Professional Documents
Culture Documents
Tüm hakları saklıdır. Orijinal edisyonu lngilizce olarak Blackwell Publishing Limited
tarafından basılmıştır ve çeviri hakları ile çevirinin doğruluğu İnkılap Kitabevi
sorumluluğundadır. Bu kitabın hiçbir bölümü orijinal edisyonun hak sahibi olan
Blackvvell Publishing Limited'in izni olmaksızın hiçbir şekilde kopyalanamaz,
mekanik yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.
ISBN: 978-975-10-3190-7
13 14 1516 9 876 54 3 2
Baskı ve Cilt
İNKILAP KİTABEVİ BASKI TESİSLERİ
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
Tel : (0212)496 11 11 (Pbx)
'Ö'iNcaAP
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
lel : (0212) 496 11 11 (Pbx)
Faks:(0212)496 11 12
posta@inkilap.com
www.inkllap.com
İRAN
TARİHİ
Pers İmparatorluğu'ndan günümüze...
GENE R. GARTHWAITE
İngilizceden çeviren
Fethi Aytuna
.... .
•• -
•irlNKllAP
Gene R. Garthwaite
Dartmouth College'da tarih profesörü olan yazar Asya ve özellikle de İran tarihi konusunda
uzmandır. Çalışmalarını katıldığı arkeolojik kazılarla pekiştirmiştir. 2005'te yayımladığı lran
Tarihi dışında 1983'te yurtdışında Khans and Shahs: A Documentary Ana/ysis of the Bakhti
yari in lran adıyla yayımlanan bir kitabı daha vardır.
Fethi Aytuna
Darüşşafaka Lisesi'ni bitirdikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi GSF Sinema-TV bölümün
den mezun oldu. Çeşitli çevirileri bulunan çevirmen, televizyon belgesellerinde editörlük
yapmaktadır.
R. Andrew'e, Alexander'a ve Martin'e...
İÇİNDEKİLER
Teşekkür IX
Hanedanlar XI
7 Kaçarlar ( 1 796-1926) 1 76
Notlar 259
Dizin 263
TEŞEKKÜR
İran'a duyduğum hayranlık çok eskilere dayanır. Bu konuda bana yol gösteren
çok sayıda insana teşekkür borçluyum. Bunların başında artık aramızda olmayan
Robert J. Braidwood ile eşi Linda, Patti Jo ile Red Watson ve yine aramızdan ayrıl
mış olan G. E. von Grunebaum ile Nikki Keddie gelir.
Harvard ve Ohio Eyalet Üniversitesi'nde verdiğim seminerler sırasında bu kitabı
yazma fikrine vesile olan Roy Mottahedeh ve Stephen Dale'e teşekkür etmek istiyo
rum. Muhtelif yazım aşamalarında bölümleri büyük bir hevesle okuyan meslektaş
larım Mangol Bayat, David Morgan, Bili Summer, Touraj Darjaee, Drew Newman,
Misagh Parsa, Morris Rossabi ve artık aramızda olmayan Charles Wood'a özel bir
teşekkür borçluyum. Bu meslektaşlarımın yanı sıra, yayımlanmamış çalışmalarını
benimle paylaşan insanlara, özellikle David Stronach ve Edmund Herzig'e teşekkür
ederim. Ayrıca vakit ayırıp benimle görüşen John Curtis ve Amelie Kuhrt'a min
nettarım. Ervand Abrahamian, Jim Bili, William Hannaway ve Shaul Bakhash'a
yardımları ve önerileri için teşekkür ederim.
Pamela Crossley "hükümranlık" ve " Orta Asya " konusundaki hararetli tartış
malarımız dolayısıyla özel bir teşekkürü hak ediyor. Dartmouth'tan Gail Vernazza,
Marysa Navarro, Dale Eickelman, Kamyar Abdi, Nahid Tabatabai, Virginia Close,
Patsy Carter, Fran Oscadal bu kitapla ilgili konularda sabırla tartışıp içtenlikle
katkı sağlayanlar arasında bulunuyor. Dartmouth College'da Tarih bölümündeki
herkese ve tüm meslektaşlarıma teşekkür ederim. Dartmouth'taki öğrencilerim de
bu kitaba katkıda bulundu. Bu büyük grubun temsilcileri olarak David Ruedig,
Drew Newman, Beth Baron ve Justin Stearns'e teşekkür ederim. Ayrıca Ali Bahti
yar, Sheila Blair ve Jonathan Bloom, Sheila Canby, Richard Tapper, Sandy Morton
ve bilhassa Susan Reynolds'a teşekkür ederim. Özellikle İran'daki meslektaşla
rım Sekandar Amanolahi, Iraj Afşar ve Kaveh Bayat'a teşekkür borçluyum. Lynn
Smith'ten daha iyi bir editör bulamazdım; dikkatli gözleri ve eleştirel soruları için
ona minnettarım.
Susan'a, Jirn Wright'a ve bilhassa bütün Bernstein Ailesi'ne; jane ve Raph'a,
John ve Jennie'ye, Dan ve Claire'e, Jeff ve Yoshimi'ye, cömert yardımları ve sonsuz
destekleri için minnettarım.
IX
HANEDANLAR
Ahamenişler
Kiros il (Büyük) (MÖ 558-530)
Kambises (MÖ 530-522)
Gaumata (Bardiya) (MÖ 522)
Darius I (MÖ 522-486)
Kserkses I (Serhas) (MÖ 486-465)
Artakserkses I (MÖ 465-424)
Kserkses II (MÖ 424-423)
Darius ll (MÖ 423-404)
Artakserkses II (MÖ 404-359)
Artakserkses m (MÖ 359-338)
Arses (MÖ 338-336)
Darius IIl (MÖ 336-330)
Sasaniler
Ardeşir I (224-239)
Şapur I (239/240-272)
Hürmüz 1 (272-273)
Behram I (273-276)
Behram II (276-293)
Behram III (293)
Narseh (293-302)
Hürmüz II (302-309)
Şapur II (309-379)
Ardeşir II (379-383)
Şapur 111 (383-388)
Behram iV (388-399)
Yezdigirt 1 (399-421)
Behram V (Gur) (421-439)
Yezdigirt II (439-457)
Hürmüz 111 (457-459)
Firuz (459-484)
Balaş (484-488)
Kavad I (488-496 ve 499-531)
Camasp (496-498)
Hüsrev I (Anuşirvan) (531-579)
Hürmüz iV (579-590)
XI
Hüsrev il (590-628)
Behram VI (Çubin) (590-591)
Kavad il (628)
Ardeşir III (628-630)
Şahrbaraz (630)
Hüsrev IIl (630)
Puran (630-631)
Azarmidoht (631)
Hürmüz V (631-632)
Hüsrev iV (631-633)
Yezdigirt III (633-651)
Safeviler
Şah İsmail 1 (1501-1524)
Şah Tahmasb (1524-1576)
Şah İsmail il (1576-1578)
Şah Muhammed Hüdabende (1578-1588)
Şah Abbas 1 (Büyük) (1588-1629)
Şah Safi 1 (1629-1642)
Şah Abbas il (1642-1666)
Şah Süleyman 1 (Safi il) (1666-1694)
Şah Sultan Hüseyin (1694-1722)
Şah Tahmasb il (1722-1732)
Şah Abbas ııı (1732-17499
Kaçarlar
Ağa Muhammed (1779-1797)
Feth Ali Şah (1797-1834)
Muhammed Şah (1834-1848)
Nasıreddin Şah (1848-1896)
Muzaffereddin Şah (1896-1907)
Muhammed Ali Şah (1907-1909)
Ahmed Şah (1909-1925)
XII
SUUDİ ARABiSTAN
• ônemliıe/ltflef
_UlusWar�Slrwrlar
.. �;,t,:!fk d�
QArazitOOO m
lstak.hr•
ARABiSTAN
--------- lpeicYolu'nuntaWgQzerg:ıtılan
/
-.... --
SURiYE
AFGANiSTAN
-t BüııOk havulanlan
-- Bıııtoca yoll.-
-Bıııtocademiı)ollan
__ uıım....
. ......ı.
600tm
PERSİYA/PERSLER VE İRAN/İRANLILAR
"Persiya" denilen yeri belli bir coğrafi bölgeyle bağdaştırmak ve burada yaşayan
halkı, yani Persleri belli bir sınıfa dahil etmek kolay değildir. Sonuçta "Persiya" ve
"Persler", yer ve halk olarak metafiziksel kavramlardır. Peki İran ve İranlılar demek
daha mı doğru olur? Kısacası, "Persiya/Persler" günümüzde Birleşik Krallık haricin
de çok seyrek kullanılır. Bu terim bir de antikçağda, bilhassa MÖ 3. yüzyıl ile MS
6. yüzyıl arasındaki dönemde İran/İranlılar için kullanılırdı. Rıza Şah ( 1 926- 1 94 1 )
1 93 5 yılında, "İran" kelimesinin sadece resmi ve diplomatik yazışmalarda kullanıl
masını buyurmuştu. 7. ve 1 3 . yüzyıllar arasındaki dönem haricinde "İran" ifadesi
İranlılar tarafından yaygın bir şekilde kullanılıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nın ardın
dan petrolün kamulaştırılması, Musaddık krizi ve İran'da milliyetçi duyarlığın art
masıyla birlikte, "İran/İranlı " şeklindeki kullanım Ban'da da yaygınlaştı. "Persiya/
Persler" terimi bizzat İranlılar tarafından bugüne kadar genellikle reddedildi. Ayrıca
"İran/İranlı" teriminin, özellikle İran nüfusunun çok uluslu yapısından kaynaklanan
baskın bir boyutu vardı. Bununla birlikte, "Persiya/Pers" teriminin kullanımı İslam
Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1 979'dan sonra yurtdışına gidenler tarafından yeniden
canlandırıldı. Bu terimin yaygın biçimde kullanılması; yurtdışındakilerin son zaman
larda "devrim" , "terörizm" , "rehine" ve "köktendincilik" gibi kavramlarla birlikte
anılan "İran" kelimesinin yarattığı aşağılanma duygusundan sakınma çabalarını gös
terir. "Persiya/Pers" terimi onlara eski ihtişamı ve kültürü, daha zararsız ve modem
bir siyasi kimliği hatırlatır. Ancak ister "Persiya" ister " İran" densin, bunların siyasi
sonuçlarından kaçmanın imkanı yoktur. Persiya ya da İran tarihi, bu bölgeyle burada
yaşamış ve halen yaşamakta olan halklar arasındaki etkileşimin tarihidir.
KONUM
1
IRAN TARn-11
COÔRAFYA
2
PERSIYA: KONUM VE KAVRAM
3
İRAN TARil-U
4
PERSİYA: KONUM VE KAVRAM
bir ekonomi ve toplum içinde birbirlerini tamamlarken, göçebelik belli bir ölçüde
bağımsız olmayı gerektiriyordu.
Göçebe hayvancılığın yapılabilmesi için, göçebeler otlak ve su anlamında sürü
lerinin kısa vadeli ihtiyaçlarına göre davranmak zorundaydılar. Burada en önemli
nokta, aynı zamanda sosyal ve siyasi kararlar verebilmekti . Bağımsızlıkları, büyük
ve kalıcı sosyal-siyasi örgütlenmeler açısından göçebeleri güvenilmez kılıyordu. Ba
zı göçebe liderlerinin büyük gruplar oluşturmayı başarmalarının altında, olağanüs
tü siyasi-askeri becerilere, aile veya hanedan bağlarına ve belki karizmaya sahip
olmaları yatıyordu. Tarihte göçebelerin toprak fethedip hakimiyet sağlamak için
uzun vadeli seferlere giriştiği önemli anlar vardır. Ahamenişlerin ve onlardan önce,
yakın bağları bulunan Medler veya İskitlerin ortaya çıkışı bu süreci yansıtır.
ETNİK KARMAŞA
Antikçağda Zerdüştlüğün sözlü geleneğe dayanması tarihçiler için talihsiz bir du
rumdur. Bu dinle ilgili bilgilerimiz çok kısıtlıdır. ilk yazılı kaynakları ancak İslami
yetin erken dönemine dayanır. Bununla birlikte antikçağdaki İran, burada yaşayan
halklar ve kültür hakkında birtakım bilgilerimiz var. Hana tarihinde rol alan bazı
5
IRAN TARİHİ
aktörlerin isimlerini bile biliyoruz, çünkü geleneğin bir kısmı, bilhassa hanedan
politikaları, yazılı kaynaklara aktarılmıştı. Büyük Kiros, Darius, Kserkses (Serhas),
Büyük İskender gibi tanıdık isimler Batı kültüründe bile belli bir yer işgal eder. An
tik dünyayla ilgili bilgi ve anlayışımız sadece birincil ve ikincil kaynaklara dayalı
olmayıp tarihçilerin bu kaynakları kullanmasına, bu kaynaklara kendi yaşadıkları
kültürün kavram ve algılarını da katmasına dayanır. Bu nedenle, geçmişi yeniden
inşa edebilmek için tarih yazımı geleneğini anlamamız gerekir.
Pers tarihinin Ahamenişler ile başladığını (MÖ 5 50-33 1 ) kabul etsek de, daha
eski Asur kaynaklarında ilerde Persiya olaraktanınacak yere ait bilgiler vardır. Bu
nun dışında kısıtlı olmakla birlikte günümüze ulaşıruş çeşitli Ahameniş kaynakları
da bulunur. Bunların arasında anıtlardaki yazılar ve idari kayıtlar yer alır. Nihayet
Yunanlılarda daha fazla yazılı ve kitaba dayalı kaynağa rastlanır. Tabii bir de arke
olojik bulgular vardır. Ahameniş kaynaklarının kullanımı, ancak 19. yüzyılda bulu
nup transkripsiyonu yapıldıktan sonra mümkün olmuştur. Dolayısıyla, bu tarihten
önce onlarla ilgili görüşlerimizi, yaygın klasik ve kutsal kitaplara dayalı kaynaklar
şekillendirmişti. 19. yüzyıl ortalarında Rawlinson ve Grotefend birbirlerinden haber
siz şekilde, Darius'un kayalara yaptırdığı Bisitun (Behistun) Yazıtı'nda Eski Farsça,
Medce ve Babilce olarak üç dilde yazılan metinleri çözdüler. Böylece ilk kez burada ve
bütün Ortadoğu'da bulunan Ahameniş yazıtlarını okumak mümkün oldu. Bununla
birlikte Persepolis'teki arşiv kayıtları; Hazine ve Tahkimat tabletleri ancak 1 930'lar
daki arkeolojik kazılar sırasında bulundu. Üstelik bunlar çok kısa bir döneme aitti.
Yine de Rawlinson ve Grotefend'den uzun zaman önce, Ahamenişlere Yunan
lıların gözüyle bakan köklü bir tarih geleneği oluşmuştu. Ahameniş tarihi, en iyi
ihtimalle Yunan tarihinin bir uzantısı ya da onun alt bölümlerinden biri olarak
görülüyordu. Ahameniş tarihini kendine özgü bir dal olarak görmek nadir rast
lanan bir durumdu. 20. yüzyılın büyük bir bölümünde bile tarihçilerin Perslere
yaklaşımı; MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan ve onları ilginç, egzotik ve " Oryantal"
bulan Herodot'un düşüncelerinden farklı değildi. Oldukça bol ve ayrıntılı Yunan
kaynaklarına karşılık Ahameniş kaynaklarının kıtlığı göz önüne alınınca, Yunan
tarihçelerinin çekiciliği anlaşılır bir durumdur. Yunanlılar kendilerini Ahameniş
lerden farklı bir yere koyup onlara hem huşu ile hem de tepeden baktılar. Yunanlı
olmadıkları açık olan Persler her kategoride; bilhassa politika, toplum, sanat ve
mimarlık alanında "öteki" idi. Dolayısıyla tarihleri, düşmanları değilse de rakipleri
tarafından yazılmıştı. Belli siyasi ve kültürel davranışların varlığı, Ahameniş kay
naklarının azlığı ve aldıkları klasik eğitim nedeniyle, Persleri araştıran tarihçilerin
20. yüzyılda bile Yunan görüşünü benimsemeleri doğaldır.
Antik Ortadoğu tarihine egemen olan Yunan algısı hala yaygındır. Bu algı, Or
yantal tarihin ve bizim örneğimizde Pers tarihinin zamandan bağımsız, değişmeyen
6
PERSİYA: KONUM VE KAVRAM
7
IRANTARIHl
Buna ilaveten Ahameniş, Sasani, Safevi ( 1 501-1722), Kaçar ( 1796-1 926) gibi ha
nedan isimlerinin kullanılması akla birliği, kontrolü, hatta 20. yüzyıldan önce bu
lunmayan merkeziyetçiliği getirir. Genel bir kullanımla "devlet" şeklinde isimlen
dirilse de, 20. yüzyıl öncesi imparatorluklar aslında merkezi hükümet kurumlarına
sahip serbest konfederasyonlardı. "Devlet" teriminin yaygın kullanımı Weber'in şu
tanımına dayanır: "Belli bir ülkede fiziksel gücü meşru biçimde kullanma tekeline
(başarıyla ) sahip olma iddiasında bulunan bir insan topluluğu. "2 Pehlevilere kadar
İran'da hiçbir hükümet fiziksel gücün meşru kullanımını tekelleştirmedi. Bürokrasi
ve orduyu içeren Weber'ci devlet kavramıyla bağdaşan temel kurumlar, İran hükü
metlerinin yegane unsuru değildi. Üstelik Weber'de bir de " belli bir ülke" etkeni
vardı. Özel bir toprak üzerinde ve bölgelerde hükümranlığın belirtileri olmakla
birlikte, İran'da 1 9 1 4'e kadar çizilmiş sınırlar yoktu. Ayrıca hükümetin gücü, sınır
bölgelerindeki şehirlerin ve büyük ticaret yolları üzerine kurulmuş müstahkem ti
caret merkezlerinin ötesine pek geçemiyordu.
8
PERSİYA: KONUM VE KAVRAM
ciddi boyutta dönüşüme uğradığı 20. yüzyıl ortasında, Pehlevi milliyetçiliği için de
geçerliydi.
Ahamenişlerle birlikte bağımsız bürokrasiye, orduya ve kimliğe sahip bölgeler
ve konfederasyonlardan oluşan bir imparatorluk kavramı ortaya çıktı. Bu yapılar
elbette imparatorluğun bürokrasisi ve askeri yapısıyla kuşatılmış vaziyetteydi. Ay
rıca bazı bölgeler ve hatta konfederasyonlar gibi imparatorluğun başında da bir
kral bulunuyordu . Darius'un hükümdarlığı sırasında (MÖ 522-486), en üstün du
rumdaki kral, kralların kralı oluyordu. Bu, Yakındoğu'da antik krallık geleneğine
önemli bir katkıydı. Ahamenişler kral ya da kralların kralı olmadan önce kendi
yurtları olan Pars/Fars veya Persis/Persiya'da konfederasyon kurmuş federasyon li
derleriydi. Burada kendilerini kral olarak tanımlayıp böyle kabul gördüler. İran bü
rokrasisi, Sasanilerin zamanından ya da belki daha da öncesinden 20. yüzyıla kadar
kurumsallaşıp hükümdar ve yönetime hizmet etmesine rağmen, hem kamusal hem
özel, hem merkezi hem de bölgesel olma özelliğini sürdürdü. İslamiyet döneminde
ki ulemanın yanı sıra daha önceki Sasaniler döneminde ve muhtemelen Ahameniş
döneminde de Zerdüşt rahipler bürokrasi işlevini yerine getiriyordu. Bunlar genel
likle hükümet tarafından atanıp onun tamamlayıcısı olarak çalışmasına rağmen
hükümetten bağımsızdılar. 1 8 . yüzyıldaki Afşarlar ve Kaçarlar ile 1 9. yüzyıldaki
Bahtiyari gibi konfederasyonların kendi "bürokratları" vardı, ulemayı himaye edip
belli toprakları yönetiyorlardı ama kesinlikle "devlet" değillerdi. 1 920'lerdeki Rıza
Şah'tan önce hiçbir hükümet güç kullanımında tekel sahibi değildi; asillerin ve fe
derasyon liderlerinin kendi orduları vardı. Düzenin sağlanması konusunda büyük
ölçüde gayri merkezi bir yapı bulunuyordu.
İran' da hükümet tarih boyunca etkin olmadı; halktan fazla bir şey beklemiyor,
bunun karşılığında da fazla hizmet vermiyordu. Hükümetin arz fazlasını toplama
daki yetersizliği yerel ve bölgesel özerklikle ilişkili olup, aynı zamanda bu yapının
güçlenmesine yol açıyordu. Hükümet iktidara güç yoluyla sahip olmakla birlikte
bunu ahlaki bir çerçeve içinde meşrulaştırmıştı. Merkezle onu oluşturan unsurlar
arasındaki gerilim de dahil toplumu olduğu gibi kabul ediyordu. Merkezi hükü
metin, kendisini idealize eden manevi dünya görüşünü gerekli bir yapı gibi göster
mesine rağmen, yakın tarihte ve muhtemelen daha önceki dönemlerde de merkezi
hükümete genelde endişeyle bakılıyordu.
İran hükümeti yine 20. yüzyıl ortalarına kadar, ekonomisi tarım ve hayvancılığa
dayalı toplumla etkileşim içindeydi. Bu ekonomide yerel ve bölgesel ticaret kendi
ne yetecek düzeyde olup, üretim ve dağıtım özerk bir yapıdaydı. Ahamenişlerden
itibaren hükümetin idari politikaları, yerel özerkliği pekiştiren yerinden yönetimi
veya büyük önem taşıyan federasyonu tanıyıp kurumsallaştırmıştı. Bu konuda en
9
İRANTAR1Ht
10
PERSIYA: KONUM VE KAVRAM
HüKüMDARLIK
Hükümdar başı çeker ama buna ilaveten, muhtelif toplulukların (örneğin Aha
menişler döneminde satraplar gibi tarihi kimliklerin) üyesidir. Kendi ailesinden ve
soyundan başlayıp egemenliği altındaki en geniş sınıflara kadar uzanabilen ve et
nografik açıdan doğrulanan gruplarla yalnızca zayıf bir bağlantısı olabilir. Bununla
birlikte bu grupları dini, siyasi, idari, askeri ve kültürel açıdan tam kapasiteyle tem-
11
IRAN TARİHİ
12
PERSIYA: KONUM VE KAVRAM
13
IRAN TARnıt
olmaktan çok uzaktı.9 Tarihi kaynaklara dayanarak, kabile halklarının dünya gö
rüşünün hiyerarşik olduğu; sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan hiyerarşik bir yapı
içinde örgütlendikleri genellemesi yapılabilir. Kabile grupları özerk ve bağımsız ol
malarına rağmen bu bağımsızlık kabile, federasyon, konfederasyon veya tarımsal,
yerleşik ve şehirli bir toplumun sınırları içindeydi. Konargöçer kabilelerin özerkliği
onların ekonomisiyle ilişkili olup sosyal ve siyasi örgütlenmeleri birleştiriyordu.
Göçebelerin atlı ve silahlı olduğu düşünüldüğünde, kabile özerkliği kendine ye
tiyordu. Elbette tarihi resmin içinde, ekonomilerinin bir parçası olan yağmalar yo
luyla ve ayrıca hem kendileri hem hükümet için savunma ve saldırı askerleri olarak
yer aldılar. Göçebe kültürünün bir parçası olan avcılık, bu rolü ve benlik bilincini
sağlamlaştırdı. Ticaret de gerek nakliye gerek alışveriş açısından göçebe ekono
misi için hayati değer taşıyordu. Bu durum belki Orta Asya'da daha önemliydi.
Göçebe hayvancıların, etraflarında tarımla uğraşan kişilerle etkileşim içinde oldu
ğunu, hayvancı ve tarımcı ekonomilerin önüştüğü alanlarda birçok onak noktayı
paylaştıklarını bilmek önemlidir. Ancak hayvan yetiştirmek göçebeler için birincil,
tarımla uğraşanlar için ikincil önemdeydi. Bununla birlikte, tarımcılar muhtemelen
hayvanlarla aynı derecede önemli bir askeri rol oynamıyordu. Batı İran'da iki eko
nomi arasında ciddi boyutta bir hareket olduğu kesindi. Buna karşın, Doğu ve Orta
İran'da göçebeler ve tarımcılar birbirinden keskin biçimde ayrılıyordu. Konargö
çerlik önce yayıldı, sonra azaldı. Yine de, Selçuklular ve Moğolların gelmesiyle
birlikte yerli nüfus içinde arttığı anlaşılmakta. 1 0
Crone, Lindner ve Tapper haricinde tarihçiler genellikle kabilelerin farklı etnik
ve soydaş gruplardan oluştuğunu varsayar. 1 1 Aslında bu gruplar toplumlarını ve
kültürlerini, akrabalık ve soydaşlık terimleriyle savunup idealize eden siyasi un
surlardır. Eşzamanlı hükümdarlarda olduğu gibi, kabile liderleri kabilelere belli ta
nımlamalar yaptılar. Liderler siyasi olmaları bakımından daha büyük ve karmaşık
örgütlenmelerle koalisyonlar oluşturma gücüne sahiptiler. Egemen olan sülalede
soy kendi otoritesini taşısa da, bu siyasi güç muhtemelen akrabalıktan daha önem
liydi.
Kabile liderleri federasyonlar kuruyor, bazı göçebe federasyonlarının liderleri de
konfederasyonlar oluşturuyordu. Konfederasyonun zayıf bağlardan meydana ge
len bir yapı olduğunu unutmamak gerekir. Cengiz Han'a hizmet eden bazı önemli
istisnalar haricinde bu yapının üyeleri büyük ölçüde özerkliğe sahipti. Bazı konfe
derasyonlar hükümet hatta imparatorluk haline gelmişti. Bunlar idari kurumlar ve
hanedana dayalı hükümdarlık olarak ayırt ediliyordu. Bununla birlikte hanedan
isimleri, bu imparatorlukların kurulup varlıklarını sürdürdükleri zaman bile cid
di ölçüde merkezileşmedikleri gerçeğini perdelemektedir. Bu imparatorlukların ve
14
PERSİYA: KONUM VE KAVRAM
hatta farklı bölgelerinin içinde pek çok ayrı güç merkezi vardı. Valiliğin kalıtsal
olarak devralındığı özerk eyaletlerde bile, özerkliğin kabile biçiminde örgütlenmiş
halklarla sınırlı olmaması da önemli bir husustur. Ayrıca federasyonlarla konfede
rasyonlar bir yandan kendi içlerinde ve birbirleriyle, diğer yandan kentsel ve kırsal
diğer unsurlarla ciddi boyutta etkileşime girip gerginlik yaşıyordu . Bu karşılıklı iliş
ki her düzeyde özerklikle sonuçlanıyordu. Gruplarla bölgelerin özerkliğine imkan
veren federasyon ve konfederasyon inşası, İran'ın tarihine 20. yüzyıla kadar dam
gasını vurdu. Sonunda Pehleviler'in yönetimi altında merkeziyetçi bir ulus devleti
ortaya çıktı.
Federasyon ve konfederasyonlar "soya" dayalı yapılardı, çünkü merkezi liderlik
genel olarak egemen bir aileye ve onun soyundan gelenlere dayanıyordu. Ahame
nişler, Selevkoslar, Partlar, Sasaniler, Selçuklular, Cengizliler, İlhanlılar, Timurlular
ve kökleri kabileye dayalı olmasa da Safeviler ve Kaçar ailelerinde durum böyleydi.
Meşruiyet bu egemen aileye dayanıyor, otorite onlardan yayılıyordu. Bu ailelerin
'
bütün federasyon veya konfederasyonla akrabalık bağı olduğu kabul ediliyordu.
Bu aileler içinde, liderliğe uygun olanlar arasında hükümdarlık için yoğun rekabet
yaşanıyordu. Hükümdarlık için birtakım muğlak ölçütler vardı. Bunların arasında,
erkeklerin liderliğe elverişli bulunduğu belli bir aileye mensup olmak ve liderliğe
"en uygun" kişiyi belirlemek için yapılan bir tür seçme yarışması yer alıyordu.
MÖ son binyılın başında, Persler ilk kez Orta Asya'dan İran Platosu'na gelip Zağ
ros Dağları'na yöneldiğinde bile, nüfus farklı etnik grupları yansıtan tarımcılar ve
hayvancılardan oluşuyordu. MS ilk binyılın sonunda bu karmaşık nüfus ve eko
nomik yapı, yine Orta Asya'dan gelen Türk halklar sayesinde, gerek tarım gerek
göçebelik sektöründe iyice pekişti. İlk Persler muhtemelen atlı ve silahlı göçebelerin
yavaş yavaş bölgeye girmesiyle ortaya çıkmıştı.12 1 1 . yüzyılda Selçukluların gelmesi
daha ani oldu. Onlar kendilerini ilk kez askeri yolla belli ettiler. Ardından sürü
sahibi çok kalabalık bir göçmen grubu geldi. Son olarak Selçuklu yönetimi ve ku
rumlarının gelişi, bundan sonraki İran tarihi üzerinde büyük etkiye yol açtı. İran
Cengiz Han'ın (ö. 1227) Moğol İmparatorluğu'nun bir parçası olduğunda, bilhas
sa torunu Hülagü (ö. 126 5 ) ve halefleri İlhanlıların yönetimindeyken, bu Selçuklu
etkisi iyice arttı. İran bir kez daha Orta Asya'ya özgü bir hükümet şekli, askeri
örgütlenme, idare ve ideoloji benimsemişti.
Gerek Ahamenişler döneminde, gerek 7. yüzyılda yaşanan Müslüman Arap isti
lası ve ondan sonraki Türk-Moğol istilalarında dikkat çeken bir diğer husus göçe-
15
IRAN TARİHİ
belerin kültür taşıyıcısı rolü oynamasıdır. Crossley, Orta Asya göçebelerinin bütün
Asya boyunca önemli kültür ve din taşıyıcıları olduğunu belirtir:
[Ona Asya'da] Bozkır farklı dini inançların hir karışımı olarak kaldı. Aynı süla
len in mensupları arasında Budizm, Maniheizm, İslam, Hıristiyanlık ve Yahudiliğe
bağlı olanların bulunması ender rasdanan bir durum değildi. Bunların hepsinin
geleneksel şamanizmle iç içe geçmesi olağan hir durumdu.
Orta Asya göçebeleri arasında yaşanan hu çok dinlilik kısmen, hükümdarlık
hakkındaki düşüncelerin yerleşik din hakkındaki düşüncelerle her zaman bağdaş
mamasından (a.b.ç.) kaynaklanıyordu. Ona Asya toplumları çok eski zamanlar
dan itibaren, bir yönetici veya han önderliğinde, bir dünya hükümdarlığı idea lini
benimsemişti. Bu yönetici Ona Asya'da Gök veya Sema şeklinde temsil edilen
mudak bir tanrıyla kon uşurdu. Gökten gelenleri beyan eden rolünü üsdenen bu
hükümdar, belli külcürlerin üstünde olup hepsini egemenliği altına almıştı . Bu du
rum bölgede son derece eski bir düşünce şeklidir ve kökeninde muhtemelen İran
etkileri yatmaktadır.
16
PERSİYA: KONUM VE KAVRAM
onur unvanı haline geldi. Dolayısıyla kağan ve şah, evrensel gücü çağrıştıran un
vanlardır. Buna ilaveten, İran' da evrensel hükümdarlıkla ilgili değerler sadece yerli
kavramları değil, İslami örnekleri de kapsıyordu. Bunların arasında kağan/han,
padişah/şehinşah ve Zillullah (Allah'ın gölgesi ) başta gelir. Dikkat edilmesi gereken
bir diğer husus, kendini olumlayan ve kendi kimliğini doğrulayan unvanlar sadece
imparatorluk liderleri değil, federasyon liderleri tarafından da kullanılıyordu.
Unvanla işlev, ideal olanla gerçek olan, dini/kültürel değerlerle iktidar arasındaki
ikili yapı genel olarak Selçuklu/Orta Asya/Moğol mirasının bir parçası olarak görü
lür ki gerçekten de öyledir. Bununla birlikte Türk/Moğol uygulaması, İran'ın siyasi
kültüründe zaten mevcut olan benzer uygulamayı güçlendirip 20. yüzyıl ortalarına
kadar devam etti. Hükümdarlık kavramının, özellikle meşruiyetinin önemli yanla
rından biri; hükümdarla hükmedilen, elit kültürle halk kültürü, özellikle Ahameniş
ve Orta Asya dönemindeki kapsayıcılıkla Sasaniler ve İslamiyet dönemindeki daha
dışlayıcı davranışlar arasındaki etkileşimin ve benzerliğin şekillenmesiydi. Muh
temelen Ahamenişler ve Sasaniler, Zerdüştlüğü resmi olarak destekleyerek zaman
zaman heterodoks hareketleri bastırmaya çalıştılar. Sasani Hanedanı'nın 641 'de
yıkılmasından sonra ilk " İranlı" hükümeti kuran Büveyhoğulları (Büveyhiler) Şii
iken, İran'ın büyük kısmı Sünni idi. Ardından Selçuklular ve İlhanlı Hanı Gazan,
Sünni oldu. Diğer hükümdarlar farklı dinlere yöneldiler. Olcaytu'nun yanı sıra Şah
İsmail ve Safeviler de Şii idi. Safevilerin egemenliği sırasında bütün İran Şii oldu.
Nadir Şah daha kapsayıcı bir İslam anlayışını benimsemişti. Rıza Şah milliyetçiliği
yeni bir ideoloji olarak geliştirdi. Humeyni'nin, İslamı her şeyden üstün kılan an
layışı bile bu kalıba girer. Belki en önemli nokta kapsayıcılıkla dışlayıcılık arasın
daki bu karşılıklı etkileşimdi. Bu etkileşim sadece hükümdarlıkla din, meşruiyet ve
kimlik arasında değildi. Bunların dışında iktidar merkeziyle toplumun daha büyük
kesimi ve zayıf merkezlerle bölgesel özerklik arasında çift taraflı bir etkileşim var
dı. Toplumun hiyerarşik yapısı, otorite ve iktidar üzerinde hem dünya görüşü hem
uygulama bakımından kısıtlamalar getiriyordu. Otoritenin ayakta tutulması ve ik
tidarın işlevini yerine getirmesi için gruplar arasında genel bir konsensüse varılması
gerekiyordu. Bu, İran'ın siyasi kültürü için hayati önem taşıyordu.
7. yüzyıldaki Müslüman-Arap istilası İran'ın siyasi kültürüne yeni bir unsur
olan eşitlikçilik kavramını kattı. İlginç bir şekilde, göçebe hayvancılıkta otlaklarla
suyun kullanımı ve siyasi örgütlenme anlamında eşitlikçi bir unsur vardı. Bunun
la birlikte, göçebe hayvancılık sonuçta hiyerarşik bir kültürü ve dünya görüşünü
temsil ediyordu. İslami eşitlikçilik İran'da uygulanamıyordu. 8. yüzyılda önemli
bir gelişme oldu. Abbasilerin Emevilere karşı zafer kazanmasıyla birlikte, merkezi
Bağdat olan Abbasi Halifeliği'nde Sasani imparatorluk geleneği yeniden kuruldu.
İslam ve Safeviler zamanındaki Şii İmamiyye (veya On İki İmam) inancı, kesin
17
IRAN TARİHİ
18
PERSIYA: KONUM VE KAVRAM
19
2
AHAMENİŞLER
(MÖ 5 5 0-3 3 1 )
Pers1 tarihi ve hükümdarlığı, Ahameniş yazıtlarıyla daha yakın tarihli kutsal kitap
metinleri ve klasik kaynaklarda ifadesini bulur. Perslerin tarihi Ahamenişlerden
çok daha önce başlamakla birlikte, kendi yazdıkları ve kendilerini açıkça Pers ola
rak tanımladıkları ilk tarihi kaynaklar MÖ 6. yüzyıl sonuna dayanır. il. Kiros ya da
Büyük Kiros (MÖ 558-530), Babilce yazılı ünlü silindirde, hükümdarlığını Fars'ın
egemen şehri Anşan'da kral olan atalarına dayandırarak meşrulaştırır. l. Darius
(MÖ 522-486), Bisitun'da MÖ 5 1 7 civarında yükseklerdeki kayalara kazılan ün
lü yazıtında, kendi hükümdarlığını aynı şekilde Fars'tan gelen bir başka Ahame
niş soyuna bağlar. Ahameniş Hanedanı, Fars bölgesi ve imparatorluk ilk kurucu
olan Kiros tarafından bir araya getirilir. Genellikle Ahameniş İmparatorluğu'nun
ikinci kurucusu olarak görülen Darius bunu devam ettirir. Darius bir gaspçı mıy
dı? Bir Ahameniş soyu mu uydurmuştu ? İkisi de Kiros'un büyük büyükbabası ve
Darius'un büyük büyük büyükbabası Teispes'in ismini paylaşır. Bir hükümdarın
kendi sülalesi ve yaşadığı yerle özdeşleşmesi antikçağdaki Yakındoğu'da yeni bir
· şey değildi ama Darius'tan başlayarak Ahameniş kimliğinin sürekli kullanılması
yeniydi. Son derece önemli bir başka husus da Ahameniş hükümdarlık kavramıydı.
Bu kavram arada önemli kopukluklar olmasına rağmen İran'ın sonraki tarihine
model oluşturuyordu.
Büyük İskender MÖ 3 3 1 -330'da Ahameniş Hanedanı'na son verdikten son
ra kendi hükümdarlığı sadece yedi yıl sürdü (MÖ 330-323 ) . Selevkos haleflerinin
(MÖ 3 1 2-129) Ahameniş kurumlarını Helenistik bir görünümde sürdürmeleri şe
hirli elitleri fazla etkilemedi. Partlar/Arşaklılar (MÖ 247-MS 3. yüzyıl) Ahameniş
İmparatorluğu'nu ve hükümdarlığını, krallarının adı silinmiş olmasına rağmen ye
niden yaratmaya koyuldular. Ardından gelen Sasaniler (MS 224-64 1 ) (Parti ardan
daha geniş bir bölgede ve eşit bir zaman diliminde) Fars'taki merkezlerinde, ilk Pers
imparatorl uğunun bir benzerini başarıyla yarattılar. Sasani Hanedanı'na son veren
Arap ordularının ezici bir başarı kazanıp Müslüman-Arap hükümeti kurmalarına
rağmen, Ahameniş bürokrasi modeli ve hükümdarlık kavramı varlığını sürdürü
yordu. Antik İran tarihini efsane haline getiren sözlü gelenek 1 0 . yüzyılda, Türk
20
AHAMENIŞLER
himayesi altında (Türk-Moğol İran'ı (970-1 500)] Firdevsi'nin Şehname adlı büyük
destanıyla yazıya geçirildi. Daha sonra gelen hanedanlar, Şehname'de soy ve yer
dahil hükümdarlığı yüceleştiren temaları örnek aldı. Şehname'nin efsaneye dayalı
geçmişinin, arkeolojiye dayanan gerçek Ahameniş dünyasıyla yüzleşmesi için 20.
yüzyıla kadar beklemek gerekti.
Pers tarihinin il. Kiros'tan öncesine uzandığı kesin olmakla birlikte, kimliklerini
yazıya geçiren ya da en azından kaynakları hata mevcut olan ilk Pers hükümdarı il.
Kiros'tur. İster aynı soydan gelsin, ister uydurma olsun; bu ailevi ve etnik kimlikle
rin tasdiklenmesi durumu, Ahameniş İmparatorluğu'nun ikinci kurucusu 1. Darius
tarafından yeniden gündeme getirilmişti. Yönetici konumdaki Ahameniş Ailesi'yle
yurtlarının bulunduğu Parsua, Fars arasında bir bağ kurulmuştu. Bu bölgeyle ku
zeydeki Medya ve batıdaki Elam arasında önemli bir etkileşim vardı. Sonuçta, bü
yümekte olan Ahameniş Hanedanı'nın en önemli dayanağı, komşu Medya ve Elam
imparatorluklarıyla ilişki içindeki Fars'ın sosyal-siyasi gelenekleriydi.
il. Kiros küçük ama stratejik konuma sahip bir bölge olan Fars'tan yola çıkarak
çok daha güçlü olan Medleri yendi. Mısır hariç bütün Yakındoğu'yu fethedip gü
cünü Orta Asya'ya kadar genişletti. Mısır, Kiros'un oğlu Kambises tarafından dün
yanın o güne dek gördüğü en büyük imparatorluğun topraklarına katıldı. Onun
halefi olan 1. Darius iç isyanları bastırıp Ahameniş egemenliğini daha da büyüttü ve
hanedanın MÖ 3 3 1 'de Büyük İskender tarafından yıkılana kadar hüküm sürmesini
sağlayan idari yapıyı kurdu.
Neden Medler veya çok daha güçlü olan Elamlılar değil de Persler, impara
torluk inşa eden topluluk olarak ortaya çıktı? Elam özel bir tarihi sorun arz eder,
ama önce Medya 'yı ele alalım. Medler ve onlarla yakından ilişkili Persler, Zağros
Dağları'na ilk kez ikinci binyılın sonunda, Orta Asya'nın batı kısmından yeni bir
Hint-Avrupa göç dalgasıyla geldiler. 9. yüzyıla ait tarihi kayıtlarda dikkat çeken
grup Medler oldu. Orta Batı Zağros'ta yer alan Medya'nın merkezi Ekbatana, yani
bugünkü Hamedan'dı. Medlerin gücü batıda Anadolu'ya, doğuda Orta Asya 'ya
kadar uzanıyordu. Medya o bölgedeki birkaç federasyondan biriydi. Kaynaklara
göre Medya Krallığı stratejik konumu sayesinde Zağroslar'a egemen olup Asurlu
lar üzerine sık sık saldırıyordu. İran Platosu'na girişin yanı sıra hem doğu hem batı
yönünde ticarete imkan veren bir konumu vardı. Bizzat Zağros bölgesi de başta
at olmak üzere ticari ürünler açısından önemliydi. Atlara Mezopotamya' da askeri
amaçlardan dolayı çok değer veriliyordu.
Medya'nın gücünün ve askeri başarısının altında yatan neden atlar ve atlı, silahlı
birliklerdi. Herodot'un Perslere dair ünlü bir gözlemi vardır. Buna göre Persler çok
iyi at sürmeyi, ok fırlatmayı ve gerçeği söylemeyi öğrenmişti. Bu gözlemin Medler
için de doğru olduğu söylenebilir. Döneme ait tarihi kayıtlar, Zağroslar'daki grup-
21
iRAN TARiHl
22
AHAMENIŞLER
mamasıdır. Hem Elam hem Medya'ya karşı Ahamenişlerin ortaya çıkarak daha
büyük bir imparatorluğu yönetmesi bizim için kayda değer bir konudur. Aslında
Elam'ın MÖ 3400'lerden başlayıp 6. yüzyıl ortalarına kadar giden çok uzun bir
tarihi vardı. Onların yerini Zağros bölgesinde Medler aldı. Elam coğrafi açıdan
güneybatı İran'da, bugünkü Huzistan eyaletinin bulunduğu yerdeydi. Bu bölge
bilhassa o döneme ait metinlerden ve en büyük şehri Susa'nın konumundan do
layı Mezopotamya'nın uzantısı olarak görülür. Oysa uzun süre göz ardı edilen bir
gerçeğe göre, Elam doğuda Zağroslar'ın eteklerine, hatta zirvelerine kadar uzanı
yordu. Elam iktidarı ve kültürü bu yüksek topraklarda Mezopotamya'dan Fars'a,
hatta daha ötelerine kadar uzanan bir alanı kapsıyordu. Bu bölgede, özellikle Tall-i
Malyan'da, yani uzun zamandır "kayıp" Elam şehri Anşan'da son yirmi beş yılda
yapılan kazılar, Elam devletinin boyutlarının İran Platosu'yla ilişkisini ve muhte
melen Orta Asya'ya kadar uzandığını ortaya koydu.
Elam'ın çok uzun tarihine, siyasi ve kültürel önemine rağmen, bu devlet hakkın
daki bilgimiz çok kısıtlıdır. Elamlılarla ilgili Mezopotamya'da bulunan çok sayıda
ki metin ve kaynak belli zaman dilimlerine yoğunlaştığı için genel tarihi hakkındaki
bilgiler çok eksiktir. Nispeten daha fazla metin olan zaman dilimleri için bile, siyasi
ve idari tarihi hakkında genel bir çerçeve çizmeye yetecek bilgi yoktur. Elam'ın
maddi kültürü; mimarlık, sanat, mühürler, hem Mezopotamya hem de Zağros
lardaki hinterlandıyla ilişkili olup, fark edilir bir tarza sahiptir. Elam dilinin ilk
biçimleri henüz çözülememiştir. Bu dilin diğer Ortadoğu dillerine benzemediğini,
sonraki biçimininse Ahameniş döneminde de kullanılan önemli bir idari dil olduğu
nu belirtmek gerekir. Sami ya da Hint-Avrupa dil ailesine mensup olmayan Elamca,
Dravitçe ile bağlantılı olabilir. Bizim konumuz olan erken Pers tarihi açısından, an
tik Mezopotamya'nın yönetim ve kültür geleneğinin Kiros için model oluşturması
Medya'dan ziyade Elam vasıtasıyla olmuştur.
Daha önce belirtildiği gibi, kaynak azlığı erken Pers tarihini anlamadaki en bü
yük sorundur. Genel anlamda erken İran tarihi için dört kaynak türü vardır: Eski
Farsça yazıtlar ve sözlü anlatımlar; Persepolis, Mezopotamya ve Mısır' da bulunup
Eski Farsça olmayan, o döneme ait kayıtlar; Yunanlı ve Romalı tarihçilere ait kla
sik kayıtlar; arkeolojik bulgular. Farsça bir Hint-Avrupa dilidir. Ahamenişlerin kul
landığı yazılı biçimi Eski Farsça olarak bilinir. Bu biçimi Darius tarafından özellikle
anıtsal yazıtlar ve hükümdarlıkla ilişkili küçük nesneler üzerindeki yazıtlar için
geliştirilmiş olabilir. Eski Farsça, çiviyazısıyla yazılıyordu ama Mezopotamya'da
kullanılan Akadçadan ( Babilce) farklıydı. Ahameniş hükümdarlığı açısından son
derece önemli bir olgu, Eski Farsçaya her zaman iki farklı dilin, genelde Elamca
ve Akadçanın eşlik etmesiydi. Bir Sami dili olan Aramice Yakındoğu ve Mısır'da
kullanılan en yaygın dildi. Bu dil Ahameniş idaresinde de yaygınlığını sürdürdü.
23
İRAN TARİHİ
Bisitun Yazıtı bir yana, en önemli Ahameniş kaynakları bizzat Persepolis'te bu
lunan tabletlerdir. Hazine ve Tahkimat Metinleri diye bilinen bu tabletler adını keş
fedildikleri yerleşimlerden alır. Elamca yazılmış iki metin dizisi de idari konuları,
özellikle ödeme ve tayınları konu alır. Yaklaşık yüz Hazine metninin tarihi 5. yüz
yıla dayanır. Buna karşılık binlerce Tahkimat metni olup geç 6. yüzyıl ve çok erken
5. yüzyıla aittir. Tahkimat metinlerinin çoğunluğu ve parçaları henüz basılmamıştır.
Bu metinler Ahamenişlerin bilhassa Fars'taki tarım, işgücü, toprak sahipliği, ticaret
ve geçim kaynakları gibi ekonomik faaliyetleri üzerine görüşler içerir. Her iki metin
dizisi belli zaman dilimleriyle sınırlı olduğundan, Ahameniş tarihinin sonraki dö
nemleri hakkında büyük boşluklar yaratır.
Mezopotamya'daki Akadça ve Mısır'daki Aramice metinler, Elamca ve Eski
Farsça metinleri bütünler. Ne var ki bunlar da yalnızca 5. yüzyılın ikinci yarısına
aittir. İlginç bir husus olarak, Elefantin'deki Yahudi garnizonunda bulunan Arami
ce bir metin, Bisitun Yazıtı'ndaki parçalardan birini içerir. Akadça belgeler Muras
hu Ailesi'nin iş anlaşmalarını kayda geçirmiştir. Bunların arasında askeri hizmete
karşılık arazi bağışı ve imparatorluk hükümeti merkezinde ticari alışverişler vardır.
Papirüse ve çömlek parçalarına yazılmış Elefantin Metinleri dışında, Mısır'ın diğer
bölgelerinde bulunmuş Aramice ve bazı örneklerde demotik • metinler vardır.
Yunanca ve Latince yazılmış klasik metinler özel bir sorun teşkil eder. Bunun
nedenlerinden biri bu metinlerin maharetli tarihçi ve coğrafyacılar tarafından ge
nellikle oldukça ayrıntılı yazılması, diğer bir nedeni de Yunan görüşüne ağırlık
veren bir şekilde yazılmış olmasıdır. Yunan bakış açısı Ahamenişlere ya da genel
olarak Yunanlı olmayanlara aykırı görüşler içeriyordu . Kendi dönemlerinde mey
dana gelen olayları kaleme alanlar bile (Herodot [MÖ 5. yüzyıl] ve Ksenofon [MÖ
430?-355 ? ] ) başkaları vasıtasıyla öğrendikleri olayları yazmaktan çekinmiyordu.
Bazı klasik tarihçiler, sadece eserlerine verilen referans yoluyla veya daha sonra ge
len tarihçilerin onların eserlerinden parçalar alması sayesinde tanınmıştır. Bunların
örnekleri arasında Ctesias yer alır. Plutarkhos (MS 46 ?-120 ? ), il. Artakserkses'in
biyografisini hükümdarlığından yüzlerce yıl sonra yazmıştı. Yunan kaynakları da
zaman kısıtlamasına sahip olup, sadece Yunanlıları etkileyen olaylarla veya Ak
deniz kıyısındaki Ahameniş faaliyetleriyle ilgileniyordu. Bazıları tamamen hayal
mahsulü olan Yunan metinlerini doğrulayacak Ahameniş metinleri veya diğer dış
kaynaklar yoktur. Yunanlılar, Yunan olmayan bütün kavimleri barbar olarak ni
telemekle birlikte; "ötekiler" , özellikle Ahamenişler, kendileri için Yunanlılığın ve
Yunanlı olmayanların ne anlama geldiğini tanımlamaya yarıyordu. Ksenofon, ay-
24
AHAMENİŞLER
nı dönemde ve hatta ulusal efsane yaratmanın bir unsuru olarak Cyropaedia adlı
eserinde Büyük Kiros'u, Yunanlı olmaması, parlak zekası ve otokratlığı nedeniyle
örnek hükümdar olarak göstermişti. Yunan bakış açısına göre Ahamenişler otok
rasi, iktidar, refah ve ifratı temsil ediyordu. İronik bir durum olarak, kölelik Yunan
toplumu için çok önemli bir unsurken Ahamenişler için değildi. Ayrıca Yunan ta
rihçiler tarihi kendi toplumlarının koşulları ve değer yargılarıyla açıklıyordu. Aha
menişlerin çöküşünü, ki Yunanlılara göre Kserkses ile birlikte başlıyordu, yozlaşma
ve zayıflığa, hatta kadınca davranışlara bağlıyorlardı. Bu yaklaşımlar Batı düşünce
sine günümüze kadar egemen olmuştur.
Ahamenişlerle ilgili kutsal kitaplara dayalı kaynaklar iyi bilinmekle birlikte ken
dine özgü sorunlar ve önyargılar içerir. İşaya ile Ezra ve Nehemya'ya göre Büyük
Kiros "Tanrı'nın meshettiği " insan olup Yahudilerin Babil'deki tutsaklığına son
vererek Kudüs'teki tapınaklarını yeniden inşa eden kişidir. Oysa Ester'de Ahame
nişler, Yunanlıların sonradan duyduklarına dayanarak yazdığı görüş açısıyla anla
tılır.
Bütün kaynakların eleştirel gözle kullanılması gerektiği şeklindeki önerme, söz
konusu Ahamenişler olduğunda, kaynakların kıtlığı göz önüne alınınca daha da
önem kazanır. Nihayet arkeoloji Ahamenişler konusunda bize yeni bir kaynak sağ
lamaktadır. Arkeolojinin yeni bir kaynak sayılması, 1 9 . ve 20. yüzyıla ait bir olgu
olmasından ileri gelir. 1 9 . yüzyılda yaşayan Henry Rawlinson, Ahameniş araştır
malarının babası olarak öne çıkar. Her ne kadar Kuzey Mezopotamya'da yoğunla
şıp, antikçağ Yakındoğu arkeolojisinin öncüsü olsa da Pers tarihi açısından önemi,
Bisitun Yazıtı'nı tercüme edip Eski Farsça metnini oluşturmasından kaynaklanır.
İran'da arkeolojik kazılar 1 9 . yüzyılda önce Susa'da, ardından aralarında Perse
polis, Pasargad ve Tepe Malyan'ın (Anşan ) bulunduğu diğer Ahameniş yerleşim
lerinde başladı. Ardından, Orta Asya'dan Akdeniz'e kadar Ahamenişlere ait ve
onlarla ilişkili yerleşimler de kazıldı. Ne var ki yazılı kaynaklar gibi arkeoloji de
bizi büyük sorunlarla karşı karşıya getirdi. Bu alanda en büyük sorun Ahameniş
çömlekçiliğini yansıtan bir kesitin bulunmayışıdır. Oysa böyle bir kaynak güvenilir
bir kronoloji yapılmasını ve bütün imparatorluk çapında yerleşimlerin kıyaslanma
sını sağlardı. Yine de kaynaklarla ilgili sorunlar olmasına ve bu durum Ahameniş
ler çağının ikinci yarısında daha belirgin bir hal almasına rağmen, bu hanedanın
tarihiyle ilgili genel bir çerçeve çizilebilir. Tarihte birtakım büyük olaylarla büyük
liderlere ağırlık veren kaynaklar ve tarih geleneği, Ahamenişler hakkında bütün
yazılanların simgesi haline geldi.
Savaşlar, emperyal yayılma ve kahraman kişilikler Ahameniş tarihinin ne
redeyse başlangıcından itibaren önemli temalar olmuştu. Babil kaynakları, Kral
Nabonidus'un hükümdarlığının üçüncü veya altıncı yılında (MÖ 554/553 veya
25
IRAN TARIHl
550/549), Medlerin bir "vassalı" olan Anşanlı Kiros'un, Medya birliklerini çökert
tikten sonra kralları Astyages'i esir aldığını yazar. Kiros bunun ardından başkent
Ekbatana'yı ( Hamedan) ve kraliyet sarayını ele geçirip hazineleri talan ederek ga
nimeti Anşan'a göndermişti. Kiros Medya'ya karşı saldırıyı kendi yurdundan, ya
ni Elam İmparatorluğu'nun doğu kısmındaki Fars/Anşan civarından başlattı. İran
MÖ 639'da Asurlular tarafından yıkılana kadar Elam egemenliğinde kaldı. Ar
dından il. Kiros ortaya çıkana kadar Medler hakimiyeti ele geçirdi. Sonunda, MÖ
55 9'da Kiros, kendi üstü konwnundaki Medya Kralı Astyages'i devirerek Persiya
ve Medya kralı oldu. Bu hareket, Ahameniş ve Pers tarihini başlatan olaydır. Ay
rıca Ahamenişlerle Persler, Zağroslar'da aynı dönemde varlığını sürdüren pek çok
imparatorluğun tersine, bu noktadan itibaren tarihte kalıcı oldular.
il. Kiros, 1. Kambises'in oğluydu. Kambises ise 1. Kiros'un oğlu, Teispes'in toru
nuydu. Hepsi Anşan'da kral olarak hüküm sürmüştü. Pers merkezli krallıklarının
boyutu veya Kiros'un Astyages'e karşı zafer kazanmasına yol açan olaylar dizisi
hakkında açık bir bulgu yoktur. Kiros muhtemelen önce Susa'yı fethetmişti. Bu
olay Medya'ya karşı bir meydan okumaydı. Ancak o dönemde Persiya üstünde ger
çekten Medya hükümranlığını gösteren bir kaynak yoktur. Astyages'in Anşan Kralı
Kiros'a karşı harekete geçtiğini o dönemde yaşayan Babilli bir vakanüvis yazmış,
Herodot da bu iddiayı tekrarlamıştı. Ne var ki, Astyages'in ordusu isyan edip ele
geçirdiği kralı Kiros'a teslim etmişti. Bunun üzerine Kiros Ekbatana'yı işgal edip
hazinesini Anşan'a götürmüştü. Ekbatana daha sonra Ahamenişlerin imparator
luk merkezlerinden ve kraliyet yerleşimlerinden biri, ayrıca Medya Satraplığı'nın
başkenti oldu. Orta Zağroslar'da stratejik bir konuma sahip olup, zengin otlakları
ve orta İran Platosu'na giden ticaret yolu bakımından önemli bir ekonomik rol
oynuyordu.
Medya ordusunun Kiros'un tarafına geçmesi, sadece iktidarın değil, aynı za
manda Medya Krallığı'nın meşruiyetinin de ona geçmesi anlamına geliyordu. Üste
lik Kiros küçük bir bölgenin kralı ve konfederasyon yapıcı olarak sahneye çıkmış,
ardından bir askeri taktik ve strateji dehası olduğunu göstermişti. Bu onun ka
rizmatik liderlik vasıflarına sanip olduğunun kanıtıydı. Susa'yı fethettikten sonra
Medya'ya karşı zafer kazanıp ele geçirmesi, artık Zağroslar'da büyük bir güç oldu
ğunun ve Batı Asya'daki siyasi ilişkileri etkileyeceğinin işaretini veriyordu.
Lidya Kralı Krezus, muhtemelen topraklarının güneydoğusunda ortaya çıkan
bu yeni lider sebebiyle, Lidya ve Medya toprakları arasında sınır kabul edilen
Kızılırmak'ı geçti . Kiros kuzeye ve doğuya yönelip Kapadokya'ya girerek bu ha
rekete çabucak karşılık verdi. İki ordu savaşmasına rağmen kesin bir galip çıkma
dı. Krezus başkenti Sardes'e dönüp kış mevsimi dolayısıyla ordusunu dağıttığın
da, Kiros onu takip edip çeşitli ittifaklar kurdu. Büyük ihtimalle MÖ 547-546'da
26
AHAMENİŞLER
27
İRAN TARİHI
kez daha) ölümden yaşam doğdu (ve) hasar ve felaket uzak durdu ve onlar onun
(mutlak) adına tapındılar. " 2
Hayatı hakkında zaten az bilgi bulunan Kiros'un son yıllarıyla ilgili bilgiler
daha da azdır. Geleneksel olarak dikkatini ve askeri güçlerini Orta Asya'ya yo
ğunlaştırdığı; imparatorluğuna bugün Afganistan, Türkmenistan, Özbekistan ve
Tacikistan devletlerinin yer aldığı toprakları kattığı düşünülmektedir. O döneme
ait önemli bir kaynak olan Darius'un Bisitun Yazıtı, bu uçsuz bucaksız toprakları
ya da onu oluşturan beylikleri imparatorluğun parçası olarak sıralar. Herodot'a
göre il. Kiros MÖ 530'da yine Orta Asya'da, Aral Gölü'nün doğusunda, Saka
Massagetlere ( İskitlere) karşı bir savaş sırasında öldürülmüştü. Kiros'un cesedi gö
mülmek üzere Fars eyaletindeki Pasargad'a getirildi. Kabri bütün yalınlığıyla hala
çok etkileyicidir.
Kiros'un yerine geçen ilk oğlu Kambises (MÖ 530-522), MÖ 525'te Mısır'ı
fethedip Ahameniş İmparatorluğu'na kanı. Babasının özellikle Babil'deki örneğini
hatırlatırcasına, Yukarı ve Aşağı Mısır'ın Firavunu olarak taç giyip, kendisinden
önceki Sais Hanedanı'nın meşru halefi haline geldi. Bununla birlikte, babası Yunan
kaynaklarında örnek hükümdar olarak gösterilirken Kambises beceriksiz olarak
tanımlanıyordu.
28
AHAMENIŞLER
Kambises'in Mısır'ı fethetmesi sıradan bir başarı değildi. Bunun için bir donanma
yaratılması gerekmişti. Gemilerin inşa edilmesi ve Akdeniz kıyılarındaki uyruk
lardan denizciler toplanması bu çabaların içinde yer alıyordu. Komutanlık yapan
subaylar ise Persliydi. Kambises ayrıca Mısırlı hükümdar Amasis'i (MÖ 570-526)
Doğu Akdeniz'deki olası müttefiklerden tecrit edecek bir dış politika geliştirdi.
Amasis bölgedeki Ahameniş varlığını tehdit olarak görüp uzun zaman Levant'ta
bu varlığı yıpratmanın yollarını aramıştı. Kambises Araplarla başarılı müzakere
ler yapıp Pers ordusunun karadan Sina Çölü'nü geçerek Mısır'a girmesini sağladı.
MÖ 526-525'te başlayan savaşta Mısırlılar daha ilk kapışmada çarçabuk yeni
lip Memfis'e kaçtılar. Burada kesin olarak yenilirlerken yeni kralları III. Psamtik
esir alındı. Bu zafer Libya'nın Perslere teslim olmasına yol açtı. Ayrıca Kambises
Mısır'ın güney sınırlarında denetimini güçlendirdi.
Kambises'in tiran ve despot olduğu, yerel kültür ve politikaya duyarsız kal
dığı algısı Herodot'tan kaynaklanır. Buna karşılık, döneme ait Mısır kaynakları
oldukça farklı bir değerlendirme yapar. Yüksek bir Mısırlı bürokratın heykelin
deki yazıtta, Kambises Mısır geleneklerine uyan biri olarak tanımlanır. Tanrıları
onurlandırdığı, kurban etme ve diğer ritüellere, tapınaklara dokunmadığı belirtilir.
Kiros'un Babil'de yaptığı gibi, istikrarı yeniden kurup sürdürmek için yerli elitleri
atayıp kullanmıştır.
Yukarı ve Aşağı Mısır'ın Kralı [Kambises] Sais'e geldi. Kral hazretleri Neit
Tapınağı'na gitti. Her kralın yaptığı gibi büyük haşmetlinin önünde yere kapandı.
Her mükemmel kralın yaptığı gibi Neit, Büyük Tanrı, Ana Tanrıça ve Sais'teki
önemli tanrılar için bütün iyi şeylerin bulunduğu büyük bir şölen düzenledi. Kral
hazretleri bunu yaptı, çünkü ben onun büyük haşmetlinin önemini kavramasını
sağladım; zira o bizzat Ra'nın anasıdır:'
29
IRAN TARIHi
kaynağı olan Bisitun Yazıtı, bir hükümdar olarak Kambises hakkında çok az bilgi
verir; zira yazıtın bütün amacı Darius'un kendi benliğini ortaya koymasıdır.
Kambises'in liderliği bir ara tehdit altında kalmıştı. Bu, Herodot'a göre kardeşi
Bardiya, diğer adıyla Smerdis'ten kaynaklanıyordu. Gerek Bisitun Yazıtı'nda, gerek
Herodot tarafından, Kambises'in kardeşini öldürttüğü iddia edilir. Bunun ardından
meydana gelen birtakım olaylar sonucu, rahipler sınıfından Gaumata adında bir
yetkili kendisinin meşru kral Bardiya olduğunu iddia etmişti. Bu nedenle Hero
dot ondan " Sahte Smerdis," Bisitun Yazıtı ise "Sahtekar Gaumata " diye bahseder.
Ayaklanmayı bastırmak için Mısır'dan yola çıkan Kambises, Suriye üzerinden ül
kesine dönerken bir kaza sonucu öldü. Bardiya, ister Kiros'un gerçek oğlu isterse
bir sahtekar olsun, sadece birkaç ay hüküm sürebildi. O da sonunda yedi asil sui
kastçı tarafından öldürüldü. Suikastçılardan Darius ise kral oldu (MÖ 522-486).
Bisitun Yazıtı'na göre Darius, Hystaspes'in oğlu, Arsames'in torunuydu. Arsames
ise Kiros'un atası Teispes'in babası olan ve hanedana ismini veren Ahameniş'in
soyundan geliyordu.
Büyük ihtimalle Bardiya/Gaumata gerçekten Kiros'un oğluydu. Kardeşi
Kambises'e karşı ayaklandıktan sonra, Darius ona karşı bir darbe düzenlemişti.
Gaumata'nın bir sahtekar olduğuna dair Darius'un iddiası, Kiros soyundan gelen
meşru bir halefi öldürmesini gizlemek için ortaya atılmıştı. Herodot'un kaynağıysa
kesinlikle Darius olmalıydı. Darius'un Ahameniş soyundan geldiğini iddia etmesi,
tahtta hak iddia etmesini meşrulaştırma girişimiydi. Bisitun Yazıtı'nda Darius'un
hem babasının hem büyükbabasının henüz yaşamakta olduğu belirtilir. Gerçekten il.
Kiros'la bu kadar yakın bağları olsaydı, tahta geçme konusunda onların daha güçlü
iddiaları olurdu. Darius'un kral olmasının ardından imparatorluk çapında isyanlar
çıktı. Bunlar arasında Babil, Elam, Ermenistan, Medya, İskitya krallarının; hatta
İran'da Bardiya olduğunu iddia eden birisinin yönettiği isyanlar vardı. Bütün bunlar
Darius tarafından meşruiyetine yönelik bir tehdit olarak görülüyordu. Bu halkların
bir kısmının ayaklanmasının altında fırsatçılık yatıyordu. Ancak kralın öldürülme
sine ve işin içinde Darius'un parmağının bulunmasına duyulan tepkinin yarattığı
kargaşa, Ahameniş soyunun meşruiyetine duyulan genel bağlılığı gösteriyordu.
Darius öylesine büyük bir imparatorluktaki isyanları bastırıp, bir yılı biraz aşan
bir süre içinde imparatorluğu yeniden tesis etme becerisiyle, askeri liderliğinin ihti
şamını soluk kesici bir biçimde göstermişti. Savaş meydanlarındaki çatışmaları ka
zanıp isyancı liderlerle destekçilerini yakalayarak idam ettirdi ( bu "krallar" Bisitun
Yazıtı'ndaki kabartmalarda dramatik şekilde tasvir edilmiştir) . Darius kendisine
bağlı kalan komutanlar sayesinde düzeni yeniden kurdu.
Bir bölümü Kiros Ailesi'ne sadık olan isyancı liderlerle Darius'un destekçileri
arasındaki savaşlar, bizzat İran ve imparatorluğun bütününde Kiros'un ölümünün
30
AHAMENİŞLER
ardından ortaya çıkan ciddi çatlağı gösteriyordu. Sorunun özü, Kiros'un halefi
Kambises'in Mısır'daki başarısına rağmen babasının otoritesinden yoksun olma
sıydı. Bardiya'nın ona karşı ayaklanması değişen gerçekliği gösteriyordu. Kiros
yeni kurulan Pers İmparatorluğu'nda, Kambises ise Mısır'da, yerli elitler vasıtasıy
la hüküm sürmüştü. Buna karşılık, valilik ve askeri komutanlık mevkilerinde aile
üyeleri veya onlara yakın Pers ve Med ileri gelenleri vardı. Fetihler yoluyla elde
edilen yeni zenginlik ve güç kaynaklarına ortak olmanın yolu, hükümdarla ve onun
çok yakın çevresiyle bireysel ilişkilerden geçiyordu. Bunun sonucunda, hükümdara
yakın olma konusunda muhtemelen rekabet iyice kızışmıştı. Kiros'un yönetimin
de imparatorluğun çok hızlı büyümesi, genellikle isyanların sebebi gösterilmesine
rağmen durumu yeterince açıklamaz. Perslerle Medlerin ekonomik, sosyal ve si
yasi örgütlenmesiyle bütün imparatorluk çapındaki özerklik faktörü göz önüne
alındığında; Ahameniş hükümdarlarıyla kurulmuş olan ilişkiler, onların iktidarının
güçlenmesiyle birlikte değişmişti. Bu değişim, liderlerle elitler arasındaki siyasi ve
ekonomik rekabeti kızıştırmıştı. Sonuç olarak Kambises ve ardından Bardiya'nın
ölümü, tahtın kendisine ait olduğunu iddia eden Darius'u desteklemek veya ona
karşı çıkmak amacıyla birleşen güçlerin çatışmasını yaratmıştı.
İmparatorluk çapındaki isyanları bastırıp Kiros'un devletini yeniden tesis etme
konusunda Darius'un olağanüstü başarısını anlatan, o döneme ait önemli bir kay
nağımız vardır. Bu kaynak elbette, Bisitun'daki dağın yüksek bir yamacına oyul
muş olan yazıttır. Yazıtta isyancı liderlerin esir alınmasını tasvir eden rölyeflerin
altında, üç dilde Darius'un kendi anlatımı yer alır. Peki bu tarihi kayıt ve anıt ne
amaçla yapılmıştı? O dönemde yazıtta kullanılan üç dilden herhangi birini okuya
bilen insan sayısı çok azdı. Bu dillerden biri olan Eski Farsça sadece bu amaçla ya
ratılmış olabilir (gerçi Eski Farsça Pasargad'da kullanılmakla birlikte, yazıt oraya
muhtemelen Darius tarafından dikilmişti). Üstelik yazıt zeminden o kadar yüksekte
oyulmuştu ki, okuma bilen bir insan bile çiviyazısını oradan göremezdi. Günümüz
de Tahran ile Bağdat'ın ortasında bulunan Bisitun, stratejik olarak Zağroslar'daki
ticaret yollarının doğu-batı ve kuzey-güney ekseninde kesiştiği bir noktada, büyük
bir su kaynağının karşısında yer alıyordu. Bir kavşakta yer almasının yanı sıra,
Ekbatana ile Mezopotamya ve İran Platosu'ndaki güç merkezlerinin yakınındaydı.
Bütün dünya Bisitun sayesinde Darius'un gücüne hayranlık duyabilirdi. Yazıt onun
iktidarının kaydı; meşruiyet için duyduğu kaygının, tarihi devamlılık duygusunun,
hükümdarlığını gelecekte de ifade edebilmesinin anıtı olarak hala durmaktadır. İk
tidar, meşruiyet, tarihi duyarlılık konusundaki bu değerler sadece Ahameniş uyruk
ları tarafından değil, Yunanlı tarihçiler tarafından da iyi anlaşılmıştı.
Darius, hizipçilik yüzünden parçalanan Kiros'un imparatorluğunu yeniden bir
leştirmekle kalmamış, bütün elitlerin desteğini kazanmıştı. Bununla yetinmeyip
31
İRAN TARIH1
32
AHAMENİŞLER
odalardan meydana gelen Babil tarzındaki bir saraydır. Darius'un amacı burada
da hükümdarlığını vurgulamaktı. Kuruluş tabletleri onun bu niyetini gayet açık
biçimde ortaya koymaktadır.
Darius yaşamının son döneminde Yunanlılarla karşı karşıya geldi . Kısıtlı sa
yıdaki Pers kaynaklarının onun döneminde tamamen kaybolduğu, diğer kaynak
larınsa en iyi ihtimalle bölük pörçük olduğu, dikkat edilmesi gereken bir husus
tur. Mısır'daki heykel ve dikilitaşların üzerindeki yazıtlar, Darius'un daha önceki
Ahameniş hükümdarları gibi firavunluk unvanları ve rolleri benimsediğini gösterir.
Bunlar arasında tapınma ve yerel tanrılar tarafından desteklenme de vardır. Ne
var ki, kaynakların büyük bölümü Yunanlılara veya kutsal kitaplara dayanmak
tadır. Bir kez daha başlıca kaynağımız Herodot'tur. İmparatorluğun batı kısmında
ayaklanan İyonyalılar, Atinalılar ve Eretrialılarla birlikte Sardes'i yağmalamıştı. Bu
önemli batı kalesine yapılan saldırıya karşılık olarak Darius, Avrupa üzerine büyük
bir ordu ve donanma göndererek Atina'yla Eretria'ya saldırdı. Ancak orduları de
nizdeki fırtınalar ve küçük silahlı gruplarla çatışmaların ardından stratejik bir geri
çekilme gerçekleştirdi. Toplanan daha büyük bir ordu Eretria'ya saldırıda başarılı
oldu. Bunun ardından Pers kuvvetleri Maraton Ovası yakınında anakaraya çıktı.
Tabii buradaki savaşta Persler ünlü yenilgiyi tadarak gemilerine geri çekildiler. Ar
dından donanma Atina 'ya saldırmak üzere yola koyuldu ama saldırı haberi buraya
ulaşmıştı. Bir kere daha yenilen Persler geri çekildiler. Darius birkaç yıl sonra öldü.
Yunanlılara karşı düşmanlık Kserkses tahta çıktıktan sonra yeniden başlayacaktı.
Kserkses (Serhas) (MÔ 486-465) kesinlikle Darius'un oğluydu. Babayla oğul
arasında performans ve fikirler anlamında da çarpıcı bir benzerlik vardı. Kserkses'in
tahta çıkarken önceliği İran'da kontrolü sürdürmek, Babil ve Mısır' da ayaklanma
ları bastırmaktı. Buralarda otoritesini kurup babasının fethettiği yerlerde konu
munu sağlamlaştırdıktan sonra Yunan tehdidine karşılık vermeye yöneldi. Ahame
niş otoritesi Mısır'la Babil'de yeniden kurulmakla birlikte, oğlu Yunanlılara karşı
Darius'tan daha başarılı olamadı. Kserkses Babil'i iki büyük eyalete bölerek idare
sini yeniden düzenledi. Eyaletlerden biri Fırat'ın doğusunda günümüzdeki Suriye
ve Irak topraklarını kaplıyordu. " Nehrin Ötesi" adını taşıyan diğeri büyük ölçüde
Suriye ve Filistin topraklarından oluşuyordu.
Kserkses nihayet Mô 480'de, anakaradaki Yunanlılarla, bilhassa Atinalı ve
Spartalılarla karşılaşmaya hazırdı. Bizzat başında bulunduğu büyük bir orduyla
Çanakkale Boğazı'nı geçti. Trakya, Makedonya ve Tesalya üzerinden yürüyen or
du, Termofil Geçidi'nde Yunanlılar tarafından karşılandı. Firar eden bir Yunanlının
tavsiyesi üzerine arkadan başarılı bir saldırı gerçekleştiren Pers ordusu yolu açarak
Atina'ya ilerleyip şehri işgal etti. Yunanlılar donanmalarıyla beraber Salamis'e çe
kilerek Persleri Korint Kıstağı'nda karşıladılar. Persler bu savaşı kazansaydı Pelo-
33
IRAN TARİHİ
poıınez yolu onlara açılacaktı. Sık sık anlatılan bu olayda Pers donanması batırıldı
ve birçok askeri boğuldu. Kudretli Kserkses Asya'ya geri çekilmeye zorlandı. Çıkan
bir ayaklanmayı kesin olarak bastırmak için Babil'e dönerken General Mardonius'u
bir orduyla beraber Kuzey Yunanistan'da bıraktı. Mardonius MÔ 479'da güneye
doğru ilerledi. Pers ve Yunan kuvvetleri bir kez daha ünlü bir savaşta karşı kar
şıya geldiler. Bu kez savaş Teb yakınındaki Platea Ovası'nda gerçekleşti. Mardo
nius öldürülürken· Persler bozguna uğradı. Ardından Yunanlılar Asya'ya çıkarak
daha önce Yunanistan'dan çekilen Pers ordusunu yendi. Bu felaket ve ardından
gelen başka askeri yenilgiler sonucu, Ahameniş Hanedanı'nın bir sonraki kuşağı
Yunan anakarasını hakimiyet altına alma girişimlerine son verdi. Yunan savaşları
konusunda günümüze ulaşan Ahameniş kaynağı olmadığından, Yunanlıların onlar
için önemi konusunda fikrimiz de yoktur. Yunan-Pers savaşlarının Yunanlılar için
belirleyici öneme sahip olması anlaşılır bir şeydir. Ancak bu savaşlar Pers impara
torluğu için büyük olasılıkla fazla önem taşımıyordu. Perslerin Anadolu'nun batı
sınırlarının ötesinde kalan Yunanlılarla uğraşmaya tam olarak motive ve seferber
olmaması da pekala muhtemeldir. Buna karşılık Babil ile Mısır, Ahamenişler için
son derece stratejik ve emperyal öneme sahip olduğundan burada hiçbir tehdide
hoşgörüyle bakılmıyordu.
Kserkses babasının izinden gidip Persepolis'teki inşaat projelerini sürdürürken
imparatorluğu yönetme şeklini de korudu. Yine Yunanlı tarihçilerin bakış açısına
göre, son yılları saray entrikalarıyla geçmişti. Kserkses Mô 465'te, halef olarak
seçtiği Darius'la birlikte sarayında öldürüldü. Yerine diğer oğlu 1. Artakserkses
(MÔ 465-424) geçti. Sıkça rastlanan bu saray cinayetleri sırrı çözülmemiş bir dö
nem olarak kaldı.
Artakserkses Mısır' da Atina'nın desteklediği ciddi bir ayaklanmayla uğraşmak
zorunda kaldı. Kuvvetleri kontrolü ele geçirip isyancıları imha etti. Atina-Yunan
tehdidi, Spartalılarla Atinalıların birbiriyle kapıştığı Peloponnez Savaşları'na ka
dar devam etti. Onların birliğinin bozulması Perslere soluk alma fırsatı vermişti.
Artakserkses yönetiminde Persepolis'in inşası devam etti. Çok uzun yönetiminin
sonuna geldiğinde o büyük şehir büyük ölçüde tamamlanmıştı. III. Artakserkses'in
hükümdarlığı zamanında birkaç küçük ekleme yapıldı.
Ahameniş İmparatorluğu 1. Artakserkses'ten sonra canlılığını ve yönünü kay
betmiş, hanedan yozlaşması sonucu bir asır sürecek bir gerileme dönemine girmişti.
Bu durum yine önyargılı bir görüşe yol açtı. Buna göre, Yunan savaşlarındaki ye
nilgilerden sonra Ahamenişler bir daha toparlanamamıştı. Oysa bu görüş yeterince
açıklayıcı değildir. Ahamenişler gerçekten o kadar yetersiz olsaydı, hanedan bir
yüzyıl daha nasıl ayakta kalırdı? Tahta geçme sırası dışında kesin olarak bilinen
şeyler azdır. Ayrıca kral katli ve taht için kıyasıya verilen mücadeleler, Yunanlıların
34
AHAMENİŞLER
35
İRAN TARIHt
36
AHAM EN İŞLER
ve Pencap'a ilerledi. Güneyde İndus Nehri'nin ağzına kadar indikten sonra batıya
dönüp Susa'ya ulaşarak çemberi tamamladı ve ertesi yıl, MÖ 323'te öldü. İskender,
Ahameniş-Pers elitiyle Makedonyalı ileri gelenler arasında denge kurmada başarılı
olmuştu. Persepolis yakılmasına rağmen Kiros ve Ahameniş geleneği onurlandırıl
mıştı. İsyanlar genellikle çok sert biçimde bastırılmıştı. Bu da Zerdüşt rahiplerinin
onun aleyhine dönmesine yol açmıştı, ancak İran'ın genelinde yeni hükümdara bü
yük ölçüde sadık kalınmıştı.
İskender'in ölümünden sonra generalleri imparatorluğun paylaşılması konu
sunda ihtilafa düşmüştü. Bu generallerden biri olan Selevkos doğuda zafer kazan
dı. MÖ 3 1 1 yılında, sadece İran değil bütün Mezopotamya ve Kuzey Suriye'nin
hakimiyeti onun elindeydi. İran'daki " Helenistik" adı verilen bu hakimiyet yakla
şık 150 yıl sürecekti.
İskender'in olağanüstü başarısının tatmin edici bir açıklaması yoktur. Bununla
birlikte onun zaferleri, yaklaşık iki yüzyıl önce imparatorluğu kuran il. Kiros'un
aynı derecede olağanüstü başarısını hatırlatır. Yakın zamanda yapılan araştırmalar,
imparatorluğun yenilgisi ve yıkılmasından Ahamenişlerin yozlaşmasının sorumlu
olduğu savını reddeder. Yunanlı paralı askerleri de barındıran Ahameniş ordula
rı ve soyluları, Hl. Darius'a sonuna kadar sadık kalmıştı. İmparatorluk, yıkıldığı
zaman bile gayet iyi yönetiliyordu . Başlangıcından itibaren niteliği gereği çeşitli
etnik grupları içeren çok kültürlü bir yapıya sahipti. Toplum, hukuk ve siyaset
bakımından ayrı olmasa da özerk gruplardan ve geniş bir idari birim ağından olu
şuyordu. Önemli bölgelerde daimi isyan tehdidi III. Artakserkses döneminde ne
kadarsa III. Darius döneminde de o kadardı. Ayrıca Ahamenişlerin yenilip hane
danın sona ermesinde ciddi ekonomik ve sosyal değişimlerin rol oynadığına dair
bir bulgu yoktur. Sonuçta bütün grupların özerk olması ve imparatorluğun serbest
federasyon şeklindeki yapısı, Ahamenişlerin İskender'e boyun eğerek siyasi açıdan
onu tanımalarını zorunlu kılmıştı. Bu toplumsal ve siyasi özerklik, İskender'in as
keri başarısında kesinlikle rol oynamıştı. İskender'in başarılı komutanlığı, hatta
karizmatik liderliği, muhtemelen Ahamenişlere karşı zafer kazanıp imparatorluğu
kendisine mal etmesindeki temel etkendi.
37
IRAN TARIHl
38
AHAMENİŞLER
Yukarı Deniz'den Aşağı Deniz'e kadar bütün dünyanın kralları, taht odalarında ... ·
oturanlar, başka türden yapılarda oturanların yanı sıra Bacı diyarında çadırlarda
yaşayan bütün krallar (bu ifade ya göçebe toplumlar ya şehir coplwnuna zıc top
lumlar için kullanılmıştır] ağır haraçlarını getirip Babil'de ayaklarımı öptüler . . .
Asur v e Susa gibi uzak diyarlardan, Dicle'nin öce yakasındaki b u kutsal şehirlere,
uzun zamandır yıkıncı halindeki bu kutsal yerlere buralarda yaşayan varlıkları
geri getirdim ve onlar için kalıcı kutsal yerler yapcım . . .
Dilerim kucsal şehirlerine yeniden yerleştirdiğim bücün tancılar her gün Be l ve
Nebo'dan benim için uzun bir ömür isterler ve dilerim onlar beni (ona ) tavsiye
ederler: Marduk'a, Tanrıma, şöyle söylesinler: " Kiros, sana tapan kral ve Kambi
ses, onun oğlu . . . "•
39
İ RAN TARİHI
40
AHAMENİŞLER
(Böyle) söyledi Kral Darius: Ahura Mazda'nın lütfüyle ben kralım, Abura Mazda
bana krallığı bağışladı.
( Böyle) söyledi Kral Darius: Şunlar bana tabi olan eyaletlerdir ve Ahura
Mazda'nın lütfüyle ben onların kralı oldum: Persiya, Susiana, Babil, Asur, Arabis-
tan . . . toplam yirmi üç ülke.'
Darius'un Nakş-ı Rüstem' deki mezarında bulunan yazıt Ahura Mazda'nın onu
kral yapmayı lütfetmesi, unvanları, soyağacı gibi temalarla Darius'un yönetiminde
ki ülkeleri tekrarlar. Bisitun Yazıtı şöyle devam eder:
Söyler Kral Darius: Abura Mazda bu dünyayı kargaşa içinde görünce, bana bağış
ladı, beni kral yaptı; ben kralım . . . Abura Mazda bana yardım etti, ben işimi biti
rene kadar. Dilerim Abura Mazda kraliyet evimi ve bu ülkeyi zarardan korusun;
bunu Ahura Mazda'dan dilerim, Abura Mazda bana bunu versin isterim !
Ey insan, Ahura Mazda'nın bu buyruğu sana aykırı gelmesin; doğru yoldan
ayrılma; isyan etme.9
İran tarihinde önemli bir tema olan adil hükümdar kavramı ilk kez Ahamenişler
tarafından dile getirilmişti. Mutlak iktidarlarını vurgularken evrensel bir ahlak dü
zenine bağlı kaldılar. Bu sebeple eylemleri etik çerçevede olmak zorundaydı. Kralın
adil davranmaya mecbur olması, Darius ve Kserkses'in yönetimleri zamanındaki
kraliyet yazıtlarında, ayrıca Mısır'daki papirüs metinlerinde açıkça belirtilmişti
( bunlar adeta herhangi bir Ahameniş hükümdarının isminin kullanılabileceği for
müller gibiydi) . Bu metinler bu fikrin Ahameniş hükümdarlığının evrensel niteliği
olarak kabul edildiğini gösteriyordu:
41
IRAN TARİHİ
Ahura Mazda büyük bir tanrıdır ki herkesin gördüğü bu mükemmel işi yarattı; in
sanlar için mutluluk yarattı; Kral Darius'a (Kserkses'e) bilgelik ve enerji bağışladı.
Şöyle söyler Kral Darius (Kserkses) : Ahura Mazda'nın himmetiyle ben öyle biri
oldum ki, doğru olanın dostuyum, yanlış olanın dostu değilim. ıo
(Böyle) söyledi Kral Darius: Sen ki bundan sonra kral olasın, yalanlara dikkat et,
kim yalan söylerse, iyi düşün ve onu tamamen yok et, " (dolayısıyla) ülkem bir
bütün olarak kalsın. "
(Böyle) söyledi Kral Darius: Benim yaptığım şudur, hep Ahura Mazda'nın
himmetiyle hareket ettim. Bundan sonra bu yazıtı kim okursa, yaptığım şeylere
inansın; yalan olduğunu düşünmeyesin.
Yalanlarla ilgili bu son referansta Darius yalanı geleneksel anlamında kullanır, an
cak ilk cümlede; "yalanlara dikkat et; kim yalan söylerse" , açıkça isyan ve sapkın
kişi anlamında kullanılmışnr. Bisitun Yazıtı'nın 6 3 . ve 64. satırlarındaysa şunlar
yazılıdır:
( Böyle) söyledi Kral Darius: Bunun üzerine Ahura Mazda bana yardım gönderdi,
çünkü ben ne günahkar, ne yalancı, ne de tirandım; ne ben ne de soyumdan her
hangi biri. Dürüstlüğe bağlı kalarak hüküm sürdüm . . .
(Böyle) söyledi Kral Darius: Sen ki bundan sonra kral olasın, kim k i yalancı
veya asi olur ( ? ), veya dostça davranmaz, onu yok edesin! "
Kserkses bir isyanı bastırdıktan sonra şöyle buyurmuştu: " Daha önce iblislerin
tapındığı yerde ben Ahura Mazda'ya ve arta'ya hürmetle tapındım . . . Sen bundan
sonra (olasın) . . . Ahura Mazda'nın koyduğu o kanuna saygı göster, Ahura Mazda
ve arta'ya hürmetle tapın . " 12 Kuhrt, bu metnin muhtemelen "gerçek" anlamına
42
AHAMENİŞLER
gelen arta kelimesinin geçtiği ve günümüze kalan tek Ahameniş metni olduğunu
tespit etmiştir. Bu metin Herodot'un şu tespitini akla getirir: " Onlar [Persler] oğul
larını beş yaşından on üç yaşına kadar sadece üç şeyle eğitir: binicilik, okçuluk ve
doğruyu söylemek . " 1 3 Burada " doğruyu söylemek" arta ( kavram olarak gerçek)
ile ilişkili veya ilişkisiz olabilir. Ancak Darius ve Kserkses tarafından benzer yazıt
larda doğrudan dile getirilen hükümdarlığın etik boyunıyla ilgisi vardır: "Söyler
Kral Darius [veya Kserkses] : Ahura Mazda'nın himmetiyle ben öyle biri oldum ki,
doğru olanın dostuyum, yanlış olanın dosnı değilim . . . Doğru olan neyse o benim
arzumdur. Yalana başvuran insanın dostu değilim. "14
Üç dilli Bisitun Yazıtı Darius için geçmişin bilincinde olmanın veya kendisin
den önceki Asur, Elam, Babil, Med ve bizzat Ahameniş Hanedanı geleneklerinin
farkında olmanın ötesinde bir anlamı temsil ediyordu. Darius, bilhassa türetilmiş
Ahameniş soyağacı göz önüne alındığında, Ahameniş Hanedanı'nın Anşan, Persi
ya, Medya ve bütün imparatorluğu yönetme hakkına sahip olduğu gibi, geçmişin
ve o anın krallığını da yönetmişti.
Medler, Babilliler, Yahudiler, Lidyalılar ve Mısırlıların yanı sıra Persler; Ahame
niş kralını hep hükümdarları olarak görüyordu. Bu durum sadece soy ve askeri ba
şarıyla değil, aynı zamanda bizzat Ahura Mazda ile meşruiyet kazanmıştı. Ahlaki
bir düzen tesis edilmişti. Toplumsal, bürokratik, askeri, dini, ekonomik ve kültü
rel kurumlar; evrensel ve eşzamanlı Ahameniş hükümdarını destekliyordu. Bu ku
rumların kendi içinde ve aralarında gerilimler ve çatışmalar olması olağandışı bir
durum değildi. Kendisini ve büyük önem taşıyan evrensel rollerini korumak ama
cıyla hükümdar tecrit edilmişti; yüce bir varlık ve hepsinden öte, aslında bir hiçlik
olarak yansıtılıyordu. Ayrıca eşzamanlı hükümdarlık, hükümdara, hatta hanedana
meydan okumayı veya oluşturulan hükümdarlık kalıplarının dışına çıkmayı zor
laştırıyordu. Ahameniş İmparatorluğu'nu oluşturan unsurlar, emperyal fetihlerin
ve hükümdarlığın ürünüydü. Hükümdarlık bu grupları, kendisinin hem uzantıları
hem zorunlu ürünleri olarak tanımlıyordu. Unutmamak gerekir ki, Ahameniş kay
nakları bugüne ulaşan tek yerli kaynaktır. Her ne kadar evrensel Ahameniş hü
kümdarlığı fikri Yunan ve İbrani kaynakları tarafından desteklense de, Ahameniş
hükümdarlarını kendi kaynaklarında görmenin tek yolu budur.
Bisitun Yazıtı'nda Darius'un zaferini ilan etmesi, Kiros Silindiri'nde olduğu gi
bi üçüncü şahsın ağzından belagatle anlatılmakla kalmaz; aynı zamanda Darius
rölyefte muzaffer bir komutan olarak tasvir edilir. Bir ayağını Gaumata/Bardiya
olduğu varsayılan kişinin göğsüne bastırır. Ayrıca iplerle birbirine bağlanmış sekiz
tutsağın kendisine boyun eğmesini izler (dokuzuncu bir nıtsak daha sonra eklen
miştir) . Pers tarzı bir cüppe giymiş olan Darius, esirlerinden üçte bir oranında daha
uzundur. Ayağında krallara özgü sandaletler, kolunda bilezikler ve başında taç var-
43
İRAN TARİHİ
dır. Sağ kolunu havaya kaldırmış, sol kolundaysa bir yay tutmaktadır. Arkasında
yine Pers kıyafeti giymiş iki savaşçı vardır. Bunlardan biri mızrak, diğeri yay taşır.
Esirlerin tepesinde, kanatlı bir disk içinde yüzü Darius'a dönük bir insan figürü
vardır. Sağ elini havaya kaldırmış ve başında taç bulunan bu figür, sol eliyle bir yü
zük uzatır. Akadça/Babilce metin rölyefin soluna, Elamca metin rölyefin sağına ve
Akadça metnin aşağısına kazınmıştır. Eski Farsça metinse rölyefin altında yer alır.
Rölyefte tasvir edilenler üç dilli metinde dolaylı olarak izah edilir. Darius taht
ta hak iddia eden Gaumata'yı yendikten sonra, yönetimine meydan okuyan sekiz
asiyi ezmişti. Bu asiler metinde bölgelerine göre, rölyefteyse bölgesel kıyafetleriyle
tespit edilir. Dokuzuncu ve ele geçirilen son asi, diğerlerinden farklı olarak ucu sivri
İskit şapkası taşır. Bu anıtta ve diğer yazıtlarda sıkça bahsi geçen Ahura Mazda'nın
kanatlı disk içindeki figürle temsili kesinlik kazanmamıştır. Bununla birlikte, bu
şekilde temsil edildiği genel olarak kabul edilir.
Çeşitli rölyeflerdeki kanatlı disk figürü gerçekten Ahura Mazda olabilir. Figür
havaya kaldırdığı sağ eliyle Darius'u kral ilan edip sol eliyle hükümranlık yüzüğü
nü uzatır. Darius sol elinde hükümranlık yayını tutarken sağ eliyle Ahura Mazda'yı
selamlar. Kozmik hükümdar ile yeryüzündeki vekili arasındaki karşılıklı münase
bet bu şekilde tamamlanır. Bundan dolayı, hükümdara karşı gelmek, kozmik ve
ahlaki düzeni bozmak anlamına gelir.
Darius " Gaumata adında bir Mecusi " tarafından çıkarılan isyanı meşru bir şe
kilde bastırdığını anlatır ( 1 1 . satır) ve şöyle devam eder: " ( Böyle) söyledi Kral Da-
44
AHAMENİŞLER
rius: Bizim soyumuzun elinden alınan krallığı geri getirdim (ve) eskisi gibi yerine
yerleştirdim. Mecusi Gaumata'nın yıktığı tapınakları halk için onardım; otlakları
ve sürüleri ve meskenleri ve evleri onardığım gibi " ( 1 4. satır). Darius, Kambises'in
ölümünden sonra ortaya çıkan ve kendi hesabına göre sayısı on dokuzu bulan mu
harebenin yer aldığı büyük isyanı nasıl bastırdığını anlatmaya devam eder. Bisitun
Yazıtı'nda kendisini " doğruluk" ile, isyanıysa "yalan " ile denk görür. ' 5
Darius geldiği soyun meşruiyetini başarılı bir şekilde kurmuştu. Artık isyan
sadece krallığa karşı bir suç olmakla kalmıyordu. Darius'tan sonra, isyan çıktığı
zaman Ahameniş soyunun yerine geçme konusunda hiçbir girişim yapılmıyordu.
Büyük İskender bile, Ahameniş varisi ve intikamcı olarak meşruiyetini kabul et
tirmek için III. Darius'u törenle gömdürmüş, buna ilaveten onun soyundan gelen
birisiyle evlenmişti.
Peki Bisitun Yazıtı'nın amacı neydi? Yazıtın genellikle propaganda olarak ni
telenmesi bu konuya fazla bir açıklama getirmez ama siyasi temsil ve ifade zaten
propaganda değil midir? Bisitun'un konumu ve anıtsallığıyla insanları etkilemesi
hedeflenmişti. Üç dilden ikisine ait metinler nüfusun çok az bir kesimi tarafından
okunabiliyordu. Üçüncü dil olan Eski Farsçayı okuyabilen insan sayısıysa daha az
dı. Üstelik metinler kayalık yamaçta öyle yükseğe kazılmıştı ki, okuma bilen birisi
bile çiviyazısını çözemezdi. Darius ve tutsaklarını tasvir eden rölyef daha büyük
boyutlu olduğu için daha kolay görülebiliyordu. Bisitun'da verilen mesaj kopya
lanıp dağıtılmıştı. Mesajdan parçalar Babil'de ve Aramice tercümesiyle Mısır'da
bulundu. Daha sonra yaşayan Ahameniş hükümdarları Bisitun Yazıtı'nı kendi anıt
ları için model olarak kullandı. Üç dilli yazıtlarda Ahameniş soyu, hükümdarın
Ahura Mazda'yla kozmik, etik ve tarihi çerçevedeki ilişkisi anlatıldı. Rölyeflerde
hükümdar, maiyeti, kanatlı disk figürü ile diğer dini ve hanedanla ilgili simgeler
tasvir edildi. Bisitun'un amacı Darius'un tahta çıkmasını ve kendisine meydan oku
yanları bastırmasını anlatmaktı. Rölyefle üç dilli yazıt onun iktidarını ifade edip
Ahameniş Ailesi'nin soyundan gelmesinin sonucu olarak meşruiyetini, ayrıca evren
ve evrensel varlık Ahura Mazda'yla ilişkisini ilan ediyordu. Bisitun hükümdarın
sadece geçmişi tanımlayıp o anı kayıt altına aldığı bir ideolojiyi dile getirmiyordu.
Aynı zamanda saltanatının en temel görevi olarak ahlaki bir amacı yerine getiri
yordu, bu da Ahura Mazda'nın isteğiydi. Ahura Mazda ile kral ve evren ile krallık
arasındaki bu uyum sonucunda ortaya denge, uyum, bolluk ve mutluluk çıkıyordu.
Hükümdar nasıl Ahura Mazda'nın isteğine boyun eğerek görevlerini yerine getiri
yorsa uyrukları da hükümdara boyun eğerek gerekeni yapıyordu.
Kserkses ve ardından gelen Ahamenişler <le rülydler<le kendilerini y ine Ahu
ra Mazda olduğu tahmin edilen kanatlı disk figürüyle birlikte tasvir ettiler. Hü
kümdarlar Zerdüşt ritüelinin temel unsuru olan ateş sunağının önünde Ahura
45
IRAN TARIHI
Mazda'dan yüzük veya tacı alıyordu. Hükümdarlar tahtta otururken, tören alayın
da, haraç/hediye alırken, yaylar ve atlarla, aslanlarla dövüşürken tasvir edilmişti.
Ahura Mazda'nın evrene hakim olması gibi hükümdarın doğa üstündeki egemen
liği de avcı tasvirinde görülüyordu. Av tasviri, kökeni Mezopotamya'ya dayanan
bir gelenek olup, Ahameniş rölyeflerinde ve daha sonra da Sasani rölyeflerinde
resmediliyordu.
Mimarlık ve sanatı himaye etmek hükümdarlığın bir diğer önemli unsuruydu.
Darius mimarlığı nasıl himaye ettiğini Susa'daki sarayının kuruluş beratında şöyle
anlatıyordu:
46
AHAMENİŞLER
yapılış amacıysa bugüne kadar çözülemedi. Bir tören ve kült merkezi olarak inşa
edildiğini ileri sürenler oldu. Yine de Darius'un, Fars'ın merkezinde o güne dek ba
şardıklarını ve temsil ettiklerini yansıtan bir anıt bırakması dışında, yapılış amacı
konusunda tatmin edici bir açıklama getirilemedi.
47
IRAN TARIHI
salonun çatısı, her biri yirmi metre yüksekliğinde otuz altı sütunla destekleniyordu.
Apadana'ya kuzeyden ve doğudan iki merdivenle girilir. Merdivenlerin iki yanın
daki rölyeflerde yer alan ve imparatorluğu oluşturan muhafızlarla halklar, ellerinde
bölgesel ürünlerle hayvanlardan oluşan hediyeler taşır. Apadana 'nın bitişiğinde on,
on bir tane daha küçük saray ve tali yapı yer alır.
2.4 Pcrsepolis'te hediye getiren heyetleri gösteren rölyef (fotnjlraf, Gene ıı. Garıhwaite)
Yapının arkasında yükselen Kuh-i Rahmet, heybetli bir fon oluşturmanın ya
nında kayalara oyulan iki imparator mezarına ev sahipliği yapar (üçüncü bir me
zar yarım kalmış durumdadır). Mezarlarda Persepolis'teki sütunlar ve sütun baş
lıklarının benzerleri vardır. Mezar cepheleriyle yapıların duvarlarında, Darius ve
Kserkses'e ait başka rölyefler ve yazıtlar yer alır. Yerleşimdeki en dikkat çekici
özellikler; "bütün ülkelerden" tahta çıkmış ve uyrukları tarafından desteklenen
hükümdar tasvirleri, Apadana merdivenlerindeki hediye taşıyan uyruklar, bir asla
nın boğaya saldırmasını betimleyen ve astrolojik açıdan önemli rölyefler, sütun ve
sütun başlıkları ile bütün rölyeflerdeki heykeltıraş ustalığına sahip ayrıntılardır.
Persepolis'in günümüze ulaşan kalıntıları son derece etkileyicidir. Ziyaretçiler
hayal güçlerini biraz zorladıkları takdirde, şehirde hayatın sürdüğü zamanları göz
lerinde canlandırabilirler. Bilhassa merdivenlerdeki rölyefler, uyrukları ve impara
torluğun dört bir yanından gelen halkları kendine özgü kıyafetleriyle görmenizi
sağlar. Büyük kral bile en ince ayrıntısına kadar görülebilir. Tahta çıkan kralın im-
48
AHAMENİŞLER
49
İRAN TAR1Hl
50
AHAMENİŞLER
51
lRAN TARİHİ
mik varlığın vekili olduğunu vurgular. Bu varlık Babil'deki Marduk olduğu gibi,
Mısır'daki birtakım tanrılar veya Ahura Mazda da olabilir. Ahameniş krallarına
tapınılmadığı gibi onlar da ilahi bir soydan geldikleri iddiasında değildi. Bununla
birlikte, mutlak varlığa karşı sorumlulukları ve onunla özel bir ilişkileri vardı. Bu
hususlar kraliyet soyundan gelme, savaş ve avdaki cesaret gibi liderlik vasıflarıyla
birlikte bütün imparatorluk çapında hükümdarlığı meşru kılıyordu. Bu tür ilahi
haklı meşruiyet khavarnah terimiyle tanımlanmıştı (modern Farsçada farr) .
Meşruiyetini ispat edip tahta oturmak hem i l . Kiros hem 1. Darius için gerekliy
di, çünkü ikisi de askeri başarı sonucu tahtı zorla ele geçirmişti. Kiros kendisinin
üstü konumundaki Medli Astyages'i devirerek Persiya ve Anşan'da hüküm süren
kraliyet soyunun üyesi olduğunu iddia etmişti. Oğlu Kambises'i halef tayin etmiş ve
ona Babil'in ortak hükümdarı adını vermişti. Buna karşılık Kambises kardeşi Bar
diya/Gaumata tarafından devrilme tehdidiyle karşılaşmıştı. Benzer bir yol izleyen 1.
Darius, Bardiya/Gaumata'yı yendikten sonra imparatorluktaki isyanları bastırma
yı başarmış ve kendi tekil iktidarını oluşturarak Kiros'un imparatorluğunu yeniden
kurmuştu. Darius oğlu Kserkses'i halef olarak belirledi. Kserkses Persepolis'te şun
ları yazmıştı: "Söyler Kral Kserkses: Darius'un başka oğulları vardı, (ama) Ahura
Mazda'nın arzusu böyleydi, babam Darius beni kendisinden sonra en büyük kıldı.
Babam Darius tahttan ayrıldığında ( yani öldüğünde), Ahura Mazda'nın arzusuyla
ben babamın tahtında kral oldum. " 17
Kserkses ayrıca iki Ahameniş soyunu birleştirmişti. Darius'un karısı olan an
nesi, Kiros'un kızı, ünlü Atossa'ydı. Darius'un halefleri, hanedan kurucularının
başlangıçtaki meşruiyeti içinde yer aldıklarını vurgulayarak, mevcut siyasi kültür
içinde hükümdar rollerinin ne kadar uygun olduğunu kanıtlıyorlardı. Bunda ve
raset konusunda bir kuralın olmayışı ( Pers tarihinin çarpıcı bir özelliği) ve impa
ratorluk çapında grupların sadakatinin temin edilmesi ihtiyacı da etkiliydi. Bütün
imparatorluk topraklarında sağlanan bir uzlaşmayla veraset Ahameniş Ailesi'nde
kalmıştı.
Koalisyonların desteğini almayı bilmek gibi siyasi ve askeri beceriler hükümdar
lığın bariz nitelikleri arasında yer alıyordu. Ahameniş Hanedanı ordu ve bürokrasi
içindeki önemli ailelerle politik evlilikler yoluyla, bilhassa kızlarını önemli liderler
le evlendirerek bu bağları pekiştiriyordu. Çokeşli olan Ahamenişlerde, bir veliah
dın annesinin konumu, ailesinin destek ve kaynağı anlamında önemliydi. Ancak
aynı zamanda, tahta geçmeye aday bir veliahdın dışlanması ya da ailesinin hüküm
süren hizbe meydan okuma olasılığı yüzünden müstakbel bir eşin dışlanması gibi
tehlikeler de vardı.
Ahamenişlerde veraset, evlilik ve kraliyet aileleri gibi konular büyük ölçüde,
iktidara hayranlık besleyen Yunan kaynaklarına dayanır. İmparatorluk ailesin-
52
AHAMENIŞLER
deki kadınların olağandışı rolüne de Yunan bakış açısıyla yer verilir. Ahameniş
Hanedanı'nın 4. yüzyılda çökmesinde yozlaşmanın, bilhassa kadınların rol oyna
dığına dair yaygın düşüncenin temelinde bu kaynaklar yatar. Ne olursa olsun, ve
liaht adaylarının anneleri, nüfuza ve iktidara kocaları ve oğulları vasıtasıyla sahip
oluyordu. Bununla birlikte, Persepolis'teki Hazine Tabletleri hanedan mensubu ve
soylu kadınların mülkiyet sahibi olup hazineden pay aldıklarını doğrulamaktadır.
Bu da bu kadınların gerçekten iktidar sahibi olduğunu gösterir.
Saraydaki, bilhassa hanedan içindeki kadınlar, genelde hüküm süren elitin, özel
deyse veliaht adaylarının annesi olarak iktidar sahibiydi. Soyun önemi göz önüne
alındığında, tahtın halefleri aile içi evlilikler yoluyla ortaya çıkıyordu; ancak bu ba
zılarının iddia ettiği gibi kardeş evlilikleri yoluyla olmuyordu. Politik bağları güç
lendirmek için bazı kız çocuklar ve kız kardeşler aile dışından, dost veya zapt edilen
ülkelerin hükümdarlarıyla ya da yerel soylularla evlendiriliyordu. Dolayısıyla elit
kadınlar siyasi, ekonomik ve sembolik alanlarda iktidarda pay sahibi oluyordu .
Elit olmayan kadınların rolüyle statüsü konusuna gelince; tarihçiler ancak kaynak
lardan tahminde bulunarak ya da İran tarihinin daha sonraki dönemlerine baka
rak, kadınların eş ve çocuk yetiştiren anne olarak önemli roller oynadığı sonucuna
varır. Veya elit ailelerde evliliğin her iki ailenin rızasına dayalı, anlaşmalı ve siyasi
bir yapısı olmasından yola çıkılarak, alt sınıf ailelerde de evliliğin bu şekilde olduğu
varsayılabilir. Düşük düzey federasyonlar da belki evlilik alışverişini gerektiriyor
du. Şurası muhakkak ki, toprakta çalışan ve el sanatları üretimi yapan kadınlar,
genel olarak toplumda ve özel olarak ekonomide önemli roller oynuyordu.
Klasik kaynaklarda veliahtların eğitiminden, binicilik, avcılık ve askerlik be
cerilerinin yanı sıra liderl ik vasıflarının öğretilmesinden bahsedilir. Bunlar ay
rıca tahta çıkma ve defin törenlerinin anlatıldığı yegane kaynaklardır. Plutark
hos, Artakserkses'in Hayatı adlı eserinde1 R (büyük olasılıkla Ctesias'a dayanır),
Pasargad'da kral ilan edilen Ahameniş hükümdarının tahta çıkma törenini anlatır.
Kral, Kiros'un cübbesiyle birlikte başka kıyafetler giyer ve başına tacı takar. Ardın
dan belli yiyecekler yiyip "ekşi süt" içer. Bu muhtemelen Kiros'un görevini üstlen
diğini, Ahameniş soyundan gelen meşru kökene sahip olduğunu simgeler. Kralın
başka bir soydan gelmesine rağmen Kiros'un hanedanın sembolik kurucusu haline
gelmesi ilginçtir. Klasik kaynaklar ayrıca kralın ölümü ardından gerçekleşen tö
renleri anlatır. Kutsal ateş söndürülüp bütün halk yas tutar. Naaş Kiros örneğinde
olduğu gibi Pasargad'a veya Nakş-ı Rüstem ve Persepolis'teki kaya mezarlarına
nakledilir. Cenaze törenlerini yöneten kişi saygı görür, hatta meşruiyet sahibi olur.
Büyük İskender, HI. Darius'un naaşını gömülmek üzere Persiya'ya götürünce, ken
disini Darius'un meşru halefi ilan etme imkanı bulmuştur.
53
İRAN TARlHI
54
AHAMENIŞLER
55
İRAN TARIHI
vam eden bu özel ilişki, hediye alışverişine ve vergiden ziyade hizmet vermeye da
yanıyordu. Göçebelere özellikle atları ve askeri rolleri nedeniyle değer veriliyordu.
Düzeni sağlama becerileri ve genellikle girilmesi zor bölgelerde geçişe izin vermele
ri, imparatorluğun işlevini sürdürmesi açısından önemliydi. Bu durum, neden bazı
göçebelerin kraldan hediye alıp vergi vermediğini açıklar.
Muhtelif satraplıkların ve bölgelerin gerek Ahameniş merkezini gerek ken
di varlıklarını nasıl değerlendirdiğini kesin olarak belirlemek imkansızdır. Belki
Persiya'nın imparatorluk içinde ve kralla ilişki bakımından özel bir konumu vardı.
Babil ve Mısır kaynakları, hükümdarın toplumsal ve siyasi düzeni korumak ama
cıyla, geleneklere uygun davranmaya özen gösterdiğini anlatır. Bu şekilde sağlanan
ekonomik ve siyasi istikrar elbette Ahamenişlerin kendi çıkarları için gerekliydi.
Mısır özellikle kışkırtıcı görülmekle birlikte bu, klasik kaynakları ve Ahameniş
kralını Mısır dışından bir tiran olarak gören modern milliyetçi görüşleri yansıtır.
Halbuki Mısır'ın veya Akdeniz'deki kıyı bölgelerinin kaybı, imparatorluğu uzun
vadede bile tehdit etmemişti. Dolayısıyla Yunan savaşı da önemli olmakla birlikte,
56
AHAMENIŞLER
tıcı derecede istikrarlıydı. Darius'tan sonra bizzat hanedan içinden ne denli tehdit
gelirse gelsin, hiçbiri başarılı olamadı.
Bütün imparatorluk içindeki garnizonların korunması da dahil, Ahameniş ida
resinin amacı imparatorluğa damgasını vuran özerkliğe rağmen düzeni sağlamak,
ticareti kolaylaştırmak ve vergi/hediye toplamaktı. Persepolis'in bile malların depo
lanması açısından ekonomik bir rol oynadığı düşünülebilir. Bunun amacı pay, ücret
ve tayın için yeniden dağıtımın yanı sıra imparatorluk içinde takas oranlarıyla ilgili
bir standart tesis etmektir. Persepolis'te "Haznedarlık" makamıyla birlikte idari
farklılaşma ortaya çıktı . Bu makam ekonomik farklılaşmayı, uzmanlaşmayı ve im
paratorluk çapında standartlar belirleme ihtiyacını yansıtıyordu. Bu standartların
amacı vergi/hediyelerin toplanması ve hanedan üyeleriyle satraplara dağıtılması
için takas oranlarının korunmasını sağlamaktı.
Ahameniş ordusu ya da orduları, hiyerarşik hatta ondalık yapısıyla, hükümdar
lığa tabi olan unsurları temsil ediyordu. Askeri örgütlenme içinde sayıları on bin
olarak tahmin edilen Perslerle Medler, bir başka deyişle " Ölümsüzler" yer alıyordu.
Ardından kralın muhafızları olan binicilerle okçular geliyordu. Kralın ordusunda
çok sayıda paralı asker, hatta subay vardı; ancak yüksek rütbeli subaylar genelde
Persler/Medlerden seçiliyordu ve en üst düzeydeki subaylar bizzat Ahamcniş Hane
danı üyesiydi. Bürokrasi gibi ordu da evrensel Ahameniş hükümdarlığının yarattığı
unsurların ve bu unsurlar çerçevesindeki hükümdarlığın yansımasıydı.
Ahamenişler döneminde bir din ya da kurumsal yapı olarak Zerdüştlük hak
kında fazla bilgimiz bulunmuyor. Ancak Zerdüşt dini ve bu dine mensup rahipler,
hükümdara bağlı topluluklardan bir diğerini oluşturuyordu. Örneğin geç Ahame
niş döneminde, kökleşmiş bir tutuculuğa rağmen hükümdarlar hizipçi gelişmeleri
destekliyordu. Darius, yönetimini meşrulaştırmak için Zerdüştlüğün ahlak ve etik
le ilgili fikirlerine ayak uydurmuştu. Bununla birlikte Zerdüştlüğün tarihi Ahame
nişlerden çok öncesine dayanır. Son araştırmalar Büyük Kiros ile Zerdüşt'ün aynı
çağda yaşamadığını ortaya koymuştur. Ayrıca Kiros'un Zerdüşt dinine mensup ol
duğunu gösteren herhangi bir bulgu yoktur. Buna karşılık Darius ve ardından gelen
hükümdarlar büyük olasılıkla Zerdüşt dinine mensuptu. Boyce, Gata adı verilen ve
Zerdüşt'ün yazdığı kabul edilen ilahilerle Zerdüşt kutsal metinleri olan Avestaların
en eski örneklerine dayanarak, Zerdüşt'ün en azından MÖ 1 1 00 yıllarında yaşadığı
nı ileri sürer. Garalar, Orta Asya'daki konargöçer bozkır toplumudur. Antik İran ve
Hint-Aryan din gelenekleri burada ortak bir köke sahip olup MÖ 2. yüzyılda farklı
biçimde gelişmeye başlamıştı. Erken Zerdüştlüğün yeniden oluşması Rig Veda'ya
ve diğer Yedik eserlere dayanır. Zerdüşt'ün bu antik gelenek içinde yer alıp kendini
reformcu olarak gören bir rahip olduğu kabul edilir. Ahura Mazda'nın asilere ve kö
tülere karşı zafer kazanan tanrı olmakla kalmayıp aynı zamanda dünyanın yaratıcısı
57
IRAN TARİHI
ve evrenin en üst tanrısı olduğunu vaaz ediyordu. Bu kavram antik İran geleneğinde
bir ilkti. Ahura Mazda, Darius ile Kserkses'in yazıtlarındaki etik buyruklarda ve
evrensellik görüşlerinde bu şekilde yer alır. Buna karşın il. Artakserkses'in saltana
tı sırasında önemli değişimler yaşanmıştır. Özellikle heykellerde görüldüğü üzere,
kült uygulaması Mithra ile Anahita'nın yüceltilmesini içerecek şekilde ayrıntılı ha
le gelmişti. Antik geleneğin mirası olan Mithra güneş/ateşle ilişkiliydi. Suyla özdeş
görülen Anahita ise muhtemelen Gatalarda adı geçmeyen ve sadece yeni Avesta'da
bahsedilen Asur-Babil Tanrıçası İştar'ın Perslere uyarlanmış halidir.
58
AHAMENIŞLER
madan "Marduk 'un elini tuttu" . Bunu yapmasının son derece pragmatik nedenleri
vardı. Bu olayı anlatan Kiros Silindiri, Darius'un Bisitun Yazıtı'nda ve diğer yazıt
larda dile getirilen fikir ve eğilimlerin habercisidir. Eşzamanlı hükümdarlığa dam
gasını vuran onca özerklik, aynı zamanda bir tür pragmatizmi ve sınırların tanın
masını yansıtıyordu. Göçebelerin egemen topluluk olduğu Batı ve Orta Asya'nın
uçsuz bucaksız topraklarını yönetme konusundaki gerçekçiliğin ifadesiydi.
Ahameniş sisteminin idamesi uyruklarının refahına; vergi, haraç ve hediye gön
dermelerine bağlıydı. Ne yazık ki, ne belirlenen vergi miktarı ne de para veya mal
cinsinden yıllık olarak toplanan vergileri belirleme imkanı vardır. Herodot'a göre
1. Darius vergi ve idare reformlarını yapmıştı. Halktan vergi toplama veya haraç
alma yüzünden ortaya çıkan isyanlarla ilgili bir kayıt yoktur. Ahamenişler zaman
içinde ciddi bir servet birikimi yapmıştı. Öyle ki İskender Persepolis'i yağmaladığı
zaman yaklaşık 4680 ton gümüş ve bu miktarın onda biri kadar altın toplamıştı.
Ahameniş yönetiminin sona ermesi beklenmedik bir olaydı; Büyük İskender'in
İran sahnesinde görünmesiyse çok kısa sürdü. Ölümünden sonra bile karizmatik
bir lider olarak ünü düşünüldüğünde, Pers tarihi üzerindeki etkisi büyük ölçüde
abartılmıştı. İskender'in MÖ 333'te Gaugamela'da kazandığı zafer III. Darius'un
ölümüne ve hanedanın sona ermesine yol açtı . Bununla birlikte İskender, meşru bir
varis gibi defin töreni yapıp meşru hükümdar olarak tahta çıktı. İmparatorluğu
fethetmesi, valilerin yerine kendi gözde komutanlarıyla destekçilerini geçirmek dı
şında, Ahamenişlerin satraplıklardan oluşan idari yapısını değiştirmedi . En büyük
etkisi, Zerdüştlüğün sözlü geleneğinin hazineleri olan Mecusileri bastırmak veya
yok etmek oldu. Bu durumun kalıcı sonuçları tam olarak bilinmese de çok büyük
bir etkisi olduğu aşikardır. İskender'in ölümünün ardından generalleri, parçalanan
imparatorluğunda egemenlik kurdular. Sonunda adını bu generallerden biri olan
Selevkos'dan alan Selevkoslar Devleti, MÖ 4. yüzyıl sonundan 2. yüzyıl ortasına
kadar veya MÖ 3 1 2'den 129'a kadar, Mezopotamya'dan Orta Asya'ya uzanan
topraklarda hakimiyet sağladı. Mô 247'de Orta Asya'nın batısında ortaya çıkan
Partlar daha küçük boyutlu bir Ahameniş imparatorluğunu yeniden kurdular. Bu
devlet Helenleşmiş bir Ahameniş yönetimi yerine, Ahameniş Hükümdarlığı'na aşı
lanan Orta Asya göçebeliğine dayanıyordu.
Ahamenişler döneminde tarihi bir hükümdarlık geleneği, daha önce görülmemiş
bir şekilde Batı Asya'dan ( ve hanedanın 200 yıllık yönetiminin büyük bir bölümü
boyunca Mısır'dan) Orta Asya içlerine uzanmış; çok sayıda halkı, dili, dini, top
lumsal ve ekonomik biçimi içine almıştı. Hükümdarlık deyince akla bir tek yer,
Persiya geliyordu. Ahameniş saltanatının temel nitelikleri; Persiya ve Zerdüştlükle
özdeşleşme, etkin bir idarecilik, kurumların ve hükümetin gelişmesine izin vermek
de dahil olmak üzere özerkliğin kabulü ve pragmatizmdi. İsyanlara çok seyrek rast-
59
IRAN TARlHt
Ahameniş Hanedanı'nın tarihi 111. Darius'un ölümüyle son bulurken Büyük İsken
der kendisini Ahamenişlerin meşru halefi ilan etti. Ahameniş İmparatorluğu'nu fet
hedip topraklarını işgal etmesine rağmen yönetimi sadece yedi yıl sürdü. İskender
kısa süren hükümdarlığına karşın bu topraklarda hala büyük bir kahraman olarak
görülür. Onun MÖ 323'teki ölümünün ardından generalleri imparatorluğunu sür
dürmek için birbiriyle yarıştı . MÖ 3 1 1 'de, bu generallerden biri olan Selevkos,
Ahameniş İmparatorluğu'nun merkezi ve doğusu sayılabilecek Suriye'den Orta
Asya 'ya kadar uzanan topraklarda zafer kazandı. Makedonya ve Mısır'ı ise diğer
iki general Antigonus ile Ptolemaios paylaştı.
Basit bir soruyla, yaklaşık 200 yıllık bu dönem Pers tarihi için ne anlama geli
yordu? Tarihçiler Selevkosları ancak son zamanlarda Ahameniş İmparatorluğu 'nun
halefi olarak kabul etmiş; bu bölgedeki Helenleşmenin kısıtlı, hatta yüzeysel oldu
ğunu ileri sürmüşlerdir. Onların ve onlardan önce İskender'in ele geçirdiği ve yeni
den fethettiği imparatorluğun toprakları çok büyük olup pek çok halk ve kültürden
oluşmuştu. Selevkoslar bu gerçeği kabullendiler. Yönettikleri toprakları merkezi
leştirme ve Helenleştirme konusundaki başarısızlıkları, eski dönemin tarih yazımı
na zıt ve ironik bir biçimde, onları başarılı hükümdarlar haline getirdi.
İki katmanlı Ahameniş sistemi Selevkoslar zamanında da sürdü. Bu sistemde
Ahameniş ve Pers eliti imparatorluğun idari ve askeri kurumları vasıtasıyla hüküm
sürerken, bölgesel elit imparatorluk ve kendi bölgesi arasında aracılık ediyordu. An
cak Selevkos ve halefleri döneminde, Helenleşmiş elit yerli Pers elitle birlikte varlığını
sürdürüyordu. Bu elit seviyesinde belli bir derece Helenleşme; özellikle Yunan dilinin
ve ayrıca Yunan kültürel değerlerinin benimsenmesi ortaya çıkmıştı. Ahameniş ida
resinin yanı sıra ekonomisi ve toplumsal örgütlenmesi de bölgesel ve yerel elit yöne
timi altında devam ediyordu. Peki bu bağlamda Helenistik/Helenleşme ne anlama
geliyordu? Bu terimlerin çağrıştırdığı dönüşüm ve homojenleşmeden çok daha azı.
Biz burada Selevkos tarihinin, kaynakların çok kısıtlı olduğu Doğu Pers bölgesi
ne ait kısmıyla ilgileniyoruz. Kronolojisi bile belirsiz olan bu tarihi yeniden oluştur
mak kolay değildir. Selevkoslar merkezi gücü elinde tutarak özerk yapıyı sürdür-
61
İRAN TARİHİ
62
İSKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
63
iRAN TARİHİ
lerine değer veriyordu. Akıllıca bir davranışla önce kendini ili. Darius'un tahtına
meydan okumaya müstahak biri olarak sundu. Onun öldürülmesinin ardından
intikamını alan kişi olarak cenaze törenini düzenleyip halefi gibi hükümdarlığını
meşrulaştırdı. Kendisi bir Ahamenişli kadınla evlenirken subaylarını da başka Pers
kadınlarla evlendirdi. Üstelik Pers kıyafetleri giyen İskender, Pers soylularını kendi
hizmetine atayıp ordusuna da bölge halkından insanları seçti. Böylece baki kalan
Ahameniş Evrensel Hükümdarlığı İskender'in bu makamı üstlenmesinin önünü aç
tı. Bu olay onun askeri başarısı açısından hayati bir önem taşıyordu. Olağanüstü
askeri başarısında bir diğer can alıcı unsur komutanlığıydı. Bir lider olarak itibarı
her zaferle artıyordu. Artık karizmatik bir lider olarak görülüyordu.
İskender Ahameniş hükümdarlığını üstlenip hem asker hem politikacı olarak
başarısını kanıtlamıştı. Bir kraliyet soyundan gelmesine rağmen asıl evrensel olan
Ahameniş hükümdarlığıydı. Darius'la halefleri evrensel hükümdarlığı Pers etnik
kökenine bağlamıştı. Sonuçta İskender Ahameniş, Pers ve İran soyundan gelmeme
sine rağmen, Ahameniş ve Pers aristokrasisiyle imparatorluk halklarının desteğini
kazanabilmek için kendini bu koşullara uygun biçimde sunmuştu . Verilen destek
onun başarısında kısa ve uzun vadede hayati önem taşıyordu. İskender'in meşrui
yeti; Ahameniş kurumları ve tarzını benimsemesinin yanı sıra, ilahi iradenin daha
önce Ahamenişlere bağışladığı askeri başarılar yoluyla adamakıllı pekişmişti. Aha
meniş Evrensel Hükümdarlığı'nı üstlenen İskender, kozmos ile Avrasya arasındaki
dengenin sorumluluğunu almayı kabul etmişti.
Makedon fetihlerinin ve özellikle İskender'in MÖ 323'teki ölümünün ardın
dan, generaller arasındaki çekişmeler ve eyaletlerde ortaya çıkan ayaklanmalar
imparatorluğu böldü. İskender'in karizması ölümünden önce kurumsallaşmamış
tı. İskender'e özgü hükümdarlık geleneğinin devamı generallerinin birleşmesine
bağlıydı. Sonunda İskender'in çok övülen ordusu üç general arasında (Ptolemaios,
Antigonus ve Selevkos) bölgelere dayalı olarak bölündü. Selevkos, İskender'in im
paratorluğunun Asya kısmının birleştiricisi olarak ortaya çıktı. Gerek kendisi ge
rek halefleri, saltanatlarını Ahameniş hükümdarlığı ve idareciliğine uygun şekilde
sürdürdüler.
Selevkos yönetimiyle ilgili iki temel soru vardır: Selevkoslar böyle büyük bir
imparatorlukta saltanatlarını o kadar uzun bir zaman nasıl koruyabilmişlerdi ve
bu imparatorluk nasıl Helenleştirilmişti ? Bu soruları cevaplamadan önce yine kay
naklara başvurmak gerekir. Az sayıdaki bu Yunan kaynakları, Ahameniş tarihi
örneğinden farklı olarak, daha çok iktidar konusuyla, bilhassa tahta çıkma siyase
tiyle, askeri meselelerle ve savaşlarla ilgilenmişlerdir. Toplumsal, ekonomik, hatta
kültürel tarihe ancak dolaylı yollardan ulaşılabilir. Parşömen ve papirüs gibi mad
delerin dayanıksızlığından ötürü Selevkosların tuttuğu kayıtlardan günümüze ne-
64
ISKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
redeyse hiçbir belge kalmamıştır. Arkeolojik kazılar ve döneme ait yazıtlar yetersiz
kalmıştır.
Selevkos önce MÖ 3 1 9-3 1 1 'den itibaren Babil'deki konumunu sağlamlaştırdı,
çünkü burası stratejik ve ekonomik bakımdan önemliydi. Burayı üs edinen Selev
kos sekiz yıl içinde Batı İran'a ( Medya, Persiya ve Susa ) hakim olduktan sonra
Orta Asya'dan Hint Okyanusu'na uzanan bölgede de hakimiyet sağlamak için
harekete geçti. Bölgede yeni Maurya Hanedanı'nın kurucusu Çandragupta'ya bir
antlaşmayla bırakılan Pencap dışında her yere hakim oldu. Selevkos'un en önem
li rakibi, İskender'in halefliğine aday diğer iki generalden biri olan Antigonus'tu.
Anadolu'yu elinde tutan Antigonus'un üssü epey uzaktaki Makedonya'ydı . Selev
kos onu MÖ 301 'de yenerek Kuzey Levant, Suriye, Anadolu ve Ermenistan'ı ele ge
çirdi. En önemli Ahameniş eyaletleriyle önemli ticaret yollarını ele geçiren Selevkos
aslında İskender'in imparatorluğunun büyük bir kısmını yeniden kurmuş oldu. Da
ha önce, MÖ 305 civarında kral unvanını üstlenen Selevkos, Babil yakınında Dicle
üzerinde yeni bir başkent inşa edip Selevkia adını vermişti. Sonra başkenti impara
torluğun merkezinde tutmaktansa kenara almayı yeğleyerek Akdeniz yakınındaki
Antakya'ya taşımıştı. Bu hamle doğu eyaletlerine giden ulaşım yollarını ve desteği
büyük ölçüde artırmakla birlikte, sonunda imparatorluğun doğudaki büyük bir
parçasının kaybına mal olacaktı. Yine de MÖ 4. yüzyıl sonunda. Selevkos'un ege
menliğine asıl tehdit, İskender'in mirasının devamı olarak Makedonlardan gelecek
ti. Bununla birlikte Selevkos Ahameniş İmparatorluğu'nu elinde tutmayı sürdürdü,
çünkü bu devletin siyasi kültürüne ayak uydurmuş ve yönetimine hakim olmuştu.
Selevkos MÖ 2 8 1 'deki ölümünden önce askeri gücü, kendi adına bastırdığı sik
keler ve verdiği fermanlarla saltanatını pekiştirmişti. Belki bilinçli olarak yeni bir
hanedan kurmayı düşünmemişti ama oğlu ve halefi 1. Antiokhos (MÖ 2 8 1 -26 1 )
bunu açıkça hedefledi. Selevkos'un sikkelerinde çapa, boğa ve ona özgü boynuzlu
at başı vardı. Antiokhos'un sikkelerindeyse kendi resminin yanı sıra aileye adını
veren ata olarak ilan ettiği Apollon'un resmi yer alıyordu. Antiokhos ayrıca yeni
bir takvim icat etti. Bu yeni hanedan kendini hem İskender'in hem Ahamenişler ve
eski hükümdarlık geleneğinin halefi ilan ederek meşrulaştırdı. Selevkosların kendi
kurdukları şehirlere kendi hanedanlarının ismini vermesiyse ilginç bir husustu. Bir
başka ilginç nokta, Selevkos'un Antiokhos'u sadece halef değil, aynı zamanda eş
hükümdar tayin etmesiydi. Bunu yaparken Babil'de Kambises'i eş hükümdar ola
rak atayan il. Kiros'u örnek alıp almadığı açık değildir. Oğlunu eş hükümdar yap
ması aslında Selevkos'un da hanedan kurmaya niyetlendiğini göstermektedir. Her
ne kadar ikisinin adı birlikte anılsa da, Kiros örneğinde olduğu gibi ınuhtı:meleıı
Selevkos da baskın olan hükümdardı.
Antiokhos eş hükümdar olarak atanmasına rağmen, Selevkos'un öldürülmesi
65
IRAN TAııntt
66
ISKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
kaybetti. Yüzyıl ortasında görülen Selevkos hanedan kavgası, bilhassa il. Demet
rius (MÖ 145-1 4 1 ) ve VI. Antiokhos (MÔ 145-142 ) arasındaki çekişme, Batı ve
Güneybatı İran'ın kaybedilmesiyle şiddetlendi. Partlar MÖ 148'de Batı Persiya'yı,
Mô 141 'de Babil'i ele geçirdi. il. Demetrius'un kardeşi olan VII. Antiokhos (M.
1 3 8-129) bulduğu destek sayesinde Partlara kaybedilen toprakları kısa bir süre
tekrar ele geçirdi. Ne var ki MÖ 129'da Partlara yenildi ve böylece İran üzerindeki
Selevkos egemenliği nihai olarak sona erdi.
67
IRAN TARİHİ
68
İSK ENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
69
İRAN TARİHİ
70
ISKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
ması da vardı. Ayrıca Selevkoslardan ele geçirdikleri bütün toprakları terk edip
Parthia'ya dönecek, burada yıllık vergilerini ödeyeceklerdi. Phraates Demetrius'u
serbest bırakmakla birlikte, bilinmeyen bir nedenle müzakereleri kesti. MÖ 1 3 0
kışı ve 1 2 9 yılı baharında Selevkoslar Medya'daki desteğini kaybedince çıkan sa
vaşta Partlara yenildi. Antiokhos katledilirken önemli kişiler rehin alındı. Ardın
dan Phraates birliklerini Babil üzerinden Suriye'ye sevk ederken Sakalar Partların
doğu sınırına saldırdı. Phraates Sakaları Antiokhos'a karşı düzenlediği sefer için
çağırmış ama geç kaldıkları için geri göndermişti. Sakalar buna misilleme olarak
ayaklandılar. Phraates onlara karşı Selevkoslu tutsakları ordusuna kattı, ne var ki
Selevkoslar Sakaların safına geçti. Böylece Sakalar MÖ 1 2 8 'de Partları yenerken
Phraates öldürüldü.
Babasının yerine tahta geçen il. Artabanus (MÖ 128-1 24/1 2 3 ) da doğu sınır
larındaki göçebe federasyonlarıyla uğraşmak zorunda kaldı ve öldürüldü. Onun
yerine geçen il. Mithradates ya da Büyük Mithradates (MÖ 124/123-87) doğu
sınırlarını güvenliğe kavuşturmada başarılı oldu. Aynı şekilde batıda Babil'i gü
venliğe kavuşturup burayı idari merkez yaptı. Ahamenişlerin kullandığı "kralla
rın kralı" unvanını benimsedi. Babil yakınındaki Ktesifon (Tizpon), muhtemelen
Mithradates'in halefi 1. Gotarzes zamanında yeni Part başkenti oldu. Bu şehir MS
641 yılındaki Arap fethine kadar Sasanilerin de başkenti olarak kalacaktı. Ekba
tana Ahamenişler zamanında olduğu gibi Partların yazlık başkenti olarak hizmet
gördü. Başkenti Parthia'daki Nisa'dan batıya taşımanın iki veya üç nedeni vardı:
Nisa göçebelerin saldırılarına açık bir yerdi; Mezopotamya ve Batı İran'daki ticari
ve idari amaçla kurulan yeni şehirlere ulaşmak kolaydı; bu bölgede imparatorluk
yönetimi konusunda tarihi bir gelenek vardı. Bununla birlikte Mezopotamya'daki
Part hakimiyetinin güçlenmesi Roma ve Ermenistan ile çatışma olasılığını artırdı.
Ermenistan giderek Partlar ile Roma arasında güç dengesi rolü oynadı. il. Mithra
dates batıda Ermenistan'a egemen olmakla kalmayıp doğuda Sakaları püskürttü.
Sistan ile İndus Vadisi arasında ortaya çıkan yeni bir Hint-Part Hanedanı, İran'daki
Arşaklılar:la birlikte hüküm sürdü.
Çin'le ticaret yapıldığını gösteren ilk kaynaklar MÖ 2. yüzyılın son çeyreğine
aittir. Çinliler o zaman bile Hsiung-nulara karşı müttefik arıyordu. (Yunan kaynak
larında "ipek" adının ilk kez geçtiği Mô 4. yüzyılda bile ticaret büyük olasılıkla
diplomasiden önce geliyordu. ) Çinliler Fergana'nın efsanevi atlarına büyük ilgi gös
teriyordu. Mô 1 1 5 yılında atlarla birlikte yonca ve asma yaprağı gibi bitkiler Çin'e
ihraç ediliyordu. Daha MÖ 1. yüzyılda Çinli elçiler tahminen kara ve deniz yolla
rını birlikte kullanarak Basra Körfezi'nin başına gelmişlerdi. Hint Okyanusu'nda
esen muson rüzgarları artık bilindiği için Hindistan ve Doğu Asya ile ticaret ko
laylaşmıştı. Mezopotamya ve Körfezin önemi artınca Roma ile Parthia arasındaki
71
IRAN TARllit
72
İSKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
meniler gibi müttefiklerine güveniyordu. Ayrıca, Romalıların uzun bir piyade hattı
oluşturup iki kanadına süvarileri yerleştirmesi Partların toplu saldırısına maruz
kalmaya sebep oluyordu. Serbestçe hareket eden atlı okçular, kendilerine eşlik eden
deve katarlarından temin ettikleri ok kaynakları sayesinde düşmanı yaylım ateşine
tutuyorlardı. Romalılar yakın dövüşten kaçan Partlarla kendi bildikleri yöntemler
le savaşamadıkları gibi bir de yabancı topraklarda savaşmak zorunda kalıyorlardı.
Plutarkhos'a göre Part zırhlı süvarisi Harran'da Romalıları tam karşıdan görecek
şekilde konuşlanmış ve kanatlardaki serbest süvarilerle birlikte, Romalıların üstü
ne yağmur gibi ok yağdırarak ortalığı velveleye vermişti. Muhtemelen bu savaşta
Part atışı da kullanılmıştı. Buna göre, bir süvari doğrudan saldıracakmış gibi hamle
yapıyor, son anda geri dönüp uzaklaşırken düşmana bir ok savurarak menzilden
çıkıyordu. Harran'da Romalıların verdiği kayıp (20.000 ölü) bitmek bilmez Part
okları karşısında moralin bariz biçimde çökmesiyle birleşince, ortaya büyük bir
Part zaferi çıkmıştı. Buna ilaveten 1 0.000 Romalı esir alınarak Orta Asya'ya götü
rüldü. Bu savaşın sonucunda Fırat Nehri Roma ile Parthia arasındaki sınır haline
geldi. Crassus'un yenilgisiyse Roma'nın Parthia'yı eşit ve saygın bir düşman; asla
kesin olarak yenemediği emperyal bir güç olarak tanıması nedeniyle büyük bir
sembolik önem taşıyordu.
Carrhae/Harran Parthia ile Roma arasındaki ilişkilerin arttığını gösteriyordu. Ko
numunu güçlendirmek isteyen il. Orodes (MÔ 5 8/57-3 8 ) , ordusunu Ermenistan'a
sevk edip diplomasi yoluyla buradaki kralı Roma'yla ittifakını bozmaya ikna etti.
Arada dikkat çekici boşluklar olmasına rağmen Ermenistan Arşaklıları destekle
meye devam etti. Öyle ki Arşaklılar Sasanilere yenildikten sonra bile Ermenistan'a
sığındılar. Parthia'nın Suriye'ye yönelik politikaları, Roma İmparatorluğu içinde
MÖ 43'teki ikinci iç savaşa kadar süren bölünmelerden başarıyla yararlandı. Bu
na karşılık Parthia'nın Roma İmparatorluğu'nun doğusundaki hakimiyeti, aynı
zamanda yıkıcı Part politikalarından etkileniyordu. Orodes'in halefi seçtiği oğlu
ölünce, yerine diğer oğlu N. Phraates'i (MÖ 3 8-3/2) seçti. Orodes'in Mô 38'deki
ölümü üzerine yeni hükümdar, muhtemel rakiplerini ortadan kaldırmak için kar
deşlerini öldürttü.
Bu esnada güçlenen Roma, Filistin üzerinde yeniden hakimiyet kurmuştu . Mar
cus Antonius on dört kadar lejyon ve Asyalı müttefikleriyle birlikte, Partlara karşı
orta Anadolu'dan başlayıp Azerbaycan'a kadar süren bir saldırı başlattı. Marcus
Antonius Ermenilerin desteğine rağmen büyük kayıplar verince Suriye'ye geri çekil
di. MÖ 34 ve 33 yıllarında bir kez daha sefere çıkmakla birlikte ilk yenilgisini telafi
edemedi. Buna karşılık Partlar da saray entrikaları yüzünden bu zaferden istifade
edemediler (gerçek olaylar bilinmediği zaman Batılı kaynaklar durumu entrikayla
73
IRAN TARİHI
74
İSKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
75
1RAN TAR1Hl
76
ISKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
77
IRAN TAR1HI
uzun bir zaman dilimini ve bölgesel değişiklikleriyle beraber çok geniş bir bölgeyi
tanımlamak için kullanılabilmesi, Part tarzının farklılığı konusunda bir fikir verir.
Bu tarz geçmişten kopuşu yansıtır. Ayrıca Part sanatı Ahameniş sanatından Sasani
sanatına bir geçiş dönemi olmayıp kendine ait bir değeri vardır.
Gerek Orta Asya 'daki Kui-Kala Kalesi'nde, gerek Güney Suriye' deki Palmira'da
bulunan Bel Tapınağı'nda veya Kuzey Mezopotamya'daki Hatra'da olsun; klasik,
Ahameniş ve bölgesel unsurlar ( Kui-Kala örneğindeyse Güney Asyalı unsurlar) bir
araya gelerek hem eklektik hem değişik bir Part mimari üslubu yaratır. Part mima
risinde ortaya çıkan en önemli unsur, kemerler veya beşik tonozlarla desteklenen
ve ivan denen büyük kabul salonudur. Ahameniş yapılarında da bu tarz odalar bu
lunmakla birlikte Partlardaki boyutta değildir. Anıtsal ölçeğe Güney Anadolu'daki
Nemrut Dağı'ndaki bulunan devasa tanrı heykelleriyle yerel hükümdarların başla
rında ve Part duvar resimlerinde de rastlanır. Part döneminin bir başka belirleyici
özelliği cepheden görünürlük; yani yüz, büst veya tam boya sahip insan figürünün
ister oturur vaziyette ister ayakta olsun, izleyiciyi doğrudan görmesidir. Partlara
özgü bu yeniliğe heykellerde ve sikkelerde rastlanır. Part sanatı ayrıca kendine özgü
dekor, süsleme, kostüm ve saç şekilleriyle ayırt edilir.
Sadece üslupta değil tüm alanlarda farklılık, Part sanatının en belirleyici özelli
ğidir. Mimariyle sanattaki bu farklılık ve çeşitlilik, hakkında çok az şey bildiğimiz
Part toplumunun, ekonomisinin ve siyasetinin karmaşık yapısının göstergesidir.
Her türden yapı ve bu yapıların rölyeflerle, resimlerle, mozaiklerle, başta heykel
olmak üzere nesnelerle süslenmesi bu sanatın başlıca unsurlarıdır. Rölyefler ve
sikkelerdeki temalar da karmaşık bir toplumsal ve idari hiyerarşiyi gösterir. Bu
hiyerarşik yapı sanat eserlerinin üretimi için bir pazar yaratmasının yanı sıra bir
himaye kaynağıydı. Part hükümdarları da selefleri gibi hükümdarlıkla ilgili eski
geleneklerden haberdardı. Darius'un yazıtını okuyamadıkları halde Bisitun'da ken
dilerini tasvir eden rölyefler yaptırdılar. Burada Partlara ait diğer heykel biçimle
ri de vardı. Antik Elam ve daha batıdaki Susa'da olduğu gibi, rölyeflerde resmi
törenler, hükümdarlık tacının yerel krallardan astlarına verilmesi tasvir edilmişti.
Yerel hükümdarlar da sikkelerin üstüne kendi resimlerini ve yazılarını bastırarak
hükümranlığın gereğini yapıyordu. Bazı rölyefler ve heykellerde Aramice yazılar
olmakla birlikte üç dilli yazıtlara rastlanmaz. Buna karşın Yunanca ve Partça/Orta
Farsça olmak üzere iki dilli yazıtlar mevcuttur. Hükümdarlar ayrıca maiyetindeki
lerle, avda veya savaşta tasvir edilmişti. Part hükümdarları yazıtlar ve sikkelerde
kendilerini " Büyük Kral " ve daha sonra Büyük Krallar Kralı olarak tanımlamıştı:2
"Arşak'ın [sikkesi], Büyük Krallar Kralı, [ilahi] Manifesto" ; " Arşak'ın [sikkesi],
Krallar Kralı, Hayırsever, Adil ve Yunansever" ; ve " Arşak, Büyük Kral, tanrılaşmış
bir babanın oğlu, Hayırsever, [kutsal] Manifesto ve Yunansever. " 3 İran ve Helen
78
ISKENDER, SELEVKOSLAR VE PARTLAR
SASANİLER ( 224-65 1 )
Antikçağın son büyük Pers hanedanı olan Sasaniler, dönemin en büyük toprakla
rına sahip imparatorlukları ve zengin kültürleriyle, bariz biçimde Ahamenişlerin
ihtişamını hatırlatırlar. İlk Sasani hükümdarı Ardeşir (MS 224-239), aslında Fars
eyaletinde doğup büyümüş bölgesel bir kral olmasına rağmen, Ahameniş ve Part
tarihinden bildiğimiz şekilde bağlı olduğu Part hükümdarını devirdi. İktidarını sağ
lamlaştırıp İran Platosu'nun büyük bir kısmına yayarak yeni bir hanedan ve 400
yıl boyunca hüküm süren bir imparatorluk kurdu. Alan büyüklüğü bakımından
Ahameniş devletine denk olan bu yeni imparatorluk gücünü etkin bir bürokrasiyle
ordudan, Ortadoğu ve Orta Asya'nın zenginliği ve ticaretinden, hükümdarla Zer
düştlük arasındaki ittifaktan alıyordu. Zerdüşt dini bu çağda kurumsallaştı. Bu
dönemden günümüze kalan Zerdüştlük metinlerinin sayısı çok az olmakla birlikte
Pehlevi dilinde veya Orta Farsça yazılmaya başlandığı biliniyor. Evrensel hüküm
darlık sürdürüldü, büyük kral unvanları kullanıldı. Ahamenişler gibi Sasaniler de
Pers kimliğine ve Persiya'nın merkezi konumuna önem vermekle beraber artık İran
ya da İranşehr terimlerini kullanıyordu. Bunun dışında Sasaniler büyük kısmı gü
nümüze kalan anıtlar ve şehirler inşa edip farklı etnik gruplardan oluşan uyrukla
rının ürettiği zengin maddi kültürü himaye ettiler. Gerçi İran'ın kendine özgü siyasi
kültürü devam ediyordu ama Sasani Hanedanı'nın geçmişle ilişkisi neydi?
Sasani tarihi büyük ölçüde Romalı düşmanlarının veya kendilerini yıkıp yerlerini
alan Müslüman fatihlerin yazdığı kaynaklar sayesinde bugüne ulaşmıştır. Romalılar
onları barbar olsa bile saygıdeğer rakipler olarak görürken Müslümanlar önceleri
onlara huşuyla bakıyordu. Sasani kaynaklarının en önemlilerinden biri 1. Şapur'un
(MS 23 9/240-272), Fars eyaletindeki Nakş-ı Rüstem'de, Kabe-i Zerdüşt adlı anıtın
duvarlarına üç dilde yazdırdığı yazıttır. Şapur burada Romalılara karşı kazandığı
zaferleri Pança ( bir Doğu İran dili), Pehlevice (bir Batı İran dili) ve Yunanca kay
detmişti. Burada önemli bir husus, Zerdüşt başrahibi Kartir gibi kraliyet mensubu
olmayan ünlü kişilerin de Kabe-i Zerdüşt'te yazıtlar yaptırmasıdır. Sasani impara
torlarına ait başka rölyeflerde de yazıtlar vardır. Bu rölyeflerin bir kısmı, mc:: y <laııa
gelen olayları ve Sasani zaferlerinin ihtişamını, adeta panorama tarzında sırayla an
latır. Bazı rölyeflerdeyse başta Ahura Mazda olmak üzere Anahita ve Mithra gibi
80
SASANİLER
tanrıların elinden taç giyen hükümdarlar tasvir edilmiştir. Bunlara ek olarak sik
keler, mühürler, gümüş kaplarla nesneler, cam, seramik, kumaş ve mimari eserler;
Sasani kültürü, toplumu ve tarihini anlamamıza yarayacak farklı kaynaklar sunar.
İçlerinde Zerdüştlükle ilgili önemli metinler de olmak üzere bazı Sasani kaynakları
Arapça ve Farsçaya çevrildiği için günümüze kadar gelmişse de, bunların en eskisi
9. yüzyıla aittir. Sasanilerin son döneminde yazılmış, onların gücünü ve zenginliğini
anlatan bazı Çince kaynaklar da vardır. Bunların dışında, Sasani İmparatorluğu'nda
yaşayan hatırı sayılır büyüklükteki Hıristiyan nüfustan kalma kayıtlar bulunmak
tadır. İmparator Konstantin'in MS 3 1 2'de Hıristiyan olmasıyla birlikte, bu nüfusun
sadakati şüpheli görülüp siyasi malzeme konusu oldu. Bu azınlığa yapılan eziyeti
anlatan Aziz Menkıbeleri Sasani siyasetiyle toplumunu anlama konusunda ilave bir
kaynak işlevi görür. İbranice kaynaklar, bilhassa Babilce yazılmış Talmud, Güney
Mezopotamya'daki Yahudi toplumunun hayatını anlatması bakımından önemlidir.
Bunların dışında günümüze ulaşan kaynakların büyük kısmı, o dönemin kla
sik gözlemcileri tarafından yazılmıştır. Bunların arasında Yunanlı asker Amrnianus
Marcellinus ile Dio Cassius, Herodian ve Agathias gibi tarihçiler yer alır. Önceki
dönemlere ait klasik anlatılar gibi Sasani İmparatorluğu'nun batı kısmıyla, özellikle
askeri ve diplomatik meselelerle ilgilenen bu tür kaynaklar da olaylara Romalıların
gözünden bakar. 9. yüzyılda yaşamış Taberi ve 1 3 . yüzyılda yaşamış Mesudi gibi
Arap tarihçilerin eserleri, bölük pörçük de olsa daha geniş bir ilgi alanına yönelik
kaynak oluşturur. Bunlar elbette sonradan yazılmış ve tarihçilerin kendi yargılarını
yansıtan eserlerdir. Firdevsi'nin 1 1 . yüzyılda yazdığı İran ulusal destanı Şehname,
81
İRAN TARlHl
sadece ulusal çerçevede yazılmış bir tarih değil, aynı zamanda sözlü gelenekten der
lenip yeniden kaleme alınmış bir eserdir. Büyük çapta kaynak eksikliği göz önüne
alındığında, bu sözlü geleneği genel olaylar haricinde doğrulamanın imkanı yoktur.
Şehname bir yandan anlattığı dönemi tam anlamıyla sergilemezken, öte yandan
modern Farsçanın ilk büyük edebiyat yapıtı olarak öne çıkar.
İmparatorluğu 1. Ardeşir kurmasına rağmen ailesinin soyunu ve jıanedanın kö
kenini babası Papak vasıtasıyla Sasan adlı bir büyükbabaya dayandırıyordu. Bu
soyağacı, o döneme ait Name-i Tansar ve kraliyet yazıtları gibi kaynaklarca doğru
lanmasına rağmen sorunludur. Sasan, hanedana adını veren bir atanın veya sadece
yerel bir liderin adı olabilir. Buna rağmen Ardeşir, kendisinin üstü durumundaki
Part hükümdarına ve Fars'ta kral olarak anılıp sikke bastıran prenslere karşı ayak
lanmıştı. Ayrıca Ardeşir kendi eyaleti Fars'ta; Pasargad, Persepolis, Nakş-ı Rüstem
gibi Ahameniş şehirlerini biliyordu. Ahamenişlerle tarihi bağlantı kaybolmuş ol
masına rağmen bu görkemli geçmişin farkındaydı. Nitekim doğum yeri İstahr, Per
sepolis ve Nakş-ı Rüstem'in yanı başındaydı. Gerek Ardeşir gerek oğlu ve halefi 1.
Şapur (239/240-270/272), Nakş-ı Rüstem'de Ahameniş örneğine benzer ve onların
hükümdarlığına uygun biçimde rölyefler yaptırmıştı.
Ardeşir'in Partları yenip kralları iV. Artabanus/ Ardavan'ı öldürdüğü Hormiz
dagan savaşının tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 224 civarında meydana
geldiği tahmin edilmektedir. Ardeşir büyük ihtimalle Partlara karşı bir güç birliği
oluşturup başına geçmişti. Part elitleri ya öldürülmüş ya da Ermenistan'a kaçmıştı.
82
SASANİLER
Buradaki Arşaklı kralı onlara sığınma hakkı sağlayarak Ardeşir'e karşı mücadelede
taraf olmuştu. Pan elitlerinin büyük bir kısmıysa kendi çıkarları gereği Ardeşir'i
hükümdar olarak kabul etti.
83
IRAN TARlHI
Partların büyük rakibi olan Roma, Ardeşir'in de gözünde büyüyordu . 230 yı
lında Nisibis (Nusaybin) ele geçirilmesine rağmen Romalılar şehri tekrar geri aldı.
Sasaniler burayı birkaç yıl sonra Carrhae (Harran) ile birlikte yeniden ele geçirdi.
Yine bu yıllarda Ardeşir en büyük oğlu Şapur'u eş hükümdar seçti. İkisi birlikte
yaklaşık beş yıl boyunca hüküm sürdüler. Ardeşir'in geçmişten örnek aldığına dair
bir kanıt olmasa da en büyük oğlun halef ve eş hükümdar olarak atanmasına da
ha önceki İran tarihinde de rastlanır. Şapur Romalılara karşı saldırıları sürdürdü.
Hatra'yı fetheniği zaman Romalılar başarılı bir karşı saldırı düzenleyerek Harran
ve Nusaybin'i geri aldılar. Ancak Şapur 244 yılında Ktesifon'da Roma ordusu
nu yenince bu gidişat tersine döndü . İmparator HL Gordian öldürülünce yerini
alan Arap Filip, Şapur'a boyun eğerek 500.000 dinar fidye ödedi. Bu karşılaş
ma Şapur'un Nakş-ı Rüstem'deki Kabe-i Zerdüşt yazıtında anlatılmış, ardından
Bişapur'daki taç giyme töreniyle ilgili rölyefte tasvir edilmişti.
Roma ve Sasani devletlerinin çıkarlarının kesiştiği kavşak noktasında bulunan
Ermenistan, Partlar zamanında olduğu gibi ikili oynayıp bunun sonuçlarına katlan
dı. Arşaklı Hanedanı'na mensup olan Ermeni kralı Hüsrev Romalıları destekliyordu.
Sonunda Şapur onu öldürttü. Şapur Romalılara karşı bir kez daha başarı kazandı
ve 2 5 6 yılında yaklaşık 60.000 Roma askeri Suriye'de Sasaniler tarafından öldürül
dü. 259 yılında Şapur'un kuvvetlerine karşı harekete geçen imparator Valerianus'un
ordusu yenilirken kendisi esir alındı. Sasanilerin Suriye üzerinden Orta Anadolu'ya
84
SASANİLER
Başta köprüler ve barajlar olmak üzere Huzistan'da Roma tarzında inşa edilmiş
yapılar Şapur'un sözlerini inanılır kılar. Bu yapılar buraya ve imparatorluğun diğer
bölgelerine yerleştirilen Romalı esirlerin yaptığı katkıları yansıtır.
Şapur'un fiili yönetimi hakkında pek az şey bilinmektedir. Daha sonraki İslami
kaynaklara göre, Sasanilerin başarılı idaresinin temelinde yatan unsur, eşitlik çem
beri olarak tanınan ilkeydi: " Ordusuz krallık olmaz, varlık olmadan ordu olmaz,
maddi zenginlik olmadan varlık olmaz, adalet olmadan maddi zenginlik olmaz. " 2
Şapur geçmişteki örneklere uyarak yakın aile üyelerini, özellikle dört oğlunu önem
li idari mevkilere atamıştı. En büyük oğlu Hürmüz-Ardeşir, Ermenistan kralı; Nar
seh, Sakaların ve Doğu İran'ın kralı; Varahran/Behram, Gilan kralı; Şapur, Mesene/
Characene kralı oldu. Ayrıca Şapur'un kardeşleri, babaları Ardeşir'in kendilerine
dağıttığı makamlardaki görevlerini sürdürdüler. Şapur diğer prenslerle İran'ın önde
gelen kişilerinin adlarına Nakş-ı Rüstem' deki yazıtında yer vermiştir.
Şapur yaklaşık otuz yıl süren saltanatı boyunca kendini Fars'taki başlıca
ikametgahı olan Bişapur şehrinin inşasına vermişti. Böylece Fars'taki Firuzabad'da
saray-kale karışımı kompleksi inşa ettiren babası Ardeşir'in izinden gidiyordu.
Kolayca savunulabilecek bir konumda bulunan Bişapur'un yeri iyi seçilmişti. Ta
rım yapılan bölgede aynı zamanda bol miktarda av hayvanı vardı. Düzlükte yer
alan şehrin hemen arkasında dağlar yükseliyordu. Bu dağların içinden geçen Şapur
Nehri'nin oluşturduğu kanyonun duvarlarında Şapur'la haleflerinin yiğitliklerini
anlatan rölyefler bulunur. Bişapur'da yer alan büyük saray kompleksinin içinde,
beşik tonozlu odaları bulunan büyük bir ivan ve tapınak olarak kullanıldığı sa
nılan bir yeraltı yapısı yer alır. Kirişlerin hayvan figürleriyle desteklenmesi akla
Persepolis'i getirse de, Ahamenişlerin kullandığı revaklardan ziyade beşik tonoz
larla kubbelerin kullanımı, mimari kaynağın Part yapıları olduğunu gösterir. İnşa
yöntemleriyle mozaikler, Bişapur'da çalışan işçiler arasında Romalı esirler olduğu
nu kanıtlar. Şapur, Huzistan eyaletindeki Susa şehri yakınlarında, ünlü bir eğitim
ve ipek üretim merkezi haline gelen Gundişapur'u inşa ettirmişti. Bu şehrin sakinle-
85
İRAN TARİHİ
cinin bir kısmı Antakya'dan gelip buraya yerleşmişti. Bunların arasında Hıristiyan
piskoposla Hindistan dahil diğer eğitim merkezlerinden gelen alimler vardı.
Şapur eşzamanlı hükümdarlara örnek gösterilebilir. İmparatorluğu içinde Zer
düştlük, Hıristiyanlık, Yahudilik ve Budizm gibi dinlerin uygulanmasını serbest
bırakmıştı. En önemlisi Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve Budizm fikirlerinden yeni bir
sentez yaratan Mani'nin (21 6-277) Şapur tarafından desteklenmesiydi. Mani'nin
sentezinin en önemli yanı; evrenin ışıkla karanlık, iyiyle kötü arasındaki çığır açan
çatışmanın ürünü olduğunu savunan Zerdüştlüğün temel öğretisini benimsemesiy
di. Zerdüşt, İsa ve Buda gibi peygamberler bu çatışmada insanlığa yol gösterme ba
kımından aynı can alıcı doğruları öğretmişti. Mani kendini, bir zamanlar kaybedi
lip o sırada tekrar keşfedilen yerleşik doğrunun rehberi olarak görüyordu. Bunların
dışında, bir ritüel oluşrurup hiyerarşik bir organizasyon veya "kilise" kurmuştu.
Ancak Şapur 272 yılında öldüğünde, dini hoşgörü de onunla birlikte ölmüştü. Zer
düştçü Ortodoksluğu sağlamak isteyen gelenekçi rahipler Mani'yi hapsedip mü
ritlerini ezerek fikirlerini ortadan kaldırmayı denediler. Onların dışında Yahudiler,
Hıristiyanlar ve diğer dinlerin mensupları da zulme uğrayıp katledildiler. Bu baskı
ların ardındaki başlıca isim, Zerdüşt Rahibi Kartir'di. Ardeşir'in saltanatı sırasında
rahip olan Kartir, Maniheizmin baş savunucusu olan Şapur hayatta kaldığı sürece
fazla yol alamamıştı. Üstelik Maniheizmin evrenselcilik görüşü Şapur'un evrensel
hükümdarlığına uygun düşüyordu. Kartir sadece İslamiyeti ve Hıristiyanlığı etki
lemeyi sürdüren Maniheizmi bastıracak güce sahip olmakla kalmamıştı. Ayrıca
Şapur'un ölümüyle birlikte siyasi iktidarı önemli ölçüde eline geçirerek, kimin kral
olacağını bile belirleyecek bir duruma gelmişti.
Tarihin bu kesitine ait Zerdüştlük hakkındaki bilgilerimiz, o döneme ait metin
lerin bulunmayışı ve tarih yazımıyla ilgili sorunlar nedeniyle tartışmalıdır. Zerdüşt
lükle ilgili referanslar, hatta Ahameniş döneminden Sasanilere kadar kabul edilen
terimler ve fikirler bulunmasına rağmen Zerdüştlük aslında Sasaniler sonrası dö
neme ait bir kavramdır. Zerdüşt toplumu içinde Sasaniler dönemine kadar bilhassa
sözlü bir gelenek olmasına rağmen ilk ve erken Zerdüştlüğün yeniden yaratılması,
büyük ölçüde 1 9 . ve 20. yüzyıl tarihçilerinin eseridir. Zerdüştlüğün kurumsallaş
ması veya bir kilisesinin oluşması Sasani yönetiminin ve muhtemelen Doğu Hıristi
yanlığının kurumsallaşmasıyla paralellik taşır.
Sasani Zerdüştlüğü tarihi bulgular sorununa ek olarak üç sorun daha arz eder:
kökeni ve geleneğin aktarılması; fiili düşünceleri ve uygulaması; kurumsallaşması.
Sasani döneminde ya da daha sonra çözülen bu sorunlar, buradaki Zerdüştlüğün
tartışılmasına yol açar. Zerdüştlük konusunda fazla belirginlik yoktur. Konuya baş
langıç olarak, Zerdüşt'ün hangi tarihte yaşadığı bile tartışmalıdır. Büyük olasılıkla
MÖ 2. binyılda Doğu İran/Orta Asya'da yaşadığı düşünülmektedir. Zerdüşt'ün
86
SASANİLER
fikirleri aynı binyılın sonunda veya ilk binyılın başında, göçebelerle birlikte ya da
onların hemen ardından İran Platosu'na taşınmıştı. İyiyle kötü arasındaki evrensel
çatışma şeklindeki düalist dünya görüşünde, kıyametin kopması sonucu iyi zafer
kazanır. Zerdüşt'ün öğretileri Gatalarda yer alır. Bunların on yedisini kendisinin
yazdığı düşünülmektedir. Bunun dışında Zerdüşt'ün hayatından esinlenen öğretile
rin yer aldığı Avestalar mevcuttur. Doğu İran'a özgü ilahi veya şiirler olan Gataları
yorumlamak zor olduğundan bunları açıklamak için Avestalar kullanılır. Geç Sasani
dönemine kadar yazıya geçirilmeyen Zerdüşt metinleri sözlü olarak aktarılıyordu.
Günümüze kalan en eski metinler 1 4. yüzyıl başlarına aittir. Zerdüşt dua metinleri
dahil diğer antikçağ metinleri de aynı şekilde sözlü olarak aktarılıyordu. Bunların
bir kısmında fazla önemli olmayan, yerel tanrıların adı geçer. Geç Sasani dönemine
kadar Avesta'yla ilgili bir kanun belirlenip Orta Farsçayla farklı bir şekilde yazı
ya döküldüğü zaman Zerdüştlük geleneğine de değişkenlik damgasını vuruyordu.
Avesta; dua metinleri olan Yasnalardan, Part dönemindeki Zend yorumlarından ve
diğer eserlerden meydana geliyordu. Ne yazık ki Avesta'nın bütün kopyaları İslam
fetihleri sırasında tahrip edildi. Günümüze sadece ayinlerde düzenli olarak okunan
dualar ve diğer kaynaklarda varlığını sürdüren parçalar kaldı.
Zerdüştlük tarihinin Pehlevi dilinde ve 9. yüzyı lda yazılmış şekli olan Denkard,
Avesta'nın özetini içerir. Bu eserde Ardeşir'in bir din kuralları derlemesi hazırlan
masını emrettiğinden, oğlu 1. Şapur'un bu metni kraliyet hazinesine koyduğundan
bahsedilir. Şayet daha önce kurulmamışsa da, hanedan ile Zerdüşt dini arasındaki
bağ böylece kurulmuştur. Dini kuralların derlendiği bir metin, halka açık yerlerde
ibadet şekilleri ve Zerdüşt rahipleri olan Mecusilerin kurumsallaşması erken Sasa
ni döneminde gerçekleşmiştir. Ardeşir'in başrahibi olan Tansar'ın yazdığı Name-i
Tansar'a göre, Ardeşir Zerdüştlüğe itibarını iade etmişti. Dolayısıyla devlet orto
doksluğunun oluşturulması, yeni hanedanın eskiden bağlı olduğu Part hükümdar
larına karşı meşruiyet sağlama girişimi olarak görülebilir.
Muhtemelen ilk kez Darius tarafından benimsenen Zerdüştlük, Ahamenişlerin
saltanatı boyunca İran'la özdeşleşti. Yunanlı tarihçiler bu inançtan Pers dini olarak
bahsederken; Herodot, Zeus ile Ahura Mazda'yı denk görüyordu. Zerdüştlükle
ilgili unsurlara Ahameniş metinleriyle rölyeflerinde rastlanması önemlidir. Doğu
İran dilini konuşan Arşaklılar/Partlar da Zerdüştlüğü benimsemişti. Yunanca kay
naklara ilaveten Latince kaynaklar ve günümüze ulaşan az sayıdaki Partça metinde
de Zerdüştlükle ilgili unsurlar yer almaktadır. Bununla birlikte, bugün bildiğimiz
şekliyle Zerdüştlük büyük ölçüde Sasani ve erken İslamiyet döneminin ürünüdür.
Sasani saray yazıtları ve 1. Şapur'un ölümünden sonra başrahip olan Kartir'in yazı
tı, Zerdüştlüğün bu dönemdeki konumuna delalet eder. Ayrıca yine Sasani dönemi
ne ait çok sayıda Yunanca, Latince ve Ermenice kaynakta bu dine ait unsurlar yer
87
İRAN TARİHİ
88
SASANILER
89
IRAN TARllil
90
SASANİLER
uğrayıp ailesi esir alındı. Bunun sonucunda yapılan barışla Romalılar Ermenistan
ve Kuzey Suriye'yi yeniden ele geçirdi. Narseh ölünce yerine oğlu il. Hürmüz (302-
309) geçti.
Sasanilerin bu dönemdeki iç meseleleri büyük ölçüde belgesizdir. Kartir'in dini
baskıları henüz belirlenemeyen nedenlerle son bulmuştu. Roma sınırındaki barış
kırk yıl sürdü. Narseh'in son yıllarında Ermenistan kralı Hıristiyanlığı kabul et
mişti. İmparator Konstantin de 3 1 2'de Hıristiyanlığı seçip imparatorluğunun resmi
dini haline getirdi. Sonunda Sasani imparatorluğunda sayıları giderek artan Hıristi
yanlar, Roma'yla ilerde çıkacak çatışmalarda olası bir beşinci kol haline geldiler.
Daha önceki Pers hanedanlarında olduğu gibi, Sasani ailesinin ilk sekiz hüküm
darı zamanında da, babadan oğla geçen hükümdarlık şekli varlığını sürdürdü. An
cak bunun iki istisnası vardı. İlkinde 1. Behram, kardeşi Hürmüz'ün yerini aldı;
ikincisinde Narseh, yeğeni III. Behram'ın tahtına geçmeyi başardı. Peki aile büyük
lerinin önceliği kavramı alternatif bir veraset şekli olarak mı sunulmuştu ? Ya da
Narseh olayı; merkez-çevre çatışmasını veya bölgesel gerilimleri mi, muhtemel dini
bölünmeleri mi, 1. Behram'ın askeri yetersizliğinin veya iç politikalarının reddini
mi, yoksa sadece Narseh'in hırsını mı yansıtıyordu? İlk iki hükümdar, 1. Ardeşir
ve 1. Şapur nispeten uzun dönemler boyunca hüküm sürdüler ( ilki yaklaşık 1 8 yıl,
ikincisi yaklaşık 3 1 yıl tahtta kaldı) . Buna karşılık, onlardan sonraki altı hüküm
dardan sadece biri, dokuz yıldan fazla tahtta oturabildi. Behramların ve Narseh'in
zamanında görülen iç istikrarsızlığı dini ve bölgesel hizipçilikle, daha önemli roller
oynamak isteyen soyluların girişimleriyle, sürüp giden Roma tehdidi ve doğudan
gelmesi muhtemei tehditlerle bağdaştırmak mümkündür.
Meşruiyet için gereken faktörlerden biri hanedanın içinde veraseti sürdürmek
se, diğer bir faktör de imparatorluğun refahıydı. Eşitlik çemberi hükümdarlıkla
saadet arasında bir bağ olduğunu kabul ediyordu. Dönemin geçerli kavramlarına
bakılmaksızın, istikrar ve merkezileşmenin ne kadar önemli olduğunu dile getiri
yordu. Devlet ancak istikrar ve belli bir merkezileşme sayesinde varlığını sürdüre
bilir, Romalılarla veya doğudaki Kuşanlar, Hunlar, Türkler gibi muhtelif gruplarla
baş edebilirdi. Aynı şekilde tarımın Sasani ekonomisi için önemi düşünüldüğünde,
acaba uzun vadeli iş projeleri coğrafyayla iklimin azizliklerini dengeleyip gereken
harcamaları karşılayabilir miydi ? Sasaniler zamanında, Huzistan nehirleri boyun
ca ve Ktesifon'un kuzeydoğusundaki Diyala bölgesinde ekilebilir arazilerde büyük
bir artış görüldü. Gerek tarımda gerek Mezopotamya şehirleri başta olmak üzere
birçok yerde kullanılmak amacıyla sulama sistemleri tasarlandı. Kanalların inşası
ve bakımı için büyük masraf yapılıp yoğun işgücü kullanıldı. Tarımsal üretimin
artmasıyla daha kalabalık bir nüfus beslenebilir, idarenin ihtiyaçları karşılanabilir
ve imparatorluğun savunması sağlanabilirdi.
91
iRAN TARİHİ
92
SASANİLER
gibi, ancak Partların tersine; büyük eyaletler için hanedan üyeleri arasından, küçük
eyaletler için bölgenin elit ailelerinden seçilen valilerin atamasını sıkı kontrol altına
almıştı. Bölgesel soylular, Partlar için önemli görevler üstlenenler de dahil, ordu ve
bürokrasi içinde önemli mevkilere getiriliyordu. Sasani döneminde bölgelerin özerk
liğine hoşgörülü davranılmaya devam edildi. Hakimiyetin daha merkezi bir hal al
masının sonucu olarak, belki Part dönemine göre daha az isyan görülüyordu. Ayrıca
hükümdarlık khvarnah ve farr (Orta Farsçada khvarrah) gibi terimlerle bağdaştırıla
rak idari kontrol pekiştirilmişti ( bu terimler "ilahi zenginlik/bereket" anlamına gelir).
Sasani Hanedanı'nın meşruiyetini vurgulayacak biçimde, Sasani şehinşahını Ahura
Mazda'nın elinden hükümranlık halkası veya tacını alırken tasvir eden rölyefler vası
tasıyla bu bağ, sembolik ve görsel olarak yansıtılıyordu. Taç giyme töreninin anlatıl
dığı rölyefte önemli bir özellik vardır. Bu rölyefte hem Abura Mazda hem de şehinşah
taç giymiş bir halde tasvir edilir. Birincinin tacı, onun evren üzerindeki otoritesini,
ikincinin tacıysa vekil olarak bu dünya üzerindeki otoritesini simgeler.
Otorite ve iktidar Sasani şehinşahı üzerinde toplanmıştı. Bütün kurumların ve
devleti meydana getiren unsurların çıkış noktası o olduğu gibi, bunların hepsi ona
bağımlıydı. Sasani soyundan gelmek şehinşah olmanın önkoşuluydu. Sasani soy
grubu içinde ancak ölümle sonuçlanan başkaldırılar başarılı olabiliyordu. Bazı
hükümdarlar oğullarını veliaht olarak seçiyordu ama bu seçim veya tahta çıkma,
Sasani din müessesesi ve bölgesel soylular tarafından hükümdarlığa uygun şekilde
kabul edilmeyi gerektiriyordu.
Sasani hükümdarlarıyla Zerdüşt ruhban sınıfı arasındaki güç dengesi zaman
la değişmişti. İlk şehinşahlar mobad adı verilen rahipleri atayıp onlara unvanlar
veriyordu. Zerdüştlüğün kurumsal hale gelmesinin ardından, şehinşah unvanını
andıran bir şekilde, mobadanmobad (Orta Farsçada mobadan mobed) adı verilen
en üst düzeydeki rahip türünün ortaya çıkmasıyla birlikte, ruhban sınıfı daha ba
ğımsız bir yapıya kavuştu. Hükümdar Zerdüştlük öğretileri, ritüelleri ve kuralları
konusunda rahiplerden talimat almaya başladı. Ateş ritüelini yerine getiren hü
kümdar, topluluğu simgeliyordu. Şehinşahın taç giyme töreninde Abura Mazda'nın
inayetiyle meşruiyet arasındaki bağ, uyrukların gözü önünde kuruluyordu (her Sa
sani hükümdarının kendine özgü bir tacıyla gürzü olup bu ikisi hükümranlığın
simgesiydi). Ayrıca mobadanmobad şehinşaha taç giydirdiği zaman devletle din
arasındaki bağ da kurulmuş oluyordu.
Sasani hükümdarlığının niteliği ve onunla ilişkili simgelerle roller hakkındaki
bilgilerimizin büyük kısmı, Sasani döneminden sonrasına ait Pers ve Arap kaynak
larına dayanır. Bunlar arasında hükümdarlık talimatnameleri ile Firdevsi'nin Şeh
name adlı destanı vardır. Simgeler Sasani rölyefleri, yazıtları ve sikkelerinde görü
lebilir. Sasani İranı'nda, hatta Ahamenişlerde bile İslami siyaset teorisi gelişmeden
93
IRAN TARİHI
önce, dinle devlet arasında karşılıklılık ilkesi kurulmuştu. Tanrı tarafından seçilen
ve halk tarafından kabul edilen hükümdarın, doğuştan gelen ve hayati önem taşı
yan hükümdarlık edebilme yetisine farr adı veriliyordu. Hükümdara boyun eğmek
bir zorunluluktu. Hükümdarın da toplumun düzenini koruyup savunma yüküm
lülüğü vardı. Hükümdarla din ve hükümdarla toplum arasındaki bu karşılıklılık,
daima hükümdarın iktidarını kısıtlama potansiyeli taşıyordu.
Sasanilerin gücü, il. Şapur'un (309-379) yetmiş yıllık saltanatı sırasında doruğa
çıktı. Onun hükümdarlığı, Sasani tarihinin ikinci döneminin başlangıcını oluştur
du. Narseh'in yerine geçen oğlu il. Hürmüz ( 3 02-309) öldüğü zaman taht kavgala
rı çıkmıştı. Sonunda il. Şapur olarak tanınacak küçük bir çocuğa destek verildi. il.
Şapur'un nasıl tahta çıkmayı başardığını ve iktidarını nasıl koruduğuna dair, Roma
metinleri haricinde o döneme ait kaynak yoktur. Yine de Sasani döneminde mer
kezileşme onun saltanatı sırasında gerçekleşmiş olmalıdır. Ayrıca Sasani kültürü de
onun saltanatı sırasında zirvesine çıkmıştı.
il. Şapur saltanatının ilk yıllarında, uzun zamandır gündemde olan iki ihtilafla
uğraşmak zorunda kaldı. Bunlardan biri doğu sınırlarında, diğeri batıda Romalı
larlaydı. Romalılarla çoktandır sürdürülen barışı bozan Şapur oldu. Ne var ki Ro
ma artık değişmişti. Konstantin, Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu'nun resmi dini
yapmakla kalmamış, iktidarını doğudaki yeni merkez Konstantinopolis veya diğer
adıyla Bizans'a taşımıştı. İktidar merkezinin batıdan doğuya kaymasıyla birlikte,
artık Hıristiyanlığı seçmiş olan Ermenistan, dindaşlarıyla daha yakından işbirliği
94
SA SANİLER
95
İRAN TARIHi
96
SASANILER
tam anlamıyla bu yüzyılda geliştiği kabul edilir. Eğer gerçekten böyleyse, bu durum
il. Şapur'un uzun saltanat döneminde başlayan sürecin zirveye çıkması mıdır ? Yok
sa parçalanmaya ve saltanatın zayıflamasına bir tepki midir? Bu soruların cevabı
açık değildir. Mühürler dahil onur unvanlarının sayısı bürokratik farklılaşma ve
örgütlenmenin göstergesidir. Bu yapının içinde, daha önce bahsedilen Zerdüştlük
hiyerarşisinin tepesindeki mobadanmobad da vardı. Ayrıca günümüzdeki başba
kanlık makamını andıran ve "büyük komutan" anlamına gelen buzurg farmadhar
ile bürokrasinin tepesindeki başkatip, hatta yargıçların başı durumundaki dabirbid
bu yapının üyeleriydi. Ayrı bir hiyerarşiye sahip olan ordunun başında general an
lamına gelen eranspahbad bulunuyordu. Eyaletlerde ve bölgelerde de görülen bu
bürokratik ayrışma İslamiyet çağında da varlığını sürdürdü.
5. yüzyıl ayrıca Sasani İmparatorluğu içinde özerk bir Hıristiyan kilisesinin
ortaya çıkması bakımından önemliydi. Firuz'un saltanatının son yılı olan 484'te
Ktesifon'da toplanan sinod' Nesturiliği kabul etti. Böylece yaratılan bağımsız İran
kilisesi, belki İranlı Hıristiyanları başta Konstantinopolis olmak üzere düşman im
paratorluklardaki Hıristiyanlardan ayırma girişimiydi. Ayrıca İran kilisesi, 4 t o'da
Selevkia'da Yezdigirt tarafından düzenlenen konsilde kabul edildiğinden beri, eş
zamanlı hükümdar olan şaha tabi şekilde Sasani devlet yapısı içinde kurumsallaş
mıştı.
Kavad ilk hükümdarlık döneminde (48 8-496 ) önemli sorunlarla karşılaştı.
Firuz'un oğlu olmasına rağmen özellikle meşruiyetini kabul ettirme sorunu yaşayıp
hüküm sürebileceği bir siyasi üs geliştirme ihtiyacı duydu. Üstelik devam eden dış
tehditlere ilaveten uzun süren kıtlık ve açlıkla başa çıkma sorunu vardı. Bu zor dö
nemde radikal dini lider Mazdak, Zerdüştlüğün yeni bir türünü yaymaya başladı.
Hakkında sahip olduğumuz yetersiz bilginin kaynağı düşmanlarıdır. Bunların bir
kısmı Sasanilerden uzun bir zaman sonrasına ait olduğundan, fikirlerinin uzun süre
yaşadığının göstergesidir. Mazdak, Zerdüşt rahipleri de dahil olmak üzere soylu
ların yerleşik imtiyazlarına karşı çıkmıştı. Belki kendisi de bu rahiplerden biriydi.
Zenginlerin varlığını fakirlerle paylaşacağı ve şiddetin son bulacağı yeni bir eşitlikçi
toplum çağrısı yapmıştı. Oğlu 1 . Hüsrev'in tamamlayacağı reformlar başlatan Ka
vad, rahiplerle soyluların gücünü kırmak amacıyla Mazdak'ı destekledi. Hüsrev
5 3 1 'de tahta çıktığında, o zaman sindirilmiş bulunan Mazdak yanlılarının deste
ğini alamadı.
İlk hükümdarlığı sırasında tahttan indirilip hapsedilen Kavad, kaçarak sığındığı
Eftalitlerin yardımıyla iktidarı tekrar ele geçirdi ve bir Eftalit prensesiyle evlene
rek ordusunda bu kavimden oluşan birlikler kurdu. İkinci hükümdarlık dönemi
97
IRAN TARllii
98
SASANlLER
konmuştu ama soylular, rahipler ve bürokratlar bundan muaftı. Tarihi örnekler bir
kez daha izlendi ve zengin alüvyonlu toprakları, nehirleri, Sasanilerin geliştirdiği
sulama sistemleriyle Mezopotamya en büyük gelir ve vergi kaynağı oldu. İdari re
formlar ve düzenli gelir sayesinde Hüsrev devlet projelerini artırdı. Bunlar arasında
sulama kanalları inşaatı ve ordunun yeniden örgütlenmesi vardı.
Hüsrev'in askeri reformlarının en önemlisi ve en kalıcısı, dihkan adı verilen,
toprağa dayalı yeni bir sınıfın yaratılmasıydı. Bu sınıfın mensupları kendi bölge
lerinde hem askeri hem idari sorumluluğa sahipti. Hüsrev bu küçük toprak sahip
lerine, özelikle sınırlarda savunma gücünü sağlayıp vergi toplamaları karşılığında
silah ve para veriyordu. Büyük toprak sahibi soylulardan ayırt etmek için bazen
eşraf adı verilen bu yeni sınıf önemli devlet görevleri üstlenip, hükümdar için yeni
bir destek kaynağı oluşturdu ve soyluların gücünü zayıflattı. Büyük toprak sahibi
soyluların kendi gelirleriyle besledikleri adamları vardı ve savaş zamanında bunla
rı asker olarak kullanıyorlardı. Dihkanlar Sasani İmparatorluğu'nun çöküşünden
çok sonraları bile İran hükümdarlık geleneğinin ve kültürünün taşıyıı.:ısı oldular.
Horasan' da, Firdevsi'nin büyük ulusal destanı Şehname ile doruğa çıkan Pers can
lanmasının ortamını hazırladılar.
Hüsrev imparatorluğu dört ana kısma ayırıp her birinin başına bir spahbad, ya
ni general atamıştı. Doğu kısmında Horasan, Sistan (Sakastan) ve Kirman vardı.
Güney kısmı Fars, Huzistan ve Basra Körfezi kıyılarından oluşuyordu. Batı büyük
ölçüde Mezopotamya'dan oluşurken kuzeyde günümüzdeki Luristan, Azerbaycan
ve Kafkaslar yer alıyordu. Gerek doğu gerek batı, imparatorluğun çıkarlarının gö
çebelere ve Bizanslılara karşı savunulması bakımından çok önemliydi. Batı ayrıca
stratejik konumu yanında imparatorluğun tarım, idare ve ticaret merkezi olması
bakımından da büyük önem taşıyordu. Hüsrev bütün imparatorlukta ama bilhassa
sınırlarda savunma hatlarıyla kışlalar inşa ettirmişti (Araplar İran'ın iç kısımlarında
fazla asker bulunmadığını fark etmişti; zira birlikler sınır boylarında toplanmıştı ve
bu sınır orduları bir kere yenildi mi, ülke içine giden yollar açılıyordu).
Reformlar sürmekteyken Hüsrev 540 yılında Bizans'a saldırdı ve ordusu
Antakya'yı çabucak ele geçirdi. İranlılar Ktesifon'a muazzam miktarda ganimet
ve esirle döndü . Sonraki yirmi yıl boyunca, batı ve doğu sınırlarında kimsenin üs
tünlük kuramadığı bir yıpratma savaşı yaşandı. Ateşkesler ihlal edildi, topraklar
el değiştirdi ama Hüsrev, Fırat'ın hemen batısındaki bölgelerin kontrolünü yavaş
yavaş eline geçirdi. 5 6 1 'de kapsamlı bir ateşkes anlaşması yapıldı. Bunda Hüsrev'in
doğudaki Maveraünnehir bölgesinde Eftalitlere karşı koymaya başlayan Türklerle
ittifak yapmasının payı vardı. Sasaniler ve Türkler birleşerek Eftalitleri ortadan
kaldırdı . Böyleı.:e Sasanilere ve Orta Asya'dan geçen ticaret yollarına yönelik çok
büyük bir tehdit sona erdi. Bu zafer ayrıca yıllık haraç ödemenin de sona ermesi
99
IRAN TARIHi
anlamına geliyordu. Eftalit toprakları iki muzaffer taraf arasında paylaşıldı. Sasa
niler Ceyhun Nehri'nin güneyinde, özellikle Afganistan'daki toprakları, Türklerse
nehrin kuzeyi ve doğusunda kalan bölgeleri aldılar. Ne var ki iki taraf arasında
569-70 yıllarında ihtilaf çıkınca, Eftalit zaferi sonucu Orta Asya'dan geçen ticaret
yollarının güvenliğine yönelik umutlar söndü.
Arabistan, Sasanilerle Romalılar ve daha sonra Bizanslılar arasında uzun süredir
anlaşmazlık sebebiydi. Ticaret yollarının güvenliği temel konuydu; ancak bunun dı
şında önemli stratejik ve askeri sebepler vardı. Sasani Hanedanı'nın başlangıcından
itibaren, I. Ardeşir aşağı Mezopotamya, Basra Körfezi ve buradaki deniz ticaretini
egemenliği altına almanın yollarını aramıştı. Sonraki hükümdarlar da Hunlar ve
Eftalitler Orta Asya'da ticaretin güvenliğini tehdit ettiği zaman aynı yola başvurdu.
Araplar körfezdeki deniz ticareti üzerinde Sasani tekelini tehdit edince il. Şapur
onlarla ittifak yaptı. V. Behram (Gur) Sasani politikasını bir adım ileriye taşıyarak
körfez üzerindeki kontrolü İndus Nehri'ne kadar genişletti.
1 . Hüsrev, saltanatının son yıllarında, Bizans ile Etiyopya'daki dindaşları arasın
da muhtemel bir ittifakı engellemek amacıyla Güney Arabistan'daki Sasani konu
munu güçlendirdi. Aksi takdirde kurulacak ittifak Basra Körfezi-Hindistan rotasını
engelleyecek ve Yemen'de Etiyopyalıların varlığıyla sonuçlanacaktı. Sasaniler Gü
ney Arabistan'ı 575-577 yıllarında müstahkem mevki haline getirerek, Kızıldeniz'in
güneyini ve Hindistan'la Seylan'a giden ticaret yollarını 7. yüzyıl ortalarına kadar
ellerinde tuttular. Bizans ve Sasani devletlerinin Arabistan'da birbirleriyle ve kendi
lerine bağlı kabilelerle ilişkisi, bu bölgede İslamiyet ve Arap gücünün ortaya çıkma
sında rol oynadı. İki imparatorluğun birden sınır Arapları üzerindeki vesayetinin
sona ermesi, 7. yüzyıldaki Arap zaferlerinde ve sonuçta bizzat İslamiyetin başarı
sında önemli bir etkendi. Bu gelişme, Arapların Mezopotamya'yı fethetmesinin ve
ardından Sasani Hanedanı'na son verip imparatorluğu işgal etmesinin önünü açtı.
Arabistan ve ticaret konularındaki ihtilafa ilaveten Bizans İmparatoru il. Jus
tinianos ne zamandır Kafkaslar ve Ermenistan'da sorunları kışkırtarak Hüsrev'i
uğraştırıyordu. Ermenistan'daki Sasani problemlerini şiddetlendiren vali, 571 'de
çıkan isyan sırasında öldürüldü. Justinianos ordusunu güneye gönderince Sasaniler
buna Suriye üzerinden karşılık verdi ve Bizans barış yapmaya razı oldu. 575'te
Ermenistan'ı işgal eden Sasaniler, Bizans'ın doğu kısmını kendi topraklarına kat
mak üzereyken şansları değişti. 576'da barış yapılsa da 578'de savaş yeniden patlak
verdi. Ermenistan isyanının sona ermesi üzerine af ilan eden Hüsrev 5 79'da öldü.
Hüsrev yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da kudretli ve adil bir hükümdar
olarak efsaneleşti. "Hüsrev" ismi Arapçada kisra halini alarak kral anlamında kul
lanıldı. Onun kırk sekiz yıllık saltanatı sırasında merkezi iktidar yeniden kuruldu.
Gerek soyluların gerek Mazdak adına toplumun yapısına karşı çıkanların gücü
100
SASANILER
kırıldı. Hüsrev'in katı bir Zerdüştçülük uyguladığı kabul edilir. Bunun içinde; ra
hiplerin, muhariplerin, katiplerin, zanaatkarlarla çiftçilerin oluşturduğu kast ben
zeri sabit bir sistem de vardır. Ancak bu hükümdarın aynı zamanda dini hoşgö
rüye sahip olduğu bilinmektedir. Kendisinden sonra efsane statüsüne erişen diğer
hükümdarlar gibi pek çok bina, kale, köprü ve yol yaptırdığına inanılır. Nitekim
Hüsrev büyük bir merkeziyetçi ve yapıcı bir askeri liderdi. Altyapı ve planlama için
harcadığı muazzam devlet kaynakları sayesinde Mezopotamya'da tarımsal üretim
ve nüfus artmıştı. Ayrıca İran'ın yararına olup Bizanslı hasımlarını kızdıran ticaret
politikalarının önemini kavrayıp desteklemişti.
Bir diğer önemli husus Hüsrev'in eğitimi teşvik etmesiydi. Justinianos 529'da
Atina 'daki akademiyi kapadığında, buradaki alimler ve filozoflar Hindistan' dakilerle
birlikte Sasani İranı'na davet edildi. Hüsrev'in kurduğu Gundişapur/Cündişapur
ünlü bir eğitim merkezi oldu. Burada tıp ve diğer bilim dallarında yazılan metinler
de tercüme ediliyordu. Bu merkez Sasani İmparatorluğu dağıldıktan sonra da uzun
süre varlığını devam ettirdi. Hüsrev'in saltanatı Zerdüştlük açısından da önemli bir
dönemdi. Gerek sarayda gerek saray dışında üretilen gümüş ve cam eşyalar, değerli
taşlar, kumaşlar ve mimari eserler; bu dönemde ulaşılan serveti ve gücü göz önüne
sererken, Sasani hükümdarlarının sanatı himayesine işaret eder.
Hüsrev'in yerine geçen oğlu iV. Hürmüz'ün (579-590) annesi bir Türk pren
sesiydi. Saltanatı Bizans'la yapılan savaşlarla geçti. Bu sırada doğuda süren Türk
tehdidi, general Behram Çubin'in komutasındaki Sasani ordusunun galibiyetiyle
son buldu. Bu komutan Şehname'de adı geçen kahraman Sasani kişiliklerinden
biridir. Behram Çubin ayrıca Kafkaslar' da Bizanslılara karşı başarılı oldu. Genera
linin artan şöhretinden korkan Hürmüz onu görevden uzaklaştırmaya çalıştı. Bu
nun üzerine Behram Çubin isyan edince diğer Sasani birlikleri ona katıldı. Birleşik
kuvvetler Ktesifon'a yürüyünce, içlerinde dini liderlerin de yer aldığı elitler onları
destekledi. iV. Hürmüz gözlerine mil çekilip öldürüldü ve yerine oğlu il. Hüsrev
(590-62 8 ) tahta çıkarıldı. Yeni hükümdar 5 9 1 'de Behram Çubin'le hesaplaşmaya
kalksa da sonunda Bizans'a sığındı. Arşaklı bir aileden gelen Behram Çubin kendi
ni kral ilan etti. Bizans İmparatoru Mavrikios'un desteğini alan Hüsrev, Bizans ve
Ermeni kuvvetleriyle birlikte onu Azerbaycan'da yendi. Kaçarak Türklere sığınan
Behram Çubin bir yıl sonra öldürüldü.
il. Hüsrev İran'ın tamamı üzerinde ancak 601 yılında hükümranlığını kurabildi.
Hanedanın ona karşı gelen son üyesi, Rey'de kendini kral ilan edip sikke bastıran
amcalarından biriydi. Bunun dışında Hüsrev'in, Arabistan' da kendisine bağlı Lah
mid kabilesiyle de sorunları vardı. Buradaki kralı azledip yerine bir vali atadı. Bu
iinemli olay sonraki yıllarda Arapların birleşerek güçlerini artırmasının ve Sasani
�ücünün zayıflamasının habercisi oldu.
101
İRAN TARİHİ
Hüsrev ile Bizans İmparatoru Mavrikios arasındaki iyi ilişkiler 602'ye kadar de
vam eni; öyle ki bazı Ermeni yazarlar Hüsrev'in Hıristiyanlığı seçtiğini düşünüyor
du. Aslında karısı Hıristiyandı ve kendisi de Hıristiyanların yararına bir politika
yürütüyordu. Ancak Mavrikios'un 602 yılında beş oğluyla birlikte öldürülmesi ve
yerine Phokas'ın geçmesi, Hüsrev'e kendisine yardım eden müttefikinin intikamını
alma fırsatı verdi. 604'te Phokas, kendisini tanımayı reddeden Edessa (Urfa ) üzeri
ne ordusunu yollayınca, Sasaniler şehri başarıyla savunup Bizanslıları yendi. Bunun
ardından Bizans'ta çıkan karışıklıktan yararlanan il. Hüsrev Ermenistan, Mezopo
tamya ve Suriye'yi fethetti. Bizans'ta başıboşluk sürdüğü sırada Sasani orduları
6 1 0'da Fırat'ı geçti. Yeni tahta çıkan imparator Heraklius barış anlaşması yapmaya
çalışsa da Sasani savaş yürüyüşüne devam ederek bütün cephelerde zafer kazandı.
Önce Antakya, ardından Şam düştü; Kudüs (ve gerçek haç) 614'te, Anadolu'nun
büyük kısmı 6 1 5 'te, Mısır 6 1 9'da alındı. Aslında Ahameniş İmparatorluğu batı
da yeniden kurulmuş gibiydi. Hayati öneme sahip bir tahıl deposu durumundaki
Mısır'ın ve diğer toprakların kaybına rağmen Bizans donanması hala denizlerin
hakimiydi. Heraklius 622'de ordusunu yeniden düzenleyip Karadeniz üzerinden
Ermenistan'a sevk ederek Sasanileri yendi. 623'te en tanınmış generalleri Şahrba
raz ve Şahin ordunun başında olmasına rağmen rakibini bir kez daha mağlup et
ti. Sonunda Sasaniler Ermenistan'dan Azerbaycan'a çekilirken, Bizanslılar Taht-ı
Süleyman'daki ateş tapınağını yıktı. 624'te Anadolu üzerindeki Bizans otoritesi
tekrar kurulmuştu. Sasaniler Avarlarla birleşerek Konstantinopolis'i kuşatmalarına
rağmen alamadılar. Heraklius'un orduları 627'de bir kez daha Azerbaycan'a, ar
dından Mezopotamya'ya girerek Sasanileri yendi. Sonunda Ktesifon'a kaçan Hüs
rev ümitsizlik içinde ordusunu tekrar toplamaya çalıştı. Ne var ki bu sırada çıkan
ve oğlu Siroes'in bile katıldığı ayaklanma sonucu hapsedilerek 628 yılının şubat
sonlarında öldürüldü. Babasının yerine tahta çıkan Siroes, il. Kavad (628) adını
aldı. Barış isteyerek Mısır, Filistin, Suriye ve Anadolu gibi yeni fethedilmiş bütün
topraklardan çekildi. Kudüs'te ele geçirilen gerçek haçın kalıntıları da dahil, gani
met karşılığında esirler takas edildi. Heraklius'un kazandığı başarılar karşısında
Sasaniler bir daha toparlanamadı. Sonraki on beş yıl boyunca tam dokuz hüküm
dar tahta çıktı. Bunların arasında iki kraliçe ve hırslı bir general de vardı.
Sadece bir yıl hüküm süren il. Kavad muhtemelen vebadan öldü. Çocuk yaştaki
oğlu III. Ardeşir ( 628-630), il. Hüsrev'in en önemli generali Şahrbaraz tarafından
öldürüldü. Ne var ki kendisi de iki ay sonra aynı akıbete uğradı. Tahta talip olan
bir sonraki ki şi Hüsrev'in yeğeni III. Hiisrev'di (630). Gelgelelim o da daha taç bile
giyemeden öldürüldü. Sonunda ortada hemen tahta çıkabilecek erkek varis kalma
mıştı. Sasani Ailesi'nde hanedanın soyunun devam etmesine büyük önem verildi
ğinden, soylular il. Hüsrev'in kızı Puran'ı ( 630-63 1 ) kraliçe seçtiler. Yaklaşık iki yıl
102
SASANILER
boyunca tahtta oturan Puran'ın yerini önce kız kardeşi, ardından aile üyesi olduğu
varsayılan birkaç kişi aldı. Sonunda il. Hüsrev'in torunu 111. Yezdigirt ( 633-65 1 )
tahta çıkarıldı. Yeni hükümdar Sasanilerin ilk yuvası İstahr'da saklanarak hayatta
kalmayı becerdi.
İslam bayrağı altında toplanan Arap orduları Sasani ordusunu 63 7'de Ktesifon
yakınlarındaki Kadisiye'de ve 642'de Batı Zağroslar'daki Nihavend'de yendiler.
Orta Asya'daki Merv şehrine kaçan III. Yezdigirt, boş yere Çin'den askeri destek
almaya çalışırken 6 5 1 'de öldürüldü ve böylece hanedan sona erdi .
Yezdigirt öldüğünde Sasanilerin eski günlerine dönmesine yönelik beklentiler
sona ermemişti. Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre, oğlu Firuz babasının un
vanını üstlenip, Soğdlarla Eftalitleri günümüzün Bedehşan şehrinde kendi komu
tası altında toplamaya çalıştı. İki kez Çin'den destek istedi. Araplara yenilince Çin
başkenti Çang-an'da ( Şian) bir tapınak yaptırmak için başvurdu. Firuz'un oğlu
da Arapları geri püskürtme çabalarında başarılı olamadı. Buna karşılık Çinlilerin
diplomatik olarak Sasani krallarını tanımaları 8. yüzyıl ortalarına kadar sürdü. Bu
durum Orta Asya'nın doğusunda belli bir Sasani varlığının göstergesidir. Şian'da,
1 3 . yüzyıl sonundan kalma bir mezar taşında, soylu Suren Ailesi'ne mensup bir
kadının gömülü olduğu yazılıdır.
Sasanilerin 400 yıl hüküm sürdükten sonra çöküşüyle ilgili başlıca üç neden ileri
sürülür: gerileme ve yozlaşma, ordunun birkaç cephede savaşarak tükenmesi, Zer
düştlüğün hoşgörüsüz ve katı ortodoks tutumumun derin sosyal ve siyasi sonuçlara
yol açması. il. Hüsrev son zengin ve güçlü Sasani kralıydı. Sarayının ihtişamı ve
zenginliği efsane haline gelmişti. Kendisi de sanatı ve mimarlığı destekleyen büyük
bir hamiydi. Tak-ı Bostan' da yer alan rölyefleriyle heykeli, bu eserleri üreten zengin
kültürü yansıtır. Bu zengin kültür yağmaların, ticaretin, vergilerin sağladığı refahın
ürünü; Hüsrev'in politikalarıyla reformlarının meyvesiydi. Gerek onun şahsi komu
tanlık ve liderlik rolü, gerek soyluların oynadığı rol, çöküş teorisini çürütmektedir.
Aynı şekilde meşruiyet-hükümdarlık ilişkisinde de bir sorun gözükmemektedir.
Ordunun birkaç cephede savaşıp tükenmesi, Sasanilerin çöküşünü kısmen açık
layabilir. Şartlar Heraklius'un lehine dönene kadar Sasani ordusu, imparatorluk
boyutunda bir savaşı sürdürebilecek kaynaklara, komutanlığa ve taktiklere sahip
ti. Sasaniler kendi topraklarıyla Bizans arasındaki geleneksel sınırlarda güvenliği
sağlayan savunmacı taktiklerden vazgeçerek kendi momentumuna sahip bir ya
yılma stratejisini tercih etmişlerdi. Hüsrev müzakere ve diplomasi yolunu terk et
meyi yeğlemiş, böylece Clausewitz'in' ilkeleri ihlal edilmişti. Sasaniler başlangıçta
Bizans'ın iç karışıklıklarından yararlansa da, birbiri ardına gelen zaferler sonucu
1 ()3
iRAN TARİHİ
1 04
SASANİLER
105
İRAN TARİHİ
Sasani rölyefleri de, stilistik olanlar dahil önemli farklar içermesine rağmen,
Ahamenişlerin, hatta bazı örneklerde Asurluların yaptığı rölyefleri andırır. Bunla
rın birçoğunda Ahura Mazda, hükümdara kurdeleyle süslenmiş bir taç sunar. Bazı
larında Mithra ve Anahita da yer alır. Arap Philip gibi alt edilen liderler teslimiyet
içinde diz çökmüştür. Sasani hükümdarı, at üstünde mızrakla dövüş veya savaş
sahnelerinde bütün gücü ve askeri ihtişamıyla tasvir edilir. Şapur'un inşa ettirdiği
Bişapur şehrinde dar ve panoramik rölyefler vardır. Heroik boyda· yapılan ve taç
giyme töreni, hükümdara itaat, mızraklı dövüş gibi tek bir olayı anlatan sahnelerin
aksine, bu rölyefler genelde savaşla ilgili, sürmekte olan bir olayı anlatır. Bu diora
ma sahneleri, uyruk halkların krala temsili hediyeler sunduğu tasvirlerin yer aldığı
Ahameniş rölyeflerini hatırlatır.
Bütün Sasani yerleşimlerinin değilse de rölyeflerinin en dikkat çekici olanı,
Bisitun'dan 30 kilometre kadar uzakta, Kuh-i Parau (Parau Dağı ) eteğindeki Tak-ı
Bostan'da yer alır. Bu yerleşimin içinde firdevs denen büyük bir avlak, çok büyük
bir pınar ve havuz, çeşitli yapay mağaralar ve farklı yüzyıllardan kalma rölyefler
yer alır. 4. yüzyıl rölyefleri arasında il. Şapur ( 309-379), il. Ardeşir ( 3 79-3 8 3 ) ve ili.
Şapur'a (383-3 8 8 ) ait olanlar vardır. il. Hüsrev'in saltanatına (590-628 ) denk düşen
6. yüzyıl sonu ve 7. yüzyıl başına ait rölyefler de bulunmaktadır. Bunların arasında
en ilginci, Ahura Mazda'nın uzattığı hükümdarlık tacını giyen il. Ardeşir'in tasvir
edildiği sahnedir. Ters çevrilmiş bir nilüferin üstünde duran Mithra, geç Ahame
niş rölyeflerinde görülen kutsal barsama yapraklarını tutmaktadır. Bu sahne bariz
biçimde eşzamanlı hükümdarı ve onun dinle ilişkisini gösterir. Son olarak, kral ve
tanrı yere düşmüş ve muhtemelen Romalı olan düşmanın üstüne ayaklarını koymuş
durumda tasvir edilir. En olağanüstü rölyefler Tak-ı Bostan'ın en büyük yapay ma
ğarasında bulunmaktadır. Mağaranın girişi kemerli olup iki yanında yarıya kadar
yükselen levhalar hayat ağacı deseniyle süslüdür. Desenlerin üstünde yer alan iki za
fer meleğinin uzattığı tacın kurdeleleri ayakların dibine kadar uzanmıştır. Bu tablo
bariz biçimde taç giyme törenini anlatır. Mağaranın üstünde ve dibinde il. Hüsrev'in
taç giyme rölyefi yer alır. Bu sahne yaklaşık iki yüzyıl önce yapılan il. Ardeşir'in taç
giyme rölyefinin hemen yanındadır. Hüsrev, Ahura Mazda'nın verdiği tacı almak
için kolunu uzatmıştır; arkada duran Anahita bir başka taç sunmaktadır. Mağara
nın iki yanındaki büyük rölyef levhalarında yabandomuzu avı ve geyik avı tasvir
edilmiştir. Bir bahçenin içinde yapılan iki avda da krala maiyeti eşlik etmektedir.
Bunların arasında yaylı çalgılar çalan kadınlar vardır. Domuz sahnesinde yer alan
kadınlar bir bataklığın ortasındaki teknede oturmaktadır. Hükümdarın avcılık için
gereken bütün donanımları bu sahnelerde yer alır. Her iki rölyefteki ayrıntılar çok
1 06
SASANlLER
güzel biçimde işlenmiştir. Ancak geyik avı sahnesinin yontulması yarım kalmıştır.
Burada sadece taç giyme ve av sahnelerinin yan yana bulunması değil, hükümda
rın kahraman bir savaşçı olarak tasviri de olağanüstüdür. Gerçek insan boyundan
büyük olan ve adeta tam kabartma biçimindeki bu rölyef mağaranın dibinde, taç
giyme rölyefinin altında bulunmaktadır. Hükümdar tepeden tırnağa zırha bürün
müş ve atına biıuniş vaziyettedir. Miğferdeki aralıktan sadece şehinşahın gözlerinin
parılnsı görülür. Bu durum krallığın verdiği gücün ve otoritenin gizemini daha da
arttırır. Yapay mağaradaki bu iki rölyef hükümdarlığı temsil etmesinin dışında; dö
nemin kostüm, kumaş ve süslerini belgelemesi, saray hayatını ve onu desteklemek
için gereken ritüel gibi şeyleri anlamamızı sağlaması bakımından çok önemlidir.
Kralın av sahneleri ayrıca gümüş kaplar ve tabaklarda tasvir edilmiştir. Bunun
dışında gümüş eşyalar ve duvar resimlerinde sarayda verilen ziyafetlerle ilgili tas
virler vardır. Afganistan'da Taliban'ın imha ettiği Bamiyan mağaralarında da, Sa
sanilerin ittifak anlaşmasını kutlamak için düzenlediği ziyafetle ilgili bir resim olma
ihtimali vardı. İran'ın muhtelif yerlerinde, batıda, özellikle Orta Asya ve Çin'de
bulunan gümüş, kumaş, cam, alçıdan yapılmış süs ve çanak gibi taşınabilir Sasani
kültür ürünlerinin bolluğu, bunların ekonomik ve ticari meta olarak önemini gös
terir. Bu nesneler gerek üretim gerek kullanım bakımından toplumsal hiyerarşi ve
örgütlenme konusunda fikir verir. Rölyef, heykel, resim süsleme ve siyasi amaçlarla
107
IRAN TARİHI
yapılırken; gümüş, kumaş, cam, sikkeler, mühürler, değerli taşlar, seramik ve ku
yumculuk kullanım ya da alışveriş amaçlıydı. Nesnelerin kendilerine ve kazılar
da nasıl bulunduklarına bakarak, bazılarının soylular veya kraliyet ailesi dışında
kişiler tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kültür ve sanatın himayesi sadece
kraliyete özgü değildi. Ktesifon, Bişapur, Firuzabad gibi şehirler ve saray yerleşim
leri ile önemli dini yerleşimler varlıklarını kraliyet vakıflarına borçluydular; ancak
soylular kendi yaptırdıkları binalarda bunları taklit ediyordu. Kartir'in sahip ol
duğu büyük güç, iktidara getirdiği birkaç Behram'ın rölyefleri üzerindeki kendi
kabartmalarında ve Nakş-ı Rüstem' deki kendi yazıtında görülür.
Ahameniş sanatı gibi Sasani sanat ve mimarisi de bir bakışta tanınabilir; ancak
kökleri uzak geçmişteki Ahamenişlerden ziyade yakın geçmişteki Partlarda yatar.
Ahameniş ve Part sanatıyla mimarisinde görüldüğü gibi, karma bir yapısı olan Sa
sani kültürel üretimi, imparatorluğun ve çok kültürlü halkının özelliklerini yansıtır.
Bölgesel farklılıklar ve imparatorluğun genişlemesiyle yeni gelen usta ve işçilerin
taşıdığı dış etkiler mevcuttur. Köprüler, barajlar ve elbette mozaikler Roma işçiliği
nin göstergesidir. Orta Asya'daki resimlerse Budist etkilerini yansıtır. Sasani sanatı,
heykelcil iği ve mimarisinde Partların alçı, beşik tonoz, kubbe gibi uygulamalarının
örnek alınmasının yanı sıra heykel ve rölyeflerde insanlar frontal duruşta •· tasvir
• M ısır resimlerinde olduğu gibi başın profilden, vücudun önden görünmesi. (çev. )
1 08
SASANİLER
1 09
5
110
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
5.1 lsfahan'ın doğu yakasından akan Zayende Nehri üzerindeki Şehristan Köprüsü. Sasaniler
zamanından kalma ayaklar üzerinde yükselen köprü Selçuklular döneminde yenilenmiş.
(fotoğraf: Gene R. Garthwaite/
111
IRAN TARIHI
zamanla çarpıtılmış olsa da Tanrı'nın vahiy yoluyla indirdiği kutsal kitapları kabul
eden tektanrıcı halklardı.
Bundan dolayı Ehl-i Kitap'a şiddet uygulanmasına veya din değiştirmeye zor
lamaya gerek görülmedi. Ancak birtakım sosyal kısıtlamalara maruz kalıp kelle
vergisi ödediler. Sasani İmparatorluğu'nda yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler de Ehl-i
Kitap olarak kabul edildi. Buna karşılık Zerdüştlük bir tür muamma arz ediyordu,
zira İslam bu dini düalist olarak görüyordu. Fakat bir yandan da Zerdüşt İranlılar,
yeni fatihler karşısında ezici bir çoğunluğa sahipti. Sonuçta bizzat Peygamber'e
atfedilen bir gelenekle Zerdüştler Ehl-i Kitap olarak kabul edildi. Üstelik yeni Arap
hükümeti, Sasanilerin yürürlükte olan idari ve hukuki uygulamalarını benimsedi.
Araplar başlangıçta pragmatik, hatta çıkarlarına uygun davranıp yeni fethettikleri
toprakları ve çeşitli etnik gruplara mensup nüfusu özümseyerek halkı din temeline
göre sınıflandırdılar. Buna karşılık Ortadoğu halkları da kendilerini Araplara ve
İslamiyete uyarladılar. Müslümanlığa geçiş uzun bir zaman diliminde gerçekleşti,
ancak eski Bizans eyaletlerinde bu süreç belki daha hızlı işlemişti. Bu topraklarda
Arap yerleşimlerinin daha fazla olması nedeniyle kültürel etkileşim daha hızlı ger
çekleşmişti. Ayrıca Arapça gibi aynı Sami dil ailesine mensup olan Kıptice ve Sür
yanice konuşan bu halklar sonunda Arapça konuşur hale geldi. Buna karşılık, İran
topraklarına yerleşen çok sayıda Arap olmasına rağmen İranlılar, Hint-Avrupa dil
ailesine mensup dillerini korudular. Gelgelelim yazıda Arap harflerini benimsediler.
Bu durum muhtemelen eski Sasani yöneticileriyle hukuk alimlerinin, konumlarını
korumak amacıyla Arapçayı kullanmalarının sonucuydu.
Arap dili başlangıçta reddedilmesine rağmen, İranlılar çok uzun bir süreçte bu
dile ait kelime dağarcığının büyük bir kısmını kendi dillerine kattılar. Giderek Müs
lümanlığa döndüklerindeyse yeni dinlerinin dilini kullanır hale geldiler. Küçük bir
Zerdüşt nüfus günümüz İran'ında, daha büyük bir kısmını oluşturan Parsiler ise
Hindistan' da varlığını sürdürmektedir. Yeniden yapılandırılması son derece zor bir
konu olan din değiştirme sürecini belgelemek ve tarihlendirmek kolay değildir. Bu
iş muhtemelen önce şehir merkezlerindeki elitler arasında gerçekleşmişti. Hangi
dinden olursa olsun Müslümanlığa geçişin hem ekonomik olarak, hem de statü
bakımından avantajları vardı.
Bu genel değerlendirmeler, İranlıların geç Sasani döneminde Zerdüştlüğe bağlı
kalmalarını ve bu dinin halk üzerindeki hakimiyetini yine de tam aydınlatamamak
tadır. Tarihçilerin ortak kanısına göre, katı ve resmi Zerdüştlüğün, sıkı bağlantı
içinde olduğu Sasani İmparatorluğu'nun çöküşünden kurtulması mümkün değildi.
Bu sonuca varılmasında, 1. Ardeşir'den alıntı yapan Arap tarihçi Mesudi'nin payı
vardır: " Din ve krallık iki kardeş gibidir, birbirini dışlayamaz. Din krallığın teme
lidir, krallıksa dini korur. Temelden yoksun olan şey yıkılmaya, koruyucudan yok-
1 12
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TORKLER VE MOCOLLAR
sun olan şey kaybolmaya mahkumdur. " 1 İslamın siyaset anlayışında krallık aforoz
edilmesine rağmen, dinle krallık arasındaki bu yakın ilişki fikri, ortaçağdaki İslami
siyaset teorisi içinde yerini bulmuştu.
Bir ihtimale göre, Zerdüştlük büyük ölçüde yönetici elitin, şehirlerde veya ida
ri ve dini liderlerle bağlantılı yerleşimlerde, kutsal yerlerde yaşayanların diniydi.
Bu durumda İranlıların çoğu için fazla cazibesi yoktu. Belki rahiplerin, askerlerin,
katiplerin ve köylülerin kurduğu, Zerdüştlükle özdeşleşmiş kast benzeri katı siste
mi reddeden halk sonuçta Zerdüştlüğün kendisini reddetmişti; bunları bilemiyoruz.
Bunun dışında, halkın çoğunluğunun Zerdüştlükten, şamanizmden veya belli bir
bölgeye mahsus diğer dini geleneklerden beslenen yerel dinlere ibadet ettiği de var
sayılabilir. Ancak bunu da belgelemek mümkün değildir. 1 1 . yüzyılda bile İran hal
kının büyük bir kısmı henüz Müslümanlaşmamıştı. Büyük çeşitlilik gösteren hetero
doks dinler, İran'ın uzak kırsal bölgelerine 20. yüzyılda bile damgasını vurmuştu.
Erken İslamiyet tarihi genel olarak şu dönemlere ayrılır: Cahiliye, y a ni Hazreti
Muhammed'in doğumundan önceki çağ; 570-632, Peygamberin hayatı ve Tanrı'nın
son vahiy olarak ona Kuran'ı indirmesi; 632-6 6 1 , Raşidin veya Dört Halife Devri;
6 6 1 -750, başkenti Şam olan Emevi Halifeliği; 750- 1258, başkenti Bağdat olan Ab
basi Halifeliği. İlk Arap istilaları ikinci halife Ömer'in zamanında ( 634-644) baş
ladı. Bu dönemde ordular büyük idari şehirlerin yanındaki ordugahlarda konaklı
yordu. Sasaniler döneminde olduğu gibi Irak'tan yönetilen ve iki eyalete bölünen
İran'a " lrak-ı Acem" (lrak'ın dışında) deniyordu. İran yerli idarecilere, geleneksel
Sasani bürokratlarına veya dihkana sırtını dayamış Arap valiler tarafından yöne
tiliyordu. Bu idare şekli yeni hükümet ve ordusuna, özellikle vergiler konusunda
ciddi bir devamlılık sağlıyordu. Müslüman-Arap yönetiminin ilk yüzyılında İran
her şeyden önce geleneksel idareciliğin sürdüğü, halkın Zerdüşt, Hıristiyan ve Ya
hudi olmaya devam ettiği bir ülke görünümündeydi. Tarıma, göçebe hayvancılığa
ve ticarete dayalı mevcut ekonominin ' yanı sıra grupların, halkların ve bölgenin
özerkliği devam ediyordu.
İslamiyetin ilk yüz elli yılında hükümetle ordu Müslüman Arapların elinde olup,
bu grubun içindeki gerilim ve ihtilafları yansıtıyordu. Oldukça erken çıkan bu ge
rilimler daha sonra dini bir çatışmaya büründü. İlk önemli ayrılık, üçüncü halife
Osman'ın ( 644-656) ölümü ve yerine dördüncü halife olarak Ali'nin ( 656-66 1 ) geç
mesi üzerine yaşandı. Şiiler (Ali'nin yandaşları anlamına gelir) hilafet makamına
Ali'nin ve ardından oğullarıyla torunlarının gelmesini savunmakla beraber onun so
yundan gelenlere bağlıydılar. Şiilik 1 6. yüzyıldan sonraki İran'la özdeş görülmesine
rağmen daha önce çoğunlukla Araplar tarafından benimsenmişti ve Sünniliğe karşı
bir azınlık durumundaydı. 8. yüzyıl ortasında Horasan'da ortaya çıkan Ali yanlısı
isyancı hareket 750'de Emevi Halifeliği'ni yıkarak Abbasi Devleti'ni kurdu.
113
IRAN TARiHl
Abbasiler çoğunluğu Arap, bir kısmı İranlı Müslüman olan Şii destekçilerini
kısa sürede reddederek Sünni mezhebini benimsediler. Belli ailelerin soyundan gel
mek hem Emeviler hem Abbasiler için önem taşıyordu. Abbasiler yeni başkentlerini
yoğun destek buldukları Bağdat'ta kurunca, Sasani geçmişi gündeme geldi. Buraya
çok yakın olan Ktesifon'la birlikte diğer şehirler ve yapılar; daire şeklinde kurulan
yeni şehre, saraylarına ve diğer yapılarına örnek oluşturdu. Sasanilerin bürokratik
geleneği burada hayat bulurken özellikle belli aileler uzun zaman önce sahip olduk
ları yönetici elit rolünü sürdürdü. Bu ruhban sınıfı, zengin bir kültür geleneğini de
beraberinde getirmişti. Abbasi halifeleri bu geleneğe sahip çıkınca Bağdat parıltılı
bir kozmopolitlikle anılır hale geldi. Bir yandan Sasani geçmişinden beslenen en
telektüel bir bilim merkezi olurken, diğer yandan köken ayrımı yapmaksızın araş
tırmaya, öğrenmeye açık bir politika izledi. Araştırılan kaynaklar arasında Hint ve
klasik kültürün örnekleri de vardı.
Abbasi halifesi birçok bakımdan antik Pers geleneğindeki büyük krallar kralı
haline geldi: Peygamber'e dayanan Arap hanedanlık ailesinin soyundan gelme, ince
ayrıntılar içeren saray tören ve ritüeli; genel olarak halktan uzakta bulunma, bü
rokrasiyle, orduyla ve bunların vasıtasıyla bir bütün olarak imparatorlukla yakın
ilişki içinde olma. Buna karşılık İslam inancının sonucu olarak başka önemli deği
şiklikler de vardı. Bu konuda, ideal İslami bağlam içinde ne halifenin otokrat ne de
kendisiyle yönetiminin kanun ve geleneğin kaynağı olduğunu belirtmek yeterlidir.
Halife, Hazreti Muhammed'in halefi olmakla birlikte büyük ölçüde sembolik bir
öneme sahipti; dini ve hukuki rolleri devralmamıştı. Halifenin görevi ümmetini
koruyup savunmak, Tanrı kelamı olan Kuran'a ve hadislere dayalı şeriatın işleyi
şini sağlamaktı. Abbasi döneminde gelişen şeriat ve yorumlanması; İslami ilimler,
ilahiyat ve fıkıh eğitimi almış olan ulemanın elindeydi. Ulema mensupları esasen
ümmetin maneviyatından sorumlu hukuk alimleriydi. " Hak dininin" temelini oluş
turan ulema ve şeriat devletten bağımsızdı. Bununla birlikte dinin korunması ve
şeriatın işlevini yerine getirmesi halifenin sorumluluğundaydı. O şeriatı yorumlama
hakkına sahip olmayıp ona tabiydi. Bunun dışında eğitimle yakından ilişkili olan
ulemanın siyasi bakış açısı genellikle muhafazakardı. Bu bakış halifenin himayesi
ve tavırları sayesinde pekiştirilebilirdi. Kadılar bu grubun mensupları arasından
seçilmesine rağmen, ulemalık bir "kilise" veya bir devlet kurumu değildi.
Bununla birlikte bürokrasi ve ordu, halifenin doğrudan kontrol edip yönlendi
rebildiği iki kurumdu. Halifenin bunlarla ilişkisi, Sasani krallar kralının ilişkisine
hem.erdi. Sonuç olarak Abbasi halifesi pratikte bir otokrattı; iktidarını sembolik
otoritesinden ve askeri kuvvetlerinden alıyordu. Son araştırmalar, Abbasi yöneti
minin bilhassa vezirlik makamının önemi bakımından Sasanilerin birebir kopyası
olmadığını ikna edici biçimde ortaya koymuştur. Bununla birlikte bürokrat aileler,
114
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TORKLER VE MOCOLLAR
115
IRAN TARİHİ
900 yılına kadar Horasan'da tutunurken, Seferi Ailesi Sistan'daki nüfuzunu yarım
asır daha sürdürdü. Kırsal kökenli bir dihkan ailesi olan Tahirilerin aksine, kök
leri şehre dayanan Seferiler zanaatkar sınıfındandı. Seferiler, hem Sünni hem Şiile
re karşı bir hilafet fikrini benimseyen Haricilerle dini uyuşmazlık sonucu iktidara
yükselmişti. Buna karşılık Tahiriler Sasani Hanedanı'nın soyundan geldiklerini, do
layısıyla meşru bir yönetime sahip olduklarını iddia ediyorlardı. Abbasi halifesiyle
ilişkileri muğlaktı; sikkelerini onun adına basıyorlardı. Buna rağmen, kendilerini
İran'ın tarihi geleneğine dayanan bağımsız hükümdarlar olarak görüyorlardı.
İran'ın büyük krallık geleneğine benzer bir uygulama, Horasan'da Seferi
hakimiyetine son veren Samaniler sayesinde yeniden ortaya çıktı. Coğrafi boyut
küçülmüştü ama tarihi, siyasi, kültürel bilinç ve gelenek devam ediyordu. Sama
niler de dihkan ailesi olmakla beraber Belh kökenliydi ve Maveraünnehir valileri
olarak hizmet etmişlerdi. Yeni kuşağın üyelerinden biri 875'te, Asya transit tica
retinin merkezinde bulunan ve Türklerin artan gücüne karşı ileri karakol olarak
önemli bir mevki olan bütün Maveraünnehir'in valiliğine getirildi. Onun oğlu ünlü
İsmail bin Ahmed 893'te Seyhun Nehri'nin öte yakasındaki Karluklara saldırıp
ticaret yollarını ve Maveraünnehir'in refahını emniyete aldı. Halife kölelerinin ço
ğunu bu bölgeden satın alıyor, dolayısıyla buranın dillerde dolaşan zenginliği ve
önemini artırıyordu. Daha sonra Seferileri de yenen İsmail Horasan valiliğine ge
tirildi. Böylece halife adına doğuda Horasan'dan Harezm'e, güneyde Hindistan'a
kadar uzanan çok geniş bir bölgeyi yönetmeye başladı. Bu bölgenin valiliği ona
birçok yerel hanedan ve beylik üzerinde otorite kurma imkanı sağlamıştı. Öyle ki
İsmail artık 1. Hüsrev Anuşirvan ile kıyaslanır olmuştu. Ancak 10. yüzyılın sonla
rına doğru, Samanilerin gücü ve servetinin artması aile içinde bölünmelere yol açtı.
Toprak sahibi soyluların ve içlerinde Samanilerin Türk Memluklarının bulunduğu
ordu ileri gelenlerinin kendi çıkarlarını gözetmesi bu ihtilafı kızıştırdı. Sonunda
bu güçler Horasan'ı ele geçirince, Samani toprakları yüzyılın sonunda Orta Asya
kökenli Türk hanedanları Karahanlılar ve Gazneliler arasında paylaşıldı. Bir diğer
İran hanedanı olan Büveyhiler ise orta ve Batı İran'a egemen oldu. Kendisi de mem
lukların tehdidi altında bulunan Abbasi hilafetinin Samanilerle ilişkisi, bu ailenin
ve Maveraünnehir'in Sünniliğe bağlılığı sayesinde güçlenmişti.
Samaniler, İran tarihinin Sasaniler ile Safeviler arasındaki döneminde çok önem
li bir rol oynadılar. Böylece İran'ın hükümdarlık ve siyasi kültür gibi eski unsurları,
1 6 . yüzyılda İranlı bir hanedan ailesinin elinde yeniden ortaya çıktı. Bu unsurlar,
toplumsal ve siyasi kurumların devamlılığını sağlamakla kalmayıp İran'ın ekseni
nin Orta Asya'ya kaymasını da içeriyordu. Ayrıca Samani saltanatı, yönetimi ve
rolleri İran'ın ve Orta Asya'nın içlerinde Selçuklular, Gazneliler ve İlhanlılar da
bulunan daha sonraki hükümdarları için örnek teşkil etmiş olabilir. En önemlisi,
116
" İ RANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOGOLLAR
Samanilerin istikrarı ve serveti, zengin bir kültür hayatına hamilik etmelerini sağla
mıştı. Hanedan bu himaye sayesinde Orta Asya'daki Türkler ve batıdaki Araplara
karşı İran kimliğinin kesin temelini atarak daha sonraki bütün İran tarihine dam
gasını vurdu.
Samaniler önce Rudeki'ye hamilik yapmıştı. Bu şairin yarım kalan Şehname adlı
eserini, büyük şair Firdevsi (ö. 1 020), Gaznelilerin himayesi altında tamamlayacak
tı. Firdevsi'nin destanı, Yeni Farsça olarak tanınan dilin ilk büyük edebiyat eseri
olup, yazıldığı günden bu yana Fars dilindeki edebiyatın standardını belirlemiştir.
Samaniler bunun dışında tarihçi Belami'ye hamilik etmişti. Bu tarihçi, İranlı olduğu
halde Arapça yazan Taberi'nin tarihini genişletip, bilhassa İslami fetihten sonraki
İran hakkında pek çok yeni bilgi eklemişti. Eserini Yeni Farsça olarak yazan Belami
ayrıca Samani hükümetinde görev yapıyordu.
Şehname Fars diline yaptığı büyük katkının dışında, hükümdarlık konusunda
İran tarihi ve efsanelerini içeren bir taban oluşturmuştu. Tarihle efsanenin bir ara
ya geldiği bu tabanda, biri doğudaki Sistan'dan, Kayvanid adı verilen gelenekten,
diğeri batıdan kaynaklanan iki ayrı İran hükümdarlık geleneği kaçınılmaz şekilde
birbirine karışmıştı. Bu geleneği bünyesine yediren Şehname, İslami değerlerle ça
tışmasına rağmen bütün İran siyasi kültürünü 20. yüzyıla kadar derinden etkiledi.
Belki daha önemlisi İran, Firdevsi'nin Şehnamesi sayesinde metafizik bir kavram
haline gelmişti. Bu eser İranlı olmayan veya Farsça konuşmayanlar için bile İran
tarihi, kültürü ve toplumunun bütün unsurlarını kavramlaştıran kalıcı bir mihenk
taşı olmuştu. Son olarak Şehname geçmişin devamını sağlamıştı. Her ne kadar Fir
devsi efsanevi bir geçmişi yeniden yaratmışsa da, bu geçmiş onun sözlerini okuyan
ya da duyan insanlarda tarihi gerçekliğe dönüşmüştü.
Şehname'nin önemli temalarından biri, İran'la Orta Asya'daki Türk dünyası,
yani Turan arasındaki çatışmadır. Bu temanın bağlamı, dönemin 1 0 . yüzyıl Samani
dünyasıdır. Eser ayrıca Selçuklularla başlayıp varlığını modern çağda da devam
ettiren büyük Türk etkisinin habercisidir. Selçukluların selefi olan Gaznelilerin iki
lideri Samani ordusunda komutanlık yapan memluklardı. Bu komutanlardan biri-
117
İRAN TARlHİ
nin oğlu olan Gazneli Mahmud ( 998-1030), Samanilerin bir nevi halefi olarak ka
bul edilebilir. İran'ın doğusundan Aral Gölü'ne ve güneyde Hindistan'a kadar eski
Samani topraklarının büyük kısmını yönetirken onların idarecilik şeklini uyguladı.
Afganistan'daki merkezinden Hindistan'a düzenlediği sayısız sefer görünüşte İslam
adına olmakla birlikte asıl sebebi altın ve köleydi. Gerek Mahmud gerek oğlu ve
halefi Mesud ( 1 030- 1 04 1 ) kültürü önemli ölçüde himaye etmişti.
Söylenenler doğruysa Mahmud, Firdevsi'nin kendisi için tamamladığı Şehna
m e 'ye kayıtsız kalmıştı. Bir diğer büyük eser olan Beyhaki Tarihi, yine Gaznelile
rin himayesinde Farsça yazılmıştı. Büyük bir kısmı kaybolmasına rağmen bu eser
çok büyük tarihi ve edebi öneme sahiptir. Selçuklular 1 040'ta Mesud'un Gazne
li ordusunu yenerek Horasan'ı ele geçirdiler. Bununla birlikte Gazneliler Doğu
Afganistan'ı ve Kuzey Hindistan'ın bazı bölgelerini uzun yıllar boyunca ellerinde
tutmaya devam ettiler.
Büveyhiler hem Samanilerin hem Gaznelilerin batıdaki rakibiydi. Başka bir de
yişle Büveyhoğulları, kökü Deylem'e dayanan İranlı bir aileydi. Hazar Denizi'nin
güneybatı kıyısındaki bu dağlık bölge kabileler, etnik gruplar ve dinler arasındaki
ihtilaflarla, bölünmelerle doluydu. Bütün Hazar Denizi kıyısında Büveyhiler gibi
birçok hanedan olmasına rağmen onlar gerek İslam gerek İran tarihinin en önemli
ailesiydi. Bu Şii ailenin Zeydiyye mezhebine mi yoksa İsna Aşeriye/On İki İmam
mezhebine mi mensup bulunduğu açık olmamakla birlikte ikinci ihtimal daha kuv
vetlidir. Şii ulemayı himaye eden Büveyhilerin gerilemekte olan Sünni Abbasi hila
fetini yaklaşık 1 1 0 yıl daha ayakta tutması ironik bir durumdur.
Büveyhiler tarih sahnesine, bir başka Deylem hanedanı olan Sünni Ziyarilerin
kurucusu Mardavic'in ordusunda girdiler. 10. yüzyıl ortalarında Büveyhoğulların
dan üç kardeş -Ahmed, Ali ve Hasan- Fars'a, orta ve Batı İran'a hakim oldu.
Ayrıca Ahmed 945'te Bağdat'ın ve halifeliğin denetimini ele geçirdi. Onun oğlu
Adudüddevle 949 ile 983 arasında hanedanın elindeki bütün toprakları (lrak1 Gü
ney İran ve körfezin karşı kıyısındaki Umman) kendi iktidarı altında topladı. Onun
dışındaki bütün Büveyhoğulları genelde bölünmüştü. Bu hizipçilik Gaznelilerin or
ta ve Batı İran'da onlara karşı akınlar yapmasına neden oluyordu.
Büveyhilerin doğrudan İran'ın İslamiyet öncesindeki büyük geçmişine bakması,
bu ülkenin tarihi açısından önemlidir. Ali'nin oğlu Ruknüddevle, bastırdığı madal
yonun üstüne Pehlevi dilinde, " Şehinşahın ihtişamı büyüsün" ibaresini yazdırmıştı .
Kuzeni Adudüddevle, aynı ibareyi kendi sikkelerinde kullandı. Bunun dışında, Bü
veyhilerle Sasanilcri bağdaştıran bir soyağacı çıkarıldı. Sasani ruhunun yeniden can
lanması, daha önce Büveyhilerin efendisi konumundaki Mardavic vasıtasıyla Ziya
rilerde görülmüştü. Tahtta otururken tasvir edilen hükümdar, başına da Sasani tarzı
bir taç takmıştı. Ayrıca İranlıların Nevruz bayramını kutlamıştı ki, bunu daha sonra
118
" IRANLI OLMAYANLAR " : İRAN 'DA ARAPLAR, TüRKLER VE MOGOLLAR
Büveyhiler de yapacaktı. Şii olarak ortaya çıkıp kendilerini bir nevi Sasanilerin hale
fi gibi gören Büveyhiler, buna rağmen Sünni Abbasi Halifeliği'nin yerine geçmek için
çaba harcamadılar; hatta hilafeti Mısırlı Şii İsmailiyye mezhebine mensup Fatımilere
karşı savundular. Buna karşılık Sünni kozunu oynayan Selçuklular 1 055'te Büvey
hoğullarını yenerek halifeyi Şii egemenliğinden kurtardıklarını iddia ettiler.
Selçuklular İran ve hatta Ortadoğu tarihinde yeni bir dönemi başlattılar. Her
ne kadar Türkler Orta Asya'da Sasanilerle karşılaşıp Abbasilerin ve Samaniler gibi
yerel hanedanların ordularında hizmet etse de; Selçukluların gelişi, Türklerin aile
leri ve sürüleriyle beraber İran üzerinden bütün Ortadoğu'ya göçünün göstergesiy
di. Sayıları sonraki yüzyıllar boyunca katlanarak artacaktı. Bu noktadan itibaren
Türkler, Araplar ve İranlılardan sonra Ortadoğu'daki en büyük linguistik!etnik
grubu oluşturdular. 1 071 'de Malazgirt'te Bizanslılara karşı kazandıkları zaferden
sonra Anadolu tamamen Türklerin eline geçti. Ancak bu savaş aynı zamanda Haç
lı Seferleri'ni başlatıp Bizans'ın iyice zayıflamasına neden olacaktı. Selçukluların
gelişi Sünni İslam ve hilafetin lehine oldu, zira bu hanedan kendi siyasi, askeri ve
kültürel himayesiyle Sünni Müslümanlığa ve çok önemli kurumların gelişmesine
hayat vermişti. İsmailiyye/Yedi İmam Şiiliğinin Abbasilere karşı hakimiyet kurma
olasılığı da Selçuklular tarafından bozulmuştu. Buna karşılık yine Samani modelini
örnek alarak Fars dilini himaye edip yönetimde kullanmaları sonucu İran kültü
rünün Anadolu'ya, Hindistan'a ve Orta Asya'ya yayılması ironik bir durumdu.
Sonuç olarak Selçuklu siyasi kültürü sadece İran siyasi kültürünü güçlendirmekle
kalmayıp ona yeni unsurlar kattı. Türklerin İran tarihinde oynadığı baskın rol gü
nümüzde bile devam etmektedir.
Türk tarihine çok sayıda aile, aşiret ve coğrafi isim damgasını vurmuş olup bunlar
bozkıra özgü siyasi kültür nedeniyle karmaşık bir haldedir. Kaynakların son derece
az olduğu Sasani döneminde, Orta Asya halklarını, özellikle Türkleri saptama konu
sundaki belirsizlik iyice artar. Maveraünnehir'in doğu sınırını oluşturan Amuderya
veya Ceyhun Nehri, aynı zamanda Sasani İmparatorluğu'yla Abbasi Halifeliği'nin
de sınırıydı. Kurucusundan dolayı Oğuz adı verilen göçebe bir konfederasyona men
sup Selçuklular 10. yüzyıl ortasında bu bölgede Müslümanlığı seçerek batıya doğru
ilerlediler. Şamanlığı ve Orta Asya'nın yaygın kültürünü benimsemişlerdi. Her yıla
farklı bir hayvan isminin verildiği on ilci yıllık bir döngüye dayalı takvimleri de
bunun bir parçasıydı. Muhtemelen Müslümanlığı seçmelerini Orta Asya ve diğer
bölgelerde bu dini yaymada önemli görev üstlenen dervişler sağlamıştı. Orduda
ki askerler ile sınır boylarında ve ticaret yolları üstündeki tüccarlar arasında çok
sayıda derviş vardı. Genellikle her birinin kendi şeyhi, üyelik töreni ve ritüeli olan
tarilcatlar içinde yer alıyorlardı. Dervişlerin yerli dini usullerle fikirleri kullanmaları,
onları fıkha daha bağlı olan şehirli ulemanın gözünde şüpheli kılıyordu.
119
İRAN TARİHİ
5.2 Olcaytu'nun Şiiliği seçmesinin anısına Temmuz 1 3 1 0'da yapılan sıüko mihrap.
/fotoğraf: Gene R. Garthwaite)
Bozkır siyasi kültürü, İran'ın siyasi kültürüyle Ahamenişlerden bile önce karşı
lıklı etkileşim içindeydi. Bu iki kültür şehir, tarım, göçebe hayvancılık ve ticaret gibi
temel unsurları paylaşıyordu. Bunun dışında avcılık, savaşçılık gibi unsurları ba
rındıran toplumsal ve siyasi örgütlenme biçimleri de ortaktı. Orta Asya tarihçileri
Selçuklularla ardından gelen Türk hükümdarların patrimonyal niteliğini vurgular
lar. Buna göre, babanın ölümü ardından hükümranlık ve topraklar aile üyeleri ara
sında paylaştırılır. Patrimonyal tavır ve idarecilik Büveyhilerle Samanilerde, hatta
Ahamenişlerde bile görülür. Bunların farkı türden ziyade dereceyle ilgilidir.
Selçuklular önce Samanilerin, ardından Karahanlıların ve son olarak onların
halefi Gaznelilerin ordularında paralı askerlik yaparak batıya doğru ilerlediler ( Ka
rahanlılar Samanilere rakip olup ardından Maveraünnehir'de onların yerini alan
Türk hanedanıdır) . Gazneli Mahmud'un 1 030'da ölümünün ardından Selçuklular
iki kardeş Tuğrul Bey ve Çağrı Bey komutasında Horasan ve Nişabur'u ele geçir-
1 20
" IRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCiOLLAR
dikten sonra 1 040'ta Gaznelileri kesin olarak yendiler. Selçukluların askeri başa
rıları Büveyhilere karşı da sürdü. 1 055'te Tuğrul zafer kazanan Sünni komutan
olarak Bağdat'a girip şehri ve hilafeti Büveyhoğullarının hegemonyasından kurtar
dı. Halife ona önce "sultan" unvanını, 1 058'deyse eski Mezopotamya unvanlarını
çağrıştıran " doğunun ve batının kralı" payesini verdi. İslamiyette teorik olarak
dinle devlet işleri arasında ayrım olmamasına, hilafetin ruhani ve dünyevi rolleri
arasında fark gözetilmemesine karşın, pratikte sultan askeri ve idari liderliği üstle
nerek dünyevi rolü benimsiyordu. Aslında sultan unvanı, iktidarı askeri güçle ele
geçiren hükümdarları meşrulaştırmak için kullanılıyordu. Moğollar 1258'de son
halifeyi öldürüp hilafete son verince, bu unvan iktidarı fiilen elinde tutanlar tara
fından kullanılmaya başladı.
Çağrı Bey 1060'ta ölene kadar Tuğrul Bey'le ortak hükümdarlık yaptı. Bu durum
veraset ve hükümdarlık-toprak ilişkisi gibi sorunları gündeme getirdi. Tuğrul Bey
de üç yıl sonra ölünce saltanat Çağrı'run en büyük oğlu Alp Arslan'a geçti (Tuğrul
Bey'in oğlu yoktu). Alp Arslan'ın taht iddiası kıdeme dayanmakla birlikte kendisi ay
nı zamanda Horasan'daki en güçlü siyasi tabana sahipti. 1 072'de öldüğü zaman ye
rini oğlu Melikşah aldı ( 1 072-1092). Selçuklu İmparatorluğu 12. yüzyıl başında, aile
üyeleri arasında coğrafi temele dayalı olarak bölüşülmüşrü. Genellikle babadan oğla
geçen hanedan yönetimi ve veraset antikçağdan kalma bir kavram iken; tarihçiler,
kökeni Orta Asya bozkırlarına dayanan patrimonyal sistemin, yani baba mirasının
oğulları arasında paylaşılmasının başlangıcı olarak Selçukluları gösterir. Hükümdar
lık, aile mirası olarak kendi içinde bölünüyor, en güçlü ve en uygun aile üyesi, en
üsrün hükümdar seçiliyordu. İran tarihinde bu uygulamanın da örnekleri vardı.
Aşiret geçmişinden uzaklaşamayan Selçuklular karmaşık bir imparatorluğu yö
netme geleneğinden yoksundu . Türk Selçukluların, İlhanlıların ( İran'da Moğolla
rın halefi olan hanedan), Timurluların ve diğerlerinin kurduğu devletler, İran tarihi
açısından hayati önem taşır; zira onlar da Araplar gibi Pers bürokratik geleneğine
dayanmış ve İran kültürünün taşıyıcısı olmuştur. İran hükümdarlık geleneğindeki
diğer örnekler gibi, hükümdar zayıf ve istikrarsız hükümetleri önlemek için ikti
darın dayanağını kendinden, ailesinden ve aşiretinden alıp ordu ve bürokrasi ku
rumuna devretmek zorundaydı. Üstelik bunu, aile ve aşiret kimliğine sadakat çok
yüksek düzeyde olmasına rağmen yapmak durumundaydı. Bu merkezi kurumlar
dan özellikle ordunun bizzat hükümdara veya otoritesini temsil yetkisi verdiği aile
üyelerine doğrudan bağlı olması gerekliydi. Hükümdarın ölümü üzerine kardeşler
arasında öldürmeye varan çekişmeler adet haline gelmişti. Bu sebeple güçlü bir
hükümdarın yokluğunda, bölgesel özerklik ve devletler güçlendi.
Alp Arslan'ın 1 07 1 'de Malazgirt'te İmparator Romanos Diogenes'i esir edip or
dusunu yenmesi, Anadolu'yu Türk aşiretlerin yerleşimine açıp İslamiyetin Bizans
121
IRAN TARIHI
1 22
" IRANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
cak otoritesini uygulamak için iktidara sahip olması gerekirdi ki, bunu da komuta
ettiği askeri destek sayesinde buluyordu. Hükümdarın kişisel nitelikleriyle askeri
yetenek ve becerilerinin siyasi dirayetle bir araya gelmesi, iktidarı ele geçirip sür
dürmenin çıkış noktasıydı.
Melikşah babası Alp Arslan'ın tahtına oturabilmek için önce Kirman valisi olan
amcasını yenmek zorunda kaldı. Akrabalar arası kanlı çatışmalar Alp Arslan'ın
aşirete dayalı ordusuyla yaşadığı sorunla birleşince, merkezileşme ve askeri reform
çabaları hızlandı. Aşiretlerden zorla orduya çağrılan askerler genellikle liderlerine
kişisel ve aşiret bağıyla duydukları sadakat ve ganimet elde etme olasılığı sayesinde
savaşıyordu. Bu iki motivasyon kaynağı hareket özgürlüğüne veya yağma yapma
fırsatı verilmesine bağlıydı. Aşiretlerden zorla toplanan askerlerden düzenli ordu
ya, yağmacılıktan devlet yönetimine dönüşüm, " ikta " adı verilen ve devlete hizmet
karşılığı toprağın kullanım hakkını sağlayan sistemle gerçekleştirildi. Bu sistem çok
eskiden beri Selçuklulara atfedilmesine rağmen çeşitli türevleri onlardan önce uy
gulanıyordu.
İktanın çeşitli biçimleri olmakla birlikte bunlardan iki tanesi yaygındı. Komu
tanlık yapan bir aşiret liderine veya önemli bir bürokratik görevde bulunan birine
verdiği hizmet karşılığında maaş yerine bir arazi veya geliri bağışlanıyordu. Bu
sistemin diğer türevleri bireylere ve Selçuklu Hanedanı'nın üyelerine dağıtılıyordu.
Hükümdarın ikta sahibine karşı bir sorumluluğu yoktu. Sistem bütün otoritenin
hükümdara ait olması kuralına dayanıyordu. Melikşah'ın ölümünün hemen ar
dından zayıf hükümdarlar döneminde, ikta sahipleri toprakları kendi malları gibi
görerek şart koşulan sorumlulukları yerine getirmeyi reddettiler veya çocuklarına
miras bıraktılar. İkta sisteminin işleyebilmesi için devletin güçlü olması şarttı; aksi
takdirde toprak dağıtılan kişiler tarafından devrilme ihtimali yüksekti. İkta sistemi
sık sık ihlal edilmesine rağmen arazi dağıtımı 20. yüzyıl başına dek farklı amaçlarla
ve tuyul veya suyurghal gibi başka adlar altında devam etti.
İkta ayrıca aşiret liderlerine, hükümdara yaklaşma fırsatı veriyordu. Bu da aşi
ret liderliğinin başarısı bakımından önemli bir noktaydı. Arazi bağışının ancak hü
kümdarın keyfine kalması gibi teknik ayrıntılara rağmen, gerek hükümdara gerek
onun iktidarına ve otoritesine ikta vasıtasıyla yakınlaşma, bir nevi karşılıklı bir
ilişki doğurmuştu. Hükümdar birilerinin varlığını kumanda ederek, hatta kimile
rini rehin tutarak iktidarını sergiliyordu; aşiret liderleriyse bu yakınlaşmayı maiye
tindekilere karşı kendi lehine çevirebiliyordu.
Selçuklular ve halefleri, aşiret liderliği bakımından iki önemli sorunla uğraşmak
zorundaydı: Aşiret mensuplarıyla doğrudan temasları da bulunan liderler ve lider
leri her zaman rakip olma potansiyeli taşıyan çok sayıda aşiretin bulunduğu Orta
Asya tabanı. Savaş ve avcılıkta gösterilen başarı, evlilik, atama ve ödüller, ganimet
123
İRAN TARİHİ
124
" İRANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, WRKLER VE MOCOLLAR
125
IRAN TARD-11
hibi oldular. Hem çıkarlarını savunmak hem Müslüman kimliğini korumak zorunda
olan Sencer 1 1 4 1 'de Semerkand yakınlarında çarpıştığı Karahitaylara yenildi.
Harezmşahlar onların elindeki Maveraünnehir'e yaklaşarak 1 3 . yüzyılda ele
geçirdiler. Karahitaylar sonraki Moğol dönemi açısından önemliydi. Onların salta
natı, yönetim ve silahlı çatışmalarda bürokrasiye dayalı Çin modeliyle bozkır pra
tiğinin bileşimiydi. Hakim dil Çince olmakla birlikte idarecilikte Farsça ve Uygurca
da kullanılıyordu. Çin tarzı piyade ve kuşatma taktikleri, süvariler ve atlı okçularla
destekleniyordu. Kitanlar aslında bozkır kökenli bir halktı. Orduda kullanılan on
lu sistem daha sonra Cengiz Han tarafından uygulanacaktı.
Ceyhun Nehri'nin Aral Gölü'ne döküldüğü yerde bulunan Harezm, sulak olduğu
için zengin bir tarım bölgesiydi. Bozkır veya çölle çevrili tecrit edilmiş konumu saye
sinde 9. yüzyıla kadar Müslümanlaşmadan varlığını sürdüren zengin İran kültürüne
ev sahipliği yaptı. Konumu ayrıca bütün Orta Asya çapında, Rusya'nın güneyinde ve
Sibirya'da ticaret yapmak bakımından önemliydi. 1 0 . yüzyılda kurulan bir Harezm
hanedanı olan Memuniler İslam kültürünün büyük hamileri olarak bilhassa büyük
filozof İbni Sina'ya verdikleri destekle öne çıkmışlardı. Harezm'i 101 7'de ele geçiren
Gazneli Mahmud, 1041 'de Selçuklulara bırakmak zorunda kaldı. Melikşah Harezm
eyaletini vali atadığı Türk kölelerinden birine ikta olarak verdi. Bu valilik makamını
ve iktayı miras haline getiren köle ailesi Harezmşahlar olarak tanındı. Aile önce
Karahitaylara tabi olup giderek özerklik kazandı; ardından 1 3 . yüzyıl başlarında
Selçukluları İran' dan çıkarıp Anadolu'ya, Gurluları da Hindistan'a gitmek zorunda
bıraktı. 1220'deki ilk Moğol saldırısı yüzünden bu uçsuz bucaksız imparatorluğun
hakimiyeti kısa sürdü. Ayrıca sondan bir önceki Harezmşah hükümdarı zamanında
dini politikalara düşmanlık ve ordunun sadakatine inançsızlık yaşanmıştı. Hanedan
sona erdiği halde ismi 1 5 . yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Sonunda İran içindeki
bu bölge giderek Türkleşen Orta Asya'nın bir parçası oldu.
Moğolların tarihte benzeri görülmeyen olağanüstü bir başarıyla Asya içlerinden
Avrupa'ya uzanan bir imparatorluk kurmaları, Cengiz Han'ın bozkır siyasi kül
türündeki ustalığına bağlanabilir. Birbiriyle çekişen hanedanlar arasında bölünen
İran, Avrasya'yla birlikte, Moğolların acımasız saldırısının hızına, yıkımın boyutu
na ve uzun vadeli sonuçlarına hazırlıksız yakalanmıştı.
Cengiz Han'ın daha önceki yılları nispeten sakin geçmişti. Onun iktidara yükse
lişini belgeleyen iki paha biçilmez Moğol kaynağı Moğolların Gizli Tarihi ve Altın
Defter adlı eserlerdir. Bunun dışında iki önemli Farsça kaynak Cüveyni'nin Tarih-i
Cihangüşa (Dünya Fethinin Tarihi) ile daha sonra önemli bir Moğol veziri olan Re
şidüddin Fazlullah'ın Cami 'üt-Tevarih adlı tarih kitaplarıdır. Çin harfleriyle Mo
ğolca yazılan Moğolların Gizli Tarihi günümüze ulaşırken, Altın Defter'in sadece
Çince ve dolaylı olarak Farsça kopyaları korunabilmişti. Saray dışına çıkarılama-
1 26
" İ RANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
1 27
IRAN TARIHI
kurultay onu hükümdar ilan etti. Böylece saltanatının ve idaresinin temeli atılmıştı.
Timuçin kırk yaşlarına geldiğinde, doğu bozkırlarındaki bütün Moğol ve Türk ka
bilelerini birleştirmiş ve yarattığı bu askeri kuvvete komutanlık etmeye başlamıştı.
Yine o sıralarda, tarihte tanınacağı ve liderlikle ilgili önemli çağrışımları bulunan
iki unvana sahip olmuştu: " Cengiz" ve "Han " . Bu ikisi, her şeyi kapsayan evrensel
lider anlamına geliyordu.
Cengiz'in sürekli hareket halindeki askeri devleti kendisine bağımlıydı. Kendisi
ne başından beri destek veren aşiret mensupları kendi askeri birliklerini kurarken
diğerleri de yeni birlikler olarak örgütleniyordu. Temel askeri birim, akla hemen
Ahamenişleri getiren 1 0.000 kişilik kendi muhafız birliğiydi. Bu birliğin komutan
ları ayrıca üst düzey idareciler olarak hizmet veriyordu. En önemli mevkilerdeyse
Cengiz Han'ın en yakın ve kendisine en sadık arkadaşları bulunuyordu . Moğol
ordusu onluk temelde önce 1 .000 ardından 1 0.000 askerden, yani bir tümenden
oluşan bir yapıya sahipti. Tarihçiler ordunun büyüklüğü veya tümenlerin tümüyle
kullanılması konusunda hemfikir değildir. Buna rağmen bir vakanüvisin 800.000
askerden oluştuğunu belirttiği bu ordu, gerçek büyüklüğü ne olursa olsun; sayısı ve
becerisi, hareket hızı, manevralardaki çevikliği, taktiklerinin, stratejisinin ve komu
ta kademesinin göz kamaştırıcı başarısı göz önüne alındığında muazzam bir yapıy
dı. Okçular atlarına sabitlenirken süvariler dört ya da beş atla birden ilerliyordu.
Bu örnek, Moğol ordusunun neden o kadar hızlı ve etkili olduğunu gösterir. Ordu
da Çinlilerin ve İranlıların kuşatma yöntemleri bilinçli bir şekilde kullanılıyordu.
Moğol askerlerinin yağmayla motive olması, geçimini topraktan sağlayıp saldırı sı
rasında atlarını bulduğu çayırlarda beslemesine rağmen, Asya ve Avrupa'ya yayılan
orduya lojistik destek sağlamak muazzam bir görevin yerine getirilmesi demekti.
Bu boyuttaki askeri harekatların ve imparatorluğun varlığının sürdürülmesi için
gereken kaynak çokluğu, fethedilen ülkelere ve halklara karşı Moğolların tavrını
anlamamızı sağlar; zira tahrip etmedikleri her şeyi yurtlarına taşıyorlardı. Cen
giz Han bürokrat olarak Uygurlara ve Kitanlara güvenirken halefleri Uygurları
ve İranlıları kullandı. Yeni fethedilen bölgelerde mevcut idari yapı sürdürüldü. Bir
başka deyişle Moğollar profesyonel bürokratlara güveniyordu; profesyonel tecrübe
sadakatle birlikte hayati öneme sahipken, aşiret bağı aynı derecede önemli değildi.
Cengiz Han'ın kuvvetleri önce zenginliğini ve siyasi durumunu yakından bildik
leri Çin'in kuzeyi ve kuzeybatısını vurdular. Çin Hanedanı'nın kuzeydeki başkenti
1 2 1 5 'te düştü. Ardından Cengiz küçük bir kuvveti ayırıp Orta Asya'ya göndererek
Karahitay İmparatorluğu'nu ele geçirdi. Moğollar böylece Harezmşahlarla kar
şı karşıya gelmişti. Aslında batıya ilerleyişleri burada son bulabilirdi. Ne var ki
Cengiz'in hasmını hafife alan davranışı ve Harezmşahların kışkırtmayla karşılık
verişi buna engel oldu. Cengiz barış yapmayı öneren bir mektup göndermişti ama
128
" İRANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
şaha oğlu gibi hitap etmişti. Böylece kendi evrensel hükümdarlığına karşı onu al
tında bir konuma yerleştirmişti. Bunun karşılığında şahın elçilerden birini öldürt
mesi Moğol saldırısını kışkırttı. Moğollar 1 2 1 9'da Maveraünnehir'e saldırdı. Ha
rezmşah ordusu çökünce şah Hazar Denizi'ne kaçtı ve burada öldü. Moğollar bir
sonraki hedef olan Horasan' da bir strateji olarak şiddeti kullandı. Bölge Cengiz'in
dört oğlunun en küçüğü olan Tuluy'un kumandasında yakılıp yıkıldı ve şehirleri
yerle bir edildi. Gelecekte insanlar bu tür bir yıkımdan ancak çarpışmadan teslim
oldukları takdirde kurtulacaktı. 1 223'te Moğolistan'a dönen Cengiz Han dikkatini
bir kez daha Çin'e yöneltti ama 1 227'de öldü. Yaptığı fetihler dört oğluna büyü
meye ve hükmetmeye devam etme imkanı verdi. Cengiz ailesinin soyundan gelmek
hükmetmek için gereken bir ölçüt oldu. Hanedanın hükümdarlığı, askeri ve idari
kurumları, örnek alınması gereken modeller oldu.
Başlangıçta Moğolların İran üzerindeki etkisi Horasan'da ve doğuda hissedi
liyordu. Çeyrek asır sonraysa, bütün İran Cengiz Han'ın torunu ve Tuluy'un oğ
lu olan Hülagü'nün her yeri yakıp yıkarak yaptığı fetihlerden nasibini alacaktı.
Bu ara dönemde Harezmşahlar biraz toparlanmıştı. Kısmen Moğol kontrolünde
olan Kuzey İran, geniş otlakları sebebiyle ikmal noktası olarak kullanılıyordu. Mo
ğollar buradan yaptıkları saldırılar sonucu Anadolu Selçuklularını 1243'te yen
di. Hülagü'nün saldırıları İran'ın statüsünde önemli bir değişime yol açtı. Aslında
onun öyküsü Cengiz'in ölümünün ardından alınan kararlarla başlıyordu .
Cengiz Han ölümünden önce üçüncü oğlu Ögeday'ı ( 1 229- 124 1 ) Büyük Han
olarak halef seçmişti. Moğol İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerini de diğer oğul
ları arasında paylaştırmıştı. Moğol geleneklerine göre en küçük oğlu Tuluy ana
yurt olan Moğolistan'ı alırken, en büyük oğlu Cuci en uzaktaki bölge olan Güney
Rusya'yı aldı. Cuci babasından önce ölünce payı oğlu ve Altın Ordu Devleti'nin
kurucusu Batu'ya geçti. Cengiz'in ikinci oğlu ve Çağatay Hanlığı'nın kurucusu Ça
ğatay ile Ögeday'ın payına Orta Asya düşmüştü. Tuluy (ö. 1233) asla Büyük Han
olamadı ama oğulları Mengü ( 125 1 - 1259) ile Kubilay ( 1 260-1294), Ögeday'ın
oğlu Güyük'ün ( 1 246-124 8 ) ardından bu görevi üstlendi. Güney Çin'i fetheden
Kubilay, Yuan Hanedanı'nı kurup Çin'i kendi hükümdarlığı altında yeniden birleş
tirdi. Tuluy'un üçüncü oğlu Hülagü zamanında Moğollar, kurucusu olduğu İlhanlı
Devleti sayesinde İran'daki en parlak devrini yaşadı.
Hedefi Haşhaşileri ve Abbasileri ortadan kaldırmak olan Hülagü'nün, haneda
nını İran'da hüküm sürmek amacıyla bilinçli olarak kurup kurmadığı bilinmemek
tedir. Haşhaşiler 1256'da büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Batıya doğru yoluna
devam eden Moğol ordusu halifenin teslim olmayı reddetmesi üzerine Bağdat'ı
kuşattı. 1258'de düşen şehirde büyük bir katliam yapılırken halife öldürüldü ve
böylece Abbasi Devleti sona erdi. Hanedandan sağ kalanların Mısır'a kaçtığı tah-
129
IRAN TARiHI
1 30
" İRANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TORKLER VE MOCOLLAR
üzerinde yol açtığı yıkım muhtemelen fetihlerin etkisinden daha büyüktü. Tarım ve
kelle vergilerinin bütün yükünü köylülerin çekmesi kırlarda nüfusun azalmasına
yol açmıştı. 1290'ların başında, Geyhatu'nun saltanatı sırasında, maliye bakanı
Çin'de kullanılan kağıt para uygulamasına geçmeye karar verince ekonomik du
rum iyice kötüleşti. Bütün ekonomik işlemlerde artık madeni para yerine kağıt para
kullanılacaktı. Ne var ki ticaret çökünce bu uygulama çabucak terk edildi.
Hülagü'den sonra gelen beş han askeri açıdan başarılı değildi. Memluk-Altın
Ordu ittifakı İlhanlıların Suriye'yi yeniden ele geçirme girişimlerini engelledi.
Suriye'ye hakim olmanın siyasi ve askeri avantajları yanında, bu seferlerin asker
lere yağma yapma imkanı vermesi ve bu savaşla meşgul olarak içte tehdit yaratma
olasılığını ortadan kaldırması da ilhanlıların işine yarayabilirdi. Burada başarılı
olamayınca Altın Ordu'nun daimi düşmanlığını bertaraf etmek için Kubilay Han
ile kalıcı bağlar kurdular. İlhanlılar Hülagü'den itibaren veraset konusunda onun
onayını ve rızasını alma ihtiyacı hissetti. Ayrıca sarayda daima bir elçisi bulunu
yordu. İlhanlı-Çin bağlantısı, Orta Asya'da ortak Cengizli düşmanlarla karşı kar
şıya bulunmak bakımından iki taraf için de önemliydi. İlhanlılar ayrıca Memluk
lara karşı batıda Hıristiyan müttefikler arasa da pek sonuç alamadı. En önemlisi,
Avrupa'ya gönderdikleri elçilerin Nesturi Hıristiyan olmasıydı. Bu, bozkırlardan
beri başvurdukları geleneksel bir uygulamaydı.
Ticaret Akdeniz dünyası ve Uzakdoğu'yla ilişkilerde hayati rol oynuyordu. İran
daha önceki çağlarda olduğu gibi, malların üretimi ve nakliyesi konusunda temel
öneme sahipti. Abbasilerin zengin kültürel yaşamının yanı sıra siyasi parçalanma
döneminde eyalet merkezlerinin Bağdat'ı taklit etmesi; başta ipek olmak üzere ku
maş, seramik, cam, ahşap ve madeni ürünlerde olağanüstü bir üretim patlamasına
yol açmıştı. Bu ürünler İslam dünyasının dışında da rağbet görüyordu. Ürünlerin
güzelliği, yüksek kalitesi ve kolayca taşınması, lüks malların ticaretinde bir talep
patlaması yaratmıştı. Bu ürünler estetik bakımdan tercih edilmenin yanında aynı
zamanda kullanışlıydı. Ayrıca Avrupa'da üretilen mallara göre kalite daha yüksek
ti. Bunun dışında dekoratif özellikleri genellikle soyut olup farklı kültürlerin bile
şimini içeriyordu ama aynı zamanda yabancı ve ender olduğu için fiyatları yüksek
ti. Üretim ve ticaret, işgücüyle malzemeye dayalı olup üretim merkezlerinin genel
ekonomisine büyük katkı sağlıyordu. Tıpkı felsefenin kozmopolit bir niteliğe sahip
ortak bir kelime dağarcığını ve diğer kültürlere açık bir Akdeniz kültürünü paylaş
ması gibi, bu maddi kültür üretimi de aynı değerleri paylaşıyordu.
Avrupa 'nın bu tür pahalı ve itibar sağlayan eşyalara yönelik iştahı Haçlı
Seferleri'nden dönenler sayesinde iyice amı. Ortadoğu kaynaklı lüks tüketim mal
larına yönelik talep Haçlı Seferleri'nden sonra, özellikle 14. ve 1 5 . yüzyıllarda refah
artışına paralel bir seyir izledi. Ticaret ayrıca fikir ve teknoloji alışverişini hızlan-
131
IRAN TARİHİ
1 32
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
idari reformlarının ardında yatan nedenleri açıklamıştı. Adaleti yeniden tesis etmek
ve gelirleri garanti etmek için vergilendirmenin her yönüyle düzenlenmesi gerekliy
di. Bürokratlar mevkilerini kullanarak artık zorla para toplayamayacak ya da tah
ribata yol açamayacaktı. Ekilebilir arazilerin artması için vergi avantajı sağlamak,
ticaret ahlakını zorla uygulamak gerekliydi. Darphaneler paraları standart ağırlık
ta basmalı ve idare daha sistemli olmak zorundaydı. Gazan ve veziri orduyu kont
rol edip hükümdarla ilişkisini düzen altına almanın yolunu aradı. Burada önemli
olan ordunun finansmanı için Selçuklu ikta sisteminin yeniden canlandırılmasıydı.
Askerler geçinebilmek için yağma yapmak zorundaydı, bunun için sınırların sürekli
genişlemesi gerekiyordu. Böyle olmadığı takdirde huzursuzluk hatta isyan çıkma
tehlikesi vardı. Ordunun hem batıda hem doğuda açmaz içinde bulunması sebe
biyle araziler askerlere dağıtıldı. Burada yine aşiret temeli esas alınarak, askerlere
hizmetleri ve düzeni korumaları karşılığında geçimlerini sağlamaları amacıyla çev
relerindeki otlaklar verildi. Aynı dönemde yaşayan diğer tarihçiler, özellikle Gazan
bürokrasisinin mensubu olan Hamdullah Mustafa Kazvini, bu reformların ardın
dan hükümetin gelirlerinin arttığını kaydetmiştir.
Gazan reformları başlattıktan kısa bir süre sonra ölmesine rağmen veziri Re
şidüddin, onun halefi ve kardeşi Muhammed Hüdabende Olcaytu zamanında da
kritik görevini sürdürdü. Olcaytu ( 1 304- 1 3 1 6 ) ancak iki rakibini öldürttükten son
ra tahta çıkabilmişti. Gazan'ınsa İlhanlı ailesinin en az on üyesinden kurtulmak
zorunda olduğu rivayet edilir. Yeni hükümdar saltanatının ilk yılını Reşidüddin da
hil kritik mevkilerdeki görevlilerin yerini korumakla, diğer Moğol hükümdarların
elçilerini kabul etmekle, onlarla daha dostane bağlar geliştirmekle ve Memluklara
karşı onların desteğini almakla geçirdi. Bu arada Ga:ı:an'ın türbesini ziyaret etmek
gibi aile görevlerini de yerine getiriyordu. Olcaytu'nun babası başkenti Maraga'dan
ticaret yollarının merkezinde bulunan Tebriz'e taşımıştı. Kendisi de saltanatının ilk
yıllarından itibaren dikkatini Sultaniye'de yeni bir başkent yaratmaya verdi. Bura
da büyük bir türbesini ve en büyük anıtını yaptırdı.
Olcaytu 1 307'de, o zamana kadar Moğol saldırılarına başarıyla direnmiş Gilan'ı
fethetmeye yöneldi. Başlangıçta bölgenin güney kısmında başarı kazanan ilhan
lı ordusu daha sonra yenilerek aralarında önemli subaylarının bulunduğu büyük
kayıplar verdi. Memluklara karşı sadece bir sefer düzenleyen hükümdar, Avrupa
lı Hıristiyan krallarla irtibat kurmasına rağmen asla büyük bir ittifak gerçekleş
tiremedi. Ordunun Horasan'daki mücadelesi daha sürekli ve başarılı oldu; hatta
Maveraünnehir'de Çağatay Hanlığı'na karşı başarı kazanıldı. Bu olayda Olcaytu,
1 3 1 6'da yerini alacak oğlu Ebu Said'e karşı ayaklanan bir Moğol emirinin tarafını
tuttu. Reşidüddin ise Horasan'daki ordunun finansmanı konusunda Olcaytu'nun
diğer vezirlerinden Ali Şah'la ihtilafa düşünce devlet idaresi ikisi arasında bölündü.
133
IRAN TARlHl
1 34
" IRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TORKLER VE MOCOLLAR
1 35
İRAN TARIHi
1 36
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TüRKLER VE MOGOLLAR
137
İRAN TARİHİ
Daha sonra Cengiz Han'ın halefi olduğuna dair bir fikir ortaya atılsa da, Moğol
İmparatorluğu'nun yeniden kurulması Timur'un hedefiydi. Mezopotamya'dan do
ğudaki Horasan ve Maveraünnehir'e uzanan büyük İran'ı imparatorluğunun par
çası olarak görürken; bunun dışında kalan Altın Ordu, Hindistan, Anadolu veya
Moğolistan gibi bölgeleri, buralarda başarılı olduğu halde kendi devletine ait gör
müyordu. Seferlerine bozkırdaki üssünden çıkan Cengiz bu toprakları tıpkı İngiliz
lerin denizlere hakim olması gibi eline geçirmişti. Oysa Timur, büyük bir yerleşik
nüfusa sahip olan Maveraünnehir'i, seferlerinin merkezi olarak kullanıyordu.
Timur fethettiği topraklarda, otoritesine karşı siyasi ve askeri tehditleri önlemek
için bir kuvvetler ayrılığı sistemi oluşturdu. Yeni ele geçirilen topraklara yerleştiri
len bütün aşiret halkları, siyasi ağlardan yoksun kalıyordu. Timur'un oğullarıyla
torunları valilik görevlerine getirilmekle beraber, sadık aşiret liderlerinin denetimi
altındaydı. Ölümünün ardından, soyundan gelenler onun hükümdarlık mirasını
paylaşmak için pozisyon aldı.
Timur kendisini Cengiz Han'ın meşru halefi olarak görüyordu. 1 346'ya kadar
hüküm süren Çağatay Hanı Kazan'ın kızı Saray Mülk Hanım'la 1 370'te evlenince,
saygın bir Moğol unvanı olan güregan, yani damat olarak anılmaya başladı. Oğul
ları ve torunları da aynı şekilde Cengiz soyundan gelen kadınlarla evlendiler. Bu
nun dışında Timur, şeriatın yanı sıra Moğol yasasının da kullanılmasını sürdürdü.
Cengiz gibi Timur'un soyundan olmak da hükmetmek için önemli bir konum
halini almıştı, ancak bunu destekleyecek bir kurum yoktu. Timur belki bu konuda
Cengiz'in tam aksine davranmış ve imparatorluğunu adeta bir askeri birlik gibi
kontrol etmişti. Ülkeyi yönetip İlhanlılar adına vergi toplayan geleneksel İranlı bü
rokratlarla, bürokratik işlerin yanında askeri görevler verilen Maveraünnehir'in
Çağatayffürk emirleri arasında fark gözetilmiyordu. Aynı şekilde valilere de askeri
sorumluluk verilmişti. Sivil işlerle askeri işler arasında ayrım yapılmıyordu. Önemli
olan Timur'la bürokratları arasındaki şahsi ilişkiydi. Ne rakibe ne de kendi aile
mensupları dahil rakip adaylarına tahammülü vardı. Görünüşe bakılırsa hem kor
kup hem saygı duyduğu, üstelik doğrudan kontrol edemediği tek grup Tasavvuf
pirleri veya şeyhleriydi. Timur Müslüman olmakla birlikte gerçek dini inancı ya da
eğilimi bilinmemektedir. Ölümünden yirmi yıl kadar sonra yapılan mezar taşındaki
kitabede kökeni hem Orta Asya'nın efsanevi tanrıçası Alankoa'ya hem de dördün
cü halife ve ilk Şii imam Ali'ye dayandırılmıştır. Muhtemelen en belirgin karakter
özelliği olan çıkarına göre davranma nedeniyle, hem Sünnilere hem Şiilere diğerinin
adına saldırmıştı. Pirlerin Timur üzerindeki ağırlığı tam olarak açıklanamamıştır.
Timur ölünce bunlardan biri olan Seyyid Baraka'nın yanına gömülmüştü. Aslında
bu sorunun amaca yönelik bir cevabı olmayabilir. Dervişler Orta Asya'da yaygın
olan dini fikir ve ibadet şekillerini İslamla kaynaştıran insanlardı. Timur doğduğu
138
" IRANLI OLMAYANLAR " : IRAN'DA ARAPLAR, TÜRKLER VE MOCOLLAR
günden itibaren bu eklektik kültürle beslenmişti. Belki cismani ile ruhani, bilinenle
bilinmeyen arasında gezinen Tasavvuf şeyhlerinde, bozkır şamanlarının gücünden
bir şeyler bulmuştu.
Mimariyi himaye eden bir hükümdar olarak Timur, özellikle Semerkand'daki
türbesini ve büyük Bibi Hanım Cami'ini yaptırarak bu dünyada elle tutulur, kalıcı
bir eser bırakıp evrensel bir hükümdar olarak değerini ortaya koymayı amaçlamış
tı. Aynı hükümdarlık görevine layık olma ve kalıcı eser bırakma endişeleri tarihçi
leri himaye edişinde de görülür.
Her şeye hakim askeri komutanlığı ve fethettiği her yerde kendini hissettiren
varlığı dışında Timur, hayatı boyunca saltanatına ve hükmettiği nüfuz alanına uy
gun davranmamıştı. Ölümüyle birlikte kalıcıymış gibi görünen birlik de dağıldı.
En küçük oğlu Şahruh'un ( 1405-1447) uzun süren saltanatı sayesinde Horasan
ve Maveraünnehir'de, tarihe mal olan bir Timurlu çizgisi oluştu. Ancak özellikle
batıda olmak üzere imparatorluğun diğer kısımlarında bundan söz etmek mümkün
değildi. Birbiriyle çekişen iki Türkmen hanedanı, Karakoyunlular ve Akkoyunlular,
iran'ın batı kısmına hakim olup, bütün 1 5 . yüzyıl boyunca ve 1 6 . yüzyıl ortalarına
kadar kritik bir rol oynamaya devam ettiler.
Timur ölüm döşeğindeyken, iki oğlu Miranşah ve Şahruh'u eleyip torunu Pir
Muhammed'i halefi olarak tercih edince, kardeş kavgası çıkması kaçınılmaz olmuş
tu. iktidar mücadelesi sırasında, aşiret ve bölge politikası bağlamında üç grup önemli
rol oynadı: Timur'un oğullarıyla torunları; yakın takipçileri; sağlığında kayırdığı ve
artık onun varisleriyle kozlarını oynamaya hazır yerel ileri gelenler. Timur'un ger
çekleştiremediği Çin seferi için Maveraünnehir'de bulunan Miranşah'ın oğlu Halil
Sultan kendini hükümdar ilan etse de Pir Muhammed ve Şahruh buna karşı çıktı.
On yılı aşkın bir süreden beri Horasan, Sistan ve Mazenderan'da valilik yapan Şah
ruh, yerel soylulardan gelen tehditlere rağmen iktidarını korumuştu. Azerbaycan' da
Miranşah ve diğer iki oğul hem birbirleriyle hem Karakoyunlularla çatışıyorlardı.
İhanete uğrayan Pir Muhammed 1 407'de Halil Sultan tarafından mağlup edilerek
öldürüldü . Kendisi de muhtemelen ihanete uğrayan Halil Sultan 1409'da Şahruh'a
teslim oldu. Şahruh ise yerel soylulara ve kendi asi emirlerine boyun eğmeye zor
lansa da, hem Horasan'da sağlam bir mevkie sahip olması, hem de siyasi ve askeri
becerileri sayesinde ayakta kaldı. 1420'ye kadar İlhanlı İran'ını yeniden yaratarak
Maveraünnehir, Hazar Denizi eyaletleri, Fars, Kirman, Azerbaycan (kısa bir süre
sonra kaybetmişti) ve tabii Horasan'ı topraklarına kattı. İran'ın batısında rakipsiz
bir hakimiyet kuramasa da, bölgede ağırlığı olan Karakoyunluları Akkoyunlulara
karşı kullanarak kontrol etti. Şahruh doğuda, başkentini Herat'a taşıyarak dik
katini Horasan'a yöneltti. Oğlu ve halefi Uluğ Bey'i ( 1447- 1 449), her bakımdan
özerk hale gelen Maveraünnehir valisi olarak Semerkand'da bıraktı. Herat'ta karısı
1 39
İRAN TARİHİ
Gevher Şad'la birlikte yaşarken, başta Herat olmak üzere bütün Horasan'ı büyük
bir mimari ve sanat merkezi haline getirdi.
Timur Hanedanı'nın mensupları tarihe büyük sanat hamileri olarak geçti. Bir
liğin ve iktidarın parçalanmasına rağmen 1 5 . yüzyıl bu aile için parlak bir dö
nem oldu. Aslında onların durumu, bütün bölgesel sarayların Bağdat'ın kültürü
nü taklit ettiği Abbasi parçalanmasını hatırlatıyordu. Timurlular büyük camiler
ve binalar inşa ederek içlerini harikulade çinilerle süslediler. Uluğ Bey de babası
gibi, Semerkand ve Buhara' da önemli bir mimari mirası bırakmanın yanında başta
Semerkand'da kurduğu rasathane olmak üzere bilime çok büyük hizmetlerde bu
lundu. Bu rasathanede hazırlanan astronomik tablolar Avrupa'da üç yüzyıl sonra
bile kullanılıyordu. Timurlular zamanında Cami gibi büyük şairler, Behzad gibi
ünlü minyatür ustaları yetişti. Çağatay Türkçesi Herat'ta ilk kez Hüseyin Bayka
ra himayesinde edebi bir dil haline geldi. Timurlu sanatı, edebiyatı ve mimarisi;
kendilerinden sonra İran'da hüküm süren Safeviler ve Hindistan'da devlet kuran
Babürler üzerinde derin izler bıraktı.
Şahruh 1447'de ölünce veraset sorunu Timurluları bir kez daha bölerek siya
si belirsizlik ve istikrarsızlığa yol açtı. Uluğ Bey Şahruh'un tek oğlu olarak onun
tarafından halef seçilmesine rağmen kendi oğlu Abdüllatif'in emriyle öldürüldü.
Sadece iki yıl süren saltanatı sırasında hakimiyeti Timur soyunun geleneksel üs
sü olan Maveraünnehir'in ötesine geçemedi. Kardeşini de öldürten Abdüllatif de
öldürüldü. Nihayet 1451 'de tahtı ele geçiren Timur'un torununun oğlu Ebu Said,
Maveraünnehir ve Horasan'ı 1469'a kadar yönetti. Timurlu saltanatının son yüz
yılında iktidar için çekişen güçler batıda Akkoyunlular ile Karakoyunlular, Or
ta Asya'daysa Ebu Said'e yardım eden Özbekler, yani Cengiz Han'ın en büyük
oğlu Cuci'nin soyundan gelen Şeybaniler idi. Özbekler 1 6 . yüzyıl boyunca İran
için büyük bir tehdit olmayı sürdürdü. Timur Hanedanı'nın iktidarı ve otoritesi
öyle parçalanmıştı ki, Maveraünnehir'de bile büyük Nakşibendi Tarikatı'nın lide
ri Hoca Übeydullah Ahrar, büyük bir siyasi güç kullanır hale gelmişti. Ebu Said,
Azerbaycan'da Timurlu İmparatorluğu'nu yeniden kurmaya çalışırken yenilmesine
rağmen, bunların hepsine hakim olmayı başardı. On sekiz yıllık saltanatı boyunca
o da büyük bir sanat hamisi oldu.
Ebu Said'in ölümünün ardından Timur'un bir diğer torununun oğlu, Hüseyin
Baykara hükümdar olarak Horasan'• Herat'tan yönetti. 1470- 1 506 arasında tam
otuz altı yıl hüküm sürmesine rağmen iktidarının çapını genişletme imkanı bulamadı
ve Timur soyu onunla birlikte son buldu. Özbekler İran'ın doğusunu Timurluların
elinden alırken batıda Safeviler yeni bir hanedan olarak ortaya çıktı. Hüseyin Bay
kara son Timurlu olmasıyla değil, büyük bir sanat ve kültür hamisi olarak hatırlanır.
Vezirlerinden biri olan Ali Şir Nevai seçkin bir şair olmakla kalmayıp edebi Çağatay
1 40
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TüRKLER VE MOGOLLAR
141
IRAN TARn-ıt
çelişki büyük ölçüde, aşiretlerin kısa vadeli çıkarlarına karşı devletin uzun vadeli
çıkarlarının yarattığı siyasi istikrarsızlık anlamına geliyordu. Ayrıca devletin aşi
retlerin desteğini alma ihtiyacı yüzünden otlaklara yerleşilmesine izin vermesi söz
konusuydu. Buna ilaveten, devlet birbiriyle çekişen aşiretlerin yarattığı hizipçiliği
bastıran bir araç olarak görülüyordu.
Celayiriler tarih sahnesine ilk kez 1 3 . yüzyılda, Hülagü'nün ordusunda yer alan
Moğol aşiretlerinden biri olarak çıkmıştı. 14. yüzyılda önce Anadolu'nun bazı yer
lerine, ardından Irak'a, Azerbaycan'a ve Fars'a yayıldılar. Bağdat'ı Timur'a verip
geri aldıktan sonra 1 4 1 2'de Azerbaycan'la birlikte Karakoyunlulara kaptırdılar.
Son Celayirli, Timurlu hükümdarı Şahruh adına aşağı Irak'ı 1432'ye kadar yönetti.
Karakoyunluların kaderi hem Celayirilerle hem Akkoyunlularla kesişmişti. Bu ha
nedanın kökeni bilinmemekle birlikte, geç İlhanlı döneminin önde gelen bir Türk
men aşiretidir. İlk liderleri Celayirli hakimiyeti altında ortaya çıktı, ancak ikincisi
olan Kara Yusuf, bağımsızlığını Azerbaycan'da ilan etti. Önce Timur'a yanlışlıkla
meydan okuyup ardından kaçtıysa da 1408'de Şahruh'un sözde hükümranlığı altın
da Tebriz'de yeniden devlet kurdu. İki yıl sonra Celayirileri kesin biçimde ortadan
kaldırdı. Kara Yusuf ve halefleri üstlerine gelen herkesle; Timurlu hükümranlarıy
la, Diyarbakırlı Akkoyunlularla, Gürcülerle ve Kafkasyalı Şirvanşahlarla savaştılar.
Cihan Şah ( 1438-1 467) 1 5 . yüzyıl ortasında lrak'ta, Batı İran'da Kirman'da ve
Basra Körfezi'nin bazı yerlerinde egemenliği sağladı. Başarısını sadece Karakoyun
lu soyundan gelmesine değil, Şahruh tarafından Azerbaycan valiliğine atanmasına
borçluydu. Bu mevki sayesinde Timurluları Batı İran'dan uzaklaştırdı.
Cihan Şah saltanatını sadece soy yoluyla ve doğrudan Timurlular tarafından
atanmasıyla meşru kılmamıştı. Ayrıca Celayirlileri alt ederek dolaylı yoldan onla
rın halefi olması ve nihayet ilhanlılar vasıtasıyla hükümdarlığını meşrulaştırması
önemli bir olaydı. Onun adalet uygulaması Timur'a ve İlhanlılara eş düzeydeydi.
Hakan (Farsça) ve kağan (Moğolca) unvanlarını benimsemesi, Cengiz'in soyundan
gelen bir hükümdar olduğunu gösterme çabasının ve evrensel hükümdarlık iddiası
nın delilidir. Önce Safeviler, ardından 1 8 . yüzyılda Afşarlar, 1 9. ve 20. yüzyılda da
Kaçarlar bu geleneği takip etti. Cihan Şah da Timurlu selefleri gibi sanatı, özellikle
Tebriz'de mimariyi ve edebiyatı himaye etti. Dini eğilimi konusunda çeşitli tar
tışmalar vardır. Kendi topraklarında Şiilere saygı göstermesi, çıkarlarını kollama
olarak görülebilir. Adına basılan bazı sikkelerde Şiilikle, bazılarındaysa Sünnilikle
ilgili sözler vardır. Batı İran ve Doğu Anadolu halkları farklı İslam mezheplerine
bağlı olsa da Ali Ailesi'ne saygı duyma konusunda ortak davranıyordu. Dolayısıyla
Şii imamlarının isminin kullanılması Şiiliğe bağlılığı göstermez. Cihan Şah 1467'de
gafil avlanıp Akkoyunlu rakibi Uzun Hasan tarafından öldürülünce Karakoyunlu
lar Hanedanı da sona erdi.
1 42
" İRANLI OLMAYANLAR " : İRAN'DA ARAPLAR, TilRKLER VE MOÔOLLAR
143
İRAN TARll-11
SAFE VİLER
( 1 5 0 1-1 722 )
Safevi dönemi belki dünyanın İran tarihi üzerine görüşlerini en çok belirleyen dö
nem olmuştur. İran'ın Safevi Hanedanı yönetiminde tekrar birleşmesi, monarşinin
yeniden kurulması, Şah Abbas, İsfahan, Şiilik, Safevi sanat ve mimarisi; günümüz
deki ve geçmişteki İran'la ilgili fikirlerimizi ve imgelerimizi şekillendirmiştir. Safe
vilerin İran'ı, Sasani yönetiminin sona erip Arapların ve İslamiyetin hakim oldu
ğu dönemin aksine, geçmişle önemli bir kopuşun işaretidir. Siyasi birliğin yeniden
ortaya çıkması, İran'ın daha sonraki tarihine damga vuran çok önemli iç ve dış
gelişmeleri yansıtır. Safevilerin yaptıkları sadece, coğrafi sınırlarıyla bildiğimiz ül
keyi, başında İranlı bir hanedanın bulunduğu devletle yönetip şehinşah unv.anını ve
hükümdarlık kurumunu yeniden yaratmaktan ibaret değildir. Onlar aynı zamanda
Şiiliği resmi din olarak tesis etmiştir. Kısacası, 20. yüzyıl İran'ı ve Şii ulus devleti,
1 6 . yüzyılda atılan bu temelin mantıklı uzantısı olarak görülmüştür. Ancak ülkenin
tarihi süreci, aşikar gibi görünen bu mantığın sunduğu kadar basit değildir. Şiiliğin
Safeviler zamanında devlet dini haline gelmesine, bizzat onların döneminde ve hat
ta 1 9. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile önemli dini fikirlerle kurumların gelişmesine
rağmen, bütün bu kritik değişimler oldukça farklı yönlerde seyredebilirdi.
Bununla birlikte Safevi tarihinin ilk asrı, yaygın düşüncenin aksine, 1 5 . yüz
yıldan büyük bir kopuşu getirmemişti. Resmi olarak uygulanan Şiilik bir yana
bırakılırsa, İran'a özgü hükümdarlık ve siyasi kültürde devamlılık vardı. Şiilikte
yaşanan değişimler ve ulemanın otoriteye dayattığı meydan okumalar, Safevilerin
daha sonraki tarihinde önemli bir hal aldı. Bu mezhebin kurumsal ve siyasi rolleri,
bilhassa hükümdarlıkla ilişkileri hakkında kendi içinde yaşadığı tartışmalar günü
müzde bile devam etmektedir. Şiilik, Avrupa'nın büyük bir dış faktör olarak ortaya
çıkıp Safevi döneminden itibaren ilişkilerin yoğunlaşmaya başlamasından fazla et
kilenmemişti. Bununla birlikte, 1 9. yüzyıl boyunca İran yaşamının bütün unsurları
(toplum, ulusal ve dış siyaset, ekonomi, kültür) bu etkiyi hissedecekti. Avrupa ve
Batı varlığının artmasının sonuçlarından biri, Şiilik içinde yaşanan tartışmalarda
Batılılaşmanın etkisinin artmasıydı. Bu durum, İranlıların hükümdarlıkla ilişkile
rine bakış açılarını değiştirmelerine yol açtı. Bu değişimler 20. yüzyıl başında meş-
145
İRAN TARİHI
1 46
SAFEVİLER
İster bölgesel ister emperyal düzeydeki eski İranlı hükümdarlar gibi, İsmail'in
ordusu da uzun zamandır Safeviyye Tarikatı'na bağlı olan aşiret unsurlarına daya
nıyordu. Tarihçiler bu tarikatın, kurucusu Şeyh Safiyüddin ( 1 252-1 334) zamanın
dan itibaren İsmail'in büyükbabası Cüneyd'in, hana babası Haydar'ın kuşağına
kadar Sünni olduğunda hemfikirdir. Peki tarikat İsna Aşeriye/Caferiliğe veya daha
radikal heterodoksiye nasıl ve ne zaman yönelmişti ? Bu konudaki beylik açıklama
lar kültürel ve siyasidir: Safeviyye Tarikatı'na bağlı olan Doğu Anadolu ve Kuzey
Mezopotamya Türkmenleri, Osmanlı hegemonyası ve kontrolüne karşı direnişle
rinin bir parçası olarak heterodoks fikir ve ibadetleri benimsemişti. Şeyh Safi'nin
soyundan gelen İsmail daha çocuk yaşta Türkmenleri askeri zaferle tanıştırmıştı.
Bu yaşlarda kendisine aşılanan fikirler ve erken gelen askeri başarı sonucu, 1 5 0 1 'de
Tebriz'i ele geçirdikten sonra üstlendiği rolleri birleştirip Şiiliği devletin dini olarak
ilan etti. Ardından bu tabana dayanan bir hanedan kurulup İran politik bir varlık
olarak yeniden tesis edildi ve Şiilik ülkenin her yanında dayatıldı.
Safevi tarihi, hanedanın dini liderliğiyle birlikte başlar. Ailenin aşiret ve şehir
li kökeni bu dinde bir araya gelmiştir. Ailenin iktidarının kökeni, kurucusu Şeyh
Safiyüddin'in adını taşıyan bu Sufi tarikatından çıkmıştır.
Selçuklular zamanından beri Azerbaycan'da, ardından Erdebil'de yaşayan şey
hin ailesi muhtemelen Kürt kökenliydi. Safiyüddin, Şeyh Zahid'in müridi olup kı
zıyla evlenince dini bakımdan sözü dinlenir bir konuma yükseldi ve kayınpede
rinin adıyla anılan Zahidiyye Tarikatı'nın şeyhi oldu. Onun 1 3 0 1 'de ölümünün
ardından tarikat Safeviyye adıyla anılmaya başladı. İlk liderleri zamanında hızla
yayılan tarikat Azerbaycan'da büyük topraklara sahip olup çok sayıda mürit ka
zandı. Safiyüddin'den itibaren Safevi şeyhleri dindarlıkları ve Türkmen aşiretleri
arasındaki güçleriyle tanındılar. Şeyh Safi, yaklaşık olarak kendi yaşadığı zamanda
yazılan biyografisinde açıkça Sünni olarak tanımlanmıştı. Safeviler arasında 1 5 .
yüzyıl ortalarına kadar militanlık v e heterodoksluk belirtileri yoktu. B u eğilimle
rin edinildiği sürecin başkişisi muhtemelen İsmail'in büyükbabası Cüneyd'di (ö.
1460 ) . Hayatının büyük bir kısmını heterodoks fikirleri edindiği Doğu Anadolu
Türkmenleri arasında geçirmişti.
Peki 1 5 . yüzyıl İran'ında heterodoksluk ne anlama geliyordu? Popüler İslam,
Türkmenler arasında birtakım gelenek ve uygulamaları bir araya getiriyordu ki,
bunlar şehirlerde uygulanan yerleşik İslama aykırı düşüyordu. İster Sünni ister Şii ol
sun popüler İslam; rüya tabiri, senkretizm (bağdaştırmacılık), karizmatik liderlik ve
hana ilk Şii imamı Ali'nin ailesine saygı duyma gibi unsurları paylaşıyordu. Ali'nin
soyundan gelmek de liderlik için önemli bir faktör olarak görülüyordu. Daha sonraki
Safeviler bu soydan geldiklerini iddia etmişler, müritleri de tarikatın ve hanedanın
147
IRAN TARİHİ
kurucularına evliyalık vasıfları ve hatta belki ilahi vasıflar atfetmişlerdi. Erken Safevi
tarihinde Şiiliği Sünnilikten ayırmanın bir diğer zorluğu, Sünnilerin egemen olduğu
bir dünyada, Şiilerin ayakta kalmak için takiyye yapmasıdır. Bu durum, tarihin bu
kısmını yeniden oluşturmayı ve dini eğilimleri anlamayı iyice güçleştirmektedir.
Cüneyd, Uzun Hasan'ın kız kardeşiyle evlenerek Safevileri Akkoyunlularla ak
raba yaptı. Şeyh, Kafkaslar'daki Hıristiyanlara karşı gaza yaparken öldürüldü ve
böylece gaza/gazilik, daha sonraki Safevi kimliğiyle meşruiyetinin bir parçası ol
du. Safevi-Akkoyunlu ilişkisi, Cüneyd'in ölümünden sonra da devam etti. Uzun
Hasan'ın sarayında yetiştirilen oğlu Haydar, sonunda onun kızlarından biriyle ev
lendi. Daha sonraki kaynaklar Haydar'ın Şii olduğunu ve on iki imamı temsil eden
on iki katlı kızıl sarığı ilk kez onun kullandığını belirtir. Safevi tarikatına bağlı olan
Kızılbaşlar, adlarını taktıkları bu sarıktan alırlar. Uzun Hasan ve sarayındakiler
Sünni olduğu için Haydar'ın orada Şiiliği benimsemesi ihtimal dışıdır. Genç yaşta
babasına özenen şeyh, müritleriyle birlikte Kafkasya'ya yöneldi ve 148 8'de Şirvan
şahlar tarafından öldürüldü.
Haydar muhtemelen Uzun Hasan'ın oğlu olan ve Şirvanşahların desteğini alan
Yakub'un rakibi olarak görülüyordu. Haydar ölünce Yakub, oğulları Sultan Ali
ve İsmail'i esir alarak, ailenin büyük destek bulduğu Tebriz ve Erdebil'den uzak
taki Fars eyaletinde hapsetti. Sultan Ali, Akkoyunlu askerleri tarafından 1494'te
öldürülünce, kardeşi İsmail Safeviyye Tarikatı'nın başına geçti. Müritleri onu giz
lice Gilan'a kaçırdı. Şii olan ve Ali'nin soyundan geldiğini iddia eden Lahican'daki
yerel hükümdar onun sığınmasına izin verdi. Beş yılı aşkın bir süre bu şehirde
kalan İsmail, Şiilik fikirleriyle burada tanıştı. Genç İsmail gerek Azerbaycan'da
Akkoyunlular arasındaki hizipleşmelere katışan Türkmen müritler için, gerek Do
ğu Anadolu'da Osmanlı idaresine ve merkeziyetçiliğine karşı direnen Türkmenler
için toparlayıcı bir kişi haline gelmişti . Sonuç olarak İsmail'in gücünün dayanak
noktası Safeviyye Tarikatı ve buraya bağlı olmanın yanında aşiret biçiminde de
örgütlenen Türkmen yandaşlarıydı. Dinle hanedan arasındaki karizmatik bağ bir
kez daha, ancak bu kez Şii tabanına dayalı olarak kurulmuştu.
Tarihçiler İsmail'in hayatını genel olarak dört ana başlık altında toplar: Safevi
Hanedanı ve hakimiyetinin kökeniyle kuruluşundaki aşırı heterodoksluk; saltanatı
boyunca Safevi ordusu ve bürokrasisinde görülen İranlı-Türkmen veya Tacik-Türk
şeklindeki ikili yapı; ordularının Osmanlılara yenilmesi sonucu karizmasını kay
betmesi nedeniyle saltanatında dönüm noktası olarak görülen 1 5 14'teki Çaldıran
Savaşı; bunun ardından devlet işlerinden elini çekip kayıtsız veya haz düşkünü bir
hayat sürmesi.
14. yüzyılda İran, Doğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya'da yaşayan halkların
büyük kısmı için Sünni-Şii ayrımı muhtemelen fazla önemli değildi. Halklar yaygın
1 48
SAFEViLER
149
IRAN TARIHI
şiirinde Tanrı sevilendir. Seven kişinin, yani bu vahdet için özlem duyan kişinin
hedefidir. Seven kişi bu süreçte yer alarak sonunda sevilen olur. Sonuçta yorum
okuyucuya veya dinleyiciye bırakılır. İsmail'in müritleri Safevi soyundan gelmesi
dolayısıyla onu karizmatik bir lider olarak, hatta bazıları tanrı-kral olarak görü
yordu. Bununla birlikte müritleri, onun şiirlerinde kullandığı imgeleri mecaz olarak
anlayıp İsmail'i, Tanrı'nın inayetinin sureti gibi görmüş olabilir.
İsmail'in amacının ipuçları aynı zamanda 1 5 . yüzyılın siyasi kültüründe görü
lebilir. Onun Divan'ında tarihe ve hükümdarlığa başvurması o kültürün uzantısı
dır. Eserleri onun farklı uyrukları tarafından deşifre edilir. Örneğin 1 95 numaralı
şiirde3 heterodoks Şii imgeleri kullanır ki, bazı araştırmacılar bunu edebi açıdan
yorumlamıştır; fakat aynı zamanda, sadece mecazi olarak okunabilecek şekilde,
Firdevsi'nin Şehname'sinden imgelere de başvurur. Bunların her ikisi de 15 numa
ralı şiirde görülebilir:
Benim adım Şah İsmail. Ben Tanrının sırrıyım. Bütün bu gazilerin lideriyim.
Annem Fatima, babam Ali ve ben de On İki lmam'ın Piriyim.
Babamın kanını Yezid'den geri aldım. Emin olun ki Haydar'ın o özünden
geliyorum.'
İsmail bu satırlarda Şii, Sufi ve Safevi çizgisine bağlı soyunu dile getirmişti. Sade
ce bir tarikatın değil, aynı zamanda İran'da Şiiliği kuran hanedanın lideri olarak
meşruiyetini göstermenin bir sonraki mantıklı adımı; gerçek ya da hayali olsun,
imamların soyundan geldiğini iddia etmek veya kendini buna layık görmekti. Ba
bası Haydar'la (ve buradan yola çıkarak İmam Ali'yle) ilgili dolaylı ve dolaysız
referansların yanı sıra kendisinin (ve ailesinin ) Safeviyye Tarikatı'nın lideri olma
sına ve daha genel anlamda Tasavvuf yoluna göndermeler mevcuttu. Burada siyasi
kültür açısından önemli olan, herhangi bir dini fikirden bağımsız olarak egemen
durumdaki sülalenin soyundan gelmektir. İsmail bazı şiirlerde hükümdarın şaman
olduğundan bile bahseder. Bu hükümdarlık vasfı hem İran'da hem Orta Asya'd �
makbuldür. İsmail böyle yapmakla Safevi soyundan gelen Şii bir hükümdar olarak,
meşru varis rolünü haklı göstermenin ötesine geçer. Geçmişteki İslami olmayan ge
nel hükümdarlık kavramı vasıtasıyla kendi zamanını da temize çıkarıp, kendisiyle
Tanrı ve ilahi gaye arasında bağ kurar.
Önemli bir husus, İsmail'in şiirleri vasıtasıyla İran'ın eski siyasi geleneğiyle,
Şehname'de adı geçen hükümdarlar ve kahramanlarla bağ kurmasıdır. Bu da ken
di hükümdarlığını haklı kılan bir başka gelenek ve geçmiştir.5 " Ben Feridun'um,
Hüsrev'im, Cemşid'im ve Zohak'ım [ ! ] . Ben Zal'ın oğluyum [Rüstem] ve
İskender'im. " 6 Bu mısrada İsmail, içlerinde Arap zorba Zohak'ın da bulunduğu
1 50
SAFEVİLER
151
İRAN TARİHİ
152
SAFEVİLER
1 53
IRAN TARlHI
işgal etmişti. 1 5 14'ten İsmail'in öldüğü 1 524 yılına kadar pek fazla iç ya da dış
tehdidin olmadığı bir dönem yaşanmıştı. Ne var ki bu durum Tahrnasb'ın tahta
çıkmasıyla tamamen değişti. Saltanatının ilk yıllarına, gerek kendisine gerek Safevi
hükümranlığına yönelik iç ve dış tehditleri hassas biçimde dengeleme mücadelesi
damgasını vurdu.
En ciddi iç faktörler İran'ın siyasi kültürüyle ilgili olup Tahrnasb'ın azınlığı et
rafında yoğunlaşmıştı. Genç şah giderek büyüyüp olgunlaştıkça bu sorun kısmen
giderildi ve babası gibi askerlerine savaşta liderlik eden bir statüye erişti. Safevi
Hanedanı'nın meşruiyeti sorgulanmasa da Tahmasb kendi ailesi içinden gelen teh
ditlerle karşı karşıyaydı. Kardeşi Alkas Mirza 1 534'te tahtta hak iddiasını destek
lemeleri karşılığında Osmanlılarla işbirliği yaptı. Bunun dışında, kendi içlerindeki
hizipler ve hasımlıklar dikkate alındığında, Kızılbaş boylarından birinin Safevi Ai
lesi içinden bir rakibi destekleme olasılığı her zaman mevcuttu.
Tahmasb'ın uzun süren azınlık konumu boyunca karşılaştığı ilk ve en büyük
zorluk, Kızılbaş hizipçiliğini kontrol altına almaktı. Sürüp giden Osmanlı ve Özbek
tehditleri karşısında bu sorun, İran'ı siyasi ve askeri olarak zayıflatıyordu. Kızılbaş
boyları Kuzeybatı İran ve Doğu Anadolu'da Safevileri ilk destekleyen grup olması
na rağmen, kökenleri Orta Asya'ya ve 14. yüzyıl Timurlu devletlerine dayanıyordu.
Başlıca aşiretler arasında Şamlular, Rumlular, Ustaclular, Takkalular, Afşarlar ve
Kaçarlar vardı. Bunların çoğu Safevi dönemi boyunca faal olup 1 8 . yüzyıla kadar,
hatta Kaçarlar 1 9 . yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Kızılbaşların gücüyle nüfuzu
atlı ve silahlı savaşçılarıyla özellikle Kuzeybatı İran'da geniş otlakları kontrol etme
lerinden geliyordu. Böylece önemli bir askeri rol üstlenmişlerdi. Kendi aralarında ve
diğer benzer aşiretlerle arazi ve iktidar için çekişiyorlardı . Sahip oldukları özerkliği,
sınırlamak isteyen güçlere karşı savunuyorlardı. Bunun dışında, Orta Asya kökenli
Türk aşiretleri arasında uzun zamandır devam eden bir gelenek vardı. Küçük yaş
taki şehzadeler vali yapıldıktan sonra aşiret emirleri, büyükleri veya komutanları
atabey olarak atanıp bu şehzadeler adına sorumlu oldukları eyaleti yönetiyorlardı.
Tahmasb da önce Rumluların, ardından Takkaluların, sonra yine Rumlu emirlerin
himayesine girmişti. Dolayısıyla genç şahın yetkisini üstlenme konusunda bir reka
bet vardı. Tahmasb Kızılbaşlar üzerinde kendi iktidarını kurana kadar pek güvende
sayılmazdı. Otorite ve iktidar çekişmesinin yarattığı kaos sadece Osmanlılarla Öz
beklerin işine yarıyordu.
Osmanlı Sultanı 1. Selim ( 1 5 12-1 520) Çaldıran zaferinin ardından bütün dikka
tini Arap Ortadoğu'sunu fethetmeye vermişti. 1 520'de ölünce yerine Kanuni veya
batıda tanındığı üzere " Muhteşem" Süleyman ( 1 520- 1 566) geçti. Doğu Anadolu'da
Safeviler bir ihtilaf konusu olmaya devam etse de, yeni padişah önceliği Avrupa
kıtasındaki batı sınırlarına vermişti. Nüfusu, zenginliği ve Avrupa'ya yakınlığı ne-
154
SAFEVİLER
1 55
IRAN TARİHİ
1 56
SAFEVİLER
olarak tarihteki yerini almıştır. Yakın zamana kadar Houghton Şehnamesi olarak
bilinen bu eser, dönemin en büyük sanatçılarının yaptığı 258 minyatürün süslediği
759 yapraktan oluşuyordu. Ne yazık ki yakın zaman önce koparılan yapraklar
değişik koleksiyonlara dağıldı. Tahmasb saltanatının son dönemlerinde yine tavır
değiştirerek daha dindar bir hayata yöneldi. Bu tercih, muhtemelen Şehname'de
sergilenen ihtişam, zenginlik ve radikal Şii fikirlerden biraz daha uzaklaşmak anla
mına geliyordu. Büyük ihtimalle ünlü Erdebil halılarının hamisi de oydu. Saltana
tının ortalarında dokunan bu halılar Safevi hükümdarlığının bir başka ifadesiydi.
Bunlar aynı zamanda ailenin dindarlığının simgesi ve o soydan geldiğinin tescili
gibiydi, zira Erdebil'deki Safevi türbesi için bir çift halı dokunmuştu. Burada önem
li bir başka unsur, İran'ın görkemli geçmişini ve hükümdarın uyruklarından birini
oluşturan zanaatkarları bünyesinde barındıran sanat geleneğini himayenin devam
etmesidir. Günümüze sadece münferit sayfaları kalmış olan Şah İsmail Şehnamesi,
merkezi Tebriz olan Kuzeybatı İran'ın Türkmen geleneğine dayanırken ( burada
genelleyici bir kültürel terim olarak kullanılmıştır), Tahmasb Herat'taki Timurlu
geleneği vasıtasıyla Moğol/İlhanlı sanat geleneğine dayanıyordu.
Tahmasb'ın saltanatının evrenselliği başka yollardan da açıkça görülebilir.
1 540'ta onun sarayına sığınan Babür İmparatoru Hümayun, yine onun yardımı
sayesinde 1 555'te tahtını tekrar ele geçirmişti. Amasya Antlaşması'ndan dört yıl
sonra 1 559'da, Süleyman'ın oğlu Bayezid yaklaşık 10.000 askeriyle Tahmasb'a
sığındı; ancak şah iki yıl sonra onu babasına iade etti. Antlaşmanın koşulları bu
olayla da onaylanmış oluyordu. Tahmasb Amasya'dan önce cihat kisvesi altında
Kafkaslar' da seferlere çıkıyordu. Dolayısıyla bu seferler onun aile tabanıyla birlikte
geleneksel İslam ideolojisinin onaylanması anlamına geliyordu . Şahın ordusunun
askeri becerisini gösteren Kafkas başarıları, Amasya Antlaşması'yla da kabul edil
miş ve başta Gürcistan olmak üzere ihtilaflı bölgeler ortak çıkar alanı ilan edilmişti.
Bu bölgelerde ele geçirilen on binlerce köle İran'a getirildi. Bunların pek çoğu elit
saray muhafızları içine yerleştirilirken, " Gürcübaşı " adı verilen komutanlarının
gücü giderek arttı. Bu muhafızlar sadece Tahmasb'ın hükümdarlığının temsilinde
yeni bir unsur oluşturmakla kalmayıp, özellikle Kızılbaşlardan oluşan aşirete daya
lı ordusuna karşı denge unsuru sağlıyorlardı.
Safeviler döneminde İran tarzı hükümdarlığın tam anlamıyla sergilenmesi Tah
masb zamanında değil, genellikle " Büyük" olarak bilinen Şah 1. Abbas zamanında
( 1 588-1 629) gerçekleşti. Sasani hükümdarı Adil Anuşirvan gibi Şah Abbas da sa
hip olduğu ünü gerek halkın zihninde yarattığı imgeyle gerek başarılarıyla sağladı.
Tahmasb'ın hemen ardından gelen hükümdarlar Il. İsmail ( 1 5 76-1 5 7 8 ) ve Mu
-
hammed Hüdabende ( 1 578- 1 5 8 8 ) - gerek onunla gerek Abbas'la büyük bir zıtlık
oluşturuyordu .
157
IRAN TARİHİ
Tahmasb'ın elli iki yıllık uzun saltanatı büyük bir istikrar getirirken, mensup
olduğu soy ve ortaya koyduğu liderlik vasıfları sayesinde iktidar onun kişiliğinde
toplandı. Hısımlık, iktidar ve elit statüsüne erişmek anlamına geliyordu. Otoritesiy
le iktidarını himaye ve temsil etmesi, çıkarı verasete dayanan grupları genişletmişti.
Kızılbaşlar artık belirleyici grup değildi. Üstelik Tahmasb öldüğünde geride dokuz
varis bırakmıştı ki bunlardan sadece ikisinin annesi Kızılbaş olup diğerlerinin an
neleri Kafkas kökenliydi. Anneleri Kızılbaş olan iki kişi Muhammed Hüdabende ve
İsmail'di. Bunlardan ilki neredeyse kör olduğundan iktidar için çekişecek durumda
158
SAFEVİLER
159
İRAN TARİHİ
1 60
SAFEVİLER
oynamaya devam ettiği İran siyasi kültürü en bariz sorundu. Ordunun yeni bir
tabana dayanması, idarenin temelden başlayarak yeniden örgütlenmesini gerekti
riyordu. Arazinin kullanım hakkına dayalı mali sistemin yeniden yapılandırılması,
İran içindeki ekonomi ve güç ilişkilerini tepeden tırnağa değiştirecekti. Şah Abbas,
aşiretlere bağlı olmayan yeni askeri birlikler ya da evrensel/eşzamanlı hükümdar
karakterini oluşturan temsil unsurları yaratarak, bu mekanizma vasıtasıyla Kızıl
başları kendisine tabi kıldı.
Geçmişte, özellikle Selçuklu döneminden itibaren, arazinin kullanım hakkı, aşi
retlere dayalı olsun ya da olmasın, orduyu finanse etmişti. İkta, suyurghal ve Safevi
döneminde tuyul olarak bilinen bu sistem, askeri hizmetleri dolaylı olarak destekle
yen bürokratik bir araç işlevi görüyordu. Bu uyguluma, arazi sahibinin iktidarıyla
bulunduğu bölgenin özerkliğini artırabildiği gibi, hükümdarı ve yönetimi toprağa
yabancılaştırma potansiyeline de sahipti. Genellikle toprak bağışlanan kişinin çı
karları kısa vadeli olduğu için kısa zamanda mümkün olduğu kadar çok fayda sağ
lamaya çalışıyordu. Şah Abbas'ın yeniden örgütlemeye gittiği arazi sisteminde iki
önemli kategori vardı. Bunlardan birisi aşiret liderlerine dağıtılan ve bunun karşılı
ğında aşiret mensuplarının geçiminin temin edildiği memalikti. Diğeriyse doğrudan
şaha ait olan ve sarayın masraflarının karşılandığı has arazileriydi. Hasın tersine
memalik arazileri özel bir bürokratik makam tarafından yönetiliyordu. Abbas me
malik arazilerinin has arazilerine dönüştürülmesini emretti; böylece büyük toprak
lar, hatta eyaletler doğrudan onun yönetimi altına girdi.
Bu yeni gelirler yeni askeri birliklerin finansmanında kullanıldı. Bu birlikler gu
lam adı verilen ve sadece Abbas'a sadık olan kölelerden oluşuyordu. Çoğunlukla
Gürcü, Çerkez ve Ermeni kölelerden oluşan gulam birlikleri; süvari, piyade ve top
çu kuvvetlerinin içinde yer aldığı gibi, saray muhafızlarının elit birliğini oluştura
rak hükümdar ailesinin yakınında bir unsur haline gelmişti. Toplam 40.000 kişiden
oluşan gulamların komutanı büyük bir güce sahip oluyor, dolayısıyla büyük servet
kazanıyordu. Bu yeni askeri elitin mensupları giderek diğer idari görevlere de atan
dılar. Bunların arasında Kızılbaşlar ile diğer aşiret liderlerinin ve bölgesel düzeydeki
elitin yerine geçtikleri eyalet valiliği de vardı.
Şah Abbas, iktidarı daha önce görülmemiş ölçüde merkezileştirip yeniden tahsis
etti. Yürürlüğe koyduğu politikalar askeri ve idari reformları aşarak İran'ın top
lumunu, ekonomisini ve kültürünü derinden etkiledi. Bütün bunlar onun, erken
modern dönemin diğer liderleriyle kıyaslanmasına yol açtı. Şah Abbas merkeziyet
çilik programının bir parçası olarak aşiret konfederasyonlarını dağıtıp bir aşiretin
bütün nüfusunu yeni bölgelere aktarırken orduya asker verme yükümlülüğünü de
vam ettirdi. Buna ilaveten, Kafkasya'da yaşayan halklar İran'a getirildi. Bunların
başını, İsfahan'ın kenar mahallesi Yeni Culfa'ya yerleştirilen Ermeniler çekiyordu.
161
1RAN TA.Rll-0
Yeni meydanla eski cami ve meydanla pazarlar arasında bir buçuk kilometre uzun
luğunda tonozlu ve kubbeli bir çarşı yer alıyordu. Bunun içinde yer alan kervan-
162
SAFEVİLER
1 63
İRAN TAR1Hl
dem bir hükümdar olarak tarihe geçmesini sağladı. Bir yandan yeni kurumlar ku
rarken diğer yandan eskilerini dönüştürdü. Ulema dahil, bu kurumların hepsi onun
hükümdarlığına tabiydi. İktidarını İran kültürü ve toplumu içinde ölümsüzleştirme
konusunda da kararlıydı. Bu kültürün mimari ve sanatsal biçimleri günümüze ka
dar ulaşırken, edebiyat tarihçileri Safevi döneminde edebi eserlerin yokluğundan
yakınırlar. Şahın gerçekçiliği en çok Osmanlı ve Özbek düşmanlarıyla başa çıkma
konusunda görülür. Bunun dışında askeri birliklerin yeniden örgütlenmesi ve yeni
bir taban yaratılarak yönetilmesi konusunda bir denge geliştirme zorunluluğu da
onun gerçekçiliğinin yansıdığı alanlardan biridir. Sonuçta, yeniden örgütlenen or
du, ona derin bir sadakatle bağlanmıştı.
Bununla birlikte Şah Abbas'ın gerçekçilikten yoksun bir kusuru, tahta halef
seçme meselesinde ortaya çıkmıştı. 1 629'daki ölümünden on dört yıl önce, en bü
yük oğlu ve veliahdı Sam Mirza'yı, kendisini devireceği korkusuyla öldürttü. Bu
paranoya muhakkak, kendi babası Muhammed Hüdabende'ye başkaldırmasıyla
ilgili anılarından kaynaklanıyordu. Buna ilaveten, Şah Abbas yaptığı idari ve askeri
reformlara rağmen güç sahibi gruplara tam güvenmiyordu; zira şehzadeyi kendi
çıkarlarına göre kullanacaklarını düşünüyordu. Diğer dört oğlundan ikisi babala
rından önce ölürken, diğer ikisini tahta çıkmalarını engellemek için kör ettirmişti.
1 64
SAFEVİLER
1 65
iRAN TARlHI
1 66
SAFEVlLER
6.4 Medrese-i Mader-i Şah 1 706 14 yıll a rınd a Şah Su ltan Hüst:yin tarafından,
dindarlığının ve hayırseverliğinin bir göstergesi olarak yaptırıldı. İsfahan'da Safevilerin
yaptırdığı büyük cadde Çahar Bağ'da bulunan medrese, son büyük Safevi eseridir.
(Fotoğraf: Gene R. Garthwaite)
1 67
IRAN TARll-11
168
SAFEVİLER
Nadir Şah gücünü, Horasan'ın kuzeyindeki bir Afşar Aşireti'nin lideri olmasın
dan alıyordu. Orta Asyalı büyük fatihlerin sonuncusu olarak bilinen şah, selefleri
gibi aşiret kurmak için gereken askeri ve siyasi becerilere sahipti. İktidarı ele geçirip
sürdürmek için gereken taktik ve stratejik askeri becerileri sergilemişti. Eski komu
tanlar gibi o da, aşiretine mensup atlılarla, uzun mesafeleri büyük bir hızla kat edip
rakiplerini mahvetmişti. Sahip olduğu meşruiyet Afşar gücüne, liderlik becerilerine
ve ganimet vaatlerine dayanıyordu. Safevi meşruiyetine sahip olmadan, evrensel
bir hükümdar olarak kendi meşruiyetini kurmaya yöneldi. Bu durum, saltanatının
sonlarında Şii radikalliğine yönelik herhangi bir ihtimali ortadan kaldırmak ama
cıyla Şiiliği Sünniliğe uydurma çabasını açıklamaktadır.
Nadir, devrik şahı destekleyip ona Tahmasb Kulu adıyla hizmet etmeye başladı
ğı andan itibaren gözü pek davranmıştı. Afganlara karşı kazandığı askeri başarılar
nedeniyle Tahmasb onu Horasan, kuzeydeki Mazenderan, doğudaki Kirman ve
Sistan gibi önemli eyaletlerin valisi yaptı. Bu bölgelerin zengin kaynakları sayesin
de gücü artan Nadir, adına sikke bastırarak Tahmasb'ın meşruiyetini elinden aldı.
Yine de hükümdara hizmet etmeye devam ederek 1 730'da Osmanlıları Batı İran
ve Azerbaycan'dan çıkmaya zorlayıp ordularını Kafkaslar'a sevk etti. İki yıl son
ra Bağdat'ta çarpıştığı Osmanlılara karşı zafer elde edemese de, 1 639 Kasr-ı Şirin
Antlaşması'nda kabul edilen sınır hattında mutabık kalındı. Bu olayın ardından,
Ruslar İran'ın kuzeyinde işgal enikleri bölgelerden çekildiler. Nadir, kazandığı bu
askeri başarılar sayesinde 1 736'da aşiret liderleri, ileri gelenleri ve ulemayı top
ladığı büyük kurultayda kendini şah ilan ettirdi. Tabii bu olaydan önce, 1 732'de
Tahmasb'ı tahttan indirip onun küçük oğlunu III. Abbas adıyla şah yaptığını unut
mamak gerekir. Moğolları hatırlatan bu kuruİtay, Safevilerin veya onların meşru
bir varisinin yokluğunda, Nadir'in hükümdarlığını ve ailesini meşrulaştırmıştı.
Nadir 1 73 8 'de çıktığı bir sonraki seferinde Kandahar'ı geri aldı. Ardından Hin
distan içlerine ilerleyip Delhi'yi yağmalarken, bu çok zengin ödülü işgal etmeye ve
ya imparatorluğuna katmaya niyetlenmedi. Buna karşın 1 740'ta İran'ın sınırlarını
Ceyhun Nehri'ne kadar genişletti. Horasan'daki kendi üssünün mantıklı uzantısı
olan bu nokta, İran tarihinde doğuda ulaşılan en uç sınırdı. Bu şekilde boyun eğen
Özbekler, İran tarihinden sonsuza kadar çekildiler. Nadir, Horasan'ın en büyük
şehri Meşhed'i başkent seçince İsfahan biraz daha dışlanmış oldu. Meşhed aynı
zamanda İsna Aşeriye'nin sekizinci imamı Rıza'nın türbesinin bulunduğu şehirdi.
Nadir ayrıca Kürtler ve Bahtiyariler gibi aşiret halklarını Horasan ve diğer doğu
eyaletlerine sürdü. Böylece İran'ın merkezi son kez doğudaki Orta Asya'ya doğru
kaymış ve bunun sonucunda, bir Şii devletine önemli oranda Sünni bir nüfus ek
lenmişti.
169
IRAN TARD-11
Meşruiyeti güvenceye alına konusunda son bir hamle, Nadir Şah'ı Şiiliğin inhi
sarını bırakma konusunda teşvik etmiş olmalıydı. Buna göre, altıncı imam Cafer
Sadık'tan dolayı, Şiiliğin Caferilik adıyla Sünniliğin beşinci mezhebi olarak kabul
edilmesini savundu. Bunun dışında, Ali'nin ilk halife olması gerektiğini savunan Şii
görüşü, ilk üç halifenin reddinden vazgeçecekti. Nadir bu köklü değişikliği belki
Sünni Osmanlıları veya doğrudan yönetimi altında bulunan çok sayıda Afganlıyı
yatıştırmak amacıyla yerleştirmeye çalışmıştı. Burada Şiilik için yeni bir taban va
sıtasıyla kendini evrensel bir lider olarak ortaya koymuştu. Nadir böyle yaparak,
ulemayı ve genel olarak İranlıları, keyfi ve baskıcı yönetiminden giderek yabancı
laşan gruplara ve elitlere ekliyordu. Daha 1 74 1 'de, oğlu Rıza Kulu, onu öldürme
girişimi içinde yer aldı. Nihayet 1 747'de Safevilerin sadık Kızılbaşları olan Afşarlar
ve Kaçarlar onu öldürdü. Nadir Şah'tan sonra iki yeğeni ve kör torunu Şahruh,
Afşar yönetimini sadece Horasan'da 1 748'den 1 796'ya kadar sürdürdü. Safevi
Ailesi'nin soyundan gelen Şahruh'un annesi, hanedanın devam eden meşruiyetinin
önemini gösteriyordu.
1 8 . yüzyılda parçalanma yaşayan İran'ın merkezi, Nadir'in ölümüyle birlikte
Zend Aşireti Lideri Kerim Han ve Bahtiyari Aşireti Lideri Ali Merdan Han öncü
lüğünde yine İran Platosu'na döndü. Aşiret liderlerine verilen han unvanı Türkçe
olmasına rağmen, hem Zend hem Bahtiyari aşiretleri İranlıydı. Zendlerin kökeni
orta Batı Zağroslar'daki Luristan'dı. Bahtiyariler ise onların daha güneybatısın
dan, Zağrosların orta bölgesinden geliyordu. Nadir Şah, Bahtiyari ailelerinden üç
bin kadarını, yönetimine muhalif oldukları için Horasan'a sürmüştü. Onun ölü
münden sonra bunların iki bin kadarının eski yerlerine döndükleri düşünülmekte
dir. Nadir Şah'ın öldürülmesi ardından yaşanan kargaşa ve Bahtiyariler arasındaki
hizipleşmeye rağmen, Ali Merdan Han ve Kerim Han, orta ve Batı İran'da müşte
rek hükümranlık kurdular. Bunu sağlamak için III. İsmail adıyla bir başka Safevi
kuklası bulmuşlardı. Ali Merdan Han'ın Safevi meşruiyetine hata önem verdiği
ni gösteren kanıtlar bastırdığı sikkelerdi. Bu sikkelerin üstünde "Bende-yi İsmail"
ibaresi ve "Vekil-i İsmail " unvanı vardı. Bu durum, şah olmadan önce "Tahmasb
Kulu " unvanını kullanan Nadir'de de görülmüştü. Dört yıl kadar süren iki hü
kümdarlı yönetim, Kerim Han'ın 1 754'te Ali Merdan Han'ı öldürmesi ve içlerinde
Mazenderan'dan Muhammed Hasan Han Kaçar ve Azerbaycan'dan Azad Han'ın
bulunduğu Nadir'in eski komutanlarının üstesinden gelmesiyle son buldu.
Kerim 1 759'da III. İsmail'i tahttan indirmekle birlikte şah unvanını üstlenmeyip
Ali Merdan'ın kullandığı vekil-i devlet unvanını almakla yetindi. 1 765'te başkenti
Şiraz'a taşıdığı zaman, o güne dek kullanılmayan " vekil-i reaya " unvanını benim
sedi. Halk arasında sadece Vekil olarak bilinen Kerim Han, bu unvanla, Nadir
Şah ve Safevilerin kullandığı evrensel ve eşzamanlı hükümdarlık kavramını tersine
1 70
SAFEVİLER
çevirmişti. Bu kavramda evren veya Tanrı'yla ülke arasında bir denge oluşturan
hükümdar, böylece mutlakıyete sahip oluyordu. Oysa Kerirn'in yönetimi, 1 779
yılındaki ölümüne kadar, evrensel hükümdarın monarşik ve keyfi yönetiminden
ziyade İslamiyetin ilk dönemlerindeki adil hükümdarlık kavramına yakındı. Onun
saltanatına, Şiraz'da yaptırdığı binalara yansıyan bir alçakgönüllülük damgasını
vurmuştu. Bunun dışında, ulema arnk hükümdar karşısında epey bağımsız hale
gelmesine rağmen, Şiiliği himaye etmeyi sürdürmüştü. Rakiplerini tasfiye ettikten
sonra kavgacılığı giderek azalan Kerim, Osmanlılara sadece bir kez saldırdı. Basra
Körfezi'nin dibindeki Basra'ya saldırdığı bu olayda Vekil, körfezdeki ticareti geliş
tirip Şiraz'ın yakınında bulunan Buşehr'i işlek bir liman kılmayı amaçlamıştı.
Kerim Han'ın ölümünün ardından Zendler kendi aralarında taht kavgasına
tutuştu. Bunların içinde en başarılı olanı, Kerim'in en küçük kardeşi ve onun ar
dından ilk tahta çıkanlardan Sadık'ın ( 1 779- 1 78 1 ) oğlu Lütf Ali ( 1 789-1 794) idi.
Onun Kaçarların lideri Muhammed Han tarafından öldürülmesiyle birlikte sadece
kısa ömürlü Zend Hanedanı değil, Safevilerin İran'daki son kalıntıları da ortadan
kalktı. 1 8 . yüzyıl sonunda görülen anarşi ve parçalanma, 1 5 . yüzyıl sonunda yaşa
nan olaylara benziyordu. Bununla birlikte, aşiret kökenine sahip son hanedan olan
Kaçarlar, İran'ın yeniden birleştirilmesini sağlayacaktı. Kaçarlar Safevi Kızılbaş aşi
retlerinden birini oluşturmasına rağmen, kendilerini Safevi meşruiyetiyle bağlama
konusunda hiç hevesli değillerdi. İktidar, Şii tabanına dayanarak meşrulaştırılmak
la birlikte, din olağanüstü bir dönüşüme uğramıştı. Bu dönüşüm günümüzde de
varlığını sürdürmektedir.
1 8 . yüzyılda yaşanan büyük parçalanma, merkeziyetçi yapıdan uzaklaşma ve
anarşiye rağmen, Safevi mirasının İran tarihinin doruklarından birini oluşturduğu
yaygın biçimde kabul edilmiştir. Bu dönemde yeniden kurulan İranlı bir monarşi
yönetiminde ülkenin coğrafi birliği tekrar oluşturulmuş, Şiilik devlet dini haline
gelmiş; İran sanatı, mimarisi ve kültüründe yeni bir parlak çağ yaşanmıştı. 1 9. yüz
yıl başında ülkenin doğu sınırı geri çekilip Kafkas eyaletleri kaybedilirken, 1 63 9
Kasr-ı Şirin Antlaşması'yla belirlenen batı sınırı korunmuştu. Şahın başında bulun
duğu monarşi kurumu, hanedanın kökeni zamanla değişse de, 1 979'a kadar etkin
biçimde varlığını sürdürdü. İran halklarının büyük çoğunluğu Şiiliği benimsemeye
devam etti. Din, Pers kültürüyle birlikte, 1 9. yüzyılda gelişmeye başlayan İran mil
liyetçiliğinin temel unsuru oldu. Şii ulemanın kurumsal hale gelmesiyle birlikte,
hükümdarlıkla din arasında ortaya çıkan gerilim, Safevi döneminin gözden kaçırıl
maması gereken yanlarından biridir.
Şii ve Sünni ulema arasında doktrin bakımından önemli farklar olmakla bir
likte, rolleri ve işlevleri bakımından fazla bir fark yoktu. İki grup da, bu dünyada
yaşamak için Tanrı'nın emirlerini yerine getirmenin hukuki ve teolojik temeli olan
1 71
İRAN TARİHİ
1 72
SAFEVİLER
1 73
iRAN TARlHI
• Herhangi bir şekilde elde edilen malın hayra harcamak üzere ayrılmış beşte birlik kısnu. (çev.)
1 74
SAFEVİLER
tarafından tercih ediliyorlardı. Safevi lranı'nı en iyi algılayan Avrupalı seyyah olan
Chardin, 17. yüzyıl sonunda şunları gözlemlemişti:
Evrenin en üst karındaki taht, ancak bir müçtehide uygundur. O, sıradan insan
lara göre daha çok bilgiye sahiptir ve daha kutsaldıL Müçtehit kutsal ve bunun
sonucunda barışçı bir insan olduğu için, adalet dağıtmak amacıyla kılıcını kulla
nacak hir krala ihtiyaç vardır. Fakat onun [müçtehidini ancak nazırı olabilir ve
ona bağımlıdır. 1.1
1 75
7
1 76
KAÇARLAR
yol açan bu durum sadece askeri ve ekonomik güçteki eşitsizlikten değil, Kaçarların
bu dengesizliği kabullenmemesinden de kaynaklanıyordu. İran'ın stratejik konu
mu ve merkeziyetçilikten uzaklaşması Britanya, Fransa ve Rusya hükümetlerinin;
Ortadoğu ve Hindistan'a yönelik emperyalist tutkuları uğruna, kendi aralarında
nispeten düşük bir maliyetle çekişmesi anlamına geliyordu. Feth Ali saltanatının
ilk yıllarında Fransa ve Britanya'yı birbirine karşı kullanmaya çalıştı. Bunun için
her iki güçle, birbiriyle çelişen karşılıklı yardım antlaşmaları imzaladı. 1 79 8'de
Mısır'ı işgal eden Napolyon, Britanya ve Rusya'ya karşı İran'ın desteğini arıyordu.
İran ilk diplomatik anlaşmayı İngiltere'yle yapmasına rağmen Feth Ali 1 807'de
Napolyon'la Finkenstein Antlaşması'nı imzaladı. İngilizlerse Afganistan'da ve
Fransa'ya karşı İran'ın yardımına ihtiyaç duyuyordu. Birbiriyle çelişen bütün bu
antlaşmaların tarafları sonunda hep birlikte hüsrana uğradı. Yayılmacı politikasını
başarıyla yürüten yanı başındaki komşusu Rusya, öncelikle İran'ın Kafkas eyalet
lerindeki egemenliğine son verdi. Bu kayıp, 1 8 1 3'te imzalanan Gülistan ve 1 828 ta
rihli Türkmençay antlaşmalarıyla kabul edildi. İlk antlaşmada kaybedilen toprak
ları geri almaya çalışan Feth Ali Şah'ın gerçekçi olmayan talihsiz çabaları sonucu,
ikincisini imzalaması zorunlu olmuştu. Rusya daha sonra, aynı yüzyıl içinde Orta
Asya topraklarına doğru ilerledi.
Güç dengesizliği, bunun kabullenilmemesi, ordunun aşiretlerden toplanan dü
zensiz birliklere dayanması sadece kalıcı toprak kayıplarıyla sonuçlanmadı; aynı
zamanda kayıpları geri almak için kötü planlanan çabalar, ağır bir tazminat yü
küne neden oldu. Tazminat ve toprak kayıplarının uzun vadeli ve kalıcı sonuç
larından biri, başını ulemanın çektiği yabancı karşıtı popülizmdi. Kafkaslar'da
geçmişi çok eskiye dayanan cihat veya gaza geleneği, bu hareketi teşvik ediyordu.
Ne var ki Kafkasya'daki toprak kayıpları kalıcıydı. Pek çoğu İran'a göç etmesine
rağmen bölgeden ayrılmayan Müslümanlar, Hıristiyan Rusya'nın egemenliğinde
kalmıştı. Bunun dışında, Türkmençay Antlaşması, Rusya'nın uyruğu olanlara ülke
toprakları dışında ayrıcalık tanıyordu. Daha sonra nefret edilen kapitülasyonlar
adını alacak bu imtiyazlar, diğer Avrupalı güçlere de tanınacaktı. Kapitülasyonlar
hukuki ve ekonomik sonuçlar doğurmuştu. Genellikle azınlıklardan oluşan bazı
İran uyrukları ülkenin yargı sisteminden muaf olurken, ithal mallarına genel güm
rük tarifelerinin uygulanmaması İran ticaretini ve ürünlerini doğrudan etkiliyordu.
Toprak kayıpları, kapitülasyonlar ve Avrupa'nın içişlerine müdahalesinin artması;
cihat olgusunu pekiştirirken, ulusal ve dini aşağılanmaya yeni bir psikolojik boyut
ekledi.
Fı:tlı Ali yı:ni bir Kafkasya seferine çıkmadan önce iktidarını merkezileştirip hü
kümetini ve ordusunu yeniden örgütlemeyi beceremeyince yaklaşımlarının gerçekçi
olmadığı ortaya çıkmıştı. İdari değişiklikler yapılmadığından, Rusların ilerlemesini
1 77
İRAN TARİHİ
durdurma konusunda gerekli olan merkeziyetçi devlet reformları için kaynak bu
lamamıştı. Aynı nedenle, düzensiz birliklerden oluşan ordusunu modern silahlarla
donanmış disiplinli bir güce dönüştürememişti. Buna karşın Azerbaycan valisi olan
oğlu veliaht Abbas Mirza, Fransız ve İngiliz danışmanlar gözetiminde kendi kuv
vetlerini modernleştirmişti. Ancak babasının vefatından kısa bir süre önce ölmesi,
Kaçarlar ve İran için talihsiz bir olaydı. Şah olduğu takdirde bu reformları bütün
ordu ve devlet içinde yayabilirdi.
Gerek Osmanlı gerek Mısır hükümdarları içte benzer engellerle, dışta Avrupa 'nın
askeri ve siyasi tehditleriyle karşılaştığında merkeziyetçi politikalar uygulayıp as
keri reformlar yapmıştı. Kaçarların reform yapmaya ilgi duymaması, İran'ın neden
bu yola başvurmadığı sorusunu akla getirir. Oysa Osmanlı Sultanı il. Mahmud
( 1 808-1 839) ile Mısır Valisi Mehmet Ali ( 1 805-1 848), Avrupa'dan gelen tehdide
bu şekilde tepki verdiler. Üstelik ulema, ordu ve diğer geleneksel elitin kazanılmış
haklarıyla çıkarlarının yarattığı güçlü iç muhalefete rağmen, ülkelerinde kapsamlı
askeri, idari ve ekonomik reformlar yaptılar. Kaçarlar gibi Mehmet Ali de iktidara
yeni gelmişti. Ancak Kaçarların tahtı ele geçirme yolları sadece güvensizliği artırdı.
Üstelik orduyu modernleştirmek için gereken gelirlerin yetersizliği sorununun yanı
sıra bir de güçlenen ordunun devlete darbe yapması tehlikesi vardı. Fransa, İran'ı
Rusya'ya karşı güçlendirmek ve muhtemelen Hindistan'daki İngiliz çıkarlarını teh
dit etmek için General Gardanne'ı askeri bir heyetle buraya yolladı. Ne var ki
Gardanne'ın görevi kısa sürede sona erdi. Feth Ali Şah, Avrupa'nın artan gücü ve
çoğalan düşmanlıkların bizzat farkındaydı. Britanya ilk diplomatik temasları 1 800
yılında yaptı; bunu 1 802'de Fransa'nın temasları ve ardından yapılan antlaşmalar
izledi. 1 8 1 0'da ilk kez İranlı öğrenciler Avrupa'ya gönderildi. Bu olay Avrupa'yı
daha iyi anlamak için bir tür karşılıklı temas ihtiyacının farkında olunduğunu gös
termektedir. Bununla birlikte, Abbas Mirza askeri reformun önemini anlamasına
rağmen, halefleri ilgisiz gibi görünüyordu.
1 82 8 Türkmençay Antlaşması Kaçar tarihinde önemli bir dönüm noktası ola
rak, hanedanın İran'daki saltanatı sırasında karşısına çıkacak bütün sorunların ha
bercisidir. Bu sorunların en önemli iki tanesi, hükümdarlık ve toprak bütünlüğünü
de içeren ulusal egemenlikle ilgiliydi. Ayrıca bu iki sorunla iç içe geçmiş kimlik
meselesi ve dolaylı yoldan içerdeki değişimleri kışkırtan Batı etkisine nasıl karşılık
verileceği konusu vardı.
Kaçarlar bütün İran üzerinde egemenlik kurarken, bunu aşiret liderleri olarak
yaptılar; yönetimlerini meşrulaştırma konusunda başka dayanakları yoktu. Meş
ruiyetleri esasen Safevilere sadık Kızılbaş Sülalesi'ne mensup olmalarına dayanı
yordu. Bu meşruiyeti siyasi evlilikler yoluyla genişlettiler. Örneğin Feth Ali Şah'ın
eşlerinden biri Bahtiyariydi. Bunun dışında, geleneksel İslam ve Şii sembolleriyle
1 78
KAÇARLAR
1 79
İRAN TARİHİ
1 9. ve 20. yüzyıl boyunca adamakıllı anan İngiliz ve Rus nüfuzu sonucu; ki
şilerle gruplar bu iki güçten biriyle yakınlaşmanın yolunu ararken, şahlar ve hü
kümetleri bunları birbirine karşı kullanmaya çalıştı. Feth Ali'nin halefi ve torunu
Muhammed Şah ise bu iki güç arasında kararsız kaldı. Başlangıçta İngilizlerden
yana davranıp, daha önce Rusya'ya verilen imtiyazların benzerlerini Britanya'ya
verdi. Saltanatının son on yılında onaya çıkan ve kontrolü dışında gelişen iki ola
yın, halefi Nasıreddin Şah'ın ( 1 848- 1 896) saltanatı üzerinde kalıcı etkileri olacaktı.
Birincisi, 1 9 . yüzyıl başlarında Kafkaslar'da başlayan sürecin devamında Rusların
Orta Asya içlerine ilerleme politikasının, yüzyıl ortasında İran'ın Herat'taki çıkar
larını tehdit etmesiydi. İkincisi, Safeviler döneminde ortaya çıkan ve Ahbarilerle
Usuliler arasında dini otorite konusunda yaşanan tartışmalardan kaynaklanan iç
gelişmeydi. Bunun reformist olduğu kadar popülist sonuçları da ortaya çıkmıştı.
Hazreti Muhammed'in soyundan gelenlere verilen ve halk arasında büyük say
gı gören "seyit" unvanını taşımakla birlikte fazla tanınmayan Muhammed Ali,
1 844'te kendini mesih anlamına gelen Bab (kapı) ilan etti. Ahbariler 1 8. yüzyılda
fiilen ortadan kalkmış, böylece müçtehit üstünlüğüne sahip Usuliler rakipsiz kal
mıştı. Ne var ki şimdi Şeyhiler onlara rakip olmuştu. Bu grup adını, Bahreyn'de
doğup sonradan İran'a yerleşen Arap ilahiyatçı Şeyh Ahmed Ahsai'den (ö. 1 826)
alıyordu. Onun düşüncesinde Safevi Tasavvuf felsefesinin izleri vardı. Ahbariler gi
bi Şeyhiler de her bireyin inancı yorumlayabileceğini ve müçtehitlerin değil sadece
7. 1 Tak-ı Bostan'da Feth Ali Şah ve oğullarını gösteren Kaçar rölyefi (Fotojra{: Gene R. Garthwaite)
180
KAÇARLAR
181
İRAN TARİHİ
din adamının sapkınlık olarak gördüğü Bahailik inancının temelini attı. Babilerle
Bahailerin mayaladığı fikirler, 20. yüzyılın ilk on yılı içinde meşrutiyete giden yolda
yeniden ortaya çıktı.
Nasıreddin ( 1 848- 1 896) veliahtken babası Muhammed Şah tarafından Teb
riz valiliğine atanmıştı. Burada kendisine Emir-i Kebir unvanıyla tanınan ve çok
ehliyetli bir devlet adamı olan Mirza Taki Han danışmanlık yapıyordu . Abbas
Mirza'nın çok yetenekli ve reformcu veziri Kaim-i Makam tarafından yetiştiril
miş olan Emir, genç şaha Tahran'da sadrazam olarak hizmet vermeye devam etti.
Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya'da yaptığı diplomatik hizmet sırasında
idari ve ekonomik reformlarla, modernleşme hamleleriyle tanışmıştı. İran'a dö
nünce merkeziyetçiliği sağlama yolunda çok sayıda reform başlattı. Sabilerin bas
tırılması da belki bu çabanın bir parçasıydı. Emir-i Kebir, iktidarı merkezileştir
menin başlangıcı olarak orduyu Avrupa eğitim ve talim modeline göre yeniden
yapılandırmaya çalıştı. Yeni orduyu finanse etmek için uygulamaya koyduğu idari
ve ekonomik reformlar, sarayınki de dahil sert bir muhalefetle karşılaştı. 1 8 5 1 'de
7.2 Tavus Kuşu Taht'ta oturan Nasıreddin Şah (freer Sanat Galmsi, Arthur M. Sackler Arşivi.
Smitbsonian Enstitüsü, Washington D.C.; ]ay Bisno'nun armağıını, 1 9RJ. Fototraf: Antoin Sevruguin)
1 82
KAÇARLAR
İran'ın ilk teknik ve askeri okulu olarak Darülfünun'u kurdu. Okulun öğretmen
leri ve ders kitapları genellikle Avrupa'dan geldiğinden tercümana ihtiyaç duyulu
yordu. Bu süreç, yavaş yavaş Batı fikirlerine açılmayı getirdi. Kuruluşundan yedi
yıl sonra, kırk iki Darülfünun mezunu, eğitimlerini ilerletmek amacıyla Avrupa'ya
gönderildi. İlk kız mektebi 1 865'te açılmakla birlikte, kız öğrencilerin çoğu, ge
nellikle erkek kardeşleriyle birlikte evde ders alıyordu. Emir-i Kebir ayrıca, ilk kez
Kaim-i Makam'ın ortaya attığı, Farsçanın daha basit bir şekilde yazılması düşün
cesini savundu. Ayrıca İran' da ilk kez resmi gazeteyi yayınladı. İlk gerçek gazeteler
veya sayfalar Meşrutiyet Devrimi sırasında ortaya çıktı. Emir-i Kebir'in gücünden
ve reformlarının gelenekçi elitlerde yarattığı hoşnutsuzluktan korkan şah, 1 852'de
onu önce görevden aldı, sonra öldürttü.
İran 1 85 6'da, tecrübeli Emir-i Kebir'in yokluğunda, yetersiz bir orduyla He
rat üzerinde yeniden egemenlik sağlamaya kalkınca, Hindistan ve Afganistan için
endişelenen İngiliz emperyalizmi tarafından engellendi. Üstelik İran üzerinde faz
ladan baskı uygulamak isteyen Britanya, Basra Körfezi'ndeki toprakları işgal etti.
Bunun sonucunda, İran 1 857'de Herat üzerindeki taleplerinden vazgeçti. Ülkenin
doğu sınırları, Osmanlı Irak'ında olduğu gibi kalıcı şekilde belirlenirken, kuzeyde
Aras Nehri Rusya'yla sınır oluşturdu. Böylece modern İran'ın sınırları, uluslararası
düzeyde henüz tanınmamış olsa da kalıcı biçimde çizilmişti.
Nasıreddin Şah, daha büyük bir İran üzerinde hegemonya kurmaya kalkışma
makla gerçekçi davranırken, ülke içindeki reformlar konusunda gerçekçilikten
yoksundu. Daha güçlü İngiliz ve Rus orduları karşısında, İran ordusunun yetersiz
liği açık biçimde ortadaydı. Belki aynı derecede güçlü ekonomik ve siyasi değişim
lere ayak uydurma ihtiyacı o kadar net değildi. Oysa Osmanlı İmparatorluğu'na,
Rusya'ya ve Ortadoğu'ya seyahat etmiş bazı vezirlere göre reform ihtiyacı açıktı.
İmparatorluğunun toprakları küçülmesine rağmen Nasıreddin Şah, İslami ve
evrensel hükümdarlık bağlamında ülkesini rakipsiz bir şekilde yönetti. Üstelik hü
kümetten beklentiler, özünde karşılanıyordu. İran'ın bütün komşularıyla savunma
sorunu esasen çözülmüştü. Sabilerin bastırılması ve ulemanın himaye edilmesiyle,
şeriatın sürdürüldüğü gösterilmişti. Düzen korunmuş, uyruklarının genel refahı sağ
lanmıştı. Devletten ekonomi, eğitim, sosyal hizmet, hatta hukuk alanlarında beklen
tiler yoktu. Buna rağmen hükümetin düzen sağlama bakımından, himaye bakımın
dan; saray, bürokrasi ve ordunun idamesi için gelirleri artırma ihtiyacı bakımından
ekonomi üzerinde dolaylı bir etkisi vardı. Müslümanlar üzerinde yargılama yetkisi
bulunan ulema, dindar bireylerle birlikte eğitim ve sosyal hizmetler veriyor; böylece
siyasi statükoyu kabullenmek de dahil manevi düzenin sürmesini sağlıyordu.
Düzenin idamesi ve refah, döngüsel biçimde devam etti. İran Devleti Sasanilerin
zamanından beri bir denge kurmayı alışkanlık edinmişti. Böylece devlet, köylüleri
183
IRAN TARİHİ
1 84
KAÇARLAR
diğer olumlu faktördü. Yeni yüzyıla geçilirken ticaret yüzde 2.5 oranında büyüyor
du ama dünyada gümüş fiyatlarının düşmesi, İran'ın para birimini ve ekonomisini
zayıflatmıştı.
Yabancı sermaye, dış ticaretin artması, devletin merkezileşmesi, kanunların mo
dernleşmesi, altyapı yatırımları Ortadoğu'nun diğer bölgelerinde ekonomik kal
kınma için önemli girdiler sağlarken İran' da durum değişmedi. Ülkenin kalkınma
sını engelleyen başka etkenler vardı. Geleneksel sosyal davranışlar ve uygulamalar
sonucu, uzun vadeli yatırımın başlıca aracı olarak toprak tercih ediliyordu ama
her zaman müsadere edilme korkusu vardı. Müsadere edilen araziler, ulemanın ve
türbelere bakanların yönetimindeki dini vakıflara devrediliyordu. Resmi makamlar
müzayede yoluyla dağıtılıyor; bu makamları elde edenler, uzun vadeli potansiye
lini heba etme pahasına kısa vadede azami kazanç elde etmenin yolunu arıyordu.
Her zaman yetersiz olan sermaye, yüksek faiz oranlarına tabiydi. Çok bozuk du
rumdaki yollarda dökme mal sevk etmenin güçlüğü yanında fiyatları yükseltmek
amacıyla yapılan istifçilik yüzünden tahıl kıtlığı had safhaya çıkıyordu. Herhangi
bir değişimin aleyhine olan en önemli etken, temel toplumsal grupların kazanılmış
çıkarlarıydı. Bu gruplar arasında saray, ileri gelenler, toprak ağaları, ulema, aşiret
hanları ve tüccarlar vardı.
Nasıreddin Şah devlet reformlarını başlatmakla birlikte, bunu Osmanlı İmpa
ratorluğu veya Rusya'ya seyahatler yapıp diplomatik görevde bulunmuş sadra
zamının ısrarı üzerine gerçekleştirmişti. Bir süre sonra, değişime karşı çıkanların
isteği doğrultusunda bunları durdurdu. 1 859'da altı bakandan oluşan bir kabine
ilan edilirken, ertesi yıl bir ayan meclisi oluşturuldu. 1 8 70'te şaha hizmet eden
bir danışma meclisi toplandı. 1 871 'de bu kez, belirlenmiş sorumluluklara sahip
dokuz bakandan oluşan yeni bir kabine kurma girişimi yapıldı. 1 875'te yerel idari
konseyler kuruldu. Avrupa tarzı bakanlar ve başbakanlar atandı; ancak diğer bü
rokratik reformlar gibi bunların da fazla bir etkisi olmadı çünkü iktidar hala şahın
elindeydi.
Kaçarların reformları sürdürmedeki başarısızlığı, otoriteyle onu yürüten araç
lar arasındaki boşluktan kaynaklanıyordu. Hanedanın sağlam kurumlar ve altyapı
geliştirememesinin sebebi sadece yetersiz yapısı değil, aynı zamanda etkin bir vergi
tahsilatı olmayışı ve devlet bütçesinin sürekli açık vermesiydi. Tahran'ın hüküm
darlık otoritesini uygulamak için aşiretlere ve bölgelerden düzensiz olarak topla
nan askerlere güvenmesi de bir diğer sorundu ( bu durum 1 8 78'de Rus subayların
komuta edip eğitim verdiği Kazak Tugayı kurulana kadar devam etti) . Çıkarlarını
korumak için statükocu güçlerin gösterdiği direnişin meşruiyetlerini tehdit etmesi
yüzünden, Kaçarlar reformları yürütmek bir yana, başlatamıyorlardı bile. Ve son
olarak, Kaçar şahları değişimi sürdürme iradesinden yoksun oldukları için, deği-
1 85
IRAN TARIHI
şimin zorunlu olduğunu gören bakanları desteklemekte aciz kalıyor, hatta onların
çabalarını baltalıyorlardı.
Değişim ister istemez gerçekleşirken, bazı teknolojik reformlar da uygulanıyor
du. İlk kez 1 85 8 'de kurulan telgraf hatları, 1 864'te Bağdat ve Hindistan'a kadar
uzatıldı. Haberleşmenin ve dolayısıyla Tahran'dan gönderilen emirlerin hızlanma
sı bakımından, telgraf devlet kontrolünün ve merkeziyetçiliğin artmasına imkan
sağlarken, taleplerin merkeze daha hızlı iletilmesine de yarıyordu. Bunun dışında,
ticaretin büyümesi ve ekonominin modernleşmesi için hayati öneme sahip altyapı
tamamen ihmal edilmişti. Bunun nedeni kısmen merkezin iktidarını tehlikeye at
ma korkusu, kısmen de sermaye yetersizliğiydi. Yerel ayanın yaptığı bazı altyapı
yatırımları vardı ama eyaletlerdeki düzensizlik yüzünden ekonomik kalkınma en
gelleniyordu; zira aşiret liderleriyle bölgesel komutanlar kendi askeri birliklerine
sahipti.
Kaçarlar daima aşiretlerin ayaklanmasından korkmasına rağmen, çok az isyan
patlak vermişti. Bunun nedeni sadece büyük güçlerin Tahran'a verdiği destek değil
di. Nasıreddin Şah, aşiretlerle bölgeleri kontrol etmek için geleneksel idare yöntem
lerini başarıyla kullanıyordu. Bu yöntemler arasında böl ve yönet taktikleri; yerel
liderlerin oğullarının sarayda rehine tutulması; siyasi evlilikler yapılması; armağan
lar, unvanlar, araziler dağıtılıp vergi muafiyeti tanınması yer alıyordu.
Bu uygulamaların hiçbiri Kaçarlara özgü olmayıp İran'ın siyasi kültürüne ve
hükümdarlığına uzun süre damgasını vurmuştu. Ayrıca hanedan, çok eskiden beri
kullanılan idari uygulamaları sürdürüyordu. Gerek başkentteki gerek taşradaki bü
rokratların çoğu tecrübeli ve ehliyetliydi. Bu idareciler, hükümetten bir miktar ba
ğımsız ve kendi kendini idame edebilen bir kurum oluşturmuştu. Böylece edinilen
becerilerle, eğitim ve makam bürokrat aileleri içinde kuşaktan kuşağa devrediliyor
du. Tahran' da ve eyalet başkentlerinde geleneksel eliti meydana getiren bu aileler,
sadece rolleri vasıtasıyla değil, ulema ve piyasanın önde gelen tüccar aileleriyle
evlilik yoluyla da önemli bir toplumsal devamlılık sağlıyorlardı.
Kaçarlar, dini ve buna bağlı kurumları başarıyla himaye ettiler. İmamınki dışın
da bütün devletlerin gayrimeşru olduğunu savunan Şii siyaset doktrinine rağmen,
ulema hanedanın sadece iktidarını değil, otoritesini de kabullenmişti. Hanedan
mensupları hem Meşhed ve Kum'daki önemli Şii türbelerine, hem de medreselere,
ilahiyat mekteplerine ve hayır kurumlarına bağışlarıyla ve bina yaptırarak sahip
çıkıyordu. Kaçar toplumu ve idaresinde ulemanın bağımlı olsa bile merkezi rolü
göz önüne alındığında, hanedanın şeriat ve ulemaya darbe vuracak şekilde kalıcı
hukuk reformlarını yürürlüğe koyması mümkün değildi. 1 8 89'daki hukuk reformu
çabaları lafta kalmıştı. Ayrıca Kaçarlar, Muharrem ayında gerçekleştirilen taziye
törenleri yoluyla, popüler İslamın dile getirilmesini destekliyordu. İlk imamların
1 86
KAÇARLAR
1 87
IRAN TARIHI
7.4 Ulema topluluğu (freer Sanat Galerisi, Arthur M. Sackler Arşivi. Smithsonian Enstitüsü, Washington D.C.;
Katherine Dennis Smith'in armtlğanı, 1 973·1 985. Fotoğraf: Antoin Sevruguin, negatif no: 0.5)
188
KAÇARLAR
7.5 Feth Ali Şah'ı tasvir eden döneme ait minyatürün ortadaki kısmından ayrıntı
(Brooklyn Müzesi)
dikkat çekici Babi kadını bizzat tanımak istiyordu. Batı' da yapılmış küçük aletlere
ve fotoğrafa çok meraklıydı; nitekim amatör olarak fotoğrafçılıkla uğraşıyordu.
Çok merak ettiği Avrupa'yı 1 8 73, 1 8 79 ve 1 8 8 9 yıllarında üç kez ziyaret etti. Ol
dukça masraflı bu seyahatleri ve sarayla hükümetin sürekli artan diğer masraflarını
karşılamak, saltanatının son yıllarının ve haleflerinin başlıca gündem maddesiydi.
Mali reform yapma riskine girmeyen Nasıreddin Şah, imtiyazların satışına gü
vendi. Bu aslında çeşitli makamların satışı/müzayedesi ve hediye olarak verilmesi
geleneğinden pek farklı değildi. Bunda muhtemelen Sipah Salar unvanıyla tanınan
sadrazamlarından Mirza Hüseyin Han'ın, imtiyazların İran'a hiçbir maliyet yükle
meden ekonomik kalkınmayı sağlayacağına inanmasının payı vardı. Oysa bu imti
yazlar gerek İran için, gerek Nasıreddin'in meşruiyeti ve nihayetinde Kaçar iktidarı
için büyük bir bedele mal oldu. Bu tavizlerin ilki Sipah Salar'ın öncülük ettiği 1 8 72
tarihli Reuter İmtiyazı'ydı. Baron julius de Reuter'e çok kapsamlı haklar tanıyan bu
imtiyaz, cömertliği nedeniyle kötü bir üne sahip oldu. Baron İran'ın doğal kaynak
larını çıkaracak, demiryolları inşa edecek, ulusal bir banka kuracak; tarım, sulama
ve imalat projeleri geliştirecekti. Halktan derhal yükselen itirazlar karşısında şah
ertesi yıl i m ti y a ı.ı iptal e<lip sa<lraı.amı gürevin<len aldı. 1 8 8 8 yılında Lianazoff'a
Hazar Denizi'ndeki balık yataklarının imtiyazı verilirken, güneydeyse İngiliz Lynch
Brothers şirketine Karun Nehri'ni ticaret yapılacak hale getirme imkanı tanındı.
189
İRAN TARİHI
1 8 89'da, ilk imtiyazın iptal edilmesinin kısmen tazmini olarak, Reuter'e yeni bir
banka kurma izni verildi. Böylece kurulan Imperial Bank of Persia (Bank-ı Şehin
şahi) münhasıran banknot basma hakkını aldı. Aynı yıl içinde Rus Dolgorosky'ye,
demiryolu şebekesi inşa etmek için dağıtılacak bir imtiyazın ilk seçme hakkı veril
di. Bunun dışında bir Rus bankasına faaliyet izni verildi. Şah açısından en önemli
gelişme 1 8 90'da bir Britanya vatandaşına tütün imtiyazı vermesiydi. Bu imtiyaz,
bütün İran tütününün üretimi, satışı ve ihracatında tekel olma hakkı sağlıyordu.
Halkın buna tepkisi öyle yoğun oldu ki, şah bu imtiyazı 1 8 92'de tamamen iptal
etmek zorunda kaldı.
Cemaleddin Afgani ( 1 839-1 897), sadece İran'ın değil bütün Ortadoğu'nun Batı
yayılmasına karşı koyması, ayrıca Ortadoğu devletlerinin yetersizliği ve yolsuz
luğunun üstesinden gelinmesi için sosyal ve siyasi reformlar yapılması gerektiğini
söylüyordu. Afgani'nin vaazları ve yazıları İran ve Ortadoğu siyasetine, toplumuna
ve kültürüne yönelik bir eleştiri getiriyordu. Bu eleştiri günümüzde de varlığını
sürdürmektedir. Onun bütün Ortadoğu üzerindeki etkisinin bir benzeri ancak 20.
yüzyıl sonunda, Humeyni'nin Pehlevi Hanedanı'nı devirip İslam Cumhuriyeti'ni
kurmasını sağlayan devrimde görülecekti. İngilizlere göre o tehlikeli bir ajitatördü.
İran, Mısır ve Osmanlı hükümetleri bir yandan onu kontrol ederken bir yandan da
tavsiyelerini dinliyordu; ancak sonunda onlar da Cemaleddin'i tehlikeli bir ajitatör
olarak kabul etti.
Cemaleddin, Hamedan'ın batısındaki Esedabad kasabasında doğmuştu, bu
yüzden İran'da "Esedabadi" olarak tanınır. Ortadoğu'da Afganistan ve Hindistan
dahil birçok bölgeyi gezmesinin ardından "Afgani" ismini benimsedi. Amacı sade
ce Şiileri değil bütün Müslümanları İngiliz emperyalizmi ve sömürgeciliğine karşı
ayaklandırmaktı. Bu nedenle kullandığı köken adının daha uygun olacağını düşün
müştü. Halka vaaz verirken geleneksel din terimlerini kullanması, buna karşılık
Fransız filozof Ernest Renan'la yazışmalarında olduğu gibi özel görüşmelerinde
kuşkucu ve rasyonel görüşleri dile getirmesi, kişiliği etrafında oluşan muğlaklığı
artırıyordu. Afgani'nin din hakkındaki kuşkuculuğu aynı dönemde yaşayan bazı
aydınlar tarafından bilinmekle beraber, o Ortadoğu halklarının ancak geleneksel
din temeline dayalı olarak politikleştirileceğine inanıyordu.
Bir seyid ailesinden gelen Cemaleddin, İran ve Irak'ta geleneksel İslam ilimlerin
de eğitim gördü. Özellikle Tasavvuf ve felsefeyle ilgilendiğinden, dinin kitleler için
uygun olduğu, ancak rasyonel düşünceye sahip felsefeciler için uygun olmadığı şek
lindeki geleneksel elit tavrını paylaşıyordu. Bunun dışında Şeyhilerin ve Babilerin
fikirlerine yakınlığını gösterdi. Hindistan'da bulunduğu sırada çok çeşitli dini geliş
melerle ve başta modern bilim olmak üzere Batılı fikirlerle ilgilendi. Batılılaşmaya
olan eğilimini, İslamın eleştirel değerlendirmesini ve yeniden yorumlanması çağrı-
1 90
KAÇARLAR
sını yaparak gösterdi. Şii kökeni ve felsefi yönelimi dikkate alındığında akla daha
çok önem verme çağrısı özel bir durumdu. Değişim ve siyasi seferberliği yerli ge
lenek ve kültüre dayandırmanın önemini kavramıştı. Müslümanların Batı'ya karşı
koymak için gereken askeri ve siyasi gücü ancak değişim yoluyla geliştirebileceğini
görmüştü. Bu görüşlerin Ortadoğu üzerinde öncelikle daha yoğun bir İslami bilinç
bakımından büyük bir etkisi oldu. Ardından, ayrılıkçı milliyetçilik ve bununla bir
likte dini otorite yerine bireysel sorumluluğa güvenme anlamında bu etki arttı. Her
iki unsur 20. yüzyıl başında yaşanan meşrutiyet hareketinin temelini attı.
Henüz milliyetçi ve laik ideolojileri içermese de Afgani'nin görüşleri ve yarat
tığı etki hala tartışılmaktadır. Ulema eğitimi almamış Makolm Han (ö. 1 90 8 ) gibi
benzer görüşteki İranlıların rolü de tartışma konusudur. Bu grup, Avrupa ve Os
manlı modeline dayanan ve özellikle hem Kaçar hem ulema karşıtı olan hukuk
reformlarını savunuyor, üstelik bunların İslamla uyumlu olduğunu ileri sürüyordu.
Akhunzade (ö. 1 878) gibi bazı düşünürlerse geleneksel İslami eğitim almış olmala
rına rağmen İslam karşıtıydı. Akhunzade, Türk etnik kökenine ve Rusya'da ikamet
etmesine karşın İran kimliğini savunan bir düşünürdü.
Değişimin önemli bir katalizörü, tütün imtiyazı verilmesinin ardından ortaya
çıktı. 1 8 9 1 'de gizlice verilen bu imtiyaz, İstanbul'da Farsça basılan ve yapraklar
halinde İran'a sokulan Akhtar adlı gazete tarafından kamuoyuna duyuruldu. Yeni
bir güç olarak ortaya çıkan basın, kamuoyunun bilincini ve katılımını artırmada
önemli bir rol oynadı. Gerek tütünün yaygın biçimde kullanılması, gerek kontrolü
Avrupalılara bırakmanın simgesi olması bakımından; tütün imtiyazı pek çok İran
lıyı doğrudan etkilediği için kamuoyu çabucak harekete geçti. Ulema İran ve Irak'ta
hal:i kilit rol oynuyordu. Afgani, yüksek mertebeli bir müçtehidi, tütün imtiyazına
ve şahın " İran'ı satmasına " karşı çağrı yapması için ikna etti. Yurt çapında bir
boykot başlatılırken protestolar bütün büyük şehirlere yayıldı. Tahran'da düzenle
nen bir kitle gösterisinde ateş açarak onlarca kişiyi öldüren güvenlik güçleri, daha
büyük gösteriler yapılmasını engelleyemedi. Şahın ve sadrazamın bile devrileceğine
yönelik endişeler ortaya çıktı. İngilizlerin sahibi olduğu Imperial Bank'tan alınan
500.000 sterlin borç vasıtasıyla tazminat ödenerek imtiyaz iptal edildi. Bu İran'ın
aldığı ilk dış borçtu.
Popülist koalisyonun içinde geleneksel ulema, tüccarlar ve şehirli kitleler vardı.
Bunların hepsi daha önce Griboyedov krizinde ve Babilerin bastırılmasında rol oy
namıştı. Tütün imtiyazının iptali çağrısında bulunan zayıf koalisyona, 1 890'ların
başında ortaya çıkan iki yeni grup katıldı. Bunların birincisi, bir kısmı Babi kö
keninden gelen radikal veya liberal ulema; diğeri, küçük a ma sayısı giderek artan
laik liberaller grubuydu. Bu iki grup Ban'nın ve etkisiz İran hükümetlerinin da
yattığı sıkıntılara karşı toplumsal ve siyasi çözümler aradı. Bazıları reformu İslami
191
İRAN TARİHİ
bir çerçeve içine almanın gerekli olduğunu düşünürken, bazıları da ancak eğitim
ve hukukun laikleşmesi durumunda anlamlı bir değişim sağlanacağını savundu.
Tütün imtiyazının iptalinin ardından Cemaleddin Afgani ve az sayıdaki yandaşı,
Nasıreddin'in meşruiyetini ortadan kaldırma çabalarını yoğunlaştırdı. Sonunda bu
gruba mensup biri 1 8 96'da onu öldürdü.
1 829'daki Griboyedov krizinden başlayarak, yüzyıl ortasında Babilerin bastı
rılması ve 1 8 9 1 'de iptalle sonuçlanan tütün imtiyazı muhalefetine kadar İranlılar
hep dine ve müçtehitlerin egemenliğindeki ulema otoritesine dayalı olarak sefer
ber olmuştu . Üç olayda da saltanatın meşruiyeti tehdit altına girmişti. 1 8 80'lerde,
özellikle imtiyazların verilmeye başlanmasıyla birlikte gündeme gelen ulusal ege
menlik, şahın meşruiyetine ağır bir darbe indirdi. İki kritik gelişme ortaya çıkmaya
başlamıştı: Birincisi, gerek iç gerek dış sorunlara en iyi nasıl karşılık verileceğine
dair fikirlerin dile getirilmesi; diğeri, İran'ı sorumsuz hükümetlerden kurtarıp Batı
hakimiyetine son verecek iktisadi ve askeri yöntemler geliştirmek gibi değişimler
talep eden yeni grupların ortaya çıkmasıydı. Bu değişim talebi, hem hükümdarlığın
hem dini otoritenin hesap verme sorumluluğunu tehdit ediyordu. Üstelik siyasi ka
tılımın tabanı genişliyordu. Değişimin taraftarları arasında devlet memurları, tüc
carlar, Rusya'da iş bulan veya buradaki aile üyeleriyle teması bulunan Azerbaycan
lı işçiler vardı. Azerbaycan iletişim hattı, radikal ve sosyalist fikirleri İran'a sokma
konusunda özellikle önemliydi. Laik düşüncelere sahip pek çok Azeri, Osmanlı
Devleti'yle Rusya' da gerçekleşen askeri reformları ya ilk elden görmüş ya da yurt
dışında yayılmaya başlayan Farsça basında okumuştu. Değişimin diğer yandaşları,
ulemanın içinden çıktı. Bunların arasında yer alan Cemaleddin Afgani ve yeni laik
liderler, ulema kökenlilerle Meşrutiyet Devrimi'nde bir araya geldiler.
Nasıreddin Şah öldürülünce yerine oğlu Muzaffereddin Şah ( 1 896-1 907) tahta
geçti. Tebriz valiliği yapan veliaht Tahran'a gelene kadar babasının ölümü kamu
oyuna duyurulmadı; zira iki kardeşinin onun tahta çıkmasına karşı geleceğinden
korkuluyordu. Fakat sadrazam, Kazak Tugayı ve Rusya'yla İngiltere'nin veliahda
desteği sayesinde bu tehlike savuşturuldu. Muzaffereddin Şah reformlara karşı ka
yıtsız kalma konusunda babasının yolunu izledi. Bu arada, bir yandan Avrupa'nın
İran'ın ekonomisi ve iç siyasetine müdahalesi, öte yandan değişime yönelik ülke
içi talepler yoğunlaştı. Yeni şah, babası gibi, sadrazamlarının teşvikiyle reformlara
yöneldiyse de bir süre sonra fikrini değiştirdi. Aynı şekilde, aralarındaki rekabet
yoğunlaşan Rusya ile Britanya'dan hangisini tercih edeceğine karar veremedi.
Yeni şah hastalıklı bir bünyeye sahip olduğundan, hekimleri tedavi için
Avrupa'ya seyahat etmesini salık ver<li. Şah maiyetiyle beraber, 1 900 ile 1 905 ara
sında Avrupa'ya tam üç seyahat yaptı. Hükümet bu yolculukların masraflarını kar
şılamak için 1 900 ve 1 902'de Rusya'dan borç aldı. İran ikinci borcu ödemek için
1 92
KAÇARLAR
Rusya'ya ekonomik tavizler verdi. Bunların arasında Rus mallarına daha düşük
gümrük vergisi uygulanması da vardı. İran gümrüklerinin daha önceden teslim edil
diği Belçikalılar, İran yerine Rusya'nın ekonomik çıkarlarını gözetmekle suçlandı
lar. Hanedan üyelerinin müsrifliği, halk arasında sevilmeyen bakanlar, Avrupa'nın
gümrükler ve ülke ekonomisi üzerindeki kontrolü; özellikle İranlı tüccarların öfke
sini çekti . Bu grup, krizin patlak vermesinde büyük bir rol oynadı.
Tekrar başlayan protestolar, 1 905'te şeker fiyatlarının düşürülmesini isteyen
hükümet emrine karşı çıkan Tahranlı tüccarların falakaya çekilmesiyle birlikte tır
mandı. Önce Tahran'da bir camiye, ardından başkent dışında bir türbeye sığınan
ulema ve tüccarlar, bir "adalethane" kurulmasını istediler. Şah 1 906 başlarında
isteklerini kabul edince protestocular Tahran'a döndüyse de, yapılan bir şey yok
tu. Bunun üzerine yeniden başlayan protestoların hükümet tarafından bastırılması
sonucu, sayıları 12 ila 14 bini bulan bazariler (pazarda çalışan tüccar, esnaf ve
zanaatkar gibi gruplar) temmuzda Britanya Elçiliği'ne sığınıp, başkentin iktisadi
hayatını fiilen felce uğrattı. Ulema mensuplarından oluşan daha küçük bir grup
da Kum'a sığınmıştı. Hızla tırmanan talepler arasında sadrazamın azledilmesi ve
bir meclis kurulması vardı. Laik reformcular, radikal ulema, şehname yani "gece
mektupları" adı verilen yazıları gizlice dağıtan ve sayıları giderek anan yazarlar;
temsil hatta meşrutiyet konusundaki fikirleri her tarafa yayıyordu. Geçici seçim
kanununun onaylanarak yürürlüğe girmesi parlamento seçimlerinin önünü açtı.
Ekimde toplanan ilk meclisin hazırladığı Anayasa taslağı, aralık ayında ölüm döşe
ğinde olan Muzaffereddin Şah tarafından imzalandı. Onun halefi olan Muhammed
Ali Şah ( 1 907- 1 909), anayasa ek maddelerini Ekim 1 907'de imzaladı. Böylece bu
iki kanun, meşrutiyeti meydana getirdi.
Anayasa, meclisin kurulmasının temelini oluşturup kanun yapma hakkı ve oto
ritesini veriyordu. Meclisten çıkan kanunlar senato tarafından onaylanıp şah tara
fından imzalanacaktı. Anayasa, bütün devlet gelirlerinin toplanıp harcanmasının,
bütün devlet borçlarının, bütün anlaşma ve imtiyazlarla demiryolu inşaatlarının
yasama tarafından onaylanmasını zorunlu kılıyordu. 1 907'de hazırlanan ek anaya
sa, üç unsurdan oluşan bir kuvvetler ayrılığı getiriyordu. Bunlar meclis ve senato
dan oluşan yasama; hem şer'i hem sivil mahkemelere imkan veren yargı; şah ve on
bakandan meydana gelen yürütmeydi. Başkomutan kabul edilen şaha, savaş açma
sorumluluğu tanınmıştı. Kuvvetler ayrılığının anayasal temeli bu şekilde oluştu
rulmuştu. Burada temel soru, İran'ın politik kültür geçmişi göz önüne alındığında
meşrutiyetin, otokratik devlet yapısının döniişiimiinii sağlayıp sağlamayacağıydı.
Yasama organı kurma fikri radikal bir düşünce olarak İslami hakimiyet kav
ramına bir meydan okuma anlamına geliyordu. İslamiyette kanunların sadece
Tanrı'nın indirdiği Kuran vasıtasıyla, hadislerle ve bunları yorumlayan imamlar
1 93
IRAN TARIHI
1 94
KAÇARLAR
1 95
IRAN TARİHİ
sayıda İranlı Azeri Bakü'deki petrol sahalarında çalışmaya gitmişti. Bakü'de, 1 905
Rus Devrimi'ne yol açan fikirlerle ve siyasi örgütlenmeyle tanışmışlardı. Bazı Aze
riler de sosyalizmi benimsemişti. Bunlara ilaveten, Tebriz'de meşrutiyet hareketini
mali açıdan destekleyen güçlü bir Şeyhi nüfus vardı. Ayrıca hatırı sayılır büyüklük
teki Ermeni nüfusun okulları ve yurtdışındaki cemaatle temasları, radikal ve laik
fikirler için ayrı bir kaynak oluşturuyordu.
Meclis ilk oturumunu Ekim 1 906'da, henüz seçim süreci tamamlanmadan ger
çekleştirirken, seçilen ilk vekiller Tahran'dandı. Seçimler tamamlandığında bile,
Tahranlılar 1 5 6 üyeli mecliste orantısız biçimde temsil ediliyordu. Gerek pazarın
gerek ulemanın temsilci sayısı fazlaydı. ilk mecliste, büyük toprak sahiplerinin sa
yısı şaşırtıcı derecede azdı. Bu durum sonraki seçimlerde tersine döndü. İran'da
açık arayla en büyük grubu oluşturan köylüler ve diğer kırsal kesim halkları temsil
edilmiyordu. Onları temsil ettiği düşünülebilecek toprak sahipleriyse sadece kendi
çıkarlarını kolluyordu. İlk meclis, şahın imzasına sunulmak üzere anayasa taslağını
hazırladı. Meclis, Kaçar otokratını meşruti bir hükümdara dönüştürmekle devrim
ci bir rol oynamıştı. Vergi artışını ve dış borç alımını reddedip hükümdarın bütçe
siyle masraflarını kısmakta ısrar eden meclis, şah üzerinde bir baskı unsuru haline
gelmişti. Üstelik yeterli kaynak bulunmamasına rağmen ulusal bir banka, ordu ve
eğitim sistemi kurulması konusunda kanun çıkararak kendi anayasal rolünü kabul
ettirmişti. Buna rağmen, daha çok ifade özgürlüğü isteyen gizli dernekler ve gaze
tecilerin baskısına maruz kalmıştı.
Muzaffereddin Şah Ocak 1 907'de öldüğünde, yerine geçen halefi Muhammed
Ali Şah ile meclis arasına bir soğukluk girdi. Ne var ki meclis de tutucu ulema ile
daha liberal üyeler, bilhassa daha radikal Tebriz heyeti arasında ikiye bölünmüş
tü. Ek anayasanın niteliği konusunda şiddetli tartışmalar çıktı. Temel maddeler,
şaşırtıcı biçimde geniş gruplar oluşturan Tahranlılar ile Tebrizliler ve diğer şehirli
kesimler arasında hararetle tartışıldı. Eşitlik, özgürlük,serbestlik, eğitimde devlet
kontrolü, kadınlar dahil olmak üzere herkese eğitim hakkı; hükümet için yeni bir
yön ve görev anlamına geliyordu. Tutucu bir ulema grubu, liberal ve demokrat öne
rilere karşı olduklarını göstermek için Tahran dışında bir yere kendisini hapsetti.
Yeni şah ek anayasayı Ekim 1 907'de onaylayıp anayasayı tamamlamasına rağmen,
meşrutiyet yönetimine karşıydı. Halk arasında sevilmeyen bir devlet adamının sad
razamlığa atanması durumu gerginleştirdi ve Tahran'da düzenin bozulmasına yol
açtı. Sadrazamın öldürülmesinin ardından kendisine yönelik suikast girişimi başa
rısız olan şah, darbe yaparak meclisi kapattı. Öne çıkan radikal liderler tutuklanıp
idam edilirken diğerleri kaçtı.
Muhammed Ali Şah'ın yaptığı darbeye karşı Tebriz'de direniş başladı. Hükümet
196
KAÇARLAR
kuvvetleri şehri ele geçirince, Settar Han liderliğindeki devrimciler Gilan'a sığındı
ve burada milliyetçilerle birleşip Tahran'a yürüyüşe geçti. Aynı esnada Bahtiya
riler İsfahan'ı ele geçirdi. Bu aşiretin milliyetçi olduğu çok şüpheliydi, ancak elit
bir Bahtiyari ailesine mensup olan liderleri Hacı Ali Kulu Han Serdar Esad, sıkı
bir milliyetçi ve laik bir liberaldi. İsfahan'dan ayrılan Bahtiyariler, Settar Han'ın
Tebrizli kuvvetleriyle Temmuz 1 909'da Tahran' da buluşunca, şah Rusya Elçiliği'ne
sığındı. Genç oğlu Ahmed Şah ( 1 909- 1 925), bir naibe bağlı olarak şah ilan edil
di. Naip Nasır ül Mülk Oxford'da eğitim görmüş ilk İranlıydı. İkinci kez seçilen
mecliste, ağırlık toprak ağalarına kaymasına rağmen ulema ve liberaller yine temsil
edilmekteydi. İlk meclis gibi ikincisini de milliyetçi ve meşrutiyetçi olarak tanımla
mak mümkündü. Şah uyumlu davranınca meclis siyasete egemen oldu, ancak ülke
çapında karışıklık ve boş bir hazine gibi baş ağrıtan sorunlarla karşılaştı. Meclis
buna, Amerikalı danışman Morgan Shuster'in liderliğinde maliye bakanlığında ra
dikal bir reform vasıtasıyla hükümetin yetkisini merkezileştirmekle çözüm buldu.
Danışman, kendi otoritesi altında, vergi toplamakla görevli özel bir bağımsız jan
darma kuvveti kurulmasını önerdi. Fakat bu gelişme, ileri gelenlerin ve kuzeyde
ki Rusların çıkarlarına aykırıydı. Rusya Shuster'in görevine son verilmesini talep
edince İngiltere ses çıkarmadı. Meclis bu ültimatomu reddetmesine rağmen, yeni
düzenlemeler kendi çıkarlarına da aykırı olan Bahtiyarilerin çoğunlukta olduğu
kabine bunu kabul etti. Aralık 1 9 1 1 'de meclis kapatılıp Shuster görevden alınınca
meşrutiyet dönemi sona erdi. Böylece İran'ın geleneksel politik kültürü kendini
yeniden göstermişti; buna rağmen, anayasal yönetim son derece önemli olduğunu
kanıtladı.
17 yaşındaki Ahmed, Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden hemen önce,
Temmuz 1 9 14'te şah olarak taç giydi. İran savaş boyunca görünüşte tarafsız kalır
ken, kurulan zayıf hükümet, varlığı süresince ülkeye sıkıntı yaratmaya devam etti.
Ne Ahmed Şah adına atanan kabinenin, ne de meclisin İran'da düzeni veya hükü
metin otoritesini sağlayacak gücü vardı. Britanya ve Rusya, İran'ın hükümranlığını
ihlalini haklı göstermek için bu durumdan yararlandı ve daha uysal olan kabineyle
çalışmayı tercih etti. Üçüncü meclis 1 9 14'te seçilse de bir yıl sonra, kuzeydeki kendi
nüfuz sahasını işgal eden Rusya'nın müdahalesiyle feshedildi. Rus nüfuz sahasının
içinde, şahın hüküm sürdüğü ve atanmış kabinesiyle birlikte ülkeyi yönettiği Tah
ran da yer alıyordu. Bu sırada mecliste bulunan Rusya karşıtı milliyetçi liderler ön
ce Kum' da, ardından 1 9 1 7'de Kirmanşah'ta hükümet kurup daha sonra ülke dışına
kaçtılar. Almanya, Bahtiyarilerin ve Kaşkayların güneybatı İran'da İngilizlere karşı
ayaklanmasını kışkırtmak için Alman Lawrence'ı olarak anılan Wassmuss'u böl
geye gönderdi. Kendi nüfuz sahasındaki Alman varlığını kırmak isteyen Britanya
197
İRAN TARİHI
1 9 1 6'da Güney İran Piyadeleri adlı birliği kurdu. İran 1 9 1 Tdeki Rus Devrimi'nden
sonra bile yabancı işgalindeydi; zira Rus kuvvetleri geri çağırıldıktan sonra İngi
lizler kuzeye ilerlemişti. Yeni Bolşevik hükümeti, eşit olmayan bütün antlaşmaları
geçersiz saydığını ilan etti. Bunların arasında nefret edilen kapitülasyonlar, borçlar
ve tavizler vardı. Ancak bunun fazla bir etkisi olmadı ve Britanya, İran'a egemen
olan yegane yabancı güç haline geldi.
Savaş sonundaki üstünlüğünden yararlanmaya çalışan Britanya, 1 9 1 9'da bir
İngiliz-İran mutabakatı önerdi. Bu anlaşma İran'ı, İngiltere'nin himayesindeki bir
devlet statüsüne indiriyordu. Anlaşmanın hedefi devleti İngiliz danışmanların gö
zetiminde merkezileştirmek, yine İngiliz danışmanları ve silahlarına sahip modern
bir ordu kurmak ve altyapıyı geliştirmekti. Bütün bunların masrafı İngiltere'nin
vereceği borçlarla ve gümrük tarifelerinin değiştirilmesiyle yapılacaktı. Milliyetçi
lerin çok büyük tepki göstermesi ve öfkenin iyice tırmanması sonucu, İngiliz-İran
Mutabakatı imzalanmadı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında İranlılar büyük eziyet çekti. Ül
kedeki başıboşluk, çatışmalar, dağıtımın sekteye uğraması ve gıda maddelerine
ordunun el koyması yüzünden tarım üretimi çok ciddi oranda düşmüştü. Bu du
rum, İngiliz ve Beyaz Rus kuvvetlerinin kuzeyde Kızıl Ordu'yla çatışması nedeniyle
savaştan sonra da sürdü. 1 9 1 8- 1 9 yıllarında yaşanan kıtlık ve grip salgını nüfusu
kırıp geçirdi. Artık varlığı tartışılan hükümet otorite ve iktidardan yoksundu. Böl
gesel ve yerel çapta daha da bölünmüş ülkeyi kontrol edemez hale gelmişti. Savaş
aynı zamanda Tahran'da, Tebriz'de ve genel olarak bütün kuzeyde toplumsal ve
siyasi süreçleri hızlandırmış, buralarda ilk işçi sendikaları kurulmuştu. 1 9 1 Tde,
reform ve demokratik hükümet çağrısında bulunan Cengeliler hareketinin lideri
Mirza Küçük Han, bütün ülkeye egemen olmanın bir provası olarak Gilan'ı ele
geçirdi. 1 9 1 9-20 yıllarında İngiliz desteğindeki Beyaz Ruslarla Kızıl Ordu arasında
süren savaş sırasında Bolşeviklerin desteğini alan Küçük Han, Gilan Sovyet Sosya
list Cumhuriyeti'ni ilan etti. Ancak toprak müsaderesi sorunu nedeniyle birlik kısa
sürede dağıldı. 1 920'de Tebriz'de özerk bir hükümet kuran Hiyabani, Kazak Tuga
yı tarafından öldürüldü ve böylece merkezi hükümet kontrolü yeniden ele geçirdi.
Gerek savaş zamanı, gerek savaşın bitimindeki yıllarda İran'ın siyasi ve iktisadi
yapısal sorunlarının ne kadar büyük olduğu açıkça görüldü. Tarihten gelen ademi
merkeziyetçiliğin yarattığı yetersizliklerin yanı sıra milli egemenliğin kaybı sorunu
da uzun süredir devam ediyordu. Kaçarların dönemi, gazeteci Seyyid Ziyaeddin
Tabatabai ile Kazak Tugayı komutanı Rıza Han'ın Şubat 1 921 'de yaptığı darbe ile
fiilen sona erdi. Rıza Han'ın 1 925'te meclis tarafından şah seçilmesi ve 1 926'da taç
giymesiyle birlikte, Kaçar Hanedanı bu kez resmen tarihe karıştı. Yeni şah en temel
yapısal sorunlara el atacaktı.
198
KAÇARLAR
-.J.dcs
..
...
•;. d"��.
��ld% rl,;�;"'" �(,;,.
• - j � ..,
�� '-J.li� { ��uıuı:I.
Olı, .. ,, de la P&lrk 1
.
Tra...tıı. pnar l'an•lr de la �•lloa et dıı Pa71.
Olı, ...ı.n ıpt..dld• ı tw•tot 4e ı• Ort••• ı
Ch- in MlaMını ,P...._ de ı• ırao"IUlee.
JaOade par &el &cımnı•
De ID•lln 111 MDHll-
.,
Obi Hll'OIHlıllr• ı 4M ....., ," U'111 ............,
Allft , •• ..,.. , lllX lllıtrUıa I" prl ... •pı dıa p...,..
o•, teııra odorıt-.aı. ! Olı ,_ , Ob Jumı. 1
ılur ı�ı aaa ıı ta 4e la Cuı>ı t l tuılon ...,...ı .. a 'fOll parfıqos.
P u u r flit' Ilı ril6b,.nı lı fe&e ile la IJ berU
J>ı ı ' ltgt.1116 • .. la J'rıknal ..
7.6 Muhtelif sigara paketleri. Üstteki pakette onada Ahmed Şah'ın, iki yanındaysa
meşrutiyet yönetiminin 1 909'da yeniden kurulmasını sağlayan iki milliyetçi lider Settar Han
(solda) ve Serdar Esad'ın (sağda) portreleri yer alıyor. Alttaki paketteyse İranlıların milliyetçi
duygularını dile getiren Farsça ve Fransızca yazılmış şiirler bulunuyor.
1 '9
IRAN TARİHI
200
KAÇARLAR
201
IRAN TARİHİ
geçirdi. Öyle ki, bu hareketin içinde büyük şehirlerde yaşayanlar, geleneksel politik
ve dini elit mensupları, şehirlere yeni göç etmiş işsiz kitleler bir arada bulunuyordu.
Müslümanlarla gayrimüslimler, kadınlar, uzmanlığa dayalı Batılı bir eğitim gör
müş ve bu değerleri benimsemiş yeni ortaya çıkan meslek sahibi orta sınıf hep bu
hareketin içindeydi. Üstelik şehirli kitleler Muhammed Ali Şah'ın darbe girişimini
bozmuş, bunu izleyen parlamentolarda siyasi baskıyı devam ettirmişti. Kamuoyu
tanışmaları vasıtasıyla yaratılan politik seferberlik, yeni yüzyılın ilk yirmi yılında
sekteye uğrasa da İran'ın siyasi dönüşümünün temelini atmıştı.
İkincisi, Ahmed Şah ve bakanlarıyla sürekli gerilim yaşamasına rağmen meclis
vergi, mali meseleler ve eğitim konularında önemli kanunlar yaptı. İlerde yasama
organı artık çalışmasa bile yeni hükümetler için örnek oluşturacak kanunlar hazır
ladı. Bunun sonucunda, reforma uğramış ideal merkezi iktidar beklentisi nedeniyle
artık meclisi kapatmak zordu. Üçüncüsü, yetkinin halktan kaynaklandığı fikri es
ki düzene indirilen ağır bir darbeydi. Bununla birlikte dördüncü olarak, herkesin
eşitliği kavramı da yeni bir fikirdi ve temel kimlik sorununu gündeme getiriyor
du. Toplum din olmadığı takdirde hangi vasıtayla tanımlanacak ve örgütlenecekti?
Dayanılan yeni temel İranlı kimliğiydi, ancak bu siyasileşmiş bir kimlikti. İranlı
kimliği geçmişte de önemli olmakla birlikte büyük ölçüde kültürel terimler içinde
ifade edilmiş ve Şiiliğin benimsenmesi üzerinde yoğunlaşmıştı. Daha önce dışarıda,
Sünni Osmanlılara ve Orta Asyalı Özbeklere karşı askeri ve siyasi olarak ifade
ediliyordu. Meşrutiyet Devrimi'nin sonucunda, içerde otokrasiye karşı, dışarıday
sa Avrupalı güçlerin İran'ın hükümranlığına müdahale etmesine karşı siyasileşmiş
bir İranlı kimliği yaratıldı. Her iki durumda da, bütün İranlılar milli bir kimlik
benimsedikleri için dinin önemi giderek azalmıştı. İran' da yaşayan herkes etnik ve
linguistik kökenli kimlikler dahil olmak üzere, kullanıldığı bağlama göre değişen
çeşitli kimliklere başvuruyordu. Ancak ülkede yaşayan herkes bir İranlı kimliğini
paylaşabilirdi. Henüz bir devlet olmasa da İran laiklik potansiyeline sahip bir ulus
olmuştu. Anayasa sürecinde ve onun hemen ardından, meşrutiyetçilik ve milliyetçi
lik otoriteyi meşrulaştırdı. İran'ın evrensel bir hükümdarın yönetimine dayalı uzun
tarihi artık sona ermek üzereydi.
202
8
İran'ın 20. yüzyıldaki tarihine Rıza Şah Pehlevi ( 1 926- 1 94 1 ) damgasını vurdu. İran
ulus devleti onun milliyetçi, merkeziyetçi ve modernleşmeci politikaları sayesinde
kuruldu. 1 941 'de tahttan çekilmesinin ardından yerine geçen oğlu Muhammed Rı
za Şah ( 1 94 1 - 1 979), taç giydiği andan 1 953'teki Musaddık krizine kadar meşruti
bir hükümdar olarak ülkeyi yönetti. Bu olaydan sonraysa babasının otokrat yöne
timini yeniden tesis edip modernleşme ve Batılılaşma programını sürdürdü.
Modernleşme İran özelinde; devletin merkezileşmesi ve toplum, siyaset, ekono
mi ve kültürün her alanında faal biçimde yer alarak yeni roller edinmesi anlamına
gelir. Batılılaşma, değişim modelleri aramak için yüzünü Batı'ya çeviren tavırları,
kimlikleri ve politikaları belirler. Bilim, ekonomi, eğitim, hukuk, cinsiyet, kültür
ve grupları kapsayan eşitlik kavramları hep Batılılaşmanın kapsamına girer. Ay
rıca kültürün içinde giyim kuşamdan sanata, sanayileşme ve ticarileşmeden yasal
haklar ve yumaşlığa kadar değişen unsurlar yer alır. Batılılaşma genellikle mo
dernleşmeyle ve modernleşme yanlısı elitlerle bir arada düşünülür. Modernleşme ve
Batılılaşmanın, İran'ın geleneksel siyasi kültürünün sonunu işaret etmesi önemlidir.
Monarşi 1 979'a kadar devam etmesine rağmen, sonu gelen bu kültürün içinde ev
rensel hükümdarlık da vardır.
Rıza Şah'ın attığı temel, siyasetin ötesinde çok önemli değişimlere yol açmıştı.
İnsanların kimlik duygusunun değişmesinin yanı sıra aile, din ve etnik gruba du
yulan bağlılık da, artan bireycilik ve sınıf kimliğiyle beraber İranlı kimliğine bağ
lılığa doğru kaydı. Siyasi katılımda daha çok yer almayı bekleyen İranlıların sayısı
giderek artıyordu. Siyasi katılımsa yetkinin Tanrı'dan değil halktan kaynaklandı
ğını savunan kavramlara dayanıyordu. Bunun doğal sonucu milliyetçilikle birlikte
ekonomik ve sosyal eşitlikçiliğin ortaya çıkmasıydı. Sonunda toprağa dayalı olarak
merkezileşen devlet, yaşamın her alanında faal ve merkezi bir rol oynadı. İran ulus
devleti ülke içinde yaygın kabul gördü. İran'ın bir ulus devlet olması fikrini red
detmeyen İslam Cumhuriyeti, aynı şekilde devletin faal iktisadi, sosyal ve kültürel
rollerini de reddetmedi. Bununla birlikte İslam Cumhuriyeti, Pehlevi döneminde
gerçekleşen laik, hukuki ve sosyal değişimleri inkar etti. Buna rağmen, son beş yıl
da yaşanan resmi ve gayrı resmi siyasi katılım, İslamın kamusal alanda daha az rol
203
İRAN TARİHİ
oynamasıyla birlikte Rıza Şah'ın laik ve Batı yanlısı İran'ının hakim olabileceğini
düşündürür.
İran'ın 20. yüzyıl tarihini okumak önemli bir konudur. Tarihçiler Rıza Şah'ın
İran'a ve milliyetçiliğe bağlı olduğunda, gerçekleştirdiği şeyleri İranlı temeline da
yanarak yaptığında hemfikirdirler. İran'ı kendi siyasi-tarihi kültürüne ve toplumu
na dayanarak inşa etme zorunluluğunun bilincinde olmak en azından Cemaled
din Afgani'yle başlayıp günümüze kadar gelmiştir. Tıpkı Afgani gibi Rıza Şah da,
İran'ın milli egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak için Batılılaşmak gerek
tiğini görmüştü. Onun düşüncesine göre, laikleşme dine saldırmaktan ziyade din
adamlarının gücünü azaltmanın, dolayısıyla kendi gücünü artırmanın bir yoluydu.
Daha yakın zamanlardaysa, Rıza Şah'ın yarattığı değişimlerin eğitimsel sonucu
olarak İranlılar, önceliklerini farklı bir şekilde dile getirdiler. Örneğin Celal Ali
Ahmed (ö. 1 969), halkı kendi kültürünü Batı etkisiyle zehirlemekten vazgeçmeye
çağırdı . Batılılaşma hastalığı için kendi bulduğu gharbzadigi (garpzedeler) terimini
kullanıyordu. Ali Şeriati ( ö. 1 977) ise Şiiliğin kutsallığından arındırılmış yeni bir
siyasi aktivizm inşa etmenin yolunu aradı. İkisinin de din adamı olmaması önemli
bir ayrıntıydı. Ali Ahmed ve Şeriati'nin 1 970'lerde, lise ve üniversiteli gençlik ara
sında itibarları giderek artmasına rağmen Batılı gözlemcilerin çoğu, bu iki aydının
önemini kavrayamamıştı. Gözden kaçan bir diğer husus, öğrencilerin giderek siya
sileşip radikalleşmesi ve bunun sonucunda devrimde hayati bir rol oynamasıydı. Bu
gibi eğilimleri gözden kaçırmamızdaki başlıca neden, Rıza Şah'ın değişimlerinden
biri olarak devletin ezici biçimde merkezileşmesini kabullenmemizdi.
Rıza Şah milliyetçi gündemi etkin biçimde belirlemesine, hatta liberal gündemin
kısıtlı hazı unsurlarını yerine getirmesine rağmen, otokrat olması yüzünden tarihçi
ler yaptığı bu hamlelere itibar etmezler. Oysa onun otokratlığı, çağdaşı ve modern
Türkiye'nin babası olan Mustafa Kemal Atatürk'ün otokratlığından fazla değildi.
Bununla birlikte, Rıza Şah'ı modern İran'ın babası olarak görmek pek mümkün
sayılmaz. Bu iki modern devleti, liderleri olmadan düşünmek imkansızdır. Atatürk
vizyon sahibi biri olarak modern ve Batılı yeni bir Türkiye'yi telaffuz ederken, Rıza
Şah bunu yapamıyordu. Türkiye'de demokrasinin ilerlemesi önünde ciddi bir engel
olan ordu, Atatürk tarafından siyasileştirilirken, Rıza Şah bunu yapmamıştı ki bu
onun için olumlu bir puandı . Buna karşılık çok önemli bir gelişme, Atatürk'ün
modern Türkiye vizyonunu kurumsallaştırmasıydı. Bu da ülkenin otokrasiden de
mokrasiye yönelmesine imkan sağlamıştı. İranlı ve Batılı tarihçiler Rıza Şah'ı göz
ardı etmekte ortak davranıp olumlu hamlelerini gönülsüzce kabullendiler. Bunda
onun yönetimini oğlunun yaptıklarına gün: <lc:ğc:rleııdirmeleriııin de payı vardı.
İran'ın tarihini pozitivist veya ilerici açıdan değerlendirirken pek açıkça dile
getirilmese de, ütopyacı hedeflerden sapılması bazıları için üzücü bir durumdur.
204
PEHLEVİLER VE IRAN İSLAM CUMHURİYETi
Meşrutiyet denemelerinin önce 20. yüzyılın başında, ardından Rıza Şah ve Mu
hammed Rıza Şah döneminde başarısız olunması; Mirza Küçük Han liderliğindeki
Cengelilerin Rıza Han'a yenilmesi ( iktidarını sağlamlaştırıp şah olmadan önce bu
unvanla tanınıyordu); işçi sınıfının 1 930'ların sonu veya 40'1arın başında önemli
bir güç haline gelememesi; 1 953'te CIA yönetiminde yapılan darbeyle Musaddık'ın
devrilip meşruti hükümetin dağıtılması, tarihin böyle olma ��rektiğini düşünen
bakış açısına uygundu. Bu konularda yaşanan hayal kırıklığı, İran'da mevcut bü
tün siyasi hizipler tarafından dile getirilmekle kalmayıp, ülkenin tarihi de bu şekil
de yorumlanmaktadır.
İran uzmanları hakkında tespit ettiğim bir diğer sorun, olaylara belli bir nokta
dan bakmak ve hem karmaşık yapıyı hem de alternatif gelişmelerle yönleri gözden
kaçırmaktır. Tarih, bugünden geçmişe baktığımız gibi kaçınılmaz değildir. Bir baş
ka mesele hem İranlı hem Batılı uzmanların aynı kaynakları kullanmasıdır. İran ta
rihinde kaynaklar hem dikkate alınmaması hem tahrip edilmesi bakımından uzun
süre sorun olmuştur. Üstelik Türkiye'nin aksine İran, yakın zamana kadar eğitiml i
arşivci v e tarihçi kadrolardan yoksundu. 2 0 . yüzyılda işbaşına gelen bütün hükü
metler resmi tarih dışındaki tarihi yok saydı. Ülkenin tarihi ve toplumunun niteliği
konusunda resmen onaylanmış görüşler dışındaki düşünceleri sindirdi. Buna rağ
men, 20. yüzyılla ilgili geniş kapsamlı İranlı ve yabancı kaynaklar mevcuttur. Bun
ların arasında devlet ve diplomasi belgeleri, gazeteler, çok sayıda kişisel günlükler
ve anılar bulunur.
Rıza Han (aşiret kökenini gösteren bu unvan aynı zamanda askeri amaçla kul
lanılıyordu), Kaçar tarihinin sonlarındaki iki önemli değişikliğin sonucunda ikti
dara geldi. Bunlardan birincisi Kazak Tugayı'nın kurulması, diğeriyse küçük bir
milliyetçi grubun ortaya çıkmasıydı . Bu grup, İran'ın değişimi önünde büyük bir
engel olarak gördüğü yabancı egemenliğine ve ulema gibi geleneksel gruplara karşı
ülkeyi dönüştürüp güçlendirmeyi hedeflemişti. Daha demokratik ve etkili bir hü
kümeti iktidara getirmek amacıyla meşrutiyeti destekleyen geniş ancak zayıf dev
rimci koalisyon, 1 909 ile 1 920 arasında ortaya çıkan pek çok faktör sonucunda
parçalandı. Meclis tecrübesizliği ve varlığını savunan liberallerin azlığı yüzünden
monarşi ve şah ailesi ile güçlü toprak sahipleri, aşiret liderleri ve din adamlarının
güçlü çıkarları karşısında etkisiz kalıyordu. Buna ilaveten, Avrupalı güçler İran'ın
milli egemenliğini ve toprak bütünlüğünü hiçe saymaya devam ediyordu. Tarafsız
İran'ın harp sahnesi haline geldiği Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde, ulu
sal hükümet neredeyse ortadan kalktı. Versailles'daki görüşmelerde İran önemsen
mezken, yaşlı elitler 1 9 1 9'da Britanya ile imzalanan antlaşmayla, ülkeyi bir nevi
himaye etmeyi planladı.
1 92 1 yılı İran'ın 20. yüzyıl tarihinde yeni bir başlangıç noktasıydı. Birincisi,
205
İRAN TARIHl
206
PEHLEVİLER VE lRAN ISLAM CUMHURİYETİ
devlet başarısız oldu. 1 9 1 9'da Kürdistan'da, merkezi hükümete karşı Simko lider
liğinde patlak veren isyan 1 922'de bastırıldı.
Rıza Han merkezi devletin otoritesiyle egemenliğini yeniden tesis ederek milliyet
çi kimliğini ortaya koydu. Bu konudaki kararlılığını İranlılara ve İngilizlere göster
mesini sağlayan şey, 1 922'de Bahtiyarilere ve ardından 1 924'te Muhammere Şeyhi
Hazal'a karşı yaptığı başarılı hamlelerdi. Sonradan Huzistan adını alacak Arabistan
eyaletine giden hükümet askerlerinden oluşan küçük bir birliğin Bahtiyari toprakla
rından geçişi sırasında, bu aşiretin mensuplarını askerlere saldırmaya kışkırttı. Or
dunun başarılı olması, Bahtiyarilere ağır bir tazminat yüklenmesinde meclisin des
teğini sağladı. Aşireti iyice zayıflatıp tecrit etmek için üç adım daha atıldı: Bahtiyari
hanları, kendi bölgeleri dışındaki valilikleri kaybettiler; bölgeleri iki ile bölündü;
onları Bahtiyari değil İranlı valiler yönetmeye başladı. Güçlü Bahtiyari aşiretine yö
nelik bu tavır aynı zamanda, Şeyh Hazal'a İngiliz himayesine dayalı özerkliği bıra
kıp Tahran'a itaat etmesi için verilen bir işaretti. Petrol sahaları Bahtiyarilerin kış ot
laklarının yer aldığı bölgede bulunurken, Abadan'daki büyük rafineriyle bazı boru
hatları şeyhin yetki alanındaydı. Rıza Han'ın ülkenin politik kültürünü gayet iyi an
ladığından ve devletin iktidarıyla otoritesini merkezileştirmeye kararlı olduğundan
İranlıların hiç kuşkusu yoktu. Bu hamleler, Büyük Britanya'nın çıkarlarının güçlü
ve merkeziyetçi bir İran'la uyuştuğuna İngiliz elçisini de inandırmıştı. Britanya daha
önce iki kez Kaçarların yerine bir Bahtiyari hanedanını geçirmeyi düşünmüş, ancak
aşiretin kendi içindeki bölünmeler ve İran'ın merkeziyetçi olmayan politik kültürü
yüzünden bundan vazgeçmişti. Rıza Han aynı taktikleri 1 924'te Şeyh Hazal'a ve
ardından Türkmenlerle Kaşkaylara karşı başarıyla kullandı. Britanya'nın antlaşma
vasıtasıyla özerkliğini temin ettiği Şeyh Hazal'a karşı girişilen güç gösterisi sonunda
Rıza Han'ın artan gücünü kavrayan İngilizler, onun hakim olduğu merkezi hükü
metle Şeyh arasında bir tercih yapmak zorunda kaldı. Sonunda zayıf ve güvenilmez
aşiret liderlerine karşı merkeziyetçi ve istikrarlı bir İran'ın daha tercih edilir olduğu
kararına varıldı. Rıza Han'ın aşiret özerkliğine karşı başarısı iktidarı merkezileştir
mekle kalmayıp, İran'ın özerkliğe dayalı eski siyasi kültürünü dönüştürdü. Böylece
aşiretler modern devlete boyun eğdi.
Kaçar Hanedanı'nın can çekişmekte olduğu 1 92 1 'de, İran hükümeti yeni bir ka
rar aldı . Böylece bir başka Amerikalı, Arthur Millspaugh, merkezileşme sürecinin
parçası olarak mali danışmanlığa atandı ( 1 922-27). Devleti sağlam bir mali temel
üzerine oturtmak ve bürokrasiyi yeniden yapılandırmak amacıyla Millspaugh'ya
da Shuster gibi olağanüstü yetkiler verildi. Eğitim ve sağlık hizmetleri 1 923'te re
form ve modernleşme süreci içinde ele alındı. Pasteur Enstitüsü kuruldu, hastaneler
i nşa edildi, kamu sağlığıyla ilgili önlemler kurumsal hale getirildi, İranlı doktorlar
yetiştirmek amacıyla tıp eğitimi için adımlar atıldı.
207
İRAN TARIHI
208
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
209
IRAN TARİHİ
azledilmesi de önemli bir gelişmeydi. Rıza Şah, yalnız bir şaha yer olduğunu etkili
bir şekilde öğrenmişti. İçinde ticaret kanununu barındıran yeni bir hukuk sistemi
nin benimsenmesi, hem ekonomik sorunların çözümüne hem egemenlik meselele
rine hizmet ediyordu. Laik medeni kanun da 1 928'de devreye girdi, buna karşılık
aile ve kişisel statüyle ilgili kanunlar Şer'i hukuka dayalıydı.
Rıza Şah, İngiliz-Pers Petrol Şirketi'nin (APOC) imtiyaz anlaşmasını gözden ge
çirmesini talep etti. Bu istek reddedilince imtiyaz 1 9 32'de iptal edildi. Şah hem
ekonomik hem milli egemenlikle ilgili konulara dayanarak meydan okumuştu.
Pek çok reformu gerçekleştirmek için daha fazla gelire ihtiyacı vardı. Britanya hü
kümetinin APOC'un karından daha fazla pay alması, İran'ı küçük düşürüyordu.
Üstelik APOC sorumluluk gerektiren mevkilere İranlıları getirmeyerek ayrımcılık
yapıyordu. 1 933'te yeni bir imtiyaz sözleşmesi imzalansa da İran'ın bundan fazla
bir kazancı olmadı. Daha önce yıllık karın yüzde 1 6'sı olan üretim payı yüzde 20'ye
çıkarılmıştı, ancak imtiyazın bitiş tarihi 1 9 6 1 'den 1 993'e uzatılmıştı. Ayrıca APOC
daha fazla İranlıyı eğitmeyi kabul etti, ancak Büyük Britanya en değerli ekonomik
varlığının kontrolünü tamamen elinde tutmaya devam edecekti. Huzistan'daki pet
rol sahaları ve Abadan rafinerisinin önemi, Basra Körfezi'nin dibindeki stratejik
konumu ve Hindistan'a yakınlığıyla adamakıllı artıyordu.
İran bütün komşularıyla antlaşmalar imzalarken, biri hariç bütün sınır anlaş
mazlıkları da çözüldü. İlkokuldan üniversiteye kadar Fransız modelini örnek alan
eğitim politikaları uygulamaya kondu. Milliyetçilik ve laiklik, merkeziyetçi eğitim
sistemi içinde devlete ve şaha bağlılıkla birlikte öğretiliyordu. Şehir merkezlerinde
yapılan eğitim reformlarıyla erkek nüfus içinde okuma yazma oranı arttı. Ne var
ki bu reformların kırsal bölgelerde veya elit çevreler dışındaki kadınlar arasında
fazla bir etkisi görülmedi. 1 93 3 'te Fars dili akademisi kurulurken, bütün yayınlar
da Arapça terimlerin yerine Farsça karşılıkları kullanılmaya başlandı. Bütün dip
lomatik yazışmalarda ülkenin adından daha önce Persiya diye bahsedilirken, Rıza
Şah 1 935'te yayınladığı emirle İran adının kullanılmasını istedi. Burada bir ironi
söz konusuydu; zira modern milliyetçilik İran'ın İslamiyet sonrası geçmişi yerine
bu dönemin öncesine ait tarihini ön plana çıkarıyordu. "Persiya " terimi özellikle
antikçağdaki İran için kullanılıyordu. Halbuki ulus devlet, İranlıların kendileri için
kullandığı İran adını benimsemişti ve devlet dili Farsçaydı. İran milliyetçiliğiyle
Fars dili, çok çeşitli etnik gruplardan oluşan nüfusu, birbiriyle uyum içindeki bir
İran halkına dönüştürmenin araçları oldu. Şii Müslümanlık artık İranlı olmanın
zorunlu koşulu değildi. İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi Rıza Şah'ı tahttan
çekilmeye zorlamasaydı, milliyetçi ve laik programı, ulemaya ve İslamiyete karşı bir
kampanyaya dönüşebilirdi. Arkeolojik kazılar başlatılırken yeni inşa edilen devlet
binalarında İran'ın İslamiyet öncesi antik geçmişine ait desenler yer alıyordu.
210
PEHLEVİLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYETi
Bütün bu değişimler devletin rolünü artırdı ve böylece devletin nüfuzu ilk kez
toplumun her katmanına yayıldı; hatta kırsal bölgelerdeki nüfuzu bile arttı. Batılı
laşma çabası en yoğun biçimde hukukun laikleşmesinde ve bununla bağlantılı kül
tür reformunda görüldü. Bütün erkeklerin Avrupa kıyafetleri giymesi zorunlu kılı
nırken 1 936'da kadınların halka açık yerlerde peçe takması yasaklandı. Rıza Şah
ulemayla bir kez daha karşı karşıya gelmişti; ancak İran'da cumhuriyet kurulması
konusunda muhalefetle karşılaştığında geri adım atarken, 1 930'ların ortasında ik
tidarına meydan okuyacak kimse kalmadığından, bu kez onları sindirdi. Askerler
Meşhed'deki İmam Rıza Türbesi önünde ve İsfahan'da protesto gösterisi yapan
ların üzerine ateş açtı. Şah Kum'daki Hz. Fatıma Türbesi'ne bizzat giderek, iyice
örtünmediği için karısının türbeye girmesini yasaklayan memuru halkın önünde
kırbaçladı. Kırsal bölgelerde yaşayan pek çok köylü kadın, kılık kıyafet kanunları
na göre giyinmemek için evlerinden çıkmadı. Genellikle kırsal bölgelerde bu kanun
ve diğer reformlar konusunda fazla bir zorlama yoktu.
Ulemanın Rıza Han'a ve sonraki haliyle Rıza Şah'a desteği her zaman tartışma
lıydı; İran'ın hükümranlığını savunmadaki başarılarını takdir etmekle birlikte ik
tidarını pekiştirme çabasının da farkındaydı. Ulema cumhuriyetçiliğe, laikleşmeye,
zorunlu askerliğe, gücünü ve gelirlerini azaltacak her türlü girişime karşı muhale
fette birleşmişti. Rıza Şah da onları karşısına almaktan kaçınıyordu; bunun istis
nası yeni kıyafet kanunları ve buna dayalı olarak Kum'daki Fatıma Türbesi'ndeki
tavrıydı. Şah dil ve hukuk reformlarında Atatürk kadar ileri gitmedi. Türkiye'de
Arap harflerinin yerini Latin harfleri alırken, Arapça ve Farsça kelimelerin yerine
Türkçe ve yeni türetme kelimeler kullanılmaya başlandı. Laik hukuk sistemine ge
çildi ve Batı takvimi benimsendi. Osmanlı Devleti 1 9 . yüzyıl başlarında vakıfları
kamulaştırırken, İran'da Rıza Şah vakıfların idaresi ve yönetimini kısmen kontrol
altına alana kadar böyle bir gelişme yaşanmadı. Bununla birlikte, Rıza Şah'ın eği
tim ve hukuk reformları ulemanın tarihi rolünü biraz daha gasp etti.
Yine de merkeziyetçi devletin tam etkisi aşiretlerin yaşadığı alanlarda hissedilir
ken, aşiret halklarına ve İran ekonomisine yönelik tehlikeli sonuçları fark edildi. Rı
za Han'ın aşiretlere karşı olduğu herkes tarafından biliniyordu. Şah olduğu zaman
Avrupalılara özgü şapka giyilmesini zorunlu kılması, şiddetli muhalefeti kışkırttı.
Aşiretlere özgü kıyafet ve başlıklar, mensuplarının kimliğini ortaya koyan birer gös
tergeydi. Bu yüzden, tepeden inme kılık kıyafet standartları, sadece kimliğin değil
özerkliğin de kaybı anlamına geliyordu. Pek çok göçebe zorla iskan edildi. Serbest
göçe izin verilmezken, sürüler barınak olmayan otlakların sınırları içinde tutulmaya
zorlandı. Bunun sonucunda sürüler telef olunca çok sayıda insan ya aç kaldı ya da
öldü. Bu acımasız davranış, daha önce Kazakların Papi Lurs Aşireti'ni zalimce bas
tırmasında görülmüştü. Rıza Şah taç giydikten sonra, İran'ın göçebe aşiretlerinin
211
İRAN TARİHİ
modem ve Batılı bir ulus devlette anakronizme düştüğüne inanıyor, sahip oldukları
özerkliği, siyasi örgütlenmeyi ve askeri becerilerini merkezi devlete aykırı buluyordu.
Kürtler, Bahtiyariler, Kaşkaylar gibi büyük aşiretlerin liderlerini kişisel birer tehdit
ve İran'ın siyasi liderliğinde potansiyel rakipler olarak görüyordu. Bahtiyariler örne
ğinde, APOC şirketine 1 928'de petrol sahalarını doğrudan hanlardan değil Huzis
tan (eski Arabistan) valisinden kiralaması talimatını verince 1 929'da Safid Daşt'ta
meydana gelen Bahtiyari isyanının ardından üç han idam edildi. Ardından 1 933'te
aşiretin iki liderlik makamı kaldırıldı. Bundan üç yıl sonra Bahtiyari bölgesi sivil ida
recilerin yönetiminde, İsfahan ve Huzistan olmak üzere iki eyalete ayrıldı. Nihayet
193 8-39'da Rıza Şah, büyük topraklara sahip olan hanları, arazilerini ve petrol his
selerini merkezi devlete satmaya zorladı. İran içindeki ve aşiretler arası politika, şahın
merkezi iktidarına yönelik birleşik bir muhalefet olasılığına karşı belirleniyordu.
Rıza Şah aşiretleri kontrol etmek için İran'a özgü yöntemleri kullandı. Taç giy
dikten sonra önemli Bahtiyari lideri Cafer Kulu Han Serdar Esad III'ü önemli ba
kanlıklarla görevlendirdi. Bunların arasında savaş bakanlığı da vardı; böylece bazı
aşiretlerle müzakereler yapılıp silahları bıraktırıldı. Rıza Şah iktidarda rakipsiz kal
dıktan sonra Serdar Esad'ı gözden çıkardı. İki Bahtiyari hanıyla birlikte tutuklanan
bakan, 1 934'te muhtemelen " Pehlevi kahvesiyle" zehirlenerek öldü. Rıza Şah aynı
sıralarda üç önemli danışmanını (Adalet Bakanı Davar, Maliye Bakanı Firuz Mirza,
Saray Bakanı Timurtaş) hapse attırdı. Timurtaş 1 933'te, Firuz 1 93 8 'de hapiste öl
düler. Hukuk reformlarının mimarı ve modern adalet sisteminin babası olan Davar
1 93 8 'de intihar etti. Firuz, Timurtaş ve Serdar Esad soylu aşiret mensuplarıydı.
Bu insanlar ve Davar inançlı milliyetçilerdi. Avrupa ve modern dünya konusunda
şaha göre daha tecrübeli ve kozmopolit kişiliklerdi. Nitekim Avrupalı büyük güç
lerin nüfuzundan fazla etkilenmekle suçlandılar. Oysa hepsi Rıza Şah'a ve uygu
ladığı politikalara koşulsuz destek vermişti. Şah son yıllarında onların tecrübesini
çok aradı. Paranoyası hızla ilerlediği için yabancı olan her şeyden şüpheleniyordu.
Okullar da dahil yabancılara ait bütün varlıklar kamulaştırıldı.
1 930'ların sonunda, Avrupa'da savaş kapıya yaklaştığı sırada Rıza Şah
Almanya'yla yakınlaştı. Bunda Almanya'yı Britanya ve SSCB'ye karşı denge un
suru olarak görmesinin de payı vardı. Alman nüfuzu her yerde artmakla birlikte
Rıza Şah üzerindeki etkisi muhtemelen abartılmıştır. Onun milliyetçiliği ve mer
keziyetçiliğe önem vermesi Nasyonal Sosyalizmle benzerlik taşımasına karşın, so
nuçta Nazizmle ilgisi yoktu. 1 939'da savaş çıktığı zaman İran tarafsızlığını ilan
etti. Almanya 1 941 'de SSCB'yi işgal ettikten sonra, İngiltere ve Sovyetler Birliği,
Alman teknisyenlerin İran' dan çıkarılmasını talep etti. Bu iki güç, petrol yatakları
ve SSCB'ye ikmal yolu olarak stratejik konumu nedeniyle İran'ı işgal ederek Rıza
Şah'ı tahtını 21 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza'ya bırakmaya zorladı. Rıza Şah
212
PEH LEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
213
IRAN TAR1Hl
Rıza Şah ordunun sadakatini kazanmıştı. Ordudaki asker sayısı 1 920'lere göre
üç kat artmış ve 1 94 1 'de 127 bine ulaşmıştı. Ordunun İngiliz ve Ruslara karşı di
renememesi şaşırtıcı değildi ama etkisizliği şahı kişisel bakımdan yıkmış olmalıydı.
Bütün Pehlevi kurumları içinde ona en yakın olan ve imajını öne çıkaran, orduydu.
Bu kurum çöktükten sonra onun saltanatının ne anlamı kalıyordu?
Rıza Şah'ın ekonomik, sosyal ve kültürel reformlardaki kararlılığı, yeni meslek
sahibi orta sınıfı ve yeni işçi sınıfını yarattı. Bu sınıflara milliyetçi değerler benim
setilmiş, kendisine ve laik devlete bağlı kalması fikri aşılanmıştı. Bu reformların he
saplanmayan bir sonucu, öğrencilerle işçilerin liberal, hatta radikal siyasi değişimi
savunması oldu. İşçiler sendika kurmaya kalkışınca, özellikle 1 93 7'de işçi liderleri
ve onları destekleyen aydınlardan elli üçü tutuklanarak grevler bastırıldı. Sol ide
olojilerin Avrupa kaynaklı olması nedeniyle, komünizm ve sosyalizm sadece Rıza
Şah'ın iktidarına değil, İran 'ın hükümranlığına karşı tehdit olarak görülüyordu.
Komünist Parti 1 927'de yasaklanınca, 1 93 7'de tutuklananlar daha sonra Tudeh
(Kitleler) Partisi'ni kurdu.
Rıza Şah'ın başarılarını değerlendirmek gerekirse; birincisi, İran'ın politik kül
türü geri dönülmez biçimde dönüştürüldü; ikincisi, modern ulus devlet, tarihi sınır
larına çok yakın biçimde kuruldu; üçüncüsü, modern hukuk sistemi ve ekonominin
temelleri atıldı. Uyguladığı ekonomi politikalarıysa, ekonomik modernleşmenin
zorluklarını iyi hesaplamamıştı. Meşrutiyet ve demokrasi onun İran'ında açıkça
kurban edilmişti. Meclis ise sonunda bir onay mekanizması haline gelmişti. Buna
karşılık İranlılar gerek kendi aralarında, gerek hükümdarlarıyla yeni bir ilişkiye
girmişti. Meşrutiyet döneminde başlayan bu süreç, tahttan çekilmesinden sonraki
on yıl boyunca yaşanan özgürlük ortamında daha yoğun biçimde ifade edildi.
Rıza Şah taç giyme töreninde kullandığı yeni Pehlevi tacı ve asasında, İran'ın
uzak geçmişindeki Müslüman, Sasani ve Ahameniş hükümdarlara ait sembol ve
amblemlere yer verirken; üzerindeki kılıçlar ve silahlar, İran'ın daha yakın İslami
geçmişinde yer alan Nadir Şah, Şah Abbas ve Şah İsmail'e aitti. Taç giyme törenin
de İslami bir unsur yer almazken, hürmet göstermek bakımından müzik çalınma
mıştı. Tacı saray bakanı Timurtaş getirip Azerbaycan'ın yüksek mertebeli ulema
mensuplarıyla beraber Rıza'ya uzatmış, o da kendi elleriyle tacı başına koymuştu .
Hükümet tarafından atanan İmam-ı Cuma konuşma yapmış, Kuran' dan ayetler ve
Firdevsi'nin Şehname'sinden mısralar okunmuştu. Ulemayla birlikte ileri gelenler ve
yabancı temsilciler törende hazır bulunuyordu. Halk önünde yapılan resmi geçitte
yeni şaha, aşiretlerine özgü geleneksel kıyafetler içinde at üstünde ilerleyen 350 tem
silci eşlik ediyordu. Bununla birlikte Rıza Şah tören sırasında yaptığı konuşmada
geçmişi göz ardı etmişti. Her ne kadar İslama olan saygısını, ülke tarihinde oynadığı
ve oynamaya devam edeceği rolü dile getirse de, daha çok gelecekte uygulamaya
214
PEHLEVlLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
215
IRAN TARİHİ
koymayı planladığı reformlar üzerinde durmuşnı. İran'ı kişisel olarak ele alıyor,
adeta kendi uzantısı gibi görüyordu. Kendisini bütün İranlılara karşı temsil ederken,
evrensel hükümdarlığa ait unsurları bünyesinde toplamıştı ama artık İran ile evren
arasındaki denge unsuru değildi; ayrıca onun temsilinin karşılığı yoktu. Sonunda
geçmişle ve gelecekle fazla ilişkisi kalmayan, yalnız ve tecrit olmuş modern bir otok
rat haline geldi. Şayet meşrutiyete önem verseydi, anayasaya dayanan bir hükümdar
gibi meşruiyet sahibi olabilirdi. Bunu yapmadığı için meşruiyetten mahrum kaldığı
gibi, sağladığı önemli kazanımlara rağmen günümüzde de bu mahrumiyet devam
etmektedir.
Rıza Şah'ın tahttan çekilmesi kritik sorunları gündeme getirmişti. Devlet otori
tesinin niteliği, milli egemenlik ve toprak bütünlüğü, İran kimliği, devlet politika
larında sürmekte olan Batılılaşma çabaları bu sorunların başını çekiyordu. İkinci
Dünya Savaşı'nda yaşanan işgal ve bitiminde görülen olaylar, bütün bu soruları
daha da keskinleştirdi. Ülkeyi önce 1 94 1 'de SSCB ve Britanya işgal etti, 1 943'te
ABD de bu işgale katıldı. Sovyet askerleri Kuzey İran'ı işgal ederken İngiliz kuv
vetleri güneye girdi. Üç işgalci ülke İran'ın egemenliğini tanımayı ve devlet işlerine
karışmamayı kararlaştırmıştı; ne var ki müdahale ettiler. Müttefikler devleti ulusal
ve bölgesel düzeyde kontrol etmeye, politikalarına karışmaya çabaladı. Geçmişte
iktisadi ve idari açıdan danışmanlar sağlayan ABD bu rolü yine üstlendi. Arthur
Millspaugh bir kez daha İran maliyesini düzeltmek amacıyla danışmanlığa atandı.
Ülkenin ekonomisi savaşın yol açtığı kıtlıklar ve yüksek enflasyon yüzünden çok
zayıflamıştı.
Müttefik işgali daha önce görülmemiş ve o zamandan beri bir daha yaşanma
yan ölçüde siyasi özgürlük getirdi. Müttefik ülkelerin çıkarlarıyla yetki alanları
konusunda çelişmeler ve çekişmeler vardı. Muhammed Rıza Şah'ın tecrübesizliğiy
se, meclisin meşrutiyetçi role yeniden soyunmasını ve şahı meşruti bir hükümdar
olarak görev yapmaya zorlamasını sağladı . Yeni şah bu rolü ordunun başkomutanı
olarak sürdürmekle birlikte, makamının ağırlığı ve statüsü büyük ölçüde azalmıştı.
Henüz 22 yaşında olan yeni şahın hemen hiç idari ve siyasi tecrübesi bulunmama
sı, müttefik işgaliyle birleşince meclisin güçlenmesine yol açtı. Müttefiklere göre
Muhammed Rıza'dan başka elverişli bir seçenek bulunmuyordu. Cumhuriyetçilik
çoktan gündemden çıkmıştı. Muhammed Rıza Şah'ın hanedana dayalı meşruiyeti
neredeyse yoktu. Tecrübesizliği de onu babasının otokratlığından uzaklaştırıyordu.
Belki bu iki etken onu bir tür boş yazı tahtası haline getirerek lehine bir durum
yaratıyordu. Böylece gruplar kendi beklentilerini bu boş tahtanın üstüne yansıta
bilirdi.
Rıza Şah'ın modernleşme ve Batılılaşma politikalarıyla kurumlarından yararla
nıp gelişen yeni kuşak, laik modernleşme yanlılarından oluşan eski kuşağa eklen-
216
PEHLEVİLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYETI
mişti. Onun döneminde baskı gören işçi sınıfı ve sol, işgal sırasında toplumsal ve
ekonomik eşitliği dile getiren önemli bir siyasi güç haline geldi. Sayıları hızla artan
gazeteler çok kapsamlı görüşleri yayımladılar. Bu sırada siyasi partiler de kurul
muştu; ancak bunlar tutarlı ideolojilerin veya programların temsilcisi olmaktan
çok lider kişilikler etrafında toplanmış dağınık gruplar şeklindeydi. Bunun tek is
tisnası Tudeh Partisi'ydi. Müttefik işgali ardından serbest bırakılan Tudeh liderleri
toprak reformu da dahil, radikal bir yeniden yapılanma çağrısında bulunmuştu.
Bu çağrıya aydınlar ve yeni orta sınıf olumlu tepki verdi. Yeni ve hala küçük du
rumdaki işçi sınıfıysa bu çağrıya sendikalarla karşılık verdi. Tudeh özellikle petrol
sahalarında çalışan işçiler arasında etkiliydi. Bunun sonucunda 1 946'da büyük bir
grev düzenlendi. 1 944 seçimlerinde ılımlı bir başarı kazanan parti mecliste sekiz
sandalyeye sahip oldu ve Kavam'ın 1 946 yazında kurduğu hükümene üç bakanlık
elde etti. Tudeh'in Sovyet politikası ve ideolojisine yakınlaşması, İranlı gelenekçile
ri, ABD'yi ve İngiltere'yi telaşlandırdı.
Siyasi özgürlük aynı zamanda geleneksel siyasi elitlerin ( büyük toprak sahipleri,
bazariler, yerel eşraf, aşiret liderleri ) yüksek mertebeli ulemayla birlikte yeniden
politika sahnesine çıkmasını sağladı. Nitekim resmi kabul gören ulema medrese
lerin ve vakıfların kontrolünü tekrar ele geçirdi. Ne var ki, çok çeşitli grupların
yeniden sahneye çıkması, İran'ın eski siyasi kültürüne veda anlamına geliyordu.
Yeni ve geleneksel gruplar arasındaki ayrımlar pek belirgin değildi. Rıza Şah'ın
tahnan çekilmesini izleyen on yıl boyunca İran'ın en önemli iki siyasi şahsiyeti olan
Kavam ve Musaddık, laik modernleşme yanlılarıyla geleneksel toprak ağalarının
arasında kalmıştı. Ayrıca milli egemenlik dışında mecliste siyasi bir uzlaşma yoktu.
Bunun sonucunda, artan siyasi özgürlük, siyasi bölünmüşlük ve istikrarsızlığa yol
açarken, koalisyon hükümetleri zorunlu hale geldi.
İran'ın milli egemenliği ve toprak bütünlüğü, Tahran'da birleştirici bir politi
ka olmayı sürdürdü. Hatta meclis savaş sürerken Millspaugh'nun maliye üzerin
deki aşırı yetkilerine son verip kuzeyde SSCB'ye petrol imtiyazı tanımayı reddet
ti. Hükümet güneye fazla hakim değildi. Burada göçebelik yeniden canlanırken
aşiret politikaları tekrar önemli bir güç haline gelmişti. Hükümet Kürdistan ve
Azerbaycan'da, Sovyetler Birliği'nden destek gören ayrılıkçı hareketlerle karşı kar
şıyaydı. Milli egemenlik ve toprak bütünlüğüyle ilgili bu krizleri 1 949-53 arasında
yaşanan yeni bir kriz izledi. Petrolün millileştirilmesi, yurtdışında muazzam yankı
lar yaranı. Bu krizlerin hepsinde başbakanlar ve meclis liderlik konumundaydı; ne
var ki Muhammed Rıza Şah bunların hepsinden güçlenerek çıktı. 1 953'te ABD'nin
desteğiyle tahtı tekrar ele geçirmesi meşruiyetini kaybetmesine ve 1 979 devrimine
giden yolu açtı. İki başbakan da - Kavam ve Musaddık - büyük topraklara sahip
Kaçar ailelerine mensuptu . Rıza Şah'a muhalif olan bu iki siyasetçi inançlı birer
217
İRAN TARİHİ
218
PEHLEVİLER VE IRAN İSLAM CUMHURİYETi
219
IRAN TARİHİ
220
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
22 1
İRAN TAR!Hl
tutuklayan General Zahidi vardı. Şah ülkeye döndükten sonra Musaddık yargı
landı ve üç yıl hapse mahkum edildi. Ayrıca 1 967'de ölene kadar, ömrünün geri
kalanını evinde göz hapsinde geçirdi. Milliyetçiliğinden hiç ödün vermemekle bir
likte anayasaya ilişkin ilkelerinde uzlaşmacıydı. Bunun sonucunda, sokak dışında
güç tabanında yaşadığı bölünmeler onu son derece zayıflatmıştı. Ancak iktidardan
düşmesine rağmen meşruiyeti arttı. O artık eleştiri ve serzenişleri aşmış milliyetçi
bir ikondu.
Muhammed Rıza Şah tekrar tahta oturduğunda gücü adamakıllı artmış ama
meşruiyeti azalmıştı. Tahtını CIA öncülüğündeki bir darbeyle geri almasının ya
rattığı olumsuz hava, saltanatı boyunca yakasını bırakmayacaktı. Babası Rıza Şah
gibi o da orduyu iktidarının muhafızı olarak kullandı. Devlet ve ülkeyi kendi ki
şisel yönetimiyle özdeşleştirdi. İddialı bir modernleşme ve Batılılaşma programı
başlatırken amacı ülkeyi dönüşüme uğratmak ve kendisine duyulacak minnettarlık
sayesinde saltanatını meşru kılmaktı. Şah destek tabanını genişletmenin önemini
çok iyi kavramıştı. Önemli ulema mensuplarının, özellikle yüksek mertebeli taklit
mercii Ayetullah Hüseyin Burucerdi'nin desteğini kazanmıştı. Bu din adamının yanı
sıra ordu ve giderek korkulan gizli polis gücü SAVAK, istikrarı sağlayıp geleneksel
şehirli sınıflarla pazarın desteğini ayakta tutmanın başlıca aracı haline geldi. Şah
başbakanlığa atadığı Zahidi veya önemli mevkilere getirdiği diğer darbe liderlerini,
artık işe yaramadıkları ya da tehdit potansiyeli taşıdıkları zaman terk etti. Ancak
1 964'teki gösterilerden sonra Emir Abbas Huveyda'nın başbakanlığa atanmasıyla
birlikte, bakanlar ve genellikle teknokratlardan oluşan önemli danışmanlar uzun
süre görev yapmaya başladılar. Ne var ki, şahın son derece kişisel yönetimi altında
varlıkları artık sadece görüntüden ibaretti. Şah bütün siyasi partileri ve örgütleri
kontrol ediyordu. Önce resmi bir muhalefet partisi seçti, ancak 1 975'te Rastahiz
(Diriliş) adıyla sadece tek bir partiye izin verdi. Bağımsız sendikalaraysa izin veril
miyordu. Doktorların, avukatların, öğretmenlerin ve yazarların meslek örgütleri
tıpkı radyo, sinema ve televizyon gibi hep devlet kontrolündeydi.
Şah bütün resmi kurumları kontrol etmeye çalışsa da bunu başaramayacağı
toplumsal süreçler vardı. SAVAK bireyleri ve sivil toplumsal grupları sıkı gözetim
altına almıştı ama devlet geniş toplumsal kesimleri ve demografik değişimleri fazla
kontrol edemiyordu. İran'ın nüfusu 1 966'da 25 milyonun üzerine çıkmış, ikinci
büyük şehir İsfahan'dan altı kat daha kalabalık olan Tahran'ın nüfusu 2.695.283'e
ulaşmıştı. Buna ilaveten, 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan köylerden şehirlere
göç hızlanmıştı. 1 966'da nüfusun yüzde 3 8 'i şehirlerde yaşıyordu. Göç eden nü
fusun büyük bölümü vasıfsız olduğu için ancak sayısı hızla artan inşaatlarda iş
bulabiliyordu. İmalat sanayinde çalışan işçilerin sayısında da ciddi bir artış vardı.
Hourani'nin yerinde bir ifadeyle "şehirlerin köyleşmesi"4 diye tanunladığı bu göç
222
PEHLEVlLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYETİ
dalgası çok kapsamlı toplumsal ve siyasi sonuçlara yol açtı. Bu hareket şehirlerde
yaşayan halkı "geleneksel " ve "modern/Batılı" değerlere sahip şeklinde iki büyük
gruba ayırdı. Yaygınlaşan eğitim sonucu okuryazar oranı arttı, ancak bu durum
hesaplanmayan sonuçlara yol açtı. Sayısı hızla artan lise ve üniversite öğrencileri,
milliyetçi ve iktisadi meselelerde siyasileşti. Eğitimin yaygınlaşması ve üniversite
eğitimi için yurtdışına giden öğrenci sayısının artması sonucu, meslek sahibi Batılı
laşmış orta sınıf ve aydın kesiminde ciddi bir artış oldu. Bu iki grup ama özellikle
aydınlar, siyasi açıdan bir gelişme bulunmamasına ve anlamlı bir siyasi katılımdan
dışlanmaya öfke duyuyordu. Toplumun genelinde aile merkezi konumunu sürdür
mesine rağmen, bu değişimlerin bir sonucu olarak bireycilik ve kendine özgü bazı
durumlarda sınıf bilinci artmıştı. Aydın grubu 20. yüzyıl başlarında ortaya çık-
223
İRAN TARİHİ
maya başlamıştı. Baskıcı tutuma rağmen aydınların sayısı Rıza Şah saltanatında
olduğu gibi, özellikle 1 940'larda Muhammed Rıza Şah'ın döneminde de artmıştı .
Bu insanlar bilhassa ekonomik ve sosyal konularla, siyaset ve siyasi katılımla ilgi
leniyor; İran tarihine, kültürüne ve Pehlevi otokrasisinden bağımsız bir topluma
ağırlık veren milliyetçilik üzerinde duruyorlardı.
Yazarlar eserlerini günlük di lde yazmaya başladılar. Rıza Han'ın iktidara yük
seldiği sırada, basit bir üslubu benimseyen Muhammed Ali Cemalzade, topluma
yönelik eleştirilerini dile getiriyordu. 1 940'ların başındaki nispi özgürlük döne
mi dışında mechuren dolaylı yapılan toplumsal ve siyasi eleştiri, genellikle sıradan
İranlıların hayatı üzerinde duruyordu. Sol değerler edebiyat alanında da gizlenebi
liyordu. Yazarların çoğu, hatta soylu ailelere mensup olanlar bile, Batılılaşma ve
modernleşmeye bağlı olmakla birlikte aynı siyasi ve toplumsal değerleri paylaşı
yordu. Yazar ve editör Ali Daşti, birey olarak yazar üzerinde duran farklı bir geliş
me ortaya koymuştu . Hapishane Günleri adlı ilk kitabında ( 1 92 1 ) kendi başından
geçenleri anlatıyordu. Daşti'yle birlikte pek çok modern yazar ve entelektüel klasik
Fars edebiyatından uzaklaşmıştı. Bütün aydınlar milliyetçiliğe, meşrutiyetçiliğe ve
laikliğe bağlıydı. Bunların arasında geleneksel dini eğitim almış Ahmet Kasravi de
vardı. Seçkin bir tarihçi ve hukukçu olan Kasravi 1 946'da Fedaiyan-ı İslam üyesi
bir kişi tarafından öldürüldü. İran'ın en büyük modern romancısı olan Sadık Hida
yet, politikadan tamamen uzak duruyordu. Rıza Şah'ın tahttan çekilmesine kadar
İran'da basılamayan, Buf-i Kur (Kör Baykuş) adlı en tanınmış romanında sade
ce Avrupalı bir biçim kullanmakla kalmayıp psikolojik bir yabancılaşmayı ortaya
koymuştu. Eser, bireysel tecrübe üzerinde yoğunlaşan modern bir çabaydı.
Aynı bireycilik Pervin İtisami'nin 1 935'te yayımladığı Divan'da da görülüyor
du. Bir kadın tarafından yayımlanan ilk büyük şiir derlemesi olan eserde şair, kla
sik Farsça kasidelerde olduğu gibi, adını şiirlerinin içine yerleştirmişti. İtisami'nin
şairliği genellikle kuşku uyandırıyordu, çünkü o zamanlar kimse bir kadının böyle
ustaca şiir yazabileceğine inanmıyordu. Günümüzde bile klasik biçimlerin etkisi
altında olan Fars şiirine bir başka kadın şair, Fürfığ Ferruhzade ( 1 935-1 967) dam
gasını vurdu. Hem geleneksel hem modern biçimlerde yazan şair, sadece kendinden
değil cinsiyetinden de bahsediyordu. Ferruhzade'nin başvurduğu hicvin Fars edebi
yatında köklü bir geçmişi vardır.
Ülkedeki geleneksel eğitim ve düşünce üzerinde ulema egemenliği devam ediyor
du. Pehlevi döneminde yaşayan pek çok yazar geleneksel din eğitimi almıştı . Daşti
ve Cemalzade gibi pek çok yazar din adamları çıkaran ailelere mensuptu. Bu geç
mişe rağmen yazarlar ve aydınlar genellikle din adamlarına karşı çıkıyor, onların
dar görüşlülüğü ve bağnazlığını reddediyordu. Hem Celal Ali Ahmed ( 1 923-1969)
hem Ali Şeriati'nin ( 1 933-1 977) ailesi din adamları yetiştirmişti. Ali Ahmed'in en
224
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETi
225
IRAN TARİHI
güçlerini korumak için devlet iktidarına boyun eğmekle suçluyordu. Pehlevi döne
minde bütün laik aydınlar milliyetçilik bağlamı içinde kendi bireysel kimlikleriyle,
hükümdarlığın niteliğine karşı mücadele ettiler. Bazıları yeni İranlı kimliğinin laik,
liberal değerler ve İran tarihinde yattığını öne sürerken, Afgani gibi bazıları bu ta
banın ancak kutsallığından sıyrılmış bir Şiilikte bulunabileceğini savunuyordu.
Bazı aydınlar Pehlevilerin adaletsizliğini geleneksel İslami değerlere göre pro
testo etmek için ulema mensuplarıyla bir araya geliyordu. Bunlar modern bir
toplumda müçtehitliğin en yüksek mertebesi olan taklit mercii rolünün devlet ta
rafından düzenlenmesinin gerekliliğini tartışıyordu. Bu sorgulama kısmen 1 8 . ve
1 9 . yüzyılda ortaya çıkan müçtehit egemenliğiyle ilgili olmakla beraber, daha çok
şeriatın ve ulemanın, gücünü artıran Pehlevi devletinin laiklik politikalarına daha
fazla boyun eğmemesine yönelikti. Genel kabul gören son taklit mercii olan Aye
tullah Hüseyin Burucerdi ( 1 8 75-1 9 6 1 ) 1 960'taki fetvasında toprak- reformunun
hem şeriata hem anayasaya aykırı olduğunu bildirmişti. Onun ölümüyle birlikte
merci rolü konusunda daha büyük bir baskı oluştu. Yeni orta sınıfa mensup Mehdi
Bazargan'ın ( 1 907- 1 995) ulemanın tartışmalarına katılması önemli bir gelişmey
di. Fransa'da mühendislik eğitimi görmüş olan Bazargan alaylı bir ilahiyatçıydı ve
ilerde Humeyni'nin ilk başbakanı olacaktı. Birçok kimseye göre merci, ortaçağdaki
filozof-kral kavramına benziyordu. Peki çağdaş bir toplumda merciin rolü ne ola
caktı ve bu rol bireysel bir hukukçu yerine bir heyet tarafından mı üstlenilecekti ?
İslam Devrimi'nde hayati roller üstlenen Talikani, İsfahanlı Ayetullah Seyyid Mu
hammed Bihişti (ö. 1 9 8 1 ) ve Ayetullah Murtaza Mutahhari (ö. 1 979) gibi mollalar
da bu tartışmalara katıldı.
1 963'te Muhammed Rıza Şah'ın artan otokratlığına aydınlar ve ulemanın kar
şı çıkması sonucu düzenlenen Pehlevi karşıtı büyük gösterilerde bile, muhalefet
monarşinin sona ermesi çağrısında bulunmayıp anayasaya uygun davranılmasını
talep etmişti. 1963 krizi sırasında şahı, 7. yüzyılda İmam Hüseyin'in katlinden
sorumlu olan Emevi Halifesi Yezid'e benzeten Ayetullah Ruhullah Humeyni ( 1 902-
1 98 9 ) , 1 970'lerin başına kadar anayasanın değiştirilmesi çağrısında bulunmamıştı.
1 940'ların başında yazdığı Keşf'ül Esrar (Sırların Keşfi) adlı risalede, şeriata bağlı
bir hükümdarın varlığı kabul ediliyordu. Aynı makalede velayet-i fakih yönetimin
den de ilk kez bahsetmişti. Bu eserle birlikte diğer çeviriler, müçtehit düşüncesinde
radikal olmakla birlikte mantıklı bir gelişmeyi sergiler.
Muhammed Rıza Şah'ın 1 95 3 'te tahta tekrar çıkmasının hemen ardından ilan
edilen sıkıyönetim, başta Tudeh ve Milli Cephe'nin liderleriyle üyeleri olmak üzere
bütün muhalefeti ezme imkanı sağladı. ABD' den acil olarak alınan borç ise ekono
miyi kurtardı. Ordu Amerika 'nın yardımıyla büyütülürken, yine ABD ve İsrail' in
teknik desteği ve verdiği eğitimle 1 957'de herkese dehşet salan SAVAK kuruldu.
226
PEHLEVİLER VE İRAN ISLAM CUMHURİYETI
227
IRAN TARnıt
Meclis yine bir onay mekanizmasına dönüşmüştü, buna rağmen 1 963 sonba
harında yirmi birinci dönemi başladı. Bakanlıklar artık Amerika'da eğitim gör
müş profesyonel orta sınıfa mensup teknokratlara veriliyordu. Beyaz Devrim'de
ekonomik ve sosyal reformlara ağırlık verilmesi, şahın iktidar tabanı konusundaki
fikirlerinde bir kayma olduğunu gösteriyordu. Şah artık toprak ağalarını terk et
meye ve büyüyen şehirli orta sınıfla yakınlaşmaya başlamıştı. Orta sınıfın siyasi
katılım yerine daha yüksek yaşam standardıyla tatmin edilebileceğini düşünüyor
du. Bu yaklaşım enflasyonun yükseldiği 70'1erin ortasına kadar işe yaradı. Beyaz
Devrim veya Şah ve Halk Devrimi, 1 963'te altı reform maddesi içerirken sonradan
yeni maddeler eklendi. Kanlı veya solcu bir devrimi önlemek için " beyaz" devrim
amaçlanmıştı. Şah adeta Zerdüştçü bir ifadeyle şöyle buyuruyordu: " İlahi güçlerin
şeytani güçlere karşı mücadelesinde ilgisiz bir gözlemci olamam, zira ben bu sava
şın sancağını taşıyorum. " 5
Beyaz Devrim'in başlangıçtaki altı maddesi içinde e n önemlisi toprak reformuy
du. Bu konudaki yasa Ocak 1 962'de onaylanmıştı. Daha önce, 1 960'ta bu konu
da yapılan bir girişim, konumları bakımından şaha bağımlı olmalarına rağmen
mecliste ağırlığa sahip toprak ağaları tarafından engellenmişti. Toprak reformunun
amacı, köylülere ekip biçecekleri toprak sağlayıp sermayeyi toprak dışında daha
8.4 Muhammed Rıza Şah ve Beyaz Devrim'in 12 simgesini gösteren posta pulu
228
PEHLEVlLER VE İRAN ISLAM CUMHURİYETİ
8.5 Rıza Şah 'ın doğumunun yüzüncü yılı anısına çıkarılan posta pulu. Pulda şah, halefi
Muhammed Rıza Şah'la birlikte kız öğrencileri selamlarken görülüyor. Muhammed Rıza
Şah'ın, babasının gölgesinde yaşadığı burada da açıkça belli oluyor. Pulda yer alan
253611 978 rakamları, Büyük Kiros'un yeni imparatorluk çağını başlatmasından beri
geçen süre ile pulun basım tarihini gösteriyor.
bulunduğu pek çok molla, kadınlara oy hakkı verilmesine karşı çıkıyordu. Ule
ma ayrıca kendi kontrolündeki vakıflara ait araziler başlangıçta muaf tutulmasına
229
İ RAN TARİH İ
rağmen toprak reformuna da karşıydı. 1 960 toprak reformuna karşı çıkan Ayetul
lah Burucerdi de dahil, ulemanın reforma itiraz etmesinin sebebi, özel mülkiyetin
korunmasını istemeleriydi. Özel mülk olan arazilerin müsadere edilmesini engel
leyip yeniden dağıtıma karşı korumak istiyorlardı. 1 960'lar ve 70'lerin başı ciddi
bir ekonomik büyümenin yaşandığı yıllardı. Yaşam standardı, eğitim ve yurtdışına
gönderilen öğrenci sayısı, sağlık hizmetleri, hastane inşaatı gibi bütün göstergelerde
hızlı bir artış vardı.
Muhammed Rıza Şah iktidarın pekiştirilmesi ve Beyaz Devrim vasıtasıyla mo
dernleşme ve Batılılaşmanın peşinden gitmenin, saltanatını meşrulaştırmak için ye
terli olmadığını anlamıştı. Hem kendi iktidarını hem İran'ın bÖlgesel üstünlüğünü
sağlama almak amacıyla İran ordusunun büyütülmesi gibi özel politikalar, devlet
ve milliyetçiliği kişiselleştirmesiyle bağlantılıydı. Şah bu unsurlara kendi meşru
iyetinin aracı olarak sarılıyordu. Kendisiyle eski İranlı hükümdar ve hanedanlar
arasında bağ kurmaya çalışırken evrensel hükümdarlığın dilini ve sembollerini kul
lanıyordu. Kendi iktidarı ve İran'ın refahı, kendisini İranlılara evrensel hükümdar
olarak sunmasına imkan sağlarken, bu sunum karşılıklı değildi; zira İran'ın politik
kültürü modern bir diktatörlük ve otokrasiye dönüşmüştü . Genel olarak İranlıların
siyasi beklentilerindeki değişimi, ama özel olarak da yeni profesyonel orta sınıfı ve
bu sınıfın meşrutiyetçiliğe verdiği önemi anlamakta başarısız olmuştu.
Muhammed Rıza Şah ve bilhassa Şahbanu Farah, gerek Batılı gerek geleneksel
sanatların önemli birer hamisi oldular. Farah ve ofisi, İran'ın daha liberal yüzünü
temsil etmekle özdeşleşmişti. Monarşiyi bütün İranlılara ve dünyaya tanıtmak ama
cıyla devlet destekli gösteriler, spor karşılaşmaları, geleneksel sanatlar, müzik ve el
sanatları kullanılıyordu. Devlet destekli gösteriler arasında şahın çok geciken ve
ancak 1 967'de gerçekleşen taç giyme töreniyle 1971 'de düzenlenen ve kötü plan
lamanın kurbanı olan İran Saltanatı'nın 2500. Yıldönümü törenleri vardı. Buna
rağmen monarşiyi gereksiz gören İranlıların sayısı giderek artarken, hükümdarları
iktidarını daha da pekiştirmeyi amaçlıyordu. Şahın kendisini İran'la özdeşleştirme
si, 2500. Yıldönümü törenlerinde Büyük Kiros'a hitabında belli oluyordu :
Ey Kiros, Büyük Kral, Krallar Kralı, Ahameniş Kralı, İran ülkesinin kralı! Ben,
İran şehinşahı, sana kendimin ve ülkemin selamını getirdim. İran tarihinin bu yü
ce anında, senin 2500 yıl önce kurduğun imparatorluğun çocukları olan ben ve
bütün İranlılar, senin kabrin önünde saygıyla eğiliyoruz. Senin ölümsüz hatıranla
ve yeni İ ran 'ın şanlı geçmişiyle bağını yeniden kurduğu bu anda içimizi coşku
kaplıyor . . .
Kiros! Büyük Kral, Krallar Kralı, soyluların e n soylusu, İ ran ve dünya tarihinin
kahramanı! Huzur içinde yat, çünkü biz uyumuyoruz ve daima uyanık kalacağız."
230
PEHLEVILER VE İRAN İSLAM CUMHURiYETi
luklarının bir kısmını üstlenme imkanı verdi. ABD'nin bölgedeki kalesi olması ve
petrol fiyatlarındaki ciddi artış sayesinde İran, çok sayıda F l 4 uçağı da dahil Ame
rikan askeri teknolojisin en yeni ürünlerini satın alabiliyordu. Ayrıca İran'da çok
sayıda Amerikan askeri, danışmanı ve teknisyeni görev yapıyordu. Bunların top
lam sayısı 25 bine ulaşmıştı. Bu olağanüstü ilişki ve Amerikan askeri varlığı İran'da
büyük bir öfkeye sebep oldu. Öfke duyanlar sadece şahın muhalifleri değildi. Bu
ilişki Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı haricinde ABD' de de sorgulanıyordu.
231
İRAN TARİHİ
Peygamberimiz (S.A.V. ) der ki, İranlı hükümdarlar tarafından icat edilen Krallar
Kralı unvanı, Allah nazarında en çok nefret edilen unvandır. İslam, monarşi kav
ramına kesinlikle karşıdır . . . İslam bu zulüm saraylarını yıkmak için geldi. Monar
şi, bu gerici alametin en çirkin ve utanç verici şekillerinden biridir.'
Muhammed Rıza Şah, olağanüstü bir kayıtsızlıkla ve körü körüne bir özgüvenle
iktidarını sağlama almaya devam etti. Daha önce resmi olarak iki siyasi parti vardı
ve muhalefetteki partinin üyeleri bile şah tarafından belirleniyordu. Artık Rastahiz
adıyla tek bir parti kalmıştı. Bütün devlet memurları ve kamu görevlileri bu partiye
232
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETi
233
İ RAN TARİ Hİ
234
PEHLEVİLER VE İRAN ISLAM CUMHURİYEn
8.6 Humeyn i'nin şahı sınır dışı etmesini gösteren afiş (Fotoğraf: Gene R. CarthwaiteJ
sorunlarını ortaya atmıştır. İslam Devrimi'nin yol açtığı sonuçlar İran'ın komşula
rıyla Batılı hükümetler için hala tartışma konusudur.
1 Şubat 1 979'da İran'a dönen Humeyni'yi bütün gruplar devrimin lideri ola
rak kabul etti. Orduyla birlikte Pehlevi Hanedanı'nın düzeni de çöktü. Başbakan
Şahpur Bahtiyar iyi bir milliyetçi ve Milli Cephe üyesi olarak tanınmasına rağmen,
tahghuti olarak anılıyordu. Bu aşağılayıcı sıfat, materyalist şeytanlık anlamına ge
liyordu ve Pehlevi Hanedanı'yla yakın bağı olanlar için kullanılıyordu. Önce sakla
nıp ardından Fransa'ya kaçan Bahtiyar, bir suikast sonucu burada öldürüldü. Artık
Huım:yni'nin ne yapacağı soruluyordu. faal bir siyasi rol oynayıp düşünceleriyle
İslami hükümete yön verecek miydi ? Onun sözcüsü kim olacaktı ? Hükümet nasıl
bir yapıya sahip olacaktı ? İranlıların hükümetle ilişkisi ve rolü ne olacaktı ? Hu-
235
İ RAN TARIHI
meyni Tahran'dan ayrılıp Kum'a gitmeden önce Mehdi Bazargan'ı başbakan ola
rak atadı. Ancak hem iktidar hem yetki Humeyni'deydi. Artık kendisine büyük bir
saygı ifadesi olarak "İmam" denmeye başlamıştı. İmam kelimesinin bağlama göre
değişen çeşitli anlamları vardır. Ali ve soyundan gelen ilk on iki Şii lideri için en çok
bu unvan kullanılıyordu. Ayrıca halka namaz kıldıran kişilere imam deniyordu.
Bunun dışında, örnek veya lider kişiler için kullanılan bir kelimeydi. Humeyni ko
nusunda, acaba kayıp İmamın zuhur etmesiyle ilgili eskatolojik• bir anlamı olabilir
miydi ? Her ne olursa olsun, İran'a karizmatik bir lider olarak döndüğü açıktı. Dev
rimin tozu dumanı arasında İran'ın sorunlarını mucizevi bir şekilde çözüp adaleti
yeniden sağlayabilecek birisi olarak görülüyordu.
Düzeni yeniden kurmak kolay olmadı. Şahı devirmek amacıyla birbirinden çok
farklı grupları bir araya getiren ortam artık yerini ideolojik farklılıklara bırak
mıştı. Ayrılıkların başlıca konusu ekonomi ve toplumda dinin rolüydü. Karşılıklı
suçlamalar başlıca gündem maddesi olmuştu. Yüzlerce kamu görevlisi, subay ve
devrime muhalif olan diğer kişiler tutuklandı. Bunların büyük kısmı basit mahke
melerde yargılanıp devrim veya İmam adına idam edildi. On binlerce kişi yurtdı
şına kaçtı. Bu durum zamanla kalıcı bir sürgüne dönüştü. Kamu düzenine yönelik
sözde İslami kuralları zorla uygulatan İslami milislerin sayısı hızla arttı. Bunların
öfkesi özellikle kadınlara yönelmekle birlikte; kıyafet, müzik, içki, sinema ve edebi
yat gibi kültürel Batılılaşmayı açığa vuran her şeyi kapsıyordu . Pehlevi yönetiminin
bürokratik ve askeri elitlerinin yerini genç devrimciler aldı. Bununla birlikte, alt
kademelerde devamlılığı sağlayan birtakım uygulamalar sürdürüldü. Artık devri
min amacı siyasi merkezileşme haricinde Pehlevi Hanedanı'nın bütün siyasi, sosyal
ve kültürel dönüşümlerine son vermek; laik elitler ve değerlerin yerine dini muadil
lerini koymaktı. Buna karşın sadece adı değiştirilen SAVAK devlet güvenliğinden
sorumlu olmaya devam etti.
Şahla ayetullah arasındaki farklılıklar, zıtlıkların incelenmesi bakımından ilginç
bir konudur. Şah t 978 'de artan gösteriler ve şiddet karşısında kararsız ve güvensiz
bir hale gelmişti. 1 953'te tahta yeniden çıktığından beri, İran toplumunun önemli
grupları içindeki muhalefetten çok çekiniyordu. Ne uyruklarına ne kendi general
lerine güveniyordu. Darbe planı yaparlar diye bir araya gelmelerine bile izin ver
miyordu. Bunun dışında büyük dış müttefiklerine de güvenmiyordu. Tarihe Cevap
adlı anılarında8 ABD ve Britanya'nın İran'la ilgili yeni planlarında kendisine yer
vermediklerini anlatır. Nitekim Başkan Carter'a, şahın kötüleşen konumu karşısın
da ne yapması gerektiği konusunda birbiriyle çelişen tavsiyeler veriliyordu. Devrim
boyunca Washington da kararsız kalmıştı. Üstelik şah kendisine konulan kanser
236
PEHLEVlLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYE11
teşhisini gizli tutmuş ve halkın monarşiye desteği olmadığı takdirde yerine birinin
geçmesinin sorunlara yol açacağını anlamıştı. Yaygın şiddete ve başıbozukluğa rağ
men ilk devrimde öldürülenlerin sayısı nispeten düşük kaldı. En gerçekçi hesapla
malara göre yaklaşık üç bin kişinin ölmesi, o zamanki tahminlerin çok altındaydı.
Şah ne kadar kararsızsa, Humeyni o kadar kararlı davranmış, iktidarı tam ola
rak ele geçirmeden önce bile eylemlerinin doğruluğuna güvenmişti. Genellikle ken
di adına veya devrim adına uygulanan şiddeti hoş görüyordu. Makama oturduğu
zaman, amaçlarına ulaşmak için herhangi bir muhalefeti ezme konusunda devletin
güç kullanmasına da hoşgörülü oldu. Daha önce böyle bir kararlılığının Rıza Şah
dışında benzeri görülmemişti. O bile yeri geldiğinde cumhuriyet ilan etme konusun
da uzlaşmaya yanaşmıştı. Humeyni'nin ne yapacağı konusundaki belirsizlik, hak
kındaki kısıtlı bilgilerle esrarengiz bir havada pekişmişti. Şah ilk devrimin kurbanı
olurken, Humeyni ikinci devrimin galibi oldu. Peki daha iyi yaşam ve siyasete katı
lım beklentileri, onun liderliği altındaki İslami bir ortamda karşılanacak mıydı ?
İkinci devrim aynı derecede beklenmedik ve ilkine göre muhtemelen daha de
rindi. Yı:ni tanımlanma sürecindeki Şii İslam, toplumun ve siyasetin bütün unsur
larını kapsamaya hazırdı; hatta İran milliyetçiliğinin diğer unsurlarına bile egemen
olmuştu. Bu beklenmedik dini ağırlığa muhalefet gecikmedi. Muhalefeti Tahran'da
237
İRAN TARIHI
238
PEHLEVİLER VE İ RAN ISLAM CUMHURiYETi
devletin şeriata tabi olması gerektiğini söylüyordu. Safevi selefleri gibi Humeyni
de İslam Tasavvufu'na ve yeni Platoncu felsefeye bağlıydı. Bu ikincisine, özellikle
hukuk aliminin rolünü belirlediği için önem veriyordu. Buna karşılık uygulamada,
ulema 19. yüzyıl boyunca ve daha önceleri bile hükümdarların gücüne boyun eğ
miş, siyasi iktidara talip olmaktan fiilen geri çekilmişti. Humeyni, hukuk aliminin
iktidar ve otorite sahibi olması gerektiğini savunuyordu. Fıkıhçılar açısından bura
da ortaya çıkan bir sorun, siyasetin doğası gereği uzlaşmayı gerektirmesidir; oysa
şeriatta uzlaşma yoktur. Bundan dolayı, siyasi uzlaşmanın hukuk aliminin manevi
dayanağını baltalama riski vardır.
Humeyni de Atatürk gibi karizmasını kurumsal hale getirerek İran'ı ve İranlıları
yeniden şekillendirmek için radikal bir siyasi programı uygulamaya koydu. Hedefi
inananları, Tanrı'nın yeryüzündeki krallığı olan yeni İslam Cumhuriyeti çatısı al
tında birleştirmekti. Bir tür filozof-kral olan velayet-i fakih, bu yeni devleti yöne
tecekti. Ancak onun farkı hukuk tahsili yapmış olması ve ülkeyi yanılmaz imam
olarak yönetmesiydi. Pek çok İranlı için İmam Humeyni yanılmazdı. Bilhassa dev
rim lideri olarak yarattığı hava, siyasi rolünü geleneksel köylü sınıf arasında meş
rulaştırmıştı. Velayet-i fakih makamı, devletin yetkisini bizzat İran halkından aldığı
şeklindeki yaygın görüşe karşı çıkıyor, devrim sonrasında devletin halka dayanaca
ğı şeklindeki beklentiyi yıkıyordu. Bir diğer önemli gelişme, Humeyni'nin velayet-i
fakih makamını üstlenmesi ulema tarafından kabul edilmekle birlikte, bu kavramın
yüksek mertebeli birtakım din adamları tarafından reddedilmesiydi. Bunlar ara
sında Araki, Şeriatmedari, Gülpayigani, Hui gibi taklit mercileri vardı. Irak'taki
kutsal şehirlerde yaşayan bu ayetullahların hepsi mertebe olarak Humeyni'den üs
tündü. Velayet-i fakih makamı Humeyni hayattayken de ölümünden sonra da pek
çok molla için tartışma konusu olmaya devam etti. Onun yerine geçmesi planla
nan Ayetullah Hüseyin Ali Muntazari ( 1 922-2009) bile bu makamın günlük rolü
hakkında farklı düşünüyordu. Muntazari, Humeyni ve çevresiyle fikir ayrılığına
düşünce, haleflikten uzaklaştırıldı ve 2003'e kadar gözetim altında yaşadı.
Geleneksel ulemanın devlet gücüne doğrudan sahip olmadaki rolüyle ilgili kay
gıları iki ana konuda yoğunlaşıyordu. Birincisi, daha önce böyle bir örneğin bu
lunmamasıydı. İkincisi, devletin gücüne boyun eğmesi karşılığında hükümetlerin
ulemaya dini, manevi ve pek çok sosyal konularda yetki vermesiydi. Bu durum,
kiliseyle devletin ayrılmasına benzer bir kuvvetler ayrılığıyla sonuçlanmıştı. An
cak geleneksel ulemanın çok belirgin olmasa da üçüncü bir kaygısı daha vardı.
İslami gelenekte "anayasayı " şart koşan bir şey yoktu. Buna karşın 1 979'da hem
Tanrı'nın hem halkın otoritesini tanıyan bir anayasa benimsendi. Ulema 1979
Anayasası'nda, 20. yüzyılda meydana gelen değişimlere ve özellikle ilk başarısız
lıklarına rağmen meşrutiyet hareketiyle oluşan yüksek değerlere cevap vermişti.
239
IRAN TARİHI
240
PEHLEVİLER VE İ RAN ISLAM CUMHURİYETI
artık bunun için gereken silahlara sahipti. Gruplar aynı zamanda ideolojik egemen
lik için çekişiyordu. Ulema içinde bile sağdan sola kadar değişik görüşleri temsil
eden gruplar Humeyni'nin desteğini almaya çalışıyordu. Komitelerle işbirliği yapan
silahlı dini hizipler, kendilerini polis ve jandarma yerine koyuyordu.
İki Pehlevi şahı gibi Humeyni de kendi iktidarını tesis etmek için güvenlik kuv
vetlerini kontrol etmeye ihtiyaç duyuyordu. İhtilaflı politik, ekonomik ve sosyal
programları yürürlüğe koymak için bu zorunluydu. Humeyni ve yandaşları dev
rimin simgelerini kendi tekellerine almayı başardılar. Bunlar arasında karizmatik
devrim lideri rolü de vardı. Ayrıca herkese hitap edebilmek için solun dilini benim
sediler. 1 979 boyunca Humeyni ve diğer dini liderler sınıf söylemini giderek daha
çok kullandı. Bu söylem içinde mustazafin, yani yoksullaştırılmış kişilere gönder
meler geniş yer tutuyordu. Yoksullara ve güçsüzlere yardım edilmesi bizzat Hazreti
Muhammed'den beri önemli Müslüman değerleri arasında yer alır. Din adamla
rı, büyük şehirlerde camiye dayalı sosyal hizmet ağları vasıtasıyla yoksul sınıfın
desteğini kazanmıştı. Mustazafin söylemi, Marksistleri ve genelde solu frenlemek
için kullanılıyordu. Bunu kullananlar arasında Ayetullah Hasan Mahmud Talikani
( 1 9 1 1 - 1 979 ) gibi çok önemli dini liderler de vardı. O sıralarda Tahran'da anlatılan
bir fıkraya göre üç ayetullah; Humeyni, Şeriatmedari ve Talikani bir taksiye bin
mişti. Şeriatmedari sürücüye sağa dönmesini, Talikani ise sola dönmesini söylemiş
ti. Humeyni ise sol sinyalini yakıp sağa dönmesini istemişti.
Velayet-i fakih olarak Humeyni, yanılmaz imam ile ona inananlar arasında bir
denge unsuruydu. Devrimin ve İran İslam Cumhuriyeti'nin yanılmaz ve tartışılmaz
lideriydi. Devlet ve sokağın oluşturduğu paralel kurumlar arasında da denge unsu
ruydu. Bu konum ona kısmen tarafsızlık ve hangi yöne doğru yol alacağını seçmek
için zaman sağladı. 14 ay süren rehine krizi boyunca solu yatıştırdı, liberal laiklerle
birlikte çalışarak onları zayıflattı ve molla iktidarını sağlamlaştırmaya başladı.
Aralık ayında yapılan referandumda 1 979 Anayasası ezici çoğunlukla kabul
edildi. Bununla birlikte, yeni anayasanın nasıl uygulanacağı konusunda birtakım
önemli sorular ortada kaldı. ilk büyük soru, devletin yapısı ve otoritesinin kime
dayandığı çelişkisiydi. Halkın ve seçilmiş temsilcilerin rolü neydi? Velayet-i fakih
makamında veya iktidarı mollalara doğru çeviren Muhafızlar Konseyi gibi kurum
larda değişiklik olduğu takdirde beklentileri nasıl karşılanacaktı? İkinci büyük soru
birinciyle ilişkili olmakla birlikte 1 980'de o kadar belirgin değildi ve kimlikle ilgi
liydi: İran devletinde İslam ile milliyetçilik arasındaki denge nasıldır? Devrimden
sonra din adamlarının bazı yandaşları, İran'ın antikçağ mirasının en büyük simgesi
olan Persepolis'in yıkılması çağrısında bulundu. Bütün İranlılar birden fazla kim
liğe sahipti. Laikler de dahil olmak üzere büyük bir kısmı, İran milliyetçiliğinde
İslam unsurunun önemli yer tuttuğunu kabul ediyordu. Ancak siyasileşmiş bir dini
241
İ RAN TARİHİ
kimliğin devletin yapısı üzerinde çok büyük etkileri olacaktı. Bu iki soru da o gün
lerden beri ülkenin en tartışmalı sorunları olmaya devam etmektedir.
Ocak 1 980'de Ebu'! Hasan Beni Sadr (d. 1 93 3 ) İslam Cumhuriyeti'nin ilk cum
hurbaşkanı olarak seçildi. Tahsilini Fransa'da yapan bu iktisatçının eğitim geçmişi,
laik ve milliyetçi yeni liberallere özgüydü. İlk meclis seçimlerini mollaların ağırlıkta
olduğu İslami Cumhuriyet Partisi kazandı. Parti bunun ardından Beni Sadr gibi
laik milliyetçilerle çatışmayı seçti. Bu arada SSCB Aralık 1 979'da, siyasi istikrar
sızlığı kendi çıkarlarını tehdit eden Afganistan'ı işgal etmişti. Sovyetler ayrıca İslam
Devrimi'nin yaygınlaşarak Afganistan'da ve Orta Asya cumhuriyetlerinde istikrarı
iyice bozmasından korkuyordu.
Devrimden sonraki ilk birkaç yılda Humeyni ve yandaşları, dış müdahaleler
sonucu devrimin sekteye uğrayacağından korkup bunu savunmaya yönelik bir zih
niyet benimsemişti. Mollalarla diğerleri bu korkuya karşı koyup İran'ı muhafaza
etmek için devrimin ihraç edilmesini savundular. Bu aynı zamanda, Müslüman dev
letler topluluğunu bu kez Şii liderliği altında yeniden kurma rüyasını gerçekleştir
meye yarayabilirdi. Ortadoğu'da yaşayan ve devrimi örnek alan radikal İslamcılar
bu fikre sıcak bakmakla beraber, Şii veya İran egemenliği altında yaşamaya hazır
değillerdi.
Beni Sadr'ın başkanlığı bir yıldan biraz uzun sürdü. Onun gibi özellikle Milli
Cephe'yle bağları olup 1 979 Anayasası'nda din adamlarının hakimiyetini kabul
eden orta sınıf mensupları, yeni hükümette önemli roller üstlenmeyi bekliyordu.
Bunlar bir siyasi istikrar örneği oluşturmayı ve yeni oluşan devlette bağımsız dav
ranmaya devam eden din adamlarını dizginlemeyi ümit ediyordu. Başlangıçta Beni
Sadr da devrim ihracını savunmasına rağmen, laiklerin milliyetçiliği Humeyni'nin
İslam odaklı yönetimiyle ihtilaflıydı. Humeyni milliyetçiliğin simgesi haline ge
len Musaddık'ı gözden çıkarmıştı. Ondan bahsetmesi gerektiği zaman "şu milli
yetçi adam" diyerek aşağılıyordu. Daha devrimden önce tekrar yerüstüne çıkan
Musaddık'ın Milli Cephesi, devrimden sonra molla hükümeti konusunda hiziplere
bölünmüştü. Buna rağmen Beni Sadr ve başlangıçta Humeyni'yi destekleyen orta
sınıfın diğer üyeleri, bu kez onun desteğini aldıklarını sanıyorlardı.
İran siyaseti 1 979-8 1 yıllarında büyük çekişmelere sahne oldu. Baskın kişilik
Humeyni olduğundan bütün gruplar onun desteğini almaya çalışıyordu. Ancak so
nunda hangi grubun bunu başaracağı açık değildi. Yelpazenin bir ucunda radikal
sol gruplar, diğer ucunda Hizbullah üyeleri (bunlar sokak çetelerinden pek farklı
değildi) ve din adamlarıyla bağlantılı olan ve sokak siyasetini temsil eden komiteler
vardı. Merkezde muhtelif laik milliyetçi gruplar yer alıyordu. Bunların başında mil
liyetçiliğe ve meşrutiyetçiliğe bağlı Milli Cephe hizipleri geliyordu. Bunlar İslami
Cumhuriyet Partisi'ne ve özellikle devlet kontrolüne direnen unsurlarına muhalifti.
242
PEHLEVlLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYETI
Humeyni'nin solu dengelemek için ortadakilere ihtiyacı vardı ama aynı zamanda,
hem merkeze hem sola karşı Hizbullah, İslami Cumhuriyet Partisi ve diğer molla
ları kullanıyordu.
lrak'ın Eylül 1 980'de İran'ı işgal etmesi, ülkede siyaseti adamakıllı karıştırdı.
Yine de savaş bir kez daha bütün İranlıları milliyetçi bir temelde birleştirmişti. Sad
dam Hüseyin İran'ın içinde bulunduğu devrim sürecinden, ordunun büyük ölçüde
8.8 Makineli tüfek taşıyan çarşaflı bir kadını gösteren posta pulu. Pul, Müslüman
kadınların modern rolünü vurgulamak amacıyla Irak Savaşı sırasında çıkarılmıştı.
243
IRAN TA.Rllii
İslami devleti desteklemesine rağmen çoğu Irak yönetimine sadık kaldı. Saddam
Hüseyin'in büyük kısmı petrol zengini Huzistan eyaletinde yaşayan İranlı Arapla
ra, Arap milliyetçiliği temelinde yaptığı çağrı da aynı şekilde rağbet görmedi.
Irak ordusunun başlangıçta başarılı olup Hürremşehr'i işgal etmesine rağmen
İran ordusu zayıf durumda olduğu halde ayakta kalmayı başardı. Yeniden örgüt
lenen İran ordusu kaybedilen toprakları geri aldıktan sonra Irak'a karşı saldırıya
geçti ve Fao Yarımadası'nı ele geçirdi. Düzenli ordunun yanı sıra Pasdaran adı
verilen Devrim Muhafızları ve Besic adı verilen genç gönüllü milisler de savaşıyor
du. Sekiz yıl süren savaş 1 9 8 8 'de sona erdiğinde, iki tarafın ölü sayısı ürkütücü
bir rakama ulaşmıştı. Savaşın son döneminde Irak, Tahran ve diğer şehirleri vuran
füzelerin yanında kimyasal silahlar kullanmaktan da çekinmemişti. İran'ın sorun
larını artırmak isteyen Irak, uzun zamandır burada yaşayan İranlıları sınır dışı etti.
Bir kısım İranlıysa gönüllü olarak İran'a sığındı. 1 980'lerin ortasında İran'da Irak
ve Afganistan'dan gelen yaklaşık 4 milyon mülteci yaşıyordu.
Savaşın İran hükümeti içindeki siyasi bölünmeleri de derinleştirmesi sonucu Be
ni Sadr düştü. Humeyni cumhurbaşkanının otoritesine meydan okuyan paralel bir
savaş konseyi oluşturmuştu. Bunun dışında Beni Sadr'ın başını kendi başbakanı ve
İslami Cumhuriyet Partisi ağrıtırken, Hurneyni'ye yaptığı çağrılar cevapsız kaldı.
Beni Sadr rakipleriyle Tahran'da değil, milliyetçi lider olarak medya kampanyası
yürüttüğü Huzistan'daki cephede karşılaştı. Savaşı en iyi şekilde yönetmenin yol
ları konusunda Tahran'daki farklı görüşlere karşı orduyu başarıyla savundu. Baş
kentteki düşmanlarına kamuoyu üzerinden saldırırken aynı zamanda başkan ola
rak diğer sorumluluklarını yerine getirdi. Savaş halindeki cumhurbaşkanı, milli bir
atmosferde artan sokak gösterilerine karşı merkez ve sol grupları harekete geçirdi.
Yükselen baskılar onu ve yandaşlarını İslami Cumhuriyet Partisi ve Devrim Muha
fızları karşısında köşeye sıkıştırdı. Kendi yandaşları arasında önemli din adamları
ve meclis vekilleriyle, pazar ve ordu mensupları vardı. Beni Sadr'ın Humeyni'ye
ve devrime bağlılığıyla birlikte meşruiyeti de sorgulanıyordu. Sonunda bütün ül
kede daha iyi örgütlenmiş olan İCP; devlet kurumlarını, bakanlıkları, televizyonu,
yargıyı, polisi, Devrim Muhafızlarını, ahlak zabıtası gibi hareket eden Hizbullah
çıları kontrol altına aldı. Beni Sadr başkanlık makamında bulunmasına rağmen,
Humeyni'nin yavaş yavaş desteğini çekmesi sonucu, 1 9 8 1 Temmuzu'ndan itibaren
yeraltına geçmeye mecbur kaldı.
Beni Sadr'a temel destek halk arasında kısaca Mücahidin diye bilinen Halkın
Mücahitleri Örgütünden geldi. Mücahidin, 1 963'ten sonra bütün muhalefet grup
larının bastırıldığı süreçte, radikal İslamcı bir grup olarak kuruldu ve 1 970'lerin
başına kadar yeraltında kaldı. Marksist, hatta sosyalist olduğunu reddetmesine
rağmen İran toplumuyla siyasetinin İranlı Şii bağlamında radikal biçimde dönüş-
244
PEHLEVlLER VE IRAN ISLAM CUMHURİYETİ
türülmesi çağrısında bulundu. Üyelerinin büyük kısmı yeni orta sınıfa ve aydınlara
mensuptu. Genç üyeleri lise ve üniversite öğrencileriydi. Başlangıçta Humeyni'yi
destekleyen Mücahidin, devrim öncesinde ve sırasında önemli roller üstlenirken
pek çok üyesi hapse atıldı. Örgütün Humeyni'yle ayrılığı 1 980 ortasında başladı.
Mollaların siyasi hakimiyetine karşı Haziran 1 9 8 l 'de büyük sokak gösterileri dü
zenledi ve din adamlarının meşruiyetine ciddi biçimde meydan okudu. Beni Sadr'ın
yenilmesinden sonra Mücahidin, molla otokrasisi konusunda Humeyni ve İCP ile
yollarını kesin biçimde ayırdı. 1 9 8 1 yazında siyasi istikrarsızlık artarken şiddet ye
ni boyutlara ulaştı. Hedeflerine ulaşamadığı için öfkelenen Mücahidin, dini-politik
düzene karşı bombalama ve suikast eylemleri başlattı. Hazirandaki bir bombala
mada önde gelen İCP yetkilileri öldürüldü. Ülke çapında diğer dini ve idari liderlere
suikastlar düzenlendi. Ağustosta hem yeni Cumhurbaşkanı Recai hem de Başbakan
Bahunar öldürüldü. İran siyasetini değiştiremeyeceğini anlayıp yenilgiyi kabullenen
Mücahidin lideri, Beni Sadr'la birlikte el koyduğu bir uçakla Fransa 'ya kaçtı. Ekim
1 9 8 1 'de cumhurbaşkanı seçilen Hüccet-ül İslam (ayetullah mertebesinin altında bir
unvan) Ali Hamaney, aynı makama 1 985'te bir kez daha seçildi.
Bu arada Irak'la süren savaş iç siyaseti belirlemeye devam ediyordu. Diğer dış
faktör olan ABD, Ocak 1 9 8 1 'de 52 rehinenin serbest bırakılmasıyla birlikte öne
mini kaybetmişti. Beni Sadr'ın düşüşünden sonra muhalefete yönelik siyasi baskı
amı. Üst düzey ayetullahlar arasında en önemlilerinden olan Muhammed Kazım
Şeriatmedari (ö. 1 98 5 ) Tebriz'de ev hapsine alındı. Din adamlarının siyasi rolüne
sessizce karşı çıktığı halde, böyle yapmakla Humeyni'yi tehdit eden en büyük dini
rakip haline gelmişti.
Bu esnada azınlıklara yönelik baskılar genel olarak arttı. Etnik ve azınlık gruplar
devrimin başından itibaren 1 9 8 1 boyunca yerel kimliklerini ve özel hedeflerini ulusal
kimliğe tabi kılmışlardı. Bunu yaparken belli bir derece özerklik, kültür ve dil ala
nında serbestlik beklentileri vardı. 1 979 Anayasası İranlı Zerdüştlerin, Yahudilerin
ve Hıristiyanların haklarını geleneksel İslami koşullara göre tanıyordu. Buna karşılık
diğer dini azınlıkların, özellikle İranlı Sünnilerin ve Bahailerin sadakati kuşkuluydu.
Kafir olarak görülen Bahailere karşı ciddi siyasi, sosyal ve ekonomik kısıtlamalar
getirilirken pek çok lideri hapse atılıp idam edildi. Aşiretlerin, azınlıkların ve diğer
etnik grupların liderleri de meclise seçilseler bile gözetim altındaydı. Humeyni Kürt
liderlerin, anayasanın kendilerine özerklik vermesini ve Kürtçenin resmi dil olarak
kabul edilmesi talebini reddetti. Ordu sadece Kürdistan 'daki değil, Belucistan'daki,
Mazenderan'daki Türkmen ve güneydeki Kaşkay muhalefetini de ezdi. Devletin mer
keziyetçiliğine ve molla iktidarına direniş görülen her yerde ordu üstesinden geldi.
İCP'nin çoğunlukta olduğu mecliste farklılıklara henüz tahammül edilebili
yordu. Ekonomi, özellikle hükümetin iş dünyası, sanayi ve tarımdaki politikaları
245
İRAN TARİHİ
hakkında farklı görüşler dile getiriliyordu. Din adamlarının kontrolünde devlet te
kelleriyle vakıflar kurulurken, ulemayla yakın ilişkisi bulunan bireysel girişimci
ler servet ve güç sahibi oldular. Devlet kontrolünün kapsamı genişledi. Pehleviler
bütün kamu kurumlarını devlete tabi kılmıştı. Yeni İslami cumhuriyet hükümeti
de be�zer şekilde bir kültür devrimi başlattı. Amaç bütün bakanlıklar, ordu ve gü
venlik güçleri, yargı, taşra yönetimleri, üniversiteler, radyo ve televizyonda bilinen
muhalifleri temizlemekti. Devrimci tecrübe kazanmış, dini liderlerle bağlantısı olan
ve genellikle gençlerden oluşan yeni bir elit, Pehlevi yanlısı elitin yerini aldı. Eski
elitin bir kısmı yurtdışına kaçarken diğerleri tutuklanıp milislerin ağırlıkta olduğu
mahkemelerde alelacele yargılandı ve genellikle idam edildi. Bunlardan en dikkat
çekici olanı, 1 979'da yargılanıp idam edilen, şahın başbakanı Emir Abbas Huvey
da idi. Devrimde önemli rol oynayanlardan bazıları bile yargılanıp çabucak idam
edildi. Humeyni'nin ilk danışmanlarından olan Sadık Kutbzade 1 9 82'de bu akıbeti
paylaştı. Muhalifler genellikle uyuşturucu kaçakçılığı, fahişelik ve eşcinsellik gibi
ahlaki unsurlarla suçlanıyordu. " İslami " kıyafetler giyilmesi zorunlu hale getirildi.
Keyfi tutuklamaların devam etmesi sonucu onbinlerce insan işkenceye maruz kaldı
ve bir kısmı öldürüldü.
Dinci hükümet cuma namazlarının ardından bütün ülkede kitle gösterilerini
kurumsal hale getirdi. Cuma namazını kıldıran, devletin atadığı imamlar tarihi
ve önemli bir güce sahipti. Şimdi hükümette yer alan önemli dini liderler, yeni bir
politikayı uygulamaya koymak veya rejimin düşmanlarını saptamak için Tahran
Üniversitesi'ndeki cuma namazlarını kullanıyordu. Medreselerde dini eğitim almak
isteyen öğrencilerin sayısında ciddi bir artış vardı. Yeni mezun olmuş din adamları,
köylüleri ve aşiret mensuplarını onaylanan İslami değerlere göre sosyalleştirmek
için ülkenin dört bir yanına dağıldı. Kum şehri İran-Irak Savaşı sırasında Şii öğ
retisinin en büyük merkezi haline gelerek Necef'le Kerbela'nın yerini aldı. lrak'ın
farklı kültürel ve tarihi bağlamından dolayı, bu iki şehirde yaşayan yüksek mer
tebeli ulema, velayet-i fakih makamına ve din adamlarının doğrudan siyasi roller
üstlenmesine karşı çıkıyordu.
Aydınlarla orta sınıf Batılılaşma ve modernleşmeyi desteklemekle birlikte Pehle
vi otokrasisini reddediyordu. Bu gruplar, devrimin son döneminde ve İran'a dönü
şünün ilk aylarında Humeyni'nin liderliğini kabul etmekle birlikte, liberal ve meş
rutiyetçi siyasi değerleri savunuyorlardı. Bunlar dinci bir hükümet ve otokrasinin
hüküm süreceğini beklemiyordu. Aydınların, öğrencilerin, meslek sahipleri ve orta
sınıf ile şehirli kitlelerin yer aldığı geniş koalisyon şahı devirmesine rağmen 1 9 8 1 'in
ilk yarısında dağıldı. İCP devletin içindeki zorlayıcı unsurları ve Hizbullahçıları,
sokaklarda bilinen muhaliflere saldırtmaktan çekinmedi. Humeyni hala kitlelerin
sadakatine sahipti ve şaşırtıcı bir şekilde acımasız baskıların, devletin kışkırttığı
246
PEHLEVİLER VE İ RAN ISLAM CUMHURiYETİ
şiddetin dışında görülüyordu. Fakat pek çok yandaşı devrimci değişimden, devle
tin yönlendirdiği şiddetten ve sivil karışıklıktan yorgun düşmüştü. Artık normale
dönülmesini arzuluyorlardı. Humeyni 1 982 sonunda, ülkeyi iki yıl boyunca sarsan
terörü dizginlemeye başladı.
İktidar din adamlarının otoritesinin yok olması pahasına pekiştiriliyordu. Hu
meyni, Pehlevilerin yönetimi sırasında İran'da meydana gelen büyük değişimleri
görmezden geliyordu. 1 980'lerde devletle arasına mesafe koymaya başlayan mo
dern orta sınıf, devlete ve hatta dine giderek derinleşen bir kuşkuculukla bakıyordu.
Üst orta sınıfa mensup yaklaşık bir milyon İranlı ülkeyi terk ederek Batı'ya yerleşti.
Bu insanların becerileri ve sermayesinin eksikliği büyük ölçüde hissedildi. Alt orta
sınıf da yabancılaşma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Pek çok İranlı gibi işçiler de yük
sek enflasyon, yokluk, işsizlik ve yaşam standardının düşmesi yüzünden öfkeliydi.
İran-Irak Savaşı'nın yarattığı insan kayıpları ve ekonomik maliyet bu sorunları kat
lıyordu. Humeyni Aralık 1 9 82'de sekiz maddelik bir bildiri yayımlayarak hüküme
tin İranlıların hayatına yaptığı hukuk dışı müdahalelere son vermesi çağrısında bu
lundu. Tartışmalı uygulamalarını standartlaştırmak amacıyla hukuk şeriata uygun
biçimde İslami hale getirildi.
Normale dönmek için birtakım girişimler yapılsa da Humeyni, Devrim Mu
hafızları ve Muhafızlar Konseyi 1 982'den sonra siyasi gücü bırakmadı. Devrim
liderleri ilk kez kendini büyük gösteren ideolojiden ziyade ekonomik sonuçlarla
ilgilenmeye başladılar. Geleneksel kitle tabanlarını yeniden kazanmaya ihtiyaçları
olduğunu anlamışlardı. 1 980'lerin başındaki siyasi karmaşanın neticesinde farklı
siyasi ideolojiler ve gruplaşmalar, birbiriyle çelişen ekonomi politikalarına yol aç
mış; bu da bütün ekonomik göstergelerin gerilemesine neden olmuştu. Yokluklar
ve karneler, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik içinde yaşanan ekonomik durgunluk,
bütçe açıkları, temel gıda maddelerinde fiyat denetimi ve sübvansiyonlar, petrol
gelirlerinde ve döviz rezervlerinde azalma; hep bu dönemin eseriydi. İran'ın ekono
mik sıkıntıları diğer sorunlar yüzünden iyice artmıştı . Savaşın getirdiği mülteciler
ve ekonomik maliyet, hükümetin iç politikalarının başarısızlığı, İran'ın dış dünya
da tecrit olması bunlardan bazılarıydı.
Devrimden sonra hükümetin sanayi ve imalatı, bankacılığı, büyük ölçekli şir
ketleri millileştirmesi sonucu, devletin baş ekonomik aktör olarak rolü iyice arttı.
Petrol en büyük gelir kaynağı olmaya devam etti. Önce artan petrol üretimi ve
gelirleri, 1 9 80'lerin ortasında dünya petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte azaldı.
Tarım politikalarındaki tutarsızlık üretimi olumsuz etkiledi. Devrim öncesi gıda
ithalatı ve sübvansiyonları kesintiye uğramıştı; hükümet yeni sübvansiyonlar yo
luyla buğday fiyatlarını kontrol etmek için devreye girince, temel gıda maddesi
olan ekmeğin fiyatı düşük kaldı. Bu hamle toplumsal ve siyasi nedenlerle yapıl-
IRAN TAR1HI
mıştı. Örneğin et ithalatı kesilince İran kuzusunun fiyatı ciddi oranda arttı. Bunun
sonucunda otlaklarda beslenen koyun ve keçi miktarının çoğalması giderek azalan
otlaklara daha fazla yük binmesine yol açtı . Bazı yerlerde ekilebilir tarım alanlarına
geçilmesi otlak sıkıntısını iyice artırdı. Ayrıca uzayan savaş, genç askerlere talebi
arttırınca çoban sıkıntısı doğdu. Son olarak tutarsız toprak kanunları tarımı olum
suz etkiledi.
Ekonomi politikalarının geliştirilmesi ve uygulanması en iyi şartlarda bile, ide
oloji ve siyasetten bağımsız kalamayan karmaşık bir iştir. Hükümet 1 9 80'lerin or
tasında ekonominin kontrolünü ve planlamasını teknokratlara devretti. Genellikle
Batı'da eğitim görmüş bu teknokratlar bile rejimin sosyal politikasını göz önüne
almak zorundaydı. Bu politikanın içinde mustazafin kesimine yönelik sübvansi
yonlar da vardı . Böylece Tahran ve diğer büyük şehirlerde mollaların siyasi tabanı
ve şehit aileleriyle savaş mağdurları güvence altına alınıyordu. Ayrıca molla grup
ları ve bireyleri bütün bir işkolunu ve sanayiyi içine alan vakıfları veya bünyadları
kontrol ediyor ve bunların yönetimine karşı müdahalelere direniyordu. Genellikle
verimsiz olan bu işletmeler düşük faizli kredilerle sübvanse ediliyordu. İran'ın mol
lalara karşı uzun bir geleneği olduğu için din adamlarının yolsuzluğu ve yetersizli
ğiyle ilgili suçlamalar halk arasında yaygın biçimde dile getiriliyordu.
Ekonomik planlamada İran'ın artan nüfusunun dikkate alınması gerekiyordu.
Dinci hükümet başlangıçta aile planlamasına karşı çıkmakla birlikte, 1 990'larda
nüfus artış oranı binde 41 'e ulaşınca, bu politikadan vazgeçmek zorunda kaldı.
1 970'te 28.7 milyon olan nüfus 1 9 8 0'de 39.3 milyona, 1 9 90'da 55.6 milyona ve
2000'de 67.4 milyona yükseldi. Köyden kente göç artarak devam etti. Günümüz
de İran nüfusunun yüzde 64.2'si şehirlerde yaşamaktadır. Tahran'ın nüfusu bü
yük oranda artarak 1 0- 1 2 milyona yükseldi. Çok genç bir nüfusa sahip olan İran
halkının üçte biri 15 yaşın altında, üçte ikisi 30 yaşın altında bulunmaktadır. Bu
durum öğretmen açığına, okul, üniversite ve iş sıkıntısına yol açtı. Kronik işsizlik
ve personel azlığı, hızla artan genç nüfusla bir araya gelince; uyuşturucu kullanımı,
alkolizm, fahişelik gibi sorunlar çoğaldı. İslamcı hükümet bu durumu gönülsüzce
kabullenmektedir.
Siyasi engeller ve yerleşik çıkarlar, gelir ve sermaye yetersizliği, savaş, hızla artan
nüfus içinde çok sayıda ötkeli gencin bulunması gibi olumsuzluklara rağmen birta
kım kazanımlar da sağlandı. Her seviyedeki eğitim bütün ülkeye yayılırken okur
yazar oranı ciddi biçimde arttı. Yol, elektrik, iletişim gibi altyapı hizmetleri bütün
İran'a yayılınca, en uzak bölgelerin bile ülke geneliyle irtibatı kolaylaştı. Altyapının
büyümesi hükümet kontrolünün de artmasını sağladı. Daha önce yaşanmamış bi
çimde özel konutlara ve bireylerin yaşamına devlet müdahalesi görüldü. Öte yan
dan Tahran'daki iktidarın bir kısmı taşra merkezlerine devredildi. Taşradaki karar
248
PEHLEVİLER VE lRAN ISLAM CUMHURiYETİ
Kutsal şehirlere yapılan hac gezileri ve mezarlık ziyaretleri uzun zamandır İran
popüler kültürünün bir parçasıydı. Savaş yüzünden Hz. Ali'nin Necef'teki, Hz.
Hüseyin'in Kerbela'daki türbelerine gitme imkanı ortadan kalkınca, Kum şeh
rinde Hz. Fatima'nın, Meşhed şehrinde İmam Rıza'nın türbeleri hac ziyaretinde
önem kazandı. Hac gezileri ve ölüleri anmanın sadece dini değil aynı zamanda
8.9 Tahran'da Humeyni ve şehit annesini gösteren iki duvar resmi (fotoğraf: Gene R. Garthwaite)
250
PEHLEVlLER VE İRAN ISLAM CUMHURiYETİ
büyük bir türbe ve sosyal merkez haline geldi. Özellikle kadınlar, çocuklarını ve ye
meklerini alıp burada diğerleriyle buluşarak günlerini geçirmekteler. Yöneticilerin
meşruiyeti açısından her zaman önemli olan cuma namazları, bu rolü üstlenmeye
devam etti. Namazlar aynı zamanda devlet politikalarının propagandası açısından
önem kazandı. Muharrem törenleri ve taziye, hala büyük kalabalıkları çekiyor; an
cak artık şah örneğinde olduğu gibi gözden düşen liderleri, Yezid gibi nefret edilen
kişilere benzetme uygulaması yapılıyor. Rejim karşın duygular artık İslam karşıtı
bir havaya bürünüyor. Orta sınıfa mensup pek çok İranlı kuşkuculuğunu, İslami
kurallara karşı çıkarak içki içmekle, yasaklanan kasetleri seyretmekle veya kamu
oyundaki tavırlarıyla sergiliyor. Özellikle pek çok genç şehirli kadın, İslami olarak
kabul edilen kıyafet sınırını zorluyor.
İslam Cumhuriyeti hükümetinin sosyal etkisi, en çok kadınların statüsüyle ilgili
politikalarında açığa çıktı. Pehleviler modernleşme ve Batılılaşma politikalarıyla
kadınların kamuda daha çok rol oynamasını ve katılımını teşvik ediyordu. Şehirli
orta ve üst sınıf kadınlar kaçınılmaz olarak bu politikalardan, alt sınıf ve köylü
kadınlara göre daha çok yararlanıyordu. Meslek sahibi genç kadınlar devrimde
faal rol oynadılar. 1 970'lerde kadınların bir kısmı Batı kıyafetleri giymeye devam
ederken, bir kısmı da şaha muhalefetini göstermek için çarşaf veya vücudun her
tarafını örten çador giydi. Askeri veya radikal grupların bazı mensupları askeri
eğitim elbisesi bile giyiyordu, ancak radikallerin bir kısmı da örtünerek giyinme
ye başladı. Rıza Şah 1 936'da peçe takmayı yasakladıktan sonra bile, alt sınıflara
mensup şehirli kadınlar dindarlıklarını göstermek için çador giymeye devam etti.
Pehlevi döneminde aynı şekilde orta ve üst sınıflara mensup kadınlar namaz ve
dini törenler sırasında çador giydi. Asgari düzeyde bir başörtüsü ve uzun bir palto
giymeyi gerektiren tesettür uygulaması 1 979 baharında ortaya çıktı . Bunun ardın
dan Hizbullahçıların ve daha sonra ahlak polisinin kadınları tesettüre zorlaması, o
zamana kadar Batılı kıyafetler giymeye alışmış kadınları, en az 1 936'da halka açık
alanlarda tesettürün yasaklanması kadar şaşırttı. Artık genç kızlar başta olmak
üzere orta sınıfa mensup kadınlar İslami yönetim ve kimliğe karşı çıkışlarını teset
türün sınırlarını zorlayarak ve isyankar davranışlarla sergiliyorlar. Tesettür onlara
göre bağımsız seçim yapma imkanının engellenmesini simgeliyor. Üst ve orta sı nı f
mensubu genç kızlarla erkekler, popüler Batılı akımları ve modayı yakından takip
ediyor. Kişisel özgürlüğe, rejime karşı olmanın işareti, ekonomik ve kültürel öf
kenin dışavurumu, Batılı olmasa bile modern bir dünya içindeki yerlerinin onayı
olarak değer veriyorlar.
Devrimden sonra dini liderler kadınları eş, anne ve ev bakıcısı olmaktan ibaret
geleneksel rollere zorladı. Savaşın patlak vermesiyle bu kez kadınlar şehit anne
si haline getirildi. Kadınların kamu ve çalışma hayatındaki görevlerine getirilen
İRAN TARİHİ
kısıtlamalar ailelere ekonomik açıdan darbe vurdu. Ancak savaşın çıkması ve ar
tan hayat pahalılığı karşısında ekonomik zorunluluklar yüzünden bu kısıtlamalar
gevşeyince, kadınlar işgücüne yeniden katıldı. 1 967'de çıkarılan laik Aile Koruma
Kanunu geçersiz ilan edilince kadınların şeriata dayalı yükümlülükleri yeniden ge
tirildi. Böylece evlenme, boşanma ve çocuk vesayeti alanındaki hakları büyük ölçü
de gasp edildi. Yasal evlenme yaşı önce on üçe, hatta bir ara dokuza düşürüldükten
sonra on beşe çıkarıldı. Okullarda, işyerlerinde, eğlence ve dinlenme alanlarında
cinsiyet ayrımı uygulandı. Bununla birlikte kadınlara oy kullanma ve devlet me
murluğu yapma hakkı getirildi. Erkekler ve kadınlar arasındaki okuryazar oranı
farkı ciddi ölçüde azaldı. Son yıllarda üniversiteye giren kadınların sayısı erkekleri
geçti. Cinsiyet ve kuşak değişimlerinin sosyal ve kültürel etkisi dışında muazzam
bir siyasi etkisi de oldu. 1 9 90'1arın sonunda kadınlar ve gençler ezici bir çoğunluk
la reformcu bir cumhurbaşkanı ve meclis seçti. Bu gelişme, 1 9 8 1 'den beri ilk kez
molla egemenliğini tehdit edici boyuta vardı.
Beni Sadr'ın 1 9 8 1 'de iktidardan uzaklaşmasıyla birlikte Humeyni Tudeh'i
de yasakladı ve karşı görüşte olan herkesi hain ilan etti. Pehlevilerin kendilerini
İran'la ve milliyetçilikle özdeşleştirmesi gibi Humeyni de kendini İslamla ve İs
lam Cumhuriyeti'yle özdeşleştirmişti. Humeyni, İCP'ye egemen tutucu mollalardan
oluşan Muhafızlar Konseyi ve Devrim Muhafızları 1 980'1erin ortasında devleti,
devlet kurumlarını, bütün baskı araçlarını ele geçirip devrimin ve İslamın simgeleri
ni kontrol altına aldılar. Kısacası İran ikinci devrimin sonunda, modern bir devletin
merkeziyetçi yapısı içinde bir teokrasi haline gelmişti. İktidarın bu şekilde pekişti
rilmesi, devrimden sonra özel maksatlarla yaratılan paralel kurumların devlet ya
pısıyla bütünleşmesine imkan verdi. Ancak bu kurumların başına buyruk yöneti
cileri, hükümet kontrolünün yarattığı bütçe kısıntıları ve bürokratik müdahaleden
hoşlanmamıştı.
1 9 82'den sonra, dini-siyasi elit içinde önemli meseleler konusunda ihtilaflar su
yüzüne çıktı. Bunların arasında lrak'la devam eden savaş ve dış ilişkiler, İran eko
nomisinde devletin rolü ve bariz biçimde yaşlanan Humeyni'ye bir halef atanması
başta geliyordu. Bu üç mesele konusunda birbiriyle kesişen ve değişen dini hizipler,
çeşitli lider şahsiyetlerin etrafında toplandı. Bu liderler Cumhurbaşkanı Hüccet-üt
İslam Ali Hamaney (d. 1 939), Başbakan Hüseyin Musavi, meclis sözcüsü Hüccet
ül İslam Ali Ekber Haşimi Rafsancani (d. 1 934) ve Ayetullah Hüseyin Ali Mun
tazari ( 1 922-2009) idi. Humeyni, büyük güven duyduğu ve vekil olarak atadığı
Muntazari'ye önemli devlet sorumlulukları verdi. Muntazari, ayetullah olmasına
rağmen bu unvana sahip birinin itibarından yoksundu. Bu yüzden velayet-i fa
kih makamına adaylığı tartışmalara yol açtı. Öte yandan, sonunda Humeyni'nin
yı· r i n e geçen Hamaney de dahil olmak üzere diğer adayların ne ayetullah unvanı
252
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ
ı.n
IRAN TARİHİ
8.10 Çaharmahal'deki bir mezarlıkta küçük bir türbe. Türbede İran-Irak Savaşı'nda
ölenlerin fotoğrafları, hatıra eşyaları ve İran İslam Cumhuriyeti bayrağı bulunuyor.
(fotoğraf: Gene R. Garthwaite)
başı olan Hamaney ile hükümetin başı olan Rafsancani arasında bir denge oluş
tu. 1 993'te bir kez daha başkanlığa seçilen Rafsancani'nin İran ekonomisini dü
zene kavuşturmaya ağırlık vermesi şaşırtıcı olmadı. Hem Muhafızlar Konseyi'ne
hem Liderlik Konseyi'ne atanan cumhurbaşkanı, bu iki kurum üzerinde kontrol
sağlayarak kurnaz ve pragmatik bir siyasetçi olarak ünlendi. 1 990'ların başında
meclisteki molla üyelerin sayısı ciddi biçimde azalarak yüzde 25 civarına geriledi
254
PEHLEVlLER VE İRAN İSLAM CUMHURİYETi
256
PEHLEVİLER VE İRAN İSLAM CUMHURiYETİ
sizliği, daha açık bir topluma yönelik bilhassa genç ve şehirli İranlıların veya etkin
reformlara özlem duyanların beklentilerini karşılayamaması, büyük eleştiri aldı.
Bunun dışında, özellikle Azerbaycan'da etnik hoşnutsuzlukların dile getirildiği gö
rülürken Bahailer bir kez daha baskılara maruz kalıyor. Bunlara ilaveten, Ahmedi
nejad ABD'ye karşı, nükleer silah geliştirme ve uranyum zenginleştirme programı
konusunda çatışmacı bir dış politika izliyor. İran'ın dünyadaki konumu ve Basra
Körfezi bölgesindeki baskın pozisyonuna yönelik saldırgan tutumu; bu rolü dini
bir temele dayanarak üstlenen Humeyni'yi ve hatta ironik bir biçimde, bu fikri,
siyasi ekonomiye oturtan Pehlevileri hatırlatıyor. Aynı zamanda Ahmedinejad'ın
söylemi, dış konulardaki diplomasi dışı davranışları, ülke içindeki köklü sorunla
rı çözmedeki beceriksizliği; devletteki gücünü korumaya kararlı olan din kurumu
içinde bile endişelerin doğmasına neden oluyor.
İranlıların bugün kendilerini hangi siyasi çizgide gördüklerine bakmaksızın, te
mel konular hükümetin niteliğini ve devlet yapısı içindeki rollerini ve kimliklerini
belirlemeyi sürdürüyor: katılımcı devlet, şeffaf ve hesap verme sorumluluğu olan
devlet ve belli bir ölçüde eşitlik. 1 979 devrimine giden süreç gibi, şimdi de yakın
tarihi ve olayları yanlış okuyup, aynı derecede kapsamlı değişimleri görmeyecek
miyiz? 20. yüzyılın ilk on yılı içinde başlayan ve Pehleviler tarafından yoğunlaş
tırılan antik siyasi kültürün dönüşümünü ıskalayacak mıyız? Devrim sırasında
yaşanan ayaklanmalara ve İslam Cumhuriyeti'ne rağmen, 2 1 . yüzyılda siyasi ba
kımdan bilinçli İranlıların beklentilerini oluşturmaya devam eden bu dönüşümü
fark etmeyecek miyiz? 1 979 devrimini ve hemen ertesini gören İranlılar içinde,
yeni bir devrime tahammülü olanların sayısı çok azdır. Öğrencilerse değişim talep
etmelerine rağmen, mollaları iktidardan uzaklaştırmak için İran'daki diğer önemli
gruplarla koalisyon kuramayacak kadar güçsüzdür. Hatemi'nin ve etrafına top
lanan sözde reformcuların yetersizliği İranlıların kuşkularını artırmaktan başka
bir işe yaramadı. Aynı şey özellikle Muhafızlar Konseyi'nde temsil edilen radikal
muhafazakarların desteğiyle iktidarını sürdürmesine rağmen Ahmedinejad için de
geçerli. Eleştiri yapmaktan hala çekinmeyen Muntazari dahil din adamları ve Ab
dülkerim Suruş gibi düşünürler arasında, dinin devletten belli bir yere kadar ayrıl
masını savunanların sayısı giderek artıyor. Politik yelpazenin farklı kesimleri içinde
yer alan İranlılar, dinin kurumsallaşmasına ve siyasete egemen olmasına yönelik
kuşkularını dile getirmekle beraber Şiiliği ulusal kimliğin bir parçası olarak kabul
ediyorlar. Günümüz dünyasında genç kuşak İran sentezinin bir parçası olarak; bir
yüzyı l süren ulusal egemenlik arayışından sonra kendi otoritesinin ve bireysel ya
şamlarındaki kişisel tercihlerinin tanınmasını talep ediyor.
258
NOTLAR
1 . Bölüm
P. Kingsley, "The Greek origin of the sixth century dating of Zoroaster," Bulletin of the
School of Oriental and African Studies, 53 ( 1 990), s. 245-64.
2 Max Weber'den aktaran Nikki R. Keddic, "The Iranian power structure and social change,
1 800- 1 969: An overview," International]ournal of Middle East Studies, 2 ( 1 97 1 ) , s. 4.
3 Justin Stearns, " Reading history: Text and context in Ferdowsi's Shahnameh" (Dartmo
uth College, Hanover, NH, basılmamış ıez, 1 9 9 8 ) .
4 Pamela Kyle Crossley, "The rulerships of China, " American Historical Review, 97 (Ara
lık 1 992), s. 1468-83. Ayrıca, bkz. Crossley, A Translucent Mirror (Berkeley, 1 99 9 ) , s.
9-29.
5 Richard Tapper, Frontier Nomads of Iran: A Political and Social History of the Shahse
van ( Cambridge, 1 997), s. 1 -34.
7 Richard Tapper, " Ethnicity, order and meaning in the anthropology of Iran and Afgha
nisıan," Le f ait ethnique en Iran et en Afghanistan, ed. J-P. Digard (Paris, 1 98 8 ) , s. 2 1 -
34. Ayrıca, Richard Tapper, " Anıhropologists, hisıorians and tribespeople on ıribe and
staıe formaıion in the Middle Eası, " Tribes and State Formation in the Middle East, ed.
P.S. Khoury ve Joseph Kostiner (Berkeley, 1 990), s. 48-73, öz. s. 5 1 .
8 Sir Hamilton A.R. Gibb, "Government and Islam under ıhe early 'Abbasids: The po
litical collapse of lslam, " L'Elaboration de /'Islam (Paris, 1 96 1 ), s. 1 1 9. Burada bile,
özünde eşiılikçilik statü ıarafından dengelenmişıir. Louise Marlow'un Hierarchy and
Egalitarianism in Islamic Thought (Cambridge, 1 997) adlı eserinde, erken dönem İ s
lamiyeıin kültür ve ıoplum yapısı içinde eşiılikçiliğin anlamları ve yarattığı gerilimler
incelenmiştir.
9 Kabile eşiılikçil iğiyle ilgili kavramlar en çok Ortadoğu'yla ilgili ıarihi analizlerde ortaya
çıkar. Burada "hükümdarsız kabileler" fikrinden yola çıkarak, Bedevilerle ilgili antro
polojik araştırmalar vasııasıyla Afrika antropoloji literatüründen yararlanılarak İ ran
örneğine geçilir.
11 Crone, Lindner ve Tapper "kabile" konusunda farklı düşünseler d e hepsini okumaya de-
,,
IRAN TARIHI
ğer: Patricia Crone, States in History, ed. John Hali (Oxford, 1 9 8 6 ) ; R.P. Lindner, "What
was a nomadic tribe ? " Comparative Studies in Society and History, 24, no. 4 ( 1 982), s.
689-71 l; ve Tapper, " Anthropologists, historians and tribespeople. "
2. Bölüm
2 Cyrus Cylinder, James B. Pritchard, ed. The Ancient Near East. Cilt 1 , An Anthology of
Texts and Pictures (Princeton, Princeton University Press, 1 9 5 8 ) , s. 207.
3 Amelie Kuhrt, The Ancient Near East, c. 3000-330 BC. Cilt 2 (Londra, 1 99 5 ) s. 663.
4 Norman Cohn, Cosmos, Chaos and the World to Come: The Ancient Roots of Apocaly
ptic Faith (Yale, 1 99 3 ) , s. 1 1 4- 1 5 .
5 Pamela Kyle Crossley, "The rulerships of China," American Historical Review, 97 ( Ara
lık 1 992) s. 1468-83.
8 "The Inscription of Darius on the Rock of Behistun, " The Ancient Near East, ed. Willi
am H. McNeill ve Jean W. Sedlar (New York, 1 96 8 ) , s. 1 1 9-34, The Sculpture and Ins
cription of Behistun adlı yazının tekrar basınu, yazarlar L. W. King ve R. C. Thompson
(Londra, 1 907), s. 1 - 8 3 . Aynı metinler hicaz değiştirilmiş olarak Roland G. Kent'in Old
Persian (New Haven, 1 9 5 3 ) adlı kitabında yer almaktadır.
10 age, s. 140.
11 Bkz. 8 . Not.
13 Herodotus, The History, çev. David Grene (Chicago, 1 987), 1 36 . satır, s. 97.
15 Bkz. 8 . Not.
18 " Anaxerxes," Plutarch 's Lives, çev. Bemadotte Perrin. Cilt 1 1 (Londra, 1 926), s. 1 27-203.
19 Pierre Briant, From Cyrus to Alexander: A History of the Persian Empire, çev. Peter T.
Danicls (Winona Lake, lndiana, 2002 ), s. 65.
260
NOTLAR
3. Bölüm
E. Yarshater, ed. The Cambridge History of Iran. Cilt 3 , The Selucid, Parthian and Sasa
nid Periods (Cambridge, 1 9 8 3 ), 2 Cilt 3, s. 696.
2 age, s. 42.
3 age.
4. Bölüm
Georgina Herrmann, The lranian Revival (Oxford, 1 997), s. 97.
2 Ann K. S. Lambton, "Justice in the medieval Persian theory of kingship, " Studia Islami
ca, 17 ( 1 962), s. 1 00, n. 2.
3 age, s. 1 00.
4 E. Yarshater, ed. The Cambridge History of Iran. Cilt 3, The Selucid, Parthian and Sasa
nid Periods ( Cambridge, 1 9 83 ) , 2 Cilt 3, s. 696.
5. Bölüm
Ann K. S. Lambton, "Justice in the medieval Persian theory of kingship, " Studia Islami
ca, 17 ( 1 962), s. 96.
2 Şehname'den aktaran Dick Davis, Epic and Sedition: The Case of Ferdowsi's Shahna
meh (Fayetteville, Arkansas, 1 992), s. 8 8 .
6. Bölüm
Pembroke Papers, 1, ed. Charles Melville (Cambridge, 1 99 0 ) .
2 Vladimir Minorsky, "The poetry of Shah lsma'il, " Bul/etin of the School of Oriental and
African Studies 10 ( 1 942), s. 1 006a- 1 053.
3 age, s. 1 047a.
4 age, s. 1 042a.
5 Justin Steams, "Reading History: Text and context in Ferdowsi's Shahnameh " (Dartmo-
uth College, Hanover, NH, basılmamış tez, 1 9 9 8 ) .
7 Dick Davis, Epic and Sedition: The Case of Ferdowsi's Shahnameh (Fayetteville, 1 992).
10 David Morgan, "Rethinking Safavid Shi'ism " , Leonard Lewisohn & D . O. Morgan
(ed. ), The Heritage of Sufism, cilt m (Oxford, Oneworld, 1 99 9 ) , s. 1 9-27.
26 1
iRAN TAR1Hi
12 Kathryn Babayan, "The Safavid synthesis: From Qizilbash Islam to imamite Shi'ism,
Iranian Studies, 2 7 ( 1 994 ), s. 1 35-62.
7. Bölüm
"Persian [Supplemental] Constitutional Law. . . 8 October, 1 907, " The Emergence of
the Modern Middle East: Selected Readings, ed. Robert G. Landen (New York, 1 970 ),
s. 1 4 1 -2.
8. Bölüm
Ervand Abrahamian, "The 1 953 coup in Iran," Science and Society, 65, 2 (Yaz 2001 ).
3 Misagh Parsa, Social Origins of the Iranian Revolution (New Brunswick, NJ, 1 9 8 9 ) , s.
4 1 -6.
5 " Muhammad Reza Shah's speech, 9 January 1 963, excerpts, The Emergence of the Mo
dern Middle East: Selected Readings, Robert G. Landen (New York, 1 970) , s. 326.
262