Professional Documents
Culture Documents
- “S » « ; 2“ "'
di İHI A R IN G Ö Z Ü N D E N A N L A T IL A N ,
p L iJ f s P R İI i A L IŞ IL M IŞ IN D IŞ IN D A
S k IN A Y E T R O M A N I...
1 . Kanlekesi‘dışkapının kolunda
2.Kan lekesi ‘dış kapı pervazında’
3. Kan damlası ‘evin girişinde zeminde’
65. Kanlı parmak izleri ‘2. kat, yatak odasında, gardırop kapağımla'
66. Takma tırnak ‘2. kat, yatak odasında’
is b n i7 a -t o s -« s ım
9786058509153
http://www.tuti.com.tr/urun-detay/m
#tutikitap
t» 2 4 ,9 0 #197gun 1 7flbG5fl M I*MÂ
• .
M ' •
• SULTAN TARLACI
• t
t
9 , •* '
tutikitap „ • •4*'
tutikitaı
197 GUN
S U LTA N TA R LA C I
ISBN: 978-605-85091-5-3
Yayın hakları:
© Sultan Tarlacı
© 2015 Nefes Yayıncılık A.Ş.
Sertifika No: 15747
Tuti Kitap, Nefes Yayıncılık markasıdır.
TUTİ KİTAP
Bağdat Cad. Güzel Sok. A Blok No:ll/2
Göztepe Kadıköy İstanbul Tel: (216) 359 1020
e-posta: tutikitap@tuti.com.tr
www.tuti.com.tr
O /tutikitap
B @ tu ti kitap
@ @tutikitap
#197gun
#tutikitap
Bu rom anda verilen bilim sel bilgiler gerçektir.
Bahsi geçen kişiler, k u ru m la r ve kurgu ta m a m en hayal ürünüdür.
I. BOLUM
“Sayı, insan nefsinde birliğin tekrarından kaynaklanan
m anevi hayaldir"
îh v a n -ı Safa (Saflık Kardeşleri)
100 99 98M 96 95 94 93 92 91
102 65 64 63 6 2 0 6 0 0 5 8 57 9 0 İ
İ 6 6 0 3 6 35 34 3 3 1 2 0 5 6 0 ^
104038016 1 5 8 8
105 68 39 j 8 0 4 0 | ^ 0 } 5 4 87
İl0669 4o B B T i m O ^ D 86!
170H 2 0 H 8 9 1027 52 85
1 0 8 0 4 ^ 2 1 2 2 0 2 4 25 26 51 84
[ 7 2 0 4 4 45 4 6 0 4 8 49 50 O
1 1 0 0 7 4 75 76 77 7 8 0 8 0 81 82
<11 112 H B 114115116117118119 120121
“M arifet, bize yâ r olm ayan sevgiliyi ka lb im izin içinde öldürm ek!
îşte en haklı, en m asum , en kudretli ve en m uhteşem cinayet .”
P eyam i Safa
“N eden bir ikiden basitm iş? D aha azdır, daha ya ln ızd ır am a daha
basit m idir?”
“Dr. H ouse” Film
Dr. Saltı paylaştı, 197 g ün önce
11. Luminol ile belirlenen- silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon zemininde’
12. Luminol ile belirlenen- silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon zemininde’
13. Luminol ile belirlenen- silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon zemininde’
14. Luminol ile belirlenen- silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon zemininde’
SU İTAN TARLACI 9
17. Luminol ile belirlenen-silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon duvarında’
22. Luminol ile belirlenen- silinmiş kan izleri ‘1. kat, salon duvarında’
23. Luminol ile belirlenen- silinmiş, kanlı sol el izi ‘1. kat, salon d u
varında’
24. Luminol ile belirlenen- silinmiş, kanlı parm ak izleri ‘1. kat, salon
duvarında’
25. Luminol ile belirlenen- silinmiş, kan izleri ‘1. kat, salon duvarın-
da-sıçramış şekilde’
33. Luminol ile belirlenen- silinmiş, kanlı parm ak izleri ‘2. kal.n,ıkın
merdiven duvarında’
34. Kanlı parm ak izleri ‘2. kata çıkan merdiven duvarında, pam »da1
36. Uzun saç teli ‘2. kata çıkan merdivenin 5. basam ağında’
37. Kan damlası ‘2. kata çıkan merdivenin 5. basam ağında’
38. Kan damlası ‘2. kata çıkan merdivenin 6. basam ağında’
65. Kanlı parm ak izleri ‘2. kat, yatak odasında, gardırop kapağında’
67. num arayı alacak delil, dedektifin gözlerini fal taşı gibi açtırma
lıyken ince bir çizgi halinde kıstırmıştı. Bu durum un, delilin basilli
ğiyle veya öyle bir ortam da görmeye alışkın olunan delillerden bin
olmasıyla ilgisi yoktu. Haşa, o öyle bir delildi ki su olarak yaratılsa
gidebileceği onca yer varken gelip ağzına kadar dolu bir bardağa
düşer, suyu taşırm aya yakışırdı. Komiser profesyonelliğini ne kadar
korusa da tepkisini belirtir şekilde “Vay vay vay vay...” demeyi ih
mal etmedi. Bu sözde, acemilere uygun bir şaşkınlık aram ak yanlış
olurdu. Tam aksine “işte aradığım şey buradaym ış” der gibiydi. Kı
sılmış gözlerini biraz açıp “Vefa!” diye seslendi.
12
SU İ TAN TARLACI
“İki saat.”
“Yani, eve sizinle aynı saatte geldiğine göre, saat sekizde vev.ı do
kuzda buradan ayrılmış olmalı?”
“Bilmiyorum, olabilir. İki saat için anlaştık am a bazen bir s;ı«»l sıııeı "
“Olabilir.”
“Evet.”
“Gerekirse!”
Komiser:
“Gerçi pek çok yerde kan izleri var am a...” dedi komiser. Biraz
düşünceli ve kendi kendine konuşur gibi kısık bir sesle söylemişti.
Bunun için olmalı ev sahibi kadın üstüne alınıp cevaplama ihtiyacı
hissetmemiş veya basbayağı soru olan bu cümlenin soru cümlesi
şeklinde sorulmamış olmasını, cevaplam am ak için kaçış yolu olarak
kullanmıştı.
Diğeri, kadının yüzüne bakarak, derin bir nefes aldı. Siyah burun
delikleri bu nefesle tıkanmış lavabo pom pası gibi büzüşmüş, komi
serin dem inden beri sorm ak istediği şeyleri lavabo borusunu tıkayan
bir şey gibi boğazından çekip çıkarmak için hazırlanmıştı. Öyle de
oldu. Burun delikleri yeniden şişen pom pa gibi açıldıktan sonra bir
solukta:
"Adresini bilmiyorum.”
“Oğlum yurt dışında dil eğitimi alıyordu ve son bir yıldır bizimle
yaşıyor. Bahsettiğiniz cesedin sahihi.”
“Evet?”
“Devam edin.”
“Kız arkadaşı, bu eve sık sık gelir miydi?” Bunu söylerken duvarlara
göz gezdirmişti. Sanki cevaba dair duvarda izler bulacak ve karşısın
daki yalan söyleyecek olsa hu bakışlar onu ele verecekti. Kadın bu
‘araştırmadan’ etkilenmişe? benzemiyordu veya belli etmiyordu. Soru
nun cevabını hemen, net ve korkusuz bir ses tonuyla verdi.
16
SUl.TAN TARLACI
“Zannetmiyorum. ”
“N eden zannetmiyorsunuz?”
“Evet.”
“Akşamüzeri.”
“Evet.”
Bir süre sessiz bakıştılar. Bu bakışm adan gözlerini ilk çeviren yenil
miş sayılacak gibiydi.
67. delil numarasını, Vefa komiser testerenin ayna gibi parlayan yü
zeyinden kendi görüntüsüne dalmışken gözleri kısık dedektif kayda
geçiyordu: Gazete kâğıdına sarılı kanlı testere ‘2. katta, yatak o da
sında, yatağın altında’.
18
“İ k i şey s o n su zd u r : İn sa n o ğ lu n u n aptallığı ve evren.
İ k in c isin d e n o k u d u r e m in değilim .”
Alberl b'instein
Dr. Saltı paylaştı, l {>t y ü n önce
3. («ün
20
SU İTAN TARLACI 9
İşte o gün Dr. Saltı’yı bekleyen bu kişiler, hastane tanıtımı için reklam
yüzü olarak kullanılacak m anken Tattu ve arkadaşı Tugay’dan baş
kası değildi. Reklamla ilgili diğer işler halledilmişti am a asıl önemli
olan yeni Alzheimer bölümü tanıtımı yarım kalmıştı. Tamamlanması
için Dr. Saltı’nm verdiği röportajlarla birlikte hem doktorun hem de
Tattu’nun birkaç kare fotoğrafı gerekiyordu. Ne var ki çok yoğun
olan Saltı, misafirlerini biraz bekletmek zorundaydı. Bu nedenle
fotoğrafçı bir kahve içmek için hastanenin kafesine inmiş Tattu ve
Tugay da nöroloji bölüm üne çıkmış, çıkar çıkmaz da sekreterin uya
rısına rağm en doktorun m uayenehanesine dalmışlardı. Hastasıyla
ilgilenmekte olan Saltı’nın ikazıyla bekleme salonuna geçmişler ve
toplum içinde nasıl davranılması gerektiği hususunda hiçbir düşün
çeleri olmadığının kanıtı olan hareketleriyle kendi aralarında derin
bir sohbete dalmışlardı.
Doktor tepkisinde çok haklı olmakla birlikte, belki başka bir gün ya
da günün başka bir saatinde olsa aynı şekilde davranmayabilirdi.
O an ise ilgilendiği hastası, gözünün önüne gelen bazı görüntüler
le geleceği görebildiğini söyleyip, bazı vakalardan örnekler veriyor,
hastaya yapılan tetkiklerde beyninde» herhangi bir sorun çıkmaması
Saltı’yı düşündürüyor, rahatsızlığın tanısını güçleştiriyordu. Psikolo
jik rahatsızlık ve yalan söylüyor olma ihtimali kalmıştı geriye.
Saltı bu tatlı ihtiyara psikolojik bir ilaç yazarken gayri ihtiyarî gülüm
sedi.
22
MUTAN TARLACI 9
“Hıı.” dedi belli belirsiz bir sesle. “Varım o kadar.” İçinden Saltfya
karşı pek çok şey saydığı belliydi. Kendinden kırk beş yaş küçük şu
terbiyesizin tavrına hayretti doğrusu. Eskiden bir adap vardı. Şimdi
lerde neredeydi. Şu çocuğun alaylı tavrına bakılacak olursa sabah
tan akşam a kadar hiçbir iş yapm adan bom boş otursa daha hayırdı.
“Bak.” dedi Saltı. “Ben şimdi sana bir ilaç yazacağım o görüntülerin
hiçbirini görmeyeceksin. Hepsinden kurtulacaksın. Olur m u?”
“G ördüm .”
“Üzüldüm.”
\
197 g ü n • b ö lü m ı
“Zaten görmüyorum ki onu artık. Olm adan önce bir defa gördüm,
tam am .”
“Görm üyorum .”
“Değilim tabii.”
Yaşlı kadın bunun üzerine doktora sırlını dönüp yetişebildiği bir nok
tayı gösterip: “Sırtımın ortasında tam şurada bir ağrı var diyordu.
O ndan geldim.”
Saltı derin bir nefes alıp koltuğuna yaslandı. “Teyze burası ortopedi
mi y a.” diye söylendi ağzının içinde. O yaşına rağmen kulaklarında
hiçbir problem olmayan kadın bu sözü duyup “Burası ortopedi mi
dedim ben sana.” diye camları titretircesine, erkekleşmiş gür sesiyle
bağırdı. Saltı bir anlık boş bulunmayla sarsılmıştı.
“E, neden ortopediye gitmedin?” diye zar zor sorabildi genç doktor.
“Gittim.” dedi kadın. Bir deri bir kemik kalmış elleriyle çantasından
bazı ilaçlar çıkardı. İşaret parmağıyla bir kremi gösteriyordu. “Bunu
eve gider gitmez sür dedi. Eve gidemedim daha sen sürüver.” diye
bluzunu sıyırmaya başlamıştı. Saltı’nın söyleneni yapm aktan başka
seçeneği var mıydı? Kremi açıp yaşlı kadının “ağrıyan noktasına”
belki on defa “orası değil biraz sağa, orası değil biraz sola, aşağı in,
yukarı çık” sözleri arasında sonunda “Hah tam am . Sür oraya sür,
sür, sür. Yedir iyice.” direktifleriyle teyzenin yine de pek m em nun
24
MUTAN TARLACI
Saltı, sıradaki hastayı içeri alırken Tugay kendiyle aynı fikirde nlın.ı
sa da Tattu konuşmasına devam ediyordu: “Ama var ya «ısıl benim
posterim olacak çırılçıplak öyle.” dedi. Kısa olan eteğini oimdııgıı
9 l ‘)7CÎİJN ’ BÖLÜM 1
Manken aniden kalkarak “Sinirlendi mi?” dedi. “Ne siniri kızım, gü
lümsedi bile! Hani iş atıyor anlaşana. Önce baktı kaldı, sonra gü
lümsedi. Bak aynen böyle.” Karşıdaki koltuğa geçmiş doktoru taklit
ediyordu. Önce dalgın bir bakış allı sonra da hayran bir gülümseme.
Tattu’nun doktorun şaşkınlık bakışlarını kendine âşıklık olarak algıla
masını sağlayan düşünce yapısı onu hayatta her türlü dertten tasa
dan koruyacak bir virüs tarafından geliştirilmiş olmalıydı beyninde.
“İlgisi yok hayatım .” diye karşılık verdi diğeri. “Doktor sana âşık
değil am a sen ona ilk görüşle âşık oldun ki sağlıklı düşünemiyorsun
derim b en.” Bu son sözleri Tugay da biraz arkadaşına kırgın şekilde
söylemiş, son kelimelerinde bacak bacak üstüne attığı dizinden h a
fif toz silker gibi yapıp ‘arlık konuyu uzatmak istemiyorum’ tavrıyla
26
SUl.TAN TARLACl 9
“Ee.” dedi diğeri. “Doçentler âşık olamaz mı?” Şuh bir bakış atıyor
du etrafa. Az önce bakıştığı yaşlı adam , yanındaki kadın görm eden
belli belirsiz bir öpücük attı Taltu’ya. Dudaklarını büzerken yüzü iyi
ce kırışmış yanaklarına sanki renk gelmişti. Elleriyle birlikte kafası da
sallanmaya başladı. Kontrol edemediği şekilde m ütem adiyen salla
nıyor, bu durum onda yorgunluk oluşturup nefesini zorlaştırıyordu.
Ara sıra boğazından nefesle birlikte belirsiz ince bir ıslık çıkıyordu.
Tugay’ın gözü adam a takıldı. İhtiyarlık onu öyle bir noktaya gelmişti
ki boş otururken bile yoruyor gibiydi. Kim baksa içinde ona karşı bir
sızı hissederdi am a Tattu’ya olan ilgisinin komikliği yaşlılığına olan
acınası durum u bastırıyordu.
28
SULTAN TAKLACI 9
“Ne dem ek o Tugi?” dedi Tattu. “Ay sen resmen bana doktordan
daha salaksın dedin!” Sesi öyle bir tizlikte çıkmıştı ki bir animasyon
filmine uyarlansa tarsier prim atına yakışırdı.
“Aa... O nasıl söz kız?” diye karşı çıktı arkadaşı. Oturduğu koltuğun
ucuna gelip: “Bak ben öyle bir şey dem ek istemiş olsam bu ne d e
mek biliyor m usun? Doktor salak, sen ondan da salaksın demek.
Oysa ben ne dedim? Adam doçent dem edim mi?”
taşlar doldurulmuş uzunca bir vazo duruyordu. Bir süre sonra dok
torun odasının kapısı açıldı ve hasta çıktı. O ndan sonra, sol eli titre
yen, maske takmış gibi donuk bir suratla hiç acelesi yokmuşçasına
ağır adımlarla yürüyen Parkinson hastası yaşlı adam ı içeri aldılar.
Birkaç defa seslenen doktor kendi ameline dalmış bu iki kişinin duy
ması için “Fotoğraf çekimi içindi değil mi?” dedi yeniden.
“Ay pardon doktor bey.” dedi Tugay. Sesi çatallanmıştı. “Ben Tu
gay.” diye ekledi elini uzatırken. “Bu da arkadaşım Tattu.” Tattu da
Tugay’dan gördüğü şekliyle doktorun elini sıktı.
Saltı, onun arka arkaya sıraladığı iyi niyetle dolu temennilere ve teb
30
SULTAN TARLACI 9
“Saltı.” dedi. “Sen var ya sen. Sinsi çapkın! Tugi’yle iddiaya girdik.
Söyle de duysun kendi kulaklarıyla. O dana girdiğimizde sen bana
neden güldün?”
Bu tavır karşısında doktorun ağzı olduğu şekliyle açık kaldı. Bir süre
sonra kendini toparlayıp:
“Aa!” dedi. “Ay. H a ha. Bizim arkadaş böyle hem en işte. Ah, çok şa
kacıdır bu doktor bey.” Kalemi Saltı’nın önlüğünün cebine takm aya
çalışıyordu. Çocuğunun yaramazlığından m ahcup olup özür dileyen
bir anne tavrı vardı bakışlarında.
il
9 197 (¡ ü n ■ B ö lü m i
Tugay, Saltı’nın yeni bir konu açmasıyla rahatlamıştı. Aynı zam anda
“Bazı konular üzerinde araştırıyorum.” sözüyle, doktorun araştırm a
ları üzerine onlarla paylaşacağı bir şeyler olduğunu anlayıp ciddiyet
ve minnetle dinleyerek, yanındaki arkadaşının aksine dinlediğini an
lar, evet asla onun gibi salak olmadığını gösterir bir vaziyette, tıpkı
doktor gibi ellerini bağlamış ve Saltfnın ağzından çıkacaklara pür
dikkat kesilmişti.
“Böyle yakışıklı biri neden doktor olsun ki?” dedi. “Bizim ajansta yer
var mankenlik yapm ak istersen. Çok tanıdıklarım var araya birilerini
sokup seni aldı...” Tugay, Tattu’nun konuşm asına daha fazla fırsat
verm eden doktora dönüp:
“Aa. Şey gibi mi hocam mesela ben böyle beyin okuyan kişilerle ilgi
li bazı yazılar okum uştum .” Gözlerine resmiyete kaçırmak istemediği
belli olan bir ciddiyet vermişti. “Ben de çok severim parapsikoloji
32
SU İTAN TARLACI 9
Doktor:
“Bu bir beyin sinyali.” dedi doktor. Sağ işaret parmağıyla şakağında
havaya daireler çiziyordu.
Tugay:
Tugay anladığını belirtir şekilde gibi birkaç defa başını sallayıp sanki
yıllardır süre gelen çok önemli bilimsel bir problemin çözümü hak
kında tartışıyorlar gibi kaşlarını çatıp yeşil fındık sakalıyla oynadı.
Tattu’yu şu an tam am en yok saysa, onun aptallığıyla hiçbir alakası
nın olmadığını anlar mıydı acaba doktor? Bu konuda kafasında kimi
muhasebeler yaptığı belliydi.
“Olabilir.” dedi Saltı. “Yalnız kişi bunu sıklıkla yapmalı ki kendini ge
liştirsin. Belki güldüğünü gördüğü her insanda düşünmeli. Herkeste,
hepsinde.”
34
SIII FAN TARLACI 9
“Ayyy!” diye bir çığlık attı Tugay. “Rabbim hepimizi korusun böyle
sapık sevgililerden. Vallahi kaldıramıyorum ben böyle şeyleri!" Sesi
yine çatallanmıştı.
Olayın dehşetinden ilk sıyrılan Tattu olmuştu. H atta belki de hiç d eh
şete kapılmamıştı, çünkü idrakten yoksun yaratılmış bir “şanslıydı"
o. Üstelik doktoru tam da televizyona odaklanmış görünce kendinin
ne kadar ünlü olduğunu göstermek istedi. Poposundan başka yeri
görünmediği pet reklamı olur da yayınlanır diye, haber kanalını “Ay,
am an ne yapacaksınız haberleri içimiz karardı.” diyerek değiştirmiş,
reklamların olduğu başka bir kanalı açmıştı. Tüm çabasına rağmen
reklamları izleyemediler. Doktor, izledikleri haberden sonra kendini
koltuğa salıvermiş yarı baygın yatan Tugay’m tansiyonunu ölçerken
fotoğrafçılar geldi ve çekimlere başlandı. O gün akşam a kadar fotoğ
rafçılar Tattu’yu poposunu çıkarmaması ve çekim esnasında öpücük
atm aması için uyarmıştı.
5. G ün
yak yemem ek için bir an önce toparlanıp kaçmaya çalıştım. Dış kapı
tam karşımdaydı. O radan çıkabilsem koşmam veya en azından so
kaktan bir yardım bulup kurtulmam kolay olacaktı am a kapıda beni
yakaladı. O yumruktan sonra bu kadar kısa sürede kendimi topar
layıp dış kapıya koşacak zamanı nereden buldum diye düşünürken
başımın arkasında belli belirsiz am a yakıcı bir acı hissettim. Benim
toparlanıp kaçmaya çalıştığım zam an zarfında mutfağa gidip bir bı
çak kapmış olmalıydı. Görüntüler bir an kayboldu. Etrafımdakileri
ayırt edemez oldum. Sevgilimin hakaretleri ve nam usum a yönelik
küfürleri arasında duyduğum kilit sesi dışarıya çıkabilme um udum u
söndürdü. Belki evin içinde kaçarsam bir süre sonra siniri geçer diye
bir an elinden sıyrılıp mutfağa koştum.
38
su it a n t a r l a c i
40
SU İ TAN TARLACl 9
Zarife Hoca ö gün son saate kadar hiçbir derse girmeden öğretmen
ler odasında hem çocuğunun olmayışı hem de çok yemesi ve kilo
suyla alay edildiği için saatlerce ağlamıştı. Üstelik karikatürden sonra
Kaba Z ariften daha yaşlı bazı bayan hocalar “Bak, ben senin ablan
sayılırım. Seni ne kadar severim bilirsin değil mi? Beni sakın yanlış
anlam a” ile başlayan cümlelerini “Evet, elbette eşlerin özel hayatın
daki sınırları sadece kendilerini ilgilendir a m a ...” ile devam ettirmiş,
“Sonuçta şöyle şöyle yaparsan hamile kalma ihtimali o kadar artar”
sözleri ile sonlandırmış. Bu sözler hocaların bile karikatürün tem a
sını bir şekilde desteklediğini ortaya koyuyordu. İşin ilginç tarafı bu
olaydan birkaç ay sonra Kaba Zarif’in hamile olduğu duyulmuştu.
•ıı
r •/ 1.U N • r o i .ü m i
I
SULTAN TARLACI 9
olsa ve biz onu teneffüslerde falan görsek, kısacası cam dan bakan
şu m asum tatlı halini görmesek, bu dantelli beyaz gömlekle ne itici
bir hoca diye düşünürdük. Oysa şimdi şu halde o beyaz dantelli
gömlek ne de yakışıyordu yazılı esnasında cam dan bakan yeni m a
tematikçimize! Evet, cam dan dışarı bakması neydi? Üstelik hırka
nın tüm düğmelerini kapatmamıştı ki. Gömleğin önünde bulunan
dantelin başladığı yerden, üstten ilk üç düğmeyi de iliklememiş, son
iki düğmesini bırakmıştı. Sadece belinini ortaya çıkaran düğmeleri
iliklemişti. Çizmeleri ve çantası hırkasıyla uyumlu, koyu hardal reıık-
teydi. Bu kadar uyum içinde onun tam bir düzen düşkünü ve sıkıcı
biri olduğunu düşünebilirdik am a hayır, zıt renkli simsiyah, dizlerinin
altından, küçük ipliklerle üç yerden yukarı toplanmış ve gömleğinin,
hırkasının ve çizmelerinin uyum una ve düzenine karşı çıkan balon
eteğine ne demeliydi? Bu etek onu sıkıcı biri yapar mıydı? Asla yap
mazdı. Ya beş yaşında bir kız çocuğu gibi m asum ca, cam dan dışarı
bakması neydi? Gözümüzde epey şirince bir şeydi. Koyu kestane
dalgalı saçlarını toplamıştı. Saçları toplanmış haliyle muhtemelen
başka bir hocada olsa, sıkıcı bir öğretmeni andırabilirdi. Yalnız bu
kez de kulaklarının önünden çıkardığı birkaç bukle, eteğinin yaptığı
gibi özgürlüğü seçmiş ve sıkıcı öğretmen imajını silmişti ve her şeyi
unutun ‘cam dan dışarı bakması neydi?’ İyi bir şeydi ve o da iyi bi
riydi. Bu tür düşüncelere dalmıştık ki birden onun sesiyle uyandık:
44
SULTAN TARLAC1
“Arayabilirsiniz hocam .”
Sınıf birden kalemini sertçe sıraya koyup bir ayağıyla öndeki sırayı
iten Gökay’a döndü. M uhtemelen kız arkadaşına haksızlık yapan
öğretmen bozuntusuna karşı ağzının içinde bazı küfürler savurm ak
taydı. Bunu yaparken olduğundan d ah a fazla sinirli görünerek or
tadaki gizemin onu hiç de etkilemediğini ve bu haliyle sınıfta her
kesten farklı olduğunu, hatta bu öğretmen bozuntusunun neden ve
nasıl böyle davrandığını -evet muhakkak- bilir ve kız arkadaşını da
nasıl koruduğunu gösterir haldeydi. Hafifçe öne eğmiş, dik gözler
le Jülide’ye bakıp sürekli kıpırdattığı ağzının içinde bir küfür daha
savurdu. Bu, öncekinden de beterdi! Ne yazık ki G ökay’ın bu ka
badayı hallerinden şu an için Gülin’in haberi yoktu. Kendi derdine
düşmüş gibiydi.
I .({ilimi dersinde bir gün mecburen tuttuğum eli bir ölü eli gibi, buz
gibiydi ve o dersten sonraki birkaç gün bu kızın etkisinde kalmış, eli
nin soğukluğundan olmalı rüyam da kendimi sürekli küçük ve fakir
bir köy evinde, durup dururken oradan buradan çıkan ateşler içinde
görmüştüm. Belki hiçbir şey yoktu ben abartıyordum, belki sadece
çok zayıf ve kansızdı.
Gülin, elini gömleğinin cebine soktu. Mavi küçük bir kâğıt çıkardı.
Arka sıralardan birkaç öğrenci, görebilmek için hafifçe ayağa kalktı.
Öğretmen m asasına kâğıdı bıraktı. Yavaşça yerine geçti. Sınıfta bir
şaşkınlık uğultusu başlamıştı. Gökay, sevgilisinin kopyayı m asaya
bıraktığını görünce ona daha bir âşık olmuştu sanki. Böylesi bir du
rum, onun gibiler için gururdu! Düşünsenize Gülin’in şimdiye kadar
kopyayla okul birinciliğine yükseldiğini? Ufff. Gökay’ın kalbi atıyor,
sevgilisinin tek kusuru olan çalışkanlığının aslında olmadığını, gizli
bir kopya yeteneğinin olduğunu ve bu yeteneğin onu aptallar gibi
oturup ders çalışmasına gerek kalm adan birinciliğe taşıdığını düşü
nüyordu. Daha sonra kendinin de bunu yapıp yapamayacağını d ü
şündü. Epey zordu aslında.
■
l<
SULTAN TARJLACI 9
Dalgın bir ses tonuyla “Hayır, devam et.” şeklinde bir cevap geldi
hocadan.
Bir süre sonra yeni m atematik hocasının sesi bir kez daha duyuldu:
■1/
197 GÜN * BÖLÜMİ
“Peki, buraya geldiğinizden beri dikkatinizi çeken bir şey veya şüp
heli biri oldu m u?” diye sordu.
“Olabilir am a.” dedi. “Bu nedenle sizin bana haber vermeniz gere
kebilir. Ben size...” Ceketinin ceplerini arıyordu: “Evet, numaramı
vereyim. Olur ya, acil söylemeniz gereken bir durum olursa.” Bu
sözden sonra her ikisinde de bir durgunluk oldu. Komiser belki de
Jülide H anım ’ın onun vereceği num arayı kaydetm ek için telefonunu
çıkaracağını bekliyordu. Yalnız hocadan öyle bir davranış gelmedi.
Bunun üzerine genç komiser cebinden bir kâğıt çıkarıp numarasını
yazdı ve hocaya uzattı.
Jülide Hanım kâğıdı alıp bir kez bile bakm adan direkt çantasına koy
du. Komiser bu tavra biraz şaşkın biraz bozuk bakmıştı. O gün diğer
hocalarla konuşurken de ara sıra Jülide H oca’ya gözünün ucuyla
baktı. Ne var ki Jülide Hoca bu bakışları her defasında yakalamış ve
yakaladığını belli eder şekilde o da her defasında komisere bakmıştı.
Genç adam bozulduğunu belli etm emek için böyle anlarda nezaket
le gülümsedi.
“Ama davul bile dengi dengine demişler.” diye devam etti sözüne.
“Şimdi benimle o, olur muyuz?” Bu soruda kendisinin özellikle b o
yunun Müdür Bey’e olmayacağına dair bir ima vardı. Belki de hak
lıydı am a problem M üdür Bey’in boyu değildi ki. Müdür, şimdiki
boyunun yarısında am a şimdiki zenginliğinin iki katında olsa fizik
hocamız onun teklifini kabul ederdi.
Jülide Hanım fizik hocamızın yüzüne dalmışken belli belirsiz bir sesle
“Anlıyorum.” dedi.
50
SULTAN TARLACI 9
sı
197 GÜN • BÖLÜMİ
7. G ün
Doksan sekiz yaşımda, açılmamış bir çiçek ve sanki otuz gibi genç
gösterdiğim zamanlarım da o talihsiz salgına yakalanıp altı yıl ka
dar yatalak kaldıktan sonra yüz dört yaşında aniden ruhum u teslim
etmiş olmasaydım geçmiş yıllar içinde hoyratça kullanılan evime
elbette sahip çıkabilirdim. Ölüm ümüm hem en ardından gelinlerim
herkese haber verip cansız bedenim i kaldırttı. Görseniz, koştururca-
sına tıngır tıngır adeta salımı uçurarak, hem en gömmezlerse döne
cekmişim gibi kabristana götürüp beni toprağa yatırdılar. Mezarımın
başında bir Fatiha’yı zor okuyup bu yalıya, hem en şu köşeye -bakın
işte orası benim odamdı- gelip önce yatağımı sonra perdelerimi,
halımı, dolaplarımı, her neyim varsa tamamını, şimdilerde havuz
yapılmış olan şu bahçeye yığıp, o zamanlar kendi ellerimle diktiğim
akşamsefalarımm gözü önünde yaktılar. Sonra da bom boş odamın
kapısına bir kilit vurdular. Zaten hasta yatağım da yatarken de oda
ma pek giren olmazdı. Ölüm üm den sonra adım bile anılmaz oldu.
Zannedersiniz biri adımı söyleyecek olsa hastalık bulaşacak. S onra
sında zaten bu koca yalıdan herkes teker teker ayrıldı. Bir ara d ııv
dum, torunlarımdan biri Mısır’a gitmiş, diğeri Yunanistan’a.
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
Öyle sanmayın birkaç yıl. Uzunca bir süre boş kaldı konağım. Gelen
giden olmadı. Kapılarının arkasını örümcek ördü. Akşamsefalarımın
tohum u diplerine döküldü. Dökülen tohum lardan yeni sefalar çıktı.
Yağmur suladı, büyüyebilen büyüdü büyüyem eyen kaldı. Onların
üzerlerine kar yağdı, benim evimin içi karardı. Bir ateş yakıp da ses
çıkaran, ışıldatan, ısıtan olmadı. Sessizliği dinledim, karanlığı izledim
ve soğuğa büründüm yıllarca.
54
SULTAN TARLACI 9
D aha sonra o terbiyesiz adam yanında başka bir çiftle geldi. Bir ön
ceki çifte söylediklerine benzer şeyler söyledi. Ölüm ümden ve hasta
lığımdan bahsetm edi. “Evin sahipleri iş için yurt dışına gittiler on yıl
dır ev boş.” dedi. Bu gelenler evi tutmuştu. Adam sabah erkenden
çıkar gider gece geç saatte dönerdi. Kadın sabahtan akşam a kadar
temizlik yapardı. Aman ne hoşum a gitmişti. O temizlik yapar, ben
onun arkasında önünde döner dururdum . Evim tertemiz oluyordu.
Sonra kalkıp yemek yapardı. Kocası pek aksi bir adam dı. Gelir, ye
meğini yer, eşiyle tek kelam etmez hem en uyurdu. Ben bilmem, gi
rip odalarına bakmadım am a sanırım karısıyla gece de ilgilenmezdi.
Belki de işte çok yorulan bir adam dı. Onlar bir yıl kadar durdular.
Sonra gittiler.
Onların ardından uzunca bir süre yine gelen giden olmadı. O temiz
hanımın güzelce baktığı evim yine kirlenmişti. Derken bir gece ya
rısı konağımın kapısının açıldığını duydum . B ana terbiyesiz diyen
adam , yanında şişman bir adam la gelmişti ve yanlarında yirmili
yaşlarında gençten bir çocuk vardı. Terbiyesiz adam , diğer kişilere
olduğu gibi evi tanıtmadı bunlara. Şişman adam , terbiyesiz adam a
yüklüce bir para verdi. Çocuğa yukarıda bir yatak olduğunu kandil
leri yakmamasını tembihleyip gittiler.
ss
9 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
Akşama doğru bir süre yatağa uzanıp düşündü. Akşam uyudu. Erte
si gün yine pencereden uzağa çektiği m asaya oturdu ve yazdı. Sonra
yazdıklarını bir kâğıda sardı. İplikle sıkıca kapattı. Böyle birkaç gün
geçti. Hiçbir şey yemiyordu. Gerçi yiyeceği de kalmamıştı. İki gün
boyunca su içti. Sanırım bu nedenle halsiz düştü ve sıklıkla yatar,
ara sıra yazar oldu. Bir gece yine konağın kapısı açıldı. Gelen şişman
adamdı. Kapının açıldığını duyunca genç çocuk oda kapısının arka
sına gizlendi. Sonra gelen adam ona garip bir şey söyledi ve çocuk
saklandığı yerden çıkıp adam ın yanına gitti. Bir şeyler konuştular.
Adam, getirdiği ekmeği ve suyu verdi. Çocuk da ona yazıp hazırla
dığı kâğıtları teslim etti. Adam gitti. Çocuk onun gitmesinin ardından
yeniden m asaya oturdu. Önce biraz ekmek yedi, su içti. S onda da
sürünerek pencere altına geldi, okum aya başladı. O gece ay ışığı
yeterli gelmemiş olacak ki bir süre sonra okum aktan vazgeçip yattı
uyudu. Sabah uyandı ve yine okum aya başladı. Sonra yine saat
lerce okudu ve yazdı. Bu süreç aynı şekilde çocuğun gece uyuması,
gündüz okuması ve yazması şeklinde ara sıra da adam ın getirdik
lerini yiyip ona yazı vermesi şeklinde zannediyorum bir ay sürdü.
O genç çocuğun konağımda kalmasından hiçbir şey anlamamıştım.
Diyebilirim ki onun kaldığı sürede ben yine yalnızdım. Ne bir sesi
çıkardı ne bir ışık yakardı ne de evin içinde dolanırdı. Temizlik zaten
hiç yapmadı. Yedi içti, uyudu uyandı, okudu yazdı. Sonra bir gece
yine adam geldi. Yiyecek ve bazı kâğıtlar verdi, onun yazdıklarını
aldı sonra da belindeki silahı çekti çocuğu vurdu. O kadar ani ol
56
SULTAN TARLACI Q
Ertesi gün ev sahibi yanında birileriyle geldi. Evi gezdi. Yeniden te
mizletti ve gitti.
Uzun bir sessizlik yeniden başlamıştı. O temiz hanım gibi bir aile gel
se de hem evime baksa hem benim canımın sıkıntısı gitse diye düşü
nürken bir akşamüstü yine kapı açıldı. M erdivenden koşarak aşağı
ya indim. Gerçekten terbiyesiz adam yine bir karı ve koca getirmişti.
Konağı gezdiler. Kadın bir şeylerden m em nun değil gibiydi am a yine
de evi tuttular. Bunun da kocası diğerinin olduğu gibi erkenden işe
gidiyordu. Akşama kadar gelmiyordu. Yalnız bu kadın diğeri gibi sık
sık temizlik yapmadığı gibi bir de çok konuşuyordu. Üstelik evde
yalnız olduğu halde. İlk duyduğum da çok şaşırdım. İkimizden başka
kimse yoktu. Bana mı diyor diye “Buyurun” diyecek oldum. Sus
tum. Bir ara karşısına geçtim acaba kimle konuşuyor diye merak et
tim. “Bakma bana, bakm a banaaa!” demez m i... Aman pek geçim
siz biriydi. Sonra her gece kocası geldiğinde “Bu evde garip şeyler
var, gidelim buradan, ruhlar var.” diye tutturuyordu. Adam da “Kes
sesini deli karı!” diye sinirleniyordu. Bir zaman sonra yine kadının
dediği oldu da çekip gittiler. Bilmem benden mi rahatsız olmuştu
am an ben de çok meraklıydım sanki ona. Hiç susmaz konuşur, ak
şama kadar tek başına konuştuğu yetmezmiş gibi bir de adam eve
gelince dırdır yapardı. Biz böyle görmedik büyüklerimizden bilmem
am a hiç hoşlanm adım o kadından.
Önüne gelene de söylemiş evde ruhlar dolaşıyor diye. Kim var ruh
benden başka? Bir gün temizlik yapm adı evde. O konudan hi ç h a h
seder mi am a? Zaten çok fazla rağbet görmeyen evim, o y a l a i k i
kadının yaydığı “Evde ruhlar dolaşıyor” söylentisinden s o n r a iyice
yanına uğranmaz oldu. Yıllar geçti yine boş kaldı.
sv
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
58
SULTAN TARLAC1 9
“Evet.”
“Branşınız nedir?”
S ')
197 GÜN ' BÖLÜM 1
“Öyle mi?” dedi Saltı. “Benim ismimi genellikle yaşlılar duyar ve bir
süre sonra.” eliyle aşağı yukarı anlam ında bir işaret yapıyordu “Beş
on dakika içinde unuturlar.”
Füsun Hanım:
Genç kadın gülümserken burun kanatları küçük birer virgül gibi yu
60
SULTAN TARLACI 9
“Ben, yok hayır doktor değilim.” dedi. “Buraya eşimle geldim. O...
Aslında o da doktor değil. Onun antika dükkânı var.”
Kısa bir sessizlik oldu. Doktor salonun içine göz gezdiriyordu. Füsun
Hanım’ın sözlerinden sonra sanki gözleriyle salonun içinde kadının
kocasını arıyormuş gibi olmuştu bu davranışı.
“Eşim, Federico Bey ile buranın restore edilmesi esnasında pek çok
licari ilişkide bulundu.” dedi. Sonra birden az önceki soruyu hatırla
yarak başını kaldırdı, doktora bakıp ekledi:
(.1
197 GÜN • BÖLÜM 1
“Federico.”
62
SULTAN TARLACI 9
Dr. Saltı:
Federico:
“Doktor, biz seninle sanki birbirini uzaktan ismen bilip, hiç bir araya
gelememiş am a çok samimi birer dostmuşuz gibi gelmiştir bana hep.
Doktorun bir şey söylemesine fırsat verm eden ekledi: “Bu samimi
düşüncem sizi rahatsız etmemiştir um arım .”
Doktor:
Dr. Saltı, az önceki sohbette, Füsun H anım ’dan eşinin antikacı ol
duğunu işitmiş, şimdi Federico “antikacı dostum ” deyince bu silik
adam ın Füsun H anım ’ın eşi olduğunu zaten anlamıştı:
Federico, Füsun H anım ’la doktora hızla göz gezdirirken “Bu arada,
özür diliyorum.” dedi. “Sizin muhabbetinizi bölmedik değil mi?”
“Sarı, turuncu ve kırmızı yani sıcak renkler için kehribar, kahve yer
ler için dumanlı kuvars, siyah ve beyaz yerler için hematit ve ay
taşı.” Kaşlarını çatıp içkisinden bir yudum almış ve kadeh tuttuğu
eliyle tabloyu gösterip bir süre sessiz kaldıktan sonra cebindeki elini
çıkarıp: “Yeşil yerler için.” Düşünüyordu “Hııım...” “Aventurin ve
moldavit.” dedi İlker Bey. Sesi, ince ve sanki ‘en önce ben bilece
ğim’ şeklinde bir telaşla çıkmıştı.
64
SULTAN TARLACI 9
Iker Bey, bir işe yaram anın mutluluğuyla gözünün birini hızla kırptı.
!ayıf suratında ağzı mutlulukla yayılmış, bu görüntü ona gülüyor
leğil, başının arkasına geçmiş biri tarafından ince derisi kulaklarının
akasma asılıyor izlenimi vermişti.
(»S
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
Yanlarından geçmekte olan garsona boş kadehini verdi. Yeni bir içki
alacakken vazgeçti. Doktora baktı.
“Ha ha... Sonra baktım dünyada oluş sebebimiz bir defa kadın er
kek ilişkisiyle başlam adı mı?” Füsun Hanım ’a döndü. “Sizin kadar
ince bir hanım yanında tüm sözcükler kabadır zaten. Bu nedenle
sözlerimin sadece bir espri olduğunu belirttikten sonra. Cennetten
kovulmamız bir kadın yüzündendi öyle değil mi?” Gür bir kahkaha
attı. Füsun Hanım kendine yakışır şekilde sessizliği tercih edip kibar
ve geçiştirici şekilde gülümsedi. İlker Bey eşinden illallah eder bir
hareket yapıp “erkekler” ortam ında itibarını yükseltmeye çalıştı. “El
bette buraya The Kiss tablosu olmalıydı.” dedi Federico. “Bilmem
yanlış bir tercih midir doktor? O zaman tanışmış olsaydık fikrinizi
alır ve sizin önerdiğiniz tabloyu yaptırırdım buraya. Benim için çok
değerlisiniz inanın.”
Her zaman olduğu gibi yine çok şık giyinmişti o gün Federico Bey.
İtalyan’dı am a sanki eski bir İstanbul beyefendisi gibiydi. Sesindeki
içtenlik ona hem zarafet hem “bizdenlik” katıyor, gözleri, her zaman
olduğu gibi sıcacık bakıyordu.
66
SULTAN TARLACI 9
I Füsun Hanım:
Elbisesinin bel kısmında dikkatli bakınca belli belirsiz bir genişlik var-
| dı. Saltı arkasından baktı. Bir süre bu genişliğin elbisenin bol gelme
sinden mi yoksa kalçasına tam oturan etek kısmının belinde boşluk
oluşturmasından mı kaynaklandığını anlayamadı. Elbisenin arkası
|d a önü gibi straplez kesimdeydi. Sırtında yukarıdan aşağı inen ince
|metal bir zincir vardı. Hareketsiz kaldığı zam an zincir sabitleniyor ve
kızaktan bakınca ferm uar hissi uyandırıyordu. Balkondan gökyüzii-
lhe bakarken şatoda esir kalmış Rapunzel’i andırıyordu. Belki benim
MÇİm kötü am a Dr. Saltı onu izlerken sanki sırtındaki zincirden onu
¡kurtarmak ister gibiydi. Füsun Hanım bir ara ayakkabısının uc uyla
diğer bacağını kaşıdı. Sivrisinek ısırmış olmalıydı. Saltı gülümsedi.
(»7
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
Güzel bir fiziği vardı. Onu, Füsun H anım ’ı düşünm ekten Federi-
co’nun sesi uyandırmıştı.
Bir süre durdu. Sonra tekrar Füsun H anım ’a baktı ve devam etti:
“Vav!” dedi gür bir sesle. “İşte bir acil servis doktoruyla sizin gibilerin
farkı!”
68
SULTAN TARLACI 9
“Evet, gereksiz yerleri atladın ve tam zam anında geldin.” dedi Saltı
gülerek. “The Kiss tablosu ve cinsellikten bahsediyorduk. Bak mü
zikte de Ravel’in Bolerosu çalıyor.”
“Imm. Bolerooo!” dedi acil servis doktoru leziz bir yemekten bahse
der gibi birkaç defa damağını şaklatmıştı. “Kadın orgazmına benze
tilir. Müzik yavaş yavaş yavaş yavaş yavaş başlar ve... Ahh! Doruğa
çıkar.”
“Bu eserde her biri sırayla katılan sanırım otuz beş değişik müzik
«iletinden bahsedilir doktor bey. Onu nasıl yorumlarsınız?”
70
SULTAN TARLACI 9
kusun Hanım:
VI
* 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
erkek her şeyi başarabilir hayatta. İşin garibi İlker Bey bu durum dan
da m em nun olmuş, bu defa eşinin sözleri önem sendi ve onun iste
ğiyle Federico gibi önemli bir beyin mekânının bahçesine akşam-
sefaları ekiliyor diye sevinmişti. Uzaklara dalmış gibi yapıp kendine
çok önemli bir insan havası katmak istemişti bir an.
72
SULTAN TARLACI 9
“Otomatik yazının, aslında otomatik şekil olduğuna dair bir yer var
dı orada. Yanlış hatırlamıyorsam.”
I i'derico:
!\
9 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
Nilgün Hanım: “Siz, çok değerli bir bilim adamısınız Federico. Ben
size hayranım .” dedi. Efendim, nedense ben bu kadından hiç haz-
zetmemiştim. Sussa iyiydi.
“Demek ekşi bir Newton elması yemiş gibi yüzlerini buruştururlar ha?”
“Evet öyle... ”
“Zaten sanatın vazifesi, doğayı kopya etmek değil, doğayı ifade et
mektir. Hem sanatçı hem de bilim adam ı kendi sembolleri ile doğayı
anlatırlar. Ama önceden sezme veya sanatın öncelemesi çok ilginç.
Hiç dikkatimi çekmemişti.” M uhatabına dikkatle bakıyordu. “Hiç
74
SULTAN TARLACI 9
“Bir defa am a fazla kaldım sayılmaz.” dedi Saltı. “Tatilde. Rom a.”
“Biliyorum, İtalyan’sınız.”
“Aynı zam anda sıra dışı bir bilim adam ı!” dedi Federico. Bunu söy
lerken kendini övmekten çok doktorla olan ortak yönlerini hatırlat
mak istemiş gibiydi. Bu nedenle konuyu vurgulamak ister gibi çatalı
masaya iki defa tıklattı.
“Evet, evet.” diye atıldı Nilgün Hanım. “Siz çok başarılı bir bilim
adamısınız Federico.” Viskisinden bir yudum almış, fonda çalan m ü
ziğe kafasıyla yavaş yavaş tem po tutm aya başlamıştı. Sanki hiçbir
zaman içinde olmadığı ve duymadığı sohbete sadece Federico Bey’i
övmek için katılıyor gibiydi.
“Evet.”
/.s
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
Son sözlerini söylerken acil servis doktoruna kaçam ak bir bakış at
mıştı. Doktor, m asaya sonradan gelmiş sevgilisi yanında olduğu için
olmalı az önceki “pek çok kadın” üzerine sözlerini sanki hiç söyle
memiş gibi um ursamaz bir tavırdaydı. Federico gülümsedi ve yeni
den Dr. Saltı’ya döndü: “Ravel o eseri yaptığında Alzheimer hastası
olduğunu duymuştum. Bunamıştı galiba.”
“Ah hayır hayır doktor lütfen!” diye böldü Federico. “Teşekkür etm e
yin. Bu soruyu sorduğum a pişman edeceksiniz beni. Aslında bir an
aklıma geldi ve Alzheimer konusunu hiç açmayım dedim am a m e
rak işte. Bunun yanında yine de sorunuzu cevaplayayım. Ben yar
dım yapacağım zaman umumiyetle en az yardım yapılmış alanları
araştırırım. Bazıları diyebilir, hayatının baharında ve ölümle kalım
arasındakilere yardım etseydin ya diye. Onlara yardım etmiyorum
diye bir şey yok. Bakın bunu kendimi övmek için söylemiyorum sa
dece yaşlılara yardım etmem gençlere yardım etmediğim anlam ına
gelmiyor diye belirtmek istiyorum. Çünkü ben de biliyorum genç bir
ölüm, yaşlı bir ölümden daha çok üzer herkesi ve aslında Alzheimer
hastalığı öldürücü bir hastalık da değildir. Bildiğim kadarıyla.” Bu
rada biraz durmuş ve bir şeyleri hatırlamaya çalışır gibi dalmış, bu
esnada aklındaki şeyi ifade edebilmek için yine çatalın kenarından
yardım alarak m asaya iki defa vurmuştu:
76
SULTAN TARLACI
“Siz çok başarılı bir bilim adamısınız Federico Bey. Çok da yardım
seversiniz.” dedi Nilgün Hanım.
Federico:
“Hastayken bir şeyi başarm anın yanında hele ki. Hımm. Bir de has
talığı kullanıp yani ona esir olmaktan çok o hastalığı bir köle gibi
çalıştırıp ona bir şey yaptırmak. O ndan zorla bir şey çıkarmak.”
“La lingua non h a ossa.” dedi ağzının içinde. “Dilin kemiği yok. Her
yöne kayıyor düşüncelerim. Konuşamıyorum da bu gece. Bilmiyo
rum doğru mu ifade ettim Saltı Bey? Siz daha iyi bilirsiniz.”
78
SULTAN TARLACI 9
iker Bey’de Saltı’yı dinlerken acil servis doktoruna bakmış “sen var
ıa sen” gibi bir hareket yapmıştı. Bu hareketiyle m asada “baksanıza,
ıepimiz ne kadar samimiyiz” algısı yaratm ak istiyor gibiydi.
Hayatta hep aynı şeyleri yaparız.” diye devam etti. “Gün içinde
lep aynı melodi tekrar eder durur. Özellikle benim gibi ev hanımla-
mda. Ya da iş kadını olsun fark etmez. Sabah kalkarsınız ve akşam a
a d a r aynı şeyleri yaşarsınız. Ertesi gün yine aynısı. Tekrar, tekrar,
2krar. Tonlar farklı olsa da herkes hep tekrar içinde. İkizlerim, haya-
ima katılmış en güzel iki müzik aletim. Bu nedenle tekrarlı melodiyi
>nlarla dinlemek hayatın sıkıcılığını ve tekdüzeliğini alıyor.”
)r. Saltı: “Çok haklısınız Füsun H anım .” dedi. “Hayat gibidir Bole-
o. Sadece sizin için değil, bizim için de geçerli bunlar. Yalnız, aynı
eyleri yapsak da, farklı çalgı aletleri dâhil etmeliyiz hayatımıza,
iöylelikle belki biz farkında olalım veya olmayalım, hayatımıza dâ-
lil olan farklı çalgı aletleri mutluluğumuzu doruğa çıkarabilir.”
7‘>
197 g ü n ’ Bö l ü m ı
“Özdemir Asaf!” diye ekledi İlker Bey. Yine okunan ve sadece soya
dı söylenen şairin ismini ben biliyorum şeklinde bir sevinç ve herkes
ten önce söyleme acelesiyle davranmıştı.
80
SULTAN TARLACI 9
“Öyle de denebilir.”
vnzdılar.”
Hl
197 G Ü N • BÖLÜM 1
Dr. Saltı: “Burası insan beyni Nilgün Hanım. Kafatasınız sınırlar gibi
görünse de beyinde sınır ya da duyular dışı algı için sınır yok.”
Federico:
82
SULTAN TARLACI 9
şik istihbaratta çalışan bu kişiler elbette duyular dışı algısı güçlü kişi
lerdi am a asla ölülerden veya cinlerden istihbarat bilgisi almadılar.
Böyle bir şey yok. Bunlar bizim bilgisiz yazarların yazdığı masallar.
‘A merika cinleri istihbaratta kullanmış’ diye.”
İşle işin ince noktası burası... ” dedi acil servis doktoru eliyle Sallfyı
•ııuet ederek. Sanki çok önemli sırlar verip oradakileri aydınlatacak
niş gibi sandalyesini biraz daha m asaya yaklaştırdı. Dirseklerini ına
9 I */ 4 111N HOl.ÜM I
HS
r>7 ( il İN ’ B Ö I.Ü M İ
“Telepati, bir m ekânda bükülme, üst üste binme değil midir dok
tor?” dedi.
Acil servis doktoru: “Ha h a... İnanır mısınız bildi!” M asada bir kah
kaha kopmuştu. Füsun H anım ’ın yanakları olduğundan daha pem
be* gibiydi.
M(ı
SULTAN TARLACI 9
Dr. Saltı: “Evet. Uzun yıllardır aranan katillerde ve kayıp kişileri bul
m ada bu yöntem kullanılmış. Çok başarılı sonuç alınan örnekleri de
var tarihte.”
Acil servis doktoru İlker Bey’i göstererek parm ağını şaklattı: “İşte
güzel bir örnek. Evet. Üzerinde konuşm aya gerek yok. Getirin bir
medyum ve uzaktan gören söylesin hadi şu kızın katilinin yerini. Po
lis her yeri arıyor ve bulamıyor. Katil yer yarılmış da içine girmiş gibi.
Söylesinler yerini ve polis de gitsin söylenen yere baksın. Denem ek
hu kadar kolay işte!”
Masada birden tiz bir kadın sesi duyuldu. Konuşan, akıldan eksik
manken kızdı. Bir anda yanında oturduğu Federico Bey’e sandalye
nlni yaklaştırarak:
87
9 I'»/ ( il İN • B ÖL Ü M İ
Bir bey gibi değil de, efendim sanki bir hanım gibi hareketleri olan
menajeri olduğunu düşündüğüm arkadaşı onu uyarmıştı:
“Ay sus kıs. Yapma o tatlıyı kesme öyle. Allah’ım benzettiği şeye bak,
yüreğim güp güp etti. Bir de gösteriyor.” M asada o esnada kendini
anlayabilecek biri olarak Füsun H anım ’ı bulmuş olmalıydı ki ona
dönerek: “Ayy hiç kaldırmaz yüreğim öyle şeyleri. Evlerden ırak.”
dedi.
HM
SULTAN TARLACI
’s ikometri.”
fah evet. Psikometri.” Çatalı iki defa “Evet ya, hatırladım.” anla-
inda m asaya vurmuştu.
11. G ün
“Saltı.” dedi Nilgün Hanım. Söylediği onca iltifat dolu söze karşılık,
bir dilenciye üç beş kuruş sadaka fırlatır gibi karşıdakinin verdiği
minik tebessüme bir anlık dalgınlıkla baktıktan sonra kendine gelip:
“Derstedir.” diyebildi. Saltı’dan bahsedilmesi ayrıca canını sıkmıştı.
Alt dudağını fesatlıkla birkaç defa ısırıp içindeki deriyi kopardı. Fede-
rico orada olmasa m asanın altında duran viskiciğinden... İçkisinden
her zaman böyle bahsederdi, viski olsun olmasın onun tüm içkilere
verdiği isim buydu ve hepsi onun viskiciğiydi. Bu nedenle tedarikte
bulundurduğu viskicikleri bitecek olur ve eve kadar dayanam azsa
hastaneden çıkıp kendini iradesinin götürebildiği son durakta bul
duğu herhangi bir bara attığı zaman bir viskicik ister, barm en ne
SULTAN TARLACl 9
verirse versin zevkle içerdi. Eğer yol üstü bir alışveriş merkezinden
alacak olursa m uhakkak tercihini viskiden yana kullanır, arkadaşları
na içkiden bahsederken de ağzına viskiden başka bir şey almadığını
söylerdi. Oysa herkes bilirdi ki viskiye olan düşkünlüğü bir yana tüm
içkileri sever, bardağına herhangi bir içki nam ına sirke dökiilse içer
di. Viskiciğinden bir yudum alırdı am a ne yazık ki profesörün karşı
sında, gündüz ve görev başında içmemesi sanki daha iyiydi. İçecek
kadar onun ruhuna dokunan ne olmuştu? Aslında hiçbir şey. Tüm
iltifatlarına misliyle karşılık bulsa bu kez bunu kutlamak için içerdi.
Sonuçta canı viskicik çekerse sebep bulunurdu.
Güzel bir bahar sabahıydı. Serindi. Pencereden giren güneş ışığı sı
nıfı ısıtmasa da o kadar berrak bir enerjiyle giriyordu ki hiçbir bulu
tun engel olmadığı bu ışıltı sanki az sonra vereceği ısının da teminatı
oluyordu. Bu aynı zam anda insanın içine huzur ve canlılık veren bir
enerjiydi. Sınıf dopdoluydu. Saltı’nın dersleri genellikle başka sınıf
lardan hatta nörolojiyle ilişkili olmayan başka bölümlerden öğrenci
lerin de katılmasıyla kalabalık olurdu. Ölm eden önce ben de birkaç
öğrencime Saltı’nın derslerini önermiştim.
Bir ara elini kemerine koydu sınıfın kapısına baktı. Bu hali “Acaba
odada mı unuttum ?” gibi bir bakıştı. Bu bakışı anlayıp “Getirelim mi
hocam ?” diye çıkıntılık yapan öğrenciler oldu.
“Bunu gönderm eyin hocam, Marilyn yengeye bir şey yapar orada.”
şeklinde espriler işitildi.
anın altına eğilir eğilmez geri çekilerek “Akrep! Akreep!” diye ava-
jıktığı kadar bağırm aya başladı. Bir eliyle sıranın altını gösteriyor,
(er elinde kirli bir şey var gibi parmaklarını sallıyordu.
“Ben de Eros üzerine yemin ederim orada akrep yok.” diyordu diğeri.
“Kızım Saltı hocada bari yapm a ya.” dediler. “Onun dersleri güzel
geçer kaynatm a dersi ayıp oluyor.” Kız gerçekten bu konuda sınıfta
ve hoc alar arasında sabıkalıydı. Biraz olan aklını genellikle sıkıldığı
SULTAN TARLACI 9
lastik mi?” dedi genç kız. Hem gerçek olmadığına hem de sadece
mdisinin değil, başkalarının da gördüğüne sevinmiş gibiydi.
i önce Zeus üzerine yemin eden öğrenci kızın taklidini yaptı: “Var
jğiiil miii?”
‘>7
I'»/ ( .U N R01.ÜM 1
( îenç kız, sırasına oturduktan sonra bir şey hatırlamış gibi tekrar sı
radan kalktı. Akrebin üzerine vurup sonra korkuyla fırlattığı ayakka
bısını almış ayağına geçirmeye çalışıyor, bir yandan ağzının içinde
konuşuyordu: “Yemin ettiniz görmedik diye!”
’ »M
SULTAN TARLACI 9
lllll
SULTAN TARLACI 9
asla düz anlatımla geçirmezdi. Hatta onun dersine pat diye girse-
en küçükleri Tıp Fakültesi üçüncü sınıf olan bu koca öğrencilerin
ide birer uçan balon görebilirsiniz. Saltı neden böyle yapmıştır,
amaçlamıştır, bir mantığı vardır elbette. Ya da öğrencilerine’ ııöro-
k bir hastalığa dair şarkı besteleme ödevi verebilir ve tüm sınıf
a sınıfı öğrencileri gibi bir ağızdan o şarkıyı söyleyebilir. Geneli
m nundur bu değişik ders işleme stilinden am a m em nun olsun
lasın tüm öğrencilerin ortak bir görüşü vardır ki, bu fakültede,
Ida kalıcılığı en yüksek ders Saltı H oca’nın dersleri olur. İşte Sal
ı sevme nedenleri de budur.
/et, var.”
101
I '»/ l ¡UN • BÖLÜM 1
“Gündüz yok.”
i fırıl fırıl bir o yana bir bu yana hareket etmesidir. Uyuyan kişiyi
diğinizde de gözkapaklarının üzerinden görürsünüz bu hareket-
. Hareketler rüyanın görüldüğü zam ana ya da REM uykusuna
ık gelir. Eğer sevgilinizi uyurken izlerseniz, bir saat sonra gözler
yöne hareket etmeye başlar. Onu tam bu esnada uyandırırsanız
asını bütün ayrıntısı ile size anlatabilir.” Gülümsedi. “Tabi başka -
i görmemişse!” diye ekledi. Sınıftan “O oo...” sesleriyle uğultular
«elmişti. Gülüşmeler oldu. Saltı m uhabbete kaym aya yatkın sı-
“Bunu sınavda sorarım aklınızda kalsın!” diye toparlam aya ça-
. “Halüsinasyonlar gündüz uyanıklığında REM dönem ine girmiş
/nin düşleri gibidir.”
defa yine yaşlı bir adam , yanında kızı olduğu düşündürülen bir
lınla gelmişti. Yanındaki kadın şöyle diyordu:
adan önce ara sıraydı. Yani bu kadar sık değildi. Gündüz görmü-
du m esela.”
/et!” dedi Saltı gülerek. “İşte gerçek bir m erak.” Sesine gizemli bir
katmıştı. “Bu insanlar ne görüyor?” dedi.
“Hem nasıl!” dedi. “Çok dik başlıydı. Onu istemiyoruz çok dik başlı
diye açıkça söylemiştik zaten.” diye ekledi. O günleri hatırlayıp ulus
lararası bir başarıya imza atmış gibi gururla boynunu kırıp gözünün
önüne gelen saçlarının bir kısmını parmaklarıyla yan tarafa çekti.
MM
SULTAN TARLACI 9
jünleri hatırlayıp sabır çeker gibi başını yan tarafa eğmiş hafifçe
ümsemişti. Arkadaşı şaşkınlıkla dinliyordu.
/et.” dedi Saltı. “ ‘A ma hocam az önce çoğu öğretim üyesi ile gö
tüm ve bana seninle sorunum uz yok dediler.’ dedim şaşkınlıkla.”
m onlara inanm a.” dedi. “Seni burada hiçbiri istemiyor. Sen çok
başlısın, başına buyruksun. Kafana göre işler yapıyorsun.”
10.S
i ‘>7 ciüN ' B ö l ü m i
“Evet öyle. Hiçbir yerde emekleri olmadığı için onların adını yaz
mak istememiştim ve buna ‘dik başlılık’ diyorlardı. Düşünebiliyor
m usun?”
106
SULTAN TAR.LACI 9
"Epey asiymişsin.” dedi gülerek. “Asi, dik başlı, kendi kendine işler
vapıy örm üşsün.”
"Bunlar olmazsa yeni fikirler, farklı bakış açıları nasıl doğabilirdi üni
versitelerde? Bunlar olmadan, koyun sürüsünden nasıl ayrı kalına
bilirdi.”
' «ınıfta yükselen gülme sesleri ve sohbeti kesmek için: “Evet! Önemli
lıir soru. Bu insanlar ne görüyor?” dedi.
107
1‘>/ Ci11N ’ BÖLÜM 1
Yaşlı adam: “Akrep var, böcek var, solucan var. Bazen pantolonun
fermuarının ucunun bir kurda dönüştüğünü, bacaklarımın üzerin
den dolaştığını ve daha sonra derisinden içeri girip bacaklarımda
uyuşma ve topuklarımda ağrı yaptığını hissediyorum.” dedi.
“Kurtlar var.”
I0H
SULTAN TARLACI 9
• tane tip mi var böyle birden fazla mı var? Zenci var demiştin ya
ane?”
din erkek?”
din da var erkek de. Aile gibi bir aradalar ve çocukları da var.
a elbise dolabının içinde yaşıyorlar.”
I0‘)
9 i" ; (.u n • ^
müştü^-”
ur\ " dedi sınıf yeniden.
Uooo--
Biri yağa kalmış “Valla hocam am calar işi biliyor. Bunlar bizden
sağlıklı ev’n' boyatır, biri çıplak insan görür.”
Sınıfkend*den
dedi.
Saltı proj^s*yonun ses™ daha da yükselterek başka bir video açtı:
aş an(ja sizin gördüğünüz cam dan dışarı bakınca sanki birileri
ağ çlarınaltmcleı oyun oynuyor gibi.” diye anlatıyordu hasta. “Yani
ca dan ^ m ^ a^ınca tenekesinin önünde duran insanlar gö-
rüyoiunr1,
B |ıa bir videodeı başka bir hastaya soruyordu Saltı:
110
SULTAN TARLACI 9
aha sonra?”
je t”
arklı insanlar.”
“Geçenlerde evin girişinde iki bayan gördüm. Üstlerine ince bir şey
giymişler. Elbiselerin orada.” diyordu hasta.
"Ilım...”
"Değil, hım m m .”
Öğrencilerden biri:
"I locam, size karşı yani sizin inanmayacağınızı düşünüp ‘Hayır, cin
ıleğil.’ demiş am a gerçekte cin-şeytan olduğunu düşünm üş olabilir.”
Arka sıralardan bir öğrenci sesini duyurm ak için yüksek sesle soru
yordu: “Hocam, mesela bu kişiler yani hastalarınız, gördüklerinin
gurçek olduğuna inanıyor. Öyleyse gördüklerine dokunabiliyorlar
mı? Yani dokunm ayı denemişler mi? Çünkü eğer dokunabiliyorlarsa
onları yanıltan sadece gözleri değil?”
Snltı bir video çalıştırdı. Yine bir hastasına soruyordu: “Genel olarak
»lynmksın ve onlarla uğraşıyorsun. Peki, sen onlarla uğraşırken m e
113
9 197 G Ü N • BÖLÜM 1
“Korkuyorlar, yanıyorlar.”
“Yanıyorlar?”
“Evet.”
“Bağırmıyor da çırpınıyor.”
“Hım.”
“Sonra?”
114
SULTAN TARLACI 9
)i, biz böyle şeyler izlemek için sinem aya gidiyoruz adam lar üç
¿utlu bedava izliyor.” dedi öğrencilerden biri. “Yine de şikâyet
yor y a.”
defa yine az önce kızın taklidini yapan uzun saçlı erkek öğrenci
ıe kızı taklit eder şekilde yanındaki arkadaşına vurdu. Öteki “Vur-
ı tam am mı!” diyerek taklide karşılık veriyordu.
nladım.”
altı yeni bir video açmış ve sınıfın arka tarafına doğru yürümeye
ışlamıştı. H asta şöyle diyordu:
Şakıyor.”
115
197 G Ü N ’ BÖLÜM 1
“Konuştunuz?”
“Evet.”
“Ne konuştunuz?”
“Hım o ne dedi?”
rencilerden biri:
ocam hastalar hep yaşlı. Yaş grubu hep 70-90 arası galiba.”
an düşündü:
117
9 l ‘>7 C.ÜN • BÖLÜM 1
Kız öğrencilerden biri: “Hocam, bir de saplantılı âşık olma hissi var
ki bu, hastaların yüzde altısında görülür.” dedi gülümseyerek.
I IH
“N için d u yu la r dışı algıyı psikolojik bir gerçek olarak
kabul etm iyoruz? Bu ko n u d a bizi inandıracak kadar
yeterli ka n ıt ileri sü r ü lm ü ş tü r”
D onald Hebby 1951
Dr. Saltı p a yla ştı , 173 gün önce
13. G ü n
Farz-ı misal çok açık olduğundan, o yaşta artık o kadar açık giyin
memen gerektiğinden, giyersen tanıdıklardan biri bir laf etse, o da
eşinin kulağına gitse onun ne kadar kızacağını bilmiyormuş gibi ne
den böyle davrandığından yakınmalarına devam ederdi. İkiniz kav
1'>7c; ü n • b ö l ü m ı
Hakikaten merak ettiğini eklerdi. Bir savaş çıkacak olsa bu yaşlı ka
dının halini hiç mi düşünmem ekteydin? Ancak Safiye Hanım bir kı
yafetten yola çıkarak dünyada savaş çıkarır ve sonunda yine kimse
değil, kendi mağdur olurdu. Beyni hayatta her zam an üç şekilde ça
lışırdı: Sonrasını düşünmek, hep olumsuzlukları düşünmek, o olum
suzluklardan kendini korumak. Hayatı boyunca bu şekilde yaşamış
bir kadının mantık yürütmediği zam anlarda bile beyninin “Sonra ne
olacak?” şeklinde çalışması normaldir.
rada onun ağzından duym aya alışık olduğumuz iki şey vardır:
incisi yerinden hiç kalkm adan etrafa savurduğu direktifler (açın
Diyı gibi); diğeri “Ben size söylememiş miydim?” sözüdür. O, mu-
kkak her şeyi “önceden” söylemiş olur, bunu da “sonradan” her
fasında hatırlatırdı. Hayatın hiçbir koşuşturmasında rol alm adan,
köşede oturup sürekli izleyici pozisyonunda, bir sonraki sahneye
ir tahminler yürütenler çok defa haklı çıkar. Bu nedenle oturdu-
yerden kalkmayan Safiye H anım ’ın hem en her konuda özellik-
‘gelecek” konusunda haklı çıkmasını aynı sebebe bağlarım ben.
rm al insanların koşuşturma anında durup düşünecek ve bu tür
i “zihinsel” faaliyetlerle uğraşacak zamanları yoktur. Onlar önleri-
gelen sahneyi bir an önce oynamakla görevlidir.
121
' D 7 C İÜ N ’ BÖLÜM 1
Bir de Safiye H anım ’ın rüyaları çıkar derler de Safiye Hanım anla
tamazdı, “Buna rüya denmez. Uyanıkken görüyorum ne rüyası?”
diye. Uyanıkken görülenle uyurken görülen birbirinden farklıydı.
Görm eyen ne bilecekti. Hadi canım oradandı. Dinleyenler ona dik
katlice bakardı. Çoktan tım arhaneye yatırılması gerekirdi hem de
olaya neresinden bakılırsa bakılsın. Söyledikleri hayalse (bir kısmı
için evet) bu kadının kesinlikle tedavisi şarttı. Eğer değilse (bir kısmı
için hayır) her şeyi bilen bu kadından kurtulmak lazımdı. Yok, canım
latifeydi elbette -kimse onu tım arhane köşelerinde atacak değildi-
am a Safiye H anım ’la da yaşam ak çok zordu. Bu bir gerçekti. Tut
ki dayanam ayıp onu hastaneye yatırsalar onları eleştirecek olanlar
SULTAN TARLACI 9
Yalnız burun aksini ispat için ailede herkesin pek çok kez şahit oldu
ğu olaylar vardı. Çok yakınlarda yaşanmış bir olay, akrabalarından
birinin ona haber verm eden uzunca boylu bir subaya kızı nişanla-
masıydı. Safiye H anım ’ın yine özel bilgileri ortaya dökmesiyle yıllar
önce Safiçe H anım ’a küsmüş ve tüm görüşmeleri kesmiş akrabasını
Safiye Hanım nişandan bir saat sonra bizzat arayıp tebrik edivermiş-
ti de tüm îülale ‘Kim haber verdi ona?’ diye birbirlerine düşmüştü.
Safiye Harım bu tür durum larda gelinlerinden birinden bir fincan
keyif kahvzsi isterdi. Bu tür durum larda ona gıpta edenler olurdu;
yalnız köti olaylar gördüğünde kısa süreli depresyonlara girer, ne
den diğer nsanlar gibi olmadığına üzülürdü.
123
> l'V C İU N ■ BÖLÜM 1
Onu son zam anlarda en çok üzen pek sevdiği çocukluk arkadaşı
ahretliğinin karşıdan karşıya geçerken trafik kazasında ölüşünü gör
mek olmuştu. Evet, bu görüsü de çıkmıştı, hem de hem en o gün.
(Allah kendini öyle felaketlerden saklasındı.) Bu olayın gerçekleşti
ğini öğrenir öğrenmez en yakın camiye gidip Allah’ın kendini benzer
felaketlerden esirgemesi için nam azdan çıkan cami cemaatine güllü
lokum dağıtıp birkaç çocuğa sadaka vermekten arkadaşının cenaze
sine katılamamıştı. Az sadaka çok bela savardı. Safiye Hanım bu sö
zün aslını her zaman çok bela savmak için sadaka miktarını oldukça
az tutmak olarak anlamıştı. Bu nedenle onun sadakaya ayırdığı büt
çe hiçbir zam an bir kutu güllü lokum ve üç beş kuruş paradan öteye
geçmezdi. Çok sadaka verse çok bela savmayacağından korkardı.
İşin aslına bakılacak olursa bu denli saf bir insandı. Asla kötü değildi.
Kimseye kırıcı bir laf d a etmezdi ve insanlar arasında ara bozuculuk
d a yapmazdı. Pek çok yaşlıda olan yemek seçme huyu dahi yoktu.
Safiye H anım ’la yaşamak zor değildi. Değildi de gizli saklı, özelinin
olmadığı bir ortam da yaşamaktı. İnsanı kanser ederdi.
“İyi günler!” dedi kapıdaki adam . “Rahatsız ettiğim için kusura bak
mayın. Ben, Dr. Saltı. Safiye H anım ’ın evi mi?”
12-1
SULTAN TARLACI 9
Vardır, vardır.” dedi küçük gelin “Muhtemelen” anlam ında bir du-
arsızlıkla doktorun önüne terlik çevirirken. Doktor “Öyle mi?” an-
ımına gelen bir bakışla kaşlarını kaldırdı. Gösterilen odaya doğru
ürürken açık kapıdan Safiye H anım ’ın sırtı açık kanepeye uzanmış
alini gördü. Selam verm eden önce şaşkınlıkla:
\h h h ...” diye inliyordu Safiye Hanım. “Yok yok.” dedi. “Hiçbir şe-
im yok.” Bu onun halini hatırını soranlara karşı tutunduğu tavırdı,
alinden hiçbir şeyim yok diyerek sanki nazlanmıyor izlenimi oluş-
ırur, hal ve hareketleriyle dünyanın en ağır ağrısını çekiyormuş gibi
apardı. Mesela şu anda, doktor zile basm adan önce demir gibi sağ
ım kanepesinde oturup evlendirme programmdakilerin geleceğine
air tahminler yürütürken zil çalınmasıyla dünyanın en ağır hastası
luvermişti.
Kremimin sürülme saati geldi d e.” diye devam etti. “Sen geleceksin
iye biraz bekledim, sürdürm edim geline.”
125
I ‘>7 CÎÜN ’ B Ö LÜ M İ
127
r>7 (.¡UN ' B Ö LÜ M İ
Peki, nereden biliyor böyle şeyleri, cinci midir, üfürükçü müdür? Ben
daha ne cin adını ağzına aldığını ne bu işlerle uğraşan cincilere, üfü
rükçülere gittiğini gördüm; ne de başkalarından böyle bir şey işittim.
Hatta sorsanız cine, cinciye, üfürüğe, üfürükçüye de belki inanmaz.
O sadece tembel ve meraklı biri. Bu yönde sabahtan akşam a kadar
bom boş oturup sadece düşünmesinin, onu bir şekilde algı olarak
farklı bilgilere ulaştırdığını düşünüyorum . Bu durum da, kullandığı
tek organı olan beynini oturduğu yerden onun bunun özel hayatı
değil, bir fizik denklemini düşünm eye yorsaydı, bu potansiyelle ünlü
fizikçi Hawking’in yerini alabilirdi am a herkesin ilgi alanı farklı işte.
128
SULTAN TARLACI 9
‘Herkes bildiği işi yapsın.” Birden doktora dönüp: “Ne içersin dok-
or oğlum?” dedi.
Allah esirgesin.” demişti Safiye Hanım. “Ne için gerekli o?” Dudak-
arı birden sarkmıştı. “Yoksa bende böyle bir şeye elzem bir hastalık
nı gördün?”
129
197 (¡Ü N ■ BÖLÜM 1
“Yok.” dedi doktor. “Yani geleceğimi önceden bilip krem için beni
beklemenizden bahsediyorum. Yani bu sabah. Ben bile buraya gele
ceğimi bilmiyordum.” İşini tamamlamış, krem kapağını kapatıyordu.
“A aa.” diye doktora döndü Safiye Hanım. “Hiç öyle bir şey dem e
dim. Geleceği yüce Allah’tan başkası bilemez. Ben ancak tahmin
ederim .”
10
SULTAN TARLACI 9
“Ettim.”
“Ee... ”
“Yani diyorum ki ben buraya ara sıra gelen biri olsam ya da benden
başka bir doktor buraya sıklıkla gelse ve sen de bugün doktor gele
cek desen, bu tahmini anlayabilirim. Yalnız benim buraya geleceği
me dair hiçbir işaret yokken bunu nasıl bildin?”
“Eğer gerçekten böyle bir şey varsa, size bazı tetkikler yapm ak iste
rim.” dedi doktor.
Doktor geldiğinden beri sanki kulakları ağır işitiyor rolü yapan Safiye
Hanım birden dönüverdi. “Yaşlı bir kadının bedeni nasıl kaldırsın o
dediğini?” dedi. Safiye Hanım sıklıkla hastalıklarına hiç baktırılma-
(lığından yakınır am a biri doktora götürmeyi teklif etse hastanede
131
I ‘)7 CilIN * BÖLÜM 1
I XI
SULTAN TARLACI 9
17. G ün
Sonra bir gün sahibi Tugay Bey’in -bak bana da ‘Bey’ dedirtiyorsu
nuz- ansızın verdiği bir kararla güzellik salonuna dönüştürülmüş, o
esnada ismi de Tugay’ın soy ismiyle aynı adı taşıyarak ‘Parlakkanat
Güzellik Salonu’ oluvermişti. Hatta o zamanlar sıklıkla “Tugay, hadi
kuaför salonunu büyüttün, güzellik merkezi haline getirdin onu anla
dık da ismini neden değiştirdin? Aynen kalsaydı ya.” diye sormuştuk
da o da her defasında aynı cevabı vermişti: “İlerde bir gün güzellik
merkezi zincirlerim, kendi adım a saç modellerim olabilir. Hatta başlı
başına bir m oda markası olabilirim. Soy ismimle anılayım şekerim.”
çıp gelmiş biriyse, onun yerinde başkası olsa bir yerde işe gireyim de
çalışayım demez sokak çocuğu olurdu o yaşta. Hem bu Tugay’ınki
ne çalışma! Altı ay boyunca parasız çalıştı. Pinti Pan meslek öğreti
yorum, çırak yetiştiriyorum diye beş kuruş vermezdi ki çocuğa. Kı-
yam am o zamanlar Tugay nasıl zayıf, bir deri bir kemik. Hayır, bari
pinti herif çocuğun her gün iyice karnını doyursa! O kendi karnını
bile doyurmazdı orası ayrı. Tugay, ağzını açıp da tek kelime etmezdi
Pinti Pan’a, değil para istemek... Gidecek yeri mi var ki? Defol dese
ustası, kalacak ortalıkta.
Bak işte laf lafı açar laf şeyi açar derler, asıl söyleyeceğim, Tugay’ın
bu Rum patronun yanında her türlü zorluğa katlanıp yirmi yıl sonra
bir güzellik merkezi sahibi olması göz önünde bulundurulursa ileride
kendine ait marka ismi olması da olasıdır.
Başka bir sebep ise Tugay’ın “İleride bir gün, olur ya.” şeklinde
başlayan ifadelerinin genellikle gerçekleşir olmasıydı. Algıları kuv
vetliydi. Zaten müşterilerinin pek çoğunun kahve falına da bakardı.
Çok fazla müşterisi olmasının ve alanında kısa sürede gelişmesinin
nedenlerinden biri de budur. Gerçi faldan para almazdı am a fala
SULTAN TARLACI
Evet, Tattu’yu da tanırım. Saf bir kızdır. Bizim kraliçe (doksan ya
şında hayata veda etmiş şehrin en eski hayat kadını benim öğret
menim, ablam) görseydi s... sürecek kadar akıl yok derdi. Ay ha ha
ha... Basıvermişim kahkahayı.
Bizim prenses şu halini görse Aklı ermez götü sakız çiğner.’ d-rdi. Ay
ha ha ha! Bak yine basıverdim kahkahayı.
un
SULTAN TARLAC1 9
“Tattu! Kız bak döveceğim seni. Cadı!” diye bağırdı Tugay. “Ben
sana dem edim mi doktordan sana fayda yok diye en başında.”
“Ben bir doktorla çıkıyorum d a .” diye neşeli bir sesle cevap verdi
Tattu.
“Ay Rabbim!” dedi Tugay. Bezgin bir tepkiyle ellerini dua eder şekilde
havaya kaldırmış gözlerini de tavana dikmişti. Tattu’ya döndü: “Kız
neden yalan söylüyorsun. Doktor seni bugün yolda görse tanımaz.”
“Federico isimli bir iş adam ı var.” dedi. Bizim Tattu’yu birkaç defa
ürünlerinin reklamlarında falan kullandı. Adam aynı zam anda üni
versitede hoca. Çalıştığı üniversitenin hastanesine Alzheimer hasta
ları için özel bir bina bölüm yaptırmış. Hayrına.”
139
9 107 GÜN • BÖLÜM 1
Olsun dediler. Gönül bu, sadece sevmek arar. Örnekler dolaştı salo
nun gürültüsünde. Ne zenginler fakirlerle evleniyor şimdi diyorlardı.
Kaç yaşında adam lar kaç yaşında kızlarla. Yurt dışındakiler yurt için
dekilerle. Yabancılar yerlilerle. Sakatlar sağlamlarla. Bu örneklerin
hepsi de şunu demek istiyordu. Evet, doktorun Tattu’yla berabeı
140
SULTAN TARLACI 9
olması zengin fakir, yaşlı genç, uzak yakın, yabancı yerli, hasta sağ
lam ilişkisi kadar zor am a m addi farklılık, yaş farkı, mesafe farkı, dil
farkı, sağlık farkı olanlar birlikte olabiliyorsa doktor ve Tattu da olur
du. Zaten hep böyleyiz. İmkânsız bir şeyi istediğimiz zaman daha
önce gerçekleşmiş imkânsızlıkların avuntusuyla kendi imkânsızımızı
mümkün kılmaya çalışırız.
Tugay: “Ha, evet tabii bir.” dedi m ankene dönerek. Sonra yeniden
141
l ‘)7CilJN ■BÖLÜM 1
“Gitti, bir de adam a dedi ki: ‘Sen bana niye gülüyorsun?’ Ayy...
O rada da bir rezil olduk mu!” Ellerini birkaç defa birbirine vurm uş
tu. “Adam buna ‘Her gördüğüne gidip ‘Niye güldün?’ diye soruyor
m usun?’ demesin mi!”
“A aa...” diye karşılık verdi Tattu. “Ne zaman dedi Tugi? Yalan söy
leme!”
“Doktor nasıl biri? Hani internette fotoğrafı yok m u?” diye soruyor
du müşteriler.
\42
SULTAN TARLACI 9
“Ay ne anladık şekerim, Allah aşkına? Şimdi sorsanız oradan tek bir
kelime söyle diye valla hatırlamıyorum. Bilmediğim, hiç duym adı
ğım bir sürü şey ve sohbete katılamayan sadece ikimiziz m asada.
Yani ha varlığımız ha yokluğumuz.”
“Saltı.”
Tugay bezmiş halde bir şey demedi. Sağ kaşını kaldırıp müşteriye:
“Zaten orada da sus dedim, susmadın. Yok, neym iş...” Tattu gibi
konuşarak: “ ‘Katil senin evinde diyorlar Fediş’ böyle diyorsun a d a
ma!”
“Öyle diyorlar Tugi, sen de biliyorsun. Ben dün gittim ya onun evi
ne. Polisler geldi. Hatta Fediş’in uzakta bir yerde çiftliği varmış, çift
liğine de gideceklermiş. Fediş evi polislere bıraktı. Nereye bakmak
İsterlerse baksınlar diye hizmetçiye söyledi. Sonra onun üzerine olan
mülklerin adreslerini verdi polis daha istemeden. Katil matil sakla
maz Fediş öyle şey yapmaz. Merhametli adam Tugi bir görsen evini
143
9 197 C.ÜN ■ BÖLÜM 1
Tugay bezgin halde hiç cevap verm eden işini yapm aya devam etti.
144
SULTAN TARLACI
19. G ün
“Tika”, Füsun Hanım ’ın eşi İlker Bey’e kim tarafından ve ne zaman
verildiği bilinmeyen takm a isimdir. Bu ismin ona takılma sebebi ise
m uhtemelen sık sık kırptığı sol gözündeki “tik” ve “antika” dükkâ
nı işletmesidir. “Tika” lakabı ona o kadar yakışmış ve yapışmış! n
ki çoğu kişi gerçek ismini bilmez veya Ermeni asıllı beyefendinin
kendi ismi zanneder. Kendisi veya Füsun Hanım, bu lakabın kulla
nılmaması veya unutulması için hiçbir çaba göstermemiştir. Halla
öyle anlar olur ki, müşterileri veya ahbapları dükkânda İlker BcVı
SULTAN TARLACI 9
147
9 r)7 G Ü N ’ B Ö LÜ M İ
vardır. Onu ilk gören, morarmış gözleri, zayıf kirli sakallı yüzü, içinde
yeleğini eksik etmediği takım elbisesi ve bir kavga sonrası bıçak izi
gibi duran yanağındaki o çizikle bir kabadayı veya hapisten çıkmış
biri zannedebilir am a Tika bu tür işlerden aşırı korkar ve kavgaya
asla karışmaz. Hapishaneye ise hiç girmemiş, öğrencilik yıllarında
disiplin cezası bile almamıştır. Düzenli bir insandır ve her sıkıntıdan
uzak bir hayatı vardır. Belki de tek sıkıntısı evliliğidir, çünkü İlker
Bey’le Füsun Hanım ’a aslında evli bile dem ek yanlış olur.
Kâğıt üstünde hâlâ evli olsalar ve aynı evde yaşasalar, aynı yatağı
paylaşsalar da, evliliklerinin bitişi, evlendikleri günün ertesi gününe
denk gelir. Füsun Hanım ’ın annesi o gün, tek çocuğu ve canından
çok sevdiği Füsun’un okuldan gelmesini beklemiş am a on dakika,
yarım saat gecikme derken Füsun eve dönmemişti. Okul arkadaş
larına, komşulara, polise sorarken, eve Tika’nın babası çıkagelmiş,
Füsun’un annesine bir çeşit “kızlarının ölüm ünü” haber vermişti.
Yıllarca yatalak baktığı ve genç yaşta kaybettiği eşinden sonra Tarih
öğretmenliği yaparak, tek başına, zorlukla ve umutlarla büyüttüğü,
hatta gözünde hiç büyütemediği kızı, Ermeni asıllı bir çocuğa, üstelik
çok küçük bir yaşta kaçmıştı. Haberi duyar duymaz oracıkta kalp
krizi geçirmiş, sabaha da vefat haberi duyulmuştu. Ağzından çıkan
son söz Füsun’u asla affetmeyeceği olmuştu.
148
SULTAN TARLACI 9
Siliklerinin ilk yıl dönüm üydü. Füsun Hanım o önemli günü unut-
ıuş da İlker Bey çok değerli bir gerdanlık almıştı eşine. Hatta tarihi
;er sayılan bu takıyı zorlukla getirtmişti. Romantik adam , eşinin
Dynuna kendi elleriyle takm ak istedi. Füsun Hanım ne yaptı? Daha
takarken koparıp atm adı mı boynundan! İlker Bey’in şaşkınlığı
acıtıcıydı. Çirkef kadın “Boynum u yaktı, canım yandı. İstemiyo-
m .” gibi bir bahane uydurmuş, arkasından da “Sen en iyisi bana
kı falan alm a.” diye höykürmüştü.
149
I‘>7 GÜN • BÖLÜMİ
150
SULTAN TARLACI 9
151
! ' > / ( , ÜN ’ BÖLÜMİ
“Hayır, size oda almadım. Nasıl bir oda?” dedi. “Ben sadece yukarı
çıkmanızı ve usluca oturmanızı istiyorum.”
“Özür dilerim. Senin yerde yattığını görm edim .” dedi Sindy’nin elini
öperken. “Yanlışlıkla oldu.” diye ekledi.
Füsun Hanım:
“Anneciğim yukarı çıkar mısın!” diye daha sert bir sesle ikaz etti.
İkizlerden biri annesini taklit edip: “Özür dilerimooo. İnanın çok üz-
günooo...” diyordu. Diğeri bu taklide katılırcasına güldü.
Komiser Vefa diğer çocuğa dönüp: “Bak, bence aram ızda tartışm a
mız anlamsız.” dedi “O nun eline bastım ve tedavi olması gerekiyor.
En iyisi biriniz doktor olun, biriniz de hemşire ve hem en onu tedavi
edin.”
Çocuklar düşündü. Bu çok güzel bir fikirdi! Yalnız kimin doktor ki
min hemşire olacağı yeni bir kavga sebebi olmuştu. Çocukların ikisi
de hemşire olmak istiyordu. Neyse ki onlar kendi arasında tartışma
ya dalmışken polisler eve dağılma fırsatı bulabilmişti.
Elbette evde hiç kimse yoktu. Zaten bu evde bir katilin saklanması
da mümkün değildi.
1 S3
l‘>7(iÜN ' BÖLÜM 1
23. Gün
ceği polis hattını hatırlattığı gibi kendi num arasını d a vermişti. Ço
cuklar tarafından meyve suyu doldurulmuş ayakkabılarını üçü de
giyip evden ayrılırlarken ikizler “Gitmesinler!” diye ağlıyordu.
“Yanıtlarım seni korkutuyorsa ko rku tu cu sorular sorm a kta n
vazgeçm elisin do stu m .”
Dr. Saltı paylaştı, 157 g ün önce
23. G ün
iki aydır kilo almıştı. İçine kalın bir şeyler giyerse yağmurluğun
^melerinin kapanmayacağını düşündüğünden ve Tika’nın da ak
başından almak için olsa gerek, o sabah uyanır uyanm az evden
arken yağmurluğunu incecik geceliğinin üzerine çekip gelmişti.
“Ah! Çok sert havlu... ” dedi kadın omzunu biraz öne çekerek.
Kadını yum uşatmak için yaklaşık kırk elli defa sevgilisinin omuzlarını
156
SULTAN TARLACI 9
157
197 GÜN • BÖLÜM 1
Bu sahne yaklaşık üç yıldır en geç ayda bir defa, bazen haftada iki
kez tekrarlanırdı. Sadece ben değil, burada eşyası olan her ne kadar
geçmiş zaman insanı varsa anılarının olduğu yere bakm aya geldik
lerinde; birinden biri böyle bir görüntüye muhakkak şahit olmuştur.
Çünkü bu dükkânda sayam ayacağım kadar çok eski eşya bulunur.
bilmeniz gerekir. Dükkâna satın almak için değil, bir şeyler satmak
için gelmişseniz, Tika elinizdeki antikaya göre davranır. Satacağınız
antikayı gördükten sonra malın değerine göre sol gözünü kırpar, sizi
alır, dükkânın o sınıf mallarının yanm a götürür; elindeki her malının
özelliğini tek tek sayar, bunun yanında işlerin kesatlığından söz ede
rek, elindeki benzer malların sizin satm aya çalıştığınız m aldan daha
kıymetli olduğunu am a sizin istediğiniz fiyattan çok daha düşüğe sa
tın aldığını anlatır. Sıkı bir pazarlık yapar, sonuçta dükkâna gelirken
kafanızdaki fiyatın üçte biri fiyata sizin elinizden malı alır. Aynı malı
sizden aldığı fiyatın en az dört katm a satar. Bunun yanında hatırını
saydığı dostlarına indirim yaptığı da olur.
iv ;
* 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
160
SULTAN TARLACI 9
olarak geçtiği zamanı düşünse aklına hem en o saatin tik tak’lan gelir
ve içinde Tika’ya karşı yeniden bir ılıklık hisseder. Belki de, kocasına
“Tika” lakabını takmalarına saatin tik tak’larını hatırlattığı için gıcık
olmaz. Pek çok kişinin “Füsun, Tika’yla parası için evlendi.” dedi
kodusuna karşın Füsun İlker Bey’e işte böyle sırılsıklam âşık olarak
evlenmişti ve bence içinde hâlâ bir sevgi vardı.
161
9 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
Ayrıca bir seks yuvası olarak kullandığı dükkânda bir katile yer yoktu.
162
SULTAN TARLACI
Sol gözü birkaç defa sekti. H atta ‘O rada dikkatini çeken bir şey var
sanırım. H a ha. Şirin şey gezdirin baksın.’ dedi. Katili bulmak için
civardaki evleri ve dükkânları gezdiğini bilen polis dükkânın içini
gezmek isterse aşağıda yarı çıplak yatan sevgilisini görecekti. Ney
se ki sevgilisi polisler oradayken uyanmış ve “Aradığım eşyalar yok
aşağıda. Kusura bakmayın meşgul ettim epey sizi.” demiş ve dük
kândan çıkıp gitmişti. Tika arkasından birkaç defa “Yine bekleriz,
yine bekleriz.” dedi.
29. G ün
Federico mu?
Allah’ın belası domuz herif! İçinde insan izi olmayan varlık. Elbette
tanıyorum. Beni o öldürdü.
3u şehrin tüm umumi tuvaletlerinin geliri ona gider. Uff! G ünde kaç
dşi girer çıkar o tuvaletlere şehir m eydanlarında, yol kenarlarında,
ünlenm e tesislerinde biliyor musunuz siz?
3oklu Federik yapar işte. Bu adam tahmin ettiğinizden çok daha za-
arlı biridir. En son fizikî beden ve varsayılan ruh üzerine çalışmalar
/aparken belki yüz tane adam öldürdü ve ölüm anında ceset hafif-
iyor mu diye ölçümler yaptı. Bazı bilim adamlarının, ruhun ağırlığı
/lduğu ve ruhun bedenden ayrılması anında cesedin hafiflediğine
lair görüşleri var. Bizimki de denedi. Onca kişiyi öldürdü; kadını
»rkeği, yaşlıyı genci, şişmanı zayıfı. Sonra da ölçtü tarttı am a nasıl
)ir sonuca ulaştı bilmiyorum.
165
197 GÜN • BÖLÜM 1
166
SULTAN TARLACI 9
datta Federico denen dom uza olan öfkemi bile. Böyle anlattığıma
/akmayın. Nasıl desem ? Bir anlık şaşkınlık ve sonrasında alışkanlık
jibiydi sinirim. Hızlı giden bir aracı hem en durduramazsınız, bir süre
iürüklenir ya aynen o şekilde. Ya da grip olduğunuzda yediğiniz
/emek gibi... Yersiniz am a ağzınızda hiçbir tat hissetmezsiniz. Fe-
ierico’ya öfkem, yaşarken son zam anlarda beni ve ruhum u en çok
neşgul eden şeydi. Bu nedenle hâlâ orada kaldım sanırım. Bilinç
1e anılar, ölünce bir şekilde devam ediyor hem de kaldığı yerden,
foksa hissettiğim bir şey yok ona karşı. Sanki sinirlenmem gerektiği
çin sinirleniyormuşum gibi... Bir görev gibi... Öylesine...
167
197 GÜN * BÖLÜMİ
168
SULTAN TARLACI 9
\dam karısını öldürürken videoya neden aldı? Sanırım bir defa öl-
lürmekle siniri geçmeyeceği için her sinirlendiğinde defalarca izle-
nek istedi am a hiç izleyemedi o videoyu. N eden derseniz videonun
Icvamında bir görüntü: On dört yaşlarında bir çocuk arkadan yak
ışıyor ve beynine silahı dayayıp adam ı vuruyor! Federico sanırım
uı. Annesinin öldürülüşüne şahit olunca gebertti babasını. Belki
»abası olmadığını biliyordu. İşte daha sonra ne oldu da Türkiye’ye
H'lmeye karar verdi bilmiyorum am a liseye burada başladığını ve
nmamladığını biliyorum. Üniversiteyi de burada okumuş. Babasın
ı n yüklü bir miras. Mafyalık da -Antep de- genlerde var. Kafası da
nr onu da söylemek lazım. Akıllıdır Federico.
Hdürülen kız mı? Ha... Evet, biliyorum o olayı. Zavallının kafası be-
169
197 GÜN • BÖLÜM 1
170
SULTAN TARLACT 9
Bizim dom uz bu öldürülen kızla niye ilgileniyor derseniz bak bir isim
vereceğim size. Bir doktor, Dr. Saltı. Federico bu adam ı uzun süredir
takip ediyor. Akıllı bir doktor. H atta Federico’dan akıllı. Dahi. Bizim
domuz da böyle düşünüyor. Söylemez ama ben bilirim. O doktor bu
öldürülen kızla ilgileniyormuş. Artık nedenini ben bilmem. Makale
falan yazacaktır belki. Doktoru tanıyan bir ruh vardır. Gidip sorun.
Ben anlam am da sık duyduğum bir laf var son zamanlarda: Kuan-
tum Fiziği. Federico da bu alanda uluslararası bir ödül almak istiyor.
Nobel Fizik Ödülü. Bokumu alsın!
171
“Aşk, akıllı aptal dem eden tü m insanlara bulaşan bir h a sta lık tır”
A lb ert C am us
Dr. Saltı paylaştı, 149 gün önce
31. G ün
Hadi kapının açıldığını duym adı veya fark etmedi diyelim, Fizik ho
camızın Jülide H oca’ya “Vallahi Jülide Hanımcığım nasıl yakala
dınız o kopyayı? Geçen haftadan beri okul sizi konuşuyor.” deyip
ardından bir kahkaha atmasıyla odadaki herkes Jülide Hanım ’a
dönm üşken komiser yine dönüp bakmamıştı. Katılmayabilirsiniz
am a artık bu kadarı kesin bir hoşlanm a belirtisiydi bana göre.
174
SULTAN TARLACI 9
Jülide Hanım:
175
197 GÜN ’ BÖLÜMİ
Komiser az değildi. Onun daha önce Jülide H anım ’ın adına sayfa
aramış ve bulamamış olduğundan emindim.
176
SULTAN TARLACI 9
Komiser onaylar gibi başını salladı. Sonra birden aklıma bir şey gel
miş gibi:
177
197 GÜN ’ BÖLÜMİ
“Ne kadar sağlam bir hafızanız var.” dedi komiser. Akşam ne yediği
mi hatırlamıyorum. Herkese karşı mı böylesiniz, yoksa özel olduğu
mu düşünüp sevineyim mi?”
178
Sili I AN IA İM A« I
'eğeninizin başarılı olduğu bir alan var mı?” diye sordu birden.
179
197 GÜN • BÖLÜMİ
37. G ün
Bu cümleyi bir hastane kafesine göre yüksek sayılacak bir sesle söy
leyen, Saltı’nın acil serviste görevli doktor arkadaşıydı. Bulunduğu
ortamda rahat tavırlarıyla dikkat çekerdi. İstediği yerde istediği şe
kilde konuşur ve bu konuşmaların bir yerinde m uhakkak kadınlara
yer ayırırdı. Biraz daha oturacak ve sohbet edecek olursa konuyu
dünyada olan değişik ve büyük olaylara getirir tüm bunların arka
sında gizli güçlerin olduğunu savunurdu. Bu gizli güçler ne tür güçler
ve amaçları nedir her zam an bir m uam m a olarak kalırdı sözlerinde.
Ham burgerden ısırıp eliyle “Ha bir şey daha söyleyeceğim” gibi bir
hareket yaptı. Sanki S a h ’ya “Bir dakika bekle” der gibiydi, zaten
Saltı’nın konuştuğu yok:u. Arkadaşının boğulurcasına hamburger
yiyişine bakarak söyleneni yaptı, susmaya devam edip onun konuş
masını bekledi.
Birkaç gün sonra Saltı’yı ve kendisi için kadro açılan bayanı, yazılı
Yabancı Dil ve Bilim Sınavı’na almışlardı. Yalnız sonuçların açık
lanması oldukça uzun sürmüştü. Sınavdan Saltı’nın daha yüksek
aldığı belliydi. Ayrıca yayınları da diğer adaydan daha fazlaydı. So
nuçların bir türlü açıklanmamasının bundan olduğunu anlayan Sallı
182
SULTAN TARLACI 9
183
9 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
184
SULTAN TARLACI 9
185
197 GÜN ’ BÖLÜM 1
186
SULTAN TARLACI 9
1H7
9 197 GÜN ’ BÖLÜM 1
diğerleri kadar kötü davranırdı. Belki daha fazla. Her zaman ölmüş
ve güzel bir kadın, yaşayan ve güzel bir kadından daha güzeldir.
Ulaşılmazdır, talepkâr değildir.”
Yeni bir sigara yakarken ağzının içinde:
“İkinci kocası Joe Di Maggio yine de diğerlerinden farklı gibi geliyor
ban a.” dedi. “Ölüm ünden sonra alnından öpüp onu, üç kez sevdi
ğini söylemiş.”
“İyi bir reklam.” dedi arkadaşı kaşlarını kaldırarak. “İyi düşünmüş."
188
SULTAN TARLACI 9
gibi bakarken “H aa.” dedi. “Şimdi anlaşıldı J o e ’yi savunm an. Re-
enkarnasyona falan inanmıyorsun değil mi?” diye ekledi. “Doğum
tarihi benzerliğinden Joe olduğuna inanıyorsan, şizofreni olduğu
için Marilyn olduğuna inanan bir kadın bulup hem en evlen öyleyse.
İki çıplak bir ham am a layık.”
Öyle birini arasa bulmakta güçlük çekmezdi Saltı. Çünkü internette
paylaştığı fotoğraflardan onun Marilyn’e ilgisini bilen onlarca kadın
kendini Marilyn zannedip onun gibi davranm aya ve fiziksel olarak
hiç benzemedikleri halde güzel artistin bazı garip huylarını edin
meye çalışıyorlardı. Bu huylar içinde genellikle Marlyn’in son d ö
nemlerindeki huysuzlukları ve şizofreniye yakın davranışları vardı.
Oysa onun gibi olmaya çalışıp Saltı’nm ilgisini çekmek için uğraşan
onca kadının kaçırdığı üç nokta vardı. Birincisi Marilyn’in hastalığı
yapmacık değildi ve her ne kadar film devleri onu aptal sarışın ola
rak dünyaya tanıtmış olsa da Marilyn çok zeki bir kadındı. İkincisi
-kim ne derse desin- çok güzeldi ve Saltı onun güzelliğine âşıktı.
Üçüncüsü, Marilyn şu an tıpkı 1950’li yıllardaki çekiciliğiyle olduğu
gibi çıkıp gelse Saltı belki gerçek Marilyn’den de zevk almayacaktı.
Çünkü hayalinde “üzerine çok daha fazlasını” koymuştu. Tüm bun
lardan çıkan sonuç şuydu ki gerçeğinin şansı olmayan Marilyn için
sahtelerinin hiç şensı yoktu. Ya sahtesi bile olamayıp kendini komik
durum a düşüren onca kadın? Saltı canı sıkıldıkça bunlarla dönem
dönem beraber olur sonra Alzehimer’a yakalanmış rolü üstlenip hiç
tanışmamışlar gib: hepsini yolcu ederdi.
Saltı güldü: “Joe dsğilim elbette am a bazı ortak yönlerimiz, onu daha
rahat anlamamı sağlıyor diyelim.” Sigarasından bir nefes daha çekti.
“Ayrıca, doğum tarihlerimizin aynı olduğunu yakın zam anda öğren
dim. Ben önceden beri J o e ’nun Marilyn’e olan sevgisini biliyorum.
Diğer kocalarında olmayan bir sevgi.”
“O halde Marilyn’i neden dövdüğünü ne anlıyorsundur. Kadını faz
laca üzmüş ve öldüğünde, hatta ölüyken de duymadığı halde ona
sadece ‘seni seviyorum’ demiş diye onu aşk dolu ve romantik bula
mayız sanırım.” Burada acil servis uzmanına hak verdim.
I8‘>
“Her ölüm yıl dönüm ünde mezarına çiçek göndermiştir.” dedi Saltı.
Arkadaşı bir kahkaha attı. “Senin haberin var mı, şu anda yeryü
zünde eşi bir ölse her ölüm yıl dönüm ünde değil her hafta mezarına
çiçek götürmeye hazır kaç adam var?”
“Ha ha! Evet am a Marilyn öldüğünde Joe ile evli değildi ki. Çoktan
boşanmışlardı. Arthur Miller ile uzun yıllar evli kalmıştı. Joe, ona
defalarca ‘tekrar evlenelim’ demiştir.”
“Bak o halde Joe bile öldürtmüş olabilir Marilyn’i.” dedi acil servis
uzmanı gözlerini kocam an açıp sesini kısarak. “Yeniden evlenmek
mi? Kâbus olmalı!” Bir kahkaha daha attı. Sonra birden aklına ge
lip saate baktı. Tam kalkıyordu ki arkasından om zuna bir dokunan
oldu.
“Nereye?” demişti Federico. “Ben de güzel bir sohbetin ortasına gel
dim diye seviniyordum.”
“Geç kaldın.” dedi diğeri aynı şekilde Federico’nun koluna dokunur
ken. “Gitmek zorundayım.”
Federico Saltı’yla el sıkışırken acil servis uzmanının arkasından:
“Yahu o halde bir ara evime bekliyorum ikinizi.” diye bağırdı.
Acil servis uzmanı düşünür gibi bir hareket yaptı.
Federico, sandalyeyi çekip otururken: “Hiç görüşemiyoruz.” dedi.
“Sana ulaşmak ne zor! Telefonla aradım, açm adın.”
Saltı yeni aklına gelmiş gibi cebini kontrol etti: “Yukarıda kalmış ol
malı. Genellikle sessize alırım. Yanımda taşımayı da sevm em .”
Federico bir şey daha söyleyecekti ki telefonu çaldı. Karşıdakiyle
soğuk ve kısa birkaç kelime konuştuktan sonra telefonu kapatıp Sal-
tı’ya:
“Polisler...” dedi. “Ciddi ciddi katili sakladığımı mı düşünüyorlar
acaba? Çiftliklerimden birinin adresini istiyorlar.” dedi gülerek. “Bu
kaçıncı!” diye ekledi. “Üstelik onlara söyledim. Adresi değil, çiftliği
vereyim isterseniz. Yeter ki bir rahat bırakın yahu.”
190
“K öpekler beni hiç ısırm adı am a insanlar için aynı şeyi
söyleyem eyeceğim ”
M arilyn M onroe
Dr. Saltı paylaştı, 137 g ün önce
41. G ün
Sıcak ve güzel bir bayan sesiydi. Vefa’nın şaşkınlığı bir kez daha
artmıştı.
Ziynet de yabancı bir ses duyduğu için sahibinin yanm a gitmiş ki
minle konuştuğunu kontrol ediyor, konuştuğu kişinin ayakkabılarına
bakıyor ve doğru olanı yapıyordu. Ben de olsam öyle yapardım ve
? 197 GÜN • BÖLÜM 1
192
SULTAN TARLACI
O an iki işçi bacağı taşıyan sarı çizme giymiş görevli ayakların an
nemin cesedini sürüklediğini gördüm. Sonra kaldırdı ve çöp arabası
olduğunu düşündüğüm bir arabanın arkasına attı. Az önce annem e
çarpan zengin arabalara benzer arabalar o esnada önüm den geçtiği
için tam görememiştim. Yanına da gidemedim. Havladım, çok hav
ladım. Sonra zaten annem i de alıp gitti. Gücüm yettiğince havladım.
Bir süre sonra havlam alar boğazıma tıkandı. Uğunurken ağzımı aça
madım, boğazımda bir inilti oldu.
veya on beş dakika sonra yanım da, hem en yanı başım da büyük
spor ayakkabıların taşıdığı kargo pantolonlu iki bacak gördüm.
Bunlar nasıl ayaklar ve nasıl bacaklardı? Bilemedim bir an. Başımı
bacaklardan yukarı kaldırdığımda bana bakan iki gözle karşılaştım.
Gözüme o gün, o, ne kadar büyük görmüştü! Dev gibi dikiliyordu
yanı başımda. N eden geçip gitmiyordu da bana bakıyordu ki? Önce
korkuyla, heyecana benzer bir duygu yaşadım. Koşup gitmeli miy
dim? Annem olsa ne yapardı? Koşar mıydı? Koşsa bir araba altın
da ezilir miydi? Sonra içimden bir ses, sessizce beklememi söyledi.
Tekrar eğdim başımı önüm e. O da önüm de eğildi. Ellerinin arasına
aldı beni. Yukarı kaldırdı. Bakmadım gözlerine. Eğdim başımı. Bana
şöyle demişti: “Çok ayıp öyle ağlanmaz. İleride kocam an adam ola
caksın. Gel bakalım sen buraya.” Ben aslında dişi bir köpektim ve
kocam an bir adam olmayacaktım am a yine de hoşum a gitmişti bu
söz. Sanırım gelecekten bahsetmesi, bir anlık da olsa o üzgün anım
dan uzaklaştırmıştı beni.
194
SULTAN TARLACI 9
Bir ara az önce beni oraya kapatan kocam an kalın bacakların sahi
bi kafesimin tellerine ayağını vurarak “Kes sesini bitli böcek!” dedi.
Ben böcek değildim ve bitli de değildim. Pirelerimi de temizlemiş
lerdi. Çaresiz oturdum bir köşeye. Böyle ne kadar geçti bilmiyorum.
Hava kararıyordu. Hayvan barınağının sahibi büyük ayaklı adam
telden içeri bir yemek döktü. Bu sanırım yemek artıklarından birik
miş bir yemekti. Yemedim. Başımı koydum yattım. İnledim. Sonra
bir araba sesi duydum yine. Acaba arkadaş ayaklar mıydı gelen?
Beni götürmeye mi gelmişti yoksa şöyle bir bakıp gidecek miydi?
Hemen kalktım. Yeniden havladım. Evet, gerçekten dönm üştü.
Havladım, havladım, havladım, havladım. Dört döndüm kafesimin
içinde. Nöbetçi ayaklarla arkadaş ayaklar bir süre konuştu. Sonra
nöbetçi ayaklar kafesimin önünde durdu. Kafesi açtı beni ona verdi.
Yattım kucağına.
Gece beni götürüp sabah aldığı sepete yatırdı. Ben de kalktım onun
yanına yattım. O beni tekrar sepetime yatırdı. Ben de tekrar kalktım
onun yanına yattım. Sonra o tekrar beni sepetime yatırdı, ben de
tekrar onun yanına yattım. Sonra sepetimi antreye koydu, beni de
içine yatırıp kapıyı örttü. Elbette havlayacaktım bu durum da. H av
ladım ve uludum, uludum, uludum ve uludum. Kapıyı açtı. Fes etti
veya hoşuna gitti. Ben de gittim, yattım yanına. O da bana sarıldı,
birlikte uyuduk. Kocaman yatağı vardı. Ben küçücük bir köpektim.
Ne kadar yer kaplayacaktım? Gerçi büyüdüğüm de, kocaman oldu
ğum da da orada yatıyordum am a zar zor o yatağı paylaştık anlaya
cağınız.
196
SULTAN TARLACI 9
Vefa beni yaşamak istediğim gibi bıraktı aslında. O yüzden resmî bir
köpek yapmadı. Biliyordum ben. Düşünüyorum da bende de diğer
köpeklerin polis elbiseleri ve kimlikleri olsaydı Vefa’m olmaz mıydı?
Onunla uyuyamaz mıydım? Sabahları koşamaz mıydık? Beraber ye
mek yiyemez miydik? Vefa bir köpekmişim gibi davranmadı. Evet, o,
bir hanımefendiye nasıl davranılmasını gerekirse öyle davrandı bana.
“Önemli bir şey değil.” dedi Jülide Hanım. “Bir öğrencimi evine
bıraktım.”
“Öyle mi?” dedi komiser. İnanam am ış gibi ağzının içinde dilini çe
virdi. Bıyık altı gülümseyip “İlginç.” diye ekledi.
“Bu saat, bir öğrenciyi evine bırakmak için biraz geç değil mi? Okul da
ğılalı.” Telefonunu çıkarmış saate bakıyordu “En az yedi saat oluyor.”
“N eden?”
“Evet.” dedi diğeri. “Gerçekten yanlış bir okul tercih etmişler.” Yeni
den arabasına binmek için bacağını atmışken:
SULTAN TARLACI 9
“Uyumak için erken.” dedi Vefa. “Ha... Sizin uyku saatinizse ve git
me zamanı geldiğini söylüyorsanız bu saatte dışarıda ne aradığını/
dci benim m erak konum. Yatıp uyusaydınız ya...”
“Hayır. Uyku saatim geldi veya uyum a vakti dem ek istemedim za-
U»n. Belki siz de bilirsiniz. Uykulu bir ses, uykusuz bir ses, uykusu
197 GÜN • BÖLÜM 1
gelmiş bir ses, yeni uyanmış bir ses ve uykusunu tam olarak almış
bir ses hep birbirinden farklıdır.”
200
SULTAN TARLACI 9
Bir ihtimal daha var tabii...” dedi Jülide Hanım komisersen uzak-
ışarak ve biraz umursamazca. Başını eğmişti. Ayakkabısına çamur
ulaşıp bulaşmadığını kontrol ediyor olmalıydı. “Uzun zamandır
»kula gelmek için herhangi bir sebep ve zaman bulam ayınca bu
ece beni birdenbire karşınızda bulmuşken bırakmayayım dediniz.”
201
197 G Ü N ’ BÖLÜM 1
“Bu da benim telefon num aram Vefa Bey.” diyordu telefondaki ses.
“Okuldayken siz bana vermiştiniz am a benimki sizde yoktu. Kayde
din isterseniz.”
43. G ün
Doğru. Dört gün önce Cum a günü Jülide Hanım Janset’i evine bı
rakmıştı.
.Jülide Hanım bir süre cevap gelmesini bekledi. Janset hiçbir tepki
197 GÜN ’ BÖLÜMİ
204
SULTAN TARLACI 9
Sınıf yine Janset’e döndü. Bu öyle bir durum dur ki, böyle hallerde
sınıfta, diğerinden bir gram daha fazla beyni olan hoca karşısında
zor durum da kalan beyinsize olabildiğince küçümser bakışlarla b a
kar. İşte Gökay ve grubu... O gruptan bir kişinin bile tahtadaki so
ruyu çözemeyeceğini tüm sınıf bilirdi ve kendileri de bilirdi. Oysa
zihinsel engelli saydıkları Janset’e ne kadar aşağılar bir bakışla bak
maktaydılar.
Bu tür durum larda diğer bir çeşit vardır ki, soruyu kesinlikle çözece
ğinden emin olduğumuz gruptur bu. Büyük bir ısrarla el kaldırır ve
hocaya adeta yalvarır. Gülin şimdi o görevi üstlenmekteydi. Jülide
H oca’yla olan ilk sınavda üzerinden kopya çıkmış olsa da kopya
çekmeden de bu konuları sular seller gibi bildiğini göstermek istiyor
du. Açıkçası sınıf da Gülin’in kesinlikle çözeceğini bildiği halde çö
züşünü görmek istiyordu. Çünkü kopyadan yakalanmış öğrencisinin
aslında çalışkan bir öğrenci olduğunu Jülide H anım ’ın bilip bilme
diği de merak konusuydu. Gerçi hocalar bu durum u ona söylemiş
olmalıydı. Özellikle fizik hocası.
hem en hiçbiri onda yoktu. Gökay, bir akıllı, güzel ve düzgün bacak
ları olan sevgilisine baktı bir de şu ucubeye. Sonra önündeki sırada
oturan sevgilisinin saçlarını okşam aya başladı. Ara sıra boynuna da
dokunuyor, bu ilgi Gülin’i mest ediyordu.
Gökay Al işte çözemedi salak.’ der gibi Janset’i işaret ederek Gülin’e
baktı. Gülin sevgilisine gülümsedi. Yine de sınıfın hevesi kursağında
kalmış gibiydi. Janset Jülide H anım ’a hiç tepki vermemeli Jülide
Hanım bu durum a bozulmalı, böyle durumlar için yeni gelmiş hoca
yı bilmediği konularda aydınlatmakla görevli ön sıralarda oturan ve
sürekli değişik ve renkli kalemler kullanan birkaç kız öğrenci hemen
“Hocam o özürlü.” demeliydi. Hoca, ha öyle mi, şeklinde bir bakış
atmalı, sınıftan birkaç kişi -ayıp olmasın diye yavaşça- belli etmeden
gülmeli, hoca “Şşşşt!” diye uyarmalı bu esnada ders biraz kayna-
malıydı.
106
SULTAN TARLACI 9
Jülide Hanım:
Sınıftan birkaç kişi yine de bu durum la da alay edecek bir şey bul
muş, “Salak m adem çözemeyeceksin, yerinden söyle, neden tah
taya kadar geliyorsun.” diye gülmüştü. Diğer birkaç kişi özürlülerle
alay edilmemesi konusunda fısıltı halinde arkadaşlarını uyardı.
207
97 GÜN ’ BÖLÜM 1
tarmak için ya o soruyu çözmeli ya tahtaya çıkıp bir süre çözer gibi
yapmalı -hiç olmazsa rezilliği birkaç dakika gecikir am a sonunda çok
daha fazla rezil olurdu- ya da saygılı bir şekilde çözemeyeceğini söy
leyecekti. En doğrusu sonuncusuydu ve az önce aşağıladığı Janset’in
verdiği tepkiydi. Bunu yaparken sırada söylemesi veya tahtaya çık
ması o kadar ince bir ayrıntıydı ki Janset’i, bunu söylediği için değil
de tahtaya çıktığı için aşağıladığını kimse hatırlayamayacak, soruyu
çözüp çözemeyeceğine bakarak çözememesi halinde onu Janset’le
aynı kefeye koyacaktı. Öyle de oldu. Soruyu çözemeyeceğini söy
ledi, sınıf onun -en azından matematik konusunda- Janset’ten farkı
olmadığına hükmetti. Bu, o kişinin suratına inmiş şiddetli bir tokattı.
Üstelik Jülide Hanım bundan ‘habersiz’ bir tavır takmıyor ve onun
bu hali, gözümde her geçen gün daha sinsi ve tehlikeli bir imaj çi
ziyordu.
209
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
“Şey teyzem gelirse beni bulam az.” dedi Janset aynı çekingenlikle.
“Ne güzel işte.” dedi Jülide Hanım. “Böylelikle sohbet etme imkâ
nımız olur. Hem en şurası olsa daha mı iyiydi? Anlat bakalım.” diye
devam etti. “Nasıl gidiyor okul?”
Janset’in tipik tutukluğu... Bir süre sessiz kaldı. Sonra yüzünü bir
ateş bastı. Eminim, içinden defalarca “Sen de herkes gibisin.” diyor
210
SULTAN TARLACI 9
du. Oysa Jülide H oca’yı diğer hocalardan biraz ayrı tuttuğu m uhak
kaktı. Onunla konuşuyordu mesela. Geldiği ilk gün Güliriden kop
ya yakalarken de ilgisini çekmiş, başını kaldırıp neler olup bittiğine
bakmıştı. O gün tahtaya kaldırdığında soruyu yapam am ış olmasına
rağm en onu sınıf içinde rencide etmemişti am a işte şimdi o da diğer
hocalar gibi durmuş, “Okul nasıl gidiyor?” diyordu.
Janset:
“Bazen.”
211
197 GÜN ’ BÖLÜM 1
“Mesela karikatür?”
“Ben burada insem de olur hocam .” dedi Janset birden. “Sizin za
manınızı almayayım. Geri kalanını yürürüm .”
“Ama daha çok var.” dedi Jülide Hoca. “Seni teyzene em anet et
m eden bırakmam. Gidiyoruz işte ne güzel. Sohbet ediyoruz hem .”
Araya uzun bir sessizlik girdi. Belki bana uzun gelmişti. Her ikisi de
konuşmadığı için.
“Ben o karikatürü aslında bile bile çizmedim.” dedi Janset. “Ben sa
dece resim çiziyordum ve Zarife H oca’yı çizmek için oturmamıştım
am a çizdiğim kişi Zarife H oca’ya çok benzemişti. Sonra öyle bir şey
çıktı ortaya. Sonra da devamını çizip tam am ladım .”
Sesini iyice salmıştı. O kadar şaşkındım ki... Janset gibi bir salağın
o karikatürü çizmiş olabileceği imkânsızdı. Oysa şimdi Jülide Hoca
bunu ima ediyor, o da itiraf ediyordu. Üstelik ağlayarak. Aslında
itiraf etmesi de garipti. Neden inkâr etmiyordu? Sanırım kimseye
söylemediği bu sırrını öğrenebilen birinin, olayın doğruluğundan da
emin olduğunu biliyordu. Çaresizdi anlaşılan.
Jülide Hoca kırmızı ışıkta durdu. Sanki her şey normal gibi ya da
yanında kimse yok, olsa da yanındaki ağlamıyor gibi kayıtsızdı.
212
SULTAN TARLACI 9
Janset:
Jülide H oca’nın bir ara tebessüm ettiğini görür gibi oldum am a ol
dukça ciddi durm aya çalışıyordu. Kaşlarını çattı:
Jülide Hanım: “Çok iyi oldu yani? Madem bu kadar iyiydi o karika
tür, okulda popüler yapıyordu, neden çizdiğini itiraf etm edin?”
213
197 GÜN • BÖLÜMİ
“Zaten daha önce böyle bir şey hiç yapmadım. Sorabilirsiniz. Okul
da böyle benzer bir olay olmuş mu sorun herkese.”
Yine uzun bir sessizlik girmişti araya. Janset, cam a vuran yağmur
damlalarının süzülüşüne bakıyor, camın sonuna kadar takip ediyordu.
214
“Gerçeği bilem eyiz m a d e m , ne yapsak boş.
Ö m ü r boyu kuşku içinde ka lm a k mı hoş ?
A klın varsa kadehi bırakm a elden ,
bu karanlıkta ha ayık olm uşsun , /îa sarhoş .”
Ö m er H ayyam
Dr. Saltı p a yla ştı , 127 gün önce
47. G ün
Özellikle iyi havalarda Kabakafa’yı bir hayvanı doğal ortam ına bıra
kır gibi villanın geniş bahçesine ‘salardı’. Zaten aklı almıyordu onun
bu hale gelişine. Çok da üzülüyordu. Kabakafa’yı beş yıl önceki
üzerinden hiç çıkmayan jilet gibi ütülenmiş takım elbisesiyle Fede-
rico’nun şirketlerinden birinin CEO’suyken, şimdi eski bir atlet par
çası ve sürekli düşen büyük lastikli donuyla, ayakkabısız şu perişan
haline döndüren neydi? Nedenini bahçıvan nereden bilecekti. Bana
sorarsanız ben de size bunun bilimsel açıklamasını yapam am am a
şahit olduğum, bu akıllı ve genç adam ın kısa sürede ilerlemesini sağ
layan beynini Federico bakarken biraz bozmuş olmasıydı. Adamın
önsezilerinin de sıklıkla çıktığını kısa sürede keşfeden Federico, Ka
bakafa’nın alın bölgesine her ne tür bir zarar verdiyse onu bu hale
getirmişti.
216
SULTAN TARLACI 9
İkisi de olanların bir kısmına, taş atm a olayı da dâhil şahit olan dok
toru fark etmemişti. Saltı, diğer misafirlerden biraz sonra gelmiş, ara
basını evin arkasına park etmiş, önüne doğru yürürken konuşmaları
duymuştu. Ne olduğunu anlayamazdı elbette am a gördüklerinden
hoşlanmadığı kesindi. Federico eve girdikten bir süre sonra zile bas
tı. Güzel bir hizmetçi tarafından -epey hatıram var bununla- buyur
edildikten sonra salona yönlendirildi. Federico Bey ve misafirler
kendisini beklemekteydi.
Federico: “Ah doktor tam zam anında geldin.” Elini sıkarken gülüm
süyordu. Misafirleri işaret ederek: “Nasıl sürprizimi beğendin mi?
Güzel bir akşam sohbeti, derin olacak.” dedi. Doktor pek m em nun
olmuşa benzemiyordu. Az önce gördükleri, Federico’nun Kabaka-
fa’ya taş atışı, bir yana misafirlerden de hoşnut değil gibiydi. Selam
laşma faslında bu memnuniyetsizliğin acil servis doktorundan ve o
gece tanıştığını anladığım ilahiyatçıdan değil de başhekim kadından
olduğunu sezdim. Bu esnada ilahiyatçının sözleri yankılanıyordu sa
lonun ortasında:
“Ha ha. Evet, doktor sohbet koyu buyurun.” dedi Federico. “Şeytan
işlerinden konuşacağız bugün, ne dersiniz?”
217
197 G Ü N ' BÖLÜM 1
218
SULTAN TARLACI 9
“Bakın başka bir ayet, En’am Suresi 59. ayetinde geçen şudur: x
‘G a yb m a n a htarla rı O ’n u n K atindadır, O ’n d a n b a şka h iç k im se g a y-
bı b ilm e z .’ ‘Gaybi lâ ya’lem uhâ’ gaybı bilemez dem ek.”
Acil servis doktoru: “Ben dindar biri değilim. Dindarlık zaten şahsi
219
197 GÜN ’ BÖLÜM 1
bir iştir.” dedi. “Kur’an’ı da bir kez okumuşluğum yok.” diye ekledi.
“Ayrıca bu konuda orada ne yazdığı da beni ilgilendirmiyor. Gele
cek önceden görülemez, nasıl olmayan ve henüz gerçekleşmeyen
gelecekteki olay bilinebilir ki? Buna bilimsel olarak imkân yok ya! İyi
bir din adam ı olduğum için buna inanmıyorum değil, iyi bir bilim
adam ı olduğum için bunun olmayacağını biliyorum.” Son kelime
nin üzerine bastırmıştı.
Yeniden yüksek sesle “Diyor ki!” dedi. “Allah, pisi temizden ayırın-
caya kadar m ü’minleri içinde bulunduğunuz şu durum da bırakacak
değildir. Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, pey
gamberlerinden dilediğini seçer yani gaybı ona bildirir. O halde,
Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a
karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.”
“Hatta Hz. İsa’ya da bu konuda gayb bilgisi verdiğine dair bir ayet
vardır. Yalnız dediğim gibi o, peygamberdir. Peygamberleri ayrı tut
220
SULTAN TARLACI 9
mak gerekir.”
221
197 g ü n ’ bölümı
Federico şaşkın am a daha fazlasını bekler bir ifade ile doktora dön
müştü:
222
SULTAN TARLACI 9
223
9 197 GÜN • BÖLÜMİ
Federico düşünüyordu:
İlahiyat hocası:
Saltı: “Evet. Gayb denilen şey bana göre daha büyük sırlar ve sınır
lamaları içeriyor. Zaten bilirsiniz, mutlak ve nispi gayb vardır. Mut
lak gayb bilgisi, kuantum fiziğindeki Heisenberg’in belirsizliğinde
ki gaybdır. Bu insanoğlu için mutlaktır. Ne kadar teknoloji, ölçüm
yöntemleri gelişirse gelişsin ölçümde bir dereceye kadar belirsizlik
mutlaka olacaktır. Hiçbir şekilde kuantum ölçüm ünde bu belirsizli
ğin önüne geçilemez. Ama Allah için söz konusu bile olamaz bilgi
eksikliği. Allah’ın ilim sıfatlarından biri de Alim değil midir?”
Acil servis doktoru: “Yani yine kuantum fiziğini işin içine sokmadınız
mı? Biliyorsunuz ki mistik görüş fizikten yararlanarak kamu önünde
m asum laşmaya çalışıyor.”
224
SULTAN TARLACI 9
ve gizli yönleri bilen, Habir yani her şeyi ve gizlilikleri bilen, Şehid
yani gizliyi de gizlinin gizlisini de bilen gibi sıfatları da vardır. Şimdi
sır, sırdır Doktor Bey. Büyüklüğünü küçüklüğünü neye göre tartaca
ğız? Mesela şu duvarın arkası bana sırdır. Görmedim, ne olduğunu
bilmiyorum. Şu çantanın içi sizin için sırdır.” Federico’nun çantası.
Federico rahatsız olsun. Yanında bir kedi yatmakta.
Saltı: “Ama o duvarın arkası, o çantanın içi bazı yetenekli kişiler için
sır olmayabilir. Duvarın arkasını, çantanın içini görenler var. Hatta
kilometrelerce uzaklarda ne olduğunu gözsüz görenler var. Bu konu
yıllarca bilimsel ve askerî amaçlarla çalışılmış. Hatta çalışmaların
önemine inanm ayan ve bunu test etmek isteyen bir CIA üst düzey
yöneticisinden bahsedilir. Çantasına koyduğu bazı sıra dışı eşyalarla
gelmiş ve ünlü bir uzaktan görücüyü test etmek için ‘Ç antam da ne
var, hadi bil” diye sormuştur. Uzaktan görücü Anahtar, kola kutu
su, haç, araba plakası’ diye tek tek sayınca, Rusların kendilerini bu
şekilde çoktandır izlediklerini aklına gelir ve Allah kahretsin, artık
hiçbir şeyin gizliliği kalmadı.’ diye küfreder.”
“Bu işlerin arkasında hep gizli servisler var.” dedi acil servis uzmanı.
“Rusya’da, Amerika’da, Çin’de, Kore’de ve eski Demirperde ülke
lerinde.”
Federico, gözleri ile acil servis uzmanını işaret ederek Saltı’ya: “Daha
önceki nesillerin hatası, her şeye olduğu gibi inanmaktı; bugünküle
rin hatası ise anlaşılmayan ne varsa hepsini fırlatıp atmak. Özellikle
yaşlıca olanların... ”
225
9 197 GÜN • BÖLÜM 1
-müric min nar- ve çok zehirleyici bir ateşten -nar-ı semum- yara
tıldığını beyan etmektedir. Hz. Ayşe’den gelen bir başka rivayette
ise Peygamberimiz’e kâhinlerin gaybdan haber verdikleri iddiası
sorulunca Efendimiz’in: ‘Onların sözlerinin hiçbir değeri yoktur.’
buyurduğu, soruyu soranın: ‘A ma söyledikleri bazen doğru çıkıyor.’
demesi üzerine: ‘Bu, kulak hırsızlığı olup cinlerin yalanlarla beraber
kâhin, dostlarına fısıldadığı sözlerden ibarettir.’ dediği kaydedilmek
tedir. Bu rivayetten de anlaşıldığı üzere cinler haberlerini elde etmek
için kulak kabartm akta, duydukları haberlere birçok yalan katarak
kâhinlere ulaştırmaktadırlar. Kâhinlerin verdikleri haberlerin büyük
kısmının yalan olduğu Kur’an’da Şuara Suresi 22-223’te açıkça ifa
de edilmiştir. Ancak onlar nübüvvet öncesi şihaba hedef olmadan
rahatça dinlerken şimdi üzerlerine şihab, yani ‘yakıcı ateşler’ yağ
dırılmaktadır. Daha yukarı göklerdeki cinler duydukları haberi bir
aşağıdaki cine aktarırken yakıcı ateşe hedef olmakta; alt sem alarda
ki cinler de aynı işlemi yapm akta ve aynı karşılığı görmektedirler.”
226
SULTAN TARLACI 9
“Diğer itirazlarınızı kabul etsem bile işte bunun bir gayb bilgisinden
sayılmayacağını kabul etmiş oluruz” diye devam etti. “Bunun ya
nında böyle basit bir olayı cinlere bağlam ak kişinin kendi yaradı
lışını küçümsemesidir. Kur’an’da demez mi insanın üstün yaratıldı
ğını? Üstelik cin dediğiniz şey ‘örtmek, gizlenmek’ dem ek değil mi?
Görünm eyen varlıklara bu ad verile gelmiş. Henüz görülemeyen ve
anne karnındaki bebeğe de aynı kökten gelen ‘cenin’ denmesi de
bu yüzden değil mi? G örünm eyen hastalık etkenlerine de o dönem
de cin denmiştir. Mesela o dönem de taun hastalığı yani veba olan
yerlere yaklaşmayın demiş Peygamberimiz. Çünkü cin vardır orada
diye uyarmıştır. Yani gözle görülemeyen am a varlığı dolaylı anlaşı
lan varlıklara cin denmiş. Şu anki x-ışınları gibi. Ayrıca bu cin çıkar
227
I ‘J7 CilJN ’ B Ö LÜ M İ
İlahiyatçı: “Cinleri gören ve hatta bir kısmını saray yapım ında ça
lıştıran tek peygam ber Hz. Süleyman’dır. Neml-39’dan da bunu
okuyabilirsiniz. Kur’an-ı Kerim’de dört ayrı yerde konuya temas
edilmektedir. Söz konusu ayetlerde olayın geçişi şu şekildedir: Sad
Suresi 34-38’de Hz. Süleyman’ın imtihan edildiği beyan edildikten
sonra onun: ‘Rabbim beni affet, bana hükümranlık ver. Kuşkusuz
sen çok lütfedicisin’ şeklinde duasına yer verilmekte, Süleyman’ın
emrine rüzgârın ve zincirlere vurulmuş cinlerin verildiği açıklanmak-
tadır. Enbiya 82’de ise rüzgârın, denize dalan ve daha başka işler
gören bazı şeytanların onun emrine verildiği zikredilmekte; Yine
Sebe 12-15’te ise kaleler, heykeller, havuzlar kadar büyük leğenler
ve kazanlar yapan cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine verildiği vurgu
lanmaktadır. Asıl sizin ilginizi şu çekebilir. Hz. Süleyman’ın ölümü
ne hükmedildiğinde, bir ağaç kurdunun dayandığı değneği yemesi
sonrası Hz. Süleyman’ın yere düşmesiyle farkına vardıkları, dolayı
sıyla gaybı bilmedikleri ifade edilmektedir. Nemi Suresindeki 15-44
ayetlerinde ise Süleyman’a üstün kılan bir ‘ilim’ verildiği, kuşların
dilinin öğretildiği; cinlerden, insanlardan ve hayvanlardan oluşan
orduların emrine verildiğinden bahsedilmektedir. Yani cinlerle açık
ilişki içindeydi.”
222)
197 GÜN » BÖLÜM 1
230
SULTAN TARLACI
Kâhin, kemiksiz Satih, bu sözü duyana kadar ölü gibi yatarken, bir
den titredi, heyecanlandı, bir yaprak gibi kıpırdanır gibi olmuştu.
Boğuk sesle; ‘Gökyüzünün burçları Kisra’nın burçlarını salladığı za
man, maşrıktan mağribe hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.’ Vücu
dunda hareket eden tek organı, dili şöyle devam etti: ‘Artık Şam
da Şam değildir Satih için.’ Kisra bu sözlerden hoşlanmamıştı. Yaşlı
kâhin kemiksiz Satih konuşmasına devam etti: ‘Bana ilhamı veren
mutlak Hâkim, böyle istedi. Gönderdiği peygamberlerle nebilik ipi
nin iki ucunu düğüm ledi.’ Dili, siyah suratında pespem be, kuyu gibi
derin ağzında tek tük kalmış dişleri arasında, ıslak ve yapışık bir kır
baç gibi bir dam ağına bir dudağına vurarak şakırdıyordu. Kisra, kâ
107 G ü n ’ b ö l ü m ı
232
SULTAN TARLACI 9
233
197 G Ü N • BÖLÜM 1
Saltı: “Demek ikizlerden birini ışık hızına yakın -ki ışık hızında seya
hat kütle sonsuza ulaşacağından m ümkün değil- uzay yolculuğuna
çıkarsak ve oradan Dünyayı seyretmesini sağlayabilsek, ikiz karde
şinin hızlı yaşlanmasıyla birlikte yaşadığı olayları da bize söyleyebi
lecek” güldü. “Bu ikizlerle ilgili Q ueen müzik grubunun ’39 Şarkısı'
var. Şarkıda başka evrenler bulmak için ışık hızına yakın hızda uzay
yolculuğu anlatılır, çok hoştur.”
234
SULTAN TARLAC1 9
‘3 9 y ılın d a m a v ilik te n b ir g e m i g e ld i
D ö n d ü le r o g ü n g ö n ü llü le r e v e
D a h a y e n i d o ğ m u ş b ir d ü n y a n ın g ü z e l h a b e rle rin i g e tird ile r
Yaşlı v e s ö n ü k y e r y ü z ü n ü g ö rd ü k le rin d e
B irç o k y ıl g e ç s e d e a ra d a n , sa d e c e b ir y ıl y a ş la n d ım ’
Saltı şarkıyı mırıldanan dom uza baktı. Güldü: “Bu zam an genişle
mesinin yanında Federico siz daha iyi bilirsiniz, sekiz boyutlu Min
kowski uzay-zamanı d a geleceği önceden bilme ve geçmişin bilgisine
ulaşm aya imkân verebilir. Gerçi saf geometrik bir uzay-zaman olsa
da üç uzay bir zam an boyunu içerir. Gerçek ve sanal kısmı olduğun
dan sekiz boyuta ulaşır ve geçmiş-şimdi-geleceği kapsar. Bu uzayı
anlam ak ve anlatabilmek ikili mantıktan yani yok- var, evet-hayır,
sıfır-bir gibi mantıktan daha fazlasını gerektirir. Özellikle bu uzay
da yer alan nedensellik durumları için bu geçerlidir. Mesela birinin
geleceği ne belirlenmiştir ne de belirlenmemiştir gibi. Bu uzay aynı
şekilde geleceğin ve geçmişin çoklu olasılıklarına imkân verir. Sekiz
boyutlu Minkowski uzayında birinin geleceğine mesaj gönderm ek
mümkündür. Aynı uzayda gelecekteki kişinin bir arkadaşı daha aya
ğını kırmadan, geçmişe ‘ayağını kırdın’ mesajı gönderebilir. Daha
da basitini söyleyeyim, radyo-TV yayınlarında, hatta telefonla ko
nuşurken aslında geleceğe bir sinyal göndeririz. Telefon konuşmanız
şimdiki zaman içinde olmaz. Arkadaşınızı telefonla aradığınızda şim
diki zam anda uzaya yayılan bir sinyal göndeririz. D aha sonra sinyal
arkadaşınızın telefonuna ulaşır ve sinyal gecikmiş çözülme ile gele
cekte dinlenir. Fizik bilimi yani uzay-zaman paradoksları açısından
açıklaması bir yana ben sinir bilimi ile ilgilenen kişi olarak beyinde
yapılan önsezi ve önceden hissetme deneylerini yakından takip edi
yorum. Dindarlar Tanrıya ne kadar inanıyor ise ben de duyular dışı
algıya o kadar inanıyorum. Tıpkı yer çekimine inandığım gibi.”
Umursamaz ve boş bir tavırla “Dünya için ne değişecek?” dedi acil
ıervis doktoru.
235
197 G Ü N ’ B Ö L Ü M İ
Acil servis doktoru tekrar söze girdi. “Olan olmuş olacak. Ayrıca işi
politik tercihlere kadar uzatmak çok abartı değil mi? Yani oy verir
ken gelecekte politik tercihimle olabilecek kötü şeylerden önsezi ya
da öngörü ile haberim oluyor ve kaçınmak için diğer partiye mi oy
veriyorum? Bunu anladım. Doğru m u?”
Saltı: “Aslında aralarında çok ince ayrım var. Önsezide bir şeylerin
olacağını veya başınıza geleceğini hissedersiniz, huzursuz olursunuz,
nncak buna açık anlam veremezsiniz. Bir şey olacak am a ne? Böyle
bir önsezi sadece beyindeki amigdalayı uyarır am a oradan sağ beyin
kabuğuna ulaşamaz. Uyaran zayıf veya karmaşıktır. Zaten, am ígda
la korkuyu bilir am a nedeni ile ilgilenmez. Öngörüde ise olacak ne
İse anlamı ile bilinir. Şu olacak veya bu olacak. Bu durum da önsezi
bilgisi sağ beyin kabuğuna ulaşmış demektir. Yani algılanan gelecek
le olacak olayın ne olduğunu beyin çözümler. Tabii işin bir de son
ndımı vardır. Beyindeki konuşm a merkezlerimiz toplum un yüzde
doksan beşinde soldadır. Dile dökmek ve olacak olayı anlatm ak için
<nğ beyin yarı küresinden sol beyine bu algının geçmesi ve oradan
ıln kelimelere çevrilip ses olarak konuşulması gerekir. Bu sezgisel sağ
beyinden dilsel sol beyine geçiş algının zayıflamasına neden olabilir.
237
9 197 G Ü N • B Ö L Ü M İ
238
SULTAN TARLACI 9
kişi olan Hz. Peygamber’in, Kur’an gibi bir kelam abidesini kendi
kendine söyleyemeyeceğinden hareketle, eskiden beri bildikleri cin
lerin haber sızdırmaları inançlarına yönelmiş ve Peygamber’i şair,
mecnun ve kâhin olarak isimlendirme yolunu tercih etmişlerdir. İşte
cin suresi vahiy karşıtı güçlerin bu inançlarını kendine has bir üs
lupla, var oluşlarıyla ilgili m uhatap kitlenin hiçbir şüphe duymadığı
cinlerin ağzıyla gideriyor. Peygamber’in, Cin Suresi’nin ilk ayetinde
4de ki b ana vahyolundu ki’ şeklinde bir ifadeyle, herhangi bir söz d a
laşına m eydan verm eden algı sorununu aştığını görüyoruz. Kur’an,
konu itibariyle bununla da yetinmeyerek, doğrudan cinlerin ağzın
dan Kur’an’ın kaynağının kendileri olmadığını, tam tersi, bu kelamın
onları da çok aşan ve şaşkına çeviren bir niteliğe sahip olduğunu
aynı ayette ‘aceben’ kelimesiyle ifade ettirmiştir.”
Acil servis doktoru: “Konu çok farklı yerlere gitti.” dedi. “Cinler, p e
riler, huriler, siyaset, politika filan. Cum a hutbesi gibi oldu. Buradan
ideolojilere kadar uzanır bu sözler. İdea’lar içinde kalalım yine de.
Ayrıca az önce söylediğiniz, kâhinlerin süslü dil kullanmaları hakkın
da, aklımdayken söyleyeyim.” dedi. “Belki de mecazlı konuşarak
daha etkileyici ve gizemli olmak istiyorlardı.”
Saltı: “İslamiyet öncesi cahiliye Araplarında şiir, şiir dili ve süslü ko
nuşma geleneksel olarak yaygındı. Siz de biliyorsunuz.”
239
? 197 G Ü N ’ B Ö L Ü M İ
240
SULTAN TARLACI 9
Acil servis doktoru: “İnanın şu an bir falcıya bile gitseniz size her
hangi bir olaydan bahsedecek ‘üç vakte kadar’ şeylerden haber ve
recektir. O üç vakit nedir? Bunun içine üç dakika, üç saat, üç gün,
Uç ay, üç yıl girer. Bunca seçenek içinde de m uhakkak birine denk
gelen önemli bir olay olur insan hayatında.”
241
9 197 GÜN ■ BÖLÜMİ
“İlahiyat fakültesini bırak, kafede fal işine başla daha çok kazanırsın
en azından. Toplumsal saygınlığın da artar.” dedi Acil servis uzma
nı gülümseyerek. “Duyan olmasın, ‘ilahiyatçı olarak girdiği evden
medyum çıktı’ dedirteceksin.”
İlahiyatçı: “Cevabı ben değil Kur’an Hacc 4 6 ’da sana şöyle der: ‘Fa
k a t h a k ik a t şu d u r k i y a ln ız m a d d i g ö zle r k ö r o lm a z , a sıl sinelerin
iç in d e k a lp le r k ö r o lu r ' Pekâlâ, kalp gözüm açık olabilir. Hiç Kur’an
okumadığından, bunu anlam azsan şöyle anlatırım. Basar, maddeyi
görmeyi sağlayan göz için söylenir. Basiret ise görünenlerin iç yü
züne nüfuzu sağlayan kalp gözüdür. Belki de Saltı’nın savunduğu
duyular dışı algı da olabilir. Basiret körlüğü Allah vermesin kimseye,
Maddi göz körlüğünden çok daha büyük felakettir. İnançlarımızı dn
yatmıyoruz doktor, paylaşıyoruz.”
242
II. BÖLÜM
“İnsanlar sayılar gibidir, o insanın değeri ise o sayının
içinde bulunduğu sayı ile ölçülür.”
Plato
“Işık ya p m a n ın iki yo lu vardır: y a ka n d il olm ak ya da yansıtan
ayna."
Edith Warton
53. G ün
Füsun
Dr. Sallı
"Bilen için bir Kelebek , T a n rın ın m e ta m o rfo za dair
zarafet dolu şiiridir ...”
59. G ün
çayı alırdı, geri çevirmezdi am a hiç içmezdi de. Eline alır, yavaş ya
vaş şekerini karıştırır, karıştırır, karıştırırdı. O esnada hal hatır sor
malar, öğüt vermelere dönerdi işte. Bu öğüt, karı koca arasındaki
sevgi ve saygıdan çocuk yetiştirmeye, parayı idare etm eden kom
şuyla geçinmeye kadar uzunca bir konuyu kapsardı. Ses, vurguya
göre alçalır yükselir, kaç çatılır genişler, dudak büzülür açılırdı. Çay
bardağını bir eline alır, bir önündeki tahta sehpaya koyar, vazgeçer
yeniden eline alır, kaşığını bardağın bir içine sokar bir tabağına çıka
rır ve konuşur da konuşurdu.
Sonra eklerdi: “Çok içeriz daha çayını. Sanki gelmediğim yer mi?”
Gelmediği yer değildi elbette, her sene yurt dışı dönüşünde mu
hakkak uğrardı ve çeşitli hediyeler getirirdi. Bu hediyeler içinde bol
yiyecek içecek olur, onunkiler gibi kıyafetleri benim giyemeyeceğimi
bildiğinden bana elbiselik kumaş ve o kumaşın arasına Allah razı ol
sun bolca para koyardı. Belki utanacağımı düşündüğünden hediye
çantasını elime vermez, girer girmez kapının arkasına bırakıverirdi.
Ben de bırakırken görmemiş gibi yapardım, yalnız o giderken kapı
nın arkasındaki büyük çanta yeniden gözüme çarpar, “Hediye getir
246
SULTAN TARLACI 9
# 247
197 GÜN • BÖLÜM2
köşesinde bir ateş çıkıyor, ben onu söndürm eye uğraşırken bakıyor
dum başka yer başlamış yanm aya. Zaten fakir olan evimde yastık,
yorgan, elbiseler, halı, kilim, perdeler... Hiçbir şey yoktu ki bir köşesi
tutuşmasın. Hatta buzdolabmdaki turşu kavanozu... Plastik sandal
yeler, ayakkabılarımız, terlikler...
Cin işi dediler. Gitmez olur muyuz cinci hocaya. Elbette gittik. Hem
de kaç tanesine... Onlardan biri yedi muska yazdı. “Odanın yedi
köşesine koy, cinler sana fena sinirlenmiş.” dedi. Her biri için ayrı
para aldığı muskaları getirdim evin yedi köşesine koydum. Hiçbir
değişiklik olmadı. Diğer cinci hoca bir kâğıda bir şeyler yazdı. Kâğıdı
bir tas suda eritti. Suyu, tasıyla bana verdi. “Yangın çıktıkça ateşin
üzerine bu sudan dök, sönecek.” dedi. Elimde avucum da olan p a
rayı da o bir tas suya vererek suyu aldım getirdim evime. Ateş çıkan
yerlere döktüm, döktüğüm yerdeki ateşler söndü am a başka yerler
de kendiliğinden ateş çıkma olayı kesilmedi. Hatta ertesi gün hoca
nın verdiği bakır tas da yandı. Bir başka cinci hoca “Sen git kocan
gelsin.” dedi. Benim aksi, hiçbir yere gitmeyen, sözümü dinlemeyen
adam cin korkusundan gitti hocanın evine. Hoca benimkini okumuş
üflemiş. “Cinler sana sinirli.” demiş. “Evin içinden dışından üç yeri
ne işeyeceksin...” Benim adam hocadan gelirken donuna işemekle
başladığı görevine, evin de içinden dışından üç yerine işeyerek de
vam edip görevini başarıyla tamamladı, ancak onun pis kokusunu
çekmekle kaldık, hiçbir işe yaramadı. Başka bir cinci hocaya daha
gittim. Hele o ne muska yazdı ne su verdi. Sadece ağzının içinde bir
şeyler söyledi, mememi sıktı gönderdi.
Bunun yanında Allah var, hiç para istemeyen, Allah rızası için oku
yan, yardım etmeye çalışan Allah dostu ağzı dualı hocalar da oldu
am a fayda göremedik ne yalan söyleyeyim. Onlardan biri “Sizin ev
mezarlık üzerine kurulmuş, ölüleri rahatsız etmişsiniz yangın bu yüz
den çıkıyor.” deyince taşındık başka bir eve. Yalnız yangınlar orada
da durup dururken çıkmaya devam etti. Hatta bizim kızın okulda
unuttuğu kitaplarının sayfaları yanmış gece.
SULTAN TARLACI 9
249
197 GÜN ' BÖLÜM2
250
SULTAN TARLACI 9
251
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
“On yıldır bunları kimseye anlatm adım .” diye devam etti genç ka
dın. “Siz de düşünüyorsunuz şimdi neden size anlattığımı.” Gülüm
sedi. Bunun sebebini ben de bilmiyorum der gibi bir gülümsemeydi
bu. “Zamanınızı alıyorum, affedin lütfen.” dedi. “Benim asıl gelmek
istediğim konu ş u ...”
Dr. Saltı “Yalnız öyle düşünmeniz garip.” diyerek genç kadının sözü
nü kesti. “Yani anneniz sizin yüzünüzden öldü diyemeyiz b e n c e...”
“Bu konuları size anlatm a sebebim ...” diye az önce başladığı konu
ya devam etti. “Evlendikten, yani annem in ölüm ünden sonra -zaten
ikisi aynı gün- hayatım da garip şeyler olmaya başladı. Ben bunlara
anlam veremedim. Yani acaba delirdim ve bunlar olmadığı halde
ben olduğunu mu sanıyorum? Ya d a size çok saçm a gelecek bili
yorum am a annem in ölüm üne neden olduğum için lanetlenmiş de
olabilirim.”
252
SULTAN TARLACI 9
Sağa sola bakındı çöp kutusu bulam adı etrafında. Pis bir şekilde
m asada bırakamazdı. Ne de çoktu. Hepsi kucağında kalakalmıştı.
Şu anı bile o kadar çaresizdi ki mendilleri nereye atacağını bileme
mek ve bu rezil durum u onu yeniden ağlattı. Om uzuna dokunan
olsa mendilleri bahane edip “Şu birikmiş mendillere bak. Her dert
beni buluyor.” diyebilirdi.
“Hayır, m adem konuşm aya geldik, anlatın lütfen.” dedi Saltı. “Ben
ne olduğunu tam anlayam adım o yüzden...”
“Aslında olan bir şey yok. Delirmişim ben.” dedi hıçkırarak. “Bunu
itiraf etmek de o kadar zormuş k i...” Burnu kıpkırmızı olmuştu ağ
lamaktan. Doktor bir an gözleriyle etrafına baktı. Evet, tahm in etti
ği gibi diğer m asalardan onların m asasına bakanlar vardı. Bu defa
doktor da bakan var mı diye baktığının fark edilmesi üzerine sanki
etrafa değil de garsona bakıyormuş gibi yaptı. Göz göze geldikleri
garsondan Füsun Hanım için su istemenin iyi olacağını düşünüp su
istedi.
Kızı olduğu anlaşılan başka bir kadın “Anne lütfen yürür m üsün?”
diyerek yaşlı kadını kolundan diğer yöne doğru çekiştiriyordu.
253
197 GÜN • BÖLÜM2
Doktor:
“Evet, neyse broşu görmeye gerek yok.” dedi doktor. “Devam edin
lütfen.” Anlatılanların önemsiz olduğunu düşünüyor veya ayrıntıla
ra yetecek kadar sabrının kalmadığını belli etmek istiyordu.
Bunu Füsun Hanım da fark etmiş olmalı ki hem en aram ayı bıraktı.
Çantasını koltuğun yanına koydu ve anlatm aya devam etti. Utan-,
mıştı. Doktora bakmıyor veya bakamıyordu:
254
SULTAN TARLACI 9
“E vet...” dedi.
“Eee?”
"Sonra başka eşyalara yayıldı işte.” dedi. “Her eski eşyada bunu
y a şa m a y a ve görmeye başladım. Bizim kendi eşyalarımız değil yani
benim eski eşyalarımdan bahsetmiyorum. Herhangi bir eski eşya
255
> 197 GÜN * BÖLÜM2
d an ... Eşim antikacı biliyorsunuz. Evde pek çok antika eşya vardı.
Dayanam adım hepsini çıkarttım evden.”'
“Anlamadım?”
256
SULTAN TARLACl 9
“Ha evet, anladım .” dedi. “İşte o gün Kiss Cafe’den sonra sizin der
ginizi araştırdım. Yaşadıklarıma benzer bazı olaylar okudum. Birkaç
kitapta da bazı benzer kişilerin öyküsünü okudum. Sonra bunları
size anlatmak için mail attım. Psikometri deniyor sanırım bu olaya.”
“Medyum değilim.” diye devam etti. “Bu tür bir unvanla nitelendi
rileceğimi bilsem hiç anlatmazdım. M edyum ...” Duyduklarına ina
namaz bir tavırla şaşkın gülümsüyordu. Başını kaldırıp “.. .ne demek
biliyoruz değil mi m edyum !” dedi. “İzliyoruz televizyonlardan, d u
yuyoruz sağdan so ld an ...”
Doktor, canı sıkılmış bir yüz ifadesiyle devam etti: “Yanlış anlaşıldım
sanırım. Ben de bazen bu kelimeyi alışkanlıktan yanlış kullanabi
liyorum. Aslında sizin duyular dışı algı yeteneğiniz çok iyi demem
lazımdı. Medyum, haklısınız, daha çok ruhlarla bağlantı kuran kişiler
İçin kullanılıyor. O m anada söylemek istemedim. Genelde bu tür
yeteneği olan kişilere genel olarak m edyum deniyor am a duyular
dışı algının, nesne üzerinden zam anda geçmişe doğru işlemesi d e
257
mek daha doğru. Dediğiniz gibi psikometri bu. Psikometri, geçmişin
sonsuza kadar yitip gitmediğini, hatta insan algısının ulaşabileceği
bir biçimde evrende bir yerlerde var olmayı sürdürdüğünü düşün
dürüyor. Geçmiş, sanki şimdinin içinde bir tür saklı düzen halinde
aktif bekler durum da. Nesnelerin yaşanmışlıklarını algılama, görmek
ve hissetmek yani. Bunu hissedenler de psikometrist deniyor. Evre
ne olağan bakan kişiler için bu sözlerim saçmalık tabi. Hatta delilik
desem daha doğru olur.”
“Mesela broş haricinde, başka bir eşyada gördüğünüz bir olayı bana
anlatır mısınız?” dedi doktor.
“Şey, antika demedim. Tika. Eşim İlker. Yani elbette antika... Daha
doğrusu çok eski bir pırlantaydı.”
258
SULTAN TARLACI 9
Değişik, bam başka bir adam olmuştu. İri yarıydı ki eşimi gördünüz
değil mi ne kadar da küçüktür aslında. Çocuk bedeni gibi?”
“Evet.”
“Kan akıyordu.”
“Kan mı?”
‘İlker, kolyeyi daha takm adan, boynum a değer değmez asılıp fır
latışım öyle bir uyanış olmalıydı. Kolyeyi fırlatınca birden normale
döndü her şey.”
259
I *> / ( i l İN IU >1 U M . »
“Hayır.”
Doktora baktı.
“O kolye Bizans dönem inde bir tekfurun eşi için özel yapılmış.” diye
açıklamaya girişti. “Kolyenin bittiği gün, tekfur, eşinin kendini hu
komutanıyla aldattığını öğrenmiş. Akşam eşinin boynuna kendi elle
riyle takarken kulağına eğilip bir öpücük kondurm uş ‘Komutanımla
ilişkin olduğunu biliyorum’ demiş ve kolyeyle kadını boğmuş. Bunu,
o olaydan sonra, çok sonra bir tesadüf eseri öğrendim .” Aklına biı
şey gelmiş gibi eklemişti: “Annem, tarihçiydi. O ndan pek çok kitap
kaldı.”
“Hayır. Öyle bir şey hiç olmadı sanırım ... Sezmem bile. Zaten gele
ceği görseydim ...”
260
SULTAN TARLACI 9
Sonra birden aklına yeni gelmiş gibi “Yalnız her eşya ile de olmu
yor.” diye ekledi. “Göremediğim eşyalar da oluyor.”
7
“Evrendeki her şey m a tem a tik kuralları ve oranlarla uyum ludur.”
Pisagor (M Ö 570-495)
61. Gün
Zam anını... Efendim biraz düşünm em lazım. Tam tarih verem eye
ceğim am a zannediyorum yirmi bir-yirmi üç gün önceydi.
“Lütfen kusura bakm ayın.” diyordu Güher Hanım. “Ani bir davet
çıktı ve buradan ayrılıp Janset’i okuldan alm aya gelemedim. Aslın
da bir yardımcımı gönderdim alması için am a onun da yolda ara
bası bozulmuş. Terslik işte, geldiğinde hep üst üste gelir. Janset de
aslında kocam an kız, kendi gelseydi diye düşünebilirsiniz am a ne
yazık k i...” Söylemek istediğine uygun kelime bulam amış gibi sus
muştu. “Yapamıyor işte” dedi. “N eyse... Onu eve bıraktığınız için
çok teşekkür ederim .” Jülide H anım ’a baktı. “Eve girdi değil mi?”
( )yle mi?” dedi Güher Hanım. “Umarım size bir saygısızlığı olm a
mıştır.”
I layır” anlam ına gelen bir şekilde başını salladı genç öğretmen.
263
197 GÜN ’ BÖLÜM2
Jülide H anım ’ın işaret edilen yere bakıp “Evet, görebiliyorum.” de
mesinden sonra onay almış gibi “Zaten, o tablonun duvara yerleş
tirilmesinden sonra burası Kiss Kafe olarak anıldı.” diye devam etti
şef.
Bu sessizliği, söze başlam ak için derin bir iç çeken hoca hanım boz
du. Yalnız o konuşm adan önce “Bir şeyler yiyelim Jülide Hanım.”
dedi şef. “Hindi eti ve sütle püre edilmiş patates var. Yanında da yem
fırından çıkardığım yulaflı ekmek. Beğeneceğinizden em inim ...”
kişiden duydum . Yalnız belki başka zam an.” dedikten sonra “İçecek
bir şey alabilirim a m a ...” diye ekledi.
“Bugün tüm terslikler beni buluyor dedim y a ...” dedi Güher Hanım.
“Tam da bu sıcakta içecek dolaplarının hepsi aniden bozuldu. İçki
ve ayranlarla sütleri koyduğumuz dolap çalışıyor bir tek. Ne istersi
niz?” dedi. Sonra birden “Kahve de ikram edebilirim.” diye ekledi.
“Afiyet olsun.” dedi şef. “Bundan sonra sık sık görüşürüz umarım.
Burada, kahvaltı salonum da... Hatta evime de beklerim.”
Jülide Hanım “M ekâna ait değil yani kahvenin sırrı.” dedi gülüm
seyerek.
“Kahvenin sırrı şefte.” dedi neşeli bir sesle Güher Hanım. “Pek çok
(arifimi kendim oluştururum .” Dirseklerini m asaya koymuş, finca
na bakıyordu. “Yurt dışında kaldım uzun süre.” dedi. Jülide Hanım
dikkatini Güher Hanım a vermiş dinliyordu. “Aslında iktisat m ezunu
yum am a bir gün birden bire asında ben yemek yapmalıyım dedim.
Ha ha...”
265
9 197 GÜN ■ BÖLÜM2
onun iyi olabileceğini... Yani o ilk defa denediğim şeyin güzel bir
tat olabileceğini... Hissediyorum diyelim. Yapıyorum ve beğeniliyor.
Kişinin içindeki yaratıcılığı dökebileceği çeşitli meslekler var. Aşçılık
onlardan biri bence...”
“Evet haklısınız.”
“Evet.”
Genç öğretmen bir şey diyecek oldu, Güher H anım ’ın sözlerine di*
vam edeceğini anlayınca sustu.
266
SULTAN TARLACI <*
“Pek çoğu zihinsel bir engeli olduğunu açıkça yüzüme söyledi.” dedi
şef.
“Neyi?”
267
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Durup dururken?”
“İlginç...”
“Siz, kendiniz gördünüz yani? Hiçbir sebep yokken çıktı öyle mi?”
“Evet. Sonra daha önce böyle bir şey yaşayan başkaları da var mı
diye araştırdım.”
“Var mıymış?”
268
SULTAN TARLACI 9
“Evet. Bunun bir adı var: “Zihin etkisi ile ortaya çıkan kendiliğinden
yanmalar.”
"Zihin etkisiyle mi?” dedi. “Çok iddialı bir isim. Peki ya bu da bir
ıjörüşse ve diğerleri gibi geçersizse?”
269
197 GÜN • BÖLÜM2
ladığı köşeye gitmemişti bile. Ama bir şekilde yakıyordu. ‘Zihin etkisi
ile’ denilen şey işte... Mantıksız gibi geliyor değil mi? Ama ‘cinler
yakıyor’ demekten daha mantıklı görünüyor. Eliyle değil, beyniyle
yakıyor ve çocuk bunu bilerek yapmıyor. Yani öyle bir niyeti yok.
Bilinçaltı etkisi gibi. Ama yangınlar olunca da içsel bir zevk alıyor
larmış. Genellikle kız çocuklarında içsel çatışma olan dönemlerde ve
o yaşlarda çıkıyormuş. Tüm kendiliğinden yanan evlerde ergenlik
çağında bir kız bulunması tesadüf mü hocam? Belki de en önemli
özelliği mekân merkezli değil de kişi merkezli yangınların çıkması.
Çocuk nerede yangınlar o m ekânlarda çıkıyor. Kız çocuğunun bazen
adet kanaması başlaması ile de bu durumlar düzelebiliyor. Bu konu
yu ele alan ve yayınlanan raporlar bu şekilde. Neredeyse 500’e yakın
vaka var bu konuda kayıt altına alınmış. Sonra dikkat ettim de bizim
ülkemizde de sık ortaya çıkmış. Belki gazetelerden okumuşsundur.
Siirt’te, Şanlıurfa’da, Yozgat, Van’ın Karakoç köyünde, Kırşehir’in
Kaman ilçesinde, Adıyaman Kahta Narince Köyünde, Bitlis’te bir ai
lede. Bu birden başlayan yangınlar aileyle dolaştı ve nereye gittilersc*
yangınlar da onlarla gitti. Hep bir küçük kız çocukları olan ailelcı
bunlar. Çocuklar nasıl yapar dersen, bu çocuklarda başka normal
dışı yetenekler de olabiliyor. Evin taşlanması, geceleri yürüme ve
ayak sesleri, duvarlardan su akmaları, elektrikli aletlerin sık bozul
ması gibi. Zaten yangının haricinde birkaç kez onunlayken yani Jan
şefleyken başka tekinsizlik durumlarına da şahit oldum. Mutfaktaki
eşyaların tamamının dolaplardan dışarı fırlaması ve kırılması gibi..."
“Nasıl yani?”
270
SULTAN TARLACI 9
“Durup dururken?”
271
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“O akşam ona gel seni dondurm acıya götüreyim dedim, son tabal
lar da kırıldı.”
“N eden?”
“Anladım.”
“Hayır, orada hiç olmadı. Bir sene Amerika’da kaldık. Benim işlerin
vardı. Döndüğümüzde okula gitmek istemedi, çünkü gazetelerde
çıkmışlardı kendiliğinden yangın çıkma olayında. Okulda arkadaş
larının onunla alay edeceğini veya dışlanacağını düşündü demel
ki. O na seni çok güzel bir okula göndereceğim dedim. İstersen is
mini değiştiririz dedim. Kabul etti. Emine’ydi ismi. Janset ismini d<
kendi seçti. Öyle Janset oldu yani.” Bu sözlerinden sonra şefe bi
durgunluk gelmişti. “Gerçi yine de okulda arkadaşı yok sanırım,
dedi. “Kimsenin onu evde yangın çıkması olayıyla hatırladığını zan
netmiyorum am a Janset biraz içine kapanık ve arkadaş edinemeycı
biri... Saf çocuk.”
“Anladım.”
“Janset farklı biri Jülide H anım .” dedi. “Saf olabilir, evet farklı bu
yönü de var am a... İnanmıyorum onun aptal olduğuna.”
272
SULTAN TARLACI 9
“Gerçi m atematik dersi karnesinde hep zayıf oluyor. Her derste ol
duğu gibi...” dedi Güher Hanım. Bunu biraz da “Öyle değil mi?”
diye sorar gibi söylemişti.
“Bir ara ben de fark ettim.” dedi teyzesi. “Ama bana göstermedi
O/.diklerini. Sanırım resim yeteneği var evet a m a ...”
I Irklısınız.”
Ileş yıldır yanım da toplam da belki beş cümle kurdu benimle. Hiç
»ulune gitmedim. Onu konuşması için hiç zorlamadım. Psikiyatris-
273
) 197 GÜN • BÖLÜM2
Yüzü umutsuz bir hal almıştı yeniden. “Jülide H anım .” dedi. “Şu,
onun gerçek ismi, evde çıkan kendiliğinden yangın çıkma meseleleri
ve annesinin babasının ölüşü falan aramızda kalırsa...”
274
SULTAN TARLACI 9
“Bugün rüyam da, hızlı hızlı akşamki davete yetiştirmek için yemek
yapıyorum. Sonra birden ayağımın altında bir beyaz, miskin kedi
•lolaşıyor ve beni işimden alıkoyuyor.” Gülümsedi. “Nasıl da çıkıyor
ıılyalar değil mi? Görseniz ne de tatlı beyaz kartopu gibi bir minnoş
yavrucuktu.”
Yok yok. Lütfen. Sizi burada tutan benim. Neler neler anlattım,
ı )ysa şimdiye kadar siz benimle konuşacağınız konuyu çoktan ko
nuşmuş gitmiştiniz bile. Ah bu benim çe n em ...”
275
197 GÜN • BÖLÜM2
“Ne zaman rüyam da kedi görsem beni meşgul eden biri olur o gün
biliyor m usunuz?”
Jülide Hanım bir şey diyecek oldu, Güher Hanım eğdiği başını kal
dırarak daha gür bir sesle devam etti:
Jülide Hanım verilen işareti görüp: “Ben Janset hakkında bir şeyler
söyleyip kalksaydım.” diye bu işareti durdurm ak istedi.
“Öyle mi?”
276
SULTAN TARLACI 9
“Kaç?”
“Hayır hayır. Lütfen. Üzme kendini. Burada seni tutan benim. Öyle
değil mi. Bak nasıl da konuşuyorum ağzım kapanm ıyor ha ha. Seni
çok sevdim. O yüzden.”
Ne gibi?”
277
197 GÜN ■ BÖLÜM2
“Evet.”
“Nasıl gördünüz?”
“Kaç?”
278
SULTAN TARLACI 9
ok ilginç.”
>k rüya görürüm am a sembolleri sizin gibi takip etm ek hiç aklıma
nedi.”
ladım. Ancak öyle olabilir” dedikten sonra araya başka bir söz
ıeden hem en ekledi. “Janset hakkında...”
inü tam am lam asına fırsat verm eden “Evet.” dedi G üher Ha-
: “Janset hakkında ne konuşacaktınız Jülide Hanım? Korkarak
yorum. İnanın eti sizin kemiği benim diyen eski kafalılardan bi-
ı ben. Ha h a ...”
279
9 197 GÜN • BÖLÜM2
“Ciddi misiniz?”
“Evet.”
“Hayır.”
“Öyle mi?”
280
SULTAN TARLACI 9
Federico gür sesiyle büyük bir kahkaha attı. Aşçılardan birinin biz
zat temizlediği ve içini boşaltıp kızarttığı, iskeletiyle minicik tavukla
rı andıran bıldırcınların yanına gidip bir tanesini eline alıp yemeye
başladı. “Ne ilgisi var yahu!” dedi. “Halüsinasyon görüyor m usun?”
demedim sana. “Hiç durugörü deneyimi yaşadın mı?” dedim. Aşçı
kırık pirinç, haşlanmış mısır, bezelye ve bıldırcın yumurtasını Güher
I lanım’ın özel bir sosuyla birleştirip az önce kızarttığı bıldırcınların
Igne minik bir kaşıkla dolduruyordu. Güher Hanım Federico’nun
masaları gezerek yemeklerin üzerinden yediğini görünce sinirlendi.
Sorusuna cevap vermek yerine: “Ellerinizi yıkamış mıydınız buraya
girerken?” dedi. Federico bir kahkaha daha attı. “Sen sorum a cevap
281
197 GÜN • BÖLÜM2
ver önce.”
“Medyum doğru bir ifade değil...” dedi Federico. “A hh... Her ney
s e ... Ayrıntılı m eseleler...”
67. G ün
“İçi boş beş kafalı beş çift göz ve siyah noktalı beş burun bilgisayar
ekranında böyle pür dikkat neye bakıyorlar acaba?” diye düşün
müştüm.
“Hurafelerle d o lu ...”
“Şarlatanlıkları...”
kadar mı? Bu, bilim kariyerinde ötanazi demekti. Hiç kimse bun
kabullenemezdi. Bir psikiyatr olarak ben de onaylamıyordum. Ya
nız Dr. Saltı’nın m erakına saygı duyulması gerektiğini de her zama
savunurum.
www.EvreninDili.com
“Bir ye m tanesi çeken karıncayı dâhi incitm e!
Ç ünkü onun da canı vardır. Can ise, tatlı ve hoştur.”
Şâir Firdevsî
71. G ün
Zaten ölüm üm den sonra o kadar çok ve değişik siteler veya inter
net sayfaları açılmıştı ki... Katilimin bulunam adığı her gün bunla
ra yenileri ekleniyor ve herkes bir şeyler paylaşıyordu: D aha önce
varlığından bile haberdar olmadığım, varlığından haberdar oldu-
f)um am a görüşmediğim, nadir görüştüğüm, her gün görüştüğüm
akrabalarım; bir selam verip geçtiğim, gıcık olduğum, samimi olup
İçimi döktüğüm arkadaşlarım; kızı benim gibi sevgili-eş cinayetine
kurban gitmiş, oğlu katilim gibi sevgilisini-eşini öldürm üş kişiler; öl
memiş, öldürülmemiş am a ne olmuş bilinmeyen kayıp çocukların
aileleri; olayı gazete ve TV haberlerinden öğrenmiş etkilenmiş kişi-
Ivr; sayfaların kalabalık oluşundan istifade sevgili bulm aya gelmiş
wya kendi internet adresinin reklamını yapm aya gelmiş kişiler; bir
ıli'dektif gibi iz süren, doğru veya yanlış am a etkileyici bir bilgi ara
yan haberciler; çocuk psikolojisi, ergen psikolojisi, ebeveyn-çocuk
ilişkisi, depresyon, ruhsal hastalıklar, ikili ilişkiler, psikolojik ilaçlar
•ı/erine yazan psikiyatrisiler; yetişen neslin toplum içindeki yeri ve
••Ilışacak yeni toplum üzerine yazan sosyologlar; okullardaki eğitim
9 197 GÜN • BÖLÜM2
286
“Gece ki beni ya tıştırır
Karanlık, serinlik ve hava
Değişik görünüyor bana
Gecenin gözleri yok, hem hiç.
Sessizlik,
Sürüklüyor geceyi ,
D urgun geceyi .”
M arilyn Monroe
73. G ün
O incecik, kulak tırmalayıcı tiz sesiyle “Tugi koooooş! Aşkım yeni
internet sitesi açm ıuışş...” diye bir taraftan cırt cırt bağırıyor, bir
taraftan da Tugay’ın manikür setlerinden birini yatağa yaymış, baş
parmağının tırnağından bir parça kırmaya çalışıyordu. Bundan ya
rım saat önce de karyolaya serdiği kırmızı ipek bir çarşaf üzerinde
çırılçıplak Marilyn Monroe pozları veriyordu. Fotoğraf makinesine
kolunun yettiği uzaklıkta sığabilen karelerden göründüğüne göre
Ihttu’nun bu fotoğraflarında Marilyn’e benzer tek tarafı üzerinde
yattığı kırmızı çarşaftı. Hayatım, esmer ve zayıf Tattu’nun, beyaz
U*nli ve yuvarlak hatlara sahip Marilyn M onroe’ye benzeyen neresi
v/ardı? Yüz çizgileri de Marilyn’den tam am en farklıydı.
288
SULTAN TARLACI 9
“Tugiii...”
“Tuuuuuuuuuuuugiiiiiiiii... ”
289
197 GÜN • BÖLÜM2
İçeriye girmedi, çünkü saf arkadaşı onu hangi önemsiz mevzu için
çağırdıysa kapıdan şöyle bir bakıp banyoya pedini değiştirmeye gi
decekti.
Tattu kollarını şımarıkça açıp “Aşkım yeni site açmış Tugiii!” diye
bağırdı. Yatağın üzerinde yuvarlanıyor, tam kenarına gelip düşecek
gibi olduğunda elini sarkıttığı tarafın tersine yuvarlanıyordu.
290
SULTAN TARLACI 9
lay derin bir iç çekti. Tattu’nun yüzüne baktı. Şimdiye kadar kaç
Tattu’ya bir konuyu anlatm aya çalıştığını ve asıl önemlisi bun-
içinde Tattu’nun kaç tanesini anladığını düşünüyor olmalıydı,
sula zorluk düzeyi bu konuya yakın bir başka konu anlatmış da
lıı anlamış mıydı? Ya da daha basit bir konuyu? Düşündükçe
<1tındaki çaresiz ifade genişledi. Boş vermeyi düşündü bir ara. Ne
mrsa yapsmdı.
291
9 197 GÜN ■ BÖLÜM2
“Yani algıları açık insanlar” dedi yine de. “Medyumu, falcısı, duru-
görücü var, rüyacısı var, telepati var, hatta uzaktan bakarak kaşıkları
bükenleri var onların içinde.
“Ya Tugi, ben de zaten kendimi m edyum m uşum gibi tanıttım.” Çok
zekice bir iş yaptığına dair gözünü kıstı. ‘A nladın mj sen o n u ’ m ana
sında ağzını kocam an açıp dilini birkaç tur çevirdi. Sanki yanlarında
başkaları d a var da duyacaklarmış gibi Tugay’a iyice yaklaşıp sesini
kıstı: “Bu tırnağımı d a yeteneğimi kanıtlamak için kıracağım şimdi
biraz.”
“Bak şimdi ben oraya yazdım. Az sonra tırnağım kırılacak diye gele
cekten haber verdim anladın mı? Şimdi kendim kırcam ve fotosunu
paylaşcam am a sanki kırılacağından benim haberim yokmuş gibi..
Tugay bir anda dalmış, derin bir sessizliğe bürünm üştü. Yavaşça ne
fes alıp veriyor ve Tattu’ya bakıyordu.
“Üye ismimi de adım a benzer bir şey buldum anladın mı?” dedi
Tattu. Tatlu dudiş aldım. Tatlı dudak anlam ında yani. Tattu ismim
ya anladın mı?” Dudaklarını öne getirmişti. Bir ara düşündüm Tat-
lu_Dudi mi olsun diye Tugi... Ama sonra dudiş daha güzel dedim"
Dudağını biraz daha öne getirdi. “Tatlu tatlu dudikler...” İyice öne
uzatıyordu dudaklarını.
“Ya zaten herkes kafadan atıyor Tugi. Mesela katil hakkında akılla
292
SULTAN TARLACI 9
ıelam ben sitenize yeni kayıt oldum. Yeni m edyum üyenizim. Katil
anda oturuyor.”
ıy vallahi pes!” dedi. “Kız ‘Katil ayak ayak üstüne atmış’ ne de-
ek? Öyle bilgiler istemiyor. Adam resmen şehir-ilçe yerini bulmak
n ipucu isim falan istiyor ne yapıyorsun sen! Bak işte anladı senin
:teneksiz olduğunu. Üye olduğun ilk saniye tebrik ediyorum .” Al
la m a y a başlamıştı.
tö a ...” dedi çatallaşan sesiyle. “Ne yazdın öyle? Ay... Bir de üste
kjyorsun. Yazma bari!”
293
9 197 GÜN • BÖLÜM2
“O ndan gelecek görüsü olur m u?” dedi. “Herkesin aklı seninki ka
dar değil. Tırnağını kendi kendine kırdığın pek çok kişi tarafından el
bette anlaşılacak. Bak adam Zener kartlarıyla göster diyor kendini.”
“Zener ne? Karo kartı gibi mi? H aa... Fal bakmam ı istiyor Tugi an
ladın?”
“Kolaymış.”
Tugay: “Kolay mı?” dedi. “Allah Allah atlam a her şeye! Rezil ede
çeksin kendini.”
Bir şeylerin ters gittiğini sezmiş olmalı ki bir anda durup: “Tugi yar
dım etsene” dedi.
294
SULTAN TARLACI 9
tu’yu teselli etmedi bu. “Benden daha iyi yaparsın yine d e ...”
li. “Söylesen ne olur sanki!”
295
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
m aya başladı.
“Ay tam am zırlam a...” dedi Tugay. İşaret parm ağını dudaklarına gö
türüp “sus” işareti yapıyordu. Bunun işe yaramadığını görünce elini
kendi ağzından çekip Tattu’nun ağzını kapattı. İstediğini yapacağına
dair birkaç hareket yaptıktan sonra diğerinin biraz sessizleştiğini gö
rünce yüzüne tükürüp laptopu kendine çevirdi. Koluna asılan Tat-
tu ’yu biraz iteleyerek: “Dur bakalım” dedi.
Tugay derin bir nefes aldı. Önce Tattu’ya sonra sabır çekerek ekrana
baktı: “Yıldız” dedi.
Tattu söylenen kartı hem en seçti ve gerçekten yıldız çıktı. Bir çığlık
^ atıp Tugay’ı öptü.
“A aaa valla tuttu ayol.” dedi Tugay. “Acemi şansı. Ha hah... acemi.”
Tugay yeniden ekrana baktı. “Imm m... Ay dur, acele etmeyim şim
di.” Birkaç saniye düşündü. Kazanılmış bir başarının yükü vardı
üzerinde. Bir sonraki adım da da bu başarıyı korumalıydı. Kararını
vermiş gibi pem be ojeli işaret parm ağını ekrana yöneltip: “Kare!”
dedi.
296
SULTAN TARLACI 9
dile dökm ese de hayalinde ona evlenme teklifi etmesine kadar git
mişti.
Tattu, Tugay’da kaldıkça evde başka yatak olmadığı için “kız kardeş
gibi” beraber yatarlardı. Tugay, Tattu’nun sabaha kadar konuşarak
kendini uyutmayacağını anladığı için susturmanın bir yolunu arıyor
gibiydi.
“Kız onlar Cinlilerdir.” dedi. “Fazla bulaşma. Hadi unut artık orayı,
uyu.”
“Ay dem e Tugi valla korkarım. Hem öyle adını söylemeyeceksin üç
harfli diyecekmişsin.” Elini kulağına götürüp bir öpücük attı. Sonra
sivrilttiği parmağını duvara vurdu. “Allah korusun” dedi.
“Tabi... Ay pardon beş harfli. ‘C -i-n -l-i’ beş harf y a... Ben küçük
ken mahallemizde Seviye Teyze vardı. O öyle derdi. Adlarını söyle
meyin beş harfli deyin. Olur da Cinlilere bulaşırsanız. ‘Uzak dur beş
harfli uzak dur. Git tuvalete tuzak kur’ deyin derdi.”
“Ayy sus Allah aşkına!” dedi Tugay yataktan kalkarken. Yine sesi
erkek gibi çıkmıştı. “Şu pedimi bir değiştireyim.” dedi. “Gece sıkıntılı
geçiyor özel günlerde.”
“Ya Tugi gitme. Korkarım ben tek başım a.” diye bağırdı Tattu.
297
9 197 GÜN - BÖLÜM2
“Aa saçm alam a be!” dedi Tugay yine çatallı sesiyle. “Yat uyu. Çok
konuşursan gelir Cinliler. Yatıp uyuyana ilişmezlermiş.”*
Tattu hava sıcak olduğu halde sanki herhangi bir tehlikeye karşı kal
kan gibi onu koruyacakmış ruh halinde çarşafı üzerine dolayıp “Ya
lütfen Tugi” dedi. “Beş harflilerden bahsettin inan ki korkarım. Ben
de geleceğim o zaman bekle.”
Tugay uyum adıysa bile sussun diye uyur gibi yapıyor olmalıydı. Tn!
tu bir süre Tugay’ı uyandırm aya uğraşsa da sonunda um udunu ki*
298
SULTAN TARLACI
sip yorganın altına ayak parmağını bile dışarıda bırakm adan girmiş
sadece gözleri dışarıda dua nam ına ne biliyorsa yalan yanlış korka
korka okum aya başlamıştı.
79. G ün
Yeniden kulaklığına:
Anlaşıldı.”
T am am .”
Söyle yedi defa komut verdi ve her defasında annenin beynini kont-
ol etti. Hepsini de kaydetti. Pamuk topu halinde cam kafesin içinde
»ağlı ve çaresiz yatan zavallı hayvan pem be burnunu birkaç defa
»ynattı.
Evet. Bir tane kaldı.” diye cızırtılı bir ses geldi karşıdan.
301
9 197 GÜN • BÖLÜM2
“Canlıyken yaktım.”
Karne ray aj? akıyordu. Sanki az önceki neşeli halinden eser yok gibi,
ciddi bir tavırla: “Uzaktaki yavruları öldürülürken anne tavşanın
beyninin tepki vermesi, hayvanlarda d a telepati olduğunu bize ka
nıtlıyor.” dedi.
Ölü tavşanın birkaç fotoğrafını çekti. Sonra yeniden kam eraya dön
dü: “Bu deney yeniden tekrarlanacak. Her defasında aynı sonucu
alacak mıyız bakacağız.” dedi. “Her defasında yavrularını aynı şe
kilde öldüreceğiz ve her defasında annenin beyin hareketlerini kay
dedeceğiz. Her defasında hareketler hızlanacak mı? Eziyet edilen
yavrularda annenin beyin hareketleri daha çok m u hızlanacak? Hele
h e le ...” dedi. Durdu. Derin bir iç çekti, “...h er defasında anne öle
cek mi?” “Hele h e le ...” diye yeniden sessizce mırıldandı.
Sonra birden bağırdı: “Hele hele hele Anteplim, gel yanım a dili dal
lım. Çiterelli çarıyooor tırır tın tır nayalım ...”
302
SULTAN TARLACI 9
iel yanım a dili datlıııııııı.” dedi yeniden. “Çiterelli çarıyooor tırır tın
nayalım ...” Elinin birini beline koymuş, diğeriyle beyaz eldivenini
lıyor, laboratuvarın içinde bir sağa bir sola tavşan gibi sekiyor, ko
n a n göbeği fıçı gibi kalkıp iniyordu. “Çiterelli çaaaarıyooorrr...”
rerek başını, gözüne kulağına saldıran bir arı varmış gibi hızla sağa
a sallıyor, dudakları savruluyordu. “Tırı tın tın naaaayalım . Hele
e hele hele hele hele hele A nteplim ...” Elinin birini beline koy-
. Diğerini havada sallayıp ayaklarını geçenlerde izlediği bir An-
>yöresi belgeselinde gördüğü halay çeken adamların yaptığı gibi
omaya çalıştı. “Çiterelli çarıyoooor... H op.” dedi. “Hele hele hele
teplim... nara nara naradil datlı...”
ırdu. Elinin tersiyle alnının terini silerken sanki bu teri zor şartlar
na çalıştığı ve buna rağm en çok düşük bir m aaş aldığı işini yapar-
ı namusla dökmüş gibi silmişti.
slancolie... in settembre
303
* 197 GÜN • BÖLÜM2
Ben de yine bu dom uzdan öğrendim. LSD, yıllar önce meşhur biı
ilaç firmasının laboratuvarında yanlışlıkla bulunmuştu. Ta 1938 yılın
da. Federico gibi çatlak adam ın biri m antardan Liserjik asit elde etli
ve dietilamidle karıştırdı. Yanlışlıkla küçük bir damlası tenine değdi
Önce hiçbir şey hissetmedi am a 10-15 dakika sonra algısının deği$
tiğini ve ardından tam am en başka bir renkli âleme geçtiğini gördü
Söylenene göre bu, görsellikte çok zengin adeta cennet benzeri biı
güzellik evreni içinde yaşanan haz ve mutluluktu. Görülmeyen şeyleri
gördürüyordu. Koca evren sanki göğüs kafesinin içine zor sığıyordu
304
SULTAN TARLACI 9
305
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
306
SULTAN TARLACI 9
307
9 197 GÜN • BÖLÜM2
Bu nedenle LSD verdiği denek olur da bir gelecek haberi verir, si
teye eklerim diye dikkatle bakıyordu am a diğerinden ses gelmedi.
Parmaklarıyla sımsıkı tuttuğu saçları adam ın yanağına dizini basa
rak sinirden hızlıca yoldu. Zavallı adam az önceki çığlığından daha
yüksek bir çığlık basmıştı. Diğerleri kahkaha atıp alkışladı.
308
SULTAN TARLACI 9
lek bir süre inledi. “G ölgeler...” dedi. “Simsiyah, bir oluğun için-
ı yağ gibi süzülüyor. Sanki sokak mazgallarına akıyor. Mazgal-
.. ıhh... mazgallar, mazgallar, m azgallar...”
309
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
virdi. “Adam bağırıyor. Kuyruğunu bir sağa bir sola şiddetle vuruyor.
Bir sağa bir sola, bir sağa, bir so la ...” dedi. Federico, parmaklarını
saçlarının arasında gezdirip alt dudağını ısırdı. Derin bir nefes alıp
silahını belinden çıkardı ve sinirle küvete boşalttı. Adamın suyun
içindeki bedeni vurulmanın etkisiyle birkaç defa sekti. Zaten kırmızı
olan oda ve su içinde kan belli olmuyordu am a bir süre sonra bi
riktikçe siyah bir şekilde kendini belli etti. Duvarlara, yerlere, Fede
riconun gömleğine, yüzüne, her yere sıçramıştı. “Gerizekalı!” dedi.
Diğer küvetlere göz gezdirdi. Muhtemelen onların da geleceğe dair
bir görüsü yoktu. Duyduklarına siniri dayanm ayacağı için sormadı.
Kapıyı kapatıp çıktı.
310
SULTAN TARLACI 9
uyu dışı algı veya astral seyahat dışında tayy-ı mekân yapabile
nine dair de bir düşüncesi var. Bu iyiye işaret değil. Çünkü böyle
derse Federico sinirlenip birkaç tanesini öldürecek. “Koca götünüz
2den havalanmıyor? Mutasavvıflar sizin kadar yiyor m uydu?” di-
)r. Zaten o öldürmese bunlardan da birkaç tanesi de Hint grubu
bi açlıktan ölür sanırım. Açlıktan olmasa baskı stresi ve sıkıntıdan
ür. O kadar sıkı bir yaşam a kim katlanır? Sabahtan akşam a kadar
imaz kıl tespih çek. Olacak iş mi?
311
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Petler hazır mı?” dedi. Bahsettiği şey Federico’nun yeni buluşu osu
runca kokuyu değiştirip güzelleştiren Kuantum Ped olmalıydı. Pek
çok kokulu çeşidi vardı: Portakal, limon, lavanta... Kişi onu takıp
osurduğu anda pis bir koku değil parfüm yayılıyordu etrafa. Federi-
co defalarca Kabakafa’da denemiş olumlu sonuçlar almıştı.
Domuzun yüzünde birden bir gülümseme belirdi. Aklına bir şey gel
312
SULTAN TARLACI
83. G ün
“Hayırdır anne soğuk mu aldın?” dedi kahvesini bırakırken. Ne
reden soğuk alabilirdi? Sabahtan akşam a kadar kalkmadığı kane
pesinin arkasındaki pencere hem kanepe engelinden hem de kapı
açılırsa hava akımı olur diye hiç açılmazdı ki. Odadaki tek rüzgâr
Safiye Hanım ’ın burnundan alıp verdiği tembel nefesti. Hem en yanı
başında duran aşk merdiveninin narin yaprakları bile kıpırdamaz
dı. Küçük gelin cevap alamadığıf sorusu karşısında bir umutla son
kez bekledi elinde tepsiyle. Birkaç saniye daha kayınvalidesinin yü
züne baktı. Safiye H anım ’ın onunla uğraşacak zamanı olmadığını
yüzüne bile bakmayıp laptop ekranına odaklanm asından anlayıp
yeniden “Anne kahveni bıraktım buraya.” dedi. Safiye Hanım “ha
berim var” anlam ında başını belli belirsiz salladı. Küçük gelin de her
biri farklı desende uzun ince eteği, iş yapm aktan kolları bileklerini
hiç görmemiş, devamlı dirseğinde sıvalı duran bluzu ve kulakları
nın arkasından kafasının üzerine uçları minik bir düğüm yapılmış
eşarbıyla odadan çıktı. Kapıyı kapatırken gözünün ucuyla son kez
kayınvalidesinin haline baktı. Muhtemelen kaç gündür bu halde
olan kadıncağızı bir doktora mı götürmeli onu düşünüyordu. Yal
nız Safiye H anım ’a böyle bir teklifle gelmek de cesaret isterdi. Onu
SULTAN TARI ACI 9
315
9 197 GÜN • BÖLÜM2
kızın lisesinde okuyor. En ufak bir durum dan milyonlarca teori üret
me yeteneğine sahip Safiye H anım ’*ın durum unu o olayı duyduktan
sonra hayal edersiniz. Gülin’i evde gördükçe zavallı kızcağız sanki
okulda kötü şeyler yapıyormuş gibi öyle çok üstüne gidiyor ki... He
m en her defasında anlamlı bakışlarını kızın üzerinde gezdirmekten
de öte “Bugün de ellettirdin geldin mi oranı buranı?” sözü Gülin’e
söylediği en yumuşak sözüydü. Belki de bu kadar acımasız olması
torununun başına da aynı olay gelecek korkusuydu. Yoksa Gülin
çalışkan aklı başında bir kızdı. Öyle şeyler yapacak değildi. Safiye
Hanım bu defa gerçekten yanılıyordu. Olabilirdi. Her insan yanılır
dı. Zaten daha önceden de “göremediği” olaylar olmuştu. Neyse...
Ne diyordum? Evet. Onu Gülin’le bile uğraşam ayacak hale getiren
neydi? Kendi kabuğuna çekilmiş neyden korkuyordu? Birkaç gün
ne yaptığını takip edince anladım.
316
SULTAN TARLACI 9
317
9 197 GÜN ■ BÖLÜM2
kızın lisesinde okuyor. En ufak bir durum dan milyonlarca teori üret
me yeteneğine sahip Safiye Hanımdın durum unu o olayı duyduktan
sonra hayal edersiniz. Gülin’i evde gördükçe zavallı kızcağız sanki
okulda kötü şeyler yapıyormuş gibi öyle çok üstüne gidiyor ki... He
m en her defasında anlamlı bakışlarını kızın üzerinde gezdirmekten
de öte “Bugün de ellettirdin geldin mi oranı buranı?” sözü Gülin’e
söylediği en yumuşak sözüydü. Belki de bu kadar acımasız olması
torununun başına da aynı olay gelecek korkusuydu. Yoksa Gülin
çalışkan aklı başında bir kızdı. Öyle şeyler yapacak değildi. Safiye
Hanım bu defa gerçekten yanılıyordu. Olabilirdi. Her insan yanılın
dı. Zaten daha önceden de “göremediği” olaylar olmuştu. Neyse...
Ne diyordum? Evet. Onu Gülin’le bile uğraşam ayacak hale getiren
neydi? Kendi kabuğuna çekilmiş neyden korkuyordu? Birkaç gün
ne yaptığını takip edince anladım.
316
SULTAN TARLACI 9
317
9 197 GÜN ■ BÖLÜM2
318
SULTAN TARLACI
89. Gün
Neden takip etmesinler? Katille ilgili yazılan her şeyi olduğu gibi
doktorun garip sitesini de takip ediyor elbette polisler.
“Ş una bak.” demişti. “Medyumlar bile bir internet sitesi açmış katili
bulmak için.”
“Neyler?”
“Hangi varlıklarla?”
Tövbe! Çarpacaklar.”
Ağzının içinde um ursamaz bir şekilde “Ne yaparsan yap. Beni ka
rıştırm a...” dedi. Ayağa kalktı. Sokak lambasının vurduğu ışıkta bir
dosya aradı dolapta. Eline alıp yeniden koltuğuna döndü.
Diğeri bu sözden cesaret almış, siteye giriş için kolları sıvamıştı. “Abi
üyelik istiyor” dedi. “Ne olsun takm a ismimiz?”
“Ha ha yok artık. Dur üçümüze bir ortak üyelik alalım. Güven-ve-
fa-ziynet baş harflerinden... gü-ve-zi... Geveze! Evet, geveze ol
su n ...”
“H a h a ...”
“Cin cin cin cin cin cin cin... hatta cinnn.. cinnn...” diye mırıldanı
yordu Vefa önündeki dosyanın sayfalarını karıştırırken.
322
SULTAN TARLACI 9
“Yok abi, zaten site de yeni. Profesyonel üye olunca yöneticilik alı
yorsun am a profesyonel üye nasıl olunuyor bilmiyorum. Bakıyorum
şimdi ne demek. Birine soralım forum da.”
“Hoş geldiniz. Profesyonel üye olmak için bu alanda bir psişik yete
neğiniz olduğunu kanıtlamanız gerekiyor.”
“Abi sakin ol. Bağırma. O sadece bir takm a isim. Olabilir. Yeteneği
nizi kanıtlamanız lazım diyor.”
323
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
Vefa Güven’e baktı: “Ne o öyle bilgi alındı tam am. ‘Merkezden Çift
lem eden Parlatır’a ’ yazaydm bari. Polis olduğun belli olacak!”
“Abi Zener kartları var bak şurada. Sana beş kart veriyor. Hepsin
de ayrı ayrı şekiller var. Başta arkaları görünüyor kartların şekiller
görünmüyor yani. Bilgisayar tam am en sıraları değiştirip otomatik
seçiyor. Sen, o seçm eden önce beş karttan hangisinin çıkacağını
bilirsen yetenekli olmuş oluyorsun am a en az yüzde otuz üzerinde
başarı gerekiyormuş. Aşağısı tesadüfle tutturulabilecek bir oranmış.
Bak altında açıklama var.”
324
SULTAN TARLACl 9
birkaç gün sonra açıklanacakmış resim. Yani doğru çizsek bile he
men şimdi profesyonel üye olamayız.”
“G e ç ...” dedi Vefa. Gani sıkılmıştı. “Başka bir yolu daha vardı?”
“Nasıl ekleyeceğiz?”
“Abi durugörü dediği şey yani geleceğe dair bazı olaylar... Önceden
bilme yani. Biz nerden bileceğiz? Hem gerçekleşse de hem kim bilir
ne zam an.”
“Haberlerden.”
Vefa alt dudağını öne çıkararak elinin birini çenesine koydu. “Şura
ya girerken bu kadar sıkıntı çekmedim ” dedi emniyeti kastederek.
Doktor sanırım bu alanda ciddi çalışma yapıyor. Baksana nasıl kur
muş düzeni. Yakında personel seçme sınavından seksen beş alma
şartını da ekler.” dedi. “Yalnız soruları çözerek değil bir sonraki soru
nun doğru şıkkını sezerek bulm a şartı koyar.”
“Şu zener denen şey zaten bir nevi öyle abi.” dedi Güven: “Biz
göremeyeceğiz sanırım kayıp katille ilgili buraya yazılan bilgileri...”
"Evet.”
325
197 GÜN • BÖLÜM2
Geveze ekledi:
97. G ün
inetici Alanı:
:4 7 :4 5 ) B y_Piccione: m erhabalar
(2 2 :5 0 :3 8 ) ikizler: geldim
328
SULTAN TARLACI 9
: 5 2 : 13) Tatlu_D udi kime eliyorsun çiti açık yaz tam am mı?
:5 2 :2 5 ) G eveze: selam
:5 2 :4 8 ) G eveze: ne oluyor ya
:5 3 :0 8 ) G eveze: ne alaka?
:5 3 :1 4 ) G eveze: ee ne olmuş?
329
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
(2 2 :5 7 :1 9 ) B y_Piccione: haklısınız
330
SULTAN TARLACI 9
1:04:38) T atluJD udi : ay çizseler bile bir defa burada tek yete
li onlar değil ki
1:04:43) T a tlu _ D u d i: her gün burada yok saçım nasıl bil ba-
m, şu an sağ tarafımda ne var bil bakalım, üstümdeki ne renk
nem ne
331
197 GÜN • BÖLÜM2
(2 3 :0 9 :0 3 ) G eveze: of....
(2 3 :1 0 :4 2 ) G eveze: hadii...
(2 3 :1 1 :5 8 ) G eveze: ne güzel...
333
197 GÜN - BÖLÜM2
334
SULTAN TARLAC1 9
(2 3 :3 6 :2 5 ) ikizler: yoo...
335
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
(2 3 :3 8 :4 8 ) ikizler: nerede?
336
SULTAN TARLAC1 9
4 2 :2 0 ) ikizler: a a aa aaaaa
4 3 :2 8 ) ikizler: evet
4 4 :5 5 ) ikizler: evet
4 6 :1 6 ) ikizler: evet
337
197 GÜN ’ BÖLÜM2
(2 3 :5 1 :5 0 ) ikizler: a a a a a ...
(2 3 :5 2 :0 1 ) ikizler: :(
(2 3 :5 2 :0 6 ) P ren ses_ S o m y a: birkaç tane de çok değerli tarihi ese
aldı
(2 3 :5 2 :4 3 ) P ren ses_ S o m y a: çıktı gitti dükkandan
(2 3 :5 2 :4 8 ) P ren ses_ S o m y a: hayırlısı olsun
(2 3 :5 3 :1 5 ) P renses_S om ya: sevmesen de kocanla seviş
(2 3 :5 5 :5 6 ) ikizler: :(
338
“Eğer gerçeğin tam takipçisi olacaksanız , hayatta en azın d a n bir
kez , m ü m k ü n olduğunca her şeyden şüphelenm eniz gerekir”
Descartes
lO l.G ün
Geveze
Doktor Bey,
Hocam selamlar,
Sitenin canlı sohbet odasını ara ara kontrol etseniz iyi olur bence.
Geçen gün girdim Tatlı_Dudi ve Geveze “Üzerinde ne var?” türün
den sohbetler ediyordu. Böyle soru olabilir mi bu sitede? Gerçek
yetenekli biri karşıdakine üzerindekini sorm adan bilir! Bunların ye
teneksiz olduğu buradan belli.
Juliet
Dr. Saltı,
Doktor Bey,
E_S_P
340
SIJİTAN TAKLACI 9
Saltı Bey,
Sitede nasıl olduysa yönetici olmuş bazı kişiler öldürülen kıza ve ka
tiline dair çıkan haberlerden etkilenip hem en siteye durugörü veya
rüya görmüş gibi yazıyor. Haberi izliyorum, bakıyorum beş dakika
sonra bizim siteye öngörü ve durugörü algısı olarak eklenmiş. Bu
ne saçmalık! İsterseniz eklenen durugörü kaydıyla çıkan haberlerin
saatlerini bir karşılaştırın.
Prenses_Somya
Selam doktor,
Danset
Danset
Saltı Bey,
İkizler
341
9 197 GÜN • BÖLÜM2
Saltı Bey,
342
“Güzelliğin şarkısını söylersen eğer; çölün ortasında tek başına
olsan bile bir dinleyicin o la ca ktır”
Halil Cibran
103. G ün
344
SULTAN TARLACI 9
geldi. Mercan rengi rujuyla birlikte pudra rengi gömleği cam kapı
dan uzaklaştıkça daha koyu görünüyordu. Minik çantasını oturacağı
sandalyenin demirine zincirinden astı, kendi de sandalyeye oturdu:
Tika elindeki toz beziyle eşine yaklaştı. Zayıf bedenini genç kadının
önüne dikti. İncecik beline bağladığı kemerinin en öndeki deliğine
geçirilmiş demiri dükkânın cam ekânından kırılan güneşle parlıyor,
pantolonunun pileleri Füsun Hanım dönüp bakmadığı halde yan
dan gözüne çarpıyordu.
“Çocuklara mı bir şey oldu?” dedi. Dili dişinin gedik yerine kaçmış,
hatta telaşından biraz da dilini ısırmıştı.
“Konuşmaya geldim.” diye devam etti genç kadın. İlker Bey hiçbir
şey dem eden koltuğuna yaslanıp bir elini m asanın üzerine diğerini
koltuğun koluna koyduğu dirseğinden destek alarak çenesine koy
du. Gözlerini kıstı. Füsun Hanım ’ın söze başlamasını bekliyordu.
Tika başını cam dan tarafa çevirdi. Karşı dükkân kom şusunun çırağı
çay bardağının altında kalan soğumuş çayı yola dökmüş, içeri giri
yordu.
345
197 GÜN ’ BÖLÜM2
Tika yeniden duyduğu imayı anlam aya çalışır gibi bir bakışla eşine
döndü.
Füsun Hanım yeniden içini çekti. Eşinin yüzüne baktı. “Bir şey mi
oldu İlker?” dedi. “Bir sorunumuz mu var?”
Füsun Hanım, Tika’nın sevgilisi geldikçe sık sık aşağı kata indikleri
merdivene baktı: “Son günlerde çok durgunsun.” dedi.
İlker Bey yeniden eşine döndü. Gülümsedi. Tika ilgiyi severdi. Her
hangi bir kadın onunla bir şekilde ilgilensindi. Konuşsun, sevsin, bir
şeyler ima etsin, laf soksun, küfretsin, dövsündü.
346
SULTAN TARLACI 9
hayalden nasıl bir zevk alıp mutlu oluyordu? Karısını aldattığı sevgili
si tarafından dolandırıldığı şu berbat durum da eşinin kendiyle ilgilen
diği şu anın tadını nasıl çıkarabiliyordu? Böyleleri ‘an’da yaşam aya
alışmış ve sıkıntıdan mütevellit her türlü hastalığa karşı bencillikten
gelen doğal bir bağışıklık sistemi oluşturmuş kişilerdir. Başını ‘senden
kurtuluş yok’ anlam ında sağa sola salladı. Ağzı memnuniyetle yayılır
ken dişinin gediği görünüyordu. “Boşver bebeğim .” dedi.
Füsun Hanım eşine baktı. Burnunu pis bir koku almış gibi yukarıya
topladı. Sonra hem en kendini toparladı.
“Ticarette her zam an olabilecek şeyler.” diye devam etti diğeri. “Be
nim canımın sıkıntısına bakm a sen.” M asadan kalktı. Füsun Ha-
nım’m önüne geldi. “Yoksa senin de mi canını sıktım?” dedi.
Genç kadın eşinden değil, duyacağı cevaptan korkar bir halde: “Bu
sorun, onların geleceğini etkilemez değil mi?” dedi.
347
9 197 GÜN • BÖLÜM2
“Saçm alam a.” dedi İlker Bey. “Nereden çıkarıyorsun bunları? Bir
kaç gün beni durgun gördün d iy e...” Güneş büyük bir bulutun ar
kasına girmiş, sokağı karartmıştı. İlker Bey’in yüzü de karardı. İçine
bir sıkıntı düştü. Kendisi de kızları düşünüyor olmalıydı çünkü Füsun
Hanım endişesinde haksız sayılmazdı. Hatta eşi gelmeden az önce
yaptığı hesaplara göre ev ellerinden gidebilirdi. Tika evi satmazdı
elbette. Gereken parayı tefecilikten alacağı olan kişilerden temin et
meyi düşünüyordu. Borcu yoktu. Sadece daha çok kazanmak için
daha çok mal almak lazımdı, almak için de p a ra ... Geçen haftalarda
balık etli beyaz sevgilisi seviştikten sonra Tika’nın votkasına ilaç ka
rıştırmış, pantolonundaki anahtarlarla dükkânın kasasını soyup git
mişti. O para, Tika’nın banka haricindeki -ve bankadakinden daha
çok- birikmiş tek parasıydı. Bu birikimle yapılacak planlar içinde el
bette kızların geleceğine dair hayaller vardır. Karı kocanın tek ortak
paydası, çocukları, gelecek yıl kreşe gidecek, uzun bir eğitim ha
yatına başlayacaklardı. Belki birbirleriyle paylaşmamışları am a karı
koca ikisi de çocuklara dair “en iyi” hayalleri kurmuşlardı. Elbette şu
an için kızları etkileyen.bir durum yoktu am a ilerisi için vardı çünkü
fena soyulmuştu!
348
SULTAN TARLACI 9
Tika’nm burun deliğinden inen uzun ve kıvrık bir kıla takıldı gözü.
İğrendi. Başını yan tarafa çevirdi. Bu tür bir kıla sahip bir adam nasıl
349
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
350
SULTAN TARLACI 9
teri de karşısındaki gram ofona bakm aya başladı. İlker Bey tes
iri inceleyen müşterisinden biraz izin isteyip hanımefendiye gü-
»ir gramofon gösterdi. Yalnız bu altın kaplam a gramofon evlilik
sindeki çifte pahalı gelecek gibiydi. Genç kız biraz kararsız kaldı,
da yeniden el yazması kitaplara göz gezdirmekte olan erkek
zerisinin yanına gitti. Hangisine ne satsın bilememişti. Erkek
:eri elinde eski bir denizcinin günlüğünü tutmaktaydı. Günlük-
ıtıralar kadar haritalar, değişik çizilmiş pusulalar, her ayrıntısına
.r çizilmiş farklı balıklar ve her sayfasında çıpa vardı. Müşteri
ıç sayfayı gülümseyerek okudu. Denizci, ilerde birinin eline ge-
gini tahm in edememiş veya ettiyse de tanınmadığı için olmalı
işem em iş ve her şeyi tüm ayrıntısıyla yazmıştı.
351
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Ayyy çok şeker.” dedi genç kız. “Alsak mı ya?” diye yeniden gramo
fonun yanına gitmişti.
Sonra bir an çok kalabalık bir ortam da bunalmış gibi derin bir k
çekti. Telefonunu çıkardı. Dr.Saltı ismiyle kayıtlı birinin profili üze
rinde baş parmağını gezdirdi. Mesaj kutusuna girdi. “Sohbetinizi
özledim.” yazdı. Sildi. “Sohbetini özledim.” yazdı. Yine sildi. Yüzü
kıpkırmızı olmuştu. İlker Bey aşağı kattan bir şarkı mırıldanarak
geliyordu. Gramofonu satan ve bugün buraya gelip kendine sevgi
gösterilerinde bulunan eşine sevgiyle bakıyordu. Bir an kızardığını
görüp “Ne oldu?” dedi. “Yok bir şey.” dedi Füsun Hanım. Gene;
adam , bu utanmışlığı kendine mal edip “ah şu kadınlar” anlamınn
gelen bir gülümsemeyle aşağı indi. Onun gitmesinden sonra Füsun
Hanım yeniden telefonunu çıkardı. “Doktor Bey, psikometri konu
sunda bana bazı eşyalar gösterip test edecektiniz. Yoksa unuttunuz
m u?” Yazdı. Bir gülücük koydu. Gönderdi.
352
“H er şeyin bir adı bir de kendisi vardır. A d , nesneyi gösteren,
anlatan bir sestir; ad, nesnenin ö zün bir parçası değildir; nesneye
eklenen yabancı, nesne dışı bir takıntıdır.33
Morıtaigne
107.Gün
“Sanm ıyorum .” dedi kadın. “Yani böyle bir şey daha önce hiç dene
medim. Dokunmam lazım.”
“Sigara içmem sizi rahatsız eder mi?” dedi. Cevabı beklem eden çok
tan paketi açmıştı bile. Zaten Füsun Hanım da soruyu duymamış
gibiydi. Kâğıtla kaleme baktı:
“Çizeceksiniz.”
“Ne çizeceğim?”
“Zarfın içindekini.”
Doktor sigaradan bir nefes çekti içine: “Evet, görm eden tabii.”
“Nasıl olacak?”
“Bir deneyin.”
“Ben de size Salvador Dali olduğunuzu söylem edim .” dedi Saltı şa
kayla karışık bir ciddiyetle. “Ortaya güzel bir tablo çıkarmanızı da is
temiyorum. Sadece zarfın içindeki objenin çizgilerini, hatlarını veya
kenarlarını yakalamanızı istiyorum. Çizerken resmi ‘isimlendirme’
konusunda acele etmeyin. Çizgiler iyice ortaya çıktıktan sonra çiz
diğiniz şeye bakıp ‘şu olabilir’ diyebilirsiniz. İsim vermeyin hem en.”
354
SULTAN TARLACI 9
“Ama bu çok saçm a.” dedi Füsun Hanım. “Size böyle bir yeteneğim
olmadığını söyledim. Ben durugörür d e ...”
Genç kadın isteksiz bir şekilde uzatılan kağıdı biraz daha önüne çek
ti. Kalemi aldı ve çizmeye başladı. Önce kağıdın ortasına bir nok
ta koydu. Sonra onun etrafına bir daire çizdi. Sonra da o dairenin
merkezinden dışarıya açılan çocukların çizdiği güneşe benzer çizgiler
şekti. Bir an durup kağıda baktı. Gülümsedi. “Hiçbir şeye benzemi
yor.” dedi. Saltı sessizce izlemekteydi. Füsun Hanım kağıdı yeniden
alarak az önce merkezden dışarı doğru çizdiği çizgiler arasına yeni
Çizgiler çizmeye başladı. “S anki...” dedi. “Bir örümcek ağı...” Sal-
tı’nın yüzüne baktı. “Zarfta saklanan resim örümcek ağı mı?”
Saltı kitabının içinden bir dosya kâğıdı daha çıkardı. Füsun Ha-
nım’ın önüne koydu:
Füsun Hanım kâğıdı aldı. Suratı asık bir şekilde şemsiyeye baktı. Az
355
\
197 GÜN • BÖLÜM2
önce yaptığı gibi önce bir nokta koydu ve daireyle çevirdi. Sonra
yine az önce yaptığı gibi merkezden dışarıya çizgiler çekti. Bir süre
sonra durdu. Aklına bir şey gelmiş gibi az önce çizdiği resmi Saltı’nın
önünden aldı. İki kâğıdı yan yana koydu.
Doktor gülümsedi.
“Hiçbir şey düşünm eden çizmek daha iyidir zaten.” dedi Saltı. “Elin
kendi kendine bir şeyler çizecek. Bilinçaltmdan kendiliğinden çizme
ler gibi... Elbette çizim yapm adan o kutunun içindekini görebilen
ler de vardır am a genel olarak bu konuda hiç yeteneği olmadığını
söyleyen kişiler eline kâğıt kalem alıp biraz odaklanınca saklanan
resmi veya nesneyi tam olarak yakalayabiliyor. Amatör şansı deni
yor buna.”
356
SULTAN TARLACI 9
“Oraya, Federico Bey sık sık gidiyor.” Aklına gelmiş gibi ekledi: “Ay
rıca eşimi tanıyanlar da çok uğruyor oraya.”
357
197 GÜN • BÖLÜM2
“Anladım.”
“Biliyorum.”
“Bir de Kiss Kafenin değişik ve yoğun bir enerjisi var. Tarihi eser
olduğu için. Algılarımı etkileyeceğini düşündüm .”
“Evet.”
“Orası çok farklı bir yer.” dedi Füsun Hanım. “Sanırım tarihî esere
dokunm akla bir tarihî eserin içinde olmak da farklı oluyor.” Otur
dukları m asanın ucuna dalmıştı gözleri. “Salgın bir hastalığa yaka
lanmış orada yaşayan kadın.” dedi. “Oranın ilk sahibi olan kadın
yani...”
“Yalının mı?”
358
SULTAN TARLACI 9
labileceğimi düşünüyorsunuz.”
“Hayır.”
“O yalının bir zamanlar yasaklı gazeteye gizli saklı yazı yazan birileri
tarafından kullanıldığına da tarih kitaplarından ulaşabileceğimi hat
ta buraya birkaç tarih kitabı karıştırıp geldiğimi düşünüyorsunuz.”
“Kim olsa düşünür.” dedi genç kadın. “Biri size diyecek ki, bulun
duğum tarihi binanın içinde ö binanın geçmişine dair bir şeyler gö
rüyorum. Siz de inanacaksınız.” Gülümsedi. “Hangi mantık bunu
kabul eder değil mi? Öyle düşünm ekte haklısınız.”
“Yalnız biliyor musunuz doktor bey?” dedi genç kadın. “Bu konuda
ben size doğruluğu tarih kitaplarından araştırılınca kanıtlanabilecek
şeyler söylesem kitaptan bakıp söylediğimi düşündüğünüz gibi, ki
tapları araştırınca bulunam ayacak şeyler söylediğimde de ‘belki de
böyle bir bilgi doğru değil, nereden bilebiliriz doğruluğunu? Hani,
hangi kitapta yazıyor ki kanıtlansın’ diye düşüneceksiniz.”
“Evet.” dedi Füsun Hanım sanki doktorun bir açığını yakalamış gibi.
“Bakın hatırlıyorsunuz. Oysa o söz biz m asaya geçm eden önce, pa-
rapsikoloji ve psikometri hakkında konuşm adan önceydi değil mi?”
“Evet.”
359
\
360
SULTAN TARLACI 9
Araya bir dakikalık bir sessizlik girdi. Saltı’ya baktı. “Başka bir şey
görmüyorum.” diye tamamladı.
361
197 GÜN • BÖLÜM2
“Hangi satıcı müşterisine bir şeyler önermez ki?” dedi doktor. “Bana
bunu “yeteneğinizle” gördüğünüzü söylemeyin. Hayal dünyanı/
yardım ediyor olmasın? Kadına gelince... Hayır, bunu satın aldığını
yerde öyle bir kadın yoktu.”
362
SULTAN TARLACI 9
363
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Vardır veya çok azdır.” dedi doktor. “Çok az olanlar yok sayılır.”
“Evet am a bunu sadece bir deneyle ölçemeyiz değil mi?” dedi Fe-
derico. “Belki daha çok tarihî eser veya antika eşya göstermeliyiz
Füsun H anım ’a .”
364
SULTAN TARLACI 9
365
197 GÜN • BÖLÜM2
“Ne dersin?” dedi. “Benim evde bir psişik deney yapmalıyız bence.”
“Olabilir.”
“Uzaktan çizim ...” dedi Federico. “Bu alanla ilgili olunca görür gör
mez tanıyor insan...”
“Ve sana ruhtan sorarlar. Deki: R u h , R abbim in em rindedir.
Ve size ilim den sadece az bir şey verildi.”
Isrâ suresi, ayet 85
109. G ün
ısada her şey hazır gibiydi. Yeşil örtüsü üzerine kapatılmış kahve
canları, minik kartonlara yazılmış alfabeden harfler, renkli kalın
ımlar ve bir bardak su... Konuklar ve Federico da yerini almıştı,
gece İlker Bey ve Füsun Hanım da vardı. İlker Bey, antikacıdır.
İniz öyle ufak tefek bir dükkânı var zannetmeyin. H atta dükkânı
<adar büyüktür ve içinde o kadar çeşitli antika malları vardır ki
îderico gibi adam lara yüksek fiyatlarla sattığı tarihi eserler dâhil- o
kkânda akrabalarınızdan birinin geçmiş zaman eşyasına bile rast-
rabilirsiniz. Eğer aradığınız bir şeyi onun dükkânında bulamazsa-
: da ertesi güne size temin edeceği kesindir. Tefecilik de yapar,
kasında hiçbir -silahlı- desteği olmadığı, kendisinin de silah taşı
ndığına bakılırsa -dükkânda antika olarak bile belki bulunm ayan
; şey silahtır- buna rağmen o tefecilik işlerini nasıl döndürür şaşı-
ak şey... Yine de zayıf ve salak görünüm üne aldanm am ak gerek
rayı çevirmesini iyi bilir.
m eden, sanki İlker Bey’i davet eder gibi “Dostum, akşam gel otum
lım. Hatta hanımefendiyi de getir, başka hanım konuklarım da ola
cak.” demiştir. İşin aslı ise Füsun H anım ’ın psişik yetenekleridir. Ne
olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum am a Federico domuzunun
sabah kadını da arayıp: “İlker sizin yeteneğinizden neden şüphelen
sin? Sanki ilk defa mı beraber oturacağız? Ben zaten az önce onu
aradım. Olsun yahu parapsikolojik deney olunca ne olacak? İnanın
sorgulamaz b ile...” gibisinden laflar ederek ısrarla davet etmesine
bakılırsa önemli bir yeteneği olmalı.
M asada oturan bir diğer konuğu, saçı elektriklenmiş, beti atık kadını
daha önce birkaç defa gördüm burada. Medyum olduğunu iddin
eden biri... Kabakafa’yı da “Böylelerinin enerjisi tertemiz ve geçiı
gen olur” diyerek eve girerken görüp elinden tutup getirmiş ve mıı
saya oturması için Federico’ya ısrar etmişti. Kabakafa’nın yanındn
oturan Güher Hanım, Federico’nun geçenlerde alıp restore ettiği w
otel haline getirdiği yerin mutfak şefidir. Şehirde epeyce ünlü bu
aşçıdır. Federico domuzu kadının duyular dışı algılarının açık oldu
ğunu öğrendikten sonra onunla yakından ilgilenmeye başlamıştıı
Onun yanında oturan fıstığı d aha önce hiç görmedim. Keşke görse v
dim. Bu, yirmi dört veya yirmi beş yaşlarında, omuzlarından bir.ı/
368
SULTAN TARLACI 9
aşağıda dalgalı saçları olan, güler yüzlü ve çok tatlı bir kızdı. Güher
Hanım’ın yeğeninin matematik öğretmeniymiş ve parapsikolojiye
ilgisi varmış. Federico parapsikolojik bir deney yapacağını söyleyip
Güher Hanım ’ı davet edince o da bu kızı da getirip getiremeyeceğini
sormuş ve Federico m em nun olacağını söylemiş.
369
/
197 GÜN ' BÖLÜM2
Diğer konuğu takdim edip: “G üher H anım .” dedi. “İşte ‘seni biriyle
tanıştıracağım’ dediğim hanımefendi. Çok değerli bir rüyacı...” diye
ekledi. Doktor m em nun olduğunu belirtir şekilde gülümseyip med
yumla olduğu gibi Güher Hanımla d a el sıkışırken Federico: “Biliye»
musun, bir rüya defteri v a r...” diyordu. Sonra anlatm ak istediği şeyi
anlatamayacağını ifade eder bir bakışla söyleyeceklerinden vazge
çip “...görm en lazım.” dedi. “Anlatılmaz k i...” G üher Hanım bunu
bir iltifat sayarak kibarca gülümsedi.
370
SULTAN TARLACl 9
371
197 GÜN * BÖLÜM2
/
372
SULTAN TARLACI 9
“Sizde biraz gerginlik var doktor bey.” dedi. “Lütfen rahatlayın. Ger
ginlikler auranızı bozar.” Uzun ellerini ve bir çocuğunkini andırır in
cecik bileklerini havaya kaldırmış, loş odada mum ışığının etkisiyle,
parmaklarının gölgesi, hem en arkasındaki duvara demir parmaklık
gibi uzun, upuzun düşmüştü. “Kahve fincanları fal için değil.” dedi.
“Az sonra, sevgilisi tarafından öldürülen kızın ruhunu çağırıp bu işin
nasıl olduğunu birinci ağızdan öğrenme fırsatı bulacağız.”
Doktor gülümsedi. F ederico’y a baktı. “Ciddisin sanmıştım.” dedi.
“Yani bilimsel parapsikoloji deneyi dediğin, ruh çağırma mıydı?”
Aynı şeyi az önce fıstık da Güher H anım ’a sormuştu. Yalnız, Güher
Hanım’m suçu yoktu. Federico hepsini sürpriz bilimsel deney diye
çağırmıştı.
373
197 GÜN • BÖLÜM2 /
374
SULTAN TARLACI 9
Doktor onca söz ona söylenmemiş gibi Füsun H anım ’ın söyledik-
375
197 GÜN ’ BÖLÜM2
Medyum, gözlerini kocam an açıp kendiyle alay eden genç kıza baktı.
“Para mı?” dedi. “Ha h a... Anlayamadım ne demek istediğinizi...”
“Doktor Saltı’ya ait bazı bilgileri size verip sonra da bunları duru-
görüymüş gibi doktora söylemeniz için size para veren kadından
bahsediyorum .” dedi Jülide. Yeniden gülümsemişti.
“...Am a benim anlam adığım ” diye devam etti genç kız. “Neden
böyle bir şey yapıyor? Doktoru duyu dışı algıya inandırmak için mi?
Bu tür hilelere gerek yok. Saltı Bey, bildiğim kadarıyla duyu dışı
algıya zaten inanıyor.”
Kadın yeniden “Bu saçmalığa göz yum acak mısın Federico?” diye
bağırdı dom uza bakarak.
76
SULTAN TARLACI 9
Federico rahatsız olmuştu. “Neyse yahu her ney se...” dedi. “Bakın
siz de bilmiyorsunuz ve mantıksız buluyorsunuz Nilgün H anım ’m
m edyum a para vermesini. Öyleyse yanılıyor olabilirsiniz. Parapsiko
loji bu. Doğruluğu yüzde yüz kesin olmayan bilgiler içerir öyle değil
mi doktor?”
Doktor, sanki ortada bir tartışma yokmuş gibi m asanın üzerinde ruh
377
197 GÜN ’ BÖLÜM2
8
SULTAN TAR1ACI 9
Kadının az önceki gür ve zorla kalınlaştırdığı sesi bir kez daha du
yuldu:
“Eyyyyy ruuuhhh!”
Küçük ve laf anlam ayan bir çocuğu boş vermiş bir tavırla ve diğer
lerine “siz ona uymayın” der gibi: “Lütfen diğerleri kapatabilir mi?
Yoğunlaşalım.” dedi medyum.
379
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Iııımmmmmm.... Im m m m m ...”
Bir süre sonra yaptığı sahte titreme hareketi İlker Bey’in gerçek titre
mesiyle birleşince ikisinin hareketi m asadaki diğer kişiler de sallandı
Yalnız ruh bir türlü gelmeyince itibarı çizilen medyum:
Doktor etrafa baktı: “Hani nereye geldi? Ben bir şey görmedim v<
duym adım!”
*80
SULTAN TAKLACI 9
“Sus!” dedi Federico. Doktora döndü: “Onu daha önce hiç azar
lamadım. Ağzımdan kaçtı inanın böyle bir şeye şahit olmanızı iste
mezdim.”
381
197 GÜN ’ BÖLÜM2
Bir süre yine karışıklık oldu. Sonra Jülide Hanım da suyunu içtikten
ve m asaya konulan suyun yenilenmesinden sonra yeniden başla
dılar. Medyum yine “Eyyyy ruh!” diye bağırıyor, “Eğer geldiysen
m asaya üç defa v u r...” diyordu.
“Tık tık tık” diye bir ses duyuldu. Bir an gerçekten herkeste heyecan
ve korku olmuş, İlker Bey bayılıp oturduğu sandalyeden düşmüştü.
Bu düşme m asadaki herkesi daha da korkutmuş, sanki gelen ruh
İlker Bey’in canını almış gibi bir algı yaratmıştı. Doktorun müdahale
için İlker Bey’in başına gelmesinin ardından diğerleri de kendine ge
lip ne olup bittiğini öğrenmeye çalışırken odanın kapısından: “Ben
de ruh sayılırım değil mi?” diye bir ses duyuldu. Gelen komiserdi,
Az önceki tık tık sesini de gelirken eline aldığı koridordaki şamdan
çubuklarından biri ile kapıya vurarak çıkartmıştı.
“Davetsiz gelinen ve habersiz girilen her ortam yanlış bir zaman t<ı
382
SULTAN TARLACI 9
Fedierico önemli değil gibi bir hareket yapıp hizmetçiye o gece kal
maları için Füsun H anım ’la İlker Bey’e misafir odasını hazırlamasını
söyledi. Kırıtık, tıkırdayarak odadan ayrıldı.
383
197 GÜN ’ BÖLÜM2
384
SULTAN TARLAC1 9
“Ben sizi takip etm edim ” dedi Vefa. “Burada olduğunuzu bilmiyor
dum bile...”
Genç kız kesilmiş sözünü tam am lam ak için yeniden: “Yanımda, Gü-
her Hanım var.” dedi. Aşçıya dönüp: “Güher Hanım, ben bir gün
Kiss Cafe’ye sizin yanınıza gelmiştim. Hatırlıyorsunuz...” dedi.
385
197 GÜN ’ BÖLÜM2
“Kopya mı?” dedi Jülide. “Ne ilgisi var? Ayrıca o olayı nereden öğ
rendiğinizi m erak ettim?”
Komiser yine alay eder bir tavırla: “Bilmem.” dedi. “Belki duru-gör-
mü-şüm-dür.” Son kelimeyi hecelerini bastırarak söylerken önünde
cam küre varmış gibi dalga geçer bir hareket yapmış ve alayla sırıt
mıştı. “Durugörü.” dedi. “Doğru söyledim mi?” diye sordu doktora
dönerek. ‘Durugörü’ şeklinde söyleniyor değil mi? Duru-görü, duru
görü, du-ru-gö-rü...”
386
SULTAN TARLACI Q
“Hafızanız ne kadar keskin.” diye karşılık verdi genç kız. “Her za
m an mı böyledir, yoksa üzerime alıp sevineyim mi?”
“Ha ha...” dedi Vefa. “Çocuk gibisiniz benim sözümü kaç ay sonra
bana söylüyorsunuz ve unutmadığınıza bakılırsa sizin de hafızanız
özellikle benimle ilgili durum larda çok keskin.”
Komiser Jülide’nin sözünü tam am lam asına fırsat verm eden: “Her
konuda değil, benimle ilgili konularda dedim .” dedi.
“Hatta bunu çocuklar bile bilir.” dedi Jülide. “Bu kadar basit bir
olayı bile anlayamıyorsanız şüpheli cinayetleri nasıl çözüyorsunuz,
katilleri nasıl buluyorsunuz hayret. Ha gerçi bulam ıyordunuz.”
387
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
388
M U IA N I AK I Al I <*
389
197 GÜN • BÖLÜM2
Federico keyifle bir kahkaha attı. Güven’e baktı: “Biz? Ooo! Tüm
emniyet orada mısınız? Başka kimler var?”
Vefa m asa üzerinde duran sigaraya uzandı. Yüzü asık, sesi bozuk
tu. “Saçma!” dedi. “Tüm emniyet bilmem n e ...” Sigarasını az önce
yaktığı m um un ateşinde yaktıktan sonra içine çekti ve parmaklan
arasına aldı. O parm aklarla Güven’i gösterip: “Onun var zaten. Be
nim yok!” dedi.
“Niye öyle diyorsun abi? O hesap üçüm üzün.” dedi Güven. Yan
şaka yarı ciddi bir ses tonu kullanmıştı.
390
SULTAN TARLACI 9
Jülide bir an uzun süredir görmediği çok eski bir dostunu yolda gör
müş, hatırlamaya çalışır daha doğrusu hatırlamış am a emin olmaya
çalışır bir bakışla Güven’e baktı. Gözlerini kıstı: “Siz.” dedi. “Ge-
veze’siniz değil mi?” Elini m asaya vurdu. “İnanam ıyorum .” dedi.
“Duru çalıp öyle yönetici oldu diyorlardı am a yakıştıramamıştım.
Hatta bunu söyleyenlere kızmıştım. Ne kadar haklılarmış. Sonuçta
psişik kişiler hırsızları da hissedebiliyor.”
“Aa...” dedi Federico bu olaydan ilk kez haberdar olur gibi. Merakı
mı mazur görün: “By piccione kimdir?”
391
197 GÜN - BÖLÜM2
Güher Hanım destek verdi: “Orada amaç, olayları olm adan önce
olayları algılayıp siteye kaydetmek. Yoksa haber kanallarına düş
m eden önce olayı başka bir yerden duyup yazmak değil! Yani biı
durugörü ve rüya arşivi oluşturuluyor. Yanlış mıyım hocam ?” dedi
doktora dönüp. “Haklısınız” şeklinde başını salladı.
“Yok ben sadece bir göz atmıştım.” dedi Güher Hanım. “Siz üv»*
misiniz?” diye sordu. “Yoo ben de sadece bir göz attım bir veya ıhı
d e fa ...” dedi Federico.
“Haksızlık.” diye tekrar etti domuz. “Kıytırık site mi?” dedi. “Su m
dünyada tek deneysel parapsikoloji sitesi orası. Herhangi bir ol.»« <
henüz olm adan haber veren bir site ...”
392
SULTAN TARLACI 9
Jülide bu bakışları önem sem eden Dr. Saltı’ya döndü: “Hocam, ya
kın tarihli yani birinden duyulmuş am a henüz haberlere düşmemiş
olaylar bundan sonra onaylanm asın bence.” dedi. “Geveze isimli
kullanıcının da yöneticiliği iptal edilmeli.”
"Ön sırada oturan tipler olur ya sınıfta.” dedi Vefa. “Çalışkan, gıcık,
hemen her şeyde öğretmene ispiyonlayan...”
'Biz orada bu türden başka bir duru eklemeyeceğiz söz.” diye de-
^nm etti Güven.
Kimmiş o?”
393
9 197 GÜN ■ BÖLÜM2
“Tatiı dudi.”
394
SULTAN TARLACI 9
Vefa:
“Evet, sağ olsun iyi niyetle doktor bey bize dosyayı göndermiş.
Göndermiş am a Amerika’nın katilleri aram ak için medyumlarla iş
birliği yaptığını öne süren Jülide Hanım, siz o dosyayı okudunuz
mu?” dedi. “Okuyun da rezilliği görün.”
395
9 197 GÜN ' BÖLÜM2
“Bu analiz edilmemiş bir dosya.” dedi. “Doktor bey yoğun olduğu
için uğraşmamış ve sadece kendine gelen durugörü ve rüya bilgile
rini bir dosyada toplayıp size göndermiş sanırım.”
Doktor “evet öyle” der gibi bir bakış attı ve “Bunların içinde el
bette gerçek algı olmayan, hayal gücü, uydurm a yazılar var.” dedi
“Olmaması mümkün değil. Her önüne gelen yazmış. Haberlerden
bilgiler de var elbette. Zaten bana kalırsa gündem de olan bir olu
ya bakmak yanlış. Gerçek psişik kişiler özenle ayırt edilerek dalın
profesyonel bir ekip kurulmalı. Bu ekip, gündem de olan kayıp vn
kalarında değil de kayıp kişinin adı soyadı bile söylenm eden belki
sadece adının soyadının baş harfi verilerek yani hakkında başka dn
hiçbir bilgi verilmeyerek psişik kişilere kayıp kişinin yeri sorulmnlı
Böylece o kişi hakkında basında çıkan haberleri takip edemeye
çekler ve algıları bilinçaltlarına giren bilgilerden etkilenmeyecek!ıı
H atta bu psişik kişilerin birbiriyle konuşması da engellenmeli beno*
Onlar bir vaka üzerinde çalışırken algıladıkları şeyleri birbirleriyl»
paylaşmamalı. Mesela psişik kişi bir vakaya bakıyor diyelim, bııım
başka bir psişiğe ‘şunu gördüm ’ şeklinde söylerse onu da yönlen
dirmiş olur. Bu nedenle psişik kişiler birbiriyle irtibatta olmanı«ılı
D aha sonra on-yirmi kişinin, birbirlerinden habersiz saf bir şekil» I*
elde ettiği bilgileri toplayıp, analiz edip, ortak noktaları belirleyip kı
396
SULTAN TARLACI 9
“Sizin gibi bir bilim a d a m ı...” dedi Vefa. “Hayret ediyorum sözleri
nize.”
“Vay be. Onlara kadar görüyorlar.” dedi Güven. “Abi bu bir yete
nek”
397
) 197 GÜN • BÖLÜM2
Komiser: “Evet var! Pembe bir evdeymiş katil.” dedi. “Bu şehirde
-hatta katilin bu şehirde olup olmadığını da bilmiyoruz- bu ülkede
kaç milyon pem be ev var biliyor musunuz?” Yine konuşurken sinit
lenmişti: “Doğru biz nasıl akıl edem edik medyumlarla çalışmayı!'
Elini “tüh!” anlam ında dizine vurmuş, Güven’e dönm üştü. “Balı
bize söylediler katilin yerini. Pembe e v ...” Güldü. “Güven hadi İm
koşu pem be eve gidip katili yakalayıver.”
398
SULTAN TARLACI 9
doğru olur. Mesela katilin yerini algılayan biri herhangi bir ruhla ile
tişime geçmiş değil ki. O sadece uzaktan görü yeteneği olan biri...”
“Böylesine laf anlatmak çok zor hocam .” dedi Jülide kafasını lap-
toptan kaldırmayarak dalgın şekilde. “Derlenmiş dosyayı analiz
etme yeteneği olmadığı için böyle düşünüyor.” Vefa’ya baktı: “O şe
hirlerden hepsinde olamaz elbette katil. Hatta psişik kişi o an katilin
bulunduğu yeri değil de aklından geçen bir şehri de algılamış olabilir
telepatiyle. Ya da öldürülen kızın sevdiği bir şehri de algılamış, yaz
mış olabilir. Katili başka bir şehre götürmeyi düşünen ve bu konuda
plan yapan yakınlarının konuşmalarını algılamış, orada geçen bir
şehrin ismini yazmış da olabilir. Psişik kişilerce bu kadar çok şehir
verilmesi, katilin yer değiştiriyor olmasını da akıllara getirebilir elbet
te am a tek bir yerdeyse size bu şehirlerden hepsine bakın diyen yok
ki... Katil bu şehirlerden hangisindeyse m edyum lardan biri o şehri
algıladı ve diğerlerinin algısında da o şehrin adı olmasa da şehre
dair izler vardır. Bakın burada bir dar mekân ismi verildi diyelim,
mesela bir cami, kafe, lokanta köprü ismi. Hem en bu isimde cami,
kafe lokanta vs. hangi şehirde var bakacaksınız. Hem en o şehir di
ğer şehirlerarasmda daha önemli olacaktır. Dar alanlı m ekân analizi
yapıp tanımlarının şehirleri ele vermesine bakmalıyız.”
“Bence herkes kendi işini yapm alı.” dedi Vefa. “Doktor hasta m ua
yene etmeli. Ev kadını kocasına yemek yapmalı. Prof, derse girmeli,
polis de katili bulmalı.” Durdu. Derin bir nefes aldı. “Yani kimse bir
birinin işine burnunu sokmamak anlıyor m usunuz?” J ü lid e ’y e baktı.
“Siz de havuz problemi falan çözün bence.”
399
9 197 GÜN ’ BÖLÜM2
Vefa bir sigara daha yaktı: “Psişik güçlermiş.” dedi. “Vay be! Özel
yetenekler. Geleceği görüyorsunuz öyle mi? Size basit bir soru. Hat
ta bir deney... Loto çekilişi her hafta var. Verir misiniz çekilecek sa
yıları.”
\
Jülide Vefa’ya baktı: “Ben gelecek görücüsü değilim, uzaktan görü
rüm .” dedi.
“Ya trene binenler?” dedi Vefa. “Onlar ne? İnsan değil, öküz m u '
O nların...” gülüyordu. Yine suratında alay eder bir ifade vardı. “
duyu dışı algısı yok mu binenlerin?” dedi.
“Duyu dışı algısı olmayan kimse yok.” dedi doktor. “Yalnız hangimi/
400
SULTAN TARLAC1 9
“Evet, bunun adı yetenekten başka bir şey değildir.” dedi doktor.
Tıpkı resim gibi, işlem yeteneği gibi, müzik gibi bir yetenek bu d a...
Müziğe hepimiz inanıyoruz değil mi? O nun bir yetenek olduğuna...
Herkes basit bir müzik aleti çalabilir, kendince şarkı söyleyebilir veya
idare eder besteler yapabilir. Yalnız herkes Beethoven olamaz. Du
yular dışı algıda d a yetenekler böyledir. Herkeste az, orta seviyede
veya çok iyi şekilde am a bir şekilde vardır. Trene binmekten Beetho-
venler vazgeçmiş, sadece şarkı söyleyebilen sıradan kişiler binmiştir
sizin anlayacağınız...”
Jülide:
"Ya duyu dışı algısı olmayıp gün içinde rahatça yaşayan insanla
rın yanında bir de kazaları hisseden diğer insanların ‘bir yerlerde
kaza olacak’ diye içinin sıkılması? Adalet kavramını tek açıdan ele
alamayız. Ayrıca, Duyu Dışı Algı çeşitlidir. Kimileri gelecek görücü
südür, kimileri geleceği göremez am a uzakta saklanan bir şeyi görür,
kimileri psikometristir, sadece geçmişi görür kimileri bazen geleceği,
401
197 GÜN • BÖLÜM2
“Ne kadar değişik şeyler Jülide.” dedi Güven. “Keşke ben de psişil
olsaydım. Bu yetenek doğuştan mı geliyor yoksa sonradan olumu
m u?”
Vefa “Laf dinlemeyi hiç sevm em .” diyerek çıkıştı. “Duyu Dışı Alyı
varsa görmek isterim. Hani loto sayıları?”
Güven hem en cebinden çıkarttığı bir kâğıdı uzattı. Jülide sayıları v.ı
zarken komiser: “Saçmaladığınızı fark edeceksiniz. Yani umarını
diyordu.
402
SULTAN TARLACI *
Genç kız sayıları yazdıktan sonra kâğıdı Güven’e uzattı. Güven kâğı
da baktı. Ağzının içinde söylendi: “2-7-14-32-34-43” Kâğıdı özenle
katlayıp cebine koydu.
“Beni mi?” dedi Federico. “N eden yahu? Şu katil genç içinse dolaşın
«rayın evi.” Eliyle odaların yerini işaret ediyordu. “Diğer evlerimin
adreslerini, hatta anahtarlarını d a verdim. Arazileri ve fabrikaları da
larif ettim.”
"Konu o değil.” dedi Vefa. “Ş u ... İş adam ının ölüm ü... Hani bizim
çalıp siteye yazdığımız bilgi var ya...”
403
“Cinayet mi?” dedi domuz. “Ben karıncayı öldürem em .” Biraz dur
du. Nasıl olsa yanlışlık ortaya çıkar, der gibi bir tavırla “Peki, peki...
diye söylendi. Rahat görünmediği, rahat görünmeye çalıştığındaı
belliydi. Doktora döndü. “Kusura bakmıyorsun değil mi?” dedi
“Bunlar hep gücün ve paranın lanetleri... Her şeyden senin gücün
den ve parandan şüphelenirler.”
404
“H a k ik a ti ara ya n , o n u b u lm a n ın ce za sın a ka tla n ır.”
113. G ün
Evet.
127. Gün
409
197 GÜN * BÖLÜM3
Federico burayı elden çıkaralı beş yıl kadar oluyor am a az anım yok
tur burada. Yaşarken epey bulundum, hatta biraz ilerideki deponun
biri benim cephaneliğimdi. Demek istiyorum ki bu alanı avucumun
içi gibi bilirim, içeridekileri de tanırım. Muhtemelen karşılıklı silah
attıkları kişilerin polis olduğunu bilmiyorlar am a bilseler de onların
hiçbiri polis öldürmekten korkacak kişiler değildir. Bunu o da biliyor
olmalıydı. Heyecanla ne yapacağını düşündü. Biraz sinirle ve ger
çekten kurşunun bittiğine emin olmak ister gibi birkaç el daha de
nedi. Bu ikinci aptallığıydı. Yanına çok yaklaşmış biri olabilir ve bu
sesi duyup çaresizliğini anlayabilirdi. Şarjörü çıkarıp baksa daha iyi
olurdu. Her tetiğe bastığında bom boş çıkan cilk cilk sesinden sonrn
silaha umutsuzca bakarken kendine uzatılmış bir silah gördü. “Bunu
kullan.” demişti uzatan kişi sessizce. Bir an gayri ihtiyari “H a... Sag
ol!” diyerek silahı aldıysa da sonrasında jet hızıyla silahı verene dön
dü. “Jülide!” Sessiz kalması gerektiğini unutup bir anda bağırmıştı.
10
SULTAN TARLACI 9
411
197 GÜN • BÖLÜM3
Komiser genç kızın rahatsız edici rahatlığına bakıp bir kez daha diş
leri arasında “...ve sen buraya neden geldin?” dedi. “Haklısın "
dedi genç kız elindeki kâğıdın arkasını çevirip. “Bugün havanın gıı
neşli olduğuna bakma. Rüzgâr çıkacak gibiydi kâğıtları uçmasmlm
diye ayraçla birbirine tutturdum ha h a ...” Vefa, sinirle genç kızın
elindeki kâğıtların ayraçlarına baktı. Elindeki dosyaları bilgisayardan
412
SULTAN TARLACI 9
413
197 GÜN ’ BÖLÜM3
rini kocaman açıp kâğıda hiç bakm adan “H e e ...” dedi sinirle, “Gö
rüyorum!” “Ne var bu çuvalların içinde biliyor m usun?” dedi Jülide
yeniden. “Bok var!” dedi komiser ağzından çıkan birkaç tükürük
parçasına hâkim olam ayarak sinirle. Genç kız sanki bir öğrenciyi
terbiye eder halde üç parm ağının ucunu yavaşça komiserin ağzın;ı
vurdu: “Ayıp!” dedi. “Öyle denmez!” Sonra yeniden kâğıda bakıp
ağzının içinde: “Hayır, bok yok!” dedi\dalgın bir ses tonuyla. “Ne
var bilmiyorum am a her ne v a rsa ...” dedi. “Şuraya bak. Çuvalların
içine bir daire çizmişler. Demek ki çuvalın içinde olan şeyin içinde de
yine başka bir torbada başka şeyler var.”
“A ahh...” dedi çok yavaş bir sesle genç kız. “Yüceltme psikolojisi
olmalı. Biliyor olmalısın, bazı insanların içlerindeki kötü duygulun
yenmek için ilişkili başka, benzer am a iyi yöne kaydırmaları. Meseln
kavgaya meyilli birinin boksör olması gibi ya da kesip biçmeye e<ji
limli birinin kasap ya da cerrah olması gibi.” dedi. “Aslında ne kn
dar iyi değil mi kavga edeceğine spor yapsın, kesecekse cerrah olup
hayat kurtarsın. Yani şiddete eğilimli olduğunuza bakılırsa polislik
iyi tercih...” Komiserin gittikçe sinirlendiğini görüp... “Yanlış anin
mayın ben yani diyorum ki evet meslek tercihinizi başarılı bulduğum
SULTAN TARLACI 9
415
197 GÜN • BÖLÜM3
dedi. Vefa ‘her neyse’ der gibi gözlerini kapatıp “ ...kayıp bir katil
orada olabilir mi d iy e...” genç kız yeniden komiserin sözünü kesip
“Dört aydan fazla zamandır kayıp!” diye düzeltti, “...kendi başına
çıkıp gitmez.” dedi Vefa zar zor ve ısrarla cümlesini tam amlayarak.
“Polise haber verir.” diye ekledi. “Saçm a!” dedi Jülide. “Polise h a
ber verir diyorsun am a polis hem en her ihbara gidip bakıyor sanki.
Üstelik kaynağı durugörü olan bir ihbar. Değerlendirecek miydiniz?”
dedi. “Ve bizimle bilgi paylaşacak mıydınız?” Genç adam ın önüne
gelmişti. “Sizinle bilgi paylaşmak gibi bir zorunluluğumuz yok!” dedi
Vefa. Genç kız hızla arkasını dönüp “Ben de o halde çıkıp gelip ken
dim bakarım .” dedi. Yeniden depoda dolaşm aya başladı. Komiser
onun depoda gezinip çuvalları yoklamasına bakıyordu. “İyi öyley
se başına geleceklere de katlanırsın.” dedi. Biraz durdu. “Akıl edip
kendine de bir silah bulsaydın ya!” diye ekledi. Jülide önündeki bir
çuvalın ipliğini dişiyle açm aya çalışırken ağzının içinde zor anlaşılır
şekilde: “O silahı zaten kendime almıştım.” dedi. Ağzını çuvalın ipin
den çekip geri kalanını tırnağıyla halletmeye çalışırken: “Buraya se
ninle karşılaşmaya gelmedim herhalde am a baktım senin silahında
mermi bitmiş, ters dönm üş böcek gibi çaresiz kıvranıyorsun, acıdım,
sana verdim. İyilik yaramaz ki insanoğluna...”
“Kalsın.” dedi genç kız silahı beğenmez gibi. “Dün gece Prenses
Som ya’yla konuştum evrende. Eğer böyle bir yerde, çatışma esna
sında ve bugün ölecek olsam bana dünden söylerdi sanırım. Burada
ölme ihtimalim yok am a bence sen kendini korusan iyi edersin.”
dedi.
Vefa şaşkın gözlerle kıza baktı. “Ha yani benim ölme ihtimalim var
öyle mi?”
4 17
197 G ü n * BÖLÜM3
Genç kız sinirle önüne dönm üştü. “Bari yanımdaki akıllı bir polis
olsaydı...” diye mırıldandı kendi kendine konuşuyor gibi am a ko
miserin duyacağı bir sesle. “Elindeki silahta beş kurşun var. Umarını
etkili kullanabilirsin.” Komiser sinirle ve yine burun delikleri gerile
rek kıza bakıyordu. “Şu karşıdaki fıçıları görüyor m usun?” dedi Jüli
de. “Şu yukarıdaki, ilerideki... İçerisinde zeytinyağı olmalı. Adamlnı
tam oraya geldiğinde fıçılara ateş et. Onların her biri en az yirmi li!
redir. Hem üzerlerine düşer -şansımız varsa bayılır veya beyin kann
418
SULTAN TARLACI 9
4 19
197 GÜN • BÖLÜM3
“A nladım ...” dedi Jülide. “Sen tabii kötü d ü ştü n ...” Vefanın be
deninin bir kısmı çuval taşımaya yarayan tahta arabanın köşesine
gelmişti. “Tahtaya düşm üşsün.” dedi oraya bakıp. “Ben senin göbe
ğine düşünce yumuşak bir iniş yaptım .”
420
SULTAN TARLACI 9
421
“Bu kadar fa z la ve güçlü duygusallık tehlikelidir.
Ç ünkü duygular her şeyi yönetebilir.
K orkudan bazı şeyler yaparsınız am a bunları güçten
dolayı yapm anız gerekir.
Soruy bu gücü nerede bulacağınız ...”
M arilyn Monroc
131. Gün
Juliet
Cevaplandı:
“Veremez.”
Dr. Saltı
423
197 GÜN ' BÖLÜM3
Dr. Saltı
424
SULTAN TARLACI 9
425
197 GÜN ■ BÖLÜM3
426
SULTAN TARLACI 9
427
İN • BÖLÜM 3
iğer yandan neden bazı beyinlerin duyular dışı algısı kuvvetli bazı
/inlerin de onu algılamaktan aciz olduğunu senin bu sözlerin de
ısıtıyor. Başkalarının acılarını hissedebilenlerin algıları açık ve
ıa uygun duygudaşlık yeteneği yüksek bir beyinleri var. Yaratıc ı,
ıatçı ruhlu ve dışa dönük kişilerde duyular dışı algı güçlüdür. Duv
daşlık ya da m oda terimle empati yaptıran beynimizdeki ayna
ir hücreleridir. Olayları gerçekleşmeden önce algılayan hassas kisı
/a durugörenlerin beyninde daha fazla veya farklı örüntü olııs
an ayna sinir hücreleri olabilir. Bu sadece bir çıkarım ve ispalı
nüz yok. Ya da belki o acıyı yaşayacak birinin beyniyle bir yerde
nan ekseninde telepatik bağ kuruyor ve o kişi başına gelecek ol.ı
hissedince anında duyular dışı algısı güçlü kişi de algılıyor. Ol.ı
ız mı? Mümkündür.
Bir olaya ilişkin olasılıkların hepsi aynı anda bir aradadır. M ekânda
bir yerde değildir ve zam ana d a tâbi değildir. Bu latif, batın, göl
ge veya kuantum dalga durum u aynı zam anda ışık hızı üstü bilgi
aktarımına imkân verir. G örünen o ki doğanın temel süreçleri za-
man-m ekân dışında yatar am a zam an-m ekânda ortaya çıkabilen
olaylar üretir. Aynı İbn-i Arabi’nin ayan-ı sabitesi ve fizikçi David
B ohm ’un örtük düzeni gibi. Her şeyin aslı bütün olasılıkları ile gölge
evrende dalga yapısındadır. Yaşadığımız bu nesnel evrende oradaki
olasılıklardan bazıları kristalleşerek varlığa bürünür, tezahür eder ya
da tecelli olur. Başka bir ifade ile latif kesife, batın zahire döner. Za
ten fizikteki her olay şimdide olur. Kuantum dünyasında d a zamanın
seçtiği bir yön yoktur, zamanın yönünü seçen beynimizdir. Fizikteki
hareket denklemleri de zamanın ileriye veya geriye akıp akmadığı
ile ilgilenmez. Ama işin ilginci fizikçiler zamanın aktığı konusunda
güçlü bir psikolojik baskı altındadır. Olm ayan zam an nasıl akar ki?”
429
197 GÜN ■ BÖLÜM3
rımı anlamsız hale gelir. Zam anla ilişkili terimlerin ‘oldu’, ‘oluyor’ ve
‘olacağın’ karşılığının da bir anlamı kalmaz.”
“Çoğunluğunun bayan olm ası...” dedi. “Ha benim için iyi, orası
ayrı... Ben kadınları severim. Ahh... Kadınlar. Tatlıdır onlar.” Güldü.
“Ara sıra girip sohbet ediyorum ve yazıyorum internetteki forumda
biliyor musun? 7/24 Canlı Sohbet odasına giremedim am a profes
yonel olm adığım dan... Beni yönetici yapsana... Ayırma sevenleri.”
430
SULTAN TARLACI 9
olan olaylara benzer bir olaysa durugörü veya rüyanın olaya olan
uyum derecesini düşürüyordu. Buna benzer eklenen diğer durugörü
ve rüyalarda da gelecek zam anda olacağı haber verilen olaylara dair
yer bilgisi, zaman ve ayrıntı bilgiler de istiyordu. Mesela trafik kaza
ları hem en her gün olan bir olaydı. Bir yılda ölümlü üç bin ve ya
ralanmak yüz elli bin trafik kazası oluyordu. Biri siteye girip “Trafik
kazası olacak” şeklinde önceden bilme durugörüsü eklediği zaman
Saltı karşı çıkıyor, bunun bilinmesi için m edyum olmaya gerek ol
madığını söylüyor ve bu kazanın nerede, ne zaman, nasıl olacağını
kaydı ekleyen kişiye soruyor, mümkünse başka ayrıntı ve anahtar
kelimeler de istiyordu.
Yıl içinde sıklıkla olan olaylarda Saltı’nın bu tür bir hassasiyeti vardı.
Zaman konusuna her zaman iki şekilde dikkat çekerdi. Ya eklenen
algı kısa sürede -bir hafta gibi- gerçekleşmeliydi ya da öngören kişi
bu olayın ne zaman olacağını açıkça yazmalıydı. Yalnız her zaman
görmeye alışık olunm ayan çok istisnai bir olayın olacağını önceden
haber veriyorsa kişi, yok artık bu da olmaz denilen bir durugörü ek
lenmişse, Saltı zaman konusuna pek takılmazdı. Çünkü on yıl geçse
de gerçekleşeceği kimsenin aklına gelmeyecek ender bir olay, bir
sene iki sene sonra gerçekleşse de kabul edilebilir diye düşünüyor
du. O na göre en etkili öngörüler ya da ön bilişler, en acil ve en m an
tıksız olanlardı. Aslına bakarsanız Doktor Saltı bir şüpheciden daha
şüpheciydi yalnız aynı zam anda herhangi bir şeyin üzerini tam am en
çizmeden önce “o n a” bir şans verip deneyenlerdendi.
Bir bilim adam ı olarak şans vermişti duyular dışı algısı ve psişik ye
teneği olan kişilere. Çok da basit bir sistemle... İşte m adem gele
cek görülebiliyordu, o halde geleceği görebilenler internet sitesine
bu öngörü algılarını yazsınlardı. Dünyada hem en her gün ne kadar
olay oluyordu. Senede bir iki defa tarihe kazınan büyük olaylar...
Bunları önceden görebilenler sitenin arşivine kaydetsin, basit bir
Üyelik sistemine dayanan sitede herkes bu olayların önceden haber
verildiğine şahit olsundu. Aslında bu yönüyle Saltı, sadece psişik
431
197 GÜN ’ BÖLÜM3
yeteneği olan kişilere değil, onlara inanm ayanlara da söz hakkı ta
nıyan bir uygulama başlatmıştı. Hem de en başından beri ne sıkın
tılara katlanarak...
Bu sıkıntıları ona yaşatanlar içinde onu bilimin yüz karası işler yap
makla suçlayan meslektaşlarını mı arardınız? Yoksa o meslektaşla
rını taşlayan psişik kişileri mi, siteyi bir büyücü sitesi sanıp aşk bü
yüsü yaptırmak için gelmiş ve psişik kişilerden yardım isteyenleri
mi? Onlara yardım etmeyi, sevgilileri buluşturmayı kendine görev
saymış büyücüleri mi? Karı-koca arasını açmak, birini kendine âşık
etmek veya birini bivinden soğutmak; kayıp eşyayı bulmak veya geri
gelmesini sağlamak; cinlerin etkisinden korunmak, vücuduna giren
cini çıkartmak, üzerindeki büyüyü bozdurmak, nazardan kurtulmak
gibi çok çeşitli hususlarda büyü veya büyüsel uygulamalarının nasıl
olacağı tavsiyeleri de yapılıyordu. Yine içinde tılsımlı yazılar, şekiller,
ayetler, dualar bulunan muskalar, yüzükler, ev eşyaları veya elbi
seler, şifa maksadıyla, düşmanlık, cin ve benzerlerinden korunmak
için hangi muskacılara gidilip yaptırılabileceği isim verilmeden ima
ediliyordu. Büyünün am acına göre değişen büyü maddeleri tek tek
sıralanıyordu: Başta muska olmak üzere, saç, elbise parçası, tırnak,
iğne, resim, sabun, ip, tespih, çakı, tahta kaşık, kilit, çakı, düğme, al
nalı, kazık, demirci örsü, kurşun, demir, bakır, toprak, içi boş yumur
ta, koyun veya inek işkembesi, koyun bağırsağı, horoz kanı, sıpa dili
ve bal m um u... Bu nesnelerin saklandığı yerler de büyü maddeleri
kadar garip yerlerdi. Kapı eşiği, yeni mezar, boyun, koltuk altı, cep,
yatak altı, yastık altı, ocak arkası, merdiven, çatı, kör kuyu gibi yerle»
ve birçok başka yer.
432
SULTAN TARLACI 9
433
197 GÜN ’ BÖLÜM3
lardan sonra bunları siteye ekleyip ‘siz söylediğiniz için oldu’ diye
psişik kişileri suçlayanları mı; başka bir psişiğin astral seyahatle evi
ne geldiğini ve çekmecelerini karıştırdığını, hatta dağıttığını söyleyip
onun siteden silinmesini isteyenleri mi; kendi üyeliğinin siteden si
linmesini, üyelik isminin yenilenmesini, yönetici yapılmasını, başka
sının yöneticiliğinin iptalini isteyenleri mi...
434
SULTAN TARLACI *
yinde sağ ve sol olmak üzere iki tane çekirdek bulunur. Sinir hüc
relerinde kayıtlı olan duygusal hafıza ile amigdala korku tepkilerini
ortaya çıkarır. Amigdala ve bağlı olduğu beyin bölgeleri bedende
donakalm a, çarpıntı, sık ve derin soluma, kanda stres horm onu ar
tışı, huzursuzluk, yerinde duram am a, kaçmaya hazırlık için kaslarda
hazırlanma gibi bedensel tepkiler oluşturur. Amigdala özellikle duy
gusal yükü olan hafıza oluşturm ada da rol alır. Mesela ilk âşık oldu
ğunuz zamanı, halayınızdaki anıları, Gölcük depreminin tarihini ve
saatini kısmen amigdala ile hatırlarsınız. Olay sırasında oluşan duy
gusal tepki ne denli fazlaysa, ,o kadar iyi beyne kazınır ve hatırlama
da o kadar kuvvetli olur. Erkeklerde amigdala küçük olduğundan
duygusal yönü olan anıları, kadınlardan daha az hatırlarlar. Büyük
amigdalaları ile kadınlar sevgilisi veya eşiyle yaptığı, on sene önce
sinde kalmış bir kavgayı kelimesi kelimesine hatırlarlar. Bu erkekler
için kötü bir durumdur. Erkekler olayı bile zor hatırlarlar. ”
Saltı, ayda bir iki kez taze et ve böceklerle beslediği, canlı evrimde
arada kalıp hayvan ya da bitki olmayı becerememiş sinekkapanına
yapılan zulmü görmüş, can sıkıntısıyla koltuğuna yaslanmıştı. Hassas
bir bitkiydi ve m ahsustan dürtülüp yapraklarını kapanm aya zorladı
ğınızda sağlığını yitirme riski vardı. Adı sinekkapan olsa da oda için
de uçan sinek pek olmadığından bulduğu karınca, tırtıl, örümceklerle
onu besliyordu. Ölü böcekler ve et asla vermiyor, çünkü yapraklarını
435
197 GÜN • BÖLÜM3
“Kaos, evet haklısın da, bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarı
sını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Belki bir
gün beynimde dinginliğe ulaşırım veya gençlerin beyninde duyular
dışı algı araştırmaları konusunda kasırgalar oluştururum.” dedi.
“Belki. Makaleni okudum. Şu, âşık beyinle ilgili olanı... Beyni gent;
tutan en önemli horm onun sinirsel büyüm e horm onu olduğunu
yazmışsın. Sırılsıklam âşıklarda, bu horm on düzeyi âşık olmayanla
ra göre iki kat fazla. Yaratıcılık ve haz maddesi dopam in de beyinde
inanılmaz artıyor. Sen, tüm akademik camiayı karşına alıp böyle bir
duyular dışı algılama ve öngörü kaydı için internet sitesi açabiliyor
san, beynim genç kalsın, yaratıcılığım artsın, zihnim canlansın diye
âşık da olabilirsin.” Ölü deri parçasını çiçeğe kabul ettirememiş, sak
sının kenarına koymuştu. C am dan baktı “Aşk gibi kutsal bir değen
beyninin çıkarları için kullanma!” dedi.
436
“Bir adam ın: 'Benden başka herkes aldanıyor’ dem esi güç şüphesiz
am a gerçekten herkes aldanıyorsa o ne yapsın.”
Daniel de Foe (1660-1731)
137. G ün
Evet, onun öyle bir huyu vardır. Kim olursa olsun, birine acımak
istediği zaman hem en o kişinin karnını doyurm a halini getirir gö
zünün önünde. O görüntü, onun için dünyanın en acınası şeyidir.
Birkaç defa o hayalde ekmeği ısıran kişiye yırtık pırtık giysiler de giy
dirdi am a daha çok acıyacağı yerde işin tılsımını bozup o kişiye hiç
acımadı. Bilakis sinir oldu. Sonra bundan hem en vazgeçip sadece
karnını doyurm a hayaline odaklandı. O yaşa kadar kendine yapılan
haksızlıklarda da durum aynıdır; eğer o haksızlıklar normalde aklın.ı
geldiği zaman üzülüyorsa, yemek yerken gelirse üzüntüsü katlanıp
ağlayabilir. Karnını doyurup hayatını idame ettirmeye çalışan hu
insanlardan diğerlerinin istediği nedir? Herkes acıkırdı yeryüzünde
Diğeri ise kafasında böyle şeyler kurmaz am a yıllarca işsiz kalmış biıı
olarak ajanlık yapm asa açlıktan veya istihbarat tarafından öldürül
mekten korkan biri olduğu için işine mecburen devam ederdi.
438
SULTAN TARLACI 9
liçbir şey yoktu. Rüyalara dair mesela hiçbir şey... Zaten rüyalar bu
ilandaki en kıymetsiz şeylerdir.
439
197 GÜN • BÖLÜM3
440
SULTAN TARLACI 9
larına çok benzeyen -am a aynısı olmayan- yine bazı “göz yanılması,
illüzyon” sanatına ağırlık verildi ve her şeyin bir yanılm adan ibaret
olduğunu aşıladılar insanlara... D aha sonra teknoloji koştu yardım
larına... Öyle bir koştu ki telefon varken telepatiyi, hem görüntü
hem ses kaydı yapan ve anında başka yerlere ileten böcekler varken
uzaktangörüyü bir anda gereksiz kıldığı gibi parapsikolojinin sahtesi
illüzyona da yardım eden pek çok teknik donanım sundu teknoloji.
441
197 GÜN ' BÖLÜM3
442
SULTAN TARLACI 9
“Oysa alışmıştın d a ...” Alay edici bir sesle arı vızıltısına benzer bir
inleme arasında zoraki bir kahkaha fırlattı. Sonra bu kahkaha çalış
ması güçlü bir araba sesine dönüştü. “Öğrenci evlerine veli ziyaret
leri yapm alar falan...”
“Geçen burada yazılı okuyordu.” dedi bir diğeri. “Ben onun ar
kasından öğrencilerin hepsine + 1 0 yazıverdim. Bu sıfırcı hoca hiç
m erham et etmiyor çocuklara...”
443
197 GÜN • BÖLÜM3
Komiser sert bir kahkaha attı. İkisi arasındaki diyalogun hangi mese
leye dayandığını bilmeyen, aslında merak da etm eyen duygusuz ve
hissiz salon bireylerinin de kendisiyle aynı heyecanı ve öfkeyi taşıdı
ğını zanneden komiser, oradakileri konuda yalnız bırakmamak için
yapıyormuş gibi gözlerini Kızımız’dan ayırıp m asanın herhangi bir
boş köşesine dikerek: “Ne zam andan beri istihbarat teşkilatı bir cina
yet vakasını devlet meselesi gibi görüp kendi çalışması içine aldı?”
dedi. Sınırını çok fazla aşan ve hesap sorm aya ulaşan bu sözlere
duygusuz ve hissiz salon bireyleri hiç sinirlenmedi. O da zaten sözleri
böyle sert olsa da sesine biraz m erak tonu katmıştı. Ayrıca gözlerini
diktiği m asanın boş köşesinde dalmış rolü de komisere sanki kendi
kendine düşünüyor havası katmıştı.
Aslında teşkilatın kız arkadaşını öldüren ergen bir katille işi olmazdı.
Yoktu da. Sadece bir eleme sınavıdır. Bu vakayı çözen gerçek biı
vakada görev alabilir. Bu “gerçek” vaka şu an için en popüler “san
dik” vakasıdır.
“Herakliyus, bizim için iyi bir konukseverlik ve güzel bir yatacak te
mini için görevlilere emir verdi. O rada üç gece kaldıktan sonra, bir
gece bizi çağırdı. Biz yanına yeniden girdik. Bir süre konuştuktan ve
onu İslam’a davet ettikten sonra birçok küçük gözü bulunan ve ka
pakları dâhil her yeri altın kaplamalı sandık gibi bir şey getirtti. On
dan bir kapağın kilidini açtı ve içinden siyah ipekten bir parça bez
445
197 GÜN • BÖLÜM3
çıkardı. Onu yere yaydı. Bu bez parçasında, iki iri gözlü, kocaman
sırtı olan, benzerini hiç görmediğim çok uzun boyunlu, kırmızı bir
adam ın portresi vardı. Bu resimdeki kişinin sakalı yoktu fakat ikiye
ayrılmış saçları vardı ki sanki Allah’ın yarattığı şeylerin en güzeliydi.
Sonra da bize sordu: “Onu tanıdınız mı?” Biz “Hayır!” dedik. O da
“Bu Adem .” dedi. “Çok saçı vardı.” Sonra N uh’un ve İbrahim’in
resmini gösterdi. Arkasından içinden beyaz bir resim çıkardığı başka
bir bölme açtı. “Bismillah, bu Resulullah M uham m ed’dir. O sanki
gülüyordu ve bize canlı gibi görünüyordu.” Sonra bize sordu: “O’nu
tanıyor m usunuz?” Biz, “Evet, bu bizim yanından geldiğimiz Pey
gamberimiz, bizi size gönderen M uhammed Resulullah’tır.” dedik
ve ağlam aya başladık. Allah şahittir ki imparator bir m üddet ayakta
kaldı, başka bölümü bir daha açtı ve bize “Size Allah için soruyo
rum, bu resimdeki o m u?” diye tekrar sordu. Biz “Evet, ta kendisi,
tam senin resimde gördüğün gibi O!” dedik. O zaman biraz durdu
ve sonra şöyle dedi: “Gerçekte bu bölüm sandıktaki bölmelerin en
sonuncusu idi. Ben sizi denem ek için bu bölmeyi daha önce açtım."
Sonra diğer peygamberlerin resimlerini elçilere gösterdi.
446
SULTAN TARLACI 9
447
197 GÜN ’ BÖLÜM3
448
SULTAN TARLACI
139. Gün
“Ciddi ciddi üşütm üşsün...” dedi doktor. “Seni m uayene edip bir
kaç ilaç vermek gerekiyor aslında.”
Safiye Hanım yattığı yerden yemeğinde kıl çıkmış gibi tiksinir bir
bakışla geline baktı. Gelin de aslında Safiye H anım ’ın sağlıklı ol
duğuna dair sözlerden hoşlanmadığını anlamıştı am a bir an ağzın
dan kaçırmıştı. Bu nedenle kırdığı potu düzeltmek istercesine “Yani
451
197 GÜN • BÖLÜM3
Gelin Hanım şu aşam ada ne denli söz dinler ve kibar olursa, ken
dine buyrulan işi de ne denli hızlı ve itinayla yerine getirirse yaptığı
zararı o kadar iyi tazmin edeceğini bildiği için başını aceleyle “peki”
anlam ında sallayıp: “Ne içersiniz Doktor Bey?” dedi.
“Size zahmet olmazsa bir çay alayım ...” dedi doktor. Sonra yaşlı
kadının buruşm uş ve etinden ayrılmış gibi duran incecik derisine
baktı. Sürmek istemediği kremi aldığı uyarıdan sonra daha yavaş ve
bastırm adan sürmeye çalıştı.
Safiye H anım ’ın sinirleri bozulmuştu bir defa. Hem gelin hem doktor
payına düşeni alacaktı. Az önce derimi yırtacak mısın diye bağırdığı
doktora bu defa “Bastırsana biraz!” dedi. “Madem yapacaksın bir
iyilik tam yap. Hem krem sürülmüş olsun hem masaj olsun. Kulunç
oldu her tarafım ...”
Aldığı iki farklı uyarıyla bastırm adan yavaşça mı sürsün yoksa bas
tırsın da hem krem sürme hem masaj mı olsun bilemeden kimi za
man bastırıp kimi zaman yavaşça sürerken “Geleceği görebiliyorsan
bunu daha ciddi bir şekilde kanıtlamaksın.” dedi doktor. “Herkesin
şahit olacağı şekilde... Mesela bir hafta sonrasının loto çekilişinde*
çıkacak sayılarını söyle.”
“A aa...” dedi Safiye Hanım. Yattığı yerden yan tarafa hafifçe dönüp
doktora bakm aya çalıştı. “Kazandığın neyine yetmiyor? Aç gözlü!”
“Kendim için değil...” dedi Saltı. “Eğer çıkacak loto sayılarını verir
sen pek çok kişi ikna olur.”
452
SULTAN TARLACI 9
Her kim olsa doktorun izlediği yöntemi izlerdi belki. Yalnız Safiye
Hanım haksız sayılmazdı. Onun gibi bir kadının lotoyla ne işi olur
du? Böyle bir kadın için kom şusunun gelininin başkasıyla kaçacağı
öngörüsü, yedi hafta devreden lotodan daha önemliydi. Bu nedenle
beyni hep m erak ettiği noktalarda dolaşırdı. Üstelik bu defaki soru
nu daha büyüktü. Bir haftadır kendi kendine “Yakın zam anda bu
evde cenaze var.” diye mırıldanıyor, o cenazenin kendine ait olduğu
düşüncesi tüm vücudunu buz kestiriyordu. Deli Dumrul hesabında
yerine bir can verme şansı olsa evdeki herkesten “Benim yerime
ölür m üsün?” diye isterdi canını... Sonra bir düşünce alırdı Safiye
Hanım ’ı. Şu evdekilerin hiçbiri canımız annemize feda olsun diye
cek özveride değildi. Hakkı haram olsundu.
453
197 GÜN ’ BÖLÜM3
454
SULTAN TARLACI 9
Sanki Safiye H anım ’ı sıklıkla ziyaret etmek gibi bir zorunluluğu var-
455
197 GÜN - BÖLÜM3
Doktorun yüzüne bir an ‘Hah tam am, loto konuşuyorduk’ gibi biı
rahatlam a ifadesi geldiyse de hem en anında ‘o da değildi’ ifadesi
geçti. Yalnız loto konusunu da unutm am ak lazımdı.
“Ben de benim ziyaretime geldin sandım ...” diye devam etti Safiyi-
Hanım.
456
SULTAN TARLAC1 9
“Ne ilgisi var?” dedi doktor. “Elbette senin ziyaretine geldim. Lotoyu
kimsenin önceden verebileceğine zaten inanmıyorum. O nun peşi
ne düşüp gelecek kadar hayalperest değilim. Filmlerde bile olmaz.
Düşün, m edyum un biri loto sayılarını daha açıklanmadan, çok ön
ceden veriyor.”
457
197 G ü n - BÖLÜM3
Kaçamak bir bakışla doktora baktı. Doktor başından beri ilgisiz kal
dığı hatta duym uyorm uş gibi davrandığı olaya bir an kayıtsız kala-
mayıp gözlerini önce genç kıza sonra Safiye H anım ’a dikmişti. Gülin
bu bakışlardan sonra yerin dibine geçmiş, boğazında oluşan düğü
mü yutam ayarak om zundan sarkmakta olan çantasının sapını sanki
o esnada tek sorun o kalmış gibi yeniden itinayla om zuna yerleştir
miş ve “iyi günler” dileyip odadan çıkmıştı. O dadan çıktıktan sonrn
gözünden dam lam akta olan iki dam la yaşı elinin arkasına silerken
kendi beyninde rezil oluşunun üzerine gitti. Ne kadar işiyle ilgileni
yor ve konuşmaları duym uyor gibi yapsa da duym am asına imkân
var mıydı? Doktorun bakışını yeniden yeniden gözünün önüne ge
tirdi. Aslında boşuna üzülüyordu. O bakışlar ona karşı değildi. Zaten
onun odadan çıkışından sonra hem en bakışların sebebi anlaşılmıştı
Safiye Hanım da anlamış olduğu için göz göze geldiği doktora biı
den konuyu başka tarafından tutup “Ne bakıyorsun öyle?” dedi
“Seksenini aşmış bir kadın internet kullanamaz mı?”
4 58
SULTAN TARLAC1
149. G ün
Yalnız sadece çizim çalışmaları değil, sitedeki pek çok şey Tugay’dn
bağımlılık yapmış gibiydi. O rada o kadar çok vakit geçiriyordu kı
neredeyse hayatının en önemli şeyi olan güzellik merkezinin kapısını
bile sabahları geç açacaktı. Çünkü uyanır uyanmaz siteye giriyor
SULTAN TARLACI 9
461
197 GÜN ■ BÖLÜM3
462
SULTAN TARLACI 9
Tugay pat diye yanm a yatıveren Tattu’dan açık olan bilgisayarın ek
ran sayfasını zor saklamıştı. Bu aklı yarım, ağzı gevşek kız kesinlikle
bilmemeliydi Tugay’ı sitede. Hem herkese duyurur hem de doktor
dan Tugay’ı kıskanırdı. Çünkü sitedeki tüm kadınlardan kıskanıyor
du doktoru. Birden bire kendinin “tam ” bir kadın olmadığı geldi ak
lına. İçine bir ateş düştü. O sıkıntıyla yatağa atlayıp kendini duvara
sıkıştırmış Tattu’ya “A yyy...” dedi. “Sıkıştırdın ayol. Ne diye geldin
yanıma?”
“Canım sıkıldı.” dedi Tattu. “Sen ne yapıyorsun diye bakm aya gel
dim.”
463
197 G ü n ’ BÖLÜM3
“Ee bi defa güzel yapsam hep isteyeceksin!” dedi Tattu kendini över
bir salak bakışla. Bunun ne denli asılsız bir söz olduğunu biliyor
du Tugay. Evrenindili.com sitesine girmeye başladıktan sonra Ta
tu’nun aptallığına olan taham m ülü hiç kalmamıştı. Farklı bir alanda
yeni şeyler öğrenmenin zihni açtığını duymuştum. Acaba Tugay’m
da zevk aldığı alanda yeni şeyler öğrenip kendini geliştirirken mi
açılmıştı Tattu’yla arasındaki zekâ farkı? Ya da bir şekilde kendine
olan güveni yenilenmiş, başka bir deyişle kendini fazla büyük görü»
olmuştu.
464
SULTAN TARLACI
151. Gün
Füsun H anım ’da da öyle olmuştu. Yıllardır sırtında kam bur gibi ta
şıdığı “şey’in” lanet değil de yetenek olduğunu öğrenince üstünden
kalkan ağır yükün yerine -alışkanlıkla- nasıl bir yük koysam diye
düşünmüş, belki yıllardır herkeste gördüğü ve dudak büktüğü -evi
nin kadını olma- yükünü kaybolan lanetinin yerine koymaya uygun
bulmuştu. Son haftalarda nasıl bir değişiklikti? Geçmişi görebiliyo
rum diye evde günlük işleri için yardımcısı olduğu halde evde temi/
liği kendi yapmalar, yardımcının yaptığı temizliğin üzerinden bir dr
kendi geçmeler, hiç anlamadığı halde pilavın suyunun ölçüsüne hıı
bardak daha ekletmeler, çocukların beslenmesine daha bir dikkat el
meler, İlker Bey gelince ‘Bugün işler nasıldı?” diye sorm alar... EvH
durum bu kadar vahimdi. Onun kendine olan güvenini yerine kim
koymuştu bilmem am a bu aralar pek bir havalanmıştı. Hatta evi
nin m addi durum una yardım için antika eşyaları satabilecekleri hiı
SULTAN TARLACI 9
Bir bardak sıcak bir şey içmek de iyi olacaktı ki arkasını dönüp bak
tığında yüzündeki ciddi “iş kadını” ifadesi hayalet görmüş bir şaş
kınlığa dönüştü. Anneleri uslu dururken -son zam anlarda yaramaz
bir anne olmuştu bu doğruydu, mesela onları kısıtlayıcı bazı emirler
savurmaktaydı- kızlar da boş durmamış, perdeyi aşağıdan yukarıya
sandalye koyup yetişebildikleri yere kadar şeritler halinde boydan
boya kesmişti. Çünkü kesilmemiş hiçbir perdede Rapunzelcilik oy
nanamazdı. Bunu en salak insan bile bilirdi. Şatoya tırm anm ak için
yere kadar sarkan bir saç gerekiyordu. Şato var mıydı evde? Yoktu.
Tırmanmak için saç var mıydı? Yoktu. Neyse ki kendi başlarının ça
resine bakabiliyorlardı. Oyunun başında ‘kimin prenses olacağına
dair’ çıkan kavga, bir süre sonra prensesin eğlenceli hiçbir aktivite-
si olmadığının anlaşılmasıyla ikisinin de prens olup şatoya tırman
mak istemesine yol açmış; nitekim öyle olmuş, keserek Rapunzel
saçı yaptıkları o perdeye üç saat boyunca belki elli defa tırmanmış,
birkaç defa yere sert iniş yapınca perdenin altına yum uşak yer min
derlerini çekmeyi akıl edebilmiş, sonrasında bu oyun şatoda kalan
prensesi kurtarmaktan tırman, sallan ve atla Tarzan oyununa dönüş
müştü. Büyük bir heyecanla ve bağıra bağıra tırmandıkları perdenin
467
197 GÜN • BÖLÜM3
Çayı her zaman yaptığı gibi çay bardağına değil, büyük bir kahve
kupasına koymayı tercih etmişti. Son günlerde buna benzer dav
ranışları her tercihinde gösteriyordu. Yemek m asasında her zaman
oturduğu yerden başka yere oturuyor, sevmediği yemeklerden yi
yor, eşiyle sohbet ediyor, o güne kadar hiç izlemediği kategoride
filmler izliyor veya ilgisi olmayan konularda kitaplar okuyordu. Ken
dinde keşfettiği “psikometri yeteneği” öyle hoşuna gitmişti ki benzer
keşifler elde etmek için değişiklikler deniyor olmalıydı. Oysa keşfetti
ği şey onu değiştirmişti, değiştiği için keşfetmemişti. Bu keşif piyan
goydu. Bir tesadüftü, lütuftu. Yetenek olduğunu hiç öğrenmeyebilir,
hayatının sonuna dek deli veya lanetli olduğunu düşünüp o şekildi*
yaşayabilirdi. Yine de kendince haklıydı.
Rastgele kazılmış çukurdan bir küp altın bulan biri yeniden altın bul
mak için o günden sonra sık sık çukur kazabilirdi. Yeni bir şansı bel;
468
SULTAN TARLAC1 9
leyecek değildi. İşte altının hangi çukurdan çıkacağı belli olmaz diye
bulduğu her yeri, hatta bir avuç toprağı bile kazan biri gibi bir çay
bardağında bile değişiklik aram a düşüncesiyle bilincin sorgulama
gereği duymadığı, neredeyse kişisel örf haline gelmiş küçük bilinç
siz alışkanlıklarından bile sıyrılan bir kişinin beyninde devrim oluyor
demektir. Bu devrimin öncülü köşe bucak kaçtığı bir öcünün üze
rine cesaretle gidip sonucunda bir ödülle pekiştirilmesinden başka
bir şey değildir. Öyle ya yıllardır kaçtığı şeyle bugün bizzat, isteyerek
ilgilenmiyor muydu? Bundan da büyük zevk almıyor muydu? Kim
bilir şimdiye kadar kaçtığı diğer şeylerde ne gibi zevkler vardı? Elbet
te bunları oturup düşünm üş ve ona göre davranışlarını düzenlemiş
değildi am a elinde olm adan farklı bir Füsun olma yolunda ilerliyor
veya ilerlemeye çalışıyordu.
469
197 GÜN ’ BÖLÜM3
minsiz bir kadındı zaten. Hangi baba kızlarıyla bu şekilde çocuk gibi
oynar ve eğlenirdi? Zaten çocuklar da bu sevgiyi ve sıcaklığı hissedi
yor, annelerinden çok babalarını seviyorlardı. Biri onlara “Annenizi
mi seviyorsunuz, babanızı mı?” diye soracak olsa hiç çekinmeden
babalarını daha çok sevdiklerini söylerlerdi. Bunda hiç kuşkusuz İl
ker Bey’in onların her dediğini yapıyor oluşu ve oyunlarına da dâhil
olmasının etkisi vardı. Elbette anneleri de her dediklerini yapar ve
özellikle evcilik oyunlarında çocuk rolünü oynardı, hem de uslu bir
çocuk olsa da -evet ikizler evcilik oyunlarında anne baba oldukları
zaman yaram az çocuk istemez, Füsun H anım ’ı bir köşede usluca
oturturlardı- yani genç kadın görevini hakkıyla yerine getirse de m e
sela eşek olup onları sırtında taşımıyor, “ai ai” diye bağırmıyordu.
Oysa babaları bunu yapar, sırtında arada bir hoplatırdı da.
470
SULTAN TARLACI 9
antika satımından öte Füsun H anım ’ın eşine destek olmasına destek
gibiydi. Hatta yemekten sonra Füsun Hanım yeniden bilgisayarın
başına geçip kaç antika eşya için istek geldi diye bakarken kızları
uyutma görevini İlker Bey üstlenmiş, onlara masal bile anlatmış, gö
revini tam amladıktan sonra da eşinin yanm a dönm üştü.
“Biri Füsun antika ve eski eşya satışında sana yardım edecek dese
hayatta inanm azdım .” dedi.
471
197 GÜN • BÖLÜM3
472
SULTAN TARLACI 9
muşatıcı kokulu yatağa serip anında derin bir uykuya daldı. Füsun
Hanım duştan çıktıktan sonra uyum ayıp doktorun sitesine girmeyi
tercih etmişti. Doktor bu saatlerde uyuyor olurdu. Başka zamanlar
da d a sitede saatlerce kaldığı görülmemişti am a... Sohbet odasına
hem en hiç girmezdi. İnternette aktif olmasına rağmen kendi sitesi
ne bu kadar nadir uğramasını düşününce Füsun H anım ’ın aklına
doktorun başka uğraşları geldi. Genellikle sosyal m edyada Marilyn’e
yönelik yazılarıyla meşguldü beyefendi. Çoğu insan doktorun Maril
yn’e olan ilgisi hakkında düşünür ve nedenlerine dair teoriler üretirdi
am a Füsun Hanım bu konunun üzerinde fazlaca durmazdı. O na
göre Doktor Marilyn’e âşık falan değildi. Hangi platonik, aşkı süre
since gerçekleri görmüştü ki? Siteye girer girmez doktorun profiline
tıkladı. Uzun uzun inceledi. Sonra sohbet odasına geçti.
-Giriş-
Yönetici Alanı:
(0 0 :5 9 :2 5 ) ilahiyatçı: bu imkânsızdır
473
> 197 GÜN • BÖLÜM3
4 74
SULTAN TARLAC1 9
475
197 GÜN • BÖLÜM3
476
SULTAN TARLACI 9
477
197 GÜN * BÖLÜM3
(0 1 :0 6 :4 0 ) ilahiyatçı: am a
478
SULTAN TARLACI 9
yorum am a
(0 1 :1 2 :2 7 ) ikizler: :D
479
197 GÜN • BÖLÜM3
(0 1 :1 8 :3 0 ) E _S JP : iyi geceler
480
SULTAN TARLACI 9
481
197 GÜN ' BÖLÜM3
482
SULTAN TARLACI 9
(0 1 :2 3 :4 0 ) E_S_JP: ne gibi?
(0 1 :2 3 :5 8 ) ikizler: baharat?
483
197 GÜN ■ BÖLÜM3
(0 1 :2 6 :4 7 ) E_S_P: çalışıyorum
484
SULTAN TARLACI 9
(0 1 :2 8 :3 1 ) kizler: aaa
Siteden çıkış.
485
“Birbirinizi sevin
A m a aşkı bir sözleşmeye çevirmeyin.
Bırakın aşk , daha ziyade ruhlarınızın sahilleri arasında
D evinen bir um m an olsun!
Ve birlikte ayakta durun
A m a birbirinize çok yakın değil
Zira mabedin sütunları ayrı durur
Halil Cibran
157. G ün
Çiyan’m zeytinliği denir. O kadar büyüktür ki dönem dönem hem
kendi köyünden hem de civar köylerden işçi almasına rağmen b a
kımsızlıktan çalıya dönm üş zeytin ağaçlarına rastlayabilirsiniz. Bu
nun yanında genç ve kendini korumayı bilmiş ağaçlarıyla neredeyse
sınırsız bir zeytin ormanını andırır.
İşçilerden Çiyan’ı çok fazla tanıyan yoktur. Tek tük tanıyan çıkarsa
Çiyan hakkında size söyleyeceği ilk şey onun çok akıllı bir adam ol
duğudur. Genellikle kulaktan kulağa yayılmış ve aslında doğruluğu
da tam bilinmeyen kalıplaşmış ifade “Bu Çiyan denen herifin akıllı
olduğu sağır ve dilsiz bir avrat alm asından belli...” sözüdür. “Kıdem
li” işçilerin patronu tanıyormuşçasına büyük bir böbürlenmeyle “ye
nilere” söylediği bu sözde “ona herif diye hitap ediyorum ” tavrında
büyüklük taslamaktan çok hayatlarında bir kez dahi görmemelerini'
rağmen “o da bizden” anlam ında bir samimiyet ve sözün içeriğinde
ki kadınların çenesinden bıkkınlık ifadesinde Çiyan -patron ve zen
gin de olsa- evli olduğu için şanssızlığına binaen yine “o da bizden”
samimiyeti vardır.
ten belli olsa bile, kadın dırdırından kurtulmanın yolunu bulmuş Çi
yan’ın aklını başka yönden keşfetmiş kişi, bunu dinleyenlerce böyle
bir tespitte bulunduğu için hayran bakışlarla takdir edilir. Oysa bir
kaç ay sonra Çiyan hakkında herhangi bir soru başka bir “kıdemli”
işçiye soracak olsalar soru ne olursa olsun aynı cevabı alacaklardır.
Altı aydan sonra ise kişi kendi bile söyleyebilir bunu. Hatta yaşadı
ğım dönem de ben de aynı sözü defalarca söylemek istemiş am a pat
ron hakkında bana kimse soru sormadığı için dile getirememiştim.
Yine de bir gün kendi kendime zeytin toplarken “Şu zeytinlerdeki
verime bak. Bu Çiyan denen herifin akıllı olduğu sağır ve dilsiz bir
avrat alm asından belli.” dedikten sonra kendi kendime söylediğim
için takdir edici bir bakışla karşılaşmasam da hevesimi gidermenin
mutluluğunu yaşamıştım.
Çiyan denen herifin gerçekten sağır ve dilsiz bir kadınla evli olup
olmadığı bilinmemekle birlikte bu sözde hiçbir doğruluk payı yok
denemez. Bir defa bu zeytinlikte tüm erkeklerce kabul edilen bir şey
vardır ki sağır ve dilsiz bir kadın tercih etmek gerçekten akıllıca bir
iştir. Bu nedenle buralarda hangi erkek karısıyla kavga edip dırdır
dinlerse kavganın bir tarafında m uhakkak “Zaten bende Çiyan ka
dar akıl olsa ben de zengin olur paraya para dem ezdim .” sözü ge
çer, bu sözde açıkça söylenmese de karşıdaki kadın Çiyan denen
adam ın akıllı olduğu nereden belli, bilirdi. Çiyan üzerine hayaller
kurulur, fikirler yürütülürdü. Karısı kör değildi. Orası tam am . Sonuç
ta bir yaramazlık yapacak olsa karısının gözü önünde yapm ayaca
ğına göre gözünün görüyor olması sorun değildi. Yaptığını biri gelip
karısına söyleyecek olsa kadın duyamayacaktı. Bir şekilde anlattılar
diyelim. Ne olacaktı? Dırdır yapıp adam ın kafasının etini yiyebilecek
miydi? Ama ne gerek vardı böyle düşüncelere? Zaten cesaret miydi
Çiyan’ın yaptıklarını gelip karısına söyleyebilmek?
Çünkü adam ın belalı bir tip olduğu onun hakkında bilinen ikinci
özellikti. Bu sebepten olmalı zeytinlik Çiyan’ın pek de ziyaret etm e
diği am a bazı siyah takım elbiseli adam larca bazı aylarda sıklıkla
487
197 GÜN • BÖLÜM3
488
SULTAN TARLACI 9
“Onlar falcı değil. Psişik dedektif desek daha düzgün bir ifade olur.”
“Psişik dedektif mi?” dedi komiser. Gür bir kahkaha attı. “ Sadece
zeytin çizdiler diye benimle aynı verilere ulaşmış oluyorlar öyle mi?
Bu nasıl bir düşünce yahu? Seni saflık aptallık sınavıyla mı aldılar
teşkilata?”
Komiser, az önce yarım kalan işine devam etmek ister gibi başını
evden tarafa çevirip aynı zam anda kadının da suratına bakm ak iste
miyor gibi bir ifadeyle “Rica etsem susar mısın?” dedi. Sonra kendi
kendine konuşur gibi am a diğerinin duyacağı bir sesle: “M adem gel
din, operasyona bir katkın olsun. Yapabileceğin en büyük yardımı
yap. Sus!”
489
197 GÜN • BÖLÜM3
“Her gün olduğu gibi yine terbiyesizsiniz Vefa B ey ...” dedi kadın
kollarını bağlarken. “Sanıyorum ki olayı idrak edemediniz. Karşınız
da matematik öğretmeni değil, bir istihbaratçı var. Biliyorsunuz ki
yetkim sizden fazla.”
“Teşkilata girmek için ödevini yapm aya çalışan dünkü çocuk.” diye
rek genç kadına döndü polis. “Bana bak!” dedi. “On yılımı cinayet
m asasında tamamlamış deneyimli bir dedektifim.” Kadının köprü
cük kemiğine sinirden sıktığı yum ruğundan uzanan işaret parmağını
birkaç defa vurarak: “Sen devlet yurdunun ranzalı yatağı üzerinde
tırnaklarına oje sürerken ben katil peşinde koşuyordum .” Az önce
kadını işaret için kullandığı eliyle bu defa kadının kolundan tutmuş
sıkıyordu: “Şimdi seni buradan defetmemi istemiyorsan kes sesini!”
490
SULTAN TARLACI 9
491
197 GÜN ’ BÖLÜM3
dan öte böğürmeyi andıran bir ses daha duyuldu. Hem en ardından
incecik bir kadın sesi filmlerde duym aya alışık olduğumuz bir çığlıkla
“Tugiiii... Tugim öldün mü Tugi...” diye bağırdı. Bu ikisini hatırla
mıştım.
492
SULTAN TARLACI 9
malum durum dan sonra da katile dair en ufak iz elde edem eden
zeytinlikten ayrılmaktaydı. Şimdiye kadar çoktan şehre inilirdi; yal
nız ormanlık alanda gecenin karanlığında yolu kaybetmişlerdi anla
şılan.
Az önce tekme tokat birbirine girmiş kadın ve erkek polis aynı araca
binmiş, Çiyan’ın adam larından birinin peşine düşmüştü. Kasisli bir
yolda kaybettiler aracı.
493
197 GÜN ’ BÖLÜM3
Bir süre sonra yolda tek tük yavaş hareket eden araçlardan başka bir
şey görünmez olmuştu.
494
“D ostum , g ö rü n d ü ğ ü m gibi değilim. G örünüş sadece giydiğim bir
elbisedir. Senin sorgularından beni, benim kayıtsızlığım dan seni
koruyan, özenle örülm üş bir elbise!'
Halil CAbran
163. G ün
Em inem ’in evde olup bitenlerle öyle çok bir işi olmazdı. Ne misafir
ler gelmeden önce ne de geldiklerinde normal yaşantısını bozardı.
Batan bir güneşin asılıp sündürdüğü gölge gibi çelimsiz bedeniyle
kendi odasından hariç evin içinde dolaştığı iki m ekândan (banyo
ve mutfak) diğerine geçerken teyzesi seslenir, “Bugün misafirlerimiz
var.” derse, kızım teyzesine bir an bakar, sonra hiçbir şey söyleme
den ve düşünm eden aynı tepkisiz yüz ifadesiyle yeniden odasına
giderdi. Ablam, eğer sıkıntılı ve dar vakitte ise kızımın arkasından bu
tepkisiz haline söylenir am a misafirler için düşündüğü her şey yolun
da gidiyorsa gülümseyerek “Şimdiki gençlik bir âlem .” der geçerdi.
O gün akşamüzeri Eminem mutfağa uğramış, ablam misafirlerin ge
leceğini söylemiş, her zamanki tepkisizlikle karşılaşınca aslında her
şeyin yolunda gidiyor olmasına rağm en kızımın arkasından söylen
mişti. Beklenilen misafirler çok önemli olmalı ki diye düşünmüştüm
o stresini görünce...
kilolu ve orta boyluydu. Bizim m uhtar kel, bu adam epey gür saçlıy
dı. Bizim m uhtar sarışın, bu adam esmerdi. Bizim muhtarın yüzün
hakkını veren büyük, kemerli am a dar delikli bir burnu vardı, bu
adam ın kemersiz, yayvan ve geniş delikli bir burnu... Bizim m uh
tar sessiz sakin, bu adam çok konuşkan ve hareketliydi am a bizim
m uhtar otoritesini bulunduğu ortam da hissettirmek isterdi, bu adam
da öyle. Bizim m uhtar sürekli kendinden bahsederdi, bu adam da
öyle... Bizim m uhtar az iyilik yapar, yaptıklarını çok abartırdı. Bu
adam , abartılı iyilikler yapıp, yaptıklarından az bahsederdi. Bence
her ikisi de aynı amacı taşır ve aynıdır. Karşıdakine verdiği her ne ise
-değer de buna dâhil- o kadar ileri gidiyordu ki bir süre sonra baş
langıç noktasına varıyordu. Ben, bu adam ı ne zaman görsem hep
aynı şeyi düşünm üşüm dür am a siz o akşam eve girerlerken diğer
konuğa ısrarla ve gereksiz öncelik verm esinden bile anlayabilirdiniz
durum unu. Gerçi belli olmaz. İsmi Federico olan bu adam ı çok be
yefendi bulup hoşlananlar da az değildir çünkü... Belki hayatında
çok fazla nezaket görmüş kişilerin algısındaki seçiciliktir. Neticede,
hayatta herkesin her şeye karşı aşinalığı, önceden karşılaşmışlığına
bağlıdır.
Diğer konuğu hatırlamam biraz geç oldu. Eve girdiğinden beri daha
önce bir yerlerde görmüştüm dediğim bu adam , ablamın kahvaltı
salonunda ağlayan kadınla oturan doktordu. Federico Bey ve ab
lamla nasıl tanıştığı hakkında pek fikrim yok. Gece boyu konuşulan
konulardan da bu konuda bir çıkarımda bulunam adım .
“Böyle bir şey daha önce hiç yem edim .” dedi önündeki limon dol
masını beyaz ve biçimli parmaklarıyla tuttuğu bıçakla keserken
Tırnakları da parmakları gibi düzgün ve güzeldi. Erkeklerin direki
ellerine bakan ve âşık olup olmaması gerektiğine dair bir anlık derin
496
SULTAN TAMA c i 9
497
97 GÜN ’ BÖLÜM3
Bunları doktora anlatm adı elbette. Şimdi siz, her ünlü aşçıda oldu
ğu gibi ablamın da sırlarını paylaşm ak istemediğini düşüneceksiniz.
Aslında bu bir bakım a doğru, bir bakım a yanlıştır. Ablam, tariflerini
kimseyle paylaşmaz am a bunun sebebi tarifleri herkesin öğrenip on
dan daha iyi yemek yapacağı endişesi değildir. Tam aksine, tarifleri
yarım yamalak öğrenip ya da “kendi yorum unu katıp” güzelim ye
meği bozacağı endişesidir. Bu nedenle ablam, yanına öğrenci alır
ken bile çok titizlikle alır ki farz-ı misal “çok az” olan o baharatlardan
birini koymamış olan o öğrencinin oradaki o günü, son günüdür.
Ablam kibar bir tebessümle teşekkür etti. “Benim gülme sebebim ...”
diye devam etti bir kahkaha daha atıp. “Bir erkek olarak senin bu
yemeğin nasıl yapıldığını m erak etm en. Ben mesela, çok kez yedini
am a hiç sorm adım .”
“Erkek olarak diye öyle bir belirtiyorsun ki sanki aşçılık kadın mes
leği...” dedi doktor.
')8
SULTAN TARLACI
499
197 GÜN ’ BÖLÜM3
Derin bir nefes aldı. Gözleri birkaç saniye bir noktaya kilitlendi. “Ta
kılıyorum size. Bozulmuyorsunuz değil mi?” dedi. “Hoşum a gittiği
için...” diye ekledi. “Hatta bayılıyorum. Zaten sizi tanıştırmak is
teme sebebim de bu. Meraklı ve değişik yetenekleri olan insanlar
tanışmak bence. Az önce söylediğim şeyin doğruluk payı var.” dedi
500
SULTAN TARLACI
“Değilim!” dedi ablam. “Sizin evinizde Jülide H anım ’la komiseri bir
birine düşüren yer değil mi?”
501
197 GÜN ’ BÖLÜM3
Bu sözü edilen site rüyalarla ilgili bir site ise neden bilmiyorum am a
ablam yalan söylüyordu. Üye olmakla kalmayıp zamanının çoğunu
orada geçirmeye başlamıştı. H em en her daim bilgisayarında açık
duran ve gelip gidip m uhakkak bir şeyler yaptığı bu sitede yönetici
de olmuştu. Sitenin kurucusu eğer doktorsa anlaşılan ablamın o si
tede olduğundan onun da haberi yoktu.
“Hayır!” dedi Federico kesin bir reddedişle, sanki biri onu suçluyor
muş gibi. “Üye olacağım a m a ...” dedi az önceki reddedişini bastır
mak için.
“Ben zaten bilim adam ı değilim ...” dedi ablam. “Benim çekinece
ğim hiçbir şey yok. Kendi ismimle bile üye olabilirim.”
502
SULTAN TARLACI
Ablamın sitedeki ismi ESP gibi bir şeydi. Sitede çok da yetenekliydi.
Bu konuda övünm ek istemiyor desem, rüyacılık yönü zaten bilin
mesine rağm en neden saklıyordu anlamadım.
M asada yan yana ve hem renk hem gerek ısısıyla sıcaktan soğu
ğa doğru sıralanmış sosların her birine mısır köftelerinden birinin
ucunu sırayla batırdıktan sonra ağzına attı. Yine garip sesler çıkarıp
yuttuktan sonra:
Sonra doktorun cevap vermesine fırsat verm eden: “Çok ilginç pay
laşımlar var yalnız...” dedi. “İddialı durugörüler, rüyalar...”
Sonra birden bire “Bir ara göz atmıştım eklenenlere d e.” dedi. “Üye
olduğum dan değil.”
503
197 GÜN • BÖLÜM3
ortadan yok oldu. Sanırım kızıma bakm aya gitti. Sohbet o denli ko
yuydu ki doktorla Federico’nun onun gittiğinden haberi bile olm a
mıştı. Federico laptopunu açmış, doktora siteye bir ara öylesine göz
atarken dikkatini çeken bir durugörüden bahsediyordu. Bu epey
ayrıntılı ve ilginç bir görüydü. Yazılana göre;
504
SULTAN TARLAC1
505
197 GÜN • BÖLÜM3
“Olmaz!” dedi doktor. “Bu şekilde olursa nasıl gerçek ve bilimsel bir
ölçüm yapabiliriz? Bir daha çoktan planlanmış şeyleri siteye ekleme.
Gerçek bir algın varsa ekleyebilirsin.”
“Ben zaten orada bilimsel kimliğim zarar görmesin diye takm a isim
le dolaşıyordum .” dedi Federico. “Yalnız senin şu dürüst halin... Ha
ha ha... Beni öldüreceksin Doktor.” Gecenin başından beri kafası
yerinde değil gibiydi am a içtikçe kendinden geçiyordu.
506
SU İTAN TARLACI
Ayağa kalktı. Az önce içki doldurduğu yerden bir paket sigara alıp
doktorun yanına geldi. Konuk, bu ikramı da kabul etmedi.
507
197 GÜN ’ BÖLÜM3
Federico:
Sigarayı yakıp dum anını bir süre ağzında çevirdi. Başını havaya
kaldırdı, gözlerini kamelyanın çiçeklerine dikti ve dum anını üfledi.
508
SULTAN TARLACI
başladığım kırk beş yıl süresince kazandığım toplam para, iki hafta
da kazandığım osuruk parasından daha fazla değil. Ha h a ...” Suratı
birden ciddileşti. “Ha ne dersin bu işe? E vet...”
“Kalabilirsin.” dedi doktor yeniden. Canı sıkılmış bir ses tonu vardı.
167. G ün
Odadakiler sözleşmiş gibi bir anda aynı şekil başlarını salladı. Hiç
kimse elbette Federico Bey hakkında böyle bir şey düşünecek değil
di ki hastanenin içinde bulunduğu zor durum dan yine Federico kur
tarmıştı. Açık söylemek gerekirse hastanenin yarısına ortaktı, hatta o
an istese hepsini satın alabilirdi. Bunu dile getirmiyordu orası ayrı.
Zaten şu anda mesele bu değildi. Artık hastanenin sahiplerinden biri
de olduğuna göre bazı konuları onunla da konuşmak lazımdı. Bu
nedenle bu konulardan bazılarını konuşmak üzere Federico Bey1i
buraya davet etmeyi kendine görev bilmiş Nilgün Hanım ’ı da kır
M II I AN IAIU Al I
512
“Gerçi ben , rüzgâr kadar aceleci değilim am a yin e de yitm ek
zo ru n d a yım . B iz gezginler, hep en y a ln ız y o lla n aramışındır,
bir g ü n ü b itirdiğim iz yerde ye n i bir güne başbunavın...
A ra n ızd a geçirdiğim gü n ler kısa ve özdür ; sizlere söylediğim sönler
ise daha da kısa ve ön."
Halil ( abran
173. G ün
“01 Rebiûl evvel ayın nicesi.” derken ‘rebiûl’ kısmında hocanın sesi
iirebiiiiiiiiivw wuuuuuuuul” şeklinde uzuyor ‘evvel’ kelimesi “ev ve
ve ve ve ve ve” şeklinde dinleyenlerce hiç bitmeyecekmiş izlenimi
oluşturuyorlardı. Ne zaman ki haddinden fazla uzattığı kelimeleri
derin bir nefesle nihayetine bağlıyor, başta salonu doldurmuş yaşlı
kadınlar olmak üzere dinleyenlerden bir “Allah!” nidası çıkıyordu.
Yüzeysel bakınca bu nidalar Mevlid’in şevkiyle Allah-peygamber
aşkından m eydana gelmiş görünüyordu, derinlerinde nedir bilin
mez. Daha pek çok ‘tanıdık’ duyar duymaz cenaze evine koşuy
or, onların adımlarıyla açılıp kapanan kapı sesleri hocanın sesini
gölgeliyor, o gölgeleri ağlamalar yırtıyordu. Fısıltı halinde “Başınız
sağolsun”lara, “Allah cennette kavuştursun”lar karışıyor, “Ölüm Al
lah’ın emri”ne, “Ölüm hepimizin başında” sözleri destek veriyordu.
514
SULTAN TARLACI 9
dan sızan kandan sonra en dikkat çekici şey yorgun yüz ifademdi.
Ne kadar yorulmuşum diye düşündüm . Çok yorulmuşum. Sonra
kan, aktıkça aktı... Bu kadar çok kan akarsa yakında ölürüm diye
düşünürken birkaç kez banyonun kapısı zorlanıp “Gülin” diye bir
seslenme geldi. Annem “G ülün...” diyordu. “Çıksana artık!” Bir
süre benden ses alamayınca kapının önce anahtarlarını zorladılar,
sonra kırıp içeri girdiler. Ölmek o denli rahat ki o rezil halimde hiç ut
anm adım bile. Sadece tepem de dikilip sonra bilincini kaybederces-
ine ağladıklarını, hem en hastaneye götürdüklerini sonra da ölüm
haberimi aldıklarını gördüğümde “Ölmüş m üyüm?” dedim kendi
kendime. Bir “yersizlik” bindi üzerime. “E ee... Şimdi nerede yaşay
acağım?” dedim. Sonra anladım ki zaten yer, yersiz bir şeymiş. Tıpkı
zaman gibi... Her şey binmiş omuzlarıma o genç yaşımda. Ağırmış
dünya...
515
“K ader şim di g ü cü n ü gösterebilirsin! Yazılan b o zu lm a z, kim se
efendisi değil kendisinin
Shakespeare
179. G ün
,iıbiriy>e
Dosya, istihbaratta öyle bir rekabet haline g e l m i ş t i ki k|lllM
tek kelime paylaşmıyor, herkes kendi başına çözüp, dİ!!1’1 s<" '( 1<
syasını kapm aya çalışıyordu. Belki bilgi paylaşımı yapsak"'
tan bulunmuştu. Sadece istihbaratta değil, p o lis - is t ih b a ıa t al0S1
d a kıyasıya bir yarış vardı. O yarışın sebebi Kızımız’m dencdiğiy0^
temin hiçbir işe yaramadığını düşünen komiser V e fa ’n ın sının
inadıydı. Kızımız’la gerçekten elde ettiği hiçbir bilgiyi paylaşma0’
yine de çoğu zam an aynı yerde karşılaşıyorlardı. Bu e s n a d a kork
lar sinirlere karışıyor, birbirlerinin canını alacak kadar birbirleri"
yaklaşıyorlardı. Belki geçen gece yaşadıklarının sebebi buydu,
ki hem katilin etrafında olma ihtimalinden hem birbirlerinden k
rktukları için büyüm üş göz bebekleri birbirleri için çekici ge
Belki uzun zaman süren sinir boşalmasıydı. Belki canlarını bu şe
de acıtmak istemişlerdi. Bir şeyler olmuştu işte. Katilin orada a
madiğini anladıklarında ilk defa aynı fikirde olduklarını birbirlerin*^
gözlerinden anlayıp çok hızlı ve şiddetli saldırmışlardı. •• KızınrılZ
yaz günü fular takmasının sebebi buydu. D aha pek çok ezikle
yönden boşalmışlar, sonra bir garip ruh durumuyla sevgili o u^
mı, olmadılar mı ben de anlayamadım, katile dair birbirlerinden
gi saklam aya devam etmişlerdi.
... Yalfli2
Bana kalırsa komiser değil, istihbarat bulacaktı bu katili-••
“kaVlP
Kızımız değil, Avcı!.. Avcı bu dosyayı kimseye bırakmaz,
kutsal sandık” dosyasını da kapardı.
SIV
s
“H er insan iki insandır: Biri karanlıkta uyanık, diğeri ise
aydınlıkta u ykudadır.”
H alil Cibran
Dr. Saltı paylaştı, 7 gü n önce
181. Gttn
Sınıfa döndü.
Sonra bir video çalıştırdı. Bu, bir telefon kaydı ve belli belirsiz, ara
sıra kayan görüntüleri oluşturuyordu. Bir yemek m asasında insanlar
oturuyor, bazı gülüşmeler duyuluyordu. Çocuklarla birlikte dikkati
mi toplamış bakıyordum. Federico Bey ve Nilgün Hanım d a vardı
m asada. Federico Bey bir şeyler anlatıyor, Nilgün Hanım da sıklıkla
onu övüyordu. Beş dakika kadar süren video kesitinde belki üç kez
Federico Bey’e aynı şeyi söylemişti Nilgün Hanım. “Siz, çok başarılı
bir bilim adamısınız Federico...”
kaç tanesi el kaldırıp ilk ilginç gelen şeyi, Nilgün H anım 1ın aynı şekil
de sıklıkla Federico Bey’i övmesini söyledi. Sonra video bir kez daha
izlendi. Başka öğrenciler de aynı şeyi söyledi. Sonra içlerinden biri
“Nilgün Hanım hipnoz mu edilmiş?” diye sordu. Sınıfta bir sessizlik
oldu. Saltı yorum yapmadı. Çocuklardan biri “Bu sözü hangi tetik-
leyiciden sonra tekrarlıyor?” diye sordu. Saltı videoyu yeniden baş
lattı. Federico konuşurken ara ara çatalın kenarıyla m asaya tıklatıyor
ve Nilgün Hanım otomatik olarak onun çok değerli bir bilim adamı
olduğunu söylüyordu. O nun bu iradesiz saf hali sınıfta bir kahkaha
oluşturdu. “Hocam yeniden izleyelim.” diyorlardı. Yeniden izleyip
yeniden gülüyorlardı.
“Pek çok öğrenci bu derste bana ‘Hocam biz de hipnoz edebilir mi
yiz?’ diye sorarlar.” dedi.
Video sosyal m edyada bir anda yayılmıştı. Nilgün H anım ’ın gözleri
Saltı’ya kin kusuyordu. Federico Bey’e belki minik bir sitem duy
muştu. Saltı haklıydı. Kimse, istenmediği şeye zorlanamazdı. Hip
nozla bile...
“B ü tü n bu düşünceleri ya za rken ellerim titredi. A m a kafam da
biriken bütün düşünceleri boşaltm ak ve y a z m a k istiyorum .
Sadece y a zm a k . R a h a tla m a k.”
M arilyn Monroe
Dr. Saltt paylaştı, 5 gün önce
191. Gün
İlginçti.
193. Gün
www.Evrenindili.com
Ve tümü yanlıştı!
197. Gün
Uzun zam andır söylenen “Çem ber daraldı.” sözünde noktayı “Kı
zımız” koymuştu. Katili sıkıştıracak noktaları belirleyen oydu. Bel
ki psişiklerin hep eleştirildiği “katilin nerede olacağına dair bir yer
değil, çok fazla yer veriyorlar” konusunda bir ayrıntı gizliydi. Katil
verilen yerlerin hiçbirinde değildi doğru. Doğruydu am a hiçbirinde
değilken belki hepsinin işaret ettiği tek bir yerdeydi. Tespit ettikten
sonra gitmeye kalkmadan önce yanına diğerlerini de almayı diişiin
dü. “Hep birlikte gidelim am a biliyorsunuz ki burayı ben buldum r
demeyi ihmal etmemişti. Onca ay katili ustalıkla saklayanların da
yolda yaklaşmaya başlayan polislerden haberi olmuş olmalı ki nı tık
gidecek yerleri kalmadığını anlayınca ‘kendisinin teslim olmak isle
diği’ bilgisini ulaştırmışlardı. Baskından sonra teslim olmakla, ken
diliğinden teslim olmak arasında m ahkem e başkanı gözünde ciddi
bir fark vardır.
mekte olan mısırcıdan bir mısır istedi. “Biliyor m usun?” dedi satıcı
ya. “Araştırmalar göstermiştir ki mısır, insanda ciddi bir sinirlilik hali
oluşturuyor. Türkiye’nin suça yatkın en sinirli insanların yaşadığı
bölgesi neresidir? Karadeniz. En çok ne tüketilir? Mısır.”
N
A leph Sem bolü
526