Professional Documents
Culture Documents
ilk basımı:
Mayıs 1987, V Yayınları, Ankara
Yordam Kitap: 47 • İlkçağ Tarihi - 1 • V.
Diakov - S. Kovalev
ISBN-978-9944-122-39-9 / 978-9944-122-38-2
(takım)
Çeviri: Özdemir İnce • Düzeltme: Özlem Maruf-
Günnur Aksakal
Kapak ve İç Tasarım: Savaş Çekiç • Sayfa
Düzeni: Gönül Göner
Birinci Basım: Haziran 2008 • İkinci Basım:
Kasım 2010
Üçüncü Basım: Ağustos 2014
GİRİŞ
İLKEL SÜRÜ
KLANLAR DÜZENİNİN
ORTAYA ÇIKIŞI
İLKEL TOPLULUK
DÜZENİNİN EN
YÜKSEK AŞAMASI
İLKEL TOPLULUK
DÜZENİNİN
DAĞILMASI
SINIFLARIN VE
DEVLETİN OLUŞUMU
GİRİŞ
SUMER VE AKKAD
2. Aşağı-Mezopotamya’da sınıfların ve
devletlerin oluşumu. Mezopotamya’nın en eski
köyü, ülkenin kuzeyinde, Tell-Hassoun’da
bulundu: Köy Neolitik dönemden, M.Ö. V.
binlerden kalmadır. İlkel tarım yapılması için
yeterli yağış alan bu bölgeye çiftçiler ve
hayvancılar yerleşmişti. Birçok bilgin, bu
insanların IV. binin başlarında Aşağı-
Mezopotamya’ya (Sumer) buradan girdiklerini
ve Fırat’ın alt kesimindeki bataklık toprakları
değerlendirmeye başladıklarını düşünmektedir.
Sumer’in eski halkı su taşkınlarının
erişemeyeceği yüksek yerlere yerleşmişti.
Balıkçılık, kazma tarımı ve hayvancılıkla
geçiniyor, boyalı seramik ve bakır aletler
(zıpkın, bıçak) yapıyorlardı. İnsanlar kil ve
kamıştan yapılmış kulübelerde oturuyor ve
mezarlardan çıkan eşyaların benzerliğinin de
kanıtladığı gibi toplumsal ve servetsel
farklılıkları bilmiyorlardı. Bulunan birçok küçük
kadın heykelleri, Sumer’de anaerkilin IV. binin
ilk yarısına kadar sürmüş olduğunu gösteriyor.
Sulama kanallarının yapımı, üretim güçlerini
büyük ölçüde geliştirdi, çünkü toprağın
bataklıklaşmasını önlemenin dışında, tarlaların
düzenli olarak sulanmasını sağlıyordu. Fazla su,
bendlere ya da göletlere aktarılıyor, kurak
mevsimlerde tarlalar bu bendlerden, hatta
nehirlerden kanallarla getirilen sularla
sulanıyordu. Alçak toprakları su baskınlarından
korumak için çevrelerine büğetler açılmıştı.
Başlangıçta, sulama işlerini şu ya da bu klan
topluluğu yapıyordu, ama geniş boyutlu
çalışmaları birçok topluluğun güç birliğini
gerektiriyordu.
Üretim güçlerinin daha sonraki gelişmesi,
ilkel topluluk düzeninin bozulmasına ve
toplumsal sınıfların oluşumuna yol açtı. IV.
binin ikinci yarısına ait sanat yapıtları,
çarpışmaları, savaş arabalarında yapılan
savaşları, tutsak almaları temsil etmektedir.
Tutsaklar köleleştiriliyor ve emeklerinden
soyluların hizmetlerinde ve sulama düzenlerinin
yapımında yararlanılıyordu.
Bu önemli toplumsal ilerlemelere kültürel
değişimler eşlik etti. Yazının bulunması (ilkin
pictographique yazı), kerpiçten dinsel yapıların
yapımı (tapınaklar). Bu dönemden günümüze,
av ya da tapınma sahnelerini gösteren çeşitli
heykeller ve silindir biçimli mühürler kalmıştır.
Mezopotamya’nın ilk insanları, yuvarlandığı
zaman nemli kil üzerinde bir iz bırakan bu
mühürlerden özel mülkiyet işareti olarak
yararlanıyorlardı belki de.
Speiser ve Parrot gibi Batılı tarihçiler, bu
ekonomik ilerlemeleri yeni etnik toplulukların
istilalarına bağlamaktadırlar: Bunlara göre,
dışardan gelen ve yazı, heykel, silindir-
mühürleri ve anıtsal mimariyi getiren Sumerlerin
istilası bu dönemde olmuştur. Sonuç olarak,
aşamalı evrim düşüncesini yadsıyan ve
gelişmeyi bir ulusun göğüne bağlayan bu
kuram, Aşağı-Mezopotamya’nın ilkel tarımcı
halkı ile IV. binin ikinci yarısının Sumerleri
arasında bir süreklilik bulunduğunu kanıtlayan
Frankfort ve Childe tarafından bir yana bırakıldı.
Childe, bu nedenle, bu bölgenin eski halkına
protosumeryen tribüler (Sumerlerin ataları) adını
vermektedir.
Toplumsal bölünmenin güçlenmesi, Sumer’in
güneyinde (III. binlerin başı), Ur krallık
mezarlığında bulunan kalıntılarla kanıtlandı.
Klan mezarlarından farklı olarak, bu mezarlar
birçok odadan oluşan kerpiç yapılardır;
mücevherle donanmış ölünün çevresinde, öküz
koşulmuş arabalar, silahlı savaşçılar ve iki
cinsten köleler vardır. Ur krallık mezarları (ve
Mezopotamya’nın öteki merkezlerinin mezarları,
Kiş ve Mari gibi) bu ülkede, III. binlerin
başlarına doğru devletin oluştuğuna tanıklık
etmektedirler.
Başlangıçta, burada, büyük sayıda bağımsız
siteler–bağımsız devletler (Eridu, Ur, Şuruppak,
Umma, Lagaş, Kiş, Mari, vb.) kuruldu. Bu
sitelerde, III. binlerde ayrışık (heterojen) bir halk
yaşıyordu. Sumer’in kuzeyinde bulunan
Akkad’da ve Fırat’ın orta kesimlerinde, tip ve dil
bakımlarından Sumerler’e benzemeyen tribüler
yaşıyordu. Bu tribüler bir Sami dili (Akkadça)
konuşuyorlardı ve Mezopotamya’nın batısında
bulunan ovalarda yaşayan tribülerle
akrabaydılar; hiç kuşkusuz, Akkad’ın Samileri
batıdan gelmişlerdi.
Bununla birlikte, Sumerler ve Akkadlar, III.
binin başlarında, ekonomik gelişim düzeyi
bakımından farklı değillerdi: İkisi de ilk
aşamasında köleci devletler kurmuşlardı.
BABİL
BABİL UYGARLIĞI
ESKİ MISIR
ESKİ İMPARATORLUK
MISIR’I
ORTA
İMPARATORLUK
MISIR’I
YENİ
İMPARATORLUK
MISIR’I
MISIR UYGARLIĞI
HİTİT
İMPARATORLUĞU
FENİKE VE FİLİSTİN
ASUR, URARTU VE
GELDANİ BABİL
İRAN
HİNDİSTAN
ÇİN
GİRİŞ, BİLGİ
KAYNAKLARI VE
TARİH YAZICILIĞI
HELLAS’IN DOĞASI
EGE UYGARLIĞI
İLKÇAĞ HELLAS’ININ
GELENEKLERİ VE
TOPLUMSAL DÜZENİ
HELLAS’TA (ESKİ
YUNAN’DA)
TOPLUMSAL
SINIFLARIN VE
DEVLETİN DOĞUŞU
(M.Ö. VIII-VII.
YÜZYIL)
M.Ö. VIII.
YÜZYILDAN VI.
YÜZYILA GREK
KOLONİZASYONU
SPARTA
MED SAVAŞLARI,
ATİNA DENİZ
KONFEDERASYONU’NUN
KURULUŞU
HELLAS’TA KÖLECİ
EKONOMİNİN EN
YÜKSEK AŞAMASI
PERSLER’E KARŞI
KAZANILAN ZAFERDEN
SONRA HELLAS’TA
DEMOKRATİK HAREKETİN
GELİŞMESİ
PERİKLES’İN
YÖNETİMİ
PELOPONNESOS
SAVAŞI
M.Ö. V. VE IV.
YÜZYILLARDA GREK
UYGARLIĞI
MAKEDONYA’NIN
BÜYÜYEN GÜCÜ
BÜYÜK İSKENDER’İN
SAVAŞLARI
HELLENİSTİK
DEVLETLER
1. İskender İmparatorluğu’nun
parçalanması. İskender’in Doğu seferi,
Romalıların Küçük Asya ve Mısır’ı
fethetmelerine kadar sürecek olan ve Hellenistik
adı verilen dönemin başlangıcını belirler.
Hellenizm, Doğu’nun birçok bölgelerine
yayılan Grek köleci toplumunun daha gelişmiş
biçimlerini sunar; Akdeniz ekonomi ve kültür
çevresine bağlı olan Doğu ülkeleri bunların
gelişmesine katkıda bulunmuştur. İskender
İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde, Doğu ve
Grek temel ilkelerinin tuhaf bir karışımını sunan
büyük, bağımsız devletler kuruldu. Bunlar,
yönetici katmanı Grekler, Makedonyalılar ve
Hellenleşmiş yerli aristokrasiden oluşan Doğu
tipi merkezî monarşilerdi; Hellenleşmiş yerli
aristokrasi, ayrıcalıklı konumuyla, yabancı
istilacının ezdiği yerli halk yığınlarının
karşıtıydılar. Ulusların sömürülmesi ve vurgun
savaşı, Hellenistik hükümdarların, ekonomik ve
kültürel hayatta giriştikleri büyük çalışmaların
maddi temelini yaratmalarına izin veriyordu.
Küçük Asya, Orta Asya, Arabistan, Hindistan,
Çin, Akdeniz ülkeleriyle ticaret yapıyordu.
Maddi hayatın büyük bir gelişme gösterdiği bazı
Hellenistik devletlerde, Grek bilimi büyük
ölçüde ilerledi ve teknik düzey üzerinde büyük
etki yaptı.
Doğu ülkeleri ve Grek devletlerinin
ekonomik ilişkileri, kültürlerinin karşılıklı
etkileşimini sağladı.
Hellenistik ülkelerin tarihinin temel
kaynakları, çağımızda yapılan kazılarla elde
edilen zengin veriler, Hellenistik hükümdarların
üzerinde portreleri bulunan paralar ve çeşitli
metinlerdir. Mısır’da çok sayıda papirüs
bulundu, bunların incelenmesi yeni bir bilim
dalını, paryrologie’yi oluşturmuştur.
Polybios (Genel Tarih), Sicilyalı Diodoros
(Tarih Kitaplığı), Strabon (Coğrafya),
Plutarkhos, (Prokion’un Hayatı, Eumenes’in
Hayatı, Demetrios Poliorketes’in Hayatı),
Appianos (Suriye Savaşları) gibi eski yazarların
yapıtlarında Hellenistik çağla ilgili bilgiler
buluyoruz.
İskender’in ölümünden sonra, generalleri
arasında iktidar için çetin bir mücadele başladı.
Yasal bir kalıtçılı olmadığı için, İskender’in
doğrudan ardılı yoktu. Hükümdarın ilanında
ordu önemli bir rol oynadı. Silahlı çarpışmaya
dönüşme tehlikeleri taşıyan şiddetli
tartışmalardan sonra, İskender’in kardeşi, aklı kıt
III. Philippos Arhidaios kral ilan edildi. Ama
gerçekte iktidar, kral naibi atanan, İskender’in
bir yakını Perdikkas’a geçti. Kısa bir süre sonra,
İskender’in dul karısı Roksane bir erkek çocuk
dünyaya getirince, bu çocuk da kral ilan edildi.
İskender’in büyük generalleri, değişik
satraplıklara vali olarak atandılar: Lagos’un oğlu
Ptolemaios Mısır’ı; Antigonos, Küçük Asya’daki
Büyük Frigya’yı; Lysimakhos Trakya’yı aldı.
Ama bunlar ne devletin bütünlüğünü, ne de kral
naibinin yüce ikdarını tanımak istiyorlardı.
İskender’in ölümünü izleyen dönem, ilkin
İskender’in kalıtçıları “diadokhos”ların
(İskender’in ölümünden sonra devleti paylaşan
generaller), sonra da bunların ardılları
“epigonos”ların (epigonoi) arasında, valilerin
savaşlarıyla kana bulandı.
İlk çatışma Perdikkas ile Ptolemaios’u karşı
karşıya getirdi. Ptolemaios, saygınlığını
yükseltmek için, Makedonya krallık
mezarlığında toprağa verilmek istenen
İskender’in cesedine el koydu. Cenaze alayına
Suriye’de saldırdı ve kendi başkenti
İskenderiye’ye gömmek amacıyla hükümdarın
gövdesini Mısır’a götürdü. Bu eylem ve
Ptolemaios’un Perdikkas’a karşı çevirdiği
dolaplar, Perdikkas’ı Mısır’a bir sefer yapmaya
zorladı. Ama birlikleri Nil’in bataklıklı
kollarında yollarını kaybettiler, birçok asker
öldü; gururu ve gaddarlığı yüzünden
kendisinden nefret eden subayları bir komplo
hazırlayıp onu öldürdüler.
Perdikkas’ın ölümünden sonra naiplik
Antipatros’a geçti. Naiplik birleşik bir
imparatorluğun varlığını gerektiriyordu, ama
gerçekte bu büyük devlet giderek daha çok
parçalanıyordu. Babil satrapı olan Ptolemaios,
diadokhosların arasına girdi ve aralarındaki sonu
gelmez mücadeleye katıldı. Bir süre sona,
Antigonos ve oğlu Demetrios Poliorketes,
Küçük Asya, Suriye, Fenike ve Hellas’ta
durumlarını sağlamlaştırdılar. Büyük bir
komutan ve askerî mühendis olan Demetrios
eşsiz bir donanma kurdu ve yaptığı kuşatma
araçlarıyla ünlendi, helepolis (kentalan) adı
verilen, yüksekliği 50 metreyi bulan bu birkaç
katlı yürüyen kuleler herkesin hayranlığını
kazanıyordu. Demetrios’a Poliorketes (kent alıcı)
lakabı takıldı.
Nihayet, İskender’in ölümünden yirmi yıl
sonra, İmparatorluğu kesin olarak dağıldı.
Ptolemaios, Selevkos, Lysimakhos ve
Kassandros, yüce iktidar savında olan
Antigonas’a karşı birleştiler. Kesin savaş 301
yılında, Büyük Frigya’da (Phrygia), İpsos’ta
(Şuhut yakınlarında) oldu. Hindistan’daki
topraklarından vazgeçen, bu nedenle de Hint
Kralı Çandragupta’dan bir şükran simgesi olarak
aldığı 400 kadar fili savaşa sokan Selevkos ortak
zafere en büyük katkıyı yaptı. Antigonos bu
savaşta öldü, oğlu Demetrios donanmasının
bulunduğu Ephesos’a kaçtı. Hellenizm tarihinin
dönüm noktası olarak kabul edilen İpsos
muharebesi, üç Hellenistik büyük devletin
kurulmasıyla sonuçlandı: Ptolemaiosların
yönettiği Mısır, Selevkosların yönettiği Suriye ve
Antigonosların yönettiği Makedonya. Ama
Antigonoslar Makedonya’daki durumlarını
Hellas’ta yeni bir kanlı savaştan sonra
sağlamlaştırabildiler. Bundan sonra,
Makedonyalı İskender’in imparatorluğunun
toprakları üzerinde doğan Hellenistik devletler
oluşum ve yapılarından ileri gelen özellikler
gösterdiler.
2. Ptolemaioslar Krallığı. Lagos’un oğlu
Ptolemaios’un ardılları, Roma fethine kadar
(M.Ö. 30) Mısır’ı ellerinde tuttular. Hellenistik
Mısır yönetimi, bir yandan, eski zamanların
kalıtı olan temel ilkelere (kralın despotik iktidarı,
yaşamın bütün alanlarında katı bir merkezcilik,
gelişmiş bir bürokratik aygıt) dayanıyordu.
Yönetimsel bölünme eskiden olduğu gibi
kalmıştı: Nomlarıyla, topluluk örgütlenmesiyle
Yukarı ve Aşağı-Mısır devam ediyordu. Öte
yandan, ortaya yeni nitelikler, özellikler de çıktı.
Örneğin, devlet örgütü özellikle Greklerden ve
Makedonyalılardan oluşuyordu; bu durum ise
yerli halkı aşağı bir düzeye indirgiyordu.
Yönetim sistemi yerli halkı ezilen ve sömürülen
bir katman durumuna getirmişti.
Ptolemaioslar Mısır’ı kendi özel mülkleri gibi
kabul ediyorlardı. Kral, büyük bir bölümü kendi
mülkü olan toprakların hükümdar sahibiydi:
Kendi mülkü olan toprakları, “krallık
toprakları”nı, kalıtsal küçük çiftçiler, “krallık
çiftçileri” işliyordu. “Krallık çiftçileri”,
Hellenistik Mısır’da ekonomik etkinlikleri
bakımından bağımsız değillerdi.
Yetiştirebilecekleri bitkinin türü ve miktarı
belirlenerek, etkinlikleri titizlikle saptanıyordu.
Çiftçi, saptanan kuralları değiştiremezdi, aykırı
davrananlar ağır para cezalarına
çarptırılıyorlardı.
Çiftçilerin kendilerine ait üretim araçları
yoktu, alet takımını buğday ve hayvanları
kendilerine yerel yöneticiler sağlıyordu.
Bunların hepsini malla ödüyorlar, ayrıca ürünün
bir bölümünü faiz ve çeşitli vergi olarak
veriyorlardı. Ödeme çoğu zaman ürünün yarısını
buluyordu. Bu “çiftçiler”in ekonomileri
memurların denetimi altındaydı. Buğday
tarlalarına ve hasata dikkatle değer biçiliyordu.
Krallık çiftçilerinin topraklarından ayrılmalarına
izin verilmiyordu.
“Krallık” topraklarının dışında, geri
alınabilen, vergi yükümlüsü ve denetim altında
tutulan “bağışlanmış” topraklar da vardı.
Bunların bir bölümü kral tarafından tapınaklara
ve senyörlere bağışlanmıştı. Örneğin, yüksek
memur Apollonios’un kâhyası Zenon’un papirüs
arşivleri bulundu; belgeler, bu 3.000 hektarlık
mülkün II. Ptolemaios Philadelphos tarafından
Apollonios’a armağan olarak verildiğini
gösteriyor. Toprağın önemli bir bölümü “krallık
çiftçileri”nin ekonomilerini kapsıyordu; bunlar
ürünün büyük bir bölümünü çiftlik kirası olarak
Apolonios’a veriyorlardı. Mülkün bir başka
bölümü köleler ve ücretliler tarafından
işleniyordu. Efendi burada bulunan sarayında,
çeşitli hizmetlerin sağlandığı şatafatlı bir yaşam
sürüyordu.
Bağışlanmış toprakların önemli bir bölümü,
askerlere, tayfalara ve subaylara verilen
“kleruhialar”dı. Başlangıçta bu toprak payları
geçici olarak veriliyordu, ama yavaş yavaş
kalıtsallaştılar.
Bütün doğal zenginlikler, maden kömürü,
maden, kaya tuzu, taş ocakları, vb., bunların
tümü krala aitti. Aynı merkezîleşme sanayi için
de söz konusuydu; örneğin yağ, dokuma üretimi
krallık tekelindeydi. Büyük çiftçiler ham
maddeleri, saptanmış fiyatlarla devletten satın
almak zorundaydılar. Bunların başkasına satışı
sert bir şekilde cezalandırılıyordu. Devlet
ambarlarında stok edilen ham maddeler daha
sonra krallık işletmelerine gidiyordu.
Tapınakların işletmelerinde de yağ üretiliyordu.
Ama bunlar yılda ancak iki ay ve memurların
gözetimi altında çalışabiliyorlardı. Yılın geri
kalan bölümünde mühürleniyorlardı. Bütün yağ
cendereleri kayıtlıydı. Dokumacılık, daha az
kısıtlı olsa bile, gene aynı şekilde örgütlenmişti.
Lüks dokumalarıyla ünlü tapınak işletmeleri bu
alanda önemli bir yer tutuyordu. Tuz, bira, cam,
papirüs gibi öteki önemli sanayi dalları da
kısmen tekelleşmişti. Emek ve ücretin oranı
titizlikle saptanmıştı. İşçilerin büyük bir bölümü,
kötü koşullara sahip özgür insanlardı: Kendi
nomlarına bağımlıydılar, izin almadan başka bir
noma geçmeleri olanaksızdı; izinsiz ayrılanlar
zor kullanılarak geri gönderiliyordu.
Saklanmaları ağır para cezasıyla
cezalandırılıyordu.
Ticaret de tekel altındaydı. Ürünlerin tümü
krallık ticaretinin örgütleyicileri olan büyük
çiftçi ve memurlara gidiyordu. Yabancı
rekabetini ortadan kaldırmak için, ithal
mallarının alımını önleyen gümrük vergileri
konulmuştu.
Hellenistik Mısır’da dış ticaret önemli bir yer
tutuyordu. Ülke, Akdeniz devletlerine dokuma,
papirüs, cam ve özellikle buğday ihraç ediyordu.
Mısır, III. yüzyılın başından itibaren, buğday
alanında, Trakya ve Pontos bölgeleri gibi
rakiplerini geride bırakmıştı. Yönetici sınıfların
kullandığı lüks eşyalar ithal ediliyordu.
Arabistan’dan parfümler, altın ve değerli taşlar;
Hind’ten fildişi, boya malzemesi, baharat ve
pirinç; Çin’den ipekli getirtiliyordu.
Kara ticaret yolu Arabistan’dan ve Suriye’nin
güneyinden; deniz yolu Kızıldeniz’den
geçiyordu. Ptolemaioslar, bu nedenle, Firavun
Nekhao’nun buyruğuyla açılmış olan ve Nil’i
Kızıldeniz’e bağlayan kanalı onarttılar. Yük
gemileri üç yüz tonilatoya kadar yük
alabiliyorlardı; Ptolemaioslar dönemin en büyük
ticaret filosuna sahiptiler. Kervan yolları önemli
ölçüde canlanmıştı. Bütün toptan ticaret kralın
tekelindeydi, bütün ulaşım araçları (gemiler ve
yük hayvanları) kayıtlıydı ve krallık ticareti için
kullanılıyordu.
Birçok kent önemli ölçüde gelişti. Dünya
çapında önemli bir kent olan İskenderiye, başa
geçti. Strabon, “Coğrafya” adlı yapıtında
İskenderiye’yi anlatır. İki Grek mimarının,
Rodoslu Dinokrates ile Knidoslu Sostrates’in
hazırladığı plana göre yapılmış büyük bir kentti.
İki anayolla kesilen geniş ve düz caddeleri vardı
(en önemlisi 6 kilometre uzunluğundaydı).
Sokaklar, kanalizasyon, sokak aydınlanması,
parklar, revaklar, tiyatrolar, hipodromlar,
stadyumlar, zengin ve iyi düzenlenmiş bir
hellenistik kentin özel niteliklerini
oluşturuyordu. Krallık saraylarının bulunduğu
mahalle özel görkemiyle kendini belli ediyordu;
kentin üçte bire yakın bölümünü kapsıyordu.
Her kral yeni bir saray yaptırıp, şatafat
bakımından kendisinden öncekilerle yarışıyordu.
Bahçeler, ender hayvanların bulunduğu hayvan
kolleksiyonları, görkemli hamamlar, hizmetçi
kalabalığının konutları, hükümdarın sarayının
yanında bulunuyordu. Aralarında İskender’inki
de olmak üzere kral mezarları da buradaydı.
Müze ve ünlü kütüphane de bu mahalledeydi.
İskenderiye Müzesi büyük bir sanat ve bilim
merkeziydi. Kraldan maaş alan bilginler, tıpkı
Atina’da olduğu gibi, revakların altında ve gölge
sokaklarda ders veriyorlardı. Kütüphanede yüz
binlerce el yazması vardı. Büyük sayıda görevli
bunları kopya ediyor ve inceliyordu.
Ptolemaioslar, bilgilerini ve bilim ve sanat
koruyuculuklarını sergilemeyi seviyorlardı. Bu
alanda da, ekonomik hayattaki merkezîleşme ve
denetim söz konusuydu. Eski bir yazar, müzeyi,
bilginlerin kuşlar gibi beslendiği kafese
benzetiyor (Athenaios, I, 4).
İskenderiye’nin ekonomik önemi çok iyi
düzenlenmiş iki limanından kaynaklanıyordu.
Pharos adasında bir kayanın üzerine yapılmış
olan fener, İlkçağ harikalarından biriydi. Yüz
metreden daha yüksek, mermerle kaplı bir
kuleydi fener. Geceleyin tepesinde yakılan odun
ateşinin aydınlığı, madenî aynalarla uzaklara
kadar yayılıyordu. 800 talant gibi büyük bir
harcamayla yaptırılan bu yapı, Ptolemaiosların
efsanevi zenginliklerine ve deniz güçlerine
tanıklık ediyordu.
İskenderiye halkı karışıktı. Greko-
Makedonyalılar ve Mısırlıların dışında Persler,
Suriyeliler, Yahudiler, vb. vardı; bu da kentin
dünya çapındaki önemini bir kez daha
kanıtlıyordu. Kent ulusal kökenler göz önünde
tutularak özerk mahallelere ayrılmıştı.
Toplumsal ve siyasal bakımdan, yerli halk ile
yeni gelen Greko-Makedonyalılar arasındaki
fark çok çarpıcıydı. Yerli halkın oturduğu ülke
(khora), Greklerin, Makedonyalıların ve öteki
kolonların en önemli konuma sahip oldukları
kentin (polis) karşıtıydı. Kral, fetih hakkıyla
kendisine ait bulunan ülkenin mutlak
efendisiydi. Hükümdarlar tıpkı eski Mısır’da
olduğu gibi kutsallaştırılmışlardı ve yönetim
biçimleri Doğu tipi despotizme yakındı.
Çoğunluğu Makedonyalı ve Grek olan memurlar
yardımıyla ülkeyi yönetiyorlardı. Merkez
bakanlıklarının başında, devletin mali
yönetiminin iplerini elinde bulunduran hazine
b ak a n ı, “Dioiketes”, yer alıyordu. Memurlar
armağan olarak toprak alıyorlar ve her türlü
ayrıcalıktan yararlanıyorlardı.
Greko-Makedonyalı ücretli askerlerden
oluşan ordu kralın desteğiydi. Bu birliklere karşı
bağımlılıklarını hisseden Ptolemaioslar, bunları
çok kayırıyorlardı. Büyük bir ekonomik güce
sahip olan Mısır rahip sınıfını da koruyorlardı.
Tapınakların birçok toprakları, sanayi kuruluşları
ve köleleri vardı. Rahipler gibi askerler ve
bürokratlar da vergi ödemiyorlardı. Üyeleri daha
sonra hükümet tarafından yerel yönetici
(örneğin, nom yöneticisi) olarak atanan yerli
halkın hali vakti yerinde katmanları ve büyük
çiftçiler de ayrıcalıklardan yararlanıyor, hızla
zenginleşiyor ve Hellenistik uygarlığı seve seve
benimsiyorlardı.
“Krallık çiftçileri” halk yığınını
oluşturuyordu. Vergiler, yükümlülükler altında
bunalmış, çalışma hayatları katı kurallarla felce
uğramış olan “krallık çiftçileri”, büyük çiftçilere,
denetçilere ve her türden memurlara tamamen
bağımlıydılar. Kölelerin emeğinden tarım ve
sanayide yararlanılıyordu. Köle ticareti çok
gelişmişti: Köleler büyük ölçüde özellikle
Nübya’dan sağlanıyordu.
Hellenistik Mısır’ın devlet aygıtı bütün
ağırlığıyla emekçi yığınların omuzlarına
çökmüştü. Devlet örgütü, Greko-Makedonyalı
fatihlerin, rahip sınıfı ile soylu sınıfın iktidarını
güçlendirmek, Ptolemaiosların sarayına ve
yüksek görevlilerine şatafatlı bir yaşam
sağlamak için, yerli halkın aşağı katmanlarının
sömürülmesine indirgenmişti. Teknik ve ticaretin
gelişmelerinden, kültürün bütün nimetlerinden
yalnızca toplumun yüksek katmanları
yararlanıyordu.
Ptolemaiosların dış politikası, başta Ege
havzası olmak üzere imparatorluklarının
sınırlarını Akdeniz’in doğusunda
sağlamlaştırmayı, sonra kara ve deniz ticaretiyle
doğuya bağlı bölgeler olan Fenike ve Suriye’yi
içine alacak şekilde egemenliğini yaymayı
amaçlıyordu. İlk Ptolemaioslar döneminde,
Mısır, Kyrene ve Ege Denizindeki bazı adaların
(Girit, Kikladlar, Kıbrıs, Lesbos, Samos,
Samothrahe) yanı sıra Fenike, Filistin ve
Suriye’nin güneyine sahip bulunuyordu. III.
Ptolemaios Evergetes (246-221), özellikle, savaş
yanlısı politikasıyla dikkati çekti. Küçük Asya’yı
fethe çıktı. Sardes ve Babil’i aldı.
Ege Denizi havzası ve Suriye üzerindeki hak
iddiaları, Ptolemaiosları, Antigonoslar ve
Seleukoslarla karşı karşıya getiriyordu. Küçük
Asya’daki çıkarlarını III. yüzyılın sonuna kadar
başarıyla savundular. 217 yılında, IV.
Ptolemaios’un orduları, Filistin’de Raphia
yakınlarında Suriye Kralı III. Antiokhos Megas’ı
(Büyük Antiokhos) bozguna uğrattı.
Ama M.Ö. II. yüzyıldan itibaren, Mısır zayıf
düştü ve Hellenistik dünyadaki üstünlüğünü
yitirdi. Yaptığı sürekli savaşlar için yabancı
ücretli askerlerinin sayısı çok azdı; bunun
dışında, hükümdarlar sürekli olarak ezilen halk
katmanlarının artan direnciyle karşılaşıyorlardı.
Halkın köleleştirilmesine dayalı iç politikalarının
zararlı etkileri ülkeyi zayıf düşürüyordu. Çetin
sınıf mücadeleleri sürekli ayaklanmalara ve
özellikle köylülerin göçüne (anakhorisis) yol
açıyordu; bütün bunlar Mısır’ın yaşamının
düzenini bozuyordu. Üstelik kanlı hükümet
darbeleriyle sonuçlanan hanedan geçimsizlikleri,
imparatorluğu temelinden yıkıyordu. Toplumsal
ve siyasal mücadelenin şiddetlenmesi ülkeyi
yıkıma götürüyordu.
Ptolemaios hanedanının son kraliçesi
Kleopatra’nın Aktium yenilgisinden sonra
intihar etmesi ve Mısır’ı ülkelerine katan
Romalıların İskenderiye’yi almalarıyla
Hellenistik Mısır’ın tarihi M.Ö. 30 yılında sona
erdi.
3. Antigonosların (Antigonides)
İmparatorluğu. Antiparos’un ölümünden sonra
(319) Makedonya’nın başına oğlu Kassandros
geçti ve Grek devletlerinin hepsinin yönetimine
kendi yandaşlarını getirdi. Böylece, Atina’nın
yönetimi de, burayı Makedonya garnizonuna
dayanarak yönetecek olan Phaleronlu
Demetrios’a düştü. Aristoteles’in ilkelerini
uygulayan Demetrios, Atina demokrasisine son
verdi, ekin vergisini getirdi ve zengin sınıfların
iktidarını kurdu. Atinalılar onu bir tiran olarak
kabul ettiler.
Antigonos’un oğlu Demetrios Polierketes,
Atinalıların ve öteki Grek devletlerinin
“kurtarıcısı” oldu. 307 yılında, filosuyla Pire’ye
geldi ve bir haberci aracılığıyla, babasının
kendisini Atinalıları özgürleştirmek ve eski
yasaları tekrar yürürlüğe koymakla
görevlendirdiğini ilan etti. Phaleronlu
Demetrios’u Atina’dan kovdu ve demokrasiyi
yeniden kurdu. Atinalılar onu aşırı
onurlandırdılar. Antigonos ve Demetrios’a kral
ünvanı verdiler, anıtlarını diktiler, iki yeni filo
kurup onlara ikisinin adını verdiler, vb. Ama o
dönemde, Demetrios bütün Hellas’ı ele
geçirmeyi başaramadı. Babası onu birleşik
diadokoslara karşı savaşmak üzere Küçük
Asya’ya çağırdı. Ancak, Antigonos ile
Demetrios’un İpsos’ta yenilgiye uğramalarından
sonra, Asya’daki topraklarını yitirmiş ama
filosunu korumuş olan Demetrios, 297 yılında
geri döndüğü Hellas’ı düzenli bir şekilde ele
geçirerek işe koyuldu. Grek devletlerini ele
geçirip Makedonya kralı oldu (293).
Demetrios, Hellas’ı hayasızlığı Grekleri sık
sık yaralayan aşırı bir tiranlıkla yönetti (293-
288). Örneğin, Atina’da olduğu zaman,
hükümdar Parthenon’da oturuyordu; halktan
vergi adı altında aldığı parayı bir yosmaya
verdiriyordu, vb. Demetrios’un Balkan
yarımadasına yerleşmesi, öteki Hellenistik
hükümdarların direnmesiyle karşılaştı. Epieros
Kralı Pyrrhos’la savaş başladı; Ptolemaios,
Selevkos ve Lysimakhos’a gelince, yeniden
Demetrios’a karşı birleştiler. 288 yılında,
Lysimakhos ve Pyrrhos iki karşı yönden
Makedonya’ya girdiler ve Ptolemaios Atina’yı
aldı. Oğlu Antigonos Gonatas’ı Hellas’ta bırakan
Demetrios filosuyla Küçük Asya’ya gitti ve
burada Selevkos karşısında yenilgiye uğradı ve
286 yılında, teslim olmak zorunda kaldı.
Babasının ölümünden (283) sonra kral olan
Antigonos Gonates, ülkeyi istila edip Delphoi’ye
kadar ilerleyen Galatlara karşı amansız bir
mücadele vermek zorunda kaldı (279).
Antigonos Gonatas (283-239) Makedonyalı
Antigonoslar (Antigonides) hanedanını kurdu.
Pire, Munikhia, Korinthos, Demetrias, vb. belli
başlı stratejik noktalara Makedonya garnizonu
yerleştirerek, Kuzey ve Orta Hellas’ta
Makedonya egemenliğini sağladı.
Grek felsefesinin anlayışına uygun olarak
öğretim gören Antigonos Gonatas stoacılarının
öğrencisiydi; çevresine Grek şair ve bilginlerini
topladı. Büyük ölçüde hellenik etki taşıdığı ve
despotizmle ilişkisi bulunmadığı için
Antigonosların yönetimi monarşi değildi. Ege
havzasında üstünlük mücadelelerinde
Ptolemaioslar ve Selevkoslarla çatıştılar. Ayrıca,
Makedonya kralları, durmadan isyan çıkartan
doğu ve kuzey boylarıyla uğraşmak zorunda
kaldılar. Makedonya Balkanların kalkanı
görevini yapıyordu.
III. yüzyıldan itibaren, Roma, Balkanlara
sızmaya başladı. Uzun süren bir savaştan sonra
Makedonya, 148 yılında Roma’nın eyaleti oldu.
5. Pergamon (Bergama) Krallığı. Bu devlet,
İskender’in ardıllarından biri olan Lysimakhos
tarafından kurulan ve uygun bir siyasal ortam
sayesinde, 293 yılında bağımsızlığına kavuşan
eski Küçük Asya kenti Pergamon bölgesinde
doğdu. Kral Attalos’un (241-197) Galatlar
karşısında kazandığı parlak zafer, bunların
Küçük Asya’ya yayılmalarını durdurdu ve
Pergamon Krallığının güçlenmesini sağladı.
Attaloslar (Attalides) hanedanının kralları
Ptolemaioslar ve Selevkoslar arasındaki sonu
gelmez mücadeleden çok ustaca yararlanıyor ve
Roma’ya karşı bilinçli bir politika
uyguluyorlardı. Pergamon Krallığı gelişiminin
doruk noktasına II. yüzyılın ilk yarısında ulaştı.
Roma’nın bir Akdeniz gücüne dönüştüğü,
Makedonya ve Suriye’nin Antiokhos’u ile
savaştığı dönemdi. Roma, doğuda
desteklenmeye gereksinimi olduğu için, Küçük
Asya’nın büyük bir bölümünü kendisine
vererek, yardımından dolayı Pergamon Kralı II.
Eumenes’i cömertçe ödüllendirdi. Verimli
topraklar, iyi otlaklar, ormanlar, madenler,
birçok elverişli liman, Pergamon’un ekonomik
gelişmesi için çok elverişli etkenlerdi. Bazı
sanayi dalları dünya çapında önem kazandı.
Dibaları ve yünlüleri Akdeniz havzasında
ünlüydüler; dana ve koyun derisinden üretilen
yazı malzemesi, yapıldığı yer olan
Pergamon’dan dolayı “parşömen” (pergamene)
adını aldı. Güçlü bir filo, Rodos, Atina ve
Delos’la ilişkilerini sağlıyordu.
Çok sayıda kentten oluşan Pergamon
Krallığı, Hellenistik devletlerin ortak özelliğine
sahipti. Bu ülkenin kralları da ekonominin belli
başlı kollarını tekel altına almak istiyorlardı.
Ama ülkenin ayrışıklığı (yerli nüfus ve gelişmiş
Grek kentleri) tasarılarının gerçekleşmesine
engel oluyordu. Toprak mülkiyeti, sanayi ve
ticaret bağlamında, kralın mülkünün yanı sıra
tapınakların ve özel kişilerin mülkleri de vardı.
Krallığa ve özel kişilere ait atölyelerde
çalıştırılan köle, köylü ve özgür insanların
acımasızca sömürülmesi, Pergamon’daki sınıf
mücadelesini kızıştırdı ve 133-130 yıllarında
şiddetli Aristonikos ayaklanmasına yol açtı.
Hellenistik krallıklarının en küçüklerinden
biri olan Pergamon uygarlık bakımından çok
önemli bir rol oynadı. Hükümdarları, sanatları ve
bilimleri koruyarak ünlenmek istiyorlardı. Grek
kültürünün hayranı olan krallar saraylarına
bilginleri, sanatçıları davet ediyorlardı ve birçok
bakımdan İskenderiye kitaplığını geride bırakan
görkemli bir kitaplık yarattılar. Gençlerin eğitim
merkezi olan Pergamon gymnasiumunu krallar
destekliyor ve doğrudan denetimini krallar
yapıyorlardı. Hükümdarlar Grek dinini
savunuyorlardı. Tam bir Hellenistik özellik:
Krallar büyük rahipleri göreve atıyorlar ve kral
kültüyle birleştirerek, iktidarlarını güçlendirmek
için dinden yararlanıyorlardı.
Pergamon, Hellenistik kentler arasında,
güzelliği ve düzenlenmesiyle ünlüydü.
Akropol’de Zeus’un onuruna dikilen devsel
sunak Pergamon’un yapılarının en
değerlilerinden biriydi (Bk. XXXIX. bölüm).
Attaloslar, II. yüzyılın ortasında, Romalıların
bağımlılığına girdiler, böylece “koruyucuları”
ülkenin gerçek efendileri oldular. Karşı
koymanın yararsızlığını gören ve sınıf
mücadelesinin şiddetlenmesinden ürken III.
Attalos Krallığını Romalılara bıraktı. 133 yılında,
Pergamon bir Roma eyaleti oldu ve “Asya
Eyaleti” adını aldı.
HELLENİSTİK
HELLAS
KARADENİZ’İN
KUZEY KIYI BÖLGESİ
HELLENİSTİK
UYGARLIK