Professional Documents
Culture Documents
8561 Ilahi - Ashq Ibn - Earebi Mahmud - Qaniq 2005 186s PDF
8561 Ilahi - Ashq Ibn - Earebi Mahmud - Qaniq 2005 186s PDF
İB N A R A BÎ
insan yayınları : 41
ibn arabf d izisi: 1
isbn 9 7 5 -7 7 3 2 -4 4 -3
İlâhî aşk
ibn arabî
çeviren
mahmut kanık
içdüzen
insan
kapak düzeni
erhan akçaoğlu
baskı-cilt
bilge matbaacılık
w w w .b ilg em atb aacilik .com
insan yayınları
keresteciler sitesi, mehmet akif cad.
kestane sok. no: 1 merter/istanbul
tel: 02 1 2 . 6 4 2 74 84 faks: 0 2 1 2 . 5 5 4 62 07
www.insanyayinlari.com.tr
insan@insanvayinlari.com.tr
İl â h î A şk
İBN A R A BÎ
Ç e v ir e n
M a h m u r K an ık
insan yayınları
İBN ARABİ
G ir iş ......................................................................................................................9
Sevginin T e m e lle r i......................................................................................... 19
Sevginin B e lir tile r i......................................................................................... 27
İlâhi S e v g i.......................................................................................................... 39
İlâhi S e v g i-E k ...................................................................................................47
Ruhâni Sevgi ....................................................................................................57
Tabii S e v g i.......................................................................................................... 63
Sevginin Adları ............................................................................................... 71
Sevginin Yanıltmaları ................................................................................... 81
Âşıkların Bazı S ıfa tla r ı................................................................................... 85
K ur’an’da Âşıkların V asıfları........................................................................95
Âşıkların Çeşitli Halleri Hakkında Anlatılan Ö y k ü le r......................117
Âşıkların Bazı Sıfatları ................................................................................. 131
Sonsöz ................................................................................................................ 171
. B i l k i, s e v g i m a k a m ı ç o k ş e r e f l i b i r m a k a m d ı r .
G e n e b i l k i, s e v g i v a r o l u ş u n a s lıd ır ...
Giriş
•9*
İlâhi Aşk
boyuttan düşm ekte. 13. yüzyıldan yüzyılımıza ruhani esintiler taşım ak
ta. Böylece aşkın ufki ve şakuli boyutları bir kez daha çizilm ekte. Baş
tan aşağı gül ve çiçeklerle dolu bir bahçeden bize m isk kokulan ulaş
makta. Ruhum uz gıdalanm akta. İslam Uygarlığının Endülüs yakasın
dan gene bir gül düşm ekte penceremize.
Neden aşk, diye bir soru gelecek olursa akla,
“Hiç aşkdan özge şey revâ nu
S a rf etm eğe gevher-i kelâm ı"1 diyelim. N itekim , bizi Hakikate ulaştıra
cak ilk ve son noktanın aşk olduğu gerçeği günüm üzde de şu dizelerle
ne güzel dile getirilm iştir:
“İlk nokta Başlangıç noktası
H akikate
Biri dedi
ilk nokta aşktır
Ve öbürü dedi
Aynı zam anda
Son nokta”2
Ayrıca lbn Arabi’nin kalem inden dökülen şu dizelerde de bu gerçe
ğe değinilmiştir.
“Bi? aşktan sudur ettik
Aşk üzerine yaratıldık
Aşka doğru yöneldik
A şka verdik gönlümüzü. ”3
Biz de gönlüm üzü aşka vererek, ilk ve son nokta olan aşka yönel
dik. Bizi Hakikate ulaştıracak başlangıç noktasından yola çıkalım iste
dik. Fuzuli gibi,
“Ya Rab, hem işe lütfunun et relı-nümâ bana
G österm e ol tariki ki yetm ez sana ban a”4
(Ey Rabbim ! Lütfunu daima bana yol gösterici kıl; Sana ulaşmayan
yolu bana g österm e!) diye dua ediyoruz.
“K ad endre’l-ışku li'l-uşşâkı m inhace’l-hüda
Salik-i rah-t hakikat ışka eyler ihtida”5
(Âşıklara hidayet yolunu aşk aydınlatır; Hakikat yolunun yolcusu
* Bu eser daha sonra kitap olarak yayınlanmıştır. Bkz. lbn Hazırı, Güvercin Gerdanlı
ğı, çev. Mahmut Kanık, İnsan Yayınları, İstanbul, 1985; dördüncü baskı, 1998
• 10*
Giriş
•ıı*
İlâhi Aşk
evliya, Kuıbü’l- Hümam, lbn Arabi diye de anılır. Endülüs’te lbn Seraka
diye bilinir. Hicri 5 4 3 ’ de Fas’da ölen ünlü bilgin Ebu Bekir ibnü’l- Ara
bi ile karıştırılm am ası için adı harf-i tarifsiz olarak lb n Arabi diye kulla-
nılagelmiştir.
7 Ağustos 1135 Cum artesi günü (Hicri 27 Ramazan 5 3 9 kadir gece
sinde) Endülüs Sultanı M uham m ed ibn Said ibn M erzeniş zamanında
M ürsiye’de dünyaya gelm iştir. Dedesinin adı M uham m ed, babasm ınki
Ali ibn M uham m ed’di. Babasının kültürlü ve seçkin biri olduğu anlaşıl
maktadır, çünkü lb n M erzeniş’in arkadaşıydı. Aynı zamanda o dönemin
ünlü bilgini lbn Rüşd’ün (1 1 2 6 -1 1 9 8 ) de yakın dostuydu. Babası lbn
Arabi’yi çocukken lbn Rüşd’le tanıştırm ıştır ve aralarında ço k ilginç bir
konuşm a geçm iştir, lbn Arabi soylu, kültürlü, maddi ve m anevi derece
leri yüksek olan bir ailenin tek erkek çocuğuydu. Sekiz yaşında ilim
tahsili için lşbiliye’ye gitm iştir. Burada lbn Beşküval ve ünlü hadis b il
gini Ebu Muhammed gibi bilginlerden ilim tahsil etmiştir. Yirmi yaşın
da tasavvuf yoluna girmiştir, lbn Arabi’nin ilk hanım ı M eryem adını ta
şımaktadır. Ruhaniyet sahibi bir kadm olduğu anlaşılm aktadır. Bu ka
dından Zeynep adında bir kızı olmuştur. Zeynep harika bir çocuktur.
Daha kundaktayken düzgün bir dille konuşabiliyor ve bazı ciddi soru
lara cevaplar verebiliyordu, lb n Arabi bu kızı için Zeynebiyyal diye şiir
ler yazm ıştır6.
“lb n Arabi orta boylu, beyaz tenliydi. Altın rengine çalan sarı saçla
rı uzun ve dalgalıydı. Zayıf da değildi şişman da değildi. İri gözlüydü,
berrak sesliydi. Pek yüksek sesle konuşmazdı. G erekm edikçe gülmezdi.
G özlerinde devamlı bir yorgunluk izleri vardı.”7
lbn Arabi daha sonra Doğu’ya seyahate çıkm ıştır. Kuzey Afrika, Tu
nus, ve M ısır’a uğrayarak M ekke’ye gitm iş, oradan Bağdat ve M usul’a
uğramış, oradan da Anadolu’ya geçm iştir. Konya’ya yerleşm iş ve burada
Sadreddin Konevi’nin dul annesiyle evlenm iş, Sadreddin Konevi’yi (ö.
6 7 2 hicri) yetiştirm iştir. Sonra Malatya’ya uğramış, burada tekrar evlen
miştir. Oğlu Sadeddin burada doğmuştur. Daha sonra Şam ’a gitm iş ve
Hicri 6 3 8 ’ de, miladi 16 Kasım 1 2 4 0 ’ da Şam ’da vefat etm iştir. Şam ’ın
Salihiyye bö lgesin e, Kasyon dağı eteğine defnolunm uştur. O ğlu M u
hammed Sadeddin (h. 6 1 7 -6 5 6 ) ve M uhammed hııam üddin (ö. 6 6 7 h.)
ve kızı Zeynep aynı yerde yatmaktadır.
♦1 2 *
Giriş
•14*
Giriş
•15*
İlâhi Aşk
•16*
Giriş
1 2 3 3 -1 2 4 0
Şam , H üküm dar M alik el-Adil tarafından Şam ’a davet
ed ilince, k esink es buraya yerleşm eye karar verir
ve ö lü n ce y e k a d a r y a şa m ın ı Şam ’da sü rd ü rü r.
Ö nem li eseri Fütühatul-M ekhiyye’yi burada tam am
lar. Füsüsû’l-h ik em ad lı en ön em li ese rin i de ta
mamlar. 16 K asım 1 2 4 0 ’da (m iladi), 2 6 Rebiülahir
6 3 8 ’ de (h icri), Hakk’ın rahm etine kavuşur12. Kad-
desallahu sırrahu.
Bu çeviride bazı özel terim leri kullanm aktan kaçınm adık, llâhî Aşk
söz konusu olu n ca bu terim ler kaçınılm azdı. Kitapta geçen ayetlerin
sure ve ayet num aralarını hem en b elirttik . G erekli görülen yerlerde
notlar ekledik. Elden geldiğince Arapça m etne sadık kalmaya bununla
birlikte T ü rk çe’nin yapısın ve özelliğini korum aya çalıştık. Şiirlerin çe
virilerinde, anlam a ağırlık verm ekle birlikte, şiirselliği de vermeye çaba
gösterdik.
Böyle bir eseri çevirm ekten dolayı mutluyuz. Allah’a hamd olsun!
Mahmut KANIK
•17*
S E V G İN İN T E M E L L E R İ
•19*
İlâhi Aşk
•20 *
Sevginin Temelleri
•2 1 *
İlâhi Aşk
•2 2 *
Sevginin Temelleri
•23*
İlâhi Aşk
Allah seni üsıün kılsın! Bil ki, sevgi -(h u b b ).ilâ h î bir makamdır. Al
lah kendini onunla vasfetti. Kendini Vedûd22 diye adlandırdı. Hz. Pey-
gam ber’in hadislerinde de Allah, Mu/ıikb-Seven, diye nitelendirildi. Al
lah Tevrat’ta M usa’ya sevgiyle şöyle vahyetti: “Ey Ademoğlu, sana verdiğim
h ak la Ben seni seviyorum . Öyleyse, senin üzerindeki h a k k ım la d a sen Ben'i
sev .
Kur’an’da ve Sü nn et’de hem Allah hakkında hem de yaratıklar hak
kında ki sevgi (m uhabbet) zikredilm ektedir. Allah, Kur’an’da, sevenle
rin durum larını sıfatlarıyla bildirm iştir. Kendisinin sevmediği sıfatları
da zikretmiştir. Sevmediği sıfatların kim lere ait olduğunu da belirtm iş
tir. Yüce Allah K u r’an’da Peygam berim ize, şu ayeti bize söylem esini
em red erek, şöyle b u yu rm u ştu r: “De ki: Eğer Allah'ı sev iy orsan ız ban a
uyıın, ki Allah d a siz i sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan ve
esirgeyendir." (K u ra n , 3/31). Gene buyurm uştur ki: "Ey inananlar, sizden
kim dininden dönerse, (bitsin ki) Allah y akın d a öyle bir toplum getirecek ki, O
onları sever, on lar da O'nu severler..." (Kur’a n ,.5/54). Allah sevdiği kim se
ler hakkında da şöyle buyurm aktadır: “Allah tövbe edenleri sever; temizle-
neııleri sever.” (K ur’an, 2/222; 9/108). “Hiç kuşkusuz Allah kendisine tevek-
kül edenleri sever." (K u r’an, 3/159). “A llah sabredenleri sever." (K u r’an,
3/146). “Allah şükredenleri sever, Allah tasadduk edenleri sever, Allah mııhsin-
leri,yani iyilik ve güzellik yapanları sever." (K ur’an, 2/195). “Allah K endiyo-
lunda, kurşunla kaynatılm ış sağlam binalar gibi sa f bağlayarak çaıpışanlart se
ver." (K u r’an, 61/4).
Allah beğenm ediği bazı sıfatlarından dolayı bir toplum u sevmeyi
bırakırsa, bununla, o toplum un değişm esini, ancak ve de zorunlu ola
rak karşıtıyla devam etm esini ister. Bu konuyla ilgili olarak şöyle bu-
yurm uşıur: “Allah bozguncuları, fesatçıları sevmez." (K ur’an, 5/64; 28/77)
Allah bozgunculuğu sevmez. Bozgunculuğun karşıtı iyilik, sulh ve ba
rıştır. Bozgunculuğu bırakm ak dem ek, bizzat sûllıa ulaşm ak demektir.
Allah bu konuda şöyle buyurm aktadır: “Hiç kuşkusuz Allah gururlanıp şı-
m aranları sevm ez■" (K u r’an, 28/76), “Çünkü Allah kendini beğenip övünen
•24*
Sevginin Temelleri
kim seyi sevm ez." (K u r’an, 31/18), “A llah zulmedenleri, zalim leri sevmez."
(K ur'an, 42/40), “Allah müsrifleri, israf edenleri sevmez." (K u r’an, 6/41),
“Allah kâfirleri sevmez." (K ur’an, 30/45), “Allah, kötü sözün açıkça söylen
mesini sev m ez" (K ur’an, 4/148), “Allah haksız yere saldıranları sevmez."
(K u r’an, 2/190).
Sonra Allah, bazısını süslü ve güzel göstererek, bazısına da m utlak
değerler vererek, bize eşyayı sevdirdi. Bize büyük ilgi gösteren Allah Te-
alâ şöyle buyuruyor: F akat Alalı size imanı sevdirdi ve onu sizin kalbleri-
nizde süsledi ve size küfrü, fışkı ve isyanı çirişin gösterdi." (K ur’an, 49/7). Ay
nı anlam da gene şöyle buyuruyor: “Kadınlardan, oğullardan, kaııtarlarca
yığılm ış altın ve gümüşten, otlağa salınmış atlardan, davarlardan ve ekinlerden
gelen zevklere aşırt düşkünlük insanlara süslü, cazip ve güzel gösterildi. Bunlar
sa d ece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak yer, A llah’ın yanındadır."
(K u r’an, 3/14). Karı koca hakkında da şöyle buyuruyor: “O’nun ayetle
rinden biri de, kendileriyle kaynaşm anız için, size kendi nefislerinizden eşler
yaratm ası ve aran ıza sevgi ve m erham et koymasıdır." (Kur’an, 30/21). Allah
bize, A llah’ın düşm anlarına sevgi beslem em izi yasak etmiştir. Söyle de
m iştir bu konuda: “Ey inananlar! Benim d e düşmanım sizin de düşmanınız
olan kim seleri dost edinmeyin. Onlar, size gelen g erçeğ i in k â r ettik leri,
Rabb'iııiz A llah’a inandığınızdan dolayı Resul’ü ve sizi, yurdunuzdan sürüp çı
kardıkları halde, siz onlara sevgi besliyorsunuz" (K ur’an, 60/1).
Kur’an ’da sevgi daha pek ço k yerde geçm ektedir. Ayrıca, sevgi Pey
gam berim izin sözlerinde de çokça geçm ekledir. Kudsî bir hadiste şöyle
buyurulm aktadır: “Ben bir gizli hâzineydim, bilinmiyordum. Bilinmeyi sev
dim, istedim ve yaratıkları yarattım . O nlara kendim i bildirdim. O n lard a Beni
tanıdılar". Bu dem ektir ki, Allah bizi bizim için değil, sadece Kendi için
yaratm ıştır. Bu nedenle, cezayı am ellerle yan yana koydu, onu am ellere
bağladı. Am ellerim iz kendim iz içindir, O ’nun için değil, ibadetim iz ise
O ’nun içindir, kendim iz için değil. D olayısıyla ibadet am elin aynısı de
ğildir. Yaratıklardaki zahiri am eller O ’nun yaratmasıdır, çünkü o ameli
yapan O ’dur. O am ellerin güzelliği, o am eller kul tarafından yapılmış
o lm asına rağm en, edeben ve nezaketen O ’na mal edilir. Her şey Al
lah’tandır, çü nkü Allah şöyle buyurm aktadır: “N efse ve onu şekillendirene,
on a kötülüğü ve iyiliği ilham edene and olsun." (Kur’an, 91/7-8), " Oysa sizi
d e yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır." (K ur’an, 37/96). Ve gene şöyle bu
yurm aktadır: “Rjabbiniz Allah, işte böyledir. O’ndan b aşk a Tanrı yoktur. O
•25*
İlâhi Aşk
•26*
S E V G İN İN B E L İR T İL E R İ
•27*
İlâhi Aşk
Bu durum, Allah’ın Âdem oğuilarm dan, “Ben sizin Rabbiniz değil mi-
_yim?” diye sorarak, onlardan aldığı “Evet, buna şahidiz!" m isakına, antlaş
masına benzemektedir. (K ur’an, 7/172). Hiç kimse, O’nu o zaman inkâr
etmemişti. Bu nedenle her insanın fıtratında, kendisine dayanacağı bir
Varlığa, bir Varediciye ihtiyacı vardır ki o da Allah’tır; kim ileri O ’nu tanı-
masa da, bilmese de, hakikat budur. Bunun için Allah şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız; Allah ise, O zengindir, O hainde lâyıktır."
(Kur’an, 35/15). Böylece Allah, sîzdeki bu muhtaçlığın, başkasına değil
de sadece Kendisine olduğunu bildirmektedir, fakat siz onu bilem iyorsu
nuz. Oysa biz Hakk'ı bununla bildik. Bu makâma bizzat ulaştığımız ve o
duyguyu bizzat yaşadığımız için, bu dizeleri söylüyoruz:
G ene bu konuda bizim tattığım ız bir zevk vardır. Biz sadece tattığı
mız aşkı anlatıyoruz:
Şam’a ilk kez girdiğimde24, bizim için bu anlam da bir zevk, bir tad
hasıl olm uştu. Uzun sûren ilahı bir hal esnasında, hayalimde som ut bir
biçim kazanan, m eçhul ve uzunca süren bir cazibe hissettim . O hal ve o
lisan üzere hitab ederek, aşağıdaki dizeleri söyledim:
•29*
İlâhi Aşk
O tapınağın iki ehli var: Biri Tanrı, biri benim özüm, hem iyilik hem ö z
veri için
O’nun ilki bir harftir yedili
Ki aşa r fa sıl harflerinden öteki altı harfi25
•30*
Sevginin Belirtileri
Bil ki, insan sevgilisinden duyduğu sözün dışındaki sözlere sağır ol
duğu, sevgilisinin yüzünden başka gördüğü her türlü manzaraya karşı
kör olduğu, sevgilisinin konuşm asının ve sevgilisinin sevdiği konuşm a
ların dışındaki konuşm alara ilgisiz kaldığı zam an, ancak aşk o insana
hakim olur. O zaman kalbinin üzerine bir m ühür koyar ve oraya sevgi
lisinin sevgisinden başka h içbir şeyi sokm az. Hayal hâzinesinin üzerine
bir kilit vurur, bir sürgü sürer, böylece hayalinde sevgilisinin suretin
den başkasını hayal etm ez, hayalini meşgul edecek bir başka görüntü
nün öne çıkm asına ya da b ir başka surelin oraya sokulm asına izin ver
mez. T ıpkı şairin şu sözünde olduğu gibi:
O nunla duyar ve onun için duyar. O nunla görür ve onun için gö
rür. O nunla konuşur ve onun için konuşur. Bizzat ben hayal gücüyle
öyle etkilendim ki, aşkım , tıpkı Cebrail’in, Allah Resulü’ne — selat ve se
lâm üzerine olsun— som ut olarak gözükm esi gibi, sevgilim in suretini
gözlerim in önüne hissedilir biçim de getiriyordu ve ben ona bakmamaz-
lık edem iyordum . O benim le konuşuyordu, ben de ona kulak verip
.dinliyordum ve ne söylediğini anlıyordum. G ünlerce en ufak bir şey yi-
yem edim . Her ne zaman sofra önüm e gelse, sevgilim sofranın ucuna
geliyor, bana bakıyor ve bizzat kulaklarım la duyduğum sözler söylü
yordu bana. “B eni seyrederken yeınek mi y iy eceksin ?” diyordu bana.
Bunun üzerine ben de yem ek yem ekten vaz geçiyordum ama açlık da
duym uyordum . O na öylesine sırılsık lam âşık olm uştum ki sonunda
ona baka baka şişm anladım . Bakışlarım ona çakılm ıştı ve o benim için
gıda ve besin kaynağı olm uştu. Dostlarım ve ailem , hiçbir şey yemedi
ğim halde böyle şişm anlayışıtna şaşırıyorlardı, çü nkü günlerce, ne olur
sa olsun hiçbir şey tatmadan, yem eden, içm eden o şekilde kalmıştım.
Açlık hissetm iyordum . Susuzluk da duymuyordum. İster oturayım , is
ter ayakta durayım, ister hareket edeyim, ister hareketsiz durayım göz
lerim in önünde hep O durmaktaydı.
Aslında insanın sevgilisi Hakk Teâlâ olursa, ya da bir insan, bir ka
dın ya da bir çocuk olursa bil ki ancak o zaman sevgi, âşığı sevgi deni
zinde boğar. Bu saydıklarım ın dışındakilerin sevgileri, insanı sevgi der
yasında bogamaz.
•31*
İlâhi Aşk
♦33*
İlâhi Aşk
•34-
Sevginin Belirtileri
•35»
İlâhi Aşk
*36*
Sevginin Belirtileri
•37»
İlâhi Aşk
•38*
İLÂ H İ SEV G İ
lâhi sevgide A llah, bizi, h em bizim için hem Kendisi için sever.
» 'T a n r ın ın , Kendi için bize duyduğu sevgi şu kud si h ad iste ifade
ed ilm ekted ir: “Ben bir gizli hâzineydim ; bilinm ek istedim ve mahluhatı y a
rattım. S onra on lara Kendim i tanıttım; on la r da Beni tanıdılar”. D em ek ki,
Allah bizi, O ’nu tanıyalım diye, Kendisi için yaratm ıştır. Şu ayet bunu
ço k iyi belirtm ekted ir: "Ben cinleri ve insanları an ca k B an a ibadet etsinler
d iy ey a ra ttım .” (K u ra n , 51/56). N eticede, Allah bizi sadece Kendi için
yaratm ıştır.
Allah’ın bizim için bize duyduğu sevgiye gelince, bizim yaratılış ga
yemize ve tabiatım ızın özüne uygun düşm eyen işlerden kurtuluşum u
zu sağlayacak ve bizi m utlu edecek am elleri bize tanıtm akla, bu sevgi,
ifadesini bulm aktadır34.
Sübhan olan Tanrı yaratıkları Kendini teşbih etsinler diye yaratm ış
tır. Yaratıklara, O ’nu teşbih etm elerini, O ’na hamd ve sena etm elerini ve
O’na secde etm elerini söylem iştir. A ncak bu şekilde O ’nu tanıyabiliyo
ruz. Bu konuda şöyle buyurm aktadır: “Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde
bulunanlar, O’nu teşbih ederler. O'nu övgüyle teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur,
fa k a t siz onların teşbihlerini anlam azsınız...” (K u r’an, 17/44). Yani O nasıl
sa o hal üzere ve O’ndan olan şeyle, O’na ham d ve sena ile O’nu teşbih
•39*
İlâhi Aşk
•40*
II âh i S e v g i
•4i •
İlâhi Aşk
sunda elimizde deliller varken, ifratlara kaçm am ıza rağmen O bize rızık
verm ekte ve bizi nim etlere boğmaktadır. Ayrıca, o nim etler içerisinde
yaşayalım, daima huzur ve rahat içerisinde olalım diye, sırf bizim için
yaratm ıştır onları. Bu eksiksiz ihsanın ardından O ’na şükretm edik, oy
saki akıl, nimet verene şükretm eyi gerektirir. Ayrıca biliyoruz ki Al
lah’tan başka ihsan edici yoktur.
Bize, bilm ediklerim izi öğretm ek ve bizi eğitm ek am acıyla, Kendi
katından bize bir peygamber göndermesi de O’nun ilısanm dandır. Boy-
lece Allah, Kendi hakkında bilm em iz gerekenleri bize öğretti. Kendi
mutluluğumuza ulaştıracak yolu bize gösterdi. O yolu bize açıkça gös
terdi. isyana sürükleyici işlerden bizi korudu, sakındırdı. Ahlâki düşüş
lerden ve kötülüklerden, alçaklıklardan kaçınm am ızı sağladı.
Sonra, Hz. Peygamberin doğruluğunu gösteren delilleri de bize bil
dirdi. Ç ok açık deliller getirdi bize. Kalbleı imize iman nurunu yerleş
tirdi ve onu bizlere sevdirdi. O nu kalblerim izde süsledi. Bize küfrü, fış
kı ve isyanı çirkin gösterdi. (K u r’an, 49/7). Biz de buna iman ettik ve
bunu tasdik ettik.
Sonra, tevfikiyle bize iyilikte bulundu. Bizden Kendisini sevmemizi
istedi, rızasını kazanm amızı isledi. Eğer bizi sevmeseydi, bütün bunla
rın hiçbiri olmazdı, bunu bize açıkça bildirdi. Ayrıca, rahm etinin gaza
bını geçtiğini bildirdi. Bedbaht olan şâki bedbahtlık yapsa bile, Allah’ın
rahm etinin, inayetinin, ve m ahlukatın akibetlerinde m üessir olan aslî
m uhabbetinin kapsamına gireceğini bize bildirdi. Aynı şekilde, sevginin
( muhabbetin) en temel esas olduğunu, İlahî Kelâm’ının hak olduğunu,
ayrıca rahm etinin evrensel olduğunu bize bildirdi.
Bu dünya evi, Alîm ve A^i? A llah'ın takdir ettiği ö lçüd e, tutarsız
g erçeklerle ve perdelerle örülüdür. Allah öte dünyayı yaratm ış ve bizi
oraya doğru götürm ektedir. Yalancı iddiaların, sahte davaların kabul
edilm ediği bir yurttur orası. Allah orada, bütün varlıklara Rabb oldu
ğunu kabul ettirm iştir. D aha b ir avuç toprak h alind eyken, Âdem ’in
bö ğrü n d en gelen in san o g u lları da O 'n u n R ablığını kabul e tm işle r
dir36. D em ek ki, bu dünya hayatı iki uç nokta arasında bir ara n okta
dır: Tevhid noktası ve O ’n u n R ablığın ı tanım a n o k ta sı. İşte bu ara
noktadadır ki, Tanrı’nın varlığı kabul edilm esine rağm en, “şirk ” vaki
oluyor, yani O ’na ortak koşuluyor, işte bu ara n okta böylece tutarsız
oluyor.
•42*
İlâhi Sevgi
•43*
İlâhi Aşk
. 44.
İ lâ h i Sevgi
likim iz, Sahibim iz ve rızık vericim iz olan Tanrı’dan gelm ektedir. “Rah-
man'dan onlara gelen yeni bir zikir y o k ki kesinlikle ondan y ü z çevirmesinler.”
(K ur’an, 26/5). Rahm an’dan gelen bu zikir sadece bizim açım ızdan ye
nidir, yoksa Rahman açısından yeni değildir, çünkü rahm et, nim et ve
ihsan hem başlangıçta hem de sondadır. El-ltyan'âa belirtildiğine göre.
Kendi hakkında gerekli bilgileri bize öğretm ek için , bu ilahı zikir, Şakı
isimlerden değil, tersine Rab ya da Rahman isim lerinden gelmektedir.
•45*
İLÂ H İ SEV G İ-EK
. 47.
İlâhi Aşk
Allah’ı hem O ’nun için hem kendim iz için severiz, Ya da Allah’ı severiz
ama bu saydıklarım ızın hiçbiri için değildir bu sevgi. Burada akla şöyle
bir soru gelebilir: Allah’ı ne Kendisi için ne de kendim iz için seviyor
değilsek, O ’nu sevdiğimize göre, O’nu niçin severiz? Farklı bir incele
me konusu olan bu dördüncü tür sevgi, o halde, nasıl bir sevgidir? Bu
ayrı bir bölümdür.
Sevginin bir başka türü daha vardır. Şöyle ki: Eğer biz Allah’ı sevi
yorsak, O’nu bizim tarafımızdan mı seviyoruz yoksa O ’nun tarafından
mı seviyoruz?
Veyahut da: O’nu hem bizim tarafımızdan hem de O ’nun tarafından
beraberce mi seviyoruz?
Ya da O ’nu bu saydığım ız sevgi çeşitlerind en hiçbiriyle değil de,
başka bir çeşit sevgiyle mi seviyoruz?
Bütün bunlar açıklam a, yorum ve şerh isteyen konulardır. İnşallah
ilerde bu konularda söyleyeceklerim iz olacak. Bu ek bölüm de ayrıca şu
so ru ları da in celey eceğ iz: A llah ’a duyduğum uz sev gin in b aşla n g ıcı
( m eb d ei ve menşe’i) nedir? Bu sevginin kendi içinde bir gayesi var mıdır
yok mudur? Eğer bir gayesi varsa, o gaye nedir?
Sevgiyle ilgilenen, zeki ve son derece güzel bir kadından başka hiç
kim se bana böyle bir soru sorm adı. Aynı şekild e, bu bölü m de, inşal
lah, şu konuyu da ele alacağız: Sevgi,.sevenin nefsî/zatî biı sıfatı mıdır,
yani kişisel bir niteliği m idir, yoksa var olan zatı üzerinde zaid (fazla
dan) bir anlam m ıdır? Ya da sevenle sevilen arasında varlığı ve gerçek
liği olm ayan bir ilgi m idir? İşte bütün bunları bu ek bölüm de açık la
maya çalışacağız.
Bil ki, aşk ortaklık kabul etm ez, ancak sevenin zatı tek ve bölü n
mez olursa durum başkadır. Eğer sevenin zatı birçok öğeden meydana
gelirse, sevgisi, çeşitli yüzlere, çeşitli nedenlerden dolayı, bağlanabilir.
Bu çeşitli işlerin ilgili olduğu varlık tek ve aynı varlıksa, ya da o çeşitli
işler o varlığı ilgilendiren birçok işle ilgiliyse, o zaman aşk birçok kişiye
bağlanabilir, dolayısıyla insanın birçok sevgilisi olabilir. Eğer sevenin,
birden fazla kişiyi sevmesi m üm kün olursa, daha fazlasını sevmesi de
m ümkündür. M üm inlerin Em iri bu konuda şöyle dem işti38:
•48"
İlâhi Sevgi-Ek
. 49.
İlâhi Aşk
mayışları gibi, çünkü onlar ne/s-i natıka’nın aletleri gibidir. Allah’ın rıza
sını kazanma ya da kazanm am a konusunda onları istediği gibi tasarruf
eder, kullanır. İnsanın uzuvlarından her biri kendine bakmayı bırakır
sa, ancak o zaman Allah’ın razı olduğu şeylerde kendini tasarruf edebi
lir, çünkü o bunun içindir. Ayrıca, cinler ve insanların (sekalân ) dışın
da, varoluş içindeki her şey aynı konumdadır. Bu konuyla ilgili olarak,
Allah şöyle buyurm aktadır: “OYıu övgüyle teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur,
am a siz onların teşbihini a n la y a m a z s ı n ız (K ur’an, 17/44).
Allah, bu teşbih olgusuyla, Allah’a sena edilmesini istiyor, yoksa ce
za için değil, çünkü cesbih O ’nun Zatına ibadet etmektir. İbadetle bir
likle, ceza vermeyi istem ek bir arada düşünülemez.
İşte Allah’a, Allah için duyduğumuz sevgiden doğan sonuçlar bun
lardır. Sübhanallah! A ncak, bazı nefs-i natıka’lar, Allah’ı tanım ak için do
nandıkları düşünce yetenekleri Allah’ın ilmini almaya kendilerini elve
rişli kılmadığı için, bu temel tutuma aykırı davranırlar.
Bu nedenle, Kur’an’da anlatıldığı şekilde Allah, Âdem'in zürriyetin-
den gelen varlıkları kabzetm iş ve onlara kendi nefisleri üzerine zorla
şahitlik yaptırmıştı. Bunun sonucunda, o varlıklar Allah’a isteyerek de
ğil fakat kerhen secde etm ek zorunda kaldılar, çünkü Allah o varlıkları
lıobzetmişıi. Sonra Allah o varlıkları bu özel durumdan, yani kabz halin
den çıkardı, onları serbest bıraktı, fakat aslında onlar bilm edikleri bir
tarzda gene kabz halindeydiler. O nlar kendilerinin kabz halinden kur
tulm uş olduklarını zannettiler39.
O varlıklar bu karanlık bedene kendilerini bağımlı hissedince, ar
zularının kendilerini yönelttiği şeylere koştular ve ancak kendi tabiatla
rına uygun olanı sevdiler. Kendilerini yaratan Allah’ın Rablığı üzerine
yaptıkları şahitlikten gafil oldular. Bu konuyu yukarıda da ele alm ıştık.
İşte bu şekilde, onun düşünme yeteneği ve ayrıca kullandığı bütün
öteki yetenekleri ona şöyle dedi: “Sen beni kullanıyorsun fakat benden
gafil oluyorsun ve beni terkediyorsun, sanki ben senin kullandığın alet
lerden biriyim. Beni hiç hesaba katmıyorsun. Peki öyleyse kullan ben i!"
Bunun üzerine “Peki” dedi nefis onlara, “ama beni m uaheze etm e,
çü n kü ben senin değerini bilem ed im . Senin ne üzere olduğunu tam
olarak bilm ek için, H akikatinin gerçekleştirdiği konularda istediğin gi
bi tasarruf etm ene izin veriyorum . Böylece ben de o konularda seni ta
sarruf ederim .”
•50*
İlâhi Sevgi-Ek
•51*
İ 1âl ı i A ş k
dığı sırada, daha önce O’nun Rablığını ikrar ve tasdik etm işken, b ir an
da O ’nu unutuverdi.
İşte tam bu sırada, dışarıdan, kendi cinsinden bir davetçi gelerek,
ona, kendisinin onu yaratan katından gelen bir elçi olduğunu ileri sü
rünce, o da ona şöyle dedi: “Sen de benim gibisin ve doğru sözlü olm a
mandan korkuyorum . Peki senin yanında seni tasdik eden, doğruyala-
yaıı bir şey var mı? Çünkü bende, bir düşünm e yeteneği var ki onunla
beni Varedeni tanımayı başarabildim .”
O elçi ona öyle deliller getirdi ki hepsi de onun söylediğini doğru
lamaktaydı. Bunun üzerine nefis, bunlar hakkında düşünmeye başladı,
onların doğru olduğuna kani oldu ve onlara inandı. Kendisini var eden
Varlığın, başlangıçta ken d isini kabzasına alan ve Rablığı konu sund a
kendisine tanıklık yaptıran, kendisinin de buna tanıklık yaptığı. Varlık
olduğunu anladı.
O zaman şöyle dedi: “Bütün bunlar hakkında hiç haberim yoktu,
fakat şu andan itibaren, bu ikrarın gereğine uymaya kendim i zorunlu
hissediyorum. Hiç kuşkusuz sen, getirdiğin bu haberde sadıksın, doğru
söylüyorsun, fakat Rabb’imi hangi fiilim le nasıl razı edeceğim i bilm iyo
rum. Eğer bana, uyulması gereken ilkeleri söylersen ve eğer bana kural
ları öğretirsen, onlara uyacağını, Allah’ın bize verdiği nim etlere şükret
m e konusunda vefalı davranacağım, göreceksin.”
Bunun üzerine elçi ona Allah’ın gönderdiği temel kuralları gösterdi.
O da istek ve arzularına ters gelse de, onlara şükretm eye başladı, fakat
bu şükrünü ne korkuyla ne de umutla yaptı. Çünkü elçi, ona ta başlan
gıçta bildirilen şeyleri tekrar bildirdiği, ve Varediciyi razı etm ek için on
lara kesinlikle uyulması gerektiğini belirttiği zaman, ona bu konulara
uyarsa kendi lehine olacağım , uymazsa kendi aleyhine olacağını ve ce
zaya çarptırılacağını daha söylem edi. Zeki nefis bu konularda, Varedici
yi razı etm ek için bütün çabasını gösterdi. Daha önce kendisine söylen
diği gibi, “L a ilahe illallah” demeye başladı.
İşte, bütün bunları nefse öğrettikten sonradır ki elçi, onlara uyma
nın büyük bir ödüle ve eksiksiz nim etlere layık olduğunu anlattı ve ay
nı zamanda, onlara ters davranmanın da büyük bir cezaya neden olaca
ğını haber verdi. Nefsin O ’na ibadetine sevgi ve rıza da ek lenince, iba
deti sevaba erişm esini ve cezadan kurtulm asını sağlayan özel bir ibadet
oldu. Dolayısıyla o andan itibaren kendini iki tip ibadet içinde buldu:
•52*
İlâhi Sevgi-Ek
•53*
İl âh i Aşk
•54*
İlâhi Sevgi-Ek
•55*
İlâhi Aşk
•56-
RU HÂ Nİ SEVGİ
uhani sevgi, sevgilisini hem onun için hem kendi nefsi için sevme
r d urum u nu, sevende bir araya getiren aşktır. O ysa tabiî sevgide,
âşık, sevgilisini sadece kendi nefsi için sever.
Bil ki, ruhani sevgide âşık akıl ve ilmi bileştirdiği zaman, aklı saye
sinde bilge (hekim ) kişi olur; bilgeliği sayesinde de alim biri olur. O za
man bütün işleri bilgelik (hikm et) düzenine göre düzenler ve işlerin ye
rini değiştirm eye kalkm az. Dolayısıyla, sevdiği zam an, sevginin ne de
mek olduğunu, sevenin ne anlama geldiğini, sevgilinin hakikatinin ne
olduğunu ve sevgiliden ne istediğini, ne beklediğini bilir. Sevdiği kim
senin sevdiği şeyleri sevmesi için O Sevgilinin (m ahbû b) bir iradesi ve
ihtiyarı var mı? Yoksa bir iradesi yok da, ne severse yalnız kendi zatı
için mi sevm ektedir, bunu bilir. Ayrıca sevgilisinin varlığım (vücûdunu),
yalnız ve yalnız o mevcûd’un özünde var olm asını isteyen mevcûd’u da
bilir. Buna göre; sevgili, o mevcûd’un özünde değil de sırf o mevcfıdda ol
sa bile, o mevcıîd için sevgilidir (malıbûb’dur) diyebiliriz...
Eğer o sevgili, k en d i iradesini k u llanabilen b iriy se, sevenin, onu
kendi nefsi için d eğil de o n u n için sevm esi m üm kündür. E ğer kendi
iradesini k u llan abilen biriyse, sevenin, onu k en d i n efsi için değil de
onun için sev m esi m üm kündür. Eğer k en d i irad esin i kullanam ayan
•57*
İlâhi Aşk
biriyse, o zam an seven, sevgilisini sadece k end i nefsi için sever, yani
sevenin n efsi için d em ek istiy oru m , sevgili için değil, çü n kü sevgili
sevgisind e herhangi birşey le n itelen m iş ya da seven h akk ın d a h er
hangi bir m aksat taşıyor değildir. Böyle olm akla birlikte, bu sev gili
n in , kim i zam an seven gibi b ir irade sahibi olm ası da m ü m kü n d ü r;
öyle k i, seven de bizzat sevgilinin sevdiği şeyi sevdiğini kolayca far-
keder. B ö ylece sevgiliyi, sevgili iç in sever, fakat aşk ın ın doğurduğu
yan b ir etkiyle.
Hiç kuşkusuz âşık sevgilinin varlığını istedikten sonra, onunla biz
zat kavuşmayı (vuslat) ister. Şu bir gerçektir ki, sevgilinin var oluşu,
onunla kavuşmayla özdeştir, başka türlüsü zaten olamaz.
Bizim bu konudaki şiirim iz şudur;
Bu beyit bizin bir kasidem izden, bir şiirim izden alınm ıştır. M üşahe
de halindeyken, hakikatin bize tecelli ettiği bir anda söylediğim iz şiir
lerdendir;
Sevgi ortaya çıktığı zam an, tatlı teneffüs edişler ve derin derin iç
çekm eler olur. Öyle ki nefes, sevenin nefsinde, sevgilisinin suretini ta
savvur ettiği tarzda çıkar. Hatta, hariçte müşahade edebileceği b ir suret
le onu izhar eder. Böylece âşığın maksudu hasıl olur ve mutluluğa eri
şir. Tıpkı '“ama"' konusunda ifade ettiğim iz gibi, bu da zaman kavramı
dışında olur. Bu konuyu böylece anlatm ış olduk. Şim di bu konunun
özünü belirten bit şiir sunuyoruz:
•58-
Ruhani Sevgi
•59*
İlâhi Aşk
•60-
Ruhani Sevgi
•6r •
İ l â h i Aşk
ister zahir ister batın için kabul etsin, bu fark etm ez, çünkü bu şeklin
dışına çıkılamaz. Bunu böyle bil!
Öyleyse, ruhani sevgi, tabiî sevginin ruhani sevgiyle arasım birleş
tirmektedir. Ayrıca kendi nefsi için olan sevgiyle, sevgili için olan sevgi
nin arasını da birleştir, tabi eğer sevgili, söylediğimiz gibi, irade sahibi
ise. Bütün bu açıklam alarım ıza göre, insanlar neyi sevdiklerini ve sev
dikleri varlığın hangi varlıkta bulunduğunu bilm em ektedirler ve falan
varlığı sevdiklerini sanm aktadırlar, oysa ki durumun h iç de öyle olm a
dığı senin için artık açık bir şekilde belli olmuştur.
Öyleyse sana öğrettiğim kadarını bil ve seni bu konuda beni aracı
kılarak bilgisizlikten kurtardığı için Allah’a şükret. Bu kadar açıklam a
ulaşmayı amaçladığımız m aksadım ız için yeterlidir, gerçi bu konunun
ayrıntıları pek çoktu r; fakat bizim bu kitaptaki m aksadım ız, asıl amaca
ulaştıracak yöntem leri ve tem el ilkeleri belirlem ektir. A llah’a sonsuz
hamd olsun!
•62-
TABİİ SEVGİ
•64*
Tabii Sev gi
dir. P eki, Allah’ın kullan için sevinç duyması nasıl olur? Şöyle: Allah,
M utlak ve Sonsuz zenginliğine rağmen, Sübhan oluşuna, Kudretine ve
kulları üzerindeki M utlak İradesine rağmen, kulunun tövbe ettiğini gö
rünce, kaybettiği devesini (bineğini) tekrar bulan insanın duyduğu se
vinçten daha fazla sevinç duyar.
Şu ilâh! sözdeki sırra bak: “Rabb’ımız, her şeye yaratılışını (varlığını ve
biçimini) vermiştir." (K ur’an, 20/50), çünkü bilm elisin ki O bütün işlere
istihkakını verm iştir ve de çünkü hiçbir ilmin derecesi Allah’ın tlm'inin
üstünde değildir.
Bu nedenle, Allah şöyle buyurm aktadır: “Benim yanım daki, huzurum
daki s ö z değiştirilem ez■” (Kur’an, 50/29), çünkü gerçekten var olduğu bi
linen bir şeyin, vukuuna aykırı hareket edilem ez. Buna göre bir şey, bir
iş, kulun aklına göre m üm kün görünebilse bile, Allah'ın llm ’ine göre, o
im kânlardan birinin vukuuyla ve Allah’ın o iş üzerindeki İradesiyle, di
lem esiyle (m eşie) m üm kün olmayabilir.
Allah’ın İradesi bir şeyin var olm asını ( kevn) dilerse, onun var ol
ması gerekir; fakat vuku bulması gereken şey, bu hakikate göre, müm
kün olarak vasıflandırılam az, (fakat zorunlu, vacip olarak vasıflandırı
lır.) Bu nedenle konu üzerine eğilenler, “varlığı başkasıyla zorunlu” (el-
vâcibû'l-vücûd b i’l-gayrih) deyim i için m üm kün terim ini kullanm aktan
haklı olarak kaçm ıyorlar, çünkü İlâhî iradenin tahkikinde, gerçekleş
m esinde bu daha uygundur, işte bunun için Allah, “eğer Allah dilediy-
se...” (K u r’an, 16/9) şeklinde konuşm aktadır. Öyleyse, Allah’ın bu şek il
de lıiıab etliği ayetlerdeki “lev” harfi, yani “eğer” bağlacı, imtina, için im
tina harfidir, yani m utlak bir im kânsızlık ifade eder. G erçek şu ki, İlâhi
İrade yani Allah’ın dilem esi, önceden var olan her şeyden de öncedir,
tıpkı şu ayette ifade edildiği gibi: “Bizim kelim em iz, sözüm üz peygam ber
kullarımızın size gelişinden çok ö n ced e vardı." (K ur’an, 37/171).
Yukarıda ifade ettiğim iz “varlığı başkasıyla zorunlu olan ” (el-vdci-
bu ’l-vücûd b i’l-gayrih) terim i, varlık (eşya, insan, iş) açısından bakıldı
ğında "mümkün" terim inden daha uygundur, ama aslında tek ve aynı
şeydir söz konusu olan. Göz açıp kapama gibi b ir anda olm aktadır bu
nun gerçekleşim i. Dolayısıyla “ihtim al” ortadan kalkm ış oluyor. Geriye
sadece “m utlak zorunluluk” ya da “şarta bağlı zorunluluk" kalıyor.
Fakat biz bunları bir yana bırakıp asıl konum uza, tabiî sevgiye dö
nelim ve sözüm üze devam edelim . Bil ki. tabiî sevgi; gerçeklen sevenin,
•65*
İlâhi Aşk
bir varlığı, onda kendi nefsi için bulduğu m utluluk ve zevkten dolayı
sevm esini gerektirir. Dolayısıyla seven sevdiği varlığı kendi nefsi için
sever, sevgilisi için değil. Bu hakikat, yani sevgiliyi sevgili için sevme
hakikati, yukarıda ilâhı ve ruhani sevgi bölüm lerinde açıklanm ıştı.
Tabi! sevgi, kaynağını iıı'am ve i/ısaıı’dan alır, çünkü insan tabiatı
hiçbir zaman bir başkasını, bütün olarak sevmeyi bilem ez, aksine eşya
yı ve varlıkları sadece kendi nefsi için sever ve onlara kavuşmayı ya da
yaklaşmayı kendi nefsi için arzu eder. Bu, her hayvanda ve her insanda
böyledir, çünkü insanda da hayvani bir yön vardır.
G erçeklen de hayvan ya da canlı varlık ve insan, başka bir neden
için değil salt kendi özel varlığını korum ak için sever eşini, fakat varlığı
korum anın ne demek olduğunu da bilmez. Sadece belli bir varlığa ka
vuşması için, içinden bir çağrı geldiğini hisseder. İşte onun aşkının te
mel konusu, sevgilisine kavuşmadır. Dolayısıyla bu kavuşma olayı belli
bir varlıkta olur. Söz konusu varlık da onu sevecektir kuşkusuz, fakat
asıl olarak değil de sevenin sevgisinin hükm ü altına gireceğinden dola
yı. Böyle bir kavuşma, hissidir ya da hissîliğe yakındır. Daha önce,
derken bunu ifade etm ek istem iştik. İşte tabiî sevginin gayesi budur.
Eğer sevenin sevgisinin gayesi, herhangi biriyle nikahlanm ak ise, o
kim seyle nikahlanarak bu gayesini gerçekleştirir. O zaman sevgilisinin
varlığının bulunduğu yeri araştıracak ve onu elde etm ek için can ata
caktır. D em ek ki, bu tür bir sevgi ancak iki kişi arasında doğabilir tek
bir kişide değil, çünkü bu, iki kişi arasında olan bir ilgidir. Bu dediği
miz şey aynı şekilde, kucaklaşm a, öpüşm e, iki kişi arasındaki sıkı dost
luk ya da daha başka davranışlar için de geçerlidir.
Burada “eşyanın tabiatı” ya da “eşyanın hakikati” dem em izde, ikisi
arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisini de rahatlıkla kullanabiliriz. Bu
nunla birlikte bu durum, öteki varlıklardan daha ço k insan için geçerli
dir, çünkü insan, âlem in hakikatlerini ve ilâh! sureti kendinde topla
m ıştır; ve gene insanın, en Kutsal Varlık olan Yüce Tanrı'yla ayrıcalıklı
bir ilgisi vardır; çünkü insan O ’ndan zuhûr etm iştir; O ’nun “Kim!" sö
zünden olmuştur.
•66*
Tabi i Sevgi
•67*
İlâhi Aşk
•68-
Tabii Sevgi
suretle olduğu gibi, aynı şekilde bir diğeriyle de olur, tıpkı kehribarın
birçok nesneyi aynı anda kendine çekişi gibi.
U nsur! sevgiyse, sadece tek bir tabiî surete bağlanır, tıpkı Kays’ın
Leylâ’ya, Kaynes’in Lübna’ya, Kesîr’in Uzza’ya ve Cem il’in Büseyne’ye
bağlanışı gibi50. Bunlar, iki kişi arasında, m ıknatısın demiri çekm esi gi
bi olan bir ilginin, genel bir şey olduğunu açıklam aktadır sadece. Ayrı
ca, unsuri sevginin ruhani sevgiye benzem esini sağlamaktadır ki bu hu
sus, şu ayette ifade edilm iştir: “Bizinı içimizden herkesin belli b ir m akam ı
vardır." (K u r’an, 37/164).
Aynı şek ild e, başka inanç ilkelerini dışta tutarak, tek bir akideye
bağlanm a olgusuyla da bu sevgi, ilâhî sevgiye benzer; tıpkı ruhani sev
ginin, taharet (tem izlik) açısından tabiî sevgiye benzeyişi ve ayrıca bü
tün inanç ilkelerinde, tek bir Varlık gören insanlardaki ilâhî sevginin,
tabiî sevgiye benzeyişi gibi.
•69*
S E V G İN İN A D LA R I
•7i •
İl â hi Aşk
Bir bakışla ve bir konuşm ayla doğan aşk hakkında şu dizeleri söy
lüyorum:
•72*
Sevginin Adları
•73*
İ lâhi Aşk
Bil ki, yukarıda da söylediğim iz gibi, sevginin dörı çeşit adı vardır.
Bu adlardan her biri için, diğer üçünde olmayan bir hal vardır. Şimdi
biz bunları birer birer ele alalım.
H EV A :
Bunun iki çeşit anlam ı vardır ki ikisi de sevgiye uygundur. Birinci
si; aşkın, kalp içine inm esi ya da düşmesidir. Bu düşüş sevginin gayb
âlem inden şehadet âlem ine inerek kalbde zuhûr etm esidir. Ö rneğin,
yıldız düşüyor gibi gözüktüğü zaman, “yıldız kayıyor” denilir. Allahtı
Teâlâ da şöyle buyuruyor: “And olsun yıldıza, indiği zaman!" (K ur’an, 53/
1). Öyleyse bu durumda, “lıeva” sevginin adlarından birisi olmaktadır.
Bunun fiili “heviye ye!ıva”dtr; mazide ayne’l-fiili kesradır; muzaride ise
feıhadır. Bunun ism i ya da masdarı “hcva”dır. Bu isim aynı zamanda
mazi fiilidir; anlamı ise, sevm ek, sevgiden acı çekm ektir. Ayrıca aynı fi
ilin ayne’l-fiili mazide feıha, muzaride kesra olan “h ev a y eh v i” şekli de
vardır. Bunun ismi ise “hûviyyû’’dür. Bunun anlamı da düşm ektir.
Heva kelim esine, “kalbin içine inm e ya da düşme" anlam lan verm e
nin üç nedeni vardır. Bunlardan biri ya da ikisi, veyahut her üçü de, bu
tip bir sevgiyi belirtebilir. Bu ü ç neden şunlardır: Bakış, duyuş ve ihsan
da bulunuş.
Bunların en ön em lisi ya da en etkilisi bak ıştır..Ç ü n k ü b a k ışın d o
ğurduğu aşk, sevgiliyle karşılaşm akla değişm ez. O ysa sev gilinin sesi
ni duym ak böyle değildir. Sevgiliyle karşılaşınca, duyuşa bağlı olan
sevgi değişim e uğrar. Sevgilisin in sesin i duyduğunda o n u n su retin i
hayal eder, fakat o n u n la karşılaşınca hayal ettiği suretin sevgilisiyle
tam tam ın a u y u şm ad ığ ın ı görür, ih san d a b u lu n m a n ın doğurduğu
sevgiye gelince, bu sakat ve zayıf bir aşktır. İhsanda b u lu n an varlık
gözden ırak olursa, ihsan devam etse bile ilgisizlik bu aşkı kısa za
manda söndürür.
“Heva” sözcüğünün ikinci bir anlamı da; bir tutku ya da birdenbire
ortaya çıkan bir sevgi yönelim ini vurgular. Öyleyse, herkese, “seninle
yim " anlamına gelen b ir sevgi eğilim i gösterm ek şeriatın hükm üne uy
gun değildir. Allah-u Teâlâ’nın Davud aleyhisselâm'a söylediği söz bunu
teyid etm ektedir: “Ey Davud. Biz seni yeryüzünde halife yaptık. Öyleyse, in
sanlar arasında hakla (hakikatle, adaletle) hükmet ve sakın “h ev a”y a uyma,
sonra bu seni A llah’ın yolundan saptırır." (K ur’an, 38/26). Yani senin sev
. 74.
Sevginin Adları
ginin ani yönelim lerine uyma, aksine Benim sevgimin eğilim lerine uy,
çünkü sana gönderdiğim hüküm , sana çizdiğim yol böyledir. G örüldü
ğü gibi, ayetin devamında “sonra seni Allah'ın yolundan saptırır” deniliyor;
yani böyle bir sevgi eğilimi, senin yolunu şaşırtır, seni telef eder, sana
gösterdiğim ve senin üzerinde yürüm eni istediğim yolda seni kör eder.
İşte bu konuda Allah’ın hükm ü böyledir.
Burada, insan ın ani sevgi yön elim leri, insan ın istediği, fakat Al
lah’ın indirdiği meşru yola uygun olmadığı zaman Allah’ın istemediği
ve insandan onu terketm esini istediği, sevgidir.
Eğer sen, “Allah insana katlanamayacagı bir şeyi yasak etm iştir; do
layısıyla böyle bir sevgi ya da sevgi eğilim i insan üzerinde öylesine kuv
vetli bir etki yapar ki aklını başından alır.” diyecek olursan, biz de, “Al
lah o insandan sevgiyi yok etm esini istem ez, çünkü sevgi, daha önce de
söylediğim iz gibi, her zaman kendine bir yol bulur, ilgi konusu değişik
tir, ve pek çok varlıkta ilgi alanını bu lu r” deriz.
Daha önce de belirttiğim iz gibi, heva sevgidir; hakikati ise herhangi
bir ya da birçok varlıkla kavuşma sevgisi. İşte bunun için Allahıı Teâlâ,
insandan, sevgisini, gönderdiği Tek Hakikate bağlamasını istem iştir; Al
lah’ın yolu odur. Çünkü insan, sevgisini, A llah’ın yolu olm ayan pek
çok yola bâglayabilm ektedir. İşte bütün bunlar yukarıda geçen ve sa-
km “heva”y a uym a” ayetinin anlamıdır. Dem ek ki, Allah insana, gücü ve
tâkâtının yetm eyeceği bir işi yüklem ez, çünkü tâkâı getirilem eyecek bir
şeyi teklifle bulunm ası Alîm ve Hakîm ve T an n ’ya muhaldir.
Eğer sen , gene, Allah’ın ilm inde ezelde b ir karara bağlanan, Ebu
Cehil ve benzerleri54 gibi inanmayanlara yapılan iman teklifini ileri sü
recek olursan, buna iki türlü cevap verebiliriz: Birincisi, ben “te k lif’
derken sadece norm al şekild e, doğal olan şeylere tâkâı getirileceğini
kastetm iyorum . Doğal durumlara bağlı olan zaten onlara aykırı hareket
edemez. Ö rneğin bir insanın, hiçbir vasıta ve sebep olmadan kalkıp da
bir diğer insana “Haydi göğe çık bak alım !” dem esi, ya da “Şu iki zıt şe
yi b irleştir!” ya da “Bir “an”da k a l!” dem esi (ki bizzat “an’’ın kendisi
bir anda kalm am aktadır) gibi. D olayısıyla Allah insanı normal ya da
doğal olarak tâkât getirebileceği şeylerle m ü kellef kılm ıştır. Inıan ya da
imanı telaffuz etm enin, im anı dil ile söylem enin temeli budur. Her in
san kendisinde bunlara uygun hareket etm e gücünü ve im kânını bulur.
Bu ya insanın kendi çalışm asıyla (kesh) olur; ya da Allah’ın yaratmasıyla
•75*
İlâhi Aşk
(halk) olur. Nasıl istersen öyle söyle. İşte bu nedenle, bu konuyla ilgili.
Kıyamet G ünü’nde kulu ilgilendiren delil Allah’a aittir. N itekim Allah
şöyle buyurmaktadır: “De ki: “En üstün delil A llah’ındır”, Allah dileseydi e l
bette hepinizi doğru y o la iletirdi.'' (K u r’an 6/149). Eğer Allah insana tabii
gücünün yetmeyeceği bir şeyi yüklem iş olsaydı, “En üstün delil A llah’ın
dır" sözüne uygun düşmezdi. Fakat Allah “Dilediğini y ap m ak A llah’a ö z
güdür." dem ektedir. Aynı şekild e. “O yaptığından sorulm az, fa k a t on lar
yaptıklarından sorulurlar." (K u r’an, 21/23). Bunun anlam ı şudur: Allah’a
“Sana karşı gelem iyeceğim izi bildiğin halde niçin bize falan işi yükle
din? Niçin bize falan şeyi em rettin ya da falan şeyi yasakladın?” gibi bir
şey denilemez. Bu konu, “Allah yaptığından sorulm az" ayetiyle irtibatlı
dır. Dolayısıyla, Allah onlara şöyle sorar: “Ben size gücünüzün yeteceği
bir şeyi mi em rettim yoksa yetm eyeceği bir şeyi m i?” O nların da n or
mal olarak, “G ücüm üzün yeteceği şeyleri em rettin bize.” dem eleri gere
kir. Çünkü Allah onlara güçlerinin yeteceği şeyi yüklemiştir. Dolayısıy
la, “En üstün delil A llah’ındır.” sözü kanıtlanm ış oluyor. Oysa ki onlar,
“t e k lif süresince Allah’ın kendileri hakkında sahip olduğu ilim den ha
bersizdirler.
İkinci cevap ise şudur: Daha önce de belirtildiği gibi, Allah’a im an
edilm esi zorunludur. Âdem’in zıırriyeti dünyaya gelm eden ö n ce Al
lah'ın “feabz”ındaydı. O ’nun, onlar hakkında vereceği hüküm ise öte
dünyada ortaya çıkacaktır, insan bu dünyada O ’nun varlığını kabul etti
ği, itiraf ettiği takdirde, ancak “m ü m in” olarak kalacaktır. Eğer O'na
şirk koşarsa var olan bir Varlığa şirk koşm uş olacaktır. İşte bu nedenle,
insandan sadece Allah’ın birliğini ve Varlığım kabul etm esi istenm ekte
dir (ki Hakikat da böyledir, yani Allah Birdir). İnsan Tanrı’nın sevgilisi
dir. Tanrı vardır ama insanlara gözükm ez (mcı’dümfm minhum). Tanrı
Kendisinin o varlıklarda Bir olarak zuhur etmesini sevmektedir. Dolayı
sıyla Tanrı o varlıklardan birini sevse onu pek çok varlık arasından seç
miş ve sevmiş olur. Tanrı, işte böyle bir sevgiye sahip olanı sever. O
sevgilisi olduğu için, Allah o varlıkta zuhûr eden Tevhiddir. Kim ona
bugzederse, O ’nun sevgilisi olduğu için, bugzedende Tevhid olarak zu
hûr etmez.
D em ek ki, herkesin nihaî am acı Tanrı’ya imandır. Daha ön ce biz
bunu “Tanrı’nın rahm etinin gazabını geçtiği” konusunda belirtm iştik.
5im di heva’nm anlam ı senin için açıklığa kavuşmuş oldu.
•76-
Sevginin Adları
HUBB:
Bu sevgide, seven, sevgisini öteki bütün yollardan arındırıp kurtarır
ve sadece Allah’ın Yolu’na bağlar. İşte seven, bu arınm ayı gerçekleştirdi
ği, yani çeşitli yollarla Tanrı’ya koşulan ortakların neden olduğu karar
m alardan sevgisini kurtardığı zam an, bu, halis sevgi olduğundan ve
arınm ışlıgından ötürü “hubb” (sevgi) diye adlandırılır.
Aynı şekilde içindeki pislikler dibine çöksün, saflaşsın ve berraklaş
sın diye bulanık bir suyun konulduğu kaba da "el-hubb” denir. Yamuklar
daki sevgi de böyledir. Bu sevgi Sübhan olan Tanrı’ya bağlanır ve müşrik
lerin ilahlık konusunda Allah’a koştukları ortaklar olan eşlerden Allah
için kurtulursa, işte o zaman bu durum “habb” (sevgi) diye adlandırılır.
Nitekim bu konuda Allah şöyle buyuruyor: “insanlardan kimileri Al
lah'tan b aşka eşler tutar, A llah’ı sever gibi severler onları. Oysa ki inananlaren
ço k A llah’ı severler...” (K u r’an, 2/165). Bunun nedeni ise şudur: Perde
aradan çekilince "kendilerine uyutanlar onlara uyanlardan uzak duracaklar;
azabı görünce aralarındaki tüm bağlar kesilecek.” (K u r’an, 2/166). “Onlara
uyanlar şöyle diyecekler: Ah! K eşke bir kez daha dünyaya gitm em iz mümkün
olsaydı d a şimdi onların bizden uzak durdukları gibi b iz d e onlardan uzak dıır-
saydık!” (K ur’an, 2/167). Dolayısıyla onlara besledikleri sevgi nihai va
tanda kaybolacaktır. Oysa ki inananlar Allah’ı sevm eye orada da devam
edeceklerdir. D ahası, "inkâr edenlere ne çocuklarının ne d e mallarının, hiç
bir şeyin A llah’a karşı y a r a r sağlam ayacağı bir an d a” (K u r’an. 3/10), inkâr
edenler ilahlarına duydukları sevgiden vazgeçtikleri sırada, inananlar
inkâr edenlere karşı üstün gelecekler ve Allah’a karşı duydukları sevgi
daha da artacaktır. Öyleyse Kıyamet Günü’nde m üşrikler için geriye sa
dece ve sadece Allah sevgisi kalır. Oysa ki onlar bu dünyadayken hem
Allah’ı hem de O ’na ortak koştukları tanrıları birlikte sevmişlerdi. Eğer
böyle bir kuruntuya ve yanlışa düşm eselerdi, o tanrıları kesinlikle sev
mezlerdi. Aslında o m üşriklerin sevgilisi Allah’tı, fakat O ’nu çok sayıda
yaratıklarda hayal etm işlerdi. Yukarıda da söylediğim iz gibi. Kıyamet
G ünü gelince onlar için sadece Allah’a duydukları sevgi kalır. Sonuç
olarak ahirette onlar Allah’a, dünyadayken o ortaklara besledikleri sev
giden daha yoğun bir sevgi duyacaklardır. Sevgileri dünyada bölünm üş
iken, ahirette Tanrı üzerinde toplanacaktır. O zaman gelince, böyle bir
varlık, gerçek sevgilisini m üşahede edecektir. O da Tanrı’dır. İşte bu ne
•77*
II â h i A ş k
denle Tanrı’nm rahm eti önce gelir. Her iki âlem de kuvvettir; orta âlem
ise zayıflıktır, çünkü onda ortaklık durumu vardır. Bütün bunları biz
daha önce belirtm iştik55. İşte, “Iteva" ile "hubb" arasındaki fark budur.
7 Ş K :56
7şk-Aşk, m uhabbetin ifratı, yani sevginin aşırılaşmasıdır, ya da aşırı
bir dereceye ulaşm ış sevgidir. Şu ayet bunu ifade etm ektedir: “İnananlar
ise A llah’ı aşırı derecede severler." (Kur’an, 2/165).
Olduğu şekilde, sar olarak alındığında ve kalp çekirdeğinde 57 o şe
kilde zuhıır ettiğinde “hubb” diye adlandırılan bu sevgi insanı bütünüy
le kuşatır; sevgiliden başka hiçbir şeyi gözü görm eyecek derecede insa
nı kör eder. Bu hakikat, insan vücudunun bütün organlarına, bütün
duyularına, ve ruhuna işler; damarlarındaki kan gibi her yerinde deve
ran eder, insanın eti olur; vücudunun bütün m afsallarına girer; bedeni
nin ve ruhunun bütün parçalarını etkileyerek, insanın varlığıyla özdeş
olur, öyle ki insanda artık ondan başka bir şeye yer kalmaz. Bu noktaya
geldiğinde, bu dereceye ulaştığında ise, insan başkasıyla konuşurken
bile, sevgilisiyle konuşur; başkasından bir şey duysa, sevgilisinden duy
muş olur; her neye baksa, sevgilisine bakar gibi olur; gördüğü her şey
de sevgilisinin suretini görür; herhangi bir şey görse, “Bu O ’d u r!” der.
İşte o zaman bu sevgi “ışk" diye adlandırılır.
Kur’an’da hikaye edildiği gibi, Z üleyha58 buna y akalan m ıştı. Bir
gün, damarını kesti; kanı yere damladı ve toprağın üstüne “Yusuf! Yu
su f!” diye yazdı defalarca. Çünkü sevgilisinin adını anma, dam arların
daki kana karışm ıştı. Ayııı şekild e, Hallaç hakkında da buna benzer
şöyle bir şey anlatılır: Kesilen organlarından akan kanla toprağın üstü
ne “Allah! A llah!” diye yazılm ıştı, bunun üzerine, Allah O’na rahmet
etsin, şu dizeleri söylem işti.
“Uzuvlarım kesilmiş, m afsallarım sökülmüş, ne çıkar!
Her birinde Senin Adın anılır Rabbim! Senin Adın yazılır!”
İşte, bu durum, bu baptandır. Bu tür bir sevgiye yakalananlar ger
çek “âşıklar” dır. O nlar bu sevgide helâk olm ak, yok olm ak istem işler
dir. Böyle bir yok oluşu istemeye “gârâm ”, yani, aşkın hakim iyeti altına
fiilen girme, denir. Sevenlerin niteliklerini anlatırken, inşallah bu k o
nuyu ele alıp inceleyeceğiz59.
•78*
Sevginin Adları
VEDD:
Bu sevgi, “fıubb”un, veya “ışfc”ın, ya da “Jıeva”nın, kararlı ve devamlı
olmasıdır. Âşığın durumu ne olursa olsun, bu üç durumdan birine gire
cektir. Bu sevgiyle nitelenm iş bir insan sebatlıdır, kararlıdır; hiçbir şey
ondaki bu hali değiştiremez ve etkisini bozamaz. Hoşa giden ya da hoşa
gitm eyen durumlarda etkisi aynı sürekliliktedir. Her an varlığının ya
nında olm asını arzuladığı sevgilisind en ayrılm ası ya da uzaklaşm ası
onu ne üzer ne de sevindirir. Böyle olm akla birlikte, sevgilisinin varlığı
zuhûr etm iş olduğu için o gene de sevgilisin e bağlı kalm aya devam
eder. Dem ek oluyor ki, bütün bu tutumlar, tavırlar “vedd” diye adlandı
rılır. Yüce Allah’ın şu ayeti bunu belirtm ektedir: “îman edenler ve salilı
am el işleyenler için Rahman, kararlı bir sevgi yaratacaktır.” (K ur’an, 19/96).
Yani Allah katında ve kulların gönlünde onlar için kararlı bir sevgi ya
ratacaktır ve onları herkese sevdirecektir. İşte, “vedd"in anlamı budur.
G erçekten de sevginin, âşıkları etkileyen çok çeşitli durumları var
dır. İnşallah bunları ilerilerde de ele alıp inceleyeceğiz. Ö rneğin, “şevk"
— (şidetli arzu ); “gârâm"— (aşkın hakim iyeti): “biyem ”— (çılgınca aşk);
“k e le f'— (aşk derdi): “befcd”-(aşkından ağlam a); “hüzün”, “ke№”-(aşk ya
rası); “zübu/”-(vücuttan düşm e, aşkından erim e); “inkisar"-(iç çöküntü,
yıkılm a, kırılm a). Ayrıca bunlara benzeyen ve âşıkların vasıfları olan ve
şiirlerde anlatılan nice nice durumlar. İnşallah bütün bunları ayrıntılı
olarak açıklayacağız.
. 79.
SEV G İN İN Y A N ILT M A LA R I
evgide pek çok yanılmalar olur. Birin cisi, daha önce zikrettiğimiz
S b ir şeydir. Yani âşıklar sevgilinin gerçek bir varlığı (emrün vücûdiy-
yün) olduğunu zannederler. Oysa ki sevgili, “adem " halinde olan bir
varlıktır (emrün adem iyyûn). Âşık, sevgiliye öylesine bağlanır ki sonun
da onu, gerçek bir varlıkta ,”var” olarak görür. Âşık, gerçek varlığını
sevdiği sevgiliyi görür görm ez, var olan bu varlıktan doğan bu halin
sürm esi için , sevgisi yenilenir. Böylece sevgili hep “m a’dum " olarak ka
lır. Sevginin tem el hakikatlerini ve onunla ilgili tüm halleri bilen “arif
ler” dışında âşıkların pek çoğu bu durum u bilmezler. Bunu daha önce
belirtm iştik.
Bu bölüm de söyleyeceklerim izin çoğu, çok aşırı bir dereceye ulaş
m ış sevgi hakkında olacaktır. Bu aşırı sevgi, âşıkların akıllarını başla
rından alır; onları zayıflatır, bir deri bir kem ik haline sokar; düşüncele
rine m usallat olur, inatçı bir saplantı, bir kuşku, b ir türlü uyuyamatna,
kuvvetli bir aşk arzusu, bir şevk, bir işüyak, devamlı uyanık kalma gibi
haller doğurur. Bu sevgi, insanın davranışını bütünüyle değiştirir, gön
lünü ve yeteneklerini alt üst eder. Sevgilisi hakkında yanlış, hatta kötü
bir fik ir ve kanaat sahibi olacak, onun hakkında suizanda bulunacak
kadar, âşığı acılara boğar. Bu sevgi, âşığı deli-divaneye çevirir. Şunu b e
• 8i*
İ lâhi Aşk
•8 2 *
Sevginin Yanıltm aları
dan sevgilim izin ayrılm ası ya da uzaklaşm ası im kânsız olur. Böylece
âşık sürekli bir kavuşma içerisinde olmaya devam eder. Bu konuyla il
gili şu dizeleri yazdım:
Yukarıda, aşk, insanın aklını başından alır götürür, dem iştik. Kim i
leri de “akıl ile idare edilen aşkta hayır yoktur.” demişlerdir. Ebu’l-Ab-
bas el-M ukarani el-Kussad da şöyle demiştir: “Aşkuı, insanlar üzerinde,
akıldan daha etkili bir gücü vardır.” Evet, üstadlar böyle dediler, çünkü
akıl, insanı belli bir kayıt altına alır, oysa ki aşk insanın hayatını alt üst
eder, insanı şaşkına çevirir, hayrete düşürür. Şaşk ın lık ise, akıllılıkla
bağdaşmaz. Akıl sayesinde insan kendini toplar. Şaşkınlık ise, insanın
kendini dağıtm asına neden olur.
Hz. Yakup ço cu k ların a "Eğet; ban a bunadı d em ez sen iz inanın ki ben
Yusuf un kokusunu duyuyorum ." dedi. Bıımuı üzerine Yusuf un kardeşleri Ya-
kıtb’a “Vallahi sen h âlâ eski şaşkınlığın içindesin.” dediler. (K u r’an, 12/94-
9 5 ) Bu şekild e Yusuf’u n kardeşleri, babalarının Yusuf’a duyduğu sev
giden dolayı nasıl bir şaşk ın lık için e düştüğünü belirtm ek istiyorlardı.
D em ek k i, şaşk ın lık insanı dağıtm akta, insanın kendini toplam ası
na im kân verm em ekted ir. Bu ned enle aşk , “d ağılm a” ve “d ağıtm a”
özelliğiyle tavsif edilm iştir. Bu özellik, birçok açılardan, âşığın kaygı
larını, sıkın tıların ı dağılır. Bu bağlam da. Yüce A llah şöyle buyuruyor:
“Ey insanlar, sizi b ir tek nefisten y aratan ve ondan d a eşini y aratan , o ikisin
den d e birçok erk ek ler ve kadın lar çoğaltan R abb’inizden korkun.." (K ur'an,
4/1). Aynı şek ild e gene şöyle bu yu ruyor: “...D ağ lar etrafa serpildikçe
seı-pildiği, dağılan bir toz duman haline geldiği zam an..." (K u r’an, 56/5-6).
Âşık, sevgilisinin hükm ü altına girer; otıun hakim iyeti altında kalır.
Dolayısıyla kendisi için, kendisinde bir idare m ekanizm ası kalmaz. Ba
ğım sızlığım ve özerkliğini yitirir. G önlünü ve kalbini ele geçiren, istila
edip kuşatan Aşk Sultanı’nm kendisine verdiği bağışlara ve em irlere ba
•83*
İlâhi Aşk
ğımlı kalır. Sevgisindeki bu alt üst oluştan dolayı, âşık karşılaştığı her
şahısta sevgilisinin güzelliğini gördüğünü hayal eder. Aynı şekilde, biz
zat kendisinin gördüğünü, onu görenlerin de gördüğünü düşünür. Bu
nun böyle olm asının nedeni, âşığı saran hayret ve şaşkınlıktır. Şu atasö
zü de bu durumu dile getirm ektedir: “Kimi seviyorsan, herkesin yü
zünde onu görürsün.” Yani sevgilin daima senin yanındadır. Ey âşık,
sevgilin senin gözünde ne denli güzelse, sevgilini gören h erkesin gö
zünde de o denli güzel olduğunu tahayyül edersin.
Âşığı saran bu duygunun, onun bu şekilde alt üst oluşunun bir baş
ka nedeni de, sevgilisini elde edebileceğini sandığı çeşitli yollarla şaşkı
na dönmesidir. Âşık, “sevgilime kavuşmak için şöyle şöyle yaparım ; şu
şekilde ya da bu şekilde hareket ederim ” der kendi kendine. Fakat, k ul
lanm ası gereken yol ne olursa olsun gene de şaşırıp kalm aktan geri
durmaz, çünkü duyu planında sevgilisiyle birlikle olm aktan elde edece
ği lezzetin, zevkin hayal planında ondan elde edeceği lezzet ve zevkten
daha büyük olacağını tahayyül eder. Bunun nedeni, uyku halinde iken
hayalinde hissettiği lezzetten duyduğu zevkten gâfil olan, dolayısıyla
ondan vazgeçen bu âşığın üzerine kesafet'in hakim olmasıdır. Bu durum
âşığa, hayal ile elde edeceği zevkten daha yoğun ve daha büyük bir
zevk verir, çünkü böyle elde edeceği kavuşma hayalen elde edeceği ka
vuşmadan daha kuvvetli olacaktır. Oysa ki hayalen kavuşma fizikî ka
vuşmadan yani duyular planındaki kavuşmadan daha ço k etkiler insa
nı. B öylece, mana olarak doğan lezzet ve zevk, hayalen kavuşm adan
doğacak zevkten daha yoğundur (kesiftir), işte o zaman, sevgilisiyle fi
zikî kavuşmasına im kân veren yollart bulma konusunda âşık şaşırıp ka
lır. Amacına ulaşmak için bir hile, bir yol bulm ak ümidiyle âşık, bu k o
nuda bilgi ve tecrübe sahibi olanlara konuyla ilgili sorular sorar; hele
bu konuda şairin aşağıdaki dizesini işitm işse!
•84*
 ŞIK LA R IN BAZI SIFATLARI
N Ü H Û L - ERİM E:
/V
şık ların sıfatlarından ilk anlatacağım , H icri 5 9 9 yılında, Kabe-i
*85*
İlâhi Aşk
•86*
 ş ı k l a r t ıı B a z ı S ı f a t l a r ı
güvenen kuluna daha fazlailgi gösterir. Allah o kulu için, kul işin bilin
cine varm aksızın, sebebleri yarattığı anda, o kulu sebeblerden kurtarır.
Böylece o kul bu serap içinde hayal ettiği sudan mahrum olunca, ya
nında sadece Allah'ın varlığım bulur. D em ek ki kul, yan sebeblerden
kurtulunca ve istediğini elde edemeden o yanıltıcı gerçeklerin kapıları
kapanınca, ancak o zaman Allah’a rücû etm ekte, O’na dönmektedir. So
n uçta, kul “herşeyin hüküm ranlığını, m elekutıınu elinde bulunduran Tan-
n ’y a" (K u ra n ,36/83) döner. İşte Allah tarafından, bu yolla, bu şekilde,
isten ilen am aç budur, k u llan (onlar K end isini sevm elerine rağm en)
Kendisine doğru zorla ya da kendi istekleriyle göndererek yapar bunu.
Aynı şekilde kullar, ruhlarının, Allah’ın kendilerine farz kıldığı yüküm
lülüklerle yüküm lü olduğunu bilirler; ayrıca ruhlarının bilerek Allah’ın
Em ri üzerine çalıştıklarına inanırlar. Bunu da Allah'a duydukları sev
giyle, m uhabbetle ve O ’ııuıı Rızasını kazanm ak arzusuyla, ve ü em retti
ği şekilde onların hareket ettiklerini görsün diye, yaptıklarına inanırlar.
G özlerinin önünden perde kalkınca ve kalb gözleri açılınca, kendi
nefislerini su şeklindeki serap gibi görürler; ayrıca Allah’ın hukukuyla,
yani kendilerine em rettiği yüküm lülüklerle, kaim olanın, sadece o fiil
lerin yaratıcısı olduğunu görürler. O yaraııcı ise Allah tır. Dolayısıyla,
yanılsamayla kendi varlıkları olarak hayal ettikleri varlığın Allah oldu
ğunu anlarlar. Böylece onların varlığı kaybolur, geriye sadece Hakk’ın
Varlığıyla m üşahede edilen Hak baki kalır, tıpkı su serabı da seraptan
fani olunca, geriye sadece su olmayan serabın müşahede edildiği gibi.
Sonuç olarak, ruh da kendi içinde bir “m evcu ı”tur ve “fail” değildir.
Böylece bilinm iş oldu ki. seven, sevilen varlıkla özdeş olm akta ve
sonuçta kendini sevm iş olmaktadır. Bu iş böyle olur, başka türlü olmaz.
İşte âşık ların ru h ların d a bundan daha la tif b ir “milin/” olam az.
Âşıkların kesif yönleriyle ilgili olan “ııü/m/”a gelince. Sevgililerinin ken
dilerine yüklediği şeyleri yerine getirm e konusunda kendilerini kuşa
tan düşünce dalgalarının etkisi altında renklerinin değişmesi ve beden
lerindeki etlerin erimesidir. Bu nedenle âşıklar, ahitlerine, antlaşm aları
na vefalı davrananlar olarak nitelenm eleri için kendilerine yüklenen bu
yüküm lülükleri severek ve büyük bir gayretle yerine getirirler. Çünkü
Allah’a bu konuda alıit vermişlerdir. Allah’a ve O ’nun Elçisine iman et
me, inanm a konusunda o antlaşm a üzerine bağlı kalırlar. Dolayısıyla
Allah'ın şu sözüne kulak verirler: "Ey iman edenler! Yaptığınız akitleri yeri
•87-
İ lâ hi Aşk
ne getirin.” (K ur’an, 5/1); “B ana verdiğiniz sözü tutun ki, Ben d e size verdi
ğim sözü tutayım.” (K ur’an, 2/40); Anlaşmayı bozmayınız, çünkü siz Al
lah’ı kendinize “kefil" yaptınız.
İşte, âşıkların cisim lerinin erim esine neden olan durumlar bunlardır.
Z Ü B Û L - HARAP OLMA:
Bu nitelik sahih bir niteliktir; âşıkların hem ruhlarını hem de vü
cutlarını derinden etkiler.
V ücutlarını etkilem esinin nedeni, yağ ve su içeren, leziz ve iştah
açıcı yem ekleri terketm eleridir. Oysa bu yem ekler (nefislere) ruhlara
bir tat, vücutlara da sağlık ve güzellik verir.
Allah onlardan razı olsun bu âşıklar. Sevgilinin, kendilerine, Huzu
runda durm alarını, kıyam etm elerini, öteki insanlar uykuya dalm ışken,
O 'nun tecelli ettiği sırada, O ’rıa m ünacatıa bulunm alarını em rettiğini
bilirler.
âşıklar, vücutlarında meydana gelen rutubetlerin duygularını k örel
terek ve bulandırarak beyinlerine kadar yükselen buharlar çıkardığını
görürler. Halvet içinde O’na m ıınacaııa bulunm ak için uyanık bir halde
Sevgili’ııin huzurunda durm alarını engelleyecek derecede, üzerlerine
uyku çöker. Sonra, bu buharlar onların bedenlerinde bir güç b ir kuvvet
ortaya çıkarır ki, bu kuvvet bütün organlarına yayılır ve sevgililerinin,
kendilerine tasarrufunu yasakladığı fuzuli işlerde bulunm aları için on?
ları kışkırtır. Bunun üzerine onlarda birinci derecede ihtiyaç olmayan
yiyecek ve içecekleri terkederler. Bu nedenle, vücutlarında meydana ge
len rutubet, dedim ya yavaş yavaş azalır. Böylece sağlıkları ve güzellik
leri yok olur; yüzlerindeki parlaklık gider, bedenlerindeki uygunluk
kaybolur; boyları posları biçim sizleşir. Uykuları dağılır; uyanıklıkları
güçlenir, yoğunlaşır, artar. D olayısıyla Sevgili’nin huzurunda kıyamda
durm ak olan am açlarına ulaşırlar. Bu zühdle, yani terkettikleri şeyle,
am açlarına ulaşmak için gerekli yardımı bulm uş olurlar. İşte vücutları
nın “zübul”ü, yani harap olm ası bu demektir.
Ruhlarının “zülnı!”üne, yani harap olm asına gelince; bunun sebebi,
onların sahip oldukları ilim lerin ve m arifetlerin verdiği birçok nim etler
ve büyük m utluluktur. G erçekten de bu âşıkların ruhları yardımlaşma
hususunda kendi cinsleriyle bir d ostluk, bir içten lik kursu nlar diye,
“m ele-i a’la”daki varlıkların ruhlarıyla sıkı bir ilişki içindedir. Çünkü
•8 8 *
Âşıkların Bazı Sıfatları
•8 9 •
İ l âhi Aşk
Böyle bir şey ancak vehim de bir varlık kazanabilir. İşte âşıkları ruh
larında belirginleştiren “zûbul” sıfatı böyledir.
Keşf yoluyla teyit edilm iş bir haberde bize aktarıldığına göre, İsrafil
aleyhisselâm, yani en yüce ruhlardan biri olan ölüm m eleği, kalbi üze
rine Allah’ın büyüklüğünün, azam etinin inip çökm esiyle her gün kendi
nefsinde yetm iş kere daha küçük olmaktaydı ve halta boyutsuz bir hale
geliyordu. Tıpkı Kıyam et G ünü’nde Allah'ın kullarına üstün oldukları
nı gösterm ek am acıyla kibirlenenlerin Kıyamet G ünü’nde alçalm ış ve
horlanm ış zerreler, k üçücü k parçacıklar olarak lıaşrolunacakları gibi.
Çünkü onlar dünyadayken büyüklük taslamışlar, kibirlenm işler, şişkin
lik etmişlerdi.
İşte bu sıfat onların ruh ve bedenlerindeki “zühü!’’dıır.
G Â R Â M - HELÂK OLMA:
Daimi bir sevgiyle ortaya çıkan, Sevgilide helâk olm ayı istem e hali
dir bu. Yüce Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurm aktadır: “Ger
çekte» de Cehennem azabı daim i bir helaktir" (K u r’aıı, 25/65); yani sevgili
nin varlığına devamlı bağlanmakla ortaya çıkan bir helâk olma duru
mudur. “Cârim" terimi de aynı köklendir. Kendisine bir şey borçlu olu
nan anlamındadır. Bu nedenle “gâıim ” yani “borçlu ” diye-adlandırılır.
Bu sözcüğün harflerinin (G -R -M ) yerleri değiştirilirse “ragam ” (R -G -M )
sözcüğü elde edilir. Bunun anlam ı toprağa yapışmak, iğrenm ek, tiksin
m ek, karşı koymak, küçük düşürm ektir; toprak yığını demektir. Ö rne
ğin, “Burnu büyüdü!" (Ragim e enfulıu) denir, çünkü yüzün güç ve kuv
vet ifade eden dış kısm ı burundur. Bununla “ragâm ” terim i arasında,
namazda bir ilgi kurulm uştur, çünkü namazda secde haline varınca bu
run toprağa yapışmaktadır. Böyle olunca, yani aşkın helâk etm esi anla
mına gelen “garam ” terim in in , “ragam" terim iyle de ilgisi kurulunca,
“mugrern ”in, yani aşkla helâk olm uş varlığın, zillete, alçalışa düçar oldu
ğu da gösterilir. Çünkü toprak zelillerin zelilidir, işte bu nedenle, zelil
varlıklar tarafından çiğnendiğinden dolayı toprak, belagatta mübalağa
sıigasıyla “zelûl" diye nitelendirilir.
“Hubb”; asıl sevgi, sevenlerin kalbinde olan bir şeydir; “şevk" ise;
müştak olanların, aşırı bir arzuyla sevenlerin kalbindedir; uykusuzluk,
aşkından dolayı geceleri gözüne uyku girmeyenlerdedir. Aşkın öteki sı
fatları da böyledir. Kimde o sıfat varsa, o sıfatla nitelenir. Aşkın bütün
bu sıfatlarına sahip olan kişiye, yani o âşığa “mugrem”. o aşığın sıfatına
•90-
Âşıkların Bazı Sıfatları
da “ganim " denir. Dolayısıyla bu öyle bir isim dir ki, âşığı etkisi akına
alan aşkın bütün sıfatlarına uygun düşer. Seveni, âşığı, “gârâm ” sıfatın
dan daha genişçe kuşatan bir başka sıfat daha yoktur.
ŞEV K:
Şevk, özellikle sevenle sevgili bir ve aynı oldukları zaman, sevgiliy
le kavuşm aya götüren ruhani bir harekettir. Aynı zamanda sevgiliyle
kavuşmaya götüren tabii, cism ani ve hissi bir harekettir de. Eger âşık
öyle bir varlığa (yani hangi sevgili olursa olsun) kavuşursa, o hareke
tinde b ir huzur ve sükun bulur; bununla birlikte, sevgiliyle kavuşmuş
olm asına rağmen o hareket kendisini hayrete düşürür. Sevgilisiyle fiilen
kavuşmuş olm asına rağmen, şaşkınlığı artar ve kendisini bir korku sa
rar. Bu korku , sevgilisinden ayrılma korkusudur, dolayısıyla vuslatın, o
kavuşma halinin sürm esini ister ve yeniden vuslata işk'ıyak duyar. Şevk
konusunda biri şu dizeleri söylem işti:
“Aşktan ve korkudan evler evlere yaklaşınca,
Bir günlük şevkten daha tatlı ne var acaba?"
Bir başkası da yukarıda zikrettiğim iz vuslat halindeki korku hak
kında şunları söylem iştir:
“Aşktan ağlıyorum onlara, benden uzaklaşırlarsa,
Korkuyorum ayrılacaklar diye ban a yaklaşırlarsa."
Bu durum , O ’ndan başka birini sev enin cezasıdır, çünkü o şahıs
sevgisini O ’nun dışında olan birine yöneltm iştir. Eğer o şahıs gerçek
anlamda Allah’ı sevmiş olsaydı, durumu h iç de böyle olmazdı. Allah’ı
sev en , a y rılık k o rk u su duym az, çü n k ü O ’na b a ğ la n m ıştır sım sık ı.
O ’ndan nasıl ayrılabilir ki? Allah'ı seven, Allah’ın kabzasında, avucun
dadır; O ’ndan kesinlikle ayrılam az. Ayrıca sevgilisi, âşığı her an gör
mekledir. G erçekten de “O, ona şahdam arm dan daha yakındır.” (K u ran .
50/16). “Atüıı am m a sen atmadın, fa k a t Allah attı." (K u ra n , 8/17).
Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bana bir karış y a k la
şana, Ben bir kulaç yaklaşırım . Eğer kulum Bana yürüyerek gelirse, Ben ona
koşarak giderim .” İşte bunun için ey kardeşim ! seni Allah için sevenle,
kendi nefsi için sevenin kıym etini takdir etm en gerekir, çünkü Yüce
•91*
İlâhi Aşk
Hakk, âlemden müstağni olm asına rağmen, kulu O ’nu sevince kuluna
kavuşmak için ona koşarak gitm ektedir. Kulunu, Kendine öylesine yak
laştırm aktadır ki kul O’nun m eclisine girm ektedir ve o kulu, m eclisin
deki seçkin varlıklar arasına sokm aktadır. Öyleyse, seni birisi sevdiği
zaman bu sıfata en layık sensin dem ektir, çünkü seni seven sana kendi
sine efendilik etme hakkını verm ekte ve kendi nefsini senin tahakkü
m üne, egem enliğine bırakm aktadır.
Öyleyse, eğer sen de akıllıysan sevginin kıymetini, aşkın gücünü, se
ni seven varlığın değerini bilm en gerekir; ayrıca ona kavuşmak için, Al
lah’ın ahlâkıyla alılâklanarak, gayret göstermen ve acele etm en gerekir61.
Çünkü O, o sevgiyle yarattı seni; o sevginin bir dengi, bir benzeri kesin
likle yoktur, ebediyen de olamaz. Çünkü O’nun yaptığı her şey sevgiyle
dir, sevgidendir, İlk önce de onunla başlamıştır işe; dolayısıyla her şey o
sevginin bir sonucudur; ta ilk baştan beri, seni o sevgiyle sevmektedir.
H IY A M - ÇILGINLIK:
Bu aşka tutulanlar çılgınca âşık olurlar; ne söyleyeceklerini ne yapa
caklarını bilemez duruma gelirler; kendilerine dilediği gibi bir yön vere
mezler, bir karara varamazlar. Bu sıfatı Allah’a âşık olanlara yakıştırm ak
daha uygundur. Yaratıklardan birini sevenin haline gelince; Bu âşık, çıl
gın gibi, deli gibi şuıda burda dolaşmaya başlayınca, kendini bir telaş
kaplar ve sevgilisine kavuşmaktan umudunu keser. Oysa ki Allah’a âşık
olan m utlaka O’na kavuşacağından emindir, şuraya buraya yönelerek
telaşa kapılmaz, çünkü bilir ki Allah zamanla ya da m ekânla kayıtlı de
ğildir ki bu yüzden oraya buraya yönelsin. Hakk’ın hakikati O ’nun kayıt
altına alınm asını engeller. Bunun için Allah şöyle buyurm aktadır: “Ne
reye dönerseniz dönünüz Allah'ın yüzü oradadır." (Kur’an, 2/115), “Nerede
olursanız olunuz, Allah sizinle beraberdir.” (Kur’an, 57/4)
Bu aşka yakalan anın aşk ı her yerde ve her durum dadır, çü n kü
onun sevgilisi Hakk’tır, dolayısıyla Hakk’a belli bir yöne yönelerek ulaş
maz, aksine hangi yöne yönelirse yönelsin, hangi durumda olursa ol
sun, Hakk kendisine tecelli eder. Bu durumdaki varlıklar, yani Hakk
âşıkları, yaratıklara âşık olanlardan daha çok layıktır bu sıfata, yani “lu-
y aın ” sıfatıyla, çılgına döndüren aşkla sıfaılandırılmaya.
H akk âşıkları nezd inde, m üşahed e edilen y alnızca A llah’tır. Her
gözden görülen, her dilden konuşulan, her kulaktan duyulan sadece
O’dur. Arifler O ’nu böyle bilirler. O da âşıklara bu hakikatle tecelli eder.
*9 2 -
Âşıkların Bazı S ıfatları
•93*
İlâhi Aşk
K E M E D - SEVDA:
Bu, kalbin en şiddetli hüznüdür. Bunda gözyaşı olm az, an cak bu
sevdaya tutulan biri çok ah ve o f çeker, inler durur, daima iç çeker. Bu
öyle bir hüzündür ki âşık onu kendinde bulur; ne yoksun kalabilir ne
vazgeçebilir bundan, fakat bir türlü sebebini de bilem ez. Bu, âşıkların
bir sıfatıdır ki hassaten sevgiden başka bir sebebi yoktur bunun. Bunun
biricik ilacı da sevgiliye kavuşmaktır. Aşık, Sevgilisiyle öylesine meşgul
dür ki kendisini saran bu aşk nedeniyle her tür duyguya karşı duygusuz
kalır, bu sevda âşığı yok eder, eritir, bitirir. Eğer sevgiliyle kavuşma biz
zat gerçekleşm ezse, ve eğer sevgili âşığa em irler yağdıran bir sevgiliyse,
âşık, sevgilinin em irlerini yerine getirm ekle meşgul olacaktır sadece.
Böylece o em irleri yerine getirirken hüznünden, sevdasından ferahlaya
caktır. Çoğunlukla, sevgiliyle seven arasında, seveni sevgilisiyle uğraştı
racak, meşgul edecek bir şey olm azsa, hüzün olur. Seven için, ancak
sevgiliyle meşgul olunca yok olan sevdadan başka bir sıfat yoktur.
G erçekten de aşkın sıfatları pek çoktur. Birkaçım burada sayalım:
Esef, özlem , hayret, şaşkınlık, dehşet, kıskançlık, hırs, hastalık, heye
can, sessizlik, hareketsizlik, ağlama, acı çekm e, uyuyamama, devamlı
uyanık kalma ve de ayrıca âşıkların şiirlerinde dile getirdikleri daha ni
ce nice sıfatlar...
Biz bu bölüm de, özellikle ve m ünhasıran, Allah’ın kullarına duydu
ğu sevgi ile, kulların Allah’a duyduğu sevgiyi ele alıp incelem eye çalış
tık. Noksan sıfatlardan m ünezzeh olan Tanrı sevdiği kullarını belirtm iş
tir. O nlardaki belli sıfatlardan dolayı sevm iştir onları. Buna k arşılık,
kendilerindeki bazı sıfatlardan dolayı, kim ilerinden de sevgisini uzak
laştırm ışım Allah bunları Kendi Kitabında zikretmiştir. Ayrıca, selât ve
selâm üzerine olsun Hz. Peygamberin dilinden de bunların kim ler ol
dukları ifade edilmiştir.
Yüsoııüçımcü cüz burada bitti; S efer ayının onbeşinci günü.
. 94 .
K U R 'A N 'D A Â ŞIK LA R IN VASIFLARI
A L L A H R E S U L Ü 'N E B A Ğ L A N M A :
•95*
İ l â h i Aşk
oluyorsa, peki kul farzları yerine getirm ekle, Taıırı’nın kula duyduğu
sevgi ne olur? Buna verilecek cevap şudur: Hakk bu seçkin kulun ira
desiyle murad eder; bu sevgiye, bu bağlanmaya özgü olan ilk ve asıl ira
deyle, yani Allah’ın dilem esiyle (nıeşie) tam bir m utabakat içerisinde, o
kula bu âlemde hükm etm e im kânını verir. Böylece Allah, o kulu, o sev
giyle muvaffak kılar. Dolayısıyla bu sevgi, yukarıda belirtilen birinci çe
şitte yer alm ış olur, ki bu anlam Tanrı’mn şu sözünde ifadesini bulm ak
tadır: “Allah d ilem edikçe siz hiçbir şey dileyem ezsin iz." (K u r’an, 76/30),
“Âlemlerin Rabbi A llah dilem edikçe, siz hiçbir şey dileyem ezsiniz." (K u r’an,
81/29). Hakk Teâlâ K u r’an ’da zikrettiği sıfatlar nedeniyle, o sıfatları
üzerinde uygulayan kullarını sever. Bu sıfatlar ise, ancak Hz. Peygam
bere bağlanmakla elde edilir.
Dem ek ki Allah’ın R esu lü , sclât ve selâm onun üzerine o lsu n , bu yo
lu sünnetleştirm iştir. Bunu da Allah’a bağlanm akla yapm ıştır, çünkü
“O hevadan konuşm az; onun konuştuğu kendisine vahyedilen vahiyden b aşk a
b ir şey değildir." (K u r’an, 53/3-4). Allah Resulü, hem Allah’a hem de b i
ze bağlı olarak hareket eder, fakat Allah, kim ilerin in sandığı gibi, fi
ilin , hem Kendisi için hem de bizim için olm asını kabul etm ez. Bu
bağlamda Hz. Peygam ber şöyle buyurm aktadır: A llah sad ece ban a ve
size ne y ap a ca k, nasıl dav ran acak bilmiyorum. Ben ban a vahyolunana b a ğ la
nıyorum. Ben sadece açık bir uyarıcıyım." Bununla ilgili olarak, Allah da
şö yle bu yu ruyor: “Resulün ü zerin e sa d ece du yu rm ak, b ild irm ek düşer.”
(K u r’an, 5/99).
Allah Resulü’ne bağlanm ak demek, onun bize söylediği şeyleri yeri
ne getirm ek demektir. Bu nedenle, eğer Allah Resulü “yaptığım şeylerde
bana uyunuz” demişse m adem , biz ona uyduk; öyle dem em iş olsaydı b i
le bize düşen onun söylediği şeylere uymaktır. Dolayısıyla, buradan b i
zim için çıkarılacak sonuç, bize emrettiği ve yasakladığı şeylerde ona
uymamız gerektiğidir. O nun bize çizdiği sınırlarda durm ak dem ek, fiil
lerinde ve ahlâkınd a ona uym ak dem ektir. Bu tu tu m , “k era m e t" ve
“ayet" diye isim lendirilir, yani bu tutum, bağlanm anın hakikiliğine ve
doğruluğuna dair gerçek bir kanıttır.
Peygamberler de aynı şekilde İlâhî em irlere bağlıdırlar. Hz. Peygam
ber, selât ve selâm üzerine olsun, bu konuda şöyle buyuruyor: “Ben ancak
bana vahyedilene tabi oluyorum ." Böylece, İlâhî em irlere tabi olm ası sonu
cu ortaya çıkan ve onun üzerinde gözüken, Allah'ın işine, fiiline bag-
•96*
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları
lanma olayı bir “ayet”, bir m ucize, bir işaret, bir örnek olmaktadır. Eğer
biz de onun gibi onlara tabi olursak, onlara bağlanırsak, bizim için de
bir “keram et” olmaktadır. Fakat bu fiil, bu eylem him m et ve teveccühle
olm alıdır; insan kendi nefsini sevme, ona tabi olma durumuna düşm e
melidir... O zaman Allah’ın iradesi dışında başka bir sebebi olmayan ve
ancak o şekilde olm ası gereken olağanüstü haller kulda görülür. Bu fiil
zahiri bir sebebten dolayı zuhur edecek olursa, kul bu mucizevi hal içi
ne giremez. Ö rneğin, zahiri bir sebeble kuşların uçması misali. Haki-
katte kuşları havada tutan Allah'tan başkası değildir62. Bu şu anlam a
geliyor: Kuşların havada durabilm eleri ve uçabilm eleri için gerekli se-
bebleri Allah yaratmaktadır. Buna k arşılık, eğer insan, olağan durum
dışında havaya çıkar ve alışılagelen zahiri sebeble değil de yalnızca ken
di iradesiyle havada yürürse, bu fiili, Allah’ın Kendi İradesiyle eşyayı
yaratm asındaki fiiline benzer. İşte T an n ’nın yaratma fiiliyle, eşyanın se-
beblere bağlı olarak vuku bulm ası arasındaki bütün fark burada yat
maktadır.
Bunun özelliği Tanrı’ya ittiba etm ekle, O ’na bağlanmakla gerçekleş-
mesindedir. Bu çerçevede Kendisine ittiba edilecek varlık yalnızca Al
lah’tır. Kendi İradesiyle yarattığı fiilinde ittiba edilecek varlık da gene
Allah’tır. Her şey A llah’ın yardımıyla ve dilem esiyledir. “O'ııdan b aşka
Tanrı yoktur; O Azizdir; O hikmet sahibidir.” (K u r’an, 3/6”.
T Ö V B E E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Sübhan Tanrı’nın tövbe edenlere duyduğu sevgi de, onların Allah’a
ve R esu lü ne bağlanmalarıyla ilgilidir. “Tevvclb” Allah’ın bir sıfatıdır. Ay
nı zam anda Allah’ın “esmcül/-/ıüsııd”sından, yani güzel isim lerinden b iri
dir. Allah bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurm aktadır; “G erçeklen de
Allah, o “tevvab"tır.” (Kur’an, 9/104) yani tövbeleri en çok kabul edendir.
“Allah tövbe edenleri sever” (Kur’an, 2/222). Dem ek ki, Allah sadece Ken
di ism ini ve sıfatını sevmekledir. Kul bu isim ve bu sıfatla isim lenir ve
sıfatlanırsa kulunu da sevmektedir. Fakat kul, ancak H akk’ın kendisine
bu sıfatı verdiği ölçüde bu sıfatla sıfatlanır. Bunun nedeni de şudur:
Kul, kendisini Allah’tan uzaklaştıran günah, isyan, itaatsizlik ve başkal
dırı gibi k ınan acak her tıırlü hal içind eyken bile Yüce Tanrı kuluna
doğru döner. Kul, kendi hem cinslerinden biri kendisine bir kötülük,
bir haksızlık yaptığında, bu kötülüğe karşı iyilikle karşılık verir ve ona
•97*
İ lâ hi Aşk
kötülükle mukabelede bulunm aya kalkışm azsa, yani işte bu şekilde Al
lah’a dönerse, bu kul “tevvab” diye adlandırılır. Her an ve her durumda
Allah’ın kendisiyle beraber olduğunu bilm eyen kişinin, yalnızca Allah’a
dönm esi doğru olacaktır. Bu nedenle O , “Allah’a bu şekilde d önerse
niz” derken, tıpkı K u ran d a: “N erede olursanız olunuz, Allah sizinle b era
berdir.'’ (K ur’an, 57/), “And olsun ki insanı biz yarattık, dolayısıyla nefsinin
on a ne vesvese verdiğini biliriz, çünkü biz ona onun şahdam arından d ah a y a k ı
nız." (K ur’an, 50/6) dediği gibi, her an ve her durumda Allah’ın kendi
leriyle beraber olduğundan gâfil olan kişilere hitap etm iştir sadece.
Eğer sen Allah’a, hesap sorulacağı idrakiyle dönersen, gerçekte, bu
dönüş senin içinde bulunduğun durum dan, içinde bulunm adığın başka
bir duruma dönüştür. Bütün durum lar Allah’ın E lin d e olduğu için , dö
nüş de bu şekilde Allah’a izafe edilir. D em ek ki, gerççkten Allah’a dö
nen kişi, m uhalefetten muvafakata, ma’siyeııen itaata dönm üş olm akta
dır. İşte, Allah’ın tövbe edenlere duyduğu sevginin anlam ı budur.
Sana karşı kötü davranışta bulunanları affedersen, Allah da, K endi
sine karşı yaptığın kötü davranışlardan dolayı seni affeder. Böylece sana
doğru ihsanla, iyilikle döner. İşte, bu şekilde, işlerin hakikatini bilir
sen... Allah'ın kullarına yaptığı hitabın anlam ını anlarsan..., derecelerin
ve m ertebelerin arasındaki farkı görürsen..., o zaman Allah’ı hakkıyla
tanıyan ve O ’nıın Kelamını anlayan bilginlerden biri olursun.
Tövbe edenlere Allah’ın duyduğu sevgi, kadınların adet gördükleri
sırada çektikleri eziyet ve sıkıntının söz konusu edildiği ayetin sonun
da dile getirilm ektedir: "Sana adet görm e hakkında soruyorlar, De ki: O bir
eziyettir. Adet halinde kadınlardan çekilin, temizleninceye ka d ar temas ku rm a
yın. Temizlendikleri zaman, A llah’ın emrettiği yerden varabilirsiniz. Allah töv
be edenleri ve tenıizlenenleri sever” (K u r’an, 2/22).
Hz. Peygamber’de, selât ve selâm üzerine olsun, bir hadisinde şöyle bu
yurmaktadır: “Hiç kuşkusuz Allah, insanları baştan çıkarmış ve fa k a t sonra
çok pişman olmuş ve tövbe etmiş olanları sever", yani kötü işleri deneyen ve
kendisine kötülük yaptığı kim selerle Allah’ın kendisini denem esini iste
yen kişi söz konusu edilm ektedir burada. Onların kötülükleri karşısın
da, onlara iyilik ve güzellikle davranacaktır, çünkü artık “tövbe etm iş”
birisidir. Ancak, Allah kullarını böyle itaatsizliklerle denemez. Yaratma
açısından fiil olarak (bütün fiiller Allah’ın yaratması olsa da) Allah’a
böyle bir şey izafe etm ekten sakınalım ! O fiiller, Allah’ın fiillere o şekil
•98*
Kur'atı'da  ş ı k l a r ı n V asıfları
T E M İZ L E N E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah'ın tem izlenenlere duyduğu sevgi de gene onların Allah’a ve
Resulü’ne bağlanm alarıyla ilgilidir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Al
lah tem izleyenleri s e v e r . (K u r’an, 2/222). Tem izlik (talh ir), bir “takdis"
ve “tenzih” sıfatıdır. Bu sıfat Allah’ın sıfatıdır.
Kulun tem izliğine gelince; bu, kulun, içinde bulunm ası kendisine
layık olmayan her türlü kusurdan kendisini çekip kurtarmasıdır, çünkü
bir başkasına bu durum övülecek bir durum gibi gözükse bile, kendisi
için, şer’an, bu durum kınanılacak bir durumdur. Kibir, zorbalık, övün
m e, kendini beğenm e ve gurur gibi olum suz sıfatlardan kul kendini
arındırırsa, Allahu Teâlâ onu sever. Bu tem izleyişlerden bazıları kaibler
üzerindeki İlâhî damga nedeniyle kalbe bir anda giremez. Allah şöyle
buyuruyor: “... işte Allah her kibirlinin, h er zorbanın kalbini böyle mühür
ler.” (K u r’an, 40/35). D em ek ki Allah, insanlardan m üstehak olanlara,
zahiren, büyüklük ve zorbalığı gösteriyor ki, ister büyüklük iddiasında
bulunm ası ve ister kendisini öyle sanm ası, ya da kalbinde bu büyüklük
ve bu zorbalıktan m a’s um olm asına rağmen kibir içinde bulunm ası ne
deniyle bunlara m üstehak olsun. Çünkü yaratıkların bütünü karşısında
kendi acizliğini, zilletini ve yoksulluğunu bilir bu kul. Ö rneğin, kendi
sine acı veren, pire ısırm ası, büyük ya da küçük abdestini yaparken
çektiği sıkıntıd an kurtulm ak istem esi, açlık duygusunun doğurduğu
acıyı giderm ek için bir ekm ek parçasına m uhtaç olm ası gibi... Peki, her
gün ve h er gece bu durumda olan birinin, kalbinde büyüklük ve zorba
lık fikri olm ası nasıl olur da doğru olur? işte, onun kalbi üzerine Al
lah’ın koyduğu m ühür bu şekildedir. Bu nedenle onun kalbine hiçbir
şey giremez.
Bu iki eğilim in onun dış varlığında tezahür etm esi konusuna gelin
ce, o bundan pek zarar görm ez, fakat Allah onun için bazı durumlar
yaratır ki o, bu durumlarda o sıfatlarla gözükür ve bu yüzden kınan
maz. Bununla birlikte bazı durumlarda da onun kınanabileceği durum
lar yaratır Allah. İşte kim kendi zatını, üzerinde böyle uygunsuz sdatlar
gözükm eyecek şekilde arındırırsa o kişi tem izlenm iş dem ektir. Allah o
kulu sever. N itekim , tam tersine Allah, sevgisini, her gururlu ve kibirli
. 99.
İlâhi Aşk
•ıoo*
Kur'an'd a  şıkla rın Vasıfları
S A B R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
A llah’ın sabred enlere duyduğu sevgi de gene on ların A llah ’a ve
O ’nun E lçisi’ne bağlanm alarıyla ilgilidir. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
“A llah sabreden leri sever." (K u r’an, 3/146). O nlar bu şek ild e A llah’ın
kendilerini sınadığı kişilerdir. Bu nedenle, kendilerine bu belayı, bu im
tihanı gönderen Allah’tan başkasına yalvarmak gibi bir hataya düşm edi
ler. Sadece O ’na yalvarıp yakardılar.
Allah yolunda savaşırken başlarına bir bela, bir felaket geldiğinde
asla gevşemezler. Savaşırken zayıflık, cesaretsizlik gösterm ezler, çünkü
on lar savaşı O ’nunla birlikte sürdürürler, bu durum kend ilerine zor
gelse bile, böyle olm ası gerekir, aksi takdirde, kendilerine zorluk olm a
saydı, o zaman sınav diye b ir şey olmazdı. O belanın ortadan kaldırıl
ması için Allah’tan başkasına güvenmezler, bel bağlamazlar. O belanın
sona erm esi için sadece Allah’a sığınırlar. Tıpkı Salih peygamberin de
diği gibi: “Bu dert ban a dokundu. Sen m erham et edenlerin en m erham etlisi-
sin." (K ur’an, 21/83) Böylece felaket anında başkasına değil, sadece Al
lah'a açtı derdini ve bu im tihan karşısında Allah’a hamd ve sena etti. Bu
nedenle, “A llah onu sabreden biri olara k buldu. O ne güzel bir kuldur. O d e
vamlı ve çokça tövbe eden biridir” (Kur'an, 38/44). Şikayet etm esine rağ
men durum böyledir.
•ıoı»
İlâhi Aşk
•1 0 2 *
Kur'ait'du  ş ı k l a r ı n V a s ı f l a r ı
Ş Ü K R E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah’ın şııkredenlere duyduğu sevgi de gene onların O’na ve O ’nun
Elçisi’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Allah Kitabında Kendini “şûkredenleri
seven biri" olarak vasfetmişıir. Şükür, O ’nun bir nimetidir, bir sıfatıdır,
çü n k ü “A llah şilkred en lerin ecrin i v erir ve h er şey i bilendir." (K u r’an,
2/158). Bu nedenle Allah Kendisinin sahip olduğu sıfatları kulunun
üzerinde de görmeyi sever.
Şükür, an cak nim et üzerindeyken olur, yoksa bu konudaki gerçek
leri bilm eyen bazı insanların ileri sü rd ükleri gibi bela üzerindeyken
değil. Ç ünkü Allahu Teâlâ nim etini eza için e, cezasını da nim eti içine
gizlemiştir. D olayısıyla bu hakikatleri, yani bu durum ları bilm eyen biri
için, bu konu lar biraz karm aşık konulardır. Bu nedenle, o tür insanlar
bela üzerindeyken şükrettiğini sanır, oysa bu doğru değildir. Bu durum
tıpkı tik sin ti veren bir ilacı içm ek gibi bir şeydir, ki kuşkusuz bela
cüm lesindendir bu. Fakat aslında bu, bundan dolayı ölen, helâk olan
biri için tam anlam ıyla bir beladır. Aynı zamanda bu bir hastalıktır da.
H astalık ned en iy le o ilacı kullanm ıştır. Bundan doğan elem , acı ise
ken d isin in istediği ilacın düşm anıdır. Böyle olm akla b irlik te, vücut
böyle b ir belaya maruz kalırsa, vücuttaki bu acıyı giderecek olan şeyi
içm ek gerekir. İşte o zaman o ilaçtır. V ücul o ilacı içerken dksinecek-
tir, fakat hasta olan insan, bu tiksintinin, bu acılığın içinde, ondan do
ğacak bir n im etin gizli olduğunu, yani hastalığını giderecek şeyin, şifa
nın o nıın içinde bulunduğunu bilir. Böylece, o acının, o tiksinti veren
şeyin içine b ir nim et yerleştirdiği için A llah’a şükreder. Tiksinti verse
de o ilacı kullanm aya sabırla devam eder. Ç ünkü hastalığın sona erm e
si için , ilacın içinde o acın ın olm ası gerektiğini bilir. Dolayısıyla vücu
dunu rahata erdirm ek için , o acı ilacı bir an önce almaya bakar. Bu ha
kikati iyi düşün!
İşte bu nedenle, o durumda bulunan kişi bundan dolayı şükreder
yoksa belaya maruz kaldığı için değil. T iksin ilecek bir şeyin içine gizli
bir nim eti yerleştirdiği için Tanrıya şükrederse, Tanrı ona bir başka n i
m et daha verir ki o da sağlık ve afiyettir, hastalığının sona ermesidir,
tiksinti veren ilacı içme konusunda onu sabırlı ve kararlı kılmasıdır. Bu
nedenle, Allah şöyle buyuruyor: “And olsun ki eğer şükrederseniz, size ni
metimi artırırım ; (yani sağlık ve afiyet nimetini verir) y o k eğer nankörlük ed er
sen iz hiç kuşkusuz azabım çetindir." (K u r’an, 14/7).
•103*
İlâhi Aşk
Aynı şekilde bir insan Hakk Teâlâ’ya eza vermeye kalkışırsa, biz de
bu eza verenin, o eziyetini ortadan kaldırm ak için ona eza vermeye uğ
raşırız. H ak k a bu şekilde eza verme işinden vazgeçirinceye kadar onu
engelleriz. Eğer biz, Hakk’a eziyet veren bu kişiye, onu öldürerek ya da
benzeri bir yolla eza veriyorsak, bunu Hakk Teâlâ için yapmış oluruz,
tıpkı tiksinti veren ilacı içm ek istem eyen hastaya derhal o ilacı içirm ek
gibidir bu. İlacın acısı geçer geçm ez, hasta ondaki nim eti görecektir.
B ü tü n b u n ları şu n u n iç in sö y lü y o ru z: Yani h er şey O 'n u n F i-
ili’nden, O ’nuıı Kazası’ndan ve Kaderi'nden ileri gelmektedir.
Allah, Davud aleyhisselâm ’dan Kendisi için bir ev, yani kutsal bir
tapınak yapm asını istem işti. F akat Davud tapınağı yaptığı her defasın
da tapınak yıkılıyordu. Bunun üzerine Rabb’i ona b ir vahiy gönd ere
rek şöyle dedi: “Bu tapınak senin elinle yü kselm eyecek, çünkü sen kan a k ıt
tın." Bunun üzerine Davud şöyle dedi: “Ey Rabb'im, bu işi sad ece Senin
için yaptım ." Allah da ona “Doğru söyledin. Bu işi Benim yolum da. Benim
için yaptın. Evet, ama onlar da benim kullarım değiller mi? Bu tapınak an ca k
kan akıtm akclan u zak ve tem iz olan birinin eliyle yükselecektir." O zam an
Davud şöyle dedi: “Ey R abb’im, öyleyse benim çocuklarım dan biri olsun!"
A llah da ona şöyle vahyetti: “Evet bu tap m a k senin oğlun S ü ley m an ’ın
eliyle yükselecektir." N itekim daha sonra, Süleym an aleyhisselâm , yük
seltm iştir o tapınağı.
İşte eğer anladıysan, sana anlattığım konunun özü budur. Böylece
sen artık bu işin nasıl olduğunu bütünüyle biliyorsun, İlâhi Emr, yani
Tanrı’nın işi böyledir: Yapan o değildir, fakat O ’dur. Eğer O ’nu böyle ta
nım azsan, tam anlamıyla O ’nu tanım am ışsın demektir. “Attın am m a sen
atmadın, fa k a t Allah attı" (K ur’an, 8/17) 64. İşte yapan o değildir, fakat
O ’dur derken, demek istediğim iz budur. Hakikatleri olduğu gibi gör
m eyenlerin akılları bu noktada çıkm aza girer.
Cenabı Hakk’a yapılan bu ezayı kul ortadan kaldırırsa, Allah bunun
için o kula teşekkür eder. Bu ezayı ortadan kaldırma işinde, yukarıda
sözü edilen, ilacı kullanm adaki etkinin aynısı vardır. Şükür, şükredilen
şeyin artırılm asını gerektirir. Dolayısıyla Sııbhan Tanrı kullarına göster
diği bu teşekkür tutumuyla kullarından Kendine daha çok şükretm ele
rini ve şü kü rlerini am ellerinde de yansıtm alarını ister. Bu bağlam da,
Hz. Peygamber aleyhisselâm Hz. Ayşe’ye hitaben “Rcıbb'ime şükreden bir
kul olmayayım mı?" demişti. Dolayısıyla, Allah’ın kendisine gösterdiği bu
•104*
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları
teşekkür tutum una karşı O ’na şükretm ek için , ibadetini daha da artırdı.
Böylece Allah da, o nu n, hidayette ve yaptığı bütün işlerde muvaffak o l
masını sağladı, öyle ki bu başarısı öte dünyaya dek uzandı. Ö te dünya
da m utlular için herhangi bir amel herhangi bir elem , bir üzüntü söz
konusu olmayacaktır.
A llah’a yapılan ezayı ortadan kaldırm a k onu sund a, tiksinti veren
ila cı k u llan m ay la alak a lı o larak yapılan uyarıya g e lin ce ; Bu u yarı,
O ’nun hayat b elirtisi o lan nefesini kulundan geri aldığı, yani ruhunu
kabzettigi anda kuluna yaptığı uyarıdır. G erçek ten d e, A llahu Teâlâ
K endini, ölüm d en tiksin en kulun bu kötü tutum undan tiksinen biri
olarak nitelem ektedir. A llah, K endini bu şekild e, bu tutum undan hoş
lanm ayan biri olarak n itelem esin e rağm en, ona öyle davranm ası ge
rekm ektedir65.
Bu tik sin ti, hastanın ilacı içerken duyduğu tik sin tin in aynısıdır,
çünkü bir konuda sahip olunan ilm in derecesi, son uçta ona uygun dav
ranmayı gerektirir, dolayısıyla insanın gerçekleşeceğini bildiği hakikat
lerin hilafına (o hakikatlere aykırı) hareket etm esi saçm a olur. Buna gö
re, İlâhî hakikatlerin bildirdiği âlem in varlığı (vûcûd) zorunlu (vacib) o l
maktadır. Fakat, bu zorunluluk (vaciblik) yanında im kân’ın (mümkün
lük) yeri neresidir?66. Ö yleyse gönlünü inceltm eye bak! Bil ki, “Allah
şükredenlerin ecrini verir ve yaptıklarını bilir." (K ur’an, 2/158). Dikkat edi
lecek olursa, Allah’ın şükürle ilgili vasfı ilim le ilgili vasfından önce gel
mektedir. Öyleyse sen de am ellerinde şükrünü arttır ki, onun için yap
tığın ibadetlerden ve am ellerden ötürü O’nun sana karşı duyduğu te
şekkür ve m em nunluğa karşılık vermiş olasın.
Bu amel oruç ibadetidir, çünkü oruç ibadeti sadece O’nun içindir.
Nitekim kudsi bir hadiste: “Ademoğlunun oruç dışında h er am eli kendisi
içindir; Oruç ise Benim içindir, bu yüzden onun ecrini Ben veririm.” buyurul-
maktadır. Öyleyse sen de, şu kudsi hadiste ifade edildiği gibi, Allah’a
yapılacak bir ezayı O’ndan uzaklaştır: “Biriyle dostluk kurarken Benim için
mi dostluk kurdun, y a da birin e düşman olurken Benim için mi düşman o l
dun?", "Benim için birbirini sevenlere, B atim için birbirini ziyaret edenlere, Be
nim için birbiriyle oturup sohbet edenlere, Benim için birbirlerine yardım eden
lere Benim muhabbetim, sevgim vacip olur."
Allah bizi, kendilerine nim et verdiği ve nim etini her an ve her du
rumda üzerlerinde gördüğü, ayrıca Kendine şükreden kullarından etsin!
•T05-
İ lâ h i Aşk
İY İ L İ K E D E N L E R E A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
İyilik yapanlara A llah’ın duyduğu sevgi de gene O’na ve E lçisin e
bağlanm akla ilgilidir. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor: “Allah iyilik
y ap a n ları sev er.” (K u r’an , 2/195). İh san , A llah ’ın b ir sıfatıd ır. Allah
muhsin’dir, yani iyilik ve güzellik ihsan edendir. Ayrıca mücmil'dir, yani
iyilik ve ihsanını ayrım gözetm eksizin herkese verir. Dem ek ki Allah
Kendi sıfatını sevm ekled ir .Bu sıfatı kulun nefsinde tezahür etm ek te
dir. Ihsan'la nitelenen kula muhsitı denir. M uhsin olan kul Allah’a, san
ki O ’nu görüyorm uş gibi ibadet eder67. Yani Allah’a m üşahede içeri
sind e ibadet eder. A llah’ın ihsan ı; h areketleri ve tasavvurları için d e
kulları Allah’ın görm esi makam ıdır. N itekim , Allah şöyle buyuruyor:
“Allah her şeye şahittir." (K u r’an, 85/9) "Nerede olursanız olunuz■O sizinle
beraberdir." (K u r’an, 57/4). O ’nun her şeye şahit olm ası, O ’nun ih san ı
dır, dolayısıyla Allah şühuduyla kulunu helâk olm aktan korur. O k u
lun bulunduğu her durum A llah’ın ihsanından dolayıdır, çünkü kulu
o durum a koyan, y erleştiren Allah’tır. Bu nedenle Allah n im etlerin e
ihsan adını vermiştir. G erçekten de, ancak seni tanıyan ve seni bilen
biri, sana bilerek , n im etler verir. Seni hem tanıyan hem de aynı za
manda gören birin in ihsanı sürekli bir ihsandır, çü nkü O seni sürekli
görm ekledir. Ve gene çü nkü O seni sürekli tanım aktadır.'İlâhi Yasa’ya
göre ihsan budur.
Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurm uştur: "Ihsan, Allah'a sanki
O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. H er ne k a d a r sen O’nu görm üyor
san da O seni h er an gön vektedir." Bu şu anlam a geliyor: Her ne kadar
sen muhsin değilsen de, yani iyilik ve güzellikle davranmazsan da, hiç
kuşkusuz Allah her an Muhsin’dir, selât ve selâm üzerine olsun Hz. Pey
gamber, ashabının huzurunda, Cebrail’e ihsanı bu şekilde ta’lim etm iş
tir. O nların d ilind en ben de sana anlatıyorum . Ö yleyse, bu ta’lim in
doğrudan tanığı olan sen, b en i iyi dinle! Hz. Peygam ber, bilgiyle, bu
ta’lim tarzıyla, m uhatabına yani Cebrail’e bir şeyler öğretmeyi anlatm a
m ıştı, çü n kü o bu bilg iy i zaten biliyord u. Bu tarz ile m aksud olan
am aç, bunu orada hazır bulunan ashaba öğretm ekti. O sebepten Al
lah’ın Resulü o konuyu C ebrail’e tefsir etmişti. Nitekim bu hadisin so
nunda Hz. Peygamber: “Bu C ebrail’di, insanlara dinini öğretm ek için gelm iş
ti" buyurmuştur.
•106-
Kur'an'da Âşıkların Vasıfları
A L L A H Y O LU N D A SA V A ŞA N LA RA
A L L A H 'IN D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Allah yolunda savaşanlara Allah’ın duyduğu sevgi de gene onların
A llah’a ve Resulü’ne bağlanmalarıyla ilgilidir. Hususi b ir vasıfla belirte-
rek Allah şöyle buyuruyor: “Kuşkusuz Allah Kendi yolunda, kurşunla ka y
namış binalar gibi, sa f bağlayarak savaşanları sever.” (K ur’an, 61/4) yani o
saflar arasında hiçbir gedik açılm az, çünkü saflar arasında açılacak bir
gedik şeytanlara yol açm ak demek olur, oysaki yol tekdir; o da Allah’ın
yoludur68.
Bu görünen hat çeşitli noktalardan kesilirse, o zaman tam bir hattın
gerçek varlığının olmasıdır. İşte Allah’ın yolu için ayette geçen “rassu-
mersûs" sözcüğünün anlam ı budur. Kim A llah’ın bu görünen (zâ h iıi)
yolunda bu şekilde saf bağlayarak çalışm azsa, çarpışm azsa, Allah ehli
olamaz. Aynı şekilde, cem aat halinde toplu namaz kılanların safları da
(an cak b itişik olm ası ve insanların birbirine sıkı sıkıya yapışm aları k o
şuluyla), Allah yolunda bağlanm ış bir saftır69. İşte, ancak o zaman, ger
çek anlamda Allah’ın yolu açıkça gözükm üş olur. Kim bu şekilde yap
mazsa ve saflarda boşluklar bırakırsa, Allah’ın yolunu kesm ek için uğ
raşm ış ve de Allah yolunun gerçek varlığını ortadan kaldırm ış ve onu
kesintiye uğratmış olur. Dolayısıyla Allah, kullarından belirtildiği şek il
de davranm alarını istem ektedir. Bunu da, onları yaratanlar, yapanlar
z ü m resin e k atm ak için ister. Bu bağlam da Allah şö y le bu yu ruyor:
" ...Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir." (K ur’an, 23/14). Allah’ın
yolu an cak bu şekilde olur, tıpkı noktalardan meydana gelen bir çizgi
gibi. Öyle ki o noktalar arasında o çizgiyi kesintili hale getirecek hiçbir
boşluk yoktur. İşte o zaman çizginin şekli tam olarak gözükür. Namaz
da tutulan saf da böyledir. Orada Allah’ın yolunun gözükm esi için, ce
m aat halinde namaz kılanların birbirine sıkı sıkıya tutunm ası, tek bir
çizgi haline gelm esi gerekir. Hiç kuşkusuz böyle bir durum çokluk o l
m asını gerektirir. Bu da Cenabı Allah’da, mübarek ve yüce “esm aü’l-hüs-
na”sınm , güzel isim lerinin birbirine sıkı sıkıya tutunm ası (taraşs) de
mektir. İsim lerin bu şekilde sürekli birbirine tutunm asından yaratma
yolu zuhur eder. Böylece, “Hayy" (D iri) sıfatı, “Alîm” (herşeyi bilen) sı
fatıyla içiçe bulunur. İkisi arasında başka isim için yer kalm az, arada
b ir b o şlu k olm az. “Alîm” sıfa tın ın yanında “M ürîd" (istey en ) sıfa tı;
onun yanında “K âil” (söyleyen) sıfatı; onu n yanında “K âdir” (Kudret
sahibi) sıfatı; onun yanında “Hakem " sıfatı; onun yanında “Muklt" (bes
•107*
İ l â h i Aşk
leyen) sıfatı; onun yanında “Muksit" (adaletle dağılan) sıfatı; onun ya
nında “Müdebbir” (Y önelen) sıfatı; onun yanında “Mııfassıl" (Ayıran) sı
fatı; onun yanında “Razık" (R ızık Veren) sıfatı; onun yanında “Muhyi"
(D irilten) sıfatı vardır. Bu şekilde sıfatların yanyana dizilişiyle oluşan
“yaratma yolu”nun vücuda gelm esi için , İlâhî isim lerin saf bağlaması
bu şekilde olur. Bir kez bu Yol ortaya çıkınca, bu isim lerin yanyana di
zilm esine ilave edilecek başka bir şeye gerek kalmaz. Böylece yaratma
işi bu ilâhî isim lerle, daha doğrusu o isim lerin yanyana dizilip varolm a
sıyla belirlenm iş olur. Yaratmanın gerçekleşm esi için, onların durumu
budur. İlâhi isim ler yaratına işinde devamlı olarak devrededirler; dola
yısıyla ancak bu şekilde kavranılabilirler.
Buna göre, âlem de “/ıa_yjy”dir (d irid ir), “a!im”dir (b ilen d ir); “mü-
rkf’dir (isteyendir); “hail”dir (söyleyendir); “fcadir”dir, (güç ve kudret
sah ib id ir); “iıakenT’dir; “mufeit”tir, (besley en d ir); “mufesit”tir (adaletle
dağıtandır); “m üdebbir"dir (yönetend ir); “mu/assıl”dır (ayırandır); geri
ye kalan öteki İlâhî isim ler de bu şekilde devam eder gider.
Tarikatta bu iş, bu süreç, “Allah'ın isimleriyle ahlâklanm a" diye adlan
dırılır. Öyle ki bu ilâhî isim ler kulda zuhur eder, aşikar o lu r70, tıpkı o
isim lerin sürekli yanyana gelm esiyle Doğru Yol’un ortaya çıkm asında
da zuhur edişleri gibi. Eğer onların arasına yaratılışta bir boşluk girse,
Allah’ın Yolu kaybolur; hadiste belirtildiği gibi, saflarda açılacak boş
luklardan sızan şeytanların y ollan açığa çıkar. Öyleyse sana yaptığım
bu uyarılara iyi kulak ver, onları kalbine iyice yerleştir!
D em ek ki kul, Hakk’ın isim leriyle m ahlukatın varolm asında ilâhî
isim ler makamına yükselir; ve bu sıfatlarla, saflar arasındaki boşluklar
dan sızarak içeri giren şeytanlar tabiatına sahip düşm anlarla savaşır. Bu
n itelikleri elde eden kullara m utlaka yardım edilir ve onlar düşm anı
m utlaka yenerler, çü nkü o n ların arasında düşm anın sızab ileceğ i bir
boşluk yoktur. Öyleyse Allah bu nitelikleri taşıyanları sever.
Tek başına ele alındığında insan da, kendisini hareket ettiren her
şeyde bir saf oluşturur. Dolayısıyla bütün hareketlerini Allah için yapar;
hareketlerinde Allah'tan başkasına yer vermez, böylece h iç kim se onu
bu hareketinden vazgeçirem ez, onu yolundan geri çevirem ez. Bu ne
denle, düşm anların gözü daima onun üstüne çevrilir. Sürekli onun ha
reketlerini ve fiillerini, yaptığı her şeyi gözetlerler. Böylece girebilecek
leri b ir b o şlu k bulm ayı u m arlar; A llah’ın yolunu kesm ek su retiyle,
onunla Allah’ın arasını açm aya çalışırlar.
•108*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a sıfla rı
Dem ek ki, yapılan her fiil, her eylem bir “h at”tır, çünkü o fiil, o ey
lem ilâhı isim lerin, övülm üş sıfatların ve pek ço k fiillerin bir toplamı
dır. Dolayısıyla iş yoğunlaşır, büyür ve âlem de karm âşık ( m ürekkeb) su
retler gözükür. Bunun nedeni basittir, çünkü iki çizgi bir yüzey oluştu
rur; iki yüzey de bir cisim oluşturur. Her cisim de, bir zattan ve yedi sı
fattan meydana gelen mükem m el bir sureti temsil etm ek için sekiz öğe
den ibarettir71.
Demek oluyor k i, bu terkibin, bu oluşum un sonucu cisim ortaya
çıkar. Bunun ötesinde bir başka oluşum şekli yoktur. Hiç kuşkusuz,
bütünü içinde bu öğeler arasında bir uyum suzluk, bir karşıtlık olm ak
sızın, cisim sekiz öğeden oluşmaktadır. Bu öğelere daha başka öğeler
ilave edilirse, o zaman daha büyük daha hacim li, yani daha çok boyutlu
bir cisim oluşur. Yüzeyler çoğalınca, çizgiler de çoğalır. Çizgiler çoğa
lınca, noktalar da çoğalır. Cisim lerin ilkini oluşturan cism in, meydana
geldiği asıl öğeler üzerine aslında yeni bir şey ilave olm az, eklenm ez,
çünkü bu ilk cisim ne bir maddi ilkeye dayanır ne de ondan önceki bir
cism e dayanır.
Ö yleyse kim bir sü rek lilik içind e kendi “saP’ın ı, kendi çizgisin i
oluşturursa, yaratanlar arasına girecektir, tıpkı şu ayette Allah’ın buyur
duğu gibi; “...yaratanların en güzeli olan Allah ne yü cedir!"(Kur’an, 23/14).
Dem ek ki Allah o kullar için de bu yaratma vasfını onaylamıştır. Yarat
ma konusunda kendisinin önceliği olduğu için, kendisini de "En Güzel
Yaratıcı" olarak nitelem iştir. Eğer Kendini böyle nitelem eseydi, o “yara-
tanlar”ın varlıkları zuhur etmezdi. Öyleyse A llah’ın ileri sürdüğü şey
kendiliğinden isbat edilmiştir. Ayrıca Allah, bu hakikati indirmem iş ol
saydı, o zaman bu hakikate uygun düşen bilgiden de mahrum olurdun;
dolayısıyla bu h akik ate karşı çıkan b iri, yani bizzat cahillerd en biri
olurdun.
İşte kim bu sıfatla sıfatlanırsa, Allah’ın sevdiği biri olur. Kim Al
lah’ın sevdiği olursa, kendisini seven Allah’ın ona vereceği şeyi hiç kim
se bilem ez, çünkü seven, sevdiğine kendini verir bütünüyle.
Burada akla şöyle bir soru gelebilir ve itirazda bulunulabilir, yani;
“Allah veli kullarım sever. Seven sevdiğine de acı çektirm ez. Oysa ki bu
dünyada velilerden, resullerden ve nebilerden ve onlara tabi olanlardan
ve ancak onlara tabi olarak im anlarını koruyanlardan daha fazla kitnse
acı çekm em iş, hiç kim se onlardan daha fazla belalara maruz kalm am ış
•109*
İlâhi Aşk
tır. Peki, onların Allah’ın sevgili kulları olm alarına karşılık, bu acıları,
çileleri hak etm elerinin gerçek nedeni ned ir?” Bu soruyu biz şöyle ce
vaplıyoruz: Allah şöyle buyuruyor: “Allah onları sever, on lar da O ’nu se
verler.” (K u r’an, 5/54). Bela, ancak belayı istem em ekle b irlik te olur.
Herhangi bir işi istem eyen kişi, o isteğinin doğru olduğuna dair delil
bulmaya da kalkışm az. Öyleyse, istek olmasaydı, bela da olmazdı. An
cak şunu belirtelim ki, resul delil istem ez, dolayısıyla o belayı istem i-
şir7-. Bu nedenle, delil getirm ek inkâr edenin işi değildir, denir. Oysa ki
gerçekte durum hiç de öyle değildir. Aksine, inkâr etliğini ileri sürdüğü
konuda delil getirm ek inkarcının işidir. 73 Çünkü herhangi bir şeyi in
kâr ettiğini ileri sürm ek dem ek o şeyin, o davanın bizzat var olduğunu
kabul etm ek demektir. Öyleyse, iddiasından dolayı, inkâr edenden delil
getirm esi istenir, çünkü davasını isbat etm ek ona düşer.
Allah kullarını sev ince, kulların bilem eyeceği bir biçim de onları
sevgisiyle rızıklandırır. O zam an kullar, kend ilerin d e Allah için bir
sevgi duyarlar. Bunun üzerine, kend ilerin in, Allah’ı seven inşalardan
olduklarını ileri sürerler. Bu nedenle on ları, sevenler olarak im tihan
eder ve gene onları, Allah’ın sevdiği kulları oldukları için , nim etlere
boğar. Onlara nim et verm esi, A llah’ın onları sevdiğine dair bir d elil
dir. “En üstım delil Allah'ındır." (K u r’an, 6/149). O halde kiıllar O ’nu
sevdiklerini ileri sürdükleri, iddia ettikleri zam an, Allah onları bu ko
nuda im tihan eder. G ene aynı sebeple, Allah yaratıkları arasından sev
d iklerini im tihan eder. “Allah doğruyu, hakikati söyler; doğru yola iletir"
(K u r’an, 33/4).
A L L A H 'IN G Ü Z E L L İĞ E D U Y D U Ğ U S E V G İ:
Güzellik sevgisi de yine O’na ve Elçisine bağlanmakla ilgilidir. G ü
zellik Allah'ın sıfatıdır. Sahih bir hadisde Allah’ın Elçisi, selât ve selâm
üzerine olsun, şöyle buyurmaktadır: “Allah güzeldir; güzelliği sever.” O hal
de A llah’ın E lçisi, A llah’ı “güzel” sıfatıyla sevm em iz konusunda bizi
uyarmaktadır.
Bizler bu konuda ikiye ayrılm ış durumdayız. Bizden bazıları “hik
met güzelliği” olan mükem m el güzelliğe tutkundurlar. Her şeyde Allah’ı
severler, çünkü her şey bir hikm etle örülüdür; her şey bir h ikm et sahi
binin sanatı ve eseridir. Bazıları da bu sevgiye ulaşamazlar, bu düzeye
erişemezler. O nların güzellikle ilgili ilmi bir istek üzerine kurulm uş ve
•ııo*
Kur'atı'd a  ş ı k l a r ı n V a s ıfla r ı
• ııı*
İ l â hi Aşk
•1 1 2 -
Kur'an'd a  şıkların Vasıfları
•113*
İlâhi Aşk
•114*
Ktır'an'da  şıkların Vasıfları
R esulü’nün, selât ve selâm üzerine olsun, ahlâkı nasıld ı?” diye soruldu
ğunda; “O nun ahlâkı Kur’an ’d ı.” dem esi gibi. Buna başkaca b ir şey ek-
lem em iştir Hz. Ayşe.
Zünnun’a Kur’an hamilleri’nin kim olduğu soruldu. O da şöyle dedi:
“Onlar, üzerlerine hüzün bulutlarından yağmur yağanlardır. Bineklerini
ve bedenlerini yoranlardır. Üzerlerinde korku ve hüzün belirtisi taşı
yanlardır. Hakikat (ölüm , yakin) kadehlerinden su içenlerdir. Yürekten
ve sam im i olarak inananların razı oluşları gibi, nefislerini razı edip hem
b o llu k ta hem d arlıkta, hem açlıkla hem doygunlukta, hem bollukta
hem yeterlikte, hem gizlilikte daima uyanık tutarak, Allah’tan başka bir
şeye nazar etmeyenlerdir. Tefekküre yönelerek eşyanın hakikatini kav
rayıp onlardan ibret alanlardır. G ecenin bir bölüm ünü uyanık geçirip
gözlerinden yaşlar akıtanlardır.
Zayıf, nahif bedenleriyle, çatlam ış dudaklarıyla, kurum uş gözyaşla-
rıyla, öldürücü derin iç çekişleriyle Kur’an’m gerçek dostlarıdır onlar.
İşte Kur’an, onların ve nim etlere gark olm uş bu kim selerin arasına gi
rer. Hakk’ın özlem ini duyanlar için gayelerin gayesidir Kur’an.
Tanrı’nın vaadini dinledikçe, gözyaşları sel gibi akar onların. Tan-
rı’n ın uyarısı önünde saçları beyazlar; dolayısıyla C ehennem ’in k o r
kunç azabı, onların ayaklarının altında ve Tanrı’n ın vaid, korkutm ası
da kalblerinin içinde kalır”76.
•115*
A Ş IK L A R IN Ç EŞİT Lİ H A LLER İ H A K K IN D A
A N LA TILAN Ö Y K Ü LER
• •
ykü — Âşıklardan birinin başına gelen şu çok ince ve çok manidar
O hal, bize şu şekilde anlatıldı: Bir gün bir âşık bir şeyhin evine gi
der. Şeyh ona sevgiden bahsetm eye başlar. Bunun üzerine âşık erimeye
ve incelm eye, hatla ipince bir su gibi akmaya başlar. Öyle olur ki bütün
cism i şeyhin önünde çözülür, erir ve küçük bir su damlası haline gelir.
O sırada şeyhin bir arkadaşı oraya gelir ve şeyhin yanında hiç kimseyi
görem eyince, “Buraya gelen ad am .n ered e?” diye sorar. Şeyh de suyu
göstererek, “O adam işte şu s u !” der ve âşığın başına gelen olayı arka
daşına anlatır.
Bu çok garip, çok tuhaf bir erimedir, insanı hayrete düşürücü, şaş
kına çevirici olağanüstü bir hal değiştirmedir. O adanı “kesafet”ini öy
lesine kaybetm iş ki sonunda bir su damlası olm uş, yani aslına, ilk şekli
ne dönm üş. İlk önce o su ile diri bir varlık olm uştu. Şimdi de o, tıpkı
Allah’ın: “Biz her canlı şeyi sudan y arattık.” (K ur’an, 21/30) buyurması gi
bi her şeyi dirilten su şekline, yani asıl ve ilk şekline dönm üş oluyordu.
Öyleyse buradan şu sonuç çıkıııatadır: âşık, her şeyin kendisiyle dirildi
ği canlandığı bir varlıktır.
•117"
İlâhi Aşk
•118-
 ş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a A n l a t ı l a n Öy k ü l e r
•119*
İlâhi Aşk
•1 2 0 *
 ş ı k l a r ı n Ç e ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a A n l a t ı l a n Öy k ü l e r
Bizzat ben, lşbiliye’de (Seville) âşık ve arif yaşlı bir kadının hizm e
tinde bulundum . Kadıncağızın adı Fatım a binti ibıı M üsenna el-Kurtu-
bî idi79. Senelerce hizm et ettim ona. Ona hizm et ettiğim dönem de dok-
sanbeş yaşını geçm işti, fakat ben güzelliği ve yüzünün tazeliği karşısın
da onun yüzüne bakm aktan haya ederdim, sakınırdım . İlerlem iş yaşına
rağmen, yanakları hâlâ kıpkırm ızıydı. Yüzündeki güzellik, letafet ve ta
zelik onu ondört yaşındaki bir genç kız gibi gösteriyordu.
Allah ile kendine özgü bir manevi bir hal içindeydi. Kendisine, be-
n in rgibi, hizm et eden başkaları da vardı. Fakat nedense o, onların ara
sında beni tercih eder ve şöyle derdi: “Onun gibi birisini görmedim . O
benim evime girince, bütün varlığıyla giriyor; dışarıda kendine ait hiç
bir şey b ırak m ıy o r. Evim den g id erken de bü tü n varlığ ıyla gid iyor;
evimde kendinden h içbir şey bırakm ıyor.”
G ene onun bir gün şöyle dediğini işittim: “Allah’ı sevdiğini söyle
yen fakat O ’nunla ferahlamayan kim seye şaşıyorum . Oysa ki, Tanrı o
kulun m üşahede ettiği Varlıktır; o kulun gözü her gözde O ’nu m üşahe
de etm ektedir. Bir an bile onun gözünde kaybolmaz Tanrı. Bu gibi in
sanlar hep ağlarlar. Fakat nasıl oluyor da ağlarken O ’nu sevdiklerini id
dia ediyorlar? H iç haya etm iyorlar m ı, utanm ıyorlar mı? Ç ünkü bir
âşığın Tanrı’ya yakınlığı “m ütekarrabun"un (yani Tanrı’ya yakın olanla
rın) yakınlığından kat kat fazladır. Âşık, insanların Tanrı’ya en yakın
°lanıdır, çünkü o her an Tanrı'yı müşahede eder. O halde kim e ağlasın
k>? Bu harika bir şey d ir!” Sonra bana dönüp “Ey oğul, bu söylediklerim
kakkmda sen ne dersin?” dedi. Ben de ona “Ey anneciğim , söz senin-
•1 2 1 -
İlâhi Aşk
•1 2 2 *
 ş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a An l a t ı l a n Öy k ü l e r
• 123"
İlâhi Aşk
O genç adam şöyle devam etti: “Âşığın, sevgilisinin sırrını ifşa et
meye çalışması hiç doğru değildir. Aksine, sevgilisinin em irlerini bekle
mesi gerekir. Eğer sevgilisi, kendisine sırrım ifşa etm esini em rederse,
ancak o zaman ifşa eder, yoksa ilke olarak, sevgilisinin sırrım saklam ası
gerekir.”
Hicri 594' de Fez şehrinde bulunduğum bir sırada Allah bana bir
sır verdi. Ben de o sırrı herkese yaydım, çünkü o sırrın yayılmayacak
sırlardan bir sır olduğunu bilm iyordum . Bu yüzden Sevgiliden azar işit
tim , bir iyice paylandım . Cevabım sadece sükut oldu, fakat gene de,
“Eğer bu sır konusunda bir kısk ançlık duyuyorsan, o sırrı kendilerine
söylediğim kişiler üzerine yükle bu sırrı” dedim, çünkü Sen buna ka
•124*
Âş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a An l a t ı l a n Öy k ül e r
dirsin, fakat ben kadir değilim. Ben o sırrı aşağı yukarı onsekiz kişiye
söylem iştim . Bunun üzerine Allah bana “Tam am , o işi ben üzerine alı-
yorum .”dedi. Sonra da sadırlarından, kalplerinden o sırrı çekip çıkardı
ğını bana rüyamda bildirdi. Bunun üzerine, arkadaşım , dostum hizm et
çi olan Abdullah’a “Allah bana şöyle şöyle yaptığını bildirdi, haydi kalk,
b'irlikte Fez şehrine gidelim de Allah’ın bana bildirdiği şeyleri bir göre
lim .” dedi. Böylece birlikte kalktık oraya gittik. K endilerine o sırrı söy
lediğim insanlar gelip beni buldular. Gördüm ki Allah onlardan o sırrı
çekip alm ış, göğüslerinden o sırrı çekip çıkarm ış. Bunun üzerine onlar
bana o konuda bazı sorular sordular. Bu kez ben sustum , onlara hiçbir
şey söylemedim.
Bu olay benim için bu konuda meydana gelen, yaşadığım en şaşırtı
cı, olağanüstü durumlardan biridir. O gencin Zünnun’a söylediği kor
kunç vahşetle, ürküntü verici yalnızlıkla beni cezalandırm adığı için Al
lah’a sonsuz hamd ediyorum.
Allah’ın Yolu bir zevk, kişisel bir deneyim olduğu için o genç, Al
lah’ın bütün yaratıklara, kendisine muamele ettiği gibi m uam ele ettiği
ni düşündü. O nun tattığı zevk, edindiği deneyim doğrudur, fakat bu
konuda Allah’a verdiği hüküm doğru değildir. Bununla birlikte, bu tür
şeyler tarikatta çokça görülür. Ancak “m uhakkikin”, yani hakikat bilgisi
ne-erişm işler için böyle şeyler vaki olm az, çünkü onlar eşyanın haki
katlerini ve derecelerini bilirler. G erçekten de, bu ilim erişilm esi çok
zor b ir ilimdir.
ö y k ü — Bu öykü bize Z ünnun’dan rivayet edilm iştir. M uham med
ibn Yezid, Z ünnun’dan aktarm ıştır. Dedi ki: “Bir kadına; Âşığın kalbi
ne aşk ne zam an tam anlam ıyla girer? diye sordum , o da “Sürekli sev
gilisini zikrettiği, sürekli onun aşkıyla yanıp tutuştuğu zam an” dedi.
“Ey Z ü n n un, bilm iyor m usun ki aşk, şevk insanda dert bırakır. Sürek
li sevgiliyi anm a ise, insanda hüzün doğurur” diye ekledi. Sonra şu şi
iri söyledi:
Bunun üzerine “Beni acılara boğdun! Beni acılara boğdun! Bilm iyor
m u sun ki O’na k avu şm ak a n cak O ’n un d ışın d a k ileri te rk etm ek le
m ümkün olur.” dedi. Eğer o kadın bana bu tür şeyler söyleseydi ben de
“O orada; O orada! derdim ”, dedim, kendi kendim e.
Öykü— bu öyküyü bize lbn E b i’s -Seyf, Abdurrahm an bin Ali’den
nakletti. Ona da İbrahim bin Dinar, ona da İsm ail bin M uhamm ed bin
Abdulaziz bin Ahmed, ona da Ebu’ş-Şeyh Abdullah bin M uham m ed an
lattı. O dedi k i, Ebu Said es-Sakafi’yi işittim . Zünnun’dan bu öyküyü
naklediyordu. Şöyle dedi: “B ir gün Ka’be’nin etrafında tavaf ediyordum.
B ir an hüzünlü hüzünlü yalvarıp yakarm akta olan bir ses duydum .
Baktım ki bu sesin sahibi, Ka’be’nin örtüsüne asılm ış g enç bir kız. Şöyle
diyordu:
Zünnun şöyle devam etti: "Bu sözleri işitince, bir üzüldüm , bir se
vindim ; öylesine duygulandım ki oracıkta ağladım .” O genç kız sözleri
ne devamla: “Ey Allah’ım! Ey Rabb’im! Ey Yüce Mevlam! Eğer beni ba
ğışlayacaksan, bana duyduğun sevginle bağışla b en i.” dedi. Zünnun bu
nun üzerine şöyle dedi: “Bu şekildeki bir yalvarış bana ço k çarpıcı gel
di. Bu nedenle o kıza “Ey kızım , “Senin bana duyduğun sevgiyle” diye
ceğine “Sana duyduğum sevgiyle” desen, öyle yalvarsan senin için ye
terli olm az m ı?” dedim. O kız da bana şunları söyledi: “Ey Zünnun!
Çekil git yoluna! Bilm iyor m usun, Allah’ın sevdiği öyle kullar var ki.
onlar Allah’ı sevmeden önce Allah onları sever. Duym adın mı Allah ne
buyuruyor? “Allah öyle insanlar getirecek ki O onları sever, on lar da O’nu se
verler." (K ur’an, 5/54). G örülüyor ki, Allah’ın onlara duyduğu sevgi, on
ların Allah’a duyduğu sevgiden önce gelm ektedir”. “Peki benim Zün-
•126*
 ş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a An l a t ı l a n Öy k ü l e r
nun olduğum u nereden bild in?" diye sordum ona. O da şöyle cevap
verdi” “Ey yiğiı kişi! Kalbler, sırlar m eydanında dolaştı, ben seni ora
dan tanıd ım .” Sonra, “Dön, arkana b a k !” dedi bana. Ben de yüzümü çe
virdim, baktım , Gökyüzü mü onu kendisine yükseltm işti yoksa yeryü
zü mü onu içine çekm iş alm ıştı, bilem edim . Bu genç kızın sözlerinden
ortaya çıkan durum , Allah’ın Hz. M usa’ya “Dağa balı!” (Kur’an, 7/143)
dediği anda, Hz. Musa aleyhisselâm ’ın Rabb’iyle olan durumuna yakın
bir durum dedim kendi kendim e”81.
Allahu Teâlâ’nın m eydanları vardır. O nların hepsine “sevgi m ey
danları” adı verilir. Sonra o meydanlardan her birini sevginin özellikle
rine verilen adlarla adlandırır. Ö rneğin: “Vecd m eydanı”, “Şevk meyda
nı” gibi. Orada her durum, bir “cevelan”, yani dairevi bir dolaşma ve
bir düz çizgi halindeki bir hareket olur. Dolayısıyla her durum için bir
meydan vardır. Bu, külli bir hakikattir, bütünsel ve evrensel bir iştir82.
Aynı şekilde, bilgi ve ma’rifetler için de tecelli dereceleri ve yerleri
vardır. Sübhan Tanrı, mevcudatın özlerindeki farklılıkların ma’rifetini
sana m üşahede ettirirse, ancak o zaman bunlar birer meydan olurlar.
Dolayısıyla, eğer sen, O ’nun o meydanın isim leriyle orada zuhur etm iş
Varlık olduğunu m üşahede edersen, işte o zaman bunlar “sır m eydanla
rı” olurlar, E ğer sen O ’nun varlıklarla m aiyy etini, yani b irlikteliğin i
isim leriyle m üşahede edersen, o zaman bunlar “nur m eydanları” olur.
Eğer bu iş senin kafanı karıştınyorsa, o zaman öyle bir şey görürsün ki
sonunda “o, O ’d u r!” dersin. Sonra daha başka b ir şey görürsün “o O
mudur yoksa O değil midir, bilem iyorum ?” dersin. İşte o zaman bunla
ra “hayret m eydanları” (ya da “hazret m eydanları”) denir. Her varlığın
özü için b ir işaret bir gösterge vardır. Bu m eydanları dolaşan varlıklar
onu o alâm etle tanırlar; gene o alâm et sayesinde, bu dünyada, bu şeha-
det âlem inde, tabiatında karartılm ış, fakat bilgiyle (m a’rifetle) aydınla
tılmış bu vücutlar (fıeyaki!) içinde zuhur eden varlığı, o meydanları do
laşan varlık lar tanırlar, bilirler. D olayısıyla, o m eydanları dolaşanlar
varlıkları isim leriyle tek tek tanırlar, tıpkı yukarıdaki öyküde geçen o
genç kızın Z ünnun’u adıyla tanıyışı gibi.
Öyhü— Musa bin Ali el-Ahm îm i’nin hadisinden bize rivayet edildi.
O da Zünnun’dan rivayet etm işti: Zünnun o kim seye şöyle dedi: “Allah
sana rahm etini esirgem esin! Allah için seven insanın belirgin özelliği
nedir sen ce?” O adam “Ah sevgili dostum ! Sevginin derecesi çok yük
•127-
İlâhi Aşk
sek bir derecedir.” dedi. Zünnun da “Bana onu anlatm anı isterim .” de
di. O da “Allah için sevenlerin kalbini Allah öyle yarm ıştır ki kalbleri-
nin nuruyla onlar bedenleri dünyada kalır, ruhları ise perdeyle örtülür;
akılları ise göğe çıkar. O nlar m elekler arasında dolaşırlar ve bu hakikat
leri yakin olarak m üşahede ederler. Sadece Allah’a sevgi duyarak, C en
neti arzulama ve C eh en n em d en korkm adan uzak kalarak, ellerinden
geldiğince Allah’a ibadet ederler.” dedi. Bunları söylerken o genç adam
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, öyle ki ruhu ta derinlerden m üteessir
oldu. Ben de bu sözleri söyleyen biri hiç kuşkusuz ariflerdendir dedim,
kendi kendime. Çünkü o arif olduğunu kanıtlayacak üç tane delil sıra
lamıştı ki evrende sadece bunlar mevcuddur: İlk olarak, “bedenleri dün
yada kalır.” dem işti. N itekim Allah şöyle buyurmuştur: “Yalnız O’dur ki,
gökte de Tanrı’dıı; y erd e de Tanrı’dır.” (Kur’an, 43/84). Öyleyse, O ’nunla
beraber olan kişi varoluşunu belirleyen hakikatleri, O ’nun için bu dün
yada bırakm alıdır, çünkü insan âlemin bir m ecm u’udur, bir toplamıdır.
Bir bakıma âlem , insanın bedenidir yalnızca, çünkü “Allah, insana şalı-
dam arlarından d ah a yakındır" (Kur’an, 50/16). Şahdamarı insanın bede
niyle ilgilidir. Eğer şahdam arı, insanın tabii ve ruhi bütünlüğüne tatbik
edilseydi, o zaman durumu eksik olurdu... İkinci olarak,, o adam, “akıl
ları g ö ğ e çıkar." dem işti. G erçekten de akıllar kayıtlı, şartlı ve sınırlı sı
fatlardır, dolayısıyla akıl, bir sın ır içinde, bir kayıt altındadır, çünkü
“ikal" yani “akalâ" kökünden gelm ektedir. (Bunun anlam ı ise, bağla
m ak, bukağı tutm ak, köstek vurm aktır.) G öklere gelince, makamlarıyla
mukayyed m eleklerin bulunduğu yerlerdir gökler. Kur’an’da m eleklerin
ağzından şöyle denilm ektedir: “Bizim içimizden herkesin bir m akam ı var
dır." (Kıır'an, 37/164). Akıllar o makamları aşamaz, o m akam ların ötesi
ne ulaşamaz, çünkü aklı var eden Yüce Varlık aklı oraya (o makamların
sınırı içerisine) hapsetm iştir. Bu nedenle o genç adam bile bile kasten,
“m eleklerin salları arasında dolaşırlar.” ifadesini kullanm ıştı. D olayısıy
la onlar akıllarıyla göklerdedir. Buna göre, m ürekkeb bileşik cisim ler
âlem inde sadece gök ve yer vardır... Ü çüncü olarak, “ruhları perdeyle
örtülüdür" demişti. G erçekten de Subhan Tanrı, insan vücudunu dü
zenleyip ona b ir suret verince, o suret içinde ruh görünm ez oldu, daha
doğrusu o surelin içinde zuhur edecek ruhu vücudun içinde perdeledi.
N itekim Allah şöyle buyurm aktadır: “Ben onu düzenleyip insan suretine
soktuğum zam an ve K endi Ruhum dan on a ü flediğim zam an ..." (K u r’an,
•128-
Âş ı k l a r ı n Çe ş i t l i Ha l l e r i H a k k ı n d a An l a t ı l a n Öy k ü l e r
•129*
 ŞIK LA R IN BAZI SIFATLARI
Bu iki zıt özellik birbirine ters düşer. Birbirine ters düşenler ise bir-
biriyle çatışırlar. Her biri diğerine hakim olm ak ister, onun üzerinde
m ülkiyet kurm ak ister. Âşık da bu duygudan hali olmaz. Eğer tabiatı
kendine galebe çalarsa, üstün gelirse, âşığın vücut evi (heykeli) karan
lık olur. O zaman H akk’ı halkda sever. Böylece, aslına uygun olarak ya
• 131 *
İ lâhi Aşk
vaş yavaş karanlığın içine nüfuz eder, tıpkı şu ayette ifade edildiği gibi:
“Gece de on lar için bir ayettir. Biz gûndılzü geceden çekip çıkarırız, b ir d e b a
karsın ki onlar karanlık içinde kalm ışlar.” (K ur’an, 36/37). Gündüz ise bir
nurdur. Buna göre, âşık bilir ki, karşıt da olsalar, her ikisi de, gece de
gündüz de, karanlık da nur da birbirine bitişiktir. Âşık gene bilir ki, bi
rinin diğerinin içine girm iş olm ası mümkündür. Öyleyse, iki zıt şeyin
(arasını) ucunu birleştirm em için H akk’ı halkda sevmiş olm am da bana
hiçbir zarar verm ez83.
E ğer âşığa, ruhu galebe çalarsa, üstün gelirse, hakim olu rsa, bu
kez vücut evi (h ey keli) aydınlık olur. O zaman H akk’da halkı sever,
tıpkı “Allah’ı, size verdiği nimetlerinden ötürü seviniz” sözünde olduğu gi
bi. B un a g öre, â şık H ak k ’m k en d isin e verd iği n im e tlerd e n d olayı
O ’nun em rine uygun olarak sever H akk’ı. O nim etler içind e H ak k ’ı
m üşahede eder.
Ö te yandan iki zıt arasındaki rekabet, yarış, kıskançlık, lıer ne olur
sa olsun, iki zıttan her biri isteğine ulaştığını, hatta öteki zıttan kurtul
duğunu ileri sürer. Kendi kendine “onu iyice öldüreyim ki bir daha zıd-
dım olarak karşıma çık m asın !” der. Eğer bu savaşta, tabiatı, ona galebe
çalarsa, onu öldürürse, o (ruh) ölür. O zaman yaratıkları seven bir âşık
olur. Eğer ruhu ona galebe çalarsa, onu öldürürse, o zaman Rabb’ın ka
tında şehid olur, diri kalır ve bol bol nzıklanı'r*4*'. G örülüyor ki âşık her
iki durumda da “maktul", öldürülm üş, durumdadır. Âşık bunun bilin
cinde olsun olm asın bu dünyada her âşığın durumu budur.
•132*
Âşıkların Bazı Sıfatları
 şığın A llah’ın isim leriyle A llah’a doğru gitm esi sıfatı şöyle olur:
A llah âşığa hem m ahlu katın isim leriyle hem de Kendi “esm aü ’l-hüs-
ncf’sıyla, Güzel isimleriyle tecelli eder. Âşık, m ahlukatın isimleriyle Al
lah’ın tecelli etm esini, kendisine H akk’ııı bir inişi olarak tahayyül eder
oysaki bu tecelli işi kendi ufkundan (perspektifinden) olmaz. Âşık, Al
lah’ın Güzel İsim leriyle, “esmaü’Wıüsna”sıyla ahlâklanınca, Allah eh li
nin ahlâk yolunda, olup biten şeyler âşığa galebe çalar, hakim olur. Do
layısıyla âşık yaratıkların isim lerinin , Allah için değil de kendisi için
yaratılm ış olduğunu, ayrıca Allah’ın Güzel İsim leri içinde kulun yeri ne
ise, bu isim ler içinde de Allah’ın yerinin o olduğunu düşünür. O zaman
kendi kendine şöyle der: “Hakk’m huzuruna ancak kendi isim lerim le
gireceğim ; halkın huzuruna çıkarken de H akk’ın Güzel İsimleriyle çı
kacağım , çünkü o isim lerle ahlâklanm ış olacağım .”
Âşık, H akk’ın huzuruna Allah’ın uesm aü’l-hüsna"s\ sandığı isim lerle
g irin ce, (g erçekte ise o isim ler çevresindeki m ahlukatın isim leridir)
bizzat peygam berlerin, afakta ve enfüste (yüce ufuklarda ve ruhlarda)
geceleyin yaptıkları yolculuklarında ve m iraçlarında gödükleri şeyleri
görür86. Ayrıca her şeyin O’nun isim lerinden ibaret olduğunu, kulun
ise, h iç bir ism i, adı sanı olm adığını, “k u l” ism inin bile kula ait olm adı
ğ ın ı, fakat öteki Güzel isim ler gibi bir isim olduğunu görür. Böylece
âşık, O’na doğru “seyr halinde” olm anın, gitm enin, O ’nun huzurunda.
O ’nun katında hazır durmanın ancak O’nun isim leriyle mümkün olaca
ğını; yaratıkların isim lerinin g erçekte O ’nun isim leri olduğunu bilir.
Böylece, bütün bunlardan sonra, kendi yanılgısını anlar. Ayrıca, “abid"
ile “M a’bu d”, kul ile Allah arasın d aki farkı an lay ın ca, bu m üşahede
âşığa yaptığı bu hatayı düzeltme im kânı verir.
Bu m üşahede ebedi bir gerdek odasında meydana gelen, çok değerli
ve ender bir tecelli şeklidir. Ebu Yezid el-Bistam i’nin bulunduğu nokta
•133*
İ l â h i Aşk
bunun bir altı idi. O nun ulaştığı noktayı ve sınırı kendisi şöyle ifade et
m ektedir: “O bana, bana ait olm ayan bir şeyle yaklaştı.” O nun, Rabb’in-
den aldığı haz buydu. O bunu, bir gaye (m aksu d ), bir son u ç olarak
gördü. Âşığın durumu da böyledir. Bu onun gayesidir; gayenin bizatihi
kendisi değildir. Bu “gaye"nin gerçekleşim i başka bir yoldur. Velilerin
hiçbirinde bu zevki görm edim , sadece nebilerde, özellikle de resullerde
gördüm böyle bir tecelliyi. O nlar Sübhan Tanrı’yı “ilm-i riisum”da teşbih
sıfa tla rı d iye a d la n d ırıla n şey le n ite le m işle rd ir. D o la y ısıy la o n lar
Hakk’ın, Kendisini halkın sıfatlarıyla nitelediğini düşünm üşler ve bunu
le’vil etmişlerdir.
Demek ki, bu m üşahede şekli insana, m ahlukata ait olan her ismin,
aslında Hakk’ın bir ism i olduğu izlenim ini vennektedir. O isim ler lafız
olarak halkın isim leri iseler de, mana olarak değillerdir. İşte halk, mah-.
lukat, o isimlerle bu şekilde ahlâklanm aktadır. Öyleyse bunu iyi anla!
•134*
Âşıkların Bazı Sıfatları
celli eder” cüm lesini düşünmeye davet eder. Suretler için bize bazı hü
küm ler, bazı d urum lar vardır. Bu durum lard an biri “u yku ” halidir.
Aşık, Sevgiliyi böyle benzeri bir surette görür fakat bu suretten dolayı
“O’nu ne uyuklam a ne de uyku tutar”. O zaman âşık, bu durumun, âlem in
korunm ası için , onun sevgisinin bir makam ı olduğunu anlar. Sevgilisi
bu durum dayken, yani devamlı uyanıkken, sevgilisiyle birlikte bulun
duğu zam an, âşığa uyku haram olur. Bu nedenle, âşık, kendi kendine
“Sevgiliden ayrıyken uyku bana haram sa, O ’nunla birlikteyken, m üşa
hede halindeyken nasıl olur da uyanık kalm am ?” diye sorar.
Ayrılıktan dolayı uyanık kalma haliyle ilgili olarak kim ileri şöyle
demiştir:
•135*
İlâhi Aşk
•136*
Âşıkların Bazı Sıfatları
Böyle bir âşık, zevkle, bunun hasıl olm asını hem ister hem de bunu
sever. Bu da ancak bu dünyadan çıkm akla m üm kün olur, yoksa sadece
“hal” ile olmaz. Öyleyse bu vücuttan (heykelden) ayrılm ası âşık için ge
rekli olmaktadır. Vücudun ruhla kaynaşması ve vücud içinde zuhur et
mesi doğum anında olur, belki de bu, zuhurundaki sebebtir. Hakk Te-
âlâ, ruhla vücut arasındaki ilişkiyi belirterek ikisi arasına bir fark koy
muştur. Bu birleşm e, Allah’ın kullarına duyduğu sevgiden dolayı, onla
ra karşı gösterdiği kıskançlık halinden ileri gelm ektedir. Bu nedenle Al
lah, onlar arasında ve de kendisi dışında bir ilgi olm asını istemez. Bu
nun bir sonucu olarak Allah ölümü yaratmıştır. O ’na duydukları sevgi
konusunda, davalarında sam im i olup olm adıkları anlaşılsın diye, ölüm
le kullarını im tihan etti88.
İlâhi H üküm günü gelince, Yahya aleyhisselâm 89 cennetle ceh en
nem arasında, ölüm ü kurban edecek ve artık bu iki yerin ehlinden hiç
kimse ölm eyecek. İşte bu durum , âşıkların Sevgiliye kavuşm ak arzu
suyla bu dünyadan çıkm ak istem elerinin nedeni olm aktadır, çünkü İlâ
hî kıskançlık dikili bir taş gibidir.
Allah, ölüm ü böylece kurban ettikten sonra özel bir hayat için onu
yeniden diriltir, tıpkı ölüm den sonra bizim uğrayacağımız hüküm gibi.
Nitekim , Hz. Peygamber: “insanlar uykudadır, an cak öldükleri zaman uya
nırlar" buyurmaktadır.
Bu sıfat âşıkta bir önceki sıfattan daha genel bir özellik arz eder.
Kuşkusuz arifin, âşığın kendisi ve sevgilisiyle kavuşması arasına ancak
adem-yokluk sokulur; adem kendi içinde bir gerçeklik değildir. Öyleyse
vücud-varlık, sevgilinin kendisinden başkası değildir. Vücud, O’nu gören
her gözde O’nun bir tanığıdır. Öyleyse sevenle Sevgili arasında sadece
yaratıkların perdesi vardır, öyle ki seven gerçekle bir Halik bir de m ah
luk, bir Yaratıcı bir de yaratılm ış olduğunu bilir, gerçi aradaki bu haki
kat perdesini anlamaya gücü yetmez, çünkü o perde bizzat kendisidir.
Herhangi bir şey kendi gerçekliğinin daha üstüne çıkam az. Buna göre,
kendisi ve sevgilisiyle kavuşması arasına giren perde gene bizzat kendi
si olm aktadır. Bu nedenle, âşık, yaratılm ış olduğundan ötürü bizzat
kendisinden bezginlik duyar. Kendine perde olm ası kendi zatından ileri
•137*
İlâhi Aşk
•138*
 ş ı k l a r ı n Baz t Stf atları
Hakk Teâlâ âşığın kalbinde tecelli edince, basiret gözü, kalb gözü
açılır. Kalb gözü ancak O’na bakar, çünkü kalb ancak Hakk’ı içine alır
ve bu tabii n e’şet üzerine m eydana gelen bağım lılığı görür. Bu tabii
n eş’et, ilâh! sırları içerir. Rahm an’m nefesinden meydana gelen bu do
ğal oluşum varlıkta zuhur eder ve varlığın bağım lılığını açığa vurur.
Âşık ise, kendi payına bu durumu nasıl değerlendireceğini bilem ez, do
layısıyla derin iç çekm eler, ahlar çoğalır. O anda meydana çıkan açıklık
ve saydamlığı görünce, — insanların çoğunun kalb gözü kapalı olduğu
için bunu görem ezler— bu durum karşında, Allah’a kıskançlık duyarak
gözü perdelenm iş varlıklara da şefkat besleyerek derin derin ah çekm e
ye başlar, çü nkü Hz. Peygamberin, selât ve selâm üzerine olsun, şu sözünü
hatırlar: “Mümindeki imanın kem ale erm esi, olgunlaşması kendi nefsi için sev
diği, istediği şeyi kardeşi için de istemesi, sevm esiyle mümkündür." Bu neden
ledir ki Allah’ın, kendisine bu müşahedeyi nasip etm ediği kişi için âşık
üzülür. Yaratılm ışların çoğunun Allah’a karşı kör olduklarını, nankör
lü k yaptıklarını görm esi nedeniyle, A llah’a duyduğu sevgi için derin
derin ah çeker.
Sevgiliye şefkat beslem esi de âşığın bir niteliğidir, çünkü bu şefkati
de aşk doğurur.
•139-
İlâhi Aşk
Hiç kuşkusuz vecd, m ahiyet itibariyle vecd olabilm esi için gerekli
olan şeyleri g erektirir. Sevilen ço k değişik o la b ilir; ö rn eğ in “hu bb”,
“vecd"92, “şevk" v e öteki bütün sevgi nitelikleri ona bağlıdır. Sevilen ne
olursa olsun bunların hepsi aşkın birer niteliğidir. Ben bu kitapla, yal
nızca Allah’la ilgili sevgiyi incelem iş değilim, fakat aslında tek Sevgili
O'dur, her ne kadar bazı durumlarda bazı insanlar O’nu bilm iyorlarsa
da, birçok insanlar O ’nu tanımaktadır, bilmektedir. O’nu bilip tanıyan
lar ariflerdir, fakat aslında h erkes sadece A llah’ı sever, her ne kadar
kendi ruhlarını, kendi ailelerini ve kendi dostlarını sevm iş olsalar da.
Bunu böyle bil!
Hatta bu konuda bazı salih kim seler bize şunu anlatm ıştır: M ecnun
(Kays) Allah için sevenlerden biriydi. Leylâ’yı kendisine bir perde yap
m ıştı, aşkından m ecnuna dönm üştü. Ben de, Kays’ııı Leylâ’ya söylediği
şu sözleri tamamen doğru görüyorum . Öyküde Kays Leylâ’ya şöyle de
mişti: “Uzaklaş benden, çekil git yanımdan! Sana duyduğum aşk beni
öylesine meşgul etti ki senden yüz çevirecek noktaya ulaştım .” Bu yüz
den Leylâ’nın yanında rahat bulam adı, ona yaklaşmadı.
Aşkın özelliklerinden birisi de sevenin sevgiliyle kavuşmayı istem e
sidir. Oysa ki Kays’ın buradaki tutumu aşkın bu ilkesine ters düşm ekte
dir. Âşık, sevgiliye kavuşma anında, birden sevgilisinin ayaldarına ka
panmalıdır, ayrıca dehşete kapıhnalıdır. Oysa ki Kays Leylâ’ya “Uzak
laş, çekil git yanım dan!” derken, ne dehşete kapıldı ne de kendinden
geçti.
Bu arif kişinin, Kays hakkında bana söylediği şeyin, doğru olduğu,
bu tutumuyla bende gerçekleşti, çünkü böyle bir tutum im kânsız değil
dir. Kullarından bazıları Allah için yanıp tutuşurlar.
işte âşıkların sevgilinin kelam ında ve O’nun zikrinde dinlenm eyi
istem elerinin nedeni buradan ileri gelmektedir. Kur’an O ’nun hem k e
lam ıdır hem de zikri93. Dolayısıyla âşıklar Kur’an tilavetini hiçbir şeyle
değişmezler, hiçbir şeyi ona tercih etmezler, çünkü onlar Kur’an tilavet
etm ekle adeta Tanrı’ya naiplik ederler, sanki bizzat Tanrı konuşuyor gi
bidir. Nitekim Allah şöyle buyurm aktadır: “Eğer müşriklerden, A llah’a o r
tak koşanlardan biri em aıı dileyip yan m a gelm ek isterse, onu y an m a al ki Al
lah’ın Kelamını işitsin.” (K u r’an, 9/6). O anda Kur’an’ı tilavet eden Hz.
M uhammed’di, selât ve selâm onun üzerine olsun! Dolayısıyla “Kuran ehli,
Allah ehlidir." diye buyurm uştur. Allah onları sevenlerin en sevilenleri
diye nitelemiştir.
•140*
Âşıkların Bazı Sıfatları
tıyla sıfatlan ın ca...” şeklind eki, yukarıda belirttiğim iz ifade ise şu kud-
si hadise dayanm aktadır: "... ve Ben kulumu sevince, onun işittiği kulağı ve
gördüğü gözü olurum ...”94 buna göre; Allah Kendini bu k ulun gözü ve
kulağı yapm aktadır. B öylece âşığın sıfatlarıyla sıfatlan m ış olduğunu
da isbat etm ektedir. Kısacası âşık, uzaklığı sadece Sevgili için sever di
yoruz. Bu ise, bizzat u zaklık için d e vu slatın (k a v u şm a n ın ) en son
noktasıdır.
■142*
Âşıkların Bazı Sıfatları
•143*
İlâhi Aşk
etse, canını bile verse, az bir şeydir bu, çünkü kölenin Efendisine, kulun
Rabb'ine itaat etm esi güzel bir şeydir, genel kural budur. “Onlar Allah'ı
O’nun şanına y araşır bir şekilde tanıyamadılar... ” (Kur’an, 6/91). Hiç kuşku
suz Sevgili zengindir, dolayısıyla O’nun âşığa verdiği az şey gerçekte çok
şeydir. Âşık ise, yoksuldur, dolayısıyla onun Sevgiiye verdiği çok şey ger
çekle az şeydir. Ancak, her ne kadar bu sıfat âşıkların bir sıfatıysa da, b u
rada, bilgisi eksik ama kör olacak kadar Sevgilisine âşık olan bir âşıktır
söz konusu, çünkü âşık yaratılmış olduğuna göre h içbir şeye sahip değil
dir, kendisine ister az önem versin isler çok önem versin.
Ancak, seven, Allah olduğu zam an; kulundan gelen az şeyi çok şey
olarak değerlendirir. N itekim Allah şöyle buyurm aktadır: “Öyleyse, gü
cünüz yettiği ka d a r korkım A llah’tan..." (K ur’an 64/16).95 “Allah hiç kimseye
gücünün üstünde b ir şey teklif etmez, y ü klem ez” (K ur’an, 2/286).
Allah’ın sevdiği kulları hakkında, onların sahip olduğu ço k şeyleri
az görm esinden şunu anlam ak gerekir: Allah katında bulunan şeyler so
nu olmayan şeylerdir. Sonu olmayan şeylerin yaratılm ış, sonlu bir varlı
ğa girmesi ise muhaldir, imkânsızdır. Yaratılmış varlığa giren h er şeyin
sonu vardır. Sonlu olan sonsuz olanla mukayese edilecek olursa, sonlu
olan çok bile olsa, sonsuz olanın yanında (sanki) az gibi, ya da bir hiç
gibi kalır. Bu konular aslında çok uzundur, ama burada keselim ...
Âşık bir kuldur. Kul ise, Efendisinin em irlerine boyun eğen O ’nun
em irlerine ve yasaklarına karşı gelm ekten kaçman biridir. G erçekten de
Tanrı görmeyi yasak ettiği zaman, kul O’nu görem ez, fakat O , kula em
rettiği zam an da kul O ’na u ym aınazlık ed em ez, çü n k ü âşık daim a
O ’nun huzurunda O ’nun em rine amadedir. Eğer Sevgili, âşığa bir em ir
verirse, âşık bunu Sevgilinin kendisine yaptığı bir iyilik olarak görür.
Sevgili âşığa böyle bir em ir verdiği zaman, bu ancak O ’nun âşığa bir
•144*
Âşıkların Bazı Sıfatları
yardımıdır. Her ne kadar âşık O ’nu görem iyor ve kendisini meşgul etti
ği işte O ’nu müşahede edemiyorsa da, her şeye rağmen gene de âşık.
Efendisinin izniyle bu şekilde bir tutum içinde olm anın verdiği zevk ve
nim etler içinde bulur kendini.
Ama eğer, seven Allah olursa; sevgilinin O ’na vereceği em ir Tanrı
onun sevdiği ve onu hatırladığı için dua ve yakarış olur. Ayrıca bazı
şeyleri de sevmez, o zaman O 'na olum suz ifadeyle dua eder, yalvarır,
şöyle ki: “Rabb’im iz bizi doğru y o la ilettikten sonra, kalbleriınizi ondan sap
tırma..." (K ur’an, 3/8), “...Rabb’imiz bize, bizden ön cekilere yüklediğin gibi,
ağır y ü kler yü klem e. Rabb’imiz bize gücümüzün yetm ediği şeyleri yüklem e!"
(K ur’an, 2/286). G örülüyor ki, bu tür yalvarışlar, olum suz ifadelerle ya
pılan yalvarışlardır. İşte kulun, Efendisi için verceği em ir ve yasaklar
ancak bu tarzda ifade edilebilir. Hakk'ın böyle bir kulun isteğine seven
biri olarak karşılık verm esi kulun Hakk’ın em irlerine uyması, yasakla
rından kaçm ası gibidir.
•145*
İlâhi Aşk
tını, çü nkü gayelerin gayesi birdir, o da, âşıkların başı Hz. M uham -
med’dir, selât ve selâm üzerine olsun. Demek ki, her şey bu insani varlığın
yaratılışına bağlanm aktadır, ister felek ve üzerlerinde bulunanlar söz
konusu olsun, ister yıldızlar ve yıldızların seyirleri, hareketleri sırasın
da görülen şeyler söz konusu olsun. Tabii bunlar bu dünyadaki şeyler
dir. Ö te dünyadaki şeylere gelince, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kula
ğın işitmediği, hiçbir insan aklının hayal bile edemediği, bu dünyanın
sonuna kadar da hayal edem eyeceği şeylerdir onlar. Bu, Büyük Ziyaret
Günü gerçekleşecek olan İlâhi Tecellidir.
İşte âşığın m uhtaç olduğu Sevgilinin istekleri karşısında kendinden
bütünüyle çıkıp kurtulm asının anlamı budur. Fakat Sevgilinin âşığı il
gilendirm eyen istekleri, örneğin ortak ilişkilerin dışında kalan lezzetler,
tatlar ve zevkler bu bölüm ün kapsamına girmez.
•146*
Âşıkların Bazı Sifa t l a n
lah’ın Yücelikleriyle ve Yüzüyle âlem bir anda yanar giderdi, yok olur
du. işte bunun için Allah, âlem e, Kendi suretinde yaratılm ış olan insan-
ı kam il'in gözüyle bakar. Yakıcı yüceliklerle âlem arasındaki perde işte
budur58.
•147*
İ lâ hi Aşk
ler O ’nu daha ço k razı edicidir. Dem ek ki, bunu anlam ak için daha ge
niş ve daha derin bir bilgi gereklidir
Tıpkı burada olduğu gibi, âşık, kalbi aşktan çılgına dönm üş biri
olur çıkar, yani Sevgilinin gördüğü pek ço k yön, yüz ya da görünüm
karşısında şaşırır kalır. Âşık o görünüm lerin hepsine birden yönelir.
Âşığın her türlü dosta sevgilisini tercih etm esinin nedeni şudur:
Âlem bir bütündür; âlem in her bir parçası, insan için bir emanettir. İn
san em aneti geri verm ekle, iade etm ekle yüküm lüdür. İnsanın em anet
leri ise çok sayıdadır. Emanetleri geri verm ek için özel vakitler vardır.
Her vakitte o em anetlerden biri tekrar iade edilir.
Ebu Talib el-M ekk i101 bu tür bir em anet üzerine şu uyanda bulun
m uştur: “F elekler insanın nefesleriyle hareket ederler, hatta nefes alıp
veren her varlığın (özellikle insanın) yaptığı “zik ir”lerle ya da nefesle
riyle hareket ederler, çünkü insan nefesinin alınıp verilmesiyle felekler
(ya da “m ü lk”) hareket eder ve böylece insana tabi olurlar. Bu nedenle,
âlem, insana bağım lı kalmaya devam eder.”
Sonra, hiç kuşkusuz insan da âlem deki bu em anetlere bağımlıdır;
onlara gereksinim i vardır insanın102. Fakat, insanın bu em anetlere ba
ğım lı olm asına rağmen, Allah ehli arasında, arif âşıklar Sevgilinin k en
dilerine em rettiği şeylerle gönüllerini meşgul ederler. Bunlar büyük bir
aşkla çılgına dünm üşçesine daima O’na nazar ederler. Allah onları Ken
di aşkıyla kendilerinden geçirmiştir. O n u n uzaklığı ve yakınlığı arasın
da onlar şaşırıp kalmışlardır, işte bu nedenledir ki onlar O ’nu her türlü
dosta tercih etm işlerdir, çünkü onlar için b iricik Dost O’dur. Nitekim
bu gerçeği Allah şöyle bildirm iştir: “N erede olursanız olunuz, O sizinle b e
relerdir." (K u r’an, 57/4).
Bu dünyada olan herkes, insanın elinde bulundurduğu em anet ne
deniyle aynı şekilde Tanrı’ya bağım lıdır. Bu nedenle insan Allah için
duyduğu sevgisinden dolayı Cenabı Allah’ı her tür dosta tercih eder.
Sehl et-T ü steri’ye “Yaşamak için ne g erek li?” diye sordular. O da
“A llah!” diye cevap verdi. “Hayatı gerçekleştiren kimdir, bilm ek istiyo
ruz, bize söyler m isin ?” dediler. O da “A llah’tır” diye cevap verdi. Ç ü n
kü O ’nun gözü bu âlemde Allah’tan başka hiç bir şeyi görmüyordu. Bu
•149-
İlâhi Aşk
kez o n lar ü stü ne ü stü ne gid erek ona “Biz sad ece, bu vü cudum uzu
m a’m ur eden, bize hayat veren nedir, onu öğrenm ek istiyoruz?" dediler.
O da baktı ki onlar kendisini anlam ıyorlar, onlara şöyle cevap verdi:
“Evleri, Usta’ya bırakın! Allah dilerse onları uzun ömürlü kılar, dilerse
onları harap eder! Bu özel vücud heykelinin içine girm ek insanın latif
işlerinden değildir, dolayısıyla insan Sevgilisinin ken d isin i yüküm lü
kıldığı şeylerle meşgul olm alıdır, çü nkü âşığın hayatı ve varlığı bizzat
bu sevgilidir. Allah insanı hangi eve yerleştirirse yerleştirsin. Kendisi de
oraya y e rle şir.” Sehl e t-T ü ste ri, b izim de sö yled iğim iz g ib i, ay rıca
“k e ş f in ona verdiği bilginin de doğruladığı gibi, burada bunu söyler
ken, tabii neş’etten tecrit olunam ayacağı gerçeğinden söz etm ektedir.
Eğer tabiattan tecrit olunabileceğini söylem iş olsaydı, Allah’ı her türlü
sevgiliye tercih edenlerin durum unda olurdu.
Seven, Allah olunca; yaratıkları arasında sevgili olarak insanı, âle
min tüm üne tercih etm ektedir. Bu nedenle Allah insana öyle güzel öyle
m ükem m el bir suret verm iştir ki bu âlem deki hiç bir varlığa bu güzel
ve m ükem m el sureti verm em iştir. Âlem deki öteki varlıklar O ’na itaat
etm ekle ve O’nu daima teşbih eder olm akla nitelenm iş olsalar dahi, in
sanın durumu böyledir: Allah insanı her tür dosta tercih etm iştir. Bu
nunla ilgili olarak Allah şöyle buyurm aktadır: “Bir zamanlar-Rabb'in m e
leklere, Ben y e r yüzünde bir “halife” yaratacağım demişti" (K ur'an, 2/30). Al
lah Âdem’e istisnasız bütün İlâhî isim leri öğretti. Âdem de, içinde bu
lunduğu durum hangisiyle alakalıysa ona göre, bu ilâhı isim lerin her
biriyle Allah’ı teşbih etm iş. O ’nu yüceltm işti. O ’nu büyütm üş, tekbir et
mişti. Bu yüzden hiç bir isim , örneğin “çanak-çöm lek" gibi bir isim da
hi anlam sız değildir. İsim lerin ve durum ların şerefini bilm eyenler bunu
anlayamazlar. Bundan dolayı aynı ayetin devamında m elekler şöyle de
diler: “...Oysa biz Seni överek, Sana ham d ederek Seni teşbih ediyoruz ve Seni
takdis ediyoruz-" (K ur’an, 2/30). Öyleyse, Allah ancak Kendi isim leriyle
teshili vet takdis edilir. Allah m eleklere, bu âlem de K endisinin bazı
isim leri olduğunu ve m eleklerin o isim lerin hiç biriyle Kendisini teşbih
ve takdis etm ediklerini, oysa ki Âdem’e o isimleri öğrettiğini haber ver
di. Allah m eleklere bazı şeyler gösterdi; m elekler onların isim lerini b il
miyorlardı. Bunun üzerine Allah m eleklere madem ki siz bu isim lerle
Beni teşbih ve takdis ediyorsunuz, “Haydi bunların isimlerini Bana söyle
yin!" (K u r’an, 2/31) dedi. M elekler O’na “Seıı çok yücesin y a Rabb! Senin
•150*
A ş ı k l a r ı n Bazı S ifa tl arı
bize öğrettiği) ı bilgiden b aşka bizim bir bilgim iz yoktur." (K ur’an, 2/32) dedi
ler. O zam an Allah, Âdem’e, “Ey Adem bunlara onların isimlerini haber
ver!” dedi. “Adem m eleklere onların isim lerini h a b er verince..." (K u r’an,
2/33) m elek ler anlad ılar ve bild iler ki k en d ilerin in bilm ediği başka
isim leri vardı A llah’ın. O isim lerle A llah’ın yarattığı başka varlıklar
O ’nu teşbih ediyorlardı. Allah o isim leri Âdem’e öğretti. Âdem de o
isim lerle Allah’ı teşbih etti. M elekler Ka’be’nin etrafında tavaf ederler
ken, Âdem onlara, “Tavaf ederken ne söylüyordunuz?” diye sordu. Me
lekler de ona, “tavafımız sırasında senin önünde “Sübhanallahu, vel-ham -
dü Hilalli ve lâilâhe illalahu vallaluı ekber!" (Allah’ı noksan sıfatlardan ten
zih ederiz, O ’nu teşbih ederiz. Hamd Allah’a mahsustur. Allah’tan başka
Tanrı yoktur. Allah en büyüktür!) diyoruz, diye cevap verdiler. Bunun
üzerine Âdem “Ben de sizin bu sözünüze şunu ekliyorum : “Lü havle ve
fa kuvvete illâ billahi" (G ü ç ve kuvvet ancak Allah’la vardır.) Allah bu
isim leri Arş’ın altına yerleştirilm iş bir hâzineden vermişti Âdem’e; oysa
ki m elekler bunu bilm iyorlardı.
Eğer müfessir, “küçük olsun büyük olsun, çanak çöm lek ismi bi
le ...” ifadesini, önem li ya da önem siz, küçük ya da büyük işlerle alakalı
ilâhî isim ler olarak tefsir etm ek isterse, şu bir gerçektir ki, küçük bir
şey küçük olm asına rağmen, büyük olm asına rağmen büyük bir şeyin
yapamayacağı teşbihi yapabilir. Dolayısıyla burada bu sorunu bu şekil
de ele alm akla isabet ettik. “Çanak, çö m lek ” ifadesine gelince, kendi
içinde bu ifadelerin bir şerefi, bir önem i yoktur, ıstılah olarak kullanı
ma bağlıdır, çünkü her dilde “çanak çöm lek” için , harflerden meydana
gelen ve bunları karşılayan ve başka kelim elere benzem eyen bir kelim e
vardır. Burada bu kelim elerin zikredilm esinin am acı, m eleklerin Allah’ı
teşbih ve takdis etm e konusunda insana karşı belirttikleri övünmeyle
ilgili durum u ortaya koym aktır. Dolayısıyla Allah m eleklere Âdem’in
kendilerinden üstün olduğunu böylece gösterm iş oldu.
Bizim söylemek istediğimiz budur, başka bir şey değil, çünkü yara
tıklar arasında, meleklerden daha şerefli, daha üstün biri yoktur. Buna
rağmen Allah, insan-ı kam il’i isimleri bilm esinden ötürü, meleklerden
daha üstün tutmuştur. Bu nedenle insan bu durumda ve bu makamda
m elekten daha üstündür. İşte Allah’ın insana biçtiği değerin sınırı budur.
•1 5 1 *
İlâhi Aşk
Âşık bir kulun, sevgilisini isbat etm esi, yüklendiği yüküm lülükler
de, örneğin fiili ibadetlerden olan namazda103 olur. Allah, namazı kulu
ile Kendisi arasında taksim etmiştir, dolayısıyla kulunu sevdiğini Allah
böylece isbat etmiştir.
Sevgilinin isbatında âşığın “m ahv”ı konusuna gelince, şu ayetlerde
bu husus dile getirilm ektedir: “Oysa sizi de, yaptığınız şeyleri de Allah y a
ratmıştır." (K u r’an, 37/ 96), “Seniıı o işten hiçbir payın yoktur." (K u r’an,
3/1238), “Bütün iş A llah’a aittir." (Kur’an, 3/154), “Attın am m a sen atm a
dın, fa k a t A llah attı." (K ur’an, 8/17), “A llah’a ve Resulü’ne inanın ve Onun
sizi hakim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden Allah için harcayın."
(K u r’an, 57/7). İşte bü tü n bu ayetler sevgiliyi isbat etm e konusunda
âşık kulun kendini “mahv” etm esini bildirm ektedir.
Demek ki âşığın kendi hakkında tasarruf etm e im kânı yoktur, an
cak Allah’ın kendisine tasarruf etme im kânı verdiği yerde vardır. Âşık
Allah'ın iradesinin dışına çıkar çıkm az, aşkı onu yolundan saptırm ış
olur. İşin aslı, hakikati budur. Başka bir izah yolu da yoktur. Âşıktan
meydana gelen her şey, Alah için yaratılm ıştır. Allah sayesinde yapıl
m ıştır o işler; fail yani o işleri yapan, âşık değildir, âşık sadece üzerinde
işlerin vuku bulduğu olay mahallidir. Dolayısıyla, sevgiliyi isbat etm e
uğrunda, âşık mahv olm uştur, yani hepten ortadan silinmiştir..
Seven, Allah olunca; O da isbat içinde mahvolur. Bu durumda haki
kat, kulun fiili üzerinde meydana gelmiş olur. Bu ise, Hakk’ın mahvıdır,
gerçi akli delil ve keşf, kulun varlığını ya da âlem in varlığını değil, sa
dece ve sadece H akk’ın varlığını isbat etmektedir. İşte Hakk'ın isbatı bu
dur. Hakk şehadet âlem inde mahv olmuştur, yani gözlerden silinm iştir;
buna karşılık şühud âlem inde ise isbat olm uştur10'1.
— Sevgilisi öyle istediği için âşık, kendi nefsini ay aklar altına alıp
çiğnemelidir
•152*
Âşıkların Bazı Sıfatları
•153*
İ l â h i Aşk
Âşık, sevgilisiyle birlikteyken nefes bile alm am alıdır dem ek, âşık
sevgilisiyle birlikteyken m üsterih, yani dinlenm e halinde değildir de
m ektir, çünkü âşık her nefesde sevgilisini m urakabe etm ekte, her an
O’nu gözetlem ektedir, yani O ’nun için nöbet tutmaktadır. Âşık her an
aşkının nerede olduğunu görür ve orada hazır bulunur. Sevgilisini razı
etm ek, onu hoşnut etm ek için gösterm iş olduğu aşırı çabanın etkisiyle
bir umut ve bir beklenti içine girer. Sevgiliyi m em nun ve razı etm ek bir .
hayli zor olduğundan, âşık için rahat diye bir şey yoktur. İşte “sevgili
nin yanıtıdayken âşık nefes bile alam az", yani dinlenm eye vakit bula
maz cüm lesinin anlam ı budur. Bu durum, üzüntü, keder ve zorluğun
ortadan kaldırılmasıdır. Bu ise aşkında sadık olan bir âşığın niteliğidir.
Seven, Allah olunca; Allah şöyle buyuruyor: “O her gün yeni bir işle
dir." (K ur’an, 55/29). Allah sadece kullan yararına tasarruf eder. Kulla
rından da sadece sevdiği kullarla ilgilenir. G eriye kalan lar ise, İlâhî
hükme tabi olurlar. Allah’ın arta kalan nim etlerinden yerler içerler. Al
lah onların dünya ve ahiret işlerin i ayarlar. Bütün bunları yaparken
Kendisine yorgunluk gelmez. Allah “yorgun” sıfatıyla nitelendirilem ez.
Nitekim Allah şöyle buyurm aktadır: “And olsun, B iz gökleri, y eri ve ikisi
arasında bulunan şeyleri altı günde yarattık; bunları y aparken bize bir yorgun
luk gelmiş değildir." (Kur’an, 50/38). Gene şöyle buyuruyor: “İlk yarattığı -
•154*
Âşıkların Bazı Sıfatları
•1 5 5 "
İ l â hi Aşk
olan kula ait olm asın, çü nkü Allah kuşkusuz Kendi Zatı’yla âlem ler
den zengindir; k esretten m üstağnidir. Kendi hakkınd a herhangi bir
kanıta da ihtiyacı yoktur.
•157»
İlâhi Aşk
•1 58 *
Âşıkların Bazı Sıfatları
bu dünya evinde eksiktir; öte dünyada tamam olur. İlim ise, hem bu
dünyada tamamdır hem de ötedünyada, hatta tamamın da üstündedir!
Seven, Allah olunca; Allah Kendisini seven kulların Allah’ın kendi
leri için yapmayı gerekli gördüğü şeyleri Kendisinden istem eyeceklerini
bilir. Onlar genel kuralları ö n ce koruduktan sonra o kuralları aşarlar.
Bu nedenle Allah, kendine gerekli kıldığı şeyi (yani verdiği vaadleri tut
ma işini) onlara verir. Üstelik onlara sınırsız iyilikler verir, ki bu bağış
genel sınırları aşmak demektir. Buna göre, bir iyiliğin sınırı, o iyiliğin
on katıyla yediyüz110 katma kadar çıkan bir ecrin sınırıdır. Bu şekilde
sınırların aşılması bir artıştır, bir fazlalıktır; tıpkı şu ayette ifade edildiği
gibi: “Güzel davrananlara d ah a güzel karşılıklar ve hatta d ah a fa z la s ı var
dır..." (Kur’an, 10/26).
İşte bize verilen budur. Öyleyse bu iyiliği iyi kullan ya da hesapsız
ve sınırsız bir şekilde tut onu!
•160-
Âşıkların Bazı Sıfatları
lar k ısk an çlık babından olan şeylerdir. Hz. Peygam ber “Ben an cak bir
insanım" dem iş ve kendisini âşıklardan saym am ıştı. Bu nedenle onun
tabiatı, aşkı tanım adı, fakat aşk hakkında onun nasıl davrandığım gö
rünce ve aşkı tercih ettiğini fark edince, onu n aşkla beraber hareket et
tiğini hayal etti. Oysa, bu durum un, ona Sevgilisinin verdiği bir mezi
yet olduğunu bilm iyordu.
Hz. M uham m ed’in — selât ve selâm üzerine olsun— Hz.Ayşe’yi, Hz.
Haşan ve Hz. H üseyin’i çok sevdiği söylenm ekted ir. Bir cum a günü
hutbe oku nurken, hutbesini yarıda k esti,., m inberden indi,.. Haşan ve
H üseyin’e doğru yürüdü... onların... İkisini de kucağına aldı ve tekrar
m inbere çıkıp, o şekilde, yani onlar kucağında olduğu halde hutbesini
tamamladı. İşte bütün bunlar, eğer Sevgiliye duyulan hürm eti sürdür
mek istersen, Sevgili için duyulan kışkançlık babmdadır. Cenab ve en
Kutsal olan Sevgiliye duyulan ta’zim ve hürm etin bu şekilde olm ası, bu
ta’zim ve hürm etin başkalarına, O ’nun dışındakilere gösterilm em esini
gerektirir. İşte bu nedenledir ki Allah, Kendini seven kullarının kalbi
ne, k ıskançlık perdesini yerleştirmiştir.
Sevgili, Allah olunca ise durum şöyledir; Hz. Peygamber — selât ve
selâm üzerine olsun— , bir hadisinde ”... Allah ise, benden daha kıskançtır."
buyurm uştur. D em ek ki, âşıkların Allah’ı sevdiklerini iddia ettikleri za
m an, yapabilecekleri kötülükleri A llah’ın onlara haram etm esi de Al
lah’ın kıskançlığm dandır. Yalancı, kendisini doğru söyleyen biri oldu
ğunu iddia etm esin diye Allah kıskanç davranmıştır. Dolayısıyla bu iki
iddia arasındaki farkı ayırıp gösteren bir ölçü de yoktur, ama her halü
karda Allah kötülükleri, fuhşu, dine aykırı hareketleri haram etm iş, ya
saklam ıştır. Öyleyse kim Allah’ı sevdiğini iddia ederse, O ’nun çizdiği
hudutlar içerisinde durmalıdır, o sınırlar çerçevesinde kalmalıdır ki dü
rüst ve doğru sözlü olan, yalancı olandan ayırt edilsin. Bununla birlik
te, istisnasız her şey, Allah’la kaimdir. Bu nedenle Allah sevgilisini Ken
dinden bile kıskanır. D olayısıyla, bü tü n fiilleri, sevgili olan kula bir
n oksanlık, bir kusur nisbeı edilm esin diye, kuluna değil de Kendine
mal etmiştir.
•162*
Âşıkları n Bazı Sı fa tl arı
ona işte senin işittiğin o sözleri söyledim. Çılgın âşıkların bir yolu, bir
yasası yoktur. O nların yolu aşk yoludur. O nlar aşk diliyle konuşurlar,
ilim ve akıl diliyle değil” deyince Süleym an Peygamber gülmeye başlar
ve kuşa acır, onu cezalandırmaz ve serbest bırakır.
İşte bu tür bir davranış tam bir yaralamadır. Allah onu masum kıl
mıştır. Ondan kan bedeli istem em iştir ve onu cezalandırm am ışım Allah
için seven âşığın durumu da aynıdır. Aşktaki sam im iyetinin ve sevgiye
olan tam bağlılığın görünüşte doğurduğu karışıklık durumlarından do
layı Allah’ı seven âşık cezalandırılm az, kınanm az, çünkü bu durumlar
aşkın etkisiyledir, çünkü aşk insanın aklını allak bullak eder, aklını ba
şından alır. Allah da sadece akıllıları cezalandırır, âşıkları değil, çünkü
âşıklar aşk sultanının boyunduruğu ve hükm ü altındadırlar.
Seven, Allah olunca; O ’nun açtığı yara masumdur. O doğru sözlü
dür. O vaad ettiği gibi, hata ve günah işleyeni cezalandıracağını bildire
rek ön ce korkutur, sonra affeder, hatta tövbe etm eyen asi kulu bile,
(K endisinin bir lütfü olarak dilerse, Çev.) cezalandırm az114. Üstelik ce
zalandırm ası gereken kullarını bile, Kendisinin bir Erdemi ve bir Lütfü
olarak cezalandırm az. D olayısıyla, kötü lü k yapanın kazandığı şeyler
su çsu z, m asum n itelik li sayılır. A llah'ın in tikam alacağını vaadettiği
şeyler de böylece m uaf olur, suçsuz sayılır çünkü Allah o kulun güna
hını, akıldan yoksun olm ası nedeniyle, affeder. Akıldan yoksun olan in
san, insanlara zarar verm eyi düşünemez, bunu akıl edemez. Bunun için
onun sebeb olduğu yara da suç sayılmaz ve bağışlanır. Aşık, mahkumun
aleyh’tir, yani davayı kaybedendir, üzerine hüküm giydirilendir, fakat
katil değildir o, katil başkasıdır. Bu nedenle âşığın işlediği hata suç sa
yılmaz. Kaldı ki her konuda olduğu gibi bu konuda da “En üstün delil
A lla h ’ındır; e ğ e r O d ilesey d i, hiç ku şk u su z h ep in iz i doğ ru y o la iletirdi."
(K ur’an, 6/149).
Aşkın bu yönü, Allah’ı ancak Zatı için seven bir âşıkta görülür. Böy
le bir âşık, Allah’ın Cem al ism inden kendine tecelli eden tecellilerin et
kisi altın d ad ır113. Bu nedenle böyle bir âşığın aşkı, sevgilinin yaptığı
iyilikle artmayacağı gibi, sevgisine rağm en, sevgilinin yüzçevirmesiyle
(i’raz) de ihsan ve nim et azalmaz. Ihsan ve nim ete dayalı sevgi, değişik
•163*
İlâhi Aşk
sebeplerle artabilir de azalabilir de, çünkü böyle bir sevgi, dış etkenlere
bağlı bir sevgidir. Allah’a âşık bir kadın bu konuda şöyle demişti:
“G elip beni lim e lime hesseydin, param parça etseydiıı ey Sevgili
Vazgeçmezdim asla sevmekten gene Seni."
Yani Sevgili onu lim e lime kestiği için. Sevgiliye duyduğu aşkında
bir eksilm e olmazdı. Bu söz seven bir kadının sözüdür. D enilir ki bu
söz, ünlü kadın Rabiatü’l-Adeviyye’n in 116 sözüdür. Bu kadının manevi
hali, derecesi ve m akam ı sufi erkeklerden daha üstündü. Allah kendi
sinden razı olsun, aşkın çeşitli yönlerini tahlil etm iş ve tercüm an o l
muştur. Şu şiir ona aittir:
Bir başka âşık kadın, Katip Atab'm cariyesi, aşkı şöyle terennüm et
miştir:
Âşık, adaba uymak zorunda değildir, çünkü ancak aklı olan b irin
den adaba uyması istenir. Oysa ki âşık bu bağlamda aklı karışm ış, allak
bullak olm uş, altüst olm uş, akim a hakim olamayan biridir, âşık için alı
nacak bir önlem yoktur. Bu yüzden âşıktan sadır olabilecek herhangi
b ir davranıştan dolayı, âşık cezalandırılm az.
•165*
İ l â h i Aşk
Aşk âşığı öylesine meşgul eder ki sonunda âşık hem sevgiliyi unu
tur hem de kendini unutur. İşte bu duruma “sevgi aşkı” adı verilir. İlâhi
hakikatten sudur eden bu hakikat hiç kuşkusuz kelim elerle anlatıla
maz; Evet, bu hakikat kelim elerle ifade edilemez! Bu hakikat kelim eler
le açıklanam ayan sırlardan biridir. Ancak bu hakikati keşfeden âşık
onu tanıyabilir. O da onu başkasına anlatamaz. Başkasına onu anlatm a
sı âşığa caiz değlidir, uygun düşmez. Bu konuyla ilgili ayet şudur: "...
Onlar A llah’ı unuttular, A llah da onları unuttu...’’ (K u r’an, 9/67), yani kim
kendi suretini unutursa, kendi kendini unutm uş demektir.
•166*
Âşıkların Bazı Sıfatları
•167*
İ lâ hi Aşk
ki: Araplar: “Ya A llah!”, F arslar: “Ey Hûda!"; Rıım lar: “Işd!"; Erm eniler:
"Esfâd”; Türkler: “Ey Tanrı!”; Frenkler: "Kreatör!” (C reateu r); Habeşler:
“Vak!" derler. Görüldüğü gibi, bütün bu farklı kelim eler tek bir anlam
içindir. Lafızlar, kelim eler farklıdır ama bütün bu yaratıkların (m illet
lerin) maksadı tek bir anlamdır. İşte bu nedenle âşığın isim leri “m eç
h ul” olmalıdır, dedik. Çünkü isim ler basit birer göstergedir. Sonuçta,
âşık, sevgiliyi hangi isim le çağırırsa çağırsın, sevgili âşığa karşılık vere
cektir.
— Aşık, gerçekte dalgın olmadığı halde, âdeta dalgınmış gibi olm alıdır
•168*
Âşıkların Bazı Sıfatları
Aşk, âşığı bir k öle yapar. Sevgilinin yanında hüsn-ü kabul görse bi
le, aşk âşığı zelil eder. Bu alçaltm anın sebebini âşık bilem ez, ancak ger
çeklerin elverdiği kadarını bilebilir. Şöyle ki; âşık, sevgiliye kendisi üze
rinde bir üstünlük, bir otorite kurm asını sağlar, adetâ sevgili, âşığın Ve
lisi olur. Böyle bir duruma ulaşan âşık, tam bir huşu, hudu ve tevazu
için içten lik kokusunu duymalıdır. Böyle bir durumu insana ancak aşk
(sevgi) m akam ı sağlayabilir.
Seven, Allah olunca; Hz. Peygamberin ağzından Allah şöyle buyur
m aktadır: "Ey kulum, Ben acıktım fa k a t sen Beni doyurm adın; Ben susadım
fa k a t sen B an a su verm edin; Ben hastalandım , fa k a t sen Beni ziyaret etm e
din.”118 “Kim B ana bir karış yaklaşırsa, Ben on a b ir kulaç yaklaşırım .” G örü
lüyor ki Allah kuluna daha çok yaklaşm aktadır119. “Kim dir o, Allah'a gü
zel b ir b orç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat ka t artırsın ve onun
için şerefli bir ödül versin?” (K u r’an, 57/11). G örülüyor ki, ödül kat kat
•169*
İlâhi Aşk
verilm ekte, ecir, içtenliği artırm aktadır. Fakat ayetteki soru, her zaman
soru olarak kalm aktadır120.
•170*
Âşı kl arı n Bazı Sı fa tl arı
E ğer âşığın sev gilisi Allah olu rsa; A llah âşığın k albin e sığacağı
için 122, âşık genel ölçülerin dışına taşar, artık h içbir şeye hiçbir ölçüye
sığmaz.
O ’nun zikri nasıl, görm üyor musun? Lafzına bir baksana! “La ilahe
illallah" lafzı, yaratılm ış h içbir ölçüye sığm ıyor! Bu şek ild e, levhalar
üzerine ya da parşöm en kağıtları üzerine, inanm ış insanlarca yazılan
yazılar, bir ölçüye bir tartıya vurulsa, onların ağırlığına denk olabilecek
hiçbir şey olm ayacaktır, çünkü bütün âlem bir kefeye, kelim e-i tevhid
öbür kefeye konsa, kelim e-i tevhid daha ağır gelir123. O ’nun sevgisi dı
şında hiçbir sevgiyle avunmayan, dolmayan m ü’m in insanın söylediği,
bu İlâhî sözün değeri budur işte. Peki bu İlâhî sözü âşık söylerse, onun
hakkında ne düşünürsün? O âşığın durumu hakkında, ne düşünürsün?
Allah’ın rahm etinden daha geniş olan âşığın kalbi hakkında neler düşü
nürsün? Hiç kuşkusuz âşığın kalbinin genişliği de gene Allah’ın rahme
tinden ileri gelm ektedir. Varoluş içinde zuhur eden en şaşırtıcı durum
lardan birisi, Allah’ın rahm etinden ileri gelen kalp genişlem esidir. Oy
saki genişleyen bu kalp rahm etten daha geniş olm aktadır. Ebu Yezid el-
Bistam i bu konuda şu nları söylem iştir: “Eğer Arş, kapsadığı şeylerle
birlikte yüz m ilyon kere, “ariF’in kalbinin köşesinin bir kenarında top
lanm ış olsaydı, arif gene de onları h issetm ezd i!” Peki, arifin durumu
buysa, acaba âşığın durumu nasıldır ki? 124.
Seven, Allah olu nca; Allahu Teâlâ her türlü ölçünün ötesindedir.
Hakk’ın sevgilisi Hakk’ın yanındadır, çünkü âşık, sevgilisinden ayırde-
dilem ez. N itekim Allah şöyle buyuruyor: “A llah’ın y an ın d aki bakidir.”
(K ur’an, 16/96). Buna göre, sevgili b akidir ve baki olanı, fan i olan kendi
ölçüsüne sığdıramaz; baki olan, jünî olanla kıyaslanam az.
Âşık bu duruma gelir, çünkü sevgilide helâk olur, O’nda fen a olur.
D olayısıyla O ’nu kendinden farklı olarak görm ez. Âşıklardan biri bu
konuda şöyle demiştir:
“Seven benim! Sevdiğim de ben!”
Ebu Yezid el-Bistam i'nin durumu böyleycli.
Seven, Allah olunca; Allah kullarından bazılarım öylesine sever ki,
sonunda onların kulağı, gözü, dili ve tüm azalan olur.
•171*
İlâhi Aşk
Bu aşamada âşığın sırrı artık alenî olm uştur ve herkesin diline düş
müştür. Artık âşık sırrın ı saklam ayı bilem ez. N itekim sadık bir âşık
şöyle demiştir:
•172*
Âşıkların Bazı Sıfatları
Sevgi, âşığa öylesine galip gelir ki açılm adık örtü, ifşa edilm edik sır
bırakm az. Aşkın neden olduğu derin iç çekm eler sürekli devam eder,
akıttığı göz yaşları dinm ek bilm ez. B ütün azalan ve bütün yetenekleri,
âşığın hasta olduğunu, devamlı uyanık kaldığını açıkça gösterir. Âşığın
bütün halleri aşkının kokusunu yayar. Konuşacak olsa âşık, ne konuş
tuğunu bilm eden konuşur. Ne sabrı vardır ne m etaneti. Sıkıntıları dur
madan âşığı tedirgin eder. Kederli an lan kat kat artar.
Seven, A llah o lu n ca; A llah kulunu sevdiğind e, o kulu sevdiğini
göklerde duyurması için bir m eleğe vahyeder. O meleği bu işle görev
lendirir. M elekler de severler o kulu, aynı zamanda gök ehli de sever o
kulu. Daha sonra Allah yeryüzüne, sevdiği bu kulu kabul etm esini em
reder. Bunun üzerine, zahirde bazı insanlar bazı özel sebeblerden ötürü
onu inkâr etseler bile, batında bütün varlıklar onu kabul ederler. O za
m an o varlıklar, tıpkı Allah’a secde eden varlıkların tutumu gibi bir tu
tum içine girerler. Âlemde herkes, herşey Allah’a secde etm ektedir. Al
lah’ın K itabı’nda da belirtildiği gibi, bütün insanlar değilse bile, insanla
rın çoğu Allah’a secde etmektedirler.
İşte onların kalblerinde bu kulun sevgisi böyledır. Yeryüzüne onu
kabul etm esi önerilm iştir. Yeryüzünün bütün bölgeleri ve o bölgelerde
bulunan h er şey ve herkes onu sever. İnsanların çoğu, asılları bir olm a
sından dolayı, Allah’a secde etm e konusunda eşittirler.
Âşık, kendisinin âşık olduğunu bilm ez. Bu kadar çok sevgi ve şevki
kim in için duyduğunu bilem ez. Bu kadar büyük bir coşkuyu kim in için
duyduğunu bilem ez. Bu nedenle, sevgilisi ona açıkça gözükmez. Sevgi
linin aşırı yakınlığı bile, âşığa bir perdedir, öyle ki âşık kendinde sadece
aşkın eserlerini bulur. Sevgilinin sureti âşığın hayalindeki surete göre
âşığı kuşatır, öyle ki âşık onu dışarıda arar. Batındaki letafetin, inceliğin
tersine zahirdeki kesafetten, yoğunluktan dolayı âşık, sevgilinin som ut
•173*
İ l â h i Aşk
Seven, Allah olunca; Allah, kab z halinde yani iki elini yummuş bir
halde Hz. Âdem’e tecelli etti. Bir hadisi şerife göre, Allah Âdem’e şöyle
dedi: “Ey Adem, istediğini seç!”. Âdem de “Rabb’imin Sağ Elini seçtim, fa k a t
Rahb’imin her iki Eli de Sağ Eldir, M übarektir"126 dedi. Bunun üzerine Allah
E llerini açtı, bast hali oldu. Bir de baktı ki, Avucunda Hz. Âdem ve
Âdem ’in zürriyeti v a r Hz. Â dem , hem Allah'ın Avucunun içindeydi
hem de dışındaydı.
İşte âşıkla birlikte Sevgilinin sureti böyledir. Âşık hem Sevgilidedir
hem de Sevgilinin dışındadır!
•174*
SO N SÖ Z
A
şıkların sıfatları sayılamayacak kadar ço k tu r ve bu sıfatların bir
• 175 *
D İPN O T LA R
'Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk, hazırlayanlar Orhan Oktay-Hüseyin Ayan, Dergâh Ya
yınlan, İstanbul 1975, Bkz. 225. beyit
2Sezai Karakoç, Leylâ ile Mecnun, Diriliş Yayınlan, İstanbul 1980, s. 67
3lbn Arabi, ilâhı Aşk, s.28
^Fuzuli, Kûlliyat-ı Fuzuli, Mekteb-i Sanayi Matbaası. İstanbul, H. 1291, s. 131.
5A.g.e. s. 130.
6Nihat Keklik, El-Fütulıat el-Mekkiyye, 11. cilt; İst. Üııiv. Ed. Fak. Yay. 1980. Bkz.
c. 11, Bölüm B, s, 261.
7Ebu’l-Hasan Ali el-Bagdadi, M. Ibn Arabi'nin Menkabeleri, Çev. A. Şener, R.
Ayas, Ank. Ûniv. İlahiyat Fak. Yay, Ankara 1972, Bkz; s. 20.
8lbn Arabi, Fdsusil'l-Hihem, çev. M. Nuri Gençosman, İstanbul Kitabevi, İstan
bul 1971, Bkz. s. VU1
Nursalı Tahir Bey, Tercüme-i hal vefezail-i Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabi, ikinci
tab’ı, Necm-i İstikbal Matbaası, 1329 Dersaadet Bkz: s. 7.
l0A.g.e s. 7
"Eş-Şeyh Muhyiddin Ibn Arabi, Al-Futııhat al-Makkıya, c. 1, s. 4 Tahkik: Os-
nıan Yahya, Kahire, 1980.
,2lbn Arabi, Traite de Tamour, çev.: Maurice Gloton, Albin Michel. 1986, Paris,
Bkz: s. 14-17.
13Bu konuda bakınız, Ibn Arabi, "Kitabü'l-fenal fı ’l-Müşahede". Bu risale, 1948’de
Haydarabad'da Resailü Ibn Arabi adıyla yayınlanan ve pek çok risalelerini ihtiva eden
kitapta yer almaktadır. Ayrıca bu risale Michel Yalsan tarafından Traite de l'Extinclivn
♦ 177 *
İ lâ h i Aşk
•178*
Dipnotlar
i5“Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve gönül hepsi ondan sorumlu
dur."(Kur'an, 17/36), "Ogıiıı ditleri, elleri ve ayaklan yaptıkları her şeye dair şahitlik ede
ceklerdir” (Kur'an, 24/24)
i6"Rabb'in Ademogullarmdan, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onlan kendi
lerine şahit tutarak: “Ben sizin Rabb'iniz değil miyim? demişti. Onlarda "Evet, buna şahidiz
ya Rab!” demişlerdi. Öyle ki Kıyamet Günü “Biz bundan habersizdik.” dcmeyesiniz diye."
(Kur'an, 7/172) ayetine gönderme var.
37“Gökler ve yer durdukça orada sürekli kalacaklardır. Ancak Rabb'in onları çıkarmayı
dilerse o başka, çünkü Rabb'in dilediğini yapandır.” (Kur’an, 11/107).
38Halife Harun Reşit söz konusudur.
39Bkz.; not. 36.
40Buradaki "ama" terim i şu hadiste de geçm ekted ir: "Hz. Peygambcr’e
“Rabb’imiz malılukatı yaratmadan önce neredeydi?" diye sordular. O da ne üstünde ne al
tında havanın bulunmadığı “ama"nın, içindeydi, diye cevap verdi. (Bkz. Tirmizi, Hud
Suresi tefsiri, 1 bab: Ibn Mace, mukaddime, 13. bab; Ibn Hanbel, 4. cild, 11 ve 12
sayfalar.)
Söz konusu olan bu ama' sözcüğü Ibn Arabi düşüncesinde önemli bir terimdir.
Tam olarak karşılayabilmek hayli zordur. Ankaravi merhum bunu “ince bulut” diye
çevirmiştir. Lugatta “Bulul, toz bulutu, sis, is, duman, zifiri karanlık, körlük, hiçlik,
bütün unsurların karmakarışık bulundukları ilk durumu.” Felsefede bu, “boşluk"
ile ifade edilir. Ne var ki bu boşluk sonradan varlaşacak olan bütün imkânların kay
naştığı bir boşluktur. Başlangıçta cansız ve akılsız unsurlar karmakarışık bir vazi
yette (kaos) bulunmaktaydılar, sadece akıl sahibi cevher (mis) bu kaosun dışındaydı.
Akıl sahibi bu cevher kaosu düzenleyerek ondan kâinatı meydana getirdi (Koz
mos). Ibn Arabi de benzer şekilde, bu terimi “ilk taayyün" makamı karşılığında
kullanmaktadır. Varlığın başlangıcı bu makamdır. Bundan önce lâ’ta’ayyün denilen
vücud-ı mutlak vardır ki bu durumda daha Rububiyyeı üe muıtasıf değildir. Rubu-
biyycı ama’ mertebesinde başlar.
4,Fûtuhat'ın 198. bölümü. "Nefes ve sırları hakkında bilgiler"
42Bkz. Fakhr ad-Din Razi, Traite sur les Noms divitıs, tracducıion de Maurice
Gloton, Paris 1981, s. 223 ve devamı.
43Hz. Ömer’in rivayet ettiği bu hadisi şerife göre, Cebrail bir gün insan suretin
de çıkıp gelmiş, iman, isldm, ihsan, kıyamet gibi konularda Hz. Peygambere sorular
sormuştur. Hadisin tam metni şöyledir: “Günün birinde Hz. Peygamberin yanında
oturuyorduk. Birdenbire yanımıza bir adam çıkageldi. Elbisesi bembeyaz, saçları
simsiyahtı. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyordu, yani uzaktan geldiğine dair bir
iz taşımıyordu. Hiç birimiz onu tanımıyorduk. Nihayet Hz. Peygamberin önüne ge
lip olurdu. Dizlerini O’nun dizlerine dayadı ve ellerini dizlerine koydu ve “Ya Mu-
hammed, İslâm nedir bana söyle!” dedi. Hz. Peygamber de "Islâm, Allah'tan başka^
ilah olmadığınına, Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmen; namaz kılman.
•179*
İ l â h i Aşk
zekat vermen, Ramazan orucu tutman, yoluna gücün yeterse Hacc’a giımendir.” dedi. O
adam bunun üzerine “Doğru söyledin." dedi. Biz de hem soru soruyor hem doğru
söyledin diye tasdik ediyor diyerek taaccüp ettik, şaşırdık kaldık. O adam yeniden
“Peki, iman nedir, bana söyle!" dedi. Hz. Peygamber de “iman, Allah’a, meleklere, ki
taplara, peygamberlere ve kıyamet gününe kaderin hayır ve şerrine inanmanda.” diye ce
vap verdi. Yine o adam “Doğru söyledin." diye onu tasdik etti. “Peki, ihsan nedir?"
diye sordu gene o adam, Hz. Peygamber de “İhsan Allafı’ı görüyormuşsun gibi Allah'a
ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'ııu görmüyorsan da, O seni her an görmektedir.” diye
cevap verdi. O gene “Doğru söyledin." diyerek onu tasdik etti. “Peki, kıyamet ne
zaman kopacak, bana söyle." dedi o adam. Bu soru üzerine Hz. Peygamber “Bu ko
nuda kendisine soru sorulan bu soruyu sorandan daha fazla bir şey bilmiyor" diye
cevap verdi. “Öyleyse Kıyamet’in belirtilerini söyle.” dedi. Hz. Peygamber de “Kıya
metin belirtileri, cariyeııin kendi efendisini doğurması; yalın ayak, başı kabak, çıp
lak. yoksul koyun çobanlarının kentlerde büyük binalar yükseltmede birbirleriyle
yanşa girmeleridir.” diye cevap verdi. Daha sonra o yabancı adam çekip gitti. Ben
bir süre öylece kaldım. Sonra Hz. Peygamber “Ya Ömer, bu soruları soranı tanıdın
mı?" diye bana sordu. Ben de “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedim. Bunun üzeri
ne Hz. Peygamber “O Cebrail’di; size dininizi öğretmek için gelmiştir dedi.” lbn
Arabi bu hadisi şerife pek çok göndermeler yapmaktadır bu eserinde. Bu hadisi
Müslim, rivayet etmiştir.
44Bkz. Kurarı; 19/16-41.
45Bu ad Fütulıat'ıa bir çok defa geçmektedir. Bu zatın tam adı; Ebu Abdullah
Kadib el-Ban el-Mevsili’dir.
4*Fütıılıa(’ın 177. Bölümü. Bakınız Ma’rtfeı ve Hikmet,' çcv.Mahmın Kanık, İz.
Yay. s. 133. Aynca Fütuhat’ın 63. babında bu konuda bilgi vardır.
47Tann’mn insanlara hülul ettiği inancını taşıma.
4STemel unsurlar şunlardır: Ateş, hava, su, toprak.
49“Cesed"in çoğulu “ecsad”dır. bu konuda bakınız lbn Arabi “Kitabü'l-ıstılahal”.
MSu ve ateş, hava ve toprak unsurlarındaki örnekte olduğu gibi.
n “Hubb” kelimesi hem sevgi hem de tohum anlamına gelir. Fiil olarak da hem
sevmek hem de tohum ekmek anlamına gelir.
5-Hz. Yusuf’a âşık olan Züleyha söz konusudur burada.
” Girişte de belirttiğimiz gibi Zeyneb isminin lbn Arabi nezdinde özel bir yeri
vardır. Kızının adı Zeynep’tir; Zcynebiyyat adıyla şiirler de yazmıştır.
54Ebu Cehil, yani Cehaletin babası, Hz. Peygamber'in amcası olmasına rağmen,
onun amansız bir düşmanıydı. Bedir savaşında öldürülmüştür.
53Bkz; “İlahi Sevgi” bölümü.
3&Bkz; “Sevginin Adlan” bölümü.
57Hul)l), daha önce de belirtildiği gibi hem sevgi hem de tohum anlamına gelir.
•180*
Di pnotl ar
•181»
İlâhi Aşk
•182»
Dipnotlar
•183-
İlâhi Aşk
l08AUah kendisinden razı olsun Ebu Hureyre dedi ki: Allah Resulü şöyle bu
yurdu: “Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bu isimleri sayana, ezberlerse, anlamlarını
şuurla öğrenip anlana, cennete girer, sonsuz saadete ulaşır."
'09Füıuhat’ın 259. bölümünde bu konuda geniş açıklama vardır.
"°Ebu Hureyre nakletti: “Allah Resulü şöyle buyurdu: “Ademoğlunun her bir iyi
ameli için bir ecir vardır. Bıı ecir, Allah’ın takdirine göre on katından yediyûz katma kadar
çıkabilir. Allah şöyle dedi: Oruç hariç, çünkü oruç Bana aittir; orucun ecri Benim." Bu hadisi
Buhari, Nesei, Ibn Mace nakletmiştir.
11'Ebu Bekir eş-Şibli h. 247/m. 861'de Bağdat’ta doğan büyük bir sufidir. h.
334/b. 945 de ölmüştür. Bakınız Kuşeyri Risalesi, A.g.c. s. 122 ve Keşfü’l-Mahcııb,
A.g.e. s. 259.
" 2Kıskançlıgm Arapçası gayrettir. Gayret kelimesinin dilimizdeki kullanımı da
dolaylı olarak kıskançlık demektir. Örneğin birini görünce gayrete gelmek gibi.
" 3Akıl, kavramları ve düşünceleri kendi aralarında birleştirip onların ortak
noktalarını ve sebeblerini bulma yeteneğidir. Burada Ibn Arabi bilfiil akıl ile bilkuv-
ve akıl arasındaki farkı ortaya koymaktadır.
1HBu durum Allah'ın dilediği kullarını affedeceği vaadiyle ilgilidir. Dünyevi
planla değil de uhrevi planla ilgilidir.
" 5Bu konu “Kur’an’da Âşıkların Sıfatlan" bölümünün “Allah'ın güzelliğe duy
duğu sevgi" kısmında açıklanmıştır.
,,6Tezkiretıi'l-Evliya'da hayatı ve menkıbeleri anlatılmıştır. A.g.e.
" 7Arapça dilbilgisinde belirli isme “ma’rife", belirsiz isme “nekre” denir.
" 8Hadisin tamamı Sahih-i Müslim’de yer almaktadır. Ebu Hureyre’den nakildir.
" 9Ebu Hurcyre’nin naklettiği şu hadisi şerife değini var: “Ben kulumun zannına
göreyim. Beni andığı an Ben onunlayım. Eğer Beni kendi kendine (marsa, Bcıı de onu ana
rım. Eğer Beni bir mecliste anarsa, Ben de onu daha iyi bir mecliste anarım. Kulum Bana bir
kanş yaklaşırsa, Bendeona bir kulaç yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek gelirse, Bendeona
koşarak giderim." Bu hadis Bukari’de ve Müslim'de yer almıştır.
l20Bkz; Füsusü'l-Hikem., A.g.e. 5. Fass, s. 60.
l2' “Âşıkların Çeşitli Halleri Hakkında Anlatılan Öyküler” bölümünde bu konu
anlatılmaktadır. Bkz. “Sevgilisinin sırrını başkasına yayan âşık" kısmı.
l22Bkz; not 16.
123Burada söz konusu olan “kozmik terazi”dir. Flatıatların ihlasla yazdıkları ya
zılar, alimlerin yazdıkları sayfalar bu bağlamda değerlendirilir.
l24Bkz; Füstısü'l-Hikcm, A.g.e. 12. Fass, Şuayb kelimesindeki “kalbi" hikmetin
aslı. s. 113.
l23Bkz; Rene Guenon, Les Etats multiples de l'étre, 1932. Paris.
l26Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bu hadis Tinnizi’de yer almaktadır.
•184*