You are on page 1of 168

C 2003 Bethlehem Books

Orjlnal Adı
The Mystery of the Perlodlc Table?

C 2008 Yurt Kitap-Yayın


Çeviri Erkan Demir

Yurt Kitap-Yayın 225 Çocuk ve Gençlik 3


ISBN 978-975-9025-47-2
Ağustos 2009, Ankara

Baskı ÔZkan Matbaaa l ık, Ankara


Kapak AH imren

Yurt Kbp-Yayın
Konur Sokak 26/3
Bakanlıklar/ANKARA
Tel: 0.312. 417 35 49
Fax: 0.312. 425 36 40
e-mall: yurtkltap@yurtkltap.com
www.yurtldtap.com
periyodik
cetvelin
- -

Çocuk ve Gençlik Kitaplığı

Çeviren
Erkan Demir
TeşettDtfer
Nazik ve sabırlı rehberllklerlnden dolayı Bethlehem Bo­
oks 'tan editör Peter Sharpe'a ve 6zelllkle Lydia Reynolds'a,
yazma/an okuyaralc birçok yararlı 6nerllerde bulunan Mlke
Keas 'a ve Dan Barrett'e teşekkür ebnelc isterim. Uygun tari­
hi materyal/eri sagıayaralc nazik yardımlanndan dolayı Tho­
mas Aquinas College'e ve harika bir lkind sınıf kimya der­
siyle bu proje için esin verld edlt6r Peter Sharpe'a da teşek­
kür ederim. Son olarak sevgili eşim Teresa ya ve yedi çocu­
guma, özellikle aralannda en büyük üçü olan, yazmalanmı
okuyan ve daha genç okuyuculara ulaşmamda bana yardım­
a olan jacob, Anna ve Falth 'e minnettanm.
lçlndekller

Bilmece . . . . . . . . . . . . . . . . • . . . . . . . . . . . . . • . . . . 7
ilk Klmyaalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1O
Toprak, Hava, Ateş, Su ....................... 1 8

Simyaalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24
·şımdlye Kadar Bilinmeyen Bu Ruh" . . . . . . . . . . • . . . 34
Atomculann Geri DönQşO . . . . . . . . . . . . . . . . ; .....40
Uçucu Elemen tin Tuhaf HikAyesi . . . . . . . . . . . . . . . . . 48
Bay Pıiestly Maddeleri (Biraz) Açıklığa Kavuştu ruyor ..54
Bay Cavendlsh ve Yama Hava . . . . . . . . . . . . . . , ...60
Kimyanın Fransız Devrimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 65
isimlerde Devrim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 74
Doğa, Dengenin Dışında Başka Bir Şey Yaratmaz . . . . . 78
Bay Dalton ve Atomları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86
Şaşırtıa Bay Davy . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99
Lussac ve Avogadro Sayısının imdada Yetişmesi! . . . 1 04
Olaylar Yerine Oturuyor: Üçlüler ve Seklzliler . . . . . . 1 15
Gizem Çözüldü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 23
Gizem Devam Ediyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . t 35
Açıklamalı Sözlük . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 59
Keşif Tarihine Göre Elementler Listesi ............162
7.ı\ IA
IA
....... 1 2

Periyodik Cetvel ve Elementler


1

B B Be
um 2A lA 4A 5.ı\ 6A um 4.00J

3 4 5 6 7 1 9 10

Li Be B c N o F Ne
6.MI 9.012 lo.11 iZ.Oi 14.GI 16.clO 19.00 :ıo.ıı
il 12 13 14 15 16 17 il

Na Mg Al Si p s cı Ar
ZZ.99 ıuı D ... ,. .. 78
D 18 ZI 26.91 21.119 J0.97 32.Gli 35.45 ,,_,,

19 20 21 22 23 24 25 216 27 21 29 30 31 32 ,, 34 ,, 36

K Ca Sc Ti v Cr Mn Fe Co Ni Cu Zn Ga Ge As Se Br Kr
39.10 40.ol 4U6 47.!IO .,. 52.00 54..!N ,,.., ,._,, 51.70 63.55 65.31 e.n '"' 74.92 71.96 79.!IO .,_.,

J7 ,. ,, 40 41 42 43 44 45 46 47 • • '° 51 '2 " 54

Rb Sr y ı.r Nb Mo Tc Ru Rh Pd Ag Cd in Sn Sb Te 1 Xe
IU7 17.62 IL91 91.22 !12.91 ,,_,. 91.91 ıoı.ı ICIU ıou ıou 112.4 114.I llL7 121.1 127.6 ı::ıu 131.J
" " 57 n .,, 74 75 76 77 71 79 ., il 12 ., 14 ., •

Ca Ba La Bf Ta w Re Os lr Pt Au Bg n Pb Bi Po At Rn
1:12.f 137.J IJU 171.5 llo.t 113.9 ı-.2 ltcı.2 192.2 195.1 197.0 _ .. 20U 207.2 20P.O ,_ 1210! �·

17 • • UM 1115 ICll 107 ı• 109

Fr Ra Ac Rf Db Sı Bb Bs Mt
,.,..., 2216.o 227.0 (361) (2112) (363) (2112)
,. " fO 61 G 63 64 6:1 66 67 61 .. 70 71

l.Mltanldler Ce Pr Nd Pm Sm Eu Od Tb Dy Bo P.r Tm Yb Lu
140.1 140.9 144.2 •ı•a l50A 152.G 157.J 151.9 uru 164.t 167.J 161.9 173.0 174.0
to 91 9l ,, ,. " 96 97 • " ıcıo 101 102 ıco
Aktlnldler 1b Pa u Np Pu Am Cm Bk Cf Es Fm Md No lz
m.o Dl.O :Dl.O 237.0 �- ,...... ,....,.. ,....,.. mıı ,,.... � na\ - -
Bilmece

N
eredeyse bütün gizem kitapları çözümle sona
erer. Bu kitap ise çözümle başlar. Bunu soldaki
sayfada görebilirsiniz.
Nedir bu?
Bu yeryüzünde ve uzayda her maddeyi meydana
getiren nesnelerin bir araya gelmesidir.
Bu, Elementlerin Periyodik Tablosu 'dur. Bu, nihai
olarak her maddeyi -ağaçları , kayaları , kiri , hücreleri,
bitkileri, saçınızı , derinizi , bulutlan , havayı , güneşi,
ayı ve yıldızları- meydana getir.en şeyin gizemine gi­
den çözümdür.

7
Kütlesi olan ve uzayda yer kaplayan her şey ele­
mentlerden meydana gelmiştir.
Element nedir?
Element, temel başlangıa ifade eder. Elementler,
maddeleri oluşturan ilk nesnelerdir. Bu elementlere
ulaştığımzda, bir sonraki böl ümde de göreceğimiz
gibi tamamen maddenin öz üne ulaşam asamz da te­
meline inmiş olursunuz.
Modern kimyaalar, elementi kimyasal yöntemler­
le daha basit ve daha saf yapılara bölünemeyen mad­
de olarak tanımlamaktadırlar.
Periyodik Tablo'd a masan ıza gelen tuzu göreme­
yeceksiniz. Neden? Tuz, Sodyum ve Klor'a aynlabilir.
Sodyum, "Na" kimyasal sembolüyle Tabloda bulun­
maktadır. Klor ise "CI" sembolüyle gösterilir. Kimya­
sal yöntemlerle Sodyum ve Klor'u elde ettiğim izde
maddenin temeline inmiş oluruz ve daha ileriye gi­
demeyiz.
Göreceğiniz gibi Periyodik Tablo'da 1 09 element
vardır. Bazılan çok yaygındır. Bazıları ise nadir bulu­
nur. Bir kısmı yapaydı r. Bir sonraki bölümde de göre­
ceğimiz gibi burada bel irtilen t 09 elemente birkaç
element daha eklenmiştir bunlar doğal olmayan ya­
pay elementlerdir. Fakat şimdilik tablomuzda gördü­
ğümüz t Ô9 elemente odaklanalım.
Dünyanın yaklaşık % 98' i yalnızca sekiz element­
ten meydana gelmiştir: Demir (Fe) , Oksijen (0), Silis­
yum (Si), Magnezyum (Mg) , Nikel (Ni) , Kükürt (S) ,

- 8
Kalsiyum (Ca) ve Alüminyum (Al). Bunlar arasında
yer alan Oksijen ve Demir yeryüzünün yaklaşık %
65' ini oluşturmaktadır.
Bütün evrene baktlğımızda bunun yaklaşık %
97' si, Periyodik tablonun sol üst köşesinde ve sağ
üst köşesinde yer alan yalmzca iki elementten, Hid­
rojen (H) ve Helyum'dan (He) meydana gelmekted ir.
Bu elementlerden bazıları , en saf formlannda ol­
masa bile günlük yaşantımızda görülmektedir. Cebi­
nizdeki veya cüzdanımzdaki bozuk paranın büyük bir
bölümü; Bakır (Cu), Nikel (Ni) , Gümüş'ten (Ag) ve
gerçekten şansh ya da zenginseniz Altan ' dan (Au) ya­
pllmıştır.
Elementler Periyodik Tablo' da gördüğümüz şekil­
de düzenlenip etiketlenecek bir biçimde kolayca keş­
fedilmemişlerdir, tam tersine bulunmalara çok zor ol­
muştur.
Ashnda elementlerin bu güzel ve düzgün sıraları­
na bak.ağımızda kolay bir yoldan keşfedildiklerini dü­
şünebiliriz. Bu da düşüncemize gerçekten pek uzak
sayllmaz. Homeros'un epik destanı olan Oclysse­
/a'da Odysseus'un tehlikeli seyahatlerine çok benze­
yen uzun ve zorlu bir yolculuktu. Elbette bu seyahat­
ler birer macera haline geldi ve bu maceralar ise da­
ima tekrar tekrar anlatılması gereken heyecanlı olay­
lardır.

9

ilk Kimyacılar
i lk kimyacılar kimlerdi? Bunlar bilim insanı değildiler.

Laboratuarlarda çalışmıyorlardı. Onlar metal işçile­


riydiler. Elementlerin ne olduğunu keşfetmeye çalış­
mıyorlardı. Güzel mücevherler ve daha iyi silahlar yap­
makla ilgilenen oldukça tecrübeli insanlardı.
Antik metal işçileri, (kumaş boyaalannın ve ilaç
üreticilerinin yaptığı gibi) kanşımlar halinde element­
lerle ilgilenmek yerine saf elementlerle ya da tam an­
lamıyla saf metallerle çalıştıklanndan ilk kimyaalar ola­
rak kabul edilebilirler.
Hıristlyanlık öncesi dönemde eski insanlar yalnızca
yedi temel metali tanıyo�du: altın (Au), gümüş (Ag),
bakır (Cu), kurşun (Pb), kalay (Sn), demir (Fe) ve dva

10
tHg). Bu elementlerden Civa, M.Ô. iV. yüzyılda keşfe­
dilen son elementti. Peki ilk olarak hangi element keş­
fedilmişti?
ilk keşfedilen elementin üzerine çok kan döküldü,
bir çok krallık yükselip çöktü, aynı şeklide bir çok ha­
yal kuruldu ve yıkıldı. Artık faydasız element yok, da­
ha kesin bir ifadeyle artık faydasız metal yok! Dayanık­
lı bir alet veya silah yapmak için çok yumuşak bir mad­
de fakat diğer elementlerden çok daha güzel.
Muhtemelen bunu keşfeden ilk insanın gözüne
nehrin kıyısında yürürken bir ışıltı çarptı. Merak ederek
yanına gitti. Parmaklanyla kazarak onu ortaya çıkanp
tuhaf şeklide ağır olan bu nesneyi fırçaladı.
Bu bir altındı!
Altın, diğerlerinden daha fazla saf biçimde, genel­
likle açıkta bulunan bir metaldir ve birisi tarafından ya­
n gizlenmiş vaziyette keşfedilmeyi bekleyen en güzel

elementtir. O kadar parlak, o kadar görkemli ve saf


olan altının, insanın dikkatini çekmemesi mümkün de­
ğildi. Bu nedenle arkeologlar, Neolitik Çağ (M.Ö.
7 000 4 000) kadar geriye giderek tarihlendirilen altın
.
-
.

süs eşyaları buldular. Fakat altın kesinlikle bundan da­


ha önce fark edilmiş olmalı.
Neolitik dönem i nsan lan herhangi bir durumda al­
tının çapa veya mızrak ucu için değersiz olduğunu fark
ettiler. Bir kaya veya sopa daha fazla işe yanyordu.
Altın çok yumuşak olduğundan binlerce yıl boyun­
ca yalnızca dekoratif amaçlı kullanıldı. Altın, çok kötü

11
bir silah ya da bir alet malzemesi iken enfes bir bilezik
ya da gerdanlık haline geliyordu.
Yazının bulunmasından önce i nsan lar hAIA taş ve
ahşap aletler kullanırken bile altın biliniyordu. Altln
çok yumuşak olduğundan taş aletlerle Qzerine vurarak
onu işlerken bile ateşe ihtiyaç duymuyorlardı.
Gümüş ve bakınn da bu kadar eski dönemlerde bi­
linmesi muhtemeldir, genelde maden filizi olarak yani
diğer elementlerle kanşlk halde ortaya Ç1karlarken ba­
zen doğada altın kadar çok ol masa da en saf halleriy­
le de bulunabilirler.
Altln, gümüş, bakır gibi elementlerin bulunması,
insanoğlunun o güne kadar yaptlğl en önemli keşifti.
Bunlann birer element olarak bulunması dışında, kolay
kullanımlan da bu madenleri değerli kıldı.
Aslmda bu özellikler olmasaydı kimya biliminin ge­
lişimi tamamen imkansız hAle gelirdi.
Ateş.
Ateşin keşft insanlığın bütün tarihini değiştirmiştir.
Ateş olmadan medeniyet olmazdı. Kimya olmazdı.
Neredeyse elementlerin tamamı bir gizem perdesi al­
tlnda kalacağlndan Elementlerin Periyodik Tablosu'da
olmazdı.
O halde ilk kimyager olma onuru, ateşin ısıttlğı şe­
yi deglştlrdiglni ilk bulan kişiye ait olmalıdır.
Neolitik dönem boyunca ilk evcilleştirilen şey ateş
oldu ve ateşin evcilleştirilmesiyle birlikte metallerin
eritilmesi mümkün hale geldi.

12
Metallerin birçoğu. al tm (bazen de gümüş ve bakır)
gibi yeryüzünde veya yeryüzüne yakın yerlerde saf
halde bulunmadığmdan eritmek gerekir. Bu metaller
çoğunlukla konsantre halde, yerküre kabuğunda ma­
den filizi olarak adlandırılan saf olmayan metal birikim­
leri olarak bileşikler halinde bulunurlar.
Bu yüzden bu tür metal filizlerinin konsantre form­
da ortaya çıkmalanna minnettar olmalıyız. Ya metaller
yeryüzü kabuğuna eşit biçimde dağılmış olsaydı? On­
lan asla bulamayac.aktık! Ya da en azından herhangi bir
malzeme hazırlamak için yeterince altın, gümüş, bakır
veya başka bir metal toplayamayac.aktık.
Neden?
Cam bir kaba bir fi ncan kum doldurup. içine birer
çay kaşığı biber ve şeker ekleyin. iyice çalkalayın. Bi­
beri ve şekeri tekrar geri alabilir misiniz? Bu binlerce yıl
sürebilir! Aslında metallerin konsantre birikimler halin­
de bir arada bulunmasından dolayı şanslıyız.
Yeryüzüne yakın yerlerdeki filizlerde bulunarı metal
konsantrasyonlanyla birlikte eritmeden aytın ad dahil
herhangi bir metalden, fazla elde edemeyiz. En basit
formunda eritme, istenen metalin istenmeyen ele­
mentlerden aynlması için filizlerin ısıtılmasıdır.
Eritme ilk nasıl keşfedildi?
Belki genç bir Sümerli, demir filizi içeren aşınmış
bir yamaçta bir şimşek çakması gördü ve ne olduğunu
görmek için oraya doğru koşarken yumru bir demir
parçası buldu.

13
Ya da bir gece öncesinden ateşin etrafına yerleştir­
diği kayaların sabah değiştiğini gören meraklı bir Mı­
sırlı da olabilir, filizde saklı olan bakir ateşle ortaya çık­
mıştırl
Anc.ak yaklaşık M.Ö. 3.500 yıl önce ateşe yaklaştı­
rılan, ateşin eritmesi için yeterince ve kontrollü bir şe­
kilde yüksek sıcaklıklara ulaşmasına izin verilen çöm­
lek ocaklanmn gelişimiyle başlamıştır. Arkeologlar,
önemli miktarda bakırın ergitme işlemiyle elde edildi­
ğini bize gösteren bu çağdan kalma kaseler, tabaklar,
süs eşyaları gibi bir çok büyük bakir nesne bulmuşlar­
dır. Yakin zamana kadar ergitme aynı şekilde diğer
metalleri, özellikle de filizler halinde de bulunan gü­
müş ve altın gibi değerli metallerin bir çoğunu elde et­
mek için kullanılmıştır.
Metal filizlerinin ergitilmesl büyük bir çığır açmıştır
ve belkJ de bu olay insanlığın yaşadığı en büyük dene­
yimdi. Tarih boyunca neredeyse metalden yapılan her
şey, metal filizlerinin ergitllmeslyle yapılmıştır, ergit­
me yapmadan hiç kimse herhangi bir nesne yapmak
için asla yeterince metal elde edemezdi. Ergitme işle­
mi keşfedilmeseydi aletler herhangi bir iş için değil en
ilkel tarım dışında herhangi bir işe uygun olmayacaktı.
Daha da önemlisi karmaşık makineler -bunun gibi ki­
tap/a n basan m akineler bile- olmayacaktı!
Kendi perspektifimizden ergitme işlemine bakar­
sak keşfinden neredeyse beş bin yıl sonra ergitmenln,
indirgemeyle filiz damarlarındaki diğer elementlerden

14
metali ayırdığım söyleriz. Neden? Ergitme, elementle­
ri metal filizinden ayınr, böylece kalan saf metal önce­
sinden az bir ağırlıktadır. Filiz indirgenmiştir.
Örneğin demir filizi karbonla -mesela odun kömü­
rüyle- ergitildiğinde karbon (C), karbonmonoksidi
(CO) meydana getirmek için önce oksijenle (0) birle­
şir. (Harfleri, birleşen elementleri belirtmesine uygun
olarak bugün kimyacılann kullandığı simgeler şeklinde
kullanacağız. Şimdilik küçük sayılar için endişelenme­
yin fakat kitabın sonunda bulunan Periyodik Tablodaki
elementlere bakmalısınız, böylece bulunduktan yerle­
re daha fazla aşina olacaksınız)

c +
Oz •> co
(Karbon) (Oksijen) (Karbon Monokslt)

Daha sonra fili,rln oksijen bölümü (Fez0 3 'deki 0)


karbon monoksitle birleşir ve sonuç ("Fe" ile gösteri­
len) saf demir ve karbon dioksittir.

Fe2o3 + co •> Fe + co2


(Demir oksit) (Karbon monokslt) (Demir) (Karbon Dlokslt)

Karbon, karbon monoksiti oluşturmak için oksijen­


le birleşir. Daha sonra karbon monoksit, yalnızca saf
metal kalacak şekilde demir oksitteki oksijenle birleşir.
Bu yüzden karbon, indirgeme maddesi olarak adlandı­
nlır.

15
Diğer yabana maddeleri çıkarmaya yardıma ol­
mak için yabana maddelerin birbirine yapışması ama­
ayla eritid ma dde kullanıhr, böylece saf metalden çı­
kanlmış olurlar. Örneğin kireç taşı (CaC03 ), ftllzdeki
yabana maddelerden biri olan sllikaya (Si02) çıkararak
demiri elde etmek için eritici madde olarak kullanıhr.
Şimdi demirin (veya bakınn veya kalayın veya kur­
şunun ya da diğer metallerden herhangi birinin) ilk eri­
tidleri , ne bu kavramsal kimyasal denklemleri ne de
demir ağırhğımn demir filizinden az olduğunu biliyor­
lardı.
Dolayısıyle ne bu tür bir filizi eriterek saf bakın ne
de başka tür filizi eriterek saf kalayı, bu şekilde devam
ederek metallerin tamamım elde edebilmeyi biliyor­
lardı. Fakat ateşin de yardımıyla, bunlan kanştlrarak
yeni ve daha sağlam metalleri elde edebilmeyi öğren­
mişlerdi. Bu tür kanşımlara da alaşım adı verilir.
Bakırla kalayın kanşımından elde edilen bronz en
çok el aletleri ve sllahlann yapımında kullanıldı. Bronz
o kadar iyiydi ki tarihçiler, bu kanşımın izin verdiği de­
ğişimlere bakarak M.Ô. 3.000 lla M.S. 1.200'e kadar
olan döneme Bronz Çağı adım verdiler.
Filizdeki oksijenle blrleşeblleceğinden daha fazla
karbonu demire ekleyerek, kok kömürilyle demir filizi­
nin eritilmesinin çok daha güçlü bir metali, bugün bi­
zim çelik adım verdiğimiz alaşımı oluşturduğunu öğ­
rendiler. Ve yine bu değişiklik, tarihçiler tarafından
M.S. 1 .200' den sonraki zamanın Demir Çağa olarak
adlandınlmasına sebep olacak kadar önemliydi.
16
Böylece tarih öncesi insanlar, yalnızca aynştımıa iş­
lemi olan ergitmeyle yedi metali elde etmekle kalma­
yıp aynı zamanda birleştinney/e yeni metaller oluştur­
dular.
Tarih öncesi insanlar, kimya bilimine doğru ne ka­
dar büyük bir adım attıklan hakkın da çok az şey bili­
yorlardı. Aynştırma işlemi, kimyacıları temel element­
lere daha çok yaklaştırdı. Birleştirmeler, yeni ve daha
iyi maddelerin oluşturulmasına imkan sağladı. Ayrıştır­
ma ve birleştirme kimyanın iki temel işlemidir, bu yüz­
den metal işçileri, ilk kimyacılar unvanını almayı hak
etmektedirler.
lsa'dan önce Periyodik Tablo yedi element yani
yedi metalden oluşuyordu. Aslında tarih öncesi in­
sanlar kükürdü (S) bildikleri ama sülfür diye adlandır­
dıklanndan ve aynca elmas ile kömür formunda kar­
bonu (C) bildiklerinden dolayı iki element daha vardı
diyebiliriz. O halde elementlerden dokuzunu yerine
koyabiliriz. Geriye keşfedilmesi gereken yalnızca yüz
element kaldı!
Fakat bir şeyi açıklığa kavuşturmalıyız. Tarih öncesi
insanlar, bunlann element olduklarım bilm iyorlardı.
Birçoğu, gerçek elementlerin toprak, hava, ateş ve su
olduğunu, bunlann dışındaki her şeyin: altın, gümüş,
�r. demir, kurşun, kalay, cıva, kükürt ve karbon da­
hil her şeyin bu elementlerden meydana geldiğini dü­
şünüyorlardı.

17
Toprak, Hava, Ateş ve Su
Tarihin büyük bir böl ümü boyunca sizin de
1 göreceğiniz gibi " Elementler Tablosu" çok basitti.

Toprak m. hava {H), ateş {A) ve su (S). Bunlarla il­


gili bir kimya sınavının ne kadar basit olacağını bir dü­
şünün!
Biraz daha karmaşık bir Tablo şöyle görünebilirdi:

18
Yukandan aşağıya doğru elementlerin lllşkl­
si ağırlıklarını göstermektedir. Toprak en ağın
A
1---1 ve ateş en hafifidir. Ya da daha kesin olarak

söyleyecek olursak ateşin ağırlığı yoktur. Her­


H hangi bir ağırlığa sahip değildir. Kısaca bu ha-
t----t
fiftlktir!
S M.Ö. VI. yüzyılda yaşayan iyon felsefeci
-- Anaksimander, bunların dört element olduğu-

T nu ilk defa ileri süren kişiydi ve bunlann yak.la­


.____. şık iki bin yıl boyunca temel elementler oldu­

ğuna inanıldı. Daha kesin olarak Anaksimander, her


şeyi meydana getiren elementlerin dışında dört "zıt­
lık" olduğunu ileri sürdü: sıcak, soğuk, kuru ve nem.
Fakat bu dördü, sırasıyla ateşle, toprakla, havayla ve
suyla tanımlanıyordu. Aynı öğretiyi yüzyıl sonra Sicil­
ya adasında doğan Empedokles'te de buluyoruz.
Bazı insanlar, bunlardan birinin temel element ol­
duğunu ve tamamının bunlardan biri tarafından mey­
dana getirildiğini düşünüyordu. Anaksimander'in öğ­
retmeni olabilecek Küçük Asyalı felsefeci Tales ise her
şeyin nihayet sudan meydana geldiğini düşünüyordu.
Anaksimander ile aynı zamanda ve aynı yerde ya­
şayan Anaksimenes, havanın element olduğunu ve
ateşin havayı yaydığını, suyun havayı sıkıştırdığını ve
toprağın da çok daha sıkı bir şekilde suyu sıkıştırdığını
düşünüyordu.
Aneksimander ve Anaksimenes ile yine aynı dö­
nemde yaşayan Efes doğumlu Heraklit de ateşin te-

19
mel element olduğunu, havanın ateşle, suyun havay­
la ve toprağın da suyla ilişkili olduğunu düşOnilyordu.
Bu inanışlann varyasyonlan, genellikle çok karma­
şık varyasyonlar olmasına rağmen sonraki iki bin yıl
boyunca yaygın şeklide kabul gördü.
Fakat M.Ô. V. yüzyılda doğan Trakyalı Demokri­
tus'un, iV. yüzyılda Sisam adasında doğan Yunanlı Epi­
kür ile M.Ö. 1. yüzyalda Roma'da doğan Lükretius'un
ise konuya başka yakiaşımlan vardı. Toprak, su, hava
ve ateş dahil her şeyin aslında yalnızca şekli ve boyu­
tu değişen küçük, bölünemez, renksiz, kokusuz, tatsız
bir maddeden meydana geldiğini düşünilyorlardı. Bö­
lünemez için Yunanca kelime a tomos idi. Bu adamlar
atomculardı ve ilerleyen bölümlerde onlara geri döne­
ceğiz.
Son olarak Aristo var. Aristo, önemli birçok konuda
Anaksimander ile aynı görüşteydi. O da basit yapılar­
dan (ateş, hava, su ve toprak) oluşanlann dışında dört
zıt elemen t (sıcak. soğuk, nem ve kuru) olduğuna ina­
nıyordu. Elementlerle basit yapılar arasındaki ilişki bir
kare şemaya zekice yerleştirilebilirdi.

SICAK

20
Her bir basit yapı iki elementten meydana gelmiş­
ti. Ateş, kurudan ve sıcaktan oluşuyordu. Hava sıcak
ve nemden meydana gelmişti. Su, nem ve soğuktan
oluşuyordu. Son olarak -ve eminim şu anda siz de
tabloda fark etmişsinizdir- toprak soğuktan ve kuru­
dan meydana gelmişti.
Aynca basit yapılar, doğada bir tür dönüşümlü şab­
lon için izin verilen alışveriş olan element alışverişiyle
birbirlerine dönüşeblllyorlardı.
Ateş (kuru+ sıcak), sıcağı koruyarak fakat kurudan
neme değişerek havaya (nem+ sıcak) dönüşüyordu.
Ve daha sonra hava (nem+ sıcak), nemi koruyarak
ama sıcaktan soğuğa değişerek suya (nem + soğuk)
dönüşebiliyordu.
Bu değişim şablonu, nihayet ateş, hava, su ve top­
rağı soğuktan sıcağa değişerek ateşe (kuru + sıcak)
dönüşebilen toprak (kuru + soğuk) için tekrar ateşe
dönmesiyle son bulan bir tür değişim zincirine götür­
dü.
Ya bunun dışındakiler? .. Altın, gümüş ve kurşun? ..
Ya da ağaçlar, sığırlar ve çimenler? ..
Bütün bunların bu dört temel yapının çeşitli kombi­
nasyonlarından meydana geldiği düşünülüyordu.
Kendi bedenlerimiz dahil, görünen her şey toprak, ha­
va, ateş ve sudan meydana gelmişti.
Ancak Arlsto'nun, sadece farklı kombinasyonlarda
toprağın, havanın, ateşin ve suyun bir araya gelerek
altını veya ağacı ya da insanı otomatik olarak oluştura-

21
cağını düşünmediğini anlamak önemlidir. Aristo, te­
mel maddelerin kendilerinin bile madde parçalarını bir
bütünle birleştiren bir şekle sahip olduğunu ileri sür­
müştü. ·

Aristo için, kelimeyi oluşturunc:aya kadar harflerin


bir kelime meydana getirmemesi gibi ateş, hava, top­
rak ve su da altın ya da lahana eğer şekilleri belli değil
ise bir altın parçasını, lahanayı ya da kediyi veya insa­
nı meydana getirmiyordu. Her biri, şeklin ve madde­
nin birleşmesiydi.
Şimdi Aristo'nun doğa düşüncesini gerçekte oldu­
ğundan çok daha basit hale getirdiğimizi kabul etme­
liyiz. Fakat en azından elementler ve basit yapılar hak­
kında meydana getirdiği argüman türüne dair bir fikri­
miz oldu.
Bir anlamda bu yaklaşım, yaklaşık iki milenyum,
yani yaklaşık iki bin yıl kadar uzun sürdü. Aristo'dan
sonra uzun süre boyunca doğa nesnelerini araştıran
birçok araştırmacı dört element olarak sıcak, soğuk,
kuru ve nemi, temel yapılar olarak da ateş, su, hava ve
toprağı dikkate aldılar. Ya da biraz daha özensiz dav­
randılar ve Aristo' dan önce olduğu gibi ateşin, hava­
nın, suyun ve toprağın başlı başına element olduğunu
düşündüler.
Fakat metal işçilerinde gördüğümüz gibi dört ele­
ment hakkındaki genel inanç meydana gelmeden ön­
ce bile ateş; toprağı daha temel nesnelere ayırmak için

kullanılıyordu. Arıcak bu saf anlamda toprak değildi.

22
Aristo ve onun gibi diğerleri ayaklarının altında çiğne­
dikleri toprağın baskın bölüm olan saf toprakla bu dört
yapıdan bazılarının veya tamamının kanşımı olduğunu
düşünüyorlardı.
Oldukça tuhaf bir biçimde (bizim nesneler hakkı n­
da düşündügüm üz) teorik bilgi, (nesnelerin yapıldıgı)
uygulamadan aksi yöne doğru ilerledi.
· Aristo, bilinen yedi metalin toprak, hava, ateş ve
sudarı geldiğini veya çok daha kesin bir şekilde metal­
lerin tamamının sıkıştırılıp kurutulduktan sonra katılaş­
tınları topraktaki buharlı solunumlardarı geldiğini dü­
şündü. Fakat Aristo için altın, gümüş, bakır ve metal­
lerin hiçbiri element değildi, bunlar elementlerden
gelmişti.
Çok pratik oları metal işçisi ne yaptığı hakkında
düşünsün ya da düşünmesin aslında toprakta buldu­
ğu şeyi yarıl metal filizini; altın, gümüş, bakır ve diğer
metallere dönüştürmüştü. Ateşle ergiterek toprağın
bileşenini elemente indirgemişti. Pratikte metal işçisi,
kimyager olarak bize ve Periyodik Tabloya daha ya­
kındı.
Bir sonraki bölümde Aristo gibi düşünen fakat me­
tal işçisi gibi da vranan simyaalara değineceğiz.

23
Simyacılar
etal eritidleri çok daha pratik nesnelerin peşin­
M deyken simyacılar doğanın kendi gizeminden
etkilenmişlerdi. Neden? Çünkü kendilerinden önceki
felsefeciler ve onlardan sonra gelen modern çağın bi­
lim adamları gibi onlar da gizemi seviyordu ve labora­
tuardan -ilk laboratuar/ardan- kendilerine gelen bilgi­
lere aşık olmuşlardı.
Fakat bilginin kendisinden daha fazlasının peşinde
olduklarını kabul etmeliyiz. Hangi metallerin altına dö­
nüşebileceğini temel alan gizemi araştırarak hazine
avına çıkmışlardı. Böylece simyacılardan bazıları, en

24
azından bir gözünü sanatlanndan elde edebilecekleri
kArA dikm i şlerdi Fakat öyle görünüyor ki bir çoğu altın
.

elde etmekten çok doğanın nasıl işled iği ni bilmek isti ­


yor du .
Ateşle metallerin ergltilmesl işlemi, lsa'nın doğu­
mundan birkaç bin yıl öncesine dayanmaktadır. Ancak
simya, büyük bir ihtimalle Mısır'da M. Ö . 1. yüzyılda
başladı. Aslında bilim adamlan, simyadaki ve dolayı­
sıyla kimyadaki "mya" sözcüğünün, Nil Nehrinin her
yıl yükselip taşarak Olkeyl siyah hale getirmesinden
dolayı Kara Ülke, yani Mısır anlamına gelen Koptlk ke­
lime "khem"'den geldiğine inanıyorlar. Bu, muhteme­
·len Mısır'da başlayan simyaya bir anlam kazandınyor.
Mısırlılar, antik düny anın en iyi metal işçilerlndendl.
Simya Mısır'dan Yunanca konuşulan Olkelere, Surl­
ye'ye ve daha sonra da lran'a yayıldı. M.S. Vll . ve Vl-
11. yüzyıllarda yükselişe gecen lslamlyet simyanın asıl
hamisi haline geldi. Gerçekte simyaya verilen diğer ad
"alşeml" Arapça'dan gelmektedir. Al, Arapça'da (lngl­
llzce'deki "the" gibi) belgili tanımlıktır; al-şeml ise "ay­
dınlanma" sanatıdır.
lslamlyet'ln bütan Akdeniz civarına yayılmasıyla
birlikte simya da yayılarak XII . yilzyılda Latince konu­
şan batı dünyasına ulaşmıştır.
Elbette simyacılar yedi temel metali biliyordu fakat
bu yedi temel metali metal işçilerinden daha yoğun
şekilde dQşünQyorlardı. Simyacılar, metallerin her biri­
ni haftanın bir gilnQyle ve bir gezegenle özdeşleştlrdl-

25
ler. Her metalin bir simgesi vardı ve bu simgeler yüz­
yıllardır kullanılıyordu. Bunlar ilk kimya simgeleriydi
ve simyaalar kimyasal formülleri bunlarla yazıyordu.
Şimdi masallardaki sihirbazlann neden genellikle üzer­
lerine simgeler eklenmiş büyük şapkalar taktıklannı
tahmin edebilirsiniz, çünkü simyacıların sihirbaz oldu­
ğu düşünülüyordu.

Altın Pazar Güneş 0


Gümüş Pazartesi Ay ((
Demir Sah Mars d
Cıva Çarşamba Merkür Q
Kalay Perşembe JOplter 21-
Bakır Cuma Venüs
2
Kurşun Cumartesi Satürn
h
l ngilizce' de Sun-day ve Moon-day gibi gezegen­
lerle günler arasındaki ilişki gayet açıktır. Geri kalanına
gelince Sak.son tanrısı Tiw ile Roma savaş tanrısı Mars
aynı tanrıydı, dolayısıyla Salı günü lngilizce' de Mars­
day yerine Tiw's-day'dir. Sak.son tanrısı Woden Mer­
kür ile aynıdır, bu yüzden l ngilizce' de Çarşamba günü

26
Mercury-day yerine Woden's-day'dir. l ngilizce'de
Perşembe için kullanılan Thursday adını Jüpiter' den zi­
yade tann Thor'dan almıştır. Ve son olarak (Woden' ın
karısı olan) Friff, Saksonlar'da Venüs'ün yerine geçer,
bu yüzden l ngilizce'de Cuma günü Friff-day ya da Fri­
day'dir.
Peki ya metallerle gezegenler arasındaki ilişki nasıl­
dır? Güneş altın ve ay gümüştür. Cıva, en hızlı hareket
eder görünen Merkür gezegeni için kurşun ise en ya­
vaş hareket eder görünen Satürn gezegeni için iyi bir
elementti. Demir paslandığında kızıl renge bürünür,
Mars da kızıldır. Aynca savaş tannsı, kılıcı ve mızrak
ucu için demiri kullanmalıdır. Ya diğerleri? i şte bundan
emin değiliz, simyacılar gerçekten gizemli insanlardı.
Yine simyacılann en önemli amacı, (kurşun veya cı­
va gibi) temel metallerin nasıl altına döndürüleceği bil­
gisine ulaşmaktı. Aristo'nun, metallerin toprağın altın­
dan gelen sıkışmış buhar soluklanndan oluştuğuna da­
ir bir düşüncesi olduğunu hatırlıyoruz. Kendilerine
Aristo'yu temel alan simyacılar, kuru buhan sülfürle
(ametal), nemli buhan ise cıvayla (metal) tanımladılar
ve bu ikisinin diğer bütün metalleri meydana getirmek
için toprakta bir araya geldiğini düşündüler. Yapılması
gereken her şey -onlara ö yle geliyordu- altının yerin
altında üretileceği şekilde tekrar oluşturulmuştu fakat
bu işlemler laboratuarda, yerin üstünde yapılıyordu.
Belki de bu yüzden simyaalann laboratuarlan karanlık,
nemli, soğuk ve sisli mağaralara benziyordu!

27
Doğamn gizlerini çözme -ve işlemle altm üretme­
çabalannda simyacılar, göz alıcı çeşltllllkte garip araç­
lar ve dQzeneklerle ortaya çıktılar.
Simyacının laboratuannda pek aşina olmadığımız
araçların yanı sıra bazllan bize tanıdık gelecek birçok
araçla karşılaşacağız. Geniş ve yuvarlak tabanlı şişeler,
kQçQk şişeler, huniler, ftltreler, bQyQk metal fıçılar, fınn­
lar, havanlar, teraziler bu araçların arasında yer alıyor.
Aynca bunların yanında her tarla garip şekllll cihaz­
larda bulacağız. En önemlilerinden biri, kesintisiz şekil­
de uzun, ince gagalı kQçQk bir kuşa benzer cam bir alet
olan lmblktl.

, , ,

. , .

Tuzlu su IOIOsyonunclan (XOXot uf suyun damltdmuı (ot

imbik, gOnOmQzde de kimyanın çok önemli bir iş­


lemi olan damıtma için kullanılıyordu. Darmtma, bir-

28
den fazla elementten oluşan maddeleri daha basit ve­
ya "daha saf' maddelere aynştırma işlemi olan erit­
mede kullanılan indirgeme işlemine benzer. Fakat da­
mıtmada aynştırma, (karbon monoksitli metal filizin­
den oksijenin çıka nlm ası gibi) kimyasal reaksiyondan
dolayı meydana gelmez. Aynştırma, bileşenin bir bö­
lümünün diğerinden ateşin veya gün eşin 15151 kullam­
larak buharlaştmlmasıyla meydana gelir. Bileşenin bir
bölümü diğerinden daha kolay şekilde buharlaştığı ve­
ya buharlaştmldığı ölçüde bunları aynştırmak için da­
mıtma kullanılabilir.
O halde, örneğin tuzlu sudan saf .su elde etmek is­
tiyorsanız tuzlu suyu damıtabilirsiniz. Bunu yapmak
için çok basit bir damıtma düzeneğini sizde hazırlaya­
bilirsiniz. Üç bardak suya bir yemek kaşığı tuz ekleyin.
Tuz tamamen çözününceye kadar kanştınn. Tadına ba­
kın. Sonra tuzlu suyu bir tavaya koyun. Üzerine kapak
yerleştirin ve kaynayıncaya kadar ısıtın. Bir dakika kay­
namaya bırakın, sonra tavanın kapağını kaldmn, he­
men altını söndürün ve soğumaya bırakın. Kapakta
toplanan ve yoğunlaşan sıvının tadına bakın. Artık su
tuzlu değil saf sudur. Tuzlu suyu damıtarak saf su elde
ettiniz.
Simyaalann araçlan, günümüz kimyagerlerinin so­
fistike ve parlak araçlanndan farklı görünürken günü­
müz kimyageri simyaanın omuzlan üstünde yüksele­
rek konuşma hakkı nı kazanmıştır. Elementlerin uzun,
zorlu keşif süreci boyunca simyaalann aletleri, ele-

29
mentlerln nihayet tanımlandığı işlem türlerinin başla­
masına olanak sağlamıştır.
Bazı insanlar doğru düşünceye sahip olabilir ama
yanlış yoldan giderler. Simyacılar kurşunu altına dö­
nüştürebileceklerine dair yanlış düşüncelere sahiptiler
ama sonradan gelen kimyagerler doğru işlemleri keş­
federek doğru yolda ilerlediler. Aslında simyaalar,
XVll. yüzyıla kadar kullanılan kimya düzeneklerinin ne­
redeyse hepsini keşfetmişlerdi.
Henüz slmyaalann yapmadığı araçlarla birlikte dü­
zenekler de vardı. Yalnızca çeşitli türde dhazlann tasa­
nmıyla uğraşmakla kalmıyorlar aynı zamanda temel
metalleri altına dönüştürme amaçlanna ulaşmayı um­
dukları çeşitli karışımlan da deniyorlardı.
Ve bu yüzden raftannda Kıbns taşın (bakır sülfat),
beyaz zaç yağı (çinko sülfat), kral suyu (nitro-hidroklo­
rik asit), arsenik, güherçile (potasyum nitrat) , Yemen
şapı (alüminyum sülfat), yanan su (alkol), kükürt (sül­
für) veya sal amonyak (amonyum klorür) bulabilirdiniz.
Belirtilen kimyasallardan yalnızca iki tanesinin ele­
ment olduğuna dikkat etmeliyiz: kükürt (S) ve arsenik
(As). Simyacılar saf elementlerin birçoğunu fark edip
keşfetmemlşlerdi. Onlar elementlerin neler olduğunu
zaten bildiklerini düşünüyorlardı: sıcak, kuru , soğuk ve
nem (ya da ateş, toprak, ha va ve su.) Zaten keşfetmiş
olduğunuzu düşündüğünüz bir şeyi özellikle de hata­
lıysanız bulmak çok zordur.
Fakat daha so�raki bilim adamlannın gerçek ele-

30
mentleri keşfetmesine olanak sağlayacak çok önemli
başka bir şey yaptılar. Simyacılar, her türlQ garip kim­
yasal bileşiği topladllar ve çeşitli yollardan kendileriy­
le veya diğer bileşiklerle ısıtıldıklarında nasıl tepki ver­
diklerini çok dikkatli bir şekilde kaydettiler. Bu, doğru
yönde atılmış bir adımdı.
Simyaalann altını oluşturmak için yaptıklan değer­
siz girişimlerle keşfedilen en önemli maddelerden ba­
zılan asitlerdi (esas olarak sülfürik, hidroklorik ve nitrik
asitler). Asit kelimesi, asitlerin tadı (su solüsyonlann­
da) ekşi olduğundan uygun bir isim olan "ekşi" anla­
mında Latince addus kelimesinden gelmektedir.
Asitler her türlü garip ve harika etkilere sahiptir,
özellikle -kim yagerlerin nihai amaa olan- maddeleri
ayırmaya yardıma olur. Nesnelerin temeline ulaşmak,
sonunu bulmak için basit elementleri daha karmaşık
olanlardan, günlük maddelerden ayırmamız gerekir.
Asitler, garip ve gizemli yollardan bunlan ayırmaya ve
bazen bir araya getirmeye yardıma olur.
i şte gizemli yollardan biri. Üç yemek kaşığı sirkeyi
uzun bir bardağa koyun. Sonra bir çay kaşığı sodyum
bikarbonat (kabartma tozu) ekleyin. (B unu m utfak tez­
gahında ya pmalısınız, böylece dagımklıgı kolayca te­
mizleyebilirsiniz!)
Tam olarak ne oldu? Bütün bu hava kabaraklan
nerden geliyor? Hava sirkenin içinde hapis miydi? Ya
da sodyum bikarbonatta? Ya da her ikisinde de?
Yapabilirseniz aynı deneyi dar boyunlu bir şişe ve

31
balon kullanarak da yapabiliriz. Sirkeyi şişeye koyun,
bir çay kaşığı sodyum bikarbonatı dökün ve balonu
hemen şişenin ağzına geçirin.
Şimdi içindekilerden hava çıktığına veya havanın
serbest kaldığına eminiz. Bunu nerden biliyoruz? Ar­
tan hava haani , yani toplam artan hava haaninden.

Orlllnal hava hacmi = şl$edekl hava hacmi


Havanın yeni hacmi = şişedeki hava + balonda­
ki hava

Havanın haanini ölçebilseydik, sirke ve sodyum


bikarbonatın farklı miktarlarını ekleyerek ne kadar ha­
va ürettiğimizi bilmemizi sağlayacak şekilde bir denk­
lem oluşturabilirdik.

3 yemek kaşığı sirke + ı yemek kaşığı sodyum


bikarbonat • balondaki hava hacmi

Sirke, simyaalann gayet yakından tanıdıkları bir


asittir. {Dürüst olmak gerekirse sirke asit içennesine
rağmen asetik asittir: HC2H 3 02) Her durumda simya­
aların sizin yaptığınıza çok benzeyen birçok deney
yaptığından emin olabilirsiniz. Bu deneyler, sizin elde
ettiğiniz gibi sonuçlar verdi fakat simyaalar burunlan­
nın ucundakileri veya duruma göre sakallarının altın­
dakileri bile görem ediler. Onlann bu körlükleri, onları
doğa bilgisinde ilerlemekten alıkoydu.

32
Gözden kaçırdıklan şey ne idi?
Hava . . .
Kimyasal reaksiyonlardan çıkan havayı yakalama
araçlanna sahip olmasalar bile fark ettikleri şeyin değe­
rini de düşünmediler.
Böylece simyaalar, bizi kimyaya ve Periyodik Tab­
lo 'ya doğru uzun bir yolculuğa çıkarırlarken sonuç hA­
IA çok uzaktaydı. Oldukça garip şekilde elementlerin
gizemini , böylece Periyodik Tablo'nun gizemini açan
anahtar havanın garip ve muhteşem özelllklerinin keş­
fiydi. Fakat bu, şimdi göreceğimiz gibi biraz zaman
alacak ve biraz da çaba gerektirecekti.

33
"Şimdiye Kadar
Bilinmeyen Bu Ruh"

S
imyacılar, suyun ve toprağın farklı şekilleri olarak
kabul ettikleri farklı sıvılar ve katılarla hummalı bir
şeklld� gece gündüz çalıştılar. Henüz havaya tama­
men bakmamışlardı. Gariptir ki kimya bilgisinin ilerle­
yişi , her yerde bulunan ama görülemeyen bir şeyin
göz ardı edilmesiyle engelleniyordu.
Havanın var olduğunu elbette biliyorlardı. Ama
dikkatlerini doğrudan buna harcamıyorlardı. Simyacı­
lar havayı incelemeye çalışıncaya kadar simya kimya­
ya dönüşemedi.
34
Havaya bakmayı ilk kim akıl etti? Bunu ilk akıl ede­
cek olan kişi yan simyaa yan kimyager olan Johann
Baptista van Helmont ( 1 579- 1 644) . Aslında tıbbi kim­
yager (latrochemist) olarak anılıyordu. Tıbbi kimyager
nedir? Simyaalar tarafından geliştirilen bilgi ve işlem­
lerle maddeleri altına çevirmeye uğraşmak yerine
bunlan bunlan h�talıklann iyileştirilmesine uygulayan
kişidir. Kullanılan kelimenin kökQ " iyileştirici" anlamına
gelen Yunanca latros kelimesinden gelmektedir.
Fakat Helmont havanın kendisini incelemeye çalış­
madı, (nihai olarak sudan geldiğini düşündüğü) gazı
keşfetmeye çalıştı. Bu konuda biraz da olsa her şeyin
sudan geldiğini düşünen antik Yunanlı filozof Thales' e
benzemektedir. Thales'in aksine Helm ont, iki elemen­
tin yani havanın ve suyun bulunduğuna inanıyordu fa­
kat Thales gibi o da hava h ariç her şeyin sudan geldi­
ğini düşünüyordu.
Her şeyin sudan geldiğini nasıl mı ispatladı?
Dikkatli ve çok ustaca yapmış olduğu bir deneyle.
Helmont, önce fırında kurutmuş olduğu 90,6 kg
toprağı büyük bir kaba koydu. Sonra 2,27 kg ağırlığın­
da olan söğüt ağaanı bu kaba dikti. Tozun bile gire­
meyeceği şekilde kabın etrafını çamurla kapattı. Hel­
mont, beş yıl boyunca yalnızca yağmur suyu veya da­
mıtılmış su kullanarak söğüt ağaanı suladı.
Beş yılın sonunda ağaa tarttı: 76 kg 85 gr. Çamu­
ru da fınnda tekrar kuruttu. Ağırlığı ilk ağırlığı olan
90.6 kg'dan 85.2 gram daha azdı.

35
i şte, elde ettik! Ağaç, sadece
eklenen sudan 74. 5 kg kazanmıştı.
Buna başka ne sebep olablllrdl ki?
Thales haklı olmalıydı!
Bu deneyi yaparken aslında ne
Thales ne de Helmont haklıydı. Bir­
kaç dakika sonra bu deneye geri
döneceğiz. Ama önce başka bir şe­
JOl.fANN 2.APTISTA ye, Helmont'un keşfettiği gaza ta-
\IAH HElMOri\ nıklık edelim.
Helmont, 28 kg mangal kömü­
rü (yani yanmış odun) aldı ve bunu açık havada yaktı .
Geriye yalnızca 0.5 kg kül kaldı. Peki , ya gerisi? Spiri­
tus sllvestre yani "ağaan ruhu" olarak kaçmıştı. Spiri­
tus si/ves tre, vahşi şeyler ağaçlarda yaşadığından, bu
kesinlikle vahşi ve güçlü bir ruh olduğundan "vahşi
ruh" anlamına da gelmektedir.
Deneyi tekrarladı, bu defa mangal kömürünü kapa­
lı bir kaba koydu. Çıkan gaz kapta kaldı.
"Şimdiye kadar blllnmeyen bu ruhu yeni adıyla gaz
olarak adlandırıyorum" dedi Helmont çekinmeden.
"Gaz" kelimesini Yunanca "şekilsiz kütle" anlamına
gelen "kaos" sözcüğünden türetti. Helmont, kendine
alt bir şekli olmadığından ve kapta tutulamadığından
bu garip ruha gaz adını vermişti.
Böylece gazın tam olarak ne olduğunu düşündü?
Şekilsiz su ve biraz daha açıklama gerektirecek bir şey.
Helmont, her şeyin sudan meydana geldiğini ama su-

36
yun şekilsiz olduğunu düşünüyordu. Ona şekil veren
nedir? "Mayalar" diye cevap verdi. Mayalar, ana mad­
deleri meydana getirirken Arlsto' nun şekillerine benzi­
yorlardı.
Helmont' a göre mayalar doğada belli nesneler
içinde suyu oluşturuyordu. Mayalar bozulursa su tek­
rar şekilsiz oluyordu ve şekilsiz suya "gaz" diyordu.
Periyodik Tablo'da hidrojen (H), oksijen (0) ve azot
(N) gibi birçok element halA gaz olarak adlandınlmak­
tadır. Elbette kimyagerler Helmont'un "mayalanna" ve
bu yilzden gazın mayasız su olduğuna da inanmıyor­
lar. Bugün gazın maddenin dört olası durumundan bi­
ri olduğunu biliyoruz: katı, sıvı, gaz ve plazma. Örne­
ğin su; donduğunda katı olarak, sıvı olarak ve kayna­
tıldığında da gaz olarak bulunabilir.
Normalde gaz halinde bulunan oksijen de sıvıya
dönüşebilir. Sadece eksi 183° C'ye -suyun donma
noktasından 1 83° C altına- kadar soğutun! (Yüklü gaz
parçaakla nndan oluşan dördüncü durum plazma bir
doga ola yı olan şimşek dışında yeryüzünde bulun­
maz.)
Fakat Helmont nesneleri pek bu şekilde görmüyor­
du. Keşfe devam etmesine ve kendisi için birçok fark­
lı gazı adlandırmasına rağmen bütün bu gazlar en ni­
hayetinde sudan geliyordu. Örneğin ağacın ruhu açık­
ça ağaçtan geliyordu ve ispatında da gördüğümüz gi­
bi ağaç sudan geliyordu. Bu yüzden gaz sudan gel­
mek zorundaydı. Ne kusursuz bir mantık!

37
Bunun tersine kusursuz bir mantıktan çok birinin
görüşüne göre ancak yaptığı gözlem kadar iyidir. Bu­
gün bizim anladığımız haliyle ağacın ruhu nedir? Sö­
ğüt ağacının yetişmesini sağlayan gaz: karbon dioksit
(C02) .
i kinci deneyinde mangal kömüründeki karbon (C),
karbon dioksiti (C02 ) meydana getirmek için havada­
ki oksijenle (0) birleşmiştir. Gaz biçiminde yeni oluşan
karbon dioksitin hacmi kabın izin verdiğinden büyük
olacaktı. Bum!
i lk deneyinde söğüt ağacı yalnızca suyu almıyor
aynı zamanda havadan karbon dioksiti (C02) de alı­
yordu. Fotosentez olarak adlandmlan işlemle ağaç,
hücrelerinde oluşan diğer organik bileşiklerle karbon
dioksitl şekere dönüştürüyordu. Ağacın havadan oluş­
tuğunu söylemek ise çok yakın olmasa bile gerçeğe
yaklaşmak olacaktır.
Fakat Helmont bu şeyleri anlayamıyordu. O sırada
hiç kimse anlayamıyordu. Oksijen henüz keşfedilme­
mişti. Buna paralel olarak fotosentez de bilinmiyordu.
Kimsenin bu gazlan yakalayıp doğru olarak ölçebilece­
ği kap ve aletleri de yoktu.
Yalnızca iki element olduğunu düşündüğü suyun
ve havanın aslında çok daha temel elementlerden
meydana geldiğini bulmak onu çok şaşırtmıştı. Gazın
sudan gelmesinden çok suyun iki gazdan, hidrojen (H)
ve oksijenden (0) meydana geldiğini bulunca daha
fazla şaşıracaktı.

38
Ve böylece slmyaalarda olduğu gibi Helmont
(gazın sudan geldiğini düşünmesi gibi) yanlış düşün­
celere sahip olmasına rağmen {çeşitli gazlar Qreten
uzun bir kimyasal reaksiyonlar dizisini derleyerek)
doğru yolda ilerledi. Fakat yalnızca hava ve su kendi­
lerini oluşturan elementlere, yani gazlara aynştırıhn­
ca kimya, Periyodik Tablo'ya doğru ilerleme kayde­
debllecektl .

39
i
1

Atomculann Geri Dönüşü


Oobert Boyle (1 627-169 1) l rlanda' nın güney sahilin­
l"1e bir bölge de Cork Kontu Richard Boyle'nin on
dördüncü çocuğuydu. Babası çok zengindi ve kaderi
dalgalı denizde yüzen bir mantar gibi batıp çıkar gibi
görünmesine rağmen Robert' e oldukça büyük miktar­
da para mirası bırakmıştı.
Bazı zenginlerin çocuklan genellikle paralarını at
yanşlanna veya süslü giyeceklere ya da diğer arılam­
sız şeylere harcıyorlardı. Robert Boyle öyle değildi. Pa­
rasını bilim adamı olarak, laboratuar inşa ederek ve
kimyasal malzemeler satın alarak kullandı. Aslında o
tutkulu bir bilim adamıydı.

40
Genç Robert yaklaşık on dört yaşındayken, (yakın
bir zamanda ölmüş olan) büyük astronom ve matema­
tikçi Galileo Galilei'nin fikirleriyle tanıştığı ltaıya'nın
Aoransa şehrine seyahat etti. Galileo hayatının son yı­
lındayken Robert Boyle'nin bilimsel hayatının ilk yılın­
da olduğunu söyleyebiliriz.
Beyninde böyle kıvılcımlar çıkartacak kadar Gali­
leo' nun yazmalarından ne öğrenmişti?
i ki şey.
Birincisi, aslında çok eski olan yeni bir doğa görü­
şü; evrendeki her şeyin yalnızca boyut ve şekilde de­
ğişen tatsız, kokusuz ve renksiz bir maddeden oluştu­
ğu görüşünü ileri süren Demokritus, Eplkür ve Lükre­
tius'un atomcu görüşüydü. Demokritus, Epikür ve
Lükretius'un antik metinleri, XV. ile XVI . yüzyıllarda
tekrar keşfedilmişti ve atomcu görüş XVll. yüzyılda bü­
tün Avrupa'ya yayılmıştı. Boyle, kendi döneminde ya­
şayan iki Fransız'dan, Pierre Gassendi ve Rene Descar­
tes' dan atomcu görüş hakkında çok şey öğrense de
işe Galileo'nun çalışmasından başladı.
Galileo'nun yazmalanndan öğrendiği ikinci şey ise
astronomide ve maddi yapılann hareketlerini incele­
yen dinamikte matematiğin kullanılmasıydı.
Biz yalnızca Boyle'nun atomcu görüşü kabul etme­
siyle ilgileneceğiz. Boyle ilk atomcu olmamasına rağ­
men -atomcu görüşüne olan ilgi XVI. yüzyıldan beri
oldukç.a güçlüydü- atom teorisini slmyaalann ve tıbbi
kimyagerlerin konusuna uygulamaya çalışan ilk kişiy-

41
di. Kimyanın doğru yöne, Periyodik Tablo'daki ele­
mentlere dönmesine ve temel olarak toprak, hava,
ateş ve sudan uzaklaşılmasına yardıma olacak bu an­
tik düşüncenin tekrar hayata geçirilmesiydi.
Aristo, atomculann yanıldıklannı düşünüyordu ve
antik Yunanlı atomcu Demokrltus'un görüşlerini red­
dediyordu. (Diğer atomcular Epikür ve Lükretius Aris­
to' dan sonra yaşadılar.) Fakat Boyle, Aristo'nun hatalı
olduğunu düşündü, Aristo'yu temel alan simyaalann,
ateş, toprak, hava ve suyun temel elementler olduğu­
na dair lnançl�nnı, Aristo'nun her maddenin belirli bir
şekli olduğuna dair inancını reddetti. Boyle, bunun ye­
rine; ateş, toprak, hava ve su dahil her şeyin atomlar­
dan meydana geldiğine, nesnenin "şeklinin" atomlann
bir araya gelme şeklinin bir sonucu olduğuna inandı.
Tam olarak atomların ne olduğunu düşünüyordu?
Boyle için "evrensel madde" olarak adlandırdığı
gerçekten yalnızca bir fiziksel madde vardı ve bu, da­
ha küçük parçalara aynlıyordu. Boyle, maddenin bu
parçalannın bölünemez olduğunu düşünmüştü.
Boyle'ye göre maddenin üç özelliği vardı: hareket,
boyut ve şekil. Eğer farklı boyut ve şekildeki parçalar
bir şekilde bir araya gelirlerse altında meydana gelebi­
lecekti .
Başka bir şekilde bir araya getirilselerdi gümüşü
meydana getirebilirlerdi.
Ya da kurşunu.
Ya da kükürdü.

42
Ya da daha karmaşık bir yollardan yaprak veya
ağaç, hatta insan vücudu gibi fiziksel nesneleri.
Fakat nesnelerin nasıl göründügü önemli değildir,
daha derinde en küçük, mikroskobik seviyede "nesne­
leri" meydana getiren şey kesinlikle aynıdır, atomlar.
Burada dikkat edilmesi gereken birkaç ilginç nokta
var.
i lk olarak her şey yalnızca bir şeyden meydana gel­
diyse -bir çocugun tahta bloklardan inşa ettlgi blna}'I
parçalara ayınp onlardan bir köprü inşa etmesi gibi- bu
şey/ ayırabilmeli ve başkd bir şey yapabilmeliyiz. Dedi­
ğimiz gibi Boyle, atomlan farklı şekil ve ebatlarda olan
fakat hepsinin kesinlikle aynı şeyi meydana getirdiği
tahta bloklar gibi olduğunu düşünüyordu. Elbette bu,
Boyle'nin, kurşunun (veya başkd bir şeyin) slmyaalann
yaptığı gibi altına dönüştürülebileceğini düşündüğü
anlamına geliyordu.
i kinci olarak Boyle, kimyayı kimyagerlerin toprak,
hava, ateş ve sudan daha temel elementleri arayacağı
doğru yöne döndürürken (altın, gümüş, kurşun ve dl­
gerlerl gibi) gerçek elementlere ve doğrudan atomla­
ra geçişi hızlandırarak hedefinin ötesine geçti. Atom­
lar onun elementleriydi, Boyie'ye göre altın, gümüş ve
diğerleri sadece elemental atomların bir kombinasyo­
nuydu.
Yine de özel bazı atom türlerinin kombinasyonları­
nın diğerlerinden çok daha dayanıklı olmasına izin ver­
diğini eklemeliyiz. Doğada kesinlikle bölünemez ol-

43
masına rağmen "temel katılar" olarak adlandırdığı bu
daha dayanıklı kombinasyonlar, yine de "çok nadiren
çözQnen veya kanlan fakat bQyük ölçQde hassas yapı­
larda ve çeşitli formlarda veya maskelerde bütQnlüğQ­
nQ koruyan" atomlar gibiydi. Bu "temel katılar" kaba­
ca Periyodik Tablomuzdakl element kavramıyla bağ­
lantılıdır ve kimyager olarak Boyle'nln, "az çok ele­
mentler gibi" demenin garip bir yolu olan sanki ele­
mentmlş gibi altını , gümüşü, kurşunu, arseniği ve di­
ğerlerini tahlll etmesine olanak sağladı.
Daha sonra Boyle, araştırmalannda hızlanmasına
rağmen tam olarak doğru yolda değildi. Belki de eski
bir Latin atasözü olan festlna /ente'yl yani "acele işi ya­
vaş yap" sözünQ dikkate almalaydı. Bir sonraki bölüm­
de de göreceğimiz gibi, Boyle'nln düşQndQğQ gibi
farklı şekli ve boyutta birkaç atomdan meydana gelen
elementten çok; her element için farklı tQrde atomla­
nn olduğunu bulduk. Fakat bu noktanın ötesinde Boy­
le, elementlerin keşfi sorununa çok hazh bir şeklide at­
layıp ve atom dQnyasına adımını attı. Göreceğimiz gi­
bi kimyagerler, atomlar ve yapılan hakkmda her şeyi
öğrenmeden önce elementlerin kendisini keşfetmeye
odaklanmak zorundaydılar. Öncelikler öncedir.
Üçüncüsü ve sonuncusu, Boyle'un haklı olup olma­
dığını muhtemelen göremediginl anlamalıyız. Atom­
lar hakklnda kesinlikle haklı olduğunu düşünüyordu fa­
kat mikroskoplar yeni keşfedilmişti ve pek fazla güçlü
değildiler. Yaklaşık dört yüz yıl sonra mikroskoplar,

44
atom dQnyasını gözetlemeye başlayacak kadar gQçlü
hale geldiler ve atom bilimciler, göreceğimiz gibi,
atomlann Boyle'un hayal ettiğine çok benzer oldukla­
nnı buldular. Böylece kimyagerler elementleri hem
gördQler hem de üzerinde deneyler yaptılar.
Teoriden pratiğe dönersek Robert Boyle'un pratik
ve iyi bir bilim insanı olduğunu, birçok harika şeyi keş­
fettiğini görQrQz.
Örneğin gazın basıncıyla hacmi arasındaki ilişkiyi.
Bir kapta tutulan gazın üzerindeki basıncı artmrsamz
gazın hacmi doğru orantılı olarak azalac.dktır. Boyle,
birçok deney yaparak gaz hacminin basınçla ters oran­
tıll olduğunu buldu. Bu ilişkiye "Boyle Kanunu" denil­
mektedir.
Ö rneğin basıncı iki kiltına çıkanrsanız gazın kapla­
dığı alan önceki alanın yansı kadar olacaktır.
Basıncı Dç katına çıkanrsanız gazın kapladığı alan
önceki alanın 1 /3' ü kadar olacaktır. Ya basıncı dört ka­
tına çıkanrsanız? Elbette alanın 1 /4'ü kadar olacaktır.
Boyle, gQnümQzde kimyagerler için çok önemli
olan asitleri ve bazlan da test etmenin bir yolunu keş­
fetti. Boyle'den önce asitleri tanımlamanın tek yolu,
kimyasal anlamda onun tersi olan baz eklendiğinde
köpQrmesiydl ve bazı tanımlamanın tek yolu ise asit
eklendiğinde onun köpürmesiydl. Elbette bu, çok et­
kili ve kesin bir yöntem değildi. Hangisinin ne olduğu­
nu kim söyleyebilirdi? En kötüsQ de asit eklendiğinde
metallerin de köpQrmesldlr ve metaller baz değildir.

45
Fakat Boyle, asit ile baz arasındaki farkı saptayacak
bir yol geliştirdi. Menekşelerin taç yapraklarını kayna­
tarak elde edilen mor su, asit damlatıhrsa kırmızıya,
baz damlatılırsa maviye dönüşüyordu.
Aynı şeyi siz de deneyebilirsiniz ve menekşenin taç
yapraklarının yerine 3-4 bardak suda yaklaşık on beş
dakika kaynattığınız birkaç lahana yaprağından elde
edeceğiniz suyu kullanabilirsiniz. 32. sayfada yer alan
deneyde sodyum bikarbonatla tepkimeye giren sirke­
nin asit olduğunu hatırlatalım. Sodyum bikarbonat
bazdır (ya da bazen adlandınldıgı şekliyle alkalidir). Bir
miktar sirkenin içine ve sodyum bikarbonatlı su çözel­
tisine ayn ayn birkaç damla kırmızı lahana suyu dam­
latırsanız sirkenin renginin kırmızıya, sodyum bikarbo­
nat çözeltisinin renginin ise yeşile döndüğünü göre­
ceksiniz. Bilim lnsarılan bu testi bugün kullanıyorlar ve
buna turnusol testi diyorlar. Turnusol kağıdı, likenler­
den türetilen bitki boyasına batınhr ve sonra kurutulur.
Kağıt aside batınldığında pembe olan rengi kırmızıya,
baza batınldığındaysa ise maviye döner. {Normalde
bazlar için test renginin mavi olduğunu düşünürüz, fa­
kat lahana suyunda da göreceğimiz gibi farklı kimya­
sallar farklı test renklerine neden olabilirler.)
Boyla yeni icat edilen vakum pompasıyla da bir çok
deney yaptı. Bütan havayı cam küreden çıkardığında,
mumun hemen söndüğünü ve sönen mum dumanı­
nın yükseleceği yerde aşağı indiğini gördü. Bu neden­
le l ngillz meslektaşlarının birçoğu vakumu Boy/e Va-

46
kumu (vacuum Boy//anum) olarak adlandırmıştır. Cam
küreye yerleştirilen bir farenin havasızlıktan boğulaca­
ğını anladı. Mumun yanamayac:ağmı ve hayvanın ok­
sijensiz solunum yapamayacağını bilmemesine rağ­
men bunu deneyle gözlemlemiş old u.
Boyle, metalin açık havada ısıtıldığında metalde
oluşan beyaz maddeden dolayı kalsinasyon [Cillx] (ki­
reçlen me) adı verilen bir işlemle agı rlaştıgım gösteren
deneyler de yaptı ( CaJx latince kireç veya tebeşir anla­
mına gelmektedir). Metal neden ağırlaşıyordu? Boyle,
metal ısıtıldıgmda "igneous corpuscles " yani ateşin
atomlannın, metal tarafından emildiğini düşündü. O
dönemin koşullanyla Boyle bunun sebebini tabii ki bi­
lemezdi, bunun sebebi ise havadan gelen oksijendi.
En sade haliyle bile oksijeni tanıyamazdı, çünkü ok­
sijen henüz keşfedilmemişti ve oksijenin keşfi, şimdi
göreceğimiz gibi çok zor bir işti .

47
Uçucu Elementin
Tuhaf Hlkiyesl

O
ksijenin keşfinden bahsetmeden önce okisjenin
keşfine yol aç.an çok tuhaf bir maddeyi inceleme­
miz gerekiyor. Phlogiston yani "uçucu madde" adı ve­
rilen bu madde gerçek değildi. Bu Phlogiston sadece
inananlann zihninde bulunuyordu ve XVlll. yüzyıldaki
büyük kimyagerlerin birçoğu bunun gerçek olduğunu
düşünüyordu.
Bu dönemdeki bilim insanlannın olayları kesinlikle
geriye döndürdüğünü söyleyebiliriz. Uçucu maddenin
bir şeye eklendiğini düşündüklerinde, gerçek; ortam-

48
dan oksijenin pkanlması ve uçucu maddenin pkanldı­
ğlm düşündüklerinde ise gerçek; ortama oksijenin ek­
lenmesiydi. Fakat henüz oksijen keşfedilmediğinden
bunu bilemezlerdi.
Ancak uçucu maddeye olan inancın, bu bilim
adamlanna birçok verimli deney yapma imkanı sağla­
ması çok tuhaftır. Hatta diyebiliriz ki bilim adamları
uçucu maddeyi anlamak için bu kadar çaba sarf etme­
selerdi oksijen asla keşfedilemeyecekti . Bazen açıkça
yapılan bir hata, gerçeği keşfetmek için tek yol olabili­
yordu.
i şte bir başka tuhaf olay ise oksijeni keşfederek bir­
çok insanın övgüsünü kaz.anan John Priestley'in, uçu­
cu maddenin var olduğunu ve oksijenin ise var olma­
dığını gösterdiğine inanarak ölmesiydi. Priestley,
Amerika'yı keşfettiğinde Hindistan'a ayak bastığına
inanan Krlstof Kolomb'a çok benziyordu.
Fakat hil<Ayemiz hAIA devam ediyor.
Bu -var olmayan- uçucu tuhaf element, Johann Jo­
achim Becher ( 1635- 1 682) adında çok garip bir
adamla birlikte başladı. Almanya, Spreyer'de doğdu
ve çok zengin bir hayal dünyasına sahip fakir bir adam
olarak hayata başladı. Gençliğinde bir kitap alamaya­
cak kadar yoksuldu, bu yüzden kitabı satın almak yeri­
ne çaldı ya da ödünç aldı. Teoloji, tıp, kimya, politika
ve hukuk dallannın hepsini inceledi. Herkesin konuşa­
bileceği bir dil olan evrensel bir dil oluşturmaya çalış­
tı fakat ona para desteği sağlayacak adam bunu red-

49
detti. Kumu altına çevirebileceğine
dair Hollanda hükümetini ikna et­
meye çalıştı fakat kum yine kum kal­
dı. Sonsuza kadar çalışacak bir devri
daim makinesi, bir saat yapmaya ça­
lıştı fakat başlamak için bir saat bula-
JOl'\1'NM bECHi-R
madı. i ş girişimleri iflasa gitmeye
meyilli olmasına rağmen ekonomist
olarak ün kazansada. Heyhat, planlannın birçoğu başa­
nsızhkla sonuçlandı.
Domuzlan , sığırlan ve aç köylüleri de beslemek için
Almanya'ya patates soktu, işte bir bu işe yaradı!
Becher pek başanlı sayılmasa da aslında çok yete­
nekli biriydi. En büyük başansı, yama olmayan madde
teorisini tanıtmış olmasıydı. Takipçilerinden biri olan,
Bavyera doğumlu Georg Ernst Stahl ( 1 660- 1 734) Bec­
her'in görüşlerinin büyük bir fanatiğiydi. iyi bir iş yap­
mış olmalıydı. Kimyagerler yüzyıldan daha uzun bir
süre uçucu maddeye inandılar ve onlann bu düşünce­
sini değiştirmek çok zor bir işti. Hatta bazılan görüşle­
rini hAIA değiştirmediler.
Becher'in, Stahl 'ın ve diğer bütün kimyagerlerin
uçucu maddeye inanmalannın sebebi neydi?
Becher' e göre yalnızca hava ve suyla birlikte bütün
nesneleri meydana getiren üç tür toprak vardı. Toprak
türlerinden birine terra plnguls veya "yağlı toprak"
adını verdi. Stalıl , bunu Yunanca "yanmış veya yakan"
anlamına gelen ve Yunanca harflerle cı>A.oytotov (phlo-

50
glston) olarak yazılan kelimeyle tekrar adlandırdı. Her
ikisi de, yanabilen her şeyde bu gizemli elementin bu­
lunduğuna inanıyorlardı. Uçucu madde temeldi ya da
ateşin nedeniydi.
Peki bunu nasıl ispatladılar?
Simyaalar bile bir metalin açık havada kor haline
gelinceye kadar ısıtıldığında üzerinde bir tortu oluştu­
ğunu biliyorlardı. Bay Boyle bölümünden de hatırlaya­
cağımız gibi üzerinde tortu oları metal calx olarak ad­
larıdırılıyordu; örneğin çinko c.alx'ı. Ancak gerçekten
llginç oları şey, metal calx'ı tekrar ısıtılırsa ama bu de­
fa odun kömürü kullarıılırsa metal sihirli bir şekilde es­
ki haline dönüyordu!
Harika bir hile ama gizemli bir şey. Ne oluyordu?
Becher ve Stahl bunun sebebini bildiklerini düşünüyor­
lardı.
Ö rneğimize devam edelim, çinko başlangıçta açık ·
havada ısıtıldığında rengi açık kırmızıya döndü. "Bu,
kaçan uçucu madde! " diye açıkladılar. Uçucu madde
kaçtıktan sonra geriye yalnızca çinko c.alx'ı kalıyordu.

Çlnko+Ateş •> Çinko Calx'ı+Kaçan Uçucu Madde

Fakat çinko calx'ının odun kömürüyle ısıtılmasıyla


işlemin geriye döndü rülebileceğini de buldular.
"Aha! " diye sonuç çıkardılar, "odun kömürü uçucu
madde bakımından zengin olmalı! " Odun kömürü ,
uçucu maddesini kaybetmiş olan çinko c.alx'ına bunu

51
geri veriyor olmalı. Çinko calx'ı uçucu maddesini geri
kazandığında elbette tekrar eski çinko haline geri dö­
nüyor.

Çinko Calx'ı + [Uçucu madde baklmından


zengini Odun Kömürü •> Çinko

Şimdi bu denklemle ilgili çok garip bir şey var:


Boyle'nin diğer metallerde de fark ettiği gibi çinko
calx' ı çinkodan daha ağırdı . Bu nasıl olabilirdi?
Eğer çinko ısıtıldığında uçucu maddesini kaybedi­
yorsa ağırlığı bir öncekinden daha az olmalı.
Aslında bu şaşırtıaydı. Peki nasıl açıklanabilirdi?
Hatırlayacağımız gibi Boyle, ateş atomlarının ek­
lendiğini düşünüyordu. Fakat bu cevap Becher ve
Stahl için geçerli değildi , çünkü onlar atomcu değildi­
ler ve aynca bir şeyin eklenmesinden çok uçucu mad­
denin kaçtığına inarııyorlardı.
Becher ve Stahl' ın bazı takipçileri, aslında uçucu
maddenin neredeyse yok denebilecek bir ağırlığı ol­
duğunu, bu yüzden de uçucu madde bir şeye eklen­
diğinde daha öncekinden çok az bir ağırlık eklediğini
düşünüyorlardı.
Peki ya gerçekte ne oluyordu?
Çinko hatta metallerln birçoğu havada ısıtıldığında
metal havadarı oksijen al1r, bu yüzden çinko calx'ı ola­
rak adlarıdırdıkları yeni madde, çinko oksit, aldığı ok­
sijen miktanndarı dolayı ağırlaşır. Tekrar odun kömü-

52
rüyle ısıtıldığında odun kömüründeki karbon, çinko
oksitten . oksijeni geri alır ve çinko eski durumuna dö­
ner. i şte gerçekte olan şey budur.

Çinko + ateş + (oksl)enll) hava => Çinko Oksit


(Çinko calx'ı)

Ve işlem tersine döndürüldüğünde . . .

Çinko Oksit + Karbon • Çinko + Karbon Dlokslt

Fakat yukarıda da söylediğimiz gibi oksijen keşfedi­


linceye kadar hiç kimse bunu bilemezdi . Uçucu mad­
deyi uygun biçimde incelenebilecek şekilde bir kapta
yakalamak için zorlu uğraşlar gerekiyordu.
Uçucu madde için hazırladıkları tuzağa oksijen ya­
kalandı! Hidrojen de bulundu. Çok daha ilginci kimya­
gerler suyun, iki gaz olan oksijen ve hidrojenden mey­
dana geldiğini buldular.
i şte size bir ironi. Hidrojen ve oksijen ile bu ikisinin
suyu meydana getirdiğini de bulan iki adam hidroje­
ne ya da oksijene inanmıyordu. Bu adamlar yani Bay
Priestley ve Bay Cavendish, oksijene uçucu maddesiz
hava -yani uçucu maddeyi tüketen hava- adını verdi­
ler ve hidrojenin aslında uçucu madde olabileceğini
d ÜŞ ündüler. Şimdi göreceğimiz gibi mükemmel hata­
lardı bunlar.

53
JOS�� PR\E.St\.."I'

Bay Prlesdy Maddeleri (Biraz)


Açıklığa Kavuşturuyor
ahsettiğimiz ilk kişi joseph Priestley ( 1 733- 1804)
B l ngiltere'de Leeds yakınlarında doğdu. Hayatına
bilim adamı olarak değil bakan olarak başladı. Yine de
matematik, astronomi ve biraz da kimya öğrendi . Her
ikisi de Londra'dayken ünlO Amerikalı Benjamln Frank­
lln ile karşılaşıncaya kadar (bütün hayatı boyunca ba­
kan olarak kalmasına rağmen) henüz kendisini bilime
adamaya karar vermemişti.
54
Franklin'in, elektrikle yaptığı bilimsel çalışmalarının
Avrupa' da onurlandınlması, Priestley'in, elektriğin ta­
rihini yazmasına esin kaynağı olmuştu. Fakat Prlestley
konuyu inceledikçe bilim adamlan arasında çok fazla
güçlükler, karışıklıklar ve anlaşmazlıklar gördü. Kimya
çalışmasına daldıkça olayların yalnızca kötüye gittiğini
fark etti. Böylece Priestley tutkulu bir bilim adamı hali­
ne geldi.
Leeds'te herkes güzel havanın tadını çıkarırken Bay
Priestley neredeydi? Evinin yanındaki bira fabrikasında
mayalanan biranın büyük baloncuklar çıkaran fıçılardan
çıkan gazı inceliyordu .
Çıkan gazlar yanan bir mumu söndürmüştü. Bu,
Helmont'un ga.s sy/vestre 'si olabilir miydi? Prlestley,
bunu bilmek zorundaydı ama test etmek için gazı ya­
kalamanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Bunu yap­
mak için de kendi laboratuanm kurdu.
Şimdi gazın yakalanması zor bir şey gibi görünebi­
lirdi ama Prlestley bunu yapmanın mükemmel bir yo­
lunu bulmuştu. " Pnömatik Oluk"u icat eden Stephen
Hales ( 1 677- 1 76 1 ) olmasına rağmen bunu mükem­
mel hale getiren Priestley oldu.
Pnömatik oluk ismi, aslında şu anda hemen sizin
de yapabileceğiniz kadar basit bir alet için oldukça tu­
haftiı. Bütün ihtiyacınız olan şey bir su bardağı ve bir
pl r)ettir.
Mutfak lavabonuzu veya büyük bir leğeni yaklaşık
1 O cm suyla doldurun. Bardağı da ağzına kadar suyla

55
doldurun. Bardağın başına bir parça mukawa yerleşti­
rin . Mukawayı bardağın üzerinde sıkıca tutarak hızlı
bir şekilde (dikkatle) bardağı ters çevirin ve kenannı la­
vabodaki suya yaklaşık 2,5 cm kadar daldırıp mukav­
vayı çekin. i şte elde edeceğiniz şey: pnömatik oluk!
Hepsi bu mu? Aslında bu kadar değil . Pipeti alın
bardağın içine doğru dikkatlice kaydınn ve bardağın
içine hava üfleyin. Havanın bardaktaki suyla yer değiş­
tirdiğine dikkat edin.
. Priestley de nere­
deyse tamamen aynı
şeyi yapmıştı . Sıvıyla
doldurulmuş bir kaba
küçük bir oluktan ters
çevrilmiş aynı sıvıyla
(bazen suyla, bazen o­
vayla) dolu cam tüpleri
yerleştirdi. Daha küçük t
diğer eğri tüpleri pnö- :::\
matik oluğun yarımda : : : '.
deney kabındarı sıvıya Pn 6matlk sistemde bardaktaki
daldırdı ve ters çevrilen suyla havanın yer dellştlrmesl.
cam tüplerin içine yer-
leştirdi . Kaplarda kimyasal reaksiyonlar sırasında çıkan
gaz tüpten ilerleyebiliyor ve olukta ters çevrilmiş kap­
larda tutulabiliyordu. Gaz sudarı daha hafif olduğu için
cam tübün üstüne çıkıyordu.
Gaz yakalarımıştı!

56
Hazırladığı her çeşit karışımdan , çıkan her türlü ga­
zı yakalamaya başlayan Priestley, yakaladığı gazlan
"uçucu maddesiz hava" olarak adlandırmış ve oksijeni
de izole etmişti . Priestley neden "uçucu maddesiz ha­
va" adını vermişti?
Basit bir deneye bakalım. Phlogistianlann (Zorlayıa
isimler yerine uçucu maddeye inanlara koyduğumuz
isim) teorisine göre mum yandığında uçucu madde çı­
karırdı. Bardak mumun üzerine konulursa mum kısa
sürede sönerdi . Neden? Çünkü, dediklerine göre
mum nihayetinde bardaktaki havanın artık taşıyama­
yacağı kadar çok uçucu madde çıkarıp uçucu maddey­
le doymuştu! Hava artık uçucu maddeyi taşıyamaya­
cağına göre mum daha fazla yanamazdı.
Bir gün -biz o günü biliyoruz, 1 Ağustos 1 774- Pri­
estley dva calx'ını bardağın altına koydu . Yaklaşık 30
cm çapında yeni büyüteciyle güneşten gelen sıcak

ışınlan calx' ın üzerine odakladı. Gaz çıkmaya başlamış


ve Priestley de bu gazı yakalamayı başarmıştı.
Ve daha sonra oturdu, baktı, düşündü ve biraz da­
ha baktı. Yanında yanan bir mum vardı. Priestley, hiç
düşünmeden gazı muma tuttu. Aniden parlayarak bir
alev çıktı! Bu acayip gaz neydi?
Aleve böyle bir hayat verdiyse kim bilir canlılar
üzerindeki etkisi nasıl olacaktı . Priestley, bunu iki fare
.
il e test etmeye karar verdi. Farelerden birini içinde
normal hava olan bir bardağın içine kapattı, diğerini
ise bu yeni ve sihirli havayla dolu başka bir bardağa

57
koydu. Birinci fare on beş dakika sonra öldü. Fakat
ikinci fare iki kat daha uzun yaşadı.
Bay Priestley deneyi kendi üzerinde denemeye bü­
yük bir arzuyla karar vermişti. Deney sonrası kendini
rahat ve güçlü hissetti . " Nefesimin garip bir şekilde
haftftediğini ve bir süre sonra nefes almarıın kolaylaştı­
ğını hissettim, " diye hatırlayacaktı daha sonra. Şimdi­
ye kadar "yalnızca fareler ve ben bunu teneffüs etme
ayncahğına sahipti . " Bu havarıın tıbbi amaçlarla başka­
ları tarafmdarı nasıl kullarıılacağını merak ediyor ama
olası bir tehlikeden dolayı da endişeleniyordu. "Mum,
bu havada normal havadakinden çok daha hızlı yarıı­
yor, o halde biz de çok hızlı yaşayabil/iriz. En azındarı
bir ahlakçı , doğarım bize bahşettiği havarıın hakkettiği­
miz kadar iyi olduğunu söyleyebilir. "
Fakat Priestley bu harika "uçucu maddesiz" havayı
dünyaya arılatmak zorundaydı.
Uçucu maddesiz mi?
Evet. Hatırlarsanız phologistiarılara göre bir barda­
ğın altına yerleştirilen yarıarı bir mum, bardaktaki hava
tamamen doyuncaya kadar sürekli uçucu madde yayı­
yordu. O halde, diye düşündü Priestley, mum çok da­
ha parlak bir şekilde yarııyorsa havada artık uçucu
madde bulunmamalı. Uçucu maddesiz olmalı!
Gerçekte ne olmuştu? Priestley kesinlikle geriye
dönmüştü.
Civarıın calx'ı gerçekte civa oksittir. Çinkoda veya
neredeyse bir metalde olduğu gibi civa açık havada

58
yandığında oksijen alıyor. Böylelikle dva oksit mey­
dana geliyordu. Priestley, bunu büyüteciyle tekrar
yaktığında oksijen açığa çıkmış ve toplama tüpüne
girmişti .
Oksijen yanmaya, yani yakmaya olanak sağlar. Ka­
palı bardakta yanan mum söner, çünkü bütün oksijeni
aşamalı olarak yakmıştır. Ortamda normal havadan
daha fazla oksijen bulunduğunda yanma (yakma) her
zaman çok daha şiddetli olur.
Hayvanlann da oksijene ihtiyacı vardır. Birinci ka­
palı bardaktaki fare on beş dakika içinde normal hava­
daki bütün oksijeni kullandı fakat ikinci farenin çok da­
ha fazla imkanı vardı , saf oksijene sahipti. Çünkü nor­
mal havanın yalnızca yaklaşık % 20'si oksijendir.
Böylece Priestley kesinlikle geriye dönmüş oldu.
TamcllT\e n uçucu madde olduğunu düşündüğü hava
aslında oksijensiz havaydı. Uçucu maddesinin tama­
men boşaldığını düşündüğü hava ise aslında oksijen
doluydu.
Fakat Priestley bulduğu şey konusunda hatalı olma­
sına rağmen yukarıda bahsettiğimiz gibi açıkça belirle­
nen yanlışlık gerçeğe giden tek yoldu.
Olayların nasıl doğru yöne girdiğini daha önce gör­
dük, başka bir açık hatayı, hatalı bir keşfi; hidrojenin
keşfini incelememiz gerekiyor. Bunun için de başka bir
l ngilize, Bay Henry Cavendish 'e geri dönmeliyiz.

59
Çinko ve
Tuz Ruhu

Bay Cavendlsh ve Yanıcı Hava


1

riestley� den farklı olarak Bay Cavendlsh ( 1 73 1-


P 1 8 1 0) oldukça zengindi. Ama onu görmüş olsay­
dınız zengin olduğunu asla tahmin edemezdiniz. Da­
ima üstünden hiş çıkarmadığı eski püskü, lekeli elbise­
leri ve modası geçmiş eski şapkası olurdu. Hiçbir za­
man şık ve modaya uygun elbiselerin ıvır zıvmna ayı­
racak vakti olmazdı. Bay Cavendish, kendini tamamen
kimyaya adamıştı.
Cavendlsh bir çok dikkatli ve önemli deneyler yap­
tı . Hidrojeni ilk defa tanımlayan ve suyun yanıa ve
uçucu maddesiz havadan meydana geldiğini söyle-

60
mesine rağmen onu hidrojen ve ok­
sijenden meydana geldiğini göste­
ren kişi olarak hatırlayacağız.
Cavendish, ünlü deneyinde şimdi
sulandırılmış (seyreltik) sülfü rik asit
olarak bildiğimiz sıvıyı önce çinkoya,
sonra demire ve nihayetinde kalaya
döktü. Priestley ile aynı yöntemi kul­
lanarak her defasında ortaya çıkan gazı yakaladı.
Daha sonra aynı şeyi tekrar yaptı, bu defa tuz ruhu­
nu (bugünkü adıyla hidroklorik asidi, HO'yi) bu üç me­
talin üzerine döktü ve yine her defasında ortaya çıkan
gazı dikkatli bir şekilde yakaladı. Altı adet gaz numu­
nesinin her birine yanan ince bir mumla dokundu ve
hepsi aynı soluk mavi alevle yandı. Kesinlikle bunlar
aynı gazdı! Bu gaz yanabi ld iğind e n ona "yanıa gaz"
adını verdi.
Bu yanıa gazın metallerden, çinkodan, demirden
ve kalaydan geldiğini düşündü ve yandığı için metal­
lerde saklı bulunan uçucu maddeyi ortaya çıkarıp çıka­
ramadığını merak etti! (Phologistianlann metal ısıtıldı­
ğında uçucu madde çıkard ığın ı düşündüklerini hatırlı­
yoruz, bu yüzden Cavendish bunun nedenini, bu ga­
zın metalde yer alan uçucu madde olabileceği şeklin­
de ..açıkladı. Fakat bundan pek emin değildi ve genel
olarak bu gaza "yama hava" adını verdi.)
Gerçekte ne olmuştu? Yukandaki H2S04 ve HCI
kimyasal formüllerine bakarsak görebiliriz. Sulandın!-

61
mış sOlfürik asit demirin üzerine döküldüğünde demir
hidrojenle yer "değiştirir" ve böylelikle hidrojen açağa
çakar. Reaksiyonun modern sembolik gösterimlmlze
bakarsak bu oldukça açık hale gelecektir.

F e + H1so4 •> feS04 + Hz


(Demir) (SOlfllrlk asit) (Demir sOlfat) (Hklro)en)

Demirin üzerine dökülen hidroklorik asit aym şekil­


de hidrojen açağa çakanr. Bu defa demir, demir klorürü
ve hidrojeni oluşturmak için hidrojene yer açar.

Fe + ZHC •> Fea1 + Hz


(Demir) (Hldroklorlk asit) (Dem. klorOrt (Hidrojen)

Gördüğümüz gibi Cavendlsh'ln uçucu madde ola­


rak düşündüğü şey ashnda hidrojendi. Yine de bu ka­
nşıklıkta bile yapttğt müthiş ve önemli bir keşifti.
Fakat müthiş ve önemli başka bir şey daha yaptt.
Uçucu maddesiz havayı (oksijen) ve uçucu maddeyi
(hidrojen) cam bir küreye koyup elektrik aktmayla ateş­
ledi. Bir anda patlama oldu ve bulduğu şey . . .
Sul Cam kürenin içinde su meydana gelmişti. Ol­
dukça tuhaf bir şekilde başkaları da aym deneyi yaptt­
lar ama iki gazan suyu oluşturabileceği şekilde ateşle­
memişlerdi.
Fakat bu gazlar suyu meydana getiriyor. Aynca Ca­
vendlsh, iki hacim yanıa hava (Hidrojen) ile hacmi bir

62
hacim uçucu maddesiz (Oksijen) ateşlenirse her iki ga­
zın da suya döndüğOnü buldu.
Bu Cavendish'ten, muhteşem bir keşifti. Priest­
ley' den ya da o dönemde başka herkesin bilebilece­
ğinden çok daha muhteşem bir keşif. iki hacim hidro­
jen, çok küçük bir miktar suyu meydana getirmek için
bir hacim oksijenle birleşir. Cavendlsh, suyun neredey­
se o çok ünlü kimyasal formülünü keşfetmişti: H20 . . .
Bay Cavendish 'in herşeyl uçucu madde olarak gör­
düğünü anladınız. Yanıa havanın aslında su artı uçucu
madde olduğunu ve uçucu maddesiz havanın ise as­
lında su eksi uçucu madde olduğunu dOşünüyordu.
Su artı uçucu maddeyi, su eksi uçucu maddeye ekle­
diğinizde ne olur? Artı ve eksi uçucu maddeler birbir­
lerini "iptal" ederler ve size sadece su bırakırlar!

(su + uçucu madde) + (su - uçucu madde) • su

Bay Cavendlsh'in suyu hAJa element olarak düşün­


düğünü de anlamış olduk. Suyun nihayetinde redde­
debileceği bir element olması kavramıyla iki farklı ga­
zın bileşiminden meydana geldiğini fark edinceye ka­
dar bu böyle kaldı.
Hem Priestley hem de Cavendlsh, uçucu madde
gibi bir şeyin bulunmadığı ve bu yüzden de uçucu
maddesiz hava gibi bir şeyin olmayacağı konusunda
ısrar eden bir Fransız tanıyorlardı. Bu Fransız bilim in­
sanı blllnen adıyla "Hidrojeni ve Oksijeni" keşfedecek-

63
ti. Priestley ile Cavendish'in çok parlak bilim insanlan
olduklannı, olaylan tam olarak yerine oturttu klannı ve
olaylan doğru yöne sürüklediklerini ileri sürdü. Bu
Fransız bilim adamının adı Antoine Lauren Lavoisier
idi.
Priestley onu dinlemeyecekti. Öldüğü güne kadar
birçok kimyager Lavoisier' i takip ederken o neredeyse
ölmek üzere olan - uçucu madde teorisine sıkı sıkıya
bağlıydı. "Arkasında durduğum temelin mükemmel
bir güvenilirliği olduğuna inanıyorum," diye açıkladı.
Gerçek, zamanla bu hataları ortadan kaldıracaktı.
Gerçek su yüzüne çıktı sizin de göreceğimiz gibi
haklı olan Lavoisier idi .

64
tt



11
lll

� ���---��--t ı
c... �..-­
z
< ).-,-�
u.ı
z ,......_�
ö 1--r-i.....,.1.

z �___........ .. _._,....
....,. ,...
..., ....
...._ .. �
� '--..L-�--ı.--ı---ıı,_...ı..,_-&,...ı--

Kimyanın Fransız Devrimi


ntoine Lauren Lavoisier ( 1 743- 1 794) siyasi bir
Adevrimin ortasında bilimsel bir devrimci olarak
doğdu. Hem ülkesini hem de kimyayı hem ciddi bir
tekrar düzenleme ve onarım ihtiyacı içinde buldu.
Fransa'ya de bilime yardımcı olmak için büyük bir
azimle ve bilgiyle çalıştı. Maal esef Fransa'daki devrim
bu büyük bilimsel devrimcinin hayatını kısa kesmişti.
Am� Lavoisier 1 794 yılının 8 Mayıs günü giyotin seh­
pasına tırmanmadan önce bütün geri dönüşleri ileriye
döndürerek ve terslikleri düzelterek neredeyse kimya­
yı tekrar tanımlayacaktı.

65
Lavolsler, zengin bir avukatın
oğluydu ve Fransa kralının savunu­
cusuydu. 1 700'1erln ikinci yansında
Fransa'da kargaşa başlamıştı. Yok­
sullar çok fazla vergi veriyordu, çok
az yiyecekleri vardı. Zenginler, çok
sayıdaki yoksulun bu zor hayatlarına
Ai.li'ON E- LAVCIS IE R aldırmıyorlardı. Fransa kralı XIV. Lo­
uls, ne devrimin yaklaşan kasırgasından kaçınacak ka­
dar zekiydi ne de yeterince güçlü bir liderdi.
1 789 yılında frtına koptu ve Fransa'nın bütün düze­
ni alt üst oldu. Devrimi başlamıştı. Aynı yıl Lavolsler,
Kimyada ilk Bilimsel inceleme başlıklı kitabını yayınla­
mış ve kimya bilimini alt-üst etmişti. Oysa Lavoisier
aslında bir kimyager değildi, babası gibi hukuk öğreni­
mi görmüştü. Ama biri, çok popüler olan kimya dersi­
ne girmesi için onu ikna etti ve genç Lavoisler bir da­
ha asla avukat olmayı düşünmedi.
Kasa süre sonra prestijli Fransız Bilimler Akademi­
si' nin bir üyesi olmaya karar verdi. Lavoisier buna ka­
rar verdiğinde neredeyse yolu yarılamış oluyordu.
Yirmi yaşına geldiğinde Bilimler Akademisi'nin dü­
zenlemiş olduğu bir yarışmaya girdi. Yanşmaalara,
"Paris'in caddelerini aydınlatmak için ekonomik bir yol
bulun" denildi. Lavoisier, sorun üzerinde uzun ve zor­
lu saatler boyunca kafa yordu. Önerilerinden dolayı
Kral XVI. Louls, genç Lavolsier'e altın madalya veril­
mesini emretti.

66
Lavoisier bütün hayatı boyunca ülkesi ve kralı için
birçok şey yaptı. Fransız barutunun Avrupa'nın en za­
fıy barutu olduğunu farketti. Talimattan sonrasında ise
Fransız barutu Avrupa'nın ey iyi barutu halini almıştı.
Paris' e daha iyi suyun getirilmesi için çalıştı ve aynı şe­
kilde yangın söndürQcQlerln kullanılmasını sawndu.
Hapishane reformları için çağnda bulundu, hükümeti
yoksullar için yaşam sigortası ödemeye davet etti.
Arazilerini daha iyi ekip biçmenin yollannı göstererek
çiftçilere yardım etmeye çalıştı. Bütün bunlan ve daha
fazlasını Fransa aşkı için yaptı.
Fakat en büyük başansı, sadece Fransa için değil
bütün dünya için kimya reformuydu.
Bazı bilim tarihçileri, Lavoisler'ln yeni bir şey keş­
fetmediğini düşünürler. Sadece birçok bilim adamının
üzerinde çalıştığı kimyasal bir bilmecenin parçalarını
bir araya getirdiğini ve bunlan gerçekten nasıl birbiri­
ne uydurulacağını gösterdiğini söylerler. Bilim tarihçi­
leri ise Lavoisler'in aslında birçok önemli şeyi keşfetti­
ğini düşünmektedirler. Kim haklı? Aslında bunu söyle­
mek zor. Okuyun ve bunu siz düşünün!
Herkes Lavoisier'ln, Phlogistianlann herşeyi geriye
döndürdüğünü anlayan ilk kişi olduğunu kabul eder.
1 774 yılının ekim ayında Paris'te Bay Prlestley ile tanı­
şan Lavoisler, akşam yemeğinde Priestley'in, Clva
CalX' ını ısıtarak uçucu maddesiz havanın oluşumunu
açıklamasını ağzı açık dinlemişti. Prlestley, mumların
şaşırtıa biçimde parlak yanmasını sağlayan bu garip

67
saf havadan bahsetti. Lavoisier, hemen kendi laboratu­
annda bu deneyleri tekrarlamak zorundaydı.
Laboratuanna döndü, kafasından ölçüp biçti ve bu­
na kafa patlattı . ısıttı , kaynattı, tarttı ve bir aşağı bir yu­
kan dolaştı. Bay Priestley'in deneyi doğruydu fakat yo­
rumunda hatalı olan bir şey vardı .
Ve sonra, vo/M, her şey birden bire yerine oturdu.
Vo/M, Fransızca "bakın" ya da "işte bakın! " anlamı­
na gelmektedir. Lavoisier, şüphesinin doğruluğunu
anlamak için bir deney yaptı. Havanın ya da havanın
içindeki bir şeyin civaya girip calxı oluşturduğundan
şüphelenmişti.
Lavoisier, imbiğin Fransız versiyonu olan cam küre­
ye yaklaşık 1 15 gram civa koydu. Cam küre, kabın
bombesinden uzayan , sonra aşağı inen ve "j " harfi gi­
bi tekrar geri dönen çok uzun bir boyna sahipti. "j"nin
çengeli, çana benzeyen başka bir cam kavanozun altı­
na gidiyordu.
Bu çan kavanoz Bay Priestley'in pnömatlk oluğu gi­
bi kullanılacaktı fakat iki önemli farkı vardı. Birincisi La­
voisier, gazı çan kavanozda yakalamak yerine "j" tüpü­
nü çekerek ve civaya batırarak havanın çan kavanoz­
dan çıkıp çıkmadıgını anlamaya çalışacaktı. i kincisiyse
Lavolsier, ne kadar havanın çıktığını ölçmek için çan
kavanozu tamamen sıvıyla -dva kullanmıştl- doldur­
madı fakat dva tankında ters döndürüldüğünde çan
kavanozda 1 27 an3 hava kalacak şekilde dvayla dol­
durmuştu. i şte Lavoisier'in cihazı.

68
(An Kavanoz

1 27 anl den •..-ıı._._..

1 07 anl ·e
d.ıralma

cıva

l.avolsler, ç.n kavanozdaki hava ı 27 cml kipten ı 07 cml kO­


pe Udu dar..dı&ından havanın ısdllan dvaya glttltlnl lspdar

Lavolsler çalışmaya devam etti. Bir gOn boyunca


clvayı ısıttı. Hiçbir şey olmadı. Fakat ikinci gün clva
üzerinde kırmızı kabarcıklar görünmeye başladı. Civa
Calx'ıl Ve kırmızı kabarcıklar görünmeyince kadar on
iki gün boyunca tekrar tekrar ısıttı.
Kaptaki hava? 1 27 cm 3 den 1 07 cm 3 'e daralmıştı.
" i şte bakın!" d iye bağırdı.
Lavolsler, phloglstianlann olaylan geçmişe geri
döndürdüğOnü ispatlamıştı . Clva gibi bir metal ısıtıldı­
ğında uçucu maddenin uçup gi ttiğini söylemişlerdi.
Fakat Lavolsier, bunun tersine havanın glttiginl göster­
dt; Kesinlikle sekiz inç küp!
Ve Lavoisier, bu nedenle uçucu maddenin sıfırdan
daha az ağırlık kazanmasından dolayı değil, metalin
ısıtıldığında ağırlık kdzan dıgma karar verdi.
69
Ama ne tür bir havaydı bu? Hava mıydı yoksa ha­
vanın içindeki bir şey mi? Lavoisier bunu bilmek zo­
rundaydı.
Civanın üzerinde oluşan kırmızı kabarcıktan incele­
di ve çıkardıktan gazı toplamak için güçlü bir ateşte
ısıttı .
Bu neydi? Priestley' in uçucu maddesiz havası! Se­
kiz inç küp!
Fakat Prlestley'in ve phlogistianlann aksine Lavoisl­
er, ısıtılan maddenin uçucu madde salmadığını göster­
di. Bunun yerine havadan gaz alıyordu. Ne uçucu
madde ne de uçucu maddesiz hava gerçekti. Uçucu
maddeli hava başka bir şey olmalı. Lavolsler, buna bü­
tün asitlerin bu maddeyi içerdiğini düşündüğünden
Yunanca "asit üreten" anlamına gelen "oksijen" adım
verdi.
Lavoisier, şimdi her şeyi doğru şekilde tekrar açık­
lamıştı.
Yanan bir mum cam bir kavanoz altında söndüğün­
de bu, mumun en nihayetinde uçucu maddeyle dolu
kavanozdaki havayı tüketmesinden değil havadan ge­
len bütün oksijeni kullanmasından kaynaklanıyordu.
Cam bir kavanoz altına konan fare kısa sürede öl­
düğünde Lavoisier, bunun mumda olduğu gibi farenin
oksijene �htiyaç duymasından dolayı meydana geldi­
ğini ileri sürdü. Aslında Lavolsier, solunumun bir tür
yanma�masandan dolayı hem yanma hem de olayla­
nmn oksijen gerektirdiğini ileri sürüyordu. Hayvan be-

70
denleri yiyeceği yakmak ve vücuttan için ısı üretmek
amaayla oksijene ihtiyaç duyuyordu.
Fakat Lavoisler'ln devrimi yeni başlamıştı. Şimdi
yama olmayan havayla uçucu olmayan havanın suyu
meydana getirdiğine dair bir ispat olarak düşündüğü
Cavendish' in deneylerine dönmüştü ve bunu da doğ­
ru şeklide açıklayacaktı.
Oksijenle, Cavendish'ln yama olmayan havasını bir
araya getirdi ve ateşledi. Cavendish'in de belirttiği gi­
bi su meydana geldi. Fakat Cavendish, yanıa olmayan
havanın aslında su artı uçucu madde olduğunu düşü­
nüyordu. "Saçma," diye cevap verdi Lavoisler. "Uçu­
cu olmayan madde diye bir şey yok. Yanıa olmayan
havanın kendisi bir element olmalıdır. "
Lavolsler, buna d a Yunanca "su üreten" anlamına
gelen "hidrojen" adının verdi.
Ve böylece yüzyıllar sonra her yoldan Thales' e ula­
şan Lavoisier sonunda suyun element değil iki temel
nesne olan oksijen ve hidrojenden meydana geldiğini
açıkça gördü.
Peki ya hava? O da element değildi, ve en az iki
elementten meydana gelmişti.
i lk deneydeki 1 27 cm3 havayı hatırlıyor musunuz?
Lavolsier, bunun için de 20 cm3 hava olduğunu gös­
ter.di. Lavoisier, herkesin element olarak düşündüğü
havanın yaklaşık % 1 6'sının oksijen olduğu ileri sürdü .
Daha sonra Lavolsler gerçek rakamı % 20.948 olan ha­
vadaki oksijen oranını % 20 olarak hesaplayacaktı.

71
Geriye kalan yaklaşık 1 27 cm3 ne tar bir gazdı?
Lavoisier bunu test etti. Mum bu havada yanmı­
yordu. Fare bu havada yaşamıyordu. Bu gaza hayat
yok anlamına gelen "AzDt" adını verdi. Bir süre sonra
Jean Oıaptal adında bir adam ise bu gaza bugün kul­
landığımız "Nitrojen" adını verdi. Fakat ister azot ister
nitrojen densin önemli olan Lavolsier'in bunu havayı
meydana getiren bir element olarak tanımlamış olma­
sıydı.
Yeterince ilginç bir şekilde Lavoisier nitrojenin keş­
fiyle pek bağlantılı görülmez. Bunun yerine Daniel Rut­
herford ( 1 749-1 8 1 9) bağlantılı görülür. Priestley ve
Cavendish'in de bu süre 2.arfmda çaba gösterdiğini ek­
lememize rağmen, nitrojeni ilk defa izole eden Bay
Rutherford iken, Rutherford bunu doğru şekilde ta­
nımlamamıştı. Bunun uçucu maddeyle dolu hava ol­
duğunu düşünmüştil!
Fakat gördüğümüz gibi Lavoisier uçucu maddenin
olmadığını ispatladı. Bay Lavolsier ve kansı Marie ken­
dilerine o kadar güveniyorlardı ki bunun için kutlama
bile yapmışlardı. Hatta Marie, bir tapmak rahibi gibi
davranarak yanıcı maddenin ilk sawnuculan olan Bec­
her ve Stahl'm yazmalannı sunakta yakar gibi yakmış­
tı!
Sanıyoruz ki Lavoisier, yanan kağıdın oksijen kul­
/andıgim ve -son olarak teoriyi yakarak yanıa madde­
yi yok ettlglnl düşünmezsek-yanıa madde salmadığı­
nı gösterdiğinden emindi!

72
Fakat hAIA devrimlerini tamamlamamıştı.
Lavoisier, yukarıdaki deneylerde de kullanmış ol­
duğu çok önemli bir kimya ilkesini açıklığa kavuşturan
ilk kişiydi. Bu, ilke kütlenin korunumu olarak adlandın­
lacaktı . Bu kanun kimyanın bilançosunun tutmasına
izin veren çok basit ama çok önemli bir ilkedir.
Lavoisier, "Her reaksiyonda işlemden önce ve son­
ra eşit madde mi ktarı bulunduğu şeklinde dikkate alı­
nabilir, " diye açıkladı azam etli bir biçimde.
Cıva ısıtıldığında 1 27 cm 3 hava yaklaşık 1 07 cm l 'e
düşüyorsa 20 an3 oksijen hAIA bir yerlerde olmalıydı.
Kaybolmuyor ama yer değiştiriyor olabilirdi. Civa -bo­
yut olarak değil ağırlık olarak- 20 cm 3 kazandı ve asıl
avayla birlikte artı 20 cm 3 oksijen ölçüldü. HAIA aynı
miktarda farklı bir formda madde vardı.
Lavoisier'in katkılannın nasıl bir devrimsel nitelikte
olduğu kolayca görülebilir. Fakat bütün bu harika şey­
lere rağmen Lavoisier' in aklında başka değişiklikler de
vardı.

73

isimlerde Devrim
avoisier, bu devrimin nesneleri gerçekte meydana
L getiren elementleri yansıtacak yeni bir isim siste­
mine ihtiyaç duyduğunu düşünüyordu. Cıva Calx'da,
gerçekte oksijen almış cıvaydı ve bu yüzden cıva ok­
sit olarak yani bugün bizim hAIA kimyasal bileşikleri ad­
landırdığımız şekilde adlandırılmalıydı .
Lavoisier'in Kimya Hakkında Basit /nce/eme sinin'

yayınlanmasından önce yazılmış olan kimya metinleri­


ni okursanız hiçbir anlam ifade etmeyecektir, çünkü
simya zamanlarında kullanılan benzer isimler kullanıl­
mıştır; Algarot (antimon triklorür ve trioksit) tozu, cıva
74
sülfat tuzu (turbit) minerali, kızılımsı kahverengi demir
oksit (kolkotar), fagadenik su, saf olmayan çinko oksit
(pomfollks), soda sülfat (Glauber tuzu) , zaçyağı (kez­
zap, vitriyol), arsenik yağı, kurşun şekeri ve sülfür ci­
ğeri . Fakat modern bir kimya öğrencisi, Lavoisler' ln ki­
tabını eline aldığında kendisini onun tasarlamış oldu­
ğu laboratuvannda gibi hissedecektir ve neredeyse
bütün kimyasal elementler ile bileşiklerin isimleri ona
aşina gelecektir.
Ancak 109 elementi değil sadece 33 elementi bu­
labilirdiniz. Bu 33 elementin birçoğu bugün kendi tab­
lomuzda olan elementlerdir fakat bir kısmı artık ele­
ment olarak kabul edilmemektedir.
6 tarıe ametal bulacaksınız: kükürt, fosfor, odun kö­
mürü , klor radikali, ftor radikal i ve bor radikali.
Ama (odun kömürünün karbona yeterince yakın ol­
duğu düşülmesine rağmen) bugün tablomuzda yal­
nızca kükürt ve ftor bulunmaktadır.
17 metal vardır: antimon, arsenik, bizmut, kobalt,
bakır, altın, demir, kurşun , manganez, cıva, molibden,
nikel , platin, gümüş, kalay, tungsten ve çinko. Bunla­
rın tamamı Periyodik Tablo' da hAIA yer almaktadır.
Temel toprak olarak adlandırdıklanmızdan ise 5 ta­
nesini bulacaksınız: kalsiyum oksit, magnez, barit, alü­
min ve silis. Ancak Periyodik Tablo' da bunlan bulama­
yacaksınız, çünkü bunlar temel değiller. Lavoisier ya­
nılmıştı. Bunlar element değil bileşikti. Gerçek ele­
mentler olan alüminyum ve silisyum yalıtılmamış, XIX.

75
yüzyıhn ilk çeyreğine kadar uygun şekilde tanımlan­
mamıştı. Kalsiyum oksit, kalsiyum ve oksijen bileşiği;
magnez, magnezyum, karbon ile oksijen bileşiğlydi,
barit ise çoğunlukla baryum, kükürt ve oksijenden
meydana geliyordu.
Ve son olarak şu beş elementi bulacaksınız: Işık, lsı,
Oksijen, Azot ve Hidrojen. Bu beşinden üçü tablo­
muzda hc\IA yer almaktadır.
Işık ve lsı? Lavoisler, Işık ve ısının da element oldu­
ğunu düşündü. Şansımıza bu hata, oluşturduğu kim­
yanın temelinin sağlamhğına zarar vermedi.
Lavolsier, bu hatalarına rağmen bize elementin ne
olduğuna dair uygun bir tanım yapmanın yolunu gös­
terdi. Element, klmyasaJ analizin ulaşabilecegi son
noktadlf. Artık kimyasal analizle ayrılmazsa bu bir ele­
menttir; aynlablllyorsa bu bir element değil kimyasal
bir bileşiktir. Su element değil , oksijen ve hidrojen bi­
leşimidir.
Bu tanım, Lavoisier'in dört eski element olan top­
rak, su, hava ve ateşten uzaklaşıp artık aynlamayaca­
ğını düşündüğü maddeleri içeren yeni bir liste hazırla­
masını sağladı.
Fakat bilim insanları listedeki maddeleri inceleme­
ye devam etmeye ve yeni elementler aramaya devam
edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ve bilim insanları
bu düşüncelerini gerçekleştirdiler. Gördüğümüz gibi
Lavolsier'in belirtmiş olduğu elementlerin bazıları as­
landa bileşikti. Birçok yeni element eklendi. Ve son ola-

76
rak Işık ve lsı gibi bazılarının ne bileşik ne de element
olmadlğl görQldO.
Lavolsler'ln element listesi hakkı nda dikkat etme­
miz gereken son bir şey daha var. Periyodik Tablo'da
şimdi bulunduklara yerlere henüz yerleştirilmemişti .
Elementler, Lavolsier' ln başlattığı diğer devrimler
tamamlaraıncaya kadar doğru yerlerine getirilememiş­
ti. Kim bilir, belki de Lavolsler, bunu kendisi yapacak­
tı! . . Lakin başka bir devrim, Fransız Devrimi onun öm­
rünü kısaltacak.ti.
Lavolsier, hem zengin hem de fakir Frarasa'ya yar­
dımcı olmak için birçok şey yapmasına rağmen
1 789'dan önce ve sonra siyasi devrimciler, Krala yar­
dım eden herkesin �ka yardım etmiş olsa bile- halk
düşmanı olduğuna inanıyordu!
Lavolsier, 24 Kasım günü laboratuannda tam dene­
yinin ortasındayken tutuklarldı. Devrim mahkemesin­
de yargllandı ve hemen ..suçlu" bulundu.
Tütünü nemlendirip ağırlaştırma. {Oysa tütünü sa­
tan kendi olmadığına göre böyle bir suçlama yersizdi . )
Aynca, halkın sağhğlna zarar vermek için Parls'ln etra­
fına duvar ördürmek ve aşın vergi toplamakta. Bütü n
bu suçlar ise Lavoisier'in, düşmanlara tarafından yargı­
lanabilmesi için sadece birer tuzakta.
8 Mayıs 1 794 günO Lavoisier giyotine doğru yürü­
dü. · Büyük Fransız matematikçi Louls Lagrange üzgün
bir şekilde şöyle dedi, "Başını gövdesinden ayırmak
için bir dakika yetti ve belki de böyle birini yetiştirmek
için bir yüzyll yetmeyecek. "

17
JEREMı.tS
� IC 14T E�

Doğa,
Elindeki Dengenin Dışında
Asla Başka Bir Şey Yaratmaz
avoisier ile birlikte kimya biliminin bir çok zorluğu­
Lnun aşıldığı düşünülebilir. Oysa Lavoisier, kesin bir
şekilde olaylann doğru yöne akmasını sağlarken Peri­
yodik Tablo'nun keşfedilmesi için hale!\ uzun bir yol var­
dı. Doğa daima fazladan sürprizlere açıktır ve biz bu
gördüğümüz düzenden fazlasını araştırarak bulabiliriz.

78
Fakat şimdi görünen dünyadan görünmeyen dün­
yaya, makroskobik dünyadan mikroskobik dünyaya
gidiyoruz. Kısacası Periyodik Tablo'nun eğlenceli dü­
zeninin mantığını bulacağımız yer olan atom dünyası­
na gidiyoruz.
Mütevazı olmak gerekirse Lavoisier'in elementi
.. analizin ulaşabileceği son noktan olarak tanımlaması
kimyaya bir anlam kazandırdığı doğrudur. Daha deri­
ne doğru indiğimizde gümüş, altın ve kükürt gibi ele­
mentlerin görünür seviyesinin ötesine geçtiğimizde
ne olacak? Acaba bunlar küçük altın, gümüş ve kükürt
parçalarından mı oluşuyor yoksa başka bir şeyden mi?
Bu, Lavoisier' den hemen sonra XIX . yüzyılın başın­
dan itibaren kimyagerlerin birbirlerine sorduktan bir
sorudur. Ve bu soruyu cevaplamak için kimyanın Boy­
le 'ye ve atomlarına kadar geri gitmesi gerekiyordu.
Fakat bunun hepsi bir anda olmadı. Kimyagerler çok
dikkatli bir topluluktu. Göremedikleri şeyler hakkı nda
havadan sudan spekülasyonlara itibar etmiyorlardı.
Laboratuarda gözleri önünde doğrulansa bile somut
kanıtlar bulmaya da çalışıyorlardı.
Bu konuya Alman kimyager Jeremias Rlchter
( 1 762- 1807) ile başlayabiliriz. Çok büyük buluşlann
birçoğunda olduğu gibi Rlchter'in bilime olan katkısı,
yeni bir şey yapmasının değil yapılmış olan bir şeye
çok dikkatli bir şekilde bakmasının sonucudur.
Kimyagerler ve aslında simyacılar uzun süre yüzyıl­
lar boyunca asit ve bazlarla çalıştılar. Bazların asitlerle

79
asitlerinse hazlarla nötralize edileceğini biliyorlardı.
Karbonatı sirkeye dökerken muhtemelen aynı şeyi fark
etmişsinizdir. Artık fışırdama kayboluncaya kadar kar­
bonatı koymaya devam ettiniz. Fışırdamanın durduğu
noktada (daha fazla karbonat eklemediğiniz sürece)
solüsyon nötrallze olmuştur.
Bunu klrmıZI lahana suyuyla test etmeyi düşündüy­
seniz klrmızı lahana suyunun mor kalmaya devam et­
tiğini ve artık asit olmadığından klrmızıya, baz olmadı­
ğından da yeşile dönüşmediğini göreceksiniz. Asitle
baz arasında kalan bu solüsyona kimyagerler "tuz"
adım verdiler. Bugün O'dan (en güçlü asit) 1 4'e (en
güçlü baz) kadar değişen ölçekte, tuzun pH'mn 7 ol­
duğunu söyleyebiliyoruz.
Daha sonra belli miktardaki bir asidi nötralize et­
mek için ne kadar baz gerekeceğini merdi< edebilirsi­
niz. Bunu merak ettiyseniz, diğer asitler ve bazlar açı­
sından bunu bilmek istediyseniz tebrik ederiz, kesinlik­
le Richter gibi düşünüyorsunuz.
Richter, kendi kendine 1 000 birim (burada "birim"
..

ister kilogram isterse çay kaşığı olsun seçeceğiniz mik­


tarı ifade eder) sülfürik asit alı rsam bunu nötralize et­
mek için ne kadar baz kullanacağım? " diye sordu. He­
men ardından birçok dikkatli ölçümden sonra bir kar­
şllaştmna tablosu hazırladı. (Ernst Ascher adında bir
adam Richter'in tablosunu daha açık bir şekilde tekrar
düzenledi , bu yüzden onun tablosunu ama sadece bir
klsmım kullanacağız.)

80
Bazlar Birimler Asitler Birimler
Magnez 61 5 Sülfürik Asit 1 000
Amonyak 672 Fosforik Asit 979
Soda 859 Nitrik Asit 1 405
Potas 1 605 Sitrik Asit 1 583

Richter'in Tablosu nasıl çalışıyor?


Oldukça dah ice !
1 000 birim sülfürik asidi nötralize etmek isterseniz
6 1 5 birim Magnez ya da 672 birim Amonyak ya da
859 birim Soda ya da 1 605 birim Potas kullanacaksı­
nız. Peki ya sülfürik asit dışında bu değerler ne olacak­
tı? O halde 1 405 birim Nitrik asit alın. Nitrik asitte dü­
şük mü? Bunun yerine 979 birim fosforik asit kullanın.
Ve bu şekilde diğer bütün asitler ve bazlarla deneyin.
Bu tabloya da "Denklikler Tablosu" dendi, çünkü
nötralizasyonu elde etmek için baz ve asit karşılık mik­
tarlannı veriyordu. ·

Hepsi çok ilginç ama bunlar bizi görünmeyen


atomlann dünyasına nasıl götürecek?
i lişkilerin bu kadar düzenli olması garip değil mi?
Dünyanın neresinde olursanız olun kesinlikle 859 bi­
rim soda 1 583 birim sitrik asitle nötralize olacaktır. Bü­
tün bu kimyasal bileşiklerin. hem asitlerin hem de baz­
ların çok kesin biçimde formülize edildiği ileri sürül­
mektedir.
Yani kimyasal bileşikler sebze çorbasına benzemez.
Yalnızca 1 00 birim suya karşılık tam olarak 49 birim

81
havuç ve 87 birim patates eklerseniz sebze çorbası el­
de etmezsiniz. Sebze çorbasının bir formülden ziyade
bir tarifi vardır. Birkaç bardak su alırsınız, biraz havuç.
patates, bir demet maydanoz, bir avuç bezelye ve bir
iki çimdik sevdiğiniz baharatlardan eklersiniz. Yemek
tarifierl kişiye göre değişebilir, fakat kimyasal formül
çok kesindir.
Richter'in tablosunda başka bir belirsizlik işareti da­
ha var. Tabloda yalnız tam sayıları görüyoruz.
6 1 5.3 728493049 birim Magnezin biraz üzerini değil
karşılığında 6 1 5 birimi buluyoruz. Çok tuhaf. Nesneler,
bir düzen komplosu gibi görünen sıra ve kesinlik için­
deler.
Ama çok daha ilginç bir durum yakında keşfedile­
cekti. Bunun için Fransız Kimyager Oaude Berthollet
( 1 748- 1 822) ile joseph Proust ( 1 754- 1 826) arasında­
ki zıtlaşmaya dönüyoruz.
Hem Berthollet hem de Proust ve bunlann yanında
diğer birçok kimyager de aynı elementlerin farklı mik­
tarlannı kullanarak farklı bileşikler elde edebileceklerini
kabul etmişlerdi. Örneğin her ikisi de iki element olan
karbon ile oksijenin, karbon oksit ve karbonik asit
adında iki farklı bileşik meydana getirebileceğini bili­
yordu.
Şimdi Berthollet, bir bileşiğin elementlerinin değiş­
ken ve belirsiz bir şekilde bir araya gelebileceğini dü­
şünüyordu. Örneğimize devam edelim, Berthollet
haklıysa karbona biraz daha oksijen eklemeye devam

82
edebilir ve karbon oksit ile karbonik asit arasında tam
bir sürekli bileşik çizgisi elde edebilirsiniz. Tıpkı grinin
tonlanyla siyahtan beyaza geçerken olduğu gibi.
Fakat Proust bunun tam tersini düşünüyordu. Her
bileşiğin kesin bir formülü olduğunu, bu yüzden ele­
mentlerin yalnızca çok kesin ve değişmez bir şekilde
birleştiğini ileri sürdü. Tekrar örneğimizi kullanırsak,
Proust haklıysa karbon oksit ile karbonik asit arasında
bileşik olmayacaktı . Griler yok. Yani sadece siyahlar ve
beyazlar.
Proust tartışmayı kazandı. Sözlerle değil tekrarla­
nan deneylerle. Bugün kullandığımız bileşiklerin isim­

lerini kullanırsak kimyanın Proust'u takip ettiğini görü­


rüz. Karbon dloksit (karbonik asit) her zaman ağırlıkça
oksijen aldığı kadar karbon monoksltln (karbon oksit)
tam iki katım içerecektir. Buradaki "dl" önekl "iki" ve
"mono" önekl ise "bir" anlamına gelir ve bunun ara­
sında bileşik yoktur.
Buna Kesin Oranlar Yasası denir. Kesin formunda
bu yasa, "Bir bileşikte temel elementler daima ağırlık­
ça kesin bir oranda bulunur" şeklinde ifade edllir.
Bu, bileşiklerin (çorbalarda kullandığımız gibi) tarif­
ler değil (matematikte kullandığımız gibi) çok kesin
formüller olduğu anlamına gelir. 1 .83940364'ün biraz
altım yeya üstünü değil ağırlıkça oksijenin tam iki katı­
m buluruz. Farklı bir kimyasal bileşikte her elementin
ağırlıkça mıktan her zaman tam bir sayıyla değişmek­
tedir: iki katı, üç katı, hatta dört katı.

83
Şimdiki isimleriyle modern sembollerde iki ele­
mentten oluşan bileşiklerin listesine bakarsak bu daha
açık görülür. (Belirtmeliyiz ki buradaki sayılar ağırlığı
göstermez.)

CH4 metan ı karbon atomu


ve 4 hidrojen atomu
C2H4 eten Z karbon atomu ve 4 hidrojen atomu
C3� propen 3 karbon atomu ve 6 hidrojen atomu
C3H8 propan 3 karbon atomu ve 8 hidrojen atomu

Fakat kimyagerlerin o dönemlerde " 1 karbon ato­


mu "ndan veya "8 hidrojen atomu"ndan bahsetmedi­
ğine ya da CH4 veya C3 H8 gibi semboller kullanma­
dıklarına dikkat etmeliyiz.
Yalnızca her elementin ağırlığının iki , üç ya da dört
katı olduğunu biliyorlardı. (Bu atom/an ve sembolleri
bulmak için yalanda /ohn Da/ton ve /öns Berzellus 'a
gldec.egız.)
Fakat Proust, elementlerin kimyasal bileşikleri mey­
dana getirmek için eski yoldan bir araya gelmedikleri­
ni biliyordu. Şöyle açıklıyordu, "Bileşiklerin oluşumun­
da dengeyi koruyan görünmez bir elin varlığını kabul
etmeliyiz. Bileşik, Doğanın sabit oranlar tayin ettiği bir
yapıdır. " Yani çağdaş gösterlmlmlzl kullandığımızda
CO'da karbonun oksijene oranı 1 : 1 ise C02'de karbo­
nun oksijene oranı 1 :2 olur.
Proust' a göre bileşik, "Doğanın elindeki denge dı­
şında asla yaratamayacağı" bir şeydi. Doğa formüller-

84
le çalışmaktadır, aşçılar ise tariflerle. Bu, doğanın aşçı
olmaktan çok matematikçi olması gibi bir şeydir!
Çok alışılmamış ve harika. Şimdi nesnelerin çok da­
ha alışılmamış ve çok daha harika olduğu atom diln­
yasına girmek iyi olacak.

85
Bay Dalton ve Atomlan
elki de fazla zengin olmadığınız için hayatınızda bir
B yere asla gidemeyeceğinizi hissetmişsinizdir. Ya
da yürüyen bir sınk gibi uzun ve sıska olduğunuzu his­
setmişsinizdir. Belki de çok sert bir sesiniz vardır ve
daha da kötüsü siz konuşurken lnsarılar esneyip odayı
terk ediyorlardır. Veya çeneniz ve burnunuz neredey­
se birbirlerine değecek kadar uzun ve s� olabilir.
Renk körü de olabilirsiniz. Ve belki de işinizi uygun bir
şeklide yapamayacak kadar meşgulsünüzdür.

86
Bu sorunlardan birine veya ikisine sahipseniz ken­
dinizi çok şanssız buluyor olabilirsiniz. Fakat bütün bu
sorunlann hepsine sahipseniz bütün zamanların en ün­
lü kimyagerlerinden biri ve kimyada modern atom te­
orisinin kurucusu olan john Dalton olabilirsiniz. Bunu
aklınızdan çıkarmayın.
john Dalton ( 1 766- 1 844) , yok­
sul bir dokumaamn oğlu olarak l n­
giltere, Eaglesfield'de doğdu. O da
babası gibi Quaker tarikatına men­
suptu. john Dalton, daha ilk gençlik
yıllanndan itibaren dünyadaki yolu­
nu çizmek zorundaydı . Büyük ölçü­
JO'-tN DAL10M de kendi kendini eğitti, hayatının
büyük bölümünde öğretmenlik yaparak geçimini sağ­
ladı. Aslında daha on iki yaşındayken okulda öğret­
menlik yapmaya başlamıştı!
Belki Dalton'un en önemli özelliği azmiydi. Kimya­
sal keşif yapma "yanşında" kaplumbağalar ve tavşan­
lar vardı ve Bay Dalton kendi deyimiyle sözünden ve
kararlarından dönmeyen azimli biri olduğundan tam
bir kaplumbağaydı.
Örneğin 1 787 yılında yağmur, kar, sis, atmosfer
basıncı, havadaki su buhan seviyesi ve diğer şeyleri
y�ığı "Hava Hakkında Gözlemler" adında günlük
notlar tutmaya başlamıştı. Termometresi ve baromet­
reslyle bütün l ngiltere'yl dolaştı, tepelere tırmandı,
bataklıklardan vadilere geçti, ormanlara girdi ve bu işi

87
elli yedi yıl sürdürdü. Bu notlardan en sonuncusunu
ise ölmeden önceki gece kaleme almıştı .
i şte bu azimdir. Ve bu tür bir azim, atmosferde göz­
lemlediği gazların onu atom teorisini formüle etmesi­
ni sağlayarak karşılığım verdi.
Dalton, Sir lsaac Newton'un çahşmalanm inceledi­
ğinde atomlan öğrendi. Dalton'dan yaklaşık bir asır­
dan daha kısa bir süre önce Newton, dünyadaki bağ­
lann nasıl işlediğiyle birlikte gezegenlerin ve yıldızlann
hareket etme şeklini açıklamak ve tahmin etmek için
"Parçaak Felsefesi'ni" kullandı. Dalton da Boyle'yi
okumuştu ve onun atomlan hakkı nda çok şey duy­
muştu. Hatta Demokritus, Epikür ve Lükreitus gibi an­
tik atomculara aşinaydı.
Fal<at bu adamların hiçbiri, atom var olmasına rağ­
men atomu gömıemişlerdl, atom onlann görebilece­
ğinden çok fazla küçüktü . Ve bu adamların hiçbiri
atomların varlığım kan1tlayamarr11ştı. Bu yüzden bu
adamların hiçbiri Bay John Dalton gibi pratik bir kişili­
Ae sahip olamadı.
Dolayısıyla Dalton atomların varlığına inanırken bu
i�anam çok daha sağlam temellere dayandırmak isti­
yordu. Dalton'un teorisinde neyin eski neyin yeni ol­
d uğunu görmek istersek bu temelleri nasıl oluşturma­
ya çahşµğım görürüz.
Danton bütün maddelerin, küçük veya büyük bü­
tün ' fizl�I "varlıkların" ı katı, bölünemez, bozulamaz
atomlardan nteydanfl geldiğini ileri sürdü. (onları gös-

88
termek için küçük bir ahşap küre kullandı.) Ama bu
yeni bir şey değildi. Eski ya da yeni bütün atomcular
bunu düşünmüşlerdi .
Elementler kadar ç6k farklı atom çeşidi bulunduğu­
nu ileri sürdü. Ona göre kendi zamanında yaklaşık el­
li taneydi.
Bu yeni bir şeydi, hem eski hem de yeni atomcular
bütün atomlann aynı evrensel "maddeden" meydana
geldiğini ve yalnızca şekil ve boyut olarak farklılaştığı­
nı düşünüyorlardı. Fakat Dalton, hidrojen, oksijen, kü­
kürt atomlannın olduğunu düşünüyordu ve seriye bu
şekilde devam ediyordu.

0
Hidrojen
<D
Nitrojen
e
Karbon
o
Oksllen
@fosfor
eKOkOrt

00 Su
<:XD <:..
Amonyak Oleftan gaz.ı
<:.. oeo
Karbon oksit Karbonik A51t

o.lton, farklı atomlan ve bU�lkteld komblnasyonlannı


g6stennek iç.in bir sembol sistemi gel�I.

Kimyasal kombinasyonların ağırlıkça tam sayı oran­


larında (Proust tarafından bize verilen Sabit Oranlar Ya­
sası) meydana gelmesinin nedeninin, tam sayıların en
nilJ.ayetinde elbette ayn atomlar için sabit kalması
. . .

olduğunu da düşünüyordu.
O halde Bay Dalton'a, "Sayın Bayım, karbon okslt­
te olduğu gibi neden karbonik asitte de ağırlıkça tam

89
olarak iki katı oksijen bulunuyor? " diye sorsaydınız
şöyle cevap verecekti, "Çok basit. Çünkü karbonik
asitte iki katı oksijen atomu var. "
Buna, Dalton'un kendi kelimeleriyle "Aynı ele­
mentlerden meydana gelen iki veya daha fazla bileşik
oluşumunda ikinci elementin sabit ağırlığıyla birleşen
bir elementin ağırlığı 2'ye 1 , 3'e 1 , 3'e 2 veya 4'e 3
gibi küçük tam sayılar oranındadır, " diye ifade ettiği,
Katlı Oranlar Yasası denir.
Hatta Danton buradan hareketle atomlan tartabile­
ceğini de düşündü. Bu, çok çok yeni bir şeydi ve ha­
yal edilmesi bile mümkün görünmüyordu.
Bu son iki noktaya daha yakından bakalım.
Proust'un, aynı elementlerden meydana gelen
kimyasal bileşiklerin çok kesin formüllere dayandığını
ve aynı şekilde tam sayı çarpanlarıyla meydana gele­
sini bulduğunu da hatırlıyoruz.
Dalton, formüllerin neden bu kadar kesin oldukla­
rını açıklamaya çalıştı. Burada Dalton 'un, bugün sahip
olduğumuz CH4 ya da C2H4 gibi kimyasal formülleri
görmediğini de hatırlamalıyız. (Bununla birlikte biz ilk
formülün bir karbon atomuna ve dört hidrojen atomu­
na, ikinci formülünse iki karbon ve dört hidrojen ato­
muna sahip olduğunu hemen söyleyebiliriz.) Bu sem­
boller, Dalton'un teorisinden dolayı keşfedildi. Hepsi,
kendi zamanında "karbürlü karbon" ve "olefian gaz"
gibi kendisinin kullandığı kimyasal isimlerdi.

90
Proust gibi Dalton da iki elementin iki farklı kimya­
sal bileşiği oluşturmak için bir araya gelebileceğini
fark etti. Örneğin Dalton, karbon ve hidrojenin olefl­
an gazlan oluşturabildiğini fakat hidrojen iki katına çı­
karsa başka bir şey, yani karbürlü karbon elde ettiğini
anladı.

Olefian
Hidrojen + Karbon =
Gaz

1 1

KarbOrlO
+
=
Hidrojen Hidrojen Karbon
Karbon

2 1

Hmmm, diye düşündü Dalton, bu ne anlama geli­


yor?
Ve bunu defterine şöyle not etti : • @ oleftan gaz.
-Ve sonra da şunu not etti: @ • @ karbürlü karbon.
i çi dolu siyah nokta, Dalton'un karbon, içi noktalı
beyaz daire ise Dalton'un hidrojen atomu için kullan­
dığı semboldü. Bunları birbirinin yanma koyduğunda

91
atomların, bileşikteki elementler gibi bağlı olduğu an­
lamına geliyordu. Dalton, büyük bir kavanoz dolusu
"karbürlü hidrojen" bileşiğinin binlerce, belki de mil­
yonlarca molekülden meydana geldiğini ve kavanoz
eşit miktarda atom ile doldurulursa aynı cam kavanoz­
da iki katı molekül olacağını söyledi. Ona inanmıyor­
sanız o halde kendiniz sayın:
.... ·�
,
09 09
09
09 09
Oleflan Gaz
09 09
09
0e 09
..... ..,.

Hala atomu görmemiş olsa bile büyük bir inançla


attığı bu adım, kimya için ileriye doğru atılan devasa
bir adımdı. Bu adım, kimyasal kombinasyonların ne­
den bu kadar çok düzenli olduğunu açıklıyordu. Aynı
elementlerden meydana gelen farklı bileşikler atom
numarasıyla farklılaşmaktaydı. Diyebiliriz ki her atom
bir tamsayı için sabit kalmaktadır. Örneğin bugün bu
yüzden metan için CH4 ve eten için C2H4 yazıyoruz.
Fakat -bunu sôyledlglmiz için bizi bagışlaym Bay
Dalton- olaylan doğru yöne koymada Dalton bunları
yanlış yönlendirdi. Oleflan gaz bugün "eten" olarak ve
karbürlü hidrojende "metan" olarak adlandırılmakta­
dır.

92
Yanlış olan neydi? Dalton, karbürlü hidrojenin (me­
tan ,CH4) oleftan gazda (eten, C2H4) olduğu gibi iki kat
hidrojene sahipti. Fakat modern formüllerimize bakar­
sanız her ikisinin de aynı miktarda sabit hidrojen ato­
muna sahip olduğunu görebilirsiniz: dört. i şin gerçeği ,
oleftan gaz (eten) yarım hidrojene değil iki kat karbo­
na sahipti.
Daha da önemlisi bütün bileşiklerdeki toplam atom
sayısını yanlış hesaplamıştı. Olefian gaz (eten, C2H�.
Dalton'un düşündüğü gibi bir karbon ve bir hidrojen
atomuna değil aslında iki karbon atomuna ve dört hid­
rojen atomuna sahipti. Ve karbürlü hidrojen (metan,
CH4), bir karbon ve iki hidrojen atomuna değil bir kar­
bon ve dört hidrojen atomuna sahipti.
O halde Dalton'un doğru yaptığını ama yanlış iler­
lediğini ya da yanlış yaptığını ama doğru ilerlediğini
söyleyebiliriz. Ancak her iki durumda da kendi zama­
nına göre bileşikleri tam olarak doğru elde edemese
bile Dalton'un atomculuk hakkındaki genel düşüncele­
ri, Periyodik Tablo'da ve formüller göründüğü şekliyle
kimyanın farklı atom şartlannda elementleri dikkate al­
masına yol açmıştır.
Bu nedenle Dalton'un her durumda yanlış atom
numaralarını almasına neyin sebep olduğunu sormalı­
yız:. Bir sonraki bölümde de göreceğimiz gibi bileşik­
lerdeki ayn elementlerin her birinin Ctglrllgiyla atom ·

numaralannı belirlemeye çalışmada hatalar olmuştur.


Ancak bunu söylerken ağırlığı kullanmanın, yalnız-

93
ca hataya yol açabilecek kötü bir fikir olduğuna dair bir
sonuca varmamalıyız. Aslında bu çok iyi bir fikirdi ve
ağırlığı kullanma sorununun düzeltilmesine neden ol­
du! Bazen ormanda yolu bulmanın tek yolu dolambaç­
lı bir patikadır. O halde şimdi hemen önemli bir pati­
kayı takip edelim.
Dalton, atomlann bir ağırlığının olması gerektiğini
düşündü. Ama nasıl , onlan nasıl tartabillrdi ki?

6 7 8

C N Ü Gilnllmllzde

r .. · ·�rotrr · ···1�:; ·· ·-���. i ::o;; ::•odakl ..


.
.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . . . . . .. . . .. .. .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .. . . . �

Bu çok küçük nesneleri teraziye koyamayacağını


biliyordu ama onlann göreli ağırlığını belirieyebilirdi.
Ve atomlann göreli ağırlıklan , Dalton'un onlan hesap­
ladığı kadar kesin bir şekilde ortaya çıkmasa bile; Peri­
yodik Tablo'ya göz atarsak "Atom Ağırlığını" görebili­
riz. O halde Dalton atomlan -en azmdan dolaylı ola­
rak- "tartmaya" çalışmasaydı bugün bir Periyodik Tab­
lo olmayacaktı.
Peki bunu nasıl yaptı? Ve göreli ağırlık nedir?
Muhtemel en küçük, hatta ağırlık olarak ya da birer
birer sayılamayacak kadar küçük ve çok siyah ve be­
yaz misketlerin bulunabileceği büyük bir kutu düşü-

94
nün. Bütün bildiğiniz, her beyaz miskete karşılık bir si­
yah misketin olduğuydu.
Bütün beyaz misketleri bir kovaya, bütün siyah
misketleri ise başka bir kovaya doldurabilecek sihirli
bir misket ayıncınız olduğunu da hayal edin. Söyledi­
ğimiz şekilde misketler ağırlık olarak ve doğrudan sa­
yılamayacak şeklide çok küçük ve çok fazlaysa bunları
dolaylı yoldan sayabilir miydiniz?
Evet, yapabilirdiniz. Beyaz misketle dolu kovanın
45 kilogram ve siyah misketle dolu kovanın ise 90 ki­
logram olduğunu düşünün. Beyaz misketlerin sayısı­
nın siyahlannklne denk geldiğini bildiğinizden her si­
yah misketin, beyaz misketlere göre iki kat daha ağır
olması gerektiğini bilirsiniz.

Misket Ayına

Her beyaz misket için yalnlZC& bir siyah misket vardır.

95
Beyaz misketin ağırlığının ne kadar olduğunu bil­
miyorsunuz ama siyah misketin beyaz miskete göre
ağırlığını biliyorsunuz. Bu, göreli ağırlığa bir örnektir.
Dalton, atomlar için de aynı yolu takip etti. Onun
sembollerini kullanacağız. Suyun atomik formülünün
0 O olduğunu biliyorsak ve kavanozda belli bir miktar
varsa bütün ® 'lan O 'dan ayırabilir ve her birini tarta­
biliriz. Şimdi yukanda da gördüğümüz gibi Dalton,
hidrojeni simgelemek için 0 kullandı ve hidrojen en
hafif elementti, Dalton her şeyi hidrojene göre tarttı .
Hidrojeni de yukanda beyaz miskette kullandığımız
gibi aynı şekilde kullandı! Diğer sembol olan O oksi­
jen için kullanılan semboldü.
Böylece oksijen ve hidrojenin göreli ağırlıklannın
hesaplaması oldukça basitti. Dalton, o sırada elinde
bulunan sudaki hidrojen ve oksijen miktan için en iyi
ölçümü kullandı. Lavoisier' e göre su ağırlık olarak %
1 5 hidrojen, % 85 oksijenden meydana geliyordu. Ve
bu yüzden Dalton 85'i 1 5'e böldü ve oksijen atomu­
nun ağırlığının hidrojen atomununkinden 5.5 defa faz­
la olduğunu açıkladı! Daha sonra Dalton, suyun ağırlık­
ça 1 2.6 birim hidrojen ve 87 .4 birim oksijenden mey­
dana geldiğini bulan başka bir kimyagerin, Joseph
Gay-Lussac'ın çok daha kesin olan rakamlannı kullan­
dı ve böylece Dalton, göreli ağırlığı 7'ye yuvarladığı
6.94 olarak buldu.
Daha sonra tartma işlemini diğer bileşiklerle yaptı
ve hidrojenle bağlantılı olarak diğer elementlerin ağır-

96
lığını belirledi ve bütün hayatı boyunca bu atom ağır­
lıklanm tekrar tekrar hesapladı .
Çok zekice!
Fakat -bizi yinebagışlayın Bay Da/ton- bu, doğru
bir düşünce olmasma rağmen çok kesin değildi. Kim­
yagerler, yakin zamanda suyun bir değil iki hidrojen­
den meydana geldiğini buldular ve çok daha kesin bi­
çimde ölçme yol un u da buldular. Bay Dalton'un he­
saplarnalan artık kullarulmasada ölçüm yolu hakkında­
ki düşiinceled, bizi en nihayetinde Periyodik Tablo'da
gördüğümüz atom ağırlıklanna götürdü.
Son olarak Bay Dalton'un sembollerinin de artık
bizlerle birlikte olmadlğlm fark ediyoruz. Hiçbir kimya­
ger onun nokta sembollerini kullanmayor fakat bir ele­
mentin genel adım kullanmaktan ziyade onun atom/a­
nnı temsil etmek için sembolleri kullanma düşüncesi
bugün Mlci bizlerle birlikte. Bu tür semboller, kimya­
gerlerin her türlü karmaşlk kimyasal reaksiyonu gös­
termesine ve kasa yoldan formülleri yazmasma olanak
sağlamaktadır.
jöns )acob Berzelius ( t 779- 1 848) adında bir adam
atomlan harflerle göstermeyi düşündü. Oksijen için O,
karbon için C, kobalt için Co, kükürt için S vesai re dü­
şüncesini bize veren oydu. Fakat 1 81 3 yalında Berzeli­
us �myagerlere, klmyasallan sernboliz.e etmek için en
iyi yolun bu olduğunu söylemesine rağmen kimyager­
lerin bu harf sembollerini bir kaç istisna dışında kabul
etmesi ve düzenli olarak kullanması için yaklaşık bir el-

97
il yılın geçmesi gerekecekti. i şte bunlar bugün bizim
kullandığımız sembollerdir.
Ancak Dalton Berzellus'un harf sembollerinden
hoşlanmadı. En azından beğenmedi. Aslında onlardan
nefret ediyordu! "Berzelius'un sembolleri korkunç,"
diye bağırdı. Hatta aynı yıl kendisini ziyarete gelen bi­
risiyle Berzelius'un semboll e ri hakkı nda tartışırken çok
kızmış ve ona wrmuştu!
Yine de kazanan Berzellus'un sembolleri oldu. Bu
anlaşmazlıklanna rağmen Dalton ve Berzellus'u bir
arada tutarsak günQmüzün Periyodik Tablo'suna çok
daha fazla yaklaşmış olac.ağız. Fakat yaklaşmak ona
ulaşmaktan farklıdır. O halde bir sonraki aşamamıza
geçelim.

98
Şaşırtıcı Bay Davy
ir önceki bölümde kimyasal buluş yapma yarışında
B kaplumbağaların ve tavşanların olduğunu söyle­
miştik. Bay Dalton bir kaplumbağaydı. Şimdi ise bir
tavşanla tanışacağız, l ngiltere'de Cornwall yurttaşı
olan atılgan ve daha çok şaşırtıcı Sir Humphry Davy
( 1 778- 1 829) .
Dalton gibi Davy de yoksuldu. Belki amcası vasiye­
tini i�ayarak bırakmış olsaydı onlarda zengin olabi­
lirlerdi. Ama amcasının bu hatasından dolayı Davy'nln
babası ve dolayısıyla genç Humphry Davy de yoksul
kalmıştı.

99
Fakat genç Humphry neredeyse beş parasız bi r çift­
çinin hayatından tatmin- olmayacaktı. Cerrah ve eczaa
olan Bay John Bortase'nln yanına çırak olarak gitti. Fa­
kat Bay Davy'ln el i ne , Lavolsler'ln Klmyc111ın Element­
leri adlı eserinin bir kopyası geçtiğinden artık onun için
doktorluğun bir anlamı kal mam ıştı. Kısa bir süre sonra
Davy, patlayıa deneyleri yapma ahşkanhğt yQzünden
Bay Bortase'nln hizmetinden de kowlacaktı.
Davy, kowl d uktan sonra son
zamanlarda Qretilen veya keşfedi­
len gazlann tıbbi yararlan olabilece­
ğine dair kendisini ikna eden Bay
Thomas Beddoes ile tanıştı. Beddo­
es, Pnömatik EnstitOsü 'nO kurmuş­
tu ve Davy' l kendisine asistan ol-
µVMPHRE.Y �VY ması kon usunda da ikna e işti
tm .
Kimya bilgis in i araştırmada kendi gOvenllğlnl ap­
tall ı k derecesinde tehlikeye atan Davy'nln cesareti ise
neredeyse onun erken ölilmilyle sona eriyordu. Bazı­
ları neredeyse onun boğulmasına neden olacak bir sü­
rü gaz soluyarak enstitü için oldukça tehl ikeli deneyler
yapıyordu.
En ünlü buluşu veya en azından ona i lk ünQnü ge­
tiren keşfi; azot oksidi solumanın oldukça garip etkile­
ri olmasıydı. "Göğüsten ekstremltelere doğru nere­
deyse hemen bir heyecan meydana geldi, " dedi Davy.
Peki azot oksidin daha popüler olan adı nedir, biliyor
musunuz? Tabikl "Gü l me gazı. "

1 00
Saf oksijen solumanın l nsanlann yaşamlanm .. h1Z­
land1rdığım düşünen Bay Priestley'ln aksine Bay

Davy, tuhaf flzlksel etkilerinden dolaym yalnızca azot


oksit kullanımım teşvik ederek çok mutlu olmuştu ve
yakında oldukça ünlü olacaktl.
Fakat Davy'nin önünde gülme gazmndan daha cid­
di şeyler de vardı. 1 800 ymhnda azot oksit hakkı ndaki
araştlrrnalanm yaymnladığı yml Alessancl ro Volta ( 1 745-
1 827), tuzlu suya batlnlan kurutma kağldmyla aynlan
gümüş ve çinko plakalann pilden sürekli bir elektrik
akımı ürettiğini açıklayan çalışmasım yayınladı. Daha
bQyQk pil. daha gQçlQ akım demekti.
Şimdi değişken metalli bu bQyQk volta pillerinin,
bugünkü admyla pillerin, daha fazla elementin keşfine
ek olarak Periyodik Tablo'nun düzenine hükmeden da­
ha derin sırlann keşfine de yol açmıştlr. Bu sayede ele­
mentlerin kimyasal bileşikler üzerinde çok hayati bir
etkiye sahip olduğu görüldü. Elektrik akımı kimyasal
bileşikleri aynştlnyordu.
Yakın zamanda teller vasıtasmyla pilden gelen elekt­
rik akımı suya uygulandığında suyun da hidrojene ve
oksijene aynştlğı; hidrojenin negatif kutba oksijenin
ise pozitif kutba gittiği bulundu!
Davy, Volta pilini çeşitli minerallere uygulach. akı­
mın bu mineralleri alkalilere (veya bazlara) ve asitlere
aynştırdığım buldu. Alkaliler negatif kutba asitler ise
pozitif kutba gidiyordu.
Davy, belki de alkalllerln, kimyagerlerin bütün glrl-

101
şlmlerine rağmen aynlmayanlann aynşması karşısında
şaşırabiliriz" diye düşündü. Ve bu inatçı alkalileri ay­
..

nştırmak için bunlan, eskiden kale kapılannı açmak


amaoyla kullanılan koç başı gibi elinde tuttuğu Volta
pillerini kullandı.
Önce birçok insanın element olduğunu düşündüğü
potasla işe başladı. Davy, -volta pilini nemlendirilmiş
kostik potasa yani potasyum hidroksite taktı. Kısa sü­
re sonra Davy, negatif kutupta meydana gelen clvaya
benzer "yüksek metalik parlaklığa sahip küçük küre­
cikler" den bahsedecekti. Neşesine hakim olamıyordu.
Kuzeninin ve asistanının daha sonra bildirdiğine göre
"aslında coşkun bir şekilde odada dans ediyordu ve
deneyine devam edebilmesi amaayla toparlanması
için ona çok az bir süre yetiyordu."
Ve bu yeni metalik elemente potasyum (K) adını
verdi.
i ki gün sonra başka bir alkali olan kostik sodayı ay­
nştırmayı başardı ve sodyum (Na) adım verdiği başka
bir metalik element keşfetti.
Bir sonraki yıl magneze, kirece (ya da calx'a),
strontite ve barite elektrik yükledi, böylece magnez­
yum (Mg), kalsiyum (Ca), stronsiyum (Sr) ile baryum
(Ba) adını verdiği diğer metalik elementleri keşfetti.
Davy, Lavoisier'ln bir tür asidin, oksijenden mey­
dana geldiğini düşündüğü muriyatik asidin aslında
element olup olmadığını ispatlamak için de volta plll­
nl kullandı . Ne kadar uğraşırsa uğraşsın elektrik akı-

1 02
mıyla muriyatik diğer adıyla hldro klorik asidi gördü.
Bunun bir element olduğunu açıkladı ve bu na klor (0)
ad ı m verdi.
Kesinlikle bu elementlerin keşfi bOyOk bir olaydı fa­
kat daha büyük bir keşif henüz sırada bekliyordu. Bile­
şikler üzerinde elektriğin etkisi, elektrik akımı kimyasal
bağlan çözdüğünden kimyasal bağların kendilerinin
d e bir şeklide doğal olarak elektriğe sahip olması ge­
rektiği konusunda Davy' I şQpheye düşürdü. Elektroliz,
yani bileşikleri ayrıştırmak için elektrik akımının kulla­
nılması elementlerin ve bil eş iklerin negatif veya pozi­
tif kutba gitmesine neden oluyorsa , elementlerin ken­
dilerinin de bir şekilde elektriksel olarak negatif veya
pozitif olması gerek diye düşündü Davy.
Davy'nin şüphesinin ne kadar doğru olduğunu
görmek için bir asır daha geçmesi gerekecekti. Göre­
ceğimiz gibi elementlerin kendi yapısı ve Periyodik
Tablo'daki konumlan bu gizemli elektrik yüklerinden
kaynaklanmaktaydı.
Ama sabırlı olmalıyız. Bay Davy'nin keşifleri kadar
harika, kimyanın ilerlemesinden önce açıklanması ge­
reken bir şaşırma karmaşası da vardı. Şimdi ise oraya
gidiyoruz.

1 03
JOSEP"l LOO \S
GA'f - l\JSSA C.

Guy-Lussac ve
Avogadro SaY.sının

imdada Yetlşmesll
C:. imdi Bay Dalton 'a dönelim, tam olaylar açıklığa ka­
--/Vuşmuş gibi görünürken tekrar bataklığa saplan­
mışlardı. john Dalton'un kesinlikle doğru yolda oldu­
ğunu ama nesneleri doğru yola sokarken -göreli atom
ağlfll8Jnı o/uştururl<en- yalnazca atom ağlrhklan değil
aynı zamanda tartmaya çalıştığı atomlann sayısı hak­
kında da hata yaptı.

1 04
Birçok olay bu yoldan ilerlerken bir hata diğerini
daha kötO bir Mle getiriyordu. XIX. yilzyıhn başlarında
Dalton ·un zamanında bileşikteki elementlerin tartılma­
sı temelde çok doğru değildi. Ve bir elementin -öme­
gin oksijenin- göreli ağırhğmda belirsizlik olursa bu
hatalar ilkine bağlı olan diğer bütün hesaplamalara ta­
şınacaktır. işte, tam olarak olan da buydu.
Örneğin; Dalton'un yaptığa gibi hidrojenden ve ok­
sijenden meydana gelen suyun içindeki oksijenin gö­
reli ağırlığını 7 olarak hesaplar ve bunu karbonik asit­
teki karbonun ağırlığını hesaplamak için kullanırsak ok­
sijenle yapılan hata karbonun göreli ağırhğma da taşın­
mış olur.
Aritmetikte olduğu gibi yanhş hesaplamalar, devri­
len domino taşlan gibi diğer bütün hesaplamalar bo­
yunca devam eder.
Göreli ağırlığın hesaplanmasında belirsizliğin
önemli bir bölümü daha ciddi bir sorun olan diğerin­
den kaynaklanmıştır. Dalton'unki gibi bileşikte atomla­
nn sayısı hakkında hata yaparsanız bu hata, aynı şekil­
de diğer bütün hesaplamalarda devam edecektir.
Hepsinden kötüsü bileşlklerdeki elementleri tartmada
da belirsizlikler meydana getirecektirl
örneğin Dalton suyun bir atom hidrojen ve bir
atom oksijenden meydana geldiğini dilşündüğünden
oksijenin göreli ağarlığını yanlış hesapladı. Şimdiki bil­
gimize göre su bir değil iki hidrojen atomundan mey­
dana gelmektedir.

1 05
Bir slyu misketin
beyu miskette n
yedi Ut dAha
atar oldupnu
Sihirli Misket Ayıncı
dOşllnebUlr misiniz?

Bay Dalton'un hatasını anlamak için göreli atom


ağırlığının nasıl hesaplandığını anlamamıza yardıma
olan sihirli misket ayıncısına geri dönelim. Siyah ve
beyaz misketlerin görülemeyecek veya ayn ayn sayı­
lamayacak kadar küçük olduğunu hatırlayın. Şimdi ayı­
rıcının siyah ve beyaz misketleri şu sonuca göre ayır­
dığını farz edelim: beyaz misket kovası 1 kg ve siyah
misket kovası ise 7 kg ağırlığında.
Siyah misketlerin ağırlığının beyaz misketin ağırlı­
ğına göre yedi kat olduğu sonucuna varabilir misiniz?
Cevap hayır. Neden?
Her kovada aym sayıda misket olduğunu düşüne­
mezsiniz. Görülemeyecek kadar küçük olduklarını ha­
tırlayın.

106
Bir kovada gerçekten yüz beyaz misket ve diğerin­
de ise yüz siyah misket varsa siyah misketin ağırlığının
beyaz misketin ağırlığına göre yedi kat olduğu sonu­
cuna varabilirsiniz.
Fakat bir kovada iki yOz beyaz misket ve diğerinde
ise yüz siyah misket varsa ne bulmuş olursunuz? O
halde siyah misketlerin göreli ağırhğı ne olur?
Beyaz misketler, siyah misketlerin ağırlığı bunun iki
kati kadardır demekle arılamına gelen düşündüğünü­
zün 1 /2 ağırlığındadır. O halde siyah misketin ağırlığı
yedi yerine on dört kat olmalıdır.
Su örneğine geri dönersek, Dalton'un hatası, suda
sadece 1 hidrojen atomu olduğunu düşünmesiydi.
Şimdiki bilgimize göre suda gerçekte 2 hidrojen ato­
mu bulunmaktadır. Bu hidrojen atomunun gerçek
ağırlığı Dalton'un düşilndüğünün yarısı kadardır. Bu
durum, oksijen atomunun iki kat ağır olduğunu söyle­
mekle eş değerdir. Bu sayede oksijen için hesaplarıarı
1 4 göreli ağırlığı, bugün kullandığımız 1 5.9994 göre­
li ağırlığa çok daha yakındır.
Biz şimdiki duruma bakıyoruz. Oysa o dönemde
bu durum o kadar net değildi. Her iki sorun da �aha
iyi tartma teknikleri ve bileşikte her elementin atom
sayısmı dogru kavrayarak- çözülmeliydi. Bunların ya­
pılması ise neredeyse elli yıl sürdü. Bu süre zarfında
kimyagerler elementler için her türlil ağırlığı kullandı­
lar ve bileşiklerdekl atomların sayısı hakkında hemfikir
olamadılar. Olaylar daha karmaşık hale geliyor, kimya-

1 07
gerler birbirleriyle konuşurlarken gerçekten sorun yaşı­
yorlardı.
Bu olaylan düzenlemeye yardıma olan kişi joseph
Louis Gay-Lussac { t 778- t 850) adında bir Fransızdı.
Aslında Bay Gay-Lussac, Dalton'un ünlü Yeni Kimya
Felsefesi Sistemi adlı çalışmasını yayınladığı yll olan
1 808'de olayları açıklığa ka\iuşturmaya yardıma olan
çalışmasını yayınlamıştı. Fakat bilim tarihinde birden
fazla sorun var gibi göründüğünden cevap henüz bir
cevap gibi görünmüyordu, çOnkO kimyagerler sorula­
n tam olarak doğru şeklide sormak için zorluklarla ye­

terince uzun süre boğuşmamışlardı.


Gay-Lussac ne keşfetmişti? Bay Gay-Lussac, gaz
hacimlerinin birleştirilmesine çalıştı. Burada ağırlıklarla
değil de Danton gibi Hacimlerle çalıştığına dikkat
edin. Proust'un gözlemlerini hatırlatan bir şey keşfetti.
Gaz hacimlerinin birleştirilmesinin her zaman tam sa­
yılara döndilğOnil fark etti.
2 hacim karbon oksidin 2 hacim karbonik asidi
meydana getirmek için 1 hacim oksijenle birleştiğini
keşfetti.


� � L:;LJ
�+�
� · r�k� Asit

1 08
2 hacim hidrojen ve 1 hacim oksijenin (gazın gaz
şekli olan buhar formunda) 2 hacim su meydana getir­
diğini fark etti.

§ !==1\ 0
!==1\ + � t1==l\ =

� �
3 hacim hidrojen ve l hacim azotun 2 hacim
amonyak meydana getirdiğini gözlemledi.

Hepsi tam sayılar. Karbonik asitte l hacim oksijen­


d� biraz daha fazla veya suda 2 hacim hid rojeni n bi­
raz albnda değil veya amonyakta azot haanl
t . l 2593032 de değil, kesinlikle l , 2 ve l . Hepsi tam
sayı. Çok garip.

1 09
Aync:a bu, kimyagerlerin benzer sıcaklık ve basınç
altında eşit hacimde farklı gazlann aym sayıda parçacık
içerip içermediğini merak etmesine yol açacaktı.
Şu halde aynı zamanda "oksi­
jenli muriyatik asit" olarak adlandı­
Hidrojen
nlan 1 hacim hidrojene ve 1 hacim
+ klora sahi pseniz ve bunlar 2 hacim
hidrojen klorür oluşturuyorlarsa
Klor kesinlikle klor atomlanna eşit ha­
cimde hidrojen sayısına sahip ola­
=
c:ağını düşüneb111rslniz.
-:. 1 ,- ..- .... ' Fakat diğer elementler bu ka-
Hidrojen dar düzenli bir şeklide ekleneme­
Klorür mişti .
._lıd
_ eştt
_hadm-- ,-ken
- dl
..J Önceki örneklerlmizden birine
hacimlerinin Od 1uıtuu dönüp farklı gazlann eşit hacminin
meydana getbmek aym sayıda parçaak içereceğini
için �-
düşünürseniz bu. şöyle olmalıdır:

ı hacim karbon oksit + ı hacim oksijen • 2 ha­


cim karbonik asit

Fakat aslında Guy-Lussac' ın bulduğu bu değildi.


Onun bulduğu,

2 hacim karbon oksit + ı hacim oksijen • 2 ha­


cim karbonik asit

1 10
� �
� �


= LKMbonlk �
Asit

Gerçekte ltalyan bilim insanı Amedeo Avogadro


( 1 776- 1 856) dışında hiç kimse Bay Gay-Lussac'ın de­
ney sonuçlannı bu kadar anlamlı ha.le getirememişti.
Amedeo Avogadro cevabını,
Dalton'un kitabından ve Guy-Lus­
sac' ın çalışmasından üç yıl sonra
1 8 t t yılında yayınladı. Soruların ce­
vabını haykırmıştı ama hiç kimse
onu duymadı. Yaklaşık elli yıl sonra
kimyagerler bütün sorunlan ve mu­
sibet kimyanın kanşıkiıkiannı uluslar
arası toplantı adını verdikleri top- A\'O GrAfJV..0
lantıda ele aldıkian t 860 yılında bu cevabın önemini
anlaanlayacaklardı. Burada Avogadro'nun cevabının
önemini anlayan l talyan , Stanlslao Cannlzzario ( t 826-
1 9 1 0), bunu diğer kimyagerlere açıklayan kısa bir ki­
tapçık hazırlamıştı .
'.'.Ahh, şimdi anlıyoruz! " dedi.
Kimyagerlerin vizyonunu açan Avagadro neyi açık­
lığa kavuşturdu? iki eşit hacimde gaz eşit sayıda atom
içerir fakat bazı atomlar çiftler halinde hareket eder.

ttt
Biz, bOtOn problemlerimlzl Gay-Lussac'ın birleşen ga­
rip hacimleriyle çözüyorduk ve bütOn problemleri de
atom ağırlıklanyla anlıyordukl Dedi Avagadro.
örneğin oksijenin çiftler halinde seyahat etmekten
hoşlandığını fark etmemiz yukanda açıklanan bu olayı
daha anlamlı Mle getirmiştir. Örneğimize dönersek . . .

ı hacim karbon oksit + ı hacim okslletı - ı ha­


cim karbon• asit

Ve modem sembollerle yazıldığında:

ıco + ıo1 - ı00ı

Her şey mOkemmel bir şekilde toplanıyor.


1 hacim oksijende herkesin zannettiğinden iki kat
daha fazla oksijen vardı. Bu yQzden her hacimde
1 .000 CO'e sahip olsaydınız elinizde iki hacimde
2.000 CO olacaktı. Ve bir hacimde 1 .000 Oz'e sahip
olsaydınız elinizde gerçekte 2 x 1 .000 oksijen atomu,
2.000 oksijen olacaktı. Toplam 2.000 CO'i tam 2 ha­
cim C02 oluşturmak için eşleştirmek yetertidirl
Ve hidrojen ile azot amonyak oluşturmak için bir­
leştiklerinde gördOğOmOz gibi hidr<>ien de çiftler ha­
linde dolaşmaktan hoşlanır.

Jllı + 1 Nı • 1NH3

1 12
Son olarak klor da çiftler halinde dolaşmaktan hoş­
lanır, dolayısıyla klor hidrojenle birleştiğinde gerçekte
olan şey şudur:

t H2 + ı a2 - 2Ha

Bazı elementlerin çiftler halinde dolaştığı keşfedi­


lince ve kimyagerler bileşiklerdekl ağırlıkla her ele­
mentin yüzdesini çok daha kesin olarak hesapladıkla­
nnda her şey yerine oturmuş oldu.
Su örneğine dönüldüğünde XIX. yüzyılda sudaki
oksijen ve hidrojenin ağırlığı daha iyi hesaplanabilir
ha.le geldi. Suyun % 88.B'nln oksijen ve % 1 1 .2'sinin
hidrojen olduğunu buldular. Kimyagerlerin hidrojenle
bağlantılı olarak oksijenin ağırlığına böldüklerini hatır­
layın, 88.B'i, 1 1 .2'ye bölersek 7.921357 (yuvarlanmış
hali) sayısına ulaşırız. Fakat her su molekülünde iki hid­
rojen atomu ve bir oksijen atomunun bulunduğunu
fark ettiğimizde iki hidrojen atomunun ağırlığın o/o
1 1 .2'sini oluşturduğunu biliriz. O halde hidrojen ato­
mu, bir oksijen atomunun iki katı ağırlığa sahip oldu­
ğunu söylemekle aynı anlamda bu miktann _ ağırlığın­
da olacaktır. Ve iki çarpı 7.921375 ise oksijenin bugün­
kü göreli ağırlığı 1 5.9994 'e çok yakın olan 1 5.8575
r� ına ulaşınz.
Suyun neden meydana geldiğini anlaman ın bu ka- .

dar uzun sürmesi aslında çok ilginçtir, Thales kendisiy­


le gurur duymalı!

1 13
Kimyagerler Avogadro'nun görüşlerini kabul edip
onlan olaylan sınıflandırmak. için kullandıklarında ele­
mentlerin atom ağırlığı konusunda daha fazla anlaş­
maya vardılar ve bu anlaşma. atom ağırlıklannın daha
doğru hesaplanabilmesini sağladı.
Şimdi modern Periyodik Tablo'ya çok daha yakınız
ve elementleri belirli bir sıraya koymaya izin verecek
olan hem daha devasa hem de daha basit bir sonraki
adım hakkı nda bize bir ipucu bile flsıldayablllrslnlz.
Bütün elementlere sahipseniz ve her birinin bir
atom ağırlığı varsa atom ağırlıklan için bir tür şablonun
olup olmadığını merak ediyor musunuz? Bu entelek­
tüel bir hazine gibi keşfedilmeyi bekleyen harika bir
dQzen mi acaba?

t 14
ı 2 3 ... 5 •
� L ı Be f3 c N
6
F

Olaylar Yeline Oturuyor:


-

Uçlüler ve Seklzlller
azen kimyagerler ilerlemeye çalışırken her şey da­
Bha karışık ve düzensiz hale gelir. Bazen blllm insan­
lan , tahmin ettikleri düzenin ötesinde bir düzen bulur­
lar. Böyle zamanlar, birkaç değerli taş için kazlya gider­
ken Firavunun gizli hazinesini bulmuş gibi bilim adam­
lannın korku ve hayranlıkla karışık bir saygı ile merale
dtiymasına yol açar.
işte bu, kimyagerlerin, çeşitli elementlerin atom
ağırlıkiannda şablonlanna bakmaya başladıklannda

t 15
başlarına gelen şeydir. Onlar her i nsan ın yapacağı ha­
reketi yaptılar. i nsanlar, özellikle blllm insanları ve aynı
zamanda felsefeciler, teologlar çok şOpheddirler.
Olayların düzenli bir şekilde bir araya gelmediklerine
dair derin bir sezgileri vardır, bütan bunların altında
devam eden gizil bir ittifak, büyük bir düzen ittifakı bu­
lunduğuna dair garip hisleri· bulunur. Bu yüzden kim­
yagerler de (Arlsto 'nun çok önceden söylediği gibi)
bilimin başlangıcından beri hep merak içindeydi.
Ve kimyagerler, ileride herhangi bir şeye yol açıp
açmayacağını bilmeden elementler arasında şablonla­
n aramaya başladılar, önce küçük sonra da daha büyük

şablonları.
Johann Wolgang Döbereiner, "üçlüler" olarak ad­
landırdığımız şeyi fark etti. Bu (yaklaşık olarak) üçünün
en hafif ve en ağır olduğu anlamına gelen "orta" ele­
mentin atom ağırlıklarının bulunduğu üçlü element
gruplarıydı.
Bunu açıklamak için önce üçlülerimizden birine ba­
kalım: kalsiyum (Ca), stronsiyum (Sr) ve baryum (Ba).
Döberelner' ln kullandığı ağırlıklar kalsiyum 27.5,
stronsiyum (yaklaşık) 50 ve baryum 72. 5'ti. i ki uç de­
ğeri topladıktan sonra ikiye bölerek (27.5 + 72.5 elde
edeceğiniz ortalama değer 47.25'tir. Şu halde kullan­
dığı stronsiyumun yaklaşık atom ağırlığı 50'dir ve Dö­
bereiner, özellikle diğer üçlüleri bulduğunda bunun
mükemmel olduğunu düşündü. (Bunları dikey olarak
sıraya koyacağız.)

1 16
ı . Ca ı. lityum (ll) 1 . KQldlrt (S) 1 Klor (CI)
ı. 5r ı. Sodyum (Na) ı. Selenyum (Se) ı. Brom (Br)
3. Ba 3. Potasyum (K) 3. TellOr (re) 3. iyot (1)

Döberelner bir altın madenine düştüğünün farkın­


da değildi. Bugün Periyodik Tablo'ya bakarsanız üçlü­
lerinin dikey sırada ilerlediğini görebilirsiniz! Tablo­
muzda dikey sıralara gruplar ve yatay sıralara periyot­
lar denir. bu yüzden bugün kullandığımız terim bura­
dan kaynaklanmaktadır.) Ll. Na ve K, hidrojenin (H)
hemen altında çok düzenli bir şekilde sıralanmışlardır.
Berilyumun (Be) üstte olduğu hemen yanındaki dikey
sırada veya grupta (Mg) Magnezyum' dan sonra; Ca.
Sr. Ba'un elbisedeki düğmeler gibi sıralandığını görü­
rüz! Sonra Tablonun sağ taraflna. oksijenle (0) başla­
yan ve hemen sağında tamamen diğerleri gibi güzel
bir şekilde dizilmiş gruba doğru geçerek S, Se ve Te
bulacaksınız. S'nln yanında bulunan sonraki gruba gi­
derseniz a ve altında Br ve 1 bulacaksınız. Gerçekten
muhteşem!
Ancak Döberelner'ln hesaplarnalannın, Avogad­
ro'nun görüşleriyle düzeltilmeden ôncekl atom ağır­
lıktan temelinde yapılmış ol d uğuna unutmamak ge­
rek. Fakat ilginçtir ki Döberelner, yanlış hesaplamalar­
la �.i le dogru lllşkllerl bulmuştur. i lk Qçlememlze dö­
nersek bugün kalsiyumun kabul edilen atom ağırlığı
(27 .5 değil) 40.08 ve baıyumun atom ağırlığı ise (72.5
değil) 1 37.34'tür. Bu ikisinin ortalaması ise, stronsiyu
-

1 17
mun bugün kabul edilen ağırlığı 87 .62 'ye yakın olan
88. 7 1 'çıkacaktır. Yukarıda belirtilen diğer üçlemeler de
oldukça iyi çalışmaktadır. Böylece kullandığı atom
ağırlıklannın düzeltilmeye ihtiyacı olsa bile doğru iliş­
kiyi fark etti. Böyle güzel hesaplamalar tablomuzun
her yerinde işe yaramamaktadır!
Bu yüzden Döberelner' ın· keşfi muhteşemdi. Aslın­
da -elementlerin SITalanışı gruplar ve periyotlar halin­
de bu kadar kesin şekild� bilinmediğinden dolayı
Tablonun yapısının ne kadar muhteşem olduğunu bil­
miyordu. Ancak çok iyi bir başlangıç yapmıştı.
Kimyagerler, daima elementlerin özelliklerindeki
benzerliklerle atom ağırlıklan arasındaki şablonlan ara­
yarak diğer her türlü ilişkiyi bulmaya çalıştılar. Kimya­
gerlerin, daha sonra göreceğimiz gibi, bu tar şablon­
lan bulmalanna olanak sağlayan en önemli ilerleme,
Cannizzaro tarafından kullanılan ve atom ağırlıkları açı­
sından bütan karışıklıklara açıklık getiren Avogad­
ro'nun diğer düşünceleriydi. XIX. yüzyılın ortasını bi­
raz geçtikten sonra hassasiyetle atılan bu adımla birlik­
te büyük bir entelektüel bir adım daha geldi.
john Newland ( 1 857- 1 898), ileriye doğru oldukça
büyük bir adım attı: bilinen elementleri aldı ve artan
atom ağırlıklan sırasında ve 1 , 2, 3, 4 şeklinde numa­
ralandırarak 5 1 'e kadar bunları düzenledi. Bunu yaptı­
ğında oldukça garip bir şey fark etti: sıralamaya göre
her 8. element benzer (ya da en azından kabaca ben­
zer} özelliğe sahipti.

1 18
"Birinciden başlayarak sekizinci element milzikteki
oktavda sekizinci nota, yani do, re, mi, fa, sol , la, si , do
gibi birincisinin tekrarlanması gibi olduğundan buna
Sekizliler Yasası adını verdi. Ya da harfler kullanıldığın­
da piyanoda ortadaki C notasından ·başlayarak C, D, E,
F, G, A, B, C gibi. Sekizinci her element, birincisiyle
benzer özellikleri paylaştığından bir tür tekrar olarak
görünüyordu.
1 866 yılında yayınl arıan tabloya bir bakalım ve yal­
nızca ne kadar iyi düzenlediğini değil aynı zamanda
farkında olmadan sırf artan ağırlıklarına göre element­
leri numara/and1Tarak Periyodik Tablo düzeninin tam
ortasına nasıl düştüğünü görürüz. Bay Newlands'ın
tablosunu yana doğru kaydırdım, böylece elementler
bugünkü Tablomuzun yönünde ilerledi. Yalnızca haklı
olduğu bölümü de ekledim! Aync.a tablonun bütünü
bu kadar doğru değildi.

VII VII VII VII VII VII VII

I H 2 Li 3 B 4B 5 C 6N 70

8F 9 Na l O Mg 1 1 Al 1 2 Si 13 p 14 s

ı s cı 1 6 K 1 7 Ca

Her grubun üstüne Roma rakamı koyduğumuza fa­


kat Vll ile başlayıp I , il ile Vl'ya kadar devam ettiğimi­
ze dikkat edin. Bunlar, Newlands'ın sayılan değildir,

1 19
tablonun üstüne bakarak bulacağınız bugün kullanılan
grup sayılanyla ilgilidir. Hidrojeni (H) çıkanp bir tarafa
koyarsak ve Vll grubunu kaldmp ait olduğu yere yer­
leştirirsek, onun yanında F ile birlikte VI grubunun sa­
ğında Tablomuzla şaşırtıa bir benzerlik görürüz.
Yine Newlands'ın Sekizliler Yasası'mn keşfiyle ge­
tirdiği durum, yalnızca elem entleri en hafifinden en
ağmna doğru artarı atom ağırhklanna göre dizmek de�
ğil aynı zamanda her 8. elementin benzer özelliklerini
·görmektir. O halde hangi elementi seçerseniz seçin
notalar gibi bir ölçekte ister aşağı ister yukarı doğru sa­
yarsanız başladığınız elementin altında veya üstünde
aynı grupta son bulursunuz.
Ö rneğin 1. gruptaki (Li, Na ve K) bütün elementler
metaldir ve hepsi de çok fazla reaktiftir. Diğer ele­
mentlere bağlanırlar ve doğada asla tek başlanna bu­
lunmayacak şekilde hızla bileşik oluştururlar. Aynca
bunlann herhangi birisi üzerindeki su damlası, şiddet­
li bir reaksiyona, hatta patlamaya neden olac.aktırl Bu­
gün bu gruba Alkali Metaller diyoruz.
Aynı şekilde il. gruptaki bütün elementler de (Be,
Mg, Ca) benzer özelllklere sahiptirler. Bunlar da metal­
dir ve oldukça reaktiftirler. Hidrojeni bir tarafa bırakır­
sak Vll. gruptaki elementlere, tuzlan, en ünlü sofra tu­
zu NaCI sodyum klorürü oluşturmak için metallerle

hemen bileşik yapmalanndan dolayı tuz oluşturan"


..

anlamına gelen halojenler adı verilir.


Çok güzel! Şimdi Bay Newlands'in kazayla yaptığı

1 20
keşfe gelelim. Bay Newlands, artan atom numaraları­
na göre elementleri numaraland1Tarak Periyodik Tab­
lo'nun tam ortasına kazaen düşmüş oldu. Günümüzün
tablosuna bakarsanız elementlerin 1 ile H'den başla­
mak ve atom numarası 1 09 olan Mt (meltnerium) ele­
mentine kadar devam etmek üzere yatay sıralar veya
periyotlar halinde numaralandınldığını görürsünüz.
Bunlar atom numaralandlf. Bir sonraki bölümde de
göreceğimiz gibi atom ağırlığı değil atom numarası,
Tablonun harika düzeninin gerçek anahtarıdır. O za­
manlarda hiç kimse, hatta Bay Newlands'ın kendisi bi­
le, elementleri sadece bu şekilde numaralandırmanın
Periyotlar Tablosu' nun gizemini açacak muhteşem bir
anahtar olabileceğini görememiştir.
Bay Newlands'ın Sekizliler Yasasına dönelim: bunu
halka açıkladığında hoş olmayan ya da en azından pek
hoş olmayan bir tepkiyle karşılaştı. Yukarıda da bahse­
dildiği gibi tablonun yalnızca bir bölümüne, yaklaşık
1 /3'üne sahiptik. Günümüzün kimyagerleri için bile
bunun işareti, benzer olduğunu ileri sürdüğü tabloda
kalan diğer elementlerin aslında tamamen benzer ol­
madığıydı.
Yaptığı bir yorumla ün kazanmaya çalışan Carey
Foster, Newlands' a bunun yerine elementleri alfabetik
olarak düzenlemeyi düşünüp düşünmediğini alaylı bir
şekilde sordu, zavallı John Newlands.
Fakat Bay Carey Foster--<:t eğll Newlands doğru iz
üzerindeydi. Aslında elementler, ikincisi yerine bu tab-

1 21
lonun yalnızca ilk taslağını kullanmış olsaydı çok daha
iyi sıralanmış olacaktı. Birinci taslakta atom ağırhklann­
da atlamalar olan boşluklar bırakmıştı. Dinleyiciler ara­
sında Bay Foster' m da bulunduğu kimya topluluğunun
üyeleri önünde okuduğu ikinci taslakta boşluk bırak­
mamaya çok özen gösterdi. Bay Foster herşeye rağ­
men bu elementlerin olmasr gerektiği yerleri boş bı­
rakmış olsaydı, bu boşluklar bilinmeyen ama keşfedil­
meyi bekleyen elementleri gösterecekti.
Böyle bir şey çarpıa olacaktı! Çirkin olacaktı! Atom
ağırlıklarıyla bilinmeyen elementlerin keşfini öngörme!
Bu, duyulmamış bir şeydi! Ta ki olaylan düzene sokan
Dimitrii lvanovltch Mendeleev ( 1 834- 1 907) gelene
kadar.
Bay Newlands hiçbir şeyin bulunmadığı yerlere bir
şeyler koyarak bu boşlukları doldurmasaydı bugün Pe­
riyodik Tablo'nun habercisi olacaktı. Bu durumda "hiç­
bir şey" tahmin ettiğinden çok daha önemli bir şeydi.

1 22
Gizem Çözüldü
ay Mendeleev, on yedi çocuğun en küçüğü olarak
BSibiıya'nın dondurucu kışında doğan bir Rus'tu.
Öğretmen olan babası kördü ve o doğduktan kısa bir
süre sonra öldü. Kocasının ölümünden sonra bir cam
fabrikası işleterek ailesinin bakımını üstlenen annesi,
genç Dimitrii'de büyük bir ışık gördü. Her şeyini ona
adadı ve bilimi öğrenmesi için onu önce Moskova'ya
daha sonra da kimya profesörü olacağı St. Peters­
burg' a gönderdi.
Mendeleev'in ünlü Periyodik Tablo'sunun düzenini
hiç duymamış olanlarımız bile onun biraz garip olan
görüntüsünü şu şekilde kafalannda canlandırabilirler.
1 23
Her resimde veya kabaca çizimlerde omuzlarının he­
men üstünde görünen parlak kafası, yüzünün alt kıs­
mını kaplayan gür sakalıyla onu görürüz. Saçlarını sa­
dece havalar ısındığında yılda bir kez kestirdiği söyle­
nirdi ve birisinin ona dediği gibi "kafadaki her saç bir
diğerinin bağımsızlığı için hareket eder" sözünü doğ­
rularcasına saçları da dağınıktı!
Görüntüsünün yanında Mendeleev, tablodaki ele­
mentlerin sırasını sonunda anladığından ve hatta çok
ilginç bir şekilde "boşlukların" bulunduğu yerlerde bi­
linmeyen elementlerin keşfini ön­
görmek için kullandığında her türlü
saygıyı hak etmektedir.
Mendeleev kartlar üzerinde oy­
. " nayarak sırayı keşfetti. i ster reaktif
olsun isterse olmasın ya da asitler-
Dl M r i R ı ı de veya bazlarda olsun ya da olma-
V·. E ND E: L � E \f sın, diğer elementlerle birleşsin ya
da birleşmesin hazırladığı kartların üzerine her ele­
mentin kendi özelliklerini yazdı. Sonra onları düzenle­
meye başladı. Ve tekrar düzenledi. Newlands'in ele­
mentlerin özelliklerinin periyodik olarak tekrar ortaya
çıkışını (biraz yanılarak da olsa) fark edinceye kadar
kartlarını tekrar tekrar düzenledi.
Bu yüzden bu Tabloya Periyodik Tablo dendi ve bu
yüzden yatay sıralara günümüzde periyotlar adı veril­
miştir. Bir şey periyodik olarak tekrar ortaya çıktığında
şablonu tekrarlar.

1 24
Portedeki notalar gibi.
Ya da sayı sistemimizdeki sayılar gibi.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

Dolayısıyla Periyotlar Tablosu, bazı gizli nedenler­


den dolayı sadece elementlerin karışık halde doğada
bir arada bulunması değil aynı zamanda -bunun altın­
da yatan düzeni görmek için- şaşırtıa derecede dü­
zenli şablonlar halinde göründüğü anlamına gelmek­
tedir.
Mendeleev, kesinlikle çok zekiydi. 1 869 yılında
daha sonra "Dikey Tablo" olarak anılacak ilk tablosunu
yayınladı. Günümüzün tablosuyla bunu karşılaştırmak
isterseniz Newlands'in tablosunda yaptığımız gibi bu­
nu almanız ve çeyrek dönüş yaptırmanız gerekir, böy­
lece sütunlar soldan sağa gitmekten ziyade yukarıdan
aşağı doğru ilerler.
Fakat tablomuza benzer şekilde yatay olarak ilerle­
yen ikinci tablosunu 1 87 1 yılında yayınladı ve önceki
tablosundan gelen bazı hatalan düzelttiğinden bizim­
kiyle bunu karşılaştırmak daha kolaydır.
Elbette modern tablomuzdan farklı fakat temel ya­
pısJ aynı. Kendi yatay sırasına veya perlyoduna hepsi
dışında hidrojeni (H) yerleştirerek başladı. Bu önem­
liydi. Modern tablomuzdan da görebileceğiniz gibi
Hidrojen tuhaf bir kuş gibi tek başına durmaktadır.

1 25
1 il 111 iV
R20 RO R20l Rff2 - RQ2

1 H (1)
2 Li (7) Be (94) B (11) c ( 1 2)
3 Na (23) M g (24) Al (27 ,3) Si (28)
4 K (39) Ca (40) ? (44) Ti (48)
5 Ca (63) Zn (65) ? (68) ? (72)
6 Rb (85) Sr (87) ? Yt (88) Zr (90)
7 Ag ( 1 08) Cd ( 1 1 2) ln ( 1 1 3) Sn ( 1 1 8)
8 Cs ( 1 33) B a ( 1 37) ? Di ( 1 38) ? Ce ( 1 40)
9 ? ? ? ?
10 ? ? ? Er ( 1 78) ? La ( 1 80)
11 Au ( 1 99) Hg (200) Ti (204) Pb (207)
12 ? ? ? Th (23 1 )

Mendeleev'ln ı rn ı ydındald Tablosu

Daha sonra Mendeleev genel özelllklerine göre ye­


di dikey sütun veya grup oluşturan ikinci sıradan baş­
layarak atom ağırlıklarıyla bilinen elementleri yatay sı­
ralara veya periyotlara yerleştirmeye başladı. Tablo­
sunda on iki periyot bulunmaktaydı.
Karşı sayfanın altında yer alan şemada periyotlan­
nın ilk altısını gösterdik, kalın yazılanlar onun sağa al­
dığı elementlerdir ve kullandığı atom ağırlıkları paran­
tez içindedir.
1 26
v VI VII VIII
RH3 - R<>5 RH2 - R03 RH - R2ü7 ... - RO'

N ( 1 4) 0 ( 1 6) F ( l 9)
P (3 1 ) s (32) cı (35,5)
vn) - l.:o '""'
Cr (52)
ı-c
v (5 1 ) Mn (55) Ni (59) - Cu (63)

As (75) s (78) Br (80)


( 1 04 ) - Rh ( 1 04)
Nb (94) Mo (96)
Ru
? ( 1 00) Pr 1 1061 - Aa < 1 08)
Sb ( 1 22) T ( l 25) J ( 1 27)
? ? ? 7 7 7 7

? ? ?
O. ( 1 95) - lr ( 1 97)
Ta ( 1 82) w ( 1 84) ? Pl ( 1 98) - Au ( 199)
Bi (208) ? ?
? u (240) ?

1 il 111 iV v VI Vll

H (1)

LI (7) Be (9.4) • (1 t) c ( 1 2) N ( 1 4) o ( 1 6) F ( 1 9)

NA (23) Mg (24) Al (27.3) Si (28) p (3 1 ) s (32) a (35.S)


..
K (39) CA (40) 1 (44) T1 (48) v (5 1 ) Cr (52) Mn (55)

Cu (63) Zn (65) 1 (68) 1 (72) As (75) Se (78) Br (80)

Rb (85) Sr (87) Yt (88) Zr (90) Nb (94) Mo (96) 1 ( 1 00)


1 27
Burada birkaç gözlem yapmak için mola verelim.
Birincisi Mendeleev'in tablosu Bay Newlands'ın
kullandığından çok farklı değildi. Aslında Bay New­
lands Bay Foster'ın eline düştüğünde Periyodik Tab­
lo' nun gerçek kaşifi olarak tanınmak istiyordu.
i kincisi Mendeleev'in tablosu , potasyum (K) ve kal­
siyumla (Ca) başlayan iV . pe riyoda gelinceye kadar
doğruydu. Her şey birinci, ikinci ve H, Li ve Na ile baş­
layan üçüncü periyot için mükemmel bir şekilde kont­
rol ediliyordu. Hatta atom ağırlıkları bizimkilere çok
yakındı.
Fakat dördüncü periyoda geldiğimizde K, Ca ile
başlayan sıra ne bir yandan diğer tarafa ne de yukarı
aşağı çok iyi bir şekilde düzenlenmemişti.

Be (9,4)

Mendeleev'ln Tablosunun
bir b611bn0nlln
gOnOmiiz tablosunun bir
b611lm0yle �llaştınnası

1 28
Ne oldu?
Çok basit. Modern tablomuza bakarsak sağ tarafta­
ki elementlerle sol taraftaki elementleri birbirine bağ­
layan uzun bir köprünün ortaya çıktığını görürüz. Uzun
köprü, geçiş elementlerinden oluşturulmaktadır ve
Mendeleev, bu uzun köprünün il ve 111. Gruplar arasın­
da bulunduğunu henüz bilmediğinden kanştırmıştı.
Fakat geçiş elementleri köprüsünde ortaya çıkan bazı
elementleri tanıdığından bazen hatayla onlan yanlış
yerlere yerleştirmiştir.
i lginç bir sorun daha vardır.
Her şeyi karıştırmadan Tabloyu '
sıkıştırmadan elementleri "bı- ·· · · ·

rakmış" ve bu elementleri baş­


ka bir gruba, Vlll . gruba yerleş-
tirmiştir: Fe (56}, Co (59), Ni Dementlerln Geçiş
K6pr0s0
(59).
Mendeleev, il. ve ili. gruplar arasında Geçiş Ele­
mentleri'nin böyle bir "köprüsü" olduğunu bilseydi
çok hızlı bir şekilde sorunu çözebilirdi.
Tablomuzda ki iV. periyotla onun iV. periyodunu hi­
zalarsak Mendeleev'in V. periyodunu kaldıracağımızı
ve iV. periyoduna yamayacağımızı ve son olarak Fe
(demir} , Co (Kobalt} ve Ni'i (Nikel} Vlll gruptan alarak
�- (Manganez} ile Cu (Bakır} arasına yerleştireceğimi­
zi görebiliriz.
Bir sonraki sayfaya bakın.

1 29
Fe (56) Co (59)
4 K (39) Ca (40) ? (44) Ti (48) v (5 1 ) M n (55)
Ni (59) Cu 563)

Mendelev Periyodu 4
5 ICu (63)1 Zn (65)
Mendelev Periyodu 5 ......._
._ _
______

Periodumuz 4
19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30

K Ca Sc Ti v· Cr Mn Fe Co Ni Cu Zn
Potasyum Kalsiyum Skandiyun: Titanyum Vanadyum Krom Manganez Demir Kobalt Nikel Bakır Çinko
39.0983 40.078 44.9559 I O 47.867 S0.94 1 5 5 1 .996 1 54.93111149 55.1145 58.933200 58.6934 63.546 65.39

Modem Periyot 5 devam


? (68) ? (72) As (75) Se (7 8) Br (80)

Periyodumuz 4 devam 31 32 33 34 35 36

Ka Ge As Se Br Kr
Galyuır Germanyum Arsenik Selenyum Brom Kripton
69.723 72.6 1 74.92 1 60 78.96 79.904 83.l!O
K, Ca, ? , Ti ,
V, Cr, Mn, Fe, Co, Ni, vs.
(Mendeleev)
K, Ca, Sc, Ti , V, Cr, Mn, Fe, Co, Ni, vs.
(Bizimki)
Şimdi düzen sağlandı . Mendeleev, muhtemelen
yalnızca birkaç element daha bilseydi günümüzdeki
tabloya çok daha fazla yaklaşmış olacaktı . 1 09 ele­
mentimlzin yansından biraz fazlası o zamanlarda bili­
niyordu ve bu, çok az bir hatayla atom ağırlığına göre
sıralamalannın yapılmasına olanak sağlıyordu.
Mendeleev'in tablosunda boşluklar bırakacak kadar
bilgisi vardı ve bırakılan boşluklar daha fazla elemen­
tin bulunması gerektiglne dair tahminde bulunmasına
olanak sağlıyordu.
Bugün Sc'nin (Skandiyum} bulunduğu yerde Ca
(kalsiyum) ile Ti (fitanyum) arasında bir soru işareti gö­
rebiliriz. Mendeleev, Ca ile Ti arasında bir şeyin olma­
sı gerektiğini biliyordu fakat o zamanlar "uyacak" hiç­
bir element bilinmiyordu. Bu, Mendeleev'i durdurdu.
Bir tanesinin keşfedileceğini ve hatta kimyasal özelik­
lerinden bazılarının bulunacağı (grup lll'de) tablosun­
daki yerinden bile mükemmel bir şekilde öngördü.
Ona bir isim bile verdi (eka baron, "eka" Sanskritçe' de
"bir" anlamına gelmektedir ve özellikleri bor madeni­
ne benzediğinden) ve atom ağırlığım 44 olarak belir­
ledi.
Öngördüğü gibi eka baron kısa bir süre sonra keş­
fedildi. lsveçli Lars Nilson, mineral oksenitteyi keşfetti

131
ve bilim adamlan bunu yalnızca ana vatanı olan l skan­
dinavya' da bulunan filizlerde bulduklanndan buna
Skandiyum (Sc, atom ağırlığı 44. 956) adını verdiler.
Mendeleev'in Tablosuna bakıldığında borun (B) ve
alüminyumun (Al) hemen altında sıral anan eka baro­
nun aynı özelliklere sahip olması gerektiği anlamına
gelir. Fakat Tablomuz.a bakarsak skandiyumun (Sc)
grup lll'ün başına geçerek köprünün diger tarafında
kalsiyum (Ca) ve borun yanında solda yer aldığını gö­
rürüz.
Mendeleev'in bilinen elementler arasında bırak.tığı
boşluklarla doğru atom agırlıklanm nasıl tahmin ede­
bildiğini görürken B ile Sc'un benzer özelliklere sahip
olabileceğini nasıl bilebildi? Özelliklerle ilgili olduğu
sürece karmaşık şeyleri biraz basitleştirmek için geçiş
elementlerinin köprüsü çok düzdür ve birçok açıdan
çok hafif bir geçiştir, bu yüzden bazılannın özellikleri ,
grup il veya grup lll'tekilerden pek farklı değildir.
Mendeleev'in, Tablonun son versiyonu öncekinden
tamamen farklı olsa bile diğerlerinin yalnızca bulanık
bir şekilde görebildiği ya da hiç göremediği şeyleri
açıkça görebilmesini sağlayan çok güçlü bir kimya
burnuna sahip olduğunu unutmamalıylZ.
Bu onu, iki elementin Zn (çinko) ile As (arsenik)
arasında bulunması gerektiği konusunda şüphelenme­
ye yöneltti fakat bilinen hiçbir element gereken atom
ağırlıklanna uymuyordu. Ama bu Mendeleev'I dur­
durmadı. "Bunlara eka alüminyum ve eka silisyum

1 32
adım vereceğimi " Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bilin­
meyen elementlerin bilinen alüminyum ve silisyum
elementlerinin genel özelliklerine sahip olacağını dü­
şündü. "Aynca, atom ağırhklan 68 ve 72 olmalıydı."
Ve daha sonra onlar da bulundu. 1 875 yılında Paul
Lecoq de Bolsbaudran eka alüminyumu keşfetti fakat
büyük bir Fransız yurtseveri olduğundan bu elemente
Fransa'nın Gal mirasından dolayı galyum (Ga, atom
ağırlığı 69. 72) adını verdi. (Bazdan, Bay Lecoq'un, gal­
/us Latince öten horoz anlamına geldiğinden biraz ho­
roza benzediğini düşündüler.)
1 886 yalında Oemens Wlnkler eka silisyumu keş­
fetti fakat halkının, yani Almanların Fransızlardan biraz
daha zeki olduğunu düşündüğü için bu elemente ger­
manyum (Ge, atom ağarhğı 72. 59) adını verdil
Ama Mendeleev bu tabloyu kullanarak bilinmeyen
elementlerin keşfedileceğini yalnızca önceden tahmin
etmekle kalmadı aym zamanda elementlerin kabul
edilen doğru ağırhklannı da kullandı. Ö rneğin son za­
manlarda keşfedilen indiyum (in) elementinin kabul
edilen atom ağırlığı Ar (arsenik) ile Se (selenyum) ara­
sına yerleştirilecekti fakat bu ikisi arasında boşluk yok­
tu ve ayrıca indiyumun özellikleri tablodaki yerine uy­
muyordu. Mendeleev, özelliklerine bakarak bugün
bul��ğumuz yerinde Cet (kadmiyum) ile Sn (kalay)
arasında olması gerektiğini belirtti ! Aynı şeyi U (uran­
yum) ile Au (altın) arasındaki element için de söyledi.
Tekrar hesaplanmış olan ağırhklar yerine tam oturdul

1 33
Bu, Mendeleev'in her zaman doğru şekilde tah­
minde bulunduğu anlamına gelmiyordu ama çoğu za­
man bunu yaptı, başkalarım onun sistemini benimse­
mesi ve hatalarını düzeltmesi için cesaretlendirdi. Sis­
temi kabul edilince elementler, tahmin etsin ya da et­
mesin soldan sağa doğru keşfedilmeye başladı.
Doğru görüşlerinin büyüklüğüyle bağlantılı olarak
karşılaştırıldığında hatalarının boyutu oldukça küçük­
tür. Bu yüzden Mendeleev, Elementlerin Periyodik
Tablo' nun kurucusu olarak kabul edilir. t 907 yılında öl­
düğünde öğrencileri, cenaze töreninde devasa bir Pe­
riyotlar Tablosu plakası taşıdı. Aynca Periyodik Tab­
lo'nun altında uzanan elementlerin çift şeridindeki
ikinci sıranın sonunda bulunan 1 0 1 . elemente baktığı­
nızcta Mendeleev'den sonra isimlendirilen (Md) Men­
delevyum elementini göreceksiniz. Ancak Mendelev­
yum doğal değil yapay bir elementtir. 1 955 yılında
Kaliforniya'da bilim adamlarının dluşturduğu bir ekip
ekibi tarafından oluşturulmuştur.
Ve Bay Mendeleev, Elementlerin Periyodik Tablo­
su 'nun gizemini çözmek için bu kadar çok şey yaptığı­
nızdan dolayı bir elemente adınızın verilmesini hak
ediyorsunuz. Fakat nehir kıyısında parlayan işlenme­
miş altın külçesini keşfeden ilk şanslı insandan simya­
cılara ve kimyagerlere uzanan yol olmadan bunu ger­
çekleştiremeyeceğinizi de biliyoruz.

1 34
Gizem Devam Ediyor
ay Mendeleev ile birlikte Periyotlar Tablosu'nun
B mantlgını unuttuk. Veya en azından genel bir man­
tığımız var diyebiliriz. Neden 1
Çünkü Mendeleev'in atom ağırlıklanyla elementle­
ri sıralayarak keşfettiği sıralann genel düzeni doğrudur
ama onlann atom ağırlıklanna göre sıralanması, olduk­
ça n.,Ihaftır ve doğru değildir. Bilim tarihinde kendin­
den önce yer alanlar gibi o da doğru cevabı biliyord u
ama bu cevap tam olarak doğru bir nedene dayanmı­
yordu!
1 35
Ancak Mendeleev doğru nedene sahip olamazdı.
Periyotlar Tablosu'nun harika düzeninin gerçek nede­
ni, Dalton'un parçalanamaz atomlarının parçalanması­
nı gerektiriyordu. Elementlerin çok düzgün bir şekilde
sıralanmasının nedeni, yalnızca bilim adamlarının par­
çalanamayan atomu parçaladıkları ve atom altı seviye­
sini, proton , elektron ve nötron seviyesini incelemeye
başladıkları XX. yüzyılın başlarında anlaşıldı. Ne Dalton
ne de Mendeleev böyle bir şeyi asla hayal edemezdi!
Humphry Davy'nln, hem pozitif hem de negatif ol­
mak üzere elementlerin sahip olduğu bir tür elektrik
yükünü açıklığa kavuşturduğunu hatırlıyoruz. Ama bu­
nun nedeni neydi? Atomun farklı parç.aJan mı? Atom­
ların başka parçalan olmadığı zannedildiğinden bu çok
garip olac.aktı.
Bilim insanları bazı ipuçlarına sahiptiler. XIX. yüzyı­
lın ortalarına doğru elektriğin bir tür ışık üreterek gaz
tüpünden geçtiği keşfedildi. "Işık" , "katot" adı verilen
bir uçtaki elektrottan geliyordu. Bonn, Almanya' da fi­
zik ve matematik profesörü olan jullus Plücker ( 1 80 1 -
1 868), bu ışık hakkında çok tuhaf bir şey buldu. Mık­
natısla hareket ettirilebiliyordu! 1 897 yılında l ngillz jo­
seph john Thomson ( 1 856- 1 940), katot ışın tüpünde
üretilen ışığın negatif yüklü parçaoklan içermesinden
dolayı mıknatısla hareket ettirilebileceğini kesin olarak
ispatladı.
O halde bu parçaaklar her ne olursa olsun kimya­
gerlerin yaklaşık yarım yüzyıldan beri bildikleri negatif

1 36
yükün kaynağı olmalıdır. Bu parçaaklara "elektron"
adı verildi.
Fakat ya pozitif yük? Başka bir
l ngiliz, Ernest Rutherford ( 1 87 1 -
1 937), pozitif yükün kaynağını bul­
du ve bu da atomun kendisi hakkı n ­
da çok tuhaf bir durumdu. 1 9 1 t yı­
lında ince metal bir folyoya pozitif
yüklü olduğunu bildiği alfa parça-
cıklan ışını gönderdi. Oldukça garip . ,
Rv\Uı; R�OR?
bir şekilde sanki bir şey yokmuş gi-
bi çoğu bu folyodan geçerken çok azı çarpıp geri dön-
d u.ı
··

Çarpıp geri dönmek mi? Rutherford şaşırmıştı! "bu


hayatımda meydana gelen en inanılmaz şey; sanki in­
ce kağıda top mermisiyle ateş etmişsiniz ve o da geri
dönüp size çarpmış gibi" dedi .
N e oldu? i ki mıknatısın kuzey ucunu bir araya ge­
tirmeye çalıştınız mı? Onları masaya koyup birbirine
yaklaştırırsanız birbirilerini iterler. Rutherford' a olan da
buydu işte. Alfa parçacıklarının çok azı geri dönmüştü,
bu yüzden Rutherford, geri dönen pozitif alfa parçaak­
lannın çok küçük bir şeye çarptığını biliyordu. Fakat bu
çok küçük şey güçlü bir şekilde pozitif yüklüydü.
Atomun bu çok küçük pozitif yüklü parçaaklarına
"proton" adı verildi. Pozitif alfa parçaaklarının çarpıp
geri döndüğü yerler bütün metal yaprakla karşılaştırıl­
dığında son derece küçük olduğundan Rutherford şa-

1 37
şırmıştı. Bu, metal atomlannda protonların çok küçük
yerlere toplandığım ve her atomun çok küçük parçala­
n olması gerektiğini gösteriyordu. Protonların her

metal atomunun merkezinde veya çekirdeğinde ol­


duğuna ve elektronların da çekirdeği kuşattığına ina­
nıyordu.
Bütün atomun boyutuna izafi olan pozitif yüklü
atom çekirdeği ne kadar küçüktür? Bunu bu kitapta
göstermemiz mümkün değili Bütan atomun yarıçapı,
çekirdeğin yarıç.apından yaklaşık on bin defa daha bü­
yüktür. Eğer çekirdek beyzbol topu boyutunda olsaydı
atomun en dış "kenan " beş kilometre ötede olacaktı!
Çekirdek, "I" harfindeki nokta kadar kOçilk olsaydı ato­
mun "kenan" bir garaj kadar büyük olacaktı!
Rutherford 'un, sonuçlan hakkı nda söylediği "haya­
tımda meydana gelen en inanılmaz şey " sözleri pek
merak uyandırmadı. Çok fazJa şaşırdığı ve Yeni Zelan­
dah Maori 'lerin savaşa gitmeden önce yaptık.lan biraz
daha şiddetti bir şekilde ayak wrup bağırarak dans et­
tikleri haka dansım hemen yaptığı söylendi. Haka dan­
sının nasıl yapıldığım görmüşseniz ve Nelson'un ve
Cambridge'ln ilk baronu olan Ernest Rutherford'un
resmini de gördüyseniz neredeyse atomun yapısı ka­
dar şaşırtıcı olan Bay Rutherford'un neşeli haka dansı­
m hayal edeblllrsinlzl
Başka bir l ngillz olan Henry Moseley'in ( 1 887-
1 9 1 5) tam iki yıl sonra keşfettiği şeye tanıklık etseydi
acaba Bay Rutherford ne tür bir dans yapardı. Mose-

1 38
ley, çeşitli metalleri x-ışımna maruz bırakarak farklı ele­
mentlerin dalga boylarının, Periyotlar Tablosu'nun dO­
zenlyle dogrudan ilgili oldukça şaşıma ve muhteşem
bir düzeni ortaya çıkardığım buldu. X-ışım spektrumu­
nu dikkatli bir şeklide analiz ettikten sonra her elemen­
tin çekirdeSJne alt pozitifyakan bir elementten digerl­
ne giderken birer birer arttığım gösterebildi.
Birin biraz üzerinde veya biraz altında değil. Pozitif
yük kesinlikle birer birer artıyordu. Tablo düzeni için
anahtar mükemmel, güzel , harika bir şeklide tamdı.
Hidrojen bir protona sahipti ve bundan sonraki her
element, çekirdeğinde bir öncekinden bir fazla proto­
na sahipti.
Mendeleev, anahtarın atom ağırlığı olduğunu dü­
şündü. Moseley, altta yatan düzenin gerçek nedeninin
atom ağırlığı değil her elementin sahip olduğu proton
sayısı olduğunu gösterdi. Fakat çok önemli bir olguyu
vurgulamalıyız: Moseley Mendeleev olmadan asla ce­
vaba ulaşamazdı.
Atoma ve Perlyotlar Tablosu'na aynntıh olarak bak­
madan önce keşfedilecek olan atomun diğer önemli
bir parçasını, nötronu belirtmeliyiz. fakat Moseley'den
yirmi yıl sonra keşfedilecekti. Blllm adamları, atomun
ağırlığı veya kütlesi uygun şeklide eklenmediğinden
nötı:�nu keşfetti .
Elektronların açıkça bir kütlesi vardır ve protonlar
gereken kütlenin yaklaşık yalnızca yansına sahipti. Bi­
lim insanları, atomun negatif ve pozitif yüklerinin kay-

1 39
naklannı bulmuşlardı. Atomun gerekli kütleye sahip
ama elektrik yükü olmayan başka bir parçası olabilir
miydi?
Evet. Yükü olmayan ama elektriksel anlamda nötr
(adı da buradan geliyor) olan nötron. Bu ortaya çıkar­
ken protondan biraz ve elektrondan 1 ,838 kat daha
ağırdı. Mükemmel bir uyum!
Şüphesiz bunlann hepsinin kavranması oldukça zor
görünüyor ama bir elementin -karbonu kullanalım­
özel bir örneğine bakarsak bütün bunlar daha açık ha­
le gelecek ve atom altı dünyasının Periyotlar Tablo­
su 'nun düzeni için nasıl bir gerçek anahtar olduğunu
görmeye başlayacağız.
Pozitif elektrik yüküne sahip olduğundan proton
için O işaretini kullanacağız; negatif elektrik yüküne
sahip olduğundan elektron için O işaretini kullanaca­
ğız ve hiçbir elektrik yükü olmadığından nötron içinse
O işaretini kullanacağız.

JV-A _ Grup Numarası

Elektron yapısy
(iki kabukta veya
orbltalde toplam
1 2 .0 1 07 6 elektron)

tom ağırhğı
(veya Atom Kütlesi)

1 40
Atom numarası, atomun çekirdeğindeki protonla­
nn sayısını gösterir. Karbon (C) için 6, oksijen (0) için
8, Kurşun (Pb) için 82'dir.
O halde atom numarası 1 olan hidro)enle (H) baş­
larsanız atom numarası 2 olan helyuma (He), atom nu­
marası 3 olan Lityuma (LI) gidersiniz ve bu şekilde de­
vam eder, her elementin sahip olduğu protonlann sa­
yısı olan atom numarasıyla elementlerin yatay sırasın­
da 1 'den 1 09' a kadar sayarsınız.
Elementlerin yatay olarak dizilmesinin gerçek ne­
deni de atom ağırlığı deSll budur.
Atom numarası 52, atom agırııgı 1 27.6 olan tellür
(fe) elementine gidersek atom ağırlığına göre ele­
mentleri dizme sorununu görebiliriz. Dizideki bir son­
raki element, atom numarası 53 ama atom rJSITlıgı
1 26.904 olan lyottur (1). Protonlann sayısı birer birer
artar karmaşık nedenlerden dolayı atom ağırlığı düşer.

78 .96 79 .904
52 53
Te 1
1 26 .9044 7

85

iyodun aıtom aplılt teUGrden azdır.


141
Atom numaralan her zaman tam sayılar halinde ( 1 ,
2, 3 , 4 ve böyle devam eder) arttığından doğru olduk­
lanna ve bu yüzden bunlarla uğraşmanın atom ağırhk­
lanyla ( 1 .0079, 4.0026, 6.939, 9.0 1 22 ve bu şeklide
devam eder) uğraşmaktan daha kolay olduğuna da
dikkat etmeliyiz.
Ama elementler neden dikey olarak sıralanıyor?
(Hemen hemen diğer her şeydeki gibi keşfedilme­
si o kadar kolay olmamasına rağmen) çok basit. Pro­
tonlann sayısı, elementleri yatay olarak birbirinin ardı­
na nasıl dizeceğimizi söylerken elimizde olanlann
hepsi bu olsaydı Elementler Tablomuz uzun bir sıra
olacaktı.

1 2 3 4 s 6 7 8

H He Li Be B c N o
Hidrojen Helyum Liıyum Berilyum Bor Karbon Az.ol Oksijen
·- •JJDJ 6.M I 9.0 1 2 1 12 10.1 1 1 1 2.0 1 07 1•.0DMl 1 5 .9990

1 42
Ve (elbette) 1 09 protona sahip 1 09 atom numaralı
Meitneryuma (Mt) kadar bu şekilde devam eder.
Fakat biz bunu aramıyoruz, bunun nedeni proton
ve nötron çekirdeğinin etrafındaki elektronlann sayısı
ve yapısıdır.
Mendeleev'ln ve ondan önce Newlands'in ele­
mentler artan atom ag,rlıklanna göre bir sıraya kondu­
ğunda elementlerin özellikleri arasındaki periyodik
benzerlikleri gördüğünü hatırlıyoniz. Bu periyodik
benzerlikler, elementlerin dikey sıralar veya gruplar
halinde düzenlenmesine olanak sağlar: IA, llA, lllA, IVA,
VA ve VIA. (Geçiş Elementlerlnde dikey sıralan ayırmak
için şimdi gruplara "A" eklediğim ize dikkat edin.)

9 10 il 12 13 14 ıs 16

F Ne Na Mg Al Si p s
Flüor Neon Sodyum Magnezyum Alüminyum Silisyum Fosfor Sülfllr
24 J050 2&.cl8SS l0.973761 )2.066
l l .W141132 20. 1 797 U.'1197'1U 26 91 1 S31

Benzer özelliklere "ne" neden olmaktadır? Elbette


henüz keşfeclllmedlkleri için Mendeleev'ln hakkı nda
hiçbir şey bilemeyeceği elektronlar.
Elektronlann sayısı ve kabuklardaki konumlan, tab­
loda her elementin sağ tarafında gösterilmektedir.
Şablonu görmek için bir sonraki sayfada yer alan dikey
IA sütununa bakalım.
·· i
lk olarak her element için elektron sayısının proton
sayısına eşit olduğunu fark ederiz:

1 43
Cirup IA için elektron yapası

1
H
Hydnıgen
G
1 .00794
3 �---�
Li
Udıivm
-<lb..-�
�-·-----· �
6 .94 1
ıı
Na � Vd
Sodium
22 .989770
19
K
J\ılaı;ium
39 .()983
37
Rb
Rubidium
85 A678

Sonra eklenecek son sayımn daima t (bir) olduğu­


nu fark ederiz. Bu yüzden Grup IA'daki bütün element­
ler aym özelliklere sahiptir. Hepsi, çekirdek etrafında
dış elektron "kabuğu" olarak adlandmlan t elektrona
sahiptir. (Atomu, kabukların tabakalar halinde çekirde-

1 44
ğin etrafında olduğu bir soğan gibi düşünün, son veya
en dış tabaka dış kabuk olur - bu yardıma olur ama
daha sonra da daha açık hale gelebileceği gibi tam re­
sim böyle değildir.) Grup IA'daki bütün elementler çok
reaktiftirler (bir elektronlannı çok kolay bir şekilde kay­
bederler), hepsi düşük yoğunluğa sahiptir ve hepsi de
yumuşak metaller olarak sınıftandınlmışlardır. Yine bu
gruptaki elementlere alkali metaller denilmektedir.

Devam: grup IA'da elektron yapssı

55
Cs
C"..esi'llm
1 32 .90545

87
Fr
Fraııcium
(223)

1 45
C.... la WMEND Protonlar Elektronlar
H (Hldrolen) l l
U (lityum) 3 3 (l+l)
Na (Sodyum) ıı ı ı (�+S+ l)
K (Potasyum) 19 l 9 (1+8+8+ l)
Rb (Rubidyum) 37 37 (1+8+ 18+8+ l)
Cs (Sezyum) 55 55 (1+8+ 18+18+8+ 0
fr (Fransiyum) 87 87 (1+8+ 1 8+31+ 18+8+ 1)

Bu şablonu, (şimdilik Geçiş Elementi köprüsü hariç)


IA'dan VllA'ya kadar bütün Gruplarda buluruz. Örne­
ğin yukanda karbon atomu resmimize geri dönersek
çekirdeğe en yakın "kabukta" 2 elektron ve en dış ka­
bukta ise 4 elektron bulunduğunu görebiliriz. Bu yüz-

Her gnıp için


dış kabuktaki
elektron sayısı

t Elektron 2 Elektron

Vl -A
1
3 Elektron

r 1
ll -A1
m 1 1 1 1 1 1 1 1 1 : 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 : -HftfHH•
4 Elektron

Vlll -A
5 Elektron

ı ı ıı ı ı ı ı ıı ı ı ı ı ı ı 1 11 1 1 1 1 1 1 1 11 ! ! 1 1 ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ıı ı ı ıı
6 Elektron 7 Elektron 8 Elektron
1 46
den kesinlikle karbon iVA ile işaretlenen dikey sütunda
yer almaktadır, dış kabuğunda dört elektron vardır.
Bu, çok basit ve çok güzel bir şablondur.
Grup IA'dakl elementlerin hepsi, dış kabuklarında 1
elektrona sahiptir.
Grup llA'dakl elementlerin hepsi, dış kabuklarında
2 elektrona sahiptir.
lllA'ya geçerken B'darı (Bor) tulyuma (TI) kadar bü­
tün elementlerin dış kabuklarında 3 elektron bulun­
durduğunu görürüz. Bu şekilde devam ederek sağ ta­
rafa doğru ilerlerken Hordan (f) astatine (At) kadar bü­
tün elementlerin dış kabuklarında 7 elektron barındır­
dığı Grup VlllA'ya ulaşınz.
Bunun üzerindeki bir sütun, en son dikey sütun
olan Grup VlllA, Mendeleev'in asla hayal etmediği bir
şey olan asal gazlardır. Tamamen kendi başlarına bu­
lunduklanndan bunlara AsaJ Gazlar denmiştir; yani di­
ğer elementlere katılmaktan hoşlanmazlar. Yani reaktif
değildirler ve bu yüzden sanki aristokratlarmış gibi di­
ğer elementlerle bağ yapmak istemezler.
Bay Cavendish'imiz 1 783 yılında AsaJ Gaz olan ar­
gonu (Ar) bulmasına rağmen bunu tanıyamamıştı.
1 894 yılına kadar argon aslında farklı bir element ola­
rak kabul edilmiyordu ve bütün VlllA grubunun keşfi,
radonun (Rn) keşfedildiği 1 900 yılında tamamlandı.
AsaJ Gazları bu kadar yalnız bırakan, bu kadar so­
ğuk yapan, bu kadar reaktiflikten uzak tutan şey nedir?
Her birinin dış kabuğunda 8 elektron vardır ve bu da

1 47
kabuğu dolu hale getirir. Dış kabuklan dolu olduğun­
dan Asal Gazlar, elektron almaya veya vermeye istek­
li değildirler. Bu yüzden bir elektron eklemek istediği­
mizde yeni bir kabukla başlamak zorundayız ve bu da
bizi her zaman, bir sonraki alt periyot olan grup IA'ya
geri götürecektir.
Ö rneğin atom numarası 1 0 olan neon (Ne) , 8
elektronla dolu olan lkind kabuğa sahiptir, dolayısıyla
bir elektron eklemek istediğimizde sodyumla (Na)
başlayan bir sonraki yatay sırada, 3. periyotta başka bir
kabuk açmamız gerekir. Sodyum, 1 elektronlu üçüncü
kabuğa sahiptir.
Devam edelim. Başka bir proton, nötron ve elekt­
ron ekleyin ve magnezyumu elde edeceksiniz.
Mg'a başka bir proton, nötron ve elektron eklerse­
niz alüminyum (Al) elde ederseniz.
Argona (Ar) ulaşınc.aya kadar proton, nötron ve
elektron eklemeye devam edin ve 3. elektron kabuğu
dolacaktır!
Potasyumla (K) birlikte başka bir yatay sıraya başla­
manın zamanı gelmiştir.
Bir tür düzen içinde takip edilen ama pek o kadar
da açık olmayan Geçiş Elementi köprüsüne kadar bu
düzen harika bir şekilde işler. Köprüyü geçtiğimizde
ve Grup lllA'da galyuma (Ga) gelindiğinde elementler
tekrar normal hale gelir. Burada bor ve alüminyumda
olduğu gibi galyumun dış kabuğunda üç elektron bu­
luruz. Geçiş Elementleriyle aynı düzensizlik Tablonun

1 48
tamamında da bulunmaktadır. Ve en kötüsü alttaki
element bandı, iç Geçiş Elementleri, atom numarası
57 olan lantandan (La) ve atom numarası 89 olan ak­
tinyumdan (Ac) hemen sonra Geçiş Elementi köprüsü­
ne sıkıştınlmalıdır. Bu tuhaflıkları bir dakikada anlaşılır
hale getireceğiz. Fakat önce tablonun daha açık olan
bölümlerine geri dönmeliyiz. Şimdiye kadar dikkatimi­
zi nötron ve atom ağırlığına topladık.
Nötronlar hakkı nda çok fazla bir şey söylemedik.
Protonlar elementleri yatay olarak ve elektronlar olay­
lan dikey olarak sıralandınrken zavallı nötronlara yapa­
cak ne iş kalıyor?
Yukanda da belirtildiği gibi atom ağırlığının oluştu­
rulmasına yardıma oluyorlar. Elektronlar açıkça atom
ağırlığı için herhangi bir şekilde katkıda bulunurlar.
Protonlar ve nötronlar birlikte neredeyse atomun bü­
tün ağırlığını meydana getirirler.
Protonun (yakında göreceğimiz gibi hidrojene de-
ğil karbona göreli olan) göreli ağırlığı l .00727'dir.
Elektronun göreli ağırlığı 0.000549' dur.
Nötronun göreli ağırlığı l .00867'dir.
Nötronlar yalnızca kendileri gibi davranırlarsa şim­
di her şey çok daha kolay olacaktır. Fakat aynı elemen­
tin bir atomunda eşit sayıda proton ve nötron bulma­
nıza rağmen nötron sayısı değişir.
··
Örneğin bir karbon (C) atomu 6 protona sahip ola­
caktır ama yalnızca S nötrona sahip olabilir. Ya da 6. Ya
da 7. Ya da 8.

1 49
Bu karbon atomlarının her biri eklenen her nötron
için biraz daha fazla atom ağırlığına sahip olacaktır.

Aynı elementin
bir atomundaki Karbon 1 1 Karbon 1 2.
n&ronlann S&ylSI
detlşlr.

Karbon 1 3 Karbon 1 4

Aynı element farklı sayıda nötron sayısına sahip


olabilirken elementin bu formları, elementin (yeni ve­
ya farklı bir element olmaktan çok Periyodik Tablo'da
aynı yerde bulunduklarından dolayı Yunanca "aynı
yer" anlamına gelen) izotop/an olarak adlandınlır. Yu­
kanda karbonun izotoplarını listeledik: karbon 1 1 , kar­
bon 1 2, karbon 1 3 ve karbon 1 4.
Her izotop biraz farklı atom ağırlığına sahip olacak­
tır ve tabloda her elementin altında bulacağınız ağırlık,
(daha karmaşık yoldan) izotoplarından hesaplanmak­
tadır.
Ve böylelikle atom ağırlıklan, Dalton'unkiler gibi
hAIA görelidir ama hidrojenin ağırlığına göreli değildir.

1 50
Bunların hepsi karbon izotopu olan karbon 1 2'nln ağır­
lığına görelidir. Karbon 1 2'nln atom ağırlığı tam olarak
1 2 alınmaktadır ve hidrojen dahil hepsinin karbon
1 2'ye olan göreli agırlıklan verilmektedir.
1 09 element varken 1 .000 ' den fazla izotop bulun­
maktadır.
Protonlar, elektronlar ve nötronlar yalnızca Tablo­
nun mantığını anlamamıza yardıma olmakla kalmaz­
lar. Aynı zamanda elementlerle bileşiklerin pozitif ve
negatif elektrik yüküne sahip olmasının neden bu ka­
dar önemli olduğuna da açıklık getirirler. Şaşıran Bay
Davy'nin şüphesi daha sonra haklı çıkacağı gibi, elekt­
rolizlerin, elementlerin ve bileşiklerin negatif veya po­
zitif kutuplara çekilmesine neden olmasından dolayı
onların elektriksel anlamda negatif veya pozitif yükle­
re sahip olması gerektiğiydi. Aynca bu elementleri bir
arada tutan şey elektrik çekimiyse bu, Davy'nin parça­
lanan bileşiklerinin elektrik akımıyla aynlmasını anlam­
lı hale getirir.

il.
Şimdi de Periyodik Tablo'nun daha bulanık kısımla­
nnı ele alalım. Yani tuhaf Geçiş Elementi köprüsü ve
Geçiş Elementlerine sıkıştınlan iç Geçiş Elementleri ne­
d ! r? Önce köprüyü ele alalım.
.
Her elementin dış kabuğundaki elektron sayısına
bakarak Geçiş Elementi köprüsünü tararsak çok ilginç
bir şey fark ederiz.

151
21 22 23 24 2S 26 27 28 29 30

Sc Ti v Cr Mn Fe Co Ni Cu Zn
Slwıdiyuır Tiımyam v..lyum Krom Mııııpııeı Demir Kobalt Nikel Bilar Çinko
...,,,. .• '7.161 ıum i l .MI ,. ,_ ıs.w ıumııo ·- u,.. 6'.J9

2 2 2 2 2 2 2 2 2 2
8 8 8 8 8 8 8 8 8 8
9 10 ti 13 13 14 15 16 18 18
2 2 2 1 2 2 2 2 1 2

En dış kabuktaki elektronların sayısı daima 1 veya


2 olurken ikinciden son kabuğa kadar (neredeyse her
zaman) birer birer artar ya da dolar.
Örneğin 4. periyotta Geçiş Elementi köprüsilnün
en sonunda çinkoda (Zn) nihayet 1 8 alıncaya kadar
ikinciden son kabuğa kadar dolduğunu görürüz. Bir
sonraki element olan galyumla (Ga) birlikte dış kabu­
ğunda 3 elektron bulmayı umduğumuz -ve buldugu­
muz- Grup lllA'dayızl Şimdi daş kabuğu 8 elektronla
tamamladığımız ve sıradan aşağı inmeye hazır oldu­
ğumuz ve rubidyum (Rb) ile bir sonraki periyot olan 5.
periyoda başlayacağımız germanyumdan (Ge) kripto­
na (Kr) doğru ilerlerken dış kabuğa bir elektron ekle­
meye devam edelim.
Çok şaşırtıcı değil. Temel fark şöyle kısaltılabilir:
Geçiş Elementleri (alt kabuklar olarak adlandınlan) iç
elektron kabuklarını bir elektronla doldururken ana
elementler (Grup IA'dan VlllA'ya kadar) en dış elektron
kabuklarını doldurur.

1 52
Peki ya Tablonun altında Lantanitler ve Aktinitler
serisi olarak adlandınlan iç Geçiş Elementleri?
Korkmayın. Bunlann, Geçiş Elementi köprüsüne sı­
kıştınldığını hatırlayın. Bu bize bir şekilde, elementten
elemente ilerlerken dış elektron kabuklanndan çok, iç
elektron kabuklannı dolduracaklannı anlatmaktadır.
iç Geçiş elementlerinin nasıl sıkıştınldığına yine
dikkat edin: 57'den 7 1 'e kadar olan elementler, Lan­
tanit serisi elementleri, baıyum (Ba) ile hafniyum (Hf)
arasındaki küçük boşluğa uymak zorundadır. 89'dan
1 03'e kadar olan elementler, Aktinitler serisi element­
leri, radyum {Ra) ile Rutherfordyum {Rf} arasındaki kü­
çük boşluğa sıkışmak zorundadır.
Sonraki iki sayfada da göreceğiniz gibi bu element­
leri tararken elektron kabuğunun yapısına bakarsak iç
kabuğun, soldan sağa doğru, ikinci kabuktan son ka­
buğa doğru değil ancak üçüncü kabuktan son kabuğa
doğru ilerlerken elektronlarla dolduğunu görürüz.
Lütesyumu {lu) elde ederken sonunda bu kabuğu
32 elektronla tamamen doldurduk ve hafniyumla {Hf)
başlayan Geçiş Elementi köprüsüne dönmeye ve tek­
rar son kabuğa kadar lkindsinln doldurma şablonunu
almaya hazınz.
O hald e burada buna sahibiz. Elementlerin Periyo­
di � Tablosunun yapısının nedenini biliyoruz.
Bu hikayenin sonu mu7
Hayır. En azından şimdi değil çünkü bu, gizemin
sonu değili

1 53
59
Pr
1 40 .90765 1 44 24

91 92
Pa U

Bilim adamları daha derine indikçe çok daha gi­


zemli şeyler ortaya çıkaracaklar. Atom dünyası yete­
rince garip; atom altı dünyası ise daha da garip.
Elementlerin sayısının sonuna ulaştık mı?
Henüz değil . Kendimiz bunları oluşturduğumuz­
dan daha kaç tane element olacağım bilmiyoruz! En
son, doğal olarak bulunarı element atom numarası 92
oları urarıyumdur (U). 93 numaralı element oları nep­
tünyum (Np), 1 940 yılında yapay olarak üretildi (bilim
adanılan çok küçük miktarlarda doğada Np bulmalan-

1 54
na rağmen en son element olarak U'dan çok Np'yl ko­
yabilirdik). Np'nln ötesinde elementlerin hepsi aynı
şekilde yapay olarak üretilmişlerdir. Ve böylece bilim
adamlan, daha ağır elementleri de oluşturarak Periyot­
lar Tablosunu 1 09 numaralı element olan meltneryu­
mun ötesine taşımışlardır.
Element 1 1 O' a ununnilyum (Uun) adı verildi ve
1 994 yılında (element 1 07, 1 08 ve 1 09'un oluşturul­
duğu aynı laboratuarda) meydana getirildiği açıklandı.
Ununnilyum adı, çok daha uygun bir isim düşünceye
kadar kullanılacak bir isim olan basit bir şekilde " 1 1 O­
yum" dan kaynaklanmaktadır. Matematiksel olarak
mükemmel bir uyum oluşturan kurşun (Pb) ve nikel
(Ni) çekirdeklerinin füzyonuyla oluşturulmuştur.
Nikel 28 protona, kurşun ise 82 protona sahiptir.
Bunlan topl arsan ız (füzyona tabi tutarsanız) 1 1 O pro­
ton elde edersiniz ve yeni element " 1 1 0-yum" olur.
JV\atematiksel olarak kolaydı fakat bunu yapmak on
yıl sürdü ve Uun'un yalnızca dört veya beş atomu
oluşturuldu. Bu atomlar o kadar istikrarlı değiller ve sa­
niyenin binde yansından sonra aynşıyor ya da bozunu­
yorlar!
Element 1 1 1 ? Unununyum (Uuu) Uun 'dan tam bir
ay sonra oluşturuldu. Uuu'nun yalnızca üç atomu oluş­
��ldu ve Uuu çekirdeğinde 1 1 1 proton elde etmek
için nikel (28) ve bizmut (83) "toplanarak" elde edildi.
Yine de Uuu'nun üç atomu yalnızca saniyenin on bin­
de biri kadar bir süre dayanabildi.

1 55
57 58 59 60 61 62 63 64

La Ce Pr Nd Pm Sm Eu Gd
l ll.91155 1 40. 1 1 6 1 "11 . 9117 6' 1 44.24 ( 1 01 ı �. :16 I S l .1164 1 57.25

2 2 2 2 2 2 2 2
8 8 8 8 8 8 8 8
18 18 18 18 18 18 18 18
18 20 2l 22 23 24 25 25
9 8 8 8 8 8 8 9
2 2 2 2 2 2 2 2

Element 1 1 2? Ununblyum (Uub) 1 996 yılında oluş­


turuldu, fakat yalnızca bir atomu vardı! Bunu nasıl el­
de ettiler? 1 1 2 protonlu çekirdeği elde etmek için çin­
ko (30) ile kurşunu (82) "toplayarak" .
Element 1 1 3? Bunun hakkında hiçbir şey duymadı­
nız. Değil mi?
1 999 yılında Rus blllm adanılan bir atoma sahip
element 1 1 4 olan ununkuadyumu (Uuq) oluşturdukla­
nnı açıkladılar.
Element 1 1 S? Burada bilgi yok.
Element 1 1 6, ununhekslyumun (Uuh), Kaliforni­
ya'da blllm adanılan tarafından element 1 1 8 olan unu­
noktlyumun (Uuo) oluşturulması sırasında yan Orün
olarak 1 999 yılında elde edildiği blldlrlldl fakat bu ele­
mentlerin gerçekte yapay olup olmadıktan hc11A tartış­
ma konusudur. Bunu zaman gösterecek.

1 56
65 66 67 68 69 70 71

Tb Dy Ho Er Tın Yb Lu
1 ,M .92,'.\4 1 62 . '° 1 1\4 .9'.\«f\2 1 67 . 2 6 1 68 .9�2 1 1 7 :HM 1 74.Ytt7

2 2 2 2 2 2 2
8 8 8 8 8 8 8
18 18 18 18 18 18 18
27 28 29 30 31 32 32
8 8 8 8 8 8 8
2 2 2 2 2 2 2

Yapay olarak yeni elementlerin atomlannın oluşum


sınınnı bilmiyoruz ve bu yüksek numaralı yapay ele­
mentler çok hızlı bozunduklarından oluşturulmuş
olanlar hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Ne ka­
dar uzağa gtdeblllriz ve bu elementler neye benziyor,
bunların hepsi bir sır.
Karşılaştığımız sırlann hepsi yalnızca bunlar değil.
Daha önceden resmettiğimiz atomun yapısı en
azından son derece sadeleştirllmlştl. Örneğin gerçek
elektronlar, mükemmel bir şekilde yuvarlak yörünge­
ler etrafında dönen küçük güzel yuvarlak toplar değil­
ler. Anlamakta güçlük çektiğimiz bir şekilde hareket
�en dalgayla parçacığın tuhaf bir bileşlmldirler.
Boş uzayın nerdeyse tamamı gibi görünen, evren­
de her maddeyi oluşturan atomlan bulduğunda Bay
Rutherford'un nasıl şaşırdığını hatırlayın!

1 57
Aslında bu çok gizemli. Belki bir gün çok daha gi­
zemli bir şeyle dolu başka bir şey bulacağız. Belki de
bulamayacağız, bunu şu an bilemeyiz.
Ve hepsi bu değil.
Atom altı parçaaklann sayısını veremiyoruz, çünkü
elektronlann, protonlann ve nötronlann ötesinde po­
zitronlar, nötrinolar ve fotonlar var.
Ve mezonlar, muonlar ve pionlar.
Ve hepsi de elementlerin atomlarını oluşturan yüz­
lerce çok çok küçük tuhaf parçacıklar.
Bilim insanlan, elementlerde olduğu gibi bunlan da
sınıflandırmaya ve başka bir Tablo hazırlamaya çalışı­
yorlar.
Fakat bu Tablonun düzeni bilim adamlarının çöz­
meye çalıştıklanndan daha kalın bir sır perdesi.

158
Açıklamalı Sözlük

Asit: Asitler ekşi tada sahiptir ve turnusolu kırmızıya


çevirir. Çağdaş kimyasal anlayışta hidrojen iyonları
verdiklerinden proton vericileri olarak tanımlanırlar.

Alaşun: iki veya daha fazla metalden (örneğin, bakır


ve kalaydan bronz) veya bir veya daha fazla metalden
ve metal olmayan belli elementlerden, özellikle kar­
bondan (örneğin, demir ve karbondan çelik) meydana
gelen yapıdır.

Baz: Bazlann tadı aadır, dokunulduğunda kaygandır


ve turnusolu maviye çevirir. Çağdaş kimya anlayışında
hidrojen iyonu aldıklarından proton alıcıları olarak ta­
nımlanırlar.

Bileşik: Birden fazla element içeren yapı.


Damıtma: Damıtma, sıvı bileşikleri (ateşle) buhar­
laştırarak veya (güneşle) yoğuşturarak elementlere ve­
ya daha basit bileşiklere ayırır.

Element: Pratik olması amaayla bugün birçok kimya


kitabında element, daha basit, daha saf maddelere

159
kimyasal değişimle ayrılamayan yapı olarak tanımlanır.
Ancak asıl zorluk, hem "kimyasal değişimin" hem de
"maddenin" tanımındadır. Bombardıman için yüksek
hızla parçacıkları ivmelendirmek amacıyla güçlü bir
manyetik alan ve elektrik alanı oluşturan devasa bir ci­
haz olan siklotronu kullanmak "kimyasal değişim" mi­
dir? Bir defada bir atomla yapay olarak oluşturulan ve
hakkında çok az şey bilinen Mendelevyum (element
1 0 1 ) bir "madde" m idir? Bu nedenle kimyagerler de
"elementi" çok daha kesin biçimde protonla aynı sayı­
da atoma sahip olarak tanımlamaktadırlar.
Ergitme: Ergitme, filizin saf metali ortaya çıkarmak için
ısıtıldığı işlemdir. Ergitme işleminde filiz, istenen saf
metali bırakarak istenmeyen elementleri çıkarmak için
indirgeyici ve eritici maddeyle ısıtılır.
mlzler: Filiz, yüksek metal konsantrasyonlanyla doğal
olarak meydana gelen kayadır veya mineral kombi­
nasyonudur.
Gruplar: Periyodik Tablo'daki dikey sıralardır.
indirgeme: Elementler bileşiklerden çıkarıldıklarında
örneğin oksijen, demiri yalnız bırakarak demir oksitten
çıkarılırken indirgeme meydana gelir.
Kalslnasyon: Metaller açık havada yandıklarında
üzerlerinde simyacıların, Latince kireç veya tebeşir an­
lamına gelen "calx" kelimesinden türettikleri beyaz bir
toz oluşur. Daha sonra beyaz tebeşirli yapının, yanma

1 60
sırasında oksijenin metale eklenmesinden kaynaklan­
dığı anlaşıldı.
Katlı Oranlar Yasası: Dalton'un Katlı Oranlar Ya.sası,
"Aynı elementlerden iki veya daha fazla bileşiğin olu­
şumunda ikinci elementin sabit ağırlığıyla birleşen bir
elementin ağırlığı 2'ye 1 , 3 'e 1 , 3 'e 2 veya 4'e 3 gibi
küçük tam sayılar oranında bulunur" der.
Kiltle: Kütle ağırlıkla aynı şey değildir. Bir nesnenin
kütlesi, gövdenin içerdiği madde miktarıyla değil aynı
zamanda gövdenin hareketindeki değişime gösterdi­
ği direnç olarak adlandırılır. Gövde, Yeryüzünde yet­
miş kilogram ağırlığında olabilir fakat ağırlık uzayda
yüzeceğinden hiçbir şey ifade etmez. Ama gövde
hem yeryüzünde hem de uzayda kütleye sahip ola­
caktır.
Kütlenin Korunumu: Lavoisier'in ilk formülasyonun­
da kütlenin ya da maddenin korunumu ya.sası, her re­
aksiyonda işlemden önce ve sonra eşit miktarda mad­
de bulunduğunu ifade ediyordu ya da daha basitçe
kimyasal bir reaksiyonda reaksiyona giren bileşikler­
deki toplam madde miktan sabit kalır.
Periyotlar: Periyotlar Tablosunda yatay sıralardır.
Sabit Oranlar Yasası: Proust tarafından formüle edi­
len yasa, bir bileşikte oluşturan elementlerin daima
ağırlıkça belli oranlarda bulunacağını belirtir.

161
Keşif Tarihine Göre
Elementler Listesi
Aşağıdakiler, keşfedildikleri tarih sırasına göre ele­
mentlerin bir listesidir. Bu keşif tarihleri , her zaman uy­
gun şekilde tammlandıgı değil mümkün olduğu kadar
her elementin izole edildigi tarihi yansıtmaktadır. Ör­
neğin Cavendish, normalde 1 766 yılında hidrojeni
izole etmiş kabul edilmektedir fakat 1 O. bölümden bil­
diğimiz gibi bunu uygun şekilde on yıl önce tanımla­
yan Lavoisier' di. Yeni elementlerin keşfi de dahil ele­
mentlerin iyi bir güncel kaynağı , www .webele­
ments.com adresinden takip edebilirsiniz.
Elbette çok genel elementlerin keşfi için bir tarih
belirleyemedik. M.S. 1 600 ' den önce altın, gümüş, a­
va, bakır, kurşun, kalay, demir, kükürt, karbon, arsenik,
antimon, bizmut ve çinko biliniyordu.

l 600'den 6nce bilinenler

Altın Au 79
Gümüş Ag 47
Bakır Cu 29
Karbon c 6
Demir Fe 26
Kurşun Pb 82
Kalay Sn 50

1 62
Kükürt s 16
Cıva Hg 80
Arsenik As 33
Antimon Sb 51
Bizmut Bi 83
Çinko Zn 30

ı 600'den sonra keşfedllen veya izole edllen

1 669 Fosfor p 15
· 1 737 Kobalt Co 27
1 748 Platin Pt 78
1 75 1 Nikel NI 28
1 766 Hidrojen H 1
1 772 Azot N 7
1 774 Klor a 17
1 774 Manganez Mn 25
1 774 Oksijen o 8
1 78 1 Molibden Mo 42
1 783 Tellür Te 52
1 783 Tungsten w 74
1 79 1 Titanyum Ti 22
1 794 i triyum y 39
1 798 Krom Cr 24
1 80 1 Niyobyum Nb 41
1 802 Tantal Ta 73
1 803 Paladyum Pd 46
1 803 Rodyum Rh 45

1 63
1 803 Seryum Ce 58
1 804 Osmiyum Os 76
1 804 i ridyum lr 77
1 807 Potasyum K 19
1 807 Sodyum Na 11
1808 Baryum Ba 56
1 808 Stronsiyum Sr 38
1808 Kalsiyum Ca 20
1 808 Magnezyum Mg 12
1 808 Bor B 5
181 1 iyot 53
1 81 7 Lityum Li 3
181 7 Kadmiyum Cd 48
1818 Selenyum Se 34
1 824 Silisyum Si 14
1 824 Zirkonyum Zr 40
1 825 Alüminyum Al 13
1 825 Brom Br 35
1 828 Berilyum Be 4
1 829 Toryum Th 90
1 84 1 Lantan La 57
1 84 1 Uranyum u 92
1 843 Terbiyum Tb 65
1 843 Erbiyum Er 68
1 860 Sezyum Cs 55
1 86 1 Rubidyum Rb 37
1 86 1 Talyum Ti 81
1 863 i ndiyum in 49

1 64
1 867 Vanadyum v 23
1 87 5 Galyum Ga 31
1 878 Holmiyum Ho 67
1 878 i terbiyum Yb 70
1 879 Tulyum Tm 69
1 879 Skandiyum Sc 21
1 879 Samaryum Sm 62
1 880 Gadolinyum Gd 64
1 885 Praseodim Pr 59
1 885 Neod im Nd 60
1 886 Germanyum Ge 32
1 886 Flor F 9
1 886 Disprosyum Oy 66
1 894 Argon Ar 18
1 895 Helyum He 2
1 898 Kripton Kr 36
1 898 Neon Ne 10
1 898 Ksenon Xe 54
1 898 Polonyum Po 84
1 898 Radyum Ra 88
1 899 Aktinyum Ac 89
1 900 Radon Rn 86
1 90 1 Evropiyum Eu 63
1 907 Lütesyum Lu 71
191 7 Protaktinyum Pa 91
1 923 Hafniyum Hf 72
1 925 Renyum Re 75
1 939 Fransiyum Fr 87

1 65
1 939 Teknetyum Tc 43
1 940 Neptünyum Np 93
1 940 Astatin At 85
1 940 Plütonyum Pu 94
1 944 Amerikyum Am 95
1 944 Küriyum Cm 96
1 945 Prometyum Pm 61
1 949 Berkelyum Bk Q7
1 949 Kaliforniyum Cf 98J
1 952 Aynştaynyum Es 99
1 952 Fermiyum Fm 1 00
1 955 Mendelevyum Md 101
1 958 Nobelyum No 1 02
1 96 1 Lavrensiyum Lr 1 03
1 969 Rutherfordyum Rf 1 04
1 970 Dubniyum Db 1 05
1 974 Slborglyum Sg 1 06
1 98 1 Bohriyum Bh 1 07
1 982 Metneriyum Mt 1 09
1 984 Hasyum Hs 1 08
1 994 Ununilyum Uun 1 10
1 994 Unun uyum Uuu 111
1 996 Ununbiyum Uub 1 12
1 999 Ununhekslyum Uuh 1 16
1 999 Ununoktiyum Uuo 1 18

1 66

You might also like