Professional Documents
Culture Documents
PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ
FEN VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ
ARAMİLER VE SÜRYANİLER
(Bitirme Tezi)
Hazırlayan
Rojda ÖZER
Danışman
Prof. Dr. Yusuf KILIÇ
DENİZLİ/2019
ONAY
Bu çalışmada, lisans bitirme tez konusu olarak aldığım Aramiler ve onların neslinden
geldikleri düşünülen Süryanilerin siyasi ve kültürel tarihleri konusunda araştırmalar yaparak,
bu kadim topluluğu yerinde tanıma fırsatı elde ettim. Bu bağlamda araştırmalarım için
gittiğim ve Süryanilerin ağırlıklı olarak yaşadığı Mardin’de, Süryani kültürü hakkında önemli
bilgiler kazanıp, onları tanımak beni oldukça mutlu etti. Bir mozaiğe benzettiğim ülkemizin
renkli ve bir o kadar da gizem dolu olan bu değerlerin varlığı oldukça güzel ve önemlidir.
Süryanilerden bize manevi kültürün yanında, maddi kültür olarak kalan kilise ve manastırların
da tarihi değeri yüksek yapılar olarak karşımıza çıkması bölge turizm açısından çok
önemlidir.
Tez konusunu seçmemde yardımcı olan ve her daim desteğini eksik etmeyen Prof. Dr.
Yusuf KILIÇ hocama sonsuz bir minnetle teşekkürlerimi sunarım. Bana hedefimi
belirlememde yol gösteren, her daim tebessümle bakan, her öğrencisine saygı ve sevgiyle
yaklaşan değerli hocamın meslek hayatında daha nice yılları olması ve nice çalışmalar
yapmasını içtenlikle dilerim.
Doğduğum ilk andan bu yana varlıklarıyla bana huzur ve güven veren, her zorlukta
bana destek çıkan çok değerli annem Emira ÖZER, babam Haşim ÖZER, sevgili kardeşlerim
ve kıymetli dostlarıma saygı ve sevgilerimi sunarım.
Rojda ÖZER
Denizli 2019
İÇİNDEKİLER
ONAY…………………………………………………………………………………………...
ÖNSÖZ …………………………………………………………………………………………
GİRİŞ ………………………………………………………………………………………… 1
SONUÇ…………………………………………………………………………………….....64
KAYNAKÇA……………………………………...…………………………………………66
GİRİŞ
1
Hande Çeçen, Anadolu’daki Arami Krallıkarı ve Arami Kültürü, ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 16.
1
merkezi otoritesi güçlü bir devlet kuramamışlarıdır. Bu da onlarda aşiret yapısının ağır
bastığını göstermektedir.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
Arami adına ilk olarak Akad kralı Naram-Sin’e ait bir tablette A-ra-me şeklinde
rastlamaktayız. Arami sözcüğü, özellikle M.Ö. 20. ve 18. yüzyıldan daha sonraki dönemlere
tarihlendirilen metinlerde, Suriye ve yakın bölgelerdeki halkı tanımlamada kullanılmıştır.3 Bu
coğrafyaya 18. yüzyıla kadar politik açıdan Amurrular egemen olmuştur.
M.Ö. 18. yüzyıldan itibaren Amurruların asıl yerleşim merkezi olarak düşünülen
Suriye ve kuzeyi ile ilgili kayıtlara Ugarit, Alalah (Aççana Höyük) ve Hititlerin merkez arşivi
Boğazköy’den ele geçen tabletler aracılığıyla ulaşılmıştır.4 Bu metinlerde çoğunlukla küçük
krallıkların adının kayıtlı olduğu görülmektedir fakat Arami adına rastlanmamaktadır.
Asur yıllıklarında Arami adının ilk olarak geçtiği dönem Asur Kralı Tiglat-
pileser(1114-1076)’in hükümdarlık dönemine tarihlenmektedir. Tiglat-pileser bu yıllıklarda
Ahlamu-Armayeler’e karşı yapmış olduğu seferlerde yılda iki kere, toplamda 28 defa
Ahlamu-Armayelerin peşinden giderek Fırat’ı geçtiğinden bahsetmektedir:
2
H. Çeçen, a.g.t., s. 12.
3
Nurgül Yıldırım, “Demir Çağında Anadolu’daki Aramilerin Politik Coğrafyası”, Cappadocia Journal of
History and Social Sciences, Vol. 8, Ahlen-Germany 2016, s.124.
4
N. Yıldırım, a.g.m., s.124.
3
"Yılda iki kere, toplamda 28 defa Aḫlamū-Armayeler'i (KurAḫ-la-me-e KurAr-ma-a-
iameš) takip etmek için Fırat'ı geçtim. Onları Amurru ülkesi Tadmor'dan, Suhu ülkesi
Anat'tan ve Karduniaş'ın (Babilonya) Rapiku kenti kadar uzakta yendim. Ganimetlerini ve
mallarını şehrim Asur'a getirdim."5
M.Ö. 2. Binde Anadolu’da Luwi kültürü etkin bir şekilde yaşanırken, Aramiler’in bir
süre yönettiği Nisibis, Bit-Bahiyani (Guzana/Tell Halaf), Bit Zamani, Bit-Aṣalli (Harran?),
Qipanu (Huzirina/Sultantepe)6 gibi Arami şehir devletleri genellikle Yeni Asur
İmparatorluğu’nun etkisi altına girmiştir. Arami kültürünün en etkin olduğu bölge olarak
Fırat’ın kuzeyindeki Sam’al değerlendirilmektedir.
Aramilerin kökeni meselesine bakıldığında etnik köken bakımından Sami bir topluluk
oldukları, Ön Asya’ya Arabistan’dan gelen üçüncü göç dalgasıyla geldikleri kabul
edilmektedir. Tevrat’ın Tekvin bölümüne dayanarak Aramilerin Sami kökenli olduğunu ve bu
topluluğun M.Ö. 14. yüzyılın sonlarında veya M.Ö. 15. yüzyılın başlarında Arabistan’dan
Suriye’ye göç ettikleri düşünülmektedir.
Hacı Çoban’a göre, ‘Sinear tabletlerinde bu kavme verilen Dağlılar yani Aramiler adı,
bunların Arabistan'ın kumlu sahralarından geldiklerinin bir damgası olarak bu zamana kadar
yaygınlaşmıştır. Arabistan çöllerinden batı sınırlarına geldiği ileri sürülen halka Sinearlıların
Dağlılar değil, Çöllüler adını vermeleri doğal olacaktı. Ancak Çöllüler anlamına gelen bir ad
değil de Dağlılar anlamındaki Aramiler ismini vermekle aslında menşelerine dair ipuçları da
vermişlerdir. Zira Aramilerden önce Arabistan'dan Sinear’ın batı sınırlarına gelmiş olan
Samilere Dağlılar anlamında bir isim değil, Batılılar anlamına gelen Amurrular adı
verilmiştir’.
5
Cemil Bülbül, “Aramiler”, Tarih Okulu Dergisi, S. 19, 2014, s.409.
6
N. Yıldırım, a.g.m., s.125.
4
Hattilerin Boğazköy arşivinde Aramilerden Habiru/Hapiru adıyla bahsedilmektedir.7 Bu
belgeler Sami olarak kabul edilen bu topluma Arami adını verenlerin Sinearlılar olduğunu
söylemektedir.
Aramiler M.Ö. 12. yüzyılda Mezopotamya ve özellikle Asur için tehlike oluşturmaya
başladıkları zamanlarda yazılı kaynaklarda geçtiği görülmektedir. Bu topluluklar, Amurru ve
İbraniler gibi Kuzeybatı Sami dil grubuna giren bir dil kullanmaktadırlar. Anayurtları kesin
olarak bilinmemekle birlikte, dildeki benzerliklerden dolayı Arap Yarımadasında veya Kuzey
Suriye çevresinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.
M.Ö. 14. yüzyıl Tel El Amarna mektuplarının gönderildiği sırada, Suriye ve Filistin
sınırlarında görünen ve yerli prensleri titretecek kadar kudretli olan tek kavmin Aramiler
olduğu tarihçe kesin bir gerçek olduğuna göre Tel El Amarna mektuplarındaki Habiruların
ancak Aramiler olacağına şüphe yoktur.9 Çünkü bu Aramiler kısa sürede Suriye’ye hâkim
olmuş ve bağımsız prenslikler kurmuşlardır.
7
Hacı Çoban, “Arami Göçleri”, TÜBAR XXIX, 2011, s.92.
8
Cemil Bülbül, Eskiçağ Tarihinde Sami Göçleri, ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar 2005, s. 76.
9
H. Çoban, a.g.m., s.93.
5
2. SAMİ GÖÇLERİ VE ARAMİLER
Sami ırkın saf antropolojik tipini Arap asıllı tarihçilerden İbn-i Haldun’un “Arabı
aribe ve Arabı arba” dediği eski Araplarda aramak gerekir. Samî tipi; iri yapılı, uzun yüzlü,
siyah gözlü ve siyah saçlı, gaga burunlu dolikosefal (uzun kafalı) bedevidir.11 Saf bir Sami
ırkından bahsetmek oldukça güçtür. Dağınık ve göçebe halde yaşayan Samilerin diğer
topluluklarla etkileşime girdiğini ve o topluluklarla kaynaştığını söyleyebiliriz.
10
C. Bülbül, a.g.t., S. 10.
11
C. Bülbül, S. 10.
12
M. Şemseddin Günaltay, Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, TDK Yayınları, , Ankara, 1987, s.285.
6
Eskiçağda Mezopotamya bölgesine üç büyük Sami Göçü olmuştur. Samiler ilk olarak
Sumerlerin şehir devletleri kurmaya başladıkları dönemde Fırat’ın batısında yer alan çöllerde
göçebe bir topluluk olarak karşımıza çıkmaktadırlar. M.Ö. 2500’lerden itibaren Mezopotamya
bölgesine üç dalga halinde yoğun bir şekilde Sami asıllı kavimler göç etmeye başlamışlardır.
İlk dalga Sami asıllı olan Akadlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Akadlar, bölgeye daha
önceden yerleşmiş ve Ön Sumerler anlamına gelen “Presumerienler” ile Sumerlerin karışıp
kaynaşmasından oluşmuş bir kavimdir.13 Bölgeye geldiklerinde Sumer şehir devletlerinde
işçi veya ücretli asker olarak görev alıp, çoğalarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir.
Aralarında bir birlik kuramayan Sumer şehir devletleri, Mezopotamya sitelerine sızmaya
başlayan ve M.Ö. 2350-2150 yılları arasında büyük bir devlet kuran Sami kökenli Akadların
hakimiyetini kabullenmek zorunda kalmışlardır.14 Sargon’un liderliğinde kurulan Akad
(Agade) devleti yapılan seferlerle Samiler ile Sumerleri tek çatı altında toplamıştır.
Mezopotamya bölgesine yapılan ikinci büyük Sami Göçü dalgası M.Ö. 3. Binyılın
sonları ile 2. Binyılın başlarında meydana gelmiştir. Bu göç hareketiyle bölgeye, Sumerlerin
batılı anlamında kullandığı MAR.TU’LAR olarak adlandırdıkları Amurrular göç etmeye
başlamıştır.
Amurruların kendi isimlerini kullanmaları, onların Babil’de asimile edilmemiş bir dil
yapılarının olduğunu gösterir.15
Cemil Bülbül, yakın zamanlarda ele geçirilen bir tablette hem Batı Sami isimlerini
alan, hem de Amurru isimlerini taşıyan kişileri listelemekle bize III. Ur dönemi ile Eski Babil
devri arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedir. III. Ur Sülalesi ile Eski Babil devri Batı
Samileri, adı Amurrular olan aynı etnik gruba mensup olduğunu ileri sürmektedir.
13
C. Bülbül, a.g.t., S. 13.
14
Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Yayınları, Bursa, 2012, s.33-34.
15
Cemil Bülbül, “Amurru Göçleri ve Amurruların Eski Önasya Tarihindeki Rolleri”, Tarih Araştırmaları Dergisi,
2010, s. 36.
7
Mezopotamya’ya gelen üçüncü büyük Sami göçü, Egeli Kavimlerin göçlerinin
meydana getirmiş olduğu karışıklıklardan yararlanarak, aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca
devam eden Arami kabilelerinin göçleridir.16 Asur krallarıyla büyük mücadeleler içine giren
Aramiler, Yukarı Dicle bölgesinde çok etkili olamamışlarsa da Diyarbakır bölgesinde Bit-
Zamani, Fırat Nehrinin büyük kıvrımı içerisinde Bit-Adini, Gaziantep bölgesinde Bit-Gabbar
gibi şehir devletleri kurmayı başarmışlardır.
Arami adına baktığımızda ilk olarak M.Ö. 3. Binyıl sonları ile 2. Binyıl başlarında çivi
yazılı tabletlerde karşımızda çıkmaktadır. Ancak Aramilerden bir kavim olarak söz edilmeye
başlandığı zaman Aram dili güneybatı Asya’nın en çok kullanılan dili haline gelmiştir.
Aram diline bakıldığında, Sami dil ailesinin batı grubuna girdiği görülmektedir.
Aramiler dillerine Fenike alfabesini uygulamışlar ve onu çok az da olsa değiştirerek
kendilerine has bir biçime sokmuşlardır. Ancak günümüze gelebilen birkaç belge, bu
alfabeden başka çivi yazısı sisteminin ve Mısır hiyeroglif yazısından türeme demotik yazının
da tatbik edilmiş olduğunu göstermektedir.
Arami diliyle yazılmış en eski kitabeler olan Damascuslu (Şamlı) Barhadad M.Ö.
850 yılına, Hazael ise M.Ö. 840 veya 800’lü yıllar arasına tarihlenmektedir. Bu kitabeler Eski
Aramca ile yazılmıştır. Aramca çok geniş bir coğrafi mekana yayılmış çeşitli halk toplulukları
tarafından oldukça uzun bir zaman dilimi içerisinde kullanıldığı için birçok lehçeye
ayrılmıştır. Bu lehçeler;
16
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2003, s.156.
17
C. Bülbül, a.g.t., s. 14.
8
A. Eski Arami Dili
B. Resmi Arami Dili
C. Batı Arami Dili (Filistin Aramicesi)
D. Doğu Arami Dili18
Ege göçlerinden sonra Anadolu’da Hitit, Suriye’nin kuzeyinde Mitanni gibi bölgenin
siyasi anlamda büyük öneme sahip olan birçok devleti ortadan kalkmış ve
oluşturdukları siyasi boşluğu birtakım kavimler küçük şehir devletleri kurarak
doldurmaya çalışmışlardır. Ancak bu küçük şehir devletlerinden günümüze kalan
belgeler çok az sayıdadır. Bu yüzden bunlar hakkındaki bilgileri, zaman zaman
buraları istila etmeye girişen Asurluların bu seferler hakkındaki tabletleri, daha
sonraları için de İsrail peygamberlerinin kitaplarıyla bazı yazıtlara dayanmaktadır.19
Bu kavimler M.Ö. 12. Yüzyıldan başlayarak çok geniş bir alana yayılarak buralarda
küçük prenslikler halinde yaşamışlardır. Bu alan Basra Körfezi’nden Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ne, Ürdün bozkırlarından Anti-Lübnan Dağları’na kadar çok büyük bir bölgeyi
kapsıyordu.20
Aramiler M.Ö. 14. Yüzyılda ihtimal ki Asurluların tazyiki ile Fırat’ın batısına geçmek
zorunda kalmışlar, bir kısmı Lübnan eteklerine kadar batıya, bir kısmı da Arabistan içlerine
18
Ali M. Dinçol, İslam Ansiklopedisi, 3. Cilt, İstanbul, 1991, ‘’Aramice’’ maddesi.
19
M. Ş. Günaltay, Yakın Şark Suriye ve Filistin, TDK Yayınları, Ankara, 1987, s. 133.
20
C. Bülbül, a.g.t., s. 74.
21
M. Ş. Günaltay, a.g.e., s.133.
22
Cemil Bülbül, Aramiler, TOD XIX, 2014, s.406-407.
9
kadar Filistin’in güney doğusuna yayılmışlardır.23 Bu bölgeye sokulmaya başladıkları
dönemde kuzey ve orta Suriye Hattilerin, güney Suriye ve Filistin ise firavunların elinde
bulunuyordu.
Aramiler, ortaya çıkışlarından itibaren, her zaman merkezi otoriteden uzak olmuşlar ve
tam olarak kendilerine ait ortak bir kültür oluşturamamışlardır.24 Bu yüzden Aramilerin
kurduğu merkezi bir devletten söz etmek oldukça güçtür. Kuzey Suriye’de 2. Yüzyıl ile 8.
Yüzyıl arasında birbirinden kopuk birçok küçük devlet kurmuşlardır.25 Hititlerle akraba olan
ve Luwice konuşan aristokrat sınıfın yönetimi altındaki Geç Hitit kent devletlerinden bir
bölümü Arami nüfuzuna girmiş, diğer kentler ve Asur eyalet merkezleri de Arami toplumuyla
karışıp kaynaşmıştır.26 Kuzey Suriye’de çoban olarak yaşayan Aramiler, MÖ. 2. Binyılın
büyük devletlerinin yıkılması ve bazılarının da zayıflamasından yararlanarak Eski
Yakındoğu’da pek çok yere yayıldılar. Orta Asur döneminde, devletin en büyük
sorunlarından biri Arami göçleridir. Kral Tiglat-pileser, Aramilerin yoğun göçlerini
durdurmak için 28 kez sefer düzenlemiştir. Sonunda Kuzey Suriye’deki büyüklü küçüklü
devletler Asurlular tarafından Mezopotamya siyasal alanı içine katılmış27 ve zamanla bu
devletler, Arami etkisi altında kalmışlardır. Fakat bu devletlere ait arşivler tamamen
kaybolduğu için bilgiler Orta Asur tabletleri ve İsrail peygamberlerinin kitaplarından
edinilmektedir. Bu bilgilere ışığında, Aramilerin kabileler halinde yaşayan bir topluluk
oldukları anlaşılmaktadır.
23
M. Ş. Günaltay, a.g.e., s. 134.
24
C. Bülbül, a.g.m., s.406-407.
25
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008, s.144.
26
K. Köroğlu, a.g.e., s.145.
27
Bülent İplikçioğlu, Ana Hatlarıyla Eskiçağ Tarihi, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2013, s. 97.
28
C. Bülbül, a.g.m., s. 408.
29
K. Köroğlu, a.g.e., s.147-148.
10
3.1 Bit-Gabbar (Sam’al, Zincirli)
Asur yıllıklarında Sam’al adı ilk olarak III. Salmanassar’ın (858-824) hükümdarlığı
döneminde görülmektedir. Bu yıllıklara bakıldığında, Asur kralı Salmanassar’ın Geç Hitit
Beylikleriyle yaptığı savaşta onları yendiği ve haraç aldığı anlaşılmaktadır.
Sam’al’ın bu yazıtlarda Asur devletine karşı Geç Hitit Beylikleriyle bir ittifak içine
girdiği görülmektedir.
30
H. Çeçen, a.g.t., s. 49.
31
N. Yıldırım, a.g.m., s.126.
32
H. Çeçen, a.g.t., s. 49.
33
H. Çeçen, s. 49-50.
11
Sam’al en parlak dönemini M.Ö. 832-810 yılları arasında yaşamıştır. Bu dönemde
tahtta Kilamuwa vardır ve bu kralın yönetimdeki ilk yıllarında vassal bir yapı sergilediği,
bağlı olunan yapının ise, Aramice karşılığı Dnnym olan Danunalar olduğu düşünülmüştür.34
Kilamuwa’ya ait olan ve Fenike dilinde yazılan kitabede, iki halktan söz eder ancak bu
halkların kim oldukları belirtilmemiştir. Yine aynı kitabede Sam’al kentinin yerli tanrılarından
da söz edilmiştir. Bunlardan bir tanesi Raqqap-El’dir. “Tanrı El’in araba sürücüsü” olarak
açıklanabilen bu tanrıya, Fenike dininde en üst makam verilmiştir.35 Kitabede tanrı Şamaş ve
tanrı Adad’ın da isimleri geçmektedir.
Sam’al bağımsızlığını sekizinci yüzyıla kadar sürdürmüştür. M.Ö. 743 yılında Asur
kralı Tiglat-pileser tarafından Asur egemenliğine alınmıştır.
900-880 Gabbar
880-870 Bānihu
870-850 Hayyān
850-840 Ša-īl
840-810 Kilamuwa
810-790 Qarli
34
N. Yıldırım, a.g.m., s. 126.
35
N. Yıldırım, a.g.m., s. 126.
36
N. Yıldırım, a.g.m., s. 127.
12
(RESİM 1, KEMALETTİN KÖROĞLU)
(Fırat’ın batısında yaklaşık 150 km mesafedeki Sam’al (Zincirli) kenti, Geç Hitit kültürünün
etkisiyle gelişmiş bir krallık merkeziydi. Arami göçlerinden sonra kentin nüfus yapısı değişmiş
ve Aramileşmiştir. Ancak buradaki kültür bu dönemde de Geç Hitit ve Assur etkisi altındadır.
Kentin kulelerle desteklenen güçlü surları ve içinde sütunlu girişleri olan Bit Hilani tipindeki
yapıları Geç Hitit özelliğinde inşa edilmiştir.)37
37
K. Köroğlu, a.g.e., s.145.
13
Asur kaynaklarında Bit-Zamani adına ilk olarak Asur kralı II. Tukultininurta (890–
884) döneminde rastlamaktadır.
“ …la, zamanın valisi, bana şöyle yazdı: ‘ Güçlü Nairi topraklarına …, kalbini dikti
dağların karşısına ….’ Efendim Assur’un yardımıyla Sivan ayında, ilk günü, Ili-milku
eponiminde, Ninive’den hareket ettim. Nairi topraklarına yürüdüm… Subnat Nehrindeki,
Kaşiyari Dağına geçtim. Bit-Zamanili adam Ammeba’li’ye ait Patiskun kentine yaklaştım. …
kurdum … karşı … çevresindeki iki kenti yıktım. Ülkesinin tahıl ve samanını … … ülkesinin
halkını öldürdüm. Onları yendim. Oğulları … çoğunu kılıçla yere devirdim. Ona merhametli
davrandım. Oğlu … . Onun hayatını kurtarmak için bana boyun eğdi ve ona merhametli
davrandım. … adamlarım içeride … Esirler … . Bronz, kalay, demir, çömlekler … … .
Adamlarımdan önce atlar, katırlar … kendim için aldım. Bit-Zamanili adam Amme-ba’li’ye
karşı merhametli davrandım. Onları terkedilmiş kentlere ve huzur dolu evlere yerleştirdim.
Ona, … heykeli önünde efendim Assur’a yemin ettirdim, … : ‘Düşmanlarıma atlarını
verirsen, tanrı Adad korkunç bir şimşekle ülkeni çarpsın!’ Tukulti-Ninurta zamanında onun
uzun stelleri ve iki kuribu-genii yapıldı ve onlar tapınağa getirildi. Duvarlara ön avludaki
tanrı Nunnamnir’i, kapıdaki tanrı Enpi’yi yerleştirdim. Bit-Zamanili adam Amme-ba’li’nin …
Nairi topraklarının aldığım gümüşün üçte ikisini tanrı …’ya verdim ve üçte birini sarayımda
kullandım. O zaman efendim, tanrı Assur’a 60 ördek ve diğer tavukları kurban ettim. ”38
Metinden anlaşıldığı gibi Asur kralı II. Tukultininurta Bit-Zamani kentine sefer
düzenlemiş ve burayı vassalı haline getirmiştir.
Asur kralı II. Asurbanipal (883-859) döneminde asıl hedef olarak Nairi (Yukarı Dicle)
görülmüş ve buraya seferler düzenlenmiştir. M.Ö. 886 yılında II. Asurbanipal Bit-Zamani
devletinin merkezi olan Amedi’yi kuşatmış fakat şehri ele geçirememiştir. III. Salmanassar
döneminde ise Anadolu’ya doğru yaptığı ilk seferde Bit-Zamani şehir devletini ele geçirdiği
anlaşılmaktadır.
886 Am-me-ba/pa-a’-li/la
879 İlāni
847 Bur-Ramman
38
H. Çeçen, s. 62.
14
799 Marduk-išmeani
768 Aplaia
762 Tāb-bēl
726 Marduk-bēl-usur
? Liphur-bēl
712 Šarru-ēmurani
? Aššur-bahianni
? Biadi-il
? Bēl-iqbi
Günümüz Hatay il sınırı içerisinde yer alan şehire Unqi adını bölgeye hakim olan
Aramiler, Luwice olan Pattina adını ise Yani Asur kralları kullanmıştır. Bu da Aramilerin
zaman içerisinde kentin adını değiştirecek kadar egemen nüfus hâline gelişine işaret
etmektedir.39 Asur kralı III. Adadnari’den sonra Pattina kullanımı azalmış ve metinlerde
yalnızca Unqi adı kullanılmıştır.
Unqi M.Ö. 745 yılında Asur tahtına çıkan III. Tiglat-Pileser’in, M.Ö. 738’de
Urartular’ın güneyde egemenlik kurma çabalarını engellemek için gerçekleştirdiği seferinde
geçmiş ve bu kayıtta kral, Unqi bölgesini tamamen ele geçirdiğini belirtmiştir.40 Bu bölgede
olası bir isyanın önüne geçmek için de Unqi Krallığı’nı dörde bölmüştür. Bunlar, Unqi,
Santal, Yaudi ve Patin olarak geçmektedir.
Asur kralı III. Tiglat-pileser döneminde Unqi kralı Tutammu, yaptıkları dostluk
antlaşmasına göre davranmamış ve Asur devletine karşı bir politika izlemiştir. Bunun üzerine
III. Tiglat-pileser Unqi Krallığı’na bir sefer düzenlediği ilgili metinlerde geçmektedir.
39
H. Çoban, a.g.m., s. 97.
40
N. Yıldırım, a.g.m., 128.
15
“Unqi kralı Tutammu bağlılık antlaşmasını hiçe saydı. Hayatının geri kalanında,
seferim esnasında bana danışmadı, beni öfkelendirdi. 5) Tutammu (ülkesindeki) soylularla
güçlerini birleştirdi. Ben onun kralî kenti olan Kinalia’yı ele geçirdim …”41
Metinden de anlaşılacağı gibi Asur kralı Unqi Krallığı üzerine yaptığı seferi kazanmış
ve buradaki yöneticileri Asur’a sürmüştür. Boş kalan şehri yönetmeleri için iki tane yönetici
görevlendirmiştir.
II. Sargon’un İsrailliler üzerine gittiği seferin ardından göçe zorlanan halk bu bölgeye
yerleştirilmiştir. Krala ait yıllıklardan, Asur egemenliğine son vermek için bölgede çıkan
isyanları başarılı bir şekilde bastırdığı görülmektedir. Unqi’nin bu dönemde yönetici listesi
şöyle sıralanabilir:
830 Surri
829 Sassi
740 Tutammu
Asur kralı II. Asurbanipal (M.Ö. 883-859) döneminde Bit-Bahiyani şehrine yeni bir
sefer düzenlendiğini ve vergiye bağlandığı yine kral yıllıklarda geçmektedir.
“Iyyar ayının 8’inde, Kalah’tan yola çıktım. Dicle Nehri’ni geçtim ve Hatti ülkesinde
Kargamış şehrine ulaştım. (Sonra) Bit-Bahiyani’ye girdim. Bit-Bahiyani kralının altın,
41
N. Yıldırım, a.g.m., 128.
42
N. Yıldırım, a.g.m., s. 129.
16
gümüş, bronz, savaş arabaları, süvariler ve atlardan oluşan haracını aldım…Bit-
Bahiyani’den yola çıktım.”43
III. Salmanassar (M.Ö. 858-824) dönemine ait yıllıklarda ise Urartu’ya yaptığı bir
sefer dönüşünde Bit-Bahiyani kralı Asu’yu yendiği görülmektedir.
Bit-Bahiyani hakkındaki son bilgiler Asur kralı II. Sargon (M.Ö. 722-705) dönemine
aittir. Bu dönemde Asur kralı II. Sargon’un Urartu şehrindeki olası bir isyan hazırlığı için
Guzana şehrinden destek beklediği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Babil sürgünüyle getirilen
insanların Guzana bölgesine yerleştikleri görülmektedir.
894 Abi-Salamu
Sassu
Asu
763 Bur-Sagale
727 Bēl-Harran-bēli-uṣur
706 Mutakkil-Aššur45
3.5 Bit-Burutaş
Anadolu’daki şehir devletleri içinde en batıda Tabal memleketi yer alır.46 Tabal adı
Yeni Asur devleti tarafından özellikle M.Ö. 8. yüzyılda kullanılmıştır. Günümüz Kayseri,
Niğde ve Nevşehir il sınırları içerisinde yer alır. M.Ö. 721-713 yıllarında Tabal Krallığının
tahtında oturan Ambaris’in II. Sargon’un gücüne karşı koyamayarak yaptığı antlaşma
sonrasında, bu coğrafyada kurulan Arami krallığın adı Bit-Burutaş olarak adlandırılmıştır.47
Bu tarihten sonra Aramili kabileler tarafından yönetilen kent, yoğun bir şekilde Asur etkisi
43
H. Hande Duymuş Florioti, Eski Yakındoğu Üzerine Notlar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2016, s. 175.
44
H. Florioti, a.g.e., s. 178.
45
N. Yıldırım, a.g.m., s. 130.
46
C. Bülbül, a.g.t., s. 92.
47
N. Yıldırım, a.g.m., s. 125-126.
17
altında kalmış ve Arami kültürünü tam olarak yaşatamamıştır. Bu Arami kentiyle birlikte
Aramilerin Orta Anadolu’ya kadar geldikleri görülmektedir.
Hama prensliği M.Ö. 11. Yüzyılda kuzeydeki Arami kent devletleri arasında en güçlü
olanıdır. M.Ö. 10. Yüzyılda Şam Prensliği güçlenip etkinliğini arttırana kadar Arami
egemenliği devam etmiştir.
Şam Aramileri’nin bilinen ilk kralı I. Razon’dur. Soba Aramileri’nin son prensesi
Hadader’in generallerinden olan Razon, bu prensliği yıkan Davud’un oğlu ve halefi Süleyman
(970-930) zamanında Şam’a çekilerek buradaki Aramileri bir araya toplamış, burada
Süleyman’ın ölümüne kadar İbraniler’le çarpışmıştır.48 Razon’dan sonra gelen Tabrimon ve I.
Ben-Hadad, Mısırlılar ile Asurluların iç karışıklıklarla uğraşmasını ve İbraniler’in de
Süleyman’dan sonra ortaya çıkan karışıklıklar sonucunda ikiye ayrılmasını fırsat bilerek
topraklarını genişletmişlerdir. I. Ben-Hadad İsrail Hükümeti’ne ait olan Filistin’in kuzeyini
istila etmiş ve İsrail kralını başkentte bir Arami mahallesi yapılması için zorlamıştır. Bundan
sonra Şam Aramileri ile Filistin İbranileri arasında zaman zaman birbirlerine üstünlük
sağladıkları çatışmalar olmuştur.
48
C. Bülbül, a.g.t., s. 82.
18
Asurnasirpal Fırat boylarında ve Biblos eteklerinde görünmesinin Suriye ve Filistin
prenslerine nasıl bir korku saldığı anlaşılabilir.
Büyük bir ihtimalle, İsrail kralı da, Asurlular’ın uyandırdıkları korkunun tesiri altında
amansız düşmana karşı birlik kurmak ümidiyle, esir etmiş olduğu Hadadezer’i serbest
bırakmıştır.Fakat, Suriye ve Filistin prenslerini korkutan büyük tehlike Asurnasirpal
zamanında değil, oğlu ve halefi III. Salmanassar ( 858-824) devrinde başgösterdi49
III. Salmanassar, MÖ. 854 tarihinde Halep ve Kargamış üzerine yürüdüğü zaman
bütün Suriye ve Filistin büyük bir endişeye kapıldı. Bunun üzerine Hama kralı Suriye-Filistin,
Kilikya ve Fenike prenslerini güçlerini birleştirmeye çağırdı. Bu birliğe Şam kralı Ben-Hadad,
İsrail kralı Akhab olmak üzere 12 Hitit prensi de katılmıştır. Hama Krallığı idaresindeki
Karkar’da Asurluları durdurmak istemişlerse de başarılı olamamışlardır. III. Salmanassar bir
yazıtında Karkar savaşını anlatırken; “Bir yıldırım tanrısı gibi tufanı andıran yağmurlar
yağdırdım. Düşmanların ölülerini yığarak Orontos (Asi) ırmağının yatağını
değiştirdim” demektedir.50
Asurlular bölgeden çekildikten sonra Aramiler ile İsrailoğulları arasında barış sedece
üç yıl sürdü. Aralarında çıkan savaşta İsrail kralı ölmüş, Yahuda kralı ise zorlukla Kudüs’e
kaçabilmişti.
M.Ö. 849 yılında Asurlular tekrar Hama Aramileri’nin üzerine yürümüşlerdir. Hama
kralına, Şam kralı ve Hitit ülkesinin 12 kralı destek vermiş olsa da Asur ordusuna mağlup
olmuşlardır. Asurluların bölgeden çekilmesiyle, Aramiler ile İsrail Krallığı arasındaki barışta
çok uzun sürmemiştir. İsrail kralı Akhab, Yahuda kralı Josefat ile birlikte Şam Aramileri’ne
karşı savaşmış fakat bu savaşta Akhab hayatını kaybetmiş, Josefat ise zorlukla Kudüs’e
sığınabilmişti.
Asur tehlikesi baş gösterdiğinde birlik olup mücadele eden İsrail Krallığı ile Aramiler,
tehlike geçtiğinde yeniden birbirleriyle mücadele etmeye başlamışlardır.
Asur kralı III. Salmanassar bir fırtına gibi esip geçtiği bu döneme, oğullarının
arasındaki mücadeleler yüzünden ara vermiş ve Asurlular’ın bu boylarda görünmemesi
bölgedeki yerli prensliklerin yeniden birbirleriyle mücadele etmesine olanak sağladı. Şam
Aramileri, Asur saldırısının duraklamasından faydalanarak, İsrailoğullarıyla anlaşarak yeni
tehlikeleri önlemeye çalışmak yerine onlarla mücadele yoluna gitmiştir. Bu çarpışmalar
49
C. Bülbül, a.g.t., s. 83.
50
C. Bülbül, a.g.t., s. 83.
19
sonucunda İsrail kralı Maverayı-Ürdün bölgesini kaybetmiş, İsrail’in durumu Şam
Aramileri’nin karşısında daha da kötü olmuştur. Şam Aramileri kısa sürede bölgede üstünlük
sağlamıştır. Bu üstünlük, II. Ben-Hadad dönemine kadar sürmüştür. II. Ben-Hadad bu
üstünlüğü koruyamamış ve güç kaybetmiştir. Şam kralı II. Ben-Hadad’ın Hama kralına karşı
kurduğu birlik başarılı olamadı. Hama kralı Zakir, Şam kralı Ben-Hadad’ın başkanlığı altında
üzerine yürüyen Sam’al ve Malatya prensleriyle beraber on prensin birleşmiş ordularını
perişan ederek Ben-Hadad kalesini kuşatmadan kurtardı.51
“Hatti ve Amurru memleketlerini baştan başa itaat altına aldım. Tir, Sidon
siteleriyle, İsrail, Edom ve Filistin memleketlerini ağır vergilere saldım”
Fakat III. Adadnari burada çok fazla kalamadı. İmparatorluk içinde ortaya çıkan
karışıklıklar, Aramilerin Asur memleketine akınları yüzünden Suriye-Filistin bölgesinden geri
çekilmek zorunda kalmıştır.
51
C. Bülbül, a.g.t., s. 86.
20
4. ARAMİ KÜLTÜRÜ
4.1 Arami Dili
Aramice M.Ö. 2000 yıllarında Suriye’de ortaya çıkmış ve buradan Anadolu, Kuzey
Mezopotamya, İran, Yunanistan, Mısır, İsrail gibi bölgelere yayılmıştır. Arami diline
bakıldığında Sami dil ailesinin batı grubuna mensup olduğu görülmektedir. Çok geniş bir
coğrafyaya yayılması ve uzun süre topluluklar tarafından kullanılmasından dolayı birçok
lehçeye ayrılmıştır. Göçebe bir toplum olan Aramilerin Yakındoğu tarihinde bu denli önemli
bir yere sahip olmalarının sebebi de budur. Eski Mezopotamya tarihine bakıldığında
Amoritler, Sutular gibi diğer göçebe grupların dillerinin yalnızca bu gruplarca konuşulduğu,
bölgenin kültürel gelişimine herhangi bir katkıda bulunmadıkları görülür.52 Ama Aramice
sadece Aramiler tarafından kullanılmamış, çok geniş bir coğrafyaya yayılarak farklı toplumlar
tarafından da kullanılmış ve Akadcanın yerine geçmiştir. Aramicenin bu kadar geniş bir alana
yayılmasının başlıca nedeni, alfabetik yazının çivi yazısına göre oldukça basit oluşu ve ortak
veya benzer dilbilgisi özellikleri sebebiyle diğer Sami dillerini konuşan halklar tarafından da
kolayca anlaşılabilmesidir. Kenanca’ya çok yakın bir dil olan Aramice’nin M.Ö. 1000
yıllarından sonra hemen hemen her yere yayılmasına rağmen (bu dil hatta daha sonra Pers
yazışma dili olmuştur), tüm Suriye bölgesinin sakinleri, hiçbir zaman bir birlik
oluşturamamışlardır.53
Aramice, Kenanca (Fenikece ve İbranice) ile aynı dil ailesine mensuptur. Dil bilgisi
bakımından aynı özellikleri taşımaktadırlar. İbranice ile arasında yüzeysel bir ses farkı vardır
ve Fenikece pek çok sözcüğü bünyesinde barındırır.54 Aramca ve İbranice arasında ses
bakımından görülen yüzeysel farklılık, büyük ölçüde MÖ. 13. Yüzyıldan itibaren, bilinen
bütün Kuzeybatı Sami dillerde ortak olan aksan değişikliğinden kaynaklanmıştır.55
52
H. Çeçen, a.g.t., s.63.
53
B. İplikçioğlu, a.g.e., s.97.
54
H. Çeçen, a.g.t., s.63.
55
C. Bülbül, s. 416.
21
Aramicenin ne kadar geniş alanlara yayıldığını Eski Ahit’te de görebiliriz. Asurlu
temsilci M.Ö. 710 yılında halka yaptığı konuşma sırasında Yahudalılar şöyle der:
Aramice yayılmaya başladığı M.Ö. 2000 yılından beri Önasya’da diplomatik dil olarak
kullanılarak doğuda Akadcanın, batıda ise Yunancanın önüne geçmiştir.
Bazı lehçeleri günümüze kadar gelmeyi başarmış olan Aramice’nin gelişim evresiyle
ilgili olarak kesin olmamakla birlikte Joseph. A. Fitzmyer’ın tezi genel kabul görmektedir.
Bunlar, Eski Aramice, Anadolu, Suriye, Filistin ve Mezopotamya kaynaklı Demir Çağı
yazıtları (onuncu ve yedinci yüzyıl arası); Resmi Aramice (altıncı ve üçüncü yüzyıl arası);
56
Tevrat, İkinci Krallar Bölümü.
57
K. Köroğlu, a.g.e., s.146.
58
Ali M. Dinçol, ’Aramice’’, İslam Ansiklopedisi, 3. Cilt, İstanbul, 1991.
59
K. Köroğlu, a.g.e., s.146.
60
H. Çeçen, a.g.t, s.64.
22
Orta Aramice (ikinci yüzyıl ve M.S. 2. Yüzyıl arası), Geç Aramice (M.S. 3. Ve 8. Yüzyıl
arası) ve Modern Aramice’dir.61
Arami diliyle yazılmış en erken tarihli metin bugünkü Türkiye-Suriye sınırındaki Tel
Halaf – Guzana’da bulunan tek satırlık bir yazıdır. Anadolu’da Aramice asıllı belgeler en çok
Sam’al, günümüz Gaziantep-Zincirli bölgesinde bulunmuştur. Sam’al kralı Kilamuwa’nın iç
ve dış politikada kendisini övdüğü yazıt M.Ö. 9. Yüzyıla tarihlenir. Bu yazıt Fenike dilinde
olmakla beraber, yazıt içerisinde krali soyağacı için oğul anlamında kullanılan ‘bar’ (br)
sözcüğünün Aramice olduğu öne sürülür.62 Arami krallarının yazıtlarında Fenike dilini
kullanmaları Aramice’nin henüz olgunlaşmadığını göstermektedir.
Eski Arami diliyle ilgili son keşif İsrail’in kuzeyinde bulunan Tel Dan stelidir. Bu taş
üzerinde tamamlanmamış on üç satırlık bir yazıttır. Yazıtta büyük olasılıkla Hazael olan bir
Arami kralının İsrail kralının ve Davut’un kraliyet evindeki zaferleri anlatmaktadır.
Aramice ayrıca Eski Ahit ve Yeni Ahit gibi kutsal metinlerde de kullanılmıştır. Eski
Ahit’in “Ezra’nın Kitabı” ve “Eyüb’ün Kitabı” bölümleri Aramice yazılmıştır. Yunanca
İncil’de de Aramice bazı sözcüklerin olduğu söylenmektedir. Aramice’nin alt lehçelerinden
birisi olan Filistin Aramicesi’nin Hz. İsa’nın konuştuğu dil olduğu düşünülmektedir.
Aramiceye Yahudilik ve Suriye Hıristiyanlığı gibi dinlerin yanı sıra Mandaizm ve Maniheizm
gibi dinlerin literatürlerinde de rastlanmaktadır.63
Büyük İskender’in fetihleriyle birlikte Aramice resmi statüsünü kaybetmiş olsa da,
Nabatean Krallığı, Palmira, Edessa (Urfa) gibi bölgelerde değerini korumaya devam etmiştir.
61
H. Çeçen, a.g.t., s.65.
62
H. Çeçen, a.g.t., s.65.
63
H. Çeçen, a.g.t., s.68.
23
4.2 Aramilerde Sosyal ve Kültürel Hayat
M.Ö. 2000’li yılların ortalarından itibaren Ön Asya tarihinde önemli bir yere sahip
olan Aramiler; Asya, Avrupa ve Afrika ticaret yollarını ellerinde bulunduruyorlardı. Bu
durum Ön Asya’da Aramileri önemli bir yere getrmiş ve medeniyet yayan bir kavim haline
getirmiştir.
Aramiler, Sümerlerde olduğu gibi sosyal ve dini alandaki gelişmelerini milli birliğe ve
kimliğe kavuşturamamışlardır. Bu yüzden geniş bir alana yayılan Arami boylarının, kaderleri
de farklı çizilmiştir. Çünkü bu boyların yerleştikleri bölgeler birbirlerinden farklı coğrafyalara
sahiptir. Akdeniz kıyılarına yakın yani batı bölgelerine yerleşen boylar verimli topraklara
sahip iken, Fırat boylarına yani doğuya yerleşenlerin daha kurak ve verimsiz topraklara sahip
olduğu görülmektedir.
Aramilerin maddi kültür ve sanatsal alanındaki bilgiler Zincirli, Tel Halaf ve Hamat
gibi yerleşim merkezlerinden elde edilmektedir.
24
4.3 Aramilerde Din
Her Arami Krallığının ayrı bir panteonu olmasına karşın, Hitit ve Suriye gibi
Yakındoğu’nun diğer toplumlarında da büyük saygı duyulan ünlü Fırtına Tanrısı Hadad 65
en
büyük tanrı konumundadır. Aramice yazıtlarında hemen hepsinde Tanrı Hadad’dan övgüyle
bahsedilir. Batı Sami toplumlarının hepsinde eşit derecede saygı gören Hadad, önemini
Hristiyanlık dönemine kadar sürdürmüştür. Aramiler Tanrı Hadad’ı genellikle bir boğanın
üzerinde, şimşeklerle donanmış bir şekilde tasvir edilmiş ve Bit Bahiyani Aramilerince
“Habur’un Efendisi” olarak anılmıştır.
Demir Çağı’nda en ünlü Sami tanrıçası olan ve aslan başıyla tasvir edilen Biblos ve
Sidon’un eşi Astarte, Mezopotamyalı İştar’ın Batı Sami dünyasındaki karşılığıdır. Klasik
dönemin “Suriye Tanrıçası” Atargatis kültü de Tanrıça Astarte’yle ilişkilidir. Astarte’nin
erkek formu olarak düşünülen Atar da Aramiler arasında saygı gören, Arpad / Bit Agusi Kralı
Attar-şamak’ ın da ismini taşıdığı bir tanrıdır.66
Aramiler arasında ortak bir kült olan Aramice adı Sahr olan Ay Tanrısı Sin’e
Samilerin yanı sıra, Persler, Yunanlılar ve Romalılar da tapınmıştır. Bu kült M.Ö. 2000 yılına
kadar götürülebilir. M.Ö. 539 yılından sonra farklı isimlerle varlığını devam ettirmiştir. Kuzey
Mezopotamya.’daki yarı göçebe halklar için önemli bir yere sahip olan Ay Tanrıçasının
sembolü hilaldir. Mezopotamya ve Kuzey Suriye’de bulunan birçok kabartmada bu sembolün
kullanıldığı görülür. Bereket Tanrısı, Göğün Tanrıçası gibi isimler de almıştır.
64
C. Bülbül, a.g.t., s. 104.
65
H. Çeçen, a.g.t., s. 74.
66
H. Çeçen, a.g.t., s. 75.
25
ve koyun kurban edildiğinden bahsedilmiştir. Bununla beraber Aramilerle ilgili diğer dini
ritüeller bilinmemektedir.
26
Aramilerin daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığı kabul ettikleri ve günümüz
Süryanilerin ataları olduklarına dair görüşler vardır. Bu görüşlerin temelinde dini anlayış
yatmaktadır. Dayandığı temel dayanak ise Süryanilerin konuştukları dilin Aramca olmasıdır.
Bu görüşe göre; Süryaniler Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın oğlu Aram’ın soyundan gelmektedirler.
Aramiler, İncil’in müjdesi yayıldığında Hristiyanlığı Suriyeli müjdecilerden kabul ettiklerinde
putperestlikte kalan Aramiler’den ayrılıp “Süryani” adı altında mezhep kabul etmişlerdir.67
Süryani Hristiyanlığın tarihi, günümüz Şanlıurfa sınırları içinde yer alan Edessa
kentinde, Süryaniler için önemli olan Abgar öyküsüyle başlamıştır. Öyküde, hem Süryani
kilisesinin havarilere dayandığı, hem de Süryanilerin Arami halkına bağlı olduğu
anlatılmaktadır.68
Hz. İsa, Kral Abgar’ın teklifini kabul edememiş fakat kralı iyileştirip ona “yaşam
bağışlamak” için öğrencilerden birini Edessa’ya yollayacağına söz vermiştir. Bu sözün
anlamı, havari Tomas’ın Hz. İsa’nın göğe yükselişinden sonra öğrencisi Addai’yi Abgar’a
göndermesi demektir. Kral Abgar, Addai’yi bir düşte Hz. İsa’nın söz verdiği öğrenci olarak
görmüştür. Addai, Kral Abgar’ı iyileştirdikten sonra kral da dahil olmak üzere birçok Edessalı
ile birlikte Hristiyanlık inancına geçmiştir.
67
İbrahim Özcoşar, 19. Yüzyılda Mardin Süryanileri, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kayseri, 2006, s.15.
68
Mutay Öztemiz, II. Abdülhamit’ten Günümüze Süryaniler, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2012, s. 14.
69
Kudüs.
27
(RESİM 3, YAKUP TAHİNCİOĞLU)
28
İKİNCİ BÖLÜM
“Suryoyo” yani “Süryani” adının ilk defa ne zaman ve nasıl kullanıldığı sorunu Süryani
tarihçiler ve bilim insanları arasında hala tartışma konusudur. Bu konuda çeşitli görüşler öne
sürülmüştür. Bu görüşler, kaçınılmaz olarak birbirinin aynısı olma eğilimini taşımaktadır.
Süryani adının kökenini üç başlık altında incelemek mümkündür. Bu başlıklar; coğrafi
yaklaşım, tarihi olay ve kişileri temel alan yaklaşım ve filolojik yaklaşımdır.
Bu yaklaşıma bakıldığı zaman iki görüş karşımıza çıkmaktadır. İlk görüşe göre
Süryani adı, Lübnan’ın “Sur” (Fenikeliler’in başkenti) şehrinden gelmektedir. Hz. İsa’nın
havarilerinin Sur şehri ve çevresinde oturduklarından dolayı bölge halkı “Surin Süryani”70
tabirini kullanmaktaydı. Sur şehri ile ticari ilişkiler kuran Yunanlılar bölgede yaşayan
Hristiyanları Süryani olarak isimlendirmiş, daha sonrasında ise tüm sahil bölgesi için
kullanılmıştır.
İkinci görüşte Süryani adı Suriye ile ilişkilendirilmektedir. Buna göre Aramilerin
memleketi, İskender’in halefleri tarafından ele geçirildikten sonra ismi “Suriye” olarak
değiştirmiş ve burada yaşayan halka da Süryani denilmiştir.71 Bir diğer görüşe göre ise;
Suriye ismi, bölgeyi ele geçire Kilikos’un kardeşi Suros’dan gelmektedir. Buna görüşe göre
Süryani adı, Suriye’de yaşayan halkı ifade etmektedir.
Bir de “Süryani Kadim” tabiri vardır ki, bu tabirin doğuş tarihi 1845’dir. 1782
tarihinde Tek Tabiat taraftarı Süryaniler arasında bir patrik seçimindeki anlaşmazlıktan
dolayı, Mihayel Carve’nin liderliğindeki bir gurubun Roma Katolik Kilisesi’ne bağlanması ve
1845’de Osmanlı idaresince tanınması üzerine geleneksel Antakya Patrikliği’ne bağlı
kalanlara, kendilerini Katoliklerden ayırabilmek için “Kadim Süryaniler” ismi verilmiştir.72
70
Nesim Doru, Doğu’dan Batı’ya Köprü Süryaniler, Dipnot Yayınları Ankara, 2007, s.13.
71
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 13.
72
Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi C. 1, Yaylacık Matbaası, İstanbul,1987, s. 2.
29
Asur ırkından olan Nasturiler; Batı Süryanileri derken ise, tarihi Antakya Kilisesi’ne dayanan
ve Arami ırktan olan Süryaniler kastedilmektedir.
Diğer bir görüşe göre Süryani adı, M.Ö. 1500-1400 yılları arasında Antakya şehrinin
kurucusu, Mezopotamya’da hüküm sürmüş olan Arami Kralı Suros’tan gelmektedir.
Bu yaklaşımdaki son görüş ise Süryani adının Hz. İbrahim’in sülalesinden gelen
Dadanoğlu Asur veya Asurun’dan geldiğidir.
Son yaklaşım olan filolojik yaklaşıma göre, Suriye ve Süryani sözcükleri Asur adından
gelmektedir. Asurluların ülkesine, Yunanlılar tarafından kelimenin sonuna “Y” harfi
eklenerek “Asurya” denilmiş, sonrasında kelimenin başındaki “A” harfi düşerek Surya’ya
dönüşmüştür.
73
Süryanicede Sirus
74
N. Doru, a.g.e., s. 13.
75
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 15.
30
5.4 Süryaniler Aramidir
Bu görüşü savunan tarihte birçok yazar vardır. Örneğin, M.Ö. 151-135 yılları arasında
yaşamış bugünkü Suriye’de bulunan Apamea’da doğmuş olan Yunan düşünür ve tarihçi
Posidonius, “Biz Yunanlıların” olarak adlandırdığı halk, kendilerini ‘Arami’ olarak
adlandırır.76 Roma vatandaşı Yahudi tarih yazarı Flavius Josephus da “ Aram’ın Aramileri
vardır, Yunanlılar onlara ‘Suriyeli’ demektedir. Yunanca terimler olan “Süryaniler” ve
“Süryanice” zamanla Aramice olan “Aramlar” ve “Aramice” terimlerinin yerini aldı.77
Süryanilerin Arami ve Aramice alarının yerin Süryani ve Süryanice’yi kullanmalarının
temelinde Arami ve Aramice’nin putperestlik dönemini anımsatmasıydı.
76
M. Öztemiz, a.g.e., s. 11.
77
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 15.
78
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 16.
79
M. Öztemiz, a.g.e., s. 11-12.
80
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 16.
31
kiliseler girmektedir: Süryani Ortodoks Kilisesi, Süryani Nasturi Kilisesi, Maruni Kilisesi,
Keldani Katolik Kilisesi, Süryani-Katolik Kilisesi, Süryani Melkit Kilisesi.
Süryaniler’in atası olarak görülen Aramiler M.Ö. 14. Yüzyılda Suriye’nin doğusunda
görünmeye başlamıştır. Sami göçleriyle bölgeye gelmiş ve buralarda birbirinden bağımsız
şehir devletleri kurarak örgütlenmişlerdir. Büyük Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra,
M.Ö. 1880 yıllarında Önasya’ya hakim olan Aramiler, Suriye kuzeyindeki Yeni Hitit Krallığı
ile Asurlular’ı, Mısırlılar’ı yıpratmışlar ve kuzey Suriye’den başlayarak Ürdün nehrine kadar
uzanan topraklarda yerleşmeye başlamışlardır.81
Hititler’le Mısırlılar arasındaki Kadeş Savaşı (M.Ö. 1296) sonrasında, doğmuş olan
barış ortamından faydalanarak, buralarda yerleşik hayata geçen Aramiler, M.Ö. 11. Yüzyıldan
7. Yüzyıla kadar bölgedeki devletlerin birbirine üstünlük sağlayamaması sebebiyle küçük
prenslikler kurma fırsatı elde etmişlerdir. Askeri ve siyasi bakımından zayıf olan bu
prenslikler, bir süre sonra Asurluların egemenliğine girerek, Hristiyanlığın doğuşuna kadar
yabancı istilalar altında yarı göçebe bir hayat yaşamışlardır.
M.Ö. 63 yılına bölgeye geldiklerinde sosyal ve kültürel yönden kendilerine uygun bir
ortam bulan Romalılar kendi kültürlerini yaymakta çokta zorlanmadılar. Hz İsa’nın doğumu
yıllarında Helenizm öylesine kök salmıştı ki, halkın çoğu Aramca konuştığu halde, ticari ve
mesleki alanlarda Yunanca etkin bir şekilde benimsenmişti. Filistin şehirleri Jüpiter, Zeus ve
Artemis için yapılmış mabetleriyle, tiyatrolarıyla, stadyumlarıyla, gimnazyumlarıyla,
hamamlarıyla… kısaca bütün sosyal yaşantısıyla adeta Atina, Hellas, İyonya… şehirlerini
81
M. Çelik, a.g.e., s.4.
32
andırıyordu.82 Kısacası bölge sosyal yapısına bakıldığına Roma’nın bir parçasını
oluşturuyordu.
Hristiyanlık öncesi bölgenin dini durumu ise bölge siyasetiyle doğru orantılı olmuştur.
Bölgenin siyasi ve sosyal istikrarsızlığı inancı da etkilemiş ve milli bir birliğe ve değişmez bir
din sistemine ulaşamamışlardır. Bu dönemde bölgeye genel bir çerçeve çizildiğinde, üç çeşit
inanç sistemi görülür. Bunlar; politeist inançlar, Yahudilik ve sır dinleridir.
Siyasi bir birlikten uzak yaşamış Aramiler, ortak bir Arami Panteonuna da sahip
değillerdi. Bu yüzden yaşadıkları bölgelerde temas ettikleri Sümer, Akad, Asur, Hitit, Hurri
ve Mitanni inançlarından etkilenmişlerdir.
Bölgede yaygın olan politeist inanç ile Roma düşüncesiyle oldukça farklı olan
Yahudilik, Kudüs ve çevresinde etkin durumdaydı. Suriye ve çevresinde yaygın olan politeist
inancın aksine İsrailoğulları monoteist bir inanca sahiplerdi. Hz. Musa aracılığıyla Mısır
Esareti’nden kurtulan İsrailoğulları, Yeşu b. Nun zamanında bölgenin yerli halklarıyla
yaptıkları savaşlar sonucunda Kudüs’e yerleşmişlerdi.84
Bu dönemde yaygın olan bir diğer inanç sistemi ise Sır Dinleri’ydi. Resmi dinlerin
dini yönlerinden çok siyasi yönlerinin ağır basması halka çok heyecan vermiyordu. Buna
karşın halk çeşitli sıkıntılardan, bitmek bilmeyen savaşlardan usanmış ve ebedi hayati
müjdeleyen Sır Dinleri’nin kurtarıcı tanrılarına büyük ilgi göstermişlerdir. İmparatorluğun her
yanına yayılan Mitra, Osiris-İris, Kybele-Attis, Demeter-Dionysus kültlerinin yanında onların
bir benzeri olan Afrodit-Adonis (İştar-Temmuz) kültü de Filistin ve Suriye bölgelerinde
oldukça yaygındı.85
82
M. Çelik, a.g.e., s.5.
83
M. Çelik, a.g.e., s. 6.
84
M. Çelik, a.g.e., s. 7.
85
M. Çelik, a.g.e., s. 7.
33
6.2 Hristiyanlığın Doğuşu ve Yayılışı
Dünyanın önemli büyük dinlerinden biri olan Hristiyanlık, kökeni bakımından doğu
kökenli bir dindir. Hristiyanlık dininin kurucu olarak kabul edilen Hz. İsa Filistinli bir
Yahudi’ydi. Ona ilk inanan Havarileri de Yahudi asıllıydılar. Şüphesiz ki Hristiyanlık, Hz. İsa
döneminde yeni bir din olarak ortaya çıkmamıştı. Hz. İsa ve havarileri, yeni bir dinden ve
kiliseden bahsetmemişti. Hz. İsa, Hz. Musa’nın getirdiği Şeriat’ın hahamlar tarafından
bozulduğunu görmüş ve Şeriatı eski saflığına kavuşturmak için, onlarla mücadeleye
girişmişti.86 Yani, Hz. İsa yeni bir din getirmemiş, varolan ve bozulan dini düzeltmek
istemişti.
Hz. İsa’nın dünyadan ayrılmasından sonra, kendisine inanan onbir havarisi, O’nun
mücadelesini devam ettirme kararı almışlar ve böylece bu misyon Kudüs’ün dışına çıkmaya
başlamıştı. Hz. İsa bildirisini sadece ırkdaş ve dindarları olan Yahudilere yapmıştı. 87 Bu
yüzden de kendisine az sayıda taraftar bulabilmişti.
86
M. Çelik, Ortadoğu Mozaiği Süryanler ve Nasturiler, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırma Merkezi Yayınları,
Elazığ, 1996, s. 18.
87
Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi C. 1, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1987, s. 9.
34
Gün geçtikçe sayıları artan Hristiyanlar, bir süre sonra dini algıda bazı anlaşmazlıklara
düşmüşlerdir. Yahudi asıllı cemaat ile putperest asıllı cemaatin arasında anlaşmazlıkların
çıkmasında Pavlos’un faaliyetleri de etkili olmuştur. Bunun üzerine Kudüs Kilisesi, Petrus’u
Antakya’ya düzeni sağlamak için göndermiştir. Petrus M.S. 60 yılında Antakya’dan ayrılırken
düzeni sağlamış ve putperet ile Yahudi asıllı cemaate ayrı ayrı başkanlar tayin etmiştir.
Kudüs’ün M.S 70 yılında Roma tarafından tahrip edilmesi hem bir kısım Yahudi asıllı
Hristiyan’ın Antakya’ya göç etmesine hem de Antakya’nın Hristiyan aleminin lideri olmasına
sebep olmuştur.88
88
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 18.
89
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 18.
90
Diğerleri Roma ve İskederiye’dir.
35
inzivaya çekilen Pavlos’u alıp buraya getirir. Burada bir yıl kalıp cemaati organize ederler.
Yahudi baskısından uzak olmaları ve bölgedeki insanların Roma vatandaşı ayrıcalığına sahip
olmaları, Pavlos ile Barnabas’ın çalışmaları sonucu cemaatin sayısının hızla artmasına sebep
oldu. Giderek güçlenen ve sayıları artan cemaat, kendilerini ayırt edebilmek için ilk defa
“Hristiyan” adını kullanmaya başladılar.
Her ne kadar Kayserili Eusebius, Petrus’un M.S. 37 tarihinde, bazı eski kayıtlarda da
M.S. 43’de buraya gelerek Antakya Kilisesi’ni kurduğunu söylüyorlarsa da; burada Yahudi
asıllı Hristiyanlarla, putperestlikten dönenler arasında sürtüşmeler çıkıp, Kudüs Havariler
Konsili (M.S. 51) sonrasına kadar düzenli bir kiliseden bahsetmek mümkün değildir.91 Ancak
Pavlos’un buradaki faaliyetleri cemaat arasındaki ayrılıkları arttırınca, Kudüs Kilisesi M.S. 52
yılında Petrus’u buraya gönderir ve M.S. 60 yılına kadar burada kalır. Petrus M.S. 60 yılında
buradan ayrılırken, kendisi Yahudi asıllı cemaatin başına Iğnatius Nurani’i, Pavlos’da
putperest asıllı cemaatin başına Arami asıllı Afudyos’u kendine vekil olarak tayin eder.92
Böylece, Süryani ve birçok Batı kaynaklarına Antakya Kilisesi’nin ilk patriği olarak
Petrus, ölümünden sonra ikinci patrik olarak Efudyos ve onun ölümünden sonra da üçüncü
patrik olarak İğnatius Nurani geçmiştir. Ancak bu dönemde Antakya Kilisesi için bağımsız bir
piskoposluktan bahsetmek mümkün değildir. M.S. 68 yılında Roma İmparatoru Neron
döneminde Efudyos’un katledilmesinden sonra, bütün idareyi Iğnatius Nurani eline almıştır.
Antakya Kilisesi’nin piskoposluk rolüne bürünmesi bu döneme rastlar. M.S. 70 yılında
Kudüs’ün Titus tarafından tahrip edilmesi ve buradaki cemaatin Doğu Ürdün’de bulunan
Pella’ya göç etmesi ve Roma’nın bakılarından dolayı misyonerlik faaliyetlerine ara vermesi
Antakya Süryani Kilisesi’nin Hristiyan aleminin lideri olmasına zemin hazırladı. Kısa bir süre
sonra Kudüs cemaatiyle bağların yavaş yavaş kopması, cemaat üyelerinin çoğunun Roma
vatandaşı imtiyazına sahip olması Antakya Süryani Kilisesi’ni güçlendirdi. Misyon
faaliyetlerinin merkezi Kudüs’ten Antakya’ya kaymıştır. Antakya cemaatinin başkanı olan
Iğnatius Nurani de bölgenin en büyük lider olarak “Suriye Episkoposu” ünvanını kullanmaya
başlamıştır.93
İdareyi tamamen ele geçirdikten sonra Nurani, ilk iş olarak Antakya’da yaşayan
Yahudi asıllı halk ile, putperest asıllı halk arasındaki anlaşmazlıkları giderdi. Anadolu’daki
91
M. Çelik, a.g.e., s.34.
92
M. Çelik, Ortadoğu Mozaiği Süryaniler-Nasturiler, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırma Merkezi Yayınları,
Elazığ, 1996, s. 20.
93
M. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi C. 1, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1987, s. 35.
36
tüm kiliselere bu anlaşmazlıklara son vermeleri gerektiğine dair mektuplar gönderdi.
Ardından kurduğu misyoner teşkilatıyla Anadolu, Urfa, Mezopotamya, Suriye ve Filistin
bölgelerindeki misyon çalışmalarına hız verdi. Misyon faaliyetleri sonucunda, Hristiyanlığa
inananlar artarak kilisenin güçlenmesine sebep oldu. Iğnatius’un misyonerlik faaliyetleri bir
süre sonra huzursuzluk yaratmaya başladı ve İmparator Trajan’a şikayetler gitti. Bunun
üzerine imparator, Doğu Seferi’ne gittiği sırada Antakya’ya uğrayarak, Iğnatius’u zincire
vurdurup Roma’ya gönderdi.
M.S. 191 yılında patrik seçilen Serefiyon döneminde, Antakya Süryani Kilisesi
Başpiskoposluk karakterine bürünmeye başladı. Bu dönemden itibaren bölge kiliseleri
arasında çıkan görüş farklılıkları üzerine toplanan konsillerde Antakya piskoposunun
başkanlık ve hakemlik yapması, zaman zaman bölge kiliselerine piskopos takdis ederek
ataması, gün geçtikçe Antakya Süryani Kilisesi Suriye’nin bütün Doğu’da manevi bir
üstünlük elde etmesini sağlar. Nihayet Patrik Fitalyos döneminde Antakya Süryani Kilisesi
Suriye, Mezopotamya ve Anadolu’daki kiliseleri idari yönden kendi çatısı altında tek elle
yönetilen merkezi bir idareye kavuşturmuştur.95
94
M. Çelik, Ortadoğu Mozaiği Süryaniler-Nasturiler, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırma Merkezi Yayınları,
Elazığ, 1996, s. 21.
95
M. Çelik, a.g.e., s.21.
37
6.2.2 Ökümenik Patriklik Haline Gelişinden Günümüze Süryani Kilisesi
Pavlos’un faaliyetleri neticesinde evrensel bir nitelik kazanan Hristiyanlık, Roma
İmparatorluğu’nun özellikle Doğu bölgelerinde hızla yayılmaya başladı. Putpereslik inancına
sahip başta kadınlar olmak üzere ezilenler, yoksullar ve köleler çıkış yolunu bu yeni inançta
buldular. Yeni din ezilenlerin dikkatlerini erdemli olmaya yöneltiyor ve bu dünyada çekilen
çilelerin sonunda, ölümün ötesindeki sonsuz ve huzurlu yaşama çeviriyordu.
Üç kıtada geniş bir yayılım gösteren Roma İmparatorluğu’nda farklı ırk ve kültürden
oluşan insanlar arasında herhangi bir din birliği bulunmuyordu. Roma İmparatorluğu bu
devirde farklı dinlere mensup insanlara karşı nadir görülen bir hoşgörü içindeydi fakat
devletin çıkarları söz konusu olduğunda çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir. Nitekim
Hristiyanlık inancı da, diğer inançlar gibi, devletin bu hoşgöründen faydalanmıştır.
İmparator Diocletian Dönemi (M.S. 284-305)’ne kadar bazen sert, bazen yumuşak
geçmek üzer zulüm ve baskılar devam etti.97 İmparator önceleri Hristiyanlara karşı
hoşgörülüydü. Öyle ki, eşinin ve kızının dahi Hristiyan oldukları söylenmektedir. M.S. 303
96
M. Çelik, a.g.e., s. 24.
97
M. Çelik, a.g.e., s. 25.
38
yılına kadar böyle devam etti. Bu tarihe geldiğimizde Hristiyanlık ile putperestlik arasında
tam bir ölüm kalım mücadelesi yaşandı. En sert ve uzun zulüm dönemi başlamış oldu. Bu
dönemde kiliseler yıkıldı, kutsal kitaplar yakıldı. Sert uygulamalar yüzünden Antakya’da
isyan çıktı ve isyanı bastırma hareketi çok kanlı kitle katliamlarına dönüştü.
Devlet bu işe kesin bir sonuç bulabilmek için M.S. 431 ve 449 yıllarında Efes’te iki
tane konsil topladı. Bu iki konsilde de imparatorun başpatrikleri, Antakya ve İskenderiye’li
ruhani delegeler tarafından afaroz edildi.99 Bu iki konsilde devletin iradesi ile Doğu
Hristiyanlığı’nın iradesi karşı karşıya gelmiş ve devlet yenilgiye uğramıştır. Devlet yalnızca
98
M. Çelik, a.g.e., s. 26.
99
M. Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi C. 1, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1987, s.128-149.
39
askerleri söz geçirebiliyor, sivil halkı ise Antakya ve İskenderiye patrikleri yönlendiriyordu.
Yani toplanan bu iki konsille devletin dini bütünlüğü parçalandı ve siyasi istikrarı bozuldu.
Justin I., Diofizit102 görüşlere sahip biriydi. İmparator olur olmaz, meşru Antakya
Süryani Patriği Büyük Severios hakkında tutuklama kararı çıkarttı ve yerine Pavlos isimli
ruhban dahi olmayan birini atadı.103 Pavlos bir patrik değil adeta bir emniyet müdürünü
andırıyordu. Bu tarihten sonra Kadıköy ve Patrik aleyhtarlığı yapan Süryaniler, sürgüne
gönderildi. Sürgüne gönderilen ve parçalanan aileler Monofizitizm’e daha da sıkı bağlandılar.
Ülkenin her tarafına dağılanlar, bu düşünceyi savunmaya ve yaymaya başladılar. Yönlerini
Antakya’dan, İskenderiye’ye çevirdiler. Artık gerçek patrikhaneleri İskenderiye’deydi.
Sonrasında devlet tutumunu yumuşatmışsa da onları geri döndüremedi.
100
Monofizitizm, Hz. İsa’nın varlığında Tanrılıkla insanlığın tek ve aynı özde birleştiğini ileri süren Hristiyanlık
inancıdır.
101
M. Çelik, Ortadoğu Mozaiği Süryaniler-Nasturiler, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırma Merkezi Yayınları,
Elazığ, 1996, s. 27.
102
Diofizitizm, monofizitizmin aksine, Hz. İsa’nın peygamberlik vasfını almadan önce sadece insan olduğunu,
kelam indikten sonra Tanrı vasfına büründüğü inancıdır.
103
M. Çelik, a.g.e., s. 28.
40
içerisinde hiç kimsenin kendisini patrik olarak görmediğini ve Severios’a eskisinden daha
şevkle bağlı olduklarını ve bir gün meydana getirdiği bu gölünün kendisine sorulacağını
düşünerek istifa etti.104
Bu zulüm yıllarında İran sınırında ortaya çıkan tehlike, Süryanilere rahat bir nefes
aldırttıysa da 526’da Antakya’da büyük bir deprem oldu ve binlerce insan hayatını kaybetti.
Patrikliğe görevindeki başarısı ve sert disiplini nedeniyle ruhani olmayan Diyarbakır’lı Afram
( Ephraemius of Amida) atandı. Bu arada ölen imparator I. Justin yerine, yeğeni Justinian
geçmişti. Justinian’ın hedefi “tek devlet, tek kanun ve tek kilise” formülüne dayanıyordu.105
Justinian’a göre devlet ve din işleri imparatorda olmalı ve bir imparator hem Cesar hem de
Papa olmalıdır.
Justinian, Süryaniler aleyhine çok ağır bir ferman yayınladı. Bu fermanda sapkınlara,
resmi kilisenin doğru yola dönmeleri için bir aylık süre tanınıyor, kiliselerin ise Ortodokslara
teslimi emrediliyordu. Fermanda sapkınların bütün resmi görevlerden alındığı, mahkemelerde
sahitlik dahi yapamayacakları ve miraslarının evlatlarına değil, devlete kalacağı bildiriliyordu.
Bütün bunları haklı göstermek için de “ Gerçek Tanrı’ya tapmayanları, dünya malından
yoksun bırakmak haktır ve sapkınlar, canlarının kurtulmuş olmasıyla yetinmelidirler…” gibi,
din adına fetvalar ileri sürülüyordu.106
Bu zulümlere daha fazla dayanamayan Süryaniler 531yılında yeniden isyan etti. Çok
kanlı bir şekilde bastırılan isyandan sonra İmparator Justinian yeni bir ferman yayınlayarak,
asilerin sürgüne gönderilmesini emretti. Böylece Süryaniler ikinci büyük sürgüne maruz
kaldı.
104
M. Çelik, a.g.e., s. 29.
105
M. Çelik, a.g.e., s. 30.
106
M. Çelik, a.g.e., s. 30.
41
dönmüş olan Antakya Kilisesi’ni yeniden inşa etti ve Antakya Süryani Kilisesi, Yakup
Burdeono adlı rahip liderliğinde tekrar teşkilatlandırıldı. Devletin dini politikası Monofitizm’e
kamaya başladı. Bölgede huzur sağlanmıştı. Ancak bölge halkı yapılanları unutmamış ve ne
devletle ne de Roma Katolik, Bizans Ortodoks kiliseleriyle barışmamıştır. Ölen kilise adeta
yeniden diriltilmişti. Tüm bu huzur ortamına rağmen, kan dökülmemesine rağmen, devletin
asırlardır uyguladığı yanlış dini politikalar geride derin acılar bırakmıştı.
599 yılında bu işi kökünden halletmek için İmparator, Antakya ve çevresinde yaşayan
Süryanileri Homs (Suriye) civarında Beyt Şems bölgesinde toplayıp burada toplu bir katliam
yaptı.
Yeni imparator, Süryanilere karşı Mavrikos’tan daha acımasız ve kanlı bir politika
izlemeye başladı. Süryanilerin yanı sıra Yahudiler de çok korkunç bir baskıya maruz kaldılar.
Devlet bu gibi meselelerle meşgul iken İran Hükümdarı II. Hüsrev, Bizans’a savaş açtı. 605
yılında Hüsrev’in orduları Önce Dara’ya, ardında da Kayseri’ye girdiler. Böylece
katliamlardan kurtulan Süryaniler, rahat bir nefes almaya başladılar.
Bizans Devleti tam bir çöküntünün içine girmişken, Kartaca Aksarkhos’u bulunan
Heraklios, yine aynı adı taşıyan oğlunu kuvvetli bir donanmayla İstanbul’a gönderdi. 3 Ekim
610 tarihinde İstanbul’a gelen Heraklios, Phokas’ı devirerek 5 Ekim’de patriğin elinden
imparatorluk tacını giydi.108
42
güvende tutmak için bu bölgeye yönelince yeniden iki taraf karşı karşıya geldi. Heraklios
kaybettiği toprakları geri kazanmak için harekete geçti. Urfa’da bulunduğu sırada yeni bir
İtikadname hazırlayarak, Süryani Patriği olan Atanayos Cemmal’a gönderdi.
Heraklios, bütün ülkede dini birliği sağlamakta kararlıydı. Bu girişimleri kabul edenler
olduğu kadar protesto edenler de vardı. Nihayet imparator, bu muhalif sesleri tamamen
kesmek için Mısır’da Tek Tabiatçı Patrik Bünyamin’i görevden alıp, yerine Kuros (Cyros)’u
tayin etmişti.109 Kuros’un baskı ve zulümlerinden dolayı Mısır sessizliğe gömülmüştü ancak
Suriye hala içten içe kaynıyordu. İmparator, 635 yılında kardeşi Theodor komutasında bir
orduyu Suriye’ye gönderdi ve buradaki Süryanileri sindirdi.
Bu (antlaşma) Halid b. Velid şehre girdiği takdirde, Dımaşk ahalisi için teminat
aldığı hususlardır: Onların hayatları, malları ve kiliseleri emniyet altındadırlar. Şehir
surları yıkılmayacaktır; hiçbir Müslüman, onların evlerine oturmak üzere
yerleştirilmeyecektir. Allah’ın, Resulü’nün ve halifelerinin ve mü’minlerin zimmeti
(himayesi) onlara verilmiştir. Onlar Cizye (vergisini) ödedikleri müddetçe, üzerlerine
iyilikten başka bir şey gelmeyecektir.”110
109
M. Çelik, a.g.e., s.34.
110
M. Çelik, a.g.e., s.34.
43
Günümüzde Semavi Dinler denince, akla Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık
gelir. Yahudiler Hz. İsa’nın peygamberliğine ve Hristiyanlığa inanmazken, Kuran-ı Kerim
Hz. İsa’yı Allah’ın gönderdiği peygamber olarak görmüştür. Kuran-ı Kerim’in böyle
yazmasından dolayı olsa gerek tarih boyunca Müslümanlar, Hristiyanlara karşı dostane
duygular beslemiştir.
Hz. Muhammed’den sonra İslam Orduları toplu halde ilk kez Hristiyanlarla Irak ve
Suriye’nin fethinde karşı karşıya gelmişlerdi. Roma Katolik ve Bizans Ortodoks
Kiliselerinden farklı bir mezhebe mensup olmalarından dolayı Süryaniler hep baskı altında
kaldıklarından dolayı, İslam Ordusunun Bizans topraklarına girmesini sevinçle
karşılamışlardı. Bölge Hristiyanları, İslam Ordusunu adeta bir kurtarıcı olarak görmüşlerdi.
Nitekim Halid b. Velid komutasındaki İslam ordusunun Bizans ordusunu Yermük’te yenmesi
ve bölge Hristiyanlarına can, mal, din gibi konularda özgürlük ve emniyet vaad etmesi bölge
Hristiyanlarını oldukça memnun etmişti. Kudüs’ün fethi öncesinde de İslam Halifesi Hz.
Ömer, Kudüs Patriği tarafından davet edilerek, şehrin anahtarları kendisine teslim edilmişti.
Hz. Ömer Hristiyanlara büyük ayrıcalıklar tanımış, onların can, mal ve din
emniyetlerini sağlamıştır. Asırlardan beri dindaşları olan Katolik ve Bizans kiliselerinden
gördükleri zulümler, Müslümanların bölgeye gelişleriyle son bulmuştur.
Selçukluların bölgeye gelişlerinden sonra Süryaniler çok huzurlu bir döneme girdi.
Süryaniler tam bir emniyet ve güvene kavuştular. Süryaniler Türkleri öylesine benimsemiştir
ki, Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan’ın ölümünde aylarca yas tutmuşlardır.112 Nitekim
Süryaniler arasında ilmi ve şöhreti ile ün kazanan Patrik Mor Mihayel Rabo’nun II. Kılıç
111
M. Çelik, a.g.e., s. 36.
112
Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır, 1970, s.333.
44
Arslan ve Türk yöneticiler hakkında eserlerinde övgüyle bahsetmesi, Süryaniler’in Türk
yönetimlerinden ne kadar memnun kaldıklarının en önemli delilidir.113
113
M. Çelik, a.g.e., s. 37.
114
M. Çelik, a.g.e., s. 37.
115
Midhat Sertoğlu, Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 80.
116
M. Sertoğlu, a.g.e., s.80.
45
7. SÜRYANİ KÜLTÜRÜ
Hangi dil günümüzde Ortadoğu’nun belirli yerlerinde dört farklı inancın üyeleri
tarafından hala konuşulmaktadır?
Ve hangi dil 20. Yüzyıl içinde göçmenler tarafından beş kıtaya da götürülmüştür?”118
Süryanice dili klasik bir dildir. Çoğu Süryaniler Süryanicenin Batı şivesiyle
konuşurlar. Klasik Süryanice ise yazı dilidir. Kiliselerde, manastırlarda ve okullarda
kullanılır. Turoyo (Batı Şivesi) sadece konuşulur yazılmaz.119
117
Muzaffer İris, Bütün Yönleriyle Süryaniler, Ekol Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.38.
118
Yakup Tahincioğlu, Tarihleri Kültürleri ve İnançlarıyla Süryaniler, Butik Yayıncılık, İstanbul, 17. Baskı, s.110.
119
M. İris, a.g.e., s. 39.
46
Süryaniler arasında ktbonoyo (yazma dili) olarak bilinen Süryani dili, ayrı bir Arami
lehçesi olarak M.S. birinci yüzyılda oluşmuştur.120 Süryanicenin ilk kanıtı, Şanlıurfa ilinde
bulunan putperest döneme ait olan bir yazıttır. Eski Süryanice Edessece olarak da bilindiği
için, Süryanicenin Edessa’da yani Urfa’da konuşulan Arami lehçesi olarak başladığının
bir göstergesidir.
Süryanice, altı tanesi (b, g, d, k, f, t) yumuşak ve sert olmak üzere çift telaffuza sahip
olan ve özel işaretlerle bilinen toplam 22 harften oluşmaktadır.122
Hz. İsa’nın bu dili kullanması Süryaniceyi ayrı bir konumda tutmuştur. Kilise
ayinlerinde Süryanice dili kullanılmıştır. Yunanca eserler Süryaniceye çevrildikten sonra
Arapçaya çevrilebiliyordu. Günümüzde Süryani kiliselerindeki ibadetlerde hala Süryanice
kullanılmaktadır.
Kültürel bir miras olan Süryaniceyi konuşanların sayısının baskın kültürün etkisinde
kalarak gün geçtikçe azalması bu dili yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir.
120
M. Öztemiz, a.g.e., s. 23.
121
M. Öztemiz, a.g.e., s.23.
122
M. İris, a.g.e., s. 39.
123
M. İris, a.g.e., s. 39.
47
(RESİM 4, AZİZ GÜNEL)
48
(RESİM 5, AZİZ GÜNEL)
49
7.2 Süryanilerde Eğitim
Modern çağ öncesi eğitim faaliyetlerinin din temelli olması sebebiyle, dini mekanlar
aynı zamanda birer eğitim kurumu olarak faaliyet göstermişlerdir. Hatta genç nesillere
verilecek eğitimin temelinde inanca yönelik eğitim ön planda olduğu için eğitim, dini
kurumların temel işlevlerinden biri olmuştur. Bu yönüyle bakıldığında bir Yahudi havrası,
bir Hristiyan kilisesi veya manastırı, bir Müslüman camisi aynı zamanda birer okuldur.124
Sonuçta modern çağ öncesinde, din ve eğitim teorikte iç içe olduğu gibi, kurumsal
anlamda da iç içedir.
Bu kurumlarda sadece dini eğitimler verilmemiş, temel din eğitiminin yanında din dışı
bilimlerde öğretilmiştir. Bu yüzden bir toplumun eğitim tarihini incelerken ayrıca inanç
tarihinin de incelenmesi gerekir.
Süryani Kiliselerini bilimsel açıdan etkileyen önemli bir unsur da, yaşadıkları coğrafya
olmuştur. Medeniyetin ortaya çıktığı ilk coğrafya olarak kabul edilen Mezopotamya’da
yaşıyor olmaları da Süryanilerin bilimsel gelişiminde etkili olmuştur. Bu gelişimden
dolayı Süryaniler, İslam hakimiyetinin ilk yıllarından, 12. yüzyıla kadar tercüme ve tıp
alanlarında öne çıkmıştır.
Orta çağda Süryanilerin ön plana çıktıkları bilim dallarının başında özellikle Yunanca
çeviriler sayesinde bilgisine sahip oldukları tıp geliyordu.126 Bizans zulmünden kaçıp
Sasanilere sığınan Hristiyan halk tarafından açılan Cundişapur Okulu bu konuda ön plana
çıkmıştır. Cundişapur Tıp Okulu, Yunancadan yazılmış olan tıp eserlerini Süryaniceye
tercüme ederek, burada tıp eğitimi vermekteydi.
124
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 243.
125
M. Öztemiz, a.g.e., s. 82.
126
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 245.
50
Süryanilerin tarih alanında verdikleri ilk eser 507 yılına tarihlenmektedir. Urfalı bir
keşiş olan Mor Yeşua tarafından, Urfa’da bir manastırda başrahip olan Sergius’un isteği
üzerine yazılmış ve 497-507 yılları arasındaki olayları kapsayan eserdir.127
Osmanlı Dönemi (1799)’nde, Mardin’de açılan Kırklar Kilisesi Okulu yüksek dereceli
okullar, bugünkü üniversite derecesinde resmi bir okuldu. Okulda; coğrafya, din bilgisi,
mühendislik, cebir, arapça, tarih gibi dersler öğretiliyordu. Okul 1928 yılında okul müdürü
Hanna Gandar tarafından Maarif Nezaretine gönderilen bir dilekçe sonucu kapatıldı.
127
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 246.
128
A. Günel, a.g.e., s.72.
51
Bu denli sistemli bir eğitim yapısına sahip olmalarına, bilimsel açıdan Ortadoğu ve
Yakındoğu’ya belli bir dönem damgalarını vurmalarına rağmen Süryani eğitim ve bilimin
13. Yüzyıldan itibaren dar kalıplar arasına sıkıştığı, eski önemini kaybettiği
görülmektedir.129 Eğitim ve bilimde, akli bilimlerin büyük çoğunluğu önem kaybetmiş,
teoloji ve edebiyat ön plana çıkmıştır. Bunun sebebi Müslümanların bilimsel çalışmalarda
ilerlemesi ve çalışmaların onların denetimine girmesidir.
129
İ. Özcoşar, a.g.t., s. 247.
52
7.3 Süryani Kültüründe Kadın ve Aile
Bulunduğu coğrafyada çevredeki diğer halklarla karşılıklı etkileşim içine giren, ilk
Hristiyan halk olan Süryanilerin kadına bakışı bölgedeki diğer halklardan farklılık
göstermektedir. Araştırmalarda Süryanilerde kadın sorunu genellikle din çerçevesinde ele
alınmış, kilisenin aile kurumuna yaklaşımı ve kadın sorunu birlikte değerlendirilmiştir.
Diğer kültürlerde olduğu gibi, Süryani kültüründe de kadın geleneğin devamını sağlayarak
toplumdaki en önemli işlevi yerine getirmektedir. Bu Hristiyan toplumda da diğer toplumlar
gibi, kadın her koşulda erkeğe tabi olmuş ve ikinci plana itilmiştir. Dinen boşanma
yasaklanmıştır ve tek istisnası zina olmuştur.
Kadının konumuna ve genel anlamda Süryani aile yapısına ilişkin olarak, Hollandalı bir
master öğrencisinin İstanbul’daki Süryani Ortodokslarla yapmış olduğu bir araştırma, ataerkil
sistemin Süryanilerde hala çok güçlü olduğunu göstermektedir. Araştırmanın sonuçları şöyle
özetlenmektedir:
130
M. Öztemiz, a.g.e., s. 90.
131
M. Öztemiz, a.g.e., s. 90.
53
“ Süryanilerde konuşmalarda kadın ve cender ayrımı ön plana çıkmıştır. Kadınlarımız
çalışmıyor. O evli ve yemek yapmayı öğrenmeli, diyor genç bir Süryani. Süryani Ortodoks
topluluk ve aileleri birlikte tutmak için kadının rolü önemlidir. Kadın ailede gelenek ve
kuralların yerine getirilmesinde aracı işleve sahiptir. Kadınlar genelde dışarıda çalışmıyor,
eşler ve çocuklar için çalışmak zorundalar hem de Müslümanlarla zaman geçirmesinler diye.
Bu özellikle evli olmayan kadınlar için geçerli. Kadınların çalışmaması eşlerinin genelde
yeterli kazanması demektir. Ailelerdeki erkekler kadınların etkinliklerini denetim altına
alıyor. Kadının Müslümanlarla geçinip kültürünü kaybetme korkusundan dolayı. (…) birkaç
genç kadın hariç, kadınlardan bu geleneksel rol dağılımına itira eden olmamıştır. Geleneksel
yapıyı kabullenmişlerdir.”132
Erkeklerin yönetime katılma oranı, kadınlarınkinden dört kat fazla görünmektedir. Yerel
yönetimlerin de erkek ağırlıklı olması, muhafazakâr bir toplum yapısının kadın üzerindeki
psikolojik baskısı, kadının yerel yönetimlere katılımını engellemektedir.
Süryanilerin bir arada yaşadığı tüm halklar ve bu halkların dinleri karşılıklı bir denetim
mekanizması oluşturmuştur denilebilir.133 Bölge halkları olan Kürtler, Araplar, Türkler,
Ermeniler, Yezidiler ve Keldaniler ile ilişki içinde olmuş, en çok Kürtler ve Araplardan
etkilenmişlerdir. Kürtlerden en çok kırsal kesimde, Araplardan ise Mardin Merkezde
etkilenmişlerdir.
132
M. Öztemiz, a.g.e., s. 91.
133
M. Öztemiz, a.g.e., s. 92.
54
(RESİM 7, BOZO ACAR, Bir Süryani Kadını)
55
7.4 Süryanilerde İbadet
Her dinde olduğu gibi Süryanilerde de ibadet önemli bir yerdedir. Süryanilerde ibadet;
namaz kılma, oruç tutma, vaftiz olma, evlenme usulü, ölüm usulü, tövbe usulü ve itiraf usulü
şeklindedir.
Süryanilerde dua çok önemli bir yerdedir. Duanın gerekliliği ve önemini kutsal
kitaplardaki bir çok ayet vurgulamaktadır. Süryani kilisesi atalarında olan Mor Efrem, “Gece
gündüz dua edin, zira duayı seven her iki dünyada da mutlu olur…” diyerek, duanın önemini
dile getirmiştir.
Kutsal kilise kurallarına göre günahtan ötürü kovuldukları ilk yurtları Aden Bahçesine
olan özlemlerinin ve İsa Mesih’in ikinci gelişinin doğudan olacağının bir işareti olarak kilise
bireyleri de yüzlerini doğuya doğru çevirerek günlük dualarını yapmaktadırlar.135
Günde yedi kez dua edilir. Bu dua vakitleri; Akşam Duası, Yatsı Duası, Gece Yarısı
Duası, Sabah Duası – Kuşluk Duası, Öğlen – Saat İki Duası ve İkindi Duası olarak ayrılmıştır.
Yedi vakit olan dua sayısı zamanla önce sabah, öğle, akşam ve yatsı duası olarak dört vakitte,
sonra sabah, öğle ve akşam duası olarak üç vakitte, günümüzde de sabah ve akşam duası
olmak üzere iki vakitte birleştirilmiştir. Ancak bu birleşim yedi vakit dua yapmak isteyenlere
engel değildir.136
Süryanilerde oruç yılın beş döneminde tutulur. Bazen şubat, bazen mart ve bazen de nisan
aylarında tutulan büyük oruç bunlardan ilkidir. Bu oruç 40 gündür fakat Elem haftası da
eklenerek toplamda 48 gün oruç tutulur. Bu süre zarfında hayvansal gıdalar tüketilmez. Özel
durumlar dışında herkesin oruç tutması gerekir. Şubat ayında tutulan Ninova orucu, üç gün
sürer. Haziran başında diyet olarak tutulan Havarilerin orucu da denilen oruç üç gün sürer.
Meryem Ana orucu olarak geçen ağustosun 10. gününden 15. Gününe kadar tutulan oruçta
diyettir. Hz. İsa’nın doğuşundan dolayı tutulan oruç, aralık ayının 15’inden 25’ine kadar
sürer.
134
M. İris, a.g.e., s. 65.
135
M. İris, a.g.e., s. 66.
136
M. İris, a.g.e., s. 66.
56
Süryaniler için vaftiz son derece önelidir. Suya batırışıyla kişinin oğul ve kutsal ruh Üçlü-
Birliğin adıyla ikinci kez doğmasını sağlayan kutsal bir gizdir. Bu gizle inanan kişi, kutsallık
kayrasını kazandığı gibi, Baba Tanrıya oğul, rab mesihe kardeş ve ruhsal alemin de varisi
olur.137 Vaftizde su bedeni, vaftiz ise günahları temizler. Su bedene hareketlilik kazandırır,
vaftiz ise ruhun tüm özelliklerini yaşatır. Su yaşamın gerekliliklerini sağlarken, vaftiz de
kurtuluşu sağlar.
5. yüzyıldan itibaren, Hz. İsa’nın nitelikleriyle ilgili konsiller çerçevesinde patlak veren
tartışmalar sonucunda, birbirinden ayrı kiliselere oluşmaya başladı. Konstantinopolis patriği
Nestorios ile İskenderiye piskoposu Kyrillos arasındaki tartışmadan sonra, 431 yılındaki
Ephesus Konsili, Nestorios’u mahkum edip dışlar. 451 yılındaki Khalkedon Konsili’nden
sonra, Antakya patrikliği, kimi zaman Konstantinopolis İmparatoru’nun izinden gittikleri için
“Melkitler” adı verilen Khalkedonlular tarafından; kimi zaman da Hz. İsa’nın beşeri ve ilahi
olmak üzere iki tabiatı olduğu yönündeki anlayışı reddettiği ve Kyrillos’un yandaşlarının aşırı
konumlarını benimsedikleri için “Monofizit1 olarak adlandırılan Khalkedon karşıtları
tarafından idare edilirdi. Antakya patrikliğine bağlı Süryani kiliselerinin çoğu 485 ile 533
yılları arasında, büyük Süryani teoloğu Mor Aksnoyo Mabbugoyo öğretisini takip edip
Monofizit oldu. Süryani Monofizit Kilisesi’ni, monofizit Gaznelilerin talebi üzerine Suriye’de
542 yılında Keşiş Yakup Baradai kurup teşkilatlandırdığı için bu kiliseye çoğu kez Yakubi
Kilisesi denir. Bu, merkezi bugün Şam’da bulunan, Antakya patrikliğine bağlı Süryani
Ortodoks Kilisesi’dir.
Antakya Süryani Kilisesi, ilk kurulduğu dönemlerde coğrafi konum itibariyle Doğu
Kilisesi ve Batı Kilisesi olarak iki kola ayrılmıştır. Pars Hükümdarlığı’nın sınırları içinde
yaşayan Süryaniler Doğu Kilisesi’ni; Roma İmparatorluğu’nda yaşayanlar ise Batı Kilisesi’ni
oluşturuyordu. Ancak bir birlik anlayışı içinde faaliyetlerini yürüten Kilisenin içinde iki
nedenden dolayı anlaşmazlıklar çıktı.
137
M. İris, a.g.e., s. 67.
57
1445 yılında Nasturilik’ten kopan ve çeşitli nedenlerden dolayı Papalığa bağlanan Kıbrıs
Nasturi Metropoliti Timotheus ve onunla birlikte hareket eden kalabalık kitle, Papa IV. Evgin
tarafından “Keldani Kilisesi” olarak anılmaya başlandı.
M.S. 451 yılında Süryaniler arasında bir başka bölünme daha ortaya çıktı. Bu tarihte
politik, mezhepsel ve yerel sürtüşmelerin artması nedeniyle toplanan Kadıköy Konsili, bu
bölünmeye neden olmuştur.
Malkoye Melkit adı verilen bu topluluk içerisinde M.S. VII. yüzyılda bir bölünme daha
yaşanmıştır. Lübnan’daki Mor Marun Manastırı rahipleri Melkit Patriği Maksimus’un
savunduğu dinsel teorik görüşle ters düştüler ve “Maronit Patrikliği” adı verilen nağımsız bir
patriklik kurdular. Bu patriklik 13. Yüzyılda Papalığa bağlandı. Diğer yandan Rum Ortodoks
Kilisesi bireylerinden bir bölümü başka bir anlaşmazlık yüzünden Roma Papalık Kürsüsü’ne
bağlandılar. Bu topluluk, 1724 yılında “Rum Katolik” ismiyle, kendilerine ait bir patriklik
merkezi kurdu. Antakya Süryani Kilisesi, 18. yüzyıl içerisinde bir bölünme daha yaşadı.
Episkopos Mihael Carve’nin önderliğini yaptığı bir grup Süryani, Papalığa bağlandı ve
“Süryani Katolik” ismi altında bir patriklik merkezi kurdu. Bu arada 19. yüzyılda Protestan
misyonerlerin Süryani bireyler arasında yürüttüğü çalışmalar sonucunda bazı Süryanilerin
Protestanlığı benimsediği de görülmüştür.
Manastır, milattan önce Güneş Tapınağı, daha sonra da Romalılar tarafından kale
olarak kullanılan bir yapı üzerine inşa edildi. Romalılar bölgeden çekilince Aziz Şleymun
bazı azizlerin kemiklerini buraya getirerek kaleyi manastıra çevirdi. Bu nedenle Manastır,
önceleri Mor Şleymun Manastırı olarak anılırdı. 15. yüzyıldan sonra manastırın etrafında
yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Deyrül-Zafaran Manastırı adıyla
anılmaya başlandı.
58
Kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekanlardaki taş nakışları
ile insanın ilgisini çeken Deyrül-Zafaran Manastırı, uzun tarihi boyunca Süryani
Kilisesi’nin dini eğitim merkezlerinden biriydi. Bölgeye ilk matbaayı getiren kişi de yine
bu Manastır’da patriklik yapan ve 1895’te vefat eden IV. Petrus’tur. Matbaadan geriye
kalan parçaların bir kısmı Manastır’da, diğer bir kısmı da Mardin’deki Kırklar
Kilisesi’nde sergilenmektedir.
(RESİM 8)
59
7.5.2 Kırklar Kilisesi
Mor Behnam ve kız kardeşi Saro adına yapılan ve şu anda Kırklar Kilisesi olarak anılan
kilise iki ismini de erken dönem Hristiyan efsanelerinden almıştır ve 6. yüzyılın ortalarına ait
bir yapıdır. 1293’te Mardin Süryani Kadim Patriklik Merkezi olduktan sonra halkın ruhani ve
idari işleri bu kiliseden idare edilmeye başlamıştır. Kırklar Kilisesi’nde patrikler ve
metropolitler önceleri kilisenin avlusunda bulunan odalarda kalırlardı.1850’de bu odaların
yerine yeni bir patriklik merkezi inşa edilmiş, 1925’te bu mekan genişletilerek yanına kesme
taşlardan bir divanhane yapılmıştır. 1799’da burada bir Süryani okulu açılmışve 1825-1899
yılları arasında etkin bir şekilde çalışma göstermiştir. 1928 yılına kadar eğitim ve öğretim
devam etmiştir.138
(RESİM 9 )
138
Mardin Valiliği, “Kent Haritası ve Şehir Planı”, 2013.
60
7.5.3 Mor Kuryakos Manastırı
Batman ili Beşiri ilçesine 18 km uzaklıktaki Ayrancı köyünde bulunan Mor Kuryakos
Manastırı; Kıra Dağı’nın Kuzey Mezopotamya ovasına bakan doğu yamacında Süryani
Hristiyanları tarafından kutsal kabul edilen Turabdin bölgesinin en uç noktasında tüm
ihtişamıyla yer almaktadır. Bölgede uzun yıllar boyunca Süryani Cemaati tarafından
piskoposluk merkezi olarak kullanılan manastırın edinilen bilgiler ışığında M.S. 5. yüzyılda
yapıldığı ve Mardin ilindeki Deyrül-Zafaran ve Midyat’taki Mor Gabriel Manastırı ile aynı
dönemde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Dini merkez olarak kullanılan manastır, Batman
bölgesinin bilinen ilk manastırı olarak kabul edilmektedir ve gerek mimari açıdan gerekse
kullanılan malzeme ve teknik açısından sonraki manastırların inşasına örnek teşkil etmiştir.139
(RESİM 10)
139
Batman Valiliği, “Mor Kuryakos Manastırı”, 2010.
61
7.5.4 Mor Yakup Kilisesi ve Vaftizhanesi
Günümüzde, Mor (Aziz) Yakup Kilisesi olarak bilinen yapı, kilise olmadan önce uzun bir
geçmişe sahiptir. Yapının güney cephesindeki Yunanca yazıttan anlaşıldığı üzere yapı M.S.
359 yılında vaftizhane olarak kullanılmıştır. Hristiyanlık öncesi döneme tarihlenen kare planlı
yapının kuzeyine ve güneyine birer mekan eklenerek üç nefli dikdörtgen bir yapıya
dönüştürülmüştür. Yapının altında bulunan çift merdivenli odanın ise eskiden su ile dolu
olduğu ve buraya inip çıkanların vaftiz edildiği bir havuz olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Nusaybin Vaftizhanesi üzerindeki Yunanca yazıt ve tarihle, dünyanın en eski vaftizhane
binası olma özelliği taşır.
Süryani Metropolit Mor Yakup tarafından 313-320 tarihlerinde inşa edilen ve kazılar
sonucu bir kısmı ortaya çıkan ünlü Nusaybin Katedrali M.S. 717’de gerçekleşen bir depremle
yıkılmış ve ayakta kalan vaftizhanede bazı değişiklikler yapılarak kiliseye çevrilmiştir. Mor
Yakup’un mezarı hemen yanındaki eski katedralden alınıp vaftizhanenin altındaki odaya
konulduğu düşünülmekte ve bu tarihten itibaren Mor Yakup Kilisesi olarak anılmaya
başlanmıştır.140
(RESİM 11)
140
Nusaybin Belediyesi, “Turizm Rehberi”.
62
7.5.5 Mor Evgin Manastırı
Nusaybin ilçesine bağlı Girmeli bucağının 7 km kuzeyinde bulunan Mor Evgin Manastırı
4. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir. Mor Evgin’in 70 öğrenciyle birlikte Mısır’dan İzlo
dağların eteklerine kendi adıyla anılan Mor Evgin Manastırını inşa ettiği bilinmektedir.
1839’a kadar Nasturiler’in kullandığı manastır, 1842’den sonra Kadim Süryanilerin eline
geçmiştir ve en son Süryani Ortodoks Rahip 1974’e kadar da bu manastırda kalmıştır. Mor
Evgin Manastırı önemli bir yerleşkede konumlandırılmıştır. İzlo dağ eteklerinden geçmekte
olan ticaret yollarının hemen kuzeyinde kurulmuştur. Özellikle bu yoldan geçen kervanlara su
sağlamakla ve misafirperverliğiyle tanınmaktadır. Kale görünümünde olan manastır,
Mezopotamya ovasına haki bir konumdadır. Manastırın bazı yapıları kayalara oyulmuştur.
Bir avlu etrafında sıralanan kompleksli yapılar yer almakta olup ana kilisesi, şapeli,
Meryemana Kilisesi ve inziva yerleri yer alır. Uzun zaman metruk durumda olan manastır
2010 yılında tekrar ibadete açılır.141
(RESİM 12)
141
Nusaybin Belediyesi, “Turizm Rehberi”,
63
SONUÇ
Eskiçağ toplumlarından biri olan Aramiler, M.Ö. 1150-700 yılları arasında Eski
Yakındoğu tarihinde önemli bir rol oynamışlardır. Sami asıllı oldukları ileri sürülen Aramiler,
Samilerin üçüncü büyük göç dalgasıyla bölgeye gelmiş ve buradaki yerel yönetimler, uzun
süre onlarla mücadele içine girmişlerdir. Egeli kavimlerin göçleriyle oluşan karmaşık
ortamdan faydalanarak Arabistan topraklarından çıkıp İsrail, Mezopotamya, Suriye ve hatta
Güneydoğu Anadolu bölgelerine gelip, buralara yerleşen Aramiler, kabileler halinde yaşamış,
merkezi bir devlet kuramamış ve buna bağlı olarak ortak bir kültür oluşturamamışlardır. M.Ö.
2000’li yıllarda kurulan güçlü devletlerin zayıflamasıyla Eski Yakındoğu’da şehir devletleri
şeklinde örgütlenmişlerdir. Bu şehir devletleri, kuzeyde günümüz Diyarbakır bölgesinden,
güneyde İsrail topraklarına kadar yayılım göstermiştir. Aramilerle ilk karşılaşma Asur kralı I.
Tiglat-pileser yıllıklarında olmuştur. Bu yıllıklarda Arami-Asur mücadelesi anlatılmıştır.
Aramiler dağınık yapılarından dolayı Asur Devleti’ni önemli derecede uğraştırmış ve
yıpratmıştır.
Aramilerin kültürel miras olarak çok eser bırakmamış olması, onların kültürel hayatı
konusunda sınırlı bilgi vermektedir. Ancak Aramilerden günümüze gelen en önemli kültür
ögesi dilleri olmuştur. Aramice dönemin en çok kullanılan dili olmuş ve çok geniş bir sahada
yayılım göstermiştir. Nitekim büyük devletlerin bürokrasi dillerinin Aramice olması bunu
doğrular niteliktedir. Aramicenin çeşitli lehçeleri günümüze ulaşmayı başarabilmiştir.
Bunlardan biri de Süryanilerin kullandığı Arami lehçesidir.
64
Müslümanlarda bulan Süryaniler tarih boyunca hiçbir zaman başkaldırıda bulunmamış ve
sorun çıkarmamışlardır.
65
KAYNAKÇA
DORU, Nesim, Doğu’dan Batı’ya Köprü Süryaniler, Dipnot Yayınları Ankara, 2007.
GÜNALTAY, M. Ş., Yakın Şark Suriye ve Filistin, TDK Yayınları, Ankara, 1987.
66
KÖROĞLU, Kemalettin, Eski Mezopotamya Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.
FOTOĞRAFLAR
67