You are on page 1of 162

Fatma Aliye Hanım

Teracim-i Ahval ..i Felasife


(Filozofların B iyografileri 1

SADELEŞTİRENLER VE YAyıNA HAzıRLAYANLAR


ALİ UTKU - VGUR KÖROGLV
ISBN 975-8867-84-9
© Çizgi Kitabevi, Mayıs 2006
Çizgi Kitabevi YayınIan 151
Felsefe 6
Osmanlı Felsefe Çalışmalan 5

Fatma Aliye Hanım


TERA.CİM-İ AHV AL-İ FELASİFE

Genel Yayın Yönetmeni SeyhanKurt


Yayın Koordinatörü MahmutArlı
Dizi Editörleri Ali Vtku, Kemal Kahramanoğlu
Yayına Hazırlayanlar Ali Vtku, V�r Körog-ıu
Görsel Tasanm - Dizgi Çizgi
Baskı Dizgi Ofset
Cilt Göksu Ciltevi

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTı


- Cataloging in Publication Data (OP)­
Fatrna Aliye Hanım
TERı\CİM-İ AHVAL-İ FELASİFE

Anahtar Kavramlar
- Key Concepts -
1. FatmaAliye, 2. Felsefe-Tarih, 3. ıslim Düşüncesi
(FatmaAliye, Philosophy-Histoıy, Islamic Thought)

EsasAlınan Özgün Metin:


Falma Aliye Hanım, Teriicim-i Ahvlil-i Feıasife, Kadınlara Mahsus Gazete
Matba'ası, İstanbul, 1317.

çıZGİ KİTABEVİ
Mimar Muzaffer Cad. 62/D MeramlKonya
Tel: 0332 353 62 65 66
-

Fax: 0332 353 10 22


www.cizgikitabevLcom
Fatma Aliye Hanım

Teracim-i Ahval-i Felasife


[Filozofların Biyografileril

SADELEŞTİRENLER VE YAyıNA HAzıRLAYANLAR


ALİ UTKU - UGUR KÖROGLU
Fatma Aliye Hanım (1862-1936): "İlk kadın felsefecimiz." Ünlü devlet adamı,
tarihçi ve hukukçu Ahmet Cevdet Paşa'nın iki kızından biri, matemati}.;çi ve
mantıkçı Ali Sedat'ın kızkardeşi olan Fatma Aliye Hanım, 1862 yılında ıstan­
bul'da dojtdu. Yüksek bir Osmanlı bürokratının Konagında, döneminde Avru­
palı kadınların bile sahip olmadıgı egitim im.kanlan içinde yetişti. Babasından
şark felsefesi ve Arapça dersleri aldı. Agabeyi Ali Sedat'ın aldıgı özel derslere
iştirak etti. Konagın zengin kütüphanesınde sürekli okuma fırsah buldu. Fran­
sızca öjtrenıne merakı ortaya çıkınca, babası onun için de özel hoca tuttu; Arar.­
ça ve Fransızca'nın yanı sıra tarih, felsefe, hukuk, fizik, kimya ve .matematik
dersleri aldı. Yazmaya Fransızca'dan yaphjtı çevirilede başladı. llk çevirisi
Georges Ohnet'nin Volonte adlı romanıdır. O dönemde edebiyatla ugraşmak
kadınlar için hoş karşılanınadıltından, çevirisi Meram adı ve "Bir Hanım" imza­
sıyla yayımlandı (1899). Sonra1an "Meram Mütercimi" olarak tanındı. Birçok
makalesi, "Mütercİrne-i Meram" adıyla yayımlandı. Fatma Aliye Hanım'ın fel­
sefeye merakı da çok erken yaşlarda,Cevdet Paşa konagının entelektüel atmos­
feri ve Ali Sedat'ın ilgileri etkisiyle başladı. Babası, altabeyi ve arkadaşlarıyla
felsefe tarhşmalarına girdi. Aristoteles ve Platon ile ıbn'Rüşt ve Gazali'nin ferse­
felerini karşılaşındı. Erken başlayan bu felşefi ilgilerle, 1889'da Terticim-i Ahval-i
Fe/asife'yi kaleme .aldı. Thales'le başlayıp llkçajt felsefesini anlathgı bu kitabın
ikinci bölümünü Islam dünyasının bilim, felsefe ve kelam tarihine ayırdı. Kah­
ramanlan kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. Romanlarında zaman zaman
toplumsal sorunlan ele aldı, felsefeye yer verdi. Fatma Aliye Hanım, düşünce­
leri ve yaşam biçimiyle ilk kadın halsIarı savunucularındandır. Namdaran-ı
Zenan-ı Islamiyan (1899-1901), Nisvan-ı Islam (1891) ve Ta'addüd-i Zevcata Zeyl
(1898-1899) başlıklı eserlerinde, kadının toplum ve aile içindeki konumunu ge­
liştirmek, Islam'ın başlangıçtan beri savunmuş oldugu ilkeleri ortaya çıkarmak
için ugraştı. Böylece geleneksel �örüşlere karşı koymanın yanı sıra, Osmanlı
kadınının Islamıyet nedeniyle gerı kaldıgıru öne sürenlere karşı da bir savunma
yaparak, Osmanlı kadın hareketi baltlamında, hem gelenege hem Batı'ya karşı
duran yeni bir kaçlın tiIJini biçimlendirdi Ayrıca, bilinen ilk resmi kadın deme­
gimiz Cemiyyet-i Imdaaiyye'nin de (1908) kurucusuydu.
Başlıca eserleri şunlardır: Meram (Georges Ohnet'nin Volonte [1888) adlı
romanının çevirisi, 1889); Hayal ve Hakikat (roman, Ahmed Midhat Efendi ile
birlikte, 1891; Hayal ve Hakik{lt, Eylül Yay., Istanbul, 2002); Muhazarat (roman,
1891; Muhaderat, Klas Yay., Istanbul, 2004); Refet (roman, 1897); Udı (roman,
Fransızca'ya çe�rildi, 1899; Udı, Selis Yayınları, Istanbl!l, 2002); Enın (roman,
1912); Nisvan-ı Islam (anı-inceleme, tefrika, Fransızca, Ingilizce ve Arapça'ya
çevrildi, 1.Ş91); (roman-mektuplar, 1897-1898; Hayattan Sahneler,
Boltaziçi Univ. Yay., Istanbul, 2002); Ta'addüıf-i Zevcata Zeyl (deneme-araştırma,
189'8-1899); Teracım-i Ahval-i Fe/asife (felsefe tarihi, 1899-1900); Namdaran-ı
Zenan-ı Islamiyan (biyografiIer, 1899-1901); Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı (haınat­
biyografi, 1912-1913; Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, Pınar Yay., Istanbul, 1994);
Kosova Zaferi-Ankara Hezımeti (tarih,. 1912-1913); Tezahür-i Hakıkat (yayımlanına­
dı). Fatma Aliye Hanım'ın evrakı, Istanbul Büyükşehir Belediyesı Atatürk Ki­
taplıgı koleksiyonunda yer almaktadır. Ayrıca Fatma Aliy'e Hanım hakkında
Ahmed Midhat tarafından yazılan bir biyografi için bkz., Alimed Midhat, Fatma
Aliye Hanım yahud Bir Muharrıre-i Osmaniyye'nin Neş'eti, Kırk Anbar Matbaası,
Istanbul 1311/1894 (Bir Osmanlı Kadın Yazannın Doğuşu, haz. Bedia Ermat, Sel
Yayıncılık,1994).

• Sadeleştirenler ve Yayına Hazırlayanlar

Ali Utku: Atatürk Üniver.sitesi,Fen-Edebiyat Fakültesi,Felsefe Bölümü.


Ugur Köro�lu: Atatürk Universitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,Dogu Dilleri
ve Edebiyatıarı Bölümü, Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı.
içiNDEKiLER
SUNUŞ.7

Tertıcim-i Ahval-i Felasife (Çevriyazı) • 11


Filozofların Biyografileri (Sadeleştirme) • 83
SUNUŞ

Felsefede modern tarihyazımı söz konusu olduğunda bizde


çığır açıcı girişim, Alfred Foui1lee'nin (1838-1912) Histoire de la
philosophie (1876) başlıklı eserinin, hemen hemen aynı yıllarda
yapılan iki ayrı çevirisidir. İlki Ahmed Midhat tarafından, Da­
rülfünun'da "Tarın-i Hikmet" derslerinde esas alınmak ve öğ­
rencilere ders notu olarak okutulmak üzere yapılan Tdrfh-i Hik­
metı başlıklı çeviri ve ikincisi Baha Tevfik ve Ahmed Nebil tara­
fından "Teceddüd-i İlmi ve Felsefi Kütüphanesi" yayınları çer­
çevesinde hazırlanan Tdrfh-i Felsefe2 başlıklı çeviri. "Serbest çe­
viri" niteliğindeki bu iki girişimden önce yapılan çalışmalara
bakıldığında, Münif Paşa'nın, Ali Suavi'nin ve yine Ahmed
Midhat'ın felsefe tarihine dair çoğu gazete ve mecmua köşeleri­
ni tutan telif niteliğinde kısa ve sistemsiz birkaç çalışmasından
söz edilebilir.
Tanzimat'tan Meşrutiyet'e uzanan süreçte karşılaşılan fel­
sefe tarihi incelemesi niteliğindeki bu ilk girişimler arasında,
Ahmed Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye Hamm'ın Tertkim-i
Ahval-i Felasife başlıklı eseri ayrı bir yer işgal eder. Her şeyden
önce eser, Fatma Aliye'ye "ilk kadın felsefecimiz" unvanını ka­
zandırmıştır. Yazıldığı dönem göz önüne alındığında, bir kadı­
nın kaleminden çıkmış olması kadar, "felasife" kelimesinin ese­
rin başlığında açıkça kullarumı da, "hikmet," "felsefe" terimleri
arasında süregelen tercih çatışmasırun "felsefe" terimi lehinde
dönüşümüne işaret etmesi bakımından dikkate değerdir.
Greko-Romen felsefesi ve İslam düşüncesinin bilim, felsefe ve
kelam geleneklerini bir araya getiren eserin, bu iki geleneğe naif
eleştirel yaklaşımı, kelarnı tartışmalar bağlamında Hanefi­
Maturidi akaidinin Sadrüşşeri'a yorumunu öne çıkarışı, Os­
manlı/İslam kültürünün klasik dünya görüşünü, İlkçağ felsefe-

Ahmed Midhat, Tarfh-i Hikmet, Darülfünun Dersleri, Sırat-ı Müs­


takim Mat ba'ası, İstanbul, 1328-1329/ 1912-1913.
2
Baha Tevfik, Ahmed Nebil, Tarfh-i Felsefe, Suhfrlet Kit abevi, İ stan­
bul,1328/ 1912.
siyle sınırlı -modem kazanımları yansıhlmarnış- Batılı felsefi
gelenekle yüzleştirerek haklılaştırıyor.
Elinizdeki çalışma, ölümünün yetmişinci yılında Fatma A­
liye Hanım'ın Türk kadınının felsefi söyleme müdahale süreci
açısından başlangıç noktası oluşturan eserini �evriyazı ve sa­
deleştirrne yolu ile- hafızalarda canlandırmayı amaçlıyor. Ha­
zırlayanlar olarak, felsefe serüvenimizin bu müstesna uğrağını
ilgilenenlerle buluştururken, katkılarıyla çalışmamıza destek
veren Sayın Prof Dr. Nevzat Yanık, Sayın Yrd. Doç. Dr. ömer
Ünal ve Sayın Yrd. Doç. Dr. Erdoğan Erbay'a teşekkür ederiz.

Ali UTKU - Uğur KÖROGLU

8
-';"

.M�;,;:.·
:\';,;':<;-;. '.j.:'

� ::.. . .

Fatma Aliye Hanım 0862-1936)


Teracim-i Ahval-i Felasife

Yazarı
Falma Aliye

Maarif Nezaret-i Celilesi'nin 569 numara ve 18 Kanun-i Evvel


sene 315 tarihli Ruhsatnamesini ha'izdir.

Kadınlara Mahsus Gazete Matba'ası


Sirked'de Avrupa Oteli Karşısında
İstanbul
1317
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE

Bir zamanlar feylesof denildimi bundan dinsiz, derbeder,


serseri birtakım insanlar anlayanlarımız pek çok idi. Hamd ol­
sun şu devr-i terakkimizde kadınlarımız dahi· şimdi bunu anlı­
yorlarsa da, meşahir-i felasifenin tercüme-i hallerine da'ir
fıkralar yazarak namlarını bu zamana kadar bırakmış olan o
feylesoflara da'ir biraz ma'lilmat vermek istedik. [2]
Pek eski zamanlardan beri Babil ve Hind ve Mısır'da· ulilm­
ı hikemiyye rayic olup, ancak oralardaki ulilm-ı hikemiyye la­
yıkıyla aleme münteşir olamamıştır. Hikmeti dünyaya neşreden
hükema-yı Yunaniyye' dir. Eşyanın hakayık ve evsaf ve ahvalini
idrak için iki meslek vardır. Birisi, kavaid-i mantıkiyye üzere
bahs ü nazardır. Bu tarike salik olanlar eğer bir dine
mütemessik iseler, onlara "mütekelIimin" denilir. Değiller ise,
"meşşa'iyyı1n" denilir. İkincisi, riyazat ve teveccühat yoludur.
Bu yola salik olanlara bir dine mütemessik iseler, "silfiyye" ve
değiller ise, "İşrakiyyı1n" denilip bunların ikisi de mir'at-i
kalbIerini tasfiye ederek sünilhat-ı ilahiyyeye mazhar olmak
üzere alem-i rlihaniyyata müteveccih olurlar. Lakin din-i hakka
mütemessik olanların meraya-yı kulilbu müstevi ve olmayanla­
rın ayineleri çarpıktır. [3]
Bunların en eskilerinden tanıdığımız Tales'dir kİ, tarih-i
miladdan 640 sene evvel tevellüd eylemiştir. Tahsil için seyahat
eylemiş ve miladın 587 sene-i mukaddeminde Mile'ye gelip bir
darü't-ta'lim te'sis etmiş. Hükema-yı seb'a-i Yunaniyye'den bi­
ridir. Husilf ile küsilfun sebebIerini ilk beyan edenlerden olup,
bir def'as ını da evvelden haber vermiş ve nasihat makamında
da'İma, "Sen kendini tanı" der imiş. Hendeseyi ilerletmiş, lakin
asar ve efkan tamamıyla münteşir olmamıştır. Anksimata ve
Feresid nam şakirdler bırakmıştır. Bu Feresid üstadından sonra
artık husilf ve küsilfu evvelden haber verir olmuş.
Ba' dehu tarıh-i miladdan ala-kavlin 608 ve ala-kavlin 572
sene evvel Fisagoras [4] geldi. Vatanında iken mu'allimi Feresid
imiş. Fisagoras tahsil-i ulilm için çok zaman seyahat ve bir
müddet Mısır'da ikamet etmiş. Ve İtalya'da iken bir darü't-
TERAc İM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / Çevriyazı

ta'lim te'sis eyleyip pek çok şakird toplamış. Gerek kendisi ve


gerek şakirdanı az yerler ve et yemezler idi. Muma-ileyh,
şakirdanını çile ile terbiye ettikten sonra, kendi cem'iyyetine
idhal eder imiş. Şakirdanı kendisine o kadar hürmet ederlermiş
ki, i'tikadlarına da'ir mesa'il hakkında niçin öyle denilirse, "O­
nu üstadım söyledi" diyerek suret-i teslim ve inkıyad gösterir­
lermiş. O vakte kadar hükema, hakim unvanını alagelmiş iken
Fisagoras hazmen li'n-nefs "feylesof", yani "muhib-i hikmet"
unvanını almıştır. Ve bundan Arablar, "hikmet" ma'nasına ola­
rak "felsefe" lafzını müştak kılmıştır. Ulu m ve fünun-ı [5]
hikemiyyede pek çok keşfiyyatı vardır. Ez-cümle veter-i kaime
murabba'ı dıleyn-i bakıyeyn murabba'alan mecmu'una müsavi
olmak ka'idesini vaz' etmiştir. "Her şey'in esası adedIerdir.
AdedIerin esası da "vahdet" yahut "monad" yani cüz'-i la­
yetecezzadır. Vahdet iyilik, kesret fenalık"der imiş. Tenasühe
ka'il imiş. Bu mezhebi Hind'den almış olmak gerektir. Ve bu­
nun için et yemezdi. Tarih-i miladdan 260 sene evvel bed' ile on
sene mümted olan Truva'yı muhasara eden asak ir-i
Yunaniyye'den Oforeb nam şahsın cesedinde mevcud olduğu­
mu hatırlıyorum der imiş. Açlık ve riyazet bu adamın sinirleri­
ne dokunmuş olmalı ki, böyle sayıklamış. Fisagoras'ın asıl
mezhebi hakikati vechile bilinemiyor. Zira kendisinden kalma
yazılı bir şey bulunmuyor. Zuhur [6] eden bir arbede esnasında
yüz yaşında iken itlM olunmuştur. Ölürken müsveddelerİni kızı
Tenao'ya vermiş. Bu Tenao, felsefede mahir imiş ve fakir oldu­
ğu halde hiçbir vakit de o müsevvedatı satmaya razı olmamış­
tır. Sonra Felatun her nerede Fisagoras'ın bir kitabını bulsa
fi'atına bakmaz alır imiş. Fisagoras'ın birçok şakirdi kalmış
Pythagorien yani Fisagoras takımı diye bir sınıf feylesoflar gel­
mişlerdir.
Fisagoras'ın şakirdi Anaksimen bir mekteb açmış ve onun
şakirdlerinden olan hakim-i meşhur Anaksagoras'ın şakirdi
Embezoklis asrında pek ziyade şöhret almıştır.
Ve esatin-i hamse-i hikmelten birisi olmuştur.
Esatin-i hikmet Fisagoras, Embezoklis, Sokrat, Felatun,
Aristo' dur. [7]
Embezoklis anasır-ı erba'ayı bulmuş. Lakin onlan basit
i'tikad etmez imiş ve esas-ı hayat hararet oldugunu i'tikad eder

14
TERACİM-İ AHVA.L-İ FELA.Sİ FE i Çevriyazı

ımış. Tarın-i mlladdan 444 sene mukaddem Sicilya'da vaki'


volkanın agzına kadar su'fid ile batn-ı zeminden feveran eden
ateşi temaşa ederken içine düşmüş yahut kendisini atmakla he­
lak olmuştur.
İlm-i tıb mllad-ı Hazret-i ısa'dan 460 sene evvel tevlid eden
Bukrat zamanına gelinceye kadar birtakım hurafat ve hokka­
bazlık tarzında olarak rü'esa-yı diniyye arasında sır tutulur i­
miş. İlm-i tıbbı en evvel meydana koyan Bukrat'tır. Cerrahlıgı
da bu san'ata ilave eylemiştir. Bukrat'ın mahall-i viladeti
İstanköy Adası'dır. Birçok asırdan beri tedavi ile iştigal eden bir
hanedandan gelmiştir. Tahsll için Yunanistan'a ve Asya tarafla­
rına gitmiş. Bazen İstanköy'de [8) bazen Tesali ve Pateras'ta i­
kamet eylemiş. Atina'da ilm-i tıbbı tedris eder ve icra-yı
ameliyyat eyler idi. Kesb-i iştiharı Peloponez muharebesi za­
manında imiş. Bu tabib için pek çok hikayeler naklederler ise
de, intikadat-ı cedide bunları şübheye düşürmüştür. Atinalılar'ı
veba hastalıgından şehrin orta yerinde cesim ateşler yakarak
kurtarmış oldugu ve Atinalılar'ın kendisine pek büyük müka­
fat1ar eylemiş oldukları mervi imiş. İran Şam Artakseres
Longman, pek çok altın ile kendisini Atinalılar'dan kendi yanı­
na celb eylemek istemiş ise de, Bukrat reddeylemiş. Ala­
rivayetin seksen yaşında, ala-rivayetin yüz yaşında Laris'te fevt
olmuştur. San'atından başka hüsn-i ahlak ile de şöhret bulmuş­
tur.
Hazret-i Isa'dan SOO sene evvel [9) Lösib nam feylesof şöh­
ret almıştır. Lösib, Yunan feylesoflarından olup mahall-i
viladeti Abder yahut Mile'dir. Alemin atomlardan yani fi'len
kabil-i taksim olmayan ecza-yı sagire-i sulbeden mürekkeb ol­
dUgunu ve haıanın cevazını ve bu atomların terekkübat-ı
tesadüfiyyeleriyle cisimlerin teşekkül eyledigini kabfil eylemiş.
Lösib'in yazılı hiçbir eseri kalmamıştır. Lakin şakirdi olarak
Demokrit'i bırakmıştır.
Demokrit ki, Araplar'ın Zimkeratis dedikleri Yunan feyle­
sofu olup, mlladdan ala rivayetin 490, ala rivayetin 470 sene ev­
vel dogmuştur. Ve Lösib'den tederrüs ve telemmüz eylemiştir.
Tahsili ilerletmek için Mısır'a ve Asya'ya seyahat eylemiştir.
Ulfim-ı tabi'iyyeye [10) çok çalıştı. Ve bütün servetini bu seyahat
ve tecrübeleri ugrunda sarf etti. Bu paraları bitirdiginden dolayı

15
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

kendisine ceza terettüb etti. Lakin tebri'e-i zimmet için vatan­


daşlarının önünde avalim hakkında yazdı� bir kitabı okudukta
Abder halkı o kadar memnUn oldular ki, kendisine elli talan
hediye verdiler. Rivayet ederler ki, sııret-i ma'işetinin garabeti
sonraları kendisini mecnıın zannettirdi. Abderliler Bukrat nam
tabib-i meşhııru onun tedavisi için ça�rdılar. Bu tabib-i hazık
Demokrit ile görüştükten sonra Abderliler'e siz ondan delisiniz
dedi. Demokrit yüz dokuz yaşına kadar yaşadı. İnsanların ha­
rekat-ı mecnıınanesine bir düziye gülerdi. Nassın bu haline
da'ima ağlayan Heraklit'in zıddı [11] idi. Üstadı Lösib gibi her
şeyi atomlar ve hala ve hareket ile anlatır idi. İdrakat-ı
cismaniyyeyi tefhim için, eşyadan sudıır eden Sllr! havassın ka­
bııl edilmesi usıılünü tasvib etti.
OL asırda Sofista'iyye mezhebi pek ziyade revac ve şüyı1'
bulmuş ve nassın sıı-i ahlakına ba'is olmuş idi ve bir taraftan da
atomizm mezhebi şa'şa'a-paş olmuş idi. İşte o zaman Sokrat
geldi. Sofista'iler ile bahs ederek cümlesini mağlııb etti. Ve
atomizm yani atom usıılünü i'tibardan düşürdü.
Sokrat, tarih-i miladdan 480 sene mukaddem Atina'da
doğmuş. Pederi Sofronisen namında bir heykel-tıraş, validesi
Fenaret namında bir kabile imiş. Evvelce pederinin san'atına
[12] çalışmış ise de, çabuk terk ile ulıım ve fünUna hasr-ı evkat
eylemiş idi. Derhal etrafına birçok gençler toplanıp ondan
tederrüs eylemeğe başlamışlar idi. Ulııvv-i cenab ve hüsn-i ah­
lakı herkesçe tanınmıştır. Sofista'iyyelerden ve eski i'tikadat-ı
batıla ashabından ona pek çok hasımlar peyda olmuş. Yeni din
çıkarıyor ve gençleri ifsad eyliyor diyerek kendisini itham eyle­
diler. Kendini müdafa'a eylemedi. Bi-günah olduğu halde bal­
dıran zehri içmeye mahkıım edildi. Mahbesde bulunduğu za­
man dostları firarı için arz-ı vesatet eylediler. Lakin kanUna i­
ta'atsizlik etmemek için onların tekliflerini reddeyledi. Hayran
olunacak bir sıırette sabr ü tahammül ile dııçar-ı helak oldu.
Sokrat tarm-i felsefede bir fasl-ı cedid (13) göstermiştir. Eslafı
bahsde ifrat ve tefrit ederken Sokrat sa'ir bahsIerinden ziyade
insandan ve ahlak-ı insaniyyeden bahs eder oldu. "Sen kendini
bil" sözünü pek çok kere tekrar eyler idi. Bala-pervazhk eden
felasifeye karşı der idi ki: "Hep ma'lıımatım bir şey bilmedi­
ğimden ibarettir". Allah'ın vahid ve kaderin hakk ve rllhun e-

16
TERAcİM-İ AHVA.L-İ FELA.S İFE / çevriyazı

bedi olduğunu yeni deliller ile isbat eyledi. Muhavereleri irad-ı


es'ile tarzında idi. Husemasını bu yolda su'alden su 'ale sevk ile
gülünç hallere düşürür idi. Bu, mişvarı tehekküm-i Sokrat! diye
darb-ı mesel olmuştur. Şakirdanını da bu sfiretle tedris ve ta'lim
ile validesinin san'atı usfilünde olarak bu tarik-i ta'lime "akıllar
müvellidesi" der idi. Mektebden hiçbir para almaz ve ma'aş
kabfil etmez idi. Bu feylesof rfihun cevher-i [14] mücerred oldu­
ğuna ka'il idi. Pek çok şakirdanı kaldı. En meşhfiru Feıatun'dur.
Felatun, tarın-i miladdan 430 sene evvel Atina hükfimetine
tabi' Ejin Adası'nda doğmuş. Atina'da mu'teber bir familyaya
mensfib olan Ariston'un oğludur. Gerek peder ve gerek valid e
tarafından asil idi. İsmi, Aristoklis olduğu halde omuzlarının
genişliği münasebetiyle Yunanca omuzları geniş ma'nasına o­
lan Platon tesmiye olunmuştur. Ulfim ve mnfinu ve husfisiyle
hendeseyi tahsil eyledi. Gençliğinde şi'rle meşgUl oldu. Lakin
sonraları bütün bütün felsefeye daldı. Sofista'iyye mezhebinin
butlanını kolaylıkla anlayıp, yirmi yaşında iken Sokrat'a bağla­
narak, on sene ona şakirdlik etti. Sokrat'ın [15] vefatından sonra
diger arkadaşlarıyla Megar'a gitti. Ve seyahate başladı. İtal­
ya'ya gitti. Orada Fisagoras feylesoflarından Arkidas ve Ti­
me'nin derslerini dinledi. Oradan Afrika'da Siren'e ve sonra
Mısır'a gitti. Daha sonra da Sisil'e gitti. Sirakuz'da ikametinde
Diyon nam fazıla intisab etti. Denis tarafından bir sebebe mebni
esir gibi satıldı. Siren feylesoflarından Antiseriz onu alıp azad
eyledi. Ondan sonra Felatun Atina'ya gitti. Orada şehrin kena­
rında Akademi namında bir mekteb te'sis eyledi ki, Akademi
yani Encümen-i Daniş namı ondan kalmıştır. Bu mektebe Yu­
nanistan'ın pek mu'teber adamları gelir idi. Zükfir ve inasdan
pek çok şakirdleri var [16] idi. Bunlardan en meşhfirları
zükfirdan Aristo, Siposib, Kisenokrat, İzokrat ve kadınlardan
Lasteni ve Eksiyate'dirler. 368'de Felatun ilim ile o kadar şöhret
buldu ki, birçok hükfimetler ondan kanfin yapmasını istediler.
Lakin kendisi müddet-i ömründe politika umfirundan uzak bu­
lunmak istedi. 82 yaşında fevt oldu. A.hir-i ömrüne kadar bekar
yaşadı. "amour Platonique" yani "Aşk-ı Felatuni" darb-ı meseli
Felatun'un güzellerin cemaline yalnız rfihani olarak hayran ol­
masından kalmıştır. Pek çok eser bıraktı. Kudret-i kalemiyyesi
ve maharet-i edebiyyesi fevka'l-ade olduğundan Sokrat'ın

17
TEKA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

Sofista'iyyeler ile ettiği müballasatı pek güzel kaleme aldı. Ve


bu cihetle bütün [17} alemde şöhret buldu. Namı ulemaya ve
hükemaya unvan oldu.
Felatun İşrakiyyil.n re'isi oldu. Bu alem-i şühudun fevkinde
bir alem-i misal ve hayal vardır. Ve mahiyyetler o alemde
mevcuddur. Mesela efrad-ı insamyyenin cümlesine şamil olan
mahiyyet-i insaniyye o alemin mevcudatındandır. Ve mevcud-ı
hakiki onlardır. Eşhas o mevcudat-ı rfıhaniyyenin gölgeleri ve
suretleridir. Ma'lumat-ı zihniyyemiz za'if akislerden başka bir
şey değildir der idi. Efrad-ı adide bir mefhumda müteşarik ol­
mazlar ise, bir hakikat teşkil edemezler. Hisler, cüz'iyyat-ı
mahsuseden başkasına ayrışamazlar. A.lem-i misalin zerrat-ı
mücerredesi ise, bir ali kabiliyetle idrak ve ta' akkul olunur.
Ta'akkul ve tezekkür [18] dahi bir hayat-ı kadirnin hatıraları ol­
mak gerektir der imiş.
Felatun ruhu kendi kendine hareket eden bir kuvvet diye
ta'rif etmiş. Cismin fenasından sonra rUh baki olup hasıl ettiği
ma'lumat-ı kül1iyye dahi kendisinde kalır. Ve bahtiyarlığı ve
bed-bahtlığı ilim ve ameline göredir. Sa'adet-i ebediyyeye layık
olmayan ruhları kader tekrar hayat-ı dsmaniyyede evvelki
mevcudiyyetini hatırlamaksızın yine bir tecrübeye kor der imiş.
İşte böylelikle Felatun yalnız insanlar arasında olmak üzere te­
nasühü kabul etmiştir.
Felatun'un asl-ı mezhebini hakikati vechile bilmek
müşkildir. Zira bu feylesofun iki türlü ta'Iimi var idi. Biri u­
muma şamil [19] digeri havassa mahsus idi ve bize kalan da
umuma şamil olanı olmak gerektir. Felatun'un ulüvv-i idrak ve
fetaneti ve ahlakının safiyyeti ve kibarane kitabeti herkesi hay­
ran eylemiştir. Kendisine "Felatun-i İlahi" ve felsefenin Homer'i
namı verilmiştir. Yunanca mezarının bir tarafına "Buraya bir
zat konulmuştur ve o zat Felatun-i İlahi'dir ki, iffet ve ahlak-ı
adı ile yani ahlak-ı hamide ile cümle nasa takaddüm ve tefev­
vuk etmiş idi; her kim ki, her şeyden ziyade hikmeti medh ey­
leye mutlaka bu zatı medh ü sena eylemiş olur. Zira hikmetin
ekseri ondadır." Ve diger tarafına "Yer Felatun'un cesedini
örtmüştür ama ruhu mertebe-i ebediyyettedir" ibareleri yazıl­
mıştır.

18
TERA.CİM-İ AHVA L-İ FELASİ FE / Çevriyazı

Ondan sonra Aristo geldi ki, [20] kendisine emir-i felsefe


namı verilmiştir. Meşşa'iyyftn sınıfının re'isidir. Tarın-i
miladdan 384 sene evvel Makedonya' da Stacir şehrinde doğ­
muştur. Pederi Nikomak, Makedonya Kralı Üçüncü Aminta'nın
muhibbi ve tabib-i hassı idi. Aristo 368'de Atina'ya gelip yirmi
sene Felatun'un dersine devam eylemiştir. Ve bundan sonra a­
sar-ı tahririyyesiyle kendisini tanıtmaya başlamıştır. Felatun'un
vefatından sonra 348'de Atina'yı terk eylemiş. Atina'dan çık­
ması, üstadının yerine geçirmediklerinden dolayı gücendiği i­
çindir derler. Mis'de Aterne hükümdan Hermeyas'ın yanına
gitmiş ve onun hemşiresi Pityas'ı tezevvüc etmiştir. Sonra
Leryuz Adası'nda Miti şehrine gitti. 343'de [21] Philip tarafından
mahdftmu büyük İskender'in ta'lim ve terbiyesine me'mftr e­
dildi. Şakirdiyle beraber Asya'ya gitti. Ve İskender'in servet ve
fütfihatından kendisi tarın-i tabi'iyyenin terakkisince istifade
eyledi. Sonra 331'de Atina'ya geldi. Aristo şehrin yanında bir
gezinme mahalli te'sisiyle Lise namı verdi. Onda ayak üstünde
gezinirken tedris ve ta'lim edegeldiğinden rnekteb-i mezkftra
"peripatetik" denilmiştir ki, 1isan-ı Yunanide "yürür"
ma'nasına olmakla rnekteb-i meşy ve hareket demek olarak on­
da zuhftr eden felasifeye "meşşa'iyyt1n" tesmiye olunmuştur.
İskender'in vefatından sonra 323'te Aristo kendi
hasedkaranı ve İskender'in huseması tarafından hücftmlara ve
iftiralara uğradı [22] ve dinsizlik ile itham olunduğunu görünce
hakkında verilen hükmü beklemeksizin Atina'dan çıkıp gitti.
Sokrat'ı mahkum eylemekle müttehim olan Atinalılar'ı yeni bir
cinayetten esirgediği için Atina'dan çıktığını söyledi.
Euboea Adası'nda Chalcis'e yerleşmeye gitti. Ve çok geç­
meyip orada 322 senesi altmış iki yaşında iken vefat eyledi. A­
risto hükema-yı müte'ahhirinin a'lemi idi. Asrındaki ulftm ve
fünftnun cümlesini ta'allüm ve tahsil etti. Birçok ilimIerin de
kaşifidir. Asan, mecmu'a-i enva'-i ulftm ve fünundur. Asarının
en meşhftrlarından biri, mesa'il-i mantıkiyyeyi cami' olan
Organan nam kitabıdır. Ve ilm-i mantıkın vazı' ve mucidi odur.
Ber-vech-i bala Sokrat'ın ve Felatun'un tercüme-i hallerinde ya­
zıldığı [23] vechile Sokrat'ın Sofista'ilerle vuku' bulan
mübahasatını Felatun edibane sftretle pek güzel kaleme almış
idi.

19
TERA CİM-İ AHVA.L- İ FELA.Sİ FE / çevriyaz!

Aristo bunları ariz ve amik mütala'a ederek onlardan ilm-i


mantığı istinbat ve vaz' etmiştir. Aristo'nun asarını
müte'ahhirinden Ammonyus, Aleksandır Afrodis, Temistiyus,
Simpilsyus, Olimpiyodor, Canfilopon, Pois ve Kurun-ı Vusta'da
Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Bacce, İbn Rüşd, Alber lö Gran, Sent
Tomas şerh eylemişlerdir.
O asırda bir de Kelbiyyun mezhebi zuhur eylemiştir ki,
bunun mü'essisi Antisthenes nam feylesoftur. Bu feylesof tarih­
i miladdan 424 sene evvel Atina'da tevellüd eylemiş, [24] sofist
Coreiya'dan ta'allüm etmiş. Ve ilm-i beyan tedris etmekte imiş.
Sonra bir gün Sokrat'ın dersini dinledikte, hemen mektebini
kapayıp felsefe tedrisine hasr-ı evkat eylemiş. Antisten ilm-i ah­
lakı pek şiddetli bir surette ta'lim eder imiş. Kendisini pek zi­
yade nümayiş ve azarnet ile fazilet-füruşluk eder diye itham
ederler imiş. Sokrat onun için "Onun gurııru mantosunun de­
liklerinden dışarı uğruyor" der imiş. Felsefeye da'ir pek çok e­
ser yazmış ise de bize hepsi kalmamıştır. 72 yaşında fevt olmuş­
tur.
Antisten'in şakirdlerinden meşhur Diyojen dahi Kelbiyyt1n
feylesoflarındandır. Diyojen milad-ı Hazret-i Isa'dan 415 sene
evvel Sinop'ta tevellüd etmiş ve 324'te Korent'te [25] vefat et­
miştir. Pederi ile beraber kalb sikke i'ma1iyle itham edilerek
genç iken Atina'ya gelmiş ve Antisten'den felsefe tahsil etmiş­
tir. Orada pek ziyade sefalet içinde yaşamış ve sonra Pirat'lar
tarafından habsedilip esir gibi Korent'de satılmıştır. Feylesof
Ksenyadani onu satın alıp emvalinin idaresini ve evladlarının
terbiyesini ona ihale etmiş. Diyojen cesedinin süprüntü1üğe a­
tılmasını vasiyyet eylemiş ise de, dostları onu pek tantanalı bir
surette defn etmişler. Mezarının üzerine Paroz mermerinden bir
köpek resmi yapmışlar. Bu feylesof Kelbiyyun mesleğinde ifra­
ta varmış. Bir küp içinde temekkün edip eşya olarak yalnız bir
zenbil ve bir baston ve bir de çanağı var imiş. Bir gün çocuğun
birinin [26] avucu ile su içtiğini gördükte, "Ben çocuk kadar da
mı olamıyorum" diyerek çanağı atmıştır. Bir gün öğle vakti e­
linde bir fener olduğu halde sokaklarda gezip soranlara "İnsan
arıyorum" demiştir. Felatun'un insanı iki ayaklı ve tüysüz bir
hayvan olmak üzere ta'rif eylediğini işittikte hemen tüyleri yo­
lunmuş bir horozu onun dershanesine atıp "İşte Felatun'un in-

20
TERı\CİM-İ AHVA. L-İ FELA.SİFE! çevriyazı

sanı demiştir. Bu ihtiyar! olan fakr ü sefaleti içinde kendisinde


pek ziyade tefahur ve gurur var imiş. Büyük İskender Korent'e
geldiğinde Diyojen'i görmeyi merak etmiş. Ve onun yanına gi­
dip kendisine ne iyilik edebileceğini sormuş. Diyojen, "Gölge
etmemeklik" demiş. Diyojen için bu türlü daha pek çok hikaye­
ler [27] naklederler. Diyojen'in diye farz olunan bazı mektublar
kalmıştır.
Yunan feylesoflarından meşhur Epikür tarın-i miladdan
341 sene evvel Atina civarında Borkdokarcato'da tevellüd ey­
lemiştir. Bir mekteb hocasının oğlu idi. Genç yaşında iken
Demokriein asarını okumuş ve ona mu'tekid olmuştur. Sonra
kendi zamanında tedris edilen meslekleri tederrüs eyledi. On­
dan sonra evvelce Mitilen'de sonra Lampsak'da kendisi ders aç­
tı. 309'da mektebini Atina'ya nakleyledi. Ve Atina'da bir bahçe
temellük edinerek şakirdanını oraya cem' eyleyip birlikte yaşa­
dı.
Fizik, yani hikmet-i tabi'iyyeyi atomların içtima'-ı tesadüfi­
lerindendir diye tedris eyler imiş. [28] Ruhun ebediyyetini inkar
eder ve kaderi kabul etmez imiş.
Yunan hükemasından Aklidis, Hazret-i İsa'dan üç yüz sene
evvel doğmuştur. Usul-i hendeseyi cem' ile bir kitab yapmıştır.
Ondan evvel Yunaniyyunun böyle kaffe-i usul-i hendeseyi ca­
mi' bir kitabıarı yok idi. Eğerçi şimdi Avrupa'da tarik-i berahin­
i hendese müteceddid ve teferru'atı mütevessi' ve müte'addid
olmuş ve cebirin hendeseye tatbikiyle kudemanın keşf edeme­
diği nice şeyler bulunmuş ise de hendese-i asliyye yine usul-i
Aklidis üzeredir.
Mühendis-i meşhur Yunani Arşimed tarın-i miladdan 287
sene evvel Sicilya'da tevellüd eylemiş. Genç yaşında iken
Öklidis'in dersinde bulunmak üzere İskenderiye'ye gelmiş ve
ondan [29] sonra keşfiyyatıyla kendisini aleme tanıtmaya baş­
lamıştır. Arşimed sayt ü şöhreti afakı doldurmuş olan bir ha­
kim-i riyazidir. Mısır'ın bataklarını kurutmuş ve Nil'e civar o­
lan arazinin sedlerini bina ve karyeden karyeye geçilen cüsur
ve kanatır te'sis eylemiştir.
Sicilya'ya avdetinde san'at ve maharetini Marselluz tara­
fından muhasara edilen vatanını müdafa'aya hasr eylemiş ve
iki sene müddet 214 senesine kadar emr-i müdafa'aya ihtimarn

21
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE i çevriyazı

göstermiştir. Bunun için pek acib ve garib rivayetler vardır.


Şöyle ki, düşman gemilerini icad eylediği makineler ile havaya
kaldırıp sonra kayaların üzerine düşürmekle parçalamak ve
yahut pertev-suz ile donanmdyı yakmak gibi sözler menkuldür.
[30]
212 senesinde Romalılar Sicilya'ya gird;kleri zaman
Arşimed bir mes'ele halli ile meşgUl olduğundan kendisini gö­
türmek üzere gelen neferi ziyade bekletmiş olmakla nefer bek­
lemek istemeyip onu öldürmüştür. Marselluz onun öldürüldü­
ğüne canı sıkılmış ve ona bir türbe yaptırmıştır. Keşfiyyatı pek
çoktur. İlimle pek ziyade telezzüz eyler imiş. Bir gün mikyas-ı
mayi'ata da'ir bir mes'ele hallinde banyodan çırıl çıplak dışarı
uğrayıp "Buldum" diye şehrin içinde dolaştığı mervidir.
Tarih-i miladdan 300 sene evvel Atina şehrinde
Sitovasiyyen yani Revakiyytin namında bir sınıf hükema zuhur
eylemiştir ki, bunların meslekleri meşşa'iyyl1n mesleğine karib
imiş. Re'isleri tarih-i mlladdan 240 [31] sene evvel Kıbrıs Cezire­
si'nde tevellüd eden Zenon nam feylesoftur. Ve revak
ma'nasına olan Sitova nam mahalde ders verdiğinden
telamizine Sitovasiyyen yani Revakiyyl1n denilir. Bu mezhebce
sa'adet ve hürriyyet ve servet ve darat bi'l-cümle salah-ı halden
ibaret olarak onun fevkinde hoş ve leziz ve makbul ve nafi' ve
zi-kıymet bir şey yoktur. Salah-ı halden başka bir şey hayr
addolunamaz. Ve fesad ve daIaletten başka şer bilinmez. Ve
maksad-ı asli tehzib-i ahlak olup mantık ve hikmetin lüzum-ı
ta'allüm ve tahsili mücerred dakayık-ı ilm-i ahlakı tefehhüm i­
çin olmasıyla kaffe-i fünun-ı hikemiyye ilm-i ahlakın mukad­
dimesidir. Ve kaffe-i huzuzat-ı nefsaniyye ruhun emrazı ve
uyubudur denilir ve salah-ı hale cüz'i muhalefet edenler hakla­
rında büyük cezaların ierası lazımeden [32] bilinir. Ve kadere
i'tikad eyleyip ağrı ve sızı bunlarca fenalıktan addolunmaz i­
miş. Bunlar felsefeyi üçe taksim etmişler ki mantık, hikmet-i ta­
bi'iyye, ilm-i ahlaktır. Bunu bir bahçeye temsll ile mantık duva­
rı, hikmet-i tabi'iyye arz ve fidanları ve ilm-i ahlak meyveleri
diye teşbih ederlermiş. Bu mezhebden gerek Yunanilerde ve ge­
rek Romalılar'da pek büyük feylesoflar zuhıır etmiştir. Ancak
Roma revakiyyunu bu mezhebin bazı mertebe şiddetini ta'dll
ile tabayi'-i nasa tevfik etmişlerdir.

22
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyaz!

Zenon'dan sonra Sitovasiyyen feylesoflarının en meşhurla­


rı Yunanller'den Karlsib, Kleant, Panetiyus, Posidonyus,
Atenodor, Ditaris, Epikned, Ariyen. Roma'da dahi Katon, Se­
nek, [33] Terezea, Musonyus Rufus, Komotus, Persi'dir.
Bu mezhebin mü'essisi olan Zenon tarih-i miladdan 340
sene evvel Kıbrıs cezıresinde tevellüd eylemiştir. Sahib-i servet
bir tacir oğlu olduğundan evvelce kendisi de ticarete başlamış
ise de külli zarar ve ziyana uğramakla ticareti terk ile Atina'ya
gelmiş. Atina'da tesadüfl olarak girmiş olduğu bir kitabcı dük-
. kanında meşhur Yunan generallerinden ve Sokrat'ın
şakirdlerinden olan Ksenofon'un Sokrat'a da'ir yazmış olduğu
hatıralarını görüp okumuş ve ondan sonra felsefe için kendi­
sinde bir aşk peyda olarak kendini bütün bütün ona hasr eyle­
miş. Evvelce kendisi birçok derslerde bulunup, sonra [34] kırk
yaşında iken yeni bir meslek te'sıs ile Atina'da revak ma'nasma
olan Stova nam mahalde ders açtı, etrafında pek çok şakird top­
landı. Sami'mi meyanında Antigongonata dahi bulunmuştur
derler. 263'de pek ziyade müsinn olduğu halde vefat eylemiştir.
Bu Stovasiyyen feylesoflarından tarih-i miladdan 133 sene
evvel Suriye'de tevellüd eylemiş olan Posidonyus dahi zama­
nında pek çok şöhret almış. Bu feylesof Atina'da Revakiyyı1n
feylesoflarından olan Panetyus'dan tederrüs ve ta'allüm eyle­
dikten sonra uzun bir seyahatle 102'de Rod'a gelip yerleşmiş ve
orada bir mekteb açmıştır. Usul-i tedrıs o kadar parlak gitmiştir
ki, pek mu'teber ecnebiler dersini dinlemek için Rod'a gelirler
ımış. Meşhur [35] Pompe ile Sizeran dahi bunlardan
ma'duddurlar.
Pompe Posidonyus'un dersini dinlemek için Rod'a geldi­
ğinde, Posidonyus nikrısden muzdarib olduğu halde, yine ders­
lerine devam eyliyor idi. Pompe dersi dinlemekte iken ağrı ve
sızı Posidonyus'u takrIrini kestirmeye mecbur eylemekle kendi
mezhebine sadakatle, "Ey ağrı, sen beni muzdarib edebilirsin,
hiçbir vakitte senin bir fenalık olduğuna beni ka'il edemezsin"
demiş olduğu meşhurdur. Posidonyus 184'te Rod'lular tarafın­
dan elçilik ile Roma'ya gönderilmiş ve Roma'da pek ziyade
hüsn-i kabul görmüştür. Bu feylesof fizikte, riyaziyyatta [36] ve
hey'ette dahi pek ziyade kesb-i iştihar eylemiştir. Ve pek çok
eserler yazmıştır.

23
TERACİM-İ AHVAL-İ FELASİFE i çevriyazı

Sonraları Yunanistan'da ult1m ve fünlin inkıraza yüz tut­


muş idi. Müluk-i saire Yunanistan'ın asarını cem'le mektebler
güşadına sa'y etmişler, hususiyle Mısır'da hükumet eden
Batlamyus hanedam bu babda ziyadesiyle sarf-ı himmet ile Yu­
nanistan'da bulunan hükemayı İskenderiyye'ye celb ederek
haklarında fevka'l-ade izhar-ı hürmet eylemişlerdir. Pek çok
kitablar cem'le İskenderiyye'de iki kütübhane yapmışlar hem
encümen-i daniş hem de darü'l-fünun olmak üzere cesım bina
yapıp "Museyun" tesmiye eylemişler idi ki, mecma'-ı ulum ve
ma'arif demek olup mecma'-ı tuhaf ve tefarik ma'nasına olan
"müze" lafzı ondan me'huzdur. İşte bu Museyun mektebinden
[37] pek çok feylesoflar zuhur etmiştir. Bu suretle İskenderiyye
merkez-i ulum olarak ol asırda Beralşam ve sa'ir taraflara da
ulum-ı hikemiyye oradan münteşir olmuş idi. Ve fi'l-asl ulum-ı
hikemiyye, Yunanistan'a canib-i Mısır ve Beralşam'dan gitmiş
olduğu halde, yine o zaman o tarafa avdet eylemiş oldu.
Yunan tabiblerinin meşhurlarından olan Diskorides Haz­
ret-i ısa'dan 64 sene sonra kadim Anazarya nam şehirde
tevellüd eylemiştir. Edviye-i müfredeye da'ir yazmış olduğu al­
tı cild kitabı Yunan ve Arab etıbbası indinde pek mergfib ve
mu'teber olmuştur.
Calinus denilen tabib-i meşhur-ı Yunanı, 131 sene-i
miladiyyesinde Bergama'da tevellüd eylemiş ve 200 senesine
doğru [38] vefat etmiştir. Hüsn-i ahlakı hasebiyle pederi kendi­
sine Yunanca tatlı demek olan Galenoz ismini vermiştir. Evvel­
ce Aristo'nun felsefesini tahsil ile meşgul olup sonra tahsil-i
ilm-i tıbba hasr-ı evkat eylemiş. Ve ikmal-i tahsil için seyahat
etmiş. Birçok seneler İskenderiyye'de bulunup teşrih ta'allüm
etmiş, sonra Bergama'ya gidip san'atını tecrübeye başlamış.
Otuz dört yaşında Roma'ya gitmiş ve orada şöhret almıştır. A­
hir-i ömründe Bergama'ya avdet eylemiş derler. Calinus
Bukrat'tan sonra etibba-yı salifenin birincisidir. Fenn-i tıbba
da'ir pek çok te'lifatı vardır.
Hazret-i Isa'dan sonra ikinci asrın nihayetinde Aleksandır
Afrodis gelmiştir ki, mahall-i viladeti Afrodis olup
İskenderiyye'de [39] tederrüs eylemiştir. Meşşa'iyyun feylesofla­
rından idi. Calinus nam tabib-i meşhura yetişmiş ve

24
TERAcİM-İ AHVAL-I FELASİFE i çevriyazı

beynlerinde pek çok muhavereler olmuştur. Aristo'nun pek çok


kitabıarını şerh eylemiş ve kendi de ayrıca eserler bırakmıştır.
Ondan sonra 317 tarın-i miladisinde Tamistiyus nam feyle­
sof gelmiş o da Aristo'nun pek çok kitabıarını şerh eylemiştir.
İskenderiyye' de Müze nam darü'l-edebden ma'-ada bir de
felsefe mektebi varmış. Buradan uçuncü asırda neo­
Felatunisyen yani yeni-Felah1niler namıyla birtakım feylesoflar
zuhfir eylemiştir. Bu felsefenin usfilü Felatfin'un felsefesi ile
Şark'tan aldıkları meslek-i İşrakiyye'yi birbirine katmak imiş.
Bu meslekteki [40) feylesoflar mahiyyata bir vücfid-ı hakiki
vermek istemişler. "Vahdet, akıl ve rllh-ı alem" diyerek usfil-i
selase kabfil ederlermiş. Ve Cenab-ı Hakk'ı tanımak iddi'asında
bulunup Cenab-ı Hakk'a ermek ve vahdet-i vücfidu anlamak
ancak hal-i vecd ile olduğunu söylerler imiş.
Neo-platonisyen'lerin yani yeni-Felatfinilerin başlıcaları:
Ammonyus Sakkas, Plotin, Porfir, Camblik, Prokloz, Julyen
Lapostat'tır. Plotin'den sonra ekserısi Hıristiyanlığın aleyhine
yürümüşlerdir.
Ammonyus Sakkas nam Neo-Felatunizm feylesofu üçüncü
asırda İskenderiyye'de zuhfir eylemiştir. Ammonyus pek fakir
bir familyadan tevellüd eylemiş. Ve ta'ayyüş için hammallık
edermiş. Kemal-i hevesle feylesofi tahsiline çalışmış, sonra [41)
Felatfin ile Aristo'nun mezhebIerini birleştirmeye ve onlara
Şark felsefesini de karıştırmaya kalkışmış. Lakin buna muvaffak
olamamıştır. Ammonyus evvelce Hıristiyan olmuş iken sonra
putperestliğe avdet eylemiş. Muharrer eser bırakmamış ise de,
üç şakird bırakmış ve bunların biri olan Plotin onun mezhebini
ilerletmiş tir.
Ammonyus'un şakirdi olan Plotin, 205 senesi Mısr-ı
ulya'da doğmuş ve yirmi sekiz yaşında Ammonyus'a şakird
olup on bir sene İskenderiyye'de onun dersine devam eylemiş.
Kırk yaşında iken Roma'ya gelip bir felsefe mektebi açmış ve
Roma'da etrafına pek çok şakird toplamış ve pek çok hürmet
görmüştür. İhtiyarlığında köye çekilmiş ve 270'de [42) orada
fevt olmuştur. Plotin, İmparator Galin'den yeni bir şehir bina­
sıyla oranın Felatfin'un medine-i fazıla diye tahayyül ettiği u­
sfilde idaresine ve şehrin isminin Platonvil tesmiyesine yani
Felatı1n'un Yunancası olan Platon namıyla yad olunmasına

25
TEMCİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

müsa'ade istihsal eylemiş ise de, hilaf-giranı bunun kuvveden


fi'le ihracını men' eylemiştir.
Plotin, Felatun'un mezhebini esas tutarak diger feylesofla­
rın mezhebIerini de bunun1a birleştirmek için ugraşmakta iken,
hikmet-i işrakiyyeye düşmüştür. Plotin, felsefeden maksad rUh­
ı insani ile Vücud-ı Bari'nin bila-vasıta ittihadı oldugunu ve
bunun da ancak keşf ve müşahade ile olabilecegini söyler imiş.
Cenab-ı Hakk her şeyi kaderiyle tedbir eyler. Mahlukat [43] hep
Cenab-ı Hakk'dan sudur eder. Yaratılmak, bir sukuttur. Madde
fenalıgın esası olup, bizim tahkirimizden başka bir şeye layık
degildir der imiş. Plotin, bir cisimde bulunduguna utandıgm­
dan hiçbir vakitte resmini aldırmaya razı olmamış. Bu feylesof
kendi mezhebi üzerine elli dört eser bırakmıştır. Bunları başlıca
şaklrdlerinden olan Porfir toplayıp Lez Ennoad namıyla neşr ey­
lemiştir.
Porfir, 223 sene-i miladiyyesinde, Beter'de tevellüd eyle­
miş. Atina'da meşhur Lungen'den belagat okumuş ve Roma'da
Plotin'den felsefe tederrüs etmiş. Ve onun pek müdavim şakirdi
olmuştur. Zamanındaki ulumu tahsil etmiş ve kudret-i
kalemiyyesiyle temeyyüz eylemiştir. Üstadı Plotin'den sonra
Roma'da belagat [44] ve felsefe tedris eylemiş. Ve orada 304 se­
nesinde fevt olmuştur. Üstadı gibi ittihad mesleginde olup ta­
mamıyla İşrakiyyfin ve Mutasavvıfa yolunda bir felsefe tedris
eyler imiş. Hıristiyan1ar'ın aleyhinde meşhur bir eser yazmış ki,
buna birçok papazlar tarafından reddiyye yazılmıştır. Porfir,
fsaguci namıyla mantıga bir medhal yazıp Aristo'nun mantıgına
ilave olunmuştur.
Porfir'in şakirdi olan Camblik, üçüncü asrın nihayetinde
gelmiştir. İskenderiyye'de ders vermiş. Camblik, eslafının kabul
eyledigi usul-i selaseden fazla, derece-i saniyede birbirinden
tevlid ile birçok teslisler kabul edermiş. Fisagoras'ın usul-i
adediyyesini tekrar tazelemiş ve kendi mezhebini de buna ka­
rıştırmış. Meslegi eslafının meslegi oldugu gibi buna bir de [45]
sihr ilave ederek keramet iddi'asında bulunmuş. Hayli eser
yazmıştır.
Neo-Platonizm feylesoflarının meşhurlarından biri de Ro­
ma imparatoru Julyen Lapostat'tır. 331 sene-i miladiyyesinde
tevellüd etmiştir. Rahib edilmek üzere tahsil ve terbiye edilmiş,

26
TERA.CİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE i çevriyazı

321 senesinde imparator olmuş ve kendisi Hıristiyanlık'ta hu­


silsiyle ruhban arasında terbiye olmuş iken, açıktan açığa Hıris­
tiyanlığı terk etmiş ve felasife ziyy ü kıyMetine girmiş. O za­
manki feylesoflar gibi uzun sakal bırakmış ve putperestliği ihya
etmek niyetinde bulunduğunu alenen i'lan eylemiş. O da: sihr
ile uğraşırmış. Hıristiyanlara pek ziyade hasm olup haklarında
pek çok zulm etmiş. İmtiyazlarını fesh eylemiş. Kiliselerini
soymuş nübüvveti [46) tekzib maksadıyla Kudüs ma'bedini bina
ettirmeye kalkışmış ise de, zafer-yab olamamıştır. Acemistan'a
harben yürümüş ve orada fütt1hattan sonra Asilri'de geri dön­
meye mecbilr olmuş. Bu ric'atinde aldığı yaradan müte'essiren
fevt olmuştur.
Proklus, 312 senesinde Konstantiniyye'de tevellüd eylemiş.
Tahsil için İskenderiyye'ye ve sonra Atina'ya gitmiş. Atina'da
Siryanus nam Neo-Platonizm feylesofundan ikmal-i tahsil ey­
lemiş ve Siryanus'un vefatında Atina mektebinin idaresi kendi­
sine kalmıştır. Selefi olan Siryanus İskenderiyye'de tevellüd ey­
lemiş olduğu halde, Atina mektebini idare eyleyen Plutark nam
feylesoftan tahsil eylemiş ve ondan sonra idaresi kendisine
kalmış idi. Üstadı Plutark PelatUn [47) mesleğinde olduğu halde,
Siryanus Neo-Platonizm yani yeni-Pelaruni mesleğine gitmiş.
Aristo'nun İlahiyyat'ını şerh etmiştir. İşte Proklus da bu
Siryanus'un halefidir. Neo-Platonizm mezhebi İskenderiyye'de
zuhilr eylediği halde Atina felsefe mektebine de gitmiş.
Atina'da Proklus'un mektebine pek çok sami'in toplanmış.
Bu feylesof riyaziyyatta dahi mahir imiş. Neo-Pelatunizm mez­
hebini tedris eyler imiş. Plotin, Camblik, Siryanus gibi Pelarun
mezhebini esas olmak üzere koyup buna bir de Fisagoras ve
Orfe'nin mezhebIerini karıştırmış ki, bu Orfe mezhebinin ne ol­
duğu tetebbu'a kalkışılınca mitolojinin masallarına girilmiş o­
luyor. Zira Orfe mitolojide Jübiter-zade [48) olmak üzere gösteri­
liyor. Öyle tarihin erişemediği karanlığa dalmak ve mitoloji eş­
hasından olmak üzere gösterilen Orfe meslek-i mevhilmunu
nazar-ı i'tibara almak, değil bir feylesofun! en budala bir ada­
mın bile yapacağı şey olmadığı aşikar olmakla Proklus'un sa­
pıklıkta eslMını geçmiş olduğu anlaşılıyor. Proklus ta'birat ve
tefsirat-ı rumilzkarane ile putperestliğin ihyasına çalışmış. Si-

27
TERACİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

hirhazhkta mahareti varmış. EsIMı gibi o da, hikmet-i


İşrakiyyeye daImış. Riyazeti istidlalden üst tutmuştur.
Feylesofların buralara düşmesi, Atina ve İskender�yye'de
felsefeyi inkıraza düşürmüş ve ondan sonra Avrupa'da
hükemadan nam bırakacak zevatın arkası kesilmiş idi. Sonra
[49] Cenab-ı Hakk millet-i beyza-yı İslamiyyeyi izhar ile alemi
gark-ı envar eylemekle uhlm ve fümln diyar-ı İslamiyye' de per­
tev-nisar oldu.

***

Mansur hikmete merak edip Kayser-i Rum'dan kütüb-i


hikemiyye istemekle Kayser dahi Kitab-ı Aklidis ile bazı kütüb­
i tabi'iyyatı gönderdi. Ehl-i İslam onları okUYUp, münderic olan
ulUm mütala'a olundukta hakisine dahi zafer-yab olmaya hırs
ve heves eylediler. Sonra Me'mfrn gelip kendisi dahi ehl-i ilm
olmak hasebiyle, ilme ziyade rağbet ve i'tiharı olduğundan bu
ulum-ı hikemiyyede pek ziyade har1s olarak ulUm-ı
Yunaniyye'yi istihrac ve hatt-ı Arabi ile istinsah zımnında
müluk-ı Ruma irsal-i rüsul ve resa'il hususunu tevfir ve teksir
ve bunun için pek çok mütercimler irsal ve tesyir [50] ederek,
ulum-ı mezkureyi kamilen celb etti. Ve nazar-ı ehl-i İslam dahi,
üzerine düşünüp, ulum-ı mezkurede kesb-i meleke ve maharet
eylediler. Ve bu habda nazar-ı dikkatlerini derece-i gayete eriş­
tirdiler. Ve "Mu'allim-i Evvel" denilen Aristo'nun enzar ve ara­
sından pek çoğuna muhalefet ettiler. Ulum-ı hikemiyyede şöh­
ret-i tamme onda karar kılmış ve meydan-ı hikmet-i Yunaniyye
onda kalmış olduğundan redd ve kabul hususunda onu nişan­
gm ittihaz ettiler. Hükema-yı İslamiyye'nin meşhurları dört ki­
şi olup Maşrık'da gelenler Ebu Nasr Farabi, Ebu Ali Sına ve
Endülüs'te gelenler de İbn Bacce diye ma'rM olan vezir Ebu
Bekir bin Sa'ig, Kadi Ebu'l-Velld bin Rüşd'dür. Aristo'ya
"Mu'allim-i Evvel" denilmiş olduğundan, Farabl'ye [51]
"Mu'allim-i Sam" ve İbn Sına'ya da "Mu'a1lim-i Salis" unvanı
verilmiştir.
Millet-i İslamiyye'de hikmetin zuhuru mi'e-i saniye
halalinde ve şöhret ve revacı Me'mun vaktinde olup ondan
sonra dahi terakki eylemekle, mi'e-i salise halalinde Bağdad ve

28
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE i çevriyazı

havalisi ulum-ı hikemiyye ile memlu olarak, pek çok meşahlr-i


hükema peyda olmuş idi. OL asrın hükemasından biri Ya'kub
bin İshak bin Saha ebu Yusuf el-Kindi'dir. Fi'l-asl Kinda
mülkzadelerinden olduğu halde, Basra ve Bağdad'da tahsil-i
ulum ederek asrında hikmet-i Yunaniyye ve Farisiyye ve
Hindiyye'de tebahhur ve maharetiyle meşhur ve ma'ruf olmuş
ve iki yüz bu kadar kütüb ve resa'il tercüme ve te'lif eylemiştir.
Kindi' nin şakirdanından Ahmed bin [52] Muhammed bin
Mervan bin et-Tayyib es-Serahsi dahi meşahir-i hükema-yı
İsıamiyye'dendir. Yine Kindi'nin şakirdanından Kusta bin Luka
ilm-i tıbb ve riyaziyyede mahir bir feylesoftur. Fi'l-asl Ba'lbek
Nasranilerinden olup bilad-ı Rum'a giderek pek çok kitab-ı
Yunaniyye'ye vakıf olmuş. Sonra Şam ve ondan Bağdad'a gel­
miş. Pek çok Yunan kitabIarını Arabiye tercüme etmiştir. Vefa­
tında, ikramen kabrinin üzerine kubbe yapmışlardır.
Mi'e-i saniyeden mi'e-i hamiseye kadar üç yüz sene zarfın­
da, millet-i İslamiyye'den pek çok hükema gelmiştir. Biz yalnız
içlerinde en meşhur olanların isimlerini yazıyoruz. Bunların i­
çinde Farabi ile İbn Sina kesb-i teferrüd etmişlerdir. [53]
Irak'ta hikmetin şuyfı'u ve intişarı akabinde, Garb tarafın­
da dahi münteşir olarak, ol ca.nibde dahi kurun-ı müte'addide
halalinde nice meşahir-i hükema-yı İslamiyye zuhur etmiş. Ve
içlerinde İbn Sa'ig ile İbn Rüşd teferrüd eylemiştir.
Beni Musa denilen Muhammed, Ahmed, Hasan namların­
da üç kardeşler gelmişlerdir ki, hendese ve hey'et fenlerinde ve
ilm-i hiyel-i hendesiyyede ve musikide fa'iku'l-akran idiler. Ve
hiyel-i hendesiyyeye da'ir pek güzel te'lifleri vardır ki, hiyel-i
Beni Musa diye beyne'n-nas ma'ruftur. Bu üç kardeşler, ulum-ı
hikemiyye tahsil için bilad-ı Rum'a gitmişler. Ve bu yolda ziya­
de sa'y ü gayret eylemişlerdir. En büyükleri Ebu Cafer Mu­
hammed olup tarın-i vefatı 259 sene-i hicriyyesidir. [54] Mu­
hammed hendese ve nücum ve adedde digerlerinin fevkinde
idi.
Ahmed bu ulumda onun dfınunda ise de, hiyel-i
hendesiyyede ona fa'ik idi. Zira bu fende kudemanırı keşf ede­
mediği nice müşkilatı hall etmiştir. Üçüncü biraderleri Hasan
dahi hendesede teferrüd eylemiştir. Kendisine ilm-i hendese fıt­
ri ve mevhibe-i ilahiyye idi. Zira kütüb-i hendesiyyeden yalnız

29
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

Öklidis'in altı makalesini okumuş iken bu ilimdeki isti'dad-ı ta­


bi'iyyesi hasebiyle, sa'irlerinin varamadığı had ve derecelere
varmış. Ve mücerred kuvve-i müfekkiresiyle birçok şeyler keşf
etmiştir.
İbn Cülcül dahi meşarur-i etıbbadandır, Me'mun rasad-ı
kevakibe meyl ve rağbet eylemekle erbab-ı hey'etten zlC sahibi
meşhur Abbas [55] bin Sa'id el-Cevheri ve Sened bin Ali ve
Halid bin Abdü'l-melik Ez-Zevdi ve Yahya bin Ebi Mansur nam
zatlar birer rasadhane yapmışlardır.
Huneyn bin İshak nam tabib-i Nasrani dahi, hem tıbda
hem de ulum-ı hikemiyyede kesb-i şöhret eylemiştir. Lisan-ı
Yunaniyi mükemmel bildiği gibi lisan-ı Arabi'de münşi ve şa'ir
idi. Lisan-ı Arabi'yi kemaliyle tahsil için Basra'ya gidip, aruzu
icad eden ve lisan-ı Arab üzere ibtida lugat kitabı yazan İmam
Halil bin Ahmed'den nice seneler ta'allüm eylemiştir. Ve bilad-ı
Rum'a gidip Yunanca'yı ikmal eylemiştir. Mütevekkil Alellah
vaktinde, ulum-ı hikemiyyeyi lisan-ı Yunani'den Süryani ve
Arabi'ye tercüme etmekle me'mur olmuş ve ma'iyyetine verilen
İstefan bin Basi1, [56] Musa bin Halid, Yahya bin Adi gibi te'lif
ve tercümeye muktedir birçok kimselerin tercüme ettikleri
müsevvedatı merkum hemen tashih ve ıslah ederek nice kütüb­
i nefise vücuda getirmiştir. 260 sene-i hicriyyesinde fevt olmuş­
tur.
İshak bin Huneyn babası gibi kitab-ı Yunaniyye'yi
Arabça'ya tercüme eylerdi. Asar-ı mütercemesi içinde, tıb
kitabıarından ziyade, Aristo ve sa'ir hükemanın felsefeye da'ir
olan kitablarının tercümesi daha çoktur. İlm-i tıbda dahi babası
gibi musannefat-ı müfidesi vardır. Tarih-i vefatı 298 ve ala­
rivayetin 299 senesidir.
Sabit bin Kurra bin Mervan bin Kürya bin İbrahim İbn
Marinus bin Selamanus ebu'l-Hasan el-Harrani es-Sabi dahi as­
rında meşahir-i felasifeden idi. [57) Mu'tazad kendisine pek mü­
teveccih olup da'im yanında bulundurur ve onunla uzun uza­
dıya musahabet ve mukaleme eyler imiş. 288 sene-i
hicriyyesinde vefat etmiştir. Onun oğlU Sinan dahi hükema-yı
meşhureden olmuş. Muktedir zamanında re'is-i etıbba nasb e­
dilmiştir.

30
TERAcİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE / çevriyazı

Ba'dehu Battani diye ma'rM olan meşhfir zlC sahibi Mu­


hammed bin Cabir bin Sinan ebfi Abdullah el-Harraru gelmiş.
260 sene-i hicriyyesinden 306'ya kadar rasadla meşgUl olmuş­
tur.
Muhammed bin Zekeriyya Ebfi Bekr er-Razi ekber-i etıbba­
yı İslamiyye'den ve ulemadan bir zat olup, hendesede ve sa'ir
ulfim-ı felsefede dahi meşhfirlardan biridir. Enva'-ı ulfim-ı
hikemiyyeye da'ir te'lif ettiği kütüb ve resa'il yüzden ziyade o­
lup ekseri ilm-i tıbba da'irdir. İbtida-yı emrde fid çalmak ile
müştegil [58] iken sazı terk ile ulfim-ı hikemiyyede mahir ve
kamil olup pek çok asar yazmıştır. Ve sonra Ba�dad
hastahanelerini tertib ve tedbir etmiştir. Bir an hali durmayıp,
ya tesvid veya tebyiz ile iştigal ederdi. Vefatı 320 tarihidir.
Ebfi Nasr Muhammed bin Turhan Farabi nam feylesofun
tarih-i vefatı, 339 sene-i hicriyyesidir. Kendisi Türk idi. Farab
beldesinde tevellüd etmiştir. Farabi memleketinden sefer ede­
rek Ba�dad'a geldikte, lisan-ı Türki'yi ve müte'addid lisanları
bilir idi. Ba�dad'a gelince lisan-ı Arabi'ye şürfi'la, onu ta'allüm
ve itkan eyledi. Ba'dehu ulfim-ı hikemiyye ile meşgUl oldu.
Mantıkta meşhfir olan Ebfi Bişr Matta İbn Yunus'un derslerine
devam eyledi. Ba'dehu medine-i Harran'a gitti ve orada Muk­
tedir zamanında vefat eden Yuhanna bin Haylan'dan telemmüz
etti. [59] Sonra Ba�dad'a avdet eyledi ve ulfim-ı felsefeyi ikmal
ve ihkam etti. Ve kütüb-i Aristo'yu halletti. Ve ulfim-ı mfisikiyi
güzel tahsil etti. Ve ekser tesanifini Ba�dad'da te'lif etti. Sonra
Dımeşk'e ve ondan sonra Mısır'a gitti. Sonra yine Dımeşk'e av­
det eyledi. Ve melik Seyfü'd-devle bin Hamedani eyyamında
Dımeşk'te ikamet eyledi. Ve Seyfü'd-devle'nin ihsanına mazhar
oldu. Türkler'in ziyy ü kıyMetinde idi. Türk kıyMetinden hiçbir
şey de�iştirmedi. Bir gün, Seyfü'd-devle meclisinde, Dımeşk'in
fuzalası hazır oldukları halde cereyan eden muhaveratta,
da'ima Farabi'nin kelarnı ali olup sa'irlerinin kelamları adi kal­
dı. Hatta cümlesi sustular ve sonra onun söyledi�i sözleri yaz­
maya başladılar. Farabi vahdeti sever, nas ile mücaleseden
hoşlanmaz [60] idi. Ve Dımeşk'te oldu� müddet da'ima suların
müdemi' ve ravzaların müştebik oldu�u yerlerde bulunurdu.
Nasın kana'atkarı idi. Seyfü'd-devle ona yevmiye dört dirhem
tahsis etmekle, onunla iktisar etti. Ve vefatına kadar Şam'da

31
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

kaldı. Vefatında sİnni seksene varmış idi. Babü's-Sağir'in hari­


cinde defn olunmuştur.
Hasan İbn Ahmed bin Ya'kub Ebu Ahmed el Hamedani
dahi fenn-i hey'ette şöhret almış ve bir zic tertib eylemiş ve bir­
çok eserler vücuda getirmiştir. Meşhur zic sahibi İbnü'l-A'lem
ve Abdurrahman bin Ömer bin Muhammed bin Sehlü's-SUfi ve
Cafer bin el-Müktefi Billah Ebu'l-Fazl ve Vican bin Rüstem Ebu
Sehlü'l-Kuhi ve İbrahim bin Hilal bin Zehrun Ebu İshak es-SUfi
ve usturlab sahibi Ahmed bin Muhammed bin Ebu Hamid es­
Sagani nam kimseler [61] asırlarında meşah1r-i erhab-ı hey'etten
idiler.
Melik Şerefü'd-devle bin İzzü'd-devle sarayında bir
rasadhane yaptırmış idi. Kadi Ebubekir bin Sabr ve Kadi Ebu'l­
Hasan el-Havzi ve Ebu İshak İbrahim bin Hilal ve Ebu Sefdü'l­
Fazl bin Bulsu'n-Nasrani eş-Şirazi ve rasad sahibi Ebu Sehl
Vican bin Rüstem ve riyaziyyı1ndan meşhur Ebu'l-Vefa Mu­
hammed bin Muhammed el-Hasib ve Ebu Hamid Ahmed bin
Muhammed es-Sagani el-Usturlabi ve Ebu'l-Hasan Muhammed
es-Samiri ve Ebu'l-Hasan el-Mağribi nam zevat-ı feza'il-sımat o
rasadhanede rasadla iştigal eylemişlerdir.
Fenn-i hey'ette ziyade kesb-i şöhret edenlerden biri de
Müsta'in zamanında gelen Cafer bin Muhammed bin Ömer bin
Ebu Ma'şer el-Belhi'dir. Tarih-i vefatı 272 senesidir.
İbn Sina Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah [62] 370 sene-i
hicriyyesinde Buhara yanında Afşana'da tevellüd eylemiştir.
428'de Hemedan'da vefat eylemiştir. Pederi an-asI Belhli olup,
sonra Afşana'da ikamet eylemiş idi. Hanesinde da'ima
mezhebdaşlarıyla müb?thase-i feylesofane ve dindaranede bu­
lunur idi. Genç İbn Sına'nın ilk mektebi iyi idi. on yaşında iken
Kur'an-ı Kerim'i hatrn ve pek güzel tilavet eylediği gibi, ulum­
da dahi iyice behre peyda eylemiş idi. Ulum-ı aliyyeyi tahsilden
sonra, İsa ibn Yahya nam Hıristiyan tabibden tıb tahsil eyledi.
Ve rivayet olunduğuna göre,. on altı veya on yedi yaşında iken
meşhur bir tabib olmuştur. Buhara emiri Nuh bin Mansur pek
tehlikeli surette hasta olup İbn Sina'yı celb ederek onun tedavi­
siyle şifayab olmuştur. [63] İbn Sina'nın bu emırin yanında kesb­
i haysiyyet ve i'tihar eylemesi kendisini birçok kitabIarın ya­
nında bulunmak şerefine na'il eylemiştir. Yani emırin

32
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE i çevriyazı

kütübhanesinden mütala'aca pek çok istifade eylemiş ve o za­


man felsefeye da'ir iki eser yazmıştır. Beni Saman Hanedam'nın
düşmesi, kendisini bu haza'inden ayırmıştır. Yirmi iki yaşında
Buhara'ya veda ile Harizm'in pay-i tahtı olan Cürcaniyye'ye
gitmiş ise de, çok zaman durmamıştır. Cürcan'a gidip orada en
meşhur şakirdlerinden olan Ebu Ubeyd el-Cürcani ile münase­
bet peyda eylemiş ve Muhammed Şirazi ile tamşmış ki, o muk­
tedir kimsenin ona vermiş olduğu ha.nede İbn Sina umumi
dersler açmıştır ve orada ilm-i tıbdan meşhur .Kanun'un te'lifine
ibtidar eyledi. [64] Cürcan'dan Rey'e çağrılmış ve otuz dört ya­
şında iken Mecdü'd-devle'nin hizmetine girmiştir. Sonra,
Mecdü'd-devle'nin biraderi Şemsü'd-devle mi'de iltihabından
pek muzdarib olmakla onun tedavisi için Hemedan'a çağrıldı.
İbn Sina onu iyi etmekle, Şemsü'd-devle mükMaten vezir eyle­
di. Veza'if ve umur-ı devlet veziri tetebbu'at-ı ilmiyyesinden
geri koymadı. Hemedan'da müddet-i ikametinde .Kanun'un bi­
rinci parçasını itmam eyledi. Ve eş-Şifa nam esere başlayıp tıb
ve felsefe tedrisinde dahi devam eyledi. Şemsü'd-devle'nin ve­
fatıyla yerine oğlu Tacü' d-devle geçtiğinde, yeni hükümdar
onu makam-ı vezarette tutmak istediyse de, İbn Sina durmay�p
Şifa [65] nam eserinin tahririne rahat devam için ehibbasından
birinin hanesine çekildi. Bu İnziva dahi onu vikaye hususunda
fa'ide edemedi. O zaman Tacü'd-devle'nin hasımlarından olup
Isfahan valisi olan Alaü'd-devle İbn Kakeviyye ile münasebatı
bulunuyor diye şübhe olunmakla bir kal'aya habsedildi. Ve e­
ğer Alaü'd-devle gelip Hemedan'ı zabt etmiş olmasa çok zaman
mahbus kalacak idi. Feylesofun sebili tahliye olundu. Lakin yi­
ne Tacü'd-devle'ye i'ade olunan Hemedan'da oturmaya emni­
yet edemeyip, rahib kıyMetine girerek sadık bir şakirdi ve bir
kaç köle ile Isfahan'a firar eyledi. Orada ziyade hüsn-i kabule
mazhar oldu. Pek ziyade hürmet gördü. Şeyh Abdullahü's­
Seydi'nin hanesine yerleştirildi. Yeni hamisi olan Alaü'd­
devle'ye hep [66] seferlerinde refakat etti. Alaü'd-devle'nin as­
kerleri her zaman muvaffakiyyet kazanamadı. Isfahan, Mu­
hammed Gaznevi'nin oğlu ve halefi Sultan Mes'ud tarafından
zabt edilmekle Alaü'd-devle Hemedan'a firar eyledi. Ve bu fi­
rarda İbn Sina son defa olmak üzere ona refakat eyledi. O za­
man bu feylesof hasta idi. O vakit Alaü'd-devle Kakeviyye'nin

33
TERA cİM-İ AHVA L-İ FELA sİFE / çevriyazı

hazineleri zabt olunduğu sırada İbn Sina'nın dahi kitabıan zabt


ü ahz olunarak Gazne kütübhanesine gönderilmiştir. İbn Sina
gibi bir feylesofa göre, mahsul-i ömrü olan kitablarının ahz ü
zabtı en büyük bir musibet idi. İçinde henüz neşr olunmamış
asan da var idi. Bu feylesofun iştigalat-ı müfritesi ve duçar ol­
duğu sa'ir şeylerin yorgunluğu üzerine şu kitablarının [67] zabtı
mes'elesi kendine anz olan mi'de iltihabı hastalığım teşdid etti.
Vefatının yaklaştığını gördüğünde, büyük bir eser-i nedamet
gösterdi. Pek çok sadaka dağıttı, ibadet ve dindarlığa koyuldu.
Elli sekiz yaşlarında kadar olduğu halde, Ramazan ayında vefat
eyledi. Yetmiş kadar kütüb ve resa'il bırakmış. Bir rivayette yüz
parça deniliyor. Frenkler diyorlar ki: "İbn Sina Arablar'ın hem
Bukrat'ı hem de Aristo'sudur. Onun Kanun nam eseri, yüzlerce
seneler Asya'dan ziyade Avrupa'da esas-ı tedris olmuştur".
Ebu Bekir bin el-Sa'ig ki, İbn Bacce diye ma'ruftur.
Meşahir-i felasifeden olup hem hakim, hem de edib imiş.
Kurtuba'da tevellüd eylemiştir. Sultan Ebu Bekr İbn Yahya bin
Tafşin bu hakimi kendisine vezir etmiştir. Etibba san'at-ı taba­
bette [68] kendilerine müşareketi çekemeyip tesmim etmeleriyle
533 sene-i hicriyyesinde mesmumen vefat eylemiştir.
İbn Rüşd, 520 sene-i hicriyyesinde Kurtuba'da tevellüd ey­
lemiştir. Peder ve ecdadı gibi Kurtuba'da kadılık yapmıştır. En
meşhur alimlerden tederros eylemiş, o zamanın meşahir-i ule­
masından İbn Tufeyl ve etibba-ı meşhuresinden Avanzur onun
hacelerinden imiş. İbn Tufeyl tabib-i hass emiri olduğundan İbn
Rüşd'ü dahi ikbale erdirmiş. Ve İbn Rüşd Tufeyl'den sonra
tabib-i has emiri olmuştur. Lakin sonra hasedkaram onu emire
fena bildirnişler. İbn Rüşd o halde çok kalmakslZın emir onu
yanına çağırmış ise de İbn Rüşd bu sonraki lutf ve ikbalden çok
[69] istifade edemeyip 595 senesinde Merakeş' de vefat eylemiş­
tir. Ulum-ı şettaya da'ir yetmiş bu kadar eser yazmıştır. Aris­
to'nun tekrnil asarını şerh eylemiştir. Avrupalılar kendisine
şarih ismini de verirler. Aristo'nun şarihlerinden biri olan
Aleksandır Afrodis'e İbn Rüşd bazı yerlerde muhalefet etmekle
Aristo mektebi ikiye aynlmış. Birine Aleksandrist, digerine
Averroist yani İbn Rüşd tarafdan denilmiştir. Avrupa'ya ulum­
ı hikemiyye İbn Rüşd'ün asanyla girmiş olduğundan, İbn
Rüşd'ün Avrupa'da şöhreti pek büyüktür. Aristo mesleğini Av-

34
TEAACİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE / çevriyazı

rupa'ya İbn Rüşd'ün asarı tanıtmış olmakla, çok zaman Avru­


palılar onun mucidi İbn Rüşd'dür sanmışlardır. Averroizm yani
İbn Rüşd mesleği diye Avrupa'ya İspanya'dan giden bu meslek
Avrupa'nın [70] her tarafında kemal-i sür'atle hüsn-i kabul gör­
müş ve Averroistler pek çoğalmışlardır. Papa Hıristiyanlığı im­
ha etmekte olan bu meslek tarafdarlarıyla uğraşıp kollaşmaya
mecburiyyet görmekle İbn Rüşd'ün Avrupa'ya girmiş 'olan
kitabIarını ihrak eylemiştir. Lakin bu mesleği mahva muktedir
olamadığından Averroizm mesleği devam eylemiştir. Mütevef­
fa Renan bu mesleğe da'ir bir eser yazmıştır. Bunda İbn
Rüşd'ün mesleğini şimdiki mesalikden natüralizm mesleğine
mutabık bulmuştur.
Nevyork Darü'l-mu'allimin profesörlerinden Draper, İbn
Rüşd ile mesleğinin bir tarihçesini yazmıştır. Averroizm İtal­
ya'ya, Almanya'ya, İngiltere'ye yayılmış ve Fransa tarafında
pek ziyade hüsn-i kabul görmüş. Draper, İbn Rüşd'ün rUh hak­
kındaki mesleği için diyor ki, Avrupa'da [71] bu mesleğin muci­
di İbn Rüşd olarak tanınmış ise de, Arablar İbn Rüşd'den pek
çok evvel Aristo'nun asarını 1isanlarına tercüme eylemiş olduk­
larından, bunda yanılmazlar. İbn Rüşd, Aristo mesleğini almış
ve onun üzerine pek çok asar yazıp o mesleği parlatmıştır. Hı­
ristiyanlar her ne kadar bu Averroizm mesleği ile uğraşmışlar
ve onu imhaya çalışmışlar ise de, bu meslek hala bu gün nev'-i
beşerin büyük bir sınıfı tarafından hakikat olmak üzere kabul
olunuyor. O zamana kadar gelen Arab hükemasından fikrini en
ziyade serbest yazan İbn Rüşd olmuştur. Telmih ve te'vIl ile fi­
kirlerini yazan hükemaya rtirazla "Felsefeye öyle şey yakış­
maz. Sözü doğru söylemeli," der imiş. Averroizm yani İbn
Rüşd mesleği Avrupa tarıh-i felsefesinde hayli sahlfeler işgal
eder. Kendisini dinsizlik [72] ile itham edenlerin sözlerini red ile,
"Feylesoflara mahsus olan din mevcudatı tederrüs ve
ta'aııümdür. Çünkü Cenab-ı Hakk'a edebileceğimiz en büyük
ibadet onurı asarını tanımaktır ki, bu bize kendisini tanıtıyor.
İnd-i Rabbani'de en güzel fi'l budur. En alçak fi'l de yanlışlıklar
ve vahi zanlar azv ve isnadıdır. İbadetin en güzeli olan bu iba­
detle Cenab-ı Hakk'a ibadet eyleyenler ve bu din ile tapanlcır,
en iyi din ile mütedeyyin olanlardır" demiş.

35
TERAc İM-İ AHVA L-İ FELAsİFE / Çevriyazı

İbn Rüşd'ün tercüme-i hiHi için me'hazımız olan yeni Grand


Ansiklopedi İbn Rüşd'ün tercüme-i halini yazdıktan sonra felse­
fenin İslamlar'daki suret-i cereyanı mütekellimin bahsinde gö­
rülüyor diyerek mütekelliminden bahse başlıyor.
Söz sırası mütekellimine gelmiş olmakla beraber 173] bir de
mütekellimin denildi mi bunların hepsi hakkında hüsn-i zanda
bulunanlar da olabileceği ihtimali üzerine bunların ne olduğu­
nu anlatmak için mufassalan bahs eylemek de lazım gelir.
Ma'lUmdur ki, bu türlü şeyleri bizler ya Arabça'dan yahut
Frenkçe'den öğreniyoruz. Vakı'a Frenkler'in hadim-i hakikat
olanları ve mahza neşr-i ulum için çalışanları tarafından böyle
şeylere da'ir yazılan eserler doğru olarak yazılıyor ise de, bazen
hakikate uzak olarak yazılan eserlere dahi tesadüf olunduğu
ma'lUmdur. Binaenaleyh öyle yanlış yazılmışlarını görüp de
doğrularını görmeyenıerin yanılmaması için bu babda:ki tafsila­
tı lazım görürüz. Bahusus bir İslam feylesofu işitmekle hemen
şayan-ı ihtiram olduğuna zahib oluvermek ve isminin İslam
ismi olmasından [741 onun mukaddes ve mübarek bir şey bu­
lunduğunu zanneylemek ne büyük günah olacağı izahdan
müstağnidir. Ehl-i kıble yetmiş üç fırkaya müteferrik olmuştur.
Bunların yetmiş ikisi İslamlarca fırak-ı dalleden olarak yalnız
biri, yani fırka-i "naciye" Resul-i Ekrem ile ashabının bulundu­
ğu hal üzere olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at olup, onların mez­
hebi o fırak-ı dallenin bid'atlerinden halidir. İşte mütekellimin
denilince onların hepsini ulema-yı İslamiyye'nin mukaddes ve
mübarek insanları zanneylememek için bu bahsi iyice tetebbu'
lazım gelir.

Mütekellimin

Mütekellimin, mesa'ili ayat-ı kerime ve ehadis-i


nebeviyyeye tatbik yolunda mübahase ederlerdi. Bunlar da
fırak-ı muhtelifeye münkasem ve münferik olduklarından [751
onların icmal-i ahvali de ber-vech-i ati ayrıca beyan olunur.
Kur'an-ı Kerim lisan-ı Arabi üzere nazil olduğundan,
Arablar onun ma'nasını anlar ve ondan ahkam-ı şer'iyyeyi öğ­
renirler idi. Ve bazı hususatta şübhe etseler, bizzat taraf-ı nebe-

36
TERA. Cİ M-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / çevriyazı

vıden istifsar ile hall-i şübhe ederlerdi. Zaman-ı sa'adette ehl-i


İslam akıde-i vahide ve tarıkat-ı vahide üzere idiler.
Reslil-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri'nin ve­
fatıyla vahy-i ilahi münkati' olarak hall-i şübhe içtihada kalmış
idi. Ashab-ı Kiram re'y ve içtihadlarıyla amel etmeye mecblir
oldukları cihetle bi't-tabi' beynIerinde bazı ihtilafat peyda ol­
muştur. Lakin Ashab-ı Kiram arasında vukli' bulan ihtilaf hep
ahkam-ı şer'iyye-i fer'iyyeye da'ir olup akayide [76] da'ir bahs
olunmazdı. Hatta Hazret-i Ömer Radiyallahu anh, Ayat-ı
müteşabihattan su'al edenleri kırbaç ile darb ederdi. Fakat bir
gün bir adam gelip, "Kur'an mahllik mudur, değil midir?" diye
su'al edince, Hazret-i Ömer onun bu sözünden ta'accüb ederek,
elinden tutup Aliyye'l-Murtaza Radiyallahu anh Hazretleri'nin
yanına götürdü ve "Ya Ebli'l-Hasan, dinle, bu herif ne diyor"
dedi. Hazret-i Alı, "Ne diyor, ya Emıre'l-mü'minin?" dedikte o
adam, "Ben Emıre'l-mü'minin'den Kur'an mahllik mudur, de­
ğil midir? diye sordum" deyince, Hazret-i All başını eğdi
ba' dehu kaldırıp Hazret-i Ömer' e hitaben, bu herifin sözü için
"Ahirü'z-zamanda vukCı'at-ı azıme olsa gerektir. Ben senin ye­
rinde olsam bu herifin boynunu vurdururum" dedi.
Hazret-i Alı'nin ferasetine bakmalı ki, halk-ı Kur'an [77] sö­
zünün bab-ı fitneyi dakk edeceğini ve mevsim-i fitne olan
ahirü'z-zamanda bunun münteşir olacağını keşf edivermiştir.
Ve fi'l-vaki' onun dediği gibi olmuştur. Şöyle ki, Devlet-i
Abbasiyye eyyamında Mu'tezile fırkası Kur'an mahlliktur de­
yip buna muhalif olan müctehidler haklarında pek çok eza ve
cefa edilmiştir.
Reslil-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri
" Hayru'l-kurCıni karnı sümme'l-lezıne yellinehum sümme'l­
lezine yellinehum," yani "Asırların hayırlısı benim asrım ve
ba'dehu onu ta'kıb eden asır ve ba'dehu onu ta'kıb eden asır,"
buyurmuştur. Ve karn-ı sanı olan eyyam-ı sahabede Şl'a ve
Havaric fırkaları yüz göstermiş ve kurCın-ı salisede nice yanlış
i'tikadlar ve "İttebi'Cı ve la tetebedde'li ve innema heleke men
kane kablekum limebteda'Cı fl dinihim ve terakli sünene
enbiyaihim ve kalCı biaraihim fedallli ve edallli," yani "Şer'-i
şerife ittiba' [78] ediniz ve bid'atte bulunmayınız, çünkü sizden
evvel gelenler dinlerinde izhar-ı bid'at ettiklerinden ve pey-

37
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

gamberlerinin sünnetlerini terk ile kendi re'yleriyle hareket ey­


lediklerinden yollarını şaşırdılar ve başkalarını da şaşırttılar"
Hadis-i Şerifi'nin mantuk-ı münifine muhalefet olarak nice
bid'atler zuhur ile, nihayet "setefriku ümmeti...... " Hadis-i Şerifi
vefkince ümmet-i Muhammediyye yetmiş üç fırkaya müteferrik
olmuştur.
Şöyle ki, ahir-i eyyam-ı sahabeye kadar ihtilaflar bi't-tedric
tekessür eder oldu. Ta ki Ma'bed Cüheni ve Geylan Dımeşki ve
Yunus Esrari zuhur ile kaderde, yani her şeyi takdir-i
ilahiyyeye isnadda muhalefet eylemekle "Kaderiyye," yani
" kaderi nefy ve inkar edenler" mezhebi zuhur ve ihtilaflar git­
tikçe teşa'ub ederek, ehl-i kıble yetmiş üç fırkaya müteferrik
olmuştur. [79] Kibar-ı fırak-ı İslamiyye sekizdir. Mu'tezile, Şi'a,
Havaric, Mürci'e, Neceariyye, Cebriyye, Müşebbihe,
Naciyye'dir.
Mu'tezile ki, onlara Kaderiyye dahi denilir, Hasan Basri
Rahmetullahi aleyh hazretlerinin telamizinden Vasıl bin A- .
ta'nın ashabıdır. Mu'tezile denmeye sebeb budur ki, Hasan
Basri meclisine bir adam gelip, "Ya İmamü'd-din zamanımızda
bir cema'at, yani Havaric zuhur etti ki, günah-ı keba'ir ashabını
tekfir ediyorlar. Diger bir cema'at, yani Mürci'e dahi zuhur etti
ki, küfr ile ta'atin fa'idesi olmadığı gibi, iman ile de ma'siyyetin
zararı yoktur diyor. Biz nasıl i'tikad eyleyelim?" dedikte, Hasan
Basri cevab vermek üzere te'emmü1 ederken Vasıl bin Ata: "Ben
sahib-i kebireye mü'min-i mutlak da demem, kafir-i mutlak da
[80] demem," diyerek meclisden kalkıp mescidin üstüvanelerin­
den bir üstüvane yanında ikamet ile başına toplanan cema'ate,
"Sahib-i kebire mü'min de değildir ve menzile beyne'l­
menzileteyn, yani küfür ile iman arasında vasıta vardır" diye­
rek tedrise başladı.
Hasan Basri dahi "Kad i'tezele anna Vasılun" demekle, ona
ve onun mezhebine tabi' olanlara Mu'tezile denildi.
Mu'tezile, kıdem ehas-ı vasf-ı ilahidir. Kıdemde ona bir zat
yahut bir sıfat müşarik olmaz, diyerek zat üzere za'id olan sıfat­
ı kadime-i ilahiyyeyi nefy ettiler. Ve Cenab-ı Hakk'ın kelamı
mahıuk-ı muhdesdir. Ve Cenab-ı Hakk ahirette görülmez. Ve
hüsn ü kubh aklidir. Ta'ibe sevab ve sahib-i kebireye ikab et­
mek viicibdir dediler. Sonra yekdigeri [81] tefrik eder yirmi fır-

38
TERA. CİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / Çevriyazı

kaya münferik oldular. Birincisi salifü'z-zikr Vasıl bin Ata'ya


mensub olan "Vasıliyye" fırkasıdır ki, kütüb-i felsefiyyeyi
mütala'a ettikten sonra felasifeye iktifa'en cemi' sıfat-ı
ilahiyyeyi Cenab-ı Hakk'ın alim ve kadir olmasına irca' ve son­
ra bu ikisi de, Cübba'iyye'nin dediği gibi zat-ı kadirnin birer sı­
fat-ı i'tibariyyesidir yahut Ebu Haşim'in dediği gibi ikisi de bi­
rer haldir dediler. Ve ibadın efalini onlara isnad eylediler. Ve
şürur ve kaba'ihin Allah'a izafe ti mümteni'dir dediler. Ve men­
zile beyne'l-menzileteyn isbat ettiler.
Ebu Ali Cübba'i Basra Mu'tezile'sinden olup, ona tabi' olan
Mu'tezileye Cübba'iyye denilir. Onlar, mürtekib-i kebire
mü'min de değildir, kafir de değildir. Ve eğer bila-tevbe fevt
olursa muhalled [82) fi'n-nar olur ve Cenab-ı Hakk bir cisimde
halk ettiği kelam ile mütekellimdir dediler ve keramat-ı evliyayı
inkar ettiler.
Ebu Haşim dahi e'imme-i Mu'tezile'den olup, mevcud ile
ma'dum arasında vasıta olan hali ibtida isbat eyleyen odur.
Ama İbad Damiri ve Dırar bin Ömer ve Abdü'l-Cebbar ve Ebu
Haşim gibi ekser Mu'tezile bu babda muhalefet eylediler.
Şeyhü'l-Mu'tezile Ebu Huzeyl el-Allafa mensub olan
"Huzeyliyye" fırkası dahi, makdurat-ı Allah'ın mütenahi oldu­
ğuna ve ehl-i cennet ve cehenn emin hareketleri münkati' olarak
bir sükut-ı da'imi haline geleceğine ka'il oldular.
Şeyatin-i Kaderiyye'den olan İbrahim bin Seyyar en­
Nazzam'a mensub olan "Nizamiyye" fırkası Cenab-ı Hakk'ın
dünyada ibadına salahı olmayan fi'li işlernek [83) ve ahrette
sevab ve ikabı tezyid ve tenkis eylemek bahsinde ihtilaf eyledi­
ler.
Nizam'ın ashabından İbn Hait'e mensub olan "Haitiyye"
fırkası, halik-ı alem bahsinde ihtilaf eylediler.
Halife Mu'tasım ve M ütevekkil eyyamında e'imme-i
Mutezile'den ve fuzala-yı bülegadan olan meşhur Cahiz ki,
kütüb-i .felsefeyi mütala'a ve felasifenin makalatını ibarat-ı
beliga ile tervıc etmiştir. Ona mensub olan fırkaya "Cahiziyye"
denilir. Onlar, felsefeden tabnyyı1n mesleğine meyl ederek,
cisimler asar-ı mahsusası olan tabayi'-i muhtelife sahibieridir
dediler. Ve cevahiri heyı1la hükmünde tutup, onlar bakıdir ve
a'raz tebeddül eder diye i'tikad eylediler.

39
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

Diger fırka-i Mu'tezile'den bazıları, kafir ve müşrikler [84]


cennet ve cehenneme girmeyip behayim gibi turab olur dediler.
Ve bazıları Rafızi mezhebine meyl ettiler. Bazıları dahi, tenasü­
he ka'il olmak gibi küfrü mucib olan mezhebIere zahib oldular.
Kihar-ı fırak-ı İslamiyye'den Şi'a fırkası dahi, yirmi iki fır­
kaya müteferrik olmuştur.
Kudema-yı Şi'iyyenin usulü üçtür. Gulat, Zeydiyye,
İmamiyye'dir. Gulat dahi birçok fırkalara münkasem olmuştur.
Birincisi Sebe'iyye fırkasıdır. Bunların mensub oldukları
Abdullah bin Sebe' Yehud'dan dönmedir. Gulat-ı Şi'iyye'den
Kamiliyye fırkası ve Sem'an et-Temimiyyi'l-Yemeni'ye mensub
Beyaniyye fırkası, Muğiriyye fırkası, Abdullah bin Muaviye bin
Abdullah bin Cafer Zu'l-Cenaheyn'e mensub Cenahiyye fırkası,
Hattabiyye fırkası, Gurabiyye fırkası, Mufavvıza fırkası ve
diger bazı fırkalar. [85]
İsmailiyye fırkası ki, Cafer Sadık Hazretleri'nin büyük oğlu
İsmail'e ittiha' ederler. Kitab'ın zahirini terk ile batınıyla amel
ettiklerinden onlara Batıniyye dahi denilir. Ve nası ibtida bu
mezhebe da'vet eyleyen Karmat namında bir adam olduğun­
dan onlara Karamita dahi denilir. Ve onların bir ta'ifesi Azer­
baycan' da Babek-i Hurrami'ye ittiha' ile huruc eylediklerinden,
kendilerine Babekiyye ve Babek'in eyyamında kırmızı giymiş
olduklarından Muhammere dahi denilir.
Kezalik İsmailiyye'ye Seb'iyye dahi denilir. Çünkü
zu'mlarınca natıka, yani şeri'atı natık olanlar yedidir ki Adem,
NUh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed, yedincisi Mehdi'dir.
Kihar-ı fırak-ı İslamiyye'nin üçüncüsü olan Havaric dahi
birçok fırkalara müteferrik olmuşlardır. Onlardan Mahkeme
fırkası ki, Sıffin muharebesi akabinde [86] hakemlerin nasbı ve
onların kararları üzerine Hazret-i Ali aleyhinde bulunan on iki
bin kişidir. Ekser sahabeyi ve mürtekib-i kebireyi tekfir ettiler.
Ezarika fırkası dahi Ali'yi tahkim ile kafir oldu. Ve onlar da
nice Ashab-ı Kiram'ı ve mürtekib-i kebireyi tekfir ettiler. Ve
zani-i mahz recm olunmaz dediler. Sufriyye fırkası ise, ıskat-ı
recm hususunda Ezarika'ya muhalefet eylediler.
Havaric'in diger bir fırkası, ef'al-i ihad hakkında
Kaderiyye'ye muvafakat eylediler.

40
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

Yine Havarie'ten Abdullah bin İbaz'a mensub olan İbaza


fırkası, ehl-i kıbleden bize muhalif olanlar kafirdir, lakin müşrik
degildirler; darları dar-ı İslamdır, fakat ordugiliarı dar-ı İslam
değildir; ve mürtekib-i kebıre muvahhiddir, lakin mü'min de­
gildir, çünkü amel ımandan cüz'dür ve mürtekib-i [87] kebıre
kafir-i ni'mettir; kafir millet degildir dediler. Ve Hazret-i -Aii'nin
ve ekser sahabenin aleyhinde bulundular ve onlar da dört fır­
kaya müteferrik oldular. Bu dört fırkadan Yezidiyye fırkası,
günah-ı kebir olsun, sagir olsun şirktir dediler.
Yine Havaric'ten Aearide fırkası birçok fırkalara
münkasem olmuşlardır. Bunlardan Meymuniyye fırkası,
Mu'tezile gibi kaderi inkar ile Allah Teala hayrı irade eder, şerri
ve ma'asi:yi irade etmez dediler. Acaride'nin bazıları ise, kaderi
inkar hususunda Meymuniyye'ye muhalefet eylediler. Ve bazı­
ları ibadın efali Cenab-ı Hakk'ın mahlilkudur dediler. Bazıları
da kudret-i hadiseyi nefy ile cebre kail oldular.
Kibar-ı fırak-ı İslamiyye'nin dördüncüsü olan Mürei'e ki
ameli geri bırakıp mü'mine ma'siyyetin [88] zararı yoktur derler.
Onlar da beş fırka oldular. Bazıları ef'al-i ibad hakkında
Kaderiyye'ye muvafakat eylediler ve bazıları ıman Allah'ı bil­
mek ve ona huzu' ve kalben muhabbet eylemektir. Bu sıfatlar
her kimde bulunursa mü'mindir artık terk-i ta'at ve irtikab-ı
ma'ası ona zarar vermez. İblis arif-i billah idi, lakin istikbarı se­
bebiyle kafir oldu dediler ve bazıları Allah Te'ala Hazretleri'ne
eism isnad eylediler.
Kibar-ı fırak-ı İslamiyye'den Neceariyye fırkası, ef'al-i ibad
hakkında Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at ve sıfat-ı vücudiyyeyi in­
karda ve kelamın hudusunda ve rü'yet-i Bari'nin nefyinde
Mu'tezile'ye muvafakat eylediler ve onlar da bazı hususatta ih­
tilaf ederek üç fırkaya münkasem oldular.
Neceariyye, Eşa'ire gibi cebr-i mutavassıta ka'il olarak, abd
için fi'linde bila-te'sır kesb-i isbat eylediler. [89]
Amma kibar-ı fırak-ı İslamiyye' den Cebriyye fırkası ki
cebr-i mahza ka'il olan Cehm bin Safvan Tirmizı ashabıdır. On­
lar, abdde gerek mü' essir, gerek kasib asla kudret yoktur. Belki
abd kendi ef'alinde cemadat menzilesindedir. Ve ehl-i cennet
cennete ve ehl-i cehennem cehenneme girdikten sonra cennet
ve cehennem fena bulup, Allah Te'ala'dan başka bir mevcud

41
TERAc İM-İ AHVA L-İ FELA sİ FE / çevriyazı

kalmaz dediler. Ve rü'yet-i Bari'nin nefyinde ve kelamın mah­


lfık olduğunda Mu'tezile'ye muvafakat eylediler.
Kibar-ı fırak-ı İslamiyye'nin yedincisi olan Müşebbihe,
Cenab-ı Hakk'ı mahlfıkata teşbih ve hadisat ile temsil ederler.
Onıcir da tariklerince beynlerinde ihtilaf ettiler. Ez-cümle Gulat­
ı Şi'a müşebbihesi, tecessüme ve Allah Te'ala'nın hareket ve in­
tikaline ve ecsama hulfılüne ka'il oldular. Müşebbihe-i
Haşviyye ise, Allah Te'ala cisimdir, lakin sair ecsarn gibi değil­
dir dediler. [90] Meşhfır Ebfı Abdullah bin Muhammed bin Ki­
ram'a mensfıb olan müteke11imin dahi, Müşebbihe'dendir. On­
lar, Cenab-ı Hakk arşın üzerindedir derler.
Balada mezkfır olan fırkalar, hep ehl-i cehennem olan fırak­
ı dalledir. Amma fırka-ı naciyye Resfıl-i Ekrem ile ashabının
buldunduğu hal üzere olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at olup on­
ların mezhebi ol fırak-ı dallenin bid'atlerinden halidir.
Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at bunun üzerine müttefiklerdir.
Alem hadistir Barı Te'ala mevcfıddur. Ondan gayrı halik yok­
tur. Kadimdir, ilm ve kudret ve sa'ir sıfat-ı celal ile muttasıftır.
Şebihi yoktur, naziri yoktur, bir şey'e hulfıl etmez, hadis şeyler
onun zatıyla ka'im olmaz. Hayyizden ve cihetten ve bir tarafa
hareket ve intikalden ve cehl ve kizbden ve sıfat-ı naksdan
münezzehdir. Ahirette mü'minine görünür. [91] Allah'ın diledi­
ği olur. Onun dilemediği olmaz. Ganidir bir şey'e muhtac ol­
maz, onun üzerine bir şey vacib olmaz. Müsab kılar ise fazlıy­
ladır. İkab ederse adliyledir. Onun fi'li için bir garez yoktur.
Ondan gayrı hakim yoktur işlediği ya hükmeylediği şeyde cevr
ve zulüm ile vasf olunmaz. Müteba'iz değildir. Onun için hadd
ü nihayet yoktur. Mahlfıkatını tezyid ve tenkis edebilir. Me'ad-ı
cismani haktır. Mücazat ve muhasebe ve sırat ve mizan haktır.
Ve cennet ve cehennem el'an mahlfıktur. Ve ehl-i cennet cennet­
te ve küffar cehennemde muhalled olurlar. Mü'mininin affı
ca'izdir. Şefa'at dahi haktır. Ehl-i Bedr, ve Ehl-i Bi'atü'r Rıdvan
ehl-i cennettir. Ehl-i kıble tekfir olunmaz rneğer ki mezhebi
istihlal-i muharremat gibi zarfırat-ı diniyyenin efkarına mfıdi
ola. İşte Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at mezhebi budur. [92] Ashab-ı
Kirarn ve Eslaf-ı Muhaddisin hep bu i'tikad üzere idiler. Bir ara­
lık Kelamullah mahlfık mudur? Değil midir? mes' elesi çıktı.
Halk buna dair çok bahisler ettiler. Bu yolda hadis olan ilme

42
TERACİM-İ AHVAL-İ FELAsiFE / çevriyazı

ilm-i kelam ve bu ilmi bilenlere mütekellim denildi. Bahis ise,


Kelamullah'ta kalmayıp pa'ir mesa'il-i i'tikadiyyeye dahi sirayet
eyledi. Ve i'tikadca türlü bid'atler zuhur ile mütekellimin ber­
vech-i bala yetmiş üç fırka oldular. Ve fırka-i Naciyye olan Ehl-i
Sünnet ve'l-Cema'at salifü'z-zikr fırak-ı dalle ale'l-husus
ma'kulat ile meşgul olan kibar-ı e'imme-i Mu'tezile ile bahs ve
cidale koyuldular.
Fırka-i Naciyyenin ekser mübahesatı Mu'tezile ile vuku'
bulmuştur. Çünkü balada beyan olunduğu üzere fırak-ı
dallenin sözleri şer' ve akla [93) mebayin olarak butlan-ı
mezhebIeri zahirdir. Bazı fırak-ı Mu'tezile'nin dahi na-ma'kul
ve hezeyan-amiz sözleri vardır. L�kin Mu'tezile içinde fuhul-i
ulemadan adamlar olup kuvvetli edille-i akliyye serd eyledikle­
rinden, onlara ziyade ehemmiyet verilmek lazım gelmiştir. Bu­
rasını ala-vechi'l-cemal izah edelim.
Balada beyan ohlnduğu üzere Vasıl bin Ata, Hasan-ı Basri
Hazretleri'nin meclisinden kalkıp mezheb-i i'tizal üzere nasa
ders vermeğe başlamış ise de usul ve kava'id-i i'tizaliyye henüz
müşevveş bir halde idi.
Şeyhu'l-Mu'tezile olan, Ebu'l-Hüzeyl el-AlIM ki mezheb­
i'tizali Vasıl'ın bazı telamizinden ahz etmiş idi. Fenn-i cedelde
mahir ve ed ille-i kaviyye isti'maliyle hasmını ilzama kadir idi.
Sofistaiyye' den [94) Salih bin Abdullah Lefdos'un oğlu fevt 01-
dukta ziyade feryad ü figan eylediğinden Ebu'l-Hüzeyl ona "Ya
Salih senin indinde insan mezru'at kabilinden olmakla senin bu
feryadına bir vech bulamıyorum", dedikte Salih, "Ya Ebu'l­
Hüzeyl ben onun ancak Kiti1b-ı Şükilk'u okumadığına
acıyorum" demekle, "Ya Salih Kitab-ı Şükilk nedir" demesi üze­
rine, "Benim te'lif ettiğim bir kitabdır ki onu kim okursa olan
şeyde şekk eder hatta onu olmamıştır diye tevehhüm eyler. Ve
olmayan şeyde şekk onu olmuştur diye tevehhüm ettirir" de­
yince, Ebu Hüzeyl "Öyle ise sen de oğlunun vefatında şekk et
ve olmamış hükmünde tut kezalik Kitab-ı Şükuk'u okumamış
ise de sen onu kıra'atinde şekk et," demiş olduğu mervidir.
Bir gün de, Harun Reşid'in veziri Yahya bin [95) Halid bir
Mekki meclisinde on bu kadar mütekellimin mevcud olduğu
halde cereyan eden muhavere-i edebiyyede Ebu'l-Hüzeyl tala­
kat-ı lisanı ile temeyyüz etmiştir. Ve bazı müşrikini ilzam ve ik-

43
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

na' ederek din-i İslam'a idhal ettiği mervidir. Çi fa'ide ki ikti­


dar-ı fenni ve edebiyyesini mezheb-i i'tizalin tervici yolunda is­
ti'mal ederek usul ve kava'id-i i'tizali te'sis ve takdir ettikten
sonra, sİnni yüze karib olduğu halde 226 senesinde vefat eyle­
miştir.
Yine o asırda mütekellim-i meşhur Nazzam dahi kütüb-i
felsefeyi mütala'a edip hükemanın kelamlarını Mu'tezile ke­
lamlarıyla karıştırıp edille-i hikemiyye ile mezheb-i i'tizali
te'yid eylemiştir.
Ba'dehu Nazzam'ın telamizinden ve bülega-yı üdehadan
meşhur Cahiz dahi ta'birat-ı beliğa ile mesa'il-i hikemiyyeyi
te'yid eyleyerek mezheb-i i'tizali tervıc [96] etmiş ve sinni dok­
sana karib olduğu halde 255 senesinde fevt eylemiştir. E'imme-i
müşebbiheden meşhur Muhammed bin Kiram-ı Sicistani dahi o
sene Suriye'de vefat eylemiştir.
Yine o asırda Hulefa-yı Abhasiyye'den bazıları Mu'tezile
mezhebini ihtiyar ederek halk-ı Kur'an mes'elesinde
Mu'tezile'yi şediden red ve inkar eden fukahaya hatta Ahmed
bin Hanbel'e pek çok eza ve cefa ettiklerinden Mu'tezile mez­
hebi pek ziyade revac bulmuştur.
Ba'dehu Halife Mütevekkil Kur'an mahluktur diyenleri
tekdir etti ve ilm-i Hadis okumak üzre haceler ta'yın eyledi. Pek
çok halk dahi ehadıs-i şerife kıra'atine i'tina ve mezheb-i Ehl-i
Sünnet ve'l-Cema'ata i'tihar ettiler. Lakin Mu'tezile dahi kendi
i'tikadları üzere musir kaldılar. Sonra e'imme-i [97]
Mu'tezile'den meşhur Ebu Ali Cübha'i kendi mezhebi üzere
ilm-i kelarnı tedris eder oldu. Pek çok telamizi var idi. Hatta
Şeyh Ebu'l-Hasan el-Eş'ari dahi onun telamizinden idi. Lakin
sonra ondan ayrılıp, mezheb-i Ehl-i Sünnet'i tercih ve te'yid ey­
lemiştir.
Şöyle ki, Mu'tezile'ye göre Allah Te'ala'ya iMdı hakkında
eslahı yapmak vacib olduğundan, Ebu'l-Hasan el-Eş'ari, Ebu
Cübba'i'den, "Üç kardeş haklarında ne dersin, biri ta'at ve
digeri ma'siyyet üzere yaşayıp, diger biri de sağır iken fevt ol­
muş" diye su'al edip Cübba'i dahi, "Evvelkisi cennet ile müsab
ve ikincisi nar ile mu'akab olur ama üçüncüsü ne müsab olur ne
mu'akab" demekle Eş'arı eğer üçüncüsü, "Ya Rab sen beni
mu'ammer edip de ben de salih olarak mü'min kardeşim [98]

44
TERA. CİM-İ AHV.AL-İ FEL.ASİ FE / çevriyazı

gibi cennete girseydim dese" demesi üzerine Cübba'i "Cenab-ı


Hakk ben bilirdİm ki sen mu'ammer olsan fasık ve müfsid 0-
lurdun da nara girerdin der" dedikte Eş'ari, "0 halde ikincisi
der ki, "Ya Rab beni niçin küçük iken kardeşim gibi öldürme­
din ki, günah işleyip de nara girmeyeydim" deyince Cübba'i
mebhut olmuş, Eş'ari dahi onun mezhebini terk ile selef-i
salihinin mezhebi olan hakka süıuk etmiş idi.
İmam Eş'ari'nin Mu'tezile'ye birinci muhalefeti budur. Ve
onunla ef'alullah'ın mu'alleleten bi'l-agraz olmadığı ashab-ı fe­
raset ve insaf indinde tebeyyün etmiştir. Ve İmam Eş' ari üstadı
olan Cübba'i'nin meclisinden müfarakat ve onun mezhebini
terk ile Cübba'i'nin ekaviline i'tirazatı tekessür ettiği vakit
beynlerinde vahşet ve münaferet-i azime peyda oldu. Ve
ittifakan bir gün [99] Cübba'i bir meclis-i va'z ve tezkir akd ey­
leyip pek çok nas bu meclise hazır oldukta, İmam Eş'ari dahi
gidip Cübba'i'den mahfi olan bir köşede ku'ud ile orada bulu­
nan nisadan birine "Sana bir mes'ele öğreteyim de Şeyh efendi­
den sor" demiş ve o su'aldan sonra bir su'al daha ta'lim etmiş.
O kadın dahi, Cübba'i'den ledeyye's-su'al verdiği cevab üzeri­
ne ikinci su' ali irad eyleyince, Cübba'i cevabdan aciz kaldığı
halde Eş'ari'nin orada olduğunu görünce bu sadmenin ne taraf­
tan geldiğini anlamış idi. İmam Eş'ari ise, ondan sonra kava'id-i
i'tizali hedm ve mebani-i hakkı ihkam ile meşgUl olmuştur. Ve
ona tabi' olanlara Eşa'ire denilmiştir.
Ber-vech-i bala, İmam Eş'ari Hazretleri Cübba'iyyeden ay­
nlarak kava'id-i hizalin hedmine kıyam ettiği [100] sırada, bir
gün mescidde kürsüye çıkıp yüksek ses ile, "Ey cema' at beni bi­
len bilir. Bilmeyene kendimi ta'rif edeyim. Ben filan oğlu fila­
mm. Kur'an mahluktur, Allah Te'ala'yı gözler görmez, ef'al-i
şerri ben işlerim der idim. Tövbe ettim, vaz geçtim.
Mu'tezile'nin reddine kıyam ile, onların fezayih ve uyubunu
meydana çıkaracağım," demiş olduğu mervidir.
303 senesinde Ebu Ali Cübba'i vefat ile mezheb kavgasın­
dan kurtuldu. Yerine oğlu Ebu Haşim kaldı. Lakin bazı
mesa'ilde pederine muhalefet eyleyip, ona mensub olan fırkaya
Behşemiyye denildi. 321 senesinde Ebu Haşim de fevt oldu. El­
hasıl Mu'tezile her tarafta baş kaldırmışlar iken İmam Eş'ari
zuhur ile onlara galebe etmiştir. [101]

45
TERA. CİM-İ AHVA L-İ FELA sİ FE / çevriyazı

İmam Şafi']: rahmetullahi aleyh hazretle�i ilm-i kelarnı red


ve inkar eder idi. Sa'ir fukaha dahi ilm-i kelam ile iştigali men'
edegeldiler. Hele Mu'tezile'nin kendi mezhebIerini te'yid için
mesa'il-i kelamiyye ile kava'id-i felsefiyyeyi karıştırdıklarından
ve Ehl-i Sünnet olan mütekellimin dahi onlara cevab vermek
üzere ebhas-ı hikemiyyeye giriştiklerinden naşi, fukaha bir
mertebe daha mütekelliminden teneffür ve teba'üd eylemişler­
dir. Muhaddism ise, ale'l-umum mütekeliminden müteneffir i­
diler.
Haris bin Esed el-Muhasibi zühd ve takva ile ma'rUf olup,
İmam Ahmed bin Hanbel dahi öyle muttaki zatları sever iken,
Haris ilm-i kelam ile meşgUl olduğundan İmam Hazretleri o­
nunla ülfet ve ihtilattan münkati' olmuş idi. Binaenaleyh Ha­
ris'in vefatında o zaman Bağdad' da kesret üzere bulunan
Hanabile'den havf ile halk onun cenaze namazına [102) hazır
olmayıp biçarenin cenazesi dört kişi ile kaldırılmıştır. Hanbell­
ler hep ehl-i Hadis olup, kesret-i rivayatı re'y ve içtihad üzerine
takdim ve tercm eylediklerinden, akliyyat ile meşgUl olan
mütekellimme adüvv-i ekber eylediler. Ve gittikçe rivayet yo­
luna ziyade kuvvet vererek re'y ve rivayetten ayrılıp Gulat-ı
Hanabile zuhur ile mezalika-i teşbme düştüler ve Cenab-ı
Hakk'ı insana teşbm ile eli ve ayağı ve sa'ir a'zası vardır dedi­
ler. Ve pek ziyade ta'assub yolunu tuttular.
Fırak-ı İslamiyye arasında mübahese ve mücadele kavlen
ve kalemen cari olagelirken, Gulat-ı Hanabile kavliyyatı da
fa'aliyyete tebdll ettiler.
Şöyle ki Gulat-ı Hanabile'nin Bağdad'da kesretli olup git­
tikçe kuvvetleri tezayüd eylerek, avam-ı nasın ve zabıtan-ı
askeriyye'nin hanelerini basıp [103) nebiz bulurlar ise dökmek
ve muganni bulurlar ise dövmek ve alet-i teganniyi kırmak ve
bey' ü şiraya i'tiraz etmek ve sokakta nisa ve sıbyan ile giden
bir adam gördüklerinde, "Bu yanındaki kimdir?" diye sorup
cevab vermez ise onu darb ederek zabtiyyeye götürüp
alehyhinde fuhş ile şehadet eylemek gibi tecavüzane kıyam ile
bütün Bağdad ahalisini bizar ettiklerinden hükumet tarafından
Hanbeliler'in ikisi bir yere gelmesin ve mezheb münaza'ası et­
mesinler diye delIallara nida ettirildi. Lakin müfld olmadı, şer

46
TERAcİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / çevriyazı

ve fitneleri müzdad oldu. Şafi'i mezhebinde bulunanlara eza ve


cefa eder oldular.
Onun üzerine Halife Razi Billah 323 halalinde Hanabile'ye
okunmak üzere ısdar eylediği fermanında teşbihe mu'tekid ol­
duklarından dolayı kendilerine tevbın yolunda "Siz çirkin yüz­
lerinizin misal-i [104] Rabbi'l-alemin üzere ve hey'et-i rezilenizin
onun hey'eti üzere olduğu zu'munda bunulup, Cenab-ı Hakk'a
el ve parmak ve ayak ve mezhep, fi'iller ve kıvırcık saç ve göğe
su'frd ve yere nüzfrl gibi şeyleri isnad ediyorsunuz. 'Te'alellahu
amma yekfrlu'z-zalimfrne uluvven kebiren' ve hıyar-ı e'immeye
ta'n ve Al-i Muhammed'i Sallallahu aleyhi ve sellem küfür ve
dalalete nisbet ve ba'dehu Kur'an'ın şeha.det eylemediği
mezahib-i facire ve bida' -ı zilhire ile Müslimini dine da'vet
eyliyorsunuz ve kubfrr-ı e'immenin ziyaretini inkar ve
züvvarına isnad-ı bid'at ile teşni' ediyorsunuz. Halbfrki avam-ı
nastan haseb ve nesebi ve Resfrlullah'a nisbeti olmayan bir a­
damın kabrini ziyaret üzere içtima' ve onu ziyaret ile emr ve
hakkında mu'cizat-ı enbiya ve keramat-ı evliyayı iddi'a
eyliyorsunuz. Bu münkiratı size t,?zyin ve sizi iğva eden şeyta�
na Allah Te'ala la'net eylesin. [105] Emire'l-Mü'minin kasem e­
diyor ki, eğer bu mezmfrm mezhebinizden ve eğri tarikinizden
vaz geçmeseniz sizi darb ve i'dam ve hanelerinizi ihrak eyleye­
cektir," diye mündericdir. İmam Eş'ari Hazretleri ise, Mu'tezile
ve Rafize ve Cebriyye ve Havaric ve Müşebbihe ve sa'ir
metbfr'ayı redd için pek çok kitablar te'lif ve Şafi'Her de
i'tikadda onun mezhebine taklid eylediklerinden, Gulat-ı
Hanabile'nin en büyük düşmanı İmam Eş'ari idi.
Binaen ala-zalik, 330 senesinde İmam Eş'ari Bağdad'da a­
zim-i dar-ı beka olup, Meşra'atü'z-Zevaya nam mahalde defn
olundukta Gulat-ı Hanabile onu birkaç defa kabirden ihrac ile
ihraka kıyam etmekle canib-i hükfrmetten men' olurunuş ise de
nihayet böyle bir fazilhata cesaret eylemeleri mülilhazasına
mebni İmam Eş'ari'nin mezarı belirsiz edilmiştir.
"Teğamrnedehu bi-gufranihi ve-eskenehu buhbfrhate cinanihi."
[106]
E'imme-i Hanefiyye'den meşhfrr İmam Kerhl pek abid ve
zahid bir zat idi. Fakat amelde Hanefiyyü'l-mezheb iken,
i'tikadda Mu'tezili olup Mu'tezile dahi Müşebbihe aleyhinde
i'mal-i sinan-ı lisan etmekte olduklarından, İmam Kerhi de

47
TERA cİM-İ AHVA L-İ FELA sİFE / çevriyazı

Gulat-ı Hanbeliyye'nin sevmedikleri bir adam oldugu halde


340 senesinde azİm-i dam'l-karar olmuştur. "Gaferallahu lehu"
OL esnada ise, Şi'iyyü'l-mezheb olan Beni Büveyh Irak'ı is­
tila etmekle Hanabile'nin hiç sevmedikleri Şi' a mezhebi Han­
beli'den hayli revac bulmuştur.
OL zaman Batıniyyeden Karamata ta'ifesi diyar-ı Necid'de
hükümran olup Beni Büveyh Irak'ı istila ettikte Basra ve Kufe
beriyyelerinde onlar ile hem-hudud oldular. İki taraf dahi Şi'i
iseler de, Karamata Gulat-ı Şi'a'dan olup mezhebce Beni
Büveyh ile beynlerinde fark var idi. Ve beynlerinde zuhur eden
[107] hudud münaza'ası muharebeyi müntic olmuştur.
O zaman Afrikiyye'de zuhur eden Devlet-i Ulviyye-i
Abidiyye dahi Gulat-ı Şi'a'dan İsma'iliyye mezhebinden olup
onlar da, Batıniyye'den Karamata ile beynlerinde biraz fark var
idi.
E'imme-i Eş'ariyye dahi fırak-ı dalle ile pençeleşerek,
mezheb-i Eş'ariyye'yi te'yid ile taraf taraf neşr etmekte idiler.
Ve cümlesinin re'isi Kadi Ebu Bekir el-Bakıllani olup
Bağdad'da mezheb-i Eş'ariyye'yi ta'lim ve te'yid eylerdi. Sela-
. tin-i Al-i Büveyh dahi ıcab-ı hal ve zaman üzere ona ihtiram ve
mühim işlerde onu istihdam ederlerdi. Ama Batıniyye
ta'ifelerinin gulu ve tuğyanları ziyade olup, Zeydiyye ve
İmamiyye fırkaları dahi onların aleyhinde bulunduklarından
Sünniler Batıniyye aleyhinde şiddetli lisan kullanırlardI. [108]
Mu'tezile dahi bu babda Sünniler ile hem-zaban idiler. Hatta
şüyuh-ı Mu'tezile'den Kadi Ebu'l-Hasan bin Aliyyü'l-İsteharri
Batıniyye'yi red için pek çok kitablar te'lif etmişti.
O zaman Mu'tezile'nin imamı olan meşhur Ebu'l-Hasan el­
Basri dahi ceyyidü'l-kelam ve melihu'l-ibare ve ulumda müte­
bahhir bir zat olarak, usul-i fıkıhta te'lifat-ı fa'ikası vardır.
Ebu Bekir el-Bakıllani ber-vech-i bala Bağdad'da mezheb-i
Eş'ari'yi tervıc etmekte iken Nişabur'da e'imme-i Eşa'ire'den
İbn Furek dahi Mezheb-i Eş'ari üzere kitablar te'lif ve metbu'ayı
red ve ale 'I-husus Müşebbihe'den Keramiyye mezhebini ibtal
ve tezyif ile meşgUl idi. İlm-i kelam'dan ve usul-i fıkıhtan yaz­
dığı kitablar yüze baliğ olmuştu. [109]
Ol vakit Nişabur'da e'imme-i Ehl-i Sünnet'ten Üstad Ebu
İshak İsferayim dahi var idi ki, hem fakih hem de mütekellim

48
TERA.CİM-İ AHVA.L-İ FELA.Sİ FE / çevriyazı

idi. Fıkhı mezheb-i Şafi'i ve ilm-i kelamı mezheb-i Eş'ari üzere


tedris ederdi. Usul ve füru'da mahareti ve ulema-yı as ra tefev­
vuku Irak ve Horasan uleması indinde müsellem idi. Elhasıl
müctehid mertebesine varmış bir zat-ı celilü'l-kadr idi.
Mülhidiyye ve metbu'ayı red için pek çok kitablar te'lif etmiştir.
Yine ol asırda Hasan bin İbrahim el-Mısri dahi fıkıhtan
te'lifatı olduğu halde mantıktan dahi bir kitab te'lif etmişti. İlm­
i kelamın gayeti mezheb-i Ehl-i Sünnet'i teşviş-i ehl-i bid'atten
hıfz ve hırasettir. Ve ekser-i edillesi cedelidir. Mu'tezile ise ken­
di mezhebIerini edille-i akHyye ile [110) te'yid eylemek üzere
usul-i felsefeyi kava'id-i kelamiyye ile halt ve mezc eyledi kle­
rinden, onlara misli ile muk ab ele için onlarda bazı mesa'il-i
hikemiyyeyi ta'lim ve ta'allüme mecbur oldular. Evvel emirde
fukaha bu misilli mübahis-i hikemiyyeyi red ve inkar ettiler ise
de, mezheb-i hakka nusret için bazı fünun-ı hikemiyyenin tahsi­
line !üzum görünmüş ve sonraları ilm-i mantığın tahsili
vacibat-ı umurdan add olunmuştur. Ve mütekellimin kendi
beynIerinde ed ille-i nakHyye ve akHyye ile mübahese ettikleri
sırada, bir taraftan da hükema ile münazaraya koyuldular. Bi­
naen-ala-zaHk müte'ahhirin-i mütekelliminin kitabıarı mesa'il-i
hikerniyye ile memlu olmuştur.
403 senesinde, Bağdad' da, re'is-i Eşa'ire olan Ebu Bekir el­
Bakıllani ve bir sene sonra Kadi Ebu'l-Hasan bin Ali el­
Mu'tezili ve 406 senesinde [111) Bağdad-ı ulvinin nakibi olan
şa'ir-i meşhur Şerif Razi, Bağdad'da ve salifü'z-zikr İbn Furek
dahi Horasan tarafında vefat eylediler. "Aleyhimü'r-rahmeti
ve'l-gufranu."
408 senesinde dahi, Bağdad'da, Sünniler ile Şi'iler fitne ih­
das etmekle, Halife Kadir Billah Şi'a ve Mu'tezile ve sa'irlerini
mezheb münaza'asından men' ve tahzir ile cümlesine tevbe et­
tirdi.
Halbuki Halife Kadir'in Mu'tezile'yi red için te'lif ettiği
kitab dahi Cami'-i Mehdi'de Cum'a günleri halka-i ehl-i
tedrisde kıra'at olunmakta idi.
414 senesinde e'imme-i Mu'tezile'den te'lifat-ı meşhure sa­
hibi Kadi Abdü1cabbar, doksan yaşı mütecaviz olduğu halde
fevt oldu. "Ufiye anhu" [112)

49
TERAc İM-İ AHVA L-İ FELA sİFE / çevriyazı

418 senesinde e'imme-i Şafi'iyye'den ol asrın a'lem-i ule­


ması olan salifü'z-zikr Üstad Ebfi İshak İsferayini azim-i dar-ı
beka oldu. "Rahimehulliliu rahmeten vasi'aten"
"Beni Büveyh"ten Rüknü'd-devle Şi'ası ki, Rey ve mülha­
katında hükümran ü;iiler. Onların ahvali de muhtel olarak ida­
re-i hükfimetten aeiz kaldıklarına mebni Mahmfid Gaznevi 420
senesinde Rey üzerine bir ordu sevk etti. Müte'akiben kendisi
de geldi. Rey Devleti'ni zabt eyledi. Batıniyye mezhebi asha­
bından birçok eşhası selb ve Mu'tezile'yi Horasan'a nefy etti. Ve
Mu'tezile ve felsefe kitabıarını yaktı. Ve ulfim ve fümln-i
sa'ireye da'ir yüz yük kitab aldı. Ve bu sfiretle Rüknü'd-devle
ahfadının Rey ve bilad-ı cebelde devletleri munkariz oldu. Beni
Büveyh' den meydanda yalnız Emir-i Irak ile Emir-i Fars kaldı.
[113)
429 senesinde, Gulat-ı Hanbeliyye' den Ali bin Ba' albek
ilm-i kelamdan te'lif ettigi kitabı sıfat-ı ilahiyye hakkında
mücessemeye şebih akayid-i fasideyi mutazammın olmakla, u­
lema-yı Bagdad onu lisan-ı şiddet ile red ve inkar eylediler.
Afrikiyye' deki Şi'iler, 423 senesinde tarik-i serkeşiye sülfik
ile bir beldeyi istila ettiklerinden, Afrika emıri Mu'az bin Yadis
onların üzerine sevk-i asker ile cümlesini katli'am etmiştir.
436 senesinde Mu'tezile'nin imamı olan meşhfir Ebfi'l­
Hüseyn-i Basri fevt olmuştur. "Ufiyallahu anhu"
Ulema-yı Ehl-i Sünnet ile ulema-yı Mu'tezile edille-i
akliyye ve nakliyye ile kavlen ve kalemen münazara edegelirler
iken, Gulat-ı Hanbeliyye, ber-vech-i bala fi'liyyata girişmekle
[114) hükfimet tarafından men' olunmuşlar idi. Teva'if-i Şi'a ise,
silah ile mezhebIerini terYice kıyam edip, her taraftan Sünniler'i
tazyik etmişler idi. Sonra tali 'leri nuhusete yüz tuttu.
Maveraünnehr hanlarıyla selatin-i Gazneviyye'nin Sünni olma­
ları eihetiyle, canib-i Şarkta Şi'a mezhebi revac bulmadı. Beni
Büveyh Devleti'nin za'fı ve perişanlığı hasebiyle Irak'ta dahi
Şi'ller'in nüffizları tedenni bulmakta oldugu halde, bu esnada
fevka'l-ade kuvvet ve satvet ile zuhı1r eden Devlet-i
Selçukiyye'nin Sünni olması Şi'iliği bütün bütün i'tibardan dü­
şürmüştür.
OL asırda şarken ve garben birçok teeeddüdat-ı seri'a ve
inkılabat-ı azime vukfi' bulmakta oldugu halde, terakkiyyat-ı
ilmiyyenin hızı kesilmeyip her fende mahir zatlar mevcfid idi.

50
TER.ACİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE / Çevriyazı

Hatta kadınlar [115] içinde dahi alime ve fazılalar yetişir idi. -Jl
zaman açılan derslerde erkekler ile beraber füzela ve L' lema-yı
nisvan mevcud bulunduğu gibi, efadil-i nisvandan ders açanla­
rın verdikleri derslerde dahi füzela ve ulema hazır olur idi. Ve
ulema-yı nisvandan icazet alan zükurdan birçok efazil ulema
gelmiştir. Ez-cümle meşahir-i muhaddisinden Kerime Hatun ki,
463 senesinde Mekke-i Mükerreme'de vefat eylemiştir. Sahih-i
Buharl'yi rivayet eylerdi. Ve Sahih-i B uharl'nin uluvv-i isnadı
onda nihayet bulmuştu.
Yine ol asırda muhaddisinden bintü'l-İkra' diye ma'rM o­
lan Fatıma bint-i Ali nam hatun var idi ki, hüsn-i hatta dahi
yekta idi.
Alparslan'ın vezir-i a'zamı olan Nizamülmülk ak il ve mü­
debbir bir zat olup [116] Devlet-i Selçukiyye'nin tevessü'üne ve
tezayüd-i fer ve idaline hüsn-i hizmet eylernekte olduğu halde,
kendisi füzeladan olarak ulum ve fünunun terakkisine pek zi­
yade ihtimam ve ulema ve füzelaya pek çok ihtiram eylerdi.
OL asrın a'lem-i uleması olan Ebu'l-Me'ali ki, ibtida pe deri
meşhur Cüveyni'den ve ba'dehu diger ulema ve füzela-yı
asrdan tahsil-i ulum ile tezyin-i zat ve istikmal-i sıfat eyledikten
sonra canib-i Hicaz'a gidip dört sene kah Mekke, kah Medi­
ne'de tedris ve ifta' ile meşgUl olduğundan, kendisine İmamu'l­
Haremeyn denilmişti. Alparslan'ın eva'il-i saltanatında makarr­
ı saltanat olan Nişabur'a avdetinde Nizamülmülk onun için
Medrese-i Nizamiyye'yi bina etti. İmamu'l-Haremeyn usul ve
füru'da ve edebiyatta mahir bir zat-ı celilü'l-mü'essir idi. Her
fende te'lifat-ı fa'ika ve nefisesi vardır. İbtidaları içtihad-ı [117]
mutlak da'vasında bulunarak mezahib-i erba'adan birine taklid
eylemezdi. Sonra içtihad-ı mutlak zamanı geçmiş olduğunu
tefattun ederek İmam-ı Şafi'i Hazretleri'ne taklid eylemiştir.
Alparslan'ın oğlu ve hayru'l-halefi olan Melikşah'ın zaman-ı
saltanatı, Devlet-i Selçukiyye'nin en parlak devri idi. Taht-ı sal­
tanata cülusunda, pederinin vezir-i a'zamı olan salifu'z-zikr
Nizamülmü1k'ü müsnedinde ika etti. Ve lsfahan'ı makarr-ı sal­
tanat ittihaz etti. Nizamülmü1k dahi ona idare-i devletçe pek
güzel hizmet eylediği sırada terakkiyat-ı ilmiyyeye dahi ihti­
mam ederek, Bağdad'da meşhur medrese-i Nizamiyye'yi bina
ve müderrisliğine fukaha-yı Şafi'iyye'nin serfirazı olan Ebu

51
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

İshak-ı Şirazi'yi ta'yin etti ki, ilmiyle amil ve zahir ve batını


ma'mür bir zat-ı memdühu's-sıfat idi. Fünün-ı adideden te'lifat­
ı kesire-i müfidesi vardır. [118]
Bazı husüsatın ihtar ve iltiması için Bağdad'dan Melikşah
tarafına gönderilmişti. Ebü İshak-ı Şirazi efahim-i ulema-yı
a'lamdan ve mazinne-i kiramdan olduğu halde pek çok şakird
yetiştirmiş olup siyt ve şöhreti her yerde şayi' ve münteşir ol­
duğundan, herhangi beldeye varsa telamizinden müftü veya
müderrisler bulunduğu cihetle esna-yı rahta vardığı beldeler
ahalisi umümen istikbaline çıkıp kudümuyla tebrik eyler ve es­
naf-ı belde mahsül-ı san'atları olan emval ve eşyayı onun
mihaffesi üzerine nısar eylerlerdi. "Etmeyiniz" der,
dinlemezlerdi. Bu süretle lsfahan'a vardıkta gerek Melikşah ge­
rek Nizamülmülk tarafından kendisine pek ziyade ikram ve ih­
tiram olundu. Melikşah ve Nizamülmülk taraflarından cümle
mültemisatına muvafakat olunmakla Ebü İshak-ı Şirazı kemal-i
muvaffakiyyetle Bağdad'a avdet eylemiştir. [119]
İşte ol vakit Nizamülmülk meclisinde Ebü İshak-ı Şırazi ile
İmamu'l-Haremeyn beyninde münazara-i meşhüra vukü' bul­
muş ve tarafeyn yekdigeri takdir edip hatta Ebü İshak-ı Şirazi
İmamu'l-Haremeyn'e "Ey Şark ve Garb ahalisine fa'ide bahş o­
lan zat, sen şimdi imam-ı e'immesin" demiş olduğu mervidir.
Ve ol mecliste Ebü Bekr-i Şaşi dahi, İmamü'l-Haremeyn huzü­
runda bir mes'eleye da'ir güzel bahs etmiş olduğundan, onun
da şöhretini mucib olmuş ve Şaşi Ebu İshak-ı Şirazi'nin
şakirdanından olduğu cihetle, o dahi memnün kalmıştır.
476 senesinde Ebu İshak-ı Şirazi ve 478 senesinde İmamu'l­
Haremeyn azim-i dar-ı beka oldular. Rahimehümullahu
rahmeten vasi' aten. [120]
İşte böyle büyük zatlar mezheb-i Eş'ari'nin her tarafta
şuyü' ve intişarına badi olmuşlardır. Fi'l-asl fukahanın ekseri
ilm-i kelamı red ve inkar etmekle mütekellimin fukahadan ayrı­
lıp ve bir sınıf-ı müstakil olup fukahanın ekseri nice yıllar fırak­
ı dalle ile uğraşarak mezheb-i hakka nusret eylemişler idi. Son­
ra Ebü İshak İsferayini ve Ebü İshak Şirazi ve İmamu'l­
Haremeyn gibi ekabir-i e'imme-i Şafi'iyye'den olan zatlar dahi
ilm-i kelama rağbet eylediklerinden, fukaha ile mütekellimin
arasındaki nefret ve mübayenet ber-taraf olmuştur. Ebü Bekr-i

52
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİ�E / Çevriyazı

Şaşi, Ebu İshak Şirazi'nin telamızinden olup üstadının vefatın­


dan sonra Bağdad'da mezheb-i Şafi'iyye'nin riyaseti onda kal­
mıştır ve ilm-i fıkıhtan güzel kitablar te'lif etmiştir.
İmamu'I-Haremeyn'in vefatından sonra onun yerini [121)
dahi telamizinden meşhur Hüccetü'I-İslam Ebu Hamid Mu­
hammed el-Gazzali tutmuştur ki, o zaman ulema-yı Şafi'iyye i­
çinde ona manend kimse yok idi. Ve nadirü'l-vücud bir zat ol­
makla iemalen tercüme-i halini ber-vech-i ati beyan edelim.
İmam Gazzal1, ibtida Tus'ta tahsll-i ulum ile meşgUl oldu.
Sonra Nişabur'a gidip İmamu'I-Haremeyn"in derslerine devam
etti. Ve pek çok sa'y ve cehd ile az vakit zarfında meydana çı­
kıp, müşarun bi'l-benan oldu. Ve üstadının zamanında kitap
te'lifine başladı. Üstadı da onunla tefahhur eylerdi. O dahi, pek
çok şöhret kazanmış olduğu halde, üstadının meclisine devam
etmekte idi. Balada zikr olunduğu üzere yetmiş sekiz senesinde
hacesi azim-i dar-ı beka olunca, o dahi Asker nam beldeye [122)
gidip Nizamülmülk ile görüşdükte, Nizamülmülk ona fevka'l­
ade ikram etti.
O zaman Melikşah huzuruna efazil-i asrdan bir cema'at ge­
lip giderdi. Müte'addid meclislerde mübahase ve münazara
vuku' buldu. Gazzali cümlesine galebe etti. Pek çok şöhret aldı.
Sayt ü şöhreti her tarafa münteşir oldu. Sonra uhdesine
Bağdad'ın Nizamiyye Medresesi müderrisliği tevdh olunmakla
Gazzali 484 senesinde Bağdad'a gelip tedrise başladı. Ehl-i Irak
onu fevka'l-ade istihsan eyledi. Ve onların nazarında
Gazzali'nin kadri pek büyüdü. O zaman İmam Gazzali'nin
meclisine devam eden talebe dört sınıf etmiş ki birincisi ehl-i
re'y ve nazar olan fırak-ı mütekellimin, ikincisi ashab-ı Ta'lim
olan ve imam-ı ma'sum'dan iktibas-ı hakikat eylemek
zu'munda [123) bulunan Batıniyye ve üçüncüsü ehl-i mantık ve
bürhan olmak zu'munda bulunan felasife ve dördüncüsü ehl-i
müşahade ve mükaşefe olmak iddi'asında bulunan sUfiyye i­
miş. Gazzali ise, hakayık-ı umura muttali' olmak üzere her kö­
şeye başvurup, giderek düştüğü mezlaka-i safsatadan bi­
inayetillah-i te'ala henüz kurtulmuş ve zaruriyyatı kabul ve
i'tirafa muvaffak olmuş idüğüne mebni, taklitten ari olarak
hakkı bulmak üzere bu dört meslek üzere tedkikat-ı amika iera­
sına kıyam eylemiş ve ibtida ilm-i kelamdan başlamış.

53
TERAcİM-İ AHVA.L-İ FELA.sİFE / çevriyazı

Şöyle ki: İmam GazziHi ibtida ilm-i kelama dalıp kütüb-i


muhakkıkini mütala'a ve bu ilme da'ir kitablar te'lif etmiş.
Görmüş ki, ilm-i kelamın gayeti akide-i Ehl-i Sünnet'i teşviş-i
ehl-i bid'atten hıfz ve hiraset olmakla mütekellimin-i Ehl-i Sün­
net edille-i [124] akliyye ve nakliyye ile fırak-ı dalleye mukabele
ve hakka nusret eylemişler. Lakin onların meram;, mücerred ha­
sımlarım ilzam olduğundan, ekseriya bahisleri hasımlarının
sözlerinde tenakuz bulmak ve onları müsellemattan olan kaza­
nın levazımıyla mu'aheze ve iskat demek olduğu cihetle ilm-i
kelam onların işine el vermiş ise de, zaruriyyattan başka şey'i
teslim etmeyenıere göre fa'idesi az oluyor. Vakı'a mütekellimin
cevher ve araz bahisleri gibi mesa'il-i hikemiyyeye dahi girmiş­
ler ise de, buraları onlara göre maksud-ı bi'z-zat olmadı�dan
bu babda sözleri derece-i kusvaya varmamış. Binaen-ala-zalik
İmam Gazzali ilm-i kelamdan felsefeye geçmiş. Buna da'ir ver­
diği tafsilatın hülasası budur. Hesab ve hendese ve hey' et, ale­
me müte'allik olan ilimlerdir. Bunlarda nefyen ve isbaten u­
mur-ı [125] diniyyeye ta'alluk eder hiçbir şey yoktur, belki bun­
lar umur-i bürhaniyyedir ki, onları fehm ve idrak ettikten son­
ra, inkara yol yoktur. Halbuki bu ilimIerden iki müşkil tevellüd
eylemiştir. Müşkil-i evvel budur ki, bu ilimIere dikkat eden
kimse, onların deka'ikine ve bürhanlarının zuhur ve vuzuhuna
ta'accüb eyler ve bu cihetle felasife hakkında bir hüsn-i i'tikad
has ıl eder. Ve cemi'-i ulum-ı felsefiyyeyi zuhur ye vuzuhta u­
lum-ı riyaziyye gibi zanneder. Sonra küfriyyat-ı felasifeyi işit­
tikte, mücerred taklid ile kafir olur ve din eğer hak olsa, riyazi­
yatta bu kadar tedkikatı olan felasifeye hafi kalmazdı der. Nice
kimseler gördüm ki, şu kadarcıkla dalalette kalmışlar. Halbuki
bir san'atta hazık olan, her san'atta hazık olmak lazım gelmez.
Mesela fıkıhta ve kelamda hazık olan, tıbda da haz ık [126] olmak
lazım gelmez; belki her san'atın kesb-i meleke ve maM.ret ey­
lemiş ehli vardır.
Kudemanın riyaziyatta sözleri bürhandır, ama ilahiyatta
tahminidir. Burasını ancak onda ta'ammuk eden bilir, diye ber­
vech-i bala mezleka-i taklide düşenlere söylendi k te kabul et­
meyerek, heva ve heveslerine uygun gelmiş olan efkar-ı
sakimede ısrar edip giderler.

54
TERA CİM-İ AHVA L-İ FELAsİFE / çevriyazı

Müşkil-i sani, sadik-ı İslam olan cahilden neş' et eylemiştir


ki, felasifeye mensub olan her ilmi inkar ile dille nusret olunma­
lıdır zanruyla cemi' -i ulum-ı hikemiyyeyi inkar etmiştir. Hatta
hükemanın husuf ve küsfrf hakkındaki kavillerini pile inkar ile
onların kavilleri şer'a muhaliftir diye zu'm eylemişlerdir. Hal­
buki o misillilerin bu inkarı, ol mes'eleyi delil-i kat'i ile bilen
kimsenin [127) sem'ine vasıl oldukta haşa dill-i İslam cehl ve in­
kar-ı bürhan-ı kat'i üzerine mebnidir diyerek felsefeye muhab­
beti ziyade olur. Doğrusu şer'de bu uluma ve bu ulumda umur­
ı diniyyeye ta'arruz olmadığı halde, bu ulu mu inkar ile dille
nefret olunur diye zu'm edenlerin dili. hakkında cinayetleri pek
büyük oldu. "İnne'ş-şemse ve'l-kamere ayetani min ayatillahi
ıa-yenhasifani... ilh." Hadis-i Şerif'inde dahi, şems ve kamerin
seyr ve içtima'larını ve mukabelelerini mu'arrif olan ilm-i hesa­
bın inkarını mudb bir şey yoktur.
Kezalik ilm-i mantıkta dahi nefyen ve isbaten dille ta'anuk
eder bir şey yoktur. Belki bu ilim, ancak turuk-ı edille ve
kıyasiyye ve mukaddemat-ı berahmin şürutuna ve keyfiyyet-i
terkibine ve had d-ı sahihin şurutuna ve keyfiyyet-i tertibine na­
zardan ibaret olup, bunda [128) inkar olunacak bir şey yoktur.
Belki m ütekelliminin ve ehl-i nazarın edillede zikr ettikleri ma­
kaleleri cinsindendir. Ancak ibarat ve ıstılahatça ve ta'rifat ve
tefri'a tça ziyade istiksaca onlardan ayrılıyorlar. Vakı'a
felasifenin bu bab da bir nev'i zulmü vardır ki, mantıkta edille
için birtakım şartlar beyan edip b'iinların beheme-hal yakilli iras
eylediği ma'lum olur. Lakin makasid-i _d�iyyeye geldiklerinde
bu şartları ifa edemeyip, bunda tesahül ederler. Ve riyaziyyatta
olduğu gibi mantığa dahi bakıp onu istihsan ile vazı' gören
kimse felasifeden menkul olan küfriyyat dahi öyle oerahill-i
mantıkiyye ile mü'eyyeddir zannederek ilahiyyata çıkmadan
kafir olanlar dahi bulunur. [129)
Ulum-ı tabi'iyye ki, ecsam-ı basite ve mürekkebeden bahs
eder ve onların bu bahisleri tabibin dsm-i insandan ve a'za-ı
re 'ise ve hadimesinden bahsine benzer. Bu ilmi dahi inkar et­
mek lazım gelmez. Et-TeMfütü'I-Feldsife nam kitabımızda zikr
ettiğimiz bazı mesa'ilde inkarı lazım gelir. Ve bu babda ittihazı
lazım olan ka'ide tabi'atin Cenab-ı Hakk'a musahhar olarak
bi 'n-nefs am el etmeyip belki haliki tarafından isti'mal olurduğu

55
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

ve şems ve kamer ve nücum hep emr-i ilill ' ye musahhar olarak


hiç birinin bizzat bir ameli olmadığını bilmektir.
İlahiyyata gelince felasifenin ekser-i agaliti bu Himdedir.
Mantıkta şart eyledikleri vechile berahini bunda ibka edemedi­
ler. Onun için beynlerinde çok ihtilaflar vuku' bulmuştur. Ve
Farabi ile İbn Sina'nın nakline göre " Aristoteles" [130]
ilahiyyatında mezhebini mezahib-i İslamiyye'ye takdb etmiştir.
Şöyle ki yirmi mes'elede vaki' olan galatlarının yalnız üçü
mucib-i tekfir olur.
İmam Gazzali, ber-vech-i bala ilahiyyatta hükema şürut-ı
berahini ifa edemediler diyor. Muhakkıkin-i hükema ise
ilahiyyatta ilm-i yakiniye çalışsınlar. İlahiyyatın ekser mesa'ili
zanni olmakla onda edille-i zanniyye kafi olur. Mebahis-i
ilahiyyede ilm-i yakini tahsil mümkün değildir. Onlarda gayet
kusva-yı evveli olanı ahz etmektir diye Aristo'dan menkuldür.
Ma'amafih hükema-yı ilahiyye edille-i akliyye ile çok şeyler
buldular. Hatta haşr-ı ruhaniyi isbat eylediler.
İmam Gazzali, bir müddet dahi felsefe ile meşgUl olduktan
sonra, Batıniyye mezhebinin tahkiki ile cerh ve tezyifine kıyam
ettiğine da'ir idd eylediği [Bı, t::ıfsilatın hülasa-ı mü'eddasında
der ki, "ilm-i felsefenin tahsil ve tefhiminden ve tezyifi lazım
mevaddının tezyifinden fariğ olduğumdan, bildim ki, bu ilim
de kemal-i maksada vafi değildir. Ve akl-ı insani cemi'-i
metalibin ihatasında müstakil ve cemi'-i müşkilattan perdeyi
kaşif değildir. Halbuki Batıniyye mezhebi zuhur ile umur-i
diniyyenin ma'anisini imam-ı ma'sum tarafından öğrenmek ef­
karı beyne'n-nas şuyfı' bulmuş idiğünden onların makalelerin­
den bahs etmek fikri zihnime geldi. İttifaken onların mezhebini
keşf edecek bir kitab te'lifi için bir emr-i kafi geldi. Heman on­
ların kitabıarını aramağa ve makalelerini toplamağa başladım.
Ve mu'asırin-i batıniyyenin ihdas eylediği makalelerden bazıla­
rı da bana vasıl olmakla cümlesini cem' ile cevabıarını istibka
ettim. Bunların indinde bir müfid söz yoktur. [132] Da'valarına
edille ikamesinden acizdirler. İmam-ı ma'sumdan öğrendikleri
ilmi sordum ve onun üzerine bazı eşkalat der-miyan ettim, hal­
line kıyam şöyle dursun söylediğim sözleri anlamadılar. Ve aciz
kaldıklarında işi imam-ı ga'ib' e havale ettiler. Ta' acüb olunur

56
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELASİFE / Çevriyazı

ki, ömürlerini mu' aHim talebi uğrunda zayi' etmişler iken onu
bulamamışlar ve ondan bir şey öğrenernemişler."
Gazzal1 bu ilimIerden fariğ olduktan sonra sııfiyye tarıkine
sülıık etmek istemiş. Ve ibtida Ebıı Talib Mekki'nin Ki1tü'[­
KuZUb nam kitabı ve Haris el-Muhasibi'nin kitabIarı ve Cüneyd
ve Şibli ile Bayezid-i Bistami'den ve sa'ir meşayih-i sııfiyyeden
me'sıır olan müteferrikat gibi asarı mütala'a ve ta'allüm ve
istirna' ile husıılu mümkün olan ma'lıımatı tahsil etmiş. Artık
ilerisine vasıl olabilmek [133] ta'allüm ile mümkün olmayıp, an­
cak zevk ve hal ve tebeddül-i sıfat ile olabileceği zahir ve
sııfiyyenin erbab-ı ahval olup ashab-ı akval olmadıkları kendi­
since yakinen ma'lıım olunca artık tarık-i sııfiyyeye sülıık ile
terk-i dünya merakına düşmüş ise de kendisi ulemanın en mür­
tefi' mertebesinde bulunup herkesten fevka'l-ade ihtiram gör­
mekte olduğundan ve terk-i cah ve i'tibar nefse pek güç geldi­
ğinden bir azim hayret ve tereddüte dııçar olduğu esnada Dev­
let-i Selçukiyye herc ü merc olmakta idi.
İşte şu kargaşalık arasında Gazzali terk-i dünya ile Şam'da
uzlet-nişin olmağa karar vermiş ancak burasını mektıım tutup
488 senesi Zi'l-ka'de'sinde Medrese-i Nizamiyye'deki dersini
biraderine ihale ve evlad [134] Ü iyalini Bağdad'da terk ile
Hacc'a gidiyor yollu, Bağdad'dan çıkmış ve Şam'a vusıılunda
abalar giyip ve sııfiyye mesleğine sülıık edip cami-i Dimeşk'te
i'tikM ile kıışe-i uzlet ve inzivaya çekilmiş ve ibadet ve ta'at ile
meşgt1l olmuştur.
488 senesinde, Nişabıır'da, Müşebbihe'den Kiramiyye ile
Hanefi ve Şafi'iler arasında bazı mertebe ihtilaf zuhıır eyledi.
Ve Hanemer ile Şafi'iler müttefik olduklarından Kiramiyye'ye
galebe ettiler.
Gazzali ise, halvet ve inziva lezzetiyle mütelezziz olarak
dünya ga'ilesinden vareste ve asııde yaşamakta idi. Fakat
Dimeşk-i Şam' da iken İhya-ı UZum nam kitab-ı meşhııru te'lif
ederek, Cami-i Dimeşk'te onu tedris ile meşgııl olduğu
mervldir.
İmam Gazzali, iki sene kadar Dimeşk-i Şam' da [135] ber­
vech-i bala uzlet-nişin ve halvet-güzin olduktan sonra Kudüs-i
Şerif'e gidip meşahid-i mübarekeyi ziyaret eylemişti. Ve bir ara­
lık canib-i Mısır'a aZlrnetle bir müddet dahi İskenderiyye'de i-

57
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı
kametten sonra avdet eyledi@ mervidir. Ve sonra canib-i Hi­
caz'a gidip farıza-ı Hacc'ı eda ve Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret
etmiştir.
Gazzali her nereye gitse halvethanesinde nefsle cihad-ı
ekber etmekte idi. Ve heva ve hevese galebe ile nefsine malik
olmak aksa-yı emeli olduğu cihetle halinden hoşnııd idi. Ve 1-
rak'ta bırakmış olduğu çocuklarının da'vet-i bi-kesaneleri ken­
disini rahatsız etmekte ise de, buna da sabır ve tahammül et­
mekte idi. Nihayetü'l-emr ol asırda tekessür eden akayid-i
batılarun ıslahına sa'y etmek üzere, 499 senesi [136] Zi'l­
ka'de'sinde kıışe-i uzletten çıkıp Nişabıır'a gitmiş ve oradaki
Medrese-i Nizamiyye'de neşr-i ulııma ibtidar etmiştir.
İmam Gazzali kaddesallahu sırrehu'l-ali bu vakı'ayı beyan
ettikten sonra der ki, "Ben her ne kadar hal-i sabıka rüCll' ettim
ise de, hakikaten rücıı' ettim. Zira ben mukaddemen bir ilmi
neşr ederdim ki, onunla kesb-i cah olunur. Ve ben de kavl ü
amelim ile ona da'vet eylerdim. Kasd ü niyetim de bu idi. Ama
şimdi bir ilme da'vet eyliyorum ki, onunla terk-i cah olunur. Ve
rütbe-i cahın sukııtu bilinir. Şimdi kasd ü niyetim de budur.
Meramım nefsimi ve gayrılarım ıslahtır. Na'il-i meram olup
olmayacağımı bilmem." "La havle ve la kuvvete illa billah."
İmam Gazzali bu kere dahi güzel kitablar [137] te'lif etmiş­
tir. Mukaddem ve mu'ahher te'lif etti@ kitablar çoktur ve cüm­
lesi müfid ve mühimdir. Doğrusu asrın en büyük adamı idi. 505
senesinde azim-i dar-ı beka oldu. "Kuddise sırrehu"
Ondan sonra imam-ı ilm-i belagat olan Ebıı'l-Kasım Mu­
hammed Zemahşeri şöhret buldu. Sayt ü şöhreti ak tar-ı aleme
münteşir oldu. Pek çok te'lifatı vardır. Ez-cümle Keşşaf nam tef­
sir onun cümle-i mü'ellifatındandır. Ondan evvel öyle bir tefsir
yapılmamıştır. Fakat Mu'teziliyyü'l-mezheb idi. Ve Mu'tezili
unvanından hazzederdi. Maskat-i reisi Zemahşer'dir ki Harezm
karyelerinden bir büyük karyedir. Mekke-i Mükerreme'ye gi­
dip bir müddet orada mücavir kalmış olduğundan kendisine
Carullah denilmiştir. Ve bir ayağı kesilmiş olmakla ağaçtan a­
yak ile gezmekte [138] olduğu cihetle kendisine Mahmııd-ı A'rec
dahi denilir. Cürcaniyye şehrinde, 538 senesinde vefat eylemiş­
tir. "ufiyallahu anhu"

58
TERA cİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / Çevriyazı

Ol asrın meşahir-i ulemasından biri de, mütekelliminden


Kitrib-ı Mi/el ve Nihai sahibi olan Muhammed Şehristanl'dir. ilm­
i kelamdan güzel kitablar te'm etmiştir. Viladeti 479 senesinde
ve vefatı 548 senesindedir.
Yine ol asrın meşahlr-i ulemasından el-Meşhedetü'l-Katibe
diye ma'nIfe olan Fahrü'n-nisa Şehde bint-i Ebi Nasr'dır ki,
hem füzela-yı ulemadan idi. Hem de hüsn-i hatta yegane-i asr
idi. Ebu'l-Hattab Ebu Nasr el-Bustırvan ve Talha bin Muham­
med el-Zeynebi ve Ebu İshak Şirazi telamizinden balada zikri
sebk eden fahrü'l-İslam Ebu Bekr-i Şaşi gibi ekabir-i ürnmetten
tederrüs eylemiş ve pek çok [139) ulema ve füzela da onun ver­
di�i dersi dinlemiş idi. Bu eihetle ol asırda pek çok şöhret bul­
muş ve sayt ü şöhreti etrafa münteşir olmuş idi. Sinni yüze
karib oldu� halde 574 senesinde Ba�dad'da azim-i dar-ı beka
oldu. "Rahimehellahu rahmeten vasi'aten." Pederi Ebu Nasr
Ahmed edib ve şa'ir oldu� halde Muktefl li-Emrillah'ın
mukarribminden olup, Ba�dad'da Dicle kenarında Şafi'ller için
bir medrese ve yanında sufiyye için han-gah bina ve onlara gü­
zel vakıflar tahsis etmişti. Mürur-i zaman ile bunlar münderis
olmuş ise de, kerimesi Şehde sebebiyle namı tevarın-i ilmiyyede
paydar kalmıştır. "Rahmetullah-ı aleyh." Şehde Hatun'dan son­
ra sufiyyeden Şi'ri nam zatın kerimesi Zeyneb Hatun şöhret
almıştır [140) ki, efahim-i ulemadan birçok zevata yetişip dersle­
rini dinlemiş ve Abdü'l-Gafe Farsi ve Tejsfr-i Keşşaj sahibi
Zemahşeri gibi büyük zat1ardan icazet a imış ve nice zevat onun
dersini istima' etmiş ve o da niee ulemaya ieazet vermiş idi.
Nişabur'da 524 senesinde tevellüd ve 615 senesinde vefat eyle­
miştir. " Rahimehellahu rahmeten vasi'aten." Müverrih-i meş­
hur İbn Hallikan der ki, Zeyneb ve Zemahşeri ile benim bey­
nimde bir vasıta vardır. Zira Zeyneb bint-i Şi'ri Zemahşerl'den
icazet almış idi, benim de Zeyneb'den bir icazetnamem vardır.
Ol asrın a'lem-i uleması fukaha-yı Şafi'iyye'den ve e'imme­
i Eş'ariyye'den tefsir-i kebir sahibi meşhur İmam Fahrü'd-dm-i
Razi'dir ki, 543 senesinde Rey beldesinde tevellüd eyleyip
ibtida pederinden \Te pederinin vefatından sonra asrının a'lam-ı
ulemasından ta'allüm [141) etmiş ve istikmal-i ma'lUmat için
diger beldelere gitmiş idi. Do�rusu ilm-i kelamda ve ma'kulatta
vahldü'd-dehr ve ulum-ı sa'irede feridü'l-asr idi. UlUm-ı müte-

59
TERA. CİM-İ AHVA L-İ FELA SİFE / Çevriyazı

nevvi'ada te'lifat-ı müfidesi vardır. Hele ilm-i kelamda asrının


imam-ı hümamı ve alemin merci'i idi. Çünkü kudema-yı müte­
kellimin edille-i akliyye ile akayid-i diniyyeye mısret için kendi
usullerince birtakım edille-i mahsusa bast ve temhid eylediler.
Mesela ecsam ve a'razdan bahisle ecsamın aırazdan imtina'-ı
hulüvvini ve havadisten hali olmayan şey'in hudusıınu isbat ile
alemin hudusunu istidlal ettiler. Ve bu delillerin m ukaddematı
olmak üzere cevher-i ferd ve hala isbatı ve kıdem-i alemi iktiza
eden heyula ve suretin ibtali ve arazın iki zamanda baki kal­
maması gibi birtakım ka'ideler temhid eyled i ler. Ve Ebu'l­
Hasan el-Eş'ari ve Kadi Ebu Bekir [142] el-Ba killanı ve Üstad
Ebu İshak edille-i akayidin in'ikasına, yani demin butlanından
medlulün lüzum-ı butlanına zahib oldular. Hatta Ebu Bekir el­
Bakıllani, akayid-i diniyye edille-i mezkure üzerine mübteni
olduğundan, bu edillenin akayid-i diniyye mesabesinde bulun­
duğuna ve bunları cerh etmek akayid-i diniyyeyi cerh demek
olduğuna zahib olmuş idi. Ve bir de kudema-yı mütekellimin
kü11i ve zati ve arazi gibi mahiyatın umur-ı zihniyyeden ibaret
olduğuna zahib oldular.
Bazıları da, mücerred mevcudun sıfatı olmak üzere
mevcud ile ma'dum arasında "hal" isbat eyleyip, mahiyyatın
dahi hal kabilinden olduğuna zahib oldular. İlm-i mantıkın
medar ve mebnası ise, terkib-i akli ve külliyatın haricde sübutu
olup burası isbat olurunadığı takdirde erkan-ı mantık batıl olur.
Ve eğer ilm-i mantıkta olduğu gibi [143] bunları isbat eyler isek,
mütekelliminin mukaddematından bir çoğunu ibtal etmiş olu­
ruz. Bu ise, ber-vech-i meşruh akayid-i diniyyeyi isbat için mü­
tekelliminin serd eyledikleri edille-i mahsusalarım ibtale
mü'eddi olur. Binaen-ala-zalik mütekaddimin-i mütekellimin
ilm-i mantığı şediden red ve inkar edip, edille-i kelamiyyeden
cerh edeceği delile göre bid/at yahut küfr add eylediler. İmam
Gazzali ise, balada beyan ettiğimiz vechile gerek riyaziyyatın
gerek ilm-i mantığın inkarına mecal olmadığım beyan ve man­
tıktan bir kitab te'lif ile bu vadide bir yeni çığır açtı. Ondan son­
ra gelen müte'ahhirin dahi onu şahrili ettiler. Bu edillenin
in/ikasını inkar ile, delilin butlamndan medlulün butlam lazım
gelmez, o medluI, başka delil ile isbat olunabilir, dediler. Ve
mahiyyatın haricde vücuduyla terkib-i akli [144] hususlarında

60
TERAcİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE i Çevriyazı

ehl-i mantığın re'ylerini kabul ederek, ilm-i mantık bazı edille-i


kelamiyyeye münafi ise de, asl-ı akayid-i diniyyeye münafi de­
ğildir diye, hükm ettiler. Ve belki cevher-i ferd ve hala gibi
mukaddemat-ı kelamiyyenin bir çoğunu ibtal ve onların yerle­
rine nazar ve kıyas-ı akli ile tashih ettikleri diger edille ikame
edilerek, onlar ile akayidi isbat eylediler. Ve bunun akayid-i
seniyyeye ber-vechile muhalif olmadığına karar verdiler. On­
dan sonra ilm-i mantık re'sen bir fen gibi medaris-i ilmiyyede
ale't-tertib tedris edilir oldu. Ve İmam Gazzali'ye gelince, ekser­
i mütekellimin ilm-i mantığı küfre karib addetmişler iken, on­
dan sonra gelen müte'ahhirin muhakkikin, ilm-i mantık farz-ı
kifaye olup, her beldede bir mantıki bulunmak lazımdır dedi­
ler. Ve ilm-i mantığı en ziyade tervk ve teferru'atını tevsi' ile
mesa'il-i kelamiyyeyi [145] teksir eden İmam Fahr-i Razi' dir.
Onun te'lifatı meydana çıktıkta halk onlara münhemik olarak
kütüb-i mütekaddimini terk ettiler.
İmam Fahr-i Razi'nin güzel ve hakimane eş'arı da var idi.
Elhasıl İmam Gazzali' den sonra ilm-i kelamın usul-i tedrisi
ve derslerin tertibi tebeddül ve bu meslek-i cedidi İmam Fahr-i
Razi istikmal etmiştir.
İmam Fahr-i Razi, enva'-ı ulumda kesb-i maharetle akranı­
na tefevvuk ettikten sonra Harezm'e gittikte, mezheb ve
akayide da'ir cereyan eden bahisler üzerine Harezmiler onun
mesleğini beğenmedikleri cihetle Harezm'den ihrac ol unmakla,
Maveraünnehr'e gittikte orada dahi böyle su'-i mu'ameleye
mazhar olmakla vatanı olan Re'y şehrine avdet [146] eylemişti.
Halbuki sayt ü şöhreti her tarafa münteşir olarak hal1-i şübhe ve
tahsil-i ilm için aktar-ı ba'ideden kendisine müraca'at ve her ne­
reye varsa kendisine fevka'l-ade hürmet ve ri'ayet olunurdu.
Hatta Guriyye'den Gıyaseddin'in yanına gittikte, ona fevka'l­
ade ikram ve onun için Herat'ta bir medrese bina etmişti. Fahr-i
Razi orada neşr-i uluma başlayıp meclisine her mezhebden a­
damlar gelir di. Ve her ne sorsalar cevab verirdi. Kendisine
Şeyhü'l-İslam denirdi. Fahr-i Razi Arab ve Acem lisanları üzere
pek mü'esser ve güzel va'z edip, esna-yı va'zda kendisine vecd
ü büka gelirdi. Onun te'sir-i ifade ve ifazası ile Keramiyye'den
çok kimseler mezheb-i Eş'ari'ye dahil olmuşlar idi. Lakin
Guriler Keramiyye mezhebinde olup Herat'ta dahi Guriler [147]

61
TERAcİM-İ AHVA. L-İ FELA. SİFE / Çevriyazı

kesret üzere olduklan halde, Fahr-i Razi Keramiyye mezhebini


ta'n ve i'tiraz eder olduğundan, Keramiyye uleması ona buğz
etmekte idiler. İttifaken 595 senesinde fukaha-yı Keramiyye ve
Hanefiyye ve Şafi'iyye makarr-ı hükfrmet olan Firfrzekfrh şeh­
rinde li-ecli'l-münazara Gıyaseddin huzfrrunda müctemi' 01-
dukta, İmam Fahr-i Razi ile Keramiyye şüyt1hundan İbn Kudfrh
diye ma'rfrf olan Abdulmedd bin Ömer dahi mecliste hazır bu­
lundular. Fahr-i Razi söz söyledikte İbn Kudfrh ona i'tiraz et­
mekle söz uzadı. Gıyaseddin meclisten kalktı. Fahr-i Razi lakır­
dıyı uzattı. Ve İbn Kudfrh'u sebb ile tekdir etti. İbn Kudfrh ise,
zühdüne ve ilmine binaen Keramiyye indinde pek muhterem
olduğundan Fahr-i Razi'nin bu tavır ve mu'amelesi
Gıyaseddin'in damadı ve arnzadesi olan Melik Ziyaeddin'in
gücüne [1481 gelip Gıyaseddin' e, Fahr-i Razi'den şikayet ve onu
zemm ile zındıkaya ve mezheb-i felasifeye nisbet eyledi.
Gıyaseddin kulak asmadı. Lakin ferdası İbn Kudfrh nasa va'z
için cami'e gidip, "Rabbena amenna . . . . . . . . . . . . " dedikten sonra,
"Ey nas, biz ancak dinimizde ResUluIlah Sallallahu aleyhi ve
sellernden sıhhati sabit olan şeyleri söyleriz, amma Aristo'nun
ilmini ve İbn Sina'nın küfriyyatını ve felsefe-i Farabi'yi bilme­
yiz. Allah'ın dini ve resfrlünün sünneti için müdafa'a eden
meşayıh-ı İslam'dan bir şeyh-i dfrn niçin sebb olundu" diyerek
büka etti. Keramiyye de onunla beraber büka ettiler. Onun üze­
rine şehrin her tarafında halk tecemmu' ederek fitne rfr-nüma
olunca, Gıyaseddin Keramiyye'yi ıskat için bir cema'at gönder­
di ve Fahr-i Razi'nin oradan ihracını va'd eyledi. Fahr-i Razi'ye
[149) buradan git derneğe mecbfrr oldu. O dahi Herat'a avdet ey­
ledi. Gıyaseddin ise, bu sene Keramiyye mezhebinden geçip,
Şafi'i olmuştu.
Ba' dehu Fahr-i Razi, Gıyaseddin'in biraderi ve Gazne valisi
olan Şehabeddin'in yanına gitti. Ondan çok ikram ve ihtiram
gördü. Zengin oldu. Ondan sonra Horasan'a avdet ve
Harzemşah ile mülakat eyleyip, onun yanında pek çok i'tihar
buldu ve 606 senesinde azim-i dar-ı beka oldu. " Ravvehallahu
rllhahu."
Balada beyan olunduğu vechile Keramiyye'nin Fahr-i Razi
aleyhine gulüv ve hurfrclan, Ehl-i Sünnet ile beynlerinde der­
kar olan mühayenet-i mezhebiyyeden naşi olduğu beyandan

62
TEAACİM-İ AHVA L-İ FELAsİFE / Çevriyazı

müstağnidir. Amma Harezm ve Maveraünnehr ahalisi SÜnnl


iken onu istiskal ettiklerinin sebebi tarihlerde meçhul bırakıl­
mışhr. [ı50] Zannolunduğuna göre sebebi, ahali-i merkumenin
amelde Hanefi ve i'tikadda Maturidi oldukları halde Eş'arilerin
ta'birat-ı felsefiyye ile memzuc olan ıShlahlarına alışmamış ol­
malarıdır. Bu zanru izah ve te'yid için ber-vech-i atı bazı tafsila­
ta ibtidar olunur.
Yukarılarda beyan olunduğu vechile fırak-ı sahabeden son­
ra fırak-ı dalle tekessür ederek baya� Horasan ve Irak tarafla­
rını istila, ale'l-husus Mu'tezile ta'ifesi felsefeyi dahi ilm-i kela­
ma karıştırıp akayid-i Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'ati ihlale sa'y-ı
evfa etmişler ve Abbasiyye'den bazıları dahi Mu'tezile mezhe­
bine girip cebren fukahayı i'tizale sevk eylemişler idi. Fukaha
gerçi ilm-i kelarnı red ve inkar ile bu seylab-ı fitneye sed çek­
mek istemişler ise de, Mu'tezile Abba.siyye'nin kuvvetiyle [151]
bayağı galebe çalmışlar idi. Lakin İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari
münazara ile Mu'tezile'ye galebe edip, ulema-yı Ehl-i Sün­
net'ten bir çoğu mütekellimm unvanıyla bir sınıf-ı mahsus ola­
rak ayrılıp, e'imme-i ehl-i dalale karşı bahs ü ddal etmek üzere
nasb-ı nefs ihtimam ettiler. Fukaha-yı Şafi'iyye'den Üstad Ebu
İshak İsferayini ve İmamu'l-Haremeyn gibi bazı uzma-yı üm­
met dahi bu vazife-i mezhebiyyenin ifasına kıyam etmekle hep
fukaha-yı Şafi'iyye, Mu'tezile'ye ve sa'ir fırak-ı dalleye karşı
mübahaseye kıyam ettiler. İşte bunlara Eşa'ire denildi ki,
fukaha-yı Şafi'iyye'nin ağlebi onlarda dahil idiğinden, Şafi'iler
ekseriyyet üzere i'tikadda Eş'ariyyü'l-mezheb olmuşlardır.
Ebu'l-Hasan el-Eş'ari ömrünü fırak-ı dalle ile mübahaseye hasr
ederek onların aleyhinde pek çok kitablar te'lif ettiği gibi, ona
tabi' olan e'imme-i Şafi'iyye [152] dahi onun eserine iktifa ede­
rek, ilm-i kelamdan muhtasar ve mufassal pek çok risale ve
kitablar tasnif etmişlerdir.
Ama Maveraünnehr'de, ale'l-husus ol vakit Kubbe-i İslam
denilen Buhara'da fukaha-yı Hanefiyye kesret üzere olup, ge­
rek akayid gerek ahkam-ı şer'iyyeye da'ir İmam-ı A'zam Ebu
Hanife Hazretleri'nden beri müselsel ve muttasıl olarak varid
olan rivayatın hıfz ve zabtına pek ziyade i'tina
edegeldiklerinden, Samaniyye dahi umur-i dahiliyyelerinde
müstakil oldukları halde mütedeyyin adamlar olduklarından

63
TERA cİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / çevriyazı

Maveraünnehr fukahası arasında akayid-i Ehl-i Sünnet ve'l­


Cema'at halel-i tatarrukundan vareste olarak, fırak-ı dalle ora­
larda ferce-yab olamamışlar idi. Ba'dehu zuhur eden Haniyye
dahi o yolda devam ettiler. Hatta Mlada zikr olunduğu üzere
[153] Batıniyye'den Maveraünnehr'e giden da'ilerin ifsadatı du­
yulunca katliam olundular. Elhasıl akayid-i Seniyye'nin ta'Ilmi
fukaha-yı Hanefiyye elinde olmakla halei-i tatarruktan azade
kalmıştır. Ebu'l-Hasan el-Eş'ari Irak'ta Mu'tezile ve sa'ir
mütebeddi'a ile uğraşmakta iken e'imme-i Hanefiyye'den
Te'vf/iit sahibi meşhur Alemü'l-Hüda Ebu Mansur Maturidi da­
hi Maveraüı Lllehr'de fırak-ı sahabe ve tabi'inden beri
müselselen varid olan usul-i akayid-i Ehl-i Sünnet'i ta'lim ve
takrir etmekte idi. Selef-i salihin nası bu mes'eleye dalmaktan
men' etmekle İmam Maturidi dahi onlara iktida eylerdi. Ve
mübtedi'a Maveraünnehr'de ferce-yab-ı fesad olamadıkların­
dan, onlar ile o kadar uğraşmağa ihtiyacı dahi yok idi. Binaen­
ala-zalik mezhebini ber-tafsil-i tahrire mecbur olmamıştı. Şa­
fi'ller ekseriyyet üzere Eş'ari oldukları gibi, Hanefiler'in [154]
dahi ağlebi iltikadda Maturidiyyü'l-mezheb olmuşlardır. Bina­
en-ala-zalik Horasan ve Irak ve Suriye'de ve diger bilad-ı
kesirede Ehl-i Sünnet'ten meşhur olan mezheb Eş'aridir. Amma
bilad-ı Maveraünnehr'de Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at Maturidi
mezhebinde olanlar demektir.
"Maturid" Semerkand karyelerinden bir karyedir. İmam
Mansur Hazretleri ol karyedendir ve Ebu Nasr iyaz'ın
telamizinden ve o dahi Ebu Bekir Cürcani'nin teıamizindendir.
Ebu Bekir ise, Ebu Süleyman Cürcani'nin sahibi olup, o dahi
sahib-i Ebu Hanife olan İmam Muhammed bin Ebu'l-Hasan
İmşiMni'nin tilmizidir. Bu cihetle Ebu Mansur Maturidi'nin sil­
sile-i ta'limi üç vasıta ile İmam Muhammed'e ve onun vasıtasıy­
la İmam-ı A'zam Ebu Hanife Hazretleri'ne münteha olur. 323
senesinde vefat eylemiştir. [155]
Balada beyan olunduğu üzere e'imme-i Eş'ariyye'nin ilm-i
kelamdan add ve ihsaya gelmez mertebe çok risale ve kitabIarı
olup, aktar-ı aleme münteşir olmuştur. Diyar-ı Rum ahalisi hep
Maturidiyyü'l-mezheb iken, bu diyarda bile ilm-i kelamdan
Fahr-i Razi'nin ve Seyfeddin Amedi'nin te'lifatı ve Şerh-i Muvii­
fakat ve Şerh-i Makasid gibi büyük kitablar şayi' ve mütedavildir.

64
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

Ve Kütüb-i Maturidiyye o kadar şayi' de�ldir. Fakat Ömer


Nesefi'nin Metn-i Akdyid'i ve fıkh-ı Ekber gibi bazı muhtasarat
şayi' ve mütedavildir. Nesefi'nin Metn ü Akdyid'i cami' ve
medreslerimizde müretteb dersler sırasında tedris olunur. Ve
şerhiyle beraber okunur. Şarihi de, Metn ü Şerh-i Makdsid sahibi
olan Sadeddin Taftazaru'dir. fıkh-ı Ekber'in mü'ellifi İmam-ı
A'zam Ebü Hanife rahmetullahi aleyh hazretIeri midir? Yoksa
onun [156) telamizinden biri midir? beyne'l-ulema muhtelefün
fihtir. O zaman müctehidlerin bizzat kitab tasnif etmeleri adet
olmayıp, onların takrırlerini telamizleri zabt eyler imiş, sonra
da bu takrırler kitab şekline konur imiş. İşte fıkh-ı Ekber dahi, ol
vechile İmam-ı A'zam Hazretleri'nin telamizleri tarafından zabt
olunan takrirleri olmak gerektir. Maturidiyye ile Eş'ariyye'nin
bazı mesa'il-i kelamiyyede ihtilafları var ise de, mesa'il-i
cüz'iyyede olup, ümmehat-ı mesa'il-i i'tikadiyye olan
mu'azzamat-ı umür-ı diniyyede müttefiklerdir. İhtilaf ettikleri
mesa'ilin çogunda tarafeynin re'ylerini tevfik dahi kabül olur.
Bu cihetle tarafeynin ta'assub ve ta'assüfden mütecanib 0-
lan muhakkikini, yekdigerini bid'at ve dalalete nisbet eylemez­
ler. Binaen-ala-zalik ikisi Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at olan bir fır­
ka-ı naciyye i'tibar olunmuştur. [157) Ma'amafih indimizde
Maturidi mezhebi esah ve re'y ve akla akreb ve mezheb-i re'y
ve dirayet olan mezheb-i Hanefi'ye ufuktur. Ferikin arasında
vaki' olan ihtilafatın en mühimi ise, ilm-i kelamın en dakik ba­
hislerinden olan kader ve irade-i cüz'iyye mes'elesidir.
Şimdi bu mes'eleyi teşrih, re'ylerini muhakeme ve tavzın
edelim. Her şeyin haliki Allah Te'ala Hazretleri olup, bi'l-cümle
hayvanat ve onlar ile ka'im olan beyazlık ve siyahlık gibi sıfat
ve nevm ve yakaza ve maraz ve sıhhat ve nümuv ve hazm-ı
ta'am ve suya batmak gibi ef'al-i tabi'iyye hep Allah Te'ala
Hazretleri'nin mahlükudur. Bunda niza' ve ihtilaf yoktur. Fakat
ef'al-i ihtiyariyyede ihtilaf vardır.
Ef'al-i ihtiyariyye kalkmak oturmak, yazı yazmak, suda
yüzrnek, namaz kılmak, oruç tutmak gibi [158) tasavvur ve kasd
ile mesbük olan fi'llerdir.
Mesela yazı yazmak bir kimsenin hatırına geldikte yazma­
ya meyl ederse, fi'l ve terkte, yani yazıp yazmamakta muhay­
yerdir. Ve üşenmek gibi bir sebeble kendisine tereddüd gelirse

65
TERA.CİM-İ AH \!A. L-İ FELA. SİFE i çevriyazı

de, fi'lde hayır ve fa'ide mülahaza ederek kendisinde kasd-ı


musammem, yani canib-i fi'le teveccüh-i sadık hasıl olunca, ka­
lemi eline alıp yazmaya başlar.
İşte bu kas d-ı musammeme ihtiyar-ı cüz'i denilir ki, bir
emr-i cüz'iyyede yani hususi bir şeyde fi'l ve terk şıklarından
birini ihtiyar ve tercih demektir. Buna irade-i çüz'iyye dahi de­
nilir. Ve ihtiyar ile iradenin mefhumları mütek'ilribdir. Fakat ih­
tiyarda iki şık dahi melhuzdur. İradede ise, yalnız muhtar olan
şık mülahaza olunup metruk olan şık melhuz değildir. [159]
Allah Te'ala Hazretleri insanda öyle bir kudret halk etmiş­
tir ki, fi'l ve terke nisbeti mütesavidir. Ve kudretin iki şıktan bi­
rine sarfı, irade-i cüz'iyye demektir. Ve der-akab Mdis olan
fi'ller, ef'al-i ihtiyariyyedir. İşte bu ef'al-i ihtiyariyye kimin
mahluku olduğu mes'elesinde ihtilaf olunmuştur.
Kurun-ı Selase ricalinden olan selef-i salihin indinde ef'al-i
ihtiyariyye dahi ef'al-i sa'ire gibi Cenab-ı Hakk'ın mahlukudur.
Fakat ibadın dahi ef'al-i ihtiyariyyede irade-i cüz'iyyeleri var­
dır. Ve bu cihetle kullar namaz kılmak, oruç tutmak gibi tekalif
ile mükellef olurlar. Ve evamir-i ilahiyyeye ita'at eyleyenler
medh ü sevaba ve muhalefet eyleyenler zemm ü ikaba müsta­
hak olurlar. Ve irade-i cüz'iyye akabinde Cenab-ı Hakk ef'al-i
ihtiyariyyeyi halk, ihtiyariyye hayr ve şer her ne ise, mücerred
Cenab-ı Hakk'ın [160] kudreti ve kulların kesbi ile hadis olun­
makla, cümlesi Cenab-ı Hakk'ın mahluku ve kulların
rneksubesidir. İşte Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at mezhebi budur.
Zevahir-i nusus dahi buna delalet eyler.
Mu'tezile ise, Cenab-ı Hakk kullarına kudret ve ihtiyar ve­
rip ef'al-i ihtiyariyyelerini kendilerine tefviz etmiştir. Onlar da,
kudretlerini sarf ile bu fi'lleri müstakilen kendileri icad ederler.
Kudret-i ilahiyyenin bunlarda medhali yoktur. Ve kullar bu ci­
hetle memduh ya mezmum ve musab ya mu'akab olurlar dedi­
ler. Selef-i salihin ise her şeyin Mliki Allah Te'ala Hazretleri'dir
deyip kudema-yı Mu'tezile dahi devr-i selefe karib oldukların­
dan, kullara "Mlik" demekten içtinab ederek, "mucid" ve
"muhteri'" gibi ta'birat ile iktifa ederlerdi. [161] Sonra Cübba'i
ve asMbı halk ve icad ve ihtira' hep ifade-i vücud, yani bir şeyi
adernden vücuda ihrac dernek olarak bir ma'naya olduklarını
görüp kul fi'linin Mlikidir demeye cesaret eylediler.

66
TERAcİM-İ AHV AL-İ FELAsİFE / çevriyazı

Mu'tezile, bu zehablarının sıhhatini isbat için bu vechile


ihtidc ve istidlal ettiler ki, ef'al-i ihtiyariyye kulların bil-istiklal
kudretleriyle olmasa, medh ü zem ve sevab ve akab batıl alur.
Ve ef'al-i ihtiyariyyeden küfr ve sirkat gibi ef'al-i kabilianın
Cenab-ı Hakk'a nisbeti lazım gelir. Cenab-ı Hakk ise kabayihten
münezzehdir dediler.
Mu'tezile'nin bu delilleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at tarafın­
dan şu vechile cerh ve reddolunmuştur ki, medh ü zem ve
sevab u akab bila-istiklal idda tevakkuf etmez, onlarda kulun
kesbi kafidir ve ef'al-i [162] ihtiyariyye kulların ef'alidir. Mesela
akil ve şarib ve ka'im ve sarik hep kullardır. Lakin bu misilli
fi'ller kullara isnad olunmakla onların mahluku olmak lazım
gelmez. Bir cisim ile ka'im olan beyazlık Cenab-ı Hakk'ın mah­
lukudur. O cismin mahluku değildir. Güzellik, ef'al-i ibad dahi,
nik ü bed ü hayr u şer hep kullara isnad olunduğu halde,
kaHesi Cenab-ı Hakk'ın mahıukudur. Amma makam-ı medhte
haliku's-semavati ve'l-arz denilip, haliku'l-hanazir ve'ş-şeyatin
denilmemesi ancak te'eddüb içindir. Ve kabayihin Cenab-ı
Hakk'a nisbeti halk cihetiyle olup, bu ise Şan-ı Barı'de noksan
değildir. Mensubün-ileyhin noksanını mucib olan ancak kabilii
kasib ve onunla muttasıf olmasıdır. Hayye ve akreb ve hınzır ve
şeytan gibi muzi ve çirkin şeylerin halkında kabili yoktur. On­
ların halkında bilmediğimiz [163] nice hükm-i hafiyye-i ilahiyye
vardır. Cenab-ı Hakk niçin bunları halk etti diye su'al varid ol­
maz. Kezalik kulların irade-i cüz'iyyeleri akabinde Cenab-ı
Hakk niçin ef'al-i kabilia ve seyyi'eyi halk etti diye su'al
olunamaz.
Mezheb-i i'tizali ibtal için Ehl-i Sünnet'in serd eyledikleri
delıillerden biri budur ki, ef'al-i ihtiyariyye hep mümkündür. Ve
kudret-i kadirne, yani kudret-i ilahiyye her şeye şamil oldu­
ğundan, her mümkün Cenab-ı Hakk'ın makdurudur. Ve her ne
ki Cenab-ı Hakk'ın makduru ola, kudret-i hadise yani kudret-i
abd ile vaki' olamaz ve illa iki kudret-i mü'essirenin makdur-ı
vahid üzerinde içtima'ı lazım gelir, bu ise batııdır. Öyle ise,
cf'al-i ihtiyariyye kulun kudretiyle vaki' olamaz. Kulun kudre­
tiyle vaki' olmayan şey dahi kulun mahluku olamaz. [164]
O delillerden biri de budur ki, kul fi'linin mucid ve haliki
olsa, ef'alinin tefasilini bilmesi lazım gelir. Zira ef'al-i ibadın

67
TERA cİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE / çevriyazı

ezyed ü enkası ve vücfih-ı şetta ile mütefavit o!arak vukfi'u


mümkün iken, muhtemelat-ı mümkineden birinin ta'ym ve i­
ka'ı, mficidin ona be-husfisa kasd eylemesini iktiza eder. Kasd-ı
husfisi ve cüz'i ise, ilm-i icmaliden münba'is olamayıp mficidin
ol mu'ayyeni be-husfisa bilmesi ıabüddür. Elhasıl kul fi'linin
haliki olsa ef'alinin tefasilini bilmesi lazım gelir. Lazım ise ba­
tıldır. Zira uykuda bir yandan bir yana dönmek gibi na'imden
sudfir eden fi'llerin keyfiyyet ve kemiyyetini kendisi bilmez.
Sehven bir iş gören kimsenin hali de böyledir. Ve bir mahalden
diger mahale gitmek, sür' at ve bata' et ile muhtelif nice harekatı
ve arada mütefavit nice sekenatı müştemil olduğu [165] halde,
yürüyen kimse ol mahalle kadar kaç adım atacağını ve hm-i
meşy ve harekette a'sab ve adalat ve ribatını ne kadar ve ne
vechile temdid ve tahrik edeceğini, ve'l-hasıl bu ef'alinin
tefasilini bilmez. Öyle ise kul fi'linin halikı değildir diye istintac
olunur. Vakı'a kesbde dahi kasd u ilm lazımdır. Lakin onda
kasd-ı icmali kafi olup, ilm-i tafsiliye hacet yoktur.
Ber-vech-i bala Mu'tezile, kabayihin halkını Cenab-ı
Hakk'a isnaddan içtinab ve tarik-i ifrata sülfik ile ehass-ı vasf-ı
ilahi olan halikiyyette nası ona teşrik ederek halikın ta'addüd
ve teksirine ka'il olmak mezlekasına düştüler.
Cebriyye ta'ifesi dahi, bu babda tefrit ile Mu'tezile'nin
zıdd-ı tammı olarak kuldan bütün bütün ihtiyarı selb ile insaru
cemadat menzilesine [166] tenzil ettiler. Ve insan kaffe-i harekat
ve sekenatında muztar ve mecbfirdur dediler. Hatta Cebriyye
şu'arasından biri şu beyti söylemiştir.

"Nazm"
Elkahu fi'l-yemmi mektfifen ve kalehu
İyyake iyyake en tebtelle bi'l-ma'i

Halbfiki su'fid ile sukfit ve batn ile irtikaş arasında bi'l­


bedahe fark olduğundan, Cebriyye mezhebi bedahete müsadif­
tir. Ve bir de kulun ef'alinde asla medhali olmadığı takdirde
teklif abes olur. Ve medh ü zemm ve sevab u ikaba mahal kal­
maz.
Elhasıl cebr ve i'tizal, tefrit ve ifrat demek olup selef-i
salihm ise "La cebrün ve la tefvidun bil-emri beyni emreyn"

68
TERA. CİM-İ AHVA L-İ FELA SİFE i Çevriyazı

derlerdi. Binaen-ala-zalik, Ehl-i Sünnet ve'l-Cema'at "Tavassut


beyne'l-emreyn," yani ikisi ortası bir meslek ittihaz eylediler.
1167] Fakat bu tavassutun tefsirinde Eş'ariyye ile Maturidi ihtilaf
ettiler.
İmam Ebil'l-Hasan el-Eş'ari cebr-i mutavassıta ka'il olup
demiş ki, irade-i cüz'iyye mevcud-ı harici ve mahluk-ı Hazret-i
Bari'dir. Kesb dahi, fi'l-i makdurun kudret ve irade-i abde
mukarenetinden ibarettir ve bu mukarenet Cenab-ı Hakk'ın fi'li
halk etmesine sebeb-i adidir. Yani Cenab-ı Hakk kul da kudret
ve irade halk edip bir mani' olmadığı halde der-akab fi'li dahi
halk etmek üzere adet-i ilahiyyesini icra etmiştir. Lakin kudret
ve irade-i abdin iddda te'siri ve abdin fi'ile mahal olmaktan
başka medhali yoktur. Ve kullar ef'al-i ihtiyariyyelerinde muh­
tardır, amma ihtiyarlarında muztardırlar. Yani suret-i
muhtarada mecburdurlar.
Bu surette hareket-i su'ud ile hareket-i [168] sukut arasında
fark zahir olur. Ve bu vechile İmam Eş'ari'nin mezhebi
Cebriyye'den ayrılır ise de, kesb ta'biri hakikat olmaz ve kudre­
ti nefy ile te'sirsiz kudretin isbah arasında fark olmadığından,
mezheb-i Eş'ari hakikat-i halde cebre varır ve teklifte fa'ide ol­
maz diye mezheb-i Eş'ari'ye i'tiraz olunmuştur. Ve e'imme-i
Eş'ariyye'nin bu babda re'yleri muzdarib ve ibareleri muhtelif
olmuştur.
İmam Eş'ari'den soma re'is-i ulema-yı Eş'ariyye olan Kazi
Ebu Bekr el-Bakıllani, ef'al-i ihtiyariye iki kudretin yani kudret-i
kadırne ile kudret-i hadisenin mecmu'uyla vaki' olur. Fakat
kudret-i kadırne asl-ı fi'le ve kudret-i hadise fi'lin ta'at ve
ma'siyyet olmak gibi vasfına ta'alluk eder. Mesela, yetime şa­
mar vurmak fi'li kudret-i ilahiyye ile vaki' olduğu halde, te'dib
için olursa ta'at ve eza için olursa [169] ma'siyyet olmak vasfı ku­
lun kudretiyle vaki' olur dedi. Lakin kula asıl fi'lde medhali o­
lup da, onu cebrden kurtaracak bir şey isbat eylemedi.
Ondan soma Mezheb-i Eş'ari'de riyaseti tasavvur eden
Üstad Ebu İshak İsferayinı ef'al-i ihtiyariyye iki kudretin mec­
mu'uyla vaki' ve asl-ı fi'le müte'alliktir dedi. Yani abdin kudreti
müstakil bi't-te'sır olmayıp, ona kudret-i ilahiyye munzam 01-
dukta şu i'ane mü'essir olur diye üstadın kelamı tevcih olundu.

69
TERAcİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE / Çevriyazı

Yoksa iki mü'essir-i müstakilin eser-i vahid üzerinde içtima'ı


batıldır.
Ba'dehu Mezheb-i Eş'ariyye'de imamu'l-e'imme olan
İmamu'l-Haremeyn Ebu'l-Me'all'den muhtelif re'yler rivayet
olunmuştur. Şöyle ki: Bazı muhakkıkinin vaz' ettikleri zabıtaya
göre ef'al-i ihtiyariyyede mü'essir olan indü'l-Cebriyye kulun
aslen kudreti (170) olmaksızın mücerred kudret-i ilahiyyedir. Ve
inde'l-Kadi abdin kudreti ancak fi'lin vasfına te'sir etmek üzere
iki kudretin mecınu'udur. Ve inde'l-Üstad asl-ı fi'le te'sir etmek
üzere iki kudretin mecmu'udur. Ve inde'l-Mu'tezile kulun bi'l­
istiklal ve bi'l-ihtiyar kudretidir. Ve inde'l-hükema Cenab-ı
Hakk'ın abdde halk ettiği kudret ve iradedir. Lakin bi'l-ihtiyar
olmayıp belki şera'iti müctemi' ve mevaki' mürtefi' olunca ku­
lun fi'li vücub ve imtina'-ı tahallüf tarikiyle vaki' olur. İmamu'l­
Haremeyn dahi buna zahib olduğu mervi ve meşhurdur. Lakin
bazıları, bu mezhebin İmamu'l-Haremeyn'e isnadı sehvdir de­
mişler. Sadeddin Taftazani dahi, İmamu'l-Haremeyn'in mezhe­
bi, hükemanın re'yi olduğu üzere kulun fi'li kendi kudret ve i­
radesi ile vaki' olmaktır diye ehl-i kelam [171] beyninde meşhur
ve kitabIarında mezkur olup, bu ise İmam'ın elimize geçen
kitabIarındaki tasrınata muhaliftir. Hatta İrşad nam kitabında,
"bed' ve ihvanın zuhurundan evvel e'imme-i selef, halik ancak
Allah Te'ala olup ondan başka halik olmadığında ve kaffe-i ha­
vadisin kudret-i ilahiyye ile hadis olduğunda ittifak etmişler
diyor," diyerek ol rivayet-i meşhureyi cerh etmiştir. Bazılar da­
hi İmamu'l-Haremeyn'in kavl-i ahiri Nizamiyye'deki kelamıdır
diye onun kavl-i evvelinden çoğunu iş'ar etmişlerdir, halbuki
İmamu'l-Haremeyn'in İrşad'daki kelimatı ile Nizamiyye' deki
tahkikatı yekdigeriyle tevfik olunabilir. Izah için İmamu'l­
Haremeyn'in Nizamiyye'deki tahkikatını hülasa vechile buraya
derc edelim.
İmamu'l-Haremeyn Nizamiyye'de diyor ki "Bari Te'ala kul­
larıru nice ameller ile mükellef kılmış [172] ve bu amelleri ifaya
kendilerini ikdar eylediği nusus-ı katı'a ile mütebeyyin olmuş­
tur. Kim ki şer'-i şerifte olan terğibat ve inzaratı ve
mütemerridinin su'-i akıbetIerine da'ir enbiya-yı ızam
aleyhimü's-selam taraflarından telakki olunan tebligatı ve taraf­
ı ilahiyyeden kullara, sizin bir diyeceğiniz ve i'tizara mecaliniz

70
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE i çevriyazı

kalmamak üzere size peygamberler gönderdim. Cadde-i savabı


gösterdim. Size miknet ve mühlet verdim. Siz ise tecavüz etti­
niz, asi oldunuz diye vuku'u mukarrer olan hitabat ve inayatı
tefekkür ve tamamıyla ihata ettikten sonra, acaba kulların efali
onların iktidar ve ihtiyarları ile midir? diye şübhe ederse, ya ak­
lına halel gelmiştir yahut kendisi taklidde müstakir ve cehl üze­
rine musır ve müstemir olup kalmıştır. Elhasıl kudret-i abdin
fi'linde hiç eseri yoktur demek, teka1if-i şer'iyyeyi red ve tebıı­
gat-ı mürselini tekzibdir. [173) Bu surette tarik-i reşada muvaffak
olmayan kimse, kudret-i abdin makdurede asla eseri yoktur
derse ve teka1if-i şer'iyyenin icabatı kendisinden metalibe olun­
dukta lakırdıyı enine boyuna çekip de Allah diledi�ini işler, "La
yüs'elü amma . . ... " diyerek cevab verirse ona denilir ki, söyle­
di�in sözler bi-hasıldır. Hak söz, lakin onunla batıl ma'na kasd
olunmuş. Evet, Allah Te'ala Hazretleri diledi�ini işler ve iradesi
vechile hükm eyler, lakin hulf-i va'dden ve nakiz-ı sıdktan mu­
kaddestir. Biz ise şeri'atten kat'iyyen fehm etmişizdir ki, Allah
Te'ala kullarına ancak vaz' ve takatleri olan şeyleri teklif etmiş­
tir. Şu hale göre, kudret-i hadisenin makdurunda mü'essir 01-
du�na ka'il olmak lazım gelir. Ale'l-ıtlak kul fi'linin halikidir
demek ise, meslek-i [174) seletten hunlc ve dalalet vartalarına
iktiham demek oldu�undan böyle gidilemez. Kulun fi'li hem
kudret-i hadise, hem de kudret-i kadime ile vaki' dir deme�e
dahi yol yoktur. Zira fi'l-i vahidin iki ka dir ile hudusü
müstehildir. Çünkü vahid münkasem olmadığından kudret-i
ilahiyye ile vaki' olursa müstakilen ona münhasır ve kudret-i
hadisenin eseri sakıt olur. İşte bu bir dar vadidir ki, onun
gava'ilinden yalnız mürşid-i muvaffak olan kimse selamet bu­
lur. . . Zira kişi iddi'a-yı istibdad ve kendisini mükellefiyyetten
ihrac ve fi'l-i vahidde kendisini Cenab-ı Hakk'a teşrik araların­
da kalır. Filan imam böyle demiş, filan üstad şöyle söylemiş
yollu mücerred nam ve elkab ile necat bulunmaz. Çünkü bir
adam, kul müktesibdir ve eser-i kudreti iktisabdır ve Rabb
Te'ala kulun (175) mükteseb oldu� şeyi haliktır dese ona kesbin
ma'nası nedir? denilir ve onun üzerine mezkur aksam-ı selase
geri döner, o da kaçacak yer bulamaz. Binaen-ala-zalik biz deriz
ki, kulun kudreti bi'l-ittifak Allah Te'ala Hazretleri'nin mahlu­
kudur. Ve fi'l-i makdur kat'iyyen kudret-i hadise ile vaki'dir.

71
TERA.CİM-İ AHV A L-İ FELA SİFE / çevriyazı

Lakin halk ve takdirce Cenab-ı Hakk'a muzaf kılınır. Zira kud­


ret-i hadise ile vaki'dir ve bu kudret-i hadise kulun fi'li olmayıp
ancak kulun sıfatı ve Cenab-ı Hakk'ın mahhlku olduğundan
onun1a vaki' olan fi'l dahi halk ve takdirce Allah Te'ala'ya
muzaf olur. Fırka-i dalle, yani Mu'tezile bu yola dogntlsalar,
onlarla beynimizde ihtilaf olmazdı. Lakin onlar kulun halk ve
ibda' ile istibdad ve infiradını iddi'a ile dalalete düştüler. On­
lardan temeyyüzümüzü bir mertebe daha izah edelim. Biz ku­
lun [176] fi'lini takdir-i ilahi'ye muzaf kıldığımızdan, bize göre
Allah Te'ala, ilm-i ilahiyyesinin ihata eylediği kaderler üzerine,
kulda kudret ihdas ve esbab-ı fi'li tehyi'e etti ve tefasili kula bil­
dirmeyip işlemesini emr ve onda deva'i-i tergib ve ihtiyar ve
irade ihdas eyledi. Ve fi'llerin kader-i ma'lilm üzere vaki' ola­
cağını bilmekle, fi'ller Cenab-ı Hakkın kullar için halk ettiği
kudret ile onun ilm ve iradesi üzere vaki' olur. Binaenaleyh kul­
ların ihtiyarları ve kudret ile ittisafları bidayeten Cenab-ı
Hakk'ın mahlilkudur. Makdilrları da, müstakilen mahlilk-ı ilahi
olan kudret-i hadisenin neticesi olduğundan, ilmen ve
meşiyyeten ve kazaen ve halken Cenab-ı Hakk'a muzaftır. Ve
eğer makdilrun vukil'unu irade etmese, kulu ikdar etmez ve
fi'lin isbatını tehyi'e eylemez idi. İmdi kul fa'il-i [177] muhtardır,
mükelleftir. Fi'li de Allah Te'ala'nın takdir ve irade ve kazası i­
ledir. Medar-ı istirahat-ı kalb olmak için bir misal-i şer'i getire­
lim. Kul, efendisinin mahnda tasarrufa malik değildir. Ve efen­
disinin malında bi'l-istibdad tasarruf eylerse, tasarrufu nafiz
olmaz. Ama efendisi bir malının bey'i hakkında kuluna izin ve­
rip de, o dahi bey' etse, nafiz olur. Ve sebebi, efendisinin izni
olduğundan hakikatte bey' efendisine azv olunur. Lakin kul ta­
sarruf ile emr olunur ve tasarruftan nehy olunur. Ve muhalefeti
üzerine tevbih ve ikab edilir amma Mu'tezile kulun infirad ve
istiklalini ve asi oldukta irade-i ilahiyyeye muhalif olarak
Rabb'i dilesin dilemesin kul irade ettiği fi'li ile münferid oldu­
ğunu i'tikad eylediler. Halbilki bu i'tikad-ı faside göre kul ted­
birde Rabb Te'ala'ya [178] müzahim olarak dilediğini ika' etmiş
olur. "Te'alallahu an zalike."
İmamu'l-Haremeyn'in kelamı burada hitam buldu. Ona gö­
re kulun kudreti, iradesi vetkince makdilrunda bi-iznillah
mü'essirdir. Ve fi'li takdir ve irade-i ilamyye iledir ve Cenab-ı

72
TERA. CİM-İ AHVA L-İ FELAsİ FE i Çevriyazı

Hakk irade etmez ise, kudret-i abdin asla te'siri yoktur. Amma
Mu'tezile'ye göre kul münferid ve müstakildir. Allah Te'ala di­
lese de kulun kudreti, iradesi vefkince bizzat mü'essir olur. Bu
i'tikadı "Maşaallahu kane ve malem . . .. " Hadis-i Şerif'ine muha­
lefet eden e'imme-i Mu'tezile'den Kadi Abdüleabbar, mezheb-i
İ'tizale ma'il olan vezir-i meşhur Sahib bin İbad'ın meclisine
lede'd-dühul Üstad Ebu İshak İsferayini'yi orada görünce,
"Sübhane men tenezzehe ani'l-fahşa'i" dedikte üstad derhaL,
"Sübhane men la yecri fi mülkihi illa ma yeşa' " [1791 demiş ol­
dugu mervidir. Ve Mu'tezile'den Ömer bin Abid hikaye edip
demiş ki, beni benimle bir sefinede bulunan bir Mecusi kadar
kimse ilzam etmedi. Mecusi'ye, "Niçin Müslüman
olmuyorsun?" dedi�imde, "Allah Te'ala benim İslamımı irade
etmemiş, irade etse Müslüman olurdum" demekle, "Allah
Te'ala senin İslamını emr ve irade etmiştir, lakin şeytanlar seni
bırakmıyor" dedim. Mecusi dahi "ÖYle ise şerik-i ga1ib ile bera­
ber olurum" dedi.
Elhasıl gerek Mu'tezile, gerek felasife ile İmamu'l­
Haremeyn indlerinde kudret-i abdin asl-ı fi'lde te'siri var ise de,
Mu'tezile ile İmamu'l-Haremeyn beyninde ber-vech-i meşruh
fark oldugu gibi felasife ile İmamu'l-Haremeyn beyninde dahi
fark vardır. Zira İmamu'l-Haremeyn efahim-i mütekellimin­
dendir. Ve inde'l-mütekellimin [180] Bari Te'ala fa'ü-i muhtardır.
Amma kudema-yı felasife indinde vacibü'l-vücud fa'il-i
mucibdir. Ve "El-vahidü la yesduru anhu ille'l-vahid"
ka'idesince vacibü'l-vücuddan akl-ı evvel ve ondan akl-ı sani ve
müteselsilen akl-ı tasi'den akl-ı aşir sadır olur. O dahi alem-i
kevn ve fesadda olan şeyleri icad eyler. Bu suretle havadis hep
vesa'ite ve fi'l-i ihtiyari dahi kudret-i abde nisbet olunur. Lakin
bu dahi felasifenin zahir-i kelamlarından anlaşılan mezheb-i
meşhurlarıdır. Amma İbn Sina 'nın tasrihahna ve Celaleddin
Devvani'nin tahkikatına göre mezheb-i felasifenin tahkiki bu
vechiledir ki, havadisin kaffesi mebde'-i feyyaza mensub ol­
makla, aradaki vasıtalar kudret-i kadirne ve irade-i kadimenin
ta'allukunu mucib olan isti'dadı itmam ederler. Bu cihetle
vesa'it hep [181] ilel-i mu'adde kabilindendir. Eflatun'dan "El­
alemu küretun ve'l-ardu nuktatuhu ve'l-insanu hedefun ve'l­
eflaku fe-şey'un ve'l-havadisu ve sihamun vallahu hüve'r-rami

73
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

fe-eyne'l-meferru" diye rivayet olunan kelam dahi bunu iş'ar


eder.
Mesalikü'l-Kelarn mü'ellifi diyor ki, "Mu'tezile ba'de'n­
nazar ilmin husı1lü ancak teyIid iledir. TevIidin ma'nası dahi,
fa'ilin bir fi'li diger fi'li icab etmesidir. Hareket-i yed ile hare­
ket-i miftah gibi ve nazar kulun mübaşeretiyle vaki' olan bir
fnidir ki, ondan fi'l-i aher tevellüd eyler dediler."
Ben dedim ki, Eşa'ire'den İmamu'l-Haremeyn'in zahib ol­
duğu re'y budur. Hükemanın ef'al-i ihtiyariyyede mezhebi de
budur, diye kavl-i imama da nisbet olunur. Bu ise, hilaf-ı haki­
kat görülmüştür. Zira [182) teyIid ile imamdan mervi olan vücı1b
ve imtina'-ı tahallüf mesleği beyninde fark-ı azim vardır. Haki­
kat-i hali izah için ber-vech-i atı bazı tafsilata ibtidar olunur.
Şöyle ki: Mu'tezile ef'ali, mübaşeret ve tevlid diye ikiye
taksim ettiler. Mesela bir adamın elini tahrik etmesi onun bi'l­
mübaşere fi'lidir. Ve elindeki miftahın hareketi tevliddir ki, eli­
nin hareketi onu tevlid eyler ve nazar-ı sahiliin ilmi keyfiyyet
ifadesinde üç mezheb-i meşhı1r vardır. Birincisi, İmam
Eş'ari'nin mezhebidir ki, neticenin mukaddemelere lüzı1mu Lü­
zı1m-ı adi olmaktır. Çünkü ona göre, cemi' mümkinat ibtida'
Allah Te'ala'ya müsteniddir. Ve havadis-i müte'akibe beyninde
alaka olmayıp, ancak ateşe temas olundukta der-akab ihtirakın
husı11ü gibi havadisin bazısını bazısı akabinde halk [183) etmek
üzere Adetullah cari olmuştur. İkincisi, Mu'tezile mezhebidir
ki, tevliddir. Ve nazar, yani mukaddemelerin tertibi kulun bi'l­
mübaşere fi'li olup ondan netice tevellüd eyler. Üçüncüsü,
hükema mezhebidir ki, tarik-i i'daddır. Şöyle ki, mebde'-i f�y­
yazın feyzi am olup husı11-i feyzi müsted'a olan isti'dad-ı hassa
tevakkuf eder. Feyzde ihtilaf dahi isti'dadat-ı kavabilin ihtilafı
hasebiyledir. İmdi fikr ve nazar, zihni i'dad-ı tam ile i'dad eyler.
Neticeye ilm dahi mebde'-i feyyazdan vücı1ben feyezan eder.
Bu mebhaste mezkı1r mezahib-i selaseden başka bir
mezheb dahi vardır ki, ona göre akib-i nazarda neticeye ilmin
husı1lü aklen vacibdir. Lakin Mu'tezile'nin dediği gibi ondan
mütevellid değildir. Bu mezheb, Kadi Ebı1 Bekr ile İmamu'l­
Haremeyn'den [184) menkı11dür ki, nazar onlara göre illet ve
müvellid olmamak üzere be-tarikü'l-vücı1b ilmi müstelzim 0-
lur. İmam Gazzali dahi, ekser ashabımızın mezhebi budur diye

74
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

tasrm etmiştir. İmam Fahr-i Razi dahi bu mezhebi ihtiyar ile


vücilb-ı akli üzerine bu vechile istidlal etmiştir ki, "Alem
mütegayyirdir" . ve "Her mütegayyir hadistir"
mukaddemelerini bilen kimsenin "Alem hadistir" neticesini
bilmemesinin mürnteni' oldugunu bi'l-bedahe biliriz demiştir.
Ve ilim hadd-i zatında mümkin olup, mümkinatın kaHesi ise,
Allah Te'ala'ya müstenid olmakla, akib-i nazarda ilmin husil1ü
kudret-i ilahiyye ile vaki' olup kudret-i abd ile vaki' değildir
diyerek, neticenin be-tarikü't-tevlid olmadığını dahi isbat eyle­
miştir.
Bu silrette netice Kadir-i Muhtar'ın fi'li olunca vücilbu
mürnteni' olur. Zira Kadir-i Muhtar dilerse (185) işler, dilerse
terk eder. Ne Mu'tezile'nin dediği gibi onun üzerine bir şey
vacib olur, ne de hükemanın dediği gibi ondan bir şey vacib,
yani kendisi fa'il-i milcib olur ve bu Fahrü'd-din-i Razi'ye
i'tiraz olunmuş ise de, bir fi'lin bir fi'lden lüzilm ve vücilbu
fa'ilin ihtiyarına münafi olmaz. Zira fa'il onu milcib olan fi'li
icad ile işleyebildiği gibi, milcibini icra etmemekle terk eylemesi
de mümkün olur. ihtiyara münafi olan ancak fa'ilin fi'l-i vacibi­
dir ki, muktedir olmamasıdır. Mesela fikir ve nazardan neticeye
ilmin lüzilm ve vücDbu ihtiyar-ı Bari'ye münafi olmaz. Zira di­
lerse nazarı icad etmemekle neticeye ilmi vermez. Bünüvvetin
tasavvuru übüvvetin tasavvurunu ve arzın vücildu cevherin
vücildunu müstelzim olmak gibi, mümkinat-ı sa'ire beynindeki
(186) alaka-i 1üzilm hep bu kabildendir. işte ilmin nazara lüzil­
mu da bu vechile 1üzilm-ı aklidir diye cevab verilmiştir. Elhasıl
mes'ele müşkil ve mesıe4< dar oldugundan çok zatlar imam'ül­
Haremeyn'in hakayık-ı efkarım anlayarnayıp şarih ve
muhaşşiler lakırdıyı enine boyuna çekerek her biri bir vadiye
sülilk etmişlerdir.
Muhakkıkin-i Ehl-i Sünnet'ten nice zatlar dahi irade-i
cüz'iyye hakkında bir mezheb ittihaz ile ona mezheb-i tahkik
demişlerdir ki, layıkıyla tedkik olunursa bu mezheb dahi
İrnamu'l-Haremeyn'in mezhebine tevafuk eder.
Muhakkıkinden her biri bu mezhebi bir silretle tasvir ve izah
etmişlerdir. Cümlesinin akvalinden bir hülasa alarak ber-vech-i
ati bu bahse ilave edelim.

75
TERA.CİM-İ AHVA.L-İ FELA.SİFE / Çevriyazı

Balada zikr olunan mezheb-i tahkike göre [187] kul ne mut­


laktır, ne mukayyeddir. Bari Te'ala Hazretleri kulda bir kuvvet,
yani kudret halk etmiştir ki, teklif onunla sahih olur. Ve onunla
ef'al-i ihtiyariyyeyi kullar kesb ve Bari Te'ala halk eder. Ve kul­
ların kudreti nefs-i fi'lde mü'essirdir. Lakin te'siri Mu'tezile'nin
zu'm ettikleri gibi bizzat olmayıp ancak bi-izniIlah te'sir-i adi
kabilindendir.
Yani Bari Te'ala her şeyi bila-vasıta halka kadir olduğu
halde, ervah ve anasır gibi bazı eşyayı bila-vasıta ve bazı eşyayı
da mahhlki olan sebebler vasıtasıyla halk eder.
Bu da esbaba ihtiyacı olduğu için değil, ancak esbab ile
tedrid olarak icadda ashab-ı basiret için def'ide olmayan nice
ibretler vardır. [188]
Mesela nlzgar ile bulutlan yürütür. Ve bulutlardan yağ­
mur indirir. Ve suda kuvve-i fa'ile ve toprakta kuvve-i kabile
halk edip onların içtima' ve imtizacından enva'-ı semerat tahsil
eder. Cümlesini halk eden ve yekdigere sebeb kılan Bari
Te'aıa'dır. Ve esbabın te'siri ancak onun iradesiyledir. Kadi
Beyzavl'nin muhtan bu mezhebdir. Nitekim tefsirinin bazı
mevazı'ında tasrm etmiştir. Bazı muhakkıkin dahi, Bari
Te'ala'nın bidayeten halka kudreti ecsamda kuva-yı mü'essire
ve kabile ihtira' etmek vasıtasıyla halka kudret-i ilahiyyesiyle
münafl olmaz. Eşa'ire'den müteahhirinin ziihir kaviIleri bunu
inkar demek ise de, inkar için delil bulmalan lazımdır dedi.
Elhasıl Bari Te'ala mahlılkatta mevcud [189] olan kuvada ve
tabayi'de sebeb olduklan şeylere nisbetle te'sir etmek hassasını
halk ettiği gibi, kulda dahi kudret ve istita'at halk ettiğinden,
kul onunla Bari Te'ala'nın takdir ve irade ettiği ef'ali kesb eyle­
diğine binaen eklin doymaya, şurbun kanmağa tesebbübü gibi,
kudret-i abdde dahi esbab-ı adiyyenin te'siri kabilinden bir
te'sir bulunur. Lakin kudret-i hadise mahhlk-ı Bari olduğun­
dan, mü'essir-i hakiki kudret-i ilahiyyedir. Ve kulların işlediği
Bari Te'ala'nın onlara işlettiği demek olduğundan, kulların
a'mali onun mahhlku ve onların ma'muıüdür. Bu kavle göre
kesb, kulun bi-iznillah mü' essir olan kudretiyle fi'li tahsil etme­
si demektir. Ve kulun bi-iznillah te'sir-i kudretiyle ef'alin kul­
dan suduru, "La ha1iku illallah" kaziyyesinin külliyetine halel
getirmez. [190]

76
TERA cİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / Çevriyazı

Binaen-ala-zalik enlin kullardan sudurunu müfid olan


Ayetler ile efalin mahlukullah oldugunu natık olan Ayetler
beyninde ta'aruz yoktur. Ve öyle vasıta-i esbab ile vücuda ge­
len fi'ller, bazen sebebe ve bazen müsebbibü'l-esbab olan halıka
isnad olunur.
Nitekim bir Ayet-i Kerime' de, "Samiri, Beni-İsrai1i ızlal et­
ti" ve diger bir Ayet-i Kerime'de Resul-i Ekrem'e hitaben, "Sen
elbette dogru yola hidayet eylersin" diye buyuruldugu gibi,
diger bir Ayet-i Kerime'de dahi, Allah Te'ala diledigini idlal
ii

eder ve diledigine hidayet eyler" diye buyurulmuştur. Meşhur


Hafız İbn Teymin bu meslegi ihtiyar ve tercih ve onun cumhur­
ı Ehl-i Sünnet kavli oldUgunu tasrih etmiştir. Tilmizi İbn
Kayyum dahi onun eserine iktifa edip, hatta kesb hakkında [191]
ittiba'-ı Eş'ariyye'nin re'yleri ziyade muzdarib ve ibareleri pek
çok muhtelif olmuştur dedikten sonra, Eş'ari ve Bakillani ile on­
lara tabi' olanların kavillerinden ise, İmamu'l-Haremeyn'in
Nizamiyye'de dedigi hakka akrebdir dedi. Gelelim şimdi
mezheb-i Maturidiyye'ye; mezheb-i Maturidiyye'ye göre irade­
i cüz'iyye kudret-i abdden sadır olur. Şöyle ki, Bari Te'ala kulda
bir kudret yaratmıştır ki, fi'l ve terke ala sebili'l-bedel bir meb­
de' demektir. Kulun bunda medhali yoktur. Fakat fi'l ve terkten
birini tercih ile o kudreti ona sarf edebiliyor. İşte onun bu sarfı
irade-i cüz'iyyedir. Bari Te'ala dahi, kul kudretini sarf etmedik­
çe onun enl-i ihtiyariyyesini halk etmemek üzere adet-i
ilahiyyesini icra etmiştir. Binaen-ala-zalik ateşin ihrak sebebi
gibi, kulların irade-i cüz'iyyeleri [192] fi'le sebeb-i adidir. Ve
efal-i ihtiyariyye ala ceryi'l-ade irade-i cüz'iyyeye münferi'dir.
Ve kulun fi'lde medhali ancak bu vechile fi'li kesb etmesidir. Ve
enlin haliki ancak Allah Te'ala Hazretleri'dir. Fakat irade-i
cüz'iyye mevcud mudur? Ma'dum mudur? Mevcud oldugu
takdirde mahluk olması lazım gelip, eger haliki Cenab-ı Hakk
ise, mezheb-i Eş'ari'ye varır ve eger haliki kul ise, mezheb-i
i'tizal'e varır. Ve eger irade-i cüz'iyye ma'dum ise, mevcud o­
lan fi'lde te'siri olamaz diye i'tiraz edilmiştir. Bu cihetle
e'imme-i Maturidiyye'nin efkar ve akvali muhtelif ve müteşettit
olmuştur.
Çünkü selef-i salihin mübahasat-ı kelamiyye ile iştigali
men' ettikleri halde, İmam Eş'ari fırak-ı daUe içinde bulunarak

77
TEMCİM-İ AHV A L-İ FELA sİ FE / çevriyazı

onlar ile mübahaseye [193] mübtela oldu�undan mezheb-i ehl-i


hakka nusret için mübahasat-ı kelamiyyeye dalıp mezhebini bir
tafsil-i münakkah olarak yazmaya mecbfir oldu�ndan, pek
çok kitablar te' LIf etmiş. Ona tabi' olan e'imme-i Eş'ariyye dahi
o yola gitmiş idiler.
Amma İmam Ebfi Mansfir Maturidi fırak-ı dalleden ırak
bulundu�ndan, mübahasat-ı kelamiyye ile o kadar iştigale ih­
tiyacı olmadı�ına binaen ve eser-i selefe iktifaen, muharrir-i
mezheb-i Hanefi olan İmam Muhammed'den beri müselsel ve
muttasıl olarak kendisine vasıl alan mezheb-i selefi takrir ile ik­
tifa edip, ilm-i kelama İmam Eş'ari kadar dalmamıştı. Binaen­
ala-zalik kütüb-i Maturidiyye'de bazı mesa'il-i kelamiyyenin
delilsiz oldu�u görülür. Lakin sonraları bid'at1er ziyade şayi'
oldu�undan e'imme-i Maturidiyye'nin müteahhirini
mübahasat-ı kelamiyyeye dalıp her mes'eleyi ed ille-i akliyye
[194] ve nakliyye ile isbata kıyam ve ilm-i kelamdan birçok
kitablar te'lIfine ihtimam ettiler. Lakin mezheb-i Maturidi'ye
göre irade-i cüz'iyyenin tefsir ve ta'rifinde ihtilaf eylediler.
E'imme-i Maturidiyye'den bazıları irade-i cüz'iyyenin ha­
riçde mevcfid oldu�una zahib olarak bu vechile tasvir-i mes'ele
etmiştir ki, Bari Te;ala kulda kudret ve irade halk eder. Ve
bunları fi'lde medhal ve te'sirleri olacak haysiyyette kılar.
Lakin bizzat medhal ve te'sirleri olmak tarikiyle değil, belki
medhal ve te'sirlerinİn vücfidu ancak Bari Te'ala'nın onları bu
vech üzere halk etmesiyle olur. İşte fi'l bunun üzerine kudret
ve irade-i abd ile vaki' olur. Çünkü cemi'-i mahlfikat, Allah
Te'ala'nın onlardan bazısını bi'l-vasıta ve bazısını bila-vasıta
halk etmesiyle mevcfid [195] olur. Lakin vesa'it ve esbab bizzat
vücfid-ı müsebbebatta medhalleri olmasını iktiza etmek tarikiy­
le değil, belki Bari Te'ala'nın onları medhalleri olmak
haysiyyette halk etmesiyle olur. Şu hale göre kullara mensfib
olan ef'al-i ihtiyariyye, Cenab-ı Hakk'ın mahlfiku ve Cenab-ı
Hakk'ın fi'lde medhali olmak üzere halk ettiği kudret ile kulun
dahi makdfiru olur. Elhasıl bazıların re'yine göre irade-i
cüz'iyye mevcfidat-ı haridyyeden olup, mezheb-i Maturidi bu
yolda tefsir ve tahrir olundu� takdirce balada beyan olunan
mezheb-i İmamu'l-Haremeyn'e muvafık bulunan erbab-ı tah­
kik mezhebine irca' edilmiş olur.

78
TERAcİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

Bazıları dahi irade-i cüz'iyyenin ma'dfim olduğuna zahib


oldular. Ve irade-i cüz'iyyeye umfir-i i'tibariyyeden olup
haricde mevcfid değil ise de, [196] nefsü'l-emrde mevcfiddur
dediler, halbuki mezheb-i Maturidi'ye göre mevcfid olan fi'l-i
ihtiyari irade-i cüz'iyyeye tevakkuf eder. Ma'dfim ise mevcfi­
dun mevkfifün-aleyhi olamaz, diye i'tiraz edilmiş ve mevcudun
irtifa'-ı mevaru'a mevkfif olmasıyla ma'dumun mevcuda mev­
kufün-aleyh olamamasını men' ile cevab verilmiştir.
Lakin mezheb-i Eş'ari'nin tahriri hakkında muhtar olan
Sadrü'ş-şeri'anın kavlidir. Sadrü'ş-şeri'a indinde irade-i
cüz'iyye ne mevcuddur, ne ma'dumdur. Belki mevcud ile
ma'dum arasında bir haldir. Çünkü irade bir şeye cezmen azm
ü kasd eylemektir.
Ma'aru-i masdariyye ise mevcud-i harici değildir. Vakı'a
hin-i ika'-ı fi'lde, mesela hin-i meşy ve harekette a'zanın hare­
keti gibi fa'ile arız [197] olan vasıflar mevcudat-ı hariciyyedendir
ki, hasıl-ı bi'l-masdar demek olup, lisanımızda "gidiş" ve "yü­
rüyüş" gibi ahir-i kelimeye "şın" ilavesiyle ifade olunur. Amma
fi'li ika' etmek demek olan ma'ani-i masdariyye haricde
mevcud olmayıp, mücerred aklın i'tibar ettiği umur-ı
zihniyyedendir. Lakin mevcud ile ka'im olduğundan sırf umur­
ı i'tibariyyeden olmadığı cihetle ma'dum-ı mahz dahi olmayıp
belki la-mevcud ve la-ma'dum olan ahvaldendir.
Elhasıl irade, mevcfid ile ma'dfim arasında bir hal alup
mevcfid olmadığı için onu ika' eden halik olmak lazım gelmez.
Ve ma'dum-ı sırf olmadığı için, ma'dum da te'siri olamaz diye
i'tiraz dahi varid olmaz.
Ef'al-i ihtiyariyye ise mümkinattandır. Zira bir şeyin zatı
vücudunu iktiza ederse vacib-i [198] b�zat ve ademini iktiza e­
derse mümteni'-i bizzat denilir. Ve eğer vücud ve ademini ikti­
za etmezse mümkin denilir ki, vücud ve ademini ha'iz demek­
tir. Ef'al-i ihtiyariyye dahi bu kabildendir. Ve her mümkinin il­
let-i tammesi olmak labüddür ki, illet-i tammesi mevcud olmaz
ise mümkin dahi mevcfid olmaz. Ve illa rüchan bila müreccah
lazım gelir. Bu ise bahldır. Ve illet-i tammesi mevcfid olunca
mümkinin dahi mevcud olması lazım gelir ve illet-i tamme
vücud-i mümkinin mevkufün-aleyhi olan umurun cümlesidir.
Ve şera'it dahi bu cümlenin eczasındandır. Bu cümlenin ecza-

79
TERA.CİM-İ AHVAL-İ FELAsİFE / çevriyazı

sından biri mevcud olmasa illet-i nakısa olmakla, mümkün 0-


nunla vücuda gelemez. ·
Hal kabllinden olup da la-mevcud ve la-ma' dum olan ihti­
yar ve irade gibi umur dahi, (199] illet-i tammede, yani vücud-i
mümkinin mevkufün-aleyhi olan umfir cümlesinde dahil bu­
lunmak ıabüddür. Ve rüchan bila müreccah batıl olduğu gibi,
tercih bila müreccah dahi batııdır. Fakat mümkinin iki tarafı 0-
lan fi'l ve terkten biri irade ile tercih olunur. Zira irade bir sıfat­
tır ki, fa'il onunla iki mütesaviden birini tercih ve tahsis etmek
o sıfatın şanındandır. Niçin bunu tercih etti denilemez.
Sadrü'ş-şeri'a bu mukaddemat-ı erba'ayı ber-tafsil-i beyan
ve izah ettikten sonra serd eyledigi tahkikatının hülasası budur
ki fi'l-i ihtiyar! halk-ı Bar! ile irade-i abdin mecmu'u ile vaki'dir.
Zira tercih ve tahsis bizden sadır oluyor. İşte bu tercih ve tahsis
kasd-ı cazimdir ki, ne zaman böyle bir fi'le kasd eyler isek Bari
Te'ala (200] dahi o fi'li halk etmek ve kast eylemez isek halk et­
memek üzere irade-i ilahiyyesi cari olmuştur. Ve Bari Te'ala
kulda fi'l ve terkten her birine ala sebili'l-bedel sarf etmek üzere
bir kudret vermiştir. İşte bu kudret mahluk-ı Bari'dir. Amma
ehad-ı emrini tercih ile kudreti ona sarf etmesi kulun işidir ki,
irade-i cüz'iyye dedigimiz budur. Vakı'a bu iradenin be­
tarikü'l-vücub olmaksızın mevcud olan kudrete istinadı
ma'nasınca iradeye mahlfik-ı Bari denilir ise de, kudreti bir
emr-i mahsusa sarftan ibaret olan irade-i cüz'iyye mahluktur
denilernez. Ve illa kudretin vech-i meşrUh üzere halkına münafi
olur. öyle ise ef'al-i ihtiyariyyede mü'essir halk-ı Bari ile irade-i
cüz'iyyenin mecmu'udur. Binaenaleyh irade-i abdin ef'al-i
ihtiyariyyede (201] medhal ve te'siri bulunur. İşte mezheb-i
Maturidi'de kesb-i abd budur.

Tetimme

Ber-vech-i bala illet-i tamme mevcud olunca mümkin dahi


mevcud olur. Ama mümkinin vücfidu bu halde vacib mi, degil
mi? Burasında ihtilaf olunmuştur.
Mütekelliminden bazılan fa'il-i muhtardan fi'l ancak sıhhat
ve ihtiyar tarikiyle sadır olup ala sebili'l-vücub sadır olmaz
demişler ise de, curnhur-ı Ehl-i Sünnet ile hükemaya göre, illet-i

80
TERAcİM-İ AHV A.L-İ FELA.SİFE / çevriyazı

tamrne mevcud olunca mümkinin vücudu vacib bi'l-gayr olur.


Fakat hükema indinde vacib-i te'ala fa'il-i mucibdir. Ehl-i Sün­
net ise, burada hükemadan ayrılıp derler ki, illet-i tammenin
vücudu üzerine [202] mümkinin vücudu, Bari Te'ala'nın onu i­
rade ve icad eyledi�i takdirde vacib ve icad eylemedi�i takdir­
de mümteni' oldu�ndan, Allah Te'ala muhtardır. Ma'lul ise
hadisdir.

Fezleke

Cebriyye mezhebi bu bedahete müsadim oldu�ndan onu


bahsten haric tutalım. Onun zıdd-ı tammı olan mezheb-i
i'tizalin dahi şirke müşabeheti vardır.
Zira mecusun bir fırkası iki ilah isbat ile, biri hayrı ve
digeri şerri haliktir dedikleri gibi, Mu'tezile dahi Bari Te'ala
hayrın halikidir, şerri halk etmeyip kullar halk eder dediler.
Hakk olan mezheb-i selefdir ki, tavassut beyne'l-emreyndir.
Fakat bu tavassut e�er mezheb-i Eş'ari [203] üzere tefsir olunur­
sa, cebre varır. Binaen-ala-zalik bu babda hakk olan mezheb
Maturidi'dir. Fakat o dahi Sadrü'ş-şeri'a'run ta'rifi vechile tefsir
olunmalıdır.
Elhamdülillahillezi hedana lihaza ve ma künna li-nehtediye
levla en-hedanaııahu. [Sallallahu] ve's-salatu ve's-selamü ala
resulihi ve ala alihi ve ashabihi üli'l-basıreti ve'l-intibah.

Birinci Cildin Sonu [204]

Tashih

Sekseninci sahifenin dördüncü satırındaki: " Ezarika Fırkası


dahi Ali'yi tahkim ile kafir oldu" cümlesinde sehv-i tertib vu­
ku'a gelmiştir. Cümle-i mezkurenin aslı şu:
"Ezarika Fırkası tahkim mes'elesinden dolayı Hazret-i A­
li'nin aleyhinde sözler söylediler."
Vechiledir. [205]

81
Filozofların Biyografileri

Yazan
Fatma Aliye

Maarif Nezaret-i Celilesi'nin 569 numaralı ve 30 Aralık 1899 ta­


rihli Ruhsatnamesine sahiptir.

Kadınlara Mahsus Gazete Matbaası


Sirkeci'de Avrupa Oteli Karşısında
İstanbul
1899/1900
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ

Bir zamanlar, filozof denildimi, bundan dinsiz, derbeder,


serseri birtakım insanlar anlayanlarımız pek çok idi. Hamd ol­
sun, şu ilerleme dönernimizde kadınlarımız dahi şimdi bunu
anIıyorlarsa da, meşhur filozofların biyografilerine dair kısa pa­
sajlar yazarak namlarım bu zamana kadar bırakmış olan o filo­
zoflara dair biraz bilgi vermek istedik. [2]
Pek eski zamanlardan beri Babil, Hint ve Mısır'da hikemi
ilimIere revaç olup, ancak oralardaki hikemi ilimler layıkıyla a­
leme yayılamamıştır. Hikmeti dünyaya yayan Yunan hakimle­
ridir. Şeylerin hakikatleri, nitelikleri ve hallerini kavramak için
iki ek ol vardır. Birisi, mantık kurallarına göre söz etmek ve dü­
şünmektir. Bu yola girmiş olanlar, eğer bir dine sarılıyor iseler
onlara "mütekellimin" denilir. Sarılmıyorlar ise, "meşşa'iyyı1n"
denilir. İkincisi, riyazetler ve teveccühler yoludur. Bu yola gir­
miş olanlara bir dine sarılıyor iseler, "sufiyye" ve sarılmıyorlar
ise, "İşrakiyyı1n" denilip bunların ikisi de kalp aynalarını tasfi­
ye ederek, ilahi sünfihata mazhar olmak üzere ruhani aleme te­
veccüh etmiş olurlar. Ancak hak dine sarılmış olanların kalp
aynaları düzgün ve olmayanların aynaları çarpıktır. [3]
Bunların en eskilerinden tanıdığımız Thales'dir ki, milattan
640 yıl önce doğmuştur. Öğrenmek için seyahat eylemiş ve mi­
lattan önce 587 yılında Milet'e gelip bir okul kurmuş. Yunanlı
yedi hakimden biridir. Ay ve güneş tutulmasının nedenlerini
ilk açıklayanlardan olup, bir defasım da önceden haber vermiş
ve nasihat makamında, daima, "Sen kendini tanı" der imiş. Ge­
ometriyi ilerletmiş, ancak eserleri ve fikirleri tamamıyla yayı1-
mamıştır. Anaximandros ve Pherecydes adlı öğrenciler bırak­
mıştır. Bu Pherecydes, üstadından sonra artık ay ve güneş tu­
tulmasını önceden haber verir olmuş.
Daha sonra, milattan bir iddiaya göre 608 ve bir iddiaya
göre 572 yıl önce, Pythagoras [4] geldi. Vatanında iken muallimi
Pherecydes imiş. Pythagoras, ilimIeri öğrenmek için çok zaman
seyahat ve bir müddet Mısır'da ikamet etmiş. Ve İtalya'da iken
bir okul kurup, pek çok öğrenci toplamış. Gerek kendisi ve ge-
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

rek öğrencileri, az yerler ve et yemezler idi. Adı geçen, öğrenci­


lerini çile ile terbiye ettikten sonra, kendi toplulu�na alır imiş.
Öğrencileri kendisine o kadar hürmet ederlermiş ki, itikatlarına
dair meseleler hakkında, niçin öyle denilirse, "Onu üstadım
söyledi" diyerek, teslimiyet ve ba�lılık gösterirlermiş. O vakte
kadar hakimler hakim unvanını alagelmiş iken, Pythagoras içi­
ne sindirerek "filozof," yani "hikmeti seven" unvanını almıştır.
Ve bundan Araplar, "hikmet" anlamına olarak "felsefe" terimi­
ni türetmiştir. Hikemi ilimler ve fenlerde [5] pek çok keşifleri
vardır. Bu cümleden olarak, hipotenüsün karesinin, kalan iki
kenarın kareleri toplamına eşit olması kuralını ortaya koymuş­
tur. "Her şeyin esası sayılardır. Sayıların esası da, "birlik" yahut
"monad," yani atomdur. "Birlik iyilik, çokluk kötülük" der i­
miş. Tenasühe inanır imiş. Bu mezhebi Hint'ten almış olması
gerektir. Ve bunun için et yemezdi. Milattan 260 yıl önce başla­
yarak on yıl sürmüş olan Truva'yı muhasara eden Yunan asker­
lerinden Ophorep adlı şahsın cesedinde mevcut oldu�mu
hatırlıyorum, der imiş. Açlık ve riyazet bu adamın sinirlerine
dokunmuş olmalı ki, böyle sayıklamış. Pythagoras'ın ö�retisi­
nin aslı, hakikati üzere bilinemiyor. Zira kendisinden kalma ya­
zılı bir şey bulunmuyor. Zuhur [6] eden bir arbede esnasında,
yüz yaşında iken öldürülmüştür. Ölürken, müsveddelerini kızı
Thenao'ya vermiş. Bu Thenao, felsefede mahir imiş ve fakir ol­
d u� halde, hiçbir vakit de o müsveddeleri satmaya razı ol­
mamıştır. Sonra Platon, her nerede Pythagoras'ın bir kitabını
bulsa, fiyatına bakmaz alır imiş. Pythagoras'ın birçok öğrencisi
kalmış. Pythagorien, yani Pythagoras takımı diye bir sınıf filo­
zoflar gelmişlerdir.
Pythagoras'ın ö�rencisi Anaximenes bir okul açmış ve 0-
nun ö�rencilerinden olan meşhur hakim Anaxagoras'ın öğren­
cisi Empedokles asrında pek ziyade şöhret almıştır.
Ve hikmetin beş öncüsünden birisi olmuştur.
Hikmetin öncüleri Pythagoras, Empedokles, Sokrates, Pla-

ton, Aristoteles'tir. [7]


Empedokles dört unsuru bulmuş. Ancak onların basit 01-
du�a inanmaz imiş ve hayatın esasının sıcaklık oldl.l.�a i­
nanır imiş. Milattan 444 yıl önce, Sicilya'da bulunan volkanın

86
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştinne

a�zına kadar çıkarak, yeraltından kaynayan ateşi seyrederken


içine düşmüş yahut kendisini atmakla helak olmuştur.
Tıp ilmi, Hazret-i İsa'nın do�mundan 460 yıl önce dünya­
ya gelen Hippocrates zamanına gelinceye kadar birtakım hura­
feler ve hokkabazlık tarzında olarak, dini reisler arasında sır tu­
tulur imiş. Tıp ilmini en önce meydana koyan Hippocrates'tir.
Cerrah1ı� da bu sanata ilave eylemiştir. Hippocrates'in do�m
yeri, İstanköy Adası'dır. Birçok asırdan beri tedavi ile meşgul
olan bir hanedandan gelmiştir. Ö�enim için Yunanistan'a ve
Asya taraflarına gitmiş. Bazen İstanköy' de, [sı bazen Teselya ve
Patras'ta ikamet eylemiş. Atina'da tıp ilmini ö�etir ve ameliyat
gerçekleştirir idi. Şöhret kazanması, Peloponez muharebesi za­
manında imiş. Bu tabip için pek çok hikayeler naklederler ise
de, yeni eleştiriler bunları şüpheye düşürmüştür. Atinalılar'ı
veba hastalı�ından şehrin orta yerinde büyük ateşler yakarak
kurtarmış oldu� ve Atinalılar'ın kendisine pek büyük müka­
fatlar eylemiş oldukları rivayet edilir imiş. İran Şahı Artaxerxes
Longimanus, pek çok altın ile kendisini Atinalılar' dan kendi
yanına çekmek istemiş ise de, Hippocrates reddeylemiş. Bir ri­
vayete göre seksen yaşında, bir rivayete göre yüz yaşında
Larisse'te ölmüştür. Sanatından başka, güzel ahlak ile de şöhret
bulmuştur.
Hazret-i İsa'dan 500 yıl önce, [9] Leukippos adlı filozof şöh­
ret almıştır. Leukippos Yunan filozoflarından olup, do�m yeri
Abdera yahut Milet'tir. Evrenin atomlardan, yani fiilen bölü­
nemeyen küçük katı atomlardan oluştu�nu ve boşlu� varlı­
guu ve bu atomların tesadüfi birleşimleri ile Cİsimlerin oluştu­
�u kabul eylemiş. Leukippos'un yazılı hiçbir eseri kalmamış­
tır. Ancak ö�enCİsi olarak Demokritos'u bırakmıştır.
Demokritos ki, Araplar'ın Zimkeratis dedikleri Yunan filo­
zofu olup, milattan, bir rivayete göre 490, bir rivayete göre 470
yıl önce do�uştur. Ve Leukippos'dan ders almış ve onun ö�­
renCİsi olmuştur. Ö�enimini ilerletmek için Mısır'a ve Asya'ya
seyahat eylemiştir. Tabii ilimIeri [10] çok çalıştı. Ve bütün serve­
tini bu seyahat ve deneyimleri u�da harcadı. Bu paraları bi­
tirdi�den dolayı kendisine ceza verildi. Ancak aklanmak için
vatandaşlarının önünde alemler hakkında yazdı� bir kitabı o­
kudu�da, Abdera halkı o kadar memnun oldular ki, kendisi-

87
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

ne elli talan hediye verdiler. Rivayet ederler ki, yaşayışının ga­


ripliği, sonraları kendisini deli zannettirdi. Abdera'lılar,
Hippocrates adlı meşhur tabibi onun tedavisi için çağırdılar. Bu
usta tabip Demokritos ile görüştükten sonra, Abderalılar'a, siz
ondan delisiniz dedi. Demokritos, yüz dokuz yaşına kadar ya­
şadı. İnsanların delice hareketlerine bir hayli gülerdi. İnsanların
bu haline daima ağlayan Herakleitos'un zıddı [11] idi. Üstadı
Leukippos gibi her şeyi atomlar, boşluk ve hareket ile anlatır i­
di. Cismanı algıyı anlatmak için, şeylerden sudur eden biçimsel
özelliklerin kabul edilmesi metodunu benimsedi.
O yüzyılda Sofizm öğretisi pek ziyade kabul görmüş, yay­
gınlaşmış ve insanların kötü ahlakına yol açmış idi ve bir taraf­
tan da atomizm öğretisi parlamış idi. İşte o zaman Sokrates gel­
di. Sofistler ile tartışarak hepsini mağlup etti. Ve atomizm, yani
atom metodunu itibardan düşürdü.
Sokrates, milattan 480 yıl önce Atina'da doğmuş. Babası,
Sophroniscus adında bir heykeltıraş, annesi Phaenarete adında
bir ebe imiş. Önceleri babasının sanatına [12) çalışmış ise de, ça­
buk terk ederek, bütün zamanını ilimIere ve fenlere hasreylemiş
idi. Derhal etrafına birçok gençler toplanıp, ondan ders almaya
başlamışlar idi. Cömeı tliği ve güzel ahlakı herkesçe tanınmıştır.
Sofistlerden ve eski batıl itikat sahiplerinden ona pek çok ha­
sımlar ortaya çıkmış. Yeni din çıkarıyor ve gençleri fesada dü­
şürüyor diyerek kendisini itham eylediler. Kendini müdafaa ey­
lemedi. Günahsız olduğu halde, baldıran zehiri içmeye mah­
kum edildi. Hapishanede bulunduğu zaman, dostları kaçması
için aracı olmayı teklif ettiler. Ancak yasaya itaatsizlik etmemek
için onların tekliflerini reddeyIedi. Hayran olunacak bir surette
sabır ve tahammül ile helaka uğradı. Sokrates, felsefe tarihinde
yeni bir dönem [13] açmıştır. Selefleri, bahiste ifrat ve tefrit e­
derken, Sokrates, diğer bahislerinden ziyade, insandan ve insan
ahlakından bahseder oldu. "Sen kendini bil" sözünü pek çok
kere tekrar eyler idi. Yükseklerden uçan filozoflara karşı, der idi
ki: "Bütün bilgim, bir şey bilmediğimden ibarettir." Allah'ın bir,
kaderin hak ve ruhun ebedi olduğunu yeni deliller ile ispat ey­
ledi. Diyalogları, sorular sorma tarzında idi. Hasımlarını bu
yolda sorudan soruya sevk ile gülünç hallere düşürür idi. Bu
tarzı, Sokratik ironi diye darbımesel olmuştur. Öğrencilerine de

88
FİLOZOFLARlN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

bu suretle ders verip öğretirnde bulunmak ile, annesinin sanatı


usulünde olarak bu öğretim metoduna, "akıllar ebesi" der idi.
Okuldan hiçbir para almaz ve maaş kabul etmez idi. Bu filozof,
ruhun soyut (l4] cevher olduğuna inanıyor idi. Pek çok öğrenci­
si kaldı. En meşhuru Platon'dur.
Platon, milattan 430 yıl önce, Atina hükümetine bağlı
Aigina Adası'nda doğmuş. Atina'da muteber bir aileye mensup
olan Ariston'un oğludur. Gerek baba ve gerek anne tarafından
soylu idi. ismi, Aristokles olduğu halde, omuzlarının genişliği
dolayısıyla, Yunanca omuzları geniş anlamına gelen Platon ismi
verilmiştir. ilimler ve fenleri ve özellikle geometriyi öğrendi.
Gençliğinde şiirle meşgul oldu. Ancak sonraları, bütün bütün
felsefeye daldı. Sofizm öğretisinin geçersizliğini kolaylıkla an­
layıp, yirmi yaşında iken Sokrates'e bağlanarak, on yıl ona öğ­
rencilik etti. Sokrates'in (lS] vefatından sonra, diğer arkadaşla­
rıyla Megara'ya gitti. Ve seyahate başladı. İtalya'ya gitti. Orada,
Pythagoras filozoflarından Archytas ve Timaios'un derslerini
dinledi. Oradan, Afrika'da Kyrene'ye ve sonra Mısır'a gitti. Da­
ha sonra da, Sicilya'ya gitti. Syrakusa'da ikametinde, Dion adlı
fazıla intisab etti. Denys tarafından, bir nedenden dolayı köle
gibi satıldı. Kyrene filozoflarından Anniceris onu alıp azat ey­
ledi. Ondan sonra Platon, Atina'ya gitti. Orada şehrin kenarın­
da Akademi adında bir okul kurdu ki, Akademi yani Encümen­
i Daruş adı ondan kalmıştır. Bu okula, Yunanistan'ın pek mute­
ber adamları gelir idi. Erkeklerden ve kadınlardan pek çok öğ­
rencileri var (l6] idi. Bunlardan en meşhur1arı, erkeklerden Aris­
toteles, Speusippos, Xenokrates, Isokrates ve kadınlardan
Lastheneia ve Axiothea'dırlar. 368'de Platon ilim ile o kadar
şöhret buldu ki, birçok hükümetler ondan yasa yapmasını iste­
diler. Ancak kendisi yaşamı süresince politika işlerinden uzak
bulunmak istedi. 82 yaşında öldü. ömrünün sonuna kadar be­
kar yaşadı. "amour Platonique," yani "Platonik aşk" darbımese­
li, Platon'un güzellerin cemaline yalnız ruharn olarak hayran
olmasından kalmıştır. Pek çok eser bıraktı. Kaleminin kudreti
ve edebi mahareti olağanüstü olduğundan, Sokrates'in Sofistler
ile yaptığı tartışmaları pek güzel kaleme aldı. Ve bu bakımdan
bütün 117] alemde şöhret buldu. Adı, bilginlere ve hakimlere
unvan oldu.

89
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Platon, İşrakiyy1in reisi oldu. Bu görünüşler aleminin üs­


tünde bir idealar alemi vardır. Ve mahiye,tler o alemde mevcut­
tur. Örnegin, insan bireylerinin hepsini kapsayan insanlık ma­
hiyeti, o alemin varlıklarındandır. Ve gerçek varlık, onlardır.
Şahıslar, o ruharn varlıkların gölgeleri ve suretleridir. Zihni bil­
gimiz, zayıf yansımalardan başka bir şey degildir, der idi. Bir­
çok bireyler bir kavrama ortaklaşa katılmazlar ise, bir hakikat
oluşturamazlar. Duyumlar, duyulur tiketlerden başkasına ayrı­
şamazlar. İdealar aleminin soyut ideaları ise, yükse\ bir kabili­
yetle idrak edilir ve anlaşılır. Anlama ve hatırlama [18] da, ka­
dim bir hayatın hatıraları olmak gerek�ir, der imiş.
Platon, ruhu kendi kendine hareket eden bir kuvvet diye
tanımlamış. Cismin yok olmasından sonra, ruh baki olup, elde
ettigi bütün bilgi de kendisinde kalır. Ve bahtiyarlıgı ve bed­
bahtlıgı, bilgisine ve ameline göredir. Ebedi saadete layık olma­
yan ruhları kader, tekrar bedensel hayata, önceki varoluşunu
hatırlamaksızın yine bir deneyime kor, der imiş. İşte böylelikle
Platon, yalnız insanlar arasında olmak üzere, tenasühü kabul
etmiştir.
Platon'un ögretisinin aslını, hakikati üzere bilmek güçtür.
Zira bu filozofun iki türlü ögretisi var idi. Biri herkesi kuşatır,
[19] digeri seçkinlere özgü idi ve bize kalan da herkesi kuşatanı
olmak gerektir. Platon'un anlayış ve kavrayışının yüksekllgi ve
ahlakının saflıgı ve ustalıklı yazımı herkesi hayran eylemiştir.
Kendisine "İlahi Platon" ve felsefenin Homeros'u adı verilmiş­
tir. Yunanca, mezarının bir tarafına, "Buraya bir zat konulmuş­
tur ve o zat, İlahi Platon'dur ki, iffet ve dogruluk ahlakı ile yani
övgüye deger ahlak ile bütün insanlıktan önde yer almış ve üs­
tün gelmiş idi; her kim ki, her şeyden çok hikmeti överse, mut­
laka bu zatı övmüş ve yüceltmiş olur. Zira hikmetin en çogu
ondadır." Ve diger tarafına "Yer, Platon'un cesedini örtmüşmr,
ama ruhu ebediyet mertebesindedir" ifadeleri yazılmıştır.
Ondan sonra Aristoteles geldi ki, [20] kendisine "felsefenin
emiri" adı verilmiştir. Meşşa'iyy1in sınıfının reisidir. Milattan
384 yıl önce, Makedonya'da Stageria şehrinde dogmuştur. Pe­
deri Nkomak, Makedonya Kralı Üçüncü Amyntas'ın dostu ve
özel tabibi idi. Aristoteles, 368'de Atina'ya gelip, yirmi yıl Pla­
ton'un dersine devam eylemiştir. Ve bundan sonra yazdıgı e-

90
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

serleriyle kendisini tanıtmaya başlamışhr. Platon'un vefatından


sonra, 348'de Atina'yı terk eylemiş. Atina' dan çıkması, üstadı­
nın yerine geçirmediklerinden dolayı gücendiği içindir derler.
Mysia'da Atameus hükümdarı Hermias'ın yanına gitmiş ve
onun kızkardeşi Pythias'la evlenmiştir. Sonra, Lesbos -Ada­
sı'nda Mytilene şehrine gitti. 343'de, [21] Philip tarafından o�lu
büyük İskender'in eğitim ve ö�etimiyle görevlendirildi. Ö�­
reneisiyle beraber Asya'ya gitti. Ve İskender'in servet ve fetihle­
rinden kendisi tabiat bilgisi tarihinin ilerlemesi açısından istifa­
de eyledi. Sonra 331' de Atina'ya geldi. Aristoteles, şehrin ya­
nında bir gezinti yeri kurarak, Lise adı verdi. Onda ayak üstün­
de gezinirken eğitim ve ö�retimde bulunageldi�inden, söz ko­
nusu okula "peripatetique" denilmiştir ki, Yunan dilinde "yü­
rür" anlamına olmakla, yürüme ve hareket okulu demek ola­
rak, onda zuhur eden filozoflara "meşşa'iyyUn" adı verilmiştir.
İskender'in vefahndan sonra, 323'te, Aristoteles kendisini
çekemeyenler ve İskender'in hasımları tarafından hücumlara ve
iftiralara u�adı [22] ve dinsizlik ile itham olundu�nu görünce,
hakkında verilen hükmü beklemeksizin, Atina' dan çıkıp gitti.
Sokrates'i mahkum eylemekle meşhur olan Atinalılar'ı yeni bir
cinayetten esirgedi�i için Atina'dan çıktı� söyledi.
Euboea Adası'nda Chaleis'e yerleşmeye gitti. Ve çok geç­
meyip orada, 322 yılı, altmış iki yaşında iken vefat eyledi. Aris­
toteles, sonraki zamanlarda gelen hakimlerin en bilgini idi. As­
rındaki ilimler ve fenlerin hepsini okudu ve ö�endi. Birçok i­
limlerin de kaşifidir. Eserleri, çeşitli ilimler ve fenIerin toplamı­
dır. Eserlerinin en meşhurlarından biri, mantıksal meseleleri i­
çeren Organon adlı kitabıdır. Ve mantık ilminin kurucusu ve
mueidi odur. Yukarıda, Sokrates'in ve Platon'un biyografilerin­
de yazıldı� [23] üzere, Sokrates'in Sofistlerle gerçekleşen tartış­
malarını Platon edihane şekilde pek güzel kaleme almış idi.
Aristoteles bunları geniş ve derin şekilde de�erlendirerek,
onlardan mantık ilmini çıkarmış ve kurmuştur. Aristoteles'in
eserlerini, sonraki zamanlarda gelenlerden Ammonius
Alexandria Aphrodisias, Themistius, Simplieius,
Olympiodoros, Iamblichus, Pausinias ve Orta Ça�' da Kindi,
Farabi, İbn Sına, İbn Bacce, İbn Rüşd, Albert le Grand, Saint
Thomas şerh eylemişlerdir.

91
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

o asırda bir de Kinizm öğretisi zuhur eylemiştir ki, bunun


kurucusu Antisthenes adlı filozoftur. Bu filozof, milattan 424 yıl
önce Atina'da doğmuş, [24) sofist Gorgias'tan ders almıştır. Ve
hitabet ilmi öğretmekte imiş. Sonra bir gün, Sokrates'in dersini
dinleyince, hemen okulunu kapayıp bütün zamanını felsefe öğ­
retimine hasreylemiş. Antisthenes, ahlakı pek şiddetli bir suret­
te öğretir imiş. Kendisini, pek ziyade gösteriş ve çalım ile
faziletfüruşluk eder diye itham ederler imiş. Sokrates onun için,
"Onun gururu mantosunun deliklerinden dışarı uğruyor," der
imiş. Felsefeye dair pek çok eser yazmış ise de, bize hepsi kal­
mamıştır. 72 yaşında ölmüştür.
Antisthenes'in öğrencilerinden meşhur Diogenes de, Ki­
nizm filozoflarındandır. · Diogenes, Hazret-i İsa'nın doğumun­
dan 415 yıl önce, Sinop'ta doğmuş ve 324'te Korint'de [25) vefat
etmiştir. Pederi ile beraber sahte para basmakla itham edilerek,
genç iken Atina'ya gelmiş ve Antisthenes' den felsefe dersleri
almıştır. Orada pek ziyade sefalet içinde yaşamış ve sonra
Pirate'lar (korsanlar) tarafından hapsedilip esir gibi Korint'te
satılmıştır. Filozof Xeniades onu satın alıp mallarının idaresini
ve evlatlarının terbiyesini ona ihale etmiş. Diogenes cesedinin
süprüntülüğe atılmasını vasiyet eylemiş ise de, dostları onu pek
tantanalı bir surette defnetmişler. Mezarının üzerine, Paros
mermerinden bir köpek resmi yapmışlar. Bu filozof Kinizm öğ­
retisinde ifrata varmış. Bir küp içinde yaşayıp, eşya olarak yal­
nız bir zembil ve bir baston bir de çanağı var imiş. Bir gün, ço­

cuğun birinin [26) avucu ile su içtiğini görünce, "Ben çocuk ka­
dar da mı olamıyorum" diyerek çanağı atmıştır. Bir gün, öğle
vakti elinde bir fener olduğu halde sokaklarda gezip, soranlara,
"İnsan arıyorum" demiştir. Platon'un insanı iki ayaklı ve tüy­
süz bir hayvan olmak üzere tarif eylediğini işittikte, hemen tüy­
leri yolunmuş bir horozu onun dershanesine atıp, "İşte Pla­
ton'un insanı" demiştir. Bu bilinçli olan fakirlik ve sefaleti için­
de, kendisinde pek ziyade övünç ve gurur var imiş. Büyük İs­
kender, Korint'e geldiğinde ' Diogenes'i görmeyi merak etmiş.
Ve onun yanına gidip, kendisine ne iyilik edebileceğini sormuş.
Diogenes, "Gölge etmemeklik" demiş. Diyojen için bu türlü da­
ha pek çok hikayeler (27) naklederler. Diogenes'in diye varsayı­
lan bazı mektuplar kalmıştır.

92
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Yunan filozoflarından meşhur Epikuros milattan 341 yıl


önce Atina civarında Borkdokarcato'da doğmuştur. Bir okul
hocasının oğlu idi. Genç yaşında iken, Demokritos'un eserlerini
okumuş ve ona inanır olmuştur. Sonra kendi zamanında dersle­
ri verilen öğretileri öğrendi. Ondan sonra önce Mytilene'de,
sonra Lampsaque'da kendisi ders açtı. 309'da, okulunu Ati­
na'ya nakleyledi. Ve Atina'da bir bahçe satın alarak, öğrencile­
rini oraya toplayıp birlikte yaşadı.
Fizik, yani tabiat ilmini, atomların tesadüfi toplanmaların­
dandır, diye öğretir imiş. (28) Ruhun ebediyetini inkar eder ve
kaderi kabul etmez imiş.
Yunan hakimlerinden Eukleides, Hazret-i İsa'dan üç yüz
yıl önce doğmuştur. Geometri metodunu toplayarak bir kitap
yapmıştır. Ondan önce Yunanlılar'ın böyle bütün geometri me­
todunu içeren bir kitapları yok idi. Her ne kadar şimdi, Avru­
pa' da geometrik kanıtlar metodu yenilenmiş ve ayrıntıları ge­
nişlemiş ve çoğalmış ve cebirin geometriye uygulanmasıyla es­
kilerin keşfedemediği nice şeyler bulunmuş ise de, asıl geometri
yine Eukleides metodu üzeredir.
Meşhur Yunanlı mühendis Archimedes, milattan 287 yıl
önce Sicilya'da doğmuş. Genç yaşında iken, Eukleides'in der­
sinde bulunmak üzere İskenderiye'ye gelmiş ve ondan (29) son�
ra keşifleriyle kendisini aleme tanıtmaya başlamıştır.
Archimedes, şan ve şöhreti ufukları doldurmuş olan matema­
tikçi bir hakimdir. Mısır'ın bataklıklarım kurutmuş ve Nil'e ci­
var olan arazinin setlerini inşa etmiş ve köylerden köylere geçi­
len köprüler kurmuştur.
Sicilya'ya dönüşünde sanat ve maharetini Marcellus tara­
fından kuşatılan vatanım müdafaaya hasreylemiş ve iki yıl bo­
yunca, 214 yılına kadar, müdafaa işine özen göstermiştir. Bu­
nun için pek acayip ve garip rivayetler vardır. Şöyle ki, düşman
gemilerini icat eylediği makineler ile havaya kaldırıp sonra ka­
yaların üzerine düşürmekle parçalamak ve yahut pertavsız ile
donanmayı yakmak gibi sözler nakledilmiştir. (30)
212 yılında Romalılar Sicilya'ya girdikleri zaman
Archimedes bir problem çözmek ile meşgul olduğundan kendi­
sini götürmek üzere gelen neferi fazla bekletmiş olmakla, nefer
beklemek istemeyip onu öldürmüştür. Marcellus onun öldü-

93
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

rüldügiİne canı sıkılmış ve ona bir türbe yaptınınştır. Keşifleri


pek çoktur. İlimden pek çok haz alırmış. Bir gün sıvıölçere dair
bir problemin çözümünde, banyodan çınl çıplak dışarı ugrayıp,
"Buldum" diye şehrin içinde dolaştı� rivayet edilir.
Milattan 300 yıl evvel Atina şehrinde StoIden yani
Revakiyyı1n adında bir sınıf hakim zuhur eylemiştir ki, bunla­
rın meslekleri meşşa'iyyı1n mesle�ine yakın imiş. Peisleri milat­
tan 240 (31J yıl önce Kıbrıs Adası'nda dogan Zenon adlı filozof­
tur. Ve "revak" anlamına gelen "Stoa" adlı yerde ders verdi­
ginden ögrendlerine StoIden yani Revakiyyı1n d enilir . Bu ögre­
tiye göre saadet, özgürlük, servet ve mal varlı� bütün iyi hal­
den ibaret olup, onun üzerinde hoş ve leziz ve makbul ve yarar­
lı ve degerli bir şey yoktur. İyi halden başka bir şey hayır kabul
edilemez. Ve fesat ve sapkınlıktan başka şer bilinmez. Ve temel
amaç, ahlak güzelleştirilmesi olup, mantık ve hikmetin ögre­
nilmesi gereklili� salt ahlak ilminin inceliklerini anlamak için
olmasıyla bütün hikemi fenler ahlak ilminin girişidir. Ve
nefsani hazlar ruhun hastalıkları ve ayıplarıdır denilir ve iyi ha­
le az muhalefet edenler haklarında büyük cezaların icrası ge­
rekli [32J görülür. Ve kadere itikat eyleyip, agrı ve sızı bunlarca
fenalıktan sayılmaz imiş. Bunlar, feıSefeyi üçe ayırmışlar ki
mantık, fizik, ahlaktır. Bunu bir bahçeye temsil ile, mantık du­
varı, fizik toprakları ve fidanları ve ahlak meyveleri diye ben­
zetme yaparlarmış. Bu ögretiden gerek Yunanlılar'da ve gerek
Romalılar'da pek büyük filozoflar zuhur etmiştir. Ancak Roma
Revakiyyı1nu bu ögretinin bir derece şiddetini de�ştirerek hal­
kın tabiatına uygunlaştırmışlardır.
Zenon'dan sonra StoIden filozoflarının en meşhurları Yu­
nan1ılar'dan Chrysippus, Cleanthes, Panaetius, Poseidonius,
Athenodor, Diodotus, Epiktetus, Arrianus. Roma'da da
Cananites, Seneca, [33J Thrasea, Musonius Rufus, Comutus,
Persaeus'tur.
Bu ögretinin kurucusu olan Zenon milattan 340 yıl önce
Kıbrıs Adası'nda dogmuştur. Servet sahibi bir tüccar ogıu 01-
dugundan, önce kendisi de ticarete başlamış ise de, bütünüyle
zarar ve ziyana ugramakla ticareti terk ile, Atina'ya gelmiş. A­
tina'da tesadüfi olarak girmiş oldugu bir kitapçı dükkanında
meşhur Yunan generallerinden ve Sokrates'in ögrencilerinden

94
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

olan Xenophon'un Sokrates'e dair yazmış oldugu hatıralarını


görüp okumuş ve ondan sonra felsefe için kendisinde bir aşk
do�arak kendini bütün bütün ona hasreylemiş. Evvelce kendisi
birçok derslerde bulunup, sonra [34] kırk yaşında iken yeni bir
ö�eti kurarak, Atina'da revak anlamına gelen Stoa adlı yerde
ders açtı, etrafında pek çok ö�enci toplandı. Dinleyenleri ara­
sında Antigongonata dahi bulunmuştur derler. 263'de pek fazla
yaşlı oldugu halde vefat eylemiştir.
Bu StoIcien filozoflarından milattan 133 yıl önce Suriye'de
dogmuş olan Poseidonius da, zamanında pek çok şöhret almış.
Bu filozof Atina'da Revakiyyı1n filozoflarından olan
Panaitius' dan ders alıp ö�renim gördükten sonra uzun bir se­
yahatle I02'de Rodos'a gelip yerleşmiş ve orada bir okul açmış­
tır. Ö�etim tarzı o kadar parlak gitmiştir ki, pek itibarlı yaban­
cılar dersini dinlemek için Rodos'a gelirler imiş. Meşhur [35]
Pompee ile Ciceron dahi bunlardan sayılırlar.
Pompee, Poseidonius'un dersini dinlemek için Rodos'a
geldi�inde, Posc;idonius damla hastalı�dan mustarip oldugu
halde, yine derslerine devam eyliyor idi. Pompee dersi dinle­
mekte iken a�ı ve sızı Poseidonius'u anlatışını kestirmeye
mecbur eylemekle kendi ö�retisine sadakatle, "Ey a�ı, sen beni
mustarip edebilirsin, hiçbir vakitte senin bir fenalık oldu�una
beni inandıramazsın" demiş oldugu meşhurdur. Poseidonius,
184'te Rodoslular tarafından elçilik ile Roma'ya gönderilmiş ve
Roma'da pek ziyade iyi kabul görmüştür. Bu filozof fizikte, ma­
tematikte (36) ve astronomide de pek ziyade şöhret kazanmıştır.
Ve pek çok eserler xazmıştır.
Sonraları Yunanistan'da ilimler ve fenler çökmeye yüz
tutmuş idi. Di�er hükümdarlar, Yunanistan'ın eserlerini topla­
yarak okullar kurulmasına çalışmışlar, özellikle Mısır'da hü­
kümet eden Batlamyus hanedam bu konuda ziyadesiyle çaba
harcayıp, Yunanistan'da bulunan hakimleri İskenderiye'ye ge­
tirterek haklarında ola�anüstü hürmet sergilemişlerdir. Pek çok
kitaplar toplayarak İskenderiye'de iki kütüphane yapmışlar,
hem akademi hem de üniversite olmak üzere büyük bina yapıp,
"Muse1,lm" adı vermişler idi ki, bilgi ve kültürün toplandı� yer
demek olup , az bulunan ve de�erli şeylerin toplandı� yer an­
lamına "müze" sözü ondan alınmıştır. İşte bu Museum oku-

95
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

lundan [37] pek çok filozoflar zuhur etmiştir. Bu suretle İsken­


deriye ilimIerin merkezi·olarak, o yüzyılda Beriyyetü'ş-Şam ve
di�er taraflara da hikemı ilimler oradan yayılmış idi. Ve aslında
hikemı ilimIer, Yunanistan'a Mısır ve Beriyyetü'ş-Şam tarafın­
dan gitmiş oldu� halde, yine o zaman o tarafa geri dönmüş
oldu.
Yunan tabiplerinin meşhurlarından olan Discorides Haz­
ret-i İsa' dan 64 yıl sonra, kadim Anazarba adlı şehirde do�muş­
tur. Basit ilaçlara dair yazmış oldu�u altı cilt kitabı, Yunan ve
Arap tabipleri indinde pek ra�bet görmüş ve muteber olmuş­
tur.
Calinus denilen meşhur Yunan tabibi, miladı 131 yılında
Bergama'da do�uş ve 200 yılına do� [38] vefat etmiştir. Gü­
zel ahlakı dolayısıyla pederi kendisine Yunanca tatlı demek 0-
lan Galenos ismini vermiştir. Evvelce Aristoteles'in felsefesini
ö�enmekle meşgul olup, sonra zamanını tıp ilmini ö�enmeye
hasreylemiş. Ve ö�renimini tamamlamak için seyahat etmiş.
Birçok yıllar İskenderiye'de bulunup anatomi dersleri almış,
sonra Bergama'ya gidip sanatını denemeye başlamış. Otuz dört
yaşında Roma'ya gitmiş ve orada şöhret almıştır. Ömrünün so­
nunda Bergama'ya geri dönmüş derler. Calinus
Hippocrates'ten sonra geçmiş tabiplerin birincisidir. Tıp fenni­
ne dair pek çok telifleri vardır.
Hazret-i İsa'dan sonra ikinci asrın nihayetinde Alexandria
Aphrodisias gelmiştir ki, do�m yeri Aphrodisias olup İsken­
deriye'de [39] dersler vermiştir. Meşşa'iyyiin filozoflarından idi.
Calinus adlı meşhur tabibe yetişmiş ve aralarında pek çok soh­
betler olmuştur. Aristoteles'in pek çok kitaplarını şerh eylemiş
ve kendi de ayrıca eserler bırakmıştır.
Ondan sonra miladı 317 tarihinde Themistius nam filozof
gelmiş, o da Aristoteles'in pek çok kitaplarını şerh eylemiştir.
İskenderiye'de Museum adlı üniversiteden başka bir de
felsefe okulu varmış. Buradan üçüncü asırda neo-platonicien
yani yeni-Platoncular adıyla birtakım filozoflar zuhur eylemiş­
tir. Bu felsefenin metodu, Platon'un felsefesi ile Şark'tan aldık­
ları İşrakı ö�etiyi birbirine katmak imiş. Bu meslekteki [40] filo­
zoflar mahiyetlere gerçek bir varlık vermek istemişler. "Birlik,
akıl ve alem ruhu" diyerek, üç usul kabul ederlermiş. Ve

96
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / S<ı dl'leş t i rme

Cenab-ı Hakkı tanımak iddiasında bulunup, Cenab-ı Hakk'a


ermenin ve vahdet-i vüctldu anlamanın ancak vecd haliyle ol­
duğunu söylerler imiş.
Neo-platonicien'lerin yani yeni-Platoncuların başlıcaları:
Ammonius Saccas, Plotinus, Porphyrios, Iamblichus, Proclus,
Julian l'Apostate'tır. Plotinus'tan sonra çoğu Hıristiyanlığın a­
leyhine yürümüşlerdir.
Ammonius Saccas adlı Neo-Platonizm filozofu üçüncü a­
sırda İskenderiye'de zuhur eylemiştir. Ammonius pek fakir bir
aileden doğmuş. Ve geçimini sağlamak için hammallık edermiş.
Büyük bir hevesle felsefe öğrenmeye çalışmış, sonra [41) Platon
ile Aristoteles'in öğretilerini birleştirmeye ve onlara Şark felse­
fesini de karıştırmaya kalkışmış. Ancak bunu başaramamıştır.
Ammonius önceden Hıristiyan olmuş iken sonra pu tperestliğe
geri dönmüş. Yazılı eser bırakmamış ise de, üç öğrenci bırakmış
ve bunların biri olan P lotinus onun mezhebini ilerletmiştir.
Ammonius'un öğrencisi olan Plotinus, 205 yılı yukarı Mı­
sır'da doğmuş ve yirmi sekiz yaşında Ammonius'a öğrenci o­
lup, on bir yıl İskenderiye'de onun dersine devam eylemiş. Kırk
yaşında iken, Roma'ya gelip bir felsefe okulu açmış ve Roma' da
etrafına pek çok öğrenci toplamış ve pek çok hürmet görmüş­
tür. İhtiyarlığında köye çekilmiş ve 270'de [42) orada ölmüştür.
Plotinus İmparator Galin' den yeni bir şehir binasıyla oranın
Platon'un faziletli şehir diye tahayyül ettiği usulde idaresine ve
şehrin isminin Platonvil olarak konulmasına yani Felatan'un
Yunancası olan Platon adıyla anılmasına müsaade almış ise de,
aleyhinde olanlar bunun kuvveden fiile çıkmu.�ını engellemiştir.
Plotinus, Platon'un öğretisini esas tu tarak, diğer filozofla­
rın mezheplerini de bununla birleştirmek için uğraşmaktayken,
İşraki hikmete düşmüştür. Plotinus, felsefeden maksat, insan
ruhu ile Allah'ın varlığının vasıtasız birleşmesi olduğunu ve
bunun da ancak keşf ve müşahade ile olabileceğini söyler imiş.
Cenab-ı Hakk, her şeyi kaderiyle tedbir eyler. Yaratılanlar [43)
hep Cenab-ı Hakk'dan sudur eder. Yaratılmak, bir düşmedir.
Madde, kötülüğün esası olup, bizim aşağılamamızdan başka bir
şeye layık değildir, der imiş. Plotinus bir cisimde bulunduğuna
utandığından hiçbir vakitte resmini aldırmaya razı olmamış. Bu
filozof, kendi öğretisi üzerine elli dört eser bırakmıştır. Bunları,

97
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

başlıca öğrencilerinden olan Porphyrios toplayıp, us Enneades


adıyla yayımlamıştır.
Porphyrios miladı 223 yılında Batanaea doğmuş. Atina'da
meşhur Longinus'tan belagat okumuş ve Roma'da Plotinus'tan
felsefe dersleri almış. Ve onun pek devamlı öğrencisi olmuştur.
Zamanındaki ilimIeri öğrenmiş ve kaleminin kudretiyle kendini
göstermiştir. Üstadı Plotinus'tan sonra Roma'da belagat [44] ve
felsefe dersleri vermiş. Ve orada 304 yılında ölmüştür. Üstadı
gibi birlik ekolünde olup tamamıyla İşrakiyyt1n ve Mutasavvıfa
yolunda bir felsefe öğretir imiş. Hıristiyanlar'ın aleyhinde meş­
hur bir eser yazmış ki, buna birçok papazlar tarafından reddiye
yazılmıştır. Porphyrios, İsaguci adıyla mantığa bir giriş yazıp,
Aristoteles'in mantığına ilave olunmuştur.
Porphyrios'un öğrencisi olan lamblichus üçüncü yüzyılın
nihayetinde gelmiştir. İskenderiye'de ders vermiş. lamblichus,
seleflerinin kabul eylediği üç usulden fazla, ikinci dereceden
birbirinden doğan birçok teslisler kabul edermiş. Pythagoras'ın
sayılar metodunu tekrar tazelemiş ve kendi öğretisini de buna
karıştırmış. Sistemi, seleflerinin sistemi olduğu gibi, buna bir de
[45] sihir ilave ederek keramet iddiasında bulunmuş. Hayli eser
yazmıştır.
Neo-Platonizm filozoflarının meşhurlarından biri de, Roma
imparatoru Julian I' Apostate'tır. Miladı 331 yılında doğmuştur.
Rahip edilmek üzere öğrenim ve terbiye verilmiş, 321 yılında
imparator olmuş ve kendisi Hıristiyanlık'ta özellikle ruhban a­
rasında terbiye olmuş iken, açıktan açığa Hıristiyanlığı terk et­
miş ve filozofların kılık ve kıyafetine girmiş. O zamanki filozof­
lar gibi uzun sakal bırakmış ve putperestliği ihya etmek niye­
tinde bulunduğunu alenen ilan eylemiş. O da sihir ile uğraşır­
mış. Hıristiyanlar'a pek ziyade hasım olup haklarında pek çok
zulüm etmiş. İmtiyazlarım fesheylemiş. Kiliselerini soymuş,
peygamberliği [46J yalanlamak maksadıyla Kudüs mabedini bi­
na ettirmeye kalkışmış ise de, zafere ulaşamamıştır. Pers ülke­
sine savaşarak yürümüş ve orada fetihlerden sonra Asuri'de
geri dönmeye mecbur olmuş. Bu geri çekilişinde aldığı yaradan
etkilenerek ölmüştür.
Proclus, 312 yılında Konstantiniyye'de doğmuş. Öğrenim
için İskenderiye'ye ve sonra Atina'ya gitmiş. Atina' da Syrianus

98
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

adlı Neo-Platonizm filozofundan öğrenimini tamamlamış ve


Syrianus'un vefatında Atina okulunun idaresi kendisine kal­
mıştır. Selefi olan Syrianus İskenderiye'de doğmuş olduğu hal­
de Atina mektebini idare eyleyen Plutharkos adlı filozoftan
ders almış ve ondan sonra idaresi kendisine kalmış idi. Üstadı
Plutharkos Platon I47] ekolünde olduğu halde, Syrianus Neo­
Platonizm yani yeni-Platonculuk ekolüne gitmiş. Aristoteles'in
Metafizik'ini şerh etmiştir. İşte Proclus da, bu Syrianus'un hale­
fidir. Neo-Platonizm öğretisi İskenderiye'de zuhur eylediği
halde, Atina felsefe okuluna da gitmiş.
Atina'da Proclus'un okuluna pek çok dinleyici toplanmış.
Bu filozof matematikte dahi mahir imiş. Neo-Platonizm öğreti­
sini anlatır imiş. Plotin, Iamblichus, Syrianus gibi Platon mez­
hebini esas olmak üzere koyup, buna bir de Pythagoras ve
Orphe'nin öğretilerini karıştırmış ki, bu Orphe mezhebinin ne
olduğu incelenmeye kalkışılınca mitolojinin masallarına giril­
miş oluyor. Zira Orphe, mitolojide Jüpiter'den doğmuş I4S] ol­
mak üzere gösteriliyor. Öyle tarihin erişemediği karanlığa dal­
mak ve mitoloji şahıslarından olmak üzere gösterilen Orphe'nin
vehim ürünü öğretisine itibar etmek, değil bir filozofun! en bu­
dala bir adamın bile yapacağı şey olmadığı aşikar olmakla,
Proclus'un sapıklık ta seleflerini geçmiş olduğu anlaşılıyor.
Proclus sembolik terimler ve tefsirIer ile putperestliğin ihyasına
çalışmış. Sihirbazlıkta mahareti varmış. Selefleri gibi o da, İşraki
hikmete dalmış. Riyazeti akıl yürütmeden üstün tutmuştur.
Filozofların buralara düşmesi, Atina ve İskenderiye'de fel­
sefeyi tükenişe düşürmüş ve ondan sonra Avrupa'da hakimler­
den nam bırakacak zatların arkası kesilmiş idi. Sonra [49] Cenab­
ı Hakk, İslam milletini ortaya çıkararak alemi nurIara gark ey­
lemekle ilimler ve fenler İslami diyarında ışık saçar oldu.

***

Marısur'un, hikmete merak edip Rum Kayseri'nden hikemi


kitaplar istemesiyle, Kayser de Euclides'in kitabı ile tabii ilimIe­
re ait bazı kitapları gönderdi. İslam ehli onları okuyup, içerdik­
leri bilgiler incelendiğinde, geri kalaruna da erişmeye hırs ve
heves eylediler. Sonra Me'mun gelip, kendisi de ilim ehli olması

99
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

nedeniyle ilme ziyade rağbet ve itibarı olduğundan, bu hikemi


ilimIerde pek ziyade hırslı olarak, Yunan ilimIerinden anlam çı­
karılması ve Arapça'ya tercüme edilerek çoğaltılması amacıyla
Rum meliklerine elçiler gönderilmesi hususunu arttırarak ve
bunun için pek çok mütercimler göndererek, [50) söz konusu i­
limleri bütünüyle getirtti. Ve İslam ehli de, üzerine düşünüp,
söz konusu ilimIerde yetenek ve maharet kazandılar. Ve bu ko­
nuda dikkatlerini nihai dereceye eriştirdiler. Ve "İlk Muallim"
denilen Aristoteles'in fikirleri ve görüşlerinden pek çoğuna
muhalefet ettiler. Hikemi ilimIerde mükemmel şöhret onda ka­
rar kılmış ve Yunan hikmetinin meydanı onda kalmış olduğun­
dan, red ve kabul konusunda onu hedef kabul ettiler. İslam ha­
kimlerinin meşhurları dört kişi olup, Doğu' da gelenler Ebu
Nasr Farabi, Ebu Ali Sina ve Endülüs'te gelenler de İbn Bacce
diye bilinen vezir Ebu Bekr bin Sa'ig, Kadı Ebu'l-Velid bin
Rüşd'dür. Aristoteles'e "İlk Muallim" denilmiş olduğund an,
Farabi'ye [51) "İkinci Muallim" ve İbn Sina 'ya da "Üçüncü Mu­
allim" unvanı verilmiştir.
İslam milletinde hikmetin zuhuru, ikinci yüzyıl dolayla­
rında ve şöhret ve revacı Me'mun vaktinde olup, ondan sonra
da ilerlemesiyle, üçüncü yüzyıl dolaylarında Bağdat ve çevresi
hikemi ilimler ile dolarak, pek çok meşhur hakimler ortaya
çıkmış idi. İlk yüzyılın hakimlerinden biri, Ya'kub bin İshak bin
Saba Ebu Yusuf el-Kindi'dir. Aslında Kinda melikleri soyundan
olduğu halde, Basra ve Bağdat'ta ilimIeri öğrenerek, çağında
Yunan, Fars ve Hint hikmetlerinde derinleşmiş ve maharetiyle
meşhur olup tanınmış ve iki yüz bu kadar kitap ve risale ter­
cüme ve telif eylemiştir.
Kindi'nin öğrencilerinden Ahmed bin [52) Muhammed bin
Mervan bin e t-Tayyib es-Serahsi de meşhur İslam hakimlerin­
dendir. Yine Kindi'nin öğrencilerinden Kusta bin Luka, tıp ve
matematik ilimIerinde mahir bir filozoftur. Aslında Ba'lbek Hı­
ristiyanları'ndan olup, Rum beldelerine giderek pek çok Yu­
nanca kitaba vakıf olmuş. Sonra Şam ve ondan Bağdat'a gelmiş.
Pek çok Yunan kitaplarını Arapça'ya tercüme etmiştir. Vefatın­
da, saygı ifadesi olarak kabrinin üzerine kubbe yapmışlardır.
İkinci yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar üç yüz yıl zarfında,
İslam milletinden pek çok hakimler gelmiştir. Biz yalnız içle-

100
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

rinde en meşhur olanların isimlerini yazıyoruz. Bunların içinde


Farabi ile İbn Sina ayrıcalık kazanmışlardır. [53]
Irak'ta hikmetin duyulması Ve yayılmasının arkasından,
Batı tarafında da yayılarak, o yanda da birçok asırlar içinde n ice
meşhur İslam hakimleri zuhu r etmiş. Ve içlerinde İbn Sa'i g ile
İbn Rüşd öne çıkmışlardır.
Beni Musa denilen Muhammed , Ahmed, Hasan a dlarında
üç kardeşler gelmişlerdir ki, geome tri ve aslronomi fenlerinde
ve geometrik mekanik ilminde ve musikide akranlarına üs tün­
lük sağlamış idiler. Ve geometrik mekaniğe dair pek güzel es er ­
leri vardır ki, Beni Musa mekaniği diye insanlar arasında ta ­
nmmaktadır. Bu üç kardeşler, hikemi ilimIeri öğrenmek için
Rum beldelerine gitmişler. Ve bu yolda çok çalışmışlar ve gay­
ret eylemişlerdir. En büyükleri Ebu Cafer Muhammed olup, ve­
fat tarihi hicri 259 yılıdır. [54] Muhammed, geometri ve astroloji
ve sayıda diğerlerinin üstünde idi.
Ahmed bu ilimIerde onun altında ise d e, geome trik meka ­
nikte ondan üstün idi. Zira b u fende eskilerin keşfe d emed iği
nice güçlü kleri çözmüştür. Üçüncü biraderleri Hasan da, geo­
metride öne çıkmıştır. Kendisinde geometri ilmi doğuştan ve
Allah vergisi idi. Zira geometri kitaplarından yalnız Euelides' in
altı makalesini okumuşken, bu ilimdeki tabii yeteneği dolayı­
sıyla, diğerlerinin varamadığı yerle re ve derecelere varmış . Ve
sırf kavrayış gücüyle birçok şeyler keşf etmiştir.
İbn Cü!cül de, meşhur tabiplerdendir, Me'mun yıldızların
rasatma eğilim ve rağbet eylemekle, astronomi erbabından yıl­
dız atlası sahibi meşhur Abbas [55] bin Said el-Cevheri ve Sene d
bin Ali ve Halid bin Abdülmelik Ez-Zevdi ve Yahya b in Ebi
Mansur adlı zatlar birer rasathane ya pmışlardır.
Huneyn bin İshak adlı Hıristiyan tabip de, hem tıpta hem
de hikemi ilimIerde şöhret kazanmıştır. Yunan d ilini mükem ­
mel bildiği gibi, Arap dilinde yazar ve şair idi. Arap dilini mü ­
kemmel şekilde öğrenmek için Bas ra'ya gid ip, aruzu icat eden
ve Arap dili üzere ilk kez lugat kitabı yazan İmam Halil bin
Ahmed' den nice yıllar ders almıştır . Ve Rum beldelerine gidip
Yunanca'yı tamamlamıştır. Mütevekkil Alellah vaktinde,
hikemi ilimIeri Yunan dilinden Süryanice'ye ve A rapça'ya ter­
cüme etmekle görevlendirilmiş ve emrine verilen Stephan bin

101
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

Basil, [56) Musa bin Halid, Yahya bin Adi gibi telif ve tercümeye
muktedir birçok kimselerin tercüme ettikleri müsveddeleri adı
geçen hemen tashih edip düzelterek nice nefis kitaplar vücuda
getirmiştir. Hicri 260 yılında ölmüştür.
İshak bin Huneyn, babası gibi Yunanca kitapları Arapça'ya
tercüme eylerdi. Tercüme ettiği kitaplar içinde, tıp kitapların­
dan ziyade, Aristoteles ve diğer hakimlerin felsefeye dair olan
kitaplarının tercümesi daha çoktur. Tıp ilminde de, babası gibi
yazdığı faydalı kitaplar vardır. Vefat tarihi, 298 ve bir rivayete
göre 299 yılıdır.
Sabit bin Kurra bin Mervan bin Karaya bin İbrahim İbn
Marinus bin Selamanus ebu'I-Hasan el-Harrani es-Sabi de ça­
ğında meşhur filozoflardan idi. [57) Mu'tazad kendisine pek te­
veccüh edip daima yanında bulundurur ve onunla uzun uzadı­
ya sohbet eder ve konuşur imiş. Hicri 288 yılında vefat etmiştir.
Onun oğlu Sinan da meşhur hakimlerden olmuş. Muktedir za­
manında baştabip atanmıştır.
Daha sonra Battam diye tanınan meşhur yıldız atlası sahibi
Muhammed bin Cabir bin Sinan ebu Abdullah el-Harrani gel­
miş. Hicri 260 yılından 306'ya kadar rasatla meşgul olmuştur.
Muhammed bin Zekeriyya Ebu Bekr er-Razi en büyük İs­
lam tabiplerinden ve bilginlerinden bir zat olup, geometride ve
diğer felsefe ilimlerinde de meşhurlardan biridir. Çeşitli hikemi
ilimIere dair yazdığı kitaplar ve risaleler yüzden fazla olup, ço­
ğunlukla tıp ilmine dairdir. İlkin ud çalmak ile uğraşıyorken,
[58) sazı terk ile hikemi ilimIerde ustalaşıp yetkinleşerek, pek
çok eserler yazmıştır. Ve sonra Bağdat hastahanelerini düzen­
lemiş ve idare etmiştir. Bir an boş durmayıp, ya müsvedde
yazmakla veya temize çekmekle meşgul olurdu. Vefatı 320 tari­
hidir.
Ebu Nasr Muhammed bin Turhan Farabi adlı filozofun ve­
fat tarihi, hicri 339 yılıdır. Kendisi Türk idi. Farab beldesinde
doğmuştur. Farabi memleketinden sefer ederek Bağdat'a geldi­
ğinde, Türkçe'yi ve çeşitli dilleri bilir idi. Bağdat'a gelince Arap
diline başlayarak, onu öğrenip saglamlaştırdı. Daha sonra
hikemi ilimler ile meşgul oldu. Mantıkta meşhur olan Ebu Bişr
Matta İbn Yunus'un derslerine devam eyledi. Daha sonra Har­
ran şehrine gitti ve orada Muktedir zamanında vefat eden

102
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

Yuhanna bin Haylan'ın öğrencisi oldu. (59) Sonra Bağdat'a geri


döndü ve felsefe ilimIeri tamamlayıp sağlamlaştırdı. Ve Aristo­
teles'in kitaplarını halletti. Ve musiki ilimIerini güzelce öğrendi.
Ve kitaplarının çoğunu Bağdat'ta yazdı. Sonra Dımeşk'e ve on­
dan sonra Mısır'a gitti. Sonra yine Dımeşk'e geri döndü. Ve Me­
lik Seyfü'd-devle bin Hamedani günlerinde Dımeşk'te ikamet
eyledi. Ve Seyfü'd-devle'nin ihsanına mazhar oldu. Türkler'in
kılık ve kıyafetinde idi. Türk kıyafetinden hiçbir şey değiştir­
medi. Bir gün Seyfü'd-devle meclisinde, Dımeşk'in fazılları ha­
zır oldukları halde cereyan eden sohbette, daima Farabi'nin sö­
zü yüce olup diğerlerinin sözleri aşağı kaldı. Hatta hepsi sustu­
lar ve sonra onun söylediği sözleri yazmaya başladılar. Farabi
yalnızlığı sever, insanlar ile meclislerde bir araya gelmekten
hoşlanrnaz (60) idi. Ve Dımeşk'te olduğu süre boyunca, daima
suların toplandığı ve bahçelerle örülü yerlerde bulunurdu. İn­
sanların kanaatkarı idi. Seyfü'd-devle ona gündelik dört dirhem
tahsis etmekle, onunla yetindi. Ve vefatına kadar Şam' da kaldı.
Vefatında yaşı seksene varmış idi. Babü's-Sağir'in dışına def­
nolunmuştur.
Hasan İbn Ahmed bin Yakub Ebu Ahmed el Hamedaru de
astronomi fenninde şöhret almış ve bir yıldız atlası hazırlamış
ve birçok eserler vücuda getirmiştir. Meşhur yıldız atlası sahibi
İbnü'l-A'lem ve Abdurrahman bin Ömer bin Muhammed bin
Sehlü's-Sufi ve Cafer bin el-Müktefi Billah Ebu'l-Fazl ve Vican
bin Rüstem Ebu Sehlü'I-Kuh1 ve İbrahim bin Hilal bin Zehrun
Ebu İshak es-Sufi ve usturlap sahibi Ahmed bin Muhammed
bin Ebu Hamid es-Sagani adlı kimseler, (61) asırlarında astre­
nomi erbabının meşhurlarından idiler.
Melik Şerefü'd-devle bin İzzü'd-devle sarayında bir rasat­
hane yaptırmış idi. Kadı Ebubekir bin Sabr ve Kadı Ebu'l-Hasan
el-Havzi ve Ebu İshak İbrahim bin Hilal ve Ebu Sefdü'l-Fazl bin
Bulsu'n-Nasraru eş-Şirazi ve rasat sahibi Ebu's-Sehl Vican bin
Rüstem ve matematikçilerden meşhur Ebu'l-Vefa Muhammed
bin Muhammed el-Hasib ve Ebu Hamid Ahmed bin Muham­
med es-Sagaru el-Usturlabi ve Ebu'l-Hasan Muhammed es­
Samir! ve Ebu'l-Hasan el-Mağribi adlı alametleri faziletten iba­
ret olan zatlar o rasathanede rasatla meşgul olmuşlardır.

103
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Astronomi fenninde ziyade şöhret kazananlardan biri de


Müsta'in zamanında gelen Cafer bin Muhammed bin Ömer bin
Ebu Ma'şer el-Belhi'dir. Vefat tarihi 272 yılıdır.
İbn Sina Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah [62] hicri 370 yı­
lında Buhara yanında Afşana'da doğmuştur. 428'de
Hemedan'da vefat eylemiştir. Babası aslında Belhli olup, sonra
Afşana'da ikamet eylemiş idi. Evinde daima öğretisini payla­
şanlarla filozofane ve dindarane sohbetlerde bulunur idi. Ger.ç
İbn Sina ilkokulda iyi idi. on yaşında iken Kur'an· ı Kerim'i ha­
tim ve pek güzel tilavet eylediği gibi, ilimIerde de iyice hisse
meydana getirmiş idi. Dini ilimIeri öğrendikten sonra, İsa ibn
Yahya adlı Hıristiyan tabipten tıp öğrendi. Ve rivayet olundu­
ğuna göre, on altı veya on yedi yaşındayken meşhur bir tabip
olmuştur. Buhara emiri Nuh bin Mansur pek tehlikeli surette
hasta olup İbn Sina'yı çağırarak, onun tedavisiyle şifa bulmuş­
tur. [63] İbn Sina'nın bu emirin yanında değer ve itibar kazan­
ması, kendisini birçok kitapların yanında bulunmak şerefine
ulaştırmıştır. Yani emirin kütüphanesinden okuma açısından
pek çok istifade eylemiş ve o zaman felsefeye dair iki eser yaz­
mıştır. Samanoğulları Hanedanı'nın düşmesi, kendisini bu ha­
zinelerden ayırmıştır. Yirmi iki yaşında Buhara'ya veda ile
Harizm'in payıtahtı olan Cürcaniye'ye gitmiş ise de, çok zaman
durmamıştır. Cürcan'a gidip orada en meşhur öğrencilerinden
olan Ebü Ubeyd el-Cürcanı ile ilişki kurmuş ve Muhammed
Şirazi ile tanışmış ki, o muktedir kimsenin kendisine vermiş ol­
duğu evde İbn Sina genel dersler açmış ve orada tıp ilminden
meşhur Kanun'u yazmaya başlamıştır. [64] Cürcan'dan Rey'e
çağrılmış ve otuz dört yaşında iken Mecdü'd-devle'nin hizme­
tine girmiştir. Sonra, Mecdü'd-devle'nin biraderi Şemsü'd­
dev le 'nin mide iltihabından pek mustarip olmasıyla, onun te­
davisi için Hemedan'a çağrıldı. İbn Sina onu iyi etmekle,
Şemsü'd-devle mükafat olarak vezir eyledi. Devlet görevleri ve
işleri, veziri ilmi araştırmalarından geri koymadı. Hemedan' da
ikameti süresince Kdnün'un birinci kısmını tamamladı. Ve eş­
Şifa adlı esere başlayıp, tıp ve felsefe dersleri vermeye de de­
vam eyledi. Şemsü'd-devle'nin vefatıyla yerine oğlu Tacü'd­
devle geçtiğinde, yeni hükümdar onu vezirlik makamında tut­
mak istediyse de, İbn Sina durmayıp Şifa [65] adlı eserinin yazı-

1 04
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

mına rahat devam için dostlarından birinin evine çekildi. Bu in­


ziva da, onu koruma hususunda fayda edemedi. O zaman
T�kü'd-devle'nin hasımlarından olup Isfahan valisi olan
AHlü'd-devle İbn-i Kakeviye ile ilişkileri bulunuyor diye şüphe
olunmakla bir kaleye hapsedildi. Ve eğer Alaü'd-devle gelip
Hemedan'ı ele geçirmiş olmasa çok zaman mahpus kalacak idi.
Filozof salıverildi. Ancak yine Tacü'd-devle'ye iade olunan
Hemedan'da oturmaya güvenerneyip, rahip kıyafetine girerek
sadık bir öğrencisi ve bir kaç köle ile Isfahan'a firar eyledi. Ora­
da ziyade güzel kabule mazhar oldu. Pek ziyade hürmet gördü.
Şeyh Abdullahü's-Seydl'nin evine yerleştirildi. Yeni hamisi o­
lan Alaü'd-devle'ye hep [66] seferlerinde refakat etti. Alaü'd­
devle'nin askerleri her zaman başarı kazanamadı. Isfahan, Mu­
hammed Gaznevi'nin oğlu ve halefi Sultan Mes'ud tarafından
ele geçirilmekle Alaü'd-devle Hemedan'a firar eyledi. Ve bu fi­
rarda İbn Sina son defa olmak üzere ona refakat eyledi. O za­
man bu filozof hasta idi. O vakit Alaü'd-devle Kakeviyye'nin
hazineleri ele geçirildiği sırada, İbn Sina 'nın da kitaplarına el
konularak Gazne kütüphanesine gönderilmiştir. İbn Sina gibi
bir filozofa göre, ömrünün ürünü olan kitaplarına el konulması
en büyük bir felaket idi. İçinde henüz yayınlanmamış eserleri
de var idi. Bu filozofun aşırı meşguliyetleri ve uğradığı d iğer
şeylerin yorgunluğu üzerine şu kitaplarına [67] el konulması
meselesi kendinde baş gösteren mide iltihabı hastalığını şiddet­
lendirdi. Vefatının yaklaştığını gördüğünde, büyük bir nedamet
eseri gösterdi. Pek çok sadaka dağıttı, ibadet ve dindarlığa ko­
yuldu. Elli sekiz yaşlarında kadar olduğu halde, Ramazan a­
yında vefat eyledi. Yetmiş kadar kitap ve risale bırakmış. Bir ri­
vayette yüz parça deniliyor. Fransızlar diyorlar ki: "İbn Sina
Araplar'ın hem Hippocrates'i hem de Aristoteles'idir. Onun
Kanun adlı eseri, yüzlerce yıl Asya' dan ziyade Avrupa' da öğre­
timin temeli olmuştur."
Ebu Bekir bin el-Sa'ig ki, İbn Bacce diye tanınır. Meşhur fi­
lozoflardan olup hem hakim, hem de edib imiş. Kurtuba'da
doğmuştur. Sultan Ebu Bekr İbn Yahya bin Tafşin bu hakimi
kendisine vezir etmiştir. Tabiplerin, tabiplik sanatında [68] ken­
dilerine ortaklığı çekemeyip zehirlerneleriyle hicrl 533 yılında
zehirlenerek vefat eylemiştir.

105
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

İbn Rüşd, hicrl 520 yılında Kurtuba'da doğmuştur. Babası


ve ataları gibi Kurtuba'da kadılık yapmışhr. En meşhur alim­
lerden dersler almış, o zamanın meşhur alimlerinden İbn Tufeyl
ve meşhur tabiplerinden Avenzar (İbn Zühr) onun hocaların­
dan imiş. İbn Tufeyl baştabip emiri olduğundan İbn Rüşd'ü de
ikbale erdirmiş. Ve İbn Rüşd TufeyI'den sonra baştabip emiri
olmuştur. Ancak sonra çekemeyenleri onu emire fena bildirmiş­
ler. İbn Rüşd o halde çok kalmaksızın, emir onu yanına çağır­
mış ise de, İbn Rüşd bu sonraki lütuf ve ikbalden çok [69] istifa­
de edemeyip 595 yılında Merakeş'te vefat eylemiştir. Değişik i­
limlere dair yetmiş bu kadar eser yazmıştır. Aristoteles'in bütün
eserlerini şerh eylemiştir. Avrupalılar kendisine şarih ismini de
verirler. Aristoteles'in şarihlerinden biri olan Alexandria
Aphrodisias'a İbn Rüşd'ün bazı yerlerde muhalefet etmesiyle,
Aristoteles mektebi ikiye ayrılmış. Birine Alexandrist, diğerine
Averroist, yani İbn Rüşd taraftarı denilmiştir. Avrupa'ya
hikemi ilimler İbn Rüşd'ün eserleriyle girmiş olduğundan, İbn
Rüşd'ün Avrupa'da şöhreti pek büyüktür. Aristoteles mesleğini
Avrupa'ya İbn Rüşd'ün eserleri tanıtmış olmakla, çok zaman
Avrupalılar onun mucidi İbn Rüşd'dür sanmışlardır.
Averroizm, yani İbn Rüşd ekolü diye Avrupa'ya İspanya' dan
giden bu ekol Avrupa'nın [70] her tarafında çok hızlı bir şekilde
iyi kabul görmüş ve Averroistler pek çoğalmışlardır. Papa Hı­
ristiyanlığı imha etmekte olan bu ekol taraftarlarıyla uğraşıp
kollaşmaya mecburiyet görmekle İbn Rüşd'ün Avrupa'ya gir­
miş olan kitaplarını yaktırmıştır. Ancak bu ekolü ortadan kal­
dırmaya muktedir olamadığından Averroizm mesleği devam
eylemiştir. Vefat eden Renan bu mesleğe dair bir eser yazmıştır.
Bunda İbn Rüşd'ün ekolünü şimdiki ekollerden natüralizm e­
kolüne uygun bulmuştur.
New York Üniversitesi profesörlerinden Draper, İbn Rüşd
ile ekolünün bir tarihçesini yazmıştır. Averroizm İtalya'ya, Al­
manya'ya, İngiltere'ye yayılmış ve Fransa tarafında pek ziyade
iyi kabul görmüş. Draper, İbn Rüşd'ün ruh hakkındaki öğretisi
için diyor ki, Avrupa'da [71] bu öğretinin mucidi İbn Rüşd ola­
rak tanınmış ise de, Araplar İbn Rüşd'den pek çok önce Aristo­
teles'in eserlerini dillerine tercüme eylemiş olduklarından,
bunda yanılmazlar. İbn Rüşd, Aristoteles öğretisini almış ve

106
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

onun üzerine pek çok eserler yazıp o mesleği parlatmıştır. Hı­


ristiyanlar her ne kadar bu Averroizm mesleği ile uğraşmışlar
ve onu imha etmeye çalışmışlar ise de, bu meslek hala bu gün
insanoğlunun büyük bir sınıfı tarafından hakikat olmak üzere
kabul olunuyor. O zamana kadar gelen Arap hakimlerinden
fikrini en ziyade serbest yazan İbn Rüşd olmuştur. İma ve tevil
ile fikirlerini yazan hakimlere itiraz ederek, "Felsefeye öyle şey
yakışmaz. Sözü doğru söylemeli," der imiş. A verroizm, yani
İbn Rüşd ekolü Avrupa felsefe tarihinde hayli sayfalar işgal e­
der. Kendisini dinsizlik [72] ile itham edenlerin sözlerini red ile,
"Filozoflara mahsus olan din, varlıkları öğrenmektir. çünkü
Cenab-ı Hakk'a edebileceğimiz en büyük ibadet, onun eserleri­
ni tanımaktır ki, bu bize kendisini tamtıyor. Allah katında en
güzel fiil budur. En alçak fiil de, yanlışlıklar ve boş zanlar iftira­
sı ve isnadıdır. İbadetin en güzeli olan bu ibadetle Cenab-ı
Hakk'a ibadet eyleyenler ve bu din ile tapanlar, en iyi din ile
mütedeyyin olanlardır" demiş.
İbn Rüşd'ün biyografisi için kaynağımız olan yeni Grand
Ansiklopedi [La Grande Encyclopedie] İbn Rüşd'ün biyografisini
yazdıktan sonra, felsefenin İslamıar'daki cereyan şeklini müte­
kellimin bahsinde görülüyor diyerek mütekelliminden söze
başlıyor.
Söz sırası mütekellimine gelmiş olmakla beraber [73] bir de
mütekellimin denildi mi, bunların hepsi hakkında iyi düşünen­
ler de olabileceği ihtimali üzerine, bunların ne olduğunu anlat­
mak için kısaca söz etmek de lazım gelir. Malumdur ki, bu türlü
şeyleri bizler ya Arapça'dan yahut Batı dillerinden öğreniyoruz.
Aslında Batılılar'ın hakikate hizmet edenleri ve salt ilimIeri
yaymak için çalışanları tarafından böyle şeylere dair- yazılan e­
serler doğru olarak yazılıyar ise de, bazen hakikate uzak olarak
yazılan eserlere de tesadüf olunduğu malumdur. Bu yüzden,
öyle yanlış yazılmışlarını görüp de doğrularını görmeyenıerin
yanılmaması için, bu konudaki ayrıntılı bilgiyi lazım görürüz.
Özellikle bir İslam feylesofu işitmekle hemen saygıdeğer oldu­
ğu kamsına kapılıvermek ve isminin İslam ismi olmasından [74]
onun kutsal ve mübarek bir şey bulunduğunu sanmanın ne bü­
yük günah olacağı izaha ihtiyaç göstermez. Kıble ehli yetmiş üç
fırkaya ayrılmıştır. Bunların yetmiş ikisi İslamlarca sapık fırka-

107
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

lardan olarak, yalnız biri, yani "kurtulmuş" fırkalar Resul-i Ek­


rem ile ashabının bulunduğu hal üzere olan Ehl-i Sünnet ve'l­
Cemaat olup, onların mezhebi o sapık fırkaların bid'atlerinden
uzaktır. İşte mütekellimın denilince, onların hepsini İslam alim­
lerinin mukaddes ve mübarek insanları zanneylememek için bu
konuyu iyice incelemek lazım gelir.

Mütekellimın

Mütekellimln, meseleleri A yet-i Kerimeler' e ve peygambe­


rimizin hadislerine uygulama yolunda tartışırlardı. Bunlar da
çeşitli fırkalara bölünüp ayrıldıklarından, [751 onların hallerinin
özeti de aşağıda olduğu üzere ayrıca beyan olunur.
Kur'an-ı Kerim Arap dili üzere nazil olduğundan, Araplar
onun anlamını anlar ve ondan şer'i hükümleri öğrenirler idi. Ve
bazı hususlarda şüphe etseler, bizzat peygamberden sorarak
şüpheyi hallederlerdi. Saadet döneminde İslam ehli bir tek aki­
de ve bir tek yol üzere idiler.
Resul-i Ekrem Sallallahu aleyhi ve sellem Hazretleri'nin ve­
fatıyla ilah! vahiy kesilerek, şüphenin halli içtihada kalmış idi.
Ashab-ı Kiram re'y ve içtihadlarıyla amel etmeye mecbur ol­
dukları için, tabii olarak aralarında bazı ihtilaflar ortaya çıkmış­
tır. Ancak Ashab-ı Kiram arasında meydana gelen ihtilaf, hep
ikinci dereceden şer'i hükümlere dair olup, akidelere [76] dair
tartışılmaz dı. Hatta Hazret-i Ömer Radiyallahu anh, müteşabih
Ayetler'den soranlara kırbaç ile vururdu. Fakat bir gün bir a­
dam gelip, "Kur'an yaratılmış mıdır, değil midir?" diye sorun­
ca, Hazret-i Ömer onun bu sözünden hayrete düşerek elinden
tutup Aliyye'l-Murtaza Radiyallahu anh Hazretleri'nin yanma
götürdü ve "Ya Ebu'l-Hasan, dinle, bu herif ne diyor" dedi.
Hazret-i Ali, "Ne diyor, ya Müminlerin Emiri?" deyince o a­
dam, "Ben Müminlerin Emıri'nden Kur'an yaratılmış mıdır,
değil midir? diye sordum" deyince, Hazret-i Ali başını eğdi,
sonra kaldırıp Hazret-i Ömer' e hitaben, bu herifin sözü için
"Ahir zamandaki büyük vukuat olsa gerektir. Ben senin yerin­
de olsam, Lu herifin boynunu vurdururum" dedi.
Hazret-i Ali'nin ferasetine bakmalı ki, Kur'an'ın yaratılma­
sı [771 sözünün fitne kapısını çalacağmı ve fitne mevsimi olan

l OS
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

ahir zamanda bunun yayılacağını keşf edivermiştir. Ve gerçek­


ten de onun dediği gibi olmuştur. Şöyle ki, Abbasi Devleti gün­
lerinde Mu'tezile fırkası Kur'an yaratılmıştır deyip, buna muha­
lif olan müçtehidler haklarında pek çok eza ve cefa edilmiştir.
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri
"Hayru'l-kuruni karni sümme'l-lezine yelunehum sümme'l­
lezine yelÜnehum," yani "Asırların hayırlısı benim asrım ve
sonra onu takip eden asır ve sonra onu takip eden asır," bu­
yurmuştur. Ve ikinci yüzyıl alan sahabe günlerinde Şia ve
Havaric fırkaları yüz göstermiş ve üçüncü yüzyılda nice yanlış
itikatlar ve "İttebi'u ve la tetebedde'u ve innema heleke men
kane kablekum limebteda'u fi dinihim ve teraku sünene
enbiyaihim ve kalü biaraihim fedallu ve edallu," yani "Şeriate
tabi [78] olunuz ve bid'atte bulunmayınız, çünkü sizden önce
gelenler dinlerinde bid'at gösterdiklerinden ve peygamberleri­
nin sünnetlerini terk edip kendi re'yleriyle hareket eyledikle­
rinden yollarını şaşırdılar ve başkalarını da şaşırttılar" Hadis-i
Şerifi'nin yüce anlamına muhalefet olarak nice bid'atler zuhur
ile, nihayet "Ümmetim fırkalara ayrılacaktır. . . . . . " Hadis-i Şeri­
fine uygun şekilde Muhammed ümmeti yetmiş üç fırkaya ay­
rılmıştır.
Şöyle ki, sahabenin son günlerine kadar ihtilaflar yavaş ya­
vaş artar oldu. Ta ki Ma'bed Cüheni ve Geylan Dımeşki ve Yu­
nus Esrari zuhur ile kaderde, yani her şeyi ilahi takdire isnatta
muhalefet eylemekle "Kaderiyye," yani "kaderi olumsuzlayıp
inkar edenler" mezhebi zuhur etmiş ve ihtilaflar gittikçe dallara
ayrılarak, kıble ehli yetmiş üç fırkaya ayrılmıştır. [79] Büyük
İslami fırkalar sekizdir. Mu'tezile, Şia, Havaric, Mürcie,
Neccariyye, Cebriyye, Müşebbihe, Naciyye'dir.
Mu'tezile ki, onlara Kaderiyye Je denilir, Hasan Basri
Rahmetullahi aleyh Hazretleri'nin öğrencilerinden Vasıl bin
Ata'nın ashabıdır. Mu'tezile denmeye neden budur ki, Hasan
Basri meclisine bir adam gelip, "Ya İmamu'd-din zamanımızda
bir cemaat, yani Havaric zuhur etti ki, büyük günah sahiplerini
tekfir ediyorlar. Diğer bir cemaat, yani Mürde de zuhur etti ki,
küfür ile ibadetin faydası olmadığı gibi, iman ile de günahın za­
rarı yoktur diyor. Biz nasıl itikat eyleyelim?" dedikte, Hasan
Basri cevap vermek üzere düşünürken Vasıl bin Ata: "Ben bü-

109
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

yük günah sahibine mutlak mürnin de demem, mutlak kafir de


[80] demem," diyerek meclisden kalkıp mescidin direklerinden
bir direk yanında oturmasıyla başına toplanan cemaate, "Büyük
günah sahibi mürnin de değildir ve menzile beyne'l­
menzileteyn, yani küfür ile iman arasında vasıta vardır" diye­
rek ders vermeye başladı.
Hasan Basri de, "Kad i'tezele anna Vasılun," yani "Vasıl
bizden ayrıldı" demekle, ona ve onun mezhebine tabi olanlara
Mu'tezile denildi.
Mu'tezile, kıdem Allah'ın başlıca vasfıdır. Kıdemde ona bir
zat yahut bir sıfat katılamaz, diyerek zat üzere eklenen Allah'ın
kadim sıfatlarını olumsuzladılar. Ve Cenab-ı Hakk'ın kelamı
sonradan yaratılmıştır. Ve Cenab-ı Hakk ahirette görülmez. Ve
iyilik ve kötülük aklidir. Tövbe sahibine sevab ve büyük günah
sahibine azap zorunludur dediler. Sonra birbirini [81] ayıran
yirmi fırkaya ayrıldılar. Birincisi zikri geçen Vasıl bin Ata'ya
mensup olan "Vasıliyye" fırkasıdır ki, felsefi kitapları inceledik­
ten sonra filozofların izinden yürüyerek bütün ilahi sıfatları
Cenab-ı Hakk'ın alim ve kadir olmasına indirgediler ve sonra
bu ikisi de, Cübbaiyye'nin dediği gibi kadim zatın birer itibarİ
sıfatıdır yahut Ebu Haşim'in dediği gibi, ikisi de birer haldir
dediler. Ve kulların fiillerini onlara isnat eylediler. Ve şerlerin
ve kabahatlerin Allah'a yakıştırılması imkansızdır dediler. Ve
menzile beyne'l-menzileteyn ispat ettiler.
Ebu Ali Cübba'i Basra Mu'tezile'sinden olup, ona tabi olan
Mu'tezile'ye Cübbaiyye denilir. Onlar, büyük günah işleyen
mürnin de degildir, kafir de değildir. Ve eger tevbesiz ölürse
ebedi cehennemlik [82] olur ve Ceniib-ı Hakk bir cisimde halk
ettiği kelam ile mütekellimdir dediler ve evliyaların kerametle­
rini inkar ettiler.
Ebu Haşim de Mu'tezile imamlarından olup, mevcut ile
ma'dum [yok olan; mevcut olmayan] arasında vasıta olan hali
ilk olarak ispat eyleyen odur. Ama İbM Damiri ve Dırar bin
Ömer ve Abdü'l-Cebbar ve Ebu Haşim gibi çogu Mu'tezile bu
konuda muhalefet eylediler.
Mu'tezile şeyhi Ebu Huzeyl el-Allaf'a mensup olan
"Huzeyliyye" fırkası da, Allah'ın takdirlerinin sonsuz olduguna

110
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

ve cennet ve cehennem ehlinin hareketleri son bularak bir dai­


mi sükut haline gelece�ine inandıiar.
Kaderiyye'nin şeytanlarından olan İbrahim bin Seyyar en­
Nazzam'a mensup olan "Nazzamiyye" fırkası, Cenab-ı Hakk'ın
dünyada kullarına iyili�i olmayan fiili işlemesi [83] ve ahirette
mükafat ve eziyeti arttırıp azaltması konusunda ihtilaf eyledi­
ler.
Nazzam'ın ashabından İbn Hait'e mensub olan "Haitiyye"
fırkası, alemin yaratıcısı konusunda ihtilaf eylediler.
Halife Mu'tasım ve Mütevekkil günlerinde Mu'tezile i­
mamlarından ve belagat sahibi fazıllardan olan meşhur Cahiz
ki, felsefe kitaplarını incelemiş ve filozofların sözlerini belagatlı
ifadeler ile savunmuştur. Ona mensup olan fırkaya "Cahiz;iyye"
denilir. Onlar, felsefeden natüralizm ekolüne meylederek, ci­
simler ayırt edici özellikleri olan çeşitli tabiatlara sahiptirler de­
diler. Ve cevherleri madde hükmünde tutup, onlar kalıcıdır ve
araz de�işir diye inandılar.
Mu'tezile fırkasından di�er bazıları, kafir ve müşrikler [84]
cennet ve cehenneme girmeyip, hayvanlar gibi toprak olur de­
diler. Ve bazıları Rafızi mezhebine meylettiler. Bazıları da, tena­
sühe inanmak gibi küfrü zorunlu kılan mezheplere kapıldılar.
Büyük İslam fırkalarından Şia fırkası da, yirmi iki fırkaya
ayrılmıştır.
Kadim Şiiler'in usulü üçtür. Gulat, Zeydiyye,
İmamiyye'dir. Gulat da birçok fırkalara bölünmüştür.
Birincisi Sebeiyye fırkasıdır. Bunların mensup oldukları
Abdullah bin Sebe Yahudilik'ten dönmedir. Gulat-ı Şiiyye'den
Kami1iyye fırkası ve Sem'an et-Temimiyyi'l-Yemem'ye mensup
Beyaniyye fırkası, Mu�riyye fırkası, Abdullah bin Muaviye bin
Abdullah bin Cafer Zu'l-Cenaheyn'e mensup Cenahiyye fırkası,
Hattabiyye fırkası, Gurabiyye fırkası, Mufavvıza fırkası ve di­
ger bazı fırkalar. [85]
İsma'i1iyye fırkası ki, Cafer Sadık Hazretleri'nin büyük og­
lu İsmail'e tabi olurlar. Kitap'ın zahirini terk edip batınıyla a­
mel ettiklerinden, onlara Batıniyye de denilir. Ve insanları ilk
defa bu mezhebe davet eyleyen Karmat adında bir adam oldu­
gundan onlara Karamita da denilir. Ve onların bir taifesi Azer­
baycan'da Babek-i Hurrami'ye tabi olarak ayaklandıklarından,

111
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

kendilerine Babekiyye ve Babek'in zamanında kırmızı giymiş


olduklarından Muhammere de denilir.
Keza İsmailiyye'ye Seb'iyye de denilir. Çünkü zanlarınca
natıka, yani şeriatı bildirenler yedidir ki, Adem, Nuh, İbrahim,
Musa, İsa, Muhammed, yedincisi Mehdi'dir.
Büyük İslam fırkalarının üçüncüsü olan Havaric de birçok
fırkalara ayrılmışlardır. Onlardan Mahkeme fırkası ki, Sıffin
muharebesi arkasından [86] hakemlerin atanması ve onların ka­
rarları üzerine Hazret-i Ali aleyhinde bulunan on iki bin kişidir.
Çoğu sahabeyi ve büyük günah işleyenleri tekfir ettiler.
Ezarika fırkası da Ali'yi tahkim ile kafir oldu. Ve onlar da
nice Ashab-ı Kiram'ı ve büyük günah işleyenleri tekfir ettiler.
Ve sırf zina eden recm olunmaz dediler. Sufriyye fırkası ise,
recmin hükümsüzleştirilmesi hususunda Ezarika'ya muhalefet
eylediler.
Havaric'in diğer bir fırkası, kulların fiilleri hakkında
Kaderiyye'yle uyumlu hareket ettiler.
Yine Havaric'ten Abdullah bin İbad'a mensup olan
İbadıyye fırkası, kıble ehlinden bize muhalif olanlar kafirdir,
ancak müşrik değildirler; ülkeleri İslam ülkesidir fakat ordu­
gahları İslam ülkesi değildir; ve büyük günah işleyen
muvahhiddir ancak mümin değildir, çünkü amel imandan
cüz'dür ve büyük günah işleyen [87] nimete küfür etmiştir; kafir
millet değildir dediler. Ve Hazret-i Ali'nin ve çoğu sahabenin
aleyhinde bulundular ve onlar dil dört fırkaya ayrıldılar. Bu
dört fırkadan Yezidiyye fırkası, büyük günah olsun, küçük gü­
nah olsun şirktir dediler.
Yine Havaric'ten Acaride fırkası birçok fırkalara bölünmüş­
lerdir. Bunlardan Meymliniyye fırkası, Mu'tezile gibi kaderi in­
kar ile Allah Teala hayrı irade eder, şerri ve günahları irade
etmez dediler. Acaride'nin bazıları ise, kaderi inkar hususunda
Meymliniyye'ye muhalefet eylediler. Ve bazıları kulların fiilleri
Cenab-ı Hakk'ın yaratmasıdır dediler. Bazıları da hadis kudreti
olumsuzlayarak cebre inandılar.
Büyük İslam fırkalarının dördüncüsü r:ld" Mürcie ki, ameli
geri bırakıp mü mine günahın [88] zararı yoktur derler. Onlar da
beş fırka oldular. Bazıları kulların fiilleri hakkında
Kaderiyye'yle uy umlu hareket ettiler ve bazıları iman Allah'ı

112
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadl'IL>şl i rml'

bilmek ve ona alçakgönüllülükle ve kalben mu habbet eylemek­


tir. Bu sıfatlar her kimde bulunursa mümindir, artık i badetleri
terk etmek ve günah işlernek ona zarar vermez. İblıs Allah'ı bi­
Iİr idi, ancak kibri nedeniyle kafir oldu dediler ve bazıları Allah
Te'ala Hazretleri'ne cisim isnat eylediler.
Büyük İslam fırkalarından Neccariyye fırkası, kulların fiil­
leri hakkında Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ve vücüdi sıfatı inkarda
ve kelamın yaratılmışlığında ve Allah'ın kıyamet günü mümin­
ler tarafından görülmesinin olumsuzlanmasında Mu'tezile'ye
uyumlu hareket ettiler ve onlar da bazı hususlarda ihtilaf ede­
rek üç fırkaya bölündüler.
Neccariyye, Eşa'ire gibi ılımlı cebre inanarak, kul için fii­
linde etki e tmeksizin kazanmayı ispat eylediler. 189]
Ama büyük İslam fırkalarından Cebriyye fırkası ki, salt
cebre inanan Cehm bin Safvan Tirmizı ashabıdır. Onlar, kulda
gerek etken, gerek kazanıcı asla kudret yoktur. Aksine kul ken­
d i fiillerinde cansız varlıklar derecesindedir. Ve cennet ehli
cennete ve cehennem ehli cehenneme girdikten sonra cennet ve
cehennem yok olup, Allah Te'ala'dan başka bir mevcut kalmaz
ded iler. Ve Allah'ın kıyamet günü müminler tarafından görül­
mesinin olumsuzlanmasında ve kelamın yaratılmış olduğunda
Mu'tezile'yle uyumlu hareket ettiler.
Büyük İslam fırkalarının yed incisi olan Müşebbihe, Cenab-ı
Hakkı yaratılmışlara teşbih ve hadiseler ile temsil ederler. On­
lar da yolları açısından aralarında ihtilaf ettiler. Bu cümleden
olmak üzere Gulat-ı Şia müşebbihesi, tecessüme ve Allah
Te'ala'nın hareketine ve intikaline ve cisimlere huhllüne inandı­
lar. Haşviyye Müşebbihesi ise, Allah Te'ala cisimdir, ancak di­
ğer cisimler gibi değildir dediler. [90] Meşhur Ebfı Abdullah bin
Muhammed bin Kiram'a mensup olan mütekellimm de,
Müşebbihe'dendir. Onlar, Cenab-ı Hakk arşın üzerindedir der­
ler.
Yukarıda adı anılan fırkalar, hep cehennem ehli olan sapık
fırkalardır. Ama kurtulmuş fırka Resfıl-i Ekrem ile ashabının
bulunduğu hal üzere olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olup, onla­
rın mezhebi o sapık fırkaların bid'atlerinden uzaktır.
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat bunun üzerine müttefiklerdir. A­
lem hadistir, Bari Te'ala mevcuttur. Ondan başka yaratıcı yok-

113
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

tur. Kadimdir, ilim ve kudret ve diğer celal sıfatı ile vasıflıdır.


Benzeri yoktur, eşi yoktur, bir şeye hulul etmez, hadis şeyler
onun zatıyla kaim olmaz. Mekandan ve yönden ve bir tarafa
hareket ve intikalden ve bilgisizlik ve yalandan ve noksan sıfat­
lardan münezzehdir. Ahirette müminine görünür. [91) Allah'ın
dilediği olur. Onun dilemediği olmaz. Ganidir, bir şeye muhtaç
olmaz onun üzerine bir şey zorunlu olmaz. Sevab kazanmış kı­
lar ise, inayetiyledir. Azap ederse, adaletiyledir. Onun fiili için
bir garez yoktur. Ondan başka hakim yoktur, işlediği ya da
hükmeylediği şeyde haksızlık ve zulüm ile vasfolunmaz. Parça
parça değildir. Onun için sınır ve nihayet yoktur. Yarattıklarını
çoğaltıp azaltabilir. Cismani mead haktır. Ceza ve hesap ve sırat
ve mizan haktır. Ve cennet ve cehennem halihazırda yaratılmış
durumdadır. Ve cennet ehli cennette ve kafirler cehennemde
sürekli kalırlar. Müminlerin affı caizdir. Şefaat de haktır. Bedir
ehli, ve Bi'atü'r Rıdvan ehli, cennet ehlidir. Kıble ehli tekfir
olunmaz, meğer ki mezhebi haram kılınmış olan şeyleri helal
saymak gibi dini zaruretlerin fikirlerine neden ola. İşte Ehl-i
Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi budur. [92) Ashab-ı Kiram ve
muhaddislerin selefleri hep bu itikat üzere idiler. Bir aralık AI­
lah'ın kelarnı yaratılmış mıdır? Değil midir? meselesi çıktı. Halk
buna dair çok bahisler ettiler. Bu yolda ortaya konulan ilme ke­
lam ilmi ve bu ilmi bilenlere Mütekellim denildi. Bahis ise, AI­
lah'ın kelamında kalmayıp, diğer itikadi meselelere de sirayet
eyledi. Ve itikatça türlü bid'atler zuhur ile mütekellimin yuka­
rıda görüldüğü üzere yetmiş üç fırka oldular. Ve kurtulmuş fır­
ka olan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat zikri geçen sapık fırkalar, ö­
zellikle de akli meseleler ile meşgul olan Mu'tezile'nin büyük
imamları ile tartışmaya ve mücadeleye koyuldular.
Kurtulmuş fırkanın çoğu tartışmaları Mu'tezile ile gerçek­
leşmiştir. Çünkü yukarıda açıklandığı üzere sapık fırkaların
sözleri şeriata ve akla [93) aykırı olarak, mezheplerinin batıllığı
açıktır. Bazı Mu'tezile fırkalarının da makul olmayan ve heze­
yan dolu sözleri vardır. Ancak Mu'tezile içinde ulemadan önde
gelen adamlar olup kuvvetli akli deliller ortaya koydukların­
dan, onlara çok önem verilmesi lazım gelmiştir. Burasını güzel­
ce izah edelim.

1 14
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Yukarıda açıklandığı üzere Vasıl bin Ata, Hasan-ı Basri


HazretIeri'nin meclisinden kalkıp İ'tizal mezhebi üzere insanla­
ra ders vermeye başlamış ise de, İ'tizali usul ve kurallar henüz
belirsiz bir halde idi.
Mu'tezile şeyhi olan, Ebu'l-Hüzeyl el-AlIM ki, İ'tizal mez­
hebini Vasıl'ın bazı öğrencilerinden almış idi. Cedel fenninde
mahir ve sağlam deliller kullanımıyla hasmını ilzama kadir idi.
SofistIer' den [94] Salih bin Abdullah Lefdos'un oğlu öldüğünde
çok fazla feryat ve figan eylediğinden, Ebu'l-Hüzeyl ona, "Ya
Salih, senin indinde insan ekinler kabilinden olmakla senin bu
feryadına bir neden bulamıyorum," dediğinde Salih, "Ya Ebu'l­
Hüzeyl ben onun ancak Kitab-ı Şükilk'u okumadığına
acıyorum" demekle, "Ya Salih Kitab-ı Şükilk nedir" demesi üze­
rine, "Benim yazdığım bir kitaptır ki, onu kim okursa, olan
şeyden şüphe eder, hatta onu olmamıştır diye vehme düşer. Ve
olmayan şeyden şüphe, onu olmuştur diye vehme düşürür"
deyince, Ebu Hüzeyl'in "Öyle ise sen de oğlunun vefatından
şüphelen ve olmamış hükmünde tut, keza Kitab-ı Şükilk'u oku­
mamış ise de, sen onu okuduğundan şüphe et," demiş olduğu
rivayet edilir.
Bir gün de, Harun Reşid'in veziri Yahya bin [95] Halid bir
Mekki meclisinde on bu kadar mütekellim mevcut olduğu hal­
de cereyan eden edebi sohbette Ebu'l Hüzeyl dilinin düzgünlü­
ğü ve açıklığı ile kendisini göstermiştir. Ve bazı müşrikleri il­
zam ve ikna ederek İslam dinine dahil ettiği rivayet edilir. Ne
fayda ki, fenni ve edebi iktidarını İ'tizal mezhebinin savunul­
ması yolunda kullanarak, İ'tizal'in usulünü ve kurallarını oluş­
turup belirledikten sonra, yaşı yüze yakın olduğu halde 226 yı­
lında vefat eylemiştir.
Yine o asırda meşhur mütekellim Nazzam da felsefe kitap­
larını inceleyip hakimlerin sözlerini Mu'tezile sözleriyle karıştı­
rıp hikemi deliller ile İ'tizal mezhebini doğrulamıştır.
Daha sonra Nazzam'ın öğrencilerinden ve belagat sahibi
edebiyatçılardan meşhur Cahiz de, be1iğ tabirler ile hikemi me­
seleleri doğrulayarak İ'tizal mezhebini savunmuş [96] ve yaşı
doksana yakın olduğu halde 255 yılında ölmüştür. Müşebbihe
imamlarından meşhur Muhammed bin Kiram-ı Sicistani de o
yıl Suriye'de vefat eylemiştir.

1 15
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Yine o asırda Abbasi halifelerinden bazıları Mu'tezile mez­


hebini seçerek Kur'an'm yaratılması meselesinde Mu'tezile'yi
şiddetle red ve inkar eden fakihlere, hatta Ahmed bin Hanbel'e
pek çok eza ve cefa ettiklerinden, Mu'tezile mezhebi pek ziyade
rev aç bulmuştur.
Daha sonra Halife Mütevekkil Kur'an yaratılmıştır diyenle­
ri azarladı ve Hadis ilmi okumak üzere hocalar tayin eyledi.
Pek çok halk da, hadis-i şerif okumaya özen gösterdiler ve Ehl-i
Sünnet ve'l-Cemaat mezhebine itibar ettiler. Ancak Mu'tezile
de kendi ilikatları üzere ısrarcı kaldılar. Sonra [97] Mu'tezile i­
mamlarından meşhur Ebu Ali Cübba'i kendi mezhebi üzere ke­
lam ilmi dersleri verir oldu. Pek çok öğrencisi var idi. Hatta
Şeyh Ebirı-Hasan el-Eş'ari de onun öğrencilerinden idi. Ancak
sonra ondan ayrılıp Ehl-i Sünnet mezhebini tercih ve teyid ey­
lemiştir.
Şöyle ki, Mu' tezile'ye göre Allah Te'iHa'ya kulları hakkında
iyi olanı yapmak zorunlu olduğundan, Ebu'l-Hasan el-Eş'ari,
Ebu Cübba'i'den, "Üç kardeş haklarında ne dersin, biri ibadet­
ler ve diğeri günahlar üzere yaşayıp, diğer biri de büluğa er­
memişken ölmüş" diye sorup Cübba'i de, "İlki cennet ile
sevablandırılır ve ikincisi cehennem ile cezalandırılır ama ü­
çüncüsü ne sevablandırılır ne cezalandırılır" demekle Eş'ari e­
ğer üçüncüsü, "Ya Rab sen beni yaşatıp da, ben de salih olarak
mümin kardeşim [98] gibi cennete girseydim dese" demesi üze­
rine Cübba'i, "Cenab-ı Hakk ben bilirdim ki, sen yaşasan sap­
km ve bozguncu olurdım da cehenneme girerdin der" dedikte
Eş'ari, "O halde ikincisi der ki, "Ya Rab beni niçin küçük iken
kardeşim gibi öldürmedin ki, günah işleyip de cehenneme gir­
meyeydim" deyince, Cübba'i şaşırmış, Eş'ari de onun mezhebi­
ni terk ederek selef-i salihinin mezhebi olan hak yolu tutmuş i­
di.
İmam Eş'ari'nin Mu'tezile'ye birinci muhalefeti budur. Ve
onunla Allah'ın fiillerinin garazlarla sakat olmadığı feraset ve
il1saf sahipleri indinde meydana çıkmıştır. Ve İmam Eş'ari üs­
tadı olan Cübba'i'nin meclisinden ayrılarak ve onun mezhebini
terk ederek Cübba'i'nin sözlerine itirazları çoğaldığı vakit, ara­
larında büyük vahşet ve nefret doğdu. Ve tesadüfle bir gün [99]
Cübba'i bir vaaz ve öğüt meclisi kurup pek çok insan bu mecli-

116
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadell'ştirml'

se hazır olduğunda, İmam Eş'ari de gidip Cübba'i'den gizli o­


lan bir köşede oturarak orada bulunan kadınlardan birine "Sa­
na bir mesele öğreteyim de Şeyh efendiden sor" demiş ve o so­
rudan sonra bir soru daha öğretmiş. O kadın da, Cübba'i'ye so­
ru sorduğu zaman verdiği cevap üzerine ikinci soruyu sorunca,
Cübba'i cevaptan aciz kaldığı halde Eş'ari'nin orada olduğunu
görünce bu darbenin ne taraftan geldiğini anlamış idi. İmam
Eş'ari ise, ondan sonra İ'tizal'in kurallarını yıkmak ve hak bina­
sını sağlamlaştırmak ile meşgul olmuştur. Ve ona tabi olanlara
Eşifire denilmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere İmam Eş'ari Hazretleri
Cübiıa'yyeden ayrılarak İ'tizal kurallarını yıkmaya giriştiği [100]
sırada, bir gün mescidde kürsüye çıkıp yüksek ses ile, "Ey ce­
maat beni bilen bilir. Bilmeyene kendimi tarif edeyim. Ben filan
oğlu filanım. Kur'an yaratılmıştır, Allah Te'ala'yı gözler
görmez, kötü fiilleri ben işlerim der idiın. Tövbe ettim, vaz geç­
tim. Mu'tezile'nin reddine girişerek, onların edepsizlik ve a y ı p­
larını meydana çıkaracağım," demiş olduğu rivayet edilir.
303 yılında Ebu Ali Cübba'i vefat ile mezhep kavgasından
kurtuldu. Yerine oğlu Ebu Haşim kaldı. Ancak bazı meselelerde
pederine muhalefet eyleyip, ona mensup olan fırkaya
Behşemiyye denildi. 321 yılında EbU Haşim de öldü. Kısacası
Mu'tezile her tarafta baş kaldırmışlar iken, İmam Eş'ari zuhur
ile onlara galebe etmiştir. [101]
İmam Şafi'i Rahmetullahi aleyh Hazretleri ilm-i kelamı red
ve inkar eder idi. Diğer fakihler de kelam ilmi ile uğraşmayı
yasaklayageldiler. Hele Mu'tezile'nin kendi mezheplerini doğ­
rulamak için kelami meseleler ile felsefi kuralları karıştırdıkla­
rından ve Ehl-i Sünnet olan mütekellimin de onlara cevap ver­
mek üzere hikemi tartışmalara giriştiklerinden dolayı, fakihler
bir mertebe daha mütekelliminden nefret etmiş ve uzaklaşınış­
lardır. Muhaddisin ise, genellikle mütekelliminden nefret eder
idiler.
Haris bin Esed el-Muhasibi zühd ve takva ile Lanınıp, İ­
mam Ahmed bin Hanbel de öyle takva sahibi zatları severken,
Haris kelam ilmi ile meşgul olduğundan, İmam Hazretleri o­
nunla dostluğu ve görüşmeyi kesmiş idi. Bu yüzden Haris'in
vefatında o zaman Bağdat'ta çoğunlukta bulunan Hanabile' den

117
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

korkarak halk onun cenaze namazına [102] hazır olmayıp biça­


renin cenazesi dört kişi ile kaldırılmıştır. Hanbelller hep Hadis
ehli olup, rivayetlerin çokluğunu re'y ve içtihadın önünde gö­
rüp tercih eylediklerinden, akliyyat ile meşgul olan mütekelli­
mine büyük düşmanlık eylediler. Ve gittikçe rivayet yoluna zi­
yade kuvvet vererek, re'y ve rivayetten ayrılıp Gulat-ı Hanabile
zuhur ile teşbih uçurumuna düştüler ve Cenab-ı Hakk'ı insana
teşbih ile, eli ve ayağı vb. organları vardır dediler. Ve pek ziya­
de taassup yolunu tuttular.
İslami Fırkalar arasında tartışma ve mücadele söz ve kalem
ile yürütülmekte olagelirken, Gulat-ı Hanabile sözleri de faali­
yete dönüştürdüler.
Şöyle ki Gulat-ı Hanabile'nin Bağdat'ta çoğunlukta olup
gittikçe kuvvetleri artarak, halkın ve üst düzey askerlerin evle­
rini basıp [103] içki bulurlar ise dökmek ve şarkıcı bulurlar ise
dövmek ve çalgı aletlerini kırmak ve alım satıma itiraz etmek
ve sokakta kadınlar ve çocuklar ile giden bir adam gördükle­
rinde, "Bu yanındaki kimdir?" diye sorup cevap vermez ise onu
döverek zaptiyeye götürüp alehyhinde fuhuş ile şahitlik eyle­
mek gibi tecavüzane girişim ile bütün Bağdat ahalisini rahatsız
ettiklerinden hükümet tarafından Hanbelller'in ikisi bir yere
gelmesin ve mezhep kavgası yapmasınlar diye tellallara nida
ettirildi. Ancak faydalı olmadı, şer ve Htneleri arttı. ŞaH'i mez­
hebinde bulunanlara eza ve cefa eder oldular.
Onun üzerine Halife Razi Billah 323 dolaylarında
Hanabile'ye okunmak üzere çıkardığı fermanında teşbihe inan­
dıklarından dolayı kendilerine azarlama yolunda, "Siz çirkin
yüzlerinizin [104] alemlerin Rabbi'nin misali üzere ve rezil gö­
rünüşünüzün onun görünüşü üzere olduğu batıl inancında bu­
lunup, Cenab-ı Hakk'a el ve parmak ve ayak ve mezhep, Hiller
ve kıvırcık saç ve göğe çıkma ve yere inme gibi şeyleri isnat e­
diyorsunuz. 'Allah, zalimlerin söylediklerinden çok çok yüce­
dir.' Ve hayırlı imarnlara sövme ve Hazret-i Muhammed
Sallallahu aleyhi ve sellernin ailesini küfür ve sapkınlığa nispet
ve sonra Kur'iin'ın şehadet eylemediği fitned mezhepler ve a­
paçık bid'atler ile Müslümanlar'ı dine davet eyliyorsunuz ve
imamların kabirlerinin ziyaretini inkar edip ziyaretçilerine
bid'at isnat ederek ayıplıyorsunuz . Oysa halktan asaleti ve ne-

118
F İLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

sebi ve Resıılullah'a nispeti olmayan bir adamın kabrini ziyaret


üzere toplanıp, onu ziyaret ile emrediyor ve hakkında peygam­
ber mucizeleri ve evliya kerametlerini iddia eyliyorsunuz. Bu
inkarlarla sizi bezeyen ve sizi yoldan çıkaran şeytana Allah
Te'ala lanet eylesin. [1051 Müminlerin Emıri yemin ediyor ki, e­
ğer bu yerilen mezhebinizden ve eğri yolunuzdan vazgeçmez­
seniz sizi dövdürüp idam edecek ve evlerinizi ateşe verecektir,"
diye içinde yer almaktadır. İmam Eş'ad Hazretleri ise,
Mu'tezile ve Rafize ve Cebriyye ve Havaric ve Müşebbihe ve
diğer kendisine tabi olunanları red için pek çok kitaplar yazdı­
ğından ve Şafi'ller de itikatta onun mezhebini taklit eyledikle­
rinden, Gulat-ı Hanabile'nin en büyük düşmanı İmam Eş'ad i­
di.
Bu yüzden, 330 yılında İmam Eş'ad Bağdat'ta vefat edip,
Meşra'a tü'z-Zevaya adlı yerde defnolunduğunda, Gulat-ı
Hanabile onu birkaç defa kabirden çıkararak yakmaya kalkış­
makla hükümet tarafından engellenmiş ise de, nihayet böyle bir
edepsizliğe cesaret eylemeleri düşüncesine dayanarak İmam
Eş'ad'nin mezarı belirsiz edilmiştir. "Allah onu affıyla kuşatsın
ve son derece geniş olan cennetlerine yerleştirsin." [1061
Hanefl imamlarından meşhur İmam Kerhl, pek ibadet ve
zühd ehli bir zat idi. Fakat amelde Hanefl mezhebinden iken, i­
tikatta Mu'tezill olup, Mu'tezile de Müşebbihe aleyhinde söz
söylemekte olduklarından, İmam Kerhl de Gulat-ı
Hanbeliyye'nin sevmedikleri bir adam olduğu halde 340 yılın­
da vefat etmiştir. "Allah onu mağfiret eylesin."
O sırada ise, Şia mezhebinden olan Büveyhoğul1arı Irak'ı
istila etmekle, Hanabile'nin hiç sevmedikleri Şia mezhebi
Hanbeli'den hayli revaç bulmuştur.
O zaman Batıniyye'den Karmat taifesi Necid diyarında hü­
kümran olup, Büveyhoğulları Irak'ı istila ettiğinde Basra ve
Kııfe çöllerinde onlar ile sınırdaş oldular. İki taraf da Şii iseler
de, Karmat Gulat-ı Şia'dan olup, mezhepçe Büveyhoğulları ile
aralarında fark var idi. Ve aralarında zuhur eden [107) sınır an­
laşmazlığı muharebeyle sonuçlanmıştır.
O zaman Afrika'da zuhur eden Devlet-i Ulviyye-i
Abidiyye de Gulat-ı Şia'dan İsma'iliyye mezhebinden olup on­
ların da Batıniyye' den Karmat ile aralarında biraz fark var idi.

119
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Eş'ariyye imamları da sapık fırkalar ile pençeleşerek,


Eş'ariyye mezheb ini doğrulayıp taraf taraf yaymakta idiler.
Ve hepsinin reisi Kadı Ebu Bekir el-Bakıllanı olup Bağ­
dana Eş'ariyye mezhebini destekler ve öğretird i .
Büveyhoğulları sultanları d a durum v e zaman gerektirdiği üze­
re ona hürmet eder ve önemli işlerde onu kullanırlardı. Ama
Bi Hıniyye taifelerinin aşırı ve azgınları çok olup, Zeydiyye ve
İmamiyye fırkaları da onların aleyhinde bulunduklarından,
Sünniler Balıniyye aleyhinde şiddetli bir dil kullanırlardı. [1081
M u 'tezile de bu konuda Sünniler ile aynı dile sahip idiler. H a l ta
Mu'tezile şeyhlerinden Kadı Ebu'l-Hasan bin Aliyyü'l-lsteharrı
Batıniyye'yi red için pek çok kitaplar yazmıştı.
O zaman Mu'tezile'nin imamı olan meşhur Eb Cı'I-Hasan el­
Basrı de kelarnı hoş, cümleleri güzel ve ilimierde engin hiigi sa

hibi bir zat olarak, fıkıh usulünde üstün eserleri vardır.


Ebü Bekir el-Bakıllani yukarıda belirtildiği üzere Ba gdal'ta
Eş'ari mezhebini savunmaktayken, Nişabur'da Eş'arı iın;:ı mja­
rından İbn-i Furek de Eş'arı mezhebi üzere kitaplar ya,�makla
ve kendisine tabi olunanları reddetmekle ve Ö, .ell iide
Müşebbihe'den Keramiyye mezhebini hükümsüzleş!inp çü­
rütmekle meşgul idi. Kelam ilminden ve fıkıh usulü nden Yaz­
dığı kitaplar yüze ulaşmıştı. [109)
O vakit Nişabur'da Ehl-i Sünnet imamlarından Üsıad Ebu
İshak İsferayinı de var idi ki, hem fakıh hem de mütekellim idi.
Fıkhı Şafi'ı mezhebi v e kelam ilmini Eş'ari mezhebi üzere öğrc­
tirdi. Usul ve fürıl'da mahareti ve asrın alimlerine üstüni üğü,
Irak ve Horasan alimleri indinde teslim edilmiş idi. Kısacası
müçtehid mertebesine varmış bir değeri yüce zat idi. Mülhidlig i
ve kendisine tabi alunanları red için pek çok kitaplar yazmıştır.
Yine o asırda Hasan bin İbrahım el-Mısrı de fıkıhtan eserle··
ri olduğu halde mantıktan da bir kitap yazmıştı. Kelam ilminin
gayesi Ehl-İ Sünnet mezhebini bid'at ehlinin karıştırmalarından
korumak ve sakınmaktır. Ve delillerinin çoğu cedeli:iir.
Mu'tezile ise, kendi mezheplerini akli deliller ile [110) doğn.la­
mak üzere felsefe usıllünü kelarnı kurallar ile bir araya gel i ,-ip
karıştırdıklarından, onlara misli ile karşılık vermek için onlarda
bazı hikemi meseleleri öğrenmek zorunda kaldılar. İlk bal?ta
fakihler bu gibi hikemi tartışma konularını red ve inkar e t tiler

120
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

ise de, hak mezhebe yardım için bazı hikemi fenlerin öğrenil­
mesine gereklilik görünmüş ve sonraları mantık ilminin öğre­
nilmesi işin zorunluluklarından kabul edilmiştir. Ve mütekel­
limin kendi aralarında nakli ve akli deliller ile tartıştıkları sıra­
da, bir taraftan da hakimler ile tartışmaya koyuldular. Bu yüz­
den müteahhir mütekelliminin kitapları hikemi meseleler ile
dolu olmuştur.
403 yılında, Bağdat'ta, re'is-i Eş'ari olan Ebü Bekir el­
Bakıllani ve bir yıl sonra Kadı Ebu'l-Hasan bin Ali el-Mu'tezili
ve 406 yılında [ıl1] Bağdat nakıbi olan meşhur şair Şerif Razi,
Bağdad'da ve daha önce zikredilen İbn Furek de Horasan tara­
fında vefat eylediler. Aleyhimü'r-rahmetu ve'l-gufranu."
1/

408 yılında da, Bağdat'ta, Sünniler ile Şiiler fitne çıkarmak­


la, Halife Kadir Billah Şia ve Mu'tezile ve diğerlerine mezhep
çekişmesini yasaklayıp sakındırarak hepsine tövbe ettirdi.
Oysa Halife Kadir'in Mu'tezile'yi red için yazdığı kitap da
Cami'-i Mehdi' de Cuma günleri öğrenim görenlerin halkasında
okunmakta idi.
414 yılında Mu'tezile imamlarından meşhur eserler sahibi
Kadı Abdülcabbar, doksan yaşını aşmış olduğu halde öldü.
"Allah onu affetsin." [ 112]
4 1 8 yılında Şafi'i imamlarından o asrın alimlerinin alimi o­
lan yukarıda zikredilen Üstad Ebu İshak İsferayini vefat etti.
" Allah ona bol bol rahmet eylesin."
Büveyhoğulları'ndan Rüknü'd-devle Şiası ki, Rey ve ona
bağlı yerlerde hükümran idiler. Onların halleri de bozularak
hükümet idaresinden aciz kaldıklarından dolayı, Gazneli
Mahmud 420 yılında Rey üzerine bir ordu sevk etti. Arkasından
kendisi de geldi. Rey Devleti'ni zapt eyledi. Batıniyye mezhebi
ashabından birçok şahısları astı ve Mu'tezile'yi Horasan'a sür­
dü. Ve Mu'tezile ve felsefe kitaplarını yaktı. Ve diğer ilimler ve
fenlere dair yüz yük kitap aldı. Ve bu suretle Rüknü'd-devle
oğullarının Rey'de ve dağ beldelerinde devletleri sona erdi.
Büveyhoğulları'ndan meydanda yalnız Irak Emfri ile Fars Emiri
kaldı. [113]
429 yılında, Gulat-ı Hanbeliyye'den Ali bin Ba'albek'in ke­
lam ilminden yazdığı kitabı ilahi sıfat hakkında mücessemeye

121
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

benzer bozuk akideleri içeriyor olmakla, Bağdat iHimleri onu


şiddetli bir dil ile red ve inkar eylediler.
Afrika'daki Şlller, 423 yılında başkaldırma yoluna girip bir
beldeyi istila ettiklerinden, Afrika emiri Mu'az bin Yadis onla­
rın üzerine asker sevk ederek hepsini katletmiştir.
436 yılında Mu'tezile'nin imamı olan meşhur Ebil'l­
Hüseyn-i Basri ölmüştür. "Allah onu affetsin."
Ehl-i Sünnet alimleri ile Mu'tezile alimleri akli ve nakli de­
liller ile söz ve kalem tartışması edegelirlerken, Gulat-ı
Hanbeliyye, yukarıda değinildiği üzere fiiliyata girişmekle (114)
hükümet tarafından engellenmişler idi. Şia taifeleri ise, silah ile
mezheplerini desteklemeye kalkışıp, her taraftan Sünniler'i sı­
kıştırmışlar idi. Sonra talihleri uğursuzluğa yüz tuttu.
Maveraünnehir hanlarıyla Gazneli sultanlarının Sünni olmala­
rından dolayı, Doğu taraflarında Şia mezhebi revaç bulmadı.
Büveyhoğulları Devleti'nin zaafı ve perişanlığı yüzünden 1-
rak'ta da Şlller'in nüfuzları gerilemekte olduğu halde, bu esna­
da olağanüstü kuvvet ve kudreti ile zuhur eden Selçuklu Devle­
ti'nin Sünni olması, Şiiliği bütün bütün itibardan düşürmüştür.
O asırda, Doğu ve Batı'da birçok hızlı yenilikler ve büyük
inkılaplar gerçekleşmekte olduğu halde, ilmi gelişmelerin hızı
kesilmeyip her fende mahir zatlar mevcut idi. Hatta kadınlar
(115) içinde de alime ve fazılalar yetişir idi. O zaman açılan ders­
lerde, erkekler ile beraber kadın fazılalar ve alimeler mevcut
bulunduğu gibi, kadın fazılalardan ders açanların verdikleri
derslerde de fazıllar ve alimler hazır olur idi. Ve kadın
alimelerden icazet alan erkeklerden birçok seçkin alimler gel­
miştir. Özellikle meşhur muhaddislerden Kerime Hatun ki, 463
yılında Mekke-i Mükerreme' de vefat eylemiştir. Sahih-i
Buhari'yi rivayet eylerdi. Ve Sahih-i Buharl'nin isnat yüceliği
onda nihayet bulmuştu.
Yine o asırda, muhaddislerden bintü'l-İkra' diye tanınmış
olan Fatıma bint-i Ali adlı hatun var idi ki, hat sanatında da eş­
siz idi.
Alparslan'ın en büyük veziri olan Nizamülmülk bilge ve
tedbirli bir zat olup, (116) Selçuklu Devleti'nin genişlemesine ve
iktidarının ve saygınlığının artmasına iyi hizmet eylernekte ol­
duğu halde, kendisi fazıllardan olarak ilimIerin ve fenIerin geli-

122
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

şimine pek ziyade özen gösterir ve alimlere ve fazıllara pek çok


hürmet ederdi.
. O asrın alimlerinin alimi olan Ebil'l-Me'ali ki, başlangıçta
ilkin meşhur Cüveyni'den ve sonra asrın diğer alimleri ve fazıl­
larından ilimler öğrenerek kendini geliştirip vasıflarını yetkin­
leştirdikten sonra Hicaz taraflarına gidip dört yıl kah Mekke,
kah Medine'de ders ve fetva vermek ile meşgul olduğundan,
kendisine İmamu'l-Haremeyn denilmişti. Alparslan'ın saltana­
tının ilk dönemlerinde saltanat merkezi olan Nişabilr'a döndü­
ğünde Nizamülmülk onun için Nizamiye Medresesi'ni bina etti.
İmamu'l-Haremeyn usilI ve fürt1'da ve edebiyatta mahir, büyük
etkiye sahip bir zat idi. Her fende pek üstün ve güzel eserleri
vardır. İlk başlarda mutlak içtihad [117] iddiasında bulunarak
dört mezhepten birini taklit eylemezdi. Sonra mutlak içtihad
zamanının geçmiş olduğunu anlayarak İmam-ı Şafi'i Hazretle­
ri'ni taklit eylemiştir. Alparslan'ın oğlu ve hayırlı halefi olan
Melikşah'ın saltanatı zamanı Selçuklu Devleti'nin en parlak dö­
nemi idi. Saltanat tahtına çıkışında, babasının büyük veziri olan
daha önce zikrettiğimiz Nizamülmülk'ü makamında bıraktı. Ve
Isfahan'ı saltanat merkezi kabul etti. Nizamülmülk de ona dev­
let idaresi açısından pek güzel hizmet eylediği sırada ilmi ge­
lişmelere de özen göstererek, Bağdat'ta meşhur Nizamiye Med­
resesi'ni bina edip müderrisliğine Şafi'i fakihlerinin en üstünü
olan Ebil İshak-ı Şirazi'yi tayin etti ki, ilmiyle amel eden ve za­
hiri ve batını mamur, övgüye değer sıfatlara sahip bir zat idi.
Çeşitli fenlerde pek çok faydalı eserleri vardır. [lls)
Bazı hususların hatırlatılması ve yapılması için Bağdat'tan
Melikşah tarafına gönderilmişti. Ebil İshak-ı Şirazi alimlerilı. en
önde gelenlerinden ve ermiş sanılanlardan olduğu halde, pek
çok öğrenci yetiştirmiş olup şanı ve şöhreti her yerde du�uş
ve yayılmış olduğundan, herhangi beldeye varsa öğrencilerin­
den müftü veya müderrisler bulunduğu için yolculuk sırasında
vardığı beldelerin ahalisi genellikle karşılamaya çıkıp gelişiyle
tebrik eyler ve belde esnafı sanatlarının ürünü olan malları ve
eşyayı onun mahfesi üzerine saçarlardı. "Etmeyiniz" der,
dinlemezlerdi. Bu suretle Isfahan' a vardığında gerek Melikşah,
gerek Nizamülmülk tarafından kendisine pek ziyade ikram ve
ihtiram olundu. Melikşah ve Nizamülmülk taraflarından bütün

123
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

talepleri yerine getirilerek Ebu İshak-ı Şirazi tam bir başarıyla


Bağdat'a dönmüştür. [119)
İşte o vakit Nizamülmülk meclisinde Ebu İshak-ı Şirazi ile
İmamu'l-Haremeyn arasında meşhur tartışma gerçekleşmiş ve
iki taraf birbirlerini takdir edip, hatta Ebu İshak-ı Şirazı
İmamu'l-Haremeyn'e "Ey Doğu ve Batı'nın ahalisine faydalı o­
lan zat, sen şimdi imamların imarnısın" demiş olduğu rivayet
edilir. Ve o mecliste Ebu Bekr-i Şaşi de, İmamü'l-Haremeyn hu­
zurunda bir meseleye dair güzel bahsetmiş olduğundan onun
da şöhretine neden olmuş ve Şaşi Ebu İshak-ı Şirazi'nin öğren­
cilerinden olduğundan dolayı, o da memnun kalmıştır.
476 yılında EbU İshak-ı Şirazi ve 478 yılında İmamu'l­
Haremeyn vefat ettiler. "Allah gani gani rahmet eylesin." [120]
İşte böyle büyük zatlar Eş'ari mezhebinin her tarafta du­
yulması ve yayılmasına neden olmuşlardır. Aslında fakihlerin
çoğu kelam ilmini red ve inkar etmekle mütekellimin
fakihlerden ayrılıp ve bağımsız bir sınıf olup fakihlerin çoğu ni­
ce yıllar sapık fırkalar ile uğraşarak hak mezhebe yardım eyle­
mişler idi. Sonra Ebu İshak İsferayini ve Ebu İshak Şirazi ve
İmamu'l-Haremeyn gibi büyük Şafi'i imamlarından olan zatlar
da kelam ilmine rağbet eylediklerinden, fakihler ile mütekelli­
min arasındaki nefret ve ayrılık bertaraf olmuştur. Ebu Bekr-i
Şaşi, Ebu İshak Şirazi'nin öğrencilerinden olup üstadının vefa­
tından sonra Bağdat'ta Şafi'i mezhebinin reisliği onda kalmıştır
ve fıkıh ilminden güzel kitaplar yazmıştır.
İmamu'l-Haremeyn'in vefatından sonra onun yerini de
[121) öğrencilerinden meşhur Hüccetü'l-İslam Ebu Hamid Mu­
hammed el-Gazzali tutmuştur ki, o zaman Şafi'i alimler içinde
ona denk kimse yok idi. Ve benzeri pek az bulunan bir zat ol­
makla kısaca biyografisini aşağıdaki şekilde açıklayalım.
İmam Gazzali, başlangıçta Tus'ta ilimIeri öğrenmek ile
meşgul oldu. Sonra Nişabur'a gidip İmamu'l-Haremeyn'in
derslerine devam etti. Ve pek çok çalışma ve çaba ile az vakit
zarfında meydana çıkıp, parmakla gösterilir oldu. Ve üstadının
zamanında kitap yazmaya başladı. Üstadı da onunla övünürdü.
O da, pek çok şöhret kazanmış olduğu halde, üstadınm mecli­
sine devam etmekte idi. Yukarıda zikr olunduğu üzere yetmiş
sekiz yılında hocası vefat edince, o da Asker adlı beldeye [122)

124
FİLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

gidip Nizamülmülk ile görüştüğünde, Nizamülmülk ona ola­


ğanüstü saygı gösterd i.
O zaman Melikşah huzuruna asrın seçkin alimlerinden bir
cemaat gelip giderdi. Çeşitli meclislerde tartışmalar vuku bul­
du. Gazzali hepsine galebe etti. Pek çok şöhret aldı. Şam ve şöh­
reti her tarafa yayıldı. Sonra sorumluluğuna Bağdat'ın Nizami­
ye Medresesi müderrisliği verilmekle, Gazzali 484 yılında Bağ­
dat'a gelip ders vermeye başladı. Irak ehli onu olağanüstü be­
ğendi. Ve onların nazarında Gazzali'nin değeri pek büyüdü. O
zaman İmam Gazzali'nin meclisine devam eden öğrenci dört
sınıf etmiş ki, birincisi re'y ve nazar ehli olan mütekellimin fır­
kaları, ikincisi Ta'limiyye ashabı olan ve masum imamdan ha­
kikat almak zannında [123] bulunan Batıniyye ve üçüncüsü
mantık ve bürhan ehli olmak zannında bulunan filozoflar ve
dördüncüsü müşahade ve mükaşefe ehli olmak iddiasında bu­
lunan sufiyye imiş. Gazzali ise, işlerin hakikatleri hakkında bil­
gi sahibi olmak üzere her köşeye başvurup, giderek düştüğü
safsata uçurumundan Allah'ın inayetiyle henüz kurtulmuş ve
zaruriyyatı kabul ve itiraf etmeyi başarmış olduğundan dolayı,
taklitten uzak olarak hakkı bulmak üzere bu dört meslek üzere
derin incelemeler icrasına girişmiş ve ilk olarak kelam ilminden
başlamış.
Şöyle ki: İmam Gazzali başlangıçta kelam ilmine dalıp ha­
kikati araştıranların kitaplarını incelemiş ve bu ilme dair kitap­
lar yazmış. Görmüş ki, kelam ilminin gayesi Ehl-i Sünnet akide­
sini ehl-i bid'atin karıştırmalarından korumak ve sakınmak ol­
makla Ehl-i Sünnet mütekellimleri [124] akli ve nakli deliller ile
sapık fırkalara karşılık vermiş ve hakka yardım eylemişler. An­
cak onların arzusu sırf hasımlarını ilzam olduğundan çoğun­
lukla bahisleri hasımlarının sözlerinde çelişki bulmak ve onları
kesinliği herkesçe kabul edilen kazanın gerekleriyle eleştirip
susturmak olduğu için kelam ilmi onların işine el vermiş ise de,
zaruriyyattan başka şeyi teslim etmeyenıere göre faydası az o­
luyor. Gerçekten de mütekellimin cevher ve araz bahisleri gibi
hikemi meselelere de girmişler ise de, buraları onlara göre biz­
zat maksat olmadığından bu konuda sözleri son dereceye var­
mamış. Bu yüzden İmam Gazzali kelam ilminden felsefeye
geçmiş. Buna dair verdiği ayrıntılı bilginin özeti budur. Aritme-

125
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

tik ve geometri ve astronomi, alemle ilgili olan ilimlerdir. Bun­


larda olumlama ve olumsuzlama açısından [125) dini işlerle ilgili
hiçbir şey yoktur, belki bunlar bürhana dayalı şeylerdir ki, on­
ları anladıktan ve idrak ettikten sonra, inkara yol yoktur. Oysa
bu ilimIerden iki güçlük doğmuştur. Birinci güçlük budur ki,
bu ilimIere dikkat eden kimse, onların inceliklerine ve
bürhanlarımn ortaya çıkışına ve açıklığına hayret eder ve bu
bakımdan filozoflar hakkında bir iyi inanç oluşturur. Ve bütün
felsefi ilimIeri ortaya çıkışında ve açıklığında matematik ilimler
gibi zanneder. Sonra filozofların küfre yol açan sözlerini işitti­
ğinde, sırf taklit ile kafir olur ve din eğer hak olsa, matematik i­
limIerde bu kadar incelemeleri olan filozoflara gizli kalmazdı
der. Nice kimseler gördüm ki, şu kadarcıkla sapkınlıkta kalmış­
lar. Oysa bir sanatta usta olanın, her sanatta usta olması lazım
gelmez. Örneğin fıkıhta ve kelamda usta olanın, tıpta da usta
[126) olması lazım gelmez; aksine her sanatın yetenek ve beceri
kazanmış ehli vardır.
Eskilerin matematikte sözleri bürhandır, ama ilahiyyatta
tahminidir. Burasını ancak onda derinleşen bilir, diye yukarıda
belirtildiği üzere taklit durumuna düşenlere söylendiğinde ka­
bul etmeyerek, heva ve heveslerine uygun gelmiş olan yanlış
fikirlerde ısrar edip giderler.
İkinci güçlük, İslam'a sadık olan cahilden kaynaklanmıştır
ki, filozoflara mensup olan her ilmi inkar ile dine nusret olun­
malıdır zannıyla bütün hikemi ilimIeri inkar etmiştir. Hatta ha­
kimlerin ay ve güneş tutulması hakkındaki sözlerini bile inkar
ile onların sözleri İslam'ın esaslarına muhaliftir diye yanlış dü­
şünceye kapılmışlardır. Oysa o gibilerin bu inkarı, o meseleyi
kesin delil ile bilen kimsenin [127) kulağına vardığında haşa İs­
lam dini cehalet ve kesin bürhanların inkarı üzerine kuruludur,
diyerek felsefeye muhabbeti ziyade olur. Doğrusu İslam'ın e­
saslarında bu ilimIere ve bu ilimIerde dini işlere taarruz olma­
dığı halde, bu ilimIeri inkar ile dine nefret olunur diye zanne­
denlerin din hakkında cinayetleri pek büyük oldu. "Şüphesiz ki
güneş ile ay Allah'ın ayetlerinden iki ayettir, sönmezler . . . vd."
Hadis-i Şedf'inde de, güneş ve ayın hareketlerini ve kavuşum­
larını ve karşılaşmalarım tanımlayan aritmetik ilminin inkarını
zorunlu kılan bir şey yoktur.

126
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Keza mantık ilminde de olumlayıcı ve olumsuzlayıcı açı­


dan dinle ilgili bir şey yoktur. Belki bu ilim, ancak delillerin ve
kıyasların yollarına ve bürhanların öncüllerinin şartlarına ve bi­
leşim niteligine ve tam tanımın şartlarına ve düzenlenme niteli­
ğiiı.e bakmaktan ibaret olup, bunda [12S] inkar olunacak bir şey
yoktur. Belki mütekelliminin ve ehl-i nazarın delillerde zikret­
tikleri sözleri cinsindendir. Ancak deyişler ve terimler açısından
ve tanımlar ve sonuç çıkarma açısından, ziyade incelikli araş­
hrma açısından onlardan ayrılıyorlar. Gerçekten de filozofların
bu konuda bir tür zulmü vardır ki, mantıkta deliller için birta­
kım şartlar açıklayıp bunların herhalükarda kesin bilgi getirdiği
bilinir. Ancak dini maksatlara geldiklerinde bu şartları yerine
getiremeyip, bunda işin kolayına kaçarlar. Ve matematikte ol­
duğu gibi mantığa da bakıp, onu sağlam deliller ile ortaya ko­
nulmuş gören kimse, filozoflardan nakledilmiş olan küfrü ge­
rektiren sözleri de öyle mantıksal bürhanlar ile doğrulanmıştır
zannederek ilamyyata çıkmadan kafir olanlar da bulunur. [129]
Tabii ilimler ki, yalın ve bileşik cisimlerden bahseder ve on­
ların bu bahisleri tabibin İnsan bedeninden ve baş ve yardımcı
organlarından bahsine benzer. Bu ilıni de inkar etmek lazım
gelınez. Et-TeMfütü'l-Feliisife adlı kitabımızda zikrettiğimiz bazı
meselelerde inkarı lazım gelir. Ve bu konuda kabul edilmesi la­
zım olan kural, tabiatın Cenab-ı Hakk'a boyun eğmiş olarak
kendi başına amel etmeyip, aksine yaratıcısı tarafından kulla­
nıldığı ve güneş ve ay ve yıldızlar hep ilahi emre boyun eğmiş
olarak hiç birinin bizzat bir ameli olmadığını bilınektir.
İlahiyyata gelince filozofların çoğu hataları bu ilirndedir.
Mantıkta şart eyledikleri üzere bürhanları bunda sürdüremedi­
ler. Onun için aralarında çok ihtilaflar vuku bulmuştur. Ve
Farabi ile İbn Sina'nın nakline göre, " Aristoteles" [130]
ilamyyatında mezhebini İslami mezheplere yakınlaştırmıştır.
Şöyle ki yirmi meselede ortaya çıkan hatalarının yalnız üçü tek­
firi zorunlu kılar.
İmam Gazzali, yukarıda belirtildiği üzere ilahiyyatta ha­
kimler bürhanların şartlarını yerine getiremediler diyor. Haki­
kati araştıran hakimler ise ilamyyatta yakini bilgiye çalışsınlar.
İlamyyatın çoğu meseleleri zanni olınakla, onda zanni deliller
yeterli olur. İahiyyat konularında yakini bilgiyi elde etmek

127
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

mümkün değildir. Onlarda gaye en önce geleni almaktır diye


Aristoteles'ten nakledilmiştir. Bununla beraber ilahiyyatçı ha­
kimler akli deliller ile çok şeyler buldular. Hatta ruhani haşrı
ispat eylediler.
İmam Gazzali, bir müddet de felsefe ile meşgul olduktan
sonra, Batıniyye mezhebinin tahkıki ile zayıflatılıp çürütülme­
sine giriştiğine dair ortaya koyduğu [Bl] ayrıntıların özeti an­
lamında der ki, "felsefe ilminin öğrenilip anlaşılmasını ve çürü­
tülmesi gereken konuların çürütülmesini tamamladığımdan,
bildim ki, bu ilim de tamamen maksada yeterli değildir. Ve in­
san aklı, bütün talep edilenlerin kuşatılmasında bağımsız ve bü­
tün güçlüklerin perdesini keşfetmiş değildir. Oysa Batır.iyye
mezhebi ortaya çıkarak, dini işlerin anlamlarını masum imam
tarafından öğrenmek fikirleri halk arasında yayılmış olduğun­
dan onların sözlerinden bahsetmek fikri zihnime geldi. Tesadü­
fen onların mezhebini keşfedecek bir kitap yazılması için kesin
bir emir geldi. Hemen onların kitaplarını aramaya ve sözlerini
toplamaya başladım. Ve Batıniyye'nin çağdaşlarının ortaya
koyduğu sözlerden bazılarının da bana ulaşmasıyla hepsini
toplayarak cevaplarını sürdürdüm. Bunların indinde bir faydalı
söz yoktur. [132] Davalarına deliller getirmekten acizdirIer. Ma­
sum imamdan öğrendikleri ilmi sordum ve onun üzerine bazı
şeyler söyledim, çözümüne koyulmak şöyle dursun, söylediğim
sözleri anlamadılar. Ve aciz kaldıklarında işi gaib imama havale
ettiler. Hayret olunur ki, ömürlerini muallim talebi uğrunda
kaybetmişlerken, onu bulamamışlar ve ondan bir şey öğrene­
memişler."
Gazzali bu ilimieri tamamladıktan sonra, sufiyye yoluna
girmek istemiş. Ve başlangıçta Ebu Talib Mekki'nin Kutü'Z­
KuZub adlı kitabı ve Haris el-Muhasibi'nin kitapları ve Cüneyd
ve Şibli ile Bayezid-i Bistami'den ve diğer sUfiyye şeyhlerinden
rivayet edilmiş haberleri içeren kitaplar gibi eserleri okuyup
öğrenerek ve dinleyerek kazanılması mümkün olan bilgiyi elde
etmiş. Artık ilerisine ulaşabilmenin [133] öğrenmek ile mümkün
olmayıp, ancak zevk ve hal ve sıfatların değiştirilmesi ile olabi­
leceği ortaya çıkınca ve sufiyyenin hal ehli olup söz ehli olma­
dıkları kendisince yakinen malum olunca, artık sufiyye yoluna
girerek dünyayı terk merakına düşmüş ise de, kendisi alimlerin

128
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

en yüksek mertebesinde bulunup herkesten olaganüstü saygı


görmekte oldugundan ve makarnın ve itibarın terki nefse pek
güç geldiginden bir büyük hayret ve tereddüte düştü gü esnada
Selçuklu Devleti alt üst olmakta idi.
İşte şu kargaşalık arasında Gazzali dünyayı terk ile Şam'da
tenhaya çekilip yalnız yaşamaya karar vermiş, ancak burasını
gizli tutup, 488 yılı Zilkade'sinde Nizamiye Medresesi'ndeki
dersini biraderine ihale ve çoluk [134] çocugunu Bagdat'ta terk
ederek, Hacc'a gidiyor yollu, Bagdat'tan çıkmış ve Şam'a ulaş­
tıgtnda abalar giyip ve sı1fiyye meslegine girip Dimeşk Cami­
i'inde itikaf ile uzlet ve inzivaya çekilmiş ve ibadet ve taat ile
meşgul olmuştur.
488 yılında, Nişabur'da, Müşebbihe' den Kiramiyye ile Ha­
nefi ve Şafi'ller arasında bazı mertebe ihtilaf zuhur eyledi. Ve
Hanefiler ile Şafi'ller müttefik olduklarından, Kiramiyye'ye ga­
lebe ettiler.
Gazzali ise, halvet ve inziva lezzetinden hoşlanmış olarak
dünya derdinden kurtulmuş ve rahat yaşamakta idi. Fakat
Şam'da, Dimeşk'teyken İhya-ı UZum adlı meşhur kitabı yazarak,
Dimeşk Camii'nde onu ögretmekle meşgul oldugu rivayet edi­
lir.
İmam Gazzali, iki yıl kadar Dimeşk'te [135] yukarıda belir­
tildigi üzere uzlet ve halvete çekildikten sonra, Kudüs-i Şerif'e
gidip mübarek şehitlikleri ziyaret eylemişti. Ve bir aralık Mısır
taraflarına giderek bir müddet de İskenderiyye'de ikametten
sonra geri döndügü rivayet edilir. Ve sonra Hicaz tarafına gidip
Hacc farizasını eda ve Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret etmiştir.
Gazzali her nereye gitse, halvethanesinde nefsle büyük
cihad etmekte idi. Ve heva ve hevese galebe ile nefsine malik
olmak en büyük emeli oldugu için halinden hoşnut idi. Ve I­
rak'ta bırakmış oldugu çocuklarının kimsesizlere has davetleri
kendisini rahatsız etmekte ise de, buna da sabır ve tahammül
etmekte idi. Sonuçta o asırda çogalan batıl akidelerin ıslahına
çalışmak üzere, 499 yılı [136] Zilkadesinde uzletinden çıkıp
Nişabur'a gitmiş ve oradaki Nizamiye Medresesi'nde süratle i­
limleri yaymaya başlamıştır.
İmam Gazzali Kaddesallahu sırrehu'l-ali bu olayı açıkla­
dıktan sonra der ki "Ben her ne kadar eski hale döndüm ise de,

129
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

hakikaten döndüm. Zira ben önceden bir ilmi yayardım ki, o­


nunla makam ve itibar kazanılır. Ve ben de sözüm ve amelim
ile ona davet eylerdim. Kastım ve niyetim de bu idi. Ama şimdi
bir ilme davet eyliyorum ki, onunla makam ve itibar terk olu­
nur. Ve makam ve itibar derecesinin düşmesi bilinir. Şimdi kas­
tım ve niyetim de budur. İsteğim nefsimi ve başkalarını ıslahtır.
İsteğime ulaşıp ulaşmayacağımı bilmem." "Güç ve kuvvet an­
cak Allah'a mahsustur."
İmam Gazzali bu kere de güzel kitaplar [137] yazmıştır. Ön­
cesinde ve sonrasında yazdığı kitaplar çoktur ve hepsi faydalı
ve önemlidir. Doğrusu asrın en büyük adamı idi. 505 yılında
vefat etti. "Allah sırrını takdis etsin."
Ondan sonra belagat ilminin imamı olan Ebu'l-Kasım Mu­
hammed Zemahşeri şöhret buldu. Şanı ve şöhreti alemin her ta­
rafına yayıldı. Pek çok eserleri vardır. Kısaca Keşşaj adlı tefsir
onun eserleri içınde yer alır. Ondan önce öyle bir tefsir yapıl­
mamıştır. Fakat Mu'tezile mezhebinden idi. Ve Mu'tezili unva­
nından hoşlanırdı. Doğduğu yer Zemahşer'dir ki, Harezm köy­
lerinden bir büyük köydür. Mekke-i Mükerreme'ye gidip bir
müddet orada mücavir kalmış olduğundan kendisine Carullah
denilmiştir. Ve bir ayağı kesilmiş olmakla ağaçtan ayak ile
gezmekte [138] olduğu için kendisine Mahrnud-ı A'rec de deni­
lir. Cürcartiye şehrinde, 538 yılında vefat eylemiştir. "Allah onu
affetsin."
O asrın meşhur alimlerinden biri de, mütekel1immden
Kitab-ı Milei ve Nihai sahibi olan Muhammed Şehristani' dir. Ke­
lam ilminden güzel kitaplar yazmıştır. Doğumu 479 yılında ve
vefatı 548 yılındadır.
Yine o asrın meşhur alimlerinden el-Meşhedetü'l-Katibe
diye tanınmış olan Fahrü'n-nisa Şehde bint-i Ebi Nasr'dır ki,
hem önde gelen alimlerden idi, hem de hat sanatında asrında
eşsiz idi. Ebu'l-Hattab Ebu Nasr el-Bustırvan ve Talha bin Mu­
hammed el-Zeynebi ve Ebu İshak Şirazi öğrencilerinden yuka­
rıda adı anılan fahrü'l-İslam Ebu Bekr-i Şaşi gibi ümmetin bü­
yüklerinden ders almış ve pek çok [139] alimler ve fazıllar da
onun verdiği dersi dinlemiş idi. Bu bakımdan o asırda pek çok
şöhret bulmuş ve şanı ve şöhreti etrafa yayılmış idi. Yaşı yüze
yakın olduğu halde, 574 yılında, Bağdat'ta vefat etti. "Allah ona

130
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

ganı'gani rahmet eylesin." Babası Ebu Nasr Ahmed edib ve şair


olduğu halde Muktefi li-Emrillah'ın yakınlarından olup, Bağ­
dat'ta Dicle kenarında Şafi'ller için bir medrese ve yanında
sufiyye için hangah bina ve onlara güzel vakıflar tahsis etmişti.
Zaman aşımı ile bunların izi kalmamış ise de, kızı Şehde nede­
niyle adı ilim tarihinde payidar kalmıştır. "Rahmetullahi a­
leyh."
Şehde Hatun'dan sonra sufiyyeden Şi'ri adlı zatın kızı
Zeyneb Hatun şöhret almıştır [140) ki alimlerin önde gelenlerin­
den birçok zata yetişip derslerini dinlemiş ve Abdü'l-Cafe Farsi
ve Tefsfr-i Keşşaf sahibi Zemahşeri gibi büyük zatlardan icazet
almış ve nice zatlar onun dersini dinlemiş ve o da nice alimlere
icazet vermiş idi. Nişabur' da 524 yılında doğmuş ve 615 yılında
vefat eylemiştir. "Allah ona gani gani rahmet eylesin." Meşhur
tarihçi İbn-i Hallikan der ki, Zeyneb ve Zemahşeri ile benim a­
ramda bir vasıta vardır. Zira Zeyneb bint-i Şi'ri Zemahşeri'den
icazet almış idi, benim de Zeyneb'den bir icazetnamem vardır.
O asrın alimlerinin alimi Şafi'i fakihlerinden ve Eş' ariyye
imamlarından büyük tefsir sahibi meşhur İmam Fahreddin
Razi'dir ki, 543 yılında Rey beldesinde doğup ilkin babasından
ve babasının vefatından sonra asrının önde gelen alimlerinden
ders [141) almış ve bilgisini tamamlamak için diğer beldelere
gitmiş idi. Doğrusu kelam ilminde ve akli meselelerde dönemin
tek insanı ve diğer ilimIerde asrın bir tanesi idi. Çeşitli ilimIerde
faydalı eserleri vardır. Hele kelam ilminde asrının gayretli i­
mamı ve alemin başvurduğu kişi idi. Çünkü kadim mütekelli­
min akli deliller ile dini akidelere yardım için kendi usullerince
birtakım özel deliller ortaya koydular. Örneğin, cisimler ve a­
razıardan bahisle cisimlerin arazdan sıyrılmasının imkansızlı­
ğını ve hadiselerden soyutlanmış olmayan şeyin yaratılmışlığını
ispat ile alemin yaratılmış olduğu sonucunu çıkardılar. Ve bu
delillerin öncülleri olmak üzere cevher-i ferdin ve boşluğun is­
patı ve alemin kadim olmasını gerektiren madde ve formun ip­
tali ve arazın iki zamanda baki kalmaması gibi birtakım kural­
lar ortaya koydular. Ve Ebu'l-Hasan el-Eş'ari ve Kadı Ebu Bekir
[142) el-Bakıllani ve Üstad Ebu İshak akaid delillerinin
in'ikasına, yani delilin çürüklüğünden delillendirilen konunun
çürüklüğünün lazım geleceğine inandılar. Hatta Ebu Bekir el-

131
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

Bakıllam dini akidelerin söz konusu deliller üzerine kurulu 01-


dugtından bu delillerin dini akideler derecesinde bulunduğuna
ve bunları çürütrnenin dilli akideleri çürütrnek demek olduğu­
na inanmış idi. Ve bir de kadim mütekellimm tümel ve özsel ve
arazi gibi mahiyetlerin zihinsel işlerden ibaret olduğuna inandı­
lar.
Bazıları da, soyut varlığın sıfatı olmak üzere mevcut ile
ma'dum arasında "hal" ispat eyleyip, mahiyetlerin de hal kabi­
linden olduğuna inandılar. Mantık ilminin nedeni ve dayanağı
ise, akli sentezlerin ve tümellerin dışarıdaki gerçekliği olup, bu­
rası ispat olunmadığı takdirde mantık kuralları geçersiz olur.
Ve eğer mantık ilminde olduğu gibi [143] bunları ispat eylersek,
mütekellimmin öncüllerinden birçoğunu iptal etrniş oluruz. Bu
ise, yukarıda açıklandığı üzere dilli akideleri ispat için mü tekel­
liminin ortaya koydukları özel delillerini iptale neden olur. Bu
yüzden mütekaddim mütekellimm mantık ilmini şiddetle red
ve inkar edip kelami delillerden çürüteceği delile göre bid'at
yahut küfür saydılar. İmam Gazzali ise, yukarıda açıkladığımız
üzere gerek matematiğin, gerek mantık ilminin inkarına imkan
olmadığını açıkladı ve mantıktan bir kitap yazarak bu vadide
yeni bir çığır açtı. Ondan sonra gelen müteahhirm de onu temel
yol ettiler. Bu delillerin in'ikasını inkar ile, delilin çürüklüğün­
den delillendirilen konunun çürüklüğü lazım gelmez, o
delillendirilen konu, başka delil ile ispat olunabilir, dediler. Ve
mahiyetlerin dışarıdaki varlığıyla akli sentez [144] hususlarında
mantık ehlinin re'ylerini kabul ederek, mantık ilmi bazı kelami
delillerle uyuşmaz ise de, dilli akidelerin aslıyla uyuşmaz de­
ğildir, diye hükmettiler. Ve belki cevher-i ferd ve boşluk gibi
kelami öncüllerin bir çoğunu iptal ve onların yerlerine akli na­
zar ve kıyas ile tashih ettikleri diğer deliller ikame edilerek, on­
lar ile akaidi ispat eylediler. Ve bunun yüce akaide bu şekilde
muhalif olmadığına karar verdiler. Ondan sonra mantık ilmi
kendi başına bir fen gibi ilmi medreselerde düzenli olarak oku­
tulur oldu. Ve İmam Gazzali'ye gelince, mütekelliminin çoğu
mantık ilmini küfre yakın saymışlarken, ondan sonra gelen
müteahhir araştırmacılar, mantık ilmi farz-ı kHaye olup, her
b eldede bir mantıkçı bulunması lazımdır dediler. Ve mantık il­
mini en ziyade savunmak ve ayrıntılarını genişletrnek ile

132
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

kelarnı meseleleri [145] çoğaltan İmam Fahreddın Razi'dir. Onun


eserleri meydana çıktığında, halk onlara ilgi gösterek
mütekaddiminin kitaplarını terk ettiler.
İmam Fahreddin Razi'nin güzel ve hakımane şiirleri de var
idi.
Kısacası İmam Gazzali'den sonra kelam ilminin okutulma
usulü ve derslerin düzeni değişmiş ve bu yeni ekolü İmam
Fahreddin Razi kemale erdirmiştir.
İmam Fahreddin Razı, çeşitli ilimIerde maharet kazanarak
akraruna üstün geldikten sonra Harezm'e gittiğinde, mezhep ve
akaide dair cereyan eden bahisler üzerine, Harezmller onun e­
kolünü beğenmedikleri için Harezm'den ihraç olunmakla
Maveraünnehr'e gittiğinde orada da böyle kötü muameleye
maruz kalmakla vatanı olan Rey şehrine geri [146] dönmüştü.
Oysa şan ve şöhreti her tarafa yayılarak şüpheyi gidermek ve i­
lim öğrenmek için uzak yerlerden kendisine başvurulurdu ve
her nereye varsa kendisine olağanüstü hürmet ve riayet olu­
nurdu. Hatta Guriye'den Gıyaseddin'in yanına gittiğinde, ona
olağanüstü saygı göstermiş ve onun için Herat'ta bir medrese
bina etmişti. Fahreddin Razi orada ilimIeri yaymaya başlayıp
meclisine her mezhepden adamlar gelirdi. Ve her ne sorsalar
cevap verirdi. Kendisine şeyhülislam denirdi. Fahreddin Razı
Arap ve Fars dilleri üzere pek etkili ve güzel vaaz verip, vaaz
sırasında vecde gelir ağlardı. Onun ifadesi ve feyizlendirmesi­
nin etkisi ile Keramiyye'den çok kimseler Eş'ari mezhebine
dahil olmuşlar idi. Ancak Gurlular Keramiyye mezhebinde
olup Herat'ta da Gurlular [147) çoğunlukta oldukları halde,
Fahreddin Razi Keramiyye mezhebini yerer ve itiraz eder
olduğundan, Keramiyye alimleri ona buğzetmekte idiler. Tesa­
düfen 595 yılında Keramiyye ve Hanefiyye ve Şafi'iyye fakihleri
hükümet merkezi olan Fıruzekuh şehrinde tartışmak için
Gıyaseddin huzurunda toplandığında, İmam Fahreddin Razi ile
Keramiyye şeyhlerinden İbn-i Kudllh diye tanınan Abdulmedd
bin Ömer de mecliste hazır bulundular. Fahreddin Razi söz
söyledikçe İbn-i Kuduh'un ona itiraz etmesiyle söz uzadı.
Gıyaseddin meclisten kalktı. Fahreddin Razı lakırdıyı uzattı. Ve
İbn-i Kuduh'u hakaretle azarladı. İbn-i Kuduh ise, zühdünden
ve ilminden dolayı Keramiyye indinde pek muhterem

133
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirrne

rem olduğundan, Fahreddin Razl'nin bu tavır ve muamelesi


Gıyaseddin'in damadı ve amcazadesi olan Melik Ziyaeddin'in
gücüne [148] gidip Gıyaseddin'e, Fahreddin Razl'den şikayet e­
dip onu yererek zındıkaya ve filozoflar mezhebine nispet eyle­
di. Gıyaseddin kulak asmadı. Ancak ertesi gün İbn-i Kuduh in-
sanlara vaaz için camiye gidip, "Rabbena amenna . . . . . . . . . . . .
"

dedikten sonra, "Ey insanlar, biz ancak dinimizde Resulullah


sallallahu aleyhi ve sellernden sıhhati sabit olan şeyleri söyleriz,
ama Aristoteles'in ilmini ve İbn Sina'nın küfre götüren sözlerini
ve Parabi felsefesini bilmeyiz. Allah'ın dini ve resulünün sünne­
ti için müdafaa eden İslam şeyhlerinden adi bir şeyhe niçin ha­
karet edildi" diyerek ağladı. Keramiyye de onunla beraber göz­
yaşı döktüler. Onun üzerine şehrin her tarafında halk toplana­
rak fitne başgösterince, Gıyaseddin Keramiyye'yi yatıştırmak
için bir cemaat gönderdi ve Fahreddin Razi'nin oradan ihracını
vaadetti. Fahreddin Razl'ye [149] buradan git demeye mecbur
oldu. O da Herat'a geri döndü. Gıyaseddin ise bu yıl
Keramiyye mezhebinden geçip, Şafi'i olmuştu.
Daha sonra Fahreddin Razi, Gıyaseddin'in biraderi ve
Gazne valisi olan Şehabeddin'in yanına gitti. Ondan çok ikram
ve ihtiram gördü. Zengin oldu. Ondan sonra Horasan'a geri
döndü ve Harzemşah ile görüşüp, onun yanında pek çok itibar
buldu ve 606 yılında vefat etti. "Allah ruhunu şad eylesin."
Yukarıda açıklandığı üzere, Keramiyye'nin Fahreddin Razi
aleyhine saldırılarının ve çıkışlarının, Ehl-i Sünnet ile aralarında
söz konusu olan mezhep zıtlığından kaynaklandığı açıklanma­
ya ihtiyaç göstermez. Ama Harezm ve Maveraünnehr ahalisi
Sünni iken ona kötü davranmalarının nedeni tarihlerde meçhul
bırakılmıştır. [150] Zannolunduğuna göre nedeni, adı geçen aha­
linin amelde Hanefi ve itikatta Maturidi oldukları halde,
Eş'arilerin felsefi terimler ile karıştırılmış olan terimlerine alış­
mamış olmalarıdır. Bu zannı izah edip doğrulamak için, aşağı­
da olduğu şekilde bazı ayrıntılı açıklamalara girişilir.
Yukarılarda açıklandığı üzere sahabe fırkalarından sonra
sapık fırkalar çoğalarak, bayağı Horasan ve Irak taraflarını isti­
la, özellikle de Mu'tezile taHesi felsefeyi de kelam ilmine karış­
tırıp Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat akaidini ihlale çok fazla çaba har­
camışlar ve Abbasiler'den bazıları da Mu'tezile mezhebine girip

134
FİLOZOFLARIN BİYOCRAFİLERİ / Sadeleştirme

zorla fakihleri İ'tizale sevk eylemişler idi. Fakihler gerçi keHim


ilmini red ve inkar ile bu fitne seline set çekmek istemişler ise
de, Mu'tezile Abbasiler'in kuvvetiyle [151] bayağı galebe çalmış­
lar idi. Ancak İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari tartışma ile
Mu'tezile'ye galebe edip, Ehl-i Sünnet alimlerinden bir çoğu
mütekellimin unvanıyla özel bir sınıf olarak ayrılıp sapkınlık
ehli imarnlara karşı tartışmada ve mücadelede bulunmak üzere
kendilerini adamaya çaba harcadılar. Şafi'i fakihlerinden Üstad
Ebu İshak İsferayinı ve İmamü'l-Haremeyn gibi ümmetin bazı
en büyükleri de bu mezhep görevini yerine getirmeye kalkışa­
rak bütün Şafi'i fakihleri, Mu'tezile'ye ve diğer sapık fırkalara
karşı tartışmaya giriştiler. İşte bunlara Eşa'ire denildi ki, Şafi'i
fakihlerinin çoğunluğu onlar içinde yer aldığından, Şafi'Her ge­
nellikle itikatta Eş'ari mezhebinden olmuşlardır. Ebu'l-Hasan
el-Eş'ari ömrünü sapık fırkalar ile tartışmaya hasrederek onla­
rın aleyhinde pek çok kitaplar yazdığı gibi, ona tabi olan Şafi'i
İmamları da [152] onun eserine eklenerek, kelam ilminden muh­
tasar ve mufassal pek çok risale ve kitaplar hazırlamışlardır.
Ama Maveraünnehr'de, özellikle de o vakit İslam'ın Kub­
besi denilen Buhara'da Hanefi fakihleri çoğunlukta olup, gerek
akaid gerek şer'i hükümlere dair İmam-ı A'zam Ebu Hanife
Hazretleri'nden beri zincirleme ve aralıksız olarak gelen riva­
yetlerin korunmasına ve kaydedilmesine pek ziyade özen
gösteregeldiklerinden, Samanoğulları da iç işlerinde bağımsız
oldukları halde mütedeyyin adamlar olduklarından
Maveraünnehr fakihleri arasında Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat aka­
idi saldırılardan uzak olarak, sapık fırkalar oralarda rahat bu­
lamamışlar idi. Daha sonra zuhur eden Haniyye dahi o yolda
devam ettiler. Hatta yukarıda zikrolunduğu üzere [153]
Batıniyye'den Maveraünnehr'e giden davetçilerin ifsatları du­
yulunca katliam olundular. Kısacası, yüce akaidin öğretimi Ha­
nefi fakihler elinde olmakla saldırılardan uzak kalmıştır. Ebu'l­
Hasan el-Eş'ari Irak'ta Mu'tezile ve diğer bid'at ehli ile uğraş­
maktayken, Hanefi imamlarından Te'vfZat sahibi meşhur
Alemü'l-Hüda Ebu Mansur Maturidi de Maveraünnehr'de sa­
habe ve tabi'in fırkalarından beri zincirleme gelen Ehl-i Sünnet
akaid usulünü öğretip okutmakta idi. Selef-i salihin insanları bu
meseleye dalmaktan menetmekle, İmam Maturidi de onlara

135
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

uyardı. Ve bid'at ehli Maveraünnehr'de fesat çıkarma fırsatı bu­


lamadıklarından, onlar ile o kadar uğraşmaya ihtiyacı da yok
idi. Bu yüzden mezhebini ayrıntılı bir şekilde yazmaya mecbur
olmamıştı. Şafi'iler genellikle Eş'ari oldukları gibi, Hanefiler'in
de [154) çog-tınluğu itikatta Maturidi mezhebinden olmuşlardır.
Bu yüzden Horasan, Irak ve Suriye' de ve diğer pek çok belde­
lerde Ehl-i Sünnet'ten meşhur olan mezhep Eş'addir. Ama
Maveraünnehr beldelerinde Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Maturidi
mezhebinde olanlar demektir.
"Maturid" Semerkand köylerinden bir köydür. İmam
Mansur Hazretleri o köydendir ve Ebu Nasr İyaz'ın öğrencile­
rinden ve o d ahi Ebu Bekir Cürcam'nin öğrencilerindendir. Ebu
Bekir ise, Ebu Süleyman Cürcani'nin dostu olup, o da Ebu
Hanife'nin dostu olan İmam Muhammed bin Ebu'l-Hasan
İmşibani'nin öğrencisidir. Bu bakımdan Ebu Mansur
M aturidi'nin öğretim zinciri üç vasıta ile İmam Muhammed' de
ve onun vasıtasıyla İmam-ı A'zam Ebu Hanife Hazretleri'nde
son bulur. 323 yılında vefat eylemiştir. [155)
Yukarıda açıklandığı üzere Eş'ad imamlarının kelarn il­
minden kabul edilen ve sayılamayacak derecede çok risale ve
kitapları olup, alemin her tarafına yayılmıştır. Anadolu ahalisi
hep Maturidi mezhebindenken, bu diyarda bile kelarn ilminden
Fahreddin Razı'nin ve Seyfeddin Amedi'nin eserleri ve Şerh-i
Muvafakat ve Şerh-i Makdsid gibi büyük kitaplar duyulmuştur ve
tedavüldedir. Ve Maturidiyye kitapları o kadar duyulmuş de­
ğildir .. Fakat Ömer Nesefi'nin Metn ü Akdyidi ve Fıkh-ı Ekber gibi
bazı muhtasar eserler duyulmuştur ve tedavüldedir. Nesef!'nin
Metn-i Akdyid'i cami ve medreslerimizde düzenli dersler sıra­
sında okutulur. Ve şerhiyle beraber okunur. Şarihi de, Metn ü
Şerh-i Makdsid sahibi olan Sadeddin Taftazam'dir. Fıkh-ı Ekber'in
yazarı İmam-ı A'zam Ebu Hanife RahmetuIlahi aleyh Hazretleri
midir? Yoksa onun [156) öğrencilerinden biri midir? alimler ara­
sında ihtilaf konusudur. O zaman müçtehidlerin bizzat kitap
yazmaları adet olmayıp, onların anlattıklarını öğrencileri k<ı:Y­
deder imiş, sonra da bu anlatılanlar kitap şekline konur imiş. Iş­
te Fıkh-ı Ekber'in de, bu şekilde İmam-ı A'zam Hazretleri'nin
öğrencileri tarafından kaydedilen notları olması gerektir.
Maturidiyye ile Eş'ariyye'nin bazı kelami meselelerde ihtilafları

136
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

var ise de, cüz'i meselelerde olup, itikadi meselelerin esasları


olan büyük dini işlerde müttefiklerdir. İhtilaf ettikleri meselele­
rin ço�unda, iki tarafın re'ylerini uzlaştırmak da kabul olur.
Bu bakımdan iki tarafın taassup ve haksızlıktan sakınan
araştırmacıları, birbirlerini bid'at ve sapkınlı�a nispet eylemez­
ler. Bu yüzden ikisi Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olan bir kurtul­
muş fırka olarak de�erlendirilmiştir. [157] Bununla beraber in­
dimizde Maturidi mezhebi, sahihli�e, re'y ve akla en yakın
mezheptir ve re'y ve dirayet mezhebi olan Hanefi mezhebine
ufuktur. Fırkaların arasında vuku bulan ihtilafların en önemlisi
ise, kelam ilminin en ince bahislerinden olan kader ve cüz'i ira­
de meselesidir.
Şimdi bu meseleyi çözümleyip, re'ylerini muhakeme edip
açıklayalım. Her şeyin yaratıcısı Allah Te'ala HazretIeri olup,
bütün hayvanlar ve onlar ile kaim olan beyazlık ve siyahlık gibi
sıfat ve uyku ve uyanıklık ve hastalık ve sa�lık ve büyüme ve
yemeklerin sindirilmesi ve suya batmak gibi tabii fiiller hep Al­
lah Te'ala Hazretleri'nin yaratmasıdır. Bunda çekişme ve ihtilaf
yoktur. Fakat ihtiyari fiillerde ihtilaf vardır.
İhtiyari fiiller kalkmak, oturmak, yazı yazmak, suda yüz­
rnek, namaz kılmak, oruç tutmak gibi [158] tasavvur ve kast ile
şekillenmiş olan fiillerdir.
Öme� yazı yazmak bir kimsenin hatırına geldi�inde
yazmaya meylederse, fiil ve terkte, yani yazıp yazmarnakta ser­
besttir. Ve üşenmek gibi bir nedenle kendisine tereddüt gelirse
de, mIde hayır ve fayda oldu�nu düşünerek kendisinde karar­
laştırılmış kast, yani fiile gerçek yönelim olunca, kalemi eline a­
lıp yazmaya başlar.
İşte bu kararlaştırılmış kasta cüz'i ihtiyar denilir ki, cüz'i
bir işte yani özel bir şeyde mı ve terk şıklarından birini ihtiyar
ve tercih demektir. Buna cüz'i irade de denilir. Ve ihtiyar ile i­
radenin kavramları birbirine yakındır. Fakat ihtiyarda iki şık da
düşünülmüştür. İradede ise, yalnız seçilmiş olan şık düşünü­
lüp, terkedilmiş olan şık düşünülemez. [159]
Allah Te'ala Hazretleri insanda öyle bir kudret yaratmıştır
ki, mı ve terke nispeti birbirine eştir. Ve kudretin iki şıktan biri­
ne harcanınası, cüz'i irade demektir. Ve arkasından hadis olan

137
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

fiiller, ihtiyar! fiillerdir. İşte bu ihtiyar! fiillerin kimin yaratması


olduğu meselesinde ihtilaf olunmuştur.
Üçüncü yüzyılın seçkinlerinden olan selef-i salihlne göre
ihtiyar! fiiller de, diğer fiiller gibi Cenab-ı Hakk'ın yaratmasıdır.
Fakat kulların da ihtiyar! fiillerde cüz'i iradeleri vardır. Ve bu
bakımdan kullar namaz kılmak, oruç tutmak gibi teklifler ile
mükellef olurlar. Ve ilahi emirlere itaat eyleyenler övgüye ve
sevaba ve muhalefet eyleyenler yergiye ve azaba müstahak o­
lurlar. Ve cüz'i irade arkasından Cenab-ı Hakk ihtiyar! eylemle­
ri yaratmış olup, ihtiyar! olan hayr ve şer her ne ise, sırf Cenab-ı
Hakk'ın [160] kudreti ve kulların kazanması ile hadis olunmakla,
hepsi Cenab-ı Hakk'ın yaratması ve kulların kazanmalarıdır. İş­
te Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat mezhebi budur. Nassların zahirleri
de buna delalet eyler.
Mu'tezile ise, Cenab-ı Hakk kullarına kudret ve ihtiyar ve­
rip ihtiyar! fiillerini kendilerine bırakmıştır. Onlar da, kudretle­
rini harcayarak bu fiilleri bağımsız olarak kendileri icat ederler.
İlahi kudretin bunlarda dahli yoktur. Ve kullar bu bakımdan
övülmüş ya da yerilmiş ve sevablandırılmış ya da cezalandırıl­
mış olurlar, dediler. Selef-i salihln ise her şeyin yaratıcısı Allah
Te'ala Hazretleri'dir deyip, kadim Mu'tezile de selefin dönemi­
ne yakın olduklarından, kullara "yaratıcı" demekten çekinerek,
"mucit" ve "muhteri" gibi terimler ile yetinirlerdi. [161] Sonra
Cübba'i ve ashabı, "yaratma," "kat" ve "ihtira"nın hep varlık
ifadesi, yani bir şeyi yokluktan varlığa çıkarma demek olarak
bir anlama geldiklerini görüp, kul fiilinin yaratıcısıdır demeye
cesaret eylediler.
Mu'tezile, bu zanlarının doğruluğunu ispat için bu şekilde
delil gösterip ve sonuç çıkardılar ki, ihtiyar! fiiller kulların ba­
ğımsız kudretleriyle olmasa, övgü ve yergi ve sevab ve günah
batıl olur. Ve ihtiyar! fiillerden küfür ve hırsızlık gibi çirkin fiil­
lerin Cenab-ı Hakk'a nispeti lazım gelir. Cenab-ı Hakk ise, çir­
kinlikten münezzehtir dediler.
Mu'tezile'nin bu delilleri Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat tarafın­
dan şu şekilde çürütülüp reddolunmuştur ki, övgü ve yergi ve
sevab ve günah bağımsız olmaksızın icada uygun gelmez, on­
larda kulun kazanması yeterlidir ve ihtiyar! fiiller [162] kulların
fiilleridir. Örneğin aklı başında ve içki içen ve namaz kılan ve

138
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

hırsızlık yapan hep kullardır. Ancak bu gibi fiillerin kullara is­


nat olunmasıyla onların yaratması olması lazım gelmez. Bir ci­
sim ile kaim olan beyazlık, Cenab-ı Hakk'ın yaratmasıdır. O
cismin yaratması değildir. Güzellik, kulların fiilleri de, iyi ve
kötü, hayır ve şer hep kullara isnat olunduğu halde, hepsi
Cenab-ı Hakk'ın yaratmasıdır. Ama övgü makamında göklerin
ve yerin yaratıcısı denilip, domuzların ve şeytanların yaratıcısı
denilmemesi, ancak edebli davranmak içindir. Ve kabahatlerin
Cenab-ı Hakk'a nispeti yaratma açısından olup, bu ise Şan-ı Ba­
d'de noksan değildir. Kendisine eylem nispet edilenin noksanı­
nı zorunlu kılan ancak kabahati kazanması ve onun1a vasıflan­
mış olmasıdır. Yılan ve akrep ve domuz ve şeytan gibi eziyet
verici ve çirkin şeylerin yaratılmasında kabahat yoktur. Onların
yaratılmasında bilmediğimiz [163] nice gizli ilahi hüküm vardır.
Cenab-ı Hakk niçin bunları yarattı diye soru sorulmaz. Keza
kulların cüz'i iradeleri arkasından Cenab-ı Hakk niçin kabahatli
ve kötü fiilleri yarattı diye soru sorulamaz.
İ'tizal mezhebini iptal için Ehl-i Sünnet'in ortaya koydukla­
rı delillerden biri budur ki, ihtiyari fiiller hep mümkündür. Ve
kadim kudret, yani ilahi kudret her şeyi kuşattığından, her
mümkün Cenab-ı Hakk'ın takdiridir. Ve her ne ki Cenab-ı
Hakk'ın takdiri ola, hadis kudret, yani kulun kudreti ile
gerçekleşmez ve aksi halde iki etken kudretin tek takdir üze­
rinde birleşmesi lazım gelir, bu ise batı1dır. öyle ise, ihtiyari fiil­
ler kulun kudretiyle gerçekleşmez. Kulun kudretiyle gerçek­
leşmeyen şey de kulun yaratması olamaz. [164]
O delillerden biri de budur ki, kul fiilinin mucidi ve yaratı­
cısı olsa, fiillerinin ayrıntılarını bilmesi lazım gelir. Zira kulların
fiillerinin en fazlası ve en eksiği ve çeşitli görünümleriyle birbi­
rinden farklı olarak gerçekleşmesi mümkünken, mümkün ihti­
mallerden birinin belirlenmesi ve gerçekleştirilmesi, mucidin
ona özellikle kast eylemesini gerektirir. Özel ve cüz'i kast ise,
yüzeysel bilgiden kaynaklanmış olamayıp, mucidin o tayin e­
dilmiş olanı özellikle bilmesi gereklidir. Kısacası kul fiilinin ya­
ratıcısı olsa, fiillerinin ayrıntılarını bilmesi lazım gelir. Lazım ise
batıldır. Zira uykuda bir yandan bir yana dönmek gibi uyuyan­
dan sudur eden fiillerİn niteliğini ve niceliğini kendisi bilmez.
Yan1ışlıkla bir iş gören kimsenin hali de böyledir. Ve bir yerden

139
FİLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

diger yere gitmek, sürat ve yavaşlık ile nice farklı hareketleri ve


arada birbirinden farklı nice davranışları içermiş oldugu [165]
halde, yürüyen kimse o yere kadar kaç adım atacaguu ve yürü­
yüş ve hareket sırasında damarlarını, kasıarını ve sinirlerini ne
kadar ve ne şekilde kasacagını ve hareket ettirecegini, kısacası
bu fiillerinin ayrıntılarını bilmez. öyle ise kul fiilinin yaratıcısı
değildir diye çıkarırnda bulunulur. Aslında kazanmada da kast
ve bilgi lazımdır. Ancak onda yüzeysel kast yeterli olup, ayrın­
tılı bilgiye gerek yoktur.
Yukarıda deginildigi üzere Mu'tezile, kabahatlerin yara­
tılmasını Cenab-ı Hakk'a isnattan kaçınıp ifrat yoluna girmekle
başlıca ilahi vasıf olan yaratıcılıkta insanları ona ortak ederek
yaratıcının birden çok olduguna inanmak yanlışlıgına düştüler.
Cebriyye taifesi de, bu konuda tefrit ile Mu'tezile'nin tam
zıddı olarak kuldan bütün bütün ihtiyarı almakla insanı cansız
varlıklar derecesine (166) indirdiler. Ve insan bütün hareketle­
rinde ve davranışlarında çaresiz ve mecburdur dediler. Hatta
Cebriyye şairlerinden biri şu beyti söylemiştir.

"Nazm"
Onu eli kolu baglı bir halde denize atıp,
Sakın ha sakın suda ıslanma dedi.

Oysa yükselme ile düşme ve iç ile dış arasında apaçık fark


olduğundan, Cebriyye mezhebi apaçıklıga rastlamıştır. Ve bir
de kulun fiillerinde asla dahli olmadıgı takdirde teklif saçma
olur. Ve övgü ve yergi, sevab ve cezaya yer kalmaz.
Kısacası cebr ve i'tizal, tefrit ve ifrat dernek olup, selef-i
salihin ise "Cebr degil, serbestlik degil, aksine iki durum ara­
sında bir durumdur" derlerdi. Bu yüzden Ehl-i Sünnet ve'l­
Cemaat "Tavassut beyne'l-emreyn," yani ikisi ortası bir ekolü
kabul eylediler. (167) Fakat bu orta yolun tefsirinde Eş'ariyye ile
Maturidi ihtilaf ettiler.
İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'ari orta bir cebre inanıp demiş ki,
cüz'i irade dışsal olarak mevcuttur ve Hazret-i Bari'nin yarat­
masıdır. Kazanma da, takdir olunmuş fiilin kulun kudret ve i­
radesine uygunlugundan ibarettir ve bu uygunluk Cenab-ı
Hakk'ın fiili yaratmasına vesile nedendir. Yani Cenab-ı Hakk

140
FiLOZOFLARlN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

kulda kudret ve irade yaratıp bir engel olmadığı halde arkasın­


dan fiili de yaratmak üzere ilam: adetini İcra etmiştir. Ancak ku­
lun kudret ve iradesinin İcatta etkisi ve kulun fiile mahal ol­
maktan başka dahli yoktur. Ve kullar ihtiyari fiillerinde muh­
tardır, ama ihtiyarlarında zorunludurlar. Yani muhtar surette
mecburdurlar.
Bu surette yükselme hareketi ile düşme hareketi [168] ara­
sında fark açığa çıkar. Ve bu şekilde İmam Eş'ari'nin mezhebi
Cebriyye'den ayrılır ise de, kazanma terimi hakikat olmaz ve
kudreti olumsuzlamak ile etkisiz kudretin ispatı arasında fark
olmadığından, Eş'ari mezhebi gerçek halde cebre varır ve teklif­
te fayda olmaz diye Eş'ari mezhebine itiraz olunmuştur. Ve
Eş'ariyye imamlarının bu konuda re'yleri sıkıntılı ve ifadeleri
çeşitli olmuştur.
İmam Eş'ari'den sonra Eş'ari alimlerinin reisi olan Kadı
Ebu Bekr el-Bakıllaru ihtiyari füller iki kudretin yani kadim
kudret ile hadis kudretin biraraya gelmesiyle gerçekleşir. Fakat
kadim kudret fiilin aslıyla ve hadis kudret fiilin ibadet ve itaat­
sizlik olmak gibi vasfıyla ilişkilidir. Örneğin, yetime şamar
vurrnak fiili ilahi kudret ile gerçekleştiği halde, terbiye etmek i­
çin olursa ibadet ve eziyet etmek için olursa [169] itaatsizlik ol­
mak vasfı kulun kudretiyle gerçekleşir dedi. Ancak kula asıl fi­
ilde dahli olup da, onu cebrden kurtaracak bir şey ispat eyle­
medi.
Ondan sonra Eş'ari mezhebinde reisliği tasavvur eden
Üstad Ebu İshak İsferayini, ihtiyari fiiller iki kudretin birleşi­
miyle gerçekleşir ve fiilin aslıyla ilişkilidir dedi. Yani kulun
kudreti etki etmekte bağımsız olmayıp, ona ilam: kudret eklen­
diğinde şu yardım etken olur diye üstadın kelarnı yorumlandi.
Yoksa iki bağımsız etkenin tek bir sonuç üzerinde birleşmesi
batııdır.
Daha sonra Eş'ari mezhebinde imamlar imamı olan
İmamu'l-Haremeyn Ebu'l-Me'ali'den çeşitli re'yler rivayet o­
lunmuştur. Şöyle ki: Bazı araştırmacıların ortaya koydukları
kurala göre ihtiyari fiillerde etken olan, Cebriyye'ye göre kulun
aslen kudreti 1170] olmaksızın yalnızca ilam: kudrettir. Ve Ka­
dı'ya göre kulun kudreti ancak fiilin vasfına etki etmek üzere
iki kudretin birleşimidir. Ve Üstad'a göre fiilin aslına etki etmek

141
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

üzere iki kudretin birleşimidir. Ve Mu'tezile'ye göre kulun ba­


ğımsız ve ihtiyari kudretidir. Ve haklınlere göre Cenab-ı
Hakk'ın kulda yarattığı kudret ve iradedir. Ancak ihtiyari ol­
mayıp belki şartları birleşince ve mevkileri yükselince kulun fii­
li zorunlu olur ve uygunsuzluk durumunun olmaması yoluyla
gerçekleşir. İmamu'l-Haremeyn'in de bu kanıda olduğu rivayet
edilmiştir ve meşhurdur. Ancak bazıları, bu mezhebin İmamu'l­
Haremeyn'e isnat edilmesi hatalıdır demişler. Sadeddin
Taftazani de, İmamu'l-Haremeyn'in mezhebi, haklınlerin re 'yi
olduğu üzere, kulun fiili kendi kudret ve iradesi ile gerçekleş­
mektedir diye kelam ehli [171] arasında meşhur ve kitaplarında
zikredilmiş olup, bu ise İmam'ın elimize geçen kitaplarındaki
açıklamalara muhaliftir. Hatta İrşad adlı kitabında "Başlangıçta
ve sadıkların zuhurundan önce selef imamları, yaratıcı ancak
Allah Te'ala olup ondan başka yaratıcı olmadığında ve bütün
hadiselerin ilahi kudret ile hadis olduğunda ittifak etmişler
diyor," diyerek o meşhur rivayeti çürütmüştür. Bazıları da
İmamu'l-Haremeyn'in son sözü Nizamiyye'deki kelamıdır diye
onun erken dönemindeki sözlerinden çoğunu bildirmişlerdir,
oysa İmamu ' l-Haremeyn�in İrşad'daki kelimeleri ile
Nizamiyye'deki tahkikleri birbiriyle uzlaştırılabilir. İzah için
İmamu'l-Haremeyn'in Nizamiyye'deki tahkikIerini özet şekilde
buraya alıntılayalım.
İmamu'l-Haremeyn Nizamiyye'de diyor ki: "Bari Te'ala kul­
larını nice ameller ile mükellef kılmış [172] ve bu amelleri yerine
getirmek için kendilerine kudret verdiği kesin nasslar ile açıklık
kazanmıştır. Kim ki şeriatte olan yönlendirmeleri ve uyarıları
ve dik kafalılık edenlerin kötü akıbetlerine dair enbiya-yı izam
aleyhimü's-selam taraflarından alınan tebliğleri ve Allah tara­
fından kullara, sizin bir diyeceğiniz ve özüre rnecaliniz kalma­
mak üzere size peygamberler gönderdim. Geniş doğruluk yo­
lunu gösterdim. Size kudret ve mühlet verdim. Siz ise tecavüz
ettiniz, asi oldunuz diye gerçekleşmesi kararlaştırılmış olan hi­
tapları ve inayetleri düşündükten ve tamamıyla kavradıktan
sonra, acaba kulların fiilleri onların iktidar ve ihtiyarları ile mi­
dir? diye şüphe ederse, ya aklına halel gelmiştir, yahut kendisi
taklitte karar kılmış ve cehalet üzerine ısrar ve devam edici o­
lup kalmıştır. Kısacası kulun kudretinin fiilinde hiç etkisi yok-

142
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

tur demek, şer'i teklifleri red ve peygamberlerin tebliğlerini ya­


lanlamaktır. (173) Bu surette doğru yolda gitmeyi başaramayan
kimse, kulun kudretinin takdir olunanda asla etkisi yoktur der­
se ve şer'i tekliflerin gerekleri kendisinden talep edildiğinde la­
kırdıyı enine boyuna çekip de, Allah dilediğini işler, "İşlediğin­
den sorumlu tutulamaz . . ... " diyerek cevap verirse ona denilir
ki, söylediğin sözler sonuçsuzdur. Hak söz, ancak onunla batıl
anlam kastedilmiş. Evet, Alhh Te'inil Hazretleri dilediğini işler
ve iradesi üzere hükmeyler, ancak vaadinden dönmekten ve
doğruluğu bozmaktan beridir. Biz ise şeriatten kesinlikle anla­
mışızdır ki, Allah Te'illil kullarına ancak tayin edilmiş ve güçleri
olan şeyleri teklif etmiştir. Şu hale göre, hadis kudretin takdir
olunan eyleminde etken olduğuna inanmak lazım gelir. Genel
olarak kul fiilinin yaratıcısıdır demek ise, selefin öğretisinden
[174) çıkmak ve sapkınlık uçurumlarına saldırmak demek oldu­
ğundan böyle gidilemez. Kulun fiili hem hadis kudret, hem de
kadim kudret ile gerçekleşmiştir demeye de yol yoktur. Zira bir
tek fiiıin iki kudret sahibi ile yaratılması imkansızdır. Çünkü bir
tek olan bölünmüş olmadığından ilahi kudret ile gerçekleşirse
bağımsız olarak ona münhasır ve hadis kudretin etkisi hüküm­
süz kalmış olur. İşte bu bir dar vadidir ki, onun felaketlerinden
yalnız başarılı mürşid olan kimse selamet bulur . . . Zira kişi bas­
kı iddiası ve kendisini yükümlülükten çıkarma ve tek bir fiilde
kendisini Cenilb-ı Hakk'a ortak kılma aralarında kalır. Filan i­
mam böyle demiş, filan üstad şöyle söylemiş yollu sırf ad ve la­
kaplar ile kurtuluş bulunmaz. Çünkü bir adam, kul kazanıcıdır
ve kudretinin etkisi kazanmadır ve Rabb Te'illil kulun [175) ka­
zanmış olduğu şeyi yaratıcıdır dese, ona kazanmanın anlamı
nedir? denilir ve onun üzerine zikredilen üç kısım geri döner, o
da kaçacak yer bulamaz. Bu yüzden biz deriz ki, kulun kudreti
ittifak ile Allah Te'illil Hazretleri'nin yaratmasıdır. Ve takdir 0-
lunmuş fiil kesinlikle hadis kudret ile gerçekleşir. Ancak yarat­
ma ve takdir açısından Cenilb-ı Hakk'a bağlı kılırur. Zira hadis
kudret ile gerçekleşmiştir ve bu hadis kudret kulun fiili olma­
yıp, ancak kulun sıfatı ve Cenilb-ı Hakk'ın yaratması olduğun­
dan onunla gerçekleşen fiil de yaratma ve takdir açısından Al­
lah Te'illil'ya bağlı olur. Sapık fırka, yani Mu'tezile bu yola doğ­
rulsalar, onlarla aramızda ihtilaf olmazdı. Ancak onlar kulun

143
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştinne

yaratma ve ibda ile baskı ve kendi başınalı� iddia ile sapkın­


lı�a düştüler. Onlardan ayrılışımızı bir derece daha izah edelim.
Biz kulun [176) fiilini ilahi takdire ba�lı kıldıgunızdan, bize göre
Allah Te'ala, ilahi ilminin kuşattı�ı kaderler üzerine, kulda
kudret meydana getirdi ve fiilin nedenlerini hazırladı ve ayrın­
tıları kula bildirmeyip işlemesini emretti ve onda arzulanımlar
ve ihtiyar ve irade meydana getirdi. Ve fiillerin malum kader
üzere gerçekleşece�ini bilmekle, fiiller Cenab-ı Hakk'ın kullar
için yarattı�ı kudret ile onun ilim ve iradesi üzere gerçekleşir.
Bu yüzden kulların ihtiyarları ve kudret ile vasıflanmaları baş­
langıçta Cenab-ı Hakk'ın yaratmasıdır. Takdir olunmuş fiilleri
de, bağımsız olarak Allah'ın yaratımı olan hadis kudretin sonu­
cu olduğundan, bilgi ve irade açısından, kaza ve yaratma açı­
sından Cenab-ı Hakk' a ba�lıdır. Ve e�er takdir olunanın ger­
çekleşmesini irade etmese, kula kudret vermez ve fiilin ispatını
hazırlamaz idi. Şimdi kul fail-i muhtardır, [177) yükümlüdür. Fi­
ili de Allah Te'ala'nın takdir ve irade ve kazası iledir. Kalbin
rahatlamasına vesile olmak için şer'i bir örnek verelim. Kul, e­
fendisinin malında tasarrufa sahip de�ildir. Ve efendisinin ma­
lında zorla tasarrufta bulunursa, tasarrufu etki edici olmaz.
Ama efendisi bir malının satılması hakkında kuluna izin verip
de, o da satsa, etki edici olur. Ve nedeni, efendisinin izni oldu­
ğundan, hakikatte satış efendisine yüklenir. Ancak kul tasarruf
ile emrolunur ve tasarrufu alıkonulur. Ve muhalefeti üzerine
azarlanır ve cezalandırılır, ama Mu'tezile kulun kendi başınalı­
�ını ve ba�ımsızlı�ını ve asi oldu�nda ilahi iradeye muhalif
olarak Rabbi dilesin dilemesin kulun irade etti� fiili ile kendi
başına oldu�nu itikat eylediler. Oysa bu yanlış itikada göre
kul tedbirde Rabb Te'ala'ya (178) aykırı olarak diledi� yapmış
olur. "Allah onların söylediklerinden yücedir."
İmam-ı Haremeyn'in kelarnı burada son buldu. Ona göre
kulun kudreti, iradesi uyarınca takdir olunan fiilinde Allah'ın
izniyle etkendir. Ve fiili ilahi takdir ve irade iledir ve Cenab-ı
Hakk irade etmez ise, kulun kudretinin asla etkisi yoktur. Ama
Mu'tezile'ye göre kul kendi başına ve bağımsızdır. Allah Te'ala
dilese de kulun kudreti iradesi uyarınca bizzat etken olur. Bu i­
tikadı "Allah'ın diledi�i olur, dilemedi� . . . ." Hadis-i Şenf'ine
muhalefet eden Mu'tezile imamlarından Kadı Abdülcabbar,

144
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

İ'tizal mezhebine eğilimli olan meşhur vezir Sahib bin İbad 'ın
meclisine girdiği sırada Üstad Ebu İshak İsferayini'yi orada gö­
rünce, "Çirkin şeylerden münezzeh olan Allah'ı tesbih ederim"
dediğinde üstadın derhal, "Hükümranlığında dilediğinden
başka hiçbir şey meydana gelmeyen yüce zatı tesbih ederim"
[179] demiş olduğu rivayet edilir. Ve Mu'tezile'den Ömer bin
Abid hikaye edip demiş ki, "Beni benimle bir gemide bulunan
bir Mecusi kadar kimse ilzam etmedi." Mecusi'ye, "Niçin Müs­
lüman olmuyorsun?" dediğimde, "Allah Te'ala b enim İslamımı
irade etmemiş. İrade etse Müslüman olurdum" demekle, "Allah
Te'ala senin İslamını emir ve irade etmiştir, ancak şeytanlar seni
bırakmıyor" dedim. Mecusı de, "ÖYle ise galip ortak ile beraber
olurum" dedi.
Kısacası gerek Mu'tezile'ye, gerek filozoflar ile İmamu'l­
Haremeyn'e göre kulun kudretinin fiilin aslınd a etkisi var ise
de, Mu'tezile ile İmamu'l-Haremeyn arasında yukarıda açık­
landığı üzere fark olduğu gibi, filozoflar ile İmamu'l-Haremeyn
arasında da fark vardır. Zira İmamu'l-Haremeyn büyük müte­
kellimlerdendir. Ve mütekeHimlere göre [180] Barl Te'ala fail-i
muhtardır. Ama kadim filozoflara göre zorunlu varlık, zorunlu
kılan faildir. Ve "Tek olandan ancak tek şey sudur eder." kura­
lınca, varlığı zorunlu olandan ilk akıl ve ondan ikinci akıl, zin­
cirleme olarak dokuzuncu akıldan onuncu akıl sadır olur. O da
oluş ve bozuluş alemi olan şeyleri icat eyler. Bu suretle yaratıl­
mışlar hep vasıtalara ve ihtiyari fiil de kulun kudretine nispet
olunur. Ancak bu da filozofların sözlerinin zahirinden anlaşılan
meşhur mezhepleridir. Ama İbn Sina'nın açıklamalarına ve
Celaleddin Devvam'nin tahkiklerine göre filozofların mezhebi­
nin tahkiki bu vechiledir ki, yaratılmışların tümü feyz kaynağı
AHah'a mensup olmakla, aradaki vasıtalar kadim kudret ve ka­
dim iradenin ilişkisini zorunlu kılan istidadı tamamlarlar. Bu
bakımdan vasıtalar hep [181] hazırlanmış nedenler kabilinden­
dir. Platon'dan "Alem bir küre, yeryüzü onun noktası, insan
bir hedef, felekler bir şey, hadiseler oklar hükmündedir, Allah
ise oku atandır, bu durumdan nereye kaçılabilir." diye rivayet
�lunan söz de, buna işaret eder.
Mesalikü'l-Kelam yazarı diyor ki, "Mu'tezile nazardan sonra
ilmin ortaya çıkması ancak tevlid iledir. Tevlidin anlamı da, fai-

145
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFiLERİ i Sadeleştirrne

lin bir fiilinin di�er fiili gerektirmesidir. Elin hareketi ile anah­
tarın hareketi gibi ve nazar kulun mübaşeretiyle gerçekleşen bir
fiilidir ki, ondan, başka fiil tevellüd eyler dediler."
Ben dedim ki, Eşa'ire'den İmamu'l-Haremeyn'in kabul et­
ti�i re'y budur. Hakimlerin ihtiyari fiillerde mezhebi de budur,
diye imarnın sözüne nispet olunur. Bu ise, hakikate aykırı gö­
rülmüş�ür. Zira (182) tevlid ile imamdan rivayet edilmiş olan zo­
runluluk ve aykırılığın imkansızlı�ı ö�etisi arasında büyük
fark vardır. Gerçek durumu izah için, aşağıda olduğıı şekilde
bazı ayrıntılı açıklamalara girişilir.
Şöyle ki: Mu'tezile fiilleri, mübaşeret ve tevIid diye ikiye
ayırdılar. Öme�in bir adamın elini hareket ettirmesi onun mü­
başeretle fiilidir. Ve elindeki anahtarın hareketi tevliddir ki, eli­
nin hareketi ona neden olur ve sahih bakışın ilmi nitelik ifade­
sinde üç meşhur mezhep vardır. Birincisi, İmam Eş'ari'nin
mezhebidir ki, sonucun öncülleri gerektirmesinin adi bir gerek­
tirme olmasıdır. Çünkü ona göre, bütün mümkün1er ilk olarak
Allah Te'ala'ya dayanmaktadır. Ve art arda gelen hadiseler ara­
sında ilişki olmayıp, ancak ateşe temas olundu�unda arkasın­
dan yanmanın meydana gelmesi gibi hadiselerin bazısını bazısı
arkasından yaratmak (183) üzere Allah'ın adeti yürürlük ka­
zanmıştır. İkincisi, Mu'tezile mezhebidir ki, tevliddir. Ve nazar,
yani öncüllerin düzenlenmesi kulun mübaşeretle fiili olup, on­
dan sonuç tevellüd eyler. Üçüncüsü, hakimlerin mezhebidir ki,
geliştirme yoludur. Şöyle ki, feyz kayna�ı Allah'ın feyzi genel
olup, feyzinin meydana gelmesi istenen özel istidada ba�lıdır.
Feyzde ihtilaf da kabiliyetlerin istidatlarının ihtilafı dolayısıyla­
dır. Şimdi fikir ve nazar, zihni mükemmel bir biçimde geliştirir.
Sonuca ilim dahi feyz kayna�ı Allah'tan zorunlu olarak feyezan
eder.
Bu konuda söz konusu üç mezhepten başka bir mezhep de
vardır ki, ona göre nazarın arkasından sonuca ilmin meydana
gelmesi aklen zorunludur. Ancak Mu'tezile'nin dedi�i gibi on­
dan mütevellid de�ldir. Bu mezhep, Kadı Ebu Bekr ile
İmamu'l-Haremeyn' den (184) nakledilmiştir ki, nazar onlara gö­
re illet ve müvellid olmamak üzere zorunluluk yoluyla ilmi ge­
rektirir. İmam Gazzali de, çoğıı ashabımızın mezhebi budur di­
ye bildirmiştir. İmam Fahreddin Razi de bu mezhebi seçerek

146
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

akli zorunluluk üzerine bu şekilde sonuç çıkarmıştır ki, A lem


u

de�im halindedir" ve "Her de�işim hadistir" öncü llerini bilen


kimsenin "Alem hadistir" sonucunu bilmemesinin imkansız 01-
du�u apaçık biliriz demiştir. Ve ilim esasen mümkün olup,
mümkünlerin tümü ise, Allah Te'aU'ya dayanmakla nazarın
arkasından ilmin meydana gelmesi ilahi kudret ile gerçekleşip
kulun kudreti ile gerçekleşmiş de�ildir diyerek, sonucun tevlid
yoluyla olmadı� da ispat eylemiştir.
Bu surette sonuç Kadir-i Muhtar'ın fiili olunca zorunlulu�u
imkansız olur. Zira Kadir-i Muhtar dilerse [185] işler, dilerse terk
eder. Ne Mu'tezile'nin dedi�i gibi onun üzerine bir şey zorunlu
olur, ne de hakimlerin dedi�i gibi ondan bir şey zorunlu, yani
kendisi zorunlu kılan fail olur ve bu Fahreddin Razi'ye itiraz
olunmuş ise de, bir fiilin bir fiilden kaynaklanma gereklili�i ve
zorunlulu� failin ihtiyarına aykırı olmaz. Zira fail onu zorunlu
kılan fiili kat ile işleyebildi�i gibi, gerekeni İCra etmemekle terk
eylemesi de mümkün olur. İhtiyara aykırı olan, ancak failin zo­
runlu fiilidir ki, muktedir olmamasıdır. öme�in fikir ve nazar­
dan sonuca ilmin gereklili�i ve zorunlulu� Allah'ın ihtiyarına
aykırı olmaz. Zira dilerse nazarı İCat etmemekle sonuca ilmi
vermez. O�llu�n tasavvurunun babalığın tasavvurunu ve
arazın varlığının cevherin varlı� gerektirmesi gibi, di�er
mümkünler arasındaki [186] gerekli ilişki hep bu türdendir. İşte
ilmin nazara gereklili�i de bu şekilde akli gerekliliktir diye ce­
vap verilmiştir. Kısacası mesele güç ve ö�eti dar oldu�dan
çok zatlar İmamu'l-Haremeyn'in fikirlerinin hakikatlerini anla­
yamayıp şerh ve haşiye yazarları lakırdıyı enine boyuna çeke­
rek, her biri bir vadiye girmişlerdir.
Ehl-i Sünnet araştırmacılarından nice zatlar da cüz'i irade
hakkında bir mezhep kabul ederek, ona tahkik mezhebi demiş­
lerdir ki, layıkıyla incelenirse bu mezhep de İmamu'l­
Haremeyn'in mezhebine uygundur. Araştırmacılardan her biri
bu mezhebi bir suretle tasvir ve izah etmişlerdir. Hepsinin söz­
lerinden bir özet alarak aşa�da oldu� şekliyle bu bahse ilave
edelim.
Yukarıda adı geçen tahkik mezhebine göre [187] kul ne mut­
laktır, ne sınırlandırılmıştır. Bari Te'ala Hazretleri kulda bir
kuvvet, yani kudret yaratmıştır ki, teklif onunla sahih olur. Ve

147
FiLOZOFLARıN BİYOGRAFİLERİ i Sadeleştirme

onunla ihtiyari fiilleri kullar kazanır ve Bari Te'ala yaratır. Ve


kulların kudreti fiilin kendisinde etkendir. Ancak etkisi
Mu'tezile'nin zannettikleri gibi bizzat olmayıp, ancak Allah'ın
izniyle adi etki türündendir.
Yani Bari Te'ala her şeyi vasıtasız yaratmaya kadir olduğu
halde, ruhlar ve unsurlar gibi bazı şeyleri vasıtasız ve bazı şey­
leri de yaratılmış olan nedenler vasıtasıyla yaratır.
Bu da nedenlere ihtiyacı olduğu için değil, ancak nedenler
ile dereceli olarak icatta basiret sahipleri için yabana da atıla­
mayacak nice ibretler vardır. [188]
Örneğin rüzgar ile bulutları yürütür. Ve bulutlardan yağ­
mur indirir. Ve suda tail kuvvet ve toprakta kabul edici kuvvet
yaratıp onların birleşmesi ve uyumundan çeşitli meyveler
meydana getirir. Cümlesini yaratan ve birbirine neden kılan Ba­
ri Te'aıa'dır. Ve nedenlerin etkisi ancak onun iradesiyledir. Ka­
dı Beyzavi'nin tercihi bu mezheptir. Nitekim tefsirinin bazı yer­
lerinde açıklamıştır. Bazı araştırınacılar da, Bari Te'ala'nın baş­
langıçta yaratmaya kudreti, cisimlerde etken ve kabul edici
kuvvetler ihtira etmek vasıtasıyla yaratmaya ilahi kudretiyle
çelişmez. Eşa'ire'den müteahhirinin görünürdeki sözleri bunu
inkar dernek ise de, inkar için delil bulmaları lazımdır dedi.
Kısacası Bari Te'ala yaratılmışlarda mevcut [189] olan kuv­
vetlerde ve tabiatlarda neden oldukları şeylere nisbetle etki et­
mek özelliğini yarattığı gibi, kulda da kudret ve yeterlik yarat­
tığından, kul onunla Bari Te'ala'nın takdir ve irade ettiği fiilleri
kazandığından dolayı yemenin doymaya, içmenin kanrnaya
neden olması gibi kulun kudretinde de adi nedenlerin etkisi tü­
ründen bir etki bulunur. Ancak hadis kudret Allah'ın yaratması
olduğundan, gerçek etken ilahi kudrettir. Ve kulların işlediği,
Bari Te'ala'nın onlara işlettiği dernek olduğundan, kulların a­
melleri onun yaratması ve onların ürünüdür. Bu görüşe göre
kazanma, kulun Allah'ın izniyle etken olan kudretiyle fiili
meydana getirmesi demektir. Ve kulun Allah'ın izniyle kudre­
tinin etkisiyle fiillerin kuldan suduru, "Allah'tan başka yaratıcı
yoktur" önermesinin bütünlüğüne halel getirınez. [190]
Bu yüzden fiillerin kullardan sudurunu ifade eden Ayetler
ile fiillerin Allah'ın yaratması olduğunu söyleyen Ayetler ara­
sında çatışma yoktur. Ve öyle nedenler vasıtası ile vücuda ge-

148
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

len fiiller, bazen nedene ve bazen nedenlerin nedeni olan yara­


tıcıya isnat olunur.
Nitekim bir Ayet-i Kerime'de, "Samiri, İsrailoğulları'nı
saptırdı" ve di�er bir Ayet-i Kedme'de Resül-i Ekrem' e hitaben,
"Sen elbette do�u yola hidayet eylersin" diye buyuruldu�u
gibi, di�er bir Ayet-i Kerime'de de, "Allah Te'ala dilediğini sap­
tım ve dilediğine hidayet eyler" diye buyurulmuştur. Meşhur
Hafız İbn Teymin bu mesleği ihtiyar ve tercih etmiş ve onun
Ehl-i Sünnet ekolünün görüşü oldu�unu bildirmiştir. Ö�rencisi
İbn Kayyum da, onun eseriyle yetinip, hatta kazanma hakkında
[191] Eş'ariyye'ye tabi olanların re'yleri ziyade sıkıntılı ve ifade­
leri pek çok çeşitli olmuştur dedikten sonra, Eş'ari ve Bakıllani
ile onlara tabi olanların görüşlerinden ise, İmamu'l­
Haremeyn'in Nizamiyye'de dediği, hakka en yakındır dedi. Ge­
lelim şimdi Maturidi mezhebine; Maturidi mezhebine göre
cüz'i irade kulun kudretinden çıkar. Şöyle ki, Bad Te'ala kulda
bir kudret yaratmıştır ki, fiil ve terke bedel yoluyla bir kaynak
demektir. Kulun bunda dahli yoktur. Fakat fiil ve terkten birini
tercih ile o kudreti ona harcayabiliyor. İşte onun bu harcayışı
cüz'i iradedir. Bad Te'ala da, kul kudretini harcarnadıkça onun
ihtiyari fiillerini yaratmamak üzere ilahi adetini İCra etmiştir.
Bu yüzden ateşin yakma nedeni gibi, kulların cüz'i iradeleri
[192] fiile vesile nedendir. Ve ihtiyad fiiller adetin işleyişine göre
cüz'i iradenin sonucudur. Ve kulun fiilde dahli ancak bu şekil­
de fiili kazanmasıdır. Ve fiillerin yaratıcısı ancak Allah Te'ala
Hazretleri'dir. Fakat cüz'i irade mevcut mudur? Ma'düm mu­
dur? Mevcut olduğu takdirde yaratılmış olması lazım gelip, e­
�er yaratıcısı Cenab-ı Hakk ise, Eş'ad mezhebine varır ve e�er
yaratıcısı kul ise, İ'tizal mezhebine varır. Ve eğer cüz'i irade
ma'düm ise, mevcut olan fiilde etkisi olamaz diye itiraz edil­
miştir. Bu bakımdan Maturidiyye imamlarının fikirleri ve gö­
rüşleri çeşitli ve karışık olmuştur.
Çünkü selef-i salihln kelami konular ile meşgul olmayı ya­
sakladıkları halde, İmam Eş'ari sapık fırkalar içinde bulunarak
onlar ile tartışmaya [193] düşkün olduğundan hak ehlinin mez­
hebine yardım için kelami tartışmalara dalıp mezhebini seçil­
miş en ince ayrıntı olarak yazmaya mecbur olduğundan, pek

149
FİLOZOFLARIN BİYCX:;RAFİLERİ / Sadeleştirme
çok kitaplar yazmış. Ona tabi olan Eş'ari imamları da o yola
gitmiş idiler.
Ama İmam Ebu Mansur Maturidi sapık fırkalardan uzak
bulund u�ndan kelami tartışmalar ile o kadar meşgul olmaya
ihtiyacı olmadı�ı için ve selefin eserleriyle yetinerek, Hanefi
mezhebi yazarı olan İmam Muhammed'den beri zincirleme ve
devamlı olarak kendisine ulaşan selefin mezhebini anlatmak ile
yetinip, kelam ilmine İmam Eş'ari kadar dalmamıştı. Bu yüz­
den Maturidiyye kitaplarında bazı kelami meselelerin delilsiz
oldu� görülür. Ancak sonraları bid'atler ziyade yayıldı�dan
müteahhir Maturidi imamları kelami tartışmalara dalıp her me­
seleyi akli ve nakli: [194] deliller ile ispata giriştiler ve kelam il­
minden birçok kitaplar yazılmasına özen gösterdiler. Ancak
Maturidi mezhebine göre cüz'i iradenin tefsir ve tarifinde ihti­
laf eylediler.
Maturidiyye imamlarından bazıları cüz'i iradenin dışarda
mevcut oldu� kanısına vararak meseleyi bu şekilde tasvir et­
miştir ki, Bari Te'ala kulda kudret ve irade yaratır. Ve bunları
fiilde müdahale ve etkileri olacak özellikte kılar. Ancak bizzat
müdahaleleri ve etkileri olmak yoluyla de�il, aksine müdahale
ve etkilerinin varlı�, ancak Bari Te'ala'nın onları bu şekilde ya­
ratmasıyla olur. İşte fiil bunun üzerine kulun kudret ve iradesi
ile gerçekleşir. Çünkü bütün yaratılmışlar, Allah Te'ala'nın on­
lardan bazısını vasıtayla ve bazısını vasıtasız yaratmasıyla
mevcut [195] olur. Ancak vasıtalar ve nedenler bizzat neden o­
lunanların varlı�ında müdahaleleri olmasını gerektirrnek yo­
luyla de�il, aksine Bari Te'ala'nın onları müdahaleleri olmak
özelli�inde yaratmasıyla olur. Şu hale göre kullara mensup o­
lan ihtiyari fiiller, Cenab-ı Hakk'ın yaratması olur ve Cenab-ı
Hakk'ın fiilde dahli olmak üzere yarattı�ı kudret ile kulun da
takdir olunmuş fiili olur. Kısacası bazılarının re'yine göre cüz'i
irade dışsal varlıklardan olup, Maturidi mezhebi bu yolda yo­
rumlanıp yazıldı�ı takdirce yukarıda açıklanan İmamu'l­
Haremeyn'in mezhebiyle uyumlu bulunan tahkik erbabı mez­
hebine indirgenmiş olur.
Bazıları da cüz'i iradenin ma'dum oldu� kanısına vardı­
lar. Ve cüz'i iradeye itibari işlerden olup dışarıda mevcut de�il
ise de, [196] aslında mevcuttur dediler, oysa Maturidi mezhebine

150
FiLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

göre mevcut olan ihtiyari fiil cüz'i iradeye ba�lıdır. Ma'dum ise
mevcudun dayana� olamaz diye itiraz edilmiş ve mevcudun
engellerin kaldınlmasına ba�lı olmasıyla ma' dumun mevcuda
dayanak olarnamasını men ile cevap verilmiştir.
Ancak Eş'ari mezhebinin yazılması hakkında hüküm sahi­
bi olan Sadrüşşeri'anın sözüdür. Sadrüşşeri'a'ya göre cüz'i ira­
de ne mevcuttur, ne ma'dumdur. Aksine mevcut ile ma'dı1.m
arasında bir haldir. Çünkü irade .bir şeye kesin kararlı olarak
yönelmek ve kasteylemektir.
Mastarlık anlamları ise dışsal olarak mevcut de�ildir. As­
lında fiili gerçekleştirme anında, öme� yürüme ve hareket a­
nında organların hareketi gibi faile arız [197] olan vasıflar dışsal
varlıklardandır ki, mastarla meydana gelen demek olup, dili­
mizde "gidiş" ve "yürüyüş" gibi kelime sonuna "ş" ilavesiyle
ifade olunur. Ama fiili gerçekleştirmek demek olan mastarlık
anlamları dışarda mevcut olmayıp sırf aklın itibar etti�i zihinsel
işlerdendir. A:lı.cak mevcut ile kaim oldu�dan sırf itibari iş­
lerden olmadı�ı için, sırf ma'dum da olmayıp, aksine ne mev­
cut ve ne de ma'dum olmayan hallerdendir.
Kısacası irade, mevcut ile ma'dum arasında bir hal olup
mevcut olmadı� için onu gerçekleştirenin yaratıcı olması lazım
gelmez. Ve sırf ma'dum olmadı�ı için, ma'dumun da etkisi 0-
lamaz diye itiraz da geçerli olmaz.
İhtiyari fiiller ise mümkün olan şeylerdendir. Zira bir şeyin
zatı varlığını gerektirirse zatı itibariyle zorunlu [198] ve yoklu­
�u gerektirirse zatı itibariyle imkansız denilir. Ve e�er varlık
ve yoklu�nu gerektirmezse mümkün denilir ki, varlık ve yok­
lu�na sahip demektir. İhtiyari füller de bu türdendir. Ve her
mümkünün tam nedeni olması gereklidir ki, tam nedeni mev­
cut olmaz ise mümkün de mevcut olmaz. Ve aksi halde tercih
edilen olmaksızın tercih nedeni lazım gelir. Bu ise batııdır. Ve
tam nedeni mevcut olunca mümkünün de mevcut olması lazım
gelir ve tam neden mümkünün varlı�ın dayana�ı olan işlerin
bütünüdür. Ve şartlar da bu bütünün parçalarındandır. Bu bü­
tünün parçalarından biri mevcut olmasa, eksik neden olmakla
mümkün onunla varlı�a gelemez.
Hal türünden olup da mevcut-olmayan ve ma' dum­
olmayan olan ihtiyar ve irade gibi işlerin de [199] tam nedende,

151
FİLOZOFLARIN BİYOGRAFİLERİ / Sadeleştirme

yani mümkün varlığın dayanağı olan işlerin bütününde dahil


bulunması zorunludur. Ve tercih edilen olmaksızın tercih ne­
deni batıl olduğı;. gibi, tercih edilen olmaksızın tercih de batıı­
dır. Fakat mürnkünün iki tarafı olan fiil ve terkten biri irade ile
tercih olunur. Zira irade bir sıfattır ki, failin onunla iki eşdeğer­
den birini tercih ve tahsis etmesi o sıfatın şanındandır. Niçin
bunu tercih etti denilemez.
Sadrüşşeri'a bu dört öncülü ayrıntılı şekilde açıklayıp izah
ettikten sonra ortaya koyduğu tahkiklerinin özeti budur ki, ih­
tiyarı fiil, Allah'ın yaratması ile kulun iradesinin birleşmesi ile
gerçekleşir. Zira tercih ve tahsis bizden sadır oluyor. İşte bu ter­
cih ve tahsis kesin kararlı kasttır ki, ne zaman böyle bir fiile kast
eylersek, Barı Teala'nın da [200] o fiili yaratmak ve kast
eylemezsek, yaratmamak üzere ilahi iradesi gerçekleşmiştir. Ve
Barı Te'ala kulda fiil ve terkten her birine bedel yoluyla sarf et­
mek üzere bir kudret vermiştir. İşte bu kudret Allah'ın yarat­
masıdır. Ama emirlerinden birini tercih ile kudreti ona harca­
ması kulun işidir ki, cüz'i irade dediğimiz budur. Aslında bu
iradenin zorunluluk yoluyla olmaksızın mevcut olan kudrete
dayanması anlamınca iradeye Allah'ın yaratması denilir ise de,
kudreti özel bir işe harcamaktan ibaret olan cüz'i irade yaratıl­
mıştır denilemez. Ve aksi halde kudretin açıklandığı şekil üzere
yaratılmasına aykırı olur. Öyle ise ihtiyarı fiillerde etken, AI­
lah'ın yaratması ile cüz'i iradenin tümüdür. Bununla beraber
kulun iradesinin ihtiyarı fiillerde [201] müdahalesi ve etkisi bu­
lunur. İşte Maturidi mezhebinde kulun kazanması budur.

Tamamlama

Yukarıda belirtildiği üzere tam neden mevcut olunca


mümkün de mevcut olur. Ama mümkünün varlığı bu halde zo­
runlu mu, değil mi? Burasında ihtilaf olunmuştur.
Mütekelliminden bazıları fail-i muhtardan fiil ancak sıhhat
ve ihtiyar yoluyla sad ır olup zorunluluk yoluyla sadır olmaz
demişler ise de, Ehl-i Sünnet sınıfı ile hakimlere göre, tam ne­
den mevcut olunca mümkünün varlığı başkasıyla zorunlu olur.
Fakat hakimlere göre zorunlu varlık, zorunlu kılan faildir. Ehl-i
Sünnet ise burada hakimlerden ayrılıp derler ki, tam nedenin

152
FiLOZOFLARıN BiYOGRAFİ LERi / Sadeleştirme

varlığı üzerine [202) mümkünün varlığı, Bari Te'ala'nın onu ira­


de ve kat eylediği takdirde zorunlu ve kat eylemediği takdirde
imkansız olduğundan, Allah Te'ala muhtardır. Neden olunan
ise, hadistir.

Özet

Cebriyye mezhebi bu apaçıklıkla çatıştığından onu tartışma


dışı tutalım. Onun tam zıddı olan İ'tizal mezhebinin de şirke
benzerliği vardır.
Zira Mecusiler'in bir fırkasının iki ilah ispat ile, biri ha yrı ve
diğeri şerri yaratır dedikleri gibi, Mu'tezile de Bari Te'ala hay­
rın yaratıcısıdır, şerri yaratmayıp kullar yaratır dediler. Hak o­
lan selefin mezhebidir ki, iki durum arasında orta yolu tutmak­
hr. Fakat bu orta yol eğer Eş'ari mezhebi [203] üzere tefsir olu­
nursa, cebre varır. Bu yüzden bu konuda hak olan mezhep
Maturidi'dir. Fakat o da Sadrüşşeri'a'nın tarifi üzere tefsir o­
lunm alıdır.
Hamd, bize bu işi yapmamız için hidayet veren Allah'a
mahsustur. Allah bize hidayet nasip etmeseydi, hidayete ere­
mezdik. [Allah Hazret-i Peygamber'e rahmet eylesin] salat ve
selam onun elçisine, ailesine, basiret ve dikkat sahibi ashabına
olsun.

Birinci Cildin Sonu [204]

Tashih

Sekseninci sahifenin dördüncü sahrındaki: "Ezarika Fırkası


da Ali'yi tahkim ile kafir oldu" cümlesinde dizgi hatası meyda­
na gelmiştir. Söz konusu cümlenin aslı şu:
"Ezarika Fırkası tahkim meselesinden dolayı Hazrel-i A ­
li'nin aleyhinde sözler söylediler."
Vechiledir. [205]

153
J�l o'( �-� �JUal j.1�
�Jı; �,. 4:.... J" ;;ı't' '" J
/,)�:I� �''''1 �� ' .'
�<

�. .� tı7 ��I� .)i\;.


. ....

.J,;..,�if Jı"l \:lJp .� ;6""...

Fatına Aliye, Teriicim-i Ahviil-i Feliisife, Kadınlara MahsUs Gazete Matba'ası,


İstanbul, 1317/1899-1900
RIZA TEVFİK / BERGSON HAKKINDA
henri bergson vefelsefesi

�� ı
�i�C;;':::
j . •

j R l 1 ' rı " "


BERGSON
H A KKIN DA

126 sf.
13,5 x 2 1 , 5 cm
ISBN: 975-8867-68-7

Bir filozofun önem derecesini, hayatı


boyuncaki başarılarıyla takdir etmek pek
doğru değilse de, şurası da kesindir ki, felse­
fi teorilerinin -haddi zatında- hakikate ya­
kın olsun olmasın, hayata anlam ve değer
veren pratik hükümleriyle ölçülmesi gerekir.
Zira insanlık vicdanının ihtiyaçlarının nida­
sına cevap vermekle hayat meselelerine ait
endişeleri -geçici olsun- tatmin eden ve te­
reddütlü insanlığa yeni bir hareket hattı gös­
termek için yol açan ve yeni bir davranış il­
kesi veren işte bu hükümlerdir.
Mösyö Bergson, gerçekten de birçok çağ­
daşımız nazarında böyle bir rehber olarak
kabul edilmiştir. Onun için, önümüze düşen
bu önemli adamı iyice tanımalıyız ve bizleri
hangi hedefe yönlendirmekte olduğunu an­
lamalıyız.
Rıza Tevfik
RENE DESCARTES / USUL HAKKINDA NUTUK
metot üzerine konuşma

246 sf.
13,5 x 2 1,5 cm
ISBN : 975-8867-68-9

"- Bildiğiniz veçhile Deseartes, kitabının


ilk satırında, 'akıl' dan bahseder. Daha
sonra, sırası geldikçe 'kuva-yı tabiiyy e ' ve
' felsefe ' den bahseyler. Maarif Nezare­
ti'nin o zamanki "Eneümen-i Teftiş-i Mu­
ayene"si, bu gibi meselelerden, yani ' fel­
sefe 'den, 'akıl'dan, 'tabiat kuvvetle­
ri 'nden bahseden bir eserin neşrine müsa­
ade edilemeyeceğini bildirdi. Bereket ver­
sin, Eneümen Reisi Hamdi Bey ve aza
Azmi Bey beni tanırlardı. Bunlann yardı­
mı ile yakayı güç kurtardık ve müsaade
aldık_ Yalnız şunu söyleyeyim ki, ' felse­
fe 'yi kurban verdik. 'Felsefe' kelimesi ye­
rine, 'hikmet' demeliyrniş . B öylece kitap­
taki ' felsefe' leri hep 'hikmet' yaptım."

İbrahim Edhern Mesut (Dirvana


AHMED MADHAT / İKTİsAT METİNLERİ
i kitap / ekonomi politik
Ilkitap / düğüm/erin çözümü

359 sf.
13,5 x 2 1 , 5 cm
ISBN : 975-8867-66-0

"Biz, yani Osmanlılar, mill\' servetimizi değerlendirebilmek için


tarihimizin başlangıçlanna do� bir göz atmak zorundayız. Ta­
rihimiz bize gösterir ki, bizim ilk ortaya çıkışımız; askeri bir
millet suretiyle çıkış olup, gerçekte hala eserleri baki olmak üze­
re sanayide de pek çok maharet göstermiş ve ticaretimizin de,
Akdeniz'in bazı sahillerine kadar yayılma dairesini genişletmeyi
başarmış isek de, bunlann, Türk ve Müslüman olan kısmımızdan
çok, her zaman gayr-ı Müslim olan kısmımızın eserlerinden ol­
duğunu inkar edemeyecek bir halde bulunmuşuz. Milletirniz i­
çinde askeri olan İslami unsurların miktannı göz önüne getirip
de, bir de bazı meşhur muharebelerimize sevk eylediğimiz aske­
rin miktarıyla bir nisbet edecek olur ise görülür ki, biz, ta pek
yakın bir zamana kadar ve belki bugünkü günde de, genelimiz
asker sayılacak bir milletiz. Yani bir zamanlar "Yeniçeri ve Si­
pahi ve sair askeri sınıflardan birisine mensup olmayan Müslü­
man değildir" diye söylenen sözün hükmü, pek gerçektir. Oysa
sanat ve ticaretin ilerlemesi barış ile ve hatta daimi barış ile
mümkün olup, bizim ise barış üzere geçirdiğimiz yıllar pek az
kalmıştır. Muharebeyi engellerneyi her şeyden çok arzu eden bir
fen var ise, o da ekonomi politik olduğuna kim şüphe eder?"
Ahmed Midhat
M.EMİN ERİşİRGİL / DESCARTES VE
KARTEZYENLER

160 sf.
13,5 x 2 1 , 5 cm
ISBN : 975-8867-75-X

"Descartes'a genellikle yeni felsefenin kurucusu unvanın


verirler. Yeni çağ felsefesini incelersek, bu büyük filozo
fun bu unvana hak kazanmış olduğunu teslim ederiz. Ger
çekten de, bir açıdan Descartes felsefesinin kaynağı, dü
şüncelerimizden varlığa nasıl intikal ettiğimizi araştırmak
tır. Malebranche, Spinoza, Leibniz'den tutunuz Reid v

Kant'a kadar hep büyük filozofların hareketlerinin kayna


ğı da budur. Eski filozoflar için, düşüncelerimiz doğruda
doğruya "varlık"ı kuşatırdı. Bu yüzden fikirlerimizin ince
lenmesiyle varlığın hakikatine intikal mümkündü. Yen
felsefenin gayesi ise, düşünce yardımıyla varlığı imkil
mertebesinde izah etmeye çalışmaktır. Bu tarz gayeyi fel
sefeye dahil etme şerefi, Descartes'a aittir. Descartes nası
yeni felsefenin yönünü belirlemiş ise, çağının bilimleri i
çin en önemli ilkeyi de ortaya koymuştur. Gerçekten d
Descartes' a göre bizzat düşünce ve şuurdan başka hadise
lerin hepsi mekanizm ile, matematiksel ilke ve metot il
açıklanabilir. On yedinci yüzyılın bilim kanaati de bund
başka bir şey değildir."
Mehmet Emin Erişirgil

You might also like