You are on page 1of 193

Midhat Cemal K U N T A Y

SARIKLI İHTİLÂLCİ

ALİ SUAVİ

İSTANBUL
AHMET HALÎT KİTABEYİ
1 9 4 6
G Ü V E N B a s ı m e v i — İstanbul — t 3 4 S
ALİ SUAVİ
A l i Suavi Efendi
1839 — 1878

Ali Suavi Efendinin soy kütüğü.

Mühreci Hüseyin Efendi (A)


Yahut
Kâğıtçı Hüseyin Ağa (Viranşehirli B.)

Ali Suavi Efendi

( A ) . E b ü z z i y a , Y e n i T a s v i r i Efkâr.
( B ) . Ş u r a y i Ü m m e t g a z e t e s i . 31 K â n u n u s a n i 1324, N o . 131. «Ali Suavi
m e r h u m u n t e r c ü m e i h a l i v e sergüzeşti» başlıklı tefrika, N o . 1.
SUAVİ'NİN YÜZÜ:

Resmî yüzü.
Abdülâzizin Padişahlığı zamanında:
İstanbul'da Serasker kapısında «Dersaadet Yoklama Kalemi»
nde 3 yıl kâtip;
Bursa rüşdiye mektebinde muallimi evvel;
Simav'da rüşdiye mektebinde muallimi evvel;
Filibe'de rüşdiye mektebinde muallimi evvel ve kendi yaz­
dığına göre ticaret mahkemesi reisi (1);
Abdülhamit II zamanında:
Yıldız sarayında Mütercimin Cemiyeti âzasından. (Suavi
işe başlamadan Abdülhamit bu cemiyeti dağıttı.)
Mektebi Sultanî Müdürü.
Husûsî yüzü:
Doğum tarihi: 1255 Ramazan bayramı (2), 1839;
Doğum yeri: j - . t a r ' b u l Cerrahpaşa mahallesi (3);
Ölüm tarihi: 8 mayıs 1294, 18 Cemaziyelevvel 1295 pazar­
tesi, 1878;
Öldüğü yer: Çırağan sarayı;
Ölün.ünün sebebi: Şehit olmak;
Mezarı: Yok;
Çocuğu: Yok;
K a r n ı : Bir İngiliz kadını (Madam Marie)
Mânern yüzü:
Kültürü: Davutpaşa rüsdiyesi, ve hususî tarzda medrese..
( 1 , 2 . 3 , ) Ş u r a y ı Ü m m e t j.^azete.si. No. 131, 31 Kâııuıuısııni 1324, «Ali S u a v i
merhumun tercümei hali v e sergüzeşti (bizzat m e r h u m tarafmdan kaleme
alınmıştır).» b a ş l ı k l ı tefrika. N o . 1.
6 S A R I K M İ H T İ L A L C I

Bildiği dillei'; Arapça, Acemce, Fransızca, İngilizce;


Eserleri: 127 den fazla (bir kısmının adı yok);
Çıkardığı gazeteler: 2 kısımdır, İstanbul'da ve Avrupa'da.
İstanbul'da çıkardıkları:
Muhbir (bu gazeteyi Mösyö Filip çıkarmakla ve Tevfik is­
minde biri de (Çaylak Tevfik olması muhtemel) buraya yaz­
makla beraber, demirbaş muharriri Suavi idi.)
Avrupa'da çıkardıkları: Bunlar da 3 kısımdır, Londra'da,
Paris'te, Liyon'da.
Londra'da çıkardığı gazete:
Muhbir;
Paris'te çıkardığı gazete:
Türkçe Uİûm Gazetesi, Republique ve başka Fransızca ga­
zeteler, ve Türkçe Bâbı Âlî gazetesi;
Lion'da çıkardığı gazete:
Muvakkaten Ulûm Müşterilerine.
Yazdığı gazeteler: Bu da 2 kısımdır, Londra'da ve İstan­
bul'da:
Londra'da: Türkçe Hürriyet gazetesi;
İstanbul'da: Vakit, Basiret, Müsavat, Ümran gazeteleri.
SARIKLI İHTİLÂLCİ NASIL YETİŞTİ?.

Mektep ve müessese olarak, İstanbul'da Davutpaşa iskele­


si rıişdij'^e mektebinden çıkan Suavi Serasker kapısmda «Der-
saadet Yoklama Kalemi»ne kâtip oldu. Ve üç yıl oraya gidip
geldi. Ondan sonra Bursa rüşdiyesinde muallimi evvel oluyor,
ve «bir aralık Sofya Mahkemei Ticaret reisliği ettim» diyor.
E d i r n e . vilâyeti teşkil edildiği sırada ahbabı Filibe kaymakamı
Atâ Beyin (sonra Filibe mutasarrıfı olan bu Atâ Beyle Suavi
bozuşacak ve bunun tarafından Filibe rüşdiye hocalığından at­
tırılacak) ve kadısı Celâlettin Efendi'nin ısrarları üzerine, Su­
avi, Filibe'de tahrirat müdürlüğü edecek.
Din ilimleri arasında en sevdiği hadis ilmidir. On yedi, on
sekiz yaşlarında Hicaz'a giden Suavi Mısır'da Suyûtî'nin, üçte
biri eksik olan Elcâmi - üs - Sagîr isminde eserini beş kuruşa
alacak, ve Hicaz yollarında bu kitabı ezberliyecek. Mekke'de bu
eserin noksan olan üçte birini yazıp onu da hıfzına aldıktan
sonra Menarî'nin şerhine bakarak her hadisin yanma, sahih ve
yahut zayıf olanlarını işaret edecek. Hafızasının kuvvetİA^le ta­
nılan Suavi aynen şöyle der:
«İzmir'e çıktığımda yedi bin kadar ehâdîsin mertebeleri
hıfzımda idi.»
Ondan sonra Firdevs-i Dilmenî'yi ezberliyecek. Bursaya rüş­
diye hocalığiyle gittiği zaman «Haraççı Öğlu Kütübhanesi» n d e
«Sahih-i Buharı» yi inoeden inceye okuyacak, tetkik edecek,
ve tekerrür eden hadisleri (1) hulâsa edecek (2).

(1) Bunu Suavi aynen şöyle yazar: «SahiK-i Buhâri'yi kendim bit-
t e t e b b ü m ü k e r r e r e h a d i s i ı s k a t t a n s o n r a isnatta a d e m i b u t u n a r i a y e t l e sü-
lâsilülisnada kadar fasıl fasıl tertiple Buharî'yi bir üslubu cedidde telhis
ettim..
(2) Ş u r a y - ı t j m m e t . N o . 132, 1 Ş u b a t 1324, tefrika; 2.
8 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

TAPILAN VE SÖVÜLEN SUAVİ

Tapılan Suavilerden sövülen Suavilei' daha çoktur. Bu Su-


aviler lâfa ve j^azıya muhtaçtır. Yazısız, lâfsız ayakta duran
bir tek Suavi vardır ki, İstanbul'da ilk sivil ihtilâlin ilk şehidi
olan Suavidir. Bu ölümün tek mükâfatı dört sayıdır: 3495.
Suavinin bir asker şehidi gibi resmini Askerî Müzenin du­
varına asan el bu resmin arkasına o numarayı koydu. Bu el
Askerî Müze Müdürü rahmetli Muhtar Paşanındır: Bazan bir
milletin borcunu bir kişi öder.
Fakat Suavi, Askerî Müzeye girmesine rağmen askersiz
bir ihtilâlde öldü. Ve bu sivil ölümün hususiyetini bozmamak
ister gibi, onu mavzerle ve kasatura ile değil, sopa ile öldürdü­
ler.
Suavi medenî kahramanlık tâbirini, türkçeye, kendi kani-
le tercüme etti. Bu ölümün destanını şiirin büyük sesine bıra­
kıyorum. Benim yazdığım vesikaların Suavisidir.

CERRAHPAŞADAKİ EV

Kâğıtçı Hüseyin Ağanın Cerrah paşadaki evinde Hicrî 1255


yılının şeker bayramında bir oğlu oldu.. Adı Ali idi. İleride
Suâvî diye bu ismi kendisine yine kendisi takacak olan bu ço­
cuğun hayatı, baştan başa, maddî ve manevî talisizliklerle ge­
çecekti. Ve bu bakımdan, onun şeker bayramında doğması,
takvimin, onunla bir nevi alayıdır.
Suavi'nin babası ümmî idi, annesi okur yazar. Ve babası,
annesinden biraz okumak öğerndi (1).
Babasının asıl farikaları vardı: İlim sahiplerine saygı gös­
termesi, evinin idaresini pek iyi bilmesi, temizliği sevmesi...

~ ' (1) Şuray'i Ünımef: . \ o . 131, 31 K â n u . ı u s a n i 1324. 22 M u h a r r e m 132?,


• Ali S u a v i m e r h u m u n t e r c ü m e i hali ve sergüzeşti (bizzat m e r h u m tarafın-
«dan k a l e m e alınmıştır.>». T e f r i k a : 1 d e n : «Ecdadım A n a d o l u d a V i r a n ş e h i r
. t o p r a ğ ı n d a n v e U l e m a d a n imiş. Y a l n ı z p e d e r i m ki İ s t a n b u l d r şehri vaU.dem
• i l e t e e h h ü l edip t e n ı e k k ü n e y l e m i ş , e f r a d ı e s n a f t a n o l u p v a l i d e m d e n taalliim
« e d e b i l d i ğ i k a d a r o k u m u ş ki. heı^aptan fakat («ancak» d e m e k t i r ) a m a l i er-
beayı öğrenmiş.»
A L i s U A V i 9
Fakat kâğıtçı Hüseyin Ağanm en mümtaz farikası haksız­
lığa isyandı. Oğlunun Çırağan sarayında şehit olarak biten ha­
yatına, bu mukaddes isyan duygusu, babasından geçecekti. Hü­
seyin Ağanm bugün bir gölge kadar mevcut olmıyan yüzünü
güzelleştiren bu heyecanı Suavi şöyle anlatır:
«Haksızlık gördüğü, ya işittiği anda sabrı yanar, ateş kesi-
«lir. Hattâ haksızlık eden bazı ahibbasma tokat atmış, bazısın,m
«kafasını yarmış (2),:.
Kendisinin çocukken bile, zulme isyanını. Suavi, yine ken­
disi su yolda yazar:
«Bir damla vücudum ile zalime hücum etmeğe ve mağlûp
«olduğum halde, tarafından katlolunmağa razı olurdum. Ve
«bu yolda mağlûbiyeti ber mûcib-i ehâdîs-i şerife efdal-i şehâ-
«det itikat eylerdim (3).»
Bu bir damla çocuk, isyan duygusiyle manevî hacmi arta­
rak daha o j'asta bir ^ e \ a büyük adamdı. Zulüm aleyhindeki
hadisleri Inplııyordu, ve gözünde Peygamberimizin «Birinci
mucizesi» zulüm aleyhinde gösterdiği şiddetti (4).
Suavi, ölünciye kadar, bu temiz çocuktur. Bu çocuğu, hâ­
diseler bazan örtecek, fakat hiç bir zaman mahvedemiyecek.
Vc hak kah: t manı olan bu bir damla çocuk Simav'da Yö­
rük Hüseyin'le başlar, Çırağan'da Ferik Hasan'la biter (5).

(2) A y n i g a z e t e v e Vetrjka.
(3) Ayni gazete ve tefrika.
(4) Ayni gazete ve tefrika.
(5) Resmî unvanı -Beşiktuş mııhataza müdürü- olan, halk arasında
« B e ş i k t a ş muhafızı» d e n i l e n v e i l e r i d e Müşir olan Ha.san Paşa.
BİR MÜSABAKA İMTİHANI

Abdülâziz devrinde Maarii Nazırı Abdurrahman Sami Pa­


şa 11] m_aarifte bir müsabaka imtihanı açtı, rüşdiye mektepleri­
ne muallimler seçilecekti. Müsabakaya sarıklı bir çocuk da girdi;
Vücudu yaşından küçüktü, hayat boyunca hiç bir zaman tama­
men çıkmayacak olan bıyığı henüz terlemişti, sakalı damla dam­
la çıkarak pek az belli oluyordu. Bu çocuk, kö.se olduğunu, ile­
ride, Ebuzziyanm yazacağı Ali Suavi idi f-i

ri] A b d u r r a h m n n S a m i P a ş a b u m a a r i f n a z ı r l ı ğ ı m k e n d i s i şu y o l d a a n ­
latır: A z bir v a k i t i ç i n d e K ı r ı m m u h a r e b e s i z u h u r i l e birçok u ğ r a ş ı l ı p V i d i n
semtlerinde barb-u rtagdaga-i kıtal bertaraf olucak yetmiş iki senesinde
m e c l i s i tanzim.at azalığ; t e v c i h b u y u r u l u p c e l b o l u n d u m . Y e t m i ş ü ç e v a i l i n d e
E d i r n e v a l i l i ğ i ih^sn o l u n d u . S e k i z m s h sonra g e n e t a n z i m a t a z a l ı ğ i l e celp
buyurulup müddeti kalile d e m a a r i f i umumiye nezaretile şerefyap oldum.
Y e t m i ş d ö r t e v a h i r i n d e Girit i s y a n ı z u h u r edip m a a r i f n e z a r e t i n e i n z i m a m e n
l i r i t v a l i l i ğ i t e v c i h i l e girildi. B i k e r e m i h i T e â l â d e f i g a i l e i i s y a n a muvaffa­
k i y e t t e n d o l a y ı n i ş a n ı ÂU-i İ m t i y a z i l e taltif b u y u r u l d ı ı m . Y e t m i ş b e ş eva-
s i t i n d e m e m u r y e t i a s l i y e m o l a n maarif h i z m e t i l e i ş t i g a l o l u n d u . Y e t m i ş se­
k i z d e m a a r i f t e n af i l e g ü n c i ş n i ş i n - i u z l e t oldum.» - S a m i P a ş a n ı n t o r u n u ve
S u p h i P a ş a n ı n oğlu V e h a p K o c a M e m i d e n a l d ı ğ ı m b u n o t u n b a ş ı n d a ş u y a z ı
vardır- «AbdurraVıman S?mi Pa.şa merhumun tahriri tasavvurunda bulun­
dukları Sergüzeşt-i Sâmî nam eserlerine mebde olmak üzere vefatından iki
sene akdem hattı destlerile yazdıkları tercümei hallerinin aynen suretidir.»

[ 2 ] A l i S u a v i n i n b u i m t i h a n a hangi t a r i h t e girdiği b e l l i d e ğ i l d i r . Yal­


nız A b d u r r a h m a n Sam.i P a ş a 1273 d e n 1278 e k a d a r Maarif N a z ı r ı d ı r . Suavi
d e VAKİT gazetesinde ( N o . 393, 10 T e ş r i n i s a n i 1291, 22 T e ş r i n i s a n i 1876,
Z i l k a d e •1293) bir m e k t u b u n u n s o n l a r ı n d a ş ü y l e der: "Ben İ s t a n b u l d a doğ­
d u m a m m a , on b e ş y a ş u n d a n b e r ı s e y a h a t e y l e d i m . » 1293 te 38 y a ş ı n d a o l a r a k
ö l e n v e 1255 t e d o ğ a n S u a v i , S a m i P a ş a n ı n n e z a r e t i tarihi o l a n 1273 t e 15
y a ş ı n d a o l a c a ğ ı n a , v e bizzat S u a v i k e n d i s i 15 y a ş ı n d a n b e r i İ s t a n b u l d a deği­
l i m , d e d i ğ i n e g ö r e . b u 15 ,vaş ilk m e m u r i y e t i o l a n B u r s a r ü ş d i y e m u a l l i m l i ­
ğ i n e gittiği z a m a n k i 18 y a ş ı n ı n t a k r i b e n bir i f a d e tarzıdır v e o h a l d e d e b u
i m t i h a n a 1273 te g i r m i ş o l m a s ı muhtemeldir.
A L İ S U A V İ 11

( S u a v i müsabakada birinci geldir7Nazır, küçük sarıklıyı im­


tihanda zaten beğenmişti. Fakat imtihandan sonra onunla ko­
nuşunca malûmatına şaştı; ve bu sefer, Suaviyi yalnız beğen­
medi, üstelik bir de benimsedi. Halbuki nezaretteki «efkârı
umumiye», Suavinin yüzüne bakarak, rüşdiye muallimuiğini
ona çok görüyordu! Efkârı umumiyenin kabahatı'yoktu, kaba­
hat Suavinin suratında idi: Bir taraftan gençlik, bir taraftan
köselik yüzünü fazla çocuklaştırıyordu. Fakat, Mısırdan İstan-
bula iki yüz bin altınla gelmesine, arsalarına mahalleler yapı­
lan konaklarda ve köşklerde oturmasına rağmen, vezir Abdur-
rahman Sami, İranlı derbeder Safâ Hoca ile bir hizada resim
çıkartacak kadar devrinin dışında adamdı, ve genç Suaviyi Bur­
sa rüşdiyesine muallimi evvel yaptı.
Güzel tokatlar vardır. Genç Suavinin muallimliği de, ken­
dini «efkârı umumiye» sanan «görenek» in suratma atılan to­
kattı.
Fakat, Maarif Nezaretinin resmî «efkârı umumij'e» sinden
sonra, bir de Bursanın taşralı bir «efkârı umumiye» si vardı;
Bursa halkı için «muallim» demek «yaşlı adam» demekti ve
Bursalılar genç Suaviyi, biraz sonra rüşdiye muallimi e\r\'-elli-
ğinden attırdılar ' 3 ] .
(Ali Suavinin en son talihsizliği Çıraganda şehit olduktan
sonra, aleyhinde yazılan bir makaledir. Bu pis yazının en fena
yeri de Suavinin Bursa rüşdiye muallimi evvelliğinden atılma­
sının sebebi olarak edilen çirkin iftiradır
Ayrı adamı, muhitinin bu, ilk hazmetmeyişidir. Bursa ona
t a h a m m ü l edemezdi, çünkü Suavi ismindeki genç rüşdiye mu­
alliminin içyüzü kendinden daha gençti, vef/5ört beş hocaya ye­
tecek kadar büyük olan sarığına rağmen bu Suavi Efendi çok
ayrı adamdı. Ve ayrı adam, hayatının daha ilk yıllarında, o za­
manın tâbirile «sabık muallim» oldu.

rSl S u a v i n i n B u r s a r ü ş d i y e m u a l l i m l i ğ i n e g e t i r i l m e s i v e b u r a d a n atıl­
ması hakkındaki notlar m e r h u m Abdurrahman Adilin yazılarındandır: H Â -
D İ S A T İ H U K U K İ Y E . 10.22, tab'ı, İ k d a m m a t b a a s ı , S. 143.
[ 4 ] T E R C t J M A N İ Ş A R K g a z e t e s i , N o . 47. 14 M a y ı s 1878 (24 C e m a z i -
yelevvel 1295). »Suavinin Avrupada yaşayışı» başlıklı yazı. (Bu makale
i l e r i d e «CTıragan vak'ası» f a s h n d a d ı r . )
12 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Fakat vezir Abdurrahman Sami, B-arsanm kovduğu rüşdiye


hocasmı konağına ve köşküne aldı: Çünkü, hem onu oraya ho­
ca yaptığı gün adamakıllı benimsemişti, hem de kâğıtçı Hüse­
yin Efendinin oğhı Suavi adamakıllı fakirdi. Halbuki Taşkasap-
taki Sami Paşa konağının ve Büyük Çamlıcadaki Sami Paşa
köşkünün şu hususiyetleri vardı: Bu konakta ve köşkteki oda­
lardan bir kısmı parasız ilim adamlarınmdı [5]. Ve. bir müddet-
tenberi, konağın selâmlığındaki bir odaya, kapısız bacasVi bir
ev gibi, doğrudan doğruya girip çıkan sarıklı adara, eski Bur­
sa rü.';;diye muallimi Ali Suavi Efendiydi.

15] B i r yaz, T a ş k a s a p t a k i k o n a k t a k a l m a y ı tercih ecien İranlı Safa H o ­


cayı Çamlıcadaki köşke getirmek için. Sa.mi Paşa. hususî araba.sını araba
v a p u r i l e Ü s k ü d a r d a n İr.tanbula g e ç i r t i y o r d u İranlı Sata Hocalar, v e Hoca
Ali Suavi Efendilerle konağında ve köşkünde mânevi köşeler kuracak ve
onlarla a r k a d a ş l ı k e d e c e k k a d a r m e v k i i n i n üj^tünde o l a n S a m i P a ş a n ı n m i ­
safiri İranlı Safa IToca da. S a m i Pa.'îanın k o n a ğ ı n m . v e k j u a k arabasının
m e v c u d i y e t i n d e n o kadar h a b e r d a r d e ğ i l d i ki. k e n d i s i n i a l m a k için b u h u ­
susî k o n a k arabası İstanbula g ö n d e r i l d i ğ i g ü n . Safa H o c a t j s k ü d a r i s k e l e s i n e
çıkıyor, orada b u l u n a n S a m i Paşanın bostanındaki zerzevat beygirlerinden
birine binerek Çamhcadaki k ö ş k e g i d i y o r d u . - Yeni Osmanlılardan Mena-
pir z a d e i'>Juri Be.yrtan a l d ı ğ ı m şifahi nottan. -
EVSİZ ADAM

Sade evsiz değil, evsiz, eşyasız, esvapsız lU, parasız, akra-


basız, çocuksuz ve evlendikten sonra bile kadınsız Suavi.
Bu Suavinin hayatında ilk rahat köşe Sami Paşanın ' 2 i ko­
nağındaki odasıdır Bu odaya Suavi, sokağa kapısı olan ev gibi,
doğrudan doğruya giriyordu.
Konaklar kibirlidir; fakat, Sami Paşanın konağı, Suavi ho­
caya, başka konakların sarıklıları gibi (hususî muallimler, ha­
fızı kütüpler, imamlar gibi) manevî uşak diye bakmıyordu. Su­
aviyi bu konakta beş insan yarışarak seviyordu: Sami Paşanın
kendisi, ve dört oğlu: Suphi Bey (Paşa), Hasan Bey, Baki Bey,
Necip Bey (Paşa ve damat).
Suavinin Sami Paşa babası. Baki Bey hayranı, Suphi Bey
Kardeşi, Necip Bey arkadaşı idi. Hasan Bey de dostu.
Eski Bursa rüşdiye muallimi Suavi Efendi, Fiübe rüşdiye­
sine yeniden muallim olduğu zaman Sami Paşa Maarif Nazın
değildi. Fakat Sami Pa.şa Maarif Nazırı olmayarak da muhte­
remdi, ve, Suavinin bu ikinci muallimliği, galiba, gene Sami Pa-
.sanm eseridir. Böyle olmasa bile, Filibe rüşdiye muallimliğine
Suavi, Sami Paşanın konağından gitti.

1.1] S u a v i n i n M e k t e b i Sultanî m ü d ü r ü o l d u ğ u z a m a n da fena giyindi­


ğini A b d u r r a h m a n Ş e r e f B e y şu tarzda y a z a c a k : «Hem g ü f t a n , hem etvarı
p e r i ş a n idi. H a z ı r c ı l a r d a n aldığı yakası' d ü ş ü k c e k e t v e paçaları, y e r d e s ü r ü ­
n ü r p a n t a l o n u ile m e k t e p i ç i n d e d o l a ş m a s ı eski .softalık halini hatıra geti­
rir, v e badiî h a n d e olurdu.» Tarih Musahabeleri: 13:59 b a s ı n ı , Matbaaiâmi-
re, S. 297.
Ayni müellifin a y n i k i t a b ı n ı n bir b a ş k a y e r i n d e d e S u a v i n i n kılığı şu
türlü anlatılır: «Gayetle idaresiz ve çolbaz bir adamdı. Kapamacılardan
(Kapalıçarşıda hazır esvap satanlardan) aldığı hazır bir k o s t ü m ile zibidi
k ı y a f e t i , b i l e n l e r i n gözü ö n ü n d e d i r . » S. 181.
[ 2 ] R u m u z - ü l - H i k e m m ü e l l i f i v e Maarif N a z n ı A b d u r r a h m a n S a m i P a ş a
1t
Sami Paşa öldükten sonra, Suavinin odası Suphi Paşanın
konağındadır. Çıragan vak'asında kendisile beraber şehit olan
Filibe muhacirlerinden bazılarım bile Suavi bu vak'adan bir
kaç gün evvel Suphi Paşanın Çamlıcadaki köşküne yei'leş-
tirecek.
Vakıa, köşk, 93 muhacirlerile zaten dolmuştu. Fakat Suavi
o kadar seviliyordu ki, onun getirdiği muhacirlere de yer bul­
dular. I3J.

SuaA'inin bütün hayat boyunca, İstanbulda iki defa evi


vardır: Sultanî müdürü olmadan evvel, ve olduktan sonra.
Avrupadan döndüğü zaman yanındaki çok güzel t'*^ kadın
Londrada evlendiği İngilizdi f^J. Suavi, bununla birlikte Mek­
tebi Sultaniye müdür oluncaya kadar, Binbirdirekte denize ba­
kan bir evde oturdu 1^1.
Fakat, Suavinin bu evinde bile biraz Sami Paşa konağı var­
dı: Evin büyük odasındaki ampir salon takımı Sami Paşa oğ­
lu Abdurrahman Hasan Beyin babadan kalma eşyasıydı. Müp­
hem bir tarzda gönderildiği için ariyet olduğu kadar hediye
sayılması da mümkün olan bu salon takımını Suavi, Mektebi
Sultaniye m ü d ü r olup karısile orada yerleştiği zaman Hasan
Beye geri verdi rvi.
Suavinin ikinci evi Üsküdarda Şemsipaşadaki Direkli Ya-
h'dır m.
Mektebi Sultanî de onun bir nevi eviydi: Karısile orada
oturdu. Fakat onun kötü talihi burada da yetişecek, ve mekte-

[.31 S u p h i P a ş a n ı n kızı v e Y u s u f Kıza P a ş a n ı n karısı A y s e H a n ı m d a n al­


d ı ğ ı m nottan.
(4] Abdülhak H â n ı i t l e n v e .A.yşe H a n ı m d a n aldığım nottan.
f5] B u ingiliz kadını, Suavinin ölümünden sonra, bir E r m e n i l e evle­
nerek, P a r i s t e y e r l e ş t i , - Abdurrahraıın Adil, H â d i s a t ı H u k u k i y e , S. 108. -
16] Eski s a d r a z a m Rifat P a ş a n ı n k o n a ğ ı n ı n c i v a r ı n d a v e D e b i s t a n i I r a -
n i y a n olan e v d e .
17] A b d u r r a h m a n Hasan B e y i n yeğeni Vehhab Koca Memiden aldığım
nottan.
18) Hâdisatı Hukukiye. S. 169.
bin bir köşesinde karısile oturması, ölümünden sonra bile bir
tarih kitabında bir dedikodu vesilesi olacak t^i.
Fakat Suavi, Sami ve Suphi Paşaların konaklarile köşkle-
rindeki sevgi saltanatının tahtına oturduğu iki odayı, ha­
yat boyunca, hiçbir yerde bulamayacak: Ne Londrada Muhbiri
çıkardığı zaman onun idarehanesindeki 44 numarada lioi, ne
Einbirdirekteki evde, ne Üsküdardaki Direkli Yalıda... Bilhas­
sa Sami Paşa konağında ve köşkündeki oda, Sami Paşa oğlu Ba­
ki Beyin hayranlığından taşan hürmetle bir saray kadar b ü y ü -
yor_du. Bu hava, Suaviyi Pariste kimsesizliğin en çıplak gün­
lerinde de ısıtacak: Çünkü, o günlerde, Sami Paşanın bir baş­
ka oğlu Necip Bey Pariste elçilik kâtibidir, ve Suaviyi Bakî'
Beye yakın derecede sevecek.

KİMSESİZ DEĞİLDİ

Suavi kimsesiz değildi, fakat akrabaları olduğu için, y a ­


hut evlendiği için değil. Sami Paşanın oğlu Baki Bey onu çok
sevdiği için... Ve Suavi sırf bu sevgi sayesinde akrabalı, çoluk
çocuklu bir insan kadar kimsesiz değildi Bu sevgi onun bomboş-
olan hayatını döşeyip dayıyordu ve bu sevginin ayrı bir mıef-
humu da vardı: Suaviyi, Baki Bey babası ve kardeşleri gibi yal­
nız kültürü için sevmedi. Baki Bey Suavide âsî softajn buldu,
ve «softa» da, «âsî» yi sevdi.
Zaten, Baki Bey 19 uncu asırda, müslüman Doğuda 1 nu­
maralı o adamdır ki, «libre penscur = dinde hür kafalı> dır.
Müslüman Doğu çok «aths mülhid» gördü. Fakat «libre pen-

19] A b d u r r a h m a n Şeref, Tarih Mü.sahabeleri, S. 287: « G ü y a rnuallime-


si sıfatile A v r u p a d a n peşine taktığı t i r güzel k a d ı n ile m e k t e p t e beytûtet-
e t m e k saygı.sızlığında bulunduğu cihetle o yolda dahi a y r ı c a l i s a n a gelmif
idi» v e b u y a z ı d a «güzel k a d ı n ile» c ü m l e s i n e şu n o t i l â v e edilir: «Nam:,ık
K e m a l ' i n P a r i s y a r a n ı h i c v i y e s i n d e n kıt'ai a t i y e y i z i k r e d i y o r u z :
«Suavi dedikleri o küçük adam:
»Pariste oturmuş, yanında madam:
«Biz o n u adam sandık, o da m ı c ü d a n ı ?
«Aman yalnız kaldı Mustafa Paşa!»
[10] P a r i s t e U l û m g a z e t e s i n i çıkardığı z a m a n k i adresi.
seur» ü, ilk, Sami Paşa oğlu Bakide görüyordu Ve bu Baki
Bey, hiç sevmediği softa cübbesinde «libre penseur* lüğüne
katlanan Suaviyi bululnca çok sevdi. İhtimal ki dini kullana­
rak yalanın ticar.etini yapmak istiyenleri ezmek için, Baki Bey
Suavinin şark kültüründe, kuvvet kaynaklan bulacağını bili-
}'ordu, ve belki, bu da onu sevmesine bir sebepti. Herhlde Su­
aviyi son sevgile bir kişi sevdi: Baki Bey.
Ve bu Baki Bey. Pariste elçilik kâtibi Abdülhak Hamide
mektuplarında Suaviyi Namık Kemale bile tercih edecek. Hâ-
mit, bunu Pirizade İbrahim Beye 1-1 bir kâğıdında şu tarzda
anlatır:
«Ben Baki Beyle şimdi muhabere değil, muharebe ediyo­
rum. Onun kumandanı Suavi, benimki ise Kemaldir. Bakalım

I I ] S a m i Paşa o ğ l u S a k i B e y . softa d ü ş m a n h ğ m ı , bazan, kardeşlerinin


rahatmı kaçıracak aerecey.i çıkarıyordu. İleride «Maarif, başlığı altındaki
bir m a k a l e için k a r d e ş i v e z i r v e d a m a t N e c i p Paşa b ü y ü k kardeşi Abdul-
h a l i m B e y e su m e k t u b u y a z a c a k ;
«Biraderi mükerremim efendim hazretleri,
«Baki Bey cümlemizin rızamıza muhalif olarak m a h u t - Maarif - ben-
«dini n e ş r e d e r e k bir m e c n u n l u k daha gö.sterdi; v e bilûmum heyeti ülema-
«yı ıgzâb e d e r e k a l e y h i n e kaldırdı. A n c a k b u h a r e k â t ı h o d p e s e n d â n e s i bilâ-
«hare cümlemize İrası mazarrat edegeldiğinden. bir daha. böyle mecnun-
• luklarda bulunmaması için Hasan Beyefendi (Abdurrahman Hasan Bey)
«biraderimizle bililtt.ihal kendisine bir tevbihname gönderilmesini ihtar
«eder. v e u l e m a tarafından .y.-izılan c e v a p l a r d a n k e y f i y e t m a l û m u alileri b u -
«yurulacağından t;a-'.eteleri irsal e.ylediğimi arzeylerim biraderi muhtere-
«mim, e f e n d i m . 27 T e ş r i n i e v v e l 97. «Rende: A h m e t Necip.» - Vehhap Koca
Memi'nin dosyasından, -
Necip Paşanın gene Abdülhalim Beye yazdığı 21 Zilhicce 98 tarihli
bir m e k t u b u n u n hamişinden:
«Hocalar, B a k i B e y i n a l e y h i n d e d a v a y ı azdırdılar. H a k k ı n d a i c r a y ı m ü -
cazat o l u n m a s ı n ı ş e y h i s l â m vasıta.sile h â k i p â - y ı â l i d e n istida ettiler. Y a z d ı k ­
larına izharı n e d a m e t v e hoca etenelilerden taleb-i t l f e t m e k ü z e r e işi bu k a ­
darla b a s t ı r m a ğ a ç a l ı ş ı y o r u z . H o c a l a r d a n bir ikisi k o n a ğ a g e l i p p e d e r i n hâ­
k i n e h ü r m e t e n b ö y l e bir t e ş e b b ü s l e işi b a s t ı r a c a k l a r ı n ı v â d e t t i k l e r i n d e n ve
B a k i B e y de hâsıl olan n e t i c e i l e v e h a m e t i a n l a d ı ğ ı n d a n , bu s u r e t i k a r a r l a ş ­
tırdı; v e b u g ü n birkaç satır i s t i t a f n a m e y a z ı p i s t e d i k l e r i g a z e t e ü e ilân et­
t i r m e l e r i için F a t i h e gitti.» - A y n i d o s y a d a n . -
[2] 1908 m e ş r u t i y e t i n d e n sonra Sait Halim ve Talât Paşaların kabi­
n e l e r i n d e a d l i y e nazırı.
17
hangi taraf mağlûp olacak!... Allah vere Sırplar gibi hem mağ­
lûp olup hem galibiyet iddia etmeseydi [3].»
Suavinin hayatındaki çok az olan saadetlerinden biri de Ne­
cip Beyin onun hakkındaki sevgisidir. Bu mevzusuz muhabbet,
Baki Beyin çok mevzulu, çok sebepli, fakat son derecedeki
sevgisinden de daha narin, daha ince bir şeydi. Bu sevginin te­
zahürleri olan mektuplar, Çıragan şehidi Suaviniın ölümüne
Abdüahamidin parasile söven gizli muharririn iftiraların da
vukuundan evvel, çürüten vesikalardır. Yazısını imzalamaktan
korkan ve şehit Suaviye imzasız söven bu muharririn maka­
lesine W göre Suavi paraya karşı arsızdı. Halbuki Necip Be­
yin Paristen, yazdığı mektuplarda Suavinin tokgözlülüğünü
anlatan bir «ton» vardır, ve bu mektuplaradki Suavi çok muh­
teremdir. Paraya karşı arsız denilen adam, Necip Beyi Pariste
akşam yemeklerine çağırır ve Necip Beye borç para vermek
ister.
Sami Paşa oğlu ve Paris elçiliği kâtibi Necip Beyin büyük
kardeşi Abdülhalim Beye 5 Şevval 1292 tarihli mektubundan:
«Geçende Hasan Beyefendi rsi biraderimizin Suavi Efendi­
ye j'azdıkları mektubun vesatatı âcizânemle gönderilmeme­
sinden ve Suavi Efendinin yalnız bir fıkrasını okuyarak diğer
mahallerini göstermemesinden hakkı âcizanemde efendimizin
tavsiyeleri üzerine bazı şeyler yazılmış olduğunu derkettim.
Bendeniz ulüvvü cenap sahibi olduğumdan her ne kadar muz-
t a r kalsam Efendii müşarünileyhe akçe için müracaat etmem.
Şerefi zâtiyeme dokunacak bir hali irtikâp eylemem. Yalnız t e ­
essüf ettiğim yer şurasıdır ki, o yolda bir şey yazılmış ise, nez-
dinde tezkiyemi ihlâl edeceğinden kendisile görüşmeğe yüzüm
kalmayacağını arzeylerim. Bu türlü muameleler bendenize pek
giran geldiği efendilerimizin yirmi senelik bir biraderiniz b u -

[ 3 ] M e k t u p l a r , A b d ü l h a k H â m i t , K ü l l i y a t ı Asar, «Asarı M ü f i d e kütüp­


h a n e s i . , C. 1-2, S. 248.
[ 4 ] B u y a z ı l a r d a , i l e r i d e g e l e c e k o l a n »Çıragan Vak'ası» f a s h n d a k i ma­
kale.
[5] A b d u r r a h m a n Sami Paşanın üçüncü oğlu Abdurrahman Hasan B e y ­
dir. B i r i n c i o ğ l u S u p h i P a ş a (Abdüllâtif S u p h i • Paşa.ı v e ikincisi Abdülha­
lim Beydir.
2
18
lunduğumdan malûmu âlileri olmak gerektir zannederim. H û ­
da alim ve .şahittir, şimdiye kadar Suavi Efendi ile paraya m ü ­
teallik bir söz etmedim ve inşallahü taalâ etmiyeceğim. Halbu­
ki Suavi Efendi buraya geldiğim gündenberi gerek tahriren ve
gerek şifahen her türlü müracaatinizi elimden geldiği kadar
teshile haziran» dediği halde bile, kendisine gina yüzü göste­
rerek pederimin sayesinde hiçbir şeye ihtiyacım olmadığmı be­
yan ettim. 5 Şevval 92 [61.»
Necip Beyin, gene Pariste elçi kâtibi iken yazdığı başka bir
mektubunda da, onun ve Sami Paşa ailesinin yalnız Pariste
değil, hattâ bütün dünyadaki iki dostundan biri Suavidir:
«Hoca için yüz frangı teksir rv] buyurmayın. Çünkü her
gün gelip bir saat nezdi âcizanemde bulunarak tedris edecek­
tir. Bu hoca, Suavi Efendinin ahibbasından olup hakikaten der­
sinden istifade olunacak bir zattu-. İki ay sonra, gene bu m a a ş ­
la, günde iki saat, gelecektir. Bizim mahut Bulgar haftada üç
kere gelip yüz otuz frank aldıktan sonra böyle natuk, kâtip,
şair bir hocanın hergün iki saat gelerek yüz franga razı olması
teşekkür olunacak bir şeydir. İşte bu da Suavi Efendinin him­
meti sayesindedir. Doğrusu müşarünileyhten (Suavi'den) gör­
düğüm insaniyet ve muaveneti hiç bir zaman unutmak ihtima­
lim yoktur. Kendisile daima mülakat etmekteyim: hattâ, 'şimdi
bile, \ a n ı n d a n geliyorum. Bu akşam taama davetli idim. Ben­
denizin müşarünileyh ile görüştüğümden, sefarette kimse­
nin malûmatı yoktur, kendisi de olmamasnn istiyor. Dünyada
samimî iki dostumuz var, birisi Kâmil Efendi t^'', diğeri Suavi

[6] A h m e t Necip Beyin kendi el yazı.siyle v e basUmamış mektubun­


dan Vehhap Koca Memi'nin dosyasmdan).
[ 7 ] «İstikaâr» yerine dalgınlıkla «teksir» yazar.
[ 8 ] «İle» y i y a n l ı ş l ı k l a unutur.
[9] Kâmiİ Etendi, Tanzimatçı Reşit Paşa zamanında .\vrupada okut­
turulan talebedendir. «Kürt K â m i l Efendi^ derlerdi. İstanbulda Aksaray
m a h a l l e s i n d e «On İ k i l e r , d e n .•\rap A b d u l l a h P a ş a n ı n b ü y ü k k a r d e ş i d i r . V i ­
lâyetlerde gümrük n a z ı r l ı ğ ı etti. t s t a n b u l a g e l d i k ç e S a m i P a ş a n ı n konağın­
da y a t a r kalkardı. P a ş a n ı n o ğ u l l a r ı Ha.san B e y e (Abdurrahman Hasan Be­
y e ) v e H a l i m Be.ye ( A b d ü l h a l i m B e y e ) , bir aralık, f r a n s ı z c a o k u t m a y a baş­
ladı. Fakat, S a m i P a ş a ( K ü r t t e n fransızca ö ğ r e n m . e ğ e . şaşınca H a s a n v e H a ­
l i m B e y l e r d e bir F r a n s ı z d a n ö ğ r e n m e ğ e başladılar.
A L i s U A V i 19
Efendidir. Eğer Suavi Efendi burada olmamış olsaydı, hergün
bizim arkadaşlarla (sefaret ai'kadaşlarile) bulunmak bendenize
bir azabı elim olurdu. 11 Ramazan 92 ^lO]
Suavi cemiyetle karşı karşıya duran adamdı. «Umumî» den,
«mbüşterek» ten, «topyekûn» dan, bir kelime ile «kütle» den
ajo-ılan, sürüye katılmaktan gururu rahatsız olan, tek adam
kalmanın acılığından hayatın tadını bulan âsî in.sandı. Öyle
iken, bu güç adamın, SamiPaşadan ve onun bilhassa dört oğ­
lundan başka, çok değarli bir dostu daha vardı: Abdülhamit
II. nin saray müşiri Eğinli Sait Paşa.
(Atadülhamidin sarayı tuhaftı; bu sarayın bir ucunda Fe-
him Paşa varsa, bir ucunda da Gazi Osman Paşa vardı. Onun
için. Eğinli Sait Paşa kadar temiz bir kültür adamı da bu sa­
rayda müşir olabiliyordu.)
Sait Paşa Edimbourg Üniversitesinden çıkmış Eğinli bir
Türktü. Irkma bir tek yabancı şeyin karışmadığı bu berrak
Trük kanına, Edimbourg Üniversitesinin diplomasim karıştıra­
rak ona «İngiliz Sait Paşa» diyorlardı. Bu «İngiliz» kelimesi
onun, ancak kültürü hakkında doğruydu, ve çok doğru... İşte
bu çok doğru farika, İngiliz kadınile evlenen İngiliz politi­
kasını seven, İngiliz dilini öğrenen Suaviyi, Sait Paşr.ya dost
yaptı. Suavinin Mektebi Sultanî müdürlüğü bile bu dostluğun
eseridir: Avrupadan döndüğü zaman, bu Sait Paşanın tavsi-
yesile Abdülhamit II nin bir m.üddet has müşaviri olan Suavi,
gene paşanın tavsiyesile Mektebi Sultanî müdürü olacak.
Suavinin dostluğu pahalıdır. Bu dostluğun bedeli üç dostu
için sürgündü: Sami Paşa oğlu Baki Bey, Suavinin çok dostu­
dur diye, Çırağan vak'asından sonra Kastamonuva sürülecek.
Sami Paşa oğlu Necip Paşa, Padişah damadı olacakken olama­
yacak, ve buna da sebep Çırağan şehidinin dostluğu olacak.
Eğinli Sait Paşa da, Suaviyi seviyordu diye saray müşirliğin­
den Ankara valiliğine atılacak.
Suavi Londradaki «Muhbir» gazetesini kapayıp, Pariste

[10] A h m e t N e c i p B e y i n (Paşa) nm k e n d i el y a z ı s i l e v e bası]mam.ış


mektubundan (Vehhap Koca IVTemi'nin d o s y a s ı n d a n ) .
20
«Ulûm Gazetesi» ve Liyon'da «Muvakkaten Ulûm müşterileri­
ne» isimlerindeki iki mecmuayı çıkarırken. Serasker Hüseyin
Avni Paşa, ona para gönderiyordu, diye vesikasız bir rivayet var.
Suavinin kendisi ve havası o kadar fena talihle doludur ki,
Çerkeş Hasanın kurşunile ölen Hüseyin Avni Paşanın felâke­
tinde bile, yukarıdaki vesikasız rivayete dayanan do.stluğun,
insan, şeametini aramak istiyor.
ü ç SUAVİ

- Üç Suavi vardır: Avrupadan evvelki, Avrupadaki, Avrupa­


dan döndükten sonraki.
Birinci Suavinin siyasî yüzü Filibedc bir kavga ile başlar,
İstanbulda Muhbir gazetesindeki iki tercümeyle belirir, ve ge­
ne bu gazetede Mısır Hıdivi İsmail hakkında yazdığı şeylerle
büsbütün ortada durur.
Kavga, Filibe mutasarrıfı Ata Beyle Filibe rüşdiye hocası
arasında çıktı, Filibe mutasarrıfı Babıâli avamımdan değildi,
Enderun Tarihini yazandı, ve bu eserini Namık Kemal, kısa ol­
mayan bir takrizle beğenecekti. Öyle iken, okur yazar muta­
sarrıf, Suaviyi rüşdiye hocalığından attırmak istedi, fakat ken­
disi daha evvel mutasarrıflıktan atıldı. Lâkin mazul mutasar-
rif, İstanbula gelince, kendi derdini unuttu, Suavi ile uğraştı:
Bu mazul mutasarrıfın demesine göre rüşdiye hocası Filibe hal­
kını ayaklandırmak istemişti. Ve Filibe rüşdiyesinde ders oku­
tan, Filibenin Yeşillioğlu Li] camiinde vazediyorum diye halka
siyasî konferanslar veren iki kürsülü rüşdiye hocası azledildi,
İstanbula geldi. Vakıa eski mutasarrıf aleyhine eski hoca Şû­
rayı Devlette dâva açtı, vakıa bu dâvayı da kazandı. Fakat po­
litikacı olduğu bir defa söylenen Suaviye, artık muallimlik ya­
saktı. O da muharrir oldu, ve Muhbir gazetesini yazmaya başla­
dı. Bir taraftan da, arkadaşları, onu Şehzade camiinde der.se çı­
kardılar.
Bu tarihten sonra Suavi korkunçtur: Cami kürsüsünde
Kaside-i Hemziyenin birkaç beytini ezber okuduktan sonra Ef­
lâk ve Buğdana yanıyor, Girit mazlumlarına acıyor, ve resmî
adamları sözden ibaret bir yeni silâhla mahvediyordu. Bu tu-

in F i l i b e l i Nazif Be,y oğlu m u a l l i m Ibvahim Hazmi'rlen a l d ı ğ ı m n o t t a n .


22 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

haf vaiz, cami isürsüsünden indilcten sonra da, Muhbir gazete­


sindeki masasmda Mısır'ı yazıyordu. 40 milyonun sustuğu dev­
lette Suavi, artık, camide kürsüye, gazetede masaya dayanarak
haykıran iki sesli bir sarıklıydı. Sükûtun teşkilâtı olan saray,
Babıâli ve Şeyhislâm kapısı çifte sesli hocaya kudurdular. Bu
adamın sarığı, yalandı: Bu hoca Avrupah bir belâ idi.
Cerrahpaşada doğan, Filibede hocalık eden ufak ma­
halleli, küçük ufuklu hocanın siyasî yüzü Muhbir gazetesinde,
iki tercümeyle, fena halde meydana çıktı. Bu iki tercümenin
siyasî mânası vardı: Abdülâzize ve vezirlerine küserek Av-
rupaya giden Mısırlı Prens Mustafa Fazılı, Suavi beğeniyor
demekti. Tercümelerin birincisi prensin .başkâtibinin, ikincisi
prensin kendsinin fransızca mektuplanndandı.
Birinci tercüme t ^ ] .
«Presse gazetesinde görülen bendin tercümesidir.
«Devletlû Fazıl Mustafa Paşanın serkâtibi Sakakino tara-
«fmdan Pariste Presse gazetesi muharrirliğine gönderilen tez-
«kere.
«Efendim,
«Dersaadetten Kânunusani yirmi dört tarihile alıp neşreyle-
«diğiniz bir mektupta devletlû fehametlû Mısır valisinin bira-
«deri Mustafa Paşa hazretleri, kendi ismile Pariste bir büyük
«sarraf şirketi teşkil edeceğini okudum. Siz Pariste bulundu-
«ğunuz için muhbirinizden ziyade her şeyi iyice tahkik ve teces-
«süse iktidarınız varken, böyle esassızs bir şeyi ilân edişinize te-
«essüf ederim. Mezkûr havadis, bütün bütün, yalan olduğun-
«dan bunu tekzibe ruhsatım vardır. Paşayı Müşarünileyh ken-
«di vak'-u şanını iyice tanır bir zat olduğundan, mezkûr havadi-
«sin ihtimali olmadığını, kendi tarafından, ilâve eylerim. İşbu
«mektubumun evvelki nüshanıza dercolunacağı ümidile ihtira-
«matı faikamın teminatına vesilei hasene ittihaz e^^ledim.»

İkinci tercüme [31;


«Devletlû Fazıl Mustafa Pasa hazretleri tarafından bâ imza

[21 M u h b i r G a z e t e s i , 3 Ş e v v a l 1283, N o . 18.


13] M u h b i r g a z e t e s i , 5 Ş e v v a l 1283, N o . 20.
A L i s UA V i 23
sNord gazetesine gönderilen tezkerei hamiyetkâranenin tercü-
«mesidir:
«Mösyö Direktör,
«Nord gazetesinin Şubat bir tarihile çıkan nüshasını gödüm.
«Muradyn gazete mübahaselerini kovalamak değildir, ancak,
«muhbirinizin verdiği havadisi tashihtir. Benim bir sarraf şir-
«keti teşkil edeceğimi ilân eden gazeteleri, herne kadar efkârı
'tamme dahi reddederse de, buna kanaat etmiyerek, ben dahi
«serkâtibim vasıtasile tekzibe kıyam eyledim. İşbu gazete-
«1er, gene, Oppenheim kumpanyasile olan ahz-u itam üzerine
«türlü türlü eracif neşreylemektedirler. O muhbirler yakınen
«bilsinler ki, ben kendi mesalihimi bırakup devleti aliyenin ve
«kendi milletimin şu kargaşahk halini düşünmekteyim. Mesali-
«hi umumiyenin mesalihi zatiyeden ileri olduğunu bilmeğe
«mezhebin dahli yoktur, herkes bilebilir. Şu kadar ki ,insan
«olanda ıslahat ve vatan gayreti bulunmak lâzımdır. İşte taraf-
«tarhğile iftihar eylediğim Osmanlı milletinden efkârı cedide
«eshabının muradı dahi budur. Şu efkârda bulunanlar ne, ted-
«biri bırakıp, kader böyle imiş demekle vakit geçirirler, ve ne
«de ümit kesip meyus olurlar. Ve Girit ihtilâli vesair karşılık-
«lıklar ise bu zevatın sebatı efkârına hiç halel vermez.»

Nord gazetesi Osmanlı imparatorluğunu 200 yıldanberi ba­


tıran bir devletin taraflısı idi. Bu gazete Mısırh Prens Mustafa
Fazılı bir inkılâp davasının bayrağını yumruğunda tutarak Av-
rupaya giden bir hamiyet adamı değil, Avrupa pazarında bir
köşe sarrafı diye tanıtmak istemişti. Prens ve başkâtibi bu ya­
lanı Nord gazetesinin suratına fransızca çarpıyorlar, Suavi de
bu iki mektubun tercümelerini gazetesine koyarak sarayın ve
Babıâlinin suratına türkçe tükürüyordu.
İki tercüme onun için siyasî iki hâdiseydi. Ve bu iki hâdi­
se gösteriyordu ki, çocukluğunda zulme isyan hâdiseleri ezber-
liyen bu tarihteki delikanlı Suavi, Mısırlı Prens -Mustafa Fa-
zıh seviyordu. Bu sevgi cinayetti. Çünkü sevilen adam Avrupa-
da Osmanlı imparatorluğunun meşrutiyetle idare edilmesini is­
tiyordu.
24 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Bir taraftan, bu iki tercümeden ikincisi yüzünden, Suavi


Namık Kemalle de politika arkadaşı oluyordu.
Kemal, bu tercümeyi Suavinin gazetesi olan Muhbirden
alarak, o tarihte Şinasiden ziyade kendisinin olan Tasviri Ef­
kâra komuştu W, ve altına «Mülâhaza» diye imzasız, fakat üs­
lûbu imza kuvvetinde bir tasdik fıkrası yazmıştı 15].

r4] T a s v i r i Eîkâr. 18 Ş e v v a l 1238, N o . 461.


[ 5 ] K e m a l , Y e n i O s n ı a n l i l a r C e m i y e t i n i n i s m i n e b a ş l a n g j ç olan .»Efkârı
C e d i d e Esbabı» t â b i r i n i T a s v i r i Efkâr'ın o n ü s h a s m d a k i »Mülâhaza» başlık­
lı fıkrasında kullanmıştı.
TEK MUHARRİRLİ GAZETE

Tek muharriıii gazete Muhbirdir, tek muharrir de Sua­


vidir 1-1].
Tek muharrirli gazete üç mukaddes heyecanla çıkıyordu:
1. Giritteki sürünenlere para toplamakta Suavinin Babıâ-
liyi rahatsız eden hamiyeti.
2. Mısır Valisi İsmailin hıdivlik hırsına karşı Suavinin giz­
li öfkesi.
3. Kulaklara hürriyeti fısıldarken Suavinin üç kıt'ahk sü­
kûtta uğultusu büyüyen kısık sesi.
1. Giritteki sürünenlere iane toplamakta Suavinin babıâ-
liyi rahatsız eden hamiyeti.
Hamiyetin daima resmî bir şey olarak kalmasını istiyen
Ali Paşa, bunu Suavinin şahsileştirmesine kızıyordu. Sürünen­
lere acımak için de sadrazamdan izin ahnacaktı. Suavi hamiyet
hakkındaki bu protokolü anlamıyordu. Ve Suavinin çok .şahsî
olan hamiyetinin Babıâliyi rahatsız etmesi, ianeden sonra, ikin­
ci güzel şeydi. Devletsiz hamiyetin hükümeti çıldırtmaktaki
gizli kudretini arttırmak istercesine, Suavi Girit ianesini, gazete­
sinde, sık yazıyor ve her şekilde yazıyordu. Hattâ iane para-

[1] S u a v i n i n tele m u h a r r i r i o l d u ğ u g a z e t e dört t a n e d i r : 1 — IBfiV d e n


evvel, İstanbulda M ö s y ö F i l i p ' i n ç'ıkardığı Muhbir gazetesi. 2 — Suavinin
Londrada Mısu-lı P r e n s Mustafa Fazılm parasile çıkardığı Muhbir kazete-
si. 3 — S u a \ ' i n i n P a r i s t e k e n d i p a r a s i l e çıkardığı Ulûm Gazetesi iadı ga­
zete, k e n d i m e c m u a l r 4 — S u a v i n i n Lion'da çıkardığı •A'Iuva.kkaten Ulûm
Müşterilerine» ismindeki gazete ıbu da mecmuadn-) ve 1871 Fransız-Al­
man savaşı yüzünden Pariste çıkamayan Ulûm Gazetesinin devamıdır.
İstanbuldaki Muhbiri 54 tane çıktı:
1 inci sayısı — 25 Ş a b a n 1283. 54 ü n c ü sayısı - 21 M u h a r r e m 1264. S a ­
hibi — M ö s y ö F i l i p ( F i l i p bir z a m a n l a r M ö s y ö Filip'ti, sonra A b d ü l h a m i t Tl
d e n aldığı rütbej'le izzetiü F i l i p efendi» oldu.)
26 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

larını, Girit mazlumlarına bizzat elile dağıtmak için, gazete sa­


hibinin Giride gideceği de gazetede vardı:
«Biriken paraları, ben kendim bizzat alıp ve beylik vapura
«binip tâ Giride götüreceğim. Ve orada ahalii müslime mute-
«beranı huzurunda ve kumandanlar nezareti altında olarak şu
«paraları her müslümana haline göre taksim edeceğim. Ve bir
«kıt'a defterini yaptırıp, hazır bulunanlara mühürletüp alıp
«geleceğim. Ve herkesi temin için defteri mezburu ilân eyli-
«yeceğim f 2 ] , 8 ,
Gazetenin başka bir sayısında 1-3], Suavi, iane paralarının
•girdisini çıktısını âdeta, bir cürmü işlemeden evvel insanın ken­
di kendisini tehdit eden hırçın bir sesle soruyordu:
«Paraları kim kabzedecek? Ve giride nasıl götürülecek? Ve
«kimlere taksim olunacak?»
Halka vekâleten Suavinin kendine sorduğu bu suallere ge­
ne Suavi, kör kadının nâra haline gelen sert faziletile ve lüzu­
mundan fazla tafsilâtla cevap veriyordu. Bu fazla tafsilât, Ali
Paşaya taştı. Çünkü her mevzuda çok susan Âli Paşa, Hocapaşa
yangının iane paralan hakkında büsbütün sükût etmişti Dev­
let adamı paranın etrafında fazla susarsa halk nutka gelir: Ve
Ali Paşanın sükûtu etrafında da dedikodular olmuştu. Hattâ na­
zırlar meclisinde Evkaf nazırı Suphi Paşanın, Hocapaşa yangı­
nı ianesi hakkında Âli Paşaya sorduğu sual ikisinin dargınlık­
larına tarihtir.
Ve, Suavinin Girit ianesi için fazla mufassal hesap verme­
sinin de Âli Paşayı sinirlendirmesi lâzımdı. Vakıa bu Girit ia­
nesinin toplanmasında ve dağıtılmasında fazla telâşın mübalâ­
ğalı el ve ayak işaretleri yok değildi, fakat ayni telâşta bir hak
İvavgasınm güzel asabiyeti de vardı: Bu kavga çığlıkla sükûtun
kavgasıydı: Haykıran Suavile, susan Âli Paşanın.
Giritteki müslüman açlara ve çıplaklara bir muharrir pa­
ra topluyor diye, kızan Babıâlinin suratına zımnen t ü k ü r m e k
için en iyi üslûp Giritteki m.üslümanlara iane veren bir Orto­
doks kıraathaneciyi gazetede yazmaktı. Suavi de bunu yapıyor-

[2] Muhbir, No. 24, 22 Ş e v v a l 1283.


rs] A y n i gazete. N o . 29, 28 Ş e v v a l 1283.
ALİ SUAVİ 27

du 1-4]: Reşitpaşa türbesinin karşısındalîi kıraathanesinde O r ­


todoks Sarafim, Giritteki müslüman açlar için filân akşam, dört
saat meccanen şerbet ve limonata dağıtacaktı, ve buna muka­
bil aldığı antre paralarını. Muhbir gazetesinin sahibine vere­
cekti. Bunu, gazete sahibine şu satırlarla ve bir yardımm he­
yecanından çıkan «sen» le bildiriyordu:
«Ne hâsıl olursa, derhal sana götürüp teslim edeceğim, ve
«lâzım gelen ilmühaberi alacağım. Sen de o parayı alıp, Giride
«götürüp fıkaraya vereceksin.&
• Bu iane paralarının emanet edildiği yer, Suavinin namu­
suydu: Banka kasaları kadar sağlam şey... Suavi, sahiden na­
musuna kasa denecek adamdı. Bu iane paralarının m ü p h e m
kalmasından âdeta bir din taasubile korkuyor, bu iphama imkân
bırakmamak için bir konuşma üslûbunun dağınık samimiyetile,
para işlerinde insana ferahlık veren avam kabalığile yazdığı
«ilân» 1 gazetenin tepesine koyuyordu.
Hele, iane veren Üsküdarlı Cilvebaz Hanım hakkında Su­
avinin yaz'dığı şu fıkra, en güzel eseriydi;
«Üsküdarda, Validei Atik mahallesinde müteveffa Ahmet
«Mes'ut Efendinin haremi muhteremi Cilvebaz Hanımefendi,
«Girit ianesi için beş yüz kuruş gönderdi, ve ilmühaber maka-
«mında beş kıt'alık birer liralık «Muhbir» gazetesi aldırdı [ 5 1 .
«Hanımefendi, Allah kabul eylesin. Sizin bu akçenizi ayrıca bir
«çıkın yapıp tâ Giride götüreceğim. Ve, orada, muinsiz olan bî-
«çare kadınlara vereceğim. Ve verirken: «Ey kadınlar, size fi-
«lân hanım selâm yollayıp bu para ile hatırınızı sordu, ve islâm
«kardeşlerimizi biz unutmadık» dedi, «diyeceğim. Onlar dahi,
«ne söylerse, buraya geldiğim vakit, gazete ile yazıp size bildi-
«receğim 16].»
Bu, Tanzimattan sonra başlıyan Samatya Avrupasîna kar­
şı Türk ve müslüman Üsküdarm sesidir.

[ 4 ] M u h b i r , N o . 30, 29 Ş e v v a l 1283.
[5] Muhbir gazetesinin muhtelif fiyatlarda iane nüshaları çıkarılmıştı.
[6] Muhbir, N o 29, 28 Ş e v v a l 1283.
28 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

2. Mısır Valisi îsmailin hıdivlik hırsına hücum ederken


Suavinin güzel öfkesi.
Suavinin, Muhbir gazetesine bastığı şu uydurma telgraf
Mısır valisirtin suratı için bir tokat kadar kısaydı, ve bunda da
her tokat gibi kısanın güzelliği vardı, (bazı telgraflar kuvvetli
yazmayı öğretmekte Boileau'dan evvel gelir):
«Kahireden telgraf. Fi 28 Şubat efrencî.»
«Mısır askerinin teksir olunacağı üzerine carî olan eraciiin
cesası yoktur. Vali Paşa hazretleri askerin tenzil olunmasını
«emretti
Bu telgraf şü demekti: «İsmail Paşa hazretleri böyle halt
etmezler, ve Âli Paşa hazretleri de böyle haltı hazmetmezler.?,-
(Zaten Filibenin eski rüşdiye hocası, elindeki gazeteyle,
devletin işine sadrazam kadar karışıyordu: Çarlık Rusyası eğer
Giridi Yunanistana verirse, Suavi Efendi, ben de Lehistanı Leh­
lilere veririm, diyordu 1"].) \
Fakat onun esash ıstırabı, Mısır vahşiydi: Vali İsmail, do­
ğumunun ^aldönümünü bir taçlı gibi nasıl kutlardı?- Suavi, bu
vesileyle Kahirede verilen baloyu maicrim gibi yakalıyor, ve bir
eğlenceyi boynuna geçirdiği şu yaftayla bir cani gibi teşhir edi­
yordu: Balo için «üç yüz bin franktan ziyade» harcanmıştı '^J.
Ve Suavi, Mısır valisinin müteaddit maskelerinden birini
bugün bir fiskeyle, bir diğerini j'^arın bir tokatla düşürüp du­
ruyordu. TokatH düşen en boyalı maske şuydu: Girit isyanı za­
manında, adı C'^-manlı imparatorluğunun valisi olan müslüman
îsmailin malûmatı altında olarak îskenderiysdeki Rum kadın­
lar Atinadaki iane komitesine para gönderiyorlardı H*"'!.
Zaten Suavi, gazetesinin daha 25 inci sayısında, Mısır va­
lisi İsmailin Osmanlı imparatorluğunun istiklâline altı suikas-
tini yazmıştı: Mısır haricyesinin baş memuru n n İstanbula Mı­
sır valisi İsm.ail için 6 şev istemeye gelecekti. Azizi Mısır un­
vanını almasını, arma takmasını, para bastırmasını, müşi'^liğe

17] M u h b i r , N o ' 29. 28 Ş e v v a l 1283.


rS] A y n i g a z e t e v e n ü s h a .
[91 M u h b i r , No. 30, 29 Ş e v v a l 1283.
[10] A y n i g a z e t e , N o , 40. 4 M u h a r r e m 1284.
1111 Mısır h a r i c i y e m ü d ü r ü E r m e n i N u b a r Paşa.
29
kadar rütbe" vermesini, nisan vermesini askerinin yüz bin ol-
masmı H 2 i .
Bu altı şey bir tek şeydi: Mısır padişahlığı! Ve, Suavi bu
tebdil gezen padişahhğa mütemadiyen sataşıyordu.
(Mısır valisi İsmaile, Suavinin düşman olmasında, memle­
ket menfaatinden başka, bir de Mısırlı Prens Mustafa Fazılla
başlıyan dostluğunun acaba payı var mı? Bunu tarih bilir.)
Nihayet bir gün, Suavinin gazetesi, Mısır valisinin Mısır
hıdivi olduğunu yazdı n^l. Fakat bu haber gazetede çıktığı gün
Suavi ne gazetede, n e İstanbuldaj^dı; hattâ bir müddettenberi
sürgün olduğu Kastamonuda da değildi: Hıdiv İsmailin 1 nu­
maralı üşmanı olan Mısırlı Prens Mustafa Fazılla ihtilâl arka­
daşlığı yapmak için, Parise gitmek üzere, Suavi Kastamonudan
çıkalı iki gün olmuştu n^].

3. Kulaklara hürriyeti fısıldarken Suavinin üç kıt'ahk sükût


içinde hacmi artan sesi.
Fakat bu ses mırıldanma miktarındaydı. Hürriyet diye
haykırmaya devletin tahammülü yoktu. Suavi de. Millet Mec­
lisinin sade adını ağzından kaçırmakla kanaat ediyordu. Fakat
bunun için de vesile lâzımdı: Durup dururken hürriyeti, meb'-
usu, meşrutiyeti ağzından nasıl kaçırırdı. Vesile Beyoğlunda-
ki fransızca gazetelerden yapılacak tercümeydi. (O tarihte meş­
rutiyetin adı ancak tercüme olabilirdi) ve Suavi - Millet Mec­
lisini bir Beyoğlu gazetesinden tercüme ederek ağzına ala­
biliyordu:
«Courrrer mukaddema Millet Meclisi üzerine bir bend-i
«mahsus neşreylemiş» ti [iRl,.
Suavi, içinde olduğu ihtilâl komitesini bile gene m.ahut

[12] Muhbir, N o . 26, 25 Ş e v v a l 128.3.


[13] A y n i g a z e t e . N o . 49, IC M u h a r r e m 1284.
[14] S u a v i n i n sürüldüğü Kastamonudan, Avrupaya kaçmak için, çık­
tığı tarih 14 M u h a r r e m 1284 tür. B u n u , F r a n s a d a ç ı k a r d ı ğ ı U l û m gazetesin­
de Suavi kendisi yazar.
[15] BeyeğluiKİa ç ı k a n Courrierd'Orient-gazetesi.-
[16] M u h b i r , N o . 23. 21 Ş e v v a l 1283,
30 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

fransızca Courrier'den tercüme ederek o anda öğreniyor ve öğ­


retiyor tavrını takmıyor, ve ismini kendi adı kadar bildiği «Ye­
ni Osmanlılar» komitesine «serbazlık talebi için ehli islâmdan
bir cemiyet» diye arapça azması, acemce bozması bir türkçeyle
alaycı bir isim takıyor, kulağı delik olanlara, gazetesinde, ko­
miteyi bu tuhaf isimle ve bu gizli sesle fısıldıyordu:
«Courrier nam gazetede yazıldığına göre, Rusyada serbaz-
«lık efkârı günbegün ilerlemekte imiş... İstanbulda dahi ser-
«bazlık talebi için ehli islâmdan bir cemiyet teşekkül etmiş.
«Hakikatini bilemiyoruz. Sıhhatle haber ahrsak ileride yaza-
«nz 117].,

Suavinin «Beyoğlunda bir kahvehanede» diye uydurduğu


şu muhavere de, halkın kulağına, hürriyet isteyin diye bir ne­
vi fısıldamaktı:
«Efendi •— Pardon. Fakat bir ricam var, Prusya nasıl bü-
«yüdü? Ve bu kuvveti nereden kazandı?
«Ecnebi ^ Serbestlikten.
«Efendi — Prusyada ne türlü serbestlik var?
«Ecnebi — Pru.syada biribirine karşı kor iki kuvvet var.
«Efendi — İkilik ihtilâftir. Kuvvet ise ittihatla olur.
«Ecnebi.— Bu ihtilâf başkadır, sizin bildiğiniz gibi değil.
«Efendi— Ne türlü ihtUâftır? Hele b iki kuvvet dediğiniz
«nedir?
«Ecnebi — Kuvvetin biri, hükümet, ve onunla beraber olan
«memurlar ve askerler ve papaslar. Öteki kuvvet millettir.
«Efendi — Bunda ikilik göremiyorum. İkisi de milletten, iki-
«Eİ de bir şey.
«Ecnebi — Bir değil. Birincisi ikinciyi ayak altına almak
«ister.
«Efendi — Canım, sizin memlekette kanun yok mudur?
«Ecnebi — Kanun var amma, m.iUet korkusu olmazsa ko-
«nunu adalet ve müsavat üzere icra edecek hangi hükümettir?
«Efendi—Öyle ise Prusyada millet hükümetten, hükümet
«milletten korkuyor. Böyle korku içinde bir serbestlik göremi-

[17] M u h b i r . No. 26, 25 Ş e v v a l 1283.


A L İ S U A V İ 31

«yorum. Birbirine emniyet yok. Karmakarışık bir şey. Eliıam-


«dülillâh bizde böyle karışıklık yok, emniyet var,
«Ecnebi — Yok da Giridin ve Kümelinin hali ne?
«Efendi'—Bu, başka. Bu, politikadan husule gelmiş bir şey.
«Fakat sizdeki emniyetsizlik bizde yok.
«Ecnebi — Öyle olsun. Lâkin Prusyadaki emniyetsizlik fe-
«na değil. Buna serbestlik derler.
«Efendi — Canım sinyor, bunun serbestlik neresinde?
«Ecnebi — Millet serbest.
« E f e n d i ^ K o r k u y u ne yapalım?
«Ecnebi — Nerde korku yok, orada adalet olmaz. Birlikte
«(.yâni bir olmakta) adalet Hüdanmdır. Kullar nüfuzda yalnız
«kalınca azarlar. Elbette şerik ve rakibe mıuhtaçtırlar.
«Efendi—^Ben ifadenizi, anlamıyorum. Şu serbestlik nedir?
«Ecnebi — Hükümetin milletten korkması serbestlik d e -
«ğil mi?
«Efendi— Bana kalırsa korkuya serbestlik demezler.
«Ecnebi — Korkuya serbestlik şunun için denir ki, milletin
«mahnı münasebetsiz ve faydasız yerlere harcarlarsa ve ka-
«nunda müsavat icra etmezlerse, millet gazeteleri vasıtasile ba-
«ğırır, çağırır. İşte hükümet bundan sakınıp, milletin bir pulu
«münasebetsiz yere sarfolunamaz, ve kimseye haksızlık edi-
«lemez.
«Efendii—Demek oldu ki millet serbest değil, gazeteler ser-
«best. Gazetelerce, bizde dahi yetişecek kadar serbestlik var.
«Lâkin Prusyanin büyümesi bundan değil diyeceğim.
«Ecnebi — Sade bundandır.
«Efendi — Ben sanırdım ki, Prusyada bir Millet Meclisi var
«da işlere orada bakılıyor. Halbuki, Prusya serbestliği, yalnır
«gazetecilerin ağıza gele/ni söyleme'sinden ibaretmiş. İste bu
«tuhaf.
«Ecnebi — Millet Meclisi de var. Fakat söylemeye, yazmaya
«serbest olmayan birtakım ağzı bağlı herifleri Millet Meclisi
«diyerek niçin toplamah. Elbet söyliyenler ve yazanlar olmah.
«Efendi — Anladım, Avrupanm serbestlik sandığı bilir bil­
emez boşboğazlık imiş. Bizde böyle serbestlik olmadığı daha âlâ.
«Ecnebi—Siz halinizden, biz de halimizden memnunuz.
b2 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«Efendi — Millet Meclisi, ihtimal ki, bazı memleketler için


«işe yaraya [18]_»
E u muhaveredeki «Efendi» kelimesi «Suavi Efendi» dir.
Ve bu Suavi Efendinin Millet Meclisinden milletin faydalana­
cağı hakkında yalandan tereddüt etmesi, sahiden tereddüt eden­
lerle alaydı. Zaten bu muhavere, bir başka tarafile de, zeki bir
politika oyunuydu: Hürriyetin hiç olmazsa adını telâffuz et­
mek.
Hürriyetin ismini, gazetelerde böyle sık sık okursa, mâUe-
tin, belki bir gün hürriyet istiyeceği tutardı.

GAZETESİ NE DİYE KAPANDI? m

Suavinin Muhbir gazetesi ne diye kapandı?


Belgrat kalesi Sırba verildiği zaman susmadı diye.
Yalnız, susmadı değil, fazla da söylendi diye. Zazetede 12]
kalenin düşmana verilmesinden memnun olmayan yazı dört ta­
neydi:
Bir tercüme, bir mütalea, bir sualli mektup, bir de bu mek­
tuba manalı bir cevap.
Bir kale düşm.ana verildi diye gazetede çıkan dört yazı, Âli
Paşanın hükûmetçilik mefhumuna göre, dört suçtu. Paşanın, san-
dalyası kadar sevdiği ikinci bir şey vardı: Sükût.
Onun susmak hakkındaki merakı büyük miktarda kendi­
sinden başlar, artarak başkalarında devam ederdi: Kendisi,
sustuğu derecede devlet adamıydı, ve başkaları da ses çıkarma­
dığı mikdarda vatanperverdi. Ses müesseseleri olan gazetelerin
ve Millet Meclisinin istenilmemesi de sükûtun bir nevi devlet
örfü olmasmdandı.
Dediğim gibi 31 inci «Muhbir» de düşmana verilen kale
fazla uzundu: Bir tercüme, bir mütalea, bir mektup, bir cevap:
Yani, Ali Suavinin sürgüne gönderilmesi için dört sebep.

[18] M u h b i r . No. 28, 26 Ş e v v a l ' 1 2 8 3 .


[ 1 ] İstanbulda ç k a n « M u h b i r , in b i r a y k a p a n d ı ğ ı h a k k ı n d a k i fıkra g a ­
z e t e n i n 33 n u m a r a l ı v e 4 Z i l k a d e 1283 tarihli n ü s h a s ı n d a d ı r .
[ 2 ] « M u h b i r . , N o . 31, 2 Z i l k a d e 1283.
Tercüme Beyoğlunda çıkan bir fransızca gazetedendi [ 3 ] ,
B u gazetenin çıkardığı ilâveden tercüme... Tercüme suçtu, fa­
kat ash suç değildi: Babıâlinin Avrupadan sonra korktuğu bir yer
vardı: Beyoğlu... Ve bu gazete Beyoğlunda fransızca çıkıyor­
du. «F'ransızca» ikinci bir umacıydı. Fesli sadrazam, köprünün
İstanbul tarafında «üç tuğlu ve kavuklu vezir» di, Beyoğlu ta­
rafında operet paşasıydı. Ve hükümet, ancak «Türk»e ve «türk-
çe» ye karşı bir yeniçeridi. «Fransızca» n m karşısında hacivat
kadar nazik oluyordu. Ve Osmanlı imparatorluğu, Beyoğlun­
da çıkan frenkçe gazeteye sinirlenmekten korkuyor, o ga­
zetenin bir yazısını tercümie eden türkçe «Muhbir» e kuduru-
yordu. Halbuki frenkçe gazetenin yazısında istihzanın gizli ha­
kareti vardı: Prens Michel, Belgrat kalesini «talep» etmemişti,
«istida» etmişti. Babıâli düşmna Belgrat kalesini- vermemişti,
bu mânadaki «fermanı aliyi» Sırp beyine «Sırp kapı kethüdası»
T l e göndermişti. Sırbıstandaki «kalelerin hepsinden, hattâ Bel-
grattan bile Osmanlı askeri çıkarılacak» tı amma «Osmanlı
bayrağının kale üzerinde kalması» istenilecekti.
Ve, Türk bayrağının vazifesi, içi kendinin olmayan vatan­
sız bir taş yığınının üstünde çırpınmak olacaktı.
Frenkçe gazetedeki hakaretin fena hürmetine Babıâli su­
suyordu. Fakat Suavi susmuyor, bu tercüme edilen felâketin
altına mütalea yazarak, verilen kalenin bir taş yığını olmadı­
ğını, mazili bir vatan parçası olduğunu söylüyordu. Ve, Suavi,
Belgrat kalesini alan cetlere «muvafık mefhum» larla rahmet
okuyarak, ayni kaleyi düşmana veren torunlara «muhalif mef-
hum»ların lanetini gönderiyordu.
Belgrat kalesini «1522 tarihi milâdisinde Sultan Süleyman
aleyhirrahmetü velgufran fethetmiş» ti. Bu, şu demekti: Bel­
grat kalesini 1867 milât yılında Abdülâziz aleyhiUânetu velud-
van düşmana vermişti. Sadrazam Yeğen Mehmet Paşa r a h m e -
tuUlâhı aleyh 1739 da, kendisine edilen sulh teklifinin suratına
şu cevabı fırlatmıştı:
— Belgrat kalesinin anahtarlarını teslim almadıkça sulhu
konuşamam.

[ 3 ] G a z e t t e d u L e v a n t.
31 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Halbuki 1867 de ayni kalenin düşmana teslim fermanmı


Sırp kapı kâhyasının cebine sadrazam Ali Paşa sessiz sadasız
koyuvermişti. Ve kaleyi alan sadrazamın hakkındaki dua «rah-
metüUâhi aleyh» olduğuna göre, kaleyi veren sadrazama edile­
cek bedduanın ne olacağı malûmdu.
Fakat Suavi, Âli Paşaya edilen küfrün bu kadar nz malûm
olmasına da razı olmuyor, «Muhbir» in ayni sayısında, gazeteye
güya başkası tarafından gönderilen, ve hakikatte Icendisinin
olan bir mektup basıyordu. Bu kâğıda göre Belgrat kalesi Şed­
di İskenderdi. Ve Âli Paşa düşmana yatanın Şeddi İskender'ini
vermişti.
«Şehir postasile hir varakadır»
«Belgrat kalesi verilmiş. Fakat tafsile ne hacet. Şeddi İs-
«kender dedikleri, olsa olsa, bu kaleden ibaretti. Bu Şeddi v e r -
«meye ne m-ecburiyet olduğunu bilemeyiz. BeL^i ilân olunur.
«Lâkin, acaba, bu kale heyetile ve tamam istihkâmatile m.i v e -
«rilmiştir? Yoksa, çarnâçar verilmek lâzım gelip de hedim olun-
«duktan sonra mı teslim olunacaktır? Bu meselenin cevabını.
«Muhhir'den bekleriz.
«Eğer, kale heyetile teslim olunacaksa, acaba hediye olu-
«nacak kadar ucuz mudur? Öyle bir kal'a-i metine ki, şu gün-
«de, doksan bin keseye yapılmaz, ve, hâlâ içinde bulunan h ü -
«kûmet konağı dört bin keseye çıkmaz olduğu halde, mevki-
«ce ehemmiyetinden başka şu doksan bin keseye karşılık Dev-
«leti Aliyeye ne verilmiştir? Burasını dahi izah eylemenizi
«umarız.»
Felâketin bütün azabı bu satırlarda, taşacak kadar vardı.
Fakat Suavi bu vuzuhu kâfi bulmayarak ve cevapları içinde olan
bu edebiyatlı ve politikah. sualleri hakikaten cevaplar bekli-
yen klâsik merakın sorguları yerine koyarak bu yazmm altı­
na su tuhaf vâdi' yazıyordu:
^^M^ı•hhv\ buna dair tafsilât öğrendiği vakit ce-'ap verecek­
tir.» Ve, resmî kafanın mantıkile çok haklı olarak, Âli Paşa,
Belgrat kalesinin Sırbistana verilmesine susmadılar diye Namık
Kemali Erzuruma sürmek istiyecek, fakat süreniiyecek; Sua­
viyi Kastamonuya sürmek isteyecek ve sürecek.
A L i s U A V i 35
Zaten Âli Paşanin sadrazamlığa geçişi hakkındaki «Hattı
Hümayun» Muhbir gazetesinde basıldığı gündenberi Sua­
vinin sürgüne gideceği kaderleşmiş gibiydi.
Âli Paşanın sadaretile sarıklı ihtilâlcinin mizacı İstanbula
sığamazdı. Fakat Suavi, Kastamonuda sürgün ve Çıraganda
şehit olacak sarıklı ihtilâlciyi acaba, bu hattı hümayunda oku­
yabiliyor muydu? Ne mümkün! Güpegündüz meşrutiyet rüya­
ları gören sarıklı ihtilâlci, kim^ bilir, ne güzel şeyler bekliyordu:
Memleketi için, ve ondan sonra da tabiî kendisi için.

14] Â l i P a ş a n ı n 6 Ş e v v a l 1283 teki s a d r a z a m l ı ğ ı n ı n Hattı Hümayunu


•Muhbir» in 7 Ş e v v a l 1283 tarihli v e 15 n u m a r a l ı n ü s h a s ı n d a idi.
KASTAMONUDAN PARİSE

Bir Türk muharririnin, gazetede «Millet Meclisi» nin ismi­


ni sık sık yazmasına, sadrazam Âli Paşa, katlanamazdı. «Millet
Meclisi» ni ancak, Beyoğlundaki fransızca gazeteler j^azabihr-
di. Çünkü o gazetelerin arkasında yabancı elçiler vardı. Cour­
rier d'Orient gazetesinin sahibine sadrazam nasıl kızabilirdi ki,
bu gazetenin sahibi Jean Piyetri'nin dayandığı Fransız elçisi
«Bureet» ye Âli Paşanın tâbirile, elçi tercümanı Samatyalı Kas-
bar uzun bir şapka giyince bir Avrupa devleti kadar korkunç
oluyordu; hariciye nazırının odasında ayak ayak üstüne atıp
oturduğu zaman bu adamın pabucunun ucu ile hariciye nazırı­
nın burnu arasındaki mesafe bir metrodan çok değildi.
Ve, Osmanlı imparatorluğunun sadrazamı, ancak, zavallı
Ali Suavilere, zavallı Namık Kemallere karşı sadrazamdı. O ta­
rihteki sadrazam Âli Paşanın iki kâbusu vardı: «Muharrir»,
«Meb'us»! Namık Kemal gibi, Ali Suavi de «meb'us» u istiyen
«muharrir» di. Kendilerinden başka birer kâbus daha aranan
bu kâbusları, Âli Paşa, Tanzimat ilânının üzerinde otuz yıl
geçmeden sürmeye kalktı. Fakat, Kemal sürülmeden evvel Su­
avi sürüldükten sonra, Avrupaya kaçacaklar.

Kemali, Âli Paşa bir nevi hükümet edebiyatiie sürmek is­


temişti: Kemal Bey, Erzuruma sürülm.üyordu, Erzuruma vali
muavini oluyor, hattâ «mütemayiz» ismindeki hacivat sesli r ü t b e ­
si de arttırılıyordu. Kemal, bu sürülmeyi, bu tuhaf edebiyat sa­
yesinde anlaraamazliiktan geldi, ve Parise kaçacak kadar zaman
kazandı. Fakat Suavinin Kastamonuya sürülüşü klâsik sürülüş­
tü. Suavi ile zaptiye nazırı arasında geçen şu muhaverede onun
ALİ su AV i 37
sürülmesi, ancak, «kitabeti resmiye» nin kamuLÜle «hasbeli-
cap bir seyahat» ti.

Suavi:
— Beni niçin gönderiyorlar?
Zaptiye nazırı:
— Hasbelicap sej^ahattir fH.

Fakat, ihtilâlci Hoca Suavi, Kastamonudan Parise, ihtilâl­


ci Prens Mustafa Fazıla kaçacak. İstanbuldaki Muhbir gazetesi­
ne Suavi, Mustafa Fazılın ve başkâtibinin fransızca mektupla­
rının tercümelerini koymuştu. Belli ki aralarında paylaşılan bir
sevgi vardı. Ancak, bu sevginin emareleri olan bu tercümeler,
Suavi Hocayla Prens Mustafa Fazıl arasındaki ihtilâl ahbaplı­
ğına azdı. İhtilâl bayrağını, beraber tutmak için, Suavi i'c Pren­
sin yaklaşmaları lâzımdı. Halbuki aralarındaki mesafe müyük-
tü. Mustafa Fazıl çok «paşa hazretleri» di, ve yemeğe !jaf:ladığı
dört buçuk milyon İngiliz lirasile müthiş «devletlû» idi. Ali
Suavi ise, ölümünden biraz evvel, bir zavallı «izzetlû» olacaiv-
tı !.21.

Evsiz, eşyasız, esvapsız, akrabasız, çocul'-suz ve hattâ evieıv-


dikten sonra bile kadınsız olan Suavinin, Sami Paşa konağında
bir odası vardı. Prens Mustafa Fazıl, üç karılı, üç konaklıyaı:
Boğaziçinde, Çamhcada, Paristeki konaklar... Suavinin kütüp­
hanesi yoktu, prensin hafızı kütübü vardı: Mekremctlû Beliğ
Efendi...

Not: B e l i ğ Efendi, Çn-çır y a n g ı n ı n d a n e v v e l , V e f a d a k a r a k o l u n yanın­


daki taş k o n a ğ ı n sahibi idi. S a d ı k Beliğ ve Saf.u B e l i ğ isminde iki oğiu
vardı.
[1] «Sadrazam (Âli Paşa) bir e m i r etti. beni Kastamonuya gönderdi.
«Yazılan e m i r n a m e d e «Ali S u a v i E f e n d i bu k e r e K a s t a m o n u y a s e v k o l u n d u »
«yazılmş olduğunu gördüm, anladım ki, bu tezlilim ismini (tezliliınin is-
«mini d e m e k istiyor.) «Sevk., koymuşlar Elsincde «nefiy. d e d i l e r . Ol vakit
• Z a p t i y e M ü ş i r i İsmail Pa.şadan «Niçin g ö n d e r i y o r l a r ? » d i y e sual ettim. «Has-
«belicap seyahattir» dedi. « H ü r r i y e t gazetesi. No. 28. 4 K â n u n u s a n i 1P69. S u ­
­avinin «î;icavâib'. .gazetesi h a k k ı n d a k i makalesinden.-»

[2] Mektebi Sultanî Müdürü iken.


38 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Suavinin ilâç parası yoktu, prensin hususî eczacısı vardı;


Boğos ağa... Suavi hekimsiz iyi olmaya mecburdu, prensin hu­
susî hekimi vardı: «izzetlû» Ahmet Bey 1^3].,.
Suavi ile Prens Mustafa Fazılın arasında o kadar çok in­
sanlar ve şeyler vardı ki, bu iki kişi, bir davanın bayrağını be­
raber tutmak için, yanyanâ nasıl duracaklar? Bir meseleydi.
Namık Kemal, onları iki müsavi adam derecesinde yaklaş­
tırdı: Tabiî kî dört buçuk milyon İngiliz lirası yemek ve Mısır
Prensi olmak buna ne derece imkân verirse o derecede.
Bir Miisır prensinin göremiyeceği kadar ufak olmaktan
Suaviyi kurtarmak için Kemalin kullandığı vasıta kendisinin
büyü nesridir: Bu nesir, Avrupaya gitm.eden evvel Tasviri Ef­
kârda ve gittikten sonra Hürriyette Suaviyi göklere çıkardı.
Ve Suavi efendi mademki gökyüzündeydi, bu Mısır prensinin
kendi gözünde de kendine müsavi demekti.
İngiliz lirasile dört buçuk kere milyoner olan Mısır pren­
sini Suaviye de kendine müsavi gösteren şey, Kastamonuda
sürgün olmasıdır: Muztarip ihtilâlci kendisini ihtilâl bayrağının
altına çağıran ihtilâlci prensi kendinden farksız sanıyordu, bir
taraftan memleketin batmaya başlaması, bir taraftan da ken­
disinin gazetesiz muharrir, kimsesiz genç, parasız insan olması
bu zannı kolaylaştırıyordu.

M u h b i r , 3 Z i l k a d e 1283, N o . 31:
«Nakten verilen
«lirayi O s m a n î
.•45 D e v l e t l û Fazıl M u s t a f a P a ş a h a z r e t l e r i n i n birinci" h a r e m l e r i iffetlv;
h a n ı m e f e n d i tarafından.
«45 t j ç ü n c i i h a r e m l e r i h a n ı m e f e n d i d e n .
«15 M ü ş a r ü n i l e y h i n k e t h ü d a s ı M e h m e t H a m d i Efendi.
« 5 Müşarülileyhin daireleri mütehayyizanmdan izzetlû Niyazi Beye­
fendi.
« 3 Müşarülileyhin kitabcıları m e k r e m e t l û B e l i ğ Efendi.
« 3 M e h m e t ağa.
« 3 Eczacı B o g c s ağa...
[3] Prensin konak teşkilâtını S u a v i . Girit i a n e s i v e s i l e s i l e , gazetesin­
de yazmıştı:
SUAVİ PARİSTE

18 Mayıs 1867 Cumartesi gecesi Kastamonuda büyük sarık­


lı, sivil sakallı (hoca sakallı değil) bir adam ata bindi, atla İne-
boluya, vapurla İstanbula geldi [i].
Kastamonuda sarıkla ata binen adam İstanbulda vapurdan
«sivri ve biçimsiz bir fes» le çıktı L22. Fesli ve «sırtında uzun
bir sako ile nahif ve köse sakallı» İnebolu yolcusu, o gece, Bey­
oğlunda bir frenk gazetecisinin yatakodasında, bir Yeni Os­
manlı ile-görüştü. Yolcu, Âli Paşanın Kastamonuya sürdüğü
Suavi idi, frenk gazetecisi Courrier d'Orient gazetesinin sahibi
J e a n Piyetry'dir, Yeni Osmanlı da «Tercümanı Ahval» gazetesi
sahibi Agâh Efendi.
Paristeki Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa, Kemalle Ziyaya
gönderdiği davet kâğıdında, kimi isterlerse beraber getirebile­
ceklerini yazmıştı. Kemal ve Ziya da Suaviyi İstanbula getir­
mek için İtalyan Sakakini'j'i Kastamonuya göndermişler, ve
Parise beraber götürmek için Çapan oğullarından Agâhı.İstan­
bulda bırakmışlardı [3]. Suavi, vapurdan çıktıktan sonra, gece
yarısı Courrier d'Orient matbaasında, gazete sahibi J e a n Piye­
tri'nin yatak odasında görüştüğü ihtilâlci Agâh Efendi ile Av­
rupaya kaçacaktı t*!. Mayıs 1867 [51 Çarşamba sabahı Mesa-
jeri kumpanyasının Marsilya vapurile [ 6 ] Suavi Avrupada do-

[ 1 ] .Suavi. P a r i s t e ç ı k a r d ı ğ ı « U l û m Gazetesi» n d e (C. 2, S. 925-932 K a s -


t a m o n u d a n ç ı k ı ş ı n ı n t a r i h i n i hicrî 14 M u h a r r e m 1284 olarak yazar.
[ 2 ] Y e n i O s m a n l ı l a r Tarihi, tefrika.
[3] Sakakinin Kastamonuya gittiğini ve Agâhın İstanbulda bekledi­
ğ i n i y a l n ı z E b ü z z i y a yazar, S u a v i h i ç b a h s e t m e z .
14] Y e n i O s m a n h l a r , t e f r i k a 13 d e n :
«Agâh Efendi birlikte alınmamıştı. Suavinin Kastamonudan gelmesine
« m u n t a z ı r olacak, v e s o n r a o n u n l a g e l e c e k . Z i y a B e y l e K e m a l , onları, M e -
«sina ( M e s s i n e ) da b e k i i y e c e k t ı . »
[ 5 ] S u a v i , h i c r î tarihi y a z a r : 13 M u h a r r e m 1284.
[ 6 ] E b ü z z i y a y a g ö r e F r e y c i n e t v a p u r i l e - Y e n i O s m a n l ı l a r , tefrika: 21. -
40 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

kuz yıl kalmak üzere Parise gitti (1867 Haziranından 1876 Bi-
rinciteşrinine kadar '"^)
Vapur Mesina'da demir atınca, Suavi güverteye çıktı, san­
dalda iki iesli gördü, bir tanesini tanıdı: Meclisi Vâlâ âzasından
şair Ziya Bey. Ziya Bey de sandaldan, güvertedeki Suavi Elen-
diyi tanıyor, ve karaya doğru işaret vererek, sandalı sahile doğ­
rultturuyordu. Aşağısını Suavi anlatsın W:
«Vapurda arasıra bana aşinalık etmekte olan bir Ermeni
«çocuğu derhal yanıma gelip:
«—• «Tanıyor musun? Saadetlû Ziya Beyefendi hazretle­
ridir.» dedi. Ermeniyi bir iki kurcaladım, yumurtladı. Anlaşıldı
«ki, meğer Fazıl Paşa [9], bana yazdıracağı gazeteye m.ürettip
«istemiş. Kâhya Bey paşaya hitaben eline, bir de mektup
«vermiş. Beni koydukları vapura onu da koyınuslar. Bu Ermeni
«çocuğun ismi: Agop.»
Birbirlerinden haberleri olmayarak, muharrirle mürettip,
İtalyaya kadar, ayni vaptırda gitmişlerdi.
Mesina'da Suavi bu Agop'la karaya çıkar, Ziya Beyi arar,
bulamaz; vapura döner: «Vapura girdim. Orada buldum. Me.Ser
«Mesina'ya kadar ayni vapur ile gelmişler, orada, bizim vapura
«girmek için bilet almışlar. Yanındaki fesli de, Tercüm.e Odası
«hulefasVndan Tasviri Efkâr muharriri Kemal Bey idi t î ' l
Ziya, Mesinadan İstanbuldaki evine telgraflar çeker, ve, Ke­
mal ve Suavi ile sağ salim, Mesina'ya geldiklerini yazar. Ziya­
nın bu telgrafı İstanbulda duyulunca, hükümet buna şu mâna­
yı verir: Suavi, Kastamonudan, Kemal ve Ziya Beylerle mek-
tuplaşarak, İstanbula gizlice gelmiş, ve Avrupaya beraber kaç­
mışlardır f i 2 ] .
17] Y e n i O s m a n l ı l a r , t e f n k a : l ö 3 .
18] S u a v i . U l û m Gazetesi, S. 928-029.
[91 Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa'ya. K e m a l , m e k t u p l a r ı n d a A-T'.ıs-
tafa Paşa. E b ü z z i y a Fazıl Mustafa P a ş a d e d i ğ i gibi S u a v i de s a d e c e Fazıl P a ­
şa d i y o r . B o ş n a k şair Fazıl P a ş a y l a k a r ı ş t ı r ı l m a m a l ı d ı r .
110] Mısırlı P r e n s Mustafa Fazıl P a ş a n ı n k â h y a s ı olan A z m i Bev.
[11] A l i S u a v i . U l û m G a z e t e s i . C. 2, No. 15, S. 929.
[12] S u a v i n i n . U l û m Gazetesindeki bu notlarında. Agâhtan hiç bahis
y o k t u r . Z i y a n ı n t e l g r a f ı n d a da A v r u p a y a k a ç a n l a r K e m a l ' l e Ziya v e Suavi-
d e n ibarettir. H a l b u k i . E b ü z z i y a b a ş k a türlü y a z a r ( Y e n i Tasviri E f k i r , 14
A L İ S U A V İ 41

Üç İhtilâlci, 30 Mayıs 1867 Perşembe günü Parise girdiler.


Gene Suavi anlatsın:
«İşte biz üçler Marsilya'ya yanaştık; orada demiryol ara-
«basma binip, 26 M u h a r r e m 1284 ve 18 Mayıs rumî Perşembe
«günü sabahleyin Paris şehrine girdik; ve doğruca, Boulevard
«Malesherbe'de H3J Fazil Paşanın (Mısırlı Prens Mustafa Fa-
«zıl Paşanın) oturduğu haneye gittik. Paşaya haber verdiler,
«çıktı. Bizi gördüğü gibi memnuniyet izhar eyledi; ve benim,,
«Kastamonudan öyle suhuletle savuşabildiğime hayli taaccüb-
1er eyledi; ve dedi ki:
«— «Benim servetim siza de kâfidir. Aman çalışalım, artık
«ne olacak ise olsun, elbette bir şey yapalım.»
«Biraz istirahatten sonra, bizi, ol vakit paşanın idaresile
«Rue Pepiniere'de oturan Şinasi Efendiye, bir yer bulma.k üze-
«re gönderdi. Efendi (rahm.etüllâhıaleyh), bize, o sokakta, No. 4,,
«odalar buldu.»
10 Ağustos 1867 1141.
Pariste Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşanın konağı.
Konakta toplantı var.
Reis yerinde oturan: Mısırlı Prens Mustafa Fazıl; :
Âza: Avrupadaki sekiz Türk ihtilâlcisi: Ziya Bey (Paşa),
Agâh Efendi, Kemal Bey, Nuri Bey, Suavi Efendi, Mehmet Boy,
Reşat Bey, Rifat Bey.)
Müzakerenin mevzuu: Avrupada türkçe ihtilâl gazetesi çı­
karmak!
Birinci karar, SuaVi Efendi Muhbir diye gazete çıkaracak;
İkinci karar: Ziya Beyle Kemal Bey Hürriyet diye bir ga­
zete çıkarabilecekler. İleride fi^l;
Üçüncü karar: Sermaye 250.000 fransız frangı [^6];
Dördüncü karar: Sermaye, Ziya Beyin emrinde.
H a z i r a n 1909, _Yeni O s m a n h l a r , tefrilia: 1.3): « K e m a l i n b u s u r e t l e A v r u p a y a
« a z i m e t i n d e n ne ailesi, n e d e p e d e r i A s ı m B e y h a b e r d a r idi. A g â h Kfeiidi d e
«birlikte alınmamıştı. Suavinin Kastamonudan gelmesine muntazn- olacak,
«ve sonra o n u n l a g e l e c e k , -Ziya B e y l e K e m a l o n l a r ı M e s i n a ' d a b e k ' i y e c e k t i . . .
1131 E b ü z z i y a , M u s t a f a F a z ı l ı n k o n a ğ ı n ı «Pnriste C h s m p s - E l i . s e e s ' d e . d e r
ri4] 9 R e b i ü s s a n i 1284, 29 T e m m u z 1.283,
j l S l E b ü z z i y a , Y e n i T a s v i r i Efkâr, 26 E y l ü l 1909. Y e n i O s m a n l ı l a r Ta­
rihi, tefrika: ,50. FlöJ A y n i g a z e t e , tefrika:.5].
LONDRADA SLRIKLI GAZETECİ

İstanbulda iken, her gün bir tanesi yıkanıp ütülenen iki


büyük sarığını, Londrada giymese bile Suavinin isminin yarısı
•sarıklıydı: Hoca Suavi! Çıkmasına Paristei karar verilen «Muh­
bir» gazetesini, sarıklı ihtilâlci, Londrada çıkarıyordu: Çünkü
üçüncü Napolyonun Parisi Sultan Azizin Istanbulundan daha
hür değildi.
Hayvan soyunun hükümdar neslinden daha kolay adam ola­
cağını, bir mizah gazetesi, İstanbulda Abdülâzizin devrinde ka­
panmadan basabiliyordu lU. Fakat bu sözü yazan Rochefort'u
üçüncü Napolyon, son zamanlarında, hapsedecekti.
Muhbirin Londrada çıktığı, ilk sayfada ve ilk sütununda­
ki ilk cümleden belliydi: «Muhbir, doğru söylemek, yasak ol-
«mayan bir memleket bulur, gene çıkar t2].»
Fakat, bu güzel ibareye rağmen, daha ilk sayıda, Muhbire,
Kemalin ve arkadaşlarının kızmaları kabildi: Gazetede Yeni Os­
manlıların ne maksadı, ne mesleki vardı. Sade Avrupada, mu­
vakkaten oturan bir Cemiyeti İslâmiyenin adil geçiyordu, bir de
medreseleri eski zamanda ve Hindistandaki hale komak iste­
niyordu. Halbuki bu gazete Mustafa Fazılın Yeni Osmanlılara
bıraktığı para ile çıkıyor, sahibi de Yeni Osmanlı diye aylık
alıyordu:

fi] T e o d o r Kasab'ın ç ı k a r d ı ğ ı D i o j e n g a z e t e s i . 1 K â m ı n u e v v e l 1870 (19


T e ş r i n i s a n i 1286. 7 R a m a z a n 1287). N o . 2.
[2]Muhbir birinci defa İstanbulda çıkmıştı, şimdi i k i n c i . d e f a Londra­
da ç ı k ı y o r d u . « G e n e çıkar» bu d e m e k t i .
A L İ S U A V İ 43

Aylık alanlar Frank


Ziya 3000
Kemal 2000
Rifat 2000
Suavi 1500
Agâh 1500
Reşat 1000
Nuri [3] 1000
Fakat Kemalle Ziya Suaviye çabuk kızmadılar; Bu öfke,
İstanbula karşı zeki olmazdı. Hele Ziya, İstanbulda iken gaze­
tesine yazı yazdığı Suaviye çok geç öfkelendi. Hattâ öfkeden
önce, ona çok iltifat etti: Muhbir Doğu yıldızı idi, yalnız bu sefer
Batı'dan doğuyordu;
«(Muhbir) ki, hir sitâre-i rah§an-ı Şark idi
«Etti firâz-i mıntıka-i Garh'da tulu W.t
Fakat Suavi, veznin, kafiyenin zorile Yıldız olmak istemi­
yordu. Avrupadaki bu ihtilâl davasında Kemal'le Ziya'ya mü­
savi olmak istiyordu. Yedi ihtilâlcinin arasında rakam olmaya
katlanıyordu. Onun gözünde Ziyanın methinden daha tatlı
bir şey vardı: Ayrı adam olmak.
Yeni nişanlılarını, gebe karılarını İstanbulda bırakarak fö'
Avrupada bir dava bayrağının altında toplanan bu ihtilâlciler­
den hiç birine egoiste denemezdi. Fakat hemen hepsi egocentri-
que idiler. Suavi bu tarafını en çok belli edendi: Olaylar ve in­
sanlar hep kendine izafetendi. Mevcudiyeti hacminden fazla
büyümek istedikçe arkadaşlarına çarpıyor, onları rahatsız edi-
vordu.

13] E b ü z z i y a , Y e n i T a s v i r i FJksr. 27 E y l ü l 1909, N o . 119. Y e n i O s m a n ­


lılar Tarihi, tefrika: 51.
[ 4 ] B u b e y i t Z i y a P a ş a n ı n k ü l l i y a t ı n d a y o k t u r , y a l n ı z E b u z z i y a n ı n tef­
r i k a s ı n d a v a r d ı r : Y e n i T a s v i r i Efkâr, 29 E y l ü l 1909, Y e n i O s m a n l ı l a r Tarihi,
t e f r i k a : 54.
15] Sa.ğır A h m e t B e y z a d e M e h m e t B e y A v r u p a y a k a ç a r k e n sadrazam
Mustafa N a ü i Paşanın kızı Sâlike H a n ı m nişanlısıydı v e İstinbulda bırak­
mıştı. K e m a l d e karısı N e s i m e H a n ı m ı , o ğ l u A l i E k r e r a e g e b e b ı r a k a r a k A v ­
r u p a y a kaçmıştı.
44 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«Muhbir» gazetesinde Yeni Osmanhiarın admı kuUanma-


maktan Suavinin maksadı gahba, bu kalabahkta kaj^bolmamak-
tı. Ve ayni gazetede yazdığı Avrupadaki Cemiyeti İslâmiycden
maksadı da, galiba, kendiydi, ve kendinden sonra da, haberle­
ri olmadan, Avrupadaki öteki ihtilâlcilerdi: hep kendisi, ve an­
cak kendisinden sonra başkaları... Yani Kemaller, Ziyalar fi­
lân onun ihtilâl maiyeti oluyorlardı. (İhtilâllerde de memuri­
yetler gibi rütbeler ve dereceler vardır.)
Suaviye izafeten mevcut olmaya Sağır Ahmet Bey .Zade
Mehmet, Kâni Paşa Zade Rifat kızıyor, Ziya da alay ediyordu.
Ve yıldız olduğuna sevinmemekte Suavi, galiba, haklıydı, çün­
kü Ziyanın söylediği beyit galiba alaydı.
Fakat Kemal ne kızıyor, ne de alay ediyordu. OnuH derdi
başkaydı: Avrupadaki Türk ihtilâlcilerini Babıâliye karşı yek­
pare göstermek... Ve Kemal, bir düzüye Londraya gidiyor. Pa­
rise geli.vordu. Suavi ile Yeni Osmanlıların arasındaki uçu'^umu
bu gidip gelmeler dolduracaktı.
Nihayet, hepsi Parise geldiler, günlerce toplandılar, son
toplantıda, Kemal iki buçuk saat söz söyledi, ve Muhbir gazete­
si, Yeni Osmanlıların kavga mevzuu olmaktan Kemalin saye­
sinde kurtuldu. İstanbulda Mısırlı Prens Mustafa Fazıl buna
pek sevindi, ve Kemalin aylığım arttırdi. Kemal de, Avrupaya
geldi geleli, ilk defa bu derece bahtiyardı: Artık her şevden
memnundu: H n t a l a n m ı ş t ı amma geçirmişti! Çok sevdiği Nuri
Bev [6], beyin i'funeti olmağa başlamıştı amma geçecekti! Ar-
kada,şlarile birlikte tuttuğu bina apartımandı amma gayet şa­
hane bir «yazlık» tı. Ve, mademki. Yeni Osmanlılar yekparey­
diler, Kemal de Avrupaya geldikten sonra semirdiğinin far­
kında oluyordu. Hâsılı bütün bu lâkırdılar bir tek kelim.r:'ydi:
Bahtiyarlık... Ve Kemal bahtiyardi. İyi adam, m.es'ut olunca
büsbütün İyi olur. Kemal'in de babasına yazdığı mektunta sa­
adetin ivi adamlığı duruyordu: «Hanım validesi» nin [''"I rüya-
İ6] Y e n i O s m a n h i a r d a n Menapıv - a d e Mustaf.. Nv\ri B e y .
t 7 ] Kemaüp. bn meletubıındaki «hanım valide.si» ü v e y anne.si Diıv.'-iye
H a n ı m d ı . Çünlcü .Kemalin .3 iıvey :mnesi v a r d ı r : D ü r i y e H a n ı m , M â i d e H a ­
nım. Dilber Hanım.
K e m a l i n tek kardeşi Ö m e r N a ş i t B e y , Mustafa A s ı m B e y i n D i l b e r H a ­
n ı m d a n olan çocu.şudur. v e öteki iki h a n ı m d a n ç o c u k l a r ı y o k t u r .
A L i sU A V i 45
sma girmesi gayet tabiî idi, çünkü o kendisini nekadar seviyor­
sa, kendisi de onu o kadar seviyordu. Bu sözler biraz da, bah-
tiyarlığm keyfiydi. Ve Kemal, bu neşeyle gümrük arayıcısı Ah­
met Efendiye bile mektup yazıyordu. (Bu mektubu yazdığı ba­
basına gönderdiği kâğıtta vardı.) Hâsüı, Yeni Osmanlıların d.a-
ğılmaması o kadar büyük saadetti ki, Kemalin, babasına yazdı­
ğı mektupta, eski hocası Leskofçalı Galibin ölümü bile mufassal
değildi.. (Zaten o, ölüm vak'alarmın üzerinde çok durmaz, ve ta-
zİ3^et kâğıtları yazmayı sevmez.) ,
Kemalin, babasına gelişi güzel (bir gün basılacağını düşün­
meyecek kadar gelişi güzel) yazdığı bu mektup hera kendini
rnes'ut sanan adam.m sevimli ruh vak'asıdır, hem de Suavinin
şahsmı ve gazetesini Yeni Osmanlıların davasına Kemalin ne
derece karıştırdığının samimî vesikasıdır.
Kemalden babasına;
«Velinimetâ,
«Bu haftaki mufassal tahrirati seniyelerini aldım. Benimle
«beraber bizim bacı sultanın, ve iki çocuğun 18] birden keyif-
«sizlenmesi garaibi ittifakiyattandır. İnşallah onlar da, simdi
«bütün bütün savuşturmuşlardır. Bendenizin elhamdülillah simdi
«hiç bir şeyim kalmadı. Şimdi Ziya Bey, Reşat Bey, Nuri Bey-
«lerle beraber bahçe üstünde, gayet vâsi, gayet şahane bir
«yazlık daire tuttuk; pek nefîs eğleniyoruz. Sultan Mecidin He-
«kimbaşılarından me-şhur doktor Spitzer 'lOl bizim dairenin
«üstündeki, dairededir; pek ahbabâne görüşüyoruz. Geçenki ke-
«yifsizliğimde tedavi eden o idi. Benden sonra Nuri Bey, ayni
«benim gibi hastalandı. İki üç günde, o da, benim gibi savuştur-
«du. Hastalık beyin ufuneti, yâni kara humma imiş. Devası azı-

f8] «Bacı Sultan» K e m a l i n karısı N e c m i y e H a n ı m d ı r ; iki ç o c u k da k ı z ı


Feride Hanımla oğlu Ali Ekrem Bulayırdır.
r9] Üçü de Y e n i O s m a n l ı l a r d a n olan sair Ziya B e y 'Paşa), Kaya za­
d e Reşat B e y ( P a ş a ) , M e n a p i r z a d e Mu.stafa N u r i B e y .
1101 D o k t o r S p i t z e r h a k k ı n d a m a l û m a t olan y e r l e r : T a n z i m a t , 1040 b a ­
sını. Maarif Matbaası, d o k t o r p r o f e s ö r S ü h e y l Ü n v e r , «Osmanl: T a b a b e t i ve
T a n z i m a t h a k k ı n d a y e n i notlar», S. 941, 945, 943, 946 v e ayni kitap, d o k t o r
O s m a n Ş e v k i U l u d a ğ , « T a n z i m a t v e H e k i m l i k - , S. 96û, 970.
S p i t z e r ' i n «Tarih i î n c ü m e n i m e c m u a s ı » n d a da h â t ı r a l a r ı v a r d ı r . ,
46 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«cık sülfâto içmek, ve, günde birkaç kere soğuk su ile başını
«yıkamaktan ibarettir. Görseniz, ne kadar semizledim. İstan-
«buldan gelen esvabım yanımda duruyor. Dün pantalonu giy-
«dim, ölçtüm, bir karıştan ziyade genişlemişim... Zavallı Ga-
«lip kendini bir nevi zehirlemiş ha! Vah vah, bu bizim ez-
«kiyânın haline teessüf olunur... Hazret'in C i 2 j davet-ü iltifa-
«ttndan, ve maaşın tezayüdünden hâsıl olan memnuniyetimi Al-
«lah bilir. Hazret bendenizden pek memnun olmak gerek-
«tir; zira buradaki pürüzler temizlendi; işler düzeldi; Muhbir
«yoluna girdi. Bu kadar mehâsin ise bütün bütün gayreti âci-
«zanemizle vücuda geldi.
«Arkadaşların efkâr ve etvarını tadile [131 beş on U f l gün-
«lerce çalıştım. Ve nihayet derecede aktettiğimiz meclisi mü-
«bahasede fis] her şeyi kararlaştırmak için lâyenkati iki buçuk
«saat söz söylemeğe mecbur oldum; hattâ, hastalık^da o kadar
« i k d a m ı n r^leticesidir... Harüım validemin eteklerihi öperim;
«gördükleri rüya beynimizde olan muhabbeti kalbiyeye delâlet
«eder, Allah bilir ki, onlar beni ne kadar severlerse, ben de on-
«ları o kadar severim. Eniştemin, hanım ablamın. Kudret ve
«Esat Beyefendilerin, Hoca Ali Efendilerin ellerini öperim. Ha-
«cıbabaya, küçük Mehmet Efendiye, arz-ı hulûs Nesime'ye .se-
«lâm. Feride'nin, Ekrem.in gözlerini öperim. Arayıcı Ahmet
«Efendiye arz-i hulûs; kendisine ayrıca bir mektup yazdım, ve-
«rirsiniz. Bir mektup ta Süleymana [i<5] yazdım, lefettim fi^J.»
Kemalin iki buçuk saat söz söylemesi boşa gitmedi, ve Su­
avinin «Muhbir» gazetesi yoluna gir'er gibi oldu.

[11] Şair L e s k o f ç a l ı G a l i p Bey


[12] «Hazret., (en m a k s a t Mısırlı P r e n s M u s t a f a Fazıl Paşadır.
113] «Tadile» v e y a h u t «tashihe» k e l i m e s i n i , v e y a bvına bo.nziyen bir k e ­
limeyi kendisi unutmuş, ilâve ettim.
[14] «Beş on» k e l i m e l e r i n i d a l g ı n l ı k l a l ü z u m s u z y e r e y a z m ı ş , veyahut,
c ü m l e y i başka türlü y a z m a k i s t e m i ş v e d a l g ı n l ı k l a y a z a m a m ı ş .
[15] Y a n i «en son t o p l a n a n m ü z a k e r e m e c l i s i n d e » .
116] V e l i a h t M u r a t E f e n d i n i n lalası D i v r i k l i T o p a l S ü l e y m a n ağa.
117] K e m a l i n kendi el y a z ı s i l e , imzasız, tarihsiz v e b a s ı l m a m ı ş mektu
bundan (Numan Menemencioğlunun dosyasından).
GÜMRÜK MEMURU AHMED EFENDİ

Suavinin «Muhbir» gazetesine ihtilâlcilerin duydukları, öf­


ke, Kemalin sayesinde, bitti. Fakat şimdi de başka bir şey v a r ­
dı: Gazeteyi İstanbul gümrüğünden geçirmek... Halbuki, güm­
rük memuru Ahmet Efendi ile Kemal, mektuplaşacak k a d a r
mademki ahbabdılar, gazetenin gümrükten geçmesi bir mesele
olmamalıydı. Amma bu ahbablık işe yaramıyordu, çünkü, aksi
olacak, gümrük memuru Ahmet Efendi, prensip adamıydı; ve,,
bu Kemal Beylerin bu Suavi Efendilerin Avrupadan getire-
cekhri ikılâba bizim ahaliyi lâyık görmüyordu; Muhbirin güm-
r-ükten geçmesi de sarpa sarıyordu.
O halde?
O halde, buna, iki çare vardı: Prensip hastalığından k u r ­
tarmak için gümrük m e m u r u n a /yardım vâdetmek; ve yardımı
süslemek için de halkın her memlekette ayni şey olduğuna y e ­
min etmek... Kemal ikisini de etti. Tek. ihtilâl gümrükten geç­
sin diye!
Kemal Beyden gümırük m e m u r u Ahmet Efendiye fi^:
«Birader,
• «Mektubu âlilerini aldım. Meyusiyetinizden meyus ve m a h -
«zun oldum. Halkın haline bakıp ta fütur getirmemeli. Siz, m u n -
«tazaman devletlerin ahalisini ukalâdan mı zannediyorsunuz?'
«Vallahi d'eğil; onlar da bizim halk gibidir. İçlerinde bazı

Ll] D o s y a s ı n d a zarfsız olan b u m e k t u b u n , h i ç b i r tarafında, v a k ı a , Ah­


m e t E f e n d i y e y a z ı l d ı ğ ı h a k k ı n d a bir ş e y y o k t u r . F a k a t , bir g ü m r ü k memu­
runa y a z ı l d ı ğ ı m ü n d e r i c a t ı n d a n anlaşılan bu kâğıdın gümrük arayıcısı Ah­
met Efendiye yazılmış olması çok muhtemeldir: Çünkü, Kemal, «Londrp.da
sarıklı gazeteci» faslında ö numaralı nota bağlı olan m e k t u b u n d a gümrük
a r a y ı c ı s ı A h m e t E f e n d i y e d e bir m e k t u p g ö n d e r d i ğ i n i y a z a r .
«adamlar zuhur etmiş, herkesin gözünü açmış, yâni âleme va-
«zifesini bildirmiş, halk ta söze karışmış, bu kadar mehâsin
«zuhura gelmiş. Şimdi bizim de vazifemiz budur. Görür.sünüz,
«Muhbir, beş altı ay sürerse ne olur.
«Bakın birader, işte vatan, işte hamiyet, işte istifade; hep­
si bugün meydanda geziyor.
«Bulunduğunuz mevki müsaittir. Gazetenin idhalinde sı-
•«kmtı çekiyoruz. Şu arayıcılık meharetini elmas kaçıranların
«aleyhinde kullansanız da bizim gibi gazete kaçıranların eşya-
«yını o kadar aramayıvarseniz iş pek kolaylaşırdı. Kabul eder-
«seniz bana yazm; sizi, iktiza edenlerle görüştüreyim. Görüşe-
«ceğiniz bir iki kişidir, gayet emindirler. Bu hamiyet te bizîm-
r.küer gibi bütün bütün hasbetenlillâh olmaz: Ucundan biraz pa-
«ra çıkarabiliriz. Bir de gümrüğün fenalığına dair bana bir «mu-
«fassal L2J,> yazın; ama Kâni Paşanın aleyhinde bulunmayın l^J,
«gazeteye basalım. Cevabınıza muntazırım. 6 Mart firengî, -im­
zasız- 141.»
* « *

Kemal, gümrük arayıcısı Ahmet Efendiye, bu tatlı dilleri


boşuna döküyordu. Suavi, Kemalin, Ziyanın yanında ikinci ol­
manın zehirinden, için için, kurtulamıyor, ve, kendi şahsı için
değil inkılâp davası için Muhbiri Kemalin İstanbula sokmak is­
temesi onu hiç bahtiyar etmiyordu. Ve zeki Suavinin bahtiyar
olması için hiç sebep yoktu: Ne evlendiği çok güzel İngiliz ka­
dınını nikbin edecek parası, yüzü, gardrobu, ve Prens Mustafa
Fazılın yanında Kemal ve Ziya kadar ehemmiyeti vardı; ne Zi­
ya gibi İstanbulu altüst edecek hicvi zekâsı, ne de Kemal gibi
Londradan Osmanlı İmparatorluğunun üç kıt'asma dolacak bü­
yük sesi... Suavinin Filibed'de Yeşillioğlu camisinin kubbesinde
fırtmalaşan sözleri, şimdi Londrada bir gazetede bir kalemin
sesinden ibaretti. Filibedeki vâıza Londradaki muharrir, mu-

[2J «Lâyiha» demektir.


[ 3 ] K â n i Paşa. A v r ı ı p a d a k i Y e n i O s m a n l ı l a r d a n Rifat B e y i n babasıdır.
V e o tarihte Rüsumat Eminidir.
[4] Kendi el y a z ı s i l e v e b a s ı l m a m ı ş m e k t u b u n d a n (Numan Menemen-
<;ioğlunun dosyasından.)
ALİ SUAVİ 49

hakkak ki, hicranla bakıyordu. Sarıklı muharrir Avrupada çok


talihsizdi: İlimde en son şark adamı Cevdet Paşadan sonra ede­
biyatta en son şark adamu Ziya Paşa ve, nesirde ilk inkılâpçı Şi­
nasiden sonra nesirde ve nazımda ilk inkılâpçı Kemal Avru­
pada iken, Suavi var sayılır mıydı? Şüphesiz ki saydırdı, fakat
Ziyadan sonra. Kemalden sonra.
Bu «sonra» 1ar Suavinin zehiriydi.
^:

Suavi, bir kaç ay üstüste mes'ut olacak adam değildi. Ga­


zetesine Avrupadaki ihtilâl arkadaşları kızmaktan vazgeçmiş­
tiler. Öytle iken, bu sefer de, Babıâlinin Londradaki adamları,
Suavinin gazetesinin mürettibini ve aletlerini çalıyorlardı.
Ve sarıklı ihtilâlcinin gazetesi bir gün birdenbire çıkmaz
üldu: Türk ihtilâlcilerine Babıâli Londrada dahi fenalık ede­
biliyordu. Suavi Efendinin «veledi mânevisi» olan ve Avrupa­
daki Yeni Osmanhiar'ın «vasıtai ulâsı bulunan [5] bu gazetenin
(yâni IVluhbir'in) ölümüne sebep hastalık değildi, cinayetti:
«Muhbir gazetesinin mürettibi olan bir Rum, Suavi Efendinin
«bilicap Pariste bulunmasından istifade ile bazı garazkârânın
«vukubulan tahriki üzerine matbaanın lüzumlu olan bazı ede-
«vatını satarak firar etmiş, ve bu hâdise üzerine Muhbir biraz
«zamandır, sektei tatile uğramıştı [6].» Ancak, Avrupadaki Türk
ihtilâlcileri ve başta Ziya, Kemal ve Suavi «öyle bir eserin te-
«ehhuruna fevkalgaye teessür ederek, bu defa devamına ge-
«ne karar l'^J» verij'orlardı.
Ve, Babıâlinin, 7 düvelden hergün yediği yabancı tokatla­
rın kızıllığını sıhhat alâmeti sandığı tombul yanağına, Ziya ile
Kerrialin Londrada çıkardıklarr Hürriyet gazetesi de, bu vesile
ile şu yerli şamarı indiyordu:
«Gözlerine diken olduğumuz müstebiddan-a idare silâh-ı
«zulm, ile bizi ezemeyince müfteriyat ile tesliyetyâb olmağa
«kalkıştı. Ve gariptir ki, dünyada her kim kavlen ve filen d e v -

[ 5 ] H ü r r i y e t gazetesi, N o . 27, 2S l l k k â n u n 1868.


16] A y n i g a z e t e v e n ü s h a v e y a z ı .
[ 7 ] A y n i g a z e t e v e n ü s h a v e yazı.
oU
«lete karşı bir harekette bulunursa, onunla iştirakimizi ilân ede-
«rek, zımnen bizi dünya ile müttefik-i _ hâlis göstermek ister-
«ken, bejmimizde bir tefrika vukuu zu'münu müftehirane dil-
«lerde destan eyledikleri işitiliyor. Arkadaşlarımdan aldığım,
«emir üzerine suret-i - mahsusada ebna-yi - vatana ilân ederim
«ki burada olan Yeni Osmanlılar Cemiyetinin âzası, mak-
«satlarmda ve maksada müteallik olan hareketlerinde kamilen
«müttefiktirler, tahammül ettikleri hizmet ne dereoede ağır
«olduğunu bilirler, ve birbirlerinden ayrılarak bâr-ı mes'uliyet
«altında ezilmezler, malûm ola vesselam [s^,»
18] A y n i g a z e t e v c n ü s h a v e yazı.

BİR GAZETEYİ ÖLDÜREN BİR GAZETE

Suavinin Londrada çıkardığı Muhbir gazetesini. Kemalle


Ziyanın gene Londrada çıkardıkları Hürriyet gazetesi öldüre­
cek. Fakat istemiyerek.
Bir gün, Londradan gelen bir mektubun içinden, İstanbul­
da Namık Kemalin babası Mustafa Asım Beyin kucağına bir
pusula düştü. Londra'da olan Kemal bu pusulayla, İstanbulda­
ki babasından kitaplar, kâğıtlar, kanunlar istiyordu.
Pusula şudur:
«Tarih-i Taberî, Ravzet-ül Ahbar, Nefhuttîb; hani benim
«evde iki takım mecmualarım vardır, onlar; hani bir de torba-
«larm içinde evrakım vardır, onda Devlete dair ne kadar şey
«varsa onlar. Bu senenin Müvazen-e Defteri m ; Eshamın t a h -
«viline dair neşrolunan lâyihalar, kanunlar.
«Size de bir şifre gönderdim, bundan sonra şayet lâzım
olur 1-2].»
Londrada Taberî Tarihi! Londrada Osmanlı bütçesi! Fakat
niçin? Şunun için ki, Kemal, Ziya ile birlikte «Hürriyet» diye
bir gazete çıkaracaktı. İçinden pusulanın düştüğü mektup şöy­
le bitiyordu:
[1] M a k s a d ı «bütçe k a n u n u » dur.
[2] K e m a l i n k e n d i y a z ı s i l e . fakat imzasız, tarihsiz v e şimdiye kadar
basılmamış olan mektubundan çıkan bir pusula. tMıunan Meneır..encioğl:'.r-
nun dosyasından.)
51
«Şimdi gelelim başka bir maddeye: Sarraf 131 size 200 frank
«verecegtir. Onunla melfuf pusuladaki kitapları alır [4]_ gene
«pusulada muharrer olan eşyayı saire ile beraber serian ben-
«denize irsal buyurursunuz. Ahnan emir üzerine [5] bir gazete
«daha çıkacak, ve, idarei tahririyesi bendenizde olacaktır.
«Alman emir üzerine bir gazete daha çıkacak» cümlesinin
«emir» kelimesinde Mustafa Fazılın serveti şahlanıyor «daha»
kelimesinde de Suavinin gazetesinin ölüsü uzanıyordu. «Muh­
bir» e karşı «Hürriyet» gibi bir gazetenin çıkması bu demıekti,
Kemalle Ziyanın yazdığı iki başlı canavar - gazetenin.
(Osmanlı imparatorluğile kavga eden, Devletle karşı karşı­
ya duran Kemalin mazisiz bir Mısır prensinden «emir aldığını»
yazması, Türk ihtilâline bu prensin ettiği yardıma karşı Kema­
lin taşıdığı şükran duygusunun mübalâğalı bir nezaketidi.)

«Hürriyet» gazetesinin çıkması hakkında Prens Mustafa


Fazılın emri Suaviyi rahatsız etti. Üstelik Hürriyet gazetesinin
Avrupadaki sekiz Türk ihtilâlcisinden Kayazade Reşadm W]
imzasile çıkması, onunla gizli sevişmiye, Suaviyi büsbütün si­
nirlendirdi. Ve, o aralık, Reşat, gazeteyi çıkarmak için, Paris­
ten Londraya gitmişti; gazete çıkmadan evvel Suavi ile araların-""
da bir ilim kavgası çıktı: Reşada göre 19 uncu asır riyaziyede
öteki asırlardan üstündü; Suaviye göre değildi; ve münakaşa
başladı. Kemal de Londradaki kavgaya Paristen karışıyordu.
Paristeki Kemalden Londradaki Kayazade Resad'a:

[3] M a k s a t B ü n y a n l ı sarraf Karabet'tir. B a h ç e k a p ı d a Gümrük üstünde­


ki d ü k k â n d a sarraflık e d e n b u K a r a b e t N a m ı k K e m a l l e S u l t a n AbdülâzizJn
v e l i a h d ı M u r a t arasında gizli m e k t u p t a ş ı y a n adamdı.
[4] Yanlışlıkla «alırsın-, y a z a r .
15] K e m a l i n gazete çıkarmak üzere kendisinden emir aldığını yazdığı
a d a m Mısırlı P r e n s M u s t a f a F a z ı l Paşadır.
[6] Kayazade Reşat, Abdülhamit II. zamanında Kudüs mutasaı-rıfl:-
ğından tekaüt edilen v e beylerbeyi payesile paşa olan Reşat Paşadır. Ke­
m a l d e n sonra, o n u n d e l â l e t i v e Mısırlı P r e n s Mustafa F a z ı l ı n d a v e t i l e A v r u ­
p a y a k a ç a n b u zatın s o y a d ı olan «Kayazade.. lâkabı kızı U b e y d e hanımdan
aldığım notlardandır.
5,^ S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

« O da t7]: «Bu bapta Suavi Efendi, davasını kayıb etse bi-


«le Reşat Bey de on dokuzuncu asrı iltizamda davasını kaybe-
«der» dedi. Biraz bahsettik.
«O, beni daima on dokuzuncu asrı asrı-sabıktan aşağı tut-
«makla ilzam etmeğe çalıştı. Ben ise hesaba (hesap ilmine) dair
«sepette pamuk olmadığından sözü, Avrupa ile bizim mukaye-
«semize irca eyledim. Nihayet: — «On dokuzuncu asır, her fen-
«den bu kadar ilerlemişken, riyaziyatta bu kadar geri kalması
«nasıl olur? [ 8 ] dedim. Bereket versin, o sırada Vidinli'nin '91
«arkadaşlarından burada bulunan Miralay Rıza Bey HOl çıka-
«geldi. Meseleyi Aragodan rıl] tutturdu, herifin lâkırdısını bo-
«ğazına tıktı. Şayet herif, lâkırdısını Suaviye ihtar ederse, ha-
«ber veriyorum, tedarikli bulun i i 2 ] . »
Kemalin bu mektubundaki son cümle de gösteriyor ki, giz­
li sevişmemek yalnız Reşatla Suavi arasında değil, Kemalle
Suavi arasında da bir miktar vardı; ve Namık Kemal, Kaj^a-
zade Reşat, hattâ Menapirzade Nuri dS]^ hattâ Sağır Ahmet
Beyzade Mehmet ve Çapanoğullarından Agâh H"*]. şair Ziya .Sua­
viyi gizli sevmemekte birleşiyordular. Yalnız bunların içinde Ke­
mal Avrupadabi Türk ihtilâlcilerini Babıâliye ve saraya karşı
yekpare göstermek için, Suaviyi sevmediğini hiç belli etmiyor ve
hatırını kırmıyan Ziyayı da Suaviye katlanmaya razı ediyordu.

L7] K e m a l i n el y a z ı s i l e o l a n v e hiçbir y e r d e b a s ı l m a y a n b u m e k t u p ,
ü ç ü n c ü s a y f a d a n b a ş l a r v e ilk 2 sayfası k a y ı p t ı r . O n u n için, ü ç ü n c ü sayfa
b a ş l a n g ı c ı o l a n «O da» t â b i r i n d e n K e m a l i n k i m i k a s t e t t i ğ i a n l a ş ı l m ı y o r .
[ 8 ] K e m a l d a l g ı n l ı k l a «kalması n a s ı l g e r i kalır» y a z a r .
[9] Riyaziye âlimi Vidinli Tevfik Paşa.
[10] B u zatın k i m o l d u ğ u n u b u l a m a d ı m .
[11] 19 u n c u asır â l i m l e r i n d e n (1786-1853).
[12] K e m a l i n k e n d i el y a z ı s i l e v e b a s ı l m a m ı ş m e k t u b u n d a n (Refi Ce-
vad Ulunay'ın dosyasından).
[13] Y e n i O s m a n l ı l a r d a n olan v e K e m a l d e n sonra o n u n d e l â l e t i v e M ı ­
sırlı P r e n s Mustafa F a z ı l ı n d a v e t i l e A v r u p a y a k a ç a n N u r i B e y i n s o y a d ı o l a n
c M e n a p i r z a d e » lâkabı t o r u n u A y ş e S ı d ı k a h a n ı m d a n a l d ı ğ ı m n o t l a r ı n d a n d ı r .
[14] Y e n i O s m a n l ı l a r d a n o l a n v e K e m a l d e n sonra o n u n d e l â l e t i v e M ı ­
sırlı P r e n s Mustafa Fazılın davetile Avrupaya kaçan (Tercümanı Ahval»
gazetesi sahibi Hüseyin Agâh Efendinin «Çapanoğullarından» olan soyadı­
nı k ı z ı n ı n d a m a d ı S e d a d E r i m ' d e n a l d ı m .
53
Vaktile, Ziya Bey (Paşa) Suavinin İstanbuldaki «Muhbir» ine
bazan yazı yazdığı için, o zamanki arkadaşlığm da bu taham­
mülde belki biraz tesiri vardı.
Fakat Kemalin Suaviye karşı, dostluğu âdeta bir nevi
inattı: B ü t ü n arkadaşlarına rağmen Suaviye dostluk! Ve bizzat
Suaviye rağm.en Suaviye dostluk! Bu, sade seciye vak'ası değil­
di, sade inat da değildi, ayni zamanda tedbirdi: Avrupadaki Türk
ihtilâlcilerini İstanbula karşı yekpare göstermek.
Ve galiba sırf bu maksatla Kemal, Suavi ile beraber ga?je-
te çıkarmak istedi.
Ve galiba, sırf, Âli Paşaya karşı Avrupadaki Türk ihtilâli­
ni tahta kaplama ollmaktan kurtarmak içindir ki, Kemal, Ziya
ile beraber «Hürriyet» i çıkarmadan önce Suavi ile bera­
ber « M u h b i r » i çıkarmaya teşbbüs etti. Fakat arkadaş­
ları bu arzuya o kadar itiraz ettiler ki, Kemal vazgeçti. «Hür­
riyet» çıktıktan sonra da Suavinin oraya yazdığı çok az maka­
leler - galiba iki yahut üçtür - ve Kemalle Ziyanın, Suavi hak­
kında orada çıkan çok az medihleri hiç gönül meselesi olm.ayan,
hep kafa hâdisesi olan bir ihtilâl arkadaşlığının muvakkat t e ­
zahürleridir.
SU-AVİ, :^EMAL, ZİYA

Avrupadaki sekiz Türk ihtilâlcisi arasında Suaviyi en çok


idare etmek istiyen Kemaldi. Kemal için bir tek fazla ihtilâlci
bir kazançtı. Ve Suavinin Muhbir gazetesi Londrada çıkınca,
Kemal bir mektupla beğendiği bu gazeteyi alkışlamaya Ziya
Paşayı da m sürükledi.
Kemalle Ziyanın Londrada çıkardıkları «Hürriyet» gaze­
tesinde Suavinin gazetesi için yazdıkları şu cümle, millî bir
Türk gazetesi için en güzel söylenecek en son sözdü:
«Muhbirin Rusyada neşri İstanbuldan daha şedit menolun-
«du 121,,
Suavinin bazı yazılan Kemalle Ziyanın din ve ilim mizaç­
larına da çok uygundu. Suavinin şeriat dolu bir makalesini. Ke­
malle Ziya kendi gazetelerine bir kelime eksiksiz alıyor­
lardı [31. Zaten Suavi 1869 da çok fıkıhçı, çok halifeciydi. Ke­
malle Ziyanın Hürriyet gazetesine Muhbirden alıp koydukları
bir başka yazısında da Suavi fıkhın muamelât kısmından «Uku-
bat» ın tatbikini, bir kelim ile «kısas», istiyordu
Yalnız, Kemalle Ziya Paşanın din ve ilim mizaçlarına uyan
bu vazmm, bir de, ihtilâlci taraflarını memnun eden rengi var­
dı: Ali Paşanın aleyhinde yazılmış olması.
Suavinin makalesi söyle bitiyordu:
«Millet bu mes'uliyetten ve şu lanetten kurtulmak için Âli

ri] Birinci Kıbrıs mutasarrıflığında beylerbeyi rütbesile .Abdülâ7-i.z


devrinde, ve Suriye valiliğinde vezir rütbesile Abdülhamit zamanında ild
defa paşa olan Ziya P a ş a .'Vvrupada i k e n ..Bey» di,
12] H ü r r i y e t . No. Ki, 12 T e ş r i n i e v v e l 18C8, -Yeni Osmanlıların İlânı
R e s m î s i » b a ş l ı k l ı .yazı.
rs] H ü r r i y e t . N o . 28. 4 K â n u n u s a n i 1S69. «Suavi» imzalı v e «İstanbulda
« E l c e v â i b g a z e t e s i abid v e c a r i y e b e y ' u s e r a s ı n d a n tevellüt eden bazı ma-
« z a r r a t ı ' ş e r h e t t i k t e n sonra...» k e l i m e l e r i l e b a ş l ı y a n m a k a l e .
[4] Hürriyet, No. 42. 12 N i s a n 1369, «Suavi» imzalı, «Müslümanların
p a d i ş a h h a k k ı n d a zanm» b a ş l ı k l ı v e 27 n u m a r a l ı «Muhbir» d e n a l m a m a k a l e .
55
«Paşadan dava etmiyecek mi? Paşayı mahkemeye kaldifmaya-
«cak mı? Hilâfetin, milletin, dinin hukukunu talep etniiyecek
«mj? Şer'an ve nizamen Paşayı kısas etmiyecek mi?»
Hâdiselerin mantıki insanlarınkinden bazan o kadar ayrı­
dır kı, hükûmetçi Âli Paşa Fransanin Kanunu Medenîsini, ihti­
lâlci Kemal, ihtilâlci Ziya, ihtilâlci Suavi «fıkıh» m «kısas» ce­
zasını istiyordu. Suavinin bu türlü yazıları onun Âli Paşanın
çok düşmanı olan Ziya Paşaya ve Ziya Paşanın çok arkadaşı
olan Kem.ale o derece sevimli gösteriyordu ki, ikisinin çıkar­
dıkları zamanındaki Hürriyet gazetesi 15]^ Suavinin Muhbir ga­
zetesini ateşe yakılan din şehitleri gibi yazıyordu:
Hürriyet, No. 33:
«Hani Inqmsition nami.le bundan yüz elli, iki yüz sene ev-
«vel Avrupada katolik ruhbanlarından mürekkep bir cemiyeti
«zalime varmış, ve bunlar, katolik mezhebinde olmayanların
«kendilerini, ve kendilerini bulamazlarsa kitaplarını ve gaze-
«telerini bir resm-i vâlây-i mahsus ile ateşe j^akarlarmış, diye
«tarihlerde okuduğumuz ve «dünyada böyle de zulüm olurmuş»
«diyerek şaşıp taaccüp ettiğimiz hâlât yok mu, işte onlar bugün
«devleti aliyenin idarei hazırasmda görülüyor ve şaşılıyor. Bi-
«zim vükelâyi hazıra dahi şimdi bir inquisition teşkil edip,
«kendi meşreb-ü mişvarlarmda olmayanları ele geçirebilirse
«âteşi zulm.-u gadr ile cayır cayır yakıyorlar. Eğer şahıslarını
«ele geçirmeyip te eserlerinden bir şey bulabilirlerse onu «au-
«todaf=» tarzında telef etmeği muzafferiyetten addediyorlar.
«Bundan haylice mukaddem. Muhbir nüshalarından bir takı-
«mı. Zaptiye Müşiri konağının avlısında tarzı mezkûr üzere
«yakılmış ve Âli Paşaya bu muzafferiyetten dolayı icrayı res-
«mi tebrik olunmuş idi ff^l.» ,
Ve inkılâp davasına Suavinin inanması Kemalle Ziyanın
gözünde de o kadar gerçekti ki, Suavi, Âli Paşadan affini iste­
di diye, İstanbulda çıkan dedikoduya onlar, âdeta Suavi kadar

[ 5 ] B u g a z e t e y i K e m a l l e Z i y a C4 üncü s a y ı ş m a k a d a r b e r a b e r çıkarır­
lar. B u s a y ı d a n s o n r a bu g a z e t e y i y a l n ı z Ziya P a ş a çıkartır.
[61 B u y a z ı H ü r r i y e t t e «İstanbuldan tahrirat. Fî 8 R e b i ü l e v v e l » ismıle
ç ı k m a k l a b e r a b e r , b u g a z e t e y e İ s t a n b u l d a n g e l e n m e k t u p l a r ı n bir ç o ğ u .gibi,
Kemalle Ziyanındı.
06 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

kızıyordulardı. Hürriyet gazetesindeki şu satırlar, bu öfkenin,


acı istihzasıydı:
«Beş on gündenberidir. Zaptiye Müşiri Hüsnü Paşa tarafm-
«dan bir şayia çıkarıldı, onun kavlince güya Suavi Efendi,
«Âli Paşaya bir arzuhal gönderesü... ve onda, şimdiye kadar
«kendinin idarei hazıraya karşı tuttuğu tariki muhalefetin ha-
«tâ olduğuna şimdi vâkıf olduğundan ve vükelâyı haziranın h e r
«meselede ittihaz ettikleri politikalar ayni isabet ve mülk-ü
«ümmet hakkında sırf menfaat olmakla kendisi Yeni Osmanlı-
«1ar efkârı muzırrasmda bulunmaktan vazgeçtiğinden müsaade
«buyurulursa, İstanbula geleceğini yazası!... Ve bu mealde Âli
«Paşanın senasında mabeyni hümayuna dahi bir ariza takdimi
«edesi!... Ve Âli Paşa dahi, arzuhali okuyunca, «Suavi kimidir!»
«diye arzuhalini yırtıp atası!...
«İşte bu zatlar, bir vakitler Muhbirin ve müahharen drr^i
«Hürriyetin men'i neşrine derecei vus'u iktidarlarını sarfettik-
«leri halde muktedir olmadıklarından lisanen dahi cemiyeti
«muhteremenizin (Yeni Osmanlılar Cemiyetinin) efradı hak-
«kında her türlü ekâzib-u erâcifin ilânında kusur etmezler.
«Ancak yalancılıkta birinci şart, söylenen yalanın, oldukça doğ-
«ruya biraz müşabehetlisini bulmaktır, tâ ki, işitenler inan-
«sınlar. Şimdi Muhbir gazetesinin her nüshası meydanda du-
«rurken, ve, her birinde yazılmış olan efkâr Suavi Efendinin ne
«meslekte olduğunu isbat ederken ve Âli Paşa dahi sadaret-
«te bulunup malûm olan meşreb-i kindârisi iktizasınca gücü
«yettiğinden, intikam almağa muktedir iken, böyle bir hareke-
«tin o zattan suduru mümteni görünür f''].»
Bu satırlar, belki. Kemalle Ziyanın Suaviye dostlukların­
dan ziyade, Âli Paşaya düşmanlıklarının eseriydi. Fakat böy­
le de olsa, bu yazılar, uzaktan Suavi hakkında bir dostluğa ben­
ziyordu. Halbuki, Muhbir Londrada kapandıktan sonra Suavi­
nin Pariste çıkaracağı Ulûm Gazetesinde Kemal için yazacağı
şevler bir dostluğa hiç benzeyemej^ecekler: Uzaktan da bakıl-
salar, yakından da.

[ 8 ] H ü r r i y e t , N o . 46. 10 Mayı.s 1869, «İstanbuldan m e k t u p , Fi. 10 M u ­


h a r r e m , b a ş l ı k l ı yazı.
KAVGALI SESLER

Bir kavganın kaba sözlerinden evvel bitaraf görünen keli­


meler vardır ki, mânaları değil, fakat sesleri kavganın başla­
mak üzere olduğunu haber verir. Sarıklı ihtilâlcinin Avruınada-
ki fesli ihtilâlcilerle bozuşacağı günlerin yakla.ştığını hissetti­
ren kelimeler artık bu sesleri taşıyordu.
. Ölüm kadar hudutsuz olan şey aşkın şehveti değildir, ki­
nin şehvetidir, ve bilhassa siyasî kinin... Kemalle Suavinin ara­
sına da bu kin girmek üzereydi, birbirlerinin aleyhinde çok fe­
na şeyler yazdıracak olan kin.
Fakat bu fena şeylerin yazılacağı günler henüz gelmemiş­
ti. Yalnız Londrada «Muhbir» gazetesini çıkaran Suavi, ileri­
de kopacak kıyametin şimdilik alâmeti olan bir kâğıt aldı, Av­
rupadaki yedi tane fesli ihtilâlciden ikisinin imzasını, ve beşi­
nin vekâletini taşıyan kalabalık bir mektup:

«Londrada faziletlû Ali Suavi efendi hazretlerine,»


«Muhbirde ittihaz buyurulan meslek mukaddema, rüfeka-
«yı kiram ile bilmüzakere ve büittihat karargir olmuş olmasın-
«dan nâşi, muhafazası muktazi olan mesleke tamamile m ü b a -
«yin olduğundan, ve, gazetenin zirinde sülüs hat ile muhar-
«rer, «Yeni Osmanlılar» ibaresini havi olan damga ise, neşriya-
«tı vakıada cümlenin müşareketini mûlin bir alâmet olarak, b u
«ise hilafı hakikat idüğinden, lütfen, çıkarılacak ilk nüsha-i
«Muhbirin bu alâmetten hâli bulunmasını Yeni Osmanlılar Ce-
«miyetini teşkil eden rüfeka namına bilvekâle, ve tarafımız-
«dan bilesale ihtar ve istirham eyleriz, baki, Brüksel, selh-i m u ­
harrem 85, Kemal, Ziya m,»

[11 E b ü z z i y a , Y e n i T a s v i r i Efkâr, 12 T e ş r i n i e v v e l 1909, Y e n i Osman­


l ı l a r Tarihi, tefrika: 67,
58 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Yedi ihtilâlci, bu damgaja, Suavinin kullanamayacağını id­


dia ediyorlardı, çünkü Suavi bu damganın mefhumu olan Cemi­
yette dahil görünmek istemiyordu. O, Muhbir gazetesinde bir
Cemiyeti İslâmiyeden bahsediyordu. Yeni Osmanlılar Cemiye­
t i n i n maksadını ve mesleğini hiç yazmıyordu.
Yedi ihtilâlci kavganın ön sözü olan yukarıki mektubu yaz­
makta haklıdılar. Fakat mektubu gönderenlerle alan arasında
kavga henüz çıkmamıştı.

LİON'DA SARIKLI GAZETECİ

1871 de Avrupada bulunan Suavi 1867 de Avrupaya kaçan


Suavi kadar padişahı fena bulmayacak. Hattâ devlete yardım­
da padişahı paşalara örnek diye gösterecek:
«Bu kere mahiye onar bin kururş zammı maaşa nail olan
«mütercim Rüştü Paşa, Kıbrıslı Paşa (Mehmet Paşa), Rıza Pa-
«şa huzuru şahaneye çıkıp: «Mah bemah almakta olduğumuz
«otuzar, yirmi beşer bin kuruş maaş bize kâfidir. Müsaade bu-
«yurduğunuz onar bin kuruş zamîmeyi mevaki-i mühimmede
«fişek m.akineleri tesisine terkeyledik» diyerek, sair paşalara
b i r hamİ3'et nümusesi göstermek, gayretlerinden memul değil
«midir? Bir memlekette ki padişah, kendi tahsisatından gemi
«yaptırır, tüfek satın alır, o padişahın paşaları tahsisatlarından
«bir hizmet etmiyecekler mi t ' ^ ? »
Suavinin Lion'da çıkardığı gazetedeki yazıları, bugün mil­
liyetçiliğini büyük bir kalabalığın sevdiği Suaviyi ayrı bir adam
gibi tanınmaz hale kor. O gazetede Suavi bazan Türk birliği de­
ğil, İstlâm birliği davasını güder.
O gazeteden 12];
«Nim resmi «La Turquie» nam gazetemiz: «İşte sırası gel-
«di. Babıâli İtalyanın ve Prusyanın yaptığı gibi kavmiyet da-
«vasmı tutup bütün müslümanları başına toplamalı. Evvelâ,

[ 1 ] 1871 Paris muhasarasında Suavinin Pariste çıkaramadığı cUlûm


Gazetesi» yerine Lion'da çıkardığı «Muvakkaten Ulûm Müşterilerine» is­
mindeki mecmuada (21 R a m a z a n 1287. S. 126) b a s ı l a n m a k a l e s i n d e n .
[2] Muvakkaten Ulûm M ü ş t e r i l e r i n e . 21 R a m a z a n 1287 tarilıîi nüsha,
•sayfa 126.
59
'^Mısirı Edirne gibi vilâyet yapmalı» diye yazıyor. Acaba vü-
«kelâmız biliyorlar mı ki «Kavmiyet davası, Avrupalılarca bir
«mesele olup, bizde kavmiyet davası yoktur. Kavmiyet davaları
«bizim perişan olmamıza bais olur. Müslümanları başa topla­
şmak, olsa olsa, diyanet meselesi olur, yoksa kavmiyet mıeselesi
«değil.»
Suavi, Avrupaya Kemal ve Ziya ile beraber ilk giden ve
Avrupadan en son dönen, orada pek geç kalan ihtilâlciydi. Ve,
Lion'da gazete çıkaran bu Suavinin İstanbula dönen eski ihtilâl
arkadaşlarına bu «tek» ligin verdiği manevî irtifadan bakması,
onlara, kendince, tek adam olmanın ucundan haykırması belki
daha güzel olurdu. Öyle yapmıyordu. Onları İstanbulda rahat
ettirmemek istiyordu, Meselâ Lion'da İstanbuldaki Zaptiye Na­
zırı Hüsnü Paşaya, eski ihtilâl arkadaşı Sağır Ahmet Bey zzde
Mehmet için, gazetesinde şunu soruyordu:

«Zaptiye Miişüründen Sual»

«1. Padişaha (Abdülâzize) târı-u-düşnam eden «İnkılâb tsi


«nam gazetenin sahih muharriri olan beye mahiye yedi bin kü-
«sur kuruş maaş İstanbuldaki vükelâ-yı hazıra biraderleriniz
«verdiler mi- Vermediler mi? Ve hâlâ veriyorlar mı l^]?
«2. Mezkûr «İnkılâb» gazetesinin sahih muharriri olan ma-
«aşh beye, sen, evet, sen Hüsnü Paşa, fî 28 Temmuz bir kıt'a
«iltifatname yazıp efkârım tahsin ettin mi? Etmedin mif-'5J?^->
Suavinin maksadı, hiç sevmediği Mehmet Beye verilen pa­
rayı kestirmek değildi. Emeli muziplikti: Zaptiye müşirini pa­
dişaha fitlemek.
Lion'daki sarıklı ihtilâlci, Mısırlı Prens Mustafa Fazılın Ye­

is] inkılâb gazetesini S a ğ ı r A h m e t Bey zade i\tehmet B e y l e İMiitGrciın


B.üştü P a ş a n ı n d a m a d ı olan v e l i v a l ı ğ ı S u l t a n A z i z t a r a f ı n d a n a h n a r a k A v r u ­
p a y a k a ç a n H ü s e y i n Vasfı P a ş a b e r a b e r çıkarıyorlardı
14] İ n k i ' â b gazetesinin sahih muharririnden maksat Mehmet Bey ise
de. v e bu M e h m e t B e y i n A v r u p a d a n d ö n d ü k t e n sonra, a m c a s ı M a h m u t N e ­
d i m P a ş a n ı n o t a r i h t e s a d r a z a m o l m a s ı h ü k ü m e t t e n b ö y l e bir a y l ı k alması
i m k â n ı n ı hatıra g e t i r m e k t e ise de. b ü y l o bir a y l ı k t a h s i s e d i l d i ğ i hakkında
hiçbir vesika yoktur.
1.5] . M u v a k k a t e n U l û m M ü ş t e r i l e r i n e » , s a y f a : 121.
ni Osmanlılara bağladığı aylığı artık almadığı o günlerde, hiç,
bir kimseden yardım gördüğü, şimdiye kadar hiçbir yerde ya­
zılmadığı ve kocasının parasızlığı güzelliğini bir ıstırap haline
koyan çok güzel bir İngiliz kadınilc evli olduğu halde, k e n d i
derdini bir tarafa bırakarak, vatanını düşünüyor, Lion'da hep
memleketini yazıyordu: İstanbuldaki Basiret t6] gazetesinde bir
asker l'^l, bir makale yazarak, «İngiliz gönüllüsü» tarzında Ar-
navuttan, Boşnaktan, Kürtten, Yörükten, Araptan asker top­
lanmasını istiyordu. «Ordu» yu «birikmiş insan» sanan bu mes­
lekten muharrire Suavi şu tarzda kızıyordu:
«Asker dedikleri yemez, içmez, giymez kerrubiyun güru-
«hundan olmadığını elbette bu zat bilir. Acaba bu zat maliye
«nazırile bir kere lâkırdı etti mi ^8]?» Ve, bu askere yiyecek,
içecek, ruba, silâh nereden verilecekti? Maliye nazırının hâ­
lâ yapmağa çahştığı «İngiltere istikrazı» tam.amen ele, geç,3e
«kaç bin askere kaç ay yetişebilir» di? Kırım muharebesinde,
devlet, nihayet 204 bin asker toplamıştı; ve devletin o zaman
Avrupaya bir para borcu yoktu. Öyleyken, devlet idare edeme­
diğinden, «muharebeye gelen gönüllüler silâhlarını ve atlarını
«satarak mem.leketlerine avdet edebildiler» di. Hem «İngiliz
«usulünde, Arnavuttan, Boşnaktan, Kürtten, Gâvurdağından^
«Araptan, Yörükten gönüllü asker» toplamak Babıâlinin elin­
den gelir miydi? Acaba bu sayılan akvam Babıâli nedir bilir
«mi? Vakıa, hî!r memleketimizde padişaha dua olunur. Lâkin,
«bu yerlerde, hâlâ, padişah Sultan Mahmut mu, Abdülmecit mi,
«kimdir, öğrendiler mi? Kim öğretti?»

Fakat, padişah: eskisi gibi fena bulmayan Lion'daki sarık­


lı gazeteci. Sultan Azizin yalnız ordusunu ve yalnız donanması­
nı, memleketi kurtarmaya, kâfi görmüyordu, \'e şu çok güzel
türkçe Suavinindi:
«Devletimiz için, gerek Rusyaya karşı koymak, gerek dü-

[ 6 ] B a s i r e t ç i A l i Efendi d i y e a n ı l a n zatın g a z e t e s i .
[ 7 ] Lelı mürıtedis; M u s t a f a C e l a l e d d i n Paşa.
18] « M u v a k k a t e n Ulûm Müşterilerine», sayfa: 153-155.
61
«veli muazzama suasmda bulunmak, gerek beka ümit etmek,
«ne kâğıt üzerine asker alayları yapmakla olur, ne de saray önü-
«ne saksı gibi zırhlı gemiler dizmekle olur. Ancak ıslahat ile
«olur.»
Fakat, Suavinin hayatına nöbetle iki şey hâkimdir: Başı,
sarığı... İhtilâlci Suavi, ıslahatı isteyen sözleri basile söyledik­
ten sonra, ıslahatın icra vasıtalarını sarığile düşünüyordu: Kırk
elli tane sofu ve ahlâklı hoca ile şeyh, ve elli bin kadar asker
memlekette gezecekler, ve nasihat ve sopadan başka nasihatçi
dinlemiyenleri zorla âdil bir idare altına alacaklardı. Bu da iki
yılda olacaktı. O zaman «Almanya Krallarının ve Beylerinin»
Prusya kiralına telgraf çekerek «Sizinle ittihadı kabul ettik, sizi
şahihşah tanıdık» dedikleri gibi, memleketin etrafındaki «Ema­
retler» Osmanlı imparatorluğile ittihat ettiklerini padişaha ya­
zacaklardı.
İşte, Suaviye göre ıslahat böyle olurdu. Yoksa gene Sua­
vinin dediği gibi «Vükelâyı ızâm unvanile şöyle ahlatı erbaa-
«nm terkip edecekleri devlet bedeni tez perişan» olurdu, ve:
«Eliyazü biUâh».
SARIKLI İHTİLÂLCİ
FESLİ İHTİLÂLCİLERLE BOZUŞUYOR

Suavi, «Muhbir» gazetesini Londrada Kemalden ayrı ola­


rak tek başına çıkarmakta ve Yeni Osmanlıların beğenmedik­
leri makaleler yazmakta devam ettikçe, İstanbula karşı, Suavi ile
dost görünmek imkânı, artık, Kemal için de kalmamıştı. O ta­
rihte Kemalin Kaya zade Reşada yazdığı bir mektup şu satır­
larla bitiyordu:
«Reddiyenin m birini Ziyaya verdim. Fevkalâde memnu-
«niyetle kabul etti. Bende olan nüshaların cümlesini istedi, ve-
«receğim, o da etrafa neşredecek. O (yani Ziya) der ki: «Şimdi
«Suavi bu reddiyeden dolayı kuduracak, ve hepimize birden
«Saldıracaktır. Öjde bir şey yaparsa benden de bir risale canı-
«na garîm olsun. İşte bu kadar.»
Zaten, daha Hürriyet gazetesini çıkarmak için, Kemal Lon-
draya gittiği zaman babasına şu satırlarla başlıyan bir kâğıt
yazıyordu:
«Velinimetâ,
«Sebebi hayatım olduğunuz için hasbihale, sizi cüm.leden
«elyak gördüm. Hali perişanımı arzedeyim.: Velinimetimin f^T
«emrile Londraya bir gazete çıkarmağa geldim. Suavi Efendi-
«yi bazı mertebe teferrüt dairesinde gördüm. İş bozmamak
«için, gazeteyi onunla beraber çıkarmak istedim. Arkadaşlar f3]
«kendisine darg;n olduklarından kail olmadılar. Umumen üze-

[ 1 ] Sııavi aleyhindeki reddiyenin.


121 Mısırlı P r e n s Mustafa F a z ı l ı n .
[3] P a r i s t e k i ihtilâlciler, y a h u t tarihî t â b i r l e Paristeki Yeni Osmanlı­
lar: M e n a p i r z a d e Nuri. K a y a zade Rc.sat, S a ğ ı r A h m e t B e y z a d e Mehmet,
Çapanoğullarından Agâh. Kâui Paşa zade Rifat, şair Z i y a P a ş a .
srine hücum ettiler. Nihayet, iş bin kalıba girdi, sonra «Hürri-
<-yet» in şimdiki halile çıkması karargir oldu l^k»
Avrupadaki yedi Türk ihtilâlcisinden altısının (yâni Ke­
malden maadasının) Suavi hakkındaki duygularını bu mektup
parçası kâfi miktarda gösteriyor. Ayni m e k t u b u n şu satırları
da Suavinin hem gene altı ihtilâlcile, hem Prens Mustafa Fa­
zılla, İl em Kemalle münasebetlerini büsbütün ortaya koyuyor:
«Muhbir, şimdiye kadar, bizden, hiç kimseyi hoşnut etme-
«mişti. Ehemmiyetli bir şey murat buyurulsa 1-5] tahriri b e n d e -
«nize havale olunurdu. Hattâ Muhbir'e nezareti mütemadiye
«icra olunmak üzere burada bulunan arkadaşlardan birile b e n -
«denize sureti mahsusada emir geldi ici.. Diğer bir emirde,,
«bendenizin merciime l''^ olan münasebetim cihetile halim kim-
«seye kıyas olunmayacağı beyan olunmuştu. Halbuki, Suavi
«Efendi kendi teşebbüsü mahsusile çıkan, ve kimseyi memnun
«edemeyen ve nezareti bendenize havale olunan 18] «Muhbir»
«in neşriyatına mezun oldu.»
Kemalin Suavi hakkındaki menfi sözleri, şimdilik, bu k a -
darcıktı. Suaviyi asıl öteki ihtilâlciler esaslı surette sevmi­
yorlardı.
Sekiz ihtilâlciden dört tanesi Suaviye sarahatle şarlatan
diyorlardı: Ziya Paşa, Kayazade Reşat, Menapirzade Nuri,
Kâni paşazade Rifat.
Hele, ihtilâlciler içinde fazla hırçını olan Kâni Paşazade'
Rifate göre, kendisinin ve Suavinin m.üşterek yumrukla tuta-

14] K e m a l i n k s n d i e! y a r ı s i l e , i m z a s ı z , v e ba.sılmamış v e s e n e s i z olar.ık:


5 Ağustos tariiıli mektubundan (Numan Menemencioğlunun dosyasından).
Bu mektupta yıl tarihi yoksa da, «Hürriyet» gazete.çi 28 H a z i r a n 1868
de çıktığına, ve Kemal bu m e k t u l u m bazı satırlarında Mısırlı Pren.s Mus­
tafa F a z ı l d a n gazeteyi ç ı k a r ı r ç ı k a r m a z bırakmıak için emir aldığını yazdı­
ğ ı n a göre, m e k t u b u n tarihi o l a n 5 A ğ u s t o s , 1808 y ı l ı n ı n 5 A ğ u s t o s u d u r . (Bu
mektubun tamamı basılmakta olan «Namık Kemal» ismindeki kitabımdadır.)
[ 5 ] «İstanbulda bulunan Mısırlı Prens Mustafa Fazıl' tarafmdan arzu
olunsa» demektir.
16] « i s t a n b u l d a bulunan PreDS M u s t a f a Fazıl tarafmdan en:ir geldiı-
demektir.
17] «Merciime» den maksat «Prens Mustafa Fazıla» dır.
[8] Prens Mustafa Fazıl tarafından havale olunan.
(61 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

^.•akları bir ihtilâl bayrağı artık ortada yoktu. Ve Rifate göre


Suavi, Ali Paşaya arzuhal yollayarak kendi kendini inkâr et­
mişti L9]. Rifat «Hakikati Hâl Der Defi İhtiyal» ismiyle ve 7
Bamazan 1286 tarihile Pariste çıkardığı broşürde Suavi ile eğ­
leniyordu; Suavi «acayip allâme» idi; ve Suavinin yayacağını
«UKım» gazetesinde ilân ettiği 25 ilimden bir tanesi cince, bir
tanesi de fenikiyaca idi. Bu mecmuada (Suavinin Pariste çı­
kardığı Ulûm Gazetesi ismindeki mecmuada) Suavinin «bah-
«setmek davasında bulunduğu ulûm ve maarif tarihi kadim, il-
«mi ensab, siyasiyat, ilmi maadin, ulûmi tabiiye, hat, lügat, li-
«san...» dı ve bunların arasında «cince ve fenikiyaca bile» var­
dı. Ve gene Kâni Paşazade Rifatm tâbirile «acayip bir allâme»
olan Suavi «ingilizce ve fransızca yazılmış gazeteleri okumak-
«tan bihakki hudâ» acizdi i-ioi.
Kâni Paşa zade Rifatin bu hücumları Suavi Londradaki
Muhbir gazetesini kapayıp Pariste «Ulûm Gazetesi» ni çıkar­
dıktan sonra idi. Fakat bir tarafta Suavinin diğer tarafta Ka­
ya zade Reşatla Sağır Ahmet Bey zade Mehmedin durarak bir­
birine kızmalarının mazisi epeyce eskidi; Hürriyet gazetesinin
çıktığı tarih.
Suavi kızıyordu: Hürriyet, ne diye Reşadm imzasile çık­
mıştı? Reşatla Mehmet de kızıyorlardı: Kendilerinin İstanbul­
daki ailelerine l^^'l, Suavi, ne diye, kocalarının Avrupada çap­
kınlık ettiklerini yazıyordu? Hem de yalan yere?
Bu yalan, biraz sonra fecîleşti: Kaya zade Reşadın Avru­
palı bir kadınla evlendiği İstanbuldaki Zahiye Hanıma yazılıyor­
du. Yedi ihtilâlci bunu Suavinin yazdığını sanıyorlar. Zaten
Reşadm, vaktile Corcina isminde bir kadını sevdiğini, Zâhiye
Hanıma Avrupada Suavinin yazdığına Kemal ve arkadaşları­
nın verilmiş bir kararları vardı. Evlenme haberi üzerine, Zâ-

19] K â n i P a ş a z a d e Riratin b u i d d i a s ı n ı n d o ğ r u o l m a d ı ğ ı n ı K e m a l l e Z i y e
Hürriyet gazetesinde itiraf ettikleri gibi Ebüzziya, Yeni Tasviri Efkârda,
Y e n i O s m a n l ı l a r T a r i h i i.smindeki t e f r i k a n ı n 101 inci .sayısında. S Û a v i k e n ­
di gazetesinde yazar.
:1ü] E b b u z i y a , «Yeni O s m a n l ı l a r Tarihi», tefrika: 105.
L l i ] R e ş a t e y i n karısı Z â h i y e v e M e h m e t B e y i n n i ş a n l ı s ı S â l i k e H a n ı m ­
lara.
A L I s U A V i 65
hiye Hanım Kemale bunu bir mektupla soruyordu. Kemal de
yazdığı cevapta kendi karısının üzerine «talakı selâse» ile ye­
min ederek bu haberin yalan olduğunu bildiriyordu 112].

Bu hususî dedikoduları Suavinin yaptığı hakkmda vesika


yoktur. Yalnız Avrupadaki sekiz Türk ihtilâlcisi içinde, Kemal
iki kişinin çapkınlık etmediğini babası Mustafa Asım Beye bir
mektubunda yazarken bu kâğıttaki iki günahsızdan biri bizzat
Kemal, öteki Suavidir. Reşadm çapkınlığına, Suavinin kızması­
na kendi perhizkârlığınm gururla karışık öfkesi belki sebepti,
bunu Reşadm hanımına yazmasında da belki Hürriyet gazete­
sini Reşadm çıkarmasma kızması âmildi. Fakat bütün bunlar,
demin dediğim gibi, hep birer ihtimaldir, Vak'a olan bir tek şey
vardır; Suavinin Avrupada yaptığı siyasî dedikodular... ve
bunlar vesikaya muhtaç değiller: Bunları Suavi kendi gazete­
sinde kendi el yazısile 'i^] basar.
Lion'da çıkardığı gazetede, Suavi «Mısırlı Prens Mustafa
Fazıl], Avrupadaki Yeni Osmanlılar Cemiyetlerinin reisliğin­
den attılar; çünkü Mustafa Fazıl Çarlık Rusyasınm elçisile uyuş­
tu» diye yazıyordu:
«Fazıl Paşa, Yeni Osmanlılar Cemiyetinin reisi idi. Lâkin,
«İstanbulda, Rusya sefirile uyuştuğu gündenberi, yâni bundan
«bir sene akdem, Cemiyetin ekseriyeti ârâsile riyasetten azlo-
«lunup cemiyetten ihraç edildi. Bir de Yeni Osmanlılar Cem.i-
<yeti hâlâ mevcut, ve evvelkinden daha kavidir [14].>.
Suavinin bu sözleri isbat edilmeye çok muhtaçtı. Bu yazı­
nın basıldığı 1870 Kânunuevvelinde Yeni Osmanlılar diye bir
Cemi^'et yoktu ve yok olan şev Suavinin iddia ettiği gibi, es­
kisinden daha kuvvetli nasıl olurdu? Ziya artık. Kemalden a y -

1121 K a v a zade Reşadm kızı Ubeyde Ziya Fergar'daıı aldığım nottan


Ziya F e r g a r vasıtasile).
11.3] L i t o g r a f y a ile b a s ı l a n b u g a z e t e S u a v i n i n el yazı.sıle çıkıyorr.'u,
(141 22 K â n u n u e v v e l 1870 taribli ve «Fazıl Paşanın «Muhbir» tahriri
• rüfekasından v e Y e n i O s m a n l ı l a r â z a s ı n d a n .Ali Suavi» i m z a l ı y a z ı d a n - ıRtu-
vakkaten Ulûm Müşterilerint:» ismile Suavinin Lion'da çıkardığı mecmua,
sayfa: 152. -
5
66
rılmıştı, ve artık Prens Mustafa Fazılın değil, Hidiv îsmailin
taraflısı idi. Sağır Ahmet Bey zade Mehmet Bey ve Hüseyin
Vasfi Paşa [15] isminde padişaha dargın bir asker paşası Ce-
nevrede «İnkılâb» isminde, kendi hesaplarına bir gazete çıka-
rıyordular. Kâni Paşa zade Rifat cemiyetten ilk çekilendi [161.
Hâsılı Avrupadaki Türk ihtilâlciliğinin bünyesi artık r a h a t
değildi, ve dedikodularla geçen günler bir hastalığın incuhation
devriydi.
Avrupadaki Türk ihtilâlinin hastalandığı, en çok, Suavinin
yazılarından belli oluyordu. Onun Lion'daki gazetesinin h e r
nüshasında bir Türk ihtilâlcisi fena adamdı: Bazan Kemal, ba­
zan Rifat, bazan da Agâh.
Hattâ Çapan oğullarından Agâh Efendinin fena adam ol­
duğunu, Suaviye göre, Londradaki Lord Stanley bile anla­
mıştı:
Suavinin demesine göre f i ' ? ] , Lord Stanlay İngiltere h a r i ­
ciye nazırı iken şöyle demişti:
— Devleti Osmaniye bugün olmazsa, yarın muhakkak yı­
kılacak.
Bu söze karşı o vakit Londrada bulunan Agâh da, USl gene
Suavinin demesine göre, Stanlay'e bir mektup yazıp hak v e r ­
mişti :
«Ne haklı buyurdunuz, ne keramet eylediniz.» ve mektubu
şu türlü imzalamıştı:

[15] L i v a r ü t b e s i n d e olan bu zatan İ s t a n b u l d a p a d i ş a h a l e y h t a r l ı ğ ı etti­


ğ i n i s a n a n S u l t a n A z i z r ü t b e s i n i almıştı. H ü s e y i n Vasfi P a ş a da Avrupaya
kaçmıştı.
H ü s e y i n Vasfı Paşa, sadrazam M ü t e r c i m Rüştü Paşanın damadı idi.
[16] K e m a l tarafından, babasına Avrupadan şifreli yazılan ve deşifre
e d i l d i ğ i için, k e n d i y a z ı s i l e olma.van «27 Mayıs» tarihli v e b a s ı l m a m ı ş mek­
tubundan: Kâni Paşa zade Rifat «Şûrayı D e v l e t âzalığını gözüne kestirerek
•mesleki hamiyetten irtidad ile hükümetin kıçına .sokuldu, f ı r k a m ı z d a en
« e v v e l z u h u r u ihtilâfa s e b e p oldu.»
ni7] « M u v a k k a t e n U l û m M ü ş t e r i l e r i n e » , S. 136-138.
[18] S u a v i n i n o y a z ı d a k i n o t u :
• H â l â L o n d r a d a d ı r ki, bazı l â y ı k s ı z h a r e k â t ı n a m e b n i F r a n s a hükümeti
• t a r a f ı n d a n sadır olan e m i r ü z e r i n e F r a n s a t o p r a ğ ı n d a n b u s e n e t a r d - û - i h r a ç
«olunmuştur.»
A L i sUA V i 67

«Fazıl Paşa i^^] politikasının acentası Agâh.»


Stanley Agâhın kâğıdını okuyunca §u tarzda beğenmemişti:
«Bir sahici İngiliz benim dediğim gibi diyebilir. Fakat bir
«sahici Türkün eli böyle bir mektup yazmaya varmaz.»
Ve İngiliz devlet adamının böyle dediğini Suaviye L20] Ber-
trand bir mektupla bildirmişti.
Suavi, böyle bir kâğıda Mustafa Fazıl Paşanın politika
acentası diye Agâh'm attığı imzaya Fazılın razı olmayacağım,
sandığmı yazdıktan sonra, Agâh hakkındaki acı satırlara Mus­
tafa Fazılı da sokarak devam eder:
«Derhal, İstanbulda, ol vakit- tariki ikbalini düzeltmeğe
«başlamış olan Paşa'ya (Mustafa Fazıl Paşaya) Meseleyi tafsi-
«len yazdım. Bin kere böyle işler olup ta, cevaba nail olduğum
«halde, bu meselede bir cevaba' destires olamadım. Fakat tari-
«hi mektuptan yirmi gün sonra, Lizbonne sokağında 11 numa-
«ralı hanede Paşa'nın serkâtibi olup, maaşlarımızı vermeğe
«memur olan Mösyö Sakakini'ye maaşımı almak üzere gitti-
«ğimde, bana der ki: «Son Altesse Prense (Mustafa Fazıla) bir
«mektup yazmışsın. Bana yazdığı mektupta şu iki satırı oku-
«maklığımı emrediyor. İşte, diyor ki, Suaviye şurasını oku;
«C'est une betine. Türkçesi: hamakat, akılsızlık.
«Ben derdim ki; «Bu vakıada bana dokunur bir şey yok.
«Ben, Agâh'ın böyle mektup, böyle imza kullanması talimat ile
«olduğunu zannetmemiştim..»
Suavi, makalesinin yukarısmdanberi Agâh hakkmda yaz­
dığı fena şeyleri son cümleyle Prens Mustafa Fazıl hakkmda da
çok kısa ve çok kuvvetli olarak yazmış oluyordu.
Hâsılı Suavinin Avrupadaki Türk ihtilâlcileri arasında, ar­
tık fena olmayan bir kişi yoktu.
Kernal, memleketi kurtarmak için bir araya toplanan in­
sanların birbirlerini fena adam. sanmalarının acısını yıllarca
unutamayacak, ve Midillide henüz mutasarrıf olmayarak sade
sürgünken, henüz damadı olmayarak, sade inandığı bir genç
olan Menemenlizade Rifate bu ıstırabını yazacak:

[191Mısırh P r e n s M u s t a f a F a z ı l P a ş a ,
120] F r a n s ı z a r k e o l o g u A l e x a n d r e Bertrand (1320-1902),
68 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«Biz, bu suizan, bu birbirimizin halini, derdini anlamağa


«ademi tenezzül dâhiyesile mahvolup gideceğiz. Âli Paşa, Fuat
«Paşa otuz yıl devletin etini yediler. Nöbet kâh birine, kâh di-
«ğerine geldi; bir gün birbirine karşı durmadılar. Biz ise hami-
«yet fırkası olacağız, milletin etini yemiyorsak ta ona bedel
«birbirimizin etini yemekten de bir gün hâli olmuyoruz. Mos-
«kof beygirleri, sekiz saat kadar olsun, birbirlerinden ayrıl-
«madan gitmeğe muktedir oluyorlar. Biz, onlardan da âciz ka-
«lıyoruz. Bir meslek esbabından iken birbirimizin nazarında
«birbirimizden fena kimse bulunmaz r^i].,.
Zaten, bizde fertlerin cemiyet olamamasından dolayı duy­
duğu ıstırabı Kemal, gene müstakbel damadı Rifate yukarıki
mektuptan dört ay evvel gönderdiği kâğıtta daha zehirli olarak
yazmıştı:
«İane Cemij^eti hakkındaki teşebbüsünün [22] hükümsüz
«kalacağını o zaman tahmin etmiştim. Keyfin kaçmasın diye
«mürevviç bulundum. Bizim memlekette böyle umuru hayri-
«yeye değil, hattâ k a n oynatmağa on kişi karar verseler, için-
«den sekizi kavlinde 'iadık çıkmaz [2:*1.»

[21] K e m a l i n k e n d i el y a z ı s i l e 20 Z i l k a d e ,95 tarihli, imzalı v e b a s ı l m a ­


m ı ş m e k t u b u n d a n ( N u m a n M e n e m e n c i o ğ l u n u n do.syasından).
[22] M e n e m e n l i z a d e R i f a t B e y , B o s n a İ a n e C e m i y e t i d i y e bir h a y ı r b i r ­
liği y a p m a k i s t e m i ş , v e M i d i l l i d e k i m ü s t a k b e l k a y ı n b a b a s ı K e m a l e b u n u İ s ­
t a n b u l d a n y a z m ı ş t ı . «İane C e m i y e t i » n d e n K e m a l i n m a k s a d ı b u d u r .
[23] K e m a l i n k e n d i el y a z ı s i l e , i m z a l ı v e 16 Ş a b a n 95 tarihli v e b a s ı l ­
mamış mektubundan (Numan menemencioğlunun dosyasından).
SUAVİ İLE KEMAL DOST

Üç Suaviden, Avrupaya gitmeden evvelkisi Namık Kemal­


le bir nevi dosttu; Avrupaya gittikten sonraki Suavi, Kemalle,
bir müddet gene bir nevi dost ve sonra samimî düşmandır; Av­
rupadan döndükten sonraki Suavi, Kemale hep düşman.
Avrupaya gitmeden evvelki Suavinin, Kemal kendini gör­
meden adını biliyordu. P'ihbe telgraf mem^uruna Kemalin Fili­
be rüşdiye hocası ve mahkeme kâtibi Ali Suavi Efendi hakkın­
da yazdığı kâğıt bunun bir vesikasıdır m .
Kemal, bu mektubunda, Suaviyi pek çok beğendi: Suavi
Efendi Türk vatanını süslemek için Tanrının dünyaya gönder­
diği pırlantaydı. Uzaktan onun böyle bir elmas olduğunu ilk
keşfeden Kemal, Suavi Filibeden Tstanbula geldikten ve «Muh­
bir» de gazeteciliğe başladıktan sonra kendisile arkadaş olma­
sın mümkün değil. Üstelik Suavi, Kemalle arkadaşlarının kur­
duğu Yeni Osmanlılar ismindeki komiteye de girmişti.
Gazetecilik ve komiteoilik çok arkadaş olmalarına kâfi se­
bepti. Ve bu yeni dostu Suavinin gazetesini Kemal, Tasviri Ef­
kâr'da methetti: Ramazandan biraz evvel «Muhbir» diye bir
gazete çıkmı.ştı, okunmaya lâyıktı, çünkü hem havadis veriyor,
hem. de halkı «maarife ve kisb-ü kâra» teşvik ediyordu
Bu medihten on altr gün sonra, Suavinin muhtaçlara yar­
dım hakkında .yazdığı makaleyi Kemal şu iltifatlı mukaddimey­
le Tasviri Efkâr'a koyuyordu: «Hamiyeti milliyesini maarifi di-
«niye tezyin etmiş olan Ali Suavi Efendi tarafından matbaa-

r i ] « N a m ı k K e m a l » adlı k i t a b ı m ı n Politika k ı s m ı n d a , 50 n c i sayfada


bu m e k t u b u n K e m a l i n el y a z ı s i l e olan m ü s v e d d e s i n i n k l i ş e s i vardır.
12] T a s v i r i Efkâr, N o . 452, 11 R a m a z a n 1283, K e m a l i n Ramazanın ta­
rif a h v a l i n e dair m e k t u b » u.
70 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«miza gönderilen lâyihadır ts].» Bu medih, yalnız arkadaşlık


eseri değildi. Hâdiselere bakarken Suavi, Kemal, hattâ Kemalin
hocası S inası, birleşiyorlardı, muhtaçlara yardımı Kemal ve Şi-
nasi de yazmıştılar. Yalnız ayni köşede başka yollardan gelerek
birleşiyorlardı. Muhtaçlara yardıma Şinasi ve Kemal Türkün,
Suavi m ü s l ü m a n m şiarı diye bakıyordu.
Fakat bu ayrılık ne neticeyi zayıflatıyor, ne aralarındaki
mütekabil takdiri azaltıyordu. Bilâkis birbirlerini tamamlıyor-
dular. Zatan Suavinin muhtaçlara yardım hakkındaki makalesi
yalnız Kemalin iltifatlı mukaddimJesile başlamakla kalmıiyor,
b u yazının şu ilk satırı da Kemalin bu mevzudaki makalesile
bahse giriyordu: «452 nurnaralı Tasviri Efkâr bir makalei mah-
«susa neşrile milleti islâmiyeyi muhtacîn hakkında bir ianei
«muntazamaya davet etmiş t^l» ti.
Hâsılı çok arkadaştılar.
Bu arkadaşlığın bir başka vesikası da Suavinin Mnhbir ga­
zetesini Âli Paşa kapattığı zaman Kemialin Tasviri Efkâr'da çı­
kan yazısıdır r^^. Fakat Kemal, bu yazıda, Suavinin gazetesi­
nin fikrini tamamen paylaşmıyordu. Bu ufak ayrılışlara rağ­
men, Suavi ile Kemal İstanbulda mütemadiyen, A v r u p a y a kaç­
tıktan sonra da bir müddet dostturlar l^O].
Fakat Suavi ile Kemal arasındaki dostluğun içi yoktu. Bir­
birlerini sahiden sevdikleri tarihçinin tetkikine muhtaçtır. Za­
ten aralarında mizaç benzerliği, yok denecek kadar azdır. Hattâ
beğendikleri adamlar bile ayrıydı. Herkesi kolay beğenmiyen
Suavi, Tunuslu Hayrettin P.aşayı, Akvem-ül-Mesâlik adındaki

[ 3 ] S u a v i , K e m a l i n b u iltifatına o k a d a r s e v i n i y o r d u k i «Tasviri Efkâr»


da ç ı k a n makale.sini, b a ş ı n d a k i bu iltifatlı i b a r e y l e biı-likte «Muhbir» de
( N o . 11 v e 27 R a m a z a n 12831 t e k r a r b a s ı y o r d u .
[ 4 ] S u a v i n i n 7 n u m a r a l ı v e 18 R a m a z a n 1283 t a r i h l i «Muhbir» e a l a ­
r a k y u k a r ı k i satırlarla b a h s e t t i ğ i K e m a l i n m a k a l e s i «Tasviri Efkâr» ın 452
n u m a r a l ı v e 11 R a m a z a n 1283 t a r i h l i n ü s h a s ı n d a ç ı k a n v e « B e n i â d e m a z a y ı
yekdigerend» başlıklı olan yazıdır.
15] B u y a z ı «Namık Kemal» i.simli k i t a b ı m ı n P o l i t i k a k ı s m ı n d a 63 ü n ­
cü sayfada başlıyan kısımdır.
16] K e m a l i n Suavi hakkında Avrupada bir m ü d d e t devam eden bu
dostluğun hikâyesi bu y a z ı l a r ı n « L o n d r a d a .sarıklı gazeteci» ve «Gümrük
m e m u r u A h m e t Efendi» fasıllarındadır.
ALİ SUAVİ 71

kitabından L7] iktibaslar yapacak kadar beğeniyordu. Bu ikti­


baslar Suavinin Tariki Necat ismindeki ufacık eserinde bile
dört tanedir W., Sonra, Suavinin beğendiği insanlar arasında,
vezir Abdurrahman Sami Pasa, ve oğlu Suphi Paşa vardı.
Halbuki Kemal Tunuslu Hayrettin Paşayı, Suavinin beğen­
diği Akvem-ül-Mesâlik ismindeki kitabından dolayı beğenmi-
miyordu. Ve bunu beğenmediği şu mektubunda, Suavinin tak­
dirine nail olan Sami ve Suphi Paşaları da beğenmiyordu:
«Hayrettin Paşanın Trablusgarp valisi olması Şûrayı Dev-
«let riyasetine getirilmesinden hayırlıdır. İstanbula hiç gelme-
«mesi daha hayırlı idi. Çünkü Paşa şöhreti gibi bir adam değil-
«dir. Akvem-ül-Mesâlik Kâni Paşa zadenin (Rifatin) «Hukuk»
«kitabından çok aşağı bir eseri nevhevesânedir. Başka yer-
«de [91,belki Buhara veya Tahranda bir iyi sadrazam olabilir.
«Fakat biz, ne kadar aşağı olsak, Tunustan m e m u r dilenecek
«kadar aşağı değiliz [lOl Mehmet Ali Paşanın (Kavalalı Mehmet

171 T u n u s l u H a y r e t t i n P a ş a n ı n b u e s e r i «Alivem-ül-mesâlik» tir. Ba­


zıları, bu k i t a p o n u n o l m a d ı ğ ı n ı y a z ı y o r l a r s a da, k e n d i s i n i v e d e v r i n i ya­
kından tanıyan Namık Kemal v e Suavi onun olduğunu kabul ediyorlar.

18] S u a v i n i n «Tariki N e c a t , i s m i n d e k i e s e r i n i n 48 i n c i s a y f a s ı n d a n :
«Akvem-ül-mesâlik» n a m k i t a p t a d e r ki: « K a n u n - ı S ü l e y m â n î mukte-
«zasınca s î r e t - i s e l â t î n e n e z a r e t m e s e l e s i n d e ol v a k t i n u l e m a ve vüzerası
« m ü a h h a r e n A,vrupa d e v l e t l e r i n d e k i m i l l e t m e c l i s l e r i m a k a m ı n d a v e belki
«daha âlâ bir d e r e c e d e idi ki, A v r u p a l ı l a r d a h ü k ü m e t i m e s ' u l t u t a c a k y a l ­
anız «vâzı-ı d ü n y e v î » dir. M ü s l ü m a n l a r d a b u « v â z ı - ı d ü n y e v î » «vâzı-ı d i n î .
«ile m ü t e e y y i t idi.»
Suavinin ayni eserinden (S. 54):
« A k v e m - ü l - M e s â l i k n a m k i t a p t a F i r a k î h a z r e t i n d e n ş ö y l e bir f e t v a n a k -
«leder.»
Suavinin ayni eserinden (S. 57);
• A k v e m - ü l - M e s â l i k t e İ b n - ü l - A r a b î h a z r e t i n d e n nakletti.»
Suavinin ayni eserinden ( S . 663:
«Bunun cevabı A k v e m - ü l Mesâlikte mutasavver olduğundan.»

19] Y a n l ı ş l ı k l a «yerde» v e y a h u t b u n a b e n z e r bir k e l i m e y i u n u t u r , i l â ­


v e ettim.

[10] Y a n l ı ş l ı k l a «değiliz» i «değildir» y a z a r .


72
«Ali Paşanın) en mümtaz memurlarım almıştık, hangisin-
«den istifade ettik? Şaban 95 » 2 ] . »
A h m e t Vefik Paşa ile Mithat Paşa da Suavi ile Kemalin ay-
ıııldıkları iki noktadır: Suavi, Ahmet Vefik Paşayı hayat bo­
yunca, beğendi. Mithat Paşaya gelince, Suavi, Murad V. in cü­
lusundan sonra, günün adamı olan Mithat Paşa'yı muvakka­
ten methetti ri3]. Hamit II. nin cülusundan sonra Avrupaya
töirülen Mithat Paşayı gazete makalelerile mütemadiyen ba­
tırdı. Kemal bunun tamamen zıddıdır: Ahmet Vefik Paşanın
mütemadiyen aleyhindedir, ve Mithat Paşanın da ebediyen
havranı.

1111 S a m i , S u p h i v e Yu.suf K â m i l P a ş a l a r ı .
[12] K e m a l i n kendi el yazısile damadı Menemenli zade Rifat B e y e g ö n ­
derdiği ve basılmamış mektubundan (Numan Menemencioğlunun dosya­
sından).
[ 1 3 ] M u r a t V z a m a n ı n d a S u a v i n i n f r a n s ı z c a olarak k e n d i i m z a s i l e bas­
tığı « M o n t e n e g r o » i s m i n d e k i v e p a d i ş a h a bir ithaf m e k t u b i l e b a ş l ı y a n v e b a ­
şında gene ayni padişahın (Murat V in) r e s m i o l a n kitapta, S u a v i Mithat
Paşayı beğenir.
SUAVİ NAMIK KEMALE DÜŞMAN

Suavi Avrupaya gittikten sonra bir müddet, ve İstanbula


döndükten sonra b ü t ü n bir ömür Kemale düşmandn\ Avrupa­
daki düşmanlık «'Muhbir» gazetesinin kapanmasile ve Mısırlı
P r e n s Mustafa Fazılın bu gazete için Suaviye bağladığı aylığın
kesilmesile başladı. Bu suretle başlıyan düşmanlık, Avrupadan
İstanbula dönen Kemali burada da takip etti.
Suavinin «Lion» da çıkardığı gazetedeki m yazısından:
«Kemal Bey, yedinde bulunan Hüsnü Paşa L2j mektubu-
«nun muktezası üzere İstanbula vusulünde doğruca Zaptiye
«Müşürüne rûmâl olup pazarlığı uydurmuş olduğundan, kendi-
«sinden ihtiraz olunması ihvanı vatana rica olunur 13].»
Gene o gazeteden:
«Rifat Beyin 14] namussuz sebeplere teşebbüsle İstanbula
«avdet ettiğini Kemal Bey ta'yib-ü takbih edip, aleyhinde,
«bendler yazmıştı. Şimdi kendisi irtikfıbı emsal ile İstanbula
«gitti 15J.»
Bunlar, zeki iftiralar değildi. Kemal «pazarlığı uydura--

[1] Bu gazetenin ismi «l\'[uvakkaten Ulûm Müşterilerine., dir. Suavi


Londradaki Mulıbir gazetesi kapandıktan sonra. Pariste çıkardığı «Ulûm»
gazetesini 1871 Fransız-Alman .savaşında orada çıkaramamış, onun yerins
«Muvakkaten U l û m Müşterilerine» ismindeki gazeteyi Lion'da çıkarmıştı. Bu
gazete hacmile mecmuaya, sayfalarının yüz numarayı geçerek teslsül etme-
s i l e kitaba, y a z ı l a r i l e gazeteye benziyordu. Birinci sayısının sayfaları 1 ra-
kamile başlayıp 16 r a k a m i l e b i t i y o r d u . Y e s o n s a y f a s ı n d a şu vardr. 30 Ey­
l ü l f r e n g i . 3 R e c e p 1287, an L i o n , S u a v i . ( B u g a z e t e n i n , y a z ı l a r ı m d a iktiba.slar
yaptığım nüshaları Selim N ü z h e t Gerçek'in hususî kütüphanesindendir.)
12] Z a p t i y e M ü ş ü r ü H ü s e y i n H ü s n ü Paşa.
13] S u a v i , «Muvakkaten Ulûm Müşterilerine» S. 141.
14] Y e n i O s m a r d ı l a r d a n K â n i P a ş a z a d e R i f a t B e y .
15] S u a v i , «Muvakkaten Ulûm Müşterilerine., S. 141.
74 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

cak» adam olsaydı, kendisini Osmanlı devletinin Zaptiye Mü-


şürüne satmaz, Mısır Hıdivi İsmaile kiralardı. Herhalde Mısır­
daki kira bedeli İstanbuldaki satış parasından daha çok tutardı.
Kem.alin Avrupadan döndükten sonra «uydurduğu pazar­
lık» ta mutasarrıf diye Geliboluya zımnen sürgün gitmesi, ve
kalebent olarak Magosaya açıktan sürüknesidir.
Bilhassa bu bakımdan yukarıdaki iki fıkra zalim iki yazıy­
dı. Fakat Suavi bundan daha zalimini yazmıştı: Kemalin İs­
tanbula dönüşünü anlatan yazıyı... Kemal İstanbula döndük­
ten Zıya, Hıdiv İsmaili sevmeye başladıktan. Prens Mustafa
Faail da Suavinin aylığını kestikten sonra, Suavi Avrupada o
derece muallâkta kalmıştı ki, Kemalin İstanbula dönüşünü, et­
rafa çok fena göstermek tek tesellisi idi.
Kemalin Avrupadan dönüsü hakkında yazdığı makaleye
göre, Suavi, güya Kemalin Avrupadan neden döndüğünü bil­
miyordu. Avrupada kalan Suaviye güya, İstanbuldan bir mek­
t u p geliyordu, ve güya, bu dönüşün sebebini Suavi bu kâ­
ğıttan öğreniyordu. Güya bu mektuba göre. Kemalin İstanbu­
la dönmesi için babası uğraşmıştı. Güya, Kemal, o sırada Âli
Paşanın aleyhinde yazdığı hiciv kıt'asını inkâr etmişti, güya Âli
Paşa buna memnun olup Kemalin Avrupadan İstanbula dön­
mesine izin vermişti.
Bir yığın «güya».
Bu «güya» İl satırların içinde «güya» sız bir tek şey var­
da': Kemalin İstanbula dönmesi hakkında Zaptiye ÎMüşürünün
ona yazdığı izin mektubu. Ancak, bu mektup suretinin de bir
başka mektup içinde İstanbuldan Suaviye gönderildiği doğru
değildi; çünkü, bunun doğru olmasına sebep yoktu; çünkü bu
izin mektubunu İstanbulda «Terakki» gazetesi basmıştı ve Sua­
vi güzel güzel bunu, Avrupaya gelen o gazeteden okumuştu.
Yalnız, Suavi bu izin mektubunu o gazeteden aldığını ya­
zamazdı. Çünkü Kemale, Zaptiye Müşürünün gönderdiği 300
frank yol parasını Suavi silerek yerine dört nokta koymuştu:
«Masarifi seferiyeniz için... '''''] verilm.esine dair tarafı se-

L71 B u r a y a S u a v i şu n o t u y a z a r : «Burası b e y a z açık o l u p kaç k o r u s -


«tur b i l i n e m e d i . »
A L İ S U A V İ 75

«nâveriden devletlû Cemil Paşa hazretlerine tö] yazılan tah-


«riratı âcizî lef fen savbı vâlâlarma gönderilmiştir [9].»
Bu noktaların sayesinde 300 frank meçhul kalacak ve bü­
y ü k para olacaktı (meçhuliyetin verdiği hacimle.)
Zaten Kemal bu 300 frankı da almamıştı. Bunu yıllarc S. sorı-
ra damadına gönderdiği ve günün birinde basılacağını bil­
mediği bir mektupta aile hasbıhali olarak, yazacak [lOl.
Fakat Suavi Zaptiye Müşürünün Kemale gönderdiği mek­
tupta parayı meçhulün noktalarile büyültmekle kalmıyor, bu
mektubun altına fena şeyler de yazıyordu. Halkın âbide - adam
diye baktığı Kemali mutat insanlardan da daha küçük göster­
mek için «bizim bildiğimiz Kemal Bey böyle şeyler yapmaz»
tarzında şeyler f H ] .
«Beyan 112] »
«Kemal Beyin Zaptiye Müşürü Hüsnü Paşa ile olve'çhile
«muhaberesi bizce meçhul. Ve zannetmem. Zira beyin şimdi-
«yedek gösterdiği sebat buna ihtimal vermez. Acaba sadrazam
«hakkında olup ta «Kemal Bey inkâr etmiş» denilen kıt'a nasıl
«şeydir? Kemal Bey bugünedek o yolda çok kıt'alar inşat eyle-
«di Ezan cümle...»
Diyor, ve
Âli hu Devleti sana muhtaç gösterip...
ve:
Ağlamaz ını haktp ahvâl-i perişanımıza...
mısralarile başlıyan kıt'aları yazıyordu.
Kemalin vaktile söylediği bu hicivleri, Suavinin, şimdi ye-

[8] P a r i s t e O s m a n l ı d e v l e t i b i ' y ü k e l ç i s i v e -Tanzimatçı Reşit Paçanın


oğlu vezir Cemil Paşa.
[91 Z a p t i y e JVlüşürü Hüsnü Paşanın 12 C e m a z i y e l e v v e l 87 ve 28
T e m m u z 86 t a r i h i l e A v r u p a d a k i N a m ı k Kem.ale g ö n d e r d i ğ i m e k t u p t a n .
(10] « N a m ı k Kemal» ismile basılmakta olan kitabımın «Politika, kıs­
m ı n d a K e m a l i n k e n d i el y a z i s i l e o l a n b u m e k t u b u n k l i ş e s i v a r d ı r .
111] S u a v i , « M u v a k k a t e n U l û m M ü ş t e r i l e r i n e » , S. 56, 57.
[12] S u a v i «beyan» kelimesini «mütalea» mânasına, «tenkit» mevkiin­
de, v e medre.se i t i y a d i l e h a k i k a t i tebyin mefhumunun veciz şekilde ifa
desi olarak kullanıyordu.
76 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

niden kendi gazetesinde basmaktan maksadı şuydu: Âü Paşa


ile barışarak İstanbula dönen Kemalin eski hicivlerini Paşaya
hatırlatarak barışmalarının gayri tabiî olduğunu kendilerin^
göstermek.
Fakat onların bozu.şmalarma bu eskimiş ve kini yıpranm'ş
hicivler ,ya kifayet etmezse? Ve suavi, gazetesinde. Kemalin
yeni bir hicvini daha ilâve ediyordu:
«Ali, acaba ahire ermez mi zemaran?
«Eşrût-t kıyâtnetle mi hemhal cla.vaV:sın?
«Cismin hv. kadar haml-i sakil ezmedi, gitti,
«Ey vıüfsid.-ı har vd,r ise Deccâl olacaksin.->,
Bu üçüncü kıt'a Kemalin değildi. Bunu Suavi de bildiği
için, kıt'anm Kemalin eseri olduğunu tasrihe kendinde m.ecbu-
riyet görüyordu; ve kıt'anm altına şunu ilâve ediyordu:
Kemal Bey «meşreb-i sebatı müsellem olduğundan kendi-
«nin olan kıt'ayı inkâr denaetini ve hususa hicvetmekte oldu-
«ğu eşhasa müracaat rezaletini irtikâp eylem.ez» di.
Bu şiirin Kemalin olmadığı bazı kelimelerinden çok bel­
liydi:
Kemal «Müfsidi har» demezdi; «âhire ermez mi zemanm»
gibi tufandan evvelki nazım ifadelerini kullanmazdı.
Suavi, İstanbula dönen Kemalin hicivlerini Âli Paşaya ha­
tırlattıktan sonra bir taraftan da Kemalin vaktile padişah düş­
manı ve kendisinin padişahçı olduğunu Avrupadaki gazetesin­
de Sultan Azizin Dolmabahçe sarayında duyacağı sesle haykı­
rıyordu. Fazla sâdedil olmağa katlanarak inkılâpçılara karşı
kendisinin aleyhine çıkacak sözlerle kendi padişahçılığını padi­
şaha haber veriyor, ve padişahla Kemal barışmasınlar diye de
Kemalin padişah aleyhindeki kâğıdını, bir mukaddimeyle ba­
sıyordu:
«Rüfekamızdan gibi görünen bazı zatların efkâr' zatı şa-
«hanenin aleyhine münhasır olup, onlar, bizim efkârımızı tead-
«dî [13] etmişlerdir. Kemal Bey, şimdiyedek, işte o fırkadandır.

113] . B i r i n e teaddi» .şeklinde k u l l a n d ı ğ ı m ı z bu k e l i m e y i S u a v i medrese


u s u l i l e «birini teaddi» olarak y a z a r V e bu ikinci ş e k i l d e «teaddi.- kelimesi
A L İ S U A V İ 77

«Onlar nazarında bizim kabahatimiz, devairi devlette carî olan


«fenalığı nizamsızlığa isnat edip hünkâr aleyhinde bulunmayı-
«şımızdır. Bu meselede Kemal Bey ile mücadelemiz yazılsa bir
«büyük defter olur. Ezan-cümle şu mektup Kemal Beyin hat-
«tu-imzasiyle bana vârid olan muharrerattandır ki, bana isnadi
«ku.sur etmek istemiştir.»
Dedikten sonra Kemalin mektubunu basar: Asker ruba-
larile zırhlı gemilere Abdülâzizin harcadığı paranın tenkidile
başlıyan ve Suavinin padişahçılığma hücumla biten mektubu:
«Kemal Beyin mektubunun sureti»
Fezâil - şiârâ.
«... «Hazineyi aksatan zırhlı gemiler ve asker elbisesi de-
«ğildir, buyuruyorsunuz... Nizamiye hazinesinin topu beş yüz
«bin kese tahsisatı vardır. İstanbulda iken Bâbı Seraskerinin
«en muteber memurlarından aldığım malûmattandır ki,
«tebdili elbise masrafı üç yüz bin keseyi geçmiştir. Topu beş
«yüz bin kese varidatı olan bir hazine, bir iki senede, üç yüz
«bin keseyi sokağa atar gibi israf ederse harap olmaz mı? Do-
«n,anma için ise hazineyi batırırcasına paralar ;sarfettiğimiz
«kabili inkâr mıdır? Verdiğimiz para üç milyon kesedir bor-
«cumuz üç yüz milyon kese. Böyle borcun içinde üç milyon l:e-
«seye ehemmiyetsiz nazarile bakılabilir mi? Gemileri siz tah
«sin eder misiniz? Aldığım inayetnamelerin birinde fi^ı «Mek-
«tubi hakikat - üslûp tı^]» vasfiyle sitayiş bile etmiştiniz. Şim-
«di neden mevaddi mündericesi cerholunuyor? Yo.ksa İstanbul-
«dan «hünkâr gazeteyi okuyor» diye yazmışlardı, ona itimat
«buyurdunuz da hünkârı gücendirmemek, ve o yolda bir iş gör-

bizim istimalimize uymayarak «tecavüz» m â n a s ı n a da gelir. M a l û m d u r ki,


bu k e l i m e b i z i m i s t i m a l i m i z e m.uvalık o l a n ş e k i l d e « z u l m e t m e k » mânasına
gelir.
114] B u m e m u r l a r d a n b i r i n i n S e r a s k e r M ü s l e . ş a n A h m e t E f e n d i olması
m u h t e m e l d i r , ç ü n k ü K e m a l o n u n l a dosttu, v e p a d i ş a h o l d u ğ u z a m a n , A b d ü l ­
h a m i t II y e s a r a y b a ş k â t i p l i ğ i i ç i n K e m a l o n u t a v s i y e e d e c e k t i .
115] K e m a l , S u a v i d e n aldığı m e k t u p l a r ı n b i r i n d e d e m e k istiyor.
[16] Y a n i Suavi Kemalden bu mevzuda aldığı m e k t u p için, «mektubi
h a k i k a t üslûp» d e m i ş t i .
(ö S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«mek mi istediniz? Buradaki Cemiyet, cemiyeti hürriyettir, ben


«de liürrüm, onun için azalığile müftehirim. Hür olan reyinde
«serbest olur, reyini serbest söyler. Yemin ederim ki h ü n k â r
«gazeteyi okumaz, okusa da anlamaz, anlasa da müteessir ol-
«maz, müteessir olsa da elinden bir hayır gelmez. "Muradınız,,
«hünkâr ile iş görmek ise onu İstanbulda düşünmeliydi. Feta-
«net ve malûmatı fevkalâdeniz ve, şöhreti fezaliniz dünyayı
«tutmuşken, az irade ile birkaç ayda hünkâr hocası olabilirdi-
«niz. Billâh vallah, bu me.slekte devam edersek halkın naza-
«rında bir paralık oluruz; ne vükelâya karşı durabiliriz, ne üze-
«rimizdeki sıfatı milliye kalır. Herkes hünkârın ne budala, ne
«mezcup, ne habis olduğunu bilmiyor mu? Bu sözleri Murat
«Efendi için zannetmeyiniz. Vallah değil onun aleyhinde
«bihakkın bir şey yazılsa, kör olayım .memnun olurum... Ger-
«çek şunu u n u t t u m : Hünkârı kollamak için Ziya Beyefendinin
«verdiği lâyihadan muntazam bir şey yapılabilir mi? Haniya
«tesiri? Halil Beyin, Mösyö Garenne namında bir kâtibi var-
«dır «Liberte» gazetesinde vükelâya dair bir bent yazdı, bazı
«yerleri fevkalgaye güzel. Reşada H^ı verdim, tercüme ediyor;
«pek uzun; bakalım nasıl olur...^>
Bitmediği sonundaki noktalardan anlaşılan bu mektubun
altina da Suavi şu satırları yazıyordu:
«İşte Kemal Beyin efkârı ne derecede sert olduğu, ve bü­
stün bütün bizden ileride bulunduğu bu mektubunna kullan-
«dığı kaleminden müstebandır. Hattâ bu ihtilâfı efkâr (Kema-
«1in padişahçı olmaması ve Suavinin olması) bâisi iftirak
«oldu.
«Cenevrede çıkan İnkılâp gazetesinde hünkârın şahsı aley-
«hine yürüdüklerini Ziya Beyin çıkardığı Hürriyet gazetesi
trreddeylemişti t ' ^ l . Onun üzerine Ke.mal Beyin kalemile «Hür-
117] V e l i a h t M u r a t E f e n d i v e s o n r a M u r a t V.
118] Y e n i O s m a n l ı l a r d a n K a y a z a d e R e ş a t .
ri9] Londrada çıkan Hürrİ3'et g a z e t e s i n i 63 ü n c ü sa.yısma kadar Ke­
m a l l e Z i y a b e r a b e r çıkardılar. 64 d e n 100 ü n c ü s a y ı s ı n a k a d a r Z i y a çıkardı.
89 u n c u s a y ı s ı n d a n i t i b a r e n d e b u g a z e t e C e n e v r e d e çıktı. «Ziya B e y i n ç ı ­
k a r d ı ğ ı « H ü r r i y e t gazetesi» n d e n S u a v i n i n m a k s a d ı , Z i y a n ı n (Paşanın) Ke­
m a l d e n a y r ı l d ı k t a n s o n r a bir m ü d d e t I^ondrada, v c bir m ü d d e t C e n e v r e d e
tek b a ş ı n a ç ı k a r d ı ğ ı «Hürriyet» tir.
A L ı a U A V ı , £,

«riyete cevap I2(i]» diye reddiye yazıldı. Hâsılı kelâm, böyle ef-
«kârda olan Kemal Beyin İstanbula müracaat etmesi, ve, Zap_
«tiye Müşürünün, denilen mektupta tâbiri veçhile «inşaallahii
«tealâ sayei mealivâyei hazreti padişahide fuyuzatı celileyi ka-
«zanmak» emelinde bulunması kat'a inanılacak mesailden de-
«ğildir.»
Sultan Aziz bu satırlardan üç şey anlıyacaktr.
1 — Suavi Efendinin padişahçı olduğunu. 2 — Kemal Beyin
padişahçı olmadığını. 3 —• Suavi Efendi ile Kemal Beyin ara­
sında bu «olmak» ve «olmamak» yüzünden kavga çıktığını.
Suavinin bir müddettenberi padişahçı olduğu çok duğruy-
du, hattâ Abdülhamit padişah olduktan sonra da, Suavi gazete­
de meşrutiyetin aleyhinde bulunacak kadar, ve 1877 de m e c ­
lisi meb'usan açıldığı zaman bunun açılmasını kimsenin iste­
mediğini, yalnı'z Abdülhamidin istediğini ve açtığını yazacak
kadar doğru.
P'akat, öyle sanıyorum .ti Suavinin bu hareketleri m e n ­
faat vak'ası değildi, çünkü ?nenfaatçi adam 38 yaşında memle­
ket davası için şehit olmaz. Prensip vak'ası da değildi, ç ü n k ü
prensip sık sık değişmez. Bunlar öfke ve mizaç vak'asıydı. Sua­
vi çabuk karar veren adamdı. Hayatı zıt kararlarla onun için
tıka basa doludur. Bir de kendisile dolu adamdı. Yalnız ölüleri
beğeniyordu. Yalnız yakında ölecek kadar kendinden yaşh
olanları kıskanmıyorc'u, bir de başka milletlerdeki adamların
büyük adamlığına ta^'ıammül edebiliyordu. Ayrı adam olmak
en büyük hırsıydı. Avrupadaki ihtilâl arkadaşları, mademki
Fransız kültürünü benimsemiştiler. Suavi, «İngilizciydi» ve
Fransız kültürü oan arkadaşlarının şahsında Fransaya garez'
oluyor, ve ingili^e öğrendikten sonra kendi şahsında İngilizle­
ri beğeniyordu İngiltere bu teveccühle iftihar edemezdi. Çün­
kü egocentrique yaratılan Suavinin gözünde, İngiltere, kendi­
ne izafeten bfyüktü. Kendisinin geç ve az öğrendiği ingilizce-
de de kendi »e üstün olana tahammül edemiyordu: İngilizceyi

[ 2 0 ] Kemalin bu «Reddiye» si S a ğ ı r A h m e t B e y z a d e M e h m e t B e y l e H ü ­
seyin Vasfi Taşanın Cenevrede beraber çıkardıkları «İnkılâp» gazetesinde
b a s ı l m ı ş ol-'^'a!^
•60

m u E v e d d e s i z yazacak aksansız konuşacak ve hattâ o dilde s u ­


sacak kadar bilen Mısırlı Halil Şerif Beyi (Paşayı) görmekten
Suavi rahatsız oluyordu ^21]. B U derece kendisile dolu olan Su-
aviden arkadaşları d a rahatsızdılar. Ve Suavi kendisinden kaçı­
lan, tek kalan a d a m ı n vahşi asabiyetile arkadaşlarına topyekûn
di.!şmandı.

Suavi kavga ederken de talihsizdi. Öfkesi ona, herkesten


fazla haksızlık j^aptırıyordu. Kızdığı zaman çirkindi. Bu ihti­
lâlci «predestination» uyla. dünyaya gelen asî sarıklıi .hesap-
adam olam.azdı. Halbuki futma-adam, bazan, miskin hesapla­
rın rakamlarına sı,ğacak kadar ufaktı. Onun sevimsiz hesapla-
r m d a n biri de şudur: Kemal Avrupadan İstanbula dönünce
Suavi onu bir yüksek memuriyete geçecek sandı, ve buna mâ­
ni olmak için Kemalin aleyhinde yazılar yazdı. Fakat Kemal
hiçbir memuriyete geçmedi, ve bu yazılar, iftira olarak otada
durdu.
İhtilâlci Suavinin f ı r t m a - a d a m l ı ğ ı n a yakışmayan hesaplı
hareketlerinden biri de şudur: Suavi, Kemalin namusuna Mı­
sırlı Prens Mustafa Fazılm aylık bağladı,ğını yazıyordu:
Suavinin Pariste çıkardığı «Ulûnı Gazetesi» nde «F.nzıl Pa­
şa Takımı» ismindeki yazıdan [22:1

«Mustafa Fazıl Paşa, Yeni Osmanj-lar Cemiyetinde dahil


«olduğu eyyamda, kendisinin İstanbulda ve Mısırda, ve Avru-
«pada bulunan maaşlı muvazzafları I2,ıl Paşalarına hulûs için
«tarafımıza havadis y.nzar ve hizmet eder'.erdı. Şimdi öküz öl-
«dü, ortakhk ayrıldı. Yâni Fazıl cemiyetten ihraç olundu, onun
«maaşlıları dahi Paşadan menafii maddiyeleıini muhafaza uğ-
«runda I24i Yeni Osmanlılara hizmetten isıjnkâf edecekleri
vderkâr v e zahir i d i ; ettiler. Binaenaleyh onlardm ihtiraz olun-

[21] Y e n i O s m a n l ı l a r d a n rahrrieUi K a y a zade Reşat ı^ışadan sağlığın­


da a l d ı ğ ı m n o t l a r d a n .
[221 U l û m G a z e t e s i , Cüz: 2, n ü s h a 14. S. 841-842 (İsmail Han-,i Daniş-
meııt, A l i S u a v i n i n T ü r k ç ü l ü ğ ü , S, 13-14,>
[23] .Memurları» oemektir.
[24] Y â n i , «paşadan aldıkları a y l ı k l a r ı m u h a f a z a için» deme^ i s t i y o r .
A L i s U A V i 81
smak babmda ihvanı ihtar ederizfss]. Şimdi Pariste bulunan
«Fazıl Paşa maaşlıları şunlardır;
«Frank
«1500 Kâni Paşa zade Aihmet Rifat Bey;
«1500 Eski postacı Agâh Efendi;
«1000 Kemal Bey;
«1000 Necip Paşa torunu Mehmet Bey;
« 750 Reşat Bey;
« 750 Nuri Bey;
« 300 Mısırlı Abdullah Efendi (?).»
Bunları Kemal, Suavinin ölümünden sonra da unutmaya­
cak. Ve o da Suavi için haksız şeyler yazacak. Suavinin en ta­
lihsiz kaygası, Kemalle yaptığadır. Bu kavgalarla Suavi kendi­
sine, Kemale ve ondan sonraki nesillere fenalık etti: Kendisi
küçülerek. Kemali küçülmeye zorlayarak ve zulümle kavga et­
mek için bir bayrak altinda birleşen iki ihtilâlcinin zulmü bı­
rakıp birbirlerile kavga ettiklerinin hazin örneğini gelecek ne­
sillere vererek.
Üstelik Suavi başkalarına «Fazıl Paşa maaşlıları» demekte
haksızdı. Çünkü Mısırlı Prens Mustafa Fazıl Paşa, Sultan Azi­
zin ayağını öperek İstanbula döndükten sonra, padişahın pabu­
cundan kalkan yüzünün siyası rengi, artık, belli olmuştu. Bu
renkteki Fazıl Paşadan Avrupada aylık alanlar arasında rızun
müddet Suavi de vardı. Ve bu aylığı günün birinde, Suavi al­
madı değil, Mustafa Fazıl vermedi; Muhbir gazetesini Suavinin
çıkarmasına artık müsaade etmiyerek.
Ve, şu da muhakkak ki, ne Suavinin, ne Kemalin ve arka­
daşlarının aldıkları aylıklar havas ve uşak aylıkları değildi, ga­
zete çıkarmak için muharrir maaşları ve Avrupadaki ihtilâl t e ­
şebbüslerinin masraflanvdı.

[ 2 5 ] « İ h v a n a ihtar» d i y e c e k y e r d e a r a b c a n m l î a d e terziyle «ihvanı İh-


"laro der.
6
NAMIK KEMAL SUAVİYE DÜŞMAN

İstanbuldaki Kemalin bir mektubundaki tâbirile Tanrının


'Türk vatanını süslemek için yarattığı pırlantadan [i] Suaviden)
AVrupadaki Kemal artık soğum^uştu: Bu pırlanta Kemalin bir
başka mektubundaki satırlarda çok iddialı adamdı [2]. Ve uzak­
tan isminin sesi musikiye benziyen bu Suavi Efendi yakından
fazla sevimsizdi: B ü t ü n iddialı adamlar gibi... Suavi uzaktan
elmastı. Yakından fazla beşerî adamdı [3].
Kemalin, bir başka mektubundaki satırlar şunlardır:
«Londraya bir gazete çıkarmağa geldim. Suavi Efendiyi, b a -
«zı mertebe, teferrüd dâiyesinde gördüm.. İş bozmamak için, ga-
«zeteyi onunla çıkarmak istedim. Arkadaşlar (Yeni Osmanlı­

c ı ] K e m a l k e n d i s i T a s v i r i Efkâr m u h a r r i r i i k e n , F i l i b e m u h a b e r e i tel-
grafiye m e m u r u Rnşit Efendiye gönderdiği mektupta, Filibe rüşdiye mual­
limi Ali Suavi Efendi hakkında şöyle yazmıştı: «Gencîrıei f ı t r a t t a n tezyini
• v a t a n için z u h u r a g e l m i ş o l a n b ö y l e b i r c e v h e r i g i r a n k a d r i marifet.»
L2] K e m a l i n A v r u p a d a n babasına yazdığı mektuptan.
[ 3 ] K o l a y m u â ş e r e t l i bir i n s a n o l a n A b d ü l h a k H â m i t b i l e ö n c e d e n ç o k
beğendiği Suaviyi yakından tanıdıktan sonra yanıldığını söyliyecek.
Abdülhak Hâmidin Pariste elçilik kâtibi iken İstanbulda Ziver Paşa
zade Bahaettin B e y e mektubundan: I
«Suavi ile pek çok görüşüyorum. Halini, fikrini istediğimden, bekle-
•diğimden âlâ b u l d u m . Bizde ziyan edilmesi âdet olan efadilden ve payi-
• m â l i h a k a r e t e d i l e n d e f i n e l e r d e n b i r i de S u a v i E f e n d i d i r . B e ş o n g ü n e k a -
• d a r İ s t a n b u l a g i d i y o r . Z a n n e d e r i m ki, o n u d a h i K e m a l B e y ( N a m ı k K e m a l >
• gibi Ş û r a y ı D e v l e t e tıkarlar. 16 R a m a z a n 1293.»
B u m e k t u b u n a l t ı n a S ü l e y m a n N a z i f ' i n y a z d ı ğ ı nottan:'
• Bu mektupla hüsnü şehadet eden Abdülhak Hâmit Beyin Suavi haü-
• kındaki ilk h ü s n ü n a z a r ı n ı muhafaza edememiş olduğunu mekStibi tâ-
«liyesi gösterdiği gibi, hu h u s u s t a y a n ı l m ı ş oldugımu: da b i d d e f a a t kendi-
• s î n d e n işittim.»
— A b d ü l h a k H â m i d i n K ü l l i y a t ı Â s â r serisi (Âsâr-ı müfide kütüphane­
s i ! . M e k t u p l a r . M a t b a a i â m i r e , C. 2 , S. 245- — »
A L İ S U A V İ 83

8İar), kendisine dargın olduklarından, kail olmadılar. Umumen


«üzerime hücum ettiler
«Teferrüt dâiyesi» yâni «1» rakama olmak, işte Suavinin ha­
yat davası.
Suavi tarihin birçok seçkin adamları gibi, sahne san'atını
biliyordu. Kıyafetindeki gelişi güzellik bile, ayna karşısında ve­
rilen bir kararın neticesidir. Sarığından medreseyi atmayı bil^
di. Şarkta bu ilk şahsî sarıktı. Bu tülbent yığınında bir ihtilâl
bayrağının dalgaları vardı ve bu dalgalar kat kat «icone» 1ar-
daki azizlerin hâlelerinden biriydi. Softalardan, en evvel, bu
sarıkla ayrılan Suavi çok sabit bakan iki gözle düşmanlarında
«marazî adam», dostlarmda «ayrı adam» tesiri yapıyordu. Va­
zederken büyük bir kalabalığı başına toplayan hitabetindeki
hususiyet ve makalelerini yazarken fikirlerini kitabet olmak­
tan kurtaran tuhaf ve şahsî nahiv, düşmanlarına göre, marazî
tarafını ve dostlarına göre ayrı adamlığını isbat ediyordu.
Kemalin hayatında Suavi güzel başlıyan, fena biten bir
tarihtir. Sarıklı ihtilâlcinin Çırağandaki ölümü bile bu tarihte
siyahtır f^J.

[4] Kemalin kendi el yazısile ve ba.sılmamış mektubundan (Numan


M e n e m e n c i o ğ l u n u n dosyasından,).
15] B u s i y a h ş e y l e r K e m a l i n , E b ü z z i y a y a y a z d ı ğ ı bazı m e k t u p l a r d a da
vardı; E b ü z z i y a , Y e n i T a s v i r i E l k â r , 6 v e 7 E y l ü l 1909. Y e n i O s m a n l ı l a r T a ­
rihi, t e f r i k a : 31-32:
« K e m a l i n bin b e ş y ü z kadar, h e m d e sırf b e n i m l e o l a n m u h a b e r a t ı n a v e
• bir ç o k m e b a h i s e ait m e k t u p l a r i ç i n d e , b u m e b h a s t e i s t i ş h â d a d e ğ e r yüz
• e l l i k a d a r m e k t u p m e c v u t idi. N e f a y d a ki, b u n l a r ı n bir t a k ı m ı , b u n d a n on
• beş sene m u k a d d e m Zaptiye Nezaretinde mevkuf b u l u n d u ğ u m sırada Na-
• zım Paşa tarafından - sureti dostanede - zaptolunmus v e bir kısmı dahi
• K o n y a y a t a ğ r i b i m e s n a s ı n d a z a l e m e i i s t i b d a d t a r a f ı n d a n k a l d ı r ı l m ı ş v e e1-
. y e v m e l i m d e bu m e s e l e y e t a a l l û k u o l m a y a n , f a k a t b i r iki m e k t u p t a n b a s -
. k a bir ş e y k a l m a m ı ş t ı r . H e l e S u a v i y e d a i r o l a n on o n b e ş m e k t u b u n bu
• m e y a n d a bulunmasına, ne kadar teessüf edilse yeri vardır. O mektuplar
«elde o l s a y d ı , b u g ü n m u a s i r i n i n p e k ç o ğ u n a m e ç h u l bir iki m e s e l e i siya-
• s i y e n i n v e b a h u s u s Ç ı r a ğ a n s a r a y ı ihtil.ilinin h e n ü z g a y r i m e k ş u f v e bir sırrı
«malıfi v e m e k t u m o l a n s a f a h a t i fotoğrafı ile alınmış gibi. e.shabı m ü t a -
• l e a y a arzı h a k i k a t e d e r d i . .
Ebuzziyanın bu fıkrasındaki Nazım Paşa, Yeni Osmanlılar Cemiyeti
5za.sından B a t u m l u y a h u t K e m e r a l t ı l ı H o c a T a h s i n E f e n d i n i n o ğ l u o l a n ve
81 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

Memleket için çektiği ıstırapları Abdülhak Hamide bir kâ­


ğıdında «Magosa'nm cangüdaz sıtmalarını ve İstanbulun beni
«ayda bir kere evimde yatırmayan meşguliyetlerini, hapishane!
«umuminin halini. Midillinin bin türlü tazyikat ve evham al-
«tında geçirilen şu mübarek zamanım bir kere düşünürsen» l^j
diyerek hülâsa eden Kemal hivcettiği Âli Paşa ile barıştı
ğı ve Avrupadan İstanbula döndüğü için kendisine «rezalet.^ ve
«denaet» dediği halifelerden sarıklı ihtilâlciyi (vaktile «sümük­
lüler» dediği halifelerden ve padişahlardan olan Abdühamit II.
nin iradesile ayni Avrupadan dönen ve bu padişahm has müşa­
viri oan Suaviyi) unutamayacak.
Çırağan vak'asından dört gün sonraki tarihle Midilli sür­
günü Kemalin, müstakbel damadı Menemenlizade Rifat Beye
gönderdiği mektuptan:
«Suavinin mel'aneti mücerret Rusya dostumuzu İstanbula
«sokmak için yapılm.ış bir şey olduğuna bence şüphe yoktur.
«Habisin ne makule bir mahluk olduğunu bilirim... Dünyada
«şeytanın irtikâp etmiyeceği habaseti iki lira için kabul eder-
«di. Bir takım adamları, kendi maksadının hakikatini bildir-
«meksizin, can fedakârlığına götürmek, yüreğinde zerre kadar
«insafı olanların kabul edeceği hiyanetlerden midir?... 22 Ce-
«maziyelevvel 95 Hl.»
Çırağan vak'asma Rusyanm eseri diye bakmakta Kemal,
Avrupada üç yıl Suaviyi geceli gündüzlü tanıyan bir eski ar­
kadaşa sıfatile ısrar eder. Vak'adan sekiz gün sonraki bir kâ­
ğıdında bu İsrar var.

gençliğinde Namık Kemalin delâletile gazetecilik hayatına giren ve onun


s e v g i v e i n a n ı n ı h a y a t b o y u n c a k « y b e t m i y e n v e A b d ü l h a m i t II n i n zama­
nında Zaptiye Nazırı olan Hüseyin Nazım Paşadır. Edebiyat ve politika
a d a m l a r ı n ı s a r a y e z m e k i s t e d i ğ i z a m a n K a z u n P a ş a bu Z a p t i y e N a z ı r l ı ğ ı m
ancak zahiren kullanıyor, hakikatte onları h i m a y e ediyordu. Ebuzziyanm
y u k a r ı k i f ı k r a s ı n d a y a z d ı ğ ı «sureti d o s t a n e d e » tâbiri d e b u d e m e k t i r .
16] K e m a l i n M i d i l l i d e h e n ü z s ü r g ü n o l d u ğ u (onun Midillinin sürgün
- m u t a s a r r ı f ı o l m a s ı 3 M u h a r r e m 1297 t a r i h i n d e b a ş l a r ) z a m a n k e n d i el y a ­
zısile v e «kardeşim, H â m i d i m efendim» hitabile yazdığı 3 Muharrem 1296
tarihli v e ba.sılmamış m e k t u b u n d a n (Halil Nihad Boztepe'nin dosyasından.)
[7] K e m a l i n kendi el yazısile ve basılmamış mektubundan (Numan
Menemencioğlunun dosyasından).
A L İ S U A V İ 85

Midilli sürgünü Kemalin müstakbel damadı Menemenliza­


de Rifat Beye kâğıdından:
«Suavinin hareketi Rusya parmağiie olduğunda hiç şüphe
«yoktur. Dikkat etsene Rusyalılar Todtleben'e i"] bağteten ts-
«tanbula girmemek için emir verdiklerine, İngiltereyi t e m m
«ediyorlar. Demek ki Todtleben'in bağteten İstanbula girebil-
«mesi meselesi de varmış. Beriki mel'unun yüz elli kişi ile i-ö]
«böyle bir harekete kıyamı o meseleyi canlandırmak için değil-
«dir de, nedir? O yanındaki muhacirlerin, ihtimal ki, Rusya
«işinden, ve hattâ pek çoğunun maksadı hareketten haberleri
«yoktu. Hınzırı bilmezsin akla fikre gelmez yalanlar söyler-
«di... Suavinin Avrupadaki maişetine dair Tercümanı Şark'ın
«yazdığı bendi okudum HOJ. Habisin benim bildiğim zamandaki
«hali ondan bin kat şeni' idi. Fakat ormn (Tercümanı Şark'ın)
«yazdığı vukuatı bilmiyorum. Hali hayatında biz onun halini
«risalelerle dünyaya neşretmiştik. Galiba görmemişsin. Hak-
«kında Reşat Beyin Nuri Beyin (12] birer güzel risalesi var-
«clır. Ben kalemen bir şey yazmaya tenezzül etmemiştim. Fa-
«kat Mabeyinde (Abdülhamit II nin sarayında) münakit olan
«Mütercimin Cemiyetinde n-l bildiğim her halini söylemiş, ve
«hattâ onun bulunduğu bir Cemiyette bulunmıyacağımı dahi

ısı Todtleben yahut Todlehsn '1808-18481 - 1 8 7 7 Osmarıh - Rus sava­


cında Rus Çan Aleksf.ndr II onu Plevne Muhasarasına memur etti. Gazi
O s m a n Pa.şadan P l e v n e y i tealim alan odur. 1873 Nisanında Todtleben Ayas-
tafanosta (Yeşilköyde) Rus ordusunda Gr.Tndük N i c o l a s yerine '•Liımından
o l d u . 1870 de P a r i s muha.sarası h a k k ı n d a b u n d a n fikir a l d ı k l a r ı rivavL-li v a r ­
dır. — L a r o u s s e . -
1.9] K e m a l , Çırağan vakasını yauınak için Sua^'inin topladığı .l'ilibe
muhacirlerini kastediyor.
110] T e r c ü m a n ı Ş a r k .gazetesini" 47 .sayılı ve 1 4 Mayı,'-, 1 8 7 8 t a r i h l i n ü s h a s ı n ­
da .Suavinin Avrupada yaşayışı» başlığı altında çıkan bu imzasız ı r al^^ale
i l e r i d e g e l e c e k olan «Pis bir yazı» fasimdadır.

111] A v r u p a y a kaçan Yeni Osmaahlardan Kayazade Reşat B e y (Paşa).


112] A v r u p a y a kaçan Yeni Osmanlılardan Menapirzade Mustafa Nu­
ri B e y .
L13] Şair Z i y a P a ş a n ı n , kendi.sinin de âza o l d u ğ u bu c e m i y e t e «Tercü­
me Cemiyeti» i s m i n i verdiğini- N a z m P a ş a h â t ı r a l a r ı n d a yazar.
86 SARIKLI İHTİLÂLCİ

«beyan eylemiştim. Bakalım, bir tercümei halini de yazmak is-


«tiyorum. Guerre Cemaziyelâhır 95 n4].»
Kemalin Ebuzziyaya yazdığını gene Ebuzziyanm söyledi­
ği Suavi aleyhindeki on, on beş mektup, Abdülhamit II. nin
zaptiye nazırı tarafından mehvedildiği Yeni Osmanlılardan
Nuri ve Reşat Beylerin Suavi aleyhinde yazdıklarını Kemalin
anlattığı risaleler vaktile Avrupada basılıp İstanbulda birer ta­
nesi bile bugün bulunmadığı ve Kemalin yazmak istediği Sua­
vinin tercümei hâli Kemal tarafından yazılmadığı için, Sua-
vi-Kemal kavgasının ana çizgileri elimizde yoktur. Ve bu kav­
ga henüz tarihin halledilmemiş yerlerinden biridir. Yalnız hal­
ledilmeğe muhtaç olmayan iki nokta vardır, biri Kemal gibi
hayatının yansı memleket davaları için hapiste ve sürgünde
geçen ve vatanı kamusta mefhum ve hayatta aksiyon yapan bir
adamın mecbur olup Avrupadan dönmesinin Suavinin kullan­
dığı, çok haksız kelimelerle vasiflandırılmayacağıdır. Öteki de bir
memleket davasına hayatını veren Suavinin bir yabancı devle­
tin menfaatine uşaklık yolunda Kemalin beslediği çok haksız
zannm doğru olamayacağıdır.

Suavi ile Kemal arasındaki kavganın sebebi bizzat Suavi­


nin yazdığı bir yazıdan çıkan mânaya göre, Mısırlı Prens Musta­
fa Fazıldır: Suavi bu yazısında f'S] Londradaki Kemale 1869 Ha­
ziranında gönderdiği mektupta Mısırh Prens Mustafa Fazıl hak­
kında kendisinin ne yazdığını ve Kemalin ne cevap verdiğini şu
yolda anlatır:
«Paşanın (Mısırh Prens Mustafa Fazıl Paşanın) tebdili mes-
«lek edişi hakkımızda ettiği taahhütte ademi sebatına bile bâis
«oldu» gibi sözlerime cevaben Kemal Bey tarafıma yazdığı bir
«kıt'a mektubunda şu suretle m ü h i m ibareler üstüne hattı ten-
«bihler çekerek demişti ki: «Senin, benim gazete çıkarmak için
«Avrupaya gönderilmekliğimizi âmir ve bir takım teahhüdatı

D141 K e m a l i n k e n d i el y a z ı s i l e v e b a s ı l m a m ı ş m e k t u b u n d a n ( N u m a n M e ­
nemencioğlunun dosyasından.)
ri5] U l û m G a z e t e s i , S. 931.
A L İ S U A V İ 87

«şamil elimde bu «engagement» ı yapan zatm t i 6 ] el yazısile


«mektup var. Fakat bekliyelim bakalım. Zira fenalıkların hepsi
«sûi ifharadan U ? ] neşet ediyor. Yoksa benim itikadımca Paşa-
«nın bizden bir şey diriğ ettiği ve edeceği yoktur.»

116] B u z a t t a n m a k s a t , Mıs-rlı P r e n s M u s t a f a F a z ı l d ı r .
[17] Y a n i İ s t a n b u l d a k i M ı s ı r l ı P r e n s M u s t a f a F a z ı l P a ş a n ı n g a z e t e çı­
karmak için S u a v i y e v e Kemalle Ziyaya verdiği tahsisatı çekemiyenleria
onları Paşaya fitlediklerinden.
SUAVİ VE MURAD V

İhtilâlci Osmanlı prensi Murad Efendi, Sultan Murat V un-


vanile padişah olunca Pariste bir Türkün imzasile bir fransız­
ca kitap çıktı. Kitabın adı «Montenegro» ydu, imzalayan da Ali
Suavi idi [11.
Kitabın içi vatan sevgisiydi, mukaddimesi Murat V e kur­
du. Fakat beşinci Murat Yeni Osmanlıların meşrutiyet padi­
şahlığına namzet tek şehzadeydi, ve ona kur yapmak meşruti­
yeti sevmek demekti. Yalnız, vaktile padişahlara «sümüklü ha­
lifeler» diyen sarıklı ihtilâlci Suavi, bu mukaddimede beşinci
M u r a d a gösterdiği h ü r m e t t e nisap mefhumunu kaybediyordu:
«Şevketmeap Sultan M u r a t Hana» hitaplı ve «Münkat ve ha­
kir bendeniz Ali Suavi» imzalı olan bu mukaddimede sarıklı
ihtilâlcinin asî yüzünü bulmak güçtür.
Fakat bu mukaddeme Suavinin sert yüzünü tekzip eden
çok yumuşak bir imza edebiyatının üstünde olsa bile memle­
ket duygusunun müellife söylettiği candan sözlerle doluydu.
Yalnız bu lâkırdılar, Suavinin iki Avrupalı mütefekkirden
(biri Fransız Le Play'dır, biri İngiliz Urquhart'tır) ikincisinin,
hiç bir amelî kıymeti olmayan bir lâf ile bitiyordu: «Avrupa ha-
ritasma bir göz atarak, İngiliz mütefekkiri Mösyö Urquhart
«şöyle demişti. Hükümetler temellerinin üzerinde sarsılmaz gi-
«bi görünüyorlar, halbuki çökmek üzeredirler.»
Halbuki Avrupa haritasındaki bu çökmek üzere olan dev­
letlere irili ufaklı bir takım yeni devletler daha katılarak bu
mukaddemedeki bu ukalâ sözün yazıldığı 1876 dan 1918 e ka­
dar Osmanlı imparatorluğunu beş defa yeneceklerdi. Suavi
İngiliz Urquhart'ın politika evliyalığına inanmanın acı hayal

[1] Montenegro CA propo.s d e l ' H e r z e g o v i n e ) , müellifi Ali Suavi, ba-


.san İ m p r i m e r i e V i c t o r G o u p y m a t b a a s ı , P a r i s . 1876.
A L İ S U A V İ 89

çöküntüsünü görecek kadar yaşamayacaktı. Fakat M u r a t V. e


gösterdiği nisapsız hürmetin hüsranına uğradı: M u r a t V delir­
diği için Suaviyi ne o İstanbula çağırdı, ne Murat V padişah
olunca hükümet sandalyalarına oturan meşrutiyetçi devlet
adamları ve bilhassa Mithat Paşa, ne de sürgün oldukları yer­
lerden İstanbula dönen inkılâpçılar ve bilhassa Namık Kemal,
Suaviyi İstanbulda, kendi aralarında görmek arzusunu duy­
dular.
Ve Suavi, Abdülhamit padişah oluncaya kadar P a r i s t e
kaldı.
SUAVİ VE ABDÜLHAMİT IL

Pariste olan Suavi bir gün, birdenbire bir makaleyle meş­


rutiyeti zemmetti; bu 19 Eylül 1876 dadır. Suavinin talihsiz­
liği bu defa da yetişiyordu: Dokuz yıl Avrupada hürriyeti hay­
k ı r a n , ve 38 yaşmda memleket uğrunda şehit düşecek olan ada­
mın meşrutiyet aleyhinde yazılan ve uzun tevillerle prensip
meselesi diye belki izahı m ü m k ü n olan yazılan Abdülhamit II
nin padişahhğı zamanına tesadüf ederek, fena bir mâna alıyor­
du: Suavi Vakit gazetesindeki şu satırları, şehzade Abdülhamit
Efendi padişah olduktan altı gün sonra yazdı.

«Paristen bir mektup f]


«Vakit gazetesi müdürü efendiye»
«Curnalınızın [2] 3 0 1 numaralı nüshasında bir' mektubu-
«mun suretini fS] gördüğümden şu bendi de ahvali hazıra-
«dan dolayı tab-u neşir ricasile takdime cesaret eyledim.
«Devleti Osmaniyenin bugünkü müşkülâtı ne kadar bü-
«yük, ne kadar ağır ise bu müşkülâtın çaresi o kadar küçük,
«o kadar hafif.
«Çarenin o derece kolay olduğunu bilebilmek için o müş-

[ 1 ] V a k i t g a z e t e s i , N o . 323, 19 E y l ü l 1876 01 R a m a z a n 1293, 7 Eylül


1292).
12] « G a z e t e n i z i n » d e m e k t i r . S u a v i , ç o k ş a h s î o l a n n e s r i n d e b a z a n türk-
ç e s i ç o k m a l û m o l a n k e l i m e l e r i n f r a n s ı z c a v e a r a p ç a l a r m ı . v e b a z a n da ç o k
ı t ü r k ç e l e ş m i ş o l a n a r a p ç a k e l i m e l e r i n ö z t ü r k ç e l e r i n i k u l l a n ı r . B a z a n ne.'irinin
n a h v i d e ç o k a r a p ç a d ı r v e a n l a ş ı l m a s ı g ü ç t ü r . B u g ü ç l ü k l e r i b i r e r n o t l a iza­
le edeceğim.
[3] Suavinin bahsettiği bu m e k t u p sureti Vakit gazetesinin 1876 y ı l ı n -
•daki 301 i n c i s a y ı s m d a d ı r , v e b a ş ı n d a şu i b a r e v a r d ı r : «Ali S u a v i efendinin
« İ z m i r d e bir zata y a z m ı ş o l d u ğ u bir m e k t u b u n e l i m i z e g e ç e n suretidir.»
r4] «Makale» demektir.
ALr SUAVİ 91

«külâtm menbaı olan Avrupayı ^— herkesin bildiği gibi de-


«ğil — kemâhiye hakkuhâ bilmek kâfidir. Anlaşılan, çok kimse-
«1er, Avrupayı kemâliyle bilmiyorlar. Bilmediklerini, bu kere,
«İstanbuldan bir zatın tarafı âcizîye yazmış olduğu suallerden
<«anladım. Bu sualleri ve benim verdiğim cevapları, işte bittah-
«rir size gönderdim. Tab'-u neşr ettiğiniz halde, yukarıda na-
«sılsa "Bend" demiş olduğum şey hâsıl olur.
«Sualler: 1 — İngilterede efkârı umumiye ne surette?
«2 :—• Avrupa hükümetleri ne halde? 3 — Avrupa politikası ne
«yolda? 4 —- Şimdi Osm.anlı için (Osmanlı devleti için) politika
«nedir? 5 — Hersek ve sair mahal-li isyandan dolayı Avrupayı
.«ikna edecek erforme = ıslahat nedir?»
«Benim cevabım»
«Avrupayı bilmediğinizi suallerinizin suver-i vaziyyesin-
«den 15] anladım. «Yalnız evzâ-ı es'ilenizi f6] tashih edeyim, bu
«cevaba hacet kalmaz.
«1 — İngilterede efkârı umumiye n e surette? dediğiniz
«vaz-ı sual 1^1 yanlış. İngilterede efkârı umumiye var mı?, de-
«yiniz. 2 •— Avrupa hükümetleri ne halde? diyorsunuz." A w u -
«pada hükümet var mı? diye sual ediniz. 3 — Avrupa politi-
«kası ne yolda- sualinize ne cevap verilse yanlış olur. Avrupa-
«da politika var mı? diye tasviri mesele ediniz 181. 4 — Ş i m d i
«Osmanlı (Devleti Osmaniye) için iyi politika nedir? sualini
«çarpmağa 191 hacet yok, kendiliğinden düştü. 5 — îsyanlar-
«dan [10] dolayı Avrupayı ikna edecek reforme =-= ıslahat ne-
«dir? sualiniz garip m i .

(5) « S o r u ş tarzınızdan» d e m e k t i r . S u a v i ' n i n b u r a d a k u l l a n d ı ğ ı «suver-i


v a z i y y e » tâbiri f r e n k ç e n i n M e t t r e e n q u e s t i o n t â b i r i n d e n v e a r a p ç a n m m a n ­
tık terimlerinden mülhemdir.
[6] «Suallerinizin vaziyetini» veyahut «sorgularınızın soruluş tarzını
veyahut durumunu» demektir.
[ 7 ] « D i y e s o r m a tarzınız» d e m e l i t i r .
[ 8 ] « D i y e sorunuz» d e m e k t i r .
[ 9 ] A r a p ç a n m n a v h m d a n a l ı n a n bir i f a d e tarzıdır, «sualine ç a r p m a ğ a »
d e m e k istiyor.
(;t) H e r s e k , Girit, v e Karadağ isyanları.
['1] «Islahat n e d i r ? tarzındaki sualiniz gariptir» demek istiyor
92 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«İngiltere Hariciye Nazırı Lord Derby'nin fi 29 Haziran


«1876 tarihiyle Prens Gortchakov'a yazmış olduğu cevap 3 nu-
«maralı Mavi Kitab'da tabolundu. Bunu mütalea etmenizi na-
«sihat ederim 112] Pek açık beyan ediyor ki, Hersek'te ve Fi-
«lan'daki isyan Hükümeti Osmaniyenin sûi idaresinden ve ıs-
«lahata ihtiyaçtan neş'et etmedi, ve bunun için devam etmiyor.
«Ba.şka illet H 3 ] ile yaptırıldı, ve başka bir niyet için devam
«ettiriliyor. Ecânibin hiddetle bu derece açık ifadesinden isti-
«fade eylesek, o halde, sebep ve illet mültebis H''] olmayıp
«illeti görürüz. Ve ilâc-i amelî yerie ilâc-i kal'î edip n s ı şece-
«re-i fesadı kökünden koparır atar. Suver-i mesaili 116] doğrult-
«tuk. Şimdi cevaplarını vereyim: 1 — İngilterede efkârı umu-
«miye... yok. 2 — Avrupada hükümet... yok. 3 — Avrupada
«politika... yok. 4 — Osmanlı H''] içhı iyi politika... politika
yapmamaktır.
«Constitution ve kabine olan yerde efkârı umumiye olur
«mu? Gladstone - GranviUe kabinesi var idi, onu Disraeh -
«Derby heyeti düşürdü, şimdi de Gladstone - Granville heyeti
«onu düşürmeğe çalışıyor; bu çalışmakta ne türlü vasıtaya sa-
«nlmak lâzım imiş, ne türlü olursa olsun; bu vasıta diğer dev-
«letleri mutezarnr edecekmiş, varsın etsin. Biri, Dai] News

1.12] B u da a r a p ç a d a n mülheın bir ilado tarzıdu-, • t.av.«i.yp erlerin-;»


cemek i.sdyor.
113] «Sebep» kelimesiuuı ınei:huınuna düşmemek için kulla:ııy.)r
i 141 «Sebep» ve «illet» kelimelerini tamamen arapçadaki mânalarına
üljyor, bunların birbirine benzetilmesini ve izahlarında iltibasa düşalme-
mesini istiyor. Çünkü, Suâvi'ye güre, .ısebep» ve «illet» lürkçedeki aynı
mânaya gelen ayrı iki kelime değildir. Ayı 1 m û n a l a r ı olan ayrı kelime­
lerdir:
S e b e p «bir n e s n e y e t e v e s s ü l evlf-meğe lulaşmafja) v e s i l e olan âlet ve
ş e y e ıtlak olunur.» —Kamus —
İ l l e t «Özür v e h a d e s v e b a h a n e y e ıtlak o l u n u r ki sahibini t e v e c c ü h e y ­
l e d i ğ i c i h e t t e n a v k - u işgal eder.» —Kamus —
[15] Türkçenin «ilâç verrrı.ek» tâbiri yerine arapçanın «ilâç etmek,
t â b i r i n i k u l l a n ı y o r , v e t e r k i p l i ş e k l i n i b i l e k u l l a n m a y ı caiz g ö r ü y o r : .il?c-i
amelî e t m e m e k » , «ilâc-i k a l i e t m e k » gibi.
1161 «Suallerin şekillerini» d e m e k istiyor.
L17] « D e v l e t i O s m a n i y e » demektir.
« UI s UA V I 9<i

»gazetesine "Türkler Bulgaristanda çok barbarlık ettiler." diye


«yazmış. Bunun adı "debats" olur H ^ ] .
«Hani "Disraeli - Derby kabinesi bazı notayı IIÖJ şiddetli
«tetkik ve bazısı reddedip İngilterenin Şark üzerinde menafii
«vardır demişti ya. İşte debats, işte mesele açmak f^oj. Kabi-
«neye sual etmeli ki, ettiğiniz harekâttan Türkleri sahabet gi-
<-.bi bir şey çıkar. Halbuki, onların Bulgaristanda şöyle böyle
«barbarlık ettiklerini bir gazete yazdı, sahih mi, değil mi?.
«Disraeli - Derby "Mübalâğalı olmak gerek" dedi mi, asü
«vardır, mübalâğa yoktur, tarafını iltizam, etmeli. Bu iltİ7.:ima
«hizmet edecek taraftarandan havadis ve raport '2iı istemeli,
«o derecelere dek gitmeli ki Sırb ubâtını kumanda eden Çer-
«nayefin Petersburg'da Amerikalı bir dostu var idi, öyle bir
«dost ki, Çernayef'le beraber Kofraan aleyhine çalışmış, ve
«akıbet Rusyadan — h ü k ü m e t aleyhine raportlar yaptığı için —
»kovulmuş idi; onu dahi bulmalı, Bulgaristana dair raportlar
jyaptırtmalı, bu raportları heyeti cedide I 2 2 j ye onların ta-
«raftarlan gazetelerle neşirden sonra ceplerine koyup «İngil-
»terenin her şehrinde alâ mele-in-nâs okumalı, ağlamalı, ek-
-<mek parasını düşünmekten başka efkârı olmıyan 123] ameleye
«"vah vah" dedirtmeli "Disraeli - Granville olaydı." bunların
;<hiç biri olmaz diye yaya yaya [ 2 4 ] akıbet Disraeli - Derby'yi
.-."işte biz istifa ettik, siz buyurun." dedirtmeli.
«Çekilenler de varsınlar: — Şöyle yaptı, falan van yattı,
;<eğı-i bastı.» gibi vasâit-i müsâraa 12-''] bulsunlar.
«Siz bu gürültüde meselei Şarkiye, Bulgar meselesi. Her-
csek gailesi, Osmanlıya sahabet veya adem-i sahabet, İngilte-

118] B u n a ı n ü n a k a ş n a d ı n ı verirler.» d e m e k i.sti.vor,


(19] «Bazı» k e l i m e s i n i n a r a p ç a d a bir k ü l ' ü n bir c ü z ' ü n ü i f a d e e l t i ğ i n i
düşünerek «bazı notalaı-ı» d e m e y i k a i d e y e m u h a l i f b u l u r , v e «bazı n o t a y ı »
der, m ü r e t t i p y a n l ı ş ı d e ğ i l d i r .
120] «Mesele çıkarmak» mânasına kullanır.
121] «Rapor» u bu t ü r l ü y a z a r , m.ürettip y a n l ı ş ı değildir,
122] « t n g i l t e r e d e k i y e n i k a b i n e » d e m e k i s t i y o r .
123] « B a ş k a d ü ş ü n c e s i o l m a y a n a d e m e k i s t i y o r .
[24] « N e ş r e d e ede» d e m e k i s t i y o r .
[2.')] !<Güreşmek» m â n a s ı n a o l a n b u k e l i m e y i «şiddetli m ü n a k a ş a » m â ­

nasına k u l l a n ı r .
94 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«rede efkârı umumiye gibi şeyler görüyorsanız ne kadar yan-


«lış.
«Eğer bu gürültüden constitution ve kabine netayicini id-
trak ediyorsanız ne kadar doğru.
«Kabine olan yerde hükümet olur mu?
«Heyet-i hükümetin âzası, ahalinin intihap ettiği meclis-
«ten çekilip [26] alınırsa kuvveteyn [27] kalır mı ki muvâzene
«mevcut olsun.
«Bir yerde ki kabine var, azasının yetişmesi ve bekası aha-
«li meclisinin velev kıUeten [28] tah.sisine tevakkuf eder. Ora-
«da hâkim ve mahkûm, âmir ve memur, nahî ve menhî [291
«hep şey-i vâhid.
«Eskiden Avrupada hükümeti takyit edecek ne bir şeri-
«at [30]^ ne de ahlâk gibi yerleşmiş örf ve âdet yok idi. Ku-
«rûn-ı ahîrede ukalâ ve hükema yetişip "sem'u tâat mob-
«nâ-yi hükûm.et olduğunu bildikleri gibi can yongası denüen
«mala hükümeti istibdadiyenin tasallutu pek ağır geldiği ci-
«hetle bir gün "La takata lenâ bih [ 3 1 ] " deyip mebna->T hedr»--
«edeceklerini hisseylediklerinden muteberandan bir meclis-i
«Meşaveret varidat ve masarif hesabına bakmasını rey eyledi­
kler [32].
«Evet, her yerde Millet Meclisleri bu mal bahanesiyle baş-
«ladı. Sonra "muteberan" battı, "müntahaban" çıktı. Havas şu-
«rişi bitti, avam şurişi geldi. M ü n t e h a b a n ah işte bu fabrikacı.

1'26] «Millet Meclisi» ni kasdediyor.


127] «kuvveteyn» den yâni «iki k u v v e t » t e n m a k s a d ı icra kuvvetiyle
teşri k u v v e t i d i r , b a ş k a t â b i r l e V e k i l l e r H e y e t i -v-e m e b u s l a r l a A y a n M e c l i s i .
[28] «Millet M e c l i s i n i n e k a l l i y y e r i n i n olsun» dem.ek istiyor.
[29] « K a n u n l a r d a bir i ş i n y a p ı l m a s ı n ı yasak eden hükümetle o işi
yapması yasak olan halk» ı k a s d e d i y o r .
[30] «Şeriat» ı «kanun» mâna.sına k u l l a n ı y o r . B i z i m «teşri k u v v e t i » ni
• k a n u n y a p a n k u v v e t » m â n a s ı n a k u l l a n d ı ğ ı m ı z , gibi.
[31] Â y e t t i r v e B a k a r a .'.üresinin s o n u n d a d ı r ; «buna t a k a t i m i z yoktu»-.»
manasınadır.
[32] «Âlimler v e filozoflar ve tanınmış adamlardan seçilen bir Millet
M e c l i s i n i n d e v l e t b ü t ç e s i n i t e t k i k etm.esi reyinde bulundular.» demektir
Medrese itiyadiyle Suâvi «rey ettiler» der, «reyinde bulundular, demez
A L İ S U A V İ 95

«murabahacı, şiirci (33), misalci (34), havadisçi (35), bakkal,,


«manav, kasap; hekim, mekim müntehabandan her biri otuz
«kırk bin eşhasın ihtiyacatma yed-i vahidi ve re'y-i h u d ile
«karar v e h ü k ü m vermeğe başladı. Ahalinin mâhazar hakkı,,
«cumhur hakkı iptal olundu, despot taaddüd ve tekeessür etti.
«Burada "cumhur" kelimesini Avrupalıların tarif-i btma-
«nâsmca kullanmıyorum. Bizce ve manalı cumhura işaret edi-
«yorum.
«Şöyle ki, bizde olduğu gibi mukaddema, A v r u p a n m dahi
«ekser yerlerinde, bir köyde bir iş olsa bir köylü, beş köylüf
«on köylü, yâni hep ahali toplanır, h ü k ü m e t e ifadei hal eder.
«Lâkırdıyı kim söyler? Erkek söyler, karı da söyler, çocuk d a
«söyler, herkes bildiğini, gördüğünü, işittiğini söyler. EUbette,
«iş meydana çıkar, anlaşılır idi. İşte "cumhur hakkı" dediğim
«bu salâhiyet bitti.
IVfüntehaban bu derecede kalmadılar, dediler ki: — "Nedir
«şu uzun cübbeli fakikler, fetvacılar? Başımızdaki şapkamızı
«değiştirmeğe salâhiyetimiz olduğu gibi dinimizi, nizamlarımi-
«zı değiştirmeğe de salâhiyetimiz vardır". Değştirmek modası
«çıktı, Müntehaban Meclisi şeriatçi oldu.
«Tanzimât-i âlemi 13^] tederrüs için yıllarca odasına ka-
«panip gecesini gündüzüne katarak çalışan fakih ve müftü
«ve papaslar bunlara: — "jVIurabahacılar, havadisçiler, köfte-
«horlar, oğlanlar, bugün yapıp yarın bozarsınız, bu tekallüb-i
«daimî cemiyeti alt üst eder, sebat ve asayiş birbirine lâzim-ü
«melzumdur". dedikçe menfur ve latme-hor oldular.
«Bunlar ahalinin intihabı idiler, vezirler de bunlardan
«müntehab, yâni seçilme olunca, müntehaban meclisi politika-
«cı oldu, hükümet oldu.»

«Avrupada politika yok. Çünkü h ü k ü m e t yok. Çünkü se-


«bat yok. Falan yer bugün cumhuriyet, y a r m belki krallık, er-
«tesi gün ihtimaldir imparatorluk, daha ertesi gün Commune.

133] . Ş a i r . e «şiirci» der.


134] «Masalcı» d e m e k i s t i y o r ki, m a k s a d ı romancılardır.
L35] «Gazeteci» d e m e k istiyor.
[ 3 6 ] «Cihan k a n u n l a r ı n ı » d e m e k istiyor.
«ingiliz Fransjzla Meicsika seferi için muahede yapar,
«Fransız askeri kalkmak üzere iken İngiliz vazgeçer.
«AJ,manyanın, meselâ, İtalya ile bugün Avusturyaya karşı
«mukavelesi var iken, yarın ve belki bir dakika sonra, îtalya-
«ya karşı Avusturya ile mukavelesi vuku bulur. Bu tekallübata
«taacüb bile olunamaz, âdet gibi olmuş gitmiştir.
«Uhud ve mukavelât, politikadan olmayıp, bir mütaleai
«muvakkateden neş'et etmekte. Her tedbir muvakkat, her ahid
«muvakkat, her lâfız muvakkat, her m â n a muvakkat, hep mu-
«vakkat, hep muvakkat. Kimin ahdine güvenebilirsin? Kimden
«vefa me'mui edersin?
«Avrupada takallübatm — nazariyatına değil — fakat
«ameliyatının netayicine mütedair bir tarih yazılacak olsa ne
«görülür?
«Milyon milyon insan ve malyar milyar frank telefatı ser-
«vet-i âmmeyi bazı eyadi-i mâ'dudeye hasr ve bazı "milyonlu"
«prensler ihdas birle ahaliyi duçar-ı fakr-u meskenet eylediği
«zahir olur.
«Meselâ, en zengin görünen Fransada, bilcümle ticaret ve
«sanat yalnız 280 (iki yüz seksen) elde münhasır olmuştur.
«Ziıaate gelince, Fransada hükümet tahririne göre altı
•«yedi mil.yon zürrâdan hisâb-i seviyye ile her biri, yılda ka-
«zanabildiği halis 215 franktan sülüs ve hamsin ve öşür ve
«yirmide bir vergilerini verdikte maaş ve kisvesine fakat, 61
«(altmış bir) frank kalıyor ki, 55 frangı bir yıllık mekülât ve
«meşrubatı ve 6 frank melbusatı için hesap olunuyor.
<Sâl-i sâbıkda Almanyanın bir tahriri resmîsi gösterdi
«ki, bundan yirmi beş, otuz yıl evvel Almanyada zürra ve ame-
«le ve buğday ve arpa ekmeği ve donuz yağı (domuz yağı de­
l m e k t i r ) yiyebilirlermiş. Şimdi kuşluk taamı pomme de terre
«(frenk yer elması == patates), akşam taamı pomme de terre,
«daima pomme de terre, hep pomme de terre.
«Avrupada yalnız bir "hükümet" var: Osmanlı. Beş asırdır
«Osman Gazi evlâdı. Tebeddül yok. Takallüb yok. Bu sebepten
«—evet, fakat bu s e b e p t e n — bizde revolution yok. Lâkin
frenkler gibi ahkâmı asliyyei hükümetin boyunbağı kabilin-
«dcn ı-f>bil-i tebeddül olduğuna inanıp da o yolu tutacak olur-
« L I ö U A V I 9Y
•rsak ne olacak? Belki bir iki "devletlû" Müslümanların unvanı
e"son altesse" yazılacak, belki bazı "çorbacı" milyonlu "prince"
«olacak. Lâkin ahali ne olacak ahali? Ahali pilâvını, helvasını
-îkaybedecek. İşte ol vakit revolution olacak.
* :;-

«Bir sabit var; "Hükümeti Osm^aniye". Sebat var. Binaen-


?.aleyh ahde vefa var, kavle itibar var, her padişah cülus ettiği
«gibi âbâ-vu-ecdâdının uhudunu tasdik etmeyi zimmet-ü di-
«yânet addeder.
«Mademki, sebat ademi takliddedir, bu sabitin faydası mu-
«tekalliblerle I'^ti poüıika yapmasında değildir. Âlem-i müte-
-kallibe karşı askeri nerede? Kuvveti nerede? Askeri seba-
stında, kuvveti sebatındadır.
«Elhasıl Devleti Âliyenin sebatı mahz-ı hayâtıdır. 8 Eylül
«firengi. An Paris, Ali Suavi.»
Fakat bu. Suavinin millî hâkimiyete müebbeden inanma­
ması demek değildir, ve ayni Suavi, 1877 Osmanlı meşrutiye­
tinde meb'uslann seçim sandığına ismini attılar diye saadetin
büyük hüznile ağlar.
«Te§eklcürvMme»
«İstanbul ve etraf mahallâtmdan (banliyö) bu hakiri heyeti
?meb'usan âzalığma min gayri liyakatin müstahik göriip İnti-
«hap Nizamnamesi'nin yirmi birinci bendi mucibince imzala-
«nan ve Şehremaneti Celilesine takdim olunan mahzarları tak-
«dimlerinden akdem, tarafı âciziye lütfen ve mürüvveten
«irae buyurmanızla görmüştüm ve birer suretini teberrüken al-
«mıştım. Üç, dört bin eshâbı mühür-ü-imza, müşiranı izam
«ve mevalii kiram ve müderrisini benam ve memurin ve es-
«naf ve amelei zevil-ihtimam, cümleye alâ merâtibihim, hakkı
«çâkeranemde izhar buyurdukları hüsnü zandan dolayı teşek-
«kür ederim. Derecei şükranımı beyanda şu kadar diyebilirim
«ki; bu imzaları gördükçe ve sandıklara nâmı çciziyi atanları
«işittikçe vahdaniyet hakkı için ağladım. Nasıl ağlamayım?
«Kırk milyon tebaai Osmaniyenin ve belki iki yüz milyon is-

1371 - M ü t e k a l l i b l e r » den maks.Tt. inkılâp gegiren ve bugün mutlakıyet,


y a n n meşrutiyet, öbür gün cümrıuriyet olan hükümetlerdir.
7
«lâmm menfaatini veya mazarratmı müntiç rey verecek olan
«bir heyete intihap ediyorsunuz. Müntehabiniz âciz,,, nâçiz. Hüs-
«nü zannmızdan başka sermayesi madum, teveccühünüzden
«gayri istinadı m.efkut. İş büyük, yük ağır, vakit dar, zaman ya-
«man düşman bî iman, bî eman. Nusrati ilâhiye kendi kendile-
«rine nüsrat edenlere mevut. «Ve men nasru» ilââhirihi ve «in,
«tansurullahe yensurukum» ilââhirihi. — Ali Suavi 1 3 8 ] . , ^
Fakat, millî hâkimiyetin şahsına ait payını bu kadar kutsî
heyecanla karşılayan sarıklı ihtilâlci, şehzadeliğinde amcası
Sultan Azize hafiyelik ettiği söylendiği için padişahlığı kimse­
yi sevindirmiyen Abdülhamit II yi, belki bir müddet oyalamak
maksadile, ve sahte olarak şu satırlarla beğeniyor, fakat talih­
sizliği burada da yetişerek yazdıklarında, belki arzusu hilâfın­
da olan bir samimiyet havası esyiordu:
«Bir padişahımız var ki, genç ve dinç bulunduğu halde, üç
«padişah muayene etti !39i Birinin (Abdülmecidin) hasenatım
«didei iktida ile gördü. Diğer bir padişahın (Abdülâzizin) h a -
«tîâtini çeşmi ibretle süzdü. Bir padişahın da (Murad V in>
«vehm-ü haşyet neticesi olan haletini ayn-i metanetle I 4 0 i nıü-
«şahede eyledi.
«Ceddinin cidd-ü-celâdetine ve pederinin vefa ve m e r h a -
«metine mazhar zuhur edip t * ' ] c ü l u s u hümayunlarının tesadüf
«eylediği devletin hayat ve memat müşkülâtile f4.21 gece ve
«gündüz müsaraat eylemekte ve âdâya mukavemet için dahî
«yalnız zât-ı kifâyetsimatları çalışmaktadır. Böyle bir metbu''
«nice yüz bin müsellâh dilâverin başında bulundukça müseb-
«bib-ül-esbab yardımcım.;zdır... 15 Temmuz. Ali Suavi r43].»

138] V a k i t G a z e t e s i , N o . 746, 9 T e ş r i n i s a n i 1293, 22 'Teşrinisani la77. 15


Z i l k a d e 1294.
L39] Y â n i ikinci Abdülhamit üç padişahı tecrübe etti, demek istiyor:
A b d ü l m e c i d i , A b d ü l â z i z i , v e . M m - a t V. i.
i:40] M e t a n e t gözile.
L41] «İkinci A b d ü l h a m i t b ü y ü k babası İkinci Mahmudun çalışkanlığile
kahramanlığına ve babası A b d ü l m e c i d i n v e f a s i l e merhametine mazhar ol­
m u ş t u » d e m e k istiyor.
[42] 1877 (1293) Osmanlı-Rus harbini kastediyor.
[43] V a k i t g a z e t e s i . N o . 630, 16 T e m m u z :1293, 28 1877, 17 R e c e p 1294,
«Vakit m ü d ü r ü beyefendiye» başlıklı ve «Elmaruz» h i t a p l ı yazıdan.
SARIKLI İHTİLÂLCİ İSTANBULDA

Suavinin meşrutiyet aleyhinde Vakit gazetesine yazdığı


makaleden on gün' sonra (1876 Eylülünün 29 unda) sadrazam
Mithat Paşa, saray başkâtibi vezir Sait Paşadan bir tezkere al­
dı: Bu kâğıtla Abdülhamit II, Pariste ve Londrada dokuz yıl­
danberi ihtilâlcilik eden Ali Suavi Efendinin Türkiyeye dön­
mesine izin veriyordu:
Tarih Vesikaları, C. 2, N. 8:
«Mabeyin başkâtipliğinden sadarete iradei seniyeyi bildi-
«ren tezkere:
«Maruzi çâkeri kemineleridir ki;
«Bir müddettenberi Pariste bulunan Ali Suavi Efendi afv-i
«âlî-i şehinşâhiye mazhar olmuş olduğundan Dersaadette ve
«memâlik-i şahanede sair istediği yerde bulunmakta m u h t a r
«olduğunun kendisine tebşiri şeref - sünûh-u sudur buyurulan
«emr-ü ferman-ı merahimnişan-ı cenâb-i cihandarî icab-ı ce-
«lilinden bulunmuş olmakla olbabda emrü ferman hazret-i ve-
«liyy-ülemrindir. 10 Ram.azan 1293 (29,9,1876).»
- Başvekâlet Arşici 10 No. 93 H J . -
Avrupadaki ihtilâlciliği, oradaki yedi ihtilâl arkadaşının
hepsinden çok süren, ve Avrupadan en son dönen Suavi için,
bu da hususî bir kaderdi: Türkiyede meşrutiyetin başladığını
görmek için o kadar çok Avrupada kalan sarıklı ihtilâlci, meşru­
tiyetle münasebeti acemi bir komediden ibaret olan Abdülha-
midin devrinde ve onun iznile Türkiyeye geliyordu. Kemal, hiç
olmazsa, Âli Paşanın; Ziya, hiç olmazsa M a h m u t Nedim Paşa­
nın Abdülâzizden aldıkları iradeyle dömnüştüler.

111 Tarih V e s i k a l a r ı , C. II, N o . 8. A ğ u s t o s 1942, S. 148, d o k t o r B. S ı t k ı


B a y k a l ı n -1877-78 (93) harbi v e b ı m u n l a ilgili m e s e l e l e r e ait v e s i k a l a r » b a ş ­
lıklı yazısı.
lÜU

Suavinin, Abdülhamit devrinde ve onun fazla tatlı bir irade-


sile Türkiyeye dönmesi, düşmanlarının elinde aleyhinde bir vesi­
ka oldu. Bu vesikanın kuvvetini Suavinin kendisi de çoğalttı:
İrade tarihinden 10 gün evvel ^2] meşrutiyetin aleyhinde m e -
kale yazmıştı. Ve İstanbula geldikten sonra da, vatanından sü­
rülen Mithat Paşanın aleyhinde yazılar yazacaktı [3]. Halbuki
Mithat Paşanın vatanından kovulmasına, Avrupanm büyük dev­
letleri ve tanınmış gazeteleri teessüf ediyorlardı. Mithat Paşa­
nın sadaretten ve memleketten atılmasına yalnız, Türkiyenin
iki asırdanberi düşmanı olan bir devletin gazeteleri, elçileri,
konsolosları, ve uşakları olan ortodoks azlıklar sevinmişlerdi.
Düşmanlarımızın böjde uşaklarına kadar sevindiği yerli felâ­
ketimize Suavinin memnun olması onun hakkında yine fena bir
talihtir. Meşrutiyet aleyhinde Suavinirı yazdığı makaleyi Av­
rupadan Türkiyeye dönmesi hakkında padişah iradesile birbiri­
ne bağlamak, düşmanları için, çok m ü m k ü n oluyordu. İstanbu­
la geldikten sonra Suavi bir aralık Abdülhamidin has müşaviri­
dir. Bu vaziyetine de, onun Mithat Paşa aleyhinde yazdığı ma­
kalelerin bir mükâfatı diye bakmak imkânı, gene düşmanları
için, çok vardır. Yalnız Suavinin Abdülhamide has müşavir ol­
ması, sarayın en temiz adamı olan Eğinli Sait Paşa vasıtasile-
dir, h a t t â gene bu temiz saray müşirinin delâletiledir ki, Suavi
Mektebi Sultanide müdürdür. Edimburg Üniversitesinden dip­
lomalı olan bu İngiliz kültürlü paşanın, ingilizce bilen bir sarık­
lıyı da sevmesi ve sarıklı ihtilâlcinin padişah müşavirliğinin ve
Mektebi Sultanî müdürlüğünün bu türlü bir sevgiden çıkması
çok muhtemeldir. Müşir Sait Paşanın, Mithat Paşayı ve Na­
mık Kemali sevmeme.si de ikisinin mütekabilen düşmanla'^
olan Suaviyi tutmasında belki âmildir. Herhalde Suavi artık

12] S u a v i n i n af fi h a k k m d a k i iradenin tarihi 29.9,1876 dır. v e bu ya­


z ı n ı n tarihi 19,9,1876 dır.
1.3] S u a v i n i n M i t h a t P a s a a l e y h i n d e k i b u y a z ı l a r ı b u f a s ı l d a n sonra g e ­
l e n «.Suavi v e M i t h a t P a ş a - fa.slmdadır.
[ 4 ] Kginli S a i t P a ş a , k e n d i e l y a z ı s i l e o l a n v e h a t ı r ı m d a k a l d ı ğ ı n a .göre
6 defter tutan hâtıralarının birinci defterin-de Mithat Paşanın ve Namık
Kemalin aleyhinde yazar. Fakat ayni hâtıraların sonuncu defterlerinin bi­
r i n d e İlk z a n n ı n ı n .yanlış o l d u ğ u n u k a b u l e d e r v e ikisini d e v a t a n ı n iki t e ­
m i z ç o c u ğ u olarak gösterir.
A L İ S U A V İ lOL

san kil ihtilâlci değildi, fesli bir mektep m ü d ü r ü y d ü : Hattâ Va­


kit gazetesindeki yazıları «İzzetlû Ali Süavi Efendinin» başlı­
ğı altında çıktığına göre eski sarıklı ihtilâlcinin şimdi ufacık
bir de sivil rütbesi vardı. Avrupada dokuz ve Türkiyede sekiz
yıl hayatın tatlı taraflarına eğilmeyen kaskatı ihtilâlci Ali Sua­
vinin adının telâffuzundaki sert sesle hir istihza olan şu muzip
«izzetlû» kelimesi de feragat kahramanının lâyık olmadığı bir
talihsizliktir.
P'akat imsanlann bir çok talihsizlikleri gibi Suavinin bu fe­
na kaderinde de kendi kabahatinin payı vardı. O artık ne e.ski
sarıklı ihtilâlci, ne e.ski hırçın Suavi idi, öksürükleri lâkırdıla­
rından daha ziyade sevimli olan bazı ihtiyar vezirlere dönmüş­
tü: İnkılâbı onlar kadar sevmiyor, Avrupalı bir devlet adamı
olan Mithat Paşayı onlar kadar istemiyordu.
Ve eski sarıklı ihtilâlcinin Vakit gazetesinde. FransadaKi
politika fırkalarına ettiği hücumların hedefi Mithat Paşaların
ve onun dostu olan Namık Kemallerin mânevi bayrağı altmda
toplananlardı. Aşağıya aldığım yazıdaki «safsatadan başlia bir
marifeti olmayan ha/ı t.-hası .'ritayi--ü mithat ı^].,, etiTisk fık­
rası da Mithat Paşaya taştı; ve «mithat.» lügati Mithat Paşaya
atılan taşı fazla belli etmek içindi.
Ve izzetlû Ali Suavi Efendi, Abdülharnidin diravetine kar­
şı el pençe divan durmayıp Rus mağlûbiyetinden ıstırap du­
yanlar! ve çırpınanları barut dolu bir topun içinde koşu.şan sı­
çanlara benzetiyordu. Sarıklı ihtilâlci artık sönmüştü. Ve sa­
rıklı ihtilâlcinin gene bir talihsizliğidir ki belki vat.an kaygu-
sile vazmal' istediği şu yazısiüdan Abdülhamidi mp.mnun elm.ek
istediği mânası çıkıyordu:

->Vak'd müdv.rü efendiyes


«Bir iki gündenberi eyâdii nasta tedavül eden Naya Fraya
«Prese gazetesinden me'huz vc matbu bi:- bend ki, meali, safsa-
«tadan başka bir marifeti olmayan bazı eşhası sitayiş-ü nıidhat
«ve tedbiri umuri hazırada bazıları zemm-u gibet üe Osmanlı-
«ları kıyam-u huruca davet ediyor. Fransa dahi öyle kaybet-

I ."il «Mithat et.ınek» tâbiri « m e t h e t m e k » elemekti.


102 SARIKLI İHTİLÂLCİ

«misti. Prusyalmm en şiddetli silâhı Avusturya ve İngihz ga-


«zetelerile Parislileri tahrik edip düşman kapıda iken içeriye
«Napolyon taraftarı Cumhur taraftarı, «de Chambord» taraf-
«tarı, «d'Orleans» taraftarı ve Commune taraftarı fırkalar
«peyda eyledi; her fırka birbirile uğraştı, birbirini yaraladı.
«Düşman işini kolayca becerdi. Dolu ve ateşlenecek bir top
«içinde oturan, koşan, oynaşan farecikler birbiri aleyhine rnis-
«kin miskin, haris haris entrikaları artık terkedip bilittifak
«hartucu yırtmağa ve topu boşaltm.ağa çalışsalar hakk-rmda
«bâisi necat olur. Şöyle bir vakitte, böyle bir darbe nereden
«gelebileceğini iz'an edenlerin üzerine faaliyet vaciptir. Ali Su-
«avi [6].,>
Suavinin bu satıriarmdaki Fransa, hakikatte. Türkiye idi.
1871 de Prusyalılara yenilen Fransayla, Suavi, 1878 de Rusya­
ya yenilen Türkiyeyi anlatmak istiyordu; Fransadaki politika
fırkalarından maksadı da Türkiyedeki Mithat Paşalar, Namık
Kemallerdi, ve onların bayraklaşan isimlerinin altında manen
biriken halktı. Fakat Mektebi Sultaniye maarif nazırının değil,
padişahın m ü d ü r yaptığı C?] Suavi, Mithat Paşalara müphem
olarak sövmiyecek. son sesile Suavi. m^eşrutiyete söverken de
bu sesini kullanmıştı 1^8].
Midilli sürgünü Namık Kemal, bu Suavi için ve Suavinin

161 V a k i t g a z e t e s i . N o . 617, 3 T e m m u z 1293, 4 R e c e p :1294, 15 T e m m u z


1877.
[Ti A b d ü l h a m i t II n i n z a m a n m d a , y a l n ı z nazırları, v a l i l e r i d e ğ i l , bazı
b e ş i n c i , a l t ı n c ı d e r e c e d e k i m e m u r l a r ı da p a d i ş a h y a p a r d ı . S u l t a n Hâmidin
u ş a k oda.sı gibi k u l l a n a m a d ı ğ ı bir t e k n e z a r e t v a r d ı : A b i d e - a d a m olan A b ­
durrahman Paşanın zamanındaki adliye nezareti.
18] S u a v i n i n m e ş r u t i y e t a l e y h i n d e y a z d ı ğ ı b u m a k a l e y e A b d ü l h a m i t II,
h u s u s î d o s y a s ı n d a s a k l ı y a c a k k a d a r e h e m m i y e t v e r m i ş t i . B u n u bir zan o l a ­
rak söylüyorum. Ancak, bu zannın doğru olmasına sebep vardır: Sultan H â ­
midin Yıldız sarayından Üniversiteye getirilen kütüphanesinde Vakit kol-
l e k s i y o n u da v a r d ı r , f a k a t b u k o l l e k s i y o n d a , bu m a k a l e n i n b u l u n d u ğ u 323
n u m a r a l ı v e 19 E y l ü l 1876 t a r i h l i n ü s h a y o k t u r . V e b u nüsha, c i l d i n m u a ­
y e n e ettiğim durumuna göre. sonradan koparılmamıştır, gazeteler ciltenirken-
konulmamıştır.
M e ş r u t i y e t a l e y h i n d e k i b u m a k a l e n i n bazı y e r l e r i bu e s e r i n «Suavi v e
A b d ü l h a m i t II» b a ş l ı k l ı f a s l ı n d a d ı r .
ALİ SUAVİ 103

meşrutiyet aleyliindeki yazıları için Abdülhak Hârnide şunları


yazacak:
«Suavi hiç te senin tahminin gibi adam değildi. Bir çehre
«nümayişine aldanmışsın. Her k^m ne derse desin, iki sene ar-
«kadaşlık ettim, o adam öyle biraz garezkâr, biraz da mağiûb-i
«emel değil, dünyada misli görülmedik bir şarlatan idi. Ben ko-
«laylıkla her şeye aldanmam. Öyle iken bana kendini - doğru,
«arapçadan başka bir lisanda bir sayfa okuyamazken - yedi, se-
«kiz lisan bilir suretinde gösterdi. O kadar cahil, cehaletile be-
«raber o kadar da mağrur idi ki, türkçe üç satir bir şey yazsa
«maskarai âlem olurdu. Daha Avrupadan gelmeden evvel, ken-
«dini davet ettirmek için, usulü meşveret aleyhine yazdığı
«bentler, Vakit gazetesinde kulaklarını sallayıp duruyor.
«Aman Allahı seversen, senin de, zaten, herifi iltizam ettiğin
«yok ya'... Az kaldı «Üzküru mevtâkümı bilhayr» emrinden bü-
«tün bütün harice çıkacaktım da aklıma geleni söyleyecektim.
«Bıi-akalım o kaİDİlden olanların kavlinden fiilinden, vaz'm-
«dan, tavrından, zikrinden, fikrinden hiçbir vakit, hiçbir türlü
«hayır mutasavver değildir t^l!...»

İ9I A b d ü l h a k H â m i d ı n K ü l l i y a t ı a s a n , « M e k t u p l a r » , C. 2, S. 313.
J Z Z E T L Û ALİ SUAVİ» EFENDİ

Sarıklı ihtilâlciliğinin korkunç ve güzel meihumunu Avru­


pada bırakarak İstanbula dönen Suavi; artık tarihten çıkmış,
Salnameye girmişti; ve artık ismi, zulmün bel kemiğini kesen
desterenin hırıltısına benzeyen «Suavi!...» değildi, «İzzetlû Ali
Suavi Efendi» idi. Ve bu izzetlû Ali Suavi Efendi bir taraftan
Sultan Hâmidin has müşaviridi, bir taraftan da Mektebi Sul­
tanî Müdürüydü.
Eski ihtilâlci, o kadar nazını çektiği ihtilâlciliğine âdeta
küsmüştü. Artık yüzde yüz «izzetlû» ve yüzde yüz memurdu.
H e r şeye büyülterek bakan Suavi müdür olduğu mektebe de
eşi milâdm bilmem ne zaman.mda bir tek defa mevcut olan bir
kültür mucizesi diyordu. Artık allâme diye, artık inkılâpçı di­
ye, artık filolog diye methedilmesini de beklemiyordu. Onun
beğenilmesini beklediği şey başkaydı: Kendisinin Mektebi Sul­
tanî Müdürlüğü.
Ve, imzasız çıkan, fakat kendisinin üslûbunu çok hatırlatan
bir makalede sevimsiz bir medih edebiyatı coşuyordu H l :
«Mektebi Sultanî Müdürü izzetlû Ali Suavi Efendinin Ga-
«latasarayına dair elifbadan riyaziyatı aliyeye ve habbeden
«kubbeye kadar bertafsil yazmakta olduğu bir cilt kitap yakın-
«da neşrolunacağı işitilmiştir. Öyle memul ederiz ki. bu kitap
«neşrolunduğu ve ahalimiz Mekteb-i Sultanı ne mekteb-i mâ-
«rifet-ü hüner imiş, ve hitâm-i tatilde gelecek vakt-i duhule
«kadar ne ıslahat icra olunacak imiş, tafsil üzere bildikleri ve
«anladıkları gibi pek cok sâkirt vereceklerdir.
«Suavi Efendinin henüz yirmi, yirmi iki yaslarında fiklu-
«ğu halde fevkalâde olarak iki üç yüz talebeye Simav ve Bursa

111 V a k i t , N o . 597, 13 I-Ia.'.iran 1293, 12 C e m a z i y ü l a h ı r 1294, 25 Hazi­


ran 1877.
A L İ S U A V İ 105

«cami-i kebirlerinde ulûm-i âliyeden usul üzere tedris eylemiş


«olduğu cümlenin malûmudur. Ve talebesinden nicesi bugünkü
«günde şeref-i tedrise nail olmuş müderrisinden zevat-ı kiram-
«dır. Ve bazıları dahi kaymakamlıklardadır.
«Efendi-i mumaileyh, geçenlerde Avrupadan geldiği vakit,
«eğer vakit bulup ta bir cami-i şerife derse çıkmış olaydı, yüz-
«lerce müntehi talebe hazır idi. Taşralar ahalisinin efendi-i
«mumaileyhe ol kadar hüsnü zannı vardır ki, Mekteb-i Sulta-
«nî müdürü nasbolunmazdan akdem her memleketten «evlâdı-
«mızı tahsil için gönderelim» diye mektuplar yağdığını ahib-
«bas.ı. gördüler ve okudular. Şimdi Galatasaray gibi vâsi vc mü-
«tehammil medresenin müdürüdür. Şüphe etmeyiz ki, yalnız
«taşralar iki yüz şakirt gönderdi. Bu davamıza şu dahi delildir
«ki. Efendinin Mektebi Sultaniye nasbmdanberi daha şakirt alı-
«nacak vakit gelmemiş ve ilân olunmamışı iken yalnız islâm
«olarak elli neferden ziyade talip girmemiştir.
«Müdür-i mumaileyh Mektebi Sultanide bazı derece ısla-
«hat beyan ederek takdim eylemek için bir lâyiha kaleme al-
«makta olduğu işitildi. Tahkikimize göre Efendinin arz-ü şer-
«hedeceği ıslahat kabul buyurulduğu halde Devleti Aliyenin
«dilhâhi âlîsine mutabık, yani mülk-ü milletin faydasına mu-
«vafık çok .şakirdan yeti.şeceğinden fazla Hazinei Celile cani-
«binden tazminat olarak mektebe verilen tahsisat-ı külliyenin
«her sene bir humsu tenezzül ederek beş sene zarfmda Me-kte-
«bi Sultanî yalnız şakirdanm verdikleri ücretle hodbehod ida-
«reye muktedir olacağını beyan-ü izah edermiş.»
Fakat, inkılâb bayrağını asabi yumruğiyle memleketin her
verinden görünecek irtifada tutan eski ihtilâlciye bir lise mü­
dürlüğünü felek de çol: görüyordu, 1877 Osmanlı me.şrutiyetin-
deki. Osmanlı Parlâmentosunda mebus olan Rum Sulidis Efen­
di do...
Fakat Abdülhamit II nin maarif nazuiığuıı vâdettiği ri­
vayet edilen 121 Suavi, simdi. Mektebi Sultanî müdürlüğünün
üsti.ine titriyordu. Bu m.ektepte karısile onun hususî bir d-aire-
si vardı, .sonra Sultani binasında. Mektebi Hukuk ta bulunu-

121 B u r i v a y e t v e s i k a s ı z d ı r .
106 SARIKLI İHTİLÂLCİ

yordu. Ve mektebin de idaresi kendisinde olan Suavi, Vakit ga­


zetesinde, sırası geldikçe, ismini «İVİekâtibi Sultaniye Nazırı
Ali Suavi Efendi» diye yazdırarak, tayin edilmediği maarif na­
zırlığının hicranını, bu suretle olsun unutmak istiyordu. Üste­
lik o, bu mektebe padişahın, kendisini beğenerek m ü d ü r yap­
tığı adamdı. Karısı olan İngiliz kadınının, müstakil bir daire­
sinde evi gibi yerleştiği böyle bir kültür müessesesine verdiği
ehemmiyet te muhakkak ki bir rol oynuyordu; ve dediğim gibi,
bu müdürlüğün üstüne titriyen Suavi, bu saadetine dokunmak
istiyen meb'us Sulîdis'e kendi imzası altında şu cevabı yazı­
yordu [3J:
«Çarşamba günü heyeti meb'usanda Sulidis Efendi, Gala
«tasaraymda açılmış Hukuk Mektebinin nef'inden bahisle ka-
«panmış olduğuna, ve hususa şakirdanın imtihanları tekarrüp
«eylediği sırada sedd-ü tatil edildiğine dair bazı şeyler söyle-
«miş, açılmasını teklif eylemiş, bu teklif te kabul olunmuş.
«Hukuk Mektebi kapanmadığı ve sinîn-i sabıka misillû
«mâh-i haziranın ahırında şakirdanmın imtihanları icra oluna-
«cağı ve Sulidis Efendi dahi istediği halde her sabah dersleri-
«ne ve imtihana gelebileceği gazeteniz vasıtasile ilân olunur. 16
«Haziran 93, Ali Suavi.»
Fakat ikinci Abdülhamidin en şahsiyetli tarafı şudur: Bek­
lemesini bilen adamdı. Bu seneki hakarete otuz yıl sonra kıza­
cak kadar beklemeyi biliyordu; ve Suavinin ne meşrutiyetin ve
Mithat Paşanın aleyhindeki yazıları, ne kendi padişahlığı hak­
kındaki mensur kasideleri vaktile padişahlara «sümüklü hali­
feler» diyen eski sarikh ihtilâlci hakkındaki kinini ona unut-
turamıyordu. Yalnız, bu kinini vakitsiz hatırlamamak, ve gaza-
zını vakitsiz kullanmamak için Suaviyi kendine müşavir ve Sul­
taniye müdür yaparak, hem onu, hem kendi kendini oyalı­
yordu.
Ve, Abdülhamit 11. bir müddettenberi hususî müşavirliğin
den attığı Suaviyi, 10 Kânunuevvel 1877 r4] de Mektebi Sulta-

13] V a k i t , N o . 601, 18 H a z i r a n 1293, 17 C e m a z i y ü l â h ı r 1294, 29 H a z i ­


r a n 1877.
[ 4 ] 28 T e ş r i n i s a n i 1293, 4 Z i l h i c c e 1294.
ALİ SUAVİ 107

nî Mfüdürlüğünden de attL Vakit gazetesinde iki gün sonra '^l


,şu yazı çıktı:
« Tevcihat»
«Mektebi Sultanî Müdürlüğü ferik saadetlû Ali Nizami Pa-
«şa hazretlerine tevcih buyurulmuştur.»

Artık Suavi, Avrupadaki kadar parasızdı, Avrupadaki ka­


dar memuriyetsizdi, ve Avrupadaki kadar ihtilâlciydi.
Bu Mektebi Sultanî Müdürlüğünden atılmak, dünyaya ha­
yatın servis kapısından giren, evsiz, ailesiz, aşksız, ikadınsız,
parasız, muvaffakiyetsiz Suavinin dört beş türlü talihsizliğini
mühürleyen en son darbedir, ve bu, Çırağan şehidinin ölümü­
n ü n başlangıcıdır. Fakat, Suavinin talihsizliği hayatı bitince de
bitmiyecek, çok karili muharrirlerden sonra, çok talebeli mual­
limler de onun düşmanı olacaktır. Suavinin hüviyeti ve bilhas­
sa Mektebi Sultanî Müdürlüğü hakkında A b d u r r a h m a n Şeref
Efendinin sözleri [ 6 ] ;
«Ali Suavi Efendi taşra mekâtibi rüşdiyesi muallimliklerin-
«de müstahdem iken, fikrinde tevazün olmadığından Avrupa-
«ya firar ile Pariste Yeni Osmanlılara katışmış idi. M ü d d e t i ka-
«lile zarfında onlardan istiskal görmekle Londraya geçerek ora-
«da başlı başına hükümeti seniye aleyhine gazete neşrine mü-
«başeret ve nihayet, rüfekası gibi İstanbula avdet etmişti. Sul-
«tan Abdülhamidi sanî Yeni Osmanhiardan ürktüğü cihetle is-
«timâlet tarikini iltizam edip her birini birer münasip hizmet-ü
«memuriyete tayin eyledi, ve bazılarım sureti husuisyede hu-
«zuruna kabul ile yüz verir idi. O meyanda Ali Suavi Mektebi
«Sultanî Müdürü oldu, ve gazetelere siyasî makaleler yazmak
«ve saraya müdavemetle mesalih-i miUazzam-i devlet hakkında
«beyanı mütalea ve takdimi lâyihat etmek gibi kendini satıcı,
«sahte dâniş ile nâil-i tekarrüp oldu. Makalâtinda Mithat Paşa
«aleyhinde bulunarak yaranmak yolunu tutmuştu. Lâkin hem.
«güftan, hem etvarı perişan idi. Hazırcılaı^dan aldığı yakası dü-
«şük ceket ve paçaları yerde sürünür pantalonu ile mekten için-

rsi V a k i t , N o . 767, 30 T e ş r i n i s a n i 1293, 12 K â n u n u e v v e l 1877.


161 A b d u r r a h m a n .Şeref. «Tarih M u s a h a b e l e r i » . S. 286.
108 SARIKLI İHTİL.-.

«de dolaşması eski softalık halini hâtıra getirir, ve bâdî-i han-


«de olur idi. İdaresiziiğile ve çok tailmişlik iddiasile intizam ve
«tedrisatın altını üstüne getirmiştir. Güya muallimesi sıfatile
«Avrupadan peşine taktığı bir güzel kadın ile mektepte beytu-
«tet etmek saygısızlığında bulunduğu cihetle o yolda dahi ay-
«rıca lisana gelmişti. Mektep müdürlüğünde bekası min küllil
«vucuh caiz olmadığından aziolundu, ve mazul kalınca sürün-
«meğe başladı. Sürünmekten kurtulmak için tafra-i a'dme ile
«yekten balâya fırlamak yoluna saptı. Sakin olduğu Qskijdaı.
«semtinde bir takım sâde-dil muhacirini b.ı.şma toplayıp ve, on-
«lan türlü türlü v â d - n durûğ ile iğfal eyJeyüp Sultan Murad:
«tekrar iclâs etmek sevdasma düştü.»
SUAVİ VE MİTHAT PASA

Suavi, Mithat Paşayı bir tele defa beğendi: 1872 de Osman­


lı devletile Karadağ arasındaki çarpışmalarda yabancı devlet­
ler bu IHTILÂFı politika yolile halletmek istediler. Sadrazam M I T ­
hat Paşa buna razı olmadı: Karadağ Osmanlı devletinin eya­
letiydi, yabancı devletler ikisinin arasındaki bir meseleye karı­
şamazlardı. Mithat Paşa böyle demişti ve onun böyle demesini
Suavi fransızca bir eserinde şu satırlarla alkışladı:
«Türkiye için bir nimettir ki, işin başında Mithat Paşa gi-
•bi bir devlet adamı bulundu da ecnebilerin siyasî müdahale
«tekliflerim metanetle reddetti. ı
Suaviden Mithat Paşanın bütün hayatında göreceği takdir
budur. Sarıklı ihtilâlcinin talihsizliği burada da yetişir: Onun
Mithat Paşa hakkındaki bu güzel satırları, beşinci Muradın tah­
ta geçtiği ve Mithat Paşayı methin zeki bir IŞ olduğu zamana
tesadüf eder.
•t * *
Abdülhamit II, padişah olunca, en evvel akıllı adamdan
korktu: Akıllı adam ona itiraz edebilirdi. Halbuki padişah ol­
mak, itiraz edilemeyen adam olmaktı. Ve Abdülhamit kendisi­
ne itiraz edecek devlet adamalarının en başında sadrazam Mit­
hat Paşayı, ve bu itirazları üstü kapalı olsun 3'azacak muharrir­
lerin en önünde Ziya ile Namık Kemali buluyor, ve bu itiraz­
cıların bir heyet halinde olanlarını da Meclisi Meb'usanda gö­
rüyordu. Ve Abdülhamit, tamamen padişah olabilmek için, en
evvel Mithat Paşayı hudut dışına attı. Ziya ile Kemali de Su-
liyeye ve Midilliye sürecekti, ve Meclisi Meb'usanı da kapaya­
caktı. Fakat yavaş yavaş. (Abdülhamit yava.ş kızmasını, yavaş
intikam almasını, yukarıda dediğim gibi, beklemesini bilendi.)

f i ] Ali Suîivi, .c'Montenögro - A p r o p o s d e l'Herze.sjov i n e - , S. ?f>


Mithat Paşa Briiıdisi'ye sürüldükten sonra Suavi, Vakit
gazetesindeki bir makalesinde Mithat Paşaya, Avrupada adam
olmanın yolunu gösteren nasihatlerle dolu tuhaf şeyler yazdı.
Böyle bir şey yazması, Suavinin tlihsizliğidir. Zaten Vakit ga­
zetesi Suaviden sütunlarına dolan bir hava ile Kemale ve ar­
kadaşlarına düşman gibiydi. Ve bu gazete Suavinin, sürgün
Mithat Paşaya nasihat eden makalesinin tam başında Kemalin
Abdülhamit tarafından tevkif edilmesini, bir konak imammın
tevkifile bir arada yazıyor, ve memleketin sesi haline gelen Ke­
malin Mehterhaneye atılması imamınkile yanyana konularak
Abdülhamidi memnun edecek kadar basitleştiriliyordu:
«Kemal Bey ile Mithat Paşa hazretlerinin dairesi imamı-
«nın tahtı tevkife alındıkları mesmuattandır [2j_,>
Gazetenin bu fıkrasının altında duran Suavinin makalesi,
Avrupaya sürülen Mithat Paşaya şu öğütleri veriyordu: Mit­
hat Paşa orada, gözünü açıp Fransız iktisatçısı Le Play'den dev­
let idaresini öğrenmeye çalışmalıydı. Nasihatin kendinden zi­
yade tonu faciaydı. Sürgün Mithat Paşaya verilen bu öğütlerde
öksüz çocuğa gösterilen üvey ana sevgisindeki zehirli merhamet
vardı. Bu makale, Suavi gibi bir feragat adamının eseri olma­
sa, sevmediği adamın felâketine karşı duyduğu gizli sevincin
fena hayırhahlığına benzetilebilirdi. Suavinin bu yazıyı yaz­
maktan maksadı, Mithat Paşanın öğrenmesi lâzım gelen şeyle­
ri kendisine nasihat ederek onun bilm.ediği şeyleri saymaktı,
ve Abdülhamit II., bundan kim bilir, ne kadar memnundu.
Bu yazıdaki Suavi çirkindir. Çünkü Mithat Paşaya edilen nasi­
hatlerin onun hakkında teçhil ve hakaret olmaması pek çok
mümkündü: Suavi, bunları ona hususî bir mektupla yazsa, hem
kendisi gazetede bir eski devlet adamına nasihat etmek gibi
bir çocuk g u r u r u n u n gülünç saadetine düşmez, hem de o za­
man Osmanlı imparatorluğunun en değerli bir eski sadrazamı­
na çocuk mıuamelesi ederek, karşısmdakinden evvel, kendi kü-
çülmezdi. Suavi aşağıdaki makalesinde, Mithat Paşaya devlet
idaresi hakkında' nasihatler verirken, Mithat Paşayla Avrupa­
da büyük politika adamları devlet işlerini konuşmaya hazır-

12] V a k i t , No-, 462. 26 M u h a r r e m 1294, 1 Ş u b a t 1877, 29 Kânunu.sani 1292.


dılar, ve dünya ölçüsündeki bu politika adamları Suavinin Av­
rupada iken, yüzlerini ancak uzaktan görebildiği kimselerdi,
Fransa, bilhassa İngiltere devlet adamlarının jMithat Paşa ile
olan bu vaziyetlerini Suavi bilmiyor, yahut bilmemezlikten ge­
liyor, fakat Abdülhamit hem biliyor, hem telâş ediyordu.
Bunu bilmez görünen Suavinin sürgün Mithat Paşaya na­
sihatler verdiği makale 131;

«Vakit müdürü efendiye»


«Elmaruz,
«Bugün bir zat bana bir mektup göndermiş: «Mithat Paşa,
«Avrupada ne yapabilir?» diye sual ediyor. Cevabım", cümleye
«ismaiçin gazetenize yazıyorum.
«Mithat Paşa Avrupada pek büyük işler yapabilir. Şim.di
«Brindisi'den kalkar. Oradan Parise gider. O şehirde Saint-Sul-
«pice meydanında, No. 6, Mösyö Le Play nam, Fransanm, en
«büyük âlim ve hakimini görür, dinler.
«Mösyö Le Play, Paşaya der ki:
«— "Dünyada hiçbir devlet (padişahlık, imparatorluk, k r a l -
«lık) düşmedi; illâ düşmezden evvel saray âdâb ve teşrifatına
«halel geldi, saray âdâb ve teşrifatı kadimesinden, velev pek
«cüz'î bir resmin tağyir olunması saltanatı tağyire müntiç olur."
«Badehu, Paşa Taran sokağjnda 16 numaralı mektebe gi-
«der. Bu mektep, politikaya dair ulûm-u fünun medresesidir,
«o medresede Meselei Şarkiye bir fen gibi okunur. Bu fennin
«kitabını ister, okur. Görür ki, Avrupalıların taallüm ve talim
«eyledikleri "Mesele-i Şarkiye" Mora fetreti iptidasından Edir-
«ne vak'asma kadar cereyan eden vekayiin verdiği ders imiş.
«O vekayiden anlar ki, Fî 1820 Mora fetreti nasıl olmuş, ve Mo-
«ra için autonomie i s t i y e n k r nasıl dağılmışlar, sonra iş ne renk-
«lere girerek uzamış, uzamış ta Navarin vak'asmr doğur-
«muş ve, bu vak'adan sonra devletin bahriyesi kalmadığından is-
«tifade ederek Rusya devleti iki yıl nasıl hazırlanmış, \'e âki-
«bet Edirneye nasıl gelmiş. Mora nasıl Yunanistan krallığı ol-
«mus.

[ 3 ] V a k i t , N. 462. 26 M u h a r r e m 1294, 10 Ş u b a t 1877. 29 K â n u n u s a n i 1292.


"Mithat Paşa Parislen gider, Rusya sefiri Orlov'u görür,
«dinler. Orlov Paşaya der ki:
«— "Rusya, ne yakit ki, Osmanlı ile muharebe ederek ol-
«du. iki sene hazirlandî, H t r ne vakit ki, Osmanlı l*] ona bu iki
«sene vakti vermedi, muharebede kazandı. Bu kaide, mesail-i
«tıbbiyenin mücerrebatı gibi yakınıyata varm]ştu\
f Mithat Paşa, Paristen Londraya gider, Lord Derby'yi gö-
«rür, dinler, Lord Paşaya der ki:
«— "Fena vardır, lâkin devamı yoktur. Bir iş ki, ve bir cenıi-
«yet ki, müddeti medide devamı eder, elbette onda devamım
««mütekeifil olan bir iyilik vardır: Hanedan li^l.
«Devam etmiyen bir suret-i hükümet, devam eylemiyen
«Avrupada.
«F'akat («ancak.» demektir) bir devlet - Devleti Osmaniye -
«var ki, beş altı asırdanberi devam ediyor., elbette iyi ki devam,
«ediyor.»
«Badehu Mithat Paşa, Mister Doland'ı görür. Mavi gözlü,
«san renkli, kaba sakallı, lâkin fikri dakik.
«Mister Doland Paşaya der ki:
«— Lord Derbv'yı görmezden evvel, şu iki makalesini içi­
ştiniz ki, esrar değil, Mavi Kitab'da matbudur. Birinci: Rornan-
«ya meselesini çılîardığınız vakit Lord Derby hariciye nazırı de-
«di ki: Sübhanallah, bir vakit mevcut olmuş olan Paris muahe-
«desinden herkes elinin bağını çözmüş, ve çözmekte bulunmuş
«iken, niçin Türkler ben elimin bağını çözmem, Paris muahe-
«desine itibar ile yalnız beni bendederek kalmış olan bendle-
«ri daha kör düğüm edeceğim diyor? İkinci makale: Lord Der-
«by, geçen Berlinde üç devlet tarafından yapılan lâyihayı ka-
«bule muvafakat etmedi. Niçin? dedi ki: — Bu lâyihanın m e -
«maliki Osmaniyeye ıslahat telkini için. Halbuki, bir memlek?;-
«te ıslahat telkini için mahallinin istidadmca ve ahlâkmca olan
«coğraf.yası bilinmek lâzım gelir. Biz ecnebilerin ise. bu bap-
«ta, tederrü.=; kâfilimiz yoktur - Mithat Pasa, iste, bu sevahat-

141 Y a n i D e v l e t i O.'.^maniye.
[ 5 ] Y â n i «saltanat ailesi.»
A L İ S U A V İ 113

lerle burada ve yerinde görmediği şeyleri harice çıkmakla


görür.
«Misra
«Gezer deryada va.nhüer r.için deryayı görnıezler.»
«Ol vakit, ve yalnız ol vakit Pariste ikamet edip başlar Av-
?rupalıların cühelâsile uğraşmağa. Ali Suavi.»
Mithat Paşayı Avrupanın cahili olarak göstermek için ya­
zılan bu yazı, Suavinin imzasile çıkıyordu. Fakat bir yazı daha
çıkacalUı ki, gene Suavinin rengile dolu Vakit gazetesinde ba­
sılacaktı, ve Suaviyi m e m n u n edecek satırları, Suavinin üslû­
bunu hatırlatan tarafından az değildi [Cl. Yazının tefekkür ve
tertip bünyesi de Suaviye yakışıyordu: Hem Mithat Paşanın
böyle bir mektup yazacak kadar küçük, hem de halife ve padi­
şah Abdülhamidin kendisine böyle bir mektup yazılamayacak
kadar büyük olduğu söyleniyordu. Ve Mithat Paşanın m.ektu-
bunu ancak Türk vatanına fenalık etmek istiyen bir ecnebi ya­
kabilirdi, ve işte, Mithat Paşa bu mahiyette bir mektup yazmış­
tı. Ve bu Mithat Paşa o derece kendisile dolu adamdı ki, dört
yüz yıldanberi fena olan Osmanlı imparatorluğunun kendisi ta-
lafmdan düzeltildiğini sanıyordu.
Bu yazının asıl iki yeri çok fena idi: 1) Mithat Paşaya deli
diyen Suavinin haklı olma.sı için makalenin başkası tarafından
yazılmasının icap etmesi ve Suavi tarafından imzalanmaması.
2) Mithat Paşaya doya doya şarlatan demek için ona şu iftira­
ların edilmesi: Mithat Paşa Türk milletini ölü sanıyordu, ve is­
lâm ahlâkını Mithat Paşa yıkmaya kalkışıyordu.
Suavinin imzasını taşımayan, fakat tefekkür üslûbunu ve
mizaç tarzını çok taşıyan bu vazının, onun tarafından yazıldığı
hakkında tarihçinin bir vesika bulamaması çok iyi olur. Çıra­
ğan şehidinin ölüsü olsun bu derece talihsiz olmam.alidîr.
Yazı sudur:
Vakit gazetesinden f^l:
«Avrupada Mithat Paşa» ünvanile aldığımız varakadır:
«Burada Mithat Paşanın adamı ve İngiliz gazetelerinden
KÎf V a k i t . N o . 481. 17 Ş u b a t 1292, 29 Ş u b a t U877.
17] Y u k a r ı d a işaret e t t i ğ i m gibi, 481 i n c i V a k i t g a z e e t s i .
8
ITl SARIKLI İHTİLÂLCİ

«birinin muhbiri olan şahsı malûm (?) elile bu kere paşa İngil-
«terenin bir gazetesinde, güya 4 Şubat tarihile zatı hazreti p a -
«dişahiye şöyle bir mektup yazmıştım, diye suretini neşrettir-
«di. Mevkii hilâfete o makule bir mektup tahririnin aslı olma-
«dığı cümlei tahkikatımızdandır. Gelelim mektubun üslûbuna:
«İMektubun havi olduğu ifadelerden pek aşikârdır ki, bu ü.slûp-
«ta tahrir, mahza Avrupalıları vatan aleyhine tahrik için bir
«ecnebi kalemile tastirdir. Bu Mithat Paşa mektubundan anla-
«şüan. Devleti Osmaniye t a m dört yüz sene mütemadiyen fena
«imiş, şimdi bir Mithat Paşa gelmiş, şu dört a.sırlık :fenayı iyi-
«ye tahvil edecekmiş.
«Diyor ki: "Memleketimizde dört yüz yıldanberi saltanat
«süren ketm-i râz ve müdâhene usulünü terketmeliyiz." Bazı:
«adam için «binde bir gelmiş» derler. Koca Mithat!
«Memalik-i Mahrusenin (dört yüz elli yıllık siyakatı he-
«sabile) beş yüz milyon nüfusta bir gelmiş yegâne-i asır değil,.
«meğer yektâ-yı âsâr imiş.
«Peygamberan-ı izâm ve sulehâ-yi kiram heb istiâze ve i s -
«tiğfâr dualarile meşgul oldular. Ve en büyükler «kusurdan h â -
«li değiliz» diye itiraf-i beşeriyet eylediler. Mithat Paşa bu mek-
«tubunda diyor ki: "'— Ben sununla ucb-u gurur ederim kî,.
«huzur-ı vicdanımda (yani alenen olduğu gibi sırren dahi) bh
«kusur sahibi değilim."
«Ne fodulluk ki ucb-u gururun en büyük kusur olduğunu
«bilmesin.
«Haber-i sahihtir ki, Mithat Paşa: "— Yakında beni azlet-
«mek isteyecekler. M ü h r ü vermiyeceğim. istanbulda bira<; k ı -
«tal olacak, lâkin biz galebe edeceğiz," demişti.
«Avrupada Mithat Paşa, bu neşreylediği mektubunun ahi-
«rında güya istifa etmiş olduğunu bildiriyor. Mektup şu ibare
«ile hitam buluyor: «Uhdeme tahmil eylediğiniz sadareti bir d i -
«gere vermenizi rica ederim.»
«Nasıl tevkif ve nasıl tardolunduğu cümle dünyanın m a -
«lûmu iken, güya zat-ı şevket-meâb efendimizin adem-i icra-
«atmdan dolayı istifa etmiş te Napoli'ye tebdil-i hava ve ted-
«bir-i sıhhat için çekilmiş gibi göstermeğe çalışmak ne saygi-
«sızlıktır.
A L İ S U A V İ 115

«Hele bu mektuptaki şive-i nahvetler! Mektuba şu ibare


«ile başlıyor: «Bizim, constitution'u ilândan maksadımız sara-
«yın istibdadını kısa kesmek idi.»
« «Biz» dediğim kim? Herkesin malûmu «biz: Kendimiz;
«ehli istibdad olmak: Bizim maksadımız» idi deseydi vicdanına
«ve ameline mutabık olurdu.
«Mithat Paşa bu mektubunda metbu-i mufahhamımız padi-
«şahma biedebâne hitaba cüretle: «Constitution'un mânası ne-
«dir bilir misin? Constitution'un mânasını constitution'u veren
«bilir. Elârifü yekfih-il işâre.» diyor.
«Eshabı olan ehli irfan anlayıversinler ki, «constitution» u
«veren kimmiş? Böyle nazik ve kendi zat-ı nahvet-simatlanna
«mahsus işâret-i hafiye ile, hususa: «Je n'insiste pas lâ-dessus»
«ibaresi ki, «Elârif-ü yekfih-il işâre» fehvası ile ne garip tevazu,
«ne acayip mahviyet işae buyururlar.
«İzzetlû Ali Suavi Efendi Vakit gazetesine yazdığı bir mek-
«tupta Mithat Paşa akıllı mı, değil mi? Şimdi belli olacak,
«demişti. İşte belli oldu. Değil yalnız bu mektup ile (yani Mit-
«hat Pa.şanın padişaha yazdığı mektupla). Ya Avrupanm her
«tarafına telgralarla neşrolunan o nutuklarına ne diyelim? Bir
«gazeteciye ettiği nutukta (Agence Havas'm 19 Şubat tarihli
«Roma telgrafmdaki mükâleme mütalea buyurula.) Paşa diyor
«ki: —Müslümanların ahlâk-ü âdâtı bütün bütün tebeddül et-
«ıhedikçe heyet-i osmaniye meyyitinin haşr-ü ihyası imkânı-
«na inanmam. Mithat Paşa, Avrupada bir gazeteciyi meırmun
«edeceğim diye bu derece ileri giderse artık akl-u iz'anı ve de-
«rece-i hamiyeti tahmin olunsun.
«Heyeti, meyyit zu'm edip te Wl ihyasını ahlâk-ı islâmi-
«yeyi hedme talik eden bir şarlatanın burada bir taraftarı ola-
«bilir mi? Artık düşünülsün. İmza:
Fakat bu yazıdan evvel, Mithat Paşanın Avrupaya sürül­
mesini, tanınmış adamların hiç olmazsa muztarip bir sükûtla
karşıladığı o günlerde Suavi bu sürgün meselesi hakkında bir
nevi hukuk edebiyatı yapmıö. ve im.zası altında çıkan makale-

[8] Yani «Osmanlı devletini, yahut Türk cemiyetini ölmüz sanıp» ta


d e m e k istiyor. M a k a l e n i n b u s a t ı r l a r ı S u a v i n i n i f a d e t a r z ı n ı ç o k h a t ı r l a t ı r .
sinde Abdüllıamidi göklere çıkarmış, ve Mithat Paşayı j^ere ge­
çirmişti. Hem Abdülhamit II. artık Suavinin eski tâbirile «sü­
müklü halifeler» den değildi, Suavinin yeni tâbirile «metbu-i
mufahhamirruz, padişahımız, efendimiz» di. Ve 1877 Osmanlı
Kanunu Esasisinin, nazırları muhalefet eyledikleri halde, Abdül­
hamit onların «muhalefetlerine rağmen bilcümle tebaai şah-'inç-
«lerine ita» buyurmuştu.

Ve Suavinin demesine göre Montesquieu bile, Mithat Pa­


şanın sürülmesine, bu hâdiseden 129 yıl evvel fetva vermişti.
Hâsılı Osmanlı imparatorluğuna 19 uncu asırda fenalık eden iki
madde vardu-, biri, 1877 Osmanlı kanunu esasisindeki 113 üncü
maddedir ki, Mithat Paşayı, Kemali ve herkesi muhakemesiz
sürmek kudretini 33 yıl A.bdüLhamide verdi [93; ötekisi, P>erlin
muahedesindeki 23 üncü maddedir ki Osmanlı devletinin dahilî
işlerine karışmak hakkını yabancı devletlere bağışladı.

1877 Rus savaşında yenilmiştik, ve Berlin muahedesinaeki


23 üncü mvadde o mağlûbiyet felâketinin neticesiydi. Fakat ka­
nunu esasideki 113 üncü madde böyle değildi; ve, Suavinin bu
maddeyi beğon.mesinin Abdülhaıvûde şirin görünmek isteme­
sinden başka bir izahı yoktu. (Memlekete genç yaşında canı­
nı verecek kadar feragat kahramanı olan Suavi için Abdülha­
midi adam sanması ve onun tarafından beğenilme:-!, ve Mithat
Paşa aleyhinde tatbik edildiği için 113 üncü maddeyi sevme'ji
bir talihsizlikti.)
Avruptıya sürülen Mithat Paşa aleyhinde Suavinin m.aka-
lesi rıoi:

«Tard-u Tagrip»
«Gazetelerle neşredilen hattı hümayunda vâcib-ül bahis
«bir asıl var:
«Sadrazam Mithat Paşanın kanunu esasî hükmünce m.o-

[ 9 ] M i t h a t P a ş a da, k a n u n u e.sa.siyi i s t e m i y o r l a r d i y e bir t a k ı m adam.-


ların sürülmelerini, g e n e k a n u n u e s a s i n i n b u 113 ü n c ü m a d d e s i n e dayana­
rak, c a i z g ö r m e k g ü n a h ı n ı işlemişti.
[10] V a k i t , 459, 26 I l â n u m ı s a n i 1292, 3 M u h a r r e m 1294, 7 Ş u b a t 1877.
A L İ S U A V İ 117

«maliki malırusadan baisi tebaüdü olan bazı esbaptan dolayı


«mesnedinden infisali t ı u . »
«Bu cümleden iki mesele anlaşıldı.
«Biri, Mithat Paşanm memaliki mahrusadan teb'idi; biri
«de bu teb'it mahza Kanunu E.sasînin hükmünü icradan neşet
«eylediği.
«Metbuu mufahhamımız, padişahımız, efendimiz karîha-i
«sabihalarından, hattâ, ademi mes'uliyet bid'atiyie yetişmiş
«olan vükelânın türlü tevilât birle envai muhalefetlerine rağ-
«men bilcümle tebaai şahanelerine ita buyurdukları Kanunu
«Esasinin ruhu neden ibaret idi? Hürriyet. Bir cemaati siya-
«siyenin hürriyeti, min hays-ülcümle i ' 2 ) olan hürriyetidir. Ya-
«ni, hürriyet-i heyete H3] inayet olunacak, hattâ bu riayete ke-
«der getirebilecek lı*J olan hürriyet-i efrat kırılacak, ezilecek.
«İlm-i siyasette hüccet addolunan Montesquieu kitabında
«yazdı ki: «Hürriyeti hep hukukan nsı ziyade seven ve her şe-
«ye tercih ile itina eden memleketlerde bu hürriyeti bozan iş-
«1er yapılır, niçin? Hürriyeti, şuna buna bırakmayıp cümleye
«muhafaza '16J için.»
«İşte bu «hürriyet-i cümle» yi muhafaza vücubundan ne-
«şet etmiştir ki, Fransada cumhuriyetin sekizinci senesinde, ve
«keza 1851 de emniyeti ihlâl edecek kesanı hükümet tevkif ve
«tard-u teb'it eylemiştir. Ve iste bu vücubdandır ki 7 Zilhic-
«cede neşir buyurulan Kanun-ı Esasi devletimizin 113 üncü
«maddesinden "Hükümetin emniyetini ihlâl ettikleri, idare-î
«?âb-'tanın tahkikat-ı mevsukası üzerine .sabit olanları mema-
«lik-i mahru.'^a-i şahaneden ihraç ve teb'it etmek münhasıran
«zatı hazreti padişahinin yed-ı il:tidar rdandır." ü'^l kanun ol-
«muştur.
m ı •Sadrazamlıktan ayrılmağ;- demek istiyor.
1121 « H e r k e s e ş a m i l olan h ü r r i y e t » d e m e k i s t i y o r .
U 3 1 «Hürri.yeti lıeyet» den m a k s a t b ü t ü n h e y e t i i ç t i m a i y e n i n h ü r r i y e t i d i r .
1141 « K e d e r getirebilmek» tâbirini ^halel g e t i r e b i l m e k » m.nna.sına kul-
Innıyor.
115] « H e p h u k u k t a n » m a k s a d ı «bütün h u k u k t a n » d e m e k t i r .
116] «Hürriyeti c ü m l e y e muhafa.ra» dan m a k s a t « h e r k e s ç h ü r r i y e t v e r ­
mek» tir.
1171 B u r a d a « m e f h u m u » gibi bir k e l i m e l â z ı m d ı r .
«Ve bu kanuna riayetten gelmiştir ki, bu kere devletin em-
«niyetini ihlâl ile uğraşan Mithat Paşa memaliki Osmaniyeden
«tardolunmuştur.
«Artık, Kanun-ı Esasî'nin bihakkm icra olunacağına şüp-
«hemiz kalmadı.
«Eğer, bu kanunun bed'en icrası sair vakitlerde ol-
«duğu gibi, bazı sahipsiz, fakir, bikes n^l üzerine icra olunmak-
«la iktifa olunmuş olsaydı, mesele-i icra bazı şüpheler bu'aka--
«bilirdi. Öyle olmadı. İşte cümle âlem gördü ki, padişahtan son­
ara cümlenin fevkinde oturan bir sadrazam hakkında icra olun-
«du. İşte hakkaniyet, işte âlâ ve ednânın müsavatı,
«Emniyeti bazı derece ihlâl edebilecek olan şunun bunun
«hakkmda icra olunması lâzım gelen bir kanun, cümlenin hür-
«riyetine riâyeten bir âlânın [20] üzerine niçin icra olunmasın?
«Bugünkü günde herkes devletimizin müşkülâtım biliyor. Altı
«yüz bin nüfus asker, işlerinden, güçlerinden, kârlarından, kisb-
«lerinden, evlâd-ü ayallerinden cüda düşüp harekette bulu-
«nuyorlarsa birinci rastgelen neferden f 2 i ] sual ediniz. Bunlar
«dahilen ve haricen emniyet-i âmmenin hafızı olan "padişah"
«için geldiler. Yoksa bir sadrazamın gasb-ı nüfuz için kurduğu
«fırıldaklara âlet olmak için gelmediler.
«Monte£quieu'nün takrir ettiği «Hürriyeti şuna buna bı-
«rakmayıp cümleye muhafaza" [22] asl-ü kaidesi üzerine Av-
«rupa devletleri ve h a t t â cumhuriyetleri pek çok «coup» deni-
«len darbeler icra eylediler. Bunlardan en azîmi İngilterede
«cumhuriyet ve kemal-i hürriyet vaktinde hükümetin altı bin
«eşhası birden Amerikaya remy-ü C23] tagrip fiilidir.
«Biz, meselenin, mehakim hukukundan olmadığını beyan
«ve tibyan ediyoruz 124].

[18] « K a n u n u esasinin çıktığı andan itibaren» demek istiyor.


[19] «Olan k i m s e l e r » gibi bir iki k e l i m e l â z ı m d ı r .
[20] Y a n i «hükümetin yüksek mevkiinde oturanın» demek istiyor,
[21] «İlk r a s t g e l e n neferden» demek i.stiyor.
[22] « H e r k e s i n h ü r r i y e t i n i m u h a f a z a » d e m e k istiyor.
[23] «Fırlatıp atmak» y e r i n e «remy» k e l i m e s i n i k u l l a n ı y o r .
[24] B u t ü r l ü a d a m s ü r m e n i n m a h k e m e k a r a r m a v e i l â m ı n a m u h t a ç o l ­
madığını söylemek istiyor.
«Buna dair vâkıât sonra dahi yazılabiür.
«Şimdi Mithat P a ş a n m t a r d m d a n dolayı §ayan-i hal iki
«muamma-yı mühim var, onu yazmanın vakti t a m a m e n sırası.
«Birincisi, Mithat Paşanın olveçhile tardı, acaba, Avrupa-
«ya nasıl tesir edecek?
«Ben derim ki, Mithat Paşanın tardı Avrupaya, devleti-
«mizin hayrını müntiç olarak tesir edecek. Çünkü, Avrupalılar
«ne diyorlardı? Asıl sahih haberi nakledelim. Avrupalılar di-
^yorlardı ki: "Bir devletin icra-yı ıslahat için vereceği teminat
«vüzerasmdan filân veya falan şahısta değildir. Tebeiyet-i âm-
«me, kendi metbuiyetinde teşahhus etmiyen kişi vezir de ol­
usun münazildir. Ancak, teminat o devletin padşiahımn sakah-
«nı vüzerası eline vermiyecek kuvvet ve nüfuz ve sebata malik
«olmak hasletindedir."
«Avrupa hükümetlerinin itimat ve ademi itimadı neden ve
«nereden neşet eder, bir m.isal getireyim: Rusyanm Londra se-
Ksfiri, Fi 14 Haziran 1876, İngiltere haricijre nazırı Lord Derby'-
«ye dedi ki: "Rusyaya itimat için teminat-ı kâfiye imparatoru-
«muzun ahlâki sâlihasıdır." •
«Bunun üzerine Lord Derby o gün Petersburg'a yazdığı bir
«telgrafnamede: "Vâkıâ bir devletin celb-i itimat için göstere-
«bileceği teminatı kâfiye hükümdarının hâl-ü hulkudur" diye
«tasdik- eyledi.
«Sefirin o kelâmı ve Lordun bu telegramı [25] İngilterenin
«resmî Mavi Kitaplarından üçüncü kitapta matbudur.
«Konferansa m u r a h h a s olan Lord Salisbury burada [26] vü-
«kelâ-yı izamdan bir zata, bu kaide üzere davranıp: — " M i t h a t
«Paşa icra edermiş, [27] filân imiş gibi sözler akçe etmez. Temi-
«nat vüzerâ-yı münazilenin ahlâkında değildir. Metbu-ı avâm-
s^u havas olan padişahın hasâil-i itimat-bahşâsmdadır" mealin-
«de beyan-i hâl eyledi.

[25] T e r t i p y a n l ı ş ı d e ğ i l d i r . S u a v i «telgrafname» yazmakla beraber, b u


k e l i m e y i «name» siz k u l l a n a c a ğ ı z a m a n « t e l e g r a m » der.
[26] «Burada» d a n m a k s a t İstanbul'dur. L o r d S a l i s b u r y İstanbul k o n f e ­
ransında murahhastı.
[27] «İcra edermi.ş» den maksat «icraatta b u l u n u r m u s » y a h u t «verdiği
sözü icra e d e r m i ş » gil^i bir m â n a d a o l a c a k t ı r .
«işte bunlardan Aivrupaca sened-i câlib-ül-itimat «vâd-i
«asîl 128] ve «kavl-i metbu» idüği zahir olur. Demek isterim ki,
«efendisini u n u t u p ta ecânib ile istizhara '29] çalışanlar, Avru-
«payı bilmiyorlar ve hiç anlamıyorlar.
«İslahat icra edebilecek nüfuz-ı saltanat yok, zu'meden Av-
«rupa, şimdi görecek ki, Osmanlılarda mâlik-i nüfuz-ü iktidar
«ve sahib-i irade bir padişah var, artık dahil gibi hariç dahi
«emin olacak.
«İkinci muamma-: Mithat Paşa Avrupaya gidip devlete sû-i
«idare isnat ederek, vatan aleyhine müşkülât çıkarmağa kadir
«olur mu?
«Ben zannetmem ki, Mithat Paşa bu veçhile vatanıma iha-
«net etsin.
«Mithat Paşanın aklı var mı, yok mu, şimdi belli olacak.
«Eğer, haysiyeti efendisinin ilbas eylediği ariyet kisve ile ol-
«mayıp ta şeref-i zâtisi var ise bu eyyâm-ı müşkülede, Avru-
«pada erbab-ı namustan ahibba peyda edip müdahalât-i ec-
«nebiye aleyhinde uğraşır, Avrupa diplomatlarile boğaz boğaza
«kavga eder derecede çalışıp "Devleti İslâmi^^enin islâm^ olma-
«yan tebaasını idaresi, Düveli Nasraniyenin islâm olan tebaa-
«sını idarelerinden pek çok adilâne" olduğunu tefhime çalışır.
«İşte bu halde - fakat (ancak) bu surette - Avrupaca muhibb-i
«vatan san'atında maruf olur. Ve padişahın ve hemşerilerinin
«rikkat-ü takdirini celbeder.
«Yook, Mithat Paşa şuna buna tutulmuş gazetecilerle dü-
«şer kalkar da hilâf-i zimmeti harekette bulunmak istiye-
«cek olursa, o halde, vatanına hizmet için nefsini unutmağı va-
«zife addeden Avrupa ukalâsı ve kibarı (büyük adamları de­
şmek istiyor,) enzarmda bednam olur, öç almak için vatanına
«mühîn addolunur,
«Beni, Avrupada bir zat - ki Urquhart'dir - bir kelâm ile
«esiv etti, dedi ki: "Sen nesin? Sen, îikr-ü endi.şeden baş.ka .şey
«değilsin. Mevlâna:

128] V â d - ı asîl» d e n m a k s a t s a d r a z a m ı n k e n d i n e v e k i l y a p a n asilin, y â n i


padişahm vâdi demektir.
129] «Arkasını e c n e b i l e r e d a y a n m a k » demek istiyor.
«Ey birader, tü heman endîse-î,
Mâbeka tü üstühân-ü rişe-î.»
«Öyle ise düşün, gene düşün, düşün daima, isabet edersin.
«Lâiîin, ne vakit ki, düşünmeğe kendi nefsini düşünmeği de ka-
«rıştırırsan elbette hatâ edersin."
«Ben bu kelâmı pek takdir eyledim. Ve düşünmeğe nefsiru
«düşünmeği karıştırmamanın hassasını gördüm. Binaenaleyh
«Mithat Paşaya bu kelâm-i hikmet-merâm ve selâmet en-
«câmı tavsiye eylerim.
«•.Mithat Paşa gibi hidemat-ı celilede bulunmuş bir zat bu-
«gün Aivrupada ehl-i agrâza âlet olmadığından fazla müdaha-
«lât-ı ecnebiye aleyhine uğraşırsa, «ben, iş başmda bulundum,
«devleti Osmaniye idaresinde sizin müdahalenizle size uym_ak-
«tan başka bir fenahk mevcut olmadığını yakmen anladım» der-
«se sahiben hizmet eder. İmza: Ali Suavi.»

Suavi, bu yazıdan dört gün sonra, «Mithat Paşanın haddi­


ni bilmez bir küçük adam» olduğunu isbat etmek istedi. Ve
Mithat Paşayı küçültmek için, Avrupadaki ihtilâlciliği zamanın­
da, sövdüğü eski sadrazam Fuat Paşayı büyültüyordu. O F u ­
at Paşayı ki, kendisi Avrupadayken dokuz yıl sövdüğü hükü­
m e t mefhumuna sokmuştu, o F u a t Paşayı, sürgün Mithat Pa­
şayı küçültmek için büyülten şu makaleyi yazdı f30];

Vakit müdürü efendiye-^


«Elmaruz,
«Mentchikov İstanbula tekâlif-i. .şedide ile geldiği, vakit,
«Fuat Efendi l ^ ' l hariciye nazırı imiş. Mentchikov, Fuat Efen-
«diyi tahkiren, usul-i merasim-ü teşrifata riayet etmiyerek sa-
«rayı hümayuna gider, ve kabul olunur. Hariciye nazırı maka-
«mın teşrifatına riayet olunmadığından bahisle cânib-i sadare-
«te iştikâ eyledikte, oradan dahi hakaret görmesile istifa eder,
«konağına çekilir. O aksam, İngiltere sefareti tercümanı, Fuat

1.30] V a k i t g a z e t e s i . N o . 463, 30 K â n u n u s a n i 1293, 11 Ş u b a t 1877, 27 M u ­


h a r r e m ',1294,
[311 S a d r a z a m K e c e c i z a d e F u a t Paşa.
«Efendiye gelir. Bu gelişten muradı Fuat Efendiyi canib-i dev-
«lete dargın zu'mile Babıâli efkârına dair bazı esrar-u hafaya
«tecessüs eylemeğe mebni olur.
«Tercüman şuradan buradan lâkırdı açmak istedikçe, Fu-
«at Efendi tatlı fıkralarla ve tuhaf sözlerle geçiştirir. Tercüma-
«nm sabrı kalmaz:
«— Efendim, nedir size olan hakaret? Devlet njüşkülâtı
«azime içindedir. Sizin gibi zevatın iş başında bulunması lâzım
«iken bu suretle işten teb'it olunmak ne demektir? Bu millet,
«bu devlet batıyor.»
«Der. Bu sözü işittiği gibi, Fuat Efendi der ki: Devleti.âli-
«yeye müşkülât zuhur eylediğinden makamı hariciyeye ehil ve
«erbab ve o makamı dolduracak bir zatın lüzumu tebeyyün ey-
«ledi. Devlet bizim» gibi efendileri yetiştirmek murat buyurdu-
«ğundan eyyam-ı asayişte öyle makamlarla izaz edebilir. Lâ-
«kin, şimdiki vakit için, o makama ehli lâzımdır. Devleti âli-
«yede b ü y ü k zevat eksik değil. Bu millet ve bu devlet asla bat-
«maz. Siz şunu içiniz de keyfinize bakınız.»
«İşte Fuat Efendi - Fuat Paşa. İşte devlet-ü vatan. İşte had-
«dini bilir büyük adam. Bu kere Mithat Paşa hanedanı salta-
«natı seniyeye ihanet eylediğinden tevkif ve azlolunur, giderken
«der ki: "Artık bu millet battı."
«İşte Mithat Paşa. İ.şte Mühîn-i Devlet-ü vatan. İşte had-
«dini bilmez küçük adam. İmza: Suavi.»

Suaviye göre Abdülhamidin Mithat Paşayı sürmesi gayet


tabiî idi. Hem bir kaç türlü tabiî... Bir defa bu zulüm yeni hir
şey değildi: Abdülhamidin Mithat Paşayı, vatanından kovması,
İsâ peygamber doğmadan beş yüz yıl evvel kanun maddesidi.
Sonra yalnız Osmanlı padişahı değil, Fransa hükümeti de en
büyük adamlarını vatanından muhakemesiz kovmuştu. Hem,
Mithat Paşayı vatanından kovmak için Abdülhamidin dayan­
dığı k a n u n u esasinin 113 üncü maddesindeki «münhasıran» ke­
limesi Türk milletine Tanrının büyük bir lûtfiydi. Çünkü bu
«münhasıran» kelimesile, Türkleri vatanlarından kovmak salâ­
hiyeti yalnız padişaha verilmişti. Ya bu salâhiyet vükelâya da
verilseydi, o zaman Türklerin hali nice olurdu? Çünkü vükelâ
herkesle görüştüğü için bakkalı da tanır, ve bir gün garaz ola­
rak onu vatanından kovabilirdi. Halbuki padişah herkesle gö­
rüşmediği için, ancak tanıdığı devlet adamlarını sürebilirdi. Ve
padişah halkı tanımadığı için halk emniyetteydi. (Abdülhami­
di memnun etmek için Suavinin yazdığı bu şeyler şu darbıme­
seli bir kere daha güzelleştiriyor: Akılsız dosttan akılh düşman
yektir.) Hem Avrupada mevcut olan vatandan kovulmak ka­
nunu, Abdülhamidin, Mithat Paşa aleyhinde bütün şiddetıJe
tatbik etmem.esi Osman oğullarından olan padişahlara mahsus
bir merhametti (yani 19 şehzadesini, 40 yaşında oğlunu öldü­
renlerin ailesine mahsus merhamet). Hem Mithat Paşa vata­
nından kovulduktan sonra bu zulme ses çıkarmazsa Suavi
Efendi, Mithat Paşayı affedecekti. Hem bir de Mithat Paşa kim
oluyordu?
Vaktile Aristolar, Danteler, Machiaveliler, Rousseaular,
Voltaireler vatanlarından kovulduktan sonra da vatana sevgi­
lerini isbat etmemişler miydi? Şimdi Mithat Paşa da Abdülha­
mide bir arzuhal yollamalı ve: — Beni çıkardığın iktidar mev­
kiinde sarhoş olmuştum, ne yaptığımı bilmemiştim; şimdi ayıl-
dım, beni affet, demeliydi.
O zaman Mithat Paşayı Sultan Ham it ve ondan sonra da
Suavi Efendi affedecekti.
Fakat, Mithat Paşa böyle bir arzuhali Suavinin bu maka­
lesinden sonra da yazmamıştı.
Bu makalesinden [•'2]:
«Vakit müdürü efendiye»
«Kanun-ı tard-u tagrib»
«Elmâruz,
«Mithat Paşanm memleketi Osmaniyeden tardı K a n u m
«Esasinin 113 üncü bendine tevfikan icra olunduğunu yazmış-
«tım. Bazı kimseler: — Avrupanm kavanin-i muntazam.e ve mu-
«ayyene ile m.aruf olan memleketlerinde tard var mıdır? Ve
«matrudun töhmeti mahkemede sabit olmak lâzım mıdır? diye
«sual ve taraf-ı âciziden cevap neşrolunmasını talep eylediler.
«Bu mektubumu onlara cevap olmak üzere nesreylemenizi ri-
«ca ederim.
[32] V a k i t . N o 468, 2 S e f e r 1294, 16 Şı.ıbat 1877.
«1. Tart kanunu Avrupada mevcuttur, ve milâd-i İsâ aley-
«hisselâmdan beş asır mukaddem tesis olunmuştur. Fransızca
«banissement» teşhir mânasına «ban» kelime-i atikasmdan ge-
«lir. H ü k ü m e t toprağından tart ve tağrip olunan bir kimseyi
«hududa kadar zurna çalınarak çıkarız ve bu vech ile teşhir edi-
«şi vech-i tesmiye olmuş ve kalmıştır. Bu tart kanunu Fransa-
«da en büyük adamlar aleyhlerine dahi bilâ muhakeme icra
«olundu. 24 Temmuz 1815 ve 12 Kânunusani 1816 iradeleri Bo-
«napart familyasını ve keza krallık aleyhine maznun olanları
«tardeyledi. 10 .Nisan 1832 iradesi Fransız kırah Şarl-i âşiri I33(
«FVansadan ihraç ve tagrip etti. 24 Şubat 1848 hükûmet-i mu-
tvakkatesinin iradesi Orleans familyasını tart ve teb'it eyledi.
«Tart meselesinde tarihçe vâkıâtı bırakalım, kavanini m.ev-
«cudeden bahsedelim.
«Fransada kanun-ı tart.
«Tardolunmağa müstehikkan şunlardır:
«1 — Bir vezir ki «Constitution» a (Kanuni Esasi) dokuna-
«cak veyahut bir şahsın veyahut müteaddit eşhasın gerek hür-
«riyeti şahsiyesine, gerek hukuk-ı belediyesine halel getirecek
«bir şey yapar, yahut emreder. 2, — Şol memurini mülkiye ki
«kavanin veya evamir-i hükümeti icraya mâni olacak tedbir
«ederler. 3. — Şol r u h b a n ki kavanine veya efâl-i hükûm.ettî-
«karşı ademi itaate sebebiyet verirler. 4. — Şol eşhas ki
«teşebbüsat-ı muhalefetkârlarile hükümeti ilân-i harbe ve-
«yahut ahaliyi biribirine müzâhere r.ıi] ve mukabeleye. ar-
«zederler. 5. — Şunlar ki, bir şahsı veya müteaddit e.şhası
«hukuku medenîyesile amelden 135) i n e n ' için bir tedbi-
«re ittifak eylerler '361. gi^ memur ki amden ism-i mev-
«zu 137J iJe pasaport ihraç eder. 7. — Şol memurlar ki, müru-

133] « O n u n c u Charles» elemek isti,yor.


134] B i r i b i r i n e a r k a v e r m e k v e y a r d u n e t m e k . B u r a d a ihtilâl için bi­
ribirine arka v e r m e k d e m e k istiyor. Bizim müzaheret dediğimiz kelimeyi
Suavi arapçadaki şekille kullanıyor.
r35] « M e d e n î h a k l a r ı m k u l l a n m a k t a n » d e m e k istiyor.
[36] «Bir t e d b i r d e i t t i f a k e d e r l e r » d e m e k istiyor. F a k a t a r a p ç a n m ifa-
dF: b ü n y e s i l e bir « t e d b i r e ittifak» ı «bir t e d b i r d e ittifak» a t e r c i h e d i y o r ,
[37] - U y d u r u l m u ş isim» d e m e k istiyor.
A L İ S U A V İ 125

»riye evrakı resmiyesi imal ederler. 8. — Bir tabip veya cer-


^rah ki, bir memuru hizmetten kurtarmak için irtikâp ile şeha-
(detname verirler.
«Mithat Paşa birinci kısımdan olduğu 138] gazetelerde ilâm
<resmî ile neşrolunmuştu. O Mithat Paşa dahi geçenlerde ka-
.«dıaskerleri üçüncü maddedeki eşhastan addederek bilântuha-
«keme kendi elile nefeylemişti.
«2. — Şimdi gelelim ikinci meseleye; B a n n i s s e m e n t = t a r t
?için mahkeme lâzım mıdır? Avrupada. hususa, Fransada ban-
«nissement h ü k m ü n ü hükümet nadiren mehakime düşürür, ek-
«seriya idâre-i zabıta bilâmuhakeme icra eder. Şundan için
«ki 139] Avrupa kanuncuları, Bouillet [40] diksiyönerinde dahi
<beyan olunduğu veçhile: — .Bannissement tart ve tagrip
«hükmü hükümetin kendi emniyeti için bir darbesidir, derler.
«Şu münasebetle, bizim Kanun-ı Esasinin 113 üncü ben din do-
,<ki «münhasıran-- tâbirinin ehemmiyetini dah; tarif edevim.
«Tart hükmü «münhasıran» zâtı padi.şahinin yed-i iktidarın-
«dadır. Demek ki, eyâdî-i iktidarı olan nezaretlerden hiç biri
.'yapamayacak. Bu .kayıt t^n teşekkür olunacak bir nimet-' ada-
«lettir. Çünkü meselâ, bir nazırın bir bakkala husumet edeblî-
«mesi ihtimalden hariç değildir. Lâkin bir padişah âmme ile
«ihtilâfta bulunmayacağından âmme-i halk emniyet kazandı.
«Bir de, padişahlar uluvv-ı himmet-ü şanlarma çesban 142] ^^a-
«met ile f43] mahlûk ve me'lûf olduklarından hükm-i tart te-
[38] Y u k a r ı k i fıkrada «bir v e z i r ki C o n s t i t u t i o n . d i y e b a ş l ı y a n «1» riu-
/uaralı k ı s ı m d a n .
139] » Ş u n u n için k i . d e m e k istiyor.
L40] 7 Z i l h i ç e 1293 tarihli k a n u n u e s a s i n i n Uf üncü maddesi şudur:
• M ü l k ü n bir c i h e t i n d e i h t i l â l z u h u r e d e c e ğ i n i m ü e y y i t âsâr v e e m a r a t g ö -
• rüldüğü halde hükümeti seniyenin o mahalle mahsus olmak üzere muvak-
..katen idarei ö r f i y e i l â n ı n d a h a k k ı v a r d ı r . İ d a r e i ö r f i y e k a v a n ı n v e niza-
..tnatı m ü l k i y e n i n m u v a k k a t e n l a t i l i n d e n i b a r e t o l u p idarei ö r f i y e tahtında
«bulunan m a h a l l i n s u r e t i i d a r e s i n i z a m ı m a h s u s ile t a y i n o l u n a c a k t ı r . H ü -
- kametin emniyetini ihlâl ettikleri idarei zabıtanın tahkikatı mevsukası üze-
• rine sabit o l a n l a r ı memaliki mahrusei şahaneden ihraç etmek münhası-
»ran zâtı hazreti p a d i ş a h î n i n y e d - i i k t i d a n n d a d j r . »
141) «Münhasıran» k a y d ı .
1421 «Lâyık, y a k ı ş a n » d e m e k t i r .
r43J « K i b i r , d e ğ i l «büyüklük» m â n a s ı n a k u l l a n ı y o r .
126 S A R I K L I İ H T İ L Â L C I

«kessür ederaez Ve çeşm-i emniyete batan eâbden gayrisin;.U


«tahakkuk eyliyemez.
«İki meseleye mesaili atiyeyi dahi zammedeyim:
«Bannissement cezasile beraber m a t r u d u n bazı hukuku me-
«deniyeden mahkûm.iyeti lâzım gelir, meselâ hâkim olamaz, şa-
«hit olamaz, vasî olamaz, asker olamaz, ve keza ve keza.
«Müddetle m a t r u t olan, eğer müddetini ikmal etmeden
«memlekete girecek olursa, yalnız hükûm.etin reyile ne türlü
t<kalebent edilmek lâzım geleceğine dair dahi Fransa kanun-
«namesinde ahkâm vardır. (Ceza kanunnamesinde 28 ve 32 ve
«diğer bentler mütalea buyurula.)
«Eğer Avrupaca meriyyül-icra olan ahkâm-ı tart Mithat
«Paşa hakkında icra olunmadfysa, bu ademi icra hanedanı Os-
«maniye mıuhtas olan merhamet-i şahaneden neşet eylemiştir.
«2. Mademki bannissement = tart ve tagrip kanunu, hü-
«kûmetin emniyeti için politikaca bir tedbir-i siyasîdir, ve mat-
«rut olan şahsın töhmeti nezd-i âmmede ilâm ile tayin olunmaz.
«Acaba efkârı umumiyece namuslu olduğu halde, bu namusu
«zatisine halel gelir mi?
«Bu meselede erbab-ı kavanin tevarihten bittahriç 1441 de-
«diler ki: Eğer m a t r u d u n tardolunduktan sonra harekât-ü a'mâ-
«li muhabbet-i vataniye isbat ederse ^ 5 ] o halde efkârı umumî-
«yece müstehkikk-i levm olmaz. Nasıl ki, kadim zamanın Aris-
«tide, ve Kossion ve Yuhanna ve Kriz ve Stum ve Vasil ve ku-
«runuvustada Dante ve Machiavel, zaman-ı ahirde Voltaire ve
«Jean-Jacques Rousseau ve keza matrutlar mahabbet-i vata-
«niyelerini asar-i kesire ile isbat ederek efkârı umumiyede nik-
«nâm ashabı oldular. İşte bu meselenin verdiği derse mebni-
«dir ki, çarşamba günü hıristiyandan 146] bir büyük ve arif zat
«şu kelâmı söyledi: Zâti şevketsimati padişahiye şimdi Mithat
«Paşa bir arzuhal ile: Bana tevdi buyurduğunuz iktidar ile sar-
fhoş olup ne yaptığımı bilemeraiştim. Şim.di ayıld'm, ifakat bul-
«üum, dive yazar ve bu mektubunu Avrupa g.y.etelenU"' neş-

144] Yâni «istihraç e d e r e k , ç ı k a r a r a k , a n h y a r a k . »


145] « M u h a b b e t - i v a t a n i y e y i isbat ederse» d e m e k istiyor.
146] « H ı r i s t i y a n l a r d a n . d e m e k istiyor.
ALİ SUAVİ 127

«reylerse muhabbeti vataniye isbat eder I*''!. Ve illâ felâ. tm


«za; Ali Suavi.»

Mithat Paşanm memleketten kovulması, Vakit gazetesinde


Suavinin âdeta memleketin fena talihile eğleniyor gibi yaptığı
ilim araştırmaları hakkında, imzasız, fakat Suavinin üslûbile,
yazı bünyesile ve Suaviye ve onun zımnında Abdülhamide hak
veren şeyler çıkıyordu.
İmzasız bir yazıdaki şu satırlar gibi I 'is];
«...Beş on zevatın huzurile sabittir ki. bir gün izzetlû Ali
«Suavi Efendi İstanbulda hanesinde gazetecilere dedi ki:
«—• Bazı gazetelerde Mithat Paşayı teb'it» yazılıyor. Bu,,
«yanlıştır. Çünkü bir padişah diğer hükümdarların memleke-
«tine adam teb'it edemezdi. Meselâ bizde Akâ'ya, Vidin'e t a r t
«ve teb'it olunur, memaliki mahrusa hududuna kadar teb'it olu-
«nur, huduttan öte yanına m a t r u d u n gidişi tebaüdüdür. Mithat
«Paşa, benim. Vakit gazetesine yazdığım mektuplarda tâbirim
«gibi tart ve tagrip olundu. Yâni memaliki mahrusai şahaneden
«ihraç olundu. Mithat Paşa «Yunanistana yahut İtalyaya gide-
«rim» demiş, kendi tebaüdüdür. İşte bu sebeptendir ki, (Mithat
«PajŞanın memleketten çıkarılması baklandaki) Hattı H ü m a -
«yunda «teb'it» değil, «tebaüt» buyuruldu...»

147] M ü r e t t i p y a n l ı ş ı d e ğ i l d i r , « m u h a b b e t i v a t a n i y e i.sbat eder» dir, ve


m a k s a d ı « m u h a b b e t i v a t a n i y e s i n i i s b a t eder» d e m e k t i r .
[48] Vakit, N o . 481, 29 Ş u b a t 1877.
SUAVİ VE 93 HAEBÎ m

Biliyoruz ki, Çırağan vak'ası hakkında Namık Kemal şöyle


yazar: «Suavinin hareketi Rusya parmağile olduğunda şüphe
yoktur.» Bu cümle, Namık Kemalin bütün hayatmdaki yanlış
lâkırdılarından biridir. 93 harbi hakkında Suavinin yazdığı ma­
kaleler o kadar sertti ki, bu yazılar Rus düşmanlığını bir mizaç
haline kor. Suavi, Rusyanm adını andığı zaman mantıkim kay­
beder, ve Rusyanm akılsız bir düşmanı olur. 93 savaşmm karşı­
sında Suavi, âdeta, tıbben delidir. Böyle bir adama Rus ajanı
denemez. Ve bu delilik hokkabazlık olamaz. Kemalin, Suavi
hakkında yazdığı yukarıdaki cümle hayatındaki sayılı hatalar­
dan biriyse Suavinin de Çırağan vak'asından epeyce evvel yaz­
dığı, aşağıdaki iki makale Suavinin hayatındaki sayılı muvaze­
nesizliklerinden en kuvvetlisidir. 93 savaşının Osmanlı impara­
torluğunu temelinden sarstığı günlerde Suavi herkesin söylemi-
yeceği lâkırdıları Vakit gazetesine iki makale diye gönderiyor­
du; ve, zekâsının hiç lehinde olmıyan bu iki makaleden birinci­
sinde şu kararları verir:
1) İngilterenin maliyesi tehlikededir, Osmanlı devletinin
maliyesi tehlikede değildir.
2) Galip Rusya devleti bizden tazminat istiyemez. mağlûp
Osmanlı devleti ondan tazminat istivebilir.
Bu türlü lâkırdılarla dolu olan birinci makalesi l'21:
tVakit müdürü beyefendiye
«Elmaruz,
«Dünkü Pazartesi günü Vakitte «Gene sulh lâkırdıları» ün-
«vanile Ajans Havas telgrafı üzerine bazı mütalâa okudum.

r i ] Yeril tarihten .9;j h a r b i , d e d i ğ i m i z 1877-1878 O s m a n h - R u s savaşı.


12] V a k i t g a z e t e s i , fi Temmırz 129;<, (i R e c e p 1294, 17 T e m m u z 1877.
ALİ SUAVİ 129

«Bir- vakitte ki, yüz yirmi beş bin, ve belki şimdiyedek yüz
•-elli bin Moskof, Tuna vilâyetinde islâmm mahna ve yeni mah-
«sulâta çekirge gibi düşmüş, üşmüş asi-i me'kül etmiş ve Os-
<
; manii leşktıi ise asakiri muavine ve çerakiseyi çerhalaştırıp
«haliyâ başlıca bir muharebeye tutuşmamış ve talibi ceng-ü ve-
<.ga ve teşne-i hun-ı âdâ bulunmuş. Böyle bir vakitte müsalâha-
c<ya imkân bulunamayacağı cümlenin malûmudur.
«Bir de Rusya bugünedek, iki milyar altı yüz iki milyon
«dört yüz bin frank, umur-ı harbiye sebebile sarf ettiğini hesap
«edip bunu Osmanlılara tazminat olarak yükleteceğini neşrey-
«leyüp dururken Devleti Osmaniye müsalâha kelimesini bile
«telâffuz etmiyeceği bînâ ve nâbînâya ruşen bir mânadır.
«Avrupada iken Gladstone'un risalesine yazdığım bir red-
«diyede, maliyece tehlike meselesine verdiğim cevapta demiş-
«tim ki:
«Devleti Osmaniyenin maliyesinde ıstırap vardır. Tehlike
«yoktur. Bir memleket ki, İngiltere gibi menabi-i serveti açıl-
«mış, işlenmiş, tükenmiş, o memleketin maliyesi tehlikcd?dir.
«JVTemleketi Osmaniye ise menabi-i serveti, değil işlenmiş, da-
«ha açılmamış bile.
«Şunu da derim ki: Devleti aliyenin Rusyaya karşı çıkardı-
«ğı asker kavgaya tutu.şmuş, bozulmuş ta perişan olmuş değil
«ki, nâümid olalım.
«Şimdi bize lâzım odur ki, Rusya nasıl masarif-i harbiyesi-
«ni ve tebaasınca zayiatını hesap ediyorsa biz dahi onun gibi ve
«bilcümle Avrupalılar misillû bir Meclisi Tazminat teşkil edip
«Rusyadan istiyeceğimiz milyarların hesap defterini tutalım.
«Unutmamalı ki, Edirne muahedesinde Rusya bizden yirm.i
«beş milyon frank istediği gibi, tebaasının zayiatını dahi taz-
«min için bir buçuk milyon duka talep eylemiş ve dört taksite
«raptetmiş idi. Ve hattâ bu zayiatı yirmi dört sâl mukaddemin-
«don beri tutturup hesap kılm.ış idi. Şimdi Rusya ettiği istikrazatı
«ve çıkardığı ve çıkarmakta olduğu evrakı nakdiyeyi hesap ey-
«lediğinden fazla, meselâ, bir köye attığımız gülleler zararın-
9
«dan dolayı L31 bir köyde iki milyon dört yüz bin frank tahri-
«bat ve zayiat kaydediyor.
«Tazminat talebi için defter lâzım. Hani bizim defterimiz?
«Defterimiz olmalı. Hersek meselesini bidayetindenberi hesap
«tutmalı. Ettiğimiz istikrazlar, çıkardığımız kayimeler, topladı-
«ğımız ianeler hep kaydolunmalı. Bu kere Tuna vilâyetinde
«Moskofun yıktığı memleketlerin ve hanelerin ve islâmdan
«gasbeylediği emlâk ve emval ve mevaşinin kıymeti ve kesti-
«ği rical ve inâs ve sıbyan kanlarının pahası hep yazılmalı.
«Varidat-ı devlete ve ticaret ve ziraate ve sınâata sinîn-i
«adîdeden beri Rusya entrikası yüzünden gelen sekte hep hesa-
«ba girmeli.
«Teşkilini arzettiğim Meclisi Tazminat, bu kere hanesi,
«malı, mülkü, canını kurtarabiierek kaçabilmiş olan müslim v e
«gayri müslim vatandaşlarımızın arzedecekleri defterlere şim-
«diden açık olmalı.
«İşte Devleti Osmaniyenin müsalâhaya girişmesi, Rusya-
«nın bu ziyanlar mecmuunu tazmin eylemesine tevakkuf eder.
«İmza: Ali Suavi.»
Sade zekâsını değil, kendi şehadet kaniyle fecirleşen büyük
hamiyetinin de lehinde olmıyan ikinci makalesinde de Suavi
şunları yazıyordu:
1) Rusyayı yenmek için Abdülhamit II yeterdi; orduyu
böyle bir padişah kullanırsa t4] Tanrı bize yardımcı olurdu. (Su­
avi, Tanrıyı da kendi aklında sanıyordu.)
2) Rus ordusu o kadar zayıftı ki, bir çarparsak düşüyordu
(halbuki bu Rus ordusu Beşiktaşa gelmesin diye Abdülhamit
II İngiltereye Kıbrısı verecekti.)
3) Tunada siyasetin boğamadığı canavarı bir kaşık suda şe­
caat boğardı, filân...
Bu türlü lâflarla dolu olan ikinci makalesi 151;

13] « G ü l l e l e r i n z a r a r ı n d a n dolayı» demek istiyor.


14] H a l b u k i , 93 h a r b i n i Abdülhamit saraydan bizzat idare ettiği için
bu muharebeyi kaybettiğimiz hakkında, memlekette, bir efkârı umumiye
vardı.
[51 V a k i t , 16 T e m m u z 1293, 17 R e c e p 1294, 28 T e m m u z 1877.
<.Vakit müdürü efendiye»
«Elmaruz,
«Şimdiki halimizle dahi Rusyaya mukavemetten izharı acz
«etmeğe ve binaenaleyh nâümid olmağa bir sebep yoktur.
«Bir muharebeye girdik ki o muharebe vacip ve mukadder
«idi. Esbaba teşebbüste elden geleni yaptık. Yalnız hir kusur et-
«tik, o dahi düşmanı defe mecbur iken r e f plânı tuttuk. Yâni
«düşmanımız bize:»
«— Ben, sizin filân kıt'anıza gireceğim. Oradaki filân kav-
«mi, sizden ayırmak için, sizin milletinizi oradan tardedeceğim.
«Ve bir kere, bunu icra ede ede Balkan geçitlerini zaptettiğim
«gibi, Avrupalı kardeşlerimle beraber bu oyunun sakalı bitti,
«diyeceğim, diyerek açıktan açığa, dobra dobra yürüdüğü hal-
«de, biz ona: —• Öyle ise sana kapıyı açmayız, sizi oraya sokrna-
««yız. Deyip defe çalışacak yerde, girsin de, dediğini yapsın da
«sonra d e f i icabına bakılır, dedik.
«Her ne ise... Geçen hataların ne gibi cehaletten neşet ey-
«lediği sebep olanların muhakemesinden tebeyyün edecektir.
«Biz, şimdi hale ve istikbale nazaran meyus olmağa sebep
«bulunmadığını söyliyelim.
«Nâümid olmayalım.
«1 — Zira, bir padişahımız var ki, genç ve dinç bulunduğu
«halde üç padişah muayene etti [6]. Birinin hasenatını didei ik-
«tidâ ile gördü t^] Diğer bir padişahın hatiatini çeşmi ibretle
«süzdü. Bir padişahın da vehm ve haşyet neticesi olan haletini
ayn-ı metanetle müşahede eyledi.
«Ceddinin cidd-ü celâdetine ve pederinin vefa ve merha-
«metine irsen mazhar zuhur edip cülusu hümayunlarının te-
«sadüf eylediği devletin hayat ve mıemat ve müşkülâtile gece

16] E v v e l c e d e n a k l e U i ğ i m b a fıkrayı e v v e l c e d e i z a h için, o husus­


taki notta d e d i ğ i m gibi, S u a v i n i n b u c ü m l e y l e i f a d e e t m e k istediği şudur:
Abdülhamit üç padişahı tecrübe etti. Ve bu padişahlar Mecit, Aziz, Mu-
raddır.
17] O n u n gibi o l m a k i s t i y e r c k , ona u y m a y ı e m e l e d i n e r e k baktı, d c m e i t
ietiyor.
«ve gündüz müsaraat ' 8 ] eylemekte ve âdâya mukavemet için
«dahi yalnız zât-i kifayetsimatları çalışmaktadır.
«Böyle bir metbu' nice yüz bin müsellâh dilâverin ba.sında
«bulundukça cenab-i müsebbib-ül-esbap yardımcımızdır.
«2 — Zira askerimiz mağlûp değil, ve cenge hazır ve kâ-
«fi. Rusya da bize karşı çıkardığı asker mislini 191 her muhare-
«bede çıkaragelmişti. Biz ise, hiç bir vakitte bu mertebede ve
«böyle müsellâh asker çıkaramadık.
«3 — Zira düşmanımız o kadar zayıf ki, bir kere, velev tesa-
«düfî olsun, çarpınca düşüyor.
«Anadolu kumandanı paşa sağa sıvışıyor, sola sıvışıyor
«iken, Moskof askerinin iki kolu arasında sıkışıp ta kurtulmak
«için bir hareket ettiği gibi, fakat HOl kurtulmak değil, iki üç
«misli düşmanı bozdu. İşte bir burhan ki, Moskof, dev değilmiş,
«Moskof ejderha değilmaş. Moskof kof imiş. Bir kerecik çarp-
«mak lâzım imiş.
«4 — Zira, artık politika bitti. Cenk başladı. Moskoftan ve
«şundan bundan tokat yiye yiye büyümüş, gözü yılmış, yaşı
«yetmiş, işi bitmiş olmayanlar meydan-ı harbe girmeye baş-
«ladılar.
«5 — Zira, simitleri kapışmağa hazır olan köpekler için tab-
«layı devirmek niyetinde değiliz.
«Moskof İstanbul üzerine yürüsün farzedelim. İki dıl'ı deniz
«olan İstanbulu karadan gelen askerin muhasara edebilmesi
«mümkün müdür ki, nâümit olalım da aman diyelim?
«6 — Moskofu İstanbul önünde dahi bozabiliriz. İstanbul iki
Çekm.eceler göllerinden Terkos gölüne ve tepelerine doğru iki
«hat üzere istihkâmat ile müdafaa olunabileceği gibi en son ve
«çaresiz vakitte bile Beyoğlu ve Topçular tepelerini ve Malte-
«peyi tutarız, gene mukabele ederiz. Ve bu politikanın Tunada
«boğmadığı ve Balkan geçitlerinde sıkıp ezmediği canavarları
«arkasından takip edecek ve saracak Süleymanlarm, Osman-

[8] « M ü s a r a a . yazmayıp «müsaraat. yazar, ve «mücadele, mânasma


kullanır.
19] «O m i k t a r d a a s k e r i , d e m e k i s t i y o r .
[10] «Ancak mânasına kullanır.
ALİ SUAVİ 133
«ların H U gayretlerile Domuz dereleri gibi bir kaşık suda cenk
«ile boğarız.
«7 — Zira, çalışan için her vakit, vakit vardır.
«Bilmez misiniz ki, İngiliz donanması, her ne tertiple ise, Bo-
«ğazı geçtiği ve M a r m a r a y a geldiği vakit Sultan Selim cennet-
«mekân vakit kalmadığına inanmayıp ahalinin önüne bizzat
«dü,ştü. İstanbul istihkâmatını yalnız dört günde inşa ettirdi.
Öyle istihkâmat-ı vesia ki:
Top Havayı
Baruthane önlerine 50 00 '
Yedikuk- önlerine 28 04
Samatya 24 05
Yenikapıya doğru 25 20
Yenilıapı (İbrahim k â h y a
bataryası) 10 24
Çatladıkapıya doğru 22 06
Ah rkap'iya doğru 26 10
Saraya doğru (Reis efendi
bataryası) 28 12
Balıkhane tarafı 00 08
İncirli köşk önleri 36 06
Saray bahçesi duvarları 60 08
Ha.'-rtane bahçesi 22 00
Gülhane kenarları 24 OG
Yeni köşk sevahili 31 06
Ke.'a 54 06
Topkapı 48 00
Yalı köşkü 62 08
İstanbul kenarları 72 08
Dsfterdar sevahili 28 10
î'ophars 84
Tophane k'şlasınm ü.stünde
tepeler 22
Beşiktaş ve Dolmabahce 26 04

un Şıpka kumandanı Müşir S ü l e y m a n Paşa, v e P l e v n e kahramanı Ga­


zi O s m a n Paşa.
134 SARIKLI İHTİLÂLCİ

Top Havan
Ortaköy 18 10
Kızkulesi 14 00
Salacık 20 00
İbrahim paşa 28 12
H a r e m iskelesi 28 00
Haydarpaşa 28 04
Kadıköy 14 08

917 200
«Bundan yetmiş üç sene mukaddem o tarihte Bilâd-i selâse
«her sene-i sâlisede teftiş ve tenfir birle sonradan arâmgir
«olanları ve bekâr ve serseri makulelerini ihraç ve yurdlarına
«inhâç [13] usulü kadimesine ric'at ve temessük olunmakla İs-
«tanbul ahalisi, bâde hazf-üz-zevâid şimdiki ahalinin nısfı aded-
«de değil iken bir padişahın ikdamile yalnız dört günde dokuz
«yüz on yedi top ve iki yüz havan vaz'ile istihkâmat-ı vesia ve
«cesime inşa olundu.
«Şimdi beş altı saatlik hat üzere mevcut tabiî tepeleri bir-
«birine vasıldan ibaret olması lâzım gelen istihkâmatm inşası
«İstanbul ahalisi için iki günlük iştir.
«Bugün bize farzolan şeyleri söyliyeyim:.
«1—^ Allah var, Allah var, Allahı unutmamalı.
«2\—Hâin hâif olduğu gibi, böyle bir vakitte, kim ki hâif-
«dir, hâindir.
«3 —• Mademki harb var. kim ki harb taraftarı değildir,
«harb işinden çıkmalı.
«4 — Adam yok tâbirini kaldırmalı. Niçin yok? İşte ben
«adamım. Filân adam iş görürse diye haset edenler adam de-
<:ğildir.
«5 — Yerliden, ecnebiden her kim Moskof Kırkkiliseye gel-

[12] Çolc a r a p ç a o l a n k e l i m e l e r d e n d i r , ürkütmek, v e hükmetmek mâ-


nalarınadır.
[13] Çok arapça olan kelimelerdendir, Suavi bu lûgatlarla yazılarmı
şahsiyetleştirmek ister v e « i n h a ç = y o l l a m a k . demektir.
A L İ S U A V İ 135

«mis, Moskof Çatalcaya ulaşmış gibi resmen neşrolunmamış bir


«şeyi her kim işitirse, o herifi tutup en yakın karakolhaneye gö-
«türmeli. Dediği sahih ise neşrolunsun, sahih değilse herif ter-
4biye edilsin.
«6 — H a r b e dair gelen resmî telgraf name galibiyeti, ya
«mağlûbiyeti, neyi müş'ir olursa olsun, telgrafhane önünde bir
«çerçeveye takılıp aşılmalı. Okuyan okusun, istinsah eden etsin.
«7 —• Nerede petrol, nerede silâh, barut, hartuç varsa hepsi-
«ni hükümet ahz ve zaptetmeli. Nerede idarei örfiye varsa, ora­
mda hep mahrukat ve katüât tı-H mebi'attan tsj değüdir. Ş u k a -
«dar ki, Avrupanm payitahtlarında idarei örfiye vaktinde yap-
«tıkları gibi silâh satmağa mezun olan mağazalarda her nevi
«tüfekten, her nevi tabancadan, her nevi kartuçtan ve her nevi
«bıçaktan, birer adet bırakdıp müşteri zuhur ederse, o neviden
«kaç adet isterse, tacir, ism-ü resmiyle pusulasını yapar, hükû-
«met yedinde olan malından ol veçhile ister.
«8 — İstanbul ahali-i islâmi usul-ı atıka üzere zapt-ü-rapta
bakmalı.
«Bunda yâd var, yaman var, mahalleliler, eski usul üzere,
«sokağa seccadeleri sererler, kahve içerler, nöbet beklerler. Bu
«bir zaptiyeliktir ki, hiç bir işe ve emr-i teayyüşe sekte getir-
«mez. Jandarmamızın ekserisi dahilî muhafaza kaydından kur-
«tulup istihkâmat askeri olur.
«Kırk bin piyadeye ve on bin süvariye çıkabilecek Dobrica
«ahalisi, başıboş dev gibi, perişan ve tarumar edileceğine, Nus-
«rat Paşanın dediği gibi, bölük bölük, tabur tabur, alay alay teş-
«kil olunmuş olaydı varsın, gene ric'at plânı mevcut olsun, bu
«ahali nizam üzere ric'at ettirilebileceğinden mahv-ü-perişan
«olmazlardı ya.
«Ekseriyet üzere islâm olan Balkan avcı ahalisi hâib-ü-hâ-
«sir bırakılacağına Sinciair'in dediği ve benim serdar-ı sabıka
«mektubu mahsus ile yazdığım gibi Balkan geçitleri tanzim ve
«teşkil olunmuş olaydı Bulgarlar Moskofu Balkandan geçire-
«mezlerdi ya. İmza: Ali Suavi.»

[14] « ö l d ü r ü c ü m a d d e l e r » d e m e k t i r .
Î 1 5 ] «Satılıp alınma.sı caiz olan ş e y l e r » demektir.
SUAVİ VF, HIRİSTİYAN AZLIKLAR

Suavi Avrupadan İstanbula döndükten sonra bir toplantı


buldu; İstanbul konferansı. Bulunduğu yerin adını taşıyan bu
konferans, A v r u p a n m büyük devletleri murahhaslarından te­
şekkül ediyordu. Bu murahhasların toplanmaktan bir maksat­
ları da «bedbaht olan şark hıristiyanlarını bahtiyar edecek ıs-
«lahat» yapmağa Osmanlı imparatorluğunu zorlamaktı. Suavi­
nin sinirlerine haklı olarak dokunan şey şarktaki hıristiyan az­
lıklarını Avrupanın talihsiz sanması ve bu bedbahtlıktan onla­
rı kurtarmak için ıslahat istemesiydi. Suavi bu ıslahat» a «ha-
tiat» diyordu. Çünkü, onun fikrince, şarktaki hıristiyan azlık­
lar iki kısımdı; Bir kısmı yerli duygularını Avrupadan aldıkları
«hürriyet» kelimesinin yanlış izahile kaybeden ve hayatlarının
.sari: yürüyüşünü garptan aldıkları rugan pabuçlarla şaşıran
züppelerdi ki, Suavi bunları «şark hıristiyanı» saymıyordu.
Onun sahici şark hıristiyanlan. Avrupalı olanlardan, hattâ Av-
rupalılaşmış olanlardan iğrenenlerdi;

Vakit gazetesinden H l ;
«Vakit müdürü efendiye»
«Elmaruz,
«Konferans (İstanbul konferansı) meselesi nazik. Avrupa
«devletlerinden bazısı bazısına muhalefet etmek ve belki mu-
«harebe eylemek muhtemeldir. Lâkin bize ne. Bir nokta var ki,
«onda hepsi müttefiktir.
«O müttefek-ün-aleyhâ olan nokta şark hıristiyanlannın ı.s-
«lah-i ahvali» ünvanile hatîât.
«İngiliz ile Rus muharebe ediyor farzediniz. Bunlar mey­

l i ] V a k i t g a z e t e s i . No. .383, 10 T e ş r i n i s a n i 12\12, 5 Z i l k a d e 1293. 22 Te.= -


rinisaiıi 1876
A L İ S U A V İ 137

«dan-1 muharebede birbirlerini kırarlarken nokta-i mezkûreye


«dair olan konferansta iki devletin murahhasları biraderâne
«müttefiklerdir. Bu meseleyi iyice anlamak, bundan on sâl ak-
«dem (fî 1866) Avusturya devletinin başvekili Post'un Avrupa
«kabinelerine yazdığı müzekkereyi bilmek lâzımdır. Bu müzek-
«kereyi ve bunun üzerine devletlerin ittifakına d a i r geçen bazı
«muhaberatı Avrupada bulunduğum vakit Republigue Française
«ve diğer bazı gazetelerde neşrettirmiş idim. İ ş i n bu merkezde
«bulunduğu anlaşıldıysa, şimdi, devletlerin filhakika muzır ve
«muharrip olan şu ittifakına karşı ne yapmak lâzım gelir, tarif
«edeyim. .Avrupalılar bu meseleye neden ittifak ediyorlar
«onu. bilmek çare bulmağa kâfidir. Avrupalıların bu meseleye
«ittifakı cehaletlerinden, yani şark hıristiyanlarını bilmedİ!:)?-
«rindendir. O halde onlara: —Cahilsiniz, bilmiyorsunuz, dern.:^-
«li, hak.ikat-i h a l i anlatmalı. Ben Avrupada mütenebbih ettiğim
«ricali işte bu tarik ile irşat eyledim. Onlara dedim ki: — Sizin
«şark hıristiyanlan dediğiniz, bir şimendifer komiserinden ru-
«gan potin giymesini öğrenip te libertî = hürriyet diyerek ana-
«sını babasını tahkir eden Bulgar oğlanı değildir. Ş a r k Inristi-
«yanları. dediğiniz, Avrupadaki frenklerden yalan yanli-ş bazı
«frenklik öğrenip te âbâ ve acdâdının âdât-ü-ahlâk-ı-taat-
«hılâkmı tahkir eyliyen ve rütbe filân arzusile müşkülât çıkar-
«mağa çalışan üç dört Ermeni ve Rum ve Bulgardan ibaret
«ahlât-ı erbaa değildir '31. Ş a r k hıristiyanlan İdliseye h ü r m e t
«eden ve dinlerince evamir-i ilâhiyeye itaat eyliyen patrikler
«idarelerinin altında milyon milyon nüfustur ki. bunlar, frenk-
«leri tahkir 'ettikleri kadar frenkleşm.iş olan mezkûr ahlâl-i e r -
«baadan dahi istikrah ederler. Ş i m d i şark hırf^^tiyanları haber-
«dar olsalar ki, Avrupa frenkleri onları himaye davasile k?ndi-
«leri gibi yapmak isterlermiş, hemen hepsi sizin aleyhini/de bu.-
«lunurlar. Avrupada ehl-i insaf var, lâkin bilmiyorlar. Eğer hu

12] «Bu m e s e l e d e ittifak- d e m e k i.stiyor. F a k a t m e d r e s e itivadilo « m e -


.seleye ittifak.- ş e k l i n d e y a z ı y o r .
13] S u a v i n i n i \ v r u p a j ı l a ş a n h ı r i s t i y a n l a r d a n m a k s a d ı biı.^z da R o m a d a
okuyan Ermeni kardinali Hasun Efendinin adına izafeten teşekkül eden v e
kilise evkafının idaresile âyinlerinin tanzimine Avrupayı sokmak :.sti.ven
Hasunist'lerdir.
«ehl-i insaf bilseler ki, insaniyet diye tabiîlik, dehrîlik ve hür-
«riyet davasında bulunan evlâd-i şarkı ehl-i din ve erbabı ahlâk
«olan babaları aleyhinde silâhlandırıyorlar, ve bunun adını hı-
«ristiyanları himaye tesmiye ediyorlar. 01 vakit hatalarını an-
«larlar, ve anlamalarile hatalarından âr ederler.
«Ben İstanbulda doğdum amma on beş yaşımdanberi seya-
«hat eyledim. Ben şark hıristiyanları cumhuriyetini gördüm [4],
«bilmüşahede bilirim. Avrupada bulunduğum müddette bun-
«larla çok muhabere ettim. Avrupalılara hıristiyan mektuplari-
«le gösterdim ki, himaye 151, yukarıda işaret ettiğim «ahlât-ı er-
«baaya Devleti Osmaniyeyi iz'aç ederek, rütbe ve tasallut C^ı
«kazandırıp cumhur üzerine müstebit eylemekten i^] başka ne-
«ticeyi hâsıl etmez.
«Ne Anadoluda, ve ne de Kümelide hıristiyanlar frengi sev-
«mezler. A v r u p a n m en büyük cehaleti [8]^ bir kavme himaye
«ismâ' etmek istiyorlar ki, o kavim onları istismâ' istem.ez Ve-
«hüm lehu kârihun 1 9 ] . YÎ. 4 Zilkade. İmza Ali Suavi.»

[4] «Şark hıri.stiyanları c e m a a t i n i g ö r d ü m » demek i.stiyor.


15] « A v r u p a l ü a r m himayeleri» demek istiyor.
16] B i r i h t i m a l e g ö r e bu k e l i m e , y a z ı l d ı ğ ı gibi, h a k i k a t e n «tasallut» tur
v e o t a k d i r d e «sulta» m â n a s ı n a kuUanı.yor, B a ş k a bir i h t i m a l e g ö r e «tasal-
tun» dur, v e t e r t i p y a n l ı ş ı o l a r a k «teşallut» yazılmıştır.
17] « C e m a a t l e r i n i müstebit etmelUen. demek istiyor.
İ8] . « A v r u p a n m e n b ü y ü k c e h a l e t i ş u n d a d ı r ki» d e m e k istiyor.
191 «Oriu i s t e m i y o r l a r » manasınadır. Ayettir, ve Surei Nahildedir
İKİ RESMÎ ZULÜM

Suavinin hayatında karşılaştığı ilk resmî zulüm mefhumu


Simavda bir köylü kadından alınan yirmi kuruşla başlar, son
zulüm de Çıraganda kendi hayatile biter.
Simavdaki köylü kadın hâdisesi Yörük Hüseyin vak'asının
mukadimesidir: Suavi, Simavda Kuşlu medresesinde müderris
iken, talebeden bir Yörük Hüseyin vardır. Hayatını Kuşlu med­
resesine vakfetmek ister. Suavi galiba tevazuundan söylemiyor
ve galiba, bu Yörük Hüseyin, hocasmın ilmine meftun olduğu
için medreseye hayatını bağlamak istiyor. (Çok iddialı adam
olduğu halde, Suavinin, bazan, böyle tevazuaları vardır.) Ve bu
Hüseyin Yörük aşiretindeki koyunlariyle keçilerini satıp med­
reseye kapanmaya karar verir. Günün birinde ortadan kay­
bolan Hüseyin «Mevâşisini satıp, savmak l^U» için aşiretine git­
mişti. Satılan hayvanlar beş bin kuruş kadar tutar, ve Hüseyin
parayı kemerine yerleştirir, medreseye gelmek üzere yola çı­
kar. «Kasabaya gelirken, aşiretinden iki Yörük önünü keser,
«Hüseyini soyarlar. Fakat Hüseyinin malı canının yongası ol-
«duğundan, hemen canını dahi beraber verircesine Yörükler-
«den bıçak yer [2]. Bedeni pare pare olur, bir müddet sonra dü-
«şe kalka kasabaya, medreseye gelir l^].» Basma geleni medre­
sede Suaviye anlatır. Suavi «Hüseyine sabretmesini ve her der-
«nek günü kasabanın pazar yerine gidip hırsıza rastgetirdiği
«anda zaptiyeye tulturmasını talim [4]» eder. «Hüseyin bu su­

ni Ş û r a y ı Ü m m e t , N o . 132, 1 Ş u b a t 1329, 23 M u h a r r e m 1327, «Ali .Su­


a v i m e r h u m u n t e r c ü m e i h a l v e s e r g ü z e ş t i » , t e f r i k a : 2.
12] A y n i g a z e t e v e t e f r i k a .
r 3 ] A y n i g a z e t e , N o . 133, a y n i t e f r i k a : 3.
r 4 ] A y n i g a z e t e v e tefrika.
140 SA R I K L I IH r I LA LC 1

«rette hareketle iki üg hafta sonra herifi rastgetirir ' 5 ' , zaptiye-
«ye t u t t u r u r l ı ^ l . »
İşe zaptiye karışınca resmî zulüm mefhumu da başlar, çün­
kü Simavda nahiye m ü d ü r ü n ü n önünde bir dava zaptı açılır.
Hırsız hapse konulur. Fakat müdür, 600 kururş rüşvet alarak
hırsızı hapisten çıkarır, Yörük Plüseyin, davasını isbat etmeye
gittiği zaman, m.üdürden şu cevabı alır:
— Mahpus kefalete bağlandı ve şahsî işlerini görmek için
üç gün izinle salıverildi.
Suavi haber ahr ki, m.ahpus, nahiye m ü d ü r ü n e ve;ecegi
€00 kuruşu Zeybek Ahmet ismindeki kasaba koyun getireceği­
ni vâdederek temin etmiş, ve bu parayı müdüre de kasap Ah­
met vermi.fti. Suavi, bunu bilm.ez görünür, ve, ilk defa karşı-
l a ş t i P i resmî zulüm, mefhumunun başlangıcı olan bu vak'anm
içinden taşan acısile günde bir kaç defa müdüre gidip raahpu-
sun buldu.rulması:aı sövler. Anlatamaz. Nihayet bir gün nal-Jye
meclİEİ toplantısında iken rnü.'iüre Suavi gene gider. Müciür şu
kısa ve son cevabını verir:
— Kaçmış, bulunmuyor.
Suavi, müdürün yüzüne karşı rüşvet aldığını söyler, ve Si­
mav naibine de l ' l işin içini anlatır, ve rüşveti başmdanberi iti­
raf ed.en kasap Zeybek Ahmedi de şahit olarak gö.sterir, vs Kuş­
lu medresesini'" müdirresi 18] Sim.av naibi nahiye müdürü­
nün hır-sı^rğın '•). Suavi ilo ı-;i-ı^nrir-, . A r f - ı - , buni'n ürerine
Suavi kalkar, "lütahyaya gider, Kütahya kaymakamma ve hâ­
kimine f91 Simav müdüründen şikâyet eder. Müdü^ü'i başka
şeylerini de öğrenen sarıklı ihtilâlci s-rası gelmişken onları da
anlatır: Müdür o yılm aşarını, eşraftan yf;di sekiz kişilf birle­
şerek, kapatm'ştı. Hükümet bundan dört yük kuruş zarar gör­
müştü.

151 « H e r i f e raslar» elemek i.stiyor.


16] A y n i g a z e t e v e tefrika.
1 7 ] B u r d u r l u olan bn naibi S u a v i . h a l k ı n t e l â f f u z i l e «Boldurlu Çalık
Kaca-ı a ı y e y a z a r .
181 M u s t a f a E f e n d i i s m i n d e k i zat.
19] K a y m a k a m M u t u ş P a ş a v e h â k i m H a r a ç ç ı z a d e A g â h E f e n d i .
141
Bu araljk Simav naibi de Kütahyaya gelir, ve müdürle eş­
rafın suçları sabit olur. Eşraf sürgüne gönderilir.
M ü d ü r ne olur?
Bu suali Suavi de kendi kendine şu tarzda sorar, cevabmı
şu tarzda verir:
— «Bu aralık müdür ne ceza gördü?. Azil ile güya tazir olun-
«du... Hüseyinin paraları?... Gitti, gider!»
Fakat Suavinin hayatmdaki ilk resmî zulüm mefhumu bu
değildir. Onu hasta eden zulüm Simavda Hacı Hafız oğlunun boy­
nunda din kitabile, elinde takva tesbihile, dudağında tehlil ,se-
sile hükümet sandalyasına oturunca (hem de tamamen değil,
vekil olarak kıçının dörtte birile oturunca) 60 kuruş almak
için köylü kadınına çocuğunu sattırmasıdır.
Bunu, üslûbundaki zehirli tebessümle, ve sesindeki güzel
göz yaşile Suavi kendi anlatsın:
«Kütahya kaymakamına Simavda, Hacı Hafız oğlunu ben
«ve naip tavsiye ederiz. Bir emirname ile çıkıp müdür vekili ta-
«yin olundu. Ben de SinTiava döndüm. Bu Hacı Hafız oğlu dedi-
«ğim zat, vaktile Simavm birinci m.ortebede ağniyasmdan ve
«muteberanından iken, hasmı olan fırka-i vucuh n o i bir aralık
«galebe ile onun (Hacı Hafız oğlunun) taraftarlarını müzmahil
«etmiş, ve Hacı Hafız oğluna da hayale gelmez gadirler eyle-
«mişler, emval-i fıkrayı tazmin namile malını almışlar, evlâ-
«dını askere göndermiş, ve nefsine de emniyet vermediklerin-
«den firara mecbur eylemişler.
«Hacı Hafız oğlu Aydın taraflarında bir kaç sene m.estu-
«ren 'irj devredip müahharen Simava (12) tamtakır hanesine
«dönmü.şse de ne kasabaya girdiğini, ne de hanesinde oturduğu-
«nu, haremi kimseye sezdirmeyerek, gece gündüz Delâili Hay-
«rat okumakla meşgul ve mestur kalmış. Mumaileyhin bu h â ü -
«felâketi, yedi sene kadar sürmüş olduğunu mukaddema işit-

110]«Memleketin ileri gelenleri» demek istiyor.


111] «Gizli o l a r a k , d e m e k i s t i y o r .
[12] B u r a y a kadar olan kısım Şûrayı tİmmet gazetesinde (No. Vİ'J, 2
9 u b a t 1324, «Ali S u a v i m e r h u m u n t e r c ü m e i hal v e s e r g ü z e ş t i » başlıklı tef­
rikanın 3 numarasındandır.
«.miş ve kendisile gaibane aşinaiüi üaiıı etmıg ve bmabenn Mu-
etuş Paşaya tavsiye dahi eylemiş idim. Simava avdetimde şu bî-
«çare ve mesaibdîde Hacı Hafız oğlunu, m ü d ü r konağında ve-
«kil sıfatında [ i 3 ] birinci kere olarak gördüm. Çehresi güzel, göz-
«leri iri, burnu eğri, sakalı dolgun, arkasında kürk, başında ye-
«şil 114], elinde teşbih, dudakları müsebbih ve mühellil U S l boy-
«nunda Enam kesesi asüi. Ben bu felâketzedeyi müstecâbuddâ-
«ve sandım. Günlerde bir gün, tenezzüh" için Debboy bahçesine
«gittim. Müdür konağı Debboya muttasıl olduğundan müstecâ-
«buddâve pederimizin (yani Hacı Hafız oğlunun) mübarek dua-
«sını almak üzere konağa ve yanma girdim. Beni ihtiram ile t e -
«lâkki etti. Bir sofî-yi şeyh ile bir mu'tekid-i şâb HfiJ ne konuşur-
«1ar. Bâb-ı zuhd-ü takva fezalinden sohbet açtık. Sulehayı eslâf
«menakıbım zikr ite meclisimize rahmet nüzulü itikadında iken,
«bakınız, ne nezle göründü! Şaka değil, dikkatle okuyunuz. Bu
«faslı ibret alacak derecede cem'i fikr-i âti ile kıraat ediniz. îçe-
«riye bir zaptiye bir köylü karı getirdi. Karı:
«— Davam var!»
«Dedi. Bizim sofu Hacı Hafız oğlu:
«,— Kayd-ü-tescili şer'an lâzımdır.»
«Deyip sağ eline bir kalem, sol eline bir kâğıt aldı. Ve gözle-
«rini süzerek kaidei hükümetten olmak üzere, nigâh-i iltifat et-
«miyerek:
«— Söyle!»
«Dedi. Köylü karı ki, köyünde dahi kimsesiz, evsiz, barksız
«hizmetçi olduğu takririnden zahir oldu. Tâ kadın ninesinden
«kalmak üzere, cümlesi yirmi kuruş eder etmez toprak tencere,
«keser sapı gibi bir takım eşya, köylüsünden birinin zaptında ol-
«duğundan bahisle bunların ahz-ü tahsilini ciğer paralar niyaz-
«larla rica etti. M ü d ü r vekili (yani Hacı Hafız oğlu) müfredât-ı

ltl3] N a h i y e müdürü konağında nahiye müdürü vekili sıfatında.


ri4] Y e ş i l sarık demektir.
[ 1 5 ] T e ş b i h ç e k e r k e n o k u n m a s ı m u t a t duaları o k u y a n v e tehlil v e tek­
bir g e t i r e n d e m e k t i r .
[16] Suavinin, «Sofî-yi şehy» ten yani «ihtiyar sofu» dan maksadı Si­
mav nahiye müdür vekilliğini yapan Hacı Hafız oğlu ve «Mûtekid-i şâb.
dan m a k s a d ı da g e n ç bir h o c a o l a n kendisidir.
ALİ SUAVİ 143

seşyayı zincirleme kaydettikten sonra, herif celbolunduğu halde


«mrvai- eaerse ısoat eoeDiııp edemiyeceğine dair bazı suaL ve ce-
«vap ile adem-i isbat canibnn bittercih herifi celp ve murafaa lâ-
«zım geimiyeceğı cevab-ı ye'sinı verdi. Kadm ağlıyarak kapıdan,
«dışarı çıkmaü ısteüi. Amma Hacı Hafız oğiu kaşlarını çatıp, göz-
«lerini belirtip kalın sesi ile haykırdı ki:
«— «Kayd-ü-tescil parasını ver de öyle git!»
«Fakire köylü para Jâkırdısını işitince, dönüp:
«— «Aman ağa, merhamet et. Benden para isteme!»
«Dedi. Hacı Hafız oğlu dedi ki:
<o— «Müdür senin hizmetkârın mı? Kaç saattir, sen söyledin,
«işte ben yazdım (elindeki kâğıdı da gösteriyor.) Şer'an resmini
«ver.»
«Köylü, «şer'an» denince ne yapsm. (Şeriatin kestiği par-
«mak acımaz.) Kaç para olduğunu sual eyledi. Ol felâketzede-i
«mesâibdîde ve tevbekerde, ağnî Hacı Hafız zâde»:
«— «Şer'an altmış kuruş.»
«Dedi. Karı altmışı duyunca:
«—-«Aman ağa t ^ ' ^ ] , padişah başı için, evlâdın başı için, ben.
«köyde hizmetçiyim, aman...»
«Diye ağlamağa başladıkta, müdür gerdanında delâili ! I8i hâ-
«mil, dudakları mühellil olduğu halde zaptiyeye tevcih-i h i t a p
«edip:
«—• Al bu kadıncağızı, kara müftüye götür, ve de ki: Hacı
«Hafız oğlu bu kadıncağızın yazdırdığı şeyler zahmeti için alt-
«mış kuruş resim istiyor... Kitaba baksın, haber versin.»
«Dedi. Zaptiye, karıyı, odadan çıkardı. Biraz müddet sonra
«kadın ağlıyarak zaptiye ile odaya girdi. Ve kara müftünün kara
«kaplı kocaman kitaba bakıp: — Öyledir. Altmış kuruş lâzım ge-
«lir. Dediğini ikrar eyledi. Lâkin, kendinin bunu vermeğe kud-
«reti olmadığından çocuğunu (yanında bir küçük oğlan çocuğu
«vardı) kasabada birine beslemeliğe vererek para tedarik etme-
«si zımnında zaptiyenin kendisile beraber dolaşmasına müsaade
[171 B u noktaya kadar Şûrayı tîmmet gazetesinde (No 134, 3 Şubat
1324) «Ali S u a v i m e r h u m u n t e r c ü m e i hal v e s e r g ü z e ş t i , t e f r i k a s ı n ı n 4 ü n c ü
sayısındandır,
[18] « D e l â i l - ü l - H a y r a t . ı.
14I ^ n i. i rs L i I (-1 I i L A U ü i

«niyaz etti. 01 vecih ile de müsaade olundu. Gittiler. İki saat son-
«ra çocuksuz döndüler. Ağdacı esnafından birine çocuğu, yıllı-
«ğj. kırk kuruşa vermişler ve yirmi kuruşunu peşin almışlar. Bu
«yirmiyi Hacı Hafız oğluna verdiler. Kara müftü kim idi? Si-
«mavda bir şeyh-i pür vekar-u temkin, mukaddema müftü i.ken
«onun dahi çektiği mesaib Hacı Hafız oğlununkinden az değil.
«Hacı Hafız oğlu eline aldığı dört beşlikten ikisini minder üstün-
«de bırakıp, ikisini de:
«— «Bîçare fıkarada para yok ki, ne yapsınlar.»
«Diye izharı rahm ederek ve kadına acıyarak bana vermek
«üzere uzattı. Ben o vakte kadar geçen macerayı istima ile neti-
«cesine intizaren başım dönmüşken ejder-i sahtin herif elinde
«bana müteveccih olduğunu görmekle ifakat buldum, ve filhâl
«eline çarpıp yerimden fırladım. Debboy bahçesine girdim. Bu,
«ne halet! Bu, ne iftâ! Bu, ne şeriat! Yani .şeriat-i âdileyi, bu, ne
«su-i istimal! Ne hıyanet! Ne isâet! Bu ne devlet! Bu ahalideki
«cehalet, ne cehalet!
«Diye düşüne düşüne müteessiren hasta oldum ve güç hal ile
«kalkıp medreseye gittim. Ondan sonra Simavda oturamayıp
«maksat-i re'sim İstanbula avdet etmek üzere Bursa yolunu al-
«dım. Hacı Hafız oğlu fıkrası ki, ben onu gafletle okunsun için
«kaydetmedim, fî Şaban sene 1275 tarihinde vuku buldu (Böy-
«le hatırımda kalmış). İşte bu fıkradaki zulüm kalbime açılan
«birinci yaradır. Ondan sonra gördüğüm memleketlerdeki vaka-
«yi, hep bu yaraya elmaspare ekdi Höl.»
Suavinin hayatındaki bu ilk zulmt^ duyduğu isyanla, haya­
tına hatime çeken Çırağan vak'asmdaki fedaîliğini birbirine bağ­
lamak çok mümkündür. Haksız adamları döven Kâğıtçı Hüseyin
ağanın, zulme karsı tüyleri diken diken olan çocuğunu hâdiseler
ha7an örtse bile, Simav nahiyesi müdür vekilinin zulmünü gö­
rünce hastalanan ve Rodop Balkanmdaki millî mücadelenin ba­
şına mahlû' M u r a t V i geçirin memleketi Kuştan kurtarmak için
teşkilâtsız bir ihtilâlde ölen Suavi ayni çocuktur. Büyük çocuk.

119] B u m a l û m a t S u a v i n i n k e n d i s i n i b a ş k a s ı gibi ( ş a h s i s â l i s gibi) yaz­


d ı ğ ı s a t ı r l a r d a n d ı r ; Ş û r a y ı Ü m m e t gazetesi. N o . 135, 4 Ş u b a t 1324. ..Mi S u ­
a v i m e r h u m u n t e r c ü m e i hali v e s e r g ü z e ş t i » , tefrika: 5.
KÜÇÜK HOCA

Çok gezen Suaviyi Anadoludaki seyahatlerinde, her yer-


-cle, büyük ve küçük, herkes saymıştı H l .
Bu umumî saygıyı, öyle sanıyorum ki, o biraz da bir tezada
borçluydu: Ufak vücutlu, köse sakallı ve pek genç olduğu için
çocuk tesiri yapan, hattâ «Küçük hoca» diye kendisine lâkap ta­
kılacak kadar dışı küçük olan Suavi, konuşunca içinin olgunluğu
bu tezadın sırtına basarak bir âbide gibi yükseliyor, ve mânevi
hacmi herkese saygı telkin, daha doğrusu, saygı tebliğ ediyordu.
Anadoluda muallimlikle ve vaizlikle dolaştığı zamanlar nahiye
müdürünün, kaza kaymakamının, valinin, hâsılı her yerde, her­
kesin, resmî ve hususî herkesin hürmet ettiği, çocuk hacimli, si­
vil sakallı softa, bu «Küçük Hoca» ydı. Hattâ Bursada dışının kü-
çüklüğile içinin büyüklüğünden çıkan mümtaz acâipliğini çeke-
miyenler, ve bir rüşdiye hocalığını ona çok görenler (ki bunlar
her kıymetten rahatsız olan, ve hiçbir yerde vücutları eksik ol­
mıyan resmî kılıktı.) onu bu vazifesinden attırdıkları zaman
boşta kalan «Küçük Hoca» Sadrâzam Âli Paşanın davetile Bur-
sadan İstanbula gelmişti. İstanbulda devlet adamlarının konak­
ları bu mazisiz çocuğa, bu karınsız softaya, bu sakalsız denecek
kadar az sakallı hocaya açıktı. Yaşından büyük, ve resmî mevki­
inden çok üstün şeyleri, o, devlet adamlarile bu konaklarda per­
vasız konuşuyordu. Adeleti konuşmaktaki bu pervasızlık [2] ona,
Anadoluda gezerken, yaptığı itiraz temrinlerinden gelmişti. Bu­
nu bizzat kendisi anlatır:
«Beni kendine en aziz dost ittihaz eden kaymakamlar, muta­

nı Ş û r a y ı Ü m m e t , No. 135, 4 Ş u b a t 1324, . A l i S u a v i M e r h u m u n Ter­


c ü m e i hali v c Sergüze.şti», tefrika: ,5.
L2] B u r a d a n a ş a ğ ı s ı a y n i t e f r i k a n ı n 6 ncı sayısındandır.
10
«sarnflar, valiler, en şedid hasmından işitmediği itirazları b e -
«nim gibi heyyin ve leyyin '31 dostundan işitir idi.»
Namık Kemal gibi, Suavi de ihtilâlci olmak ön-kaderiy-
lel4] dünyaya gelmiş, siyâsî peygamberliğin bi'setine inanmış, ve
salâhiyetinin yokluğunu hamiyyetinin çokluğile unutarak ve
u n u t t u r a r a k her işe karışmıştı. Magosada sürgünken oradaki hü­
kümet hırsızlarını bir zindan edasından korkutan ve bazan mah­
veden Kemal gibi, Suavi de Filibedeyken bir âşâr yolsuzluğunda
kaymakamı t^l rüşdiye muallimi olarak hırpalamıştı. Hattâ Edir­
ne valisi Hurşit Paşa, âşâr yolsuzluğu hakkında Suavinin kopar­
dığı feryat üzerine, bizzat Filibeye geliyor, ve Filibe mollası C e ­
laleddin Efendiye, eşraftan bir kaç kişinin önünde, şu sözleri söy­
lüyordu:
— Filibe kaymakamı Atâ Beyin Suavi Efendi hakkında yaz­
dığı inhâ hâlâ cebimdedir. Ben bunu okudukça Suavi Efendinin
Peygamberden küçük, fakat evliyadan büyük bir derecede tarif
ve tavsif olunduğunu gömyorum. Acaba m ü a h h a r e n ne oldu kî
beyinlerine böyle bozuşukluk girdi?
Suavinin adı bile bir büyüydü, kulaklarda keskin öten bu
ismi o, zaten, hayattaki müstakbel rollerinin mevzuuna yakışa­
cak bir ses parçası halinde bir artist ruhile ve bir «Balzac» mu-
vaffakiyetile kendisi bulmuş ve kendisine takmıştı. K ü l t ü r ü n ü n
çeşitliliği ; konuşurken ve yazarken üslûbunun bazan tuhaf, ba­
zan güzel olan şahsîliği; ve hayatın para. içki, kadm, konfor, süs
gibi tatlı şeylerine karşı kaskatı olan seciyesinin sertliği herkese
korkuya benzeyen bir saygı emrediyordu. Aküh devlet adamları
bu korkuyu sevgi ve teveccüh şekline sokarak, ona lakayt kal­
mamayı biliyordular.* Muaşeret inceliklerini sevimli çizgiler ve

13] H e y y i n = k o l a y , l e y y i n : ^ y u m u ş a k demektir.
[ 3 ] M â n a y ı tam.amen i f a d e e t l i ğ i n e e m i n o l m a m a k l a beraber .Prt'de.>
tination» k e l i m e s i n i n t e r c ü m e s i o l a r a k k u l l a n d ı m .
15] B a z ı mutasarrıflara eskiden .Kaym_akam», hattâ «Kaymakam Pa­
şa» d e n i y o r d u . H a t t â , N a m ı k K e m a l i n b a b a s ı n ı n k a y ı n babası olan Abdüllâ­
tif P a ş a S o f y a Mutasarrıfı diye meşlıur olmakla beraber resmi sicillerde
• S o f y a K a y m a k a m ı .Abdüllâtif Paşa» d i y e y a z ı l ı y d ı Suavi'nin kendisile uğ­
raştığını yukarıda yazdığım Füibe Kaymakamı da «Filibe mutasarrıfı ve
E n d e r u n tarihi sahibi» d i y e m e ş h u r olan A t â B e y d i .
ALİ SUAVİ 147

renklerle kullanan Keçecizade sadrazam Fuat Paşa, devletin


oturduğu son sandalyesinden kalkarak Şehzade camiinde Sua­
vi'nin mev'iza rahlesi önünde avam bağdaşı kurup yerde otu­
ruyor, ve küçük hocayı, istifade eden kurnaz yüzle dinliyordu.
Kanlıcadaki yalısında ilk.garden parti veren bu Avrupa mua-
şeretli Türk veziri devletin bir damla rütbe sırmasından mah­
rum olan simsiyah cübbeli hocayı konağına yemeğe çağırıyor,
onunla «musahabet» ediyordu.
İşte Avrupadan İstanbula döndüğü zaman .Abdülhamit II
nin sever göründüğü, kendisine has müşavir ve şarkta Avrupa­
nm bir parçası olan Galatasaray Mektebi Sultanisine müdür yap­
tığı Suavi, milletin beğenerek, 'nükûmetin korkarak sevdiği bu
«küçük hoca» ydı.
Abdülhamit II nin siyasî hayatını muazzam bir kaç yalan teş­
kil eder. Bunlardan bir kaçı 1877 Millet Meclisini açması, Mit­
hat Paşayı Sadrâzam yapması, ve Namık Kemali cülusunun ba­
şında sevmesidir, bir tanesi de «Küçük Hoca» ya gösterdiği bu
teveccühtü. Bu teveccühte padişahın «bakkal kurnazlığı» denilen
müptezel ve avans zekâsının payı olmakla beraber Suavinin Na­
mık Kemallerle, Mithat Paşalarla düşmanlığının da hissesi yok
değildi. Saray Müşiri Sait Pasanm Suaviyi tavsiye etmesi de bu
teveccühe .sebepti. Fakat bir devlet yalanı olan bu teveccüh hu­
susî yalanlar kadar da sürmiyecek, ve Abdülhamit Suaviyi has
müşavirliğinden ve Mektebi Sultanî müdürlüğünden kovacak.
Suavinin Çırağan vak'asını, bu kovuluşa atfedenler vardır.
Halbuki, o, memleket işlerinde kendisinin kaybolan müdürlüğü­
nü, müşavirliğini düşünecek adam değildi. Ölümünden sonraki
bu suizannı, vaktile bilmiş gibi, şu satırları ölümünden çok ev­
vel yazar:
«Herhangi memur ile yüzleşirsem ne o bana, ne ben ona,
«beynimizde kalben ve ahlâkan buğz-u-adâvet peyda olmazdı.
«Muarefei sabıkamız olanlarla, hâlâ, bugünkü günde derûnî mü-
«bagazamız obnayup yine birbirimizi severiz. Demek ki, benim
«kimsenin zatına ve ahval-i hâssasına l^l buğzum yok. Kimse-

16] « A h v a l i h u s u s i y e s i n e » d e m e k istiyor.
«nin de bana olamaz. Töhmet var ise politika töhmeti Ben
«Fuat Paşa ^8] dan ne zarar gördüm? Camie dersime gelirdi. Sof-
«rasmda beraber yemek yedik. Birlikte oturup musahabet ettik.
«Ancak bulunduğu mevkii ve haiz olduğu kudreti suiistimal edi-
«şinin aleyhinde bulundum. Bulunurum. Fakat zatma, hâlâ m^az-
«har-i gufran olabilmesi için, dua ederim. Evet! Yirmi otuz sene
«zarfında ve hele şu sinîn-i ahîrede «ıslahat» namile idare-i mülk-
«de bir çok binalar kurulmuş olduğunu dahi gördüm. Amma
«temeline baktıkça bina-yi ıslahın esası kumdan ibaret olduğunu
«galatsız müşahede ederdim.»
Suavi, çok m ü m k ü n d ü r ki, kendisini istiskal ve azleden Ab­
dülhamit II ye karşı da, vaktile siyasî düşmanı olan Fuat Paşaya
olduğu gibi, şahsî bir kin duymadı. Ve Çırağan ihtilâli, yine çok
m ü m k ü n d ü r ki, ancak, bir memleket vak'asıdır. Yalnız, bir nok­
tası var: Suavi, vaktile Fuat ve Âli Paşalara kur yapmamıştır; ve
onlardan kuru ve kurnaz bir teveccühden başka bir şey görme­
mişti.
Halbuki, Abdülhamit II. nin hakkındaki medihlere Mithat
Paşa aleyhindeki zemleri ilâve etmek suretile Suavi, padişaha
müspet ve menfinin iki kuvvetile iki cepheli kur yapmış, padi­
şahtan büyük iltifat ve ehemmiyetli lütuf görmüştü. Bunlardan
m a h r u m kalınca, k u r u n bir aksülâmele muhtaç olması ve Suavi­
nin bu k u r u j^apmak için fena bir vasıta kullanması (yâni sür­
gün Mithat Paşayı hırpalaması) ve bunun mütemadiyen mükâ­
fatım görecek yerde, eskiden gördüğü mükâfatın elinden alm-
ması Çırağan vak'asını Suavinin Abdülhamitten öç almak içi"
yaptığını, düşmanlarının hatırına getirebiliyordu. Fakat bu ih­
tilâlin ucunda duran kanh cenaze Suavinindir, ve bu güzel ölüm­
den her iftira korkmıya ve utanmıya mahkûmdur. Yalnız, hiç bir
şeyden korkusu olmıyan tarihin eline Suavi'nin Mithat Paşa
aleyhinde hicivler ve Abdülhamit hakkında kasideler yazarak
vesikalar vermiş bulunması sarıldı ihtüâlcinin bir nevi talihsiz­
liğidir.

[7] «Başkasında bulduğum kabahatler şahsî değil, ancak siya.sî ku­


s u r l a r olabilir» d e m e k istiyor.
[8] K e ç e c i z a d e S a d r â z a m F u a t Paşa.
A L İ S U A V İ 149

Yalnız bütün bu lâkırdılarıma iki satır daha ilâve edeceğim:


Ben, şahsen, öyle sanıyorum ki, Suavinin padişah müşaviri olma­
sı, sürgün Midhat Paşaya sövmesi, Meşrutiyetin aleyhinde bulun­
ması kabilinden çok menfi olan gürültüler de haksızlığı tokatla
tashih eden Kâğıtçı Hüseyin ağanın mukaddes isyanına vâris
olan ve zulme karşı körpe tüyleri diken kesilen çocuk kaybol­
muş onun yerinde akıllı ve uslu bir padişah müşaviri kalmıştı.
Suavinin padişah müşavirliği gibi bir irtifadan düşmesi bu akılk
ve uslu adamın içinde uyuyan ve zulme karşı tüyleri diken kesi­
len âsi çocuğu uyandırdı, ve Çırağan vak'asını o küçük adam
değil, bu büyük çocuk yaptı.

İKİ İHTİLÂL KO.MİTESİ

İki ihtilâl komitesinin birincisinde Suavinin kendisi var­


dır, ikincisinde adı geçer. Birinci komite Üsküdar Cemiyetidir,
Suavi Çırağan vak'asını bu cemiyette Süleyman Asaf Sopasa-
lanla m konuştu.
İkinci komite Cerrahpaşadaki cemiyettir. Bu cemiyet le, Ali
Suavinin şehadetinden sonra, mahlû' Murat V i tahta çıkarmak
istiyecek ve Abdülhamit bu komite ile şehit Suavi arasında m ü n a ­
sebetler bulunduğı.ınu sanacak.
Üslîüdar komitesi. Üsküdarm tanınmış ve hamiyetli insan­
larından teşekkül etmekle beraber, bu cemiyeti kuran asıl iki
kişidir: Ali Suavi. Süleyman Asaf Sopasalan.
Bu komite 93 harbinin m.ağlûbiyetinden çıktı, ve Çıra'îıan
vak'ası da. bir rivayete göre. bu komiteden.
Mektebi Sultanî Müdürlüğünden atılınca, Suavi, karısile
beraber oturduğu bu mektepten Üsküdara Şemsipaşadaki direk­
li yalıya taşındı: ve Üsküdarm Sultantep'icsinde oturan Süley­
man Asaf Sopasalanla arkadaş oldu. Süleyman Asaf, divan şai­

ri] Süleyman Asaf B e y , rei.sülküttaplıkta v e B o s n a v e Mısn- v a l i l i k ­


l e r i n d e b u l u n a n v e z i r S o p a s a l a n K â m i l A h m e t P a ş a zade. R u m e l i valisi K o ­
ca H a k k ı P a ş a n m t o r u n u v e H ü d a v e n d i g â r v a l i s i A h m e t İzzet P a ş a n ı n o ğ l u ­
dur. V e S o k o l l u M e h m e t P a ş a z a d e v e z i r A h m e t P a ş a n ı n s o y u n d a n d ı r . Ş e v ­
v a l 1257 d e B a g d a d d a do.ğdu. İfi R e b i i i l â h ı r 1331 d e Ü s k ü d a r d a S u l t a n t e p e -
sindeki e v i n d e öldü.
150 SARIK.-, . r, , , L- ^ L ^ .

riydi, ve mahlû' M u r a t V. e mensuptu. Edebiyatçı ve komiteci


olan Süleyman Asalla Suavi, sık sık görüşmeye başladı. Bir ta­
raftan da 93 harbinin mağlûbiyeti başlamış, galip Rus ordusu
Ayastafanosa gelmişti. Rumelide Rus ordusunun istilâsına he­
nüz uğramayan j'erlerin halkı oralarda kalan Osmanlı ordusu­
n u n bakıyesiie birleşerek Rodop Balkanlarında, Despot dağla­
rında, Rus ordusunun ric'at hattını kesmek için, millî bir mü­
cadele bayrağı açmıştılar. Bu millî mücadeleye, tam taçlısı
olmadığı için, yarım taçlı bir baş çok yakışacaktı: Bu da
mahlû' Murat V di. Suavi ile Süleyman Asaf tjsküdar ko­
mitesinde şunu düşündüler: Osmanlı devletinden galip Rus­
ya çok şey istiyordu. Bu «çok» u, bir miktar azaltmak
için bir çaıie vardı: Rodoptaki kıyamın başına eski padişah Mu­
rat V i geçirmek. Suavi, bu tasavvurun karşısında, İstanbulda­
ki Filibe muhacirlerini hatırladı. Filibenin Yeşilli Oğlu camii-
nin eski vâızı Suaviyi, Filibeliler o kadar sevmişlerdi ki, Rusım
istilâ ordusu önünden kaçıp İstanbula gelen Filibe muhacirle­
rinde bu sevgi hâlâ vardı. Ve Süleyman Asafa Suavi şu müjde­
yi veriyordu:
— Emrimde iki yüzden fazla Filibe muhaciri var. Onlarla
Çıraganı basarız, ve Sultan Muradı kaçırıp Rodoptaki millî mü­
cadelenin başına geçiririz.
Bir taraftan da İngiltere devleti, Kıbrıs adasını almak is­
tediği ve Rusyayı İstanbula sokmak işine gelmediği için Os­
manlı devletini tutuyordu. Ve Suavi, Murat V i padişah yap­
mak vâdile, Çırağan sarayından dışarıya çıkaracak, bir İngiliz
gemisile Rodop balkanına kaçıracaktı. F'akat hasta olan Mu­
rat V, Çırağan vak'asında, kendisini kolundan tutup çfekerek ka­
çırmak istiyen Suavinin bu teşebbüsünü ne anlayacak, ne de
kabul edecek.
Yalnız bu teşebbüsten 5 acı şey çıkacak: Suavinin ve 21 mu­
hacirin idam edilmesi ve öteki muhacirlerin hapse atılması ve sü­
rülmesi; Süleyman Asafm divanıharp kararile Sakız adasında üç
yıl kalebend olması ve bu müddet bittikten sonra 1908 Osman­
lı meşrutiyetine kadar sürgünde kalması; M u r a t V. in annesi­
nin Mekkeye gönderilmesi; Çırağan sarayının deli Murada has­
tane ve hapishane iken artık zinden kesilmesi; ve Abdülhamit
A L İ S U A V İ 151

I I nin vehminin, bu vak'adan sonra tıbben delilik sayılacak de­


receye varması.
İstanbulun, Q^rrahpaşa mahallesindeki bu cemiyette .şun­
lar vardır f^]; Evkaf senedat odası mukabelecisi Aziz Bey (Ce­
miyet bunun evinde toplanıyordu), «Kleanti» isminde bir Rum,
M u r a t V. in saraylılarından iken sonra saraydan çıkarılan Na-
• kışbend kalfa, ve Ortaköy camii hatibi Mehmet Efendi.
Hükümetin ilânına göre bu cemiyetin maksadı da Suavi-
ninkinin ayniydi: M u r a t V. i tahta geçirmek. Abdülhamidin
vehmini paraya, nişana, rütbeye ve memuriyete vasıta yapmak
için belki başkalarının uydurduğu bu cemiyetten politika ve
edebiyat tarihine kalan netice bu komite vesilesile Suavinin is­
minin bir kere daha anılması, ve bu gizli cemiyette bulunduğu
ve cinayeti, hükümetin tâbirde, «dördüncü mertebede* görüldü­
ğü için Midillide üç yıl kalebend edilen Ortaköy hatibi Mehmet
Efendinin, o adada sürgün Namrk Kemalle görüşmesi, ve Na­
mık Kemal adaya mutasarrıf olduktan sonra. Kemale içki mec­
lislerinde güzel sesile «Akif Bey» piyesindeki şarkıları ve baş­
ka türkülerini okumasıdır.

12] C e ı i d e i H a v a d i s , N o . 3846, 16 T e ş r i n i e v v e l 94, 1 Z i l k a d e 95. «ilânı


r e s m i » den.

SEM'U TAÂT CEMİYETİ

Abdülhamit II nin cülusundan sonra Suavi mütemadiyen


tah'sizdir. Bu tali'sizlik de iki türlüdür; Biri, sarıklı ihtilâlci­
nin feragatle dolu güzel mazisini şüpheye düşüren manevî ta­
li'sizlik; öteki de Mektebi Sultanî müdürlüğünden atıldıktan
sonraki maişet sıkıntısının maddî tali'sizliği (çok güzel, çok şık,
çok genç bir Avrupalı kadının parasız kocası olmak bu tali'­
sizliği büsbütün arttırıyordu).
Sarıklı ihtilâlcinin bir zamanki âsî vüzünü tanınmaz hale

[1] B u İ n g i l i z k a d ı n ı n ı n ç o k g ü z e l v e ç o k şık o l d u ğ u n u s a l a h i y e t l i z e ­
vattan dinledim. Suavinin karısile beraber gece yatısına gittiği Sami Paşa
zade Suphi Paşanın kızı A y ş e Özbekan, v e Suphi Paşa torunu S a m i y e Bil-
152 SARIKLI İHTİLÂLCİ

koymıya başlayan manevî tali'sizlîğinin sebebi bizzat Suavi idi.


Mazi'nin s a n k h ihtilâlcisi, Abdülhamit II. nin cülusundan son­
ra, henüz Avrupadayken bile «fesli» ve «izzetlû» bir burjuva
namzediydi. Cemiyeti temelinden çatısına kadar yıkmak isteyen
İstanbulda birinci Muhbir gazetesinde Yeni Osmanlılar Cemi­
yetini nihihstlere benzeten, dini devletten çatır çatır ayırmı-
ya kalkan âsî hoca neredeydi? O, şimdi, kütleyi dinin ahlâkına
dayamak istiyen Le Play'ye bayılıyordu. Ve, artık, İstanbulda­
ki Muhbir'de «Serbazlık» diyerek şahlandırmak istediği h ü r r i ­
yete inanmıyor; artık itaate, artık inkıyada inanıyordu. Vâkıâ
değişmek bazan tekâmül etmektir, ve tekâmül hemen her fânî
için tabiîdir. Ancak sarıklı ihtilâlcinin mân'avî tali'sizliği şun­
dadır ki, onun bu tahavvülü, yahut (kendisi eğer buna tekâmül
diyorsa) onun bu tekâmülü Abdülhamit II nin padişahh.k za­
manına raslıyordu. Ve bu padişah eski .sarıklı ihtilâlcinin bu t e ­
kâmülünden o kadar m e m n u n oluyordu ki, eski rüşdiye hoca­
sını kendisine has müşavir yapacak kadar, tarihin beğeneceği
bir kadir şinaslik gösteriyordu.

Fakat bu hâdise de Abdülhamid II. nin lehine, ve Suavinin


aleyhine çıkıyordu. Ve Suavinin bu tekâmülünde, daha doğru­
su bu tahavvülündeki üslûbun padişaha çok sevimili görünmesi
ve resmî hayatta küçük mâzili olan Suavinin saray müşavirli­
ğine fırlaması, gayri tabiî irtifa, sarıklı ihtilâlcinin manevî ta-
li'sizliğini şahlandırıyordu. Çok mümkündür ki, Suavinin de­
ğişmesi kafasının bir inkılâp geçirmesiydi. Yahut şu da çok
m ü m k ü n d ü r ki, eski solcu Suavinin şimdi sağcı olması, Avru­
padaki ihtilâlci arkadaşlarının hemen hepsile kavga etmesinden
çıkan acı ve ekşi adamlığının bir neticesiydi. Her halde, Suavi,

m a n , v e y i n e b ö y l e y a t ı m i s a r i r l i ğ i n e gittiği S a d r â z a m E t h e m P a ş a n ı n t o r u n ­
ları A z i z e E l d e m v e F e t h i y e R e ş i d d e n a l d ı ğ ı m n o t l a r b u l i a b i l d e n d i i . Bil­
hassa S a m i P a ş a t o r u n u S a m i y e B i l m a n ş u n u anlattı:
— B ü y ü k a n n e m N e y y i r e H a n ı m ( S a m i P a ş a n ı n kızı) b a n a n a k l e t m i ş -
ti: S u a v i n i n karısı ç o k g ü z e l o l m a k l a b e r a b e r , çok şık v e zarif bir k a d m d ı .
H a t t â bize P a r i s t e n t u v a l e t l e r v e o d e v i r l e r d e g e y i l m e d i ğ i h a l d e şapkalar
getirtirdi. Ve, bizler de ikinci imparatorluk devrinin hotoza benzeyen bu
şapkalarını feracelerimizin yaşmalarile örterek hotoz yerine kullanırdık.
A L İ S U A V İ 153-

artık, bir komite olmaktan çıkan Yeni Osmanlılar Cemiyetinin


eski ve solmuş bir rakamı diye tanılmak istemiyordu.
Abdülhamit onun eski bir komiteci olduğunu unutmadı, ve
İstanbul efkârı umumiyesi de onun Avrupadaki komiteciler
nezdinde müstaskal olduğunu hatırlamamalıydı. Hüviyeti yal­
nız kendini taşıj'an , kenarlarından yalnız kendisi taşan bir Ce­
miyete muhtaçtı. Ve kendi gurıu^unu memnun edecek olan bu
cemiyet Abdülhamidin vehmini rahatsız etmemeli, ve bir ihti­
lâl komitesi değil, bir ubudiyet ve itaat cemiyeti olmalıydı ve
şade kendisile ve sade padişaha secdeyle dolu olan bu cemi­
yete eski sarıklı ihtilâlci Kur'andan bir isim. buldu: «Sem'ü Taat
Cemiyeti I2]_,>
Suavinin Yeni Osmanlılar Cemiyetini zımnen beğenmeme­
si, ve kendisinin yaptığı cemiyetin ksminin Kur'andan alınması
ve programından adına kadar bu cemiyetin bütün mıevcudiye-
tinin <-<itâat.> olması, bütün bunlar, o kadar «padişah» dı ve o de­
rece «Halife» ydi ki, hâdisenin bu cephesi de sarıklı ihtilâîci'iin
. mânevi tali'sizliğini çoğritıyordu.
Bu cemiyetin âdeta beyannamesine benzeyen bir mektu­
bunda 13] Suavi, Yeni Osmanlıların inkılâp davasının iflâs et­
tiğini yazıyordu. Onların «yeni» sandıklan .şev artık eskim.i:jti:
«1870 ve 71 vakayiindeki efkârı cedide olan usul, şimdi, yeni
«tüfeklere nisbetle Kırım muharebesinde kullanılan kavallar
«kabilinden» di.
Yeni Osmanlıların güzel ve genç bir kız sanarak âşık ol­
dukları Meşrûtiyetin, genç ve güzel olması maskeydi, vo F-va-
viye göre artık bu maske düşmüştü, ve ortada d u r a n bir koca
karıydı: «Bir vakit hüsn-ü cemâl ile arzı dîdâr ederek cezbi a;^k
«eyleyen efkârı cedîdenin 70 ve 71 vekayiiyle nıkabı düştüğü gi-
«bi ne zişt acûz idüğünü teferrüs birle görmeyen ve müşahede-

12] S u a v i b u i s m i şu â.vetten a l ı y o r d u : « K a l û semi'nâ v e ata'nâ—«M'i'-


m i n l e r d e r l e r ki işittik v e itaat ettik.»
13] V a k i t g a z e t e s i , S u a v i n i n b u m e k t u b u n u ş u başlıkla b a s ı y o r d u : «Ali
« S u a v i e f e n d i n i n .geçenlerde İ n g i l t e r e d e n P a r i s t e bir zatı â l i y e y a z m ı ş ol-
«duğu mektubun sureti mumaileyh tarafından matbaamıza verildi. Bu
« m e k t u b u n m e f â h i m v e m e z â y a s ı hei) i t i r a f l a r a c e v a p o l a c a ğ ı n d a n b e r v e ç h i
zir tab v e neşrederiz.»
154 SARIKLI İ H T İ L ^ ^ ^ ,

«eylemiyen fırka ile (yâni Yeni Osmanlılar Cemiyeti ile) dev-


«let ve milleti Osmaniye hiç bir iş yapamaz» dı. Osmanlı devle­
tine büyük hizmetler edecek olanlar ancak Suavinin cemiyetin­
deki filozoflardı: «Ancak «Union» denilen Sem'ü Tâat Cemiye-
«tinin hükemâsıdır ki, devleti Osmaniyeye büj'ük hizmet cde-
«bilirler. Ve yalnız bunlardır ki, şimdi benimle bilfi'il ç a l ı ş ı ­
yorlar.»
Suavi ile çalışan bu filozoflar o allâmelerdi ki vaktile «iş»
le «hürriyet» birleşebilir sanmışlarken, olaylardan ibret alarak,
bunun mümkün olmadığını görmüşler, «hürriyet» ten filân vaz­
geçmişler ve «işittik, itaat ettik.» yolunu tutmuşlardı. Suavi
soruyor, ve Suaviye yine Suavi kendisi cevap veriyordu: «Bun­
lar kimler?» «Mukaddema liberte ve «oluvre» beyinlerini belki
«cem'ü telfik mümkün diye çalışmakta iken vukuatı ahirenin
«verdiği derslerden ibret alarak tereddüdü bilkülliyye atup ce-
«maâtı siyâsiyye i ç i n sem'ü taat kaziyyesinden gayri ve b u n -
«dan fazla bir asıl ve kaide olmadığını bittakdir «contre-revo-
«luticn» teşkil eden büyük kanuncular ve muhterem allâmıeler-
dir.»

Reaction kelimeleri yerine «Contre-revolution» tâbirini


kullanan Suavi 19 uncu asrın başında tarihin dünya ölçüsile en
büyük müstebidi olan Metternich'in Avrupadaki hürriyet rüz­
gârlarına karşı diktiği mukaddes ittifakı hatırlatan siyâsî irti­
cai, ikinci Abdülhamidin ferdî irticama bir cesaret mukaddime­
si olarak öne .sürüyor, ve din cemiyetleri hakkmda tferimlcşen
«Union» kelimesile Fransız âlimi Le Play'in ismini yeni padi­
şaha yaptığı kuru süslemek için kullanıyordu: «Bu Union'u te'-
«sis eden senateur Mösyö Le Play, Fransanın en muteber allâ-
«mesi olup, İngiltereden ve sair kıt'adan, büyük kanuncular
«hassaten gider, şeyh ziyaret eder gibi mülakatından müstefit
«olurlar. Müşarünileyhin marifet ve hürmetine şundan büyük
«bir delil olmaz ki, fî 1867 Paris ekspozisyonunu tanzim ve idare
«eden o idi Mb»

Le Play'yi Suavi pek haklı olarak medhettikten sonra, P a -

14] B u s e r g i d e u m u m î k o m i s e r d i .
ALİ SUAVİ 15o

risteki bir Türk devlet adamına, kendisini gidip görmesini ya­


zıyor, ve bu mülakata Le Play'in ehemmiyet vermesi için ken­
disinin bir tavsiye mektubunu kâfi gösteriyor tavrını, belki is­
temiyerek, takıyordu. Vakit gazetesinde bastırtrnak sureti le
gösteriş tarafı artan bu fena caka da Suavi'nin bir tali'sizliğiy-
di. Sarayın ve hükümetin gözünde desdet adamlarına direktif
veren bir politika mürşidi te'sirini yapmak istemesi memleket
için göğsü çarpan Suavinin belki hiç aklından geçmiyordu. Fa­
kat, Mithat Paşaya yazdığı nasihat makalesinde olduğu gibi,
aşağıdaki yazısında da bu sevimsiz mâna çok vardı:
«Müşarünileyh (Le Play'yle) akdi münasebet hemen Av-
«rupanm en nıuhterem uleması ve sulehâsı ile m.ünasebet de­
lmek olmağla devlet ve milleti Osmaniye hakkında siyyemâ şu
« e y y a m ı müşküle menafii azîmeyi mucib olacağı meczûm-ı âci-
«zî bulunduğundan işte zâti vâlanıza leffen bir tavsij'^e mektu-
«bn gönderdim:
«Bir gün saat üçten sonra Bfeyefendileri l^J dal»i bir-
«likte alarak müşarünileyhin hanesine gidip ülfet ve musaha-
«bet eylemenizi ihtar ederim. Ve Ba'delmülâkat, müşarüniley-
«hin sizler gibi memleketimizin istikbali olan fesli ve müslüman
«görüşünden föj ne kadar Ueessürât ve ne derece mahzuziyet
«gösterdiğini tarafı âcizîye bittafsil iş'ar buyurmanızı niyaz
«ederim efendim. An Langam otel, fî 9 Teşrinievvel 92. İmza
•iSuavi 1

15] B u n l a r ı n k i m o k l u k l a r ı n ı y a z m a z .
16] «Bir fesliyi ve müslümanı görüşünden» demek istiyor. Suavinin
yazısı b a z a n b ö y l e ç o k ş a h s i d i r .
[ 7 ] V a k i t g a z e t e s i , N o . 347, 15 T e ş r i n i e v v e l 1292, 17 T e ş r i n i e v v e l 1876,
29 R a m a z a n 1295. «Elma'ruz» d i y e b a ş l a y a n m e k t u p .
SUAVİNİN İNGİLTERE İLE A H B A P L I Ğ I
VE MACARLARA SELÂM KİTABI

Suavinin bir tali'sizliği de, onun hakkında yapılan bazı i e -


na medihlerdir. Vakit gazetesinde çıkan bu medihlerden biri,
onun tali'sizlîğinin mûzib hususiyetile, iki ke,re aleyhindej'di.
Evvelâ bu medhin edasında, bunu Suavinin kendi yazdırır.ış gi­
bi bir şey vardı; sonra, bu medih, bir iddia ile zekâsız bir yala­
na çok benziyordu. İddia şudur: Suavi'nin Londraya gitmesi İn­
giltereyi Türkiyeye tekrar dost etmişti. Vakit gazetesi, bu id­
diayı, bir yalanın ağdalı mübalâğasile bir kat daha çirkinleşti-
rerek yazıyordu.
Vakit'ten i " :
«Selâmet-i vataniyyemize sây-ü-himmeti srbab-ı hamiyyetin.
«nıûcib-i şükran-ü mefhareti olan Ali Suavi Efendi hazretleri-
«nin evvelki gün, Paristen bir zatc gelen telgrafnamesinde asâ-
«kir-i şâhâne mecruhlarına iâne-i nakdiye toplamak üzere Lon-
«drada cemiyetler teşkiline iptidar olunup bir kaç gün içinde
«hayli akçe verildiği ve şimdiliic lıaftada beş yüz İngiliz lirası
«cem olunacağı tahmin kılmdığ; mı.diarrerdir. Milşa.'linileyhin
«tenvir-i efkâr hakkında ittihâz eylediği tedâbîr-i hamiyyetkâ-
«rânenin bir semeresi dahi geçende Londraya azimet etmesi
«üzerine İngiliz dostlarımızın hakkımızda işbu teveccülıât-j
«müteceddidânelerinin istiîısâîi olmağla «eski do.st düsıvar. ol-
«maz-^ meselinin medlulünü bu defa dahi müşahede ettigimiz-
«den dolayı medenivyet ve insanivyetin hâmî-i vefâ-şiân o''an
«İngilizlerin akıbet hakikati idrâk ve iltizama ba.slayan efkâ-
«rı halisânelerine Osmanlılık namına beyân-ı memnûniyyetle

[ 1 ] V a k i t g a z e t e s i , 12 T c ş r i n i e \ n ' e l 1292, 6 Ş e v v a l 1293, 24 T e ş r i n i e v ­


v e l 1876
ALI SUAVİ 157

« beraber iğfâl-ü tezvirden i'mal olunmuç perde ile ezbân-i


«umûrniyyeyi tereddüde ilka eden panislâvist desâyisine kapü-
«mak seyyiâtının nihayet bulduğunu âlem-i medeniyete tebşir
«eylemek bahtiyarlığile iftihar ederiz.»
Eskiden varken bir aralık yok olan ve fakat «Ali Suavi
Efendi Hazretlerinin Paristen Londraya gitmesile» tekrar mev­
cut olmıya başlayan bu İngiliz dostluğundan sonra Suavinin bir
de «Macarlara selâm kitabı» gelir: On beş bin selamlı ve içi, dı­
şı altın ibareli kitap.
On beş bin kişi Macarlara selâm söylem'ek için Suaviyi se-
çiyordular. Bunu bizzat Suavi gazeteye kendi yazıyordu. Bu ya­
zıda Suavinin çok mûzib olan tali'sizliği durur. Tarih fena yü­
reklidir. Ve Suavi fena kalpli tarihe, kendi aleyhinde bulunmak
imıkânını bu yazıyı yazan eliyle bizzat kendi veriyordu. Yarın
bu satırları vesika diye alan tarih Suavinin aleyhinde su zan-
na düşecek: Suavi, kendisini on beş bin kişi tarafından seçilen
adamın ehemmiyetli suratile Abdülhamid II ye korkunç göster­
mek istiyordu. Halbuki, bu on beş hin kişinin Suaviyi seçmesi
muhakkak ki, yalan değildi; vatanı için ölecek adam bu kadar
fena bir yalan söyliyemez. Ancak Suavi doğruyu bile o kadar
fena bir iddia üslûbiyle yazıyordu ki, bu çocukluk yüzünden,
o anlatınca, ha'Kİkat masala benziyordu. Suavinin en tali'siz ta-
r;ıfı budur; Doğru söylemeyi oilir. doğrunun nasıl söyleneceği­
ni bilmez.
İçi dışı altın tarihli olarak Macarlara gönderilecek selâhi
kitabı hakkında Suavi'nin yazısr
Vakit gazetesinden. (2);
«İstanbuldan ve taşralardan Macar dostlarımıza selâm teb-
«liği için reşadetlû Şeyh Süleyman elendi hazretlerine t3] yazı-

12] V a k i t , N o . 549, 28 N i s a n 1283, 10 M a y ı s 1C77, 2R R e b i ü l â h i r 1284.


13] Ş e y h S ü l e y m a n Efendi. B u zat i l e b e r a b e r M a c a r i s t a n a gönderilen
hoca M e h m e t E f e n d i n i n o r a d a k i v a z i y e t l e r i h a k k ı n d a V a k i t g a z e t e s i n d e (No.
552, 1 M a y ı s 1293, 29 R e b i ü l â h i r 1293) şu fıkra v a r d ı r :
• Macaristana giden Osmanlı milleti mebusanı reşadetlû Şeyh Süley-
«man E f e n d i v e H o c a M e h m e t E f e n d i v e d i ğ e r z e v a t ı m u t e b e r e y a r ı n d e -
«ğil, ö b ü r g u n (yevm-i Salı) Triyeste vapurile İstanbula dahil olacaklardır.
«Zevât-ı m u m a i l e y h . m i n böyle bir zamanda Macaristanda muvaffakiyetleri
iob

s]ıp zirleri ulemâ-yı kiram ve meşâyih-i izam ve talebe-i ulijm,


«ve dervişan-ı safvetnümun vesair e)ıillâ-i turulc ve selâsil-i
«muhtereme caniplerinden ve keza smıf sm.ıf ehli maarif vc
«sunna've zürra ve yegân yegân mütehayyizan tarafmdan im-
«zalanan evrak vesaiti müteaddide ile yeddi âcizîye iysâl
«olundu.
«Bu güne dek imzalar on beş bini tecavüz eyledi. Bu yol-
«da beni tahsis, hak-kı âcizanemde umum tarafm.dan hüsnü na-
szar eseri olan hüsnü zanna delâlet edeceği haysiyetten cümle-
«ye arzı şükrandan sonra ilân ederim ki, dest-i âcizîye vâsıl ev-
«raktan bazıları uzun uzun telgraflarla ve bazılarının da sûret-
«leri arîze-i mahsûsalarla mahallerine tebliğ olundu. Fakat pek
«çoğu mumaileyh Şeyhefendi hazretlerine fî 23 Nisan sene 92
«tarihînde Pcşteden hareket stmelerile yetişemiyeceğinden kal-
«dı. Telgraflarla, arızalarla Peşteye.isal olunanların ve keza ka-
«lanların asılları Peşte Nümunehanesine bir yâdigâr-i târihî ol-
«mak üzere hediye olunacaktır. Şöyle ki, bunun için Kmarla-
«mış olduğum güzel cilâlı ve yaldızlı ve kâğıtları koçanlı gibi
«kesik bir defter içine evrakı aslij'ei mezkûre kenarları zamkla-

«tai'ihçe emsr.li g ö r ü l m e m i ş vak'adır. M a c a r i s t a n d a a.sker k a r a k o l l a n n a kadar


«Osmanlı baj'raklarile donanmak ve sokaklarda ve mekteplerde, ve fabri-
«kalarda v e M i l l e t M e c l i s i n d e ( Y a ş a s ı n S u l t a n A b d ü l h a m i d Han.) d u a s i l e M a -
«car d o s t l a r ı m ı z ı n v e l v e l e - p â ş - ı rdem o l m a l a r ı tâbi-i d e v r - i m e s ' a d - ı hazret-i
« ş e h r i y â r i n i n â s â r - i m ü b a r e k e s i n d e d i r . B u n â z i k n o k t a y ı m i l l e t i m i z h e p bildi.
• anladı. S a l ı g ü n ü m i l l e t i n icra e d e c e ğ i istikbal v c ş e n l i ğ e b ü t ü n d ü n y a cl
«çırpacaktır. M e k t e p l e r v e h o c a e f e n d i l e r v e m û t e b e r â n - i millet, İstanbulda
« s a k i n M a c a r l a r i t t i h a d b a y r a k l a r i l e , v e keza L e h l e r istikra e d e c e k l e r i Sir-
«keti H a y r i y y e v a p u r l a r i l e M a r m a r a a ç ı k l a r ı n a ç ı k u p mebu.san-ı 141 m u m â i -
«leyhimi karşılayacaklar ve binlerce zevat Sirkeci iskelesinden efendileri (Sü-
«leyman ve Mehmed Efendileri) alup Sultan Beyazitte Musâfirhâne kıraat-
«hanesi salonuna indirecekler, orada icrâ-yi merâsim-i hoşâmedî v e müvaf-
. f a k şüdî i l e ş e r b e t l e r i ç i l e c e k v e n u t u k l a r v e r i l e c e k t i r . B a z ı m a h a l l e a h a l i s i
«Salı g e c e s i Lşâl-ı k a n â d î l ile M a c a r ittihadı için i c r â - y ı ş e h r â y î n tasavvür-iî
«teklif eyledikleri dahi işitilmiştir. Aldığımız son h a b e r l e r e göre vapurları
«ve k e y f i y e t - i istikbali v e merâ.sim-i h o ş â m e d i - y i t e h i y e için c e m i y e t teşek-
• kül e t m i ş v e c e m i y e t i n reisi h e y e t i m e b ' u s a n â z a s ı n d a n E d i r n e m e b ' u s u R a -
«sım B e y e f e n d i imiş.»
L4] B u r a d a k i «meb'usan» t â b i r i n d e n m a k s a t , M i l l e t M e c l i s i n d e k i meb'us
değildir. M a c a r i s t a n a g ö n d e r i l e n demektir.
İD»
«narak yapıştırıldıktan ve defterlerin dışına ve içine altın
«ile; «Fî Rebiülâhir, sene 1294, Osmanlıların Macarlara selâm-ü.
«uhuvvet sicillidir.» ibaresi yazıldıktan sonra Peşte nümuneha-
«nesine takdim olunacaktır. Şim.di ve sonra ve hattâ â'sâr-ı 9.ti-
«yede âyine-i uhuvvet olarak kalacak böyle bir sicille, namının
«kaydını arzu eden sair zevatı dahi bundan hissedar etmek için
«defter-i mezkûrun irsalini ilâ 15 Cemazilevvele te'hir eyle-
«dim. Namım vermek isteyenler bir temiz kâğıda kenarı biraz
«boş bırakılarak ve okunacak surette ism-ü şöhretlerini yazdık-
«tan sonra posta veya, diğer vesâit ile taraf-ı âcizî-ye isâl eyle-
«melerini ihtar ederim. îmza: Ali Suavi.»
ÇIRAĞAN VAKASI "1

Sadrâzam Âii Paşa ölünce ve yerine Mahmut Nedim Paşa


sadrâzam olunca, o tarihte hâlâ Pariste olan Suavi, Osmanlı
-elçiliğine giderek Türkiyeye dönmek için izin istemişti.
Fakat İstanbulda.n izin gelmemişti t2i Nihayet Abdülha­
mit II nin padişahlığı ve Mithat Paşanın sadrazamlığı zama­
nında Suavinin Avrupadan Türkiyej^e dönmesine 10 Ramazan
1293 (29/9/1876) da izin çıkmıştı. Suavinin İstanbula dönüşün­
den üç buçuk ay sonra Mehterhanede tevkif edilen ve bir müd­
det sonra Midilli'ye sürülen Kemal, Suavi'ye Abdülhamidin bir
düziye iyilik edeceğine inanarak menfasına gitmişti, ve, Sua­
viyi Mektebi .Sultanî müdürlüğünden padişahın attığını duyun­
ca 131 buna, Midilli sürgünü şaşarak m e r a k ediyor, ve henüz
damadı olmıyan ve Meclisi Meb'usanda zabıt kâtibi olan Mene­
menli zade Rifat Beye şunu yazıyordu:

[ 1 ] S u a v i n i n F i l i b e m u h a c i r l e r i l e Çu-ağan s a r a y ı n a h ü c u m e d e r e k mah­
lû' M u r a d V şi p a d i ş a h y a p m a k i s t e m e s i n d e n v e ş e h i d o l m a s ı n d a n i b a r e t o l a n
b u v a k ' a . o z a m a n ı n g a z e t e l e r i n d e Ç ı r a ğ a n Vak'ası d i y e g e ç e r . V e b u h â d i ­
seyi ..curnal» ismile tuttuğu hâtıra defterlerinin birincisinde yazan Eğinli
M ü ş i r S a i d P a ş a n ı n bu n o t l a n « S u a v i vak'ası» başlığı a l t ı n d a d ı r .
12] T e r c ü m a n ı Ş a r k g a z e t e s i . N o . 47, 14 M a y ı s 1878, 24 C e m a z i y e l e v v e l
1295, " S u a v i n i n .«avrupada y a ş a y ı ş ı » ismindeki makale (Bu makalenin tama­
mı ilerideki yazılardadır) den:
«Âli P a ş a m e r h u m u n v e f a t i l e M a h m u d N e d i m P a ş a h a z r e t l e r i sadarete
«•geçtiği vakit (Suavi) sefarethaneye müracaatle memâliki Osmaniyyeye
«•avdete m ü s a a d e i s t e m i ş i s e d e s e f a r e t i s e n i y y e n i n D e r s a a d e t t e n istizanı ü z e -
«•rine istidası reddolunduğu, muhakkaktır. Nihayet zât-i merhametsimât-ı
«hazret-i p â d i ş â h i n i n c u l û s - i h ü m â y u n l a r ı n d a y i n e memâlik-i Osmaniyye'ye
«türceyâb-ı duhul olmuştur.»
[3] Suavinin Mektebi Sultanî m.üdürlüğünden azil tarihi 28 T e ş r i n i ­
s a n i 1293, 4 Z i l h i c c e 1294, 16 K â n u n u e v v e l 1877 dir.
161
«Bir de Suavinin ne olduğu etraf ile öğrenilip de yazıl­
malı 1-4].»
Kemal, Suavinin ne olduğunu değil, ne olacağını sorma­
lıydı. Çünkü Midilli sürgününün İstanbulda padişah müşavir:
olarak bıraktığı Suavı, günün birinde, yalnız Mektebi Sultanî
müdürlüğünden atılmakla kalmıyor, Abdülhamidin tahtına kar­
deşi Murad'ı çıkarmıya kalkıyor ve Çırağan vak'asında şehid
oluyordu.
1294 Mayısmm 8 inci Pazartesi günüydü. Çırağan Vak'ası
öğleden evvel (Müşir Sait Paşa: «zevalden evvelle diyor) baş­
ladı: O gün saray müşiri Eğinli Sait Paşa, Yıldız sarayında, Rus
•elçiliği baş tercümanı Otto ile beraber Abdülhamid II nin ya­
nındaydı. Sait Paşaya Kâzımı Bey isminde bir mabeynci, elile
—^«Gel!» diye işaret etti. Said Paşa, Padişahın yapından çıktı,
bahçede duran tüfekçi Başı Tabir ağayı gördü 151. Ve Tabir ağa,
Sait Paşaya tuhaf şeyler söylüyordu:
— Çırağanda tüfekler atılıyor, kurşunları bu bahçeye ka­
dar geliyor.
Tüfekler çok doğruydu, ve kurşunları Suavinin Kuzgun­
cuktan mavnaya doldurup Çırağan sarayına getirdiği Filibe
muhacirlerine Beşiktaş Muhafızının askerleri tarafından atılı­
yordu. Fakat Said Paşa etrafı dinledi, bir şey duymadı. Rus
baştercümanı ile, sonra, Sait Paşa, saraydaki odasına gelirken
ikinci Mabeynci Osman Bey l*'! büyük tı-lâşla padişaha koşu-
vordu. Said Pasa döndü:

14] K e m a l i n k e n d i el y a z ı s i l e . 24 Z i l h i c c e 94 tarihli v e b a s ı l m a m ı ş m e k ­
tubundan (Numan Menemencioğlunun dosyasından.)
15] T a h i r ağa K â ğ ı t h a n e v e M a s l a k c i v a r ı n d a k i A r n a v u t kaldırımların­
d a n bir k ı s m ı n ı y a p a n k a l d ı r ı m c ı bir A r n a v u t t u . P u d g o r i ç e ' n i n bir köyün­
den gelip Kâğıthane köyünde yerleşmişti. Şehzadeliği Kâğıthane Kasrında
v e M a s l a k k ö ş k ü n d e g e ç e n Ş e h z a d e A b d ü l h a m i t E f e n d i y e b u T a h i r ağa d a h a
o z a m a n d a n çattı. V e o, p a d i ş a h o l u n c a b u da t ü f e k ç i b a ş ı o l d u . Y a k ı n d a n
t a n ı d ı ğ ı m b u zat t e m i z a h l â k l ı v e ü m m î idi. A b d ü l h a m i t ÎI o n u m ü ş i r y a p ­
tı. B ü t ü n y i r m i n c i asırda v e b ü t ü n A v r u p a k ı t a s ı n d a iki ü m m î mü.şir v a r d ı .
İki.si d e O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a d ı r : B i r i b u T a h i r P a ş a , biri d e Suavi'yi
öldüren Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa.
16] İ s t a n b u l d a Çemberlitaştaki Matbai Osmaniyyeyi kuran ve Abdül­
h a m i t II nin B a ş Mâbe,yncisi olarak ö l e n O s m a n B e y .
11
162
— Bu nedir?
Diye sormaiv iyledı, ial-iat baktı: Sudanlı bir zenci de ı^) pa_
dişaha doğru koşarak gidiyor, ve bağırıj'ordu:
— Sultan Muradı cülus ettirecekler, ahali sarayı (Çırağan.
sarayını) basmışlar, aman efendim, başımızın çaresine bakalım.
Başta Eğinli Said Paşa olart.k saray adamları kılıçlarım
kuşanıyorlar ve silâhlarını takmıyorî.arken Abdülham.it de üni­
formasını giyiyor, silâhlanıyc.u^ ve şa.yot Murad tahta çıkars.r
ona karşı harbetmeğe hazırlanıyordu. (Bu ikinci Abdülhamidin,
bütün hayatında, muharebe vazıyetini aldığı bir tek vak'adır),
ve bu, muhakkak ki, bir milletle taiiin bir alayıdır. Taliin acı.
bir alayı daha vardı: Çırağan ihtilâlini yapan bu Suavi Efen­
di, bir zamanlar, Abdülhamidin has müşaviriydi, ve kendisim
Abdülhamide müşavir yaptıran da, şimdi bu ihtilâli .hâtıra def­
terine yazan ve şu satırlarla bitiren Eğinli müşir Said Paşay­
dı löl:
«Çırağan sarayına Beşiktaş karakolundan Hasan Paşa asâ-
«kiri zaptiyye ile girip, içeriye duhul etmiş olan lesedeyi vur-
<muş ve yaralamış olduğundan bu fesadın önü saat yedide alm-
«dı. Bu işde Hasan Paşa güzel hizmet etti.. Sarayda tutulup Yıl-
«dıza celbolunan muhacirlerden anlaşıldığına göre bu fesada
«kıyam edenlerin ekserisi Filibe muhacirlerinden olup, Ali Su-
«âvi reisleri olduğu halde, bir gün evvel: «Balkana asker gön-
«derileceğinden yarın saat üçte Tophanede toplanıp orada si-
«lâhlarınızı alacaksınız.» diyerek bir ihtiyar muhacir ve Çerker
«kıyafetinde bir adam vasıtasile muhacirin-i merkumeye tebliğ;

17] H a f ı z B e h r a m ağa i s m i n d e bir h a r e m a ğ a s ı d ı r . A b d ü l h a m i d II p a ­


d i ş a h oldu,öu z a m a n , k ı l ı ç a l a y ı n d a , b u h a r e m a,t>alarının b u l u n d u ğ u n u gö­
rünce, s a r a y ı n husı.ısî u ş a k l a r ı o l a n z e n c i l e r i n devlet protokolunda yer al­
masına kızmış, v e saray müşiri l o t a r i h t e sara,y f e r i k i ) E ğ i n l i Sait Paşaya
«Bu h e r i f l e r i n kılıç a l a y ı n d a n e işleri var.» d i y e s ö y l e n m i ş t i r . F a k a t t ö r e n ­
l e r e k a r ı ş m a l a r ı n a bile p a d i ş a h ı n t a h a m m ü l e d e m e d i ğ i b u s i y a h uşaklar, z a ­
m a n g e ç t i k ç e , d e v l e t i ş l e r i n e B a b ı â l i d e k i d e v l e t a d a m l a r ı n d a n fazla karışa­
caklardı. Bunların devlete en çok k a r ı ş a n ı vc rivayete göre en fenası bu
H a f ı z B e h r a m ağa idi.
[8] Sait Paşanın kendi el y a z ı s i l e olan «Curnal» ismindeki defterire
1 i n c i s i n d e «Suavi Vak'ası» b a ş l ı ğ ı a l t ı n d a k i n o t l a r d a n . ( B u notlarm klişesi
b a s ı l m a k t a olan « N a m ı k K e m a l » i s m i n d e k i kitabımdadır.)
163
«ettirilmiş olmağla Çırağanın Paşa Dairesi kapısmda bir kaç
«yüz muhacir tecemmu' edip, karakolun silâhmı alıp onu cerh
«ile bahçeye duhul ettikten sonra, deniz tarafında bulunan köş-
«kün camlarını şikest ederek saraya dahil olmuşlar. Suâvi IVIu.-
«rad Efendi Hazretlerinin (mahlû' padişah Murad V in) kolun-
«dan tutup. «Aman efendim, gel, bizi Moskofiardan halâs et.»
«diyerek niyeti faside ve eblehânesiyle avenesiyle beraber dı-
«şarıya çıkarmağa çalışırken, ber vech-i meşruh içeriye dahil
«olan asâkiri zabtiyye tarafından mukabele olunarak, yirmi üç
«kadar adam fevt clduğu gibi on beşten mütecaviz; adam dahi
«yaralı olarak bakisi derdest edilmiştir. Ali Süavi ile ihtiyar
«muhacir telef olanların meyanındadır. Bu ef'ali fecianm Su-
«âviden başka mürettipleri olup olmadığmı zahire ihraç içiu
«Yıldız sarayı hümayununda bir istintak komisyonu teşkj'l
«olundu.»

Vak'aları tesadüfün mantığına teşbih taneleri' gibi dizme.-:


caizse, Suavinin şehit olmasını, Murat V. in cülusunda sürülen
ve Hamit II nin cülusunda sürgünden dönen ümmî bir yaverin
bu avdetine bağlamıak mümkündür. Okur >aza.r olmıyan bu ya­
ver binbaşı Hasan ağa idi. Abdülhamit, padişah olunca, onu,
Beşiktaş zabıtasmın basma geçirmişti. Suavinin müstakbel ka­
tili Hasan Paşa, Suttan Abdülâzizin bu eski Hasan ağasıdır. Bu
Hasan ağadan başkası Beşiktaş muhafızı olsaydı, Suavivi, bel­
ki, (Ba.şınm sol tarafına sopa ile vurup) öldürmiyecek, b.elki
diri olarak yakalamak istiyecek. ^'e Abdülhamit de onu idam et-
tirmiyecektj 131. Abdülhamit padişah olduktan .•^onra, hayat bo.-
yunca üç şevden korkt'i: Hal'edilmekten, katlolunmakt?n, V'-
idam ettirmekten.

19] A b d ü l h a m i t . enişte.si M a h m u t C e l â l e d d i n P a ş a y l a S a d r a z a m Midhat


Paşayj Taif kale.sinde bo,ğdurtarak öldürttü. Sarayındaki bir haremağasjııı
da a.stırtarak idam ettirdi. İkisi husûsî ve ,aiz!i. ü ç ü n c ü s ü resmî olan bu
ü ç ü n d e n b a ş k a , s a l t a n a t m d a ö l ü m vak'ası yoktıu-. H a t t â S a d r â z a m H a l i l R i -
î a t P a ş a n m o ğ l u C a v i d B e y i ö l d ü r e n a d a m ı idam e t t i r m e m e k için Paşadan
r i c a y a b e n z e y e n bir s e s l e m u v a f a k a t i n i istedi. ( B u son iki satır Halil Rifat
Paşanın torunu Fuat Simâvî'den aldığım nottur.)
ÇIRAĞAN VAK'ASI NİCİNDİ?

Bü sualin cevaplan içinde en tekrar edileni şudur;


Rodop balkanındaki kahramanların başına mahlû' Murad
V. i geçirmek için.
Fakat bu cevap da başka cevaplar gibi henüz vesikasızdır.
Bazılarına göre Suavinin, aklından zoru vardı, bu vak'ayı
onun için yaptı. Yani bazılarına göre, Çırağan vak'ası 38 ya­
şmda şehit olan Suavinin kanile de güzelleşmiyor, ve delilikten
ibaret kalıyordu, ve bu bazılarına göre, vak'adan bir gün evvel
Basiret gazetesinde çıkan şu fıkrayı, ancak bir deli yazardı:
«Herkes ve evrakı havadis hâl-i hâzırm tehlikesinden bah-
«setmektedirler. Hakk-ı âcizanemde mevcut olan emniyet-i âm-
«meye mebni söyliyeceğim şeyi herkesin dinleyeceğine şüphem
«yoktur
«Müşkilât-i hâzıra pek büyüktür. Lâkin çaresi pek kolaydır,
«Yarınki nüshamızda, cümlenin müsaadesile, bu çareyi kı­
ssaca şerh-ü beyan edeceğim. Bugün şu mektubum, yarınki neş-
«re enzâr-ı ummnîyyeyi celb içindir efendim.
«Ali Suâvı
Ölülerin bile kalbini kırmamak istiyen Abdülhak Hâmit de
Suaviye deli diyordu. Fakat onun bu kararı Suavinin deliliğini
hekimliğin pathologie kısmından çıkarıyor, tarihin mefahir
yaprağına sokuyordu:
«Suavinin m e c n u n olduğu tebeyyün etti. Fakat mecnun-i
«hamiyet imiş, bana öyle geliyor [2].»
Suavinin memleket için öleceğine inanmıy an ların en başın­

ın B a s i r e t , N o , 2444, 17 C e m a z i y e l e v v e l 1295, 7 M a y ı s 1294.


[ 2 ] A b d ü l h a k H â m i t , K ü l l i y â t ı Â s â r , « M e k t u p l a r , C. 2, S. 255
A L İ S U A V İ 163

da Namık Kemal vardı. Rus ordularım İstanbula sokmak için


Suavinin bu ihtilâli çıkardığına Kemal karar veriyor, ve bu
h ü k m ü n ü şu çok şiddetli satırlarla bitiriyordu.
«Hele geberdi, belâsını buldu. Cenabı Hakkın inayeti de ye-
«tişti, vatanı bütün bütün mahvedecek bir muhataradan kur-
«tardı. Avrupa gazetelerinin ekserisi de bizim gazeteler kadar
«herze vekilidir. Maamafih bu meselede rivayatı zihnimde dü­
şündüğüm hakikate pek muhalif göremiyorum 13].»
Fakat Rusya tstanbula girsin diye Suavinin İstanbulda ih­
tilâl çıkarmak istediğini Kemalin yukarıki mektupta sanması,
bir dakikaya sığan bir zannın neticesidir. Bundan on beş gün
sonra yazdığı şu satırla onu gösterir:
«Suavinin erbabı kıyama muaveneti yalandır.
«Ke'tidisi muhtâc-i himmet hir dede
<'Kande kaldı gayriye imdâd ede.»
«Para.yı nereden bulup da iane edecek. İngilizler Suaviye
«altmtş para inanmaz. Rusyalılar ise Suavinin iğfalâtına kapi-
«lup da eshâbı kıyama para verecek kadar budala değildir. 7
Cemaziyelâhire 95 l^ı.»
Saraydan Abdülhamidin kovduğu iki kişinin demıclerine
göre, Çırağan vak'asını bizzat Abdülhamit yaptırmıştı. Bu iki
adam, eski mâbeynci Nişli Mahmud Bey ve eski baş hafiye Yu­
suf Beydi. Kemalin babası Mustafa A.sım Beyin Ortaköydeki
evine l^'' misafirliğe gelen bu Mahmud Be.yle Yusuf Bey Ru-
meh muhacirlerindendi, ve, Suavi Filibe muhacirlerinin başı­
na geçerek Çıragan Vak'asını yaptıktan sonra, Abdülhamit, sa­
raydan Mahmut ve Yusuf Beyleri kovmuş, ve: «Evlerinde otur­
sunlar» diye irade etmi.şti. Kemalin babasının Ortakö.ydeki

13] K e m a l i n hu y a z ı l a r ı 22 C e m a z i . v c l c v v e l 95 tarihli m e k t u b u n u n d e ­
vamıdır.
141 K e m a l i n kendi el y a z ı s i l e M e n e m e n l i z a d e Rifat B e y e gönderdiği,
b a s ı l m a m ı ş rnektubdan ( N u m a n M e n e m e n c i o ğ l u n u n dosyasından.)
151 N a m ı k K e m a l ' i n babası M ü n e c c i m başı M u s t a f a A s ı m B e y i n â h ı r - î
ö m r ü n e d o ğ r u m u t a s a r r ı f o l a r a k o t u r d u ğ u b u tek e v , k e n d i s i n i n y a p m a s ı n ı
t a m a m e n b i t i r m e y e m u v a f f a k o t a m a d a n ö l d ü ğ ü ' binadır. (Namık Kemal'in
ana ayrı k a r d e ş i m e r h u m Ö m e r N a ş i t B e y d e n a l d ı ğ ı m şifahî nottan.)
166 S A H İ K L I I H T l ı - A L C !

evinde Kemalin oğluna bu iki adamın yeminler E d e r e k söyle­


diklerine göre, Çırağan vak'asını Abdülhamit parayla, Suavi­
ye, mahsus yaptırmıştı: Suavi eski padişah Muradı Çırağandan,
t a h t a oturtmak bahanesile çıkaracaktı, ihtilâl oluyor diye as­
kerler Çırağan sarayına koşacaklardı. Ve kargaşalıkta Sultan
Muradı tanımıyarak öldüreceklerdi, Abdülhamit de Muradın
hayatta kalması felâketinden ve tekrar padişah olması ihtima­
linden kurtulacaktı. Fakat Beşiktaş muhafızı I"! Hasan Paşa
Abdülhamidin bu plânını bilmiyor, ve Muradı öldüreceğine Su­
aviyi öldürüyordu, filân...
Bu, ikbalinden mahrum olan iki menkûb adamın masalıy­
dı: Mahrumiyetin edebiyatı, garazın edebiyatı, fukaralığın klâ­
sik edebiyatı.
Onlar, bu masalı Kemalin oğluna anlatırken zeki olmıyan
yalanlarm muhtaç olduğu yeminleri onun için bol bol ediyor­
lardı. Kemalin oğlu Ali Ekrem Bulayır, inanmıyarak dinlediği
bu m.asalı aynen şöyle yazar l-^i;
«Suavi Vak'ası hakkında iki rivayet vardır. Birincisine go-
«re Sultan Hamit vak'ayı haber alır almaz her şeyden evvel
«Sultan Muradın bir kılma bile dokunulmaması için kat'î ve
«şedid irâdat-ı mükerrere tebliğ eder; ikinci rivayete nazaran
«da, Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa odasından çıkmış olan Sul-
«tan Muradı öldürtmek için askerlere mü'tîerreren emir verdi-
«ği halde, askerden hiç bir ferd Padişaha karşı silâha davran-
«maz. İkinci rivayet, Türk askerinin mübeccel v e âlî haslet-i
«merdânesine pek muvafık ise de itikadımca doğru olan birin-
«cisidir. Abdülhamıit saltanat ve hükümete hâkimi m.utlak ke-
«sildikten sonra büyük biraderini kolayca öldüremez miydi?
«Sultan Murad yirmi sekiz sene mahbesde yaşadıktan sonra
«ecelile irtihal etmiştir. Bunu bana, mahdumu Salâhaddin Efen-
«di merhum bizzat mükerreren beyan etti.
«Suavi vak'asını Abdülhamidin tertip etmiş olduğunu ha.
«nesinde ikamete memur sabık kurenâdan Nisli Mahmud Bey

161 R e s m î adı «Beşikta.ş Zabıta M ü d ü r ü » .


[ 7 ] N a m ı k K e m a l o ğ l u A l i E k r e m B u l a y ı r , Y e n i G ü n g a z e t e s i . N o . .309,
24 K â n u n u s a n i 1920, S a h â y i f i H â t ı r a t , tefrika: 12,
A L İ S U A V İ 167

<ve muarefe-i kâdîmesinden dolayı büyük babamın evine gelüp


«giden ve ziyaretlerine çaresiz tahammül olunan sabık Ser-ha-
«fiye Yusuf Bey bana defaât ile nakil ve hikâye ederek Su?.vı-
«yi ve muhacirini Abdülhamidin parasile kendilerinin teşvik
«ve sevketmis olduklarını kasemlerle beyân ve teNdd etmişler­
edir. Güya Sultan Hâmidin maksadı Sultan Muradı Çırağandan
«çıkartmak, sonra da memlekette ihtilâl zuhur ettiği için bitta-
«bi sevkolunacak askere birader-i emcedir.i tanımadıkları halde
«öldürtmek imiş. Lâkin Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa bu plân-
«dan haberdar edilmediği için lüzumlundan çok evvel yetişerek,
•sSultan Muradı değil, Suaviyi öldürmüş.
«Mahmud ve Yusuf Beylerin şu hikâyeleri de, yeminlerine
«rağmen bir masaldan ibarettir ve ikisi de Rumeli muhacirle-
«rinden oldukları için Suavi hâdisesinden sonra saraydan ihraç
«olunduklarından, efendilerini lekelemek . maksad-ı garazkârâ-
«nesine müsteniddir. Zira muvaffak olacağından yüzde doksan
«dokuz emin olmadan haizi ehemmiyyet hiçbir işe, alelhusus şah-
«sma müteallik olunca, ibtidar etmemeği meslek ittihâz etmiş
«olan Sultan Hâmidin böyle iki uşağa sırrını tevdi' ve Suavi gi-
«bi bir serseriyi Sultan Muradı idam.a memur etmesi, hele, mu-
«hacirleri toparlatarak memlekette ihtilâl çıkartmağa karar ver-
«mesi akıl kabul edecek şeylerden değildir.>-

Muhaklıak olan iki şev vardır, biri şudur: Çırağan Vak'ası


akıllı değildir, güzeldir, daha doğrusu destandır. Biri de şudur:
Fikir kitabı tanılan tarihi, bazan, his yazıyor. 1877 Osmanlı-Rus
harbinde, İstanbula Rus ordusunun girmesine İngilterenin razı
olmaması, hattâ Rusyanm bu harbi vapmasma İngilterenin bir
şartla razı olması, A'e bu şartın da Rusya muharebeyi kazanırsa
ordusunun İstanbula girmiyeceğine söz verm.esinden ibaret bu­
lunması, Suavinin biraz İngilizce bilmesi, karısının İngiliz ol­
ması, ve sarıklı ihtilâlcinin bazı İngilizlerle yakından tanışması
ve bu ahbaplıkları İngilterenin bütün devlet ve ilim adamlarını
tanıvor gibi yazılarında kullanmaları Suavinin isminin etrafın­
da bir hava yaratıyor, ve bu. havanın içinde Suavinin İngiliz
ajan', olduğu, rivayetler ve tahminler şeklinde uçuyordu.
Meselâ, Suaviye kimsesizliğini unutturacak derecede ko-
163
naklarınm kapılarını açan vezir Sami Paşayla oğlu vezir Suphi
Paşa torunu ve kızı Ayşe Özbekân'ın 18] Suavi hakkında bana
10 yıl evvel bizzat söylediği sözlerin arasında şunlar da vardı:
— Babam Suphi Paşanın İstanbuldaki konağına ve Çamlı­
cadaki köşküne karısı olan İngiliz madamile sık sık gelen, ge­
ce yatısına kalan Ali Suavi Efendinin hakkındaki emniyetler
bu iki konakta son zamanda azaldı, ve onun İngiliz casusu .Dİdu-
ğu hakkında zanlar uyandı.
Sarıklı ihtilâlcinin İngilizciliği hakkmda Kemalin oğlu da
şunları yazar 191:
«Sultan Muradı saraydan çıkararak halka gösterecek vo
«mecnun olmadığını efkâr-ı âlemde ispat ile milletin müzahe-
«ret-i kat'îyyesini te'min ve Sultan Muradı hakk-ı sarihi olan
«tahtı saltanata iclâs edecek idi. Şayed buna muvaffak olama?:-
«sa padişâh-ı mahlûu limandaki İngiliz gemilerinden birine i l -
«tica ettirerek sonra onu teslim için Abdülhamitten ne ister­
se alacaktı.»
Bugün, bu Suavilerin hiç biri yoktur, bir tek Süavi vardır:
Tarihe boylu boyunca uzanan şehid.
Kadir bilmeyen cemiyetlerin büyükleri için mezarlık, ta­
rihtir; ve Suavi de orada yatıyor. Toprakta bir çizgi kadar izi
yok.
Ceridei Havadis gazetesindeki resmî ilândan ıztırap duya­
rak aldığım şu satırlar ("Tarih yazmak acı şeydir) onun büyük
ölümünden kalan tek şeydir. Ancak bu satırlarda bütün bir nes­
lin utanma malzemesi vardır n o ] ;
«Laîn-i merkum ile (yâni Ali Suavi ile) avenei havenesin-
«den vadîi şakavette en ziyade muzır olan eşhas-ı rezilenin lâ-
«şei nâpakları asâkiri nizâmiyye ve zabtiyyei şahanenin satveti
«kahirei hamiyetkârâne ve g'ayret-ü şecaat-i vatanperverâ-
«neleri semere-i fahiresi meydanı fazahatte gunûdei hâki tahkir
«olup.»...

[ 8 ] A b d ü l h a m i t IT n i n z a m a n m d a D e f t e r i H a k a n ı Nazırı v e 1908 M e ş ­
r û t i y e t i n d e n s o n r a a y a n d a n V e z i r Z i y a P a ş a n ı n karısı.
19] Y e n i G ü n gazetesi, 24 K â n u n u s â n i 1920, S a h â y i f i H â t ı r a t , T e f r i k a : 12
110] C e r i d e i H a v a d i s , N o . 3846, 16 T e ş r i n i e v v e l , 1 Z i l k a d e 95.
Pis YAZILAR

Sarıklı ihtilâlcinin ve yirmi bir arkadaşının şehit olmasiyle


ve on yedisinin yaralanmasile neticelenen Çırağan Vak'asından
sonra, gazetelerin padişaha ubudiyeti arttı. Bu vak'a karşısın­
da Abdülhamide söylenecek en güzel kaside, Suavinin ölüsüne
tükürmekti. Fakat uşak gazetelerin içinde en satılık olanı ga­
liba Tercümanı Şark'tı ki, Suavinin ölüsüne en ziyade bu gaze­
te tükürdü. Ancak, Suavinin cesedine musallat olmakla kalma­
mak ve rakibi olan Basiret gazetesini ve sahibini mahvetmek
için de şehit Suaviyi istismar etmek, bu gazete için, iki başlı
bir dirayet vak'asıydı.
Ve Tercümanı Şark gazetesi Ali Suavinin ölüsüne musallat
olmadan evvel Basiretçi Ali Efendinin dirisile uğraştı ' H :
«Basiret gazetesi sahib-i imtiyazı izzetlû Ali Efendinin.
«Ali Suavinin, vak'anm (Çırağan Vak'asınm) bir gün evvelisi
«mezkûr gazete ile neşrettiği bir varakadan dolayı tahtı istin-
«taka alınmış ve dün akşama kadar sebili tahliye edilmemiş o l ­
duğu işitilmiştir.»
Bu yazı, yapılan tevkifin hikâyesinden ziyade, o , tevkifin
yapılmasını tahrik eden alenî bir curnala çok benziyordu.
Böyle olmasa bile, gazete, istintakın ve tevkifin sebebi olan va­
rakayı hiç ağzına almıyabilirdi. Bu varaka, o günlerde, o kadar
korkunçtu ki, bunu basan Basiret gazetesi sahibi eğer henüz
tevkif edilmemişse edilmesini intaç, edilmişse edilme;,unin doğ­
ru olduğunu ispat ederdi. İki ihtimale göre de Tercümanı Şark-
da çıkan bu fıkra bir yazı şekavetiydi. Çünkü, Basiret ga­
zetesinde Suavinin bastırdığı haber verilen şu varakaydı, ve
Suavinin Çırağan ihtilâlinden sonra bu varakanın korkunçluğu
meydanda bir kaç misli artarak duruyordu:

[ 1 ] T e r c ü m a n ı Şark. N o . 44 21 C e m a z i l e v v e l 1295, 11 M a y ı s 1878


170
«Herkes ve hep evrakı havadis hah hazırın tehlikesirı-
«den bahsetmektedirler. Hakkı âcizanemde mevcut olan emnî-
«yeti âmmeye mebni söyliyeceğim .şeyi herkesin dinleyeceğin-
«de şüphem yoktur. Müşkülâtı hazıra pek büyüktür, lâkin ça-
«resi pek kolaydır. Yarınki nüshanızda cümlenin müsaadesile
«bu çareyi kısacık şerh ve beyân edeceğim. Şu mektubum, ya-
«rınki naşre enzarı umumiyeyi celb içindir. Ali Suavi l^i

Bu fıkra şu demekti: y a r m Suavi Çırağan sarayından Mu­


radı çıkarıp tahta oturtacaktı, ve yeni padişahı bir beyanname
ile ilân edecekti.
Fakat, Tercümanı Şark gazetesi Basiretçi Ali Efendinin
tevkifinin ne vukuu, ne devamı için, galiba, yukarıdaki yazıyı
da kâfi bulmamıştı ki, ertesi günkü nüshasında Ali Efendinin
vak'adan bir gün evvel Suavi ile yemek yediğini yazdı.
«İstanbul gazetesinin rivayetine inanılırsa «Basireti- sahib-;-
imtiyazı izzetlû Ali Efendi, Ali Suavi ile, vak'adan (Çırağan
vak asından) bir gün evvel birlikte taam eylemiş» ti.
Bir taraftan Suavi ihtilâli rakip gazeteciden kurtulmanın
çok amelî çaresiydi; bir taraftan da matrut Mithat Paşa gibi,
sürgün Nam.ık Kemal gibi, şehit Suavi de Osm.anlı İmparatorlu­
ğunda refah vas'tası oluyordu. Para kazanmak için Osmanlı İm­
paratorluğunda fabrika ve sanayi, ticaret ve liman yoktu, .lür-
gün Mithat Paşa vardı, sürgün Namık Kemal vardı, şehit Sua­
vi vardı.
Ve şehid Suavinin aleyhinde, şehadetinden altı gün sonra
Tercümanı Şark gazetesiûde, bir yazı çakıyordu: Bu, para kokan
bir makaleydi r^ı ve imzasızdı: Sahibi, cinayetinin arkasına giz­
leniyordu. Bu makalede s ö y b n e n şeyler tamamen doğru olsa­
lar bile, ancak tarihleşen eski bir ölü hakkında yazılabilirdi.
Altı günlük bir ölü için bu derece Eİ,yah bir yazı ayıptı: Böyle
bir avam dedikodu.sunun tarih olabilmesi için lâzım olan vesi­
kaları toplamıiya da altı gün azdı.

! 2 ] T e r c ü m a n ı Şark, N o . 45, 22 C e m a z i y e l e v v e l 1295, 12 M a y ı s 1877.


r S ] T e r c ü m a n ı Şark, 47, 14 M a y ı s 1878, 24 C e m a z i y e l e v v e l 1295.
ALİ SUAVİ 17i

Hâsılı, böyle bir yazının bir gazetede bu derece vesikasız


bir halde çıkması için İkinci Abdülhamudin padişah olması lâ­
zımdı. SuEivinin ölüsüne sürülen lekelerin pisliğinden vc bollu­
ğundan Hazinei Hassanın katlandığı fedakârlığın derecesi an-
.laşılabilirdi. Çünkü yazıdalîi lekeler epeyce pahalıydı: Bu ma-
k i l e y c göre Ali Suavi paraya karşı arsızdı. Halbuki bu «arsı::
Ali Suavi» Pariste Sam.i Paşanın oğlu Necip Beyi (Sonra da­
madı olan vezir Necip Paşayı) akşam yemeklerine çağıran, ve
bu Necip Beye borç para vermek isteyen tok gözlü adamdı. Bu
"înakaledeki Ali Suavi Avrupada dolandırıcılık etmişti, ve bu
•yüzden Sainte-Pelagie hapishanesinde yatmıştı. Halbuki Filibe­
de Yeşilli Oğlu cam.iinde vaızlar ederken Suavi kendini halka
o derece sevdirmişti ki Çırağan A^ah'asında ölen, yaralanan,
kıapsc- giren, sürgüne giden, sürünen Filibe mühac'rlerinin bir­
çoğu kanaatten ziyade, bu sevginin şehidleriydi. Suavinin miza­
cında para mefhumaı olsaydı, Yeşilli "Oğlu camiinin 458 beyitü
Kasidei Hemziyye'yi ezber okuyan, cami rahlesinde Eflâk vc
Buğdan'a, Girid ve Herseğe haykırarak acıyan kültürlü ve ha­
miyetli vaizine Filibelilerin duyuyduklan heyecan onu ölün­
ceye kadar refah içinde yaşatırdı. Bu hayasız ve im.zasız ma­
kaledeki Suavi Pariste polis hafiyesiydi. Halbuki Suavi po­
lis hafiyeliğine razı olsaydı, casuslarına nişan, rütbe, mansıp
ve manalı tebessüm dağıtan bir sadrâzamın zamanında İS67
Osmanlı imparatorluğu hudutlarından bir karış dışarı çıkmaz­
dı. Bu hayasız ve imzasız makaledeki Suavi ,bir taraftan da,
tasarrufun ve nikâhın aleyhindevdi. Halbuki, bu da, Avruua-
da en çok sağcı bir ilim adamı olan Le Play'e Suavinin ne ka­
dar m.eftun olduğunu bu hayasız ve imzasız makaleyi yazan
adamın bilmemesi dem.ekti.

Sürgün Mithat Paşa aleyhinde, Suavinin yazdığı tali'siz


makaleler ,gibi şehit Suavi aleyhinde yazılan bu imzasız ve
hayasız satırlar, ve Midilli sürgünü aleyhinde Üssi İnkılâb'da
cıka:a haksız ve şerefsiz lâkırdılar gösterivor ki. İkinci Abdül­
hamid, zannedüdiği kadar, cimri değildir.
Bilha.ssa, şehit Suavi aleyhindeki Tercümanı Şark'ın şu
makalesi mıcccanen yazılamazdı:
172

«Suavinin Avrupada Yaşayışı l^J»

«Suaviyi Avrupada görmüş ve oradaki ahvalini iyice öğren-


«miş olan, sözlerine inanılır bazı zevattan, orada ne suretle im'-
«rar-i eyyam etmiş olduğu hakkında bir hayli tafsilât aldık.
«Merkum, herkesin bildiği veçhile Kastamoni'den bir kıyâ-
«fet-i mütenekkire ile kaçtığı vakit, soluğu doğru Pariste al-
«mıştır. Bidâyet-i hâlde kendisini adam zannetmiş olan ve o
«aralık Pariste bulunan bazı zevat m e r k u m a hayli ianelerde
«bulunmuşlar ise de habis az şey ile kani' olmayup, erbâb-ı mü-
»rüvvetin sadaka nev'inden verdikleri parayı güya kendisine
«para vermeğe mecbur imişler gibi cereme suretinde almak is-
«tediğinden gösterdiği arsızlık mahiyetini kendisine iane ve-
«renlere de anlattığından, birer birer, hepsini 1 5 ] çevirmiş,
«ve âdeta o derece nefret etmişlerdir ki, gördükleri yerden kaç-
«mağı iltizam eylemişlerdir.
«Alçak, Pariste bulunan Osmanlılardan b u nefreti görüp de
«onlardan sadaka suretile veya edepsizliği kuvvetile almakta
«bulunduğu ceremelerin arkası kesilince bu defa dahi frenk-
«leri dolandırmağa teşebbüs ederek, bazı ekâbir sayesinde go-
«rüşmüş bulunduğu Avrupalılardan bin türlü edepsizliklerk"
«para istemeğe başlamıştır.
«Muhakkakan söylendiğine göre habis, o aralık her kıya-
«fete. girmiştir. Güya, kendisine bir ehemmivyeti mahsusa ver-
«miş olmak için vaktile memalik-i Osmaniyyede giymekte iken,
«Avrupaya firarında bir kundura boyacısı kdığile tebdil oyle-
«diği ziyy-i ulemayı l'5] orda da vesile-i cer ittihaz eylemi.ş
«vâkıâ bu sayede şunu bunu hayli dolandırmış ise de, b u kis-

14] T e r c ü m a n ı Ş a r k .gazetesi, imtiya.7 sahibi: İ s k e n d e r , N o . 47. 14 İMayı.';


1878. 24 C e m a z i l e v v e l 12Ç1.'5.
N o t . « T e r c ü m a n ı Şark» g a z e t e s i n i n birinci s a y ı s ı 7 R e b i ü l â h i r -29r> ve 2ft
M a r t 1878 de, i m t i y a z s a h i b i İ s k e n d e r o l a r a k çıktı. 71 s a y ı y a k a d a r yazı mü
d ü r ü 1908 meşrûti.vetinin .son y ı l l a r ı n a k a d a r .Sabah v e P e y a m ı S a b a h g a z e ­
t e l e r i n i n sahibi olan M i h r a n d ı r . 71 ü n c ü numaralı v e 21 C e m a z i l â h i r 12'J5
v e 10 H a z i r a n 1878 den i t i b a r e n y a z ı m ü d i h ' ü Ş e m s e t t i n S a m i Beydir.
[ 5 ] «Hepsini» d e ğ i l « h e p i s i n i . yazılıdır.
16] «Sarıklı v e c ü b b e l i olarak» demektir.
A L İ S U A V İ 173

ve altında yaptığı denaetleri dahi mahiyyeti asliyyesini mey-


-dana koyduğundan o kisveyi bu defa da Lehli kıyafetiyle leb-
îdil ile güya Lehistan ihtilâlinde zulüm görmüş ve evi barkı
«yıkılmış bir bîçâre şeklinde şunun bunun mürüvvetine iltica
«eylemiştir.
<'Vâkıâ, bu suretle, insan deryası demek olan Pariste bir
«hayli sadedilleri kandırmış ise de, bir adamdan azacık yüz gö-
«rürse arsızlığım derecei nihayeye vardırmakta bulunduğun-
«dan, akıbet bu elbise dahi denâet-i cibiliyyesini gizleyememe-
«ğe başlamıştır.
«Öyle diyorlar ki, m e r k u m u n Avrupada giymediği kıyafec,
«yapmadığı edepsizlik kalmamıştır. Hattâ, bir arahk, Fransa za-
«bıtasmın hafiye defterine kaydolunarak, vâkıâ, kendisi
îbin türlü edepsizlikle, evvelden, hizmet etmiş ohr.akhğı cihet­
ile, polisin hasbelicap sevkeylediği her deliğe girip çıkmakta
sbayli meharet göstermiş ise de bilâhare Fransa zabıtası dahi.
^vazifesini suiistimal ile yaptığı edepsizliklere takat götürenıi-
«yerek, hafiyelikten dahi kovulmuştur.
İşte ondan sonra, en son derecesine çıkarak, en alçakçasma
: tavır, ve en rezilcesine muamele ile önüne geleni dolandırma-
«ğa başlamıştır. Ancak, dolandırıcılıkta o dereceye varmıştır
«ki, polis bir gün bunu derdest ederek, dolandırıcılık töhmetile
«Sainte-Pelagie» hapishanesine koymuştur. Bir hayli müddet
îorada kalıp müddeti mahkûmiyetini ikmal eylemiş ise de,
iFrenklerden dolandırdığı binlerce eşhas, birer birer meydana
.îçıkıp herkes hakkını istemeğe başladığından zabıta bunu yine
«koyvermemişti.
«Nihayet Suavinin o aralık ef'al-i sabıkasına tâib olmuş
.ttarzında Pariste bulunan Osmanlılara, ve hattâ sefaret m e -
«murlarına vaki olan niyaz ve istirhamı üzerine, çünkü Osman-
-dılarda mürüvvet pek yerleşmiş bir haslet olup hattâ Mariça-
«yı f i beslemek derecesine kadar vardığından bir merhamet-i
«nâbecâ olmak üzere namına iane defteri açılıp hayli para top-

17] K a r ı s ı n ı n adı «Marî» idi; S u a v i y i Uumeliden tanıyan ve Rusçuk-


V^rna ş i m e n d i f e r i a s k e r î k o m i s e r i i k e n ö l e n binbaşı A h m e t T e v f i k Beyin
e v i n d e S u a v i n i n h a n ı m ı n ı n ismi, a h b a p l ı ğ ı n t o n i l e , M a y k a idi.
«lanmış, ve bu para ile, dolandırdığı adamlar ırzâ olunarak da-
«vadan vazgeçirilip Sainte-Pelagie'den çıkarılabilmiştir.
«Halbuki Fransa zabıtası şunun bunun iltiması sayesinde
«merkumu hapishaneden bırakmış ise de badema Fransa ülke-
«sinde ikamet etmemesini dahi şart ittihaz eylemiş olduğundan
«Londraya nak-li bûrıyâ-yi denâet etmiştir.
«Londrada dahi, Paristeki gibi, evvelâ politika mültecile-
«rinden ve Lehistan mıazlûmîninden bulunmak suretiyle bir
«kaç kalıp değiştirdikten sonra akıbet dolandırıcılıkta karar kıl-
«mıştır.
«Lâkin, Londra zabıtası, bunun vücudunu, ağırlığına ta-
«hammül edilmez, bir bâr-i sakil olmak üzere tanıdığından ec-
«nebiUğine riayeten hapisten fârig olmağla beraber âdi bir
«yankesici sıfatiyle İngiltere hududundan harice defejdemiştir.
«Bu defa dahi Parise gelüp bir müddet kıyafet tebdiliyle
«mahiyyet-i rezilesini saklamağa hayli cehdetmiş ise de Fran-
«sa zabıtası pençe-i mücâzâtım omuzuna vurarak, ikinci defa
«olmak üzere, en alçak edepsizlerin karargâhı olan «Sainte-Pe-
«lagie» ye ithal eylemiştir.
«Bir müddet daha orada kaldıktan sonra yine bazı erbâb-i
«mürüvvet sayesinde kurtularak şehirden şehire gitmek sure-
«tiyle dolandırıcılıkta devam etmiştir.
«Âli Paşa m e r h u m u n vefatile Mahmut Nedim Paşa hazret-
«leri sadarete geçtiği vakit, sefarethaneye müracaatla memaii-
«ki Osmaniyej'e avdete müsaade istemiş ise de sefareti seniy-
«yenin Dersaâdetten istizanı üzerine istidası reddolunduğu
«muhakkaktır.
«Nihayet zât-ı mer.hamet-simât-i hazret-i Padişahînin cü-
«lûs-ı hümâyunlarında yine iMemâlik-i Osmaniyyeye füceyâb-i
«duhûl olmuştur.
«Bu arada ise, utanmadan, enzarı umumiyyeye koymağa
«cür'et eylediği bir takım akvâl-i cinnet-meâlinde güya bir
«ehemmiyet varmış gibi. teessüf sad teessüf ki, bir çok halkın
«âdeta teveccühünü celbetmişti.
«Bin türlü şarlatanlıklarla sarâyi hümâyûna kadar sokul-
.^mağa cür'et alarak Mektebi Sultanî nezaretine (müdürlüğüne)
ALİ SUAVİ 170

«tayin, edildiği vakit kendisini tanıyan Avrupalılar hayret ve


«taaccüpte kalmışlardır.
«Merkum buradan Parise kaçtığı vakit orada nammslu bir
«politika mültecisine edilebilir bir hürmet ve riâyete nâiliyyet
«davasında bulunduğu halde, herkes bundan nefret ederek,
«hattâ iki defa «Sainte-Pelagie» ye konmuş olmasmdan dolayı
«Frenklere garez bağlıyarak burada ekser Avrupalılara hakare-
«te kalkıştığı misillû, Mektebi Sultânî'de ne kadar Avrupalı
«muallim varsa hepsini çıkarmağa teşebbüs etmiştir,
«Mektebi Sultanî'nin Avrupalı muallimleri m e r k u m u n
«Fransız lisanına olan derecei vukufunu muarrif olmak üzere
«şu fıkrayı naklederler:
«Merkum, bazı talebeye «Hocaya git de söyle» «Makamuı-
«da «Allez dir (â) maitre d'etude» «deyip halbuki, Fransızca
« «Allez dire (au) maître d'etude» demek lâzım geldiği, ha/.ı
«muallimin tarafından defeatle ihtar olunduğu halde sekiz se-
«ne Pariste oturup da Fransızcayı epeyce tahsil edemediği m.i-
«silli altı ay Mektebi Sultani nezaretinde (müdürlüğünde) şu
«ibarenin doğrusunu da öğrenememiştir.
«Bunun Avrupaca edepsizlikle hayli şöhreti bulunduğu
«şundan da anlaşılır ki Neue Freie Presse bu edepsizin B u r s a d a
«rüşdiye hocası iken bir sabiye nazar-i ihânet-i şenîa ile baktı­
ğı fı]:rasını bir sene mukaddem ilân eylemiştir.
«Merkumun isâet-i ahîresinde 181 menfaati şahsi.ye mülâ-
«hazasından başka bir şey gözetmediğini beyana hacet olmayıp
«şu cür'ette gösterdiği cesarete nazaran Avrupada bir takım
«erazilin «iştirâk-i emvâl-ü ayal» vadile başlarına bir çok halk
«toplamağa muvaffakiyetlerine taklit eylemek istemiştir.
«Merkumun vücudunun kalkması, yalnız bizim için bir ni'-
«met olmayup, bütün âlem-i insâniyyette bir hayr-ı azimdir.
«Çünkü bu alçak sağ olduğu müddetçe kim bilir, daha ne kadar
«edepsizlik edecekti.
'( «Suavi kaçtı», diyorlar. Sahihtir. Kaçtı. Amma nereye?
«Ahirete!
« «Suavi ölmedi», di.yorlar. O da sahihtir. Çünkü vücudu

F8] M a k s a t Ç ı r a ğ a n vak'a.sıdır.
176
«münadim oldiyse de nâm-ı rezâil-ittisamı bevvâl-i çeh-i zem-
«zem ve Ayasluğ'da bir m a ' m u r kiliseyi yakan herif gibi kim
cbilir nice yüz mezelletle baki kalacaktır,
«Yalnız m e r k u m u n ' ş u vak'a arasında gebermiş olduğuna
«teessüf ediyoruz. İster idik ki, alçak hayyen tultulsun, mükem-
«melen istintak edilsin, her birinde nice ibret alınacak olan ef-
«âl-i seyyiesi birer birer söyletilsin de, masdar-i her şerr-ü şûr
«olan kelle-i bi devleti yüzlerce kurşuna hedef olsun,
«Hüsnü Paşa 191 m.erhum alçağa, «Süavi-i gâvî» dermiş,
«doğrusu pek isabet edermiş.
«Merkumun sonradan takınmış olduğu «Suavi» adı da Ka-
«musda görüldüğü üzere yola ve gece uykusuzluğTana müte-
«hammil manasınadır. Filhakika, m.erkum. fesat yolunda her
«şeye katlanırmış.
«Rivayet olunduğuna göre, merkum, başına toplamış oldu-
«,ğu sebükmagızları, Rodop erbâb-ı kıyamına muavenet sözle-
«riyle aldattıktan sonra, bir aylıkları olmak («üzere» yi unutur)
«üçer lira vermiş imiş. Bu üçer lirayı nereden bulduğu elbette
«iyice tetkik olunacaktır. Çünkü merkumun hasâil-i redîesine
«göre bu paralan düşmanlarımızdan almış olması varidi ha­
tırdır.»

Bu m.akalelerle Abdülhamid'e kur yapıldığı tarihte Os­


manlı imparatorluğunda iki şey vardı: Kanun-ı Esesî, Meclis i
Meb'usan.
Ve 1877 nin uhuvvet, adalet, hürriyet ve müsavat isminde­
ki dört yalanlı meşrutiyetinin parlamentosundaki bir meb'usım
Basiret gazetesinde şö.yle bir şiiri çıkıyordu n o i :
«Trabzon vilâyet-i celilesi meb'usanı kirâmmdan izzetlû
«Emin Hilmi Efendi tarafmdan vârid olmuştur:

[ 9 ] A b d ü l â z i z i n padişahh.ğı z a m a n ı n d a S a d r â z a m  l i P a ş a n ı n Yeni Os­


m a n l ı l a r a l e y h i n d e k u l l a n d ı ğ ı z a p t i y e IVIüşiridir. Ş a i r Z i y a P a ş a «Zafernâme»
i s m i n d e k i ç o k k u v v e t l i h i c i v e s e r i n i b u z a p t i y e IVIüşiri H ü s n ü P a ş a n ı n a ğ z ı n ­
d a n y a z a r a k  l î v e H ü s n ü P a ş a l a r ı n i k i s i y l e d e e ğ l e n m i ş , v e bir taşta iki
kuş, daha d o ğ r u s u , bir k a r t a l v e bir k u ş vurmuştur,
1.10] B a s i r e t .gazetesi, No. 2417, 10 M a y ı s İİ294, 20 C e m a z i l e v v e l 1295.
ALİ SUAVİ 177

«Sakın âlemde ikad-ı §irâr-i fitneden, zira,


«Fesâd eshâbı kurtulmaz saîr-i kahr-i mevlâdan.
«Suâvî-i şakinin sergüzeşti işte ibrettir;
«Hıred-mendâna yeğdir bir musibet bin vesâyâdan.
«Helakin işbu tarih-i münakkat bildirir halka,
«Suâvînin vücûd-i dhhesi mahv olu dünâdan.*

«1295*

* **

Basiretçi Ali Efendi Suavinin fıkrasını bastığı için başına


felâket geleceğini ve gazeteci arkadaşlarının bu felâketi çabuk­
laştırmak ve çoklaştırmak maksadile neler yapacaklarını bil-
mij'or değildi, ve gazetesine Çırağan Vak'ası hakkında hüküme­
tin gönderdiği resmî yazıyı «dün akşam ilâvei mahsusa ile neşro­
lunan ilânı resmîdir» izahile bastıktan sonra bu ilânın altına riya
ve «küfür edebiyatile» dolu olan şu satırlarla döşeniyordu m i :
«Hâini din-ü-devlet ve melûn-i ebed müddet Suavinin P a -
szar günkü nüshamızda imzasile bir varakası vardı. Mel'ûnr
«merkum cumartesi günü akşam üzeri bir adamile bu varaka-
«sını irsal edüp yarınki gazeteye girmesini ve bir de bendi
«mahsus yazacağım haber göndermesi üzerine melunun sair ev-
«rakı havadise bendi mahsular yazup neşrettirdiği gibi, biz de
!<bu kabilden olarak varakasını dercetmiştik. Meğer melunun
«niyyet-ü efkârı hainlik imiş. Herhalde hulûs-i niyyetimiz sa-
«dakat v e istikamet olduğu cihetle, melunun bu hainlikte bu-
«lunması zerre kadar hayâl-ü-hâtıra gelmemiştir. Her ne ise.
«Hâini bî din vücûdı habâset-âlûdunun ortadan kalkması hezar
«kerre teşekkür olunacak mevaddandır. Bu vak'ada melâinden
«on altı telefat ile yirmi kadar mecruh olup fakat asâkiri niza-
«miyye ve zaptiyyei şahaneden dahi bir kaç şehid vukubulmuş-
«tur. Vak'anm zuhurunda İstanbulda. herkes için ne olduğunu
«anlayıncaya kadar Çarşuyu Kebir ve Mahmud Paşa Başı ta-
«raflarında dükkânların kapanması gibi halkta bir dereceye ka-
«dar telâş vuku bulmuş ise de zabıta tarafmdan olunan ikdam

(11) B a s i r e t . N o . 2446, 9 M a y ı s 1294. v e 19 C e m a z i y e l e v v e l l 1295.


12
'8 K L I i H T i L Â L C I

«Üzerine hamdolsun, hiç bir güne uygunsuzluk vuku bulmıya-


«rak herkes dükkânlarını açmıştır. Devletin ve memleketin böy-
«le bir buhranlı zamanında bu gibi hâl-ü harekâtta bulu-
«nanlar, her kim olursa olsun, hâin ve melun olacağından me-
«lûnu merkum Suavinin ve ona hempa olanların dahi ilâ y e v -
«milkıyâme lanet ile yâd olunacağı emri aşikârdır.»
Suavi, mademki ihtilâlde muvaffak olmamıştı, ihtilâlden
bir gün evvel yazısını basan Basiret gazetesinin de ve ihtUâl-
den yine bir gün evvel Suavi ile yemek yiyen Basiretçi Ali
Efendinin de gözünde «rezil, denî, alçak, hâin. dinsiz, ırızsız,
akılsız, edepsiz» di (Bu lanetler Basiret gazetesinindir ve o ga­
zetenin aşağıya aldığım makalesindedir H ^ ] , )
«Sanma ki hâin berhudar olur,
«Ya başı kesilir, ya berdar olur.»
«Vücûd-ı habâset-alüdu mahz-ı şerr ve harekâtı devlet-û
«vatan hakkında ayn-ı zarar olan mıâhud Suavinin en sonraki
«irtikâp eylediği hıyanetin tafsilâtına dair aldığımız ilânı r e s -
«mî'yi ilâvei mahsusayla dünkü nüshamızda neşreylemiştik.
«Habisin bu cinayeti irtikâp ve bu mefsedeti ihtiyarına,
«mücerred vatana hıyanetten başka ortada bir sebeb-i zahirî
«bulunamamakta olduğundan böyle bir cinayetin ne rütbe kâ-
«firünniam ve nemek beharam ve nasıl müfsid olduğuna ve ter-
«cüme-i hâl-i bedm.eâline dair sonradan edebildiğimiz tahki-
«katm dahi bu nüshaya dercini münasip gördük. Tâ ki, hâinin
«halini bilmiyenler nazarında ne rütbe rezil, nasıl denî, alçak,
«hain, dinsiz, ırzsız, akılsız, edepsiz olduğu ve kuyûd-ı m ü t e -
«hayyize-i insanıyyeden bir kayd ile mukayyed olmadığı anla-
«şılsın. Bu müfsid gayet mâil'i şöhret ve aşırı hodbin olmağla,
«hattâ arayıp arayıp şimdiye kadar kimsenin tesmiye etmediği
«bir mahlasla tahallus eylemiş, ve İstanbulda kendisinin asıl
«ve neslini bilenler ve kıymetini anlayanlar nezdinde her n e
«yapsa, kendisinin yine kendisine verdiği büyüklüğü halka yut-
«turamıyacağım bildiğinden İstanbuldan bir çok müddet gay-
«bubet eylemiş ve ekser gezdiği memleketlerde bir mefsedet v e

(12) B a s i r e t , N o . 2447. 10 M a y ı s 1294, 20 C e m a z i y e l e v v e l 1295.


A L İ S U A V İ 179

«bir edepsizlikle müttehim olduğundan memleketten memleke-


«te tard-u tebîd suretile gezmiştir. Her türlü cezaya bin kerre
«istihkak eylediği ve bin kerre Devleti Aliyye'nin mazharı affı
«olduğu gibi, Bursa Mektebi Rüşdiye hocahğmda hamiyeti, di-
«ni, ırz-u namusu olan bir hocanın evlâd nazariyle bakacağı bir
«çocuğa baktığı nazarı hıyanet ve bir kütüphaneden ettiği sir-
«kat töhmetile kovulmuştur.

«Sonra Filibede kendisini adam zanniyle edilen h ü r m e t ve


«kendisine verilen memuriyete" mağruren, memleketi karı.ştır-
«mağa ve âdeta, neûzübillah bir fesad çıkarmağa kıyam eyle-
«diğinden, oradan ınerkez-i vilâyet Edirneye ve Edirneden İs-
«tanbula tahtelhıfız ve âdeta yalınayak, başı kabak getirilir.
«Fakat, o vakit, bunun vücuduna hiç ehemmiyet verilmediğin-
«den sebili tahliye olunur ise de hınzır bir taraftan mecalis-ü
«mahafilde devlet ve vatan aleyhine sözlerle halkın zihnini,
«ve diğer taraftan eliyazübiUâh şakk-ı kamer ve miraç bahisle-
«rine müteallik suret-i inkârda ahrârâne bahislerle bazı sâde-
«dilânın itikadını tağyire ve ehâdis-i şerifeyi inkâra, ye ya-
«hut; i'tikadı batıhna göre ta'viline kadar ileri gittiğinden ve
«hattâ cünup olduğu halde Ramazanı şerifte camii şerife gide-
«rek halka mevizahanlık eylediği derecei tevatüre vardığından
«zabıta marifetile Kastamoni'ye defoiunur. Orada tedarik otti-
«ği bir kunduracı şapkasını giyip Parise firar etmiş, ve orada,
«zaten kendisinde olmıyan kuyûd-ı diniyye ve milliyye ve ha-
«miyyet-i vataniyyeden bilkülliyye tearrî ederek, etmediği her-
«zegûluk kahnadığı vo işreti dahi pek çok ettiği münasebetle, gi-
«de gide, şarlatanlığı artık cinnet derecesine gelmiştir. Londrada
«bulunduğu halde rahm-ü eşfakı şâmile-tül âfâk-ı cenab-ı Pâdi-
«şâhı, hakkında mebzul buyurulmakla mâfüvven İstanbula gel-
«miş ve mücerret pâdişâhımız Sultan Abdülhamid Han Hazret-
«lerinin niam-u lûtf-ü ihsanı olarak uhdesine Mektebi Sultanî
«gibi bir mektebin nezareti dahi verilmiş ve pek çok iltifat ve te-
«lattufât-ı seniyyeye mazhar olmuştur. Hâinin fikri devlet-ü mil-
«lete hizmet olmayup mücerred hmayet olduğundan, Mektebin
«idaresini telvis ettikten başka vazifesi haricinde işlere karıştı-
«ğmdan merkumun Mektep Nezâretinden (Müdürlüğünden) ai-
180 SARIKLI İHTİLÂLCİ

«file iktifa olunmuş ve vücuduna kat'â ehemmiyet verilmemiştir.


«Vâkıâ sonraları gerek kalen, gerek kalemen ettiği herze-fü-
«ruşluklar, tımarhane delilerini güldürecek kadar saçma şeyler
«olmasiyle halk nazarında bile b ü t ü n bütün bir istikrah hâsıl
«olmuş, hattâ umuru tahririyesine devafh ettiği Musâvât vo
«Ümran gibi gazeteleri on beş tane kadar ancak satabilmek
«raddesine tenezzül ettirmiş ve u m u m gazete sahibi imtiyaz-
«ları gönderdiği varakaları reddederek, hattâ bazılarını maal-
«kerâhe derceylediğinden sahihan kendisinin hiç ehemmiyeti
«kalmamış idi. Pâdişâhımız Sultan Abdülhamid Han Hazretle-
«rinin, her birinin, dünya durdukça ve ömrü oldukça şükrü eda
«olunamaz bunca niamı celîlelerine mazhar olduğu halde, bu
«kâfirünniam gördüğü ni'mete hıyanet cibillet-ü haslet-i hâinâ-
«nesi icabından olarak en sonra dügmanlara hizmet ve devlet-ü
«millete mahzâ hıyanet olmak üzere evvelki günkü hareketi
«rezîlâneye cür'et etmiştir. Ö5de bir hareket ki, din-ü devlete,
«vatana ve kırk milyondan ibaret olan bütün millete hıyanet
«ve küfran-ı ni'met maksadı hâinânesile ihtiyar edilmiş olmak-
«ia, kendisi ve â'vânını laneti ebediyyeye mazhar eylemiştir.
«Ettiğimiz tahkikata nazaran bu şerr-i mücessem ve kâfirünni-
«am yanına asâkir-i muavine binbaşılığından matrut Boşnak
«Salih namında bir habisi ve diğer on kadar avene-i bavene-
«sini alarak müsellâhan Tophane tarafına geçüp sokaklarda öte
«beri satan ve hiçbir şeyden haberi olmıyan bir takım m u h a -
«cirleri birer suretle iğfal ve ihitilâl ederek Çırağan sarayının
«Paşa Dâiresi kapısına gidüp orada nöbetçilere hastahaneye g î -
«deceğini ve hastahanede hastaları olduğunu sövlemişlerse de
«nöbetçi, böyle bir cemm-i gafir ile hastaneye girilmek olarnı-
«yacagı gibi zabıtandan emir olmadıkça hastahaneye hariçten
«adanı komıyacağını sövlemesi üzerine. Suavi, elindeki re^^ol-
«ver ile iki nöbetcivi birden şehit etmiştir. Katil, bunun ü^e-
«rine avenesile sarayın Paşa dâiresine fürceyab-i duhûl ola-
«rak, deniz köşküne tekarrüp etmiş ve camları, kırıp içerive gir-
«miye çalı.ştığı sırada, asâkir-i nizâmiyye ve zaptiyye ve Do-
«nanmây-ı hümâyundan sandallarla asâkir-i bahriyye yetişüp
«bunları tutmak için üzerlerine ettikleri hücum üzerine h a i n -
«1er hemen, teşhîr-i silâh etmeleriyle olunan mukabelede Su-
ALİ SUAVİ 181

«avi-i gâvî LJJ ve Boşnak Salih ve avanesile gayyâ-yı esfel-i sâ-


«filîne gönderilmişse de hainlerin tabancalarından çıkan kur-
«şunlardan on on beş kadar asâkir-i nizâmiyye ve zabtiyye şe-
«hid olmuştur.»

Bizim gazetelerin yazı şekavetini bizim olmıyan gazeteler


payla.şmadılar. Levant Herald ve İstanbul gazeteleri Basiret ve
Tercümanı Şark gazelelerinden çok temkinli davrandılar. Sua­
vi vak'asını yazarken onların sütunlarında bir tarih şayiasının
vekarı vardı.
Tercümanı Şark gazetesine Beyoğlu gazetelerinden alınan
satırlar '^l:

«Evvelki Giivkü Hâdise*

tVak'anm tafsilini mübeyyin olarak karşı gazetelerinin


«(Beyoğlu gazetelerinin) neşreyledikleri rivayatı zîrde yazl­
ıyoruz;
«Geçen gün vakti zuhurdan evvel bir kaç yüz muhacir, ya-
«hut Rumelili kıyafetine girmiş eşhas Beşiktaştan Ortaköye gi­
zden cadde üzerinde toplanmışlardı. Bunların harekâtı gayet
«sükûnetli olduğundan saat on bir alafrangaya kadar o civarda
«hiçbir güne velveleyi mucip olamamışlar ise de Abdülâziz Han
«merhuma mahsus olarak inşa edilüp hakanı sabık hazretlerinin
«(Eski Padişah Murat V. in) ikamet buyurmakta oldukları da-
«irenin büyük kapısına yaklaşıp da harekete ön ayak olanlar
«içeriye girmek istedikleri ve bu taleblerine karakol tarafmdan
«cevabı red verildiği sırada bir arbede koptu. Karakol nefera-
«tı derhal bir tarafa atılıp cerhedilmiş ve cemiyet bahçenin orta-
«sına doğru ilerleyüp sarayın yakinine kadar girmiştir. Buralar
«da asâkiri muhafıza tarafmdan mukabele gösterildiği ci-
«hetlc bir kaç el silâh atılmış ise de, nihayet gösterilen tazyika

fl] Â l î P a ş a ' n ı n Zaptiy<? M ü ş i r i y a p t ı ğ ı H ü s n ü Paşa'nır, S u â v i ' y e t a k ­


tığı l â k a p t ı r .
[ 2 ] T e r c ü m a n ı Ş e r k . N o . 43, 20 C e m a z i l e v v e l 1295. 10 M a y ı s 1878.
182
«mukavemet olunamayup cemiyet (Suavi ile beraber gelen m u -
«hacirler cemiyeti) karakol neferatmm cesetlerine basarak
«tâ saraya girmiş ve bir kısmı ise dışarıda kalmıştır. Rivayete
«göre daireye girenlerin miktarı yüz kişi idi.
«Lâkin şu rivayat büsbütün makrunı sıhhat değildir. Bun-
«lar daireyi bilirler gibi görünüyorlardı. Zira doğrudan doğru-
«ya hakanı sabık hazretlerinin bulundukları mahalle gittiler. Ka-
«rakolların attığı bir kaç silâhtan husule gelen velvele üzerine
«mahalli vak'aya derhal iki bölük piyade yetişti. Sarayın hari-
«cinde kalan güruh bu askerin v ü r u d u n u görür görmez dağıldı.
«Asâkiri merkume saraya girip kapdarı kapadıktan sonra Ce-
«miyyetin üzerine hücum göstererek bıçak ve süngü ile başla-
«nılan müsademe bir yaylım ateş ile nihayet buldu. Azayı Ce-
«miyyet bozulup yirmi bir kişi telef, on yedi kişi mecruh ve ba-
«kiyyesi dahi derdest edilip boğazlardan birisine nakledilmiş-
«tir. Telef olanların meyamnda sabık Mektebi Sultanî Müdürü
«Ali Suâvî ile bir çerkes ve bir kaç da ön ayak olanlar bulunu-
«yordu. Derdest edilen mecruhin bir binbaşı tarafmdan istin-
«tak edildikten sonra tarafı şahaneden vuku bulan talebi m a h -
«sus üzerine huzuru h ü m a y u n a dahi çıkarılıp kendileri bizzat
«zatı Hazreti Pâdişâhı tarafından da istintak olunmuşlardır.
«Bunların hepsi Filibe civarlarından olup Despot erbabı kıya-
«mma muavenet etmek üzere r^] Ali Suavi ile bir Çerkes tara-
«fmdan açılan Cemiyyete iltihak ettiklerini beyan eylediler.
«Ali Suavi kendilerine silâh verip azimetlerinden evvelce zatı
«Hazreti Padişâhî'ye arzı ubudiyyet etmek üzere Çırağan etra-
«fına topladılmışlar, ve zatı Hazreti Padişâhî'nin, kendilerine

I 31 D e s p o t erbabı k ı y a m ı , R u m e l i k ı y a m ı dahi d e n i l e n sivil h a r e k e t i y a ­


panlar v e R u s ordularına karşı koyanlardı, 1293-1877 Osmanlı-Rus harbin­
de Despot dağlan civarında b u hamiy3'etli Rumelililerle Ruslar ara.sında
çarpışmalar oluyor, v e bunların dağlardan Balkanlara inerek Ruslara tele­
f a t v e r d i r d i k l e r i v e k a l a n l a r ı n ı da E d i r n e o v a s ı n a d o ğ r u s ü r d ü k l e r i b i l e .söy­
leniyordu. Eski Sırbistanla Köstendil'in şimalindeki dağlarda Arnavutlar da
ayaklanarak. R u s l a r ı S e y t a ç ı k d a ğ ı iTe De.spot d a ğ l a r ı n ı n cenup yamaçları­
na imdat kuv/etleri g ö n d e r m i y e m e c b u r ediyorlardı. Elhasıl «Devlet kıya­
mı» v e d a h a ş a m i l t â b i r i l e « R u m e l i k ı y a m ı » i s m i n i a l a n b u .sivil s a v a ş . G e ­
neral Todtlebin ordularının dümdarlarını tehlikeye düşürmese bile epeyce
uğraştırmıştı.
ALİ SUAVİ 183

-;<atiyye vereceğine inandırümışlardır. Kendileri Hakanı sabık


«hazretlerinin tahtında olup olmadıklarını ve onun huzuıama
«çıkarılacaklarını bilmiyorlar, ve yalnız pâdişâhın huzuruna çı-
«karılacaklarını düşünüyorlar. Zatı Hazreti Pâdişâhı bunların,
«rüesâyı Cemiyyetin iğfalâtı şeytanetkârânelerine kapıldıkları-
«nı görerek beyanı tees.sür buyurmuşlar, ve yaralıların kemali
«dikkatle bakılmalarını tavsiye buyurmuşlardır.
«Zatı Hazreti Pâdişâhı bâdezzuhur vükelâyı fihâmı Yıldız
«sarayı hümâyununa davet buyurarak sureti mahsusada akdi
s-.meşveret edilmiş ve bunda İstanbulda bulunan muhacirinin se-
«rîan harice şevki hakkında ittihazı lâzım gelen tedabir mü-
«zakere buyurulmuştu. Eğer aldığımız malûmat sahih ise m u -
«hacirinin serîan mahâli sâireye nakli için miktarı kâfi vesaiti
«nakliye isticarına karar verilmiştir. Meclis dağddıktan son-
«ra Zatı Hazreti Pâdişâhı Hakanı sabık Hazretlerini Yıldız sa-
«rayına davet buyurmuşlar ise de Müşarünileyh hazretleri yâ-
«veri mahsus ile çağırdıkları halde bile bu davete icabette t e -
•.«reddüd gösterdiler. Nihayet, kendilerine hiç bir güne sıkıntı
«verilmiyeceğine dair verilen te'minat üzerine yaveri mahsus
«île beraber Yıldız sarayına gidüp el'an Zatı Hazreti Padişâhi-
«nin bulundukları sarayı hümayunda ikamet etmektedirler.
«Bir kaç hâdisei m ü h i m m e daha zikretmek lâzımdır: Bir kaç
«gündenberi bir çok muhacirler veyahut muhacir kıyafetinde
«adamlar Çırağan Sarayı civarında toplanıp yine dağılmakta
«idiler. Geçen günkü hâdiseye iştirak edenlerin kâffesi ayak ta­
lkımından ve Osmanlıların çapkm tesmiye ettikleri adamlar-
«dan ibaret iseler de, daireye girenlerin bir ikisinde Asâkiri
«Mülkiye ''4] elbisesi vardı. Çırağan sarayında atılan bir iki el
«silâhın gürültüsü duyulur duyulmaz. Yıldız sarayile civarm-
•?daki asâkiri şahaneye derhal velvele verildi. Ihlamur köşkü-
«nün yukarı taraflannda bulunan asâkiri şahane derhal silâh
«başına koştular, ve biraz sonra dahi Gümüş Suyu kışlasından
•.vdört tabur asker çıkarak Yıldız Sarayının etrafına yayılmışlar-
« d ı . Asâkiri merkume akşamın saat dördüne doğru kışlalarına

14] M i d h a t P a ş a n ı n m â n e v i rei.sliği a l t ı n d a N a m ı k K e m a l i n , Ş a i r Ziya


P a ş a n m i ş t i r â k l e r i l e bir a s k e r î t e ş e k k ü l d ü r .
]84 SARIKLI İHTİLÂLCİ

«avdetle Yıldız sarayı h ü m a y u n u n d a muhafız olarak bir iki bö-


«lük payade kalmış ve Çırağan Sarayı ise asâkiri nizâmiyye ve
«zaptiyye ile sıkı sıkı muhafaza edilmiştir. Cemiyeti teşkil eden
«muhacirler tarafından vuku bulan telefat ve mecruhlarm ade-
«di hakkında bazı mübalağalı rivayât zuhuru tabiî ise de asâki-
«ri şahanenin zayiatı pek azdır. Sarayı H ü m â y u n açıklarında
«lenger-endaz olan sefâyinı şahaneden saraydaki karışıklık mü-
«şahede edilir edilmez, derhal asâkiri bahriyye memlû san-
«dallar gönderilmiştir. - lycvant Herald. -»

«İstanbul diyor ki: Karilerimiz, geçen gün zuhura gelen


«hâdisei müellimenin tafsilâtını vermekte göstereceğimiz ihti-
«razı takdir ve tahsin edecekler zannındayız. Yalnız, şunu de-
«riz ki, yevmi mezkûrda haylice muhacir öğleden biraz evvel
«Çırağan Sarayına giderek karakol neferatını telef etmişler v e
«elli kişi kadar, muvakkat hastahaneye tebdil edilen Paşa Dai-
«resinin bir penceresinden saraya girmişlerdir. Lâkin bu arbe-
«de civar karakoUıanelerle sarayı mezkûr pîşgâhında bulunan
«zırhlılara aksedince, derhal asker yetiştirilüp hücum eden se-
«bükmağzan ile asâkiri şahane arasında bir müsademe vuku
«bulmuş ve tarafeynden haylice adam telef olup yaralanmış ve
«muhacirler arasında bulunan Ali Suavi dahi katlolunmu.ştur.
«Sarayın haricinde bazı eşhas tevkif olunmuş ise de arbede pek
«çok devam etmemiştir. İki saat sonra Beşiktaşta Çırağan sara-
«yının civarına kadar dükkânlar açıldı. Bu faciadan sonra H â -
«kanı sabık Sultan Murad hazretleri validesile beraber arabaya
«râkiben Yıldız Sarayı h ü m â y û n u n a azimet ederek bahçenin
«ortasında bulunan köşkte beytutet etmişlerdir.»

Çırağan vak'ası hakkında hükümetin yazdığı ilân bazı ga­


zete makalelerinden çok temizdi:
«Dünkü hâdiseye dair olarak dün gece neşredilen
«ilâm resmînin suretidir f^»!'
«Ötedenberi şerr-ü mefsedetle me'luf ve nice habaset ve
«devIet-ü millete ihaneti halkça dahi me.shut ve mâruf olan Ali

15] T e r c ü m a n ı Şark, N o 42, 19 C e m a z i l e v v e l 1295. 9 M a y ı s 187».


ALİ SUAVİ 185

«Suavi nam şahıs minelkadim zamîr-i hıyânet-semiri olan mef-


«sedeti fiile getirmek niyyet-i sahîfesiyle mah-i hâlin on seki-
«zinci işbu Pazartesi günü sabahleyin saat dört raddelerinde
«nîk-ü bedi temyize muktedir olmayan bir takım sebükmağzânı
«hakikat-i maddeden kat'iyyen haberdar etmeyerek toplayıp bir
«mi'kdarı dâhil-i saray-i hümayuna fürceyâb-ı duhûl olmuş ise
«de lehülhamd veJ-minne serîan ittihaz olunan tedâbir müel-
«liff-i fesad olan merkum Suavinin esuâyi arbedede telef ola-
«rak levs-i vücudu sahife-i hestîden mündefi' ve zail olmuş ve
«ön ayak olan erbabı fesad bir şirzime-i kalîle olup bunlardan
«lâzım gelenler elde bulunmasîyle ve bu cemiyyet-i fesâdiyye-
«nin diğer şuaabat ve teferruatı olmamasivle sâye-i hazreti pâ-
«dişâhîde halkça muhill-i emn-ü asayiş bir hal bulunmamıştır.
«Ve merkumundan derdest edilenlerin derhal istintak ve mu-
«hâkemelerinin icrâsiyle haklarında seran, kanunen t e r e t t ü b
«edecek mücâzâtin icrası emr-ü ferman-ı adâlet-beyân-ı cenab-ı
«hilâfetpenâhî muktezâ-yı âlîsinden olarak icabının icrasına
«müsâraat olunmuştur.»
Bir Y ı ğ ı n S u a v i

Bir yığın denecek kadar çok Suavi vardır: Yepyeni Suavi


ve çok geri Suavi; alabildiğine Türkçeci Suavi ve alabildiğine
Arapçacı Suavi; tarafsız Suavi ve tarafsız olmıyan Suavi; Türk­
çü ve Arapçı Suavi; Meşrutiyetçi Suavi ve Meşrutiyet aleyhta­
rı Suavi; Halifeci ve padişahçı Suavi, Halife ve padişah aleyh-
darı Suavi.

YEPYENİ SUAVİ
19 uncu asırda diksiyonersiz bir vatanın acısını ilk defa du­
y a n , bir sarıklı adam oldu: Suavi... Ve bu Suavinin sarığı bir
insan beynini maddî ağırlığile rahatsız edecek kadar kocaman­
dı. Şarkın kamus telâkkisine, işte bu kocamdan sarıklı adam hem
ilk, hem son isyan edendir.
Fesli başları.:;, muntazam bir itaatle eğildikleri Firuz .Abâ-
<di kamusuna sarıklı bir kafanın isyan etmesi sade tuhaf değil,
b'ır taraftan da eüzeldi. Çünkü bu isyan sade yıkıcı değil, ayni
zamanda yapıcıydı. O tarihte Pariste Ulûm gazetesini çıkaran
sarıklı ihtilâlci bu Kamus tercümesini fena mevcudu sade be­
ğenmemenin klâsik ukalâlığile inkâr etmedi, fena mevcudu Av­
rupalı bir sistemle, düzeltmek de istedi. Fakat, bu ıstırabına
ehemmiyet verilmiyeceğinden, insan r u h u n u tanıyanların zeki
endişesile korktu, ve Ulûm gazetesindeki yazısına su realist lâ-
kırdile başladı:
«Şarkta ulûm ve maarife birinci derecede büyük nafi hiz-
«met nedir? Kamu.su hurufu hecâ tertibinde basup yüz kuruşa
«satmaktır.»
Suavi, o tarihte, dediğim gibi, Paristeydi; ve Pariste F r a n ­
sız çocuğunun diksiyonerden yarım sütunluk bir yazıyı okuya-
A L İ S U A V İ 137

cağı müddet içinde İstanbulda bir Türk çocuğu Arapça K a m u s -


da ancak bir tek kelimeyi bulabiliyordu. Fakat, sarıklı ihtilâl­
ci, İstanbula o kadar inanmıyordu ki, bu derdini İstanbulda­
ki Maarif Nezaretine değil. Mısırdaki Maarif Cemiyetine hitap
ediyordu, l^b
Muhakkak ki Suavi, mahallesine, ailesine, dünyaya geliş
tarzına, yetişme üslûbuna göre şaşılacak kadar yeni adamdı:
Bir cami kubbesinin altında siyasî konferansı ilk defa o
verdi.
Tarihli ve cografyah salnameyi ilk defa o yaptı.
Türklerin ilme ve medeniyete hizmetlerini ilk değilse bi­
le, en kuvvetle haykıranlardan biri o oldu.
Hürriyetin biri adının, biri mehfumunun beşiği olan iki bü­
yük Avrupa şehrinde hürriyet davasının bayrağını uymruğunda
tutan ilk ve son sarıklı o oldu.
Hukuk-uş-şevâri' r^ı ismile fakihlerin fikirlerini toplayarak
Türkçe belediye kanunnamesini ilk o yazdı.
1877 de Pariste çıkardığı Ulûm gazetesinde Osmanlı dev­
letine «Türkiye» diyenlerden biri de o oldu (Namık Kemal de
«Türkiye» yi yazanlardandır.)
Dini devletten ayırmak istiyenlerden biri de Suavidir
(Mısırlı Prens Mustafa Fazıl, Sultan Azize yazdığı meşhur mek­
tupta bu lâfı, Suaviden evvel, söyledi.)
İstanbuldaki Muhbir (No. 26. 25 Şevval 1283) de «Hulâ.sai
politika» diye siyasî gazete makalesi yazan ilk sarıklı yine odur.

ÇOK GERİ SUAVİ


Namık Kemal Londrada, Mısırh Prens Mustafa Fazü Paşa­
nın tensibüe Kur'anı bastırtmak istediği zaman, Suavi, Avru­
pada çıkardığı ve üzerine adresini Türkçe ve Pran.sızca yazdığı
gazetesinde, hulasaten şu mealde bir yazıyı basıyordu: Litog­
rafya mürekkebinde hınzır yağı vardır, böyle bir mürekkeple
Kuran"ın basılması caiz değildir.

16] U l û m g a z e t e s i . N o . 24. S. 1380.


ITl Ş e v a r i ' = y o l l a r .
188
ÇOK TÜRKÇECİ SUAVİ
B u yazılar kitap olarak basılacaktır, ve bunu misallerile
göstei-eceğim. Osmanlıcadan Suavinin ıstırabını, kendi hal ter­
cümesini yazarken, söylediği şu sözler kâfi miktarda gösterir:
«Bu işe parmak sokmaktan asıl maksadım, vatanımız gaze-
«telerinin köhne inşalarını ve mutadı kadîm üzere bimânâ si-
«tayişlerini bozmak idi. Hem lisanı bozdum, hem de memleke-
stimize hürriyeti aklamı soktum İRİ.»
ÇOK ARAPÇACI SUAVİ
Herkesin kullandığı kelimeler:
Resimlerle (tezyin) olundu.
Eski Kostantaniye krallarından Sever
At yarışı = (At müsabakası) dır.
Suavinin kullandığı kelimeler:
Resimlerle (tahliye) olundu t^k
Eski Kostantiye krallarından Sever ^Cemal vezninde l " " . )
At yarışı (Müsabakai havil'dir (11).)

TARAFSIZ SUAVİ
Sarıklı ihtilâlci tenkitlerinde tarafsızdı. Fakat bu tarafsız­
lık tenkidinin ilmî olmasından çıkan zarui-et değildi, dostluğa
riayetten çıkan nezaketti İlk üç halifeyle Emeviyye ve Abbasiy-
ye halifelerinin zamanında müslüman paralarında şeriate mu­
gayir olarak resim bulunduğunu yazan Suphi Bey (Sami Pa.şa
zade Suphi Pa-a) Taşkasaptaki konaktan (Suaviye karşı sevgi
ve saygiyle dolu olan Sami Paşa konağından) Suavinin dostu­
dur. Bu eski dost, Suavinin fikrine göre, bu halifeler zamanın­
daki paralarda resim olduğunu yazarken bunları yanlış izah edi­
yordu. Çünkü Suphi Bey hulasaten şöyle diyordu: Vâkıâ hali­
feler zamanında resimli ve Kûfî yazılarla basılmış paralar var­
dı (numismate olan Suphi Bey bu paralardan kendi koleksiyo­
nunda da bulunduğunu ilâve ediyordu.) Fakat bu paralar islâm.

181 Şuray-T İTmmet, N o . 1.37. f? Ş u b a t 1324.


19] U l û m g a z e t e s i n i n k a p a ğ m d a n . N o . 20.
IlOI A y n i g a z e t e v e n ü s h a , S. 1314.
ril] A y n i g a z e t e , n ü s h a v e .sayfa.
ALİ SUAVİ İ89

hükümetlerinin kendi darphanelerinde basılmamıştı, belki az


zamanda çok fetih yapan islâm hükümetleri halkm alış verişi
bozulmasın diye, fethedilen h e r memlekette eskidenberi geçen
paraya ve eskidenberi işleyen darphaneye müslüman fatihler
dokunmuyorlar, ve bu darphanelerde basılan paralara bazan h a ­
lifelerin resimleri de konuluyordu. Eskidenberi tedavül eden
sikkelere de müslümanlığm tevhidi, besmelesi hâk ediliyordu.
Ve bu resimli müslüman paralarmın mevcut olması, İslâm h ü ­
kümetinden evvel işleyen darphanelerin {halile bırakılmasın-
dandı: Nasıl ki bazı müslüman paralarının basılma tarzında
Kisrâ devletinin usulü terkedilmiyerek basıldığı bazı sikkelerin
Pehlevî ve bazılarının Kûfî yazı ile basılmasından belliydi.
Hama ve Humus taraflarında basılan bazı bakır paralarda
bulunan ve Muaviye'nin kılıç kuşanmış olduğu haldeki resmi­
dir sanılan nakrşlar da, Herakliyus'ün ve haleflerinin resimle-
rile basılan r u m darphanelerinde yapılmıştı.
Sami Paşa zade Suphi Beyin bu fikirlerinin yanlış olduğu­
nu söylerken Suavi en tatlı sesini kullanıyor, ve muhataplarına
ce.hil isnadını an'ane haline koyan münekkidliğin bu an'anesini
kullanmak şöyle dursun, Suphi Beyin yanlış izahlarma derin
, araştırmalarının hasılası diye bakıyordu:
«Suphi Bey «Hilafı şer' olarak suretli sikke» tâbirinden an-
«la.şılacağı veçhile «mutlaka ve ebedâ hilafı seri'» olduğunu ba-
-detteslim taharriye giriştiğinden tevilâtı mezkûreye muhtaç»
«olmuştu. Ve Suphi Beyin «vâkıâ bulmuş olduğu tevil taharri-
«yatı kâmile ve mütâlaâtı amika ile imâ'nma delâlet eder, v e
«bazı sikke hakkında sahih olursa da bilcümle suretli sikkeleri
)0 kabilden mi» idi 112]?
Suavinin bu satırları bir eseri incelemekle kalıp muharriri­
ni incitmemek tarzındaki Avrupalı tenkidin çok güzel örneğidir.
Fakat, yukarıda dediğim gibi, bu çok sevimli vak'ada eski do.st-
luğmn tesiri vardı.
TARAFSIZ OLMIYAN SUAVİ
Dostu Suphi Paşayı tenkid ederken, zühullerini bile derin
tetkiklerine delil olarak gösteren Suavi düşmanı Şinashün ka­

rı 2] S u a v i , U l û m G a z e t e s i , S. 1316-1317.
190
m u ş u n u tenkid edericen sahte medihleri üstüste yığarak Şina-
sîyi bu dağın tepesinden, itiyordu, ve düşerken eserindeki yan­
lışları sırtına yükletmeyi unutmuyordu.
Şinasî'nin yazdığı Türkçe Kamus hakkındaki bu tenkidine
başlamadan evvel Suavî, İstanbuldan aldığını söylediği bir mek­
tubu Pariste çıkardığı Ulûm Gazetesin'e (No. 23, S. 1247)
koydu. Bu mektup üslûbile Suavinin yazısına çok benziyordu.
Ve galiba, kendisinin yazdığı bu mektupta, o, Şinasî'yi evvelâ
göklere çıkardı, maksadı bu mektupta yazacağı cevapta Şinasî-
yi mühim rakımlı bir tepeden yuvarlamaktı. Bu mektupta Şina-
sî Elendi bu Kamusu yazmak için «On seneden ziyade» çabşmrş
ve «Her lisandan lügat ve «iştikak kitapları tedarik» etmiş ve
«Avrupanm her tarafında «seyr-ü-seyahatle kütüphanelerden
«ve maarifmendam şarkıyj'undan iktibası efkâr eylemek gibi
«varını terkederek tehammül-i meşak eylediği cümlenin maîû-
«mu» ydu.
Şimdi bu medihlerin tepesinde yerlere yuvarlanmanın si-
ras.'. geliyordu. Ve Suavi İstanbuldan gelen bu mektubun altına
«Beyan» başlığı altında döşeniyordu. Beyanın bazı satırları:
«Lâkin bu kitapta n e var? Maatteessüf derim ki, bir alay
«evham-ü galatattan ibaret... Fakat şu beyanımız başka bir mâ-'
«naya hamlolunmamak ıçm bir misal getireyim.»
Dedikten sonra, Suavi, Şinasinin kamusundan «ot» keli­
mesi hakkındaki yanlışlarını gösteriyordu. Şinasî efendi, bil­
hassa «ot» kelimesinde 5 mâna vermişti. Suavi bilhassa 5 inci
mânayı fena hırpalıyordu: Şinasî Efendi «Ot» kelimesinin 5 iza­
hını Nevayî'nin «Muhakeme-tül-lûgateyn» ismindeki eserinden
almıştı. Halbuki Nevayî «Ot» kelimesini 4 türlü telâffuz edilen
ötrenin (zammenin) misali olarak yazmıştı. Şinasî bunu beşe
çıkarıyordu. Şinasî'nin bu yanlışına sebep şuydu: Nevayî ese­
rinde, şu ibareyi yazmıştı: «Ut b a n d ı n ayrık harekettir.» Suavi
diyor ki: «ayrık» kelimesi «arık» olacaktı, ve «zayıf, hafif, ince.>
mânasmaydı, «bandın» «hepsi» demekti, ve Nevayî şunu de­
mek istiyordu: Üt hepsinden, yani diğer üç telâffuzlu Ot. Ut,
Öt kelimelerinin hepsinden ince ötre ile «Üt» dür. Vc Nevayî-
n i n «hareket» kelimesinden maksadı «hareke» idi. Sinasî bunu.
ALİ SUAVİ 191

«hareket» mânasına ahyor ve «bh maddeden teb'id eden ha­


reket» izahmı yapıyordu.
Suavi, Şinasî'nin mütemadiyen techilini istihdaf eden bu:
satırlardan sonra Şinasî'nin büyük bir kabahati şekUnde A r a p ­
ça bir kelimeye de yanlış m â n a verdiğini yakalıyordu: «Elbe-
liyyetü iza ammet tabet» cümlesindeki «ammet» kelimesinin Ş i ­
nasi «umumîleştiği zaman» mânasına sanmıştı. Halbuki bu ke­
lime «amed» değil de, «ammet» olduğuna göre «yürümek» mâ­
nasına olan cezirden gelij^ordu. Ve Şinasî'nin bunu bilmediğini
söyliyen Suavi, Tanrının adına and içerek Şinasî'ye acıyordu.
Hâsılı, sevdiği Suphi Paşa hakkındaki tenkidlerinde paşa­
n m zühullerinden bile medih imkânları çıkaran Suavi, Şinasî­
nin yanhşlarmı acı ve alayh merhametlerle ilân lediyordu.

Son söz olarak okuyucularıma hatırlatırım ki, hâdiselerin v t


belki tesadüflerin dışında olan bu zıt çehrelerin üstünde S u a ­
vinin çok kendisinin olan bir tek yüzü vardır:
Çırağanda şehit olduğu günkü siması.

SON
İ Ç İ N D E K İ L E R :

AU Suavi'nin yüzü r)
Sarıklı ihtilâlci nasıl yetişti V
Tapılan v e s ö v ü l e n Suavi S
Cerrahpaşadaki ev 3
Bir müsabaka imtihanı 1Q
Evsiz adam 13
Kimsesiz değildi 15
Üç Suavi 21
Tek muharrirli gazete "5
Gazetesi ne diye kapandı 32
Kastamonudan Parise 36
Londrada sarıklı gazeteci 42
Gümrük memuru Ahmet Efendi 48
Bir g a z e t e y i ö l d ü r e n bir g a z e t e 50
Suavi, Kemal, Ziya 54
Kavgalı sesler
L i o n ' d a .sarıklı g a z e t e c i 58
Fesli ihtilâlcilerle bozuşuyor 62
Suavi ile K e m a l dost 69
Suavi Namık Kemale düşman '?3
Namık Kemal Suaviye düşman 82
Suavi ve Murad V S8
Suavi ve Abdülhamit II *1
Sarıklı ihtilâlci İstanbulda 99
tzzetlû Ali Suavi Efendi 104
Suavi v e Mithat Paşa 119
S u a v i v e 93 h a r b i 128
Suavi v e hıristiyan azlıklar 136
İki r e s m î z u l ü m 139
K ü ç ü k Hoca 145
İki ihtilâl komitesi 149
Sem'ü taat Cemiyeti 1^1
S u a v i n i n İ n g i l t e r e ile a h b a p l ı ğ ı v e M a c a r l a r a s e l â m k i t a b ı ... 156
Ç ı r a ğ a n vak'ası 1^"
Çırağan vak'ası niçindi 1^4
Pis yazılar « - 1^9
Bir yığın Suavi 187
içindekiler "192

You might also like