You are on page 1of 17

Atsız, Türkçü-Turancı bir şair, roman yazarı, Türkolog, Tarihçi ve Türk milliyetçiliği üzerine

makale yazarıdır. Çeşit çeşit kitapları bulunmaktadır. Roman ve Şiir kitapları: Bozkurtların
Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam, Yolların Sonu, Dalkavuklar Gecesi / Z
Vitamini; Türkçülük, Türk Tarihi ve Türk Dili üzerine: Aşıkpaşaoğlu Tarihi, “Tarih, Kültür ve
Kahramanlar”, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Oruç Beğ Tarihi & Üç Osmanlı Tarihi,
Makaleler 1-4, Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler, Tevarih-i Cedid-i Mir'at-ı Cihan,
İstanbul Kütüphanelerine Göre Dört Bibliyografya, Türk Edebiyatı Tarihi, Divan-ı Türki
Basit'in Gramer ve Lügatçesi, Türk Tarihinde Meseleler, Türk Ülküsü, Turancılık Milli
Değerler ve Gençlik, Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz, Çanakkale'ye
Yürüyüş…

Atsız, 12 Ocak 1905’te İstanbul’da Kadıköy’de doğdu. İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli


okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca
Askeri Terbiye’ye yazıldı. Bu okulun 3.sınıfında iken, Arap asıllı bir subaya selam vermeyi
reddettiği için okuldan çıkarıldı. Hayatından basit bir örnek verdim. Daha sonra İstanbul
Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Bu fakülteden 1930 yılında mezun olunca,
Türkiyat Enstitüsü’nde, hocası Fuat Köprülü’nün asistanı oldu. Ancak diğer hocası Zeki Velidi
Togan’ın Türk Dil Kurultayı’nda maruz kaldığı hücumlara tepki olarak çektiği telgraf sebebiyle
asistanlıktan çıkarıldı. Fuad Köprülü ve Zeki Velidi Togan gibi tarihçi ve türkologların yer
aldığı Atsız Mecmua 1931’de yayınlandı ve 1932’de yazarların isteğiyle bitirildi. Dergide,
Atatürk hakkında,

1. Türk tarihi son asırlarda öksüz ve özlem duyduğu bir Türk Dahisine kavuştu ve
onu ölmez bir ‘şaheser’ olarak sinesine aldı. Türkün Tunç iradesini temsil eden
bir deha doğdu. Garbın ilim metotları Türk kafasına girerse ne harikalar
1
doğacağını bütün dünya öğrendi.

1
Atsız Mecmua, Sayı: 1.
2. Dün Sultanlara taptığı zannolunan bu millet, millî mevcudiyetini tehlikede görünce
bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklâlini ve istikbalini
2
kazanmıştır.
3. ...Bütün bu harikaların meydana gelmesinde olduğu gibi bütün bu iflas ettirici
hadiselerin karşısında da biricik istinadımız Türk köylüsü oldu. İşte bu fedakârlıkların
büyük zararlarını da Türk köylüsü malı ve canı ile ödedi. İktisadi nazariyeler hilafına
olarak açlığı ahlaksızlığa, sefaleti esirliğe, ıstırabı serseriliğe tercih etti Onun için
iktisadi seferberlik var. İsraflara sefahatler elveda... Yaban mallarına harp var. Şehir
canavarları olan tenezzüh otomobillerine, yılan derisi gibi parlayan ipekli kumaşlara,
boş kafaları süsleyen lüks şapkalara, gösteriş budalaların tapındıran kürklü ve
kadifeli parçalara, züppe midelerin hoşlandığı Frenk pirinçlerine harp var. Asrın hülya
aşılayan afyonlu filmlerine, kulaklara rakı içiren kahpe sesli plaklara harp var. Cilalı
tırnaklara, pomatlı suratlara, renkli kravatlara her yerde yurdumuza dikilmiş
düşman topu gibi patlayan şampanyalara harp var; iktisadi seferberlik var.
Bütün Türkler bir kalp gibi çarpacak, bir kafa gibi düşünecek ve bir ordu gibi
çarpışacak. Onun için diyoruz: Bütün Türkler bir ordu, katılmayan kaçaktır. Ata
söylüyor. Biz de onunla beraber haykırıyoruz. Yeni bir Samsuna ayak bastık.
Yeni bir Sakarya’dan geçerek yeni bir Dumlupınar’a ve oradan da yeni bir
Lozan’a gidiyoruz. Gazinin kumandasında olarak çarpışacak olan bu ordunun
muvaffakiyeti Türk tarihinin son asırlarda cihana örnek yaptığı ikinci şaheser
olacaktır. Sakarya, Dumlupınar yolu ile iktisadi kurtuluşa gidiyoruz. Sakarya,
Dumlupınar ve Lozan'a gidiyoruz. Yolumuz geçen seferki yoldur. Yolumuz
Moskova veya Roma'ya değil, Dumlupınar’a gidiyor. Kabuklu maksatlarla içimize
katılanlar varsa, onlara şimdiden haber edelim. Birinci milli mücadelede karşılaştıkları
hüsranı tekrar denemesinler. Yine mahkemeler, yine sehpalar kurulmasın. Yine
sorguya çekilerek ağlayanlar bulunamasın. Moskova ve Romanya değil. Dumlupınar
ve Lozan'a gidiyoruz. Türk milleti fedakârlık ve kahramanlıkta örnekler peşinde
koşan bir moda kuklası değildir. Tek başına tarih, tek başına istila ve tek başına
inkılâp yapmış, kendi göbeğini kendi kesmiş bir milletiz. Bazılarının sandığı ve
hülyalandığı gibi Kızıl veya Kara rejimlere değil, Türk milletinin yarattığı Al kanlı
3
Sakarya, Al kanlı Dumlupınar ve Al kanla kazanılmış Lozan'a gidiyoruz.
4. İngiltere hükümeti, Çanakkale harplerine ait hazırladığı resmî tarihi Gaziye "Yüksek
bir kumandan, asil bir düşman ve âlicenap bir dost şerefine" hitabı ile hediye ettikten
sonra Fransız gazetelerinde bir palikarya yaygarasıdır koptu Gerek bunu gerek
Türk‐İtalya dostluğunu, gerek borçlar meselesini tutturarak milletlerine has bir
edepsizlikle aleyhimizde türlü türlü neşriyata başladılar. En büyüğümüz -Atatürk-
4
hakkında iğrenç bir lisan kullandılar.

Yoğun Komünizm karşıtı ve Türkçülük-Turancılık fikri propagandası içeren Atsız Mecmua


dergisinin hemen ardından Orhun dergisi açıldı. Orhun dergisi ise daha çok dil, edebiyat,
tarih vb. konular üzerineydi. 9. sayısında, ders kitaplarında okutulan Resmi Türk Tarih tezini

2
Atsız Mecmua, Sayı: 7.
3
Atsız Mecmua, Sayı: 8.
4
Atsız Mecmua, Sayı: 15.
eleştiren bir yazı üzerine dergi bizzat Atatürk’ün imzasıyla kapatıldı:

1933’te Çanakkale’ye giderler ve Atsız’ın aldığı notlardan parçalar: …Beynimin içinde dev
gibi düşünceler birbirine takıldı. Mehmet Çavuş kahramanlığını bildiğimiz erlerden biriydi. Ya
kahramanlığını bilemediklerimiz? Ya hiçbir iz bırakmadan şehit düşen milyonlarca atsız
kahraman için neler yapmalıydık?... Mehmet Çavuş!... Bozkırların kanını taşıyan asil er!...
Senin için göğe yükselmiş mermer taşlar dikilip üzeri altınla yazılsa yine senin büyük hatıran
saygılanmış olmaz... Sen zaten atsız kalmaya mahkumdun... Senin hiçbir karşılık
beklemeden vazife için ölüme atılman damarlarındaki kanın temiz cevherindendi. Senin her
yerde bol bol akmaya alışmış olan arık kanın, Türk kanıyla bol bol sulanmış olan bu
topraklarda vazife için hatta vazifenden daha yüksek bir şey uğrunda, yabancılarının kanına
karışarak son damlasına kadar zaten akacaktı. Sen bunu yaparken köyünden uzakta sessiz
ve unutulmuş kalacağını biliyor ve bunun için yüksünmüyordun. Mehmet Çavuş sana âbide
mi gerek?... Senin büyük adın sana yazılmış en güzel destan ve kahramanlar yurdu
olan yine Türk’ün kanıyla yoğrulmuş Türkeli de senin için en büyük ulu âbide değil
mi? Türk çocuğunun seni her yürekten anışı başına dikilecek beyaz taşla kazılı
kitabelerden daha özlü değil mi?... Sen Türksün ve bu toprağın malısın. Sen esasen
ebedisin, sana taştan abide gerekmez. Gözlerimiz doldu, başlarımız önümüzde
uzaklaşıyoruz. Ey Mehmet Çavuş, Mehmet Çavuşlar, ey adsız ölüler siz de büyük adlı
GAZİ kadar ölmeyeceksiniz. (...)Küçük bir tepede yükselen mektebe girdiğimiz zaman
hiçbir şey söylemeden, fakat aynı şeyi duyarak birbirimize baktık. Ve en büyük inkılâbın
hakikaten köylerde başkaldırdığına bir kere daha inandık. Koridorun karşısında Gazinin
büyük bir resmi var. Büyük Anafartalar köyündeki bu resmin gücü burada anlatılamaz.
(...) Cuma günü sabahleyin Kilitbahirden alacak ve saat birde kalkacak olan vapurumuza
yetiştirecekti. Kendimize yer temini için jandarma kumandanını görmek üzere iskeleye indik
fakat kumandan Çanakkale’ye geçmişti ve geç dönecekti. Bu sırada kumandanın ailesini
getiren beylik motor geldi. Ve bizi karşıya geçirmeyi teklif etti. Motorla Kilitbahirden ayrılırken
haykırıyoruz: Korkma açıl şen yurdum, Dağlarda ordu kurdum, Açık denizlerine Süngümle
kilit vurdum. Kurarak Kurultayı Alacağız Altay’ı. Japon, Çin, Rus demeden Çekeceğiz biz
yayı. Arkadaşlarımın içlerinden gelen hız kuvvetleniyordu. Tolunay’ın şu parçasını sanki
karşılarındaki Gazi’ye hitap edermiş gibi söylüyorlardı: Asırlar bize yaştır, Kemal
ülküye baştır, Bize yol göster Kemal, Anayurda ulaştır. Karşımızda Çanakkale uzanıyor.
Şimal yüzünü örten tepede beyaz taşla 18 Mart 1915 tarihi yazılı... Cenup yoluna bakarken
bu sırttaki tarih buraya gemisiyle giren her İngiliz ve Fransız kaptanına daima şunu
söyliyecek : “Siz buradan ya dost olarak, yahut da kalleşçe geçebilirsiniz... Gücünüzle,
asla!...” 18 Mart 1915, Türk kanının yarattığı bir gün... Ne pahasına olursa olsun saldıran
düşmanın çelik yürekler, yalçın dayanışlar karşısında eridiği, kırıldığı gün... Türk’ü bir kere
daha tanıtan, onu tarihte bir kere daha kudretle yaşatan bir gün: 18 Mart 1915... Karşı
sırtlarda yalnız Türk’ün olan, son Türk dünyada yaşarken Türk adını taşıyacak olan
karşı sırtlarda kırmızı tuğlayla kızıl bayrağımız gözüküyor... 18 Mart 1915 ve
bayrağımız... Bu iki sırt arasında geçerken yükselen abidelerine rağman eğilen, kızaran
düşman başları... Bunları görür gibi oluyoruz ve yine haykırıyoruz: Yürü, yürü al Bayrak Kan
ve ateş saçarak! Ünümüzü yayıyor Kancık düşman kaçarak.... Bu defa Çanakkale’nin
şimaline çıkıyoruz. Ve şehri baştan başa geçerek iskeledeki bir kahvede dinleniyoruz. Batan
güneş karşı sahili kızıla boyuyor... Uzakta Conkbayırı’nda içi kara dışı beyaz anzak abidesi
silüet halinde gözüküyor... Conkbayırı’nda bir düşman abidesi... Batan güneş karşı sahilleri
kana boyarken, yükselen düşman abidesi de Türk gönüllerini kızıllaştırıyor. (...) Unutma ki
dünyada en iyi müdafaa taarruzdur. Kat’i netice taarruzla alınır. Dün ordularına ilk hedef
olarak Akdeniz’i gösteren GAZİ elbette pek yakında ikinci hedefi de gösterecektir. İlk
hedef Batıda idi. İkinci hedef Doğuda olabilir, Sen bu savaşta kanını akıtmak ve
ölmekle mükellefsin. Unutma ki: En büyük kahramanlık göz kırpmadan saldırıp bir
daha dönmemektir... Seni toprağın, seni mazin çağırıyor.
(...) -Ve Toprak Mazi şiiri’nden bir parça-
En mukaddes iki “Var”a böyle söversen,
Toprak ejder, mazi kanlı bir gece dersen,
İleriye bakamazsın, gözün kamaşır.
İstikbali kucağında bu mazi taşır…
Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi
Bu milletten çıkar mıydı bir büyük “GAZİ”?
Kara toprak yine bizden gıda almasa
Kalır mıydı aramızda türe yasa?
Mazi bizim atamızdır, toprak anamız,
Biri bizi yetiştirir, biri verir hız.
Bu toprağa nasıl dersin kara bir ölü
Ki bağrında bütün şanlı ecdat gömülü.

Yabancılar bir gün yine akın ederse,


Ve zaferi kendisine yakın ederse,
Sevgilimi aldı diye bu kara toprak
Tarihin ün meydanında uzun kalarak
O toprağın uğruna sen can vermez misin?

Bu maziyle bu toprağa küfürden sakın,


Kendine gel, iradeni üstüne takıl!
Savaşları, türeleri, yasalarıyla
Zaferleri, bozgunları, tasalarıyla
Mazi ırkın yarattığı bir şaheserdir…

Hey arkadaş, sapıtmışın, doğru yola gir;


Hakkı neyse ver maziyle kara toprağın…
Onlar değil efsaneyle cansız bir yığın!

Bu ikisi ebediyen kutlanacaktır…


Ve bunları inkar eden, bil ki alçaktır…
5
SON

Orhun dergisinin 9. sayısında ise: Netekim Gazinin kudretli şahsiyeti Türk milletine bir
6
dilek birliği kurmamış olsaydı muhakkak ki Türkiye’de türlü türlü zümreler bulunacaktı.

Atsız’ın Orhun dergisindeki yazıları sebebiyle Edirne Mebusu Şeref (Aykut), Atsız’ı devrime
şu sözlerle muhalif olmakla suçlarken, Atsız Orhun dergisinde şu cevabı vermiştir: Velhasıl
bu kitabı -4 ciltlik Türk Tarih Kitabı- yanlışları saymakla tükenir gibi olmadığı için birer birer
saymaktan vazgeçiyorum. Şeref Bey! Bu gösterdiğim yanlışlar haklı ise bunda memleket
hesabına kâr mı vardır, zarar mı?… Vekâletin kitabını tenkit ettim diye vekâlet emrine
alındım… Eğer benim tenkidim olmasaydı kimse bu yanlışların farkına varmıyacaktı, yahut
da herkes bile bile eyvallah diyecekti. Çünkü en küçük tenkit karşısında göreceği karşılığın
vekâlet emrine alınmak olduğunu bilen herkes bunu gözüne kestiremez… Ben kanunun
bana verdiği selâhiyetler dahilinde büyük küçük herkesi ve her şeyi tenkit edebilirim. Edirne
mebusu Şeref Bey! Bizim vekillerimiz olan sizlerin yaptığınız teşkilâtı esasiye kanunu
mucibince her Türk hür doğar, hür yaşar; vicdan, tefekkür, kelâm, neşir hakları
Türklerin tabiî haklarındandır. Ben de Türk olduğum için bu haklarımdan bazılarını
kullandım. Bunun inkılâpla, inkılâba muhalefetle alâkası yoktur… Sizin bahsettiğiniz
inkılâba hürmeti ben sadece yaşasın inkılâp diye bağırmaktan ve hükûmetin her icraatını
alkışlamaktan ibaret sanmıyorum…Size bir de tavsiyem var! Her şeyde, her
münakaşada, her meselede kendi şahsiyetinize Gazi’nin heybetini siper etmeyiniz!

5
Atsız, Çanakkale’ye Yürüyüş.
6
Atsız, Orhun Dergisi, Sayı: 9.
İkimizin arasındaki bir münakaşaya derhal Gazi’yi karıştırmak hem doğru değildir, hem
7
de yakışık almaz. Fazla olarak da sizin kendi hak ve kuvvetinize güvenemediğinizi gösterir.

Peki gelin bakalım, Atsız Türk İnkılabına -Devrimine- gerçekten karşı mı, yoksa dediği
eleştirilerinin devrime muhalif olmakla bir alakası yok mudur ? Bunu gerçekten samimi olarak
söylediğini öğrenebilmemiz ve objektif açıklayabilmemiz için Edirne Mebusu Şeref Bey ile
olan tartışmasından önceki yazılarını incelememiz gerekiyor. Atsız Mecmua’nın 12.
sayısında “Bize Bir Gençlik Lâzımdır” başlıklı yazısı: “Bir milletin ikbali gençliğinin terbiyesine
mevdudur". Layibniç bu sözünde çok haklıdır. Bugünün çocukları, bugünün gençleri, yarının
kumandanları, idarecileri, kanun yapıcılarıdır. Bugün mazbut bir ahlak; ilmi bir şuurla yetişen
genç, yarın cemiyeti için fena bir uzuv olamaz. Genci, gençliği yetiştirmek bir memleket
meselesidir. Yeni Türk cemiyetinde gencin, gençliğin vazifesi nedir? Ona verilen cephe,
gösterilen yollar hangileridir? Cumhuriyet memleketinde her şey değişmiştir. Hadiseler,
daha birçok şeylerin değişmesini emretmektedir. Bu hummalı istihale devrinde Türk gencinin
vazifesi nedir? Onun kuvvet ve zekâsı bu değişiklikler karşısında kayıtsız mı kalacaktır?
Mazinin karanlık günlerini hatırlatmak istiyoruz. Çok uzağa gitmeyeceğiz, hepimiz
hatırlarız: Büyük harpten çok yorgun ve bitik bir halde çıkan Türkiye Mondros
mütarekesiyle kanlı ve şerefli bir maziyi karanlık ve zelil bir devre bağladı, Türkün
bükülmez kollarına kahpece zincirler vuruldu. İstanbul'un mahut ve menfur bir
zümresi, başta Sultan olmak üzere bu masum ve yorgun millet için en hatıra gelmez
hainlikler hazırladılar. İstanbul, Adana, Edirne ve İzmir gibi Türkün en can alıcı
mafsalları tüyler ürpertecek birer vahşetle alındı. Evvela Erzurum da, sonra Sivas ta
Mustafa Kemal Paşa etrafında toplanan "Türk" savaş tarihlerinin göstermediği bir yararlıkla
vurulan zincirleri kırdı; kendi varlığını dünyaya tanıttı. Sultanı ve adamlarını kovarak
memlekette cumhuriyet ilan etti. Çok az bir zamanda içtimai ve siyasi yenilikler yaparak
mazinin köhne ve sakat müesseselerini yıktı. Fakat: İnkılâp tamam değildir. İnkılâbın en
mühim eksikliği yeni binaya yaraşan; müşterek düşünür, müşterek amel ve aksülamellere
malik bir gençlik yokluğudur. Yeni binanın adı "Cumhuriyettir". Temelinde kan ve iman
vardır. Biz bu binanın yıkılmayacağına inanmışız. Bizim gözümüzün önünde yapılan
bu binanın bazı ustalarında beceriksizlik, kayıtsızlık, yorgunluk vardır. Genç
kuvvetlerin yardımına muhtaçtırlar. -Buralara dikkat- Ustalar, dülgerler çalışmaktadırlar,
fakat bunların mesaisinde ihtisas ve iş bölümü yoktur. Milletimizin yeni doğuşuyla muasırız.
Bütün müesseselerimize bakınız bir yenilik, bir acemilik göreceksiniz. Bazıları bu
beceriksizliği, bu acemiliği kötü niyetimize, bazıları şarklılığımıza atfetmektedirler.
Siyasetimizde, idaremizde, iktisadımızda acemilik vardır. Bu pek tabiidir. Ahdiatika göre
Allah dünyayı yedi günde yaratmıştır. İşte biz Yeni Türkiye'nin daha ilk günündeyiz.
Fakat dikkat edelim. Nuh’un tufanları, Firavunun zulüm ve istibdadı bizim içindir. Her
attığımız adım metin olmalı ve bir daha geri dönmemeliyiz. Garbın teşekkül ve tekemmül
etmiş cemiyetlerine benzer hiç bir yerimiz yoktur. Garp cemiyetlerindeki ahenk ve inzibattan
mahrumuz. İhtisas, işbölümü, kıymet ve ehliyet mefhumları daha bize ulaşmamıştır. Yeni
Türkiye'nin inkişaf ve neşvüneması güçtür. Garp milletlerinde olduğu gibi bizde müşterek
hisler kuvvetli değildir. Buna mukabil müfrit bir "Bencillik" vardır. Halkın idraki sathan
genişlemiş fakat derinlik itibarıyla azalmıştır. Dünün karanlık hükümlerinden kurtulan milli
duygularda şuur yoktur. Sevki tabiiye müstenittir. Bugünün adamlarına düşen vazife,
temeli kan ve iman örülü yeni binada oturacak insanları buraya layık bir şekilde
yetiştirmektir. Burada oturacak insanların bu binanın en ücra köşesine varıncaya
7
Atsız, Orhun Dergisi, 4 Şubat 1934.
kadar hürmetkâr olmaları lazımdır. (...) Bize lazım olan gençlik bir fırka ve bir zümre
gençliği değildir. Biz fırka ve şahsiyetlerin ebediyetine kani değiliz. Her şeyden üstün,
her şeyden önce bir Türkiye vardır. Biz Türk gençliği istiyoruz! Teşkilatı esasiye
kanunumuz mükemmeldir. İdare şeklimiz en asri esaslar üzerine kurulmuştur. Fakat
biz bütün bunlara müstahak olabilmek için Ansiklopedistler devrini hiç olmazsa bugün
yaşamaklığımız lazımdır. Dünyanın her tarafında gençlik bir şahsiyet sahibidir. Bu, nişan,
rütbe değildir. Bir kül halinde gençliğin müteradifidir. Kanunlarla, emirle bahşolunmaz.
Demokrasi en müşkül idare sistemidir. Demokrat idarelerde vatandaşlardan ruhi istikrar,
ahlaki ciddiyet istenir. Ruhi istikrar, ahlaki ciddiyet olmayan demokrasiler monarşilerden daha
vahim neticeler tevlit edebilirler. Türk genci inkılâbı benimsememiştir. Mugalâtaya lüzum
yoktur. Biz hadise ve vakıalara eserleriyle kıymet ve mana veririz. Mersinde mütevazı ve
bin türlü mahrumiyetler içinde görünmeye çalışan bir ışık, münevver Türk gencinin
Anadolu'ya karşı lakaydisinden bahsediyordu. Çok yazık ki bu ışık feryatlarına bir cevap
gelmeden söndü. İtiraf etmeliyiz… Vazifemizi yapamıyoruz. El çırpmakla, yaşa demekle
inkılâba karşı borcumuzu ödemiş sayılamayız. Hangi adsız Türk genci şehirden köye
bir damla nur ulaştırmıştır? Efendimiz olduğunu kanunlarımızla ilan ettiğimiz köylüye her
başımız sıkıldıkça koşarız. O, ananevi bir tevekkülle bize her şeyini verir. Biz ona ne
veriyoruz… Demokratik müesseselerde muallim, avukat, doktor, sanatkâr ve gazeteci gibi
münevverler milli gayelerin tahakkuku için hükümet kadar faaldirler. Her şeyi hükümetten
beklemek doğru değildir. Biz, bu memleketin sırtında münevveriz diye geçinenler fazileti,
şuuru anlayabildiğimiz kadar etrafımızdakilere anlatmak ve onları tenvir etmek
8
mecburiyetindeyiz…

Yine Atsız Mecmua’da gençliğin inkılabı tam anlamıyla benimseyemediğinden ve gençliğe


düşen görevden bahsediyordu… (Örnek) Bizden başka bütün milletlerde gençlik milli
uyanıklığın, milli düşüncelerin öncüsüdür. Bizde merkezi emirlerle programları, hazırlanan
milli bayramları oralarda gençlik idare eder. Gençlik millî gayelerin ve millî mefkûrenin
uşağıdır. Şahısların veya zümrelerin değil… İmparatorluk devrimizin son tarihi bize
dalkavukluğun, köleliğin bu zavallı yurt için ne elemli, acı akıbetler hazırladığını gösteriyor.
Çektiğimiz ıstıraplar, milli felaketler bizi milli mefkûrenin esiri yapmalıdır. Mefkûre için bütün
varlığımızı, kanımızı, canımızı fedaya hazırlanmalıyız. Bu devlet yasalarına, türelerine
yazılmalıdır. Bu yazılış önünde her Türk bir olmalıdır. Büyüklerimiz feragatin, adsızlığın
örneği olmalıdır. Biz çok sıkı bir askeri disipline muhtacız. Çünkü bugün inzibatsız yaşıyoruz.
Fakat bazılarının sandığı ve anladığı gibi bu sert disiplin istibdat demek değildir. İstibdat
altında yaşayan yahut disiplinsiz olan cemiyetlerden hiçbir şey beklenemez. İnkılâbımız
sessizliğe ve emniyete muhtaçtır. Memlekette yapılacak olan birçok işleri
başarabilmek için çalışkan, disiplinli, yüksek ahlâklı bir gençliğe muhtacız. Dün halife
önünde el bağlıyan, hünkâr huzurunda diz çöken adamların böyle bir nesil
yetiştireceğine kani değiliz… Bu adamlar dün Abdülhamid’in sadık köleleri idiler.
9
Bugün hepsi anadan doğma cumhuriyetcidir.

Yine Atsız Mecmua’da: Sultanlar kaçıyor, Halifeler boğuluyor, halkı bir ejder gibi
asırlardan beri istismar eden tekkelerin, tarikatlerin, beyni kefenli softaların vücutları
kaldırılmasa da nüfuzları kırılıyor ve zararları azaltılıyor. Teşkilâtı esasiye kanunumuzla

8
Atsız Mecmua, Sayı: 12.
9
Atsız Mecmua, Sayı: 13.
halk cumhuriyetini kutluluyor ve ondan sonra çıkan hukukî vesikalarla bu inkılâbı
tamamlıyor, münevverlerimizin ıztırabını gördükleri ve duydukları halkımıza karşı olan
borçlarından bir kısmını ödemiş oluyoruz… İnkılâplar olmuş, güzel kanunlar çıkmış ve
münevver kendi âlemine dönmüştür. Yarım münevvere meydan boş bırakılmış, üstelik
eline kuvvetli silâhlar da verilmiştir. Halkın henüz yabancısı olduğu kanunları tatbik
edecek ve halkı henüz hiç bilmediği ve pek acemisi olduğu siyasî hayata alıştıracaktır.
Yarım münevver her şeyi kendi arzularına ve menfaatlerine göre tefsir ediyor. Her şeyi
kendi refahı, kendi serveti ve kendi obur ihtirasları uğrunda kullanıyor ve harcıyor. En
temiz eserler ve en güzel kanunlar bu yarım münevverin elinde halk için zararlı ve
korkunç birer vasıtadır. En şaheser örneğini kazalarda gördüğümüz bu yarım
10
münevver en büyük halk ve inkılâp düşmanıdır.

Ayrıca Atsız, inkılâpçılık adı altında Osmanlı’yı inkâr edenlere karşı bir tavır da almıştır:
Osmanlı İmparatorluğu Türkiye Cumhuriyetinin anasıdır. İnkılâpçı olmak için Osmanlı
İmparatorluğunu inkâr etmeye, maziye sövmeye lüzum yoktur. O zaman inkılâpçı değil,
11
mazisini inkâr etmiş piç oluruz.

İnkılâbın önemini de şu sözleriyle anlatıyor: Bu dersleri ya bizzat dinleyerek, ya gazetelerden


okuyarak tamamile takip ettim. İnkılâp Enstitüsünün lüzumu ve faydası hakkında en
12
küçük bir söz söylemeye bile lüzum yoktur.

Atsız, Fuad Köprülü’nün asistanlığını yapmıştır; ayrıca Tarihçidir de…Zaman zaman Milli
Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı tarih kitaplarını eleştirdiği olmuştur. Sırf bu eleştirileri nedeniyle
yine başta Edirne Mebusu Şeref Aykut olmak üzere birçok kişi -inkılâp karşıtlığıyla- Atsız’ı
suçlamışlardır. Atsız’ın 70’lerdeki açıklaması değil bakın, hala 30-40 arasındayız. Atsız, bir
eleştiri yaptığında veya öneride bulunduğunda karşısına -inkılâp düşmanı- olarak çıkan
isimler olmuş ve engellenmiştir. Atsız ise o dönem, karşısına çıkıp fütursuzca saldıranları
dalkavuk listesine aldı. 1934’te yine Edirne Mebusu Şeref Aykut ile birçok kişiye karşı şu
ifadeleri kullandı: Bu memlekette herkes inkılâbın prensiplerine itaat mecburiyetindedir’
diyorsunuz. Aksini söyleyen yok ki… Fakat inkılâbın yüksek prensiplerine uymak, sizin
gibi, tahsilinin kıtlığına, bilgi ve görüşünün zavallılığına bakmadan her şeye şakşakçılık
etmek değildir.13

Görüldüğü üzere, Atsız’ın inkılâba ve cumhuriyete bakış açısı gerçekten olumludur. Bunu
objektif olarak bakmamız gerekirse, 1959 sonrasında yazdıklarından değil ki 1959’tan
sonrakilerde daha sert bir şekilde Atatürk ve İlkelerinin savunuculuğu söz konusudur ama
1940’tan öncesine bakmamız gerekirdi. Bu örnekleri vermemin sebebi, Atsız’ın Cumhuriyet
ve İnkılâp hakkında taraftarlığını ve eleştirilerinin nedenini öğrenmektir. 1944’te Tevetoğlu’nu
sorgulayan İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir ile Askerî hâkim Yüzbaşı Kâzım Alöç’ün
-Atsız hakkında-“Ya sana Atatürk aleyhinde yaptığı konuşmalar ve telkinler hususunda ne
dersin?” şeklindeki sorularına Fethi Tevetoğlu’nun verdiği cevap: Bu iddianız tamâmen
asılsız ve köksüzdür. Atsız’ın bana Atatürk aleyhinde bir söz söylediğini, benim

10
Atsız Mecmua, sayı 10.
11
Atsız Mecmua, sayı 16.
12
Orhun, Sayı: 7.
13
Orhun, Sayı: 4.
Atatürk’e olan sevgi ve saygımı tenkid ettiğini hiç hatırlamıyorum. Benim bildiğim O,
Millî Mücâdele’nin başbuğu, Türklüğü kurtaran Mustafa Kemâl’i daima takdirle anmış,
saymış ve sevmiştir. 1933’de Çanakkale Şehitliklerini ziyaretimizde Anafartalar’da, Saros
Körfezi’nde hep O’nun üstün kahramanlığını övdüğünü hatırlıyorum. Atsız, yalnız
14
Atatürk’ün çevresini sarmış dalkavuklardan nefret ederdi.

Atsız 1969’da Atatürk’ten sonra Türkiye’de huzur diye bir şey kalmadı. Atatürk
diktatördü diyeceksiniz. Öyleydi. Ama İsmet İnönü de diktatördü. Fakat çözülmeler onun
15
zamanında başladı demiştir; bir yandan ise 1941’de Üç Rejim başlıklı bir yazısında
demokrasi hakkında, demokrasinin en büyük kusuru ise istidat, zeka ve kalite yerine
16
kalabalığı koymasıdır demiştir. Atsız’ın hayatının bir bölümünü ve karakterini
anlayabilmeniz için sizlere aktardım.

Ahmet Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904 İstanbul’da doğdu. Babası, Gebze savcılığı ve
Kadıköy hakimliği hakimlik yapmış bir hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey; annesi, Mediha
Hanım’dır. Necip Fazıl Kısakürek, İslamcı bir şairdir. Gençliğinde hep şair olarak tanınmıştır.
1943’te çıkardığı Büyük Doğu dergisindeki yazılarıyla İslamcı fikirlerini yaymaya başlamıştır.
Büyük Doğu dergisi, komünizm karşıtları tarafından desteklenmiştir. Yurtdışında burs
almışken, kumar ve alkol bağımlısı olduğundan dolayı başarısız olup geri döndü.
Gençliğinde CHP yanlısı yazılarıyla bilinirken, sonradan Atatürk ve Laik Cumhuriyet aleyhtarı
olmuştur.
Bu değişimi gelin beraber görelim:

Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisini kurduğunu ve CHP’nin yararına olacağını söyleyerek,
CHP’den 5000 liralık yardım istemiştir.

14
Orkun, sayı: 12, Şubat 1989.
15
Atsız, Açık Yürekli Olmak, Gözlem, 23 Ocak 1969, Sayı: 9.
16
Atsız, Üç Rejim, 23 Ocak 1941, Maltepe.
Bu arada Atatürk’ü ve Cumhuriyetin kurucu kadrolarını öven yazılarıyla öne çıkmayı
planlıyordu.

“Atatürk Dirilecektir!” başlıklı bir yazısı.


CHP Milletvekili adayı oldu.

Necip Fazıl Kısakürek’in bu ve buna benzer birçok çabası boşa çıkmış, milletvekili olamamış
ve talep ettiği parayı alamamıştı; bundan sonra Atatürk ve devrimlerine bir anda düşman
kesilmişti.

Şubat 1944’de hükümet tarafından hakkında çıkarılan raporda İngiltere’ye hizmet ettiğinden
bahsediliyordu:
1947 yılında Atatürk’e hakaretten yargılanmıştı:

Ardından Demokrat Parti’ye yanaştı ve Menderes tarafından fonlandı. Örtülü ödenek ile 147
bin lira aldı. Sonralarda Menderes, yargılanırken Hâkimin “Necip Fazıl'a 147 bin lira fazla
değil mi ?” diye sorusuna “yazıları memleket yararına ters düşünce ödemeyi kestik,
düzeleceğim dedi tekrar geldi, tekrar geldi” diye cevap vermişti. Gelin, Atsız ile Necip Fazıl
ilişkisine göz atalım. Atsız’ın bir yazısında dediğine göre, ...Hasan Bağcı, makale serisinin
sonuna Türkçüleri ilzam etmek için üstadları Necip Fazıl Kısakürek’in bir parçasını
almıştır. Biz o üstadı tanırız, 1945’te meşhur Irkçılar – Turancılar davasından beraat
ettiğimiz zaman biz Türkçüleri evine davet ederek mükellef bir rakı ziyafeti çekmiş ve
17
kurucusu olduğu Büyük Doğu Derneğiyle birleşmemizi teklif etmişti.

17
Atsız, Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir, Ötüken, 1970, Sayı: 11.
Necip Fazıl’ın dediğine göre, Sene 1950…Büyük Doğu idarehanesine gelmiştir. O zamana
kadar tanıdığım ve yüzyüze geldiğim biri değil. Yalnız koyu ırkçılığı ve Hitler vari sağ kaşı
üzerine uzattığı saçlarıyla karikatürleştirdiğini bildiğim, Dr.Rıza Nur yetiştirmesi bir
adam…Peyami Safa onun için, Nazım Hikmet'e koyduğu teşhis ile ''tam bir ahmak'' derdi.
18
Havası, esprisi, mizaç renkleri olmayan biri…

Görüldüğü üzere ikisi de farklı tarihler vermiştir ancak Necip Fazıl, bu konuşmayı Atsız
hayatta değilken yapmıştır. Necip Fazıl, Atsız’ın Büyük Doğu dergisini beğendiğinden
bahsetmiş olmasına rağmen yine aynı tarihte şunları da söylemiştir: Nihal Atsız'ı budalalığı
ve ezberci kültürü içinde son derece sığ bir insan olarak böylece yaftaladıktan sonra,
onunla ortak olduğumuz nefret kutupları üzerinde 1950 ve 1958 Büyük Doğu'larında bazı
yazılarını da neşrettik. 1958 Büyük Doğu'larında beni, Adnan Menderes'in
sermayelendirdiğini zanneden Nihal Atsız, isminin imlasını Etnan Bey diye yazdığı Adnan
Menderes'in güya bize yağdırdığı nimetlerden pay istediğini bana mektupla bildirmeye ve
19
yazılarına ödenen paranın azlığından şikayet etmeye kadar gitmiştir.

Atsız ise hayattayken, Necip Fazıl hakkında şunları söyleyerek fikirlerinin uyuşmadığını ve
Necip Fazıl’ın ciddiye alınmaması gerektiğini söylemişti: Necip Fazıl iyi bir nesircidir. Fakat
hiçbir yüksek okuldan mezun olmadığı için bir fikir tartışmasında ondan parçalar alıp tanık
diye kullanmak doğru olmasa gerektir… Hiç şüphesiz bir profesörün fikirleri üstad Necip
Fazıl’ın şaheseri dine, diyanete vesaireye karışan yazılar değil, “Kadın Bacakları” hakkındaki
nefis manzumesidir.20

Necip Fazıl, Cumhuriyet düşmanlığı yapmış dönek bir İslamcı bir yazarken; Atsız, Fakat ey
Türk Gençliği, sana soruyorum: Sen Arap Muhammedin mezarını artık bıraktıktan
sonra senin Kâbe’n Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir?21
ve
İslam Birliği ve kardeşliği kuruntudur. Dinin baş unsur, olduğu çağlarda bile
gerçekleşmemişti. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve düşmanlık girdikten sonra
asla gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslam birliği değil, Adalar
Denizinden Altayların ötesine kadar Türk birliği olacaktır. 22 diyordu

18
Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1976, Sayfa: 335.
19
Necip Fazıl Kısakürek, Babıali, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1976, Sayfa: 336-337.
20
Atsız, Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir, Ötüken, 1970, Sayı: 11.
21
Atsız, Çanakkale Savaşı, Atsız Mecmua, 1932, Sayı: 17.
22
Atsız, İslam Birliği Kuruntusu, Ötüken, 17 Nisan 1964, Sayı: 4.

You might also like