Professional Documents
Culture Documents
Mm^4Y{5ELr
m | a iK -Y A Y im R I
CHARLES SEIGNOBOS
AVRUPA
MiLLETLERtNiN MUKAYESELİ
TARİHİ
(E S 8A I lyU N E HISTOIBE COMPAKEE » E S
PEÜPLES DE L’EUBOPE)
Çeviren;
iSAMtH T lB y A ia O Ğ I.U
VARLIK YAYINLARI
Ankara caddesi, İstanbul
FAYDALI KlT,.\PLAR ; 6
mam, bir tekniğin ilerlem esi, bir dinim veya bir miiessesenm
]/at/Umam gibi şeyler'dir.
’ B ütün bu değis-lktihler beser fiillerinin m eyvesidir. Fakat
bu fiMlerin kendileri de ihtiras, arzu, inanç, bilgi, hal v e gidiş
gibi şeylerd en v e bilhassa - gelen eklerle kuralları yaratan -
geçmJiÿin hatvı^ammas'mdan; yahut da teşebbüsleri v e ilerle^
m eleri doğuran g ele ce k düşüncesinden ilham atmışlar veya
bunlar tarafından sev k v e idar<e ı edilmişlerdir. B en sadece s'o-
n uçlan m üşahede v e tesbitle yetinm edim , sebepleri gösterei'ek
fiilleri anlatm ağa çahştım ; onun içindir ki göze görünm eyen
bu iç teferruatı, tarih kitaplarındd yapılm ası âdet olundan çok
daha fazla ,açığa vurdum.
İn celem eyi (bazen “ élite ^ seçkin ler” adı da verilen ) im
tiyazlı küçük azmlığa hasretm ek istem edim , ki tarih belgele
riyle eserlerinde en ç o k bunlarım yapıp ettik leri yer tutar. Ter
sine olarak ben, bizim bilebildiğimiz - v e ne yazık ki ço k y e
tersiz olan - ölçüde, halk yığınının yaşam a şartlarını tası^.r et
m ek im kânım araştırdım.
Basma-ikahp şekiller arasında değil de g erçek hayat şart
lan arasında kıyaslama yapm ağa önem v erm ek te olduğumdan
resm i kurallara,, m ü esseselere, em irnam elere, kennun v e talimat
lara uzım boylu aldırış etm ed im : Zaten bunlar, ç o k yen i za
manlara kadar, otoritelerim, uyruklarının fiillerini değil de, »bu.
otoritelerim arzularını v eya ülküsünü g österegelm işlerdir; ben
daha ziyadë politika, din v e hal ve gidiş konularındaki g erçek
usulleri v e tatbikatı tasvire çalıştım.
H er bir faaliyet koluna ne kadar yer ayırm ak gerektiği
konusunda karar v erm ek için kendi .i'ahsi takdirim den başlca
kılavuzum olamazdı v e bu da, tabii, münakaşa götürür bir ş e y
d i; onum için, takibettiğim prensipi de açıklam am gerekiyor.
Başlıca yeri olaylara v e politika rejim lerine, sdvasiara, ih
tilâllere, hüküm etlerin icraatlarına ayırdım. Son savaş (B i
rinci D ünya H arbi) da politikanın bir kavm in bütün hayatım
nasıl ku vvetle etk i altında bıraktığını v6, onun bütün öteki
faaliyetlerime nasıl hâkim olduğunu gösterm iş bulunmaktadır.
E konom i tarihi alanındaki son çalışmalar sayesinde tan m
v e endüstrideki istihaleye, ticaret v e krediye, tekniğin ilerle
m elerine geniş bir yer ayırabildim ; hattâ çoğu zaman yeni
liklerin m enselerini g österm ek v e bunların hangi şartlar altın
da m èvàana geldiklerini anlatmak imkânını buldum.
M U K A Y E SE Lİ TA K İH Î 5
Ü LK E V E NTJFUS. — A V R U P A
F. 2
18 A V B U P A M İL L E T L E R İN İN
verdiği ada çoğu zam an uym am aktaydı; fa k a t biz bu kavlm le-
ri gösterm ek için, eskilerin onlara verdikleri adı kullanıyoruz.
G üney A vrupa kavimleri. — Bugün adına Balkan yarım
adası dediğimiz, A vrupa’nın A sya’ya yakın Güney-Doğu ucu
ile Güney bölgesi ve Yunan adalarında medeniyet bakımından
en ileri kavim ler oturm aktaydılar ki bunlar, Heiien’ ler adı al
tında birlegmişlerdi (R om alılar bunları G rek ’ler diye adlandı-
rıyorlardı).| H ellen’ler K ın m ve K üçü k A sya’dan bağlıyarak İs-
panya’y a kadar Akdeniz’in bütün kıyılarına koloniler gönder
mişlerdi.
Y arım adanın Kuzeyi ’Tuna’ya kadar, barbar kalmış ve dil
leri de kaybolm uş bulunan T rak’la.nn elindeydi. Çok güç aşılan
ve A driyatik denizine kadar ulaşan dağlık bölgede de İlliryah-
lar oturuyorlardı.
İtalik yarım adasında çok eski kavim ler oturm uşlar ve bun
lar adlarını iki adaya bırakm ışlardı; Sardunya’da oturanlara
Sard'lar, Sicilya’da oturanlara da S ito n ’lar daha sonra da Si-
kul’ler olmuştu ki, İber’lerin diline benzer bir dil konuşm ak
taydılar. Kıtanın G üney ucu ile Sicilya adası, Grek kolonileri
tarafından işgal edildi. M erkezdeki bütün dağlık bölge savaşçı
kavim lerin elindeydi: Güney’de N apoli ovasına yayılmış olan
Samnit’ler, Merkezde birkaç tane ço k u fak kavim, deniz yö
nünde, Tiber üzerinde de Lâtin’ler vardı. Bugün Toskaaıa diye
adlandırılan mem leket çok uzaktan gelen E trüskler tarafından
fethedilm işti ve bunların, Grekçe yazıtlardan bilinen dilleri,
bugüne kadar çözülmüş değildir ve H ind-Avrupa aslından çık
m ışa benzememektedir. Bunlar töreleri ve dinleri bakım ından
İtalya’daki öbür kavim lerden kuvvetle ayrılmaktaydılar. Taş
tan kubbeler yapm asını biliyorlar, kâhinleri de kurbanların
karaciğerlerini inceliyerek istikbal hakkında kehanette bulu
nuyorlardı. Bu iki zanaat K üçük A sya’da icra edilmekteydi ki,
görünüşe göre Etrüsklerin çıktıkları m em leket de burası ol
m ak gerektir.
K ıtanın A pennin’lerin Kuzeyindeki kısmı - ki E skiler bu-
rasmı İtalya’dan sajrmıyorlardı - Etrüsklerden sonra Gol ka
vim leri tarafından işgal edilmiş v e bunlar Adriyatik’e kadar
ilerlemişler, hattâ R om a ’y ı bile almışlardı.
D aha o zamandan adına İspanya denen Güney-Batı yan m -
aclası, Iberlerin mernleketiydi. Bunlar u fak-tefek, esmer, k ıvır
cık saçlıydılar, h a fif silâhlarla savaşırlardı. A n cak birkaç keli
m esi bilinen dilleri, H ind-Avrupa kökünden gelmige benzem e
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 19
m ektedir. İberler çok sayıda gayet ufak kavim lere bölünm üş
ler ve Pireneler’in ötesine, Garonne’a kadar yayılm ışlardı ki,
burada adm a Akiten detıen kavm i m eydana getirdiler.
Batı A vrupa Uavimleri. — Cenova körfezinden R h ôn e neh
rine kadar Akdeniz kıyısında L ikür adı altında birleşm iş çok
küçük kavim ler oturuyorlardı. Görünüşe göre bunlar, Gollerin
gelişlerinden önce, Pireneler’e kadar yayılm ış bulunm aktaydı
lar. A n cak birkaç kelimesi bilinen dilleri, belki H ind-Avrupa
kökündendi.
Fransa’nın bütün geri kalanı Gollerin elindeydi. K eltçe k o
nuşan ve savaşçı kavim ler olan bu Goller, (Başhcası Marsilya
olan) kıyıdaki Grek kolonileriyle münasebetteydiler. Grekler
de Gollere kendi alfabelerini ve para kullanmasını öğretm işler
di. Son gelenler olan Belçikalılar ise daha savaşçı olarak kal
mışlardı v e Seine nehrinin Kuzeyindeki m em leketi işgal et
mekteydiler.
Büyük Britanya İle İrlanda da Avrupa kıtasındaki Keltler-
16 münasebet halinde olan ve K eltçe konuşan savaşçı kavim le-
ıln elindeydi. Bunların, töreleri hemen hemen aynı idi ve hepsi
do kudretli bir lonca halinde teşkilâtlanm ış olan, adm a da
Druide denen rahipler tarafından öğretilen dinî bir doktrine
mensuptular.
Orta A vrupa kavimleri. — R hein nehrinin D oğusunda ve
Tuna’nın K uzeyinde A vrupa’nın Vistül’e kadar olan uçsuz bu
caksız alanlarında ve İskandinav yarım adasında çok seyrek bir
halk topluluğu vardı. Bu, toprağa az bağlı olan ve Cermen dili
konuşan kavim lerden m eydana gelmişti. Bunların şehirleri yok
tu, aileleri v e sürüleriyle birlikte kolaylıkla uzak mesafelere
gidiveriyorlardı. R om alılar bize bunlara Cerm en’ler demesini
öğretm işlerdir ama, bu kavim ler kendilerine aynı adı verm e
mekteydiler. Uzun boylan, kuvvetleri, mavi gözleri, sarı saç
ları, beyaz tenleri ve sarhoş edici içkilere olan düşkünlükleri
ile G rekleri ve R om alılan hayrete düşülüyorlardı. Şu halde gö
rünüşe göre bunların arasında oldu kça büyük nisbette N ordik
ırkından insanlar vardı. G oller de Eskiler üzerinde aynı inti
baı bırakıyorlardı ; fakat bunların aynı ırktan oldukları muhak
kak değildir. Bunların saçlarının rengini anlatm ak için kulla
nılan Lâtince veya Grekçe terimler, sarışından ziyade kızıla
daha çok uymaktadır.
D oğu A vrupa kavim leri. — Tuna’nın ötesinde, Kai'ade-
niz’e kadar uzanan uçsuz bucaksız ovada, arabalar içinde yaşa
20 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
m akta olan g ö çeb e kavim ler dolaşm aktaydılar, Batı’da bulunan
ve Eskilerin kendilerine Çarmatlar dedikleri kavim, Iranlıla-
rınkine hısım bir Hind-Avrupa dili konuşm aktaydılar. Batıda
oturan ve Y unanlıların /sfcifle r diye adlandırdıkları bagka bir
kavim ise Kuzeye doğru tâ uzaklara kadar yayılmış bulunmak
taydılar; banlardan bazıları yerleşmişler, çiftçilik ederek buğ
day yetiştirip bunu Greklere satıyorlardı. Bu m em leketin he
men her yanında tümüliis biçim i büyük mezarlar vardır ki
bunlann asıllaıı bilinmem ektedir. Bu m ezarların içlerinde de
G rek sanatının etkisi altında kalmış yerli bir sanatın yapısı
olan eşyalar bulunmuştur. Bugün adına Transilvanya denen,
K uzey-Batıdaki dağlık bölgeye II. yüzyılda adına D aç’\ax de
nen savaşçı bir kavim hâkim bulunmaktaydı ki, K elt dili k o
nuşan fâtihlerin yerlerini bunlar almışlardı.
Germenlerle Iskandinavların Doğusunda, Baltık kıyıların
da ve R u sya’nın henüz bataklıklar ve orm anlarla kaplı uçsuz
bucaksız ovalarında, ço_k seyrek ve çok az medenileşmiş nufus
toplulukları yayılmış bulunmaktaydılar ki E skiler bu nlann an
cak adlarını bilmekteydiler. Bunların büyük kısmının İslâv dil
lerinden birini konuştuktan sonradan anlaşılmıştır.
B altık kıyılarında, Batıda Borusu’lar, D oğu da LitvanyaU-
lar olm ak üzere iki kavmin herbirinin çok eski olarak kalm ış
ve H ind-A vrupa ana-diline daha yakın olan dilleri vardı. Bun
lar Iskandinavlardan çok İslâv’lara benzem ekteydiler. En uzak
ta olan ve sarı ırkla, hısım lıklan bulunan Finliler, A vrupa’da
bilinm eyen bir Ural-Altay dili konuşuyorlar ve henüz hemen
hemen vahşi bir hayat sürüyorlardı. İslâv göçm enleriyle yap-
tık lan tem aslar ve birleşm eler bunları sonradan AvrupalIlara
daha benzer hale soktu.
K avim le ırk arasındaki m ünasebetler. — gu noktaya dikkat
etm ek gerektir ki, çoğu zaman bir kavim e verilen ad, sadece
bir m em leketi idare etm ekte olan azınlığın adıdır ve bu mem
lekette oturanlann büyük çoğunluğu başka cinstendir, ö r n e
ğin, yabancı savaşçıların hâkim iyeti altına giren bh' rençber
topluluğu çoğu zaman, o bölgeyi fethedip hâkim ısmıf haline
gelm iş olan alınlığın adını alıp onun dilini konuşmuştur. Hat
tâ, bir istilânın hâtırası m uhafaza edilen m em leketlerde bui ay-
n h k herkesçe bilinmekteydi. N itekim Y unanistan’da Helot
köylülerini çalıştırm akta olan İsparta D or’larm m ve TeaalyaM
atlılar tarafından teşkil edilen aristokrasinin durum u da bey
leydi. Gollerde geniş çiftliklere sahip bir “atlılar" aristokrasi-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 21
si ile, hemen hemen köle muamelesi gören bir köylüler “ pleb”
ini Çesar birbirinden ayrı tutm aktaydı. Eski çağ yazarları Gol
Keltlerini uzun boylu, çok yiyip içen, ateşli bir şekilde dövü
şen İnsanlar olarak tasvir ederler. Bu tablo ise şimdi Fransa^
nm M erkezi ile Batısında oturan halkın ne bedeni tipine, ne
karakterine, ya da Büyük Britanya’nın K elt bölgelerine uy
maktadır. Su halde K eltler her halde savaşçı sınıfı tegkil et
miş olacaklardır; buna karşılık da köylülerden m eydana gelme
yığın, burada eskiden oturanların soylarından gelm iş olacaktır.
T u nç devri, hattâ cilâlı taş devri halk toplulukları -adları
nı bilm iyoruz- toprağı ekip biçiyor, hayvan yetiştiriyorlardı; bu
hale göre, mahsulü beklem ek ve kışın hayvanlarını beslemek
bakımından toprağa bağlıydılar. Her zaman aynı yerde kal
m ak ve çok dar bir u fuk içinde kapalı bulunmak dolayısiyle
bunlar, tek şefin otoritesi altında çok kalabalık bir toplum ha
linde birleşm ek im kânları olm ayan küçük gruplar teşkil et^,
nıekteydiler. Tersine olarak, bilhassa hayvancılıkla geçinen
topluluklar, otlak aram ak üzere yer değiştirm ek zorunda ol
duklarından ve yürüyü.ş halindeki sürülerini idare edip savun
mak için silâh kullanmağa alışık bulunduklarından, rençber-
lere boyun eğdirm ek ve on lan n çalışm alarını söm ürm ek için
bu silâhları kullanmaktaydılar. Asya ve A frik a ’da olduğu g i
bi Avrupa’da da, her zaman, daha hareket halinde ve daha sa
vaşçı olan çoban-topluluklardır ki rençber ve oturgan olan kü
çük gruplan hükümleri altına almışlar ve onları, idare ettik
leri bir kavim halînde birlegtinnişlerdir. Cilâlı taş devriyle tunç
devrinin adlan bilinmiyen eski kavim lerinin torunları, uyruk
haline gelm işlerdir; yeni gelenlerden ise şefler ve hâkim sı
n ıf çıkmıştır.
Hindistan’da olduğu gibi A vru pa’da da H ind-A vrupa dil
lerini getirenler, fâtihler olmuşlardır. B u dillerde, kelim elerin
biçim lerini değiştirerek münasebetleri ifade için usuller var-
dt (d6cTmaÂson ve conjuaaisotî) ve bunlar kelim eleri bir sis
teme (sözdizim i i = sentaks) g öre topluyor, bu sistem de cüm
ledeki yerine göre her kelimenin rolünü gösteriyordu. Bu dil
ler Avrupa kavim lorine düşünce ayırtılarını (nüans) ve fik ri
ler arasındaki münasebetleri, A sya’daki sarı kavim lerin çekim
siz fsams fleyk>n) dillerine göre, çok daha açık şekilde ifade
(ve dolayısiyle zihinde tecessüm ettirm e) im kânını verm işler
dir.
Avrupa Toavimlerinin hayat şartlan. — E ski samanlardaki
22 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
nufus sayısını bulm ak için yapılan hesaplar an cak güvenllem i-
yecek ve çok nadir verilere dayanm aktadır. Nufus yoğunluğu
çeşitli m em leketler arasında bugüne göre gok daha eşitsizdi,
çünkü bu yoğunluk, tamamen her mem leketin verm ekte oldu
ğu geçim im kânlarına dayanıyordu. N ufus yoğunluğu sıcak
iklimli bölgelerde ve bütün şehirlerin bulunm akta olduğu A k
deniz kıyılarında daha büyük; Okyanus üzerindeki daha az
medeni bölgelerde daha u fak ; buna kargılık toprakın daha ve
rimli olduğu Gol m em leketinde İspanya ve B üyük Britanya’ya
g öre daha fazla; geri kalan ve A vrupa kıtasının en büyük kıs
mını İçine alan yerlerinde İse çok düşüktü.
H er kavm in yaşayış tarzı. D oğuda şekillenmiş olan bilgi
leri ve usulleri elde etm ek bakımından sahip olduğu imkânla-
la bağlı bulunmaktaydı. Doğululara en yakın olan kavim ler
teknik zanaatları, para kullanmasını, alfabe yazısını, mimari
^ heykelciliği öğrenmişlerdi. Tahkim edilmiş köylerde yaga-
m ak alışkanlığını edinmişler ve adına “ medenî” (M edine de,
sitede oturan) dediğim iz hale gelmişlerdi. Bunlar Yunanistan’
da, daha sonra da Adalarda ve Asya kıyılarında yerleşm iş olan
H ellen’lerdi ki, daha sonra İtalyan kavim lerine örnek olmuşlar^
dır.
A vrupa’nın bütün öteki kavimleri, Greklerin küçüm ser bir
deyim le B arbar dedikleri, Lâtinceye de geçm iş adla anılan hal
de kalmışlardı. Bunlar kaba-saba zanaatlar icra ediyorlardı;
ne paralan, ne yazılan vardı; henüz köyler halinde toplanmış
olarak yaşamaktaydılar. Hattâ Gol m em leketiyle Ispanya’nın
tahkim li m evkileri dahi köylerde oturanlar ve hayvanları için,
savaş zamanında birer sığınaktan başka şey değillerdi. Bu
nunla beraber bu kavimler, başka kıtalardaki vahsilerinkiylc
kıyaslanabilir bir halde yaşamıyorlardı.
M addî hayat memleketin, henüz çok zayıf olan, tabiî kay-
n aklan yla sınırlanmıştı. Fena sürülmüş, gübreden yoksun top
rağın verim i çok zayıftı (belki 1 e 3 tü ); gUbre kötü muhafaza
ediliyor, yetersiz kullanılıyordu; bu yüzden toprak cahucak ve
rimsizleşmekteydi. Tabiî otlaklardan baıjka ylyocok bulamayan
hayvanlar fen a beslenmekteydi, sıskaydı ve az aUt veriyordu.
Mahsul az oldu mu, halk kıtlıkla karşılatıyordu. Her allo m uh
ta ç olduğu şeyleri, unu İle ekm eğini, kuma«lanyla »lyocekleri-
ni, meşini ile kunduralanm , İş âletlerini, agrog iBbanını, kab-
kacağını ve ev eşyasını kendisi yapıyordu. MÜ*terllor İçin ç a
lışan tek zanaatkar, demirci İdi ve otıun, ÇOjru auıman gizli tu-
m ukayeseli TARİHÎ 23
tulan, zanaatım horkea büyülü «aym aktaydı; dem irci silâh da
yapıyordu.
Şeflerin em rinde bol bol yiyecekler, sürü sürü hizm etkâr
lar, birçok süsler vardı. H alkm büyük yığını sefil bir hayat sü
rüyor; kapısı ve döşem esi olm ayan küçük, loş ve nemli, saz
damlı veya yuvarlak biçim li kulübelerde oturuyordu ki, bun
larda duman, yukarıdan çıkıp gitm ekteydi; herkes saman ya
da yaprak yığınları üzerinde yatıyor, çavdar veya y ulaf lapa
sı, yahut arpa veya hamursuz buğday unundan yapılmış peksi
metler y iyor; sade su İçiyor; yünden veya ketenden yapılmış
kaba-saba elbiseler giyiyor; yalnız tahtadan veya pişmiş top?
raktan yapılm a kap-kacak kullanıyordu. Bu kavim lerin yakı
ları yoktu, bütün eğitim, kulaktan kapm a bir geleneğe dayan
maktaydı. Elim izde ka^iınlann sürdükleri hayatı bize bildiren,
hiçbir belge yoktur; am a on lan n ne halde olduklannı kendi
miz de tasavvur edebiliriz; Herhalde soğuk ve dumanlı, isli
meskenlerde oturuyorlardı; tahılı öğütmek, yiyeceği hazırla
mak, kuma^lann İpliğini eğirip sonra dokumak, tarlalarda er
keklere yardım etm ek gibi ağır işler, bunlann başlarından ag^
km olsa grerekti.
Bofival v e politik teşkilât. — İber, Gol, Lâtin, Samnit, Cer
men gibi ortak bir ad altında birleşmiş her topluluk, birbirle
rinden tamamen a y n olan küçük kavim lere bölünm.üş durum
daydı. Herbirinin kendi hükümeti, başkenti, ordusu vardı ve
ötekilerle savaşıyordu. Bunların top ra k lan çok eşitsiz büyük
lükteydi; G rek veya İtalik ülkelerinde çoğu ancak bir şehirle
dolaylan na sahip bulunmaktaydılar. F akat D oğu kavim lerinde
olduğu gibi hiçbirinin ne geniş bir toprağı, ne do kuvvetli bir
nufusu vardı.
H er kavim tamamen bağım sız olm akla beraber, hepsinin
de eş bir sosyal ve politik rejim i vardı; çünkü bu rejim , y a nu-
fuaun aynı asıldan gelmesi, ya da aynı şartlar altında yaşam a
sı dolayısiyle m üşterek olan bir takım töreler üzerine kurul
muş bulunmaktaydı. Bütün kavim lerde aile reisi tek kadınla
evleniyordu ve ailenin fertleri, babanın otoritesine tâbi idiler.
Ailenin reisi olan erkek, k oca olarak kan sı, baba olarak ço-
cuklan, efendi olarak hizm etkârlar üzerinde sınırsız bir kud
rete sahipti, isterse bunlan durdurup dinlenmeden çalıştm r,
döver, hapseder, hattâ öldürürdü ve kimse çıkıp buna engel
olm ağa kalkışmazdı. Aile reisi kızlan na hig danışmadan bun
ları istediği kim se ile evlendirebilirdi. Ailenin malı mülkü onun
24 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN
elindeydi, toprağını dilediği gibi igletebilirdi.
Öldüğü zaman mal-mülk, kendisiyle oturan oğrullanna kar
lirdi. Aynı ailenin fertleri birbirlerini desteklem ek ve İğlerinden
birine kargı iglenen haksızlığın öcünü alm ak görevindeydiler.
Bu öcalm a görevi, KorsikalIlarla A m av u tlar gibi çok m ü n fe
rit bazı halk topluluklarında öylece kalmıştır. Uzun zamandan-
beri aynı yere yerlegmiş olan aileler birbirlerini aynı atanın so
yundan gelmig sayıyorlar v e iglne hizm etkârların da girm ek
te olduğu bir grup tegkil ediyorlardı. Bu grupa, mügterek soy
dan gelm ekte olduğunu gösteren bir ad verilm ekteydi kİ Grek-
çede bu ad gen os, Lâtincede gens, K eltçede klan’dı. B u kavlm -
lerde belki köleler de vardı am a bu nlann cok sayıda olup ol-
m adıklannı bilemiyoruz.
B ir tek otoriteye boyun eğen bütün bu aile g n ıp la n n ın bir
leşmesiyle (dar anlamda) bir kavim, yan i aynı şefler tarafın
dan İdare edilen ve tamamen bağımsız olan bir topluluk m ey
dana geliyordu. R ejim ler benzeşmiyordu am a hepsinin m üşte
rek bir ta ra flan vardı ki, bunları D oğu îm paratorluklannın
rejim lerinden ap ayn bir hale sokm aktaydı. Bu kavim lerin heı^
biri sok küçük ve gok yoksul olduğundan, şef bir ordu v e bir
hazine kurm ak ve arkadaşlannı kendisine, bir taiın ya olduğu
gibi, boyun eğdirm ek İçin gerekli m addî im kânlara sahip de
ğildi. Ş ef sınırsız bir kudrete sahip değildi; töreleri gözönünde
bulundurm ak ve önemli bir karar alm azdan önce, aile reisle
rinden m eydana gelen kurula, hattâ bütün savaşçılann m eyda
n a getirdikleri m eclise danışmak ödevindeydi. Politik hayat
bazen tehlikeli sayılan bir fiili yargılam ak, ailelerden öcalm a
işini durdurm ak y a da savaşla ilgili herhangi bir karar vermek
gibi şeylerden İbaret kalıyordu.
Bazı kavim lerde ortaya imtiyazlı bir sınıf gıkmıgtı ki or
duyu (yahut his olm azsa süvari kuvvetlerini) o teşkil ediyor
du. Bunlar h içbir el işi yapm ıyorlar, hizm etkârlarını çalıştıra
rak yaşıyorlar, topraklan nı daha aşağı seviyedeki İnsanlara
ektirip biçtiriyorlardı, gurası m uhtem eldir kİ daha az medeni
ve en yoksul kavim lerde nufusun büyük kısmı hem rençber,
hem savaşçı olan kim selerden teşekkül etmekteydi, bunlar el
lerinde silâh vardı ve gerekin ce savaşa gidiyorlardı; bu âdet,
G rek dili konuşan en geri kavim lerde oldu ğa g ibi kalmıştı.
K işiler arasındaki bütün münasebetler bM kı esasına daya
nılarak kurulup idam e edilm ekteydi; dayak, kırbaç, hapis, sa
kat bırakm a veya öldürm e gibi şekillerde zor kullanılıyor, yar
MUKAYB3SELÎ T A R İH İ 25
hut zor kullanılacağı tehdidi ileri sürülüyordu. Z or kullanma
işi okadar eski ve o kadar yaygın haldeydi ki, ast’lar buna,
sanki tabiatın dayanılmaz bir kuvveti imiş gribi, katlanm ak
taydılar. Babanın çocuklar, kocanın karısı, aile reisinin hizmet
kârları üzerinde zor kullanması, her otoritenin tabiî bir şekli
sayılmaktaydı.
E m ir verenlerle itaat edenler arasındaki ayrılık, seviyeler
arasında daimî bir eşitsizlik yaratıyordu; çünkü em ir verm e
yetkisi m al-m ülkü kullanm a yetkisini de içine alıyor, bu yet-
Idye m alik olana sahiplik hakkı veriyordu. H em silâhlarin, hem
sahipliğin kuvvetine malik olan savaşçılar, imtiyazlı bir sınıf
halindeydiler. H er toplum üst’lerle ast’lara bölünmüş durum
daydı; kavim daha medeni hale geldiği ölçüde de seviyeler
arasındaki eşitsizlik artıyordu.
Bütün gidişat törelerle nizamlanmıştı, bu da büyüklerce
yapıldığı görülen şeyin tıpkısı tıpkısına yapılm asından ibaret
ti. Yem ek, giyinm ek, evde oturmak, çalışmak, zamanını kullan
mak, eğlenmek, dil, dinî törenler, hüküm et idaresi gibi şeyler
hep töre ile nizam lanmaktayd. D ünya ve insan hayatiyle ilgili
bütün kavram lar gelenekten alınma idi ve geçm işe yönelm iş
durumdaydı. H iç kimse ne yeni kurallar benimsemeğe, ne de
haldekinden ayrı bir gelecek hazırlam ağa istekli değildi. Bu
yüzden de değişiklikler seyrek ve yavaş oluyordu, bu gerek
likler yeni şartların zoırlayışından doğan icaplardan, bilhassa
da nufusun artmasından, savaşlardan, göçlerden doğuyordu.
Dinler. — H er kavm in kendine mahsus ayrı bir dini vardı
ki bu din geleneklere dayanan âyinlerden, adaklardan, kurban
kesmelerden, dualardan, bazı (pınar, orman, dağ doruğu gibi)
kutsal yerlerde bulundukları farzedilen görünm ez kuvvetlere
yahut, (b ir kılıç veya bir ateş g ib i) sem bollerle ya da bir putla
tem sil olunan (güneş, rüzgâr, gök gürültüsü) gibi tabiat kuv
vetlerine ithaf olunan tapınm a hareketlerinden İbaretti. Bu ta-
biatüstü kudretlerden bilhassa, girişilen işlerde başarı ve has
talıkların iyilaşmesl gibi şeyler isteniyordu.
Bütün m em leketlerde kullanılması âdet hükmünde olan
muskalar, felâketleri ve bilhassa insanlarla h aj^ an lara has
talık getiren habis ruhları uzaklaştırm ağa yarıyordu. Bu m us
kalar, İnsanlar ve hayvanlara yapılan büyüler şeklinde yerleş
m iş olan, düşman ruhlara inanm a hususunu, genel olarak, is
bat etm ekteydiler. D oğudan gelm iş olan sihirbazlığın icrası,
h astalan iyileştirm ek için söylenen sözler ve yapılan hareket-
26 A V B U P A M ÎLLE TLB R ÎM ÎÎ
lerie, habis ruhları d efetm ek (yani kovm ak) am acını güdüyor
du. A y rıca tanrılara başvurularak veya onlar tarafından gön
derildiği farzolunan alâm etler, belirtiler yorum lanarak gele
cekte olup bitenleri önceden kestirm ek zanaatı da her tarafta
icra olunuyordu.
Çoğu zaman özel kigiler fiil ve hareketlerini, veya hükü
metler aldıkları k ararlan din yahut sihirbazlık iğlerine göro
ayarlıyorlardı; hayra yorulm ayan bir belirti, bir savag hare
ketini durdurm ağa yetiyordu.
Birbirlerine kom şu olan kavim ler gogru zaman aynı tanrı
ya tapıyorlar; bazen aynı tapınakta aynı şekilde tapınm ak için
toplandıkları oluyordu. Fakat, sonradan hristiyan dininin yap
tığı gibi, h içbir din A vrupa’daki n ufus topluluklarını aralan n-
da birbirine bağlamıyordu.
K avim ler arasındaki m ünasebetler. — Cilâlı tag devrinden-
beri A vrupa’nın her yanm da Ispanya’nın aJtun vö güm üşüne.
Büyük Britanya’nın kalayına, Baltık’ın kehribarına dayanan
bir alışveriş yapılıyordu. Fakat bu, birkaç lüks m etaa hasro
lunm uş bir alışverişten ibaretti.
K avim lerin arasında ancak g eçici m ünasebetler vardı. Bun
lar çoğu zaman aralanndaj savaşıyorlardı; am a bu, töreler ya
da dil bakım ından ayrı olan bir n ufus topluluğuna karşı değil
de, kendisine en benzer olan kom şu kavim lere karşı yapılıyor
du (A tina İsparta ile. R om a A lba ile savaşıyordu).
K avm i idare etm ekte olan savaşçılar savağı en şerefli ve
itibar, kudret kazanmak, hattâ zengin olm ak için en kestirme
çare sayıyorlardı; çünkü galip gelen, mağlûbun ürünlerini, sü
rülerini, topraklarını, kısaca her şeyini alıyor, esirlerini köle
gibi satıyor, y a da yenilen kavm i kendine tâbi hale sokuyordu.
H er özel kişinin her şeyini kaybetm ek tehlikesiyle karşılaştığı
bir savaş tehlikesine karşı, bir kavm in bütün fertleri her za
man birleşmiş ve yurtlann ı savunm ağa hazır olarak ıkalmak
gerektiğini hissediyorlardı.
A vrupa kavim leri dinleri, yaşam a tarzlan, sosyal ve poli
tik rejim bakımından benzeşiyorlardı.- F akat aynı asıldan gelme
dilleri konuştuklarının nasıl farkında değillerse, bu benzerliğin
de farkın da olm uyorlardı. Savaş onları birbirlerine karşı sü
rekli bir düşm anlık halinde bulundurmaktaydı. A vrupa birliği
burada oturanlann hayatında esasen vardı; ayn lışm a ise ka
vim lerin birbirleriyle olan münasebetlerinde görülüyordu. B u
nunla beraber AvrupalIlar Etoğululardan, kendilerini başka
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 27
türlü bir m edeniyet yaratm ağa hazırhyan iki vasıfla ayrılıyor
lardı. - Dinleri, akla dayanan bir bilgiyi araştırm aktan bun
ları alıkoyan az çok belirli düşünceleri kendilerine zorlam ıyor
du. - H üküm etleri de halk yığınını politik bir hürriyet rejimini
araştırmaktan alıkoyacak kadar kuvvetli bir otoriteye sahip
değildi.
II
G R É K M E D E N lY E T t V E R O M A H A K İM İY E T İ
B iZA N S İM P A R A TO R LU Ğ U VE H R tS T İY A N L IĞ IN
DOĞUSU
(1) M.S. III. >- VI. yüzyillardai İsken d eriye’de) dağmııs olan
fe ls e fs dokiHmi ki, m ensuplan Eflâtun’un fik irlerin i bazı m is
tik düsiimceleri de karıştırm aktaydılar ( ÇevirenJ.
52 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
B A R B A R L A R IN İM P A R A T O R L U Ğ A Y E R L E ŞM E S İ VE
H R İS T İY A N L IĞ IN G İR İg İ
rantı veham etine veya m ağdura bigilen değere göre (hattâ, bel
ki bir öcalm anın az veya (çok büyük olan tehlikesi gözönüne
ahnarak) hesaplanmaktaydı. Lâtincede adına “ insanın değeri,
Cerm ence de "w ereg eld ” denen şeyi, onun toplum daki yerine
göre, töre tayin ediyordu. Töre, vücudüm el, ayak, g öz g ibi her
parçası için de bir fiyat biçm ekteydi.
H ü r bir insan bir başkasını suçla itham ettiği zaman, it
ham edilen, m ahkem eye sayılan töre ile tesbit edilen saygıde
ğer insanlar getirerek kendini temize çıkarm ak hakkına sa
hipti: Bu gelenler, itham edilenin suçlu olm adığına dair yemin
ediyorlardı. F ran k’larda mahkem e aynı şekilde silâhlanmış olan
iki hasım a savaşm alarını em rediyordu; yenilen, m ahkûm edil
m ekteydi. Bu, E ski âlemin bilm ediği düellonun köküdür ki
sonradan A vrupa’da yaygın bir âdet haline gelmiştir.
A şağı tabakadan insanlar, -ve genel olarak kadınlar,- bir
suçla itham edildiklerinde masumluklarını isbat için, kızgın bir
dem iri taşım ak y a da elini kaynar suya batırm ak gibi, bir
im tihandan geçirilm ekteydiler. Adına Cerm ence u rteil (hü
kü m ) sözünden gelm e olarak ordalie denen bu usule “Tanrı’nın
verdiği hüküm ” gözüyle de bak ılm aktaj'dı; Kilise de bu usulü
kabul etm işti ve dinsel bir törenle takdis ediyordu.
W eregeld’in kişilere göre ayrı değerde oluşu, toplumun
eşit olm ayan sınıflara bölünmüş olduğunu gösterm ekteydi:
A ltta köleler (senevi); daha üstte azadlanmıg köleler (ki Sak-
sonlar bunlara îete’ler d iyorlardı); onun üstünde de savaşçı
olan hür insanlar vardı. Üstün sınıf, kavim lere göre değişm ek
teydi. F ran k ’larda eski asilzadelik yoktu v e R om a İm parator
luğuna yerleşm iş olan öteki kavim lerde de asilzadelik kaybol
du. A lm anya’daki Sakson’larda ve İngiltere’de asilzadeler kal
dı (ki İngiltere’de bunlara eari deniyordu}. F rajık ’larda, Lan-
gobard’larda, V izigot’larda kralın yakınlarından, vekillerinden,
piskoposlardan ve büyük arazi sahiplerinden m eydana gelen
üstün bir sm ıf kuruldu ve bu, eski R om a asilzadeleriyle birle-
şip karıştı. R om a asilzadeleri Cerm en kılığını benim sediler ve
çocu klan n a Cermen adlan verdiler. Y azarlar bu imtiyazlıları
“ büyükler” aj|lamına gelen m üphem bir Lâtince adla anıyor
lardı.
Sınıflar arasındaki orantıyı bilmiyoruz. Toprağın çok bü
yük parçalara bölünmüş olduğu İm paratorluk m em leketlerin
de belki de nufusun büyük çoğunluğu köle y a da kolon kiracı
lardan m eydana gelm ekteydi ve bunlar da ihtim al daha az sar
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 75
P. 7
VI
O R TA Ç A Ğ İÇ İN D E A V R U P A (X I. - X III Y Ü ZY IL )
P O L İT İK OLAYLAR
F. 9
130 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
mekteydi.
A saietm derecelei-i. — H epsinin tek ve aynı oldukları duy^
grusu oldukça kuvvetle yerleştiğinden bu, bütün asil aileler arar
sında evlenm eye İmkân veriyordu ama, bunlar arasında kö-
rev, unvan veya zenginlik bakımından yine de derin ayrılıklar
m evcut kaldı.
İlk Bira Lâtlnceye rex (kral) sözü ile çevrilen unvana sa
hip taşanlara aitti ki, kam u iktidarından arta kalanla kavmin
savag şefliği ödevini ve derebeylik rejim ine tâbi ülkelerde de
en büyük §ef fsuzeram j vasfını bu rex (kral) elinde tutmak-
taydı. K ra l daim a bir savaş adam ıydı; ödevi em irler vermekten
ibaretti; itaat görm ek için de, silâhlı bir kuvvetle desteklenmiş
olduğu halde, bizzat görünm ek ihtiyacındaydı. İsveç ve N or
v eç’te kral, ata binip mem leketi bir baştan öbür başa aşarak
saltanat sürm eğe başlıyordu ve bütün m em leketlerde de kral
lar hayatlarının bir kısmını, m aiyetlerinde savaşçılar da oldu
ğu halde, topraklarında dolaşm akla geçiriyorlardı.
Kam unun m enfaatini ilorilendiren kararlar alm ak için kral
lar, kendilerine itaat etm ekte o la n . savaş şefleriyle yüksek
rütbeli papazları kurul halinde topluyorlardı. Adaleti çevrele
rinde bulunan ve adına Lâtinceden gelm e coup denen şahıslar
m arifetiyle tevzi ettiriyorlaı-dı. R esm î evrak yazdırm ak ve
bu nlan m uteber hale sokan balmumundan m ühürle mühürlet
m ek için bir sansölyelikleri vardı. Bir de hâzineleri vardı kl
para, mücevherler, arşivler burada saklanıyordu. K rallar çok
büyük araziye sahiptiler, buralarda yetişen ve bilhassa ayniyat
olarak alınan ürünler, çevrelerindeki insanları doyurm ak için
kullanılıyordu. K rallann çok değişik önem de olan nakdî resim
ler toplam ağa hakları vardı. B u gelirler özel m em urlar tara
fından idare edilm ekteydi v e bunların hesapları da kralın sara
yında gözden geçirilm ekteydi.
K ralın unvanı kendi şahsına bağlıydı; ölünce, kendisinin
yerine kim in geçeceğini kararlaştırm ak gerekiyordu. Bu m ese
le çeşitli şekillerde halledilm ekteydi. Genel olarak babanın du-
nım unu bir m iras saym ak âdet olduğundan, onun tabiî miras
çısını, yahut hiç değilse ailesinin bir ferdini kral olarak kabul
etm ek tabiî bir şeydi. Bu da kral hanecUmımn vücut bulması
g ibi bir sonuç doğuruyordu. F akat irs yolu her zaman İçin
kesin bir hal çaresi teşkil etm iyordu. K ral birkaç erkek evlât
bıraktığı zaman, unvan bunlardan ya bir tekine geçetaliyor,
yahut Ispanya’da olduğu gibi bunlar arasında taksim edilebili
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 189
ŞE H İR L E R , Z A N A A T L A R ; T lC A R E T
R Ü H B A N V E D İN
O R T A Ç A Ğ IN SONU (X IV . - XV. Y Ü Z Y IL L A R )
(1) Bizim içim alışılmış bir hat olan, nam evcutların baş
kalardı tarafından tem sil olunması fik ri eskiletisn zihinlerinde
yeretm iş değildi. L âtin ce R epresen tan s terim i bir hristiyan ycu-
earca, eya let ruhani m eclisleri içini kullanılmışt-ı.
180 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
ğillerdi, bunlann bir şehrin mem urları olduğu da vaki idi. K öy
lülerin arazi sahibi oldukları İsveç’le T irol harig, köylü yığını
h içbir m em lekette temsil edilmemekteydi.
Meclis, m em leketlere göre değişik bir ad taşıdı, Lâtince de
buna D kıeta deniyordu. F akat her yerde, a y n bir salonda ken
di başına çalışm akta olan şubelere bölündü ki, oda anlamına
olan kamara (Fransızcada Ghambre, İngilizcede Chamber, Ital-
yanoada Camera): sözü buradan geldi. B u nlann sayısı, grupla^
n kurm ak için takibedilen prensipe göre değişm ekteydi. İngil
tere ve İskoçya parlâmentolarında, K astilya Costeslerinde (şe
hirlerin eşrafı, sa vctla n ), M acaristan ve P olonya Diyetlerinde
yalnız iki “ kam ara” vardı ki bunlardan biri derebeylerle yük
sek rütbeli ruhanilere, öteki de küçük rütbeli asillerle şehirle
rin tem silcilerine mahsustu.
F ransa’daki rühban’ da.n, asiZer’den ve (“ üçüncü” anlamına
Tiers diye bir. sıra num arasıyla gösterilen) burjııva’\axAan
. m eydana gelen E ta t’la.r m eclisinde üç kam ara vardı. Bütün asil
sınıfın derebeylerle (Alm ancada H erren ) gentilhom m e’lara bö
lünmüş olduğu ve şehirlerin de bir şube teşkil ettikleri (B o
hem ya dahil) bütün Alm an Devletleriyle K atalonya’da da bu,
böyleydi. - H em rühbanı, hem de ildye bölünmüş olarak asil
leri kabul eden A ragon krallığı ile, meclise asilleri, rühbanı,
burjuvaları ve köylüleri alan İsveç’te de dört kam ara m evcut
oldu.
X IX . yüzyılda, İngiliz parlâmentosunu takliden, ikiye bö
lünme l.er devletin benim sediği rejim haline geldi ve meclis
menşeinden itibaren günüm üze kadar üç âdeti m uhafaza etti:
1 — K am aralar tek v e aynı şehirde toplanıyorlar ve oturum
larını aynı anda yapıyorlardı. 2 — M eclis ancak kralın irade
siyle m evcuttu ve kral onu istediği yerde, istediği anda top
lantıya çağırıyordu. Bu çağırılm a keyfiyeti daim a uyruklara
verilen bir emir mahiyetinde olarak kaldı. Çağırılan kimse
m asrafını cebinden ödem ek şartiyle gelm ek ve prensin emret
tiği süre boyunca kalm ak zorundaydı. Toplantıda hazır bulun
m ak bir hak olm aktan ziyade, bir ödevdi. 3 — M eclis hiçbir
zaman kendi isteğiyle toplanam adığı gibi, ne belirli aralarla,
ne de önceden tesbit edilmiş bir süre için toplantıya çağırıldı.
Kral, zamanım ıza kadar, canının istediği gibi, m eclisi toplan
tıya çağırm ak, toplantıyı geri bırakm ak ve hattâ meclisi fes
hetm ek hakkını m uhafaza etti.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 181
(!') 1382 de Güney IngiUeı-e’ de, bir asır sonra( da BaU A%-
m anya’da köylülerin ayaklam nalarm a sebep, bunların öd ed ik.
Teri paraların k ey fî bir şekilde arttırılmış olması gibi görün
m ektedir.
198 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
Y E N İÇ A Ğ ’IN BAŞLANGICI
X V II. Y Ü ZY IL IN O R T A S IN A K A D A R P O L İT İK H A Y A T IN
D EĞ İŞM ESİ
X V I. Y Ü ZY ILD A N X V II. Y Ü Z Y I L I I nT
O R T A S IN A K A D A R TOPI.UM
yılda yeni bir birlik gekli ortaya gıktı. Genel olarak aynı aile,
den birkaç kişinin ortaklaşa sahip oldukları "ticarethane” , or
taklardan herbirinin servetinden ayrı olarak, müşterek bir ma
la sahip kişi gibi ortaya sıkm ağa başladı. Ticarethane, mücer
ret bir unvanla adlandırılan bir teşebbüs hizmetine verilmiş
gayrışahsî serm aye şeklinde yeni bir fik ri meydana getirmiş
bulunuyordu. Bu unvana İtalyancada raoio, Fransızcada “ rai.
son sociaîe” , Alm ancada firm a denmekteydi. Resm î otoritele
rin müdahalesi olm aksızın özel teşebbüs tarafm dan meydana
getirilen bu hisseli ortaklık usulü, İngiltere’de partnership adı
altm da yayıldı. A lm anya’da da İstirya’daki bir madene uygu
landı.
Hindistan’la ticaret, malları satarak kârı elde etme zama
nını bekliyebilecek kadar kuvvetli bir sermayeye ve işin asıl
m ühim tarafı, tahkim li ticaret müesseseleri kurabilm ek için
gerekli muattal bir sermayeye ihtiyaç gösterm ekteydi (1).
X V I. yüzyılın ortasından itibaren İngiltere’de, saraya men
sup derebeyleriyle ortak tâcirler tarafından hükümetin him a
yesi altında bulunan yeni tip ticaret kum panyaları kurulmağa
başlandı. K um panya kraldan bir charte (ferm anla verilen im
tiyaz) alarak daimî ve kanunî bir kişi haline geliyor ve belirli
bir bölgede ticaret yapm ak hakkına yalnız o sahip bulunuyor,
d u .'K um pan ya malların miktarını ve fiyatını tesbit etmek, ge
milerin kalkışlarını kararlaştırm ak, bunların korunması için
tedbirler alm ak gibi müşterek işleri de kendisi yapıyordu» Bir
giriş ücreti karşılığında, kum panya her İngiliz tacirine açıktı,
herkes de ticarî muamelelerini kendi hesabına yapıyordu.
H ollanda’da ise deniz ticareti için birbirleriyle rekabet ha
linde olan birgok özel ortaklık zaten m evcut bulunmaktaydı.
Hükümet bunları ,bir "D oğu Hindistan Kum panyası” halinde
birleşme kararını verm eğe şevketti, H indistan’la ticaret yap
m a tekelini de bu kum panyaya verdi. Kum panya herbiri di
rek törler (m üdürler) tarafm dan idare edilen Oda’lara bölündü:
Sermayenin en büyük kısm ını koym uş olan bu müdürler, dağı
tılacak kâr hisselerini de tesbit etm ekteydiler. H er üye tara
fından konan sermaye kendi mülkiyetinde kalıyordu ve on yıl
Bonunda sermaye sahibinin bunu geri alm ağa hakkı vardı. Fiili
yatta ise hisseler açık arttırm a ile satıldı ve Am sterdam bor.
sasında spekülâsyon konusu oldu. Böylelikle serm aye şahıstan
bağımsız bir hale gelerek ticarî teşebbüse daimî surette bağlı
kalıyordu.
X V II. yüzyıldan itibaren, O rtaçağın zanaat kollarına her
bakımdan aykırı olan bir çeşit birlik m eydana gelm eğe başla,
mıgtı. Mügterek sermayesi olm ayan ve töre ile sınırlanmış bir
kâr elde etm eğe çalışan, ahlâkî kurallara bağh bir takım şahısr
lardan m eydana gelm e mahallî bir grup olm aktan çıkan tica .
ret Kum panyası, h içbir ahlâkî sınırı olm ıyan hudutsuz bir kâr
elde etm ek üzere daimî ve müşterek bir sermaye ile is gören
gayrışahsî ve millî bir teşebbüs haline gelm iş bulunuyordu.
Deniz ticareti alanındaki muamelelerin bazen savag hare-
kâtıyle birbirlerine karıştıkları da oluyordu. B irçok arm atörler
gem ilerini korsanlık için kullanıyorlardı; hükümdarları bunla
ra kendisinin savaş halinde olduğu devletlerin gemilerini zap
tetmek müsaadesini de verm iş bulunmaktaydı. O sıralarda bu
usul hemen hemen bütün milletlerce benim senm işti; düşman
bir devletin ele geçen h e r ' gemisi iyi bir av sayılıyordu. Fakat
korsanlar çoğu zaman faaliyetlerini tarafsızlara da tegmil edi.
yorlar ve bunları, haydutluk için korsanlık yapanlardan ayır^
detmek güçleşiyordu. Bilhassa İngiliz ve Fransız arm atörleri
A frik a kıyılarındaki zenci kabîle reislerinden köle satın almak
üzere gem iler gönderiyorlar, sonra bu köleleri Am erika’nın tro
pik bölgesindeki çiftliklere satıyorlardı K orsanlık da, köle ti-‘
careti de kısa zam anda hudutsuz kazançlar elde etmek arzu,
sunda olanların pek işine geliyordu.
H üküm etlerin ekon om ik etkileri. — K am u otoriteleri eko
nom ik hayat üzerine çegltli usullerle etki yapm aktaydılar. Hü
küm etler bütün uyruklarını tek bir mezhep şeklini benimsemer
ğe zorlıyarak, bu usule uym ayanları mem leketten göçm ek zo
runda bırakıyorlardı: B u göçenlerin hemen hepsi “ reform e”
dinden olan zanaatkârlarla tâcirler gibi, gehirler halkı idi. Bun
lar Fransa ve B elçika’dan İngiltere ve H ollanda’ya sığınarak
zanaatlarını, ticarî münasebetlerini ve sermayelerini oralara
götürdüler. A nvers’in ticareti ile endüstrisi Am sterdam ’a geçti;
kumaş endüstrisi Norlwich’e, söm ürgelerden gelen erzak tica
reti de H am burg’a tagındı. İnançlarına sadık kalmak için yurt
larını terketm ek cesaretini gösterm iş olan bu mezhep ayrılıkçı,
la n iradeli ve ciddî kim selerdi; çalışm ağa olan ahşkanlıklan
248 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN
nız hali vakti yerinde aileler içinden toplanm asına izin veriyor
du. N itekim Parlâm entodan üq kanun çıkarttırdı. Bunlardan
İbirisi bütün zanaatkârlarla ta n m işçilerinin herbirini kendi
zanaatlarında çalışm ak m ecburiyetinde tutuyor ve bir zanaata
girm ek için, yedi yıllık bir çıraklık devresini m ecburî k ılıyor
du. B ir başka kanun bütün dilencilerle serserileri çalışm ağa
zorlam ak için bunlan tev k if ve ağır cezalara çarptırm ak yet
kisini verm ekteydi. N ihayet bir başka kanun da nıhanî bölge
lere çalışam ıyacak durum da olan yoksu llan besleyip doyurm ak
külfetini yüklüyordu. “ Sulh yargıçları” her yıl geçim için ge
rekli m addelerin fiy atlan n a dayanarak gündelikleri tesbit et
m ek üzere em ir aldılar.
Fakat eski rejim i devam ettirm ek için konan nizamlar
tatbik olunamadı, çünkü sulh yargıçları bu nizam lan dinlet
m ek için gerekli vasıtalara da, isteğe de sahip değildiler; za
ten mütaahhitler de mamûlleri, nizamların dışında kalmakta
olan köylük bölgelerde imâl ettiriyorlardı.
Sonradan "mnroantilo” yani iirarî adı altında bir araya
toplanan UHUllor (X IV . bölüme bk.) esasen kullanılmaktaydı.
İngllİT! hükümeti hırdavat eşyasının, bıçak-çakı gibi şeylerin,
nabunun ilhalini yıı.snk etti ve çok sayıda inhisarlar da verdi,
fakııt yııi'KiÇİıır bunu, İngiliz uyruklarının bütün krallık içinde
MurboHtçe ticarette bulunmak hakkına aykırı bir hareket say
dılar. - Fran.sa’da, X V I. yüzyılın sonunda, tâcirler yabancı en
düstrilerin mamûllerini ithali yasak eden bir ferm an elde et
tiler, fakat bu ferm an Lyon ’un İtalya ile olan ticaretini köstek
lediğinden çok geçm eden iptal edildi ve kral, birkaç lüks eşya
endüstrisine para yardım ı yapm ak veya inhisar şeklinde hak
lar verm ekle y e tin d i- İspanya’da hüküm et paranın dışarıya
çıkarılm asını yasak etm eği denedi, fakat sınaî çalışm alara pek
alışık insanlar olan M üslümanları ya imha, y a da sürgün etmiş
olduğu için, h içbir endüstri kuramadı.
E kon om ik hayatı idare iddiasında bulunabilecek hiçbir
m erkezî hükümete sahip olm ayan HollandalIlar zengin olma
çarelerini bilhassa ticaret alanında aradılar ve: “ Ticaret, ce
henneme van n caya kadar her yerde serbest olm alıdır,” şeklin
deki atasözlerine dayanarak, ticaretin serbestçe yaptırılmasını
daha kârlı buldular.
Toplum,. — Toplum Batı ve D oğu bölgelerinde tersine bir
tekâmül takibetti. A vrupa’nın hemen hemen bütün nufusunu
ihtiva etmekte olau Batı ve Merkez bölgelerinde toplum, sınıf-
250 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
X V II. Y Ü ZY IL IN İK İN C İ Y A R IS I
1
A vrupa’daki g en el kriz. — Çok kısa süren, fakat derin olan
bir kriz hemen hemen bütün Avrupa mem leketlerinde aynı an
da (1648 den 1660 a kadar) ortaya gıktı.
S on u çlan bakım ından en önemlisi, Iskogya’da başlayıp İn
giltere’de sona eren Büyük Britanya ihtilâli oldu. Ingriliz P ar
lâm entosu kralı yendikten sonra, kendi ordusuna ücret ver
medi ve Bağım sızlar diye adlandırılan, askerlerin soğu ile bun
lann çiftlik sahibi bir bey olan generalleri Cromm'well’in de
girmig oldukları küçük mezhepleri yasak ederek, bu ordu ile
anlaşm azlık haline girdi. Parlâm entonun “ presbytérien” çoğun,-
luğru tarafından tehdit edilmekte olan ordu, bunu devirdi; son
ra kralı yargılattırıp idam ettirdi, krallığı ve L ordlar kam ara
sını lâğvederek adına Cumhuriyet (common/wealth} denen ge
çici bir hüküm et kurdu. Bu, Cumhuriyet gekli altında m erke 2i-
leşen büyük bir Devletin ilk örneği oldu.
Y eni bir anayasa hazırlam ak için askerler tarafından tem
silci olarak seçilen subaylar A vrupa'da ilk defa olarak radikal
bir hükümet teorisini form üllegtirdiler: M eclis tarafından ka
bul edilen belgeye milletin hâkim iyetinin, kısa bir süre için
seçilen tem silciler tarafından icra olunacağı ilkesini de sok
turdular. Yeni bir m eclis seçilm esine yanaşm ayan milJetvekH-
leriyle anlaşm azlığa düşen Crommwell, bu nlan kapıdıgan etti
ve eski P ro tecto r unvanını tekrar alarak m onarşik bir rejim
kurm ağa çalıştı; bu rejim , hemen hemen bütün millete karşı,
ordu tarafından desteklendi. Crom m well’in ölümünden sonra
İskoçy a sınınndaki ordu tekrar Londra’y a gelerek krallığı y e
niden kurdu. Fakat İngilizlerin içinde her türlü daimî orduya
karşı bir korku yeretti ve bu da kralm, mutlak bir hükümeti
zorla kabul ettirm ek iğin en tesirli âlete sahip olmasını önledi.
Birlegik-Eyaletler Cumhuriyetinde altı eyaletin stathouder’i
(valisi) olan Orange prensi, H ollanda hariç bütün eyaletlerin
resm î m akam lan nca desteklenm ekteydi; hattâ Hollanda’da bi
le askerler, denizciler, papazlar, halk yığınları ondan yana idi.
26Û A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
kısrm tahttan indirilen krahn oğlu olup taht üzerinde hak id
dia eden katolik prense bağlı kalmakta, öteki kısım ise bir
anglikandan başkasını istemem ekteydi. Alm an H annover ha
nedanından olan yeni hükümdar, kral ik tidan lehinde olan
tory partisine grüvenemediğinden, bakanlarını kral iktidannm
aleyhinde olan whigr’ler arasından seçti. Y abancı olduğu, hat
ta İngilizce dahi bilm ediği için, bakanların toplantısında hazır
bulunm uyor ve devlet işlerini bu bakanların başlıcasının ara
cılığı ile takibediyordu ki, bu başbakan rolünü aldı. Gerçek
hüküm et de böylece Parlâm entonun içinden alınan bakanlar
dan kurulu Uahme’ne geçti; bu bakanlar kral karşısında ba
ğım sız ve ona karşı koyabilecek durum da yüksek şahsiyetler
di. F akat bu henüz, m eclislere bağh bakanlar tarafından ida
re edilen parlam enter bir rejim değildi; günkü kral bunları
seçm ek veya işbaşından uzaklaştırm ak hakkına sahip bulunu
yordu; fakat krahn bu iktidarını kullanması gügtü; zira ba-
kanlann Parlâm entodaki m eslekdaşlannı sarayın ve ordunun
m asrafları için gerekli vergileri kabul etmelerine sevk bakı
mından, kral bu bakanlara m ühtaç durumdaydı.
Kabine, henüz kanuni m ahiyeti olm ayan bir usul halindey
di; hatta Montesquieu İngiltere’deki hüküm et şeklini tasvir
ederken bundan bahis bile etmemişti. K ral III. George, bütün
m onarşilerin norm al usulüne dönerek işleri şahsen idare et
m ek İsteyince, kolayca uysal bakanlar seçmenin ve Parlâm en
to kendisine mukavemete kalkışm ayı denemeksizin on iki yıl
müddetle hüküm et icra etmenin yolunu buldu, gahsi iktidara
olan bu dönüş ancak Fransa’dan yardım gören A m erika ko-
lonlarm m ayaklanm asıyla başarısızlığım uğradı ve bu, krah
K am ara tarafından kabul edilen bakanlar seçm ek zorunda bı
raktı. Zaten işbaşına da kralın iktidan lehinde olan tory par
tisi gereçerek y a n m asır boyunca kaldı.
M utlak bir hüküm et şeklini idam e için mahalli makam -
lann iktidarının pek zayıf qlduğu B irleşik - Eyaletler cum hu
riyetinde ise, 1747 de Fransız ordusunun istilâsı üzerine pat
lak veren bir ihtilâl, işbaşına tek bir “stathouder” getirdi ve
bunun, m onarşi rejim ini andıran, iktidarını kuvvetlendirdi.
Batı ve Orta A vrupa’nın bütün m onarşik Devletleri İspan
y a ile P ortekiz’de, Fransa’da, İtalya’da, A lm anya’da, D an i
m arka’da babadan oğula geçen mutlak bir iktidara tâbi idi
ler ve bu iktidar, uzun bir itaat geleneği ile de sağlamlaşmış
bulunmaktaydı. H üküm dar kendi arzusuna göre gözdeleri ve
MUKA-YESELt T A R İH İ 285
(1) N itekim bıi deyim "h ayır isteri” seklimde dilde katmış
tır.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 301
F R A N S IZ İH T İL Â L İ V E İS T İL Â SA V A ŞLA R I
X IX . Y Ü ZY IL IN İL K Y A R IS I
sus ve İnsan faaliyeti için elzem bir hak olarak tanım ak nok
tasında birlegiyorlar; bunu geniglik ve süre bakım ından sınır
sız olarak, dolayısiyle de miras yoluyla intikal eden ve dev-
rolunabilen bir hak olarak kabul ediyorlardı. E kon om ik alan
da kültür, endüstri, iç ticaret hün-iyetleri bu haktan çıkıyor
ve bu, fertleri. Devletin müdahalesi olmaksızın, kendi araların
da özel sözleşmelerle muamele yapm akta serbest bırakm ak so
nucuna varıyordu. Yalnız m illetlerarası ticaret nizam lara tâbi
oluyordu, ki müstahsillerin m enfaati de bunu gerektirm ek
teydi; fakat yabancı piyasaya mal verdikleri için korunm ağa
muhtaç olm ayan Ingiliz sanayicileri “ serbest mübadele”yi,
yani milletlerarası ticaretin hür olm asını istiyorlardı.
Sosyal doktrinler. ■— Toplumun idaresiyle değil de te.gki-
lâtlanm asıyla ilgili olan yeni bir doktrinler çevşidi de kendileri
ne sosyalist adını veren hayırseverler tarafından aynı zaman
da hem İngiltere’de, hem Fransa’da formülleştirildi. Bunlar
toplum un ekonom ik temelleri, endüstrinin rolü, ücretlerin se
fil durumu, rekabetin kötülükleri, mülkiyetin ve mirasın se
bepleri üzerinde düşünmüşlerdi; sosyal rejim in tenkidini yap
mışlar, ıslahat tasarıları hazırlamışlardı. 1830 dan önce ay n
ayrı olarak (Owen, Şaint-Slmon, F ou rier gibi) m ünferit ha
yırseverler tarafm dan yapılan bu çalışma, bir takım form ül
ler ve taşanlarla sonuçlandı ve bunlar, 1830 dan sonra, işçiler
âleminde yayıldı. Fransa’da bu doktrinin taraftarları ihtilâlin
hâtıraları arasından, B abeuf’ün bir çöm ezi tarafından getiri
len, com m uniste adını tekrar ele aldılar; İngiltere’de do chat-
tiste’Xsv bütün işçileri öteki sınıflarla m ücadele halinde olan
bir sm ıf halinde toplam a çarelerini araştırdılar.
Fransızlarla Ingilizlerin eseri olan bu fik ir çalışması, daha
1848 den önce, toplum un bütün tenkidlerini, bütün propagan
da form üllerini ve sosyalizmin üzerinde yaşadığı bütün ısla
hat ta sa n la n m ortaya koymuştu. Fransızlar toplum un tenki
di, mülkiyet, miras, aile gibi, o zam ana kadar medeni hayatın
ço’ ı lü^rumlu temclîari sayılan genel filrirleri vcrm iş’ ord!. K lâ
sik iktisatçılann ekonom ik hürriyet hakkındaki doktrinini
reddetmişler, ticarî rekabeti “ mübadele anarşisi” , ücrct akdi
hüri’iyetini de insafsız bir söm ürm e diye, kötü saym ışlardı:
Z ira serm ayeye sahip olan işveren, ücreti tesbit bakımından
hâkim durum daydı; yaşam ak için çalışm ağa muhtaç olan işçi
ise işverenin keyfi iktidanna tâbi idi. Sosyalist duygunun for
mülleri Fransa’dan geliyordu. Bunlar da çalışmanın teşkilât
344 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
İH T İL Â L L E R V E R E F O R M L A R
bütün serf’leri âzad etmekle i§e bağlıyarak, ekip biçm ekte ol
dukları topraklan n bir kısmını kendilerine bıraktı; faka t bu
toprakları yıllık taksitlerle satın almalarını şart koştu; top
rakların öbür kısmı derebeyine kalıyordu. Asiller tarafm dan
icra edilm ekte olan zabıta kuvveti onların elinden alınarak
(adm a m ir denen) k öy cem aatine ve bir kanton mahkem esi
ne havale edildi. Aleksandr daha sonra A vrupa taklidi mües
seseler, m eslek y argıçla n ve cinai bir jüri tarâfffldan tevzi edi
len adalet, A lm anya’yı örnek alarak da Üniversiteler kurdu.
P olitik bir M eclis kurm ağa yanaşm adı; fak a t (asiller, şehirli
ler, köylüler olm ak üzere) üç sınıf tarafından seçilen mahallî
işlerle görevli m eclisler kurdu.
İk in ci savaş Sardunya kralının m üttefiki olan Fransa ta
rafından, AvusturyalIları İtalya’dan kovm ak için Avusturya’
y a karşı yapıldı. Bu harple AvusturyalIlar ancak Lombardır
ya’yı elden çıkardılar; fakat harp yüzünden prenslere karşı
ayaklanm alar oldu, bunların Devletleri Sardunya krallığına il
hak edildi; Sardunya krallığı da liberal anayasasını m uhafa
za ederek “ İtalya krallığı” haline ireldi. İtalyan birliği, Fran
sa model alınarak merkezleşmiş bir hüküm et şekli altında
gerçekleştirildi. Arazi valiler tarafm dan idare edilen (ve illere
benzeyen) yeni eyaletlere ve belediye başkanlan tarafından
idare edilen kam unlara taksim edildi; bunlann hepsi hükü
m etçe tâyin edilmekteydi. M ecburi askeri hizm et usulünce
kurulmuş olan ordu ,askere girenleri doğduklan yerden baş
k a bir bölgeye gönderecek tarzda teşkilâtlanmıştı. Venetla ile
R om a henüz İtalyan Birliğine dahil değildiler.
Harp, bunu yapm ış olan iki büyük D evlete karsı da tetv-
ki yarattı. Avusturya hükümeti artık ödünç para bulamıyoı>
du; İm parator, kredisini düzeltmek için, mutlak iktidardan
vazgeçti. K endi hüküm et meclisini, İm paratorluğun eyalet
lerinden herbirindeki mahalli bir m eclis (Landtag) tarafından
seçilen delegelerden m eydana gelm e bir tem silciler genel mecr
lisi (R eichatrath} halin© koydu; L(mdtag>m. kendisi ise dört
seçm en kategorisi tarafından seçilm ekteydi. Avusturya İm
paratorluğu meşrutî bir monarşi halini alıyordu.
Fransa da III. Napoleon güttüğü dış politika dolayısiyle
Papalığın, Devletlerinin büyük kısm m ı elinden çıkarmasına
sebep olduğu için katolikleri; İngiltere ile İngiliz m allannın
girm esini kolaylaştıran bir ticaret andlaşması yaptığı için
büyük sanayicileri gücendirm isti. O nlann m uhalefetini telâfi
352 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
getmekteydUer.
Perakende ticaret İs®, tersine olarak, eski alışkanlıklarını
m uhafaza ediyordu. Hayvan piyasasında hâlâ uygulanmakta
olan usulü tatbik oderek, bir fiyat tesbit etmeden ön ce mügteri
ile pazarlık yapm ak suretiyle en fazla k â r etme çarelerini arat
tırıyordu; bu ise m allan uzun zaman m ağazada saklam ak gibi
bir m ecburiyet yaratm aktaydı. Bu ticaret kolu, alıcılara sınırsız
sürelerle kredi açm ağa da devam ediyordu. Siparişler peraken
deciler tarafından tacirlerin hizm etlerinde olan gezici satış me-
m u rlan îia verilm ekteydi.
California ve Avusturalya altununun birdenbire bol m ik
tarda g-elmesi ve yeni maden çıkarm a usulleri sayesinde güm ü
şün fazla istihsali yüzünden kredi işleri altüst olm uştu; güm ü
şün fazla istihsali, altunla gümüş arasında tahm inen bin yıl-
danberi m uhafaza edilmiş olan değer nisbetini yoketmigti. K ıy
metli madenlerin bollaşması dolayısiyle tedavüle çıkarılan
m uazzam para miktarı, dem iryollar ve büyük sanayi müesse
seleri için gerekli sermayeleri toplam ağı mümkün kılıyordu.
Y a tasarruftan, y a da endüstri ile ticaretin kârlarından mey
dana gelen paralar, kredi merkezleri haline gelen bankalarda
toplanıyorlardı. İm tiyazlı D evlet bankaları tedavüle gittikçe
artan m iktarda banknot çıkarıyorlar ve banknotlar alışverişte
para yerine geçiyordu. İngilizler, hattâ istihlâk m addeleri için
dahi ödem e yerine çek kabulüne alışıyorlar, bu ise paraya ve
banknota olan ihtiyacı azaltıp kredilerin kıym et hacm ini arttı
rıyordu.
Bankalar para mevduatı, hesap havalesi, em tia üzerine ik
raz ve bilhassa ticarî senetlerin Iskontosu ile Devletlerin is
tikraz tahvillerinin em isyonu gibi, bütün m em leketlerin âdetle
ri arasına girm ekte olan, ananevi muameleleri daha büyük öl
çüde yapıyorlardı. Taşra şehirlerinde birçok özel bankalar kal
m ıştı ve bunların oralardaki müşterilerle şahsî münasebetlerde
bulunm ak gibi bir üstünlükleri vardı. F akat çok yüksek bir
serm ayeye muhtaç olan büyük kredi müesseseleri serm aye ba
kım ından anonim şirketler halini alıyorlar ve başka şehirlerde
şubeler açarak m uam elelerini senişletiyorlardı. Bunlardan ba
zıları tsk oçya’mn örneğine uyarak, m üşterileri tarafından ya-
tın la n paraları büyük sınaî teşebbüsler ve bilhassa demiryol
Uıgaatiyle havagazı kumpanyaları için uzun vadeli ikrazlar şek
linde kullanm ağa başlıyorlardı.
Maden işletmeleri, büyük maden sanayii, vapur kumpanya-
M l ^ Y K S B L l T A R İH İ 301
UZUN B A R IŞ D E V R E S İ V E Y A g A Y Ig lN D E Ö lSM E S t
bağım sız teşkilâtlı bir “ laci partisi” kurulunca aynı §ey oldu.-
B elçika’da yeni “ İşçi partisi” hem katoliklere, hem liberallere
m uhalefet edince de bu partilerden hiçbiri iktidara gelemedi. -
Fransa’da Millî Mecliste “M uhafazakârlar” adı altında birleş
miş olan gruplara m uhalif üç grup “Cum huriyetçi” partiyi kur
du; fakat bu parti, tek bir M eclis tarafm dan temsil edilen mil
letin egem enliği yolundaki ananevi ülküsünden vazgeçm ek ve
bir uzlaşmaya katılm ak zorunda kaldı; buna göre de o zama
n a kadar eşi görülm em iş bir parim anter rejim kuruldu ki bu,
tek derece ile seçilen bir Meclis, bir Senato ve iki Meclisin
K ongre halinde toplanıp yedi yıl İçin seçtikleri Cumhurbaşka
nından m eydana gelme bir Cumhuriyetti. Bu parti çok g eç
meden çoğunluğu ve iktidan elde etti. Sonra kendi içindeki
muhaliflerin hizipleşmeleriyle parçalandı; bu hizipler tekrar
“ radikaller” adını aldılar ve Meclis, hiçbiri çoğunluğu sağlıya-
mıyan üç partiye bölündü.
Bütün Devletlerdeki politikacılar sayılan gittikçe artan
gruplara bölünm ek temayülünü gösterdiler. Bu suretle hiçbir
parti çoğunluğu sağlıyam jyor ve teoriye ay k ın olarak, hüküme
te geçecek çoğunluğu teşkil etm ek için birkaç partinin birleşe
mesi gerekiyordu. F akat çeşitli birleşmeler yapm ak mümkün
olduğundan, ilkin bunlar arasm da bir seçim yapm ak gerekiyor
du. D evlet Başkanı kabineyi kurm akla görevli şahsiyeti seçi
yor, Başbakan da bir çoğunluk vücude getirm ek için gerekli
gru pla n bir araya topluyordu. B öylece bir grup birçok kom
binezonlara girebiliyor ve kabine düştükten sonra aynı şefi
m uhafaza ederek, fakat m üttefiklerini değiştirerek tekrar ik
tidara gelebiliyordu; İtalya’da da taklid edilen bu Fransız usu
lü bir çeşit “ idarei m aslahat” tı. K oalisyonların sağlani olduk
ları İngiltere hariç, bu koalisyonlar zayıf ve devamsız olduk
larından, kabinelerin ömürleri bazen çok kısa oluyordu.
Ü ç İskandinav D evlet partiler, öteki Devletlerdekinin ter
sine olarak kurulm aktaydı; Bunlarda m uhafazakâr parti köy
lerde, basım ları ise büyük şehirlerde üye topluyordu. İskandi
nav Devletlerinde ise M uhafazakârlar başkent halkı. D em ok
ratlar köyler halkı tarafından seçilm ekteydi. - K openhag gibi
büyük bir şehrin bulunduğu D anim arka’da kral, seçilm iş Mec
lisin çoğunluğuna karşı uzun zaman kabineyi ayakta tutmağa
m u vaffak oldu am a sonuîıda çoğunluğa boyun eğm ek zorunda
kaldı. - İsveç’te M eclis kralı, uzun bir direnmeden sonra, parl-
m anter rejim in yerleşm esine razı olm ak zorunda bıraktı. - Bas-
A V R U P A M İL L E T L E R İN İN 371
rar verdi. İllcin İlci D evlet arasm daki pürüzlü bütün meselele
ri halleden bir andlaşm a yaparak Fransa’ya yaklaştı, sonra
da A sya için aynı şekilde bir andlaşm a yaparak R u sya’ya ya
kınlaştı. Böylelikle de. Üçlü İttfik ’a bir kaurşılık gibi görünen
“ Üçlü Andlaşm a” nin yapılm ası igi sona erm iş oldu. Bu and-
laşm a A lm anya’da, başka Devletler tarafından ‘çemberlendi-
g1” intibaını uyandırdı; yanı zam anda da Balkan m em leketleri
konusunda Avusturya ile İtalya arasında çıkan bir anlaşmazlık
yüzünden Ü çlü İttifak zayıf düşmüştü. - Silahlanmayı sınıp-
ijyarak bangı sağlam ak için (189i9 ve 1907 de) iki defa yapı
lan ve bütün dünya Devletlerinin iştirakiyle bir K ongre top
lanması am acını güden teşebbüs, ancak bir takım dileklerin
açıklanm ası ve ihtiyarî bir tahkim divanı kurulması gibi bir
sonuç verdi.
M akedonya ordusunun Osmanh Sultanına karşı ayaklan
ması dolayısiyle A vrupa barışı bozuldu; Avusturya hükümeti
bundan faydalanarak B osna’yı ilha ketti, B urgar prensi de
(1908 de) hükümdarlığını ilân etti. İç m ücadeleler dolayısiy-
le zayıf düşen Osmanh İmparatorluğunun, kendini savunamaz
gibi bir hali vardı. İtalya Trablus’u fethetm ek için ona savaş
a çtı; sonra da Balkanlardaki küçük Devletler hristiyanlarla
meskûn mem leketleri Osmanh İm paratorluğunun elinden al
m ak için taarruza geçtiler v e onun Avrupa’daki hemen bütün
topraklarını zaptettiler. Bu Devletlerin büyüm elerini sınırla
m ak için büyük Devletler işe karıştılar. Bu buhranların yarat
tığı sarsıntıdan da A vrupa için bir felâket çıkm ası mukadder^
di.
MOfCldl hayatın y e m şarttan. — Hayatın maddî şartların
daki değişm e o kadar çabuk ve o kadar derin oldu ki, bir ih
tilâl olduğu intibaını yarattı. E konom ik hayatın bütün veçhe^
leri üzerinde etki yapan bu değişiklik, birincisi bilimlerin tek
niğe uygulanması, İkincisi de tabiatın biriktirdiği maddelerden
işletilmesi olm ak üzere, birbirinden ayrı iki sebebe atfedilebi
lir.
Tekniğin, o zam ana kadar, “am pirik” buluşlarla meydana
gelm iş olan, ilerlemesi bundan böyle, genel kanunlarla sonuç
lanan dakik ölçüler ve m atem atik hesaplarla çalışan bilim le
rin uygulanması sayesinde elde edildi. H er işlemden beklenen
tesiri önceden doğru olarak gösteren bu metod, istenen tesiri
yaratm ak için kullanılması gerekli usulü önceden tasarlamak
im kânım veriyordu. Teknik ica t çalışmaları da artık ya olay-
380 AVRÜPA MİLLETLERİNİN
dini bir m akinenin digli garkı rolünü yapm ağa mahkûm aibi
hissediyordu. K ararsız şartlar içinde günü gününe yaşıyor ve
-tıpkı m utlakiyetçi bir m onarşideki uyruğun durumu gibi-
müessese müdürlüğünün hükm ü altm da bulunuyordu. Ne İşve
renin iktidarını sınırlamak, hattâ ne de ücretlileri tehlikelerine
katlanm adıkları bir işin kârına ortak etm ek için h içbir amelî
usul bulunmuş değildi.
Aynı müessesede toplanarak devamlı tema,s halinde bulu
nan işçiler, burjuva şeflere karşı m uhalefette kendilerini da
yanışm a halinde görüyorlardı; bu m uhalefet de sosyalist dok
trinin iki sınıf arasında yarattığı mücadelenin sonucuydu. Bu
anlaşm azlıkta mutad silâh, grev olarak kalm aktaydı; işçiler
bunu iş sözleşmesinin hükümden kalkm ası gibi değil de, istek
lerini desteklem ek için en tesirli baskı vasıtası olarak görü
yorlardı. H attâ bunu, amelî bir sonucu olm am akla beraber,
“tesanüt grevi” halinde, başka zanaat kollarının grevcilerini
desteklem ek için de kullanıyorlardı. En ateşlileri son çare ola
rak “ genel grevi” görüyorlar ve bunu sosyal ihtilâl haline sok
m ak ümidini besliyorlardı. H attâ bazıları, tıpkı anarşistler g i
bi, işe “sabotaj” yaparak, yani makine ve m alzem eyi tahrip
ederek, çalışm ağa devam eden işçilere karşı şiddet hareketle
rinde bulunarak “ doğrudan doğruya faaliyete” dahi girişiyor
lardı.
Büyük Britanya patronların çocuklar, kadınlar ve delikan
lılar gibi müdafaasfö yaratıkları söm ürm elerini yasak ederek
en vahim yolsuzluklara çare bulmuştu, ö te k i Devletleri de ya
vaş yavaş kendine uydurarak bu konuda örnek oluyor; çalış
m a saatleriyle şekillerini nizam lam ak; işçilerin canlarını ve
sağlıklarını korum ak; hastalık, ihtiyarlık, iş kazalarına karşı
sigortalar ihdsıs etm ek için kanunlar çıkarıyor ve bunların uy
gulanm alarını sağlam ak için bir m üfettişler kadrosu kuru
yordu.
Sosyal ıslahat isteyen ve patronları geçim i aynı seviyede
tutm ağa, hattâ yükseltm eğe zorlayan İngiliz İşçilerinin "union”
ve “ fed erasyon ” lann ı kısm en öteki m em leketler işçileri de
taklld ettiler. Fransa’da bunlar senUikalar ve (aynı şehrin iş
çileri arasm daki) “ iş borsalan ” halini aldılar; bu teşekküller
de bir “ Çalışma Genel K onfederasyonu” halinde birleşm eği de
nediler. Alm anya’da işçi birliklerinin çoğu sosyalist partisi ile
anlaşm a halinde faaliyette bulundular; İtalya’da fa sci diye ad-
Işndm lan birlikler büyük sayıda tarım işçisini bir araya top
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 393
iğinde ilerlem eler oldu. A ydm latm a İşi ilkin havagazı ve petrol
lâmbası, daha sonra elektrik ışığrı ile ihtilâl geçirdi.
H ekim lik İlmî keşiflerle baştan aşağı değişti; kuduz, ve
ba, kolera, tifo, difteri, verem m ik ropla n m ikrobiyoloji saye
sinde tanındı ve antisepsi ile asepsinin doğm asına y o l açtı ki
bunlar, hastanelerde septisemiyi hem en hem en ortadan kal
dırdılar. - Asepsiye anesteziklerin keşfi de eklenince bu, cer
rahiyi yalnız y aralan değil, birçok hastalıklan da kolayca
am eliyat edecek hale getirdi. - D işleri tedavi ve m uhafaza et
mek, çürük ve bozuklarının yerine yenilerini k oym ak İmkânmı
veren digçilik sanatı, acı çekm e sebeplerini azalttı v e ihtiyar^
lığın eza verici sakatlıklanndan birine çare buldu. - Röntgren
ısınlarının keşfi radyoskopiyi doğurdu, feu sayede bir ânzanın
yerini tam tam ına bularak em in bir teşhiste bulunm ak müm
kün oldu. - Aşı v e serom lann keşfi birçok intanî hastalıklara
kargı koruyucu m ahiyette olm ak üzere ası yapm ak im kânını
verdi. - V eba ve koleranın bulaşma, şekillerinin keşfi, resmî
m akam lara tesirli tedbirler alm ak im kânını verdi ve bunlar,
birçok A vrupa şehirlerinde başgösteren bütün hastalık salgın-
la n n ı daha başlangıçta durdurdular.
Bütün bu ilerlem eler (bilhassa çocuklar arasm da) ölüm
nisbetini büyük ölçüde azaltm ak ve- ortalam a hayat süresini
A vrupa’da ve bilhassa durumun iyileşmeğe başladığı İngilte
re, İsviçre, İskandinav memleketleri, Fransa gibi yerlerde o za
mana kadar hiç bilinmiyen bir seviyeye ulaştıran bir sonuç
verdi.
Y eni yapılan veya mükem m elleştirilen fon ogra f ve sinema
gibi icatlar sayesinde eğlencelerde değişiklikler oldu; ilkin her-
Seyin resmini olduğu gibi çekip gösterm ek için kullanılan si
nema, tiyatronun halka m ahsus şekli haline gelm eğe başladı.
Eğlenceler, X IX . yüzyılın sonundan itibaren dansın daha ha
reketli şekiller altında yeniden dirilm esi ve İngiltere’den gelen
spor’lar dolayısiyle de değiştiler; bu sayede insanlar boş v a
kitlerini İskambil oynam ak veya meyhanelerde içki içmekle
geçirecek yerde daha sıhhî bir şekilde kullanm ak im kânına
kavuştular. Sayıları daha çoğalan ve daha parlak bir hal alan
tiyatrolar, müzeler, her çeşit sergiler gittikçe kalabalıklaşan
bir halk yığını için daimî bir tem aşa haline geldiler. Çoğu za
man klişelerle resimlenen kitaplar, dergiler, gazeteler öylesine
bol bir şekilde yayıldılar ki şehirler halkı arasına, hattâ köy
lere^ kadar sokuldular,
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 395
F. 26
402 A V R U P A MİLLETLE3RİNİN
BÜ YÜ K H A R P V E SONU ÇLARI
lardı. Denizlere hâkim olan, hasımları ise abluka koym ağa mu
v a ffa k olarak M erkezî İm paratorlukların harp malzemelerini
yenilem elerine ve halkı beslemelerine engel oldular. M üttefik
ler askerden, malzemeden, para ve krediden yana çok daha ge
niş kaynaklardan faydalanıyorlardı; dünyanın her yanıyla de
niz yolundan ulaştırm a halinde kalm ışlardı; sonunda da Bir
leşik Devletlerin askerî yardım ını elde ettiler. Zaferleri o za
m ana kadar görülm em iş bir şekil aldı. Kendi toprakları isti
lâya uğramış, yanıp yıkılm ıştı ama, m illetinin bitkinleşmesi
yüzünden kayıtsız şartsız barış istemek zorunda kalan, istilâ
cı oldu.
Uyruklarının ayaklanması yüzünden üç İm paratorlukta po
litik hayat altüst oldu. H attâ R u s İm paratorluğunda bu ayak
lanm a savaş sona ermeden önce başladı ve ayaklanan askerî
kıtalar. M eclisi Cumhuriyet ilânına zorladılar. Geçici bir parl
m anter hüküm et savaşa devam etti ve bir kurucu m eclisi top
lantıya çağırdı; faka t askerlere barış, köylülere de toprak mül
kiyeti vaadeden bolşevikler grupu bir kuvvet darbesiyle iktida
rı ele geçirdi. Onun kurduğu hüküm et A lm anya ile barış imr
zaladı, M oskova'ya çekildi ve sosyal ihtilâle girişti. - Avustur-
ya-M acaristan İm paratorluğu millî ihtilâller yüzünden parça
landı; Çeklerle Slovaklar tek bir D evlet halinde birleştiler;
Güney Islâvlari Sırbistan krallığına, Transilvanya rumenleri
de R um anya krallığına katıldılar. Alm an Avusturyasm da Vi
yana sosyalist partisi iktidarı ele aldı; Macaristan’ da liberal
lerle sosyalistlerin koalisyonu İle kurulan ihtilâl hükümeti, çok
geçm eden yerini bir kom ünist hükümete bıraktı, o da M üttefik
orduları tarafm dan işbaşından kovuldu. - Alm an İm paratorlu
ğunda ihtilâl, cephe gerisindeki bahriyelilerle askerlerin isyanı
üzerine başladı ve sosyalistlerin ayaklanm asıyla sona erdi, bun
lar da B erlin’de g eçici bir hüküm et kurdular.
D evletlerin değişm esi. — Birleşik Devletler Cumhurbaşkanı
tarafından ileri sürülen "m illetlerin kendi kaderlerini serbest
çe seçm eğe hakları olduğu” form ülüne uygrun olarak, savaş Or
ta A vrupa haritasını allak bullak etti. Bu prensip Finlandiya^
lılar, Estonyalılar, Letonyalılar, Litvanyalılar g ibi R u s çarlı
ğından kopan ve birer cum huriyet halinde teşkilâtlanan ayrı
ırktan dört kavimle, bir fütuhat sonucunda Prusya’ya ilhak
edilen m em leketlere kolayca tatbik edildi. F akat yeniden ku
rulan Polonya, (Silezya ve Pom eranya’da) birkaç asırdanberi
ayrılm ış toprakları alm akla kalm adı; Beyaz R usya’nın bir par
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 407
kova’daki bir K om ite tarafm dan idare edilen bir III. Enter
nasyonal kurmuştu ki bu, II. Enternasyonalle şiddetli anlaş
m azhk halindeydi. Bu bolgevik hizip, elindeki kaynaklan bü
tün Devletlerde bir komünist partisi kurm ak için harcıyordu;
B öylece bu partiler, sosyal ihtilâlin başlana-ıcı olan, genel bir
savaş: hazırlıyacaklardı. II. Enternasyonalin üyesi kalmış bu
lunan sosyalist partiler sınıf mücadelesi ihtilâlci taktiğrini ter-
kederek, öteki “burjuva” partilerle anlaşm a halinde hareket
ediyorlar ve hattâ (Alm anya’da katolik partisi ile ittifak ha
linde). kabinelere de giriyorlardı. Güdülecek taktik üzerindeki
anlaşmazlık, yeni hiziplere bölünme gibi bir sonuç veriyordu. -
B irçok Devletlerde “ köylü” partisi ile m illiyetçi bir parti ve
milli azınlıkların partileri kurulmuştu. 1935 de P olon ya’daki
seçimlerde, birbirleriyle rekabet halinde 35 liste vardı.
Parlm anter rejim e gerekli çoğunluk artık ancak birkaç
parti arasm daki koalisyonla m eydana gelebiliyordu; bu koalis
yon da a y n ayrı kom binezonlarla kurulabildiğinden, her kom
binezon değişikliği ortaya yeni bir çoğunluk ve bakanlar ara
sm da yeni bir değişm e çıkarıyordu. H içbir kom binezon sonuç
verm ediği zaman da partiler dışından alman kim selerle kuru
lan bir "teknik kabine” çaresi kahyordu. Bazen de, vahim, bir
malî krizden kurtulabilmek için, savaş sırasında olduğu gibi,
biı< çeşit genel selâmet kabinesi kurulduğu oidu.
Meclislerde, partiler arasındaki mücadele yeni bir usulle
hafifletilm işti; Bütün partilerin delegeleri kom isyon halinde
toplanıp bir metin hazırlıyorlar, tasarılar bu kom isyonda tar
tışılıyor, sonra Mecliste oya konulup kabul ediliyordu. Çeşitli
partilerin seçm enleri arasm daki anlaşmazlık şiddetini muhafa
za etmekteydi. E şit ve tek dereceli rey hakkı her seçuni halkın
ihtiraslan yahut özel m enfaatler arasında bir m ücadele haline
soku yor; bu da hüküm et idaresinin amelî icaplarım unutturu
yordu. Seçilenler kendilerini seçenleri memnun etmek kaygısı
n a düştüklerinden, kam u parasım bütün istekleri yerine ge
tirm ek için kullanarak hükümeti idare etme ça,re!erini araş
tırıyorlardı. M erkezleşmiş bir hükümetin mekanizmasını çoğu
zaman bilemediklerinden, m em urlanna ve alacakh ian n a mun
tazam ödem eler yapm ak için, hükümetin oldukça dolu bir hâ
zineye muhtaç olduğu gibi bir noktayı ihmal ediyorlardı. Halk
ise Devletin parasının an cak vergi mükelleflerinin yahut D ev
letin alacaklılannm parası olabileceğini düşünmüyordu. İhti
lâlci form üllere alışık olan sosyalist eğilimli partiler, mülk ve
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 411
partisi konseyi” tarafm dan seçilen “ k orp ora tif” bir m eclis al
dı.
İtalyan rejim i Alm anya’da nasyonal-sosyalist (N azi) parti
sinin şefi tarafından taklid edildi: Bu parti, ü niform a gribi kof-
yu renk gromlekler giyen bir milis halinde teşkilâtlanm ıştı. Par
ti şefi, köylüler ve işçiler lehinde yapacağı sosyal reform lar
üzerindeki bir program için şiddetli bir kam panyadan sonra -•
"A lm an ırkının” gururuna ve yahudilere beslenen hınca da
hitabederek, - büyük sanayicilerin ve ordu şeflerinin yardım ıy
la kendisini iktidara götüren bir çoğunluk elde etti. Bunun üze
rine, Italyancadan çevrilm e F ü h rer (önder) unvanını aldı ve
bayrağın üzerine yahudi aleyhtarı işaret olan gam alı haçı koy
du. “ Çalışmaksızın elde edilen gelirleri” ve faizle yapılan ödünç
leri lâğrvedeceğine, büyük arazi sahiplerini de m ülklerinden
çıkaracağına söz verm işti; fakat kendisini bu program ı uygu
lam ağa zorlam ak isteyen aşağı derecedeki şefler, kendi emri
üzerinde öldürüldü.
Parti şefi, “ totaliter D evlet” doktrinini benim semişti ki
buna g öre fert. Alm an ırkının kudretini kurm ak için bir âlet
haline geliyordu. O da faşizm gibi, bütün öteki partileri yasak
etti, bütün politik hürriyetlere son verdi, seçim leri hükümetin
kararlarını tasdikten ibai’et hale getirdi, m eclisi süresiz olarak
tatil etti, olağanüstü bir adalet cihazı ile bir del “ gizli D evlet
polisi” (G estapo) kurûü. Alm an olm ağa kabiliyetleri olm adığı
ilân edilen yahudiler, ârî ırkın tem izliği adına m em uriyetlerden
çıkarıldılar ve toplum dan uzak tutuldular. Na.9yonal-sosyallst
rejim i harbin faziletlerini göklere çıkarıyor; çocu k lan "tota
liter” bir öğretimle, delikanlıları da askerî talim ler ve nasyo
nalist geçitlerle buna hazırlıyordu. Tenkil hareketi “ toplam a
kam pları’ ile ‘ tamamlanmıştı, tevk if edilip buralara sokulan
m uhaliflere işkence ediliyor, aşağılatıcı bir muamele yapılıyor
du.
O toriter rejim , hükümetin mutlak iktidarının daha h afif
letilmiş bir gekli altm da yeni Devletlerin çoğunda kuruldu ama
bu, geçici olarak yapılıyordu ve ortada bu hali haklı göstere
cek bir doktrin de yoktu: Nitekim Polonyada generalliğe yük
selen bir sosyalist. Devletin selâmeti adm a şahsî diktatörlük
kurdu; - E ston ya ve Letonya’da bir m üddet devam eden ni
zamî liberal rejim in yerini diktatörlük aldı; - Güney A vrupa’
daki P ortekiz’de askerler bir profesörü iktidara getirdiler; Is
panya’da kralla anlaşan bir general diktatör oldu; Yugoslav-
.41 4 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
hâkim iyeti zorla kabul ettirdi k i bu, G rek kültürü üzerine ku
rulu tek bir medeniyetle beraber, politik ve sosyal rejim , dil
ve hukuk birliğini ihdas etti. Toplum, lüksten ve fik rî kül
türden tek basm a faydalanan gok küçük bir azmlıkla, efendi
nin keyfî iktidan n a terkedilm iş sefil bir ple'bs’Aen ve köleler
den m eydana gelen muazzam bir yığm a bölündü.
İlkin ömürle m ukayyet m utlak iktidara sahip bir İm pa
ratorla idare edilen R om a İm paratorluğu, D oğu İmparator^
luklarını örnek tutarak babadan oğula geçen bir m onarşi ha
line gird i; im tiyazlılar arasından seçilen mem urların hizmet
ettikleri bu monarşi, uyruklarını pasif bir itaate alıştırdı ve
kam u iyiliğine karşı kayıtsız hale soktu. D oğu ’daki G rek şe
hirlerinde m eydana çıkm ış olup daha ön ceki bütün dinlerden
bam başka olan bir dini onlara zorla kabul ettirdi; çünkü bu
din yalnız v c sadece bir' takım tapınm a usulleri koym akla kal
mıyor, dUallat ve pesimist bir dünya göıüşüne dayanan bir
doktrinle hal vtı «Idis kuralları da ihdas ediyordu; ayrıca bu
dinin '»ftllklorl rlinî vuzlfolorle görevleri bir kadronun (rühban
sınıfının) mutlak otorltoBİne do tâbidiler; sonradan perhizkâr
ve rlyazotkâ.1- bir öm ür sürmek tgin birleşmiş bulunan keşiş
cemaatleri do bu kadroya girdiler. A vrupa’nm D oğu’yu poli
tik ve din! bakınnlaıı örnek alarak böylece değişmesiyle. An
tik gafir sona örer.
R om a hâkim iyeti ve m edeniyeti dışında kalıp eski toprak
larını kısmen İslâv dili konuşan kavim lere bırakan v e fcermen
dili konuşan Barbar kavim lerin R om a İm paratorluğuna yer
leşmeğe m u vaffak oluşlarıyla da O rtaçağ başlar. Barbarların
istilâsıyla sınır bölgesi nufussuz kalmıştı, sonra buraya isti
lâcılar yerleştiler. Bunlar şehirleri yakıp yıkarak, İm parator
luktaki medenî hayat- şartlarını da yokettiler. İstilâ R om a İm
paratorluğunu, herbiri ayrı krala tâbi birgok hâkim iyetlere
böldü; kral da hem kendi Barbar kavmini, hem Lâtin dili ko
nuşan uyruklarını idareye başladı. Sonunda iki kavim tek
millet halinde kaynaştılar ve bu milletin toprağı kendi Barbar
kralının adını m uhafaza etti. - Aynı zamanda hristiyan dini
yavaş yavaş köyler halkı arasına sokulm ağa. Barbar kavim
lerin bir kısmı üzerine de yayılm ağa başladı ve bunlar, R om a ’
daki Papa tarafından idare edilen dinî birliğe girdiler.
F ran k kralının Gol ile Oermanya’nın bir kısmı ' üzerinde
kurduğu, fa k a t sonradan iki asır boyunca zayıfhyan hâkim i
yet, yeni bir Frank şefleri ailesi tarafm dan tekrar teşkilâtlan-
432 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
tarafm dan idare edilen egemen bir cum huriyet haline gelirken,
öteki m em leketlerde hüküm et gefleri şehrin derebeyine tâbi
kalıyorlar, hattâ onun tarafından tâyin olunuyorlardı.
Banka, havale mektubu, kom andit şirket, sigorta, ticaret
v e deniz hukuku, daha sonra da m uazzaf usulle muhasebe ve
arap rakam lariyle hesap, - gibi usuller İtalyan ticaretgâh şe
hirlerinde icad olundu v e m od em ekonom ik rejim in tem eli o-
larak kaldı. R om a hukuku öğrenm iş “ hukukçular” ı yargıç ve
m em ur olarak kullanmanın örneğini de İtalyan şehirleri ver
di. Bu örnek üzerinedir ki bütün m em leketlerde bir “ kanun
adam ları” sınıfı ortaya çık arak burjuvEiziyi genişletip nufu
zunu cok arttırdı.
Şehirlerde doğan yeni medeniyet, yeni bir sanat olan dinî
mimariyi, millî dilde edebiyatı doğurdu ve endüstri istihsalini
geniş ölçüde arttıran teknik icadlan m eydana getirdi.
Batı ve K uzey m em leketlerinde kralın politik iktidarı mer
kezleşip kuvvetleniyordu: Buralarda irs yoluyla krallık yapan
bir aile (Fransa, İngiltere, Iskoçya, İskandinavya kraHıklan,
Portekiz, K astilya ve A ragon krallıkları gibi) bütün bir böl
geyi tek b ir hâkim iyet altında birleştirmiştir. - O rta Avrupa’
da İm parator olan Alm an kralı. Papa ve İtalyan şehirleriyle
şiddetli anlaşm azlık haline düşmüştü ve kendisine seçim yo
luyla verilen ik tidan bu yüzden o kadar zayıflam ıştı ki İtalya,
daha sonra A lm anya prensler arasında parçalanm ış ve şehir
ler fiilen bağımsızlaşmıştı. - D oğu A vrupa’daki krallıklarda ya
bancı prensler arasm daki m iras kavgalan asillere, kralm İk
tidarını itibarî bir otorite haline indirm ek im kânını verm iş
ti.
X IV . yüzyıla kadar kralm , nazarî olarak sınırsız olan ik
tidarı, hareket im kân lan nm zayıflığı ve derebeylerle yüksek
rütbeli ruhanîlerin ik tid an arasındaki rekabet yüzünden, fiilen
sınırlanm ış bulunmaktaydı. Yalnız İngiltere’de, fetihtenberi
kral, derebeylerini aralan nda savaşm aktan alıkoyacak ve on
ları ferm an lanyle mahkem elerine itaat ettirecek kadar kuv
vetli bulunmaktaydı. X IV . ve X V . yüzyıllarda kral olsun prens
olsun hüküm darlann otoritesi, çeşitli m em leketlerde ortaya
çıkan yeni harekete geçm e usulleri sayesinde kuvvetlendi.
B unlar: Ü cret (solde = u lûfe) karşılığında sınırsız bir süre
için hizm et gören savaş adam lanndan kurulan ordular, - il
kin m ülk gelirlerinin karşılam ağa yetm ediği ordu m asrafları
için toplanan vergi’ler, - olağanüstü bir k a ra n ve bilhassa
m ukayeseli T A R İH İ 435
S O N
İ Ç İ N D E K İ L E R
B A S L A R K E N ................................................................... 3
I Ülke ve nufus. - A v r u p a ............................... 7
II G re t M edeniyeti ve R o m a H âkim iyeti . . 28
III Bizans İm paratorluğu ve Hristiyanlığın
D oğuşu ............................................................. 46
IV Barbarların İm paratorluğa yerleşm esi ve
Hristiyanlığın g i r i ş i ..................................... . 61
V Birliğin İm paratorluk v e K ilise tarafm dan
tekrar k u r u l m a s ı ...........................................81
VI D erebeylik rejim inin m enşeleri v e M illet
lerin teşekkülü (IX . - X I. Y üzyıl) . . . 98
V II O rtaçağda A vrupa (X I. - X III. yüzyıl) P o
litik o l a y l a r ....................................................... 121
V III Şehirler, Zanaatlar, T i c a r e t .........................144
IX R ühban v e D i n ...........................................160
X O rtaçağ’ın sonu (XTV. - X V . yüzyıllar) . 173
XI Y eniçağ’ın B a ş l a n g ı c ı ...............................206
X II X V II. yüzyılın ortacına kadar politik ha
yatın d e ğ i ş m e s i ........................................... 224
X III X V I. yüzyıldan X V II. yüzyılın ortasına ka
dar toplum .................................................241
X IV X V n . yüzyıhn İkinci Y a n s ı .........................259
XV X V n i. yüzyıl ........................................... . 2 8 3
XVI Fransız İhtilâli ve İstilâ Savaşları . . . 303
X V II X I X . yüzyıhn İlk Y a r ı s ı ...............................323
X V III İhtilâller ve R e f o r m l a r ...............................346
X IX Uzun Barış Devresi ve Yaşayışın D eğişm esi 368
XX Büyük Harp v e S o n u ç la n ...............................404
B İ T İ R İ R K E N ................................................................... 430
Charles Seignobos, Fransanın son yüz
yıl tarihçileri içinde en önde yer alan bir
bilim adamıdır. Avrupa kavimlerinin tari
hini mukayeseli bir şekilde çağ çağ ele a-
larak inceleyen bu eseri ise onun en çok
SÖZÜ edilmiş, en büyük bir ilgi ile karşı
lanmış kitabıdır.
Tarih kültürümüzün zayıflığı yüzünden
çok çekmiş bir millet olduğumuzdan bi
limsel metotla yazılımş tarihleri okumak
ve üzerlerinde düşünmek bizim için her
mUletten ziyade ihtiyaç olmuştur. İşte
bu düşünce ile size bu önemli eserin dik
katle hazırlanmış bir çevirisini sunuyor ve
lâyık olduğu ilgiyi göreceğinden emin
bulunuyoruz.
8 lira