You are on page 1of 447

CHARLES SEIGNOBOS

Mm^4Y{5ELr

m | a iK -Y A Y im R I
CHARLES SEIGNOBOS

AVRUPA
MiLLETLERtNiN MUKAYESELİ

TARİHİ
(E S 8A I lyU N E HISTOIBE COMPAKEE » E S
PEÜPLES DE L’EUBOPE)

Çeviren;
iSAMtH T lB y A ia O Ğ I.U

VARLIK YAYINLARI
Ankara caddesi, İstanbul
FAYDALI KlT,.\PLAR ; 6

Varlık yayınlan, sayı ; 766


Istanbulda Ekin Basımevinde basılmıştır.
Haziran, 1960
B A Ş L A R K E N

“ Framstz MUletinm Samimi Tarihi" adM kitabıma F ran­


sa’da gösterilen ilgi, henh daha cüretli bir teşebbüs yapm ağa
ş e v k e tti; en eski çağlardcm gilnümüiie kadar bütün Avrupa kai-
vimler^inin m ukayeseli tarihini bir tek ciltte toplam ağı dene­
dim. Bu kitabıma yayınlarken, böyle bir mMcerayı n ed en göse
ald%ğvtm v e n e yapmMk ni/yetinde olduğumu da açıkça a/nIMmak
ihtiyacını duyuyorum.
Bütün m em leketlerin tarihlerini in celem ek v e öğretm ekle
g eçen 60 yıl bana, bütün A vrupa kavim lerini, tarihlerinim, her
safhasında birbirleriyle kıyaslam ak imkânını verdi. B u kıyas­
lama da onlarm yaşayışlarının m ü şterek yönlerini bana gös­
terdi ki bu, yaln/ıa bir m em leketi veya bir devri inceliyen ta­
rihçilerin p ek gözü ne çarpmua.
ÇesitU kavim îerin maceralarını v e yaşayış sartlannı kı­
yaslarken, uzmanlar tarafından derlenen muazzam bilgi yığını
içinden bazı gen el benzei'likler çıkarm ak v e bu benzerliklerim
nasıl vücu t bulduklarmı ayırdetm ek imkânına kavuştum. Bun­
lar arasında gözüm e, iki türlüsü çarptı: Birisi, benzer fakat
bağımsız şartlardan ileri geleni, ötek i de tek kavim tarafından
yaratılan tek örmeğin taklidi suretiyle, edinileni idi.
Bu kıyaslamanın içine, özel tar'ihlere konu olan türlü çeşit
yaşayış şartlarını da sokm ağa özen gösterd im : B öylelikle hal-
km faaUvetlerİMin çeşitli kolkurmı, geçim şartlarını, ekonom ik
çatışmayı, töreleri, politik v e sosyal rejim i, dini, ilimi, edebiyat
v e güzel sanatları da bir bütün halinde ele almak m ümkün ol­
du.
Değişmeler-in iki m uhtelif m enşeini aytrdederek, bu yasor
yış şartlarının nasıl istihale geçirdiklerini anlatmağa çaİAstım.
Bu değişikliklerin bazıları (adına tesadüf v eya kaza denen ve)
savaşlar, ihtilâller, reform lar gibi tarih hâdiselerini teşkil eden
birbirlerinden bağımsız bir sıra olaylarm aynı ânda rastlaş-
malarvnvn sonucu olmuştur ki, bunlarhn kökü çoğu zaman fe r t­
lerin, in isyatifi ile m eydana gelir, ö t e k i değişiklikler ise, canU-
larm tekâm ülüne benzeyen bir teakup sırasına göre, daha ön­
cek i şartlardan doğmuşlaradır ki bunlar da bir iktidarın art­
4 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

mam, bir tekniğin ilerlem esi, bir dinim veya bir miiessesenm
]/at/Umam gibi şeyler'dir.
’ B ütün bu değis-lktihler beser fiillerinin m eyvesidir. Fakat
bu fiMlerin kendileri de ihtiras, arzu, inanç, bilgi, hal v e gidiş
gibi şeylerd en v e bilhassa - gelen eklerle kuralları yaratan -
geçmJiÿin hatvı^ammas'mdan; yahut da teşebbüsleri v e ilerle^
m eleri doğuran g ele ce k düşüncesinden ilham atmışlar veya
bunlar tarafından sev k v e idar<e ı edilmişlerdir. B en sadece s'o-
n uçlan m üşahede v e tesbitle yetinm edim , sebepleri gösterei'ek
fiilleri anlatm ağa çahştım ; onun içindir ki göze görünm eyen
bu iç teferruatı, tarih kitaplarındd yapılm ası âdet olundan çok
daha fazla ,açığa vurdum.
İn celem eyi (bazen “ élite ^ seçkin ler” adı da verilen ) im ­
tiyazlı küçük azmlığa hasretm ek istem edim , ki tarih belgele­
riyle eserlerinde en ç o k bunlarım yapıp ettik leri yer tutar. Ter­
sine olarak ben, bizim bilebildiğimiz - v e ne yazık ki ço k y e ­
tersiz olan - ölçüde, halk yığınının yaşam a şartlarını tası^.r et­
m ek im kânım araştırdım.
Basma-ikahp şekiller arasında değil de g erçek hayat şart­
lan arasında kıyaslama yapm ağa önem v erm ek te olduğumdan
resm i kurallara,, m ü esseselere, em irnam elere, kennun v e talimat­
lara uzım boylu aldırış etm ed im : Zaten bunlar, ç o k yen i za­
manlara kadar, otoritelerim, uyruklarının fiillerini değil de, »bu.
otoritelerim arzularını v eya ülküsünü g österegelm işlerdir; ben
daha ziyadë politika, din v e hal ve gidiş konularındaki g erçek
usulleri v e tatbikatı tasvire çalıştım.
H er bir faaliyet koluna ne kadar yer ayırm ak gerektiği
konusunda karar v erm ek için kendi .i'ahsi takdirim den başlca
kılavuzum olamazdı v e bu da, tabii, münakaşa götürür bir ş e y ­
d i; onum için, takibettiğim prensipi de açıklam am gerekiyor.
Başlıca yeri olaylara v e politika rejim lerine, sdvasiara, ih ­
tilâllere, hüküm etlerin icraatlarına ayırdım. Son savaş (B i­
rinci D ünya H arbi) da politikanın bir kavm in bütün hayatım
nasıl ku vvetle etk i altında bıraktığını v6, onun bütün öteki
faaliyetlerime nasıl hâkim olduğunu gösterm iş bulunmaktadır.
E konom i tarihi alanındaki son çalışmalar sayesinde tan m
v e endüstrideki istihaleye, ticaret v e krediye, tekniğin ilerle­
m elerine geniş bir yer ayırabildim ; hattâ çoğu zaman yeni­
liklerin m enselerini g österm ek v e bunların hangi şartlar altın­
da m èvàana geldiklerini anlatmak imkânını buldum.
M U K A Y E SE Lİ TA K İH Î 5

Toplumun yap-mnı, maddi hayatın sartlariyle berabetl (p o­


litik v e ehonom ik sartlarm sonucu olan) sınıflara bölünmeu%
töreleı'l, sosyete m ünasebetlerini, aile v e m ülkiyet hukrıkunu
te k v e aynı bölümde toplam ak suretiyledir ki, “ sosyal” diye va-
sıflandvrılaın olaylar yığınm ı inceledim.
E n telektü el hayat adı altında bilhassa kavim lerin hal ve
gidişlerimi idare eden fik ir çalınmalarını, din inançlarını, ahlâk
anlayışlarını, eğitimm. m eydana getirdiği ülküyü ve son çağ­
larda da politik form üllerle ilm bilgileri topladım. İnsanlann
büyük çoğunhığunun yaşayışında pek om yer tutan edebiyatla
güzel sanatları sükûtla geçiştirm eğe cesaret edem edim ; fakat
bunlankn gen el vasıflarını v e çeşitli devirlerdeki başlıca n evi­
lerini g österm ek le yetindim.
İnsana ç o k öğ retici hıyaslamM unsurları veren küçük ka-
vim lere yeteri kadar y e r ayırmadım. Gündelik hayatın âdetle­
rine, yem eklere, giyim^kusama, m esken şartlarına, ev eşyasına,
va kit g eçirm e tarzına, aile hayatına, sosyal m ünasebetlere, eğ ­
len celere daha fazla y e r ayırammdığımM daha çok üzülüyorum :
Çünkü bunlar her zaman, bütün miUetlerin hayatında başlıca
ilgi çek en noktalar olagelmişlerdir. B u iki boşluğun a n sım bil­
hassa duym aktayım .
Çağlarm sıralanısınt devirlere ayırdım ki, ' bunların çoğu
da kitabın bölüm lerine tekabül etm ektedir. B u devirlerin süre­
lerini ço k eşitsiz Wj1 sehilde tertipledim . Zamamımıza yaklaş­
tıkça tophımi daha çapraşık, faaliyetler daha değişik bir hal
aldıkları v e esasen olaylar da daha iyi bilinm ekte oldukları içim,,
bunları, g ittik çe kısalttım. Çeşitli faaliyet kollarındaki değişik­
liklerin çabuklukları esiü olmadığından, ^ a n i bunlar ekonom ik
v e sosyal hayatta, politik hayata g öre daha yavaş ohtp bittik­
lerinden,- bazı zamanlar tekrarlardan sakınm ak için oku yu cu ­
dan, bu konuda bas'ka bir bölürn,de verdiğim tafsilâtd başvur­
masını rica ettim .
Genel yaşayış şartlan ara.sındaki bir kıyaslamada ancak
umumi tcufsilât buhm abileceğinden, tarihin çek ici tarafını me{/-
da/na getiren her şeyden, bazı kişilerdin m aceralarındaki dramon
tik taraflardan, teferriiat tasvirlerindeki hoşluklardan bile bile
vazgeçtim . B u kitap, tarih olaylarının g er çe k vasfına v e zin-
cirlenisine ilgi duyabilecek çaptaki oktw uculara h itabetm ekte-
dir.
Genel şartlan kıyaslam ak durumunda olduğumdcm (sef,
6 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

vekilj tem silci, delege, m ebus, savaşçı, rahip, hükûm-et, ordıo,


savaş, din, rejim gibi) gen el terim ler kullanmak morunda kal­
dım ki bu, eserim e görünürde m ü cerret bir eda vermekteki-/'.
Fakat h erkes tarafından anlaşılan, sade v e teklifsiz Hr dil kul-
hmarak, hiç olmMsssa eserim in halayca okunm asını sağlamağa
çalıştım. H itabet üslubunun genzeği değistin'en basmMn)kahp
şek illerind en ; sahte bir dakiklik intibaı v eren sözde ilm te­
rim lerden, m ü cerret form ülleri g er çe k kişiler haline soka/n m e­
caz v e istiarelerden kaçındım. Fiilleri v e düşünceleri sebepler
veva duygularla izah ed erek bunları g er çe k insamlara bağla­
m ağa özen gösteM^fn"
K itaba bir isim indeksi eklem ek,, bana faydasız göründü.
Çünkü özel bir tarih noktası üzerinde bir bilgi bulm ak için
başvm ^lan bir m üracaat kitabı yazm ak istem iş değilim. A v ­
rupa’ nın geçm işinin, gen el bir fik ir v erm ek am acım güden,
um um i bir tablosunu çizm ekten ba şk a 'şey düşünmedim.
B ir bibliyografya yapm ağı m üm kün görm ed im ; tam ola­
bilmesi için, bunun hem en hem en kitabın m^tni kadar uzun,
olması g erek ecek ti. Yalnız su kadarını söytiyeyim ki Gotha
külliyatımn (Alm anca) D evletler tarihlei'inden, O ncken külli­
yatının (A lm anca) tarihlerinden; LavisseHn idare ettiği “ Fran­
sa Tarihi" gibi büyük m illetler tarihlerinden, yahut “ İn giltere’­
nin Siyasi Tarihi’^ (Political H istory o f Englam,d), Fransvs dün­
ya tarihleri küUiyatlanndan faydalcmdım. A yrıca Dottin,
K roeb er, N iederle, F. L ot; D elb rü ck v e Hoetmsch’ün çalışmalar-
rina v e ekon om i tarihi için de 8ee, Siegfrted, KuUscher v e bil­
hassa Sombartj Lipson v e H eck sch er’in eserlerin e ç o k şey borç­
luyum.
K aid e olarak, ancak uzmanlar arasında vücu t bulan an­
laşma, suretiyle gerçekleşip yerleşen tarih çdkşm alarm ı izah
e ttim ; bana m uhakkak gibi görünen, fa k a t üzerlerinde tam bir
anlaşmanın bulunmadığı olaylar için de şüpheli terim ler kul­
landım. Bununla beraber yin e de benim, yahut kendisine u y­
m ak hdtasını işlediğim bir tarihçinin yaptığımın, teferruatla
ilgili bazı yanlışlara rastla/nacağından eminim. F a k a t bu yan-
lışlann, gen el görüsle^'in vei umumi sonuçların değerlerini hiçe
in direcek d erecede olmadıkla-nnı sanıyorum. B eri yomdan bu
kitapta, A vrupa kavim lerinin, bugünkü hale gelinciye kadar
geçirdikleri değişikliklerle hâdiselerin tam bir tablosunu ver­
m e işini başardığımı da umuyorum.
I

Ü LK E V E NTJFUS. — A V R U P A

Yunanlılar tarafından bulunmuş olan A vrupa adı, başlan­


g ıçta yalnız A sya’ya yakın olan Güney-doğru bölgesini göster­
meğe. yararken, Akdeniz’in kuzey kıyılarındaki mem leketlere,
sonra Okyanus’a kornşu m em leketlere ve nihayet, bunlaı* A k ­
deniz dünyasıyle münasebetlere giriştikçe. M erkezle D oğu ’da^
ki m em leketlere de yayıldı. Bu bir coğra fy a terim i idi kİ, böl­
gede oturanlar arasında h içbir müştereklik fikri verm iyordu.
A ncak m od em çağlarda,“A v ru p a milletlerini öteki kıtaların
halklarıyla kıyaslıyaraktır ki, bunlarda m üşterek bir duygular
ve âdetler temeli bulunduğu sonucuna varıldı ve bu da o m il­
letlere, zaten epiyce m üphem olan, bir A vrupa topluluğ"a şuuru
verdi.
Coğrafya şartlan. — Terim in m odem anlam ıyla Avrupa,
10 milyon kilom etre karelik bir yüzeyle, kıtaların en küçüğü­
dür. A sya’ya 4.300 kilom etrelik, çok genig bir berzahla bağlı­
dır ve A frik a ’dan bir iç denizle (Akdeniz) ayrılmaktadır. Üze­
rinde birçok küçük adalar bulunan bu denizi, hattâ küçük .san-
dallarla dahi, aşm ak kolay bir iştir. A vrupa kıtası Am erika’­
dan da çok geniş bir Okyanua’Ja aynlmı,ş bulunm aktadır ki,
burada yalnız gem iler sefer yapabilir.
A vrupa’nın yüzeyindeki girinti-çıkm tdar pok eşitsizdir.
Güney’de, Akdeniz yönünde bu yüzey ç o k sarptır. Pirene, Alp,
Aponnin gibi sıradağlar bu bölgede yükselirler ve bunların sarp
yam açları ancak dar vadilere, küçük ovalara yer bırakır ki,
bunlar da birbirlerinden sıradağlarla ayrılmıştır. Okyanus’a
bakan Batı, bölgesi çok daha az sarptır, burada y er yer çok
yıpranm ış dağ kümeleri, h a fif yam açlar görülür. Bu bölge da­
ha fazla yaylalardan ve h a fif meyilli ovalardan m eydana gel­
miştir. O rta bölg-e ile D oğu bölgesi (ki A vrupa’nın en büyük
parçasını bunlar kaplar) uçsuz bucaksız ovalar halindedir. Bu­
radaki yüzeyin girinti-çıkıntısı ancak H arz ve K arpatlar böl­
gesiyle İskandinav yanm adasm da sarplaşır.
Deniz toprakların içerisine pek eşitsiz bir şekilde girer.
8 A V R trP A M İL L E T L E R İN İN
Güney yönündeki körfezlerle Akdeniz, ç o k içerilere kadar iler­
ler v e bunlar, kıtayı yarım adaları geklinde keserler, ayrıca A k­
deniz’in üzerine birçok ada serpiştirilmiş durum dadır; kıyılaı^
da birçok koylar vardır ki bunlar, tabiî lim anlar halindedir. Ok­
yanus yönünde kıyı çok daha az girintili çıkıntılıdır ve alçak­
tır ama, med zamanı sular kabarınca, nehirlerin, ırmakların de­
nize döküldükleri yerlerden, ço k m ahfuz iç lim anlara kadar
yükselir. K uzey-Batı’da Okyanus, Avrupa’nın en büyük iki
adası olan Büyük Britanya ile İrlanda’yı çevreler. Orta bölg’e
ile Doğru’nun ancak u fak bir parçasının kıyısında denizler vaı^
dır, ki bunların yalnız bir tanesi (K uzey D enizi) açıktır, öbür
İkisi (Baltık Denizi ve K aradeniz) ise hemen hemen kapalı­
dır. N orveç müstesna, kıyılar alçak, limaJilar seyrektir.
Öbür kıtaJara göre iklim, daha eşittir. O rtalam a ısı -f- 18
ile 9 arasında değişir. F akat yine ¿0 çeşitli bölgeler arasında
çok büyük fark lar vardır. Akdeniz bölgesinin iklim i sıcak ve
kurudur, bufada seyrek olarak tufanı andıran yağ-murlar ya­
ğar. Okyanus bölgresinde ise A m erika’dan gelen sıcak akıntı sa­
yesinde ısı farkı azdır, yağm urlar sık ve muntazamdır. Avru­
pa’nın geri kalan kısım larında ise iklim çok daha fazla sert-
t i j: M evsimler arasında büyük ısı farkları, yazın uzun kurak­
lık, kışın da şiddetli don devreleri görülür.
Kıtanın yüzeyinin ve iklim in gereğinden olarak, Akdeniz
bölgesindeki akarsuların hemen hepsi kısadır ve seli taıdırır
şekilde aktıklarından, gem i seferlerine elverişli değillerdir. Ge­
mi seferlerine elverişli olan nehirler med ve ceziri olm ayan bir
denize dökülürler ki, bu nehlilerin ağızlarında, girm eğe engel
olan birer delta da vardır. Okyanus bölgesinde nehirlerin akı­
mı daha muntazamdır, bu nehirler, A m erika’ya bakan iyi birer
liman olan haliçlerle son bulurlar. D oğu bölgesinde nehirler
m untazam akımlı ve geniştir ama, kapalı denizlere dökülür­
ler.
Yerin ve yeraltınm niteliği de bu şartlara bağlı olan bir
şeydir. Akdeniz bölgesinde yeni kabartılarla m eydana gelen ve
yağm urlar yüzünden az aşınan (erozyon) zeminde, derin allüv-
yonlar pek az toprak vardır. Bu bölge pek sulak değildir ve
ancak ince bir humus tabakasıyla kaplıdır. Yeraltı, maden ya­
takları bakım ından yoksuldur, maden kömürü bulunmaz. Ok­
yanus bölgesinde, ovaların allüvyonlardan m eydana gelm iş olan
zem ini oldukça k a h » bir hum us tabakasıyla kaplıdır. Y eral­
tında büyük toiktSırda maden cevheri ve bilhassa dem irle - en
M U K İy ESELİ t a r ih î 9
çok İngiltere, Hollanda ve Alm anya’da olm ak üzere - genig ma­
den kömürü yatak lan vardır. D oğu bölgesinin eskiden buzullar­
la kaplı olan K uzey ucu ise kısır çakıllar ve kum larla kaplı­
dır. Buranın büyük kısmı eskiden çayırlarla kaplı g-eni§ ovalar­
dır ki, bu cayırlar zamanla, çürüyerek çok verim li ve kalın bir
humus tabakası bırakmışlardır. D ağlık (K arpatlar, K afk as­
y a ) bölgelerin eteğinde, yeraltında maden köm ürü yataklan,
petrol tabakaları bulunur.
F izik şartlann etkisi. — İnsanlar pasif olarak çevrenin (1)
etkisine boyun eğdiklerine ya da m em leketlerinin maddî şart­
larından faydalanm ayı öğrenm iş olduklarına göre, bu şartlar
kavim lerin hayatları üzerinde ayrı ayrı etkiler yapmıştır.
Akdeniz bölg-esi zayıf üretim, ulaştırma, savunm a vasıta­
larına sahip kavim ler için elverişli şartlan bir araya getirm ek­
teydi. H ayat için çok lüzumlu olan ve yiyeceğin, giyimin, otu­
racak yerin sağladığı sıcaklık ihtiyacı, sıcak ve kuru bir ik­
limde daha kolaylıkla karşılanabiliyordu. Halk, düşük verimli,
zayıf bir toprakla yetinebilm ekteydi. Çok sarp olan memleket
fazla sayıda u fak bölgelere ayrılmıştı ki bunlar, istilâlara k ar­
şı kuvvetli engellerle korunm aktaydılar. Aşılm ası kolay olan
deniz mem leketi devamlı olarak D oğu kavim leriyle tem as ha­
linde tutuyordu. Bu D oğu kavim leri daha önceden medenileş­
miş ve zana.atların tekniğini kavramışlardı. ;
Böylelikle Akdeniz kıyılarında bağımsız, küçük kavimler-
den m eydana gelm e eski âlem vücut buldu. Bu kavim ler iki
yılda bir ürün veren ve en çok keçilerden, koyunlardan, çelim ­
siz öküzlerden, az süt veren ineklerden m eydana gelm e davar
sürülerini ancak besleyebilen yoksul bir toprak üzerinde yeı§ı-
yorlardı. Çok büyük bir el gücüne m uhtaç olan bu medeniyet,
mamul ve ürün bakımından yoksuldu ve u fak bir azınlığa m ün--
hasırdı; bu medeniyet, A vrupa’nın hayatı üzerinde bilhassa ze­
kânın çalışması ve sanat eserlerinin yaratılması bakımından et­
ki yapmıştır.
Okyanus bölgesinde daha soğuk, daha nemli olan iklim
ortaya daha büyük ihtiyaçlar çıkarıyor, daha fazla çahsılma-

(IJ İnsoMların içinde yasadıkları “ çev re” onlara fiillerim


zorlamaz, sadece hu fUlleri m üm kün hale sokar. N itekim mü­
kem m el Ümranlara sahip m em leketler uzun zaman bahriyesiz
kalmışlar, köm ür yatakları ise yeni çağlard kadar* hiçbir ma­
denci tarafından imletilmemişlerdir.
10 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
smı gerektiriyordu. D eniz yolundan ulaştırm alar daha grüstü
ve A m erika’y a kadar uzayam ıyordu; bu yüzdendir ki, Okya-
nus’a bakan m em leketlerden hiçbiri, antik m edeniyet toplu­
luğuna girm iş değildir. Fakat tekniğrin ilerleyişi insanlara,
mem leketin tabiî kaynaklarından faydalanm ak im kânını ba­
ğışladıkça, şartlar da daha elverişli hale geldi. D ah a kalın, dar
ha verim li olan toprak, daha derinden sürüldü, üç yılda iki yıl
ürün verm eğe başladı; daha iyi sulandığı için de süt veren
inekler, kasaplık sığırlar, domuzlar gibi daha iyi kalitede hay­
vanların beslenmesini mümkün kıldı. Maden cevherinden ya­
na daha zengin olan yataklar, ormanların verdiği odun köm ü­
rü sayesinde yapılan dem ir istihsalini geniş ölçüde arttırdı.
M untazam akımlı nehirler sayesinde, ticaret, m em leketlerin içe­
rilerine girm ek im kânını buldu. Akdeniz’le K uzey denizi ya­
bancı m em leketlerle ticaret için gerekli yolları sağladılar, d a r
ha sonra Okyanus’ta da Am erika’ya, A frik a ’ya ve Uzakdoğu’ya
giden yollar açıldı. X IX . yüzyılda, maden köm ürü ve demir
yataklarının geniş ölçüde işletilmesi, endüstri m addeleri istih­
salini arttırm ak im kânını verdi ve buharla yapılan taşıt işleri
do hayat şartlarını altüst edecek hale seldi.
K ıta bölgesi, az medenileşmiş kavim ler için çok elverişsiz
olan şartlar yüzünden geri kaldı: İklim sert. Ormanlar aşılmaz
haldeydi. Nehirlerin, ırm akların kıyıları boyunca bataklıklar
vardı. Ovalar, atlı kavim lerin istilâlarına açıktı, bunlar burar
larda devamlı bir ulus kurm aksızın mem leketi yakıp yıkarak
talan ediyorlardı. Medeni âlemle ulaştırma, güçtü. Bu uçsuz bu­
caksız alanın en büyük kısmı uzun zaman hemen hemen ıssız
kalmış ve ancak X V II. yüzyıla doğru yavaş yavag meskûn hale
gelmiştir. Batı ile Güney bölgelerine, m edenileşmiş Avrupadan
gelm e zaöaatkâr, tâcir, rençber gibi ya,bancılar yerleşm işler ve
yerli halkın içinde bir türlü eriyem iyen topluluklar meydana
getirmişlerdir. Bu da, Tuna bölgesinde sık millet birliklerinin
doğm asına engel olmuştur. En eskiden medenileşmiş olan GÜ-.
ney-D oğu yarım adası ise, Türk hâkim iyeti altında, A vrupa’nın
en geri mem leketi haline gelmiştir. (1 )

f l j Yazarın kendi görilsünil belirten bu yargılan buraya


olduğu gibi aldık. F a k a t T ürklerm her gittikleri yere m ed en i­
y e t götürm üş ioTduklan da yin e birçok Batilı tarihçiler tara­
fından kabul edilmiş biı\ g erçek tir (Ç ev iren ).
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 11
X IX . yüzyılın sonundan itibaren çok. daha çoğalan D oğu
Avrupa kavimleri, Batı kavim lerinin yarattıkları yeni tekniği
uygulıyârak topraklarının büyük verim inden ve topı-ak-altının
çok genig olan demir, maden kömürü, petrol gribi kaynakların­
dan faydalanm ayı öğrendiler.
A vrupa’nın em esh i nufuslan. — A vrupa’da en eskiden otu­
ranlar hakkında tarih bize hiçbir §ey öğretm em ektedir; çün­
kü tarih norm al olarak yazılı belgreler üzerinde çalışır, AVrupa
ise yazm m kullanılm ağa bağlanmasından önce zaten insanlar­
la meskûn bulunm aktaydı; onun içindir ki, yazıdan önceki çağ­
lara tarih ön cesi çağı adı verilmiştir. Bu zam anlar hakkm daki
bütün bilgilerimizi, üç özel bilim halinde teşkilâtlanm ış olan
üs öğrenm e usulüne borçluyuz:
A ntropologya, ki insan vücutlarının v a sıfla n bakımından,
insanları »rfc’lara ve çeşitlere ayırm ağa çalışır.
E tn ografya, k i insanlann törelerini inceliyerek, onları feo-
vinüer halinde sınıflandırm ağa çabalar;
Dilbilim, ki kavim leri, dilleri arasındaki benzerlik bakı­
mından sınıflandırm ağa gayret eder.
Bu ü ç bilimin edindikleri bilgiler bize, tarihöncesi kavim ­
lerinin tariliini yeniden ortaya koym ak im kânını verm emekte-
lerse de, onların yaşayışlarındaki ör.elliklerin hiç olm azsa bir­
kaçını şöyle böyle g'örmek iınkâmnı bağışlamaktadırlar.
Antropologya/ya g öre ırklar. — A vrupa’daki kavim lerin
hepsi. Batı A sya iîe K uzey A frik a ’da da oturm akta olan beyaz
ırktandırlar am a antropologya bilginleri, Avrupa’da (iki üç çe­
şidi saym aksızın) adına ırk deneceit başlıca üç grup bulundu­
ğunu kabul etm ekte hemen hemen birleşmişlerdir. Bunların
herbiri, o ırkın ideal tipini m eydana getiren birkaç özellikle
vasıflanm ış bulunmaktadır. Bu ırklar, arzın enlemi yönünde
bulunan ü ç bölgeye yayılm ış dağılmışlardır.
Akdeniz’in iki kıyısında. K uzey A frik a ile Avrupa’da bu­
lunan Güney bölgesi, adına Akdenizli denen ırkın bulunduğu
yerdir. Bu ırk u fak boylu, uzun kafataslı (d olik osefal), küçük
el ve ayaklı, ço k esm er tenli, kara gözlü, kara saiilınır.
K ıta boyunca dağlık kesimlerden geçerek Fransa ve Büyük
Britanya’da Okyanus’a kadar uzanan orta bölgede, adına alpli
denen ırk oturur ki orta boylu, tıknaz, kısa kafataslı (brakise­
fa l), koyu renk g öz ve saçlı, uzun sakallıdır ve saçları kıvır­
cıktır.
R usya’dan D oğu İngiltere’ye kadar A vrupa’nın Kuzeyinde
12 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN
adına nordik (kuzeyli) ya da (Avrupa’da bulunduğu için ) A v­
rupalI denen ırk oturur; uzun boylu, iri yapılı, kocam an el ve
ayaklı,' beyaz tenli, sa n saçlı ve m avi gözlüdür (k i bu vasıflara
dünyanın başka hiçbir nufus topluluğunda rastlanm az).
Şurasını da asla unutm am ak gerektir ki, saf ırk tipleri,
antropologya ilmi tarafından ideal bir şekilde ortaya konmuş­
tur. Cîerçek hayatta ise tek ve aynı tipin bütün vasıflarını top ­
layan kişilere pek az rastlanır; hemen hem en bütün insanlarda
aynı zam anda çeşitli birkaç tipin vasıfları görülür (örn eğin
bunlann gözleri a çık renktir de saçlan siy a h tır); hemen daima
aynı ailenin fertleri olan baba, ve oğul ya da; kardeşler, aynı
ırk vasıflan n a sahip değillerdir. Bu ise, AvrupalIların sa f bir
ırktan olm adıklarını isbat eder: Bunların tipleri, a y n ırklardan
ana-babalarm birleşmesinden m eydana gelm edir. Bunlar melez­
dir ve tarihöncesinden kalm a İskeletlerin incelenmesi göster­
m iştir ki daha çok eski zamanlarda, aynı mezarın içinde ay n
tipte insanlar toplu halde yatm aktadırlar. Onun için antropo­
logya bize ancak değerleri münakaşa götürebilir bir takım bil­
giler verm ektedir.
E tn ografyaya g öre m edeniyet çağları. — K azılar yapılm a­
ğ a başlıyalıdanberi, ilk zemine ulaşıncaya kadar bütün yıkıntı
tabakalarını tem izlem ek suretiyle, etn ografya ilmi aynı yerde
birbiri peşi-sıra yaşam ış olan kavim lerin çeşitli tabakalarda
bıraktıkları m ilyonlarca gey üzerinde çalışm ak im kânına ka­
vuşmuştur. Böylece etnografya, eşya imali için kullanılan tek­
n ikler arasındaki fark la m eydana çıkan ve birbirini takibeden
yaşayış tarzlarını ayırdedebilmiştir.
A letleri im al etm ek için kullanılan maddeye dayanılarak
X IX . yüzyılda yapılan ilk bir sınıflama, tarihöncesi zam anlann
süresini, birbirine eşit olmayan, dört devire bölm ek gibi bir so­
nuç verm işti. M ezarlann ve hele - birbiri üzerine yığılan yıkın ­
tı tabakaları içinde biçim leri ve süsleri değişen - çans,k çöm ­
leklerin m etodlu şekilde incelenmesiyle, bu sınıflam a İşi düzel­
tilmiş ve tamamlanm ıştır. Böylelikle de her hayat tarzının
m em leketin hangi bölgesinde cereyan etmiş olduğunu aşağı yu ­
karı m eydana çıkarm ak mümkün olmuştur. Pakat, b ir kavm in
yabancı törelerini benim sediği de çoğu zaman görülegelen bir
şeydir; onun için, aynı y er üzerinde cereyan etm iş olan hayat
tarzlan m eydana a y n ırklardan toplulukları değil, birbirini
takibetm iş olan medeni halleri çıkarır.
E n eski tabakalarda paleoUtik devrin kalıntıları vardır ki
m ukayeseli tar Ih I 13
bu, sok uzun sürmügtür ve buz devrelerinden birine kadar da-
yanır. Bu devir, adlarını araştırm a yerlerinden alan on kadar
daha kısa devreye bölünmüştür. Bütün bu devir boyunca A v­
rupa’da oturanlar ham sileks, kemikler, sinirler, hayvan post^
la n gibi ham maddeler kullanıyorlardı; hiçbir evcil hayvana
sahip değ'üdiler; avlanarak, balık tutarak karın doyuruyorlar­
dı. A vrupa’da nesilleri tükenmiş ya da kaybolm uş m am ut g'i-
bi, yabanöküzü, ren geyiği gibi vahşi hayvanları biliyorlardı;
nitekim bunların resim veya heykel halinde tasvirlerini bırak­
mışlardır. Y abaniler gibi yaşam aktaydılar ve pek seyrek bir
nufus topluluğu halindeydiler.
N eolitik devri bam başka tarzda hayat sürmekte olan halk
topluluklarıyla başlar ve şimdiye kadar da bunlarla paleoUtik
devrinin yabanileri arasında emin biı‘ intikal devri bulunama­
m ıştır; oysa ki neolitik devrinden itibaren halk topluluklarının
yaşam a tarzı, devamlı bir derecelenm e ile değişmiştir. B u de­
v ir üzerindeki en bol bilgileri, adlarına “göl evleri” denen k öy ­
lerde bulunan eşya sayesinde edinm ek mümkün olmuştur. Bu
"göl evleri” İsviçre’deki birkaç gölün kıyısında kurulmuşlar­
dı. Y ine bu bilgiler. K uzey İtalya’da, tüm sekler üzerine kurul­
m uş olup adlarına “ terram are” denen köylerde bulunan eşya
sayesinde de elde ıedilmiştir. A vrupa’daki mezarlarda, A sya’da,
Sus’ta, T rova’da, Anau’da bulunan benzeri eşya ile tamamlan­
mıştır, ki buralardaki en eski tabakalar M .ö. 40 y a da 50. nci
yüzyıla kadar dayanmaktadır.
Bu kavim ler, vahşiler gibi yaşam ıyorlardı. K öy halinde
gruplanm ış daimi meskenleri vardı. Bu meskenlerden İsviçre
göllerinde bulunanlar g öle çok derinliğe çıkıh sivrij^ğaç kütük­
lerinin üzerine oturtulmuş bir döşemenin üstüne kurulmakta,
Italy^’dakilerin çevresinde ise bir duvar bulunmaktaydı. Bu in­
sanlar daha o zamandan bizim köpek, keçi, koyun, inek, domuz
gibi evcil hayvanlarımıza sahiptiler. Onlar da çavdai, arpa,
yulaf, darı, hattâ buğday gibi, bizim tahıllarımızı ekiyorlar; ta­
neleri dibekte döverek un yapıyorlardı. Yünle keteni eğirip ip­
lik yapıyorlar, kum aş dokuyorlar, ipler ve ağlar imal ediyorlar­
dı. Balçıktan çanak-çöm lek de yapm aktaydılar. Bu hale göre
bu kavimler, ürünleri ve hayvanlarıyla geçinen “oturgan” in­
sanlardı. B itkileri ile hayvanlan A vrupa’da cilâlı taş devrinden
önce yoktu, fakat bunlar m uhakkak batı A sya’da var oldukla­
rına göre, A vru pa’ya, kendisi de A sya’dan gelm e bir kavim le
birlikte gelmiş oldukları şüphesiz görünm ektedir.
14 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
En eski tabakalarda a y n ca cilâlı taştan âletlerle silâhlar
da vardır; bunlardan başlıcası baltadır ki, hem odun kesm e­
ğe, hem savaşm ağa yarıyordu. D aha yeni tabakalarda ise gitgi­
de madenî eşya da ortaya çıkmaktadır. İlkin, süs eşyasında
kullanılan altunu, sonra bakırı, daha sonra da bir kalay karı­
şımı ile bakırdan yapılan tuncu görüyoruz. Cok uzun bir süre,
belki de yirm i asır boyunca, âletlerin, (balta, hançer, mızrak
ve ok ucu gibi) silâhların, (gerdanlık, bilezik, yüzük, toka g i­
b i) süs eşyasının ham maddesi, tunç olmuştur.
Adına m egalitik denen yapılar da bu devirde inşa edilm iş­
tir. Bunlar Yunanistan’da (M ikeneile Tirente’deki) iri ham
taş külçelerinden yapılm a sur duvarları; İngiltere’deki muaz­
zam Stonehenge taş anıtı; Fransa’da, adlarına breton’cada dol­
men (!'} denen, toprakla örtülü ham taştan m ezarlar (k i bun­
lar dar bir dehlizin ucundaki odadan m eydana gelmeydi, ölü­
ler silahlan ve süsleriyle buraya yerleştirilirdi, aynı odada ölü­
lere getirilen yiyeceklerin içlerine konacağı çanak-çöm lekler
de vardı). A vrupa’da tunç devrinin ne tarihini, ne de süresini
bizler iyice bilmemekteyiz.
Bu iyice belirm iş olaylardan, bu kavim lerin yaşayışlarının
iki önemli vasfını anlamak mümkündür. Mezarları yapm ak İçin
harcanan büyük iş gücü ve toprağa göm ülü kalmış altun ziy­
net eşyasıyle silâhlann değeri, bu insanların ölüler için büyük
fedakârlıklar yapm ak ıjerektiğine inandıklannı isbat etm ekte­
dir. Anıtlarının kocam an taş külçelerini çıkarıp taşım ak için
harcanan büyük gayretler ise çok sayıda insanların tek bir
kum anda altında hep beraber çalişıp çabalamalarını gerektir^
miştir, bu i«e sözlerini dinletebilen şeflerin varlığını gösterir.
G irit’te ve Yunanistan’da yapılan buluşlar gösterm ektedir
ki, tunç devri sona ermezden çok önce, çağımızdan evvelki X X .
v e X V . yüzyıllar arasında, yunan adaları halkı büyük saraylar,
m uhteşem mezarlar, kuvvetli surlar yaptıracak kadar nufuzlu
kralların hükm ü altındaydılar. N itekim bunlarla ilgili anılar,
Girit kralı olan M inos ve Miken kralı olan Agam em non’la il­
gili efsanelerde de kalmıştır.
X V . yüzyıla doğru olan zamana, kadar, hattâ M ısır ve Kal-

(1) Suriue’den itibaren bütün Kvızey A frika boyunca^ Is­


panya’ da, Framsa’ da, B ü yü k B ritanya’da v e hattâ İsv eç’ te dol-
m en’ ler bulunduğuna aöre, bunun çeşitli kavim ler tarafmdrm
benim senip k‘u,ll<m‘iildâğı anlaşılmaktadır.
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 15
de’nin en medeni kavim leri dahi altun, bakır, gümüş, kalay g i­
bi işlemesi kolay madenlerini kullanmağfı biliyorlardı. T oprak­
tan çıkartılm ası daha güç olan demir, daha yeni bir devirde
ve ilkin süs olarak kullanılmıştır. A vrupa’da X . yüzyıla doğru
ön ce kısa, sonra uzun olan demir kılıç ortaya çıkar ki, bunla­
n n en eskileri Avusturya’da bulunmuştur. Aynı zam ana doğru,
mezar yeni bir biçim olan tilmülüs şeklini alır ki bu,, yuvarlak
bir tüm sektir ve savaşçı da buraya silâhları, bazen de hiz-
m etkârlan veya k an sıyla birlikteı gömülür. Bu m ezarlara Rus­
ya’nın Güneyinden itibaren (ki orada bunlara K urgan adı ve­
rilir) bütün A vru pa boyunca, ta Fransa’nın K uzey ve D oğu-
gsu na ve İngiltere’ye kadar birçok yerlerde rastlanır. D em ir kı­
lıç, adına Grek’lerin K eltai, Rom alıların Galli dedikleri bir
kavm in silâhı, tümülüs del bu kavmin şeflerinin mezarıydı.
Avrupa dOler^min m enşei. — Dilbilim, A vrupa’da konuşu­
lan hemen hemen bütün dillerin şimdi kaybolm uş m üşterek bir
dilden geldiklerini, İran’ın çok eski dili (Zend) ile H indistan’­
ın çok eski dili /’Sanskritçe) nin de aynı dilden gelme olduk-
lan n ı kabul etmektedir. Hattâ İranlIlarla Hindular, A rya adı
altında birleşmiş olduktan bir zam anda kendilerini Asya’ya ge­
tirm iş olan göçü n hâtırasını da m uhafaza etmişlerdi.
D ilciler ana-dllin m eydana gelmiş olduğu merkezi araştır­
mışlar ve bunu Asya’da değil de, K uzey-D oğu Avrupa’nın bir
bölgesinde bulduklannı sanm ışlardır ki burada meşe, kayın
ve gürgen ağaçlan bitmekteydi. D ilciler böylece, ana-dilden
gelm e bir dili konuşan çeşitli kavim gruplarının hangi sıra ilo
birbirlerinden ayn ld ık la n n ı öğıenm işlerdir: İlkin A sya’ya g öç­
müş olan A rya’lar, sonra adına “ doğu grupu” denen İslav, S a l­
tık (L/itvanyaca), Arnavut, Erm eni dilleri - daha sonra adına
“ batı grupu” denen Cermen (İskandinav, Alman, Anglo-Sak-
son) dilleri - onun peşinden hellenik diller - son, olarak da İta­
lik (Osk, Samnit, Lâtin) ve K eltik (Gol, Gaelik, Britanik) dil­
leri. '
Şu halde Avrupa kavim leri aynı asıldan gelm e diller k o ­
nuşm aktadırlar ki bunlar, "H ind-A vrupa” adı altında toplan­
mıştır. P akat buna bakarak, bu kavim lerin aynı ırktan olduk-
la n gibi bir sonuca van lm am alıdır; çünkü dil doğuştan miras
yoluyla edinilmez, eğitim le elde edilir. Atalarınınkinden başka
bir dil konuşan kavim ler bulunduğunu gösteren birçok örnek­
ler vardır. Çoğu zaman dil, yerli halka yabancı bir azınlık ta,-
rafından getirllm ietir; Fransa’ya çok az sayıda R om alı gelm iş­
16 A V R U P A M tL L E T L E R İK ÎN
tir ama, bu m em lekette R om a asim dan bir dil konuşulm ak­
tadır. Yalnız §u kadarı söylenebilir ki ,bu aynı asıldan dillerin
kullanılışı çeşitli A vrupa mem leketlerine türlü yönlerde göçm üş
olan ve bu dilleri konuşm akta bulunan insan grupları tarafın­
dan getirilmiştir.
D ikkat edilecek bir nokta da şudur: A n tropologya ilmi vü­
cut bulmadan önce, Avrupa kavim lerinin ilk sınıflandırılm ası
işi, Alm an dilcileri tarafından yapılmış, bunlar da halk toplu,-
luklannı dillerine dayanarak, fakat aynı dili konuşan her
topluluğa ırk adını vererek bir sınıflam a yapmışlardır. Kelt,
Cermen, İslâv, hattâ Lâtin ırkından sözetm ek âdet olmuştur.
D ilcilere göre esm er ya da sarışın bir tasriften (conjugaison ;=
çekim ) sözetm ek de aynı kapıya çıkar. A vrupa’da dille ırk ara­
sında h içbir münasebet yoktur. İsbatı da gudur ki ırklarla dil­
ler A vrupa kıtası üzerine birbirine aykırı iki yönde yayılm ış­
lardır, ırklar (Alpin, Nordik, Alpin, Akdenizli) enlemleri, yani
arz dairelerini takiben K uzey’den Güney’e doğru olan bölgelere
yayılmışlar, diller ise (Keltçe, Cermence, İslâvca) boylamları,
yani tûl dairelerini takiben Batıdan D oğuya doğru yayılm ışlar­
dır.
Avrupa’nın birbirine zıt iki ucunda H ind-Avrupa dillerin­
den ayrı diller konuşan halk toplulukları da kalm ıştır; bun­
lar Güney-Doğu’da, İspanya’da Bask, K uzey-D oğu ’da, Baltık
denizi kıyılarında Finlilerdir ki, dilleri halen de Finlandiya ve
E stonya’da konuşulmaktadır.
Kavim lerin m eydana geliş v e göçedinle^-i. —^ Cilâlı taş ve
tunç devirlerinin halk topluluklarını ancak maddî kalıntılarla
tanımış bulunuyoraz. Bunların ne hangi dili konuştuklarını, ne
de hattâ kendilerine hangi adı verdiklerini biliyoruz. İçlerinde
kavim lerin de adlan geçen yazılı belgeler, G reklerin ve Romar
lılann eseridir ve en çok, savaşlarla ilgilidir. Bunlar kavm l
az bilen yabancılarda;n kalm adır ve bunun aslı ile geçirdiği m a­
ceralar hakkında bize ç o k eksik bilgi verirler. Yalnız, biz nu-
fu s topluluklarının iki ayrı usulle m eydana geldiklerini biliyo­
ruz.
N orm al nufuslanma, yirm i-otuz asırlık bir süre boyunca
doğum ların ölüm lere göre fazlalığı yüzünden m eydana gelmiş­
tir. Henüz İS S IZ bir top rağa birkaç aile yerleşti mi, bunların
çocu kları sonunda aynı dili konuşan, aynı âdetlere uyan bir
kavim haline geliveriyordu. K anada Fransızlarınm ve K ap’taki
HollandalI Boerlerin misâli, ıssız bir memlekette bir h alk top ­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 17
luluğunun yanm. asırdan daha az zam anda iki misli çoğalabi-
leceğini gösterm ektedir.
N ufuslanm a igl bagka bir usulle de m eydana gelmiştir. Bir
m em leketten kalkan bir kavim g-idip başka bir m em lekete yer­
leşmiş, b u rad a oturanları da kuvvet kullanarak kendisine bo­
yun eğdirmiştir. Yunanistan’da gelenek yoluyla kalan hâtıra­
lardan anlaşıldığına göre X II. yüzyıla doğru Ku;Zey dağlarından
gelen D or’lar hemen hemen bütün Peloponez’le G irit’i işgal ve
buradaki tuns devri medeniyetini yolj.etmislerdi. İtalya’da, R o ­
m alıların kendisine verdikleri Eti'üsk’ ler adı ile tanınan bir ka­
vim, P o vadisiyle Toskana’yı işgal etmişti.
E n önem li göçler, dem ir kılıçla silâhlanmış olan v e K elt di­
li konuşan, adlarına G ol’ler dediğim iz kavim lerinki olmuştur.
K elt dili konuşan kavim ler iki g öçte K uzey-D oğu’daki büyük
adalara yerleşmişlerdir. Bunlardan birincisi IX . yüzyıla doğru
İrlanda llo B üyük Britanya’yı işgal etmiş ve burada kendi dili,
İrlanda veı Iskoçya’da konuşulan O aelik dilinin menşeini teşkil
etinlftlr. İkincisi de V. yüzyıla doğru Britamni’ lerin g öçü ol-
muitur kİ, bunlar da adlarını Büyük Britanya’ya verm işlerdir.
Franıa'dakl B reton vo Ingiltei-û’deki Gal dillerinin menşei,
bunların dili olmuştur. V. yüzyıla doğru Fransa’dan çeşitli
yönlere dojrru bir takım istilâ hareketleri olm uştur; Bunlardan
birinde Güney-Batı’ya doğru giden K elt’ler, Iber’lere karışarak,
Ispanya’da K eltib er denen savaşçı kavm i m eydana getirm iş­
lerdir. B ir kol D oğuya doğru Güney A lm anya’y a ve tâ M aca­
ristan’a ve Sırbiste^n’a kadar inmiş, buradai da K eltçe y er ad­
ları kalmıştır. B ir başka istilâ sırasında da G ol’ler İtalya’da Po
ve A pennin bölgesini işgal etmişlerdi!’. Bunların Avînıpa’y a son
göçleri B elçikalılarm ki olm uştur ki, Fransa’nın bütün Kuzey-
D oğu bölgesini işgal etmişlerdir. Bunun üzerine Keltlerin ege­
m enliği aşağı Tuna’dan İspanya ve İrlanda’ya kadar A vrupa’­
nın bir başından öbür başına yayılm ıştır; bu egem enlikten iz
olarak şeflerinin jm varlak mezarlarıyle K eltçe yer adları kal­
mıştır. Bu egem enlik, başka savaşçı kavim lerin göçleriyle ya-
vag yavaş gerilem iştir.
Eski belgeler, ço k nadir olm akla beraber, M .ö. V. yüzyıl­
dan n . yüzjnla kadar, çeşitli kavim lerin A vrupa kıtası üzerine
nasıl yayılm ış olduğunu görm eğe İmkân verm ektedirler. Esı-
kilerin her kavim e verm ekte oldukları ad, bu kavim in kendine

F. 2
18 A V B U P A M İL L E T L E R İN İN
verdiği ada çoğu zam an uym am aktaydı; fa k a t biz bu kavlm le-
ri gösterm ek için, eskilerin onlara verdikleri adı kullanıyoruz.
G üney A vrupa kavimleri. — Bugün adına Balkan yarım ­
adası dediğimiz, A vrupa’nın A sya’ya yakın Güney-Doğu ucu
ile Güney bölgesi ve Yunan adalarında medeniyet bakımından
en ileri kavim ler oturm aktaydılar ki bunlar, Heiien’ ler adı al­
tında birlegmişlerdi (R om alılar bunları G rek ’ler diye adlandı-
rıyorlardı).| H ellen’ler K ın m ve K üçü k A sya’dan bağlıyarak İs-
panya’y a kadar Akdeniz’in bütün kıyılarına koloniler gönder­
mişlerdi.
Y arım adanın Kuzeyi ’Tuna’ya kadar, barbar kalmış ve dil­
leri de kaybolm uş bulunan T rak’la.nn elindeydi. Çok güç aşılan
ve A driyatik denizine kadar ulaşan dağlık bölgede de İlliryah-
lar oturuyorlardı.
İtalik yarım adasında çok eski kavim ler oturm uşlar ve bun­
lar adlarını iki adaya bırakm ışlardı; Sardunya’da oturanlara
Sard'lar, Sicilya’da oturanlara da S ito n ’lar daha sonra da Si-
kul’ler olmuştu ki, İber’lerin diline benzer bir dil konuşm ak­
taydılar. Kıtanın G üney ucu ile Sicilya adası, Grek kolonileri
tarafından işgal edildi. M erkezdeki bütün dağlık bölge savaşçı
kavim lerin elindeydi: Güney’de N apoli ovasına yayılmış olan
Samnit’ler, Merkezde birkaç tane ço k u fak kavim, deniz yö­
nünde, Tiber üzerinde de Lâtin’ler vardı. Bugün Toskaaıa diye
adlandırılan mem leket çok uzaktan gelen E trüskler tarafından
fethedilm işti ve bunların, Grekçe yazıtlardan bilinen dilleri,
bugüne kadar çözülmüş değildir ve H ind-Avrupa aslından çık ­
m ışa benzememektedir. Bunlar töreleri ve dinleri bakım ından
İtalya’daki öbür kavim lerden kuvvetle ayrılmaktaydılar. Taş­
tan kubbeler yapm asını biliyorlar, kâhinleri de kurbanların
karaciğerlerini inceliyerek istikbal hakkında kehanette bulu­
nuyorlardı. Bu iki zanaat K üçük A sya’da icra edilmekteydi ki,
görünüşe göre Etrüsklerin çıktıkları m em leket de burası ol­
m ak gerektir.
K ıtanın A pennin’lerin Kuzeyindeki kısmı - ki E skiler bu-
rasmı İtalya’dan sajrmıyorlardı - Etrüsklerden sonra Gol ka­
vim leri tarafından işgal edilmiş v e bunlar Adriyatik’e kadar
ilerlemişler, hattâ R om a ’y ı bile almışlardı.
D aha o zamandan adına İspanya denen Güney-Batı yan m -
aclası, Iberlerin mernleketiydi. Bunlar u fak-tefek, esmer, k ıvır­
cık saçlıydılar, h a fif silâhlarla savaşırlardı. A n cak birkaç keli­
m esi bilinen dilleri, H ind-Avrupa kökünden gelmige benzem e­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 19
m ektedir. İberler çok sayıda gayet ufak kavim lere bölünm üş­
ler ve Pireneler’in ötesine, Garonne’a kadar yayılm ışlardı ki,
burada adm a Akiten detıen kavm i m eydana getirdiler.
Batı A vrupa Uavimleri. — Cenova körfezinden R h ôn e neh­
rine kadar Akdeniz kıyısında L ikür adı altında birleşm iş çok
küçük kavim ler oturuyorlardı. Görünüşe göre bunlar, Gollerin
gelişlerinden önce, Pireneler’e kadar yayılm ış bulunm aktaydı­
lar. A n cak birkaç kelimesi bilinen dilleri, belki H ind-Avrupa
kökündendi.
Fransa’nın bütün geri kalanı Gollerin elindeydi. K eltçe k o ­
nuşan ve savaşçı kavim ler olan bu Goller, (Başhcası Marsilya
olan) kıyıdaki Grek kolonileriyle münasebetteydiler. Grekler
de Gollere kendi alfabelerini ve para kullanmasını öğretm işler­
di. Son gelenler olan Belçikalılar ise daha savaşçı olarak kal­
mışlardı v e Seine nehrinin Kuzeyindeki m em leketi işgal et­
mekteydiler.
Büyük Britanya İle İrlanda da Avrupa kıtasındaki Keltler-
16 münasebet halinde olan ve K eltçe konuşan savaşçı kavim le-
ıln elindeydi. Bunların, töreleri hemen hemen aynı idi ve hepsi
do kudretli bir lonca halinde teşkilâtlanm ış olan, adm a da
Druide denen rahipler tarafından öğretilen dinî bir doktrine
mensuptular.
Orta A vrupa kavimleri. — R hein nehrinin D oğusunda ve
Tuna’nın K uzeyinde A vrupa’nın Vistül’e kadar olan uçsuz bu­
caksız alanlarında ve İskandinav yarım adasında çok seyrek bir
halk topluluğu vardı. Bu, toprağa az bağlı olan ve Cermen dili
konuşan kavim lerden m eydana gelmişti. Bunların şehirleri yok ­
tu, aileleri v e sürüleriyle birlikte kolaylıkla uzak mesafelere
gidiveriyorlardı. R om alılar bize bunlara Cerm en’ler demesini
öğretm işlerdir ama, bu kavim ler kendilerine aynı adı verm e­
mekteydiler. Uzun boylan, kuvvetleri, mavi gözleri, sarı saç­
ları, beyaz tenleri ve sarhoş edici içkilere olan düşkünlükleri
ile G rekleri ve R om alılan hayrete düşülüyorlardı. Şu halde gö­
rünüşe göre bunların arasında oldu kça büyük nisbette N ordik
ırkından insanlar vardı. G oller de Eskiler üzerinde aynı inti­
baı bırakıyorlardı ; fakat bunların aynı ırktan oldukları muhak­
kak değildir. Bunların saçlarının rengini anlatm ak için kulla­
nılan Lâtince veya Grekçe terimler, sarışından ziyade kızıla
daha çok uymaktadır.
D oğu A vrupa kavim leri. — Tuna’nın ötesinde, Kai'ade-
niz’e kadar uzanan uçsuz bucaksız ovada, arabalar içinde yaşa­
20 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
m akta olan g ö çeb e kavim ler dolaşm aktaydılar, Batı’da bulunan
ve Eskilerin kendilerine Çarmatlar dedikleri kavim, Iranlıla-
rınkine hısım bir Hind-Avrupa dili konuşm aktaydılar. Batıda
oturan ve Y unanlıların /sfcifle r diye adlandırdıkları bagka bir
kavim ise Kuzeye doğru tâ uzaklara kadar yayılmış bulunmak­
taydılar; banlardan bazıları yerleşmişler, çiftçilik ederek buğ­
day yetiştirip bunu Greklere satıyorlardı. Bu m em leketin he­
men her yanında tümüliis biçim i büyük mezarlar vardır ki
bunlann asıllaıı bilinmem ektedir. Bu m ezarların içlerinde de
G rek sanatının etkisi altında kalmış yerli bir sanatın yapısı
olan eşyalar bulunmuştur. Bugün adına Transilvanya denen,
K uzey-Batıdaki dağlık bölgeye II. yüzyılda adına D aç’\ax de­
nen savaşçı bir kavim hâkim bulunmaktaydı ki, K elt dili k o­
nuşan fâtihlerin yerlerini bunlar almışlardı.
Germenlerle Iskandinavların Doğusunda, Baltık kıyıların­
da ve R u sya’nın henüz bataklıklar ve orm anlarla kaplı uçsuz
bucaksız ovalarında, ço_k seyrek ve çok az medenileşmiş nufus
toplulukları yayılmış bulunmaktaydılar ki E skiler bu nlann an­
cak adlarını bilmekteydiler. Bunların büyük kısmının İslâv dil­
lerinden birini konuştuktan sonradan anlaşılmıştır.
B altık kıyılarında, Batıda Borusu’lar, D oğu da LitvanyaU-
lar olm ak üzere iki kavmin herbirinin çok eski olarak kalm ış
ve H ind-A vrupa ana-diline daha yakın olan dilleri vardı. Bun­
lar Iskandinavlardan çok İslâv’lara benzem ekteydiler. En uzak­
ta olan ve sarı ırkla, hısım lıklan bulunan Finliler, A vrupa’da
bilinm eyen bir Ural-Altay dili konuşuyorlar ve henüz hemen
hemen vahşi bir hayat sürüyorlardı. İslâv göçm enleriyle yap-
tık lan tem aslar ve birleşm eler bunları sonradan AvrupalIlara
daha benzer hale soktu.
K avim le ırk arasındaki m ünasebetler. — gu noktaya dikkat
etm ek gerektir ki, çoğu zaman bir kavim e verilen ad, sadece
bir m em leketi idare etm ekte olan azınlığın adıdır ve bu mem­
lekette oturanlann büyük çoğunluğu başka cinstendir, ö r n e ­
ğin, yabancı savaşçıların hâkim iyeti altına giren bh' rençber
topluluğu çoğu zaman, o bölgeyi fethedip hâkim ısmıf haline
gelm iş olan alınlığın adını alıp onun dilini konuşmuştur. Hat­
tâ, bir istilânın hâtırası m uhafaza edilen m em leketlerde bui ay-
n h k herkesçe bilinmekteydi. N itekim Y unanistan’da Helot
köylülerini çalıştırm akta olan İsparta D or’larm m ve TeaalyaM
atlılar tarafından teşkil edilen aristokrasinin durum u da bey­
leydi. Gollerde geniş çiftliklere sahip bir “atlılar" aristokrasi-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 21
si ile, hemen hemen köle muamelesi gören bir köylüler “ pleb”
ini Çesar birbirinden ayrı tutm aktaydı. Eski çağ yazarları Gol
Keltlerini uzun boylu, çok yiyip içen, ateşli bir şekilde dövü­
şen İnsanlar olarak tasvir ederler. Bu tablo ise şimdi Fransa^
nm M erkezi ile Batısında oturan halkın ne bedeni tipine, ne
karakterine, ya da Büyük Britanya’nın K elt bölgelerine uy­
maktadır. Su halde K eltler her halde savaşçı sınıfı tegkil et­
miş olacaklardır; buna karşılık da köylülerden m eydana gelme
yığın, burada eskiden oturanların soylarından gelm iş olacaktır.
T u nç devri, hattâ cilâlı taş devri halk toplulukları -adları­
nı bilm iyoruz- toprağı ekip biçiyor, hayvan yetiştiriyorlardı; bu
hale göre, mahsulü beklem ek ve kışın hayvanlarını beslemek
bakımından toprağa bağlıydılar. Her zaman aynı yerde kal­
m ak ve çok dar bir u fuk içinde kapalı bulunmak dolayısiyle
bunlar, tek şefin otoritesi altında çok kalabalık bir toplum ha­
linde birleşm ek im kânları olm ayan küçük gruplar teşkil et^,
nıekteydiler. Tersine olarak, bilhassa hayvancılıkla geçinen
topluluklar, otlak aram ak üzere yer değiştirm ek zorunda ol­
duklarından ve yürüyü.ş halindeki sürülerini idare edip savun­
mak için silâh kullanmağa alışık bulunduklarından, rençber-
lere boyun eğdirm ek ve on lan n çalışm alarını söm ürm ek için
bu silâhları kullanmaktaydılar. Asya ve A frik a ’da olduğu g i­
bi Avrupa’da da, her zaman, daha hareket halinde ve daha sa­
vaşçı olan çoban-topluluklardır ki rençber ve oturgan olan kü­
çük gruplan hükümleri altına almışlar ve onları, idare ettik­
leri bir kavim halînde birlegtinnişlerdir. Cilâlı taş devriyle tunç
devrinin adlan bilinmiyen eski kavim lerinin torunları, uyruk
haline gelm işlerdir; yeni gelenlerden ise şefler ve hâkim sı­
n ıf çıkmıştır.
Hindistan’da olduğu gibi A vru pa’da da H ind-A vrupa dil­
lerini getirenler, fâtihler olmuşlardır. B u dillerde, kelim elerin
biçim lerini değiştirerek münasebetleri ifade için usuller var-
dt (d6cTmaÂson ve conjuaaisotî) ve bunlar kelim eleri bir sis­
teme (sözdizim i i = sentaks) g öre topluyor, bu sistem de cüm ­
ledeki yerine göre her kelimenin rolünü gösteriyordu. Bu dil­
ler Avrupa kavim lorine düşünce ayırtılarını (nüans) ve fik ri­
ler arasındaki münasebetleri, A sya’daki sarı kavim lerin çekim ­
siz fsams fleyk>n) dillerine göre, çok daha açık şekilde ifade
(ve dolayısiyle zihinde tecessüm ettirm e) im kânını verm işler­
dir.
Avrupa Toavimlerinin hayat şartlan. — E ski samanlardaki
22 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
nufus sayısını bulm ak için yapılan hesaplar an cak güvenllem i-
yecek ve çok nadir verilere dayanm aktadır. Nufus yoğunluğu
çeşitli m em leketler arasında bugüne göre gok daha eşitsizdi,
çünkü bu yoğunluk, tamamen her mem leketin verm ekte oldu­
ğu geçim im kânlarına dayanıyordu. N ufus yoğunluğu sıcak
iklimli bölgelerde ve bütün şehirlerin bulunm akta olduğu A k­
deniz kıyılarında daha büyük; Okyanus üzerindeki daha az
medeni bölgelerde daha u fak ; buna kargılık toprakın daha ve­
rimli olduğu Gol m em leketinde İspanya ve B üyük Britanya’ya
g öre daha fazla; geri kalan ve A vrupa kıtasının en büyük kıs­
mını İçine alan yerlerinde İse çok düşüktü.
H er kavm in yaşayış tarzı. D oğuda şekillenmiş olan bilgi­
leri ve usulleri elde etm ek bakımından sahip olduğu imkânla-
la bağlı bulunmaktaydı. Doğululara en yakın olan kavim ler
teknik zanaatları, para kullanmasını, alfabe yazısını, mimari
^ heykelciliği öğrenmişlerdi. Tahkim edilmiş köylerde yaga-
m ak alışkanlığını edinmişler ve adına “ medenî” (M edine de,
sitede oturan) dediğim iz hale gelmişlerdi. Bunlar Yunanistan’­
da, daha sonra da Adalarda ve Asya kıyılarında yerleşm iş olan
H ellen’lerdi ki, daha sonra İtalyan kavim lerine örnek olmuşlar^
dır.
A vrupa’nın bütün öteki kavimleri, Greklerin küçüm ser bir
deyim le B arbar dedikleri, Lâtinceye de geçm iş adla anılan hal­
de kalmışlardı. Bunlar kaba-saba zanaatlar icra ediyorlardı;
ne paralan, ne yazılan vardı; henüz köyler halinde toplanmış
olarak yaşamaktaydılar. Hattâ Gol m em leketiyle Ispanya’nın
tahkim li m evkileri dahi köylerde oturanlar ve hayvanları için,
savaş zamanında birer sığınaktan başka şey değillerdi. Bu­
nunla beraber bu kavimler, başka kıtalardaki vahsilerinkiylc
kıyaslanabilir bir halde yaşamıyorlardı.
M addî hayat memleketin, henüz çok zayıf olan, tabiî kay-
n aklan yla sınırlanmıştı. Fena sürülmüş, gübreden yoksun top ­
rağın verim i çok zayıftı (belki 1 e 3 tü ); gUbre kötü muhafaza
ediliyor, yetersiz kullanılıyordu; bu yüzden toprak cahucak ve­
rimsizleşmekteydi. Tabiî otlaklardan baıjka ylyocok bulamayan
hayvanlar fen a beslenmekteydi, sıskaydı ve az aUt veriyordu.
Mahsul az oldu mu, halk kıtlıkla karşılatıyordu. Her allo m uh­
ta ç olduğu şeyleri, unu İle ekm eğini, kuma«lanyla »lyocekleri-
ni, meşini ile kunduralanm , İş âletlerini, agrog iBbanını, kab-
kacağını ve ev eşyasını kendisi yapıyordu. MÜ*terllor İçin ç a ­
lışan tek zanaatkar, demirci İdi ve otıun, ÇOjru auıman gizli tu-
m ukayeseli TARİHÎ 23
tulan, zanaatım horkea büyülü «aym aktaydı; dem irci silâh da
yapıyordu.
Şeflerin em rinde bol bol yiyecekler, sürü sürü hizm etkâr­
lar, birçok süsler vardı. H alkm büyük yığını sefil bir hayat sü­
rüyor; kapısı ve döşem esi olm ayan küçük, loş ve nemli, saz
damlı veya yuvarlak biçim li kulübelerde oturuyordu ki, bun­
larda duman, yukarıdan çıkıp gitm ekteydi; herkes saman ya
da yaprak yığınları üzerinde yatıyor, çavdar veya y ulaf lapa­
sı, yahut arpa veya hamursuz buğday unundan yapılmış peksi­
metler y iyor; sade su İçiyor; yünden veya ketenden yapılmış
kaba-saba elbiseler giyiyor; yalnız tahtadan veya pişmiş top?
raktan yapılm a kap-kacak kullanıyordu. Bu kavim lerin yakı­
ları yoktu, bütün eğitim, kulaktan kapm a bir geleneğe dayan­
maktaydı. Elim izde ka^iınlann sürdükleri hayatı bize bildiren,
hiçbir belge yoktur; am a on lan n ne halde olduklannı kendi­
miz de tasavvur edebiliriz; Herhalde soğuk ve dumanlı, isli
meskenlerde oturuyorlardı; tahılı öğütmek, yiyeceği hazırla­
mak, kuma^lann İpliğini eğirip sonra dokumak, tarlalarda er­
keklere yardım etm ek gibi ağır işler, bunlann başlarından ag^
km olsa grerekti.
Bofival v e politik teşkilât. — İber, Gol, Lâtin, Samnit, Cer­
men gibi ortak bir ad altında birleşmiş her topluluk, birbirle­
rinden tamamen a y n olan küçük kavim lere bölünm.üş durum ­
daydı. Herbirinin kendi hükümeti, başkenti, ordusu vardı ve
ötekilerle savaşıyordu. Bunların top ra k lan çok eşitsiz büyük­
lükteydi; G rek veya İtalik ülkelerinde çoğu ancak bir şehirle
dolaylan na sahip bulunmaktaydılar. F akat D oğu kavim lerinde
olduğu gibi hiçbirinin ne geniş bir toprağı, ne do kuvvetli bir
nufusu vardı.
H er kavim tamamen bağım sız olm akla beraber, hepsinin
de eş bir sosyal ve politik rejim i vardı; çünkü bu rejim , y a nu-
fuaun aynı asıldan gelmesi, ya da aynı şartlar altında yaşam a­
sı dolayısiyle m üşterek olan bir takım töreler üzerine kurul­
muş bulunmaktaydı. Bütün kavim lerde aile reisi tek kadınla
evleniyordu ve ailenin fertleri, babanın otoritesine tâbi idiler.
Ailenin reisi olan erkek, k oca olarak kan sı, baba olarak ço-
cuklan, efendi olarak hizm etkârlar üzerinde sınırsız bir kud­
rete sahipti, isterse bunlan durdurup dinlenmeden çalıştm r,
döver, hapseder, hattâ öldürürdü ve kimse çıkıp buna engel
olm ağa kalkışmazdı. Aile reisi kızlan na hig danışmadan bun­
ları istediği kim se ile evlendirebilirdi. Ailenin malı mülkü onun
24 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN
elindeydi, toprağını dilediği gibi igletebilirdi.
Öldüğü zaman mal-mülk, kendisiyle oturan oğrullanna kar
lirdi. Aynı ailenin fertleri birbirlerini desteklem ek ve İğlerinden
birine kargı iglenen haksızlığın öcünü alm ak görevindeydiler.
Bu öcalm a görevi, KorsikalIlarla A m av u tlar gibi çok m ü n fe­
rit bazı halk topluluklarında öylece kalmıştır. Uzun zamandan-
beri aynı yere yerlegmiş olan aileler birbirlerini aynı atanın so­
yundan gelmig sayıyorlar v e iglne hizm etkârların da girm ek­
te olduğu bir grup tegkil ediyorlardı. Bu grupa, mügterek soy­
dan gelm ekte olduğunu gösteren bir ad verilm ekteydi kİ Grek-
çede bu ad gen os, Lâtincede gens, K eltçede klan’dı. B u kavlm -
lerde belki köleler de vardı am a bu nlann cok sayıda olup ol-
m adıklannı bilemiyoruz.
B ir tek otoriteye boyun eğen bütün bu aile g n ıp la n n ın bir­
leşmesiyle (dar anlamda) bir kavim, yan i aynı şefler tarafın­
dan İdare edilen ve tamamen bağımsız olan bir topluluk m ey­
dana geliyordu. R ejim ler benzeşmiyordu am a hepsinin m üşte­
rek bir ta ra flan vardı ki, bunları D oğu îm paratorluklannın
rejim lerinden ap ayn bir hale sokm aktaydı. Bu kavim lerin heı^
biri sok küçük ve gok yoksul olduğundan, şef bir ordu v e bir
hazine kurm ak ve arkadaşlannı kendisine, bir taiın ya olduğu
gibi, boyun eğdirm ek İçin gerekli m addî im kânlara sahip de­
ğildi. Ş ef sınırsız bir kudrete sahip değildi; töreleri gözönünde
bulundurm ak ve önemli bir karar alm azdan önce, aile reisle­
rinden m eydana gelen kurula, hattâ bütün savaşçılann m eyda­
n a getirdikleri m eclise danışmak ödevindeydi. Politik hayat
bazen tehlikeli sayılan bir fiili yargılam ak, ailelerden öcalm a
işini durdurm ak y a da savaşla ilgili herhangi bir karar vermek
gibi şeylerden İbaret kalıyordu.
Bazı kavim lerde ortaya imtiyazlı bir sınıf gıkmıgtı ki or­
duyu (yahut his olm azsa süvari kuvvetlerini) o teşkil ediyor­
du. Bunlar h içbir el işi yapm ıyorlar, hizm etkârlarını çalıştıra­
rak yaşıyorlar, topraklan nı daha aşağı seviyedeki İnsanlara
ektirip biçtiriyorlardı, gurası m uhtem eldir kİ daha az medeni
ve en yoksul kavim lerde nufusun büyük kısmı hem rençber,
hem savaşçı olan kim selerden teşekkül etmekteydi, bunlar el­
lerinde silâh vardı ve gerekin ce savaşa gidiyorlardı; bu âdet,
G rek dili konuşan en geri kavim lerde oldu ğa g ibi kalmıştı.
K işiler arasındaki bütün münasebetler bM kı esasına daya­
nılarak kurulup idam e edilm ekteydi; dayak, kırbaç, hapis, sa­
kat bırakm a veya öldürm e gibi şekillerde zor kullanılıyor, yar
MUKAYB3SELÎ T A R İH İ 25
hut zor kullanılacağı tehdidi ileri sürülüyordu. Z or kullanma
işi okadar eski ve o kadar yaygın haldeydi ki, ast’lar buna,
sanki tabiatın dayanılmaz bir kuvveti imiş gribi, katlanm ak­
taydılar. Babanın çocuklar, kocanın karısı, aile reisinin hizmet­
kârları üzerinde zor kullanması, her otoritenin tabiî bir şekli
sayılmaktaydı.
E m ir verenlerle itaat edenler arasındaki ayrılık, seviyeler
arasında daimî bir eşitsizlik yaratıyordu; çünkü em ir verm e
yetkisi m al-m ülkü kullanm a yetkisini de içine alıyor, bu yet-
Idye m alik olana sahiplik hakkı veriyordu. H em silâhlarin, hem
sahipliğin kuvvetine malik olan savaşçılar, imtiyazlı bir sınıf
halindeydiler. H er toplum üst’lerle ast’lara bölünmüş durum­
daydı; kavim daha medeni hale geldiği ölçüde de seviyeler
arasındaki eşitsizlik artıyordu.
Bütün gidişat törelerle nizamlanmıştı, bu da büyüklerce
yapıldığı görülen şeyin tıpkısı tıpkısına yapılm asından ibaret­
ti. Yem ek, giyinm ek, evde oturmak, çalışmak, zamanını kullan­
mak, eğlenmek, dil, dinî törenler, hüküm et idaresi gibi şeyler
hep töre ile nizam lanmaktayd. D ünya ve insan hayatiyle ilgili
bütün kavram lar gelenekten alınma idi ve geçm işe yönelm iş
durumdaydı. H iç kimse ne yeni kurallar benimsemeğe, ne de
haldekinden ayrı bir gelecek hazırlam ağa istekli değildi. Bu
yüzden de değişiklikler seyrek ve yavaş oluyordu, bu gerek ­
likler yeni şartların zoırlayışından doğan icaplardan, bilhassa
da nufusun artmasından, savaşlardan, göçlerden doğuyordu.
Dinler. — H er kavm in kendine mahsus ayrı bir dini vardı
ki bu din geleneklere dayanan âyinlerden, adaklardan, kurban
kesmelerden, dualardan, bazı (pınar, orman, dağ doruğu gibi)
kutsal yerlerde bulundukları farzedilen görünm ez kuvvetlere
yahut, (b ir kılıç veya bir ateş g ib i) sem bollerle ya da bir putla
tem sil olunan (güneş, rüzgâr, gök gürültüsü) gibi tabiat kuv­
vetlerine ithaf olunan tapınm a hareketlerinden İbaretti. Bu ta-
biatüstü kudretlerden bilhassa, girişilen işlerde başarı ve has­
talıkların iyilaşmesl gibi şeyler isteniyordu.
Bütün m em leketlerde kullanılması âdet hükmünde olan
muskalar, felâketleri ve bilhassa insanlarla h aj^ an lara has­
talık getiren habis ruhları uzaklaştırm ağa yarıyordu. Bu m us­
kalar, İnsanlar ve hayvanlara yapılan büyüler şeklinde yerleş­
m iş olan, düşman ruhlara inanm a hususunu, genel olarak, is­
bat etm ekteydiler. D oğudan gelm iş olan sihirbazlığın icrası,
h astalan iyileştirm ek için söylenen sözler ve yapılan hareket-
26 A V B U P A M ÎLLE TLB R ÎM ÎÎ
lerie, habis ruhları d efetm ek (yani kovm ak) am acını güdüyor­
du. A y rıca tanrılara başvurularak veya onlar tarafından gön ­
derildiği farzolunan alâm etler, belirtiler yorum lanarak gele­
cekte olup bitenleri önceden kestirm ek zanaatı da her tarafta
icra olunuyordu.
Çoğu zaman özel kigiler fiil ve hareketlerini, veya hükü­
metler aldıkları k ararlan din yahut sihirbazlık iğlerine göro
ayarlıyorlardı; hayra yorulm ayan bir belirti, bir savag hare­
ketini durdurm ağa yetiyordu.
Birbirlerine kom şu olan kavim ler gogru zaman aynı tanrı­
ya tapıyorlar; bazen aynı tapınakta aynı şekilde tapınm ak için
toplandıkları oluyordu. Fakat, sonradan hristiyan dininin yap­
tığı gibi, h içbir din A vrupa’daki n ufus topluluklarını aralan n-
da birbirine bağlamıyordu.
K avim ler arasındaki m ünasebetler. — Cilâlı tag devrinden-
beri A vrupa’nın her yanm da Ispanya’nın aJtun vö güm üşüne.
Büyük Britanya’nın kalayına, Baltık’ın kehribarına dayanan
bir alışveriş yapılıyordu. Fakat bu, birkaç lüks m etaa hasro­
lunm uş bir alışverişten ibaretti.
K avim lerin arasında ancak g eçici m ünasebetler vardı. Bun­
lar çoğu zaman aralanndaj savaşıyorlardı; am a bu, töreler ya
da dil bakım ından ayrı olan bir n ufus topluluğuna karşı değil
de, kendisine en benzer olan kom şu kavim lere karşı yapılıyor­
du (A tina İsparta ile. R om a A lba ile savaşıyordu).
K avm i idare etm ekte olan savaşçılar savağı en şerefli ve
itibar, kudret kazanmak, hattâ zengin olm ak için en kestirme
çare sayıyorlardı; çünkü galip gelen, mağlûbun ürünlerini, sü­
rülerini, topraklarını, kısaca her şeyini alıyor, esirlerini köle
gibi satıyor, y a da yenilen kavm i kendine tâbi hale sokuyordu.
H er özel kişinin her şeyini kaybetm ek tehlikesiyle karşılaştığı
bir savaş tehlikesine karşı, bir kavm in bütün fertleri her za­
man birleşmiş ve yurtlann ı savunm ağa hazır olarak ıkalmak
gerektiğini hissediyorlardı.
A vrupa kavim leri dinleri, yaşam a tarzlan, sosyal ve poli­
tik rejim bakımından benzeşiyorlardı.- F akat aynı asıldan gelme
dilleri konuştuklarının nasıl farkında değillerse, bu benzerliğin
de farkın da olm uyorlardı. Savaş onları birbirlerine karşı sü­
rekli bir düşm anlık halinde bulundurmaktaydı. A vrupa birliği
burada oturanlann hayatında esasen vardı; ayn lışm a ise ka­
vim lerin birbirleriyle olan münasebetlerinde görülüyordu. B u­
nunla beraber AvrupalIlar Etoğululardan, kendilerini başka
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 27
türlü bir m edeniyet yaratm ağa hazırhyan iki vasıfla ayrılıyor­
lardı. - Dinleri, akla dayanan bir bilgiyi araştırm aktan bun­
ları alıkoyan az çok belirli düşünceleri kendilerine zorlam ıyor­
du. - H üküm etleri de halk yığınını politik bir hürriyet rejimini
araştırmaktan alıkoyacak kadar kuvvetli bir otoriteye sahip
değildi.
II

G R É K M E D E N lY E T t V E R O M A H A K İM İY E T İ

G rek sitelerinin rejim i. — Avrupa’daki nufus toplulukları­


nın bir kısm ı üzerinde birlik, çağım ızın başlangıcına doğru be­
lirm eğe başladı ve bu da Greklerin eseri olan medeniyet birli­
ği, rom alıların eseri olan hükümet, yani idare birliği olmak
üzere, iki şekilde oldu.
Bütün Avrupa’yı kaplıyan bir mâdeniyeti hazırlamış olan
kavim, D oğudaki eskiden medenileşmiş kavim lere en yakın
olan m em lekette oturuyordu. Yunanistan’a tunç devrinde, X V I.
yüzyıldan önce, K uzey’den gelmiş ve orada, surları hâlâ var
olan (Mikene, Tírente gibi) şehirler kurmuştu. Krallar, G irit’­
te yerleşmiş olup adı bilinm iyen bir kavim le denizden m ünase­
bet halindeydiler ki buradaki sarayların yıkıntıları arasında,
Asya’dan g^elme bir medeniyeti gösteren eşyalar ve resim ler bu­
lunmuştur.
D aha sonra, IX . yüzyıla doğru, aynı dilin çeşitli diyelekle-
rini konu.şan birkaç kavmin, H eltenler diye yeni bir ad altında
birleşmiş olduklarını görüyoruz ki bunlar, aynı tanrılara tap­
m akta ve kendilerini aynı atalardan gelm e saymaktaydılar.
A vrupa’nın bütün mem leketlerinde olduğu gibi, H ellenler
de çok sayıda ufak, bağımsız kavim lere bölünmüş haldeydiler.
K uzey’deki Barbarların kom şuları olan en-geri kalmışları, k öy­
ler halinde toplanm ış olarak yaşam ağa devam ediyorlardı. F a­
kat çoğunun (adına polis denen) tahkim li bir şehirleri vardı ki
bütün ulus için pazaryeri, merkez, din ve hüküm et başkenti ye­
rini tutuyordu. Bunların büyüklükleri çok eşitsizdi. En kuvvet­
lileri, hükümlerini bütün bir bölge üzerinde yürütüyorlardı. İs­
parta Lakonya’ya, A tina da A tik ’e hâkim di; çoğu, şehirlerinin
çevresinde an cak küçük bir bölgeye sahip bulunmaktaydılar.
K am u işleri üzerinde karar verm ek hakkı an cak vatandaş­
larındı, vatandaşlık vasfı da vatandaşların oğluna mahsustu.
H üküm et kuruluna v e savaşçıların saflarına ancak bunlar g ir­
m ek hakkına sahiptiler. Bölgede oturan köle yâ da yabancıdan
M U K A Y E SE L İ T A R ÎH İ 29
doğm a bütün öbür kim seler sitenin, yani şehrin digmda kalı­
yorlardı.
H er kavmin bütün sitelerde hemen hemen e§ bir rejim e
tâbi olan, üç organdan meyda:na gelme, kendi bağım sız ve ege­
men hüküm eti vardı. Fakat bu organlardan herbirinin gerçek
iktidarı kavim lere göre değişikti ve zam anına göre de ayni kav­
inin içinde değişikliklere uğradı. İlkin, başlıca otorite sahibi,
babasmdan kalm a tahta geçen kral idi ki hem savaş, hem ada­
let, hem din bakımından şefti. Fakat İsparta ve M akedonya
hariç, kral ya ortadan kaldırılmış, ya ıfla^endisine sadece dinî
bir görev verilmişti. - G erçek iktidar ilkin, en zengin toprak
sahiplerinden m eydana gelm e kurul’a. geçm işti. - Sonunda, hâ­
kim organ, kanunları yapm ak ve hükümet şeflerini seçm ek için
bir m eydanda toplanan halk m eclis’ i oldu. B öylece de üç rejim
birbirini takip etti ki filozoflar bunlara, bütün Avrupa kavim -
lerinde kullanılm akta olan adlar verdiler. Bunlar m onarşi (tek
klelnln emir vermeBİ), aristokrani ( “en iyilerin” , yani eski aile­
lerin İktidarı), dem okrasi (halkıp iktidarı) idiler.
B öyleco birçok Grek kavimleri, geçici şekilde bir şefe sa­
hip oldular kİ bu, babadan kalm a bir v asfa sahip olduğu için
(lolrllı fakttt emrinde silâhlı insanlardan m eydana gelme bir
kıta bulunduğu İçin, mutlak bir iktidarla tek başına hüküm sü­
rüyordu. Kendisine kral denm iyordu da, asyalı bir isim olan
tiran adı veriliyordu. VII. yüzyılda bir ara revaç bulan tiran­
lık, sonunda ahlâka aykırı bir hüküm et şekli sayılm ağa başlan­
dı v e bu söz de A vrupa dillerine bu anlam da geçm iş oldu.
Grekler, otoritelerini ancak halkın rızasından alan ve bu
otoriteyi, nom os diye adlandınlajı terim in sınırları içinde: icra
eden şefleri meşru sayıyorlardı. N om os, m ecburi olarak uyul­
ması gereken tutum, hal ve gidiş kurallarını gösteren terimdi.
Bu kurallar uzun zaman geleneğe dayanan bir töre halinde
kaldılar, sonradan resmen yazılarak, yazılı z/asa haline geti­
rildiler. D aha sonra sitelerin çoğu, yasanın, halk meclisinin bir
karariyle değiştirilip yerine bir yenisinin konabileceği hususu­
nu kabule başladılar. Grekler, yasadan başka hâkim tanım a­
m akla gururlanıyorlar; kendilerini A sya krallıklarındaki, (adı­
na Grekçede despot denen) krallanm n kargısında secdeye ka­
panıp ona köle gibi boyun eğen uyruklardan üstün, hür insan­
lar sayıyorlardı.
HeUen m edeniyetinin m enşeleri. — Grekler, A vrupa’daki
bütün kavim lerin içinde bulunduğu barbarlık halinden. D oğu-
30 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
nun medenî kavim lerini taklid ederek sıkmışlardı. Bu D oğu
kavim leri hayat için faydalı olan (ve adm a G rekçe bir sözle
telm ik dediğim iz) zanaatları uzun zam andanberi icat etmiş
bulunmaktaydılar.
O rakla tekerleksiz saban; bakla, m ercim ek, soğan ekim i;
tekerlekli saban, madenleri işleme zanaatı, kuyumculuk, cam
yapm a zanaatı, top raklan ölçme, elyazm alan için uzun zaman
tek madde olarak kullanılan papirüs gibi, tarım ve endüstri ile
ilgili âlet ve usullerin çoğu Mısır’dan gelmeydi. Grekler bağ ve
zeytinağacı yetiştirm eği, şarâp ve zeytinyağı kullanmağı, ta­
pınaklar inşa etmeği, heykeller ve kabartm alar yapmağı, du­
varları süslemek için boya kullanmağı, dörtköşe bu rçlan olan
tahkimatı, surlan yıkm ak için gerekli kuşatm a m akinelerini
kullanmağı Mısır’dan y a da küçük A sya’dan öğrenmişlerdi.
Grekler K alde’lilerden uzunluklar, ağırlıklar ve süre için
ölçü sistemini, bir çem beri 360 dereceye bölm eği, zamanı ölç­
mek için kullanılan (güneş saati, su saati gibi) âletleri, herblri
(güneş, ay, gezegrenler gibi) yıldızların adlarını taşıyan 7 gün­
lük haftayı, sabit ağırlıkta gümüş külçeleri kullanm ağı -ki bu,
sonradan D oğuda icadedilen şekil basm a usulu ile daha da te­
kâm ül etmiş ve külçe, para haline gelm iştir- ( 1 ), insanın doğ­
duğu âna bakarak başına gelecekleri önceden bilm ek iddiasın­
da bulunan astrolojiyi, habis ruhlan hükmü altında tutm ak id­
diasında bulunan büyücülük ve sihirbazlık gibi usulleri de Kai­
delilerden öğrenmişlerdi. Her harfin bir sesi tem sil ettiği aj-
fa b e yazısının icadı da D oğu ’dan gelm ekteydi, bu sayede işaret­
lerin sayısı azalıyor ve okumaryazma çok geniş ölçüde oluyor­
du.
Greklerin dini de D oğu örnek alınarak değiştirilmişti.
G rekler D oğudan insan biçinjIM putlar kullanmasını, ölümden
sonra bedenden ayrılan ruh’un yaşadığına olan inancı, ölülerin
toprak altında kalm alan ve insanın öldükten sonra hayatta
ikenki hal ve gidişi hakkında Tanrı tarafından bir yargı ve­
rileceği fikrini öğrenm işlerdi; daha sonra adm a fransızcada
m ystère denen, müminin bir ta n n ile sem bolik şekilde h aşım e-
şir olduğu gizli törenleri de benimsediler.
Greklerin öğrendikleri teknik usuller onlara işbölümünü
daha ileri götürm ek im kânını verdi ve böylece şehirlerde yer-

f l j Buğday v e arpa eUimi v e tanuKlarla tem m at altına a k -


nan satış, kira, ü cret söslesm eleri de belki K alde’ den gelmişti.
M U K A Y E SK Lt T A R İH İ 31
leşmiş olan ve herbiri a y n bir cins zanaatkârlar tarafından ic­
ra olunan büyük sayıda zanaatlar do&mu§ oldu, bu G rek za­
n aatkarlan da D oğu asıllı zanaatlan daha ilerlettiler.
H ellen kavim lerinin ya/yılması. — İlkin kendi adlarını mu­
h afaza etmiş olan mem lekette oturan Grekler, dışarıya kolon’-
1a r'gön d ererek nufuslannı, yaşayış tarzlarını ve politik rejim ­
lerini yaydılar. Bu kolonlar K ügük A sya kıyılarında, Sicilya'­
da, İtalya’da, hattâ Gol m em leketinde dahi Grek siteleri kur­
muşlardı. Buralarda Yunanistan’dan daha verim li olan büyük
toprakları işletiyorlardı ve mem leket halkına Grek diliyle tö­
relerini benim seterek bunlan hellenle-stirdiler.
IV. yüzyılın sonundan itibaren G rekler hakim iyetlerini, tö­
relerini ve dillerini A vrupa dışında çok daha geniş bir alana
yaydılar. Bu, MakedonyalI Grek kralı İskender’in eseri oldu.
İskender, o zamana kadar D oğu ’daki bütün medenileşmiş im-
ptvratorluklan Uondl hükmü altında toplam ış olan İran hü-
kUmdannın bütün im paratorluğuna boyun eğdirdi. H ind’e k a­
dar bütün A.nya’ya sahip ila ra k Doğulu krallar gibi mutlak
bir hUkÜRidar sıfatıylo .saltanat sürdü ve hattâ arkadaşlan
olun MakedonyalIlar da dahil bütün uyruklarını, doğru töre-
larinn uyjjun olarak, karşısında secdeye varm ak zorunda bırak­
tı.
İskender'in ölümünden sonra generalleri onun uçsuz bu­
caksız im paratorluğunu krallıklara bölerek aralarında paylaş.-
tılar ve buralarda Grek kral hanedanları kurdular. Çevresinde
Grek saray erkânı bulunan ve Grek askerleri tarafından des­
teklenen kral, yerli halk üzerinde eski hüküm darlar gribi hü­
küm sürüyor; tıpkı tanrısal bir kişi oribi herkesi kendine tap-
tınyordu. Mutlak bir iktidara sahipti ve bunu m em urlan va-
sıtasıyle icra ettiriyordu. Uyruklardan eski vergileri toplatıyor,
bayındırlık işleri için onlara zorla angaryalar yaptınyor, hâ­
zinesini dolduruyordu. Bu krallar tarafından kurulan şehirler
Grekler, Yahudiler ve Grekçe konuşup G rek usulünce yasayan
yerliler tarafından iskân edildi. Bu karışm aya sahne olan Mı­
sır, Suriye, K üçü k A sya krallıkları, hellenıisHik adını aldılar.
Bili/mlerin v e scmatlann doğusu. — M.Ö. VI. yüzyıldan IV.
yüzyıla kadar olan süre içinde Yunanistan şehirleriyle hellen
kolonilerinde, dünyada eşi görülm edik bir m edeniyet vücut
buldu. III. yüzyıldan itibaren bu m edeniyet D oğudaki Helle-
n istik krallıklara yayıldı ve yavaş yavaş A vru pa’nın öteki k a­
vim lerine de geçti.
32 A V B U P A M İL L E T L E R İN İN
D oğu ’daki medeni kavim lerden pratik tecrübe yoluyla edi­
nilen bilgilerden baglıyan bu m edeniyet, am prik usuller altın­
da başka kavim lere devredilmişti. F akat eşyanm tabiatı ve
bunlar arasındaki münasebetler üzerindeki fik ir çalışması, Mı­
sır’la K alde’deki tapınaklara bağlı rahipler züm resi tarafından
yapılm ıştı ve ancak dinle alâkalı görünen konuları içine alı­
yordu. D oğudan topladıkları bilgiler üzerinde çalışan Grekler,
öylesine yeni bir düşünce metodu yarattılar ki, buna “ G rek mu­
cizesi” adı verildi ve bu, Hellen ırkına has bir dehâya atfedil­
di. Aslında ise bu, bilgin, filozof, yazar gibi az sayıda liimsele-
rin eseri oldu; bunlar en uzak yerlerden, hattâ çoğu, halkı
Hellen aslından olm ayan mem leketlerden gelm iş bulunm ak­
taydılar. Bunlann çalışması, bilhassa K üçük A sya’da, VI. yüz­
yıldan itibaren, adlarına bilge (h akim ) denen insanlann dü­
şünceleriyle başladı; V. ve IV. yüzyıllarda Atina’da devam etti.
Atina sofist (B ilgici) lerin, daha sonra da Sokrates’in çöm ez­
lerinin buluştuklan bir merkez haline gelm işti kİ, bu sonuncur
lar daha mütevazı olan filozof (bilgeliği sevenler) adını aldı­
lar. Bu fik ir çalışması III. yüzyıldan itibaren Siraküza’da ve
Hellenistik memleketlerde, bilhassa İskenderiye’de III. yüzyıl­
dan itibaren sona erdi. O rada (m atem atikçi, astronom , coğ ra f­
yacı, filoz of gibi) bilginler -sanat ve bilim tanrıları Müz’lere
mahsus tesisler olan-^ Müs:e’y i v e bütün G rek m üelliflerinin el-
yazm alarm ın toplu halde bulunduğu bibliyoteka (kitaplık) yı
m erkez edindiler.
Greklerin dinsel usul ve inançlan öbür kavim lerinkinden
pek az farklıydı. Fakat G rek filozofları, daha sonra da Grek
bilginleri gelenekler üzerine kurulmuş inançlan hesaba kat­
maksızın, dine bağlı olm ayan bir zihniyetle çalışıp müşahede
V6 m uhakeme (gözlem ve yargı) ile iş gördüler ve hattâ bil­
gilerin pratik faydasına aldın ş etmeksizin, yalnız v e yalnız
gerçeği öğrenm eğe, onu anlam ağa çabaladılar. O nlann men-
f E i a t kaygusu gütm eyen bu görm e, öğrenm e merakı, bilim zih­
niyetinin en eski şekli oldu. Yeryüzünde ilk defa olarak Grek­
ler, nesnelerin tâ derinliğine kadar inm ek arzusundan ilham
alan ussal (aklî, rasyonel) bir m etod kullanarak, bu nesnele­
rin kendilerine has vasıflarını ve genel kanunlannı keşfetti­
ler. Bunu matematiğe, astronomiye, fiziğe, hattâ tıp ve poli­
tikaya dahi uyguladılar.
Bütün bilgilerimizin Yunan aslından olduğu, bunların bü­
tün Avrupa dillerindeki adlarından şimdi dahi belli olm akta­
M Ü K A Y E SE L t TARİBtÎ 33
dır: M atem atik, aritm etik, geom etri, m ekanik, astronom i, iisik,
kim ya, botanik, zooloji, fizyoloji, coğrafya, historia fhistoire,
tarih) g-ibi... Tıpta hâlâ kullanılm akta bulunan s in in i (cerrah i),
anatomi, otopsi, sen ptom (âraz, belirtiler), d iyagnostik ( teşhis)
g-ibi terim ler d© öyledir. F ik ir salıgmalarmı genel kurallar ha­
line getirm ek iğin kullanılan bütün metodlarımız, Y un an ca ad­
lar taşım aktadır: Düşünme sanatı iğin filozof i, m etafizik, lo-
jik , kritik, s e p tik ; konuşm a sanatı igln gram er, retorik (beyan
ilm i), m eta fo r (istiare, m ecaz), hiperbol (m übalâğa); adı Y u ­
nanca olan historia (tarih ) için kronoloji, ep ok (ç a ğ ), peryod
(devir) terim lerini kullanırız <1 ).
G rek ler, rasyonel m etodlannı hattâ hüküm et sürmek, sa­
vaşmak gibi pratik sanatlara dahi uygulamışlardır. Grekse
asıllı politika, monarşi, aristokrasi, dem okrasi, despotizm söz­
lerinin do gösterdiği Kİbi, hükümet sürme sanatının teorisini
kurmuşlar, bugün dahi Grekçe adlarını m uhafaza etmig olan
atrateji ve taktik sözleriyle de askerlik sanatının teorisini kur^
muflardır. Uzun bir m ızrakla silâhlanmış, zırh kuşanmış, kal­
kanla. korunan vo sık saflar halinde savaşan piyadelerden m ey­
dana gelme li'alanj (alay) ı icad ederek Doğunun savag usulle­
rini mükommolloBtirmiglerdir. Gürbüz ve çevik savaşçılar ye-
tlftlrmek Uzero G rek hayatına mahsus bir âdet kurarak, şe­
hirliler Icin glnvnazyum (jim naz) 1ar açm ışlardır ki, burada de-
likanhlar cıPİak olarak koşma, atlama, güreş, disk veya cirit
atm a idm anları yapıyorlardı. Böylece jim nastik icad edilmiş
oldu kİ, ilkin hristiyan dini tarafından kaldırılm akla beraber,
yavag yavag bütün A vrupa’ya- mahsus bir sanat haline gal-
mektedlr.
B u rasyonel m etod zihniyetini Grekler, hattâ dinlerinin
bayram lan veya anıtları için çalıştıkları zaman dahi, sanat
eserlerine bile sokmuşlardır. Onlar, D oğu da olduğu gibi, eser­
lerin azam etiyle gözleri şaşırtm ak değil, biçim lerin m ükem ­
melliği ve kısım lar arasındaki ahenkle aklın hoşuna gitm ek ça­
relerini araştırıyorlardı. Eserleri, vasıtaların sadeliği ve nls-
betlerln doğruluğu dolayısiyle güzel görünm ektedir.

(1) M od em çağlarda da yen i bir bilim kolu m eydana gel­


di mi buna -psikoloji, antropoloji, paleontoloji, sosyoloji gibi-
Ch-ekçe bir ad v erm ek âdet olmuştur.
F. 3
34 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN
Bütün ifade sanatları ya Grekler tarafından İcad edilmiş, ,
ya da onlar tarafından m ükemm elleştirilm istir. G rekler poee^i
(sü r) i icad etm işlerdir ki bunun epik, lirik, didaktik, tiyatıio,
kom edya, tragedya, d-rarm, ode (tü rkii), eleji (eîege'.a = mer-
siyeıj gribi bütün çeşitleri Grekge birer ad tagımaktadır. Şair­
lerinin eserleri, hatiplerinin söylevleri, tarihçilerinin anlatış­
ları bütün Avrupa kavim leri tarafından taklid edilen örnekler
haline grelmiştir.
Grekçe koro, hym ne (hüm nos) adlarının da gösterdiği üze­
re, şarkı yolundan, şiirle birleşmiş olan m ü A k sanatına da adı­
nı G rekler verm işler ve bu sanatın teorisini kurm ağa başla­
mışlardır. Aynı cinsiyetten (kadiri veya erkek) insanların teş­
kil ettikleri bir ffrup halinde, müziğin aheng-lne uyarak eg ha­
reketlerle y er değiştirm ek dem ek olan dansı (raksı) müzikle
birleştirerek, bunu bir sanat haline koym uşlardır. Grekler, sırf
seyredenler zevk alsınlar diye, bir dansörün (ya da çoğu zaman
bir dansözün, rakkasenin) yer değiştirmeksizin, yalnız vücudu­
nu hareket ettirmesiyle yapılan D oğu usulü raksı da bilmek­
teydiler.
Mimarî, heykelcilik duvara resim yapma, seram ik gibi
plâstik sanatlar D oğu kavim leri tarafından icad edilmişlerdi.
G rekler detayların mükc;mmelliği, huzur dolu bir sadelik, kı­
sımlar arasındaki ahenk sayesinde bu sanatlara yepyeni bir
çegni verdiler. B ir tanrının evi olm ak üzere yapılan G rek ta­
pınağı, insan şnklinde bir tanrıyı tem sil eden bir Grek heykeli,
plâstik grüzelllğin klâsik tipleri olarak kalmışlardır.
Düşünce ve sanatın bütün alanlarında, bilimde, edebiyatta,
ifade sanatlarıyle plâstik sanatlarda, G rekler öteki kavim lere
ustalık ve örneklik etmişler, A vrupa’nın bilim ve sanat bakı­
mından birliğini hazırlamışlardır.

R om a kavmiMin teşekkülü. — Yalnız ortak bir medeniyet­


le birleşmiş olan Grekler, hattâ kendi aralarında dahi, politik
bir birlik yaratam adılar; her kavim fazla kapalı bir topluluk
teşkil ettiğinden, ortak bir idareyi kabul etmiyordu. Avrupa’­
nın büyük kısm ına politik v e sosyal birliği kabul ettiren, İtal­
ya’daki bir kavim olmuştur, Lâtinlerin dilini konuşan bu kav­
min merkezi, T iber nehri kıyılarında küçük bir şehir olan R o ­
m a idi. Başlangıçta, yani V III. yüzyıldan VI. yüzyıla kadar bu
kavim pek ufaktı, Greklere gröre de çok daha az m edenî idi,
hayvanları ve ekinleriyle yoksul bir hayat sürüyordu; sanatla/-
MÜKAYESELÎ TARİHİ 35
n, yazısı, parası yoktu. M edeniyet R om alılara ilkin komşusu
olan Etriisk kavm l tarafından getirilm iş; bunlar R om alılara
kubbeler yapm ak sanatı ile, kuşların uçuşuna ve kurbanların
karaciğerlerine bakarak gelecekten haber verm e sanatını öğ ­
retmişlerdi.
R om a da Yunanistan’la İtalya’daki öbür küçük kavim lerin
aynı rejim e sahipti. Surlarla çevrili şehir bütün toprağı Jdare
ediyordu. Bu topraklarda da ailelerin tarlaları, sürüleri, evleri
bulunmaktaydı. K avim (p op u lu s), site (cité, civitas) nin üyele­
ri olan v e kendilerine şehirli ( citoyen s, cives) denen kişilerden
m eydana gelm e kahtsal (yami irsi, héréditaire) bir toplumdu.
Kam unun ortaklaşa işleri hakkında karar veriyordu, pubticus
ve reapublica fka/t>min iÿi, nesnesi)t sözleri, anlamlarını buradan
almaktadırlar.
Roma. İlkin adına i'ex (kral) denen tek bir şefe sahip olm uş­
tu "kİ bu ad bütün d'llcfi! Kb'miş bulun maktadır-j» kralın öde-
»I Hava* httIliKİM kumundu etmekten ya da halk m eclisini top­
lantıya eakirıımktıın lbın'ı?ltl. VI. yüzyılda kralın yerini, şehir-
lll«r llltKilİMİ lni'iıfındııtı yıılm/, bir yıl için seçilen iki konsül
•Imilltl. Oır.el Kİlrııvlnr İçin yavaş yavaş m agistratus’hxkXB.r Ih-
4âll i'dllıll kİ, bıııılıır dn yalnız bir yıl için ve aynı göreve birkaç
tlım» olıımk Uzoı-o Hoçllnıekteydiler. K onsül’ler hemën hemen
nıutluk, fakat kısa süreli yetkilere sahiptiler. Genel bir tehlike
halinde, bu nlann yerini yalnız altı ay için seçilen ve adına dik­
tatör denen m agistratus alıyordu. Şehirliler meclisi magistra-
tuslan seçm ek ve kanunları oylam ak için toplanm aktaydı;
meclisin ödevi, m agistratuslarm tekliflerini onaylam aktan iba­
retti. Adına Senato denen âyan m eclisi -ki başlangıçta en zen^
gin ailelerin reislerinden, sonra da bütün eski magistratuslar^
dan meydana gelm işti- bir konsül ^ ra fın d a n , kamu işleri h ak­
kında düşündüğünü söylemesi için (senatusconsulte) toplantıya
çağınlıyordu. H içbir resmi yetkisi olm am akla beraber, Sena­
to hükümetin fiili idaresini ele aldı. R om a da daima bir aris­
tokrasi tarafından idare edildi.
OrdAi. — ö te k i İtalya kavim lerinde de olduğu gibi. R om a
ordusu başlangıçta politik şeflerinin (konsüllerin) kumanda­
sındaki silâhlı bir kavim olmuştu. Bütün şehirliler teçhizatla­
rını, silâhlarını kendi paraları ile sağlamak zorundaydılar. H e­
men hepsi de bir zırh, dizlikler ve bir m iğfer giymiş, bir kal­
kanla korunm uş oldukları halde, kısa bir m ızrakla yerde, yani
piyade olarak savaşıyorlardı. Bunlar da tıpkı Grek falanjı gibi
36 AVİRÜPA M ÎL L E T L E R İN İN
sık ve derin bir yığın halinde teşkillenmekteydiler. K olordunun
adı L ejyon ’du.
R om a kavm i Avonıpa’nm politik birliğini, devamlı aava§
halinde olan bir âlemde en kolay usulle, yani öteki kavim leri de
savaş yoluyla kendine boyun eğdirerek sağladı, İlkin kendisiy­
le aynı törelere v e aynı savaş usullerine sahip olan kavim lere
boyuri eğdirdi. H er biri dize geldikçe, R om a bunlan, aynı silâh­
larla savaşan, fakat R om alı bir generalin kum aiida ettiği mAlt-
tefih ler (socii) sıfatiyle, kendi ordusunun içine alıyordu.
Sonradan lejyon, herbiri 60-120 kişilik, ayrı a y n hareket ka­
biliyetine sahip olan küçük gruplara bölündü ve sonunda lOOO
kişilik bir tabur kuvvetinde coh orte’ la.va. taksim edildi. A yrıca
adlarına yardım cı denen ve illlhassa süvari olarak y a da sapan­
la taş atarak hizmet gören ücretli yabancılarla da takviye edil­
di.
O rduda Îiizmet, bütün yurttaşlar için mecburî olarak kal­
dı, fakat M. Ö. I. yüzyılda yalnız yoksul şehiıliler ,iıskere alın ­
m ağa başlandı. Bunlar bir aylık karşılığında gönüllü yazılıyor­
lar ve meslek askeri haline geliyorlardı. Kum andan, R om a kav­
mi tarafından seçilen sivil bir m agistratus olarak kalm aktay­
dı, kendisine aristokrasiden delikanlılar da yardım ediyorlar­
dı. Tek meslek subayı, adına centurion (bölük kumandanı, yüz­
başı) denen bir ast’tı ki, erlikten yetişm e bir halk adamıydı.
Görünüşe g öre Rom alılar, Italya’lı kom şulanna göre ne
fazla yiğit, ne de fazla becerikli olmuşlardır. G ol’lere göre da­
ha az kuvvetli ve daha az ustaydılar ve sık sık da yenildiler;
fakat hiçbir yenilgileri kesin olmadı, R om a da son başarıyı
kazanm caya kadar savaşa devam etti. Bunu, çok sıkı bir disip­
linle elde etti. Başkumandan, maiyeti üzerinde “ hayat ve ölüm ”
hakkına sahipti ki bu h a k ,^ a a ts iz lik eden herhangi bir kim ­
senin kellesini uçurm ak için baltalarla silâhlandırılmış Uktör’~
ler kıtasıyla sem bolleştirilm iş bulunmaktaydı. Bu m utlak yetki
askerleri, kesici silâhlarla savaşa kadar, bütün durumlarda bir­
leşmiş halde tutuyordu. A y rıca bunlara, öteki m em leketler sa­
vaşçılarının yapm ağa yanaşm adıkları, top rak kazm a v e kal­
dırm a işlerini zorla y a p tn m a k im kânını da sağlıyordu. Sefer
halindeki ordu hendekle çevrili, üzerinde tahta parm aklık bulu­
nan toprak sedle korunm uş bir kamp’ a, çekiliyor, böylece her­
hangi bir baskına kargı siperde bulunuyordu. B u ordu hattâ
yıllar boyunca çabuk ve devam lı şekilde h arekâtta bulunabi­
lirdi.
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 37
R om a askeri uzun jim nastik idmanları ve silâh kullanma
talim leriyle savağa hazırlanmaktaydı. D aha sonra, gefler daha
büjrük kaynaklara sahip oldukları zaman, ordu ikm al debboyla­
rı ile; bugünkü topçunun yerine geçen ve taş atan mancınıTclar-
la; sedleri, surları yıkm ağa yarayan 'koç'kafalan ile, silâhları o-
naran dem ircilerle, köprüleri kuran mühendislerle kuvvetlendi­
rildi. D aha kötü teçhiz edilmiş olan ve uzun zaman gayret gös-
terem iyen Barbar savaşçılara kargı yapılan uzun bir savaşta,
bu teçhizat R om a ordusuna kesin bir üstünlük sağlıyordu.
R om a’mn fetihleri. — R om a kavm i yedi asır boyunca (M.Ö.
V II. yüzyıldan M.S. I. yüzyıla kadar) sürekli savaş halinde y a ­
şadı ve (uzun zaman sanıldığı g ibi) önceden hazırlanmışı bir
fetih plânına sahip olmaksızın, hemen hemen bütün öteki kar
vim lere boyun eğdirdi. Y erine göre ya ganim et elde etmek, ya
köleler ele geçirm ek, ya da bir generale «a /e r töreninde hazır
bulunmak İmkAnmı sajtlanıak üzere savaştı; daha sonraları ise
D o|m kmlları tarafından biriktirilm iş hâzineleri elde etm ek ya
dft ia.pınnklıı.i'cla m uhafaza edilen altun ve gümüşü elde etm ek
İflln harbotll, Nihayet öyle bir zaman geldi ki, general bir or­
duyu kendİKİno banlamak İçin savaştı; sonra bu orduyu, ikti-
dnrı «lo ıırglnıuık İçin kullandı. Böylece K om a Akdeniz çevre-
■lyl* OkyanuM'un kıyılarındaki bütün memleketlere, İtalya’ya,
Orok dili konuşan ülkelere. D oğu krallıklarına, A vrupa’nın Gü­
neyi ile B atı’sındaki Barbar kavim lere hâkim oldu. Bu uçsuz
bucaksız toprakların fethedilm esiyle R om a ’nın nuîusu da de­
ğişti. Kom şu mem leketlerde oturanlar, bu m em leketler dize gel­
dikçe, R om a tarafından yutuldu; bunlar ilkin pleb sm ıfına
alındılar v e uzun zaman aşağı tabaka olarak muamele gördü ­
ler; fak a t sonunda pleb de R om a kavm i ile eşit haklar elde et­
ti. Sonradan da vatandaşlık vasfı, fethedilen topraklar halkı­
nın bir kısm ına ve genel olarak zengin kim selere y a şahsî bir
imtiyaz olarak bahşedildi; ya da bu vasıf, efendileri tarafından
ûzad edilen kölelere verildi. R om a vatandaş topluluğu durına-
dan büyüyerek uzaklara da yayıldı ve E*onunda, Alp dağlarının
Güneyinde, İtalya’da bulunan bütün hür insanları içine aldı.
R om alılar m ağlûplardan aldıklan şeylere, yani uçsuz bu­
caksız topraklara, altun ve güm üş hâzinelerine, savaşlar sıra­
sında ele geçirip sattıkları sürülerle kölelere sahiptiler. Fakat
bu zenginlik: ancak ço k küçük bir im tiyazlılar azınlığının işine
yarıyordu. Eski m agistratus’la n « ailelerinden meydanşı gelen
üst sınıf,- noblesse (asiller) adını aldı ve bu adı, bütün A vrupa’-
38 AV RU PA Mî l l e t l e r i n i n
daki üst sınıfın ismi olarak kaldı. A d la n n a şövalye denen zen­
ginlerden, yeni bir imtiyazlı sm ıf daha m eydana gelm işti ve
bunlar paralarını y a deniz ticareti yapm ak, y a kamu vergri ve
gelirlerinin mültezimliğini etmek, y a d a R om a ’ya boyun eğen
prenslere ve şehirlere ço k yüksek fa izle ödünç verm ek için
kullanıyorlardı. Çünkü asiller kazanç gayesi güden hiçbir iş
yapm ağa izinli değildiler.
R om a jnuazzam bir İtalyan halk kitlesiyle; muntazam ge­
çim vajsıtaları olmayan, sadece zengin m agistratus’la n n yap­
tıkları yiyecek ya da yahut para dağıtım larıyla geçinen, Doğu
y a da B arbar asıllı, âzad edilmiş v eya edilmemiş kölelerle dolu
çok büyük bir şehir haline geldi. İtalya’nın köylük bölgelerin­
de nufus azalmıştı, buralarda ancak' vatandaş vasfına' sahip
küçük toprak sahipleri kalmışlardı.
İtalya'nın dışında boyun eğdirilm iş olan kavim ler henüz
R om a kavm inin topluluğu içine girm em işlerdi; bunlann m em ­
leketleri provitıcia (eya let) halinde teşkilâtlanm ıştı (ki bu ad,
m odern dillerde de yer almış bulunm aktadır). Bunlann herbi­
ri çok geniş yetkiye sahip R om alı bir magistratus tarafından
idare ediliyor; o da genel olarak bu yetkiyi, halkı söm ürerek
k ısa zam anda zengin olm ak için kullanıyordu.
R om a kavm inin politik rejim i resmen aynı olarak kalm ak­
taydı; fak a t ordu artık m eslek askerlerinden m eydana geleli-
denberi, yalnız generalinin sözünü dinliyordu. Seçilen m agis-
tratus’lar, ordulann şefleri olunca, kendi aralarında yüzyıla ya­
kın bir zaman harbettiler. A n cak rakiplerini yenen bir general
İktidann tek sahibi olarak kalınca, b a n ş yeniden kurulablli-
yordu.
R om a İm paratorluğu. — Galip gelen A ugustus dinî admı
ve im parator (kum andan) unvanını aldı, rejim e de bunun üre­
rine im paratorluk adı verildi ki bu, m od em dillere de girdi. Te­
meli Çesar tarafından atılıp kuruluşu Augustus tarafından ta­
mamlanan İm paratorluk hem im paratorun R om a kavm i üze­
rindeki mutlak yetkisinden, hem de R om a kavminin öteki ka­
vim ler üzerindeki mutlak hâkim iyetinden m eydana gelm ektey­
di. İm paratorlar, Barbar kavim lerin geri kalanlanna da boyun
eğdirerek fetih işini tam am ladılar; öyle ki, im paratorluk, sa­
vunm ası kolay olan tabiî sınırlara gelip dayandı; A frik a v e As­
ya’da çöl vardı; Avrupa’da da Rhein ve ’Tuna nehirleri vardı
ki bunlann ötesindeki ülke, işgal edilmek zahmetine değmiyor^
du. (B ir ara Augustus tarafından Elbe nehrine kadar boyun
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 39
eğdirilm iş olan Cermanya, tericedildl.) H attâ II. yüzyılda sı-
’ ntrlar aşıldı bile: Alm anya’nın G üney-Batısm a kolonlar yerleş­
tirildi, Transilvanya’da da D aç kavm i R om a ’ya boyun eğdi.
Resm î olarak R om a hükümeti halkın geyi, nesnesi (respub-
lica) olarak kalıyordu. Asiller arasından alınan m ajistratu s’-
1ar, bir yıl için segilmeğe devam ediliyordu; Senato yine eski
nıagistratus’lardan kurulu bulunmaktaydı. Fakat, kavm in tem ­
silcisi haline gelen İm parator, onun bütün yetkilerini eline al­
mış, yani mutlak bir iktidara sahip oimugtu. Kavmin, seçmesi
gereken m agistratus’ları o seçiyor, kanunları çıkarıyor, ordula­
ra kum anda ediyordu. Bununla beraber, kendisi de bir m agis­
tratus olarak kalm aktaydı; iktidarı öm ür boyunca idi ve miras
yoluyla başkasına geçm iyordu. Y erine kim in geçeceğ'ini ön ce­
den tesbit eden hiçbir kural y oktu ; İm parator bazen Senato
tarafından seçildi, fakat çoğu zaman biri general, askerleri ta­
rafından İm p ıım tof ilân edildi. II. yüzyıldaki İm paratorların
en İyileri (Hadrian, Antonlus, M arcus-Aurelius) selefleri tara-
fındıın Mcgllnılıslerdl,
Boytın oftı^n Ijütün kiivim lcre İm paratorluk bir itaat birliği
kabul Pttlrdl Ul, nihayet bu, her yanda aynı politik rejim in ku-
l'UlmaNi Klhl bir Honuç verdi. R om a’nm doğradan doğruya ida­
re oltlftl Itıılyıı. kavim leri hariç olm ak üzere, bütün İm para­
torluk fımıvlnriıı, (eyalet) lara bölünmüştü, bunların herbirl-
nln çok frcniş toprağı vardj ve İm parator’un, yaı da Senato’nun
temailcisi olarak R cm a ’dan gönderilen eski bir magistratus
tarafından idare edilmekteydi. Bu geniş im paratorluk için R o ­
ma çok az sayıda m em ur kullanıyordu: H er eyalette bir tek va­
li vardı ki hizmetinde birkaç memur, bir tabur da asker bu­
lunuyordu. Bütün ordular sınır eyaletlerinde, R hein ve Tuna
boylarında yahut Iskoçya’nm Güneyinde toplanmışlardı. Bun­
lar R om a hükümetinden para alan meslek askerlerinden mey­
dana gelm eydiler; askerler de en az medenî ve en savaşçı ola­
rak kalmış halk toplulukları içinden devsiriliyordu.
R om a hükümeti kendisine boyun eğmiş kavim lerden bir­
birleriyle savaşmamalarını, cizyelerini ve orduların m asrafla­
rım karşılam ak için ihdas olunan, satışlar ve miraslar üzerin­
den alınan vergiyi ödem elerini istiyordu. Bu kavim lerin iç iş­
leri ile meşgul olm am aktaydı. H er kavim, nizam ı sağlam ak ve
vergileri toplam akla görevli olan, kendi mahallî hükümetini
m uhafaza ediyordu.
R ejim , hele G rek dili konuşan m em leketlerde, her ülkeye
40 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
göre desişiyordu. Fakat Avrupa’nın B arbar kavim leri de "Ro-f
m a’nın rejim ini taklid ettiler. Her kavm in merkez olarak b if
sife'si vai’dı ki, bütün topraklarım idare ile görevli personel
orada çaUgıyordu. H er g örev için R o m a ’da olduiru 3 "ibl iki ta­
ne olm ak üzere bir yıl için seçilen m agistıutus’lar, adına evr
ria denen ve bellibaşh toprak sahiplerinden kurulan bir Senato
ile anlaşm a halinde kam u iğlerini yürütüyorlardı. R om a mas­
raflar isin higbir gey verm iyordu; Site’nin naagistratus’lan,
m asraflar lî,ısmen kendilerine ait olm ak üzere, bayındırlık iş­
lerini yaptırıyorlar, pazaryerleri, tapınaklar, tiyatrolar, su ke­
merleri inşa ettiriyorlardı. H alk m eclisi gerçek h içbir yetkiye
sahip değildi. R om a ’da olduğu gribi h er yerde rejim , bütün ka^
mu işlerini zenginlere m_ahsus tutuyordu.
İm paratorluk iğinde savaş kesilmiş, bütün kavim ler silâh­
sızlandırılmış ve barış içinde yaşam ağa başlamışlardı ki, bunun
adına P ax rom ana (R om a barışı) adı verildi. Bu bang hali, A v­
rupa’nın h içbir zaman tanımadığı şartlar yaratıyordu. R om a ’-
nm bütün uyrukları güvenlik içinde çalışabiliyorlar, m alların­
dan m ülklerinden faydalanıyorlar, denizden ya da ordu tara­
fından yapılan yollar üzerinden, İm paratorluğun bir başm dan
öbür başına gidebiliyorlardı. Şehirler surlar içine kapalı kal­
mak zorunda olm aksızın yayılıyorlardı.
Bir'ik. - - R ejim lerin tıpkılığı İm paratorluğun bütün ka­
vim lerini b iıliğ e hazırlamıştı. III. yüzyılın bagm da çıkan bir
kanftn, bütün hür insanların R om a vatandaşı olduğunu ilân
edince. Birlik de III. yüzyılın başında resmî hale g eld i Ondan
sonra bütün yurttaşlar B om ah adını taşıdılar (ki bugün dahi
bu ad bazı ülkelere bağlı olarak kalm ıştır). Birliğin dışında
henüz hem en hemen ıssız olan K uzey mem leketlerinden başka­
sı kalm adı; buralarda da Kelt, Cermen, İslâv dili konuşan Bar­
barlar oturuyorlardı.
Politik birlik, dil ve hukuk birliğini getirdi. Hüküm etin ve
ordunun dili olan Lâtince, medenî hayatın geçer dili haline gel­
di. G-üney-Doğu’daki Hellenleşmiş ve Grekçeyi kullanm ağa de­
vam eden m em leketler hariç, tek yazılan dil Lâtince idi. E ski
diller ise ancak birkaç m ünferit kavimde kaldı k i bunlar, Is-
k oçy a ile İrlanda’da Gaelik dili, Bretonca, Arnavutça v e B askça
idi.
Roraa hukuku bütün İm paratorlukta evlilik, mülkiyet, ve­
raset ve sözleşme törelerini nizamladı. R om a kavminin, adalete
ve insanlığa aldırış etm eksizin, geleneğe dayanan ku rallannı
MTJKAYESEI^Î T A R iH t 41
uygulayan eski millî hukuku değildi bu artık. Vatandaşlarla
yabancılar arasındaki dâvalar sırasında verilen kararlar top­
lanarak. yavaş yavaş yeni bir hukuk m eydana gelm işti; bu hu­
kuk, Grek filozoflarının çöm ezleri olan hukukçular tarafından
çeşitli kavimlerin, bilhassa D oğu ile Grek mem leketlerinin tö­
releri birleştirilm ek suretiyle sistem halinde teşkilâtlanmıştı.
Eski R om a hukukunun ancak diliyle form ülleri m uhafaza edil­
mişti. B öylece yeni hukuk (adına "uluslar hukuku” da denen)
bir "tabiî hukuk” haline gelmişti, ortak bir n ısfet ve insaniyet
ülküsü üzerine kurulmuş bulunuyordu. İşte onun, G rek bilim
zihniyetine benzeyen bu rasyonel vasfıdır ki, bu hukuka “yazılı
akıl" adını verdirmiştir.
R om a m edeniyeti. — Rom alıların ne edebiyatı, ne de güzel
sanatları vardı. İlkin Greklerin eserlerini çevirerek işe başladı­
lar, sonra da Grekler tarafından yaratılan çeşitleri yazarak on­
ları taklld ettiler. Virgllius, Horatius, Cicero g ibi en tamnmış-
la n bllo Grek m odellerini örnek alarak çalışıyorlardı. İm para­
torlukta bllinon bütün ilimler, bir Grek ilminin benim senişi ol­
du. Hoykolclldflü rnsaamlar, Hellenistik sanat eserleri m eydana
gotii’tyorlnrdı, hattâ sanatçıların çoğu da Greklerdi.
Tok orijinal R om a sanatı, mimari oldu am a o da G rek ta-
pm ııklannın, tiyatrolaıının biçim ini taklid etti. F akat R om a-
lıln r daha az pahalı malzeme, birbirlerine ikireç ve kum la ya­
pılmış bir harçla tutturulan tas v e tuğlalar kullandılar ve (E t-
rüsk'lerden gelmiş olan) h em er ve kuhhe inşa etm ek sanatı­
nı icra ettiler. B öylece çok daha büyük v e çeşitli yapılar, za­
fer takı, sıcak hamamlar, kubbeli tapınak, am fiteatr, sirk, su
kem eri gibi şeyler inşa ettiler. Bunlar okadar sağlam dılar ki,
birçoğu bugün dahi ayaktadır. Hüküm etin askerlerini ve pos­
tasını taşım ak için, İm paratorluk askerler tarafından yapılan
b ir yol şebekesiyle kaplandı. Bunlar, tas ve kireçle yapılm ış
çoselerdi, kem erli köprülerle ırmakların üzerlerinden aşıyor­
lardı; bunlardan şimdi dahi birçok kalıntılar vardır. ( 1 )
Çeşitli m em leketlerde oturanlar arasında deniz veya kara
yollarından yapılm akta olan ulaştırm a işleri sonunda, bütün
İm paratorluktaki töreler, dil, hukuk, teknik, bilimler, edebiyat
ve sanat alanlarında bir birlik m eydana getirmişti. Adına hâ-

(I j B u ç o k güzel, fa k a t duvar gibi sert olan şoseler, havor


m n v e suyun etk isiyle çatlıyorlardı v e ta.? döşeli yollar ayarın­
da değillerdi.
42 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN
kim kavmin adıyla R om a m edeniyeti denen bu m ügterek me­
deniyet bütün eski âlemden, bilhassa D oğu Ue Grek, m em leket­
lerinden gelen icatlardan ibaret bulunmaktaydı. Rom alılar, ör­
nek olarak aldıkları Greklerden daha aşağı taklitlerle, bu me­
deniyetin bütün halk tabakaları arasına yayılm asına hizmet
ettiler; bunun iğin de C icoro’yu D em osten’le, Virgilius’u H om i-
ros’la, H oratius’u Pindarus’la kıyaslam ak yeter. Bu m edeniye­
ti ta rif etm ek üzere, ötedenberi din terim i olarak kullanılan ve
‘‘birkag mezhebin, doktlrinin bir araya gelmesinden çıkan sis­
tem ” anlam ına olan Grek asıllı “ syncrétism e” sözünü kullan­
m ak yerinde olur. Yani R om a medeniyeti, kendine) m ahsus bir
canlılığı olm ayan monoton, basma^kalıp bir karışımdır. İşte
G rek aslına göre daha az güzel olan, faka t o zamanın zeltâla-
rının düşük seviyesine daha uygun bulunan bu şekil altında.-
dır ki medeniyet, A vrupa kavim lerine ulaştırılm ıştır; onlar da
bugüne kadar bunun etkisini hissetmişlerdir. ( 2 )
Toplumun değişm esi. — Toplum otoriter v e aristokratik
bir yönde değişm eğe devam ediyor; bütün zenginliklere, bütün
iktidara sahip çok küçük bir azınlıkla, zulüm altında inliyen
çok büyük bir yığın halinde gittikçe ayrılıyordu. R om a Sena­
tosunda bir ataya sahip olmuş ailelerden m eydana gelm e asil­
ler sınıfı, “ senato sınıfı” haline geliyordu. Ticaretle y a da k a ­
mu gelirler;ni söm ürerek zeng:inle§en aileler, “ şövalyeler sını­
fı” nı m eydana getirm ekteydiler.
Bu imtiyazlı sınıflar çok geniş topraklara sahiptiler ki
bunlar kısm en sürüleri beslemek İçin kullanılıyor ve buralarda
oturanlann hepsi, m alsahibinin hükm ü altında yaşıyordu. Asil­
lerle şövalyeler. D oğudaki kralların ve önemli kişilerin debde­
beli yaşayış tarzını benimsemişlerdi. D oğu saraylarının taklit­
leri olan evler, köylük yerlerde de muhteşem viîto’lar yaptır­
mışlardı. Bunlar resimlerle, heykellerle süslü, döşemeleri m o-
zayiklerle kaplıydı; sahipleri de buralarda şölenler veriyorlar^
dı. Bunlar evlerinde şarkkâri bir mücevher, ipekli kumaş, k o­
kular, altun ve güm üşten tabak-çanak bolluğu içinde hayat
sürüyorlardı. Ancak, bütün bunlar insanın gururunu okşuyor­
du ama, hayatı daha rahat hale sokm uyordu. Y ine bunlar, ken-

(2) Lâtincenin Avrupa’ da m ü şterek dm diU olması v e Av*-


rupa’ da öğrenimm^ Lâtin yasarlar incelenip okututaı^uh yapıl­
ması dolayısiyle, Bomrı edebiyatı bütün dünyada itibar kapan­
mıştır.
m ukayeseli tar Ih î 43
di özel hizmetleri için sürülerle köleler beslem ekteydiler; top-
raklarm da eahşan y a da çeşitli zanaatlar yapan binlerce kö­
leleri vardı ki, bunlann elde ettikleri ürünleri yahut yaptıkla­
rı mamulleri, sahipleri sattırmaktaydı.
B irkaç im tiyazim m yararına olarak zenginliklerin böyle
muazzam şekilde toplanması, şartlar arasındaki eşitsizliği va-
himleştirmişti. Toprak, muazzam malikâneler halinde toplan ­
mıştı. Hele Güney mem leketlerinde, yeni iyeni şehirler meydar
na çıkm ıştı. Eski pteb adını m uhafaza etm ekte olan şehirler
halkı zanaatkârlardan, dükkâncılardan, işçilerden ve işsiz
kimselerden teşekkül etmekteydi. Bunların çoğu köle soyundan
gelme, y a n -a ç yarı-tok, üstbaş'arı perişan, sefil evlerde oturan
ve kısmen D evlet’in yaptığı un ve zeytinyağ dağıtım larıyla g e­
çinen kimselerdi.
Im paratorluk’ta oturanların büyük çoğunluğu azadl<mnı%s
kölelerden ve büyük malikânelere yerleşm iş olan kolonlardan
ibaretti. Köleler, eski çağlardaki Barbarlar, Grekler, R om alılar­
la basit ya-sayışlı kavim lerde az sayıda idiler. F akat esirlerin
satılmasıyle, R om a fetihleri sırasında bunların sayısı ölçüsüz
bir şskilde artmıştı. İş gücünün ancak hayvanlarla insanlar ta­
rafından sağlandığı bir devirde köleler un değirm eninin taşla­
rını çevirm ek, m adenleri topraktan çıkarm ak, yükleri taşım ak
gibi ağır işlei'de kullanılmaktaydılar. Bunlann “ köy köleleri”
diye anılan çoğunluğu toprağı ekip biçiyor ya da sürülere ç o ­
banlık ediyordu.
Hukuk bakımından bir “ayn” a, bir şeye benzem ekte olan
köle evlenemiyor, aile ya da m ülk sahibi olamıyordu. E fen ­
disinin iktidarına tâbi idi ve o da kanunen onu hapsetmek,
zincire vurm ak, kırbaçlatnıak, sakatlatm ak veya öldürtmek
hakkına sahipti. Nufusun çoğunluğunu teşkil eden bu kadınlı
erkekli muazzam yığın hakkında ancak çağımızın I. yüzyılından
itibaren edebî eserlerde verilen bilgilere sahibiz, ki bu eserler,
kölelerin yaşayışının korkunç bir tablosunu çizmektedirler.
K öylerde bunlar çoğu zaman zincire vurulmuş ya da geceleri
bir yeraltı mahbesine kapatılmış oldukları halde, haftada bir
gün dahi dinlenmeksizin çalışm aktaydılar. Şehirde ise efendi­
lerinin gözleri önünde ve bunların kaprislerine bağlı bir şekil­
de, her an korkunç ceza korkusu altında yaşıyorlardı. E fendi
öldürüldüğü zaman, evindeki bütün köleler de öldürülm ektey­
di. Kölelerin içlerinde bulundukları şartlar o kadar aşağı g ö ­
rülm ekteydi ki, kölelerin durumlarını anlatan servile terimi,
44 A V R U P A MÎLLBÜTLS3RÎNİN
“ agağılatıcı” sıfatiyle aynı anlama gelmekteydi.
E ski medeniyet ancak küçük bir azınlığın yagayı§ gartlar
n n ı iyileştirebilm işti; insan cinsinin y a n sın ı kendi faaliyet sa­
hası dıgmda bırakıyordu. A ntik çağda kadınlan n yaşayıştan
üzerindeki çok nadir belgeler (ki bilgilerim iz arasında bu, en
vahim boşluklardan biridir) bize bunlann ne çocukların eğiti­
minde, ne de köylerdeki çalışm alarda oynadıkları rolü öğret-
mem ektedir. R om alı yazarlann ahlâk düşüklüğü hakkındaki
şikâyetleri an cak aristokrasiden olan birkaç kadınla İlgilidir,
ki bunlar da zaten rezilce bir hayat sürmekteydiler, ötek i, yani
hemen hemen bütün kadınlar ise, antik kavim lerin törelerinin
em rettiği sâde ve kapalı hayatı sürmekteydiler. Bunlar evle­
rinde oturarak öreke ile yün yahut keten eğirip kumag doku­
yorlar, ekm eği yuğurup pişiriyorlar, yem ek hazırlıyorlardı ki
bu yem ek pişirme işi, bütün Antik çağ boyunca kaba saba bir
iş olarak kalmıştı.
K adınlar okula gitm iyorlar, okumuyorlar, umumî tem aca
yerlerine girem iyorlar ve entelektüel (aydın ) hayata h içbir su­
retle katılamıyorlardı. Kadınlar, erkeklerin hal v e gidişi üze­
rinde pek fazla etkiye sahip olm uşa benzem emektedirler. Grek-
lerle R om alılar ancak meşru çocuklara sahip olm ak için evle­
niyorlardı; R om a ’da kadın sadece m atrone, yani aile anası sı-
fatıyle saygı görm ekteydi. Akdeniz mem leketlerinin erkekleri
h içbir zaman evlerinde fazlaca oturm ağa, k a n la n ile meşgul
olm ağa v e ne de onlara fazlaca serbestlik verm eğe m eyilli de­
ğildiler.
Şehirlerde köleliğin genişlemesi, kadınların büyük bir kıs­
mının yaşayış şartlannı daha da kötüleştirm igti; bu genişleyi­
şin, efendisinin bütün kaprislerine boyun eğm ek zorunda olan
köle kadına yüklediği aşağılatıcı hayatı anlıyabilm ek İçin, bi­
raz düşünm ek yeter. Belki de, kölelerin nadir olduğu Barbar
kavimlerde, erkekler kadınları hayatlarm a daha fazla ortak
etmişlerdi. Fakat bütün kavim lerde kocaları karılarını dövm e­
ğe, babalar da kızlan na k oca seçm ek hakkını verm eksizin on­
ları evlendirm eğe devam etmişlerdir.
İm tiyazlıların m uazzam zenginliği kavmin büyük yığınına
yaram ıyordu. Şehirler bilhassa, dolaylanndaki topraklan n
ürünleriyle yaşayan hüküm et merkezleri olarak kalm aktaydı­
lar. T icaret törelerinde (kom andit ortaklık, banka mevduatı,
vadeli satış, deniz sigortası gibi) m od em işlem lere benzer bir­
kaç usule rastlam ak mümkün olm uştur ama, elde edilen, var-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH Î 45
hklar ve zenginlikler, istihlâk isin istihsal serm ayesi haline
getirilm em ekteydi.
E tkileri bakım m dan en önem li olan yenilik, m ahalli ve
şifah i (sözlü) töre’nin yerini, İm paratorun bir edictum/n (ira­
desi, ferm anı) şeklinde, genel ve yazılı bir yasa’nın (kanunun)
alm ış olmasıdır. Yasayı, kanunu özel durum lara uygulam ak
için daim î bir tribunal (m ahkem e) kurulmuştu ki bunda, dâ-
vacılan n yerine konuşan avukatlar hizm et etm ekteydiler. Bu
işlemler Batı kavimlerini, adaleti kam u otoritesi tarafından uy­
gulanan genel bir kural olarak saym ağa alıştırıyordu. M ahke­
m enin yetkisi, toplum a zararlı oldukları için yasak edilen fiil­
lere de şâm ildi; m ahkem e cezalar veriyor ve sanığı itiraf et­
tirm ek için eziyette bulunma, ıztırabını uzatm ak için zalimce
İşkenceler yapma, sakatlama, çarm ıha ıjerm e gibi usuller kul­
lanıyordu.
R om a ’nm barış içindeki birliğinin kötü tarafı, halkm se­
faleti idi. Bu halk savaştan kurtulmuştu ama, köle mertebesine
düşmüştü. Medeniyetin ilerlemesi ancak küçük bir azmlığın
işine yarıyordu, ki lüks hayattan ve zekânın zevklerinden yal­
nız o faydalanm aktaydı. Lâtin yazarlar eliyle m eydana gelmiş
olan Avı-upa usulü eğitim im iz bizi, bu im tiyazlılardan başka­
larını düşünm emeğe alıştırm ıştır; fakat, genel olarak bakıldı­
ğı zaman R om a toplumu, çok ince bir medenîler tabakası ha­
linde ortaya çıkm aktadır ki, hemen hemen B arbar’lar kadar
cahil ve yoksul, üstelik onlardan daha fazla zulüm ve istibdat
altında bulunan büyük bir yığının üzerine yerleşmiş bu tabaka,
daha çok, artistik alanda medenileşmişti, insanlar arasındaki
münasebetlere, İm paratorluk devrinden önce olduğundan da­
ha da fazla, kuvvet hâkim bulunm aktaydı; çünkü otorite daha
kuvvetli bir iktidarla silâhlanmış haldeydi. Barbar hayatın ta^
bil hürriyet ve eşitliği kaybolm uş; zulüm ve istibdatla eşitsiz­
lik genel bir hal almıştı.
III

B iZA N S İM P A R A TO R LU Ğ U VE H R tS T İY A N L IĞ IN
DOĞUSU

Rejim in sarsılması. — A vrupa’nın büyük bir bölgesi üze­


rinde R om a idaresi ve R om a medeniyeti tarafm dan kurulmuş
olan birlik, III. ve IV. yüzyıllarda, D oğu’nun doğrudan doğru­
ya yaptığı etki altında değişti ve bu, im paratorluğu bir D oğu
monarşisi haline koyarak, buna bir D oğu dinini de soktu.
Eski Rom alı asil aileler çoktan sönüp gitmişti. Şövalyeler
sınıfı asillerle karışarak adına “ senatorial” denen bir sınıf
haline geldi ki bu sınıf, atalarından birisi senatör vasfını al­
mış olan ailelerden teşekkül etm ekteydi; bütün İm paratorlu­
ğun büyük toprak sahiplerini de bir araya toplam ış bulunmak­
taydı. -H ali vakti biraz yerinde olan toprak salıiplerinin hepsi
sonunda kendi sitelerindeki cMj-to’ lara girm işlerdi ve adına cu-
rial denen orta bir sınıf halindeydiler.- En çok şehirler halkın­
dan (belki de küçük toprak sahiplerinden) m eydana gelen ve
plebs adı altında toplanm ış olan hür insanlar yığını, resmen
“ hum ilis” 1er (aşağılar, âcizler) diye adlandırılm aktaydı ve
m ahkûm iyet halinde en ağır cezalara çarptırılm aktaydı. Savaş
esir pazarlarına köle gönderem ez olalıberi, toprağı ekip biçm ek
için köleler artık yetişmiyordu. Büyük bir malikaneye yerleş­
miş hür ve yoksul insanlar olan fcoîoM’lar burada babadan oğu-
la kira ödeyerek bir toprak parçasını ekip biçiyorlardı; aslında
onlann efendisi, asıl büyük toprak sahibiydi.
Ordular hâlâ para şeklinde bir ulûfe (ücret, aylık) alan
gönüllülerden m eydana gelmeydi. Fakat Rhein, Tuna ve Suri­
ye sınırlarındaki ordular III. yüzyılda, hangi generalin im para­
tor olacağını kararlaştırm ak üzere, kendi aralarında savaşa
tutuşunca bu rejim sarsıldı. H attâ bir zaman için, blrblrleriy-
le savaş halinde olan birkaç im parator da var oldu.
Ordular savaşla uğraşırlarken. Tuna ve Rhein nehirlerinin
ötesindeki, o zam ana kadar hep püskürtülmüş olan Barbar
kavimler, K uzey eyaletlerini istilâ ettiler, köylük yerleri yağ­
ma edip şehirleri yıkarak buralarda oturanları öldürdüler. Nu-
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 47
fu s azaldı v e yoksullaştı; şehirler de ancak dar surlar İsine
sıkışarak yeniden yapıldı ve u fak olarak kaldı.
İm paratorluk Doğru’da krallar tarafından biriktirilm iş olan
altun ve grümügü, fetihlerle R om a ’da toplam ıştı; fa k a t artık
hemen hem en altun ve güm üş istihsal etm iyordu v e Hind’le
Çin’in değerli taşlar, baharat, kokular, İpekliler gibi mallarını
satın alabilm ek için durmadan dışarıya altun ve güm üş g ön ­
dermekteydi. B arbarlar yağm a ettikleri değerli m adenleri ken­
di mem leketlerine götürdüler; yeril halk da hâzinelerini gizli
bir tak ım yerlere göm düler kİ, bunlardan çoğu sonradan tek­
rar bulundu. İm paratorlukta tedavül etm ekte olan paranın ça­
bucak değerden düşmesi de, güm^g kıtlığının büyük olduğunu
İsbat etm ekteydi. 3-4 gram saf gümüşten yapılan güm üş sikke­
nin (denarius) halitasına bakır da katıldığından, bunun değeri
gittikçe düşm ekteydi; II. yüzyılın sonundan İtibaren yarı yarıya
olan bu düşüş, III. yüzyılın sonunda % 95 i buldu.
Ordunun ücreti para İle ödendiği sürece ordu m evcudu as­
kerlik fenni bakımından Barbarlara üstün meslek askerleriy­
le sağlanm aktaydı; zira bu askerler yürümesini, kam p kurm a­
sını, hep birlikte hareketler yapıp savaşmasını bilmekteydiler.
F akat sık sık talim yapm ak ve sıkı bir disipline tâbi olm ak da
gerekiyordu ki bu yüzden ordunun daimî olarak bir yerde ka­
rargâh kurması gerekiyordu ve buralarda da askerler yalnız
kendi zanaatlarıyla uğraşm aktaydılar. Para kıtlaşınca hükümet
aylık yerine yiyecek ve toprak verir oldu ve askere, toprak üze­
rinde ailesini de yanında bulundurm ak iznini verdi. Böylece de
sınırlardaki kıtalar, harekât harbine elverişsiz bir köylü-asker
mllial haline geldi. M uvazzaf oıdu birkaç k or’a İndi; bunun en
büyük kısmı da Barbar yardım cılardan m eydana gelmiş bulun­
maktaydı.
İmparatorliiğm i dir’iMşi. — İm paratorluk III. yüzyılın son
çeyreği İçinde birbirleri ardınca İşbaşına gelen imparatorlar,
İllirya’dan toplanan Tuna ordusu askerleri, generalliğe yükse­
len halk adam ları tarafından kurtarıldı; bunlar cahil ve kaba-
subaydılar am a yiğit ve çalışkandılar, sade ve zahmetli bir ha­
yat sürüyorlardı. B arbarlan püskürttüler, b a n ş ı. kurdular ve
hükümeti yeniden teşkilâtlandırdılar.
Bir tek adam tarafından İdare edilem iyecek kadar geniş
olan İm paratorluk toprakları, Agustus unvanını taşıyan İki İm­
parator arasında bölündü; Bunlardan biri İtalya’da oturup
B atıya hükm ediyor; öteki de K onstantjp’in kurup kendi adını
48 A V llU P A M İL L E T L E R İN İN
verd iği (K onstantinopolis) yeni bir başkentte oturup Doğruya
hükm ediyordu. IV. yüzyılda geçici ola ra k kalan bu bölünme,
kamu evrakı üzerinde iki imparatorun adının yanyana bulun­
m ası suretiyle İm paratorluk henüz birliğini resm en muhafaza
etm ekle beraber, V. yüzyılın başında kesin bir hale geldi. Lâ­
tin dilinden olan bütün mem leketlerden m eydana gelm e olan
Batı, Balkan yarım adası hariç, bütün A vru pa eyaletlerini içine
almış bulunmaktaydı. Y abancı asıldan olan medeniyetin, R o ­
m a şekli altında henüz yeni olduğu Avrupa, Asya’dan a y n ola­
rak kalm aktaydı ve A sya’da ço k daha eski olan m edeniyet de
G rek şeklini m uhafaza etmekteydi.
A sya’nın sınırına yerleşim e, K onstantin D oğu krallarının
hepsinin uydukları, G rek krallarının d a m uhafaza ettikleri bü­
tün töreleri benimsedi, im parator, öm ür boyunca bir magistra-
tus olm aktan çık tı; başında bir taç taşıyan, bir tahtta otur'an,
D oğu usulünce secdeye kapanılarak selâmlanan ve veraset yo­
luyla işbaşına gelen bir hükümdar oldu; sarayı, odası, m alikâ­
neleri gibi kendi 'malı olan nesi varsa hepsi kutsal olarak va­
sıflanmaktaydı. Hükümdar, tıpkı M ısır ve Suriye’deki Helle-
nistik saraylardakine benzer unvanlara ve görevlere sahip bu­
lunan saray ileri gelenleri arasında öm ür sürüyordu.
İm paratorun hizmetinde, kısa zaman için seçilen R om alı
m agistratus’lar değil de, herbiri yalnız bir çegit iğle görevli
daimî bir m em urlar topluluğu vardı. Bunlar da, kalemler
(scrinia) halinde teşkilâtlanmış, daha aşağı rütbede memurlar^
dan yardım görm ekteydiler. Servis şefleri, görevlerinin unva­
nından a y n olarak, rütbelerini gösteren ( 1 ) bir vasıf taşım ak­
ta ve adm a hiyerarşi denen bir sıraya uyarak bir rütbeden öte­
kine yükselm ekteydiler. Bunft da “ D oğu ve Batı büyükleri tez­
keresi” adını taşıyan bir çeşit saray yıllığından biliyoruz ki
bunda, bütim saray ileri gelenleriyle hükümetin v e ordunun bü­
tün mem urları a y n a y n sayılmış bulunmaktaydı. Bu da Avru­
pa’da bir m em urlar hiyerarşisiyle idare edilen hükümet sek­
linin en eski örneğidir.
M aliye işlerinin, İm parator’un sarayı ile topraklarının ida­
resi gibi daha yüksek görevler, İm parator’un çevresinden olup
adlarına arkadaş (k om it) denen kimselere verilm ekteydi ki,
bütün Avrupa’da asalet unvanlarından biri haline gelmiş olan

f l ) E skiden Osmanh D evletin d e olduğu gibi devletlû, acuir


detlû n ev’ inden unvo'n^r. ( Ç eviren)
MUKAYEÎSEUt T A R İH İ 49
kon t unvanı, bu kökten gelmedir. E ski eyaletler daha küçük
birkaç eyalete bölünerek herbirinin bagm a büyük toprak sa­
hipleri aristokrasisinden alman v e buraları idare etmek, ada/-
let dağıtmak, maliye iğlerine göz-kulak olm akla görevli valiler
getirilm işti. Askeri şefler, meslek askerleri arasından devgiri-
len daha aa asil kimselerdi. Sınır eyaletleri adına sef fd uxj de­
nen bir kum andana emanet ediimigti, ki bütün A vrupa’da kul­
lanılm akta olan dük>. unvanı, bu kökten gelmektedir.
P ara ve asker kaynaklarım yeniden kurm ak üzere, im pa­
ratorlar malzeme ve asker tedariki için kullanılan usulleri
kuvvetlendirdiler. -Arazi vergisinin toplanm asını sağlam ak için
tarım araçları, ürünleri ve toprağa bağlı rençberleriyle birlikte
bütün topraklar, bir deftere yazıhyordu.- Ticaret ve endüstri
için de, her beş yılda bir toplanan “altun ve gümüg” vergisi
ihdas edUmlgti. M emurlar vergileri toplarken sertlik göster­
m ekteydiler; hrıstiyan yazarlar borçlarını ödem eyenlere kargı
bu m em urlar haciz ve kırbaç, belki de igkence yollarına baş­
vurdukları için bunlara takaza etm ekteydiler am a bu usullere
D oğu krallıklarında eskidenberi başvurulmaktaydı.
P ara çok kıtlaştığından hükûmot m em urlarıyla askerlerinin
aylıklarını ekmek, garap, zeytinyağ'i, dom uzyağı, hayvan, yem,
kumaş, odun gibi s&ylerle, “ayniyat” olarak ödüyordu. O da
bunları halktan tekalif halinde egya toplıyarak elde etm ektey­
di. A yrıca hüküm et halka taşıt işleri iğin araba katarları, mek­
tupları taşım ak için posta servisi kurmak, yolların bakım ı ve
onanm ı, bir bölgeye uğrayan mem urların barındırılıp doyurul­
ması gibi angaryaları da yüklem ekteydi (ki bunlar, O rtaçağ’da
da devam etm iştir). Bu şekilde yedirilip giydirilen lejyonlar
daha küçük kollara böiünmüg, bunlar da snnır eyaletlerine yer­
leştirilmişti. Savaşan orduda B arbar yardım cılar gittikçe dar
ha genig ölçüde yer almaktaydı. R om a rejim inden çok bir Doğu
krallığına benzeyen bu rejim e Bizans İm paratorluğu adı veril­
miştir.
Bizans İm,paratorhığunun eth'Jlevi. — T ekâlif daha ağır­
laşmış olduğundan, İm paratorluğun uyrukları bunlardan kur­
tulm ağa çalışıyorlardı. Sitelerinin, p.razi vergisinin ödenmesin­
den müteselsil o’ arak sorumlu bulunan curiaVler yani toprak
sahipleri mülklerini terkeyliyorlardı. "Altun ve gümüg” vergi­
sine tâbi tutulan tacirlerle zanaatkarlar, zanaatlarından y a da
ticaretlerinden vazgeçm ekteydiler. Bu kaçığı önlem ek için hü-
F. 4
50 A.VRUPA M İLLETLERİN İİS
kûmet, M ısır krallığından taklid edilınige benzeyen bir usul
kullandı; sosyal şartlarla meslekleri m ecburi ve babadan oğııla
g-eçer hale soktu. C u ria n er kendi sitelerinin, c w io ’sına, zanaat­
kârlar k ö le fe (zanaatlarının loncasına), asker oğullan da or­
duya bağlandılar. Veriji defterlerine yazvU bulunan çiftçiler,
köleler yahut hür kolon’lar, toprağ-ın aynim az bir tâbli haline
g-etirlldiler ve bunların topraktan ay n im a la n yasak edildi.
İm paratorluğun bütün toprakları artık yalnız aynı hâkim i­
y et altında değil, faka t aynı sosyal rejim altında da birleştiril­
di ve aynı kuralları takibederek i§ gören aynı m em urlar kad­
rosunun hizm et ettiği, merkezlc.smi§ bir hükümet tarafından
idare edildi. B ir Lâtin adı altında ve R om a unvan lanyla bu,
babadan oğula geçen ve D oğu usulünce kutsal olan mutlak bir
monarşi idi ki, k u ş e t l e aynimi,s sınıflara bölünen bir toplumu
m utlak iktidan altında tutuyordu v e bu toplum da bütün men­
faatler, büyük toprak sahiplerinden m eydana gelme bir aris­
tokrasiye m ahsus bulunmaktaydı.
Bu rejim halk üzerinde, D oğu krallıklarm m uyruktan üze­
rinde yaratm ış olduğu aynı etkiyi yarattı. K üçü k kavim ler in­
sanlara, kendilerini faal uzuvları saydıkları ve onu savunmak
için savaşa haiîir olduklan bir toplum için fedakârlıkta bulun­
m ağı ilham ederlerken; yüzlerce yjidanberi silâhsızlandınlm ış
olan ve kendilerini kamu i.glerine h içbir suretle kanştırtm ayan
uzaktaki bir hüküm ete tâbi İm paratorluk sakinleri boyun eğ­
meğe alışık, mukavem etten âciz, vatanseverlik duygulanndan
yoksun ve kamunun iyiliğine karşı ilgisiz uyruklar haline gel­
mişlerdi. K im se kendi özel işlerinden v e şahsî selâmetinden
beişka h içbir şeyle ilgilenm iyordu.
D urgunluk ve tei?ıbellik sanat ve edebiyata da bulaiîinıştı,
artık hiç kim se orijinal bir eser yaratacak halde değildi. Sa­
natçılar eski eserleri kopya etm ekle yetiniyorlardı; o çağın sa­
natı insanda usandırıcı bir m onotonluk duygusu uyandırm ak­
tadır. Y azar’ ar artık sadece yapm acık bir dille yazüm ış taklit
eserler vorm ekteyâiler. Bu eserler de yalnız dil ustalığından
başka şoye değer verm iyen u fak bir meraklı topluluğu için ya­
zılıyordu. Basm akalıp şeylerle dolu olan edebiyatları, iddialı
ve karanlık bir şek'.e bürünm üştü; içinde düşünce namına bir
şey yoktu. Bazen hristiyan yazarlarda içten b ir din duygusun­
dan ilham alan şairane bir heyecan görüldüirti oluyordu ama,
onlar da. usanç verici, kuru bir üslûpla yazı yazm aktaydılar.
Zengin ailelerin oğullan na mahsus okullar "gram er” ve
MUKAYESEÎLt T A B ÎH İ 51

"beyan.” dan bagka §ey öğretm iyorlardı; bu okullar L âtia ya­


zarları İncelem eği ve devrin zevkine uygrun gürlerle söylevler
hazırlamağı da öğretm ekteydiler. Greklerin rasyonel (aklî) dü­
şüncesi, A vru pa’daki Lâtin okullaı-a grirememişti. G rek dili ko­
nuşan m em leketlerde dahi bilim araştırm aları durmuştu. “Néo-
Platonicien” ekolden (1) ibaret kalmış olan felsefe, doğulu bi­
çim lere doğru geriliyor ve rakam ların büyülü bir kudrete sa­
hip olduklarını öğı-etiyordu.
Hristiycmlık. — Χte h içbir orijinal fik ir hayatına sahip
olmayan bu tembel ve âtıl halka, tıpkı Bizansı İm paratorluğu­
nun rejim i gibi D oğu ’dan gelm e yabancı bir din getirildi. Bü­
tün dinsel alışkanlıkları, hattâ ahlâkın ana kavram ını dahi al­
tüst eden bu din, sonunda A vrupa kavimlerine, bütün gelenek­
lerine zıt olan yeni çegit bir birliği zorla kabul ettirdi. Bu din
ve ahlâk devriminden önce, İm paratorluktaki çeşitli halk top­
luluklarının dinleri arasında yakınlık kurm ak için yavaş bir
çalığıma başlam ış bulunuyordu.
Avrupa’nın amUh dinleri. — A vrupa’nın bütün dinleri genel
bir doktrine ve (öğretim leri artık durmuş olan Gol ve Britan­
ya D ruide’leri belki hariç) dini öğretm ekle görevli bir kadroya
dayanmaksızın, her zaman için, her kavim ae geleneklerle dev-
rolunagelen bir takım âyin ve törenlerle mahalli bir takım
inançlardan ibaret kalmıştı. Rahip yani papaz, törenleri icra
ile görevli bir tapm ak bekçisinden başka şey değildi. Dinin,
hattâ mecburî olan tören ve âyinleri, hiçbir belirli inanca sa­
hip olm ak m ecburiyetini koym uyordu. Bu dinlerde başka asıl-
lardan gelen v e daim a ayrı kalmış olan iki çeşit âyin ve tören­
le inançlar sistemi vardı.
Neolitik çağda zaten uygulanm akta olan ölülere tapınış,
bunlann zararlı hale gelmelerini önlemek için, ölüleri usulüne
uygun şekilde göm m ek mecburiyetini koym uş bulunuyordu. Lâ­
tin yazarların da teyit ettikleri hortlak korkusu, bütün A vm -
pa’da kuvvetle kökleşmiş bulunmaktaydı.
Öteki tatbikat sistemi ise gözle görülmeyen, insanüstü ta­
biî kuvvetlere inanm ağı em rediyordu ki bu kuvvetler kendile­
rini g ök gürültüsü ve çoğu zaman bir hastalığın iyileşmesi gi­
bi kudret gösterileriyle açığa vurm aktaydılar; bu ise dine pra-

(1) M.S. III. >- VI. yüzyillardai İsken d eriye’de) dağmııs olan
fe ls e fs dokiHmi ki, m ensuplan Eflâtun’un fik irlerin i bazı m is­
tik düsiimceleri de karıştırm aktaydılar ( ÇevirenJ.
52 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tik bir degrer vernielcteycii. Bu bilinm eyen kuvvetlerin yardım-


larmı elde etm ek için dualar ediliyor, adaklar adanıyor, kur^
banlar kesiliyordu. G ıek ier bunlara tanrı veya tanrıça adlarını
verm işlerdi; herbirini insan şekilleriyle tasvir ediyorlar, bun­
lara birtakım macei’aiar yoruyoı-lardı ki bu, 'mitologya’y\ mey­
dana getirm ekteydi.
Başlang-ıçta çok daha müphem tanrılara tapınmış olan R o ­
malılar, bunlara aynı şekil ve aynı tarihi vererek, fakat lâtince
adlarını muhafaza; ederek, kendi tanrılarını da G rek tanrıları­
n a benzetm işlerdi; nitekim zam anım ızda dahi (Mars, Mercure,
Jupiter, Vénus, Saturne gibi) bazı tanrıların adları, bir takım
Batı dillerinde haftanın günlerini belirtirler, R om a’ya tâbi Bar­
bar kavim ler de kendi tanrılarını R om a adı taşıyan bu Grek
tanrılarına benzettiler ve bu tanrılar, bütün İm paratorluk için
m üşterek hale geldi.
H içbir din, tek bir tanrıya inanümasını istemiyordu. Bir
tanrının kudretine beslenen inanç, başka bir tanrının kudre­
tine de inanm ağa engel olm uyordu; bir tanrıya tapınmak, baş­
k a bir tanrıya tapınm ağı yasak etm emekteydi. R om a resmî mar
kam ları tarafm dan tertiplenm ekte olan dinî törenler, bir takım
kutsal yerlere bağlı olan mahallî tanrılara tapınm a işini orta­
dan kaldırm ış değildi. D oğu tanrıları ve bilhassa Mısır tanri-
çesi İsis, K üçükasya tanriçesi K ybele ve İran tanrısı M ithi^’-
y a A vrupa’da da tapınanlar vardı. Adına syn crétism e denen bu
dinler karışımı tam A vrupa’da din birliğini hazırlar gibi görün­
m ekteydi ki, bam başka cinsten bir din sistemi ona baskın çıktı.
H ristiyanlığm 7nii,}deciîeı'k — Yeni din, Asya’nın Kaide %'e
M ısır’la tem asta olan hellenleşm iş mem leketlerinde vücut bul­
du; bu mem leketlerdeki rahip loncaları Tanrı’nın niteliği ve
insanın ölümden sonraki kaderi hakkında esasen bir doktrin
kurm uş bulunuyorlardı. Bu eski dinlerden ^ ın m a inançlar,
adına fransızcada m ystère, grekçede m üsterion denen, fakat
gizli tutulduklarından iyice bilemediğimiz, başka asıldan bir
takım dinî usul ve âyinlerle mezcedildi,
Yunanistan’a yabancı m em leketlerden gelm iş olan m ystère,
m üsterion’lar, (ki İsis’inkiler M ısır’dan, A donis’ inkiler Suriye’­
den grelmiglerdi) dinsel inançlara bağlı ve A vru pa kavimlerine
bilhassa yabancı bir takım duygulara dayanan gizli törenlerden
ibarettiler. Kendisini kötülük kuvvetlerinden kurtaracak olan
ruh ve beden tem izliğini sağlam ak ve çile doldurm ak için ya­
pılan bir takım sem bolik denemelerden sonradır kİ, mümin i§in
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ M

sırrına erebiliyordu. Tanrısal bir vahiy seklinde beliren bir öğ­


renime tâbi tutuluyordu ki bu, tabiatüstü kudretlerin şefaatiy­
le, kendisine selâm ete kavuşmağı vaadetmekteydi. T a n n ’nın
ölüşünü, sonra yine diriliğini temsil eden sem bolik törenlere
katılıyor ve bir erine ( 1 ) sembolü ile, tanrının öz varlığına ka­
tılm ak gibi bir his duyuyordu. Mystère, yahut müsterion, ay­
nı tanrıya tapanlar arasında bir kardeşlik bağn yaratıyordu.
Dünyanın izahı, İranlIların dininden iki tanrısal kudret
arasındaki sürekli savaş şeklinde gelmişti, ki bunların biri ışık
ve iyilik T a n n ’sı, öbürü karanlıklar ve kötülük Tanrısıydı. Bu
kötülük fik ri yahudilerin inançlarına satan (şeyta n ), hellenis-
tik m em leketlerin inançlarına da diable (yani G rekçe diabolos)
adı altında geçm işti, geytan fikri, ölülerin ruhlarının yeraltın­
da kaldıkları inancıyla ve bir tanrmm şefaatiyle selâmete eriş­
m ek gibi m istik bir kavram la birleşerek, sonunda dualisme’ e
varıyordu ki, bu da sonradan yeni dinin temel bir doktrini
haline geldi.
Bu kavramlar, D oğuda çok kuvvetli olan. Kötülük kuvvet­
lerinden korkm a, bunlara karşı sonsuz bir kudi’ct tarafından
korunm a ihtiyacı, kefaret (çile dolduryna) yolu ile günahlarını
bağışlatm ak ve yaşanan hayattan sonra tam mâ,nasıyla mutlu,
sonsuz bir hayata erişm ek umudu gibi duygulara cevap veri­
yordu. Cehennem’in hâkimi olan ve iblis adlı daha aşağı ratbe-
de ruhlardan yardım gören geytan’a karşı duyulan korku, bun­
dan böyle, Avrupa’daki insanları ebedî ıztıraplarm dehşet ve­
rici tehdidi altında yaşatacaktı.
Grekçeden gelm e "filo zo f” adım taşıyan bir takım insan­
ların, Doğunun hellenleşmiş kısmına ve H ind’e mahsus olup
adına (grek kökünden bir kelim eyle) ascétism e (idman) denen
bir hayat tarzını benim seyerek örnek olm aları üzerine, hellenis-
tlk âleme başka şekilde bir takım usuller ve âdetler de girm iş­
ti. Bu usul ve âdetlerin amacı, ruhu bedenin bağlarından kur­
tarıp bir vecid, cezbe haline getirm ekti ki, bu durumda ruh,
tanrısal âleme eriştiğini hissediyordu. Ascétism e bedeni oruçla,
uyumamakla, hareketsizlikle, susm akla zayıflatıyordu, nitekim
H ind fakirleri de bu usulleri kullanmaktaydılar. “ F ilozoflar”

(1) Bu “ T a n n iile şahsen v e doğrudan doğruya buluşmak”


duygusu, m istik teriminin doğru anlammı da tesbit etm ektedir
ki, bu terim zamMmmızda, yeı^U yersiz, her çeşit irrasyonel
dil^ncei&ı* içim, kuTtomvlmaktadır,
54 A V R U P A M lL L B T b E B iW lN

böylece bir takım mucizeler (ve bilhassa hastalann iyilegıne-


leri), hattâ bir ölünün dirilmesi ile beliren tabiatüstü bir kud­
rete eriştiklerini iddia etmekteydiler. Bunlar “ Mucize yapıcı­
lar” diye adlandırılıyor ve kudretlerini anlatm ak için Lâtinceyc
vvrtus (güc, kuvvet) sözüyle çevrilen G rekçe bir kelim e kul­
lanılıyordu. Bunlann yaptıkları işler, ötedenberi g-eı çeklere al-
d ın ş etmiyen D oğulular tarafından yazılan biyosTafyalarda,
dinsel heyecanları tahrik etm ek üzere, uzun uzadıya anlatıl­
maktaydı. Okuyanların inançlarını pekiştirm ek için, yazarlar
mümkün olduğu kadar çok mucize anlatmağı makbul bir 1.5
sayıyorlardı. Bu a scête’lerde hristiyan ke.şişlerin öncülerini;
mucize yapıcıların (thaum aturge) biyogra fya lan n da da “Veli­
lerin H ayatı” ve “ M ucizeler D ergisi” gibi yayınların başlangı-
cm ı gördüklerini sananlar olmuştur.
H ristiyan dininin kökleri. — Y eni din, yahudi kavminden
çıkmıştı. Bu kavmin, kutsal kitapların açıkladıkları bir doktrin
üzerine kurulm uş olan dini, henüz ulusal bir din olarak kal­
mış bulunuyordu. Y ahudiler öteki kavim ler arasında da bazı
kim selere kendi dinlerini kabul ettirmişlerdi am a bunları ya­
hudi âdetlerini, bu arada sünnet olm ağı da kabule zorluyorlar-
dı.
Hristiyanhk, muhalif bir yahudi topluluğunda başlamıştı;
bu topluluk, yahudi millî âdetlerinden, usullerinden vazgeçe­
rek, hristiyanlığı evrensel bir din haline gelecek şekle sokmuş­
tu. H ristiyanlığa bu sınırsız faaliyet alanını verm iş olan aziz
Paulus’a, “ Uluslar havarisi” adı takılmıştır. H ristiyanhk Suri­
ye’deki Antakya, Mısır’daki İskenderiye gibi hellenleşmlg Doğu
şehirlerinde, bu mem leketlere yayılm ış olan duygulara uyarak
vücut bulm uştur ki bu duygular, selâmete erişm ek için bes-
hemen ateşli arzu, ölümden sonra dirilm ek umudu, ascétism e
(sofuluk, perhiz, oru ç), mucizelere olan inanç gibi şeylerdi.
Bu dinin yahudi kökünden Paskalya yortusu, Sabbat (yani
cum artesi) dinlenmesi (ki sonradan pazar gününe çevrilm iş­
tir), Yahudilerin İbranice yazılm ış olan K utsal kitabına besle­
nen saygı gibi şeyler kaldı. (G rekçe yazılm ış olup “Ahd-1 Ce­
dit” yani “ İn cil” adı altında topİEmmış olan kitaplardan ayır-
detm ek için, bu kitaba “A hd’i A tik ” , yani “ T evrat” adı verildi).
F akat Yahudi peygam berleri, Hz. Davut’un soyundan gelm e
bir M esih’in çıkacağı kehanetinde bulunmuşlardı; Çok yakın
olan kıyam et grününe intizaren bu Mesih gelip öbür kavim ler
üzerinde hüküm sürecek ve "T a n n ’nın Saltanatı” nı gerçek-
MXJKA-YESELI TA.RÎHÎ 55

legtlrecekti. Fakat olayların tamamen aksini çıkardıkları bu


umuttan vazgeçm ek icabetti. Mesih kral olm aktan çıkarak, ge­
lip müm inleri Kötülüğün kudretinden liarás edecek olan K u r­
tarıcı oldu, kıyam et günü de belli olm ayan bir geleceğe bıra­
kıldı. Yahudi âdetlerinden hristiyanlarca mulıafaza edilenlerin
en önemlisi, müminlerin kutsal kitapları okumak, bunları söy­
levlerle yorum lam ak ve mezmur’lar teganni etm ek için sık sık
yaptıkları toplantılar oldu. Bu toplantılara Grekçe sinagog
Itoplantı) adı veriliyordu ki, sonra,dan adı “ kilise” oldu.
I. yüzyılın sonundan itibaren hristiyan dini hellenistik bir
hal almıgtı. Bu dini m eydana getiren her şey Grekçe bir ad
alarak (bazen Lâtinceye çevrilm iş bir halde) bütün Avrupa
dillerine girm işti: İsa’ya H ristos; ona tapınanlara hristiyan;
dinin kutsal kitabına (iyi haber, m üjde anlam ına) İn cil; doktri­
nine dogm a, ortodoksluk, ku rtarıcı; inançlarına şeytan, me-
•lekler, iblisler; usul ve âdabm a vaftiz v.s.; kuruınlarm a kilise,
sinod V . S . ; din adamlarına havari, piskopos, rahip, diyakos, ke­
siş v.s. denmişti. En eski kiliseler hellanlegmiş şehirlerde ku­
rulmuş, ortodoks dogm alarını tesbit eden ilk ökürnenik (evren­
sel) sinodlar, bu şehirlerde toplanmıştı. Kilisenin en eski kuru­
cuları (“ im am ” la n ), bu şehirlerde konuşup yakarak hristiyan
inançlarına kesin form üllerini verm işlerdir. Dinin evrensel ni­
teliğini belirten katoUk deyimi de Grekçe bir sözdür. A vrupa’da
dahi uzun zaman, ancak D oğu ’lulann yaşam akta oid’.ıkiarı şe­
hirlerde kiliseler vardı, müm inler âyinlerini Grekçe yapıp
G rekçe konuşuyorlardı. İlk yüzyıllardaki R om a papa’la n hep
G rekçe adlar taşırlar; din şehitleriyle ilgili en eski hikâyeler,
G rekçe yazılmışlardır.
D oğudaki hristiyanlarm hemen hemen hepsi başlangıçta
aşağı tabak:adan insanlar, hattâ kölelerdi; ebediyen mutlu bir
hayat sürmek umudu onları, o andaki yaşayışlarının sefaletine
kayıtsız bırakıyordu. Bunun bir izine In cil’de ve bilhassa Lur
kas’ın In cil’inde rastlanm aktadır ki kitap, zenginliğin şiddetle
aleyhinde bulunmakta, zenginleri ebedî cehennem azabıyla teh­
dit etmektedir. In cil’deki “Lazar ile kötü zengin” remzi, gele­
cekteki hayatta yoksulların öcalacaklan umudunu açığa v u r­
maktadır. In cil’deki bazı ibarelerde öylesine bir ateşlilik vardır
ki, bu n lan sosyalist ve kom ünist form üllere benzetenler vo In­
cil’de "ihtilâl toh u m lan ” bulunduğunu ortaya atanlar olmuştur.
X II. yüzyıldanberi In cil’in açık dile, ha,lk diline çevrilip de
halka yayıldığı her sefer,-.sosyal eşitsizliğe karşı itiraalar yük-
8C AVRXJÎ=A M ÎL L E T L E E tN tN

gelmiştir. Fakat kilisenin yatkill şefleri bu bozguncu yorum lan


her zaman için reddetm işler ve aziz Paulus’un misaline uyarak,
m üm inlere resmî makam lara boyun eğm eği ve yaşayış tarzın­
daki eşitsizliği kabul etm eği emreylemişlerdir.
Bununla beraber Doğruda hristiyanlık mensuplarını, ara­
larındaki seviye farkına rağ'men, bir çeşit kardeşçe egitliğe ahş-
tırmıgtır. K adm lan n agağı durumlarını düzeltmeği, hattâ köle­
liği kaldırm ağı denemiş değildir; fakat hristiyan, efendiyi kö­
lelerine insanca muamele etmeğe, kölelerin aralannda hristi­
yan usulünce evlenm elerine ve bunların bir aile sahibi olm ak­
ta serbest bulunmalarına saygı g-östermeğe zorlıyabilmlştir.
G rek filozofları, el i§i yapm ağı hür bir adam için aşağılatıcı
bulm aktaydılar, faka t havarilerin verdikleri örnekler el işinin
yine itibar sahibi olm asına yol açmıştır. K adın-erkek arasın­
daki münasebetler için konulmuş olan sıkı kurallar, hristiyan-,
la n sert ve sıkı bir ahlâk sahibi etmiştir.
Hristiyan dini D oğudaki hellenleşmiş kavim lerin duygula­
rına cevap verm ekteydi; nitekim manevî hayat üzerindeki har
yırlı etkilerini de orada gösterm iştir. A vru pa’da bu din, yaban­
cılar tarafından getirilmiş, büyük şehirlerdeki yabancı koloni­
lerinde yabancı dille öğretilm iş bir din olarak ortaya çıkıyor^
du. 'Dinin hemen hemen bütün şehitleri yabancılardı ve IV.
yüzyılın başlangıcına kadar bu din, bütün yerli haikm aşağı
y u k a n meçhulü olarak kaldı. F akat bir imparatorun, yani
K ostantin’in şahsî isteğiyle bu din, hüküm et nizamının üzerine
birdenbire yerleşiverdi, İlliryalı bir generalle aşağı tabakadajı
hristiyan bir ananın oğlu olan Kostantin, bu işi m eçhul kalmış
sebepler yüzünden yapm ıştı; çünkü bunda m enfaati olduğunu
pek görem iyoruz.
HrisHvanhĞm Avrupa’ya verlesm esi. — Kostantin öteki
dinleri yoketm eğe kalkışm adı; fa k a t başkentini hristiyan diyar
n ndaki bir D oğu şehrine taşıdı v e hristlyanlar arasında Hrla-
tos’un niteliği ile ilgili dogm a yüzünden çıkm ış olan glddetll
çatışm aya son verm ek için, A sya’daki İznik’te İlk defa olarak
İm paratorluğun bütün piskoposlarının katıldığı bir genel ku­
rul topladı. Genel kurulu "İ m ik sem bolü” adıyla anılan ve bü­
tün hristlyanlar için ujTilması m ecburi olan bir “ âm entü” har
zırlaması için zorladı; böylece de b ir tartışm a konusu olarak
kalan dinsel fikirlere, em redici bir hukuk kuralı şeklini v e r ­
di. İm paratorun, hristiyan kilisesinin şeflerinin cebreylediği
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ Wl
otoriter disiplin, Avrupa’da inancın tek olması m ecburiyetini
hazırlıyordu.
İmparatorun din haline gelen hristiyan dini IV. yüzyı!
boyunca ilkin imtiyazlı, sonra m ecburi din olarak, herkese
kabul ettirildi. H üküm et piskoposlara yüksek mem ur muame­
lesi yaparak on lan korudu; hattâ kendilerine müminleri yar­
gılam ak yetkisini bile tanıdı. Derken sonunda başka dinlerin
âyinlerinin yapılmasını yasak etti ve eski dinin tapınaklarının
yıkılm ası emrini verdi.
İm parator Kilisenin en y ü k reisi gibi davranıyor, dogîna
üzarindekl çatışm alarda taraf tutuyor, karar veriyor, doktrini
kendisi tesbit ediyor, söz dinlemiyen piskoposları işlerinden
atıp yerlerine hasımlarm ı geçiriyordu. H ristos’un niteliği yü­
zünden patlak veren kavgada bazen Teslis (Trinité) dogm a­
sına ta ra fta r olanları, bazen de buna aleyhtar olanları destek­
ledi. Başka dinler âyinlerinin yapılm asını nasıl yasak ettiyse,
adına ortodoks (doğru fik ir) denen dogm adan başka herhangi
bir doktrinin yayılmasını da yasak etti. Başka bütün doktrin­
ler G rekçe hairesis sözünden gelm e hérésie (özel fik ir) deyi­
m iyle vasıflandırıldı ve böyle özel dini fikirler besliyenler zın-
dik sayılarak ölümle cezalandırıldı. İm paratorluğun resmî bir
müessesesi haline gelen doktrinin Kilise içindeki mutlak bir­
liğini sağlayan, hrlstiyanlarm içlerinden "gelme inanç değil de,
İm parator’un maddî bakımdan sahip bulunduğu kudret olmuş­
tu.
Şehirlerde KMse^ni/n teikilâtlanm ası — IV. yüzyılda A v­
rupa’da henüz yalnız şehirler halkı hristiyan diniyle amel et­
m ekteydi; köyler halkı ise eski din ve tapınm a usullerine bağ­
lı kalmıştı. H er hristiyan cem aatinin kendi şefleri vardı ve
kendi dinini bir sitenin merkezi olan şehirde icra ediyordu. H eı
sınıftan bütün hristiyanlar, hattâ köleler dahi bu cemaatin
üyeBiydiler; hepsi aynı inançlara ve aynı kurallara tâbi idiler;
T a n n ’nın çocukları olarak hepsi eğittiler ve H ristos’ta blrle.ş-
mlg birer kardeş halindeydiler. F akat aslında hristiyan cemaati,
tıpkı R om a toplum u gibi, İdare edenlerle uyruklara bölünmüş
bulunmaktaydı. Yunan kökünden clergé (lâtincesi; Clericatus)
yani Bühban adı altında toplanan ve bütün yetkilere sahip bu­
lunan İdareciler, İm paratorluğun mem urları gibi, mutlak bir
iktidara sahiptiler. G rekçe lâik (halk) ya da lâtince plebs adıy­
la anılan uyruklar, papazlara körükörüne boyun eğmekle ödev­
liydiler. Bu ilti 6in ıf arasındaki münasebetler, bugüne ka^iar
58 A T R U P A M ÍL L E T L E R ÍN iN

dilde kalmış olan iki sert deyimle anlatılıyordu: Papazlar "ffo-


bam,” ; plebs yani halk ise " sütü" idiler.
Cemaatin şefi, reisi olan piskopos, bütün yetkileri elinda
toplam ış bulunmaktaydı. M üm inler kuruluna başkanlık ediyor,
papazlarla yardım cılarını v e ast’lannı o tâyin va takdis edi­
yordu. Kilisenin mallarını idare ediyor, yoksullara sadaka dain-
tıyordu. Çöm ezlerle müstakbel papazların pğitimini idare edi­
yor, müm inler topluluğu önünde vaazlar veriyordu. Vaftizle
kom ünyon da dahil, bütün takdisleri yalnız o yapmaktaydı.
M üminleri itaata zorlam ak için onlara çok ağır çileler doldur-
malarvm em retm eğe ve zm dik, y a da çok ağır bir suçtan suçlu
saydıklarını da aforoz etm eğ e, yani cem aatten çıkarm ağa yet­
kisi vardı. İm paratorluk m akam larına k arşı cem aati o temsil
ediyordu. Sitenin arazisindeki bütün hristiyaîılar üzerinde, tıp­
kı İm paratorluğunki gribi, sınırsız ve kontrolsuz bir kudrete
sahipti.
H er eyaletin piskoposları bir sinod (Lâtincesi: Concilinım,
kurul, m eclis) halinde toplanıyorlardı ki bu, İm paratorluğun
eyalet kurulları örnek alınarak yapılm aktaydı. Binod’a, eyd-
letin merkezi, başkenti (G rekçede “ £una” ve “ şehir” anlamına
m êtêr ve polis sözlerinden g-elme) metî'opoîe'ünün piskoposu
(m etropolidi) başkanlık etmekte, disiplin tedbirlerini o karar­
laştırmakta, papazlar arasındaki anlaşm azlıkları o yargıla­
maktaydı. İznik misaline uyai'ak bütün İm paratorluğun pisko­
posları bazen de adına ökü m en ik (evrensel) denen bir meclis
(conciliu m ) halinde toplanıyorlar, bu m eclis de bütün hristi-
yanlar için m ecburî olan tek bir doktrini form ülleştlrlycrdu.
Batının Lâtin dilindeki bütün kiliseleri, adına D oğu usulünce
Papa denen H om a piskoposuna bir üstünlük tanıyorlardı.
K esişler. — Mümin cem aatlerinin dışında olarak A vrupa’da
IV. yüzyılın sonundan ön ce D oğu asıllı yeni çeşit din adamları
belirdi. B unlann, Avrupa’da yeni olan yaşayış tarzlan, toplumun
tam am en kötü olduğu ve insauı tabiatınm kötülüğe m eyilli bu­
lunduğu düşüncesi üzerine dayanm aktaydı; gu halde grerçek
hristiyanın, dünyadan tamamen elini eteğini çekm esi ve tablar
tın eğilim lerine karsı, G rekçeden gelm e adıyla ascétism e (peı^
hiz, oruç, sofuluk) ile savaşması lâzımdı (ki G rek " fi lo z o f ’ la-
rı da zaten daha önce aynı yolu tutm uşlardı). Bunlar D oğu’da
çöle çekilm ekle İşe başlam ışlardı; münzevi, keşiş anlam ına g e­
len adlarını, G rekçedeki “ m onakhos” (Fransızcada: m oine) sö­
zünden almışlardır. Sonra Suriye kökünden gelm e (Lâtincede
M UKAYESEU t a r íh I 59

abbas, fransızcada abbé adlı) yine kendilerinden olan bir rei­


sin enari altında hep birden perhiz, oruç ve ibadetle hayat
.giirmek için toplanmışlardı. Bunların cemaati de Grek kökün­
den "m on asterion" dan gelm e olan “ m anastır" (topluluk) admı
aldı.
Kegi.gler o çağda hayatı hog hale g-etirir görünen her goy-
den el çekm eği taahhüt ediyorlar; itaatli olacaklarmp, a fiî ve
yoksul kalacaklarına dair resmen and içiyorlardı. A ncak kabâr
saba elbiseler giyiyorlar, sadece yağsız yiyeceklcr yiyorlar ve
tenlerine vo kötülüğün kaynağı olan tenlerine (yani bedenle­
rine) eza etmek için oruç tutarak, uykusuz kalarak, bellerine
kaba kıldan sert bir kuşak dolayarak, kendilerini değnek v^ya
kırbaçla dövdürerek ıztırap cekiyoriaxdi.
IV. yüzyılın sonuna doğru kegigler çölden çıkarak şehirler­
deki halka vaizlar verm eğe ve eski dinlerin tapınaklarını yık­
m ağa başladılar. Bunların hal ve gidişleri, Avrupa piskopos-
larınm hoşuna gitm edi. Papa, “ kendilerine keşiş adı veren ve
ya.5ayışlan, hattâ vaftiz edilip edilmedikleri bilinmeyen bu
göçebe insanların” tutumlarını ayıpladı. Pakat keşişler çok
geçm eden, tıpkı Doğunun “ mucize yapıcıları” (Thaunıaturge’-
1er) gibi ve aynı vasıtaları kullanarak, çok geçm eden halk ara­
sında tutundular; mucizeler yapıyorlar, bilhassa hastrilan iyi­
leştiriyorlardı; halk bu mucizeleri keşişlerin oruç ve ibadetle
hayat sürerek edindikleri ve onları alelade insanların üzerine
çıkaran tabiatüstü bir kudrete yoruyordu. Bunlara kutsal ya­
ratıklar olarak bakıldı ve keşişler hiçbir resmî yetkiye sahip
olmaksızın, m üm inler üzerinde papazlannkine eşit, hattâ on­
larınkinden daha da üstün bir nufuz icra etm eğe başladılar.
Papazlar ise “ kurala, nizam a tâbi papaz sınıfı” anlam ına gelen,
fransızca “ clergé régulier” adını aldılar.
HrisHvan birliği. — Hristiyan dini, A vrupa’daki dinsel
töreleri altüst etm ekteydi. A vrupa kavim lerinden hiçbirinin ho­
şuna gitm eyen D oğudan gelm e secdeye kapanm ak usulünü
zorla kabul ettiriyordu. Bu yeni din, ahgılmış âyin ve törenler­
le, belirsiz ve değişken inançlarla yetinm em ekteydi; her şeyden
önce vnanç istiyordu ki bu, ku rtan cı-H ristos’un sayesinde se­
lâmete erişileceğine beslenen imanla beraber, sarih bir “ âmen­
tü” de ifade edilm iş bulunan bir doktrinler sistemine inanmak­
tan ibaretti. Bu “ âm entü” T a n n ’nın niteliğini ve insanın ölüm ­
den sonraki kaderini izah ediyordu; öteki hayat için Cennet’te
ebedî bir mutluluk, ya da Cehennem’de ebedî bir ıztırap v aaiet-
50 A V R U P A Mlt<tB!TL.EEtNÎN

inekteydi. Hristiyanhk, T a n n ’nm nitehğinden şim diki hayat


için bir takım hal ve gidiş kuralları çık arıyor ve bunları da,
sırf gelecekteki hayat için, bir hazırlık olarak ortaya koyuyoi"-
du; böylelikle bu|din, müminin inancıyla hal ve gidişini ebedî
m ükâfat ya da mücazat gibi m üeyyidelerin tehdidi altında bu­
lundurmaktaydı.
Hristiyanlık, başka tanrılara tapınmağı bir suç sayarak
yasak ediyordu. H ristiyanlar bunlara “fsahte tanrılar” adını
verm ekteydiler: böylelikle bunlann varlıklarını inkâr etm iyor­
lar, fak a t H abis R uh tarafından gönderilmiij olduklarını anla­
tıyorlardı. D oğu usulünce bir tem izlenme banyosu dem ek olan
vaftiz, hristiyan dinine kabul edilebilmek için gerekli bir tören
haline gelm işti; vaftiz olan kimseı yeni br hayata girm iş sayılı­
yordu ve piskopos; nĞophyt&e (yani dünyaya yeni gelene, müh-
tedi’ye) şunları soruyordu; “ Şeytan'dan ve onun debdebesin­
den, onun fiillerinden (birçok ta n n y a tapm aktan) vazgeçiyor
m usun?”
Hristiyan dini İm paratorluğun coğrafi çerçevesinde, site­
de ve eyalette teşkilâtlanmı-stı; İm paratorluğun politik rejim i­
ni, yani pasif bir yığın üzerinde şeflerin mutlak iktidannı ka­
bul ediyordu; aynı zam anda İm paratorluğun aristokratik re­
jim ini de kabul etm işti; zira ötedenberi piskoposlar, büyük aile­
lerden seçilip alınmaktaydı. F akat bu din toplum un teşkilâtını
m uhafaza etm ekle beraber, A vrupa kavim lerinin yaşayışındaki
değerlerin nizam ını altüst etmekteydi. Tabiat içgüdüsüne göre,
şim diki gözle görülen hayatın değerini m eydana getirm iş olan
şan ve geref, iktidar, zenginlik, zevk ve safa gibi her §ey hor
görülen bir hala geliyordu. Eskiden hor görülen âcizlik, itaat,
yoksulluk, yoksunluklar ise, gözle görülm iyen müstakbel ha­
yatta m utluluğa erişm ek için en emin çare olarak itibar bul­
maktaydı. Alâka, duyularla tanınm akta olan gerçek âlemden.
V ahiy’e dayanılarak tahayyül edilen öteki âlemin üzerine nak­
lediliyordu.
B öyloce de, A vrupa’nın İm paratorluğun hâkim iyeti altında
bulunan bölgesinde, fak a t ilkin yalnız şehirler halkı üzerinde,
dar bir din birliği m eydana geldi ki bu, gelecek yüzyılları bo­
yunca bütün halk arasına girecek ve Avrupa’nın tümiin© ya­
yılacaktı,
IV

B A R B A R L A R IN İM P A R A T O R L U Ğ A Y E R L E ŞM E S İ VE
H R İS T İY A N L IĞ IN G İR İg İ

D eğişikliğin kökleri. — R om a hâkim iyeti A vrapa kavim le­


rini iki âlem e bölm üştü: Bir yanda Güney’in ve B atı’nm mede­
nileşmiş ve ba n şçı âlemi vardı ki, D oğu ’datı ve Yunanistan’­
dan gelm iş tek v e aynı medeniyetin içinde, aynı mutU;k idare
sistemi ve aynı aristokratik sosyal rejim altında birleşmiş bu­
lunuyordu ; öbür yanda ise çok seyrek nufuslu olan ve şehirler­
den yoksun bulunan, K uzey’in ve D oğu ’nun Barbar ve savaşçı
âlemi vardı ki, basit v e çetin bir hayat sürüyordu. Bu âlem,
bağımsız bir takım küçük kavim lere bölünm üştü; bunların şef­
leri ise ancak törelerle sınırlanmış bir kudrete sahiptiler. Do-
èu ’dan gelen yeni din henüz ne Barbarlar' âlemine, ne de Im-
paratorluèun köylerindeki halk arasına girm işti. Bu durum
V. yüzyıldan VII. yüzyıla kadar olan sürede aynı anda m eyda­
na gelen, fakat birbiriyle ilgisi bulunmayan iki ayrı olay yüzün­
den altüst oldu: Bunlardan birisi, İm paratorluk topraklan üze­
rine R om a medeniyeti dışında kalmış yeni bir halk topluluğu­
nun yerleşm esi; öteki ise hristiyan dininin gehirlei'in dışma
dâ .yayılmasıydı.
A vrupa’daki hayatın değ-işmig olduğu bu zamanlar üzerin­
de ancak pek nadir ve güvenilm ez bilgilere sahip bulunmakta­
yız. B arbarlar yazı bilm iyorlardı; biz on lan n ancak, Grek ve
R om alı yabancılar tarafından anlatılan ya da yorumlanan, fail­
lerini biliyoruz; fakat on laım kendi sebeplerini nasıl izah ve
duygularını nasıl ifade edecek olduklanftı bilemem ekteyiz. Bü­
tün hikâye ve rivayetler K ilise adamlaıı, tarafından yazılmıştı
ve bunlar bize an cak lâiklerin duygularıyla hal ve gidişlerini
papazlann ne şekilde anladıklannı öğretm ekteydiler. Bu hi­
kâye ve rivayetler, müminleri aydınlatm ak için yazılmış “Veli­
lerin H ayatlan ” ndan, ç o k ilkel şekilde hazırlanmış birkaç “ve-
kaylnam e” den ve üç asır boyunca üç m em lekette dört tarihçi
tarafından vücude getirilm iş eserlerden ibaretti ki bunlar, Gol
mem leketinde Tours’lu G régoire; İtalya’da Jordanis ve (W ar-
62 A V K U P A M İL I-E TLE R İN İN

ııefrld ); İngiltere’de de Bed© İdiler.


A vrupa’daki değişiklik İm paratorluğa birgok Barbar ka­
vim lerin girm esiyle başladı ve bunu da A vrupa’nm Barbar kal­
mış kısmındaki kavim lerin gene! bir y er değiştirm esi takibetti.
A vrupa’nm îıufusunu yenilem iş olanların hepsi beyaz ırktandı­
lar ve B atı’da Cermen, D oğu ’da İslâv olm ak üzere iki ayrı gru­
pa mensup bulunan H ind-Avrupa dilleri konuşuyorlardı. K a­
vim lere konuştukları dilin adını verm ek ve bunların birine Ce-)^
m enler, öbürüne de İslâv'lar dem ek âdet olm uştur; faka t ne
Cermenler, ne de Islâvlar antropolojik anlam da ırklar teşkil
etm iyorlardı (I, bölüm e bak .). Bunlar ayrı tiplerde insan top­
lulukları idiler, yalnız dilleri ile töreleri müşterekti. ”
Germen kavimleri. — Cermen dili konuşan kavim ler ve bil­
hassa bunların K uzey’den olanları, adına N ordik denen tipin
vasıflarına, ötekilere göre daha büyük ölçüde sahip görünm ek­
teydiler; Yani uzun boylu, sağlam yapılı, İri el ve ayaklı, beyaz
tenli, mavi gözlü, sarı saçlı idiler ki insanlıkta bu, tek bir tip­
tir. Diyeleklerine ve törelerine göre bunlar iki kola ayrılmıştır.
K uzey-D oğu kolundan olanlar, kendi geleneklerine göre, İs­
kandinav yarım adalarından geliyorlardı ki orada an cak Dani­
markalIlar, N orveçliler ve İsveçliler yerlerinde kalm ışlardır ve
bunlar, N ordik ırkın en saf, yalın tem silcileridir. Bunlardan bi­
ri olan Langobard’lar, Elbe nehrinin denize döküldüğü yer ya­
kınında kalmışlardı. Çoğu ve en tanınmışları olan Burgond’ -
1ar, Vandal’lax, Got’lar B altık denizinin Güney kıyısına geçm iş­
ler ve ilkin (I. ve II. yüzyıllarda) Vistül ¡ve Oder bölgelerinde
yerleşm işler; sonra Avrupa’yı baştan başa aşıp Tuna ovalarına
kadar göçetm işlerdi. Orada R om alıların 8arm at’].a,r (ve Alain’-
1er) diye adlandırdıkları, bir Hind-Avrupa dili konuşan kavim ­
ler bulmuşlardı ki bunlar çok iyi ata binip savaşıyorlardı.
Öteki kavim lerde ise, süvariler ayaklarında nal olmayan
atlara üzengisiz ve eğersiz olarak binm ekteydiler v e kılıçla sa­
vaşıyorlardı. Maden halkalar veya levhalarla kaplı zırhlar ku­
şanan Alain’ler (1) ata binerek uzun bir m ızrakla savaşm ak­
taydılar’ ; belki üzengileri, eğerleri ve ayaklan naili atlan da
vardı. Cermen kavim leri bu âdetleri benim siyerek Batı Avru­
pa’ya götürdüler veS bu usuller de tâ O rtaçağ’ın sonuna kadar

(1) Bu sır A daha ön ce İran’ da yeı-le§mÂs olan Parth’ lar


{H orasanlılar) tarafından da kullanılmaktaırdı, fa k a t bunlar ok
atarftk v e düşmandan ufaklaşarak savaşmaktaydılar.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 63

ordular tarafm dan evrensel olarak kullanıldı.


Batı kolundan olan kavim ler ise E lbe ,İle R h ein arasında,
K elt dili konuşan bir halkın oturduğu m em leketlere yerleşm iş­
lerdi (ki bu kavm in izlerine bazı yerlerin adlarına rastlan^
m aktadır), ve bu m em lekette N ordik tipten insanlar pek na­
dirdiler. Bu insanlar çok değişmişlerdi, çünkü -K aradeniz kıyı­
larında kapanıp kalmıg F rison’larla Elbe kıyılarından gelip Gü-
ney’e yerleşm iş kuvvetli bir ulus olan ve ad lan Suab {Schwtxb)
olarak kalmış bulunan Suev’ler hariç, - II. yüzyılda bilinen ka­
vim lerin adlanndan hiçbirine III. yüzyılda rastlanmamaktadır.
B u nlann yerine ü§ tane Veni konfederasyon adı m eydana çık­
m aktadır ki şunlardır; K uzey’de, Elbe ile W eser arasında
Sakson'lar (Bunlara kom şu olarak D oğu ’da Jüt’ler, A ngıl’ler,
Langobard’lar diye adlandırılan küçük kavim ler v a r d ı); Meı>
kezde aşağı R h ein ’ın iki kıyısında F ran k’lar; Güney’d», R hein'-
ın y u k a n bölgesiyle kollarının bulunduğu yerlerde de Alam an’-
1ar; bunlara kom şu olarak K uzey-D oğu’da T'huringen’YCiev (ki
bugünkü Thüringen, onların vaktiyle sahip olduklan geniş top-
raklann u fak bir parçasıdır), G üney-D oğn’da da Bohem ya’dan
gelm e B ajuvar’la.r vardı ve bunlar kendi adlarını alacak olan
yaylaya (Bavyera) yayılm ağa başladılar.
Gol ve İtalyan kavim lerine göre Ceı-menler toprağa daha az
bağlıydılar. Arpa, çavdar, buğday gibi bazı tahılları ekip biçi­
yorlardı am a bunu çok ilkel bir usulle yapıyorlar, mahsulü
aldıktan sonra da toprağı terkedip otlak haline gelm esine yol
açıyorlardı (1). Bunların varlıkları muhtemel olarak topraktan
ziyade süm lerden ibaretti. H aklan nda pek az bilgiye sahip ol­
duğumuz yiyecekleri, giyecekleri, eşyalan, kap-kacakları, A v­
rupa’nın eski kavim lerinde olduğu gibi çok ilkel bir haide bu­
lunmaktaydı. Bunlar değei’siz tahta kulübelerde oturm aktay­
dılar ve h içbir şehire sahip değildiler. Tarım cı kavim ler gibi
ektikleriyle ve evleriyle bağlı olmadıklarından, topraklarını ko­
layca bırakarak ve ailelerini, kölelerini, sürülerini önlerine ka­
tarak gidip başka bir memlekete yerleşiveriyorlardı.
Germenler, birbiriyle sık sık savaş halinde olan bağımsız
küçük kavim lere bölünmüş durumdaydılar. Öbür eski kavim ­
lerde olduğu ijibi, herbirinin krallardan veya savaş şeflerinden,

fXJ C erm en lerm ta n rm h a k h m d a C ea sar v e ıTacitus’ tan koh


7«> fi ç o k m ü p h em v e b elk i d e b irbirin i tu tm a « m etin lerin en
aklit, yah ın y o ru m u budur.
64 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

bir âyan m eclisinden ve bir de silâhlı hür adanüantı tegkil et^


tikleri kuruldan m eydana grelme hüküm etleri vardı.
Barbarlm-m istilâsı. — Germenler hür bir insaiıa en çok
yaragan yaşam a vasıtası olarak, savağı seviyorlardı. Tercihan
Güney’e ve B atı’ya yöneliyorlar ve oralarda daha zengin mem­
leketler buluyorlardı. M.O. I. yüzyıldanberi b irçok kavimler,
İtalya’ya ya da Gol m em leketine zorla g-irmeği denemigler, fa ­
kat her seferinde R om a ordular ıtarafından püskürtülmüglerdi.
IV. yüzyılın sonundan itibaren bu kavim ler İm paratorluğa yer­
leşm eğe m u v affak oldular. Bu olay, hangri yönden yargılandı i-
se, ona göre, iki ayrı ad aldı: R om a İm paratorluğu sakinlerine
göre bu, Barbarların istilâsı idi; Alm anlar ise buna "havim lerm
g öçetm esi" adını verdiler. Gerçekten de bu, bin yıldan' fazla bir
zamandır D oğu ve K uzey’deki savaşçı kavim ler! Okyanus’a ve
Akdeniz’e doğru iten göçlere benzer bir göç oldu.
Bu göç, Asya’dan gelerek Ortaçağ’ ın sonuna kadar Doğu
A vrupa ovalarından geçen (IV. ve V. yüzyılda< Hun’lar, VI. ve
VII. yüzyıllarda A var’lar, IX . yüzyılda P eçenek’ler, X . yüzyılda
M acar’lar, X III. yüzyıldan itibaren M oğol’lar) bu g öçeb e k a r
vnulerden birinin bam başka mahiyetteki istilâsı ( 1 ) ile birleş­
ti. Hızlı küçük atlara binerek okla savaşan ve A v m p a Barbar^
la n n a göre daha zâlim olan bu kavim ler, halkı toplu halde öl-
düıüyorlar, esirlere işkence ediyorlardı. K avim leri korku içinde
yaşattılar, istilâ ettikleri mem leketleri de, Macaristan hariç,
h içbir devamlı bina, tesis bırakmaksızın, yıktılar.
R om a İm paratorluğu topraklarına yerleşm eğe m uvaffak
olmuş Cermen kavim leri, orayaı daha önce girm iş olanlardan
daha kuvvetli değildiler (H attâ Cermanya’nın nufusunü toplam
olarak 1 m ilyon diye oranlıyanlar bulunm uştur). Fakat İm pa­
ratorluğun hüküm eti daha za yıf düşmüştü. Askerlerine artık
para verem em ekteydi (III. bölüm e bk.) ve hizmetine, kendisine
daha ucuza m alolan Barbar savagçı sürülerini alıyordu. Ayrıca,
R om a aslından bir generalin yapabileceği gibi, bir Barbar ordu
kumandanının kendisini im parator ilân etmesinden de çekin­
memekteydi.
Cermen’ler İm paratorluğa çeşitli usullerle yerleştiler. İlkin

(1) Bai'bar’lann istilâsına helU bir tarih v erm ek isteyen


tarihçiler ST6 yıkn ı almışlardır ki, H un’larm önünden kaçcm
Vizigot kavm i o yıl Tu'na’mn Güneyinden R om a İm paratorlu­
ğu topraklunna hiğınmıstır.
MtTKAYEISELÎ T A R İH İ Q5

bunlar R om alılar tarafm dan yenilip şeflerinden yoksun kalan


ve hükümetin koton (rençber) olarak, nufusları boşalmış büyük
topraklara yerleştirdiği sürülerdi. Sonradan yine takım lar ha­
linde birleşmiş savaşçılar İm paratorluğun hizmetine girdiler
ve garnizonlar halinde eyaletlere yerleştirilerek ayniyat veya
toprak halinde ücret aldılar. Nihayet bütün bir kavim, kendi
kralı ile R om a İm paratoru arasındaki bir sözleşme gereğince,
m ü ttefik unvanı altm da İm paratorluğun bir bölgesine yerleşti
ve şeflerini, yahut veraset yoluyla iktidara gelmiş kralını mu­
h afaza etti. O zaman hüküm et büyük toprak sahiplerine, top­
raklarıyla kölelerinin bir kısmını Barbar savaşgılai'a verm ele­
rini emrediyordu.
B arbar krallar başlangıçta resmen İm paratorun hizmetin­
de kaldılar; fa k a t gerçekte kuvvete başvurarak, oturm akta ol­
dukları top raklan genişlettiler; sonunda da bağımsız hüküm­
darlar gibi davranm ağa başladılar. 476 da, İtalya’ya yerleşmiş
olan B arbar sürülerinin şefi bir İm prator’un iktidara geçiril­
m esine yanaşm ayıp İm paratorluk alâmetlerini Konstantinopo-
lis’teki tm parator’a gönderince, tm parator’a olan tâbilik de so­
na erdi.
B irkaç kavim İm paratorla h içbir sözleşm e yapmaksızın, ya
Ispanya’daki Vandal’lar ya da VI. yüzyılın sonunda İtalya’daki
Langobard’lar gibi R om a .ord u la n ile savaşarak; yahut Büyük
Britanya’da Sakson’lar ve A n gıl’ler gibi. R om a hükümetinin
terkettlği bir m em lekette kuvvet kullanıp yerli halkı dize geti­
rerek, İm paratorluk topraklan na yerleştiler.
İstilâ h içbir genel plân olmaksızın, birkaç B arbar eefin te­
şebbüsü İle yapılan bir sıra taarruzlar halinde, iki yüzyılı
aakın bir süre içinde olup bitti. B irkaç kavim birçok defa yer
değiştirdi; Tuna’yı aşaraJt giren V izigot’lar İtalya’ya, sonra Gol
m em leketine geçtiler ve sonunda Ispanya’da yerleştiler.
Cermen kavim leri geçtikleri m em leketler göre a y n a y n şe­
killerde savaşm aktaydılar. Tuna ovalarından gelmiş olan Van-
dal, Burgond, Got, Alaman ve Langobard gibi kavim ler m ızrak­
larla silâhlı oldu klan halde at üzerinde savaşıyorlardı. Kuzey
denizi kıyılarından gelmiş olan Frank, Sakson, Angıl gibi ka­
vim ler yaya olarak kargı v e balta ile savaşıyorlar, sol ellerinde
tuttuklan bir kalkanla korunuyorlar, sıkışık ve derinlemeBine
bir yığın halinde birlegerek düşm anın üzerine atılıyorlardı. Y al­
nız şefler ata binm ekteydiler; savaşçıların süvari teçhizatı edin-
P. 5
66 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

m ek im kânlan yoktu, an cak ucuz silâhlara sahiptiler, tahtadan


bir kalkan hariç hiçbir koruyucu silâhları yoktu.
İslâv kavim lerinm istilâsı. — İslâv dili konuşan kavim ler
daha sonra göçettiler ve İm paratorluğun Avrupa’daki toprak-
la n n ın ancak çok küçük bir parçasını işgal ettiler, K elt’lerle
Cermen’ler gibi bir ırk teşkil etm emekteydiler. BizanslI ve
arap yazarlar bunları kırmızı i (ya d a sa n ) saçlı olarak tasvir
etmekteydiler. Bıjgün ise bunlar arasında pek a y n b irçok tip­
ler bulunm aktadır; Güneydekilerin hem en hepsi esm erdir; K u­
zeyde sarışınlar çok sayıdadır am a bunlar N ordik tipinden ay­
rı, külreng-ine çalan bir sarışınlıktadırlar.
İslâv dilleri H ind-Avrupa kateg-orisinden olm akla beraber,
bunun D oğu grupundandırlar. Çeşitli İslâv kavim lerinin dilleri
kollara ayrılnugtır am a K elt ve Cermen, ailelerinden gelm e dil­
lere göre bunların aralannda daha az ayrılıklar vardır.
İslâv’ların yaşayış tarzlan hakkında, eşya bakımından çok
yoksul m ezarlarda yapılan araştırm alar ve bazı yabancı yazar-
la n n eserlerindeki parçalar sayesinde (ilkin bunlar Bizanslı ya
da Arap, çok sonra da Alm an yazarlan olm uşlardır), fak a t pek
az bilmekteyiz. A d lan geçen yazarlar da yalnız Güney ve Batı
Islâvlarından sözetm işlerdir ( 1 ).
İslâvlar daha yoksul bir hayat sürüyorlar ve öteki Barbar
kavim lere g öre daha zayıf gruplar teşkil ediyorlardı. Bilhassa
d a n ekiyorlar, kısmen süt y a da peynirle besleniyorlar, hayvan
postlan y a da kaba yün kum aşlarla giyiniyoplardı; saçlan
İle sakallan uzundu. D um an çıksın diye bir deliği olan, içinde
eşya bulunmayan basık kulübelerde oturm aktaydılar; sedirler
üzerinde yatıyorlardı. Savagçılan kötü silâhlanmıştı ve hiçbir
koruyucu silâhlan yoktu; en çok baskın savaşı yapıyorlardı.
İm paratorluk top ra klan n a girenler, başlannda veraset yoluy­
la İktidara geçm iş şefleri bulunmayan, çok u fak kavim ler ha­
lindeydiler. BizanslIlar bu nlann rejim lerine “dem okrasi” admı
verm ekteydiler; İslâv dillerinde daha sonra kral v e prens an­
lam ına kullanılan kelime {K n es» bir Cermen dilinden alınma^
dır.
Bunlann, üzerinde hâlâ tartışm a olan, ilk memleketleri.

ÎU tslâvlar'm havatlannm çeşitli cepheleri bince ancak


birkaç kavim için bilinm ektedir) bu hayat tarzının öbür kavimr
lerinki ile n e d ereceye kadar m ü şterek olduğunu bilemem^ektö-
yia.
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 67

görünüşe göre yu k a n ıVistül’le D nieper arasındaki, K arpatla-


rın K uzey bölgesidir; onlar da buradan üs yöne doğru yayıl­
m ış olsalar gerektir. Gerçekten de Islâvlar Güney, Batı ve K u­
zey adlan altında üç grupa bölünmüş olarak kalmışlardır.
Adları ilk defa 627 de geçen Güney Islâvlan, o zamanlar
hem en hemen ıssız bir bölge olan lllirya’ya VII. yüzyıldan iti­
baren yerleşm iş bulunuyorlardı. Sonraları hemen hemen bütün
Balkan yanm adasına yayılarak bunun tâ ucuna, Peloponez’e
kadar girdiler. D aha önce burada oturm akta olan nufustan an­
cak küçük Arnavut kavm i kaldı ve (adı gkiptar olan) dilini
m uhafaza etti, - D açya (Transilvanya) kolonlarının, R o m en ce’­
nin ( 1 )' geldiği bir lâtince konuşan artıklan ile kıyılarda ve
Yunanistan adalarında henüz Y unanca konuşm akta olan grup­
lar da burada daha önce oturan ve İslâv yayılmasından sonra
da kalan kavim ler arasındaydılar. Fakat İslâv’lar ancak daha
sonraları daha kesif kavim ler halinde teşekkül etmişe benze­
mektedirler.
Batı Islâvları (2) Cermen’ler tarafından boşaltılan memle­
ketleri, bütün Bohem ya’yı ve Vistül’den E lbe’ye, hattâ Saale’ye
kadar olan bölgeyi işgal ettiler; buralarda VI. yüzyılda kendi­
lerini belli ettiler. Bunlar tarihçi ve vakanüvislerin (populus,
gens, natio gibij müphem lâtince adlarla gösterdikleri gruplar
teşkil etmekteydiler, savaş şeflerine de “ prens” denilm ektey­
di. K uzey Islâv’la n ise daha sonra ortaya çıkm aktadırlar.
istílánm etkileri. — Barbar’ Iann istilâsı A vrupa kavimle-

f l j Şimdi Tuna’nın Kuzet/indeki ovayı Lsgal e tm ek te olan


R om en kavmi, Ortaçağdın sonunda Transilvanya dağlarından
gelmi-iti v e bu kavmin ataları burada çobantuk yapıyorlardı;
fa k a t R om en dilinde kalnidş otan Am avutçaı sözlerden anlasıP
dığına g öre bu kavim', ilkin Tuna’ntn Güneylinde oturm uş ve
daha sonra da oradan, İsidv istilâları dolayısiyle boşalmış olatn,
Transilvanya’ya uöçetm isti.
(Û) İslâv adma çeşitli memleketler-de rastlanm aktadır:
Alp’lerde Isloven’lerj A driyatik ktyılartnda da İslâvon’lar vardır
ki bunlann-adı Avrupa dillerine köle (esclavej anlamında g eç­
miş v e esir pazarlartnm bilhassa İslâv kölelerini sattıkları
snp,larda, L âtince "k ö le” anlamına gelen servus sözünün yerini
almıştır. Vende (Wendeı) adı ise Batı İslâv’larına yabancılar
tarafından verilm iş v e Alm anya ile A vusturya’ daki k ö y l e r i ad-
lannda windisch şek li altında muhafaza edilmiştir.
A V R U P A M İLLEİTLERÎNİN

rlne yer değiştirtti ve halkın yaşayış tarzını değiştirdi. K u­


zeyde, E lbe’nin v e Saale’nin D oğu ’sundaki hemen hemen ıssız
bölgelerde bu İstilâ yüzünden Cermen kavim lerinin yerini da­
ha barbar yaşayışlı ve çok daha zayıf olan İslâv kavim ler! al­
dı. - R hein ile Meuse, Tuna ile A lp’ler arasm daki m em leketler­
de ve İngiltere’de bu istilâ, Rom alılaşm ış nufusu y a yoketti,
y a dize getirdi ve bunların yerine, dilleriyle törelerini m uhafa­
za etmiş olan, Cermenleri geçirdi. - H attâ R om alılar tarafından
medenileştirilm iş olan B üyük Britanya’daki, G ol m em leketin­
deki, Ispanya’daki halk yığınları im paratorluk hükümetinden
artık em ir alm az olduklarından veı istilâcılarla tem as halinde
yaşadıklarından, kargaşacı ve savaşçı huylar edindiler, bu yüz­
den de hemen hemen barbar bir hale döndüler. Böylelikle, istilâ-
nm, barbar v e savaşçı kavim ler tarafından işgal edilmiş alanı
genişletm ek v e medenî hayat sahasını daraltm ak gibi bir etki­
si oldu. İstilâ R om a B a n şı’na da son verm iş ve Avrupa’yı ye­
niden sürekli savaş haline sokmuştu.
Bu halin hemen doğ^irduğu etki, çağdaşlara pek felâketli
göründü. Barbarlar k öy bölgelerini yağm a edip burada nufus
bırakmam ışlar, şehirleri yağm a ve tahrip etmişlerdi. E ski usu­
le uygun medenî hayat şartlan, hattâ Lâtin m em leketlerde d a ­
hi, yavaş yavaş kayboldu. V. yüzyılın sonundan itibaren burar
larda ne tiyatro, ne gimnazyum, ne de okul kalmıştı. Medeni­
yetin merkezleri olan şehirler artık (10-15 hektarlık yüzölçüm ­
leri olan) dar bir sur içine kapanm ış küçük kasabalardan iba­
rettiler ve dört asır boyunca h içbir yeni gehir kurulmadı. Y ol­
lar kalm ıştı am a bakımları, onarım lan kötü idi. D oğu ile de­
nizden biraz ticaret yapılıyordu am a tâcirler ya Suriyeliler, ya
da Yahudilerdi.
Barbar’lar oku m a bilm iyorlardı v e hattâ K ilise m ensuplan
bile gittikçe barbarlaşan bir Lâtince ile, az yazı yazıyorlardı.
Konuşulan Lâtince, kullanıldıkça değişm ekteydi; o derecede ki,
halk artık yazarlann Lâtincesini anlamaz olmuştu. E ski İm ­
paratorluğun halkı, B arbar’la n n yaşayış şartlan n a dönm ektey­
di.
A n cak istilâdan masun kalmış olan, A vru pa’nın u c bölge­
lerinde, bir hristiyan şekil altında, medenî! hayatın bazı gele­
nekleri m uhafaza edilmiş bulunm aktaydı. Buraları da Güney
İtalya ile İm parator’un hâkim iyeti altında v e denizden Kons-
tantinopolis’le münasebet halinde kalmış olan A driyatik kıyı­
larıydı. B ir de “Azizler Adası” diye adlandınim ış olan İrlanda
m ukayeseli T A R ÎM 90

vardı k i buradaki manastırlarda yagayaiı kesigler, yaza yazm a­


ğı ve elyazm alarını Do&u usulünce süsleme sanatını muhafaza
etmişlerdi.
İstilâ edilmiş mem leketlerde ırkın ne ölgüde değişmiş ol­
duğunu oranlam ak için h içbir vasıtaya sahip bulunmuyoruz.
Barbar’ la n n sayısını bilm em ekteyiz; R om alı yazarlar tarafın­
dan verilen sayılar, saçm a denecek kadar asındır. Bu kavim le­
rin çoğunluğu ço k sık olarak ve çok uzaklara kadar yer de­
ğiştirdiklerinden, büyük yığınlar halinde göçedem emiglerdir.
378 de A ndrianopolis (E d im e) deki V izigot’lann ordusu, ara-
balanyla çevrelenm iş iki kam pa sığacak kadardı. F ak at Am e­
rika’daki K anadalılann ve A frik a ’daki B oer’lerin örneğinin de
isbat ettiği üzere, içinde kim senin oturm adığı bir memlekette
birkaç bin göçm en, birkaç yüzyıl içinde kalabalık bir nufus
yığınının doğm asına yol açabilir. Bu yüzden de biz an cak bu­
ralarda oturanlann şim diki tiplerini, dillerini, yerlerin adlan-
nı, evlerin biçim ini izlem ek durum undayız ve her Barbar kav­
min yerleştiği m em lekete getirm iş olduklarını an cak bu yoldan
öğrenm eğe çalışm ak dum m undayız. Bunların etkileri, bölgelere
göre birbirinden çok a y n olduğu intıbam ı uyandıracak şekilde­
dir.
Bütün Güney’de, Ispanya’da, İtalya’da, Gol m em leketinde
v© "M assif Central” e kadar olan bölgede Vandal’lardan, Vizi-
got’lardan, O strogot’lardan h içbir iz kalmış değildir; B urgond’-
larm v e Langobard’lann adlan m em lekete kalm ış olm akla ber
raber bunlardan da hemen hemen hiçbir iz bulunm am aktadır;
bunlann hepsi binici kavim lerdi, dil ve hukuk R om alı olarak
kaldığına göre, bunlar Rom alılaşm ış bir nufusun ortasında az
sayıda bir aristokrasi vücude getirmişlerdir.
K uzey bölgelerinde, Büyük Britanya, K uzey Fransa, Bel­
çika, Güney Alm anya’da bugün dahi ç o k sayıda Cerm ence yer
adlanna^ Cermen özel hukukundan kalm a törelere, hattâ çoğu
zam an Cermence bir dile rastlanm aktadır ki bunlar Ingiltere’­
de Saksonca., B elçika’da Flamanca, Bavyera’da, Baden’de, İs­
viçre’de ve R h ein nehrinin sol kıyısında A lm ancadır (Burada­
ki Lâtin dilinden memleketler, 82.000 kilom etre kare nisbetin-
de u f alm ışlardır). R om an dillerine çok sayıda Cerm ence söz­
ler girm iştir (ki Fransızcada bunlann sayısı 500 den fazladır).
H attâ bazı m em leketlerin nufu slan nda h atın sayılır m iktarda
N ordik tipli insanlar da kalmıştır. Bunlar Impsıratorluğun, is­
tilâlar yüzünden boşalmış, şehirlerinin bile tahfip edilmiş ol­
70 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

duğu bölgelerdi. Bu bölgeler bilhassa Fran k’Iar ve Sakson’lar


tarafm dan tekrar nufuslandınim ıştır. B u İki kavimde yaya ola­
rak dövüşm ekte olan savaşçılar, y an k öylü bir hüı^ insanlar
yığını teşkil etm ekteydiler ve hepsi de asıl çıkm ış oldukları
m em leketin yanm da oturm akta olduklanndan, buradan göçm en­
ler kabulüne devam ediyorlardı. T ekrar ıssız hale gelm iş bir
mem lekete yerleşen Alam an’larla Bavyeralı’lar Bavyera ile
İsviçre’de (N ordik tipten değilse bile) Cermen dili konugan bir
n ufus topluluğu meydana getirdiler, - yalnız adm a R oum anche
denen R om an dilinin kalm ış olduğu Grison dağlan bölgesi bun­
dan hariçti.
B ü yü k Britcmya’daM istilâ. — R om alılar Büyük B ritanya’­
nın K uzey ucu ile İrlanda’yı h içbir zaman hükümleri altına
alamamışlardı. Ordularını geri çektikleri zaman. Barbar ve sa­
vaşçı olarak kalmış bulunan K elt dilinden kavimler, komşu
bölgeleri istilâ ettiler. İrlanda’dan gelen İskot’lar Iskoçya’nın
bir parçasını işgal ettiler ve burası oîıların adını m uhafaza et­
ti. K elt dillerini m uhafaza etm ekle beraber hristiyan olan Bre-
ton’lar uzun zaman bağımsız kaldılar ve blrbirlerlyle savaş ha­
linde olan birçok küçük yerli krallar arasında taksim oldular.
V. yüzyıhn ortasmdan itibaren deniz yoluyla gelm iş olan Cer­
men Barbarlan, ufak topluluklar halinde kıyılara yerleştiler
ki bunlar G üney-D oğu’da Jut’lar, Güney’de Sakson’lar, D oğu ’­
da da A ngıl’lerdi. Bunlar yavaş yavaş. M erkezde ve B atı’da nu-
fustan boşalm ış olan bölgelere doğru yayıldılar; çünkü bura­
lardaki yer adlan Cermencedir. Cermen B arbarlan buralarda
u fak hâkim iyet ■,m erkezleri kurdular v e bunlar coğra fy a adlar
n y la anılır oldu: Üç Sakson arazisinden D oğu ’daki Essex, Gü-
n ey’dekl Sussex, B atı’daki W essex; iki Angıi m em leketi de
N orfolk ve S u ffolk adın* aldılar.
Cermenlerle Iskoç’la n n iki yandan hücum una uğrayan
B reton’lar yavag yavaş içerilere doğru çekildiler. B irçok grup­
lar Mans denizini aşarak Gol m em leketinin ucuna yerleştiler
ki nufussuz kalm ış olan bu m em lekette bugün dahi K eltçe olan
dilini ve B reton ’lav adını m uhafaza etmekte bulunan kavim
m eydana fe-eldl.
P olitik rejim . — Bir B arbar kavim tarafından işgal edilen
mem leketlerde, kral bir toprak parçasını idare eden şe f haline
geldi, böylece de İm paratorluk birçok küçük krallar arasında
bölüşüldü. F akat İskender’in İm paratorluğu gibi, R om a İm pa­
ratorluğunun da krallıklar halinde parçalandığı söylenemez.
'i M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 71

' Tarlhsllorin kullandıkları bu “ krallık” terimi, yerinde değildir;


krallık deyinceı sâbit bir veraset kuralı gereğince elden ele ge­
çen daimî bir toprak parçası anlaşılır. A slında ise kral unvanı
her zaman şahsî olarak kaldı; her krala boyun eğen toprak ise
her zaman değişti: Bu toprak bazen birkaç oğul arasında bö­
lüşüldü, bazen tek bir oğulun hükm ü altında birleşti, bazen bir
fetihle büyüdü, bazen de ayalılanm alarla küçüldü. Böylece de
Avrupa’da X I, yüzyıla kadar ancak, topraklarının adını değil
de, kavim lerinin adını tagıyan krallar görüldü (Örneğin, Fran­
sa kralı değil, “ Frankların kralı” g ibi).
B u hâkim iyetlerin çoğu savaşlarla son buldu: Gol memle­
ketindeki B urgond’lann hâkim iyetini F ran k ’lar; İtalya’daki
O strogot’lar krallarının hâkim iyetini, VI. yüzyılın ortasından
önce. R om a İm paratorunun ord u la n ; Ispanya’daki V izigot’-
la n n hâkim iyetini de V III. yüzyılın başlangıcında Müslüman-
1ar yıktılar. Bu hâkim iyetlerden ancak K uzey İtalya’da Lan-
gobard’lannki, Büyük Britanya’da da Angıl ve Sakson kralla-
n n ın k i kaldı. Bu hâkim iyetlerin en kuvvetlisi. Fran k kralla-
n n ın k ifold u ki bu, küçük bir grupun kralı olan ve hemen he­
men bütün Gol mem leketine boyun eğdirm iş bulunan K lovis’in
şahsî eseridir. Onun oğulları da B urgond’lar kralının toprakla­
rını fethetm e işini tam am ladılar; Güney Alm anya’daki Ala-
m an’larla B avyeralılan dize getirdiler, Thuringen’lilerin kra­
lının hâkm iyetini yıktılar ve sonradan adına FranU m ya donen
Mein bölgesini işgal ettiler. Bu, en yaygın ve en sürekli hâki­
m iyet oldu.
B reton’ların çok yavaş boyun eğdikleri Büyük Britanya’da
ise VII. yüzyıldaki en kudretli krallar, mem leketin iki ucunu
işgal altında tutanlar oldu: Bunlardan biri, K elt yerlileri aşa­
ğı sınıf haline indirerek topraklarını büyütm.üş olan, W essex’in
Sakson kralı; öbürü de (H um ber’in Kuzeyindeki) adına Nort-
hum berland denen bütün memleketi birleştirm iş olan Angıl
kralıydı. Cermen dili yavaş yavaş K elt dilinin yerini aldı ve
bu sonuncu dil ancak Iskoçya ile Gol m em leketinde m uhafaza
edildi, im paratorlu k devrindeki özel m em urlarla idare tarzının
yerini çok daha basit bir rejim aldı ve bu rejim, çeşitli nufus
topluluklarının orantısına göre değişti. A z sayıda bir Barbar
kavm in “ R om an ” bir halk topluluğunun ortasında yaşadığı
yerlerde (İtalya’da O strogot’lar, Ispanya ile Gol memleketinin
Güney’inde V izigot’lar), kral R om a im paratorluğu rejim inin
usullerini kısmen m uhafaza etti. Fakat bu gayrı şahsî iktidar,
73 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

yalnız ve yalnız kişiler arasındaki, şahsî duygular üzerine ku­


rulmuş münasebetlere alışık olan B arbar savaşçılar üzerinde
idame edilemedi. Bu yüzden de hüküm et bilhassa kralın şahsına
bağh kaldı; kral ise, iyice ta rif edilmemiş olan iktidarını B ar­
bar olsun, R om alı olsun, bütün uyrukları üzerinde eşit olarak
icra etmekteydi.
Veraset yoluyla savaş şefi olan kral, silâhlanabilecek du­
rum da olan bütün hür erkeklere, savaşa gitm ek için buluşma
yerir olarak tesbit edilen mahalle silâhlı olarak gelmesini emre­
diyor; g-elmiyenler çok yüksek bir para cezasına çarptırılıyor­
du. K ral ayrıca daim î hizmet halinde kendi şahsına bağriı, sa­
vaşçılardan m eydana gelm e bir m aiyet de bulundurmaktaydı.
D eğerli madenlerden m eydana grelme bir hazîneye sahipti ve
maiyetine ödem ek için ayniyat v e para olarak bir takım kay­
naklara sahipti. İm paratorluğun eski m em leketlerinde, İm pa­
ratorluk mâliyesinin Cfisc) topraklarını o ele geçirm işti; bun­
ların gelirlerini topluyor, bazen de eski vergileri tahsile çalı­
şıyordu.
Kral, toprağm daki uyruklarına hükmünü geçirebilm ek
için, site m erkezi olan her şehire, yetkilerini kendi adına kul­
lanm akla görevli, bir R om a unvanı taşıyan bir savaş adam, ya­
ni asker gönderiyordu, (Gol mem leketi ile Ispanya’da bunun
adına kont, Lom bardiya’da dük denm ekteydi). K ralın bu v e­
kili savaşçıları çağırıp onlara kum anda ediyor, cizyeleri ve pa­
ra cezalarını tahsil ediyor, krallığın emlâkini ve dâvalarla suç­
lara bakan m ahkem eyi idare ediyordu. Şehirlerin bulunmadığı
m em leketlerde bir kantonu idare etm ekte olan savaşçı, bir Cer^
men unvanı taşıyordu ki A lm anya’da bu (Lâtlnceye com es,
kont diye çevrilen) Graf, İngiltere’de de S h eriff’tl.
K ralın g erçek ik tidan kendi şahsî enerjisine bağlıydı. Bu
iktidar, P ran k’lann kralı olan Klovis, y a da O strogot’ların k ra ­
lı olan T eodorik gibi bir kral sözkonusu oldu mu m utlak; Me-
rove hanedanının son m ensuplan gibi âciz v eya çocu k yagta
bir kral sözkonusu oldu mu da zayıf olur veya iktidar diye bir
şey bulunmazdı. K ralın sülâlesi kuruyup kral unvanı için ra­
kipler arasında kavga başladı mı, iktidar da zayıflayıveriyor-
du.
H u ku k V0 usulün değişm esi. — • R om a dili konuşan memle­
ketlerdeki R om alı ve B arbar nufus topluluklan üç asır bo­
yu n ca birbirlerine kanşm aksızın yanyana yaşadılar. Bunlann
herblri kendi giyeceğini, kendi yaşam a tarzını, kendi aile ve
MTJKATESELÎ T A R İH İ 78

veraset hukukunu m uhafaza edlyördu. D âvalar herbirinin ken­


di kanununa uygun olarak, y a R om a hukukuna, y a d a Barbar
kavm inin (Frank, Got, Burgond, Langobard, Alaman, Bavyera-
lı) törelerine göre yargılanm aktaydı. Kral, İm paratorluk dev­
rinde olduğu gibi, adlarına ferm an denen em irnam eler çıkarı­
yordu kİ bunlara uyulması, Barbar olsun, R om alı olsun, bütün
uyrukları için eşit olarak mecburiydi. Böylece bir kurallar, ni­
zam lar topluluğu m eydana geldi ve bu da mem lekette ortak
bir hukuk kurulmasını hazırladı. Fakat, R om a hukukundan
çok a y n olan Barbar töreleri, sonunda m ülkiyeti anlayıg şekli
v e hattâ adaleti tevzi sureti üzerinde tepki yaptılar.
R om a hukuku toprak sahibi olan kim seye bunu satmak, hi­
be etmek, vasiyet yoluyla bırakm ak hakkını m utlak olarak ve­
riyordu. Anababalara, kızlarını evlendirirlerken, bir drahoma
verm eğe yetkili kılıyordu ki, kocanın bu drahom ayı devr-ü fe­
rağ etm eğe hakkı yoktu. Barbar kavim lerin töreleri toprağı
genig anlam da bölünem ez bir m ülk sayıyorlar ve kişiye bunu
hibe etm ek v eya satm ak hakkım verm iyorlardı (Y ahut h iç ol­
mazsa hısım ların bunu tekrar satın alm aları hakkını mahfuz
tutuyorlardı). Bu töreler k oca ile karının m allann ı bir ortah-
hh halinde birleştirm ekteydiler ve ancak, yalnız k oca buna ta/-
sarruf etm ek hakkına sahipti; kadın, ana-babasından draho­
ma almıyordu.
R om a hukukunun yürürlükte olduğu m em leketlerde, bir
toprağın sahibi bunu canının istediği gibi ekip biçm ek hakkı­
na malikti. Cermen kavim lerinin top rak rejim i ise aynı köyde­
ki bütün toprak sahiplerini toprağı ekm eğe m ecbur tutm ak­
taydı (V. bölüm e bk.).
Suçlar konusunda. R o m a , hukuku m em urlara bir suçtan
zan altm da bulunan her uyruk hakkında kovuşturm a yapmak,
onu -hattâ ölüm cezasıyla dahi- ce 2a,landırmak hakkını
veriyordu. B arbarlar ise bu konuda A vrupa kavim lerinin eski
rejim ine bağlı kalm ışlardı: Bu kavimler, örneğin savaştan kaç­
m ak gibi, kavm e zararlı sayılan fiilleri cezalandırm aktaydılar;
a y n ca kral, bir ferm anla yasak etmiş olduğu fiilleri de cezalan­
dırıyordu. Fakat özel kişilere karşı işlenen suçlar, aileleri il­
gilendiren bir mesele olarak kalıyordu; mağdurun hısımları
suçluya ve hısım larına savaş açarak onun öcünü alm akla görev­
liydiler. Aileler arasındaki bu savaşları önlem ek için, resmî
m akam lar suçluyu yahut ailesini, m ağdura veya ailesine bir
tazminat vererek uziasm ağa zorlu yorlardı; bu tazminat, za-
74 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

rantı veham etine veya m ağdura bigilen değere göre (hattâ, bel­
ki bir öcalm anın az veya (çok büyük olan tehlikesi gözönüne
ahnarak) hesaplanmaktaydı. Lâtincede adına “ insanın değeri,
Cerm ence de "w ereg eld ” denen şeyi, onun toplum daki yerine
göre, töre tayin ediyordu. Töre, vücudüm el, ayak, g öz g ibi her
parçası için de bir fiyat biçm ekteydi.
H ü r bir insan bir başkasını suçla itham ettiği zaman, it­
ham edilen, m ahkem eye sayılan töre ile tesbit edilen saygıde­
ğer insanlar getirerek kendini temize çıkarm ak hakkına sa­
hipti: Bu gelenler, itham edilenin suçlu olm adığına dair yemin
ediyorlardı. F ran k’larda mahkem e aynı şekilde silâhlanmış olan
iki hasım a savaşm alarını em rediyordu; yenilen, m ahkûm edil­
m ekteydi. Bu, E ski âlemin bilm ediği düellonun köküdür ki
sonradan A vrupa’da yaygın bir âdet haline gelmiştir.
A şağı tabakadan insanlar, -ve genel olarak kadınlar,- bir
suçla itham edildiklerinde masumluklarını isbat için, kızgın bir
dem iri taşım ak y a da elini kaynar suya batırm ak gibi, bir
im tihandan geçirilm ekteydiler. Adına Cerm ence u rteil (hü­
kü m ) sözünden gelm e olarak ordalie denen bu usule “Tanrı’nın
verdiği hüküm ” gözüyle de bak ılm aktaj'dı; Kilise de bu usulü
kabul etm işti ve dinsel bir törenle takdis ediyordu.
W eregeld’in kişilere göre ayrı değerde oluşu, toplumun
eşit olm ayan sınıflara bölünmüş olduğunu gösterm ekteydi:
A ltta köleler (senevi); daha üstte azadlanmıg köleler (ki Sak-
sonlar bunlara îete’ler d iyorlardı); onun üstünde de savaşçı
olan hür insanlar vardı. Üstün sınıf, kavim lere göre değişm ek­
teydi. F ran k ’larda eski asilzadelik yoktu v e R om a İm parator­
luğuna yerleşm iş olan öteki kavim lerde de asilzadelik kaybol­
du. A lm anya’daki Sakson’larda ve İngiltere’de asilzadeler kal­
dı (ki İngiltere’de bunlara eari deniyordu}. F rajık ’larda, Lan-
gobard’larda, V izigot’larda kralın yakınlarından, vekillerinden,
piskoposlardan ve büyük arazi sahiplerinden m eydana gelen
üstün bir sm ıf kuruldu ve bu, eski R om a asilzadeleriyle birle-
şip karıştı. R om a asilzadeleri Cerm en kılığını benim sediler ve
çocu klan n a Cermen adlan verdiler. Y azarlar bu imtiyazlıları
“ büyükler” aj|lamına gelen m üphem bir Lâtince adla anıyor­
lardı.
Sınıflar arasındaki orantıyı bilmiyoruz. Toprağın çok bü­
yük parçalara bölünmüş olduğu İm paratorluk m em leketlerin­
de belki de nufusun büyük çoğunluğu köle y a da kolon kiracı­
lardan m eydana gelm ekteydi ve bunlar da ihtim al daha az sar
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 75

yıda bir mülk sahipleri ve savaşçılar sınıfına tâbi idiler. Sa-


vagçı v e m ülk sahibi gibi orta kn ıfta n hür insanların, Cermen
dili konuşan memleketlerde, İngiltere’de, A lm anya’da ve
Fraxık’lann oturm akta oldukları R hein ile Meuse arasındaki
bölgede çok daha fazla sayıda oldukları m uhakkak gibi görün-
ırielctedir.
R om a ülkesinde hristiyamUğın değişm esi. — Y eni kavim le­
rin istilâsı bir yandan A vrupa’nın nufusunu yeniler ve politik
rejim ini altüst ederken, öbür yandan da tâ köylere kadar so­
kulan ve İm paratorluk dışına da yayılan yeni dinin etkisi al­
tında manevî hayat da değişmeğ'e. başlıyordu.
Hristiyan dini D oğu ’dan A vrupa’ya geçerken, m ahiyet de­
ğiştirmişti. İlk hellenleşmiş hristiyanları harekete g etim ü ş olan
duygular, Bizans İm paratorluğu uyruklarının seviyesi üstünde
kalmaktaydılar. Cehennem korkusu. T an n sevgisini gölgede
bırakm ıştı; kardeşçe sevgi (Lâtince caritas) resmi bir m erha­
m et haline geliyor, bu da yalnız hibeler şeklinde, büyük sefa­
letlere verilen bir sadaka’da.n ibaret kalıyordu.
D oğu ’daki hristiyan Grekleri pek ilgilendirm iş olan, H ris­
tos’un ve M eryem ’in niteliği hakkındaki ilahiyat çatışmaları,
A vrupa hristiyanlannı pek az alâkalandırıyordu. Bunlar ara­
sında aıncak bir tek ayrılık çıkm ıştı ki, V. yüzyılda R om a ’da
yaşam ış bir Breton papazı olan P elaj’ın ortaya attığı bu ayrı­
lık, insan hürriyeti ve günah doktrini hakkındaydı; an cak bu
da amelî bir meseleyle, insanın iman selâmetini sağlam a çaresi
ile ilgiliydi.
Rom alılaşm ış kavim lerin değer verdikleri şeyler dinsel tö­
renler, tapınm a usulleri ve bilhassa hal v e gidiş kuraüartydı
ki bunlar da tıpkı R om a hukukundaki kurallar gibi emirler
ve yasaklar şekli altında ortaya çıkm aktaydı; örneğin, âyinde
hazır bulunmak ve takdis edilmek, oruç tutmak, perhiz ve im­
sak, sadaka verm ek mecburi idi. Buna karşılık pazar günleri
çalışmak, hısımlar arasında evlenmek, evlilik dışında kadın er­
kek münasebette bulunmak, eski dinlerle ilgili herhangi bir
fiil işlemek ve büyü yapm ak yasak edilmekteydi.
Bu kuralların amelî bir m üeyyidesi vardı, bunlann her
hangi bir şekilde ihlali günah sayılm aktaydı ve günâhkân ebe­
diyen azap çekm eğe mahkûm ediyordu; bir günah ancak çile
çekm ekle iptal edilebUiyordu, bu- çile ise çoğu zaman pek sert
bir ceza ile birlikte yerine gfetii’ilen bir nedam et fiili idi. Vahim
günahlar a foroz ile cezalandırılıyordu ki bu, gün ah kân din ka-
78 A V R U P A M ÎLLETLE RIO TN

n unlan dışında bırakmaktaydı.. Bu m üeyyidelere karar verm e


yetkisi rülıban sınıfına “ gile m ahkem esi” nin seiâhiyetini veı>
mekteydi.
Dini kaba ve cahil kavim lere uydurm ak için, A vrupa’daki
rühban sınıfı doktrinin öğ-retimini kısa bir "âm entü” de i t i ­
lanmış olan birkaç maddeye indirmişti. A y n c a âyinler de g e­
niş ölçüde basitleştirilm iş bulunmaktaydı.
H alkı yerli dinlerden vazgeçirm ek için rühban sınıfı esld
inançları kaldırm ağa ihtiyaç hissetm edi; bu dinlerin âyinleri­
ni, gerçek Tanrı’nm düşm anlan olan iblislere yapılm ış tapın­
m alar sayarak m ahkûm etm ek k âfi geliyordu. Papazlar putlan
kırdılar am a halkın m ucizeler yapıldığını, hastalıkların iyileş­
tiğini görm eğe alıştığı yerleri ı m uhafaza ettiler, sonra da hri&
tiyan âyinlerini buralarda yapm ağı ve bu gibi yerleri birer hris­
tiyan azizine izafe etmeği âdet edindiler.
D inin kurallannı tek ve aynı şekilde uygulatm ak için, pa­
pazlar tek bir otorite kurm a çarelerini araştırdılar. Bütün mü­
m inler için uyulması m ecburi olan doktrin con cU eler (kurullar)
tarafından kararlaştırılacaktı. F akat IV. yüzyılda hristiyanlar.
Teslis dogrması üzerinde anlaşm azlığa düşmüşlerdi v e ilk ola ­
rak hristiyaniığı kabul eden (Got, Vandal, Burgond, Laaıgo-
bard’lar g ib i) Barbar kavimler, İm paratorun henüz Arius’un
ayrılıkçı dogm asına inanm akta olduğu sırada din değiştirm iş­
ler ve onlar da Arius ta ra fta n olarak kalmışlardı, kendi ka^
vim lerinden papazlara sahiptiler ki, bunlar belki de âyinleri
onların dilinde icra ediyorlardı. O rtodoks doktrinine sadık ka­
lan İm paratorluk halkı, bu kavim lerden ,mezhep ayrılıksız! ol­
dukları için, n efret ettiler. Bu yüzden de B arbar krallarla bun­
la n n R om alı u yru k lan arasında derin bir düşm anlık başgös-
terdi. Alm anya’ya daha sonra gelen y a da orada kalm ış olan
Barbar kavim ler (F ran k’lar, Sakson’lâr, Alam an’lar, Bavyera-
lılar, F rison ’lar) Cermen taunlarına tapınm a âdetini m uhafa­
za etmişlerdi. Arius ta ra fta n krallara karşı. Gol mem leketinde­
ki piskoposlar, hâlâ putlara tapm akta olan Frank krallanndan
biri olan K lovis’le anlaştılar, bunun üzerine K lovis vaftiz oldu.
Rom alı hristiyanlar arasına yerleşm iş olan Fran k’lar on lan n
dinlerini benim sediler; fakat K uzey Fran k’la n ile Alm anya’da
kalmış olan bütün kavim ler daha uzuff ^zamân eslci dine bağlı
kaldılar.
A rius ta ra fta n olan Ispanya’daki V izigot’la n n ve İtalya’­
daki Langobard’lann krallan da, uyruklan gibi ortodoksluğu
M tJK AYESELÎ T A R ÎH l 77

kabul edince, Arius’cülerle ortodokslar arasındaki anlaşmazlık


dolayısiyle bozulmuş olan din birliği, sonunda eski İm parator­
luk m em leketlerine yeniden yerleşti. Hristiyan uyrukların şef­
leri olan piskoposlar, B arbar krallara boyun eğmiş bütün mem­
leketlerde, kraldan kontlara eşit önemli birer şahsiyet muame­
lesi gördüler.
M üşterek bir otoriteye ihtiyaç duym akta olan papazlar,
öbür piskoposların üst’ü olarak R om a ’daki Papa’yı tanıyorlar­
dı; onun Lâtince decretum, diye adlandırılan kararlan, Avrupa
kiliseleri tarafından m ecburiym iş g-ibi kabul edilmeğe başlan­
mıştı. Papa K onstantinopolis’teki İm paratorun uyruğu kalmış
olm akla beraber, bağım sız bir hüküm dar gibi davranm ağa
başlıyordu. VI. yüzj'ihn sonunda (B üyük adı ile anılan) ve gok
geniş topraklara sahip bulunan Papa I. Gre^orlus, elindeki
kaynaklan, R om a’nm surlarını onarm ak ve şehir halkını bes­
lem ek içirı kullanıyordu. Grekçe bilm iyor, puta tapan yazarları
horgörüyordu. Müminleri günhtan korku yoluyla vazgeçirm ek
için ikili Konuşm alar tertiplemişti ki bunlarda, öbür dünyadan
gelm iş olan bir kimse, Cehennem’deki azaplan tasvir etm ek­
teydi.
K öylerd e kiliselerin kuruluşu. — ■ V. yüzyıla kadar hristi­
yan dini ancak şehirlerde uygulanmıştı. Fakat İtalya ile Gol
m em leketinin Güney’inde hristiyanlar, İspanya, K uzey Gol ve
Büyük B ritanya’ya göre çok daha kalabalıktılar ve bu son
mem leketlerde şehirler nadirdi; şehirsiz m em leketlerde hristi­
yan yoktu. Şehirlerden yola çıkan din, hem İm paratorluğun
köylük bölgelerinde, hem de putlara tapan Barbar kavim ler
arasında yayıldı. Aynı zamanda hem piskoposlar, hem keşişler
tarafından yapılan bu çok yavaş çalışma, V. yüzyıldan IX . yüz­
yıla kadar sürdü.
H er şehire yerleşm iş olan piskoposun maiyetinde, yardım-
cıla n olan bir papazlar grupu vardı. Piskopos, sitesinin toprak­
la n üzerine, âyinleri icra etmekle görevli papazlar gönderm eğe
başladı; ilkin içlerinde hür insanlar kalmış olan kasabalara;
sonra da büyük arazi sahibinin ailesi, uşak ve hizmetçileri,
köylüleri için bir oratorm m (lâtince: D ua yeri) yaptırm ış ol­
duğu büyük malikânelere papazlar yolladı. Piskopos buralara
tem silci olarak papaz yollam akla, ilkin, hattâ kom ünyon ve
vaftiz de dahil, bütün takdisleri yapm a yetkisini kendine sak­
lamıştı. B u dolaylan n bütün müm inleri yortulan kutlamalc ve
kendilerini takdis ettirm ek için gehire gelm ek zorundaydılar.
78 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

D aha sonra papazlara da -çöm ezleri papazlığa terfi ettirmek


ve vaftizden sonraki “ konfirm asyon” hariç- diğer takdisleri
yapm ak yetkisi verildi; son iki iş ise piskoposa mahsus olarak
kaldı.
Site’nin bütün topraklan papazlarla dolunca, bu topraklar­
daki her papaza bir bölgre ayrıldı ve VII. yüzyıldan itibaren bu
bölgeye G rekçeden gelm e paroisse (R uhanî daire), piskoposun
kaza dairesine de d iocèse adı verildi (Bu iki ad ilkin Grek ül­
kesinde birbirine bir zıt anlama sahip olm uşlardı).
H er ruhani dairenin toprağa da sahip bir kilisesi vardı;
bu toprağın ürünleri papazı doyurm ağa ve âyinlerin m asraf­
larını karşılam ağa yarıyordu. Kilise, patron ’u yani koruyucusu
olan bir aziz’e tahsis edilmişti ki, müm inler bu azizi, gerçek­
ten hazır-nâzır bir koruyucu gibi takdis ediyorlardı; bu koru­
yucu, hastalan iyileştiriyor, salgın hastalıkları, su baskınları­
nı, kuraklıkları defediyordu. B öylece bir aziz’e tapınm ak key­
fiyeti, ruhanî dairenin sakinlerini, tabiatüstü kudrete sahip,
görünm eyen bir şef tarafm dan korunan mistik bir cemaat ha­
line koyuyordu.
Din aynca, insanlardan kaçm ak için köylük bölgelere yer­
leşmiş olan keşişler tarafından da şehirler dışında yayılmıştı.
Bilhassa D oğu ’da perhiz, om ç, sofuluk gibi fiillerle hiçbir iş
görm eksizin tefekküre dalmaktan ibaret bulunan m anastır ha­
yatı, bunu A vrupa’nın duygularına uyduracak şekilde değişti­
rilmişti. VI. yüzyılın sonuna doğru papazlık eden Benedictus
adında Italyan bir aziz keşişlerine, günün saatlerinin nasıl kul­
lanılacağını açık ve sarih bir şekilde gösteren bir kural ver­
mişti. Bu kural zamanı (dua, kutsal teganniler, sofu ca okum a­
lar g ibi) dinsel fiillerle el işi arasında taksim ediyordu. K eşiş­
ler toprağı ekip biçiy or ya da bir zanaat icra ediyorlar, dinsel
bakım dan gerekli eşya imâl ediyorlar, hattâ elyazm alannı kop-
y e ediyorlardı.
“ Aziz B enedictus kuralı” çok geçm eden A vrupa’nın bütün
m anastırlarınca kabul edildi; bunlara Benedictin’ lev adı veril­
d i; aynı örnek üzerine, kadın başrahibeler tarafından idare edi­
len, kadın m anastırları da kuruldu. Manastırlar, devirlerinin
toplum unu hristiyan ülküsüne göre ço k farklı bulm akta olan
müm inler için birer sığınak haline geldi. Bunlar aynı zamanda,
içlerinde antik ça ğ medenlyetinm az-çok m uhafaza edildiği
m erkezler de oldular; herkes, keşişlerin ikam etgâhlarının yanı-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 79

başında kendi tahıl ambarlarına, ahırlarına, atelyelerine sahip


bulunmaktaydı ( 1 ).
Hemen hemen bütün m anastırlar büyük bir m ülk sahibi
tarafından verilm iş olan ve İçinde bunu ekip biçen köylüler
de bulunan büyük bir arazi üzerine kurulmuştu. K eşişler bil­
hassa. m alsahibi rolünü yapm aktaydılar. F akat köylük bölge­
ler halkı arasında yaşam aktaydılar; her manastırın bir kilisesi
vardı ve lâik’ler de buraya gelerek âyinlerde hazır bulunuyor­
lardı. Bu kilise, o dolaylardaki halk için bir hristiyan propa^
granda m erkezi haline geliyordu. Manastırların kiliseleri, yavaş
yava^ bütün mem lekette kurulm ağa başlayan ruhanî bölgeler
şebekesini tam am lam ağa yarıyorlardı.
Hristiymniığin yayüması. — Hristiyan dini bir yandan, res­
men K ilise’nin otoritesine tâbi m em leketler halkı arasına git­
tik çe daha derinlemesine girerken, öbür yandan da eski İm pa­
ratorluğun dışında Barbar kavim ler arasına da yayılıyordu.
Papazlar ve bilhassa keşigler Cermen dili konuşan putperest
m em leketlere giderek burada H ristos’un dinini yayıyorlardı.
Bunların bazıları, herhangi bir bayram vesilesiyle toplanm ış
olan kalabalığa hltabediyordu; hattâ içlerinden birkaçı ora­
larda şehid edildiler ve aziz m ertebesine yükseltildiler. Fakat
sürekli bir başan ancak, bir m isyoner B arbar bir kralın yardı­
mım elde ettiği zaman sağlanabildi; çoğu zaman bu yardım,
kralın hristiyanlığı daha önce kabul etmiş olan karısının arar
cıhğı ile elde ediliyordu. Misyoner, basit düşünceli insanları te­
sir altında bırakan deliller ileri sürüyor, Cennet’e gitm ek umu­
dunu ve Cehennem azabı korkusunu İleri sürüyoıdu; yahut da,
yerli tanrının kudretsizliğini isbat için onun putunu kırıyordu.
K ral bir kere din değiştirince, uyruklarını d a kendi dinini ka­
bule zorluyordu. Uyruklarına vaftiz olm alarını em rediyor; on­
ları çok ağır cezalar, hatt^ ölümle dahi tehdit ederek, eski di­
ni uygulamalarını yasak ediyordu. Çoğru zaman, bilhassa A l.
m anya’da, uyruklar bu hale karşı koydular.
M isyonerler, biri öbürüyle anlaşm azlık halinde olan, çok
uzak iki merkezden yola çıkm aktaydılar. M anastırlarında çe-

( i ) İslenm em iş toprakların keşişler tarafmdan ekilip biçil-


m esi k eyfiyeti, rom antik tar'ihçiler tarafından biraz mübalâ-
ğaland/ınlmtşa benzem ektedir. Çağdaşlan tarafından toprağt
verimlendir-en kesişlere karşı ifade edilen hayranlık, bu gibi­
lerin nadir olduklan düşüncesini uyandırmaktadır.
80 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tin bir hayat sürülen İrlanda’dan çıkan sofu, perhize ve oruca


riayetkar keşişler, azap çekm iş olm ak için yurtlarm ı terkede-
rek vahşi bir çöle yerleşiyorlardı.. Bunların erdemli halleri yan­
larına çöm ezlerin toplanm asına yol açıy or ve bazen bu keşiş­
ler yerlilere din değ-iştirtiyorlardı am a bunlar, hiçbir teşkilâtlı
kilise bırakm adılar ( 1 ).
R om a ’dan da papalar tarafından g-önderllen misyonerler
VII. yüzyılda B üyük Britanya’daki B arbar kavim lere hrlstiyan-
lığı kabul ettirdiler. Bunlar a y n a y n olarak, birbirine zıt iki
ucdan işe g-iriştiler. G üney-D oğu’da karısı hristiyan olan K ent’-
in küçük Sakson kralının yanından, K uzey-D oğu’da da Nor­
thum berland kralının yanından işe g-iriştiler. En eski iki pis­
koposluk olan Canterbury ve Y ork piskoposluklan da orada
kuruldu ve zamanla aralan nda bütün İngiltere’nin taksim edil­
miş olduğu iki m erkez haline geldi.
Bütün Angıl ve Sakson kralları da yavaş yavaş hristiyan-
lığı kabul ettiler.
H içbir zaman R om a İm paratorluğunun uyn ığu olmaksızın
hristiyan dinine grirmiş olan İrlandahlar, başın tepesindeki sağ­
la n traş etm ek usulü ile Paskalya yortusunun tarihini Doğu
kiliseleri usulünce hesaplam ak şeklini m uhafaza 'etmişlerdi.
R om a ’y a karşı bağım sızlıklarını gösteren bu ayrılıklara da sı­
kı sıkıya bağlıydılar. Angıl ve Sakson krallann a gönderdikleri
m isyonerler orada Papa’n m m isyonerleriyle karşılaştılar ve
onlarla kavga ettiler; krallar Rom alı misyonerleri haklı bul­
dular. K iliseler doktrin konusunda en yüksek m akam olaxak
Papa’yı tanıdılar, en yüksek yargıç olarak, Papa’nm, piskopos-
la n n verdikleri kararlan iptal etm eğe yetkili olmasını da k a r
bul ettiler; R om a törelerini ve âyinlerin Lâtince yapılması
usulünü benimsediler.
İlkin İm parator tarafından İm]p_ş.ratorlukta kurulmuş olan
tek dinsel otorite. B arbar kavim lere yayılm ağa başlıyor; ge­
lirken rühban tarafından dilinde, kurallarında ve törelerinde
m uhafaza edilmiş olan antik m edeniyetin kalıntılannı da be­
raberinde getiriyordu.

(1 )Fransa’da G olom ban; Alm anya’da GaU, K ilvm , Fridolin


d(i azizler arlcmna frirtoteZercWr.
B İR L İĞ İN İM P A R A T O R L U K V E K İL İS E T A R A F IN D A N
T E K R A R K U RU LM ASI

O toritenin bozulması. — VTII. yüzyılın başlangıcına kadar,


Avrupa’daki genel düzensizlik hali higbir sürekli otoritenin
yerleşm esine im kân verm edi. Frank krallarının en greniş top­
raklar üzerine yayılm ış olan hâkim iyeti, V II. yüzyılda yıkıl­
mıştı. A lm anya’daki Alaman, Bavyeralı, Thuringenli kavim ler
(vakanüvislerce dük diye adlandırılan) sava® şeflerine sahipti­
ler ve bunlar artık Franklartn kralına boyun eğmiyorlardı. Gol
memleketinde, kendi adlarını taşıyan bölgeye gögetmig ofan
B reton’lar, tam bir bağım sızlık içinde yaşıyorlardı ve Pirene
dağlarıyla Loire nehri arasındaki bütün Güney top raklan (kİ
A kitanya adı buralara da şâmil hale gelm işti), kendine dük
adını verm iş olan bir savaş şefinin hâkim iyeti altındaydı (Bu
şef V III. yüzyılda kral adını aldı). VIII. yüzyılın başlangıcında
bütün Ispanya’yı hâkim iyetleri altına almış olan Berberiyeli
veya Arap Müslüm.anlar, Pirene da ğla n ile Rhône nehri ara­
sındaki ülkeyi de işgal ettiler.
İtibarî olarak F ran k kraüannın hâkim iyeti altında kal­
mış olan kısmı ise üç parçaya bölünmüştü ki, kral oğullarının
arasında yapılan taksim sırasında, tüm olarak aynı mirasçıya
geçiyordu. Bunlara yeni adlaı- verilm işti: L oire’a kadar olan
bölge Neustriya (Batı ülkesi) ; Rhein neîıri;-:e kadar olan böl­
ge Avustraziya (D oğu ü lk esi); D oğu ’da da R h ôn e nehrinden
gam panya’ya kadar olan bölge Burgondiya adlarını almışlar­
dı. Çoğu zaman bir çocu k olan Frank kralı artık şahsen hükü­
met sürmez hale gelm işti ve bu üç m em leketin herbirinde,
gerçek iktidar, kralın hizmetindeki adamların gefi olan (ve
adına Lâtincede m ajordom us denen), kim seler tarafından kul­
lanılmaktaydı ki, tarihçiler bunlara sonradan “ maire du pa­
lais” yani başm abeyinci adını verm işlerdir. Fakat büyük top­
rak sahipleri bu şefe pek itaat etm iyorlardı. K argaşalık rühban
sınıfı araşm a bile yayılmıgtı. Savaşçı büyü ktoprak sahiplerinin
F. 6
82 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

aileleri iğinden seçilen piskoposlar, tıpkı _hısımları gibi hayat


sürerek lâik elbiseler giyiyorlar, savağa gidiyorlar, ava çıkıyor­
lardı. Papazlar da artık disiplin dinlem ez olmuşlar, lâik’ler gi­
bi yaşam ağa başlamışlardı.
Ispanya’da, T oledo'ya yerlesmig olan V izigot kralları, mem­
leketi büyükler (Âyan) meclisi halinde toplanan ve adına
“ concilium ” denen piskoposlarla anlaşm a halinde idare ediyor­
lar ve kralın, uygulanm ası m ecburi olan em irnam eleri burada
kararlaştırılıyordu. Bu emirnameler, m üminlerin din ödevle­
rini de uyrukların ödevleri gibi, aynı sertlikle yürürlüğe koy­
maktaydılar. K ralın ve piskoposların mutlak otoritesi altında.
R om ahlarla Barbar’lar bir tek kavim halinde kaynaşm aktaydı­
lar. F akat Papa’dan hemen hemen ayrı, bağım sız hale gelmig
olan İspanya Kilisesi, Arap fütuhatı üzerine A vrupa’dan tamar
men ayrıldı. H ristiyanlar kendi dinlerini ve kendi piskoposla­
rını m uhafaza ettiler, faka t Müslüman hükümdarların mutlak
hâkim iyeti altına girdiler.
İtalya birkaç hâkim iyet altm da paıçalanm ıgtı. Toskana’-
ya kadar K uzey bölgesini işgal etm iş olan Langobard’lar, bü­
yük toprak sahiplerinin çoğrunu öldürüp onların yerine geçm iş­
lerdi; orada, eski R om a halkından ayrılm ış olaîı öteki Bar-
bar’ lardan daha uzun zaman kaldılar. Bununla beraber, VIII.
yüzyılda iki kavim kaynaşm ağa başladı, çünkü 750 yılında
kral istisnasız toprak sahiplerine savaş için silâhlanıp orduya
gelm elerini emretti ve R om alı aileler de oğullarına (Azzo, Ga-
ribald gibi) Cermen ad lan verm eğe başladılar. Kavim, Lom-
bard’ \a.v adını m uhafaza etti.
Adriyatik k ıyılan ile Güney İtalya henüz hüküm dar ola­
rak Ko'nstantinopolis’teki İm paratoru tanıyorlardı. Bu İmpa­
ratorun adına eggarhos denen çok jöiksek rütbeli temsilcisi,
R aven n a’da oturm aktaydı; Müslümanlar Sicilya’yı fethettikten
sonra, G rek m ültecileri de gelip Güney İtalya’da yerleştiler.
Böylelikle İtalya’nın bir parçası, Grek olan D oğu ’y a dönmüş
bulunuyordu. F akat yeni bir İm parator hanedanı müminlere
M eryem A na v e azizlerin tasvirlerine ibadeti yasak edip, ordu­
nun m asraflanm karşılam ak için Kilisenin malı olan toprak­
ları "dünyevileştirince” . Papa ‘‘iccm ociaste" la n (yani tasvirleri
kn an ları) aforoz etti ve İm paratorla münasebetlerini kesti.
F rank’ lann otoritesinin tek ra r kurulması. — F ran k’larm
dillcrhıi ve törelerini en iyi m uhafaza etmiş olduklan Metz do­
laylarındaki büyük bir arazi sahipleri ailesinden gelme F ıa n k
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 83

savaş şefleri, VIII. yüzyılda birbirleıi pe§i-sıra krallık otorite­


sini ve kum anda birliğini yeniden kurdular. O devrin yazar­
larınca "F ran k dükleri” diye adlandırılan bu şefler, babadan
oğula, Avustraziya’dâ, m ajordom us olm uşlar ve rühban ile ga­
yet sıkı m ünasebet halinde yaşamışlardı.
Müşterek bir otoriteyi yeniden kuran, Avustraziye m ajor-
domus’u Charles oldu (ki kendisine çok sonradan M artel adı
da verildi). İlkin Neustriya F ran k’larma, sonra da Almanya
kavimlerine, Bavyeralılara, Alam an’lara, Thuringren’lilere bo­
yun eğdirdi. Ispanya’dan grelen müslümanlarla savaştı ve on­
la n Gol memleketinin Güney’inden püskürttü.
Charles’m oğullan olan Carloman ile Pépin, onun eserine
devam ettiler. Herbiri kendi toprağında bir piskopos meclisi
(sinod) topladılar ve bu m eclis piskoposların savaşa yahut ava
gitm elerini yasak ederek; papazlarla keşişlere de din adamla­
rının saym ak zorunda oldukları kuralları zorla kabul ettire­
rek, rühban arasında disiplini yeniden kurdular. Daha sonra
Pépin A kitanya’da kral unvanını alm ış olan şeflerin ailesini
yokederek Gol memleketinin boyun eğmesini tam am lam ış ol­
du.
Cerm anya kavimlet-hım dm değiştirm esi. — VII. yüzyılda
İngiltere’de Papa’nın tem silcileri tarafından başlanmış olan
B arbar kavim lerin din değiştirm eleri işi, V III. yüzyılda da
Alm anya’da (A ngıl v e Sakson) papazlar ve keşişler tarafından
devam edildi, ki bunlar artık Papa’ya itaate alışmış bulunuyor­
lardı. Bunlann en ünlüleri olan ve lâtince B onifacius adını al­
mış bulunan W inifried, ilk i§ olarak R om a’ya gidip Papa’ya
sadakat yemini etti ve dinsel törenleri, âyinleri R om a Kilisesi
gibi, aynı şekilde uygulam ak taahhüdünde bulundu. Sonra da
F ran k’larm şefi Charles’m tavsiyesini hâm il olarak Cerman-
ya’ya gitti. M emlekete din değiştirtm eğe başlamış olan Irlanda’-
hlarla şiddetli bir anlaşmazlık haline geldi ve R om a usulüne
uygun hristiyan dinini. F ran k krallarının uyrukları olan Bav-
yeralılara, Alam an’lara, Thuringen’lilere kabul ettirdi.
B onifacius toprağı piskoposlar arasında böldü. H er pisko­
posun bir şehirdeki hristiyan cem aatinin reisi olması gerekti­
ğinden, fak a t Cerm anya’da şehir bulunmadığından, Bonifacius
ilkin piskoposlan istilâdan beri yıkılm ış olan (Utrecht, K olon ­
ya, Trier, Mainz, Speyer, W orm s gibi) eski R om a sınır şehir­
lerinde, ya da Basel, Konstanz, Regensburg, Passau, Salzburg*-
daki eski R om a kalelerinin yanlarına, sonra da m em leketin
84 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ifilerind» yeni kurulmuş olan manastırların yakınlarına yerleş­


tirdi. Bunlann hepsi Papa tarafından takdis edildi ve Rom a
K ilisesinin kurallanna tâbi oldu. B öylece dinsel otorite birliği,
sınırlann yakınındaki merkezlerle beraber, Alm anya’nın en bü­
y ü k parçasına yayılm ış oldu.
F rank krallan ile P apa atiisvnda ittifak. — ■ İki a y n halk
topluluğu, yani piskoposlarm a tâbi olan Rom alılarla savaşçı
krallarının kum andasındaki Barbar’lar, B atı’nm iki bağlıca
otoritesi olan Papa ile F ran k’lann kralı arasında yapılan itti­
fa k üzerine yeni bir birlik halinde toplandılar ( 1 ).
Lom bard’lann , K uzey İtalya’ya hâkim olan kralı, Papar
lığın malı olan toprakları iggal etmiş, R om a halkını vergiye ve
kendi kaza yetkisine tâbi tutm ağa kalkışmıştı. Güney Italyah
bir G rek olan Papa Etyen, Frank’la n n şefi olan Pépin’den yar­
dım istedi. Pépin o sırada F ran k’larm kralı olan genç m erove
prensi adına hüküm sürüyordu, aynı zam anda da kral unvar
m m alm ak isteğindeydi ; adam gönderip Papa’ya akıl danıştı,
o da onun düşüncesini onayladı. Bunun üzerine Pépin kendisi­
ni kral ilân edip piskoposlara takdis ettirdi.
Sonra da Gol memleketin© yeni bir papa geldi v e Yahudi
k rallanm n örneğine uyarak, Pépin’le oğullannı ve eşini okun­
muş bir yağla uğdu. Fransa k rallanm n tahta çıkışlarında ya­
pılması âdet olan ve başka krallar tarafm dan da taklid edilmiş
bulunan takdis töreninin kökü buradan gelmektedir.
Bunun kargılığında Pépin Papa’ya, Lom bard’ların işgal et­
tikleri şehirlerden birkaçım geri verm ek vaadinde; bulunmuştu.
İk i sefer tertipledi, şehirleri geri alıp R om a Kilisesinin kurucu
ve koruyucusu olan aziz Piyer’e iade etti. Böylelikle de “ K i­
lise Devletleri” kurulmUş oldu ki, buralarda Papa bağımsız bir
hükümdarın iktidarına sahipti. Papaları, devletlerini idameye
m ecbur tutarak, İtalya’nın politik birliğinin gerçekleşm esine
engel olan cisma-ni iktidar’m kökü buradan gelmedir.
Şarlunan’in politik alandaki eseri. — Charles ile Pépin ta ­
rafından başlanmış olan birleştirm e işi, P épin ’in oğlu olup

(1) B u çağı geçm iş yüzyıllara göre bira^z daha iyi b'itîy<rruz.


Çünkü yalnız u fa k te fe k “ vekayin am e” terden değil, biyograf-
yaüardan; kralların, papaların, piskoposların yazdıkları m ek ­
tuplardan VB bilhassa, Framk kraUarvmn (Em irnam e, tasarı, ta-
limat gibi) evrak v e belgelerini bir araya toplayan ‘‘Oapitvr
Uiire” adlı genis koleksiyonlardan da bilgi eM nm ektevix.
MX7KA.TB»BLÎ TABÎH t »5

garltnan (lA tin ced e; Carolus M a^nus), yani büyük Charles


diye adlandırılan hüküm dar tarafından başarıldı ve Karolen-
jiyen hanedanına adını, bu kral verdi. K endisi ile birlikte b a r
basının mirasını bölüşmüş olan kardeşinin ölümünden sonra,
garlm an bütün Gol ülkesi ile Cerm anya’nm büyük bir kısmını
hâkim iyeti altına almıştı. Hemen hem en bütün saltanat süre­
sini de fetih seferleriyle geçirdi. Ordusu atlılardan meydana
seldig-ine g öre herhalde pek kalabalık değildi, fakat o devrin
hiçbir kavm i bu orduya karşı grelemedi.
garlm an ilkin İtalya’daki Langobard’ lara boyun eğdirdi
ve “Langobard’lar kralı” unvanını aldı ama. l^u kavm in törele­
rini ve hukukunu bıraktı. Sonra B avyerahlann ülkesini işgal
’ etti ve bağım sız bir hüküm dar gibi davranm aktan suçlu olan
dükü, azletti. A sya’dan gelm iş göçebe atlılar kavm i olan Ve
Theiss ovasına yerleşm iş bulunan A var’la n yoketti v e sonra­
dan Avusturya haline gelen ülkeyi, alman kolonlarına açtı. Pi­
rene dağlarını aşıp Ispanya’nın K uzey-D oğu’sundaki Barselon
ülkesini fethetti (ki burası sonradan K atalonya olm uştur) ve
Frank töreleri burada yerleşti.
En çetin savag, törelerine ve dinine çok bağlı olan Sakson
kavm ine karşı açıldı, garlman Saksonları hem F ran k kralına,
hem hristiyan Kilisesine tâbi olm ağa zorlam ak istedi. Tapınak­
larını yıktı, kanton şeflerinin 'genel kurul halinde toplanm ala­
rını yasak etti ve bunlara, vaftiz olmalarını emretti. Bütün hür
erkekleri, krala ve hri.stiyan dinine sadakat yem ini etm eğe zot'-
ladı. Sakeonlar birkaç defa ayaklandilar, kiliseleri yıkıp pa­
pazları Öldürdüler. Şarlman bunlara yem inlerinden caym ış
hainler gibi muamele etti; ya öldürttü, ya da idam ettirdi; so­
nunda da bunlardan bir kısmını aileleriyle birlikte memleket
dışına sürüp yerlerine F ran k kolonlarını yerleştirdi. P iskopos­
luklar, manastırlar kurdu ve bunlar. Fran k hâkim iyetiyle hria-
tiyan m edeniyetinin merkezleri haline geldi, Sakson kavmine
törelerini ve özel hukukunu bıraktı am a bu kavm i F ran k sar
vagıçılanna ve yüksek rütbeli papazlarına idare ettirdi.
İm paratorlunun yeniden, kundınası,. — §arlm an Avrupa kı­
tasının hemen hem en bütün hristiyan ülkelerini ik tidan al­
tında toplam ış bulunduğundan, bu kadar kudretli bir hüküm ­
dar için kral unvanı yetersiz görülm eğe başlandı. O sıralarda
Konstantinopolis’te iktidar bir kadın tarafından gaspedilm iş
olduğundan, İm parator unvanı da “m ünhal” gibi görünm ektey­
di. garlman Papa’y a kargı bir ayaklanm ayı bastırm ak için R o­
86 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
m a’ya gelince, R om a rühbanı im parator unvanm ı yeniden kur­
m ak için onun R om a ’da bulunuşundan faydalandı. Papa Leon
Sariman’a tac giydirerek onu “Augustus” ilân etti, garlman ya-
§ayı§ tarzm da hiçbir gey değiştirmedi, yine F ran k ’ların urba­
larını g-iymeğe, Frank dilini konuşm ağa v e Frank ülkesinde
oturmağ-a devam etti. Fakat İm parator unvanı kudretini arttır­
maksızın, ona krallannkinden daha yüksek bir paye verdi. İm ­
paratorun otoritesine hâlâ saygı beslemekte olan rühban sınıfı
ise, Batı’da tek bir hüküm dar altm da birliğin yeniden kurulmuş
olduğu gibi bir sanıya kapıldı.
Şarlman\n h üküm et idaresi. — R om a İm paratorları gibi
Şarltnan da sınırsız bir kudrete sahipti. Fakat uynıkları, gö-
rünmiyen bir hüküm dar adına m em urlar tarafından içra olu­
nan gaynsahsî bir iktidara boyun eğm eğe alışmış değillerdi.
Bu uyruklar ancak kişiler arasındaki münasebetleri anlıyorlar
ve ancak bir şahıs tarafm dan verilen emirlere boyun eğiyorlar­
dı, zaten garlm an’ın kendisi de bunu başka, türlü anlam am ak­
taydı. Bütün otoriteleri kendi şahsî idaresi altında toplayarak,
İm paratorlukta nizamı kurm ağa çalıştı. Bütün hür erkekler­
den, kendisine sadakat yem ini etmelerini istedi, böylelikle bun­
lann hepsi, kendisine gahsî bir taahhütle bağlı sadık birer ben­
de oldular.
Sarlman kendisini, bütün hüküm et mekanizmasının m er­
kezi haline getirdi. Bütün emirleri, adm a Lâtince curtis (Fran-
sızcada cour, İngilizcede court) denen ve “büyük bir malikâne­
nin, toprağın merkezi olan ev” anlam ına gelen kendi özel ko­
nutundan gönderiliyordu. H üküm et işleri için ailesinin, hiz-
metkârlan'nın, dostlannın yardım larından faydalanmaktaydı.
A şağılatıcı bir şey saydıkları şahsî hizmet için köleler kullanan
Rom alıların tersine olarak, Barbar savaşçılar şeflerinin şeref
saydıkları hizmetlerini görm eğe can atıyorlardı. Charlem agne’-
ın sarayında en büyük kigiler, hizm etle görevli olanlann dört
şefi idi ki bunlar, sofra ve yem ek işleri ile meşgul olan (Cer­
m ence simiscale’ âen) sénêcJial; içkilerle meşgul olan bouteüler;
m aiyet atlan ile meşgul olan (com es stabuU yani has ahırlar
kontu anlam ına) con n étab le; giyecekler, yiyecekler ve hazine
iğleriyle meşgul olan (İtalyanca oda anlam ına camei'o.’dan)
cam érier idiler (1). Bunlann (tıâtincede officia denen) görev-
(I ) S^nâchal’a lâtincede (yem ek leri getiren anlamına) da-
pifer, Bouteüler-'tro de (kadehe içki koyan, adkl) anlamına pin-
cerna da, denm ekteydi.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 87

leri için sonradan bütün Avrupa saraylannda grands offIces


adlı hizm et teşkilâtı İhdas edilmiştir.
Yalnız kâtip’lerin yapabildikleri yazı işleri İçin Chariemag'-
ne’ın m aiyetinde ad lan na (Lâtiiıce notarius yani kâtip sözün­
den) n oter denen ,bir kâtip sınıfı vardı. Bunların bir rahip olan
ve adına (Lâtlncedeki cancellarius’ da.n gelm e) chancelier de­
nen şefleri, kralın evrakının yazılması işini İdare ediyor ve
altlarına, .bunları m uteber hale koyan, krallık mührünü bası­
yordu. Bu da, bütün A vrupa’da m üşterek b ir âdet olan ehem-
cellerie’nin kökünü teşkil etmiştir, garlm an a y n ca yanında bir
de kilise adamları topluluğu bulundurm aktaydı ki (adına c7^a-
pelle denen) bu topluluk arasından piskoposlan ve rahipleri
seçiyordu.
K am u işleri hakkında karar v»rm ek için garlm an adlarma
conseillers (M üşavir) denen, güvendiği adam larına danışıyor­
du. Bütün A vrupa hükümdarlarının kullanmağı âdet edindik­
leri hüküm et consail’ i (Lâtincede consükım , yani meclis, ku­
rul) bundan gelmedir. Savaşçı hür insanlardan m eydana gelme
olan Y*. Cermen töresince açıkhavada toplanan kurul da a y n ca
m ayıs ayında toplantıya çağ ın lm ak tay d ı; falıat Sariman bu
kurula, hüküm et meclisi İle birlikte alm ış olduğu kararlan bil­
dirm ekle yetiniyordu.
Em irlerini yerine getirm ek için, garim an Barbar kraîlann
kullandıklan usulün aynını kullanıyordu; H er site, - Cermen
ülkelerinde her kanton (yani gau) - kon t unvanını taşıyan bir
savaşçıya tâbi idi ki bu kont, kralı ilgilendiren ordu, polis,
mahkeme, toprak ve m alikâneler ve gelirler gibi bütün işleri
görm ekle ödevliydi.
H içbir muntazam haberalm a ve ulaştırm a aracının bulun­
m adığı bir devirde uyruklan yla tem asa gelm ek için, Şarlman
bir asırdanberl Pran k’larda yavaş yavaş m eydana gelmekte
olan bir âdete başvurdu. Çok geniş arazi sahipleri, savaş şef­
leri, piskoposlar y a da rahipler yaîîlan nda silâhlı süvarilerden
m eydana gelm e bir maiyet bulundurm ağı âdet edinmişlerdi (1 ).
Bu savaşçılar artık kralın emrini dinleyerek, m asrafı kendi­
lerinden olm ak üzere, silâhlanıp harbe giden hür insanlar
değil, fakat krala öm ür boyunca şahsî bir andla bağlı hizmet­
liler idiler. Bunlar krala Lâtince bir adla (eski, kıdem li anla-

(1) Dfitekim Ispanya’daki Vizigoflar da (adlanna lAtim.oede


buccelarii denen) savaş^% MgrnetMer kullanrmsXard,v,
88 A V R U P A M tL L E T L E R ÎN ÎN

m m a) sénior diye hitabediyorlardı ki bu, ‘ ‘efendi, sahip” anlar


m m a gelen dominus sözüne eşitti (K ralın eşine de domina de­
niyordu). K ral da bunlan adam lanm , y a da kökü pek belli ol­
mayan ve “ uşak” anlam ına gelen vassus (ki vaiet, bunun kı­
saltılm ışıdır) diye çağınyordu.
garlm an senior’u kendi “ adam lan ” ile kral arasında res­
mî bir aracı olarak tanıdı ve senyörlere, kum anda etm ekle gö­
revli oldukları adam larıyla birlikte orduya gelm elerini emretti.
A y rıca bir otorite icra eden herkesin kendisine senyör sıfatiy-
le hizm et edeceğini belirten gahsî bir taahhütte bulunmasını da
İstedi. Düklerle kontlar, piskoposlarla rahipler, hattâ büyük
top rak sahipleri dahi, kralın w s s a n e r i (tâbi’lerl, u yruk lan )
haline geldiler ve kral da on lan n hepsinin sem for’iX oldu. Bu
da derebeylik rejim inin ilk,m enşeini teşkil etti.
Rühbana verilen yetki. Şarlman savaş şefleri olan kont-
la n n m addî otoriteleriyle ruhbanın şefleri olan piskoposlann
dinsel otoritelerini anlaşm a halinde çalıştırtm ak istiyordu. Mec­
lisinde hem piskoposlar, hem kontlarla danışıp görüşüyordu
ve her mem lekette (adlan na “ efendinin elçileri” denegó bir
piskoposla bir kontu, birlikte gidip teftiş yapm akla ödevlendi-
riyordu.
Bu iki otorite karşılıklı olarak birbirlerini desteklemek
ödevindeydiler. K ont u yruk lan rühbana itaaté zorlam ak; pis­
kop os da müm inleri kon ta itaate m ecbur etm ekle mükellefti.
Savaş şefi olan kralın m addî kudreti, müm inleri Kilisenin em­
rettiği görevleri yerine getirm eğe zorlam ak için, dinsel şef­
lerin hizmetine verilmişti. Buna karşılık da rühban sınıf çile
doldurm a cezası verm ek ve aforoz etm ek bakımından sahip ol­
duğu ruhanî kudreti, m üminleri hüküm dara itaata zorlam ak
îgln kullanıyordu. Bu da, iki iktidar arasındaki işbirliği reji­
m inin menşei olm uştur ki bu, Avrupa’da X IX . yüzyıla kadar
devam etmiştir.
Rühban sınıfının geçim ini sağlam ak için gartman göyle
bir kural koydu: H er kilisenin bir toprağı bulunacak, bunun
geliri papazın geçim ini Bağlıyacaktı; Yahudi kavm ine teklif
edilmiş olan örneğe uyarak, Sariman bütün uyruklan nı kendi
ruhanî dairelerinin papazına toprak ürünlerinin bir kısmını
(prensip olarak onda birini) verm elerini emretti. Bu da Av­
rupa’da, değişik nisbotlerle devam etmiş olan (Lâtince “onda
bir” karşılığı decim a’âa.n gelme, arapga “öğür” anlamana)
“ ondalık” ın mengei oldu,
MUKAYESEILÎ T A E ÎH Î 89

Hristiyan dini sonunda garlm an’ m hükm ü altında bulunan


bütün ülkelerde yerleşti. Bütün topraklar ruhanî dairelere bö
lündü, bu nlann herbirinde bir kilise bulunmaktaydı ki, mü
minlerin riıhlan ile megerul olm ak ödevini üzerine almıg bulu
nan bir rahip bu kilisede hizmet etmekteydi. Papaz, müminle­
rin hal ve gidişlerine göz-kulak olm ak, on lan dinsel ödevlerin
yerine getirm eğe zorlam ak, âyinlerde bulunmak, bagka dinse
törenleri yapm ak, oruçlarla imsâklere nezaret etm ekle görev­
liydi. Kilisenin âyinin yapılması için mihrabı, vaftizler için kur­
nası, takdis edilmiş toprakta kurulu mezarlığı,, kilise binasının
üzerinde gan kulesi vardı. Çan kullanmak, D oğu'dan gelm e bir
usuldü ve çanlar, m üminleri törenlere ya da dualara çağırm ak
İçin çalınıyordu. H attâ kilise, zamanla, bütün halkın, kamu ha­
yatının çeşitli iğleri için toplandıkları bir yer haline de gele­
cekti. Bütün hristiyan m em leketlerde ruhani daire, köylerde
oturanlar için mahallî vatanın sınırını da çizmekteydi. Kamu
hayatının ana birll&i haline gelm iş olan, m od em anlamdaki ho-
mün’ün (kamun, nahiye) menşei, işte bu ruhani bölgedir.
öğren im in ııeniden doğusu. — E ğitim o hale düşmüştü ki
papazların kendileri bile kutsal kitapları oku yam ıyorlardı; yar
zılan pek okunaksızdı; Lâtinceleri ise barbarlaşmıştı. İrlanda,
İngiltere ve İtalya’nın bazı manastırlarında gelenekler biraz
daha iyi korunmuştu, garlm an bu mem leketlerden bilgileriyle
ün almış adam ları getirtti; bunlar onun sarayında ve im para­
torluğunun manastırlarında Lâtinceyi doğru olarak yazm ak,
hattâ bu dille nazım ve nesir yazm ak usulünü yeniden dirilt­
tiler. Adına "Sarlm an R önesansı” denen bu Lâtince öğrenimine
dönüş devri, lâtin yazarlann ancak çocu k ça veya iddialı ta k lit­
lerinin yapılm asına yol açtı. Fakat bundan, çok önem li bir ta­
kım usuller kaldı.
A ntik şekillere b ir dönüşle ıslâh edilen yazı, ço k okunaklı
karolenjiyen minüsMlVii (küçük h arfi) haline geldi ki bu, b i­
zim m atbaa harflerim ize örnek oldu.- Lâtince yalnız kilise
adam lannm eserlerinde ve m ektuplarında değil, hükümetin
resmî evrakında ve hattâ özel isler için yazılan sözlegme v.s. g i­
bi belgelerde de d o ir u bir hale geldi.- B u Rönesans, antik ya<-
zarlann eserlerini kurtarm ağa da yaradı. Bu eserler ancak çok
nadirleşm iş olan pargömen elyazm alan halinde kalmışlardı
(hattâ, bazılan kaybolm uştu), garlm an bunları arattın p kop-
yelerini çıkarttırdı ve onun örneğine uyan birkaç manâstır,
böyle kopyeler yaparak bunlan kitaplıklannda saklam ak gibi
90 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

bir âdet edindiler. IX . yüzyıldanberi yazılm ış olan nüshalar sar


yesindedir ki, Lâtin yazarlarının hem en hemen bütün eserleri
m uhafaza olunabilmiştir.
öğ retim i yeniden kurm ak için Şarlman sarayında bir okul
a çm ıştı; piskopos ya da papaz olm ağa aday gençler burada
okuyorlardı. Piskoposlar, ad lan n a “ katedral” denen kiliseleri­
nin yanında birer okula sahip oldular; papazlar da birçok ma­
nastırlarda birer okul açtılar. Bu okullarda. R om a İm parator-
luğımun son lann a doğru Lâtin oku llan n da öğretilm esi moda
halinde olan konular okutuluyordu, bunlar da gram erle beyan
ilm i idi ki Lâtin yazarlar v e bilhassa bunların son zamanlarda
yetişm iş olanlan incelenerek öğreniliyordu. Böylelikle rühban
sınıfı, çöküş devrindeki tum turaklı ve m üphem Lâtince kullan­
m ak geleneğini m uhafaza etti ki bu hal, hristiyan âleminin
edebî zevkine de hâkim olacaktı. F akat bütün rühban okulla­
rında Lâtincenin öğretilmesi, bütün Batı kavim leri arasında
kültür dili bakımındari birlik kurdu. Dinin ve hükümetin dili
olan Lâtince, A v n ıp a ’nm m üşterek m edeniyetinin dili haline
geldi.
Saraydan çıkan bu rönesans (yenileşm e) hareketi, çok
eşitsiz bir şekilde yayıldı. En çok Loire nehrinin kuzeyindeki
Fran k’lar ülkesi ile A lm anya’daki piskoposluk ve manastırla
ra ulaştı; Loire nehrinin Güney’ indeki, Ispanya ve İtalya’daki
ülkelere de ancak şöyle bir dokundu. Loire’dan Elbe’ye kadar
olan eski Barbar ülkelerinde Lâtince çok daha doğru olarak ya­
zıldı; eskiden en çok m edenileşmiş olan “ rom an” mem leketle­
rinde İse en ço k yanlışlı olarak kaldı. Beş aşıra yakın bir süre
boyunca en büyük sayıda "vekayinam e” 1er, en büyük m iktar­
da kam u evrakıyla özel belgeler K uzey ülkelerinde yazıldı.
Onun için bu ülkeler vesika bakım ından çok zengindir ve bizce
en iyi olarak da bu ülkelerin tarihleri bilinmektedir.
İm paratorluğun parçalanması,. — garlm an’ın İm parator­
luğu, şahsen yaratılm ış bir devletti; emirlerini, çok kuvvetli
bir şahsî otorite ile, bizzat kendisi verdiği için uyrukları da ona
İtaat etmişlerdi. F akat topraklan, bir tek kişi tarafm dan idare
edilem iyecek kadar genişti, garlm an’ın kendisi bile Frank kral­
larının âdetine uyarak, Im aparatorluğunu tıpkı bir aile toprağı
gibi, üç oğlu arasında bölmüştü. Kendisinden sonra Louis adın­
daki bir tek oğlu sağ kalıp bütün m irasa konduğundan, birlik
böylece m uhafaza edildi. F ak at daha başlangıçta Louis sözünü
geçirem edi ve ölümünden sonra üç oğlu aralan nda savaşa tu­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 91

tuştular; sonra da (843 teki Verdun andlaşmaaiyla) İmparac


torlu&u paylaştılar.
İm parator unvanını paylaşm ak mümkün olmadığnndan, bu
unvan en büyük kardeşe geçti; öbür iki kardeş kral unvanını
aldılar. Herbiri aşağı yukarı aj''nı dili konuşan bir bölgeyi his­
se olarak aldı. Louis Rhein nehrinin Doğru’sundaki Cermen di­
li konuşan memleketleri, Charles Meuse, Saône ve R h ôn e neh­
rinin B atı’sındaki “ rom an” dili konuşan ülkeleri aldı. Bu her
iki ülke halk dilinde aynı olan F rankya (Franklar ülkesi)
adıyla anılıyorlardı ama, yalnız B atı’daki ülke bu adı muhar
faza etti, ö te k i D eutschîand adını aldı am a yabancılar ona LA-
tince G erm ania adını, yahut İtalya ile Fransa’ya en yakın kar
vimi olan Ala-mon’larm adını verdiler.
İm parator Lothar’ın payına ise Lom bard’lann krallığı ile
iki kardeşinin paylarının arasında bulunan böltje düştü ki, bu
bölgede aralarında hiçbir benzerlik bulunmayan ülkeler var­
dı; bu bölgenin en büyük kısmı bir "rom an ” dili, Rhein nehrine
yakın olan kısrnı ise bir Cermen dili konuşuyordu. B ir yandan
Meuse, Saône, R hône nehirleri, öbür yandan da R hein nehri,
Jura ve A lp dağları arasında^bulunan bu uzun ve dar toprak,
çok geçm eden birkaç parçaya ayrıldı. Güney’dekine Provansa,
m erkezdekine B urgonya, adı verildi; K uzey’deki, Lotharengi-
y a adı verilen parça ise ikiye bölünerek dükalıklar haline gel­
diler, bunlard.an biri Loren adını m uhafaza etti, öteki işe Bra-
bant oldu. - Bu bölge, on asırdanberl iki büyük krallığın, Fran­
sa ile A lm anya’nın arasındaki -savaşların cereyan ettiği alan
haline geldi. Sonunda Fransa bunun en büyük kısmını ele ge­
çird i; A lm anya ise R hein nehrine yakın olan bölgeyi elinde
tutabildi. Geri kalanı "rom an ” İsviçresi ile Belçika ve Hol­
landa’yı m eydana getirdi.
Toplum. — Avrupa’nın bir kısmında otorite yeniden kuru­
lurken, toplum da pek iyi bilem ediğim iz bir rejim altında ye­
niden teşkilâtlanıyordu. Biz bu rejim i hemen hemen hepsi ki­
liselerin toprakları ile ilgili nadir belgeler sayesinde, v e yalnız
Fransa, İtalya v e A lm anya gibi, yazılı belge kullanmağı âdet
edinmiş bölgelerde şöyle böyle farkeder gibi oluyoruz.
Bütün ülkelerde hâkim sınıf savaş adamlarından mürek­
kep olarak kaldı; bunların seviyesi, savaşm a şekillerine bağ­
lıydı. Avrupa’da hâlâ yaya olarak savaşm ağa devam eden kar
vim ler vardı ki bunlar Sakson'lar, İrlanda, Iskoçy a ve Gal
memleketi K elt’Ieri, İslâv kavimleri, Ispanya’nın hristiyan
92 A V R U P A M ILLEÎTLBRÎNİN

dağlılarıydı; hepsi de pahalı silâh ve teçhizata sahip olamıya-


cak kadar yoksuldular.
En medeni m em leketlerde ordu artık yalnız süvariden
m eydana gelm eydi; bunlar m ızrakla savaşıyorlar, dem ir halka­
larla kaplı, meşin veya bezden bir çeşit gömleğ-j koruyucu zırh
olarak kullanıyorlardı. Bunlar m asraf kendilerine ait olm ak
üzere silâhlanmak, ayrıca araba, âlet ve yiyecek gibi şeyleri
de getirm ekle ödevliydiler. K üçü k toprak sahipleri için bu, çok
ağır bir m ükellefiyet haline gelmişti. Kimisi, orduya gelmiyen
insanlar için alınan çok ağır para cezası yüzünden batıp mah­
volmuşlardı. K im isi de topraklarını herhangi büyük bir arazi
sahibine devretm işlerdi; bu, onlara topraklarının tasarrufunu
bırakıyordu am a kendilerini sadece kiracı olarak kullanıyor­
du; böylece de bu gibiler artık savaş için çağırılm az olm uşlar­
dı, Böylece de savaşçı toprak sahiplerinin sayısı büyük ölçüde
azalmıştı; Fransa’nın K uzey’inde ve A lm anya’nın B atı’sında
savaşçı olarak adlarına sen yör (derebeyi) denen büyük toprak
sahipleri ile bunların vassal (tâbi, uyruk) leri kalm ıştı; bu vas-
sal’ler senyörün parasıyla silâhlanıp doyuruluyorlardı ve sa­
vaştan başka da işleri, güçleri yoktu,
İngiltere’de yalnız m em leketin savunması için savaşa ça­
ğırılan alelâde hür insanlar »yığmı üzerinde, en azından beş
malikâneye sahip bir im tiyazlılar sınıfı türem eğe başlamıştı ki,
bunlar da savaş adam larıydılar; çünkü kral her birine birer
zırhla birer m iğfer edinmelerini emretmişti. Zaten İngiltere ve
Alm anya Sakaon’larında asil ailelerden m eydana gelm e üstün
bir sınıf kalmıştı.
K ilise adamları da lâikler yığını üzerinde fiilî bir otorite
icra ettiklerinden ve bu yığının emeğiyle geçinm ekte oldukla­
nndan, a y n bir hâkim sınıf halindeydiler. Çok büyük araziye
sahip olan piskoposlarla rahipler de m aiyetlerinde birer sa.
vaşçı topluluğu bulunduran büyük derebeyleriydiler. Piskopos­
luk merkezi olan her şehirdeki piskoposun çevresinde toplan­
mış olan papazlar (kİ bunlara G rekçe “ nizam a uygun” anlam ı­
na "kanonikos” sözünden, cJıanoine denm ekteydi) toplu halde
yasıyorlar ve kendilerini ibadete m ecbur eden bir nizama uyu­
yorlardı.
Büyük bir toprağa sahip bir manastırda oturan keglsler, -
adlan na Lâtince “ nonna” dan gelm e olarak, “nonne” denen, bir
m anastıra kapanrraş rahibeler, - aziz Benedictus’un kendilerine
em rettiği şekilde, lâilt âlem den a y n b ir hayat sürüyorlardı. Bu
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ ' 93

din m ensuplan topluluğu Lâtince bilgisiyle birlikte kutsal kl-


taplan okum a ve inceleme ve dinsel müzik icrası geleneğini
m uhafaza ediyordu.
Ancak, papazlar lâiklerle şahsî tem as halinde yasam aktay­
dılar. Onların önünde, ruhanî dairenin kilisesinde dinî âyin
icra ediyorlardı. A y rıca lâikleri, ömürlerinin çeşitli safhala-
n m ilgilendiren vesilelerle - doğum dan sonraki vaftiz, ki ço-
cu k la n n sağlıklarına iyi geldiği sanılırdı, evlenme, can çeki­
şen kim senin vücudün belirli yerlerini okunm uş yağlarla uğ-
m a - gibi bir takım dinsel usul ve muamelelere tâbi tutuyor­
lardı.
IX . yüzyılda Avrupa’y a yayılm ış olan çile, ceza M taplan,
yasak fiilleri saym aktaydılar ki, şunlardı; A dam öldürmek, ye­
minden dönmek, hırsızlık etmek, cinsiyetle ilgili günahlar, pa­
zar günleri çalışmak, yasak bir dereceye kadar hısım lar ara­
sında evlenm ek (hattâ kardeş çocu k lan dahi birblrleriyle ev-
lenem iyorlardı) ve eski putperestlik usullerince başka tanrıla.
ra tapınmak. - Alm anya İçin yazılm ış olan ve yasak bos inanç­
la n gösteren bir kitap da ölüler veya güneş, (W otan ve T hu.
nar) gibi Cermen tanrılan şerefine yapılan törenlerle kutsal
orman ve pınarlardaki tapınmaJan, büyü yapmağı, hasta bir
uzvu gösteren adak resimlerini, hamurdan yapılm a put ve tan-
n tasvirlerini, sihirbazlık ve m uska gibi şeyleri yasak etmek­
teydi. Bu günahlann cezası olarak verilen çile cezası, D oğu ’da
olduğu gibi artık alenî değildi; K ilise bu çile işini B arbarlann
gururuna uydurm ak için gizli hale sokmuştu. Çile bilhassa
oruçlardan, imsaklerden, dualardan, diz çökm elerden ve sada­
kalardan ibaretti.
K avim lerin dini nasıl uyguladıklannı gerçek olarak hiçbir
belge bize öğretm em ektedir. Günah çıkarm a usulünün sahiden
âdetler arasına girm iş olduğunu bilmiyoruz. Papazların çoğu
h içbir öğrenim im kânına sahip olm am ıştı; onun için bunla­
rın, m üminlerin hal ve gidişlerini nasıl idare edebileceklerini
insan anlıyamam aktadır.
Savaş adanılan ile Kilise adamları zenginliğe sahip olan
ve bütün otoriteyi icra eden imtiyazlı sınıflardı. Halkın büyük
çoğunluğu çok aşağı şartlar içinde yaşıyordu. Tacirlerle za-
naatkârlar, belgelerde nâdir olarak ortaya çıkm aktadırlar;
bunlar herhalde ne çok.sayıda, ne de refah İçindeydiler; çünkü
gehirler çok kü çü k v e çok yoksuldu. D oğu ile olan ticaret, A k ­
deniz’e yerleşm iş olan müslüman korsanlar tarafından durdu-
94 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

rulmustu. Endüstri galısm alan büyük arazi sahiplerinin top­


raklan üzerinde bunlann hizmetkârları, ekmekçiler, kasap­
lar, dem irciler, silâhçılar, kunduracılar tarafından yapılm ak­
taydı. Keten yahut yün ipliği, kumaşlar, elbiseler, kira bedeli
olarak köylüler y a da bunların k a n la n tarafından sağlanmak­
taydı. Yapı isleriyle arabada taşım a işleri angarya halinde top­
rağın kiracılan tarafından yapılıyordu. Sanat ve süs çalışm a­
ları ise en çok keşişlerin eseriydi. Bağım sız zanaatkârlar için
bu yüzden hiç y er kalmıyordu.
H alkın hemen hemen tümü henüz tarla işleriyle meşgruldü
ki bu, y ala yışa gerekli şeyleri elde etm ek im kânını veriyordu,
halkın çoğu da köylük yerlerde yaşayan köylülerden ibaretti
(1). Tahmin edildiğine göre Fransa’nın Güneyi ile İtalya’da,
hele şehirlerin dolaylarında, küçük araziye sahip köylüler kal­
mıştı. F akat toprakların en büyük kısm ı çok geniş (bir F ran ­
sız nahiyesinin, kamununun büyüklüğünde) malikâneler ha­
linde toplanmıştı, bunlann sadece üzerlerinde oturup bunlan
eken, biçen kiracılar, mülk sahibine kira ödemeğe, onun ya-
ran n a angaryalar yapm ağa mecburdular. Bunlann hukukî
durumları başka başkaydı; bir kısmı hür insanlardı ki adları­
na kolon’lar deniyordu; ötekiler ise eski kölelerin torunları ya
d a m irasçılarıydı ki, hür kiracılara göre daha ağır m ükellefi­
yetlere tâbi idiler. Fakat hepsi de aynı şekilde yasadıklarından,
tek bir sınıf halinde kaynaşm ağa doğru yol; alıyorlardı.
Toprak rejim i. — E kim usulleri hem toprağın vasıflan, hem
de mülkün tâbi olduğu rejim bakımından değişm ekteydi. Sü­
rülebilir toprak tabakasınm ince, otlakların cılız olduğu Güney
ülkelerinde - ki R om a hukuku buralarda mülk sahiplerine
mülkünü bildiği gibi kullanm ak hakkını mutlak surette veri­
yordu, - rençber toprağı tekerleği olmayan R om a biçim i “ kara
saban” la sürüyordu ki, bunun uc dem iri toprağa ancak h a fif­
çe girm ekteydi. Tarlanın ölçüleriyle biçim i ve bunu ekip biç­
me şekli mülk sahibi tarafından kararlaştırılm aktaydı; öyle ki,
parseller a y n a y n büyüklükte ve biçim deydiler ve mülk sahi­
binin arzusuna göre, ayrı ayrı şekillerde ekilip biçilm ekteydi-
1er. Çok eski çağlardanberi buğdayı iki yılda bir ekmek, top­
rağın yan sın ı da nadas edip, ekmeksizin ve ürün alm ağa kal-
kışmaksızın öylece bırakm ak âdeti yer etmişti. Buna iki yılda

( i j B u konuda elim izde ancak büyük arazi ile ilgili, p ek a»


sayıda belgeler ‘ vardır.
MUKA-YESELÎ T A R İH İ 95

bir yapılaa nadas denilmekteydi. A y n ca da geriye işlenmemig


topraklar kalıyordu ki bunlar ya otlak diye kullanılıyor, ya da
bazeıv ekildikleri oluyordu.
K uzey ülkelerinde ekilebilir toprak tabakası daha kalın
olduğundan, daha uzun zam anda verim sizleşiyordu. Buralarda
mülk sahibinin hakları sınırlıydı ve törelerle nizamlanmıstı.
Bu ülkeler halkı, tekerlekli saban kullanıyordu. Bu sabanın üc
demiri toprağı daha derinden sürüp daha bol bir ürün verdiri.
yordu.Kuvvetli topraklardaki bu sürm e isi için sabana birkaç
çift, genel olarak da iki çift öküz koşm ak gerekiyordu; fakat
her rençberin ancak bir çift öküzü bulunduğundan, birkaç aile­
nin öküzlerini bir araya getirm ek gerekiyordu.
İş, bütün bir k öy için mügterek olan kurallara göre yapı­
lıyordu. K öyün arazisi birkaç parçaya bölünmüştü. H er ailenin
a§ağ:ı y u k a n eğit değerde bir m iktar toprağı vardı am a bu top ­
rak tek parça halinde bir tarladan değil, arazinin çegitli böl­
gelerine yayılm ış bulunan (ve sayısı bazen yirm iyi, otuzu bu­
lan) çok sayıda parçalardan m eydana geliyordu. H er parça
dikdörtgen biçim indeydi ve uzunluğu da, sabana koşulu öküz­
lerin Koriyc döndürüldükleri noktaya kadar çizilen evleğin
uzunluğuna ositti (1). Kom şu parçalardan bir kabartı ile ay­
rılmış bulunan her parsel, ufak kenanndan bir yola ulaşmak­
taydı ki, parsele bu yoldan geçilerek giliriyordu. Çayırlar,
bağlar, sebze bahçeleri bu tertibin dışındaydılar.
A ynı toprak parçasının bütün parsellerinin aynı zamanda
ve aynı şekilde ekilip biçilm esi lâzımdı. E kim ler üç yıla bölün,
müştü: İlk yıl kıgtan önce buğday ekiliyor; - ikinci yıl arpa,
yulaf, çavdar gibi aşağı cinsten tahıllar baharda ekiliyor; -
üçüncü yıl toprak sürülmekle beraber nadas edilmiş olarak
kalıyordu. Bu, üç yıllık “nöbet” usulü idi. Mahsul kaldırıldık­
tan sonra bütün tarlalarla nadas edilip bırakılmış parsellerin
açık kalması lâzımdı, bunların çevresitıe parm aklık çekm ek
yasaktı. Tabiî çayırlar davarları otlatm ağa yetişemiyeceğinden,
köyün bütün çiftçilerinin hayvanlarını bu tarla ve parsellerde
otlatm ağa haklan vardı.
İngilizce adına openfield (açık tarla), Alm ancada Peldge-
m en ge (tarlaların karıştırılm ası) denen bu usul K uzey Fransa’-

(1) İngiliz dili Jcontısan m em leketlerde yü zey ölçüsü ola­


rak kalmış bulunan acre, 200 m etre usunhikta, 20 m etre g e ­
n işlikte bir parçadır.
96 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

da, İngiltere’de, Alm anya’nın hemen her yanında, uygulanm ak,


taydı ve R usya’ya kadar bütün D oğu Avrupa’ya da yayılm ış­
tı; bundan, tarlalann biçim leri bakımından, gimdi de bazı izler
kalmış bulunmaktadır. Buna karşılık bu rejim ne İm paratorlu­
ğun Rom alılaşm ış m em leketlerinde, ne A vrupa’nın Batı u çla n
ile Gal m em leketi (W ales), Iskoçya, İrlanda ve Fransa’da . kİ
buralarda tarlalar yükseltilm iş toprak yığınlarıyla sınırlandı­
rılmaktaydı, . h içbir zaman uygulanmamıştır. H içbir belge bu
rejim in ne zaman v e nasıl ihdas edildiğini öğrenm ek imkânını
verm em ektedir, bu nokta bir m uam m a olarak kalmıştır. Şurası
açıktır kİ bu, bütün çiftçilere eşit değerde topraklar verm ek
üzere hesaplanm ıştı; bununla beraber, büyük arazi sahiplerin­
ce kiracıları İçin ihdas edilmiş değildi; çünkü bu usul, büyük
toprakların bulunduğu R om a mem leketlerine hiçbir zaman ma­
lûm olmamıştır. Yalnız, mülk sahibinin hakkının törelerle sı.
nırlanmış olduğu B arbar mem leketlerde ve hattâ O rtaçağ’da
İngiltere ve Alm anya’ daki büyük arazi parçalarında dahi uygu­
lanmıyordu, ki o zam anlar derebeyinin kendi malı olan kısım,
alelâde k iracılannkine benzer parsellerden m eydana gelm ek­
teydi. Şu halde görünüge göre bu rejim , işbirliği halinde çalı­
şan eğit durumda bir m âlikler topluluğu tarafm dan ihdas edil­
miştir, ki bu topluluklar B arbar kavim lerde esasen vardı.
IX . yüzyıldan itibaren hiç değilse en medenileşmig bölgeler­
deki toprakların en büyük kısm ı çok büyük arazi halinde top­
lanmıştı ki bunlara (Alm ancadaki H o fu n karşılığı olarak) Lâ­
tincede villa ya da curtis denmekteydi. Bunun teşkilâtı bizce
ancak bir tek tam örnek halinde malûm dur ki, bu da Saint-
Germ ain des Prés manastırı topraklarının 818 de tutulmuş
defteridir. Arazinin en büyük kısım (Alm ancada H u fe ve İn­
gilizcede hide karşılığı olan) Lâtince mansus adlı işletme bir­
liklerine bölünmüştür. B u n lan n herbiri bir ailenin elinde olup
bir evle bir bahçeyi, çayırlan ve tarım a elverişli parseller ha­
linde bir m iktar toprağı ihtiva etmektedir. Bu toprağı elinde
tutanın, boş kısım lar üzerinde hayvanlannı otlatm ağa ve muh­
temelen ormandan odım alm ağa da hakkı vardı. Topraklann,
adına Lâtincede indom inicata (sahibe ait) bir kısmı, ihtiyatı
teşkil etm ekteydi ki arazi sahibi bunu hizm etkârlanyla birlik­
te ve angaryalar yardım ıyla işletmekteydi.
H er kiracı ailesi m ülk sahibine kirayı bilhassa ayniyat ola­
rak, tahıl, domuz, tavuk, yumurta, keten y a da kenevir vermek
suretiyle öder; para olarak yapılan ödem eler, birkaç sikkeden
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 97

ibaret kalırdı. A y n ca her aile m ülk sahibine ait toprakta otlan


ve ekinleri biçm ek, mahsulün hasadını yapmak, dövmek, anba-
ra almak, hendeklerinin ve parm aklıklarının bakım ını sağla,
mak, araba ile taşım a ve m ektuplan g-ötürme bakımından g-e-
rekli angaryalan yapm ak zorundaydı. Bu rejim in A vrupa’nm
lıangi kısım larında işlem ekte olduğunu iyice bilm ediğim iz gibi,
hür insanlarla serf'lerin nisbetinin ne olduğunu da bilem em ek­
teyiz ( 1 ).

(IJ Maddi hayat şartlan hakkında VI. bölümün sonuna bh.

P. 7
VI

D E R E B E Y L İK R E JİM İN İN M E N Ş E L E R İ V E M İLLE TLE -


R İN T E ŞE K K Ü LÜ (IX. - X I. Y Ü ZY IL)

IX . ~ X I. yüzfu^llcirda Avrupa’n m tekâm ülü. — Avrupa'nm


en çok meskûn kısm ında VIII. yüzyılda kurulmuş olan birlik,
IX . yüzyılın ortasından itibaren bozuldu, otorite de parçalanıp
zayıfladı.
Aynı zamanda da. Doğru ve K uzey A vrupa’nm henüz grayet
az meskûn olup R om a İm paratorluğundan ve K ilise’den ba­
ğımsız kalmış olan geniş bölgelerinde, o zam ana kadar küçük
aşiretlere bölünmüş olan Barbar nufus, bir savaş şefinin po­
litik ve hristiyan kilisesi şefinin dinî otoritesi altında, milletler
haline gelm eğe hazır gruplar halinde toplanıyordu. Böylelikle
de IX . yüzyıldan X I. yüzyıla kadar, A vrupa’nın iki kısmı zıt
yönlerde değişiklik geçirdi; en medenî ülkeler birlik halinden
parçalanm a haline geçtiler, aşiretler halinde dağılmış olan en
B arbar kavim ler ise milletler halinde toplanm ağa başladılar.
B u değişikliğin tarihi bizce pek az bilinmektedir. Elim iz­
deki belgeler bize ancak -hemen hepsi Loire ile Elbe arasında
bulunan- ülkelerle alâkalı mahallî, m ünferit olayları gösterm ek­
tedirler. X . yüzyılda Almanya, K uzey İtalya ve İngiltere üze­
rinde bu belgeler daha bollaşmaktadır. Yeni İskandinav kavim -
leriyle D oğu A vrupa’daki İslâv kavim leri hakkındaki bilgiler
ço k nadir ve çok sathidir ve bunlar, yabancılar tarafından ya­
zılmış Lâtince rivayetlerden, hikâyelerden alınmadır.
Y eni istilalar. — İm paratorluğun parç 8.lanması üzerine o r­
taya çıkan buhran, yeni Barbar istilâlanyle daha da vahim bir
hale geldi. Bunlar artık V. yüzyılda olduğu gibi, istilâ edilen
ülkeye yerleşm ek için buraya giren kavim lerin göçleri değil,
fak a t mem leketi yağm aya gelip ganim etlerini götüren silâhlı
sürülerin, çetelerin yaptıkları akınlar halindeydi. İstilâcıların
hepsi hristiyanlığa yabajıcı dinlere mensuptular ve Avrupa’nın
üç a y n ucundan gelm ekteydiler. Altunla gümüşün birikm ekte
olduğu şehir kiliseleriyle manastırlara tercihan aaldınyortardı.
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 99

Klişeleri ateşe veriyorlar, papazları, keşişleri, rahibeleri öldü­


rüyorlardı.
K uzey-D oğu’dan, Danim arka ile Noınres’ten “K uzey adam ­
ları” (Norse, Northman, Fransızcada N orm and) diye adlandı­
rılanlar greiiyorlardı. Bunlar yaya olarak savaş baltası ve kılıçla
dövüşmekteydiler. Herbiri, adına çoğu zaman “ deniz kralı”
denen bir şef kum andasındaki çeteler, yirm i-kırk kürekçisi
bulunan gem ilerden müteşekkil küçük filolar halinde gelm ek­
teydiler. Gem iler genel olarak kürekle yürütülüyordu, ancak
elverişli rüzgârlarda kullanılan bir tek yelkenleri vardı. Dani­
markalIlar kıyılar boyunca ilerliyerek geliyorlardı ve Alm an,
y a’da, F ransa’da, İngiltere'de iş görüyorlardı. N orveçliler ise
K uzey Denizini aşarak İskoçya’ya, İrlanda’ya kadar gidiyor­
lardı.
B unlann akınlan (bilinenlerin ilki olan ve 793 te yapılar
nından itibaren) bir asırdan fazla sürdü. Bunlar ilkin seferler­
le işe başladılar, her yıl seferden m em leketlerine dönüyorlar­
dı. Sonra da İngiltere’de ve İrlanda’da mem leketin içlerine;
Fransa'da da bir nehrin denize döküldüğü n oktada kurdukları
tahkim li bir kam pa tem elli olarak aileleriyle yerleştiler. Nehir­
lerin anızlarında yerleştikleri zamanlar, nehirden yuk anya
doferu da ilerliyorlardı. M emleketi yağm a ediyorlar, ya da yer.
11 nufusa para olarak bir haraç ödetiyorlar ve bunun m iktan -
nı tartarak ölçüyorlardı. Bunlar Okyanus’un kıyılan ile Bel­
çik a’da, Fransa’da, B üyük Britanya’da ve İspanya’da nehirle­
rin kıyılannı yağm a ve tahrip ettiler.
Bazı mem leketlerde “ K uzey adam ları” temelli olarak yer­
leşip n ufus içinde eridiler, ki bu nufusta N ordik tipte bir mik­
tar uzun boylu, mavi gözlü, sa n saçlı insanlara simdi dahi
rastlanır. İlk yerleştikleri bölge İn g il^ re ’nin K uzey-D oğusu
oldu ki burada DanimarkalIlar kendi adlannı (D anelag) taşı­
yan ve toprak bölünmelerine ait özel bir rejim i m uhafaza et­
miş bulunan bölgeyi işgal ettiler. N orveçliler İskoçya’nm K u­
zeyindeki adalarla İrlanda’nın K uzey-D oğu kıyısını, hattâ Fe-
roe adalanyla İzlanda’yı işgal ettiler.
Fransa’da, Seine nehri üzerine yerleşen ve R ouen’da otur­
m akta olan çetenin reisi R ollon hristiyaniığı İcabul ederek kra­
lın tâbil oldu ve topraklan nda çok kuvvetli bir otorite kurdu.
N orm an’lar mem leket halkının diniyle dilini benimsediler, fak a t
bunlara kendi törelerinden bazılannı ve bu arada teşebbüs fi­
kirlerini de kattılar, ki bu sayede, o zam ana değin adı duyul-
100 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

mamıg olan bu memleket, ünlü N orm andiya adım aldı.


Güneyden çegltll ırklara mensup Müslümanlar geliyorlar,
d ı ki hristiyanlar bunlara toptan (ilkin araplara verilm iş olan}
Sarrazm adını veriyorlardı. Bunlar Sicilya’yı. K alabriya’yı, Sar­
dunya’yı işgral etmişler, Akdeniz kıyılarında İş görerek mem­
leketi yağrma ediyorlar, halkı alıp götürerek sonra köle diye
satışa çıkarıyorlardı.
D oğudan M acarların istilâsı geldi: Bunlar Finlilerle aynı
aileden bir dil konuşan göçebelerdi; u fak atlara biniyorlar,
uzun konaklarla yol alabiliyorlar ve ok atarak savaşıyorlardı.
K öyleri yakıyorlar, halkı ya öldürüyorlar, ya da esir ederek
alıp götürüyorlardı. Avrupa’ya Güney R u sya’dan girerek ilkin
IX . yüzyılda M oravyalılann kurdukları yeni İslâv krallığını
yoketm ekle işe başladılar; sonra B avyerayı yağm a edip y ık tı­
lar ve burada bir te k manastıı^ dahi kalmadı. X . yüzyılda bir
yandan İtalya’ya, öbür yandan A lm anya’yı aşarak Toulouse’a
kadar sarktılar. X. yüzyılın sonuna doğru. Tuna vadisini çöl
haline getirdikten sonra, nihayet temelli olarak Theiss ve Tu­
na ovasında yerleştiler. M acarca olan dillerini muhafaza jgde-
rek hristiyan oldular ve rengber bir nufus topluluğu tarafından
bakılıp beslenen atlı bir savaşçı aristokrasisi teşkil ettiler.
İstOûlann etkileri. — A z kalabalık çetelerin, bütün mem­
leketlerin tâ içlerine kadar girerek bu nlan yüzyıldan fazla bir
süre boyunca yağrma etmeleri, yakıp yıkm alan, A vrupa kavim ­
lerinin kendilerini savunm ak için henüz teşkilâtlanm amış ol-
m alanndan İleri gelmişti. Savaşçılar artık bir çeteyi durdura­
bilecek kabiliyette bir k ıta halinde toplanm a işini başaramıyor-
lardı. K öylü k bölgeler tahkim siz olarak açıktı; hepsi çok kü­
çük olan şehirlerin çok zayıf ve çok kötü savunulan surjarı
vardı. iStilâlann ânî etkisi A vrupa’yı daha fazla zayıflatm ak,
m anastırlan yıkm ak, şehirleri harabetmek, altun ve gümüşü
alıp götürm ek, nufusu azaltmak oldu.
İstilâlar devri Avrupa için bir tedhiş, kargaşahk ve sefa­
let devri oldu. A rtık h içbir büyük şehir kalm am ıştı; R om a yı­
kıntı halinde bir anıtlar yığınından başka şey değildi. O sırar
larda bütün m edeniyet Müslüman Arap İm paratorluğu İle “gîa”
halindeki Bizans İm paratorluğunda bulunuyordu ki burada
Araplar, Grekler, Y ahudiler eski Grek çağının bilimlerini ve
sanatlarını uygulam a işine devam ediyorlardı. M edeniyet m er.
kezlerl, Avrupa’nın birbirine zıt ik i ucundaki İki büyük iehlr-
di; - Doğruda, İm paratorun ve Patri&ln m a k a m olan K onstan.
M UKAYBeBLıİ T A R İH Î 101

tlnopolis vardı ki, A vm palılar bu gehrin aax’a y la «n a , m uhte­


şem A yosofy a kiliBeoine, muazzam eurlanria hayrandılar; . Ba­
tıda İse M üslüman Ispanya’da K ortoba vardı ki H alife’nln m a­
k a m idi v e seyyahların anlattıklarına göre, X . yüzyılda yarım
m ilyon nufusat, 600 camie, 2 1 m ahalleye sahipti.
İstilâlar A vrupa halkını t> derece yıldırdı ki bu halk, tah­
kim at arkasında kendini korum a çarelerini araştırdı. İngilte­
re’de, daha son ra A lm anya’da kral m üstahkem yerler inga et­
tirerek bunlara, halkın yedirip giydirdiği savaşçı garnizonları
yerleştirdi. E ski İm paratorluk ülkelerinde, büyük top rağa sa­
hip derebeyleri, kendi oturdukları yerleri bir kale haline getir,
diler. İlkin bir tepenin, üzerine tahtadan bir kule yapıldı, bu
kule de etrafı bir hendekle çevrili bir tahta perde ile müdafaa
ediliyordu. X I. yüzyıldan itibaren bu kale, tastan, büyük bir
yapı halini aldı: Çevresinde surlar, hâkim noktalarında dört-
kögei kuleler vardı; kale y a sarp bir yarın, y a da sunî şekilde
m eydana getirilm iş bir tepenin üzerinde inşa edilmekteydi.
K aleye ancak geniş ve derin bir hendeğin üzerindeki m ütehar­
rik, yaaıi gerektiğinde indirilip kaldırılabilen bir köprüden ve
tahkim li bir kapıdan geçilerek giriliyordu. Bunun adm a L âtin,
cede (küçük m üstahkem m evki anlam ına) castellum , R om en
dilinde caatel yahut şato, Cermen dilinde de burg denm ektey­
di.
tmparatorlu,kta otoritenm parealamst- — Frank kralları
devrinde itaat birliği ancak m asrafını kendileri vererek sava­
şan teçhizatlı bir atlılar ordusu sayesinde idam e edilebilmişti.
K ral savag şeflerini hizmetinde tutm ak için topraklarını onla­
ra dağıtıp bitirince ordu, herbiri mahalli bir şef kumandasın­
daki k üçük çetelere bölündü. Resm en kralın vekilleri olan dük­
lerle kontlar artık ona itaat etmez oldular; bunların herbiri
kendi toprağında bağım sız bir hüküm dar gibi davranm ağa baş­
ladı. X I. yüzyılın sonuna kadar bunlann unvanları, bir eyalete
bağlı olmaksızın, gahsî olarak kaldı. F akat bunlar iktidarlany-
la unvanlarını oğullan na devretm eği âdet edindiler; kral ise
bu iktidarla unvanı onlardan geri alacak kuvvete artık sahip
değildi. H er eyalette de kendilerine tâbi savaşçıların şefleri
olan büyük topraklara sahip derebeyleri, hele içine kapanacak
tahkim li bir şatoya da sahip olduktan sonra, kontlara itaat et­
m ez oldular; nitekim kontlar da artık krala itaat etm ez ol­
muşlardı.
Bunun üzerine eski İm paratorluğun arazisi pek çok sayıda
102 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

birçok küçük merkezlere bölünmüş oldu ki buralarda otorite,


büyük bir toprağm , tahkim li bir şatonun ve savaşçı bir kıtanm
sahibi olan kim senin elindeydi. Ordu nasıl mahallî bir şef ku­
mandasındaki küçük çetelere bölünm üş idiyse, sava§ da çete­
ler arasm daki binlerce küçük savaşlara bölünmüş bulunm ak­
taydı. H er savaşçının bir başka savaşçıya harp açm ası âdeti
de grittikçe yerleşm eğe başlıyordu.
Ordu ile aynı zam anda o la ra k ,' politik iktidar da IX . yüz­
yıldan itibaren parçalanm ağa başlamıştı. Fransş,’da kral un­
vanı bir asır boyu nca (88T-987) garlm an’ın torunlarıyla An-
jou ’da kumandanlık etmiş olan kont R ob ert’den gelm e bir aile­
nin reisleri arasında kavgîi konusu olmuştu. K ontun Eudes
adındaki, Paris’i N orm an’lara karşı korum uş olan oğlu, kral
olarak tanındı. Onun torunları da sonunda bu unvanı muha­
faza ettiler ve sonradan adına “ Capet’ler” denen hanedanı kur­
dular.
Bütün düklerle kişıtlar kralı kendi efendileri olarak tanı­
yorlar, tâbi sıfatıyla ona sadakat yem ini ediyorlar, ayrıca kra­
lın adı da henüz bütün resmi evrakta bulunuyordu ama, bunla­
rın hepsine rağm en kral ancak, o zamanlar çok küçük olan,
kendi şahsî toprağında itaat görm ekteydi. K ralın başlıca kuv­
veti .kendisine karşı olan ödevlerine sadık kalm ış birkaç pis­
koposun maiyetindeki savaşçılardan ibaretti.
İtalya’da Lom bard’ların kralı unvanı birkaç büyük derebe­
yi arasında kavgalara yol açtıktan sonra Alm anların kralı ta­
rafından alındı; fakat kral iktidarını gerçek olarak, ancak or­
dusuyla birlikte m em lekette kaldığı zaman icra etmekteydi.
Şehirlerin çoğu, buralarm âyan v e eşrafı tarafm dan idare edil­
meğe başlanm ıştı; köylere büyük arazi sahibi olan ve birkaçı
da dük, marki, kont unvanlarına sahip bulunan derebeyleri
hâkim bulunm aktaydılar; bunlardan K uzeyde bulunanlarla
Toskana’dakiler kendilerini İm paratorun tâbil sayıyorlardı.
Papa’ya kendi toprağında artık itaat edilmemekteydi. İtibari
olarak Bizans İm paratorunun uyruğu kalm ış olan Güney İtal­
ya, gerçekte şehirler arasında taksini edilmiş, derebeyler de
bağım sız olmuşlardı.
Lothar’m eski mirası, -k i bu m irasa g öre kral unvanı, an­
cak kudretsiz prensler tarafm dan taşınmaktaydı-, k ü çü k par­
çalara bölünmüştü ve burada hâkim iyet dükler, kontlar, y ü k ­
sek rütbeli rahipler ve unvansız derebeyleri tarafından icra
olunm aktaydı. Alman kralı bu arazide izafi olarak 1034 de kral
M U K A Y E SE Lİ T A R İH Î 103

tanındı am a hisbir zaman gerçek olarak hüküm sürmedi.


h p a n y a ’nm parçalmıtşı. — Ispanya bir takım m aceralar ge­
çirm işti ki bunlar onu, bütün öteki A vrupa memleketlerinden
a y n hale getirdi. V in. yüzyıldan itibaren, A frik a’dan gelen
Müslümanlar burada hem askerî, hem dinî bir şef olup adına
H alife denen ve K ortoba’da oturan bir Arap şefine tâbi büyük
bir krallık vücuda getirmişlerdi. Bütün iktidarı yalnız bağları­
na Müslümanlar kullanıyorlardı. Bunlar, adlarına em ir denen
askerî kum andanlar tarafm dan idare edilmekteydiler. Bu Müs­
lüman hâkim iyeti altında Ispanya, Asya’dan gelmiş olan ya­
bancı bir m edeniyete sahipti ki bu medeniyet onu, A vrupa’dan
a y n tutmaktaydı.
K uzey ucundaki dağlarda, birkaç hristiyan savaş şefi ba­
ğım sız kalmışlardı. Asturya’daki K uzey-Batı bölgesinde bir Vi-
zigot şefinin sülâlesinden gelm e olduğunu iddia eden Pelaj ad­
lı bir şef, kral unvanını almıştı. Onun halefleri de ilkin Galice
ve Leon gibi antik adlar taşıyan hemen hemen ıssız ülkeleri,
sonra da yeni bir isimle K astilya (Şatolar ülkesi) diye adlandı­
rılan, ülkeyi işgal ettiler.
K uzey-D oğu’da, Pirene d a ğla n bölgesinde, küçük bir hris­
tiyan kavml olan B ask'lar hep bağım sız olarak kalmışlardı.-
Yükaek ovalarda, ilkin Jacca’da, sonra da Pam peluna’da, "ro­
man” dili konuşan küçük bir hristiyan merkezi m eydana geldi
ki, buranın şefi, IX . yüzyılın sonuna doğru, kral unvanımı aldı.
Bu da, sonradan toprağım büyülten N avarre’ın menşei oldu.-
Şarlman tarafından fethedilen Akdeniz kıyısındaki bölge Fran­
sa kralının hâkim iyeti altında kaldı ve bir kont tarafından
idare edildi, o da sonunda Barselona’da yerleşti. Bu da Katar
lonya’nın menşei oldu ve burada oturanlar, kendilerine a y n bir
kavim teşkil ettikleri duygusunu veren bir dille özel bir takım
âdetleri m uhafaza ettiler.
B ir kralın birkaç oğlu olduğu zaman, toprağını bunlar* ara-
sm da taksim ediyor v e bunlann her biri de kral unvanını alı­
yordu. H ristiyan Ispanya böylece birkaç hâkim iyet altında p a r­
çalanm ış oldu ki bu hâkim iyetlerin genişliği, kral ailelerinin
geçirdikleri felâketlere göre değişti. Bu kral arazileri, yani
Asturya, Galice, Leon, Kastilya, Portugal, (P ortekiz) Navarre,
Aragon bazen bir Fransa dükünün y a da kontunun sahip oldu,
ğu topraktan daha da küçüktüler.
Saint Jacques de Com postelle kilisesi X . yüzyıldan itibaren
büyük sayıda yabancı hacıyı o taraflara çekm ekle beraber.
104 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

mem leket yine de cok yoksul v e hemen hemen B arbar olaraJt


kalmıştı. Savaşçılar tam teçhizat bulundurm ak için gerekil
im kânlara sahip değildiler, ancak h a fif bir atlı kuvveti, bsikl
bir de piyade kuvveti halindeydiler ve çoğu gidip bir Müslüman
şefin hizm etine gririyordu.
İn giltere’de iktidarın m erk ^ lesm esi. — K am u otoritesi
eski İm paratorluk ülkelerinde parçalanırken, (IX . yüzyıldan
X I. yüzyıla kadar olan süre içinde) B arbar ülkelerde yavag yar
vag m erkezleşm eğe başlıyordu; İngiltere ve Alm anya’daki hris­
tiyan olmuş kavim lerle K uzey ve D oğu A vrupa’daki putperest
kalmış kavim lerde bu, a y n a y n vasıtalarla olmaktaydı.
İngiltere’deki Cermen kavim leri dört asır boyunca 4 Sakson
kralı ile 3 Ang^ıl kralı arasında bölünmüşlerdi. G üney-B atı’daki
K elt halka boyun eğdirm iş olan W essex kralı, bunlann en kud­
retlisi haline gelmişti. IX . yüzyılın sonundan önce W essex kral-
lanndan biri olan A lfred, ülkesini DanimarkalI istilâcılann
elinden kurtardı ve Sakson krallanyla hemen hemen bütün An-
gıl ülkesinin topraklan nı kendi iktidarı altında topladı.
Şarlm an’ın büyük ölçüde yapm ış olduğunu, A lfred küçük
ölçüde yaptı. B üyük toprak sahiplerini, m asrafı kendilerine ait
olm ak üzere ve koruyucu zırhlar kullanarak savaş hizmetinde
bulunm ağa zorlam ak suretiyle silâhlı bir kuvveti yeniden teg-
kilâtladı. A d lan n a burh denen tahkim li m evkiler İnsa ettirdi
ki, bunların içinde u fak bir savaşçı garnizonu vardı; her tah­
kim li m evki (adm a sM re denen) bir bölgenin, ilçenin merkezi
oldu ve bu bölgeye kendi ismini verdi. İste, sonradan bütün
İngiltere’y e yayılm ış olan, İngiliz usulü kontluklara bölünm e
şeklinin menşei budur.
K oyu hristiyan olan Alfred, eğitim sahasında küçük çapta
ıslahat yaptı. M emleketin ileri gelenlerinin oğullarına oku m a,
yazm a öğretm ek için bir okul kurdu. H attâ Lâtinceyi okuya­
bilen bir rühban sınıfı kurm ağa bil© kalkıştı v e birkaç Lâtince
kitabı, Sakson diline çevirttirdi. K iliseler yapmak, elyazmala-
n n ı yaldızlam ak, m ücevher imâl etm ek gibi islerde kullanılajı
zanaatkârlan yedirip içirdi.
Onun halefleri de iktidarlannı m uhafaza ettiler ve hattâ
D anim arkalIlar tarafından işgal edilmiş olan ülkeyi bir m üd.
det için geri aldılar. FaJcat A lfred’in sülâlesinin son mensupla^
n 978 yılından itibaren ço k za yıf düştüklerinden, D anim arka-
lılann yine gelip mem leketi hüküm leri altına alm alarına engel
olamadılar;, birkaç yıl boyunca da Canut adlı bir DanimarkalI
M U K A Y E SB L Î T A R İH İ 105

hem Danim arka, hem İngiltere üzerinde hüküm sürdü. Fakat


Canut hrIstiyandı ve yine bağnmsızhğına kavuşan İngiltere,
Sakson sülâleden gelm e Edw ard adlı bir tek kral altında b ir.
legmlg olarak kaldı ki, bu kraJ, ileri gelen şahsiyetlerin kuı^
du klan m eclis tarafm dan seçilmişti.
AlmanvO' kavim lerinin birleşmesi. — Alm an dili konuşan
nufus (A lm ancada adına Stamm denen) kü çü k sayıda grupla­
ra bölünmüş haldeydi. Herbiri kendi âdetlerini, kendi özel hu­
kukunu, kendi dileyekini m uhafaza ediyor ve A lm ancada Her-
zo g diye adlandırılan bir savaş şefinin otoritesini tanıyordu.
VI. yüzyılda Thuringen’liler kavm i kom §ulan tarafm dan
yokedileliberi, yalnız 5 kavim kalm ıştı ki bunlar Güney-Batı’da
Rhein nehrinin dirseğine kadar (ad lan na Schwab’la.v denen)
A lam anlar; Güney-Doğru’da, Tuna yaylasında İslovenlere bo­
yun eğdirerek A lp’lere Jloğru yayılm ağa başlayan Bavyeralı-
1ar; - K uzey.B atı’da, K uzey Denizinin k ıyılan üzerinde Frison’­
lar; K uzey-D oğu’da, R hein ve Elbe nehirleri arasında, Sak­
son’lar; - dan ibarettiler. Alm anya’nın bütün g eri kalan kısmı
hepsinin en kuvvetlisi olan kavime, Franklara ait bulunm ak­
taydı ki bunlar R hein nehrinin iki kıyısı ile Alam anlardan fet­
hetmiş olduklan Mein ülkesine yerleşm iş bulunmaktaydılar.
Bütün bu kavim ler, ilkin Charlem agne’ın ailesinden alm m ıs
olan, bir tek kral tanıyorlardı. B u ailenin soyu 011 de tükenin­
ce, yüksek rütbeli rahiplerle savaş şefleri gibi ileri gelen kİ.
siler, düklerden birini kral olarak tanım ak g ib i bir âdeti be­
nimsediler. Bu da, bir asır boyunca, Saksonlar dükü oldu. Bun­
ların birincisi olan Heinrich, m em leketi M acarlara karşı sar
vundu. Onun oğlu Otto, M acarían kesin olarak püskürttü ve
düklerin yerine, kendisine sâdık olan adam ları geçirdi. Pisko­
poslarla rahipleri, K ilise’nin büyük arazisine ve bir kontun
yetkilerine sahip büyük m em urlar haline getirdi. B u nlan hü-
hûm et müşaviri olarak yan m a alıyor v e m aiyetleriyle birlikte
hizmette bulunmaları için savaşa da götürüyordu.
B öylelikle O tto atlı savaşçılardan m eydana gelm e bir or­
duya sahip oldu. Bunu alıp İtalya’y a götürdü. Oradaki mahalli
şefler artık hiçbir krala itaat etm iyorlardı, O tto ilkin kendini
Lom bard’ların kralı, daha sonra da R om a ’da İm parator ilân
etti. Böylelikle, O rtaçağın sonuna kadar devam eden ve sonra^
dan “ Cermen Milleti R om a K utsal 'İm paratorluğu” diye ad­
landırılan İm paratorluğu m eydana getiı-en bir gelenek kurmuş
oldu. H er Alm an kralının İm parator ve Lom bard kralı olm ağa
106 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

hakkı vardı ama, İtalya’da tanınm ak için oraya gitm ek zo­


rundaydı. K endisine tâbi bütün savaş adamlarının katılmak
zorunda olduklan “ R om a sefer heyeti” ni toplantıya gağınyor
ve ordusuyla beraber ilkin Pavia yakınındaki M onza’da Lom-
bard kralının tacını alm ağa gidiyor, sonra R om a’da Papa ken­
disine İm prator sıfatiyle tac giydiriyordu.
İm parator olan Alm an kralı, A vrupa’da rütbe bakımından
en yüksek şahsiyet oldu. K om şu ülkelerin şefleri tarafmdan,
X . yüzyılda R h ein ile Meuse arasındaki, Lothar’m eski toprak-
lannda, X I. yüzyılda Fransız dili konuşan ve İsviçre’den Ak­
deniz’e kadar uzanan ülkelerde (ki bunlar izafi olarak, evlât
bırakm aksızın 1034 te ölmüş olan bir kralın hâkim iyeti altında
toplanm ış bulunuyorlardı) yaVaş yavaş hüküm dar olarak ta­
nındı. Bunların en kudretlisi olan III. H einrich hattâ Bohem ya
ve Polonya’daki İslâv milletlerinin şeflerine dahi kendini hü­
küm dar olarak tanıttı. f
Bu kadar geniş bir araziye itibarî olarak hâkim bulunmak,
İm paratora büyük bir prestij veriyordu; fakat uyruklan olan
prensler çoğu zaman bağım sız şefler gibi davranm ağa devam
ediyorlardı. İm parator, hattâ Alm anlara dahi hükmünü seçire-
bilmek; için, onlara ordusuyla birlikte şahsen görünm ek ihtiya-
cındaydı. Belirli bir oturacak yeri yoktu ve ayaklananları bo­
yun eğm eğe zorlam ak için, zamanının büyük bir kısmını, hâ­
kim iyeti altındaki ülkeleri dolaşm akla geçiriyordu.
İskandinav kavimleri. — En enerjik Barbar kavimlerin
gıkmış ve halen dahi N ordik tipinde insanlann en büyük nis-
bette m evcut olduğu İskandinavya’da, IX . yüzyılda üç kavim
oturmaktaydı. Bunların sayıca en kalabalığı olan Danim arka
kavmi, yanm adanm bütün Güney bölgesini işgal etm ekteydi
ki burası, Iskanya adı altında 1658 e kadar D anim arka’ya ait
olm uştur; D anim arka kavm i buradan adalara, sonra da Jut-
land’a yayılmıştı. Bu kavim, IX. yüzyıl başında bir şefin hâ­
kim iyeti altında toplanan ilk kavim oldu ve bu şef de Cerm en­
ce K onung (kral) unvanını aldı. Batı’da, Okyanus’ıın dağlık
kıyısında dağılmış bulunan kabileler sonradan bir kra! hane­
danının hâkim iyeti altında toplandılar. Geleneğe göre bu hane­
dan “ güzel saçlı” H arald tarafından 872 yılında kurulmuştu;
bunlara “ K uzey insanlan” anlamına gelen bir ad verildi (N or­
veçliler). Denizlerde dolaşarak savaşan ve adlarına Viking de­
nen savaşçılar bu iki kavim den gıktı; bunlar A vrupa’yı yağma
ve tahrip ettiler, İngiltere’nin Kuzey-Doğusu ile İrlanda ve
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 107

N orm andiya kıyılarındaki nufusu değiştirdiler.


Y üksek dağlarla Baltık denizi arasındaki bölge Svea (İs­
veçliler) diye adlandırılan v e M erkezde yerleşm iş bulunan ka­
vim e aitti. Bu kavmin, Upsala şehrinde, m üşterek bir putpe­
rest tapınağı vardı; fakat ancak X I. jüzyılda, Upsala’nın ve.
raset yoluyla başrahibi ve bir millî şefler ailesinin halefi olan
Olaf, kral unvanını aldı. O laf iktidan ancak halk meclisiyle
anlaşm a halinde icra edebiliyordu.
A d la n n a “ deniz, k ra lla n ” denen çete reisleri yağm a için
tertipledikleri seferlerden dönerek, savaş ve adalet şefleri olan
İskandinav krallarının otoritelerini hemen hemen hiçe indiı^
mişlerdi. H attâ daha sonra da bu krallann iktidarlan belirli
bir şekilde babadan oğula geçer hale gelm edi ve hep kendi
şahsî enerjilerine bağlı bir şey olarak kaldı.
G üney’ deM İslâv kavimleri. — E lbe’den Asya’ya ve K ara­
deniz’e kadar çok geniş bir alana yayılm ış bulunan ve İslâv
dili konuşan kabilelerin herbiri daimi bir toprak üzerinde, sa-
vai) şodorlnln hâkim iyetleri altnıda kavim ler halinde toplandı-
lai'; bu çoflor do Ccrm encesinden taklid edilm iş olan K n ez un­
vanını aldılar (ki bu unvan Lâtlnceye r ex ya da regulus şek­
linde çevrilm iştir).
Güney Islâvlan eskiden İllirya diye adlandırılan dağlık böl­
ge ile aşağı Tuna ovalarında yerleşm işlerdi; buraları, halkı
yokedilm iş olan ıssız mem leketlerdi (ki bunun böyle olduğu,
bütün y er adlarının İslâvca olm asından da. bellidir). Güney Is-
lâviarı A lp’ler bölgesine ve Adriyatik’e kadar yayıldılar ve so.
nunda 3 millet m eydana getirdiler.
D oğuda Aşağı Tuna’da birkaç (söylendiğine nröre 7) kabile,
Hazar isimli atlı kavim e karşı koyabilm ek iç in ,' Asya’dan gel­
miş olan sarı ırktan bir kavmin, B ulgarlann şefinin em ri al­
tında, bir tek kavim halinde toplandılar ve bu kavim diliyle
törelerini m uhafaza etmekle beraber, kralının adını aldı. Çoğu
zaman K onstantinopolis’ e karşı savaş halinde olan kral, h âki­
miyetini genişletti ve X . yüzyılda Çar (Çesar), yani İm parator
unvanını aldı. Adm a İslâvınya dendiğine göre IX. yüzyıldan
itibaren bir İslâv ülkesi haline gelm iş olan M akidonya, iki
komşusu olan Bulgarlarla Sırplar arasında bölüşülemedi ve
kavga sebebi oldu.
Merkezde, Sava ovasına kadar olan bölge eski bir İslâv is­
m i olan Sırplar adını m uhafaza eden savaşçı kabileler tarafın­
dan işgal edilmişti ve bu kabileler, zupan diye adlandınlan
308 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

birkaç m ahalli gef arasında bölünm üş bulunmaktaydı. X . yüz.


yılda bu kabileler, adına büyük zupan denen bir tek gefin emri
altında toplandılar ve sırp milleti de böylece roeydajıa gelmig
oldu. Sırp şeflere, sonra da H ırvat kralına tâbi olmuş bulunan
K uzey ülkesi, B osna adı altında küçük bir bağımsız Devlet
halin© geldi.
Batıda ad lan n a H ırvat’lar (dağlılar) denen kabileler A lp’­
lerden A driyatik’e kadar olan bölgeye yerleşm iş bulunuyorlar­
dı. Bunlar da A var atlılanna, sonra F ra n k krallann a boyun
eğdikten sonra 14 şef (zupan) arasında bölüşülmüş olan, savaş­
ç ı bir kavim teşkil ettiler ki bu, X I. yüzyılın sonunda bir tek
kralın em ri altında birleşti.
Islâvlar A lp dağlannı aşarak B atı’y a doğru, Venetia’ya ka­
dar girm işlerdi. Bunlar oralarda Isloven de W ende adlan al­
tmda, küçük kabilelere bölünmüş olarak kaldılar ve bu kabi­
leler h içbir zaman m üşterek bir şefin em ri altında birleşmedi-
1er. Bu Islâvlar yavaş yavaş Alman savam şeflerinin hâkim iyet­
leri altına geçtiler, bu şefler de on lan n m em leketlerini İm pa­
ratorlukla sm ırdaş ülkeler halinde teşkilâtladılar (Istirya, Ka-
rintiya, F rlyu l).
B a n İsldvlan. — Elbe ile Vistül arasmdaki, Cermen ka­
vim leri tarafından terkedilm iş bölgeyi işgal eden Kuzey-Batı
Islâvlan, A lm anlarla olan münasebetlerinin mahiyetine göre,
başka bir kadere sahip oldular. - Alm anya-’ya kom şu kabile­
ler an cak k ü çü k kavim ler m eydana getirdiler ki, bunlann şef­
lerine vakanüvisler tarafm dan “ küçük kral" adı verildi. Bal-
tık kıyısındaki kavim ler ise hristiyan oldular, Alm an kralla,
n y la ittifak yaptılar ve sonunda Cermenleştiler. B u nlann reis­
leri Alm an M ecklenburg ve Pom eranya (ki bu ad Islâvcadır
ve “ deniz kıyısında” dem ektir) prensleri oldular; Vistül’ün sol
kıyısm daki, İslâv dillerini m uhafaza eden K ashube’ ler hariç,
nufus A lm anca konuştu.
Saale kıyısında yerleşen ve Sırplarla aynı adı (Sorab’lar)
taşıyan, 806 dan itibaren de bir tek prensin hâkim iyeti altmda
toplanan kavimler, (adlan na margrwo denen) Alm an sm ır ku­
mandanları tarafından hâkim iyet altına alınarak Cerm enleş.
tirildiler. Bunlar, sonradan Saks krallığı haline gelen Meissen
M arkası (Sınır eyaleti) nin halkını teşkil ettiler. B ir kısmı Is-
lâvca bir isim le Lausitz diye adlandınlan ülkeye doğru püs­
kürtüldü; hattâ Spree nehrinin kaynağı yakınlarında Islâvca
konuşan küçük bir “ W ende” grupu bil© kaldı.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 109

Elbe'nin sol kıyısındaki, Polab (Elbe yakınında) coğrafî


adıyla isimlendirilen kavimler, iki asırdan fazla bir zaıtıan din
değ-iştirmeğe ve Alm an fetihlerine karşı koydular. Bunlann
tahkim li şehri olan R etra ancak 1068 de zaptedildi. Sonunda
bu kavim ler y a yokedildiler, y a da Alman kolonlarının köleleri
oldular ve Cermenleştiler. Şehirlerinin B ranibor olan İslâvca
adı, Brandeburg' olaräk kaldı.
D aha Güneyde, Tuna’nın 'iki yanında yerleşm iş olan İslâv
kabileleri IX . yüzyıldan itibaren adm a Büyük M oravya denen
geniş bir toprağın hâkim i olan kralın emrinde bir millet m ey.
dana getirm eğe başlamışlardı. Bu toprak, M acarların istilâsıy­
la ikiye bölündü. Halkın büyük kısmı M acar savaşçılara* boyun
eğdi v e bunlann dilini benimsedi. K uzeydeki dağ bölgesi hal­
kı M acar krallarinın uyruğu oldu am a konuşm akta olduğu İs­
lâv dilini ve kavm inin Slovak olan adım m uhafaza etti. Bağım ­
sız kalmıy tek parça M orav’lar adını m uhafaza ederek sonunda
B ohem ya adlı İslâv m em leketiyle birleşti.
İslâv dili konuşan iki grup, bağımsız bir millet teşkil et­
tiler. D ağlarla çevrili olup B oh em ya (Boyenler ülkesi) adını
m uhafaza etm iş olan Y u k a n E lbe bölgesinde Çekler adıyla bir
İslâv kavm i teşekkül etti ve bunlar, IX . yüzyıldan itibaren ad­
la n n a dük denen şeflerin idaresi altında toplandılar. P rag dü­
kü iktidannı bütün Bohem ya’y a yaydı, sonra 950 de kendini
Alman kralınm uyruğu ilân etti. Ondan sonra da itibarî olarak
A lm anya krallanm n uyruklan olan dükler, kral unvanını an­
cak X n . yüzyılda aldılar.
Oder ile W artha büyük ovasında X . yüzyılda, yalnız P olon ’-
1ar (ova adam lan ) coğrafî adıyla anılan' ve tek gefin em ri al­
tında toplanan İslâv dilli bir millet teşekkül etti (1), Bunlann
hristiyan olan ve kral unvanını alan şefi ilkin Batı bölgesin­
deki Posen (Poznan) de oturdu ve bu bölge B üyük Polonya
adm ı m uhafaza etti. K ral X I. yüzyılda hâkim iyetini çok genig
arazi üzerinde genişletti. İlkin Y ukarı Vistül bölgesinde Kra-
kovi ülkesine hâkim oldu ve buraya K üçü k P olonya dendi;
sonra da Vistül nehrinin yatağının orta kısım lanna hâkim ol­
du, burada da V arşova kuruldu.
Buslar. — O rm anlar ve bataklıklarla kaplı, hemen hemen
ıssız v o ç o k genig arazi üzerinde dağınık olarak kalmıg bulu.

f i j lAahh yah ut leh adı hu m illete yalnm vabemeıiar tara-


Jjmckm verilm iştir.
1 10 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

nan Doğrudaki İslâv kabileleri deniz yoluyla İsveç’ten gelen ve


kendilerine R u slar denen yabancılar tarafından bir araya top ­
landı. Bunlar hem savaşçı, hem tâ cir olan Iskandinavlardı ki
yaya olarak, baltayla savaşıyorlardı. Baltık Deniziyle K arade­
niz arasında, yol üzerinde şehirler kurdular. K uzeyde N ovgo-
rod. Güneyde K iy ef adını taşıyan bu şehirler hem garnizon,
hem pazar vazifesini göriiyordu. K iy e f X . yüzyılda kralın m a­
k a m haline geldi. Bunların çeteleri gem ilere binerek Dnieper
nehrinden aşağıya iniyor, hattâ K aradeniz'i aşarak Konstân-
tinopolis’e kadarı gidiyorlardı.
Iskandinavca olan R w adı yavaş yavaş Doğrudaki bütün
İslâv kavim leri içine alm ağa başladı. Fakat bu çok geniş ara­
zi üzerinde töre v e dil bakımından ayrılıklar belirdi v e sonun­
da, diyelekler gözönünde tutularak, üç gru p m eydana geldi;
Batı’dakiler, Polon yalılan n kom şuları olan B eyaz BıtMar’di]
Güney’de, adına sonradan U krayna denen verim li ovada K ü çü k
R u sya vardı; K uzey’de ise B ü yü k R u sya bulunmaktaydı ki,
R uslar en K uzey’deki orm anlar bölgesine girdikçe bu kısım,
daha da büyüdü. Ruslar Finli halkı da kendileriyle kaynaştır­
dılar ve bunlar, Rusların töreleriyle İslâv dillerini benimsediler.

Çeşitli otorite nevileri. — ■ O devirde otorite iki a y n çeşit


hukuka dayanılarak icra ediliyordii. K am u iktidarı antik site,
lerde ve B arbar kavim lerde olduğu gibi, seçilen yahut veraset
yoluyla işbaşına gelen bir şef tarafından bütün kavmin toplu­
luğu adına v e onun genel menfaatleri gözönünde tutularak icra
ediliyordu.- Bunun tersine olarak da özel iktidar, her büyük
toprak sahibi tarafından, arazisinde oturm akta olan kim seler
üzerinde icra olunuyordu; o da bu hakkı kendi şahsî m enfaati
için kullanmaktaydı. F akat fiiliyatta iki iktidar sadakat yem i,
ni, mahkeme, vergi tahsilâtı, elkoym alar ve hattâ bazen savaş
hizmetleri bakım ından birbirine benzer şekiller arzediyordü;
öyle ki, her özel durum bahis konusu olu nca insan çoğu zaman
bu halin kam u iktidan n m bir devamı mı, yoksa m ülkiyet hak­
kı adına kabul ettirilen bir m ecburiyet m i olduğunu birbirin­
den ayırdedemem ektedir.
Otoritenin herkesin iyiliği için çalışan bir kamu hizmeti
olduğu duygusu,^ R om a İm paratorluğundan a y n ve bağımsız
kaJmıs olan Cermen, İskandinav, İslâv gibi bütün Barbar k a .
vim lerde müşterek gibi görünm ektedir. Alm an hukuk tarihçi­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 111

lerinin iddialarına göre kralın aahip olduğu kam u otoritesi


kavramı, hattâ düklerle kontlar kralın şahsî tâbileri haline
geldikten sonra dahi, Alm anların zihinlerinde daim a mevcut
olarak kalmıştır. Şefin kamu iktidarına sahip olduğu duygusu
ise, R om a İm paratorluğu arazisine yerleşm iş olan kavim lerde
daha fazla zayıflamıştır.
Bütün hür insanlar tarafm dan garlm an’a karşı edilen sa­
dakat yemini aynı zam anda bütün kavim üzerinde otorite kul­
lanmak hakkına sahip şefe itaat için de yapılmış bir vaiddi;
fakat bu. Fran k hâkim iyeti altındaki üjkelerde kayboldu. Bu­
nun bir izi Lom bard’lar ülkesinde kalm ıştı: Orada kont, kral
adına, ileri grelen şahsiyetlere yemin ettiriyordu. Almanların
kralına uyruklarının sadakat yem ini ettiklerine dair elimizde
bir delil yoktu r; memleketin ileri gelenleri de kendilerini kra­
lın tâbil saym ağı âdet edindikleri zaman, derebeyi töresine uy­
gun şekilde yemin ettiler. Buna karşılık, İngiltere’de kralın, o
zam anlar kendisine tâbi olm ayan savaş adamlarından sadakat
yem ini almış olması muhtemeldir.
Barbar kavim lerde savaş hizmeti bütün hür erkekler için
mecbuı-î idi. F akat savaş artık yalnız kendilerini teçhiz edecek
durumda olan atlılar tarafm dan yapılır hale gelince, Frank
kralının ordusu, hükümdarın ve tabilerinin şahsî maiyetinden
ibaret kaldı. E ski İm paratorluk ülkelerinde ortadan kalkmış
bulunan kamu hizmeti, yaya olarak savaşm ağa devam eden ka­
vim lerde yani Alm anya ve İngiltere Saksan’larm da X I. yüz­
yıla kadar devam etti; İskandinav ve İslâv kavim leriyle M a-
carlarda da prensip bakımından m uhafaza edildi. Derebeylik
rejim inin girdiği ülkelerde ise bu, hiçbir zaman tam am iyle kay­
bolmadı.
B arbar kavim lerde adalet, hür insanlar kurulu önünde yar
pılan bir genel m enfaat işlemiydi ve hür insanlar bu kurulda
hazır bulunmağa mecburdular. Franklarda kurul m ecburi ola­
rak yılda üç defa toplanırdı ve bu âdet, Lom bard’lar ülkesine
de yayıldı. M ahkemeye kral adm a kont başkanlık ederdi; hü­
küm, u fak bir âyan ve eşraf grupu tarafında:n verilirdi. Al­
m anya’da adaleti tevzi etm ek iktidan her zaman kralın yetkili
olduğu bir iş olarak kalmış v e bu iktidar ancak bir kamu hiz­
meti gören yüksekj şahsiyetler tarafından, kralın kesin ve açık
olarak verdiği vekâlete dayanılarak icra olunmuştur. Aynı
prensip A nglo-Saksonlarla İskandinav ve İslâv kavim lerinde de
muhafaza edilmişe benzem ektedir. Fransa’da kam u mahkemesi
112 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

âdetler arasından sıkmıg ve R om a usulün© uygrun olaralc bir


m em ur tarafından tevzi edilen adalet şekli ise yalnız rühban
tarafm dan m uhafaza olunmuştur.
Bütün A vrupa kavim ler! kamu otoritesine genel m enfaat
adına ve h iç olm azsa acele bir ihtiyaç halinde, para veya ayni­
yat olarak bir vergi k oym ak yetkisini tanımışlardır. Fakat
B arbar kavim lerin şefleri daim i v ergi ihdas etmemişler, hattâ
eski İm paratorlukta oturm akta olan kavim lerde eski R om a
vergilerini idame ettirememişlerdir. Fransa ve İngiltere’de is­
tilâcı N orm anlara bir fidye verm ek için bütün halktan para
olarak verg i alm ak usulü, istilâlarla birlikte kesilmiştir. İtal­
ya’da ise vergi, İm paratorun ordusu geçtiği sırada bunu bes­
lem ek için ayniyata yapılan elkom alardan (tekâliften) ibaret
kalm ışa benzem ektedir. Alm anya’da, kral zaman zaman şehir,
lerden bir verg i almış, fak a t savaş adam lan bundan bağışık
tutulmuştur. Fransa’da ise bütün kamu vergileri son bulmuş­
tur.
M ülk sahibinin özel otoritesi. — B üyük araziden meydana
gelm e ülkelerde, bir kam u otoritesinin adm a yapılan işlemlerin
yerine, IX . ilâ X I. yüzyılda yalnız büyük arazi sahibinin özel
hakkı üzerine kurulm uş bir işlem ler sistem i geçti. Büyük ara­
zi sahibi, toprağındaki iki çeşit inaan, yani a.raziyi ekip biçen
köyljalerle maiyetini teşkil eden savaşçılar üzerinde birbirinden
a y n bir otorite icra ediyordu.
M ülk sahibi yaefından gelm e en eski ve en kuvvetli oto­
rite, arazi üzerinde yerleşm iş hür veya serf, bütün köylüler
üzerinde icra olunuyordu. Sahip veya efendi köylülerden, fiili­
yatta sınırlar olm ayan bir itaat istiyebilirdi. Çoğru zaman bu
iktidar, kralm bir "dokunulm azlık ferm anı” na kaydedilen açık
ve kesin bir hüccetle tasdik olunmuş ve m ülk sahibine, top­
rağında oturm akta olanların borçlu bulundukları vergiyi kral
hesabına tahsil yetkisini verm iştir.' F ak at dokunulm azlık her.
hangri bir kam u memuruna, herhangi bir otorite fiilini icra
için araziye girm eği yasak etmiş bulunduğundan, böylece fiilen
bağımsızlaşmış olan m ülk sahibi ,toprağınm sâkinleri üze­
rinde, kam u otoritesi mem urlarından nez’edilmiş olan bütün
iktidarları icra kullanabiliyordu. Böylece m ülk sahibinin zabı­
ta tedbirleri almak, nizam lar kurm ak ,tevkif ettirmek, m ev.
k u f tutm ak, yargılam ak, mahkûm etmek, idam etmek, vergi
tahsil ve tekalif vaz’etm ek ve hatta - bir şatoda gözcülük et-
mek ve bunu savunm ak gibi . bir köylünün yapabileceği cins­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 113

ten bir isavas hizmeti talebinde bulunmak nevinden hakları


vardı.
Lâtincede adm a dominus (sahip) denen m ülk sahibi bu oto­
riteyi bilhassa arazisinin gelirini arttırm ak için kullanıyordu.
Toprağın kirası olarak kiracılarının borglu bulundukları kira
bedeliyle angaryaların hasılasına o, tekâlif, vergi, geçit ve
iskân hakkı ile - ki bunlar R om a rejim inden kalm a şeylerdi -
para cezalarını, ve m ahkûmların müsadere edilen mallarını da
ilâve ediyordu. Onun için, X I. yüzyılın evrak v e belgelerinde
adalet, arazinin gelir kayn aklan arasında sayılıp yer almak­
taydı.
D aha sonra ihdas edilmiş olan diğer bir özel otorite çeşi­
di de, öm ürleri süresince kendi hizm etine girm iş uyruklan olan
savaşçıları üzerinde, savaş §efi olan sen yör’e (seigneur, dere­
b ey i) aitti. Bu savasçılari kendisine bağlayan şahsi taahhüt
bir yem inle yürürlüğe girm ekteydi: Diz çöken uyruk aavasçı
derebeyine sadık kalacağına ve ona herkese karsı hizmette
bulunacağına dair yem in ediyordu; böylece onun adamı (hom-
me) oluyor ve bu törenin adına da (adam ı olmak, uyrukluğu,
na girm ek anlam m a) hom m age deniyordu. İlkin F ran k’larda
ihdas edilen bu âdet, Alm anya’ya, İtalya’y a ve İspanya hris-
tiyanlarına da yayıldı.
D erebeyi ilkin “adam ” lannı kendi yanında alıkoym ak, on­
la n teçhiz edip doyurm akla işe başlamıştı. Fransa’da IX . yüz.
yılm sonundan itibaren uyruğuna, ailesiyle (1) birlikte ye!>
legip k am ın ı doyurm ası ve teçhizatını tedarik edebilmesi için
gerekli şeyleri sağlam ak üzere rençberlerle meskûn bir toprak
vererek, bu külfeti kendi üzerinden attı. Sonraları bir toprak,
tan başka şeylere de uygulanan bu im tiyai, Cermenceden lâ-
tinceye fevm ıs (ki tımar, zeamet anlam ına fief, bundan gel­
m edir) yahut da feodum (ki feodal, yani "derebeylikle ilgili”
sözü bundan gelm edir) diye çevrilen isimlerle adlandırıldı.
Tım ar âdeti Fransa’da başlam ıştı; burada büyük şahsi­
yetler zaten toprağa bağlı köylülerle meskûn çok geniş arazi­
y e sahip bulunmaktaydılar. Derebeyi, tım ar olarak devretti­
ği toprağın sahibi kalıyor ve uyruğun ölümünden sonra bunu

f l ) A ileleri olmayan, yani bekâr savaşçıların ^derebeyimin


evinde yatıp kalkmalar% m uhtem el olduğunu gösteren bazı he-
Urtiter de vardır.
F. 8
114 A V R U P A M ÎL L E T L E flİN İN

geri alm ak hakkını m uhaiaza ediyordu. Fakat uyruk kendi ye-


rlnl tutabilecek bir erkek ço cu k bıraktığı zaman, onun hizmB-
te devam ına ve tım an m uhafaza etm esine cevaz verm ek, tabii
bir şeydi. X I. yüzyılın sonundan itibaren savaş adamı olan her
uyruğa bir araziyi tım ar olarak verm ek ve ölümünden sonra
da onun oğlunu hem uyruk, hem de toprağın sahibi olarak ka­
bul etm ek âdeti umumi bir hal almıştı. Dük, kont, rahip g i.
bi yüksek şahsiyetler, kralın bu rütbeleri kendilerine bir tı­
m ar olarak bahşettiğini kabul etm iş bulunuyorlardı.
Bu âdet ilkin kralın uyıukları oian yüksek rütbeli şah.si-
yetler, sonra da savaş adamları için olm ak üzere, A lm anya’ya
da yayıldı. İtalya'da ilkin feshi kabil, sonra da ömürle kayıt­
lı bir hak olarak kalan tım ar sahipliği, uyruğun oğluna da
ancak X I. yüzyılın sonunda im paratorun bir ferrnaniyle tanın­
dı. Fransız âdetine uyan K atalonya hariç olm ak üzere Ispan­
y a’da tım ar sarih olarak irsî haie gelm edi ve derebeylik reji­
mi bütün top raklan kapsamadı.
İjyruk vasfıyla bir tım ar sahipliğinin ayrılmaz bir bütün
teşkil etm esiyledir ki derebeylik rejim i m eydana gelmişti. Pa­
kat birbirlerinden ayn lm az iki âdet olan uyruklukla tımar,
fiiliyatta birbirleriyle bağdaşamadılar. Uyruk savaş adamı, de-
rebeyinin (efendisinin) evinde yaşadığı m üddetçe kendini onun
hizmetinde, ona bağlı ve itaatle görevli hissediyordu. Fakat üze­
rinde evinin bulunduğu, gelirlerini sağladığı, köylülerin ken­
disi için çah ştıklan bir araziye babadan oğula yerleşince o,
kendini her şeyden önce tım ar olarak verilen toprağın sahibi
hissetti ve derebeyine hizmeti sıkıcı bir m ecburiyet sayarak
bunu kısma, azaltma çarelerini araştırdı. Tım ara bir hizmetin
ödenmesinden ziyade bir arazinin sahipliği gribi bakıldığı za­
man, aynı kim senin miras, evlenm e veya satın alm a yolu ile
ay n a y n derebeylerine bağlı birkaç tım ara birden sahip ol­
ması âdeti yerle.5ti. O zam an bu kim se birkaç derebeyinin uy­
ruğu oluyor ve iki tım ar için aynı adamın hem uyruğu, hem
derebeyi dahi olabiliyordu. H atta uyruk kendisini, birbirleriyle
savaş halindeki birkaç derebeyinin tâbii haline sokan çok sar
yıda tım arlara sahip olduğu zaman hizmet, yerine getirilm esi
im kânsız hale dahi geldi.
R ejim in ana tem eli olan uyrukluk, böylece zayıflam ış ve
başlangıçta uyruğun hizmetini m ükâfatlandırm ak için konul,
m u f bir usul iken, sonradan derebeylik tarafından şeklî bir
hale indlrilivermişti.
M -UKAYESELİ T A R İH İ 115

Derebeyinia, hem kraUn halk üzerindeki kamu otoritesin­


den ,hem de m ülk sahibinin kiracıları üzerindeki otoritesin­
den fark lı olan, kendi uyruklan üzerindeki otoritesi, yeni
usullerle icra olunm ağa başlamıştı (VII. bölüm e bk.).

Putperestlerim, dm değiştirm esi. — IX . ve X I. yüzyıllai'


arasında dinî birliğin dıgında kalm ış olan A vru pa kavim leri
de hristiyan dinini kabul ederek bu birliğe girdiler ve rühban
sınıfının otoritesi hemen hemen bütün A vrupa kavim leri üze­
rine yayıldı. Bu din değiştirtm e işi birblrleriyle rekabet ha­
linde olan iki m akam tarafından idare edildi ki bunlardan b ir
ri, Papa’nın ruhani otoritesine tâbi prensler tarafından des.
teklenen R om a K ilisesi; öteki de K onstantinoplis’teki im p a ­
ratora bağlı olan O rtodoks K ilisesi İdi. Bu din değigtirme
iğinde nadiren hedefe, halka hitabeden m isyonerlerin propar
Randasıyla, çoğu zaman da hristiyanlığı daha önce kabul et.
mİ8 bir prensesin yardım ıyla ulaşıldı. Bu iş, m em leketin kra­
lı veya prensiyle yapılan bir anlagma ile gerçekleşiyor; kral
veya prens hristiyan dinini kabul ederek halkı da bu dini k a r
bule zorluyordu. Çoğu zaman ayaklanm alar ve yerli dine d ö­
nüşlerle yarıda kalan bu din değiştirm e işi, IX . ve X I. ^ 2>-
yıllar arasında, an cak pek yavaş ilerliyebildi. '
Iskandinavlar, uzun bir direnişten sonra, hristiyanlığı In­
giltere’den aldılar. DanimarkalIlar, - IX . yüzyılın ortasında
bir Alm an havarisinin uğradığı başansızlıktan sonra - (kral
H arald tarafm dan) ancak 965 te hristiyan ilân edildiler ve
sırf İngiliz hristiyanlanyla olan münasebetlerinin etkisiyledir
ki, X I. yüzyılın başında kesin olarak hristiyanlaştılar. - N or.
veçliler, kral H akon tarafm dan X . yüzyılda yapılan bir din de­
ğiştirtm e deneyinden sonra an cak esasen İngiltere’de din de­
ğiştirm iş bulunan krallar tarafından kesin olarak hristiyanlaş-
tırıldılar. - İsveçlilerin, X I. yüzyılda N orm andiya’dan gelme
İngiliz din adam larınca hazırlanmış olan, din değiştirmeleri isi,
ancak, Upsala’daki yerli tapınağın rahibi olan kralın da bu di.
ni kabul etmesiyle resmileşti.
Batı Islâvlan prenslerin ve yüksek rütbeli Alman rahip­
lerinin çalışm alanyle din değiştirdiler. A lm anya’ya en yakın
olan kavim lerden mukavem et gösterenler yokedildiler; boyun
eğren yahut alman prensleriyle ittifak yapanlar da hristiyan
oldular. Bunlar, V III. yüzyıldan itibaren boyun eğen İsloven-
1er, M eckIem burg ve Pom eranya prensleri, Melssen’in alman
116 AVRUPA. M İL L E T L E R İN İN

margravı tarafından boyun eğdirilen Sorab’Iar oldular. B ağım ,


sız kalmış olan İslâv kavimleri, prenslerinin istekleri üzerine
hristiyan oldular. Çeklerin, IX. yüzyıhîı bağından itibaren
birçok şeflerin vaftizi il© başlamış bulunan din değiştirm eleri
işi, prens W enzeslas tarafından tekrar ele alındı, faka t prens
935 de putperéstlerin bir ayaklanm asına kurban giderek
ölünce, millî bir aziz vasfını aldı. Alm an kralının uyruğu olan
P ra g prensi Alman kralının uyruğu olup P rag piskoposluğunu
kurunca. Çeklerin din değiştirm eleri işi de sona erdi. Polonya^
hların din değiştirm esi işine X . yüzyılda hristiyan bir çek
prensesi ve onun, Poznan’daki ilk P olon ya piskoposluğunu ih­
das eden oğlu tarafından başlanıldı; bu ig, zâlim bir prens
olan Boleslas tarafından sona erdirildi ve bu adam, şiddetli
cezalar vererek uyruklarına dini, ahlâkı ve im saki zorla ka­
bul ettirdi.
M acarlar hristiyanlığı ele geçirdikleri hristiyan esirlerden
öğrenmişlerdi. D in değiştirm e iğine K onstautinopolis’ten gel­
m e bir hristiyan prensesin kocası tarafından devam edildi ve
bu iş, onun oğlu olup B avyera dükünün kızkardeşiyle evlen­
miş olan W alk tarafından sona erdirildi. W aik 997 de bir hris.
tiyafl adı olan Stefan ismini ve kral unvanını aldı, Papa’nın
otoritesini tanıdı, o da ona bir tac gönderdi; Stefan’ın getirt­
tiği alman kilise adamları, A lm anya’dakileri örnek alarak pis­
koposluklar ve m anastırlar kurdular. R om a Kilisesine bağla­
nan M acar kavm i ve onunla beraber, uyruğu olan Slovaklar,
B atı’nın din ve m edeniyet birliğine girdiler.
Öteki dinî otorite merkezi olan K onstantinopolis de Gü­
n eydeki İslâv kavim lerinin en büyük kısmı ile D oğudaki bü­
tün İslâv kavim lerin din değiştirm eleri işini idare etti. Bu işe,
K onstantinopolis’te yetişip büyümüş bir Bulgar prensesinin
teşebbüsüyle başladı ve bu prenses, m isyoner olarak, Selânik
dolaylarından iki keşiş gönderdi. Bunlar G rekçe K iril ve Met-
h odos ad lan altında “ Islâvlann havarileri” oldular. G rek al­
fabesini değiştirerek İslâv dilinde ilk yazıyı ve eski “Islâvon-
ca” da dua v^ âyinleri m eydana getirdiler ki bu sonuncusu, or­
tod oks kavim lerde yerleşip kaldı. - Bulgarların kralı IX . yüzyıl­
dan itibaren hristiyanlığı kabul ettiğini ilân eyledi. - Adri­
yatik kıyılarındaki Islâvlar IX . yüzyıldan itibaren İtalya’dan
gelen m isyonerler ve Bizans İm paratorunun uyruğu olarak
kalan k ıy ı şehirlerin piskoposları tarafından yapılan çalışnna-
larla dinlerini değiştirdiler; daha igeridekiler ise sonradan
MUKA.YBSHL.Î T A R İH İ 117

hristiyan oldular. F akat bu kavim lerin şefleri uzun zaman iki


Kilise arasında tereddüt ettiler ve bölünm e ancak X II. yüz­
yılda kesin hale geldi. H ırvatlarla Islovenler R om a K atolik
kilisesine grirdiler; Bulgrarlar, Sırplar (ve R om enler) ise or.
todoks kilisesinde kaldılar.
Rus Islâvlannda, doğrudan doğruya Konstantinopolia’te-
ki rühbandan gelm e olan din değiştirm e işine prenses Olg-a'-
dan başlandı. K iy e f’te kral olarak oturm akta olan onun toru,
nu X . yüzyılın sonunda hristiyan olduğunu bildirdi ve kav-
minl D nieper nehrinde vaftiz ettirdi. Hristiyan dini sonra da
Kuzeydeki R u s kavim lerle Ruslaşm ış Finliler arasında yayıldı.
Dinî otoritenin birliği tamamen bozuldu. R om a’daki Papa
ile K onstantinopolis patriği arasında IX . yüzyıldan itibaren
h afif bir dogm a ayrılığı yüzünden baggösterm iş bulunan an­
laşmazlık, 1056 da resm i bir bozuşma ile sona erdi; Papa, pat.
riği aforoz ettirm ek için iki elçi gönderdi. Bu §îa (ayn lık )
hristiyan A vrupa’yı birbirine düşman iki K ilse arasında böl­
dü. İki Kilise, ortodoks m em leketlerde papazların evlenmeleri
ve âyinlerin halk diliyle yap!İma.sı; katolik mem leketlerde ise
papazların bekâr kalmaları ve âyinlerin lâtin diliyle yapılm a­
sı gibi halk yığınlarının pek gözüne batan usul ayrılıkları ba.
kım ından anlaşmazlık haline girm işlerdi. O rtodoks birliğine
giren bütün D oğu A vrupa mem leketleri otosefa l (m uhtar şef­
lere sahip) Kiliselere m alik oldular. Bunlar A vrupa ile din
birliğinden ahkonuldular ve Batı m edeniyetinden ayrıldılar.
Mimarîlerini, resimlerini, edebiyatlarını Bizanslı D oğudan aldı­
lar; bu ayrılık, yazının benzem ezliğinde hâlâ gözle görülür biı
halde kalmaktadır.
Rühban sınt/tmn geçirdiyi buhran. — Hristiyan ülkeler­
deki rühban sınıfı lâik toplum un hayat şartlarına uym ak zo-
ınında kaldığından otoritenin parçalanm asına sürüklenmişti.
1 — Yaşayışları için gerekli şeyleri üretmiyen papazlar,
lâiklerin çalışm alarıyle hayatlarını idame ettirmeğe muhtaç
durumdaydılar. H er dinî müessese, köylüler tarafından ekilip
biçilen bir toprağa sahip olm ak zorundaydı ve bu müessesenin
bağındaki kilise adanai da bu toprağın gelirlerini topluyordu.
C?ok büyük topraklara sahip olan piskoposlarla rahipler, bu
topraklarda oturan halk üzerinde mülk sahibinin mâlik oldu­
ğu bütün iktidarları icra ediyorlardı.
2 — Piskoposlarla rahipler, tıpkı düklerle kontlar gibi
Hrajın uyruklan haline geldiklerinden, ona aakerlik hizmeti
118 A V R U P A M ÎL L E T L E B ÎIiîN

borçluydular; bir maiyete İhtiyaçları vardı ve kendilerine t :,


m ar arazisi vererek, hizmetlerine savaşçılar almışlardı. B öy­
leco hem kralın uynı&u, hem kendi uyruklarının derebeyi
olarak onlar da derebeylik rejim ine girm işlerdi. Piskoposların
ancak küçük topraklara sahip oldukları İtalya ile, hristiyan-
la n n çok yoksul oldukları Ispanya’da piskoposlarla rühbanın
kudretleri daha azdı.
3 — B ir kilise görevine (o ffic e ) bağh olan arazinin intifa­
m a bénéfice deniyordu. Uyruğun tım a n nasıl hizmetinin mü­
k âfat idiyse, bu da çalışmanın bir karşılığı idi. F akat uyruk
nasıl sonunda kendi tım arına babasından kalm a bir miras, hiz­
m etine de rahatsızlık verici bir kölelik gözüyle bakmışsa, kilise
b én éfice’! (yani bir ruhaniye verilen aidatlı rütbe ve unvan)
de sonunda bir geçim vasıtası, o ffic e (yani g örev) ise, bunun
sahibinin bir yardım cı kullanarak başından atm ağa çalıştığı
bir yük olarak telâkki edildi.
4 — R ühban sm ıfı mensupları, . kendi rütbe v e unvan­
larını miras yoluyla babadan oğula devreden - lâikler g ibi ve­
raset yoluyla sağlanam ıyordu; bu sınıf, papazları lâiklerin ço ­
cukları arasından tedarik ediyordu. K udretli şahsiyetler de
kendi ailelerinin mensuplarını ya da kayırm ak istedikleri in­
sanları rahat bir geçim vasıtasına sahip kılm ak için, bu hal­
den faydalanıyorlardı. Krallar, prensler, büyük derebeyleri kü­
çük oğullannı yahut yeğenlerini piskoposluğa yahut rahipliğe
tayin ettiriyorlardı; papaz olarak da kendi çevrelerinden kim ­
seleri almaktaydılar. H içbir meyil ve istidatları olm adığı
halde rühban sınıfm a giren bu lâikler, buraya kendi ailele­
rinin alışkanlıklarını da getiriyorlardı. Savaşgılann oğullan
olan yüksek rütbeli papazlar savaşmağa, ava gitm eğe, ziyafet­
lerde sarhoş olm ağa devam ediyorlardı. Aşağı rütbedeki papaz­
larla keşişler ise m eyhanelere gidiyorlar, kum ar oynuyorlar,
lâiklerin eğlencelerine katılıyorlardı.
N izamı korum uş olan eşit kurala boyun eğm em ek sure­
tiyle, rühban sm ıfı parçalanm ış ve intizamsız bir lâik toplu­
mu halini alıyordu. Bu intizamsızlık hatta Kilisenin en büyük
gefln© bile sirayet etti. X . yüzyılda Toskana’nın büyük dere­
beyleri, X I. yüzyılda R om a dolaylarının küçük derebeyleri Pa-
pa’yı hısım lan y a d a kendi ailelerinin koruduğu kim seler ara-
sından seçtirm ek için kuvvetlerini kullandılar. On iki yaşında
bir Papa’nın a v a gittiği, derebeyi gibi giyindiği görüldü. Bu
rezalete ilk defa olarak 963 te Alm an İm paratoru tarafından
m u k ayesem T A R ÎH l 119

nihayet verildi:, İm parator R öm a’ya gelerek Papa’yı asledlp


onun yerine R om a Kilisesinden bir adamı geçirdi. K argaşalık
XI. yüzyılda yeniden başladı; bu sefer de yine Alm an İmpar
ratoru buna son verdi ve Papa’yx azlederek yerine yüksek rüt­
beli bir Alm an ruhanisini g-eçlrdl. KiUse’nUı gefl olan Papa,
böylece İm paratorun uyruğu ve yabancı bir lâik prensin tâbil
haline geliyordu.
İslâhat denem eleri. — B irkaç feragatli adam ve bilhassa
keşişler, rühbanm nizam a uym ası için çalışm ağa başladılar;
bunun adına reform a re (ıslah etmek, yeniden kurm ak) deni­
yordu. B u keşişler nizamı, o zam ana kadar birbirlerine bağh
değil de, tam am en bağım sız olan keşiş m anastırlarında kur­
m akla işe başladılar. Burgonya’daki Cluny manastırından çık-
Hug olan en önem li ıslahat eseri şu oldu: ö te k i manastırların
sadece birer m anastır mabedi haline gelerek hepsinin Cluny
rahibine bağlanm ağı kabul etm eleri sağlandı. Bu da büyük sa­
yıda manastırları tek bir şefin idaresi altında toplayarak bu­
ralarda tek bir nizam ın idamesini daha kolay hale sokan bir
momastvr tarikdti’nm ilk örneği oldu. Tarikatin şefi haline ge­
len Cluny, iktidarını Fransa v e K uzey Ispanya’daki çok sayıda
m anastırlara da teşmil etti.
X I. yüzyılda ıslahat taraflıları, lâikler arasında yaşadıklaı-ı
için kendilerine dünyevi, cismcmi denen rühban arasında da
nizam ı ıslah etme iglne girigtiler. Bunlar ayrılıkçı olarak va­
sıflandırdıkları - fakat hiçbiri de dogm aya aykırı olm ayan -
iki âdetle savaşm aktaydılar: B ir kilise görevi alm ak veya ver.
m ek için para verm ek veya alm ağa sim onie (yani kutsal şeyler
alışverişi) diyorlardı. Papazların evlenmelerine ise nicolMtis-
m e diyorlar; evli papazları dinî görevlerini maJkbul ve mute­
ber şekilde ifa ya yetkili olm ayan kirli insanlar sayarak, m ü­
minleri bunlar aleyhine kışkırtıyorlardı. Papazlar B atı ülke­
lerinde yavag yavag evlenm em eğe başladılar. Evlenm e âdeti
yeni hristiyan olmug K uzey ülkelerinde X III. yüzyıla kadar
kaldı. A vrupa’nm bütün ortodoks kiliselerinde ve hatta Papa
İle barışmış bulunan eski ortodoks kiliselerinde dahi bu âdet
hâla carîdir.
İm parator R om a’ya ıslahat lehinde Alman Papalar yerleş­
tirdiği zaman, ıslahat taraftarları onu desteklemişlerdi. Fakat
gok geçm eden, K ilise gefinln bir lâik tarafından seçilm esini da.
yanılm az bir §ey gibi görm eğe başladılar. Papayı bağım sızlaş­
tırm ak 19111, kendisinin bir kardincı,Uer m eclisi (yani R om a rülı-
120 A V R U P A M İL L E T L E R ÎN ÎN

banı arasında m evki ve rütbe sahibi kim seler) taraiından seçil,


mesinj kararlaştırdılar. K om şu şehirler piskoposları ile Rom a
kiliselerinin rahip ve diyakosları da seçim e iştirak edeceklerdi.
Yaşayış şartlan. — Çok yetersiz vekayinameler, külliyat­
lar, birkaç resmi evrak, ferm.anlar, kilise adam ları ve bilhassa
keşişler tarafından yazılan eserler bize, toplum un yaşayış şart­
la n hakkında pek az bilgi verm ektedir. Bu belgelerin çoğu,
K arolenjiyen eğritim rönesansınm devam etm ekte olduğrı Loire
ile Elbe arasm daki bölgeye aittir. Maddî hayatı gözönüne g e .
tirm ek için gerekli vasıtaya sahip değiliz; çünkü o devrin el-
yazm alannda ve sanat eserlerinde kıhklan, sil&lılan ve âlet­
leri tasvir için m evcut (ve bizim ders kitaplanm ıza da geçm iş
olan) kayıtlar ve işaretler, an cak D oğudaki tasvirlerin birer
kopyesi olm ak vasfını taşım aktadırlar. B ir Anglo - Sakson talc
vim i hariç tutulursa, canlı ve tabii aslına bakılarak yapılmış
en eski tasvirin, X I. yüzyılın sonundan kalm a Bayeux halısı
olduğu anlaşılm aktadır k i bu halının üzerinde, İngiltere’nin
fethiyle ilgili sahneler görülm ektedir.
A vrupa hiç şüphesiz yoksul ve herkes İçin tehlike ile do­
lu, Doğunun ve A raplannkine göre çok daha az parlak, bu­
nunla beraber büyük halk yığını bakım ından R om a İm para­
torluğundaki kölelerin yaşayışı kadar a§ağı olm ayan ve buna
göre belki daha az sefil bir hayat sürüyordu.
Bu düzensiz toplum da yine de bazı ilerlem eler olm aktay-
di. D eğirm en taşını döndürm ek gibi çok ağır bir işi ortadan
kaldırm akta olan su değirmeni, ancak antik çağın sonunda
kullanılm ağa bağlanmıştı; bunun kullanılması da X . yüzyılın
sonuna doğru umumi bir hal eüdı ki bu devirde su değirmeni,
resm i evrakta, her büyük arazinin m utad teferrüatından ola­
rak gösterilm ektedir. . Atı koşm ak için yükü boyunda tanıt­
m ak suretiyle uygulanan usul, hayvanın kuvvetini ço k israf
ediyor ve bir araba ile taşınabilecek yükün çok u fak bir ağıı^
hkta olm asına yol açıyordu. Bu usul bilinmiyen, fakat X I.
yüzyılın sonundan daha geç olm ayan bir devirde değiştirildi,
atlar için koşum halkası kullanılm ağa başlandı; böylece yükün
ağırlığı atın om uzlanna binm iş olduğundan, gok daha ağır bir
yükü taşım ak im kânı ortaya çıkm ış oldu. A t nalı ve üzengi gi­
bi, bu icat da A sya’nın göçebe kavim lerinden gelm işe benze,
mektedir.
V II

O R TA Ç A Ğ İÇ İN D E A V R U P A (X I. - X III Y Ü ZY IL )

P O L İT İK OLAYLAR

P olitik hauatm ven i şartlan. — ' IX . yüzyılda Charlemagne


İm paratorluğunun çöküşünden İtibaren, A v n ıp a ’nm en medenî
ülkeleri kargaşalık İçinde yaşamışlardı. A vrupa kavim lerinin
yaşam a şartlan o sırada, herbiri çok küçük bir toprak parça­
sına m ünhasır kalan pek çok sayıda bir takım küçük am eliye-
lerln etkisiyle yavaş yavaş değişiyordu. X I. yüzyılın ortasın­
dan itibaren birçok ülkelerde ve değigik zam anlarda bir kav­
min hayatı, olaylar arasındaki - adm a “ tesadüf” veya “ kaza”
dediğim iz - rastlaşmalardan biriyle ve bilhassa şeflerin şahsî
İhtiraslarından doğan savaşlarla, değişti, işte kısmen bu bek­
lenm edik olayların etkisi altında toplum un ve otoritenin, insan.
İlk tarihinde eşi görülm em iş olan, yeniden teşkilâtlanması
m eydana geldi ki bu, sürekli bir tekamülle A vrupa’nın m odem
rejim inin tem eli oldu.
X I. yü syih n politik olaylan. — İlk olay, İngiltere’nin N or­
m andiya dükü Guillaume tarafm dan feth i oldu. Guillaume] Pa­
pa’y a kendini meşru kral olarak tanıttı ve akşam a kadar so­
nucu kesin olarak belli olm ayan bir savaşla, harbi son erdirip
İngiliz kavm ine hâkim oldu. Bütün Güney İngiltere onu kral
olarak tamdı v e daha sonra. K uzey şefleri kendisine karşı sar
vaşa giriştikleri zaman, Guillaume bunu fırsat bilerek Angıl
ve Sakson büyük toprak sahiplerinin arazilerini zaptetti. On­
ların topraklan nı kendi Fransız savaş adam lan na - fa k a t tı­
mar olarak dağıttı. Fransız asalet u nvanlanna sahip bulu­
nan bütün derebeyleri (dükler, kontlar, baronlar) kralın uy­
ruğu oldular ve onlar da alelâde şövalyeleri kendilerine u y.
ruk hale getirdiler. Sakson aristokrasisinin yerine Fransız
asilleri geçtiler; halkın çoğunluğu kendi dilini m uhafaza et­
ti. Fransız derebeylik rejimi, bir anda, daha muntazam bir şe­
kilde, İngiltere’ye aktan im ış oldu; çünkü bütün topraklar
122 A V R trp A M İLLETLE RİN İ: /
tım arlar halind» dagntıldı ve bütün, sa va j adamları (1) lirala
tâbi hale geldiler. Fransa’da kralın u yru k lan içinde bağımsız
birer prens gribi davrandıklan tam bir*r eyalete sahip bulu,
nurlarken, IngUiz derebeylerinin herbiri, krallığın türlü kı-
sım lann a dağnlmıg topraklar alabildiler.
Vaktiyle dükün Normamdiya’da sahip olduğu gibi, kral da
İngiltere’de bütün tebaasın ı' kendisine itaat ettirocek gekilde,
olduksa kuvvetli bir iktidara sahip oldu; böylece de aralann­
da savagmaJannı önledi .ve on lan kendi mahkemesi huzuruna
gikm ağa m ecbur edebildi. Yerli rühban sınıfı Avrupa’dan grelen
piskopos ve rahiplerin em rine girdi ki, bunlar Lâtince etüdler
hakkında bilgi sahibiydiler ve R om a ’nın otoritesine tâbi olma­
ğ a hazır bulunuyorlardı. Bütün Avrupa’da İngiltere, kralın
merkezî otoritesine en fazla boyun eğen bir ülke oldu.
D aha k ü çü k olm akla beraber yine buna benzer bir m er­
kezleştirme hareketi de .şövalye olan başka N orm anlar tarafın­
dan baganidı: Kutsal T oprak’a h acca gitm iş olan bu şöval­
yeler, Güney İtalya’da kaldılar. O rada ilkin m em leketin de­
rebeylerinin veya şehirlerinin hizm etine girdiler, sonra Güney
İtalya’y a hâkim oldular. X II. yüzyılda da M üslümanların İş­
gali altında bulunan Sicilya’yı fethettiler. Şefleri (1139 da)
kral unvanını aldı ve tım arlarla kralın üstün otoritesi bakı­
m ından orada Fransız rejim ini kurdu.
Ispanya’da K artoba’daki H alife’ye itaat etm ekte olan ül­
ke 1035 te birkaç em ir (kum andan) arasm da bölüşülünce,
M üslümanların ik tid a n zayıflamı.ştı. K uzeydeki hristiyan
krallar bundan faydalanarak, Fransa’dan gehniş olan şıöval-
yelerin de yardımıyla, krallıklarına kom şu toprakları fethet­
tiler. L eon ve K astilya krah fütuhatını T oledo’ya kadar iler­
letti. Fransız Burgonya dükünün oğlu olan, kralın damadı,
K uzey-Batıda fethedilen ve adm a Portekiz denen ülkeyi aldı
A ragon kralı Saragossa topraklannı fethederek burayı kendi

(1) Saltanatvnm sonlarına doğru Guülaume’un topladığı


şövalyelerin 60.f)00 olduğu söylenrnişse de bu sayı yanlıştır ve
m etinlerin yanlış t/orumlanmamndan ileri gelm ektedir. G erçek ­
ten, bu m etin leM eki Idtince (Sexaginti m illia yani altm ış binj
rakam ı sadece “ çok samda" amZamına gelm ektedir. X II. yüz­
yılda İngiliz 'şövalyeleıM, hakkında yapiUm bir soruşturm a so­
nucunda bwnlarm sayısım n 6.000 den eksik olduğu amlaşıVmAş.
Hr,
M U K A Y E SE Lİ T A K İH t 123

m a k arn haline getirdi. - Hristiyaıüarın ilerleyişi (ad lan n a E l


M orabıtîn denen) yeni bir dinî mezhebe mensup M üslümanla-
ruı istilâsıyla durduruldu; Bunlar F as’tan gelm işlerdi; bütün
M üslüman Ispanya’yı hükümleri altına aldılar.
Aynı zam anda Papa bütün lâik prenslere, rütbesinin alâ­
metlerini (yüzük ve asâ) vererek bir piskopos veya bir rahip
tayin etm eği yasak eylediğinden, Alm anların kralı olan im ­
paratora karşı savaşa gitmigti. Papa V II. G regorius kral IV.
H einrich’i a foroz etti ve onun tebaasını da sadakat yemininden
âzad etti, ayaklanan alman prensleri başka bir kral seçtiler.
H einrich hasm m ı yenince ordusuyla R om a ’yı iggal etti, G re.
gorius’ u gaasıp sayarak Papalık tahtından indirdi, onun yeri­
ne Kilise tarafından tanm m ıyan bir Papa seçtirdi, o da Hein-
rich’e im parator sıfatıyla tac giydirdi. Y üksek rütbeli rahip­
lerin tâyin şekillerinden çıkan anlasm 2izUk, iki m akam ara­
sında yapılan, bir konkordato ile ancak 1122 de halledildi. Bu
konkordato B atı’da toplananların ilki olan öküm enik meclis
tarafından tasdik edildi. İm parator yüksek rütbeli rahiplere
yüzUk ve as&yı verm ekten vazgeçti; fa k a t lâik prenslere yaı>-
tıftı gibi onlara da m ızrak vererek kendilerini tâyin yetkisini
m uhafaza etti.
Müslüman Türklerin istilâsının tehdidi altında bulunan
K onstantinopolis im paratoru, hristiyan prenslerden yardım is­
temişti. K udüs’te H ristos’un (Hz. Isa’nın) mezarına h acca gi­
den hristiyanlar, Müslünıanlardan kötü m uam ele gördüklerini
söyliyerek sızlanıyorlardı. B ir fransız olan P ap a Urben Cler.
m ont’da bir m eclis toplayarak Isa’nın kutsal mezarını lıurtar-
m ak için m ukaddes bir cihad açılm asını ileri sürdü. Gönüllü
yazılanlara ayırıcı alâm et olarak elbiselerinin üzerine diktik­
leri birer h aç verildi; haçh adı buradan gelmig, HaçIv s e fe r l e
ri âdeti de böylece m eydajıa çıkm ış oldu.
itibarî olarak P ap a’nın bir elçisi tarafından idare edilm ek­
te olan sefer heyeti, hemen hemen hepsi Fransız olan gövaJ-
yelerden m eydana gelm eydi; bunlar birkaç prensin çevresinde
toplanm ıştı; sonradan bunlara Güney İtalya’dan N on n a n bir
prens de katıldı; H açlılar ordusu A vrupa’yı v e K üçü k A lbayı
aştı (1). Suriye’ de, Cenova, Venedik. P iza gibi ticaret aehirle-

UJ O mma>nda>n kalma riva yet v e h ikâyeler haçhlar ordu­


su için inanilm ıyacah rakamla^ verm ektedirler. F ak at Im ard-
da bir dtay, bu ordu m evcudunun say%mm daha akla yakm
124 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

rindeki Italyanlar haçlılara surlarla çevrili şehirleri zaptede-


bilm eleri için gerekli kuşatm a m akinelerini verdiler.
X II. yü syıl olaylan. — K udüs’ü zaptettikten sonra hepıen
bütün haçlılar mem leketlerine döndüler. K alanlar da küçük
ölçüde savaşlar yapm ağa devam ederek sonunda prenslerin
hâkim oldu klan 4 bölge kurdular ki bu nlann m akarlan K u.
düs, Antakya, Trablus ve Edesse (bugünkü Urfa), de idi. Bun­
lar m em leketi Fransız derebeylik rejim ine göre teşkilâtladı-
1ar; her şövalye prensten, tım ar olarak, büyük bir arazi aldı
ki bu, Grek dininden hristiyan köylüler tarafm dan ekilip bi-
çilm ekteydi. Fetihe yardım etmiş olan İtalyan şehirlerinden
herbiri bir ticaret limanında, şehrin halkıyla meskûn ve tah­
kim li bir m ahalleye sahip oldu.
K utsal T oprak’taki haçh seferleri, (1144 te U rfa’nın, 1187
de K udüs’ün zaptından sonra) orada kalan hristiyanlarm yar.
dım m a koşm ak üzere bütün X II. yüzyıl boyunca (1) devam
etti, fa k a t bunlann hemen hemen h içbir etkisi olmadı.
Papa ile İm parator arasındaki savaş iki Alman dük ailesi
ve İtalya şehirleri arasm daki rekabetle de kızışarak, yeniden
başladı. Schw ab dükü Friedrich kral v e İm parator olunca,
kendi eşrafları tarafm dan idare edilmekte olan K uzey İtalya
şehirleri üzerinde eski R om a İm paratorlannın mutlak ikti-
da n n ı icra etm ek istedi. Bu şehirler kargı koydular; Friedrich
bunlara savaş açtı. Sonra da Papa ile bozuştu. R om a ’y a hâkim
İm parator olm ak sıfatiyle. P ap a da kendisine uyruk olsun isti.,
yordu.
Papa Aleksandr da, Friedrich İm paratorluk tacını kendi
elinden giydiğine göre, onun kendi uyruğu olmağı kabul ettiği
iddiasında bulundu. Friedrich K ilisenin tanım adığı bir şahsı
P ap a seçtirdi, Aleksandr İm paratoru aforoz etti v e ayaklanan
şehirlerle, Friedrich ’in rakibi olan Saks dükasıyla ittifak y a p ­
tı.
İtalya şehirleri de bu iki ta ra f arasında karşılıklı sa f tut-

se/ele sokm a ktadır: Ordu bir sabah uşaklara v e yü kleriyle bir.


Ukte bir kOprûden geçm iş, öğleden somra da ik i tabur halimde
saffa g irerek s(wasmıst%.

(1) 8 H açh seferM n , g elen ek haline gelm iş olan sayısı ge-


ligigüneldir: Çünkü bu sayıda 1101, i n n , lltS , 1197 seterleri ift-
TOilî edilmiştir, '
JMUKAYESELİ T A R İH İ 125

tular ve savaş, İm paratorun aleyhinde bir uzleıgına ile sona


erdi. B öylece de İm parator, İtalya şehirlerinde iktidarını ic­
radan vazgeçti. İtalyanlar İse barışrnak bilm ez iki zümreye
bölünerek, hatta h er şehrin içinde de birbirleriyle savaşmalfa
devam ettiler. Seçm en kardinallerin oyları dağıldığı zaman Pa-
pa’nın seçim inin itiraza uğram am ası için, (1179 da toplanan)
bir öküm enik meclis, şimdi de yürürlükte olan, bir nizam
koydu; Buna göre, seçilen kim senin oyların üçte ikisini ka­
zanmış olm ası gerekm ekteydi. A lm anya’da Friedrich, rakibi
olan H einrich’i m ahkûm ettirdi, iki dukalığını onun elinden
aldı v e dükahk ünvanını Bavyera’da W ittelsbahc’lara, Saks’ta
da Meissen m argravına devretti. Meissen dükünün topraklan,
eski Sakson kavm iyle higbir ilgisi olm am akla beraber, Saks
adını aldı v e ondan sonra da m uhafaza etti.
X İI. yüzyılın ortasında İngiltere krallığı da bir Fransız
pi'ensleri ailesine geçm iş ve bunlar veraset ya da evlenm e yo­
luyla, Batıdaki hemen hemen bütün Fransız eyaletlerine sa­
hip olmuşlardı. (İngiliz hükümetinin resm î evrakında Fransız
dilinin kullanılması âdetini yerleştirenler, bunlardır) B öyle.
İlkle do Fransa krah, hem Fransa’da eyaletleri bulunması do-
loyiBİyle uyruğu olan İngiltere kralından daha üstün, hem de
zenginlik ve kudret bakımından ondan daha aşağı olmuş oldu.
. Bu durum, sonunda Fransa kralı Philippe - Auguste ile
İngiltere kralı R ich ard arasm da bir savaşın patlak veı-mesine
sebep oldu. H erbiri ötekinin uyruklan nı ayaklanmaları için
kışkırttı ve A lm anya’da kendi aralarında savaşm akta olan iki
prensten biriyle ittifak kurdu.
X III. yü zvü olaylan. — Venedik’ten gem iye binen Fran­
sız derebeylerinin giriştikleri bir haçlı seferi, V enedik’liler
tarafından, kendi tâcfrlerini kovm uş olan Bizans İm paratoruna
karşı yöneltildi; sonunda da bu savaş İstanbul’un zaptı ve
yağm ası gibi bir netice doğurdu. Fethedilen m em leket h açlı­
lar arasm da paylaşıldı; kısa ömürlü bir İm paratorluk kuran
haçlılarla Venedik arasm da bölüşüldü; Venedik böylece Ad-
liyatik kıyılarıyla adalarını ele geçirerek bunlan altı asır bo­
yu n ca m uhafaza etti.
İngiltere'de R ich ard’m yerine tahta çıkan (ve Topraksız
diye adlandırılan) John, müstebid bir idare kurduğundan halk
tarafından sevilmez oldu. Kendisine karşı ayaklanan İngiliz
derebeyleri onu, M agna Carta’yı (B üyük Hürriyet Ferm an ı)
imzalama&a zorladılar, bu ferm anla kral, İktidannı kötü ye
1 26 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kullanmaktan vazgeçiyordu; bu da Ingilizlerin hüküm ete kar­


gı haklarının mensel oldu. Philippe . AugruBte John’un bagm^
daki'g ailelerd en faydalanarak onu, kendi uyruğu sıfatiyle
m ahkûm ettirdi ve onun Loire’a kadar olan bütün Fransız
eyaJetlerini zaptetti. Philippe - Auguete, K uzey’deki uyruklan
olan İm parator ve İngiltere kralı arasındaki ikinci bir koa­
lisyonla durduruldu ve F ransa kralının itibarına başlangıç
teşkil eden B ouvlnes zaferiyle kurtüldu. - A lby mezhep ayrılı.
İın a kargı (IX . bölüm e bk.) yapılan haçlı seferi Languedoc
bölgesini de top raklan arasına sokarak Fransa kralının kud­
retini arttırm ak g ibi bir etki yarattı.
Ispanya’da, Müslüman mem leketlerin fethi işi Fas’tan ge­
len M üslüm anlann birbiri ardınca yaptıkları iki istilâ hristi­
yan krallar a r d ın d a k i savaşlar ve bunlann veraset yüzünden
tutuştukları kavgalan yüzünden durmugtu. H ristiyanlann 1212
de M üslümanlara karşı kazandıkları bir za fer üzerine bu fetih
igi yine devam etm eğe başladı. A ragon kralı Valencla krâllı-
ÎTina boyun eğdirdi; P ortekiz kralı da G ü n eyd e şim diki sım-
ra kadar yayıldı. K astilya kralı. G ırnata kırallığı hariç bütün
Endülüs’ü aldı ve K astilya derebeylerine gayet geniş toprak­
lar dağıttı; bunlar da Ispanya’nın en büyük şahsiyetleri ha­
line geldiler. Öteki D evletlerde hükümdar, tebaasının da ken­
di dinine girm eğe zorlarken, Ispanya kralları fethettikleri ül­
kelerdeki Müslüman ve Yahudi tebaalannı m uhafaza ettiler;
esasen bunlara, dinlerine ve törelerine dokunm ıyacaklanna da­
ir söz de verm iş bulunuyorlardı.
Etkileri bakım ından en önemli olay, D oğu A vrupa’nm,
D oğu A sya’dan gelen ve çeşitli sa n ırklan n topluluğundan
ibaret M oğollar tarafından istilâsı oldu. Bunlar okla ve kü .
çük bir kılıçla savaşan atlılardı, çok hızlı olarak uzun mesa­
felere gidebiliyorlardı, hristiyan şövalyelerin kıtalarına göre
daha hareketli, daha disiplinli idiler ve daha iyi idare edili­
yorlardı. K endilerine karşı gelen herf kavmeı M oğollar bir im­
ha savaşı açıyorlar, evleri yıkıyorlar, kadın, e ık e k ve çocu k ­
ları öldürüyorlardı.
B u n lan n hâkim iyetleri, dünyanın bir eşini daha görm e­
diği en geniş bir im paratorluk' halinde, Çin’de P asifik Ok­
yanusundan ta A lm anya’nın nihayetlerine kadar yayıldı. Mo-
ğollar A vrupa’daki bütün Rus prenslerini hüküm leri altına
aldılar; sonra P olon ya ile Siiezya’yı talan ederek orada P olon ,
yalı ve Alm an şövalyelerin ordusunu bozdular; peşinden de
M U K A Y E S E L İ T A R İH İ 127

M acaristan’ı, TransUvanya’yı vo H ırvatistan'ı talan ettiler. Bü­


yük şeflerinin ölümü üzerine yeniden A sya’y a cağınldıiar ve
A vrupa’da ,H azer denizi yakmında, adına Tatarların H an’ı de­
nen bir §ef bıraktılar ki, bütürî R u s prensleri bu H an’ın uy­
ruğu olarak kaldılar. K iy e f’in yakılıp yıkılm ası Güney Rusya
prenslerine h âkim durumu kaybettirdi, bunun üzerine M osko.
va prensi üstün duruma geçti. - Bu istilâ yüzünden T una böl-
g:esinde nufus kalm adı; burasını yeniden nufuslandırm ak için,
prensler bu bölgeye bilhassa Alm an olan, kolonlar yerleştirdi­
ler, bunlar da kendilerinden daha az medenî olan yerli halkla
kaynaşm adılar. Bu yüzden orada, hatta X IX . yüzyılda dahi,
müşterek bir millî duygu teşekkül edemedi.
X III. yüzyılm geri kalan kısm ında evlenm e yoluyla Sicil,
ya (ve N apoli) k rallan da olmug olan Alm an krallanyla İtal­
yan şehirlerinin m üttefikleri olan Papalar arasındaki savaş
devam etti. Alm anya'da savag kralm iktidarını zayıflatarak
onu, prenslere ve yüksek rütbeli rahiplere yeni yetkiler ver­
mek zorunda bıraktı: B öylece bunlar, kralın toprağı üzerinde
tamamen bağımsız bir hale gelm iş oluyorlardı. Fransız asıllı
bir Pap a İtalya’ya Fransız kral ailesine mensup bir prens olan
Charles d ’A n jou ’yu getirtti, o da Sicilya krallığını hükm ü al­
tına alarak burada bir fransız hanedanı kurdu. F akat Fransız
istilâcılanna kargı çileden çıkmıg olan SicilyalI uyruklan,
Aragon kralını çağırdılar ve adaya o hâkim oldu. İtalya’daki
İspanyol hâkim iyeti de böylece bağladı.
H açh seferlen n in etkileri. — İki asır boyu nca B atı’nm sa.
vaşçılan ile tacirlerini P o ğ u ’ya çekm ig olan haçlı seferlerinin
Avı-upa kavim lerinin yaşayıgı üzerinde hiç şüphesiz etkileri
oldu; fak a t bunun hangi ölçüde olduğu halâ tartıgm a konu-
•sudur. Haçlıların D oğudaki fetihlerinden h içbir şey kalmadı.
F akat Venedik A driyatik üzerindeki bir toprağı m uhafaza et­
ti ki, 17Ö7 de Avusturya İm paratorluğunun hükm ü altına gir­
di ve burada, kıyıdaki birkaç şehirde yine İtalyan dilinin kul-
Ianılma.sma devam edildi.
K utsal T oprak’ta yeni çegit üç tane dinî tarikat kuruldu
ki bunlann üyeleri olan gövalye-kegigler ilkin hacıları karşı­
layıp hastalara bakmak, sonra da Müslümanlarla savaşmak
için kullanıldılar. Bunlardan Tem pliers adlı tarikat m ensup­
la n ilkin K ıb n s’a, sonra Paris’ e; Saint . Jean hospitaHer’leri
1522 ye kadar R od os’a, sonra hristiyan ülkelerde almış olduk­
ları top ra k lan da m uhafaza ederek, M alta’y a çekildiler. Teıt-
128 À V R Ü P A M İL L E T L E R İN İN

toniques şövalyeleri ise sonunda asağn Vistül bölgesine


leşerek oradaki putperest kavim lerden, sonralan Prusya adını
alan, toprağrı zaptettiler. X II. ve X III. yüzyıllarda Avrupa’ da
görülen bütün yeni âdetlerle yeni şeyleri haçlı seferlerine a t.
fetm ek tabii bir gey gibi göründü. Fajtat A vrupa hristiyan-
la n Akdeniz’deki bütün Müslüman mem leketler, Sicilya, A f ­
rika, M ısır’la münasebet halindeydiler; bu yüzden de bu ül­
kelerden gelmig olanla, haçlılar tarafından getirilmlg olanı bir­
birinden ayırdetm ek güçtür. K utsal T oprak’tan bazı savaş
âdetleri, geritli mızrak, ok atm ağa mahsus oluklu yay, tram ­
pete, boru ve armaların icadı geldi ki, armalar, her ailenin
alâm eti olarak kaldı. D oğudan geldikleri de, renklerinin (A-
rap ağzı, A cem mavisi, G rek yegiU g ibi) D oğu a d lan taşım a­
larından anlagıhyordu. Kayısı, karpuz ve sarm ısağın bir çe­
şidi de oradan gelmlge benzem ektedir. Sakalı R om alılar ve
F ranklar g ib i traş edecek yerde, D oğu usulü uzatm ak modası
da haçlı seferlerinden itibaren başlamıştır. ^
A vrupa kavim lerinin politik ve sosyal hayatları üzerinde
dolayısiyle vukua gelen ve haçlı seferlerine atfolunan etkiler
ise daha çok İtiraz götürür bir m ahiyet taşım aktadırlar; K ra ­
lın İktidarının artması, kam un ferm anları, serf’lerin azâd e-
dilmesl ,derebeyliğm çöküşü, Suriye M üslüm anlanyla temas
neticesi dindarlığın zayıflam ası gibi şeyler bu aradadır.
Y en i Avrupa. Bu olaylar sırasında, bilhassa X II. yüzyıl­
da A vrupa kavim lerinin yaşayışı, bu yaşayışı Doğudakinden
v e A n tik çağ ’dakinden bam başka hale sokan orijinal bir ta­
kım buluşlarla baştan bağa değişm işti: Asilzadelikle şövalye­
lik, terbiye ve nezaket, kam unlarla burjuvazi, zanaatlarla pa­
nayırlar, poliçelerle bankalar, kilise mahkem eleriyle jüriler,
m ezhep kanunlarıyla örf ve âdet töre hukuku, “ rom an” sa­
natla g otik sanat, üniversitelerle kolejler, m odern diller, kah.
ram anlık şarkıları ve rom anlar bu aradadır.
H er ülkenin toplum u bilhassa müşterek şartlan n etkisi al­
tında değişti ki sonunda da bu yüzden hemen hemen birbiri­
ne benzer rejim ler kuruldu. A vrupa kavim lerinin teşkilâtlan­
ması işi, evvelki yüzyılların kargaşalığından çıkıldığı sırada,
R om a İm paratorluğu devrinde olduğu gibi, tek m erkezden ge­
len bir dış zorlam a ile olmadı. Bu teşkilâtlanma, o zamanın
İnsanlarında m üşterek olan bir duygunun tesiriyle, a y n ayn
yerlerde kendiliğinden vücut buluverdi: Bu 4u ygu , atalar gi­
bi davranm ak iradesiydi. Geçm işe beslenen saygı bu Insanlan
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 129

fiiliyatta kendUerinden ön ce gelenlerin izinde yürüm eğe, yani


benzeri bir durum da yapılmış olanı araştırm ağa sevkedlyor-
du. Töre, her durum için bir kural verm ekte, kanunu lüzum­
suz hale sokm aktaydı. ’
H er insan çok uzun zaman yaşam adığından, eskiye olan
aynı saygı yüzünden ölenin yerine oğlu geçiyor, o da onun de-
vam cısı olu yor ve genel olarak onunla birlikte yaşıyordu, gah-
sa ait olmuş bulunan her şey, mülkiyet, sahiplik ,sosyal şart,
görevler v e ödevlef; unvan ve ad irsi oluyordu. H er aile, tabii
ve daimî bir hal gibi görünen, aynı hayat tarzı için yerleşip
kalıyordu. Babadan oğula aynı tarzda yaşam ış olan insanlar
sonunda bir sınıf m eydana getiriyorlardı (k i buna Frnsızcada
état, A lm ancada Stand denm ekteydi) ve bu sınıf ötekilerden
öylesine kuvvetle ayrılm ış bulunmaktaydı ki, başka sınıftan
birisiyle evlenmek, rezalet mahiyetini alıveriyordu.
Yine o çağa mahsus bir duygu da K iliseye (yani rühban
sınıfının otoritesine) tâbi olm aktı; lâik olan hüküm dar dahi
Kiliseye boyun eğiyor, tebaasını da ona boyun eğm eğe zor^
luyordu. Din, toplum un istikrarlı olm asına yardım ediyordu,
çünkü rühban sınıfı mümine, Tanrı’nm kendisini y aratm ış’ ol­
duğu seviyede kalm ağı öğretiyordu. D eğişikliğe bu kadar düş­
man olan bu insanlar yine de birçok yenilikler vücude getir­
diler; fak a t bunu istemeksizin, hayatın getirdiği tabiî değişik­
liklere uyarak yaptılar; nitekim Ingilizler de bunu yapm ağa
devam ettiler.
O toritenin şekilleri. — Otorite a y n a y n şekillerde icra
olunm aktaydı; büyük arazi sahibinin mülkiyetten ileri gelen
otoritesi topraklarında yerleşm iş insanlar, derebeyinin féodal
otoritesi kendi uyrukları, kralın ve tem silcilerinin kam u oto­
ritesi, topraklarının sâkinleri üzerinde icra olunm aktaydı.
Toprak ve derebeylik rejim ine tâbi ülkelerde kralın oto­
ritesi hemen hemen hiçe inmiş durumdaydı. Bu otorite Al­
manya, İskandinavya, D oğu A vrupa gibi daha az medenileşmiş
ülkelerde daha gerçek olarak kalmıştı. B u otoritenin en büyük
kuvveti, bir fetihten sonra teşkilâtlanm ış olduğu ülkelerdeydi
ki bunlar Ingiltere, Sicilya, Ispanya’nın M üslümanlar tarafın­
dan fethedilm iş kısımlarıydı. F akat h içbir yerde bir E ta t’nm.
(D evlet’in) m evcut olduğu söylenem ez; bu terim ancak İtal­
y a şehirlerinde ve X III. yüzyılda m eydana çıkm aktadır.

F. 9
130 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

K ralın otoritesi henüz onun şahsından ayrılmaz haldeydi,


İngiltere hariç, kral itaat edilm ek için bu otoriteyi kendisi
icra etm ek zorundaydı. K ral her geyden önce bir savag şefiy.
di, toplum daki rolü an cak m üphem bir gekilde anlagılmaktay-
dı. İm paratorluk gansölyeliği bunu ta rife çalıştı, “ kralın rolü
bangı ve adaleti m uhafaza etm ektir," dedi. Bahse konu olan
bang yabancılara kargı değil, uyruklar arasındaki barıştır, ya­
ni bizim adına “ nizam ı m uhafaza etm ek” ,^ya da “zâbıta vazi­
fesi g erm ek ” dediğimiz, uyrukların birbirleriyle dövüşmelerine
engel olm aktır. Adalet, kam u hayatı konusunda o zamanın bü-
tUn ülküsünü özetlemektedir. B ir Fransız form ülü adaletin
"İyi, çabuk, sert” olmasını, yani töreye uygun bulunmasını, ça­
bukluk ve sertlikle yerine getirilm esini istemekteydi. Adalet,
“ herkese kendine ait olanı verm ek", yani o kişinin sosyal du­
rum unu v e malini mülkünü inanca altına alm ak şeklinde ta­
r if edilmekteydi. Yargılam adan son ra m üsadere hariç olm ak
üzere aoıaç ne mâlikten, ne m irasçıdan h içbir şey alm am ak,
tı.
Sefln otoritesi çegitli usullerle harekete geçiyordu. B u oto­
rite adına Cerm en dilinde baaij Fransızcada “ordonnance”
(em irnam e) denen genel kurallar, nizam lar koyuyordu k i her
uyruk buna itaat etm ek zorundaydı; itaat etmezse kanun dı-
Si sayılıyor, yani giddet hareketlerine karşı artık korunm u­
y or v e m em leket dıgma sürülüyordu (“ Sürgün” dem ek olan
banni sözünün anlam ı budur). O torite bilhassa özel b ir du .
rum da adi! bir karar v e r»r«k h areket» geçiyor, fakat kltUe-
rln «ovlyeelne g öre çeşitli geklllorde davranıyordu. - Nizamî se-
kilda hayat süren, memlaketta tanmjtms, betlirli ikametgâh
sahibi kim selere uygulanan nizam i adalet, törelerle »uurlan.
mJ8 resm i sekliler altm da tatbik ediliyor, y argıç tarafından
m er’I v e m uteber bir gekilde verilen bir İlâmla sonuçlanıyor­
du. Y a rg ıç a y n ca m em leketi adı tehlikeliye çıkmış, ikametr
gâhı v e k efili olm ayan kim selerden tem izlem ek için, dâva yo­
luna başvurmaksızın, kestirm e yoldan bir k arar verm ek hak.
k m a da sahipti (1). F akat kam u otoritesinin bütün şekilleri,
tnUlk sahibinin kullandığı otorite tarafm dan da taklid edil-

(1) Cebir n eticesi vukua gelen her öUimün sebebini tesbit


için kraim , adınat coron er denen, bir m em uru tarafındcm V4f-
guUmam inffilis yarg% usulü, yerli tngilieîerin Franstsı ashndcm
insanlan öldürm elerini ön lem ek içm ihdas edilmişti.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 131

miştl. B üyük arazi sahibi derebeyi, toprağındaki köylülere ban


sekli altm da em irler veriyordu; tıpkı kralın m em urlarının uy­
guladıkları yargı usulüne uygun olarak, kendi m em uruna za.
bıta tedbirleri aldırıyor, adaleti tevzi ettiriyor ve aynı cezalan
tatbik ediyordu.
K ararlarını infaz ettirm ek ve itaatsizliği önlem ek bakım ın,
dan bütün otoriteler aynı güçlükle karşılaşm aktaydılar; bunla,
n n maddî zorlam a vasıtaları, hele savaş adam larına kargı ye­
tersizdi. Bu otoriter uyruklardan, (tabilerden) prensin m em ur­
larından istenen bir yem in şekli altmda, kararlarını dinî bir
müeyyide ile de kuvvetlendirm ek çarelerini araştırıyorlardı.
Toplum menşeleri, dereceleri, yagayış tarzları bakımından
a y n sm ıflara bölünm üş olduğundan, bunu tasvir için, her sınıfı
a y n a y n incelem ek gerekm ektedir.
Köylülerin durumu (1). — Mülke itibarî olarak sahip bu­
lunan kim senin artık geri alm a hakkını haiz bulunmadığı bir
toprak üzerine yerleşm iş hür İnsanlar, bu sahibe an cak u fak
kiralar ödem eğe ve sınırlı sayıda günler boyunca çalışm ağa
m ecburdular. Bunlaı- hür olarak evlenmek, hattâ toprağı ter-
ketm ek hakkını dahi m uhafaza ediyorlardı. - Berf’ler daha
ağır kiralara v e hattâ sahibin isteğine göre değişen, daha sık
angaryalara tâbi bulunmaktaydılar. Fransa’da X I. yüzyıldan
kalm a belgelerden, para olarak ödenen kiranın tamamen mülk
sahibinin keyfin© kalmıg bir şekilde arttınlabU ir olduğunu an­
lıyoruz. B u n lan n ne topraklan nı terketm eğe, ne d© sahibin,
efendinin n 2ası olm adıkça, mülkün dışından biriyle evlenmeğe
h aklan vardı.
İngiltere hariç, köylülerin sayısı hakkında hiçbir bilgiye
sahip değiliz. O rtaçağ’ın sonu hakkında bilinenlere bakılırsa,
Fransa belki en kalabalık nufusa v© en cok irsî kiracı nlsbeti-
ne sahip m em leketti. D urum lan ne olursa olsun bütün köylüler
orada (adm a villa denen ‘mülkün adam ı” anlam ına) vilaMı adı
altında toplanmışlardı. K ü çü k m ülk sahibi hür insanlar İrsi
kiracı haline geçtikleri nisbette, A lm anya’nın rejim i de I^Van-
sa’nınklne daha fazla benzem eğe başlamıştır.
İngiltere’nin nufusu üzerinde, m eşhur D om esday book'ta

( i ) K öylü lerin m enşei V., hukuki durumları da VI. bölüm­


de izah edUmistir. M ense farku R om a tm paratorhığunun ko-
lon’larmm halefleri olan hür ^insanlarla İm paratorM ğım k ö le
teninin, h alefleri olam serf^ er arasmda m evcuttu.
132 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

yazılı rakam lara sahip bulunmaktayız, k l bu kitap 1080 e doğr-


ru (en K uzey’dekiler hariç) bütün m ülkler hakkında yapılan
bir verg-i soruşturmasının özetidir (1). Bu kitapta yalnız m ülk
sahibi derebeyinin, adaletine tâbi, angaryadan bağışık v e ufak
kiralar ödeyen, hemen hepsi DanimarkalIların işgali altındaki
K uzey-D oğu’da bulunan hür İnsanlar hesaplanmıştır. - Bunlar
n n çoğunluğuna viSemi ı ( % . 38) y a da bordarü (% 32) adı ve­
rilmiştir. Vilmn’ler sâbit kiralara ve h er h afta istenebllen an­
garyalara tâbi idiler; bunlann) tım ara tâbi oluş şekilleri, Fran­
sa’daki serf'lerinkine göre, daha da| iğreti ve istikrarsızdı. Çün­
kü m ülk sahibi toprağı her an on lan n elinden alm a hakkına
kanunen sahiptir (Bu gibilere sonradan "sahibin arzusuna bağ­
lı kiracılar” adı verilm iştir), - BordarU (Fransızcada bordieı^'-
1er) ise m ülkte b a n n dın la n tarım işçileridir.
Büyük top raklan n daha az olduğu İtalya’da tım ara tâbi
oluş şekil, uzun vadeli bir kira sözleşm esiyle tesbit edilmiş ola­
rak kaldı. K ira da ürünlerin bir kısmı ve goğu zaman yarısı
verilm ek suretiyle ödeniyordu. (Adlarına massarii denen) kira­
cıların çoğunluğu toprağa iğreti v e istikrarsız bir şekilde sa­
hiptiler ve efendileri bu sahipliği onlann elinden alm ak hakkı­
nı haizdi. İtalyan köylüleri irs yoluyla kiracı olmamışlar. K u­
zeyin birkaç bölgesi hariç, sadece mültezim veya gündelikçi
olarak kalmışlardır.
Ispanya’da G alice’den K atalonya’ya kadar olan K uzey’deki
dağlık bölgede, toprak sahibi köylülerin kaldığı olmuştur.
Müslümanlardan tekrar zaptediiip hristiyanlar tarafından is,
kân edilen M erkez bölgesinde çoban, bahçıvan, uşak gibi aahi-
bln doğrudan doğruya hizm etinde olan kim seler büyük bir nis­
bette v ar olagelm iştir; ötekiler, toprağa bağh rençberlerdi.
K öylülerin gerçek durumları, topraklarının değeriyle de
değişm ekteydi. Rençberin nizam lara bağlı olduğu (K uzey-D o.
ğu Fransa, İngiltere, A lm anya g ibi) mem leketlerde, -ki azıcık
tanıdıklanm ız bunlardır-, norm al köylü birkaç tarlalık araziye,
bir ç ift öküze, bir ahıra, bir sam anlığa sahip kimseydi. Fakat
ne öküzü, ne de işletm e binası olm ayan aşağı bir l§çi sınıfı
da v a rd ı; bu gibiler an cak bir evle çok u fak bir toprak parça,
sına sahiptiler ve el âletleriyle, m uhtemelen gündelikçi gibi ça­
lışıyorlardı.

İn giltere’n i \nuitisunu 1.800.000 kisi olarak oranlo.ma.


ğa katktsantar olmuştuı*.
m ukayeseli T A R İH İ 133

K öylülerin m iktar .bakımından değigik olan m ükellefiyet­


leri, cin s bakım ından aynıydı v e kira bilhassa (tahıl, domuz,
tavuk, yum urta, yün ,keten, bazen balmumu g ibi) ayniyat ola­
rak, bazen de efendinin topra&ı üzerinde çift sürmek, ot ve
ekin biçm ek, mahsul yüklem ek için günlüğüne çalışılarak (an­
garya), X I. yüzyıldan itibaren ise m iktarı çoğu zaman keyfî
olan bir paral verilerek ödeniyordu. K öylü aileden gelme, fakat
bu ise irs yoluyla sahip bir kâhya (ki adına Fransızcada maire,
İngilizcede reeue, alm ancada SchuUhess denilm ekteydi), ürünü
kaldırm ak v e angaryaların yerine getirilm esine göz-kulak ol­
m akla görevliydi.
K öylüler efendi tarafından konulan nizam lara uymakla
m ükelleftiler v e bu nizam lar onları kira kargılığında efendinin
değirmenini, )ekmek pişirm ek için onun fırınını, onun üzüm ve
zeytin gibi şeyleri ezmeğe mahsus presesini kullanm ağa ve ha­
sat yahut bağbozum u için onun em rini beklem eğe m ecbur tu ­
tuyordu; (efendinin ban’ ı ile yürürlüğe konan bu m ecburiyet­
lerin adına boMcMtö» deniyordu). K öylüler derebeyinin bir kâh­
ya (idare memuru), tarafm dan tevzi edilen "adalet” ine tâbi
idiler, kâhya da bu yetkiyi köylülere para cezası ödetm ek ya­
hut maliarma mülklerine elkoym ak için kullanıyordu. B u y et­
ki Fransa’da öldürme hakkına kadar varıyordu; bu hakkın alâ­
meti de toprakta bir darağacına sahip bulunmaktı. A lm anya’­
da, İtalya’da, Ispanya’da bu hak, kraldan vekâlet almış büyük
derebeylerine m ahsustu; İngiltere’de ise yalnız k rala aitti. Her
mem lekette avlanm a hakkı efendiye aitti ve köylülerin a v hay­
vanlarını öldürm eleri yasaktı. Tarım ın nizam altmai alınmamış
olduğu Güney mem leketlerinde uygulanan rejim (ki zaten bu­
nun hakkında bilgi sahibi değiliz) de herhalde buna ben 2ser,
fak a t daha intizamsız m ükellefiyetleri ihtiva etm ek gerekti.
K öylülerin yalayış tarzı daim a çok geri ve çok çetin ola­
rak kalmıştı v e köylüler bunu iyileştirme im kânına sahip de­
ğildiler. Çok kötü gübrelenen toprak, düşük bir randıman ve­
riyordu; beslenm ek için yalnız otlaklara, kışın ise tabiî çayır,
lardan biçilen kuru ota sahip bulunan hayvanlar, ilkbahara
kadar güçlükle yaşıyabiliyorlardı (1). Yaşam ak için köylülerin
ürünlerinden başka şeyleri yoktu, bunun büyük kısmını da
kiralarını ayniyat olarak ödem ek, yahut para olarak ödenecek

i l j İnailtere’ de ktS baslarken hayvanlarm bir kismı kesilerek


salkJanmtak ü zere tuıelann/o'Mu.
134 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

kirayı tedarik iğin satm ak zorundaydılar; ürün az oldu mu


köylüler de aç kalıyorlardı. K ara ekmek, lâpa v e sebzelerle ka­
rın doyuruyorlar, seyrek olarak et yiyorlardı. K aba kumaşlar­
dan, ç o ğ u zaman bezden urbaları vardı; çam agır giym iyorlar,
hem en hep yeilınayak yürüyorlardı. Sazla örtülü, cam sız pen­
cereli, dövülm üş topraktan zem inli basık evlerde oturuyorlar­
dı; eşyaları y ok gibiydi, hattâ hemen daim a yatakları bile yok­
tu. Kendileri, k a n la n ve kızlan derebeyinin yahut hattâ on un
kâhyasm ın keyfine tâbi İdiler; m ukavem et için yahut hakla-
n n ı aram ak üzere h içbir im kâna sahip değillerdi. Onun için
köylü her m em lekette h or görülen aşağı bir yaratık sayılmak­
taydı; köylü kargılıgnı olan vilaAn sözünün sonradan Fransızca-
da kaba, pis, kötü anlamını almış olması da bunu gösterm ekte­
dir.
KSylülerim, d u ru m u n d a k i d eğişild ik . — < X II. v© X III. yüz^
yıllarda köylülerin durumu, A vrupa’nın Batı ve D oğu bölgele­
rinde biribirine zıt yönlerde olm ak üzere, değişti. Batı m em .
leketlerinde düzeldi. F ransa ve A lm anya’da efendi, yedekte
tuttuğu top ra klan doğrudan doğruya işletm eğe son veferek
bu nlan kira kargılığında k iracılann a dağıttı; kiracılar da top­
rağa irs yoluyla sahip hale geldiler. B öylelikle efendinin kendi
toprağı için angaryaya ihtiyacı kalm am ış olduğundan, angar­
yaların yerine kirayı ikam e etti. Parayla ödenen, sabit bir meb­
lâ ğ halindeki, eski kiralar, para değerinin düşm esi ve nakdin
gittik çe daha çoğalmaiiı yüzünden çok daha h a fif bir hale gel.
diler. Efendinin keyfine, arzusuna tâbi kiralarla angaryalar,
törelerle tesbit ve tahdit edildi.
T oprak üzerindeki h aklan tanm m am ış olan köylüleri top­
raktan çıkarm ak daha güç bir hale geldi. İngiltere’de vH ain'ler
kanunen arazt fmanorı,! sahibinin keyfine tâbi olm akla bera­
ber, co p y -h o ld er, yani m oâtor’nn defterleri üzerinde yazılı tö .
reye dayanarak top raklan na sahip hale geldiler. Fransa’da
efendinin iktidan, şehirlerde esasen kullanılm akta olan bir
usulle sınırlandınidı. Aynı köyün kira^nlan aralan nda anlaşıp
efendiye büyük bir para ödediler, o d a yazılı bir belge ile her
türlü keyfi harekette bulunmaktan vazgeçti ve kiralan, haraç
v e cizyeleri, angaryalan, para cezala n n ı sâbit bir m iktarla sı­
nırladı. Bu belge ile serf’ler fram c (hür,' âzad) insanlar haline
geliyorlardı. D oğu Avrupa’da ise ters yönde olarak, hür çiftçi­
ler büyük arazi sahiplerinin hizm etinde hem en hem en serf du­
rum unda kiracılar haline geliyorlardı. A lm anlann hükm ü al­
MTJKATESELÎ T A R İH Î 135

tındaki yerli îslâvlar haftanın yan sın da angaryaya tâ.bl tutul,


dular. P olonya’da köylüler, adına İcmet denen aşağı bir duruma
düştüler. R u s topraklan nda da buna benzer bir değişiklik bağ­
lamış gibi g-örönmektedir. Ç iftçi olan hür insanlann Batı'da
rX. yüzyılda vukua g-elmiş olan aşağılaşmış, D oğu Avrupa’da
üç asıi" sonra başladı.
A siller stnıfymn teşekkülü. — K öylüler bütün m em leketler­
de aşağı sınıf olarak kalırlarken, savaş adam lan her tarafta
üst sınıfı teşkil ettiler. B u nlan v e bilhassa Fransa, A lm anya ve
Îngiltere’dekilerî,,köylülerden daha iyi biliyoruz. B u nlann fiil­
leri vakanüvisler tarafından anlatılmış, h ayatlan hattâ duygu­
la n dasitanı şiirlerde ve rom anlarda tasvir edilmiştir.
Savagçılann rütbelerinin yüksek oluşu, o zam anki savaşlar
n n m ahiyetinden ileri geliyordu. Avrupa’nın eski kavim leri sa­
vaşı bütün kavim İçin m üşterek bir iş addetmişlerdi, şef em­
retti m i bütün hür insanlar silâhlanmış olarak gelm ek zorun­
daydılar. Bu kural İskandinav ülkeleriyle D oğu Avrupa’da (P o ­
lonya, Bohem ya, M acaristan) m uhafaza olunmuştu. Ispan ya’­
daki küçük krallar tarafından M üslümanlara karşı olan savaa
için, A lm anlann kralı tarafından R om a ’y a yapılan sefer için
de uygulandı. Fakat garlm an’m eski İm paratorluğunun her yar
nında savaş artık yalnız krallarla prensler arasında değil, her
ülkedeki bütün savaş adam lan arasında da yapılıyordu. Sa-
vag, iki hasmın ailelerinin de sürüklendiği özel bir iş haline
girm işti. R ühban sınıfının savaşı önlem ek için yaptığı bütün
teşebbüsler X I. yüzyılda akim kalmıştı.
Savaş artık yalnız at üstünde yapılıyordu, Lâtince m ile«
(savaşçı) adı artık sadece m ızrakla savaşan atlıya verilm ektey­
di. Savaşçı silâhıyla teçhizatını kendisi tedarik ediyor, kendini
mümkün olduğu kadar em niyet altına alm ağa çalışıyordu. X i n .
yüzyılın sonuna kadar vücudü baştan ayağa örtm ekte olan ö r ­
m e zincirden bir zırh, başına bir m iğfer giyip uzun ve sivri
bir kalkanla korunarak savaştı. A tı da bir zırhla korunmuştu,
savaşçı atına ancak savaşırken biniyor ,yolda gitm ek için baş­
ka bir ata biniyordu. Onun için atlı bir silâh uşağına, yan i si.
lâhlara ihtiyacı vardı. Efendisinin kalkanını {¿cu ) taşıdığı için
adm a kalkancı (¿cu yer) denen bu uşak, onun aavaş atını da
sevkediyor, savaşçm ın ağır zırhını giym esi v e savaşm ak üzere
atm a binmesi İçin kendisine yardım ediyordu. Bu pahalı teçhi­
zatın gerektirdiği m asrafı karşılam ak için, köylüler tarafından
ekilip biçilen büyüli bir araziye sahip olm ak gerekti. Bu silâh-
136 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

la n n kullanılması, uzun bir tâlim devresine ihtiyag gösterm ek­


teydi. Savaş bir meslek, m esleklerin de en şereflisi haline gel­
mişti.
M emleketlerin en zenginlerinde (Fransa, İtalya, Alm anya)
savaş şefleri çok geniş arazi sahibi derebeyleriydi; savaşçıların
çoğunluğu da derebeyine hizmete borçlu ve onun tarafından
kendilerine birer tım ar verilm iş uyruklardı. Bu sava^şçılar bu
tım ar sayesinde geçinm ek ve silâhlanm ak için gerekli geliri
elde ediyorlardı. D erebeyi h içbir zaman tım ar qlarak verdiği
toprağın sahipliğinden çıkm adı ve tım ar da her zaman için
kaydı hayat şartiyle verildi. Uyruk an cak derebeyi önünde di­
ze gelerek hom m age denen töreni yerine getirdikten ve ona
sadık kalacağına yemin ettikten sonra bu toprağa sahip olabi­
liyordu.
A ralarında böylece m eydana gelmiş olan bağ, sadece kişi­
leri bağlamışı oluyordu ve herbirinin ölümünde yenilenm esi g e­
rekm ekteydi ; fakat uyruğun ölümünde m irasçısı bir bedel öde­
yerek tım an yeniden alm ak hakkına sahipti; böylece de fiili­
yatta tım arın sahipliği irsi bir hale gelm iş oluyordu.
Uyruğun bir takım taahhütleri vardı, bu nlan yerine getir­
m ediği takdirde derebeyinin tım an geri alm ağa hakkı oluyor­
du. Y avaş y av aş belirli hale gelen ve çok azalan bu ödevler,
ü ç terim le ifade ediliyordu. - H izm ei, uyruğu derebeyini sa­
vaşta takibetm ekle ödevli tutuyordu, fakat sonunda bu, belirli
sayıda günlere (Fransa’da yılda 60 gün ) ve sınırlı bir mesafeye
indirildi. - YarcUm, âcil bir ihtiyaç anında uyruğu derebeyine
para verm ekle ödevli tutuyordu, ki töre gereğince bu para v er­
m e işi yalnız üç durum a m ünhasır tutulmuştu. - A dm a kurul
(conseil) denen ödev ise y a işleri hakkında görüşm elerde bu­
lunmak, yahut uyrukları arasındaki dâvaları görm ek için de­
rebeyinin divanında y er alm ak göreviydi.
B u töreler topluluğu (ki adına “ derebeylik rejim i” deni­
yordu ) kendilerini kralın uyruğu sayan ve rütbelerini ondan
tım ar halinde almış bulunan dük, kont, piskopos ve yüksek rüt­
beli Jbapazlar gibi ekâbire uygulanmıştı. Fransa’da yaratılan
bu rejim Avrupa’nın en büyük kısmında da taklid'edildi. İngil­
tere’de kral bütün geniş araziyi, tım ar olarak büyük derebey­
lerine dağıtmış, bunun karşılığında da onlan, kendi uyruklan
olan belirli sayıda şövalyelerin hizmetlerini kendisine tahsise
m ecbur tutm uştu ki, böylelikle kral en yüksek derebeyi v e bü­
tün krallığın kanunî sahibi haline geldi. Iskoçya kralı da sonh
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 137

radan bu rejim i taklid etti ve cogru Fransız aslından olup İngil­


tere’den gelm iş bulunan derebeylerine tım ar olarak arazi ver.
di. N orm an aslından olan Sicilya k rallan da bu rejim i Güney
İtalya’da yerleştirdiler.
A lm anya ile K uzey İtalya’da İm parator dük, kont, m arki
(yani sınır kontu) gibi kamu görevlerini tım ar olarak savaş­
çılara; piskoposluk, yüksek rütbeli rahiplik gibi dini rütbeleri
de din adam larına verdi. Bunlar İm paratorun uyrukları, ordu­
lar, mem leketin büyük arazi sahipleriyle şövalyelerini de ken­
dilerine uyruk yaptılar. Lâik’ler, yani din adamı olm ayanlar
kendi topraklarını oğullan arasm da payetm ek âdetini edindi­
ler; bu nlann herbiri de babasının unvanını aldı, bu yüzden
düklerin, kontların sayısı çoğaldı. D erebeylik rejim i daha son.
ra Danim arka’ya da girdi. İspanya’da -Fransız rejim ini muhar
faza eden K atalonya h ariç olm ak üzere,- tım ar genel bir âdet
haline girm iş görünm em ektedir, tım ar hakkı çoğu zam an fes-
hedilebilir halde kalmış, hom m age töreni ise sadece el öpmek-
Mtn ibaret bulunmuştu.
D erebeylik rejim inin ihdas edilm ediği ülkelerde de yüksek
sınıfı savaşan insanlar teşkil ettiler. - İsveç’te atlı hizmet, si­
lâhlanacak kadar zengin olan toprak sahipleri tarafm dan ya­
pılm aktaydı; N orveç’te bunların sayıları ç o k azdı ve ayaklanan
hür köylülerle sık sık savaşm ak zorunda kaldılar. - P olon ya’da
atlı savaşçılardan kimisi eski prenslerin torunlan olan büyük
to p r a k :sahipleri, kim isi de kraldan bir top rak almış olan hiz­
m etkârlardı; bunlar Litvanyalılara karşı D oğu sınırında bu­
lundurulan çok sayıdaki szTachta’yı teşkil etm ekteydiler.- Ru-
rik’in soyundan gelm e R u s prensleri arasında taksim edilmiş
topraklarda da adm a boyar denen birkaç büyük arazi sahibi
vardı; her bir prensin hizmetinde de süvarilerden meydana
gelm e bir m aiyet fdrujm a) bulunmaktaydı. Bunlar prensin,
hizmetlerine karşılık kendilerine verdiği toprağa yerleşmişlerdi.
Bilhassa yüksek sınıfı teşkil etm ekte olan savaş adamları,
Lâtince eski nobü es adı altında toplandılar ve bu ad ba.şlan-
gıgta hattâ Polon ya’da dahi Lâtince metinlerce kullanıldı;
sonra “rom an” dillerine ve hattâ İngilizceye geçti (n ob ility);
fa k a t bunu yalnız derebeylerine (lotct) m ahsus münhasır kıl­
dı; Alm ancaya da A del sözüyle çevrildi. A siller yahut zadegân
sonunda ötekilerden öylesine belirli şekilde a y n bir irsî sınıf
kurdular ki, başka sınıftan bir kim seyle evlenm ek denk insan­
lar arasında yapılm am ış bir evlenme sayılarak hoş görülm e­
138 A V R U P A M ÎLLBTL.ERÎNİN

mekteydi.
A saietm derecelei-i. — H epsinin tek ve aynı oldukları duy^
grusu oldukça kuvvetle yerleştiğinden bu, bütün asil aileler arar
sında evlenm eye İmkân veriyordu ama, bunlar arasında kö-
rev, unvan veya zenginlik bakımından yine de derin ayrılıklar
m evcut kaldı.
İlk Bira Lâtlnceye rex (kral) sözü ile çevrilen unvana sa­
hip taşanlara aitti ki, kam u iktidarından arta kalanla kavmin
savag şefliği ödevini ve derebeylik rejim ine tâbi ülkelerde de
en büyük §ef fsuzeram j vasfını bu rex (kral) elinde tutmak-
taydı. K ra l daim a bir savaş adam ıydı; ödevi em irler vermekten
ibaretti; itaat görm ek için de, silâhlı bir kuvvetle desteklenmiş
olduğu halde, bizzat görünm ek ihtiyacındaydı. İsveç ve N or­
v eç’te kral, ata binip mem leketi bir baştan öbür başa aşarak
saltanat sürm eğe başlıyordu ve bütün m em leketlerde de kral­
lar hayatlarının bir kısmını, m aiyetlerinde savaşçılar da oldu­
ğu halde, topraklarında dolaşm akla geçiriyorlardı.
Kam unun m enfaatini ilorilendiren kararlar alm ak için kral­
lar, kendilerine itaat etm ekte o la n . savaş şefleriyle yüksek
rütbeli papazları kurul halinde topluyorlardı. Adaleti çevrele­
rinde bulunan ve adına Lâtinceden gelm e coup denen şahıslar
m arifetiyle tevzi ettiriyorlaı-dı. R esm î evrak yazdırm ak ve
bu nlan m uteber hale sokan balmumundan m ühürle mühürlet­
m ek için bir sansölyelikleri vardı. Bir de hâzineleri vardı kl
para, mücevherler, arşivler burada saklanıyordu. K rallar çok
büyük araziye sahiptiler, buralarda yetişen ve bilhassa ayniyat
olarak alınan ürünler, çevrelerindeki insanları doyurm ak için
kullanılıyordu. K rallann çok değişik önem de olan nakdî resim ­
ler toplam ağa hakları vardı. B u gelirler özel m em urlar tara­
fından idare edilm ekteydi v e bunların hesapları da kralın sara­
yında gözden geçirilm ekteydi.
K ralın unvanı kendi şahsına bağlıydı; ölünce, kendisinin
yerine kim in geçeceğini kararlaştırm ak gerekiyordu. Bu m ese­
le çeşitli şekillerde halledilm ekteydi. Genel olarak babanın du-
nım unu bir m iras saym ak âdet olduğundan, onun tabiî miras­
çısını, yahut hiç değilse ailesinin bir ferdini kral olarak kabul
etm ek tabiî bir şeydi. Bu da kral hanecUmımn vücut bulması
g ibi bir sonuç doğuruyordu. F akat irs yolu her zaman İçin
kesin bir hal çaresi teşkil etm iyordu. K ral birkaç erkek evlât
bıraktığı zaman, unvan bunlardan ya bir tekine geçetaliyor,
yahut Ispanya’da olduğu gibi bunlar arasında taksim edilebili­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 189

yordu (R u sya’da çocuklar prens adını alıyorlardı). K ral, savaş


gefi olam ıyacak kadar küçük yasta bir erkek evlât bırakmışsa
y a ailenin reşit bir ferdi, y a da vasiye sahip çocuğru kendisine
halef oluyordu. K ral sadece bir kız evlât bırakm ışsa bu kızın,
babasınm yerine geçip geçm iyeceğini kararlaştırm ak, geçtiği
takdirde de bu kıza bir k oca seçm ek yetkisine kim in sahip olar
cağını tesbit etm ek gerekiyordu.
K ralın soyu tükendi mi, halefini seçm ek (Lâtincede eligere)
gerekiyordu. Bu i§ bilhassa büyük şahsiyetler arasında, bazen
savagçılar kalabalığı da hazır bulunduğu halde, yapılan bir
tartışm adan ibaret oluyordu; çünkü seçm ek vasfını haiz olan­
ları tayin edecek h içbir belirli kural ve nizam yoktu. Şüpheli
hallerde tahta hak iddia eden birden fazla insanın herbiri ken­
di taraflarıyla m eydana çıkıyor, kralın yerine kim in geçeceği
bir savaşla kararlaştırılıyordu. Tahta hak iddia edenler, kral­
lığının büyük şahsiyetlerini kendi taraflarına çekebilm ek için
onlara bir takım vaidlerde bulunm ak zorundaydılar k i bu, ye­
ni kralın iktidarını azaltıyordu. N itekim Ispanya’da, Bohem ­
ya’da, P olon ya’da, sonraları Alm anya ve M acaristan’da bu hal
m eydana çıktı. Bu yüzden de kralın gerçek iktidarı, kral hane­
danındaki doğum ların tesadüflerine bağlı kaldı.
K rallardan sonra eski bir hizmet unvanına sahip büyük
şahsiyetler (dükler, kontlar, m arkiler), yahut da lâtince pri/n^
cep9 denen (prem ier yani “birinci’ anlam ına ki Alm ancaya
F ü rst diye çevrilm iştir, prens) m üphem bir unvanla gösteri­
len kim seler geliyorlardı. Bunlann her biri, ön ce F ransa’da,
sonra da İtalya ve A lm anya’da, kendi top raklan üzerinde fiilen
bağım sız hale gelmişlerdi. Çok büyük topraklara, birkaç ta h .
kim li şatoya, kalabalık bir hizm etkârlar ve kâhyalar zümresi­
ne sahip bulunmaktaydılar. Bunların, bazen bir kralınkine ben­
zeyen sarayları, oturduklan şehirdeydi ve gerektiği zaman uy­
ruklardan m eydana gelm e küçük bir ordu tophyabilecek ka.
biliyetteydiler.
Prenslerden bir derece aşağıda da resmî unvanlan olm a­
yan çok büyük arazi sahipleri vardı; faka t bunlar yine de biı^
çok uyruklan olan birer derebeyi idiler; B atı’da adlan na baron
yahut sir (Alm ancada Herr), Ispanyolcada Tİcos hombres (zen­
gin adamlar) denmekteydi. K ralm h içbir bağımsız prensliğin
kurulmasına izin verm ediği İngiltere’de, Ispanya’nın çok kü .
çük krallıklarında, hattâ dük ve kont unvanım haiz aynı şah­
siyetleri, bu rütbenin içine sokm ak m üm kündür; n itek im Doğu
140 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Avrupa'daki R u s boyar’lan, M acaristan ve Polonya’da adlanna


Lıâtinceden gelm e olarak m agnats {m agnus, yani büyük) de­
nen derebeyleri de yine aynı kategoriye sokulabilir.
X II. yiizyılın sonuna kadar asiller zümresi bir derebeyinin
uyruklar^ olan, silâh v e teçhizata sahip v e silâhtarlar tarafm ­
dan hizm et edilen şövalyeler tarafından m eydana gelmekteydi.
Bunlar Lâtince m iles g ibi mütevazı bir ad taşım ağa devam edi­
yorlardı am a zenginliklerinin artm asıyla bir köye sahip mahal­
lî şefler haline geldiler. Bu köyü, sahip ve efendi sıfatıyle idare
ediyorlardı. A y n c a surla çevrili bir tahkim li şatolan da vardı
ki, köylüleri için sığınak vazifesi görm ekteydi. Hizm etkârları
ve kiracılan bunlara “ senyör” diye hitabediyorlardı, İspanya’da
(Lâtince dom m vyta.n gelm e) don adını taşım aktaydılar. Bun­
la n n sayısını bilm ek im kânına sahip değiliz; yalnız Ingiltere
bundan hariçtir, zira burada 1170 te yapılan bir soruşturma
bunların sayısını 5.000 ile 6.000 arasm da olarak tahm in etm ek
im kânını verm ektedir. Bunlar A lm anya ve bilhassa Ispanya’ya
g öre F ransa ve İtalya gibi zengin m em leketlerde herhalde da­
ha ç o k , sayıda idiler.
Son sınıfa da çeşitli sebeplerden aşağı rütbede olan savaş
adamlarını yerleştirebiliriz. B irkaç belgenin tetkikinden anla­
şıldığına göre o zam anlar at üzerinde m ızrakla »savaşan, fakat
ne koruyucu zırha, ne de silâhtara sahip olan savaşçılar vardı
ve bunlar belki de tahkim li m evkileri savunm ak için kullanı­
lıyorlardı. A lm anya’da yüksek rütbeli rahiplerle kralın hizme­
tinde ad lan n a D ienstm annen (Lâtincede m inisterkıles) denen
şövalyeler kalm ıştı ki eski serf’lerin soyundan gelmeydiler.
Bunlar tım ar sahibi değildiler, efendilerinin evlerinde oturu­
yorlardı v e onu terketm eğe hakları yoktu. En az medenileşmiş
mem leketlerde, savaşçıların çoğu h a fif atlara binm iş olduklan
halde koruyucu bir zırh giym eksizin k ılıçla savaşıyorlardı.
Bunlar, Polonya’da szlachta savaşçıları, M acaristan’da “n efî-
riâm ” (toptan seferberlik) halinde hizm et eden süvarilerle Is­
panya’daki hidalgo’\ardı, krala hizm et etm ek ve adalet m ec­
lisinde hazır bulunm ak ödevindeydiler.
Şövalyeler X II. yüzyıldan itibaren bir sınıf teşkil ettikleri
duygusunu edinm işlerdi ki bunun adına şövalyelik deniyordu,
sonra hemen bütün hristiyan m em leketlerde bu, yayıldı. Şöval­
yeliğe an cak bir şıövalye tarafından kabul edildikten sonra gi-
rilebiliyordu. Bu vesile ile bir de tören yapılıyor, yeni girene
şövalye silâhlarıyla alâmetleri veriliyordu. Yalnız şövalyelerin
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 141

oğullarını kabul etm ek âdeti, gövalyeli&i irsi bir topluluk ha­


line getirdi. K abul töreni ise prensin sarayında kutlanan bir
genlik; haline geldi: Bu vesile ile prens, birkaç kişiyi birden şö­
valyeliğe kabul ediyordu.
X H I. yüzyıl boyunca asiller sm ıfı epiy genişledi. X I. yüzyıl­
da sadece şövalyenin bir uşağı olan ¿cu yer (yani kalkan taşıyı.
Ol) ye sonunda gentühom m e (iyi aileden adam ) adı verildi ve
o da asil sayıldı. Silâhlanmak ve bir şövalye gibi hayat sürmek
için yeter derecede im kânlara sahip değildi ve bütün öm rünce
ecuyer, İngilizcede squire, Alm ancada E d elkn echt (asil ugak)
olarak kalıyordu. Ne silâhtan, ne de şatosu vardı; fak a t tı­
m ar olarak bir toprağa, tahkim li bir eve (Fransızcada manoir,
İngilizcede m anor) sahipti; ayrıca kiracıları da vardı ki ona
kendi derebeyleri, efendileri gözüyle bakıyorlardı. B ir şövalye
birkaç oğul bırakarak öldüğü zaman, mirası genel olarak eşit­
siz bir halde pay edilmekteydi. Büyük oğul en büyük payı alı­
yor, m irasçılar da bir şövalye için gerekli servete sahip olm a-
dıklanndan ¿cuj/er olarak kalıyorlardı.
E cu yer diye vasıflandırılan gentilhom m e’Xwc daha aşağı
rütbedeydiler am a öteki asillere göre çok daha yüksek sayıda
olduklanndan, asil sınıfın büyük çoğunluğunu teşkil ettiler.
Hemen hemen bütün yüksek ailelerin soyları tükenm iş oldu­
ğundan, A vrupa’da eski aâaletiıi kalıntıları ecuyer’lerin torun­
ları sayesinde m uhafaza olunabilmiştir.
Asillerin hayatı. — A vrupa asilleri dünya tarihinde e§i gö-
lülm em iş bir tarzda hayat sürüyorlardı ve öteki sınıfların da
uydukları bir örnek verm ig olduklanndan, bunlar zamanımıza
kadar gelm iş olan bir takım âdetler ve hattâ duygular yarat­
tılar. Kendilerinin ast’ları olan köylülerin ortasında, arazilerin­
de yaşıyorlar, ancak ata binm eği ve silâh kullanmağı öğreni­
yorlar, bilhassa avlanmakla, u fak-tefek savaşlar yapm akla va­
kit geçiriyorlardı. Ne okuma, ne de yazm a biliyorlardı; fakat
rütbeleri ve kuvvetleri dolayısiyle kendilerini üstün görm eğe
alışkındılar. Bunlar beden idmanlarını ve köy, kır hayatını ye­
niden rağbet edilir hale soktular. Asilin evi olan sato, ki bir
savunm a v e hâkim iyet m erkeziydi, saygıdeğer bir mesken m o­
deli olarak kaldı. İngiltere’de kral, uyruklarına kendi aralan n ­
da savaşm ağı y asa k etmişti, bunun üzerine de bu m em leketin
gentilhom m e’la n şövalye sıfatiyle silâh kuşanm ak isine son
verdiler, hattâ savaş, silâhlan da taşım az oldular. Fakat, ata
binm ek ve avlanm ak gibi barış zamannım işlerinden ibaret ka­
14 2 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

lan şa to hayatı lîngriltere’de imtiyazlıların hayatj olarak kaldı.


B u hayat tarzı şimdi daJıi A vrupa’mn bütün m em leketlerinde
asil sınıfın daimî vasfı olarak kalmaktadır.
Savag asiller tarafm dan bir felâket değil, bir zevk, hattâ
bir zenginleşm e vesilesi sayılm aktaydı: Savagta insan hasmının
toprağını yağm a etm ek im kânını buluyor, yahut hasmını esir
edip ondan bir fidye alıyordu. Bazen de aynı memleketin asil­
leri arasında önceden tertiplenen bir vuruşma, savaşın yerini
tutuyordu. B u da toum oVnm eski şekli oldu, ki savaş silâhla­
rıyla çarpışan iki taraf, yere yıktıkları kim seleri esir alıp bun­
lara fid y e ödetiyorlardı. Başka bir çarpışm a şekli olan ve
EVanklar tarafından bir adalet usulü olarak kullanılan düello
da A vru pa’nın büyük bir kısm ında âdet haline geldi. Düello
yeni bir duygunun, şahsî ş er ef duygusunun etkisiyle yayıldı.
Asil bir kim se şövalye ahlâkının nizamlarına, kurallanna uy­
gun şekilde hareket etm eği kendine ödev biliyordu ama, kendi­
sine şövalye muamelesi edilsin istiyordu. Cesaretinden veya
dürüstlüğünden şüphe edildi mi, bunu bir "şeref meselesi” har
line getiriyor; hakaret gördüğü, hattâ sadece yalancı çıkarıl,
dığı zaman, kendisini tahkir eden kim seyi düelloya davet edi­
yordu.
Terbhte v e nezaket. — H er mem lekette prenslerin sarayla­
rı, asillerin toplandıkları ve hal ve gidişlerine çeki-düzen v er­
m ek İçin örnek aldıkları birer m erkez haline gelmişti. Bu sar
raylarda, savaşla hiç m ünasebeti olm ayan bir âdet teşekkül et­
ti. Saraya m ahsus hal ve tavırlar, terbiye! ve îıezaket denen
seyl m eydana getirdi ve bu yüzden, savaş adamlarının kaba sa.
ba halleri aşırı görülm eğe başlandı. N ezaket konuşma, giyin­
me, toplum da davranış, eğleniş tarzlarını değiştirdi; hattâ duy­
gular ve hal v e gidiş üzerinde bile etki yaptı. Fransa’da doğan
moda,, Fransız edebî eserleriyle beraber, öteki A vrupa memle»
ketlerinin saraylanna, sonra da asilleri araşm a yayıldı.
B arbarlann gelişindenberi şefin ev hizmeti şerefli bir i§
haline girm işti v e asiller yeni yetişen oğullarını page yahut
¿cu v er olarak yetişsinler diye prensin yahut eşi olan hanımının
hizm etine yolluyorlardı.
B u da, erkeğin kadına karşı olan tavrım değiştiren bir
duygunun menşei oldu. A sya ile eski ça ğ A vrupası’nm bütün
m edeni kavim lerinde kadın, erkek tarafından aşağı, tâbi ve
itaatkâr bir yaratık muamelesi görm üştü. Saraylarda ise tersi,
n e olarak prensin eşi, evinin sahibesi olan, onun page^a.rm,B, ve
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 143

¿ctta/erlerine em ir verm eğe alışık bulunan, rütbece ve yaşça


kendilerine üstün ham'ima’ a., bu delikanlılar saygı İle bakar ol­
dular. Cinsiyetler arasındaki bu yeni münasebet şeklinden eski
bir ad altında yeni bir duygu, “ nâzik, saraylara m ahsus (cour-
tols) a§k” doğdu v e bu ,ilkin Güneyli birkaç saz şairi, daha
sonra da (X II. yüzyılın bitim inden önce) daha belirli bir şe­
kilde Şam panya K ontesi’nin hizmetindeki bir şair tarafm dan
ifade edildi. Sonra kurallar haline sokuldu ve (Breton devrin,
deki) m acera rom anlarıyla m oda haline geldi.
O zam ana kadar erkek tarafm dan hissedilen aşk, sadece
arzudan (G rekçe E ros, Lâtince Cupido sözlerinin anlamı budur)
İbaret kalm ıştı ve eski çağ yazarları şefkatli ve saygrılı bir aş­
kı yalnız kadına m ahsus bir şey g ibi tasvir etmişlerdi. Nâzik
(cou rtois) aşk, g'enç asilzadenin hanıma, kelim enin tam anlar
m ıyla m etrese (m aîtresse) karşı ifa ettiği saygı ve itaat dolu
bir hizm et haline greldl (Sonradan bu metres = maîtresse sö­
zünün anlamı tam am en değişm igttr). Bu da tıpkı uyruğun
efendisi olan derebeyine gösterdiği v e fa v e bağlılık örnek alı­
n arak ifade edilm ekteydi ve itaatkâr fiillerle ispat edilm ek ge­
rekti. Alm ancada bunun adına M inne v e F rauenâienst (hanı­
mın hizm eti) adı verildi. Bu hizm et kadına değil, hanım a hita-.
bediyordu. B öylece de kadınlara üstün yaratıklar muamelesi
yapan, on lan başköşeye oturtan veya öne geçirten, on lan n eli­
ni öpm eği lüzumlu kılan ve adına galanterle (zerafet, nezaket)
denen saray âdeti doğm uş oldu.
Bu nezaket v e zerafet, saray hanım lanyla olan münasebet­
lere nâzik, ince bir takım saygı seklileri soktu ki bunlar son­
radan asillerin, peşinden de burjuazinin âdetleri arasına girdi.
Nezaket, erkekleri hanım lara karşı çok belirli ihtim am lar gös­
term eğe m ecbur tutarak, kadının toplum daki yerini yükseltti.
D inin bunda h içbir rolü yoktu, çünkü erkeklerin ne D oğudaki
hristiyan kadınlara, ne de Avrupa’daki halk kadınlanna kargı
hal ve gidişlerinde bir değişiklik olmadı. OrtJaoağ asaletinin
bıraktığı en devamlı miras, işte bu olmuştur.
V III

ŞE H İR L E R , Z A N A A T L A R ; T lC A R E T

K öylerde oturm akta olan asillerle köylüler arasmda. çok


büyük bir seviye farkı vardı. Fakat X I ve X III. yüzyıllar ara­
sında, geçm işte eşi görülm em iş yeni bir sınıf teşekkül etti: Bu
sınıf köylülerden üstün, asillerden aşağı idi; onun etkisiyle
A vrupa toplum u kendisini bütün öteki toplum lardan belirli şe­
kilde ayırdeden hüviyeti edindi.
Şehirlervn kurulması. — X I. yüzyıla kadar A vrupa şehiı^
leri üzerinde hemen hemen hiçbir belgeye sahip değiliz ve bun­
la n n nasıl doğduklan bir tartışm a konusu olarak kalm akta­
dır. R om a İm paratorluğunun şehirleri bir piskoposa sahip ol­
m ağa devam ettiklerine ve R om a devrindegi adlarını (cité, cir
vltâ, ciudad) m uhafaza ettiklerine göre, aralıksız meskûn ol­
m ağa devam ettiler. Manastırların topraklarıyla büyük dere­
beylerinin oturdukları yerler, nufus topluluklannın merkezleri
haline geldiler. H attâ F ransa'da toprağın adı neyse, bütün şe­
hirlerin a d lan da o olarak kalm ıştır (Fransızcada “ şehir” an­
lam ına olan “ville” sözünün aslı da Lâtincedeki bu villa keli­
m esidir). Avrupa’nm geri kalan kısım lannda şehirler bir pis­
koposun, bir rahibin ya da kudretli bir prensin m a karn olarak
m eydana getirildiler. Ingiltere ve Alm anya’da bu n lan n çoğu,
DanimarkalI veya M acar istilâcılara karşı koyabilm ek için,
birer garnizonu bulunan, tahkim li birer şehir halindeydiler.
Şehirler her tarafta küçüktüler, çok dar bir surun içine top­
lanm ışlardı ve içinde de an cak orayı kendisine m akar ittihaz
etmiş olan büyük şahsiyetin hizm etkârlarıyla savaş adam lan
oturm aktaydı. E n kalabalık şehirler, K onstantinopolis ile m ü­
nasebet halinde olan birkaç Italyan şehri v e bilhassa A m alfi ile
V enedik’ti. Venedik, istilâdan masun kalm ak için göllerde ku­
rulmuş 12 köyün birleşmesinden m eydana gelmişti.
Belki de sâkinleri daha kalabalık ve daha az yoksul hale
geldiklerinden, X I. yüzyılda şehirlerin durum lan değişm eğe
başladı. İlerlem e ilkin Fransa’nın Güneyindeki birkaç şehirle
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 145

İtalya’nın Piza, Cenova, Venedik g ib i şehirlerinde görüldü. Bu


sonuncular Bizanslı veya müslüman D oğu ’nun ç o k daha büyük,
çok daha zengin şehirleriyle ticaret yaparak zenginleşmlgler.
dİ. D eğişm e X II. yüzyıldan itibaren Fransa’da, sonra Alm anya
v e İngiltere’de, daha sonra da D oğu A vru pa’da m eydana gel­
di. Sonunda şehirler birkaç üstünlüğe sahip oldular ve bu, on­
ları köylerden ayırdetti.
Şehir, Cerm ence burg, borough ( “rom an” dilinde de hourg,
borgo) diye adlandırılan tahkim li bir duvar (su r) la çevriliydi.
Şehir, sakinleri arasında çarpışm alar çıkm asını da önlüyordu,
çünkü şehir için savaşm ak yasaktı. Bu inanca, sur dışındaki
bir fersanlık bir çevrenin içinde de şâmildi (“ kudret” anlamı­
na ban, "fersah ” anlam ına li&ue kelim elerinin birleşm esiyle sur
dışındaki bu alana banlieue (banliyö) denilm ekteydi).
Şehir aynı zam anda bir pazaryeriydi. K öyler halkı buraya
gelerek şehirlilerin beslenme, giyinm e, ısınm a için m uhtaç o l.
du klan m addeleri satıyorlar; kendileri de buradan sanayi ve
ticaret eşyası alıyorlardı. Şehrin sahibinin bu alışverişte men­
faati vardı, çünkü satışlar üzerinden resim almaktaydı. K ralın
derebeyleri üzerinde bir iktidarı m uhafaza etmig olduğu mem­
leketlerde, bir pazar kurm a haklcını sıncak kral veriyordu.
Şehirde aynı zamanda, kendi çevresindeki dâvaları gören
bir m ahkem e bulunmaktaydı. Kralın bir kamu otoritesini mu­
h afaza ettiği İngiltere, Alm anya, İspanya, D oğu A vrupa gibi
m em leketlerde kral adaleti kendi adm a tevzi etme ödevini, geh.
rin sahibi olan derebeyine bahşediyordu.
Şehir bir sığınaktı ve burada oturanlar, köylerde olduğu
gibi, şehrin hâkiminin keyfî iktidarına tâbi değildiler. İlkin hür
top rak sahiplerinin ve savaş adam lannın kalmış bulundukları
İtalya v e Güney şehirlerinde bir töre teşekkül etti ve bu, dere­
beyi ile olan münasebetleri tanzim etti.
Fransa’nın Kuzeyinde ihdas edilen yeni bir usul de, andla
kurulan “yeminli kam un” oldu (Zaten o devirde bütün kamu
m ünasebetleri yem ine dayanm aktaydı); fakat bu, bir "a st” tar
rafından girişilen taahhüt değil, birblrleriyle eşit olanların top­
lu halde fcon ju ra tioj, birbirlerini karşılıklı savunmak için yap­
tıkları yemindi. E n eski kam unlar bura sâkinlerinin, öteden-
beri bir rahip olan, derebeyine kargı yapılan ayaklanm alar so­
nucunda m eydana gelmişlerdi. Sonraları bu usul, derebeyi ile
yapılan bir anlaşm a şeklini aldı kİ bu anlaşma, çoğu zaman
F .IO
146 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

öteki sshirlerin fermanU imtIyaBİan (chart», Lâtince carta) ör­


nek tutularak verilen, daha doğrusu satılan, bir ferm anlı im.
tiyaz seklinde yapıldı.
D aha sonra ve bilhassa X III. yüzyılda boş bir topra&a sa­
hip bir kral yahut bir prens, burada bir gehir kurdu ve her* sâ-
klîie tahkim li surun içinde ev yapm ak için bir asla, şehir do-
laylan hda ;da ekin İçin tarlalar vererek buraya ahali celbetti.
B ir umumî plâna g öre kurulm uş olan gehrin, dik açı şeklinde
kesigen sıra sıra sokakları, ortasında da umumî bir meydanı
vardı. Do&u A vrupa’nm şehirsiz bölgelerinde krallarla yük-
sek rütbeli ruhaniler de gehirler kurdular ve bunlan, dışarıdan
srelen kolon’lar, bilhassa Alm anlarla iskân ettiler, onlar da dil­
lerini v e törelerini m uhafaza ettiler. Derebeyinin yetkisi gayet
titiz bir seklide sınırlandırıldı; yahut da kendisinin, bazen zım­
nî olan, m uvafakatiyle ortadan kaldırıldı. Bu iş imtiyazlı bir
ferm an (charte, carta) gekll altında yapıldı ki bunda, gehir hal­
kının h ak ve ödevleri birer birer sayılmıg bulunmaktaydı. Bu
ferman, gehlr halkını en ço k rahatsız eden ve onları şahıslan
yahut m al-mülkleri bakım ından derebeyinin yalıut k âh y ala n .
nm keyfine tâbi bırakan yetkileri daim a sınırlıyordu. B u fe r ­
man para olarak ödenecek kiralarla yıllık tımar, yiyecek mad­
delerine elkoym a yahut bunlan veresiye satınalma hakkını,
satıglarla miraslar üzerinden alınacak harç ve resim leri gayet
dakik bir gekilde tesbit etmekteydi. A y rıca para cezalannı da
tafsilâtlı bir ta rife ile nizam a bağlıyordu: Bu tarifede h er tür­
lü suç ve yara çeşitleri sayılm ış ve malların müsaderesine yol
açan suç ve cinayetler tesbit edilmigti. K eyfiliğe kargı olan ve
adjna Ubert& — h ün ^ yet denen, bu tem inat, bütün hakların tö.
reden gelm ekte olduğu o devirdeki usulün tersine olarak, yazılı
bir nizam la ihdas edilmiş bulunmaktaydı.
Şehirlerin idaresi. — H er gehirdeki rejim , bu gehrin sahi­
bi, efendisi tarafından sakinlerine tanınm ış olan hakka bağlı
bulunm aktaydı; onun için bu rejim çok değişik oldu ve zaman­
la aynı gehrin içinde değiştiği görüldü. Bu değigikliğin, gehrin
önem iyle hiçbir ilgisi yoktu. X III. yüzyılda A vrupa’nm en bü­
yü k şehri olan Paris, yüzlerce kasabaya göre daha az haklara
sahipti.
B3n bağım sız şehirler artık im paratorun hiçbir yetkiye sa­
hip bulunmadığı im paratorlu k ülkelerinde bulunmaktaydılar
ki bunlar ilkin K uzey İtalya, daha sonra da piskoposlarını kov-
muş olan Alm anya şehirleri oldu ve “ serbest şehirler” adım al­
M UKA.YESELÎ T A R İH İ 147

dılar; a y n ca İm paratonın arazisi isinde bulunan ve adlanna


"İm paratorluk şehirler" denilen şehirler de ba&ımsızdılar. D o­
ğu A vru pa’daki Danzlg:, R u sya’daki N ovgorod ve P sk ov gibi
birkaç ticaret §ehri de bağım sızlıktan yana ötekilerden agağı
kalmadılar. Bunlar, tıpkı bir prens yahut yüksek rütbeli bir
ruhanininki gibi yetkilerle sahip, egemen cum huriyetler haline
geldiler.
Şehirlerin çoğu İse böyle bir bağım sızlık derecesine erişe­
m ediler ve -kral, prens, yahut rahip olan,- eski efendilerine târ
bi plarak kaldılar. Tıpkı uyruğun derebeyine kargı olduğu g i­
bi, bu şehirlerde de sadakat yem ini yapm ağa, savaş hizmetinde
ve para yardım ında bulunm ağa m ecburdular. F akat şehrin
şeflerini seçmek, silâhlı bir m ilis kurmak, savaş yapm ak, vergi
toplam ak, bütün dâvalan yargılam ak gibi hakkı vardı. K udre­
tinin alâm eti olarak şehir bir mühüre, bir saraya, bir darağa-
oına, hazînesi için de bir kasaya sahip bulunuyordu.
D aha a§ağı derecede İse, derebeyinin sâkinlerine kendile­
rini İdare hakkını tanımaksızın ödevlerini nizam lam ak hakkını
tanımış olduğu şehir geliyordu. Onun için bu şehir derebeyinin
(adına “vali” anlam ına baUU veya p7-Ğvöt denen) bir memuru
tarafından İdare ediliyordu kl bu, milise kum anda ediyor, zâ.
bıta tedbirlerini alıyor ve adaleti tevzi ediyordu. Hemen hepsi
kralla ait bulunan İngiliz sehlrleröıln ve Fransa’da da kralın
arazisine dahil şehirlerin mutad rejim i bu oldu.
Kendilerini idare yetkisine sahip şehirler bu yetkiyi çeşit­
li cinslerde şeflere icra ettiriyorlardı. Egem en cum huriyetler
Alm anya’da adına Rath, İtalya’da ConsigUo, yahut da egemen­
liği gösteren bir isimle Seigneurie denen bir “ küçük kurul”
a sahip bulunmaktaydılar. Bu kurul savaşı İdare ediyor, zâbı-
ta tedbirlerini alıyordu. Yalnız V enedik’le Cenova doge (düka)
unvanına sahip, faka t fiiliyatta kurulun hükm ü altına girmig
bulunan bir şefi m uhafaza etmişlerdi. M üşterek işleri İçin İse
en zengin ailelerin reislerinden teşekkül eden “ büyük kurul”
toplanıp karar veriyordu. Bütün halkın katılm asıyla meydana
gelen genel kurul İse nâdiren ve bilhassa şeklen toplanıyordu.
B ir derebeyine tâbi gehirler de buna benzer bir İdare şekil el.
de etmlglerdi.
Milise kum anda etmek, toprağı ve gelirleri idare etm ekle
görevli şefler kısa bir zam an (genel| olarak bir yıl) İçin tâyin
ediliyorlardı. İtalya ile Fransa’nın Güney’inde bunlara consuî
(konsül) deniyordu; bunlar, 2 veya 3 ten 10 a kadar olm ak üze-
148 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

1’© deèleik sayıda idiler ve adaleti meslekten yetlgme yargıgla-


n n yardım ıyla tevzi ediyorlardı. Fransa İle Ingfiltere’de genel
olarak tek olan gef, arazinin kâhyasına verilm iş olan major
(Fransızcada m aire) adını m uhafaza ediyordu. Yardım cıları
da (A lm ancada S chöffe, fransızcada éch evin s) kendisiyle! bir­
likte "municipalité” yi (şim diki anlam da: belediye) tegkil edi.
yorlardı. Ispanya’da şehir, segim yoluyla iş başına gelen ve
A rap ça alcade (E l Kadi, kadı), adını taşıyan tek bir şefle idare
edilmekteydi.
E şra f kurulu vergilerin alınması, savaş, nizam lar gibi ge­
nel m ahiyetteki işler h ak k ır^ a karar veriyordu. H alk ise an­
cak önem li ve vahim vesilelerle genel kurul toplantısına ça&ı-
rılmaktaydı. A ntik çağ sitelerindeki gibi ü ç organdan m ürek­
kep bu idare Alm anlar tarafından D oğu Avrupa'nın yeni şehir­
lerine götürüldü.
Şehirlerin sâhimleri. -— Şehirlerde menge ve durum bakı-
mıîıdan değişik olan bir insanlar topluluğu meskûndu ki bunlar
Lıâtincede burgenses, Fransızcada bourgeois (burjuva) diye ye­
ni biri ad altında birleşmişlerdi.
İtalya’nın ve Güney’in en eski şehirlerinde daha X I. yüz­
yılda, mAlites (şövalye) diye vasıflandırılan küçük bir savaş
adam lan ve ev sahipleri; azınlığı vardı. K uzey İtalya’daki şe­
hirler kendi dolaylarındaki şatolara karşı seferler tertipliyerek
asilleri d e gelip şehirde yerleşm eğe zorlayınca, bunlann sayısı
arttı. B u asiller tahkim li evler inşa ettirdiler, K am un’un, üye­
leri oldular ve K urul erkânı ,mllis şefi olarak da K am un’u ida­
re ettiler. X V . yüzyılda bir İtalyan, İtalya’da asiller şehirlerde,
öbü r m em leketlerde ise köylerde oturduklarından, İtalya’daki
şehirlerin daha^ zengin oldukları yolunda bir mütalea ileri sü­
rüyordu.
A vrupa’nın geri kalan kısm ında asiller, prensin yahut pis­
koposun hizmetinde olarak şehirde yaşadıklan zam anlarda da­
hi, buranın kam u hayatına yabancı kalıyorlardı. F akat hemen
h er yerdeki şehirlerde ya köylerdeki topraklannm geliriyle, ya
da şehirdeki arsalann a yaptırdıklan evleri için ödenen kira­
larla, çalışm adan yaşayan birkaç imtiyazlı m evcut bulundu.
ıgehlr diye vasıflandırılan yerlerin çoğu, X III. yüzyılda da­
hi ,eski köyler y a d a yeni kurulmuş tesislerdi ve bunlann sâ­
kinlerinin hemen hepsi, banliyödeki tarlalann ekim inden veya
otlaklardan geçiniyorlardı. Bunlar, ad lan n a Fran sa’da bourg,
A lm anya’da Landstadt denen bütün tahkim li yerlerin halkıydı
M UKA-TESBLt T A B tH i 149

(ki A lm anya’da bu nlann sayısıjS75 ti). Hattâ en büyük şehir­


lerde bile, X V . yüzyılın sonuna kadar birçok ahır ve samanlık
kalmıg bulunm aktaydı ve resmî makamlar, İneklerle dom uzla­
rın sokaklarda dolagm alannı yasak etmlg bulunuyorlardı. B u r,
ju v a diye vasıflandırılan insanlann çoğu rençberdi am a vilain’-
lerden (köylülerden) a y n bir durum lan vardı.
Eski şehirleri daim a ve bilhassa, gehrin hâkiminin, yani sa­
hibinin hizmetinde bulunan ugaklar ve zanaatkârlarla iskân et­
m ek grerekmigti. X II. yüzyılda ortaya zanaatlcârlardan ve tâ -
cirlerden m eydana gelm e yeni bir çegit n ufu s çıkm aktadır ki,
bunun -menşei bir tartıgma konusu olarak kalmıştır. Bunlann,
m allannı satm ak için nerede müşteri bulduklannı bize hiçbir
belge blldirm em ektedir. Hemen hemen bütün zenginliği ver­
m ekte olan toprak, ancak ticarete elverişli olm ayan, aynî ge­
lirler sağlamaktaydı. X . yüzyılda çok nâdir olan paranın,
X II. yüzyıldanberi daha bollagtığı şüphesiz görünm ektedir (1).
Toprağın yetiştirdiği maddeler de ondan sonra para kargılı-
ğında satılabilir olm uşlardır; çok büyük araziye sahip prens­
lerle yüksek rütbeli ruhaniler, m üminlerden ondalık v e sadaka
alan papazlar, öteberi satın alm ak im kânını edinmişlerdir. Bun­
ların oturduklan şehir, köylerin muhtaç olduğu ürünlerini sa­
tın alıyor ve para«ını, yine köylülerden topladığı her çeşit ver.
gilerle ödüyordu; zanaatkârlar tarafm dan yapılan yahut tâ cir ­
ler taı-afmdan^getirilen eşyanın bedelini ödem ek için de bir pa­
ra fazlası kalıyordu.
Fiiliyatta, birkaç büyük ticaret limanı hariç, bilhassa târ
cirler ve zanaatkârlarla meskûn bütün şehirler, arazi bakım ın­
dan ç o k zengin olan (kral, dük, kont, rahip gibi) bir şahsiyetin
m a k a m idiler v e gehrin büyüklüğü de, arazisinin büyüklüğüne
veya verim liliğine bağlıydı. Başlıca gahirler Lom bardiya’nm
verim li ovalarında ve daha sonra da Flander’in iyi ekilip biçi­
len köylük bölgelerinde m eydana gelmişlerdir. Satıcılara, zar
naatkârlara ve tâcirlere'geçim im kânını sağlıyanlar, gehrin sa­
hibi ile çevresindeki insanlaı- olmuşlardır. Bazen tâcirler, dere,
beyinin yagadığı surun yanm a yerlegmiglerdir, ki adı “ köprü”
dem ek olan B ru gge’de bu, böyleydi; daha sonra da R u sya’da
surun (gorod.) çevresine yerlegmiglerdlr.

(1) Param IsTccmdinaAİ memUshetlerine £fötürm4lş olan Nor<


mtm’Umn, ticaret yaparak bunu yeniden tedOMİUe koyduklarım
ta^mM edenler bvl'm'mustur.
İBD A V R U P A MlLlıBSTLBRtNİN

Şehirlerde müşteriler bulmuş olan zanaatkârlar belki de


kısmen derebeyinin hizanetinde olan kim selerin soyundan gel­
m eydiler v s kendi hesaplarına çalıgm ağa başlamış bulunuyor­
lardı. F ak at bunlar arasm da bilhassa dışarıdan gelenler de var­
dı kl y a hür insanlar, ya da âzad edilmiş serf’lerdi; çünkü şe­
hirde yerleşen her İnsan burada bir müddet (genel olarak bir
y ıl) oturduktan sonra hür oluyordu. Müşteri tabakası zengin­
leştikse bu gelenlerin sayısı da arttı; çünkü müşteriler bilhas­
sa lüks eşya, zırhlar, çuha kumaşlar, kürkler ve m ücevherler
İstihlâk ediyordu.
Zengin burjuvalar olan kıyı şehirlerinin arm atörleri (gemi
donatıcıları) hariç, tâcirler ilkin taşıt işleriyle meşgul zanaat­
kârlar oldular ve mallarını gidip kendilerini alarak getirdiler:
Onun için bunlar denizde veya nehirlerde sefer yapan gem i,
eller, silâhlanmış ve kervan halinde gruplanm ış olarak yol alan
at veya katır sürücüleriydiler. Bunlar İlkin mallarını şehrin
pazar yerlerine getirm ekle işe başladılar; sonra aileleriyle bir­
likte tem elli olarak evlere yerleştiler. Nihayet de taşıt işini
yaptırm ak üzere hizm etlerine insanlar aldılar.
De&lşlk menşe ve durumları olan şehir halkı birkaç kuşak
boyunca tek ve aynı surla çevrili şehrin i^*nde toplanarak so­
nunda bir topluluk (züm re) m eydana getirdiler. H er şehrin
halkı m enfaatlerin, hâtıraların, âdetlerin, konuşm a tarzlarının
ortaklaşa oluşu bakım ından kendini birleşm iş hissediyordu; bu
yüzden de, yabancılara karşı m uhalefet halinde olan, bir da­
yanışm a doğuyordu.
Savunması kolay olsun diye dar olan surlar, şehir halkını
ç o k sıkışık bir yere yığılm ış olarak yaşam ak zorunda bırak­
maktaydı. K üçü k olan evlerin içinde de u fa k v e basık, loş ve
nem li odalara ancak yer v a rd ı; ev halkının bir kısm ı tahıl am­
barında, tavanarasında yahut merdiven altında yatıyordu.
Üzerleri İleriye doğru çık ık cum balarla örtülü dar, iğri-büğrü,
kaldın m sız sokaklar rütübetll v e havasızdı; yağm ur yağdı mı
bım lan su basıyordu, İçleri her çeşit çöp ve pislikle doluydu,
çünkü o zam anlar helâ, lâğım, sokak süpürm ek diye bir gey
yoktu. G eceleri h içbir ışıklandırm a tertibatı yoktu, herkes me­
şalelerle sokağa çıkıyordu.
H ayat dar bir u fuk İçinde geçm ekte ve tehlikeli olarak
kalm aktaydı. K im se surlardan dışarıya çıkm ıyordu, çünkü k öy ­
lük bölgeler emin değildi; şehirde kalabalık, rutubet, pislik,
&IUKArB}SELÎ T A R ÎH I 1^1

hayatı sa|:hèa çok ay k ın ha.1# sokuyordu; sık sık haggösteren


haatahk »algrmlan, nufusun bir kısmını alıp götürüyordu. Yapı­
la n taştan yapıp üstlerini kirem it kaplam ak âdetinin baki ol-
duğ:u Güney ülkeleri hariç, evl*r tahtadandı. Ateg yakm ak güç
olduğundan, geceleyin ateg küllenerek saklanıyordu; sık sık
yangınlar çık ıyor ve tulum ba olm adığından, yangın bütün bir
mahalleyi harabediyordu.
Zcmaatler. — Zanaatk&rlarla tâcirler iki rejim e göre teşki­
lâtlanm ışlar ve Avrupa da bunlar arasmdan ikiye bölünmüştü ;
bu rejim lerden birisini tafsilâtıyla biliyoruz, öteki hakkm da
ise hemen hemen hiçbir bilgiye sahip bulunmam aktayız. B ildi.
İrimiz (ve her tarafta da yerleşm iş oldu&unu sandıg:ımız) re­
jim Fransa’nın Kuzey-Doğusunda, K uzey İtalya’da, İngiltere’­
de ve Alm anya’da m eydana gelmiş v e Alm anlar tarafından D o .
ğru A vrupa ülkelerine de götürülmüştür.
Aynı zanaatla geçinen insanlar adına Fransızcada m étier,
Italyanda arte, İngilizcede ghUd, Alm ancada Zwnft denen ve
üyelerin teşebbüsüyle kurulan bir birlik halinde toplanm ışlar­
d ı; buraya girm ek ilkin belki isteğe bağlıydı, fa k a t şehir idar
resi tarafm dan tanınan bu birliğe girm ek, sonradan zanaatın
bütün insanlan için m ecburi olmuştu. O zamanın insanlan, gü­
nümüzün sendikası gibi, sınırlanmış bir am acı olan bir birliği
pek anlamıyorlardı. Böyle bir birliğe, d em eğe kabul edilen in.
san, buraya bütün hayatıyla giriyordu. “ C orporation” (ki adı
dahi bu duyguyu ifade etmektedir, çünkü "vücut, beden” an­
lamına "corp s” dan gelm ektedir) yan i lonca, aynı zamanda bir
m eslekî m enfaatler birliği, - hastalara, dullara, yetim lere yar­
dım etm ek ve cenaze törenlerinde hazır bulunmak için bir k a r.
şılıklı yardım cemiyeti, -aynı zamanda da zanaatın koruyucusu
olan azizin himayesi altm da bulunan dinî bir tarikattı ki, ge­
çit törenlerinde o da kendi bayrağı ile geçm ekteydi. Üyelerin
bayram lar Ve ziyafetler için toplaîidıklan bir lokali vardı. Üye­
lerin hal v e gidişiyle ilgili nlzam lan tanzim eden k u ru llan; za­
naata bahşedilen Im tiyazlan kom m ak, üyeler arasm daki an-
lasm azlıklan yargılam ak, aldat ve para cezalannı toplam ak ve
atelyelere giderek imalâtı denetlemekle görevli (adlan na i-ut-
r é s " yahut "gardiens” denen) şefler bulunmaktaydı.
T öre ile m eydana gelen yahut kurul tarafından ihdas edi­
len nizamlar, cem iyete girm e, çalışm a ve satış usullerini tesbit
ediyorlardı. P rensip guydu: H iç kim se bir zanaatı, bu zanaat,
tan olan bir kim seden ö&renmedikçe icra edem iyecek, Ig ku r­
1 52 A V R U P A M ÎLLETLERİNİN-

madan önce de bir patron hesabına çalışm ış olacaktı. Çıraklık


birkaç yıl, İngiltere’de yedi yıla kadar sürüyordu. Buna göre
bir Zanaat üg çeşit insandan terekküp ediyordu: Çırak genç
b ir çocuktu, bir ustanın evinde barındırılıp doyuruluyordu, us­
ta ona yalnız zanaatı öğretm ekle de&il, hal ve gidişini denetle­
m ek ve o zamanın âdetince dayak atıp onu yola getirm ekle de
m ükellefti; kalfa, a y n bir yerde oturuyor, ücret karşılığı usta
1I6 birlikte çalışayordu; usta İse atelyenin sahibiydi v e m am ûl.
lerl satarak kendisi kâr ediyordu.
Kurul yalnız ustalardan teşekkül etm ekteydi. H em en he­
men bütün birlikler, zanaatkârlar tarafından kurulmuştu. Sar
y ıla n çok daha az olan tâcirler çok u fak sayıda dem ekler, İn­
giliz şehirlerinde İse adına "T âcirler d em eği” denen bir tek
kurum da toplanmışlardı.
Aynı zanaattan kim seler arasm da eşitliği k on ım a am acını
grüden bu rejim , zanaatın insana - kendisini, içinde bulunduğu
durum ve seviyeden çıkaracak sınırsız bir kazanç aramaksızın,
- ailesiyle birlikte mesleğinin gerektirdiği tarzda hayat sürme
İmkânını verm esi fikrine dayanıyordu. - H erkesi yaşatm akta
olan müşteri topluluğu bir çeşit m ülktü; onu tem inat altına al­
m ak için, bir zanaatın ustalanna kendi aralannda rekabet yap­
m ak yasak ediliyor, yabancıların da kendi mamûllerinl şehrin
İçinde satm alarına İzin verilm iyordu. - Müşteri kazanm ak İçin
zanaatkâr, ona yalnız ö r f ve âdete uygun, iyi m allar vererek
kendisini memnun etm eğe m ecbur tutuluyordu. Zanaatın ni­
zamları sâbit kaliteli mam uller elde edilmesini sağlıyacak şe­
kilde ham maddeleri, İş âletlerini, İmalât usullerini teferı-uatlı
şekilde tesbit ediyorlardı. îşin daima denetlenmesini sağlamak
üzere bu nizamlar, yalnız atelye İçinde ve gündüzleri çalışıl,
masını m ecburi kılm aktaydılar. Satışa arzedllmeden önce bütün
m allann denetlenmiş olm ası gerekiyordu; reddedilen malları
satm ak yasaJctı.
İyice bilm em ekte olduğum uz öteki rejim İse, K uzey İtalya
hariç, bütün Güney ülkeleri tarafından uygulanmıştır. B u re­
jim de zanaatkârlarla tâcirler m ecburî birer dem ek halinde
toplanmıg değillerdir. Bu, onlardan herbirinin canının istediği
gibi çalışacağı anlam ına gelmem ektedir. F akat bunlar ancak
şehir idaresi yalıut ülkenin prenai tarafından ihdaa edilmiş
olan nizam lara tâbidirler. Bu nizam lar zanaat erbabının geçim
vasıtalannı tem inat altına almaktan ziyade, nizam ı muhafaza
etm ek yahut da idarenin gelirlerini arttırm ak am acını güt-
M U K A T E S E L t T A R İH İ 153

inekteydiler; fiiliyatta da bunlar, zanaat erbabını daha serbest


bırakm aktaydılar.
Şehirlerin değişm esi. — N ufus ve zenginlik arttıkça, bil­
hassa X III. yüzyılda, şehirlerin rejim i daha çapraşık bir hal
almıştır. N ufus sayısını ancak takribi olarak ve tahm in y o ­
luyla bilmekteyiz. X III. yüzyılın sonuna doğru nufusu 250.000
kişiyi bulm uşa benziyen Paris hariç olm ak üzere, hattâ Vene­
dik, Cenova, Floransa gibi büyük ticaret m erkezleri
dahil h içbir şehrin nufusu 50.000 i geçm işe benzeme­
mektedir. Alm anyanın büyük şehirlerinde nufus galiba
10.000 ile 20.000 arasındaydı; Londra hariç, büyük İn ­
giliz şehirleri is© bu sayıların ço k altında kalm ışa ben­
zem ekteydiler. Rençberlerin meskûn bulunduğu küçük ka­
sabaların nufusu 1.000 kişiyi bile bulmuyordu. Bununla be­
raber şehirler halkının çok artm ış olduğu da muhakkaktır,
çünkü yeni yeni şehirler kurulmuş, eskileri de genişlemiş, so­
nunda şehirleri çevreliyen surlar bunlan içlerine alm ağa j’^et-
mem iş ve şehirler fauhourg’ \a.va, (dış mahallelere) doğru taş­
mışlardır. Aslı A lm anca (Pfahlhurff) olup şekil değiştirmiş
olan bu söz, şehrin kaza dairesine tâbi toprağı gösterm ekteydi.
Başlıca şehirlerde artış bilhassa zanaatkârlar arasında
olmuş, daha büyük bir iş bölüm üne yol açmıştır. Zanaatkârlar
daha büyük sayıda özel mesleklere bölünmüşler, bu m eslekle­
rin birçoğu da aynı lonca İçinde birleşmiş olarak kalmışlardır.
Paris’te 1291 de, vergiye tâbi böyle 350 çeşit meslek vardı.
Y em ek pişirme, giyim-kuşam , ev ve eşya, kiliselerin inşa­
sı ve süslenmesi islerinde lüksün artmasının da gösterdiği
üzere, zenginlik geniş ölçüde artmıştır. Bu artıg zanaatkarlar­
dan ziyade tâcirlerin işine yaramış, bunlar arasm da da bir du.
rum eşitsizliği m eydana gelmiş ve bu, vahim leşm eğe devam et­
miştir. Alış flyatıyle satış fiyatı arasındaki farktan k âr eden
armatör, kumaşçı, bakkal, iğne-iplik ve kurdele gibi şeyler
satan tuhafiyeci, eczacı, kuyumcu, sarraf gibi zanaat erbabı
ço k zengin olm uşlar ve İtalya’da adına (zanaatkârlann küçük,
aşağı, «a n a a n a n n ın tersine olarak) adına üstün, büyük zana­
atlar denen üst bir sınıf kurm uşlardır; İngiliz şehirlerinde Iso
tftcir dem ekleri idareyi ele alm ağa bağlamışlardır.
Zanaatkârlar kendi m amûllerini tanıdıkları müşterilere
Batarlarken, iki memlekette, Flander ve Floransa’daki kum ag.
çılar yabancı mem leketlere ihracat yapıp tanım adıklan müş­
terilere mal satm ak için im alât yapm ağa başlamışlardır. Bun­
154 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

lar artık elişi yapm ayan m ütaahhitler haline geldiler; yünü


toptan satm alarak eğirtm ek üzere köylü kadm lara veriyorlar,
sonra da bezzazlar, dokum acılar vasıtasiyle İpliği dokutuyorlar­
dı; yün tarakçılarını, çırpıcılarını (yünü ayakla ezenleri), kır­
kıcıları, boyacıları ücret kargılığı çalıştırarak, kumaşı kâr edip
Batıyorlardı. Çalıgm alannm muhassalasını mügteriye doğru­
dan doğruya teslim etm ek hakkına aahip olm ayan yapı işçi­
leri de belki bir m üteahhit tarafından bir araya toplanm ışlar­
dı ve paralarını ondan alıyorlardı.
İtalya’da köylülerle dahi yapılan yazılı sözleşm eleri n oter­
lere (kâtiplere) yazdırm ak yolundaki R om a âdeti baki kal­
m ıştı; birkaç okul (ki en önemlisi Pavia’daydı) evrak yaz­
m ak v e mahkem ede dâva savunm ak sanatını öğretiyorlardı.
Bunlar, adlarm a m agistri veya d octores denen lâik kim seler
tarafından idare ediliyor ve avukat, yargıç yahut gehir kuru­
lu üyesi olm ak isteyen zengin aile çocuklarını kabul ediyor­
lardı.
X II. yüzyılın ortasından önce P olonya’da toplanan en nam­
lı öğretmenler. R om a hukukunun genel külliyatı olan D iges-
ta’yı (ki 1076 da zikri geçm iştir) okuyup öğrenm eğe başlar
mıglar v e lâik bir medenî hukuk okulu kurmuşlardı, bu okula,
şehirlerde yüksek görevler alm ağa namzet, reşid erkekler g i.
diyorlardı. Bu öğrenciler iki “ genel birlik” (U niversitas sözü­
nün anlamı budur)f kurm uşlardı; - bunlardan biri Italyanlar,
öbürü başka mem leketler öğrencileri içindi, - böylece, yaban­
cısı oldu klan bir gehirde birbirlerini desteklem ek am acını gü­
düyorlardı; bunlar, profesörlerinin geçim lerini kendi ceplerin­
den sağlıyorlardı.
B olonya bütün A vrupa’nın lâik hukuk öğrenim merkezi ha­
line geldi. Ba^ka m em leketlerdeki evrak ve belgeler Kilise
adam lan tarafından yazılırken İtalya’da adına fransızcada
légiste (kanunu bilen adam ) denen bir meslek m eydana g.,*ı-
dl ki lâik yargıçlar, avukatlar, noterler bu mesleğin mensupla-
n n ı tegkil ediyorlardı. îlk in İtalyan şehirlerinin İdarî makam-
la n tarafm dan kullanılan bu m eslek erbabı, X III. yüzyılın so .
nundan önce A vrupa'daki krallara da adliye ve idare mem ur-
la n sağladılar; Bunlar yeril töreye uyarak değil de, genel hu­
kuk ku rallan uygulıyarak ve yazılı olarak iş görüyorlardı.
Şehirlerdeki h alk yığınından imtiyazlı bir burjuvalar sını­
fı a y n id ı ki bu sınıf m ülk sahiplerinden, kanun ad am lan n .
dan, tacirlerden m eydana gelmeydi. B u sınıf halk kurulunu ve
M U K A T E S B L Î T A R İH Î 165

jMinaatkâr topluluklarını idareden uzaklaştırdı v s sih rin bü­


tün yetkilerini kendi eline aldı. Bu sınıf bir oligarşi (idareyi
elde tutan birkaç kudretli aileden m eydana gelm e züm re) teş­
kil ©diyor; belediye ile şehri idare eden kurulun üyeleri bu
zümre içinden seçiliyordu. Görevlerinden ayrılan üyelerin y er­
lerine aynı gJIeden başka insanlar geçirilm ekteydi; böylece de
ancak hısım lar birbirlerine hesap veriyorlardı. Bütün
mem leketlerde bu imtiyazlılar azınlığı halkla anlaşm azlık h a.
llne gird i; bunlar, şehrin parasını cebe indirm ek için kendi
aralarında anlaşm ak ve aşağı halk tabakasını ezm ek için gö­
revlerini kötüye kullanm akla suçlandırılıyordu.
Ticaretin değişmedi. — Paranın nadirliği ve taşıt araçla^
rmın zayıflığı yüzünden sınırlanmış olan ticaret, taşınması da-
ha kolay ve zengin müşterilere mahsus olan nâdir v e h a fif
lüks m allar üzerinde bilhassa iş görm ekteydi ki bu, çok büyük
kârlar sağlanmasına imkân veriyordu. Bu malların çoğu de­
niz yoluyla kom şu ülkelerden gelm ekteydi. İlkin büyük tica­
ret yolu Akdeniz olm uştu; İtalyan denizcileri bu yoldan K ons­
tantinopolis’e, daha sonraları Suriye lim anlanyle İskenderiye'­
ye giderek D oğu ’nun Çin ipeklileri, Hrnd pamukluları, fildişi,
kıym etli taşlar, inciler, cam eşya, kokular, günlük, tıbbî ilâç-
1ar, şap, yem ek pişirm ede makbul sayılan biber, tarçın, hind-
cevizi, karanfil tanesi gibi mamûl ve mahsullerini topluyor-
lardı. İtalyan lim anlarına getirilen bu m allar biri Fran sa’dan
geçip gam panya’ya kadar ulaşan; öbürü de Brennero geçidi ve
Tuna üzerinden Doğuya, yahut Rhein üzerinden Kuzeyde
Flander'e kadar İnen iki büyük yolla A vrupa’nın içerilerine
tevzi ediliyordu. X II. yüzyılın sonundan itibaren daha ağır
m addelerle yapılan bir ticaret de gelişm eğe başladı; bilhassa
Kuzey ve Baltık denizlerindeki Alman denizcileri, bu ticaret
sayesinde (İskandinavya, Polonya, R u sya gibi) K uzey ülkele­
rinin inşaat kerestesi, katran, potas ve kürk v.s. mallarını ge­
tiriyorlardı. X III. yüzyılda buna, İngiltere ile yapılan ticaret
de eklendi: Y abancılar bu m em leketten iyi kalitede yün ihraç
ediyorlar, bu yünler de Flander ve Floransa’da lüks kumagla-
n n dokunm asında kullanılıyordu.
Alım lar ve satım lar her yıl bir bayram dolayısiyle tertip­
lenen fu ar (panayır) 1ar dolayısiyle m alianyle birlikte gelen
tâcirler tarafından bizzat yapılıyordu. Bu fuara tâcirleri celp
için ülkenin prensi bunlara, yolda kendilerine taarruz edilme­
sini yasak eden bir "geçig tezkeresi” veriyordu. Tâcirler ara-
156 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

sm daki anlaşm azlıkları da çabuk usulle i§ gören bir mahke-


meda yargılatıyordu kİ bu usul, yerli töreye göre ticaret işle­
rine daha uygun düğmekteydi.
X III. yüzyılın sonuna kadar en büyük fuarlar Şam panya­
da, türlü m al çeşitleri için birbiri ardısıra olm ak üzere dört
şehirde tertipleniyordu. Güneyden gelen İtalyan, Katalonyah,
Provansaiı tâcirler burada Flander ve Alm anya tâcirleriyle bu­
luşmaktaydılar. T âcirler yanlarında nakit para taşım am ak
için daha o zamandan, bizim şimdi takas odaları vasıtasiylo
yaptığım ız gibi, alışveriş tutarlarını birbirlerinuı alacaklarına
yahut borçlarına yazıyorlardı.
İtalya ve Alnm nya'daki bağ'ımsız şehirlerin hükümetleri,
dışarıdaki insanlann zarann a olarak bu şehirlerin sakinleri­
ne m enfaatler sağlam ak üzere X III. yüzyıldan itibaren bir ta­
kım tedbirler kullandılar. - Müstehliklerin köylerden gelen
yiyecek m addeleriyle hamm addeleri en aşağı fiyata tedarik
edebilmeleri için, köylüler bütün mallarını pazara getirm ok
zorundaydılar, azami satış fiyatı da burada tesbit ediliyordu. -
Şehirlerdeki zanaatkârlarm mamullerini yüksek bir fiyata sa­
tabilmelerini sağlam ak için, köylülerin benzeri satış m addele­
rini yapm aları yasaktı. - Ticaretin bütün kârını gehrin tâ cir.
lerlne sağlam ak için, yabancı tâcirlerin gelip onlarla rekabet
etm eleri yasaktı.
Ticari huluslar. — T icaret muameleleri, hepsi de Italyan-
1ar tarafından icat edilen, bir takım yeni usuller yarattılar ve
bunlara uym ak bütün Avı-upa’da âdet hükm üne girdi. Tâcirler
arasındaki, özel bilgilere ihtiyaç gösteren dâvalar İçin adma
"tâcirler konsülü” denen özel yargıçlıklar ihdas edildi; son­
radan “ ticaret m ahkem esi” haline gelen “ticaret y argıcı” nın
menşei budur. B u adalet sistemiyle âdi m ahkem elerinkine göre
daha rasyonel kurallar ve daha çabuk bir yargılam a usulü
m eydana geldi ki bu, “ticaret hukuku” nun m enşeini teşkil et.
ti. - D eniz adam lan, armatörler, kaptanlar, tayfalar, hamuleye
nezaretle görevli m em urlar arasındaki dâvalar için de bir
töre m eydana geldi ve bu, X III. yüzyıldan itibaren yazılı hale
sokuldu kİ, “ deniz hukuku” nun mengei budur. - Bir İtalyan
şehrinden olup yabancı bir şehrin bir mahalleainde yerleşmiş
tftcirieri idare etm ek için, ilkin D oğu ’da, kcnsoloa^&r bulundu­
ruldu: Bunlar hem kendi milletlerinden olan lan İdare, hem de
on lan ülkenin hükü m dan nezdinde tem sil ediyorlardı ki
“ konsolosluklar” ın mengei budur. Bunlar, Ortaçağdakinln ay­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 167

nı olan görevlerini bugün de m uhafaza etm işlerdir.


T icaret için kullanılan para, eikke darbı hakkm a sahip
her prens veya derebeyinin em ri üzerine imâl edilmekteydi.
Sikkeler, her prens veya derebeyi için ayrı olan bir kabartm a
taşım ak üzre darbedilmekteydiler. Bunlar hemen hemen yal­
nız denarkis (dinar) halindeydiler ve diğer paralarla, C har­
lem agne devrinde oldüğu gibi, aynı nisbeti m uhafaza ediyor­
lardı: Biri silinde 12, bir lirada da 240 dinar vardı (1). D ere­
beyi parasını da arazisinin bir parçası gibi saym aktaydı ve
bundan bir gelir elde ediyordu: Çoğru zaman (bazen de her yıl
panayır dolayısiyle), içindeki güm üş m iktarım azaltarak ye­
ni sikkeler darbettiriyordu. Sikkeler kesilmiş maden parçalan
olduklarından, bunlardan parçalar yontm ak kolay bir işti;
X V II. yüzyıla kadar sürmüş olan bu usul, paranın ağrırlığını
azaltmaktaydı.
Y alnız ço k sayıda çeşitli cinsten değil, değişik değerde pa­
ralar da tedavül etm ekteydi; bunlan bir ödem e karşılığı al­
m ak için, g erçek değerlerini ölçm eğe de ihtiyaç vardı. Bu güç
iş, sarraflar tarafm dan yapılm aktaydı, bunlar pazaryerlerine
yerleşerek her sikkenin ağırlığını ve içindeki güm üşün kaç
ayar olduğunu denetliyorlardı. Paralarını em niyetli bir yerde
saklam ak isteyen kimseler, bunlan sarraflara yatırıyorlardı.
Sarrafların Italyancada adı (bir bankonun, yanı sıranın üze­
rinde iş gördüklerinden dolayı) bancKieri, yani bonker'Ai.
Sarraflar banka v e banker adlannı m uhafaza ederek, bu mev­
duatı yeni m uam elelerde kullandılar. X III. yüzyılda bilhassa
O rta İtalya’da Papa, bütün ülkelerde K ilise arazisi için k o ­
nan vergi ve resimlerin para olarak tahsili işini bilhassa Orta
İtalya’da, "banker” lere vermişti.
P ara taşım a işini bertaraf etm ek için, bankerler bunun
alelâde bir yazı işiyle transfer (havale) edilmesi usulünü icad
ettiler. Parasını bir banker nezdinde yatırm ış olan müşteri bir
m ektup alıyor ve bunu, bu bankerin başka bir şehirdeki muha­
birine ibraz ederek m ektupta yazıh olan meblâğı tahsil edi­
yordu ; bu usul, havale mektubu, (poliçe) adını m uhafaza et­
miştir. - Bankanın b ir müşterisinin başka bir müşterisine
olan borcunu ödem ek için, bu meblâğı bir hesaptan ötekine
nakletm,ek k âfi geliyordu. - Deniz ticaretinde ise borç para

d ) Lira sadece bir "h esap paras%” , bir hesaplama sekUy~


di, m eselâ "b ir liralık cti/narf’ deniyordu.
158 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ver«n, »em in in arm atörü yahut kaptanıyla ortak oluyordu;


onunla kârı paylamıyor, zarara da an cak sınırlı bir m eblâğ için
igtirâk ediyordu ki, bunun adı da kom andit sözlegmesiydi. -
B ankerler rehin olarak mal alıp tâ ciıiere ödünç para veriyor,
lardı; bu muamelenin adı, Alm anya’da lombard olarak kalmış­
tır (günkü o zam an bütün Italyan bankerlere Lom bard’lar de­
niyordu).
Sonraki yüzyıllarda daha da m ükemm elleştirilen bu ye­
nilikler, A vrupa’nın ekonom ik m edeniyetine İtalya’nın yaptığı
başlıca yardımdır.
M ed en iyet m erkezleri, şehirler. — A ntik Çağ’da olduğu
gibi O rtaçağ’da da gehirler, maddî hayat şartlarını değiştiren
teknik ioadların yapıldığı ve edebiyatla güzel sanatları yeni-
legtiren eserlerin yaratıldığı merkezlerdi. Rönesans’tanberi Or-
tagağ'a, hiçbir yeni şeyin icad edilm ediği ve A vrupa’nın hiçbir
ilerlem e yapm am ış olduğu bir atalet devresi olarak bakılmıştı.
Şurası da doğrudur ki, ilerlem e fik ri o zamanın insanlarının
k afasm a girm iyordu. Bununla beraber bu insanlar gerçekte,
icadlar yapm ağa devam ediyorlardı, çünkü yeni çalışm a usul­
leri kullanılm akta olduğunu görüyoruz.
H er icadjn hangi mem lekette ne zaman yapıldığını bilmek
için h içbir im kâna sahip değiliz am a bu icatların neler olduk­
larını sayabiliriz. Bunlar arasında örneğin, yeldeğirm eni v ar­
dır ki belki D oğu ’dan gelmiştir, dem irci körüğü, dem iri işle­
m ek için gerekli sıcaklığı büyük ölçüde arttırmaktadır. - Bu
arada bir çağlayanın sularıyla igleyen makineler, hızar makine­
si, çırpıo dibeği, dem ir dövm ek için çekiç de icad edildi. - Bal­
m umundan yapılan m um yerine, daha iyi ışık veren, donyağm -
dan m um lar yapıldı. - Kurgun çubuklardan çerçeveler içine
yerleştirilen renkli cam larla kilise v.s. binalardaki büyük pen­
cereler (.vitrail’lar) yapıldı. - D aha yüksek, daha geniş kilise­
ler yapm ağa im kân veren kemerli pencere bulundu. - Bir
kum tabakası içine gömülen granit veya başka çegit taşlardan
yapılm a kaldırım lar şoseleri, eski sert R om a yoluna göre daha
elâstiki ve donla sıcağa karsı daha dayanıklı hale getirdi. -
Geminin om urgasının arkasına, dalgaların vuruşunu hissetmi-
yecek şekilde, dem ir menteşelerle tutturulan v e bir yeke ile
idare edilen dümen de belki daha o zaman icad edildi.
E debiyatta Avrupa sekiz yüzyıldanberi (A nglo-Sakson’lann
B eovu lf şiiri hariç) h içbir orijinal eser yaratm am ıştı. B ilgin­
ler, yazarlar yalnız Lâtin diliyle yazıyorlar ve ancak Antik
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 160
Çağrın taklidi olan eserler veriyorlardı. X II. yücyılm baemdan
itibaren F ransa’da, sairler, yeni bir usulle kendi ana dillerin­
de m ısralar söylem eğe bağladılar. B u nlann eserleri y a galrln
duygıılannı ifadelendiren lirik gürler, y a da savasçılann basar
n la n n ı veya hayalî kahramanların akla durgunluk veren m a­
ceralarını anlatan epik, yani dasitanî şiirlerdi ( “ kahram anlık
türküleriydi” ). Bu fransız şiirleri, m em leketin diline çevrile­
rek yahut taklid edUerek, Avrupa’nın büyük kısm ına girdiler.
B öylece de millî dilde yazı yazm a âdeti bağlamış oldu. “R o ­
m an” diliyle nesre çevrilen m acera şiirleri de roman'yn doğmar
sına yol açtılar ki bu, sonradan edebiyatın en popüler sekli ol- '
du.
Plâstik sanatlar konusunda A vnıpa, hattâ süsleme sanat­
larında dahi, h içbir orijinal eser verm iş değildi; çünkü Bar-
barlan n m ücevherleri de, İrlanda elyazm alannın süsleri de,
tıpkı X I. yüzyıla kadarki kiliseler ve heykeller gibi, an cak D o­
ğu’nun taklitlerinden ibaretti. O rijinal eserter F ransa’da, X I.
yüzyılın sonunda baglarmştır. Bunlann en yeni Ve en kudret­
lileri, kiliseler olm uştur: İlkin, henüz R om a kubbesi kullanı­
larak “ rom an stili” ne göre inşa edilen kiliseler, sonralan, ya­
ni X II. yüzyılın ortasından itibaren, o zam an adına fransız
(fra n cigen u m ), sonra da İtalya’da g otik denen üslûba göre
inşa edilmişlerdir. Bütün katolik mem leketler tarafından be­
nimsenen bu stil, oralarda A vrupa’nm vücude getirm iş olduğu
en muhteşem, en canlı y apılan bırakmıştır. M imari ile süsle,
me sanatlan böyle bir seviyeye ulaşm am ışlardır; fak a t model­
lerini doğrudan doğruya tabiatten alarak, Bevimli ve canlı eser^
ler yaratmışlardır.
IX

R Ü H B A N V E D İN

Rühban smtfymn derişm esi. — R ühban sınıfı hiç degrişmi-


yen kurallara tâbi olm akla beraber, lâik toplum un İçinden dev.
girilmekteydi ve onunla birlikte değişm ekten geri kalam ıyacağı
âgikârdı. Nufusun ve zenginliğin çoğulm ası papazların sayısını
da çoğ-altmış v e bunların hayat şartlarını İyileştirmişti. Cluny’-
nin örneğine uyularak adına tarikat denen bir grup halinde ve
tek bir reisin em ri altında toplanan m anastırlar açılm ak sure­
tiyle, kesişlerin sayısı çok artm ıştı: X I. yüzyılda İtalya’daki
OamaJdoli^er, ücra yerlere yerleşen Chartr&ax’ler, - X II. yüz­
yılda rençberlik ve koyun yetiştiriciliği ile uğraşan P rém on tré’-
1er ve St. B em a rd tarafından ıslâh edilen Cisteroien’ler gibi.
Cismani, yani lâiklerle (halkla) tem as halindeki rühban
sınıfı, a y n a y n hayat süren iki papaz çeşidine ayrılmıştı. “Aşa­
ğı tarikatler” in (yani diyakos yardım cısından daha aşağı olan
derecenin) papa^zlan dinî bir görev ifa etm iyorlardı ve evlen­
m ek hakkına sahiptiler; bunlann papaz oldukları ancak tepe­
lerinin traşlı oluşundan belli oluyordu. Bunlar sözleşm eler ve
dâvalar için yazı yazm a işleriyle uğraşırlardı. N itekim bunla­
n n “ elere” olan adlan bugün dahi Fransızcada aynı işi yap­
m akta olanlan, İngilizcede de tü ccar kâtiplerini gösterm ek
için kullanılmaktadır.
 yini teganni ve m uhtelif takdis işlerini icra yetkisini al­
m ış olan rahipler ise çeşitli görevler yapm aktaydılar. B ir n ı-
hanî bölgrey© m em ur edilen rahip, m üminlerin ruhlarıyla meş­
gul olm ak (cura) işini üzerine aldığından, adına curé den iyor­
du. F akat çoğu zam an bu curé, kendi bölgesine bağlı toprağın
gelirlerinden bir kısmını kendisine alarak kendi yerine bir yar­
dım cı (vicaire) tâyin ediyordu. B ir müm in tarafm dan tesis edi­
lip küçük bir geliri olan chapelle adlı küçük kiliseyi idareye
m em ur papazlara chapelavtı adı veriliyordu. Bunların çoğu,
bir derebeyinin şatosunun bu şekilde tesis olunm uş kilisesini
idare ediyorlardı.
Bütün rahipler piskopos tarafından ödevlendirilip işe tâyin
M U K A Y E SE Lİ T A R ÎÎIÎ 161

edilirlerdi. Faliat bunlar, kilisenin kurucusunun vârisi veya ha­


lefi olan patron (koruyucu) tarafm dan ve onun him aye ettiği
insanlar arasmdan seçilerek inha olunurlardı. D em ek ki fiili­
yatta piskopos, kendisine inha edileni tâyin etmekteydi. A yrıca
rahibin Lâtince okum ayı bildiğinden ve âyini teg:amıiye m uk.
tedir bulunduğundan emin olm akla da m ükellefti; fakat o zar
manlar ne öğretim, ne de teşkilâtlanm ış bir sınav usulü var­
dı; rahiplerin çoğu ne vaaz edecek, ne de dinî bir eğitim vere­
cek durum daydılar; bunlar olsa olsa dinî törenleri yerine geti.
rebiliyorlardı. - Piskoposun bir “ chanoine” lar kurulu tarafın­
dan, rahibin ise manastırın keşişleri tarafından seçilm esi ge­
rekti am a hemen her zaman, seçilecek olanı kral intihap edi­
yor, seçim de bir form aliteden ibaret kalıyordu.
R ühban sınıfının zenginliği çeşitli şekillerde srHyor-'h'
Müminler kiliselerle manastırlara bağışlar ve vasiyet yolayia
hibelerde bulunm ağa devam ediyorlardı. Kilise bunu mutlak
bir ödev gibi zorlam ıyordu ama, (resm î evrakta kullanılan bir
form üle göre) “ ruhunun selâmeti için ” mülklerinin bir kısmını
vasiyet yoluyla dinî bir kurum a bırakm ası bir mülk sahibi için
uyulması hemen hemen m ecburî bir âdet hükmündeydi. Manas­
tırlar böylelikle, bazen çok geniş bir alana yayılmış olan bü­
yük sayıda topraklar elde etm ek imkânını bulmuşla.rdı. Prens­
lerin pek geniş araziye sahip oldukları D oğu A vrupa’nın az nu-
fuBİu bölgelerinde de piskoposluklarla m anastırlar çok genig
arazi elde etmişlerdi. M emleket kalabalıklaşıp zenginleştikçe
rühban sınıfına ait arazinin değeriyle geliri de artmıştı.
H er kilise office (görev) inin bir bén éfice (aidat) i vardı
ve töre bir göreve sahip rahibin bu işi bir yardım cıya yaptı­
rarak aidatın gelirinden intifa etmesine izin veriyordu; bu ise,
kilise kurallanna ay k ın olarak, rahibe birkaç göreve birden
sahip olm ak im kânını verm ekteydi. - Ghanoin&’ l&r (yani bir
piskoposun ruhanî danışma kuruluna dahil rahipler) artık top ­
lu halde yaşam az olm uşlardı; bir vakfiyenin sağladığı gelir de­
m ek olan prébende, ki yiyecek ve giyeceklerin aynî olarak tes­
liminden ibaretti, her chanoine’a bahşedilen bir arazinin geliri
haline girmişti.
İktidarın artması. — Rahiplerin sayısı ve zenginliği arttık­
ça, rühban sınıfının lâikler üzerindeki iktidarı da kuvvetleni.
yordu. Bütün hristiyan ülkelerce tanınm ış nizam, lâiklere
“ inanç ve ahlâk konularında” ı-ahiplerin otoritesine itaati em-
P. 11
162 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

reyllyordu, inanç ve ahlâkın icaplan neler olduğunu, müminin


nelere inanm akla görevli bulunduğunu ve ne şekilde davran­
ması gerektiğini kararlaştıran da, rühban sınıfı idi.
Mezhebin em irlerine aykırı her hareket (h érésie), ölümle
cezalandırılıyordu ve X I. yüzyıldanberi m evcut olan bir âdet
gereğince böyle hareket eden kim se (hérétique), diri diri ya­
kılm ak gerekm ekteydi. - Kilisenin em rettiği ödevlerin her çiğ­
nenişi günah sayılmaktaydı, mümin de bu günahtan, rahibin
kendisine verdiği çileyi doldurm ak suretiyle kurtuluyordu. A ğır
bir suç işleyen papazların rütbeleri alınıyor ve kendileri (adı­
na cha rtre denen) bir kilise hapishanesine kapatılıyorlardı.
Lâiklerin rühban tarafından lâik otoriteye ihbar edildikleri de
oluyordu; o zaman bu otorite onlara cism anî bir ceza vermek,
hattâ on lan öldürm ekle görevliydi ki bunun adına “ suçluyu
cismanî, dünyevi adalete teslim etm ek” deniyordu. Kilisenin
em irlerine karşı gelm ekten yahut bir papaza kargı haksızlık
işlemekten suçlu bir lâike karşı rühban, adına “ ruhanî silâhlar”
denen afaroz’n kullanıyordu; tantanalı bir tören oian aforoz,
müminlerin suçlu ile herhangi bir münasebette bulunm alannı
yasak etmekteydi. Prensleri de uyrukları vasıtasıyle vurm ak
için. Kilise X I. yüzyıldanberi interdit (yasak), cezasını İhdas
etm işti ki bununla, suçlunun arazisi üzerinde her türlü dinî
tören ve âyin yapm ak imkânsızlaşıyordu.
Rühban sınıfının kararlann a uyulm ak daim a mecburî idi,
fakat bu sınıfın gerçek iktidan, kararlarını uygulatm ak için
sahip olduğu vasıtalara bağlıydı; X I. yüzyılda ise bu vasıtalar
henüz yetersizdiler. X II. yüzyılda bu vasıta ve im kânlar arttı,
X III. yüzyılın başından itibaren de çeşitli usullerle en büyük
kuvvete ulaştı.
K ilise nizam lan ilkin eski öküm enik kurulların canon (ku­
ral) la n ile, sonra da Papa’lann (adına irade, ferm a n denen)
kararlarıyle ihdas edilmişti am a bunlar dağınık ve öğrenilm ele­
ri grüç bir haldeydi. X II. yüzyılın ortasında Bolonyah bir k e­
şiş olan Gratianus, R om a hukuku külliyatını ö m e k alarak, bu
kararlan adına D ecretu m denen bir külliyat halinde yazdı. Bu,
resm î otoritesi olmaya^n bir kitaptı am a çok geçm eden kilise
hukukunu uji^gulamakla görevli K ilise y argıçla n ve bu hukuku
öğretm ekte olan profesörler tarafından kullanılm ağa başlandı.
Sonradan papa’lar da bunu resmen tanıdılar ve yeni kararla­
rını buna ilâve ettiler.
H er piskopos kendi ruhanî bölgesinde bir yargıç ( offidaUsJ
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 163

tarafından idare edilen ve Kilise adaletinin yetkisine giren dâ­


vaları yargılam akla görevli (adına offlcialité denen), bir mah­
kem e ihdas etti. Bu m ahkem enin yargıcına zabıt kâtipleri, sav.
cılar, avukatlar da yardım etmekteydiler. Bu m ahkem enin hu­
kukunun sm ırları belirsizdi, o da sahasını genişlettikçe geniş­
letti ve yetkisini Lâtince iki form ülle ta rif etm ek im kânını bul­
du:
1 — Şahıs dolayısiyle (ratione personae) rühban sınıfı, hat­
tâ aşağı tarikatlere mensup olanlar da dahil, bütün papazları
yargılam ak hakkına sahip olduğunu iddia etti; başının tepesi
traşlı her papaz için, ancak bir Kilise m ahkem esince yargılan­
m ak im tiyazını talep ve iddia ediyordu. Yargılam a hakkını, K i-
lise’nin koruduğu hacılar gibi, haçlılar gibi, hattâ dullar gibi
bütün lâiklere teşmil ediyordu.
2 — Dâvanın mahiyetine göre {ration e rei), dine karşı işle­
nen bir suçla, ahlâk ve mezhebe aykırı fiillerle, büyücülük ve
zina ile. Kilise tarafından yasak edilen tefecilikle ve hattâ düel­
lo ile suçlanan bütün kimseleri cinaî bakımdan yargılıyordu.
Evlenm e ve vücut ayrılığı, ölülerin göm ülm esi ve vasiyetlerin
tanzimi gibi, dinî işlemlerle ilgili bütün hukuk dâvalarını da
kendisi görm ek iddlasındaydı.
R ühban sınıfının otoritesi çoğu zaman derebeylerinin ve
lâik prenslerin otoritesi ile çatışıyordu; günkü bunlar, bilhassa
adalet konusunda, iktidarlarının sınırlan üzerinde anlaşamı­
yorlardı. Lâiklerin ellerinde kendi maddî kuvvetleri vardı ama,
hristiyan olm ak dolayısiyle rühbanm emrindeydiler. Kilisenin
şefi sıfatıyla Papa kendinde kralları mahkûm ve ıskat etmek,
uyruklarını krallarına yaptıkları sadakat yem ininden azadet-
mek ve bunları ayaklanm ağa davet etm ek kudretini görüyor­
du. Bu gibi hallerde lâikler kendi krallarından ve Papa’dan bir­
birlerini tutmayan em irler alıyorlardı, böyle hallerde de çok
ağır cezalara çarpılm ak tehlikesiyle karşılagmaksızın ne itaat,
ne de mukavemet edebilecek durumdaydılar.
M ezhep ayn h k la n m n giderilm esi. — D oktrin bakımından
K ilise’ye karşı olan ve adına mezhep ayrılığı (h érésie) denen
m ukavem etler X I. yüzyılın sonundanberi kesilmiş değildi; fa ­
k at biz bu ayrılık hareketlerini, ancak bunlara hasım olanla­
rın anlattıklarından tanımaktayız. Bu mezhep ayrılıklarının
en çok taraftar toplayanları K uzey İtalya ve Güney F ransa gi­
bi en medenî mem leketlerde görülmüştür.
Bunların, D oğu ’dan grelerek Bulgaristan’a, oradan da A v .
164 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

rupa’y a geçen en kuvvetlisi, eslii M anicius meztıep ayrılığından


doğmugtu ki bu, dünyayı biri K ötülük, öbürii de İyilik olm ak
üzere ik i tanrı arasm da paylagılamayan bir yer olarak tasav­
vur etmekteydi. Beden K ötü lü k Tannaınm eseri olduğundan, ■
grerçek bir hristiyanın bütün ten zevklerinden vazgeçm esi lâ­
zımdı. Bu riyazetkâr hayatı süren ve adlarm a Grekçede K a t-
haroi (tem iz’ler) denen kimseler, alelâde dünyevi hayatı süren
(ve adlarm a inananlar denen) müm inler yığınını idare ediyor­
lardı. Bu mezhep ayrılığı X II. yüzyılın Oltasından itibaren
Pramsa’nm Güney-Batısını kaplamış, sonra da Kuzey İtalya ile
A lm anya’ya yayılmıştı.
B ir başka mezhep ayrılığı da Valdo adında Lyon’lu bir
zengin tâ cir tarafından ortaya atılmıştı. Bu ada,m In cil’i halk
diline çevirtm iş ve H ristos’un emriné boyun eğmiş olm ak için
bütün m alını mülkünü dağıtmış, yoksul bir hayat sürmüg ve
rühban sınıfının lüks hayatını ayıplamıgtı. Onun, Vaudoîs y^-
hut “Lyon yoksulları” diye adlandırılan çöm ezleri de Havarile­
rin örneğine uyup yoksullar gibi giyinerek karın doyuruyor­
lar, İn cirdek i ilkeleri yayıyorlar ve yoksulluğu göklere gıkaıı-
yorlard-. Bu mezhep ayrılığı R h ôn e ve Aip bölgesiyle (ki bu­
rada hâlâ bir “ Vaudois” topluluğu vardır) K uzey İtalya’da ve
bilhassa şehirlerdeki zanaatkarlar arasm da yayıldı.
Rühba;n sınıfı bu mezhep ayrılıklarım yoketm ek için yeni
yeni tenkil usulleri icad etti. Papa Güney’deki “ K atharoi” lere
kargı haçh seferi açılm asını emretti ve bunların üzerine Kuzeyli
.şövalyelerden m eydana gelme bir orduyu saldırttı. Bunlar, ay­
rılıkçıları öldürerek mallarını, m ülklerini kendileri aldılar.
Sonra da Papa Roraa’da, Latran sarayında bir öküm enik kurul
topladı ki bu, bütün hristiyan m em leketler için uyulması m ec­
burî bir takım kararlar aldı. H er prens veya derebeyine, ara­
zisini teslim alırken, toprağındaki bütün ayn lıkçıları öldürte-
ceğine dair alenen yem in etmesi için em ir verildi. - K urul her
lâike, kendi ruhanî bölgesinin papazına hiç olm azsa yılda bir
defa günah çıkarttıım asm ı emretti, böylelikle bü lâik, bütün
müminlerin düşüncelerini rühban sınıfına öğretm iş olacaktı.
Vaudois ayrılıkçıları yoksul bir hayat sürerek, şehirlerde
vaazlar vererek lâikleri kendilerine çekm işlerdi. Onların ö m e .
ğine yeni çeşit iki keşiş tarikatinin kuı-ucuları da uydular. San
D om ingo adlı bir İspanyol, “vâiz kardeşler” tarikatini kurdu ki
bunlara Domi/nicmn'ler adı verildi; San F ran cesco adında bir
İtalyan da “ aşağı rütbede kardeşler” tarikatini kurdu ve buna
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ , 165

Prançiscain’ler adı verildi. Öteki keşişler lâik âlemden uzağa,


köylere çekilirlerken bir şehire yerleşen, alelâde bir evde- otu­
ran bu yeni keşişler sadakalarla geçinerek lâikler arasında ya­
şıyorlar ve vaazetmek, günah çıkarm ak gibi işlerle uğraşıyor­
lardı. Tarikat, adm a general denen ve doğrudan doğruya P a-
pa’nm emrinde olan bir şef tarafından idare ediliyordu.
Bu keşişler geçinm ek için bir arazi alm ağa muhtaç olm a­
dıklarından, bütün m em leketlerde çabucak büyük sayıda evler
kurm ağa m u vaffak oldular v e üyelerinin sayısı da çok çabuk
arttı. Hele', tıpkı yoksul insanlar gibi alelâde bir aba elbise,
ayaklarına da sandallar giyip geçim lerini sağlam ak için dile- ■
nen F ranciscain’ler, şehirlerde bilhassa kadınlarla halktan in­
sanlara kendilerini pek sevdirdiler. H içbir resmî otoriteleri ol­
madığı halde, vâiz ve günah çıkarıcı olarak, kendilerinden da­
ha az gayretli papazların yerlerini aldilar.
Mezhep ayn lıkçılarm ı m eydana çıkarm ak için Pa^ıa (1231
de) adm a “ Mezhep Ayrılıklarının K ötülüklerini Soruşturm a”
adını taşıyan özel bir adalet mekanizması kurarak bu işi D o-
m inicain’lerden m ürekkep bir kom isyona havale etti. K om is­
yon, daha önce Norm a’n diya’da da kullanılmış olan yeni bir
yargılam a usulü kullandı ki bunun adm a Lâtince inquisitio
("enhizisyon” yani “ soruşturm a” ) denildi. Bu söz de Ingiltere’-
. dé jürinin menşei oldu (inquest o f the cou n try). O zamanın
yargılam a usulü gereğince bir suçlayan çıkmasını bekliyecek
yerde (X . bölüm e bk.), bu adalet sistemi görevine uygun ola­
rak kendiliğinden harekete geçiyor, mezhep ayrılıkçısı olduğu­
na dair hakkında ihbar yapılan, yahut kendisinin böyle oldu­
ğundan şüphe ettiği herkesi tevk if ettiriyordu. Mahkeme sanı­
ğa bir savunucu verm eksizin, gizli olarak çalışıyordu ve işken­
ce kullanmak hakkına da sahipti. İtirazı gayrıkabil olm ak
üzere ya alenen tövbe ve istiğfarda bulunmak, ya karanlık bir
zindanda m üebbed hapis, yahut da diri diri yakılarak öldürül­
m ek ve malı mülkü müsadere edilmek gibi cezalar veriyordu.
Enkizisyon’un, lâik m akam lannkinden ay n olarak, kendi me­
m urları ve kendi hapishaneleri vardı.
Pa-pa’ m n ototitesi. — X II. yüzyılda Papa, kendi m a k am ı­
nın mülkü olan St. Pierre arazisinin gelirlerine, “ St. Pierre
ianesi” adı altm da bütün m em leketler hristiyanlarınca ödenen
bir bağışı ve sonradan, haçlı seferleri için Kilisenin bütün ara­
zisi üzerine konan bir verginin tutarjnı da ilâve etmişti. Bu
vergiyi Papa ilkin piskoposlar, sonra kendi tem silcileri (légats)
166 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

vasıtasıyle tahsil ettirdi; sonunda da bunu, R om a K iliseşi’nin


m asrafları için kullandı. R om a’da koruduğu kim selere bütün
katolik m em leketlerde aidath, gelirli rütbeler yahut ruhanî
daire grelirleri verm ek gribi bir âdet de edindi.
Papa’nın kudreti gittikçe artıyordu. 1198 den 1216 y a kadar
Papalık eden III. İnosan, iktidarını kazai kuralların sertliğiyle
icra ediyordu (1). Papa kendisini bütün hristiyanlann, hattâ
krallann dahi hüküm darı ilân etmigti. Sicilya, Aragon, Porte­
kiz, hattâ Ingiltere krallan dahi onun uyruklan olduklarını
kabul etmişlerdi. Papa, ruhanî kaza yetkisi gereğince kralları
yargılam ak, tahtlanndan indirm ek ve yerlerine başkalannı ge­
çirm ek hakkına sahip olduğu iddlasındaydı. “ H ristos’un yani
Hz. Isa’nın vekili” sıfatiyle “beden nasıl ruhla birleşmişse,
krallıkla ruhahî reisliğin de kendi şahsında birleşmiş olduğunu”
söylem ekteydi. Papa’nin kudreti, bütün katolik A vrupa’daki
piskoposlarla prenslerin tem silcilerinin geldikleri Latran top ­
lantısında belli oldu.
R ühbanm sahip olduğunu iddia ettiği iktidar iki form ülle
ta rif edilmiştir:
1 — Hükümeti, gelirleri ve mahkem eleriyle Kilise, başka
her türlü otoriteden bağım sız olan bir societas p e rfecta (tam
toplum ) dır. Papazlar lâik iktidara h içbir hizmet yapm ağa ve­
y a vergi ödem eğe borçlu olm adıkları gibi h içbir halde de lâik
bir yargıcın huzurunda yargılanam azlar;
2 — Papa pastor universalis ecclesiae (evrensel K ilise’nin
ruhanî başkanı) dir; krallar da dahil olm ak üzere, bütün, m ü­
m inler üzerinde kral sıfatiyle o hüküm sürer. X I. yüzyılda VII.
G regorius tarafından tasarlanıp III. İnosan tarafından sistem­
leştirilen bu teori, V III. B onifacius tarafından son haddine ka­
dar götürülm üştür; F ransa kralının hal v e gidisini takbih eden
bir em irnam esinde V III. B onifacius “ her insan yaratığının R o ­
m a’daki Papa’ya tâbi olduğunu” bildirm ekteydi. Bu doktrin
rühban sınıfının otoritesiyle lâik hüküm darlannki arasındaki
münasebetler bakımından, R om a K ilisesi’nin ülküsü olarak
kalmıştır.
Dini inanç v e işlem ler. — Rühban sınıfı lâiklere bizim bil-

(1) Bunnm için de “ K onstantin hağış%” iadl% bir belgeyi iîert


sürüyordu. IX . yüsy%ldd^ tansım edilen, o sıralarda haleiM oldu­
ğu ileri sürülen bu sahtö belge ile İm parator, sözd& bütün Bor-
tı’yı ,Papa’ya bağışlamıştı.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 167

mekte olduğum uz bir doktrini öğretiyordu am a lâiklerin ger­


çek inanglannm neler olduğunu bilem em ekteyiz; çünkü bu
konudaki bütün belgeler papazlarm eseridir. A skerlerin ne
düşündüklerini öğrenm ek için bunların subaylarm a başvur­
m ak ne kadar boşsa, papazlarm yazdıkları bu belgelerde mü­
minlerin ne düşündüklerini araştırm ak da o kadar boşuna olur.
F akat şurası m uhakkaktır ki lâiklerin kendilerini K ilise’nin
sadık uyrukları sayıyorlardı ve mezhep ayrılıkçılarından deh­
şetli korkm aktaydılar. Mümin olm ayanlar ise ancak Güney
mem leketlerinde bulunm aktaydılar ki buralarda hristiyanlar,
müslüm anlar ve yahudilerle tem as halinde yaşıyorlardı; nite­
kim Musa, İsa v e Aluhammed’in üç yalancı peygam ber olduk­
ları hakkm daki form ül de o mem leketlerden çıkmıştır.
O sıralarda hristiyan dini, B atı’daki müminlerin duygula­
rına uym a işini tam am lam akla meşguldü. D oğu ’lu kafalar ta ­
rafından yaratılan teolojik doktrin lâik âleme çok ilkel bir şe­
kilde girm işti, günkü o zam anlar kim se dinî bir eğitim görm ü­
yordu. Mümin çok kudretli ve her yerde hâzır-nâzır olup k en ­
di hal ve gidişini denetliyen bir T an rı ile, yine daim a hâzır-nâ-
zır ve kendisine kötülük etmeğe uğraşan bir Şeytan’ın varlığı­
na inanıyordu. Kendisine Cehennem’in ebedî azaplarından doğ­
m a korkuyu aşılayan çok canlı tasvirler' yüzünden gayet duy­
gulu bir hale geldiğinden, en çok da “ kıyam et günü’’ nü düşü­
nüyordu.
Bu sert ve korkunç anlayış, şeytana uymanın korkusu için­
de yaşayan perhizkâr ve sofu keşişlerin fikri olarak kalm ak-
. taydı; Batı kavim lerinin daha yum uşak olan hassaslıklarım
tatm in edemezdi. Bu kavim ler tapındıkları yaratıkları sevmek
ihtiyacını duyuyorlar; onlarda da sevgi duygulan bulunduğunu
farzederek, kendilerine yaklaştırm a çarelerini araştınyorlardı.
Hristiyanhk, halk adam larına hitap ettiği ilk zamanlardan,
sevgi dolu bir şefkat duygusu m uhafaza etmişti ki bu, itaat
ve fedakârlığa alışık olan kadınların yüreklerini yum uşatıyor­
du. Onun için hristiyanhk kadınlar arasında en sofu müridle-
rini bulurken, B arbar savaşçıların gurur duygularını da isyan
ettirmişti.
Bilhassa X III. yüzyılda Kilise adaml.arı ve hele, aşağı ta ­
bakadan insanların yaşayışlarına daha yakından kan şm ış olan
Franciscain’lor, dini Avrupa hristiyanlannın hassaslığına uy­
durm a işini tamamlamışlardır. In cil’den alınma (gergek veya
sahte) rivayetlerden, H ristos’un çocukluğuna ve Hz. M eryem’in
168 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

hayatına ait tasvirler çıkarm ışlar; bunları kendi çağlarının ya-


gayışırida'n alınm a tasvirlerle de tam am layıp güzelleştirerek bu
sayede O rtaçağ’ın halkça sevilen, safdil ve şefkatli hristiyan-
hğ-ını m eydana getirmişlerdir. Sert bir yargıç olarak kalan
T a n n arka plânda bırakılıyor, Çocuk-Tanrı ile M eryem Ana’-
m n sevim li çehreleri de, sevgi haline gelen, bir tapınm aya ar-
zediliyordu. D oğn hristiyanlannın duygularıyla tam bir zıtlık
halinde olarak, kadm şeref m evkiine geçirilm iş bulunm aktay­
dı; kadın (âdeta feodal denebilecek) Notre~Dame, Madonna,
Our Lady, L ieb e Frau gibi adlar altmda, tıpkı şövalyenin ha­
nım ına yaptığı hizm ete benzeyen bir tapınm aya hedef olm ak­
taydı. Müminlerin şefkat dolu sofuluğu ayrıca, X III. yüzyılda
bir Italyan’ın “Altun efsane” adı altm da topladığı, azizlerle il­
gili efsanelerle de beslenmekteydi. M üm inler bunda hem sevgi
örnekleri, hem de sevilecek kim seler bulmaktaydılar. Bu yeni
duygular dinî şarkılar v e halk noelleri için de ilham kaynağı
olm aktaydı. Plâstik sanatların tasvirlerine. D oğu Bizans sa­
natının katı, yeknasak ve asık suratlı şekilleriyle tam bir te-
?at halinde bulunan, değişil» ve canlı bir çehre veriyorlardı.
Aynı zamanda dini uygulam a usulleri de Avrupa kavirnle-
rinin arzularına uyuyorlardı. Âyinle yortular, rahiplerin elbi­
selerinin zenginliği ile gözlere; İlâhilerin, şarkıların ağırbaşlı
güzelliği ve orgun kudretli sesleriyle kulaklara hoş gelen bir
manzara halini alıyorlardı. - Vaftiz, komünyon, can çekişenle­
rin vücutlerinin belirli yerlerine okunmuş yağ sürülmesi gibi
takdis törenleri tabiatüstü işlemler haline geliyorlar; bunlara
hastalıktan koruyucu veya iyileştirici kudretler atfolunuyordu.
Azizlerin mezarlarının ve emanetlerinin tabiatüstü bir kudret­
leri vardı; bunların saklandığı tapmaklar, hastaların şifa ara­
mak, kadınların çocu k edinmek için gittikleri birer ziyaretgâh
olmuştu. Bu ziyaretgâhlar, hattâ uzak ülkelerden dahi gelen
çok kalabalık halk yığınlarını kendilerine çekiyorlardı; erkek­
lere bir tövbe ve istiğfarı yerine getirm ek, kadınlara da yola
- çıkm ak üzere evlerinden ayrılm ak için tek fırsatı elde etm ek
im kânını sağlıyorlardı. - Dinî geçitler büyülü bir kudret edin­
mişlerdi ; bir azizin emanetlerini, yadigârlarını ihtiva eden süs.
“ lü sandık m em leketten kıtlığı, salgın hastalıkları, kuraklığı
uzaklaştırm ak için tantanalı bir şekilde sokaklarda dolaştırı­
lıyordu.
Öğrenim isleri. — K a fa çalışmaları, o zamanlar rahiplerin
bir çeşidi olan kâtiplere (elere) mahsus bir geydi ve bunlar
M U K A Y E SE L İ T A R jH İ 169

yalnız Lâtince yazıyorlardı. Bütün hristiyan ülkeler kâtipleri


arasında evrensel bir milletlerarası dil haline girm iş olan Lâ­
tince, A vrupa’nın entelektüel bakımdan birliğini sağlıyordu.
F akat Lâtince milletin büyük çoğunluğunca anlaşılmayan ve
onun duygularını ifade etmesine im kân verm eyen, ölü bir dil­
di. Halkın anhyabileceği tek canlı edebiyat, halk diliyle yazı­
lanı oldu.
Kilise adam lan düşüncelerinin konusunu hayatı izliyerek
değil, Lâtinceye çevrilen K utsal K itap’tan ve Lâtin Kilisesi’nin
Peder’Ieriyle ilâhiyat doktorlan tarafm dan yazılm ış yorum lar­
dan alıyorlardı. Bunlar N eo-Platonicien m istik ekolünün, Grek
felsefesinin çöküşü sırasında ihdas ettiği bir metodu kullana­
rak, m etinleri şerheylemekteydiler. B ir metnin her ibaresinin
harfiyen, manen ve m istik bakımdan olm ak üzere üç a y n an­
lamı vardı v e harfiyen olan anlam, asıl derin anlamın kabın­
dan, zarfından ibaretti. B öylece de K utsal K itap’taki hikâyede
Hz. Davud, Hz. İsa anlam ına g'eliyor, Calût (G oliath) da Sey-
tan’ı tem sil ediyordu. H er yanda gizli bir anlam araştırm ağa
alışık olan Kilise yazarlan, lâiklerin anlamaktan âciz olduk­
ları m ecazlarla meram larını anlatıyorlardı.
K âtip papazlar lâiklerin zekâları üzerinde kesin bir 'stki
yaptılarsa bu, onların öğrenen v o öğreten tek insanlar olm ala­
rından ileri gelmiştir. Okul adına anca.k bir piskoposun, y a da
bir manastırın okulları kalmıştı, bunlar da R om a İm parator­
luğunun yıkılışından sonra ayakta kalan, “yedi serbest sanat”
adı altm da toplanm ış ve iki g’rupa bölünmüş bilgileri öğreti­
yorlardı. Ouadrivmm (müzik, aritmetik, geom etri, astron om i)'
pek az v e sathî birkaç bilgiden ibaret kalmıştı.ı Fiilî öğretim
ancak trivm m ’n ihtiva ediyordu ki bu, bilhassa çöküş devri­
nin birkaç yazanm izahtan ibaret olan gram er, nazım ve ne.
sirle yazm ak sanatı olan rctorih , ve A risto’nun birkaç parça­
sının çevrilm esinden ibaret olan lojik’ti. -
X II. yüzyılda, öğrenimde, menşei belli olm ayan bir röne­
sans başladı. Öğrenm eğe susamış olan insanlar, bilgili bir öğ­
retmenin ders verdiğini duyunca onun bulunduğu şehire üşüşü­
yorlardı. Paris’te Abelard, dinleyicilerini toplam ağa yetecek
büyüklükte bir salon bulamaz hale gelmişti. H ocalar da, öğren­
ciler de bütün bilginin, eskilerin eserleri içinde bulunduğuna
inanıyorlar, sa f saf bunları okuyarak anlam ağa çalışıyorjar-
dı. Bunlar X II. yüzyılda bilhassa m etafizik bir problem e el .at­
tılar ve bu, iki ekol arasında bir polem ik konusu olarak kaldı.
17 0 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Buna “ evrenselcilerin kavgası” adı veriliyordu. K avganın konu­


su guydu: Cins, sadeceı bir ad mıdır, y oksa bir gerçek m idir?
A sn n sonunda Paris’te herkes A risto’nun Grekçeden Arapçaya,
Arapçadan Lâtlnceye çevrilen eserlerini; Müslüman ve Yahudi
bilginlerin, İbn-i Rüşt ve İbn-i Sina’nın şerhlerini, tefsirlerini
tanıyıp öğrendi. A risto’nun doktrinini yeniden ele alan kâtip
papaklar, çok geçm eden, mezhep ayrılıkçısı olarak mahkûm
edildiler.
Okullar. — Öğretm enlerle öğren ciler piskoposun emri al­
tında, Paris’te bir birlik halinde teşkilâtlandılar ve bu birliğe
ilkin StudMmı generale, sonra B olonya’dakinden çok ay n olan
bir rejim e sahip Universitas, yani “ genel birlik” adı verildi. K â ­
tip papazlar tarafından idare edilmekte olan öğrenim bilhassa
ilahiyat, kilise kanunları (dinî hukuk) ve felsefeyi içine al­
m aktaydı; fak a t bütün kitaplar Lâtince olduklarından, bütün
öğrencilerin de tahsile ilkin Lâtinceyi öğrenerek başlamaları
gerekiyordu. Öğretm enlerin soğu, acem ilere Lâtinceyi öğret­
m ek işiyle meşgul oldu. Bunlar bir sınav geçirerek kabiliyetle­
rini isbat edip piskoposun tem silcisinden öğretim İçin (adına
Lıâtincede Ucentia denen) bir izin (lisans) alm ak zorundaydı­
lar. Bunun üzerine lisansiye yahut, d octor unvanına eşit olan
öğretm en fm agisteı') unvanını alıyorlardı. Nerede bir yer bu­
lurlarsa orada ve çoğu zaman bir hanın geniş salonunda ders
veriyorlar, öğrenciler de yere, bir hasırın üstüne oturuyorlardı.
Üniversite (yani genel birlik) hem öğretmenleri, hem öğ­
rencileri içine alm aktaydı am a birliği yalnız öğretm enler idare
ediyorlardı. Bu birlik, öğretilen konulara göre, ilâhiyat, kilise
hukuku, sanatlar gibi fa k ü lte’lere bölünmüştü (ki burası hazır­
layıcı bir bölüm dü ve öğrenciler felsefe okum ağa başlamadan
önce burada Lâtince öğreniyorlardı). Daha sonra asılan Tıp
fakültesiyle de dört rakamı dolm uş oldu. . Üniversite, üyeleri­
nin m enşe mem leketleri itibariyle dört m illete bölünmüştü ki
bunlar Fransız ("rom an ” dili konuşan m em leketler), İngiliz
(İngiltere ve A lm anya), P ikardiya (H ollanda ile beraber) ve
N orm andiya idi. A dına rek tö r denen §ef, en kalabalık olan Sa­
natlar Fakültesi’nin öğretm enleri tarafından sesüm ekteydi.
ö ^ e n c ile r in soğu yoksuldu ve sefalet içinde yaşıyorlardı.
Bazı hayır sahipleri, ad lan n a kolej denen m isafirhaneler açtı­
lar; öğrenciler burada doyurulup barındırılıyor ve manastırla-
rınkine benzer bir disipline tâbi tutuluyordu. D om inicain ve
Franciscain gibi yeni tarikatler bir kütüphanesi ve toplantı sa.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 171

lonları bulunan evler açtılar; buralarda da bu tarikatlerin li­


sansı ham il kesişleri, öteki öğı etm enlerin m uhalefetine rağ­
men, ders verm eğe başladılar.
Öğretim , bir yaza n n kaleminden çıkm a m etni okuyarak
bunlan öğrencilere yazdırmaktan, sonra da bunu şerh ve tefsir
etm ekten ibaretti ki, şimdi Alm anya’da hâlâ kullanılm akta
olan Vorlesung (lecture, okum a) terim i buradan gelmektedir.
H er yılın başında resmî m akam lar kitapları öğretm enler arar
sında taksim ediyordu; bir sınav konusunu muhtevi kitaplar
alan öğretmenlerel ordinarms, ötekilere ise extraordm arm s adı
verilm ekteydi. Ö ğrenciler (adlarına grade denen) birkaç dere­
ceden geçiyorlardı; Lâtince öğreniminden sonra bachetier (ba-
kalorea hâm ili), öğretm en lisansı sınavını geçirdikten sonra da
m agister oluyorlardı. Sonradan kullanılm ağa başlanan doktor
derecesi, sadece bir kabul töreninden ibaret kalıyordu.
X III. yüzyılın başında Paris Üniversitesi, öğretm en ve öğ­
renci bakım ından en kalabalık topluluk oldu. B uraya her mem­
leketten insanlar geliyordu; en ünlü öğretmenler, yabancılar­
dı ; bunlar arasm da A ibrecht adlı bir Alman, Akinolu T om a ad­
lı bir İtalyan vardı. Paris Üniversitesi bütün m em leketler tar
ı-afmdan uyulan bir örnek halini aldı; yalnız İtalya bundan
hariçti, çünkü bu m em lekette hukukla tıp, para getirici birer
m eslek olarak, lâikler tarafm dan öğretilm ekteydi. Böylece
de Eski Çağın ve Müslüman mem leketlerin okullarından bam ­
başka, yeni tip bir öğretim ihdas edilmiş oldu. Bu sistem Orta-
çağ’dan kalan Üniversite, Fakülte, K olej, exam en (sınav) tez,
grade (derece), bakalorea, lisans, doktor gibi adlarla bugün
dahi yaşamaktadır.
Öğretim, X III. yüzyılm sonundan önce, adm a skolastik
(okul bilgisi) denen bir sistem haline girdi. Bu sistem Üniver-
site’de yapılan iki tahsili bağdaştırm ağa çalışıyordu. Bunlar­
dan biri V ahiy’e dayanan ilâhiyat, öteki de A risto’nun eserle­
rinden çıkarılm ış olan lojik ve metafizikti. Sistemin amacı,
inancın üstün gerçeklerinin Tanrı tarafından k eşif ve vahye,
dildiğini, fakat insan aklı tarafm dan keşfedilen felsefî fikir­
lere de uyduklarını isbat etmekti. Aziz Akinolu Tom a “ Summa
T h éologica” adlı eserinde tahlil edilen bu doktrin. R om a K ili-
sesi’nin felsefe öğretim ine esas olarak kalmıştır.
Rühbam n güzel saMatlar ü^erm deki etkileri. — ' Papazlar
yalnız Lâtince yazıyorlar, Üniversite’lerde de yalnız Lâtince
konuşuyorlardı; bunlar canlı bir edebiyat yaratm ağa m uvaffak
172 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

olamadılar. F akat yine de güzel sanatlann m eydana gelme-


smde paylan oldu. M imarlara ve heykelcilere bunlar binalann
plânm ı 've konuların seçilm esi işini ısm arlıyorlardı “ R om an”
ve G otik bütün anıtlar kiliselerdi; heykeller, kabartmalar,
süsleme sanatı eşyası hep kiliseler için yapılıyordu.
Rühban sıtııfı bilhassa müziğ-in ilerlem esi işinde çalıştı. Or­
gun kullanılması sayesinde' m üziğe daha asil ve daha kudretli
ifadeye sahip bir çalgı verm iş oldu. Flam an menşeli olan, bö­
lüm ler halindeki teganniyi vücude getirerek sesli müziği de­
ğiştirdi. N otalar sistem ini ve n otalara bugün dahi taşıdıkları
adları veren, Guido d’Arezzo adında bir İtalyan keşişi oldu.
D ies i?la,e, Stabat m ater gibi en tanınm ış K ilise İlâhilerini beö-
teliyenler, İtalya'n papazları oldular.
X

O R T A Ç A Ğ IN SONU (X IV . - XV. Y Ü Z Y IL L A R )

P olitik olaylar. — X II. ve X III. yüzyıllar, A vrupa’nm sos­


yal, ekonom ik, dinî ve entelektüel hayatının tem ellerini kuran'
büyük buluşlar devresi olmuştu. “ C rtaçağ’ın sonbaharı” diye
adlandırılan X IV . ve X V . yüzyıllarda politik ve teknik yeni­
likler bilhassa göze çarpm aktadır. Bu devre, anorm al bir va­
sıfla insanı hayrete düşürür: Bütün büyük Devletler, savaşlar
veya iç kargaşalıklar yüzünden felce uğram ışlardır; zenginlik­
le aktif rol Venedik, Cenova ve Floransa, K atalonya ve P orte­
kiz, H ollanda ve İsviçre Konfederasyonu, D anim arka ve Bo­
hem ya gibi küçük Devletlerin ellerindedir. X V . yüzyılın en zen­
gin prensi, Hollanda’nın sahibi olan ve hattâ kral unvanını bile
taşım ayan Burgonya dükasıdır.
P olitik olayların ancak sınırlı bir etkisi olmuştur. X IV .
yüzyılda bu olaylar, belirli sonuçlar doğurmaksızın, küçük bir
takım arazide cereyan etmişlerdir. Olaylar şunlardır: E'lander
kontunun uyruğu olan şehirlerin, Fransa kralı tarafından bas­
tırılan, dört ayaklanması, - gövalye-keşişlerin tarikatlerinden
ikisi olan Ten,toniqu& tarikatı ile R ig a ’daki M ilites-Christi (K ı­
lıç T aşıyıcılar) nin, (haçlı seferi yapm ak üzere gelen şövalye­
lerin de yardım ıyla)' Baltık Denizi kıyılarındaki puta tapan
kavim ler üzerinde yaptıkları fetihler, ki bu fetihlerin sonucu
(Prusya, Livonya, E stonya gibi) hristiyan m em leketlerin vü ­
cude gelmesi olmuş ve bu mem leketlerin yerlileri, Alm an savaş
adamlarının ve burjuvalarının hâkim iyeti altındaki köylüler
mertebesine inmişlerdir. - Alplerdeki savaşçı köylülerin Avus­
turya prenslerine karşı kazandıkları zaferler, ki İsviçre kav-
minin m eydana gelmesini hazırlam ışlardır; - Fransa ve İngil­
tere k rallan arasındaki savaş (1339-1378), ki Fransız şövalye­
lerinin İki yenilgisiyle başlamış, F ransa’nın istilâsıyle devam
etm iş ve İngiliz ordularının çekilişleriyle sona erm iştir; - ve
nihayet Paris’in, Flander şehirlerinin ve Güney İngiltere köy­
lülerinin hemen hemen aynı anda vukua gelen ayaklanmaları.
XV . yüzyıldaki olaylar en gok D oğu A vrupa’yı karıştırdı.
174 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Olaylar şunlardır: Osmanh Türklerinin bütün Balkan yarım­


adasını istilâ edip hüküm leri altına almaları ve 1453 te de
K onstantinopolis (İstanbul) i fethetm eleri; 1389 da kraliçenin
Litvanya büyük prensiyle evlenmesi üzerine Litvanya ile bir­
leşen P olonya’nın Teuton tarikatı şövalyelerine karşı kazan­
dığı zaferle Aşağı Vistül bölgesine hâkim olm ası; - millî kah­
ram anlan Jan H us’un idam ına kızan Bohem ya Çeklerinin
ayaklanm alan ve üzerlerine gönderilen h açlı ordusunu püskür­
terek A lm anya’yı istilâ edip KiHse’yi, H uss taraftarı mezhep
ayrılıkçıları ile m üzakerelere girişm ek zorunda bırakm alan; -
İngiltere ve Fransa kralları arasında savaşın yeniden başlama­
sı (1415-1453), ki savaş fransız şövalyelerinin yenilm esiyle baş­
lamış, Ingîlizlerin bütün Fransa’dan kovulm alarıyla sona er­
m iştir; - İsviçre konfedere’lerinin Burgonya dükasına karşı
kazamdıklan zafer, ki İsviçre’lilere askerî bir devlet itibarı k a­
zandırm ıştır; - K astilya tahtında hak iddia eden iki prensesin
kocaları olan P ortekiz kralıyla A ragon prensi arasm daki kü­
çü k bir savaş, ki bu savaşın sonucu M erkez birliği (K astilya
ve Endülüs) nin D oğu (A ragon ve K atalonya) ile birleşmesi
dolayısiyle Ispanya’nın birliğini sağlam ak olmuş, beri yandan
d a P ortekiz kesin olarak bir bağımsız devlet halini almıştır.
Ltâik oton ten m değişm esi. — Avrupa’nın çeşitli bölgelerin­
de otorite türlü yönlerde merkez değiştirmiş bulunmaktaydı.
B u otorite, “ Kutsal R om a Cermen İm paratorluğu” nun bütün
arazisinde çok değişik büyüklükte topraklar üzerindeki küçük
hâkim iyetler halinde parçalanm ağa devam ediyordu; "K utsal
R om a Cermen İm paratorluğu” aynı zam anda Rhein ile Elbe
arasındaki eski A lm anya’yı ve buna bağlı olan diğer ülkeleri
(Hollanda, Loren, Franche-Com te, İsviçre), ve İslâvlarla mes­
kûn olup Alm an hâkim iyeti altına girerek sınır eyaletleri ha­
linde teşkilâtlandırılan ülkeleri, yani (K arintiya, İstirya, ve
■Karniyolya adlı sınır eyaletleriyle birlikte) Avusturya arşidü-
kahğım , adm a Saks denen Meissen’i; Brandeburg sınır eyale­
tini v e Cermenleşmiş İslâv ülkelerini (M eklem burg ve P om e­
ranya) içine almaktaydı.
Şeklen hüküm dar kalan İm parator, 1346 da tanzim edilen
kat’î bir anlaşm a ile sayılan 7 y e indirilen en kudretli prens­
ler tarafından seçilm ekteydi ki bunlara “ elektör” , yani "seçm en
prensler” adı veriliyordu. G erçek otorite prensler, yüksek rüt­
beli rahipler ve şehir heyetleri tarafından icra olunuyordu;
bu nlann herbiri kendi toprağı üzerinde adaleti tevzi etmek, pa­
m ukayeseli T A R İH İ 175

ra basmak, hattâ savaş açm ak yetkisine sahipti. En kudreth-


leri Doğru’da fethedilm iş ülkelerin (Avusturya, Saks, Brande-
burg) prensleriydi, bunlar çok geniş araziye sahiptiler ve bütün
halk kendilerine itaat ediyordu. Tersine olarak B atı’daki eski
A lm anya çok büyük sayıda şehirler v e ço k küçük prensler
arasında parçalanm ıştı, ki İm paratorun uyru&u alelâde şöval­
yelerin halefleri olan bunlar g ra f ı'kont) hattâ fr e i H err (B a­
ron) unvanlarını taşım aktaydılar. Şehirler kendi aralannda
birkaç savunm a birliği teşkil etm ekten artık çıkm ış bulunu­
yorlardı. Devam lı tek birlik, savaşçı köylülerle birkaç şehir
arasm da kurulan ebedî K onfederasyon oldu; bunu üyeleri ken­
dilerine Eidgenossen (yem inle birleşm iş) adm ı verm işlerdi;
X V . yüzyılda bunlar en eski konfedere’lerden birinin adı olan
Schlwyz (İsviçre): diye anılmağra başlandı.
İtalya’da esasen parçalanm ış olan egemen otorite, daha za­
y ıf devletleri hükümleri altına almış olan daha kuvvetli dev­
letlerin teşkil ettikleri büyük topraklarda merkezleşmeğe baş­
lamıştı. Deniz ticareti veya endüstri ile zenginleşmiş Venedik,
Cenova, Floransa gibi şehirler hâkim iyetlerini Venetia, Likür-
ya, Toskana gibi bütün bir bölgeye teşmil etmişlerdi. Bunlar
kendilerine yeni bir terim olan Stato (Etat, devlet) adını veri­
yorlardı ki bu, bütün Avrupa dillerine yerleşti. Başka bölge­
lerde bir derebeyi ya da alelâde bir sava§ şefi bir şehir yahut
hattâ bir toprak üzerinde hâkim iyet kurmuştu. Bunlann en
kudretlisi, -ki sonradan M ilâno dükası admı aldı-, Lom bar­
diya’nm en büyük kısm ına hâkim bulunmaktaydı.
A v m p a ’nm geri kalan kısm ında her mem leket, irs yoluyla
tahta çıkan ve derebeyleriyle-yüksek rütbeli rahipler tarafm ­
dan da tanınm ış bulunan bir kral hanedanına sahipti. B u ül­
kelerden çoğu, kralın oğlu olm azsa tahtın kızına kalmasını ka­
bul ediyorlardı; bu da ülkenin idaresini yabancı bir prensin
elin© verm ek gibi bir sonuç doğuruyordu. F ransa ise 1316 da
Gol’ler tarafm dan ihdas edilen ve kadınları tahta çıkm ak h ak.
kından yoksun bırakarak tahtı en yakın erkek hısım a tahsis
eden bir emsale uym aktaydı.
K ral unvanı bölünm ez bir hal alm ıştı; faka t eski taksim
âdetinden, küçük oğulu mirassız bırakm ağa karşı bir nefret
kalmış bulunmaktaydı. Onun için F ransa’d a küçük oğula
“apanage” (yani irat) olarak bir eyalet tahsis etm ek âdeti
baki kalm ıştı; o da buna kralın bir uyruğu sıfatiyle sahip ol­
maktaydı. Kuzey ve D oğu A vrupa ülkelerinde krallar küçük
176 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

oğullan için böyle eyaletler tahsisine devam ediyorlardı.


D ev letler halinde bölünme. — H er kral ailesinin arazisine
krallık deniyordu, arazinin başkenti olan bir şehir vardı ki
kral ötedenberi burada oturuyordu. B u toprak, tek ve aynı aile­
nin hükm ü altındaki uyruklan birleştiren politik bir topluluğun
çerçevesi haline geliyordu v e burada, bilhassa yabancılara
karşı yapılan savaşların etkisi ile, millî bir duygu vücut bul­
m ağa başlamaktaydı.
X V . yüzyılın sonundan itibaren Avrupa’nın büyük bir kıs­
m ında Devletler kurulmuştu. B atıda Portekiz krallığı; - küçük
krallıklann m eydana getirdikleri iki topluluğun (yani K uzey­
deki m ülhakatı ve Endülüsteki fütuhatıyle “ K astilya ta cı” , ve
herbiri a y n idare altında teşkilâtlanm ış üç devletten mürekkep
“A ragon tacı” ) birleşmesiyle m eydana gelen İspanyol D evleti; -
İm paratorluğa tâbi m em leketlerin ilhakı ile G üney-D oğuda ge­
nişlemiş olan Fransa krallığı; - Ing-iltere (İrlanda ile beraber)
ve Iskoçya krallıkları. Merkezde Sicilya ve Napoli krallıkları
bulunmaktaydı. Kuzeyde, 1397 deki birleşme ile D anim arka
kralına tâbi olan Danimarka, İsveç, N orveç krallıkları; D oğu­
da Macaristan, Bohem ya ve P olon ya olm ak üzere üç krallık
bulunuyordu. Tatar hanlarının cizye ödem eğe devam eden
R u s prenslerine ait topraklan n hepsi X V . yüzyılın sonunda
M oskova prensinin tek hâkim iyeti altında birleşmişti.
Çeşitti hüküm et şekilleri. — M uhtelif m em leketlerde kra­
lın otoritesi zıt yönlerde değişm iş bulunmaktaydı. İngiltere
kralı en merkezleşm iş otoriteyi icraya devam ediyordu. L on ­
dra’da, kendisinin yanında oturan ço k az sayıda mem urlara
aylık verm ekteydi k i bunlar, dâvaların görülm ekte oldukları
mahkem elere başkanlık etm ek üzere, kralın mem leket içinde
dolaşm ağa gönderdiği iki tane yargıçlar grupu; parayı almak
ve hesapları denetlem ek için bir maliye mem urları grupu idi.
, Zâbıta ve idare görevleri her m em lekette kral tarafından hem
bir şeref, hem de bedelsiz bir m ecburî ödev olm ak üzere, zen­
gin arazi sahiplerine tevcih edilmekteydi. Bunlar krallığın her
yan m a dağılm ış bulunan “ sulh yargıçları” idiler, mahallî bü­
tün dâvalan hallederek kararlar veriyorlardı.
F ransa kralına krallığın her yanında itaat gösterilm em ek­
teydi. B ir prensin sahip bulunduğu eyaletler bağım sız bir
D evlet gibi idare edilmeğe devam olunuyorlardı. K ral ancak
kendi “ kralî mülklerine” dahil ülkelerde, o araziye sahip prens
sıfatiyle gerçek bir otorite icra edebiliyordu. F akat bu arazi,
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 177

krallığın bütün eyaletlerini ve hattâ krallığın sınırları dışında,


ki birkaç ülkeyi de içine alarak büyümüş bulunmaktaydı. X V .
yüzyılın sonunda İngiltere krallığından daha büyük ve nufus-
ça daha kalabalık bir saha üzerine yayılm ış bulunuyordu. K ral
burada savaşlara engel olm ak iktidarını elde etmiş ve adale­
tin egemen gefi haline gelmişti. H üküm et işlerini ya doğrudan
doğru ya kraldan, ya da r e lim ve harg adı altm da uyruklardan
para alan daimî bir mem urlar kadrosuna gördürüyordu. Çe­
şitli işlerle görevli heyetler ‘‘K ral M eclisi” nden ayrılmışlardı k i.
bunlar, âdi adalet için Parlâm ento, arazinin hesapların^ denet­
lem ek için bir Sayıştay, daha sonra da vergiler konusunda çı­
kacak dâvalar için bir Yardımlar Divanı idi. K rala uyan prens­
lerin herbiri de kendi eyaletlerinde bunlara benzer kurullar,
D ivan’Iar teşkil ettiler.
Bu iki usul öteki krallar, prensler ve şehirler tarafm dan
da uygulandı, fakat İngiliz rejim inden çok Fransız rejim i kul­
lanıldı.
Hemen hemen bütün m em leketlerde kralın büyük .şahsi,
yetler üzerindeki iktidarı türlü tesadüfler sonucunda azaldı.
Isk oçy a’da iki asır boyunca tahta, hüküm sürmekten âciz altı
tane küçük yaşta kral çıktı; İspanya’da tahta çıkm ak yüzünden
kral ailesinin m uhtelif üyeleri arasm da kavgalar başladı; Na­
poli’de de yabancı menşeli iki aile arasında aynı şey oldu; İs­
v eç’le N orveç’te ise kral ailelerinin soyu tükenm işti ve millet
DanimarkalI bir krala< gönül rızasıyle itaat etmiyordu. D oğu
Avrupa’nın üç krallığında yani Bohemya, M acatistan ve Polon­
ya’da kral ailesinin soyu tükendiğinden, kral unvanı yarı se.
çilir hale geldi ve yabancı rakipler arasm da kavga konusu ol­
du. Bundan faydalanan büyük şahsiyetler yeni kralı tahta çık­
madan önce kendi im tiyazlarını idame ettireceği, kendilerinden
hiçbir vergi almıyacağı, kendilerine yargıçları seçme hakkını
tanıyacağı ve arazilerindeki insanlar üzerinde adalet hakkına
sahip olarak bırakacağı hususunda yemin etmeğe m ecbur tut­
tular.
K ilise otoritesinin değişm esi. — Rühban sınıfının otoritesi
de zayıflamıştı. A vrupa kiliselerinin gittikçe çapraşık bir hal
alan işlerini görm ekte olan memurların aylıklarını ödiyebil-
m ek için, Papa’lar tam K ilise Devletlerindeki uyruk şehirlerin
bu devletlere artık itaat etmez oldukları bir sırada, gittikçe
artan bir para ihtiyacı ile karşılaştılar. Kilise görevlerine bağ-
F. 12
178 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

h aidatlı rütbeler (b én éfice) üzerinden vergi alm ak için ruha­


nî nufuslarm ı kullandılar. B öyle aidatlı bir rütbeye tayin olu­
nan her kilise adamından Papa, “ bir yılın ortalam a gelirine
eşit bir vergi", - aidatlı bir rütbe m ünhal olunca buna tâyin
yapm ak vaadi karşılığında başka b ir vergi, - aidatlı birkaç
rütbeye! birden sahip olabilm ek içiB a y n bir v e rg i; - R om a’daki
yüksek m ahkem ede temyizen görülecek dâvalar için de adlî
harç alıyordu. A y rıca m üm inler tövbe ve istiğfarla bazı im sak­
lerden bağışık tutulm ak için, hısım lar arasındaki evlehm eler
için, gvlenmelerin iptali için de h arç v e vergi ödem ekteydiler.
X IV . yüzyıldan itibaren Papa’lar R om a’yı terkedip Fran­
sa’daki A vignon şehrinde oturm ağa başlamışlar, Papa da Gü­
ney’deki Fransızlar arasından seçilm eğe başlanmıştı. İşte bu
usuller de o sırada bir sistem halinde teşkilâtlanmıştı. Bundan
edinilen kârlar Papa’nm çevresinde toplanm akta olduğundan,
bu usuller rühbanı da, m üminleri de kızdırm aktaydı. Papa’nın
sarayından yoksun kaldıklarına memnun olm ayan İtalyanlar,
Papa’m n A vignon ’da oturm asına “Bâbil esareti’ ’admı verdiler.
Papalığın zaten sarsılmış olan otoritesi, Papa’nm R om a ’ya
dönüşünden sonra, yeni bir Papa’dan memnun kalmayan F ran .
sız kardinallerinin başka bir Papa seçm eleri ve onun da ge­
lip A vignon’da oturması üzerine, daha çok zayıfladı. Bu Pa-
pa’lardan herbiri ötekini ve onun bütün taraftarlarını aforoz et­
ti. K rallar da iki taraftan yana olarak ayrıldılar, hristiyan âle­
mi “ büyük şîa, ayrılık” ile ikiye bölündü. Bunun üzerine bü­
tün hristiyanlar bir Papa tarafm dan aforoz edildiler - ve dola-
yısiyle lânetlenip cehennem lik olm ak tehdidiyle karşılaştılar,
faka t bu Papa’nm hakikisi olup olm adığından emin değillerdi.
Bunun üzerine Avrupa’da K ilise’nin ıslâha, yani yeniden
kurulm ağa m uhtaç olduğu hissi yavaş yavaş yeretm eğe başla­
dı v e Üniversite profesörleri bu ıslâhatın (reform ) yapılm asını
istediler. İk i Papa arasında bir anlaşm a ile birliği yeniden kur­
mak için yapılan, fakat sonuç verm eyen denemelerden sonra,
büyük gîa yani ayrılığa bütün m em leketler piskoposlarının iş-
tirâkiyle kurulan K onstaîız ruhanî m eclisi tarafından son ve­
rildi. Ruhanî m eclis her iki Papa’yı da azlederek yeni bir P a­
pa seçti; o da R om a ’da oturm ağa başladı. F ak at yeni Papa
reform yapm ağı reddettiğinden, ilk defa olarak Üniversite pro­
fesörlerinin de igtirâkiyle (bu sefer Basel’de) ikinci bir ru­
hanî m eclis toplandı ve reform ’u Papa’ya zorla yaptırm ağa
kalkıştı. Bu yüzden ortaya çıkan derin anlaşmazlık, ruhani
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 179
m eclisin iktidarsızlığını m eydana vurdu. Bu buhran ortada,
K ilise’nın “gefinde ve üyelerinde” bir reform a muhtaç olduğu
g ib i bir intiba bıraktı. Y in e bu buhrandan, Fransız ruhbanı ta­
rafından yayılan bir de doktrin ortaya çıktı ki buna göre, ru­
hanî m eclis dinî inanç konusunda Papa’nm kinden daha üstün
bir otoriteye sahip bulunmaktaydı.
M eclislerin kurulması. — O rtaçağ’ın sonu bilhassa politik
alanda m eydana gelen tesislerden yana verim li oldu ve tem ­
silciler meclisi, daimî ordu, vergiler, m eslek yargıçlarından ku­
rulu m ahkem e gibi geyler olan bu tesisler, modern monarşile­
rin yeni şartlarını hazırladılar. D aha X II. yüzyıldan itibaren
bir kral, yalnız kendi alelâde m eclisinin fikriyle yetinem iyecek
kadar ciddî bir karar alm ağa m ecbur kaldığı zaman sarayına
(Fransızcada cour, İngilizcede cou rtj, kendi m eclisiyle beraber,
krallığın başlıca şahsiyetlerini de davet ederdi ki, Ispanya’da­
ki cortés sözünün menşei budur.
İngiltere kralı X III. yüzyılın ortalan na doğru Fransızca
P arlem ent (parlâm ento) diye adlandırılan olağanüstü b ir,m ec­
lisi toplantıya çağırm ağa başladı. Bu m eclise yalnız, kralm uy­
rukları olan, yüksek rütbeli ruhanilerle derebeyleri (îorrf^lar)
değil, kral tarafından tayin edilen her kontluğun ve şehirlerle
kasabalardan herbirinin arazi sahiplerinden ikişer tem silci
katılıyordu; onun için bu m eclise “bütün İngiltere krallığı top­
luluğu” adı verilmekteydi. _- İskoçya krah da bir parlâm ento­
yu toplantıya çağırarak bu örneğe uydu. - Papa ile mücadele
halinde olan F ransa kralı, üg E tat’nın, yani rühban, asiller ve
burjuvalardan m eydana gelme üç imtiyazlı sınıfın kurdukları
bir meclisi toplantıya çağırdı. - A yrıca ileri gelen uyruklardan
kurulu m eclisler İspanya, İskandinav memleketleri, D oğu Av­
rupa krallarıyle. Alm an prensleri tarafm dan kendi toprakla­
rında LoMdtag (m em leket oturum u) adı altmda, toplantıya ça­
ğırıldı. M eclisi olm ayan tek memleket, İtalya idi.
Bu toplantılara önemli kişiler şahsen geliyorlardı; aşağı
rütbeli asiller ile burjuvalar mecliste hazır bulunam ıyacak ka­
dar çok sayıda olduklarından, delegeler tarafından tem sil olun-
maUtatfdüar (1). Tem silciler her zaman seçilmig kim seler de-

(1) Bizim içim alışılmış bir hat olan, nam evcutların baş­
kalardı tarafından tem sil olunması fik ri eskiletisn zihinlerinde
yeretm iş değildi. L âtin ce R epresen tan s terim i bir hristiyan ycu-
earca, eya let ruhani m eclisleri içini kullanılmışt-ı.
180 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
ğillerdi, bunlann bir şehrin mem urları olduğu da vaki idi. K öy­
lülerin arazi sahibi oldukları İsveç’le T irol harig, köylü yığını
h içbir m em lekette temsil edilmemekteydi.
Meclis, m em leketlere göre değişik bir ad taşıdı, Lâtince de
buna D kıeta deniyordu. F akat her yerde, a y n bir salonda ken­
di başına çalışm akta olan şubelere bölündü ki, oda anlamına
olan kamara (Fransızcada Ghambre, İngilizcede Chamber, Ital-
yanoada Camera): sözü buradan geldi. B u nlann sayısı, grupla^
n kurm ak için takibedilen prensipe göre değişm ekteydi. İngil­
tere ve İskoçya parlâmentolarında, K astilya Costeslerinde (şe­
hirlerin eşrafı, sa vctla n ), M acaristan ve P olonya Diyetlerinde
yalnız iki “ kam ara” vardı ki bunlardan biri derebeylerle yük­
sek rütbeli ruhanilere, öteki de küçük rütbeli asillerle şehirle­
rin tem silcilerine mahsustu.
F ransa’daki rühban’ da.n, asiZer’den ve (“ üçüncü” anlamına
Tiers diye bir. sıra num arasıyla gösterilen) burjııva’\axAan
. m eydana gelen E ta t’la.r m eclisinde üç kam ara vardı. Bütün asil
sınıfın derebeylerle (Alm ancada H erren ) gentilhom m e’lara bö­
lünmüş olduğu ve şehirlerin de bir şube teşkil ettikleri (B o ­
hem ya dahil) bütün Alm an Devletleriyle K atalonya’da da bu,
böyleydi. - H em rühbanı, hem de ildye bölünmüş olarak asil­
leri kabul eden A ragon krallığı ile, meclise asilleri, rühbanı,
burjuvaları ve köylüleri alan İsveç’te de dört kam ara m evcut
oldu.
X IX . yüzyılda, İngiliz parlâmentosunu takliden, ikiye bö­
lünme l.er devletin benim sediği rejim haline geldi ve meclis
menşeinden itibaren günüm üze kadar üç âdeti m uhafaza etti:
1 — K am aralar tek v e aynı şehirde toplanıyorlar ve oturum ­
larını aynı anda yapıyorlardı. 2 — M eclis ancak kralın irade­
siyle m evcuttu ve kral onu istediği yerde, istediği anda top­
lantıya çağırıyordu. Bu çağırılm a keyfiyeti daim a uyruklara
verilen bir emir mahiyetinde olarak kaldı. Çağırılan kimse
m asrafını cebinden ödem ek şartiyle gelm ek ve prensin emret­
tiği süre boyunca kalm ak zorundaydı. Toplantıda hazır bulun­
m ak bir hak olm aktan ziyade, bir ödevdi. 3 — M eclis hiçbir
zaman kendi isteğiyle toplanam adığı gibi, ne belirli aralarla,
ne de önceden tesbit edilmiş bir süre için toplantıya çağırıldı.
Kral, zamanım ıza kadar, canının istediği gibi, m eclisi toplan­
tıya çağırm ak, toplantıyı geri bırakm ak ve hattâ meclisi fes­
hetm ek hakkını m uhafaza etti.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 181

M eclislerin rolleri. — Meclis illcin, kralın töreye aykırı ola­


rak verdiği istisnaî bir kararı onaylam aktan başka bir role
sahip olmadı. Ayrıca, yazılı bir kural da ihdas edebilirdi ki İn -
gilizler, töre anlamına com m on lav/a, zıt olarak buna statu te
adım veriyorlardı. K rallar tercihan daha sabuk bir usul kul­
landılar, yeni kuralı bir em irnam e (ki buna ferm M i da deni­
yordu ) bütün tebaaları için m ecburî olarak, ihdas ediveriyor-
lardı.
F ak at töre’nin tanım akta olduğu özel m ülkiyet dokunulm az
olduğundan, bunun bir parçasını bir verg-i şekli altında almak
için, hüküm darın m ülk sahiplerinin kesin ve açık rızalarına
ihtiyacı vardı. Onun için kanunî sahipler veya onların tem sil­
cilerinden m eydana gelme m eclise ya onlarm topraklarından,
y a da kiracıları olan köylülerden vergi alm a izni istiyordu.
Meclis, istenen para m iktarını tartışıyor ve çoğu zaman pek
uzun süren bir pazarlıktan sonra, ödem eğe razı olduğu parayı
tesbit ediyordu. D aha sonra verginin oya konulm ası şekline gi­
ren bu rıza keyfiyeti, bütün meclislerin başlıca rolünü tegkil
etti.
Bütün m em leketlerde meclis, rızasını verirken karşılığın­
da da, şikâyet şekli altmda, bazı tavizler elde etm eğe çalıştı.
K ralın veya memurlarının fiillerinin töreye.veya hukuka aykı­
rı olduğunu ilân ediyor ve bu gibi suiistimallerden vazgeçile­
ceğine dair yazılı bir vaid alm ağa çalışıyordu. M eclis ancak
İngiltere’de yeni bir kanun ihdas ettirmeğe m uvaffak oldu, bu
da bir dilekçe (pétition ) şeklinde idi ki kral bunu kabul etti­
ğini bildirince, kanun haline sokuluyordu. - D oğu Avrupa
krallıklarında m eclis kralı aridla.'jina (capitulatio) şeklinde bir
taahhüt kabulüne zorladı: K ral bununla tebaasının im tiyazla­
rına saygı gösterm eği ve bilhassa, bütün görevleri m em leketin
asillerine hasretm eği taahhüt ediyordu.

Daimi ordu. — O zamana kadar savaş ya Baa-barların tö-


i'esine uygun şekilde hür savaşçı insanlar toplanarak, y a da
derebeylerinin hizmetinde olan ve kendi ceplerinden silâh ve
teçhizat tedarikine m ecbur bulunan uyruklar tarafından ya­
pılırdı. Töre, mem leketin istilâya uğram ası takdirinde nefîr-i
âm sistemini (alm ancada Landm ehr) kısm ış ve derebeyinin
hizmetini de yılda az. sayıda günle sınırlamıştı. Adam larını bu
vâdenin daha ilerisi için de salıverm em ek üzere, kral ilkin on­
182 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

lara para verm eğe başlamış, X II. yüzyılın sonundan itibaren de


İngiltere ve F ransa kralları ulûfe yani ücretle CsoTdeJ meslek
savaşsılan tutmuşlardı. X IV . yüzyılda, kendilerine bir solde
(ücret, ulûfe) ödeyerek savaş adamlarını sınırsız bir müddet
için hizmete alm ak âdeti genelleşti. B öylece de bir savaş adam ­
ları mesleği m eydana çıktı ki bunlara, çeşitli dillerde, solde
yani ücret, ulûfe olan menşelerini hatırlatan soldat, soldado,
soudard, soldier, sotdner gibi adlar verildi. (T ü rkçesi; Asker)
H üküm et her askeri a y n a y n hizmete alm ıyordu; bir şefle
görüşüp anlaşıyor, o da arkadaşlarını (com pagnon ) alıp geti­
riyordu. B ölük anlam ına com pagnie, şef anlam ına capo yahut
capUama (yani şim diki yüzbaşı) adları buradan gelmedir. Üc­
ret toptan olarak şefe verilm ekte, o da bunu adam larına da­
ğıtm aktaydı; kıta mevcudunun tam olduğunu denetlem ek için,
bir kom iser onu teftiş ediyordu, g e f arkadaşlarını nereden
bulursa oradan tedarik etm ekteydi am a tercihan asil silâh,
tarlan seçiyordu, faka t her cinsten m aceraseverlerl topladığı
da oluyordu; önemli olan, soydan ziyade, değerdi. Çok eşitsiz
büyüklüklerde olan bölükler, büyük bir şahsiyetin emri altın­
da toplanıyorlardı.
Silâhlar v e taktik. — Savaş henüz bilhassa atlılar tara­
fından yapılm aktaydı ki, bunlar eşitsiz iki cinstiler. Madeni bir
zırhla korunm uş olan silâhşor (h om m es d’armesı) yine korun­
muş bir ata biniyor ve m ızrakla hücum a geçerek savaşıyor­
du. X IV . yüzyılın başındanberi örme zincirden zırhın yerini,
vücudün her yanını örten ve oynak yerleri bulunan dem ir par­
çalarından yapılm a bir zırh alm ıştı; baş, m üteharrik bir si­
perle kapanan bir m iğferle korunm aktaydı. Bu hale “ tepeden
tırnağa silâhlı’ ’adı veriliyordu.
Zırhsız bir ata binen, ok v e kılıçla savaşan atlı ise sadece
meşinden, yahut içi pamuk, kıtık gibi şeylerle doldurulmuş
zırhlar v e açık bir m iğferle korunm aktaydı; bu atlı daha dü­
şük bir ücret alıyordu. P olonya ve M acaristan’da ordular bil­
hassa zırhsız olarak kılıçla savaşan h a fif süvariden m eydana
gelmişlerdi.
Savaş sanatında bir ihtilâl başlıyordu. O zamana kadar
hep h a fif bir zırh giymiş, (bazen ucu kanca şeklinde biten)
kargılarla savaşan piyadeler (Fransızcada setg en t} kullanıl­
m ıştı; Bunlar ya ücret karşılığında hizm et eden halktan kim ­
seler, y a da bir şehrin milise yazılmış sâkinleriydi; fakat rol­
leri pek önemli değildi. X IV . yüzyıldanberi hüküm etler em ir-
. M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 183

lerinde bir piyade kıtası bulundurdular ki bu, savaşta kesin


bir rol oynadı. Bunlar X IV . yüzyılda kundaklı bir çeşit ok
(arbalète) kullanan (genel olarak Cenevizli) okçularla, İngi­
liz ve Gol okçularıydı ki, oklarının m enzili uzundu ve vurduk­
ları yeri kuvvetle deliyordu; X V . yüzyılda da sık taburlar ha­
linde savagan ve kim isi uzun bir kargı, kim isi de bir m ızrakla
silâhlanmış İsviçreliler görüldü.
IX . yüzyıldanberi orduların başlıca kuvvetini teşkil eden
ağır süvari, m ızrağı ileride olduğu halde hücum ederek, ancak
birkaç sıra halinde bir tabur teşkil ederek savaşmasını bili­
yordu. Bu taktik, başka taburlara yahut kötü talim görm üş
piyade milislerine kargı kâfi gelm ekteydi. X IV . ve X V . yüz­
yıllarda süvari orduları talim li bir piyade ile karşılaştıkları
zaman tam bir bozguna uğradılar: N itekim (C récy ile Poiti-
ers’de) bu piyadeler İngiliz okçularından ve attan inmiş şö­
valyelerden m ürekkepti; Osmanh sultanının yeniçerileri de
(Niğbolu ve V arna’da) iyi talim görm üş piyadelerdi; B oh em ,
ya’daki orak ve gürzlerle silâhlanmış Hus taraftarları ve
(Sem pach, Granson v e M urten’de savaşan) İsviçrehler de öy­
leydiler. Bu devrimin, 1331 den itibaren kullanılm ağa başlanan
ateşli silâhların (tüfek, tabanca, top) icadıyla h içbir ilgisi
yoktu; çünkü bu silâhlarla çok yavaş atış yapılabiliyordu, m er­
m ileri ise bir askerî kıtayı durduram ıyacak kadar zayıftı;
onun için henüz bütün savaşların sonuçları, kesici silâhlar sa­
yesinde belli olmaktaydı.
Askerler sürekli şekilde h içbir prense bağlı değillerdi; can­
ları nerede isterse orada hizmete giriyorlar, bir taraftan çıkıp
düşman tarafa geçiveriyorlardı (1). Ordu, her m em leketten
m eslek askerlerini bir araya toplam aktaydı; kendilerine veri­
len (İngiliz, N avarre’h, Fransız gibi) adlar, o anda hizmetine
girmig bulundukları hükümdarın adıydı. H üküm dar bunlara
canının istediği gibi yol veriyor, savaş bitince de hepsini yerli
yerine gönderiyordu. Fransa krah bile an cak 1439 dan itiba.
ren on beg bölük silâhlı askerden m eydana gelm e bir kıta
bulundurmağa başladı. Yalnız Osmanh sultanı, adıniı Yeniçeri

(1) H atta X IV . yüzy%lın ortasına doğru İtalya’ da adma


(grande com pagnie, yani büyük bölük) denen bir k%ta da m ey­
dana çıktı ki bu, hiçbir hüküm ete hizm et etm iyor, seçim le işbOr
sına gelen bir şefin em rinde bulunuyordvi[ve m asrafları için bi,r^
d>e kasaya saMpti,
184 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

denen piyadelerden müteşekkil daimî bir ordu bulundurdu; /


yeniçeriler hristiyan ailelerinin çocu k lan arasm dan zorla dev-
giriliyorlardı.
Askerler ücretlerini (ulûfe) çok intizamsız bir şekilde alı­
yorlardı ve ikmal debboylarına sahip değ-ildiler. Fakat*savaşı
kâr getiren bir i§ saym ağa ahşm ışlardı; esir alıp sonra bunlar­
dan fidye kopartıyorlar, kaleler zaptedip sonra bunları satışa
çıkarıyorlar ve hele bulundukları memlekette, halkın sırtın,
dan geçiniyorlardı. Tacirlerin yollarını kesip' bunları soyuyor­
lar, hücum etm em ek için şehirlerden h araç alıyorlardı. H ay­
vanlarla mahsulü alıp götürüyorlar, paralarının nerede saklı
olduğunu söyletm ek için köylülere igkence ediyorlardı. Bu
usuller aynı şekilde Fransa’da da X IV . yüzyılda "büyük bö­
lükler” , X V . yüzyılda da (boğazkesen’ler diyebileceğim iz)
“ E corch eurs” adlı silâhlı çeteler tarafından uygulandı.
Vergiler. — Kralların muntazam geliri arazilerinin ürün­
lerinden, meskûkât, pazar yerleri, ayakbastı paralan gibi
şeylerden alman resim ve vergilerden; para cezalarından ve
müsaderelerden ibaretti; krallar bunlara, uyruklan olan dere-
beylerinden istedikleri yardım’ı da eklemişlerdi. Orduların üc­
retini ödem ek için kaynaklar yetişm iyordu. X III. yüzyılın so­
nundan itibaren Fransa ve İngiltere K ralları yeni usuller kul.
landılar. Bütün krallıktaki tebaalarından ayrı şekilde hesap­
lanmış vergiler istediler ki bu vergiler bunlann menkul ser­
vetlerinin, sahip oldukları gayrim enkullerin gelirinin bir kıs­
mından ibaretti. H er iki kral da Yahudileri ülkelerinden kovup
bunların m allannı, m ülklerini müsadere ettiler. İngiltere kralı
dışarıya ihraç edilen yünler ve deriler üzerinden çok ağır bir
vergi aldı.
İki m em leketteki tebaa bu para toplam a usullerini adalet,
siz buldular ve buna Lâtince m ale t olta (kötü toplam a) diye
bir ad taktılar. İngiltere kralı E dw ard "bütün krallığın müş­
terek nza^ı olm adıkça” h içbir para tahsil etm iyeceğine söz
verdi, yani bu iş İçin Parlâm entonun rızasını şart koşuyor­
du. Fransa kralları ise vergiyi ya bütün krallığın, yahut bir
eyaletin “ E tat’lar m eclisinden” istediler, bunu yaparken de
"krallığın ih tiyaçlan için ” bir para yardım ’ı İstemek yolun­
daki, derebeylik devrinden kalm a hakkı ileri sürdüler. Y avaş
, ^ avaş vergi, değişik adlar altında (İngilizcede mf/hsidy, Ispan,
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 185

yolcada servicio, Alm ancada S teuer) bütün memleketlerin


âdetleri araşm a girdi.
Verginin konusu hakkm da hükümetler iki usul arasmda
tereddüt ettiler, sonunda her iki usulü de kullandılar. A n a pa­
ra ile gelir üzerinden sâbit bir nisbet alm ak am acı ile ilkin
X III. yüzyılın sonunda topraklarla evler üzerinde vasıtasız
vergi ihdas edildi. F akat hükümetler bunlara değer biçm ekten
âciz kaldıkları için daha kolay bir usule başvurdular: H er şe­
h ir veya k öy tarafından ödenecek parayı tesbit ettiler ve bu­
nun halka payedilmesi işini mahallî otoriteye bırakarak, öde­
me iğinden onu sorumlu tuttular. “ Taksim, tevzi sistemine da­
yanan vergi”nin menşei budur. Asiller de verginin kendi şahsi ■
toprakları üzerinden değil de, kiracılarının toprakları üzerin­
den tahsil edilmesine razı olm uşlardı; M acaristan ve Polon­
ya’daki asiller kendilerini her türlü vergiden bağışık tutturdu­
lar. *
Satışlar üzerine konan vasıtalı vergi, ilkin pazarda ya­
pılan her satış üzerinden alındı ve Ispanya’da arapçadan gel­
me alcavala adı altında, 1/10 nisbetiyle, devam etti. Fransa’da
bu vergi yalnız çok sarfedilen rnallann ve bilhassa içkilerin
satışlarına inhisar ettirildi ye bu vergiyi tahsil etm ek hakkı
mültezimlere verildi; kral tuzun satışı inhisarını da mülte­
zim lere verdi ki bu, yine arapçadan gelme gabelle adını mu-
hafa.za etti. Yabancı memleketlerle bütün ticaretini deniz yo­
luyla yapm akta olan İngiltere ise daha rahat bir usule baş­
vurarak ihraç edilen yünlerle deriler ve ithal edilen şaraplar­
la diğer içkiler üzerine vergi koydu.
T öreye aykırı olan ve yalnız* geçici bir ihtiyaç için kabul
edilen verginin, m uvakkat olması gerekiyordu; prens m asraf­
larını, arazisinin muntazam gelirleri ile karşılam ak durumun­
daydı. Bu prensip Fransa’da V. Charles tarafından kabul edil­
di ve bu kral, verginin kendisinin ölümünden sonra (1380 de)
kaldırılmasını emretti. F akat F ran sa kralının tebaası vergiyi
o kadar muntazam bir şekilde ödem eğe alışmışlardı kl, vergi
daim i bir hal aldı v e birkaç eyalet hariç, herhangi bir m ecli­
sin rızası alınmadan tahsil edildi. V ergiyi rıza ile tahsil şek­
li, yalnız bu iş için parlânıentonun toplanması icap eden İn­
giltere’de değil, fakat hiç değilse zevahiri korum ak bakım ın­
dan bütün A lm anya ülkelerinde, İsveç’te ve D oğu Alm anya’da
baki kaldı.
Meclis, ordunun m aşraflan için vergi toplanm asına razı
186 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

olduktan sonra, parayı toplam ak ve askerin ücretlerini öde­


m ek için işiyle ödevli m em urlar tayin ediyordu. Fransa’da çok
çabu k terkedUen bu rejim , Alm an ülkelerinde baki kaldı, i
Böylece de yanyana iki kasa m evcut oldu k i bunlann biriy
prensin arazisi, adına "savaş kasası” denen öteki de askeri^
m asrafı içindi.
Adaletin değişm esi. —- K rallann ve prenslerin maddi kud­
retleri vergiler ve ücretli kıtalarla artarken, bunlann adalet
şefi sıfatıyle olan iktidarları da hukuk ve usul alanlarındaki
bir değişiklikle kuvvetleniyordu. K rallarla prensler tebaaları­
nı yargılayan eski m ahkem eleri, rühbamn dinî mahkemeleri-
,ni, u yru k lan olan derebeylerinin ve burjuaJann adlî m eclisle­
rini, derebeylik arazisinin k iracılann a m ahsus özel m ahkem e­
leri kaldırm adılar ama, iki usulle bunlan zaafa düşürdüler. -
E n önem li dâvaları krallık m ahkem esinde gördürüyorlardı.
Bagka bir m ahkem e taraiından verilen k a ra n tem yiz yoluyla
incelem ek v e gerekirse bu kararı iptal etm ek yetkisini kendi
m ahkem elerine verm işlerdi. Böylece, İngiltere hariç, bütün
m em leketlerde tem yiz ve iki (veya daha fazla) “ derece” li ada­
let rejim i yerleşti ve bütün A vrupa kıtasındaj uygrulamr oldu.
A dalet cihazı a y n c a (zâbüa, polis ismi altm da ayırdettiğim iz),
a d lan tehlikeliye çıkm ış kim selerle hırsızları, serserileri veya
dilencileri yakalatm ak, tevkif ettirmek, hattâ "h içbir dâvaya
tâbi tutm aksızın” idam ettirm ek iktidarına da sahipti.
Adalet, İtalya’da da olduğu gibi, hukuk öğrenim i yaptık­
ları için adlan na légiste denen (Lâtince lex, yani “ kanun”
sözünden, kanun adam ı) denen, prensin hizm etinde bulunan
v e hem en hepsi burjuva olan meslek yargıçları tarafından
tevzi edilmekteydi. H er m ahkem enin yam başında da avukat,
savcı, zabıt kâtibi, n oter gibi kanun bilen, dâvalar veya söz.
leşm eler için kullanılan v e mübaşir, çavuş gibi aşağı rütbeli
kim selerden de yardım gören bir kadro teşekkül etmişti. Bun­
lar bilhassa Fransa ve İtalya’da çok, İspanya, A lm anya ve
D oğu A vrupa’da ise daha az sayıda idiler.
T öre v e huhuk. ■— A vrupa iki rejim arasm da bölünmüş
durum daydı; İtalya, İspanya, Güney Fransa gibi Güney ülke­
leri, R om a hukuk’umı kullanm ağa devam ediyorlardı. Bun­
lar, X II. yüzyıldanberi B olonya Üniversitesinde okunm akta
olan hukuk kitaplarından çık an im ış kural ve nizam lan uygu­
lam ağı kolayhkla kabul ettiler. Buralarda bir sistem vücude
gelm işti ki bu, E şki çağ’daki “ kanunlar külliyatı” dem ek olan
M U K A Y E SE Lİ T A R İH Î 187

D igesta’ya, değil de, (tefsir, yorum anlamına, G rekçedeki)


glossa/ya, dayanıyordu: Yani bu sonuncu usulle metin, X II. ve
X III. yüzyıllarda tefsir edilmiş bulunmaktaydı. X IV . ve X V .
yüzyılların hukukçuları bunu, lâik adlî meclislerin ve klişe
kanunlarının ihdas ettikleri töre ile m eydana çıkan tatbikatla
bağda.ştırmağa çalışıyorlardı. - A vrupa’nın en büyük kısmı -
yani Ingiltere ile Iskoçya, (Güney bölgesi hariç) Fransa, A l­
man ve İskandinav ülkeleri. D oğu krallıkları, - töreyi m uhafa­
za ediyorlardı ki bu, em sale göre, yani hatırda kalan benzeri
durumlar gözönüne ahnarak, yargılam ak dem ekti (ki bunun
adına İngilizcede case law denir).
X IV . yüzyıldan itibaren hukukla töre arasında savaş baş­
ladı. H üküm etler ilkin R om a hukukuna karşı koydular. Frsın-
sa krah bu hukukun öğretim ini yasak etti; Paris Parlâm ento­
su (yani adliyesi), Ingiliz ve Alinan m ahkem eleri bu hukuku,
yabancıdır diye reddettiler. F akat bunun am elî bakım dan bü­
yük bir takım faydaları vardı. T öre sözlü, müphem, belirsiz,
değişebilen, yerine göre ayrı ayrı olan bir şeydi; öğretim in
okum ak ve yazılı bir metni yorum lam akla yapıldığı bir de­
virde, töre’nin öğretim i güçtü. R om a hukuku ise yazılı, sarih,
belirli, tek şekilli idi ve öğretilm esi rahattı. H ukuk öğrenim i
yapm ak isteyen kimseler. R om a hukuku öğrenm eği tercih edi­
yorlardı; Üniversiteler de bu hukuku öğretm eği tercih etm ek­
teydiler. H ukuk tahsili yapm ış olan y argıçlar R om a hukukunu
uygulam ağı daha rahat buluyorlardı; zira üstelik bu hukuk,
Kilise mahkem elerinde de yürürlükteydi. A lm anya’da yargıçlar
Üniversitelerin hukuk kitaplarını kulanmağı, hatta profesör­
lere akıl danışmağı âdet edindiler; böylece R om a hukuku her
ta ra fa girm eğe başladı ve X V . yüzyılda kısmen töre’nin yeri­
ne geçti. Alm anya’da adına “R om a hukukunun kabulü” denen
bu değişiklik, D oğu A vrupa’nın katolik krallıklarına da yayıl­
dı.
İngiltere’de ve İskandinav ülkelerinde ise töre mukave^
m et etti. Paris Parlâm entosu (adliyesi) bunu Fransa’da şa­
hıslarla ilgili dâvalar, karı - k oca arasında mal ortaklığı, ç o .
cuklar arasında mirasın eşit olarak bölünmesi gibi hususlar­
da m uhafaza e tti; fakat sözleşm eler ve vasiyet konusunda R o ­
m a hukukunu benimsemedi. . Töre yalnız resm i ve aleni ge­
kilde yapılm ış bir taahhüdü muteber sayarken hukuk, âkid ta­
rafların ya yazılı olarak, ya da yem inli bir vaid şeklindeki
niyef^erine dayanan sözleşm eyi ihdas etti. H atta R om a hu­
188 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kukunun beklenm edik bir etkisi de oldu, uyruk derebeyi aske­


ri hizmette bulunm ağa son verdiği zaman dahi onun tımardan
intifam ı devam ettirdi ki böylece intifai, daimi bir tasarruf
hakkı haline sokm uş oldu.
Politik alanda hukukçular “ prensin hoşuna giden şey ka­
nun hükm ündedir” diyen R om a kuralını ileri sürerek, krala
(çoğu zaman Lâtince edictum “ emirname, ferm an” sözüyle a-
nılan), bütün tebaasınca itaat olunması m ecburî yeni ka;nunlar
çıkarm a hakkını tanıdılar. Böylece kralın iktidarı, ülkenin
töresinden üstün bir hale geliyordu.
Y argı usulü. — R om a hukukunun kullanılışı, yargı usulü­
nü de altüst etti. Töre, gözle görülm eyen m ücerret bir kuralı
anlamaktan âciz ve bir hukuk işlemini an cak gözle görülür
fiillerle ifade edildiği zaman kavrayabilen, câhil kim seler tar
rafından vücude getirilmişti. Aöylece, sem bollerden meydana
gelm e bir yargı usulü vücut bulmuştu ki bu, ortada hiçbir ha­
zırlık ve h içbir yazılı evrak olm aksızın iki dâvâlı -yahut bir ci­
nayet takdirinde suçlayanla sanık- arasındaki bir mücadele ha­
linde, baştan başa m ahkem ede cereyan ediyordu. Bu yargı usu­
lü tam tam ına söylenmesi gereken sözlerden ve yapılm ası ge­
reken sem bolik hareketlerden ibaretti ki, bunlar olm adığı za­
man dâva kaybediliyordu. Y argıcın “ hükm ü bulm akla” görev­
li yardım cıları da vardı; bu "hükm ü bulm a” işi hem uygulana­
cak nizamı, kuralı, hem de verilecek kararı' anlatmaktaydı.
Cezalar ne hal ve şartlar, ne de failin kasdi gözönünde tutul­
maksızın, sadece bir adla ta rif edilen fiili cezalandırm aktay­
dılar; öyle ki kasitsiz adam öldüren kim se de ölümle cezalanj-
d ın lıy or; adam öldürdüler diye bir at veya bir dom uz idam
ediliyordu. Cezaların (kırbaçlam ak, sakatlamak, öldürm ek gi­
b i) cism ani olanları bulunduğu gibi, para cezası, müsadere şek­
linde olanları da vardı. Lâik otoritenin m ahkûmları beslem ek­
te h içbir m enfaati y oktu ; hapishane sadece, fidyeleri gelinci­
ye kadar, harp esirlerini m uhafaza etm eğe yarıyordu.
Töreye dayanan yargı usulü alenî, sözlü, sem bolik, katı şe­
killere bağh ve bir dâvacı yahut bir suçlayanın harekete getir­
dikleri usuldü. R om a hukuku bunun yerine gizli, yazılı, akİî,
yum uşak bir yargı usulü koydu ki bu, hukuk dâvalarında ya­
zılı evrakı inceliyor; ceza dâvalarında da suçlunun kasitlerini
araştırıyordu. Y argıç artık ortaya bir suçlayanın çıkmasını
beklem iyor; e x officio (yani görevine dayanarak) harekete ger
ç iyor; şüpheli §ahsı yakalatıp tev k if ettiriyor; hakikati bulm ak
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 189

için bir soın itu rm a (tahkikat) açıyordu. Gizli olarak i§ grörü-


y o r ve bir itirafı elde etm ek için işkenceye başvurabiliyordu;
bir kanaat edindiği zaman da kararım veriyordu.
O zamanın bütün yenilikleri, K ilise’nin otoritesi zayıflar­
ken, lâik iktidarın otoritesini kuvvetlendirm eğe yardım edi­
yorlardı.

Nufus. — A vrupa nufusunun ne kadar olduğunu bilmiyor


ruz. E n büyük nufus yoğunluğu K uzey İtalya’da ve Fransa’da
bulunm ak gerekti. K ralın emriyle 1328 de Fransa’da yapılan
bir soruşturma, köylerde X IX . yüzyıldaki kadar k esif bir nu­
fus bulunduğu gösterecek mahiyetteydi. Fakat 1348 deki büyük
v eba salgını hemen hemen bütün Avrupa mem leketlerindeki
nufusun büyük kısmını (o devrin rivayetlerine inanılırsa üçte
birini yahut yarısını) alıp götürm üştü ve X V . yüzyılın sonun­
da Fransa, X III. yüzyılın sonundakine göre nufusça daha ka-.
labahk görünm em ekteydi. İngiltere’nin nufusunu 3 m ilyondan
eksik, L ondra’nınkini de 1478 de 35.000 olarak oranlam ağa kal­
kışanlar bulunmuştur.
Yalnız İtalya ve Flander’de 40.000 ile 50.000 arasında nufu­
su olan Milâno, Napoli, Venedik, Cenova, Floransa, Gand ve
B rugge g ibi şehirler bulm ak kabildi. A lm anya’nın en büyük
şehirleri dahi, N ürenberg hariç, 20.000 lik bir nufusun üzerine
çıkabilm iş değillerdi. E lbe’nin ötesindeki bütün A v n ıpa’da nu­
fu s henüz pek azdı; X V . yüzyılın sonunda da Rusya, 2 m ilyon
kilom etre karelik bir yüzeyde, 2 milyondan fazla bir nufusa
sahip olm uşa benzememektedir.
Birbirleriyle âdeta üstüste denecek kadar büyük bir yakın­
lık içinde yaşayan sefil ailelerde doğum lar çok olm ak gerekti.
F akat k üçük çocuklar arasm daki ölümlerin fazlalığı yüzünü
den, doğum ların ölüm ler üzerindeki fazlalığı geniş ölçüde azal­
m aktaydı. (1)
T ek n ik tek i ilerlem eler. — Çalışma âletlerindeki ilerleyiş
yüzünden, maddî hayatın şartları da değişm ekteydi. Rendenin
icadı bir tahta parçasını yassıltıp inceltmek, bunun üzerinde

(1) XV\. yüzyılda Almanya’nın birkaç şehrinde yapılan mı-


fus sayım lan, birçok ailelerin' iki çocuğa sahip olduklarını gös-
teriyorlardu. B u da belki zanaat ustalarının geçim seviyelerini
hrmhafaaa etm e kaygılarmdan ileri gelm ekteydi.
1 90 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

çizgiler ve oym alar yapm ak, tahtaların birbirlerine geçm eleri­


n e im kân verecek oluklar ve çıkıntılarla kertikler imâl etm ek
im kânını yaratm ıştı; böylece de ev eşyası ve kapılar için çok
daha h a fif tahta levhalar elde etm ek kabil oluyordu. Bu, ma­
rangozluk zanaatiyle m obilyacılık sanatının başlangıcını teşkil
etti. - R akkaslı ve çarklı saat X IV . yüzyılda İtalya’da icad e-
dilmig ve X IV . yüzyılın sonundan önce 50 den fazla şehir tara­
fından benim senip kullanılmağa başlanmıştı. Rakkaslı saat,
antik çağdan beri bilinen tek vakit ölçm e âleti olan v e akarsu
ile isleyen saatin yerini tuttu ve şehirler halkına zamanın öl­
çüsünü daha doğru şekilde verdi.
Çin’de havaî fişekler için kullanılm akta olan bartıt, Av­
rupa’da da X III. yüzyıldanberi bilinm ekteydi; fakat barutu
patlayıcı kuvvete sahip taneler halinde, kolay ve pratik bir şe­
kilde imâl çaresini bulm ak ve merm ileri atabilecek âletleri icat
etm ek için, iki asır gibi bir zaman boyunca araştırmalar, çar
hşm alar yapm ak lâzım geldi. Aynı zam anda da iki çeşit aygıt
kullanıldı ki kısa bir boru olan birincisi fitilli tüfeğin ve taban­
canın başlangıcı, uzun ve kalın bir boru olan İkincisi ise sonra­
dan top dediğim iz silâh oldu.
Papirüs yerini tutan kâğıt, Çin’den İran yoluyla Müslü­
manlarla münasebet halindeki ülkelere geldi. I ^ ğ ı t daha X II.
yüzyılda İspanya’da, Valencia yakınındaki X ativa’da, X III.
yüzyılda da İtalya’daki B olonya’da imâl edilm ekteydi; İtalya’­
da paçavraları ezip dövm ek için madenî çekiçler kullanılarak
ve bunlar jelâtinle yapıştırılarak, kâğıt imâli daha da geliş­
tirildi. F akat kâğıt çok gevrek ve dayanıksızdı, sonra bez pa­
çavrası nadir bulunduğundan, kâğıt pahalıya da mal oluyor­
du; bez göm leklerin kullanılması yayılıp paçavra bollaşınca,
kâğıt da ancak X V . yüzyılda geniş ölgüde kullanılmağa başlan,
dı.
A sya’da esasen bilinm ekte olan m atbaa ancak -bugün
m ahkûk kalıplar için olduğu gibi- bir tek sayfanın basılmasına
im kân veriyordu. A vrupa’da a y n harfler yapılm asına başlandı
am a tahtadan veya kurşundan yapılm a bu harfler, baskıya iyi
dayanam ıyorlardı. Alm anya’da sağlam harfler yapılm asına im­
kân veren elverişli bir maden karışımı icat edildikten ve aynı
zam anda kâğıt da ç o k ucuzladıktan sonradır ki matbaa, X V.
yüzyılın ortasında kullanışlı bir hale gelebildi.
Kuzeye doğru dönen mıknatıslı iğne A sya ve A vrupa’da
X III. yüzyıldanberi bilinm ekteydi am a herkes buna meraklı,
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 191

acaip bir şey olarak bakıyordu; bu iğne ancak X V . yüzyılda,


adına pusula denen bir kutunun içinde bir eksen üzerine yert-
leştirildikten sonradır ki kullanışlı bir âlet haline geldi ve de­
nizlerde, yıldızlan görm eksizin yolu bulabilm ek im kânını sağ:-
ladı. (1)
Eski çağın iği yerine çok daha çabuk iplik eğiren çık n k , -
gem ilerin kanallardan geçişini kolaylaştıran iki kapılı (ha­
vuzlu) eklüz, - kamıştan çıkarılarak balın yerini tutan (ekim i
M üslümanlardan gelm e) ve şekerciliğin doğm asına yol açan
şeker gibi öteki icatların menşeleri iyice bilinmem ektedir. ,
E k on om ik hayat. — Çalışma rejimi, bütün çalışm a şartla­
rını otoritenin (hükümdar, derebeyi yahut şehir kuru llan) tes-
bite yetkili olduğu yolundaki, zaten^eski olan, kurala dayan­
m aktaydı; otorite imale, satışa, taşım ağa İzin veriyordu; aynı
zam anda her türlü muam eleyi yasak odebilmekte, herhangi bir
malı yapm a ve satm a işini canının istediği yalnız bir tek kişiye
verebilm ekte (m onopol, tekel) ve tutarını kendisinin tâyin et­
tiği bir vergi veya resmi koyabilm ekteydi. .B u iktidar ancak
tö fe ile sım rlanabilm ekteydi ve gelir kaynakları elde etmek
için de bütün hüküm etler buna başvuruyorlardı.
K urullan tarafından idare edilmekte olan ticaret veya
endüstri şehirleri, endüstrinin kârını kendi zanaatkârlarına, ti­
caretin, k ân n ı da kendi tâcirlerine saklam ak için hesaplı poli­
tikalarını gütm eğe devam ediyorlardı (V III. bölüm e bk.). Bir
yabancı, şehirden bir kim seye zarar verdiğinde, hüküm et aynı
şehrin bir başka sâkininin mallarına elkoyarak m isillem e ya­
pıyordu.
Daha geniş bir araziye hâkim bulunan hükümdarlar, çer
şitli şehirlerden olan tebaaları arasındaki ticarete daha geniş
bir alan bırakıyorlardı. G erçek iktidarını krallığının her ya­
nında icra etm ekte olan İngiltere kralı, İngiliz şehirleri ara­
sında misillemeyi yasak ederek hepsi için ortaklaşa nissamlar
koydu, M agna Carta ve staiM-ie’lar nasıl bütün İngiltere için
yürürlükte ise, bu yeni nizam lar da öyle oldu. K ral Ingilizleri,
bütün krallığın u yruklannm kendi aralan nda ticaret yapm ak­

t ı ) Bohem ya, Saks, Tir^ol v e M acaristan dağlarındaki gil-


m4is madenlerinin X III. yü syü sonundan itibaren işletilm eğe
balşlanmastm da tek n ik ilerlem eler arasına sokm a k mümkiln-
dür. B u sayed e bir gümils bolluğu m eydana geldi ki bu k ı^
m en, alışveriş için g erek li parayı imalde kullanıldı.
192 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ta hür oldukları fikrine, alıştırdı. Lüks maddeleri ve asiller tar


rafından kullanılan şarapları getirtm ek için kral yabancı ta­
cirlere muhtaç bulunduğundan, törelere ve ferm anlarla verilen
imtiyazlara, Londra halkının İtalyanlara ve H ansa Almanla-
rına karşı ayaklanm alarına rağmen, kral yabancı tâcirlere İn­
giltere’de serbestçe i§ görm e , iznini verdi.
Üretim. — Tarım usulleri ü q yılda hir tarlayı nadasa bırak­
m ak âdeti ve ekim yapm ak m ecburiyeti ile tesbit edilmiş bu­
lunm aktaydı (V. ^bölüme bk.) ki Alm an usulleri örnek tutula^
rak bu. D oğu A vrupa’nın bütün bölgelerine yayıldı. Zaten köy­
lülerde gerekli âletler, para ve yenilik fik ri yoktu. İlerlem eler
bilhassa bazı istisnaî şartlara m azhar olmuş birkaç ülkede gö­
rüldü, - ki bunlar, bir yandan Güneydeki ekim lerin (dut, zey­
tin, bağ) yapıldığı Lom bardiya ile. M ağribilerin sulama kanal­
ları kullanarak ekip biçtikleri İspanya memleketlerinde, - öbür
yandan da Plander’de şehirlerin dolaylarında ve rençbeıiiğin
nizam larla güçleştirilm ediği, denizden kazanılan alçak toprak­
larda görülm ekteydi.
. Endüstri yine zanaatlar Jıalinde teşkilâtlanm ış olarak kal­
m aktaydı. Aynı zanaat kolunun, ötedenberi aynı sokakta top-
lanm ı .5 olan zanaatkârları, kendi yaptıkları mamûlleri satıyor­
lardı. Zanaatkârlarm sayısı az değişm ekteydi. Malların satıla­
cağı yerler mahduttu am a norm al zam anda m em lekette yer­
leşmiş ve töreye uygun olarak hep aynı mamulleri ısmarlama­
ğa alışmış sâbit bir alıcı zümresi vardı.
Çalışma, çok sağlam bir gelenekle nizamlanmıştı ve bu
gelenek, birkaç form ülle ifade edilen bir ahlâk halini almıştı.
Örneğin, şöyle deniyordu: Zanaat, onunla meşgul olan kim se­
yi doyurmalı, ailesinin geçim ine gerekli parayı ona sağlam a­
lıdır; bu kim senin geçim ini sağlayan çalışmaya, o kimsenin
malı gözüyle bakılm aktaydı. - Herkes, bir mesiekdaşın müşteri­
lerini alm ağa çalışmaksızın, kendi her zamanki m üşterilerine
mal satm ak zorundadır. Birinin, kârını arttırarak ötekinin k â ­
rini eksiltecek bir usul kullanmak namusa ve dürüstlüğe aykırı­
dır. Alm an şehirleri kadınları işsiz bırakan çıkrıkla birçok iş­
çinin işini elinden alan çırpıcı dibeği kullanılmasını yasak et­
mişlerdi. - H er mal kendi "tam değeri” karşılığında satılmak
lâzımdı, bu da ham maddenin fiyatına çalışm a zamanının f i ­
yatı eklenerek hesaplanıyordu. Usta, işçisine “ tam ve doğru
ücreti” ödemek; zorundaydı; bu ücret her şehirde her zanaat
için töre ile tesbit olunmuştu, işçinin de daha fazlasını isteme-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 193

ğ-e hakkı yoktu. - Ustanın gırağmı yalnız kendi yararına ola­


rak kullanm ağa hakkı yoktu, onâ mesleğin bütün sırlarını dü­
rüst bir şekilde öğretm ek ve haline, gidigine göz-kulak olm ak
zorundaydı - Zanaatkâr da sırf kazanç am acını gözönünde tu­
tarak değil, fakat yalnız\ve yalnız “ dürüst” (yani iyi cins) bir
mamûl verm ek zorundaydı. Resm i makam lar m ecburî fiyatlar
tesbit ederek ve mamûllerin kalitesini denetleterek bu nizam­
ları uygulatıyorlardı.
Uzaklarda satm ak üzere mal imâl etm ekte olan teşebbüs­
ler X IV . yüzyıldan itibaren bilhassa iki geşit endüstri için çok
daha'" önem li hale geldiler, - bunlar bir jrandan Milano Brescia
zırhları, Toledo kılıçlan , Solingen bıçakları, Dinant bakırlan
gibi madenî eşya; - öbür yandan da Floransa, Flander’ deki
Y pres ve Gand, İngiltere’deki N orw ich çuhalan, Cambrai ve
M alines’in in ce bezleri, Milano ve Cenova’mn (dîbâ, saten, ka~
dife, altun ve güm üş isimli kumaşları gibi) ipekli dokum alar­
dı. B u nlan imâl etm ekte olan zanaatkarlar, başka bir ustanın
y a da bir tâcirin hesabına çalışan işçiler haline geliyorlardı.
Mütaahhit bunlara ham madde verip ücret ödüyor, elde ettiği
m amulleri de kârı kendine ait olm ak üzere satıyordu. Hattâ çu­
hacılar birkaç a y n zanaatten hallaç, çulha, çırpıcı, boyacı gibi
işçiler kullanıyorlardı. - Maden işleri, m adenci zanaatkârlar­
dan m eydana gelm e bir dernek tarafm dan yapılıyordu: Bunlar
m aden cevherini topraktan çıkarıp m ütaahhitlere satıyorlardı.
Ticaret. — Ticaret en çok deniz yoluyla yapılıyordu. Bağ­
lıca merkezler, deniz şehirleriydi. Bunlar: İtalya’da Venedik’le
Cenova idi ki gem ilerini D oğu ’ya ve K aradeniz’in nihayetine
kadar yolluyorlardı; - İspanya’da Barselona; - Flander’de
Brugge, ki İtalya’dan gelen gemiler buraya da uğram aktaydı;
İngiltere’de de Londra. K uzey Denizi ile Baltık kıyılannda
Hamburg, Lübeck, D anzig vardı; bunlar adına denen bir
birliğin üyeleri idiler. Bu birlik Alm an şehirleri tarafından ge­
milerini savunmak ve ortaklaşa mal antrepolarına sahip olm ak
üzere kurulm uşta ki böylece bu şehirler K uzey ülkelerinde ti.
caret tekelini elde etmiş bulunmaktaydılar. İçerilere doğru,
Venedik’ten başlayan yol B renner geçidini aşıp Tuna nehrine
ulaşıyor, orada da çeşitli kollara ayrılarak P rag’a, Pesth’e
(Peşte’ye), Breslau’a, K ra k ovi’ye ve R ig a ’ya kadar gidiyordu.
Batı yönünde ise yol, H ollanda’ya kadar Rhein nehrini taki-
betmekteydi.
F. 13
194 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

X IV . yüzyılda törkedilen Şampanya fuarlarının yerine


(İtalyanların Hanse tacirleriyle buluştukları) Brug-ge, Frank­
furt, daha sonra da Lyon ve Cenevre fuarları geçm işti. Bu şe­
hirler ticareti serbest bırakarak tâcirleri kendilerine çekiyor­
lardı ; gehirler halkı da tâcirlere m ağazalar kiralam ak veya on­
lar hesabına sim sarlık etmek suretiyle k âr etmenin yolunu bur
luyorlardı.
İşler yine D oğu ’dan gelm ekte olan (kumaşlar, kokular, ba­
harat gibi) lüks eşyaya münhasır kalm akta devam ediyordu.
Y apı kerestesi, buğday, kürk, katran gibi ham m addeler üzerin­
de de iğler hararetlenm işti; Ha'nse birliğinin g-emileri Iskandi-
navya’jsa, hattâ R usya’ya kadar giderek bu gibi m addeleri alıp
getiriyorlardı; ayrıca İngiltere’nin başlıca ihraç metaları olan
koyun yünü ile derisi üzerinde de hararetli işler olm aktaydı.
T âcirler hem toptan, hem perakende mal satıyorlardı. En
zenginleri İtalya, bilhassa Venedik tâ cirleriydi; bunlar daha
büyük sermaye ile, daha zengin bir mügteri tabakasına m ah.
sus daha değerli m allar üzerinde iş görm ekteydiler. Alman şe»-
hirlerinin tâciri hâlâ mallarını ölçm ek, tartm ak, kaplara yer­
leştirm ek işiyle kendisi uğraşm aktaydı; bu malların ancak kü­
çük bir miktarını satabilmekteydi. X V . yüzyılda H am burg’un
bir yıllık ticareti 4 m ilyon altun fran k olarak hesaplanıyordu.
Y abancı ülkelerde iş gören ve buralarda desteklenmek ih­
tiyacında olan İngiliz tâcirler X V . yüzyıldan itibaren “ krallık
tâcirleri” adı altında bir birlik kurmuşlardı (X V . yüzyılda kral
bunlara “ İngiltere K rallığım ızın tâcirleri” adını veriyordu). Bu
birlik h içbir ticaret yapm ıyordu; üyeleri her ticarî işlemi be­
raber yapm ak için aralarında anlaşıyorlar, her tâciı- do birliğe
kendi m allarını değişik m iktarlarda olm ak üzere getir-iyordu.
X V . yüzyılda ihracat ticareti için adlan na advonturer.s denen
tâcirler bir birlik kurdular.
K ârlı işler yapanlar, artık yalnız tâcirler defrillordi; zengin
ailelerle meınastırlar da faizle ödünç para vorm o yasağını ki­
taba uydurm ak için bulunmuş çarelerle paralarını hazı işlere
yatırm aktaydılar. Bunlar bir m ülk sahibine ödünç para ver­
dikleri zaman m ülk sahibi mülkünün üzerinden alacaklısına
ebedî bir geUr_ ödüyor, - yahut da bir hükümdara ödünç para
verdikleri zaman o, arazisini tım ara verecek yordo rehine ko­
yuyordu. Bunlar a y n ca bir gemi dolusu yükü Batı» İçin gönde­
ren bir tâcire ödiinç para verip kârı onunla paylaşarak, ko-ı
mandit usulünü de kullanıyorlardı.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 195

Bu muam eleler henüz kapitalist bir rejim teşkil etm em ek­


teydiler; çünkü tâcirler ço k küçük paralarla, y a da aym i§
üzerinde birkaç kom anditerle birlikte iş görm ekteydiler. Para-
nm hemen hemen hepsi hükümdarlara, derebeylerine ya da şe­
hirlere ödünç verilm ekte ve para da savaş gibi, lüks gibi bir
takım verim siz işlere harcanm aktaydı; yani bu para, nem â g e­
tirecek bir sernM ye haline girem iyordu. Spekülâsyon, henüz
pek nâdir olm akla beraber, ayıplanm aktaydı; “ hiç kimse ne
avlanm amış ringa balığını, ne de henüz imâl olunmamış çuhar
y ı satın almalıdır,” dem ek âdet hükmündeydi.
ttalyan yenilikleri!. — İtalya’da icad edilmiş olan ticaret
usulleri (V IH . bölüme bk.) öteki kavim lerce kullanılmağa baş­
lanıyor, İtalyanlar da yeni yeni usuller İcad ediyorlardı.
X n i . yüzyıhn ortasındanberi iki şehir, Doğu ile yaptıkları
ticarette kullanmak üzere altun para baHtınyorlurdı kİ bunlar­
dan Ploransa’da basılanına florin, Venedik’te basılanına dilka
altunu deniyordu. Avrupa’da ise sadoce Kümüıj paralar tedavül
etm ekteydi ve bunlan basanlar da, paraya hllo karıştınyorlar-
dı. Sarraflar paraların değerlerini oranlam ak için lüzumlu ol­
makta berdevamdılar. Fakat bunlar gittikçe daha fazla mevduat
alarak banker haline geliyorlardı. X IV . yüzyılda İtalya’da po-
Mçe çek m ek usulü icad edildi: B ir alacaklı bir banker ya da bir
tâ cir üzerine poliçe çekiyor, banka yahut tacir de poliçede ya­
zılı parayı ödüyordu. P oliçe ödenm ediği zaman da protento et­
m ek usulü icad olundu.
X V . yüzyılda (İtalyanca m onte di pietâ yani "m erham et
bankası” sözünden gelm e) “ m ont de piğte” Rehin sandığı usu­
lü başladı, buralarda rehin üzerine düşük faizle para verili­
yor, böylece halkın bir tefeciye başvurması önlenmiş oluyordu. -
Umumî bankalann en eskisi olan San G iorgio bankası Cenova’-
da, şehirden alacakları olanlar birliği tarafından kuruldu; bu
banka, bir ikraz karşılığında, bazı kam u gelirlerini tahsil et­
m ek hakkım elde etmişti. H er ortağın bir hissesi vardı ve is­
terse bunu satm ak hakkına sahipti; bu, ticaret sahasına konan
ve spekülâsyon yapm ak imkânını veren menkul bir kıym etin
ilk örneğidir. - Genel olarak aynı aileden birkaç tacirin birh
leşip kurdukları “ ticaret şirketi” de üyelerinin a y n olduğu bir
şirket örneğini verm eğe başlıyordu.
Y in e İtalya’da yeni yeni hesap ve muhasebe usulleri icad
edildi. Avrupa’da yalnız R om a rakam ları kullanılıyor ve bun­
lar her türlü çapraşık hesabı çok güç bir hale sokuyordu. H e­
196 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

saplar ya bilyelerden m eydana gelm e bir hesaplayıcj, ya da


(Ingilterede olduğu gibi) damalı bir m asa örtüsü üzerinde pul­
larla yapılıyordu. Onun için O rtaçağ’daki hesaplarda çoğu za­
man yanlışlar görülm ekteydi. St/ır sayesinde çarpm aları ve
toplam aları çabuklaştıran “ arap rakam ları” mn kullanılmasına
X V . yüzyılın sonuna doğru birkaç gehirde başlandı ve ilkin bu,
yasak edildi. Bu rakam ların kullanılışı X V . yüzyılın sonuna ka­
dar yalnız İtalya’da olm ak üzere yavaş yavaş yayıldı; hesap
yapm a zanaatını öğreten okullar da İtalya’da açıldı; X V I. yüz­
yılda Alm anlar hâlâ Venedik’e, hesap öğrenm eğe gidiyorlardı.
Aynı zam anda bir hesap defteri tutm a zanaatı da teşekkül
ediyordu. İlkin bu, bir not defteri halindeydi, içine bütün alım-
larla satım lar karm a-karışık bir halde yazılıyordu; ortakların
kasası hem bunların ticaret işleri, hem de şahsî m asrafları için
gerekli parayı verm ekteydi. A n cak X V . yüzyılın sonunda, Ital^
ya’da, m üzaaf usulle defter tutulmağa( başlandı.

Kö-ylüter. — Bütün ülkelerde aşağı sınıf, köylerde yaşa­


m akta olan rençberlerden m eydana gelm ekteydi (şehirlerde o-
turanlar burjuva sayılıyordu). Bu rençberlerin durumu, Avru­
pa’nın iki bölgesinde, birbirine zıt yönlerde değişmekteydi.
Genel olarak İtalya, Fransa (1), İngiltere, Batı Alm anya gi­
bi en kalabalık ülkelerde rençberler ödedikleri kiraları satın
alarak yahut angaryaları kira haline sokarak durumlarını iyi­
leştirmeğe devam ettiler. Fransa ve A lm anya’da bir toprağa
babadan oğula yerlerm iş kiracılar derebeyine karşı ağır ol­
maktan ziyade rahatsız olan m ükellefiyetlerle bağlı sahipler
haline geldiler. Serf’lerin çoğu hür insanlar haline geldiler. -
în gilterede toprağa serbest olarak sahip bulunan (fre e hoMer)
veya bunu uzun vadeli bir sözleşme ile işleyen insanlar, bağımı-
sız hale geldiler. B u n la rın ' (adlarm a veon ıen denen) hali vakti
en yerinde olanları, köylülerle gentlenıan’ler aiasm da mütavas.
sıt bir sınıf m eydana getirdiler. Topraklar üzerinde kesin bir
h aklan olm ayan ve bunu sadece töreye dayanarak işgal etm ek­
te bulunan kim seler sadece toprağı terketm ek hakkına sahip
oldular, derebeyi de çoğu zaman bunlann ödedikleri kirayı

(1) Fransa’nın bir ftısminda bunlann durumu kralın koy­


duğu vergiler v e savaş adam lannın vapU klan yağm a v e tah.
ripler\ yüzünden daha kötü hale geldi.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 197

yükselterek kendi gelirini arttırm ak çarelerini aragtırdı. (1)


Bir toprağa sahip köylülerin altında, belki de sayısı art­
m akta olan, bir yığın daha vardı ki bunlar, bilhassa m evsim
iğleri için hizm et görm ekte olan ücretli kol işçileri, yani gün­
delikçilerdi. B üyük veba salgınından sonra bunların işçi k ı t r
lığından faydalanm alarını önlemek için, İngiliz hüküm eti bir
azamî ücret tesbit etti.
K öylülerin yaşayış tarzı g'enel olarak çok çetin olm ağa de­
vam ediyordu. Bununla beraber bazıları paranın daha bollaşmış
olm asından faydalanarak biraz refaha kavuşabiliyorlardı; Al-
m anya'da bunların kendi im kânlarının üstünde giyecek ve yi­
yecek m asrafları yapm aları hoş görülm em ekteydi.
D oğu A vrupa ülkelerinde prensler tarafından çağırılan A i r
man kolon’la n para olarak ödedikleri oldukça düşük bir vergi
karşılığında ırsî olarak toprak sahibi olm uşlardı ve daha yü k ­
sek bir hayat seviyesine sahiptiler. Fakat İslâv yahut Baltık
dili konuşan yerli köylüler gittikçe daha fazla olarak, k eyfî ki­
ralara ve angaryalara tâbi tutuldular vo Alman derebeylerinin
kaprislerine esir oldular. - H attâ Polony.'i’da asiller krallardan,
kendi toprakları üzerinde yaşayan köylüler (K m et’ler) üzerin­
de tek yargıç olm ak hakkım elde ettiler; köylüler de böylece
toprağa bağlı ve keyfî kiralara tâbi serf’ler haline geldiler.-
Toprağın büyük kısmının orm anlık ve bataklıklarla kaplı ol­
duğu R usya’da, köylüler ekilebilir topr,aklardan m eydana gel­
me dar bölge üzerine aynı aileden küçük guruplar halinde yer­
leşmeğe başlamışlardı. Bunlar kanunen hürdüler; fakat prens­
ler, Tatar hanlarına borglu oldukları cizyeyi ödem ek için köylü­
leri para olarak bir kira ödem eğe m ecbur tutm uşlar; bu da on­
lar için daimî bir yüküm haline gelmişti. Savaş adamları da
topraklarım ekip biçm ek için köleler kullanıyorlardı. Görünüşe
göre bu köleler, bilhassa çok eskidenberi M oskova prensine tâ­
bi olan m erkez bölgesinde, harp esirlerinden m eydana gelm işe
benzemektedirler.
Şehirlerdeki insanlar. — Şehirlerde oturanlar ara bir sınıf
teşkil etm ekteydiler ki bu sınıf her zaman için sayıca çoğalmış,
zenginleşmiş, itibar ve iktidar kazanmıştır. K üçük şehirlerle

(!') 1382 de Güney IngiUeı-e’ de, bir asır sonra( da BaU A%-
m anya’da köylülerin ayaklam nalarm a sebep, bunların öd ed ik.
Teri paraların k ey fî bir şekilde arttırılmış olması gibi görün­
m ektedir.
198 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kasabalarda bunların goğu, topraklarını canlarının istediği gi­


bi kullanabilen hür rençberlerdi; hattâ bağcılar zanaat erbabı
gibi teşkilâtlanm ış bulunuyorlardı.
R engber yahut zanaatkar gibi el işçileri yığını ile el işlerin­
den m u af tutulmuş olan azınlık arasındaki eşitsizlik boyuna
artm aktaydı. H attâ zanaatkârlarm loncaları içinde dahi ustar
larla kalfalar arasm daki eşitsizlik gittikçe vahim bir hal alıyor­
du. Ustalar, yerlerini kendi oğullarına yahut dam atlarına sak­
lam ak am acını güden nizamlar koym uşlardı; ustalığa kabul e-
dilmek için giriş aidatı ödem ek ve bir “ şaheser” , yani tâliple-
rih kendi elleriyle yapm ış oldukları bir iş ibraz etm ek mec­
buriyetini ihdas etmişlerdi ki bazı iş kollarında bu, oldukça pa­
halıya maloluyordu. Ustaların oğullan ise bu gibi m ecburiyet­
lerden muaftılar.
Böylece, artık usta olamıyan kalfalar ömürleri boyunca bir
patronun hizmetinde ücretli işçiler olarak kalıyorlardı. Bunlar
ustaları gündeliklerini yükseltm eğe yahut çalışm a şartlarını
iyileştirm eğe zorlam ak için kendi aralarında birleşm eği dene­
diler. B ir ustanın yanm da çalışm am ak yahut hepsi birden aym
anda çalışm ayı durdurm ak için aralarında anlaşıyorlardı (ki
bu sonuncusuna Fransa’da “ grev yapm ak” adı verilm ekteydi).
X V . yüzyılda Fransa’da halfahk m üessesesi kuruldu, bu müesı-
sese bütün ülkelerdeki aynı zanaattan kalfaları bir araya g e­
tirm ekteydi; kalfalar gizli toplantılar tertipliyorlar, “ Fransa
turu yapm ak için ” şehirden şehire gidiyorlar, orada da iş bul­
m ak için kendilerine yardım eden m eslekdaşları tarafm dan
karşılanıyorlardı. Aynı usul Alm anya’da da uygulanmaktaydı.
İngiltere’de yeom en birlikleri de toplantılar yapıyorlar, grev
ilân ediyorlardı. B ir m ütaahhit hesabına çalışarak gündelikli
işçi durumuna düşen ustalann bulundukları iş k ollann da da
buna benzer bir eşitsizlik m eydana gelmekteydi.
İlkel anlam da burjuvalar yığınından nihayet imtiyazlı bir
azınlık a y n idı ki, yalnız bu, Fransa’da, burjuva adım muhafaza
etti. Bu azınlığın içinde ev ve toprak sahipleri, (yargıç, avı^^
kat, savcı, zabıt kâtibi, n oter gibi) kanun adam lan ve başka
her meslekten birçok insanlar vardı ki bu meslekler endüstri­
den çok ticaret mahiyetinde olduklarından, zengin olm ak için
birçok im kânlar verm ekteydiler: Bu insanlar da armatörler,
bankerler, müteahhitler ve kumaş tâcirleriyle eczacılar, ku­
yum cular, bakkallar ve (dikiş ve süs malzemesi, iğno|-iplik,
kurdele gibi şeyler satan) tuhafiyecilerdi. En zengin aileler
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 199

İtalya, Flander ve Güney A lm anya şehirlerinde bulunm aktay­


dılar; bunlar oralarda deniz ticareti, bankacılık, kum aşçılık gi­
bi işler yaparak servet sahibi olmuşlardı. Hattâ İtalya dışında
da bunlann çoğu İtalyan asım dandılar; Fransa’nın en zengin
burjuvası olan Jacques Coeur, D oğu ile ‘‘İtalyan usulü” ticaret
yaparak zencin olmuştu.
Burjuvanın tutumu yaşayış tarzını burjuva törelerine uy­
durmak, m asrafım gelirine göre ayarlamak, gelirin fazlasını ta ­
sarru f olarak saklam aktan ibaretti. Böylelikle burjuva aileler
zenginleşiyorlardı. Bunlar çoğu zaman İngiltere’de, Fransa’da,
İtalya’da ticaretten çekiliyorlar, asillerden arazi satın alıp bun­
larla kaynaşıyorlardı. Asillerin zengin aileleri kendi saflan n a
alm ağa yanaşm adıkları Alm anya’da, bu aileler şehirlerde bir
aristokrasi m eydana getirm işlerdi ki bu topluluk kendisine,
eski çağ ’da olduğu gibi, patricien adını verdi.
İm tiyazlılarla halk yığını arasındaki çatışmalar, hele ha­
sım taraflara hiçbir üstün otoritenin müdahale etm ediği bağım
sız, egem en şehirlerde, şiddetli bir hal aldı. - İtalya’da “ üstün
zanaatlar” la “ aşağı zanaatlar” arasında bir savaştır başladı.
Aşağı zanaatlar erbabı X IV . yüzyıldan itibaren bir şef tayin
v e idareye iştirak hakkını elde ettiler. Alm anya’da X V . yüzyıl­
da P a tricien ’lerle zanaatlar (Z ü nfte) arasında m ücadele oldu,
sonunda Zanaatlar iktidara geldiler.
H attâ bazı iş kollarında kalfaların ustalara karşı ayaklan-
dık lan da görüldü. Bunların en ünlüsü olan Floransalı kalfar
la n n ayaklanmasının (1328) başında bir hallaç işçisi vardı. Bu
gibi ayaklanm alar Flander şehirlerinde, Ispanya’da Barselona
ve V alencia’da da oldu. H er ta ra fta resmî m akam lar ustaların
yanını tuttular, işçi toplantılarını yasak ve azamî bir ücret tes.
bit ettiler; grev, ihtilâlle bir tutuldu ve bazen ölüm le dahi ce-
zalandırıldı.
Asiller. .— Savaş adam lan henüz hattâ prenslerle krallan
dahi içine alm akta olan üstün sınıfı teşkil etmekteydiler. Bü­
tün atlı silâhdarlarla D oğu Avrupa’daki at üstünde savaşan bü­
tün savaşçılar bu sınıfa girm işlerdi. Fakat, kralm harp hiz.
metini istemekten vazgeçm iş olduğu İngiltere’de, şövalyelerin
kendileri de silâh sahibi değillerdi ve asil adı, kralın doğru­
dan doğruya uyrukları olan îord’ lara mahsustu. Bütün öteki­
ler squire yahut gentlemam, adı altında anılıyorlardı ve bu sı­
fat artık doğuşa bağlı bir şey değildi; toprak ¿enginliği ve
eğitimle de elde ediliyordu; örneğin toprakta serbest olarak ki­
200 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

racı bulunan bir kimsenin (yeomam) oğlu da gentlem an


(centilm en) olabilmekteydi.
Başka ülkelerde geniühom m e’\av asil doğmamıg kimselere
kâpah olan ve irs yolu ile geçen kanunî im tiyazlara sahip bir
sm ıf teşkil ediyorlardı. K rallann saraylan na ve yüksek rütbe­
lere ancak asiller alm ıyordu; bunlar, törenlerde özel bir itibar,
adlî işlerde de imtiyazlı bir muamele görm ek hakkına sahip­
tiler.
D erebeylik rejim inin girm em iş olduğu D oğu Avrupa ülke­
lerinde, nefîr-i âm halinde toplanan ve atla hizmet eden savaş­
çılar yığını, irsî bir aristokrasi haline gelmişti. Polonya’da, a-
dm a sslachta denen bu sınıfa mensup olm ak için bir ata, silâh,
lara ve serbestçe tasarruf edilebilen küçük bir arazi parçasına
sahip olm ak yetiyordu; bunlann en yoksullarına “yalınayak
asîller” adı takıldı. Fakat kral bunların hepsine eşit olarak ver­
gi m uaflığı ile yargıçları ve tem silcileri seçen kurullara katıl­
ma hakkını tanımıştı. - Litvanya P olonya ile birleştiği zaman,
kralın o zamana kadar kendi emrinde h izm etkâılar muamelesi
ettiği savaşçılar da PolonyalI asillerle bir tutuldular ve sonun*-
da aynı im tiyazlardan faydalandılar. - M acaristan’da nefîr-i âm
yoluyla toplanan savaşçılar, İdarî bölge kurullarında (comvta-
tus) seçmendiler. - R usya’da ilkin büyük arazi sahiplerinden
(boifo.r’ la.T) ve prenslerin maiyetlerindekilerden meydana gelen
savaşçılar sınıfı, prens buna serf aslından kimseleri de sokunca,
çok daha kalabalıklaştı; prens de bu gibilere öm ür boyunca,
adm a X V . yüzyıldan itibaren p om yestiye denen, bir arazi verdi
(ki p om yestiç adı bu sözden gelm edir).
Zenginlik, yaşayış tarzı ve hal-tavır bakımm dan asiller g it­
tikçe daha fazla çeşitlere ayrılıyorlardı. Büyük çoğunluk köy­
lerdeki bir şato veya bir manoir'da. yaşamağa, ata binmeğe,
ava çıkm ağa devam ediyordu. Özel savaşların devam etmekle
olduğu ülkelerde ve bilhassa Alm anya’da, haydut Şövalyeler
(ROdibritter) tacirlerle şehirlileri soyup m allannı yağm aya de­
vam ediyorlardı. A sker sıfatıyle hizmete giren asiller meslek
savaşçıları haline geliyorlar, m acera peşinde o mem leketten bu
mem lekete gidiyorlardı.
En zengin asiller, İtalya’dakiler gibi, vakitlerinin bir kıs,-
m ını şehirde geçiriyorlar, o zaman adına (Fransızcada höteî,
Alm ancada H o f denen) konaklarda oturuyorlar, prensin sara,
yına devam ediyorlardı. Zenginliklerini lüks bir hayat sürmek
için kullanıyorlardı ki, İtalyan sarayları buna bir örnek teşkil
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 201

etmekteydi. Bu lüka cici-bicllerin, pahalı kumaşların, kürkle­


rin, güm üş sofra takımlarının, süslü mobilyelerin bolluğu ile
göze çarpm aktaydı. Saraylarda aşırı biçim lerde yeni yeni mo­
dalar ortaya çıkıyor, vaizler bu nlan öfk eli öfkeli ayıphyorlar*-
dı. Bunlar arasında P olonya biçim i sivri uclu kunduralar, ha­
nımların sivri ve yüksek baglıklanyle açık-saçık dekolteleri de
vardı. Y ine oı sıralarda dünyada ilk defa olarak - eski çağların
grup halindeki dansları, O rtaçağ’ın elele tutuşulup halka olu­
narak, garkı söylenilerek yapılan raksları yerine ^ çift ç ift y a ­
pılan danslar türem eğe baglamıgtı: B ir “ kavalye” ile bir “ dam ”
dan m eydana gelen bu çift, elele tutuşarak, dansedenler toplu­
luğundan ayrılıyordu.
Balolar, maskeli eğlenceler, şövalyelerin yaralam ıyan silâh­
larla döğüştükleri turnuvalar aldı yürüdü; turnuvalarda galip
gelen, şövalyelik rom anlarındaki m odaya uygun olarak, “ ödül”
ünü bir hanımın elinden alıyordu. Yine o sıralarda muazzam
ziyafetler 'veriliyor, bunlar arada bir kesilerek mecâzlı, rümuz-
lu tem aşalar seyrediliyor; bir prensin evlenmesi yahut şehire
gelmesi dolayısiyle halk şenlikleri yapılıyor, bütün şehir halkı
saray erkânının tören elbiseleriyle geçişini seyretmeğe ça ğ ın -
lıyordu.
Asiller gelir kaynaklarına göre değil, rütbelerine göre mas­
raf etm eği âdet hükmüne koym uşlardı ;bu yüzden meydana ge­
len açık lan borç alarak yahut rastgele bir takım tedbirlere
başvurarak kapatıyorlardı. Asillerin para getiren bir iş görm e­
leri namus ve şeref dolayısiyle yasak olduğundan, asil aileler
borca girip yoksullaşılıyorlar; burjuvalar ise para biriktirerek
ve rehin üzerine ödünç para vererek zenginleşiyorlardı.
X IV . yüzyıldanberi hüküm darlar bir kimseyi şövalye yap­
mak, bir kim seye asalet unvanı verm ek iktidarını kendi elle­
rine almışlardı. Bu iktidarı da, kendilerine ödünç para veren
yahut asillerin becerem edikleri adlî veya malî memuriyetleri
görm ekte olan burjuvaları m ükâfatlandırm ak için kullandı­
lar. İm parator, krallar ve birkaç prens asalet unvanları bah­
şetmeğe - hattâ satm ağa - başladılar. Bu unvanları alarak
“asilleşenler” ve bunların evlâtları, asillerin bütün im tiyazları­
na sahip oluyorlardı. Asilzadeler artık, şehirlerdeki, yükselme
çarelerini araştıran burjuvalar arasından seçilip toplanm ağa
başlanıyordu.
Rühhan. — Zenginliğin artmasından ınihban sınıfı da fay­
dalanmıştı. Bilhassa şehirlerde papaz sayısı çoğalmıştı. Zira
202 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

şehirlerde dinî kurum lar ve dilenerek geçinen tarikat erbabmm


barm dıklan evler gittikçe artıyor, Üniversitelerle kolejlerde
ders veren (elere) rahiplerle, yazı işlerinde kâtip gibi kulla­
nılan aşağı tarikatlere mensup papazların sayısı da çoğalıyor­
du.
Papazlann yaşayışı daha m üreffeh bir hal almıştı. D eğeri
artm ış olan aidatlı ruhanî rütbe ve unvan, çalışmadan yaşa­
m ak vasıtası haline gelmişti. “ Chanoine” sözü, bolluk İçinde
yangelip yaşayan adam anlam ına gelm eğe başlamıştı. Pisko­
posluk, rahiplik gibi daha yüksek rütbelerin hemen hepsi, dere-
bey ailelerinin küçük oğTilları tarafından işgal edilmiş bulun­
maktaydı. H attâ iu n la r ın bazıları, kendilerini işbaşında bu­
lunm aktan bağışık tutan izinler sayesinde, birkaç rütbeyi bir­
den elde etm eğe m u vaffak olabiliyorlardı. Din gayreti yalnız
köylerde yerleşm iş olan eski tarikatierin keşişlerinde değil, şer
birlerdeki yeni tarikatlerde de zayıflamıştı. H alk Franciscain’le-
ri bile sevm ez olm uştu; müminlerin verdikleri sadakalarla bun­
ların kendilerini besletip tem bel ve sefih bir hayat geçirdikleri
ileri sürülerek ayıplanıyordu.
Din. — Dinî sofuluk, bilhassa şehirlerde, yeni yeni biçim ­
ler altında m eydana çıkm aktaydı. X IV . yüzyılın sonunda Tre
guier’li aziz Yves, İsveçli azize Brigitte, Sienna’h azize Catheri.
ne gibi yeni yeni azizler çıktı. T a n n duygusu ne ibadette, ne
doktrinde kendini tatm in im kânını bulabildiğinden kelimenin
gerçek anlam ıyla m isiistem 'yolu nu tutuyor, ruhun Tanrı'ya
ulaşmak için yaptığı bir hamle halini alıyordu. Rhein veya
Hollanda şehirlerinde yasayan. A lm anca veya Flam anca yazan
din adam lan, “ m istik hayatın erkânı” haline geldiler. Bunlar
XrV. yüzyılda D om inicain tarikatinden E ckh a rd t; (sonradan
Luther’in tekrar bastırdığı^ Alman Teologyasv adlı eseri
yazan ve İsa’nın sürdüğü yoksul hayatın taklid olunm a,
sını isteyen Tauler; kendisine “cezbeli dok tor” adı verilen ve
“ m istik birleşm e” yi tavsiye eden Ruysbroeck, "Tanrı D ostları”
Birliği, X V . yüzyılda Gerhard von G roote ile onun çömezi ve
müm inler üzerinde en derin etkiyi yaratan “İsa’yı Taklid” adlı
L âtin ce kitabın yazarı Thom as von K em pen oldular.
Bu m istik seyir ve tefekkürün yanısıra, “ dindarca ve so­
fu ca bir hayat” m eydana getirm ek için, ibadetler ve hastalar­
la yoksullar y aran n a olarak yapılan hayır işleri de vrdı. Dinî
bir faaliyette bulunmak ihtiyacı, dinî cem iyetler doğm asına yol
açm ıştı: Bunlardan birisi olan ve X IIL yüzyılın sonundan
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 203

itibaren F lander’de kurulan Begiiine’ler (rahibelik için andiç-


mi§ olm am akla beraber m anastıra benzeyen yerlerde yaşayan
sofu k adm lar) küçük evlerde oturarak kendi el emekleriyle
g-eçinitorlar, fakat çalışm ak yahut hastalara bakm ak için şeh­
re gidiyorlardı; X V . yüzyıldaki “ M üşterek hayat kardeşleri”
ise keşişlerle lâiklerden m eydana gelm e b ir topluluktu; bun­
lar vaiz veya ders veriyorlar, hayatlarını da çalışarak kazanı­
yorlardı. Sofuluk, "Yoksulların Kitab-ı M ukaddes’i” vasıtasıyla
şehirler halkı arasına da yayılıyordu. Bu, K itab.ı M ukaddes’in
sahnelerini tem sil eden resimlerden, bu kitabın (Almanca,
Fransızca, İtalyanca ve Ispanyolcaya) yapılm ış tercüm elerin­
den, dua kitaplarından ve halk dilinde dinî şarkılardan, İlâ­
hilerden m eydana gelme bir dergiydi.
Dinî duygu, yerleşmiş otoriteye karşı koyan mezhep ay­
rılıklarıyla da kendini belli etmekteydi. C a th a r e ’ \a.nn (tem iz­
lenmiş anlamına. Grekçeden gelen bir ad) ortaya çıkardıkla­
rı eski mezhep ayrılığı, yapılan haçlı seferine rağmen, Bosna
prensinin topraklannda. X V . yüzyıla kadar sürdü. X IV . yüz­
yılın sonundan önce F 7 -a n eisea in ’\erde doğm uş olan mistik bir
mezhep ayrılığı iso D eccal’ın çıkacağını ve bunun peşinden de
R uh-ül-K udüs’ün saltanatı başlıyacağını haber verdi.
Sonuçları bakımından en önemli mezhep ayrılığı ise Ox­
ford Üniversitesi’nde profesör olan W y cliff tarafından ortaya
atılanı oldu. Bu adam aziz Paulus’un yazılarından, Tanrı’nın
inayetiyle selâmete erişmek doktrinini çıkardı (ki sonradan
iıu th e r de bunu ele alm ıştır) ve bundan da, bir hristiyanm
İsa’dan başka şefi olmadığı, papazların şefaatine m uhtaç ol­
m adığı gibi bir sonuca vardı. K itapta yeri olm ayan Papa’nın
ve rahiplerin otoriteleri, günah çıkarm a, azizlere tapınma,
günahların Kilise tarafından bağışlanması gibi bütün şeyleri
red ve rühban sınıfının zenginliğini de m ahkûm etti. Lâtince
K itab-ı M ukaddes’i İngilizceye çevirdi veı yoksul papazları
halka vaazetmeğe, kendilerini örnek göstererek onu aydınlat­
m ağa gönderdi. Kilise tarafından m ahkûm edilen doktirini
P ra g Üniversitesine getirildi ve Jan H uss adında bir Çek pro­
fesörü tarafından öğretilm eğe başlandı. Alm an rahiplerine
kargı Çek halkının millî duyguları da Jan H uss’u destekle­
mekteydi. H uss’un K onstanz’ta toplanan ruhani m eclis tara,
fından m ahkûm edilmesi uzun bir savaşın başlamasına ve bir
Çek millî Kilisesinin kurulm asına yol açtı.
Tahsil, edeH vat v e sanatlar^. — İtalya hariç olm ak üzere
204 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

bütün katolik memleketlerin resmi m alîam lan Paris Üniver­


sitesini ö m e k alarak, papazlar tarafm dan idare edilen ve din­
le felsefe öğreten Üniversiteler kurm ağa başlamışlardı (1).
Bunların hepsine, adlarına burslu öğ ren ci denen ve bir riıanas-
tır disiplinine tâbi tutulan yoksul öğrencilere mahsus k oleyiet
ilâve edildi. X V . yüzyılda bilhassa H ollanda ile agağı Rhein şe­
hirlerinde, m ünferit öğretm enlerin idare ettikleri bağımsız
okullar da kuruldu.
Eski kitapların yorum lanm ası gibi bir çerçeve içine hap-
solmug bulunan öğretim , zekânın serbestçe çalışmasına hiç yer
bırakm ıyordu. İlâhiyat ve sanatlar (felsefe) fakültelerinde tar­
tışm a (disputatio) oturum ları tertipleniyor, burada basım lar
kıyaslı mantık, delilleriyle testler savunuyorlardı. H ukuk fa ­
külteleri ancak. R om a hukuku metninin X III. yüzyıldanberi
tesbit edilmiş yorum u olan Glossa’yı okutuyorlardı. Tıp fa ­
külteleri bütün bilgilerini Calinos hekim in E ski çağdan kalm a
eserlerinden çıkartm aktaydılar. Lâtince okulları, R om a’nın
çöküş devri yazarlarının gram erini öğretm ekteydiler.
Fakat, papazlar tarafından yapılan öğretim in karşısında,
bilhassa İtalya’da, prenslerin saraylarında E skiçağ putperest
eserlerinin tercüm elerini ve fakat en çok aşk ve m acera ro­
m anlarını okum ak suretiyle de bir fik ir eğitim i başlamış bu­
lunuyordu. Bu eğitim genç asiller, hanım lar ve zengin burju­
valar gibi, Lâtince bilm eyen kimselere hitabetm ekteydi. Bu
yüzden de aristokraside bazen rühbanınkine aykırı bir ahlâk
yer ediyordu; Çünkü bu ahlâk, nezaketi, şerefi, ve sevgiyi, ka­
dın uğurunda fedakârlığı ve zerafeti göklere çıkarm aktaydı ve
devrin haşin, kaba âdetlerinden çok uzak bir ülküyü ortaya
atm ış bulunuyordu. Hanım larla konuşm ak gibi yeni bir âdet
ortaya çıkm ıştı. B u âdet dolayısiyle. Üniversitelerdeki ukalâ­
ların, bilgiçlerin beceriksizliği ile zıt halde, kıvrak ve sevimli,
yeni bir kültür şekli yayılm ağa başlıyordu. Bu da X V L yüzyıl­
dan itibaren İtalya’da, “ saray adam ı” denen tipte en yüksek
seviyesine ulaşmış olacaktı.
Edebiyat, ana dilin kullam imasiyle değişm iş bulunm ak­
taydı ve bu dil yazara nihayet duygularını içinden geldiği gibi
ifade etme vasıtasını verm iş bulunuyordu. Bu usul Fransadan

('J'l Alm anya’ da humılanların en esM si, L üksem burg


Frans%s hanedamndan İm parator Charles’%n 1Sİ8 de kurduğu
P rag Ü niversitesi olmu-ştur*.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 205

İtalya’ya, Ispanya’ya, İng-iltere’ye ve A lm anya’y a da geçip


yayılmıştı. X IV . yüzyıldan itibaren buralarda millî edebî diller
teşekkül etm eğe başlıyor, D oğu A vrupa ise yalnız Lâtince yağ­
m ağa devam ediyordu. X IV . yüzyılda Floransa’da hemen he­
men tekam üle erişmiş büyük, orijinal eserler yayınladı. Bun­
lar, Ortagağm sonuna kadar ön plânda g-elmig olan iki yazı
çeşidinde, lirik şiir ve mensur hikâye tarzında yazılm ış bulun­
m aktaydılar ve dasitanî biçim altında lirizmden ilhamlanan
Dante’nin şiiri ile Petrarca’nın şiirleri ve B occa cio’nun hikâye­
leriydi. İngiltere’de ilk orijinal eser veren yazar, Chaucer
adında bir hikayeci oldu; Fransızcadaki orijinal eserler, H ol­
landa’daki hikâyeci-tarihçilerin “vekayinâm e” leriyle Charles
d’Orléans ve V illon’un lirik şiirleri oldu. Tiyatro da kutsal
sahnelerin tem sili halindeki M ystère (dinî piyes) lerde acemi
bir şekilde başlamış bulunmaktaydı. Dasitanî şiirin yerini ne­
sirle yazılan m acera romanı almıştı ki bu tip romanların en
ç o k tanınan ve sevileni Amadis oldu.
Güzelliği süslerin bolluğunda arayan mimari, G otik üslû­
bu değiştirdi ve bu stil, X IV . yüzyıldan itibaren, alev (flam ­
m e) i andıran m otifler kullandığı için, "flam boyant” denen tar­
za döküldü. X V . yüzyılın sonuna kadar en güzel eserler b e ­
lediye daireleri, kuleler, büyük' derebeylerinin kon aklan gibi
sivil binalar oldu. )
M ezarların yeni yapılış tarzında heykelcilik, mim arlıktan
ayrıldı. Bu tarz, Hollanda heykelcileri tarafm dan yaratılm ış ve
X V . yüzyılın sonunda fransız sanatçıları tarafından tekâmül
ettirilmişti.
X III. yüzyılın sonundan itibaren Bizans geleneğinden kur­
tulan resim, doğrudan doğr-uya hayatı tasvire haşladı. Kilise
m ihrabı tablosu şeklini alarak, süs olm a rolünden çıktı. Fakat
ancak X V . yüzyılın ortasında, yağlı boyanın icadı sayesinde­
dir ki bijtün im kânlanna kavu,şabildi; yağlı boya hem Flan­
der’de, hem İtalya’da kullanıldı ve onunla birlikte, R önesans da
bağlamış oldu.
XI

Y E N İÇ A Ğ ’IN BAŞLANGICI

XV. yüzyılın sonuna doğru, adma Y eni demenin âdet ol­


duğu çağ başlam aktadır; bu çağ, birisi estetik ve sathi olan
ve ancak küçük bir azınlığı ilgilendiren R önesans, öteki ise
dinî ve derin olan, bütün halk tabakalarını ilgilendiren R e ­
form olm ak üzere, olağanüstü vasıfta iki krizle açılm ış b u ­
lunmaktadır.
Rönesans. — 1830 danberi kullanılm akta olan R önesans
(diriliş) terimi, eski çağlardan beri ölmüş olan güzel sanatla­
rın X V I. yüzyılda dirildikleri gibi yanlış bir düşünceden doğ­
muş bulunmaktaydı. Güzel sanatların dirilm eğe İhtiyaçları ol­
mamıştır, çünkü X II. yüzyıldanberi bunlar (eskilerinkine g ö­
re çok daha üstün olan müziği dahi hesaba katm aksızın) gü­
zel ve orijinal eserler verm ekten geri durmamışlardı. Ortar
çağ ’m insanları da E skiçağ yazarlarını tanımaktan, bunlara
hayranlık beslemekten geri kalmamışlardı. R önesans’ın getir­
diği yenilik, plâstik sanatlarda daha ustaca bir teknik kulla­
nılması ve E skiçağı yeni bir şekilde ele alması oldu. O rtaçağda
eskilere bilim in ustaları gözüyle bakılıyor ve on lan n bilgileı-
rini elde etm ek için eserlerinin m uhteva’sı inceleniyordu. R ö-
nesanstan itibaren antik eserlerde sanatın örnekleri görülm eğe
başlandı ve bunların bilhassa biçim’i taklid edilmeğe çalışıldı.
Bu çalışma, antik anıtlarla heykellerin incelenmesi ve Grek
edebiyatının şaheserleri hakkında bilgi edinilm esiyle kolay­
laşmış oldu.
Rönesans, her türlü güzel sanat çeşitlerinin en yüksek
tekâm ül derecesine ulaştıkları süre oldu. B u hareket, memle­
ketlerin birçoğunda ayrı ayrı zamanlarda vukua geldi; bütün
A vrupa’da da X V . yüzyılın ortasından X V II. yüzyılın ortası­
na kadar süren bir seyir takibetti.
Rönesans, İtalya’da Floransa ve H ollanda’da Brugge ol­
m ak üzere biribirinden ayrı iki merkezden başladı. Floransa’­
da, B ru gge de ticaret şehirleriydi ve güzel sanatlara meraklı
zengin burjuvalar, sanatçılara yaşam a imkânı veriyorlardı. -
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 207

Flander’de ressamlar ortaçağda olduğu gibi dinî konuları iş­


lemeğe devam ediyorlardı; fakat yeni yağlı boya usulünü kul.
lanarak ve eserlerdeki ayrıntılara sa fça bir mükem m ellik ve­
rerek sanatı yenileyorlardı. - İtalya’da sanatçılar, geleneği bir
yana bırakarak, antik eserleri taklid ettiler. M im arlar adma
“g otik ” (barbar) dedikleri Fransız sanatını küçüm siyerek ve
R om a sanatınm yekpare cephe, tak, kubbe, göm m e yahut
yassı sütunlar, düz çatılar gibi biçim lerini alarak bu nlan sa­
raylara, kiliselere uyguladılar. H eykelciler antik usullerle ko­
n ulan yeniden ele aldılar. “ Perspektiv” bilgisi, insan anato.
misinin öğrenilm esi ve çizgili resimle yenilenen ressamlık, X V I.
yüzyılda aynı zamanda Milano’da, Floransa’da ve R om a ’da
Leonardo da Vinci, MichelangeÎo ve R afaello ile en yüksek
mükem m elliğe ulaştı: Bunlar hâlâ dinî kon ulan işliyorlardı
am a bunu, antik çağdan ilham alan biçim lerle yapm aktaydı­
lar.
Alm anya’da güzel sanatlardaki R önesans bilhassa ^resimde
m eydana çıktı ve çok çabuk duruverdi. Fransa’ya, Italyan
eserlerinin gelişiyle girdi ve Fransız sanatçılarının geleneğe
bağlılıkları yüzünden mimaride, heykelcilikte, m obilya sana­
tında yayılm ak bakımından gecikti: Zira Fransız sanatçıları
y a n m asır boyunca eserlerinde daha kıvrak ve daha canlı olan
gotik biçim lerin büyük bir kısmını kullanm ağa devam ettiler.
H içbir antik örneğin etkisi altm da olm ayan resim, güzel
Sl^natlann en orijinal, en değişik v e en verim li kolu oldu; R ö ­
nesans en çok resimde uzun sürdü ve pek geniş bir alana
yayıldı. X V . yüzyılın sonundan önce Venedik’te ('Tiziano ile),
X V II. yüzyılın ilk yarısında Flander’de (R übens’le), Ispanya’­
da ^Velasquez’le) ve Fransa’da (Poussin’le), son olarak da
Hollanda’da (R em brandt ve Ruysdael ile) olm ak üzere, her
m em lekette kendine mahsus bir hüviyet edindi. Antik çağ re.
sim üzerinde m itolojik ve allegorik konulara gösterilen rağı-
bet ve bilhassa çıplak vücut tasvirleri bakım ından etki yaptı
ki, bu sonuncusu O rtaçağda pek seyrek görülür olmuştu. Res­
sam lar portre ile, peyzajla ve devirlerinin hayatından sahne­
lerle tabiatı incelem eğe daha fazla önem verir oldular.
B debipatta Rönesans. — A ntik çağın edebiyat üzerindeki
etkisi, biri adm a huniMnizm denen, eski eserlerin incelenip öğ­
renilmesi ve öteki de. Eskilerden ilham alınarak yeni orijinal
eserler yaratılması olm ak üzere, iki şekilde oldu.
Hüm anizm X V . yüzyıldan itibaren İtalya’da başlamış, bu
208 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

m em lekette A ntik çağa meraklı birkaç kigi Lâtin yazarların


elyazmalarını büyük bir g-ayretle araştırm ağa başlamıglardl.
Sonradan bu cereyan, Grek yazarların eserlerine de yayılm ış­
tı. Bunların olyazmaları, kendi kiliselerini R om a Kilisesi ile
barıştırm ak için K onstantinopolis’ten gelen G rekler tarafm dan
İtalya’ya gretirilmig bulunmaktaydı. İtalyan hümanistleri Lâtin
ve Grek yazarların eserlerini yayınlayıp tercüm e ve tefsir et­
m işler ve onları kendilerine örnek edinmişlerdi. Bunlar, Üni­
versitelerde kullanılan “ skola,stik” Lâtincoyl küçümsiyerek
Eskilerden, bilhassa C iccro’dnn tııklld olllkleri bir Lâtince ile
şiirler, söylüvli'r vn hlkfıyeU’ r vücudu Kotlı-mişlerdi. Hümanizm
X V I. yüzyılda A lm anya’da, sonra da Fran sa’da yayıldı ve
G rekçe ile İbraniceye de uygulanarak geniş bir bilim halini
aldı. Yazarların metinleri, on beş asır boyunca bunlan kopye
eden hattatlann yanJıglarıyle bozulmuş olan asıllanna uygun
gergek şekillerini verebilm ek ve bunların doğru anlamını kav-
rıyabilm ek için, m etodlu ^ bir şekilde incelendi.
XV. yüzyılda kendilerini Lâtince yazm ak m odasına kaptır­
mış olan İtalyanlar, O rtaçağ konuları üzerindeki dasitanî şiir­
lerle yiné Italyancaya döndüler. - Fransa’da R onsard ve
“ Pléiade” şairleri tarafm dan (destan, tragedya ve kom edya gi­
bi) antik nevileri Fransız diliyle işlemek için girişilen deneme
tamamen akim kaldı. (Rabelais ile M ontaigne tarafm dan y a ­
zılan) orijinal eserler O rtaçağ geleneğini. A ntik çağdan derlen­
miş düşüncelerle zenginleştirerek, devam ettirdiler. Rönesansın
bu şekli F ransa’da M alherbe ve Corneille’e kadar uzandı. - In­
giltere’de ise R önesans Shakespeare’in tiyatro eserleri, Ispan­
ya’da da Cervantes’le m eydana geldi.
K ilise orgunun ilerlem esi ve X V . yüzyılda “ fugue” ve “ ca ­
non” un icadiyle zaten yeni im kânlara sahip olmuş bulunan
müzik, İtalya’da Palestrina ile, Fransa’da da birkaç kısımlık
şarkılar besteliyen kom pozitörlerle, X V I. yüzyılda bilim sel bir
güzel sanat haline geldi. F akat katolik kiliselerde âyin musi­
kisi, Protestan kiliselerde de “choral” ve m ezm ur okunm ası şe­
killeri altında, henüz hemen tam am iyle Kilise hizmetinde kal­
m ağa devam ediyordu.
R önesans’ın etkileri. — R önesans A vrupa’ya daha ustalık­
lı bir teknik ve daha değişik ifade im kânlan verdi ; mim ari h a­
riç olm ak üzere, kıyas kabul etm iyecek derecede daha m ükem­
mel ve daha kudretli eserler yarattı. F akat bu mükemmellik,
güzel sanatlarla edebiyatın hitabetm ekte oldu klan halkı ikiye
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 209

bölm ek gibi bir etki yarattı. H er m em lekette ince ve çapraşık


bir sanatın m eyvesi olan eserler yaratm ağa muktedir, fakat
yetişm e tarzlan bakımından bilgili bir sanatın ürünlerinden
zevk alm ağa hazırlanm ış küçük bir sanatseverler azınlığına hi­
tabeden u fak sanatçı v e yazar grupları m eydana geldi. Artistik
bir eğitim den yoksun kalmış olan büyük halk yığm ı, kendi saf­
dil zevkini m uhafaza etti ve bu zevki tatmin için de, küçüm ser
bir deyim le “ popüler P= halka mahsus” diye adlandırılan bir
sanatm eserlerinden başka şey bulamaz oldu; bunlar renkli
heykeller v e en ince ayrıntılarına kadar işlenmiş resimler, e-
debiyatta da yanık türküler, kaba komediler, hikâyeler ve şar­
kılardı. Bu kültürsüz yığında yalnız halk tabakasından kimser
ler yoktu, zenginlerin ve asillerin büyük çoğunluğu da buna
dahil olagelmiştir.
Sanatçı veya sanat meraklısı olsun, bu işten anlıyanlar
topluluğu güzel sanatlar vo edebiyat alanında, tabiatiyle, ken­
di zevklerini, güzellik kuralları halinde ortaya koydular. Bun­
dan böyle tek snygı gören zevk de, sanat esorlerinin değerini
anlar diye adlan çıkm ış olan saray adamları ve (İtalyancada
diUetcmte denen) amatöi'ler, yani meraklılarla, Lâtinceyi öğ­
renm iş kimselerin zevki oldu. Edebiyatçılarla sanatçıları da
yalnız bu imtiyazlı topluluk için çalıştılar. Rörıesahstan itiba­
ren de edebiyatla güzel sanatlar, küçük bir azınlığın edebiyatı
ve güzel sanatlan olm aktan ileriye gitmedi.
R efo rm krizi. — “R e fo rm ” , “ R önesans” gibi, m odem bir
ad değildir. O rtaçağ’dan kalma olan bu ad (iyileştirme, ıslahat
değil de) yenileştirm e, yeniden kurm a anlamına geliyordu. X V.
yüzyılda K ilise’yi yeniden kurm ak için ruhanî kurullar tarar
fından yapılan teşebbüsler bir sonuç verm emişti. Bütün mem­
leketlerde herkes, papazların ödevlerine aykırı bir hayat sür­
dükleri ve onları kendi kurallarına boyun eğdirm ek gerektiği
düşüncesindeydi. Papazların ahlâk bakım ından daha mı gev­
şediklerini, yoksa bunların kötülüklerine karşı müminlerin da­
ha mı hassas hale geldiklerini bilm ek için h içbir im kâna sahip
değiliz (1). Fakat m uhakkak olan şu ki papazlar daha zengin­
leşmişler, dolayısiyle de kendilerini lüks ve rahat bir hayata

( i j B elki de bu kurallar hiçbir zaman tam tamına uygu-


larimamtşlardı, çünkü bunlar beser tabiatiyle bağdasamıyan
bir feragat g österm eği emrediyorlardı.
F. 14
210 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

daha kolay kaptıracak hale gelm işlerdi; toplum da daha az


cahil hale gelm iş olduğundan, rühban sınıfı artık onu tatmin
edem ez durumdaydı. Asil ailelerden gelm e insanlar olan pisko­
poslarla rahipler derebeyleri gibi öm ür sürdüklerinden emirle­
ri altındaki papaz veya kegig gibi “ ast” larla pek az meşgul
oluyorlar, rahipleri yetiştirecek h içbir müessese kurm uyorlar­
dı. H içbir eğitim görm em iş olan köy papazları müminlere vaaz
verm iyorlar, bunlara hiçbir şey öğretm iyorlardı.
Papazlar idare edilmediklerinden, hattâ mezhep ayrılıkla^
n y la İlgili kitapları dahi okuyarak, rastgele bilgi edinmeğe ça­
lışıyorlar, bu yüzden de kendi mezheplerinin ilkelerine aykırı
doktrinleri yaydıkları oluyordu. Kilisede mezhep ayrılığı teş­
kilâtlı bir hale gelince, protestan papazların çoğu da köy par
pazlan veya keşi-sler arasından çıktı. Din eğitim i görm eyen
müminler, asıl gerçek doktrini. K utsal kitabı okum akla bula­
cakları umuduna kendilerini kaptırmış bulunmaktaydılar, ki
m atbaa sayesinde de bunun tercüm esini kolayca elde edebili­
yorlardı. Sonra müminler, Kilise m akam larının eskisi kadar
sıkı kontrolü altında da değildiler. K rallar tarafm dan Ispanya’­
ya sokulm uş olan Enkizisyon, Yahudilerle din değiştirmiş
M üslümanlara karşı işliyordu. Papa tarafından A lm anya’da
(1484 te) kurulmuş olan özel komisyon, sadece sabbat denen
toplantılarda geytan’a tapınm akla suçlandınlan “ kadın büyü­
cüler” hakkında kovuşturm a yapm akla görevliydi. F akat âdlî
Kilise mahkem eleri mezhep ayrılıkçılarını araştırm a işinde gev­
şek davranıyorlardı.
Gidişattan memnun olm ayanlar ay n çeşitten şikâyetlerde
bulunuyorlardı. - Bunlar papazların yoksulluk, afiflik ve alçak­
gönüllülükten ibaret ülkülerine aykırı olan tem bel ve lüks bir
hayat sürmelerinin, ahlâka aykırı işler yapm alarının ve kibir­
li tavırlar takınmalarının aleyhindeydiler. - Kilisenin çok ge­
niş araziye sahip oluşunu, haksız yere vergiden bağışık bulu­
nuşunu, lâikler üzerinde çok şümullü olan kaza yetkisini, onun
elindeki imtiyazların kötüye kullanılışı gibi görm ekteydiler. -
Papa ile çevresinde bulunanların bütün mem leketlerdeki pa­
pazlarla lâiklerden çok ağır vergiler almalarını ve aidatir rur-
hani rütbeleri de tercihan İtalyanlara verm elerini hoş g örm ü .
yorlardı. Hoşnudsuzluk, kökünü üç duygudan almaktaydı ki,
şunlardı; R ühbam n hal ve gidisine kargı hissedilen manevi öf­
ke, lâik hükümetlerin iktidar rekabetine kargı yaptıkları po­
litik muhalefet, yabancılar tarafından söm ürülme keyfiyeti
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 211

kargısında galeyana gelen millî hisler (1). F akat bir R eform


yapm ak için genel bir ruhanî m eclis toplam ak lâzımdı, Papa­
lar ise böyle bir m eclisi toplantıya çağırm ıyorlardı. Onun için
R eform , Papa’ya karşı bir ayaklanm a ile başladı. K ök ü ilâhi­
yat konusunda bir anlaşm azlığa dayanan bu ayaklanma, siyasî
bir ihtilâlle sonuçlandı.
T eoloji yani ilâhiyat, papazlara m ahsus bir öğrenim kolvı
olarak kalm aktaydı; fakat doktrinin bir noktası, bütün m ü­
minleri en ciddî şahsî m enfaatleri bakım ından ilgilendiriyor­
du: Bu da, öldükten sonra Cehennem’in ebedî azaplarından
kurtulmanın çaresiydi. H erkes K ilise’nin selâmet sağlıyacak
tek kurum olduğunu kabul ve teslim etm ekte müttefikti. Fa­
kat Kilise birisi inanç (itikad), öteki de dinî ibadetler ve ha­
y ır işleri (am eller v e fiiller) olm ak üzere iki vasıta ile iş g ö ­
rüyordu. M ahşer gününde T a n n ’dan, insanı Cehennem azabın­
dan bağışık tutacak hükm ü alm ak için gerçekten tesirli usul
acaba hangisiydi? Yani teolojik terim leri kullanm ak gerekir­
se, insan kıyam et gününde kendisini inançla mı, yoksa işledi­
ği hayırlar, aovapluıia mı temine çıkarabilirdi? Bu sorunun ce­
vabı, bir niütod mcaelcaine bağlıydı. İsa’nın gerçek doktrini K i­
lisenin yüzyıllar boyunca intikal ettirdiği gelenekte mi, yoksa
doğrudan doğruya V ahy’i ifade eden kutsal kitaplarda mı şalc-
lıydı? Bu iki noktada, yani temize çıkm a ve m etod konularında
W y c liff ile Jan Huss zaten daha önce Kilise makam ları tara­
fm dan mahkûm edilmişlerdi.
Yazarların metinlerini doğrudan doğruya incelem eğe alı­
şık olan hum anist’ler, bu usulü Kutsal kitabın İhranice ve
Grekçe metinlerine de uyguladılar ve bundan bir de dinî dok­
trin çıkardılar. Bu bakım dan R eform , hum anizm’den doğm uş
oldu; onun doktrini ilkin ilâhiyatçıların âleminden ayrı olan
hellenist’ler tarafından formülleştirildi. R eform da putperest
R önesans’ın ruhunun hâkim bulunduğu İtalya’da değil de, din
duygularının en kuvvetli olduğu iki kavim de, yani Almanlarla
Fransızlarda başladı.
Bilgili ve okumuş kişiler olan hum anist’ler. Kilise makam -

(1) Alm anya’da en gen iş araziye sahip olan K ilise, htı


m em lek ette en büyük kudrete de sahipti v e en ç o k da İtalyan-
lar aida,th tuhanJİ rütbe v e makamlara sahip bulunmaktaydt-
Onun için, K ilise’ den okm şikâyettesin en u m n Kstesi bu
m em lek ette itapüm-işt^.
212 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

la n y la bozuşm aksızm doktrini yenileştirm ek iğini denediler.


Nitekim, İngiltere’de ders vermig olan Erasm us adında bir
HollandalI "ile, kralm kızkardegi tarafından korunan Lefebvre
d’Etaples adındaki Fransız böyle hareket ettiler; doktrinleri de
u fak bir çevreye münhasır kaldı.
B ir kavm in topluluğu iğine götürülen ve selâm et meselesi­
ni ortaya atarak bütün bu kavm i derinden ilgilendiren teolojik
bir satıgma, asıl krizin patlak verm esine yol açtı. B ir takım
ilâhiyatçılar aziz Paulus’un m etinlerinde ilk hristiyanlara öğ­
retilm iş olan doktrini keşfettiler; bu doktrin, on be§ asır bo­
yun ca Kilisenin edindiği âdetlerle bağdaşamaz bir haldeydi;
bunun üzerine de ilâhiyatçılar, Papa’ya kargı m ücadeleye gi­
riştiler. :
Bu, h içbir bagarı ihtimali olmayan, ümidsizce bir hareketti.
R ühban sınıfı, X III. yüzyıldanberi bir kontrol ve tenkil ciha­
zına sahip bulunuyordu ki, mezhep ayrılığı ortaya atan hiçbir
grup, bunun elinden kurtulamamıştı. R om a Kilisesine m uha­
lif bir Kilise kurm ak için yalnız Papa’ya meydan okum ağa ka­
rarlı bir ilâhiyatçının bulunması k âfi gelm iyordu; bu ilâhiyat­
çıya kendi toprağı üzerinde mezhep ayrılığı grüden bir kilise
kurm a iznini verm eğe ve onu R om a ’ya sadık hükümetlere kar­
şı savunm ağa 'hazır lâik bir hükümetin bulunması da lâzımdı.
İngiltere, Fransa, Ispanya’daki bütün kudretli kralların bir
ayaklanm ayı desteklem ekte h içbir m enfaatleri yoktu; bu yüz­
den hepsi de ilkin zaten var ve kurulu olan Kilisenin yanını
tuttular. Onun için isyancıların hepsi kendi kiliselerini izafi
olarak İm paratora bağlı olan, fakat gerçek iktidarın bağmışız
bir mahallî hükümetin elinde bulunduğu bir memlekette, Lut-
her Saks prensinin arazisinde, -i3wingli, egemen bir şehir plan
Zürich ’te, - Calvin de İsviçre’lilerin m üttefiki bir şehir olan Ce­
nevre’de kurdular.
A yrı kiliselerin kurulmasından sonra bu nlan ayakta tut­
m ak ve doktrinlerini başka ülkelerde yaym ak için, birçok ola­
ğanüstü hâdiselerin ve şartların bir araya gelm esi icabetti. Re-
fo rm ’u kurtarıp onun yayılm asına im kân veren, şu oldu: Re-
fo r m ’u ezebilecek kadar kudretli olan iki hükümdar, yani Im-
parator’la Fransa kralı (1521 den 1559 a kadar) kırk yıl bor
yun ca Papa ile anlaşm azlık ve birbirleriyle harp halinde bu.
lundular.
Ayahlanmalar. — A çıktan açığa ayaklanm a hem doktrin
bakımından bir inkıta şeklinde m eydana geldi, ki bundan bu­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 213

gün dahi m evcut bulunan ay n kiliseler doğdu; hem de bir


halk ayaklanması şeklinde m eydana geldi, fakat ezildi ve bun­
dan da g-eriye ancak zayıf bir takım şeyler kaldı.
T eolojik reform , rühban sınıfından çıkm a üç kişi tarafın­
dan yapıldı. Bunlar bir alman keşiği olan Luther, bir İsviç­
reli k öy papazı olan Zwingli, bir Fransız rahibi olan Calvin’di.
H epsi de aynı metodla, yani aziz Paulus’un kutsal metinlerini
inceliyerek hareket ediyorlardı ki bu, üçünü de Kilise gelene,
ğini redde şevketti; fakat herbiri kendi kilisesini a y n bir şe­
kil altm da teşkilâtladı.
K abasaba tavırlı, yoksul bir halk adamı olan Luther keşig
olmuş, sonra da Saks elektörü tarafından kurulan W ittenberg
Üniversitesinde ilâhiyat profesörlüğü etm eğe başlamıştı. Pau­
lus’un mektupları hakkındaki 1512 tarihli ders defterleri, Lut-
h er’in doktrininin. Kilisenin günahları affedebilm e yetkisi yü­
zünden çıkan meşhur kavgadan önce teşekkül ettiğini isbat
etmektedir. Luther derslerinde bir hristiyanın kendi fiilleri ve
dinî ibadetleri yüzünden değil, T an n ’mn in ayet v e rahm etiyle
temine çxkt%ö%m, yoni ebedî selâmete eriştiğini, bunun ise an­
cak inanç’a (fidcm') sahip, yani İsa’nın şefaatiyle kurtulaca-
ğm a itikad eden bir kimseye bahsedildiğini öğretm ekteydi. İh­
tiraslı bir kimse olan, sık sık melânkoli krizleri geçiren Luther,
kendi şahsî selâmetine olan inancını mistik bir şekilde, doğru­
dan doğruya Tanrı’dan gelen “ anî bir ilham ” la edinmişti ve
bu inanç da kendisine, doktrinini en aşırı akıbetlerine kadar
götürm ek kuvvetini verdi. Doktrinin ancak Kutsal K itap ta­
rafından açıklandığına inandığından, ananeden gelme ne v ar­
sa hepsini putataparlık sayıp reddetti: Reddettiği şeyler ara­
sında yalnız ibadet fiilleri değil, Papa’nın otoritesi de vardı, ki
Luther ona “ deccal” diyordu. Ayrıca, vaftizle kom ünyon hariç,
bütün takdis âyinlerini de reddetti (K om ünyon’u ise, âyini haz­
fedecek şekilde yorum ladı).
R om a’daki Papa’ya karşı yazdığı ve “Alm an milletinden
hristiyan asillere” hitabeden bir hicviye ile, Luther lâikleri de
yardım ına çağırdı; bu hicviye, yabancılara karşı Alman millî
duysallarını galeyana getiriyordu. Papa tarafından aforoz edi­
lince de Luther, aforoz em irnam esini öğrencilerinin önünde ya­
karak açık ça isyana geçti.lm parator tarafından prensler k u .
rulu huzuruna çağırıldı, faka t sözünü ve fiilini geri almağı
reddetti; bunun üzerine İm parator, Luther’in yazılarının ya­
kılmasını, taraftarlarının tevkifini emretti, Luther bütün me?-
214 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

hep ayrıhkçılannm uğradıkları akıbetten, prensi tarafından


kurtanldı, prens onu kaçırtarak bir şatoda saklattı.
İlkin Glaris’te, daha sonra Zürich ’te papaz olan Zw ingli’-
nin hum anizm’e eğilimi vardı, faziletli putatapanların da kur­
tulabileceklerini kabul ediyordu. Luther’inkinden önce teşekkül
etmiş olan doktrini ise yalnız Kutsal kitaba dayanm aktaydı ve
gelenek gereğince yapılan bütün ibadet v.s. fiilleri, putatapar.
İlk sayarak m ahkûm etmekteydi.
Calvin, bir kilise mahkemesinde m em ur olan, hali vakti
yerinde bir burjuvanın oğlu idi; hukuk ve Grekçe öğrendikten
sonra Luther’in yazılarını okudu ve aynı metinler üzerinde,
benzer bir doktrin kurdu am a bu doktrinine bir kaza sistemi­
nin katıhğını verdi. Mezhep ayrılıkçısı sayılıp tevk if edilmek
üzereyken mem leket dıgına kaçarak ömrünün geri kalan kıs­
mını da orada geçirdi. 1536 da Basel’de “Hristiyanhk Müessese-
si” adlı kitabını yazdı, ki doktrini bunda tam bir şekilde a ç ık ­
lanmış bulunuyordu. Kurtuluşun ancak “Tanrı’nm inayet ve
rahm etiyle” ve İsa’nın insanları kurtarm ak için yaptığı fe ­
dakârlığın tesırliliğine olan inançla mümkün olacağını kabul
ediyordu. F akat o, prédestination üzerinde Luther’den daha
fazla İsrar etm ekteydi: Yani T an n cen netlik’lerle ceh en n em lik ­
leri, arı (sa f) bir inayet ve rahmet fiiliyle ezeldenberi seçmiş
bulunuyordu ve bunda, cennetliklerin kendi liyakatleriniıj hiç­
bir hissesi yoktu. Buna göre insanlann fiilleri, Tanrı’nın bu
kararını h içbir suretle değiştiremezdi. Görünüşe göre de, hal
ve gidişinin kurtuluşu üzerinde h içbir etkisi olm ayacağına ina­
nan hristiyan, bundan böyle h içbir ahlâk kuralına aldırmaz
olacaktı. Fakat Caivin’le çöm ezleri fiiliyatta bunun tâm tersi bir
sonuca ulaştılar; bir insanın hal ve gidişinin kötü oluşu onlar
ra, Tanrı’nm bu insanı cehennem lik yaptığının bir işareti gibi
görünüyordu. B ir mümin, kurtuluşa erişmek üzere müsbet bir
hak edinmek için değil, fakat hal ve gidişi kötü olursa ce.
hennem likler arasına gireceği yolundaki duygudan sıyrılabil-
mek için iyi davranmak, kötülük yapm am ak zorundaydı. Cal­
vin Tanrı kelâmının ancak Kutsal K itap’la vahyolunduğunu
ileri sürüyor; O rtaçağda yerleşm iş bütün dinî doktrinler ve
usulleri, hattâ piskoposlar da dahil, bütün rühban teşkilâtını
reddediyordu.
T a n n ’dan doğrudan doğruya ilham aldıkları gibi mistik
bir duyguya dayanan başka rahiplerle keşişler de bir takım
ayaklanm a hareketlerinin başına geçtiler: Bu gibiler köylülerle
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 215

zanaatkârlara hitabediyorlar ve bunlan yalnız rühbanm değil,


prenslerle derebeylerinin otoritelerine karşı da ayaklanm ağa
teşvik ediyorlardı. K itap’ta yeri y ok diye çocukları vaftiz et­
meyip yetişkinleri vaftiz ettiklerinden, basım ları bunları ana->
baptiste (vaftiz aleyhtarı) mügterek adı altında anm ağa baş.
ladılar. K endilerine ise B aptiste (vaftiz ta ra fta n ) adım verdi­
ler.
Protesta n Kiliseleri. — İsyancıların hiçbiri a y n bir kilise
kurm ak istemiyor, hepsi yalnız kendilerini gerçek hristiyanlar
sayıyor ve evrensel Kilisede reform , yani ıslahat yapm ak İddia­
sında bulunuyordu. Fakat resmî m akam lar bunlarla mücadele
ettiğinden, bunlar da ibadet, din öğretimi, disiplini ve lâik h ü -"
kûmetle münasebetler bakımından yeni bir rejim i olan ayrı
kiliseler kurm ak zorunda kaldılar. Fakat ayrı gartlar altında
faaliyette bulunduklarından, reform e (ıslah edilm iş) tek bir
kilise kurm a işini başaram adılar; biri ötekiyle savaş halinde
olan, birkaç kiUae kurdular.
İhtilâlciler, dünyadan ay n ve lâik otorite kargısında bar-
ğım sız cem aatler kurm ağı denediler. H er kam un kendi papa­
zını kendisi seçiyordu; o da cem aat mensuplarına “ insanların
İçine h içbir şey katmadıkları, a n ve yalın İn cil" i anlatıp öğ­
retecekti. Mümin ciddî ve basit bir hayat sürmek, sade giyin­
mek, andiçm eğl veya silâh kullanmağı reddetm ek zorundaydı.
B ir yandan kiliseler ve tasvirler tahrip edilirken, bu ihtilâl de
1525 ile 1535 arasında Güney A lm anya köylüleri arasmda, İs­
viçre ve H ollanda şehirlerinde, ta V estfalya’ya kadar yayıldı.
Luther ile Calvin bu ihtilâlin şiddetle aleyhinde bulundular,
lâik prensler de bunu ezdiler. Bu hareketten ancak küçük ve
barışçı bazı cem aatler kaldı ki bunlar, H ollanda’da bir kenara
sığınarak zulüm ve hakaret altında yaşadılar; bu memleketten
çıkan köylü kolonileri A lm anya ile R u sya’da yerleştiler, yine
bunlar tarafından kurulan baptiste kiliseleri de 1648 deki la -
glltere Ihtilâli’nde rol oynadılar.
Luther A lm anya’da, koruyucusu olan Saks elektör prensi­
nin toprakları üzerinde ¿vamoĞttaue K ilise’yi teşkilâtladı. Mez­
hebine yalnız İsa’y a gerçekten inanan m üminleri kabul etm ek
istiyordu ama, .iadece ismen hristiyan olanları da m üşterek bir
disipline tâbi tutarak bu mezhebe kabul etm ekle yetinm ek zo­
runda kaldı; sonradan da prens toprağındaki bütün uyruklan,
bu disiplini kabule zorladı. Luther eski ibadet usullerinden kı­
yafet, kiliselerdeki mihrab, vaftizde cinlerin, büyülerin def’i
21« A V R U P A M tL L E T L E R ÎN tN

içîn yapılan eosorcisme gibi şeyleri alıkoydu. Fakat Lâtince


âyinle duaları kaldırdı, ibadeti de halk diliyle yapılan vaazlar­
dan, okunan dualarla İlâhilerden ibaret bıraktı. Teşkilâtta ra­
hipten bir derece yüksek bir rütbe bıraktı ki hu, piskoposun
görevlerini yerine getirm ekle vazifeliydi; fakat bütün keşişleri
kaldırdı, papazların evlenm emeleri m ecburiyetine de son ver­
di.
Bu rejim A lm anya’daki hemen bütün hüküm etler tarafm ­
dan benim sendi; hüküm etler bundan faydalanarak kilisenin
topraklarına elkoydular, kilise mahkem elerini lâğvettiler ve
papazı bir m em ur haline getirdiler. F ransa kralı ile Osmanh
padişahına akrşı savaşa girdiği için başı dertde olan İm para­
tor, R e fo rm ’u yapacak olan ruhanî m eclisin toplanm asını bek-
liyerek ilk zam anlarda her prensin şim dilik ibadet işlerini tan­
zim etmesine ses çıkarmadı. Luther hakkındaki kararın infa­
zını em rettiği zaman, birkaç prens protestoda bulundular; son­
radan R om a ’ya m uhalif bütün kiliselere verilen protesta n adı­
nın menşei budur. Sonra da prensler A ugsburg’da İmparatora,
tanzim ettikleri 28 maddelik “ âm entü” yü takdim ettiler ve
bu, ¿vwnaĞUque Kilise doktrininin resmî metni olarak kaldı
(1530). E piy çapraşık bir takım anlaşm azlıklardan sonra, 1526
daki geçici nizam, “A ugsburg beyannam esi” ne katılm ış olan
bütün prensler ve şehirler için 1555 te kesinleştirildi. Lâik hü­
kümete kendi başına uyruklarının dinini tanzim etme yetkisini
veren bu rejim İsveç, D anim arka v e N orveç’e hükm etm ekte
olan iki kralla, Baltık denizinden Transilvanya’ya kadar Doğu
Avrupa’y a yayılm ış bulunan Alman kolonileri tarafm dan da
kabul edildi.
Zwingli tarafından İsviçre’nin birkaç Alman şehrinde teş­
kilâtlanan Kilise, dağlık bölge katolik kantonlarının zaferiyle
felce uğradı ve sonunda da öteki protestan kiliseler içinde eri­
yip gitti.
Calvin ise kendi Kilisesini Fransa dışında, Fransız dili ko­
nuşan küçük bir şehir ve İsviçre ile m üttefik bir Cumhuriyet
olan Cenevre’de teşkilâtladı. Burada eski ibadet usulü, Bern
hükümetinin de yardımıyla, Lefebvhe d’Etaples’ın çöm ezi olan
Fransız mültecisi Farel tarafından kaldırılmıştı.
Calvin geleneğe dayanan bütün ibadet usullerine son ver­
di; mihrabı, süsleri, tasvirleri kaldırdı. İbadet ancak ruha hi-
tabetm eliydi ve bu. Kutsal K itap okunarak, vaazlar ve dualar
edilerek, mezmurlar teganni olunarak, “ T a n n kelâm ı” nm
M UKA.YESBLÎ T A R iH Î 217

m em leket diliyle yapılan bir öğretim i haline geliyordu; yalnız


iki takdis şekli bırakılmıştı ki bunlar da gocuklara verilen v a f­
tiz, bir de ekm ek ve şarapla yapılan kom ünyon’dan ibaretti.
Calvin rühban sınıfını rahipler (pasteur) ile diı/akos’lardan
ibaret bıraktı, bütün meratip silsilesini kaldırarak papazların
hepsini aynı rütbeye soktu. Kilisenin müminler üzerindeki ka­
za hakkı m uhafaza edilmişti am a bu hak, yalnız üçte biri pa­
pazlardan, üçte ikisi de lâik erkân ve eşraf arasından seçilen
"eski” lerden müteşekkil bir dinî meclis tarafından kullanılı­
yordu ; meclis, m üminlerin inançlarıyla hal ve gidişlerine de
göz.k u lak olm akla görevliydi. M eclis müminleri yargılayarak
tekdir, çile doldurma, hattâ mezhepten çıkarm a cezaları veri­
yor; a y n ca kendilerine maddî bir ceza da uygulansın diye bun­
la n lâik m akam lara ihbar ediyordu.
B eşer tabiatinin kötülüğe meyyal olduğuna inanmış bulu­
nan Calvin bütün eğlenceleri, kum ar gibi oyunlar, dansı, dini
olm ayan müziği, kadınların süslenmelerini yasak etmişti. Mü­
minleri yalnız çalışm a ve dinî ibadetlerle geçen eğlencesiz bir
hayat sürmeğe zorluyordu.
K ilisenin bir M eclis karanyle ıslah olunması tasarısı kesin
olarak suya düşmüş görününce, ‘'reform e” K ilise’nin inançları
bilhassa şehirler halkı, sonra da asiller arasında çabucak ya-
yıhverdi. Calvin Cenevre’de bir A kadem i kurm uştu; buradan
çıkan papazlar "reform ” un prensiplerini yabancı ülkelerde
yaym ağa gidiyorlardı. K atolik kalan İspanya ve Fransa ile
Luther’in reform unu benim seyen Alm an ve İskandinav ülkele­
ri hariç olm ak üzere, Calvin’in "reform ” ilkeleri bütün A vru ­
pa’da yayılıverdi. İskoçya, İngiltere, Fransa, Hollanda, Polonya
ve M acaristan da bu reform u benimsedi. Cenevre’de kurulan
taeşkilât reform ’u bütün topraklara uydurm ak için genişletil­
di. K aza hakkını haiz her dinî m eclis bir kiliseler grupundan
m eydana gelm e kurula delegeler gönderiyor, bu kurul da mem­
leketin K ilise’sinin genel sinotî’unun tem silcilerini seçiyordu.
İngiltere’de olduğu gibi A lm anya’da da K ilise rejim i hü­
kümdarın şahsî iradesiyle tesbit edildi ve birbirini takibeden
dört hükümdarın saltanat devrinde m em leket dört rejim den
geçti: VIII. H enry devrinde bu şîa (schism e, ayrılık), VI. Edp
■vvjard devrinde "reform e” Kilise, M ary devrinde ise katolik K i­
lise oldu. D ördüncüsü olan ve Elizabeth tarafından kurulan re­
jim ise, Anglikcun K ilisesi idi. Bu sonuncu rejim “ reform e” Ki-
lise’nln (azıcık değiştirilmiş olan) doktrinini ve İngiliz diliyle
218 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ibadst, manastırların lâğvı, papazların evlenmesi gribi tarafla^


rmı kabul etti. E ski K ilise’den ise cism anî ruhbanın m eratip
silsilesini, pisjtoposun kaza hakkını, ondalığı (âşâr). Kilise ara.
zisini, dinî törenleri yaptıran kim selerin kılıklarını ve mihra­
bı m uhafaza etti.
Papa’y a kargı ayaklanm a üzerine kurulan bütün Kiliseler
m üşterek vasıflara sahip oldular. Çünkü bunlar, geleneğin zıd­
dına olarak, Kutsal K itap’ın havi olduğu V ahy’in doğrudan doğ­
ruya yorum lajım ası gibi bir tem el üzerine kurulmuş olduklan
iddiasmdaydılar. İznik ruhanî m eclisinin kabul ettiği bütün
doğm aları Hz. A dem ’in islediği aslî günah’ı, T a n n ’nın insan
şekline girişini (In carn ation ), Teslis’i (Trinité), ebedî hayat’ı,
M ahşer günü’nü v e dünyayı Şeytan’ın diyan sayan düalist g ö ­
rüşü m uhafaza ediyorlardı. Yalnız gerçekten hazır ve nâzır ol-
ma’yı ve İsa’nın vücndünün hamursuz ekm ekte bulunması y o­
lundaki doğm ayı reddediyorlardı ki, âyin de bundan neşet et­
m ekteydi. Fakat âyinleri Lâtince değil de halk diliyle yaparak,
vaaza büyük önem vererek, çocukların vaftiz edilmesi usulünü
m uhafaza ile beraber K ilise’nin beş ana takdis törenini redde,
derek, bütün ibadet usûllerini altüst etm ekteydiler. Lâikler üze­
rinde K ilise’nin kaza hakkını m uhafaza ediyorlardı ama, Pa-
pa’nın otoritesini red ve bütün nizami rühban sınıfını ilga ede.
rek, rühban teşkilâtında da ihtilâl yapmaktaydılar.
Ajrnı zamanda, K ilise’nin lâik otorite ile olan m ünasebet,
lerini de değiştirm işlerdi (1). Luther’le Calvin akıl için tatmin
edici bir inanç aram ıyorlar; doktrinlerini, kendilerine tek doğ .
ru yol olarak görünen, K utsal K itap’m yorum u esası üzerine
kuruyorlar ve bundan başkasını da kabul etmiyorlardı. Evren,
sel K ilise’nin birliğini bozm ak değil de, bütün hristiyanlarm
tek gerçek K ilise olan kendi K ilise’lerine katılm aları suretiy­
le onu “ reform e” yani ıslah etm ek am acını güdüyorlardı. Or^
tagağ’da olduğu gibi, onlar da herkesin kendi dinini seçmek
bakım ından hür olması (libre exam en) ilkesini (2) kabul et.

W Ancak, bu konuda reformculann niyetlerini değil de


Müerinin sonuçlarım göeönünde tutmak ve onlann kiliselerini,
XIX. yüzyilda pirmiş oldukları durumdan ayırdetmeli g ereli
tir.
(2) “ Vicdan h ürriyeti" terim i igadece, otoritenin g erçek
hristiyanın vicdanım sorlam aması g erek tiğ i anlamına geliyor­
du,
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 21 9

m iyorlardı. K ilise’nin müminler üzerindeki otoritesinin bir


m ahkem ece icra edilmesi usulünü m uhafaza ediyorlar ve lâik
otoriteden, uyruklannı gerçek dini kabule zorlam asını istiyor­
lardı. D eğişik olan şey, m üeyyidelerin v a sıfla n oldu: R om a K i­
lisesi mezhep ayrılıkçılarını ölümle cezalandırm ağa devam et­
ti; “ R eform e” Kiliseler ise, siyasî olduklan için mahkûm olan
fiiller hariç olm ak üzere hapis ve bilhassa sürgün usûllerini
kullandılar. Fiiliyatta ise reform cular, doktrini metinlerin şa­
hıslara göre değişen, yorum lanm ası usûlü üzerine kurarak, K i­
lise birliğini bozdular ve din hürriyetinin doğm asına yol açtı­
lar.
Ondan sonra her hristiyan, - hepsi de yalnız kendilerinin
meşru olduklarını iddia eden - K ilise’ier arasında bir seçim
yapm ak durumunda kaldı; böyle bir hristiyan kendisini Oe-
hennem ’den bir tek K ilise’nin kurtarabileceğinden emindi ama,
bunun hangisi olduğunu bilm ek im kânına sahip değildi. Ters
yönde bir seçim yapmasını telkin eden kuvvetli sebepler var­
dı; Yeni K ilise’ler “ Tanrı K elâm ı” nı kendisine ana dilinde su­
nuyorlardı. Eski kilise ise âyin ve tasvirler gibi, M eryem A na’-
ya tapınm a gibi, dinî alay ve geçitler, hac ve ziyaretler gibi,
onun din duygularına bağlı bütün amel ve ibadetleri m uhafaza
etmekteydi.
Kiliselerin birkaç taneye ayrılması lâik ve ruhanî otorite­
ler arasm daki münasebetleri altüst etti. Kilise tek olduğu süre­
ce, otoritesini bütün lâiklere, hattâ hüküm darlara dahi kabul
ettiriyordu; birkaç Kilise çıkıp rekabet haline girince, lâikler
bunlar arasm da bir seçim yaptılar. Seçim de halk yığını tarar
fından değil, krallar, prensler, derebeyleri, şehir m eclisleri g i­
bi otoriteyi elinde tutanlar tarafm dan yapıldı. H er m em leketin
dini, iktidarda bulunan lâik şahıslara, on lan n inançlarına, poli­
tikalarına, heveslerine, çevrelerindeki kim selere ve aileleri
içindeki tesadüflere bağlı kaldı. H er mezhebin sâlikleri bir
m em leketten ötekine, aralarında dayanışm a kurdular ve savaş­
larda birbirlerine yardım ettiler. Ondan sonra da hınç artık ya­
bancıya kargı değil de, a y n mezhepten olan vatandaşlar ü ze­
rine çevrilm iş oldu.
R eform cular, her otorite Tanrı tarafından kurulmuş oldu­
ğuna göre, müminin de buna boyun eğm ek vazifesi olduğu il­
kesini ileri sürüyorlardı. Calvin, bir hristiyanuı insanlara dft-
ğil, Tanrı’ya itaate borçlu olduğunu söylerken, şayet böyle bir
insan gerçek inanca aykırı bir em ir alırsa buna pasif bir mu­
220 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kavem etle kargı koyması, din uğurunda hig isyan etmeksizin


şehit olm ağı göze alması gerektiğini anlatm ak istiyordu. Fiili­
yatta ise Luther’in K ilise’leri ancak prensler tarafından kurul­
dular ve ancak onlarm rızasıyle varlıklarını idame ettirebilr-
diler. Calvinistler şiddetli bir mukavem et gösterdiler ve kili,
selerini meşru otoritenin rağm ine olarak, hattâ ona kargı ayak­
lanarak Iskoçya’da, Fransa’da, Hollanda’da, Bohem ya’da, P o­
lonya’da, M acaristan’da, hattâ daha sonra İngiltere’de teşki-
lâtladılar.
K a tolik reform u. — Evangélique kiliseler esasen yerleş­
mişler, “reform e” kiliseler de yeni yeni kurulm ağa bağlıyorlar­
dı ki, Papa’ya sadık hristiyanlar disiplinin (yani K ilise’nin tâ­
bi olduğu kanun ve nizam lar topluluğunun) yeniden kurulma­
sı suretiyle, nihayet katolik reform u’nun da yapılmasını sağla­
dılar. Bu reform , İtalya ve İspanya’da (Capucin’ler, Theatin’-
1er, Oratorio rahipleri gibi) dinî tarikatlerin ihdası veya ıslahı
ile hazırlanm ış bulunuyordu. E n tesirli teşkilât da, bir savaş
adamı olan Ingnacio de Loyola’nın eseri olmuştu. Bu adam, ha­
yaller görm eğe kadar varan m istik bir duyguyu, hayat şartlar
rımn pratik anlayışı ile birle-stirmesini bilmişti. Öteki m anas,
tır tarikatlerinden gok ayrı olan (ve Türkgede "İsa Cem iyeti”
yahut “ Cizvitler” diye anılan) tarikatini "İsa Bölüğü” (Com ­
pagnie de Jésus) gibi askerî bir ad altında kurmuştu. A rka­
daşlarını tıpkı askerlerinkine benzettiği, ruhî ve fikrî "talim ­
ler” le hazırlıyor; onları teolojik anlaşmazlıkların dışında tu .
tuyor ve kendilerini faal bir surette çalışmaktan alıkoyacak
olan perhiz yapma, oruç tutm a gibi fiillere zorlamıyordu.
Bütün keşişlerin içtikleri üçlü anda (yoksulluk,» afiflik,
itaat) Loyola "P a pa’nın hizmetinde olm ak” gibi bir dördün­
cüsünü daha ilâve etmiş ve sonunda da, bütün bir milletin dini
hakkında yalnız imtiyazlı kim selerin karar verdikleri bir de­
virde, m üminleri itaate getirm ek için en tesirli usulü bulmuş­
tu. Cizvitler (1) prenslerin günahlarını çıkartm ağa, idareci sı­
nıfların eğitim i ile uğraşm ağa başladılar; yatılı kolejler kura­
rak ve buralarda hum anist'lerin m oa ettikleri öğretim i vere­
rek, yani Lâtin yazarların eserlerini okutarak kolejlerine
asil veya zengin ailelerin çocuklarını çekiyorlardı, öğ ren cile­
rini sık sık ibadet etm eğe alıştırarak onları ruhbanın otorlte-

(1) "C izvit” adını onlara halk verm iş, fa k a t kendileri bu


adı hiçbiıf zaman almamışlardır.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 221

sine itaate hazırlıyorlar; kolejlerine eğlenceler sokarak, o sıra­


larda pek yaygın bir halde olan dayak cezasını gayet seyrek
kullanarak öğrencileri tatlılıkla kendilerine bağlıyorlardı. . K e­
sişlerin pis kılıklarının, kaba-saba tavırlarının tersine olarak,
rahip elbiseleri giyiyorlar ve asil insanlar gibi terbiyeli, nazik
davranıyorlardı. İsa Cemiyeti çok geçm eden lâik iktidarlar
üzerinde bir nufus edindi ve bunu da. Papalığın otoritesini ye­
niden yerleştirm ek için kullandı.
K ilise’de ıslahat yapılması igi, 1545 ten itibaren toplanıp
iki defa yarıda kalan ve 1563 te sona eren M erano ruhanî mecr
lisi tarafından emredildi. Geleneğin çok ategli taraftarları olan
İtalya ve İspanya jjiskoposlarının igtirâkiyle yapılan ilk top ­
lantıda, doktrindeki ve dinî fiil ve am ellerdeki bütün değişik­
likler m ahkûm edilmi.s bulunuyordu. Son toplantıda ise dört
milletten, yani İtalyan, İspanyol, Fransız ve Alman piskopos­
lar bir araya geldiler. Alınan tedbirler, sırf şekil bakımından,
bütün piskoposlardan meydana gelen meclislerde oya konulup
kabul ediliyordu. En kudretli ü ç hüküm dar olan İm paratorla
Fransa ve İspanya krallan ve Papa’nm elçileri arasında anlaş­
ma yapılıncıya kadar hiçbir karar alınmadı. İm paratorla Fran­
sa kralı milletlerini tatmin etm ek iğin, ibadetin m em leket di­
liyle yapılmasını ve papazların evlenebilmelerini istemişlerdi
ama, Papa’nın elçileri hiçbir tavizde bulunmam anın yolunu
buldular.
M erano Ruhani M eclisinin eseri. — Ruhanî Meclis, dog­
m a konusunda mezhep ayrılıkçılarının doktrinine karşı a fo­
roz, lânet fan athem e) şekli altında bir takım Kilise kanunla­
r ı; teşkilât konusunda da rühbanm ve müminlerin disiplinini
nizartıhyan kararnam eler olm ak üzere, iki çeşit karar aldı.
D oktrinin tem eli olm ak üzere Ruhanî Meclis ortaya Kutsal
K itap’ı İbranice veya Grekçe metin halinde değil de, IV. yüz­
yılda yapılan ve V ulaate adı altında anılan Lâtince tercüm esi
halinde koydu. “H avariler tarafından İsa’nın kendi ağzm dan
alınan yahut Ruh-ül kudüs tarafından yine havarilere dikte
edilm iş - dolayısiyle de, tâbir caizse, elden ele geçm iş - ve bize
kadar intikal etmiş, yazılı olm ayan gelenekleri” de bu metne
ekledi. Buna dayanarak, ibadette Lâtinceden başka dil kulla-
nılm ıyacağı; İsa’nın bedeninin ve kanının hamursuz ekmekte
(H ostia) gerçekten var olduğu; âyinde kullanılan garap kâse­
sinin rahiplere m ahsus olduğu; K ilise’nin icra ettiği “y edi tak­
dis” in bizatihi tesirli oldukları; evlenmenin bozulam ıyacağı;
222 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

günah sıkarm a ve a ffa uğram anın me§ru olduğu; mihrap ve


papaz kılıklarını, tasvirleri, buhur ve haç g ibi şeyleri kullan,-
manın lüzumlu olduğu gibi. O rtaçağ boyunca yerlegmiş olan
bütün doktrinlerle fiil ve amelleri m uhafaza etti. Yine Ruhanî
M eclis bir m ecburiyet haline sokm am akla beraber, azizlere ve
bunların yadigârlarına tapınmayı, dinî ziyaretler, geçitler yap .
mağı, kiliselerde İsa, M eryem A na ve azizler için dualar (G rek­
çe "dua” anlam ına “ litcmeia") okumağı, ölülerin ruhlarının is­
tirahatı için âyin yapm ağı (ki bu, Â r a f’a olan inancı da mec:-
büri hale sokm aktaydı) tavsiye ediyordu.
D isiplin konusunda Ruhanî M eclis lâikleri idare işine h iç­
bir suretle karıştırmaksızın, ruhbanın bütün m eratip silsilesi­
ni olduğu gibi m uhafaza etti. A dm a "T anrı’nm vekili, evrensel
R ahip” denen Papa, Ruhanî M eclis’ten üstündü; en yüksek ka­
za m ercii olarak gerekirse kilise mahkem elerinin kararlarını
nakzetm ek ve m uafiyetler bahşetm ek bakım ından her türlü
yetkile sahipti; kardinalleri yalnız o tâyin ediyordu. - P iskopo­
sun ruhanî bölgesinin bütün rahipleri ve hattâ (doğrudan doğ­
ruya Pap a’nın emri altındaki tarikatlerinki hariç olm ak üze­
re) kegigler dahi onun em ri altındaydı; kilise mahkem esi tara,
fından verilen kararların uygulanmasına göz-kulak oluyordu. -
(Papaz veya yardım cısı gibi) ruhanî bölge rühbanı müminler
üzerindeki yetkilerini muhafaza ediyordu ve Ruhanî Meclis
rühbanın kendi ruhanî bölgesinde oturmasını m ecburî kılm ak­
la beraber, onun nasıl giyineceğini ve ne çeşit bir hayat süre­
ceğini de tesbit ediyordu; papaz ayrıca pazar günleri vaazede-
cek, çocuklara din dersleri verecekti. Papaz yetiştirm ek için
her piskoposa bir papaz okulu (Lâtince sem inarium , seminer)
kurm ası emredilmişti, papaz olacak genç çocuklar buralarda
yetiştirilecekti. Bu, u fak çapta bir okuldu ve Ruhanî M eclis’in
em ri ancak pek yavaş yerine getirilebildi. M üm inler oruç tut­
mağa, perhiz yapm ağa, yortu günlerinde çalışm am ağa m ecbur
tutuluyordu.
Islahat işi, ibadetin bir örnek olması için alman tedbirler­
le tam am landı; bunun için de R om a’nın Din bilgisi kitabı (Ca,.
t4chism e) ; R om a ’nm Günlük dua kitabı (BreviviaireJ ve yine
R om a ’nın Ayin kitabı (M issel) kullandırıldı. Mezhep ayrılığının
okum a yoluyla yayılm asını önlemek için, "Y asak kitapların lis­
tesi (I n d e x ) ” n i yapm a işi bir kom isiyona havale edildi.
Ruhanî M eclis tarafm dan ıslah edilen Kilise, Ortasağdar
kinden iki bakım dan ayrı oldu. D oktrin artık h içbir tartışm a­
M U K A Y E SE Lİ T A R iH Î 223

ya yer verm iyecek şekilde, sağlam bir tarzda açıklandı. - Kilise


bir takım kurum larla cihazlandı k i bunlar din eğitim ini ve
itaat alışkanlığını m üm inler yığınının derinliklerine kadar sok­
tular. Rühban, R eform ’un yayılm asına pa sif bir halde seyirci
kalacak yerde, mezhep ayrılığına kargı faal bir savaşa gririgti.
K iliseler arasındaki savaş iki taraftan da aynı usuller, yani
doktrin hakkında vaazlar, vâiz misyonları, hicviyeler v e ilâr
hiyatçılar arasında şiddetli polem iklerle sevk ve idare edildi.
Bu savag ilkin zulüm ve eziyetlerle birçok idamlara, sonra da
birçok mem leketlerde uzun süren sivil harplere yol açtı ki son.
radan bunlar, devletler arasında yapılan harpler şeklini aldı.
R om a’ya sadık katolik Kilise, R eform ’a karşı biraz daha ze.
min kazandı; Avrupa’nın en önemli parçasını, bütün Güney
Devletlerini, Fransa, İrlanda, Avusturya ve Polonya’yı muha­
faza etti; Alm anya ve Hollanda’yı da protestan kiliseleriyle
paylaştı.
X II

X V II. Y Ü ZY IL IN O R T A S IN A K A D A R P O L İT İK H A Y A T IN
D EĞ İŞM ESİ

İtalya savaşları — ■X V . yüzyılın sonundan iti­


baren A vrupa’nın Batısında esasen üç büyült krallık kurulmuş
bulunm aktaydı; Bunlar eski İng'iltere ve Fransa krallıklarıyle
İspanya’da K astilya ve Arag'on krallıklarının ve bunlara tâbi
diğer krallıkların birleşmesinden m eydana gelen yeni m onar­
şi idi (ki G ranada’daki son Müslüman krallığının fethiyle, bu
Ispanyol birliği tamamlanm ış oluyordu). Sonra da Habsburg
adlı bir Alman prensleri ailesi, ilkin Buı-gonya ailesinin miras­
çısı prensesle yapılan evlenme sonunda H ollanda’nın 17 eyale­
tini, - ikinci olarak İspanya tahtının m irasçısı prensesle yapı­
lan evlenme sonunda da bütün Ispanya krallıklarını Avustur­
ya’daki Alman topraklarıyle birleştirmiş oldu. Bu üç hanedanın
m irasçısı olan Charles İm parator seçildi ve kendisine Şariken
adı verildi. Yeni İm parator, en yüksek rütbenin unvanı ile
birlikte, en geniş araziye de sahip oldu; bu arazi, A m erika’da
uçsuz bucaksız bölgelerin fethiyle, çok geçm eden ölçüsüz bir
şekilde büyüdü, garlken’in kendisine H absburg’ların Alman
arazisini terkettiği kardeşi Ferdinand da, bir evlenme dolayı-
siyle Bohem ya ve M acaristan kralı oldu.
Avusturya hanedanının bu m uazzam araziyi ele geçirm e
işini tamamlamasından önce, Fransa kralları İtalya savaşla­
rına girişerek Napoli krallığını, sonra da Milâno, bölgesini ele
geçirm işlerdi ama, bunları m uhafaza edemediler. K üçük İtal­
yan Devletlerinin, Papa'nın ve İm parator’un m üttefiki olan
A ragon kralı, Fransa krallarının fethettikleri toprakları onla­
rın elinden aldı.
Fransa ve İspanya kralları arasındaki harp, Şariken’ie, se­
leflerinin fethettikleri yerleri geri alm ağa çalışan Fransa kra­
lı I, F ran çois arasındaki şahsî rekabetten ötürü daha da çap­
raşık bir hal aldı. Aynı zamanda d.a, D oğu A vrupa’da esasen
bütün Balkan yarım adasına sahip olmuş bulunan OsmanlI Sul­
tam, M acaristan’ın hemen hemen tamamını hükmü altına al-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ , 225

mış bulunuyordu. İtalya’da yenilen I. François Osmanh Sultanı


İle, sonra da mezhep ayrılıkçısı ve Luther taraftarı Alman
prensleriyle gizlice ittifak yaptı. B irkaç defa kesilen harp,
1559 da İspanya kralının zaferiyle sona erdi ve kral, Napoli
ile Milano bölgesini m uhafaza etti. Kısm en yabancı bir krala
boyun eğm iş olan İtalya parçalanmış, kudretsiz ve yıkılm ış ola­
rak kaldı, yalnız donanmasını ve A driyatik üzerindeki toprak­
larını m uhafaza etmiş olan Venedik, bu durumdan hariçti.
Fransa kralı yalnız Alm an prensleriyle olan ittifakından fay­
dalanarak Frajısız dili konuşan “Üç Piskoposluk” u (Verdun,
Metz, T oul) ele geçirdi, Calais şehrini de Ingilizlerden geri al­
dı.
Din -savasUm. — Calvinist asillerin katolik hükümdarlara
isyan etmeleri üzerine sıra yeni savaşlar başladı ve bunlar,
isyancıların tarafını tutan yabancı prenslerin de işe karışm a-
larlyle, daha çapra.'jık bir hal aldı. R eform ancak küçük İskan­
dinav krallanylc Alman prensleri tarafm dan benimsenmişti.
B ir tok kudretli hükümdar, İngiltere kraliçesi Elizabeth de R e­
form ’u kabul otm ok zorunda kalmıştı, çünkü uyrukları ken­
disini krallığın niegm mh’asçısı olarak tanım ağı reddediyorlar­
dı. Bütün öteki krallar, R om a’daki katolik K ilisesi’ne bağlı kal­
maktaydılar,
Bu isyanların İlki alan, Iskoçya asillerinin naip ana krali­
çe M ary’ye kargı ayaklanm alan, küçük bir İngiliz ordusu sa­
yesinde m u vaffak oldu ve Iskoçya’da (Cenevre’deki örneğe uy­
gun) R eform e bir “ presbytérien” K ilise kurulm asıyla sonuç­
landı; bu K ilise kraliçe İle, daha sonra onun oğlu Jack’le an­
laşmazlık halinde kalm akla beraber, yavaş yavaş tutunup .sağ­
lamlaşm ak im kânını buldu.
F ransa’daki Calvinist asillerin isyanı ise krala değil, kra­
liçeye rağm en onun küçük yaştaki oğlu (IX . Charles) adm a
ik tidan ele almış olan Guise prenslerine kargıydı. Kralın şan­
sını ellerinde tutan Guise’ler, onun adına hüküm sürdüler ve
(M erano Ruhani M eclis’i tarafından ıslah edilen) katolik K ili­
sesi, krallığın ve büyük halk yığınının resmi Kilisesi olarak
kaldı. “ R eform e” (yani Calvinist) Kilise ise azınlığın Kilisesi
oldu ve ancak İngiltere kraliçesinden, sonra da protestan A l­
man prenslerinden aldığı yardım lar sayesinde yokedilm ekten
kurtuldu. Fakat, muntazam kıtaların meslek askerlerinden mü-
tegekkil bulunduğu o devirde, hiçbir hükümetin uzun zaman bir
F. 15
226 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ordu bulundurm ağa yetecek kadar parası yoktu. K ralî hükümet


“ reform e" kiliseleri yoketm e işini başaram adı ve (1563 ten
1598 e kadarki) savaşların herbiri, Calvinist uyruklarına istis­
naî bir rejim tanıyan kralın fermam% şekli altında bir barışla
durdu.
İT eyaletin herbirinin egemen hükümdarı, İspanya kralı idi;
kral idareyi yabancıların eline vererek ve mezhep ayrılıkçıları­
nın öldürülm esini em rederek uyruklan arasında hognudsuzluk
yaratm ıştı. Fakat ayaklanm a ancak 1567 de, kiliselerdeki hey­
kellere karşı bir isyan sekhnde başladı ve şehirden şehire ya­
yıldı. K üçü k bir ordu ile Ispanya’dan yollanan Alba dükü, beş
yıl boyunca mem leketi idare etti ve m em leketin ileri gelen­
lerinden birçoğunu idam ettirdi. Savaşa denizlerde, egemen
Orange prensi olan Guillaume’un bayrağı altında faaliyette
bulunan korsanlar tarafından başlandı. Sonra isyancılar, H ol­
landa’y a hâkim oldular, sedleri yıkıp ovaları su altında bırar
karak İspanyol ordusunu durdurdular.
İngiltere’de Papa kraliçeyi aforoz ettikten (1572) ve uyruk­
larını da sadakat yem ininden âzad ettikten sonra, katolikler
Elizabeth’i ortadan kaldırıp onun yerine, İngiltere’de mahpus
bulunan Mary Stuart’ı geçirm ek için kom plolar yapm ağa baş­
ladılar. H üküm et suikastçilerle yabancı mem leketlerden gel­
miş olan kilise adamlarını öldürttü. İrlanda’da K elt dili k o ­
nuşan yerliler, R om a Kilisesi’ne sadık kaldılar.
Din baskılarının ve sivil harplerin meydana getirdiği kar­
gaşalık, politik sebeplerden katolikler arasm da çıkan anlaş­
m azlık ve A lm anya’da da Luther ve Calvin taraflısı prensler
arasındaki çatışm a yüzünden daha çapraşık bir hal aldı. F ran ­
sa’da Languedoc valisi “ birleşmiş katolikler” den mürekkep
bir parti kurdu ve bu parti, Calvinist’lerle birleşti. Bunun üze>-
rine korkan kral, reform culara öyle elverişli bir ferm an verdi
ki, bu ferm ana karşı koym ak için, gayretli katolikler bir “K ut­
sal B irlik” kurdular, sonunda da bu birlik, krala itaati reddet­
ti.
H ollanda’da artık ücret alam am akta olan İspanyol ordusu
ayaklandı ve mahallî m akam lar 1576 da bütün eyaletlerin ka-
tılmasıyle bir K onfederasyon kurdular, bu K onfederasyon da
kral adma, ayaklanan askerlerle savaşa tutuştu. Fakat din me­
selesi ortaya çıkınca, eyaletler arasındaki anlaşm a da bozuldu;
Güney’de katolikler arasm da bir birlik kuruldu. K uzey’de, Pro­
testan’lar arasm da kurulan bir “Ebedî Birlik” de İspanya kra-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH Î 227

İmm tahttan indirilmiş olduğrunu ilân etti. Birleşik Eyaletler


cum huriyetini kurdu ve burada da “ reform e” mezhep, D evle,
tin resmî dini oldu. Yeniden kurulan İspanyol ordusu da bütün
Güney eyaletlerine boyun eğdirdi ve bunlar katolik ve İspanya
krahnın uyruğu olarak kaldılar. B elçika ile Hollanda’nın ayrıl­
malarının mengei budur.
Aynı zam anda Portekiz krah da olan İspanya kralı Filip
1580 de Fransa’daki reform cuları yoketm ek için kurulan Bir-
lik’in şefleri olan Guise prensleriyle ittifak yaptı. Bunlar Fran­
sa kralını esir etmek. Birleşik Eyaletleri geri almak ve Eliza.
beth’i tahttan indirm ek üzere İngiltere’ye bir ordu çıkartm ak
için anlaştılar. Fakat “Nâmağlup A rm ada” adı verilen İspan­
yol donanmasının yokedilm esi üzerine, bu ittifak suya düştü.
İspanya krah tarafından tehdit edilen bütün protestanlar
bir koalisyon kurdular vc buna İngiltere kraliçesiyle. R eform
partialtıin sofi olan ve 1689 dn Frunsa krallığı tahtına çıkan
N avarro kı nlı IUî lílrleiílU Eyaletler vc Alman prensleri de gir-
dll»r. BUUİn kııynıdılnnnı tükotnıi.'j olan İspanya kralı Filip İn-
KİIU (InnI/rlIiMİnlıı İMpıınyol llnuınlanna hücum larını önliye.
Itlftllft'l Kİlıl. IV, IhMul (!(' kolullni bütün Fransa’ya kral olarak
kılbtıl nttlrt'iniHİl; lıi'rl yundun H ollanda ordusu da bütün Bir-
Itıylk lOyıılttdm' lopralılııtıın k ıu tu n p Güney Eyaletlerinin bir
pııl'ÇiiHnıı (lıılıl zııııtiHİonuHU. Savuş, İspanya ile basımları ara-
H i n d u k l bir barıij fusılaaı ile kesildi.

Aynı zamanda Alm anya’da din savaşları sivil harp haline


gelm eğe başlıyordu. Uyuruklan Luther’in mezhebine girm iş
olan Bavyera ve Avusturya katolik prensleri, burjuvaları ka-
tolikliği kabule zorluyorlar; Luther mezhebinden olan asillere
hiç bir memurluk verm iyorlardı. İm parator R od olf katolik K i­
lisesini ıslah için teşebbüslere girişince bütün arazisindeki
(Avusturya, Macaristan, Moravya, Bohem ya) derebeylerini
kaygıya düşürdü. Bunlar ayaklanarak kendi aralarında savunr
ma ittifakları kurdular. Protestan prenslerle ittifak halinde ka­
lan IV. Henri de tam Alm anya’ya savaş açm ağa hazırlanıyor­
du ki, o sırada katledildi.
P olitik harpler. — Din savaşlarının sonuncusu olan harp,
Bohem ya’da bir ayaklanm a ile tekrar başladı ve çok geçm eden
politik bir harp halini aldı. Avusturya hanedanının şefi ve çok
koyu bir katolik olan Ferdinand İm parator seçilerek Bohem ya
kralı ilân edildi. Ferdinand’ın, katolikliğin yeniden kurulması
tehdidi altında bulunan protestan dininden ve Cek milletinden
228 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

uyrukları ayaklandılar ve aynı zamanSa protestan prensler


arasındaki B irlik in bagı olan-R hein Palatin prensini kral ol- ■
ması için davet ettiler. Böylece de “Otuz yıl savağı” bağlamış
oldu. İm paratorla katolik prensler Birliğinin ordusu, isyancıla­
rın ordusunu yoketti, Bohem ya'yı iggral etti, burada mecburi
din olarak katolikli&i tekrar yerleştirdi, kral için de mutlak
bir iktidar kurdu. Çek asilleri idam edildiler veya sürgüne yol­
landılar, yerlerine de İtalyan veya Alm an yabancılar getirildi
ki bunlar, V iyana sarayına itaate hazır bulunuyorlardı. Zorla
katolik dinine döndürülen ve geflerinden yoksun kalan Çek
kavmi, yabancı asillerin boyunduruğu altında kaldı; Çek dili
de ancak agağı sınıflar tarafından konugulur oldu. Avusturya
hanedanının bütün Alm an eyaletleri de aynı şekilde katolik K i­
lisesinin v e prensin mutlak iktidarının hükm ü altına girdiler.
İm paratorun m üttefiki olan İspanya kralı Palatin prensine,
daha sonra da Birleşik Eyeletlere karşı savaşa girdi.
Hüküm etler savaş için her mem leketin m aceracılarını top.
luyorlardı; fakat H ollanda hariç h içbir hükümetin, askerin
aylıklarını ödeyecek, yiyecek ve malzeme depoları idam e et­
tirecek kadar parası yoktu. Protestan prensler Birliği’nin
hizmetinde olan bir çete reisi, askerleri para verm eksizin top­
lam ak ve onlara m em leket halkm m sırtından geçinm ek im kâ­
nını verm ek suretiyle ortaya bir örnek koydu. Bu usul daha
büyük ölçüde, W alenstein tarafm dan kullanıldı ve o, İm para­
torun hizmetinde kuvvetli bir ordu toplam a işini başardı.
Prenslerle şehirleri korkutup bunları İm paratorun mutlak ik­
tidarını tanım ağa zorlam ak için, bu orduyu, savag verm eksi­
zin. A lm anya’nın her yanında dolaştırdı. Bunda da m uvaffak
olm uş göründü, bunun üzerine İm parator M eckIenburg pren­
sinin topraklarını m üsadere edip bunları W allenstein’a verdi
ve 1555 denberi Luther mezhebinden prenslerce m irî emlâk ara­
sına sokulmug olan Kilise emlâkini geri aldı.
F ak at bu ameliye, sırf politik am açlarla A lm anya’nın iş­
lerine karışan iki yabancı kral tarafından durduruldu. İm pa­
ratorun ordusuyla donanmasının Baltık kıyıların yerleşmesini
önlem ek için, İsveç kralı savaşa girdi. Savaşa giren krala yar­
dım etm ek yolundaki eski ödevi ileri sürerek topladığı İsveç­
li uyruklarından m ürekkep bir orduyu da beraberinde getir­
mişti. Süvariler en hali vakti yerinde arazi sahiplerinden m ey­
dana gelm eydi; piyade askerleri ise en yoksul köylüler ara­
sm dan toplanmıştı. İsveç kralı A lm anya’yı baştan baga ge-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 229
çerek İm paratorla Birlik’in ordularını bozguna uğrattı. Fakat
kendisi de öldürüldü, bunun üzerine İm paratorun ordusu İs-
veslilerle onların m üttefikleri olan Alman prenslerinin ordu­
larını yoketti.
Bunun üzerine Avusturya hanedanının başka devletler üze­
rinde de hakim iyet kurmasını önlemek üzere Fransa kralı
i§e karıştı. B u da kardinal R ichelieu’nün şahsi eseri oldu.
K endisi de K ilise erkânından olm asına rağm en kral ailesini,
sarayı ve barış istemekte olan halkı dinlem iyerek, iki katolik
hüküm dara karsı ayrı mezhepten olan iki prensle ittifak yap­
m aktan çekinm edi. 1635 te bağlamış olan savaş, kendi arzuları
hilâfına K astilya kralının hükm ü altına konulan kavim lerin
- B a tıca Portekizlilerin, D oğuda K atalonyahlarm - ayaklan­
m asıyla İspanyol hükümetinin felce uğradığı âna kadar sürük­
lenip devam etti, ve ancak Richelieu’nün ölümünden sonra,
Tuna’dan Kolen Fransız ordusu ilo Alm anya *ve Bohem ya’dan
grelen İsveç ordusu aynı zamnnda Viyana’yı tehdide başlayın­
ca Bona ordl.
Almtıhya İçin Biıvas, V cstfalya K ongresi ile sona erdi. Bu
knnırradc Avı-upa D ovlotlcrinin çoğunun tem silcileri toplandı
ve koniiro, nılllotlornruHi toplantılar için emsal teşkil etti.
Konırro İm paratorluğa has müesseselerden hiçbirini kaldırm a­
dı ,yalnız İm paratorun Alm anya üzerinde gerçek bir otorite
icra etmesine yarayacak bütün im kânları yoketti; bu memle­
ket, fiiliyatta bağımsız olan çok sayıda araziye bölündü ki
bunlardan herbirinin savaş açm a ve ittifak yapm a yetkisi
vardı. İki yabancı kral da bu memlekette arazi kazançları el­
de ettiler: İsveç kralı Baltık kıyılarında, Fransa kralı da Al-
sas’ta bazı yerleri aldı. İspanya B irleşik Eyaletlerle barış
yaptı ve Fransa ile savaşm ağa devam etti.
X V I. yüzyıldaki ilk harpler serisi İtalya’yı mahvetmişti,
ikinci harpler serisi İspanya ile B elçika’yı ,üçüncü harpler se­
risi de Alm anya’yı iflâsa sürükledi. O andan itibaren de en re­
fahlı Devletler, harplerin dışında kalan İngiltere ile, B elçika’­
nın ticaretine konan Birleşik-Eyaletler oldular.
B ü yü k B ritanya ihtilâli. — İkinci harp sona ermezden ön­
ce İngiltere ihtilâli patlak verm işti (Buna “ Büyük Britanya
ihtilâli” dem ek daha doğru olur). İskoçya kralı Jack Stuart’ın
1603 te İngiltere kralı sıfatiyle tahta çıkması, iki krallığı aynı
hükümdarın iktidarı altında birleştirmişti, fakat m em lekette
biribirinden ayrı iki hükümet ve bilhassa - birisi anglikan,
230 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

öteki presbytérien olm ak üzere - iki a y n D evlet Kilisesi var­


dı. K ralın İngiltere’de X V I. yüzyılda hemen hemen sınırsız
olan iktidarı, Parlâm ento tarafından tartışm a konusu edildi;
zira Jack şahsen kararsız bir adamdı ve az saygı görüyordu;
bununla beraber, hemen hemen saltanatının devam ınca Par­
lâmentoyu toplam aksızm hüküm sürmenin yolunu buldu. Onun
oğlu olan Charles, Parlâm ento ile anlaşm a çaresini birkaç
defa araştırdıktan sonra on yıl müddetle Parlâm entoyu top la,
m adı ve m utlak bir hüküm dar sıfatiyle saltanat sürdü. Uyruk­
ları bu rejim den hoşnud değillerdi, fakat buna son verm ek
için de h içbir fiilî çareye sahip bulunm uyorlardı; çünkü ordu
ile yargıçlar kralın elindeydi ve grelirleri de barış zamanında
kendisine yetiyordu.
Mutlak idareye son veren (sonradan sanıldığı g ib i), Ingi-
lizler tarafından vergi ödenm ek istenmemesi değil; kralın İs-
k oçy a’daki uyruklarına İngiltere Kilisesi usulünce ibadet et.
m elerini kabul ettirmek istemesi üzerine İskoçya’da başlayan
dinî bir ayaklanm a oldu. Kral, İskoçya isyancılarına karşı
bir ordu toplam ak için gerekli malî im kânları elde edebilmek
üzere, İngiliz parlâmentosunu topladı, o da kralı, olağanüstü
m ahkem eyi lâğvederek mutlak iktidardan vazgeçm eğe zorladı.
Sonradan, İrlanda katolikleri de ayaklandıkları zaman Parlâ­
mento kralın emrine tâbi bir ordu bırakm aktan korkarak, ken­
disi bir ordu toplayıp bunun şeflerini de tâyin etti. Derken an­
laşmazlık kral ve A nglikan Kilisesi taraftarlanyle Parlâm en.
tonun, Iskoçyalılan n ve presbytérien Kilisesinin taraftarları
arasında bir sivil harp şekline döküldü. Orduların zayıflıkları
yüzünden sürüp gitti ve kralla A nglikan kilisesinin yenilmesi
ile sona erdi. İngiltere bir Parlâm entonun iktidarında kaldı
ki bunun çoğunluğu, Iskoçyalılan n yardım ını elde edebilmek
üzere, İskoçya presbytérien Kilisesinin rejim ini kabul etmiş
bulunmaktaydı.
PoUtik rejim lerin değism-esi. — Avrupa’nın üç büyük böl­
gesinde Devletlerin politik rejim leri çeşitli yönlerde değişm eğe
devam ediyordu.
Batıdaki üç monarşide kral, saygı gören bir gelenek gere­
ğince yerleşm iş bulunan eski iktidarları yani büyük derebey­
lerini ,yüksek rütbeli ruhanileri ve şehir kurullarını kaldırm a­
m ıştı; fakat kendi iktidarı da, şahsi iradesini'hepsine zorhya-
cak şekilde, epiy kuvvetlenmişti. İspanya’da mutlak otorite
X V I. yüzyılda ilkin K astilya’da - ki burada Cortes’ler sadece
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 231

bir merasimden ibaret kaldı sonra da A ragon krallığında


yerleşti. P ortekiz krallığı da bağımsızlığını elde ettiği zaman
burada k ralm otoritesi mutlak bir hal aldı.
İngriltere’de X V . yüzyılın sonundan itibaren kral ailesinin
iki rakip kolu arasm da patlak veren ve arm alarında birer
gül bulunduğu için adına “ Ç ifte Güller Savaşı” denen sivil
harp sonunda hemen hemen bütün derebey aileleri (lordular)
yokolduğundan, kral fırsattan istifade ile bunların toprakları­
na elkoym uş ve çok daha uysal olan yeni bir asiller sınıfı
kurm uştu; sonra da manastırların lâğvm dan faydalanarak
bunların malını, mülkünü müsadere etmişti. Bunun üzerine
kral, Parlâm entoyu kaldırmaksızın hâkim bir şekilde hükü­
met etm ek yolunu buldu; Parlâm entoyu seyrek olarak toplu­
yor, ona da kralî kararlara resmiyet verm ekten başka bir iş
bırakm ıyordu. Stuart hanedanının kralları, daha az saygı
grörmekle horabor, İstedikleri zaman Parlâm ento olmaksızın
da hUküm yürüttüler.
X V I. yUy.yıld.ı KrıuiBa kralı krallığın bütün prenslerinin
topraklannı Uuııdl aııızl.slne katm ak işini sona erdirdi. Artık
(irimin hlvbir dıırnbeyl İktidarı kalm adı; adlarm a “ büyükler”
ıİPlıtMi kİKİh'r mıdiico kralm hısımları (onunla aynı kandan
olan ııri'liMUM ) yuhut da kralın lûtfu sayesinde rütbeleri yük-
Moltllnıly büyük erkândı. K ral şahsen emir verdiği her seferin­
de mutlak bir iktidar icra ediyordu. I. François “ çünkü keyfi­
miz böyle istem ektedir” (iradem iz bu m erkezdedir) form ülü ile
son bulan bir ferm an şekli altm da kanun yapmaktaydı. Kral
ancak sözünü geçirem iyecek kadar küçük yaşta veya zayıf
iradeli olduğu zam andır ki, büyükler ona karşı durabildiler.
Fakat kralın istediği anda da otorite daima yeniden kuruldu.
Hükümdarların yaşayış tarzı değişiyordu. K rallar artık
savaş şefi olm aktan çıkm ışlar, ordularına şahsen kendileri ku­
manda etm iyorlardı; krallıkları içinde gezip dolaşm ıyorlar, bir
sarayda yaşam ağı âdet edinmeğe başlıyorlardı. İngiltere’de kral
itaat görm ek için hiçbir zaman kendini gösterm ek ihtiyacın­
da olm adığından, değişiklik burada tabii bir şekilde olup bit­
mişti.
İ.'spanya’da II. Filip kendine aynı zamanda bir şato ve bir
manastır olan, Escorial adlı bir saray yaptırdı ve memleketi,
çalışm a odasından idare etti: Yazılı raporları getirtip okutu­
yor, bunların üzerlerine de kendi kararlarını kaydediyordu.
H attâ haleflei'i devlet idaresinden de vazgeçtiler ve işleri bir
232 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

gözdelerine (prw ado) bn-aktılar. Bu gözde alelâde bir asildi


am a kralm lûtfu ile büyük derebeyi olm uştu ve onun adına
bütün iktidarı kullanmaktaydı. Fransa’da ilkin kardinal R ic­
helieu, sonra kardinal Mazarin bütün iktidan "birinci” veya
“ bas bakan” unvanı ile kullandılar. İngiltere’de I. Jack ve
I. Charles’in gözdeleri de kralın yerine hükümet sürmeği de­
nediler.
Bu yeni âdet, otorite anlayışında derin bir değişiklik oldu,
ğunu gösterm ekteydi. A rtık otorite, bir savaş sefi tarafından
verilm iş şahsi em ir sayılm ıyordu; bir Devletreisinin görevi­
nin yetkisi haline gelmiş bulunmaktaydı. Bu bir m ücerret ik.
tidardı ki, devlet reisinin şahsından ayn labilir ve onun dilediği
gibi seçeceği bir kim seye bahsedilebilirdi. D eğişiklik sonra­
dan yalnız Fransa’da oldu. Büyükler, yalnız kralm şahsına
itaate borçlu olduklarını söyliyerek, kralın tem silcileri olan
Richelieu ile M azarin’e karşı koydular.
Bir tek şefin otoritesinin kaybolm uş bulunduğu O rta A v .
rupa çok büyük sayıda otoriteler, yemi arazi prensleri yahut
şehir hükümetleri arasında parçalanm ış olarak kalmaktaydı.
A lm anya’da ise sadece görünürde müşterek bir hükümet, ya­
ni prenslerle şehirlerin m eclisleri olan D iyet, İm paratorluk
mahkem esi ve “ İm paratorluk barışı” vardı. İspanya ile H ol­
landa’daki Devletleri kendisine gerçek bir kudret verdiği' İçin,
Charles Quint bir hüküm dar gibi davranabilm işti; kendi adı­
nı taşıyan bir Ceza Kanunu çıkardı ve bu, bütün İm parator,
lukta uygulandı; fak a t kendisinden sonra gelen halefleri söz­
lerini ancak Avusturya hanedanının kendi topraklarında geçi­
rebildiler. İtalya’da olduğu gibi Alm anya’da da gerçek kamu
otoritesi artık toprağın sahip ve hâkim ine ait bulunmaktaydı.
Bu küçük Devletlerden birkaçı, irs yoluyla iş başına gelen im­
tiyazlılar topluluklarının idare ettikleri cum huriyetlerdi. Her
tarafta otorite sınırsızdı ve mutlak hale gelm ek eğilim ini gös.
teriyordu.
İki cum huriyet İm paratorluktan ayrılarak ebedi K onfe-
derasyon’lar halinde teşkilâtlanmışlardı. D ağınık haldeki kü­
çük egemen cum huriyetlerle m üttefiklerinden ve bunlann uy­
ruklarından meydana gelm e “ 13 K an ton ” cum huriyeti, yaban­
cı krallara ücretle İsviçre piyade alayları verdiği için X V . yüz.
yılm sonunda kudretli bir hal alm ıştı; fakat iki ayrı dine men­
sup kantonlar arasındaki devamlı çekişm e yüzünden, X V I.
yüzyılın ortasından önce felce uğradı. - Birleşik Eyaletler
m u k a y e s e l i T A R iH l 233
K onfederasyon u ise herbiri ayrı şekilde idare edilen 7 egemen
eyaletten m eydana gelmekteydi. B unlann en kudretlisi olan
Hollanda’nın kendfsi de başlıca burjuva aileler tarafından
idare edilen 18 bağım sız şehirden m üteşekkil bir federasyon­
du. H er eyaletin, eski Stathouder (kral vekili) unvanını taşıyan
valisi vardı; fakat bu vali, Orange - Nassau hanedanına menf-
sup bir prensti ve 5, bazen 6 eyaleti aynı k im se idare etm ek­
teydi. K onfederasyon bütün eyaletlerin tem silcilerinin bulun­
duğu genel bir m eclisle bir de ordu başkum andanına sahip
bulunmaktaydı.
XV. yüzyılda D anim arka kralının saltanatı altında birleş­
miş olan İskandinav Devletleri, ayrılmışlardı. İsveç millî bir
ayaklanm a ile mahallî yeni bir hanedanın hükm ü altında ba­
ğımsız D evlet haline gelm iş (1521), bu D evlet Lutherci bir K i­
lise kurarak rühbana alt topraklan müsadere etmişti. K ato­
likliği kabul odip Polonya krah olan bir krala karşı başlayan
Luthorol bir inyan da bu m em leketi X V II. yüzyılda aristokra­
tik bir ıt;onar(|i haline soktu ve burada iktidar, kralla Devletin
yUkıınk oi'kfl.nından müteşekkil bir Senato ve asillerin hâkim
bulundukları 4 Devletin m eclisi arasında bölündü.
nofru Avrupa’daki üç krallıkta, Bohem ya, M acaristan ve
Polonya’da yabancı asıllı krallar asillerin iktidannı tanım ak
zorunda olduklarından, kralın otoritesi zayıf olarak kalmıştı.
Bohem ya’daki isyanın bastırılmasından Sonra bu iktidar yine
mutlak hale geldi. - M acaristan’ın hem en tam am ı Osmanlı
Sultanının hükm ü altındaydı: Sultan derebeylerine kendi top­
raklarındaki insanları idare ve dinlerini seçme hakkını verm iş­
ti. K ral burada ancak Avusturya’ya bitişik dar bir bölge ile
Kuzeyde Slovakya, Güneyde Hırvatistan olm ak üzere, Islâv-
larla meskûn iki m ülhakatı m uhafaza ediyordu. O kadar âcizdi
ki .memleketi kaydı hayat şartiyle tayin ettiği erkân ve rica­
le idare ettiriyordu. - P olonya’da X V I. yüzyılda kralın seçim le
tahta çıkm asını kabul zorunda kalmış olan kral, bu m em le­
kette daha da zayıftı; yalnız asillerin mebuslarından m üte­
şekkil m eclisin ittifa k halindeki rızasıyle vergi ve asker top-
hyabiliyordu.
O sırada din farkı yüzünden A vrupa’dan ayrı olan Rusya,
bir sıra krizler geçirm ekteydi. M oskova büyük prensi, bütün
öteki Rus prenslerinin topraklarını hükm ü altına alm ak işini
sona erdirmiş, T atar banm a karşı bağım sız hale gelmişti. Çok
geniş, fakat pek az nüfuslu olan arazisi Kuzeyde Litvanyalı-
234 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

iar, D oğuda Tatarlar olm ak üzere, savaşçı kom şulara karşı,


korunulm ak ihtiyacm daydı. “ M üthiş” adıyla anılan İvan 154İ
den itibaren İm parator anlamına gelen Var unvanını aldı.
Başka h içbir R u s prensi kalmıyalıdanberi, İvan’m kudreti sı­
nırsız hale gelmişti. Kendisine bütün topraklann hâkim i g ö­
züyle bakıyor ve köyleri, hizmetleri karşılığında savaşçılara
veriyordu. B üyük arazi sahipleri olan B oyar’lara karşı müca­
deleye g-irişti ve kendi taraftarlarım bir m uhafız kıtası halin­
de teşkilâtlıyarak bunu, ihanetinden şüphe ettiği öteki uyruk­
la n öldürtm ek için kullandı; böylece de B oyar’larm toprakla­
rını müsadere im kânını elde etmiş oldu. N ovgorod ve Pskov
cum huriyet-şehirlerinin hükümetini yokedip^bu şehirler halkını
zorla kendi başkenti olan M oskova’ya götürdü.
F akat R u rik prens hanedanının soyu kuruyunca iktidar,
h ak iddia eden birkaç kişi arasm da m ücadele konusu oldu ve
Rusya bir kargraşahk devresi geçirdi. K om şuları olan İsveç­
lilerle PolonyalIlar da bundan faydalanarak ordulan ile işe
müdahale ettiler. Kendilerine mezhep ayrılıkçısı gözüyle bakı­
lan bu yabancıların hâkim iyeti, R us ortodoks duygularının
galeyanına sebep oldu. M oskova patriğinin idare ettiği erkân
ve ricalden müteşekkil bir meclis, Çar olarak patriğin bir
hısımını seçti, o da R om an of im paratorluk hanedanını kurdu.
X V II. yüzyılda iktidar. D evlet reisi olan Çar’la Kilise reisi
olan patrik tarafından, bilhassa malî kaynaklar sağlamakla
görevli büroların (prika:^) yardım ıyla müştereken icra edildi.
Çar’m, (adm a ü kaz denen) emirnam eleri kanun hükmünü
haizdi.
H ü kü m et usulleri. — Devletin idaresi için kralın resmi
yardım cısı yine onun m eclis’ i idi ve bu meclis, hüküm dar tar
rafından belirsiz bir kurala göre seçiliyordu; fakat töreye göre
hüküm dar meclise kral ailesi mensuplarıyle yüksek memuri­
yetlerdeki şahsiyetleri de sokm ak zorundaydı. Bu da İngilizle-
rin “ has m eclis” (P rivy Coım cil) ve Fransızların “ K ıa l M ec­
lisi” Usulü idi ki İspanya’da çeşitli krallıkların meclisleri için
ve Alm anya ile İtalya’daki prenslerce de aynı usul takibedildi.
Fakat büyük monarşilerde kral bu resmi m eclise sırf şekil ha>-
kım ından danışmak tem ayülündeydi ve kararlarını verm ek
için, kendi güvendiği adam lara akıl danışmağı tercih ediyor­
du. Bunlar bilhassa hükümetin gizli yazılarını yazm akta kul­
lanılan adamlardı ki, görevleri dolayısiyle işlerin gidişinden
daim a haberli bulunuyorlardı. İlkin İspanya’da, sonra Fransa
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 235

ve İngiltere’de D evlet sek reteri adını aldılar ve bakanlar için


bu unvan, daha sonra da m uhafaza edildi. D aha az kuvvetli
olan (İsveç, Polonya, M acaristan gibi) krallıklarda m eclis sa­
dece yüksek m em uriyetlerin bağında bulunan şahsiyetlerden
müteşekkil olarak kaldı; iktidarı kralla paylaştı ve kralın re*-
şid olm adığı zam anlar bunu yalnız başına kullandı. R usya’da
dahi X V II. yüzyılda, büyük derebeylerinden müteşekkil bir
m eclis kuruldu ki buna, boyar’lar m eclisi (D um a) adı verildi.
Uyruklar üzerindeki otorite ise bilhassa, henüz polisle bir­
leşik halde bulunan, adalet cihazı tarafından icra olunm akta
berdevamdı. H ukuk ve cinayet dâvalarına bakm akla görevli
m ahkem eler hemen hemen bütün Devletlerde, hukuk tahsili
yapm ış olması gereken meslek yargıçlarından m üteşekkildi­
ler. İngiltere, dâvaları, hiçbir öğrenim yapm aksızın ve ücretsiz
olarak hizmet odcn erkân vo cfirafa gördürm e âdetini m uha.
fa/.ayn dcvnnı ('diyordu. Bunlar (l)ütün İngiltere’de 1580 yı^-
hnılıı Miıyılıın I.7ÎIR olnıı) miV/i ıjıırpıçlıı.n İdi ki, “ sulh vç sükû­
nu" yıiMİ (ntl/.nıııı l<lıını« İçlıv bütün tedbirleri alm akla görev-
llydlli'i-. Hlııılııi' (Iftvıılıııı (;ııbucıık görüyorlar, hattâ aşağı ta .
Imknılıın lıiNiınInrı ölllmr dııhl nıatıkûm ediveriyorlardı. Mun-
İM/Hlıı İlil' lıııyni mII icm İMHimlnılıı ilgili dâvalar kralın gezici
lılf yıti'MKMtıiM lıııtjknnlıA'iiKİııUi rikaı/et 'm ahkem esinde görül-
fi'Uloydl. liu ıııııhk(!iııcy(', İmli vakti yerinde olup olaylar hak­
kında cevap vornıokle görevli on iki kişiden m ürekkep bir
jilri yardım ediyor, yargıç da kanuna göre hükmünü veriyor­
du. Yalnız P olonya ve M acaristan’da yargıçlar bölgenin bü­
tün asillerinden m ürekkep m eclisçe seçilmekteydiler.
Hükümet adalet mekanizmasını, siyasi basımlarından kur­
tulm ak için de kullanıyordu. Bu gibileri ,mahkûmiyeti kolay­
laştıracak şekilde, nizami usullerin dışında iş gören olağan,
üstü bir mahkem eye yargılatıyordu. İngiltere’de bu, “ Yıldızlı
oda” da toplanan hükümet M eclisi (P riv y Council) idi. Fran­
sa’da da bu işi hükümet tarafından bilhassa seçilen üyelerden
müteşekkil özel kom isyonlar gördüler. Ispanya’da ve Alman
prenslerinin topraklarında da buna benzer bir usul kullanıl­
maktaydı.
Ülkelerinin her yanm da emirlerini yerine getirtm ek ve
uyruklarının yapıp ettiklerinden bilgi sahibi olm ak için. Or­
taçağ hükümetleri daimî bir takım m em uriyetler ihdas edip
bunlann başında olanlara geniş yetki verm işlerdi (ki bu gibi,
ler Lâtin kökünden gelm e baiUi adı altında anılm aktaydılar).
238 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Bu ilkel usıfl İspanya’da corregridor (Islah ve tedip edici) adı


altında ve a y n ca İskandinav krallıklarıyle Alman prenslerir
nin arazisinde devam etmekteydi. Prensin memuru adalet
işinde ya kanun adamlarından, ya da yerli halktan yardım grö-
rüyordu. Hükümetler, yavag yavaş görevleri, vasıfları bakit-
mından ayırm ağa ve bunları ayrı ayrı mem urlara verm eğe
başladılar. Askerî kıtalara m em ur askerî "valilikler” , savaş
adamları ile haydutlar tarafından işlenen cinayetler için özel
yargıçlıklar, orduların ihtiyacına gözkulak olm ak ve malî iş­
lerle uğraşm ak için de özel m akam lar ihdas ettiler.
Hizm etlerin ayrılması işi en çok Fransa’da ileriye götü­
rüldü; fak a t bu, Avrupa’da tek olarak kalan bir rejim e göre
yapıldı. K ral mem uriyetleri birer m akam (o ffic e ) haline g e­
tirdi, bu nlan alenen satm ağa başladı. Sonra para tedariki için
yeni yeni m akam lar ihdas edip bunlan da satışa çıkardı. A lı­
cı, bu makam ları ömrü boyunca m uhafaza etm ek hakkım da
edinmiş bulunuyordu; sonradan onun bu m akam ı başkasına
satması veya miras yoluyla bırakm ası da âdet oldu. Alıcılar
mem leketin burjuvaları idi v e memuriyetlerini, bulundukları
yerlerde icra ediyorlardı. H üküm et artık emirlerini tamamen
yerine getirm ek bakımından olsun, mem leket halkının hal ve
gidişini haber verm ek bakımından olsun, resmî mem urlara gü­
venem ez olm uştu; zira bunlar kendilerini bağımsız hisset­
mekteydiler. Bunun üzerine hükümet, yalnız istendiği zaman
geri alınan bir yetki ile mücehhez m em urluklar ihdas etm ek zo­
runda kaldı k i bunlar, öteki m akam lann başında bulunanları
gözetlem ek, hattâ gerekirse onların yerini alm akla vazifeliy­
diler. Bunlar "adalet, zabıta ve maliye m üfettişleri” idiler ve
kral adına bütün yetkileri kullanıyorlardı.
Devletin boyuna artm akta olan m asraflarını karşılam ak
için, hüküm etler sonunda vergileri daimî hale soktular. Fakat
m em leketlerin çoğunda şekil bakımından bu nlan yine m eclis­
lere kabul ettirdiler. X V I. yüzyıldan itibaren vergiler yetiş­
mediğinden, hüküm etler çok değişik usullere başvurdular; İn ­
giltere’de bazı eşyanın imâl veya satışı için tekeller kuruldu;
FrEinsa’da ise geniş ölçüde m akam ve mem uriyet satışı yapıldı.
H üküm etler bilhassa istikrazlar yapıp, kendilerine ödünç pa­
ra verenlere garanti olarak Devletin bazı gelirlerini tahsil et­
me hakkını bahşettiler. Fransa’da kral, belediyenin tahsilâtı
üzerinden daimi gelirler ihdas etti k i bu, düyunu umumiyenin
başlangıcı oldu. İm paratorla İspanya kralı Alman veya Cene-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 237

vizll bankerlerden ödünç paralar aldılar ve sonunda bunları


geri verm ediler.
R e fo rm ’dan sonra bütün Devletler kendi topraklarında
K ilise teşkilâtını nizam lam ak ihtiyacını hissettiler. K rallarla
prensler Papa ile konkordatolar yaptılar ve bunlar gereğince
Papa fiiliyatta onlara yüksek rütbeli ruhanileri seçm e yetk i­
sini verdi am a onlara unvanlarını bahşetm ek ve rühban üze­
rinden bazı vergiler alm ak hakkını m uhafaza etti. Protestan
prensler ise ibadet ve disiplin işini canlarının istediği gibi nir
zamladılar.
Y alnız bir tek dine müsaade edilen m em leketlerde (Güney
ülkelerinde katolik rom en Kilisesi, İskandinav krallıklarında
da evamgeliaue K ilise), bütün uyruklar. O rtaçağda olduğu gi­
bi, krallanm nki ile aynı dinde olm ak zorundaydılar. - H ükü­
m etin ayrı bir dini kabut ettiği veya buna müsamaha göster­
d iğ i D ovlotlor yonl bir ıc jim k u ı ııiîik ihtiyacını duydular. İn-
gUtero'tlo, İH k o ç y a ’d a , H irle ıjlk - Eynliitlerde, Alm anya’nın pro-
tuNlıuı topraklarııulu yahuz Devlet liilisesinin aleni dinini uy-
Kulaınui^u İzin vardı; fa k a t, çoğu zaman resmi m akam ların da
ItÜK yumınamyitı ,ylııo katolik dinini uygulayanlar bulundu.
D«tv!tı( p o lit ik «ebeplor dolayısiyle, zaman zaman bil-
ImMNiı k a t o lik papazlarla cizvitlere karşı, baskı tedbirleri kul­
la n ıy o r d u .
B irkaç dinin birden aleni olarak icrası keyfiyeti resmen
Polonya’da 1572 den itibaren üç mezhep için (katolik, evan-
gĞliqufe, reform cu ) kabul edildi. H ükümdarın Osmanh Sultanı
olduğu M acaristan’da, M acar derebeyleıl Calvinist, Alm an ko­
lonları Lütherci Kiliseler kurdular; hattâ İm parator - Kral,
kendine tâbi olarak kalan kısımda aynı rejim in uygulanmasına
göz yum m ak zorunda kaldı. Transilvanya dördüncü bir m ez­
hep bile kabul etti ki bu, {Teslis’i reddeden) Tekçi (vahdani)
bir Kilise oldu; fakat bu mezhep, bütün Avrupa Devletlerinde
şiddetle yasak edildi. Fransa olağanüstü bir rejim kurmuştu.
Kral, R eform cu Kiliseye mensup uyruklarına “vicdan hürri­
yeti” bahsetm işti ki bu, onların mezhep ayrılıkçısı olarak ko­
vuşturm aya uğram alarını önlüyordu, ayrıca da kral bunlara
sosyal durumlarına uygun bir din serbestisi verm işti ki bu da
derebeyleri ,alelâde asiller ve halk yığını için başka başkaydı.
Ordu. — Ordu ateşli silâhların teknik terakkisinden zi­
yade yeni bir teşkilâtla değişti; çünkü bütün savaşlar kesici
silâhlarla »onuca bağlanm ağa devam ediyorlardı. M ızrakla hü­
238 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

cum eden eski tertip süvariler, X V II, yüzyılın ortasına kadar


kaldılar; fakat X V I. yüzyılda bir de h a fif süvari (Alman
R eiteı-’leri) m eydana çıkmıştı, kılıçla ve birkaç tabanca ile
silâhlı olan bu sınıf, yalnız birkaç sıra üzerinde ve bölükler
halinde savaşıyordu; bir de karabinaltlar vardı ki, bunlar
ateşli bir silâhla mücehhezdiler.
X V I. yüzyılda piyade, İsviçre m odeli üzerine teşkilâtlan­
mış olarak kaldı ve bu. Alman Icm dsknechte’ieri tarafından
taklid edildi. Piyade (kırk sıraya kadar varan) ve uzun m ı^
raklarla silâhlı bulunan çok derin bir yığın halinde teşkil-
leniyordu, fak a t ancak savaş m eydanında iş görebilmekteydi.
Bunlara ilkin çakm aklı tüfeklerle silâhlanmış ve kıtanın ka-
nadlarında savaşan tüfekçilet-, sonra da fitilli tüfeklerle si­
lâhlanmış ve silâhlarının (m ousquet) fitilleri daim a yanık du­
ran silâhşorlar (m ousquetaire) ilâve^ edildi; bunlar da m ızrak­
lıların arasına karışarak savaşıyorlardı.
Asıl kesin ilerleme o yüzyılın sonunda Hollanda ile Fries-
land Stathouder’ leri tarafındçm gerçekleştirildi: Bunlar savaş
sanatını E skiçağ kitaplarında incelemişlerdi. Gerek mızrak,
gerekse fitilli tü fek veya kılıçla silâhlanmış piyadeler daha
küçük birliklere bölündüler. Bunlar arasında birkaç subayı
(yüzbaşı, teğmen, bayraktar) ve kum andanlar daha çabuk
yollanabiliyordu. Askerler şehirlerde veya karargâhlarda ba­
rındırılıyorlar ve metodlu talimlerle yetiştirilerek düzgün yü­
rümeği, hep birden hareketler yapm ağı öğreniyorlardı. Öunlar,
Rom alıların örneğine uygun olarak, toprak kazm ağa da alıştı­
rıldılar (Oysşı ki o devrin askerleri, mesleklerine yakışm az di­
ye toprak kazm ağı reddediyorlardı) ve tahkimli m evkileri ku­
şatm ağa elverişli hale geldiler (H ollanda ordularının başardık­
ları başlıca hareket de bu idi). Hükümet bu askerlere silâh,
teçhizat, yiyecek verdiğinden, bunlar artık bulundukları mem­
leketin sırtından geçinm iyorlar ve yağm a yapmak! için da­
ğılm ıyorlardı. O devirde askerin ücretini muntazam ödeyen
tek hüküm et olan Hollanda, askerlikten m untazam bir talim
devresiyle m untazam bir hizmet istiyebilecek durum da olan
tek Devletti.
Hükümdarlar, hattâ Fransa ve İspanya k rallan dahi, ba­
rış devrinde alay halinde teşkillenmiş m ızraklı veya tüfekli
piyadeler alıkoyuyorlardı. - R usya Çarı da A v ru p a y ı örnek
alarak ateşli silâhlarla mücehhez m eslek askerlerinden m eyda­
na gelm e ve adına S trelüz (avcı askeri) denen bir piyade sı­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 239
nıfı kurdu.
Piyadelerin nisbeti Eizaldığı ölçüde, askerlik sanatı da Otuz
yıl savaşının son seneleriyle İngiltere sivil harbi sırasında ge­
riledi. M emleketi yağm a ederek daha kolay yiyecek bulma im­
kânına sahip olduğundan ve atlı hizm et için daha kolay gö­
nüllü bulunduğundan, süvari yine başlıca silâhlı sınıf haline
geldi.
Diplomasi. — İtalya cum huriyetleri (ilkin de Venedik’le
Floransa) X V . yüzyılda başka hükümetlerle olan m ünasebet­
lerle grörevli bir mem ur sınıfı ihdas etmişlerdi. Bu örnek X V I.
yüzyılda en kuvvetli hüküm darlar olan İm parator, İngiltere
kralı ve daha sonra Fransa kralı tarafm dan taklid edildi.
Herbiri ötekinin sarayına derebeyi veya yüksek rütbeli bir
ruhani olan, adına da İtalyancadan gelm e olarak ambassai-
deur (şim diki büyükelçi, sefir) denen bir şahsiyet gönderdi:
Resm i münasebetleri İdame ile görevli olan bu adamın vazife­
si, baijlanKiçta koçİcI oldu. X V II. yüzyılda bunların sayısı art­
tı vo hor lıükUındııi’, yabııııcı Devletlerin çoğunda daimî olarak
oturan bir tıUyUkolçlyi^ sahip oldu. Diplom asi henüz bir meslek
halino trdlnıi'iıılu olduğundan, bu mem uriyette olanlar da mun-
tnirıını bir ııylık ıılımyorlardı.
Ylno İtalyanlar örnek tutularak X V I. yüzyılda adına dip-
lıımıtH (Imen, devletler arasındaki münasebet usulleri kurul­
du; hüküm etler elçiye şu veya bu konuda nasıl davranacağına
dair talimat yolladılar; elçi de hükümetine siyasi tahrirat ve
raporlar gönderm eğe, yazdıklarını gizli tutm ak için şifre kul-
lanm ağa başladı. İtalyanlar bu yeni çeşit münasebetlere İtal­
yan terbiyesinin âdetlerini de soktular; diplomasi, hoşa gitr
miyen gerçekleri dostane şekiller altında değiştirerek ya­
bancı hükümetlerin onurlarını ve itibarlarını koruyan sanat
haline geldi.
X V I. yüzyılda M achiavelli (M akyavel) adında bir İtalyan,
devletler arasındaki m ünasebetler üzerinde, sonradan “M ak­
yavelizm ” adı altm da ün salan teorisini izah etmişti. O rtaçağ’-
daki eğitim, prenslere birbirlerine karşı hristiyan ahlâkının
kurallarını takibetm ek emrini veriyordu. Devrinin usullerini
inceliyen Makyavel, prenslerin başkalarıyle olan münasebet­
lerinde kendi m enfaatleri dışında hiçbir kural tanım adıkları­
nı ve sadece bagkalarmın zararına zengin olm ak, toprak ve
şan, geref edinm ek çarelerini araştırdıklarını gördü. Bundan
da şöyle bir sonuca varıyordu: B aşarıya götürm ek şartiyle sa-
240 M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ

vag, gaddarlık, kurnazlık gribi bütün vasıtalar meşrudu. . Hü­


kümdarın m utlak hakkı üzerine kurulmuş olan M akyavelizm
böylece ,mutlakiyetin dış politikaya uygulanışını da gerçekleş-
tirm iş bulunmaktaydı. H üküm etler nezdinde uzun zaman re­
vaçta kaldı ve X V III. yüzyıla kadar da diplomatların öteden-
beri başvurdukları usul oldu.
X III

X V I. Y Ü ZY ILD A N X V II. Y Ü Z Y I L I I nT
O R T A S IN A K A D A R TOPI.UM

N ufus. — D oğu Avrupa’nın hemen hesmen ıssız bölgeleri


hariç olm ak üzere, bu devrede nufus pek fazla artmıga benze­
m emektedir. Ispanya’da X V I. yüzyılın sonunda, Alm anya’da
da X V II. yüzyılda, savaş sırasında, nufus yzaldı. Harpten ızh
tırap çeken m em leketler şehirleriyle zenginlikleri artan menı-
leketlor #ohirlerl aniBindakl nl.sbet deft-iijti. Bu »on memleket-
lordon biIhauHii Hollanda’da X V II. yüzyılda ijühirlerin nufusu,
o zamanlar p#1 aürUlnKMiıl.'j olun 2/‘.i nisbetine çıktı. Parifi,
Avıupa'nın on bilyUk si'l'i'i olarak kalmaktaydı.
Ketiflnrh» pikini. Avrupa’da hayat, A m erika’da ve Uzak-
doftu'tlu yapıltın ktitjlflorin sonuçlarına tâbi oluyordu. Bu ke-
Vlflıırl yııpmıij olan denizciler uzak diyarların (kıymetli taglar,
Ipııklilor, blbor, tarçın gibi) ürünleriyle bilhassa (karanfil,
hindcovizi, zencefil gibi) baharatı daha ucuz bir gekilde elde
etm e çarelerini araştırıyorlardı. Avrupa gem ileri bu gibi şey­
leri, çok pahalıya satılmakta oldukları M ısır’a gidip almak­
taydılar.
Portekizliler A frik a kıyısı boyunca ilerledikten sonra A f­
rika’yı Güneyden dolaşarak H indistan’a ulaşmağa çalışıyor­
lardı. K ristof K oiom b adında bir Cenevizli, o sırada bir deniz
D evleti olan K astilya’nm kraliçesine, arz küre.sinin Batısından
dolaşarak HindistaJi’a gitm eği teklif etti (1). Antil adalarım,
sonra da Güney Am erikanın bir parçasını keşfetti ve ömrünün
sonuna kadar burasını Hindistan sandı. Bu yüzden ora yerli­
lerine verilen “Indiens - hintlilor” adı ile A m erika’ya verilen
“ Batı H indistanı” adı Öylece kaldı. Bu tesadüf yüzünden de,
denizciliğe yabancı bir millet olan K astilya’lılar A m erika'nm

(1) K oiom b, ars küresinin eb’aclı hakkında çok büyük bir


yanhs yaparak luıg%rladıö% hu tasarıyı ilkin P ortekiz kralına
tek lif etm iş, o da bunu hakh olarak rsddetm,vjti.
F . 16
242 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

en büyük kısmını fethedip söm ürgeleştirdiler ve buranın dili


de K astilce olarak kaldı.
Hindistan’ın A frik a’nın Güneyinden geçm ekte olan tabii
yolu, Portekiz kralı hesabına yola gıkmış olan sefer heyeti
tarafından kullanıldı. K olom b’un keşfinden ancak sekiz yıl
sonra, bir fırtın a yüzünden yolunu şaşırıp Güney A m erika’ya
kadar sürüklenen ikinci Portekiz sefer heyeti, 1500 de Brezil­
yayı ele g-eçirdi; burası bir Portekiz söm ürgesi oldu vo dili
Portekizce olarak kaldı.
Bu keşifler AvrupalIlara arzın A vrupa’ya göre daha çok,
daha geniş v e çok daha kalabalık olan parçalarını tanıttı ve
onların arzın eb’adı ile kavim ler arasındaki fark üzerindeki
düşüncelerini altüst etti. -Y ine bu keşifler büyük deniz yol­
larının yer değiştirmesine sebep oldular ve bu yollar Akdeniz’­
den Okyanus'a, İtalya’dan P ortekiz’e, sonra da Hollanda’ya
geçtiler. . K eşifler AvrupalIların ellerindeki altun ve gümüş
miktarını g'eniş ölçüde arttırdılar.
Zirai v e stnai istihsal. — İstihsal hem teknik ilerlemele­
rin, hem de Avrupa dışında yeni memleketlerin açılm ası dolar
yısiyle, artıyordu.
Tarım, tarlaların üç yılda bir nadasla dinlendirilmesi ge­
leneği yüzünden yerinde saym aktaydı. Bunun içindir ki X V I.
yüzyılda, bilhassa m erkezdeki birçok büyük İngiliz arazi sa­
hipleri, hükümetten topraklarını çitlerle çevirip koyunlar iğin
otlak haline sokm ak üzere izin almışlardı, zira o sıralarda yün,
en iyi satılan bir m eta halindeydi. Nizamların dışında kalan
ve sınaî ekim lerin başlamış bulunduğu İtalya, B elçika gibi
hür memleketler, savaşlar yüzünden yoksul düşmüşlerdi. Asıl
kesin ilerleme H ollanda’da meydana geldi ve bundan da m o­
dern tarım doğdu. Deniz kıyılarındaki su basmış toprakları
kurutm ağa alışmış olan HollandalIlar, nemli toprakların su­
yunu akıtıp bunları tarım a elverişli hale getirm ek usulünü
keşfettiler. Tarlaları dinlendirme usulünü de, yem bitkileri
dikerek ,değiştirdiler, bu da nadas usulünün kaldırılmasını
mümkün hale soktu (X IV . bölüm e bk.). A y rıca HollandalIlar
meyve ağaçlarının hattâ çiçeklerin dahi metodlu bir şekilde
dikilmesi bakım ından herkese örnek oldular. Bu tarım şekli
oldukça önem kazandı ve 1638 de bu yüzden, lâle soğanları üze­
rinde bir spekülâsyon krizine dahi sebep oldu.
A m erika’dan gelen yeni bitkiler A vrupa’ya girm eğe baş­
ladılar. Patates daha X V I. yüzyılın sonunda bilinm ekteydi;
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 243

fakat çok yavaş olarak kullanılmağa başlandı. Adına A m eri­


ka’da “Hind buğdayı” , Avrupa’da “ Türk buğdayı” denen mısır,
Güney-Doğunun yazları sıcak geçen mem leketlerinde yetişti­
rilmeğe bağlandı.
Endüstri de birçok m em leketlerde ilerlem eler kaydediyor­
du. X V L yüzyılda herkes kafasını isletip rasyonel araştırm a
usulleri ile gizli ilimleri, yıldızlar ilmini, büyücülüğü, simya
ilmini karm a-karıgık bir halde kullanarak tabiatın sırlarını
keşfetm eğe çalıştı. Bu, hem şarlatan altun imalcilerinin, fa ­
kat aynı zam anda da suyun ve sıcaklığın kuvvetini kullana­
rak elde edilen faydalı icatların yapıldığı devir oldu. Bir de­
ğirm en çarkını döndüren çağlayan madeni işlemek, kesmek,
parçalamak, delmek, dövmek, demir tel haline sokm ak için
kullanıldı. Çok yüksek sıcaklık neşreden yü k sek fyrın’m icadı,
dem ir cevherini dııha cıjlt bir şekilde eritm ek imkânını verdi.
Böyleco oldo odllon fon t (yuni oıiiihnl.'j dem ir) sayesinde, yo-
ftunluA:u daha luuııtıı/ııın olan bli' ınudde meydana geldi ve de-
Iillrclltıi' l)unu «Ivl, at nalı, nlât-cdcvııt yapmak, top im âlcileri
du (jok İİM.İ1II hllylllt çapla toplar dökm ek için kullandılar. -
KlllıyH nlaıııiKİalıl bir luıiu.’j, yani cıvanın gümüşle birleştiril-
mB»l, X V I. yüzyılın ()i'ta..sındıı<^ Peru ve M eksika’da bulunan
uUınltH ıııadotılorInİM cevherlerini daha çabuk ve daha ucuz
hir Uükllde lıjlenıek İmkânını verdi; tam o sıralarda da A lm an,
ya vo M acaristan’daki madenler tükenm eğe başlamış bulunu­
yordu. Böylelikle hem alât ve edevat için kullanılan demir,
hem de para için kullanılan güm üş çoğalıp bollaşm ağa başla­
mıştı. Pedallı çıkrık, örgü ören, kurdele ve çorap yapan tri­
kotaj m akineleri gibi başka buluşlarla H indistan’dan gelmig
olan koyu* m avi inAigo boyası da yün, keten ve ipek dokum a
endüstrisine büyük hizmetler sağlıyorlardı.
Teknelerin inşasında, direklerin dikilecekleri yerleri, yel­
kenlerin biçim lerini ve eb’atlarını tesbitte elde edilen ilerle­
m eler sayesinde denizcilik alanında daha büyük ve daha sağ­
lam gem iler elde etmek mümkün olmuştu. Boylam ların tesbi-
ti için usturlapın icadı ve büyük coğrafyacı M ercator’un iz­
düşümüne (projeksiyon ) göre hazırlanan yeni deniz haritaları
sayesinde denizciler yönlerini bulup daha büyük m esafeler a-
şabiliyorlar, okyanuslar üzerinde "uzak sefer denizciliği” ya­
pabiliyorlardı.
X V I. yüzyılın sonundan itibaren bilhassa lüks eşya en­
düstrisinde icatlar yapıldı: Bunlar, şatolarla sarayların duvar-
244 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

larm ı süslemeğe mahsus tapisöri’ler (hahlar), Flander ve Ve­


n edik’te aynı zam anda bulunan dantelâ, Venedik ve Milano
kadifeleriyle altun ve gümüş tellerle dokunm uş ipek kumaş­
lar, Venediklilerin bir sırrı olarak kalan cam el ve duvar ay­
naları, H ollanda’da icat edilen gözlük ve dürbünler, rakkaslı
saat, hangi tarafa m eylederse etsin devrilmeyip daima dikey
kalan Cardan tipi lâmba gibi şeylerdi. X V I. yüzyılda İcat edi­
len zem berekli saat. Am erikan kakaosu ile Ispanya’da imâl
edilen çikolata, o zamanlarda bir zenginlik alâmeti haline ge­
len yaylı ve kapalı büyük arabalar, X V II. yüzyılda daha da
geliştirildi.
Ticaret. — Ticaret yeni yeni m etalara da uygulanm ağa
başladı ve okyanuslara doğru yönelerek yeni yollar takibetti.
E n faal deniz ticaret filoları, Atlantik üzerinde yerleşm iş m il­
letlerin, yani ilkin Portekizlilerle Belçikalıların, sonra da İn­
gilizlerle HollandalIların filoları oldular .Ticaretin ve hele ba­
harat ticaretinin m erkezleri X V I. yüzyılda Lizbon’la Anvers,
asrın sonundan itibaren de Londra ve Am sterdam oldular.
A m erika’daki Tnadenlerden bol m iktarda gümüşün gelişi
tedavüldeki para miktarını birden çoğalttı ve bir fiyat buh.
ram yarattı. Fiyatlar X V . yüzyılda inecek gibi bir gidiş al­
mışlardı, fakat X V I. yüzyılın ortasından itibaren ilkin Am e-
ka gümüşünün boşaltıldığı y er olan Endülüs’te, sonra da ye­
ter m iktarda buğday ve mamûl m adde üretm ediği için bun­
ları yabancılardan satın alan Ispanya’da, eşi görülm em iş bir
fiyat yükselişi oldu. Derken buhran Fransa’ya, daha sonra da
daha h a fif ölçüde olm ak üzere İngiltere’ye geçti.
K ara yolu ile ticaret, X V I. yüzyılın sonundan önce ihdas
edilen konaklar (postalar), sayesinde kolaylaştı. Hükümetler
büyük yollar üzerinde konaklar kurdular. Bu konakları idare
edenlere "postabaşı” adı veriliyor, hunlar yolculara at veri­
yorlar, gelen mektupları dağıtıyorlardı. Avrupa’nın bütün bü­
tün büyük şehirleri arasında her h afta yahut her ay bir servis
işliyor, mektupların taşınm a ücreti m esafeye göre değişiyordu.
X V I. yüzyılda ancak kitapları ve hicviyeleri yaym ağa yarar
mış olan matbaa, X V II. yüzyılda ticaret için de kullanılmağa
başlandı. Özel kişiler, politik ve ticarî haberler veren m evku­
teler yayınlam ağa başladılar. Bunlar Alm anya’ da büyük pana­
yırlar sırasında Zeitung adı altında 1609 dan, itibaren, sonra da
İtalya’da G azetta adı altında yayınlandı ve bu usul daha sonra
H ollanda ve Fransa’da da benimsendi.
m ukayeseli t a r ih i 245

İtalya’da icad olunan usuller ilkin Anvers, sonra Londra


ve Am sterdam gibi denizci şehirlerde gelişip ilerledi. M üzaaf
usule göre arab rakam lariyle tutulan İtalyan muhasebe usulü,
X V I. yüzyılda başka mem leketler tarafm dan da benimsendi.
Bankacılar müşterilerinden para m evduatı kabul ediyorlar ve
havale m ektubu yahut poliçe ile transferler yapıyorlardı; fa ­
kat müşterinin bizzat gelip parayı alması şarttı. X V II. yüzyı­
lın başlangıcında ciro usulü yerle.şmeğe başladı: Bu usul sa­
yesinde müşteri havale mektubunu bir vekile ciro ediyor, o da
gidip onun yerine parayı alıyordu.
Cenova’da icad edilip Venedik’te taklid edilen umumî halk
bankası tipi 1609 da A m sterdam ’da kurulan B anka ile m ükem ­
melleştirildi. Bu banka kaim e çıkarm ıyordu ve m uvudatm m ye­
kûnuna eşit bir m eblâğı para olarak kasasında bulunduruyor­
du. K asa m evcudu kıym etli madenler satın alıp bunları iyi cins
para haline getirm eğe yarıyor, böylcce de para birim i daimî
olarak aynı »(îvlycdo tutuluyordu. Bu usul o kadar büyük ra .
hatlık saftlunıaUtııydı ki tâciricr bankaya paralarını yar
tın p İjlr hoHup uçtu lyorlar, bu hesabı da yapacakları ödem e­
ler iyin kullıınıyorlıırdı. Bu usul H am burg’da, daha sonra Is-
VP(j’tn tnklld odlkll.
Ijyon, CeiKivrc', Leipzig ve F ran kfurt’ta hâlâ panayırlar ku-
rulnıuktuydı unuı bunların yerini bir gesit daimî panayır alm a­
ğa başlamıştı. Bütün mem leketlerin tacirlerine açık olan bir
bina,, alımları yapm ak için tâcirlere buluşma yeri hizmetini
görüyordu; satıştan sonra sözleşm eyi yapan taraflar gidip
depolara yerleştirilm iş olan malı gözden geçiriyorlardı. Bu de­
polardan ilki A nvers’te B orsa adı altında kurulmuştu, sonra­
dan bu ad, A m sterdam ’da açılan aynı cinsten bir müesseseye
de verildi, Londra’daki ise R oyal E xch an ge diye adlandırıldı.
Y abancılarla olan münasebetleri için tâcirler adlanna simsar
(Alm ancada M ahler) denen aracılar kullanıyorlardı. Bunlar
X V I. yüzyıldan itibaren resmî bir kurum halinde (Fransa’da
“ kralî simsarlar” adı altm da) teşkilâtlandılar. Alm anya’da, da­
ha sonra A m sterdam ’da malların fiyatlarının resmî bir listesi
yapılıyordu. Gemilerin, gittik çe yayılmış olan, sigortalanm ası
işi, İngiltere’de bir kom isiyon, Hollanda’da ise bir "sigorta oda.
sı” tarafm dan idare edilmekteydi.
B ir zanaat kolu gibi teşkilâtlanmış olan. O rtaçağdaki tâ­
cirler birliği, üyelerini çıraklar arasından toplam ış ve bunla­
n n birbirleriyle rekabet yapm asını yasak etmi§ti. X V I. yüzf-
246 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

yılda yeni bir birlik gekli ortaya gıktı. Genel olarak aynı aile,
den birkaç kişinin ortaklaşa sahip oldukları "ticarethane” , or­
taklardan herbirinin servetinden ayrı olarak, müşterek bir ma­
la sahip kişi gibi ortaya sıkm ağa başladı. Ticarethane, mücer­
ret bir unvanla adlandırılan bir teşebbüs hizmetine verilmiş
gayrışahsî serm aye şeklinde yeni bir fik ri meydana getirmiş
bulunuyordu. Bu unvana İtalyancada raoio, Fransızcada “ rai.
son sociaîe” , Alm ancada firm a denmekteydi. Resm î otoritele­
rin müdahalesi olm aksızın özel teşebbüs tarafm dan meydana
getirilen bu hisseli ortaklık usulü, İngiltere’de partnership adı
altm da yayıldı. A lm anya’da da İstirya’daki bir madene uygu­
landı.
Hindistan’la ticaret, malları satarak kârı elde etme zama­
nını bekliyebilecek kadar kuvvetli bir sermayeye ve işin asıl
m ühim tarafı, tahkim li ticaret müesseseleri kurabilm ek için
gerekli muattal bir sermayeye ihtiyaç gösterm ekteydi (1).
X V I. yüzyılın ortasından itibaren İngiltere’de, saraya men­
sup derebeyleriyle ortak tâcirler tarafından hükümetin him a­
yesi altında bulunan yeni tip ticaret kum panyaları kurulmağa
başlandı. K um panya kraldan bir charte (ferm anla verilen im­
tiyaz) alarak daimî ve kanunî bir kişi haline geliyor ve belirli
bir bölgede ticaret yapm ak hakkına yalnız o sahip bulunuyor,
d u .'K um pan ya malların miktarını ve fiyatını tesbit etmek, ge­
milerin kalkışlarını kararlaştırm ak, bunların korunması için
tedbirler alm ak gibi müşterek işleri de kendisi yapıyordu» Bir
giriş ücreti karşılığında, kum panya her İngiliz tacirine açıktı,
herkes de ticarî muamelelerini kendi hesabına yapıyordu.
H ollanda’da ise deniz ticareti için birbirleriyle rekabet ha­
linde olan birgok özel ortaklık zaten m evcut bulunmaktaydı.
Hükümet bunları ,bir "D oğu Hindistan Kum panyası” halinde
birleşme kararını verm eğe şevketti, H indistan’la ticaret yap­
m a tekelini de bu kum panyaya verdi. Kum panya herbiri di­
rek törler (m üdürler) tarafm dan idare edilen Oda’lara bölündü:
Sermayenin en büyük kısm ını koym uş olan bu müdürler, dağı­
tılacak kâr hisselerini de tesbit etm ekteydiler. H er üye tara­
fından konan sermaye kendi mülkiyetinde kalıyordu ve on yıl

(1) Ispanva v e P ortek iz’de ticarî m uam eleler masra-f krala


ait olm ak ü zere yapılm aktaydı: Kjrti mallan, kâ n kendisine
ait ylm ak ü zere s a ttm y o r ve ticaret inhisarını kendi elinde tu-
tu^ordıı.
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 247

Bonunda sermaye sahibinin bunu geri alm ağa hakkı vardı. Fiili­
yatta ise hisseler açık arttırm a ile satıldı ve Am sterdam bor.
sasında spekülâsyon konusu oldu. Böylelikle serm aye şahıstan
bağımsız bir hale gelerek ticarî teşebbüse daimî surette bağlı
kalıyordu.
X V II. yüzyıldan itibaren, O rtaçağın zanaat kollarına her
bakımdan aykırı olan bir çeşit birlik m eydana gelm eğe başla,
mıgtı. Mügterek sermayesi olm ayan ve töre ile sınırlanmış bir
kâr elde etm eğe çalışan, ahlâkî kurallara bağh bir takım şahısr
lardan m eydana gelm e mahallî bir grup olm aktan çıkan tica .
ret Kum panyası, h içbir ahlâkî sınırı olm ıyan hudutsuz bir kâr
elde etm ek üzere daimî ve müşterek bir sermaye ile is gören
gayrışahsî ve millî bir teşebbüs haline gelm iş bulunuyordu.
Deniz ticareti alanındaki muamelelerin bazen savag hare-
kâtıyle birbirlerine karıştıkları da oluyordu. B irçok arm atörler
gem ilerini korsanlık için kullanıyorlardı; hükümdarları bunla­
ra kendisinin savaş halinde olduğu devletlerin gemilerini zap­
tetmek müsaadesini de verm iş bulunmaktaydı. O sıralarda bu
usul hemen hemen bütün milletlerce benim senm işti; düşman
bir devletin ele geçen h e r ' gemisi iyi bir av sayılıyordu. Fakat
korsanlar çoğu zaman faaliyetlerini tarafsızlara da tegmil edi.
yorlar ve bunları, haydutluk için korsanlık yapanlardan ayır^
detmek güçleşiyordu. Bilhassa İngiliz ve Fransız arm atörleri
A frik a kıyılarındaki zenci kabîle reislerinden köle satın almak
üzere gem iler gönderiyorlar, sonra bu köleleri Am erika’nın tro­
pik bölgesindeki çiftliklere satıyorlardı K orsanlık da, köle ti-‘
careti de kısa zam anda hudutsuz kazançlar elde etmek arzu,
sunda olanların pek işine geliyordu.
H üküm etlerin ekon om ik etkileri. — K am u otoriteleri eko­
nom ik hayat üzerine çegltli usullerle etki yapm aktaydılar. Hü­
küm etler bütün uyruklarını tek bir mezhep şeklini benimsemer
ğe zorlıyarak, bu usule uym ayanları mem leketten göçm ek zo­
runda bırakıyorlardı: B u göçenlerin hemen hepsi “ reform e”
dinden olan zanaatkârlarla tâcirler gibi, gehirler halkı idi. Bun­
lar Fransa ve B elçika’dan İngiltere ve H ollanda’ya sığınarak
zanaatlarını, ticarî münasebetlerini ve sermayelerini oralara
götürdüler. A nvers’in ticareti ile endüstrisi Am sterdam ’a geçti;
kumaş endüstrisi Norlwich’e, söm ürgelerden gelen erzak tica­
reti de H am burg’a tagındı. İnançlarına sadık kalmak için yurt­
larını terketm ek cesaretini gösterm iş olan bu mezhep ayrılıkçı,
la n iradeli ve ciddî kim selerdi; çalışm ağa olan ahşkanlıklan
248 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

vs teşebbüs fikirleri Hollanda ve Ingiltöre’nin refaha kavagm a- ,


la n n a yardım etti.
Büyük devletlerin hükümetleri İtalyan ticaret şehirlerinin
ekonom ik politikaiîina, bunu daha grenig bir arazi parçası üze­
rine uygulıyarak, devam ettiler. Çalışmayı, ticareti, parayı, fi-
yatleri ve gündelikleri ayarlam ak bakım ından sahip olduklan
iktidan, Devlete en büyük kudret muhassalasını sağrlamak için
kullandılar. Bunlar para halindeki zenginliğin artm asına çalı,
.■sıyorlar, böylelikle ordunun ve sarayın m asraflarım karşılam ak
imkânını elde etmiş oluyorlardı. Mümkün olan en fazla mik­
tarda parayı ellerinde bulundurabilm ek için değ-erli madenle­
rin ve hammaddelerin, bilhassa mem leketin kumaş ve gemi
inşaatı için m uhtaç olduğu yünle kerestenin ihracını (pek de
başan elde eöem eksizin) yasak ediyorlar ve bedeli para ile
ödenecek olan yaba.ncı mamûllerinin m em lekete sokulma;sma
engel oluyorlardı. Lüks endüstrilerde çalıgan zanaatkârlann
yabancı memleketlere gidip rekabet yapm aları ihtimalini ön­
lemek üzere bunların m em leket dışına çıkm alan na izin verm i­
yorlardı.
Beri yandan Devletler fnemleket sakinlerinin istihlâk ettik­
leri sınaî mamûllerin imalâtını arttırm ak çarelerini arastın-
yorlardı; bunun, uyruklarına iş bulm ak ve yoksullann sayısını
azaltm ak gibi bir faydası da vardı. Y ü k taşıyarak memlekete
kâr sağlamak, a y n ca da savaş halinde el altında denizci buj-
lundurmak için. D evletler bir donanm aya da sahip olm ak ar-
zusundaydılar. Onun için ya ödünç para, yahut prim vermek^
faka.t bilhassa bazı malları imâl veya satm a hakkını inhisar
şeklinde bahşetm ek suretiyle sanayi ve gem i inşaatı teşebbüs­
lerini teşvik ediyorlar; bunlann rakiplerini bertaraf etm ek için
yabancı m allarından veya gemilerinden çok yüksek giriş re­
simleri alıyorlardı. T icaret Kum panyalarını ise, bir bölgede
alışverişte bulunmak hakkını inhisar şeklinde bunlara vererek
korum aktaydılar .
İngiliz hüküm eti birbirine zıt iki maksattan ilham alarak
krallığın bütün zanaatkâr ve tâcirlerine şâmil nizam lar koyf-
m âktaydı; U yn ık lan n ı refah a kavuşturm ak am acıyle bunlara
m untazam bir ig sağlamak, aynı zam anda da krallığın kudre.
tini arttırm ak üzere bunlardan m üm kün olduğru kadar fazla
para alm ak gayesini güdüyordu. K öylük bölgeler halkınnı daha
yüksek bir seviyeye çıkmasını önlem ek suretiyle bunlan tanm
çalışmalarında tutm a çarelerini araştırıyor; çıraklan n ise yal-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 249

nız hali vakti yerinde aileler içinden toplanm asına izin veriyor­
du. N itekim Parlâm entodan üq kanun çıkarttırdı. Bunlardan
İbirisi bütün zanaatkârlarla ta n m işçilerinin herbirini kendi
zanaatlarında çalışm ak m ecburiyetinde tutuyor ve bir zanaata
girm ek için, yedi yıllık bir çıraklık devresini m ecburî k ılıyor­
du. B ir başka kanun bütün dilencilerle serserileri çalışm ağa
zorlam ak için bunlan tev k if ve ağır cezalara çarptırm ak yet­
kisini verm ekteydi. N ihayet bir başka kanun da nıhanî bölge­
lere çalışam ıyacak durum da olan yoksu llan besleyip doyurm ak
külfetini yüklüyordu. “ Sulh yargıçları” her yıl geçim için ge­
rekli m addelerin fiy atlan n a dayanarak gündelikleri tesbit et­
m ek üzere em ir aldılar.
Fakat eski rejim i devam ettirm ek için konan nizamlar
tatbik olunamadı, çünkü sulh yargıçları bu nizam lan dinlet­
m ek için gerekli vasıtalara da, isteğe de sahip değildiler; za­
ten mütaahhitler de mamûlleri, nizamların dışında kalmakta
olan köylük bölgelerde imâl ettiriyorlardı.
Sonradan "mnroantilo” yani iirarî adı altında bir araya
toplanan UHUllor (X IV . bölüme bk.) esasen kullanılmaktaydı.
İngllİT! hükümeti hırdavat eşyasının, bıçak-çakı gibi şeylerin,
nabunun ilhalini yıı.snk etti ve çok sayıda inhisarlar da verdi,
fakııt yııi'KiÇİıır bunu, İngiliz uyruklarının bütün krallık içinde
MurboHtçe ticarette bulunmak hakkına aykırı bir hareket say­
dılar. - Fran.sa’da, X V I. yüzyılın sonunda, tâcirler yabancı en­
düstrilerin mamûllerini ithali yasak eden bir ferm an elde et­
tiler, fakat bu ferm an Lyon ’un İtalya ile olan ticaretini köstek­
lediğinden çok geçm eden iptal edildi ve kral, birkaç lüks eşya
endüstrisine para yardım ı yapm ak veya inhisar şeklinde hak­
lar verm ekle y e tin d i- İspanya’da hüküm et paranın dışarıya
çıkarılm asını yasak etm eği denedi, fakat sınaî çalışm alara pek
alışık insanlar olan M üslümanları ya imha, y a da sürgün etmiş
olduğu için, h içbir endüstri kuramadı.
E kon om ik hayatı idare iddiasında bulunabilecek hiçbir
m erkezî hükümete sahip olm ayan HollandalIlar zengin olma
çarelerini bilhassa ticaret alanında aradılar ve: “ Ticaret, ce­
henneme van n caya kadar her yerde serbest olm alıdır,” şeklin­
deki atasözlerine dayanarak, ticaretin serbestçe yaptırılmasını
daha kârlı buldular.
Toplum,. — Toplum Batı ve D oğu bölgelerinde tersine bir
tekâmül takibetti. A vrupa’nın hemen hemen bütün nufusunu
ihtiva etmekte olau Batı ve Merkez bölgelerinde toplum, sınıf-
250 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

lara bölünmüg olarak kalm aktaydı; fakat bunların her birinin /


içinde gitgide daha gerçek seviye ayrılıkları m eydana geliyor-/
du. Toplum, hele Fransa’da, birbirinden ayrı bir sıra katla'rdaji
ziyade "sosyal bir m erdiven” e benziyordu; Bu merdivenin üze­
rinde de bir kişi ya da bir aile, bir basam aktan ötekine yük^
selebilmekteydi. Y üksek sınıfın alâmeti olan eski toprak zen­
ginliği, ticaret, endüstri ve bilhassa faizle para ödüng verm e
yollarıyle elde edilen yeni menkul servet zenginliğinin rekabe.
tiyle karşılaşıyordu.
Asitler^. — ■Savaş adamlarının soyundan gelme olan asiller,
yüksek sınıf olarak kalmaktaydılar, her zaman taşınm akta bu­
lunan kılıç bu sınıfın ayırıcı silâhı olalıdanberi, bunlara “ kılıçlı
asiller” adı verilmekteydi. Yalnız asiller prenslerden eşit mua­
melesi görm ekte, hükümdarın sarayına kabul edilmekte, sara­
yının şerefli mem uriyetlerine ve ordunun yüksek rütbelerine
tâyin edilmekteydiler. D oğu A vrupa hariç, asiller artık savaş
için davet olunm uyorlardı am a ata binm eğe ve ava gitm eğe
devam ediyorlardı. Bunların imtiyazları irs yoluyla intikale de­
vam ediyordu am a zenginlikleri tehdit altındaydı, zira bu zen­
ginlik ancak bunların topraklarından ibaretti, töre ise bunları,
para getirecek h içbir iş görm eksizin, “ asil bir hayat sürm ek’
zorunda tutuyordu; çalışm ak bu kuralın dışına çıkmak, dola-
yısiyle de asillik sıfatını kaybetm ek dem ek oluyordu. §u halde
asiller zenginliklerini arttırm ak im kânına sahip değildiler, be­
ri yandan da şerefleri bunları kendi rütbeleriyle mütenasip bir
hayat sürmeğe m ecbur bıraktığından, birçok asiller borca gi.
riyorlar, yoksullaşıyorlardı.
Bunlar arasında hayat tarzı ayrılıkları artıyor ve bu, asil
leri birkaç dereceye ayırıyordu. En üstte gok g'eniş topraklara
sahip büyük derebeyleri ile, kralın ihsanlar veya yüksek me­
m uriyetler vererek saraya veya orduya aldığı gözdeler bulun­
maktaydılar. Fransa’da kral, X V I. yüzyıldan itibaren bunlara
soyları tükenmiş prens ailelerinin taşıdıkları (dük, marki, kont,
baron ) unvanlarını vermişti. Aynı unvanlar Ispanya’da - Kas-
tilya’da yüz kadar aile teşkil eden -i ve geniş topraklara sahip
bulunan büyükler’ \e eski Fransız unvanlarına sahip İngiliz
lord'lan tarafından da taşınmaktaydı. F akat eski ailelerin çoğu
sivil harp yüzünden yokolahberi bunlann çoğu son zamanlarda
kraldan lord unvanını almış kimselerdi. X V I. yüzyılın yarısın­
dan sonra İsveç derebeyleri de kraldan Fransız un'vanlan al­
mışlardı. - Alman ülkelerinde (H erşog, G raf gibi) eski unvan,r-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 251

lara sahip olup fiiliyatta hüküm darlığa yükselm iş şahsiyetlere


prens (Fürsten) adı verilm ekteydi; M acaristan’la P olon ya’da
ise büyük şahsiyetler (Lâtince büyük anlam m a mastntis’tan
gelm e olan) magnat adıyla anılmaktaydılar.
Daha aşağıda şövalyelerin gelmesi lâzımdı; fakat artık şö­
valye sıfatıyla silâhlanmak âdeti sona ermiş olduğundan, bu
adın yerine Fransızcada seigneur, Alm ancada Heri', Ispanyol-
cada doM sözü kullanılm aktaydı; İngiltere’de kral baronet un­
vanını ihdas etti, ki bu unvana sahip olan Sir diye çağırılm ağa
hak kazanıyordu. - Asillerin büyük çoğunluğu alelâde "gentil­
hom m e” lar olan écu yer’ler (silâhtarlar) den meydana gelm ek­
teydi ki İngilizcede bunlara squire, Alm ancada R itter, Ispanr
y olcada Hidalgo deniyordu.
Toprak sahibi olm ak dolayısiyle, İtalya hariç, asiller her
tarafta başlıca meskenlerine köylük bölgelerde sahip bulun­
mağı âdet cdinnıi.'jloıdi. D erobeyleıinin evleri eski château (şa­
to) adını muhafaza ('diyordu ama bir kale olm aktan çıkmıştı.
Hüiulckloi' artık doldurulmuştu, burçlarla kuleler ise ancak süs
va/.lfcMİ KoKiyordu; udin kendisi bile ancak büyük bir şahsi-
y((Mıı ıiK'Hkenl anlamını m uhafaza etmekteydi. D erebeyi a y n ca
l)lr hjelılrd(i ve tercihan bir prensin oturduğu şehirde konak sar
lılbl bulunmaktaydı, - Alelâde “gentilhom m e” lar sadece tah.
kimli bir eve sahiptiler ve bunların çoğu burada basit, hele aile­
leri kalabalık olduğu zaman hemen hemen yoksul bir hayat
sürüyorlardı. Çoğu büyük bir derebeyinin hizmetine girerek
ona silâhlı maiyet vazifesi görüyorlar, başkaları da bir prensin
ordusuna yazılıyorlardı. İtalya’da asiller şehirlerde otu rm ak­
taydılar, köylük yerlerde bir de viUa’ları vardı ve yaz m evsim i,
ni burada geçiriyorlardı (ki Fransızcada “ yazlığa çıkm ak” an­
lam ına olan “villégiature” sözü buradan gelm edir).
Zengin olan burjuvalar bir asilin topraklarım satın alıp
burada “ gentilhom m e” hayatı sürerek asil sınıfa girm enin yo­
lunu buluyorlardı; Squire’ m h içbir kanunî im tiyaza sahip ol­
m adığı İngiltere’de bu, kolaydı. Burjuvalar asalet unvanlan
satm alarak yahut asalet pâyesi veren bir m em uriyet yaparak
da asiller arasına giriyorlardı. Bu usul en çok, kralın rütbe ve
mansıplar satm akta olduğu Fransa’da cârî idi. Bu şekilde asil,
leşmiş olanlar asiller sınıfının, Fransa’da pek çok olan, son
basamağını teşkil etm ekteydiler. Bu sınıfta “ silâhtar” unvanı­
nı almaktaydılar ve bunların soylarından gelenler de sonradan
252 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

art:k soyları tükenmiş olan “ kılıçlı asiller” in yerlerine geçti­


ler.
Burjuvalar. — Avrupa'da tek bir mem leket, ayni artık h iç­
bir asilin kalmamış olduğu HolIa;nda ve Zeeland eyaletleri, bur­
ju va olarak kalmış insanlardan meydana gelm e yüksek bir sı­
n ıfa sahip bulunmaktaydı. Bunlar, hattâ çok zenginleştikten
sonra dahi ne asiller gibi giyinmişler, ne de onlar gibi yaşar
m ıglardı; şehirde sade görünüşlü ve bu rju va usulünce döşen­
miş evlerde yaşam ağa devam ediyorlardı.
İtalya, Fransa, Batı Alm anya gibi şehirlerin çok sayıda ve
zengin şehirlerin bulundukları mem leketlerde şehirlerin yük­
sek sınıfı bankerlerden, adliye veya maliye memurlarından, adı­
na serbest denen meslekleri (avukatlar, hekimler, profesörler)
icra eden kim selerden ve (armatör, kumaşçı, kuyumcu, eczacı
g ibi) en zengin tacirlerden m eydana gelmeydi. Fransa’da bur­
ju v a adı bu gibilere mahsustu. Ticaretle endüstrisinin gelişm e­
miş, mem urların da az olduğu İspanya ile şehirlerin çok ufak
olduğu İngiltere ve Doğu Alm anya’da bu tip burjuvalar az sa­
yıda idiler.
O rtaçağ’da silâhların kudreti zenginlik getirmişken, artık
zenginlik kudret getirm eğe başlıyordu. İtalya’nın cum huriyet
şeklinde idare edilen şehirlerindeki zengin burjuvalar iktidarı
asillerle paylaşm aktaydılar. Hollanda ve A lm anya’da ise hü­
kümeti onlar idare ediyorlardı. Fransa’da adlî ve malî makamr
la n işgal etm ekte olduklarından, kralın yetkilerinden çoğunu
onlar kullanmaktaydılar. M aliyeci yah ut m ültezim diye adlan­
dırılanlar para ödünç vererek veya ordu m ütaahhitliği ederek
Devletle çok büyük işler görüyorlar ve lüks konusunda en bü­
yük derebeyleriyle rekabet halinde bulunuyorlardı. B ir mali­
yecinin eşi olan M arkiz de R am bouillet’nin salonu X V II. yüz­
yılda P aris sosyetesine moda, âdetler, hal ve gidiş bakımından
âdeta em ir veriyordu. İngiltere’de bile Londra tâcirleri saray
ve hükümetle m uam elelerde bulunuyorlardı. Bu servetlerin
kökleri iyice bilinem em ektedir; ticaret çok k üçük m iktarlar
üzerinde iş görüyor, para biriktirm e çok yavaş olduğundan bü.
yü k meblâğların toplanm asına im kân verm iyordu. Görünüşe
göre bu servetler daha ziyade banka muameleleri, kam biyo
üzerinden alınan aciyo, prenslere ödünç verilen paralar ve bil­
hassa rehin mukabilinde çok yüksek faizlerle yapılan ikrazlar
sayesinde teşekkül etm işe benzemektedir.
K ilise adamlan. — Kilise adamları sınıfı R eform dolayısiy-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 253

le altüst olmuştu, Protestan olan m em leketlerde bütün nizamî


rahip sınıfı ortadan kaybolmuş, cism anî rahip sınıfının ise hap
yat şartları değişmişti. A ncak Anglikan kilisesinde piskoposlar
unvanlarını, nufuzlarını ve gelirlerini m uhafaza edebilmişlerdi,
D iyakoslar lâik olmuşlar, agağı derecedeki bütün tarikatler
lâğrvedilmislerdi. Y alnız papazlar kalm ıştı ama bunlar da ev­
lenmişler, “ ministre” veya “ pasteur” adlarını almışlardı; giyi­
niş ve yaşayış tarzları bakımından kendilerini lâiklerden iyice
ayırdeden bir tarafları yoktu. Bunlar Üniversitelerde öğrenci
sanılıyorlardı ve kanun adamlarını andırmaktaydılar, günkü
kanun adam lan da cübbe giyiyorlardı, İngiltere’de ondalığın
v e bir arazi parçasının gelirini alm ağa devam eden bu papazlar
ffentîem an’lerle bir arada yşıyorlar, bazen “ sulh yargıcı” da
oluyorlardı. H epsi kendi aralarında eşit olan “ presbytérien”
papazları iso <jok az gelire sahiptiler. Bu yüzden de müminleri
daha ciddi bir hayat HÜnnoğu vc pazar günleri eğlenmemeğe
dfthn. »ıkı bir ijuklldd zorluyorlardı. H er tarafta papazların çok
çocu k lu n vardı ve bunların aileleri, toplum da yeni bir unsur
tenkil «diyordu. Serbest meslek erbabının bir kısmı papazların
uftullıın aruHindan çıkıyordu; papazların eşleriyle kızları çoğu
/.uıııutı hayır islerinde eski rahibelerin oynadıkları rolü oynu­
yorlardı.
K atolik m em leketlerde evli papazlar yokolm us, İspanya ha­
riç eski kegiş tarikatleri de sönm eğe başlamıştı. A rtık şehir­
lere yerleşm iş bulunan yeni yeni tarikatler kurulm uştu; İsa
Cemiyeti (X I. bölüm e bk.) kolejlerinde zengin ailelerin çocuk­
larını yetiştiriyor ve prenslerin günahlarını çıkartan rahipler
bunlar arasından ayrılıyordu. İsa Cemiyeti R eform ’a karşı
başhyan hareketi idare etm iş; bu hareket Alm anya’daki bütün
katolik prenslerin uyruklarını tekrar R om a kilisesine katm ış;
Fransa ve P olon ya’da da hemen hemen bütün asilleri bu K ili­
seye sokmuştu. X V II. yüzyılın ilk yarısında bilhassa Fransa’da
“ Ursuline” 1er, “ Vsitandine” 1er adı altında yeni yeni kadın
tarikatleri kürulmuş ve bunlar sımsıkı kapalı m anastırlarında
zengin aile kızlarının eğitim i ile meşgul olm ağa başlamışlardı;
ayrıca hastalarla yoksullara hizmet için de bir takım hayır
tarikatleri kurulmuştu ki, bunların en ünlüsü Saint-Vincent.de-
Paul adı altında tanınm aktaydı. - D aha iyi denetlenen papazlar
vaiz ve din bilgisi yolu ile yapm akta oldukları öğretim görev­
lerini daha dikkatle yerine getiriyorlardı. M erano Ruhanî
M eclisi tarafından kurulması emredilen papaz okulları çok ağır
254 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

bir gekilde kurulm akla beraber, papazlarm yetiştirilm esine bağ­


lanmış bulunuyordu.
Prenslerin iltiması ile asil aileler içinden devşirilmekte
olan piskoposlara rahipler mem uriyet mahallerinde oturm ak­
tan kendilerini bağışık tutturm ağa ve büyük derebeyleri gribi
öm ür sürmeğe devam ediyorlardı. F akat bunlardan bir takım ­
ları dindarlıkları ile seçkin bir durum a greçtiler; protestanhğa
karşı savaşta önem li bir rol oynadılar, kilise mensuplarının
gayretini ve m üminlerin sofuluklarını yeniden canlandırm a işi­
ne yardım ettiler. Carlo Borrom eo ve F rançois de Sales, aziz­
ler arasına sokuldular.
Halk. — Halkın köylülerden, zanaatkârlardan, dükkâncir
lardan m eydana g e le n ' büyük çoğunluğu imtiyazlılara göre
yaşayış tarzını ço k daha az değiştirmişti. Töre ile tesbit edil­
miş olan çalışm a usulleri bu çoğunluğa ne zengin olmak, ne
öğrenm ek imkânını veriyordu; vergiler de artmış olduğundan,
hayat şartları daha kötüye gitm işti. X V I. yüzyılda fiyatların
yükselişi gündelikçiler için bir yük olmuştu, çünkü resmi ma­
kam lar tarafından tesbit edilmiş olan gündelikler yükselm i­
yordu. Tarım la endüstri, doğum fazlasını çalıştırm ağa yetişm i­
yor, serserilerle dilencilerin çoğalışından şikâyet ediliyor ve
hüküm etler bu insanlara cani muamelesi ediyorlardı.
D erebeyleri m asraflarını arttırmış olduklarından, köylüler­
den alm akta oldukları kiraları da arttırmışlar, bunlaiın hay­
vanlarını otlatm akta oldukları kam un arazisini de gasbetm iş-
lerdi. Zanaatkârlar, büyük ölçüde istihsal yapan teşebbüslerin
rekabetinden müteessir oluyorlardı. Artık usta olm ak imkânına
sahip bulunmıyan kalfalar, gündelikçi işçiler olarak kalıyor­
lar, aralannda birleşm ek hakkına sahip bulunmuyorlardı. X V I.
yüzyılda grevler eksik olmadı ve bunlar, tıpkı cinayetler gibi
bastırılıp önlendi. K ol işçilerinin büyük çoğunluğu - bir toprak
veya bir zanaat gibi- geçim vasıtalarına sahip sınıfla, rastgele
ödenen ücretler sayesinde zar-zor geçinen tarım gündelikçi­
leri, kalfalar, evlerinde çalışan işçilerden m ürekkep sefil bir
kalabalıktan m eydana gelmeydi.
D oğu Avrupa. — Toplum D oğu A vrupa’da zıt bir yönde
değişm ekteydi, zira burada şehirler yoktu ve çok seyrek olan
nufus, bataklıklar ve orm anlarla kaplı çok geniş alanları ekip
biçecek halde değildi. K üçük şehirlerin Alm an kolon’larla
meskûn bulunduğu P olonya’da krallar asillerin baskısı altında
halkın haklarını daraltmışlar, bunları Polonya derebeylerine
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 255

idare ettiriyorlardı. Alm anlar kayboldular, kala kala Alm an


yahudileri kaldı, fak a t bunlar da dinleri dolayısiyle toplum un
dışında tutuldular. Zanaatkârlık ve tâcirlik m esleklerini icra
için h içbir orta sınıf m eydana gelem edi; deniz ticareti bağım ­
sız bir Alm an şehri olan D anzig yolu ile yapılıyordu; memu­
riyetler asillere mahsustu. A t üzerinde hizmet gören bütün sa­
vaşçılardan m ürekkep szlachta A vrupa’nın her yanındaki asil­
ler topluluğundan daha kalabalıktı ve çok yoksul aileleri de
içine alıyordu. Asillerin toprakları üzerinde gündelikçi ya da
çok pamuk ipliğine bağlı birer kiracı sıfatiyle çalışm akta olan
köylüler (fcm eHer), köle durumuna düşmüşlerdi.
R u sya Avrupa’da benzeri olm ayan bir durum da bulunuyor­
du. Bu m em lekette çok bol toprak vardı am a bu toprak ancak
üzerinde çiftçiler, rençberlor bulunduğu zaman kıym et ifade
ediyordu; XVT. yüzyıldanberi çar da toprak sanki kendi ma-
lıymııj «İbl dnvrnnıyordu. Cizye verm ek m ecburiyeti dışında,
köylülerin bl'ıyUk çoğunluğu belki hürdü. Bunlar m em leketin iki
uflundıı, yan) Kuzeydeki orm anlar bölgresi ile, sonradan çar
lui'iırındıın zııptedllen Güneydeki ovalarda hür olarak kaldılar.
M<'i'k«'Z böİKe.slnde savaşçılar hem harp esiri kölelere, hem de
toprııklan üzerinde çalıştırm ak için sözleşme ile tuttuklan hür
köylülere sahip bulunuyorlardı. R ençberler yer değiştirmeğe
meyilli olduklarından, toprağın değerini düşürm emek için bun­
ların yer değiştirmelerini önleme çareleri araştırıldı. Fakat bu
iş (uzun zaman sanılmış olduğu gibi) çarın bir emirnam esiyle
değil, yavaş yavaş yapıldı; çünkü köylüler mülk sahibine kar.
şı girdikleri borç dolayısiyle toprağı bırakıp gidem iyorlardı;
topraktan ayrılm ak hakkına artık sahip olm adıkları zaman ise,
sonunda onlar da köleler gibi muamele görm eğe başladılar.
Üst sınıf, çoğunluğu atlı olarak hizmet eden ve adına
p om yeçik’l&r denen savaşçılardan m ürekkep olarak kaldı. Bu
sınıf mensupları, çar tarafından, askerlik hizmeti karşılığında
kendilerine ancak ömür boyunca verilen bir toprağa sahip bu­
lunm aktaydılar; büyük arazı sahibi boyarlardan pek az kal­
mış, h içbir orta sınıf da teşekkül etmemişti. T ek gerçek şehir,
çarın oturm akta olduğu M oskova idi, çar eskiden bağımsız
olan ticaret şehirlerinin üst sınıflarını zorla bu şehire getirtip
yerleştirmişti. Öteki şehirler ise bir valinin tahkimli konağın­
dan ibaretti, kalenin çevresinde birkaç tâcir, dış mahallelerde
de zanaatkârlar vardı.
İnançlar. — R önesans’la R eform fik ir hayatım değiştirmiş
256 A V R U P A MtLLE2TLERİNtN

bulunuyorlardı. Bütün k ilis ''A e has olan inançlar, toplumun


bütün sınıflarında canlı olarak kalmaktaydılar. H erkes Sey.
tan’a, iblislere ve Cchonnem’e inanıyor, kilise adam lan büyü­
lenmiş, afsunlanm ış kimselerin büyülerini çözm eğe devam edi­
yorlardı. Hristiyanhktan önceki inançlardan ise hortlaklara ve
büyülere kargı beslenen korku, m üneccim lik, falcılık ve kehar
net -kl prenslerin saraylarında pek revaçtaydı- gibi geyler kal­
mıştı. Alm anya’da Papa tarafından başlanmış olan sihirbazh
ların, büyücülerin takip ve tazyiki işi şimdi lâik yargıçlara
geçm işti; büyücülere işkence ediliyor, sonunda da bunlar
hemen daim a diri d iıi yakılarak idam olunuyordu. Protestan
olsun katolik olsun bütün m em leketlerdeki büyücülük dâva­
larının en civcivli devri X V I. yüzyılın sonundan X V II. yü 2yılm
ortasına kadar sürdü.
Çocuklara öğretilen din bilgisi ile yetişkinlere verilen
vaazlar lâiklerin zihnine dinle m eşgul olm a işini ve llâhiyatla
ilgili form ülleri yerleştiriyordu. K atolik mem leketlerde din
duygusunun dirilm esi dua, kom ünyon ve günah çıkartm a gibi
ibadet usullerini yeniden canlandırm ıştı (Günah çıkartm ak
için, papazı günah çıkartandan ayıran, dolapla kürsü arası bir
çeşit loca icad edilm işti). Din duygusunun dirilişi teşbih çek­
mek, takdis edilmiş kumaş parçalan taşımak, hattâ çıplak ten
üzerine sert kıldan kuşak sarm ak ve nefsine eza için kendini
dövm ek veya dövdürm ek gibi usulleri daha da sıklaştırmıştı.
Ateşli bir ruha sahip kim seler uzun dualar ve niyazlar, cezbe­
ye kadar varan dinî istihareler sayesinde tanrı ile mistik şe­
kilde tem asa giriyorlardı, llâhiyat, bilgili lâiklerin konuşmala­
rına kadar girm iş bulunm aktaydı; ayrı dinden yahut a y n te­
mayülden olan insanlar, hattâ sofrada bile, bilhassa iman sep
lâmetiyle doğrudan doğruya ilgili olan rahmet ve gufran, ebe­
dî m utluluğa önceden namzet bulunmak gibi meseleleri tartı­
şıyorlardı. İyi davranıp hayır işlemekle iman selâmetine eriş­
mek mümkün olacağına inanan “ irade-i cüz’iye” taraftarlan,
İngiltere ve Hollanda’daki koyu Calvinist’ler tarafından geniş
m ezhepli diye vasıflandırılıyorlardı. Fransa’da Belçikalı bir
piskopos tarafından form ülleştirilen ve Calvinizm’e pek yakın
olan Jansenizm doktrinine karşı, lâiklerin işliyecekleri günah­
lar için hoşgörürlüğe mütemayil olan cizvitler mücadeleye gi­
rişmişlerdi.
im tiyazlı sınıflann eğitimi işi iki şekilde yapılm ağa devam
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 257
ediliyordu. K olejler, Lâtin yazarların incelenmesi yolu ile ö ğ .
retim yapm ağa devam ediyorlardı; bu öğretim ukalâca şekiller
ve hâlâ dayak kullanan sert bir disiplin altında yapılm aktaydı.
Saray adamlarının ve hanımların eğitim i ise, örneği aziz Fran­
çois de Sales tarafından verilm iş olan dinî kitaplar ve -Fran­
sa, İtalya ve İspanya’da- X V I. yüzyılın sonundan itibaren ve
bilhassa X V II. yüzyılda pek çoğalan aşk rom anları ile olm ak
üzere, birbirine zıt iki ayrı yönde yapılm aktaydı. Bu eğitim,
saZon’larda yüksek vasıflı insanlar ve edebiyat adam lan arar
sında yapılan konuşm alarla sona eriyordu; bu salonların ilk
örneği Fransa’da, annesi bir İtalyan olan M arkiz de Ranıbouil-
let adında bir hanım efendi tarafından kuruldu.
BiUmler v e sanatlar. — Bilimler, X V I. yüzyılda sim ya il­
mine hâkim olan ve tabiati, tabiatüstü birtakım ruhlar ve kuv­
vetlerin toplandığı yer sayan alışkanlıktan kurtulm ağa başlar
mıslardı. X V II. yüzyılda bilim alanında gerek m atem atik mu­
hakeme, grorokse tabiat olaylarının izlenimi yoluyla çalışan
tumııınen rasyonel bir metod beninusendi. Bu alandaki çalış­
malar barom etre İle, İtalya’dan gelm e teleskop gibi yeni âlet­
lerin icadı sayesinde mümkün hale girdi. Astronom inin tem el­
leri bir Alm an olan K epler’le bir Üniversite profesörü olan İtal­
yan Galile tarafından atıldı; Galile aynı zamanda fiziğin de te­
mellerini attı. Descartes adında bir Fransız, çözüm lem e yoluy­
la yeni bir m atem atik metodu icad etti.
Lâtince bilmeyen bir halka hitabettiği için eskileri körü
körüne taklitten kurtulan edebiyat, yarattığı eserler antik bir
adla amlsalar dahi, sanatın h alkça benim senmiş şekillerinden
ilham alm ağa başladı. O rtaçağda doğm uş olan roman, Fransa’­
da A strâe ile, seçkin insanların en çok sevdikleri nevi halin»
göldi. İspanya’da Cervantes, şövalyelerin m aceralarını anlatan
eski rom an tipini, X V I. yüzyılda doğan ve aşağı tabakadan ser­
serilerin yaşayışlarinı tasvir eden picaresqtı,e (Ispanyolcada pi-
caro, serseri dem ektir) rom anla mezcetti. - Tiyatro, halk tem­
silleri, dinî piyesler ve gülünçlü oyunlarla başlamıştı. İngilte­
re’de asillerle halk adamlarından m eydana gelm e karışık bir
seyirci topluluğuna hitap ediyor; İspanya’da yalnız am atörler
tarafından oynanıyor ve facia ile kom ediyi birbirine k a n ştın -
yordu. Fransa’da tiyatro iki nev’e bölündü; Bunlardan' biri,
Com eille tarafından yüksek sanat derecesine çıkarılan traged­
ya, öteki de pahayırlarda oynanm akta olan gülünçlü oyunlar­
dan çıkm a olan kom edya idi. Bütün edebî nevilerde esere çe-
^ F. 17
258 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

klciliğinl veren, aşktı; faka t aşk, O rtaçağ’da olduiru gibi, ha­


nım a hitabedecek yerdo, k o " olarak iyi aileden genç kızı seç--
ti am a göavyelere has agkın Saygı dolu şekillerini de muhafaza
etti. Aşk, bütün nevilere hattâ, konu gerektirm ediği halde,
kom edyaya dahi, kendini kabul ettirdi.
Plâstik sanatlar Rönesans hareketini takibediyorlardı. R e ­
sim, antik şekilden uzaklaşarak tabiate yaklaşıyordu. Mimarı
İtalyan biçim lerini ve sıva kullanılmasını kiliselere ve sarayla­
ra gittik çe daha fazla kabul ettiriyordu; düz çizgi zevki hattâ
bahçelerdeki ağaçları bile hükm ü altına almıştı.
Müziğin merkezi henüz İtalya’daydı ve bütün A vrupa sa­
rayları için m üzisyenler o m em leketten getirtiliyordu. Yeni ne­
viler orada X V II. yüzyılda yaratıldı ve İtalyanca adlarını m u­
h afaza etti; Bunlar, dinî törenler için oratorio, am atörler için
con certo, m onden halk için opera idi; beri yandan da Fransa’­
da halk şarkıları gelişiyor, A lm anya ise âletli müzikten yana
olan geleneğini pekiştiriyordu.
X IV

X V II. Y Ü ZY IL IN İK İN C İ Y A R IS I
1
A vrupa’daki g en el kriz. — Çok kısa süren, fakat derin olan
bir kriz hemen hemen bütün Avrupa mem leketlerinde aynı an­
da (1648 den 1660 a kadar) ortaya gıktı.
S on u çlan bakım ından en önemlisi, Iskogya’da başlayıp İn­
giltere’de sona eren Büyük Britanya ihtilâli oldu. Ingriliz P ar­
lâm entosu kralı yendikten sonra, kendi ordusuna ücret ver­
medi ve Bağım sızlar diye adlandırılan, askerlerin soğu ile bun­
lann çiftlik sahibi bir bey olan generalleri Cromm'well’in de
girmig oldukları küçük mezhepleri yasak ederek, bu ordu ile
anlaşm azlık haline girdi. Parlâm entonun “ presbytérien” çoğun,-
luğru tarafından tehdit edilmekte olan ordu, bunu devirdi; son­
ra kralı yargılattırıp idam ettirdi, krallığı ve L ordlar kam ara­
sını lâğvederek adına Cumhuriyet (common/wealth} denen ge­
çici bir hüküm et kurdu. Bu, Cumhuriyet gekli altında m erke 2i-
leşen büyük bir Devletin ilk örneği oldu.
Y eni bir anayasa hazırlam ak için askerler tarafından tem ­
silci olarak seçilen subaylar A vrupa'da ilk defa olarak radikal
bir hükümet teorisini form üllegtirdiler: M eclis tarafından ka­
bul edilen belgeye milletin hâkim iyetinin, kısa bir süre için
seçilen tem silciler tarafından icra olunacağı ilkesini de sok­
turdular. Yeni bir m eclis seçilm esine yanaşm ayan milJetvekH-
leriyle anlaşm azlığa düşen Crommwell, bu nlan kapıdıgan etti
ve eski P ro tecto r unvanını tekrar alarak m onarşik bir rejim
kurm ağa çalıştı; bu rejim , hemen hemen bütün millete karşı,
ordu tarafından desteklendi. Crom m well’in ölümünden sonra
İskoçy a sınınndaki ordu tekrar Londra’y a gelerek krallığı y e­
niden kurdu. Fakat İngilizlerin içinde her türlü daimî orduya
karşı bir korku yeretti ve bu da kralm, mutlak bir hükümeti
zorla kabul ettirm ek iğin en tesirli âlete sahip olmasını önledi.
Birlegik-Eyaletler Cumhuriyetinde altı eyaletin stathouder’i
(valisi) olan Orange prensi, H ollanda hariç bütün eyaletlerin
resm î m akam lan nca desteklenm ekteydi; hattâ Hollanda’da bi­
le askerler, denizciler, papazlar, halk yığınları ondan yana idi.
26Û A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Hollanda şehirlerini idare etm ekte olan burjuvalara karşı g i­


riştiği bir kuvvet darbesiyle iktidarı ele greçirdi. Fakat, ölüm ün,
den sonra dünyaya gelen bir oğul bırakarak, birdenbire öldü.
H ollanda burjuvaları partisi yine iktidarı ele aldı ve K onfede­
rasyon hükümetine Fransa ile bir barış ve ittifak politikası
gütm eği kabul ettirdi. İngiliz v e H ollanda tâcirleri arasındaki
rekabet 1652 de İngiltere ile Birleşik-Eyaletler arasında ilk de­
niz savağının çıkm asına sebep oldu.
Ispanya’ya kargı savaş halinde kalmış olan Fransa, P aris­
lilerin başbakan Mazarin’e karşı (adına Fronde denen) ayak­
lanması yüzünden kargaşa halindeydi: Mazarin, Devletle iş
görerek büyük kârlar sağlayan maliyecilerin ortağı idi ve onr
la n koruyordu. P aris’te 1648 de başlayan ayaklanmayı birkaç
eyaletteki büyük derebeyleri de devam ettirdiler; sonunda za­
feri kazanan Mazarin ayaklanm aya son verdi ve iktidarın m ut­
lak hâkim i olarak kaldı.
Ispanya hükümeti on iki yıldanberi ayaklanm a halinde
olan Katalobyalılara boyun eğdirebildi ama, Fransa’dan gönde­
rilen takviye kıtalarından yardım gören P ortekiz’in yine bağım ­
sız bir krallık olmasını önliyemedi. Sonunda İspanya, Artois ve
Rousillon’u vererek Fransa ile barış yapm ak zorunda kaldı.
Avrupa’nın öbür ucunda zaten Baltık kıyılarındaki memle­
ketlere hâkim bulunan X . Karl-Gustav, P olon ya’ya karşı sava­
şa girişti ve arazisinin hemen hemen tam am ını işgal etti. P o ­
lonya asillerinin ayaklanması üzerine bu topraklardan püskür­
tüldü ve D anim arka’yı fethetm e işine girişti. K openhag’ı ku­
şatm a işini başaram adı; fakat, ölümünden sonra imzalanan ba­
rış andlaşması gereğince, İskandinavya’nın Güneyindeki Dani­
m arka eyaletleri İsveç’e verildi ve İsveç toprakları da o gün­
den sonra Sund boğazına kadar uzandı. Bu savaş, Polonya
kralının uyruğu olan Brandenburg elektör-prensine kendini
Prusya egemen dükası olarak tanıtm ak imkânını verdi.
Avrupa’nın G üney-D oğu’sunda, Dinyester’le Ural arasında
adına U krayna (sınır ülkesi) denen uçsuz bucaksız ova R usça
konuşan ve ortodoks dininden olan K azak (gezginci) adlı g öç­
m enler tarafından işgal edilmişti; K azak'lar m acera dolu bir
hayat sürüp kom şu m em leketlerde yağm acılık yapan yarıköy-
lü, atlı savaşçılardı. Bunların, alaylar halinde teşkilâtlanm ış
olan başlıca kıtası şefini (atam an) kendisi seçiyor, bu şef de
kum andanlık alâmetlerini P olon ya kralından alıyordu. P olon­
ya hükümeti ancak defterlere yazılı K azakları tanıyıp ötekile.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 261

re köylü, muamelesi yapm ağa karar verdiğinden, bunlar 1648 de


ayaklanarak PolonyalI asillerle papazları kılıgtan geğirdiler.
1652 de atam an kendisini savağa devam edebilm ek için pek zar
y ıf hissettiğinden, çarm uyrukluğunu kabul etti ve Ukrayna da
R u s hükümetinin hâkim iyeti altm a girdi.
Çok kısa bir zaman içine sıkıgan bu olaylar, Avrupa D ev­
letleri arasm daki kuvvet muvazenesinin y er değiştirm esine yol
açtılar. Avusturya hanedanı bir buçuk asırdanberi elinde tut­
tuğu hâkim iyeti kaybetti. İspanya kralı elindeki toprakları sa­
vunacak kuvvete bile sahip değildi; A lm anya’da İm parator’un
artık gerçek bir iktidarı yoktu ve topraklan, Osmanh orduları­
nın istilâsı tehdidi altındaydı. Şimdi üstünlük A vrupa’nın en
zengin milleti haline gelmiş olan Birlegik-Eyaletlerle, ordusu
sayesinde Baltık denizine h âkim olmuş bulunan İsveç’in müt­
tefiki F ransa’nın eline pregmiş bulunuyordu. İngiltere deniz
devleti olarak aktif bir rol oynamaktaydı. - K aradeniz’den uza-
fta «UrUlmUıı olan Polonya, İHVoglilcrleı Rusların istilâsına açık
bir haltloydi.
XIV, LouU'nitu f)isvbMI,nlcri. - 1660 dan 1715 e kadar süren
VP ook dttha uzun olım sürodo az sayıda önem li olay bulunmak­
ladır. Avi'up'i'nm merkezi (Almanya, İtalya, H ollanda) küçük
dovlotlorlo parçalanm ış haldeydi, ordular için bir savaş alanı
ve Batıdaki büyük devletlerin diplom atları için bir entrika sa­
hası haline gelmişti.
X IV . Louis şöhrete erişm ek ve fetihler yapm ak arzusunu
beslediği halde Fransa’da idareyi eline aldı ve Mazarin’in bı­
rakm ış olduğu tecrübeli bakanlar kendisine hizmete başladılar.
M üttefikleri olan HollandalIları, İsveç’i ve Fransa’nın eskiden
korum akta olduğu Alman prenslerinden çoğunu m uhafaza et­
m ekteydi; karşısında yalnız âciz basım lar vardı ki bunlar za­
y ıf bir hükümete sahip olan iflâs halindeki Ispanya ile kendi,
ni OsmanlIlara karşı korum ağa çalışan İmparatordu. Osman­
l I l a r 1664 te Istirya’ya kadar girm işler, 1683 te de V iyana’yı ku­
şatmışlardı.
X IV . Louis politikasına başlıca am aç olarak “ Ispanya’nın
m irasına konm ayı” hedef tuttu, bu da II. Carlos’un 1664 te tah­
ta çıkışm danberi bekleniyordu: H ep ölm ek üzere gibi olan II.
Carlos, 1700 yılına kadar yaşadı. X IV . Louis bu mirası bir İs­
panya prensesiyle evlenerek, sonra da AvusturyalI m irasçı ile
bir bölüşme yaparak elde etmeği denedi; beri yandan 1668 de
H ollanda’daki birkaç şehri, 1678 de de Franche-Com te’yi zapr
262 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tederek Ispanya’nın mirasından bazı parçalan ele geçirdi.


Sonra İngiltere kralının yardım ı ile Birlegik-Kyaletler’e
kargı savaşa girdi. Fransız ordusunun H ollanda’yı istilâ edişi
bir iç ihtilâle sebep oldu, bu yüzden F ransa ile ittifak taraflısı
olan parti iktidarı kaybetti ve Birleşik-E yaletler’in idaresi genç
Orange prensi Guillaume’a geçti. X IV . Louis’nin saldırgan po­
litikası Fransa’ya Hollanda ile Alm an prenslerinin İttifakını
kaybettirm işti; bunlar da ilk d efa olarak İm paratorla anlaşma
halinde İm paratorluğa Fransa’ya karşı harp ilân ettiler ve
Alsas’ı iig a l ettiler. Fakat Guillaume tarafından Fransa’ya kar­
şı kurulan koalisyon başlangıçta onu tamamen durdurm ak için
pek zayıftı ve 1678 de imzalanan barış, Ispanya’da zaptedilen
toprakları Fransa’nın elinde bıraktı. X IV . Louis bundan fay­
dalanarak barış devam ettiği halde Fransız mahkem eleri tara­
fından kararlaştırılan bir takım ilhaklar yaptı; tehdit altındah
ki Devletler bir savunma ittifakı için ancak 1686 da anlaşabil­
diler.
İn giltere İhtilâli. — Avrupa politikası Büyük Britanya’daki
ikin ci bir ihtilâlle altüst oldu. 1660 da tek rar tahta çıkarılan
II. Charles Anglikan partisinin milletvekillerinden mürekkep
bir Parlâm ento seçtirm e işini başarm ıştı ve bunu on sekiz yıl
m uhafaza etti. Bu Parlâm ento Presbytérien’leri kamu haya­
tından uzaklaştırm ak için bir kanun kabul etm işti; buna göre
bir kam u işi görm ek, hattâ seçim e katılm ak için dahi, m em le­
kette yerleşm iş bulunan Kiliseye iltihak edildiğini gösteren bir
yem inde bulunmak gerekiyordu. İngiliz “gentlem an” leri mem­
leketlerinde kendilerine nufus sağlıyan m em uriyetleri m uhafa­
za edebilm ek için ogün bugün A nglikan kilisesine mensup ol­
m ak zorunda kaldılar ve zam anım ıza kadar da “ m uhalif” k i­
liselere an cak “orta sınıflar” dan olan insanlar girdiler. H at­
tâ II. Charles hem katolikler!, hem m uhalif kiliselerin mensup-
lann ı m üsam aha ile karşılayarak İngiltere’nin kapılarını kato-
likliğe açm ağı bile denemişti. F akat Parlâm ento k rala sadık
olm akla beraber, onu daha önce presbytérien’lere karşı kullanı­
lan usulle katolikleri uzaklaştırm ak zorunda bırakm ıştı: Bir
m em uriyetin başında olan herhangi bir kimse, “transsubstan­
tiation” adlı (yani ekm ek ile şarabın İsa’nın eti ile kanı haline
gird iği yolundaki) katolik doktrinini reddettiğine dair yemin
etm ek zorundaydı. II. Charles’in yerine kim in geçeceği yüzün­
den çıkan anlaşmazlık 1678 den 1681 e kadar süren ciddî bir
buhrana yol açtı ve bu buhran esnasında kral üç Parlâm ento­
m ukayeseli t a r ih i 263

yu feshetti. Bunun üzerine tng-ilizleri ikiye bölen iki parti


m eydana geldi: Bunlardan birisi kralm kardeşi olan Jack’le
Anglikan kilisesinin partisiydi ve herkesin buna girm esi m ec­
buri İdi (ki âdına tory dendi) ; - öteki ise Jack ’i katolik sıfatiy-
le uzak tutan ve Anglikan kilisesinin muhaliflerine m üsamaha
gösteren parti idi (ki adına W hig dendi). Charles Parlâm ento­
yu bağından defetti v e ölümüne kadar da mutlalı bir kral sı-
fatiyle saltanat sürdü.
Charles’in kardeşi Ja ck kral olunca R om a Kilisesini In­
giltere’de yeniden kurm a tasarısını tekrar ele aldı. A nglikan
kilisesinin m uhaliflerine müsam aha gösterilm esini kabul etti,
kendisi de katolik mezhebine girdi ve kargı gelenlere zulüm
yapm ağa başladı. Böylelikle hattâ, hem krallık otoritesine ve
hem de A nglikan Kilisesine bağlı olan torj/’leri bile kendine
düşman etti. Ja ck ’in yerine. Orange prensi Guillaume’la evli
bulunan büyük kızı geçecekti. Fakat Jack’ın katolik olan ikin­
ci kan sı bir oSrIan çocu k doğurup bunun d a kral olacağı anla-
Hilmca, birlıirlne m uhalif iki partinin şefleri anlaşarak Guillan,
m e'dan yardım istediler, o da bir Hollanda ordusu ile Ingilte­
re’ye geldi. Bunun üzerine Jack Fransa’ya kaçtı.
1688 ihtilâli İngiliz Anayasasında h içbir şey değiştirmedi
ve bu anayasa, teamülî olarak kaldı, ihtilâlin yaptığı tek iş,
Ja ck ’ın yerine kızı ile damadını geçirm ek ve her Ingiliz kralı­
nın, mem lekette yerleşmiş bulunan Kilise ile anlaşm a hafinde
olması gerektiğini kararlaştırm aktan ibaret kaldı. Parlâm ento
tarafm dan kabul edilen “H aklar Beyannam esi” higbir yeni
prensip ilân etmedi. Bu beyannam e Jack’in, Ingilizlerin anane­
vi haklarına aykırı olan fiillerini saym ak suretiyle, kralın ik ­
tidarına konan sınırlan bir daha hatırlattı ; tek garanti olarak
da “ Parlâm entonun sık sık toplanm ası gerektiğini” tasrih edi­
yordu. A slında ise X IV . Louis’ye karşı savaş halinde olan Guil-
laum e’un çok paraya ihtiyacı vardı ve vergiler hakkındaki ka­
nunları çıkarttırm ak üzere Parlâm entoyu her yıl toplantıya ça­
ğırm ak zorunda kaldı.
ihtilâl, İrlanda’ya karşı bir savaş açılm asına sebep oldu;
Zira bir Fransız ordusu ile bu i m em lekete gelen Jack, burada
kral olarak tanınmıştı. Zaferi kazanan Ingilizler İrlanda’da
olağanüstü bir rejim kurdular: Buna göre bütün iktidarla top ­
rakların mühim bir kısmı protestan Ingiliz m ülk salaiplerine
(Ulster’de de “presbytérien” Iskoçyalılara) veriliyordu; katolik
İrlandalIlar aşağı bir sınıf haline sokuldu.
204 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

XI V. Lomis’yıîn ba^ansızUliîan. — 1688 İhtilâli yüzünden


İngiltere X IV . Louis’ye kargı kurulan koalisyona girdi. Savag
donanmayı mahvetti ve Fransa’nın kaynaklarını tüketti; öyle
ki, İtalya ve Hollanda’da üç yıl boyunca kazandığı zaferlere
rağm en X IV . Louis zaptettiği yerlerden birkaçını geri vererek
barış im zalam ak zorunda kaldı.
I>oğu A vrupa’da 1683 de V iyana’yı kuşatmış olan Osmanlı
ordusu İm paratorun, Alman prenslerinin ve Polonya kralının
birlesen askerleri tarafm dan yenilmişti. İm paratorun orduları
bütün M acar K rallığı ile Transilvanya topraklarını Sultandan
geri aldılar. 16ı99 da imzalanan barışla Avusturya hanedanı
X X . yüzyıla kadar elinde tuttuğu sınırları elde etti.
1700 de X IV . Louis nihayet İspanyol tahtını elde etti ama
bunu Fransa için değil, kendi ailesinden olup İspanya kralı
olan bir prens için yaptı. İngiltere ile Hollanda İm parator ve
birkaç Alman prensi ile birlikte yeni bir koalisyon kurdulai.
Orduları, kazandıkları bir sıra kesin zaferlerle Fransız ordui-
larını Almanya, İtalya ve H ollanda’dan dışarıya attılar, sonun­
da da Fransa’yı istilâ ettiler. X IV . Louis İngiltere’de tory par.
tisinin iktidara gelmesi sayesinde kurtuldu; bu parti İngiltere
hükümetinin ileri süreceği şartlarla Fransa’nın barış yapm a­
sını kabul etti. X IV . Louis’nin torunu İspanya kralı olarak kal­
dı ama Ispanya’nın İtalya ve Hollanda’da sahip olduğu bütün
topraklar Avusturya hanedanının eline geçti. - K oalisyon’la
ittifak yapm ış olan iki prens, savaştan kral unvanı ile çıktılar:
Savua dükası Sardunya krah oldu; Brandenburg elektörü ise
zaten hâkim bulunduğu Prusya’da kral unvanını aldı ki P rus­
ya devletinin adının menşei de budur.
1707 de Iskoçya “Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik K ral­
lığı” adı ile tek bir Parlâm ento ve Birlik’in tek bayrağı altmda
İngiltere ile birleşmişti. Iskoçya kendi “ presbytérien” Kilisesi
ile İngiliz hukukundan ayrı olan hususî hukukunu muhafaza
ediyordu.
D oğu A vrupa’da, o zamana kadar din yüzünden A vrupa’­
dan ayrılmış olan Rusya, genç bir ça n n teşebbüsü ile A vrupa’­
y a . birdenbire yaklaşıverm isti. Deli Petro, m erasim dolu ve
sofu bir dindarca hayata alışık olan R u s çarları gibi yetiş­
tirilecek yerde, M oskova’nın dış mahallelerinden birinde yer­
leşmiş olan yabancılarla düşüp kalkmıg ve B atı’nın maddî mer
deniyetinden hoşlanm ağa başlamıştı. İngilizleri örnek alarak
bir donanma, Alm anya’yı taklid ederek bir ordu kurdu; hattâ
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 265

uyruklarım A vrupa biçim inde giyinm eğe zorlam ak teşebbüsün­


de bulundu, M oskova adlı R u s şehrini terkederek Baltık yakı­
nında, İsveç’ten zaptedilen yabancı bir mem leket toprağında
yeni bir başkent inşa ettirerek buna bir Alm an adı olan Pe­
tersburg ismini verdi. Milleti pasif bir şekilde itaate alışık q\r
duğundan. Deli P etro h içbir faal mukavemete rastlamıyordu.
İsveç krah X II. K arl’a (Dem irbaş garl) karşı harbe girişti.
Savaşçı bir prens olan X II. K ari ilkin galip gelerek bütün P o­
lonya’yı hükm ü altına aldı; fakat ordusunu Ukrayna’ya g e­
tirm iş olan Charles, buradaki kesin bir savaşta bu orduyu kay­
betti. Galip gelen Petro ise Baltık kıyılarındaki İsveç eyaletle­
rinin sahibi olarak kaldı.
A vn ıp a D evtetlerm de m erkezi hüküm et. — X V II. yüzyıl
boyunca otoritenin değişm esi işi sona erdi. Bu otorite artık
hükümdarın şahsına bağlı olarak kalmadı. Devletin gayrışahsî
ve m ücerret iktidarı haline girdi. Bu iktidar, hükümdarın ye­
rine onun bir vekili tarafından da icra olunabiliyordu. Fakat
İspanya v^ P ortekiz’de yerleşmiş bulunan, bütün iktidarı bir
tek adam a verm ek usulü Fransa’da devam etmedi. Hemen he­
men bütün Devletlerde hükümdarlar, uyruklarına doğrudan
doğruya em irler verm ek için, iktidarı bizzat kullanm ağa (ya­
hut kullanır görünm eğe) önem verdiler. Hüküm darın uyrukr
la n y la olan tek münasebeti, törenlerde görünm ek ve dilekçeleri
kabul etmekten ibaret kaldı.
Önemli sayılan işler ve bilhassa başka Devletlerle olan
m ünasebetler hakkm da hükümdar, güvendiği adam lara danış­
tıktan sonra, kendisi karar veriyordu. H üküm dar kararlannı
yerine getirtm ek için gerekli teferru at kabilinden işlerle D ev.
lete ait haberlerin kendisine bildirilm esi hususunu onlara bı­
rakıyordu. Bu işler tahrirat, rapor, m uhtıra şekli altında g it­
tikçe daha faala yazılı olarak yapılıyordu. - Alman m em leket,
leriyle İsveç’te hüküm dann yardım cılan, herbiri bir çeşit işle
görevlendirilm iş olan, birkaç m eclis halinde gruplanm ışlardı. -
F ransa ile İngiltere’de kral artık resmî m eclisleri kullanmaz
olmuştu, işleri samim î bir hava içinde görüşm ek üzere, kabime’-
sinde (yani çalışm a odasında) değişik unvanlara sahip birkaç
güvendiği insanı topluyordu; bunlara artık m inisire (yani ba.
kan) unvanı verilm eğe başlanmış, herbiri de işleri çeşitlerine
g öre kendi aralarında paylaşm ağa başlamışlardı.
D oğu A vru pa Devletlerinde istisnaî şartlar yüzünden hü­
küm dann otoritesi birbirine zıt yönlerde değişmişti. İsveç’te,
266 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

X I. Charles’in uzun süren çocukluk devresinde iktidar Devle­


tin yüksek şahsiyetlerinden kurulu bir N aipler meclisi tarafınr
dan icra olunm uştu; fakat Charles rüşde erince aristokratlara
karşı D iyet’in öteki üç sınıfını (kilise adamlarını, burjuvaları,
köylüleri) yardım a çağırdı ve mutlak iktidan yeniden kurdu.
Onun halefi X II. Charles ik tidan keyfinin istediği gibi kullan­
dı. - M acaristan’da İm parator-kral, mem leketi yeni baştan fet­
hettikten sonra uyruklanndan birçoğunu id a m ' ettirerek m ut­
lak ik tid an yeniden kurm ak istedi, fak a t D iyet’i muhafaza
etm ek zorunda kaldı, D iyet de asker veya para toplam a işle­
rine an ack ' kralla pa^ıarhğa giriştikten sonra razı olm ak yo­
lundaki âdeti idame ettirdi. - Bütün asillerden kurulu bir m ec.
lis tarafm dan kralın seçildiği Polon ya’da D iyet’in rızası ol-
' m adıkça h içbir karar alınamıyordu ve k a r a r la n n ' da milletve­
killerinin ittifakı ile verilm esi gerekm ekteydi. X V II. yüzyılın
sonunda kral seçilen Saks elektör- prensi iktidan kuvetlendir-
m eği denedi am a İsveç krah tarafından tahtından indirildi ve
kral onun yerine alelâde bir PolonyalI asili seçtirdi. - R usya’da
ise tersine olarak X V II. yüzyıl boyunca patrikle işbaşında bu­
lunan çar, birlikte hareket ederek, bir çeşit hüküm et meclisi
kurmuşlardı ama, çar P etro’nun iradesi, tam mânasıyle mutlak
iktidann yeniden kurulm asına kâfi geldi.
K rallık müessesesinin değişm esiyle beraber hüküm darın
giyiniş ve yaşayışında da değişiklik oldu. K ral artık, emirlerini
bizzat verm ek zorunda olduğu zam anlardaki gibi, gezginci bir
ömür' sürmez oldu. B ir saraya yerleşti, orada da hizmetlileri
İle m isafirleri kendisi için daimî bir “ saray halkı” teşkil ettiler.
İsveç hariç, kral artık bir savaş elbisesi giym ez oldu; kanun
adam lannm m odasına uyarak saray mensubu bir derebeyi gibi
giyindi, X IV . Louis ve İm parator Leopold gibi perüka taktı,
arabaya biner oldu.
Kralın zamanını nasıl kullanacağı, Burgronya dükü tarafın­
dan X V . yüzyılda ihdas edilmiş olan teşrifat kurallarıyle ayar­
landı ve bu, X V I. yüzyılda İspanya sarayına da girdi. Leopold,
İspanyol m odasına uygun siyah kostüm le beraber, bu teşrifatı
V iyana sarayına da soktu. X IV . Louis Versailles’de İtalyan ü s­
lûbunda bir saray yaptırdıktan sonra, F ransa sarayının gele­
neğine aykırı olan bu teşrifat usullerini koydurdu; Oysa ki
Fransa sarayında hayat daim a hür, neşeli, hattâ biraz da inti­
zamsız olagelmişti. K ralın yataktan kalkışı, yemekleri, yatışı,
yani gündelik hayatının bütün fiilleri saray mensuplarının ses.
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 267

sizce iıazır bulundukları bir teşrifat, bir tören haline sokuldu.


Bu “ etiket” başka saraylarda, bilhassa Alman prenalerinin sar
raylarında da m oda haline geldi. X IV . Louis gibi her prens de
gehir dışında bir saraya, bir teşrifata, m abeyincilere, hattâ res­
m î bir metrese sahip olm ak isteğine kapıldı.
K ilise adamlannın otoritesi, — X V I. yüzyıldan itibaren
hattâ katolik memleketlerde dahi, kilise adamlarının otoritesi
hükümdarın iktidarından sonra geliyordu. İspanya ve Porte­
kiz Enkizisyon’la n hariç, Kilise mahkemeleri, derece bakım ın,
dan hükümdarın lâik mahkem elerinden sonra gelm ekteydiler.
Bunlar artık cinayet dâvalarını yargılam ıyorlardı, kaza yetki­
leri hemen yalnız evlenme işlerine münhasır kalmış bulunmak­
taydı. Papa artık kralları tahtlarından indirm ek yetkisine sa­
hip bulunduğunu iddia etm iyordu ve hükümdarların politika-
la n üzerinde h içbir nufusa sahip değildi.
Bununla beraber rahip sınıfı hattâ protestan memleketlerr
de dahi, m üminler üzerinde maddî bir otoriteyi m uhafaza edi­
yordu. Dinî ibadetler, âyinde hazır bulunma, din bilgisi öğre­
timi, katolik m em leketlerde günah çıkartm a, kom ünyon, (he.
nüz pek çok olan) yortu günlerinde çalışm am ak ve et yem em ek
m ecburî olarak kalıyor; bunlara uym ayanlar para, hattâ hapis
cezasına çarptırılıyordu.
Devlet Kilisesinin dışındaki bir dinin ibadetini yapm ak kar
nunla yasak edilmişti, yalnız hükümdarın resmî bir emirname­
siyle “ reform e” lere birkaç m em lekette bahşedilmiş olan na­
dir birkaç istisna, bunun dışındaydı. Bu istisnalar X V I. yüzyıl
boyunca Polon ya’da lâğvedilerek ancak M acaristan’da kalmıştı.
Fransa’da X IV . Louis, Nantes ferm anı ile “ reform e” uyrukla,
rina bahşedilm iş hakların birçoklarını yavaş yavaş geri aldıkj-
tan sonra, 1685 de bu ferm anı iptal etti. Protestan papazlarını
krallıktan dışarıya sürdü ve müminlerin krallık topraklarından
dışarıya çıkm alarını yasak edip bunları kürek cezası verm ekle
tehdit ederek, m ezheplerini değiştirm eğe kalkıştı. - İngiliz
hükümeti ise A nglikan Kilisesinin dinî âyinlerinde hazır bu-
lunmıyan öteki mezhepler mensuplarını cezalandırm ak için
özel kanunlar çıkartmıştı.
Aslında ise yasak m ezhepler her zaman müsamaha görm e­
mekle beraber, BirleşikrEyaletler ve hattâ İngiltere’de dahi,
buhran zamanları hariç, adalet makam ları tarafından sıkı bir
gekilde takip edilmiyordu. 1688 ihtilâlinden itibaren protestan
muhaliflere, çarptırıldıkları cezalardan özel kanunlarla bağı-
268 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

§ık tutulm ak suretiyle, müsamaha gösterildi ve yılda bir defa


âyinde hazır bulunmaları gartiyle kam u m em uriyetlerini icra
etm elerine de m üsaade olundu. - Alm an mem leketlerinde X V II.
yüzyıldan itibaren tenkil hareketi muhalifleri, menkul malları­
nı götürm eğe ve m ülklerini de satm ağa izin vererek, krallık
arazisinden sürmekten ibaret kalmış bulunuyordu. 1648 and-
lagmaları ile hüküm dar din değigtirse dahi, u ynıklarm ın ken­
di dinlerini uygulam alarına izin vereceği kuralı konuldu.
Bütün devletlerde rühban sınıfı m ezarlıkların zâbıtasım,
okullarla hastanelerin denetlenmesini ve yoksullara yardım işi­
ni elde tutuyordu. Vaftiz, evlenme, defin defterlerini o tutuyor,
du ve kişilerin durumlarını tesbit için tek usul de bu idi (ki
sonradan bu, “nufus kütüğü” haline geldi).
K am u hayatvnvn işlemleri. — Âdetlere ve m üktesep hakla­
ra saygı gösterm iş olm ak için, hüküm etler eski bağım sız oto­
riteleri resmen ilgadan kaçınarak yeni yeni otoriteler kurm ağı
tercih ediyorlar; bunlar işleri kendilerine çekiyorlar, eski otori.
telere ise h içbir yetkisi olm ayan bir takım şerefler bırakıyorlar­
dı. Bu yüzden ortaya dağınık ve değişik usullerle iş gören bir
cihaz çıkm ıştı ki bu hal, bu rejim in m ahiyetini tasvir işini çok
güç bir hale sokm aktadır.
Hükümetin doğrudan doğruya memuru olan kimseler, za­
ten tesbit edilmiş bulunan değişik usullerle devşirilm ekteydi.
H er mem leketin eşrafı tarafından ücretsiz olarak idare edil­
mekte olduğu İngiltere’de, köylük yerlerin “gentlem an” leri ta .
rafından idare edilen mahallî bir muhtar idare m eydana gel­
m işti (ki sonradan buna s elf ffovernm ent adı verildi). - H er
m em leketin zengin burjuvalarının, merkezî hükümetin emir­
lerini h arfi harfine dinlemeksizin mem uriyetleri icra etm ekte
oldukları Fransa’da işler, şehirlerdeki burjuvaların idare et­
mekte oldukları fiili bir muhtariyete doğru gidiyordu. Bu faz^
la bağım sız mem ur kadrosuna söz geçirebilm ek için hükümet,
yine bir m akam a sahip olanlar arasından seçtiği ve istediği
zaman azledebileceği “ kom iserler” gönderiyordu ki bunlara ad­
liye, zabıta, maliye “ intendant” la n (m üfettişleri) adı veril­
mekteydi. X IV . Louis’den itibaren her “généralité” de (malî
eyalet bölgesi) bunlardan bir tanesi daimî olarak bulundurul,
du, böylece bütün krallıkta bunlardan otuz tane kadar vardı.
A vrupa kıtasının öteki Devletlerinde çok daha az sayıda
olan m em urlar hüküm dar tarafından tayin ediliyorlardı ve azr
ledilmeleri mümkündü. Alm an prenslerinin top raklan üzerinde
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 269

birisi prensin arazisiyle, öteki de savaş hâzinesiyle meşgul ol­


m ak üzere iki çeşit personel kadroşu bulunmaktaydı. Branden­
burg elektörü, kıtalann ve tahkim li mevkilerin bakım ı ile g ö .
revli “ geniş yetkili savaş komiserlikleı-i” ihdas etti. Arazisini
daire’lere böldü; bunların her birine geniş arazi sahibi asiller^
den olup askerî kıtalarla halk arasındaki münasebetleri tanzi­
m e m em ur bir handrath tayin etti; Prusya mahallî idaresinin
tem elini bu teşkil etti.
Adalet her m em lekete mahsus şekillere göre kral adına
tevzi edilmekteydi. Töreye bağlı olan İng-ilizler, mem leketin
eşrafından mürekkep Jüri’yi m uhafaza etm işlerdi; jü riyi iş­
kenceye başvurmaksızın, alenî olarak çalışan kralî bir yargıç
idare ediyordu. Sanık ancak bir yargıcın emriyle tevk if edile­
biliyor ve kefaletle serbest bırakılabiliyordu. - Öteki Devletler
ceza hukuku alanında oi'^U lisul’ü benim sem işlerdi: Buna göre
yargıç sanığı belirsiz bir süre boyunca hapiste tutabiliyor, iti­
ra f ettirm ek için işkenccye başvurabiliyor, sanığı avukatsız ve
alenî duruıjmasız -olarak m ahkûm edebiliyordu.
O rtaçağ âdetloi'indon kırbaçlam ak, sakatlamak, öldürtmek
tribi usuller baki kalmıştı ve bunlara sık sık başvuruluyordu.
Bazen m ahkûm a acı çektirerek ölüm cezasını daha da ağırlaş­
tırm ak için onun uzuvlarını kırdıktan sonra bir çarka takmak,
dört beygire bağlayıp dört parçaya ayırm ak gibi usullere de
başvuruluyordu. H azır bulunanları işkencenin manzarasıyla
korkutm a gayesi güdülüyordu (ki “ ibret vei'ici ceza” deyimi de
buradan g elm ed ir); halkın daha iyi ibret alabilmesi için, idam
yüksek bir darağacı üzerinde infaz olunuyordu. Pai'ça parça
doğrayarak veya sokağa atarak cesedi de cezalandırm ak usulü
devam etmekteydi.
Maliye mem urları töre ile esasen tesbit edilmiş usullere g ö­
re iş görm ekteydiler. Vergiler Devletin başlıca gelir kaynağı
haline gelmişti. Vasıtasız vergi tarım mem leketlerinde (yani
hfemen hemen bütün Avrupa’da) en önem li vergi olarak kat­
maktaydı. Bu vergi bilhassa köyler halkına şâmildi ve mahallî
sorumlu m akam lar tarafından iki ayrı usulle - birinci usule
göre topraklar arasm da sabit bir vergi şekli altında, - ikinci
usule göre aileler arasında sahip oldukları farzedilen ve k ey­
fî olarak teabit edilen servetleri m iktarına göre alınmaktaydı
(k i bu, fransız cizye usulü idi). Ticaretle m eşgul m em leketler
tarafından kullanılan vasıtalı vergi istihlâk maddeleri ve bil­
hassa yiyeceklerle içkiler üzerinden alınan resim ler halindey­
270 A V B U P A M İL L E T L E R İN İN

di, gehirler halkına şâmildi. Bunun örneğini de Hollanda’da­


ki yiyecek ve isecek vergisi tegkil ediyordu.
Hüküm etlerin çoğu, kaynaklarını gözönünde tutmakaızın,
derebeyleri gibi para h arcıyorlardı; onun için daimî surette açık
vererek yaşamaktaydılar. H ollanda şehirlerindeki burjuva hü­
kümet m asraflarını gelirlerine uydurmasını biliyor ve (% 2 ye
kadar varan) çok alçak bir faizle ödünç para almanın yolunu
buluyordu. Askerî m asraf yapm akta olan İngiliz hükümeti mur
vazeneyi m uhafaza etm işti; fakat X IV . Louis’ye kargı savaşlar
onu D evlet’in kefilliği ile ödünç para alm ak zorunda bıraktı
ve daimî borçların menşei de bu oldu. - Brandenburg’daki A l­
man prensleri topraklarını düzgün idare, malî işlerini düzgün
yürütm eğe m u vaffak oluyorlardı. Öteki hükümetler ise borca
batmış durum daydılar ve değişik usullere başvuruyorlardı.
X IV . Louis’nın bıraktığı borç o kadar ağırdı ki bunu geri ver.
m ek mümkün olamadı.
Ordu v e diplomasi. — Devletlerin dıg politikası orduların
harekâtı ve diplomatların görügm eleri ile tanzim edilmekteydi.
K ıtaların yeni teşkilâtlanm a şekli ve yeni savaş araçlarıyle, sa­
vaş da değişiyordu. K uvvetli D evletler savaşa giriş sırasında
mütaahhitler tarafından toplanıp rastgele kuruluveren bir or­
du usulünden vazgeçm işlerdi. H attâ barış zamanında dahi dai­
mî bir subay kadrosuna sahip daimî ordu bulunduruyorlardı.
Prensip olarak bu ordu bir ücret karşılığı askere yazılmış her
m em leketin gönüllülerinden m ürekkep olm ağa devam ediyor­
du; fakat, X V II. yüzyılın sonundan önce ordular o kadar kar
labalıklaşmışlardı ki artık gönüllüler yetm iyordu. Bunları top­
lam akla görevli subaylar kurnazlığa, hattâ zora başvuruyorlar­
dı (1). Fransa’da 1690 dan itibaren kral, her ruhanî bölgede
kur’a ile tesbit edilen insanlardan m eydana gelm e "eyalet m i­
lisleri” ni ihdas etti; bunlara m em leketin “gentilhom m e” lan
kum anda ediyorlardı. Milislerin bir yerde garnizon kurup otur­
maları gerekm ekteydi ama, bunlar savaşa gönderildiler. 1709
fla Prusya kralı mahallî otoritelerden işe yaram ayan kim sele.
rin "gürültüsüzce” toplanmasını istedi. R u sya’da P etro dere-
beylerinden malikânelerindeki köylüleri verm elerini istedi ve

CIJ İn giltere’ de ordu epiy kü çük olduğundan gönüllü bu.


lahiliyordu; fa k a t savaş donanması içiti bir takım çeteler, halk­
tan bir takım adamları zorla kaçırıp g ötü rerek denizci tedarik
etm ekteyd iler, ki bunum, adına presse deniyordu.
M U K A Y E SE Lİ T A R ÎH İ 271

bunları öm ürleri boyunca asker yazdırdı.


Subaylar artık hüküm dar tarafından bir berai’la tayın edi­
liyordu; fakat Fransa’da albaylarla yüzbaşıların beratlarını
bir mem uriyet gibi satm alarına yahut hizmet iğin yerlerine bir
vekil tayin etm elerine izin verildi. Prensip olarak bütün mem­
leketlerde askerlik meslegri kılıç taşıyan asillere m ahsus bir i§
olm akta devam ediyordu; subayların hemen hepsi asildi. Su.
baylar askerlerine ücretlerini ödem ekle görevliydiler; zaman
zam an kom iserler gelerek kıta mevcudunun gerçekten hazır
olup olm adığını görm ek için kıtaları teftiş ediyorlardı. Fakat
çoğu zaman subaylar teftiş günü nam evcutların yerine uşaklar
koyarak ya da bir savaştan sonra bu nam evcutları kayıplar
arasına sokarak ücretleri kendileri alıyorlardı.
H üküm et artık askerlere ve şeflerine teçhizatlarını, yiyecek­
lerini ve bakım larını kendileri sağlam ak ödevini bırakm az ol­
du. Silâhlar için silâhhaneler, teçhizat, yiyecekler, yem ler için
debboylar, hattâ bazen kışlalar kurdu. Askerler artık memle­
ketin sırtından geçinm eğe muhtaç olm adıkları gibi, otuz yıl
savağında olduğu üzere, peşlerine arabalar, uşaklar ve kadın­
lar takm ak zorunda kalmadılar. Bununla beraber kışın çok
seyrek olarak harekât yapm a âdeti, olduğu gibi kaldı.
Tekniğin ileı-lemesi ateşli silâhları çok daha tesirli hale
getirmişti. B u silâhlara dayanam az hale gelen dem ir zırh ter-
kedildi; kala kala kılıçla yahut karabina ile savaşan atlılar
kaldı ve D oğu A vrupa’dan H ırvat’lardan, hüsar’lardan m ürek­
kep, kılıç veya mızrakla silâhlanmış h a fif süvariler toplandı. -
Piyadede ise fitilli tüfeğin yerini, daha h a fif olan çakm aklı tü­
fek aldı; mızrağın yerine ise, ilkin tüfeğin namlusuna soku­
lan, sonra da süngü deliğinin icadıyla namlunun çevresine tut­
turulan alelâde bir süngü kullanılır oldu. B ir arada bulunan bir
ateşli silâhla bir de kesici silâha sahip bulunan tü fek çi, hem
tüfekli, hem de mızrakh askerin yerini tuttu. - Seçkin piyade­
ler tarafından el humbaraJannm atılması usulü de yayılm ağa
başlıyor, bunlara hum baracı deniyordu.
Tahkim usulleri de değişm ekteydi. Üzerinden aşılmasın di­
ye ' çok yüksek olarak inşa edilen taş surlar, m ükemm elleşen
topların m ermilerine artık dayanamıyorlardı. Bunlann yerine
OsmanlI Sultanı’nın ve HollandalIların zaten kullanm ağa baş­
ladıkları ve Vauban’m m ükem m elleştirdiği sıyırtm a tahkim
usulü kullanıldı. H endeğin dibinden başlayan taş duvar, hende­
ğin üst seviyesi hizasında aona ©riyor ve böylece hendeğin dış
272 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tarafı onu grizliyordu. A y n ca bu duvar bir toprak yığını ile ö r­


tülüydü ve m erm iler bu yığının iğinde kaybolup gidiyordu.
B ir savas verm ek için Fransız piyadesine güvenem iyen
X I V . 'Louis ile Louvois, H ollandalılann savaş usullerini benimr
semişlerdi. Bu usulün amacı, tahkim li yerleri zaptetm ekti; sa­
vaşlar ya düşmanın bir kuşatmadan vazgeçm esine ya da tah­
kim li yerin yardım ına gelmiş olan orduyu püskürtm eğe yarı­
yordu. Bu sistem kıtaların büyük kısmını garnizonlarda harer
ketsiz hale sokuyor ve savaşı, basan kazanıldığı zaman dahi
h içbir kesin sonuç vermeyen, sınır harekâtı haline sokuyordu.
K oalisyonun iki generali (M ariborough’la prens E ugène) ve
İsveç kralı X II. Charles, kesin bir savaşla sonuçlanan istilâ
harbi usulünü yeniden benimsediler.
Diplom asi, m akyavelîzm zihniyetine uygun olarak esasen
yerleşmiş âdetlere göre faaliyette bulunuyordu; bilhassa kü­
çük hükümdarların saraylarında dalkavuklukla, hediyelerle ic­
ra olunan çok ustalıklı bir sanat haline gelmişti. Bu sanatta
usta olarak italyanlann yerini Fraîısızlar aldılar; bunların bü.
yükelçilerine verdikleri talimat, bu konuda öm ek teşkil ede­
cek çaptaydı. Fransızlar diplom asi dili olarak Lâtincenin ye­
rine kendi dillerini bütün A vrupa’ya kabul ettirdiler. 1678 K on­
gresi zabıtlannı Lâtince yazdı ama görüşm elerini Fransızca
olarak yaptı.
Maddi hayat şartlan. — N u fus ancak İngiltere ile H ollan­
da’da biraz artmıştı, A lm anya’da ise asrın sonuna doğru artı-
mag görünm ekteydi. T a n m an cak H ollanda’da elle tutulur iler­
lem eler kaydetm işe benziyordu ve bu m em lekette uygulanan
(y on ca çeşitleri y e pancar gibi) yem bitkileri ekimi, tarlanın
dinlendirilm ek üzere bos bırakılması usulünü bertaraf ediyor;
a y n ca hayvanları kışın besleyip sem irtm ek im kânını veriyor­
du. Toprağın verim ini çok arttıran bu usuller, İngilizceye çev.
rilen H ollanda tarım kitapları sayesinde, İngiltere’ye de
meğe başlıyordu.
Endüstri -çalışmaları bilhassa şehirlerdeki zanaatkârlarla
köylerde yaşayıp evlerinde, kısmen de gündelikçi sıfatiyle tar­
lalarla çalışan işçiler tarafından yapılm ağa devam ediyordu.
Bir fırın veya kuvvetli bir makine ile çalışan - madencilik, kâ­
ğıtçılık, m atbaacılık, porselen ve seram ik işleri, aynacılık gi­
bi - birkaç endüstri, aynı müessesede oldukça büyük sayıda ig-
çi toplanm asına sebep oluyordu. F akat bu endüstriler az sayıda
insan çalıştırm aktaydılar; âletler, serm aye sahiplerini korku ­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 273

tan bir yatırım yapılmasını gerektiriyor, zanaatkârlar da atelr-


yede çalışm aktan hoşlanm ıyorlardı (1). İggilerin toplu halde
bulundukları müesseselerin çoğu (öksüzler, dilenciler, yoksul­
lar gibi) geçim vasıtalarına sahip olm ayan insanları hapsedip
zorla çalıştırm ağa yarıyorlardı. N itekim İngiltere’de de bu re­
jim ihdas edilerek toorfc house denen işyerleri kurulmug va
bunların m asraflarını ruhanî bölgeler k^rgılamağa baglamıe-
lardı.
K üçü k çapta ticaret, şehirlerde henüz dükkâncılar, köyler­
de ise kısm en yaya, bir eşekle veya bir katırla dolaşan seyyar
satıcılar tarafından yapılıyordu. Toptan ticaret bankacılıktan
H ollanda’da ve Londra’da daha yeni yeni ayrılm ağa bağlamış­
tı. Serm aye azdı, zengin olan bir tâcirin çocu k lan onun işini
bırakıp toprak satm alm ağı tercih ediyorlardı, böylesi zengin­
liğin daha asil bir sekliydi. İngiltere’de ancak 1688 ihtilâlinden
sonradır ki menkûl kıymetlerden meydana gelme servete sa­
hip bir zümre tegekkül etti.
Asilsiz tek m em leket olan ve iktidarı burjuvaların elde tut­
m akta oldukları Hollanda, zengin insanlann paralarını ticare­
te veya bir H ollanda şehrinin rhattâ dışarıda yabancı bir D ev ­
letin- yaptığı istikraza yatırdıkları tek memleketti. Bu mem le­
ket sermayenin büyük pazarı haline gelmişti, sermaye o kadar
boldu ki, borç için ödenen faizin nadiren % ö ya indiği ve he­
men hemen bütün mem leketlerde % 10 olarak kaldığı bir da-
virde, Am sterdam şehri 1680 de borcunun faizini % 3 e indir­
meğe m u vaffak oldu.
D aim î bir sermayeye ihtiyacı olan büyük teşebbüsler git­
tikçe daha fazla olarak, Londra’da yeni bir kum panya şekline
giriyorlar; bu kum panyanın ortaklan şahsî hiçbir taahhüde gi-
rismeksizin sermayenin yalnız bir kısmını yatırıp kânn da bir
kısmını alıyorlardı; “hudutlu sorumlu ortaklık” ın prensipi b ö y ­
lece daha o zamandan doğm uş bulunmaktaydı. 1688 İhtilâlinden
sonra, bankaların kurulm asıyla kredi bollaşıp m allarla hisse
senetleri üzerinde spekülâsyonun daha faal bir hal aîmasıyle
başlıyan 1720 paniğine kadar, bu usul İngiltere de çok sık gö-

(1) Söylendiğm e g öre Abbeville’ deki Van B obais İtendi ku-


ma,s m üessesesinde 3.000 işçiyi banndm p çaJ%sUrmaktayd% ama
hu adam Holtandahydı ve omun verdiği örnek de Frayısa’ da bir
taneyâü.
' F. 18
274 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

rülür oldu. Bu sayede şirket, ortaklarının kişiliklerinden bağım ­


sız hale geliyor, bu da sermayenin Ortaklar arasm da paylaşıl,
ması yüzünden şirketin dağılması tehlikesini önlüyor, hissedar­
lara da hisselerini Londra Borsasında (S tock E xch an g e) sa­
tarak sermayelerini daha kolaylıkla geri almak gibi bir imkân
sağlıyordu. B orsada satış h içbir muameleye lüzum kalmaksızın
yapılabilmekteydi. Yine bu sayede bir D evlet istikraziJİı kar­
şılam ak için gerekli sermayeyi toplam ak daha kolay hale g i­
riyordu.
Bunun üzerine "Nizam lı kum panya” usulü bırakıldı ve
“ D oğu Hindistan K um panyası” ile “ İngiltere Bankası” gibi
iki büyük İngiliz teşebbüsü, yeni usule uygun olarak kuruldu.
İngiltere Bankası 1694 te Devletin alacaklılarına verilen bir
im tiyazla kurulup bunlara banknot çıkartm ak hakkı da ve­
rilmişti. Aynı usul sigorta kum panyalan, bankaların çoğu,
m adencilik kumpanyaları ve hattâ bazı endüstri teşebbüsleri
için de knllanıldı. Para sahiplerinin paralarını rütbeler, ma­
kam lar satın alm ak için kullandıkları Fransa’da ise, tersine
olarak, Hollanda taklidi ticaret kum panyaları Colbert adlı bir
bakanın isteği üzeıine kuruldu ve bakan, bir bölgede ticaret
tekeli Bağlıyarak bu kum panyaları desteklemek istedi ama
başarı sağlıj'amadı.
D evletin ekon om ik hayat üzerindeki etkisi. — İngiltere’de
dahi hüküm etler malların ne şekilde imal olunacağını nizam-
lamağa, bazı makinelerin kullanılmasını yasak etmeğe, bu ğ­
dayın ihracına izin verm em eğe devam ettiler. Fakat uyrukları­
nın birbirine zıt m enfaatleri arasında anlagmazlık çıktığı za­
man saf değiştirdiler. M üstehlikler bütün tarım ve endüstri
maddeleri için düşük fiyatler istiyorlardı; fabrikacılar ise yük­
sek fiyatler ve rekabete karşı tedbirler istiyorlardı; tâcirler
eşyaya ancak alınıp satılan bir m eta olarak ilgi gösteriyorlar,
düşük fiyatla mal alıp aradaki farktan en fazla kâr elde et.
m ek için pahalıya satm ak istiyorlar, rakipleri bertaraf etm ek
arzusunu besliyorlardı.
Hüküm etler eski tedbirleri yeni bir niyetle kullandılar; bu
da onlan, bütün Devletlere mahsus prensipler üzerine kurul­
muş bir sisteme götürdü. Savaş için gerekli eşya, silâhlar, kü-
herçile, deniz inşaatında kullanılan kereste gibi şeyler hariç,
artık Devletler bolluk olsun diye çırpınm ıyorlardı. D aha çok
para elde ederek nufuz sahibi olm ağa çah şıyorlardı; para ise
herşeyi, hatta askerleri bile satın alm ağa im kân sağlıyordu.*
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 275

B ir Fransız tarafından bulunan “ İktisat siyaseti” (Alm anca­


da "Millî İktisat” ) terimi, zenginlik yoluyla kudret sahibi o l.
m ak niyetini gösterm ektedir. Bu mesele X V I. yüzyıldanberi
küçük bir takım kitaplarda, bilhassa pratik m esleklere men­
sup In gilizler tarafm dan tartışıldı ve 1660 da krallığın yeniden
kuruluşundan sonra derinden derine incelendi. Fransa’da ise
bunun üzerine pek az §ey yazıldı, çünkü bu mem leketteki
kültürlü burjuvalar, iktisat meselelerine ilgi gösterm iyen hu­
kukçulardı. Colbert, ki kanun adam ı olm ayan tek Fransız ba­
kanıydı, ticarete ilgi gösteren tek insan oldu. K rala yolladığı
m uhtıralarda iktisat siyasetini nasıl anladığını izah etti ki
buna "m erkan til teori” , İtalyanlar tarafından ise “ colbertis.
nıe” adı verildi.
Me^‘kantü ekolü. — Colbert’in koyduğu prensip şuydu: Pa­
ra bütün ba§ka şeyleri elde etmek kudretini verdiğine göre,
"altun ve güm üş bolluğu. Devletin kudretini meydana getiren
tek şeydi” , gu halde gaye. Devlete mümkün olduğu kadar faz­
la güm üş bulmaktı. O zamanın insanları birbirine zıt iki ay n
yöndeki örneği görerek hayrete düşüyorlardı. Gümüşü doğru­
dan doğru ya Am erika’daki madenlerden getirtm ekte olan İs­
panya yoksuldu; burada güm üş tıpkı "dam dan akan su g ibi”
akıp gidiyordu. Hollanda ise hiçbir madene sahip değildi;
faka t gümüşün, paranın en bol olduğu m em leket de orasıydı;
ayrıca yabancı memleketlerle en fazla alışveriş yapan da yine
H ollanda idi. Gemileri bir memleketin mallarını başka bir
m em lekete taşıyordu, gu halde D evlet ticaretle zenginleşm iş
bir millete sahip olacak yerde, madenlere sahip olduğu zaman
daha az zengindi. Hattâ güm üşü önceden toplam anın dahi fa y ­
dası yoktu, çünkü prenslerin muazzam hâzinelere sahip olduk­
la n Asya ülkeleri çok yoksuldular. Devlet de paraya m uhtaç
olduğu zaman bunu vergiler koyarak yahut istikrazlar yapa­
rak elde edecekti.
Y abancı m em leketlerle yapılan ticaretten para elde etm ek
için onlara, satın alınandan daha fazla mal satm ak yahut da
gemileriyle yabancı m em leketlere ait m allan taşım ak lâzım­
dı. Her Devlet, kendisini para sahibi olm ak için başka dev­
letlerle rekabet halinde olan bir ticaret evine benzetebilirdi.
Colbert de buna “ bir para savaşı” adını veriyordu. Ticaret bir
teraziye benzem ekteydi; alım ve satım toplam lan eşit olduk­
ları zaman terazi muvazene halindeydi; ticaret para olarak bir
fazlalık bıraktığı zaman lehteydi, yabancı mem leketlerden alı­
27 6 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

nan mallar satılan mallardan fazlaysa aleyhteydi. Devlet mal


sattığı zaman zeng-lnleglyor; mal satın aldığı zaman ise yok ­
sullaşıyordu. ^
Satışı en fazla kârlı gibi görünen şeyler, endüstri madde­
leriydi ki bunların değeri, mem leketteki insanların çalışm asıy­
la m eydana geliyordu. Onun iğin müm kün olduğu kadar faz­
la endüstri maddesi ve tercihan lüks madde im al etm eliydi; bu
sayede, zengin insanların yabancı eşyası satın alarak harcıya-
ca k la n parayı m em leketin içinde tutm ak mümkün olacaktı;
ayrıca D evlet bu işte, gok fazla sayıda uyruklarını geçindir­
m ek gibi bir fayda da sağlamış oluyordu. F akat yabancı mem­
leketlere en düşük fiyatlarla mal arzedip bunları daha kolay
satabilmek için, bu malları imâl etm ek üzere de mümkün ol­
duğu kadar az m asraf yapm ak lâzımdı; bu da işçilere en düşük
ücretleri verm ek gibi bir sonuç yaratıyordu.
Lüks eşya endüstrilerini kurm ak için, Colbert Fransa’ya
yabancı işçiler getirterek bunları Fransızlara iş öğretm ekle g ö­
revlendirdi; mütaahhitlere primler, tekeller verdi, para yar.
dım ları yaptı, m asrafı Devlete ait olm ak üzere “ kralî fabrika­
lar” kurdu. Yabancı' m em leketlere olan mal satışlarıyle gemi
seferlerini ve lüks eşya endüstrisinin imalâtını arttırm ak ça-
ralerini arayarak hükümetler, tâcirlerle sanayicilerin lehinde,
m üstehliklerle işçilerin aleyhinde bir tavır takınm ış oluyor­
lardı. O rtaçağda olduğu gibi, artık m em leket mallarının ihra.
cim değil, fakat yabancı mem leketlerden mal ithalini yasak
ediyorlardı; ancak mem leket endüstrisinin kullandığı ham
m addelerin serbestçe girm esine izin yerm ekteydiler. Resim le­
ri malların memleketten çıkısm da değil, yabancı malların içe­
riye girişinde alıyorlardı; Güm rük’ü yalnız D evlet’e para te­
dariki için değil, m em leket endüstrisini yabancı m em leketle,
rin rekabetine karşı korum ak için de kullanıyorlardı.
D evlet yabancı gemilerden yüksek resim, alarak yahut
hatta bunlann gelişini yasak ederek deniz ticaretini koruyor­
du. İngiliz “ denizcilik nizam ları” bir m em leketin mallarını o
mem leketinden yahut bir İngiliz mürettebatın idaresindeki İn­
giliz gemilerinden başkaları ile taşınmasını yasak etmekteydi.
1696 da özel bir kom isyon (Board o f irade') gem i inşaatını ve
ticaret işlemlerini kolaylaştırm ak, İngiliz söm ürgelerini İn gi­
liz endüstrisinin mamullerine açık tutm ak için gerekli tedbir,
leri araştırm akla görevlendirildi.
Bu usuller, ülküleri hep ahlâk ve din kurallarm a saygı
M U K A Y E S E L İ T A R İH Î 277

gföatererek çalışanlara muntazam bir geçim vasıtası sağlam ak


olmug olan Ortaçağ otoritelerinin tutumlarını tesbit eden ku­
ralları altüst etmekteydi. Tersine olarak Dev/let, para sahip­
lerini, her vasıta ile sınırsız bir kazanç elde etm ek için mua-
ayarlam ak bakım ından hâkim durumda bırakıyordu. Hemen
çilerin ihtiyaçlarını hesaba katmaksızın ücretleri indirm eğe
sevkediyor ve onları, hatta beş yaşındaki çocukları çalıştırıp
kendilerine kazanç im kânları verdiklerinden dolayı, tebrik edi­
yordu. Korsanlığı, zenci alım-satımını ve söm ürgelerde köleli­
ği teşçi ediyordu. Kilisenin m ahkûm ettiği faizle ödünç ver­
m eğe müsaade ediyor; yalnız bu faizin haddini sınırlamakla
yetiniyordu. Mezhep bakımından m uhalif olanlara endüstri ve
ticarette faydalı bir şekilde çalıştıkları, yahudilere de sermaye
getirdikleri için ,m üsamaha gösteriyordu. En ticarî me;mleket
olan Hollanda, din bakımından da en kayıtsız olanıydı; H ollan­
dalI tâcirin kötü hristiyan yahut mezhep ayrılıkçısı, zındık diye
adı çıkm ıştı; efsanelerdeki lânetlenmiş denizci, bir Hollanda­
lIydı.
Toplum daki değişiklikler. — Toplum ancak yavaş yavaş
değişiyordu. Zenginleşen aileler daha yüksek bir sınıfa geçi­
yorlar, fakat sınıflar arasındaki orantı hiç değişm iyordu. H ol­
landa hariç bütün mem leketlerde nüfusun büyük çoğunluğu
köylülerden, ‘küçük mülk sahiplerinden, babadan oğula top­
rak kiracılarından ve mültezimlerinden, ortakçılardan ve en
alt basam akta da ücretli gündelikçilerden (ki bunların sayı-'
la n belki artm aktaydı) teşekkül etmekteydi. Görünüşe göre
A vrupa kıtasındaki burjuvalarla İngiltere’deki gentlem an’ lev
gittikçe daha fazla m iktarda toprak satın alıyorlar ve bunlar
n yarıcılarla gündelikçilere işlettiriyorlardı. - D oğu Avrupa’­
da, köylüler topraklarını ekip biçtikleri asillerin keyiflerine
bağlı bir haldeydiler; R usya’da bunlar arazi sahibinin keyfî
iktidarına teslim olmuş durumdaydılar, kaçtıkları zaman zor­
la geri getiriliyorlardı. - D oğu Avrupa’da hayat seviyesi sefa­
let derecesinde, hatta Batı ülkelerinde büe çok aşağıdaydı.
M eskenler bilhassa basık, döşemesi, cam ı olmayan, kötü ısı­
nan, damları saz kaplı, isli ve dumanlı kulübelerden ibaretti.
Endüstrideki el işçilerinin durum lan da iyileşmişe benze­
memektedir. Teşebbüslerin çoğalması, yaşam ak için ancak ye­
tersiz ve az bir ücret alan işçilerin nisbetini arttırm ıştı; günkü
bu ücret, teşebbüs sahibinin yaptığı çok gayrım untazam sipar
rişlere bağlı bulunuyordu. R esm î m akam lar ancak işçilerin
278 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kendi aralarında anlaşmalarını önlem ek igin müdahalede bu­


lunuyor ve teşebbüs sahiplerini, çalışmanın bütün şartlarını
ayarlam ak bakımından hâkim durumda bırakıyordu. Hemen
hemen bütün işçiler evlerinde ve çoğu da köylük yerlerde ça­
lışıyorlardı; büyük müesseselerde toplanm ış işçiler henüz na­
dir bir istisna halindeydi.
Bütün halk tabakasından geçim şartlan en fazla düzelen­
ler, zengin burjuvaların yahut büyük derebeylerinin yanında
çalışan oda hizmetçisi, metrdotel, uşak, fam döşam br gibi hiz­
m etkâr takımıydı. Bunlar yemek, yatm ak, giyinm ek İçin hiçbir
m asraf ödem iyorlardı; efendileriyle olan sıkı münasebetleri ise
kendilerine bazen önemli kârlar sağlamaktaydı. Bunlar para
biriktirerek u fak ticaret işleri kurm ak yahut tefecilik yapm ak
im kânını elde etmekteydiler.
Fra;nsızcadaki anlamıyla burjuvazi, meslekleri bakımından
zenginleşm ek yahut geniş bir refaha kavuşm ak im kânına sa­
hip olan ve çalışmaları m eslekî bir ögrönim i ve yazı yazm a­
ğı gerektiren bütün insanları içinde toplam aktaydı; zaten asil­
ler bu gibi işleri yapm ağa hiç yanaşm ıyorlardı. Burjuvalar
sınai ve ticarî teşebbüs sahipleri, kanun adamları, hekim ler
ve asil olm ayıp m ülklerinin geliri ile geçinen toprak sahiple­
riydi. Bilhassa H ollanda ile Londra’da ticaret yaparak zen­
gin olduklarından bunların sayıları artmış, geçlıtt seviyeleri
yükselm işti; hükümdarların m em ur sayısını arttırdıkları mem­
leketlerde ve bilhassa Fransa’da da hal böyleydi. D oğu Avru­
pa’da İse böyle bir mutavassıt sınıf yoktu.
A siller bütün m em leketlerde üstün sınıf olarak kalm ak­
taydılar; faka t köylerde yaşam ağa devam eden alelâde “ gentil-
hom m e” lar sınıfı, zamanlarının bir kısmını hüküm darın sara­
yı yakınında yaşayarak geçiren “ saray asilleri” nden gittikçe
daha fazla ayrılıyordu. Saraylarda yaşayan asiller yani dere­
beyleri kurdelelerle, dantellerle süslü bir elbise giyiyorlardı;
yola çıktıkları zaman yaylı arabalara, tahtıravanlara biniyor­
lardı. K öylerde ise gatolannı İtalyan usulü villa’lar haline sok­
m uşlardı; bu villalar duvar biçim inde budanm ış ağaçlar dikili,
heykeller, fıskiyeli havuzlarla süslenmiş bahçelere bakm aktay­
dı. Asil gençlerin öğrendikleri şeyler arasında a y n ca ata bin­
me ve eskrim yapm a da vardı ve eğitim işi genel olarak husu­
si bir öğretm ene veriliyordu.
İtalyan terbiyesi ile Fransız nezaketi saraylara ve öteki
m em leketlerin yüksek sosyetesine giriyordu. İtalya’dan gel-
M Ü K A Y E SE Lt T A R ÎH İ 279

mis olan konugm a sanatı Fransa’da yerleşm iş ve edebiyat


adam lan ile tem as sayesinde daha m ükem m elleşm işti; konuş­
ma sanatı, bir Fransız âdeti olup Avrupa’da yayılm ağa başlı-
yan satomı’-an câzibesini teşkil ediyordu. H anım efendiler bu
salonlarda moda, rriyim-kuşam bakımından bir hava v eriy or­
lar; im tiyazlılar buralarda kadın-erkek arasındaki sosyete mü-
nsebetlerine alışıyorlar; bu m ünasebetler de dünyanın geri
kalan kısm ındaki âdetlerle zıt bir halde olan A vrupa usulü ha^
yata orijinal bir m ahiyet kazandırıyorlardı. D eli P etro bu y a ­
şayış tarzını Doğru usulü hayata alışmış olan R uslara kabul
ettirmek için boşyere uğraştı; kadın-erkek asillerin bulunma-
lannı m ecburi kıldığı "m eclis” lerde, kadm lar erkeklerden a y n
olarak, sessiz ve hareketsiz oturuyorlardı.
Haller tavırlar daha zarif olm ağa başlamıştı. Y üksek va­
sıftaki insanlar sofrada artık ellerini yem ek sahanına daldıra­
rak yem ek almıyorlardı. İtalya’da icad edilmiş olan çatalın,
X V II. yüzyılın ortasında kullanılması âdet olmuştu. Fakat
hattâ yüksek sınıflarda bile yaşayış, barbar bir tarafı mu­
hafaza etmekteydi. Elbiselerin, mobilyenin ve atların, araba­
ların lüksüne rağmen temizlik, belki .Hollanda’nın zengin bur­
juvaları harig, hatta derebeyleri ve yüksek asillerle hanım e­
fendiler tarafından dahi bilinmiyen bir şeydi; yıkanm ağa mah­
sus âletler çok u fak eb’attaydılar; banyo ise artık kullanılmaz
olmuştu (1). Sokaklar dar, eğri-büğrü, kaldırım sızdı; bunlar
öylesine kötü bir şekilde taşla döşenm işti ki, insan çam ura ba­
tıyordu; lâğım ve helâ bulunmadığından sokaklar pisliklerle
doluydu. Sağlık tedbirleri almağı kim senin aklından g-egirdiği
yoktu; salgın hastalıklar ve bilhassa çiçek hastalığı pek sıktı
ve ölümlere sebep oluyordu. K an alm ayı ve perhizleri kötüyâ
kullanan hekimlik, iyilik yaptığı kadar kötülük de yapıyordu.
F ikir hayatı. — Bütün hristiyan m ezhepleri mügterek dinî
inançları m uhafaza etm ekteydiler: geytan’ın kudreti düaliz-
m e; insanın fesat tabiatı zahitlik ve riyazete; bir K iliseye tâ­
bi olm ak dışında iman selâmetinin mümkün olm adığı İnancı
da din bakımından müsamahasızlığa tem el teşkil etm ekteydiler.
Bu İnançlar h alk yığını içinde değil de, bazı insanlarda çok
değişik sebeplerden ötürü sarsılm ağa başlamışlardı. Bilhassa

(1) S a çlı seferleri sırasında şatolarla şehirlere giren Do~


ğu usuM sıcak hanvo kullanma usulü, Alm anya’da X V . yüz-uı^
Un sonuna doğru kalcUntrmtU,
2S6 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
/
İtalya'da humanizma “ tabiata uyarak” yasamagrı tavsiye eden
G rek filozoflarinın ajılayışı'nı benimsemişti.' - Müşahedeye da­
yanan ilimlerin ilerleyişi, mucizelere zıt olarak, tabiat kanun­
ları fikrini yaym ağa başlıyordu. - Bilhassa Fransa’da, yerleş­
miş fikirlerin, alışkanlıkların dışında ve üstünde yaşayan bü­
yük derebeyleriyle birkaç edebiyat adamı ibadet, perhiz ve
oruç, eğlence yasağı gribi şeylere aldın ş etm iyorlardı. B azılan,
Spinoza tarafından bir sistem halinde form ülleştirilen pan-
teizm ’e (kam utanrıcılığa) eğrilim gösteriyorlar; başkalan da
işi Tanrı’yı inkâra kadar vardırıyorlardı. Cezaların sert oldu­
ğu katolik mem leketlerde din bakım ından m uhalefet grizli ka­
lıyor, yahut belli belirsiz bir şüphecilik biçim ine bürünüyordu.
Fakat cinleri defedip büyüleri bozm ak için yapılan dualarla
büyücü kadınların dâvalarının azalması, geytan korkusunun
zayıfladığını gösterm ekteydi.
Kesin sarsıntı hükümetin çeşitli mezheplere göre ibadet e-
dilmesine izin verdiği iki memlekette, ilkin Hollanda’da,
sonra da İngiltere’de, m eydana geldi. Resm î Kilisenin men­
suplan, kanuni otorite tarafm dan yasak edilen ibadetleri yap­
m aktan suçlu din muhaliflerinin suç işlemediklerini, fakat
toplumun faydalı üyeleri olduklanm , hal ve gidişlerinin de
hiç olm azsa asıl müminlerinki kadar iyi olduğunu müşahede
ettiler; bundan da insanlann ayrı dinden olm akla beraber nar
muslu olabileceği gibi bir sonuca vanidı. T a n n ’nın faziletli
bir insanı lânetliyebileceğini bu resm î K ilise mensuplarının a-
kılları almadığından, bunlar böylelikle bir insanın bütün din­
lerde iman selâmetini pekâlâ sağlıyabileceği hususunu kabul
ediyorlardı; fakat' böyle bir hal koyu reform cular tarafından
red, katolik K ilisesi tarafından ise m ahkûm edilmekteydi.
1690 dan itibaren Locke “ herkesin iman selâmetine eriş­
m ek için en tesirli sandığı şekilde T a n n ’y a tapınm ak h a k k ı­
na sahip” olduğunu söylüyordu; onun için hüküm et halka h iç­
bir mezhep şeklini zorla kabul ettirm eğe kalkışm amalıydı. Fa­
kat din hürriyeti inançların çeşitliliğine yol açıyor, bu da inanç
birliğini bozuyordu; oysa ki bu birlik on iki asırdanberi h ris­
tiyan toplumunun temelini teşkil etmekteydi. Aynı zamanda,
birkaç İngiliz ilâhiyatçısının dini akıl üzerine kurm ak yolun­
da yaptıkları teşebbüs deism'le (Tanrı’nın varlığına ve birliği­
ne inanıp vahyi ve çeşitli dinleri inkâr eden inanç) sonuçlanı­
yor, bu da X V III, yüzyılın din ihtilâlini hazırlıyordu.
R u sya’da resmî Kilise Tatar istilâsı sırasır^da yerleşmiş
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 281

olan, ibadet şekillerindeki küçük ayrılıkları <1) kaldırdığından,


eski şekillere bağlı olan köylü veya tâcir gibi halk adamları
kendilerine “ eski rnüminler” adını vererek K ilise’den ayrıl,
mışlardı. Bunlar, hükümetin takip ve tazyik ettiği dinî bir
mijkhalefet m eydana getirm işlerdi ve bu, yabancı m em leketler­
den gelen yeniliklere karşı R u s duygusunun itirazını ifade et­
mekteydi.
B ilim ler alanında araştırm alar (H ollanda’daki Leyde Üni­
versitesi hariç) Üniversitelerde değil, m ünferit olarak çalışan
bilginler tarafından yapılm aktaydı ve bunlar ancak küçük sa.
y ıda bir m eraklı topluluğuna ulaşabiliyordu. İngiltere’de bil­
ginler, fizik ve tabiat ilimlerine ilgilenen II. Charles’in koru­
duğu bir “ K ralî Cem iyet” halinde toplanmışlardı, Fransız
Akadem isi ise dil ve edebiyatla meşgul olmaktaydı. İlm in kesin
ilerleyişleri asrın sonundan önce K uzey m em leketlerinde vu­
kua geldi. Hollanda’da m ikroskopun icad edilişi, hayatın g öz­
le görülm iyen olaylannın müşahedesi sayesinde, mukayeseli
anatominin ve fizyolojinin ilkelerini koym ak im kânını verdi.
H arvoy adlı bir İngiliz kan dolanımının esasını, yine bir İn^
K iliz olan Newton, yıldızların çekim inin genel prensipini keş­
fettiler. Leibnitz adlı bir Alman, matem atikte D escartes’ın as­
garî nâmütenahîler hesabı ile başladığı ihtilali tamamladı.
E debiyat da asrın ortasındaki buhranın etkisi altında kal­
mıştı. İngiltere’de, M ilton’un dinî şiiri İhtilâlin bir kalıntısı ha/-
lindeydi. Fransa’da X IV . Louis’nin gahsî saltanat devrine şan
ve şeref kazandırm ış olan (Molière, Boileau, Racine, La Fon­
taine gibi) yazarlar, kardinal Mazarin zam anında yetişmişlerdi.
Bunlar kendilerini eskilerin taklitçileri sandıklarından R ön e-
sansı devam ettiriyorlar ve eserlerine antik nevilerin (kom ed­
ya, tragedya, epitr, satir, masal gibi) adlarını veriyorlardı am a
duyguları moderndi ve Fransızdı. Birbirine zıt iki deyimle,
“ tabiat” ve “ akıl” ile ifade ettikleri ülküleri ise, yaşam a zev­
kini kurallara beslenen saygı ile mezcetm ekteydi. O zamajım
Fransız edebiyatı, bütün Avrupa’da taklit edilen bir örnek ol­
du; Fransızca sarayların ve yüksek sosyetenin dili haline gel­
di ve X V III. yüzyılda da öyle kaldı.
Büyük modellerin taklidi ve kaidelerin istibdadı yüzünden
felce uğramış olan plâstik sanatlar alanında, H ollanda hariç.

(1) Bunlar haç igaretnıi yapm a v e İsa’m n adtm söylem e


sekU gibi şeylerdi.
282 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

artık orijinal eserler verilm ez olmuştu. Fransa’da Güzel Sa­


natlar Akademisi, muhteşem şekiller ve şatafatlı bir üslûp
kullanılmasını m ecburi kılıyordu, ki bunlara verilen akadem ik
adı, yerleşip kaldı.
Müzik, bir İtalyan sanatı olarak kalm aktaydı; en büşpk
müzisyen, F ransa’nın hizmetinde bir İtalyan olan Lulll idi;
Alm an prensleri de tercihan İtalya’dan g-elen müzisyenleri kul­
lanıyorlardı. F akat Alm anya’da B ach’ın büyük âletli müzik
ekolu kurulm ağa başlamış bulunmaktaydı.
XV.

XVIII. YÜZYIL (1)

X V III. yüzyıl, yaşam a şartlarının sâbit gibi gröründükleri,


fakat yine de dinî, politik ve sosyal bakımdan derin bir ihtilâ­
lin hazırlanm akta bulunduğu bir devre oldu.
P olitik hayat. — A vrupa Devletleri, politik rejim lerindeki
farklılığa göre, çok egitsiz büyüklükte dört grupa ayrılabilir­
ler.
En küçük ve en ileri grup Büyük Britanya ile Birleşik-
Eyâletler’den müteşekkil bulunmaktaydı. Bu iki Devlette men­
şei dinî olan bir ihtilâl, hükümetle rühban sınıfının iktidarının
en zayıflam ış ve uyrukların hürriyetinin de en büyük olduğu
rejim i yaratm ak gibi bir sonuç vermişti. Tarım, endüstri, ti-
carct ve kredi alanlarında en tesirli usulleri uygulıyan, yine bu
iki Devletti.
Büyük Britanyanın politik rejim i bir sıra tesadüflerle de­
ğişm ekteydi. 1688 ihtilâli ne kralın iktidarına belirli bir sınır
çizmiş, ne de - o zamanlar monarşinin norm al şekli olan -
mutlak iktidara dönüşe karşı pratik garantiler ihdas etmişti.
İdareyi elde tutan sınıfların büyük çoğunluğu olan toprak sa­
hibi "gentlem an” Ierle Anglikan rahipler sınıfı tory partisini
teşkil ediyorlardı ki bıf parti kralın, (adına prerogative, yani
“ im tiyaz” denen) iktidarını çok geniş şekilde icra etm esine
göz yum m ağa hazır bulunuyordu. K ralm iktidarını sınırlamak
arzusunda olan •whig partisi ise birkaç lord, birçok küçük azın­
lıklar ,din muhalifleri, “ presbyterien” Iskoçyalılar, D evlet
borcunun kalm asına taraftar Londralı iş adam lan tarafından
idare edilen bir koalisyondan başka şey değildi.
Stuart’larm protestan dalı tükendiği sırada tory partisi
iktidardaydı; fakat bu parti ikiye bölündü; partinin büyük

(1) Bu deyim kronolojik anlamda atmmıs değildit*; 171S te


savaşların bitm esi v e hüküm darlarm d eğişm esiyle başlayıp
1789 da Fransız İhtilâli ile sona eren daha .kısa bir â,evrey\
yöstermektedii*.
284 A V R U P A M lL L E T liB R lN lN

kısrm tahttan indirilen krahn oğlu olup taht üzerinde hak id­
dia eden katolik prense bağlı kalmakta, öteki kısım ise bir
anglikandan başkasını istemem ekteydi. Alm an H annover ha­
nedanından olan yeni hükümdar, kral ik tidan lehinde olan
tory partisine grüvenemediğinden, bakanlarını kral iktidannm
aleyhinde olan whigr’ler arasından seçti. Y abancı olduğu, hat­
ta İngilizce dahi bilm ediği için, bakanların toplantısında hazır
bulunm uyor ve devlet işlerini bu bakanların başlıcasının ara­
cılığı ile takibediyordu ki, bu başbakan rolünü aldı. Gerçek
hüküm et de böylece Parlâm entonun içinden alınan bakanlar­
dan kurulu Uahme’ne geçti; bu bakanlar kral karşısında ba­
ğım sız ve ona karşı koyabilecek durum da yüksek şahsiyetler­
di. F akat bu henüz, m eclislere bağh bakanlar tarafından ida­
re edilen parlam enter bir rejim değildi; günkü kral bunları
seçm ek veya işbaşından uzaklaştırm ak hakkına sahip bulunu­
yordu; fakat krahn bu iktidarını kullanması gügtü; zira ba-
kanlann Parlâm entodaki m eslekdaşlannı sarayın ve ordunun
m asrafları için gerekli vergileri kabul etmelerine sevk bakı­
mından, kral bu bakanlara m ühtaç durumdaydı.
Kabine, henüz kanuni m ahiyeti olm ayan bir usul halindey­
di; hatta Montesquieu İngiltere’deki hüküm et şeklini tasvir
ederken bundan bahis bile etmemişti. K ral III. George, bütün
m onarşilerin norm al usulüne dönerek işleri şahsen idare et­
m ek İsteyince, kolayca uysal bakanlar seçmenin ve Parlâm en­
to kendisine mukavemete kalkışm ayı denemeksizin on iki yıl
müddetle hüküm et icra etmenin yolunu buldu, gahsi iktidara
olan bu dönüş ancak Fransa’dan yardım gören A m erika ko-
lonlarm m ayaklanm asıyla başarısızlığım uğradı ve bu, krah
K am ara tarafından kabul edilen bakanlar seçm ek zorunda bı­
raktı. Zaten işbaşına da kralın iktidan lehinde olan tory par­
tisi gereçerek y a n m asır boyunca kaldı.
M utlak bir hüküm et şeklini idam e için mahalli makam -
lann iktidarının pek zayıf qlduğu B irleşik - Eyaletler cum hu­
riyetinde ise, 1747 de Fransız ordusunun istilâsı üzerine pat­
lak veren bir ihtilâl, işbaşına tek bir “stathouder” getirdi ve
bunun, m onarşi rejim ini andıran, iktidarını kuvvetlendirdi.
Batı ve Orta A vrupa’nın bütün m onarşik Devletleri İspan­
y a ile P ortekiz’de, Fransa’da, İtalya’da, A lm anya’da, D an i­
m arka’da babadan oğula geçen mutlak bir iktidara tâbi idi­
ler ve bu iktidar, uzun bir itaat geleneği ile de sağlamlaşmış
bulunmaktaydı. H üküm dar kendi arzusuna göre gözdeleri ve­
MUKA-YESELt T A R İH İ 285

ya m em urlan arasından seçtiği yardım cıların desteği ile hür


kûm eti idare ediyordu. H üküm dar bu iktidan keyfine göre
başka başka şekillerde kullanıyor, meselâ (İspanya’da olduğu
gibi) iğlerin kendi yerine idaresini gözdelerine veya m em urla­
rına bırakıyor; ya da bunları, işleri hazırlam ak için mem ur
gibi kullanıyordu. Bu m em urlar X V II. yüzyılda ihdas edilmig
olan iki sisteme g öre teşkilâtlandırılmaktaydılar. Lâtin dili
konuşan D evletlerde herbiri bir servisin işiyle uğraşan bakan­
lar vardı. Alm an Devletleri her servisi, m üşterek bir bakan
gibi çalışan bir kurulla idare ettirmekteydiler. Bu rejim bir
ara Fransa’da da polysynoâie adıyla m oda haline geldi.
İktidar hüküm dar yahut bâ-kanlar tarafm dan icra edilsin,
her tarafta mutlak ve gaynşahsiydi. - H üküm et uyruklarına
danışmaksızın, fiilleri hakkında onlara hesap vermeksizin, hat­
ta onları bu fiillerden haberdar bile etmeksizin, bütün işleri
karara bağlıyor ve bütün emirleri veriyordu. Meclisler, eğer
varsa, bir merasimden ibaret kalmaktaydılar. - Kam u İşlerin­
den sözetm ek ve bir sansür kom isyonundan izi,n almaksızın
herhangi bir yazıyı bastırm ak yasakta y e bu yasağa uym ayan­
lar çok ağır cezalara çarptırılıyordu.
K eyfi ve gizli olan bu rejim, X V III. yüzyıl boyunca kuvı-
vetlendi ve hüküm darın hizmeti gittikçe daha fazla şekilde bir
D evlet m em urluğu ve muntazam bir meslek haline geldi. Me­
murlar, hüküm darın aynı zam anda kendilerinin olan, iktida­
rını arttırıp yaym ağa çalışıyorlardı. Nizamların, emirlerin ya­
hut yasakların sayısını arttırdıkça arttırıyorlardı; Uyrukları
kendi iktidarlarına tâbi tutm ak için gittikçe daha çapraşık
tedbirler alm aktaydılar (1). Bütün halkın özel hayatını kon­
trol etmek, düşm anca niyetler hatta sadece bir bağımsızlık
duygusu beslediğinden güphe edilen her insanı haber verm ek
için, çoğu gizli olan, ajanlar kullanıyorlardı. Bu usuller, ke­
limenin yeni anlamıyla, polis’i teşkil etmekteydiler. Casuslar
çalıştıran polis m ektuplara elkoyuyordu, şüpheli şahısları
tevkifle D evlet hapishanelerine tıkıyor v e bunlar orada yargı-
lanmaksızın belirsiz bir müddet boyunca m evkuf kalıyorlar­
dı.
- H üküm et iğleri bürolarda yazılar, raporlar, hizmet notları,
genelgeler, memurların dosyaları ile yapılıyordu. Politikanın

(1) Alm anya’da, bu rejim e Polis D ev leti (Polizeistaat) adı


verihnditi.
286 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

genel yönetim i prensin çevresine, bakanları, mabeyincileri,


dalkavukları, kadın gözdeleri arasındaki rekabetlere ve entri­
kalara bağlı olan bir şeydi. Hükümdarın, gözdelerin ya da ba­
kanların değişmeleri, kesin olaylardı.
Hüküm etlerin faaliyet vasıtaları daha fiili bir kudret k a­
zandı. Adalet cihazına daha kuvvetli bir polis hizmet etmeğe
başladı. Zenginliğin artm asıyla beraber Devletin gelirleri art­
tı, zaten m evcut vergiler im tiyazlılara dokunm ıyacak şekilde
bırakıldı am a hemen hemen bütün Devletlerde m asraflar, ge­
lirleri aşm ağa devdm ediyorlardı. Sarayları fazla kalabalık
olm ayan ve topraklarını sıkı bir tasarrufla idare etm ekte olan
Prusya kralları, hemen bütün gelirlerini ordu beslemek için
kullanıyorlardı; bu sayede de küçük krallıkları büyük birer
devlet haline geldi.
D oğu A vnıpa. —: D oğu Avrupa krallıklarında hükümdarın
iktidan, büyük arazi sahipleri olan derebeyleri aristokrasisi
yüzünden felce uğrayordu. Bu derebeyleri yüksek memuri­
yetlere değişm ez bir gekilde sahip bulunmaktaydılar. Onun
için bu rejim , bu krallıklarda pek yerleşemedi. A yrıca bu
m em leketlerde ve meselâ Polon ya’da, M acaristan’da mem urla­
rın devşirilm esine imkân verecek bir burjuvazi sınıfı da yok ­
tu. - H atta İsveç’te bile bu böyleydi; Çünkü Alm anya’dan gel­
miş olan yeni bir yabancı hanedan, ancak asillerin bağımsız
iktidarını tanımak şartiyle mem lekete kabul edilmişti.
Çar P etro’nun şahsi iradesiyle R u sya birdenbire Avrupa’­
ya yaklaşm ıştı; Çar R u s geleneğini bir yana bırakarak bir
A vrupa unvanı olan İm parator adını almış ve memlekete A v­
rupa’daki hükümet idaresi usullerini sokmuştu. İsveç mode­
line uyarak genel işler için bir Senato kurdu ve AvrupalI bir
ad altında askeri kıtalarla meşgul olm akla görevli valilikler
ihdas ederek İm paratorluğun topraklarını bunlar arasmda
g u b em iye^ er valilikler halinde bölm eğe başladı. Rühban sı­
n ıfım idare için Luther modelini örnek alarak bir “ Sâint Syno-
de” m eclisi kurdu; bunun üyeleri piskoposlardı, fakat gerçek
iktidar, lâik bir m em ur olan Saint-Synode procureur’üne ait bu­
lunmaktaydı.
M emur ve subay bulm ak için Petro bütün toprak sahip­
lerini A vrupa asillerinin haline sokarak bunlan, kam u hizm e­
tinin bölünm üş olduğu üg kategoriden birinde, yani sarayda,
orduda, mülkî m em uriyetlerde hizm et etm ek m ecburiyetine tâ­
bi tuttu. Bü üç kategoriden herbiri, aşağı rütbedeki ast’lardan
M U K A Y E SE Lİ T A K İH İ 287

başlayıp en yüksek derecedeki şahsiyetlere kadar, on -dört de-


receUk bir meratip silsilesi halinde teşkilâtlandı.
P etro mutlak iktidan herhangi bir hükümdardan çok ile­
riye götürdü. Bütün m onarşiler hüküm dann iradesi digmda
olan bir .sıra ile önceden ayarlanm ış bir veraset şeklini kabul
etmişlerken, P etro bütün veraset kurallarını kaldırdı, saltanat
sürmekte olan çar ,kendi halefini kendisi tâyin etti. Hemen
hemen bütün asır boyunca R usya’da hükümdarlar, kısmen A l­
man aslından olm ak üzere, kadınlar oldular. Bunlar Avrupa
usulünce yetiştirilm işlerdi, Fransızca yahut Alm anca konuşu­
yorlardı, çevrelerinde asiller de bulunduğu halde Petersburg’-
da oturuyorlardı ve A vrupa monarşilerini taklide devam etti­
ler. P etro’nun eserini tamamlıyan. Alm an aslından olan K a-
terina oldu. Bütün İm paratorluğu gubeı-niye’lere (illere) ve
ilçelere ayırdı ve bir Alman modeline uygun olarak “asiller
m eclisleri” nln, şehirlerin belediyelerini ve zanaatların lonca­
larını teşkil etti.
Anla/uışh despotiam. — A sn n ikinci yan sın da birkaç hü­
kümdar, o sıralarda m oda olan "felsefî” fikirlerden, hatta bar
zen yeni insani duygrulardan ilham alarak. D evlet şeflerinin
rollerini yeni bir anlayış içinde kabule başladılar. Bunlar, m il­
letlerinin yaşayış şartlarını düzeltip kendilerini kamunun iyi­
liği için çalışm ağa m ecbur sayarak. Devletin hizm etkârları ol­
duklarını ilân ettiler. V ergileri azaltm ak yahut daha âdil bir
şekilde taksim etmek, adalet usullerinde ıslahat yapm ak ve
cezaları hafifletm ek, hatta hayır kurumlarını teşvik etm ek ça­
relerini araştırdılar. Din bakım ından m uhalif olanları tazyik
etm eği reddettiler ve m em lekette ayrı a y n dinlerin icrasına
izin verdiler.
R u sya’da II. Frederik, Avusturya’da II. Josef, Toskana’da
Leopold, birkaç Alm an prensi ve hatta zaman zaman R usya
çariçesi K aterina da bu tem ayülde oldular. Bunlar milletin
mutluluğuna yardım etm ek arzusundaydılar am a uyruklanna
hükümet idaresinde h içb ir hisse, politik bakımdan h içbir hür­
riyet verm ek istem iyorlardı. K ilise m akam larının baskısını
azaltıyorlar, ia k a t lâik hükümdarın mutlak iktidarını idame e-
diyorlardı. Onların bu idare şekline “ Anlayışlı despotizm ” adı
verildi.
Ordulann teşkilâtlanm ası. — Ordular prensip itibariyle
her tarafta askeralm a işiyle görevli suBaylar tarafından, kıs­
men yabancılar arasında da olm ak üzere, devşirilen gönüllü-
0
288 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

lerden müteşekkil olm ağa devam ediyorlardı. Prusya’da m ec­


buri askeralm a denemeleri ve Fransa’da eyalet milisi terkedil-
di. Subayların hemen hepsi asildiler, prensip itibariyle hüküm­
dar tarafm dan geri alm abilecek bir beratla nasbediliyorlardı
am a fiiliyatta olduklan yerde kalıyorlar, hatta bazen bunl-
ra haleflerini tayin etme yetkisi de veriliyordu. Silâh ve teç­
hizatla kullanılması umumi bir hal almış olan üniform ayı D ev­
let veriyordu; a y n ca cephane ile yiyecekler için debboylar bu­
lunduruyor, bunlan taşım ak için de araba katarlannı hazır
tutuyordu. Süngü ile mücehhez çakm aklı tüfekle silâhlandı­
rılmış olan piyade, başlıca silâhlı kuvvet haline gelm işti; az
derin olan sıkı bir yığın halinde faaliyet gösteriyor, bu yığın
aynı anda salvo ateşi yapıyordu; askerlere nişan alm am alan
emredilmişti.
Dıs politika. — Dış politika, askerî harekâtın mahiyetine
bağlıydı. M asrafı Devlete ait olm ak üzere toplanıp beslenen
ordular, çok pahalıya m aloluyorlardı; orduların yerine yenile,
lin in konulması güç olduğunu bilen hükümetler, bunlan ge­
niş bir te-sebbüse atıp m aceraya sokm aktan çekiniyorlardı.
D epo ve am barlarla muvasalalarını m uhafaza kaygısında olan
generaller, sm ırların yakınındaki mahdut arazide mahdut bir
gaye ile ihtiyatlı ve yavaş gekilde harekât yapm aktaydılar. Or­
dular düşman arazisini işgal edem iyecek kadar küçüktü. A-
vusturya’da, daha sonra Prusya’da girişilen iki istilâ teşebbü­
sü tam bir başarısızlıkla sona erdi. Hükümetlerin paralarını
bitirip barış m üzakerelerine girişm e kararını verdikleri âna
kadar, savaş hiçbir kesin sonuç verm eksizin sürüp gidiyordu.
B ang zam anında Devletler arasındaki münasebetleri ida­
re etm ekte olan diplomasi, X V II. yüzyılda tesbit edilen usul­
lere göre çalışm ağa devam ediyordu. H üküm etler arasındaki
görüşm eler ve andlagmalar bakımından pek verim li bir devre
olan X V III. yüzyılda, diplomasi de büyük bir faaliyet göster­
di. Fakat elde edilen sonuçlar zayıf oldu; toprakların sınır­
lanması işi 1713 te Ispanya’nın mirasını paylaşan, sonra 1721
de Baltık m em leketlerini İsveç’in elinden alan andlaşmalarla
halledilmiş bulunuyordu; bu sınırlama, asrın «eva m ın ca az
değişti. X IV . Louls’yi durdurmuş olan İngiltere, büyük devlet­
ler arasında m uvazeneyi idameye devam ediyordu. İspanya
kraliçesinin iki oğluna birer Devlet elde etm ek için çevirdiği
entrikalar A vrupa hükümetlerini telâşlandırdıktan sonra, bu
iki prense İtalya’da bir krallıkla bir prenslik tedarikinden baş-
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 289
ka sonuç verm edi. B u vesile ile diplomatlar, m em leket sakin­
lerine danışmaksızın bir prensi bir mem leketten ötekine n ak ­
letmek usulünü benimsediler.
K üçü k bir toprakla kuvvetli bir orduya sahip olan Prusya
ve Sardunya’nın iki yeni kralı, Devletlerini büyültmeğe çalışı­
yorlardı. A vrupa’nın mirasının paylaşılması dolayısiyle büyük
Devletler arasında başgösteren münasebet kesilmesinden fa y ­
dalanarak, Prusya kralı arazisini büyültme işini başardı. Bu
yüzden de 1740 ile 1763 arasm da herbiri yedişer yıl süren iki
savaş patlak verdi, bütün büyük Devletler de Avusturya’nın
veya Prusya’nın m üttefikleri olarak bu savaşlara katıldılar.
Savaşlar bittikten sonra, diplomasinin eseri oian tek önem ­
li iş, P olon ya’nın üç kom şu D evlet arasında paylaşılması oldu
am a bu paylaşm a işi henüz yalnız PolonyalIların oturm adıkla­
rı m em leketlere şâmildi. Paylaşm a işi, “ tazmin” usulüne uy­
gun olarak yapıldı. Z ayıf bir Devletin zararına olarak geniş-
liyen bir Devlet, öteki Devletlere de bu büyüm eyi “ eşit” m ik­
tarda top rak elde etm ek suretiyle "tazm in” etme hakkını ta­
nıyordu.
İstihsal. — Tarım hem en her yerde töre, nadas usulleri ve
köylülerin yoksullukları ile yerinde saym aktaydı. İstisnaî şart­
lar sayesinde (X IV . bölüm e bk.). H ollandalIlar nadas için boş
kalması gereken tarlalara yem bitkileri dikm ek suretiyle ge­
niş ölçüde m odern tarımı ihdas etmiş bulunuyorlardı. A yrıca
dam ızlık hayvanları seçm e usulü sayesinde mahsullerin veri­
miyle elde edilen et ve süt miktarı da görülm em iş bir nisbette
artm ış bulunmaktaydı. İngiliz arazi sahipleri Parlâmentodan
topraklarına parm aklık çevirm e iznini elde ederek H ollanda­
lI çiftçileri X V III. yüzyılda taklid ettiler. F akat tarlaları X V I.
yüzyılda olduğu gibi koyunlar için otlak haline getirecek yer­
de, buralara y em bitkileri ekiyorlardı. Y eni usul daha sonra
Fransa’nın daha verim li olan K uzey bölgelerine ve Alm anya’ya
da girdi. Asrın ikinci yarısı devam ınca yüksek Fransız sosye­
tesinde tarım şirketleri kurm ak m oda haline geldi; fakat mo­
da, rençberlerin çalışm a usullerini değiştirmedi. B aşlıca y e­
nilik, X V I. yüzyıldanberi bilinen, fakat ilkin İngiltere’de, son­
ra Alm anya’da, daha sonra da Fransa’da yavaş yavaş kulla­
nılm ağa başlanan patatesin yayılm ası oldu.
Endüstrice işler hemen hemen her yerde uzun bir çırak­
lık devresinden sonra hiç değişm iyen bir tekniğe alışan za­
naatkarlar tarafından görülm eğe devam ediyordu.
F. 19
290 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

Teşebbüsün, bir ücret kargılığında işgilere yapacak iş


verm esinden ibaret olan usulü, X V III. yüzyılda m odayı taki-
betm ek zorunda olan lüks endüstrilere de yayılm ağa bağladı.
Bu endüstri kolları ince ve iyi cins kumaşlarla bezler, ipekli­
ler, danteller, kurdeleler, halılar, m ücevherler, saatler, yaylı
arabalar, kokular imâl ediyorlardı. Y ine bu usul henüz odun
köm ürü ile ısıtılm akta olan dökm e dem ir imaline de yarıyor­
du; odun köm ürü ise oduncu, arabacı, köm ürcü g ibi ücretli,
ler kullanm ak m ecburiyetini ortaya çıkarm aktaydı. Belirsiz
bir geleceği gözönünde bulundurarak sınırsız bir müşteri top­
luluğu için uzun vade ile çalışm ak zorunda olan teşebbüs sa­
hibi, mal fiyatlarm ın yükselişi veya inişi üzerinde spekülâsyon
yapm ak yoluna gidiyordu.
Son yıllarda kullanılan ve ustabaşılann nezaretindeki iş­
çileri tek ve aynı müessesede toplam aktan ibaret bulunan ye­
ni usul o zam anlar ancak yere tesbit edilmiş m akinelerle çalı­
şan endüstri kollarında uygulanm aktaydı. Bu usul X V III. yüz­
yılda sabun, mum, sülfürik asid, porselen, barut imal eden,
şeker rafinajı yapan, alkol taktir eden, üniform a diken, son­
ra da “ indienne” adı verilen ve Hind pamuklularının taklidi
olan kumaşların basılm asıyla meggul olan birkaç yeni en­
düstride kullanıldı.
Asrın son üçte birinde İngiltere’de tekniğin bir değişmesi
başladı, ki buna bazen “ Endüstriyel ihtilâl” da denildi. Bu to­
pu topu y a n m asır boyunca uzayıp giden bir tekâm ül oldu ve
etkisi de A vrupa’da ancak X IX . yüzyılda hissedildi. Bu tekâ­
mül, m ekanik tecrübesine ve zevkine sahip insanlarca yapılan
v s bilimle ilgisi olm ayan birçok buluşların sonucu oldu; bun­
lar W a tt’in madenlerin sulannı çekm eğe yarayaaı buhar ma­
kinesi, dokum a tezgâhına daha çabu k iplik yetiştirm ek için
icad edilen iplik eğirm e m akinesi ve m ekanik dokum a tezgâh­
la n gibi şeylerdi. B ir çağlayanın altına yerleştirilen çarklar
vasıtasıyle değirm enler gibi harekete geçen yeni makineler,
işçileri büyük müesseselerde toplam ak m ecburiyetini ortaya
çıkardılar. Maden köm üründen k ok çıkarm ak için icad edilen
usul de aynı sonucu yarattı ve ogrün bugün, dökm e demirin i-
mâl edilmekte olduğu fın n ia n ısıtm ak için odun yerine kok
kullanıldı.
O güne kadar endüstri bilhassa imtiyazlılara, asillere, yük­
sek rütbeli rahiplere, zengin burjuvalara yüksek fiyatlı lüks
m allar tedarik etm eğe yaramıştı. D aha düşük fiyatla daha
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 291

büyük m iktarda istihsal yapan yeni teknik, endüstriye daha


az ince ve iyi, fak a t daha ucuza malolan ve halkın daha bü­
yük bir kısmının alabileceği m allar yapm ak im kânını verdi.
Endüstri de daha ucuz fiyat ödeyen, faka t daha büyük m ik­
tarda mal satın alan büyük halk yığınının istihlâkini karşıla­
m ak için daha ço k çalışır oldu.
T icaret v e K redi. — ' Ticaret çegitli vasıtalarla çok geliş­
ti. Bilhassa Brezilya’ dan ve Gine’den gelen ve bir liralık İn­
giliz sikkesinin im âlinde kullanılan altun sayesinde, para da­
ha da bollaştı. Bilhassa endüstri mamulleri ile ilgili fiyatlar
yavaş yavaş yükseldi; henüz her mem leketin rekoltesine ba ğ ­
lı olan buğday fiyatı ise 1 ile 10 arasm da bir fa rk gösterecek
k a d a r , değişm ekteydi. Yapılan yollar sayesinde iç ticaret hız­
landı. Y ollar Fransa’da “yollar ve köprüler” servisi tarafın­
dan, İngiltere’de ise m asraf toprak sahiplerine ait olm ak üze^
re iuga olunuyor, bunlar da ödedikleri masrafı, yolu kullanan­
lardan geçiş ücreti alarak çıkarıyorlardı. Hemen hemen bü­
tün A vrupa’da teşkilâtlanm a işini sona erdiren konak yerleri
yolculara at ve araba tedarik ediyorlar, ücreti alacak olana
ödetm ek suretiyle mektupları taşıyorlardı.
Milletler arasındaki ticaretin hemen tam am ı henüz deniz
yoluyla ve gem ilerle yapılm aktaydı; bunlar da prensip ola­
rak sadece mal taşıyorlardı, onun için bu gem ilere İngilizcede
packetboat, Fransızcada da paqııebot denildi. Bunlann büyük­
lüğü arttı am a yine de sınırlı olarak kaldı; çünkü lim anlar
derin değildi ve hemen hepsi rıhtımsızdı; ayrıca giriş geçitleri
henüz pek nadir olan fenerler ve işaretlerle iyice gösterilem i-
yordu.
Bilhassa D oğu Hindistan, So'nd adaları, Çin, A m erika va
hele Antiller gibi uzak m em leketlerle yapılan ticaret artm ak­
taydı. H er şeyden önce, “söm ürge erzakı” diye adlandırılan ta­
bii ürünlerle kam ış şekeri, “ rhum ” içkisi imalinde kullanılan
melâs üzerine iş yapılıyordu; Kahve Arabistan’dan Cava’ya,
oradan da Antilleçe ve Brezilya’ya yollanıyordu ve X V III.
yüzyılda Avrupa’ da herkes tarafından kullanılm ağa başlandı;
Çin çayı bilhassa İngiltere’de istihlâk ediliyordu; Hollanda’da
pipo ile içmek, başka yerlerde enfiye gibi çekm ek için tütün
kullanılması m oda haline gelm işti; çikolata yapm ak için kul­
lanılan A m erika kakaosu İspanya yolu ile gelerek kullanılır
oldu. - A frik a’da yerli şeflerden satın alınıp A m erika’da sa­
tılan zencilerin ticareti, hatta A frik a’da fiyatlar yükseldikten
292 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

sonra dahi, % 50 kadar tahmift edilen bir kâr bırakıyordu ve


Liverpool’la N antes şehirleri bu yüzden zengin oldular. Bütün
bu muam eleler büyük sermaye istiyorlardı, fakat armatörleri
de zengin etm ekteydiler; Bunlar okyanus limanlarında ve
Am sterdam ’da bir aristokrasi haline geldiler.
İ ç ticaret, alışkanlıklarla sınırlanmış bulunmaktaydı: B ir
tâcirin, m üşterilerin dikkatini çekm eğe çalışması ve bir mes-
lekdaşına rekabet yapm ası henüz ahlâka aykırı görünm ektey­
di. Geleneğe İngiliz toptancı tacirleri aldırış etmez oldular;
bunlar kendilerine reklâm yapm ak için ilânlar dağıttırıyorlar,
satılık malları teşhir için pencerelere koyuyorlar, mal teklif
etm ek için ellerine nüm uneler vererek tâ Alm anya’ya kadar
gezginci satış m em urları yolluyorlardı. A yrıca gazetelere ti­
carî ilânlar da verm eğe başladılar ve bu, basının başlıca ge­
lir kaynağını teşkil etti. B ir çağdaş 1766 da şöyle diyordu:
“ B irkaç yıl önceye kadar bu saygıdeğer insanlara yakışmıyan
bir şey sayılırdı.”
Çok büyük ve muattal bir sermaye istiyen uzak mem leket­
lerle ticaret, X V II. yüzyıldan itibaren Devletten yardım g ö­
ren kum panyalarca teşkilâtlandınlm ıştı, ki bu usul X Y III. yüz­
yılda A lm anya prensleri tarafından da taklid edildi. Fakat
modern zamanların anonim şirketinin menşei olan “ birleşik
serm aye” fjoin t s to c k ) seklindeki kumpanya, İngiltere’de Gü­
ney Denizleri Kum panyasının meşhur iflâsı, Fransa’da da İn­
giliz m odeline uygun olarak Iskoçyalı Law tarafm dan kuru­
lan kum panyanın iflâsı üzerine gözden düştü. Bu gözden düş­
m e keyfiyeti de asrın sonuna kadar devam etti.
B üyük ölçüde ticaretle edinilen sermayenin toplandığı
Hollanda, İngiltere, Basel ve Cenevre gibi hepsi protestan ve
hür politik îejim li mem leketlerde kredi, X V III. yüzyılda da­
ha faal hale geldi. M evduat kabulü, para havaleleri, faizle
ikrazat, ticarî senetlerin ıskonto edilmesi gibi kredi muame­
leleri özel bankalar tarafm dan yapılmaktaydı. Bunlar hatta
İngiltere’de dahi banknot çıkarıyorlardı. İngiltere Bankasına
da aynı değerde olan ve ibrazında kargılığı hemen ödenen bank­
notlar çıkarm ak hakkı verilmişti. İngiliz m odeline uygun ola­
rak Law tarafından kurulan Bankanın iflâs etmesi, Fransa’da,
bu usulün halk tarafından sevilm emesine yol açtı ve bu mem­
lekette ancak 1755 te, banknot çıkarm ağa hakkı olm ayan bir
com ptoir d’ escom p te ihdasına cesaret edilebildi. Am sterdam
Bankası İngiltere’ye karşı açılan savaş sırasında Devlete ya­
m ukayeseli T A R İH İ 293

pılan ikrazlar yüzünden iflâs etti. Öteki m em leketler de ban­


kalar hemen hemen mevduat kabul etm ek ve bunları ödem ek­
ten başka iş görm üyorlardı; tâcirler senetlerini iskonto etti­
rerek kredilerine zarar verm ekten korkm aktaydılar.
K redi kıym etleri artık birkaç büyük şehrin B orsalannda
simsarlar (İngilizcede brofcerter) vasıtasiyie alınıp satılır ol­
muştu. Bunlar büyük kumpanyaların, henüz nam a yazılı olan,
aksiyonları ile Devletlerin ve şehirlerin istikraz tahvilleri üze­
rinde iş görüyorlardı. Büyük Devletler artık alacaklılarına
gelirlerinden birisi üzerinden özel bir rehin verm em eğe başla­
mışlardı; istikrazı Devletin umumi garantisi ile m ukrizin ya­
ni parayı ödünç verenin nam ına daimi veya kaydı hayat gar­
tiyle sekli altında yapıyorlardı.
X V III. yüzyılda büyük Devletler hemen daim a “ merkan-
til ekolü” nün usullerini uyguluyorlardı ki buna göre Devletin
kudreti bilhassa yabancı memleketlerle yapılan ticaret neti­
cesinde elde edilen paraya dayanm aktaydı (X IV . bölüm e bk.)
Bunlar, X V II. yüzyıldakinin aynı olan usullerle, yani çok yük­
sek güm rük resim leri alarak yahut yasaklar koyarak, bilhas­
sa lüks endüstrilerine para yardım larında bulunarak, m asrafı
Devlete ait olm ak üzere müesseseler kurarak, ticaret inhisarla­
rı ihdas ederek “ticaret m uvazenesi” ni denkleştirm eğe çalışı­
yorlardı. Bu sistem Batı mem leketleri örnek alınarak, O rta ve
D oğu Avrupa’daki daha az ilferi m em leketlerin hükümdarları
tarafından da benimsendi. İngiliz hükümeti bunu kendi söm ür­
gelerine de tatbik etm ek istedi ve güm rük duvarları, bazı en­
düstri kolları için yasaklar koyunca, A m erika’daki İngiliz ko­
lonlarla kendi arasında bir anlaşm azlık gıktı. Bunun sonunda
patlak veren ayaklanma, Birleşik Devletler bağımsız cum hu­
riyetinin kurulm asına yol açtı.
Toplum,. — ' A vrupa’nın nufusu X V III. yüzyılda (1) bilhassa
D oğu A vrupa’nın hemen hemen ıssız mem leketleriyle İngilte­
re’de çoğaldı; zira pek az nufuslu olan K uzey ve Batı bölge­
lerinde yeni bir işçi nufusu m eydana çıkm ıştı ve buradaki eıv

(1<) N ufus hakkındaki rakam herhangi bir m em lekette ya^


pilmiş ‘ herhangi güvenilir bir nufus sayımı ile öğrenilm iş de­
ğildir. •Tahminlere dayanan hesaplara göre 'nüfusun IIOO de
ISO milyon, 1900 de 188 m ilyon kadar olduğu ' sanılm aktaydı;
İn giltere’de nufus yoğunluğunun kilom etrekare başına 36 dan
63 kişiye çıkm ış olduğu ileri sürülüyordu.
294 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

düstri de köm ür ve dem ir madenleriyle çağlayanların yanına


kurulmuş bulunmaktaydı.
Fransa henüz en fazla nufusa (1789 da nufus 26 m ilyon
olarak tahm in edilmigti) ve nufusu 10.000 den yu k a n en çok
gehire sahip D evlet olarak kalmaktaydı.
A sır boyunca toplum un şekillerinde hiç değişiklik olm adı;
Bu şekiller ailenin, mülkiyetin, hatta vergilerle dahi hükümet­
lerin sarsm ağa cesaret edem edikleri otoritenin teşkilâtlanması
suretiyle Mizamlanmışlardı. Sınıflara bölünm e henüz her ta­
rafta resmen tanınmaktaydı.
İşçi yığını her tarafta meşgaleleri, konuşması, hal ve ta ­
vırları bayağı göründüğü için her türlü kam u hayatından ve
her türlü sosyete topluluğundan uzak tutulan, yoksul hayat sü­
ren ve eğitim görm iyen, aşağı ve tâbi bir sınıf olarak kal­
maktaydı.
Bütün Batı ve O rta Avrupa’da köylüler her türlü şahsi hik­
metten sıyrılıp toprağı terketm e hakkına sahip olarak huku­
ken hür olm a işini tamam lıyorlardı. B u nlann çoğu k üçük iş­
letm eler halinde çalışm aktaydı; her aile a y n olarak bir top ­
rağı ekip biçiyor ve bundan elde ettiği ürünlerle geçiniyordu.
T oprak lann a bihakkın sahip olanlar hemen her yerde az sa­
yıda idiler; fakat toprağa çok eski zamandanberi kiracı sıfa-
tiyle m âlik olanlar, kendilerini bu toprakların sahipleri sayı­
yorlar, kanuni sahip olan derebeyine kargı ödedikleri mükel­
lefiyetleri ise rahatsız edici bir takım yükler olarak hissedi­
yorlardı. En iyi top raklan n büyük bir kısm ı asillere, rühban
sınıfına ve sayılan gittikçe artan burjuvalara alt bulunuyor,
bunlar da top raklan kısa bir süre için iki a y n şekilde köylür
lere veriyorlardı. Bunlardan birisi (Hollanda, K uzey Fransa,
Batı Alm anya gibi) zengin m em leketlerde kira sözlegmeleri, -
paranın kıt olduğu (Batı Fransa, İtalya, İrlanda gibi) memle­
ketlerde kira bedelinin ayniyat olarak ödenmesiydi.
İngiltere’nin (D oğu v e Güney gibi) en kalabalık bölge­
lerinde epiy büyük sayıda olan halleri vakitleri yerinde toprak
sahiplerinin (j/eom an^er) hemen hepsi X V III. yüzyılda orta­
dan kayboldular: Bunlar belki de şehirlere gitm işler v e ora­
larda endüstri patronlan olmuşlardı. Bunlann topraklarını
“gentlem an” ler satın aldılar, g eçici k iracıla n aradan çık an p
ço k büyük araziye sahip oldular; bu araziyi y a kendileri işle­
tiyorlar, y a da işi gündelikçilere gördüren mültezimlere (.Faı*~
mermer) kiraya veriyorlardı; böylece de Avrupa’daki anlamıy-
\ M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 295

İe hemen hemen hiç köylü kalmadı.


O sıralarda Avrupa’da birbirinden apayrı üç bölge vardı
ki! buralarda toprak, ücretliler tarafından ekilip biçilen büyük
m alikâneler halinde toplanmıştı. İngiltere’de “ gentlem an” lere
ve rühban sınıfına, ait malikâneleri, m ülk sahibine ait saz
damlı kulübelere (cotta g e} yerleştirilm iş tarım işçileri olan
“gündelikçi” ler ekip biçiyorlardı. Bunların nizam larla tesbit
edilen ve bir aileye yetişm ez hale gelen ücretleri, yoksul sıfa-
tiyle aldıkları bir ödenekle tam am lanm aktaydı ki bu sonuncu
para, ruhanî bölgedeki mükelleflerin keselerinden çıkıyordu. -
(G üney ve Orta İspanya, Güney İtalya ve Lom bardiya gibi)
Güney m em leketlerinde büyük toprak sahipleri malikâneleri
hür gündelikçilere ektirip biçtirm ekteydiler: Bunlar köylerle
küçük kasabalarda oturuyorlar, çok düşük bir gündelik alarak
sefil bir hayat sürüyorlardı. - D oğu A vrupa’nın Prusya, Baltık
eyaletleri, M acaristan, Polonya, hatta Bohem ya gibi geniş böl­
gelerinde köylülerin çofSru, mülke bağh “ tâbiler, uyruklar”
(Alm ancada h öH ge) olarak kalmaktaydılar. En iyi durumda
olanlan, ağır kiralar ödem ek ve birçok angaryalar yapm ak zo­
runda olan kiracılar (İslavcada robot) dı; bunların çoğu çok
kUcUk bir gündelik alan ve genel olarak saz damlı bir kulübe
llo bir de toprak parçasında oturan gündelikçilerdi.
R us çarlığında köylüler* an cak orm anlar bölgesi olan K u­
zeyde ve Kazakların m em leketi olan Güneyde hür kalabilmiş­
lerdi. Deli Petro - dilencilerle âzad edilmiş ve edilmemiş kö­
leler dahil - bütün köylük bölgeler halkım vergi defterine
yazdırırken sınıf farklarını kaldırm ış ve köylülerin hepsini
- bir asil sayılan - köy sahibinin keyfî iktidarına terketm işti.
Daha sonra (1761 de) hüküm et asillere hırsızlık, sarhoşluk,
“utanm azca ve küstahça fiiller” yüzünden bir köylüyü Sibir­
ya’ya gönderm ek hakkını tanıdı, 1767 de de köylülerin efendi­
leri aleyhine mahkem eye şikâyette bulunmalarını yasak etti.
Çar bir asilin bir köylüyü satm ak için toprağından ayırması
hakkını resmen tanım ıyordu; fakat beri yandan da böyle satış­
lar yapılıyor, m ülk sahibi malikânenin adamlarını kendi hiz­
metinde uşak gibi çalıştırıyor ve keyfi hareketlerine karşı hiç­
bir savunma vasıtasına sahip olm ayan bir sürü hizm etkâr kul­
lanıyordu. Avrupa’daki serf’e benziyen Rus köylüsü, bir köle
olm ağa başlamaktaydı.
Endüstri işçileri teknik yenilikler dolayısiyle gittikçe da­
ha fazla olarak iki kategoriye ayrılmaktaydılar. Zanaatkârlar
296 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN ^
henüz büyük bir goğunluk halindeydiler; R u sya’da hükümet
bunları, Avrupa’yı örnek alarak, guUde (birlik, lonca) lere a y y -
dı. F akat (İngiltere, Hollanda, K uzey F ransa gibi) endüstri
mem leketlerinde evlerinde, ya da büyük müesseselerde toplu
halde çalışan ücretli işçilerin sayısı hızla artıyordu. Bunlann
ücretleri töre ile, hattâ bir nizamla sâbit olarak kalırken lü­
zumlu maddelerin, bilhassa ekmeğin fiyatı pahahlaştığından,
durumları da gittikçe kötüleşiyordu; içlerinden çoğu ancak sar
daka ile, yahut yoksullara yardım ödeneği ile geçinebilm ektey­
diler.
H üküm et kalfalara karşı aldığı tedbirleri idame ederek te­
şebbüs sahiplerini destekliyordu; işçilere birleşmek, hattâ pat­
ronla tartışm ak üzere aralannda anlaşm ayı yasak ediyor ve
grevi, ayaklanm a ile bir tutuyordu. İşçiyi durmadan çalışmak
zorunda bırakm ak için ücretleri agağı seviyede tutmaktaydı. O
zam anlar şöyle bir düşünce hâkim di: gayet bir işçi en lüzum­
lu ihtiyaçlarından daha yüksek bir ücret alırsa, elindeki bütün
parayı harcam adan işinin başına dönm iyecekti. Turgot o za­
manki usulleri “ücret, işçiyi yaşatm ak için ucu ucuna lâzım
olduğu seviyeye kadar inebilir” diyerek özetlemişti (ki Las-
salle de buna “ ücretin değişmez, sert kanunu” diyordu). Yeni
makinelerin işi çabuk öğrenm ek im kânını verdiği İngiltere’de,
patron-lar çırak kullanacak yerde çıraklık devresi geçirm em iş
işçiler kullanıyorlar ve bunu yaparken, müsaade edilen azamî
rakam ı geniş ölçüde aşıyorlardı; yardım gören yoksul ailelerin
çocuklarını da 5 yaşından itibaren, bunlara h içbir ücret öde­
meksizin, işe; alıyorlardı.
El işçileri sınıfının üzerinde de, çok küçük sermayeye ve
üstünkörü bilgiye ihtiyaç gösteren bir meslek yapıp şehirler­
de yaşayan insanlar sınıfı gittikçe genişlem ekteydi; fakat dük­
kâncılardan, ticarethane kâtiplerinden, aşağı rütbeli mem ur­
lardan m ürekkep bu sınıfın yaşayış tarzıyle hal ve tavırları
bunu toplum dan uzak tutmaktaydı.
En büyük deği-siklik, Fransa’da adına “ burjuvazi” denen
orta sınıfın yükselm esi oldu. Bu sınıfa artık protestan mem­
leketlerde din adamları da girm ekteydi: Bunlar evlenem emek
ve giyim şekli bakımından artık toplum dan ayrı değildiler ve
yaptıkları öğrenim dolayısiyle de “ serbest meslek erbabı” na
yaklaşm aktaydılar. Ruhanî bölgelerin papazlarıyle şehirlerde
yaşayan din adamları da meslekleri dolayısiyle aynı seviyeye
yükselm iş bulunuyorlardı. - Refahı, giyinişi, konuşugu, hal ve
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 297

tavrı bakım ından bu orta sınıf halktan gittikçe ayrıhyor ve


asiller sınıfına daim a daha fazla yaklaşıyordu: Zaten ancak ka‘
nunı im tiyazlar dolayısiyle bundan ayrı bulunmaktaydı. Mülk­
lerinin gelirleriyle h içbir i§ görm eksizin ya§ayan arazi sahip­
leri, yaşayış tarzları bakımından asillerden farksızdılar; bun­
lar uzun zam andanberi İngiltere’de “ gentlem an” 1ar gibi mua­
mele görüyorlardı. A lm anya’da ise bu sınıf daha az kalabalık­
tı ve asiller sınıfm dan daha belirli bir şekilde ayrıydı; Do&u
A vrupa’da ise henüz; böyle bir sınıf yoktu.
Asiller sınıfı, İngiltere hariç, her yerde, bilhassa vergi
konusunda im tiyazlara sahip üstün sınıf olarak res­
men tanınm aktaydı. F akat kazanç sağlayan h içbir meslek icra
etm em ek m ecburiyeti değilse bile âdeti, asillerin zenginlikle­
rini arttırmalarına, hattâ çoğu zaman bunu m uhafaza etmele­
rine engel oluyordu. Asiller gittikçe daha fazla olarak, zengin­
leşmek im kânına sahip tek sınıf olan burjuvalar arasından se­
çiliyordu. Burjuvalar bir mülk edinerek, bir m akam satın ala­
rak, kendilerine asalet unvanları verdirerek “gentilhom m e”
oluyorlardı.
D oğu Avrupa’da ve bilhassa Polon ya ile M acaristan’da or­
ta sınıf olm adığından asiller daha belirli bir üstünlükten fa y ­
dalanıyorlar v e m ütehakkim tavırlar takınıyorlardı. R u sya’da
çar bir kamu hizmeti görm ekte olan mülk sahiplerine asalet
unvanları vermişti. 1762 de hizm et m ecburiyeti kaldınİınca
bunlar iş görm eksizin öm ür süren taşra asilleri haline geldi­
ler.
Tabiat dimi. — En derin değişiklik ise toplum un hal ve
gidişini tanzim etm ekte olan inançlarda vukua gelmekteydi.
T an n ile insan arasındaki münasebetlerin hristiyanlık bakımın­
dan anlayış K VH . yüzyıldanberi sarsılm ış bulunm aktaydı;
şimdi ise bu anlayış, İngiliz ilâhiyatçılarının eseri olan ve adı^
na esasen “tabiat dini” denilm ekte bulunan yeni bir inançla
altüst olmuştu. O rtodoks yani mütaassıp doktrin Tanrı’yı, ta­
biatı dolayısiyle kötülüğe kaçan insanı m ahkûm etm eğe hazır
sert bir yargıç gibi tasvir etm ekteydi; yeni inançı ise tersine
olarak Tanrı’yı, yarattığı insanı seven ve onu mutlu görm ek
istiyen şefkatli bir baba gibi görm ekteydi. K ötü olm aktan ve
geytan’a tâbi bulunmaktan uzak olan tabiat, iyi bir Tanrı’nın
eseridir ve o da onun gibi iyidir. Tanrı insanı idare için ona
akıl verm iştir, tabiatın bir parçası olan akıl ise insana, ken­
disiyle başkalarının mutluluğunu aram ağa sevkeden tabiî eği­
298 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

limi takibetm esini ve ancak m akûl inançları kabul etmesini


emreyler.
Bu doktrini ortaya atanlar hristiyanlığm yerine başka bir
din koym ak istememişlerdi, onu “ m akûl” bir şekle koyarak
kuvvetlendirm ek istiyorlardı. A slında ise hristiyanlığm temel­
lerini yıkm aktaydılar: geytan’ı, iblisleri ve ebedî Cehennem
azabını inkâr ve insan tabiatinin iyi olduğu gibi bir anlayışı
kabul ederek düalizm’i, - “ hayatın gayesi mutluluğu aram ak­
tır” diyerek perhiz ve riyazeti, -İsa’nın Tanrılığım tanımaya-
rtık “teslis” ve “ tem essül” ü reddediyorlardı. V ahy’i, dindeki
sır ve hikmeti, m ucizeleri Tanrı tarafm dan ihdas edilen de­
ğişm ez kanunlara aykırı sayarak İsa’nın her türlü insanüstü
vasfını kaldırıyorlardı.
"T abiat dini” , D oğu ’dan gelm e bütün hristiyan inançlarını
lâğvedip Sokrates’in G rek çöm ezlerinin düşüncelerini m uhafa­
za etm ekteydi ki bunlar, kâinatın âhongini izah için gerekli
kaadir bir Tanrı ile ahlâkın m uhafazası için gerekli olduğu ile­
ri sürülen ruhun ölm ezliği idi. Bu din, hal ve gidişe yeni bir
yön veriyordu; ileriki hayatta iman selâmetini inanca altına
alm ak için şim diki hayatını tabiate karşı savaşm akta kulla­
n acak yerde, insanın, şimdiki hayatta mutluluğu arayıp bul­
m ak için, tabiati takipten bagka şeye ihtiyacı yoktu, Bu anla­
yışı benimseyen Ingrilizler, kendilerini m akuliyete aykırı inanç­
lardan kurtulm uş saydılar. D éistes yahut frceth in kers (yani
serbest düşünenler) adını aldılar.
Rühban sınıfı ile lâik otorite tarafm dan mahkûm edilen
bu düşünceler, ancak m üsam ahaya alışık m em leketlerde ser­
bestçe gelişm ek im kânını buldular. Voltaire ve M ontesquieu gi­
bi Fransız filozofları, yetkileri sınırlı m onarşinin gerçekleştir­
diği politik hürriyet düşüncesiyle birlikte bu düşünceleri de In ­
giltere’den aldılar; tabiat dini, déism e, serbest dürünce adlarıy­
la, déism e’in İngiliz sâlikleri tarafından bir taş yontucular lon­
cası halinde ihdas edilen farm ason locaîan buradan geldiler.
Alm anya’da yüksek asiller sınıfı ile okum uşlar arasında ya^
yılan bu fikirler, ^Fransızcaya “ ışıklar” sözü ile çevrilen Auf-
klaerwng (yani aklın aydınlattığı düşünce) adı altında birleş­
tirildi.
Tabiat dini akla hitabetmekle, geleneğe ve otoriteye itaat­
ten ibaret olan ananevi hal ve gidiş kuralını reddedip onun ye­
rine, "serbest incelem e” diye adlandırılan ferdî muhakemeyi
ikame ediyordu. Bu din doğrudajı doğruya dogrnia’la n n tenki­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 299

dine ve dinde müsamahaya yol açm aktaydı; son ralan da bu,


hükümet otoritesinin tenkidi ve politik hürriyetle sonuçlandı.
D üşüncelerdeki bu ihtilâl, geleneklere bağrh ve otoritelerin
kontrolü altında bulunan halk yığınının içine girem iyordu;
hattâ burjuvalarla küçük asiller dahi eski usulleri ve inançları
m uhafaza etmekteydiler. Fransa’da X V IH . yüzyıl hemen hemen
bütün millet için, dini bir sofuluk devresi oldu. İngiltere’de
"m etodist” hareket yüksek rühban sınıfının gevsekliğine kar­
sı itirazda bulunuyor ve “uyanışlar” diye adlandınlan halk
toplantıları, Cehennem korkusunu yine canlandırıyordu. Al­
m anya’da da X V IIL jâi^yıl, m istik duygulara ve cezbeli bir
dindarlığa sahip, In cil’in ahkâm ııiı harfi harfine uygulam ağa
taraftar “piétiste” topluluklannın kurulduğu devir oldu.
Tabiat dini ancak çok dar bir büyük derebeyleri, prensler
ve bakanlar, yazarlar ve bilginler azınlığına ulaşabildi; fakat
bunlar hüküm etleri idare eden ve kam u efkârı üzerinde etki
yapan kim selerdi. İngiliz aristokrasisi tarafından m oda haline
getirilen tabiat dini farm ason locaları yoluyla A vrupa yüksek
sosyetesinde yayıldı, sonra A lm anya’ya geçip prensleri ve ede­
biyatçıları da içine aldı; farm asonlar, asillerle subaylar ara­
sından devsiriliyordu. R usya’da da bu din Alm an hükümdar-
la n tarafından yüksek asil sınıf arasına sokuldu.
Rühban sınıfının maddî bir otoriteye sahip ve müminlerin
inançlarını kontrol etm ekte olduğu katolik D evletlere bu yeni
din anlayışı daha güçlükle girdi. Ispanya’da ve Portekiz’de En-
kizisyon tarafından durduruldu; Fransa’da m ahkem eler bu
dinle savaştılar ve filozofların eserlerini yaktırdılar. Bu dinin
esaslan alenen izah edilememekteydi am a bilhassa Fransa’da,
Paris kahvelerindeki özel konuşmalarda, büyük şahsiyetlerin
edebiyatçılarla buluştukları birkaç hanımefendinin salonlann-
da, daha sonra da farm ason localarında ve Ingilizler örnek alı­
n arak kurulan kulüp’lerde, gizli usullerle yayıldı. A yrıca bu
din, yabancı m em leketlerden k açak olarak sokulan, yahut
sahte m enseler gösterilerek mem leket içinde gizlice basılan ya­
sak kitaplar ve hicviyelerle de yayılıyordu.
Bizatihi inançlann tenkidi ise, bilhassa Fransa’da, ruhun
varlığını inkâr eden ma.térkais-nw’e ve Tanrı’nın varlığını in­
k âr eden athéism e’ & kadar vardırıldı; fak a t bu a s m sistem an­
cak çok küçük bir bilginler ve edebiyatçılar çevresinde yayıl­
dı. Y üksek sosyete ise tabiat dinini kabulle yetindi, hristiyan
dininin ibadet usullerini küçüm sem ek m oda halini aldı. Hattâ
300 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

papazlar, burjuvaların dahi bayağı insanlarla bir tutulmamak


için ibadet etmemeğe başlayışlarından gikâyet ediyorlardı.
Tabiat dininin etkileri. — İyicil bir Tanrı’nın eseri olan
tabiat anlayışı, asrın ortasından itibaren ekonom ik hayata da
uygulandı. İktisatçılar doktrinlerini T a n n ’nın tabiati insanın
mutluluğu için nizamladığı prensipi üzerine kurdular; bunu
phvsiocratie (tabiatin hâkim iyeti) diye adlandırıyorlardı. Hü­
kümetlerden, ekonom ik hayattaki tabiî kanunların gidişatını
engelliyen bütün nizamları lâğvederek Tanrı tarafından ihdas
edilen “tabiat kanunları” nm harekete geçm esine im kân ver­
m elerini istediler. Bunlar merkantil ekolün bütün usullerine
düşm andılar ve tarımın, endüstrinin, ticaretin tam mânasıyle
serbest olmasını istiyorlardı; fak a t bunu, insanın hürriyete
olan hakkı adına değil de - günkü kendileri hükümette mutla-
kiyet taraftarı ve Çin’deki despotizm in hayranı idiler, - Tanrı’-
nın istediği nizam yeniden kurulsun diye yapıyorlardı.
K endisi de d éiste olan Rousseau, sosyal şartların eşitsiz­
liğini m ahkûm etm ek için insan tabiatinin iyiliğini ileri sürdü;
hattâ m onarşiyi reddedip ideal rejim olarak cum huriyeti teklif
edecek kadar ileri gitti. Aynı duygu, İngiltere’de m oda haline
gelen, tabiate hayranlık yoluyla da açığa vuruluyordu. Asrın
son üçte birinde bu duygu, “ hassaslık” kargısında duyulan
şevk! ve heyecanı ilham etti; hassaslık ise aynı zam anda ince
agk veya dostluk duygularm m ortaya dökülmesi ve şehvetin
açık ça İzhar olunm ası şeklinde ifade olunuyordu.
Tabiat dini, esasında iyi olan bir Tanrı’nm insana yalnız
kendisi için değil, başkaları için de mutluluğu aramasını em­
rettiği g ib i bir düşünceyi doğuruyordu. Ötedenberi sadaka ver­
mekten ibaret olan hristiyan merhamet-’inin yerine, hayvr isle­
m eği ikam e ediyordu. Bu da mutsuzların kaderlerini iyileştire­
rek hayır işlem ek anlamınaydı. H ayır işlem ek (1) hastaneler,
yaşlılar, sakatlar, körler, dilsizler için düşkünler evi, öksüzler
ve terkedilm iş gocuklar için bakım evleri açm ak ve hattâ fa­
zilet m ükâfatları ve halk genlikleri ihdas etmek şeklinde te­
celli ediyordu. H ayır işleri hüküm darlarla bakanları ilgilendi­
riyor ve anlayışlı despotizm in şekillerinden biri haline giriyor­
du.
Hayır işleri bir Devletin sınırlarında durm uyordu. Hristi-

(1) N itekim bıi deyim "h ayır isteri” seklimde dilde katmış­
tır.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 301

yan merham eti gibi o da T a n n ’nm kulları olarak bütün insan­


ları kapsıyor ve bütün beger nev’ini içine alıyordu. O zamana
kadar A vrupa’da pek nadir görülen bir duygu, yani insanse-
v erlik (hum anité) haline geliyor ve bu, başkalarının acılarına
karşı duyulması tabiî olan m erham et hissiyle de kuvvet bulu­
yordu. Bu duygu ö r f ve âdetlerde derin bir ihtilâl hazırlıyor,
işkence, gaddarca eziyetler, cism ani cezalar, ast’lara karşı sert
davranm ak gibi “ insanlığa aykırı” diye vasıflandırılan bütün
fiillere kargı nefret uyanm asına yol açıyordu.
T a n n ’nm insana bahşettiği akla olan güven yalnız dini ve
ahlâkı değ'il, hükümeti ve toplum u da aklın verdiği düşünce­
lere uygun olarak nizam lam ak arzusunu ilham ediyordu. Av­
rupa’da töreye uygun olarak kurulan bütün eski rejim , bir
hatalar ve adaletsizlikler yığını olarak görünüyordu; ananevî
müesseseler ise birer yolsuzluk haline giriyordu. Onun için akıl,
gelenek ve otorite üzerine kurulu olan bütün bu “ eski rejim ”
in kaldırılmasını ve onun yerine bir akıl ve hürriyet rejim i ika­
mesini emrediyordu. (Tabiat, akıl, hayır işleme, insanseverlik
gibi) bütün bu düşünceler evrensel olduklarından aynı zaman­
da bütün milletlere uygulanm aktaydılar; düşüncenin X V III.
yüzyıldaki “ kozm opolit” vasfı da buradan gelmekteydi.
Tabiat ve akıl dini sâliklerine, geçmi.sin hatalarından kur­
tulmuş olm ayı hissedip hakikatin ışığ’inda yaşam ak gururunu
ilham ediyordu. Onlara insan hayatının, Tanrı’nın niyetine uy­
gun m utluluğa erişecek şekilde değişeceğini .çörmek umudunu
veriyordu. R asyonel yani aklî şekli altında dinî bir mahiyet
taşıyan bu iyim ser duygu, geleceğe karşı şevk ve heyecan do­
lu bir güven beslemeği ilham ediyordu ki, Fransız İhtilâlinin
hamlesi de bundan doğacaktı.
Bilim ler, edebiyat v e güzel sanatlar. — ■ Bilim ler bilhassa
Kuzey memleketlerinde, m ünferit bilginlerin gayretleriyle ve
termom etre, elektrik makinesi, -optik âletler gibi buluşların
yardım ıyla ilerlemekteydi. Fizik ilmi yerçekim i, ses, ışık, sı­
caklık, elektrik gibi olay nevilerini henüz ayrı ayrı olarak in­
celem ek suretiyle m eydana gelmekteydi, - Ay^ı devrenin so­
nuna doğrru Priestly ve bilhassa Lavoisier tarafından yapılan
gazlerin tahlili ile ,kim ya vücut bulm ağa bağlıyordu. - D aha ön­
ceki fer’î .müşahedeleri sistem haline getiren tabiî bilimler, te­
şekkül etm iş; botanik ilmi İsveçli Linne, zooloji de Fransız
B u ffon tarafından kurulmuştu (ki bu sonuncunun genel teo­
rileri jeoloji ve antropolojiyi de hazırlam aktaydü ar).,
302 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN
X V III. yüzyıl edebiyatının bütün orijinal eserlerinin nesirle
yazılm ış olm ak gibi İstisnaî bir vasıfları vardır: Sw ift’le İn gi­
liz romancıları, Voltaire, Montesquieu, Rousseau, D iderot ve
hattâ başlangıçta Goethe dahi nesirle yazm ışlardır. Bunlar, ço­
ğu geleneğe karşıt yeni düşüncelerin ışığı altında yazılm ış ro­
manlar, politika kitapları, hiciv eserleri, , mektuplardır. ,A snn
sonuna doğru Alm anya’da, rom antiklerle beraber, lirik şiire dö­
nüşün başladığını görüyoruz.
Orijinal yaratışları ancak Fransa v e İngiltere’de görülen
plâstik sanatlar, bilhassa sevim li nevide (genre grâcieux) yağlı
boya resim ler verm eğe başladılar. Bunlar belki de sü slem e,sa­
natlarında ve m obilyede şaheserler yaratm ış bulunuyorlardı.
Müzik ustalığında A lm anya B ach ’ın, H aendel’ln, Haydn ve
M ozart’ın yarattıkları âletli m üzik şaheserleriyle İtalya’nın
yerine geçti; opera İse birer Alman olan Gluck, sonra M ozart
tarafından yenileştirildi.
XVI

F R A N S IZ İH T İL Â L İ V E İS T İL Â SA V A ŞLA R I

HazirTayım buhran. — 1789 ile 1814 arasındaki çeyrek asır


bütün A vrupa’nın bayatını altüst eden ihtilâller ve savaşlarla
dolu geçti. P olitik ve sosyal hayatın şartlan, bir ihtilâli çok
güçleştiriyordu. Hükümetlerin em rinde daimî bir ordu ve ka­
labalık bir m em urlar zümresi vardı; a y n ca hüküm etler kuv­
vetli bir rühban sınıfından ve zenginliğe, saygıya, bilgiye sahip
bir im tiyazlılar aristokrasisinden de yardım görüyorlardı. H em
silâhlı kuvvete sahip hükümet idarecilerinin, hem de durumun
idamesinde m enfaati olan imtiyazlıların desteklediği bir rejim i
yıkm ak için maddî kuvvet lâzımdı; fakat halk, başkentte bir
ayaklanm a çıkartm aktan başka kuvvete sahip değildi. H er iki­
si de dinî birer ayaklanmanın sonucu olan B irleşik-Eyaletler’le
Ingiltere’dekiler hariç, A vrupa’da h içbir ihtilâl başarıyla bit­
memişti.
Fransa’da İhtilâl, anorm al şartlar dolayısiyle başladı. Buna
sebep, halkın maddî yaşayışının daha zahm etli hale gelm iş ol­
ması değildi; hattâ bu yaşayış, son yıllarda düzelmiş gibi g ö ­
rünüyordu. X V I. Louis devrinde ne hükümetin baskısı, ne de
imtiyazlıların halkı sömürmesi, bagka devirlerdekinden daha
sert değildi. Y iyecek maddelerinin pahalılığından ve 1788 deki
issizlikten doğan buhran, daha önceki buhranlardan vahim
olmadı.
F ark şuradaydı: K açınılm az sayıldıkları için o zam ana ka­
dar tevekkülle katlanılan usuller, ortadan kaldırılması müm­
kün yolsuzluklar olarak görüldü. A kıl ve insanseverlik dini
(X V . bölüm e bk.) mutlak iktidan, m ecburî dini, vergi bağışık-
lıklannı, derebeylerinin ondalıklannı (âşar) ve haklannı, ma­
kam ve mem uriyetlerin alınıp satılabilir olm asını kaldırarak is­
tibdada, müsamahasızlığa, eşitsizliğe son verm e azim ve irade­
sini ilham ediyordu. İnsan tabiatinin iyiliğine karşı akım sar
bir güvenle dolu, faka t politik tecrübeden yoksun kültürlü
kimseleri, işte böyle kökten bir reform arzusu harekete getir­
mekteydi. Bunlar tıpkı antik çağlardaki efsanevî kanun koyu-
304 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

cular gibi, faziletli hükümet idarecilerinin iyi niyetiyle bir mil­


letin rejim inin değişebileceğini ve m utlak iktidarla im tiyazları
lâğvetm enin buna yeteceğini tasavvur ediyorlardı. Ülkülerini,
1789 dan önceki bir formülle. H ürriyet, M üsavat’la özetliyorlar­
dı ve olacağını um dukları rejim değişikliğine, X V III. yüzyılın
ortasından itibaren esasen kullanılmış olan, thtiM I adını veri­
yorlardı.
İhtilâl taraftarları filozoflarca tasvir edilip pratik alanda
da gerçekleştirilm iş örneklere, İngiltere’deki yetkileri sınırlı
m onarşiye ve din müsamahasına bakarak cesaretlenm ekteydi­
ler. Bunlar, ihtilâllerini yaparken tabiat dinini sarih terim ler­
le zikretm iş olan A m erika’daki İngiliz kolonların verdikleri
örnek yüzünden daha da cesaretlendiler. B irleşik Devletlerin
“ Bağım sızlık Beyannam esi” , “tabiat kanunlarının ve tabiat
Tanrısı’nın bir hak olarak bahşettikleri bağımsız durumu” ta­
lep ediyor; “ bütün insanların eşit yaratıldıkları, Yaradan tara­
fından kendilerine - aralarında yaşama, hürriyet ve mutluluğu
araştırm a da bulunan - inkâr kabul etm ez haklar bahsedildiği
yolundaki gerçeklerin âşikâr olduğunu” neşir ve ilân ediyor­
du. V irginia’nm yeni anayasasının.“H aklar Beyannam esi” , in­
sanın en lüzumlu haklan arasında, “ mutluluğu araştırıp elde
etme çareleri” ni de saym aktaydı. Bu belgeler Fransızcaya çev­
rilmiş ve A m erika İhtilâli, Fransa halkı arasm da büyük sevgi
ile karşılanmıştı.
Fransa’da çok sayıda u fak şehirler vardı ki buralardaki i-
dareci sınıf burjuvalardan, bilhassa kanun adamlarından teşek­
kül etm ekteydi; bunlar geçim şartlan bakım ından bağımsızlığa
sahip bulunuyorlardı. Asiller, sınıflar arasındaki m esafeyi his­
settirerek, bu burjuvaları tahkir ediyorlardı. Bunların çoğu ye­
ni eşitlik düşüncelerini benimsemişler, imtiyazların lâğvını ar-
zuluyorlardı. K öylü k bölgelerdeki papazlar, kendileriyle yüksek
rühban sınıfı arasında gelir bakım ından olan çok büyük eşit­
sizlikten memnun değildiler; babadan oğula kendi topraklan-
nın m âliki bulunan köylüler ise “derebeylik hakları” na karşı
öfk e beslemekteydiler.
F akat memnun olm ayanların ellerinde m ukavem et için
h içbir vasıta yoktu. Uyruklarına bir ihtilâl için gerekli âleti ve­
ren, yine hükümetin kendisi oldu. M asraflarını ödünç aldığı
paralarla karşılamış, artık kendisine ödünç verecek kim se bu­
lamıyordu. Para bulm ak üzere bütün mülklere şâmil vasıtasız
bir vergi ihdas etm ek isteyince, imtiyazlı asillerle şiddetli bir
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 305
anlaşm azlığa düştü. İk i hasım tarafında kurulu rejim de men­
faatleri vardı am a herbirinin m enfaati başka yöndendi: H ükü­
met m utlak iktidarın, im tiyazlılar ise vergi eşitsizliğinin deva­
mını istiyorlardı. Herbiri de kendisini sıkan şeyi ortadan kal-®
dırm ak arzusundaydı: Hükümet vergi bağı-sılclığını lâğvetmek,
imtiyazlılar ise kralın iktidarım sınırlamak çarelerini araştırı­
yorlardı.
Para sıkıntısı çekm ekte oian hükümet, 1614 denbcri terke-
diiip unutulmuş olan “Etats Généraux” m eclisini sonunda top­
lantıya çağırdı. Fakat bu meclis, gelenekten çok başka olan bir
sisteme göre, mahallî m eclisler tarafından seçildi; bu mahalli
meclislere ise şimdiye kadar hiç temsil edilmemiş iki uyruk
çeşidi olan delegeler büyük çoğunluk halinde girdiler, ki bun­
lar rühban m eclislerinden ruhanî bölgelerin papazları, “ Tiers
Etat” meclislerinde ise köylülerdi. Böylelikle politika hayatına,
daim a bu hayattan uzak tutulan bir yığın insan girm iş oldu.
Seçmenler tarafından yazılmış olan m uhtırn’lann hepsinde bir
Anayasa ile bir de tem silciler meclisi isteniyordu ki bu, politik
bir ihtilâl yapm a teklifinde bulunmak demekti. “ Etats Géné­
raux” meclisi de bıi arzuyu beslediği halde Versailles’da top­
landı, fakat kral, bu m»eclisi kapatm ak veya dağıtmak yetkisini
m uhafaza ediyordu.
M onarşik İhtilâl. — F'ransız İhtilâli, iki ihtilâlle vukua gel­
di. 1789 da yapılan ilki, monarşiyi m uhafaza ederek eski lejim i
yıktı. Bu ihtilâl, kim isi meclis tarafından, kiırdsi de Paris'in
dış mahalleleri halkı tarafından yapılan bir sıra “ İhtilâl gün­
leri” ile başarıldı, ki şunlardır: 1 — “ Jeu de Paum e” yemini ki
bununla burjuvaların m illetvekilleriyle birkaç papaz, kralın
m eclisi dağıtm a hakkına aykırı olarak kanunsuz bir şekilde
“ millet m eclisi’ ’halinde toplanıp, Anayasa yapılm adıkça birbir­
lerinden ayrılm am ağa karar verdiler; 2 — Hapishane olarak
kullanılan Bastille kalesi komşu mahalle halkı tarafından zap-
tedildi ve bu, istibdadın yıkılışının sem bolü sayıldı; 3 — 4 Ağus­
tos gecesi Meclis, bütün imtiyazların m ülga olduğunu ilân et­
ti; 4 — 5 ve 6 E kim günlerinde Versailles’a giden bh- kalaba­
lık, kralı alıp Paris’e getirdi ve hüküm dar burada, halkm ne­
zareti altında kaldı. Bütün bu işlerin yanısıra kargaşalıklar
ve "aristokrat” diye adlandınlan im tiyazhlaıa karşı şiddet ha­
reketleri oldu. İngiliz mem leketleri örnek alınarak bütün Fran­
sa’da, politik meseleleri tartışm akta olan ku lü pler ve İhtilâlin
F. 20
30« A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

hasım lannı gözetleyip tevk if eden kom ite’ ler kuruldu.


M eclis Am erikalıları örnek tutarak tabiî hakka dayanan
bir “ İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannam esi”, sonra da yazılı
• bir Anayasa kabul etti. Bu Anayasa, A m erika’y ı Ömek tutarak,
“ kuvvetler ayrılığı” nı ihdas etti. Aynı zam anda İngiltere’de
yerleşmiş olan, bakanları Parlâm ento içinden tayin etm ek usu­
lünü reddetti. K rala “ icra yetkisi" ni bırakm akla beraber Bu
yetkiyi bakanlarla ordu ve hariciye personelini tayine münha­
sır kıldı; ayrıca ona teşrii M eclis’in kararlarını durdurma hak­
kını verdi ki bu, B irleşik Devletlerde olduğu gibi, veto diye ad­
landırıldı.
Meclis, arazinin yeknasak bir şekilde (iller, ilçeler, bucaklar,
kam unlara) bölünmesi sistemini ihdas etti ve bunu yaparken
şehirlerle köyler arasında fark gözetm edi; bu sistem adliye,
maliye, idare, hattâ dinî ibadet gibi bütün kam u işlerine de
uygulandı. Eşit ve nisbî olan ve adına tekâlif denen tek bir
vasıtasız vergi sistemi kurdu. M emuriyetleri icra ile görevli
personel, B irleşik D evletlerde olduğu gibi, çalışacak olduklan
m em leketin sakinleri tarafından seçilm ekteydi. Bundan da se­
çim bakmıından mahallî bir muhtariyet sistemi çıktı ki bu sa­
yede her mem leket kendi sakinleri, fiiliyatta da ileri gelen
burjuvalar tarafından idare ediliyordu.
M eclis iller arasındaki gelenekten doğm a ayrılıkları kaldır­
mak ve bütün millete, rasyonel ilkeler üzerine kurulmuş ortak
bir rejim verm ek, halka da bunu uygulam a yetkisini bırakmak
istiyordu. Bu duygu 1790 da millî m uhafızlar fed em syon ’u ta­
rafından açığa vuruldu; A m erika’dan alınmış olan bu terim,
miUet'in uzuvları arasında serbestçe anlaşma mânasına geli­
yordu. Bundan böyle Fransız birliği aynı krala itaat esası üze­
rine değil, tek ve aynı millete mensup olm a duygusu üzerine
kurulmuş bulunuyordu. Fransız birliği sem bol olarak üç renk­
li bayrağa sahip oldu ve birlik, milU sözünde ifadesini buldu.
P a triote (vatansever) sözü, eski rejim e taraftar a-ı-istokrat’la,-
rın tersine olarak, yeni millî rejim in taraftarlarını gösterm ek
için kullanıldı.
Meclis katolik dinine bağlıydı, fa k a t açığı kapatm ak için
piskoposluklar, rahiplikler ve manastırların sahip olduklan bü­
tün m allan “ milletin emrine verm eği” kararlaştırm ıştı; bun­
ları "m illî em lâk” haline getirerek satışa çıkardı, bu m allan
k-srgılık göstererek de asslgnats (kaim eler) çıkardı. Rühban sı­
nıfını bir kam u m em uriyeti icra eder görm eğe alışık olduğun­
M U K A Y E S E L İ T A R İH İ 307

dan, M eclis bu sınıfı da öteki m em uriyetler gribi yeniden teg-


kllâtlam ak istedi; bir piskoposluk bölgesini bir ille eşit tuttu
ve piskoposla papazların vatandaşlar tarafından seçilm esini ka­
rarlaştırdı. B öylece M eclis cism anî rühban sınıfının hayatını
altüst ediyor, nizamlı rühban sınıfını ise ortadan kaldırıyor­
du. Papa bu tedbirleri tanımadı.
D irenm eler. — Millî Meclis barışçı bir ihtilâl yapm ak iste­
mişti, fak a t töreye dayanan bütün müeaseselerle bütün hakla­
rın birdenbire kaldırılıverm esi ilkin asilleri öfkelendirdi ve
bunlar, 1789 dan itibaren memleketten göçm eğe başladılar; pis­
koposlarla rahiplerin çoğu da bu nlan taikibettiler. Papa tara­
fından m ahkûm edilen “ R ühban Sınıfının M ülkî Teşkilâtı” na
sadakat yem ininde bulunmağı reddedenler, râfractaire (isyan­
cı) sayılıp işlerinden çıkarıldılar; fakat, bilhassa K uzeyde ve
Batıda, h alk tarafından desteklendiler. B u anlaşm azlık Fran­
sız halk yığınım ikiye ayırdı ve köylülerle kadınlann büyük ço­
ğunluğunu İhtilâl aleyhine çevirdi.
B a n şa bağlı olan M eclis: “Fransız milletinin fetihler yap­
m ak için herhangi bir savaşa„girişm ekten vazgeçm iş olduğunu”
karara bağladı. Fakat dışanda, İhtilâl hükjimdarları, rühban
sınıfını ve aristokratlan kaygılandırıyordu; zira hükümdarın
uyruklarına bütün insanlann m üşterek malı olan tabiî bir hak
adına sosyal rejim i altüst etm ek gibi bir örnek verm ekteydi;
ayrıca İhtilâl, ayaklanm alar ve şiddet hareketleriyle de ken­
dini şüpheli hale sokmuştu. Paris halkının mahpusu olan X V I.
Louis, öteki hükümdarlardan yardım istemişti. Fransa’ya
kom şu mem leketlere göçm üş olan asiller silâhlanıp geri gel­
m ek tehdidinde bulunuyorlardı ve kralın kardeşleri de İmpa-
rator’la Prusya kralından bir “ beyannam e” elde ediyorlardı;
bu beysınnameye Fransa’da bir savaş tehdidi gözüyle bakıldı.
Paris’ten kaçan X V I. Louis zorla geri getirildi ve yabancılarla
anlaşmaktan zan altında tutuldu.
17:91 de seçilen yeni m eclisin büyük çoğunluğu krallık ta­
ra fta n idi ama, göçm en asillerle m uhalif papazlara karşı aldığı
tedbirler X V I. Louis tarafından veto edildiğinden kralla an­
laşmazlık haline düştü. Sonra da meclis, kralın bakanlarıyla an­
laşm a halinde Alm an prensleriyle İm paratora karşı savaşa sü­
rüklenm ek zorunda kaldı. Fransa’ya karşı hüküm darlar koalis­
yon halinde birleştiler; subaylann çoğu göçm üşlerdi; onların
gidişiyle teşkilâtsız kalan Fransız ordusu, bozguna uğradı; ya­
bancı ordular Fransa’ya istilâ edip Paris üzerine yürüdüler.
308 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Cum huriyetçi İhtilât. — İstilâ yüzünden çıkan buhran, ikin­


ci bir ihtilâle sebep oldu. Bu ihtilâl, kralı bertaraf etm eğe ka­
rar verm iş olan küçük bir azınlığın eseriydi ve isyancıların
önce P aris Com m une’üne, sonra krala v e nihayet M eclis’e kar­
şı olm ak üzere, kanunî otoritelere karşı giriştikleri bir kuvvet
darbesiyle başladı. H apishanelerde tutuklu olan şüpheli şahıs­
ların sorgusuz sualsiz idam edilmesi ve bir yeni Anayasa yap­
m akla görevlendirilen, ara yerde de hükümet idaresini eline
alan bir Conventiov/\m toplanmasıyle sona erdi. Convention
Cumhuriyetin, kralî iktidarın yokoluşunun bir sonucu olduğunu
kararlaştırdı. Fakat, henüz yeni bir rejim kurm a işini başara-
madan, Fransa’nın öteki Devletlerle olan münasebetlerini al­
tüst etti.
Prusya ordusu çekilm iş olduğundan, Fransız orduları Fran­
sa’ya kom şu Savua ile R hein nehrinin sol kıyısını, sonra Bel­
çika’yı işgal ettiler. Oralarda generaller Fransa’y a düşman ida­
re mem urlarını değiştirdiler ve İhtilâl için propaganda yaptır­
dılar. Bunun üzerine Convention “ hürriyetlerine kavuşm ak is-
tiyen bütün milletlere kardeşçe yardım da bulunacağım ” ilân
ederek generallere ondalıklarla derebeyi cizye ve vergilerini
kaldırıp “ hürriyet ve müsavata sadakat” yemininde bulunacak
olan geçici idareciler seçtirm eleri emretti. Bu ise Fransa’nın
yeni hüküm et ilke ve usullerini başka milletlere zorla kabul
ettirerek İhtilâli silâh gücüyle dışarıya götürm ek demekti.
Convention tarafından yargılanan X V I. Louis, yabancıla­
rın suç ortağı sıfatı ile mahkûm edilip idam olundu. K rahn
idam olunugunu öteki hüküm darlar bir meydan okum a saydı­
lar; hepsi Cumhuriyete karşı kurulan bir koalisyona girdiler.
Fransız orduları tarafından işgal edilmiş m em leketlerdeki İh­
tilâl taraftarlan kendilerini savunacak kudrette olm adıklannı
anladılar; istekleri üzerine Convention bunların topraklarını,
1790 da verilen söze aykırı olarak. Cumhuriyete ilhak etti.
F ransa’nın yabancı ordular tarafından işgali iç politikayı
altüst etti. İlkin hüküm et Convention’un çoğunluğu tarafından
desteklenen eyalet tem silcileri tarafından idare edilmişti. Ge­
nerali düşm ana iltihak eden ordunun bozguna uğram ası üze­
rine bunlar gözden düştüler. P aris’te sevilip tutulan ve adına
M ontagne denen u fak tem silciler grupu dış mahalleler halkının
P aris Com m une’üne ve Convention’a karşı giriştiği yeni bir
kuvvet darbesiyle ik tidan ele aldı.
İktidarın yeni sahipleri savaş ve tenkil bakım ından daha
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 309

sert tedbirler alm ak istediklerinden, otoriteyi daha kuvvetlen­


dirm ek için bunu merkezleştirdiler. Convention tarafm dan se­
çilen Genel Selâm et K om itesi hüküm eti bir bakanlık gibi idare
ediyor; emirlerini çok genig yetkilerle generallerin yanm a ve
eyaletlere gönderdiği “ görevli tem silciler” eliyle icra ettiriyor­
du. Bu rejim prensiplere aykırı olduğundan ve barışa kadar sa­
dece geçici bir savag tedbiri olarak kurulduğundan, adm a res­
men İhtiTâl H ü kü m eti denildi. Fakat bu durum yalnız (Ven-
dée’liler ve Chouan’lar gibi) eski rejim e bağlı kim selerin de­
ğil, İhtilâlin kurduğu mahallî muhtariyete taraftar olup F ed e­
ralist diye adlandırılanların da, Fransa’nın büyük bir kısmın­
da, silâhlı şekilde ayaklanm alarına yol açtı. H üküm et m uka­
vem etleri T erreur (terör, tethig) ile kırdı, şüphelileri bir “ İh­
tilâl M ahkemesi” ne y argılattı; mahkem e gayet çabu k ig görü­
yor, hükümlüler giyotin (guillotine) ile idam olunuyorlardı.
H ayat pahalılığı yüzünden öfkeli olan halk yığınlarını ya­
tıştırm ak için hükümet, yagamak için gerekli m allara azamî fi­
yat koydu; kâğıt para haline srelen assignat’lara. cebri bir ra­
y iç tesbit etti; savaş için gerekli e-syaya tekâlifi harbiye sure­
tiyle elkonmasını emretti. Bütün bunlar, toplum un tegkilâtmı
değiştirm eği hedef tutan yeni bir sistem değil, savağın deva<-
m ınca sürecek geçici tedbirlerdi. Göçm enlerin müsadere edilen
malları rühbanm ki gibi satıldı; fakat Convention, m ülkiyet
hakkına dokunm adı (1) ve bu hakkı zayıflatacak her tegebbü-
sün aleyhinde olduğunu ilân etti.
Hükümetin paraya çok ihtiyacı vardı; vergileri toplam ak­
la görevli mahallî m em urlar bunları tahsil için fiili h içbir ik^
tidara sahip değildiler; vasıtasız vergiler kaldınlmıgtı. Millî
emvâl iyi bir fiyatle satın alınmıştı am a bedelleri çok güçlük­
le ödenmişti. Hükümet güm üş parayı kaldırm adı am a gittikçe
artan m iktarda asısignat (kaim e) çıkarm ak zorunda kaldı, bu­
nun değeri de düşmeğe devam etti. A y n ca hükümet, orduların
işgali altındaki m em leketlerde de vergi topladı, tekâlifi har^-
biye olarak büyük m iktarda eşyaya elkoydu. Bunlann yanısıra
bir aıra tenkil tedbirleri de aldı ki, halk bu yüzden Fransa’ya
düşman kesildi.
Ordunun değişm esi. — Prensip olarak gönüllülerden kurulu
olan ordu, 1791 de, m avi üniforrnalarını m uhafaza etmiş olan

(1) B iszat R ob esp ierre servetlerin ç o k büyük eşitsizliğine


itiraz ediyor, fa k a t serveti sosyalistle^tirm ek istem iyordu.
310 A V R U P 4 M İL L E T L E R İN İN

millî m uhafızların da iltihakı ile büyüm üştü ama, koalisyon ha­


linde birleşen Devletlere karşı savaşı idam eye yetm iyordu. HÜt
kûmet orduya asker toplam ak için yeni bir usule başvurdu:
1793 de, kam unlar arasm da pay edilm ek şartiyle 300.000 asker
toplanm asm ı em retti; askere gridecekler genel kur’a ile seçil­
di. Prensip olarak ihdas edilmiş bulunan m ecburî hizmet, 1798
de 20 He 25 yaş arasındaki bütün erkeklere uygulanan consc^ip-
tion (askere çağırm a) usulü ile nizam altm a alındı. Subayların
hem en hepsi yabancı m em leketlere göçm üş olduklarından,
bunların yerine assubaylar geçti; içlerinden birkaçı generalli­
ğe yükselecek şakilde, çok çabuk ilerlediler. Ordunun çoğunlu­
ğu da bundan böyle gönüllülerden ziyade m ecburî hizm et gören
erattan m ürekkep oldu. O zam ana kadar asillere ve zenginle­
re mahsus olan subaylık sınıfı, çoK sert bir yasayıga alışbk
halk adam larıyla do-ldu.
Öteki Devletlerin meslek askerlerinden müteşekkil olan
ordulan pahalıya m alolduklarından az kalabalıktılar; bunların
rahat bir hayata alışık olan subayları savaşa giderken yanla­
rında bir sürü eşya da götürüyorlardı. A skerlerin ikm al ve iaşe­
si için gerekli debboylarla ulaştırmalarını kesm em eğe itina
gösteren yaşlı ve ihtiyatlı generallerin kum anda ettikleri bu or­
dular, sınırlı bir alan üzerinde yavaş yavaş hareket edebiliyor­
lardı. H içbir m asrafa hacet kalm aksızın toplanan hudutsuz sa­
yıda askere sahip Fransız ordular, sayıca üstün durum a geç­
tiler. Bunlar, malzeme gelm esini beklem eksizin ilerliyorlardı;
subaylar yanlarında eşya götürm üyorlardı, askerler geceyi açık
ordugâhta yanan ateşlerin başında geçirebiliyorlar, bulunduk-
la n m em lekette elkonan öteberi ile yasıyorlardı. A yrıca tama^
men kendiliklerinden, nizam lara a y k ın bir savaş usulü de kul­
landılar: A vcı hattına yayılıyorlar ve nişan alarak ateş ediyor­
lardı. Genç ve becerikli generallerin kum anda ettikleri ordu­
lar sür’atle ilerlem ekteydiler. Bu ordular Fransız topraklan nı
kurtardıktan sonra, b a n ş istemeğe zorlam ak için düşman
mem leketinin tâ içerilerine kadar ilerlediler.
İhtilâlin son buhram., — Savaş bitm eden önce, İhtilâlci hü­
kümet şekli sona ermişti. E n faal üyelerinin öldürülm esi dolar
yisiyle zayıflam ış olan Convention, 1793 de Çıkarılan Anayasa­
dan vazgeçerek kuvvetlerin ayrılm ası teorisine dayanan yeni
bir Anayasa çıkarmıştı. Bu A nayasa icra kuvvetini bes üyeden
m ürekkep bir “D irectoire” (D irektuar) a veriyor ve segim yo­
lu İle teşekkül eden iki meclisten kurulu bir de “ Teşriî organ”
M U K A Y E SE L Î T A R İH İ g ll

İhdas ediyordu. Convention hem ihtilâlci rejim e bağlı olan Pa­


rts halkının ayaklanmalarına, hem de yabancı hüküm etler ta­
rafından desteklenen kralcıların isyanlarına karşı kendini sa­
vunm ak zorunda kaldı ve orduyu kendi basım larına karşı kul­
lanmağa başladı. Daha sonra, seçim sonunda iki m eclise kral­
lığı yeniden kurm ak istediğinden şüphe edilen bir çoğunluk
girince, D irectoire m uhaliflerinden kurtulm ak için orduyu kul­
landı, Para yokluğu ve mem leketteki kargaşalıklar yüzünden
felce uğram ış bulunan rejim , ancak kanunsuz usulleı-le ayakta
durabildi.
İhtilâl, bunu yapanların niyetlerinden bam başka etkiler y a ­
ratmıştı, İhtilâlciler, - 1793 te onlu sisteme uygun ölçüler bir­
liği ile tamamlanan - yeknasak bir kamu hayatı vücude getir­
meğe, hukuk ve vergi eşitliğini kurm ağa m u vaffak olm uşlar­
dı. F ak at m onarşiyi ıslâh etm ek isterken cum huriyet ilân et­
m işlerdi; maliye işlerini düzeltmek isterken açıklarla, iflâsla
karşılaşm ışlardı; K iliseyi yeniden teşkilâtlam ak isterken altüst
etm işlerdi; gönüllü orduyu m uhafaza etm ek isterken mecburi
askerliği ihdas etmişlerdi. - Fransa’ya mahallî muhtariyet ve
siyasî hürriyet verm ek isterken merkezleşmiş ve otoriter bir
hükümet hazırlamışlardı. - Savaştan ve fetihlerden vazgeçm ek
istemişler, fakat Fransa’yı geniş fetihlerin takibettiği 'genel
bir savaşa sürüklemişlerdi. - ö te k i milletlere bir rejim örneği
verm ek isterken bunlara kin duyguları aşılamışlardı.
îh tilâl kar<sıs%nda Avrupa. ■— A v n ıp a ’da yeni fikirlerden
yana olanlar tarafından ilkin sem pati ile karşılanan İhtilâl,
kargaşalıklar ve Terreur'dolayısiyle çok geçm eden gözden düş­
müştü, Bütün D evletler Fransa’ya savag ilân etmişlerdi. H ür­
riyet üzerine kurulmuş bir ihtilâle karsı sem patilerini açıklı-
yan birkaç grupun bulunduğu İngiltere’de dahi, kargaşalık çı­
karanlar ço k sert cezalara çarptırıldı ve Fransa’ya kargı açı­
lan savag, aristokrasinin kudretini sağlamlagtırdı, - Polon ya’­
da, Devletin zaafından kaygılanan vatanseverler, Fransa'nın-
kinin aynı olan ve krahn otorite*ini kuvvetlendiren bir A naya­
sayı m eclise kabul ettirm i*l«rdi; R usya ve Prusya bunu ba­
hane ederek 1793 te P olonya’yı ikinci defa paylaştılar. Vatan­
severler buna bir ayaklanm a ile cevap verdiler, fakat bu da,
memleketin geri kalan kısmının kom şu üç mem leket arasında
paylaşılması gibi bir sonuç doğurdu.
Hükümet Fransız orduları tarafından iggal edilen memle­
ketlerin durumunu nizam lam ak işiyle karşılaştığı zaman biraü
312 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

çekindikten sonra “tabiî sınırlar” (yani eski G ol m em leketi sı-/


n ırlan ) lehinde karar verdi ve R h ein ’le Alp dağlarına kadar
bütün topraklan Fransa’y a ilhak etti. Bu sınırlan aşan ordu­
lar, 1795 te Hollanda’ya girdiler; Avusturya’yı ba n s yapm ağa
siorlamak için 1796 da K uzey İtalya’yı, 1798 de İsviçre ile Güney
İtalya’yı işg-al ettiler. Bütün bu m em leketler antik adlar altın­
da birer cum huriyet haline sokuldu ve F ransa Cumhuriyeti re­
jim ine benzer birer rejim e tâbi tutuldu. Buralarda hükümet,
İhtilâlden yana olan küçük bir azınlığa Verildi ve Fransız or­
dusunun desteklediği bu azınlık derebeylerinin haklarını on­
dalığı (â§arı), rühban sınıfının nufuzunu ve çalışm a nizam ları­
nı ilga etti. Orduları için gerekli parayı bulm ak üzere Fransız
hükümeti mal sandıklarına elkoydu, tekâlifi harbiye topladı,
rühban sınıfı ile eski rejim taraftarlann m m allannı müsadere
etti. Bu politika halk arasında İhtilâle karşı nefret uyandırdı.
Yeni cum huriyetler uzun ömürlü olm adılar; fakat bu yüz­
den İsviçre’de m em leketler arasındaki eşitlik kaldı ve bunla­
rın hepsi kantonlar haline g eld i; İtalya’da üç renkli bayrak,
İtalyan birliğinin ve B elçika’ya karşılık Avusturya’ya terkedi-
len Venedik’in bu İm paratorluk tarafından ilhakının sembolü
haline geldi. - İrlanda’daki İngiliz hâkim iyeti aleyhtarlarını
ayaklandırm ak için İrlanda’ya bir ordu çıkarılm ası tasarısı ba­
şarısızlığa uğradı; fakat bu yüzden Britanya hüküm eti 1800
tarihli Birleşme vesikasını meclisten çıkardı, böylece İrlanda
Parlâm entosu ortadan kalkm ış oldu.
Fransa’da m ei'kezi rejim . — P artiler arasındaki şiddetli
anlaşm azlık yüzünden zayıflam ış olan Fransa’nın politik reji­
mi, D irectoire’m bir kısmı ve m eclislerden biri tarafından öbür
kısım ve öbür m eclise karşı bir generalin yardım ıyla yapılan
son bir kuvvet darbesi neticesinde değişti. Bu hüküm et darbe­
siyle ortaya çıkan “g eçici hüküm et” üç K onsül’den mürekkep
bulunuyordu: Bunlar “ milletin egemenliğine, hürriyete, eşitliğe
ve temsilî rejim e bağlılık” andında bulunm uşlardı; fakat Ge­
neral Bonaparte (adm a “ icraî” denen) iktidan kendisine ver­
dirmeğe m u vaffak oldu. “ Teşrii” kuvvet, herbiri sosyal bir g ö­
revle vazifeli dört m eclis arasında bölüşüldü. Bu meclislerin
üyeleri bir takım kom binezonlarla tesbit edilmekteydi. Bu da
seçim in tehlikelerini bertaraf ederek eski meclislerin üyelerini
işbaşına getirm ek ve burjuvaziyi iktidarda tutm ak imkânını
sağlıyordu.
Y eni rejim Bonaparte’ın şahsî eseri gibi görünmemeHte-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 313

dir; çünkü o sırada kendisi savaşlar ve dış iğlerle uğragmak-


taydı ve 'Fransa’nın iç yaşayışı hakkında bilgi sahibi değildi.
Tedbirleri alan yahut ilham eden ve mem urları tayin eden,
mülkî personel oldu, zira işlerin nasıl yürütüldüğünü o biliyor­
du. H er m em lekette işlerin idaresini seçilmiş ve muhtar kurul­
lara veren “ Constituante” Meclisinin aksine olarak, merkezî
hükümet, eski rejim de olduğu gibi, bütün iktidarı kendi elinde
tutuyor ve bunu icraya, vali veya belediye başkanı olm ak üzere,
tek bir memuru tevkil ediyordu. Özel bir hizmetle görevli bü­
tün öteki m em urlar da merkezî hükümet tarafm dan tayin edi­
lip aylıklarını ondan almaktaydılar. Seçimle iş gören hiçbir ik­
tidar kalm adı; işlerin yürütülmesinde milletin h içbir payı ol­
madı, vatandaşlar yine uyruklar haline gelmişlerdi. Eski re­
jim e bu dönüş istinaf mahkemeleri, vasıtalı vergiler gibi eski
müesseselerin tekrar kurulmasıyla da tamamlandı. İhtilâlin
ihdas ettiklerinden yalnız vasıtasız vergiler, Yargıtay, sulh yar­
gıçları ve jü ri kaldı. Fransız milleti, monarşi devrine göre çok
daha sıkı şekilde merkezleştirilm iş bir rejim e tâbi tutuldu;
çünkü m em uriyetler hemen hemen bağımsız m akam sahipleri­
ne ait olacak yerde, hükümetin arzusuna g öre işten çıkarıla-
bilen ve çoğu çalıştıkları m em leketin yabancısı olan memurlar
tarafm dan işgal edildi.
İtalya’daki zaferinden sonra Bonaparte iç işlerin idaresine
gittikçe daha fazla karışır oldu. Kendisinin ne müsbet bir di­
ni, ne de tabiat dinine karşı eğilim i vardı; fakat: “ Millete bir
din lâzımdır,” diyordu. K atolikleri kazanm ak için, monarşinin
kullandığı usule başvurup Papa ile bir K on kordato yaparak es­
ki K ilise’yi yeniden kurdu. F akat K onkordato eski dinî tari-
katleri yeniden kurm adığı gibi rühban sınıfı da mallarını geri
alamadı. K onkordato cism anî rühban sm ıfı üzerinde Papa’nm
yetkisini tanyordu am a piskoposlarla başrahipleri hükümet
seçm ekteydi. - Bonaparte Convention tarafm dan hazırlanan
bir Code Civil (M edenî K anun) çıkarttırdı ve bu, bütün Fransa
için tek bir özel hukuk ihdas etti. Bonaparte 1789 İhtilâlinin il­
kelerine ay k ın olarak ve eski şövalye tarikatlerini taklid ede­
rek antik bir ad altm da Légion d’Honnew>'’ü kurdu.'
A yrıca kendisine “ Öm ür boyunca K onsül” , sonra da “Fran­
sızların İm paratoru" unvanlarını verdirtti. Y üksek şahsiyetler­
den m ürekkep personelle saray kurup eski krallığın taklidi
olan bir teşrifat, (dük, kont, baron gibi) eski unvanları taşı­
yan bir de “İm paratorluk asil sınıfı” ihdas ederek m onarşiyi
31^ A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tekrar k arm a Iglni tamamladı. H attâ matbuaları sansür k o­


misyonu, şüpheli şahısların yargılanm aksızm mahpus tutul­
dukları D evlet hapishaneleri gibi, mutlak iktidarın, bazı usul­
lerini dahi tekrar kullanır oldu.
N apoleon’un ordvM n. — Fransız ordusu silâh altında tUr
tulan 20 ile 25 yaş arasındaki erattan m ürekkep olmağra devam
etti; fakat genç burjuvaları korum ak için “ bedel-i şahsî” k a ­
bul ediliyordu v e 1812 ye kadar sınıflann ancak bir kısm ı as­
kere alındı. Askere alınanlar kışlalarda oturm uyorlar, askerce
yetiştirm iyorlardı; acem iler ustalara bakarak silâh kullanma­
ğı v e harekât yapm ağı öğreniyorlardı. A skerler muntazam tar
Timler yapm ıyorlardı, disiplin pek gevşekti. Subaylar da erler
arasından çıkmıştı, bunlann bilgili olm aları istenmiyordu ve
kıdem esasına göre terfi ettirilm iyorlardı. Piyadenin üç daki­
kada 4 merm i atan 200 m etre menzilli çakm aklı tüfekleri, var­
dı, topçu ise bilhassa 600 m etreye gülle atan toplar kullanmak­
taydı. Büyük kısm ı h a fif olan süvari, keşifler yahut hücum lar
yaptırm ağa yarıyordu.
1805 te ihdas edilmiş olan ordu hâzinesi, düşman memle­
ketlerden toplanah harp tekâlifi ile beslenmekteydi. B ir sefere
girişeceği zaman N apoleon m üteahhitleri kendisine avans veı^
m eğe m ecbur tutuyordu. Sonra da generaller işgal ettikleri
mem leketlerde “ kendi geçim lerine gerekli vasıtaları bulm ak­
la” görevliydiler; ordular o kadar çabuk ilerliyorlardı kl yiyer
çekler bunlara yetişem em ekteydi. B ir askerin günde 25 santim
ücretle tayın ekm eği alması lâzımdı; çoğu zaman k a m ı açtı,
yağm urdan sırılsıklam dı; a r uyuyor, .çok yol yürüyordu. Ateş
yüzünden kayıplar h afifti am a tifüs, septisemi gibi hastalık­
larla yaralıların kangren oluşu orduyu kırıp geçirm ekteydi;
a y n ca askerlerin çoğunun kaçm ası ve yağm aya dalması yüzün­
den ordu, mevcudundan kaybediyordu.
Bu ihtilâlci ordu yeni bir strateji de tatbik etmekteydi.
Napoleon harbin bir gaye değil, toprağını işgal ve ordusunu
yokederek istenen şeyleri hasm ına zorla kabul ettirm ek için
politikanın bir vasıtası olduğunu anlamıştı. Artık o, X V III.
yüzyılın generalleri gibi bir kuşatm a y a da bir mevzi savaşı
yapm ıyordu; baskın şeklinde hareket ederek sür’atli bir istilâ
ile i§ görüp igi, sayı üstünlüğünün kendisinde olduğu kesin bir
savaşa vardınyordu. M uhtelif kolordulan nı irtibat halinde tu­
tuyor ve bunları, kuvvetleri henüz birbirlerinden a y n olan bir
hasm a karşı hemen toplıyacak şekilde hareket ediyordu. Onun
MUKATE3SEL.1 T A R İH İ 315

için kıtalarına çok hızlı yürüyüşler yaptırıyordu; bu ise her çe-


git hava şartları altında yürüyebilecek çok dayanıklı askerler­
le mümkündü. Sava§ alanındaki taktik ise İhtilâl ordularının
kullandıklarının aynıydı: Savas, öncülerin bütün cephe boyun­
ca aynı anda istedikleri gibi açtıkları ategle bağlıyor, arkadan
kollar halinde hareket eden küllî kuvvetler savaşa devamla
dügmanı kaçırtıyordu.
P ara yokluğu yüzünden kısa olması icabeden bir harp için
gerekli olan askerlerin talimi, teçhizatı, yürüyüşü, savaşması
gibi her şey rastgele yapılm aktaydı. Bonaparte’m 1796 dan iti­
baren İtalya gibi kaynaklan bol, iklimi sıcak ve kuru bir mem­
lekette, dar bir harekât sahasında kullandığı bu sistem, hemen
hemen ıssız birçok geniş sahalan olan yiyeceği kıt, iklimi çok
soğuk Almanya, Prusya ve nihayet R u sya’da uygulanınca gi1>
gide daha kötü işlemeğe başladı; mesafeler, savaşm ak için ace­
le eden ve yol boyunca erimekte olan bir ordunun yürüm iye-
ceği kadar uzundu. Y ine bu sistem Ispanya’da, kesin bir hare­
kât yapılm aksızın cereyan eden küçük bir harbin şartlanna
pek kötü bir şekilde uydu; üstelik bu mem leket yoksul da ol­
duğundan askerleri, m asrafı Fransa’ya ait olm ak üzere besle­
m ek icabetti.
N apoleon’un A vrupa’ya hâkim iyeti. — İtalya’yı tekrar fet­
hedip bütün Devletlerle barış yaptıktan sonra, Bonaparte bü­
tün iktidan bir tek bagkanda toplayıp seçim siz m eclisleri ye­
niden teşkilâthyarak cum huriyetlerin rejim lerini değiştirdi.
Eski kantonların m ücadele halinde oldu klan tek hükümetin
bulunduğu İsviçre’de Bonaparte hakem lik yolu ile banşı tekrar
kurdu: Bu sayede her kanton kendi egemen hükümetine tek­
rar sahip oldu am a kendisine tâbi- olup kanton haline gelmig
olan toprakları da geri verdi.
Alm anya’da bazı topraklarını Fransa’ya bırakmış olan lâik
prensler kanunî otorite olan D iyet’ten değil de, Fransız hükü­
m etiyle görügme yapm ak suretiyle tazminat alabildiler. Bun­
lar kilise ileri gelenlerinin, İm paratorluğun hemen bütün şe­
hirlerinin ve İm paratorun doğrudan doğruya uyruğu olan bü­
tün derebeylerinin topraklarını kendilerine verdirttller. Al­
m anya’nın en çok parçalanm ış olan Qüney-Batı bölgesi, en bir­
leşmiş bölge haline geldi, burada kala kala 4 prens kaldı ve
bunlardan 2 si kral unvanını aldı. Prensler, sınırsız iktidarla­
rını kullanarak (kiralar hariç) derebeylerinin bütün haklan-
nı ilga ettiler ve rühban sınıfının mallarını aldılar. Din hürri­
316 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

yeti ile çalışma ve ticaret hiürriyeti verdiler. Bir hukuk ve usul


kurdular, hattâ N apoleon’un çıkarmış olduğu Medenî K anun’u
taklld ettiler. Topraklarını, herbiri bir m em ur tarafından idare
edilen, yeknasak taksim ata ayırdılar ve N apoleon’un m üttefiki
sıfatiyle, bir ordu kurm ak zorunda kaldıkları zaman, bunu as­
ker alm a usulü ile topladılar. Napoleon, Fransa’nın komşusu
olan cum huriyetleri krallık haline soktu. Alm anya’da prensle­
ri, eski İm paratorluğu dağıtm ak için kullandı ve bunları bir
“Rhin K onfederasyonu” halinde toplayıp bir ittifakla bağlı­
yarak kendisine asker verm eğe m ecbur tuttu; bunun üzerine
Alm an İm paratoru, Avusturya İm paratoru unvanını aldı. Son­
ra Napoleon R u sya’nın m üttefiki olan Prusya’ya harp açtı,
toprağının bir kısmını elinden aldı ve bu toprağı “Vestfalya
krallığı” adıyla yeni bir krallık haüne sokup kardeşine verdi;
P olon ya’nın bir parçasını da yeni bir D evlet haline sokup ba­
şına Saks kralını getirdi. Napoli krallığını, sonra İspanya kral­
lığını ele greçirip buralara kral olarak kendi kardeşlerini yol­
ladı.
N apoleon iki çeşit hasımla karşılaşm aktaydı; Bunlaidan
biri (Avusturya, Prusya, R usya gibi) kuvvetli ordulara sahip
bulunan büyük Avrupa devletleri, öteki de denizlere hâkim
olan İngiltere idi. N apoleon’un karada cereyan eden ve kısa
süren istilâ harpleri, Büyük Britanya’ya karşı devamlı bir sa­
vaşa paralel halde cereyan etti. Donanm asm ın savunduğu İn­
giltere’yi istilâden vazgeçm ek zorunda kaldığı için, onu istedi;
fakat bu, öteki Devletlerin de yardım larını gerektiriyordu.
İngiltere bütün uyruklarına Fransız İm paratorluğu kıyıla­
rında faaliyette bulunmalarını yasak etm iş; sonra da bütün ta­
rafsız gemilere, yüklerini bir Britanya lim anına boşaltıp Fran­
sa ile ticaret yapm ak için lisans alma emrini vermişti. N apo­
leon buna “ K ıta ablukası” ile kargılık verdi. İlkin İngiliz mal­
larının, sonra bütün söm ürge yiyeceklerinin ve bir Britanya
lim anına uğram ış olan bütün tarafsız gem ilerin müsaderesini
emretti. Fakat para elde edebilmek için nakit karşılığı olm ak
şartiyle ticaret lisansları verdi, sonra da müsadere olunan m al­
ların satılmasına müsaade etti.
N apoleon’a boyun eğmiş olan yabancı m em leketler halkı
kahve ile şekerden, pamuklu ve madenî eşya gibi İngiliz en­
düstrisinin mamûllerinden vazgeçm eğe katlanam ıyorlardı; bun­
la n n hükümetleri de kaçakçılığı önleme çarelerini araştırm ı­
yordu. K açak çılığa engel olm ak için Napoleon Batı İtalya ile
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 317

Kuzey denizinin kıyılarını Fransa İm paratorluğuna ilhak etti.


H âkim iyeti a y n ca İtalya’yı, Ispanya’yı, E lbe’ye kadar Alm an­
y a’yı, hattâ P olon ya’yı iğine alan, m üttefik D evletlerden mey­
dana gelm e v e kendisinin “Büyük İm paratorluk” diye adlan­
dırdığı bölgeye de şâmildi. K ıta ablukasına çarın da katılm a­
sını sağlamıştı. H attâ bağımsız iki D evlet olan Avusturya ve
R usya’yı da kendisiyle ittifak yapm ak zorunda bıraktı.
N apoleon’un hâhim iyetinin etkileri. — N apoleon’un hâki­
miyeti hattâ kendisine kargı koyan mem leketler üzerinde dahi
bir etki yarattı. Prusya’da, 1806 bozgunundan sonra hükümet
rejim ini ıslah ihtiyacını duymuştu. Islahat kralın asiller ve
mem urlar gibi uyruklarına rağmen, R u sya’ya sığınan Alm an­
lar tarafından-yapıldı ve onlar bu ıslahatı krala, kendi iktida­
rını arttırm ak gayesini güden “ m onarşik bir ihtilâl” gibi gös­
terdiler. Islahat, Prusya’ya Fransa taklidi müesseseleri sok­
m aktan ibaret kaldı. H üküm et ilkin bir bakanlar kurulu ve
seçilm iş üyelerden m ürekkep belediye m eclisleri kurm ak ve
köylülere hürriyet verilmesini emretm ekle işe başladı; sonra
cism anî cezaları kaldırıp askerlik hizmetini mecburî hale so­
karak orduyu ıslah etti. Sonunda Kilisenin mallarına elkoydu,
bir jandarm a zâbıtası kurdu, paten te (tüccarın ve esnafın yıl­
lık tezkere vergisi) vergisini ihdas etti ki bu vergi dolayısiyle
endüstri ve ticaretin hürriyetine yol açtı.
F ransa’da bulunm akta olan kralm yokluğu sırasmda Ispan­
y a ’da ayaklanan vatanseverler her eyalette bir hükümet junte
(kom ite) si, sonra da merkezi bir ju n te kurdular; bu da eski
corHes adı altında bir kurucu meclisi toplantıya çağırdı. Mec­
lis bilhassa merkezden uzak eyaletler tarafından seçildi ve
(1791 Fransız Anayasasını örnek tutan) 1812 Anayasasını kabul
etti, ki buna göre katoliklik m ecburi din olarak m uhafaza edi­
liyor, fakat tek bir meclisle sınırlanan bir m onarşi ihdas edili­
yordu.
H attâ R u sya’da dahi gar Aleksandr m utlakiyetçi rejim e
dokunmaksızın, N apoleon’u örnek alarak ıslahata girişti ve bir
bakanlar kurulu ihdas etti.
Y abancı hâkim iyeti (1) milletleri öfkelendirm ekteydi: Bun-

(1) N apoleon : “ B ir m illetle bir başkası arasmda ç o k az


fa r k vardAr” diye yazıyor v e bundan da, Fransız rejim ini, n ef-
retle^m e aldırış etm eksizin, hepsine zorla kabul ettirebileceği
sonucuna varıyotdu.
318 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

1ar askerlerin geçişlerinden, elkoymalardan, harp tekâlifinden,


Fransız greneralleri ile memurlarının keyfi emirlerinden, asker
toplamalarından, K ıta ablukasının yarattığı yoksunluklardan
ıztırap çekiyorlardı. İm tiyazlılar ise bu halden bilhassa zarar
görm ekte olduklarını hissetm ekteydiler: Rühban sınıfı malla­
rının satılmasından, din hürriyetinden, medenî nikâh ve bo­
şanmadan, - asiller köylüler üzerindeki haklarının ilgasından, -
m em urlar işten çıkarılıp emekli aylığına hak kazanam am ak­
tan, - burjuvalar ise devlet istikrazlarının getirdiği gelirin aza­
lışından şikâyetçi idiler.
Y abancılara karşı beslenen öfke, milletler arasındaki ay­
rılığı da hissettirdi: M illetlerden ziyade insanlığı düşünmeğe
alışık olan X V III. yüzyılın aydın insanları, bu farkı düşünme­
mişlerdi. Y abancı hâkim iyeti yeni miUi duyguyu uyandırdı; bu
duygu İspanya’da halk çoğunluğunun bir ayaklanması, Al­
m anya’da küçük vatansever birliklerinin kurulması ve rom an­
tik yazarlann eserleriyle kendini açığa vurdu.
N apoleon ise hâkim iyetini ve ablukasını daha da genişlet­
mek için savaşm ağa devam eti. Fakat orduları ilkin Alm an­
y a ’da, sonra İspanya’da yıprandılar. - Bu orduların, yarı y a n -
ya yabancılardan müteşekkil olan en kalabalığı, sür’atli bir
harp için çok elverişsiz şartlarla karşılaşmış olduğu R u sya’da
mahvoldu. - 1811 deki bir işsizlik krizine rağmen ticaretinin
biriktirdiği servete sahip olan İngiltere, büyük bir borca gire­
rek savaşa devam ederken, P rusya ile Avusturya da R u sya ile
birleştiler. K oalisyon halinde birleşen dört büyük devlet Na­
poleon’un metodunu kullanıp bütün kuvvetlerini toplıyarak
taari'uza geçtiler. 1813 de kesin bir savaş A lm anya’nın boşal­
tılmasına, Fransa’nın istilâsına ve İm paratorluğun yıkılm asına
yol açtı.
Napoleon hâkim iyetinden h içbir şey kalmadı, hattâ Fran­
sa İhtilâl sırasında elde ettiği top raklan dahi kaybetti. Fakat
Fransız orduları (Hollanda, İsviçre, Almanya, İtalya, İspanya
gibi) N apoleon’a boyun eğmiş olan hemen bütün memleketlere
İhtilâlin ilkelerine dayanan yeni bir rejim sokm uşlardı: Bu, se­
çilm iş meclislerle icra olunan milletin eg-emenliği değil, mer­
kezleşmiş bir iktidar altında özel hürriyet ve kanunî eşitlikti.
Yalnız Avrupa’nm u cla n n da bulunan (Büyük Britanya, P orte­
kiz, İsveç, R u sya g ibi) mem leketler bundan masun kalmışlar­
dı.
Bunun genel olarak sonucu asillerin im tiyazlannı ve dere-
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 319

beylerin haklarını, ruhbanın maddî otoritesini, prenslikleri ve


kilisenin mülklerini, hemen hemen bütün manastırları. Kilise
m ahkem elerini ve Enkizisyonu ilga etm ek (yahut zayıflatm ak),
aynı zam anda da loncalarla tarım nizam larını kaldırm ak ol­
du. B u yıkılışlardan (din, evlenme, yerleşme, y er değiştirme,
endüstri, ticaret bakım larından) özel bir hürriyetler rejim i sık­
tı kİ bu, aynı zam anda kanun ve (vergi, askerlik g ibi) kamu
m ükellefiyetleri kargısındaki hukuk eşitliği ile de atbaşı bera­
ber gidiyordu. - Politik iktidar mutlak olarak hükümdarlarla
m em urlarınm ellerinde kaldı; bunlar öteki iktidarların direnç­
lerinden kurtulmuş olduklarından, Fransa’daki gibi, yeknasak
bir arazi taksim atı yapm ak ve meslekten yetişm e bir mem ur­
lar kadrosu kurmak, böylece de idare, adliye ve vergi bakırh-
lanndan yeknasak bir rejim uygulam ak im kânını buldular.
Bu değişiklik 1800 den önce ilhak edilmiş B elçika ve Rhein
m em leketleri gibi yerlerde daha tam, daha sürekli, - prensleri
Napoleon tarafından korunm akta olan K uzey İtalya ile Güney
Alm anya mem leketlerinde ve Fransa’yı taklid etmig olan
Prusya’da oldukça kuvvetli oldu; en za yıf değişiklik ise Po­
lonya ile Fransız hâkim iyetinin kısa sürnıüg olduğu “ îllirya
Eyaletleri” nde görüldü. Avrupa’nın politik hayatı bu buhran­
dan, X V III. yüzyılın “Anlayışlı despotizm ” y& ıünde değişmiş
olarak, yani başta uyruklarına özel hürriyeti veren rasyonel ve
mutlak bir hükümet bulunduğu halde çıkıyordu.
Toplumun değişm esi. — İhtilâlin açtığı buhran, m em leket­
lerine göre az veya çok derin olarak, Avrupa’da toplumu de­
ğiştirdi. İhtilâlin bütün imtiyazları lâğvetm iş olduğu Fransa'­
da iki yüksek sınıf bu halin kurbanı oldular. A siller yalnız üs­
tünlüklerinden yoksun bırakılm akla kalm adılar; içlerinden ço­
ğu idam edildi y a da göçm enliği sırasında öldü; ötekiler de
göçm enlerin mallarına elkonulması dolayısiyle iflâs ettiler.
Rühban sınıfı maddî otoritesini kaybetti, bütün m allan ve ge­
lirleri, bütün m a n a s t ır ın elinden gitti; anayasa taraftarı ya­
hut aleyhtarı papazlann çoğu işlerinden çıkarıldılar, tazyik ve
takibedildiler, her türlü aylıktan mahrum bırakıldılar. K onkor­
dato ile piskoposların ve papazların ancak bir kısmı tekrar
işbaşına geldi, bunlara da çok az birer aylık ödendi.
İhtilâl en çok burjuvaların işine yaradı, bunların hemen
hepsi kamu m em uriyetlerini işgal ettiler, rühban sınıfından ve
asillerden alınan millî emlâki satın alarak yahut borsadaki
kıym etler ve orduya yapılan teslim at üzerinde spekülâsyonlara
320 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

girişerek servetlerini arttırdılar. - İhtilâl köylülerin de duru­


munu düzeltti: Bunlar ondalıktan (â§âr), derebeylerine ödedik­
leri haklardan ev hattâ toprak sahibine verdikleri kiralardan
kurtuldular. Millî emlâ.kin küçük bir kısmını satın aldılar ve
“ kaime” ler devrinden faydalanarak borçlarıyla kiralarını kâ­
ğıt para ile ödeyip ürünlerini madenî para ile sattılar. - Zanaat
nizamlarından kurtulan zanaatkârlar, m allarını istedikleri gi­
bi yapıp satm ak hakkına sahip oldular; evlerinde çalışan kal­
falarla isçiler de gerekli im kânlara sahip oldukları zaman ken­
di hesaplarına iş kurabildiler. F akat işçi olsun, tanm gündelik­
çisi olsun, ücret karşılığında çalışanlar yalnız fertlere bahşe­
dilmiş olan bir çalışm a hürriyetinden hiçbir gey kazanm ıyor­
lardı. 17i91 de çıkan bir kanun birleşmeği, koalisyon kurmayı,
grev yapm ağı yasak etm işti; çalışanlar arasındaki her anlaş­
maya, lonca sistemine bir dönüş gözü ile bakılıyordu.
İm paratorluk rejim i burjuvalarla köylülere, İhtilâl sırasın­
da edindikleı-i faydaları bıraktı. Y üksek memurlardan ve ge­
nerallerden meydana gelen İm paratorluk asil sm ıfı eski asil­
lerle kaynaşm ağa gayret etti. A bluka İm paratorluk limanları
armatörlerinin ve toptancı tâcirlerin büyük kayıplara uğra­
malarına yol açtı; buna karşılık, bilhassa dem ir ve dokum a
endüstrisinde, sanayi erbabı için bir him aye yerini tuttu. Bun­
lar işçileri kendi keyiflerine tâbi tutan kanunlarla zâbıta ted­
birlerinden de faydalandılar, ücretleri ve çalışma şartlarını
tesbit için yegâne hâkim olarak kaldılar.
İngiltere’de, İhtilâle karşı bir tepki olarak, büyük toprak
sahipleri ve rühban aristokrasisi ik tidan zaten elde tuttuğun­
dan, toplum üzerindeki hâkim iyetini sağlamlaştırdı. Hemen he­
men yirm i yıldanberi aralıksız olarak sürüp giden harp, eko­
nom ik bir krizin çıkm asına yol açtı ve bu kriz, tekniğin daha
önce kaybetm iş olduğu ilerlemelerin yarattığı kargaşalık yü­
zünden daha da çapraşık hale geldi. K uzey ve Batı bölgelerin­
deki sınaî teşebbüsler (bilhassa iplik ve dem ir sanayii gibi)
büyük müesseselerde toplanan gittikçe fazla sayıda işçi çalış­
tırm aktaydılar. İşverenler çıraklık devresi geçirtm eksizin ça­
bucak yetişen vasıfsız işçiler, kadınlar ve çocuklar kullanarak
m asraflarını azaltmaktaydılar. Y abancı buğdayların rekabetine
karşı toprak kıym etinin ve kiraların yüksekliğini muhafaza
için Parlâm ento 1791 de güm rük resmi ihdas etmiş, bu da ek­
mek fiyatının artm asına yol açmıştı. Ücretliler hem gündelik­
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ ' 321

lerin düğüsünden, hem de yiyeceklerin pahalılığm dan ıztırap


çekiyoriardı.
İşçiler çırak ve çıraklığm süresi hakkm daki kanunun uy-
gulanm asmı istedikleri zaman. Parlâm ento kanunun uy;fulan-
masını talik etti, sonra bunu kaldırdı; a y n ca işçilerin birleş­
melerini yasak etti. - T a n m isçileri için de 1795 te bir sulh yaıv
gıçları toplantısıyla tasarlanmış olan çareye başvuruldu. Gün­
deliklerin yetişm em ekte olduğu her tarafta anlaşılmış olduğun­
dan, ruhanî bölgre bunu, yarg'ıçlann ekm ek fiyatını esaa tuta<-
rak tesbit ettikleri bir yardım la tamamlamaktaydı.
Harbin yarattığı buhran yüzünden hüküm et 1797 de Ban-
k a’ya kaim elerin karşılıklarını ödem em ek iznini verdi. Ablu­
kanın doğurduğu kriz öylesine bir işsizlik yarattı ki 1811 de çi­
leden çıkan işçiler m em leketi dolaşarak büyük endüstrinin
m akinelerini değil de, evde çahşanlann tezgâhlarını kırdılar.
Fransız hâkim iyeti altına ger;mig olan O rta Avrupa mem­
leketlerinde toplum daha az ölçüde olm akla beraber Fransa’da­
ki gribi burjuvalarla köylülerin yararına ve asillerle rühban sı-
m fm ın zararına olarak değişti; ücretlilerin durum larında ise
belirli bir ilerlem e olmadı. - D oğu A vrupa’da toplum, büyük
arazi sahibi asillerin hâkim iyeti altında kaldı; bunlar gehirler
halkına yüksekten bakm ağa ve köylüleri söm ürmeğe, Rusyr,’'
da da bunlara köle muamelesi yapm ağa devam ettiler.
F ikir çalışmaları. — Bilim ler bilhassa m ünferit bilginlerin
yaptıkları araştırm alarla ilerlem eğe devam ediyorlardı. Bunun­
la beraber Fransa’da, Convention tarafından kurulmuş olan
Politeknik Okulu m atem atik ve mekanik çah.smaîarı için bir
m erkez haline geliyordu. Lavoisier tarafındaiı kuı-ulan inorga­
n ik kimya, cisim lerin metodlu bir terim listesine göre yapılan
incelenm esiyle tamamlanıyordu.
Y abancı hâkim iyeti altında politik bakımdan pasif kaJan
Almanya, fik ir çalışmaları bakım ından A vrupa’da ilk defa ola/-
rak ön plâna geçiyordu. Alman filozofları K ant ve im kânsız
olan m etafizik problem ler üzerindeki teorileri tekrar ele alı­
yorlar ve bu alanda Alm anya’ya - X IX . yüzyılın ortasına kar-
reddi imkânsız bir deha anlayışı yayılm ağa başladı ki. Alman
şiiri Goethe ve Schiller’le, ulaşabileceği en yüksek seviyeye
vardı. X VIII.s yüzyıldaki insanseverlik fikrine ay k ııı olarak
İnançlar, masallar, .şarkılarla açığa vuruleun her millete has ve
reddi imkânsız bir deha anlayışı yayılm ağa başldı ki, Alman
F. 21
32 2 A V B U P A M İL L E T L E R İN İN

rom antikleri eserlerinin konularını bu kaynaklardan sağ-ladı-


1ar. Aynı zamanda, Alm anya’nın h içbir etkisi olmaksızın, ih­
tilâle sem pati besleyen İngiliz sairleri de rom antik şekli be­
nimsediler. Belli ba§h Fransız yazarlan, hattâ Chateaubriand
dahi, X V in . yüzyılda olduğu gibi, n esir kullanıyorlardı ama
hepsi de yabancıydılar yahut yabancı mem leketlerle sıkı temas
halindeydiler.
A lm anya âletli m üzikte de İlk safı işgal ediyor ve Viyana,
tercihan operaya yönelm ekte olan İtalya ile rekabet halinde,
bu müziğin başhca merkezi haline geliyordu.
Orijinal verim i hemen tamamen Fransa’da toplanan plâstik
sanatlar, D avid’in ekolünün ressam lan hariç, hiçbir önemli
eser vermediler. B esim bir yandan m im ariye hâkim olm ağa
devam etm ekle beraber, akadem ik neviden kurtulm ağa bağ­
lıyordu.
X V II

X IX . Y Ü ZY IL IN İL K Y A R IS I

Krallığ-ın yeniden kurulduğu tarih olan 1814 ile 1848 ihtilâl­


leri arasm daki otuz küsur yıl Devletler arasında bir bang, A v­
rupa’nın maddî hayatında da bir ilerleyiş devre.si oldu ve bunun
devam ınca politik rejim in ve toplum un kesin olarak değişmesi
işi hazırlandı.
K ralhğm yeniden kv.i'ulvsu. — N apoleon’a karşı ’’ittiiak
yapm ış” olan dört büyük devlet, onu yendikten sonra, Fransa’­
da İhtilâlden önceki durumu yeniden kurm ağı denediler. Bu
eski durumun yeniden kurulması işi Fransız lmpara,torluğun-
dan ve N apoleon’un hâkim iyeti altındaki memleketlerden, ya­
hut da onun m üttefiki olarak kalmış D anim arka ve Saks kral­
larından alınan toprakların dağıtılm ası işiyle başladı. Prensip
olarak bunlann, oldukları ilân edilen hükümdarlarına
g-eri verihneleri gerekiyordu ama, eski durumun yeniden ku­
rulması işi tam olmadı.
M üttefikler cum huriyetlerin hiçbirini yeniden kurm adılar;
Venedik Cumhuriyeti Avusturya’ya kaldı, Cenova cum huriyeti
Sardunya kralına verildi, Birleşik-Eyaletler cum huriyeti Bel­
çik a’yı da içine alarak büyüyen bir H ollanda krallığı haline
sokuldu, kral olarak da başına eski stathouder’ierin varisi ge­
tirildi. Papa’nm m ülkü olan "K ilise Devletleri” hariç olm ak
üzere. Kilise devletlerinden hiçbiri yeniden kurulmadı. Alm an­
ya’nın eski serbest şehirlerinden ancak dört tanesi kaldı. - Y e­
ni unvamîıı m uhafaza etmig olan Avusturya İm paratoru Mi­
lano bölgesini yeniden alıp “ kral vekili” tarafından idare edi­
len bir “ krallık” halinde V enetia ile birleştirdi. İtalya’nın geri
kalan kısmı eski prenslerine g eri verildi. Danimarka, İsveç
kralına verilen N orveç’i kaybetti. Saks kralı, topraklannm ,
Prusya’ya verilen bir kısmını kaybetti. 1795 de P olonya’nın
Prusya tarafından alınmış olan hissesi küçük bir “ Polonya
krallığı” haline getirildi ve çar kendisini buranın kralı ilân
etti. Prusya ancak Posen’i (Poznan) aldı, geri kalan kısım için
de eski K ilise prenslerinin Vestfalya ve R hein nehrinin sol kı-
324 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

yısındaki top raklan tazm inat olarak kendisine verildi.


Bu değişikliğin gok önemli sonuçlan oldu. O zamana kadar
aristokratik, askerî, tarımcı, (Silezya hariç) Luther ta ra fta n
bir D oğu A vrupa Devleti olarak kalmış bulunan Pm sya, büyük
endüstri için hazır bir m adenler sahasına sahip ve R hein neh­
rini eski m üttefiki Fransa’ya kargı savunm akla görevli, kıs­
m en katolik v e burjuva bir Batı A vru pa Alman Devleti haline
geldi. Arazisi gimdi A lm anya’nın iki ucuna kadar ulaşm aktay­
dı am a arasına bagka Alm an Devletlerinin girm iş bulunduk­
ları iki parçaya bölünmüg haldeydi.
Y irm i kadar Devletten ibaret kalmıg olan Avrupa sade­
leşmişti ama, gimdi ancak 38 üyesi bulunan bir K onfederasyon
halinde toplanm ış olan Alm anya’nın kendisi, bu hesabın dışın­
daydı.
Devletlerin ig rejim leri de eski duruma uygun şekilde ye­
niden kuruldu am a bu, gok egitsiz bir şekilde yapıldı. Fran­
sa’da bu iş, eski kral ailesini yeniden tahta çıkarm aktan ibaret
kaldı; fakat bizzat m üttefiklerin isteği üzerine “megru” kral,
adına Charte constitutionnelle (Anayasa vesikası) denen resmî
bir belge ile, hattâ K ilise mensuplarından ve göçm enlerden alı­
nan m allara elkonulması da dahil, 1789 danberi yapılm ış olan
bütün yenilikleri muhafazayı kabul etti. İhtilâl devrinden kal­
ma, burjuva yahut asker asıllı bütün hükümet personelini, hat­
tâ Senato ile (M ebuslar Meclisi diye adlandınlan) Tegriî Mec-
lis’i de yerinde bıraktı. E ski rejim e dönüş ancak şekle ait bazı
şeylerle (1), bilhassa beyaz bayrakla belli oldu.
B irleşik-Eyaletler konfederasyonunun yerine geçen H ol­
landa Ikrallığı merkezlegmig ve birlikçi ( ım itaire), tek meclisli
bir D evlet oldu. - İsviçre 1802 tarihli yeni Anayasasını, Avrupa
tarafından inanca altına alınan bir tarafsızlıkla beraber muha­
faza etti. - Bütün öteki Devletlerde hüküm dar prensip olarak
sınırsız iktidarına yeniden sahip oldu, fiiliyatta ise Fransız
hâkim iyeti buralarda asillerle rühban sınıfının mukavem et
kuvvetlerini ve eyaletlerin törelerini yoketm ig olduğundan, bu
iktidar daha da artmıg bulunmaktaydı.
P olitik rejim ler. — Bundan böyle her Devletin rejim i,
“ m eşru” hüküm darın iradesine bağlı kalıyordu. Kendisine de

(1) Bu sekiUerm yarattığı derin etk i 1815 te Napoleon'a,


ondalık (â-şar) ta d erebeyi hakJarmin yem d en kurulmasını ön'-
îem ek için getH geldiğini söylem ek fırsatını verdi.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 325
meslekten yetişme bir memurlar kadrosu hizmet etm ekteydi.
H üküm darlann çoğu mutlak ve kontrolsuz iktidarı m uhafaza
ettiler, A lm anya’da Fransa’ya kom şu prensler Fransız Anayasa
vesikasının taklidi olan bir Anayasa kabul ettiler ki bu, ken­
dilerinin yetkileriyle uyruklarının haklarım ta rif ediyor ve bi­
risi seçim le işbaşına gelen iki M eclis kuruyordu. - Hollanda
kralı bir “tem el kanun” ihdas etti ki bununla üç sınıftan mü­
rekkep bir m eclis m eydana geliyordu. - İsveç 4 sınıftan müte­
şekkil eski D iyet m eclisini m uhafaza etti. - İsveç’e ilhak edi­
lişi üzerine ayaklanan N orveç de 1814 te, 1791 tarihli Fransız
Anayasasının taklidi olan bir anayasaya sahip olm uştu: seçim ­
le işbaşına g'elen, fak a t ancak üç yılda bir toplanan bu meclisin
yerine iktidar fiilen İsveç kralı tarafından seçilen bakanların
ellerinde bulunmaktaydı. - A yrı bir krallık olarak kalan M aca­
ristan, pek seyrek olarak toplantıya çağırılan aristokratlardan
müteşekkil D iyet’ini m uhafaza etmekteydi. - P olonya krallığı
çardan bir Anayasa, bir de Diyet meclisi almıştı. - B^ir m ecli­
sin bulunduğu bütün Devletlerde bu m eclisin rolü, m eclis dı­
şından seçilip yalnız krala bağlı olan bakanların tek lif ettikle­
ri kanunlarla vergileri karara bağlam aktan ibaret kalıyordu.
Crerçek iktidar böylece her tarafta hüküm dara ve mem urları­
na ait bulunmaktaydı.
İngiltere’nin rejim i ise bütün ötekilerden başkaydı: Çünkü
kral ötedenberi bakan olarak Parlâm ento üyelerini seçip ken­
disi bakanlar kurulunda hazır dahi bulunmaksızın işleri ohlann
idaresine bırakıyordu. Fakat Bakanlar kurulunun ancak seçil­
miş M eclis’in çoğunluğu ile anlaşm a halinde hükümeti idare
edebileceği yolundaki teori, o zaman iktidarda olan tory par­
tisi tarafından açıkça kabul edilmiş değildi (bu, ancak 1834 te
kabul edildi). Fransa’da kral bakanları seçm e hakkına sahipti
am a fiili durum belirsiz olarak kalıyordu ve bakanların çoğu,
İngiltere’de olduğu gibi, M eclis’lerin içinden alınmaktaydı.
Bütün m onarşiler için müşterek olan bir nizam gereğince,
Fransız İhtilâli meclislerinin tersine olarak, seçilm iş milletve­
killerine herhangi bir tazm inat verm ek yasaktı ,bu ise servet
sahibi olm ayan kim selerin m eclislere girm esine im kân verm i­
yordu. Seçim sistemi bagka başkaydı; fak a t bütün Devletlerde
seçme imtiyazı mülk sahiplerine mahsus bir hakti. Bûnların
vasıfları in filiz rejim inde bir gayrım enkule sahip plmak, Fran­
sız rejim inde ise yüksek bir vasıtasız vergi ödem ek sayesinde
teşbit ediliyordu. Seçim (O rtaçağ geleneğine uygun olarak) K m-
326 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

zey m em leketlerinde sözlü ve alenî idi, F ransa ile Fransız re­


jim ine uyan m em leketlerde ise (rühban sınıf m m âdetine uygun
olarak) yazılı ve gizliydi.
Bütün meşruti m onarşiler mem leketlerinde X V III. yüeyl-
Imkilerden çok a y n olan politik hayat usullerinin yerleşmesine
müsaade ettiler H üküm et gazetelerin kam u işleri hakkm da ha­
berler verm elerine ve politik meseleleri tartışm alarına ses
çıkarm adı. Basını sansüre tâbi tutm aktan vazgeçti ve bir "ba­
sın hürriyeti” ni kabul etm ek zorunda kaldı, faka t bu hürriyet
her meınlekete göre zâbıta tedbirleri ve mahkem eler önünde
görülen dâvalarla çok eşitsiz bir şekilde sınırlanmış bulunu­
yordu. Jüri ile yargılam a şeklindeki İngiliz rejim i Fransa'da
basın dâvalarına uygulandı. Uyruklar böylece hükümetin fiil­
leri hakkm da bilci edinebilmek ve M eclis’lerde yapılan tenkid-
leri öğrenebilm ek im kânına sahip oldular. Devletin politikası
üzerinde bir kam u e fk â n teşekkül etti.
D evletler ara.«ındaki münasebetler, N apoleon’un yenilme­
sinden sonra M üttefikler tarafm dan yapılan beyanlardaki açık
bir ilke üzerine dayanm ış bulunuyordu ki şu idi: “ Barışı,” D ev­
letler arasm da “ kuvvetlerin âdil bir taksim i” yahut “ devamlı
bir muvazene sistemi üzerine kurm ak.” Böylece bir A vrupa
m uvazenesi" kuruldu ve bu, "A vru pa birliği" yani “ büyük D ev­
letler” ara.sındaki bir anlaşm a ile idam e ettirildi; bu Devletler
ötekilere danışmaksızm, Avrupa işlerini kendi aralarında ka­
vara bağlıyorlardı.
V iyana K ongresinde hüküm etler Devletlere ancak toprak­
larını olduğu gibi m uhafaza için tem inat vermişlerdi. Fakat
1815 te N apoleon’un geri gelişinden sonra, Fransa’nın iç rejim i
üzerinde. Paris’teki elçileri arasm da toplanan bir konferansla
kontrol kurdular ve barışın idamesi için gerekli tedbirleri in­
celem ek için toplantılar yapm ak üzere anlaştılar ki bunlar,
1818 den 1822 ye kadar toplanan “ konferanslar” la K o n çr e ’ler
oldu (1).
M uhalefetler v e kwnifi,Khkta.r. — 1814 te Kurulmuş olan
rejim, çeşitli sebepler yüzünden bir gayrım em nunlar sınıfı

f l ) N apoleon’un dört hasmt, arasındaki bu anlaşma, çar A lek-


sandr’ m eseri olan v e İn giltere’nin girm eği reddettiği, Fran­
sa’nın ise kabul edildiği asil "M ukaddes İttifak"' la hîan bir İca-
n şm a neticesinde, yersiz olarak "M ukaddes İ t t if a k ’ dipe ad­
landırıldı,.
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 327

meydana g-etirmisti. B ir anayasa ile m eclisler ve basın hürriye­


ti isteyenler, mutlak iktidar karşısm da öfkeleniyorlardı. Top­
rakların pay edilmesi, arkalarında bir millet bulunmıyali D ev­
letler yaratrmgtı. Almanya, İtalya, P olon ya birçok Devletler
arasında bölüşülmüş durum daydılar; tersine olarak Avusturya
da birbirlerine yabancı olan Almanlar, Macarlar, Çekler, Po­
lonyalIlar, Hırvatlar, Italyanlar gibi birçok m illetleri tek bir
D evlet halinde toplam aktaydı. Bu sistem, bütün milletlerini tek
bir D evlet halinde toplam ak istiyen milU birîih taraftarlarını
ve tersine olarak da, yabancı hükümetlere tâbi olup kendi mil­
letlerinden kim seler tarafından idare edilmeği arzulayan uy­
rukları öfkelendiriyordu. M utlak iktidara hasım olanlar libe­
ral (k i bu terim, o sıralarda ortaya çıkm ıştır) adını alıyorlar,
toprakların bölünmesinden memnun olm ayan kim seler de mil­
lî m uhalefeti tegkil ediyorlardı.
Genel olarak aynı şahıslar tarafından yapılm akta olan bu
iki çeşit muhalefet, milletin büyük çoğunluğunu tegkil eden
köylüler, zanaatkârlar, tâcirler, m em urlar arasından çıkm ıyor­
du: Çünkü bunlar gazeteleri okum uyorlar ve hüküm ete kargı
gelm eği düşünmüyorlardı. Muhaliflerin hemen hepsi avukat,
hekim, edebiyatçı, öğrenci, genç subay gibi orta sınıfa mensup
kimselerdi. Bunlann iş görm e im kânlan zayıftı; ilkin Ispan­
y a ’da, P ortekiz’de, İtalya’da, sonra Fransa ve R usya’ da ^izli
cem iyetler halinde veya askerî ayaklanm alar yaparak iş gör­
düler.
Bu ayaklanm alar Rusya, Avusturya, Prusya gibi büyük
m utlakiyetçi Devletlere, yalnız top raklan n bölünm e şeklini mu­
hafaza için değil, fakat m eşru hüküm darlann m utlak iktida­
rını yeniden kurm ak için de silâhlı m üdahaleye h aklan olduğu
hususunu ilân fırsatını verdi. Bu "m üdahale prensipi” de İtal­
y a ’da Avusturya kıtaları, Ispanya’da da Fransız ordusu tara-
fm dan uygulandı. Bunun üzerine İngiltere hüküm eti: “ İttifak
dünyanın idaresine m em ur bir birlik ve öteki D evletlerin is­
lerine tepeden inm e kâhyalık etm ek İçin kurulmuş bir teşki­
lât değildir,” diyerek İtiraz etti.
İngiliz hükümetinin m üdahale politikasına yaptığı İtiraz
yüzünden sarsılan büyük D evletler arasındaki anlagma, Viyana
K ongresinin nizam ladığı işler arasında bulunm ıyan iki bölge
yüzünden tam ve kesin olarak dağıldı, - ki bu bölgelerden bi­
risi, Ispanya’ya kao'gı ayaklanan v e İngiltere tarafından bağım­
sız olarak tanm an A m erika sömürgeleri, - öteki ise müslüman
328 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Sultana karşı ayaklanan hristiyan G reklerin ilkin İngiltere,


Bonra da R u sya tarafm dan desteklendiği Osmanh İm paratorlu-
Sru idi:
Meşruti m onarşilerde m uhalefet an cak rejim in İşleyişi ile
ilgilenm ekteydi. Fransa’da “ bağımsızlar” yahut “ liberaller” di­
ye adlandırılan muhalifler, göçm enlerin mallarının geri veril­
m esini ve rühban sınıfının iktidarının yeniden kurulmasını is­
teyen v ltra’ lax ile mücadele halindeydiler. Bunlar, seçim le ig-
bagına gelen M eclis için iktidardan daha büyük bir pay istiyor­
lardı; çoğunluğu teşkil etme işini başarınca bu çoğunluk, kra-
hn bakanları dilediği gibi seçm e hakkına itirazda bulundu. İn­
giltere’de de - sonunda liberal adını alan - w hig partisi, millet­
vekillerinin çoğunluğunu çok u fak bir seçm en azınlığına ve­
ren eski seçim sistem inin ıslahatını istiyordu. İşçiler tarafın­
dan kurulan yeni bir radikal parti ise, tek dereceli seçim le “ ra­
dikal” (yani kökten) ıslahat yapılmasını istemekteydi.
D evletler arasındaki zıddiyetler. — İki büyük Devletin ig
rejim lerinde vukua gelen bir değişiklik yüzünden. Devletler
arasındaki m ünasebetler 1830 dan itibaren altüst oldu.
Fransa’da kralla Meclisin liberal çoğunluğu arasındaki an­
laşm azlıkla başlıyan 1830 ihtilâli, Bourbon’lara düşman olan
Paris halkının ayaklanması üzerine üç renkli bayrakla yapıl­
dı Bu ihtilâl. Anayasa vesikasını değiştirerek m uhafaza et­
ti; faka t asillerle rühban sınıfından m ürekkep IĞgitimiste’ leri
(yatıl B ourbon hanedanı taraftarlarını) hükümetten uzaklaştı­
rarak liberal v e din bakımından serbest düşünceli olan zengin
burjuvaları iktidara geçirdi. K ral da İngilizcede adına res-
ponsable, (sorum lu), Fransızcada parim anter denen rejim in ye­
ni prensipi gereğince hüküm sürm ek zorunda kaldı. Bu pren-
sipe göre bakanlar M eclis’ler önünde sorumlu idiler, yani se­
çilm iş Meclisin çoğunluğu ile anlaşm azlık halinde iseler, istifa
etm ek zorunda idiler. B u rejim bakan olarak çoğunluk parti­
sinin şeflerini almak ve gerçek iktidarı, seçilm iş kimselerin
eline vermek, gibi bir sonuç doğurdu.
İngiltere’de rejim , seçim sisteminin y a n m asırdanberi is­
tenen ıslahı ile değiştirildi. Seçilm iş M eclisin liberal azınlığı
ile tory partisinin m uhalif unsurlanndan m eydana gelm e bir
koalisyon, ıslahatı kabul etti, fakat Lordlar K am arası bunu
reddetti. İşçiler yığın halinde gösteriler yapın ca lordlar korka­
rak sonunda ıslahatı kabul ettiler. Bu ıslahatın sonucu çoğun­
luğu ve hükümet idaresini liberal partiye verm ek oldu, parti
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 329

de her gehirde idare işleriyle görevli bir kurul teşkil etti.


O günden itibaren büyük A vrupa devletleri birbirine zıt
iki politik rejim u y ^ lıy a n iki grupa ayrıldılar; D oğu v e Ort^
Avrupa’da m utlakiyetçi üg krallık, B atı’da da iki parim anter
m onarşi vardı. Bu grupun herbiri daha küçük Devletlerde ken-
dininkine benziyen rejim i desteklem ek eğilim indeydi ve 1830
dan itibaren bu D evletler silâhlı müdahelelerde de bulunmağa
başladılar. - Liberal Devletler, Hollanda kralına karşı ayakla­
nan B elçika’nın liberal anayasaya sahip bağım sız bir Belçika
krallığı kurm asm a yardım ettiler. - Ters yönde olarak Rusya
ç a n PolonyalIların ayaklanm asını ezdi, bunlann anayasalannı
ilga etti v e mem leketlerini de kendi top raklan na ilhak etti.
Avusturya küçük İtalya Devletlerindeki ayaklanm alara son
verdi v e P rusya ile anlaşarak, Alm anya’daki liberallerin çıkar^-
dıklan k an şık h k la n bastırdı.
P ortekiz ve Ispanya’da İki kraliçe henüz çocu k yaştaki kız-
lannın yerine sahip sıfatiyle hüküm süıü yorlar ve ik tidan ele
geçirm ek için kavga ediyorlardı; küçük yaştaki kraliçelerin
m utlakıyet ta ra fta n iki dayıları da taht üzerinde hak iddia edi­
yorlar ve bu kavgaya karışm ış bulunuyorlardı; İngiltere ve
Fransa, daha sonra, bu iki krallıktaki duruma da müdahale et­
tiler. Naip kraliçeler liberallerin yardım ını kazanm ak için bir
Anayasa kabul ettiler ve m utlakiyetçi Devletlerden yardım gö­
ren iki kişiye karşı İngiltere ile Fransa’dan silâhlı yardım elde
ettiler. K anun bakım ından da İspanya ile Portekiz meşruti bi­
rer krallık haline geldiler. Buralş-rda iktidar iki parti arasında
mücadele konusu oldu ve fiiliyatta ise çok geçm eden yalnız ge­
neraller tarafından icra edilir hale geldi.
Liberal rejim li D evletlerde politik hayat, M eclis’teki parti­
ler arasında ve basında devamlı çekişm eler halini aldı. Toprak
sahiplerinin seçim bakımından sahip oldu klan im tiyaza kargı
d em okratik bir m uhalefet teşekkül etti. - İngiltere’de tek dere­
celi seçim istem ek için büyük yığınlar halinde toplanan işçiler,
Chartise diye adlandırılan bir parti kurdular, bu parti muaaxam
nümayişler tertipledi, temsilcilerden m ürekkep bir “Conven­
tion” topladı ve Avam K am arasına üç defa kocEunan msuzbata-
1ar verdi am a h içbir şey elde edemedi. - Fransa’da aynı hare­
ket hükümeti devirm ek için yapılan nüm ayişlerle başladı ama
millî m uhafızlann kısmî seçim “ ıslahat” ını istemek için giriş­
tikleri bir kam panyadan ibaret kaldı. - İsviçre’de, 1830 da ku­
rulan yeni radikal parti, iktidara geçm iş olduğu kantonlarda
330 AVRUPA M İL L E T L E R İN İN

tek dereceli seçim usulünü ihdas etti ve bu seçim geklinin her


tarafta yerleşmesini, federal hükümetin iktidannm da kuvvet­
lenmesini sağlam ak için K onfederasyonun ıslahmı istedi. K ar­
gaşalık, a y n bir birlik halinde toplanm ış olan katolik kanton­
lara karşı girişilen bir sivil harbe yol açtı ve radikallerin zar
feriyle sonuçlandı, onlar da 1848 de K onfederasyonu, müşterek
bir egem en hükümete sahip federal bir D evlet haline soktular.
M utlakiyetçi krallıklarda hükümetler, liberallere veya mil­
liyetçilere ba^ı tavizler verm eğe başladılar. Prusya krah mil­
liyetçi gösteriler yapılm asına ses çıkarm adı ve bir istikraz el­
de edebilm ek için krallığın bütün eyalet meclislerini millî bir
m eclis halinde topladı. - Avusturya hüküm eti M acaristan Diye­
tinin M acarcayı resmî dil olarak alm asm a izin verdi. İslâv di­
linde çıkan gazeteler yüzünden Bohem ya ve H ırvatistan’da mil­
liyetçi duygular uyanm ağa başladı. - İtalya’da birlik lehindeki
hareket, hükümdarlardan birkaçının desteklemesiyle açıktan
açığa kendini belli etm ek im kânını bulabildi. İlkin Piem onte’de,
İtalyan düşüncesinin 'risorgim ento" (ayaklanm a) su halini al-
dı ve hükümdarlardan, liberal bir rejim kurulacağı vaadini ko­
parm ağa m u vaffak oldu. - R u sya’da ise tersine olarak ça r Ni-
kola siyasî bir polis ihdas edip m utlakiyetçi rejim i daha da
kuvvetlendirdi; bu polis öğretimi, kitaplan, toplantılan, özel
hayatı gayet sıkı şekilde kontrol ediyordu. R u s milletini A v­
rupa’dan a y n tutacak şekilde, uyruklann Çarlık sınırlanndan
d ışan ya çık m alan n a izin verm iyordu.
H er grupun üyeleri arasıtıdaki anlagma sona ererken, iki
D evlet grupu arasındaki görüş ayrılığı da 1840 tan itibaren ha­
fifledi. M ısır hıdivi yüzünden bir anlaşm azlık çıkıp da Fransa
1814 teki dört eski m üttefik karşısında yalnız kaldığı zaman,
F ransa ile İngiltere arasındaki anlaşm a sarsıldı. İspanya me­
selesi yüzünden ise anlaşm a bozuldu ve Louis-Philippe mutla­
kiyetçi m onarşilere yakınlaşm ağı denedi am a bunlar da artık
kendi aralan nda uyuşm a halinde değillerdi.
İstihsaldeki ilerlem eler. — B aşlıca geçim Vasıtası olarak ka­
lan tarım, az istihsal karşılığı çok em ek istiyen bir ig olm ağa
devam ediyordu. K ötü gübrelenen, ço k kısa bir dinlendirme
devresine tâbi tutulan toprak ancak küçük ölçüde mahsul ver^
m ekteydi; fen a seçilen ve iyi beslenmiyen hayvanlar az et ve
az süt veriyorlardı. Ekim le hayvancılık an cak - tarlalara sıra
ile buğday ve yem bitkileri dikm ekten ibaret olan - H ollanda
ve İngiltere usullerinin (X V . bölüm e bk.) kullanıldığı yerlerde
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ , 331

önemli ilerlemeler, kaydettiler ki buraları Belçika, In a ltéré,


K uzey Fransa, Batı A lm anya idi. B u takdirde de m ülk sahip­
leri topraklarını köylülere verecekleri yerde, paralarım tanm S
ve hayvan yetiştirm eğe harcıyarak, kendileri işletiyorlardı.
, H attâ gübrenin daha iyi m uhafaza edildiğri, sapanlarda da­
ha genig bir uc dem irinin kullanıldığı, hayvanların daha iyi
beslenip barındırıldığı daha yüksek seviyedeki işletm elerde da­
hi ta n m işlerinde orak, tırpan, düven sopası gibi fazla sayıda
işçi bulundurulmasını gerektiren eski âletler kullanılıyordu. -
O zamanlar en çok para getiren ekim ler bağ v e zeytin ağacı
ile keten, kenevir, kolza, dut, kök. boya gibi “ sınaî” mahiyette­
ki ekim işleriydi. Bu çeşit tftrım bilhassa (İtalya, İspanya, Gü­
ney Fransa gibi) Akdeniz bölgeleriyle iyi cins şaraplan yetiş­
tiren tepelik yerlerde yapılıyordu. A lm anya’da şeker pancan-
nın bulunarak kıta ablukası esnasında kullanıldığı. Kuzeydeki
derin topraklarda şeker pancarı gibi yeni bir tarım şubesinin
m eydana çıkm asına yol açmıştı.
T a n m işleri nasıl henüz köylüler tarafından görülm ektey­
se, endüstriyel çalışm a da bilhassa zanaatkârlar tarafından ya­
pılm aktaydı ve geri m em leketlerde hemen bütün iplik eğirm e
işlerini kadınlar yapıyorlardı. İngiltere’de X V III. yüzyılda icad
edilmiş olan yeni teknik, “ endüstri ihtilâli” ni - bilhassa, İngi­
liz köm ür, dem ir ve çağlayanlar bölgesinde - ancak X IX . yüz­
yılda yaratabilmişti. K öm ü r istihsali, fon t ve çelik imali, pa^-
muğrın ve daha sonra yünün m akine ile eğirilmesi gibi işler
ancak oralarda, aynı müessesede büyük sayıda işçiler toplu­
yordu. Bu m etod hırdavat eşyası, silâh, iğne, halı, sabun ve
m um endüstrilerine de yayıldı.
B ü y ü k .b ir teşebbüs halinde merkezleşmiş endüstrilerin ço­
ğu bıçakçılık, dem ir eşya, saatçilik, bronz işçiliği, oyuncak, ot
ve saman eşya, örm ecilik gibi iş kollarında zanaatkârlarm ye­
rini tutan ve evlerinde çalışan işçiler kullanm ağa devam edi­
yorlardı. - E vde kumaş dokum acılığı artık m akine ile mücar
dele edemez hale geldiğinden, bilhassa bu kolda 1840 tan itiba­
ren issizlik başladı; dokum a tezgâhlarının sayısı İngiltere’de
olduğu gibi İskoçya, Belçika, Silezya ve N orm andiya’da da
azalm ağa başladı. F akat buhar m akineleri henüz nâdirdi. (Bar
zen kaçak olarak sokulan) İngiliz makineleri ve çoğu zaman
İngiliz igçileriyledir ki iplik v e kokla çalışan dem ir sanayii, da­
ha sonra da makineli dokum acılık Avrupa kıtasının Liège,
Saint-Gall, K uzey Fransa, Alsas, Rhein havalisi gibi en ileri
33 2 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

bölgelerinde yerleşm eğe başladı. 1850 de Fransa’daki 3, Alm an-


yadaki 1 m ilyona karşılık, İngiltere’de 14 1/2 m ilyon iğ: vardı.
T icaret v& kredi. — Ticaret, bilhassa su yoluyla yapılan
taşım alarda daha ekonom ik hale gelen ulaştırm a araçlarının
ilerlemesinden faydalandı; taşım a işleri (İngiltere ile Belçi­
ka’da) mem leketin içlerinde m avnalarla ve nehir ve kanallar
yoluyla, - denizde yandan çarklı ve buharlı gemilerle yapılı­
yordu. - İskoçyalı bir mühendis olan M ac A dam ’ın bulduğu
kendi adını taşıyan yol inşa sistemi (m akadam şose) sayesin’-
de kara yolları da geniş ölçüde ıslah edildi; bu usulle yollar­
daki ağır kaldırım taşlarının yerini, ufak parçalar halinde k ir
rılıp son ra silindirle bastırılan bir taş tabakası aldı. Birer
teşebbüs halinde teşkilâtlandırılm ış olan araba nakliyatı, bü­
y ü k sayıda; arabacıya iş sağlıyordu. Y olcu lar çabuk giden diti-
g en ce’ larla, yapılan ve çok sayıdaki konaklarda at değiştirt­
m ek im kânına sahip olan yeni nakliye servislerini kullanıyor­
lardı.
D em iryolu frail, vxıgon, tender gibi İngilizce terim lerden
de anlaşılacağı üzere) İngiltere’de küçük bir m esafe üzerinde
kullanılm ağa başlandı; Belçika, Almanya, Fransa’da da taklid
edildi.
İç ticaretin başlıca metaı henüz buğdaydı ve büyük şehir­
ler için lüzumlu olan buğday su yolları veya arabalarla taşını­
y ordu ; mahsulün azlığına veya çokluğuna göre fiyatlar henüz
büyük ölçüde değişm ekteydi. Y abancı m em leketlerle denizden
yapılan ticaret çok arttı. İngiltere artık her tarafta kullanıl­
m ağa başlanan söm ürge yiyeceklerini, kahve, şeker ve tütünü,
daha geniş ölçüde de kendi büyük dokum a ve m adencilik en­
düstrisinin m amûllerini ihraç etmekteydi. Buna karşılık ham­
maddeler, kereste, pamuk, yün, bazen buğday ithal ediyordu.
Parayı m em lekette tutm ak ve yabancı endüstrilerin reka­
betini önlem ek üzere alınmış olan tedbirler henüz dış ticareti
engellemekteydi. Fransız sanayicileri ve bilhassa demirhane sa­
hipleriyle iplik ve kumaş im alcileri M eclislerden çok yüksek
güm rük resim leri uygulanmasını ve hattâ bazı İngiliz ma-
m ûllerinin ithalinin yasak olunmasını elde ettiler. İngiltere da.
h a 1815 te buğday üzerine gayet yüksek güm rük resim leri koy­
muş, sonra bu resim leri iç piyasanın fiyatlerine g öre değişen
"m üteharrik bir m ikyas” a tâbi tutmuştu. Y avaş yavaş bu re­
jim i gevşetti, güm rük resim lerini indirdi; ilkin yabancı gem i­
lere koyduğu yasağı, sonra da ticaret kum panyalarına verdiği
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 333

tekelleri kaldırdı. 1846 da İrlanda’da başgösteren kıtlıktan son-


i'a, buğday üzerinden alman bütün resmi ve vergileri kaldırdı.
Y abancı m em leketlerin rekabetinden korkuları kalm ayan
İngiliz sanayicileri, Devletler arasında ticaretin tam am en ser­
best olması (serbest mübadele) için M anehester’de bir hare­
kete giriştiler. K açakçılığı kolaylaştıran çok uzun bir sınır
hattını kontrol zorunda olan Prusya hükümeti ,hemen hemen
bütün küçük Alman D evletleriyle bir “ Güm rük Birliği” kurdu
ve bu birlik, ithalât resim lerini genig ölçüde indirdi.
B orsalarda muamele gören istikraz tahvili, hisse senedi
gibi menkul kıym etlerin artm asıyle kredi gittik çe daha faal bir
hale giriyordu. B anka muam eleleri henüz özel bankalar tara­
fm dan yapılm aktaydı, banknot çıkarm ak ve ödem eleri üzerle­
rine alm ak işleriyle bunlar uğranmağa devam ediyorlardı. İn­
giltere ve Fransa’daki D evlet Bankaları henüz ço k büyük ku­
pürler halinde gayet az sayıda banknot çıkarm aktaydılar. Ceb­
ri rayiç İngiltere’de 1821 de kaldırılmıştı ve D evlet bankası ta­
lep m iktarına göre Iskonto haddini yükseltip alçaltm ağa baş­
lıyordu. K redi henüz bilhassa madenî paranın tedavülünü ko­
laylaştırm ak üzere bunun yerini tutmak ve sâbit vadelerde
ödenmesi gereken senetler kargılığı kısa vadeli ikrazlar yap­
mak için kullanılıyordu (1). Endüstri yahut gem icilik teşebbüs­
lerine uzun vadeli kredi verenler, Iskoçya Bankaları oldular.
D evlet istikraz tahvilleri çıkaran İsviçre firm alarında ve
R otschild a.ilesinin beş kardeşi beg A vrupa şehrinde yerleşmiş
bulunan bankalarında kredi, milletlerarası bir hale geliyordu.
Toplumun değişm esi. — Bir yandan D oğu Avrupanın sey­
rek nufuslu (Rusya, Avusturya, D oğu A lm anya gibi) yerlerin­
de, öbür yandan Büyük Britanya ve B elçika gibi endüstri mem­
leketlerinde nufus eskisine göre daha çabuk artıyordu. D oğum ­
lar da çpk yüksekti, hattâ Fransa’da bile bu, binde 32 nisbe-
tinde bir azamîye ulaştı. Nufusun büyük çoğunluğu henüz köy­
ler halkından mürekkepti. A vrupa’da nufusu 100.000 den yukarı
an cak 42 şehir vardı ki bunların nufus toplam ı 12 1/2 milyonu
buluyordu (2). '

(1) D aha geniş bir kredimin ilk örneği 1822 de Hollanda’da


"MUM E ndüstriyi O eîistirm e Genel Şirketi’ nin ihdası suretiyle
verilmişti.
(2J M ecm u n ufu s (biraz üstünkörü olarak) 1800 de 180
mik/on, 1850 de de 266 miilyon olarak tahmin edilmişti.
334 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

Batı ve O rta Avrupa’da İmtiyEizların kaldırılması sınıflar


arasındaki eşitslzliğri azaltmış olduğundan, buralarda toplum
değrigiyordu. E ski rejim in baki olduğu D oğu Avrupa memle­
ketlerinde ise toplum, az değişmekteydi.
İngiltere hariç olm ak üzere her ta ra fta henüz köylüler ço­
ğunluğu teşkil etmekteydiler. Mülk sahibi, kiracı veya ortakçı
olarak küçük işletm eler halinde çalıştıkları yerlerde bunlann
hayat şartlan düzelm eğe devam ediyordu; fakat Güney İtalya
ve bilhassa İrlanda gibi çok nufuslu mem leketlerde köylüler
sefalet içindeydiler: İrlanda’da köylülerin başlıca gıdası olan
, patatese musallat bir hastalık, 1846 kıtlığına yol a ç tı; bu yüz­
den nufusun üçte biri y a öldü, y a da başka yerlere göçetti. İtal­
ya, İspanya, İngiltere’deki büyük topraklarda çalıştırılmakta
olan ta n m gündelikçileri çok az ücret aldıklarından kötü dUr
rum da bulunuyorlar, sefil bir tarzda beslenip banndınlıyorlar^
dı. Fakat evlere ödenek verm ek şeklindeki İngiliz rejim i mü­
kelleflere çok ağır bir yoksullar vergisi yüklediğinden, 1835 te
kaldınidı ve ücretler yükseldi.
D oğu A vrupa’da (Avusturya, Macaristan, Polon ya’da) köy­
lü büyük topraklar üzerinde henüz ans-aryalara tâbi şekilde ya^
hut alelâde gündelikçi olarak kalıyor ve derebeyi onun üze­
rinde kaza hakkına sahip bulunuyordu. H attâ Prusya’da dahi,
asillerin yaptıkları baskı yüzünden ancak 1815 te gerçekleştiri­
lebilen, derebeyi haklannın ilgası işi, ancak bir ç ift öküze sa­
hip ve babadan oğula kiracı, hali vakti yerinde köylülerin işi­
ne yaradı; büyük çoğunluğu teşkil eden ötekilerin ise hür ol­
dukları ilân edildi; fakat .bunlar topraktan mahrum bırakıldı
ve toprak, derebeyinin m alikânelerine ilhak edildi. K ol âletle­
riyle çalışanlar ancak birer gündelikçi haline geldiler, çok dü­
şük bir ücretle ve m ülk sahibi tarafından verilen çok ufak bir
toprak parçasıyle zarzor geçinir oldular. P olonya krallığında
aynı usule göre 1814 ten önce âzad edilmiş bulunan köylüler,
şahsî m ükellefiyetlerden kurtuldular am a büyük mülkler üze­
rinde gündelikçi olarak kaldılar.
R u s çarlığında köylüler toprağa bağlı olarak kaldılar ve
m üdafaasız bir halde asillerin keyfî iktidarına terkedildiler:
A siller bunlan evlerinde uşak gibi kullanıyorlar, yahut da ken­
dilerinden bir haraç (oh rok) alarak bunlan uzak yerlerde za-
naatkâr sıfatiyle çalışm ağa gönderiyorlardı. H attâ bazen bun­
la n d ışan ya sattıkları da oluyordu. K uzey bölgelerindeki daha
hür kalm ış köylüler ise I. N ikola’nın saltanat devrinde, Orta
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ

R usya’dakiler gibi, mir rejim ine tâbi tutuldular ki bu, vergi-


nin ödenm esi bakımm dan birbirlerine müteselsil kefil olan köy
halkından m eydana grelme topluluktu.
Henüz OsmanlI Sultanının hükmü altında yaşayan Bal­
kan yarım adasındaki hristiyan köylüler ise çeşitli rejim ler al­
tında yaşam aktaydılar. Bulgaristan, herbiri müslüman bir sa­
vaşçıya ait büyük mülklere CciftUklere) bölünmüştü ve bu­
rada köylüler, efendilerinin yanında köle şartları altında ya­
ğıyorlardı. - M üslümanlann ancak gramizonlara sahip bulun­
dukları Sırbistan, Yunanistan gibi dağlık bölgelerde, köylüler,
top raklan na sahip olarak kalmışlar, hattâ mahalli şeflerini
de m uhafaza etmişlerdi. Bunlar Yunanistan krallığının kurul­
masından, Sırbistan’da da yeniçeri grarnizonlannm gidişle­
rinden sonra hür oldular. - R om an ya’da ise hristiyan boyar’,-
1ar büyük m ülklerini m uhafaza etniişlerdi; köylüler de, Po­
lonya’da olduğu gibi, büyük m ülk sahiplerine tâbi bulunuyor­
lar, sefil şartlar altında bai'indınlıp doyuruluyorlardı.
Endüstriyel tekniğin ilerlem esi zanaatkârlann nisbetini
azaltıyor, büyük müesseselerde toplanmış işçi nisbetini yük­
seltiyordu. Evlerinde çalışm akta olan işçilerin nisbeti ise
(bilhassa dokum acılık gibi) makine kullanmanın yayılm akta
olduğu endüstrilerde azalm aktaydı; bireı- teşebbüs halinde
teşkilâtlanan zanaat kollannda ise bu nisbet, artıyordu.
Bununla beraber zanaatkârlar, endüstri işçilerinin büyük
çoğunluğu olarak kalmaktaydılar. (Duvarcı, taş yontucu, dül­
ger, dam İcaplayıcı gibi) yapı işçileri ile (arabacı, sürücü, de­
nizci, ta yfa gibi) nakliye personeli, ücret karşılığında çalış­
m akla beraber, zanaatkarların yaşayış tarzına ve hürriyet
duygusuna sahiptiler ve zanaatlarının onurunu muhafaza
ediyorlardı. K alfalık da Fransa ve A lm anya’da dayanışma ge­
leneğini m uhafaza etmekteydi.
Büyük endüstrinin gerek evlerinde, gerekse fabrikalarda
çalışm akta olan ücretli işçileri erkek, kadın ve çocuklardan
mürekkep insicamsız bir topluluk halindeydiler, bunlann
çoğu köylerden gelmiş, muntazam bir çıraklık devresi geçir-
memişti ve çalıştığı yere herhangi bir bağı yoktu; hepsi de
rastgele aldıklan bir ücretle, işsiz kalm a daimî tehdidi altın­
da yasıyorlardı. Bunlar, zanaatkârlann durumlarını istikrar­
lı kılan kendi aralarında birleşme, uzun bir çıraklık devresi,
şahsi münasebetler, sürekli bir yerleşme, gelenek ve zanaatın
verdiği gurur gibi her şeyden yoksundular. K oalisyon kur­
336 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

mak yahut grev yapm ak gibi bütün m üşterek hareketler ka^


nunen kendilerine yasak edilmişti. H attâ kadm lar ve gocuk­
lar için dahi patronun keyfine tâbi olan çalışm a gününün sü­
resi, sa&hk bakım m dan pek fazla uzundu. Büyük endüstri böl­
gelerinde ve bilhassa İngiltere’de işçiler çok küçük, karanlık,
pis, havasız m eskenlerde üstüste yığılı olarak yaşıyorlardı;
yetersiz yahut iyi pişmem iş gıdalar aldıklarından bu yüzden
fazla m iktarda içki kullanm ağa başlıyorlardı. Çocuklar soluk
benizli, cılız ve çoğu zaman eciş-bücüştüler.
E ski nizamların m uhafazasını elde edemiyen İngiliz iş­
çileri durumlarını düzeltmek için aynı şehirden ve aynı za­
naat kolündaaı olan işçiler arasında “zanaat birlikleri” ftrade
îi'/tion'lar) kurm ağı düşündüler: Bu teşekküller yardımlaşm a
cem iyeti vazifesini görecekler ve işverenlerle ücret ve işin de­
vamı gibi meseleleri tartışacaklardı. İşçiler bu çeşit b i r l i k ^ C T
kurm ağa ve grev yapm ağa izin veren bir kanunun çıkm ası­
nı sağladılar, fakat koalisyonlar kurm a yasağı olduğu gibi
kaldı; anlaşm azlıklar yüzünden çıkan dâvalar ise işçiler ara­
sındaki anlaşm alara düşman olan ve onları birer “ suikastçi”
gibi mahkûm etm ek tem ayülünde bulunan barış yargıçları ta^
rafından görülüyordu.
Tarım ve endüstrideki büyük sayıda kol işçileri yığınının
üstünde, “ halk” la üst sınıflar arasında esnaftan, küçük me­
murlardan, okul öğretm enlerinden m eydana gelm e m utavas­
sıt bir sınıf vardı ve bazen büyük şehirlerdeki (kasap, sucuk­
çu, pastacı g ibi) yiyecek zanaatkârlarının da bu sınıfa katıl­
dığı oluyordu. Bunlar giyinişleri, konuşuşlan, yaşayış tarzlan
bakırmndan ayırdediliyorlardı ve gfenel olarak yazı yazmak,
hesap tutm ak için gerekli olan ilköğretim i görm üş bulunmak­
taydılar; fakat burjuva sosyetesine kabul edilmiyorlardı, eş­
leri “ hanım ” sayılmıyordu, kızlarının bir burjuva ile evlenme­
si ise, denk olm ayan bir evlenme sayılmaktaydı.
gehirler halkının Fransa’da adına burjuvazi denen
kısm ı zenginlik ve iktidar bakım ından yükselm eğe devam edi­
yordu. Bütün endüstri, ticaret ve bankacılık şefleri, bütün
avukatlar, hekimler, profesörler ve m em urlann hemen hepsi
bu sınıftan çıkm akta olduklanndan, hem ekonom ik çalışmayı,
hem de fik ir hayatını bu sınıf idare ediyordu. N itekim tekni­
ğin ilerlemesinden, zenginliğin artmasından, eğitim in okullar­
la yayılmasından, kitaplardan, gazetelerden faydalanan da
bu sm ıf oldu. Hali tavn, konuşuşu bakımından halktan gittik­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 337

çe ayrılıyor ve çocukları, hattâ Ing-iltere ve A lm anya’da dahi,


Lâtincenin öğretilm ekte olduğu kolejlerde okuyorlardı.
Bununla beraber asiller yine de üstün sm ıf olarak kal­
m aktaydılar; bunlar köklerinin eskiliğine dayanan sosyal bir
üstünlük duygusunu m uhafaza ediyorlardı ve bu duygu, bur­
juva sınıfından kimselerle evlenm eği denk olm ayan bir ev­
lenme saym ak âdeti dolayısiyle, devam edip gidiyordu. Fa­
kat burjuva a s lm d ^ yeni aileler bu sınıfa gittikçe artan sa­
yıda girm ekteydi. İngiltere’de bu, bir m alikâne satın alıp
g en try ile kaynaşmak. Alman mem leketlerinde prenslerin me­
murlarına bahşetm ekte olduklan bir asalet unvanını edinerek,
R usya’da ise asalet payesi veren mem urluklardan birini icra
ederek mümkün olm aktaydı. K ralın artık kim seye asalet un­
vanı verm ediği Fransa’da ise önünde “ de” edatı bulunan bir
toprak adı alm a âdeti yayıhyor ve bu, yersiz olarak, b ir asil­
lik nişanesi sayılıyordu. Asillik ancak burjuva sınıfının bulun­
madığı Macaristan, Polonya, Rum anya, B altık memlelcetleri
gibi büyük mülklerin m evcut olduğu m em leketlerde kapalı bir
sınıf olarak kalmaktaydı.
Bütün A vrupa’daki asiller arasm da bir çeşit kardeşlik ve
yakınlık duygusu baki kalmıştı ki bu, evlenm eleri mümkün
kılıyor ve şahsi münasebetleri kolaylaştırıyordu. Bu sayede
asaletin X V IIL yüzyılda da sahip bulunduğu, milletlerarası
m ahiyet m uhafaza olunm aktaydı. Aradaki benzerlik saray dili
olarak kalan. Fransızcanın kullanılması ve İngiliz âdetlerini
taklid etmekten ibaret olup (adına anglom ani denen) redingot
ve silindir şapka giym ek, at y a n şla n n a gidip m üşterek ba­
hislere katılmak, w hist adlı kâğıt oyununu oynam ak, aristok­
ratik kulüplere gitm ek gibi yeni bir m oda İle de muhafassa
olunm aktaydı.
Bütün protestan mem leketlerde rahipler artık bir amıf
teşkil etm ekten çıkm ışlardı; rahipler burjuvazi ile, İngiltere’­
de de yüksek rütbeli ruhaniler aristokrasi ile kaynaşıyorlar­
dı. M anastır tarikatlerinin kaldırılm ası ve K ilise m allannın
(hattâ 1835 de Ispanya’da dahi) lâiklegtirilmesi yüzünden sa­
yısı ve zenginliği azalan katolik rühban sınıfı m ensuplan ar­
tık asiller arasından değil, orta v eya küçük, burjuvaziden,
hattâ köylü aileleri içinden devşiriliyordu. Fransa’da krallığın
tekrar kurulmasından itibaren bu sm ıf yeniden teşkilâtlanıp
nufuzunu tekrar kurm ak için hüküm etle asil sınıfın lûtfundan
F. 22
338 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

faydalandı. 1814 te Papa tarafından tekrar kurdurulan İsa Ce­


miyeti her yanda kolejler açarak galıgm alanna yeniden bağ­
ladı; asil veya zengin aileler oğullarını buralarda okuttular.
Bu cem iyet Avusturya, İspanya ve küçük İtalyan Devletlerin­
de sarayın ve hükümetin idaresini tekrar ele aldı ve Fransa’­
da dahi, gallikan katoliklerinl telâşa dügüren bir nufuz elde
etti. Nizamî rühban da bilhassa artık ebedi olarak rahibe ka­
lacaklarına andigmşyen kadınlardan mürekkep, congrégation’^
1ar (birlikler, topluluklar) halinde yeniden kuruldu. Bu kadın­
lar hastanelerdeki hastabakıcılık gibi işleri ve, a.sillerle buı^
juvalarm kızlarının yetiştirilm ekte olduğu, öğretim yapılan
manastırlarla halkm kızriannm eğitim gördüğü okulların ida­
resini ele aldılar.
Y eni yasm/'ts sartlar%. — O sıralarda Avrupa’nın medeni­
yetse en ileri bölgoleriyle toplum un en yüksek kısmının mad­
dî hayatı, çoğu İngiltere’den gelme icatlar ve usullerle değiş­
meğe başlıyordu. Bunları ta rif etm ek çok uzun olur, burada
ancak bunları sınıflandırm ağa çalıgarak saym ak bahis ko­
nusudur.
H ayatı daha rahat hale sokm ak için tekniğin yaptığı icad­
lar o zamandan kalm adır ve biz bunlara okadar alışığız kl, de­
delerimizin bunlardan nasıl yoksun kalabilmiş olduklarını srüç
tasavvur edebilmekteyiz.
Bunların listesi aşağıdadır:
İlkin kükürtle, sonra fosforla yapılan kim yevi kibritler,
(ki çakm ak çakıp bunun kıvılcım ını k a v üzerine alarak, bunu
da yakılacak madde ile tem asa geçirerek ateş yakm ak gibi
uzun V » güç bir isi bertaraf etm ekteydiler) ; - yağı muntazam
şekilde yukarıya çıkarm ak için yaylı tertibatı olan yağ lâm­
bası; donyağından yapılm a mumun yerini alan isperm eçet
mumu (ki donyağından yapılan mumun fitilini sık sık makas­
la kesm ek gerekiyordu) ; aydınlatm a için kullanılan havaga^
zı (ki ilkin Londra’da sokakları ve m ağazaları aydınlatmak
için kullanıldı) ; maden kömürünün yakacak olarak ve daha
sonra da şöm inenin yerini alm ak üzere sobalarda kullanılma^
sı (ki sıcaklığı ço k daha fazla ve daha devamlı olan soba, so­
ğuk ve nemli mevsim lerde ısıtm a işi için daha elverişliydi); -
birkaç kata bölünmüş yüksek evlerin inşası (ki bu usul şe­
hirlerde daim a yer değiştiren burjuva halka mesken kirala^
m ak im kânını veriyordu). - Giyimde grenel olarak külotla diz-
bağlı çorapların yerine pantalonun; çizm e yerine de fotinin
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 339

kullanılması. - geker pancarı (ki o zam ana kadar yüksek fi­


yatla satılan şeker, reçeller ve bonbonlar bu sayede artık
herkesin alıp yiyebileceği hale g-eldi). - Çelik kalem ucunun,
kaz tüyünden kalemin yerini alması (ki bu tüyü bir çakı ile
yontup yarm ak gerekiyordu). - İngiltere’de posta pulunun
icadı (ki bu Sayede taşım a ücretini mektubu alacak kimse­
den istem eğe hacet kalm ıyordu).
Vücude gösterilen itinalarla sağlığa faydalı usuller bil­
hassa İngiltere’den gelm ekteydi. Bu, her şeyden önce vücudü-
nü temiz tutm a âdetiydi ki, bütün mem leketlerde ve toplu­
mun bütün sınıflarında genel olarak görülm ekte olan pisliğin
yerini alm aktaydı; bu arada banyo odası ile Avrupa’ya çok
yavaş girm iş olan sıcak banyo yapm a usulü de vardı; eski
“ abdesthane” lerin yerini yine ç o k yavag olarak almış bulunan
ve “W. C.” harfleriyle ifadelendirilen ıvater-closet de İngiltere’­
den gelm eydi; deniz banyolarının kökünün İngiliz olduğunu
ise kabine sözü gösterm ektedir. Alman hekim leri de iki yeni
usul icad etm işlerdi ki bunlardan birisi soğuk su ile yapılan
hidroterapi, öteki de bir yiyecek rejim iyle yapılan ve adına
rejim (perhiz) denen koruyucu tedavi tarzıydı.
Y eni eğlenceler de hayatın zevkini arttırm ağa yarıyorlar­
dı. Bunlar, ingilizlerin m oda haline soktukları, zevk için yapı­
lan yolculuklarla turism’ Ai (ki bu ad, bunun kökünün İsviçre
veya Alm anya olduğunu gösterm ektedir). Bu yolculuklar,
hayranlıkla seyredilmesi m oda haline gelen tabii güzellikle­
rin bulunduğu deniz veya yüksek dağlara (bilhassa Alplere),
yaJıut İtalya’nın aı-tistik güzelliklerinin veya klâsik hâtırala-
n n m bulunduğu yerlerine yapılıyordu. - A y rıca sosyete toplu­
lukları ve bilhassa ya özel şahıslar tarafından, ya da (bilhassa
A lm anya’da) umumi bir salonda bilet satışı karşılığında verilen
suareler ve balolar vardı. Bunlann çekici tarafını teşkil eden
dans. Alm an valsinin ve (polka, mazurka, redow a gibi) Po­
lonya danslarının, İspanyol kadrilinin, İngiliz kontrdansının
fcou n try dance) ve Iskoçya scottish ’inin benim senmesiyle ye­
ni bir hale giriyordu. Hemen hepsi de kadm -erkek çiftler har
line geliyordu. İtalya’dan da şekli zaten eski olan m askeli ba­
lo gelmişti. - X V III. yüzyılda bilhassa saray m ensuplarına ve
subaylara m ahsus olan tiyatrolar, artık daha kalabalık bir
halkı çekiyorlar, tem aşalar daha değişik hale geliyorlardı. K i­
taplar, hattâ gazeteler birer lüks metal olarak kalm aktaydı;
faka t okum a salonlan ve İngiltere’de kitapları köylere kadar
340 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ulaştıran “g-ezici kitaplıklar” ın kullanılmasıyla heı-kesin daha


kolay tedarik edebileceği bir hale giriyorlardı.
Yaşayışı daha rahat, daha sıhhi yahut daha hog hale so­
kan bu yeniliklerden en gok orta sınıflar faydalanıyor; burju­
valarla asillerin ve zenginlerin yaşam a şartlan bu yenilikler­
le birbirlerine yaklaşıyordu. Bu yenilikler bilhassa Büyük Bri­
tanya, Hollanda, Fransa, Kuzey İtalya, Batı A lm anya gibi en
zengin ve en medenî mem leketlere giriyorlardı. K ol işçileri;
dükkâncılar, m em urlar gibi halk yığınları ise bunlardan pek
az faydalanm aktaydılar; bunlarla im tiyazlı azınlık arasın­
daki ayrılık bu yüzden artıyordu. - Büyük endüstri ile tarı­
mın ücretli işçileri yaşayış tarzlarını iyileştirem em işlerdi;
hatta ücretleri, fiyatların yükselişini karşılayacak şekilde, her
zaman yeter derecede de değildi ve henüz kararsız bir piya­
sa için çalışm akta olan endüstrinin geçirdiği devrî krizler yü­
zünden işsizliğe daha sık rastlanıyordu.
Halkın düsiincelerim n değişm esi. — F ikir hayatı halk yı-
ğ ın lan arasına da girm ekteydi am a bu giriş, henüz küçük bir
azınlığa mahsus olan bilim ler ve sanatlar yoluyla değil de, bü­
yük bir halk kitlesini ilgilendirm ekte olan din OTİhi, politika
gibi, toplum un teşkilâtlanm ası gibi konular üzerindeki inanç­
lar ve doktrinler şekli altında olmaktaydı.
En, eski inançlar her yerde ve bilhassa köylerde çok canlı
olarak kalmaktaydılar. Bunlar ölülerin görünm esi, büyü, fal­
cılık, rüya tâbiri, hastaların m ucizevi şekilde iyileşmesi, tıl­
sımlar, m uskalar ve kötülüklerin, nazar değmesinin önlenme­
si için yapılan hareketlerdi (1). Hristiyan dininin daha sonra
getirdiği inançlar din bilgisi, vaazlar, dualar, İlâhiler, dinî ki­
taplar ve protestan mem leketlerinde de Kutsal K itap’m çoğu
zaman ailece yapılan dinî bir âyin halinde okunm ası sayesin­
de, halk yığınlarının tâ içine kadar giren form üller halinde
özetlenm iş bulunmaktaydılar.
Kâinatın tanınması bakım ından kaydedilen İlmî ilerleme^
1er ve T a n n ile insan arasındaki münasebetler konusunda
yereden yeni anlayış, yüksek sosyetenin bir kısmını hristiyan
doktrininden uzaklaştırm ıştı; fakat Fransız İhtilâli, ananevi
dine karşı ayaklanm anın halkı kam u otoritesine ve sosyal re-

(1) Falcılığın 'bugün dahi çok kârlı bir m eslek oluşunun


det i^bat ettiği üzere, bu inançlara hugiin bile bütün meml^^
ketlerd e v ö bütün sınıflarda rastlgmmMktadır.
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 341

jlm e karşı da ayaklanm aya sevkettiği intibaını vererek, im ti­


yazlıların duygularını değiştirmişti. Onlar da bu hale bakarak
halka bir din lâzım olduğu ve yüksek tabakadan insanların da
halka örnek olması gerektiği sonucuna varıyoilardı. H attâ or­
todoks R u sya’da dahi, asil yahut zengin aileler hristiyan di­
ninin âdab ve erkânını uygulam ağa yeniden bağlamışlardı.
Dini inkâr eden serbest düşünce tarzı, bütün memleketlerin
yüksek sosyetesinde ho§ görülm iyen bir şey sayılıyordu. İngil­
tere’de endüstri şehirleri halkı resmi K ilise’yi gok gevşek bu­
larak, dinî inançlar bakım ından m uhalif olan küçük kilisele­
rin âyinlerine gidiyorlardı.
İbadete dönüş, doktrine karşı olan ilgiyi canlandırmamıg-
tı. B u doktrin. Kilisenin müstakbel m ensuplan için katolik
papaz ok u llan n da bir öğretim konusu olarak kalıyor ve aziz
Tom a’nın ilahiyat kurallarına göre öğretiliyordu, - protestan
ilâhiyat fakültelerinde ise dogm a’la n n rasyonalist bir şekilde
tenkidi ve tarih ışığında incelenmesi dolayısiyle, sarsılmış du­
rumdaydı. Fakat müm inler ebedi Cehennem azabına artık
gerçekten inanmadıkları için bunun korkusundan kurtulmuş
olduklarından, iman selâmeti konusuna eskisi kadar derin il­
gi gösterm iyorlardı; iyi bir hal ve gidiş onlara dinî inançtan
daha önemli görünm ekteydi.
Dinî doktrinlerden yüz çeviren fik ir çalışmaları artık po­
litikaya yönelm işti ve bu çalışm alar (Büyük Britanya, Fran­
sa, İsveç, Belçika, İskandinavya ve birkaç küçük Alm an Dev­
leti gibi) liberal rejim li mem leketlerde açıktan açığa; mutla­
kiyetçi m onarşi m em leketlerinde ise gizli cem iyetlerle top­
lantılar ve yasak kitapları okum a şekli altında yapılm aktay­
dı, Dinde olduğu gibi politikada da orta zekâlı kim seler için
erişilmesi mümkün olm ayan doktrinler, duyguları ifade eden
yahut harekete getiren form üller halinde özetleniyordu. Bun­
lar, dinî doktrinlerden apayrı olan basın polem ikleri, toplantı­
larda yapılan tartışm alar, mebus adaylarının “ inançlarını açır
ğa vurm ları” , umumi toplantılar, politik şarkılar, nidâlar,
bayraklar üzerine yazılan dövizler halinde yayılıyorlardı. Fa­
kat, dinî form üller gibi tâ köylülere, kadınlara ve çocuklara
kadar erişem em ekteydiler; ancak üst sınıfların insanlarıyla
işçilerin u fak bir kısm ına ulaşabiliyorlardı. Dinî doktrinler­
den de bam başka bir etki yaratm aktaydılar. T ek bir makam
tarafından zorla kabul ettirilen din, inanç birliğini muhafaza
ederken, her ferdin kendi şahsi duygusuna göre serbestçe seç-
342 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

tiğ-i politik doktrinler halkı parti’lere, ayırıyor, bunlann her­


biri de idare tarzı hakkm da a y n form üllerle ifadelendirilen
a y n ülkülere bağlı oldu klanm ilân ediyorlardı.
Gelenek taraftarlanyle yenilik taraftarlann ı kökten bir
anlaşm azlık birbirlerinden ayırm aktaydı; M uhafazakârMr’m
ülküsü otorite üzerine kurulu rejim i m uhafaza etm ekti; libe­
raller ise hürriyet (liberté) adm a rejim de ıslahat yapılmasını
istiyorlardı. M uhafazakârların form ülleri töreye saygı, nizam ı
koruma, hanedana bağlılıktı, - liberallerin fon nü lleri ise iler­
leme, fert hürriyeti, milletin egem enliği idi. P olitik hürriyet
fiiliyatta, hükümete bundan zorla alıkonulm aksızm, muhale­
fet etm ek hakkına sahip olm ak anlam ına geliyordu. Fransa’­
da politik hayatın ana problemi, söylevlerde pek sık kullanır
lan “nizamı hürriyetle bağdaştırm a” form ülü ile ortaya kon­
du.
Y enilik taraftarları m uhafazakârlar kadar insicamlı bir
parti tegkil etm iyorlardı; bunlar, rejim de yapılm ası gereken
değişikliklerin sayısı bakımından olduğu kadar, bilhassa se­
çim konusunda halk yığınına bahsedilmesi gereken politik
haklar sayısı bakımından ayrılık halindeydiler. İste bu görüş
ayrılığı üzerindedir ki İngiltere’de “ radikal (kökten) ıslahat”
partisi kurularak rudikal adını aldı, 1830 dan itibaren de bu,
İsviçre ve Fransa’da taklid edildi.
Topu topu birkaç küçük Devletin uyruklarına biraz hürri­
yet bahşettikleri Alm anya’da politik doktrinler burjuvazi yı­
ğınına ancak girebilm ekteydi; bu doktrinler, birkaç Üniversi­
te profesörünün ihtisası olarak kalmaktaydılar. Liberal Güney
Almanları, Fransız liberallerinin form üllerini kabul ettiler.
K uzey Alm anları ise politik hürriyeti geleneğe bağlsımak iste­
diler. Bunlar, insan tabiatinden gelm e h içbir müşterek hakkı
kabul etm edikleri gibi, her ferde m ahsus bir h akkı da kabul
etm iyorlardı. Bunlar her millete ancak kendine has dehâsı
bulunan bir çeşit organizm a şeklinde ifadelendirilen özel bir
hak tanımaktaydılar. Bunu da o halkın eski törelerinde keş­
fettiklerini iddia ediyorlardı. Binaenaleyh politik hürriyeti an­
cak teşekkül etmiş zümrelerin, aristokrasiye hükümetin keyfi
icraatına mukavem et hakkını veren, eski im tiyazı adına iste­
mekteydiler. Bunu “tarihî hak” diye adlandırıyorlar ve “ in­
san hakları” adını taşıyan ihtilâlci teorinin kargısm a bunu çı-
kanyorlardı.
Bütün bu a y n doktrinler, m ülkiyeti insan tabiatine mah­
m ukayeseli T A R ÎH İ 343

sus ve İnsan faaliyeti için elzem bir hak olarak tanım ak nok­
tasında birlegiyorlar; bunu geniglik ve süre bakım ından sınır­
sız olarak, dolayısiyle de miras yoluyla intikal eden ve dev-
rolunabilen bir hak olarak kabul ediyorlardı. E kon om ik alan­
da kültür, endüstri, iç ticaret hün-iyetleri bu haktan çıkıyor
ve bu, fertleri. Devletin müdahalesi olmaksızın, kendi araların­
da özel sözleşmelerle muamele yapm akta serbest bırakm ak so­
nucuna varıyordu. Yalnız m illetlerarası ticaret nizam lara tâbi
oluyordu, ki müstahsillerin m enfaati de bunu gerektirm ek­
teydi; fakat yabancı piyasaya mal verdikleri için korunm ağa
muhtaç olm ayan Ingiliz sanayicileri “ serbest mübadele”yi,
yani milletlerarası ticaretin hür olm asını istiyorlardı.
Sosyal doktrinler. ■— Toplumun idaresiyle değil de te.gki-
lâtlanm asıyla ilgili olan yeni bir doktrinler çevşidi de kendileri­
ne sosyalist adını veren hayırseverler tarafından aynı zaman­
da hem İngiltere’de, hem Fransa’da formülleştirildi. Bunlar
toplum un ekonom ik temelleri, endüstrinin rolü, ücretlerin se­
fil durumu, rekabetin kötülükleri, mülkiyetin ve mirasın se­
bepleri üzerinde düşünmüşlerdi; sosyal rejim in tenkidini yap­
mışlar, ıslahat tasarıları hazırlamışlardı. 1830 dan önce ay n
ayrı olarak (Owen, Şaint-Slmon, F ou rier gibi) m ünferit ha­
yırseverler tarafm dan yapılan bu çalışma, bir takım form ül­
ler ve taşanlarla sonuçlandı ve bunlar, 1830 dan sonra, işçiler
âleminde yayıldı. Fransa’da bu doktrinin taraftarları ihtilâlin
hâtıraları arasından, B abeuf’ün bir çöm ezi tarafından getiri­
len, com m uniste adını tekrar ele aldılar; İngiltere’de do chat-
tiste’Xsv bütün işçileri öteki sınıflarla m ücadele halinde olan
bir sm ıf halinde toplam a çarelerini araştırdılar.
Fransızlarla Ingilizlerin eseri olan bu fik ir çalışması, daha
1848 den önce, toplum un bütün tenkidlerini, bütün propagan­
da form üllerini ve sosyalizmin üzerinde yaşadığı bütün ısla­
hat ta sa n la n m ortaya koymuştu. Fransızlar toplum un tenki­
di, mülkiyet, miras, aile gibi, o zam ana kadar medeni hayatın
ço’ ı lü^rumlu temclîari sayılan genel filrirleri vcrm iş’ ord!. K lâ­
sik iktisatçılann ekonom ik hürriyet hakkındaki doktrinini
reddetmişler, ticarî rekabeti “ mübadele anarşisi” , ücrct akdi
hüri’iyetini de insafsız bir söm ürm e diye, kötü saym ışlardı:
Z ira serm ayeye sahip olan işveren, ücreti tesbit bakımından
hâkim durum daydı; yaşam ak için çalışm ağa muhtaç olan işçi
ise işverenin keyfi iktidanna tâbi idi. Sosyalist duygunun for­
mülleri Fransa’dan geliyordu. Bunlar da çalışmanın teşkilât­
344 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

lanması ve çalışm a hakkı idi. "H erkese ihtiyacına göre” , pro­


letaryanın hürriyete kavuşması ve diktatörlük kurması, -
(Sosyal ihtilâl, komünizm, anargi g ib i) g-enel terim lerle sos­
yalizmin alâmetleri, kızıl bayrak hep Fran sa’da bulunmuş
şeylerdi. - Ingilizler ise bilhassa kısmî ıslahat için pratik usuV
ler bulmuşlardı ki bunlar; işçiler arasında hirtilt (sendika)
kurma, işçi delegelerinin k<rngre>'iev\, k oop eratif ortaklıklar,
İşçiyi koruyan kanunlar, emekli sandıklan, kredi bankalan,
mübadele bankalan, sekiz saatlik çalışm a günü, umumî grev,
tek dereceli seçim, işçi partisi gibi şeylerdi.
Bu harekete girm iş olan Alm anlar birkaç m ülteci ile
Fransa’da yahut Rhen bölgesinde çalışan işçilerdi. Yabancı
m em leketlerde yaşayan K ari M arx adlı bir Alm an yahudisi
sosyalistlerin çalışmasını dogm atik bir sistem halinde özetli-
yerek bunu 1848 de, İhtilâlden önce. K om ün ist M anifestosu’n~
d a açıkladı ki bu manifesto, şu form ülle sona ermekteydi.
“ B ütün m em leketler proleterleri, birleşinim.” Manc,*" Fransız
İhtilâlinin geleneğine sadık kalıyordu; şu bakım dan ki, genel
mutluluğu elde etm ek için insan aklına dayanan evrensel bir
teori ortaya atm aktaydı; fakat bunu H egel’in Alman meta­
fiziğinin diyalektik şekli içinde izah ediyordu.
Bitimler, edebiyat v e güzel sanatlar. — Bilim, hızlı ilerle­
m eler kaydediyordu. Alm anya’da Üniversite öğretimine, Fran­
sa’da da özel okullardaki öğretim e bağlanan İlmî araştırma,
m untazam bir meslek haline geliyordu. Sayılan gittikçe art­
m akta olan bilginler, buluşlarının pratik tatbikatına aldırış
etmeksizin, her tarafta müşahede, tecrübe, muhakem e gibi ay­
nı m etodlara uyarak çalışıyorlardı. Bilginler fcaraun’lan, yani
bir takım olaylara m atem atik hesabı uygulıyabilm ek için bun­
la n n birbirlerini daimî olarak takip edişlerini, gittik çe daha
dakik bir şekilde bulm ağa çalışıyorlar, - bu işi de, a y n çe­
şitlerden olup o zam ana kadar ayrı ay n incelenm iş bulunan
olayları kâinatın müşterek b ir anlayışına irca için, gittikçe
daha umumi bir tarzda yapıyorlardı. Bunun üzerine üçten fa z­
la buutlu geom etrinin icadıyla matematikte, - kuvvetin muha­
fazası ve (hareket, sıcaklık, elektrik, m ıknatısiyet gibi) kuv­
vetlerin muadilliği teorilerin ve ışıkların titreşim i teorisinin
icadıyle fizikte, - organik sentezin başarılması ve atom ik ağır­
lıklar teorisi sayesinde kimyada, - duyucu ve hareket ettirici
sinirlerin birbirlerinden ayrılmaları ve h istoloji sayesinde fiz­
yolojide, - paleontoloji ilminin kurulması, cinslerin değişimi
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 345

üzerinde gevrenin etkisi teorisi ve jeolojideki yavaş tekâmül


fikriyle tabii ilimlerde ilerlem eler kaydedildi.
Dilin, dinin, törelerin, hukukun tarih yönünden incelenr
mesiyle fik ri bilim ler de teşekkül etm eğe başlıyor ve bu, dilbi­
lim, filoloji, arkeoloji için bir sm ıflam a metodu verm iş olu­
yordu. - Alm an m etafiziği dünyaya son orijinal eseri olan he-
gellanizm ’i veriyor ve bunun ucu, iki zıt yönde, Devletin mut­
lak iktidarının haklılığına, ve sosyalist m ateryalizm e varı­
yordu.
Edebiyat bir meslek olm ağa başlıyor ve halka bol ve ar­
tan m iktarda eserler veriyordu. A lm anyada son eserlerin
verm ekte olan rom antik hareketin etkisi altındaydı. İngilte­
re'de ve bilhassa Fransa’da bu hareket, klâsik sanatın kural­
la n n a karşı gençlerin bir ayaklanm ası haline giriyor ve lirik
mahiyette birçok yeni şiirlerin yazılmasına yol açıyordu: Bu
şiirler çoğu zaman gelişi-güzel bir eda ile yazılıyorlar, şahsi
bir takım duygularla dolu bulunuyorlardı. Tarihî roman, en
çok rağbet gördüğü bir âna erişmiş bulunmaktaydı. Çağdaş
örfleri, âdetleri tasvir eden ronıan ise aynı zamanda Fransa
ve Ingiltere’de, Balzac ve D ickens’le, kudretinin en yüksek
seviyesine ulaşm ış bulunuyordu.
R om an tik hareket plâstik sanatlara da giriyordu; m ima­
ride O rtaçağ’m üslûplarına dönüşle, heykelcilikte hareket inti­
baını verm ek için yapılan çaba ile, resim de "akadem ik” eko­
lün "doğru ” resmine kargı “ renkçi” lerin ayaklanm asıyla ken­
dini belli ediyordu.
Müzik, birbirlerinden gittikçe ayrılm akta olan iki temar
yül arasında bölünmüş bulunuyordu; Bunlardan birisi İtalyan
opera müziği idi ve bilhassa bir virtüoz’un teganni edeceği
melodilerden ibaretti; öteki ise Alman müziği idi k i bunda bil­
gili bir orkestrasyonla da desteklenen melodi, Schubert, W e­
ber ve Beethoven’in eserlerinde duyguyu, eşi görülm em iş bir
kudretle ifade diyordu.
X V III

İH T İL Â L L E R V E R E F O R M L A R

ISJfS IhtiTâU. — 48 İhtilâli ile Alm an İmparatorluğumun


kuruluşu arasındaki çeyrek asır bir ihtilâller ve politik re­
form la r devresi oldu; teknik ilerlem eler Avrupa’nın maddi
yaşayış gartlannı değiştirirken, bunlar da kıtanın politik ve
sosyal hayatını değiştirdiler.
İhtilâl beklenm edik bir gekilde bağladı. Bütün Devletlerde
çok sayıda olan graynmemnunlar, bunlann hiçbirinde rejim
değişikliğini zorla kabul ettirmeğe yetecek kuvvete sahip de­
ğildiler. F akat hüküm etler m ukavem et için pek fen a hazır-
lEinmıg durumdaydılar. A ncak zayıf bir polise sahip bulunu,-
yorlar, başkentte de az sayıda asker bulunduruyorlardı; bun­
lar, isyanoılann silâhlarına pek az üstün, yavaş ateş edebilen
tüfeklerle silâhlandınlm ışlardı; dar, cğri-büğrü sokaklann
kaldırım taşlarından yapılm a barikadlerle kolayca kapatıla-
bildikleri o devirde bu askerler, bir sokak savaşı için yeter
’ derecede hazırlanmış değillerdi.
F ransa’da İhtilâl, seçim de ıslahat elde etm ek için patlak
vereli bir kargaşalıkla başladı ve P aris’in işçi mahallelerini
ayaklandıran küçük bir cumhuriyetçileı^ grupu tarafından ya­
pıldı. Bütün O rta A vrupa tarafm dan da taklid edildi; fakat
Belçika, Hollanda, D anim arka krallıklannda sadece, rejim i da­
ha tem silî hale getiren, M eclislerin ıslahı ile yetindi. K üçü k bir
kargaşalık hariç olm ak üzere ne Büyük B ritanya’ya ne Iber-
ya yan m adası ve İskandinav memleketlerine, ne de R u s Çar­
lığına yayıldı.
İhtilâl ancak Fransa’da tam şekilde oldu ve geçici hükü­
met işçilerin zoruyla Cumhuriyeti ilân etmek, sonra da “ çar
ligma hakkı” , millî atelyeler, çalışm a gününün kısaltılması g-i-
bi birkaç sosyalist form ülü kabul etm ek zorunda kaldı; bu da
burjuviiziyi rejim e düşman etti. H üküm et idaresinde kralcı
burjuvalann yerini cum huriyetçi burjuvalar aldılar; ki bun­
lar da, 1789 un insanları gibi, bir insanseverlik duygusu ila
hareket ediyorlardı. Halkın durumunu düzeltmek istiyorlardı
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 347

ama, isçilerle gahsi münasebet halinde olm adıklarından, bunu


nasıl yapacaklarım kendileri de bilmiyorlardı. Bunlar demokr
ratik hareket için yeni usuller, halk gazeteleri, politik kulüp­
ler kurulmasına, gösteriler yapılm asına izin verdiler ve işçileri
millî m uhafız teşkilâtına sokarak silâhlandırdılar. P olitik re­
jim i altüst ederek tek dereceli seçim i kabul ettiler; bu yüzr
den seçmenlerin sayısı bir anda 240(.000 den 9 m ilyona çıktı.
Seçim sonucu, çoğrunluğu köylü olan ve kamu, işlerinden hiçbir
haberi olm ayan h alk yığınına bağriı hale geldi. Anayasa, tek
dereceli seçim le kurulan bir millî m eclis tarafından tanzim
edildi, bu meclis çoğunluk bakımından insansever duygular
beslemekteydi am a sosyalistlere düşmandı.
Fransa’nın verdiği örnek öteki Devletlerdeki muhalifleri
de gösteriler j’-apmak bakım ından cesaretlendirdi; bu göste­
riler ilkin ayaklanma, sonra ihtilâl şekline döküldü. H ükü­
metler, esrarlı bir kuvvet olduğunu sandıklan İhtilâlin kor­
kusu ile felce uğrayarak hemen hiç mukavem ette bulunma­
dılar. Bakanlıklara liberalleri getirm eği kabul ederek uyruk-
la n n a politik hürriyetleri verdiler. Avusturya, Prusya, Alman
D evletleri K onfederasyonu için tek dereceli seçim le üç m eclis
topladılar; bunlar da liberal ve dem okratik anayasalar hazır­
lam ağa başladılar.
H er devletin içindeki millî toplulukların gayrım em nunlan
sadece rejim değişikliği ile yetinm ediler; y a birleşme, ya da
muhtariyet istediler. Y abancılara kar .51 insiyaki bir nefretten
m eydana gelm e olduğu için, belirli h içbir fik re sahip olm ak­
sızın galeyan haline geliveren m illiyetçi ihtiras, politik duy­
gulara baskın çıkıverdi. Avusturya İm paratorluğunda bir ku­
rucu m eclis gibi çalışan M acaristan D iyet’i, İm paratorla an­
cak şahsî bir birlik m uhafaza eden bir rejim kurdu. H içbir
hüküm et organına sahip bulunmıyan Qek, Hırvat, Sırp, Rumen
gibi öteki milletler de m uhtariyet istemek için gösteriler yap­
tılar. - İtalya’da ihtilâl bilhassa yabancı hâkim iyetini ortadan
kaldırm ak için yapıldı ve AvusturyalIlara karşı açılan savaş,
İtalyan millî sem bolü üç renkli (yeşil-beyaz-kırm ızı) bayrağı
yeniden benim semiş olan Sardunya kralı tarafından idare
edildi.
G eriye dönüş. — İhtilâl, hükümete karşı anlaşmış, fakat
kendi aralarında anlaşm azhk halinde olan m uhalifler arasınr
da yapılm ıştı; bunlar çok geçm eden çatışm a haline geldiler.
F ransa’da M eclis çoğunluğu sosyal rejim i idame etm ekle be­
348 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

raber bir "dem okratik Cumhuriyet” kurm ak istiyordu; fakat


bir “ dem okratik ve sosyal Cum huriyet” ve i§i;iler lehine ısla­
hat isteyen azmlığrın m ücadelesiyle karşılaştı. “Nizam partilef-
ri” adı altında birleşm iş olan eski m onarşist partiler, hüküm et
işsiz kalan işçileri g-eçindirmek için kurulan “ millî atelyeler” i
kaldırm ak istediği zaman, onu desteklediler.
A lm anya’da Meclis, rejim e verilecek şekil v e bilhassa ye­
ni federal D evlete dahil olması gereken toprakların genişliği
üzerinde fik ir ayrılığına dügtü. Avusturya İm paratorluğunda­
ki anlaşmazlıklar, çeşitli milletler arasında bir sivil harple
sonuçlandı.
İhtilâl ancak korkuya kapılan hüküm etlere karşı baskın
seklinde m u vaffak olm uştu; fakat idareci sınıfların büyük
çoğunluğu bundan nefret ediyor, köylü yığını ise hareketsiz
kalıyordu. Fransa hariç, hükümdar, saray, memurlar ve su­
baylarla, monarşi baki kalmaktaydı. Bunlar geçirdikleri pa­
nikten kurtulunca, hasımlarm ın zaafını v e meclislerin kud­
retsizliğini farkettiler; iktidarı tekrar elde edip eski rejimi
yeniden kurm ak için ordularını kullandılar. Fransa’da Mec­
lis “ icra k u w e ti” ni bir generale tevdi etti, o da ayaklanan Pa­
ris İşçileri üzerine asker yolladı. - Avusturya hükümeti ordur
lanndan birini İtalya’daki eyaletlerine boyun eğdirmek, öte­
kini de V iyana’yı geri almak, daha sonra da hanedana karşı
ayaklanan M acarlara taarruz için gönderdi. - Prusya kralı
M eclisi dağıtmak, sonra Alm an prenslerine karşı ayaklanan
dem okratlan ezm ek için ordusunu kullandı. - İtalya’daki har
rekât, gidip R om a ’yı kuşatan ve R om a cum huriyetini yıkan
bir Fransız kolordusu tarafından sona erdirildi.
İhtilâl ordu tarafından yenildikçe, hüküm et otoriter re­
jim i yeniden kuruyordu. Burjuvazi de bu hareketi, sosyal ih­
tilâlin tehdit ettiği m addi nizamın bir garantisi gibi görerek
destekliyor ve halka itaat tavsiyesinde bulunan rühbsın sını­
fın a yaklaşıyordu. İktidara yeniden hâkim olan hükümetler
ilk iş olarak meclisleri, anayasaları, basın ve toplantı hürri,»-
yetlerini kaldırdılar. Sosyal ıslahat ve dem okratik rejim fik ir­
lerinin yayılm asını önlem ek için tedbirler aldılar. Siyasi polisi
takviye ettiler, sosyalistlerle dem okratlan tevk if ettirdiler ve
hattâ liberallerle serbest düşüncelileri polis nezareti altına al­
dılar. Toplantılarla halk cem iyetlerini yasak ettiler, gazeteleri
sansüre yahut otoriteye bunları süreli veya süresiz olarak
kapatm ak yetkisini veren bir rejim e tâbi tuttular; okulları
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 349

rühban sınıfının kontrolü altına koydular.


Geriye dönüş Fransa’da merhalelerle oldu. 184:8 de Cum,-
hurbaskanı seçilen Louis Napoleon, otoriter bir kabine ku r­
du. 1849 da seçilen M eclis’teki m onarşik bir çoğunluk, cum ­
huriyetçilere karşı tedbirler aldı. Cum hurbaşkanı askeri bir
hüküm et darbesiyle M eclis’i kapattı ve bütün iktidarı kendisi­
ne veren bir Anayasş. yaptı. Sonunda da 1852 de m onarşiyi
İm paratorluh adı altm da tekrar kurdu.
Bununla beraber krallık tam mânasıyle kurulm adı; İhti­
lâlden Fransa’da tek dereceli seçim, İtalya’da Sardunya kral­
lığının liberal Anayasası, Prusya’da iki dereceli ve eşitsiz bir
seçim le kurulan bir M eflis ihdas eden 1850 Anayasası, Avus­
turya’da angaryaların, köylülerin borçlu oldukları kiraların
ve derebeyinin zabıta yetkisinin ilgası gibi tedbirler baki kal­
dı. Kargaşalığın millî mahiyette olduğu bütün mem leketler­
de m ücadelenin hâtırası ve buna başarı ile yeniden başlama­
nın umudu kaldı. Fransa’da, 1815 andlaşm alarıyla yasak edi­
len, İm paratorluğun yeniden kurulması, Devletler arasındaki
münasebetleri sarstı.
H arpler v e rejim ıslahatı. — İhtilâl ve irticanın arkasın­
dan birbiri peşi sıra büyük devletler arasm da dört harp çıktı
ve bunlar, iç rejim de ıslahat yapılm asına yol açtı. Bu ıslahar
tın hepsi de köklerini ihtilâlin değiştirdiği üç krallığın birin­
den, yani Fransız İm paratorluğundan, Sardunya ve Prusya
krallıklarından aldılar. Bu konudaki teşebbüs, 1848 de akim
kalan denemeyi gerçekleştirm ek için ilkin Napoleon ve Ca-
vour, sonra da Bism arck gibi hü’ıcûmet şefleri tarafından ya­
pıldı.
Avrupa muvazenesini m uhafaza etmek istiyen . diplomat­
larla barışın idamesinden m enfaati olan iş âlemi, büyük D ev­
letler arasında çıkacak bir harpten çekiniyordu. Pı-usya hariç
olm ak üzere prensip bakımından hâlâ gönüllü yazm a sure­
tiyle (ki bu, fiiliyatta m ecburi bir askeralm a ile tamamlanı­
yordu) toplanan ordular, harba iyi hazırlanm ış değillerdi. Si­
lâhlanma alanında az ilerleme olm uştu; çakm aklı tüfeğin ye­
rine geçen horozlu tüfek, doldurulması güç ve menzili az olan
bir silâhtı; hâlâ bir “tom ar” la ağızdan doldunılm akta olan
bronz toplar, yavaş dolduruluyor ve obüsten ziyade gülle ya­
hut bom ba atıyorlardı. Talim ler hemen hemen silâh kullan­
m aktan v e talim m eydanında yapılan harekâttan ibaret ol­
duğundan, savag alanında yapılacak harekâtı iyi öğretm iyor-
350 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

du. A skeri kıtalar yaya yürüyerek yer değiştiriyorlar, hâlâ


çadırlarını da beraber götürüyorlardı. Fransa’ da topçu ve i&-
tihltâm sınıfları hariç olm ak üzere, subaylar teknik bir eği­
tim görm em işler, savaş tecrübesi edinmemiglerdi. Bunlann
talim alanlarında geçirdikleri eğitim, nigan atmaktan, süvari
hücum lanndan, piyade harekâtından ibaret kalmıştı.
Yalnız Prusya’nırv merkezî ateşli “iğnecikli tü fek ” , kuy­
ruktan dolm a çelik top gibi mütekâmil silâhlara sahip, metod-
la teşkilâtlanm ış bir ordusu vardı. Bu ordu için m ecburi hiz­
m et ve bedeli şahsî kabul edilmeksizin asker toplanıyordu;
ayrıca orta öğretim görm üş delikanlılara da bir yıl için gö­
nüllü yazılm ak hakkı verilmekteydi.* Askerler, üç yıllık bir
hizmetten sonra, tıpkı m uvazzaf ordu gibi savasabilen (ve
adına Landw ehr denen) bir ihtiyat sınıfına geçiyorlardı. Su­
baylar ise özel bir harp okulunda strateji egzersisleri yapa|-
rak savaş fennini m etodlu şekilde öğreniyorlardı. Ordunun
şefleri N apoleon’un seferlerinin incelenm esiyle elde edilen bir
doktrini ( 1 ) iyice kavram ış bulunuyorlardı ki bu, harekâta
elverişli bir alanı harple ele geçirm ek değil, fakat hasm a ga­
libin isteğini zorla kabul ettirm ek için onun silâhlı kuvvetini
yoketm ekten ibaretti. Buna göre, savaşı politikasının bir âleti
•gibi kullanm ak isteyen hükümet, harekete geçm eğe karar ve­
receği an İçin milletinin bütün kuvvetlerini hazır tutmak, ha­
rekât plânını hazırlamak, bütün k ıtalannı seri taşıt araçla-
n y la çabu cak seferber etmek, sefere katılan askerlerin ikm a­
lini harp telıâlifi yoluyla sağlam ak ve onları çadırlarla yüklü
hale koym aksızm m ahfuz bir yerde ba n n d ın n ak zorunday­
dı. Fransız ihtilâlci huluslarını m etodlar haline sokan Prusya,
bu sayede bütün öteki Devletlerden ileri durumdaydı.
İlkin III. N apoleon’un teşebbüsüyle bir sıra harpler bağ­
ladı. III. Napoleon, İngiltere’yi Osmanh İm paratorluğunu sa­
vunm ak için R u sya’ya karsı bir lıarbe sürüklemenin yolunu
buldu, oysa ki kendisi bu İm paratorluğa ilsi duymuyordu.
Bunda da şahsi bir ba şa n kazanm ak fırsatını elde etti; barışı
tekrar kuran K ongre P aris’te toplandı ve buna Fransa baş­
kanlık etti.
Rus ordularının yenilmesi, yeni çar Aleksandr’ı, çarlığının
iç rejim ini ıslah etmenin lüzumlu olduğuna inandırmıştı. Çar

(1) B u doktrin 18S1 den itibaren bir harp fen n i profesifrii


oUm KUmsanoits! tai'afvndcm formüUestiriîmişti.
M U K A T E S E L Î T A R İH Î 351

bütün serf’leri âzad etmekle i§e bağlıyarak, ekip biçm ekte ol­
dukları topraklan n bir kısmını kendilerine bıraktı; faka t bu
toprakları yıllık taksitlerle satın almalarını şart koştu; top­
rakların öbür kısmı derebeyine kalıyordu. Asiller tarafm dan
icra edilm ekte olan zabıta kuvveti onların elinden alınarak
(adm a m ir denen) k öy cem aatine ve bir kanton mahkem esi­
ne havale edildi. Aleksandr daha sonra A vrupa taklidi mües­
seseler, m eslek y argıçla n ve cinai bir jüri tarâfffldan tevzi edi­
len adalet, A lm anya’yı örnek alarak da Üniversiteler kurdu.
P olitik bir M eclis kurm ağa yanaşm adı; fak a t (asiller, şehirli­
ler, köylüler olm ak üzere) üç sınıf tarafından seçilen mahallî
işlerle görevli m eclisler kurdu.
İk in ci savaş Sardunya kralının m üttefiki olan Fransa ta­
rafından, AvusturyalIları İtalya’dan kovm ak için Avusturya’­
y a karşı yapıldı. Bu harple AvusturyalIlar ancak Lombardır
ya’yı elden çıkardılar; fakat harp yüzünden prenslere karşı
ayaklanm alar oldu, bunların Devletleri Sardunya krallığına il­
hak edildi; Sardunya krallığı da liberal anayasasını m uhafa­
za ederek “ İtalya krallığı” haline ireldi. İtalyan birliği, Fran­
sa model alınarak merkezleşmiş bir hüküm et şekli altında
gerçekleştirildi. Arazi valiler tarafm dan idare edilen (ve illere
benzeyen) yeni eyaletlere ve belediye başkanlan tarafından
idare edilen kam unlara taksim edildi; bunlann hepsi hükü­
m etçe tâyin edilmekteydi. M ecburi askeri hizm et usulünce
kurulmuş olan ordu ,askere girenleri doğduklan yerden baş­
k a bir bölgeye gönderecek tarzda teşkilâtlanmıştı. Venetla ile
R om a henüz İtalyan Birliğine dahil değildiler.
Harp, bunu yapm ış olan iki büyük D evlete karsı da tetv-
ki yarattı. Avusturya hükümeti artık ödünç para bulamıyoı>
du; İm parator, kredisini düzeltmek için, mutlak iktidardan
vazgeçti. K endi hüküm et meclisini, İm paratorluğun eyalet­
lerinden herbirindeki mahalli bir m eclis (Landtag) tarafından
seçilen delegelerden m eydana gelm e bir tem silciler genel mecr
lisi (R eichatrath} halin© koydu; L(mdtag>m. kendisi ise dört
seçm en kategorisi tarafından seçilm ekteydi. Avusturya İm ­
paratorluğu meşrutî bir monarşi halini alıyordu.
Fransa da III. Napoleon güttüğü dış politika dolayısiyle
Papalığın, Devletlerinin büyük kısm m ı elinden çıkarmasına
sebep olduğu için katolikleri; İngiltere ile İngiliz m allannın
girm esini kolaylaştıran bir ticaret andlaşması yaptığı için
büyük sanayicileri gücendirm isti. O nlann m uhalefetini telâfi
352 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

etm ek için, liberallere yanaştı; gazeteler üzerindeki baskıyj


gevşetti ve seçim le i§ba§ma gelen M eclis’in iktidarm ı arttır­
dı. “ Liberal İm paratorluk” diye adlandırılan bu yeni rejim
yava§ yavaş politik hürriyeti yeniden kurdu ve eski partilere
bir m uhalefet m eydana getirm ek im kânını verdi.
Alm anya’da m illiyetçi karışıklıklar tekrar başladı ve so­
nunda, İtalya’nın örneğine uyularak, bir “ millî biriik” kurul­
du ki bu, P rusya hükümetini Alm an birliğini gerçekleştirm e­
ğe şevketti. Y eni Prusya kralı W ilhelm yeni bakanları iş ba­
ğına getirerek herhangi bir tepkiyi esasen önlemiş bulunuyor­
du. F akat üç yıllık askeri hizm et artık uygulanm ıyordu; W il­
helme ise üç yıllık hizmeti yine m ecburi hale getirerek orduyu
kuvvetlendirm ek istiyordu ve yeni alaylar kurmuştu. Sonun­
da, seçim le işbaşına gelen M eclis (L andtag), bu usulsüz iş için
gerekli ödenekleri verm eği reddetti. Çoğunlukla bakanlar ara­
sındaki anlaşmazlık, kralla m eclis arasında teorik bir iktidar
çatışm ası haline geldi; tam o sırada başbakan oln Bi.smarck,
vergileri kanunsuz olarak toplam ak suretiyle hükümeti idare­
yi kabul etti.
İkin ci savaşlar serisi ise Prusya hükümetinin başı olan
B ism arck’m teşebbüsü ile çıktı. B ism arck Avusturya’yı, Prus­
ya ile birlik olarak, iki dükahk (Schleäwig-Holstein) yüzünr
den D anim arka kralına harp açm ağa ikna etti. Bu iki dükar
lığın kim in olduğu nizah bir konu idi; B ism arck D anim arka’r
yı bunları verm ek zorunda bıraktı. Avusturya ile Prusya bu­
n a ortaklaşa elkoydular; sonra bunların idare tarzı hakkın­
da aralarında anlaşm azlık çıktı. B ism arck bunu bahane edip
Avusturya’ya karşı İtalya ile ittifak yaparak harp açtı. Avusr
tu rya ise Alm an prenslerinin çoğu ile ittifak yapmıştı. Bu
harp, P rusya m etoduna uygun olarak, sür’atli bir istilâ ile
sevk v e idare edilerek kesin bir savaşla sonuçlandı; bu da
Avusturya’yı, galibin şartlarım kabul etm ek zorunda bıraktı.
A lm anya’yı yeniden teşkilâtlanm işinde hâkim durumda
kalan Prusya, kendi arazisini ikiye bölm ekte olan Alman
Devletlerini ilhak etti ve Güneydeki dört D evlet hariç, bütün
ötekileri bir K uzey Alm anya federasyonuna girm eğe zorladı.
Başkan unvanını alan Prusya kralı (harp, dışişler, ticaret,
güm rükler gribi) bütün dış münasebetleri kendi üzerine alm ış­
tı; Devletlerin hüküm etlerince gönderilen delegelerden m üte­
şekkil bir federal konsey ve bir şansölye vasıtasiyle, beri yanr
dan da tek derece ile seçilen, fak a t rolü kanunlarla yeni ver­
MUKAYESELİ TA R iH Î 353

gileri karara bağlamaktan İbaret olan bir meclisle (Reiohstag)


hükümeti idare ediyordu.
F ransa’da dış politikasm m başarısızlıkları, liberal ve cum ­
huriyetçi muhalefetin m uvaffakiyetleri yüzünden cesaretsizlir
ğe düşen III. Napoleon, liberal mahiyette tavizler verm eğe de­
vam etti; hattâ sonunda çoğunluğun m illetvekillerinden m üte­
şekkil sorum lu bir kabine kurulmasını da kabul etti.
H arplerin doğurduğu buhranların digmda kalan İngiltere,
ekonom ik bir refaha kavuştu v e bu, bir zanaat sendikaları fer
derasyonu içinde toplanan işçilere. Parlâm entoyu seçim reji­
mini ıslaha m ecbur edecek kadar kuvvet verdi. B ir m eskenin
kiracısı olan işçilerin çoğuna seçim hakkı verildi, böylece da
İngiliz işçileri kam u iktidan üzerinde etki yapm ak im kânına
kavuştular.
Generallerin, kraliçenin çevresiyle anlaşm azlık halinde bu-
lunduklan Ispanya’da bir askerî ihtilâl kraliçenin kaçm asına
eebep oldu. B ir anayasa hazırlam ak için toplantıya çağınlan
Meclis, m onarşijâ m uhafaza etti; fakat bunun yanısıra sorumr
lu bir kabine ile tek dereceli olarak seçilen bir de m eclis bulun­
maktaydı.
İspanya tâcınm bir Prusya prensine tek lif edilmesi Fransa
ile Alman Devletlerinin m üttefiki olan Prusya arasm da kesin
bir savaşın çıkm asına vesile oldu. Çabuk sevk ve idare edilen
harp, Fransa’nın istilâsına ve Fransız ordulannın esir düşmesi­
n e yol açtı. Harbin son u çlarr şunlar oldu: İlkin P aris’te çıkan
bir ihtilâlle Cum huriyet ilân ve bir “ Millî Savunm a” g eçici hü­
küm eti teşkil edildi, - sonra İtalyan ordusu R om a’yı zaptede-
rek Papa’nın cism anî iktidarına son verdi, - onun peşinden Gü­
ney Devletlerinin de katıldıklan bir “Alm an İm paratorluğu”
kuruldu, - nihayet yapılan ba n ş sonunda, Loren’in bir kısmiyle
A lsas doğrudan doğruya Berlin hükümetine tâbi “ İm paratorluk
top ra k lan ” haline sokuldular.
P olitik doktrin v e rejimle)-. — Bu buhranlar olup biterken
A vrupa’da bir takım siyasî müesseselerin, usullerin ve doktrin­
lerin teşekkülü sona erm iş b'alunuyordu; bunların hepsi bir ör­
nek olduklanndan, bütün Devletlerde aynı terim lerle ifadelen­
diriliyorlardı: İngiltere ile Birleşik A m erika’nın teoriler haline
sokulm uş politik âdetlerinden gelnıeydiler ve Fransa ile B el­
çik a tarafından kabul edilmiş bulunuyorlardı. Genel olarak ter
mel, Ano/uasa idi ama bu, İngiltere’de olduğu gibi artık teamü-
F. 23
354 A V K U P A M İL L E T L E R İN İN

lî değ-ildi de resmî bir metin halinde yazıh bulunm.aktaydı;


Anayasa hükümdarın iktidarını açık bir şekilde sınırlayıp uy­
rukların haklarını inanca altma alıyordu (M etinlerin çoğunda
bu haklar, aynı terim ler kullanılarak sayılmış bulunm aktaydı).
İsviçre hariç bütün A v n ıp a Devletleri merkezleşmiş m onar­
şilerdi. Veraset yolu ile tahta çıkan hükümdar, hukukçular ta­
rafından "ic7-a kuvveti” diye adlandırılan ve tek pratik kuvvet
olarak kalan hüküm et tarzım m uhafaza ediyordu (1). Hüküm­
dar kurul halinde çahgan ve nazarî olarak kendisinin müşavir^
leri olan, aslında ise hükümetin gerçek şefleri haline g-elmig
bulunan bakanlar vasıtasıyle hükümeti idare ediyordu. Bütün
m em urları tâyin eden, bütün zâbıta tedbirlerini alan, ihsanlan,
lûtuflan, bağışıklıkları veren, nizam name ve kararları çıkaran,
yabancı m em leketlerle münasebetleri idare eden hep onlardı;
hattâ kanun ve bütçe taşanlarını kaleme alarak “ teşriî” mua­
m eleleri dahi onlar hazırlıyorlardı.
Evvelî bir hakka dayanılarak kurulmuş olan hükümetin
yanısıra. Anayasa, hukukçulaım “ tesrii kuvvet” diye adlandır­
dıkları işlemi, iki Meclisten m ürekkep bir gı-upa verm ekteydi:
Bu iki Meclis, İngiliz örneğ-ine uyg-un olarak, aynı an ve zar
m anda ve aynı -şehirde is görüyorlardı. Bunlardan hiç olmazsa
birisi hükümete bağlı olm ayan seçilm iş üyelerden mürekkep
olm ak gerekti ve hükümdar, seçilm iş m eclisi kapatm ak hak­
kını m uhafaza ediyordu. (Yalnız k üçük Balkan m illetleri bir
tek m eclise sahiptiler.) M eclislerin iktidarı kanun taşanlarını
ve vergileri tartışm aktan, tadilden ve karara bağlamaktan
ibaretti; vergiler genel olarak İngiliz üsulüne göre tesbit
ediliyor ve hükümete verilen ödeneklerin hangi giderlere har­
canacağı nizam altına alınıyordu. Fransız rejim i M eclis'e hem
gelirleri, hem giderleri içine alan “ Maliye kanunu” nu kabul
etm ek yetkisini verm ekteydi.
M eclis İngiliz örneğine dayanılarak ihdas edilmiş kuralla^-
ra göre alenî oturum lar yapm aktaydı. Üyelere söz veren bir
baskcm’ı, “ gündem ” den (2 ), müzakereden, tasarıların tadilin­
den, oyalanmasından (reye konm,asından), önergelerden (takrir-

(1) Genel öl%rak “ hüküm ete geçm-ek” yahut “ iktidara geç-


de denirse de ¡öîî iki terim avnı anlamda kvMamlmakta^
dır.
(2\) B u terim İngilizcedir v e gün içinde yapılm ası g erek en
çalışmayı str'aya koyan nisam anlamına goUr.
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 355

lerden), ve “ karar” lardan m ürekkep bir “ görüşm e, müzakere


usulü” vardı. Meclis, çalışmaları hazırlayıp tartışm alara esas
teşkil edecek rapor’u sunmakla görevli komite'\&v Ckomisyon’^
1ar, encümen'lerr) tayin ediyordu,
Seçim rejim i iki ayrı m etoda göre nizam lanmaktaydı. D ev­
letlerin çoğu, oy verm enin belirli değerde gayrım enkule sahip
olm ak suretiyle kam u iyiliğinde m enfaati olan kim selere mah­
sus bir kam u görevi olduğ-u yolu-ndaki eski prensipi idame edi­
yorlardı. M egnıti rejim e yeni girmig D evletler ayrı çeşit m en­
faatlere a y n bir temsil şekli verm eği deneyerek seçm enleri ka­
tegorilere ayırm ışlardı; Avusturya’d a ,. M acaristan’da, Rum an-
ya’da ve mahallî m eclisler için R u sya’da bu rejim vardı. Oy
verm eyi vatandaşlık sıfatına mahsus bir hak sayan birkaç
D evlet de, kökü ihtilâlden kalm a olan, tek dereceli seçim usu­
lünü ihdas etmişlerdi. Otoriter hüküm etler bunu Fransa’da İm ­
paratorluğu meşrulaştırmak, Alm anya’da ise particulariste’le-
rin (yani birleşik tek bir Alm an Devleti kurm akla beraber ken­
di iç bağım sızlıklarını m uhafaza eğilim inde olanlan n) gelenek­
lerine karşı Alman birliğini sağlam laştırm ak için kullanıyor^
lardı.
B öylece A vrupa’ya mahsus bir çeşit anayasa hukuku te­
şekkül etm işti ki başlıca vasıfları sınırlı m onarşi ve milletin
politik hürriyeti idi; bunlar da kanunları ve bütçeyi karara
bağlayıp hükümetin icraatını aleniyete döken iki m eclisle inan­
ca altına alınıyordu. F akat rejim ler, aynı resmî ■■jekiller altında
olm akla beraber hüküm darla bakanların, bakanlarla ıneclisr
lerin, meclislerle seçmenlerin aralarındaki gerçek münasebet­
lere göre, fiiliyatta bam başka şekillerde işlemekteydiler. - Hür
küm dann seçtiği bakanların meclislere tâbi olm adıkları D ev­
letler, gerçek iktidarı hükümdarın elde tuttuğu, sadece “ meşr
rutî” m onarşiler olarak kalmaktaydılar. - Bakanlar m eclis kar­
şısında sorumlu, yani hükümeti meclisle anlaşm a halinde idar
reye m ecbur oldukları zaman, rejim parlm anter (İngilizcede
responsable, sorum lu) (1) hale geliyordu. - M illetvekilleri seç-

(1) H ukukçular "k u v v etler ayrılığı" teorisini muhafaza


edi/uorlardı arria burnun, b a k a n la n n 'm eclis karsısındaki sorum-
htluğu ile tesa t halinde olduğunun farkında değillerdi; hükü­
m etçe tayin edilen memurlardan başka kim seler olmayan ]yar^
gıçtara “ adil kuvvet, kaza k u vveti" d em ek suretiyle de bu
teoriyi uygulam ağa devam ediyorlardı.
3 56 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

menlere yahut im tiyazh bir seçmen zümresine zayıf şekilde


bağlı oldukları zaman, rejim aristokratik hale greliyordu; tek
dereceli sesimle de dem okratik hale gelm ekteydi.
Bütün anayasalar uyrukların hürriyet hakkını tanıyorlar,
kanunlar da bunların hangi şekiller altında tevk if olunup yaı>
gılanacaklarm ı açıklıyorlardı. Fakat D evlet iğin (savaş, ayak­
lanm a veya kargaşalık gribi) ciddî bir tehlike olduğu takdirde,
hüküm et gerek kendi yetkisini kullanarak, gerek Meclislerin
m uvafakatiyle, Anayasada yazılı ( 1 ) “ inancaları kaldırm ak” ve
rejim in norm al işleyişini durduran m utlak bir iktidar icra et­
m ek hakkını m uhafaza ediyordu. Bu takdirde hükümet m ec­
lisleri tatil ediyor, bütün toplantıları ve bütün gazetelerin çık­
masını yasak ediyor, ölüm cezası verm eğe yetkili olağanüstü
m ahkem eler ve askerî yargıçlar vasıtasiyie tev k if ve yargıla­
m a yetkisine sahip bulunuyordu. Bu olağanüstü rejim bilhassa
Güney Devletlerinde, basımlarından kurtulm ak yahut her tür­
lü m uhalefeti durdurm ak iğin, gerçek bir tehlike olm adığı zar
man >dahi, kötü niyetle kullanılmaktaydı.
Bütün Devletlerde kamu hayatının gittikçe daha çaprar
şık hal alan işlemleri teferrüat kabilinden bilgilere sahip bur
lunmayı, pratik bir tekniği ve daimî surette hazır ve m evcut
olm ayı gerektirm ekteydi; hükümet bunu ancak meslekten ye­
tişm e daimî bir m em ur kadrosu ile elde edebilirdi. H attâ mer­
kezî hükümetin sadece maliye m em urlarına sahip bulunduğu
İngiltere’de bile, şehirlerde seçim le işbaşına gelen belediyelerin
kurulması, mahallî makam ların hizmetinde bir personel kad­
rosu ihdas etm ek m ecburiyetini doğurmuştu.
Bütün işler yazılı şekilde yapılm aktaydı. Hükümete ha­
berler raporlar ve dosyalarla; hükümetin emirleri de karar­
nameler, nizamnameler, tamimler, m em urlara yollanan talimat­
larla veriliyordu. Sözlü muamele olarak sadece meclislerin söy­
levleri ve politik dâvaların m üdafaaları kalıyordu ki halk bun­
la n yalnız gazetelerden öğreniyordu. İdare edenlerle edilenler
arasında artık hiçbir şahsî münasebet kalmamıştı. Uyruklarla
yalnız m em urlar doğrudan doğruya tem as halindeydiler ve
D evleti rejim inin gerçek vasfı, onların alışkanlıklanna bağlı
bir şey olarak kalıyordu. P olitik hayatı zayıf olan (Güney ve
O rta A vrupa Devletleri gibi) bütün m em leketlerde memura

f l j B u rejim e “ örfi idare” veya “ sıkv yön etim ’^ adi da vetr


ritm ekteydi. ‘
M U K A Y E SE Lİ T A K İH Î 807

lar iğlerini görm ek ve bilhassa mem uriyetlerinin nizamlarını


uygulam ak için para alıyorlardı.
P artiler. — Bütün Devletler için m üşterek olan hareket
noktası, hüküm darla memurlarının mutlak iktidarı olmugtu;
bunlar arasm daki anlaşm azlıklar gizli kalıyor ve daimî şekil­
lere girm iyordu. İ^ler bir m ecliste tartışılm ağa başlanınca, bu
meclisin üyeleri arasındaki anlaşmazlık, alenî ve daimî toplu­
luklar olan partileri doğurdu. M illetvekilleriyle seçm enler bir
tercihe göre gruplanm ışlar ve bu tercih, bir doktrin şeklini
a!lmı§tı. Bunların rejim ülküsü, bir duyguyu ifadelendiren bir­
kaç form ülde özetleniyordu. Anlaşm azlık ya hükümete bırakı­
lan yetki miktarı, - k i uyruklara tanınan hakların m iktarı bur
na bağlıydı, - ya da seçm e hakkm a verilecek şümulle ilgiliydi,
M utlakiyetçi veya m uhafazakâr partiler iktidarın hüküm ­
dar, memurlar, aristokrasi, rühban sınıfı gibi eski otoritelerin
elinde kalmasına önem veriyorlardı; form ül olarak sosyal ni­
zamı, otoriteyi, aileyi, dini benimsemişlerdi, - Liberal partiler
eski iktidarları zayıflatm ak ve uyrukların haklarıyla faaliyet
im kânlarını arttırarak meclisin yetkisini de arttırm ak arzur
sundaydılar; seçilm iş %ıeclis karşısında “ bakanların sorumlu­
luğu" nu ve söz, basın, toplantı, birlik kurm a gibi “siyasî hak­
lar” ı istiyorlardı. - R adikaller dem okratik eşitlik ve milletin
egem enliği adına tek dereceli seçim i isteyerek liîierallerden ay­
rılmışlardı. Bunlar ancak İsviçre’de iktidarda idiler; burası, fe­
deral cum huriyet halinde teşkilâtlanm ış tek Avrupa Devleti
idi ve gerçek iktidar (her) kantonda ve federal hükümetin için­
de) konseyleri sadece delegeler olan, seçilm iş meclislere ait
bulunuyordu. R adikaller orada referandum ve inisyatif gibi,
kanunları kabul veya red (hattâ teklif) etm ek için halkın o y ­
una başvuran yeni yeni m üesseseleri denem eğe başlıyorlardı.
Bu doktrinlerle bu form üller artık yalnız burjuvaziye değil,
zanaatkârlar, şehirlerdeki işçiler ve bazı köylüler arasına da
girm ekteydi.
İstihsalin a-rtm. — İstihsal gittikçe daha fazla olarak art­
maktaydı. 1848 de C alifom ia, 1851 de Avusturalya altun m a­
denlerinin bulunması altun istihsalini o zam ana kadar görül­
m edik ölçüdei arttırmış, ortalam a istihsal yılda 20 den 150 tona
■çıkmıştı. Bu yüzden de (1820 denberi hemen hemen istikrarlı
kalmış ola n ) fiyatlerde hızlı bir artış oluyor, bu İse her çeşit
istihsali teşvik ediyordu.
A vrupa’nın en büyük kısm ında tarım henüz hiçbir ilerleme
358 A V R U P A M ÎL L B T L E R İN trî

kaydetm iş değildi. V erim ancak İngiliz asimdan yeni metodlar


ra (X V II. bölüm e bk.) -alışık mem leketlerle, patates ekiminin
alkol taktirhanelerine hamm adde verm ekte olduğu Prusya’nm
genig arazisinde kuvvetle artmaktaydı. T a n m son zamanlarda
Alm anya’da icad edilmiş olan kim yevî grübrelerin kullanılma­
sıyla, faka t daha ziyade dem iryollarının kurulm asıyla yeni bir
ilerlem.e kaydediyordu. Dem iryolu (hayvan, sütlü maddeler,
yumurta, tavuk, peynir gibi) çabuk bozulan maddeleri, istihlâ­
ki sür’atle artm akta olan şehirlerde satm ak im kânını yarafc-
maktaydı. İstihsalin artm ası ta n m tekniğinin iyileşmesinden
ziyade, yeni m ahreçlerin açılm asından ve fiyatlerin yükselm e­
sinden ileri g-elen bir şeydi. Buna karşılık o zamana kadar en
emin kârları sağlamış olan endüstriyel bitkiler ekimi, bağlarla
ipek böceklerine ârız olan hastalıklar yüzünden ve endüstriyel
boyaların yaptıkları rekabet dolayısiyle değerlerinden kaybet­
m eğe başlıyorlardı.
Endüstri ise buhar makinesi, dem ir ve çelik sanayii, 1848
den önce ç o k yavaşken sonradan çok çabuk ücrliyen dem iryol­
ları inşaatıyla daha g'eniş ölçüde deği.^mekteydi. B irkaç yıl
içinde A vrupa’yı, bütün m em leketlerden %eçen ve bütün büyük
şehirleri birbirlerine bağlayan büyük hatlar kaplamıştı. D em ir­
yolları tıpkı büyük sanayi gibi, disipline tâbi bir memur, ma­
kinist vc ücretli işçi kadrosu ile teşkilâtlanmıştı. Treiiler bü­
tün taşıt işlerini ve m ektuplann gönderilm esini üzerlerin© alı­
yorlardı, ki yeknasak fiyatli posta pulunun icadıyle bu, daha
da kolaylaşm ıştı. Aynı zamanda elektrikli telgraf bir mesa­
jın kıtanın bir ucundan öbür ucuna ve denizaltı kablosunun
döşenm esiyle de bir kıtadan öbürüne bir an içinde ulaştırılma­
sını sağlıyordu.
Maden sanayii iki buluşla altüst olmuştu. E rim iş haldeki
dem irin içinden hav'a cereyanları geçirm ekten ibaret olan Bes-
sem er usulü, demirin içindeki pislikleri bertaraf edip onu bir
çeşit çelik haline sokuyor; sonra birtakım cevherler ilâve olu­
narak bu çeliğe istenen kalite veriliyordu. Çok yüksek sıcakr
lıklara ulaşan havagazı fırını daha sa f ve daha eşit kalitede bir
dem ir istihsalini sağlıyordu. K ok köm ürü ile ısıtılan yüksek
fırın lan n kullanılması yayılm aktaydı. Maden sanayii raylar
için gerekli dem ir ve çeliği, lokom otifleri, buhar makineterini,
köprülerle büyük yapıların madenî iskeletlerini daha büjâik
m iktarda ve daha ucuza veriyordu.
Maden köm ürünün ve dem ir cevherinin maden sanayii *9-
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ S5Q

rafından istihlâkinin artm ası madenlerin istihsalini de a r t t ın -'


yordu. Yünün, pamuğun, İtetenin m akine ile iplik haline sokur
iup dokunm asında gittikse daha genig ölçüde kullanılm aktay­
dı. Tagıt işleri ile m adencilikteki bu ilerlemeler, endüstri ma-
mûîlerinin bolluğrunu görülm edik bir çabuklukla arttırıyor ve
bunları her m em leketin içine çok daha kolaylıkla sokuyor­
du. Bunlar bilhassa büyük serm aye isteyen geniş ölçüde âlet­
ler v e teçhizatla i§ gören büyük sanayii daha faal hale getiri­
yorlardı. Bu değişiklik henüz İngiltere’nin, B elçika’nın ve
Fransa ile Alm anya’nın küçük bir kısm ındaki endüstri bölge­
lerinde m eydana gelm ekteydi ve adlan na “ maşinizm ” ve “ ka­
pitalizm” denen geyler buralarda yerleşiyordu.
Tica/ret v e kredi. — ■ Dem iryolları ile pervaneli gem ilerde
taşım a fiyatının azalması yüzünden ticaret ço k faal hale gel­
mişti. Geniş ölçüde istihlâk edilen buğday, kereste, yün, pamuk
ve madenlerle kahve, şeker, (ve İngiltere’de çok geniş ölçüde
kullanılan) çay gibi “söm ürge maddeleri” üzerinde toptan ig
görüyordu. Aiımr-satımlar gittikçe daha fazlalaşan vadeli sa­
tışlar halinde, ticaret borsalarm da yapılıyor ve bu çeşit satış­
lar, m allann alınmasıyla satılması anındaki fiy a t değişiklikle­
rinin tehlikelerine krgı emniyette bulunmak im kânını sağlıyor­
du.
İngiltere’nin örneğine uyan hükümetlerin politika değiş­
tirm eleri sayesinde, yabancı m em leketlerle olan ticaret de ko­
laylaştı. Ingilizler tarafm dan genel bir teori olarak tek lif edi­
len serbest mübadele, “ liberal” ekolün iktisatçıları tarafm dan
bütün ticaret kollarına uygulanan hürriyet fikrinin halk ta­
rafından tutulm asından da faydalandı. III. N apoleon’un İngil­
tere ile yaptığı ticaret anlaşması bütün yasakları kaldırdı ve
güm rük resim lerini malın değerini % 25 ine kadar indirdi.
D evletlerin çoğu arasında da buna benzer anlaşm alar yapıldı
(1860 ile 1870 arasm da bunun gibi 120 anlaşm a yapıldığı hesap­
lanm ıştı). On yıllık süre ila yürürlükte olan bu anlaşmalar, alı­
cılara hesaplan için sâbit bir esa» verm ekteydiler. “ En ziyad«
müsaadeye m azhar millet” şartı iayesinde, âkidlerden herbiri
ötekin© karşı, diğer Devletlere uyguladığı asgari güm rük res­
minden fazla resim almam ak taahhüdüne giriyordu. Gümrük
tarifelerini alçak tutm ağa yarayan bu usul genel bir “ serbest
m übadele” rejim i hazırlamak am acını güder gibi görünüyordu.
Yine aynı zihniyet dairesinde hareket eden Devletler, yaban­
cılara kendi söm ürgeleriyle ticaret yapm ak hakkını da bah-
3Ö0 A V R U P 4 M ÎLlUBTLEBÎNtN

getmekteydUer.
Perakende ticaret İs®, tersine olarak, eski alışkanlıklarını
m uhafaza ediyordu. Hayvan piyasasında hâlâ uygulanmakta
olan usulü tatbik oderek, bir fiyat tesbit etmeden ön ce mügteri
ile pazarlık yapm ak suretiyle en fazla k â r etme çarelerini arat­
tırıyordu; bu ise m allan uzun zaman m ağazada saklam ak gibi
bir m ecburiyet yaratm aktaydı. Bu ticaret kolu, alıcılara sınırsız
sürelerle kredi açm ağa da devam ediyordu. Siparişler peraken­
deciler tarafından tacirlerin hizm etlerinde olan gezici satış me-
m u rlan îia verilm ekteydi.
California ve Avusturalya altununun birdenbire bol m ik­
tarda g-elmesi ve yeni maden çıkarm a usulleri sayesinde güm ü­
şün fazla istihsali yüzünden kredi işleri altüst olm uştu; güm ü­
şün fazla istihsali, altunla gümüş arasında tahm inen bin yıl-
danberi m uhafaza edilmiş olan değer nisbetini yoketmigti. K ıy­
metli madenlerin bollaşması dolayısiyle tedavüle çıkarılan
m uazzam para miktarı, dem iryollar ve büyük sanayi müesse­
seleri için gerekli sermayeleri toplam ağı mümkün kılıyordu.
Y a tasarruftan, y a da endüstri ile ticaretin kârlarından mey­
dana gelen paralar, kredi merkezleri haline gelen bankalarda
toplanıyorlardı. İm tiyazlı D evlet bankaları tedavüle gittikçe
artan m iktarda banknot çıkarıyorlar ve banknotlar alışverişte
para yerine geçiyordu. İngilizler, hattâ istihlâk m addeleri için
dahi ödem e yerine çek kabulüne alışıyorlar, bu ise paraya ve
banknota olan ihtiyacı azaltıp kredilerin kıym et hacm ini arttı­
rıyordu.
Bankalar para mevduatı, hesap havalesi, em tia üzerine ik­
raz ve bilhassa ticarî senetlerin Iskontosu ile Devletlerin is­
tikraz tahvillerinin em isyonu gibi, bütün m em leketlerin âdetle­
ri arasına girm ekte olan, ananevi muameleleri daha büyük öl­
çüde yapıyorlardı. Taşra şehirlerinde birçok özel bankalar kal­
m ıştı ve bunların oralardaki müşterilerle şahsî münasebetlerde
bulunm ak gibi bir üstünlükleri vardı. F akat çok yüksek bir
serm ayeye muhtaç olan büyük kredi müesseseleri serm aye ba­
kım ından anonim şirketler halini alıyorlar ve başka şehirlerde
şubeler açarak m uam elelerini senişletiyorlardı. Bunlardan ba­
zıları tsk oçya’mn örneğine uyarak, m üşterileri tarafından ya-
tın la n paraları büyük sınaî teşebbüsler ve bilhassa demiryol
Uıgaatiyle havagazı kumpanyaları için uzun vadeli ikrazlar şek­
linde kullanm ağa başlıyorlardı.
Maden işletmeleri, büyük maden sanayii, vapur kumpanya-
M l ^ Y K S B L l T A R İH İ 301

lan, dem iryollan, kim ya ve hattâ dokum a endüstrilen gribi faz­


la sermayeye muhtaç olan işler, "m ahdut m esullyetli” anonim
şirketler halinde teşkilâtlanarak değişik bir tem ettü hissesine
hak kazandıran aksıij/on’la.r, y a da sâbit bir faiz getiren ve
belirli bir zam anda bedeli iade olunan obligasvon’\aT çıkan yor-
lardı. Devletler m asraflanm karşılam ak için serm ayeye başvu­
ruyorlardı. B ütçeleri açık verm ekte olan Fransız İm paratorlu­
ğu, borcunu 5 m ilyardan 13 m ilyara çıkarttı; Güney Devletleri
ile Avusturya hep bütçe açığı ile yaşıyorlar ve istikraz yapmar
ğa devam ediyorlardı. Bütün bu (istikraz tahvilleri, aksiyonlar,
obligrasyonlar gribi) menkul kıym etlerin alım-satımının yapıl­
m akta olduğu B orsalar bunun üzerine vadeli büyük spekülâs-
y on la n n yapıldığı m erkezler haline geldiler; buralarda utandı­
rıcı bir gekilde büyük servetler m eydana geliyor, yahut büyük
servetler m ahvoluyordu. Bu Borsaların en önemlileri milletler­
arası para piyasası haline geldiler; yoksul m em leketler bura­
lara başvurup zengin mem leketlerden ödünç para alıyorlardı.
Dünyanın en büyük ticarî merkezi haline gelen Londra, aynı
zam anda Devletlerin istikrazları ve yabancı m em leketler te­
şebbüsleri için en büyük serm aye hâzinesi vasfını edindi.
Nufus. — A vrupa’da nufus, bilhassa doğum fazlasıyla, art­
maktaydı, çünkü doğuinlar hem ta n m cı ve yoksül kalmış bu^
lunan Doğu A vrupa’da, hem de ücretli isçilerle meskûn biiyük
endüstri bölgelerinde ço k yüksek nisbetteydi. Fransa’da, o za­
man anorm al görünen bir istisna ile, zenginlik itiraz götürm ez
bir şekilde artarken, doğum lar hızla azalm ağa başladı. İkti­
satçılar, çocukların, bunlan besleme kolaylığı ile birlikte art-
m alan gerektiğini öğretmişlerdi. Tersine olarak, en yüksek do­
ğum nisbetinin D oğu A vrupa ile Güney mem leketlerindeki se­
fil halklar ve B üyük Britanya ile Fransadaki ta n m gündelik­
çiler ve dügük ücretli işçilerden m ürekkep en yoksul aileler ara­
sında bulunduğu müşahede edildi. En alçak nisbetteki doğum
ise en hali vakti yerinde aileler arasında ve büyük şehirlerin
en zengin m ahallelerindeydi (1). Bundan da göyle bir sonuca
v an n a k icap etti: A z sayıda doğum lar çocu k lan beslem ek kud­
retsizliğinden değil, fakat hali vakti yerinde olm aktan ileri
geliyordu; çünkü böylelikle çocu k lan ana-babalannm sosyal

( i ) Aımı fa rk Birledik Amerika, v e A vusturalya gibi A vrupa


(h9%nda ohıp AvtupaU fıalkM m eskûn m em leketlerde de oürill-
m .
362 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

seviyesinde tutabilm ek münakün oluyordu; doğrum azlığı, geçim


im kânlarının m lk tan yla münasebeti olm ayan ihtiyarî bir sı­
nırlamanın sonucu idi.
Şehirlerdeki nufus, bilhassa köylerdeki işçilerin g'öçetmele-
riyle, çok daha çabuk artıyordu. 100.000 den fazla nufuslu şe­
hirlerdeki artıg Avrupa’nm tümü için % 25, Batı A vrupa için
%34 olarak hesaplanmıştı. N ufus köylerden şehirlere doğru yer
değiştiriyor, A vrupa dışına taşm ağa da başlıyordu. 1848 den
itibaren (İrlanda dahil olm ak üzere) bilhassa İngiltere ve Al­
m anya’dan Birleşik D evletlere göç, ço k kuvvetlenmişti.
Toplum. — H em politik hayatın değişmesi, hem teknikte
ve ticaretteki İlerlemenin sonucu olan, maddî hayattaki deği­
şiklik dolayısiyle toplum da değişmişti. D oğu A vrupa’daki ka­
nunî eşitsizlik, nihayet kaldırılmış bulunuyordu; Avusturya ile
M acaristan’da bu, derebeyi haklarının ilg-asıyla; R u sya’da da
serf’liğin kaldırılm asıyla başarılmıştı. Prensip olarak yahudi-
lere de eşitlik verildi, onlar da kam u haklarından faydalan­
m ağa başladılar. Eşitsizlik, gerçek hayatın şartlan olan zengin­
lik, eğitim ve toplum da saygı görm ek gibi konularda baki kal­
dı ; giyimde, konuşugta ve hal ve gidişte de belli olm ağa devam
, etti.
B üyük çoğunluk köylülerden m ürekkep olm ağa devam edi­
yordu. D oğu A vru pa’da bunlann durumları hukuken yüksel­
mişti am a bu, on lan n yaşayış tarzını pek fazla iyileştirmem lş-
ti. R u sya’da, hürriyete kavuşan ve toprağın bir kısm ına sahip
olan serf’lerin sırtında ağır bir tazm inat yükü vardı. Merkez
bölgesinde ise bunlar an cak (ortalam a olarak 4 hektardan ek­
sik) yetersiz bir toprak parçası almışlardı k i bu, ailelerini gre-
çindlrm eğe yetm iyordu. Onun için zanaatkâr veya işçi sıfatiy-
le uzaklara, şehirlere gidip iş aram ak zorundaydılar. - Polonya,
D oğu Prusya ve Avusturya’da bunlann çoğu büyük bir mülk
sahibinin toprağı üzerine yerleşmiş gründelikçiler olarak kalı­
yorlardı.
Batı A vrupa’da köylüler ta n m m addeleri fiyatlan m n yük­
selişinden faydalanıyorlardı am a bütün kâr kendilerine kal­
m ıyordu; çünkü kiracılar toprak için daha yüksek kira ödür
yorlar, toprak sahibi köylü ise yüksek faizli bir borç yükü al­
tında eziliyor ve bunu ödem ekte güçlük çekiyordu. D em okratik
partiler tarafından istenen tarım kredisi bir türlü tegkilâtla-
nam ıyordu. T a n m işçilerinin ücretleri hayat pahalılığına g'öre
daha yavaş yükseldiklerinden, gündelikçiler sefalet içindeydi­
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ S63

ler. Bununla beraber kârların ve tasarrufun artm asıyla Avrupa


kıtası mem leketlerindeki köylerin yaşayışında bir iyileşme g'ö-
rüldü ve en elverişli durumlarda bu, bir. lıali-vakti yerindelik
şeklinde belirdi. Fakat Büyük Britanya’da buğrday ekimi artık
yüksek güm rük ı-esimleriyle him aye edilmediğfinden bu ekim
gittikçe terkedilmeğ-e başlandı ve tarım cı nufus azaldı.
Endüstri i.sçileri tekniğin ilerlemesinden çok eşitsiz bir
tarzda faydalanm aktaydılar. Zanaatkârlar fiyatların yükseli­
şinden ve bilhassa yiyecek, giyecek ve mamûl maddeleri teda­
rikteki daha büyük kolaylıktan fayda gördüler. D aha büyük
m iktarda et ve (şarap, bira, rakı "eau-de-vie” gibi) alkollü iç
kiler içm eğe başladılar ,ki bu her zaman için bir refah belirtisi
sayıla-gelmişti. Evlerinde çalışm akta olan işçiler ise tersine
olarak, m akineyle görülen işin rekabeti yüzünden yenilm iş du­
rum da olduklanndan, işsizlik krizlerinden ıztırap çekiyorlar
ve bunlann sayısı azalıyordu.
Ingiltere’deki büyük endüstrilerin işçileri ve bilhassa za­
naatta teci'übe istiyen kollardaki “ kalifiye” işçiler, işverenleri
ücretleri, ig günlerinin süresini, ustabaşılarla olan münasebet­
leri kendileriyle tartışm ağa zorlam ak için ımion (sendika) lar­
dan faydalanarak yaşayış tarzlarını düzeltm eğe başlıyorlardı.
Aynı zanaat kolunun sendikalan daimî federasyonlar kurmuş­
lardı ve bunların en kuvvetlileri müşterek menfa,at© uygun te­
şebbüsleri yapm akla görevli bir sekreter tutm ağa yetecek ka­
dar aidat topluyordu. Bütün federasyonların delegelerinden
m eydana gelen yıllık bir kongre, kam u m akam larına istekleri
bildirm ek için aralarında anlaşm ak im kânım veriyordu. Bu teş­
kilât işverenlerle şiddetli anlaşmazlıkların çıkm asına yol açtı;
işverenler bir işçiyi işe almazdan önce bunlardan, h içbir sen­
dikaya mensup olm adığına dair yazıh bir beyan alm ağa baş­
ladılar.
Grevleri tahrik etm ekle suçlandırılan sendikalara kargı
uzun zaman düşman olan kamu efkârı, bir hüküm et kom isyo­
nu tarafından yapılan soruşturm a neticesinde fik ir değiştirdi:
Soruşturmadan anlaşıldığına göre sendikalar grevleri önleme­
ğe çalışıyorlar, sadece ücretlerin seviyesini ve çalıgmanın sü­
resini m uhafaza çarelerini araştırıyorlardı. Çalışma şartlanm n
bir nizam layıcısı sayılan İngiliz rejim i, öteki m em leketler İş­
çileri için de bir teşkilâtlanm a örneği haline geldi. İşçiler ta­
rafından kurulan istihlâk “ kooperatif şirketleri” toptan alımlar
yapıp ekmeği, bakkaliye ve giyim eşyasını daha ucuz fiyate
364 A V R U P A M ÎL L B T L B R ÎN ÎN

v erecek kadar zeng-inlegmişlerdi.


H ayat seviyeleri zanaatkârlarm kine g öre biraz daha üstün
olarak kalan perakendecilerle küçük mem urlar da kendi du-
rum lan m biraz düzeltiyorlardı. F akat yagayış tarzları hiç de-
ğigm em ekteydi; seyahate çıkm ıyorlar, hemen hiç okum uyor­
lardı. Eğrience olarak sadece düğün, karnaval, panayır tem a­
şaları, patronların tertipledikleri senlikler gibi şeylere sahip­
tiler.
Endüstrinin, ticaretin ve bankacılığın kârlarından en büyük
hisseyi “ orta sınıf” alıyordu; çünkü patronlar, tâcirler, ban­
kerler hep burjuva idiler. Avukat, hukukçu, hekim, edebiyatçı,
profesör gibi “ serbest m eslek” erbabı da bundan dolayısiyle
fayda görüyorlardı; bunlar sayıca artıp zenginleşmekteydiler.
M ülk sahibi burjuvalar, toprak kiralarının artm asından ve ara­
zi değerinin yükselmesinden fayda görüyorlardı. P araya yahut
menkul kıym etlere sahip olanlar aksiyonlara yahut D evlet is­
tikrazlarına para yatırarak gelirlerini arttırıyorlardı. Bunlar
para faizinin yükselmesinden de kârlı çıkmıglardı (Fransa’da
faiz nisbeti D evlet istikrazları için % 3 den 5 e çıkm ıştı).
Bütün D oğu Avrupa mem leketlerinde asiller üstün sınıf
olarak kalmaktaydılar. Çok büyük mülklere sahip derebeyle-
riyle küçük asiller arasındaki fark baki idi: Avusturya’da de­
rebeylik haklarının, R usya’da da. serfliğin kaldırılm ası dolayı-
siyie bu sonuncuların önem i azalmıştı. A siller henüz burjuva­
ları kendilerinden uzak tutm aktaydılar am a bankerler yüksek
sosyeteye sokulm anın yolunu buluyorlardı. - D oğu A v n ıp a ’da
ve hattâ Avusturya’da asillerle zenginler arasındaki fark aza­
lıyor; İngiltere’de ise zengin köylü de aynı hayatı sürmek şar­
tiyle, asilden ayırdedilemiyordu. A vrupa kıtasında asiller ordu
ve hariciye müstesna, bir meslek veya bir m em uriyet icrasına
ananevî şekilde nefret beslemeleri dolayısiyle öteki sınıflardan
a y n duruyorlardı. Bunlar böylece umumî zenginleşm eye katıl­
m aktan vazgeçm iş durum daydılar; yalnız yüksek asiller istis­
na teşkil ediyorlardı: Bunlar burjuva ailelerden dolgun mirash
kızlarla evlenerek zenginliklerini idam e ettirmekteydiler.
Burjuvazi ve asiller için hayat daha ferah hale geliyordu.
B u n lan n lüks giyim eşyası, iyi cins çamaşır, mobilye, sanat
eserleri gibi şeyleri istihlâkleri artıyordu. M atbaacılıkla hak-
kâkh ğm ilerlemesi kitapların, dergilerin, gazetelerin okunm a­
sını umumileştiriyordu. Son zam anlarda icad edilmiş olan fo ­
toğrafçılık, benzerliği tam olan portreleri bol m iktarda verme-
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 366

İre başlıyordu. Mevsimi deniz banyolarında yahut k aplıca şe­


hirlerinde geçirm ek, eğlence için dağlara veya sanat şehirle­
rine, hattâ yabancı mem leketlere seyahatler yapm ak âdeti ya­
yılıyordu. “ Balayı seyahati” yapm ak m odası umumileşmişti.
Tiyfttro, konser, balo, suare gibi eğlenceler gittikçe daha deği­
şik ve daha sık bir hal alıyorlardı; baht ve talih oyunları, gi­
dilmesi m oda olan şehirlerde umumî birer kum ar oyunu halin­
de teşkilâtlanm ışlardı ve buralara bütün mem leketlerden zi­
yaretçiler geliyordu. G iyim erkekler için İngiliz, kadınlar için
Fransız m odasına tâbi idi; kadınlar bellerinde “ krinolin” , baş­
larında da takm a saçlardan topuzlar taşıyorlardı.
K adınlar erkeklerin otoritesine tâbi idiler; hukuken ve ik-
tısaden babanın veya kocanın hükm ü altında bulunuyorlardı.
Zengin dullar hariç hiçbir kadın bağım sız yaşam ak için hiçbir
im kâna sahip değildi. Halk tabakasından olan ailelerde kadm
evi idare ediyor ve çalışm aya katılıyordu; fakat işçi kadının
yaptığı mamûller, hattâ aldığı gündelik dahi erkeğe aitti. Ev
işlerinin hizm etçiler tarafından yapılm akta olduğu asil veya
burjuva ailelerde kadının m asrafını ana-babası, yahut kocası
karşılıyordu am a kendisi h içbir şeye, hattâ şahsî servetinin ge­
lirine bile sahip değildi. Özel öğretm enlik yahut ev vekilharç-
lığı hariç, kadın h içbir mesleğe kabul edilm iyordu; bu sebep­
ten kocasını seçm ek bakımından ana-babasmın yapacakları
baskıya karşı koym ak, bir kız için güçtü.
F ik ir haya,t%. — F ik ir hayatı üzerindeki en derin etki, bi­
limlerde görülen kesin ilerlemelerden doğdu; bu, bilim leri sırf
kendi meslekleri haline getiren ve çoğu bir Üniversite yahut
özel okulda p rofesör olan birkaç insanın eseriydi. Bunlar ilmi
araştırm alar için m üşterek m etodlar kullanarak, fakat pratik
tatbikata aldırış etmiyerek, ayrı ayrı çalışmaktaydılar. Aynı
anda vukua gelen bu ilerlem eler fizikte (hareket, sıcaklık, elek­
trik, ışık, m ıknatısiyet gibi) kuvvetlerin muadilliği teorisi ve
(Alm anya’da icad edilip) kâinattaki bütün yıldızların teşekkü­
lünün bir olduğunu gösteren spektral analiz m etoduyla; - kim ­
yada atom teorisinin gelişm esi ve organik cisim lerin senteziy­
le;- biyolojide hem organların işleyişini müşahede im kânını ve­
ren “viviseksiyon” , hem de hayvan ve bitki hayatındaki olay­
ların birliğini m eydana çıkaran m aya ve m ikropların k eşfiyle;
- zoolojide verasetle tesbit edilen k üçük bir takım değişiklikr
lerin uzun zaman birbirini kovalaması neticesi, çeşitli cinslerin
M U K A TE S E LÎ T A R İH İ 367

ilk okullara, hattâ (Alman g'inmazyum’ları, İngiliz orta okul­


ları gibi) henüz hum anist’lerin geleneğine tâbi olan, orta öğr
retim kurum larm a hig girem iyordu. Buralarda öğretim hemen
hemen Lâtince ile matem atikten ibaretti; tabiî bilimler ve ta­
rih buralara ancak fer’î konular ve geri kalmıg bilgiler halinde
giriyordu. Ö ğretim an cak bilginlerin çalışm akta oldukları Üni­
versitelerle özel okullarda hür bir hal alm ıştı; buralardaki, öğ­
rencilerle şahsî m ünasebet halinde olan profesörler, geleneğe
aykırı düşünceleri ifade im kânına sahiptiler. Bilim metodun­
dan ve tarihî eleştirmeden doğan bu anlayışlar, yüksek öğretim
âlem inde kapalı kalıyordu. F akat kalem tartışm aları, gazete­
ler, konferanslar yoluyla, halk duygularına uygrun eski inanç­
ların alelâde birer inkârı halinde ve ta h rif edilm iş bir şekilde,
şehirler halkının bir kısmı arasına girm ekteydiler.
Bu kısa süre içinde estetik hayatın en belirli olayı, edebi­
yattan çıkm a bir form ül olan ve plâstik sanatlara uygulanan
realizm, oldu. Rom antiklere karşı tepki halinde olan “ realist”
ler, realiteyi yani gerçeği tam tam ına tasvir ettikleri iddiasm-
daydılar; bunun da tercihan eza verici ve hoşa gitm eyen taraf­
larını gösterm ek eğilimindeydiler. L irik şiirin modası geçiyor,
çağdaş örf ve âdetleri tasvir eden roman, en verim li edebî ne­
vi haline geliyordu.
Resim, konularını gittikçe daha fazla peyzajdan yahut gün­
delik hayattan alıyor, “akadem ik” geleneğe kargı savaş halin­
de olan ekol kendine “ realist” adını veriyordu. - İtalya ile Al-
raanya’mn etkileri arasında bocalam akta olan müzik bilhassa
opera ve “ opera-bouffe” için çalıgıyordu; W agn er’in Alm an­
ya’da bile az tanınan ve çok itiraza uğrayan eserleri, henüz
halka kadar erişemiyordu.
366 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

teşekkülünü izah eden tekâmül nazariyesiyle kaydedilm ektey­


di.
Çeşitli bilim ler arasm daki kıyaslamalar, bütün olayların sâ­
bit ve aynı cinsten bir sıra ile vukua geldikleri düşüncesini il­
ham ediyordu. Bütün bilimlerin tek bir hale gelir v e Auguste
Com te'un tasnifine girer gibi bir halleri vardı; bu filozofun,
adına “ pozitivizm ” denen doktrini, her bilim i duyularımızın
zaptedebildikleri olayların müşahedesiyle edinilen “ pozitif” bii-
grilerden ibaret sayıyordu. Aşırı raddeye vardırılan bu eğilim,
"m ateryalizm " e götürüyordu ki bu, ancak maddî olayların inr
celenm esine cevaz verm ekteydi; m ateryalizm 1860 dan sonra
Almanya, R u sya ve Fransa’da hekim ler arasm da gok m oda ha­
line geldi. Bir İngiliz pozitivisti olan Spencer, gerçeğin bir kıs­
mının İlmî usuller dışında kaldığını tesbit ettiğinden, “ biline^
m ezlik” teorisini form üllestirdi, bu da "aernostik ~ bilinemez­
ci” felsefenin doktrini haline geldi.
Bilim lerdoki ileılem e m etafiziği gözden dügürdü ve filozof­
ları bilimlerin m antığı ile doktrinlerin tarihine, daha sonra da
psiko'ojiye yönelm eğe şevketti; filozoflar bunu “tecrübî = de­
neysel” hale Sokmağa çalıştılar. Dil, din, hukuk, güzel sanatlaı
gibi sosyal olayların incelenmesi, bilhassa Alm anya’da, oreçıni-
§in tarih metoduna, göre incelenmesine doğru yöneldi ve “ özel”
tarihler şeklini aldı. Yapılan kazılar ve bir takım metinlerin
çözülm esi sayesinde tarihin alanı genişledi, D oğu ’nun antik
medeniyetleı-ini böylelikle öğrenm ek mümkün oldu.
Tabiat bilim leri ve insanlık tarihi yolu ile müşahede edilen
olaylar, Vahiy adm a öğretilen dünyanın yaradılışı ve “ kutsal
taril}” le bağdaşamaz göründüler. İki m etod arasındaki zıdhk,
Din’le Bilim arasında “-avamî” bir anlaşm azlık halini aldı. Bu
anlaşm azlık bilhassa insanın mengei hakkındaydı ama, bazen
ruhun varlığı bakım ından deist’lerle m ateryalist’ler arasında
görülen anlaşm azlıkla karıştığı oldu.
Bu birbirine zıt anlayışlar ba§ka başka, şekillerle yayılıyor­
lardı. Dinî doktrinler çocu klara din bilgisi verm ek, yıkıcı dokr
trinlere karşı vaazlarda bulunmak ve katolik, protestan yahut
ortodoks olsun, bütün memleketlerin (ilk ve orta) okullarında
m ecbu ıî olarak kalan ibadet gibi eski usullerle yayılmaktaydı.
R ühban sınıfı buna bilhassa katolik m em leketlerde gazete, kon­
ferans, kilise adam lan tarafından tertiplenen hac ziyaretleri
gibi yeni usulleri de . ilâve etti.
Y eni fikirler, din adamlarının mürakabesi altında kalan
X IX

UZUN B A R IŞ D E V R E S İ V E Y A g A Y Ig lN D E Ö lSM E S t

İç politika. — Savaşlann 1871 de sona ermesiyle 1914 dünya


savaşı arasm da bulunan şüre, genel bir barış devresi oldu ve
görülm edik şekilde uzun sürdü. Bütün yaşayış şartlarında Av-
ı-upa’nın o zam ana kadar görm ediği en derin ihtilâl, bu d ev ­
reye rastladı.
B irçok yeni şartlar, hükümetlerin her türlü ihtilâl teşeb­
büsünü önlem ek ve Devletlerin politik rejim lerini idame ettir­
mek için yeter derecede maddî kuvvete sahip olm alarını sağ­
ladı. Hükümetlerin elinde seri ateşli tüfek, ağır makineli tüfek
gibi yeni silâhlar vardı, isyancılar ise bunlara sahip değildiler;
hüküm etler ordu ve polis mevcudunu geniş ölçüde arttırmışa
lardı; telgraf ve telefon onlara bir an içinde bir ta a m ız teh­
likesini haber veriyordu. K uvvetlerin üstünlüğü o kadar gözle
gör-ülür bir hal almıştı ki, Paris Com m une’ ünden sonra Avru­
pa'da h içbir ihtilâl olmadı.
Politik rejim meclislerin hükümet, seçmenlerin de m eclis­
ler üzerinde yaptıkları, partilerarası bir mücadele halini alan
ve X X . yüzyılda hızlanan etki yüzünden, an cak barışçı bir de­
ğişiklik geçirdi. O zam ana kadar partiler ( “grup” yahut “ ku­
lüp” adı altm da) ancak m eclisler içinde teşkilâtlanmışlardı.
Birleşik Devletleri model olarak alan İngiliz Liberal partisi,
seçmenlerin daimî bir teşkilât kurm aları bakımından ö m e k ol­
du. Mahallî kom itelerin delegelerinden m ürekkep bir merkez
kom itesi para toplamak, gazetelerle tem as etmek, partinin -
duygulan harekete getirecek form üller halinde özetlenen -
p roa ıam ’ını yazm akla görevliydi. Gösteriler tertipliyor, üye
kaydetm ek, seçm enleri sandık başına toplam ak için propagan­
da yapıyordu. Bütün m em leketlerde taklid edilen bu usul, par­
tilerin politika üzerindeki etkisini daimî bir hale sokuyordu.
Teşekküllere verilen yahut partiler tarafm dan alınan ad­
lar aynı olm akla beraber, gerçekteki tatbikat arasında derin
bir ayrılık vardı. H ükümetin görünürde parlm anter bir rejim
halini aldığı Güney memleketlerinde, kabineyi çoğunluk par-
A V R U P A M İL L E T L E R İN İN 309

tiai kuruyordu. H attâ bunların bazılarında, - 1866 Anayasasın-


danberi Rum anya'da, krallığ-m yeniden kuruluşundanberi İs-
paSıya’da, P ortekiz’de ve bir müddet için Sırbistan’la Bulgaris­
tan’da, - kabineler, İngiltere’de olduğu gibi, sıra ile bir muha^
fazakârlar, bir liberaller tarafından kuruldu. İtalya ve Y una­
nistan’da m eclis hemen daim a birkaç topluluğ-a bölünmüş ola­
rak kaldı; bu toplulukların herbiri birbirine rakip olup İktidarı
ele geçirm eğe çalışan şeflere bağlı m illetvekillerinden meydana
gelmeydi.
Fakat bütün bu memleketlerde seçmenlerin yoksul, câhil,
kam u işleriyle ılgrisiz olan büyük çoğunluğu, seçim lerin çoğu
zaman hiyleli bir şekilde ve şiddet kullanılarak, hüküm et bas­
kısı altında yapılm asına aldırmıyordu. Hükümdarın, kabineyi
kurm ak için, âlet olarak kullanmak istediği partinin şefini ça­
ğırm ası ve meclisi kapatması kâfi idi; seçim i yeni kabine ida­
re ediyor ve çoğunluğu sağlıyordu. M eclisin - çoğu bir millet
topluluğunu tem sil eden - birçok partilere bölünmüş olduğu
Avusturya'da, İm parator kendi seçtiği birini başbakan yapı­
yor, sonra da daim a kendisine iltihaka hazır büyük m ülk sa­
hiplerinin seçtirdikleri m illetvekillerinden m üteşekkil birkaç
grupu bir araya toplayıp o başbakana çoğunluk sağlıyordu. Bü­
tün bu D evletlerde parlm anter rejim , bir paravana halindeydi
ki bunun arkasında hükümdar, kendi iktidarını idam e ettiri­
yordu. Yalnız M acaristan'da hükümdar, M acar asillerinin ço­
ğunluk teşkil ettikleri seçilm is M eclis karsısında sorumlu bir
kabine bulundurm ağa mecburdu.
Halkın daha m üreffeh, daha bilgili ve kamu- hayatına il­
gilenm eğe daha alışık olduğu için seçim lerde daha faal bir rol
çe daha dem okratik bi rhal alarak parlm anter teoriye gittikçe
çe daha dem okratik bir hal alaark parlm anter teoriye gittikçe
daha uygun hale geldi; bakanlar, seçilm iş M eclis'teki çoğunluk
partisinin tem silcileri oldular. Fakat hukukçular tarafından
teori haline getirilen İngiliz usulünde sadece iki parti vardı ve
seçmenlerin, kendi isteklerine göre, çoğunluğu birine yahut
ötekine .vermeleri halinde, bu iki partiden biri iktidara geli­
yordu. F ak at politikacılar ikiden fazla partiye bölündükleri za­
man, bu usulü uygulam ak mümkün olamadı.
Bu da söyle oldu: Büyük Britanya’da ilkin m uhtariyet
istem ek için kurulmuş olan yeni İrlanda partisi, iki İngiliz paı^
tisinden hiçbirinin iktidara gelememesini sağladı. - Daha sonra
F. 24
370 M U K A YE SE Lİ T A R İH İ

bağım sız teşkilâtlı bir “ laci partisi” kurulunca aynı §ey oldu.-
B elçika’da yeni “ İşçi partisi” hem katoliklere, hem liberallere
m uhalefet edince de bu partilerden hiçbiri iktidara gelemedi. -
Fransa’da Millî Mecliste “M uhafazakârlar” adı altında birleş­
miş olan gruplara m uhalif üç grup “Cum huriyetçi” partiyi kur­
du; fakat bu parti, tek bir M eclis tarafm dan temsil edilen mil­
letin egem enliği yolundaki ananevi ülküsünden vazgeçm ek ve
bir uzlaşmaya katılm ak zorunda kaldı; buna göre de o zama­
n a kadar eşi görülm em iş bir parim anter rejim kuruldu ki bu,
tek derece ile seçilen bir Meclis, bir Senato ve iki Meclisin
K ongre halinde toplanıp yedi yıl İçin seçtikleri Cumhurbaşka­
nından m eydana gelme bir Cumhuriyetti. Bu parti çok g eç­
meden çoğunluğu ve iktidan elde etti. Sonra kendi içindeki
muhaliflerin hizipleşmeleriyle parçalandı; bu hizipler tekrar
“ radikaller” adını aldılar ve Meclis, hiçbiri çoğunluğu sağlıya-
mıyan üç partiye bölündü.
Bütün Devletlerdeki politikacılar sayılan gittikçe artan
gruplara bölünm ek temayülünü gösterdiler. Bu suretle hiçbir
parti çoğunluğu sağlıyam jyor ve teoriye ay k ın olarak, hüküme­
te geçecek çoğunluğu teşkil etm ek için birkaç partinin birleşe
mesi gerekiyordu. F akat çeşitli birleşmeler yapm ak mümkün
olduğundan, ilkin bunlar arasm da bir seçim yapm ak gerekiyor­
du. D evlet Başkanı kabineyi kurm akla görevli şahsiyeti seçi­
yor, Başbakan da bir çoğunluk vücude getirm ek için gerekli
gru pla n bir araya topluyordu. B öylece bir grup birçok kom ­
binezonlara girebiliyor ve kabine düştükten sonra aynı şefi
m uhafaza ederek, fakat m üttefiklerini değiştirerek tekrar ik­
tidara gelebiliyordu; İtalya’da da taklid edilen bu Fransız usu­
lü bir çeşit “ idarei m aslahat” tı. K oalisyonların sağlani olduk­
ları İngiltere hariç, bu koalisyonlar zayıf ve devamsız olduk­
larından, kabinelerin ömürleri bazen çok kısa oluyordu.
Ü ç İskandinav D evlet partiler, öteki Devletlerdekinin ter­
sine olarak kurulm aktaydı; Bunlarda m uhafazakâr parti köy­
lerde, basım ları ise büyük şehirlerde üye topluyordu. İskandi­
nav Devletlerinde ise M uhafazakârlar başkent halkı. D em ok­
ratlar köyler halkı tarafından seçilm ekteydi. - K openhag gibi
büyük bir şehrin bulunduğu D anim arka’da kral, seçilm iş Mec­
lisin çoğunluğuna karşı uzun zaman kabineyi ayakta tutmağa
m u vaffak oldu am a sonuîıda çoğunluğa boyun eğm ek zorunda
kaldı. - İsveç’te M eclis kralı, uzun bir direnmeden sonra, parl-
m anter rejim in yerleşm esine razı olm ak zorunda bıraktı. - Bas-
A V R U P A M İL L E T L E R İN İN 371

kentin k ü çü k olduğu, kralm da bulunm adığı N orveç’te 1882 den


itibaren M eclisler bakanları itham ederek, kralı kabineyi ço-
ğrunluk arasından kurdurm ağa zorladılar; daha sonra, yabancı
olan k rala kargı millî bir ayaklanm a ile N orveç İsveç’ten ayu
n lm a k ve bağım sız bir krallık olarak teşkilâtlanm ak işini ba­
şardı.
İm paratorluklarda gerçek iktidar, mem urlar ve asiller va-
sıtasiyle hüküm süren hükümdarın elinde kaldı: Avusturya’da
bu, görünürde parlm anter bir rejim altında; A lm anya’da meş­
rutî bir krallık şekli altında oluyordu: Burada hüküm dar ta­
rafından seçilm ekte olan bakanlar, m eclisler karşısında ba­
ğım sızdılar ve görünürde dem okratik olan meclisin, hükümet
tarafından istenen kanunları ve yen i vergileri kabul etmekten
başka bir yetkisi yoktu. Prusya ile Alm an Devletlerinde de ay^
nı rejim vardı ve burada prensin m em urları olan bakanlar,
dar yetkili Meclislerle birlikte hükümeti idare ediyorlardı.
R us çarlığı mutlak bir krallık olarak kalm aktaydı ve giz­
li bir polisten yardım gören m em urlar tarafından idare edili­
yordu. Bu gizli polis sınırsız bir yetkiye sahipti, liberal düşün­
celer beslediğinden şüphe edilen her uyruğu tevk if etm ek ve
Sibirya’ya gönderm ek, elindeydi. Sosyalist temayüllü dem okra­
tik m uhalefet bu m em lekette köylülerle işçiler arasında gizli
bir propaganda şeklini aldı. Sonra, baskı tedbirlerine karşılık
verm iş olm ak için, bu parti suikastlerle iş gören tethişçi bir
“ savaş teşkilâtı” kurdu ki sonunda çar II. Aleksandr bu yüz­
den böylece öldürüldü. Onun yerine geçen çar mutlakiyetçi re­
jim i şiddetli tenkil tedbirleri, yabancı kitapların sansürü ve
köylerde bir polis kadrosunun kurulm asıyla kuvvetlendirdi.
’ M illetlerarası partiler-, — Milletlerarası mahiyette partile­
rin harekete geçm esiyle politik hayat çapraşık bir hal aldı. Ka-
tolikler Kilisenin iktidarını yahut hükümet üzerindeki nufuzu­
nu arttırm ağa çalışıyorlardı. Bunlar İsviçre, Avusturya ve A l­
m anya’da ayrı birer parti kurmuşlardı. B irkaç memlekette de
m uhafazakâr partiye karışm ış olduklan halde çalışıyorlardı.
Bunlara, Kilisenin evrensel gefi olan Papa tarafından direk­
tif verilm ekteydi. IX . Pius tantanalı törenlerle ve bilhassa
(m ahkûm ettiği doktrinlerin özeti olan) Svltabîis’ la,, 1864 te,
Devletlerin m od em rejim lerine karşı Kilisenin giriştiği mü­
cadeleyi açm ıştı; din ve basın hürriyetini, lâik öğretimi, me­
deni nikâhı, “ m odem m edeniyeti” m ahkûm ediyor; rühban sı­
n ıfı için O rtaçağ rejim inin uygulanmasını, yani m üminler üze­
372 M U K A YE SE Lİ T A R İH İ

rinde onlann resm î otoriteye sahip olm alarını ve Devlete kar­


gı tamamen bağım sız bulunmalarını istiyordu. İtalya, Avus­
turya, A lm anya hükümetlerinin fiillerini açık ve kesin olarak
m ahkûm etti. - Onun halefi de aynı doktrini m uhafaza etmek­
le beraber, hükümetlerle anlaşm ağa çalıgtı: R ühban sınıfının
nufuzunun artm asına kargılık, hüküm etlere m em leketlerindeki
katolik partisinin desteğini Sağlamak gibi bir üm it veriyordu.
Çegitli m em leketler sosyalistleri arasm daki anlaşma, Lon­
dra’da İngiliz igçileriyle m ülteciler tarafından “ Milletlerarası
Igçiler B irliği” nin kurulmasıyle 1864 te başlam ış; fakat bu
birlik birkaç tane milletlerarası kongre yaptıktan sonra dağıl­
mıştı. M illetlerarası olduğunu söyliyen ilk parti Alm anya’da ku­
ruldu ve 1848 Fransasından sosy o M em o k ra t adını tekrar aldı.
P rogram ı (K ari M arx’m ki olan) doktrinin teorik bir izahını,
“ sosyal ihtilâl” i hazırlam ak için gerekli politik ıslahatın ve
bunu başarm ak için lüzumlu şartların listesini içine almıg bu­
lunuyordu. Parti bu ihtilâli, bütün işçiler yığınını “ proleterler”
haline sokacak olan şimdiki endüstri rejim inin geligmesinin
kaçınılm az bir sonucu gibi gösterm ekteydi. D oktrinini iktisad
siyasetinin teorileri üzerine kurarak buna böylece İlmî bir pres­
tij de veriyordu ki, igçilerin gözünde bu prestij zaten büyüktü.
“ Partinin program ı ileride yapılacak işleri dört form ül har
linde özetlem ekteydi: "Proletaryanın bir sınıf partisi halinde
teşkilâtlanm ası” ve "burju va” diye vasıflandırılan bütün öte­
ki partilere kargı m ücadeleye girişmesi, - bütün mem leketler­
deki proleteryalann m illetlerarası anlaşm a yapmaları, - ya ço­
ğunluğu elde edip kanun yolu ile yahut “ kapitalist” toplum a
kargı şiddetli bir ihtilâlle siyasî “ iktidarın fethedilm esi” , top ­
rak da dahil, “ bütün istihsal araçlarının sosyalistlegtırilmesi”
k i bu, m ülkiyetin ve özel ticaretin kaldırılması anlam ına geli­
yordu. K apitalist rejim in gelişm e gekli dolayısiyle ihtilâlin ka­
çınılm az olduğunu bildirip tarihini açıklam ıyarak bu doktrin,
ta ra flan n a hem bunun yapılacağı inancını, hem de yakında
gerçeklegeceği üm idini veriyordu. Yani benzeri bir ihtilâl öbür
dünyadaki hayata beslenen inancı ileri sürerek nasıl dinî duy­
gulara hitap ediyorsa, bu doktrin de ümid duygusuna hitap et­
mekteydi.
Sosyalist partisi, adaylarını propaganda vasıtası olarak ile­
ri sürüp m illetvekili seçtirm ekten ziyade kendine taraftar top­
lam ak için politik m ücadeleye atıldı. B ir kom ite tarafm dan
idare olunan daimî bir teşkilât kurm uştu; aidat topluyor, bir
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 373

kasaya ve bir basın organına salıip bulunuyordu. Ç ok geçm e­


den bir m odel haline geldi ve hemen bütün Devletlerde bu m o­
dele uyularak, aynı program , aynı propaganda usulleri ve ço­
ğu zaman aynı teşkilâtla birer parti kuruldu.
Sosyalizmin 1848 den önce doğduğu ve form üllerini bulmuş
olduğu İngiltere ile Fransa daha az disiplinli v e teorik doktri­
ne daha az bağlı partiler kurdular. B üyük Britanya’da zanaat­
lar union (sendika) la n Federasyonu tarafından kurulajı “ İş­
çi partisi”, sosyal ihtilâle başvurulmaksızın amelî alanda kıs­
mî ıslahat yapılm asını istedi. F ransa’da birbirine rakip, fakat
sosyal rejim in değişm esinde m üşterek bir am aca sahip birkaç
grup teşekkül etti ve 1893 seçim leri için bir “ K onfederasyon ”
halinde birlegti.
B elçika “ işçi partisi” nin isteği üzerine çeşitli Devletlerin
sosyalistleri 1889 da iknici bir “ İşçiler Enternasyonali” halindö
birleştiler ki, bu uzun aralarla m illetlerarası bir delegeler kon­
gresi halinde toplanıyor, “ mügterek” kararları oya koyuyor ve
daimî bir büro seçiyordu. H er parti bağım sız kalıyor ve tutu­
munu kendi m em leketinin politikasına göre kararlaştırıyordu.
F akat bütün D evletlerdeki partiler E n tem asyon al’e girince
1904 K ongresi, Alrtıanlann teşebbüsü üzerine, bunlann hepsini
“ İşçi Enternasyonali seksiyonu” haline gelm eğe m ecbur tut­
tu: Bu seksiyon bir “ sınıf partisi” halinde teşekkül edecek, res­
men sosyal ihtilâl için çalışacaktı; a y n ca Enternasyonal bun­
lan, yeknasak bir taktik gütm eğe de zorladı; böylelikle sek­
siyonların öteki “ burjuva” partilerin herhangi biriyle ittifak
yapm alan ve kendi Devletlerinin bütçeleri için oy verm eleri
yasak edilmiş oluyordu.
KargaşaUlclar v e buhranlar. — ' K üçü k milletlerin yabancı
bir kavm in boyunduruğu altında bulunduklan İm paratorluklar­
da, başka ırktan olanlar kendileriyle hüküm etleri arasındaki
duygu ve m enfaat ayrılığını gittikçe daha fazla idrâk eder ol­
dular; hüküm etler de bunları dil değiştirmeğe zorlayarak “gay­
rı m illîleştirm ek” için tedbirler aldılar. Böylece K uzey Okya­
nusundan Akdeniz’e kadar bütün Avrupa’da, zulüm altındaki
gaynm em nun milletler topluluklarından m eydana gelme bir
bölge ortaya çıktı ki bunlar R u sya’ya tâbi olan Finliler, Esr
tonyalılar, Letonyahlar, Litvanyalılar, PolonyalIlar,- V iyana ve
Budapeşte hükümetlerine tâbi olan Çekler, Rütenler, Slovak­
lar, Slovenler, Hırvatlar, Sırplar, - Ösmanh Sultanına tâbi olan
Sırplar, Bulgarlar, M akidonyahlar, Yunanlılardı (A y n ca Al­
374 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

m an İm paratorluğuna ilhak edilmiş olan PolonyalIlarla Dani­


markalIlar da vardı). Hepsi kendi ana dilleriyle öğrenim, yap­
m ak im kânlanndan yoksun oldukları, hemen hemen bütün
m em uriyet ve iğlerden uzak tutuldukları için şikâyetçiydiler.
Çoğu sadece m uhtariyet ve bilhassa kendi dillerinde Kiliseler,
ilkokullar v e öğretim kurum lan istiyorlardı; ki bu sayede ka­
mu mem uriyetlerine girm ek için g-erekli diplom aları alm ak im ­
kânını bulacaklardı.
X X . yüzjalın baglangrıcmdan itibaren Devletlerin çoğunda
politik anlaşm azlıklar bir buhran halini aldı. B üyük Britanya’­
da üç parti (liberal, işçi v e İrianda partileri) arasında kurulan
v e 1905 te hükümetin başına g-eçen koalisyon, birllkçi-m uhafa-
zakâr parti ile anlaşm azlığa düştü, vergilerde kökten ıslahat
yaptı ve L ordlar Kam arasının elinden. A vam K am arasının kar
bul ettiği kanunları durdurm ak yetkisini aldı. - Fransa’da sos­
yalistlerle birleşen radikal parti, müsaade almaksızın kurulmuş
olan dinî cem aat ve topluluklan (bu arada cizvitleri) memle­
ketten kovdu, sonunda da K ilise ile D evleti birbirinden ayırdı. -
Portekiz’de m utlakiyetçi bir diktatörlüğü desteklemiş olan
kral öldürüldü, halefinin zam anında da askeri bir ayaklanm a
sonunda papazlara aleyhtar bir Cumhuriyet kuruldu. - Çek mil­
lî partisinin yaptığı "obstrüksiyon” yüzünden Parlâm entonun
uzun zaman iş görem ediği Avusturya’da İm parator, milliyet
partilerini zayıf düşürm ek için, 1906 da tek dereceli seçim i (1)
ihdas etti, bu da (sosyalistler v e katolikler g ibi) halkçı par­
tileri kuvvetlendirerek, partiler arasındaki m uvazeneyi altüst
etti. - M acaristan’d a İslâv gaynm em nunlarla birleşen Milliyet­
çi parti ordu yüzünden İm parator’la şiddetli bir anlaşm azlığa
düştü ve ondan bakanlıklar kabul ettiği için kendi kendini hal­
kın gözünden düşürdü.
R u sya’da Japonya’y a karşı savaşın yenilgi ile bitmesi, hü­
küm eti zayıf düşürdü; öyle ki, kamu hizmetlerinde genel bir
grev çıkm asından korkan çar, bütün çarlık için politik bir
m eclis kurulmasına izin verdi; bu m eclis de bakanlarla şiddetli
bir anlaşm azlığa düştü. İşçilerle köylülerin ayaklanmaları, baş­
k a ırktan insanlarla meskûn m em leketlerdeki kargaşalıklarla
isyanlar bir ihtilâlin başladığı intibaını yarattı. H üküm et bü-

(1) T ek d ereçeli seçim 1896 da ihdas edUmisU am a ancak


küçük samda miUetvekiU seçebilen betimci bir züm re halmdeV-
di.
M U K A Y E SE Lİ T A R iH t 375

tün m uhalifleri ezdi, meclisi iki defa kapattıktan sonra, so­


nunda çoğunluğu elde etm eğe m u vaffak oldu. R u s çarlığı y a n
m utlakiyetçi, fakat modern şekilde çalışan bir m eclise sahip
bir monarşi olarak kaldı.
Balkanlardaki küçük kavim lerde politik hayat kuvvet dar­
beleriyle altüst oldu. Sırbistan’da subaylar, m utlakiyetçi hale
gelen kralı öldürerek rakip bir hanedanın şefini tekrar geri
çağırdılar, o da iktidarı Radikal-N asyonalist partiye verdi. -
Y unanistan’da kralın şahsî idare şekli “ Subaylar Birliğini’ nin
ayaklanm asıyla ilga edildi ve bu birlik işbaşına Giritli bir var
tansever ve Liberal partinin şefi olan Venizelos’u getirerek re­
jim i yeniden teşkilâtlam a görevini ona verdi. - Bulgaristan'da
prens birbirlerine rakip hizipler arasındaki anlaşm azlıklan
körükledi ve kendini Osmanh Sultanı karşısında bağım sız çar
ilân etti. - M akedonya’da Sultanın hükm ü altında kalmış olan
hristiyan halk, Bulgaristan’da iş gören bir K om ite tarafından
gönderilen silâhlı mültecilerin yardım ıyla ayaklandı.
Rejimlenitn değişm esi. — Genel olarak Devletlerin politik
rejim i liberal, parlmanter, dem okratik yönde gelişmi.‘3ti. Hü­
küm etler gazetelerde, toplantılarda ve um um î gösterilerde
muhalifleri daha fazla serbest bırakm ağa ahşmışlardı. Bakan­
lar seçilm is M eclisin çoğunluğu tarafından g-österilen isteklere
karşı daha uysal davranıyorlardı. Seçme hakkı çok genişle­
miş, İspanya ile B elçika’da İskandinav Devletlerinde birdenbi­
re tok dereceli, Balkan mem leketlerind«; hemen hemen bütün
küçük Alm an Devletlerinde, Avusturya’da ve 1913 te İtalya’­
da çok dereceli hale gelmişti. İsviçre, daha sonra Belçika, azın­
lıkları tem silcisiz bırakm am ak için tasavvur edilen teorik men­
şeli bir sistemi denemişlerdi ki bu, "nlsbî tem sil sistem i” idi ve
seçmenlerin şahsî vekillerini bir partinin, kom itesi tarafından
seçilen, delegeleri haline sokuyordu.
İdarecilerin şahsî yetkileri M eclislerin ve seçmenlerin mu­
kavem eti yüzünden zayıflarken. Devletin gaynşahsî iktidan da
kuvvetlenmekteydi. Devlet, politik hayatlarında ve özel tutum­
larında uyruklannı çok daha serbest bırakıyor; fakat 'bunların
ekonom ik hayatına daha fazla karışıyordu. Endüstriyel çalış­
manın süresiyle şartlarını kanunlarla tesbit ediyor ve müesse­
seleri m üfettişler vasıtasiyle teftiş ettiriyordu. Hastalık, ihtiyar­
lık, ig kazaları için Büyük Britanya’yı takibeden A lm anya’yı
misâl alarak sosyal sigortalar ihdas ediyordu. İhtiyarlarla yok­
sullara yardım, hastaneler, ilkokullar, yollar v e şehirlerde umu­
376 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

mİ bahçeler, su getirtilmesi, aydm latm a ve sokalclann temiz­


lenmesi, ucuz mesken inşaatı gibi halkın çoğunluğuna faydası
dokunacak m asrafların birçoğunu kendi üzerine alıyordu.
Bu m asraflarla silâhlanm a giderlerini karşılam ak için D ev­
let emlâk, veraset ve menkul kıym etler üzerindeki vergileri
arttırarak özel mülkiyeti gittikçe daha vahim b ir şekilde ihlâl
ediyordu.. İngiltere’nin örneğine uyularak gittikçe daha geniş
ölçüde altun esasına g öre ayarlanan parayı “ tağşiş” etme işine
son verm işti. V ergi yetm edi m i açığı, çoğru zaman yabancı
mem leketlerde aktedilen, bir istikrazla kapatıyordu. Bu konu­
daki usuller çok değişikti. B üyük Britanya, Hollanda, Belçika,
İsviçre ve İskandinav mem leketleri bütçelerini denk tutuyor­
lar, borçlarını az arttırıyorlar, hattâ bunları am ortism an yo­
luyla azaltıyorlardı. Ötekiler ise hem en daimî olarak bütçe
açığı ile yaşıyorlar ve borçlarını gittikçe arttırıyorlardı. Bu
borçların en büyüğü olan ve 1913 te 33 m ilyara çıkan Fransa’-
nınkini, Fransızların tasarruf alışkanlığı da kolaylaştırmıştı.
Politik örf ve âdetler yum uşuyordu. A n cak R u sya ve Bal­
kan mem leketlerinde hüküm etler basımlarını tevkif edip kötü
muamele yapm ak ve öldürm ek âdetini m uhafaza ediyorlar,
siyasî m evkuflara polis m em urları vasıtasiyie işkence yaptıra­
rak bunların ağızlardan itiraflar koparm ağa çalışıyorlardı. Is­
panya’da anarşistlere karşı olanları hariç, öteki Devletlerde
politik mahkûmların idam larına son verilm işti; politik dâvalar
nizamî şekillere uygun olarak yürütülüyor, basın dâvaları sey­
rekleşiyordu. Hüküm etin hasım lan rahatsız edilmeksizin yaşı­
yorlar, yabancı m em leketler siyasî mültecilerinin ikametine ve
hattâ yerleşm esine izin veriliyor, ve bunların iadesi hemen dai­
m a reddolunuyordu. P olitik hayat daha İnsanî bir hal almıştı.
D%s politika. — E ski Osmanh İm paratorluğu hariç, Avru­
pa’da artık h içbir savag olm uyordu. D evletler arasındaki mü­
nasebetler bilhassa' ekonom ik konularla ilgili görüşm eler ve
andlaşmalardan ibaret kalmıştı. Prusya’nın zaferlerinin bırak­
tığı intiba milletlerin savaş hakkında akıllarında yer eden dü­
şünceyi değiştirmişti. M eslek orduları arasm da sınır harekâtı
yerine savag, silâhlı bir milletin- bir m em leketi istilâsı ve böy­
lece bütün milletin hayatım altüst etmesi haline giriyordu.
Seferberliğin çabucak ilânı ve - seri ateşli toplar, patlayı­
cı obüsler, m akineli tüfek, dumansız barut gibi - taarruz silâh-
larm ın ilerlemesi, ilk hazır olan orduya öyle ezici bir üstütılük
veriyordu ki, h içbir hüküm et kuvvetlerini hazırlam ak için ar­
M U K A YE SE Lİ T A R İH İ 377
tık savaşa grirmeği bekliyem em ekteydi. Malzemesiyle kıtaları­
nı daim a hazır bulundurm ak zorundaydı ve büyük bir insan
yığınına ihtiyacı vardı. Kendilerini tehdit altında g-örmeyen iki
memleket, yani Ingriltere ile İspanya hariç, bütün Devletler
Prusya’yı ö m e k tutarak, orta okulların öğrencileri iğin daha
kısa zamanlı olm ak üzere, herkese m ecburî askerlik hizmetini
ihdas etm işlerdi ve m uvazzaf orduya katılm ağa hazır bir ihti-
y a t’ı da el altm da bulunduruyorlardı. Ordu savaşa hazırlık için
bir okul haline grelmekteydi. A let ve cihazların çabu k ilerleme­
si çoğu zam an silâhları değiştirm ek m ecburiyetini yarattığın­
dan, m asraflar bang zam anında da, eskiden savaş zamanında
olduğu kadar, yüksek bir hadde varıyordu. Adına "silâhlı bar
rıg” denen bu rejim bangı, savaşın yükleriyle birlikte idame
ediyordu. Silâhlan yalnız kendileri verecek durum da olan bü­
yük m aden sanayii müesseseleri, halk arasm da savaş korku­
sunu idame etm ek İçin gazeteleri kullanm ağı işlerine uygun
bulm aktaydılar.
Alm an ordusunun üstün kuvveti A vrupa muvazenesini boz­
muş ve Alman İm paratorluğunu üstün hale getirm işti; bu İm ­
paratorluğun politikasını idare etmekte olan Bism arck, yeni
topraklar ele g:eçirmeksizin bu üstünlüğü idam e çarelerini araş­
tırıyor ve öteki Devletlerin A lm anya aleyhine bir koalisyon
kurm alarını önlem eğe çalışıyordu. F akat statü quo (statüko)
yine de Balkanlarda bozuldu: Zira buradaki hristiyan milletler
OsmanlI hâkim iyetinden kurtulm ak istiyorlardı. Sultan’ın uy­
rukları olan Sırplann bir ayaklanm ası ilkin ‘ Sırbistan’ı, sonra
da R usya’yı bir savaşa sürükledi, bunun sonucunda Osmanlı
İm paratorluğu kısmî olarak parçalandıysa da, büjnik D evlet­
lerin müdahalesiyle bu hal sm ırlandınldı. R u m anya ve Sırbls-
'ta n prenslikleri bağım sız krallıklar haline geldiler; B ulgar ül­
kesinin yalnız bir kısm ı tâbi bir prenslik haline sokuldu. B os­
na’nın "idaresini” ele alan Avusturya bu yüzden faaliyetini
Balkan yarım adasına da yaym ağa heveslendi ve burası, büyük
D evletler arasında bir rekabet sahası haline geldi.
D evletler arasında serbest m übadeleye doğru grelişmelçte
olan ticaret münasebetleri, artık yalnız sanayicileri değil, A v­
rupa dışındaki mem leketlerin rekabetinden korkan çiftçileri de
tatmin etm ek için, him ayeciliğe doğru yöneltildi. Hükümetler
gerek ticaret anlaşmaları yapıp bunlara hemen bütün mem­
leketler mamûl ve m ahsullerini içeriye sokturm ıyacak gekilde
hesaplanmış hüküm ler koyarak; gerekse ticaret andlaşnaala-
378 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

n n m sürelerinin dolm asını bekleyip güm rük resim lerini bir


kiinunla ayarlıyarak, gittikçe daha yüksek güm rük tarifeleri
ihdasına başladılar. Yalnız Büyük Britanya “ serbest mübade­
le” yi m uhafaza etti ve bu liberal partinin doktrini haline gel­
di.
D evletler arasm daki m ünasebetler yavaş yavaş değişmeğe
başladı. A lm anya ilkin Avusturya ile, sonra da İtalya ile bir
ittifak yaptı am a R u sya ile bozuşmadı. Üç İm paratorluk 1881
de imzalanan ve çok gizli tutulan bir andlaşm a ile birbirlerine
bağlı kaldılar.
OsmanlI im paratorluğu buhranından sonra A vrupa dışın­
da yapılan harekât dolayısiyle m ünasebetler çapraşık bir hal
aldılar. B irkaç Devlet, “em peryalizm ” diye adlandırılan bir
“genişleme, yayılm a politikası” gütm eğe başladılar. B ir sıra
görüşm eler v e genel bir plâna tâbi olm aksızın giriştikleri kü­
çük seferlerle ya bir söm ürge veya bir "protek tora” kurarak,
y a da başka Devletlerin kendilerine bir “ nufus bölgesi” tanı­
m alarını Bağlıyarak A vrupa dışında birer İm paratorluk edin­
menin yolunu buldular. H emen hemen bütün Afrika, büyük
B ritanya ile Fransa arasm da paylaşıldı; R usya hâkim iyetini
bütün K uzey A sya üzerine yaydı. A vrupa dışında rakip hale
gelen üç “ em peryalist” Devlet, o sırada Orta Avrupa Devletle­
ri arasm da kurulmuş olan Üçlü İttifa k karşısında yalnız duru^
m a düşmüş göründüler.
B ism arck tarafından idam e edilmiş olan bu müna.^ebetler
sistemi, R u sya ile olan andlaşmayı yenilem ek istemiyen II.
W ilhelm ’in şahsî politikası yüzünden bozuldu. Bundan mem­
nun kalm ıyan gar III. Aleksandr, R u s e’n dü.strisine gerekli is­
tikrazlar için muhtaç bulunduğu Fransa’ya yakınlaştı. Sonun­
da Fransız hükümeti ile bir savunm a andlaşması yaptı ve bu,
Fransa’y a artık yalnız olm adığı duygusunu verdi. - A lm anya’­
ya dünya politikasında faal bir rol verm ek isteyen Wilhelm,
İngilizleri telâşa düşüren bir savaş donanması kurm ağa baş­
ladı. Yeni çar II. N ikola’yı U zakdoğu’da bir yayılm a politikan
sı gütm eğe teşvik etti; bu hal Japonya'yı telâşlandırdı ve R u s­
ya’yı Balkan yarımadasından uzaklaştırdı ve buradaki hristi­
yan Devletler üzerinde Avusturya nufuzunu arttırm ağa baş­
ladı,
Japonya’nın zaferiyle sona eren Rus-Japon savaşı, Rusj^a’-
nm durumunu zayıflattı. A lm anya’nın teşebbüslerinden kaygıla­
nan Ingiliz hükümeti “ infirad” politikasından ayrılm ağa ka­
m ukayeseli T A R ÎH İ 379

rar verdi. İllcin İlci D evlet arasm daki pürüzlü bütün meselele­
ri halleden bir andlaşm a yaparak Fransa’ya yaklaştı, sonra
da A sya için aynı şekilde bir andlaşm a yaparak R u sya’ya ya­
kınlaştı. Böylelikle de. Üçlü İttfik ’a bir kaurşılık gibi görünen
“ Üçlü Andlaşm a” nin yapılm ası igi sona erm iş oldu. Bu and-
laşm a A lm anya’da, başka Devletler tarafından ‘çemberlendi-
g1” intibaını uyandırdı; yanı zam anda da Balkan m em leketleri
konusunda Avusturya ile İtalya arasında çıkan bir anlaşmazlık
yüzünden Ü çlü İttifak zayıf düşmüştü. - Silahlanmayı sınıp-
ijyarak bangı sağlam ak için (189i9 ve 1907 de) iki defa yapı­
lan ve bütün dünya Devletlerinin iştirakiyle bir K ongre top ­
lanması am acını güden teşebbüs, ancak bir takım dileklerin
açıklanm ası ve ihtiyarî bir tahkim divanı kurulması gibi bir
sonuç verdi.
M akedonya ordusunun Osmanh Sultanına karşı ayaklan­
ması dolayısiyle A vrupa barışı bozuldu; Avusturya hükümeti
bundan faydalanarak B osna’yı ilha ketti, B urgar prensi de
(1908 de) hükümdarlığını ilân etti. İç m ücadeleler dolayısiy-
le zayıf düşen Osmanh İmparatorluğunun, kendini savunamaz
gibi bir hali vardı. İtalya Trablus’u fethetm ek için ona savaş
a çtı; sonra da Balkanlardaki küçük Devletler hristiyanlarla
meskûn mem leketleri Osmanh İm paratorluğunun elinden al­
m ak için taarruza geçtiler v e onun Avrupa’daki hemen bütün
topraklarını zaptettiler. Bu Devletlerin büyüm elerini sınırla­
m ak için büyük Devletler işe karıştılar. Bu buhranların yarat­
tığı sarsıntıdan da A vrupa için bir felâket çıkm ası mukadder^
di.
MOfCldl hayatın y e m şarttan. — Hayatın maddî şartların­
daki değişm e o kadar çabuk ve o kadar derin oldu ki, bir ih­
tilâl olduğu intibaını yarattı. E konom ik hayatın bütün veçhe^
leri üzerinde etki yapan bu değişiklik, birincisi bilimlerin tek­
niğe uygulanması, İkincisi de tabiatın biriktirdiği maddelerden
işletilmesi olm ak üzere, birbirinden ayrı iki sebebe atfedilebi­
lir.
Tekniğin, o zam ana kadar, “am pirik” buluşlarla meydana
gelm iş olan, ilerlemesi bundan böyle, genel kanunlarla sonuç­
lanan dakik ölçüler ve m atem atik hesaplarla çalışan bilim le­
rin uygulanması sayesinde elde edildi. H er işlemden beklenen
tesiri önceden doğru olarak gösteren bu metod, istenen tesiri
yaratm ak için kullanılması gerekli usulü önceden tasarlamak
im kânım veriyordu. Teknik ica t çalışmaları da artık ya olay-
380 AVRÜPA MİLLETLERİNİN

la n n kanunlarını tayin gibi tamamen İlmî bir am agla bilim ve


öğretim kurum larm da yapılan teorik araştırm alar; yahut da
büyük endüstri müesseselerine bağlı lâboratuvarlar ve tanm
tecrübe tarlalarında teknik bir usul bulm ak için girişilen de­
neylerle hajzırlandı. - Bu araştırm alar endüstrinin hammadde­
leri çıkarm ak veya mamûlleri imâl veya nakletm ek için kul­
landığı fizik, şimik, hattâ biyolojik kuvvetlerin m iktannı art­
tırm ak im kânını veriyordu. H attâ bu araştırmalar belirli bir
kullanış için gerekli elâstikiyet, suişlemezlik, pasa dayanıklı­
lık, elektrik cereyanının geçm ezliği gibi vasıflarla mücehhez su­
nî-m addeler yaratm ak im kânını dahi veriyorlardı.
İstihsalin artm asındaki çabukluk, bu iş için kullanılan
m addelerdeki kökten bir değişiklik yüzünden de m eydana gel­
di. Bu maddelerin hemen hepsi daim a gerek bitkilerin veya
hayvanların yavaş yenilenen canlı özlerinden, gerekse (taş,
balçık, kum, kireç, alçı, tuz, dem ir cevheri gibi) yerinde veya
kom şu bir mem lekette tedarik edilen hudutsuz m iktardaki ma­
denî maddelerden çıkanlag-elmişlerdi. Taşım a işlerindeki ko­
laylık ve ucuzluk A vrupa milletlerini A vrupa dışındaki o za­
mana kadar ıssız olan yahut az ekilen büyük memleketlerin
buğday, yün ve pamuk, et ve deri, kauçuk, kereste ve maden­
ler gibi tabiî ürünlerini büyük m iktarlarda getirtm eğe şevket­
ti. Ham m addelerin en büyük kısmı bundan böyle, binlerce
asırdanberi birikm iş olup Antik çağdan itibaren pek azı kul­
lanılm ış m aden hâzinesinin işletilmesiyle elde edildi. Bu sa­
yede endüstriye demir, bakır, kurşun, gümüş, cıva, nikel, manr
ganez, alüm inyum cevherleriyle (maden kömürü ve petrol g i­
bi) yakıtlar, - tarım a da fosfat, nitrat, potas sağlam ak müm­
kün oldu.
Issız kalm ış bölgelerin tabiî kaynaklan, bunları çabucak
bitirecek tarzda işletildi. K âğıt hamuru elde etm ek için orm an­
lar kesildi. R u sya’da ve A m erika’da çayırlıkların çürüm esiyle
biriken hum us toprağı buğday yetiştirm ek için gübresiz olar
ı-ak ekildi. Avrupa’nın bugün faydalanm akta olduğu zenginli­
ğin büyük kısmı, bütün dünyanın hâzinelerinin eşi görülm edik
bir israfıyle elde edilmiş bulunmaktadır. Bu işletm e işinde al­
tun, istisnaî bir y er tuttu. İstihsal C a lifom ia v e Avusturalya’-
da azalmağa, Güney A frik a ’daki madenlerin açılışından itiba­
ren de artm ağa başladı. Bütün dünyada 1850 de 12 m ilyar ola­
rak tahm in edilen altun stoku, 1910 da dört misli artm ış bur
lunuyordu. 1873 ile 1895 arasm da görülen fiyat düşmeleriyle
MUKAYESELİ TARİHÎ 3gl

buhran, altun istihsalinin durm asına; X X , yüzyıldaki fiyat aı^


tısları ise, bunları dügürmek temayülünü gösteren muazzam
istihsal artışına rağmen, altun istihsalinin çoğalışına atfedil­
mektedir.
Ta-nmdaki ihtilal. — K im yevi gübreler toprağa verim art­
t ı n « cevherler sokarak hububat, yem bitkileri, geker pancarı
ve patatesin verim ini görülm edik bir seviyeye ulaştırdılar. -
M ayalann keşfi şarapların ve alkollerin im âli için bir m etod;
m ikropların keşfi ise bitki ve hayvan hastahklannm tedavisi
için usuller m eydana çıkardı. - Irsiyetin ve çiftleşm elerin inr
celenm esi, damızlıkların istifası yoluyla, ağırlık v e kalitece
üstün yahut süt ve tereyağ verici hayvan çeşitleri elde etmeğe
yaradı. - Tohum ların istifası ve melezleştirilmesi yoluyla çalı­
şan botanik deneyler, yeni bitki çeşitleri yarattı ve bunlar da­
ha bol, yahut kötü havalara ve hastalıklara daha dayanıklı
ürünler verdiler.
Maden endüstrisinin ilerlemesinden ta n m da dolayısiyle
faydalanarak eski tahta âletlerin yerine madenî âlet ve cıhaz-
la n geçirdi ve (biçer-döver, harman, m ibzer m akineleri gibi)
işi çok kısaltan ve el emeğine olan ihtiyacı da geniş ölçüde
azaltan makineler edindi. D anim arka’da köylüler tarafından
kurulan kooperatif şirketler, tereyağının imâli ve toptan satışı
bakımından örnek oldular.
Taşıt araçlarının, şose v e dem iryollarının çok büyük ölçü­
de ilerlemesi, m uhafazası güç olan et, sütlü maddeler, y um ur­
ta, sebze, meyve, çiçek gibi ürünlerin büyük şehirler piyasa­
larında satılmasını mümkün kıldı. Yünün uzak m em leketlerden
tedarikine başlanalıdanberi, hayvan yetiştiriciler koyun sayı­
sını azaltıp büyük şehirlerin müstehlikleri için et ve sütlü mad­
deler veren domuz, öküz, inek sayısını arttırdılar: Ticarete da­
ha sıkı şekilde bağlı hale g'elen tarım, çiftçin in yahut mahallî
pazarın istihlâki için çok daha az ölçü d e; toptancı tü ccar vası­
tasıyla satış yapm ak veya (değirm enler, alkol taktirhaneleri,
geker fabrikaları, peyplr ve yağ imalâthaneleri, zeytinyağ ve
konserve fab rik ala n gibi) büyük endüstri müesseselertne mal
satm ak için daha büyük ölçüde istihsal yapm ağa başladı. Müs­
tahsil bilhassa toptan satış için çalışarak yalnız bir tek ekim
veya hayvan yetiştirm e Avrupa dışındaki mem leketlerin reka­
beti şarap ve zeytinyağ, yün ve deriler, keten, kenevir ve ipek,
hattâ hayvan gibi başlıca ta n m maddelerinin fiyatlerini düşür­
dü. Bu rekabetin bilhassa ananevi buğday ekimine zararı d o ­
382 AVRUPA MÎLLE3TLERÎNİN

kundu ve az m asrafla ekilen topraklardan gelen buğrdaylann


yaptıkları rekabet yüzünden, bu ta n m kolu çok lıad bir buh­
ran g-eçirdi. Bunun üzerine buğday ekim inin verim i arttınlar
rak rekabetle savaşılmak istendi; fakat yiyecek maddelerinden
birçoğunun ithalât yoluyla getirtildiği İngiltere’de, bu tanm
kolu kalkınamadı. Başka Devletlerde çiftçiler yabancı tanm
m addeleriyle hayvanlar üzerine güm rük resmi k on u lm a m ı
istediler ve elde ettiler.
EndüstrideKi ihtilâl. — İlm in tatbikatı sayesinde gerek
malzem eyi çıkartm ak, gerek öteki endüstrilerin çalışm a âlet­
lerini ve gerelcsei istihlâk eşyasını imâl bakımından, endüstri­
nin istihsali daha fazla arttı. Mekaniğin, fiziğin, yahut kim ya­
nın tatbikiyle harekete geçen sınırsız kuvvetlerle çalışm akta
olan “ ağır” endüstrilerdeki değişme, çok köklü oldu. Maden
cevherlerinin, yakıtların ve kim yevî gübre hammaddelerinin
çıkarılm ası işi hidrolik basıncın, dinam itin ve (basınçlı hava,
daha sonra da elektrikle işliyen) matkapların icadı sayesinde
tamamen değişti. Font ve çelik istihsali için yüksek fın n lar
kullanan büyük maden endüstrisi, fosforla karışık dem ir cev­
heri kullanm ak im kânını veren İngiliz (Thom as) usulü saye­
sinde değişikliğe uğradı. D aha saf bir çelik imâl eden elektrik
fırını ile içlerinde daha az m iktarda nikel, m anganez yahut
tungstenin bulunduğu halitalann da bu değişiklikte rolleri ol­
du.
Bu usullerle m ükemm elleştirilen -maden lokom otiflerin,
raylann, gemilerin, iplik eğirm e ve dokum a makinelerinin, tür­
binlerin, âlet vazifesi gören makinelerin, zn h levhaların imâ­
linde kullanıldı. Y ine bu maden köprülerle büyük binaların,
hattâ yeni betonarm e usulünce inşa olunan evlerin iskeletleri
için kullanılan madenî kirişlere gerekli ham m addeyi verdi.
Elektrik, çağlayanların kuvvetini m uazzam -mesafelere nakle-
dilebilen bir elektrik enerjisine tahvil ederek tatbik olundu.
Buharın yerini alabildi v e böylelikle madenlerde, maden sanar
yünde, dem iryolu taşım alarında köm ür m asrafının kaldınlm a-
sını mümkün kıldı. E lektrik ışığını ve elektrikle ısınmayı ya­
rattı; hattâ soğukluk elde etm ek için yeni b ir usul dahi ortaya
çıkardı. E lektrik fın n ı elektroliz usulü ile maden cevherleri­
nin terkiplerini ayırm ak im kânını sağladı.
Kim ya, cisim lerin patlayıcı hassalannı uygulayarak ma­
denlerde ve bayındırlık işlerinde kullanılan dinamiti, sonra sa­
vaş silâhlarının kudretini arttıran bir sıra patlayıcı maddele­
MUKAYESELİ TARİHİ 383

ri keşfetti. - Y eni taktir usulleri, kullanılması umumileşen al­


kolün daha büyük m iktarda istihsalini sağladı. İlkin k ok is­
tihsalinde kullanılan maden kömürünün taktiri, zaten aydınr
latm ada kullanılalı havagazım n İmâline yarıyordu ; bu gaz şe­
hirlerin aydınlatılm asında ve evlerin ısıtılm asında büyük yer
tuttu. Benzin, kreozot ve yeni boya ve parfüm serileri gibi “tâ­
li m addeler” i çıkarm ak için ke-gfedilen usullerle de yeni bir
değer kazandı. - Petrolün taktiri, yağla aydınlatm ayı hemen
hemen yokeden yeni bir ışık kaynağı sağladı.
Tatbikî kim ya sinematogrrafı, sentetik ilâçları ve gazetele­
rin m uazzam m iktarlarda basılmasını sağlıyan kâğıt hamuru­
nu yarattı. - Cam cılık ve çanak - çöm lekçilik, çam aşırcılık, ş e ­
ker, sabun, isperm eçet ve konserve im âlatında değişiklikler
yaptı. - M argarin ve teksif edilmiş süt endüstrisini kurdu. -
İlkin kim yevî bir usulle elde edilen soğuk-hava endüstrisi (et,
balık, m eyve gibi) çabuk bozulan yiyecekleri m uhafaza ve
uzun m esafelere taşım ak im kânım sağladı.
Bu icadlar, istihlâk için çalışan endüstrilere m aliyet fi­
yatlarını indirerek fiyatlarını ucuzlatmak ve gok daha büyük
bir alıcı tabakasına ulaşmak imkânını verdiler. İngiltere’de
başlayan değişiklik, bütün mem leketlere yayıldı. B üyük en­
düstri zenginlerin lüksünden ziyade halk tabakasının istihlâki
için çalıştı. A m erika’da icad edilen dikiş makinesi, çam aşır
ve hazır elbisecilikte evde çalışm a usulünün m uhafaza edilebil­
mesini mümkün hale koydu.
Patlamalı m otorların icadı ile m otorlu gem icilik meydana
çık tı; kauçukla bir araya gelerek, motor, otom obili; uçan âlet­
lerle bir araya gelerek de uçağı yarattı. E lektrikli telgraf, te­
lefonun icadiyle tamamlandı. H ertz dalgalarının keşfinden tel­
siz telgraf, daha sonra radyo doğru. - Denizaltı gemisinin icadı,
insanlığın en cü r’etli hayallerini gerçekleştirm ek işini sonş. er­
dirdi: Havalarda uçuluyor, suyun altından gidiliyor, karada
büyük hızla dolaşılıyor, dünyanın bir ucundan öbür ucuyla ko-
nuşulabiliyordu.
Maden sanayinin ilerlem eleriyle hızlanan nakliyat endüs­
trisi ticarî eşya ve yolcu lar için halkın hizmetine g ittik çe da­
ha seri ve ekonom ik taşıt araçları verdi: Bunlar karada de­
m iryolları; denizde, dünyanın bütün büyük lim anları arasında
ihdas olunan vapurculuk hatlanydı. G ittikçe daha sıklaşan bir
dem iryolu ve telgraf hattı şebekesi A vrupa’nın bir ucundan
öbür ucuna, boyuna artan sayıda mektup, gazete ve telgraf
384 AVRUPA MİLLETLERİNİN

gönderilm esine im kân verdi.


Ticaret. — ■ Endüstrinin ve nakliyatm ilerlemesiyle hızla­
nan ticaret, bilhassa deniz yolundan çok daha büyük ve hızlı
gemilerle, en uzak memleketlerin artan m iktardaki mallarını
ç o k daha düşük fiyatlarla getirtebildi. K alabalık nufuslu mem­
leketlere büyük partiler halinde ithal olunan buğdayla maden
cevherleri, madenler, köm ür ve petrol, inşaatta ve m arangoz­
lukta kullanılan keresteler, yünler, pamuk, kenevir, deriler ve
(m adenî eşya, kumaş, kösele, çanak-çöm lek gibi) endüstri ma-
mûlleriyle bilhassa kahve üzerine iş yapıyordu; bunların hepsi
de hiç olm azsa şehirlerde, herkesin kullandığı maddeler haline
gelmişti.
Perakende ticaret büyük şehirlerde büyük m ağazaların ve
pazarların açılm asıyle degrigmiş bulunuyordu: Buralarda o za­
mana kadar ayrı ayrı dükkânlarda satılan malları bir arada
bulm ak mümkün olabiliyordu. Bu m ağaza ve pazarlar ilkin iki
kategoride kurulmuştu. - B irincisi bakkaliye mağazalarıydı ki
bunlara yavaş yavaş bütün yiyecek m addeleri ilâve edildi, -
İkincisi de hazır elbise mağazalarıydı ki bunlara bütün öbür
m allar da ilâve edildi. Bu m ağazalar ticarete, gok satm ak için
u fa k bir kârla satış yapm ak kuralına dayanan, yeni metodlar
sokm aktaydılar; sermayelerini çabuk geri alıp yeni muamele­
lerde kullanm ak üzere, an cak peşin para ile satış yapm aktay­
dılar. M ağazalara giriş serbestti ve m üşterileri çekip onlarda
istek uyandırm ak için, m allar halkın gözleri önüne boydan bo­
ya serilmişti. Pazarlıkla vakit kaybetm eği önlem ek için, satış
her malın üzerinde yazılı olan “maktu fiy a t” üzerinden yapı­
lıyordu. Fiyatleri gösteren resim li kataloglar mem leketin her
yanına gönderiliyor, m ağaza siparişleri kabul edip m allan yol­
lam ak işini kendi üzerine alıyordu. Bu usuller halkı pazarlık
etm eksizin parayı peşin ödem eğe alıştırdı; perakendecileri de
fiyatı gizli tutm aktan vazgeçirip kendi fiyatlarını mağazala-
rınkine yakın bir seviyeye indirm ek zorunda bıraktı.
Kredi. — Bankalarca yapılan para ticaretiyle Borsalarca
yapılan menkul kıym etler ticareti, kredinin çok daha geniş öl­
çüde kullanılması üzerine altüst hale gelm iş bulunuyordu. Ban­
k a muam elelerini muazzam serm ayeli anonim şirketler halinde
teşkilâtlanm ış olup şube sayıları da boyuna çoğalm akta olan
büyük müesseseler, gittikge daha fazla olarak yapm aktaydı­
lar. Bunlar ticaret ve sanayi firm alarının o an için kullanıl-
mıyan p aralan ile özel şahıslann birikm iş paralarını mevduat
MUKAYESELİ TARİHİ 385

olarak kabul ediyorlar, sonra da bu nlan ya (havale, ıskonto,


tahvilât üzerine avans gribi) banka muameleleri, ya da büyük
müesseselere yapılan ikrazat halinde kullanıyorlardı. »A ynca
D evlet istikraz tahvillerini m üşterilerine satarak ve bunlann
faizlerini tahsil i§ini üzerlerine alarak, tahvil satışlarıyla da
uğraşıyorlardı. R esm î D evlet bankalan gittik çe artan m iktar-
larda ve daha u fak kupürler halinde banknotlar çıkarıyorlar­
dı: Bunlar bir altun ihtiyatı ile garanti edilmişlerdi ve ibrazın­
da kargılıkları ödeniyordu. Banknotlar p a ıa yerini tutuyordu
ve kasa mevcudu ise bonknot olarak çıkarılan m eblâğın ancak
bir kısm ına ulaşıyordu. Böylelikle kâğıt para toplamı, gerçek
para m iktarını ç o k fazla aşmaktaydı. Bu m iktar ayn ca, imza
sahibinin bankadaki mevduatı ile garanti edilen çefc’lerin gittik­
çe umumileşen kullanılışıyla da artm aktaydı, Bundan maada,
İngilizlerin ' ‘clcaring house” la n örnek tutularak ihdas edilen
"takas odaları” her bankanın müşterilerinin, öteki bankaların
m üşterilerine olan borçlarını kendi aralarında kıyaslıyarak,
naktî tediye yapm aksızın borçların büyük bir kıamınm iptalini
sağlıyorlardı,
Ingilizler çekle takası çok daha fazla kuîlanıyorlardı. Fran-
sızlar ise daha çok banknot kullanmaktaydılar. Bu sonuncular
m untazam şekilde, emin ve küçül:; bir gelir sağlayan yatırım-
lan, bilhassa Fransız Devletinin tahvilleriyle yabancı D evlet­
lerin istikraz tahvillerini tercih ediyorlardı. İngiltere ile A l­
m anya’da para sahipleri paralarını tehlikeli olm akla beraber
fazla kazanç sağlayan teşebbüslere seve seve y atın yorlar; bun­
la n n bankalardaki mevduatı ise bilhassa endüstri ile ticarete
döner sermaye tedarikine yarıyordu. Mevduatın bilhassa tasar­
ruflardan müteşekkil olduğu Fransa’da para daha bol ve iskon­
to haddi daha düşük olduğundan, bu m em leket yabancı Devlet­
lere daha büyük paralar ödünç veriyordu; İngiltere ile Alm an­
y a daha büyük kârlar getiren daha faal müesseselere sahip bu­
lunmaktaydılar, İsviçre ile H ollanda gibi eski bankacılık mem­
leketleri, kısm en yabancı m em leketler tarafından verilen pa­
ra ile yabancı memleketlerde büyük muam eleler yapm ağa de­
vam ediyorlardı. D aha az zengin olan öteki Devletler, muhtaç
oldukları sermayelerin büyük bir kısmını Batı A vrupa mem­
leketlerinden ödünç alıyorlardı.
Nakliyat, endüstri ve ticaret müesseseleri gittikçe artan
bir şekilde, muazzam serm ayelere muhtaç durum daydılar ve
F, 25
S86 AVRUPA MİLLETLERİNİN

bu serm ayeler de ancak aksiyonerlerinin paralan ile i§ gören


anonim şirketler tarafm dan toplanabllmekteydl. İngiliz şirket­
lerinin serm ayeleri 1885 te 475 milyon, 1913 te de 2.425 m ilyon
sterlin olarak tahm in edilmigti. Aksiyon, obligasyon, istikraz
tahvili g-ibi menkul kıym etler m evcudu ¡jittikçe daha çabuk ar­
tıyor ve dünyanın altun ve gümüg m evcudunu daha fazla ağı­
yordu. Bankalar kendi aksiyonerleri tarafından yatırılan ser­
m ayeden ziyade, mevduat sahiplerinin yatırdıkları paralarla i§
görüyorlardı. Bununla beraber tedavüldeki altun ve gümüg
m evcudu k âfi geliyordu; çünkü para ihtiyacı ücret ve hiz­
metlerin ödenmesinden, perakende alımlardan, köyler halkı ile
yapılan hesaplaşmalardan ve çeşitli mem leketler bankaları
arasındaki hesapların farkından doğm a bakiyelerden ibaret
kalıyordu.
Bütün bu sistem ("gilven ” anlam m a gelen) kredi üzerine
kurulm uştu: Yani banknotlar karsılıklannın ve istikrazlar faiz­
lerinin daim a ödeneceğine güveniliyordu. Tecrübe de bu güve­
nin yerinde olduğunu m eydana çıkarm ıgtı: Gerçekten banknot­
lar her zaman resmî değerleri üzerinden kabul ediliyordu; bu
ise ekonom ik haylıtlan norm al olan bütün D evletler için aynı
olarak kalmaktaydı, öyle ki, banknotların rayiçleri, çok ufak
değişm eler hariç olm ak üzere, hep basabaş olarak kalıyordu.
H attâ kredinin daha az emin olduğu (Rusya, Avusturya, İspan­
ya gibi) memleketlerde, kur fa rk la n h içbir zaman dörtte biri
geçm iyordu. N adir istisnalarla D evletler ve gehirler, borçları­
nın faizlerini ödüyorlardı. İstikraz tahvilleri genel olarak ihraç
fiyatına eşit, hattâ üstün bir fiyatla; yalnız paraları düşük olan
D evletler için daha alçak bir fiyatle satın alınıyordu. Anonim
şirketler um umiyetle tem ettü hisselerini ve faizleri ödüyorlar,
bu nlann tahvilleri de değerlerini m uhafaza ediyordu. H alk kâ­
ğıt parada, döviz kurlarında ve menkul kıym etlerde istikrar
görm eğe alışmış olduğundan, kredi de istikrarlı olarak kalı­
yordu.
Kanunen her müessese sahipleri tarafından idare ediliyor
ve her müessesenin ö z e l'b ir şahsa ait bulunduğu zamandaki
gibi, başka herhangi bir müesseseden ayrı bulunuyordu. Fiili­
y atta ise kanunî sahipler olan aksiyonerlerle kanunî alacaklılar
olaa istikraz tahvili ham illeri artık gerçek hiçbir nufuza sahip
değildiler; çünkü aksiyonlar ya büyük sayıda hamillere dar
ğılmıg, ya da bankalara yatınlm ıg durumdaydı. Aksiyonerlerin
m ecburî olan yıllık toplantısı bir merasim haline geliyör ve
MUKAYESELİ TARİHİ r 3g7

bu toplantıda aksiyonerlerin u fak bir azınlığı hazır bulundu­


ğundan, higbir gerçek kontrol icra edem iyordu. K anunen şir­
ketin ücretli mem urları olan idare m eclisi üj/elert", şirketin
gerçek sahipleri haline gelm işlerdi; bütün kararları onlar
alıyorlar, aksiyonerlere ise aslı esası olm ayan hesaplar veri­
yorlardı. Bunlardan bazıları aynı zam anda birkaç şirketi bir­
den idare etm ekte olduklarından, görünürde bağım sız birkaç
müessesenin işlerini bir araya toplayıp birinin zararına, öteki­
nin yararına muamele yapacak durumdaydılar.
B irçok müesseseler için m üşterek idare, çeşitli usullerle
m erkezleştirilm işti. Alm an asıllı olan ve aynı endüstri müesse­
seleri arasında rekabeti önlem ek için kurulmuş bulunan kar­
tel, bir sözleşme şeklindeydi ki bununla müesseseler her za­
man için belirli m iktarda istihsal ve herkes için aynı olan
yeknasak bir fiyatla satış yapm ağı taahhüt ediyorlardı. - An-
glo-Am erikan asıllı olan trust, piyasaya hâkim olm ak ve fi­
yatleri tesbit işini ellerinde bulundurmak için bütün müessese­
leri genel m üdürlük tarafından emredilen yönde idare etmek
üzere çeşitli şirketler arasında yapılmış bir anlaşm a idi. - İn­
giliz asıllı olan holding ise ayrı m ahiyette olup bir banka ta­
rafından idare edilen müesseseleri bir araya getiriyordu. Bu
merkezleştirm e usulleri endüstri ve ticaret teşebbüslerini git­
tikçe daha geniş ölçüde olm ak üzere kredi müesseselerinin hâ­
kim iyeti altına sokuyorlardı.
D eğişikliklerin etkisi. — Bütün bu değişiklikler tabiat ta­
rafından verilen kuvvetler toplam ını arttırarak, makine idare­
cisi haline gelmiş olan insanın m addî çabasını azalttılar. Ham
ve mamûl m addelerin m iktarını arttırdılar v e fiyatleri indire­
rek bu m addeleri halkın daha büyük bir kısm ının satın alabi­
leceği hale getirdiler. Ulaştırma kolaylıkları m illetler arasın­
daki maddî ve fik ri münasebetleri arttırdı. B ilim bütün insan­
lar için aynı olduğundan, en ileri m em leketlerde icad edilen
m etodlar bütün ötekiler tarafm dan kullanıldılar. Avrupa’nın
bir başından öbür başına aynı makineler, aynı dem iryollarla
gem iler, aynı telgraf hatları, aynı tarım ve im âl usulleri, aynı
m ağazalar ve bankalarla iş görüldü. T ek ve aynı olan millet­
lerarası bir medeniyetin etkisi, ekonom ik hayatla maddî ha­
yatı yeknasak hale getirdi. F akat m em leket esasen daha ileri
olduğuna göre değişiklik de o nisbette çabu k olduğundan,
m em leketler arasında ekonom ik faaliyet farkı da arttı. Avrupa
gittikçe daha fazla ikiye bölündü: B ir yanda (Büyük Britanya,
388 AVRUPA MÎLLETLERİNİN

Belçika, Hollanda, İsviçre, K uzey-D oğu F ransa gibi) bir büyük


sanayi bölgesi vardı ki, asn n sonunda buna İskandinav Dev­
letleri, Alm anya ve K uzey İtalya da katıldılar; öbür yanda
A vrupa’nın, üzerinde yer y er büyük sanayi adaları da bulunan,
tanna bölgelerinden müteşekkil mütebaki kısmı vardı.
“ K apitalizm ” diye adlandırılan rejim e yalnız A vrupa’nm
en ileri kısmı gird i; - zaten bu terim mübalağalıdır, zira eko­
n om ik faaliyetin çok büyük bir kısm ı henüz bunun dışında
kalm aktadır, - fakat hiç olm azsa şurası söylenebilir ki ekono­
m ik faaliyet “ kapitalist” bir m etod kullanmaktadır. Yalnız
kazanç elde etm ek am acıyla bir teşebbüse tahsis edilen para,
işle h içbir gahsî bağları olmayan, m eçhul sahipler tarafından
verilm iş olduğundan, gayrışahsî bir serm aye teşkil etm ektey­
di. Müessesenin rekabete rağm en m uam elelerinden kâr sağ­
laması im kânı yalnız m a k in e ,kullanmaktan ileri gelm iyordu;
bu im kân aynı zam anda müessesenin - vakit kaybını ve israfı
önleyen ^ rasyonel bir şekilde teşkilâtlanm ası ile kabil oluyor
ve igçilerie memurların sayısını azaltarak m asrafları kısm ak
im kânını veriyordu. Bunun örneği işçinin bütün hareketlerini
ayarhyan “ Taylor” sistem i; her işçiye tek bir iş yaptıran “zin­
cir halinde çalışm a” tarzı ve her eşya çeşidini çok az sayıda
yeknasak m odeller haline sokan Am erikan "standardizasyon”
usulü tarafından verildi. Bu m etod da, bilim gibi, gaynşah si-
dir ve rasyoneldir ve m ücerret bir gayeye yönelmişi bulunmak­
tadır, - Müesseselerin bankanın idaresi altında toplanması,
X V n , yüzyıldanberi “ticaretin ruhu” sayılan rekabeti kaldır­
m ağa başladı.
Toplumun değişm esi. — İstihsalin artm ası sayesinde nufus
da çabucak artabildi ve 1910 da 450 m ilyona yaklaştı. Bu artış
D oğu ve Güney A vrupa’nm geri mem leketleriyle büyük sanayi
bölgelerinde aynı anda çok kuvvetli; endüstri nufusunun art­
m ış olm asına rağm en Fransa’ da çok zayıf oldu. K ilom etre ka­
re başm a nufus yoğunluğu İngiltere’de 239 u, A lm anya’d a -120
yi, İtalya’da 121 i buldu, Fransa’da 74 olarak kaldı.
K öylerle şehirler arasm daki nisbet çabu k değişti; 1860 ile
1900 arasm da A vrupa’nm tümü için şehirlerin nufusu % 25 den
36 ya. Batı A vrupa için % 34 ten 48 e çıktı, lOO'.OOO den fazla
nufuslu şehirlerin sayısı, 12 1/2 m ilyon nufusla 42 den, 1913 te
66 m ilyon nufusla 183 © çıktı. N isbet İngiltere'de % 19 dan 35
e, Alm anya’da % 8 ^en 21 e, Fransa’da % 4,5 tan 14 e çıktı.
G eçim im kânlarının artışı büyük endüstri m em leketlerinde çok
M UKAYESELİ TARİHİ 389

daha kesif hale gelm iş olan nufusu beslemeğe, Fransa’da ise


köyler halkını seyreltip ona daha kolay bir yaşayış sağlam ağa
yaradı. 1890 dan önce Alm an m em leketlerinde çok kuvvetli olan
ve bir yılda azamî 350.000 e ulaşmış bulunan göç, X X . yüzyılda
Büyük B ritanya ve A lm anya’da gok zayıf hale geldi. Yalnız
Güney Italyalılar, Slovaklar, PolonyalIlar g ibi çok yoksul
rençber nufusla R u s yahudileri daha fazla sayıda g öçer oldu­
lar.
Gerek politik hayat, gerekse çok eşitsizlik tarzda bütün
m em leketlere ve nufusun çeşitli kısımlarına ulaşan maddî har
yat şartlarında aynı anda vukua gelen değişiklikler yüzünden,
toplum da değişti. İstihsalin büyük ölçüde artışı bir istihlâk
maddeleri bolluğu yaratarak hayatı daha rahat, daha değişik
hale getirdi. Maden ve kâğı\ paranın görülm edik şekildeki bol­
luğu m uazzam m iktarda bir menkul kıym etler zenginliği ya­
rattı ki bu artık, toprak veya menkul eşya gibi, m addî bir
mülkiyet değildi; hattâ bu m ülkiyet bir şahsın başka bir şa^
hıstan olan alacağı halinden çıkarak alınması ve satılması ko­
lay, gaynşahsî bir "sıfa t” , borçluyu tanımaksızın bir parayı
alm ağa olan m ücerret bir hak haline geldi. Paranın kendisi
dahi b ir D evlet bankasından olan alacaktan bagka şey değildi.
N u fu s artışından daha hızlı olan bu zenginlik artışı, bir
§eye sahip olm a veya bir şeyi istihlâk etme bakım ından bir
im kânlar fazlası bırakm aktaydı; E k on om ik faaliyet daha ge­
niş olduğu nisbette, bu fazlalık da daha büyük ölçüde oluyor­
du. Zenginlik bilhassa şehirlerde oturanlar tarafından yapılan
endüstri, ticaret ve kredi muameleleri ile m eydana geldiğin­
den, en çabuk olarak şehirler nufusunun yaşam a şartlan de­
ğişiyordu; aynı zam anda en ileri mem leketlerde politik hayat
da dem okratik bir rejim e doğru daha çabuk gelişm ekteydi.
A vrupa’da toplum un eşitsiz dereceli sınıflara bölünmesi
iki sebepten yerleşm işti: Bunlann biri, zenginliğin toprağa
şahsen sahip olm aktan ibaret bulunması, öteki de ötoritenin
bütün uyrukları, babadan kalm a şartlan ne ise onların içinde
tutmasıydı. Zenginlik gaynşahsî “ sıfat” halinde parçalanarak
her sınıftan muazzam sayıda insanlara bölüneliden ve hükü­
m et de rütbe ve derece farklarını ayırdedemez hale geleliden
beri, toplum artık dayandığı tem eli kaybetm iş bulunmaktaydı.
E ski sınıfları ayırdeden işaretler siliniyordu. Toplum u artık ne
birkaç katlı bir binaya, Îiattâ ne de birbirini takibeden basa-
m ak lan olan bir merdivene kıyaslam ak m üm kündü; gınjflan
390 AVRUPA MİLLETLERİNİN

birbirlerinden ayıran ara-şartlar o kadar goğalmıştı ki bunla­


n n tümü insanda devamlı bir meyil intibaı uyandırıyordu. Bu­
nunla beraber sınıfların eski adlan yine kullanılıyor ve D oğu
A vrupa’nın geri mem leketlerinde eskiden üstün sınıf olan asil­
ler, kapalı bir âlem halinde kalıyordu. Bu âlem saraya kabul
edilm iş büyük m ülk sahiplerinin ailelerinden tegekkül etmek­
teydi ve yüksek m em urlarla subayların goğu, bunlar arasın­
dan çıkıyordu. A siller başka sınıftan insanları kendi sosyete­
lerine h iç kabul etm iyorlar v e işsiz güçsüz bir hayat sürmeğe
devam ediyorlardı. Yalnız bundan D oğu Prusya hariçti, çün­
kü buradaki m ülk sahiplerinin çoğu m alikânelerini isletmek
üzere çalışm aktaydılar.
F sk i ailelerden çoğunun artık soylannın tükenmiş olduğu
Batı ve Orta A vrupa’da, asiller k^ndi aralan nda yasayıp ev­
lenm eğe devam ettikleri halde dahi, eskisi gribi sıkı bir yığın
teşkil etm ez olmuşlardı. Ing:iliz g en try’ si (küçük asiller sınıfı)
bilhassa, zenginleşip bir m ülk satın almıg ailelerden teşekkül
ediyordu; nobiUty (yüksek asiller) sınıfı bile gittikçe daha faz-
ia ölçüde, kendilerine yeni asalet unvanı verilm iş îorci'lardan
m eydana gelmeydi. P ara getiren h içbir meslek yapm am ak âde­
tini m uhafaza etmiş olan asiller, menkul kıym etler halindeki
büyük servetlere sahip burjuvalara göre çok daha az zengin­
diler; yalnız denk b ir izdivaç yapm am ağı göze alıp Am erikalı
veya yahudi, büyük servete vâris zengin genç kızlarla evlenen
asiller bunun dışındaydılar. R ejim parlm anter hale geleliberi
hattâ Ingiltere’de dahi artık bakanlar, asiller arasından s e ç it
mez olmuştu. Fransa’da 1879 danberi yüzlerce bakan arasında
ancak birkaç aşille asillikleri şüpheli küçük aSa,let mensupla-
n n a rastlanıyordu.
Burjuvazi üstün rütbesini mülk bakımından zenginlik, ka-^
mu m em uriyetleri ve özel bir eğitime ihtiyaç gösteren meslek­
ler yolu ile elde ettiği için sayı, zenginlik, politik nufuz ve s o ^
yal itibar bakım ından kazançlı çıkan da o oldu. Onun iç i»
zenginliğin, öğrenim in y e mem uriyetlerin önem inin a,rtmış ol­
duğu Batı ve K uzey A vrupa’da, Güney’e ve Doğu,va göre daha
gok yükseldi. Fakat asilliğin suni bir icad, burjuvazinin İsa
sadece resm î bir ad olduğu R usya’da, adına intelligenzia, denen
ve eğitim le teşekkül eden bir sınıf fik ri m eydana gelmişti.
Burjuvazi gittikçe artan ölçüde değişik seviyeli olan, fa ­
kat h içbir kesin sınırla ay n lm ıy a n 'in sa n la rı ih tiva ediyordu;
çünkü herkesin seviyesi zenginlik, meslek, eğitim ve mem uri-
lU KAYESELÎ TARÎHİ 391

yXtler meratip silsilesindelti dereceden doğan çeşitli kom bine­


zonlardan m eydana grelnaekteydi. X V I. yüzyıldanberi üst kade­
mede büyük burjuvazi vardı, - bunun başında "yülcsek banker­
ler” sınıfı bulunuyordu ki bunun kredi ve spekülâsyon üzerine
kurulmuş olan zenginliği, sınırsızdı; - sonra toptancı tâcirler,
büyük sanayiciler, yüksek rütbeli m em urlar gelm ekteydi. -
Onun arkasından (hukuk ve tıp gibi) serbest m eslekler men-
suplanyle memurların. Kilise adamlarının, orta büyüklükte
servete sahip sanayicilerle tâcirlerin, edebiyat ve sanat erbar
bm m teşkil ettiği orta burjuvazi vardı.
A lt kadem ede bulunan ve küçük endüstri ile perakande ti­
caret patronlarından, banka ve ticarethane memurlarından)
aşağı rütbedeki D evlet m em urlanndatı, okul öğretm enlerinden
m üteşekkil olan küçük burjuvazi, X X . yüzyılın sonundan iti­
baren m amullerin bollaşmasından faydalanarak y an -lü k s mad­
deleri tedarik suretiyle yaşayış seviyesini yükseltti. Yaşayış
tarzı ba;kımından sosyal seviyesi' orta burjuvazininkine yaklaS'
tı (1), kadınların giyim i artık “ hanım efendi” lerinkinden ayııv
dedilmez oldu.
En alt kadem ede kol isçileri kalmaktaydılar. Ticaretin go-
lişmesi dükkâncıların v e (evlere mal teslim edenler, garson va
çıraklar, hamallar gibi) aşağn rütbedeki müstahdemlerin sayı*
sını arttırm ıştı; nitekim bu, nufus sayımlarında, “ticarî m es­
lekler” yüzdesinin artm asıyla da belli olrnaktadır. - Büyük enr
düstrinin gelişm esi de büyük müesseselerde toplanm ış işçilerin
sayısını çok arttırarak evde çalışanlar sayısını azaltmıştı ve bu
gibi evde çalışan işçiler de (çam aşır dikimi, dantelâciık, işleme­
cilik gibi kollarda) bilhassa kadınlardan teşekkül etmekteydi.
Y ine büyük endüstrinin gelişm esi yüzünden kendi hesaplanna
çalışan değirmenci, kunduracı, şapkacı, saatçi, m arangoz gibi
birkaç çeşit zanaat erbabı da hem en hem en ortadan, kalktı. Bü­
yük sayıda im âl edilen bu eşya, küçük tâcirler tarafm dan pe­
rakende olarak satılm ağa bağlandı. Bununla beraber bağımsıa
zanaatkârlann nisbeti göz® çarpar şekilde azalmadı, kl bunlar
arasında yapı iglçilerini de saym ak yerinde olur.
Durm adan m onoton bir seklide çalıştığı için şahsî bir ig
yapm adığı gibi bir duyguya kapılan büyük endüstri isçisi, ken-

f l j X III. yüsıvitda sövahrelerm, ¡uşakhğim mpam. silâhtar^


tat' züm resi de asiUer sımîvna girdiği zaman, ituna &etf»er
halkmma otmv^tu.
362 AVRUPA MİLLETLERİNİ:

dini bir m akinenin digli garkı rolünü yapm ağa mahkûm aibi
hissediyordu. K ararsız şartlar içinde günü gününe yaşıyor ve
-tıpkı m utlakiyetçi bir m onarşideki uyruğun durumu gibi-
müessese müdürlüğünün hükm ü altm da bulunuyordu. Ne İşve­
renin iktidarını sınırlamak, hattâ ne de ücretlileri tehlikelerine
katlanm adıkları bir işin kârına ortak etm ek için h içbir amelî
usul bulunmuş değildi.
Aynı müessesede toplanarak devamlı tema,s halinde bulu­
nan işçiler, burjuva şeflere karşı m uhalefette kendilerini da­
yanışm a halinde görüyorlardı; bu m uhalefet de sosyalist dok­
trinin iki sınıf arasında yarattığı mücadelenin sonucuydu. Bu
anlaşm azlıkta mutad silâh, grev olarak kalm aktaydı; işçiler
bunu iş sözleşmesinin hükümden kalkm ası gibi değil de, istek­
lerini desteklem ek için en tesirli baskı vasıtası olarak görü­
yorlardı. H attâ bunu, amelî bir sonucu olm am akla beraber,
“tesanüt grevi” halinde, başka zanaat kollarının grevcilerini
desteklem ek için de kullanıyorlardı. En ateşlileri son çare ola­
rak “ genel grevi” görüyorlar ve bunu sosyal ihtilâl haline sok­
m ak ümidini besliyorlardı. H attâ bazıları, tıpkı anarşistler g i­
bi, işe “sabotaj” yaparak, yani makine ve m alzem eyi tahrip
ederek, çalışm ağa devam eden işçilere karşı şiddet hareketle­
rinde bulunarak “ doğrudan doğruya faaliyete” dahi girişiyor­
lardı.
Büyük Britanya patronların çocuklar, kadınlar ve delikan­
lılar gibi müdafaasfö yaratıkları söm ürm elerini yasak ederek
en vahim yolsuzluklara çare bulmuştu, ö te k i Devletleri de ya­
vaş yavaş kendine uydurarak bu konuda örnek oluyor; çalış­
m a saatleriyle şekillerini nizam lam ak; işçilerin canlarını ve
sağlıklarını korum ak; hastalık, ihtiyarlık, iş kazalarına karşı
sigortalar ihdsıs etm ek için kanunlar çıkarıyor ve bunların uy­
gulanm alarını sağlam ak için bir m üfettişler kadrosu kuru­
yordu.
Sosyal ıslahat isteyen ve patronları geçim i aynı seviyede
tutm ağa, hattâ yükseltm eğe zorlayan İngiliz İşçilerinin "union”
ve “ fed erasyon ” lann ı kısm en öteki m em leketler işçileri de
taklld ettiler. Fransa’da bunlar senUikalar ve (aynı şehrin iş­
çileri arasm daki) “ iş borsalan ” halini aldılar; bu teşekküller
de bir “ Çalışma Genel K onfederasyonu” halinde birleşm eği de­
nediler. Alm anya’da işçi birliklerinin çoğu sosyalist partisi ile
anlaşm a halinde faaliyette bulundular; İtalya’da fa sci diye ad-
Işndm lan birlikler büyük sayıda tarım işçisini bir araya top­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 393

ladılar. - A ynı usul Fransa’da ticarethane mem urları ve hattâ,


aşağ-ı rütbedeki devlet memurları tarafm dan uygulandı; bun­
lar da işçi konfederasyonuna katılacak sendikalar kurm a hak­
kını istediler.
Yaşayış tarzlan bakımından zanaatkarlara yaklaşan çi­
çekçiler, bağcılar ve bostancılar hariç, köylerde oturan (küçük
mülk sahipleri, çiftçileri, ortakçılar, ugaklar, gündelikçiler gibi>
tarım işçileri köylü olarak kaldılar. D oğu A vrupa’daki g’eri
memleketlerde, çeşitli kateg'oriler arasm daki nisbet £iz değişi­
yordu. D ah a ileri m em leketlerde ve bilhassa İngiltere’de A v­
rupa dışm daki m em leketlerin rekabeti yüzünden çıkan ta n m
krizindenberi gündelikçilerin sayısı ço k azalmıştı. El emeğini
faydasız hale getiren yeni ta n m m akineleri, gündelikçilerin
ekm eklerini ellerinden alıyorlardı. Bunlar kendilerini köye
bağlıyacak h içbir m enfaate sahip olm adıklanndan, şehirlere
gidiyorlar, orada daha yüksek bir gündelik, daha zahmfetsiz b ir
iş, daha az kaba-saba bir yiyecek ve daha fazla eğlence bulu­
yorlardı; şehirlerde de uşaklık veya işçilik yapm ağa bağladı­
lar.
Yaşayış tarzm m değişm esi. — M illetlerin yaşayış tarzı ç o k
eşitsiz olarak değişti; uzak mem leketlerden gelen ta n m ürün­
lerinin v e endüstri m amullerinin bolluğu yüzünden istihlâkin
artm ış olduğu en ileri Memleketlerde bu değişme, büyük öl­
çüde oldu. Etin, süt mamullerinin, şekerin, şarabın ve alko­
lün, bilhassa buğdayla unun büyük m iktarlarda gelm esi yü­
zünden beslenme işi daha bol, daha çeşitli bir hal aldı. Buğday
ve un bolluğu ekm ek fiyatını ucuzlatıp istikrarlı hale soktu
ve -R u sya hariç,- açlığı, hattâ kıtlığı ortadan kaldırdı. K u­
maşların, çamaşırın, tuhafiye eşyasının, hazır elbiselerin, ma­
kineyle çivilenen kunduralann, şapka ve kasketlerin ucuz fi­
yatleri yüzünden giyim , daha değişik hal aldı. - Altun veya
güm üş taklidi ziynet eşyası, yalancı taglar, kaplam a m ücev­
herler, sunî ipek yüzünden süslenme, harcıâlem bir hal aldı.
- M adem ve betonarm e inşaat, çiniler, pencere cam ları ve renk­
li camlar, duvar kâğıtları, su geçirm ez sıvalar, m utfak âletleri
akarsu muslukları, alafranga helâlar sayesinde m eskenler iyi­
leşti. - Lâke madenden yaylı karyolalar, aynalar, İngiliz sıcak
banyo usulünü yavaş yavaş yayan banyo küvetleri gibi makine­
de imâl edilen m obilyeler sayesinde evlerin döşeniş tarzı de­
ğişti. - Şöminelerle sobaların ilerleyişi, havagazı ve daha sonra
çlektrik, sıca,k sulu radyatörler ve kalorifer sayesinde w tm a
394 A V R U P A MİLLE3TLERİNİN

iğinde ilerlem eler oldu. A ydm latm a İşi ilkin havagazı ve petrol
lâmbası, daha sonra elektrik ışığrı ile ihtilâl geçirdi.
H ekim lik İlmî keşiflerle baştan aşağı değişti; kuduz, ve­
ba, kolera, tifo, difteri, verem m ik ropla n m ikrobiyoloji saye­
sinde tanındı ve antisepsi ile asepsinin doğm asına y o l açtı ki
bunlar, hastanelerde septisemiyi hem en hem en ortadan kal­
dırdılar. - Asepsiye anesteziklerin keşfi de eklenince bu, cer­
rahiyi yalnız y aralan değil, birçok hastalıklan da kolayca
am eliyat edecek hale getirdi. - D işleri tedavi ve m uhafaza et­
mek, çürük ve bozuklarının yerine yenilerini k oym ak İmkânmı
veren digçilik sanatı, acı çekm e sebeplerini azalttı v e ihtiyar^
lığın eza verici sakatlıklanndan birine çare buldu. - Röntgren
ısınlarının keşfi radyoskopiyi doğurdu, feu sayede bir ânzanın
yerini tam tam ına bularak em in bir teşhiste bulunm ak müm­
kün oldu. - Aşı v e serom lann keşfi birçok intanî hastalıklara
kargı koruyucu m ahiyette olm ak üzere ası yapm ak im kânını
verdi. - V eba ve koleranın bulaşma, şekillerinin keşfi, resmî
m akam lara tesirli tedbirler alm ak im kânını verdi ve bunlar,
birçok A vrupa şehirlerinde başgösteren bütün hastalık salgın-
la n n ı daha başlangıçta durdurdular.
Bütün bu ilerlem eler (bilhassa çocuklar arasm da) ölüm
nisbetini büyük ölçüde azaltm ak ve- ortalam a hayat süresini
A vrupa’da ve bilhassa durumun iyileşmeğe başladığı İngilte­
re, İsviçre, İskandinav memleketleri, Fransa gibi yerlerde o za­
mana kadar hiç bilinmiyen bir seviyeye ulaştıran bir sonuç
verdi.
Y eni yapılan veya mükem m elleştirilen fon ogra f ve sinema
gibi icatlar sayesinde eğlencelerde değişiklikler oldu; ilkin her-
Seyin resmini olduğu gibi çekip gösterm ek için kullanılan si­
nema, tiyatronun halka m ahsus şekli haline gelm eğe başladı.
Eğlenceler, X IX . yüzyılın sonundan itibaren dansın daha ha­
reketli şekiller altında yeniden dirilm esi ve İngiltere’den gelen
spor’lar dolayısiyle de değiştiler; bu sayede insanlar boş v a ­
kitlerini İskambil oynam ak veya meyhanelerde içki içmekle
geçirecek yerde daha sıhhî bir şekilde kullanm ak im kânına
kavuştular. Sayıları daha çoğalan ve daha parlak bir hal alan
tiyatrolar, müzeler, her çeşit sergiler gittikçe kalabalıklaşan
bir halk yığını için daimî bir tem aşa haline geldiler. Çoğu za­
man klişelerle resimlenen kitaplar, dergiler, gazeteler öylesine
bol bir şekilde yayıldılar ki şehirler halkı arasına, hattâ köy­
lere^ kadar sokuldular,
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 395

H ayat böylece süre, sağlık, değişiklik, eğlence ve aslı İn­


gilizce olan bir deyimle kon for bakım ından ç o k gey kazandı;
fakat bu, bilhassa mamulleriyle kredilâirini dışarıya satan en
zengrin memleketlerle, sınaî teşebbüsleri idare eden personelin
çıkm akta olduğu burjuvazi içinde çok eşitsiz bir tarzda oldu.
K üçük burjuvazi (Alm anca E rsa tz diye adlandırılan) yarı-lüks
maddelerin yığın halinde imalinden faydalanıyordu; bunlar, fi-
yatleri yüksek olduğu için o zam ana kadar im tiyazlılara mah­
sus kalan eski lüks maddelerin taklitleriydi. Bilhassa kadınlar
ra burjuva hayatının dış görünüşlerini elde etm ek im kânını
veren bu ucuz mam ûller insanda, h alk yığınının üstüne çıkm ış
gibi bir duygu yaratm aktaydılar.
Zanaatkâr, yüksek ücretli işçi, hizm etçi ve uşak gibi kol
em ekçileri ilkin şehirlerde, daha sonra kasabalarda yavaş ya­
vaş burjuvaların İstihlâk usullerini benim siyorlar ve bunu da,
lüksün İmtiyazlılardaki meydana gelişi sırasına g öre yapıyor­
lardı. M üreffeh hayatın sem bolü olan et, şarap, bira gibi şeyle­
ri İstihlâk ederek işe başlam ışlardı; sonra bunlara tütün, alkol,
kahve, likörler gibi k eyif verici şeyleri eklem işlerdi; derken
sıra giyim e ve m u tfak ve ev edevatına, nihayet m obilyeye ve
eğlenceye gelmişti. Bunlar da gazeteleri ve halk rom anlarını
okum ağa alışıyorlardı; hemen hemen burjuvalar gibi konu­
şuyorlar, on lan n bildiklerini (daha doğrusu kullandıkları usul­
leri) benim sem eği başarıyorlardı. Sepme hakkını da alarak,
böylece politik hayata atılabilecek hale geliyorlardı. - Büyük
şehirlerde derin olan bu değişme, köylerde henüz en zengin
köylülere kadar erişebilm ekteydi. Bunlar yiyecek maddeleri fi-
yatlerindeki artışlardan elde ettikleri kazançlardan faydalana­
rak toprak satın alıyorlar yahut para biriktiriyorlar, fa k a t ya­
şayış tarzlarını pek değiştirm iyorlardı.
A ynı çalışm a usullerinin ve aynı istihlâk eşyasını kullan­
manın bütün Avrupa milletlerine verdiği yeknasak dış görünüş
altında hayat seviyesi o kadar eşitsiz bir şekilde yükseldi ki,
Avrupa’nın geri yerlerindeki köylülerin sefil yaşayışıyla en İle­
ri m em leketlerdeki yüksek burjuvazinin aşırı zenginliği arar
Bindaki fa rk bugün, her zamankinden daha büyük bir hal al­
dı.
M ünasebetlerdeki değişiklik. — M addi yaşayış v e politik
hayat şartlarının değişm esi sınıflar ve şahıslar arasındaki mü­
nasebetler üzerinde de etki yapıyor ve bu, ekonom ik faaliyetle­
riyle politik rejim leri bakımından en ileri olan memleketlerde
396 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

daha kuvvetli gekilde oluyordu. R efahlı hayattan, eğlencelerden


v e eğitim den tek basm a faydalanm ak için gerekli kaynaklara
sahip olan im tiyazlı afeınlık, kendisini hâlâ halk yığınına çok
üstün hissetmekteydi. Topraklarını ektirip biçtirm ek için renç-
berlerle gündelikçileri; evinin işlerini gördürm ek için uşak, aş­
çı g ibi ‘‘hizm etçi tayfası’ nı bu sınıf hâlâ köylerdeki aileler ara-
smdan alm ağa devam etmekteydi.
F ak a t hayatın göze görünen taraflarındaki benzerlikler or­
ta burjuvazi ile küçük burjuvazi v e hattâ refahtan az çok fay­
dalanan “halk tabakası” arasm daki mesafe intibaını azaltmak­
taydı.
D enk bir evlenme yapam am ak duygusu asillerle çok zen­
gin burjuvalar arasm da pek zayıflamıştı, burjuvazide de azal­
maktaydı. B urjuva bir ailenin oğlu ana^-babasıyla bozuşmaksı-
zm k ü çü k ' burjuvaziden bir kızla evlenebiliyor, faka t bir işçi
kızla evlenmesi daha güç oluyordu. D aha yüksek sosyal seviye­
den olan şahsiyetler rütbelerinin yüksekliğini kibirli tavırlar
ve uzak duran hallerle gösterm eğe daha az önem veriyorlardı.
H alk tabakasından olanlar, burjuvalarla asillere karşı hal ve
tavırlarında, konuşuşlarm da artık eskisi kadar aşağıdan almı­
yorlardı. Bununla beraber aristokrasinin hâkim iyeti altında
kalm ış olan D oğu Avrupa mem leketlerinde eski zamanın duy­
gularıyla hal ve tavırları hâlâ yaşamaktaydı.
H üküm etlerin uyruklarına karşı daha az müstellît şekilde
kullandıkları otorite, ya kanunun müdahalesiyle, yahut daha
ziyade ö r f ve âdetlerin yumuşamasıyle, şahıslar arasındaki özel
münasebetlerde de yum uşuyordu. Aile reisinin dayak, hattâ
bazen kırbaç gibi iptidaî usullere başvurarak otoritesini karısı,
çocukları, hattâ hizm etçi ve uşakları üzerinde kulanması usulü
- k i o'za m a n a kadar pek yaygındı - A vrupa’nın en geri mem­
leketlerinde ve genel olarak da halkın aşağı sınıflarında hâlâ
devam ediyordu. F akat ailede ve okullarda dayağa başvurul­
ması usulü anorm al görülm eğe, hattâ kanunla yasak edilmeğe
başlanıyordu. H attâ a:na-babalann çocuklarına karşı yaptıkları
şiddet hareketlerini önlem ek için, kam u otoritesinin işe karış­
tığı dahi oluyordu.
K adının tâbiliği kanunla v e daha ziyade örf ve âdetlerle
hafiflem iş durum daydı; İlkin İngiltere’de, sonra Batı ve K u­
zey m em leketlerinde zengin kadınların tâbiliği, bu n lan n şahsî
m ülkleri bir kanunla kocanın yetkisinden çık a n im a k suretiy­
le, haiifletilm igti. B u m em leketlerde kadınlar yavaş yavaş par
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 397

ra getiren çegitli işlere alınm ağa bağladı; böylelikle bunlar öğr- ■


retmenlik, posta memurluğu, hekimlik, avukatlık, resm î daire­
lerde kÜQÜk m em urluk g ibi İşler görerek bağım sız bir hayat
sürme im kânına kavuştular. M uhasiplik, sekreterlik, daktilo­
luk g ib i işlerde gittikçe daha ç o k sayıda kullanılan kadmlar,
geçinm ek için artık evlenm ek zorunda kalmadılar. Eskiden
büyük bir suç olan kadının zina işlemesi, kanunlarda yine suç
olarak kaldı j fakat bunun cezalan artık uygulanm adı yahut
h a fif bir para cezasından ibaret kaldı. R ühbanm evliliği bo­
zulmaz bir akit olarak m uhafaza ettirdiği Güneydeki katolik
m em leketler hariç, bedenî a y n h k ve boşanm a daha kolay ha­
le geldi.
E n ileri m em leketlerdeki kadınlar artık m uhakkak çocuk
doğurm ak m ecburiyetine katlanmadılar, ki doğum ların azal­
ması da bunu isbat etmektedir. Otoritenin gevşemesi, kızların
tâbiliğini de azalttı; halbuki asil ve burjuva ailelerde kızlar
büyük baskı altında tutuluyor; ne delikanlılarla düşüp kalk­
malarına, ne de tek başlarına sokağa çıkm alarına izin verili­
yordu (1). B u kızlann müstakbel kocalarını da ana-babalan
seçm ekteydiler. Ayrı cinsiyetteki g e n ç ljr arasm daki (Kuzey
mem leketlerinde zaten biraz serbest olan) münasebetler,
Fransa’da da daha sık görülür hale gird i; kızlar yalnız olar
rak sokağa çıkabildiler ve kocalarını kendileri geçmeğe baş­
ladılar. - E vli kadm lann daha az hür oldu klan Güney mem­
leketlerinde ö r f ve âdetler daha az değişiyordu. H alk tabaka­
sından kadınların tâbiliklerinin tam olduğu R usya’da, mtellir-
geneia çevresine mensup genç kızlar üniversite öğrencisi ola­
rak hürriyetten faydalanm ağa başlıyorlardı.
Herkese eşit m uam ele yapılm ası lehindeki hareket yahu­
dilerin işine yaradı ve bunlar, R usya hariç, bütün m em leket­
lerde yavaş yavaş hürriyetlerine kavuşm ağa başladılar. Kanu­
nî tahditlerden kurtularak bütün okullara ve kamu memu­
riyetlerine kabul edildiler; İtalya, İspanya, Fransa, Büyük
B ritanya gibi sayıca az ve milletle kaynaşm ış olduklan mem­
leketlerde büyük m ukavem etle karşılaşm adılar; hatta ç o k
zengin bankerler yüksek sosyeteye bile girdiler. F akat ya^

{ l ) A ncak, f^U '.hayat şartları dola/yısiyle bit, tâbiKK, kı»-


lartmn yaht/ıa başianna {sokağa çtkm alarm a engel otarmycm
hatk í^^e daha zkiode isçi sm ıfı arasında p e k o kadarj sıkı de­
ğildi.
398 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

hudiler kanun karşısında eşitliği elde etm ek bakımından daha


büyük güçlüklerle karşılaştılar; ö r f ve âdetlerini, İbranice ile
karışık Alm ancadan m eydana g-elme "leh çe” lerini muhafaza
eden kesif kitleler teşkil ettikleri D oğu A vrupa m em leketle­
rinde, yine a y n tutulm ağa devam ettiler.
Şahıslar arasındaki münasebetler daha insanca, kalaba­
lıklar daha az haşin, şiddetli kavg-alar daha seyrek, kam u oto­
riteleriyle özel otoriteler daha az müstebit hale greliyorlardı.
ö r f ve âdetlerin böyle dünyada görülm edik şekilde yum uşa­
ması, A vrupa’da o zamana kadar küçük bir im tiyazlılar azın­
lığına boyun eğm iş durumdaki insanları büyük çoğunluğunun
hürriyet ve eşitliğini arttırm ak gibi bir sonuç doğuruyordu.
Bu hal, yoksunluklarla kötü muamelelerin m eydana getirdiği
maddî ve tâbiliğin, hor görülmenin, adaletsizlik duygusunun
yarattığı manevî iztıraplan büyük ölçüde azaltıyordu.
F ikir hayatı. — F ik ir hayatı edebiyat ve güzel sanatlar
n n etkisinden ziyade ilimlerin hızla ilerlemesi, eski inançla^
rin zayıflaması, düşüncelerin yeni usullerle propaganda edil­
mesi yüzünden değişm ekteydi.
İlm î araştırmalar, bundan bilhassa pratik tatbikat bek-
llyen halkı ve hüküm eti ilgilendirm eğe başlıyordu. Üniversi­
telerin, Teknik Okulların, rasathanelerin, tecrübe tarlalarm m,
kitaplıkların ve arşivlerin sayısını arttırm ak için hükümetler
gittikçe daha fazla paralar harcıyorlardı. A y n c a hem öğre­
tim, hem araştırm a ile meşgul olm ak üzere sayılan gittikçe
artm akta olan bir profesörler ve yardım cılar kadrosu kullan­
maktaydılar. - İlm î yayınların, bilim kurumlarının, İlmî mü­
şahede ve yayınlar için kurulan teşebbüslerin ve toplanan
kongrelerin artmasıyle, bütün m em leketlerin bilginleri ara­
sındaki haberleşm eler daha sık hale geliyoVdu. B ilim gittikçe
daha m illetlerarası bir hal alıyor, A m erika da A vrupa ile iş­
birliğine girişiyordu.
İlim lerdeki madde araştırması, kâinat anlayışını altüst
edecek bir sonuç doğuruyordu. A stronom i alanında çok kuvvet­
li teleskoplarla yapılan müşahedeler, ışınların hızı ve sapması
üzerine yapılan m atem atik hesaplar, “izafîlik” teorisinin for-
müllenmesine yol açıyordu. - Atom ların incelenm esi ve radyo­
aktivitenin keşfi, atomun baş döndürücü bir sür’atle hareket
eden m uazzam sayıda elektronlardan müteşekkil olduğu anla­
yışını doğuruyor; madeninde, içinde güneşle yıldızlar arasın­
daki m esafeyle kıyaslanabilecek fasılalarla ayrılmış eleman­
M ÜlCAYESELÎ T A R İH İ 399

ların hareket ettikleri bir boşluk olduğu sonucunu veriyordu.


Gerek nâmütenahi büyükte, gerek nâm ütenahi küçükte olsun
kâinat, insan zekâsının kavrıyabileceği h içbir tasvirle canlan-
dınlam az bir halde ortaya çıkıyordu.
Anlayışlardaki bu ihtilâl, fizik kanunlarına yeni bir ma­
hiyet veriyordu. Nâmütenahi küçük ölçüsünde, hareketler tesa­
düfen meydana gelm iş gibi görünüyorlardı. A n cak pek çok sa­
yıdaki olayların incelenm esiyledir ki “ istatistik” , yani tüm için
sahih kanunları anlamak mümkün oluyordu.
B iyoloji ilkin m ikropların incelenmesi, sonra da organiz­
manın hâsıl ettiği toksinlerin keşfi ve tam am en ■m ekanik bir
usul sayesinde elde edilen dölleme (ilkah) deneyleri ile altüst
olmuş bulunmaktaydı. Y avaş tekâm ül teorisi, bitkilerin ânî
değişm elerinin kesfiyle ayakta duramaz hale gelmişti.
F ilozoflar metafiziği terkederek ayrı yaş ve karakterde
yaratıkların incelenmesi esasına dayanan bir "deneysel psi­
koloji” ; ve bilhassa medenileşmemiş kavim lerdeki sosyal olay­
ların müşahedesi esasına dayanan bir “ sosyoloji” kurm ağa ça­
lışıyorlardı.
Fikrî ilimler dillerin, dinlerin, hukukun, ekonom ik ve po­
litik rejim lerin tarih yönünden incelenm esi ile teşekküle de­
vam ediyorlardı. Bunlar bir yandan Asya ve Mısır’ın antik şe­
hirlerinin bulundukları yerlerde yapılan ve çağımızdan itiba­
ren elli asırdan fazla bir devre kadar ulasan kazılarla; öbür
yandan O rta !ve yeni çağlarla ilgili elyazm alannm ve arşiv
vesikalarının metodlu bir şekilde yayınlanm asıyla yeni bilgiler
için malzeme topluyorlatdı. Bu araştırmaların sonuçları, Al­
manların ilk örneklerini verm iş olduklan, İlmî kitaplarda özet­
lenmekteydi.
İlim sayesinde edinilen bilgiler ancak inceleme ve öğretim ­
de ihtisas yapmış insanlardan m ürekkep küçük bir zümreye
doğrudan doğruya ulaşabiliyorlardı; bu bilgilerden, - okullar,
ansiklopediler,'gazeteler yoluyla - halk arasına ancak şekil de­
ğiştirm iş veya şifahî form üllerden ibaret parçalar ulaşabilmek­
teydi. İnsanların çoğunluğunun hal ve gidisinde mürakabe
edilmeksizin benimsenen inançlar, daim a m üessir olagelmişti.
Fakat, Cehennem korkusundan i ibaret olan hristiyan inançları,
tem ellerini kaybetm iş bulunuyorlardı; ibadetin iman selâme­
ti için gerekli olduğunu, an cak rühban sınıfına itaat edeni mü­
m inler hissetmekteydiler, gim di ilgi, mutluluğun aranması gibi
bir am aç üzerine toplanm ıştı; bu da Tanrı’y a olan müphem bir
4ÖÖ A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

inanışa ve hayır işlerine dayanılarak yapılıyordu. îîa y ır işleri


ise protestan mem leketlerde bir “ sosyal hizm et" BPİclini alm ak­
taydılar.
R ühban sınıfının az bir manevî n u fu za sahip olduğu Doğu
A vrupa’nın ortodoks m em leketlerinde halk, millî bir jrolenek
haline girm iş olan ibadet usullerine bağlı kalıyor, İnançlara
karşı ise ilgisiz davranıyordu. K ültürlü ve m utekit birkaç ln.sa-
nın etkisi altında, R u s köylerindeki inanç bilhassa canlı ola­
rak kalmaktaydı. - Lütherci m em leketlerdeki okullarda mec­
burî olan din dogm a’larının öğretimi, artık inancı ayakta tut­
m ağa yetm iyordu. İngiltere’deki yüksek resmî kilise” , din
ve ibadet usullerine sadık kalm akla beraber, bilhassa ahlâkın
temeli olarak saygı gören, tabiat dinine benzer bir İnancı muhar
faza etm ekteydi; fakat din konusunda m uhalif kalmış olanla­
rın küçük kiliselerinde ebedî mutluluğa' ve Seytan’a olan inan­
cın arasıra canlandığı oluyordu; bu duygunun en son şekli,
“ Selâmet Ordusu’ nun kurulması oldu.
K atolik m em leketlerde rühban sınıfı dogm a’nın öğretim ini
değişm ez bir şekil altında tesbit edilmiş olarak tutm aktaydı.
K atolik doktrinini yeni düşünme alışkanlıkları ve hristiyan-
lık hakkm daki tarih çalışmalarının son u çlan ile bağdaştırm ak
için X IX . yüzyılın sonundan itibaren Fransa, A lm anya ve İtal­
y a ’daki ilâhiyatçılar tarafından yapılan teşebbüs. Papa X . Pius
tarafından modernizm adı altm da mahkûm edildi. - Müminle­
rin zihninde inanç nam ına canlı olarak ne kaldığını anlamak
için h içbir çare yoktur. Esasen müm inler ilahiyata az ilgileni­
y orla r ve kendilerine kısaltılmış bir din bilgisi sekli altında
öğretilm iş bulunan doktrini incelem eğe de uzun boylu aldırış
etm iyorlardı. G erçek inançlarının neler olduğunu keşfetniek
İmkânsız olan rühban sınıfı mensupları ise m üminleri yalnız
din eğitimi, vaaz ve günah çıkartm a ile değil, fakat - lâiklerden
taklid edilme - dinî cem aat ilkokulları, dinî gazeteler, delikan­
lıların hayır ve yardım laşm a kurum lan halinde toplanmaları
gibi usullerle dine bağlı tutm ağa çalışıyorlardı. İspanya, İtalya,
Fransa gibi katolik m em leketlerde Kiliseye karşı ayaklanan
lâikler, papazlara aleyhtar duyguları en son raddeye vardır­
maktaydılar.
Dinî inançların çöküşü ile zihinlerde boş kalan yeri, “ fel­
sefî” adını alan inançlar doldurmaktaydı. Bu bilhassa bilimin
gerçekleştirdiği üerlem e’y e olan inançtı ki “ pozitivist” ekolün
doktrini hâline gelmişti. İngiltere’de “agnostisizm ” doktrini
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 401
(X V III. bölüm e bk.), biı- dinin yerini alıyordu. İnsan sefaletine
olan merhamet, hayatın gayesini bütün insanların mutluluğu
sayan insanlığın yeni dini haline geliyordu.
Sosyalist doktrin halk yığını içine girerek “ m arksizm ” gek­
li altında faal bir inanç haline gelmişti. Bu doktrin belli olm a­
yan, fakat yakın olduğunu umdurduğu bir tarihte, - tıpkı eski­
den dinin “ G ökler Ülkesi” ni tebşir edi§i gibi - bütün insanlar
için mutlu bir istikbalin başlayacağını m üjdeliyordu. Tıpkı
hristiyan inancı gibi onun da dogm a’ları, sembolleri, kurulları,
aforozları vardı.
Aynı milletin fertleri arasındaki duygu ortaklığından do­
ğan başka bir halk inancı da, yabancılara düşman olan n a s y »
nalizm (m illiyetçilik) şeklini alıyordu. Bu duygu A lm anya’da,
bir kavm in ırkı ile dili arasındaki iltibas üzerine dayanan (I.
Bölüm e bk.) ve bir kavm i (Kelt, Cermen, İslâv gibi) bir dil
adıyla (1) gösteren gûya İlmî bir doktrinle sağlamlaştırılmıştı.
R om antik bir Fransız yazarının m uhayyilesi de bu doktrine
söyle bir fik ir eklem işti: Cermen ırkı sa f “ârî” olarak kalan
ve aşağı cinsten ırklarla birleşme sonucunda meydana gelen
bütün öteki aşağı ırklardan üstün tek ırktı.
A lm anya’da yayılan bu duygu artık yahudilerin dinlerine
değil de, “ sâm i” olan ırklarına yöneltilen anti^semitism- (Y ahıv
di aleyhtarlığı) halini aldı. Yahudi kavmine beslenen hıncı art­
tırdı; Yahudilerin çok sayıda olduklan D oğu A vrupa mem le­
ketlerinde bir işkence ve şiddet hareketleri, - hattâ R u s ça r­
lığında yer y er katliâm - devresi açtı. Y ahudiler de buna bir
savunm a nasyonalizm i olan sij/ontem.’i kurarak cevap verdiler
ki bu, atalarının yurdu olan Y ehuda ülkesine dönüsü hedef
tutuyordu.
Bilgiler ve inançlar halk yığını içine kamu okullannın öğ­
retim i ile girm ekte idi. Lutherci mem leketlerde dinî otorite ta­
rafından esasen kurulmuş olan ilköğretim bilhassa Batı, K u­
zey ve M erkez mem leketlerinde yavaş yavaş mecburî, sonra da
parasız hale geliyordu; İngiltere’de bu, daha yavaş olm aktaydı.
Güney ve bütün D oğu A vrupa m em leketlerinde ise ilk öğretim
çok eksik olarak kalm akta idi. - Hali vakti yerinde ailelerin

( 1) Iı‘k bakımmdan Orta Avrupa D evletlerinde yapılan mir


fu s sayım lan h er ferd i OMcak dili bakmvmdan sm ıflandm uor-

F. 26
402 A V R U P A MİLLETLE3RİNİN

çocuklarına mahsus kolejlerin, Lâtince ve edebiyat üzerine


kurulu olan, öğretim i yava§ yavaş kapısm ı fizik ve tabiiye
ilimlerine, tarihe ve yaşayan dillere açm aktaydı. Bu, grelenof:!!
karşı uzun bir savacın sonucu oldu ve bütün Devletlerde aynı
şekilde cereyan etti. - K ız okullarınm açılm asıyla orta öğretim
yayıldı ve buralarda m odern konuların öğretim ine çok daha
geniş bir y er v erild i; katolik m em leketlerde bu okullar, öğre­
tim le uğraşan tarikatler manastırlarıyle rekabet haline girdi­
ler.
B ilgiler ve düşünceler yetişkinler arasında bilhassa gaze­
telerle yayılm aktaydı. Odun hamurundan kâğıt, rotatif baskı,
linotip dizgi m akineleri gibi teknik ilerlem eler gazetelerin her
gün milyonlarca,^ nüsha basılm alarına im kân veriyordu. Ticarî
ilânlardan sağlanan gelir, her sayıyı maliyetin altında, çok dü­
şük bir fiyatle satm ak im kânını veriyordu, ve bir tek sayıda
(politika, kaza ve cinayetler, tem aşa haberleri, ticarî ve malî
havadisler, spor, sanat ve edebiyat gibi) mahalle kadınlarına
varıncıya kadar bütün halk tabakalarını çekecek mahiyette ve
bir cilt kitabı dolduracak m iktarda okunacak şey vardı.
Tiyatro, roman, gazete geçinm ek, hattâ bazen zengin ol­
m ak im kânını vereliberi, yazarların sayısı çok daha artmıştı.
B u nlann gittikçe artan m iktarda verdikleri eserler, ticarî usul­
lerle çok daha geniş bir halk yığını arasına giriyordu. Edebiyat
ananevî manzum şekli gittikçe daha az kullanm ağa başlamış
bulunmaktaydı, gür, ince bir teknikle meyda:na getirilm iş kı­
sa parçalarda ifadesini buluyor, fak a t bu, halkı hemen hemen
kayıtsız bırakıyordu. Halk, nesirle yazılm ış iki nevi eserden
bilhassa hoşlanm aktaydı; bunlarda da artık tarihî kahraman­
ları değil de, kendi çağının yaşayışındaki duygulan ve fiilleri
bulm aktaydı: Bu nevilerden birincisi, çağdaş ö r f ve âdetleri
tasvir eden rom andı ve kadınlar buna, kadınca duygunun doğ­
rudan doğruya ifadesini sokm ağa başlam ışlardı; İkincisi de
gündelik hayattan ilham alan ve daha ustalıklı bir teknik sar
yesinde daha hareketli hale gelen kom edi (yahut dram ) idi.
Orijinal eserler çeviri yoluyla bütün A vru pa’da yayılıyordu.
Çoğu İngiltere ile Fransa’dan geliyordu am a çok kudretli b ir­
kaç tanesi İskandinavya’da yahut R u sya’da doğmuştu.
İsteğin artışı ile teşvik gören plâstik sanatlar, tekniklerini
yeniliyorlar ve gittikge daha değişik eserler veriyorlardı. A çık-
havada, hattâ güneş altında yapılan çalışm alar ve renklerin
yanyana konulm ası usulü sayesinde resim, yeni yeni sonuçlar
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 403
elde ediyordu. - M imarî madenî iskelet, çini ve betonarm e gibi
yeni malzeme kullanarak yeni biçim lerde ve daha büsaik bina­
lar inşa ediyordu.
D ah a metodlu bir öğretim ve halka verilen konserler sa­
yesinde müzik, hayata daha derinden grirmeğe başlıyordu. Bes­
teciler daha bilgili bir teknik ve daha değişik bir “ enstrümEint-
sasyon” la, yalnız ince zevkli dinleyicilerin anlıyabilecekleri
yeni intibalar yaratm a çarelerini araştırıyorlardı.
Bütün n evilerde, bilhassa uzmanların fikrin e dikkat eden
sanatçılar, hoş bir eser yaratıp halka hog görünm eğe aldırmı­
yorlardı; bunlar halkın dikkatini hayret verici yeniliklerle zor­
lamağı tercih ediyorlar; hattâ bazen onun zevkini incitm ek için
bu yenilikleri bile bile, hesaplı olarak yapıyorlardı.
Bu uzun barış devresinde politik, teknik, ekonom ik, İlmî
alandaki bütün faaliyet çegitlerl A vrupa’da hürriyet, eşitlik,
insanseverlik, barm, mal bolluğu, hayatın hoşluğu ve rahatlığı
bakımından egl görUlmodIk bir llorlemoyl Kcrçekleştirm eğe yar­
dım etml*Iordl.
XX

BÜ YÜ K H A R P V E SONU ÇLARI

Umumi harp. — Zenginliğin artm ası ve Devletlerin liberal


ve dem okratik, tem silî bir rejim e doğru tekâm ülleri gibi ayırı­
cı bir yasfa sahip olan barış devresi, bir dünya savaşı ile ke­
sildi ve bu savaş, milletlerin politik ve ekonom ik yaşayışlarını
altüst etti.
Bu savaşın vesilesi, harplerin devam ettikleri tek bölge­
den, OsmanlI İm paratorluğunun eski topraklarından çıktı. Sır­
bistan’a taarruz eden Avusturya hükümetinin teşebbüsü ile
başladı. Avusturya savaşı “ mevziileştirm ek” niyetinde olduğu­
nu söylem işti am a Rus hükümeti Sırbistan’ı terketm eğe ya­
naşmadı ve İngiltere Dışişleri bakanlığının gayretlerine rağ­
men, Avrupa ölçüsünde bir hal aldı. H içbir hükümetin bile bile
umumî bir harbe sebep olm ak istemediği bugün sâbit olmuş­
tur. F akat çar, genel seferberlik yapılm ası emrini vermişti,
Alm anya’da ise genelkurm ay taarruza geçm esi için hükümeti
baskı altında tutuyordu: Z ira o zamanın askerî doktrinine gö­
re taarruz, başarının ana şartıydı. İki cephede savaşmaktan
kaçınm ak için. Alman genelkurm ayı B elçika topraklarını geçip
çok çabuk b ir hareket yaparak Fransız ordusunu yoketm eğe
karar verm işti. B elçika’nın istilâsı üzerine İngiltere hükümeti
de savaşa girm eğe karar verdi, İtalya tarafsızlığım ilân etti.
Birbirine hasım iki koalisyon, savaşın devam ınca kuvvetlendi­
ler am a bu, ço k eşitsiz oldu. M erkezî İm paratorluklar sadece
OsmanlI İm paratorluğu ile Bulgaristan’ın ittifakını sağlıyabil-
diler. Üçlü Anlaşm a ise Avrupa’mn hemen hemen bütün öte­
ki Devletlerini, hattâ A m erika ve U zakdoğu’daki Devletleri bi­
le kendinden yan a çekti.
Savag, duyguların ne kadar İzafî bir kudrete sahip olduk­
larını açığa vurdu. Din, bu savaşta hiçbir rol oynam adı; her
iki safta da katolikler, protestanlar, ortodokslar ve müslüman­
lar vardı; Papa görüşm eler yapılm ası için teşebbüse giriştiği
zaman, savaşa katılanlardan h içbiri kendisini desteklenaedi. -
M illetlerarası K ongrelerinde savaşı genel grevle önlem eği ta-
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 405

şarlamış olan sosyalistler, savaş ödeneği için oy verdiler ve


birbirine düşman ordulann saflarm da savaştılar. Y alnız R u s­
y a ’daki sosyalist partinin holşevik hizbi “ bozguncu” olduğunu,
yani milletlerarası sosyal ihtilâli hazırlam ak üzere bozguna
yardım a hazır bulunduğunu ilân etti. - F ak at millî duygular
baskın çıktı. H attâ bu duygu bazı millet topluluklannda, hür
kûm ete karşı faaliyete girişm e cesaretini gösterecek kadar
kuvvetli dahi oldu; Avusturya İm paratorluğundan olan birçok
Çek veya Y ugoslav askerler R u s yahut Sırp ordularına geçti­
ler, P olon ya "lejyon ” la n R usya’ya karşı savaştılar.
Savaş, Devletlerin iç politikalannı altüst etti. Partiler ken­
di aralarındaki didişm eye son verdiler ve bir genel selâm et re­
jim i kurması için hüküm ete yardım ettiler: Bu rejim politik
hürriyetleri kaldırdı ve basın üzerine askerî bir sansür koydu.
H attâ Ing-iltere’de bile hüküm et bütün eli silâh tutan erkekle»-
ri m ecburî askerliğe tâbi tuttu; binalara, atlara, arabalara el­
koydu. Alacaklarla kiralar için bir m oratoryum ilân etti, bir­
k aç İhtiyaç maddesi üzerine narh koydu, sonunda da bütün
mem leket halkını tayın usulüne tâbi tuttu.
Savağın gldlgatı bütün tahm inleri yalancı çıkardı. Askeı>
İlk fennî* süratli harekâtla karara bağlanan kısa bir savag
olacağını haber veriyordu. Napoleon zam anm danberi daim a za­
ferle sonuçlanan taarruz, makineli tüfek, seri ateşli top, ağır
topçu, kudretli patlayıcı maddeleri havi obüsler gibi ateşli si­
lâhların büyük ölçüde ilerleyişi sayesinde dayanılmaz bir hal
alm ış gibi görünüyordu. - İktisatçılar büyük ordulann muaz­
zam m asraflarına vo ekonom ik hayatın durm asına Devletlerin
uzun zaman dayanabileceklerini sanmıyorlardı. Savaş dört yıl
üç ay sürdü ve bir araya getirilebileceğini hiç kimsenin sana-
m ıyacağı paralara maloldu. - Taarruz, dikenli tel batlarıyla ko­
runan derin siperlere, beton sığınaklara sahip bir savunma sis­
tem ine çarptı: H attâ bu savunm a taktiği (seri ateşli top, ma­
kineli tü fek gibi) taarruz silâhlan da kullanarak, “ hareket
harbi” nin açık arazide savag, piyade v e süvari h ücum lan gibi
bütün ananevî harekâtını engelledi. A vrupa’nın bütün cephe­
leriyle Çanakkale’de yapılan bütün taarruzlar akım kaldı.
Nihaî sonuç, “ yıpratm a harbi” sayesinde elde edildi. Mer­
kezî İm paratorluklar işe zaferlerle başlamışlardı ve ordulannı
sonuna kadar (Fransa, Belçika, Rusya, İtalya g ibi) düşman
topraklarında tuttular. F akat dünya ile olan ulaştırm alannı
an cak dar iki denizle, A driyatik ve K uzey Denizi ile sağlıyor­
406 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

lardı. Denizlere hâkim olan, hasımları ise abluka koym ağa mu­
v a ffa k olarak M erkezî İm paratorlukların harp malzemelerini
yenilem elerine ve halkı beslemelerine engel oldular. M üttefik­
ler askerden, malzemeden, para ve krediden yana çok daha ge­
niş kaynaklardan faydalanıyorlardı; dünyanın her yanıyla de­
niz yolundan ulaştırm a halinde kalm ışlardı; sonunda da Bir­
leşik Devletlerin askerî yardım ını elde ettiler. Zaferleri o za­
m ana kadar görülm em iş bir şekil aldı. Kendi toprakları isti­
lâya uğramış, yanıp yıkılm ıştı ama, m illetinin bitkinleşmesi
yüzünden kayıtsız şartsız barış istemek zorunda kalan, istilâ­
cı oldu.
Uyruklarının ayaklanması yüzünden üç İm paratorlukta po­
litik hayat altüst oldu. H attâ R u s İm paratorluğunda bu ayak­
lanm a savaş sona ermeden önce başladı ve ayaklanan askerî
kıtalar. M eclisi Cumhuriyet ilânına zorladılar. Geçici bir parl­
m anter hüküm et savaşa devam etti ve bir kurucu m eclisi top­
lantıya çağırdı; faka t askerlere barış, köylülere de toprak mül­
kiyeti vaadeden bolşevikler grupu bir kuvvet darbesiyle iktida­
rı ele geçirdi. Onun kurduğu hüküm et A lm anya ile barış imr
zaladı, M oskova'ya çekildi ve sosyal ihtilâle girişti. - Avustur-
ya-M acaristan İm paratorluğu millî ihtilâller yüzünden parça­
landı; Çeklerle Slovaklar tek bir D evlet halinde birleştiler;
Güney Islâvlari Sırbistan krallığına, Transilvanya rumenleri
de R um anya krallığına katıldılar. Alm an Avusturyasm da Vi­
yana sosyalist partisi iktidarı ele aldı; Macaristan’ da liberal­
lerle sosyalistlerin koalisyonu İle kurulan ihtilâl hükümeti, çok
geçm eden yerini bir kom ünist hükümete bıraktı, o da M üttefik
orduları tarafm dan işbaşından kovuldu. - Alm an İm paratorlu­
ğunda ihtilâl, cephe gerisindeki bahriyelilerle askerlerin isyanı
üzerine başladı ve sosyalistlerin ayaklanm asıyla sona erdi, bun­
lar da B erlin’de g eçici bir hüküm et kurdular.
D evletlerin değişm esi. — Birleşik Devletler Cumhurbaşkanı
tarafından ileri sürülen "m illetlerin kendi kaderlerini serbest­
çe seçm eğe hakları olduğu” form ülüne uygrun olarak, savaş Or­
ta A vrupa haritasını allak bullak etti. Bu prensip Finlandiya^
lılar, Estonyalılar, Letonyalılar, Litvanyalılar g ibi R u s çarlı­
ğından kopan ve birer cum huriyet halinde teşkilâtlanan ayrı
ırktan dört kavimle, bir fütuhat sonucunda Prusya’ya ilhak
edilen m em leketlere kolayca tatbik edildi. F akat yeniden ku­
rulan Polonya, (Silezya ve Pom eranya’da) birkaç asırdanberi
ayrılm ış toprakları alm akla kalm adı; Beyaz R usya’nın bir par­
M U K A Y E SE Lİ T A R İH İ 407

sasını ve Rütenlerle (UkraynalIlarla) meskûn bir m em leketi


de aldı; bu sonunculara da m uhtariyet vaadedildi ama, veril­
medi.
Bu prensip Avusturya İm paratorluğundaki, a y n milliyet­
lerden olup birbirlerine kaynaşmış bulunan m em leketler hal­
kına tatbik edilemedikten başka, hattâ Bohem ya gibi kuvvetli
ekonom ik ve coğrafî birliğe sahip bir m em lekete de tatbik edi­
lemedi. Böylece de bir milletin çoğunlukta olduğu, fakat baş­
ka m illetlerden halkın da kalmış bulunduğu topraklar mey­
dâna geldi. Andlaşm alar hükümetleri “ millî azm hklar” ın ken­
di milliyetlerini, yani kendi dillerini, dinlerini, okullarını, özel
hukuklarını tanım ağa zorladılar. Fakat, millî ihtiraslar besle­
mekte olan hüküm etler bu kurala daim a saygı göstermediler.
6 büyük Devletten ancak 5 tane kaldı; Avusturya ile M aca­
ristan küçük çapta birer Devlet haline geldiler; a y n ca orta
kudrette 4 D evlet (Polonya, Çekoslovakya, Rum anya, Y ugos­
lavya) kuruldu, - böylece İspanya ile beraber orta kudrette
Devlet sayiaı 5 e çıktı (Fakat bunların en büyüğü olan Polon­
ya, büyük Devlet muamelesi görm eğe hak iddia etti). - Avrupa
Devletlerinin sa.yısı (OsmanlI İm paratorluğu hesapdışı tutul­
mak suretiyle) 20 don 27 ye yükseldi.
R ejim lerin değinmesi. — Harp felâketi milletlerin iç po­
litikalarını da altüst etti. İT m onarşi ile 3 Cumhuriyetin (ki
bunlardan yalnız bir teki, yani Fransa büyük bir D evletti) ye­
rine, 13 m onarşi (ki bunlardan biri olan Macaristan, kralsız
kaldı) ve üçü büyük D evlet olm ak üzere 14 Cumhuriyet (1)
m eydana geldi. İki hükümet şekli arasındaki nisbet böylece
değişm iş oldu. Avrupa topraklarının ve nufusunun en büyük
kısmı m onarşi şeklinden cum huriyet şekline geçm iş oldu.
R usya hariç, Cumhuriyetler Fransa’yı örnek tutarak, se­
çilm iş bir D evlet başkanı (cum hurbaşkanı) ile dem okratik bir
meclise ve sorumlu bakanlara sahip birer merkezî hükümet
kurmuşlardı. Cumhuriyet olsun m onarşi olsun, bütün D evlet­
ler tek dereceli seçim i; yeni Devletler de nisbî temsil ve ka-
’ dınlarm oy verm eleri gibi teorik asıllı son yenilikleri benimseı-
mişlerdi. K adınların oy sahibi olm aları savaş sonunda âni ola­
rak Birleşik Devletler ve B üyük Britanya tarafından kabul
edildi ve m illiyet gruplarının plebisitleri için kullanıldı ise de.

(1) Sm radan rnionarşi haline gelen Arnavutluk) da bu he!'


sabd dahildir.
40S A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

A vrupa’nın Batısı ile Güneyindeki eski Devletler tarafından


kabul edilmedi (Yalnız İspanya bunu 1931 İhtilâlinden itiba­
ren soyallst parti program ının bir parçası olarak kabul etti).
Harbin sonuglan bundan böyle bütün Devletlerin politik
hayatına hâkim oldu. Harbin işitilmem iş derecede büyük m as­
raflarını karşılam ak iğin yapılan m uazzam istikrazlar, yalnız
faizi bile çok büyük para isteyen bir borç bırakm ıştı ve D evlet
gelirleri artık giderleri karşılam ağa yetişmiyordu. Müzmin bir
bütçe açığını yüklenm iş olan D evletlerin çoğu, tedavüle git­
tikçe artan m iktarda kâğıt para çıkardılar; paranın değeri bo­
yuna düşm eğe başladı. İçlerinden (Rusya, Almanya, Polonya
g ibi) birkaçı enflâsyonu öyle bir noktaya vardırdılar ki, para^
larının h içbir değeri kalm adı; başka D evletler de (Avusturya
ve M acaristan yeni birer ad altında olm ak üzere) paralarını,
değeri u fak bir kesire indirilmiş olarak, m uhafaza ettiler. D ev­
letlerin başlıca görevi, hem para ile kam biyoyu, hem de ver­
gilerle hâzineyi müteessir eden krizleri önlem ek oldu.
Harbin aldığı yeni şekil bütün milletler üzerinde derin bir
etki bırakmıştı. H arbi her zaman için câzip kılm ış olan açık
arazide harekât, sa f halinde savaş, hücum lar, parlak kahrar
m anlık hareketleri, zafer sarhoşluğu gibi hiçbir şey artık kal­
mamıştı. H arp denince savaşçıların hatırına siperlerin çam ur­
ları içinde geçirilen tehlikeli, iğrenç, yeknasak günler, korkunç
yaralar, öldürücü gazlar, sürüp giden bir korku geliyordu. H alk
yığını ise harbi kaygı, yoksunluklar, harabi seklinde tasavvur
ediyordu. Herkesin m ügterek duygusu, harbe karşı hissedilen
dehşet ve onu bir daha görm em ek için beslenen ihtiras dere­
cesindeki arzu oldu. H üküm etler baskına uğram anın verdiği
ölüm tehlikesi duygusunu m uhafaza ettiler ve kudretli bir or­
duyu her zaman hazır tutm anın ihtiyata uygun olduğuna inan­
dılar. F akat beri yandan da m illetlerinin içine em niyet getir­
m ek için, öteki hüküm etler nezdinde boyuna barışçı teşebbüs­
ler yapm ak zorunda kaldılar ve halk da bu teşebbüsleri kaygı
içinde takibetti.
Böylece de o zam ana kadar idarecilerin kaygıları arasm ­
da ve parti mücadelelerinde hem en hemen hiç yer tutm am ış
olan, para ve dış politika gibi iki çeşit ig, politik hayatın bası­
lıca konusu haline geldi.
M illetler arasında kıyasıya bir dövüş haline gelm iş olan
harp, istilâya uğrayan mem leketlerde baskı v e şiddet hâtıra­
ları bırakm ıştı; mağlûpların sırtlarına binen ağır yükler, millî
M U K A Y E SE L İ T A R İH Î 409

hınçları çok kışkırtan bir öcalm a ihtirasına ilham kaynağı olu­


yordu. H er iki safta da küçük, faka t zorlu olan “ miUiyetgl”
gruplar, ban§ politikasına kargı ategli gösterilerle kam panyaya
g-irigmişlerdi. D ört yıl boyunca silâh altında .yaşam ak gibi sü­
rekli bir mecburiyet, bilhassa A lm anya’da, “ m illiyetçi” lere y i­
ne silâh sahibi olm ak ve bir gefin kum andası altında ü n ifor­
malı olarak toplanm ak zevkini agılamıgtı.
P olitik rejim ler. — Hükümetlerin yalnız dış görünüşlerine
bakılırsa parlm anter v e dem okratik rejim . Cumhuriyetin ve
tek dereceli seçim in radikal sekli altında, A vrupa’nın en bü­
yü k kısm ına yayılrnıg görünm ekteydi. F ak at fiilen uygulanan
usuller. D evletler arasında çok derin şekilde değigik olm ağa
devam ediyordu.
P olitik hürriyeti^ alıgmıg olan (B üyük Britanya, Fransa,
Hollanda, Belçika, İsviçre, İskandinav krallıkları gibi) B atı ve
K uzey Devletlerinde rejim , değigmeksizin kalmıştı, - (F ransa
ve İsviçre h ariç) bir monargi gekli altında da cum huriyet g ibi
i§ görm eğe devam ediyordu. (Sosyalistlere karşı sivil bir h arp ­
ten sonra) Finlândiya ve Ç ekoslovakya gibi iki yeni Devlette,
m enfaat kaygısı gütmeyen iki gefin idaresi altında da bu re­
jim , agağı yukarı iglemekteydi.
Fakat rejim artık iki parti arasındaki nöbetleşm e şeklin­
de igliyemez hale gelmigti. H attâ çıktığı m em leket olan B ü yük
B ritanya’da dahi, muhafazakârlar, liberaller, işçiler arasında­
ki “üçken biçim i’ mücadele, çoğunluğu tek bir parti ile m eyda­
n a kurm a işine engel oluyordu. B elçika’da da durum ayn ıydı:
Bu m em lekette de tek dereceli seçim kabul edilelidenberi, kar
tolik parti artık m utlak çoğunluğu toplıyam az olmugtu. F ra n ­
sa’daki, hiçbirinin çoğunluk sağlıyamadığı, grup’laxa bölünm e
keyfiyeti, sosyalist partisinin dört parçaya ayrılması, sa ğcı
grupların da küçük parçalara bölünmesi yüzünden, g ittik çe
artmaktaydı.
Yeni D evletlerde ihdas edilmig olan “ nisbî tem sil” , seçen ­
lerle seçilenler arasındaki teması kesiyor ve milletvekillerini,
bir parti idare heyetinin delegeleri haline sokuyordu. A y n c a
program lar, yani ayrı ayrı form üller ve duygular üzerine k u ­
rulm uş küçük partiler halinde parçalanm a iğini de hızlandırı­
yordu. Ancak birbirine zıt birçok partinin birlegmesiyledir k i
bir çoğunluk m eydana gelebiliyordu.
R u s sosyal-dem okrat partisinin bolşevik hizbi (M arx ta ra ­
fından 1848 de kullanılan) kom ünist adını tekrar alarak, M o s ­
410 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

kova’daki bir K om ite tarafm dan idare edilen bir III. Enter­
nasyonal kurmuştu ki bu, II. Enternasyonalle şiddetli anlaş­
m azhk halindeydi. Bu bolgevik hizip, elindeki kaynaklan bü­
tün Devletlerde bir komünist partisi kurm ak için harcıyordu;
B öylece bu partiler, sosyal ihtilâlin başlana-ıcı olan, genel bir
savaş: hazırlıyacaklardı. II. Enternasyonalin üyesi kalmış bu­
lunan sosyalist partiler sınıf mücadelesi ihtilâlci taktiğrini ter-
kederek, öteki “burjuva” partilerle anlaşm a halinde hareket
ediyorlar ve hattâ (Alm anya’da katolik partisi ile ittifak ha­
linde). kabinelere de giriyorlardı. Güdülecek taktik üzerindeki
anlaşmazlık, yeni hiziplere bölünme gibi bir sonuç veriyordu. -
B irçok Devletlerde “ köylü” partisi ile m illiyetçi bir parti ve
milli azınlıkların partileri kurulmuştu. 1935 de P olon ya’daki
seçimlerde, birbirleriyle rekabet halinde 35 liste vardı.
Parlm anter rejim e gerekli çoğunluk artık ancak birkaç
parti arasm daki koalisyonla m eydana gelebiliyordu; bu koalis­
yon da a y n ayrı kom binezonlarla kurulabildiğinden, her kom ­
binezon değişikliği ortaya yeni bir çoğunluk ve bakanlar ara­
sm da yeni bir değişm e çıkarıyordu. H içbir kom binezon sonuç
verm ediği zaman da partiler dışından alman kim selerle kuru­
lan bir "teknik kabine” çaresi kahyordu. Bazen de, vahim, bir
malî krizden kurtulabilmek için, savaş sırasında olduğu gibi,
biı< çeşit genel selâmet kabinesi kurulduğu oidu.
Meclislerde, partiler arasındaki mücadele yeni bir usulle
hafifletilm işti; Bütün partilerin delegeleri kom isyon halinde
toplanıp bir metin hazırlıyorlar, tasarılar bu kom isyonda tar­
tışılıyor, sonra Mecliste oya konulup kabul ediliyordu. Çeşitli
partilerin seçm enleri arasm daki anlaşmazlık şiddetini muhafa­
za etmekteydi. E şit ve tek dereceli rey hakkı her seçuni halkın
ihtiraslan yahut özel m enfaatler arasında bir m ücadele haline
soku yor; bu da hüküm et idaresinin amelî icaplarım unutturu­
yordu. Seçilenler kendilerini seçenleri memnun etmek kaygısı­
n a düştüklerinden, kam u parasım bütün istekleri yerine ge­
tirm ek için kullanarak hükümeti idare etme ça,re!erini araş­
tırıyorlardı. M erkezleşmiş bir hükümetin mekanizmasını çoğu
zaman bilemediklerinden, m em urlanna ve alacakh ian n a mun­
tazam ödem eler yapm ak için, hükümetin oldukça dolu bir hâ­
zineye muhtaç olduğu gibi bir noktayı ihmal ediyorlardı. Halk
ise Devletin parasının an cak vergi mükelleflerinin yahut D ev­
letin alacaklılannm parası olabileceğini düşünmüyordu. İhti­
lâlci form üllere alışık olan sosyalist eğilimli partiler, mülk ve
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 411

gelir sahiplerini istimlâk yoluyla yurtlarından çıkarm aktan çe­


kinmiyorlardı.
Halkın henüz politik hürriyete alışık olm adığı O rta ve
D oğu A vrupa’nın bütün Devletlerinde, resmen kurulmuş olan
rejim ancak kısa bir müddet işliyebildi. Beş büyük Devletin
üçünde bu rejim in yerini, ona taban tabana zıt başka bir ren
jim aldı.
K om ün ist diktatörlüğü. — İlk örnek de R usya’dan geldi;
Burada kom ünist partisi, “proletarya diktatörlüğü” adı altın­
da, mutlak iktidara sahip bir hükümet kurmuştu. Bütün öteki
partileri, bütün toplantıla:n ve parti grazetelerinden gayrı bü­
tün gazeteleri yasak etmekle işe| başlamış, böylece de her türlü
muhalefeti ortadan kaldırmıştı. “ M ukabil ihtilâlin, spekülâsyo­
nun ve sabotajın tenkili için Olağanüstü K om isiyon” adı al­
tında (Ç. K. harfleriyle anılan), çarınkinden ço k daha tesirli
bir polis cihazı kurmuş, sonradan Çeka’nın yerini “ polis idare­
si (yani G.P.U.) almıştı. Bu teşkilât bir ihtilâl m ahkem esi gi­
bi, bir dâvanın kanunî şekilleri altında değil, itirazı kabil ol­
mayan ve gizli olarak derhal yerine gretirilen kararlarla iş gö­
rüyordu; gaye yargılam ak değil, hasım oldukları sanılan kim­
seleri yoketm ekti.
Bu rejim in ayırıcı vasfı, o zam ana kadar hiç eşi görülm e­
miş iki yenilikten İbaretti: 1 — K endi toprağının adını taşıyan
millî bir D evlet olarak değil, m em leket adı taşım aksızın “ Sov­
yet Sosyalist Cumhuriyetleri B irliği” (S.S.C.B.) diye ortaya
çık ıyor; dünya kom ünist ihtilâlini yapm ak için kurulmuş ve
girm ek isteğini gösterecek her millete açık bu lu n uyoıdu ; 2 —
Seçim, bütün öteki rejim lerdekine zıt yönde olm ak üzere, sınn^
lanm ıştı: V arlıklı kim seler değil, ancak “ proleterler” , yani kol
işıçUeri seçm e hakkına sahipti; ücretli bir kim se çalıştıranlar
yahut başka birinin çalışm asıyla geçinenler seçim e katılamı-
yorlârdı.
R ejim teorik olarak temsilî idi; iktidar. Birliğin bütün
mem leketlerinin delegelerinden m ürekkep yıllık bir kongre’ nhı
tem sil ettiği halka ait bulunuyordu; bu delegeler, bir köy hal­
kının yahut bir k n a î müessese işçilerinin kadınlı erkekli teşkil
ettikleri (alâm eti orak-çekiç olan) bir ilk kadem e sovyet’inâen
(kurulundan) itibaren m üteaddit dereceli olarak seçilm ektey­
di. Fiiliyatta ise iktidar, bakan vazifesi gören “ H alk K om iser­
leri 'K urulu” tarafından kullanılm aktaydı; bu kom iserler ku­
rulu, kom ünist partisi K om itesiyle sıkı münasebet halindey­
412 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

d i; sonunda da partinin sekreteri, iktidarın mutlak hâkim i ha­


line geldi. Y abancı m em leketlerde ihtilâli hsLZirlamakla görev­
li III. E n tem asyon al’ın K om itesine de gizli bir gekilde bağ­
lıydı. E n yüksek kadem eli K ongre için delege seçim i el kal­
dırılarak yapılıyordu: Partinin bir delegesi an cak komünistle­
ri ve "partisizleri” aday göstererek (1) adları okuyor, reyler
el kaldırılarak veriliyordu. Hükümet, hattâ Sosyalist olan, bü­
tün hasım lannı yokettikten yahut yola getirdikten sonra, sos­
yal ihtilâli kom ünist ülküsüne göre başarm ağa çalıştı.
O toriter rejim ler. —■ İtalya’da, işçiler arasm daki komünist
kargaşahklardan korkan ordu şefleriyle büyük sanayiciler, kü­
çü k bir m illiyetçi parti olan faşist partisini desteklediler; parti
de R om a üzerine bir yürüyüş yapıp iktidarı ele geçirdi. Par­
tinin şefi D u ce (şef) diye yeni bir unvan aldı ve kralı, hattâ
ilkin M eclisleri de bertaraf etmeksizin, yavaş yavaşı mutlaki­
yetçi bir diktatörlük kurup adm a faşizm denen bir de doktrin
ilân etti ki bu, liberal rejim in teorisiyle zıt haldeydi. R ejim
hürriyet ilkelerinin, parlm anter idarenin, hattâ milletler arar
sm da barışçı politikanın aleyhinde olduğunu söylem ekteydi.
Ona göre millet, “ hareket imkânları, tek yahut birleşmiş hal­
deki, fertlerin hareket im kânlarına kudretçe ve sürece üstün
olan bir organizm ” idi. “ H er şey D evlette m ündem içti ve D ev­
letin gayesine hizmet etmesi gerekti.” ö ğ re tim insanı çocukluk
çağından itibaren ele almalı, onu yetiştirm eli ve - şayet harp
İtalyan milletine R om a İm paratorluğunun prestijini iade için '
lâzımsa - harbe hazırlamalıydı. “ Totaliter rejim ” terim inin an­
lamı, işte budur.
Bu rejim i uygulam ak için Devlet, bütün fertleri gözetliyen
bir polis teşk ilâ tı' ve belirli kurallara uym aksızın yargılayan
olağanüstü bir adalet cihazı kurdu; bütün gazeteleri yasak et­
ti, yahut kendi idaresi altına aldı; birlikler kurulmasına, top­
lantılar yapılm asına izin verm edi. M uhalifler hapse atıldılar,
gözaltı edildiler, yahut küçük adalara sürüldüler. M eclis ilkin
iktidarsız hale getirildi, sonra da seçmenlere yalnız hükümet
tarafından gösterilen adayları tasvip hakkını bırakan bir âlet
haline sokuldu. - Sonunda da Meclisin yerini, fiiliyatta “ faşist

(M) 1937 refonm u tek dei'eceli gizM seçim usulünü ihdas


etm iştir ama seçm enler, oylarm ı ancak hüküm et tarafmdan
gösterilen tek bir adaya v erm eğ e mecburdurlar. '
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 413

partisi konseyi” tarafm dan seçilen “ k orp ora tif” bir m eclis al­
dı.
İtalyan rejim i Alm anya’da nasyonal-sosyalist (N azi) parti­
sinin şefi tarafından taklid edildi: Bu parti, ü niform a gribi kof-
yu renk gromlekler giyen bir milis halinde teşkilâtlanm ıştı. Par­
ti şefi, köylüler ve işçiler lehinde yapacağı sosyal reform lar
üzerindeki bir program için şiddetli bir kam panyadan sonra -•
"A lm an ırkının” gururuna ve yahudilere beslenen hınca da
hitabederek, - büyük sanayicilerin ve ordu şeflerinin yardım ıy­
la kendisini iktidara götüren bir çoğunluk elde etti. Bunun üze­
rine, Italyancadan çevrilm e F ü h rer (önder) unvanını aldı ve
bayrağın üzerine yahudi aleyhtarı işaret olan gam alı haçı koy­
du. “ Çalışmaksızın elde edilen gelirleri” ve faizle yapılan ödünç­
leri lâğrvedeceğine, büyük arazi sahiplerini de m ülklerinden
çıkaracağına söz verm işti; fakat kendisini bu program ı uygu­
lam ağa zorlam ak isteyen aşağı derecedeki şefler, kendi emri
üzerinde öldürüldü.
Parti şefi, “ totaliter D evlet” doktrinini benim semişti ki
buna g öre fert. Alm an ırkının kudretini kurm ak için bir âlet
haline geliyordu. O da faşizm gibi, bütün öteki partileri yasak
etti, bütün politik hürriyetlere son verdi, seçim leri hükümetin
kararlarını tasdikten ibai’et hale getirdi, m eclisi süresiz olarak
tatil etti, olağanüstü bir adalet cihazı ile bir del “ gizli D evlet
polisi” (G estapo) kurûü. Alm an olm ağa kabiliyetleri olm adığı
ilân edilen yahudiler, ârî ırkın tem izliği adına m em uriyetlerden
çıkarıldılar ve toplum dan uzak tutuldular. Na.9yonal-sosyallst
rejim i harbin faziletlerini göklere çıkarıyor; çocu k lan "tota­
liter” bir öğretimle, delikanlıları da askerî talim ler ve nasyo­
nalist geçitlerle buna hazırlıyordu. Tenkil hareketi “ toplam a
kam pları’ ile ‘ tamamlanmıştı, tevk if edilip buralara sokulan
m uhaliflere işkence ediliyor, aşağılatıcı bir muamele yapılıyor­
du.
O toriter rejim , hükümetin mutlak iktidarının daha h afif­
letilmiş bir gekli altm da yeni Devletlerin çoğunda kuruldu ama
bu, geçici olarak yapılıyordu ve ortada bu hali haklı göstere­
cek bir doktrin de yoktu: Nitekim Polonyada generalliğe yük­
selen bir sosyalist. Devletin selâmeti adm a şahsî diktatörlük
kurdu; - E ston ya ve Letonya’da bir m üddet devam eden ni­
zamî liberal rejim in yerini diktatörlük aldı; - Güney A vrupa’­
daki P ortekiz’de askerler bir profesörü iktidara getirdiler; Is­
panya’da kralla anlaşan bir general diktatör oldu; Yugoslav-
.41 4 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ya’da Sırp ve H ırvat kavim leri arasındaki m ücadeleyi durdur­


m ak bahanesiyle; Bulgaristan, Rum anya ve Yunanistan’da ko­
münizm tehlikesi ileri sürülerek kraJm yardım ıyla diktatörlük
kuruldu.
Harp ortada millî .ve politik hınçlar ve insan hayatının hor
görülm esi gibi bir duygu bıraktı; bunlar da Avrupa’nm büyük
kısm ında İnsanî duygulara ve ö r f ve âdetlerin yumuşamasına
doğru ilerleyişi durdurdular. X X . yüzyılın başında politik ha­
yattan çıkm ış gibi görünen şiddet, gok vahim leşm iş olarak ye­
niden ortaya gıktı. Eski sertliğe dönüş ilkin kendini R u sya’da,
yığın halindeı yapılan öldürmelerle, A lm anya’da da sık sık iş­
lenen katil fiilleri ve nasyonalistlerle kom ünistler arasındaki
kanlı kavga-dövüglerle kendini hissettirdi. Gittikçe de otoriter
rejim li Devletlerin hepsine yayıldı; B uralaM a m uzaffer parti
artık sadece hasımlarm ı iktidardan uzaklaştırm akla yetinm e­
di, tıpkı gecen asırlarda olduğu gibi, bunlara işkence ve kötü
muamele etmekten, hattâ bazen bunları öldürm ekten hoşlanır
oldü.
D ış politika. — Birleşik Am erika Cumhurbaşkanının eseri
olan ve (dinî kökten gelm e) Covenant adı altında bütün barış
andlaşm alarına konulm uş bulunan resmî bir belge, ortaya ye­
ni bir ilke çıkarm ıştı: Devletler areısındaki münasebetler, tıpkı
fertler arasm da olduğu gibi, sözleşmelerle nizam lanacaktı. An­
laşmazlıklarını barış yolu İİ6 halletmeği taahhüt eden D evlet­
ler arasında bir “ M illetler Cem iyeti” kuruluyordu. Merkezi Ce­
nevre’de olan bu Cem iyet bir resmî organlar cihazı ile idare
ediliyordu ki bunlar, bütün Devletlerin delegelerinden meydana
gelm e bir genel kurul, bütün büyük Devletlerle kurulun seçe­
ceği başka birkaç delegeden m eydana gelm e bir icra konseyi,
işleri hazırlam akla görevli bir de daimî bürodan ibaretti.
Devletler arasm da barışı korum ak am acıyle huhuk ve söz­
leşm elere saygı gösterilm esi adm a çalışan Cemiyet, ilk defa
olarak m illetlerarası politik bir otoriteyi gerçekleştirm iş bu­
lunuyordu. A vrupa birliğini yalnız başlarına teşkil edecekleri
yerde, büyük D evletler bu Cem iyette azınlık halindeydiler.
D aim î bir teşekkül olan Cem iyet g eçici K ongrelerin yerini tu­
tacak, savaşı yoketm ek am acını güden milletlerarası bir hukuk
kuracaktı. Fakat, kararlarını saydırm ak için h içbir m a d d î,
kuvvete sahip bulunm uyordu; ekonom ik zecrî tedbirler uygu­
lam ağa cesaret ettiyse de bunlar umumî olm adıklarından ve
doğru dürüst de tatbik edilemediklerinden, yetersiz olduklan
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ -415

anlaşıldı. H attâ Devletler dahi kendi egem en iktidarlarını yok-


edebilecek olan zorlayıcı bir iktidar, bir “ üst D evlet” kurulma­
sına yanaşm ıyorlardı. Cemiyetten çekilme hakkını m uhafaza
ettiklerine göre, bunlar hattâ devamlı bir taahhütle bağli dahi
değildiler. Buna göre Cemiyetin ancak manevî bir kuvveti var­
dı; bu kuvveti de an cak bir milletlerarası umumî efk âr yarat­
m ak için kullanabilir ve ileride bu umumî efkârın, hükümetle­
ri barışm korunm asına zorlıyacak kadar kuvvetleneceğini
umabilirdi.
Devletler arasm daki f i i l î ' münasebetler bilhassa y a barış
andlagm alanm uygulatmak, ya da tersine olarak bunlann te­
sirlerini ortadan kaldırm ak için yapılan manevralardan ibaret
kaldı. Hükümetler, barışı sağlam k için çeşitli usulleri denedi­
ler: Silâhsızlanmayı gerçekleştirm ekle görevli bir konferans
toplandı, - bütün Devletler savaşı bir politika vasıtası olarak
kullanm ıyacaklannı lyjaln şekilde taahhüt ettiler, - her Devlet
arasında ayrı ay n saldırmazlık andlaşmaları imzalandı, - bü­
yük Devlotlor arasındaki "A vrupa Birlifcr'ne yeniden dönüldü.
F akat liberal Dovlotlerio otoriter Devletlerin ve İhtilâlci komü­
nist Rusya'nın İç rejim leri artısındaki zıtlık yüzünden bütün
tegebbüalor akinı kaldı; bu zıtlık )>Uyük Devletleri birbirlerine
hasım gruplara bölüyor vo bUtün Avı-upa m illetlerini Küvonsiz-
llk içinde yalatıyordu.
E konom ik hayattaki krizler. — Politik hayat, harpten ön­
cekine.^ göre daha sıkı şekilde, ekonom ik hayata bağlıydı. Hü­
küm etlerin yaptıkları işler istihsali, ticareti, parayı ve krediyi
allak bullak ediyordu; buna karşı, hükümetlerin fiillerine kay­
nakların yetersizliği hâkim bulunmaktaydı.
Harp, altunla hesaplanan sâbit değerli bir para üzerine
kurulu ekonom ik rejim i yoketm işti; halbuki bu para, hattâ
yabancı m em leketlerle dahi yapılan ahm-satım larda hem bir
âlet yerine geçiyor, hem de bütün değerlerin müşterek ölçüsü
vazifesini göıniyordu. Altun yalnız bütün m allara değil gayrı-
menkullere, çalışmaya, hizmetlere, menkul kıym etlere de paha
biçm ek im kânını veriyor; böylece herkesin servetinin daimî
bir kıym et halinde rakam landırılarak ifade edilmesi kabil olu­
yordu. F akat A vru pa Devletleri öyle m uazzam bir borç altına
girm işlerdi ki bunun artık altun olarak ödenm esi mümkün de­
ğildi; sonra o kadar çok m iktarda bonknot ve hazine bonosu
çıkarm ışlardı ki bunların altun stoku ile karşılanm asına im kân
yoktu. Bu Devletlerin elinde ne milletlerarası bir mübadele
416 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

vasıtası, ne de kıym etlerin müşterek bir ölçüsü kalm ıştı; kââ:ıt


paralan artık sâbit bir kıym ete sahip değildi. Bu kıymet, en­
flâsyon büyüdükçe düşüyor ve paranın, halka ilham ettiği gü­
vene bağlı olan râyici Devletlere ve zam anlara gröre değişiyor^
du; borsa kurları bir günden öbürüne değişm ekteydi. Bu yüz­
den de ortaya, tarafsız Devletlerle Büjm k Britanya hariç, o
zam ana kadar eşi görülm em iş şiddetle bir para krizi çıkm ak­
taydı. Sonunda nakit paranın kıymeti, nominal kıymetinin an­
cak u fak bir kısmını teşkil etm eğe başladı, bazı Devletlerde ise
bu kıym et hiçe indi. Altun tedavülden kayboldu ve birkaç
mem leketin bankalannda toplandı.
D evletlerin muazzam bir borç, açık bir bütçe, düşük bir
para, boş bir hazine yüzünden geçirdikleri m alî buhran, A v­
rupa’nın ekonom ik hayatım altüst etm işti: Çünkü bu ekonom ik
hayat, karşılıkları her zaman altun olarak iade edilebilecek
banknotlarla tamamlanan, daimî değerli bir para üzerine ku­
rulu bulunuyordu. Harpten sonra A vrupa milletleri değişik
değerde bir kâğıt para kullanarak artan m iktarda istihsal ve
istihlâk yapm ağa koyuldular. A n cak İzafî bir değeri olan kâğıt
para bolluğu ücretleri, mamûllerin değerini ve menkul kıym et­
leri yükseltiyordu. Fiyatlerin yükselm esi istihsali kam çılıyor
v e bankalan, itibarı garantiler karşılığı hudutsuz krediler ver­
m eğe sevkediyordu; enflâsyon, müstehlikleri fazla m iktarda
m asraf yapm ağa teşvik etmekteydi. İşte bu hale “ refah devre­
si” adı verildi. H attâ bu hal iflâs yoluyla borcundan kurtulmuş
bulunan ve dolar olarak ödünç aldığı paralarla iş gören Al­
m anya’ya bile yayıldı.
B eri yandan harp, A vrupa ile öteki kıtalar arasındaki mü­
nasebetleri de altüst etmişti. Büyük endüstri, gem icilik ve kre­
di müesseseleri A vrupa’ya yabancı milletlere çok satılan mal­
ları sevketm ek, ticaretin büyük kârlarım sağlam ak ve dışarıya
sermaye yatırm ak im kânını vermişlerdi. Buna karşılık da Av­
rupa, öteki kıtalardan kendi halkını beslem ek için yiyecek ve
endüstrisi için ham m adde getirtiyordu. İhraç ettiği mallardan
değerce daha üstün ham m addeler ithâl ediyor, bu yüzden de
“ ticaret m uvazenesi” a çık veriyordu; fa k a t ödünç verdiği ser­
mayelerin faizi olarak aldığı paralar, bankaları tarafından alı­
nan kom isyonlar, gemilerinin sağladığı navlunlar, A vrupa’da ya­
bancılar (ve bilhassa A m erikalılar) tarafından yapılan mas­
raflar, İthalât için harcanan paralan geçm ekteydi. B öylece “ he­
sap m uvazenesi” nde büyük bir fazlalık kalıyordu kİ Avrupa
M U K A .Y E S E Iİ T A R İH Î 417

bunu, yeni yatırım lar İçin kullanmaktaydı. A vrupa mem leket­


leri ithalâtçı ve alacaklı, ötekiler ise ihracatçı ve borçlu du-
rum daydıla:’. Bu mübadele sistemi, ancak mutedil güm rük re­
simleriyle kayıtlanan, milletlerarası serbest bir ticarete ihti­
yaç gösterm ekteydi. Şahıslar da tıpkı m allar gibi, bir Devlet­
ten ötekine serbestçe geçiyorlardı; pasaport, R u sya hariç her
tarafta kaldırılmıştı, R u sya’da ise a y k ın bir şey gibi görün­
mekteydi.
Harp, rolleri değiştirdi. İstihsalini yavaşlatm ak zorunda
kalan Avrupa, dışarda ve bilhassa A m erika’da yapılan m a-
m ûlleri satın alm ağa başladı. Avrupa dışındaki mem leketlerden
birkaçı ig istihlâklerinde A vrupa m allannın yerine geçen, hat­
tâ dünyada bu m allara rekabet eden im âlâtta bulunm ak üzere
endüstriler kurm ak lüzumunu hissettiler. '
H arp sırasında şiddetle ihtiyaç duyulan yıkıcı silâhlan
im âl için verilen yüksek ücretler, yıkın tılann onanlm aaı için
de ödenm eğe devam edildi, İşçiler bundan faydalanarak yiye­
cek ve lüks eşyası istihlâklerini arttırdılar; ham m addelerle en­
düstri mamûllerinin fiyatleri birkaç yıl boyunca ço k yüksek
olarak kaldı. Bu fiyatler sayesinde elde edilen büyük kârlar
dolayısiyle yeni müesseseler kuruldu, yeniden birçok topraklar
ekildi. Bu ise bir teçhizat, istihsal, m a sraf,'istih lâk fazlası ya­
ratm ak ve bsmkalan, Avrupa’nm im kân ve kaynaklannı aşan
krediler açm ağa sevketm ek gibi bir sonuç doğurdu.
Aynı zam anda Birleşik A m erika’nın, Japonya’nın ve Hin­
distan’ın sınaî mamûllerinin y aptık lan rekabet, A vrupa en­
düstrilerine açık bulunan piyasaları da azaltıyordu. H attâ Bir­
leşik D evletler A vrupa mem leketlerine otom obil, sinem a ma­
kineleri ve film leri, radyo, gram ofon, âletler, yazı makineleri,
yazıhane levazımı gibi yeni malları da yollam ağa başlam ışlar­
dı. T icaret münasebeUerinin bu şekilde tersine dönmesi. Büyük
Britanya hariç, ticaret muvazenesinin ve hesaplann da tersine
dönm esine yol açtı. Harp ve onarım m asraflanm ödeyebilm ek
için, Avrupa mem leketleri kıta dışındaki mem leketlerden olan
alacaklannın büyük bir kısmını sattılar v e B irleşik Devletler­
den ödünç ç,ldılar. Böylece de alacaklı durumdan borçlu duru­
m a geçtiler. '
Çöküntü buhraim. — H arp sonrasını takibetm iş olan geniş
faaliyet devresi, umumî b ir ' ekonom ik çöküntü ile sona erdi.
B irleşik Devletlerde 1929 dan itibaren mevduatlarını geri ve-
F. 27
418 A V R U P A M İLLE TLE R İN İN

remiyen bankalann genel bir iflâsı ile bağlayan bu ekonom ik


çöküntünün belirli vasfı, spekülâsyonun ku rla rın ı' aşın derece­
de yükselttiği bütün menkul kıym etlerin büyük ölgüde düşüşü
oldu. Buhran 1930 dan itibaren A vrupa’ya da yayılarak bütün
ekonom ik hayatı allak bullak' etti. Harbin sonundanberi bütün
muameleler, bütün mamûllerin iyi bir fiy ata alıcı bulabilecek­
leri düşüncesine dayanılarak yapılıyordu. K redi eksilince iflâs
eden yahut yoksul düşen müstehlikler birdenbire talebi azaltı­
verdiler. B u yüzden de bütün ham ve mamûl maddelerin fiyat-
lerinde hızlı bir iniş başladı. D oğu A vrupa’nın tarım cı memle­
ketleri para ihtiyaçlarını karşılam ak için ürüplerini yeter bir
fiyata satm ak imkânını bulamadılar. Mallarına mahreç bula-
m ıyan sanayiciler işi azalttılar, ücretleri indirdiler, işçilerin bir
kısmını çıkardılar. Endüstri, nakliyat, ticaret, bankacılık mües­
seseler! dağıttıkları kâr hisselerini büyük ölçüde indirdiler,
hattâ kâr dağıtmaz oldular. Aksiyonlar o zamana kadar görül­
m edik gekilde düştü. Menkul kıym etlere yapılan yatırım lara
güvenem iyen para sahipleri, ödünç verm ek gibi bir tehlikeye
artık katlanam ıyorlardı: müesseseler serm aye bulm ak için çok
zahm et çekm eğe bağladılar.
D evletin müdahalesi. —- Fiyatlerin inmesinden zarar gören
müstahsiller, ço k yüksek güm rük resim leri koyarak yabancı
rekabetine karşı ‘‘him ayeyi kuvvetlendirm elerini hükümetler­
den istediler, l-ssizlik tehdidi altında bulunan işçiler, işverenle­
ri daha fazla sayıda işçi kulİEinmağa zorlam ak için iş saatleri­
nin azaltılmasını; işsizler ise kendilerine ödenek verilmesini
istediler. Fakat m üstahsiller fiyatlerin ve ücretlerin düşmesini
önlem ek isterlerken, müstehlikler de “ hayat pahalılığı” ndan
sızlanıyorlardı.
Zaten kamu hizmetleri m asraflarının, emekli aylıklarının,
konsolide ve dalgalı borçların yükü altında ezilen hükümetler,
buhranı durdurm ak için birbirine zıt iki metodu denediler.
Bunlardan birisi. Devletin m asraflarını kısıp vergileri arttıra­
rak yapılan deflâsyon’du, bütçeyi denkleştirmek ve parayı is­
tikrarlı hale getirm ek am acını güdüyordu, bu iki unsur da eko­
nom ik rejim in üzerine kurulu bulunduğu krediyi idam e için
gerekliydi. Öteki ise kâğıt para m iktarını arttırarak elde edilen
en flâ syon ; yahut Devletin paradaki altun m iktarını azaltarak
z o .la kabul ettirdiği devalüasyon (para değerini düşürm e) idi
ve alacaklıların zararına olarak, Devletle borçluların yüklerini
azaltıyordu. Sonunda devalüasyon hattâ Birleşik D evletler ve
MUKA.YESELÎ T A R iH t 419

Büyük Britanya’da dahi, - faka t öteki Devletlerdekine göre çok


daha mutedil ölçüde olm ak üzere, - baskın çıktı ve İng-iltere’de
devalüasyonun yajıısıra denk bütçeye de dönüldü. D evalüasyon
hemen bütün Devletleri, kıym etlerin milletlerarası ölçüsü olan
altun esasını terke şevketti. Ondan sonra da Avrupa’da sadece
istikrarsız değerde olan ve bir alışverişin tesirlerini doğru şe­
kilde hesaplam ak ImJtânını verm eyen, paralar bulundu.
H im aye politikası hükümetleri eski m erkantil ekolün an­
layışlarına döndürdü: Bunlar "ticaret m uvazenesi” ni denk
tutmak, yabancı sanayicilerin, hattâ işçilerin rekabetini berta­
ra f etm ek v e iç piyasayı yerli müstahsillere tahsis etm ek is­
tediler. Y abancı memleketlerin, harp halinde düşman tarafın­
dan durdurulabilecek olan, sevkıyatına bağlı kalm ak korku­
suyla, m em leketin istihsalini kendine yetecek gekilde teşkilât-
lam ağa gayret ettiler ve bunun adına OMtarcie (otarşi = : kendi
kendine yeterlik) dendi (1).
Bu politikayı uygulam ak için hüküm etler yeni usuller kul­
lanmaktadırlar. H arp sırasında bir zâbıta tedbiri olarak ihdas
edilmiş bulunan pasaport usulü, mem leket işçilerine rekabet
edebilecek kimselerin girm esini önlemek için yine idame edil­
di. -i
A z çok müddetli andlaşm alarla güm rük resim leri tesbit
edecek yerde, her Devlet, tarifesini her an değiştirm ek hakkını
m ahfuz tuttu ve milletler arasında bir muamele eşitliği idame
etm ekte olan “ en çok müsaadeye m azhar m illet” şartını orta­
dan kaldırdı. Y abancı ithalâtını azaltm ak için, her yabancı
Devlete her yıl girm esine izin vereceği m allar İçin bir con^
tm aen t (kontenjan) ayırdı. T icaret muvazenesini denk tutm ak
için, herbir yabancı m em leketin ithalâtının değerinin, o 'm e m ­
lekete yapılan ihracatın değerini aşmasını önledi. B ir hükü­
m et parasının değerini, mâliyet fiyatını indirecek şekilde dü­
şürerek mem leket müstahsilleri için ücret yükünü hafiflettiği
zaman öteki D evletler onun bu üstünlüğünü karşılam ak için
güm rük resmine bir kambn/o munzam resm i ilâve etmekte, yar
hut parasının değerini düşüren D evletle bir “ takas anlaşm ası”
yapm aktadırlar. B u tedbirlerin amacı, m illetler arasındaki mü­
badele serbestliğini kaldırarak milletlerarası ticareti engelle­
mektir.

(!'} Aşağ% yu h a n "m u h tariyet’ {amlamma gelen autarohie


( otarşi) sözü, bu. bak'imdan yamkş olarahi kuMamhmstır.
420 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

M emleketlerin islerinde ise D evlet gelir v e veraset vergi- *


lerini o zam ana kadar görülm em iş nisbetlerde yükselterek mül­
kiyet ve veraset haklarını ço k vahim bir şekilde çiğnedi. K üçük
K uzey Devletleri ile Büyük Britanya hariç, bütün hüküm etler
giderlerini vergi veya geri verilecek istikrazlarla karşılam aktan
ve bütçelerini denk tutm aktan vazgeçtiler. Açı|:ı kapatm ak
üzere y a paralarının değerim düşürerek, y a da banknotlar için
cebrî bir ku r ihdas ederek özel tasarrufa el attılar; bu da Dev­
let tahvillerinin ve bütün özel alacakların defterlerini azalttı.
Bazı D evletler de D evlet bankasının yahut tasarruf, emekli, si­
gorta, mevduat v e emanet sandıklannm paralarına elkoydu-
1ar; hattâ bir istikraz yahut bin işsizlik fonu İçin herkesi “ ih­
tiyarî” olarak para yatırm ağa/ zorladılar.
O toriter Devletler bütün uyruklarına fertlerin hürriyetle­
rini yokeden bir ekonom ik rejim i zorla kabul ettirdiler; R us­
y a ’da kom ünist hükümet. Devletin giriştiği bütün taahhütleri
bozm akla, her türlü düyunu um um iyeyi ve kum panyalara ve­
rilen bütün imtiyazları lâğvetm ekle ve bankalardaki bütün
m evduata elkoym akla işe başladı. Sonra bütün endüstriyel te­
şebbüsleri D evlet müesseseleri haline soktu; her türlü mülki­
yet ve veraset hakkını ilga, her türlü ticaretin yapılmasını ve
ücretli işçi çalıştırılmasını yasak etti. M emurlarla işçilere öde­
meler, tayın halinde, ayniyat olarak yapılıyordu.
A dm a "harp kom ünizm i’ denen bu rejim tarım istihsalini
bir kıtlık doğuracak derecede azalttığından, hüküm et bunun
yerine “yeni ekonom ik politika” (N.E.P.) yı geçirdi. Y eni bir
para ihdas ederek çiftçin in toprağa sahip olmasına, ücretli işçi
kullanılmasına, (dış m em leketlerle ticaret tekelini hükümete
ayırm akla beraber) mem leket içinde perakende ticaret yapıl­
m asına izin verdi. A dlan n a KulaJc denen m üreffeh köylüleri
öldürüp yokederek öteki köylüleri de toprağı ortaklaşa ekm ek
için kooperatifler (K olhozlar) kurm ağa zorladı. Sonra kollek-
tif çalışmanın verim i ço k az olduğunu görerek, K olhozlardaki
köylülere bir m iktar toprağa ve hayvana sahip olm ak hakkını
tamdı. Endüstride istihsali teşvik için, ücret eşitliğinden vaz­
geçti ve işçiye, çalışm ası ile mütenasip bir ücret verdi. Böyle^
likle “ D evletçi” bir rejim ortaya çıktı ve bu rejim , (ziraî veya
sınaî) bütün istihsalin, m utlakiyetçi bir hüküm et tarafm dan
zorla kabul ettirilen bir genel plâna göre m em urlarca idare
edilen kollektif bir çalışm a şekli almasinı m ecburî kıldı.
İtalya’da faşist hüküm et m ülkiyeti v e serm ayeyi lâğvet-
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 421

m em ekle beraber, patronlarla isçiler arasındaki münasebetleri


otoriter kararlarla halletti. Serbest sendikaları ve grrevi yasak
etti; ücretleri aşağı bir seviyede tesbit etti, igçiler bog kalmar
sınlar diye patronları hattâ zararına d a olsa çalışm ağa zorladı
v e Fagist partisi K onseyi tarafm dan idare edilen korporajsyonr
1ar kurdu. Bankalarla sigorta şirketlerini hüküm etin kontrolü
altına koydu ve onların paralarına dilediği gibi tasarruf etti.
A lm anya’da nasyonal-sosyalist hüküm et öteki partiler© ait
paralan m üsadere ile ige bağladı. Sonra bütün ekon om ik haya­
tı kendisine tâbi bir hale getirdi. D evlet m üesseseleri kurmaı-
dı, iğin idaresini müessese sahiplerine bıraktı, hattâ on lan n
işçiler üzerindeki yetkilerini arttırdı, faka t on lan kendisinin
zorladığı ekonom ik politikayı uygulam ağa m em ur vekiller say­
m ağa başladı. İssiz kalan işçileri çalıştırm ak için ağır endüstri
müesseselerine bilhassa silâh ve harp malzemesi sipariş etti. -
Garantiden m ahrum bir parayı ayakta tutabilm ek için, bir
"D öviz M erkezi" kurdu. Bu merkez, yabancıların bir Alman
İhracatçıya borçlu olduklan bütün paraları merkezleştirerek
bunları yabancı memleketlere yapılacak ödem elerde kullansın­
lar dlyo Alman ithalâtçılara verm eğe başladı. A yrıca hükü­
met bütün Almanlara, yabancı m em leketlere yatırdıklan ser­
m ayeleri mem lekete getirm elerini emretti ve son zamanda
ölüm cezası tehdidi altında, A lm anya’dan para çıkarılm asını
yajsak etti.
Servetlerini hükümetlerin bu gibi tedbirlerinden korum ak
için, nakit para sahipleri banknotlarını al tuna çevirdiler; al-
tu n lan ile dövizlerini de bunlann servetlerinin em niyet altm ­
da gibi göründüğü (İngiltere, Birleşik D evletler g ibi) Dev­
letlere gönderdiler. Tedavülden çekilen altun, birkaç m em le­
kette toplandı ve oralarda artık bunu kullanılacak yer bulunar
m am ağa başlandı.
Maddi ilerlem eler. — K ökü politik olan ekonom ik felâket,
tekniğin ilerlemesine engel olmadı. A vrupa’nm yaşayışını de­
ğiştirm ekte olan buluşlar, halk yığınlan üzerinde etki yapsr
bilecek bir noktaya henüz erişm em işlerdi; harpten sonra bu
buluşlar, gündelik hayata girecek şekilde geliştirildiler. - Mo­
torların ve tekerlek lâstiklerinin ilerlem esiyle değişen v e ar­
tık asfalt yollarda dolaşan otom obil, yalnız yolcular için değil,
m allar için de çabu k ve m untazam bir tagıt aracı haline gel­
di; binek v e y ü k arabalarının atlarla çekilm esi usulünü hemen
Jienaen ortadan kaldırdı; evlerin önüne kadar şrelmek gibi bir
422 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

üstünlüğü olduğu için, dem iryollan ile rekabete, küçük tren


hatlarını da faydasız hale getirm eğe başladı. - U çakçılık yalnız
korkunç bir savaş silâhı olarak değil, yolcuları ve mektupları
uzun m esafelere çabucak götüren bir taşıt aracı olacak kadar
değişiklik geçirdi. - Sesli hale gelen sinem a kısmen tiyatronun
yerini aldı ve tem aşayı köylere kadar götürdü. R adyo da mü­
ziğin, konuşmaların, haberlerin ve ticarî ilânların yâymlanmar-
sı bakım ından aynı rolü oynam ağa bağladı. - Çağlayanlar kul­
lanılm ak suretiyle üretilen elektrik enerjisi trenleri yürütmek,
evleri ısıtmak, sokakları, evleri, hattâ ahırları aydınlatm ak
İçin gittikçe daha fazla kullanılır oldu. - G em icilikte vapurlan
yürütm ek, dem iryolculukta vagonları çekm ek için, maden kö­
mürü, yerini kısmen m azota bıraktı.
Tekniğin ilerlemesi kadar âletlerin ve metodların yayılma­
sı da, ta n m la endüstrinin istihsalini ve taşınan eşyanın mik-
ta n n ı görülm edik nisbetlerde arttırdı. En geri mem leketler
en ileri olanları taklid ettiklerinden, buralarda çalışm a şartlan
birden değişti ve bu mem leketlerdeki değişiklik, daha geniş öl­
çüde oldu.
Nufus. — - Nufus, çok eşitsiz bir tarzda artm ağa devam et­
ti; D oğu A vrupa’nın yoksul ve az nufuslu yerlerinde v e bilhas­
sa R u sya’da, bu artış daha hızlı oldu. En zengin ve en kalaba^-
hk m em leketlerdeki artış doğum ların ölümlerden fazla olması
dolayısiyle değil de, daha çok ölüm lerin azalması yüzünden ol­
du; günkü buralarda doğum lar geniş ölçüde azaldı. H attâ do­
ğum nisbeti bazı yerlerde (.% 17 olan) F ransa’nınkinin bile al­
tına; İsviçre, Büyük Britanya ve A lm anya’da yılda % 15 e ka^
dar düştü; İtalya’da, şehirlerde azaldı (1). Bu yüzden de ye­
tişkinlerin nisbeti çok arttı.
Nufus, yer değiştirmeğe» devam etti; büyük şehirlerde hız­
la artm ağa, köylerde eksilm eğe başladı; Zaten tarım âletlerin^
deki ilerleme buralardaki işgücü ihtiyacını da azalttı. Otelci,
garajcı, m akine tam ircisi sıfatiyle, oradan g«llp geçm ekte olan
yabancıların hizmetinde çalışm ak üzere, bir takım insanlann
köylere yerleşmeleri, tarım cı nufustaki azalışı telâfi etmedi.
Toplumun derişm esi. — Harbin doğurduğu kriz bütün
m em leketlerde toplum u sarstı. E nflâsyon devrinde paranın de­
ğerinin düşmesi önceden para olarak hesaplanm ış bütün gey-

t'l) Ahnamya’da son yütarda evlen m elere verilen prim lerle


konuda bir yü kselm e elde edildi.
M U K A Y E SE Lİ T A R ÎH İ 428

lerin değerlerini, (istikraz grelirleri, tahvilât fa izleri,,alacaklar,


obligasyonlar gibi) menkul kıymetleri, kiralan, m em ur aylık­
larım ve emekli m aaşlannı azaltıyordu. Ters yönde olarak da
bedelinin derhal ödenmesi gereken ta n m maddeleri, endüstri
mamûlleri, n akliye ve hizmet ücretleriyle gündeliklerin fiyat-
lerini arttınyordu. Y ine paranın kıym etten düşmesi gelir sa­
hipleri, alacaklılar, gayrim enkul sahipleri, m em urlar ve emekr
liler gibi değişm ez bir gelirle geçinen kim selerin im kânlannı
azaltıyordu. Buna karşılık satılık bir malı, bir işi veya bir hiz­
meti olan herkesin, endüstri ve ticaret patronlannın, arm a­
törlerin, bankerlerin, köylülerin, işçilerin, dükkâncılann, otel­
cilerin, uşak v e hizmetçilerin, avukat ve hekim lerin imkânla-
rjını çoğaltıyordu. Sonradan gelen fiyat düşm esi ise ters bir
etki yarattı: Üreten, satan yahut çalışan herkesin kârlarını
azalttı ve değişm ez bir gelirle geçinen kim selere daha fazla
m iktarda eşya yahut hizm et edinm ek im kânını verdi.
Bu birbirine zıt yönlerdeki âni değişiklikler, bütün halkın
geçim im kânlarını ve hayat seviyesini istikrarsız hale soktu.
Çalışmanın değerlendirilm esindeki âni v e ' büyük değişiklikler
v e bilhassa spekülâsyonlarla elde edilen muazzam servetler,
ücretin de k ân n da bilhassa tesadüfe bağlı olduğu gibi bir
duygu yarattı. Devletlerin taahütlerini yerine getirm iyerek
verdikleri örnek, özel şahıslarda da verilen söze gösterilen say­
gıyı sarstı. Servetlerin bir anda kurulup yıkıhverdiği bu buhran
sırasında zenginliğin çabucak yer değiştirmesi, seviyeler a ıa -
sındaki farkın ana tem elini allak Ijullak etti.
Bu felâket yıkılan üç İm paratorluğun mensubu bulunan
D oğu v e O rta A vrupa m em leketlerine en çok zarar verdi. R us
çarlığında, kom ünist p a rtisi'eşi görülm edik bir sosyal ihtilâli
gerçekleştirdi; yalnız asil sınıfı ve nufusun “ burjuvazi” diye ad-
landınlan bütün kısımlarını yoketm ekle kalm adı; arasıra gün­
delikçiler kullanan biraz halleri vakitleri yerinde köylüleri d«
yoketti. Yalnız doğrudan doğruya em ekleriyi» geçinen v e “ pro-
teler” diye vasıflandırılan isçilerle köylüleri ve kollektif çalıg-
m alan idare ile görevli m em urlan yasattı. Baltık m em leket­
lerindeki “ toprak reform u” ile, E stonya ve Letonya’daki Alm an
“baron” lannın ftıülkleri ellerinden alındı.
Bütün İm paratorluklann çökm esiyle saray asilliği de he­
men hemen kayboldu ve m em urlara asalet verilm esi yoluyla
asilleştirm e işi son buldu. R u s asillerinin bütünü ise y a öldü­
rüldü, ya da yabancı mem leketlere sığındı. - Avusturya’daki
424 A V R U P A M İLI*ETLE RÎN ÎN

toprak sahibi aristokrasi, AvusturyarM acaristan İm paratorlu­


ğunun parçalanm asıyle İslâv veya R o m a m em leketlerindeki
büyük mülkleri elinden gidince yoksul düştü. - Prusya asilleri
topraklarm ın sahibi olarak kalm akla beraber, Alm anya’nm If-
lâsmdan zarar gördüler, borca girm ek zorunda kaldılar ve lm~
paratorla münasebet halinde olm anm verdiği itibarı kaybetti­
ler. - Ç ekoslovakya ve R um anya’daki toprak reform u, tek ve
aynı sahibin m alik olabileceği topraklan n genişliğini sınırlar
yarak bu m em leketlerin asillerini yoksul dügürdü. - Rum en
B oyar’ları topraklarının bir kısmını kaybettiler ve tek derece­
li seçim in ihdası, bunlann politik nufu slan nı yoketti. - Ancak
P olon ya ve M acaristan’da toprak aristokrasisi mülklerini, sos­
yal rütbesini ve politik kudretini m uhafaza etti.
Asillerin topraklarını kiraya vererek ve menkul kıym et­
lerinin gelirini kullanarak para getiren bir i§ görm eksizin ya^
şam akta oldukları Batı Devletlerinde, bunlann im kân lan gelir
ve veraset vergileriyle enflâsyon yüzünden eksildi. H attâ İn­
giliz o en try ’aı dahi çoğu zaman gatolarmdaki yaşayış seviye­
sini idame edem ez.hale geldi. A siller her tarafta burjuvazinin
seviyesine indiler ve onlardan sadece unvanlar, halrtavır ve
birazcık itibar artığı ile ayırdedilir oldular.
Simdi artık hâkim azınlık menkul servetlerin sahiplerin­
den, bilhassa bankerlerle kredi, nakliyat, sigorta, madencilik,
dem ir-çelik sanayii gibi işler yapan anonim şirketlerin idare­
cilerinden müteşekkil bulunm aktadır ve bunlar sermayenin
sahibi olm am akla beraber, zenginlikten faydalanm aktadırlar.
Şatolarla büyük m alikâneleri satın alan; hususî ev sahalanna,
y a n s atı ahırlarına, sanat eserleri kolleksiyonlarına sahip olan
ve m odayı idare edenler bunlardır. K redinin kudretini bunlar
ellerinde tutm aktadırlar; borsa kurlan, dövizler. Devletlerin
kredileri üzerinde etki yapabilm ekte, gazeteler satın alabilmek­
te veya ilân verip bunlara hâkim olarak umumî efk â n idare
odebilmekte, hattâ hüküm eti gu veya bu gekilda bir politika
gütm eğe zorhyabilm ektedirler.
Bilhassa değigmez gelirler yahut m em uriyet aylıklarıyla
geçinen orta burjuvazi para krizinden çok zarar görmüş, h a t­
tâ A lm anya’da Devletin iflâsı yüzünden tam am en mahvolm uş­
tur. Fiyatların yüksek devrinde spekülâsyonla, endüstri İle ve­
y a ticaretle zengin olan insanlar, “yeni zenginler” haline gel­
mişlerdir. Çöküntü krizindenberi burjuvazinin bütün m eslekle­
ri işsiz insanlarla dolup taşmış, öğrenim yapm ış olan delikan­
MTJKA.YESBLÎ T A R İH İ 425

lılar da geçim vasıtası bulamamanın kaygısı İçinde yaşam ağa


başlanuşlardır.
İşçiler ilkin işgücüne olan ihtiyaçtan faydalanarak - har­
bin sonundan itibaren işsizliğin çok genişlediği İngiltere’nin
endüstri bölgesi hariç olm ak üzere - kolayca is bulabilmişler
ve yüksek ücretler alabilmişlerdi. Bunlar köylüler gibi durum ­
larını para biriktirerek düzeltmek im kânına sahip olmadıklar
nndan, ücretlerini bilhassa istihlâklerini arttm p hayat sevi­
yelerini yükseltm ek için kullandılar.
Endüstride çalışmayı nizam altına alm ak için teşebbüsler
yapılmıştı. Cenevre’de kurulan ve patronlarla işçilerin eşit sa­
yıda tem silcilerinden m ürekkep olan “ Milletlerarası Çalışma
Bürosu” bütün memleketlere, sekiz saatlik çalışm a günü pren­
sipini kabul ettirmiş bulunmaktadır. - Bazı müesseselerde ücret
ve çalışm a sartlanyle ilgrili nizamlar, müessese şefiyle i§|çileri
arasında aktedilen “ kollektif iş akti” sayesinde basitleşmiş
bulunmaktadır. - Sosyalist eğilimli federasyonlar halinde grup­
lanan ve üyelerinin sayısı arttıkça kuvvetlenen meslek birlik­
leri, çalıgma zamanını azaltıp ücretleri yükseltm ek için göste­
riler tertiplem işlerdir; hattâ İngiltere’de bir genel grev teşeb­
büsü dahi yapılmıştır.
Büyük endüstri kısa bir ihtiyaç süresi için aşırı şekilde
işgücü talebinde bulunarak çırak yetiştirm eğe de son verm iş
bulunduğundan tecrübeli işçiler çok azalmış, alelâde işçiler ise
pek artm ış bulunuyordu. Çöküntü başlayınca iş bulunamaz ol­
du ve işsizlik, bütün A vrupa mem leketlerine yayıldı. İşsizler
D evletlerle şehirlerin verdikleri ödenekler sayesinde bunlann
sırtından geçindiler ve gittikçe çalışm ağa daha kabiliyetsiz ha­
le geldiler; hattâ İngiltere’de, ömürlerinde çalışm ak fırsatını
dahi bulamamış delikanlılar görüldü.
D oğu A vrupa köylüleri. D evletlere g öre a y n ayrı kaderlere
sahip oldular. Rusya’da bunlann top ra klan ellerinden alındı;
en m üreffehleri öldürüldü, ötekiler de "k olhoz” larda müşte­
reken calıgan “ proleterler” haline getirildi. - A ristokratik kal­
m ış olan iki Devlette, yani P olon ya ile M acaristan’da, köylüler
büyük toprak sahiplerine tâbi olarak çok agağı bir hayat sevi­
yesinde kaldılar. B ir top rak reform unun yapıldığı mem leket­
lerde bu, köylülerin büyük m alikânelerden alınmış toprakları
ellerine geçirm elerine yaradı; fakat gündelikçileri bir toprağı
işletebilecek köylüler haline sokm ak kolay olm adı ve elde edi­
len sonuç, yerine göre bagka bagka oldu. Baltık «lem lekçtle-
426 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

riyle Ç ekoslovakya’da istifade gerçek olm uşa benzem ektedir;


faka t Rum anya’daki sefil köylü para ve hayvan olm aksızın sar
dece top rak aldığından, durumunu hiç düzeltememiştir.
Batı A vrupa’da Isçylüler para değerinin düşürülmesinden
v e tarım m addeleri fiyatlerinin yükselmesinden faydalandılar.
Borçlarını ödeyebildiler, hattâ kira ile ekip biçtikleri toprak­
la n satın aldılar. İstihlâklerini a rttın p yaşayışlarını o zamana
kadar ulaşılmamış bir seviyeye çıkardılar. Sonradan çöküntü­
nün yarattığı satışsızlık bu iyileşmenin etkilerini yoketm edi
çünkü bunlann top ra klan kendilerine aynı kârları getirm e­
mekle beraber, yine de k an n ian n ı doyurm ak imkânını ver­
m eğe devam etti.
Yasayıstalîi değİsikUlcler. — Buhran, A vrupa milletlerinin
en eski ahşkanlıklannı sarstı. H iç olm azsa en ileri mem leket­
lerde kadınlann yaşayışı, bu buhrandan değişm iş olarak çıktı.
K adınlar harp sırasında tarlalardaki çalışm alarda ve endüstri­
de erkeğin yerine geçtiler. İlkin daha yüksek ücretlerden, son­
ra da artan işgücü ihtiyacından i faydalandılar. K arşılığı para
ile ödenen çalışmaları, bunlara daha fazla bağım sızlık verdi.
K adınlar (giyecek, süs eşyası, kokular g ibi) yarı-lüks eşya is­
tihlâkini arttırdılar; bu da başka sosyal seviyeden olan kadın­
lar arasındaki göze görünür a y n lık la n ortadan kaldırdı.
O zam ana kadar erkeklere mahsus olan mesleklerin hemen
hepsi kadm lara da açıldı. H attâ bu tem essül işi R usya’da tam
mânasıyle oldu: Bu m em lekette kadın bütün kamu hizmetle­
riyle (gem icilik dahil) bütün meslekleri icra edebilmektedir.
D eğişikliğin çabuk olduğu Aim naya’da, kadm lara bütün mes­
lekleri kapayan nasyonalist hüküm et tarafından bu değişiklik
birdenbire durduruluverdi.
E lektrik süpürgesi, bulaşık makinesi, çam aşır makinesi, e-
lektrik ütüsü, buz dolabı, kalorifeV gibi ev âletlerindeki çabuk
ilerleme, ev iğleri için gerekli zamanı geniş ölçüde azalttı;
kadınlann boş zam anlannı çoğalttı ve burjuvazi sınıfının ka-
dm lan na da evlerini bir hizm etçinin yardım ı olm aksızın idare
edebilm ek im kânını verdi, gim di kadın kendini daha bağım ­
sız, erkeğin iktidarına daha az tâbi hissetmektedir. D ünya yü­
zünde yepyeni olan ,bu hürriyet, daha serbest tavırlar ve me­
denî hayatın başlangıcındanberi iki cinsiyetin ayırıcı işaretleri
onlara kalan iki âdetin değişm esiyle göze çarpm aktadır: Uzun
elbisenin ve uzun saçlann yerini, kısa elbise ve kısa saçlar al­
mıştır.
m ukayeseli T A R İH İ 427

Çahgma süresinin azalmasjyle şehirlerdeki işçilere daha


ç o k kalan bog zaman, yalnız ananevî eğlenceler için kullanıl­
m adı; burjuvazinin örneğini verdiği zevkler iğin de kullanıldı
k i bunlar sinema, gram ofon sayesinde kolaylaman ve A m erika’­
dan grelme danslar sayesinde değigmig olan danstı. Bütün mem­
leketler (çoğu zaman İngilizce adlarını m uhafaza etmig oian)
spor’la n benim sediler: Bu da y a at yarışlarını, boks maçlarını
ve her çeşit m üsabakaları pasif bir şekilde seyrederek; ya da
aktif feekilde futbol oynıyarak, yüzerek, bisiklet ve motosiklete
binerek, kürek çekerek, yaya koşular yaparak oldu (1). E ğ­
lenceler hayatta h içbir zaman bu kadar geniş y er tutmamıştı.
F ikir hayat\ — ■ H arp süresince yavaşlam ış olan bilim ça->
lışm alan, anlayışlarda belirli bir değişiklik olm aksızın aynı
yollarda yeniden başladı. - Edebiyat aynı nevileri ve aynı fikri
verm eğe devam etti: Bir yandan halkm hoşuna gitmek, öbür
yandan da onu hayrete düşürmek gayesini güdüyordu. - R e­
sim, ve heykelcilik seklilerin stllizasyonu ile, mim ari düz çizgi­
y i tercih ederek, müzik de beklenm edik orkestrasiyon “ efe” le-
rl araştırarak, güzel sanatlar yine tabiatten ayrılm ağa devam
ettiler.
K om ünist rejim in T a n n ’yı inkâr propagandasını teşvik et­
tiği R u sya hariç, din sosyal itibarını ve manevî nufuzunu mu­
hafaza etti. Cehennem korkusunun baki bulunduğu bütün halk
tabakalarında din, bir hal ve gidiş kuralı ve ihtirasları fren­
leyici bir unsur olarak kalm akta; hayatın çirkinliğinden usar
nan ince ruhlu inssınlar için m istik bir sığınak olmaktadır. Fa­
kat artık doktrini, zekâları ilgilendirm em ektedir. A k tif şekil­
deki inanç şimdi milletlerin bugünkü yaşayışlariyle ilgili olan
politik rejim ve ekonom ik teşkilâtlanm a gibi, birbirlerine git­
tikse daha fazla bağlı görünen şeylere yönelm iş bulunmakta­
dır.
P olitik ve ekonom ik liberalizm artık X V III. yüzyılın ta­
biat dininden İlham alm am akta; "hürriyeti, hayırsever bir
Tanrı tarafından insanlığın mutluluk va huzurunu sağlamak
için kurulmuş olan tabiat kanunlarına beslenen iyim ser bir
inanç adm a istem em ektedir. Bu liberalizm, X IX . yüzyılın tec­
rübesiyle haklı sıkm ış bulunm aktadır: Zira politik hürriyet o

d j Tenis, otom obil, v yatc-ıhk v e son aamanMrda türeven


patinaj, İskandinav kavağ% gibi " fm sp ork m ” m ise xmcak v e
bm juvatan'ifapttlar.
428 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

asır boyu nca en m üreffeh milletlerin rejim i olm uş; fertlerin


serbestse çalışm aları ise ekonom ik istihsali, o zamana kadar
hiç erişem ediği, en yüksek dereceye çıkarmıştır.
A vrupa’daki en medenî milletlerin tutumu, onlarm kendi
işlerini idare etm eğe ve öbür milletlerle barış halinde yaşama­
ğ a m uktedir olduklarını gösterm iştir: İşte politikada libera­
lizm, böyle bir tem el üzerine kurulabilir. - Liberalizm in fik-
rince, ik tid an kötüye kullanm ağa tabii olarak mütemayil bu­
lunan hükümetler, m ürakabe altında tutulm ak ve hür bir mu­
halefet tarafından İkaz edilm ek ihtiyacm dadırlar; liberalizmin,
hür bir m em leket vatandaşlarının'akıllarına ve dürüstlüklerine
güveni vardır. - Nasyonalist veya kom ünist otortarizm ise in­
sanları hor görm ek ve onların m utluluklarına aldırm am ak (1)
gibi iki şeyden ilham almakta, idarecilerin bilgeliklerine ve
faziletlerine sınırsız bir güven beslemektedir. H ürriyet re­
jim lerinde alenen ortaya dökülen rezaletlerden ve parti müca­
delelerinden, bütün partileri kaldırıp tartışm alara 'son ver­
m ek için faydalanm ıştır; böylelikle de liberal rejim de İmkân­
sız bulunan, gizliliğin faydasını kendine sağlamış bulunmakta­
dır. Milletleri zor kullanarak idare etm ek ve aralarındaki mü­
nasebetleri savaşla nizam lam ak fikrindedir.
E kon om ik alanda “ liberal” ekol, bir sanayici veya tacirin
her türlü teşebbüsün gerektirdiği tehlikelere ancak kâr etmek
üm idiyle ve hareketlerinde serbest bırakılm ak şartiyle katla-
nabileceğinl müşahede etm ekte; D evlet m em urlarını ise is­
tihsale gerekli inisyatifleri alabilecek kabiliyette bulm amak­
tadır. Bu liberalizmin düşmanları sadece, hükümete bütün eko­
nom ik muam eleler üzerinde tabiatiyle mutlak bir iktidar ve­
ren, otoriter rejim taraftarları değildir. PoUtik hürriyeti kal­
dırm am akla beraber, istihsali ve ticareti çeşitli sebeplerle
D evlet otoritesine tâbi kılm ak isteyenler de liberalizm le a y n ca
mücadele haJindedir.
Bazıları, krediye hâkim bankaların endüstri ve ticaret hür^
riyetinl boş lâf haline sokan, gizil kuvvetinin aleyhinde bulun­
m akta v e bunların kudretlerini kırm ak için. D evlet tarafm dan
"güdülen bir ekonom i” istemektedirler. Devletin vergi, para,
güm rükler vasıtasiyle esasen İcra etm ekte olduğu İdare, bun­
lara yetersiz görünm ektedir; bunlar bu İdare seklini bütün

(1) B-uı, MachiomelU’nin, (Makyavel) doktrinine v e Bis­


marck’m "gerçekçi poMtika”svna, b ir '^ n ü f demektir.
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 429

muam elelere tegmil ederek tam am lam ak arsıusundadırlar. -


B aşka bazıları ise m al bolluğunun tam sefalet ve işsizlik dev­
resine rastlayışına kızarak k âr gayesiyle salıgan v e mamûl-
lerlni ancak alıcılara satan bir ekonom ik rejim i takbih etm ek­
tedirler. İstihsal artık tekniğin ilerlem eleri ile sağlandığına
göre, yapılacak İs, mamulleri pay etm ekten ibaret olmalıdır.
Onun için bunlar, istihlâki arttırm ak için ağın bolluktan fa y ­
dalanıp bundan k â r etm ek gayesini gütmelcsizin, “ ihtiyaçlan
karşılam ak üzere çalışan bir ekonom i” ileri sürmektedirler.
A rz ve taleple ayarlanan “liberal” iş akdi prensipi. B irle­
şik D evletler işçi Birlikleri tem silcisi tarafından su sözlerle
takbih edilm iştir: “ Ne hukuken ne de fiilen, işgücü bir mal
sayılmamalıdır.” H ele büyük endüstrideki işçiler çalışm aya
bir istihsal aracı olarak ilgi gösterm em ektedirler; onlar için
bu artık, tek geçim vasıtaları olan ücreti alm ak için bir ve-
'Bİleden ibarettir. Bu çalışmanın pek iğreti ve daim a işsizlik
tehdidi altında olduğunu bilmekten iztırap duym aktadırlar;
bunun daim! y o tohllkoBİz, patrona karşı tem inat altına alın­
mış, bir memurun maaşı gibi garanti edilmiş olduğunu görm ek
arzusundadırlar. İşçllor, im alâtta ve hattâ satışta idarenin ro-
lünUn de lüzumlu olduğunu idrâk edecek durumda değildirler.
Ekonomik iğlerin idaresinin mem urlara bırakılm asındaki teh­
likeyi görem em ektedirler. O nlann ülküsü, D evlet hizmetine
geçm ekten ibaret gibi görünm ektedir; fak a t bu rejim ancak
toplum un teşkilâtını altüst etm ekle müm kün olabileceğinden,
işçi kurum lannın şefleri taşanlarını “ bünye ıslahatı” förm ülü
ile ifade etmektedirler.
Bütün bu sistem ler istihsal, ticaret, kredi gibi bütün mu­
am eleleri hükümetin insafına bırakm ak gibi bir sonuca vara^
bilir; bu da iğin, otoriter rejim lerde o anın diktatörünün, libe­
ral rejim lerde de o anda iktidarda olan partinin insafına ka­
lacağı anlam ına gelmektedir.
Herkesin kaderi, işlerin idaresi hakkm daki anlayışlar ara­
sında görülen ve giderilmesi im kânsız olan bu uyuşmazlığa
bağlıdır. Para, m aliye ve ekonom i buhranının daha da vahim-
leştirdiği bu anlaşmazlık. Avrupa milletlerinin zihinlerinde
yepyeni cinsten bir huzursuzluk yaratm aktadır.
B İ T İ R İ R K E N

Tarihin bağladığı anda A vrupa’da, Akdeniz kıyılan hariç,


çok seyrek olan ve zaten iptidai bir m edeniyete sahip bulunan,
beyaz ırktan bir halk oturmaktaydı. Bu halk tahıl ekimiyle
beraber hayvan da yetiştirm ekteydi; dokum acılığı, çanak -
çöm lekçiliği ve m adenleri islemeği biliyordu. Çeşitli diller ko­
nuşm aktaydı am a bunların hepsi m üşterek bir dilden türe­
m eydi: bu tek dil m eram anlatm ağa v e düşünce nüanslarını
ifadeye (ve telkine) elverişliydi. Bu halk 8.yrı a y n olm akla
beraber her yerde Mribirine benzeyen - ölülerden ve habis
ruhlardan korkm ak, görünm ez kuvvetlere inanm ak gibi - an­
layışlar üzerine kurulu türlü dinlere sâlik bulunm aktaydı ve
tapınm anın usul ve erkânı da bu görünm ez kuvvetlere hitabe-
diyordu. T ek kadınla evliliği esas tutan ataerkil (pederşahi)
bir rejim e g öre teşkilâtlanm ıştı k i bu, erkeğe kadın, çocuklar
ve hizm etkârlar üzerinde sınırsız bir iktidar verm ekteydi.
Her bölge aynı dili konuşan ve aynı törelere bağlı olan, fa ­
kat antropolojik anlam da ırk teşkil etm eyen bir halkla mes­
kûndu: Çünkü bu halk, birçok çeşitli cinslere mensup fertler
arasındaki çiftleşm elerden m eydana gelmeydi.
H er grup çok sayıda, küçük ve bağımsız kavim lere bölün­
müş durum daydı; bunlar birbirleriyle savaşıyorlar ve Avru­
pa’nın her yerinde aşağı yukarı birbirine benzeyen rejim lere
göre idare olunuyordu.
Medeni hayat için gerekli zanaatların (Zanaatlar tekniği,
ölçüler, para, yazı gibi) D oğu ’da icad edilen usuller ilkin A s­
ya’ya en yakın olan ve Akdeniz kıyılann a yerleşm iş bulunan
G rekler; ve IV. yüzyıldan itibaren de B üyük İskender’in İm ­
paratorluğunun parçalanışından doğan krallıkların helenleş-
miş halkı tarafından benimsendi. D oğu ’nun bilginleri v e sa^
natları üzerinde geleneğe balğlı olmayan bir m etodla işleyen
Grekler, yarattıkları bilim lerle sanatlan öteki kavim lere dev­
rettiler; A vrupa’nın İlmî ve artistik hayatı da bunlar üzerin­
de kuruldu.
Rom a, Akdeniz v e Okyanus kıyılarındaki bütün kavim leri
savaşla kendine tâbi ‘ hale getirdikten sonra bunlara tek bir
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 431

hâkim iyeti zorla kabul ettirdi k i bu, G rek kültürü üzerine ku­
rulu tek bir medeniyetle beraber, politik ve sosyal rejim , dil
ve hukuk birliğini ihdas etti. Toplum, lüksten ve fik rî kül­
türden tek basm a faydalanan gok küçük bir azmlıkla, efendi­
nin keyfî iktidan n a terkedilm iş sefil bir ple'bs’Aen ve köleler­
den m eydana gelen muazzam bir yığm a bölündü.
İlkin ömürle m ukayyet m utlak iktidara sahip bir İm pa­
ratorla idare edilen R om a İm paratorluğu, D oğu İmparator^
luklarını örnek tutarak babadan oğula geçen bir m onarşi ha­
line gird i; im tiyazlılar arasından seçilen mem urların hizmet
ettikleri bu monarşi, uyruklarını pasif bir itaate alıştırdı ve
kam u iyiliğine karşı kayıtsız hale soktu. D oğu ’daki G rek şe­
hirlerinde m eydana çıkm ış olup daha ön ceki bütün dinlerden
bam başka olan bir dini onlara zorla kabul ettirdi; çünkü bu
din yalnız v c sadece bir' takım tapınm a usulleri koym akla kal­
mıyor, dUallat ve pesimist bir dünya göıüşüne dayanan bir
doktrinle hal vtı «Idis kuralları da ihdas ediyordu; ayrıca bu
dinin '»ftllklorl rlinî vuzlfolorle görevleri bir kadronun (rühban
sınıfının) mutlak otorltoBİne do tâbidiler; sonradan perhizkâr
ve rlyazotkâ.1- bir öm ür sürmek tgin birleşmiş bulunan keşiş
cemaatleri do bu kadroya girdiler. A vrupa’nm D oğu’yu poli­
tik ve din! bakınnlaıı örnek alarak böylece değişmesiyle. An­
tik gafir sona örer.
R om a hâkim iyeti ve m edeniyeti dışında kalıp eski toprak­
larını kısmen İslâv dili konuşan kavim lere bırakan v e fcermen
dili konuşan Barbar kavim lerin R om a İm paratorluğuna yer­
leşmeğe m u vaffak oluşlarıyla da O rtaçağ başlar. Barbarların
istilâsıyla sınır bölgesi nufussuz kalmıştı, sonra buraya isti­
lâcılar yerleştiler. Bunlar şehirleri yakıp yıkarak, İm parator­
luktaki medenî hayat- şartlarını da yokettiler. İstilâ R om a İm ­
paratorluğunu, herbiri ayrı krala tâbi birgok hâkim iyetlere
böldü; kral da hem kendi Barbar kavmini, hem Lâtin dili ko­
nuşan uyruklarını idareye başladı. Sonunda iki kavim tek
millet halinde kaynaştılar ve bu milletin toprağı kendi Barbar
kralının adını m uhafaza etti. - Aynı zamanda hristiyan dini
yavaş yavaş köyler halkı arasına sokulm ağa. Barbar kavim ­
lerin bir kısmı üzerine de yayılm ağa başladı ve bunlar, R om a ’­
daki Papa tarafından idare edilen dinî birliğe girdiler.
F ran k kralının Gol ile Oermanya’nın bir kısmı ' üzerinde
kurduğu, fa k a t sonradan iki asır boyunca zayıfhyan hâkim i­
yet, yeni bir Frank şefleri ailesi tarafm dan tekrar teşkilâtlan-
432 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

dirildi; B ir F ran k kralı olan Şarlman (Carolus M agnus), Av­


rupa’nın bir kısmını birleştirerek yeniden İm parator ünvanmı
aldı. O rduya ' ve mem uriyetlere yeni bir savag adam lan usulü
uygulıyarak, kişiler arasındaki münasebetlere dayanan bir
hüküm et rejim i kurdu; buna göre savaş adam lan büyük bir
top rak sahibine “ derebeyi” sıfatiyle hizm eti taahhüt ediyor­
lardı. Şarlman a y n ca büyük rütbe ve memuriyetler, ondalık
(âşâr), lâik ve ruhanî iktidarlar arasm daki işbirliği gribi usul­
ler de kurdu ki bunlar, asırlar boyunca bütün hükümdarlar
tarafından örnek olarak almdı. Lâtince öğrenim inin yeniden
canlanm asına önayak oldu ; bu sayede de okunabilir bir yazı­
nın ve doğru bir dilin tekrar kurulması ve Lâtin antikitesinin
eserlerinin kurtanlm ası sağlandı.
Şai-lman’ın İm paratorluğu m irasçıları arasında parçala­
nınca otorite küçük hâkim iyetlere bölündü, ordu da u fak sü­
vari birlikleri halinde parçalandı. Savaş hizmetinde bulunan
uyruğa (vassal) bir mülkün sahipliğini “ tım ar” halinde verm e
usulü Fransa’da derebeylik (féodalité) rejim inin kurulmasıyla
sonuçlandı v e bu rejim oradan yavaş yavaş birçok mem leket­
lere yayıldı. - Aynı zam anda (IX . yüzyıldan X I. yüzyıla ka­
dar) hemen hemen ıssız, geniş bölgelerdeki İskandinav v e İs­
lâv kavimleri, veraset yoluyla başa geçen savaş şeflerinin ida­
resi altında m illetler halinde toplanm ağa ve bu şefler de ga­
yet yavaş olarak hristiyan dinini kabule başladılar. K uzey ve
M erkez kavim leri R om a Kilisesinin din ' birliğine grlrdiler;
Ruslarla Güney Islâvlannın çoğu ise, K onstantinopolis’teki
“ ortodoks” Kiliseye katıldılar. Hristiyan A vru pa böylece iki
rakip mezhep arasında bölünmüş oldu.
Norman, Sarrazin ve M acar gibi puta tapan kavim lerin
akın ve yağm alan yle daha da vahim leşen iki asırlık bir kar­
gaşa devresi, X I. yüzyılda sona erdi: Çünkü o zaman toplum,
A vrupa kavim lerinin politik, sosyal, ekonom ik ve fikrî hayâ-
tm m tem ellerini kurarak yeniden teşkilâtlanm ış bulunuyor­
du. Bu toplum , başka kökten olm akla beraber aynı anda iş
gören otoriteler altında, töre ile ve mülkiyetin, iktidann, sos­
yal durumun verasete bağlanm asıyle m eydana geldi. K ral yi­
ne kavm in resmî şefi olarak kalm aktaydı am a iktidarı çok
zayıftı. - M ülkiyet rejim i (lâik veya K ilise mensubu olan) bü­
yük toprak sahibinin, toprağının kiracısı olan köylü üzerindeki
yetkileriyle, köylülerin ödevlerini tesbit ediyordu. - D erebey­
lik rejim i derebeyi ile savaş adamı olan uyruğunun karşılıklı
M U K A Y E SE L İ T A R İH İ 433

hak ve ödevlerini nizamhyordu. Bu rejim , fetihle beraber İn ­


giltere’ye. oradan Iskoçy a’ya, - P ransa’nm verdiği örnekle de
Alm anya, İtalya ve Ispanya’y a geçti.
Bütün mem leketlerde ata binerek cenklegen savag adam ­
ları üst sm ıfı, yani asiUer sm ıfını teşkil etm ekteydiler; top­
rağa ve iktidara, tahkim li şatolarda yaşayan bu sınıf sahip
bulunuyordu. X III. yüzyılda bir tım ara sahip silâhtar’la.rı da
içine alarak, bu sm ıf ölçüsüz şekilde büyüdü, ondan sonra
silâhtarlara gen tü h om m e ünvanı verildi. Asillik, A vrupa’ya
m ahsus olarak kalacak olan yeni duygularla bir de ahlâk ya­
rattı: Şahsî “ geref” kuralları, kadının durumunu yükseltm eğe
başlayan ("saraylara lâyik agk” anlam m a) courtoisie yani
sevgi ile karışık nezaket, saygı ile k an gık kibarlık böylece
m eydana geldi.
Y aşayış tarzı dolayısiyle lâik toplum dan ayrı olan rühban
sınıfı, asillerinkine eşit olaîı başka bir üstün sınıf tegkil et­
m ekteydi ve geniş m ülklere sahip, kralın uyruğru v e m aiyetle'
rindeki savaşçıların da derebeyi ve efendisi olan (piskopos,
rahip g ibi) şeflerinin hemen hepsi asil sınıfın İçinden seçilip
toplanm aktaydı. M anastırlardaki nizam ları yenileyerek, pa­
pazlan n evlenm elerini yasak ederek ve Papa’yı lâik hüküm ­
darlardan bağım sız hale sokarak, rühban sınıfı “ kendi kendini
ıslaha” bağlamıştı. - X II. ve X III. yüzyıllarda K ilise m ahke-
meSerinl, Enkizisyonu, şehirlerde m üm inlerle tem as halinde
yaşayan yeni keşig tarikatlerini kuran rühban sm ıfı, iktidannı
geniş ölçüde arttırdı. - İm paratora karşı ü ç defa savağa giri­
şecek kadar kuvvetlenm iş olan Papa, X III. yüzyılda rühban
sınıfını "bağım sız bir toplum ” haline sokm ağa kalkıgtı ve
hattâ kralları tahtlarm dan indirm ek hakkım bile istedi. - R ü h ­
ban sınıfı tarafm dan Lâtince o ^ r a k yapılan öğretim, Paris’te
Üniversite şekli altında teşkiiâftandm ldı; Üniversitede fakül­
teler, kolejler, sınavlar ve diplom a dereceleri ihdas edildi; bun­
lar bütün A vrupa m em leketlerine yerleşip kullanılır oldu.
A ynı zam anda kalabalıklaşan veyahat yem den kurulan şe­
hirlerde, A ntik âlem de benzeri olm ayan ve adm a burjuvazi de­
nen bir sm ıf teşekkül ediyordu ki bu, asillerle köylüler ara­
sm da mutavassıt bir sınıftı. Zanaat loncaları halinde grup­
lanmış z'anaatkârlarla tâcirleri, ev ve arsa sahiplerini, hattâ
en zengin İtiyan ve Güney şehirlerinde civardaki asilleri de
içine alıyordu. İtalya’da, daha sonra Alm anya’da şehir, eşrafı
F. 28
434 A V R U P A M ÎL L E T L E R İN İN

tarafm dan idare edilen egemen bir cum huriyet haline gelirken,
öteki m em leketlerde hüküm et gefleri şehrin derebeyine tâbi
kalıyorlar, hattâ onun tarafından tâyin olunuyorlardı.
Banka, havale mektubu, kom andit şirket, sigorta, ticaret
v e deniz hukuku, daha sonra da m uazzaf usulle muhasebe ve
arap rakam lariyle hesap, - gibi usuller İtalyan ticaretgâh şe­
hirlerinde icad olundu v e m od em ekonom ik rejim in tem eli o-
larak kaldı. R om a hukuku öğrenm iş “ hukukçular” ı yargıç ve
m em ur olarak kullanmanın örneğini de İtalyan şehirleri ver­
di. Bu örnek üzerinedir ki bütün m em leketlerde bir “ kanun
adam ları” sınıfı ortaya çık arak burjuvEiziyi genişletip nufu­
zunu cok arttırdı.
Şehirlerde doğan yeni medeniyet, yeni bir sanat olan dinî
mimariyi, millî dilde edebiyatı doğurdu ve endüstri istihsalini
geniş ölçüde arttıran teknik icadlan m eydana getirdi.
Batı ve K uzey m em leketlerinde kralın politik iktidarı mer­
kezleşip kuvvetleniyordu: Buralarda irs yoluyla krallık yapan
bir aile (Fransa, İngiltere, Iskoçya, İskandinavya kraHıklan,
Portekiz, K astilya ve A ragon krallıkları gibi) bütün bir böl­
geyi tek b ir hâkim iyet altında birleştirmiştir. - O rta Avrupa’­
da İm parator olan Alm an kralı. Papa ve İtalyan şehirleriyle
şiddetli anlaşm azlık haline düşmüştü ve kendisine seçim yo­
luyla verilen ik tidan bu yüzden o kadar zayıflam ıştı ki İtalya,
daha sonra A lm anya prensler arasında parçalanm ış ve şehir­
ler fiilen bağımsızlaşmıştı. - D oğu A vrupa’daki krallıklarda ya­
bancı prensler arasm daki m iras kavgalan asillere, kralm İk­
tidarını itibarî bir otorite haline indirm ek im kânını verm iş­
ti.
X IV . yüzyıla kadar kralm , nazarî olarak sınırsız olan ik­
tidarı, hareket im kân lan nm zayıflığı ve derebeylerle yüksek
rütbeli ruhanîlerin ik tid an arasındaki rekabet yüzünden, fiilen
sınırlanm ış bulunmaktaydı. Yalnız İngiltere’de, fetihtenberi
kral, derebeylerini aralan nda savaşm aktan alıkoyacak ve on­
ları ferm an lanyle mahkem elerine itaat ettirecek kadar kuv­
vetli bulunmaktaydı. X IV . ve X V . yüzyıllarda kral olsun prens
olsun hüküm darlann otoritesi, çeşitli m em leketlerde ortaya
çıkan yeni harekete geçm e usulleri sayesinde kuvvetlendi.
B unlar: Ü cret (solde = u lûfe) karşılığında sınırsız bir süre
için hizm et gören savaş adam lanndan kurulan ordular, - il­
kin m ülk gelirlerinin karşılam ağa yetm ediği ordu m asrafları
için toplanan vergi’ler, - olağanüstü bir k a ra n ve bilhassa
m ukayeseli T A R İH İ 435

(hüküm etin bağlıca gelir kaynağı haline gelen) verginin top­


lanmasını tasvip ettirm ek için hüküm dar tarafm dan (dere­
beyleri, asiller, rühban, burjuvalar g ib i) m uteber şahısların
iştirakiyle kurulan mecUs’ler, - kanun adam larının yardım ıyla
adaleti tevzi eden yargıçlardan m ürekkep yeni adalet teşkilâ­
tı, - Ceza hukuku alanında hüküm ete güpheli gördüğü her­
hangi bir kim seyi tev k if ve belirsiz süre için hapsetm ek imkâr
nnıı veren gizli ve otom atik usul g ibi şeylerdi.
Ters yönde olarak, Papa’nm A vignon şehrine nakledilmesi
v e daha geniş ölçüde de Bilyüh Şia (a y rılık ); Papalığım vergi
usullerine kargı itirazlar v e nizam ın gevşem esi; X V . yüzyılda
da K iliseyi ıslah etm ek, yan i rühban sınıfının disiplinini ye­
niden kurm ak için toplanan genel K urul’ların akim kalması
jTİzünden, rühban sınıfının otoritesi de zayıflam ıştı.
Gündelik hayat çırpıcı dibeği, çık n k , rende, saat, barut,
kâğıt ve matbaanın icadıyla değişm eğe başlıyordu. Endüstri
m üesseseleri zanaat ustalarına ücret ödeyip bunları i§çi gibi
çalıştırm ağa bağlamışlardı.
XV. yüzyılın sonuna doğru Am erika’nın k esfi ve H indis­
tan’la Uzakdoğu’ya giden yolun bulunması A vrupa’ya yeni bir
dünya ile hristiyanlığa yabancı eski m edeniyetleri tanıttı ve
Yeniçağ, o a sn n sonuna doğru başladı. Bu buluşlar büyük ti­
caret yolunu değiştirdi ve geniş söm ürge im paratorluklarının
fethini hazırladı.
Aynı zam anda X IV . yüzyıldan itibaren Floransa’da edebi­
yatta, X V . yüzyıldan itibaren İtalya ile F lander’de resim de
başlayan Rönesans, bütün B atı ve Orta A vrupa mem leketlerine
yayıldı ve buralarda birbuçuk asır boyunca orijinal şaheserler
y arattı; bu eserler bütün A vrupa’mı^ kültürlü halkı için ede­
biyatın ve plâstik sanatların örnekleri olarak kaldı.
A n tik yazarlann eserlerinin okunup incelenm esinden do­
ğan ve V ahy’i araştırm ak için kutsal m etinlere uygulanan hu-
manizma, ortaya bütün müm inleri ilgilendiren bir mesele çı­
kardı ki bu, iman selâmetinin nasıl elde edilebileceği idi. Bu
duygudan doğan dinî “ R e form ” geleneğe v e Papa’nın otorite­
sine karşı bir ayaklanm a ile vukubuldu, sonunda da Papalığa
sadık K iliseye karşı m ücadeleye gririgen K iliseler doğm asına
yol açtı. R ekabet halindeki K iliselerden birini seçm ek konu­
sunda hâkim duruma gelen hükümetler, uyruklannın dinle­
rinden yana kendi bildikleri gibi karar verdiler; bundan fay­
dalanarak da o günden sonra rühban sınıfını kendi hüküm -
436 A V R U P A M İL L E T L E R İN İN

ieri altında tuttular.


"P rotestan ” a d j altm da toplanan Kiliseler, her hükümdar
rm kendi toprağında verdiği kararla Alm'anya’da, İsviçre’de,
İskandinav krallıklarında ve İngiltere’de, - daha sonra da uy­
rukların ayaklanm asıyle Iskoçya’da, Fran sa’da ve H ollanda’­
da, - ayrı ayrı teşkilâtlandılar.
K a tolik hüküm darlara karşı girişilen ayaklanmalar, pro­
testan prenslerin isyancılara yaptıkları yardım la birleşerek,
dinî sivil harplere yol agtılar; bunlann peşinden İspanya kra­
lı hâkim iyet kurm a teşebbüsüne geçti am a bu, onun kesin bir
bozguna uğram asıyle sonuçlandı.
R o m a K ilisesi geleneği m uhafaza ederek ve rühban smı-
fın m disiplinini yeniden kurarak reform yaptı ve A vrupa’nın
en büyük kısmını, bütün Güney mem leketlerini, Fransa, -İrlan­
da, Avusturya, P olon ya’yı elinde tuttu, A lm anya ile Hollan-
dayı’da protestan K iliselerle paylaştı.
H ind ve Çin’le yapılan ticaret ve A m erika madenlerinin
işletilm esi sayesinde ekonom ik hayat değişti. A m erika’dan
büyük m iktarda güm üşün gelişi fiyatların yükselm esine yol
açtı v e ticarî teşebbüslere daimî bir serm aye tedariki için ge­
rekli paranın toplanlnasm a im kân verdi. B u alandaki faali­
yet, ticaret B orsalan , m evduat bankaları ve bilhassa ticaret
tekeline sahip kum panyalar tarafından icra olundu. Bunun
üzerine şeker, kahve, tütün gibi söm ürge mallarının ticareti
ve zenci k öle alım-satımı başladı ki bunlar X V IH . yüzyılda
deniz kıyısındaki şehirler için başlıca kâr kayn aklan haline
geldi.
E ski top ra k zenginliği ticaretin, bankacılığın ve hükümet­
lerle iş yapan m aliyecilerin bu muam elelerle edindiği yeni
m enkul zenginliğin rekabetini hissetm eğe başladı. Burjuvalar
bu zenginliği top rak v e asalet unvanları, Fransa’da da rütbe
v e m akam lar satın alm ak için kullandılar; böylelikle on lan n
d a asil sınıfa girm eleri müm kün oldu. A siller artık savaş a-
dam lan olm aktan çık tılar ve köylerde işsiz güçsüz b ir hayat
sürm eğe koyuldular; en zenginleri hüküm darlann saraylanna
devam eder oldular. - D oğu A vrupa’da şehirler bulunmadığın­
dan, bir burjuvazi m eydana gelemedi.
D aha X V I. yüzyılda m utlakiyetçi olan m onarşi X V II. yüz­
yılda gayri şahsi hale geldi; öyle ki, kral bütün otoritesini,
idareyi kendi adına yürüten b ir bakana devreder oldu. Savaş
şefi olm aktan çıkan kral, m em urlann hizm et ettikleri ve sa­
M U K A Y E S E L İ T A R İH Î 437

ray halkının çevresini aldıkları bir D evlet §efi oldu, saraydaki


hayatı da bir teşrifatla ayarlanıp nizamlandı.
Y alnız iki hüküm et (İsviçre B irliği ile B irleşik - E yalet­
ler), birbirlerine ebedi ittifakla bağlı ve çoğ u en zengin bur-
ju valarca idare olunan küçük cum huriyetlerden müteşekkil,
merkezî hüküm eti olm ayan konfederasyonlar olarak kjıldılar.
T icareti ve zenginliği sayesinde Hollanda, B irleşik - Eyalet-
ler’in politik idaresini ve Avrupa’da büyük D evlet rolünü ele
aldı.
D evletler arasındaki münasebetler, İtalyan egem en şehir­
leri örnek tutularak “ M akyavelizm ” zihniyetine uygun suret­
te, - yani bir kurnazlık ve şiddet politikasm ı İtalyan terbiye
ve nezaketi altında gizleyerek, - “ diplom asi” şeklinde teşkilât­
landırıldı. D aim i hale gelen ordular artık hüküm etler tarafın­
dan teçhiz edilip beslenir oldu ve bunlara, hüküm darın me­
muru olan m eslek subayları kum anda etm eğe başladı. Süngülü
tüfekle silâhlandınlan piyade, X V H L yüzyıl sonunda başlıca
silâhlı kuvvet haline geldi. İm paratorun Alm an prensleri üze­
rinde m utlak bir iktidar kurm a teşebbüsü İsveç ve Fransa
krallarının işe kan şm ala n y le durduruldu v e bu, A lm anya’nın
parçalanm asm ı sağlamlaştırdı. - F ransa kralının hâkimiyetine,
büyük D evletler arasındaki “A vru pa m uvazenesi” n i kuran İn­
giltere tarafından son verildi.
E k on om ik hayat birkaç m em lekette değişm eğe başlam ak­
taydı. K öylülerin yoksulluğu v e m ecburî nadas usulü yüzün-
dan tarım gören eğe saplanıp kalırken, H ollanda geniş ölçüde
tarım ın ve hayvan yetiştiriciliğinin örneğini veriyor, İngiltere
de on a uyuyordu.
Gitgide teşebbüsler halinde merkezleşen kum aş ve maden
endüstrisi, hemen hepsi evlerinde çalışan ve yoksul bir hayat
süren ücretli işçiler kullanm ağa başlıyordu. D eniz ticaretiyle
bankacılık anonim şirketler halinde teşkilâtlanıyorlar ve ser­
mayeleri, ortaklarının şahıslarından bağım sız hale geliyordu.
H üküm etler "m erkantil ekoV’ün yasaklar, himaye, tekel­
ler, para yardım ları g ibi usullerini kullanıp parayı m em lekete
çekerek v e elde tutarak nufuzlannı arttırm ak için tedbirler
alıyorlardı.
A n tik çağdanberi duraklam ış olan bilimler, m ü n ferit hal­
de çalışan birkaç bilgin tarafından yine Herler hale konm uştu;
b u bilginler m atem atikle ve yeni aletlerle yapılan m üşahede ve
rasatlarla çalışıyorlardı.
438 A V R U P A M lLLETLERtNİISr

X V III. yüzyılın başında Batı’nın m addî medeniyetine hay­


ran olan bir R u s çarı, R u s halkına A vru pa tekniğinin usulle­
rini v e m utlakiyetçi monarşilerin müesseselerini zorla kabul
ettiriyordu. T oprak sahiplerine asalet vererek, köylüleri serf
haline sokarak R u s toplum unu değiştiriyor ve kuvvetli bir or­
duya sahip olan çarlığı, büyük D evletler arasm da yer ahyor-
du. - Y eni Prusya krallığı bütün kaynaklarını ordusu için kul­
lanarak, Avusturya ve P olonya’nın zararına genişliyen büyük
B ir D evlet haline geliyordu. Bilim lerle teknik bilhassa asn n
İkinci y a n sın d a ilerlem eğe devam ediyor ve m addî refah A v ­
rupa’nın her tarafm da artıyordu.
X V n . yüzyılda kralla u yn ik la n arasındaki dinî anlaşm az­
lıklardan çıkan, B üyük Britanya’nın iki ihtilâli, yabancı bir
hanedanm tahta çıkışı üzerine İngiltere’de o zamana kadar
görülm em iş bir rejim in doğm asm a yol açtı: B u rejim kralın
iktidarm ı m em urlara değil, hüküm et karşısında bağım sız olan
im tiyazlı sınıfların tem silcilerine devretm ekteydi.
H ollanda ve İngiltere’deki m ezhebi m uhaliflerin zım nî
hoşgörürlüğü ile X V II. yüzyıldan itibaren hazırlanm ış olan
“ tabiat dini” , X V III. yüzyılda bir sistem halinde teşkilâtlandı.
Cehennem korkusunu dağıttı, riyazetkârlığı reddetti ve hrls-
tiyanlığm düalist v e pesim ist (kötüm ser) doktrininin yerine,
insana mutluluğunu arasın diye akıl’ı verm iş olan iyicil bir
T a n n ’ya optim ist (iyim ser) inancı greçirdi. T abiat dini yazar­
larla idareci sınıflar arasında yayılm ağa başlıyarak dinî hoş­
görürlüğü, insanseverliği ve tabiat kanunlarına olan güveni
ilham etti; m utlakiyetçilikle birleşerek “ Anlayışlı despotizm ” !
kurdu. - Sonra farm ason localarında “ serbest düşünce” ve akıl
dini haline girerek geleneğin kurduğu bütün politik ve sosyal
rejim i bir yığın yolsuzluk saydırm ak gribi bir soMuca vardı.
B u duygulardan ilham alan Fransız İhtilâli ilkin, krallığı
m ııhafaza etm ekle beraber, hüküm et idaresini seçilm iş vekil­
lerle tem sil edilen m illete devreden bir rejim kurarak işe b a ^
ladt. F ak at asillerle rühhan sınıfının m ukavem eti ve yabancı
m onarşilere karşı girişilen savaş sebebiyle ç o k geçm eden bir
Cum huriyet kuruldu. B irk aç y ıllık İç m ücadeleden son ra İh­
tilâl, ilkin m em urlann- hizm et ettikleri m erkezleşm iş bir hü­
küm et kurup seçim leri v e mahallî m uhtariyeti lâğveden, -
peşinden d e m onarşiyi askeri bir im paratorluk şekli altında
yeniden kuran bir sonuç verdi.
H em en kuruluveren Fransız ordu ian n m fetihleri, İhtilâli
MUKAYESELİ T AR İH İ 439

A vrupa’nın bütün M erkez bölg'esiyle Güneyine kadar götür- '


dü. N apoleon’un hâkim iyeti buradaki sosyal im tiyazları yoket­
ti v e Fransız örneğine uygun, m erkezleşm iş hüküm etler k u r­
du; bu hüküm etler uyruk lan na dinî hoşgörürlük ve özel hür­
riyet bahşederek ülküsünü gerçekleştiriyorlardı. P olitik ve sos­
yal h ercüm erc asillerle rühban sınıfını zayıf düşürerek bunla­
n n sayısını ve iktidarını azaltıyor; zenginliğini ve nufuzunu
arttırm ak suretiyle de burjuvaziyi yükseltiyordu; a y n c a köy­
lülerin ve biraz da zanaatkârlann durum lannı düzeltmekteydi.
Bu hercüm erc ne B üyük Britanya’daki, ne de R u sya’daki top-
lum lara ulaştı. F akat yabancı istilâsı b irçok m em leketlerde
millî bir duygu uyandırm ağa başlıyordu.
N apoleon’a karşı ittifa k yapan büyük Devletlerin zaferi
A vrupa m uvazenesini tekrar kurdu ve eski sosyal rejim i yeni­
d e n ihdas etm em ekle beraber, eski hüküm darları yine tahta
çıkardı. Fransız m onarşisi İngiliz örneğine uyarak liberal bir
m eşrutî rejim kabul etti ve bu, 1830 Paris İhtilâlinden sonra,
burjuvazi tarafından idare edilen parim anter bir rejim haline
geldi. İk i büyük liberal Devlet, B elçika’nın yeni rejim ini ku-
raa ihtilâli desteklediler; sonra da meşruti krallık şekillerinin
İspanya ve Portekiz’ e girm esine yardım ettiler. A vrupa’nm ge­
ri kalan kısm ına h âkim bulunan ü ç m utlakiyetçi monarşi,
buralardaki ayaklanm alarla durum dan hoşnud olm ayan libe­
rallerin ve m illiyetçilerin çık ardıklan kargaşalıklan bastırdı­
lar.
İngiltere’de X V IIL yüzyılın son üçte birinde icad edilen
ve A vrupa’nm endüstri bölgelerine de yerleşen yeni makineli
endüstri tekniği, hayatı daha kolay hale sokan istihlâk mad­
delerini bol m iktarda istihsal ediyordu. F ak at bu teknik üc­
retlileri büyük müesseselerde gittikçe artan sayıda bir araya
toplayarak, bilhassa İngiltere’de, toplum da belirli yeri olm a­
yan bir işçi sınıfının doğuşuna y o l açıyordu: Bu sın ıf sık sık
işsiz kalm ak tehlikesine ve işverenlerin insafına m aruz hal­
deydi. B u n lan n içinde bulunduklan sefil şartlar F ran sa’da ve
İngiltere’de sosyalist doktrin ve tasarılan n doğm asına yol ar
çıyordu k l bunlar sonradan bir "sın ıf m ücadelesi” v e "sosyal
ihtilâl” sistem i halinde bir araya getirildi.
F ransa’da seçim ıslahatı yüzünden çıkan kargaşalığın so­
nucu olan 1848 İhtilâli, bütijn O rta A vru pa D evletlerinde hem
liberal, hem de dem okratik ve m illiyetçi bir ayaklanm anııi
doğm asına yol astı. F ak a t bu ayaklanm a ç o k geçm eden sosyal
440 AVRUPA MİLLETLERİNİN

ve askerî bir tepki ile durduruldu ve bu tepki, eski rejim i po­


lis tedbirleriyle de sağlamlaştırarak, tekrar kurdu.
İhtilâlden hisse kapm ış olan ü ç D evletin (yani Fransız
İm paratorluğunun, Prusya ve Sardunya krallıklarının) hükü­
m etleri büyük D evletler arasında, İtalya ve Alm anya’nın bir­
liklerini gerçekleştirm eleriyle sonuçlanan, bir sıra harplerin
çıkm asına sebep oldular; bu harpler hükümetleri, R usya’da
serf’lerin âzad edilmesi, A lm anya ile Avusturya - M acaristan’da
m eşrutî İm paratorluğun teşkilâtlanm ası, Fransa’da liberal İm ­
paratorluğun, sonra da parlm anter bir cum huriyetin kurul­
m ası gribi, iç ıslahat yapm ak zorunda bıraktı. İngiltere, isçileri
de politik h ayata sokan bir seçim ıslahatı yapm ağa karar ve­
rirken, beri yandan "işçi birlikleri” federasyonu bunlara ça­
lışm a sartlarm m nizam lanması üzerinde harekete geçm ek için
bir im kân hazırladı.
X IX . yüzyılın ortasından itibaren (A m erika ve Avustural-
y a’dan) bol m iktarda altun gelm esi ve dem ir-çelik sanayiinin,
dem iryollarının, anonim şirketlerin, kredi müesseselerinin hızla
artm ası yüzünden m addi hayat g ittik çe daha çabuk değişm eğe
başladı. B u ilerlem eler en çok burjuvEizinin işine yaradı: Men­
suplarının sayısı ve zenginliği artan bu sınıf. D oğu Avrupa’da-
kiler hariç, asillerle eşit hale geldi, ilim lerin bir sistem halin­
de teşkilâtlanm ası sona erdi ve bu sistem, uzmanların dışında
olarak zihinlerde yerleşm eğe, dinî anlayışları sarsm ağa başla­
dı.
Uzun bir b a n ş devresi esnasında politik hayat (R u s çarlı­
ğı h ariç) bütün D evletlerde sağlam laşarak uyrukların politik
h a k la n » ! tanıyan ve meclislerle basında hüküm ete m uhalefet
yapılm asına izin veren m eşrutî bir rejini haline geldi. E n ileri
D evletlerin örneğini verdikleri “ sorum lu” bakanlardan m ey­
dana gelm e "parlm anter” usule uym ağa tem ayül gösterdi. Her
ta ra fta aynı adlar altm da ve benzer program larla partiler ku­
rulm ağa başlandı; hatta sonunda çeşitli Devletlerin sosyalist
partileri milletlerarası bir teşkilât halinde birleştiler ve bu
teşkilât hepsini, aynı sosyal ihtilâl taktiğini kabule zorladı.
Fakat, politik hürriyetlerin sağlam bir umumi efkârla destek­
lendiği mem leketlerle, halkın k eyfî bir hüküm ete karşı k oy ­
m ağı henüz öğrenm ediği m em leketler arasm daki gerçek re­
jim fark ı büyüktü. - Alm an İm paratorluğunun üstünlüğü ve
Ü çlü İttifa k yüzünden bozulan büyük D evletler arasındaki rnu-
vazene, Üçlü A nlaşm a ile yeniden kuruldu.
m u kayeseli TARİHİ 441

B ilim lerin tekn iğe m etodlu gekilde uygulanması, dünya


yüzündeki ham m adde yataklarının işletilm esi ve A vrupa dı­
şındaki gok geniş toprakların AvrupalIlar tarafından söm ürge­
leştirilm esi veya isletilmesi sayesinde, m addi hayat altüst oldu.
İstihsalin, ticaretin ve kredinin dünya tarihinde görülm em iş
şekilde faal hale gelm esi h alka durm adan artan m iktarda ta­
rım ve istihlâk maddeleri, ta^ıt kolaylıkları, öğretim im kânla­
rı ve gündelik hayatta türlü rahatlıklar, her çeşit eğlenceler,
sağlık tedbirleri sağladı; hayat daha değişik, daha rahat, daha
hoş, daha sıhhi hale geldi.
H ayatın tadını çıkarm a im kânları artık küçük bir imti-
yazh azınlığa münhasır kalmadı. Y ığın halinde istihsal, bu
im kânları düşük fiyatlerle kol isçilerinin de edinebilecekleri
hale getirdi ve işçi sınıfının yaşam a seviyesi, burjuvazininkine
yaklaştı.
K redinin hayret verici seklide artışı büyük anonim şir­
ketlerin idarecilerine yalnız endüstri ve ticaret üzerinde değil.
D evlet am eliyesi ve hükümetlerin politikaları üzerinde de kud­
retli bir etki yapm ak im kânını verdi.
Sınıflar arasındaki resmî ayrılık azalm ıştı; ayrı durumlar­
dan olan insanlar, hattâ kadın - erkek m ünasebetleri eşitliğe
doğru yol alıyorlardı; örf ve âdetler yumuşamıgtı. F akat bu
ilerlem elerden m uhtelif m illetler çok eşitsiz gekilde faydalan­
mışlardı v e B atı ile K uzey’in en İleri mem leketleriyle Güney
v e D oğu A vrupa’nın daha geri milifetleri arasm daki fark, bü­
y ü k olm ağa devam ediyordu.
Umumî harbin doğurduğu felâket, bütün A vrupa’nın ha­
yatını allak bullak etti. Bütün İm paratorluklan yıktı, küçük
milletleri hürriyete kavuşturdu; bunlar egem en millî Devletler
haline geldiler. F akat en ileri Devletlerin örneğine uygun ola­
rak bir an için bütün Devletlere giren parlm anter şekilli libe­
ral rejim , an cak gerçekten politik hürriyete alıgık milletlerde
tutunabildi. Hemen her tarafta bunun yerine eski despotizm i
andıran, otoriter bir rejim geçti. F akat bu otoriter rejim , uy­
ruklarının yalnız canlarını değil, bütün ekonom ik faaliyetleri­
ni de hükümetin insafına bırakan, ç o k daha kuvvetli baskı
vasıtalarına sahipti. B ü tçe açığı, borç, enflâsyon, paraların
iflâsı, borsa rayiçlerinin kararsızlığı, m illetler arasındaki ti­
caretin aleyhinde usullere dönüş, kam u m âliyesiyle özel ser­
vetleri allak bullak efti. Bu hal zihinlerde bir huzursuzluk ya­
442 AVRUPA MİLLETLERİNİN

rattı kl bu, agın partilerin taassubunda v e ekonom ik teorile.rle


taşanların bolluğunda liadesini bulmaktadır.

A vru pa milletlerinin şim diki halini doğuran bu uzun deği­


şiklikler silsilesinin grenel çizgilerini bir araya getirm ek isten­
diği zaman, bu silsile Itarşımıza şu şekilde çık ar: İnsanlar
arasm daki m ünasebetleri teşkilâtlayan otoritelerin hepsi, ya
m illetler arasm daki harbin y a da toplum veya aile Içmdeki
cezalann m addi kuvveti olm ak üzere, başlangıçta baskı yoluy­
la, - yan i y a kuvvet tehdidi, y a da görünm iyen tabiatüstü kuv­
vetlerin korkusuyla kurulmuştur. K uşaklar boyunca uzayıp
giden baskı, uyruklan bunu kim senin durdurm ağı hatınndan
geçirem iyeceğl bir tabiat kanunu gibi hissetmeğe alıştırmışr
tır. B u yüzden de em ir verenlerle itaat edenler, şeflerle uyruk­
lar, kadınla erkek, efendilerle uşaklar arasında gittikçe artan
bir eşitsizlik m eydana gelmiştir.
T an m ın çok düşük olan verim i, bütün milletin yaşayışı
için elzem m addeleri istihsal etm ek üzere nüfusun hemen he­
m en tam am ım köylerde alıkoym uş ve onu, yenilik yaratm ağa
kabiliyetsiz hale sokan bir hayat sürm eğe zorlam ıştır. A ncak
hüküm etin v e ticaretin merkezleri olan şehirlerde ve teknik
icatlar, İlmî keşifler - ve dinî ve politik otoritelerin telkin et­
tikleri, - hal ve gidişi tanzim eden ahlâk! kurallar sayesinde
m edenî yaşayışın şartlan m eydana gelmiştir.
E konom ik, sosyal, politik, fik ri hayat mem leketlere g öre
a y n a y n devrelerde ve ç o k yavaş olarak teşkilâtlanm ıştır:
D oğu ’y a yakın sıcak iklim li bölgelerde bu daha erken, uzun
zaman ıssız kalm ış olan B atı A vrupa’da ise ç o k sonra olm uş­
tur. F ak a t medenî yaşayış h er ta ra fta birbirine benzeyen de^
ğişikllklerle ve - ya bütün m illetler için m üşterek şartlardan,
ya da bilhassa aynı örneklerin taklid edilmesinden dolayı -
aynı şekiller altında yerleşmiştir. İstisnaî şartlar sayesinde,
bu her çeşitten yenilikler A tina ve R om a gibi k ü çü k sayıdaki
merkezlerde, daha sonra da İtalya’nın, Fransa’nın, H ollanda’­
nın, İngiltere ve Alm anya’nın birkaç şehrinde yaratılmıştır.
D eğişiklik İnsan faaliyetinin çeşitli alanlannda benzer bir
yürüyüşle vukubulm uştur: Yani müşahhas, mahallî, çeşitli bir
şahsî davranıştan bağlıyarak gayrışahsî, mücerret, umumi,
yeknasak bir sistem e ulaşmıştır. - P olitik a gefin şahsi emrin­
den başhyarak, - h er yerde aynı şekilde teşkilâtlanm ış olan -
Devletin gayn şah şi ve anonim olarak idaresiyle sonuçlanm ış­
MUKAYE3SELÎ TARÎH t 443

tır. D in de müm inin mahallî b ir tanrısal kudretle gahsi müna­


sebetinden bağlıyarak, tek Tanrısı olan m ücerret ve evrensel
dinle sonuçlanm ıgtır; - bilim de şahsî düşünceden başlıyarak,
ayn ı b ir örn ek m etodlarla çalışan, gaynşah sî ve m ücerret bi­
lim le sonuçlanm ıştır. - Teknikte şahsi bir çıraklıkla öğrenilen
ferd î zanaattan bavlıyarak, m ücerret bir serm aye ile yeknasak
bir tekniğe g öre çalışan anonim şirkete ulaşmıştır. - E konom i
konusunda eşyanın ferdî mübadelesinden başlıyarak, gaynşah -
si ve ajıonlm kredinin yeknasak muam elelerine ulaşmıştır.
Son zam anlarda ta n m tekniğinin ilerlem esi ve birçok mad­
delerin öteki kıtalardan bol m iktarda gelişi nufus nisbetlerini
değiştirm iş; köylerde ta n m la uğraşan nufusu pek azaltmış;
şehirlerde ise endüstride, ticarette v e m em urluklarda çalışan
nufusu arttırmıştır.
M odern zam anlarda hal v e gidişin üzerine kurulu bulun­
duğu anlayıglarm sarsılm ası dinî v e politik bir ihtilâl doğur­
muş, bu da otoritenin hükümette, toplum da, ailede baskısını
gevşetm esine yol açm ıştır. A vrupa’nın bir kısm ında otorite
b ir politik hüiTİyet ve ekonom ik serbestlik rejim i kurm uştur
k î bu, kişiler arasındaki m ünasebetlerde eşitliği arttırm ak e-
ğilim ini gösteriyordu. H arbin doğurduğu felâket, politik tec­
rübenin henüz yetersiz olduğu m em leketlerde, baskı rejim le­
rine doğru şiddetli bir gerileyis m eydana getirmiştir.
Bununla beraber A vrupa’nm hayatî kuvvetlerinin azaldığı­
n ı gösteren h içbir sey yoktur. Nufusun v e istihsalin ¿urm adan
artışına şahit oluyoruz. İstihlâkin m assedem ediği her çeşit
m am ûllerin ç o k bol olusu, istihsalin artışı bakım ından kaygı
dahi yaratm aktadır, tcadlarm v e kesiflerin, dolaşm a ve eğlen­
ce vasıtalannın, edebiyat v e sanat eserlerinin çoğaldığına şa­
h it oluyoruz. F akat ilerlem e o kadar çabu k olm uştur ki, millet­
ler bu kadar çok yeni şarta uyabilm ek için alışkanhklannı
değiştirm eğe vakit bulamamışlardır.

S O N
İ Ç İ N D E K İ L E R

B A S L A R K E N ................................................................... 3
I Ülke ve nufus. - A v r u p a ............................... 7
II G re t M edeniyeti ve R o m a H âkim iyeti . . 28
III Bizans İm paratorluğu ve Hristiyanlığın
D oğuşu ............................................................. 46
IV Barbarların İm paratorluğa yerleşm esi ve
Hristiyanlığın g i r i ş i ..................................... . 61
V Birliğin İm paratorluk v e K ilise tarafm dan
tekrar k u r u l m a s ı ...........................................81
VI D erebeylik rejim inin m enşeleri v e M illet­
lerin teşekkülü (IX . - X I. Y üzyıl) . . . 98
V II O rtaçağda A vrupa (X I. - X III. yüzyıl) P o ­
litik o l a y l a r ....................................................... 121
V III Şehirler, Zanaatlar, T i c a r e t .........................144
IX R ühban v e D i n ...........................................160
X O rtaçağ’ın sonu (XTV. - X V . yüzyıllar) . 173
XI Y eniçağ’ın B a ş l a n g ı c ı ...............................206
X II X V II. yüzyılın ortacına kadar politik ha­
yatın d e ğ i ş m e s i ........................................... 224
X III X V I. yüzyıldan X V II. yüzyılın ortasına ka­
dar toplum .................................................241
X IV X V n . yüzyıhn İkinci Y a n s ı .........................259
XV X V n i. yüzyıl ........................................... . 2 8 3
XVI Fransız İhtilâli ve İstilâ Savaşları . . . 303
X V II X I X . yüzyıhn İlk Y a r ı s ı ...............................323
X V III İhtilâller ve R e f o r m l a r ...............................346
X IX Uzun Barış Devresi ve Yaşayışın D eğişm esi 368
XX Büyük Harp v e S o n u ç la n ...............................404
B İ T İ R İ R K E N ................................................................... 430
Charles Seignobos, Fransanın son yüz­
yıl tarihçileri içinde en önde yer alan bir
bilim adamıdır. Avrupa kavimlerinin tari­
hini mukayeseli bir şekilde çağ çağ ele a-
larak inceleyen bu eseri ise onun en çok
SÖZÜ edilmiş, en büyük bir ilgi ile karşı­
lanmış kitabıdır.
Tarih kültürümüzün zayıflığı yüzünden
çok çekmiş bir millet olduğumuzdan bi­
limsel metotla yazılımş tarihleri okumak
ve üzerlerinde düşünmek bizim için her
mUletten ziyade ihtiyaç olmuştur. İşte
bu düşünce ile size bu önemli eserin dik­
katle hazırlanmış bir çevirisini sunuyor ve
lâyık olduğu ilgiyi göreceğinden emin
bulunuyoruz.

8 lira

You might also like