You are on page 1of 405

A gI h S i h r i I jE V E n d

ARAP, FARS VE TÜRK EDEBİYATLARINDA

LEYLÂ VE MECNUN HİKÂYESİ

TÜRK TARİH KURUMU B A S I M E V î — A N K A R A, 1 9 5 9


T Ü R K İY E İŞ BAN KASI
KÜLTÜR Y A Y IN L A R I

SERİ : I NO: 12
İÇ İN D E K İL E R

ÖN SÖ Z .................................................................................... V II— X V I

G ÎR ÎŞ :

Arap edebiyatında Leylâ ve Mecnun kıssası ................ 1— 7

Bu konu ile ilgili kaynaklar ve başlıca eserler ............ 7— 8

B İR İN C İ B Ö LÜ M :

Fars edebiyatında Leylâ ve Mecnun hikâyesi ;

Nizamî’nin eseri ......................................................................... 11— 34

Husrev’in eseri .................................................................... 35— 43

Camî’nin eseri ................................................................. 44— 58

Mektebî’nin eseri ................................................................. 59— 75

H atifî’nin eseri ............................................ .................... 76— 85

Farsça Leylâ ve Mecnun yazan başka şairler .............. 86— 96

Bu konu ile ilgili Kaynaklar ................................... .. 97— 100

İK İN C İ B Ö LÜ M :

Türk edebiyatında Leylâ ve Mecnun hikâyesi :

Gülşehrî’ nin Mantıku't-tayrı'nda ................................... ...... 103— 106

Âşık Paşa’nın Garib-name'sinde ..................................... ....106— 107

Şahidî’nin eseri .................................................................... ... 108— 132

Nevaî’nin eseri ........................................................................133— 147

Bihiştî’nin eseri ............................................................... ....148— 156

Hamdullah Hamdi’nin eseri .......................................... ....160— 176

Ahmed Rızvan’m eseri ........................................................177— 195


yi İÇ İN D E K İL E R

Kadim î’nin. eseri ............................................................... .... 196— 198

Celilî’nin eseri ........................................................................... 199— 208

Sevdayî’nin eseri ...................................................................... 209— 223

Hakirî’nin eseri ......................................................................224— 236

Fuzulî’nin eseri ...................................................................... 237— 268

Lârendeli H am di’nin eseri ................................................... 269— 286

Salih’in eseri ........................................................................... ..287— 298

Halife’nin eseri .................................................................... ....299— 313

A tayî’nin eseri ...................................................................... ....314— 324

Faizî’nin eseri ...................................................................... .... 325— 329

Ö rfî’nin eseri ...............................................................................330— 333

Andelip’iıı eseri ......................................................................334— 347

Nâkâm ’m eseri ........................................................................348— 365

Leylâ ve Mecnun yazan başka Türk şairleri ................ ....366— 369

Sonuç ...................................................................................... .... 370— 383


Ö N S Ö Z

Leylâ ile Mecnun hikâyesi, Y u su f ile Züleyha, Husrev ile


Şirin, Süheyl ile N evtahar, Vaım k ile Azra gibi, eski edebiyatın
çift âşık kahramanlı hikâyelerinden biri, Y u su f ile Züleyha’ dan
sonra en yaygın olanıdır.
Leylâ ile Mecnun hikâyesini öteki hikâyelerden ayıran başlıca
özellikler, bunda kahramanlarını birbirine kavuşturmadan ölüme
götüren, ıstıraplarla dolu umutsuz bir aşkın tasvir edilmiş ol­
masıdır. K onu, belirli bir dekor içinde, zamana ve bir yere bağlı
bulunmaktadır.
Gerçi, Y u su f ile Züleyha’ da, yahut Husrev ile Şirin’ de de
zaman ve yer kaydı vardır: Birincide olay Yakup peygam­
ber zamanında Mısır’da, İkincide ise, milâdi V I. yüzyılda Sasani-
lerden Hürmüz ile oğlu Husrev-i Perviz zamanında îran ile Me-
dayin’de geçer. Fakat biri, hikâyenin esasını Tevrat’la K u r’an’dan,
öteki ise tarihten almıştır. Birincide Züleyha isteğine kavuşarak
yatışır; Y u su f da peygamberlik görevine devam eder. İkincide
ise, Husrev birçok serüvenlerden sonra Şirin’ e kavuşur; yine de
geçici zevklerden, süreksiz ihtiraslardan kendini alamaz. Nihayet
tarihin hükmü yerini bulur.
Çift âşık kahramanlı öteki hikâyeler, kahramanlarını serü­
venden serüvene sürükliyen birer masaldan başka bir şey değil­
dir. Cadılar, cinler, periler, devler, bu gibi eserlerde önemle yer
tutar. Akla hayale gelmedik olaylardan, birbirini kovalıyan
korkunç tehlikelerden sonra kahramanlar birbirine kavuşur.
Eser de böylelikle sona erer. Bunların hepsinde, insanlar çevre­
leriyle ilgilerini kesmişlerdir.
Halbuki, Leylâ ile Mecnun’ da olay, hicretin I. yüzyılında
(M. V II. yüzyıl) Arabistan’da geçer. Her iki kahramanın ailesi
ve kabilesi Necd’de çadır hayatı yaşarlar. K ays, Leylâ’ya olan
aşkı yüzünden deli olup çöllere düşer. Babası ile anası oğullarını
V III ÖNSÖZ

kurtarmak için her çareye baş vururlar. Nihayet umutlarını keserek


dertlerinden ölürler. Leylâ’ nın babası, adını çıkardığı için kızını
Mecnun’ a vermemekte inad eder. Leylâ’yı başka bir gençle ev­
lendirir. îk i sevgilinin ıstırabı son dereceyi bulur. Bunlar her
engele göğüs gererler; her cefaya katlanırlar. H attâ Mecnun,
belânın daha da artmasını diler. O kadar içine kapanır, o derece
kendinden geçer ki, sonunda yanına gelen Leylâ’yı bile tanımak
istemez. O, artık aradığı Leylâ’yı bulmuş, maksadına ermiştir.
Nihayet Leylâ hastalanıp ölür. Mecnun da sevgilisinin kabri üze­
rine kapanarak can verir.
Hiçbir hikâye bunun kadar saf ve acıklı değildir. Hikâyeye
sonradan katılan masal öğeleri, hikâyenin aslındaki saflığı bo­
zamamıştır. Böylece K u r’an’ da “ ahsenü’l-kasas” diye geçen
Y u su f kıssasası, bir yandan Y u su f’un eşsiz güzelliği, öte yandan
Züleyha’ nın, kendini iftiralara kadar sürükliyen yenilmez ihti-
rasiyle nasıl şairleri ve tefsircileri kendine, çekmişse, Mecnun’u
Leylâ’dan Mevlâ’ya götüren bu acıklı aşk hikâyesi de, gerçek
aşkın, içten bağhhğın sembolü olarak dillere destan olmuştur.
Gül ile Husrev, Mihr ile Vefa, Cemşid ile Hurşid gibi hikâ­
yelerin yayılmamasının sebebini bu noktada aramalıdır. Vamık
ile Azra gibileri, ancak bir iki takipçi bulabilmiş, buna karşıhk,
çift âşık kahramanlı hikâyeler büyük yer tutmuştur.
Bunlar, orta çağdaki Haçlı seferlerinden sonra Batıya geç­
miş, Fransız edebiyatında Tristan et Yseult, Aucassin et N i-
colette, Macar edebiyatında Floire et Blancheflor, İngiliz edebiya­
tında Romeo and Juliet gibi ölmez eserler vermiştir.
*

Eski hikâyeler, ötedenberi üzerinde çahştığım konulardan


biridir. Maksadım, bellibaşlı hikâyeleri birer birer işleyip yayım ­
lamak, ayrıca, bu hikâyelerdeki konuları, konuyu ele alış ve iş­
leyiş tarzını, tipleri karakterleri, başlıca motifleri, bol örnek­
lerle göstererek, eski hikâyelerin tüm ü ürerinde genişçe ve et-
rafhca bir inceleme yapmaktır.
Hikâyeleri hazırlarken, mctod olarak iki yoldan birini seç­
mek gerekiyordu. Birincisi, hikâyelerden her birinin en güzelini
ele alıp, aynı konuyu işhyen öteki şairlerin eserlerinde görülen
farkları sırasiyle göstermek; İkincisi, her birinin özetini vererek.
ÖNSÖZ IX

özelliklerini belirtmek. Birincisi maksadı sağlamaktan uzak,


İkincisi de, Leylâ ile Mecnun gibi nüshaları çok olan hikâye­
lerde oldukça yorucu idi. Eserleri birbiriyle karşılaştırarak
hikâyenin tarih sırasiyle aldığı şekli görmek, dilin zamanla
geçirdiği evreleri aynı parçalar üzerinde takibedebilmek gibi
faydalarını gözönünde tutarak, ikinci yolu seçtim.
Hikâyeler arasında, taşıdığı özellik bakımından beni en çok
çeken Leylâ ile Mecnun oldu. İlk olarak bu hikâyeyi işlemeğe
koyuldum. Arap edebiyatındaki söylentileri gözden geçirdikten
sonra, Fars edebiyatında bu konunun ilk eseri olan Genceli Ni-
zamî’nin mesnevisiyle yetinemedim. Türk şairleri üzerinde kuvvetle
etkisi olan başka şairlerin eserlerini de incelemek gerekiyordu.
Bu maksatla, Nizamî’ den başka Husrev, Camî, Mektebi ve H a-
tifî’nin mesnevilerini de ijaceledim. Ayrıca, bu konuyu Camî’ den
önce işliyen Kâtibi ile Süheylî’ninme snevilerinin fotokopilerini
getirtmek için teşebbüsde bulundum. Tek nüshasının India O f­
fice kitaplığında olduğu Ethe kataloğunda bildirilen Süheylî’nin
eseri için Oxford’ daki India Office kitaplığına yazdığım yazıya
cevap alamadım. Tek nüshasının Leningrad’da olduğu Rieu
kataloğonda kaydedilen K âtibî’nin eseri için de, V I I I . Türk dil
kurultayı münasebetiyle geçen yıl Ankara’ ya gelmiş olan Prof.
Kononow ile Prof. Ham id Araslı’ya rica ettim. Bu eser de bulu­
namadı.
Türk edebiyatında tesbit ettiğim Leylâ ve Mecnun nüsha-
halannın sayısı 29 dur. Bunlardan 18 ini elde ettim ; ötekiler
meydanda yoktur. Bihiştî, Ham du’llah Ham di, Kadim i, Fuzulî,
Lârendeli Ham di, Celâlzade Salih, Kuluğlu A tayı ve Faizî’-
nin mesnevileri bazısı tek nüsha olarak İstanbul ve Ankara
kitaplıklarında vardır. Geri kalanlardan Ahnıed Rızvan’la Halife
ve Örfî’nin eserleri tek nüsha olarak bendeki yazmalar arasında­
dır. Şahidi ile Celilî’nin eserlerinin fotokopilerini Bibliotheque
Nationale’ den, Sevdayî’ninkini British Museum’den, Hakirî’ninkini
Cambridge’den getirttim. Nâkâm ’ın Baku’daki eserinin fotokopisi
ile Andelip’in eserinin basılmış nüshasını da Prof. Araslı Bakû’ -
dan göndermek lûtfunda bulundu. Böylece bilinen Leylâ ve Mec­
nun mesnevilerinin hepsini elde etmiş oldum. Arap kaynakların­
daki söylentileri konuya giriş olarak başa koydum. İki bölüme
ayırdığım asıl eserin birinci bölümünde, Fars edebiyatındaki N i­
X ÖNSÖZ

zamî, Husrev, Camî, Mektebi ve H atifî’nin mesnevilerini ele


aldım. Sağlıyamadığım Kâtibi ve Süheyli’nin mesnevileriyle
ötekileri, bulunduğu yerleri ve kaynaklan tesbit ederek, hazırla­
dığım listeyi birinci bölüme ekledim. İkinci bölümde de, Türk
edebiyatındaki 18 eseri inceledim. Bulunmıyanlarm bir listesini
de, kaynaklarını göstererek ikinci bölümün sonuna ekledim.
Her iki bölümde de, ele aldığım şairlerin eserlerinin genişçe
bir özetini verdim. Her birinin başkalarından aldıklariyle, ken­
diliklerinden esere kattıkları motifleri gösterdim.
Bu özetlerde, ber eserin en güzel parçaları yer almaktadır.
Bunların mümkün olduğu kadar aynı parçalar olmasına dikkat
ettim. Eserleri birbiriyle kıyaslamağa yarayacak olan bu parça­
lan okuyanlar, hikâyenin yalnız tarih dsırasıyle gelişimini taki-
betmekle kalmıyacaklar, edebi dilin geçirdiği evreleri de her üç
lehçede görmüş olacaklardır.
Bu konuyu benden önce işliyen Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ dır.
Tarlan, 1922 de ilk doktora tezi olarak bu konuyu ele almış, “ ta-
savvufda aşk” bahsini etraflıca inceledikten ve Arap edebiyatın­
daki söylentileri naklettikten sonra, Fars edebiyatında Nizami,
Husrev, Camî ve H atifi’nin, Türk edebiyatında da Nevaî, Bihiş-
tî, H am du’llah Ham di, Lârendeli Hamdi ile Fuzulfnin eserlerini
incelemiş ve Fuzulî’nin Leylâ ve Mecnun’u üzerinde de önemle
durmuştur. (Türkiyat Enstitüsü, No. I).
Değerli arkadaşımın büyük bir yetki ile hazırladiğı bu eserin­
den sonra, bu konuyu tekrar ele almak belki gerekmezdi. Ancak
ben, eski hikâyeler üzerinde çalışmakta olduğumdan, bu hikâ­
yelerin en içlisi olan “ Leylâ ile Mecnun” dan vazgeçemezdim.
Bu hikâyeyi tekrar ele alıp işlememin sebebi budur. Öteki hikâ­
yelerden daha önce tamamlanmış olan Leylâ ile Mecnun hikâ­
yesini edebiyat âlemine sunuyorum.
Bu eseri hazırlarken, Arap kaynaklarından seçtiğim Mec­
nun ile Leylâ’nın şiirlerini Türkçeye çeviren İstanbul Eminönü
müftüsü sayın Bekir Hâki Efendi’ ye, Karaçkovskiy’nin M ir A li
Şir dergisinde (Moskova-Leningrand, 1946, s. 31— 67) çıkan, Leylâ
ve Mecnun hikâyesinin Arap edebiyatında eski tarihi adlı Rusça
incelemesinin, H . Ritter tarafından Almancaya yapılan çeviri­
sini (D ie Frühgeschichte der Erzahlung von Mağnun und Laila
in der arabischen Litteratur, Oriens 1955, V I I I , s. 1— 50) Türkçeye
ÖNSÖZ XI

döndüren Sabit Paylı’ya, Farsça Leylâ ve Mecnun mesnevileri


üzerinde çalışırken tereddüt ettiğim beyitleri açıklıyarak bana
yardımda bulunan Prof. Ahmed Ateş ile Necati Lugal’e, eserin
basılıp yayımlanmasına imkân veren Iş Bankası ile bu imkânı
bazırlıyan sayın Haşan Âli Yücel’ e teşekkürlerimi sunmayı bir
borç bilirim.
A g âh Sir r i L e v e n d
AÇIKLAM A

a- Metinlerin tesbitinde, yalnız Arapça ve Farsça keli­


melerde transkrpsiyon, bir dereceye kadar da transliterasyon
kullanılmış, Türkçe kelimelerde esas olarak kullanılmamıştır.
Ancak ve larla, “ k ” ve “ g” harfleri şu şekilde işaretlen­
miştir : h, h, k, ğ.

b- “ n” sesi veren 1er “ n” ile gösterilmiştir.

c- “ y ” sesi veren 1er için, “ ğ” kullanılmıştır.

ç- o harfi için ayrı bir şekil olmadığından, bu harf de “ ş”


ile gösterilmiştir. -

d- İm lâ harfleri (i t j t ) üzerine konulan — işareti uzun


heceleri belirtmek için kullanılmış değildir. Sadece kelimelerde
bu harflerin bulunduğunu göstermek içindir.

e- İm lâ ve deyiş özelliği olduğu gibi bırakılmıştır. Bu suretle,


aynı kelimelerin her üç lehçede nasıl değiştiği, hattâ aynı lehçenin
türlü bölgelerde nasıl şekiller aldığı görülecektir. Bir kaç örnek :

isimlerin -in hali eki ile, iyelik tekil ve çoğul ikinci şahs
ekinin bağlandığı kelimeler: meselâ “ halk” kelimesi Batı Türk-
çesinde “ halkun” , Azeri bölgesinin bazı yerlerinde “ halkun” ,
bazı yerlerinde “ halkın” , Doğu Türkçesinde ise “ halkııîg” oluyor.
İyelik zamirinin bağlandığı kelimeler: meselâ “ ben” keli­
mesi, Batı Türkçesinde “ benüm” , Azeri bölgesinde “ benim ”
yahut “ menim” . Doğu Türkçesinde “ minim” oluyor.
Geniş zamanın üçüncü şahsı: meselâ “ bilmek” kelimesi
Batı Türkçesinde “ bilür” , Azeri bölgesinde “ biler” . Doğu türk­
çesinde “ bilir” oluyor.
Örnekleri pek çok olan bu değişikhkler, nüshaları takibeder-
ken açıkça görülmüş olacaktır.
ÖNSÖZ X III

TÜRKÇE M E T İN L E R L E Î L G lL İ KAYNAKLAR
VE K IS A L T M A L A R

T A Z K İR E L E R :

Sehî, Heşt-bihiş, İst. 1325 = Sehî Tez.

Latifi Tezkiretü'ş-şu^ard, tst. 1314 ve bendeki yazma n ü sh a =


L atifi, Tez.

‘Ahdi, Gülşen-i şu'arâ, yazm a, Lendeki nüsha = ‘Ahdi, Tez.


‘Âşık Çelebi, MeşâHrü’ş-şu^ard, yazma, bendeki n ü sh a =
‘Âşık ÇL, Tez.

Haşan Çelebi, Tezkiretü’ş-şubara, yazm a, bendeki n ü sh a =


Hazsan ÇL, Tez.

Beyâni, TezkiretÜ’ş-şu'^arâ, yazm a, İst. Üniver. K tp ., T y .,


No. 2568 = Beyânı, Tez.

Riyazi, Riyâzu'ş-şu'^arâ, yazma İst. Üniver. K tp ., T y ., No.


762 = İliyâzî, Tez.
Kâfzâde, Zübdetü’l-eş'-âr., yazma, İst. Üniver. K tp ., T y .,
No. 1648 = Kâfzâde, Tez.
Seyyid Rızâ, Tezkiretü'’ş-şu^ard, İst. 1316 = Rızâ, Tez.
‘Âşım , Z eyl-i Zübdetü’l-eş'^âr, yazma, İst Üniver. K tp ., T y ..
No. 1711, 2401 = ‘Âşım , Tez.
Salim Tezkiretü'ş-şubara, İst. 1315 = Salim, Tez.
Râmiz, Âdâb-ı zurafâ, yazma, İst. Üniver. K tp ., T y., No.
91 = Râmiz, Tez.
‘ Ali Emiri, Tezkire-i şu'^arâ-i  m id ,ls t. 1327, yazm a, İst.
Üniver. K tp ., T y ., No. 179; Millet Em iri, taracim. No. 281 =
Emîri, T Ş Â .

B İY O G R A F Y A V E B İB L İY O G R A F Y A Y A A İT ESE R LE R :

Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunûn, 2 cilt, İst. 1941— 1943 = Kâtib


ÇL, Keşf.
Edirneli Mecdi, Şakdyık-ı Nu'^mdniyye Tercümesi, İst. 1269 =
Mecdi, Şakdyık T.
Nev‘izâde ‘A tâyi, Şakâyık-ı Nu'^mdniyye Zeyli, 2 cilt, İst.
1268, İst. Üniver. K tp ., T y ., No. 9 1 = N e v ‘izâde, Şakdyık Z.
X IV ÖNSÖZ

Enîsî, Akşeınse'd-din menâkıbı, İst. Üniver. K tp ., T y ., No.


6458,

‘Abdü^r-Rahman Hıbrî, Enlsü'l-müsâmİTÎn, yazma, İst.


Üniver K tp ., T y ., No. 451; Millet K tp ., Reşid Ef. No. 616 =
Hıbri, Enis.

Müstakîmzâde, Mecelletü'n-nişâb^ arapça, yazma, Süleyma-


niye, Halet E f., N o. 628, fotokopisi Türk Dil Kurumu'’nda =
Müstakîmzâde, Mecelle.

Müstakîmzâde, Tuhfe-i hauâtin. İst. 1928 = Müstakîmzâde


Tuhfe.

Belîğ Îsm â'îl, Güldeste-i riyâi-ı 'ır/ö /ı ve Vefeyât-ı dânişverdn-ı


nâdire-dân. Bursa, 1320 = Belîğ, Güldeste.
Muhibbi, Hulâşatiıl-eşer, Arapça, 4 cilt, Mısır, 1284< = H L S R
Haşan Ayvânsaıâyî, Vefeyât-ı selâtin ve meşâhir-i Rical,
yazma, İst. Üniver. K tp ., T y ., No. 2464, 2539 = Ayvânsaıâyî,
Vefeyât.
Haşan Ayvânsarâyî, ^adifeatü’Z-cevömi', İst 128l = lA y v â n -
sârayî, Hadlka.
R ıf'at 'Oşmân, Edirne Teh-nümâsı, Edirne, 1336 (1920).
Mu'allim Nâcî, Esâm i, İst. 1308 = Nâcî, Esâm i.
Fâ’ ik Reşâd, E slâ f,2 cilt, İst. 1311— 1 3 1 2 = Fâ4k Reşâd,
Eslâf.
Mehmed Süreyya, Sicill-i ‘ Oşmâni, 4 cilt, İst. 1311-1316 =
Süreyya, Sicil.
Bursalı Mehmed Tâhir, ^Oşmânlı miPellifleri, 3 cilt, îst.
1333-1342 = Bursah Tâhir, 'O S M .
Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk şairleri = S . N . Ergun, T§.
Bağdadlı Ism â'îl Paşa, IzâhüT-meknün, 2 cilt İst. 1945-
1947 = Ism â‘il Pş. K e ş f Z.

TA R ÎK L E R :

'ÂH, Künhü’l-ahbâr, îst. şairler bölüm ü, yazma, İst. Üniver.


K tp ., T y ., No. 5959 veistin sahed ilm işben dek in üsh a='Â lî, Künh.
Kâtib Çelebi, Fezleke, tst. 2 cilt, 1 2 8 6 -1 2 8 7 = K â tib Çl. Fez­
leke.
ÖNSÖZ XV

Tayyârzâde A h m e d ‘A tâ , Tâ/îft-i M ta , 5 cilt, îst. 1291-1293 =


'A tâ , Târih.

E D E B İY A T T A R İ H L E R İ:

Gibb. A History o f Otlomann Poetry, 6 cilt, Londra, 1900-


1 9 0 9 = G ib b , HOP.
Fâ’ik Reşâd, Tdrlh-i edebiyât-ı ‘^Oşmâniye, İst. 1329.

A N SİK L O P E D İL E R :

Şemseddin Sâmî, Kdm usü’l-a'^ldm, 6 cilt, İst. 1306-1316 =


Ş. Sâmî, K L M .
Islâm Ansiklopedisi = Is. An.

TÜ RLÜ E S E R L E R ;

Evliya Çelebi, Evliya Çelebi seyahatnamesi, 10 cildi, İst.


1314-1318, 7 ve 8. ciltleri 1928, 9. ve 10. ciltleri 1 9 3 5 -1 9 3 8 = E v -
liyâ Çl. Seyâhat-nâme.
Müstakimzâde, Şerh-i luğaz-ı ism-i Celâl, Millet K tp ., Per­
tev Paşa, No. 625, mecmua. 17. risale.
İsmail H ikm et Ertaylan, Külliyat-ı Divan-ı Hamidî, İst. 1950.
Mehmed Emin Rasulzade, Azerbaycan şairi Nizam i, İst. 1953.
Agâh Sırrı Levend, Gazavat-nameler ve Mihaloğlu A li Beyin
Gazavat-namesi, Ankara, 1956.

K ATA LO G LAR ;

Rien, Catalogue o f the Turkish Manuscripts in the British


Museum, Londra, 1 8 8 8 = R ?e i!, Brit. M u s. Ktg.
E. Bloehet, Catalogue des Manuscrits Turcs de la Bibliothe-
que Nationale, 2 cilt, Paris 1932-1933= B lo c h e t, Bibi. Nat. Ktg.
Arapça ve Farsça metinlerle ilgili kaynaklar bu bölümlerin
sonundadır.
İstanbul Üniversitesi = İst. Üniver.
Kitaplık = K tp.
Türkçe yazmalar = T y.
Katalog = K tg.
Cilt = e.
Fasikül = f.
XVI ÖNSÖZ

Varak = v.
Ye devamı = vd.
Varak, ilk sahifesi = v. a.
Yarak ikinci sahifesi = v. b.
Sayfa = s.
Paşa = Pş.
Efendi = Ef.
Çelebi = Çl.
Bin,ibn = b.
Bak = bk.
Hicrî = H .
Milâdi = M.
G İ R İ Ş

ARAP E D E B İY A T IN D A
LEYLÂ VE M E C N U N K IS S A S I

Leylâ ve Mecnun hikâyesi, ilk kaynağı olan Arap edebiyatın­


da, sonradan Mecnun lâkabını alan K ays’m , sevgilisi Leylâ için
söylediği şiirlerle bu şiirleri açıklamak üzere yapılan yorumlardan
ve bunlara eklenen söylentilerden meydana gelmiştir. Hikâyenin
esası Mecnun’un kişiliği etrafında toplanır ve olaylar Necd çöl­
lerinde geçer.

Arap kaynaklarında, K a y s’ın kişiliği hakkında türlü söylentiler


vardır. Bazılarınca K a y s, yaşamış bir şair değildir. Ona atfedilen
şürler, Em evi ailesinden (bir söylentiye göre Mervan soyundan)
bir gencindir. Amcasm m kızmı seven bu genç, kendini belli etme­
mek için Mecnun hikâyesini uydurmuş, söylediği şiirleri Mecnun’a
atfetmiştir. Bazılarına göre ise, K a y s, yaşamış ve H . 70 X M .
689 yahut H . 80 X M . 699 da ölmüş bir şairdir. K a y s’ın babasmm
adı Mülevvah, Leylâ’nın babasının adı da Sa’ d’dir. Her ikisi de
AmirUerdendir

Bazılarınca Leylâ K a y s’ın amcasımn kızı olarak gösterilir. Bu


efsane etrafında toplanan olaylar, H . 4 1 -5 6 = M . 661-675 yılları
arasında Medine valisi olan Halife Mervanü’bnü’l-Hakem (H .
64-65 X M . 683-685) ile oğlu Abdü’l-Melik (H . 65-86 X M. 685-705)
zamanına rastlar.

1 Ebii’l-Fereci’l-Igfahani’nin, Kilabul-Eganisinde Mecnun’un tam künyesi


şöyle tesbit edilmiştir (c. I, s. 161).
-u-j^ û; v>. J ı>. >7-*^j'. j'. j'. <>.’ r*' '>• ı>. ltİ*

Leylâ’nın künyesi de şöyle tesbit edilmektedir (c. I , s. 162).


J j- ^ Cr. ı>. ı £ M ‘ ı>. lir*
2 AR A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

Leylâ ve Mecnun hikâyesi üzerinde duran Arap kaynaklan^


efsanenin meydana gelişi ile olayların sıralanışı hakkında türlü
söylentiler naklederler. Hikâyesinin yaygın olan esası şudur ;
Beni Amir kabilesinden olan K ays ile Leylâ, henüz çocukken,
deve yavrularını otlattıkları sırada birbirlerini severler. Mecnun
bir şürinde şöyle diyor :
“ Leylâ’yı, kâkülleri yanaklarına sarkmış, memeleri henüz
belirmemiş bir çocukken sevdim. İkimiz de çocuktuk. Kuzulan,
otlatıyorduk. Keşke ne biz büyüseydik, ne de kuzular” .
Başka bir söylentiye göre, bir delikanlı olan K ays, Leylâ’nın
güzelliğini işitir. Ukayi kabilesinden Kerime adında bir kadının
evinde arasıra kız arkadaşlanyle toplanmakta olan Leylâ’yı gör­
meğe gider. Kızlara ikram etmek için dişi devesini keser. Birkaç
gün böylece vakit geçirirler. Araya Münazil adında bir rakip de-
karışır. Mecnün’un şiirleri arasında bunu tesbit eden beytler de
vardır :
“ Ben Kerime için devemi boğazlıyorum. Halbuki Münazil’inı
gelmesinden dolayı benim gelişim yere serilmiştir (itibardan düş-
müştir). Münazil geldiği zaman, kızlar sevinçlerinden halhaUarmı
şakırtatıyorlar. Ben geldiğimde bu halhallarm şakırtısıyle sevin-,
dirilmem yoluna gidilmedi. Ne zaman Münazil’le ok atma yarışına
girsem, ben kazanırım. Fakat kızların yanında ok atarsak o üstün
sayılıyor” .
Leylâ da K a y s’ı sevmektedir. Birgün K a y s’ı denemek için,,
onun yanında başka bir gencin kulağma bir şeyler söyler. Kays
kıskançlıktan sararıp solar. Bunu gören Leylâ şöyle söyler :
“ Her ikimiz başkalarının yanında birbirimizi sevmez görünü­
rüz. Halbuki herkes dostunun yanında değerli ve sevgilidir. Göz­
lerimiz, istediğimiz amaca bizi ulaştırıyor. Meramımızı birbirimize
anlatıyoruz. Her iki kalpte de aşk gömülüdür” .
Mecnun bunu işidince sevincinden baygınlıklar geçirir.
K a y s’ın aşkı gün geçtikçe artar ve Leylâ için söylediği şiirler
duyulmağa başlar.
K ays’ın üzüntüsünü gören babası, Leylâ’yı oğluna ister..
Fakat Leyla’nın babası, K a y s’ın, söylediği şiirlerle kızının adım
yaydığını ileri sürerek teklifi reddeder. Bir söylentiye göre, Kays,
red cevabını aldıktan sonra da Leylâ’yı görmeğe gider.
A R A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 3

Leylâ’nın kabilesi K a y s’ı Halife’ye şikâyet eder. Halife, K a y s’ -


ın Leylâ ile görüşmesini yasak eder. Takipde devam ederse öl­
dürülmesi için ferman gönderir. Kays inad edince, kabile başka
bir yere göçeder. Bunu duyan Kays,[heman Leylâ’nın diyarına
koşar; yüzünü topraklara sürüp ağlar, dövünür.
K ays’ın babası, kabüeden ileri gelenlerin tavsiyesiyle dua
etmek üzere oğlunu K âb e’ye götürür. K a y s, Mekke yakmlarm-
daki Menâ’ da “ Leylâ” diye bir ses işiterek kendinden geçer. Mec­
nun şöyle söyliyor :
“ Kalbime sabretmesini tavsiye ettim ; kalbim bana dedi ki;
şimdiden umudunu kes; sabrile seni aziz edemem. Sevdiğin senden
ayrılır ve uzaklaşırsa, ölüp kabre girmekten daha faydalı birşey
yoktur. Biz Menâ’nın H a y f mevkiinde iken biri seslendi. Farkında
olmıyarak neşelerimizi ve kederlerimizi uyandırdı. Bu seslemen,
Leylâ diye başkasını çağırdı; sanki Leylâ adiyle kalbimdeki
kuşu uçurdu. Leylâ diye seslendi. Allah onun emeğini boşa çıkarsın.
Halbuki Leylâ ondan uzaktadır.”
K ays, K âbe’de şifa istiyecek yerde, aşkını artırması için
Allah’ a yalvarır.
Leylâ’yı Verd adında başka bir gençle evlendirirler. Kays
büsbütün çileden çıkar; deliye döner.
Leylâ’nın kocası hakkında türlü söylentiler vardır. Kays
bir şiirinde rakibine şöyle hitabediyor :

“ E y Maaz, ikimiz de Leylâ’yı seviyoruz. Ağzımızda Leylâ’ ­


dan toprak var. E y Maaz öyle bir sevgilinin aşkında seninle orta­
ğım ki, o aşktan ikimizin de payı azabdır. Yem in ederim ki, o önce
senin kalbini çarpıp aldı; sonra da benim aklımı. Bunun içindir
ki akhm hasta ve eksiktir.”

Kays artık Mecnun adını almış, çöllere düşerek bir yaban


gibi dolaşmağa, vahşi hayvanlarla yaşamağa başlamıştır. O çöllerde
kum ve taşlarla oynar. Yalnız Leylâ’nın adı söylendiği zaman
kendine gelir. Mecnun bir şiirinde şöyle diyor:

“ Leylâ anıldığı zaman kendimi toplarım. Dağınık aşktan


aklımdaki tuhafhklar bana döner. Ve derler ki bu sağlamdır, bunda
delilik ve keder, yoktur; meğer ki yalan ve iftira edilmiş ola. H al­
buki göz yaşlarım tanıktır”
4 A R A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

Mecnun, Leylâ’yı andırıyor diye ceylânları sever; onları av­


cıların ellerinden kurtarır. Mecnun bir şiirinde şöyle söyliyor:
“ E y düz ve engin sahraların dişi geyikleri, Allah aşkına söy­
leyin, benim Leylâm sizden m i; yoksa insan soyundan m ı? ”
Babası ve akrabası Mecnun’u çöllerde arayıp bulurlar; tekrar
eve getirmek isterler. Fakat o kimseyi dinlemez. Bağlayıp zorla
götürmeğe kalkarlar. Mecnun’un dudaklarını ısırıp parçaladığını
görünce vazgeçerler; onu kendi haline bırakırlar. Mecnun ancak
getirilen yemeği yer, kimseden bir şey istemez.
Çölde Mecnun’a rastlıyan “ sadakat” tahsildarları Ömer b.
Abdu’r-Rahman b. A v f ile Nevfel b. Musahık, ona acıyarak, bir
söylentiye göre henüz evlenmemiş olan Leylâ’yı babasından ister­
lerse de, teşebbüsleri boşa çıkar.
Merakhlar Mecnun’u çöllerde arayıp bularak şiirlerini toplarlar.
Öte yandan Leylâ, sevgilisinin hasretine dayanamıyarak
kederinden ölür. Mecnun da bir gün ailesi tarafından ölü olarak
bulunur. Bazı söylentilere göre. Mecnun Leylâ’nın mezarı başın­
da ölür ve Leylâ’nın kabri yamnda gömülür.
Bu söylentilere bağlı bazı hikâyeler de vardır. Bunlarm en
yaygın olan bir k a ç ı:
K ays ile Leylâ’nın ilk seviştikleri günlerde, K ays’ın babası,
misafirlerinin geldiği bir gün, yağ almak üzere oğlunu Leylâ’nın
evine gönderir. Leylâ’nın babası yağ vermesini kızına söyler. Leylâ,
tulumdaki yağı K a y s’ın kabına boşaltmağa başlar. K ays ile Leylâ
konuşmağa dalarak kendilerinden geçerler. Y a ğ kabı taşar ve dö­
külen yağlar ayaklarının altına yayılır. Ancak o zaman kendilerine
gelirler. Bir söylentiye göre, işin uzadığını gören Leylâ’nın babası,
bunlarm bulunduğu yere gelerek yağın yerlere dökülmekte oldu­
ğunu görür ve kızma çıkışır.
Başka bir gün, babası K a y s’ı kor almak üzere Leylâ’nın baba­
sına gönderir. Kays ile Leylâ yine konuşmağa dalarlar. Korlar
bezi yakınca kendilerine gelirler.

Yanan kömürler m otifi iki yerde daha geçer :


a) K ays, Kerime’nin evinde kızlara ziyafet vermek üzere
devesini kestikten sonra Leylâ ile konuşmağa dalar. Leylâ bir
aralık “ E t pişti mi” diye sorunca, Kays telâşından atılarak yanan
AR A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â VE MECNUN 5

kömürleri avuçlar; elleri yanarak düşüp bayılır. Leylâ onu ku­


caklayıp kaldırır.
b) Bir gün Mecnun, ateş başında ısınmakta olan Leylâ’nın
kocasına rastlar. Ona şöyle söyler :
“ Rabbine yemin veriyorum: sabah vaktinden önce Leylâ’yı
kendine çekip kucakladın m ı; yahut ağzını öpdün m ü? Yine
Rabbine yemin veriyorum: üzerinde çiğ bulunan papatyanın sal­
lanıp koku yaydığı gibi, Leylâ’nın saçları sarkarak boynuna sarılıp
üstüne anber saçdı m ı? ” Leylâ’nın kocası da: “ Madem ki yemin
veriyorsun, evet” diye cevap veriuce. Mecnun ıstırabından yanan
kömürleri avuçhyarak ellerini yakar.
Başka motifler :
Leylâ’ya beş karga getirirler. Leylâ bunları uğursuz diye öl­
dürür. Sebebini soran kocasına, Mecnun’un kargayı uğursuz say­
dığını söyliyerek, onu sevdiğini itiraf eder. Bu itirafa kızan kocası,
kayın babasına durumu anlatır. Baba, Abdü’l-Melik’in Mecnun
hakkındaki fermanını göstererek damadını yatıştırır.

Mecnun’u görmek merakına düşen Leylâ’nın kocası bir gün


Mecnun’u bulur. Leylâ’yı sevip sevmediğini sorar. Mecnun Leylâ’yı
sevdiğini saklamaz. O da Halife’nin fermanını hatırlatır. Mecnun,
Halife’nin üç gün sonra öleceğini söyler. Gerçekten üç gün sonra
Halife Abdü’l-Melik b. Mervan ölür. Halk şaşakalır.

Bir kocakarının zincire vurduğu bir ihtiyarı dolaştırıp dilen­


cilik ettiğini gören Mecnun, ihtiyarın yerine kendini zincire bağ­
latarak Leylâ’nın bulunduğu yere gider.
Mecnun’la Leylâ’nın hikâyesini işiten Halife, bunları görmek
merakına düşerek çağırtır. Leylâ’nın zayıf, karakuru bir kız
olduğunu görünce, Mecnun’ a : “ Bunu nasıl sevdin” diye sorar.
Mecnun da: “ Benim gözümle baksaydın, onu başka türlü görür­
dün” diye cevap verir. Bir söylentiye göre de, Halife: “ Mecnun’u
bu hale koyan sen misin” diye Leylâ’ya sorar. Leylâ da: “ Onun
gözüyle baksaydın beni başka türlü görürdün” der (bu söylenti
Cemil-Buseyne efsanesinde de geçer).

Bunlardan başka Mecnun’la Leylâ’nın mektuplaşmaları,


Leylâ’nın Mecnun’u çağırması, her ikisinin buluşup sevişmeleri,
Leylâ’nın Irak’ta hastalanması, Mecnun’un şifa aramak üzere
6 A R A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

Babil’e giderek iki tabiple görüşmesi gibi bir çok motifler daha
varsa da, hikâyenin esası bundan ibarettir.
Bazı kaynaklarda, Mecnun’la Leylâ’nın uzun yıllar yaşadığı,
Leylâ’nın, çocukları olduğu, Mecnun’un Necd’ de torunlarının bu­
lunduğu da kaydedilir.
»

Leylâ ve Mecnun hikâyesi, Arap edebiyatmda X . yüzyıl-


danberi yaygın bulunmaktadır. Mecnun’ a atfedilen şiirler, ara­
larına katılan mensur parçalarla birbirine bağlanarak bir hikâye
haline sokulmuş ve türlü adlar altında toplanmıştır. Bunlardan
en yaygın olanı, hangi tarihte tertib edildiği bilinmemekle birlikte,
birçok eserlere kaynak teşkileden Ebû Bekrini’l-Vâlibi’nin Dtvâ-
nii Mecnünı Leylâ’sıdır Bu eserdeki söylentilerin çoğu uydurma­
dır. Mecnun’un şiirleri, sonradan başkaları tarafından da yine
bu şekilde açıklamalarıyle birlikte toplanmıştır. Ibnü’l-Müberred
Cemâlü’d-dîn Y ûsufü’bnü Hasani’l-Makdisiyyi’l-Hanbeli’nin (Ö. H .
909 X M. 1503/1504), Niizhetu'l-müsâmir f i ahbâri Mecnünı Beni
'^Âmir ® adı altında topladığı divan bunlardan biridir. Şair İbrahim
Sadık Fevzi tarafından toplanıp yayınlanan Dlvânü Mecnünı
Leylâ ^ ise, bunların elimize geçen son şeklidir. Bu eserde Mecnun:
Necd’de Beni Âmir kabilesinin ileri gelenlerinden, babasının üç
oğlundan en büyüğü, şair, güzel sözlü, bilgili, uzun boylu, güzel
yüzlü, bundan ötürü, babasımn yanında kardeşlerinin en sevgilisi;
Leylâ da: “ esmer, güzel gözlü, boylu boslu, güzel sözlü, şür ve ede­
biyata meraklı, Cahiliye ve İslâm devri tarihi hakkında bilgi sa­
hibi” diye vasıflandmimaktadır.
Şair Ahmed Şevki da hikâyeyi manzum piyes haline sokmuş,
eser Mecnûnu Leylâ adı altında basılmıştır
“ Mecnun ile Leylâ” hikâyesi, çöl araplan arasında yaygın
olan “ el Murakış-Esmâ” , “ ‘Am ru’bnü 'Aclân-H ind” , “ ‘ Urvâ-
'Afrâ ” , Cemil - Buşeyne ” , “ K useyr-'Azzâ” , “ Rabi'a - 'U kayi” ,
“ K ays-Lübnâ” , T avbâ-Leylâ” , hikâyeslerini unutturmuş ve Mec-

2 Bulak 1285, 1294; İstanbul 1300; Kahire 1300, 1301, 1306.


® Divanü Mecnıını’l-Amiri, Topkapı, III. Ahmed K tp., No. 2473.
“ Mısır, 1949, II. basım.
® Mısır, tarihsiz. Bu piyes Arthur John Arberry tarafmdan İngilizceye
çevrilip basılmıştır, Kahire, 1933.
A R A P E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 1

nun, kendini Leylâ’dan M evlâ’ya ulaştıran İlâhi aşkıyla, X .


yüzyıldan sonra Arap edebiyatında tasavvuf! aşkın temsilcisi
olarak gösterilmiştir.

B U K O N U İL E iL G Î L t K A Y N A K L A R

AR A P K A Y N A K L A R I :

İbni Kuteybe (Ö. H . 2 7 6 = M . 889), Kitâbü'ş-şi'^ri v e ş-şu ’^ard


(M . J. de Goeje yayım ı, Leiden, 1904, s. 269-274).
E l Müberred (Ö. H . 2 8 5 = M . 898), E l Kâm il (W . Wright
yayımı Leipzig, 1864-1892, s. 166-167).
Dâvûdü’z-zâhiri (Ö. H . 297 = M . 909), Kitâbü'z-zehre (Beyrut,
1932).
E l Veşşa' (Ö. H . 325 = M . 936), Kitâbü’l-Müveşşe^ (R . Brün-
nov yayım ı, Leiden, 1886).
Ebül’Ezher Muhammedü’bnü Zeydi’n-Nahvi (Ö. H . 325 =
936), Ahbâru '^ukalâ'Vl-mecânln.
Ibnü 'Abdi Rabbih (Ö. H . 328 = M . 939), El^IkdüH-ferld
(Kahire 1359-1940, c. X V I , s. 190, 217, 242, 250, 252.)
Mes'ûdî (Ö. H . 346 = M , 957), Mürûcü'z-zeheb {Paris basımı,
c. II I , s. 132 v d ; c. V , s. 324-389).
Ebûl-fereci’l-Işfahânİ (Ö. H . 356 = M . 967), Kitâba'l-Ağdnİ
(Şınkıtî basımı, tarihsiz, Kahire, c. I, s. 161-182; c. I I , s. 2-16,
“ Ahbarü Mecnuni Beni Am ir ve nesebehu” ).
El Merzubânî Şeyh Ebû ‘Ubeydi’llah Muhammedü’bnü ‘ Im -
rân (Ö. H . 384 = M .994), Mu'^cemü'ş-şu'arâ, Kahire, 1354, s. 189,
476.
Ibnü’ s-sirâc (Ö. H .4 1 8 = M . 1106), Maşdri'^u l-'uşşâk (İstanbul,
1301, s. 185 vd.).
E l Kâlİ (Ö. H . 656 = M . 1229), M Emâlî (Bulak, 1324, c. I,
s . -86 v d ; 4 cüt, Kahire 1926).
E l Kütübİ (Ö. H . 764 = M . 1363), Fevâtül Vefeyât (Bulak,
1283 ve 1299, 2 cilt).
Ebü’l-Mahâsin Y ûsufu’bnü Tağrıberdı (ö . H . 874 = M.
1469-70), E n ISücümü’z-zühire f i mülüki Mısra ve'l-Kâhire (T. G. J.
Juynboll et B . F. Mattes yayım ı, Leiden, 1852— 1857).
Dâvûdü’l-Antâkî (Ö. H . 1008 = M . 1599), TezylniVl-esvûk bi-
tafşlli eşvâkı’l-'^uşşâk (Kahire, 1319).
8 A R A P E D E B İY A T IN D A L E Y L A V E MECNUN

'A bdü’l-Kâdiri’l-Bağdâdî, Hısânetü’l-edeb (Kahire, 4 cildi


1299, 4 cildi 1348-1353).
M . G. Hilâl, Leylâ ve Mecnûn fVl-edebeynVl-'^ÂTabiyyi ve'l-
fdrisiyyi dirâsetü nakdi'n ve mukârenetVn f i ’l-huhhi’l-'^uzriyyi
ve'l-hubbi's-şüfl (Kahire 1954).

BAŞLICA ESERLER :

Mehmed Said b. Kara Halil, Sürku’l-^uyûn tercümesi (İstanbul,


1257, s. 373-377).
Mehmed Zihni, Meşûhlru'n-nisa (İstanbul, 1295, c. I I , s. 184
vd.).
A li Nihat Tarlan, İslâm edebiyatında Leylâ ve Mecnun mesne­
visi (İst. Üniver., doktora tezi, 1922, N o. 1).
R . A . Nıcbolson, “ Mecnun” , İslâm Ansiklopedisi (Fransızca c.
II I , 1936, s. 99-100).
Zeki Magamız, “ Leylâ’nın Mecnun’u” , İkdam gazetesi (İs­
tanbul 29 mayıs 1926).
Süleyman Nazif, “ Leylâ ve Mecnun’ , Serveti-fünun dergisi
(İstanbul 17 haziran 1926, c. 60, sayı 83-1557, s. 66).
Brockelmann, Geschichte der arabischen Literatür, G A L , (Lei-
den, 1943, c. I, s. 4 8 ; c. I I , 1949).
Kraçkovskiy, “ Leylâ ve Mecnun hikâyesinin Arab edebiya­
tında eski tarihi” . M ir A li Şir dergisi, Sovyet ilimler Akademesi
yayımı (Moskova-Leningrad, 1946, s. 31-67. Almancaya tercümesi:
H . Ritter, “ Die Frühgeschichte der Erzâhlung von Macnun und
Laila in den arabischen Literatür” , Oriens (1955, V I I I , 1-50).
F. Gabrieli, “ I. Kraçkovskiy’in Leylâ ve Mecnun hikâyesinin
Arab edebiyatında eski tarihi adlı incelemesi hakkında bir yazı” ,
Oriente Moderno (Roma 1946, c. X X V I I , s. 128).
C. A . Nallino, La letteratura araba, degli inizi alVepoca della
dinasta Umayyade (aslı Arapça olan bu eser, müellifin kızı M.
Nallino tarafından Italyancaya tercüme edilmiştir; Roma 1948, s.
67 vd. Fransızcaya tercümesi: Pellat, Paris 1950, s. 106 vd).
Ahmed Ateş, “ Leylâ ile Mecnun” , İslâm Ansiklopedisi (İs­
tanbul, 1955, Fas. 69, s. 49-55).
Ahmed Ateş, “ Mecnun” , İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, 1956,
Fas. 74, s. 439-440).
B İ R t N C t B Ö L Ü M

FARS EDEBİYATINDA
LEYLÂ VE MECNUN HtKÂYESt
FARS EDEBİYATINDA
LEYLA v e m e c n u n HİKÂYESİ

Leylâ ve Mecnun efsanesi, İran'da Deylemilerin egemenliği


zamanında X . yüzyılm sonlarında Kitâhü'l-Ağüni ile yayılmış,
Kays ile Leylâ’nın eserde yer bulan şiirleri halk arasında büyük ilgi
uyandırdığı gibi, bikâye’nin kahramanları da, gerçek aşkın tem ­
silcileri olarak edebiyata geçmiştir. Daba sonra, Gaznelilerle Sel­
çuklular zamanmda yazılmış olan şiirlerde de, Leylâ ve Mecnun’un
bu efsaneleşmiş aşkı birer mazmun balinde yer alır.
Arap edebiyatındaki bu basit kıssayı ilk defa pilânlı bir hikâye
şekline koyan Genceli Nizam i’dir.

N İZ Â M IN IN E S E R İ

Genceli Nizam î (D . H . 533 = M. 1138- H . 540 = M . 1145


arası - Ö. H . 535 = M . 1140- H . 600 = M . 1204 arası), eserini
Şirvanşahlardan Ahistan b. Minuçihr’in isteği üzerine H.
584 = M . 1188 tarihinde kaleme almıştır.

Nizami “ Sebeb-i nazm-ı kitab’ bölümünde, bu efsaneyi


yazmağı Şahın bir fermanla emrettiğini, neşeli olmıyan bu konuyı
ele almakta tereddüt etmesi üzerine, oğlunun: “ Mademki Şah
emretti, yerine getirmelisin. Önce “ Husrev ü Şirin” i yazmıştın;
şimdi de “ Leylâ vü Mecnun” u yaz ki cevherin çift olsun” dediğini,
böylece esere başlıyarak dört ayda dört bin beyit yazıp 584 (1188)
yılı recebinin son günü eseri tamamladığını kaydediyor. Eser 4718
beyittir ®.

* Nizami’nin eserindeki bazı parçaların, büinmiyen bir şair tarafından son­


radan eklenmiş olduğu iddia edilmektedir. Nizami’nin Leyli vü Mecnun mesne­
visini açıklamalar, düzeltmeler ve notlarla bastıran Vahit Destgirdi “ Şair-i il-
haki’in eklediği bu parçaları, küçük harflerle sayıfa altlarmda göstermektedir.
Bunlardan önemli olanlarına sırası geldikçe işaret edilmiştir.
12 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

Nizâm ı eserine şöyle başlıyor :

jIpI y

jb ^ (5^ y (J

' j j_ y (“^

(E y Tanrı, senin adın her şeyin en iyi başlangıcıdır. Senitt


adını anmadan eserime nasıl başlarım. E y Tanrı, ruhum seni
anmağa alışıktır. Dilimde ancak senin adın vardır).
Başlangıç, na’t ve m i’racdan sonra, yaradılışa ait delil­
leri sıralıyan manzume ile “ Sebeb-i nazm-ı kitab” geliyor. Onu
Ahistan b . Minuçihr’e övgüler takıbediyor. Ondan sonraki manzu­
melerde şair, sırasıyle, oğlunu Şirvan Şah’ın oğluna emanet ediyor.
Kıskançlarla inkârcılardan şikâyet ediyor. Özür diliyor. Oğluna
nasihat ediyor. A z söylemenin iyiliğini anlatıyor. Geçmişi hatır­
lıyor. Anasını, babasını ve eski arkadaşlarının hâtırasmı anıyor.
Suretle cismi, yani maddi varlığı unutmayı, yükselmeğe değer ver­
memeyi, geçen ömrü unutmayı, düşkünlükten vaz geçmeyi tavsiye
ediyor. Bir hikâyeden sonra zûlme katlanmamayı, padişahların
hizmetinde bulunmamayı, kimsenin işine ve geçimine el uzatma­
mayı, kanaati, halka neşe içinde hizmet etmeği, alçak günüllü-
lüğü, şiiri bir köşeye çekilip söylemeği nasihat ediyor. Nihayet:
“ Ağâz-ı dâstân” başlığı altında şu beyitlerle hikâyeye giriyor :

ıjr^^ '«-Uj jS ”

ıSjj^jj ^

Ijjl ob j*

ijji o N j 0 :7 jj'^

(Hikâyeyi anlatan, bu sözün incisini deldiği zaman şöyle söy­


ledi: Arabistan’ın en güzel bir bölgesinde bir büyük adam varm ış.

’ Farsça beyitlerin tercümeleri, hemen altlarında ayraç içindedir.


FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 13

Amirilerin ulusu olan bu adam, oranın en bayındır ilinin egemeni


imiş).

Bir sultan gibi ömür süren ve Karun kadar zengin olan bu


adam, oğlu olmadığı için üzgündür. Allah’a yalvarır. Duasını
kabul eden Allah ona bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını Kays
koyarlar.
K ays’ı büyüyünce okula verirler. Başka bir kabileden olan
Leylâ ayni okuldadır :

l— iS Oâ I

o jlü ;

----- -- JİJA 4İ

Af ja T

tiu = r ti—

ijjf- oU

(jijjj J..IJ ^ J

Jr

^Aİ_p.

ji

Ö liA ---- A İ ö L^ JIj Jiö

JU JcS jj
14 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

(J;-* ( j - 'j * J'

(J;^
(Üstüne toz konmamış güzel bir kız; akıl gibi ünlü. Bir bebek
kadar süslü, ay gibi güzel. Yüksek bir servi gibi herkesin bakışını
çekmekte, ö y le cilveli ki, küçük bir gamzesiyle bir değil bin göğsü
delmekte. Bir ahu gözlü ki her zaman bir cilvesiyle bir cihanı
öldürmekte. Göründüğü zaman Arabistan ayı; gönül kapmstkta
Acem güzeli. Zülfü gece, yanağı çırağ; yahut karga peçesinde bir
ışık. Ağzı küçük, fakat gölgesi büyük. Yaygın bir lezzeti içine
sığdırmış şeker dengi. Konuştuğu zaman şeker çiğniyor sanılır.
O ordular kıran elbette şeker de kırar. Arkadaşları arasmda bir
muska; nazlıların kucağına l â y ı k . . . . Her gönülde onun aşkı
var. Saçı gece, adı Leylâ).
îk i genç burada birbirini sever. Bunların aşkı çarçabuk dillere
destan olur. Leylâ’yı gizlerler.
Leylâ’yı göremiyen K ays deliye döner, ağlıyarak çarşı pazar
dolaşır. Herkes onu “ Mecnun” diye çağırmaya başlar. O bunlara
aldırmaz. Her sabah baş açık yalın ayak sahralara çıkıp dolaşır;
geceleri şiir okuyarak Leylâ’nın mahallesini gezer, evinin kapısını
öperek döner.
Bir gece Leylâ’nın çadırım açık görerek içeri girer. Bu duyu­
lunca Mecnun’un yolu büsbütün kapatılır.
K ays’ın ıstırabını gören babası kabilenin ihtiyarlarıyle birlikte
Leylâ’yı istemeğe gider. Âmirilerin geldiğini gören Leylâ’nın
babası misafirleri iyi karşılar. Fakat teklifi işitince, “ Oğlun delilik
eseri gösteriyor. Deli bize yakışmaz. Önce iyi olması için dua et;
sonra vefadan dem vur” diye cevap verir. Âmiriler susarak dö­
nerler..
K a y s’m babası, oğlunu dua etmek için K âbe’ye götürür.
Aşktan kurtarması için Allah’ a yalvarmasını söyler. K ays aşk
sözünü işitince ağlar, sonra güler ve bir yılan gibi çöreklenip
yerinden sıçrar; K âbe’nin halkasına yapışarak Allah’ a şöyle yal­
varır :
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN İS

j Jj; 4S^J i j l

l_^U- j

i}^} i j j j ^j'‘ J>

(Bana aşkı bırak, herkesle iyi geçinmenin yolu budur, diyorlar.


Ben aşkla besleniyorum. Eğer aşkım ölürse ben de ölürüm. Benim
hamurum aşkla yoğrulmuştur. Alınyazım aşktan başka bir şey
olamaz. Aşkı duymıyan bir gönlü gam seli silip sü pü rsü n.. . Y a ­
rabbi, Leylâ’ya olan sevgimi daima artır).
K ays’ın babası Leylâ kabilesinin şikâyeti üzerine oğlunun“ şah-
ne” tarafından öldürmek istenildiğini haber alır; oğlunu arar bir
türlü bulamaz. Nihayet K a y s’ı gören biri bulunduğu yeri babasına
haber verir. Baba oğlunu bulur, ona nasihat eder (keklik ile ka­
rınca hikâyesi). Nihayet onu kandırarak eve getirir. Mecnun bir
müddet sabreder. Fakat daha fazla dayanamıyarak çöllere kaçar
Leylâ da K ays’ın aşkıyle gizli gizli ağlıyarak inlemektedir
Mecnun’un şiirlerini işittikçe, kendi de şiirler yazıp sokağa atmak
ta, bulanlar Mecnun’ a götürmektedir. Bir gül mevsiminde arkaş
larıyle gezmeğe çıkan Leylâ, biraz sonra arkadaşlarından ayrıla
rak bir servi ağacının altına oturur. Kendi kendine söylenir. O
sırada bir adamın Mecnun’un gazellerini okuduğunu işitir.

r-^,1^:^ J S

JJ
36 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN

^ j\ dlc

C-*ul JlJ

ı^lj <^y jljf- O j^

ijli İJ İ iJ" ö

^j'-i ^ .J jV .

ıSüjj jUJ jS~ ö j^

jb i!^ ^ y

jT c -3-1j a^ j J J

(E y benim hayatımın düzenini mahveden, daima seni uma-


l a k yaşıyayım. Mecnun kan dalgaları içindedir. Leylâ nasıl işi ve
güciyle uğraşabilir? Mecnun ciğerini paralıyor. Leylâ kiminle
zevk etmektedir ? Mecnun diken oku ile delik deşik olmuştur. L ey­
lâ hangi naz uykusuna yatmıştır ? Mecnun ağlayıp inlemektedir.
X ey lâ nerelerde gezip eğleniyor? Mecnun baştan aşağı dert ve yara
içindedir. Leylâ baharı hangi bağda geçiriyor? Mecnun yalvarma
kemerim bağlamıştır. Leylâ kimlerin yüzüne gülüyor? Mecnun’un
-ayrılıktan gönlü üzgündür. Leylâ nasıl rahat edebiliyor) ?

Leylâ bunu işitince ağlamağa başlar. Uzaktan Leylâ’y ı gö-


zetliyen bir arkadaşı, bunu Leylâ’nın anasına anlatır.

İbn-i Selâm adında bir zengin Leylâ’yı görüp beğenir. Hediye­


ler göndererek Leylâ’yı babasından ister. Anası babası razı olurlar.
Fakat kızın hasta olduğunu söyliyerek biraz sabretmesini tavsiye
•ederler.

Bir kahraman olarak tasvir edilen Nevfel, birgün avlanmak


üzere sahraya çıktığı sırada K a y s’ a rastlar; macerasını öğrenerek
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN 17

ona acır. Para ile olmazsa zorla Leylâ’yı alacağım vadeder; “ Ancak
sen de deliliği bırak” der. Mecnun buna sevinir. Nevfel’in misafiri
olur. Elbisesini değiştirerek onun meclislerinde bulunur. Leylâ için
yazdığı güzel şiirleri okur. Böylece bir kaç ay Nevfel’in yanında
kalır. Bir gün Mecnun, vadini yerine getirmediği için Nevfel’e
sitemler eder. Nevfel kızarak silâhlanır. Bir elçi göndererek Leylâ’ ­
yı kabilesinden ister, Red cevabı alınca bir kere daha haber gön­
derir, yine reddedilince Leylâ’nın kabilesiyle savaşa girer. Mec­
nun, kendi tarafından biri ölünce sevinmekte, Leylâ kabilesinden
biri ölünce kederlenmektedir. Bunun sebebini soran birine şu
ceyabı verir:

jL)

.A—i b \jA ^ L

(Düşman benim sevgilim olduktan sonra kılıcın ne işi var).


Nevfel çok uğraşırsa da savaşı kazanamaz. Leylâ kabilesiyle
barışarak çekilir. Mecnun sitemler eder. N evfel: “ Fazla askerim
olmadığı için savaştan çekildim” der. Medine’ den Bağdad’ a kadar
bütün kabilelerden asker toplamak üzere adam gönderir. T op­
ladığı askerle Leylâ kabilesine saldırarak onları bozguna uğratır.
Savaşı kazanan Nevfel, Leylâ’nın getirilmesini emreder. Babası
yalvarır :

JJ

jj JL; U1

Ai JJO A i 4jl

.sljT iljl

F. 2
18 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

^ ^ JJ

jU (j JJ* JU J j

^ (*/

* 'j C
j}

(Eğer kızımı huzuruna getirip en değersiz bir kölene verirsen


razıyım. H attâ teşekkür ederim; emrinden dışarı çıkm am . . . .
Fakat evlâdımı bir şeytana vermem. Deliye nikâh bağından ziyade
zincir y a k ışır.. . . Eğer benim ağlayıp inlememi duyar ve beni bu
halden kurtarırsan, sen de vicdan azabından kurtulmuş olursun.
Yoksa Tanrı’ya and içerim ki, o ay gibi gelinin başını keser,
şu yoldaki köpeğin önüne atar, senin nazından ve sana yalvar­
maktan kurtulurum).
Nevfel verecek cevap bulamaz. Arkadaşları da Mecnun’u
savaş sırasındaki halini anlatınca, Nevfel vazgeçerek çekilir. Bunu
gören Mecnun Nevfel’e sitemler eder.
Mecnun silâhını ve elbisesini vererek avcıdan ahuları ve
geyikleri kurtarır^ karga ile konuşur.
Bir gün Mecnun, bir kocakarının, boynuna ip takdığı bir ada­
mı yedip götürdüğünü görerek sorar. Kadın, fakir olduklarını,
böylece dilenerek topladıkları parayı bölüştüklerini söyler. Mecnun
bunu işitince kadının ayağına kapanarak yalvarır: “ Bağlanmağa
lâyık olan benim. Beni bağlıyarak istediğin yere götür. Topladığın
para da senin olsun” der. Kadın sevinir. Mecnun’u bağlıyarak
dolaştırmağa başlar. Mecnun her çadır kapusuna geldikçe “ Leylâ”
diye bağırır. Başına taş yağdırırlar. O taş yedikçe sevincinden
oynar. Nihayet Leylâ’nın bulunduğu yere gelir. Başını taşlara
vurarak ağlar; yanar yakılır. Sonra birdenbire fırlıyarak zincir­
lerini koparır; Necd yolunu tutar. Leylâ’ dan başka bir şey düşün­
mez.
Leylâ’nın babası, Nevfel’i savdıktan sonra neşe içinde evine
gelir. Nevfel’in vazgeçtiğini, artık Mecnun’dan kurtulduklarını
anlatır. Leylâ bunu işitince gizlice ağlar.
îbn -i Selâm hediyelerle gelir. Tekrar elçi göndererek kızı
ister. Babası razı olur. Ziyafet verilir; nikâh kıyılır. îb n -i Selâm
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 19

Leylâ’yı alıp evine götürür. Bir müddet sabredip bekler. Bir gün
dayanamayıp elini uzatınca, Leylâ’ dan öyle bir tokat yer ki ölü
gibi yere serilir. Leylâ şöyle söyler :

(jlc (j-J jS ^ j l C-İS"

j. <y y ^

(Eğer bir kere daha bu işe kalkışacak olursan kendine de


bana da kıymış olursun. Beni sanatiyle süsliyen ve güzel yaratan
Tanrıma yemin ederim ki, kılıcınla kanımı dahi döksen maksadına
erişemiyeceksin).
Mecnun Leylâ’nın evlendiğini işitir, başını taştan taşa çarpar.
Akan kaniyle dağı gül rengine boyar; yığılıp kalır. Haberi getiren
pişman olarak özür diler. Leylâ’nın, kocasıyla bir gece bile yatm a­
dığını, kendisinden başka kimseyi düşünmediğini söyler. Mecnun
biraz yatışır. Leylâ’nın hayaline karşı şikâyetler eder.
Babası Mecnun’u görmeğe gider, ona nasihatler eder. Çare
olmadığını anlayınca veda ederek döner. Biraz sonra Mecnun ba­
basının ölümünü haber alır. İçi yanar; dövünür. Babasının meza­
rına koşarak kucaklar. Yanar, yakılır. Sonra kalkıp Necd yo­
lunu tutar.
Bir gün Mecnun çöllerde dolaşırken, bir yerde Leylâ ve Mecnun
adlarının yanyana yazılmış olduğunu görerek Leylâ adını kazır.
Sebebini soranlara: “ İkimize bir nişan yetişir” der. “ Niçin onun
adım kazıdın da kendi adını bıraktın” dedikleri zaman da
“ benim iç olmam, onun kabuk olması doğru değil; ben kabuk ol­
malıyım o iç” diye cevap verir.
Mecnun çöllerde vahşi hayvanlarla arkadaşlık eder (Padişahla
köpek hikâyesi). Mecnun Allah’ a yalvarır; yıldızlara hitabeder.
O sırada uykuya dalar. Rüyasında büyük bir ağaç görür. Dalına
konmuş olan bir kuş, Mecnun’ a doğru uçarak başına inciler saç­
mağa başlar. Mecnun uyanınca sevinir. Mecnun sabahleyin bir
20 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN

atlının geldiğini görür. 'Leylâ’yı gördüğünü söyliyen atlı, ona Leylâ’ ­


nın mektubunu verir. Leylâ, bu mektupta kendi halini anlatmakta,
babasının ölümünden dolayı sevgilisine baş sağlığı dilemektedir.
Mecnun mektubu okuyunca ağlar. Mektubu getirenin verdiği kâğıt
kalemle Leylâ’ya cevap yazar. Halini anlatır; aşkını ve ıstırabını
tasvir ettikten sonra şikâyetlerde ve sitemlerde bulunur (burada
Şair-i ilhaki’nin esere eklediği parçadan şu beyitleri alıyoruz). Mec­
nun hayaller kuruyor.

ajU /. j öT Ij

Aj'UJ Jj ü

0.sl; j" Ij

o:iLj j izJiS'

j î üUJ j jl

ÖU-
C— j7 j aS”

f .k j

L 1aj [^h ç 1<CoiS^ aS**Aİ.â^

C-_.»"I \jA b

(Yarabbi, zamane, o ateşe tapanların şarabını senin (Leylâ’nın)


elinden bana sunsaydı, ne hoş olurdu. İkimiz elde kadeh yanyana
otursaydık, sen mest olsaydın ben de kendimden geçseydim. Arka
arkaya bazı kere dudaklarından öpücük, bazı kere elinden şarab
alsaydım . . . . Arasıra dudağından azık alsam, arasıra seni can
gibi göğsüme basdırsam. Bazı kere çeneni elimle okşasam, bazı
kere de dudağından şeker çalsam. Söylediklerimin hepsi masal­
dır; seninle söyleşmek için bir bahanedir).
Dayısı Selim-i Amiri, her ay Macnun’a yemek ve elbise getir­
mektedir. Bir gün yine Mecnun’u görmeğe gider. Onu vahşi hay­
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 21

vanlar arasında bulur. Çıplak görünce kendi elbiselesini çıkarıp


verir. Mecnun giymek istemez. Fakat dayısının ısrarı üzerine giyer
ve getirdiği yemeklerden birer lokma alarak kalanını hayvanlara
verir (Padişahla Zahid hikâyesi). Mecnun anasını sorar. Dayısı,
anasını alıp getirir. Anası oğlunun halini görünce yüreği parça
parça olur. Yanar, yakılır. Mecnun anasmm ayaklarına kapanarak
özür diler. Sonra veda ederek dağ yolunu tutar. Anası ağhya ağlıya
eve döner. Bir müddet sonra kederinden ölür. Anasının ölümünü
dayısından işiden Mecnun ağlar, sızlar, dövünür. Mezarına gidip
kucaklar. Akrabası Mecnun’u eve götürmeğe çalışır. Fakat
Mecnun hiç birini dinlemez. Bir ah çekip dağ yolunu tutar.

Leylâ, kocası olmadığı bir gün evden çıkarak yol kenarında


oturur. Bu sırada evvelce mektubunu götüren ihtiyar görünür.
Leylâ Mecnun’u sorar. Sevgilisinin halini duyunca çok üzülür.
Kulağından çıkardığı küpeleri vererek, Mecnun’u getirmesini
ihtiyardan rica eder, ihtiyar, kararlaştırılan yere Mecnun’u getirir.
Sonra dönüp Leylâ’ya haber verir. Leylâ gelir, fakat daha fazla
yaklaşmağa cesaret edemez. Daha ileri gidemeyeceğini söyler :

üUj ^ai

Ij L . .o ^ . fc. i J

A İb İİİJ ı_jV - ( j lj

A^" (Jİ

j'

^ j' / ûiJ

^ Ö j^ ü llj 4İJÎ^ Jİ

j^ jf ^ jt

(J'y ^ Û-*
22 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

(Bir adım daha ileri gidersem ölürüm. Bundan ileri gitmek aşk
mezhebinde ayıptır; ayıp olan bir işi yapmamak gerekir. M adem­
ki şimdi benim bir sahibim var; yaptığım işten utanmamalıyım.
Kays ta gerçek bir âşıktır. Bundan fazlası onun için de haramdır.
Ona söyle, lütfedip tatlı bir kaç beyit okusun; ben dinleyeyim.
O şarap sunsun, ben içeyim).
İhtiyar kendinden geçmiş yatan Mecnun’un yanına gelerek
onu ayıltır (burada “ Şair-i ilhaki” şunları anlatıyor):
Mecnun: “ Bu koku nedir ? Bu bahar kokusu değil, yar kokusu”
der. İhtiyar Mecnun’u sınamak için: “ Ayrı durmak doğru değildir.
Haydi sevgilinin yanına gidelim” deyince Mecnun şu cevabı verir:

^ J .3 ı J U İ İ J ( ^

(Ben onun kokusıyle sarhoşum; içkiyi elimde tutamam ).


Mecnun Leylâ’ya gazel okur. Aşkım ve ıztırabını anlattıktan
sonra şöyle söyler :

Û li y iy j û^jj' a - İ ö '.j

ı l-— j7 jlj

c. — - d İ ( J , i

4ü_uL—«-^>5^

C— ^ ^

Aj\S\j U j

^ Jl ı j _j:ı

ijlj jiJ ^

ijb j'^ j ^ ji

(Bundan sonra ben ve sen varız; fakat ben sen olacağım. İki
ten için bir gönül yetişir. O gönül de senin gönlün olacaktır. Çünkü
benim gönlüm haraptır. . . . Senin incini kendi varlığımın tek ipine
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L A V E MECNUN 23

dizeceğim. Böylece ikilik ortadan kalkacak. Bizim paramız bir-


leşince ikilik yazısı aradan gider. Tatlı badem de öyledir; bir
kabuk içinde iki iç vardır).

Bir aralık şöyle hayal kurar :

J_iL) (Jlijl ^ ^ (_ jj U

J_ij

jjj JT
jU y j jA l^;

y \ ty

ıj'y

jr j-5

iL * - j* j

c— « ı i —^ y ji> - j jf

O ^ j>

O y jU b

çj S C -^ j ı_ ^

jü IjT ı-->A_-^ iS

(Yarabbi ne hoş olurdu. Sen de beni isteseydin. Gündüz gibi


parlak, mehtapb bir gecede, gül bahçesinde baş başa kalsak. Seninle
yanak yanağa otursak, zevkle şarap içsek. Seni saz gibi göğsüme
çeksem. Taşın içindeki lâ’l gibi seni gizlesem. Mahmur gözlerinle
sarhoş olsam. Sarhoş sarhoş saçlarının kıvrımlarını dağıtıp kaş­
larını ellerimle okşasam. Göğsündeki narı göğsüme bastırsam.
Elm a gibi çeneni elime alsam. Bazı kere o narı elma gibi sıkıştır-
sam ; bazı kere o elüıayı nar gibi çiğneseni).
24 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN

Tekrar sitemler eder. Sözlerini bitirince sahranın yolunu


tutar. Leylâ da inliye inliye evine döner.
Mecnun’un şiirlerini duyarak ona hayran olan Selâm-ı Bağ­
dadî, çölleri dolaşa dolaşa Mecnun’u vahşi hayvanlar arasmda
bulur. Birlikte yaşamak istediğini söyler, yanında kalmasma
müsaade etmesini Mecnun’dan rica eder. Mecnun gülerek: “ Sen
gençsin, yol tehlikelerle doludur; benim çektiğimin yüzde birini
çekemezsin, dayanamaz kaçmak zorunda kalırsm” der (Şair-i
Uhaki Mecnun’a şunları da söyletir):

p lo : ijj y, tİU ^

(Ben parasız pulsuz bir adamım, azığım da yok ; böyle bir


adama konuk olman yakışık almaz).
Selâm ısrar eder. Mecnun da razı olur. Selâm, getirdiği yemeği
çıkarır. Mecnun’ a teklif eder. Mecnun ihtiyacı olmadığını söyler.
Selâm onu teselli etmeğe kalkınca Mecnun kızar:

J ‘ ‘Utf.—A b

iZ. •

f^

jr < y
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 25-

(Sen beni bir sarhoş, yahut zevkine düşkün bir kaçık mı sanı­
yorsun. Ben büyük bir aşk padişahıyım. Kendimden utanacak hiç
bir harekette bulunm adım .......... Varlığımın özü aşktır. Aşk bir
ateştir; ben onun içinde yanan bir öd ağacıyım. . . . . Eğer bende
bir varlık görüyorsan, o benim değil, sevgilimin varlığıdır.. . .
Mademki benimle arkadaşlık etmeğe yol buldun; ayıplarımı söy­
leyip durma).
Selâm, bir müddet Mecnun’la beraber kalır. Onun söylediği
şiirleri ezberler. Fakat yemeği tükenince veda ederek ayrıhr.
Mecnun’un kasidelerini Selâm’dan duyanlar hayran kalırlar (Şair-i
ilbaki’nin burada “ Der ismet ü Pakî-i Mecnun” başlığı altında
eklediği parçada Mecnun’un aşkını anlattıktan sonra, şöyle söy­
lüyor) :

I jli jl j

iJljJ c J l> - jl

«J

(Jl^ ( j l j i j

jU<ı (JL..İİJS” 1

iL j aS~ LûS”

t* — y>-

(Bilgin bir üstaddan, o kuvvetli âşıkın halini sordum: “ Mu­


radına ermeğe yol varken niçin otuz yıl umudsuz yaşadı” . Ustad
cevap v e r d i: “ Muradına erseydi ruhunun neşesini kaybederdi.
Bu kadar basit bir murada kavuşmaktansa otuz yıl onun sevinci
içinde yaşadı” ).
(Şair-i ilhaki burada “ Zeyd ü Zeynep” efsanesini naklediyor r
Zeyd amcasımn kızı Zeynep’i sevmektedir. Z eyd ’in fakirlikten
başka aybı yoktur. Vasisi olan amcası ise zengindir. Zeyd’in istediği
malı da vermez kızı da vermez. Nihayet am câh ondan kurtulmak
26 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

için kızım bir zenginle evlendirir. Umudu kesUeh Zeyd deli gibi
sahralara düşer. Zeyd’in halini bilen Leylâ zaman zaman onu
çağırıp teselli eder. Leylâ bir gün Z eyd’e sırrını açar. Zeyd Mecnun’a
sevgUisinden haber getirir. Mecnun sevinir, oynar; Leylâ için şiir­
ler söyler. Zeyd bunları Leylâ’ya getirir. Her ikisinin mektuplannı
birbirine ulaştırır. Bir gün Zeyd Mecnun’ a nasihat etmeğe kalkar:
“ Bu kadar güzel şür söylüyorsun, niçin bu halde yaşıyorsun? Ben
senden fazla dertliyim. Vaktiyle ben de çok ağladım. Fakat sab­
rettim. Sana deli diyorlar. Y azık değil m i; bu deliliği bıraksana”
der. Mecnun, Zeyd’in haddini aştığını görünce: “ Fazla konuşu­
yorsun. Bana sevgilimden haber getiriyorsan bundan daha ileri
gitme” der ve sözlerine şunları ekler :

ltT

^15^^jsi-

C j s iy

Ij tl-j

IjA Jl?- J

ir} J' y <y. ^

o U y Jl aJj-j

Ûl'

ıjA Jİ/I I
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN 27

(Baıta niçin deli diye ad takıyorsun? Deli ona derler ki nefsine


düşkündür. Ben deli değilim, şeytanı zincire vurmuş adamım.
Huri ve melek gibi zararsızım. . . . Ben başkalarının putuna tapan
bir adam değilim; önce kendi putumu k ır d ım .. . . Bu halimden
şikâyet etmiyorum. Bence bundan güvenilir yer yok tu r. . . . Ben bu

“ harabat” içinde mesudum. Bütün yakınlarımdan ilgimi kestim.
Kendi deliliğimden başka bir şey görmüyorum. Deli eğer bu ise
ben deliyim). Zeyd utanarak susar.

Leylâ’nın kocası daha fazla dayanamıyarak ölür. Âdet gere­


ğince Leylâ iki yıl evde kapanarak mâtem tutar. Bu mâtemi
bahane ederek rahatça ağlayıp sızlar (Şair-i ilhaki burada yine
“ Zeyd ve Zeynep” hikâyesine dönerek şunları söylüyor): Zeyd sev­
gilisinden ayn düştüğü için dertlidir. Yakınlan onun derdine çare
arayıp bulurlar. Bu sayede Zeyd ile Zeynep gizlice buluşup sevişir­
ler. Fakat bunların aşkı temizdir; utanıdırıcı değildir. Muradına
eren Zeyd arkadaşı Mecnun’u da unutmaz. Onun da derdine çare
düşünür. Görenler Zeyd’i takdir ederler. Zeyd Ibn-i Selâm’ın ölü­
münü Mecnun’ a haber verir: “ Ibn-i Selâm gitti sen sağ ol” der.
Mecnun hem sevinir, hem ağlar. Sonra Zeyd’e sitemler eder :
“ Yanıldın; îb n -i Selâm ömrünü sana bağışladı, dedin; Leylâ’ya
bağışladı” diyecekdin. Zeyd de: “ Bir gün Leylâ ve Mecnun adla­
rını bir arada görünce onun adını silip kendi adını bırakmış­
tın . Ben de bunu düşünerek söyledim” der. Mecnun bu cevaptan
sevinerek Zeyd’i kucaklar. Zeyd ile Mecnun bir hafta sahraları
dolaşırlar. Sonra bir bahane ile ayrılırlar.

(Şair-i ilhaki burada tekrar hikâyeye dönerek şunları anlatıyor):


Leylâ Mecnun’u düşünerek ağlamaktadır. Artık baba, ana korkusu
da kalmamıştır. Mâtem müddeti dolmuş, evine de dönmüştür.
Bir gün Zeyd’i çağırarak Mecnun’u görmek istediğini söyler.
Hâzinesinden yeni elbiseler çıkararak Zeyd’e verir ve Mecnun’u
getirmesini rica eder. Zeyd dağ yolunu tutar. Mecnun bu müjdeyi
alınca sevinir. Leylâ’nın gönderdiği elbiseyi giyer. Zeyd ile birlikte
yola çıkar. Vahşi hayvanlar da bunları takibeder. Zeyd Mecnun’un
geldiğini Leylâ’ya haber verir. Leylâ çadırından çıkarak misafirinin
ayağma kapanır. Mecnun da sevgilisinin yüzünü görünce ayağına
düşer. İki sevgUi kendilerinden geçerler.
28 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â VE MECNUN

li-LJ J o jjj ijl

0^^-» liLJ «J { j _j

(O hayatta, fakat can vermiş; bu can vermemiş, fakat ölmüş,


ik i sevgili düşmüş ve akıllan başlarmdan gitm iş; cihamn gürültüsü
kulaklarmdan uzaklaşmış).
Vahşi hayvanlar bunların etrafını çevirdiği için kimse görmez.
Yarım gün orada kalırlar. Zeyd gül suyu ve anberlerle bunları
ovar. Akılları başlarına gelince Leylâ utanır. Sevgilisini elinden
tutup çadırına götürür.

ır

Jjl j (j\

j j ıj-L^I _/ Ij

J^ (j I j C— j1

(Bu gerçek aşktır, hastalık değildir; şehvetle bulaşmamıştır.


Ellerindeki kadehden henüz bir yudum içmeden biri harab, öteki
de mest oldu. Henüz birbirini kucaklamadan bu elden gitti; o da
aklını kaybetti).
Leylâ kolunu Mecnun’un boynuna atar. Onu çenber gibi sarıp
kendine çeker. İki vucud bir olur. Böylece bir gün bir gece kalırlar.
Mecnun şaşkınlık içindedir. Gönlü çoşkun, fakat dili bağlıdır.
Leylâ: “ Beni görmediğin zamanlar sesin göklere yükseliyordu. B u
gün buluştuk niçin susuyorsun” diye sorar. Mecnun kanlı yaşlar
dökerek şu cevabı verir.

(»I y

61; j
FAB S E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 29

CJi\j ü

(Senin için canını satan tek âşıkım; dil satmağa kalkmasam


daha iyi olmaz m ı ? ..........Söyleyen adam bir şey arıyor demektir;
aradığını bulunca artık söze yer kalır mı?)

(Şair-i ilhaki bu arada Leylâ’nın güzelliğini överken, bu sa­


adete Mecnun’ un değil kendinin lâyık olduğunu söylüyor. Vabid
Destgirdi (aynı eser s. 246 not) Nizami’nin böyle düşünmiyeceğini,
beyitlerin Nizami’ye ait olamıyacağına bu sözleri bir delil sayıyor).

Bundan sonra Mecnun üstünü başını yırtar. Nara atarak çölün


yolunu tutar. Zeyd onu takibeder. Mecnun’un Leylâ için söylediği
kasideleri toplar (Şair-i ilhaki burada Mecnun’daki aşkın temizliğini
anlatıyor) :

aj ol

AIj \

.sjla j Uj

j (_ r ^

(Bir aşk ki temizlik bakımmdan İlâhîdir; o aşkın şehvetle


ilgisi olamaz. Aşk, ışığı her tarafı kaplıyan bir aynadır. Şehvet
aşk hesabından uzaktır. Şehvete dayanan aşk uzun sürmez. B öy­
le aşkı kimse hoş görmez).

Leylâ bir sonbahar günü hastalanır. Günden güne sararıp


solar. Yataklara düşer. Anasını çağırarak vasiyet eder: “ öldüğüm
«aman onun yolunun tozundan gözüme sürme çek. Sevgilim m e­
zarıma gelip ağlıyacaktır. Onu hoş tut, benim halimi ona anlat.
Onun uğrunda can verdiğimi, onu beklediğimi söyle” Leylâ vasiyeti
bitirince gözlerini yumar, ruhunu teslim eder. Anası saçını başını
yolar.
30 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L A V E MECNUN

Mecnun Leylâ’nın ölümünü duyunca ağhyarak koşar, meza­


rına kapanır. Sevgilisine hitabeder. Bir müddet öylece kaldıktan
sonra sahranın yolunu tutar.

Mecnun birgün kanlı yaşlar dökerek sevgilisini ziyarete gider.


Toprağı öper, ağlar, derdini döker, vahşi hayvanlar etrafını sar­
mıştır. Bir kaç gün böylece kalır. Terkrar sahraya döner.

(Şair-i ilhakı burada Mecnun’un ağıtını kaydediyor. Şair-i


ilhaki’ye göre Selâm-ı Bağdadî bir gün Mecnun’u görmeğe gelir.
Kendini görmeğe ve kasidelerini dinlemeğe geldiğini fakat bu defa
başka türlü gördüğü için üzüldüğünü söyliyerek: Sen nasılsın, sev­
gilin ne haldedir” diye sorar Mecnun sevgili sözünü işitince ağla­
mağa başlar. Sevgilisinin öldüğünü yana yakıla Selâm’a anlatır.
Selâm Mecnun’dan topladığı şiirleri Bağdad’a götürür.

Mecnun yine bir gün Leylâ’nın mezarına gelir. Yaralanmış


bir yılan gibi kıvranır. Beyitler okuyarak ağlar, Allah’a yalvarır.
Ölümü ister, mezarı kucaklar. înliyerek ruhunu teslim eder.

Vahşi hayvanlar etrafını aldığı için onun ölümünü kimse


görmez. Mecnun bir yıl öylece kalır. Bir yıl sonra hayvanlar dağılın­
ca, kabilesi halkı Mecnun’un öldüğünü anlıyarak ağlar ve onu
Leylâ’nın yanına gömerler. İkisinin kabri üzerine türbe yaparlar.
Orası aşıkların “ ziyaret-gâhı” olur. Hasta gelen iyi olarak döner.
Türbeyi ziyaret eden muradına erer.

(Şair-i ilhaki burada şunları da naklediyor: Zeyd Mecnun’la


Leylâ’nın kabrini her gün ziyaret etmekte ve Mecnun’un beyitlerini
okumaktadır. Bir gün yine bunları düşünürken uykuya dalar.
Rüyasında yüksek ağaçlar ve güzel çiçeklerle süslü bir bahçe
içinde onları bir taht üzerinde oturmuş görür. Her ikisi de baş­
tan aşağıya kadar nur içindedirler. Huriler gibi süslenmişlerdir.
Ellerinde kadeh önlerinde bahar, birbirlerine kendi hikâyelerini
anlatmaktadırlar. Bir taraftan içmekte, bir taraftan da seviş­
mektedirler. Bir ihtiyar da ayakta bunlara hizmet etmektedir.
Zeyd, bunların kim olduğunu ihtiyara sorar. O da birinin Mecnun
birinin de Leylâ olduğunu söyler.

Nizami hikâyesinin sonunda Şirvan Şah’ı övdükten sonra şu


beyitlerle eserini tamamlıyor :
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 31'

ib (i/l

:ıl; ( J « ----- C J j : > J


T •

C— A ^ zj\ ^

i il; ^

(Onun adını taşıyan bu kitab onun devletinin sayesinde


uğurlu, bahtı açık olsun. Başlangıcı mutlu olduğu gibi, sonunda,
da övülsün).
(Şair-i ilhaki son beyitten önce eklediği küçük bir parçada
eserin tamamlandığı tarihi şu beyitlerle kaydediyor) :

J.M j J J Ij

(Peygamber’in hicretinden 588 yıl geçti).

Vahid Destgirdi (aynı eser s. 274, not), N izâm ı’nin, eserine


başladığı ve bitirdiği tarihi 584 olarak kaydettiğini hatırlatıyor.
*

Nizam î, doğrudan doğruya Arap kaynaklarından faydalana­


rak hikâyesini kaleme alan ilk şairdir. O, Arap kaynaklarmdaki
söylentilerden bazısını değiştirerek, kendiliğinden bazı motifler
de ekleyip konuya uygun hikâyelerle süsliyerek eserini meydana
getirmiştir.
Olay, aslında olduğu gibi, Nizâm î’ de de çölde geçer; tasvir
edilen de ^öl Araplarının hayatıdır. Bununla birlikte, bu yerli
dekora şehir hayatiyle ilgili levhalar da katılmıştır. Meselâ,
asbnda Kays ile Leylâ, henüz çocukken kabilelerinin koyunla-
rını otlattıkları sırada birbirlerini severler. Başka bir söylentiye
göre de, bir delikanlı olan K ays, Kerime adındaki bir kadının
evinde Leylâ’yı görerek aşık olur. Halbuki Nizâmi’ de, Kays ile
Leylâ’nm tanışıp sevişmesi okulda başlar.
Bundan başka, K ays’ın babası, N izâm i’de, bir sultan gibi
ömür sürer, Karun kadar zengin bir adamdır. K ays dünya’ya
gelince sevincinden hemen hâzinelerini açar. Bu kadar zengin ve
kudretli olan Âmiriler’in başkanı, hikâye ilerledikçe silik bir şah­
siyet olarak kalır.
32 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L A V E MECNUN

Arap kaynaklarında halifenin sadakat memuru (tahsildar)


olan Nevfel, N izâm î’de kahramanlığıyle ün almış, silâhlı askerleri
olan bir adamdır. Mecnun için Leylâ’nın kabilesiyle çarpışarak
aman dedirtir.
K a y s’ın rakibi İbn-i Selâm’ dır. Leylâ’yı onunla evlendirirler.
Fakat Leylâ kocasını yanına yaklaştırmaz. K ays’ı her an artan bir
kuvvetle sonuna kadar sever.
K a y s’ın dayısı Selim-i Âm iri, K a y s’la ailesi arasındaki teması
sağlar. Mecnun’u her ay gidip görür. Ona yiyecek ve giyecek götü­
rür; anasıyla babasından haber getirir.
Selâm-ı Bağdadî de Mecnun’un çöl hayatını bize tanıtmağa
yarıyan bir kişi olarak sahneye çıkar. Mecnun’un şiirlerini toplayıp
yayan odur. Bir ihtiyar da Mecnun ile Leylâ’nın ilk defa
buluşmalarına yardım eder.
Eserin sonlarına doğru görülen Zeyd de, eser için gerekli bir
kişidir. O da Kays ile Leylâ arasındaki teması sağlar. Onlara mektup
getirip götürür. Nihayet Mecnun’la Leylâ’nın son defa buluşma­
larına yardım eder. Fakat hakikatte “ Zeyd ile Zeyneb” hikâyesi
esere başka bir şair tarafından eklenmiş bir parçadır.
N izâm î’nin eserini inceleyenler, onun Leyli vü Mecnun mesne­
visini, Hamse'sini teşkil eden öteki mesnevilerinden gerek konuyu
işleyiş ve deyiş, gerek tasvirlerdeki özellik bakımından daha güzel
ve daha başarıh bulurlar. Bunda, konunun acıklı olmasının da bü­
yük payı vardır. Nizâmı Mecnun’un aşkını ilâhileştirmiş, ona ta­
savvuf! bir çeşni vermiştir.
N izâm î’den sonra bu mesneviyi kaleme alanlar, onun izini taki-
betmişler, konuyu biraz değiştirmek, yeni motifler eklemekle birlik­
te, efsaneye girişte, hikâyeyi bölümlere ayırmada, bölümlere girer­
ken yapılan tasvirlerde hep ona uymuşlardır. Gerçekten, bahis başla­
rındaki sabah, akşam, bahar, yaz, kış, dağ, çöl gibi tabiat tasvirleri
eserde önemli yer tutar. Bundan başka Leylâ ile Mecnun’un güzelli­
ğini öven parçalar, Leylâ kabilesiyle Nevfel arasındaki savaş tas­
virleri, ayrılık, umudsuzluk, kavuşma nihayet ölüm gibi en içli
insanlık duygularını dile getiren parçalar, eseri süsliyen ve şiir bakı­
mından ona değer kazandıran özelliklerdir. N izâm î’den sonra ge-
Jenler, hikâyede hep bu çığırı takibetmişlerdir.
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E M ECNUN 33

Bu özet için faydalandığım nüsha: Vahid Destgirdi, Nâme-i L e y ­


li vü Mecnûn, açıklamalar, düzeltmeler ve notlarla, Tahran, 1313.

Eserin basılmış başka nüshaları: Lucknow H . 1287 = M . 1870;


Tahran H . 1 2 9 9 = M . 1881 (Hamsesi içinde, s. 193-278, taş basması
resimli); Bom bay H . 1304. (Hamsesi içinde); Lahor H . 1308 =
M . 1890.

Eserin İstanbul kitaplıklarındaki yazma nüshaları Hamseleri


içindedir. Hamse nüshaları: Topkapı, Revan K tp ., N o. 855-872 (18
nüsha, 868 Husrev’in Hamsesiyle birlikte). No. 874-878 (5 nüsha);
Topkapı Hazine K tp ., No. 749-766 (18 nüsha, 751 Cami’nin K ü l­
liyatı, resimli). N o. 777-793 (17 nüsha); Topkapı Bağdad K tp .,
N o. 145-147 (3 nüsha); Türk-îslâm müzesi K tp ., N o. 1939, 1948,
1950, 1990, 1991, 2044, 2061; İst. Üniver. K tp ., Fy. N o. 249,
28 6 ; Süleymaniye K tp ., Hamidiye, N o., 1079; Bağdadlı Vehbi, No.
1620; Halet E f. No. 376; Fatih, No. 4 057; B a y e zıd K tp ., N o. 5710,
5772; Millet K tp ., Emiri F . N o. 45 7 ; Ayasofya K tp ., No. 3289,
3856, 3857, 3858, 3860; Nuruosmaniye K tp ., No. 3780-3783 (4
nüsha); Ragıb Pş. K tp ., No. 1094; Üsküdar, Şemsi Pş. K tp .,
No. 908-909 (2 nüsha).

Eserin tercümeleri: İngilizceye tercümesi: James Atkinson,


Laili and M ajnun (manzum), Londra 1836; başka bir tercümesi,
Londra 1894; Fransızcaya tercümesi: Londra 1905; Türkçeye ter.
Prof. Dr. A li Nihat Tarlan, Leylâ ile Mecnun, Şark-lslâm klâsik­
leri, İstanbul 1943; Samed Vurgun, LeyK vü Mecnun (manzum),
Azerbaycan Medeni rabıta cemiyeti, Bakü 1947.

N izâm î’nin L eyli vü Mecnûn mesnevisinin mensur tercümleri


de vardır. Bunlar Jîomse tercümeleri içinde bulunur. Meselâ, Top-
kapı. Hazine K t p .’da 1115 numarada kayıtlı içinde 61 minyatür
bulunan nüshada, Heft peyker, İskender-nâme, Husrev ü Şirin ve
Leyli vü Mecnûn tercümeleri yer almaktadır. Türk Dil Kurumu
kitaplığında bulunan nüshada da Husrev ü Şirin, Leyli vü Mecnûn
ve tskender-nâme vardır. R aif Yelkenci’ de gördüğüm minyatürlü
bir nüshada ise, eksik olarak Husrev ü Şirin, Leyli vü Mecnûn ve
îskendernâme bulunm^aktadır. Bu tercümeleri yapanlar, Nizâ-
m î’nin Homse’ sinden Mahzenü-l-esrâr\ bir yana bırakmışlar, öteki
mesnevUeri, bazı bölümlerini atarak tercüme etmişlerdir.
F. 3
34 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

N İZAM ÎD E N SONRA ;

Nizâm î’nin mesnevisinden sonra, Leylâ ve Mecnun hikâyesi


büsbütün yayılmış, birçok şairlerin eserlerinde küçük hikâyeler
halinde yer almıştır. ‘Attâr’ın (Ö. H . 6 2 7 = M . 1229) Muşibet-nâme’•
sinde, Mevlânâ’nın (D . H . 604 = M. 1207-Ö. H . 672 = M. 1273
Mesnevî’ sinin her cildinde, Şey^ Sa‘ dî’nin (ö . H . 691 = M . 1291
Gülistânhmn V I I . fashyle Bûstân’ımn I I I . faslında bu efsaneye ait
hikâyeler vardır.
e m ir H U S R E V ’ ÎN E S E R İ

Nizâm i’den sonra aynı konuyu ele alan Emir Husrev ( ö . H .


7 2 5 = 1 3 2 5 ) dir. Şair, eserini H . 6 9 8 = M . 1299 da Delhi’ de I. Sul­
tan Alâü’d-din Muhammed adına yazmıştır.

Husrev eserine şöyle başlıyor :

J İj JA)

flJ— i j j ' j l J ip

(E y esrar hâzinesini gönüle veren Tanrı, akıl senin lûtfunla


o hâzineyi ele geçirdi. E y uzağı görenlerin gözünü açan ve boş
oturanlara sermaye veren).

Başlangıç manzumesiyle, münacat, na’t, m i’raciye’ den sonra"


Sultanü’l-evliya Şeyh Nizami ile Sultan Alâü’d-din Muhammed
Şah’ a övgü ve “ Der sebeb-i nazm-ı kitâb” başlıklı manzume
geliyor. Bir hikâyeden sonra oğluna nasihat, ikinci bir hikâye­
den sonra “ Ağâz-ı dâstân-ı Mecnûn u Leyli” başbğı altında şu
beyitle konuya giriyor ;

J 'j
jb « O jf j

^ jjj 0 ^

Ij öl

j jj (1)1 J

J jj j
36 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

(Bu sırrın kilidinin dişini açan, söz kapısını da şöyle açar :


Güzel yüzlü K a y s’ın doğduğu gün kabilesinin yüzü parladı.
Geceyi aydınlatan o kutlu ışıktan Âmirilerin günleri mutlu oldı).

K a y s’m aşk yüzünden deli olacağı, önceden bir müneccim


tarafından haber verilir (K ay s’ın babasının, oğul ihsan etmesi
için I Allah’ a yalvarması yoktur).

Büyüyünce K a y s’ı okula verirler. Okul güzel çocuklarla


doludur :

«U ü (1)^ 01 ij)

6İJ »i j

^\j ^

ÇİJ-» j iSj_ c f

jS" İJ

(3^1 ülJ ö lk l_ ^

(JL—ilp üj üi

Ö L İjS ” 6İ>

jlJ j -u* L*

jİ J jl^ *■* J ^

ji <o::î j I j a j

jp i j i A:_-i.r j l J A j
L5.'

jO J'
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 37

jlı^ j ıJl-j ^ C-j (J

j l :— ) j

‘o lj

(O ay gibi güzeller arasında biri vardı ki, güneşin ışığının


yolunu keserdi. Adı Leylâ olan o dilberin ay kölesi idi. Yüzündeki
ben, onun adından bir nişandı. Güneş ile yıldızlara ışık tutar, in­
san ile periyi deli ederdi. Can malını yağma eder, ocakların tem e­
lini yıkardı. Dünyanın şeker dudaklı güzellerinin sultanı idi. Âşık
ların sabrını tüketen, sağ olanların boynunu vuran, rahata kavuş
mak istiyenleri şaşırtan hep o idi. Baştan ayağa naz ve cilve idi.
Hem güzelliğe baş kaldırır, hem başlan vururdu. Öyle bir naz ki,
cihanda bin fitne koparır; öyle bir güzel ki, şehirde binlerce kurbanı
v a r .. . . Kuruntudan şeytanın gözü bağlanmış; meleklerin teşbihi
kopmuş. Put değil, puta tapanların kandili. Cennetin tavusu, bos-
tanın kekliği. . . . Dirilik suyu ile yoğrulmuş olan dudağının m a­
cunu inci saçmakta. Saçları lâle ile birlikte uykuya dalmış. Ağzı
bal ile aynı lezzette. Dudağında öyle bir tuz var ki şekerle karışmış.
Yem esi öd ağacından yapılmış macundan daha hoş. Güneş kölesi­
nin oğlu; ay da damgalı esiri).
Kays ile Leylâ birbirlerini burada severler. Bunu anlıyan
Leylâ’nın anası, kocasma haber verir. Leylâ’yı eve kapatırlar.
Leylâ’yı göremiyen K ays, bir köşeye çekilerek bir müddet sabreder­
se de daha fazla dayanamaz, dağlara çıkar. Babası K ays’ı arayıp
bulur, nasihat eder; Leylâ’yı alacağını vâdederek eve getirir.
38 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN

K a y s’ın babası Leylâ’yı oğluna ister. Fakat .K ays’ın deli


olduğu ileri sürülerek teklif reddedilir (K ays’ın babasıyle K âbe’ye
gitmesi yoktur).

Mecnun’ un babası, Emir olan Nevfel’ e başvurur. Nevfel


bir mektup yazarak kızı babasından ister. Red cevabı alınca as­
kerini toplar. îk i kabile arasında uzun savaşlar olur. Leylâ’nın
kabilesi, yenilince kızı öldürmeğe kalkar. Bunu bir âşıktan işiten
K ays, Nevfel’e vazgeçmesini rica eder.

Mecnun, savaştan sonra ölüler arasına uzanır. Kargaların


gözlerini oymağa çalışmasına aldırmaz. Orada bulunan biri buna
engel olur. Sonra gidip Leylâ’ya anlatır. Bu hale üzülen Leylâ da
gözlerini çıkarmak ister. Haberi getiren ona da engel olur.

Mecnun’un anası, oğluna Nevfel’in kızını almağı düşünerek


meseleyi kocasına açar. Kocası bu fikri beğenerek Mecnun’u
arayıp bulur. Mecnun babasına olan saygısından itiraz etmez.
“ Allah’ın iradesi ne ise o olur” der. Nevfel de kızı Hatice’yi Mec-
nun’a vermeğe razı olur. Mecnun zifaf gecesi kıza yaklaşmaz; ağ-
lıyarak Necd’e 'kaçar (Leylâ’mn îbni Selâm’la evlenmesi yoktur).

Leylâ Mecnun’a mektup gönderir; evlendiği için ona sitemler


eder. Mecnun: “ Ona nikâhla bağlandım; fakat yüzünü görmeden
ayrıldım” diye cevap verir.

Bir bahar günü, arkadaşları Mecnun’u ziyarete giderler.


Leylâ’nın arasıra “ çemen-zar” a geldiğini söyliyerek Mecnun’u
kandırırlar. Arkadaşlarıyla “ çemenzar” a giden Mecnun, orada
şiirler okur; coşarak kendini kaybeder. Aklı başına gelince kal­
kıp gider. Bir ağacın altına oturup bülbülle konuşur.

Bir temmuz günü, Mecnun ağlıyarak Leylâ’nın diyarına gider.


Orada gördüğü uyuz bir köpeğin boynuna sarılarak yüzünü gözünü
öper; boynuna altın bir tasma geçirir; arkasını okşıyarak onunla
konuşur.

Leylâ Mecnun’u rüyasında görür, Sabah olunca devesine bine­


rek Mecnun’u aramağa gider. Onu vahşi hayvanlar arasında bulur.
İkisi de birbirlerini görünce kendilerini kaybederek akşama kadar
yatarlar. Sonra kendilerine gelirler.
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E M E CN U N 39

J ji ^ jl__ V( jA

j^Âj J

i jr\-* ^ ----i

jL /- j i jl ^ j^ ö T ( j L -i ?

j \— - 'j

— -J <Jaijj -tPİ— - Jl

jl ıj j ^ j d li^ j jy if j

a:^ ~ j (Jo J:ı j :> jijj

J-=> (i* i

>^.*»ılj liL _/ıi ^ <U«—■! ^

cl.*"U- ^ Jl ü j^

b C~»*ıjj j i (JL?^Lujj

ı5^. / J*'* J'S 1


(İstekle kollarını uzatarak birbirlerini kucaklamağa hazır­
landılar. Mecnun ciğerinden inledi; Leylâ cilve okunu attı. O peri,
gamzeli iki göziyle kendi divanesini büyüledi. Bileğiyle gümüşden
bir gerdanlık ve zülfiyle miskten bir zincir yaparak onu bağladı.
Böylece iki gönül bir göğüste birleşti. Yani iki inci bir hâzineye
girdi. Bir okla ten harab oldu. îkilik aradan kalktı. İki sevgili
birleşti; iki tane, bir kabuğa sığdı).
Vahşi hayvanlar bunların etrafını almıştır. Sabah olunca
Leylâ döner. Mecnun yalınız kalır.
Leylâ arkadaşlarıyle “ nahlistan” a gider. Mecnun’u tanıyan
bir adam oraya gelerek Mecnun’un şiirlerinden okur. Leylâ Mec-
TiTin’un adım duyunca, koşup tanımadığı adamın ayaklarına kapa­
nır; Mecnun’u sorar. O da

C-j'U- li jj i^\ \L-jS

lULj J.İ J j'^'^


40 FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L A VE MECNUN

i.I-jsS’ ij jIj üI

C - îj tİjJjLo jl eJj'IJ (Ji

3 jji jj jS"

JJİ (jl^ j Jl JJİ

iljî «j>İ3 l^ îi

JJ jlij U

c u ib y iS jjJ ^ V

(Dedi: E y canı vefa ile yoğrulmuş, dilin, gönlündekilerini söy­


lemekten âcizdir. Senin bahsetmek istediğin sevgilinin gammdan
gönlünü silmek gerekir. O senden uzak kaldı; senden uzak kalmca
da kendi canından uzaklaştı. O, serbestken gönlünü sana verdi.
Canını da köle olarak bağışladı. Yaşadığı müddetçe gözü sende
idi; ölürken de seni istedi).
Leylâ Mecnun’un öldüğüne dair yabancının verdiği yanlış
haber üzerine üstünü başını yırtar, ağlar, bayılır. Arkadaşları onu
eve götürürler.
Bir sonbahar günü, ölümün yaklaştığmı sezen Leylâ, anasını
çağırır: “ Ben öldükten sonra na’şımı deveye koydukları zaman
Mecnun’u çağır, yanıma gelip ağlasın, mezarımın başında bulun­
sun. H ayatta kavuşmak nasib olmadı; öldüğümüz zaman muradı­
mıza erelim” der ve Mecnun’ un adını tekrarlıyarak can verir.
Mecnun Leylâ’mn ölümünü haber alır. Cenazeye yaklaşır, onu
sevinçle takibeder. Gazeller okur, oynar. Leylâ kabre konacağı
sırada üzerine kapanarak onu kucaklar. Mecnun’u ayırmak
isterler. Bir kaç ihtiyar :

^ (1/ ^

C— İJ İ0>- j iS

iS ^ ü ^ J r. JJ

j Je-
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN 41

ilb JjJ l A . S ' j5^

iSU^

J*'/
C.~J!A3- jjj 0^^ 4$' J v » j

(Bu iş şehvet ve heves işi değildir. Allah’ın hâzinesinin sım dır..


Yoksa hevesle insan aziz canından geçemez. Ne mutlu o kimseye^
ki, temiz bir kalb ile vefa yolunda böyle toprak olur. Birleşmek
gerçi gönül adamı için günahtır. Ancak böyle birleşmek helaldir)
der; fakat Mecnun ölmüştür.
Şair, “ Hâtim e-i kitab” bölümünde kendinden bahsettikten
sonra sözü Nizâmî’ye getirerek onun huzur içinde yaşadığım söy--
lüyor; kendinden şöyle bahsediyor :

ji d li j'

\j j J ^

^ IjT ^ jj

(Miskin, şaşkın ve dertli olan ben, yanmaktan kazan gibi


kaynamaktayım. Sabahtan akşama kadar gam köşesinde oturu­
yorum. Hiç huzurum yok).
Şair eserinin yazıldığı tarihle beyit sayısını şu mısralarla
veriyor ;

^.iı,X S^ : I O j

J jJ ^

C*_—A J

J jl a L? “

(Eserin adı gayıbdan kütüğe geçirildi. Nizâmi’nin Leyli vii


Mecraure’unun tersine, Mecnun u Leyli oldu. Yazıldığı tarih, hicret-
42 FABS E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECNUN

ten 698 yıl sonradır. Eserin beyit sayısını doğru say : hepsi 2660
beyittir).
Eser şu beyitle sona eriyor :

(Bu eser aferine lâyık olsun. İnşallah öyle olur).


*

- Husrev, Arab kaynaklarındaki söylentilerden ayrılmış, esasta


N izâm î’yi takibetmekle birlikte bazı yerlerini değiştirmiş, Nizâ-
mi’ de olmıyan yeni motifleri eklemiştir. Nizâm i’deki derinlik ve
tasavvuf onda yoktur. Bununla birlikte Husrev’in eseri yüksek
bir sanat değeri taşımaktadır. Deyiş canh ve renklidir. Eser her-
şeyden önce bu vasfıyle ün kazanmıştır.
Husrev’in eserine kattığı motifler :
a) Kays doğunca tahine hakan müneccim, onun aşk yüzün
den deli olacağını haber verir :
b) Mecnun’un bahası Leylâ için Nevfel’ e başvurur;
c) Leylâ kabilesi, yenilince kızı öldürmeğe kalkar. Bunu bir
âşıktan haber alan Mecnun, vazgeçmesi için Nevfel’e yalvarır;
d) Mecnun, savaş meydanında kargaların gözlerini oymak
istemesine aldırmaz. Bunu haber alan Leylâ da gözlerini çıkarmak
ister;
e) Mecnun, Nevfel’in kızı Hatice ile evlenir;
f) Arkadaşları Mecnun’u “ çemen-zar” a götürürler; Mecnun
“ çemen-zar” dan döndükten sonra bülbülle konuşur;
g) Mecnun bir yaz günü Leylâ’nın diyarında gördüğü uyuz
bir köpeği kucaklıyarak yüzünü gözünü öper;
h) Leylâ Mecnun’u rüyada görür ve devesine binip onu ara­
mağa gider; iki sevdalı buluşarak sabaha kadar haşhaşa kahrlar.
i) Leylâ arkadaşlarıyle “ nahlistan” a gider, orada K ays’ın
gazelini okuyan bir adamdan Mecnun’un öldüğüne dair yanlış
haber alır;
k) Mecnun, Leylâ’nın tabutunu gazel söyliyerek, oynıyarak
mezara kadar takibeder, kabre konacağı sırada üzerine kapana­
rak can verir.
FARS E D E B İY A T IN D A L E Y L İ V E MECNUN 43

Görülüyor ki Husrev, Nevfel savaşından sonra Mecnun’un


kargalara gözlerini oydurmak istemesi, Leylâ kabilesinin yenilince
kızı öldürmeğe kalkması, Mecnun’un Leylâ’nın tabutunu gazel
söyliyerek, oynıyarak mezara kadar takibetmesi gibi garip görü­
necek olaylar eklemiştir. Husrev’in eserine kattığı olaylardan en
çok beğenilen, K a y s’ın taliine bakan müneccimin aşk yüzünden
deli olacağını haber vermesi, Leylâ’nın nablistanda Mecnun’un
gazelini okuyan adamla görüşmesi motifleridir.
Husrev’in eserinde Leylâ’nın rolü daha büyüktür. Mecnun’un
kargalara gözünü oydurmak istediğini haber alan Leylâ’nın da
gözlerini çıkarmağa kalkması, Mecnun’u rüyasında gören Leylâ’nın
deveye binip Mecnun’u aramağa gitmesi gibi olaylarla, Leylâ’ya
ayrı bir kişilik verilmek istenilmiştir.
*

Bu özet için faydalandığım nüshalar: İst. Üniver. K tp ., F y .,


Hamse, No. 966, v. 170- b-228 a. No. 458, v. 230 b- 308 b, sayıfa
kenarında.

Eserin İstanbul kitaplıklarındaki yazma nüshaları Hamseler


içindedir ; Külliyat ve Hamse nüshaları; Topkapı, Revan
K tp ., No. 1020, 1021, 1029; Topkapı, Hazine K tp ., No. 794-801
(8 nüsha). No. 866, 898, 1008; Türk-lslâm müzesi K tp ., No.
1980, 2060; İst. Üniver. K tp ., F y ., No. 458 (Hamse ve divan),
966, 1049 (Külliyat olarak kayıtlı ise de divanları); Süleyma-
niye K tp ., Esad E f., No. 2574, 2 5 7 7 /2 ; Halet E f. No. 377; Millet
K tp ., Hekimoğlu Ali Pş. No. 661; Ayasofya No. 3859, 3912;
A tıf E f. K tp ., 2042 (bu nüshada bazı parçalar eksik).
Eserin basılmış nüshaları: Kalküte, M . 1 811,1818 ve H . 1244;
Lucknow, H . 1286.
CÂMÎ’NÎN ESERİ

Nûrü’d-dîn ‘Abdu’r-Rahman Câmî (D. 23 şabaa 817 = T


kasım 1414- Ö. H. 898 = M. 1492), eserini 889 da yazmıştır.
Şair eserine şöyle başlıyor :

^ jj iSlsi-

jA jî

JJ jlf 'y

J:t~" V-“
(Ey Tanrı, senin toprağın uluların baş tacıdır. Akıllıların akir
senin mecnunundur. Sana kapalı olan için, gündüz bir gecedir.
Sana açık olan için, küme yıldızlar ortasında çok küçük görünen,
süba yıldızı, sübeyl yıldızı kadar parlak görünür).
Başlangıç, tevbid, na’t, ve mi’raciyeden sonra şu başbklı
manzumeler geliyor : “ Der ma‘ni-i ‘ ışkı şâdıkân ve şıdk-ı ‘ âşıkân” ,
“ Der sebeb-i nazm-ı kitâb ve bâ‘iş-i tertîb-i in bıtâb” , “ Der zikr-i
ba‘ z -1 birün-reftegân ez dâ’ire-i mâb u sâl ve du‘â-i ba‘ z-ı merkez-
nişînân-ı nokta-ı hâl” , Âğâz-ı silsUe-cünbâıü” , “ Dâstân-ı ‘ışk-t
Leyli vü Mecnûn” . Şair bu son bölümde esere şöyle giriyor :

jljlj

jljl

jl

iJjJİ J jj ö\
jja \c- jT
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 45

jUu j^ j ^ ^ y î ^

(Tanınmış âşıkların tarihini yazan şairler, ünlü âşıklardan


■dem vurdukları zaman, söz levhasına böyle yazdılar : Âmirilerden
kadri yüksek, şerefli, uğurlu bir adam vardı. îşde Arapların
beğendiği, gönül almakta Acemlerin sevdiği idi).
Babasımn on oğlundan en küçüğü olan Kays, her gün
devesine binip gezmektedir. Bir gün yolda güzel kızlara rastlar.
Birine yaklaşıp adını sorar; “ Kerime” cevabını ahr. Kays Kerime
ile konuşurken bir delikanh gelir. Kızlar onu iltifatla karşılayınca
Kays kıskanır; devesini yedeğine alarak gitmeğe davranır. Kızlar :
“ Gitme kal” derlerse de Kays devesine binip uzaklaşır.
Kays Leylâ’mn güzelliğini işitir :

4 ^ crf-
J^T JJ

c— ı>j j /

«a o jlT jl
l7 j ■" ■

(Dediler ki, filân kabilede iri gözlü, huri gibi güzel bir ay vardır.
Adı Leylâ’ dır. Bütün kabile ona tutkundur. Yanağının güzelliği
anlatılamaz. Git, ne kadar güzel olduğunu kendin gör. Gözün
yapacağını kulakta arama. Görmekle işitmek arasında fark vardır).
Kays bunu işitince hemen yerinden kalkar, süslü elbiselesini
giyerek Leylâ’yı görmek hevesiyle devesine binip gider. Kays’ı
karşılayıp baş köşeye oturturlar. Kays aradığını göremez. Umut­
suzluğa kapıldığı bir sırada ansızın karşıdan biri görünür. Mücev­
herlerle ayak bileziklerinin şakırtısı onu heyecana getirir.

jl ; ‘ aİ?- j J

ÜİJJ lSjJ d J Ş
4S FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

ujSsiS” liiJ ‘‘^İj5Uj"

C-^

li J

jy
jjO jj j J j (_;İo‘ l f >
y>T J j f ja T

jjjj C-=^ji « j l k j

db*- ;1 <; J j (^) J*J jjı> .

‘^ 'j j '^ 'J ^JFT


j Ij

jljiS ^ j jS^A jjfj j

J.A »J j. JS" iij-y

C .--1 «:>

ölo;:> a ip j

jl-U ^ J J ü

1_Â]2 Î j

LŞİJ*
â jj- - İİL . J Jl>- ^SJJ
aij£ jj\ ı_
!aİ
2] j a
Jİj lı

i S ö C*^:> J
S
a 'j7 tJjf

AiâjS"

^ ûJ^ aÜ ^
^JsS j\ ı j a l j j ıjy jA

^Xj ojL(-' ıj,i (_^b _/


FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 4T

(Naz elbisesi içinde bir servi gördü; keklik gibi sekiyor, sülün
gibi yürüyordu. Bir yüz ki anlatılamaz. Düzgünsüz olduğu
halde gül renkli. Alnı gümüş levhadan yapılmış gibi. Hayır ha­
yır tam bir yarım aydan. Kaşı anberden yapılmış keman,
kirpikleri gönül delen misk kokulu ok. Bir ahu gözlü; sanki ahu,
gözlerini yüzüne dikmiş, ö y le bir dudak ki, yakut, fakat taştan
değil. Tatlılıkta şarap, renkte yakut. Küçük ağzı şeker saçmakta,
sanki gül bahçesinde bal arısı, gül yaprağı üzerinde hüner gös­
termek için, iğnesini vurmuş, onu bal ile doldurmuş. Düzgün
dişleriyle inci kutusuna benziyen ağzı sabah çiğleriyle süslenmiş
bir gonca gibi gülmekte. Gümüş çenesi güzellikte elma gibi; hem
de akılları şaşırtan bir gümüş. Onun üzerinde miskten bir ben;
yahut o elmanın güzelliğinden içinde görünen çekirdek, öy le
bir çene ki, sanırsın gümüş tenli bir dilber, gümüşten bir elmayı
elinde tutuyor. Parmakları da elmayı halka gibi sarnuş. K â­
küllerinin her teli gönlün ayağına takılmış bir kemend).
Leylâ bu vasıfta görününce Kays’ın kalbi yerinden oynar,
Leylâya âşık olur. Leylâ da onu beğenir.
Kays birgün Leylâ’yı görmeğe gider, Leylâ çadırından çıkıp
Kays’ı karşılar. İki sevdalı konuşurlar. Başka bir gün kimse ol­
madığı sırada Leylâ Kays’ı çadırına alır.

Uj'Ij >-

Jül

• s.
— -
*

(^JL. iS J

^ İ jA j JJ
48 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ YE MECNUN

y» j â j Jj5

jjb jL J j ij-^

jbjî^ j

_>J Ji eo:;:- j J (JJ

t^u J JJ

4: ^ _j ^

(Leylâ Mecnun’ı çadırına çağırdı; baş köşeye oturttu. Aşk


meclisini kurdular; âşıklık kitabım açtılar. Her iki sevdalı sütle
şeker gibi birbirine uygun düştü. Leylâ cilveli, Kays temiz ba-
kışh. Kays henüz tüyleri belirmiş bir genç; Leylâ akıl ülkesinden
yola çıkmış. Leylâ saçlarının kıvrımlarını açıyor; Kays gönlünü
ve dinini rüzgâra veriyor. Kays gülümsiyerek konuşuyor; Leylâ
gülüşiyle şeker saçıyor, Leylâ güzellik cilveleri içinde; Kays aşk
derdiyle göğsünü dövüyor).
Bir gün Leylâ kız ve erkek arkadaşlarıyle otururken Kays
gelir; Leylâ 'y ü z vermez. Mecnun ağlar (gazel). Leylâ böylece
K ays’ı smadıktan sonra teselli eder; Kays sevincinden bayılır.
Kızlar kaçar. Leylâ akşama kadar onu bekler. Kays kendine gelince
ikisi de aşkları için yemin ederler.
Kays ile Leylâ, bergün buluşup akşamlara kadar başbaşa
kalırlar. Kays daba fazla dayanamaz, aklını bozar.
Babası Mecnun’a nasihat ederek amcasınm kızını teklif eder;
Mecnun kabul etmez. Leylâ bunu işitince üzülür; geldiği zaman
onun yüzünü görmek istemez. Mecnun ıstırab içinde kıvranarak
döner. Aldığı haberin doğru olmadığım anlıyan Leylâ, bir mektup
yazarak Mecnun’u çağırır.
Leylâ’yı görürse yaya Kabe’ye gideceğini adamış olan Mec­
nun, Leylâ’yı gördükten sonra adağını yerine getirmek için Kâbe’ -
ye gider; aşktan ayırmaması için Allah’ a yalvarır.

^ JJ j ’j ^

(ijj j j
FABS E D E B İY A TIN D A L E Y L İ VE MECNUN 49

(J
:^ ıJjj lS'j* j

ıjjj J J J
slS" J-^l C-_~xiJ

â jj j

ıj\ f o ; j ıi— ^

(jl j^l5^ ^Ij

^ jS ^ ‘ C j 'î ^ j o'— i _)1

4iJ=^ (i“ ^ (1/


^IwUj 1.1 — _jl Ij

^1 o J jj C ^ U - jl iJ

(Ya Rabbi, yüzümü her şeyden çevir. Leylâ’nın aşkından, onu


istemek dâvasmdan başka hayat defterimden her şeyi sileyim.
Leylâ umutlarımın kıblesi, ömrümün sermayesidir. Gözümü nnr-
landıran ve ürkmüş gönlümü dinlendiren Leylâ’dır. Leylâ dirilik
ışığıdır; murada erme bağınm turfandasıdır. O iyilik Uinin şahı,
aşk teninin camdır. O bu ilin şahı bulundukça, ben onun kölesi-
yim . O aşk arayıcılığmın cam oldukça de ben diriyim).
Mecnun her sabah Leylâ’yı görmeğe gitmekte, akşama kadar
sevgilisiyle başbaşa kaldıktan sonra dönmektedir. Bir gün Leylâ’ya
giderken çirkin bir “ acuze” ye rastlar. Bunu uğursuz sayarak
korkuya düşer.
Leylâ ile Mecnun bir gece gizlice buluşup konuşurlar. Bunu
gören bir genç Leylâ’nın babasına haber verir. Babası Leylâ’yı
döver.
Mecnun Leylâ’nın komşusuna giderek sevgilisinden haber alır.
Görenler bunu da yetiştirirler. Leylâ’nın babası kadını tehdit eder.
Leylâ’nın babası Mecnun’u Halife’ye şikâyet eder. Halife
valiye ferman göndererek, Leylâ’nın adını anmasını Mecnun’ a
yasak eder. Vali fermanı kabileye bildirir. Mecnun bu haberi ahnca
ıstırabından bayılır.
50 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun’un babası Leylâ’yı isterse de ret cevabı alır. Mecnun


bunu duyunca sahralara çıkar; orada vahşi hayvanlarla yaşamağa
başlar.
Nevfel Mecnun’un mâcerasım işiderek ona acır. Para ile ol­
mazsa zorla kızı alacağını vâdederek bir müddet onu yanında
alıkor. Nihayet Leylâ’nın babasını çağırtarak kızı ister. Babası
teklifi reddeder. “ Eğer yenilirsek Leylâ’yı öldürürüm” der. Nevfel
vazgeçer. Mecnun Leylâ’nın yüzünü görmeğe razıdır. Fakat onu da
kabul etmezler. Mecnun Nevfel’ e sitemler ederek sahralara çıkar.
Mecnun sahraları, çölleri dolaşır. Kasırgaya hitabeder. Sürü­
sünden bir koyun vererek avcının elinden ahuyu kurtarır.
Mecnun, Leylâ’nın çobanına rasthyarak sevgilisini sorar.
Kabile erkeklerinin baskına gittiklerini, Leylâ’nın yalnız olduğunu
öğrenince, çoban kılığına girerek Leylâ’yı görmeğe gider. Çadırın
önüne gelince düşüp bayılır. Leylâ işitip koşar, ik i âşık bir müddet
konuşurlar:

f J j' Cf' L/,'

(jU j 1 ij'\

C*jsS” jl

jA s C -i? ;j \

j l :^ ^ ^ (jl

« jl^ (J ^ J ‘S'ıJLjiS' (j'l

^C jî (_p 4$^ jl

jl aS' C J ğ '

J.5 jA O İS " (jl

J ^ . ( jl i ' ö}

û iJ ' f JJ i J ö’'’
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 51

ıS j j ^

iS jj^ C.İS" (>_!

^jlS^ ıJ!_w,Aj C-İS” jl

^jla j 1 _jJ (j-J jş - C -ir ■|j'_l

^ 01

tI-1 ^ J (j' I

ö l — j (ji-* * O jjS " (1)1


-î - ->

üL-İjl Jb c if' (j'l

ji:ı (JL-iT j!

^ Ji lü ^ ^ C .iS ' (j' 1

(O dedi ki, yanağını görmemekten canım ağzıma geldi; bu de­


di ki, benim halim seninkinden kötüdür. O dedi ki, gönlüm parça
parçadır; bu dedi ki, buna çare nedir? O dedi ki, artık canımdan
bıktım; bu dedi ki, benim de ecelim gelmiyor. O dedi ki, ayrılık
can eriticidir; bu dedi ki, buna çare birleşmektir. O dedi ki, sensiz
dertliyim; bu dedi ki, senin derdinden öldüm. O dedi ki, gönlüm
gamından yaralıdır; bu dedi ki, benim yaram daha derindir. O
dedi ki, bu yerden geçmem; bu dedi ki, o halde canından vaz­
geç. O dedi ki, ayrılıktan ateş içindeyim; bu dedi ki, sabret­
meğe alış. O dedi ki, sabır benim işim değildir; bu dedi ki, bundan
başka deva bulamıyorum. O dedi ki, kurtulmak hoş bir şeydir;
bu dedi ki, ayrılık derdinden kurtulmak hoştur. O dedi ki, düşman­
lığı âdet edinenlere haykırmak istiyorum ; bu dedi ki, Allah onla­
rın canını alsm. O dedi ki, dertten gönlüm iki parça olmuştur;
bu dedi ki, ne yapalım Allah kerimdir). Sonra ayrılırlar.
Halife şair Kesir’i çağırtarak ona şiir okutur: “ Senin gibi aşık
şairler var mı” diye sorar. O da Mecnun’ dan bahseder. Halife Mec-
nun’u aratır. Mecnun Halife’ye gitmek istemez. Onu zincire vurup
zorla götürürler. Mecnun’la Kesir Halife’nin huzurunda karşılıklı
şiir okurlar. Halife Mecnun’a kalmasını söyler. Fakat Mecnun
reddederek sahranın yolunu tutar.
52 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun Leylâ kabilesinin Hicaz’ a gitmekte olduğunu görür.


Ağhyarak kabileyi takibeder. Bir fırsat bulup Leylâ ile görüşür.
İki âşık birlikte Kâbe’yi tavaf ettikten sonra, ağhyarak birbirle­
rinden ayrıbrlar.

Dönüşte Leylâ’y ı gören bir genç ona âşık olur. Kızı baba­
sından ister. Leylâ’nın anası ile babası razı olurlar. Nikâh kıyılır.
Nikâhtan sonra kocasının evine giden Leylâ, birkaç gün kocasının
yüzüne bakmaz. Nihayet dayanamıyan delikanlı Leylâ’yı kucak­
lamak ister. Leylâ tahdid eder :

*Jb

İİl>- jlSsJ Aj j^\

_,s"i ^ jij C-S”


^ « ■ İ J J '
^L îi y (jjj j

f S> /
^ j i ıjl^J

il J.J İJ.5j>-

jl j
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 53

(Ben, onun derdiyle yaralıyım; onu beklemekle gönlü hasta­


y ım ........ Ona sadık kalmak için yaptığım yemin boynumun hal­
kasıdır. Sevgim onun yüzünün hasretiyle artmaktadır. . . . Zen­
ginliğine mağrur olma. Kendi haysiyetini koru. Yeryüzünü türlü
şekilde süsliyen Allah’ a yemin ederim ki, eğer bir kere daha yenime
el uzattığım görürsem, seni bırakır giderim; seni öldürürüm. Eğer
öldüremezsem, kendimi öldürecek kadar kudretim var. Kendimi
cefa kılıeıyle öldürür, böylece senin cefandan kurtulurum).
Kocası yalnız karşıdan bakmağa razı olur. Leylâ’nın evlen­
diğini duyan Mecnun ağlar, yanıp yakılır.
Mecnun Hicaz’a giden bir kervana rastlar. Onlarla arkadaşlık
eder. Ertesi günü dolaşa dolaşa bir su kenarına varır. Buranın
sahibi Mecnun’ a ikramlar ederse de Mecnun birşey yemez. Gece
bir kuşun hüzünlü hüzünlü öttüğünü işitir. E v sahibi kuşun eşin­
den ayrıldığını söyleyince. Mecnun çok üzülür. Ağacın altına gi­
derek kuşa hitabeder.
Leylâ Mecnun’a mektup yazarak bir ath ile yollar. Mecnun
sevinir ve atlının yakın bir köyden getirdiği kâğıt ve kalemle ceva­
bını yazıp gönderir.
Leylâ’nın kocası ölür. Mecnun bu haberi alınca üzülür. Se­
bebini soranlara: “ Bu gün ona olan yarın benim başıma gelecek.
Başkasının gamına sevinilir mi” der.
Mecnun devesine binip Leylâ’nm diyarına gider. Orada rast­
ladığı pis bir köpeğe hitabeder.
Mecnun koyun postu giyerek Leylâ’yı görmeğe gider. Leylâ
ile karşılaşınca düşüp bayılır. Leylâ onu ayıltır, iki âşık sabaha
kadar haşbaşa konuşurlar.
Leylâ’nın fakirlere çorba dağıttığını duyan Mecnun, kırık bir
kâse ile giderek fakirlerin arasına karışır. Mecnun’u tamyan Leylâ,
elindeki kepçe ile vurarak kâseyi kırar. Mecnun sevincinden oynar.
Bir temmuz günü. Mecnun bir kafilenin geçtiğini görür, içinde
Leylâ da vardır. Mecnun Leylâ’yı görünce düşüp bayılır. Leylâ
Mecnun’u ayıltır; sonra veda ederek ayrılır.
Mecnun bir ağaç altına oturup Leylâ’nm dönüşünü bekler.
Leylâ süslenmiş olarak gelir. Fakat Mecnun bitkin bir haldedir.
“ Sen kimsin, nereden geliyorsun, benim yanımda ne işin var”
diye sorar. Leylâ kendini tanıtır. Mecnun : “ Git, artık ben surete
kapılmam” der :
54 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

ıj^
J -ilp j (jy ^

(J----L?JJ j
JjN C——Jİ j:>

jjJ bji^

::>Jİ^ i\ jA Jl

ıSjj •=>'y.
iS j? - L ^ j ö lf?- Jl j j - i 'j j' J

ejL J jl O

âjl_*« yj A pji-i jlj

(3 _ ^ ^ jlî fljhsl

ıj-,Le- jl JJ^t'.

J _ i lp J jj-1 ^

ıJLiJ dlj C -iJ j]k} :,i ^

{J ji Jİ

ja jA j ( J j7 J (_ğ^ j' ^>-

jl

C-^Lî Ij ıj-^ ^ j jl

(Aşk gemisini kan deryasına sürdüm. İşıkla mâşukluk o


deryanın dışında kaldı. Aşık ilk anda, tabiate uygun olana döner.
Fakat aşkın “ cezbe” si arttığı zaman, onun coşkunluğundan bütün
istekler söner; sevgilinin isteğine ise o olur. Dünyada ancak onun
isteğini yerine getirmeğe çalışır. “ Cezbe” si daha da artarsa, o kayıt­
lardan da kurtulur. Aşk denizine düşer; aşk dalgaları arasında
kendini kaybeder. Aşıklık ve mâşukluk, yükünü toplayıp gider.
Bu, ikiyi bir görmek olur. îk i görmekten tamamiyle kurtulur.
Benlik ve senlikten gözlerini kapar. İkilik kaygısından selâmete
erer. Ancak o ve aşk kıyamete kadar kalır).
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 55

Leylâ umudunu keser; ağlıyarak çadırına döner.


Bir A ’rabi Mecnun’u kucağında bir ahu ile ölmüş bulur.
Sonra dönüp Leylâ’ya haber verir. Leylâ ağlar :

CJj ^ ^

j l j 7 li jU- J

«aJJ öl?- (J

f 'j j -> (y

(Ne yazık ki gönlümün istediği gitti. Gönlümde sabır ve huzur


kalmadı. Ben bir kalıptım; Kays benim ruhumdu. Ben artık ruh­
suz nasıl yaşayabilirim. İşte can, göç davulunu çaldı; ben de onun
ardından gidiyorum).
Leylâ böylece AUab’ a yalvararak ölümünü ister. Gittikçe
dertlenir, sararıp solar; nihayet ölür.
Hikâye bittikten sonra Şair dünyanın vefasızlığından bahse­
diyor; oğluna nasihatlerde bulunuyor. Nihayet “ Der hâtm-i
kitâb ve hâtime-i hitâb” başlıklı manzumede Nizâmi’yi övdük­
ten, kendini ondan da üstün saydıktan sonra, eserini yazdığı tarihi
v e eserinin beyit sayısını veriyor.

jLİj jj j j !j'\

ilıiA j aJ j - U a iiA

(5 / ö ' y jj
jlJA

(Bu yüksek yapı 889 da bitmiştir. Bunu saymak istersen


3860 beyttir).
Nihayet şu beytlerle eserine son veriyor:

ıjrr L/J ^
56 FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

iLıy aJuj j\ J

öIaIjs»- jI ^

(Her ne kadar bu kırık dökük maazumeden, bu eli boş adamın


değeri düşdiyse de, felek hokkası bundan bir inci kutusu olsun;
onun ününden dünya dolsun. Temiz insanlar sabah dualarında
Allah’ dan benim affımı dilesinler).
*

Câmî, Arap edebiyatındaki ikinci söylentiyi yani, Kays’ın


Leylâ’nın güzelliğini işiderek onu ziyarete gitmesi söylentisini
esas olarak almıştır. Bu noktadan hareket eden Cami, bundan
sonraki olajdarda da Arap kaynaklarındaki söylentilere dayan­
mıştır. Eserindeki’ dekor daha çok Arap çevresine uygundur. O,
bir tez olarak almamakla birlikte, eserinde tasav^Tifun parıltıları
yer yer göze çarpar. Meselâ en son buluşmada Mecnun Leylâ’yı
tanımaz. Surete kapılmayacağını söyler.
Iran edebiyatında Emir Husrev’den sonra Kâtibi, Derviş
Eşref ve Süheylî “ Leylâ ve Mecnun” mesnevilerini Câmi’den önce
yazmışlardır. Câmî’nin bunlardan ne derece faydalandığım bil­
miyoruz. Fakat o, Nizâmı ile Husrev’ den ayrılmış, hikâyesine
büsbütün başka bir doğrultu vermiştir.
Câmî’nin eserine kattığı motifler şunlardır :
a) Babasının en küçük oğlu olan Kays her gün devesine binip
gezer;
b) Mecnun, Kerime adında bir kızla görüştüğü sırada, kızların
başka bir delikanlıya iltifat etmeleri üzerine kıskanıp ayrılır;
c) Kays, güzelliğini işittiği Leylâ’yı görmeğe gider;
d) Leylâ, Kays’m sevgisini denemek için ona yüz vermez,
Kays ağlar. Bunun bir hile olduğunu anlayınca sevincinden bayılır.
Kendine geldikten sonra ikisi de aşkları için yemin eder;
e) Babası Mecnun’a amcasının kızını teklif eder;
f) Mecnun, adağını yerine getirmek için Kâbe’ye gider;
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 57

g) Mecnun, bir gün Leylâ’ya giderken çirkin bir kocakarıya


rastlar. Bunu uğursuz sayarak korkar.
b) Babası Leylâ’yı döver, komşu kadını tebdid eder;
i) Leylâ’nın babası Mecnun’u Halife’ye şikâyet eder;
k) Nevfel, Leylâ’nın babasının: “ Eğer yenilirsek kızımı öl­
dürürüm” demesi üzerine, savaşa girişmeden Leylâ’yı istemekten
vazgeçer;
1) Mecnun, çoban kılığına girerek Leylâ ile görüşmeğe gider;
m) Halife’nin huzurunda şair Kesir’le karşılıklı şiir söyler;,
n) Mecnun, Hicaz’a giden Leylâ kabilesini takib ederek Leylâ
ile görüşür, iki âşık Kabe’yi ziyaret ederler;
o) Mecnun Hicaz’ a giden bir kervana rastlıyarak onlarla
arkadaşlık eder. Ertesi günü su kenarına varır. Eşinden ayrı düşen
kuşa hitabeder;
p) Mecnun, koyun postu giyerek Leylâ’nın çadırına gider
(bu m otif daba önce Edirneli Şâbidî’ de geçer. Kâtibi ile Derviş-
Eşref ve Sübeyli’ de olup olmadığını bilmiyoruz).
r) Leylâ’ıun fakirlere çorba dağıttığını duyan Mecnun kırık
bir kâse ile Leylâ’ya gider.
s) Mecnun, geçen bir kafile içinde Leylâ’yı görerek onunla,
konuşur; Leylâ, dönüşte tekrar Mecnun ile buluşur, Mecnun Ley­
lâ’yı tanımaz. (Bu motife ilk defa Gülşebri’nin Mantıku’t-tayr’ın-
daki hikâyede rastlanır);
t) Mecnun, kucağında bir abu ile ölü olarak bulunur, bir a’ -
rabi bunu Leylâ’ya haber verir.
*
Bu özet için faydalandığım nüshalar : İst. Üniver. K tp.,
Fy., No., 251, v. 98 b - 144 a (bu nüshada “ Âğâz-ı sühan” başlıklı
manzumeye İskender-nâme'den bir parça karışmış); Ayasofya
K tp., No. 3852, hem metin hem sayıfa kenarında v. 185 b- 263 b;
Ayasofya K tp., No. 3853, v. 209 b - 342 a; Nuruosmaniye K tp., No.
4171, sayıfa kenarında v. 366 a - 446 a; Nuruosmaniye K tp., No.
3777, mesnevilerin varak numaraları ayrı; Nuruosmaniye Ktp.,.
No. 3778, mesnevilerin varak numaraları ayrı.
Eserin İstanbul kitaplıklarındaki yazma nüshaları Hamseleri
içindedir: Külliyat, Hcft-evreng ve Hamse nüshaları : Topkapı,
58 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Revan K tp., No. 885, 893 (9 nüsha), 896, 911-912 (2 nüsha); Top-
kapı Hazine K tp., No. 672, 751 (resimli), 803-806 (4 nüsha), 810;
Topkapı Bağdad K tp.,N o.l43; İst. Üniver. K tp., F y .,N o. 205, 251,
253,455,483, 557, 621, 720, 1604; Süleymaniye K tp., Esad E f.,
No. 1209; Halet E f., No. 647; Lala Ismaü N o., 569; Damad İbra­
him Pş., No. 753-754 (2 nüsha); Yenicami, No. 99/1; Lâleli
No. 1719; Hacı Mahmud N o., 3409; Turhan Valide Sultan, No.
.270; Bayezıd K tp., No. 514-515 (2 nüsha); Ayasofya K tp., No.
2161, 3852-3853 (2 nüsha); Nuruosmaniye K tp., No. 3777-3778 (2
nüsha), 4171-4179 (9 nüsha); Ragıb Pş., K tp., No. 1023; Millet
K tp., Hekimoğlu Ali Pş., No. 660; Pertev. Pş., No. 447.
Eserin tercümeleri: Fransızcaya tercümesi; Cheyz, Paris,
1805; Almancaya tercümesi: Hartmann, Leipzig, 1807.
M E K T E B Î’ NİN E S E R l

X V . yüzyıl şairlerinden Mektebi-i Şirâzı hakkında kajTiaklar-


<Ja fazla bilgi yoktur. Şair eserini H. 8 9 5 = M. 1489 da yazdığını
§u beytle bildiriyor: ®

Be}^ sayısının 2160 olduğunu da şu Leytle söylüyor :

jJ aS” cİj Ljİ

J J

Mektebi şu beytle eserine başlıyor :

JIp T

Jlji ^ U jIj J ji

(Ey, birliğin hakkında, başlangıçtanberi ezel ve ebed hal­


kının aynı şeyi söylediği Tanrı).

Münacat, na’t, mi’ raciye ve ikinci bir na’ttan sonra, “ In sühan


medh-i Emirü’I-ümerast” başlıklı, Ak Koyunlu Emirlerinden
Şeyh Kasım b. Emir Mansur’u öven bir manzume ile “ In sühan
der taleb-i akl bud” ve “ Şiir” başlıklı iki manzume geliyor. Onu
Nizâmi’ye övgü takibediyor. Daha sonra “ Kıssa-i Leyli vü Mec­
nun” başlığı altında şu beytle esere giriyor ;

® Ali Asgar Hikmet, bu tarihi 886 olarak gösteriyor ki yanlıştır, bk. Romeo
Jülyet, tahkık-ı edebî, mukayese ba Leylî vü Mecnun s. 242.
® “ K itab-ı Mektebi” tamlaması tarihi gösterir.
60 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

jL - ^ j

j ' j ’i' J J ^ jj^ J'


jÂ, j jT

j 'j

(j!

jU j i ; 1^ 1 Aİ^

J û^/j JJ3JJ

^Z.S'^cS j ûIa^ j l e.\^

jtr. ( i ^

ö I a j^ j C—

(Geçmişlerin verdiği bilgiye dayanarak sözü sırala. Kalem


borusundan ses çıkar, ki Arap diyarında şan ve şeref sahibi bir
büyük Şah vardı. Zühal yıldızında otağ kurmuşdu. Birçok kabile
buyruğu altında idi. Onun gayretiyle yerin üstü ve altı asker
ve hazine ile dolmuştu. Develeri bir araya geldiği zaman, sanki
hörgüçlerden başka bir dünya meydana gelirdi).

Tanrı’nın lütfettiği bütün nimetlere malik olduğu halde, oğlu


olmadığı için üzgün bulunan bu Şah, muradına ermek için fakirlere
yardım eder; yıkık mezarlarda saraylar yaptırır. Nihayet bir oğlu
dünyaya gelir. Çocuğun adını Kays koyarlar. Taliine bakan hakîm,
Kays’ın felekten yüksek bir ay olacağını, bilgi edinmek için kitap
sandıklarını yutacağını, ancak gönlünde alevlenen aşk ateşinin
bütün bu kitapları yakacağını, insanlardan kaçıp çöllerde vahşi
hayvanlarla yaşayacağını söyler. Bu haber, aileyi matem içinde
bırakır.

Zaman geçer. Yedi yaşma gelen Kays büsbütün güzelleşir.


On yaşına gelince coşar; sebebsiz ağlayıp inler. Arayanlar onu
her zaman bir harabede bulurlar; yüzünü gözünü gül suyu ile
yıkarlar.
FARS EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 61

Nihayet Kays’ı okula verirler. Okul bülbüllerle dolu bir gül-


tahçesidir. Bir yanda melek gibi oğlanlar, bir yanda huri gibi
Jîizlar oturmaktadır.

(5^. ‘j 'J
Ljİ ll)l^ o

jb ij J j\ ‘ a jU j l

Jj j 4,jUî-J-,£>

Ij

jijjUJ 1j jlj_ p -

^İJI a İ j ıth ;

J_^İJİJAİ ^ j Ji

^ olj

<_j\j>- J j j jlS" 'jA

ö j^ J.Î ( ji î I j

_jl *4Jİiî üIj<uÎIp

j\ *4{U*ı aJj^

ai J_,ki

U aJjjt ^

aO:5^ ^ düi y Jl

aO:i$^ (JkU ÖJ^ Jj

C-..1İİJ j i (S j^

ajLiS" ıjS " ‘ a*j> jjil j

(jUT” ii,Lj jC>


62 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

(Bunların arasında, ipek kumaşdaki Çin resimleri gibi güzel b ir


kız vardı. O servi boylunun salınıp yürümesinden, yüzlerce evlik
gönül kuşu yakalanmışdı. Ebedî bir cennet olan yüzü, cennet
hurilerinin yüzü idi. Ağzı kutuda baldı. Gözleri sürmeli idi. Gözü
yıldızın yolunu kesij^or, kirpikleri aya mızrak atıyordu. Kirpikleri
yıkık gönüllere saplanmış, onları gönül ateşinde kebap etmişti.
A y , dadısının misk kutusuydı. Güneş, gölgesini görmemişdi..
Dudaklarında kimsenin yemediği bir bal vardı; çünki göz bebek­
leri o balın sinekleri idi. Feleğe saçından kemend atmış, bir âlemi
boynından yakalamışdı. Kemerinin inceliğinden, gönülde kıl hayali
beliriyordu. Kirpikleri kaşdan pusu kurmuşdu. Bir yayda yüz ok
gizlemişdi).
Kays kızın yüzünü görünce aşık olur. Kız da Kays’ a gönül
verir. Çocuklar okuyup yazarken, bunlar karşıdan karşıya gizlice-
sevişirler. Kulaktan kulağa yayılan sır hocanın kiılağına da gider.
Dedikodunun okuldan dışarıya çıkmasından korkan hoca, onların
yerlerini değiştirir. Nihayet dedikoduyu duyan anası Leylâ’yı
okuldan alır.
Kays’dan ayrı düşen Leylâ sabahdan akşama kadar ağlar,
anasının nasihatlerine: “ Düşün, bu yanmışı daha çok yakma, ted­
birle aşktan kurtulunmaz. Ölenin yarasına merhem koymak niye
yarar” diye cevap verir.
Kays da Leylâ’yı okulda göremeyince deliye döner. Ne yapa­
cağını bilemez. Leylâ kabilesinin bulunduğu yere gider. Uzaktan
sevgilisinin çadırını görünce, bir ah çekip derdini döktükten sonra
Necd dağına çıkar.
Kays’m haline üzülmekte olan babası, olup biteni karısından
dinledikten sonra, oğlunu bulmak için dağları dolaşır. Nihayet
Kays’ı çıplak, bitkin bir halde bulur. Ona nasihatler eder; getir­
diği elbiseyi giydirir; derdine çare bulacağını söyler. Bu müjdeyi
alan Kays babasıyle eve döner.
K ays’ın babası, adamlarıyle birlikte Leylâ kabilesine giderek,
kızı babasından ister. Bu teklife kızan baha şu cevabı verir :
FARS EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 6a

ı j , \ ^

J,

(Senin oğlun yola gelmiyen bir şeytandır. Şeytanla melek


nasıl bir arada geçinir. Onu baykuş gibi her yıkık yerde bulabi­
lirsin. Sanki harab bir adam harabede yerleşmiştir. Kendi kızıma
bir harabede gelin odası kurmağa nasıl razı olurum).
Leylâ’nın babası bunları söyledikten sonra öfke ile yürüyüp
gider. Seyyid-i Âmiri evine döner. Yanmdakilere çare kalmadığını,
savaşa kalksa, Leylâ kabilesinin kendilerinden kalabalık olduğunu
söyler. Sonra Mecnun’a nasihatler ederek: “ Hem kendini hem de be­
ni mahvedeceksin. Üzülme, ben sana daha güzel kız bulurum” der.
Mecnun umudunu kaybedince “ Ben Leylâ’dan başkasını istemem.
Leylâ olmayınca gündüz bana gecedir” dedikten sonra ağlıyarak
yere düşer.
Seyyid-i Âmiri Mecnun’u bir Pîr’ e götürür. Halini anlatarak,
oğluna dua etmesini rica eder. Pîr aşk hikâyesini dinledikten sonra:
“ Benim böyle bir duada bulunmam doğru değil. Kimse aşka karışa­
maz. Aşk alevli bir ateş gibidir. Ona karşı alınacak tedbir rüzgâra-
benzer” diyerek Mecnun’un ayağına kapanır.
ijü 1 JjIj

jl Jj J

^İjlJaP j l 0.5 jj* "

45o 1j

oL>- j j l

j (>
(Ağlar ve şöyle dua eder: Y a Rabbi, bu delikanlı aslâ bu dertten
kurtulmasın ; onu ebedî ateşle yak. Sonra ilâcını öbür dünyaya
bırak. Öyle bir ateş ki ondan hayat çıksın; teni yaksın, fakat ke­
mikleri bıraksın).
Mecnun bu duayı işitince yerinden kalkıp “ âmin” der v&
kendini umudsuzca çöllere atar.
64 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun dolaştığı yerlerde şiirler söyler. Halk bunları toplar.


Halbuki o farkında bile değildir. Allah’ a ve sevgilisine hitabeder;
derdine çare ister.
Babası Mecnun’u dua etmek üzere K âbe’ye götürür. Kafile
yolda Leylâ kabilesinin bulunduğu yere gelir. Mecnun sevgilisinin
diyarını görünce yere kapanır :

drj
C—*ıl ıj\^J (j'I

j j j j i j

j j:ı J j 5^
Jl (jl

U jl

(Ağlıyarak, benim kâbem budur; ruhumun dilek yeri burası­


dır, dedi. Beni Leylâ’nın konduğu yerden uzaklaştıran o kâbeden
benim nurum nasıl artar. Bulmak için Kabe’ye koştuğunuzu,
Kâbe’den değil bu yerden arayınız).
Fakat Mecnun’u bırakmazlar; deveye bindirip uzaklaştırırlar.
Mecnun Kâbe’ye varınca :

jl::-- ^:ı J j

Jj j

^3^ J 3
C ^ lîl Jİ ^ C jIj

,.^l oi ^İ4ÎjAİ ( j 'j

jl

(Ya Rabbi, dedi; beni bu belâdan kurtar. Dizginimi gönlümün


elinden al. Gam gecesinin karanlığından kurtulmak için bana bir
ışık yak. Beni olduğum yerde tut; bu dağınıklıktan kurtulmak
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 65

için bana doğru yolu göster. Leylâ’mm ıztırabmdan kurtar. Deli­


liği dimağımdan çıkar). Bunu dedikten sonra yüzünü Leylâ’mn
diyarma çevirip :

t / ü jji ^

j' iS j A ''

j' j j ->
(Ya Rabbi, dedi; Leylâ’nın gamını gönlümde artır. Onun
aşkından başka gönlümden her şeyi çıkar. Bana Leylâ için na­
sihat edenlerin ağzım yokluk kilidiyle kapa).
Bu iki dertlinin serüveni sokaktan pazara düşmüş, gazellerde
Leylâ ve Mecnun adı yer almıştır. Leylâ kötü kalplilerin, dedikodu­
larından her gün yaralanmakta, babasının kulağına gidecek diye
korkup Allah’a dua etmektedir. Birgün babası pazarda dolaşır­
ken, Leylâ ile Mecnun’un aşkmı hikâye eden bir şürin okunduğunu
duyar. Okuyanı çağırıp: “ Leylâ kimdir. Mecnun neredendir?”
diye sorar. Soramn kim olduğunu bilmiyen adam, hikâyeyi olduğu
gibi anlatır. Kabilenin Şahı olan Leylâ’nm babası bunu işitiace
öfkelenerek, Mecnun’u öldürtmek üzere birini gönderir. Adam
Mecnun’u arayıp bulur. Onun bitkin halini görünce utanır. Zaval-
lımn dökülecek kanı büc kalmamıştır. Mecnun ağlamaktan kana
bulanmış gözlerini açarak: “ Delikanlı etrafımda ne koşup duru­
yorsun? Eğer ecelim değilsen benden ne istiyorsun?” diye sorar.
Adamdan: “ Sevgilinin diyarından geliyorum” cevabını alınca
kalkıp özür diler ve sevgilisinden bahsetmesini ister. Adam şöyle
anlatır: “ Leylâ için söylediğin yanık şiirlerden birini bir gün oku­
yup ağlıyordum. O sırada bir çadırın kapısında oturmuş bir güzel
beni çağırdı. Okuduğum şiiri tekrarlattı. O, dinlerken kendinden
geçiyordu. Şiir bitince bana dedi k i : Eğer bir gün onu çölde görüp
konuşursan, ona aşık olan Leylâ’mn ağzından de ki; Birgün benim
mahallemden geç. Fakat korkarım ki kin besliyenler, başım benim­
le yastığa koymadan seni öldürürler” . Mecnun sevgilisinin adını
duyar duymaz baygmbklar geçirir. Kendine gelince şöyle söyler:
“ Madam ki beni yar için öldürmek istiyorsun, engel olmam. Aşk
yüzünden öldürülen canlı demektir” . Bu sözleri işiten adam bağı-
f. s
66 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

rır; hançerini çekip kendi kanını akıtır ve yeri öptükten sonra


çekilip gider. Sonra Emirin karşısına çıkıp, bütün harabeleri do­
laştığı halde o “ Hane-harab” ı bulamadığını, çölde ölmüş, yahut
canavarlar tarafından parçalanmış olacağını söyler.
Emir evde karısına: “ Leylâ” nın sesini işitir ve Âmirileri andı­
ğım duyarsam, onun da herkesin de kanım dökerim” der. Karısı
Leylâ’nın gece gündüz ağladığını yiyip içmeden kesildiğini, bir
söz bile söylemeden akşamlara kadar pencereden dağ yoluna
baktığını söyler. Emir namus belâsı her tarafı kapatır; kızı
büsbütün bahseder.
Leylâ hastalanır. Telâşlanan babasıyle anası hekim bulmak
üzere her tarafa adamlar gönderir. Gelen hekim kızm yüzüne ve
nabzına bakınca aşk hastası olduğunu anlar. Kimseye birşey
söylemez. Leylâ’mn arkadaşlarına gizlice sorar. Onlar da, bu dert
hekimden saklanmaz diyerek Leylâ’nın Mecnun’u sevdiğini söyler­
ler. Hekim durumu öğrendikten sonra bir çare düşünmek için or­
tadan kaybolur. Birgün elinde bir gülle dönüp Leylâ’ya: “ Mecnun’ -
un yamnda idim. Beni görünce, bekliyormuş gibi koştu, senden
haber sordu. Halini anlattım: Ben onun hekimiyim, ama ilâcı sen-
sin, dedim” diyerek elindeki gülü sunar. Leylâ hemen yatağından
sıçrayıp gülü koklar. Sarı gül hemen kırmızı olur. Hekim Leylâ ile
Mecnun arasında bir hafta gidip gelir. Bu suretle iki hastayı
iyileştirir.
Leylâ, bir bahar günü arkadaşlarıyle birlikte gül bahçesine
gider. Bir aralık arkadaşlarından ayrılıp bir köşeye çekilir. Ağh-
yarak sevgilisine hitabeder. Bu sırada oradan geçen Ibn-i Selâm
Leylâ’yı görüp âşık olur. O da ikinci bir Mecnun’ a döner. Haber
gönderip kızı babasından ister. Babası razı olur. Fakat kız hasta
olduğu için bir müddet beklemesini diler. îbn-i Selâm bu haberi
ahnca sevinir. Leylâ ise büsbütün hasta düşer ve ölümünü ister.
Nevfel Şah, vaktiyle aşk ateşinden yanmış, harab olmuştur.
Aşkın ne demek olduğunu bildiği için, hikâyesini duyduğu Mec­
nun’a acımakta, ondan haber aldıkça dertlenip üstünü başım
yırtmaktadır. İbn-i Selâm’ın Leylâ’yı istediğini duyunca ağlar.
İki sevdalıyı birbirine kavuşturmağa yemin eder. Askerini ahp
Mecnun’u bulmak üzere Necd’e çıkar. Mecnun’u bitkin bir halde
uzaktan görünce, atından inip yanma yaklaşır; Leylâ’yı alacağını
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 67

söyler. Mecnun, bahtının kötü olduğunu söyliyerek bundan vaz­


geçmesini dilerse de Nevfel terkrar yemin eder. Ancak bu derbe­
derliği bırakması için ona nasihatlerde bulunur. Mecnun sevinir;
yıkamp temizlenir, verilen elbiseyi giyerek Nevfel’in misafiri
olur. Sevgilisine kavuşmak umuduyla bekler.
Birgün, sabahtan başlıyan içki ve saz meclisinde Mecnun
Nevfel’e sitem eder. Buna alınan Nevfel askerini toplıyarak Leylâ
kfibilesinin karşısında çadır kurar ve Leylâ’nın babasına haber gön­
derip kızını Mecnun’a ister. Leylâ’nın babası, bu teklifi cevaba bile
lâyık görmeyip yapılan tehdidi reddedince, Nevfel askeriyle kabile
üzerine saldırır. Kanlı bir şavaş başlar. îk i taraf birbirini kıyasıya
öldürürken. Mecnun araya girip: “ Neden birbirinizin kanını dö­
küyorsunuz. Ölüme mahkûm olan benim. Beni öldürün, kendinizi
de kurtarın” der. Leylâ kabilesi Mecnun’u yakalajap zencire vurur.
O, öldürüleceğini düşünerek sevinç içinde sabaha kadar ağlar. Sa­
bahleyin iki taraf yine karşılaşır. Nevfel, Mecnun’un Leylâ kabilesi
arasında çamurlara batmış yatmakta olduğunu görünce, onu
kurtarmak için aracı gönderir. Barışa razı olur, ik i taraf ayrılır.
Mecnun öldürülmeyeceğini anlayınca: “ Madem ki beni sevgilime
kavuşturmıyacaksın, niye öldürmiyorsun” diye Nevfel’ e sitemler
eder; ağlıyarak çölün yolunu tutar.
Bir temmuz günü Mecnun çölde dolaşırken, tuzağa düşmüş
bir ahu görür. Ayağındaki ipi çözüp ahuyu salıverir. Bunu gören
avcının çıkışması üzerine parasını verip yoluna devam eder.
Bu sıcak günde susuzluktan bunalan Mecnun, uzakta bir
çeşme görür. Yaklaşıp sudan kana kana içer. Akşam karanlığında
suya vuran hilâle hitabeder. Karanlık büsbütün basınca kalkıp
mağraya gider.
Mecnun, mağrada, Leylâ’nın sarayına giden gizli bir su yolu
bulur. Yolu takibederek Leylâ’nın sarayına varır. Sevgilisine hita-
bedip sitemlere başlar. Bunu gören kabile halkı Mecnun’u taşa
tutar. Yaralanan Mecnun dağa çıkar. Mecnun’u bu halde gören
bir avcı babasına haber verir, babası bir adam gönderip Mecnun’u
eve getirtir.
Mecnun’un taşlandığı gün pencere önünde oturmakta olan
Leylâ sevgilisinin halini görüp parçalanır. Yanma gitmek ve yara­
sına merhem sürmek ister. Fakat korkar, gidemez.
68 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ’nın güzelliğini işitenler her yerden onu görmeğe gelirler,


îstiyenlerin arttığını haber alan İbn-i Selâm, tekrar hediyeler gön­
derip verilen sözü hatırlatır. Nihayet nikâh kıyılır, düğün yapılır.
Leylâ Ibn-i Selâm ile birlikte yola çıkar. Bir aralık İbn-i Selâm’ın
elini uzatması üzerine, Leylâ kocasını göğsünden iter ve kendi
yüzüne vurarak :

4jI_«O ç j j J jl

jL O J l ^jS^'ı Ij

(Edeble otur ve kalk. Diken gibi gülfidanıma asılma. Yalnız


boyumun servisinden gölgelenmekle yetin. Yoksa gölgemi de tek­
rar senden alırım) der.
îbn -i Selâm Leylâ’nın istemediğini görerek sabreder. Onu
uzaktan takib ederek evine götürür.
Leylâ’nın kabilesi İbn-i Selâm’ın kabilesine doğru yol alırken,
gelin alayına katılanlardan biri koşup Mecnun’a haber verir.
Mecnun kafileye yetişerek sitemler eder ve döğünür. Bunu işiden
Leylâ çaresizliğini anlatır ve “ insan isteği ile cehenneme gider mi”
diyerek ağlar. Böylece kocasının evine varan Leylâ, sevgilisinden
ve kabilesinden ayrı düştüğü için her dakika kanlı göz yaşları döker.
Mecnun, bir gün îb n -i Selâm’ın sürülerine bakan çobana yal­
varır; koyun postu giyerek sürü ile birlikte Leylâ’nın çadırı önüne
gelip derdini döker. Çadırında sıkıntıdan ne yapacağım bilemiyen
Leylâ, birlikte getirdiği bir çocuğa Mecnun adını vermiştir. Sevgi­
lisini hatırlıyarak çocuğu Mecnun diye çağırmaktan zevk almakta­
dır. O gece yine Mecnun diye haykırınca, Leylâ’nın sesini dışarıdan
duyan Mecnun sevincinden kendini kaybedip yere düşer. Gürül­
tüyü duyan halk toplanır. Bir koyunun yere düştüğünü gören
kasap bıçak ve satırla gelir. Telâşlanan çoban koşar, koyunun has­
talandığını, onu ilâçla iyi edeceğini söyliyerek Mecnun’u eve gö­
türüp üstünden postu çıkartır. Sürüden ayrılan hasta koyun kurt
olarak dağ yolunu tutar.
Leylâ Mecnun’un sesini işittiği zaman yanındakilere sorar.
Onlar da bir koyunun hastalanıp yere düştüğünü, çobanın alıp
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 69

götürdüğünü söylerler. Leylâ bunu işitince kanlı göz yaşları dö­


kerek çobana gidip sorar. Leylâ’nın bir şeyden haberi olmadığını
anlayan çoban, olup biteni söyliyerek onu büsbütün dertlendirir.
Bundan sonra çoban iki sevdabdan birbirine haber götürüp getirir.
Oğlunun ayrılığına daha fazla dayanamıyan Mecnun’un babası
arkadaşlarıyle birlikte oğlunu aramağa çıkar. Dağları dolaşırken,
ansızın mezardan gelir gibi bir inilti işiderek yaklaşır. Mecnun’u
ölü gibi uzanmış görünce oğlunun ayaklarına kapanır. Mecnun’ un:
“ Kimsin, burada ne arıyorsun” demesi üzerine, ihtiyar kendini
tanıtarak yalvarıp yakarır; nasihatler eder. Mecnun :

oJoi <—<1 Jİ «jJ lj ^

(Sen gözyaşlarını bir sel gibi akıtıyorsun; halbuki ben Leylâ’­


nın yüz suyunu istiyorum).
Bunu dedikten, Leylâ’dan başka bir şey düşünmediğini ve
nasihatin faydasız olduğunu söyledikten sonra kalkar, özür diler;
babasının elini ayağını öperek çölün yolunu tutar. Babası bitkin
eve döner.
Mecnun, babasının ölümünü bir avcıdan işiderek, okla vurul­
muş bir ahu gibi yere düşer. Sonra bağırıp ağlıyarak babasının
mezarına koşar. Derdini döktükten sonra mezarın üstüne kapa­
narak sabaha kadar orada kîJır. Sabahleyin dağ yolunu tutar.
Mecnun Necd dağlarında taht kurmuş, vahşi hayvanlara
hükmeden bir şabdır. Bir gece Allah’ a yalvardıktan sonra yere
kapanır, uykuya dalar. Rüyasında yanına birinin geldiğini görür.
Gelen adam Mecnun’ a bir muska bağlar, Mecnun’un gönlü dertden
kurtulur. Sabah olunca Mecnun, uzaktan deve üstünde bir adamın
geldiğini görür, hem umuda hem korkuya düşerek saklanmak isterse
de, süvari Leylâ’nın yamndan geldiğini söyleyince, sevinerek koşar,
sevgilisinden haber sorar. Süvari şu cevabı verir: “ Yolda bir güzel
gördüm, ağlıyarak bana nerden geldiğimi, yolda kimi gördüğümü
sordu. Ben de filân tepede senin gibi tasah birini gördüğümü, elbi­
seden hattâ kefenden geçmiş ölmek üzere olduğunu, geçtiği dağları
göz yaşlanyle kana boyadığım, sırrını sorunca Leylâ adından baş­
ka bir şey söylemediğini anlattım. Güzel kadın bunları işidince co­
70 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

şarak: işte o benim, gördüğün dertli de o; yazdığım şu satırları


ona götür dedi ve başörtüsünden çıkardığı şu mektubu verdi” .
Mecnun mektubu açar; kabuğundan ayrılmış bir fıstık gibi yere
düşer, her liarfini tekrar tekrar okur, öper (Leylâ’nın mektu­
bundan sonra “ güzeştem” redifli bir gazel vardır), sonra yazdığı
cevabı süvari ile gönderir (Mecnun’un mektubunu da bir gazel
takibeder).
Dayısı Selim-i Amiri, bir gün Mecnun’u görmeğe gider. Mec­
nun dayısını görünce, Leylâ’ dan haber, yahut mektup getirip ge­
tirmediğini sorar. Dayısı; “ Baban derdinden öldü. Şimdi sıra tasah
ananda” diye cevap verince. Mecnun :

(Babamla anam öldüyse ne korkum var; sevgilim sağ ya)


diye söylenerek dağ yolunu tutar. Dayısı zavallıyı kurtarmak
mümkün olmadığını anlıyarak eve döner. Oğlunu soran anasına,
Mecnun’un kaçıp gittiğini, yapılacak başka bir iş kalmadığını
söyler. Anası Mecnun’u görmek için dağları dolaşır. Nihayet dar
bir delikte acınacak bir halde bulduğu oğlunun yanına oturur. Mec­
nun anasının ayaklarına kapamr. Felekten şikâyet ettikten sonra
fırlayıp kaçmak ister. Anası kanlı, göz yaşları dökerek yalvarır,
nasihatler eder. Mecnun :

p lj> -

(Ben sevgilimin yüzünün aşkına bağlıyım; anayı ne yapayım,


süt çocuğu değilim) der ve alın yazısından bahsederek özür diledik­
ten sonra çöle yollanır. Anası ağlıyarak birkaç adım arkasından
koşar, sonra yere düşüp can verir. İhtiyar kadını gömerler, üstüne
de büyük bir mezar yaparlar.

Mecnun bir gün çölde dolaşırken mezarı görür. Bu büyük


binanın kime ait olduğunu sorar. Anasının mezarı olduğunu
anlayınca, ciğeri yanarak mezarın üstüne kapanır; ağlar, yanar,
yakılır, göğsünü döver; sonra kalkıp dağ yolunu tutar.
FARS EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 71

Leylâ’ya olan aşkı günden güne artmakta olan îbn-i Selâm,


Leylâ’nın Mecnun’u sevdiğini bildiği için onu öldürmek üzere
silâhını alıp dağa çıkar. Mecnun’u arayıp bulur. Kılıcını çekip
saldırdığı sırada, vahşi hayvanlar üzerine atılıp İbn-i Selâ’m’ı par-
çalîir. îbn-i Selâm’ı parça parça bulan arkadaşları onu kefenleyip
gömdükten sonra, dönüp ağlıyarak durumu Leylâ’ya bildirirler.
Leylâ kocasının ölümüne sevinir. Mecnun’u düşünerek ağlar.
Kocasının mezarını ziyaret bahanesiyle sık sık çöle gider. Mecnun’u
görebilmek umuduyle her yeri araştırır.
Bir türlü sevgilisine rastlayamıyan Leylâ, kendine bakan
hekimi çağırtarak derdini açar ve çare bulmasını rica eder. Hekim
Mecnun’u dağda bulur, Leylâ’nın çadırında olduğunu söyliyerek
çağırır. Mecnun sevinerek kalkar ve Leylâ’nın çadırına gider.
Göz yaşları dökerek derdini anlatır. Mecnun’un sesini işiden Leylâ
çadırından çıkar. Leylâ ile Mecnun birbirlerini görünce kendilerin­
den geçip yere düşerler. Hekim korku ve telâş içinde bunları gül
suyu ile ovar, ikisi de kendilerine gelir ;

AîJjJj ^ cJLs^ j b j

ü\S'X.'S'

jj illii

JJV ,

J>- J
72 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

j_ j y l âjh-- (J;J

J c^ j Ö j^

(jJ .O 9 j'C ^ J

û^jis j j

C.^L»nj j(

ı-Jsj^ j l b y-^
(Birbirinin yüzünü yeniden görünce, kumaşın ipekleri gibi
sarıldılar. Matem içinde ağlıyanlar gibi birbirinin hatırını sordular.
Leylâ peçesini açar. Mecnun yüzünü yere koyar. Leylâ ve binlerce
nurlu mum; Mecnun ve binlerce arı iğnesi. Leylâ ve gönül çekici
cilve; Mecnun ve kan döken tokatlar. Leylâ ve dudak ve yüzlerce
güzellik; Mecnun ve bir gönül ve yüzlerce yara. Leylâ ve yıldızları
parlatan bir yüz; Mecnun ve can yakan yıldızlar. Leylâ ve Her
tarafa bakış; Mecnun ve her yerde çırpınış. Leylâ cevherden
sadefi çıkardı; Mecnun sadeften cevher meydana getirdi).
Leylâ ağlıyarak derdini döker. Mecnun da halini anlattıktan
sonra şöyle söyler :

5
C-Jİ C?- ıjU 'S ^ Ji

Jİ jS^

^ ^•5j j ^ j
jl

aS" ^ j A j

^ t—jUâ 1 o
(Senin gamından o kadar şikâyetim var ki, nasıl bir fırsatla
anlatacağımı bilemiyorum. Seni özün kabuğunu sevdiği gibi sevi­
yorum. Öz kabuğundan nasıl ayrılabilir. Tasandan yüzlerce zehir
kâsesi içtim. Bununla birlikte tatlılığın gönlümde azalmadı. İç­
mekte olduğum tasanın zehrinden güneş altındaki şira gibi çoşu-
yorum.) Mecnun böylece söylendikten sonra fırlayıp dağın yolunu
PARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 73

tutar. Mecnun’un arkasından Laka kalan Leylâ bir ah çeker. Bunu


işiden adamları Leylâ’yı evine götürürler.
Sonbahar gelir. Leylâ hastalanır; nihayet ölür. Bu kara haberi
alınca aklı başından giden Mecnun hemen koşar, karalar giyinmiş
halkın arasında Leylâ’nın cenazesini görünce yaklaşıp kucaklar..
Yanındaki vahşi hayvanların korkusundan kimse sokulmağa ce­
saret edemez. Mecnun gizlice örtüyü açarak sevgilisinin yüzünü
görür; ağlayıp inler, yanar, yakıhr. Sonra tekrar örtüyü açarak
yüzünü Leylâ’nın ayağına koyar; böylece canını verir. Vahşi
hayvanlar da Mecnun’un ayağı dibinde ölürler. Bu hali görüp
şaşan kabile halkı, kendi kendUerini kınarlar. Mecnun’un nâşım
gül suyu ile yıkadıktan sonra, iki cenazeyi yanyana iki kabre koyup,,
üzerine bir türbe yaparlar. Hikâye şu beytlerle bitiyor :

jT JjU P

iLi) j J

iljl öl j (jl_/j

Şair bunu takibeden manzumede kendinden bahsederek Ara­


bistan’ı dolaştığını, Leylâ ile Mecnun’un diyarını gördüğünü an­
latıyor. “ Hâtime” bölümünde de Nizâmı ile Husrev’den bahset­
tikten ve eserini yazdığı tarihle beyt sayısını verdikten sonra şuı
beytlerle eserini tamamlıyor.

J jI

«İj

aÛ *UJI j Âdi
*

Mektebi, eserinin başında Nizâmi’den bahsettiği sırada. Ham­


se meydana getirmek istediğini söyliyorsa da, ancak Leylî vü
Mecnun mesnevisini kaleme almıştır.
Mektebi, esas olarak Nizâmı’y i takibetmekle birlikte, onda
bulunan motiflerin hepsini almamıştır. Meselâ bir kocakarı’nın
74 FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Mecnun’u boynma ip takarak Leylâ’ya götürmesi, Selâm-ı Bağdadî


ile Zeyd ve Zeyneb efsanesi onda yoktur. Nizâmî’den aldıklarını
da çok değiştirmiştir. Meselâ Leylâ ile Mecnun’un okuldaki hali,
hocanın tedbiri, Leylâ’nın anasının nasihatine karşı verdiği cevap,
Mecnun’un Kabe’ deki hali, Nevfel’in Leylâ kabilesiyle yaptığı
savaşta Mecnun’un esir edildiğini görerek barışa razı olması, Mec­
nun’un önce babası, sonra anasıyla görüşmesi ve onların ölümü,
Mektebi’de büsbütün başkadır. Leylâ’nın Mecnun’a mektup gön­
dermesi, onu getiren adam, dayısı Selim-i Âmiri, Leylâ’nın son
defa görüşmesi, Leylâ’dan sonra Mecnun’un ölümü başka türlü
tasvir edilmiştir. Şair bu tasvirlerde kişiliğini göstermiştir.
Kays’ın yıldızına bakan müneccimin kehaneti Emir Husrev’ -
den alınmıştır. Bu da az çok değişik şekildedir.
Mecnun’un koyun postu giyerek Leylâ’ya gitmesi motifi, bi­
raz farklı olarak önce Türk şairlerinden Edirneli Şahidi ile Nevai’ -
nin ve Iran şairlerinden Câmî’nin eserlerinde görülür. Mektebi,
bu m otifi ya Câmî’den, yahut-eğer eserlerinde varsa-Kâtibi, Eşref
ve Süheyli’den almış olabilir. Bununla birlikte. Mektebi, Kendinden
önce bu mesneviyi-kaleme alan şairlerden Nizamî ile Husrev’ den
bahsettiği halde, Câmî’nin ve ötekilerin adını anmıyor. Hiç birinin
eserini görmemiş olabilir m i? Mektebi, eserini 895 de. Hatifi de 898
den önce yazmış olduklarına göre, ikisi de hemen hemen aynı
tarihlerde eserlerini kaleme almışlardır. Bunlar birbirlerinin eser­
lerini görmemiş olabilirler.
Mektebi’nin kendinden eklediği motifler de çoktur. Bunların
bazısı, eserlerini görmediğimiz 'şairlerde belki vardır.
Mektebi’de görülen değişik motifler :
a) Babası Mecnun’u bir pîre götürür. Oğluna dua etmesini
ondan rica eder. Pîr, bu aşk hikâyesini dinledikten sonra, Mec­
nun’un aşktan kurtulmaması için dua eder. Mecnun da âmin der.
b) Leylâ’nın babası, bir gün pazarda dolaşırken, Leylâ ile
Mecnun’un aşkını anlatan bir gazelin söylendiğini duyar. Okuyanı
çağırıp sorar. Soranın kim olduğunu tanımıyan adamcağız, hikâ­
yeyi olduğu gibi anlatır. Leylâ’nın babası bunu işidince öfkelenerek
Mecnun’u öldürtmek üzere birini gönderir. Adam Mecnun’u arayıp
bulur. Fakat onun halini görünce utanır; biçağını çekip kendini
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 75

yaraladıktan sonra özür diliyerek döner. Babası bu olaydan sonra


Leylâ’yı büsbütün habseder.
c) Leylâ hastalanır; getirilen hekim Leylâ’nın derdini anlar.
Ona Mecnun’dan haber ve bir gül getirince iyileşir.
d) Bir temmuz günü, susuzluktan bunalan Mecnun, uzaktan
bir çeşme görür. Yaklaşıp suyundan kana kana içer. Akşam karan­
lığından suya akseden hilâle hitabeder.
e) MecnuYı, barındığı mağrada, Leylâ’nın bulunduğu yere
çıkan gizli bir su yolu bulur. Bu yoldan geçerek sevgilisinin sarayı­
na gider; şiirler okur. Leylâ’nın adamları Mecnun’u taşa tutup
yaralarlar. Mecnun’u yaralı gören bir çoban babasına haber verir.
Babası bir adam gönderip Mecnun’u eve getirtir. Pencereden Mec-
nun’un halini gören Leylâ, sevgilisinin yanına gidip yarasına mer­
hem sürmek isterse de cesaret edemez.
g) Leylâ, îbn-i Selâm ile nikâhlandıktan sonra kocasıyle bir­
likte giderken, Leylâ’nın evlendiğini haber alan Mecnun, düğün
alayının önüne çıkıp sitemler eder. Bunu işiden Leylâ çaresizli­
ğini anlatır.
h) Ibn-i Selâm, Mecnun’ u öldürmek için silâhlanıp dağa
çıkar. Onu arayıp bulur; kılıcını çekip saldırdığı sırada vahşi
hayvanlar tarafından parçalanır. İbn-i Selâm’ın arkadaşları onu
kefenleyip gömerler.
Görüldüğü gibi Mektebi, Arab kaynaklarından çok faydalan­
mıştır. Herhalde onun eseri, Fars edebiyatındaki benzerleri ara­
sında önemle yer alır.
*
Bu özet için faydalandığım nüshalar: Bendeki yazma nüsha ile
Bombay nüshası ve İst. Üniver. K tp., Fy., No. 537 (çok küçük
şirin bir nüsha).
Eserin İstanbul kitaplıklarındaki yazma nüshaları: îst. Üni­
ver. K tp., Fy., No. 519, 537, 968, 1142, 1594, 1600; Süleymaniye
K tp., Esad E f., No. 2887/1 (minyatürlü); Reisü’l-Küttab, No.
1213/4 (mecmua içinde, sayıfa kenarında v. 13 b - 87 b);
Eserin basılmış nüshaları: Bombay 1312, taş basması, resimli;
liaşka nüshaları da vardır.
H Â T iF Î’N iN ESERİ

Câmî’nin kız kardeşinin oğlu olan H âtıfı’nin (G. H. 918 = M .


1512), eserini hangi tarihte yazdığı belli değilse de, eserin sonundaki
beytlerden Câmi’nin o sırada hayatta olduğu anlaşıldığına göre,
898 den önce yazmış demektir.
Şair eserine şöyle başlıyor:
jUjo ‘S ’

(Kalemin yazmağa başladığı bu eser, dilerim ki iyi kabul-


görsün. Onun turası, sarayı arş gibi yüksek olan padişahın
adınadır).
Başlangıç, münacat, na’t ve mi’raciyeden sonra, kalemiyle-
eserinden, hakikat yolcusundan, ayrılık sıtmasının ateşiyle yanan­
dan bahseden manzume geliyor. Bundan sonra: “ Ağaz-ı dastan’ *
başlığı altında şair şu beyitlerle hikâyeye giriyor:

<ı.vai

l_/lj (_>jf- liiL*

l/ L c Ü İ J J .S ^ Jİ

iS j^ j ‘ « J jjb
(5 j l j CÜ

^y.
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 77

X j> i j>- ^ ^

a ;jy

^ (J jl

c —i l j jiı ^y^sx» 4ia^ıj cT j

(Bu eski hikâyeyi söyliyen şöyle anlatır. Arap ülkesinde,


akıllılar arasında tanınmış adı kutlu bir adam vardı. Hevdeç
ve amar sahibi idi. Taç ve tahta lâyıktı. Arap kabileleri içinde ün
kazanmıştı. Soyu sopu yüksekti. Mevki sahibi ve akıllı idi. Yalınız
oğlu yoktu; bu yüzden daima dertli idi; üzüntü içinde yaşıyordu).
Üzgün olan bu adam Allah’a yalvarır. Allah ona bir oğul
ihsan eder. Çocuğun adını Kays koyarlar. Kays daima ağlamak­
ta, fakat güzellerin kucağında susmaktadır. Bu hali görenler,
çocuğun büyüyünce âşık olacağına hükmederler.
14 yaşma gelince Kays’ı sünnet ettirip okula verirler. Okuldaki
güzel çocuklar arasmda hepsinden güzel biri vardı.

lM-*"

_>J jl

j i L Jl; ji jA j

j} 1j j l j Jl^

-^V j

b 4JÎ-J ji

Hevdeç = Deve üzerinde kadınların binmesine mahsus, üstü kapah,


kubbeli iki taraflı taşıt. Amar (amaret) = kabile
78 FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Hm
C-iS^)l jA ^ J ‘ 4^ ^ ü

bpj jlS^ ül U jA

j ö jr

(ji '*ji— ^ j
(ju - üTji ^ ıiîi (^ jf

J J ./ (Jr'j

j ' u ^ j'^ J j^
4X«j jl5\j j i (_fb jl 3

‘^“-■-'j j 'J — ijj^


Uj

L:ı j ( jb r J\ a:_*^1JT

J j y l <-!■=> j'

j j j j j-5

(Adı Leylâ idi. Yasemin yanaklı, gonca ağızlı idi. Sözü sohbeti
yerinde idi. Gül yüzü ve yasemin saçlarıyle, gül ve sünbülle bezen­
miş gülen bir çimenliği andırırdı. Kıvrak ve cilveli idi. Tatlı gülüş­
leriyle şeker saçardı. Bir göz ve onunla bin naz. Bu haliyle o»
naz fidanına koku olmuştu. O servi yaradılışlının kaşları da rastık­
tan yeşil iki badem yaprağını andırıyordu. Yasemin, kıskanarak
onu takibederdi. Her Parmağı zanbak goncası idi. Her tırnağı
kınadan şakayık yaprağına dönmüştü. Gönül çekici yanakları su,
yuvarlak çenesi de o suda bir kabarcık gibi idi. Yüzüne koyduğu
mavi ben, gül goncasına benzeyen yanağında nilüferdi. Ayakta
bulunduğu zaman lâle bahçesinde yetişmiş bir servi di. O güzel
gözlü şuh dilber, keten ve ipek elbise giyince, baş örtüsü ve gönül
aydınlatıcı saçlarıyle dilberlik âleminin gece ve gündüzü olurdu).
Kays Leylâ’yı görünce âşık olur. Leylâ da Kays’ı sever. Kays
çocuklarla oynamaz; hep Leylâ’yı düşünür. Leylâ ile görüşmek
için vesileler arar. Akşamları da birer bahane bularak onun evine
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 79-

gider. îk i genç arasında başlıyan aşkı arkadaşları sezerek evlerinde


anlatırlar. Serüven çarçabuk yayılır. Leylâ’yı okuldan alırlar.
Leylâ’yı göremiyen Kays, ıstırap içinde kıvranır. Bir gün kör
dilenci kılığına girerek Leylâ’ya gider. Leylâ’nın kapısına gelince
değneğini vurarak yere düşer. Leylâ anasından izin alarak Kays’ı
kaldırır. Bu bahane ile görüşürler. Bahaneler devam edince etraf­
tan duyulur. Leylâ’yı göremiyen Kays, deliye dönerek sahralara
düşer.
Oğlunun halinden dertli olan babası Mecnun’u arayıp bulur:
“ Leylâ seni istiyor” diye kandırıp eve getirir. Evde Mecnun’ a
tekrar nasihat eder ; “ Sana başkasını alalım” der. Mecnun bu tek­
lifi reddeder.
Mecnun’un babası hekimlere başvurarak çare arar. Hekimler:
“ az ağlasın; üstünü başını az paralasın” derler ve: “ Sevgilisinin top­
rağından biraz alıp gözüne sür; köpeklerden birinin ipini vucuduna
bağla” diye tavsiye ederler. Babası bu tavsiyeleri yerine getirir.
Mecnun gerçi ağlamaz; fakat göğsünü parçalar. Üstünü başını
yırtmaz; fakat elbisesinin eteğini koparır.
Mecnun’un babası Leylâ’yı ister. Kays’ın deli olduğu ileri
sürülerek teklif reddedilir. Deli olup olmadığını anlamak için Mec-
nun’u getirirler. Mecnun, o sırada odaya giren Leylâ’nın köpeğini
görünce hemen ayağına kapanır. Bunu gören baba utanarak döner.
Babası Mecnun’u dervişe götürür. Mecnun aşkımn artması
için dua eder. Kapının dışında bunu işiten baba büsbütün umu­
dunu keser.
îbn-i Selâm Leylâ’yı görerek âşık olur. Hediyeler göndererek
kızı babasından ister. Babası razı olur. Nikâh kıyılır. Leylâ, “ meş-
şata” nın yüzünü bezemek için yaptığı süsleri yolar. Zifaf gecesi
îbn-i Selâm elini uzatınca Leylâ kocasını tokatlıyarak şunları
söyler:
(_gjb J l^ (_r^ ^

Jf
:80 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

t/ 'y ûl'
o**.j jlT (>_j

1.1 — iJ J C .^

1.1 —o j b <t5C^ (j' j


(Boş düşüncelere kapılıyorsun. Nezlen var, niçin gül koklu-
yorsun ? Benim meyveme küstahça bakma; o meyve dalın üzerinde
■emanettir. Bu kuş sana boyun eğmez, işin sonu yoktur. Bu taht bir
taç sahibinindir. Bu para bir padişah adına basılnuştır).
İbn-i Selâm Leylâ’yı boşar.
Bir kocakarı, Leylâ’nın evlendiğini Mecnun’a haber verir.
Mecnun ağlıyarak üstünü başını yırtar. Bir mektup yazarak Leylâ’ ­
ya sitem eder. Leylâ cevap vererek halini anlatır ve şöyle söyler:
6
^ jj i jj aiL m U

Jjip
(Benim pahalı incim delinmemiştir. Benim balıma sinek kon­
mamıştır. Şimdiye kadar kimsenin masalına kulak vermedim;
kimsenin artığını içmedim. Sen bilirsin ki evlenmekte serbest
değilim).
Mecnun’u arayan arkadaşları, onu vahşi hayvanlar arasında
bulurlar.
Mecnun bir gün Leylâ’yı görmeğe gider. Leylâ pencereden
görünerek Mecnun’ la konuşur, ona: “ Beni babamdan iste” diye
tavsiyede bulunur. Bu sırada rakip görünür; elindeki kılıçla Mec­
nun’ a saldırır. Eli havada kalınca kılıcı öteki eline alır. O da ha­
vada kalınca, hemen Mecnun’un ayaklarına kapanır. Mecnun’un
■duasıyle rakip iyi olur.
Nevfel, bir gün dolaşırken Mecnun’a rastlar. Yanındakilerden
Mecnun’un hikâyesini öğrenerek ona acır. Leylâ’yı iyilikle olmazsa
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 81

zorla alacağını söyliyerek yardımını vâdeder. “ Fakat sen de aklı­


nı başına topla” der. Mecnun umudsuzdur. Nevfel bir mektup yaza­
rak kızı babasından ister. Ret cevabı alınca savaşa girer. Leylâ
kabilesi yenilince, Nevfel Leylâ’yı getirtir. Kızın yüzünü görür
görmez âşık olur. Mecnun’u ortadan kaldırmak için zehirli şerbet
hazırlatır. Fakat yanlışlıkla zehirli şerbeti kendi içerek ölür.
Bir kış günü, Mecnun ayağına buzdan nalın giyerek dolaşırken
bir bağa girer. Bahçıvanın bir ağacı kesmek istediğini görerek
yalvarır. Bahçıvan çocuklarımn evde üşüdüğünü söyleyince, kolun­
daki la’li verecek ağacı satın alır.
Leylâ, bir gün kervanla giderken uyuya kalır. Uyanınca,
devesinin kervandan ayrıldığını anlar. O sırada uzaktan gelen birini
görerek devesini sürer. Yaklaşınca: “ Kimsin” diye sorar. Kays
olduğunu anlar anlamaz devesinden inerek; “ Ben Leylâyım” der.
Mecnun Leylâ’mn sesini işidince bayılır. Kendine geldikten sonra
iki âşık konuşurlar. Leylâ visal ister :

JN j O ijj

J:ı

^j L — jlj (J—'ilc-

J Ij jÎ

^ L aj öl

I J

(Ey ciğeri susamış, niçin gam çekiyorsun ? Avucunda zemzem


suyu var. Ey gönlü yanık, üzülme; felek şimdi senin nasibini vere­
cek haldedir. E y benim gamımla ağlıyan âşık, maksadın nedir?
Söyle ki yerine getireyim. Şimdi yapılacak iş, elele vermek ve
birlikte geçip gitmektir. Biribirimizden hiç ayrılmıyahm ve hiç
kimse ile tanışmıyalım).
F. 6
82 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun bunu işitince ağlar. Dedikodudan korkarak reddeder.


Sonra Leylâ’yı evine kadar götürür.
Leylâ ıstırap içindedir. Bir sonbahar günü öleceğini anla­
yarak anasına vasiyet eder: “ Ona kederinden öldüğümü söyle”
dedikten sonra ölür. Leylâ’yı ıstırap içinde gömerler. Üzerine
bir de türbe yaptırarak adını “ Bihişt-i fâni” koyarlar.
Leylâ’nın anası Mecnun’u arayıp bularak Leylâ’nın öldüğünü
haber verir: “ Gel birlikte ağlıyalım” der. Mecnun döğünür, Allah’a
yalvararak ölümünü ister. Nihayet “ Leylâ” diyerek can verir.

a " ’ " J->


ö
L c
^l jl -Li JjlJ

j
ö ljf (JJ

(Ruhunu teslim etmek zamanı gelince gökten “ fütuhat” kapı-


ları açıldı. Dostların makamını gördü, Leylâ diye can verdi).
Oradan geçen bir hacı kafilesi Mecnun’ un ölüsünü görür;
yıkayıp kefenliyerek gömer.
Hatifi hikâyeyi tamamladıktan sonra “ Der hâtime-i kitab”
başlıklı manzumede Nizâmi’ den şu beyitlerle bahsederiyor :

öl

iS
öUai_wJ

jf- Li _»u

^ J jl

(Jlj Oib l_iîLy!S j

(jl)
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 83

(JiS'-ÜJ ı-j\

JJJ

ıJL^

L£-r L£^

(O mâna mülkünün hâzinesini açan, yani şöhret sayıfalannı


yazan ve şairlerin sultanı olan Nizâmı. Şairlik parası onun adına
basılmıştır. Y üz Husrev-i Dehlevi onun kölesidir. Şiir meclisinin
ilk sâkisi o oldu. O meclisin saf şarabından geriye bir şey bırakmadı.
Mânalar şarabına hızır gibi “ âb-ı hayat” kattı. Kadehe minnet
etmeden ruhu besleyici şarabı sundu. O hoş meclisde bu cömert
sâki, her nefeste küpleri boşalttı).
Sonra kendinden bahsederek şöyle devam ediyor :

(Bu kadehin döndüğü devrin Câmîsi benim. Nizâmı ve Hus-


rev’le boy ölçüşecek durumdayım).
Hatifi Câmi’yi övdükten sonra sözlerine şunları ekliyor :

-Uj 1 ^

bUj 1 j < .A*»1 ^

JU1 a j ö l ^^ (1 / ^

aU ö j:^ (JJ
84 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

(Şiirde üç kişi Peygamberdir. Bu öyle bir söz ki herkes bunda


birleşmiştir: Firdevsi,Enveri ve Sadi. Her ne kadar Peygamberimiz;
“ Benden sonra Peygamber gelmiyecek” demişse de. Câmî bunlar­
dan sonra geldi. Çünki bu zamanda onun eşi yoktur. . . . Bu eser
sona erdiği vakit, ona Leyli vü Mecnun adını verdim).
Nihayet şu beyitlerle eserini bitiriyor :

(1/1

(_^Vc tZ-iL ıl)j:^

ö /j' -lo /"

(Ün kazanan bu eser, tamamlanmak mutluluğuna erdiği zaman


bu eski dünyadan şu ses yükseldi: Mâşallah bu eser hayırla ta­
mamlandı).
H atifi kendinden önce gelenlerin eserlerini gözönünde tut­
makla birlikte, hikâyeyi çok değiştirmiş, ona birçok yeni motifler
katmıştır. Meselâ, babasının Mecnun’ u dervişe götürmesi motifi
değişik şekilde Mektebî’de vardır. HâtifPnin eseri kendinden önce
gelenlerin eserlerinden daha kısadır. İçinde yeni motifler bulun­
makla birlikte, daha derli topludur. Türk şairleri H âtifi’den çok
faydalanmışlar, hattâ bazıları onu tercüme etmişlerdir.
*
H âtifî’nin esere eklediği motifler :
a) Kays, daha küçükken güzellere düşkündür;
b) Mecnun kör dilenci kılığında Leylâ’yı görmeğe gider;
c) Hekimler bazı tavsiyelerde bulunur;
d) Mecnun’un babası Leylâ’yı istediği sırada. Mecnun, Leylâ’ ­
nın köpeğini görünce ayağına kapanır;
e) Leylâ Meşşatanm yüzünü bezemek için yaptığı süsleri yolar;
f) İbn-i Selâm Leyi â’yı boşar;
g) Leylâ Mecnun’ a : “ Beni babamdan iste” der;
h) Kılıçla Mecnun’a hucum eden rakibin elleri havada kalır;
Mecnun’un duası ile iyi olur;
i) Nevfel, savaşdan sonra Leylâ’ya âşık olur, Mecnun’u zehir­
lemek isterken kendi zehirlenir :
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 85

j) Mecnun servi ağacım bahçıvandan satın alarak kesil­


mekten kurtarır;
k) Leylâ kervanla giderken uyuyakalır, devesi kervandan
ayrılır. Mecnun’la Leylâ’ buluşup görüşürler; Leylâ visal ister,
Mecnun dedikodudan korkarak reddeder;
1) Leylâ anasına vasiyet ettikten sonra ölür. Leylâ’nın anası
Mecnun’u bulur : “ Gel birlikte ağlıyalım” der.

Bu özet için faydalandığım nüshalar: İst. Üniver. Fy. Ktp.,


No. 6 8 , 116, 420.
Eserin İstanbul kitaplıklarındaki yazmaları: Türk-Islâm mü­
zesi K tp., No. 2059 (bu nüsha çok güzel olmakla birlikte ortadan
bir kaç varak eksiktir); İst. Üniver. K tp., Fy. No. 6 8 , 116, 420;
Süleymaniye K tp., Bağdadlı Vehbi, No. 1633-1634 (2 nüsha);
Ragıb Pş. K tp., No. 1095 (Külliyatı içinde).
Eserin basılmış nüshaları: Leyli vü Mecnun, Kalküte 1788
(Sir W . Jones tarafından), Kalküte 1249; Bombay 1265, taş bas­
ması; Tahran 1263, 1270, 1275.
FARSÇA L E Y LÂ VE MECNUN YAZAN
BAŞK A ŞA İR LE R

KÂTİBİ, Şemsü’d-dîn Mu^ammed (Ö. H.839 = M. 1436). K ay­


naklar, Kâtibî’nin “ Leylâ ve Mecnun” mesnevisini yazdığım söyler-
lerjRieu, British Museum Farsça yazmalar kataloğu (c.II,s. 637, No.
Add. 7768), şairin Külliyatından bahsederken, “ Leylâ ve Mecnun”
mesnevisinin tek nüshası için şu kaynağı gösterir : St. Petersburg
Catalogue, P. 366. K âtibi’nin, yerli ve yabancı kitaplardaki K ül­
liyat nüshalarının hiç birinde bu eser yoktur. Nevâ’i de Mecâlisü'n-
ne/â’ is’inde (L meslis) Kâtibî’yi över ve şairin ömrünün sonların­
dan Hamse tetebbu’ ettiğini fakat tamamlıyamadığını söylerse de
bu mesnevisinden bahsetmez.
K âtibî’nin İstanbul kitaphklarındaki külliyat nüshaları: Top-
kapı, Revan K tp., No. 990, 991; îst. Univer. Ktp. Fy., No. 1322,
438 (Emir Husrev’in, Kemal-i Hucendi’nin divanlarıyle Cami’nin
eserleri bulunan bir mecmua); MiUet K tp., Emirî F. No. 983.
D e r v İ ş E ş r e f , M e r â ğ î - İ T e b r î z î (X V . yüzyıl). Eserini H.
842 = M . 1438 de yazmıştır. Hamse’sinin III. mesnevisidir. Bk.
M . A. Terbiyet, Danişmendan-ı Azerbaycan (s. 147-148). Eserinin
başı :
jî j (_gl

J-i y jj

Ayrıca bk. Nevâ’ i, Mecâlisü'n-nefâHs (I. mesclis). Şairin adı


Fahrî-i Herâti tercümesinde Mevlânâ Şeref-i Hıyâbânî, Kazvînî
tercümesinde Mevlânâ Şeref olarak geçiyor.
SüHEYLÎ, Nİzâmü’d-dİn Şey^ Ahmed (Ö. H. 907 = M. 1502;
bazı kaynaklara göre H. 918 = M. 1512) Türktür. Eser için bk.
Sachau-Ethe, Bodleian kataloğu (c. I, s. 639, Fraser 91).
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 87

Eserin b a ş ı:

Şair, eserini H. 889 = M. 1484 de yazdığını şu beytlerle


açıkhyor :
jjj a;Lİ

jjj

(1 /^ J3

f *-5 ıs^ ji
Bu tarihe göre, Süheyli, Cami, Nevai eserlerini aynı yılda
yazmışlardır. Ancak Nevai eserinin başında Süheyli’nin mesnevi­
sinden bahsettiğine göre, ondan biraz önce yazmış demektir.
Nevâ’î, M ecâlisiın-nefffis’inAe (III. meclis) Süheyli’den bah­
sederken, onun “ Leylâ ve Mecnun” undan şu beyti örnek olarak
veriyor :
Ali.S' JIp- j j jjj^

Ayrıca bk. Tuhfe-i Sami (s. 181-182).


M İ ş â l î - İ Kâşânİ (X V . yüzyıl). Eser için bk. Z. Hadaik,
Fihrist (s. 636-37). Esçrin yazıldığı tarih H. 897= M . 1492, beyt
sayısı 3220. B a şı:
ij ^.A y ^Lî

y f'" ^
H 'â c e ‘ Imâd -1 Lârİ (X V . yüzyd). Nevâ’ î, MecâlisiVn-nefâHs
’inde (VI. meclis) şairden bahsederken : “ Leylâ ve Mecnunga te­
tebbu’ kıbpdur köp ildin yahşırak tüşüpdür” diyor. Şairin adı,
MecâlisiVn-nefâ'is^in Üniversite ve Paris nüshalarında geçmiyor.
K u t b ü ’ d - d Î n Emİr H âc, Ünsî (Ö. H. 923 = M. 1517).
Kasidelerinde Mîr Hâc, gazellerinde Ünsî adını kullanmıştır.
Bk. ‘Abdü’l-Muktedir, Bankipor katalogu (c. II, s. 108).
Eserin başı
ül4 >-

JJ jljA jj
88 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bazı kaynaklar şairin H. 825 = M. 1452 de öldüğünü kayde­


derler. Habl-bu’s-siyer (c. III, cüz III, s. 341), şairi Baykara zama­
nında (873-911) yetişenler arasında kaydettiği gibi, Nevai de
Mecâlisu’n-nefffis’inâe (II. meclis) Mir Hâc’ dan H. 897 de hayatta
olan şairler arasında bahseder. Buna göre Bankipor kataloğu'nâa
Ünsî divanından bahsedilirken şairin ölüm yılı olarak gösterilen
H. 923 tarihinin doğru olduğunu kabul etmek gerekir.
HİLÂLÎ-i E s t e r â b â d î (Ö . H . 940 = M. 1533). Türk, Çağatay
ulusundan. Eser için bk. Rieu, British Museum Farsça yazmalar
kataloğu (e. II, s. 875, No. Or. 319). B a şı:

(1)

Kâtib Çl. de, Hilâlî’y i “ Leylâ ve Mecnun” yazan şairler ara­


sında kaydeder {Keşf, c. II, s. 1572); Tuhfe-i Sdml (s. 90-94),
“ Leylâ ve Mecnun” dan şu beytleri nakleder :

H ^ â c e H a ş a n H i z i r Ş â h - i E s t e r â b â d î (X V . yüzyıl). Nevâ’i,
Mecâlisü'n-nefa^is’in ie (II. meclis) şöyle söyliyor: “ Leylâ ve
Mecnun mukabeleside “ Zeyd ve Zeyneb” mesnevisi aytıpdurur
bu beyt anıng tevhididindur kim

JAe- jA (^li— i

Şairin adı MecâZısii’n-ree/ö’ is’inÜniversite nüshasında (No.841,


V. 31 b) Muhammed H ıâ r Şâh, Fahrî-i Herâtl tercümesinde (s.38)
H''âce Hızır Şâb-ı Esterâbâdî, Kazvînî tercümesinde (s. 211) H'^âce
Hüseyn Hızır Şâh olarak geçiyor. Blochet ( Bibliotheque National
Farsça yazmalar kataloğu, c. III, s. 447), 1975 numarada ka-
FARS EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 89

yitil bir mecmuadan bahsederken, v. 162-163 de Nevâ’Pnm


Mecâlisü'n-nefâHs'’inden bir parça ile Hüseyn Esterâbâdî’nin “ Ley
lâ ve Mecnun” undan bir şiir bulunduğunu söyliyor.
Z âde K âzîsi (X V . - X V I. yüzyıl). Nevâ’î, MecöZısü’n-ne/â’ is’ -
inde ( I I I . meclis), şairden bahsederken şöyle söyliyor: “ Yahşi
tab’lık yiğitdür. Mesnevilerini rengin aytur. Mir Husrevniı% bazı
mesnevileriga bu yakında tetebbu’ kıhpdur. Garib hayaller kılıpdur.
Özge nazımlar te m aytur” . Fakat “ Leylâ ve Mecnun” mesnevisi­
nin adını anmıyor. Şairin adı Fahri-i Herati ve Kazvini tercüme­
lerinde “ Kâzîzâde” olarak geçiyor.
Ahî-İ M e ş h e d İ (Ö. H. 927 = M . 1521 aşağı yukarı). Türk,
Çağatay ulusundan. Eserinin adı Mecâlisü-n-nefa'is’in. Kazvini
tercümesinde geçiyor ( I . meclis). Aslında ve Fahri-i Herati tercü­
mesinde yoktur. Kazvini, “ Hamse mukabelesinde Hamse” meyda­
na getirdiğini söyliyor. Bu kayda göre “ Leylâ ve Mecnun” u var
demektir.
Z a m îr î, K e m â l ü ’ d - d în 973
H ü s e y n ü ’l-I ş fa h â n î (Ö . H .
M. 1565; bazı kaynaklara göre.H. 990 = M.1582).Bk. Sachau-Ethe,
Bodleian kataloğu (c.II, s. 1678); ayrıca bk. Ateşgede; Mecma^u’l-
havâş; Mecma'u’l-fuşahâ. Kâtib Çl. Zamiri’y i “ Leylâ ve Mecnun”
yazan şairler arasında kaydeder (K eşf. c. I I , s. 1572).
K â s im î, M İ r z â M u h a m m e d K â s im -i G ü n â b â d i (Ö. H. 979 = M .
1571). Bk. Sâdıkî Mecma^u’l-havâş (s. 139-140); Tuhfe-i Sâmi
(s . 26-28). Meyhane. Eserin b a ş ı:

Jjl JÂP y ej

Eserden bazı beytler :

j'

:>jJ^ J f (Jj^^ 45' ı j j j j

J.)j ıj j[^
90 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

(jijLj- 4.İ ^

jljlj j\>_ — 1} J jlj


*

cS^.j

jl ) j .p I^

^ JU dj:^

Ayrıca bk. Meyhane; Heft-ıkllm; Ethe, India Office kataloğu


(s. 790-791, No. 1437); Rieu, British Museum Farsça yazmalar
kataloğu (c. II, s. 660); Blochet, Bibliotheque Nationale Farsça
yazmalar kataloğu (c. III, s. 347-48, No. 1828).
M e v c î , M u h a m m e d K â s i m H â n - i B e d a ^ i ş â n î ( Ö . H . 979 =
M. 1571-2; b a z ı k a y n a k l a r a g ö r e H. 974- = M. 1566). B k . S a c h a u -
Ethe, Bodleian kataloğu ( c . I, s. 375 ve c . II, s. 1679); a y r ı c a b k .
Âteşgede.
R e h â î , Ş e y ş S a ' d ü ’ d - d î n (Ö. H. 982 = M. 1575 den sonra).
Bk. Ethe, India Office kataloğu (s. 791-92).
Şenâ’ İ H ü seyn (Ö. H. 996 = M. 1588). Bk. Münzevi, Fih­
rist (c. II, s. 43).
N ü v î d İ , ‘ A b d î B e y ğ Ş i r â z İ ( Ö . H. 998 = M. 1590). Bk.
Tuhfe-i Sami (s. 59); Âteşgede; ZerVa (c. V II, s. 263). Şair Hamse
sahibidir, k ü ç ü k yaşta Câm-ı Cemşld''\ yazmıştır.
D e r v i ş M e h m e d " A l î G i l â n î (X V I. yüzyıl) Türk. Eserin
tek nüshası İst. Üniver. kitaphğındadır (Fy., No. 836). Eserin
başı :
^ ^ c- I
<uıl j ^ j O İxi

Sonu :
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 91

Şair H âtifi’ye nazire olarak yazdığı eserini H. 963 = M. 1556


da Halep’de tamamlamıştır. Eser için bk. Fatma Arıkan, Derviş
Mehmed A li GilanVnin Leylâ ve Mecnun mesnevisi. Tez., İstanbul
1945, No. 1016.
M a h m ü d B e y ğ S â l İ m - İ T ü r k m â n İ (X V I. yüzyıl) Sadıkî
( Mecma^u’l-havâş, s. 110), şairden bahsederken: “ Mesnevi üslubıda
tab’ı yahşi barur irdi, Y usuf u Züleyha tetebbu’ın kıldı. . . . ve
böyle malûm olunur kim hamsega tetebbu’ kılıpdur. Görmedük ve
amma bu ebyatnı istima’ kılduk” . Leylâ ve Mecnun’ dan: A t ta’-
rifinde:
J 3J ö /j'

J 3^ jy jj

m •' ^ j.

öb.p J'

Ayrıca bk. Danişmendan-ı Azerbaycan (s. 173).


M a k ş ü d B e y ğ Ş î r â z î (X V I. yüzyıl). Tuhfe-i Sâmi (s. 60-61),
şairin Leylâ ve Mecnun mesnevisinde şu anlamsız beytleri nakleder.

ı-î'bl j ^ L$jjJ

Jî Ûi

Ö aİ j

Ö ^ ^_^

Bazı kaynaklar bu beytleri H'^âce Hidâyetu’llah’a atfederler.


Bk. Hejt ıklım.
'I t â b î H ü s e y n B e y ğ (X V I. yüzyıl). Nizâmi’nin Hamse'’sini
tetebbu’ etmiş. Bk. Meyhane.
Ş â 'İ d î , Z e y n ü ’ d - d î n H a b ü ş â n İ (X V I. yüzyıl). Bk. Münzevi,
Fihrist (c. II, s. 42).
H '^ â c e H İ d â y e t u ’ l l a h - i R â ’ İ (X V I. yüzyıl). Bk. Sachau-
Ethe, Bodleian kataloğu (c. I, s. 394 ve e. II. s. 1679).
92 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Ş a r f î - İ K İ ş m îr î, Ş e y h Y a 'k ü b (Ö. H. 1003 = M. 1594).


Eser için bk. Kasım Hasîr-ı Razavî, Kalküte Buhar kitaplığı kata­
logu (c. I, s. 270-72). Eserin b a ş ı:
jIpI IJ-» {j,\

j oy^ j) ^Ij

Şair Hamse’sinin üçüncü mesnevisi olan Leyli vü Mecnun'n


tamamladıktan sonra şöyle söyliyor :

l—

|1 U

R ü h u - l - e m î n - İ I ş f a h â n İ (Ö. H. 1047 = M. 1637). Bk. Ethe,


India Office kataloğu (s. 841 ^No. 1540); Rieu, British Museum
Farsça yazmalar kataloğu (o. II, s. 675, No.Add. 24, 088); Sprenger,
Kalküte, Oude kataloğu (s. 38). Eserin bir nüshası Tahran’da Kitab-
hane-i Millî’ dedir. Eserin manzum ve mensur önsözünün başı:

jî '<
ob j *
A İ
j (_
^l

jî ‘a
jLdj tiA
l*

Asıl mesnevinin başı (v. 6 b) :

jl J -ip j\ J o (_^l

jlp I jl JS" (j\^j

Eser Muhammed Kuli Kutub Şah’a sunulmuştur.


E b ü ’ l - b e r e k â t Münİr-İ L â h ü r i (Ö. H. 1054 = M. 1644).
Bk. E t h e , India Office kataloğu No. 2078; ayrıca bk. Zerî'a (c.VII
s. 263).
H a k î m ŞİF Â ’ î (X V I. yüzyıl). Kâtib Çl. şairi “ Leylâ ve Mecnun”
yazanlar arasında gösterir {Keşf. c. II, s. 1571). Başı :

J— j'
— İP ü b jlS " «.5 J.5
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 93

Yazdığı tarih :

H İN D U (X V I.-X V II. yüzyıl?). Bk. Sachau - Ethe, Bodleian


katalogu (c. I, s. 6 8 6 , No. 1101). Nüshanın istinsah tarihi 1055.
Eserin b a ş ı:

Bir heyt daha :


Jj
L - jjj jl (jjj

İJ ^ ^ ^
N â m i -İ Ş a f e v î , M î r M a 'ş ü m (X V I.-X V IL y ü z y ı l ) . Eserine
Peri-suret adını vermiştir. Bk. Ethe, Neupersische Litteratur, Gr.
I Ph (c. II, s. 245-246).
K â ş İf -İ Ş îr â z î, Î b n -i Ş e m s ü ’ d - d İn M uham m ed Ş e r if (Ö .
H. 1060 = M.1650). Bk. Rosen, Petersburg Doğu dilleri Enstitüsü
Farsça yazmalar katalogu (s. 285-286). Ayrıca bk. Rieu, Supple-
ment (s. 250-251); Nahcuvâni, Fihrist (s. 198).
T e c e llî, ‘A l î R iz â (Ö . H. 1088 = M. 1676). Bk. Münzevi,
Fihrist (c. II, s. 45).
? (X V II. yüzyıl). Müelhfi biHnmiyen bir “ Leylâ ve
Mecnun” . Bk. Ethe, (India Office katalogu s. 901). Ethe, 1657 nu­
marada kayıtlı nüshadan bahsederken, içinde bulunan iki mes­
neviden birincisinde (v. I, b - 53 a), eserin adının ilk sayıfada
“ Leylâ ve Mecnun” olarak geçtiğini, fakat asıl adının Mihr ü Vefa
olması gerektiğini yazıyor. B a şı:

«-5 İJb'jl-b^

\y

J İJJİ.S

Eser Alemgir’e sunulmuştur.


94 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

S e y y İ d H a ş a n b . F e t h u l l a h (X V I I . yüzyıl). Bk. Rieu,


Brüish Museum Farsça yazmalar katalogu (c. II, s. 680, No. Add.
6622). Şairin Hamsesi Nizami’nin Hamsesine nazire olduğuna göre
“ Leylâ ve Mecnun” u var dernektir.
M o lla M u râ d b . M îr z â C a n (X Y II. yüzyıl). Bk. Z e r î 'a (c,
V II, s. 262).
M ü l h e m (X V II. yüzyıl). Bk. Pertsch, Gotha Farsça yazmalar
katalogu (s. 29, No. 9/30 a). Eserinden özetler ve gazeller bir mec­
mua içinde.

Ş u ' l e - İ I ş f a h â n î (X V II. yüzyıl). Eserin adı Çâh-ı vişdV bir


nüshası Tahran’ da Kitabhane-i Meclis’de. Bk. A. A. Hikmet,
Romeo ve Jülyet (s. 244).
F e v k İ-İ Y e z d i (X V II. yüz yıl). Bk. A. A. Hikmet, Romeo ve
Jülyet (s. 242).

(Ö. H. 1204 = M . 1789/90


N â m İ, M u h a m m e d Ş â d i k M u s e v î
Bk. Sachau- Ethe, Bodleian katalogu (c. II, s. 1679 ve Beeston, c.
III, s. 42). Ayrıca bk. Mecma'^u'l-fuşahâ.
M e h d Î B e y ğ (Ö. H. 1214 = M . 1799). M . A. Terbiyet {Daniş-
mendan-ı Azerbaycan, s. 363-364), Şairin, gençliğinde “ Leylâ ve
Mecnun” mesnevisini alaylı bir şekilde kaleme aldığını kaydediyor.
Ş a b â - y İ K â ş â n î ( Ö . H. 1238 = M. 1822). Eserin bir nüshası
Tahran’da Kitabhane-i Millî’de. Bk. A. A. Hikmet, Romeo ve
Jülyet (s. 242).
N a ş î b î , M î r z â M u h a m m e d H â n b . M ü s â H â n (X IX . yüzyıl).
Bk. Ethe, Neupersische Litteratur, Gr. I Ph (s. 245-246).
S e y y İ d M u h a m m e d N â ş i r H â n B a h â d i r (X IX . yüzyıl
Bk. Ethe, Neupersische Litteratur, Gr. I. Fh (245-246); İsmail Pş.,
şairi “ Leylâ ve Mecnun” yazanlar arasında kaydeder {Keşf. Z. c.
II, s. 418).
? Müellifi bilinmiyen bir “ Leylâ ve Mecnun” (Halk-ı
Haseni). Bk. Beeston, Bodleian katalogu (e. III, s. 43).
? Müellifi bilinmiyen bir “ Leylâ ve Mecnun” . Bk. Blochet,
Biblotheque Nationale Farsça yazmalar kataloğu (e. III, s. 430 No.
1963). Eserin sonunda istinsah tarihi olarak 1255 okunuyor.
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN ğS

E s î r İ . m. a . Terbiyet {Danişmendan-ı Azerbaycan, s. 383),


Nizâmi’nin Leyli vü Mecnun mesnevisine nazire söyliyenler ara­
sında kaydeder.
M e c n Ü n - İ Ç e p - n ü v î s . m . a . Terbiyet {Danişmendan-ı Azer­
baycan, s. 383), Nizami’nin Leyli vü Mecnun mesnevisine nazire
söyliyenler arasında kaydeder.
F e y z İ - i H İN D İ ( Ö .H . 1004 = M . 1595) A.A. Hikmet (Romeo
ve Jülyet s. 242), Farsça yazılmış “ Leylâ ve Mecnun” lar arasına
Feyzî-i Hindi’nin Nil ü Demen adlı eserini de katarsa da, bu eser
“ Leylâ ve Mecnun” değildir. Bk. Rieu, Brit. Mus. Farsça yaz­
malar kataloğu (c. II, s. 670, No. Add. 23, 981).
Eserin b a ş ı:
jU T j y ıS jl j lii; J İ ^^\

D âvO d. a. a.Hikmet (Romeo ve Jülyet s. 2 4 4 ), Farsça


yazılmış “ Leylâ ve Mecnun” lar arasına Davud’un eserini de katar
ve Hamse’ siniıı Londra’ da olduğunu kaydederse de, Rieu’nün,
British Museum Farsça yazmalar kataloğu nda (Supplement,s.
2 2 3 ) bildirdiğine göre, 3 5 6 numarada DürretüH-tac adıyla kayıtlı
hamse, Davud Şahi’nin (Bağdad valisi Davud paşa) Hamse’si-
nin IV. cildidir ve bu ciltdeki eserler arasında “ Leylâ ve Mec­
nun” yoktur. Hamse’ sinin öteki ciltlerinde “ Leylâ ve Mecnun
mesnevisi olup olmadığı belli değildir.

HİNDİSTAN’DA ORDU D İL İY L E ;

M î r M u h a m m e d H ü s e y n T e c e l l î (X V III. yüzyıl). Eserim


H. 1199 = M . 1784/85 de yazmıştır. Basma nüshaları çoktur.
Bk, Tassy, Hindistan ve Hind edebiyatı tarihi (c. II, s. 176 ve c.
III, s. 275).
M İ r z â L u t f ' A l î V î l â (X IX . yüzyıl). Eseri Emir Husrev’in
eserinin tercümesidir. Bk. aynı eser (c. III, s. 301).
M u h a m m e d V e z î r H â n (X IX . yüzyıl). Eseri Ağra’ da 1868 de
basılmıştır. Bk. aynı eser (c. III, s. 293).
Ş â h M u h a m m e d 'A z îm . Bk. aynı eser (c. I, s. 267).
96 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

M İr z â M e h d i 'A l î H â n ‘Â şik . B k . a y n ı eser (c . I, s. 2 3 1 ) .

M uhA M M ed K a d İr. Eseri Ağra’ da 1868 de basılmıştır. Bk.


aynı eser (c. I, s. 359).
M İ r z â M u h a m m e d T a k î H â n H e v e s . Eseri Laknov’da 1846 da
taş basmasiyle basılmıştır. Başka basmaları da vardır. Bk. aynı
eser (c. I, s. 592).
V e l î M u h a m m e d N a z î r , Ağralı. Eseri 1860 da Kevnpur’da
basılmıştır. 16 sayıfabk küçük bir eserdir. Bk. a^Tiı eser (e II, s.
458).

E fgan P eştu D î l İn d e :

B â’İ H ân B ü n e r lİ. “ Leylâ ve Mecnun” u gazeller halinde


küçük bir eserdir. Bk. Sprenger, ZDM G, 1862 (c. X V I, s. 783-790);
ayrıca bk. Ethe, India Office katalogu (s. 918).

GÜRAN LEHÇESİYLE :

? Müellifi bilinmiyen bir “ Leylâ ve Mecnun” . Bk. Rieu,


British Museum Farsça yazmalar katalogu (c. 11, s. 728-733, No.
Add. 7829/11). B aşı:

(J

( ) L\j (3^J j

İJİ J.A “aj I

Leylâ ile Mecnun hikâyesi, İran’ da Akay-i Muhammed Cevad


Türbeti tarafından beş perdeUk operet olarak kaleme ahnmış,
müziği de Akay İsmail Mihrtaş tarafından hazırlanarak, 1308 de
sahneye konulmuştur.
BU KONU İLE İLGİLİ KAYNAKLAR

BAŞLICA ESE R L E R :

I. Pizzi, S to T İ a dellapoesia persiana (Torino, 1894, c. II, s.


252-273).
H. Ethe, “ Neupersische Litteratur” , in Geiger und Kuhn’ s
Grundriss der Iranıschen Philologie, Gt. I. Ph. (Strassburg, 1896-
1904, s. 212-368).
E. G. Browne, A Literary History o f Persia (Gambridge, son
basım, c. II, s. 400-411; c. III, s. 533-536).
P. Horn, Geschichte der Persischen Litteratur (Leipzig, 1902,
s. 181-189).
Blocbet, Peintures de manuscrits arabes, persans, et turcs
(Paris 1911).
Samoyloviç, “ İslâm dünyası” . M ir İslama (Petersburg, 1917).
Ali Nihat Tarlan, İslâm edebiyatlarında Leylâ ve Mecnun
mesnevisi (İst. Üniver. doktora tezi, 1922, No. 1).
Muhammed Ali Terbiyet, Danişmendan-ı Azerbaycan (Tah­
ran, H. 1314 = M. 1935, s. 381-385).
AH Asgar Hikmet, Romeo ve Jülyet Tahkık-ı edebî ve mukayese
ba Leyli vü Mecnun (Tahran, tarihsiz).
AU Asgar Hikmet, Cami (Tahran 1320, s. 200, eser Nuri Genç-
osman tarafından türkçeye çevrilmiştir, İstanbul 1949).
Akay-ı Doktor Rızazade Şafak, Tarih-i edehiyat-ı İran (Tah­
ran, 1321, s. 231-246; s. 307-311; s. 343-352.
Bediu’z-zaman Furuzanfer, Me'haz-ı kasas ve temsilât-ı Mesne­
vi (Tahran, 1333, s. 8, 27, 91, 139, 184, 212).
Mehmed Emin Rasulzade, Azerbaycan şairi Nizami (Ankara,
1951).
Tassy, Histoire de la litterature hindoue et hindoustanie (2.
basım, Paris, 1870-71).
F. 7
98 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, ZDM G


(Leipzig, c. I, 1846; c. 105, 1955).
Ahmed Ateş, “ Leylâ ile Mecmın” , İslâm Ansiklopedisi (İstan­
bul, 1955, Fas. 69, s. 49-55).

KATALOGLAR:

Sprenger, A Catalogue o f theArabic, Persian and Hindustany


Manuscripts o f the Libraries o f the King o f Oudh (Calcutta, 1854).
W . Pertsch, Die persischen Handschriften der Herzoglichen
Bibliothek zu Gotha (Viyana, 1859).
G. Flügel, Die arabischen, persischen und turkischen Hand­
schriften der kaiserlich-königlichen H o f bibliothek zu Wien (Viyana c.
I, II, 1865. III, 1867).
Rieu, Catalogue o f the Persian Manuscripts in the British
Museum, 4 cilt (Londra, 1881, c. II).
V. Rosen, Les Manuscrits Persans de Vlnstitut des Langues
Orientales (S. Petersburg, 1886).
Ed. Saclia'u- H. Ethe, Catalogue o f the Persian, Turkish,
Hindûstânî and Pushtû Manuscripts in the Bodleian Library (c. I,
Persian Manuscripts, Oxford, 1899; c. II, Hindûstânî, Pushtû
and additional Persian Manuscripts, 1930, c. III, Beeston, Oxford).
Hadâ’ik, İbn-i Yûsuf-ı Şirâzî, Fihrist-i Kitabhane-i Medrese-i
 li-i Sipehsalar (ç. I, kütüb-i hattî-i Farisi vü Arabi, Tahran
1313-1315; e. II, kütüb-i hattî-i Farisi vü Arabi vü türki, 1316-
1318).
Hadâ’ik, İbn-i Yüsuf-ı Şirâzî, Fihrist-i Kitabhane-i Meclis-i
Şura-yi Milli (c. I. Tahran 1318-1321).
Nahcuvâni, Fihrist-i Kitabhane-i Devlet-i Terbiyet-i Tebriz
(1329).
K. Vollers, Katalog der Handschriften der Universitats-Bibli-
othek zu Leipzig (1906).
‘Abdü’l-Muktedir, Catalogue o f the Arabic and Persian Manu­
scripts in the Oriental Public Library at Bankipore (Kalküta, c. I,
s. 1908, c. II, 1910, c. III, 1912 vd).
FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 99

Aka Büzürkü’t-Tahranî, Ez Zeria ilâ tesanifi’ş-şia (c. I, V II,


1329).
Alexander Smıth Coochran, A Catalogue o f the Collection o f
Persian Manuscripts inciuding alsa some Turkish and Arabic
Presented to the Metropolitan Museum o f Art, New York (Colum-
bia, 1914).
Münzevî, Fihrist-i kitabhane-i ihdai-i Akay-ı Seyyid Muham-
med Mişkât be Kitabhane-i Danişgâh-ı Tahran (c. I, 1330, c. II,
1332).
Kasım Hasîr-i Razavî, Catalogue o f the Persian Manuscripts
in the Buhar Library Kalküte 1921).
Blochet, Catalogue des Manuscrits Persans de la Bibloiotheque
Nationale (4 cilt, Paris, 1905-1934).
E. G. Browne, A Nicholson, A Descriptive Catalogue o f the
Oriental Manuscripts belongıng to the late E. G. Brovıne (Cambrıdge,
1932).
Ethe, Catalogue o f Persian Manuscripts in the Library o f the
India Office (c. I, Oxford, 1903; c. II, 1937).

T E Z K İR E L E R :

‘Alî Şîr Nevâ'î, Mecâlisii'n-nefd'is, Türkiye kitaplıklarındaki


yazmaları: Topkapı, Revan Ktp. No. 808 (Külliyatı içinde);
Fatih K tp., No. 4056 (Külliyatı içinde); Arkeoloji müzesi Ktp.
No. 178, îst. Üniver. K tp., No. 841; Fatih K tp., No. 4065; Süley-
maniye K tp., Esad E f., No. 1675; Süleymaniye K tp., Kılıç Ali
Pş., No. 800/2; Bayezid Ktp. Veliyyü’d-din No. 2661; Ayasofya
K tp., No. 2045; MiUet K tp., Emiri, Tarih, No. 779/1; MUlet Ktp.,
Caru’llah No. 1573; Ankara D. T. C. Fk. Ktp., İsmail Saib Ef.
No. 1/2286); Ankara Genel K tp., No. 634.
Mecâlisü'n-nefd'is, Herâtî ve Kazvinî tercümeleri, Ali Asgar
Hikmet yayımı (Tahran, 1323).
H^ând Mir, HabibiTs-siyer (Tahran H. 1271 = M . 1855; Bombay
1857)'.
Sâdıkî-i Kitâb-dâr, MecmaVl-havâş, Türkçe metni ve Farsça
tercümesiyle birlikte Hayyampur yayımı (Tebriz, 1327)
100 FARS EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Sâm Mirzâ, Tuhfe-i Sâmi (Tahran 1314).


Emin-i Râzî, Heft iklim (üç fasükül basılmıştır. Kalküte f.
I, 1912, f. 2, 1927, f. 3, 1939).
Lutf ‘Alî Âzer, Ateşgede (Kalküte, taş basması, 1249, Bombay
1277).
‘Abdü’n-Nebi Fahrü’z-amân, Meyhane (Lahore 1926).
Rızâ Kuli Hân M ecmaVl-fuşahâ (2 cilt, Tahran 1294).

B İB L İY O G R A F Y A V E B İO G RAFY A :

Kâtip ÇL, Kej/üVzureure (İstanbul, c. I, s. 1941; c. II, 1943).


İsmail Pş. KeşfiVz-zunun Zeyli (İstanbul, c. I, s. 1945, c.
II, 1947).
İ I C t N C t B Ö L Ü M

TÜRK EDEBİYATINDA
LEYLÂ VE MECNUN HİKÂYESİ
TÜRK EDEBİYATINDA
LEYLA v e m e c n u n HİKÂYESİ

Türk edebiyatında Leylâ ve Mecnun hikâyesine ilk defa


dokunan Giilşehrî’dir. GülşehrI H. 713 = M. 1313 de yazdığı
Mantıku'’t-tayr'mda, Allah’ a karşı duyulan ve AUah’ın vücudunda
“ fânî ve müstehlik” (fenâ f i ’llah) olmak amacını güden gerçek
aşkı belirtmek için, Mecnun’un efsaneleşmiş aşkını örnek olarak
alır. Mantlkut-tayr'’da Hüdhüd, “ 'Işk-bâzlık ve ma'şuk” hakkın-
daki soruyu cevaplandırırken :
Şehvetüni 'ışk şanma iy ‘ azız
Şüreti ma'nıden eylegil temiz
der ve şair de, bu münasebetle “ Dâstân-ı Leylî vü Mecnûn” başlığı
altında aşk sahnesini 79 beyit içinde şöyle anlatır :
Vardı Leylî Mecnünı görmeklige
‘ Işk elinden hâlini sormaklığa
Gördi Mecnünı yatur bir yazıda
Bir yazı kim bin yol erin azıda
Toprağa urmış yüzin şûr eylenür
Leylînün zikrin dilinde söylenür

Leylî nakşın goriline yazmış tamâm


Suretinden ğâfil olmış ve’ s-selâm

Anı evvel gördügi gibi şanur


Gönli içindeki nakşa inanur

Ma'nîsinden eyle mest olmış cânı


Kim dimez kim şüreti nakşı kani

” Yazıda = sahrada.
104 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Eyle müstağrak hayâline anun


Kim nazar kılmaz cemâline anuii
Nâgehân fikreylenirken düstma
Leylînün gölgesi düşer üstine

Leylâ halini sorunca :


Mecnûn eydür ‘ışka terkidem cânı
Sen ne kişisin ki şorarsm beni
Her biregü dünyede hir iş güder
Delüler katında 'âkiller nider

BiUşiseü anlamazam ben seni


Yadisen höd neye sorarsın beni

Git katumdan kim delü olmayasın


Turma kim kayğuyile tolmayasın
Leylâ Mecnun’un kendini tanımadığını görünce canı yanıyor :
“ Seni mecnun eden Leylâ benim; beni nasıl bilmiyorsun?” diyor.
Mecnûn eydür Leylî senisen ‘ azîm
Müşkil oldı bu hikâyet iy hakîm
Kim benüm gönlüm içinde şimdi var
Bir dahi Leylî bana ma'şük u yâr
Buyise Leylî beni höd üş görür
Senisen Leylî 'aceb bu kimdürür
Bu yakîne katmazisen sen şeki
Nite Mecnûn bir ola Leylî iki
Mecnûn eğer yüz olurise revâ
Leylî iki olduğı yavlak hatâ

Leylî Leylî diyü kamu dünyeden


Kendüzümi kesdüm üş gör kim neden

Biregü = birisi.
Yad = yabancı.
Yavlak = çok.
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 105

Leyliden dağı kesicegin tamâm


Mevlâ kala iy birâzer ve’ s-selâm

Şûrete kalan kişi 'âşık degül


‘ Işk anuîi gibi ere lâyık degül
Toğru ‘ âşık istemez hergiz vişâl
Mûnisi hicran diyârıdur hayâl
Leylî çün gördi ki Mecnûn bilmedi
Anı vü hîç iltifâtın kılmadı
Gitdi Leyli Mecnûnı anda koyu
Kaldı Mecnûn Leylî vü Leylî diyü
Çûn anı bilmez nite kılur taleb
Leyli dir Leylîye bakmaz iy ‘aceb
Leyllnün etin kanın sevmezidi
01 sebebden görmege ivmezidi
Mecnûnun istediği Mevlâyidi
Dek arada vâsıta Leylâyidi
Gülşehrî’nin, Mecnun’ daki aşk “ mertebe” sini belirtmek üzere
tasvir ettiği bu sahne, Nizami’ de de Husrev’ de de yoktur. Nizami’ -
de, son defa buluştukları zaman Leylâ Mecnun’ a daha fazla yak­
laşmağa cesaret edemez; daha ileri gitmenin günah olacağını
söyler. Mecnun Leylâ’ya şiirler okur; sonra sahranın yolunu tutar.
Nizami’nin eserine sonradan bazı parçalar katan “ şair ilhaki”
de, kocasının ölümünden sonra Leylâ’y i Mecnun’Ia bir kere daha
buluşturur. Leylâ, Zeyd’in getirdiği Mecnun’u çadırma ahr;
kolunu âşıkının boynına dolar. Böylece iki sevdalı uzun müddet
başbaşa kalırlar.
Husrev’ de ise. Mecnun ile Leyla son defa buluştukları zaman,
birbirlerini görünce kendilerini kaybederek akşama kadar öylece
kahrlar. Nihayet akıllan başlarına gelir; sabaha kadar başbaşa
konuşurlar. Sabah olunca Leylâ evine döner

Koyu = koyup, bırakıp,


îvmezidi = acele etmezdi, koşmazdı.
" Dek = tek.
106 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Gülşehrî bunu Arap kaynaklarından almış olsa gerektir. Iran


şairlerinden Şeyh-i Iraki de (Ö. H. 688 = M. 1289) Leme'âi’mda
(26 lem'a) buna benzer bir sahne tasvir eder.
***
Gülşebri’den sonra 'Âşık Paşa aynı konuya dokunur. Şair
Ğarib-nâme de (V III. bab. VI. destan) sonu Allah’a varan gerçek
aşkı anlatmak için Mecnun’un aşkını 30 beyit içinde şöyle nakleder :

Dinle imdi Leyli Mecnûn hâlini


Kim bilesin ‘ışk eri ahvâlini

Bir zamanda varidi hayl-ı ‘Arab


Dinle imdi hikmeti kılğıl ‘aceb
Bir mu'allim varidi anda ulu
K ey edebili key müselmân höş hülu

Oba oğlancukların dirmişidi


Taıîgrı ‘ilminden sebak virmişidi
Leylî vü Mecnûn dahi anda meğer
'Ilm- okurdı birbirinden bihaber
Y idi yıl geçdi bular andayidi
Kani ol ma'şuk u ‘ışk kande idi
Çünki irdi Mecnûna ol kutlu dem
Gözleri yaş toldı oldı gönli gam
Bakdı Leyli yüzine göz ırmadı
Anı kim ol gördi kimse görmedi

Hem-nişinler bildi Mecnûn hâlini


‘Âleme fâşitdiler ahvâlini
Çünki düşdi bu haber halk diline
Ma‘lûm oldı cümle Bağdâd iline
Leylîyi mektebden aldı atası
Mecnûn oldı cânın oda atası

18 O b a = ça d ır, küçük kabile


Irm ad ı= ayırmadı
20 Oda = ateşe.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 107

Andan öndin Kays idi Macnûn adı


Kaysun oldı ba'dezîn Mecnûn adı

Çünki Mecnûn değşürildi Leyliye


Leylî adı döndi bu kez Mevliye
Leylî Leylî diriken Mecnûn dili
Dile Mevli geldi gitdi müşkili
Bes bu ‘ışkun ma'deni ol Hakdurur
Kendûyi kendü sever mutlakdurur
Mevli 'aksi oldı Mecnûn gördügi
Leylî dip şol ‘ış^ n a cân virdûgi
‘Âşık Paşa, Nizâmî’deki “ okul” motifini alıyor; Mecnun’a
yedi yıl sonra nasibolan ve onu sonunda Leylâ” dan “ Mevlâ” ya
götüren İlâhî aşkı kesin çizgilerle belirtiyor.
Leylâ ve Mecnun kıssasını “ temsili hikâye” olarak ele alan
başka şairler de vardır (meselâ bk. Şemse’ d-dîn-i Sîvâsî, '/fcret-
nümâ Mir^âtii'l-ahlâk-, Nâli, Tuhfe-i di/-/cef, basma nüsha, s.42).
Bu temsili hikâyeler bahsimizin dışında kahr. Fakat Gülşehri
ile ‘Âşık Paşa’yı, ilk defa bu konuya dokunan iki müellif olarak
tanımak zorundayız.

Ondin = önce.
Dip = deyip.
ŞÂ H ÎD İ’NİN ESERÎ

Türk edebiyatında “ Leylâ ve Mecnun” kıssasını büyük hikâye


konusu olarak ilk defa ele alıp nazmeden şair, bugünkü, bilgimize
göre, Edirneli Şâhidi’dir. Şâhidî hakkında eski kaynakların verdiği
bilgi çok azdır. Tezkiresinde şaire en çok yer ayıran Latifi, ondan
ancak dört satırla bahseder. Ötekiler bu bilgiyi kısaltarak alırlar.
Keşf. ile ‘ OŞM.nde yalınız mesnevinin adı kayıtlıdır. Mecelle,
fazla olarak 802 den beri Cem’i övdüğünü, oğlunun Şuhûdî mahlaslî
Seyyid Kasım olduğunu yazar ki, Şâhidî 812 de Cem’in yanma
geldiğini eserinde kaydettiğine göre, bu tarih 812 olsa gerektir.
Şairden bahseden kaynaklar; Latifi (s. 200), Haşan Çl., Kâfzâde
Tez.leriyle; Kâtib Çl., X e ş /(e . l l , s . 1571); Müstakimzâde, Mecelle
(v. 270); Hıbrî, Enis; Süreyya, Sicil (c. III, s. 132); Bursalı Tâhir;
‘ OSM. (c.^11, s. 162).
Şâhidî’nin eserinin tek nüshası Paris’te Bibi. Nat. dedir (No.
an. fon., 333; fotokopisi bende). Eser 171 varaktır; beyt sayısı
6446 dır ki, tanıdığımız “ Leylâ ve mecnun” mesnevilerinin en
uzunu demektir.

Şair eserini Şehzade Cem adına kaleme almıştır :


Şeh-i şeh-zâde-i Cemşid-rıf'at
Sipihr-efser meh-i hurşid-tal'at

Dirisen kimdürür ol bahtı ser-med


Direm Cem Şâh ibn-i Hân Muhammed
Penâh-ı saltanat sultân-ı ‘âlem
Ümiz-i memleket hâkân-ı a'zam
Şahidi eserini 883 tarihinde K onya’da tamamladığını ve adını
Gül-şen~i "^uşşak koyduğunu “ hâtime” de bildiriyor.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 109

Bunun kim 'işkile oldı nizâmı


Dinildi Gül-şen-i '^uşşâk nâmı
Hevâ bu gül-şeni ki’tdi mu'attar
Göründi hatmi târihine mazhar
Eger bu ad virmezse teselli
Lakabdur diyeler Mecnûn ü Leylî

Tutup yüz Konya şehrinde tamâma


Bu zîverle beyâza geldi nâme
Şair eserini bitirdiği zaman yaşının elliye yaklaştığını söyliyor.
Yakın olmışdurur hamsine yaşum
Ne içün akmaya derdile yaşum
Cem’in Cemşid ü Hurşld mesnevisini aynı tarihte tamamla­
dığını, şu beyitlerden öğrenmiş oluyoruz ki önemlidir :
K i Selmândan kalup Cemşid ü Hurşid
Münevverdi nitekim şekl-i nâhîd

Çü gördi lutfile ol dil-sitânı


Geyürdi ana hıl'at husrevânî
Kabâ-i Rûmiile anı mevzün
Idüp nazmitdi ol Şâh-ı hümâyûn
Kelâmından kemâle irdi Cemşid
Zıyâ hüsnile virdi dehre Hurşid
Çû virdi hüsn-i nazmı rüha eşvâk
Dinildi adına Âyât-ı ^uşşdk
Ki târih oldı adı hatmine hem
Degildür ‘ akla bu târih mübhem
Şair, İstanbul’da başladığı eserini Cem’in yanında iken
tamamlıyor.
Stanbul içre olup ihtidası
Dahi görünmez iken intihâsı

23 “ Gül-şen-i uşşak” tamlamasına üçüncüs mısradaki “ hevâ” kelimesini de


katmak gerekir.
Selman = İran şairlerinden Selman-ı Saveci (ö. H. 778=M . 1376). Selman-
ın 2700 beytlik Cemşid ü Hirşid mesnevisi vardır.
110 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Eana devrân ki çok bâzîce kıldı


Terahhum eyleyüp Yunana şaldı
Ki ol Hânun irişdüm hizmetine
Giyüb hıl'atlerin bindüm atına
Çü gördüm bana bu lutfın tlahun
Kitabı bağladum adına Şâhun
Tamâme irdi Sultân devletinde
Dilerem kim bula rağbet katında
Kitâbun nazmına olmakda meşğûl
Mu'âşır düşdi ol Şâbile bu kul
Bulup bir yıl içinde feth-i bâbı
Bu nazmile o Sultânun kitabı
Şair, çağdaşlarının Şeyhi ile Ahmed Paşa’mn takdirine değer
verdiğini “ Sebeb-i nazm-ı kitâb” bölümünde anlatıyor :
K ’ohcak 'âlem-i ervâhda yâd
Diye Şeyhi revanı âferin-bâd
Dahi ‘aşrundaki mir-i sühan-dân
Sipeh-sâlâr-ı hayl-ı ehl-i ‘ırfân
Feşâhat mülkinün şâh-ı şerifi
Belagat bâğınun verd-i latifi
Veliyye’ d-din oğh Seyyid Ahmed
K i buldı nazm-ı terde baht-ı sermed
Sözün çün kand bigi göre şirin
Zarürî eân u dilden diye tahsîn
Şahidi, Nizami ile Husrev’i takibedeceğini söyliyor ki, ken­
dinden önce ancak bu iki şairin “ Leylâ ve Mecnun” hikâyesi
elimizde bulunmaktadır.
Dile çün hâtif-i cân itdi terğib
Vücûda gelmeğe bu nazm-ı tertib
Heves atına bindi tutdı meydân
Hevâ tupına geldi urdı çevgân
K ’idüp tezyin ‘ışkun gül-sitânın
Yaza Mecnûn u Leyli dâstânm
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 111

Diyüb Rûmi zebânile kelâmı


Nizâmı nazmına gire nizâmı
Şekerden eyleyüb şîrîn sözin ol
Bula lutfile nazm-ı Husreve yol
Nesimi ta'nide misk ii ‘ abîre
Kitâb-ı Şeyhiye ola nazire
Şairle eseri hakkında bu ön bilgiyi edindikten sonra asıl esere
geçebiliriz, Şahidi:
Zekâ-i matla'-ı eşvâkdur bu
Kitâb-ı Gül-şen-i ^uşşdkdur bu
beytiyle kitabına başbyor ve altı beyitlik Arapça bir kıt’ adan
sonra :
İlahî dUde uyar şem'-i cânı
Mahabbet âteşile câvidânî
beytiyle de asıl esere giriyor. Başlangıç ve tevhid ile ayrı bir tevhid
kasidesinden, tevbid’in mertebeleri ile niteliklerini bildiren man­
zumelerden ve son bir “ kelime-i tevhid” kasidesinden sonra, mü-
nacat ve na’ t ile ayrı bir na’t kasidesi geliyor; Cem Sultan’ a ait
bir manzume ile bir kaside bunu takibediyor. Şair “ Sebeb-i nazm-ı
kitâb” bölümünde “ hâtif” dan gelen sözleri naklettikten ve Şeyhi
ile Ahmed Paşa’ dan takdir beklediğim kaydettikten sonra ;
Fakîrem derd-mendem müst-mendem
Belâ zenciri içre pây-bendem
diye kendinden bahsediyor ve “ Matla‘-ı dâstân” başlığı altında
aşkı tasvir ediyor ; nihayet :
Hakîki ‘ışka gerçi yok nihayet
Mecaziye hakiki oldı ğâyet
DiU kılmağa râh-ı ‘ışka irşâd
Uruldı ^şşa-i Mecnûna bünyâd
Pes evvel ‘ışk sırrından açan râz
Bu resme eylemişdür söze âğâz
diyerek asıl hikâyeye giriyor :

25 Uyar = yak.
112 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Ki var idi meğer bir ferruh-ahter


Kabayil-i ‘Arab içinde mehter
Cınâda cüd-ı ihsân ile mevşûf
Sehâda Hâtem-i Tay gibi ma'rûf

Âmirilerin övündüğü bu adam, oğlu olmadığı için üzgündür.


Allah’a yalvarır. Bir oğlu dünyaya gelir. Tahine bakan müneccim,
çocuğun aşk yüzünden deli olacağım haber verir. Çocuğun adını
Kays koyarlar. Yedi yaşına gelince Kays’ı okula verirler. Okul
güzel çocuklarla doludur.

Kamu cismidi biri bunlara can


Kamu mâhidi biri mihr-i raljşân

Ne mihr pertevine şem*^-i hâver


Yakardı şevkile pervane veş per
Haramı gamzesi hün-rîz-i 'uşşak
Perişan zülfi şür-engîz-i âfâk

Lebinün sırr-ı 'Isâ tûşe-güi


Kaşınun rûh-ı kudsi güşe-gîri

Melâhat pertevile hüsni tâbi


Felekden cezbiderdi âftâbı

Kıyabaksaydı çeşmi şeş cihâta


Düşerdi lerze ehl-i kâyinâta

Güneş kim ‘ âlemedür hüsni zîveı


Hadengi heybetinden dahi ditrer

Yüzi nün çerâğ-ı çeşm-i âdem


Sözi lutfı hayât-ı cân-ı ‘âlem

Saçıdı küfrile imâna mâyil


gözidi sihrile câzû-yı Bâbil

Virürdi sözi Hızrun cânına cân


Lebine teşne idi âb-ı hayvân

Ruhi hurşîdi kim şem‘ -i seherdür


Cemâli meş'alinden bir şererdür
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 113

Vişâli mâyedi aşl-ı hayâta


F irâ^ pâyedi vaşl-ı memâta

Lebinde hâK kim bulmışdı şöhret


Diyeydün canda idi dâğ-ı hasret

Peri veş nazile ol serv-kâmet


Kıyam itse koparurdı layâmet

Salardı şivesinden fitne dehre


Olurdı handesinden çâk zehre

Mutarrâ turresi tarrâr u tannâz


Siyeh-dil gamzesi ‘ayyâr u ğammâz

Füsûn u sihrile ol çeşm-i pür kin


Alurdı hiçe cân u dil metâ'ın

Başından ayağa dek şive vü nâz


Güzeller içre sultân-ı ser-efrâz

Cemâli matla'-ı envâr-ı Mevlâ


Ruhi şem'-i nehâr nâmı Leylâ

(Gazel). Kays ile Leylâ yanyana otururlar. Kays göz ucuyle


Leylâ’ya baktıkça kam kaynar; aşık olur. Leylâ da onu sever. İki
genç arasında gizlice başlıyan aşk nihayet saklanamaz hale gelir.
Dedikodu artar; bunu duyan anası utancından yerlere geçerek
Leylâ’ya nasihat eder; kızın ah çekip ağladığını görünce gizlice
kocasına açar, Leylâ’yı okuldan ahrlar. Kays Leylâ’yı göremeyince
ağlar, akh başından gider; ıstırap içinde sahralara düşer (gazel).
Kays Leylâ kabilesinin bulunduğu Necd dağım her gün ağhyarak
dolaşır, sabah rüzgârına hitabeder; onunla sevgilisine haber
gönderir (gazel).

Birgün Kays Leylâ’nın çadırlarının bulunduğu yere doğru


gider. Leylâ da çadırında yalmızca ağlamaktadır; iki sevdah
birbirini görür. Leylâ Kays’a :

Mayedi = maye idi.


Payedi = Paye idi.
F. a
114 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

K i ayru düşeK hüsnüm, gülinden


Nitesin hâr u hicran ehnden

diye sorar. Kays halini uzun uzun anlatmağa imkân olmadığı için
buna şiirle cevap verir (gazel). Kays’ın aşk yüzünden sahralara
düştüğünü haber alan babası oğlunu arayıp bulur; “ Eğer istediğin
Leylâ ise ağırlığının iki misH altın ve gümüş verip sana alayım.
Fakat deliliği bırak, aklını başına topla” der. Mecnun bunu işidin-
ce biraz kendine gelir, babasıyle eve döner.

Mecnun’un babası kabilenin ileri gelenleriyle birlikte Leylâ’yı


istemeğe gider; Leylâ’nın babası: “ Senin oğlum dediğin delidir;
kabilemle beni âleme rezil etti” diyerek teklifi reddeder. Mecnun’ ­
un babası utanarak döner. Mecnun bu cevabı işidince üstünü
başmı parçalar; “ Leylâ, Leylâ” diye ağhyarak sahralara düşer.
Allah’a yalvarır kendi kendine söylenir (gazel).

Babası Mecnun’u Kâbe’ye götürür; ona aşktan kurtulması


için Allah’a yalvarmasını söyler. Mecnun bunu işidince hemen
yerinden sıçrayıp halkaya yapışır, ağhyarak :

Ehnde halka dilden didi Y â Rab


Beni kim halka kıldı tabile teb
Virürem halka-i 'ışk içre cânı
Bafia olmasun ansuz zindegânî
K i ‘ışk-ı yârdan bulmak rehâyı
Degüldür bu tarîk-ı âşnâyî

İlahî bir nefes idüp ‘atâyı


Ziyâde eyle göfilümde hevâyi
Babası bunları işidince parmağını ısırır, umudunu kaybederek eve
döner.
Leylâ’nın kabilesi, Mecnun’u “ şahne” ye şikâyet eder. Şahne
Mecnun’u öldürmeğe karar verir. Bunu haber alan babası oğlunu
aratır. O bir harabede kendinden geçmiş yatmakta ve bağırıp
çağırmaktadır (gazel). Babası Mecnun’a nasihat eder. Mecnun
ihtiyarının elinde olmadığını söyler. Nihayet babasının sözüne
uyup eve döner. Fakat bir kaç gün sonra tekrar Necd’e kaçar.
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUTV 115

Mecnun koyun postu giyerek Leylâ’nın bulunduğu yere gider;


fakat orada yığılıp kalır. Çoban onu tekrar sahraya götürüp bırakır.
Belâ zünbürı çün başına üşdi
Olup şûride-dil sahraya düşdi
Giderken çeşmi pür âb ü tehî-dest
trür bir kavma ol arada ser-mest
Mecnun bunların arasına karışır, içlerinden biri “ niçin post
giyiyorsun” diye sorar; o :
Didi her câme olmaz lâyık-ı düst
Gerekdür câme-i ‘ âşık k’ola pûst
Mecnun bir yerde “ Mecnun ile Leylâ” adlarının yazılmış
olduğunu görerek “ Leylâ” yı kazır; sebebini sorarlar, o :
Eyitdi 'ışka bu olmadı lâyık
K i iki okuna ma'şûk u ‘ âşık
“ Niçin Mecnun’u bıraktın da Leylâ’yı kazıdın” diye sorarlar;
o da:
Eyitdi bâb-ı ‘ışk olah meftüh
Ben ana cism oldum o bana rüh
Egerçi rühdur revnak beşerde
Görinen lîk cism oldı nazarda
Leylâ da Mecnun için ah etmekte, sevgilisini anarak şiirler
söylemektedir (gazel). Bir bahar sabahı Leylâ “ nahlistan” a gider.
Mecnun’un hayaline hitabeder (gazel). Leylâ’nın bu halini gören
arkadaşları dönüşte anasma haber verirler.
Nevfel Şah, birgün avlanmak üzere sahraya çıktığı sırada
Mecnun’a rastlar (gazel). Serüvenini öğrenerek onımla konu­
şur. Leylâ’yı alacağını ona vadeder. Mecnun sevinir; hamama
girip yıkanır; yeni elbiseler giyer (gazel). Birgün Mecnun Nevfel’e
sitem eder. Nevfel bir elçi göndererek Leylâ’yı babasından ister.
Leylâ’nın babası: “ Ben ona itimi bile lâyık görmem” cevabını
verince, Nevfel, askerlerini toplayıp Leylâ kabilesine hücum eder.
Arada zorlu bir savaş olur. Mecnun, Leylâ kabilesinden biri ölünce
acınmakta, Nevfel tarafından biri ölünce sevinmektedir. Leylâ’mn
kabilesi yenilir ve aradan fitneyi kaldırmak için kızı öldürmeğe ka­
rar verir. Mecnun bunu öğrenince Nevfel’e vazgeçmesi için yalvarır.
116 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun bir arkadaşıyle savaş meydanında kalarak ölüler


arasına uzanır. Kargalar gözünü oymak üzere iken arkadaşı onu
uyandırır. Mecnun: “ Beni bu hale koyan göz değil mi; keşke çık­
saydı” der.
Mecnun birgün elbisesini vererek avcının elinden bir ahuyu
kurtarır.
Mecnun bir yaz günü bir ağacın altına oturup dinlenir, dala
konan bir karga ile konuşur.
Mecnun, bir kocakarının, boynuna ip taktığı bir adamı do­
laştırıp dilencilik ettiğini görür. Kendini bağlatarak Leylâ’nın
çadırına gider; el çırparak oynar; “ Leylâ” diye ah eder. Bunu
işitenler Mecnun’un başına taş yağdırırlar. O aldırmaz; Leylâ’nın
kapısı önüne giderek el bağlar, ağlayıp sızlar (gazel). Sonra birden
bire sıçrayıp Necd’e döner. Anası, babası, arkadaşları onu arar­
larsa da bulamazlar.
Leylâ, Mecnun’un Nevfel’i savaştan vazgeçirdiğini haber
alınca üzülür, ağlar.
Leylâ’nın güzelliğini işiten İbn-i Selâm hokkalarla mücevher
göndererek kızı 'babasından ister. Babası razı olur. Ziyafetler
çekilir, nikâh kıyıhr. îbn -i Selâm gece Leylâ’yı çadırına götürür.
Elini uzatınca Leylâ hançerini çekerek :
Didi kim bir dahi şunarisen el
Senün ‘ömrün virürem bâda evvel
Pes andan kendü zehrem iderem çâk
K i ölmekden dilümde yokdurur bâk
îbn -i Selâm uzaktan bakmağa razı olur.

Leylâ’nın evlendiğini duyan Mecnun, öyle kanlı yaşlar döker,


o kadar başmı taşlara vurur ki, haberi getiren pişman olur, özür
diler; Leylâ’nın nikâhlanmakla birlikte kocasının elini eline değir­
mediğini duyunca biraz kendine gelir.

Babası Mecnun’u görmeğe gider; ona nasihatler eder. Mecnun:


“ Bana bu iş hakkın emriyle oldu” der. Babası umudunu keserek
döner; birkaç gün sonra da ölür. Mecnun babasımn ölümünü haber
ahnca ağlar, bağırır, gidüp toprağın üzerine kapanır; yanıp yakı­
lır; sonra yine sahraya döner.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 117

Vahşi hayvanlar arasında yaşayan Mecnun bir ahuyu çok


sever. Ziyaretine gelenler Mecnun’a yemek getirirler. O bir lok­
masını alır; kalanını hayvanlara yedirir. Mecnun artık “ ermişler”
sırasına girmiştir ;

Olup maWûb hayvâniyyet andan


Şeref bulmışdı insâniyyet andan

Rumüzın diridi esrâr-ı ğaybun


Sözinde yoğıdı âşârı reybün

Yüzi ‘uşşâka olmışdı şafâ-bahş


Sözi bîmâra düşmişdi şifâ-bahş

Ayağı tozmı kuhl itse a'mâ


Olurdı kudret-i Hakkile bînâ

Gören bin cânile anı severdi


Yüzin bir dahi görmege iverdi

Çu ‘ışk içinde halet yok degüldür


Bu halet ‘ışk erine çok degüldür
Mecnun aya ve yıldızlara hitabeder. Allah’a yalvarır (kaside).
Bu sırada uykuya dalar. Rüyasında kendini bir ağaç altında yab-
mzca oturmuş görür. Arkasında “ dibâ-ı zîbâ” , başmda “ tâc-ı
zerin” vardır. Ağaçtan bir kuş inerek başına konar, ağzından cev­
herler döker. Mecnun uykudan uyamnca rüyasını hayra yorarak
kendini teselli eder.
Bir atlı Mecnun’ a Leylâ’dan haber getirir. Leylâ’nın çok
dertli olduğunu, yanıp yakılarak kendisinden haber sorduğunu,
onu bu halde görünce teselli için şiirlerinden bir müstezad oku­
duğunu söyler (müstezad); Leylâ’nın mektubunu Mecnun’ a verir.
Mecnun da atlının getirdiği kâğıdı kalemi alarak Leylâ’ya cevap
yazar; aşkını uzun uzun anlatır.
Dayısı Selim-i Âmiri, arasıra Mecnun’ a yiyecek getirmekte­
dir. Birgün Mecnun dayısına anasının halini sorar. Dayısı da
ona anasını getirir. Anası oğlunun halini görüp üzülür, ağlar;
nasihatler eder. Fakat fayda vermediğini görünce umudunu kesip
döner. Bir kaç gün sonra da ölür. Anasının ölümünü dayısından
duyan Mecnun, babasıyle anasının mezarına gidip ağlar. Kabilesi
118 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

halkının nasihatini dinledikten sonra bir ah çekerek sahranın y o ­


lunu tutar. (Şair burada Nizami’nin eserine “ şair-i ilhaki” tara­
fından sonradan eklenen “ Der 'ismet ü pâki-i Mecnûn” başhkh
manzumeyi aşağı yukarı tercüme ederek naklediyor).
Mecnun, bir yaz günü dolaşırken yolu Leylâ kabilesinin bulun­
duğu yere düşer. Gözü bir uyuz köpeğe ilişir. Köpeği kucaklar;
yüzünü gözünü öperek arkasını kaşır, onunla uzun uzun konuşur.
Halk başına üşüşerek onu seyreder. Biri: “ Bu ite niye bu kadar
iltifat ediyorsun” diye sorar. Mecnun şu cevabı verir :

Idüp cân u gönül varını teslim


Anunçün ey 1erem ben ana ta'zîm

K i görmişem gözümle bir seher bu


îderdi küy-i Leylîden güzer bu

Çü gördüm kûy-i dilberde bunı ben


Hevâsı gönlüm içre dutdı mesken

Bana kim o peri mahbüb-ı dildür


Kamu andan olan matlüb-ı dildür
Olah ^ış^ gönlümün emîri
Sek-i küyınun olmışam esiri

Şair burada “ Zeyd ile Zeyneb” efsanesini naklediyor: Zeyd


amcasının kızma aşıktır. Fakat fakirliği yüzünden amcası kızını
vermediği için deliye dönmüş, bir kaç yıl sahraları dolaşmıştır.
Gerçi iyileşmiştir ama içi sevgilisinin aşkıyle doludur. Leylâ onu
arasıra çağırarak teselli eder. Zeyd de ziyaret ettiği Mecnun’ dan
Leylâ’ya haber getirir. Birgün Zeyd, Mecnun’ a “ Şairsin, bu kadar
hünerin var, niçin bu halde yaşıyorsun; bu divanelikten vazgeç-
sene” der. Mecnun şu cevabı verir :

Beni dîvâne diyü itme bed-nâm


Odur dîvâne kim (ol) oldı hod-kâm

Degülem dîv lîkin bend-i dive


Çü urdum virmedüm gönlümi rîve

Göz açup ‘ibretile yâra bakdum


Hevâ dîvini ‘ışk odına yakdum
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 119

Bana lutfeyledi ‘âlem Hızîvi


Zebûn itdüm ğam-ı 'işkile dîvi

Yanalı âteş-i hecrile cânum


Vişâle anda irmişdür revânum
Odur divâne k ’urup ‘akldan dem
Heves bendine çekdim cânı muhkem

Budur ‘âşıklarnn vasfına lâyık


K i cânın vire ma'şûkma ‘ âşık
Beni şanma ki fikr-i hâma düşdüm
Ye dâne isteyü bir dama düşdüm
Çü od irdi dUe ‘ışk-ı ezelden
Gönül keşfitdi razı bir güzelden
Göre âyîne-i ruhsâr-ı Leyli
Iricek nûr-ı sır itdi tecellî
Ki ol şevkile şaldum oda cânı
Hevâsına revân itdüm revânı
Beni sen nisbetitme put-pereste
K i itmişem put-ı nefsi şikeste

Gam-ı firkat vişal-i yâra yoldur


Ne tohm ekse kişi ekdügi oldur

Çü ‘ âlem terküçün bağladum bel


Delülük dünyeden çekmek ise el
Bu hâlet içre key mestâneyem ben
Kamu dîvâneden dîvâneyem ben
Bu yüzden düde çün germ oldı bâzâr
Bana divâne disün yâr u ağyar
Sana ger ‘ ârise mestâne olmak
Bana key fabrdur dîvâne olmak
Zeyd utanarak susar.
Öte yandan Mecnun’un hasretiyle yanan Leylâ, herkesden
uzak, ezgin ve küskün yaşamaktadır. Kocası Leylâ’yı görebilmek
120 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

için can atmakta, kendine kıymağa bahane aradığım bildiği için


onu hoş tutmaktadır. Daha çok dayanamıyan Leylâ, birgün
Zeyd’i çağırarak sevgilisini sorar. Onun vahşi hayvanlar arasındaki
halini öğrenince çok üzülür :
Kerem kıl var ol dîvâneye sen
Haber vir şem'den pervaneye sen
Eğer görmek dilerse dilberini
Gelüp şem'uma yaksun şeh-perini
der. Zeyd Mecnun’u arayıp bulur. Leylâ’nın kendini görmek iste­
diğini söyler. Mecnun “ ab-ı hayât” içmiş gibi canlanır; vahşi hay­
vanlarla birhkte Zeyd’i takibeder. Zeyd kararlaştırılan yere gelince
Mecnun’u bırakarak Leylâ’ya haber verir. Leylâ Zeyd ile Mec-
nun’un bulunduğu yere gehr. Fakat daha çok yaklaşmağa ken­
dinde kuvvet bulamaz ;
Çi ger har-gâhdadur şüy hufte
Bu sır Hakdan degül lîkin nühüfte

Irürmedüm egerçi şüyı kâma


Veli meylemez gönlüm harama

Gelüp ol perdeden keşfeylesün râz


Okusun bir nice şi‘r-i tarab-sâz
der. Zeyd Leylâ’dan ayrıbp Mecnun’a gider. Bir de bakar ki,
aşık kendinden geçmiş. Mecnun kendine gelince: “ Y a Rabbi bu ca­
nanın sünbülünün kokusu mudur? Bu bahar rüzgârı değU, sevgi­
linin zülfünün havasıdır” der. Zeyd: “ Dilersen sevgilin yamna
gelsin; onu kucakla, öp gönlün murada ersin” diyerek Mecnun’u
sınamak ister. Bunu işidince :
Didi Mecnûn Zeyde k ’iy vefâ-dâr
Bu sözi bana dahi dime zinhar
Cemâli kim cihânı yakdı tâbi
Semâ-i hüsnün oldur âftâbı
Tecellîsine doymaz seng-i hâre
Irürür küha olur pâre pâre
Hevâ-i mihr içre zerreyem ben
Bihâr-ı ‘ışk içre katrayam ben
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 121

Vücûd-ı zerre k ’ire şevk-ı tâba


Nice takat getüre âftâba
Çi ger nehrile olur bahra mâyil
Ola mı katra deryaya mukabil
Şarâb-ı tâb bûyından olanmest
Ura mı şâğar-ı şahbâya ol dest
Cemâlin görmeden gitdi mecâlüm
Görürsem rûy u zülfin nola hâlüm
Mecnun bunları söyliyerek :
Y â Rab bu ne bûy-ı dil-güşâdur
Kim rüba ğıdâile şifâdur
matla’h “ terci-i bend” i okur.
Mecnun’un şiiri tamam olunca, Leylâ’nın gözlerinden kanlı
yaşlar akmağa başlar. Sevgilisinin verdiği “ cezbe” onu da çoş-
durur. Şöylece konuşurlar :
Didi iy ‘işkile olup diger-gün
Özin mecnûn iden beni meftûn
Nitesin sûziş ü firkat deminden
Nitesin cûşiş u hasret gamından
Eyitdi olah becrile bem-dem
Vatan kıldı dilümi cûşiş-i gam
Şarâb-ı vaşb firkatde içerem
Bihamdi’llah ğamunla böş geçerem
Didi çün dil virüp ğavğayâ düşdün
Hevâ-i zülfile sevdaya düşdün
Olupdur şevkile şûrıde kânın
Dabi olmaz mı bir yirde karârun
Eyitdi sûziş-i mibrüfiden iy mâb
K i buldı âteş-i gam gönlüme râlı
Tenümi âb kıldı şevk-ı narı
Olur mı âbile nârun karârı
Didi ‘ışkuma düşelden cemâlüm
Sana ‘arzeylemedi zülf ü hâlüm
122 TÜ R K EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Kime karşu iderdün ah ü nâle


Yaşunı kime iderdün havale
Eyitdi mihr olalı dilde rahşâu
Hayâlün olmışidi münis-i cân
Yaşum idüp hayâlüne havale
Afla karşu iderdüm ah ü nâle
Didi 'ışkum bulah gönlüne râh
Enis ü hem-demündür nâle vü ah
Gözünün yaşınun bir lahza bâri
Bu ortalıkda yok mıdur karârı
Eyitdi cana virüp ‘ışk hayret
Çü dil mülkini tutdı nâr-ı hasret
Eğer yaş dökmese çeşmüm sehâbı
Yanardı derdile cismüm tür âbı
Didi bulmağiçün gönlün teselli
Gerek kim idedün inşâna meyli
Bulardan dehşet idüp mest ü şeydâ
Tenün. ^Idun beyaban içre tenhâ
Eyitdi ‘ışkuna olup giriftâr
Çü senden dür düşdüm çâr nâçâr
Hevâ-i zülfünile fâşidüp râz
Cihânun cümlesinden gelmişem vaz

Didi çekince derdümden cefâlar


Kabilende varidi dU-rubâlar
0larun biri olsa ihtiyârun
Murâdunca geçerdi rüz-gârun
Eyitdi kim ezel bezminde cânum
Mey-i 'işkile mest idi revânum
Cemâlünden çu buldı rüşenâhk
İde mi ğayrunile âşnâhk

Didi çun gönlüne idüp tecellâ


Ruhum âyinesinden sırr-ı Mevlâ
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 123

Düşüp derde hevâ yolına gitdün


Y a ben nitdüm ki beni oda atdun
Eyitdi ‘ışkda budur yaraşık
Kim ola âyine ma'şüka ‘âşık
Yine nürundan irişdi tecellâ
Dilüne âteş urdı sırr-ı Mevlâ
Didi çün kim murada feth-i bâbun
Olup gitmedi dilden ıztırâbun
Niceye dek gezüp derdde şeydâ
Dil ü eân sırrın idersin hüveydâ
Eyitdi tâ irince rûz-ı ma'hüd
K i her ma'düm olur anda mevcûd
Kılup şürîdeligüm anda peydâ
Bu hâletle idem haşrı temâşâ
Livâ-ı 'işkile olam ser-efrâz
îrürem ma‘ şer-i ‘uşşâka âvâz
Leylâ artık susar. Mecnun sözlerine devam eder :

Sen ü ben ben sen ü yokdur dahi kes


Âramuzda bizüm bir dil yeter bes

Uruldı sikke-i birlik bevâdan


ikilik nakşı mahvoldı aradan

Ne şerm ire dile ne bîm-i ağyâr


Ne yâr vaşb ne firkatden âşâr

Mecnun bir arabk hayale kapıhr.


Beni Y â Rab ki yakdı iştiyâkı
Ne höş vaktidi düşe ittifâkî
Şeb-i mehtâbda gün bigi rüşen
Kenâr-ı cûy ola (vü) sebz-i gül-şen
Ki senünle oturup gûş dergüş
Mey-i şâfi idevüz nûş bernüş
124 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Gönülden mahvidüp firkat fütûrm


Sürevüz cânile vuslat sürünn

Gehî kolum kemer falam belüne


GeM ğam nâmesin virem elüne
diyerek hayaller kurduktan sonra şöyle devam eder :
Fena yeli irişdi çünki cisme
Müyesser ola mı ol bu tılısma
Mekes kim kala hâk içinde biper
Ne yüzden ire ana vaşl-ı şekker
Çi ger hecrile ‘aklum oldı zâyil
Bu vaşla İlk dil olmadı mâyil
diyerek biraz daha derd yandıktan sonra birdenbire sıçrar, etrafını
saran vakşi hayvanlarla birlikte Necd yolunu tutar. Leylâ da
derd içinde çadırına döner.

Selâm-ı Bağdadi, şiirlerini okuduğu Mecnun’u görmek ister;


arayıp bulur. “ Beni de yanına al, ömrümü hizmetinde geçireyim,
şiirlerini dinliyejek zevk alayım, beni vahşi hayvanlardan biri
say” der. Mecnun gülerek cevap verir :

Elinden mihnetün tutmış degülsin


Belâ yollarına gitmiş degülsin

Benümle münis olup itme güftâr


K i olmaz put-pereste put-şiken yâr

Çu gördün bu garibi derdile zâr


Dönüp işmarla Hakka işüne var

Selâm ısrar eder, Mecnun razı olur. Selâm bir kaç gün Mecnunla
kalır, yiyüp içeceği tükenince gider, Mecnun’un kasidelerini her
yerde okur.
îbn -i Selâm ölür. Leylâ âdet gereğince iki yıl matem tutar;
bu matem ağlamak için ona bahane olur.

Zeyd ile Zeyneb’in hahue acıyan kabile halkı kızın babasına


yalvarır. Babası razı olur. Çünki “ vakt-i merhun” u gelmiştir;
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 12S

Allah’ın takdiri yerine gelecektir. Zeyd ile Zeyneb evlenirler. Zeyd


İbn-i Selâm’ın ölümünü Mecnun’ a haber verir.
K i terk îbn-i Selâm idüb cihanı
Saiia virdi kamu varile cam
Ezel câmiile irdi Haka ol
Aradan gitdi mâni' sen baka ol

Mecnun bunu işidince coşar; hem ağlar, hem güler; sonra Zeyd’e
şunları söyler :

K ’iderken bu za'ifi hâle vâkıf


Sözünüü biri göründi muhâlif

Anıcak öldi diyü ol filânı


Didün kim virdi sana tatlu cânı

Eger gönlüne mihrüm bulsadı yol


Diridün virdi cânı Leylîye ol

Zeyd ona, birgün “ Leylâ” ile “ Mecnun” nakışlarını bir arada


görüp “ Leylâ” nakşını kazıdığını hatırlatır. Zeyd’in bu cevabı
Mecnun’un çok hoşuna gider.
Matem müddetini dolduran Leylâ atasının evine döner.
Leylâ bir gün arkadaşlarıyle birlikte “ nahlistan” a gider.
Kızlar gezip eğlenirken Leylâ bir yerde oturur.. Bu sırada uykuya
dalar, rüyasında Mecnun’un şiû- okuduğunu görür (gazel); uya­
nınca ağlar, bağırır. Kızlar onu kaldırıp evine götürürler. Leylâ,
karanlık gecede ağlar, söylenir, muma hitabeder.

Leylâ Zeyd’ i çağırarak Mecnun’u görmek istediğini söyler.


Ona elbise gönderir. Mecnun sevinir; hayvanlarıyle Leylâ’nın
çadırına doğru gider. Mecnun’un geldiğini haber alan Leylâ, hemen
çadırından çıkıp koşar. Fakat Mecnun’un halini görünce yüreği
ağzına gelerek ayağına kapanır. Mecnun da Leylâ’ sını görerek
yere düşer. Etrafını hayvanlar çevirir; kimse bunları görmez.
Her ikisi kendinden geçer. Zeyd gülsuyu ile bunları ovar. Leylâ
kendine gelince Mecnun’u elinden tutarak çadırına götürür.

Hakikatdür degüldür bu mecâzı


Mecaz olmaz bu resme ‘ışk-bâzî
126 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bularun şür-ı 'ışkı biğarazdur


Garaz nefsânı şehvetden marazdur

K i bezm içinde cama urmadan dest


Harâb oldı biri ol birisi mest
Biribirini ^İmadan derâğûş
Bu elden gitdi anda kalmadı hüş
Bu sırada Leylâ :
Olup bin can ü dilden ana mâyil
Kohnı boynına kıldı hamâyll
Çü furşat buldı cân gencînesine
El urdı çekdi anı sinesine

Irakbk oldı iki kutbdan dür


ik i şubh âyinesi oldı bir nür
Şafâ vü zevk virüp zevkile cûş
Kalurlar ol gün ol gice bibüş

Girü 'akJın dirüp ol serv-i sîmîn


Görür k ’irmiş şikâra şâb-ı şahin
Muradı bâzına vuslat tezervi
Çü şayd oldı kıyâma geldi servi

Gül-i cennet ki bu makşüda irdi


Yanında bülbülin dem-beste gördi
Uzadup ol dem ana dest ü bâzü
Murâdı peykerine sürdi ol rü
Kirişme birle bu kim urdı tîri
Ciğer zahmından ol urdı nefiri

ik i ten anda bir zevkile kandı


ik i dil anda bir şevkile yandı
Dolaşup birbirine iki peyker
Karışdı nitekim şîrile şekker
Leylâ Mecnun’a niçin susuyorsun diye sorar, o da şu cevabı verir:
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 127

Sözünden dil kim aldı bûy-ı cam


Dehânum içre yok dutğıl zabâm

Cemâlıin şem‘ ine pervâneyem ben


Şarâb-ı ‘işkile dîvâneyem ben

Çü varum yarunile itdi birlik


ikilikle ne yüzden ola dirlik

Sen ol bâki ki bulmışem fena ben


Fenâdayam bakaya âşnâ ben

Bu yüzde kalmadı senlik ü benlik


K i benlik gitdi ancak kaldı senlik

Benüm yok varbğum varhk senündür


Görinen bende gerd-i dâmenündür

Galat didüm ki birdür bu iki ten


îkiUk fitnesi gitdi aradan

Mecnun daha çok dayanamaz: nara atıp ayağa kalkar,


Vabşi hayvanlarla birlikte Necd’in yolunu tutar.

Birgün Leylâ Mecnun’u görmek ister, gidüp onu bulur. Bakar


ki Mecnun kendinden geçmiş yatmaktadır: “ Ben geldim gözünü
aç” der. Mecnun cevap verir :

Didi iy remziden bu maceradan


İkilik resmi gitmişdür aradan

Sen isen Leylî gönlümdeki Leyli


K i birlikden bana itdi tecellî
Ben ol oldum odur bu cân (ü) bu ten
K i yokdur bundan ayru ana mesken

Ne Leylîdür bana andan haber vir


Dil ü cânuma bu sırdan eşer vir

Bu ise Leylî dahi var mı Leylî


K i rûh-ı 'âşıka ide tecellî
128 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Çü birdür ‘ışM e ma'şûk u 'âşık


ik i Leyli degül bunda yaraşık
Mecnun Leylâ’nın yüzüne bile bakmaz; gözleri yaşlı şiirler
okur. Zeyd coşarak bu şiirleri toplar.
Leylâ hastalanır. Sırrım anasına açar: “ Mecnun’ a ölümümü
bildir, çağırarak onun gönlünü al” der; bir ay sonra ölür.
Bunu haber alan Mecnun kalabahğa katılır; oymyarak cenazeyi
takibeder. Tabut kabre konulacağı sırada yerinden sıçrıyarak
Leylâ’yı kucaklar. Onu öldürmek için üzerine atılırlar. Fakat
Mecnun da ölmüştür. Pişman olarak ikisini birlikte gömerler.
Mezarları “ hacet-gâh-ı uşşak” olur. Ziyaret edenler isteklerine
kavuşur.
Zeyd, bunların kabrini daima ziyaret eder. Mecnun’un şiir­
lerini okur. Birgün bunları düşünürken uykuya dalar, rüyasında
her ikisini bir bahçede taht üzerinde oturmuş görür, orada bulunan
iki çeşmenin birinden şarap ötekinden süt akmaktadır. Başlarında
nurdan birer taç vardır. Yanlarında hizmete hazır bir adam durur.
Zeyd: “ Burasının adı nedir, bunlar kimdir” diye sorar. Adam cevap
verir; “ Burası lAden’ dir: bunlar da Mecnûn ile Leylâ’dır” . Zeyd
bu rüyanın sırrını mezara yazar. Remzini halka duyurur.
Şâhidî hikâyeyi bitirdikten sonra bir “ hatime” ile eserini
tamamlıyor. Müstensih bu bölümün başına yanhşhkla “ Der h^âb-
diden-i Zeyd Leylî vü Mecnûn” başlığım koymuş. Şair bu bölümde
-yukarıda söylediğim gibi- eserinin adım veriyor ve Şehzade Cem’in
Cemşid ü Hurşîd mesnevisiyle aynı tarihte yazıldığını söyliyor.
Son b e y it :
Îlahî kıl revanın zevkile şâd
tdenün şâhidli hayrile yâd
*
Şâhidî., esas olarakNizâmî’nin eserini örnek tutmakla birlikte
Husrev’in eserinden de faydalanmıştır. Kays’ın aşk yüzünden
deli olacağını önceden müneccimin haber vermesi, Leylâ kabilesinin
yeniHnce kızı öldürmeğe kalkması, Mecnun’un kargalara gözünü
oydurmak istemesi, bir yaz günü Mecnun’un Leylâ’ya gitmesi,
orada gördüğü bir uyuz köpeği okşayıp severek onunla konuş­
ması, Leylâ’nın öldüğünü haber alan Mecnun’un oymyarak şiir
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 129

okuyarak cenazenin önünde gitmesi, kabre konacağı sırada na’şın


üzerine kapanarak can vermesi motifleri Husrev’ den alınmıştır.
Şair, aldığı motiflerin bazısını değiştirmiş, bahisleri uzatmış,
tasvirlere de fazla yer vermiştir. Meselâ, Nizâmî’nin eserine “ şair-i
ilhakı” nin kattığı “ Zeyd ile Zeyneb efsanesi” , Şâhidî’de âdeta
hikâye içinde hikâyedir. Fazla olarak Zeyd ile Zeyneb evlenirler.
Şair bazı yerlerde Nizâmî’nin beyitlerini olduğu gibi türkçeye
tercüme etmiştir. Meselâ Nizami’de, Leylâ ile Mecnun buluştukları
zaman Leylâ daha fazla yaklaşmağa cesaret edemez; Zeyd’e “ Bir
adım daha atarsam ölürüm; aşk mezhebinde bu ayıptır” der. Bu
beyitten önce “ şair-i ilhaki” Leylâ’ya şöyle söyletir ;

vl.^1 jl aJ Jl?- (j'l


Jj J

Şahidi’ de şöyledir:
Çi ger har-gâhdadur şüy hufte
Bu sır Hakdan degül lîkin nühüfte

îrürmedüm egerçi şüyı kâma


Velî meylemez gönlüm harama
Şahidi bununla yetinmiyerek, bu iki beyit arasına üç beyit
daha sıkıştırmıştır.
“ Şair-i ilhaki” Mecnun’a şöyle söyletir :

ıJU -ıJjJ jljiJ İJ (J

Şahidi şöyle söyUyor :


Şarâb-ı tâb büyından olan mest
Ura mı şâğar-ı şahbâya ol dest
CemâKn görmeden gitdi mecâlüm
Görürsem rûy u zülfin nola hâlüm
F. 9
130 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnunla Leylâ’nın son buluşmaları münasebetiyle, iki sevdalı


arasmdaki aşk için “ şair-i ilhaki” şöyle diyor :

"i' J

Şâhidî şöyle ifade ediyor :


Hakîkatdür degüldür bu mecazî
Mecaz olmaz bu resme ‘ışk-bâzi
Bularuü şür-ı ‘ışkı biğarazdur
Caraz nefsani şehvetden marazdur
Nizami’de “ şair-i ilhaki’nin kattığı bir parçada şu beyitler
görülür :

j j J'
j i İJ İJ J J iî (J

jj ‘j j r
J <Cj

Şahidi bu beyitleri şöyle nakletmiştir :


Hazîne çünki bîgenc ola sâde
Urulmaz kufi kalur der-güşâde
İçinde çün ola zerd ü sepîdi
Ururlar kapuya muhkem kilidi
Bu yolda aktarmalar Şahidi’ de çoktur. Ancak Şahidi, ver­
diğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, bunları genişletmiş, kendi­
liğinden birçok beyitler katmıştır.
Şahidi’de başka motifler de vardır :
a) Mecnun koyun postu giyerek Leylâ’yı görmeğe gider.
b) Mecnun, “ nahlistan” da Leylâ ile buluştukları zaman “ ter-
ci’i bend” okur, her iki sevdab burada uzunca konuşur.
c) Leylâ, üçüncü defa arkadaşlarıyle “ nahlistan” a gittiği
zaman uykuya dalar; rüyasında Mecnun’un şiir okuduğunu
görür.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 131

Mecnun’un koyun postuna girerek Leylâya gitmesi moti­


finin, eserini Şahidi’den önce kaleme alan Kâtibi’nin mesnevi­
sinde bulunup bulunmadığmı bilmiyoruz. Bu motif, Şahidi’den
sonra Mektebi’nin ve Nevai ile Cami’nin eserlerinde de görülür.
Uzunca bir konuşma Cami’de de vardır : Mecnun çoban kılı-
ğma girerek Leylâ’yı görmeğe gider. Leylâ’nın çadırı önünde iki
sevdalı konuşur. Şahidi bu konuşmaları “ didi” , “ eyitdi” kelime­
leriyle tesbit ediyor. Cami’ de bu konuşmalar “ an güft ki” , “ in
güft ki” kelimeleriyle tesbit edilmiştir. Gerçi konuşmaların konusu
başkadır, fakat bu şekilde konuşmaların her iki eserde de bu­
lunması dikkati çekiyor.
Mecnun’un okuduğu terci-i bend, Şeyhi’nin Husrev ü Şirin­
deki “ terci-i bend” e naziredir. Şeyhi’nin “ terci’ -i bend” i şöyle
başlar :
Y â Rab bu ne cana âşnâdur
Kim iki cihanda rüşenâdur
Şâhidî’de şiir şu beyitle başlar :
Y â Rab bu ne bûy-ı dil-güşâdur
Kim rûha gıda ile şifâdur
Şâhidî, son “ bend” de Nizami’yi anıyor; Şeyhi’den hiç
bahsetmiyor ;
Bu şevkumuzı yazup Nizamî
Çün Şâhidiye ide hikâyet
halbuki, NizâmFde Mecnun’un okuduğu “ terci’ -i bend” değil,
gazeldir.
Şâhidi’nin eserinde yer yer çok güzel parçalar ve beyitler
vardır. Şair “ Sebeb-i nazm-ı kitab” bölümünde kendinden şöyle
bahsediyor :
Fakırem derd-menden müst-menden
Belâ zenciri içre pây-bendem
Mecnun Zeyd’e şu cevabı veriyor ;
Çü od irdi dile ‘ışk-ı ezelden
Gönül keşfitdi râzı bir güzelden
Mecnun Leylâ’ya şöyle hitabediyor :
Cemâlün şem'ine pervâneyem ben
Şerâb-ı ‘ışM e dîvâneyem ben
132 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Şâhidî’nin Leylâ ve Mecnun mesnevisi, divan edebiyatı


çerçevesi içinde, bahise girişler, tasvirler, hikâyeyi anlatış tarzı
ve tipleri belirtme şekliyle tam bir hikâye karakteri taşır.
Hikâye yazanların çoğu bu başarıyı gösterememişlerdir.
Şâhidî, eserine başdan sonuna kadar tasavvufî bir akım ver­
miştir. 18 varak tutan baştaki tevhidlerle na’tlar, onun samimî
inancını gösterir.
Vücûd-ı mümkine k ’irdi tekeşşür
Vücûb-ı vahdeti bildi tefekkür
Bu keşretden degül vahdet müberka'
K i her bir şeydür ol envâra matla'
Ne defilu kim ola mümkinde kesret
Görinür pertev-i vâcibde vahdet
Bu vahdet sırrını bilmeğe ‘arif
Çün ide ‘işkile kesb-i m a'ârif

Şâhidî, Mecnun’u bir “ ermiş” gibi gösterir. Gerçi Nizâmî’ den


aldığı Leylâ ile Mecnun’un buluşma sahnesini, aslında olduğu gibi,
tasavvufla uzlaşamıyacak şekilde tasvir eder. Fakat, “ şair-i ilhaki”
den aldığı bu sahne dışında, iki sevdalı arasındaki aşkın hakikî
olduğunu her vesile ile anlatmağa çalışır. Son buluşmada Mecnun,
kendini görmeğe gelen Leylâ’yı tanımaz. İkiliğin aradan kalktığını,
gönlündeki Leylâ’dan başkasını tanımadığını söyler ki, bu sahne
Gülşehri’de de görülür.
Şâhidı’nin eseri, Fuzüli’nin eserinden sonra, Türk edebiyatında
en iyi işlenmiş “ Leylâ ve Mecnun” hikâyesidir. Nevâ’î’nin Mec­
nun’u Leylisi, ancak daha orijinal olması bakımından onun
eserinden ayrıbr.
N E V Â ’ Î ’ NİN ESERÎ

Mir ‘Ali Şir Nevâ’î’nin (D. H. 17 ramazan 844=M . 9 şubat


1441-Ö. H. 22 cümade’I-ulâ 907 = M . 3 ocak 1501), “ Leylâ ve Mec­
nun” mesnevisini hangi tarihte yazdığı bilinmemekle birlikte,
Hamse'’sini meydana getiren beş mesneviyi H. 888 = M . 1483 ile
H. 890 = M . 1485 arasında yazmış olduğuna göre, üçüncü mesnevisi
olan Mecnûn u LeylVyi H. 889 = M . 1484 de kaleme aldığı sanıl­
maktadır.

Şair, hikâyeye başlarken kendinden önce “ Leylâ ve Mecnun”


yazanlardan üçünü şu beyitlerle anıyor :

‘ Işk içre niçün ki ol yegâne


Bu hüsnde âfet-i zamane
Efsâneleri cihanda nâmî
Nazmeylep Husrev ü Nizâmi
Kim ‘ışk sözin rivayet eylep
Hem bu ikidin hikâyet eylep
Andak ki bolup dimekke meyli
Nazm evcining ahteri Süheylı

Kim haleti nazm ara irür ferd


Dür-pâş-ı beyânı nazam-perverd

Çün sürmiş kilk-i dür-feşânnı


Tahrîr itmiş bu dâstânnı
Nevâ’î, Nizamî ile Husrev’den başka Süheylî’nin de adını
vererek eserini övüyor.
Nevâ’î “ hâtime” de aşktan bahsettikten ve Leylâ ile Mecnun
için:
134 TtİRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

01 iki yegâne-i zamane


Kim ‘ışkda kildiler yegâne
Çün çıktılar üşbu hâk-dândın
Cennet sarı bardılar cıhândm^®
Munda birİben karar alarga
‘Âlı yasadım mezâr alarga

diyerek eseriyle onlara yüksek bir mezar yaptığını söyledikten sonra


şöyle diyor :

Min haste ki bu rakamnı çiktim


Tahrîri üçün kalemni çiktim
Yazmakka bu 'ışk-ı câvidâne
Maksûdum imes idi fesâne
Mazmünığa boldı rûh meyli
Efsâne idi anıng tufeyli
Lîkin çü rakamğa kildi mazmun
Efsâne ariga lİbâs-ı mevzûn
Bu irdi'ğaraz kim ol gürûhı
Kim sözde ‘lyân kılıp şükûlıı
Bu nâme üçün bolup rakam-keş
Şafha yüzin ittiler münakkaş
Ger nükteleri cihânnı tuttı
Cavğâlan ins ü cânnı tuttı
Çün Fârisî irdi nükte şevki
Azrak idi anda Türkî zevki
01 til bile nazm boldı melfüz
Kim Fârisi anglar oldı mahzüz
Min Türkîce başlaban rivayet
Kıldım bu fesâneni hikâyet
Kim şöhreti çün cihânğa tolğay
Türkî ile dağı behre bolğay

28 Sarı = taraf.
Yasadım = yaptım.
T Ü R K EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 135

Nivçün ki bugün cihanda Etrâk


Köptür hoş-tab' u şâf-idrâk
Şu önbilgiden sonra hikâyeyi takibedebiliriz.
Nevâ’î eserine şu beyitle başlıyor :
E y yahşi atinğ bile ser-âğâz
Encâmığa kim yiter her âğâz
Başlangıç, münacat, na’t ve miraciyeden sonra, “ Söz gevheri vas-
fıda” bir manzume ile Cami’ye, Sultan’ a, Şehzade Bediu’z-zaman’a
övgü, daha sonra da gece tasviriyle başlıyan ve Mecnun’un aşkını
belirten manzume geliyor.
Şair şu beyitlerle hikâyeye giriyor :
Bu silsile kışşasıda dü-gîr
Bu nev' çiker şadâ-yı zencîr
Kim berr-i 'Ar ab da kâm-rânî
Bar irdi ‘Arabka hükm-rânî
Mahkûmı anııîg nice kabile
İkbâliğa isteben vesile
Bîçâre uluska çâre-sâz ol
H''ân-güster ü mihmân-nevâz ol
Çok zengin olan bu adam oğlu olmadığı için dertlidir. Allah’a
yalvarır. Duasmı kabul eden Allah ona bir oğul ihsan eder. Çocuğun
adım Kays koyarlar. Kays o kadar güzeldir ki her yerden onu
görmeğe gelirler. Dört beş yaşına gehnce, Kays’ı okutmak üzere
üstat birini bulurlar.
Üstadın kabilesinde ulu, zengin, cömerd bir adam vardır;
bu n u n :
Gencide köp irdi gevher ü dür
Bir dürdin itip velî tefâhur
Bustânıda yüz gül irdi höd-rûy
Bir güldin anıng dimağı höş-büy
Bir meş'al ile közi münevver
K im uçkunı irdi mihr-i hâver

’ o Uçkunı = kıvılcımı.
136 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA V E MECNUN

Bir şem' ile haclesi müzeyyen


K im çarh oyı andın irdi rûşen
Şem*! vü ni şem' çeşme-i nûr
Nûrî ki yaman köz ahdin dür
NahK vü ni nahi serv-i âzâd
Servi vü ni serv reşk-i şemşâd
A yı vü ni ay bedr-i tâli'
Bedri vü ni bedr mihr-i lâmi'
Şehd iki lebi velî ratab-nüş
Bedr iki yüzi velî kaşab-püş

Şebd-i lebidin ki kâmı şîrîn


Andın kiliben kelâmı şîrîn
La'lide yığıp zahîre-i cân
Ağzı suyi anda şîre-i cân
Cân tapıban ol ki öpse anı
Mundın diben âb-ı zindegânî
Hem cân kilip iki la‘l-i mey-gün
Hem tavR-ı zekan kilip aı^a nün
Bir taze nibâl-i serv-kâmet
K im cilvesidin sabp kıyâmet
Ni ‘ayb kıyâmet itse ber dem
Körgenge yiter çü özge ‘âlem

Y ok iki saçı tünige ğâyet


Y a'nî iki leyl-i bînibâyet
Andın bolup atı cilve-ârây
Andak ki berât ü kadr ara ay
Kirtming ki bolup dimekke meyli
Melfûz olmay beğayr-i Leylî
Leylâ’nın babası kızı için bir ev ayırır, burasını okul yapar.
Kızıyle birlikte kabilenin başka çocukları da orada okurlar. Kays’ın
kabilesinde okul olmadığı için, babası onu bu okula verir.

3» Oyı = evi
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 137

Leylâ birgün hastalanır, gittikçe sararıp solar. Nihayet heki­


min üâçları iyi gelerek şifa bulur, güzelliği artar.
Okula dönünce üstad sevinerek çocukları azad eder. Çocuklar
sevinç içindedir. Yalnız Kays, Leylâ’yı görünce ağlar; Leylâ Kays’m
bu haline bakarak, kendine âşık olduğunu anlar. Yine birgün ço­
cuklar bağda oynarlarken, Leylâ, gül fidanlarının arasına saklanan
Kays’ın ağladığını görüp yanına yaklaşır; utanarak sebebini sorar.
Mecnun, ah çekerek aşkını itiraf ettikten sonra kendini kaybeder.
Leylâ da, Kays’ın başını kolları arasına ahp ağlamağa başlar.
Uzakdan bu hali gören iki arkadaşına işi anlatır. Biri dert ortağı
olarak onu teselli eder : “ Sen hemen git, onu bize bırak; kimse
duymasın” der. Leylâ gönlünü orada bırakarak evine döner.
Kays gözünü açıp da Leylâ’yı göremeyince ağlar; bir ah çekip
tekrar yere yıkılır. Güller arasından ona bakan kızlar korkarak
evlerine dönerler, Kays orada kahr. Anası ve babası merak içinde­
dirler; her tarafı ararlar, nihayet onu göğsü bağrı yırtık, toprağa
uzanmış bulurlar. Kays kendine gelip de anasıyle babasını
başueunda görünce utanır. Onlar da yüzlemezler. Kays’ı alarak
eve dönerler. Fakat o daha çok dayanamaz; gece Leylâ’nın
evinin yolunu tutar; yanıp yakılır. Yürümeğe haU kalmayınca
düşüp kendinden geçer.
Öte yandan Leylâ da, K ays’ı düşünmektedir. O gece gözüne
uyku girmez, ansızın onun sesini işiderek içine ateş düşer; sabrede-
mez, kalkıp sesin geldiği tarafa koşar. O sırada :
Mecmû‘ -ı kabile uyku mesti
îllâ bu ki ‘ışk pây-besti
Bi'ışk uluska kâm uyku
‘Işk ehliğadur haram uyku

îk i sevgili birbirini görünce ateşli bir ah çekip yere yıkılırlar.


İki gencin sırrını bilen dadı onları bu halde bulunca, kimse görmesin
diye Leylâ’yı kucaklayıp eve getirir; sonra dönüp Kays’ı alır,
uzak bir yere götürüp bırakır. Anası ile babası Kays’ı ararlar, niha­
yet izini takibederek kum içinde bulurlar. Kim i nasihat etmeyi,
kimi zincire vurmayı tavsiye eder. Artık o bir delidir; herkes onu
“ Mecnun” diye çağırmağa başlar. O “ Leylâ” diyerek sevgilisinin
evi etrafında dolaşır; nihayet sahralara düşer.
138 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Dedikodulardan sinirlenen Leylâ’nın babası, Mecnun’un ba­


basına haber gönderir. Bu sözlerden incinen baba, Mecnun’u
zincire vurarak eve habseder. Mecnun tuzağa düşen kuş gibi
ıstırap içindedir. Nihayet ayağından zinciri çıkararak çöle kaçar.
îbni Selâm Leylâ’yı görüp aşık olur; onu babasından ister.
Babası da razı olur; fakat sabretmesini söyler. Leyiâ bunu işi-
dince üzülerek hastalanır.
Babası Mecnun’u dua etmek üzere Kâbe’ye götürür. Mec­
nun Allah’a şöyle yalvarır :

Ey ‘ışk otın eylegen cihân-süz


Andın min-i nâtuvânnı cân-sûz
E y urgan ol otnı hırmenimğa
Hırmen ni ki can bile tenimğa
Ey 'ışk ile anı kim kıhp fâş
Etfâldin anğa yağdurup tâş
Ey kimni ki eylegen perî-çihr
Dîvânesi san birmegen mihr
Ey cân ara salıp âzer-i 'ışk
Göngül şadefide gevher-i 'ışk
'Işk içre bugün min-i şikeste
Kilmişmin esîr-i pây-beste

Memlü anınğ otı birle canım


Canım ni ki mağz-ı üstüh''ânım
Bu 'ışk otı kim beyân kılurmin
Mühlik gamını 'lyân kılurmin
Dimen ki mini tarabğa lıâş it
Yâhûd ğam-ı 'ışkdın halâş it
Dirmin ki nianga bu otnı her dem
Efzün kıl u kılma zerreî kem
Çik 'aynıma 'ışk tûtyâsın
Ur kalbime 'ışk kimyasın

Otın = ateşini.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 139

Gönglümge feza harîm-i ‘ışk it


Cânımğa ğızâ nesîm-i ‘ışk it
Bunu işitenler şaşıp kalırlar. Babası umudunu keser. Mecnun
da tekrar dağa çıkar; Leylâ’ dan başka birşey düşünmez; onun
için şiirler söyler. Geyiklerle arkadaşlık eder.
Nevfel adında bir kahraman, birgün avlanmak üzere sahraya
çıktığı sırada, geyik sürüsüne rastlar.Askeri gören geyikler Mecnun’ -
un bulunduğu yere koşup etrafında toplanır. Nevfel bu hale şaşıp
sebebini sorar. Mecnun’un serüvenini işidince, merak ederek Mec-
nun’a yaklaşır. Mecnun Nevfel’e “ Niçin zavallı hayvanları öldür­
mek istiyorsun; senin buna ihtiyacın mı var” diye sorar. Nevfel de:
“ Peki bunları avlamaktan vazgeçtim; fakat sen de bunları bırak,
benimle birlikte gel. Leylâ’yı istiyeyim; hediye ile olmazsa zorla
onu sana alayım. Eğer o da kısmet olmazsa benim oğlum ol”
der. Mecnun bu müjdeye sevinir. Nevfel onu evine götürür ve
Leylâ’nın babasına haber göndererek kızı ister. Leylâ’nın babası
kızının nişanlı olduğunu söyliyerek özür diler. Nevfel bu cevabı
alınca kabileye hücum eder. İki taraf arasında savaş başlar. Ley­
lâ’nın babası, kabilesinin yenileceğini anlayınca kızını öldürmeğe
karar verir. Nihayet Nevfel tarafı kazanır. Mecnun sevgilisine
kavuşacağını düşünerek sevinir. Fakat Leylâ kabilesinin yenil­
diğine de üzülür. Bu kaygı ile uykuya dalar. Rüyasında Leylâ’yı
görür. Leylâ, babasının kararını göz yaşları içinde anlatır. Mecnun
bağırarak uykudan uyanır; bu işten vazgeçmesi için Nevfel’e
yalvarır. Nevfel rüyanın doğruluğuna ve Mecnun’un kerametine
inanarak vazgeçer, Mecnun da çölün yolunu tutar.
Leylâ’nın kabilesi, Nevfel’in savaşı kazandığı halde birdenbire
vazgeçmesinden kuşkulanır. Bunun bir hile olabileceğini düşünerek,
hac bahanesiyle başka yere göçeder.
Mecnun Zeyd’e rastlar; onu kederli görüp sebebini sorar. Zeyd
Leylâ kabilesinin başından geçeni anlatır. Bu arada kendinin de
soyulup hırpalandığını söyler ve : “ Eğer sen de onlardan biri isen
canımdan başka alınacak bir şeyim yok ” der. Mecnun hemen
atından inüp onu kucaklar, ağlıyarak teselli eder; varını yoğunu
vererek Leylâ’ya selâm gönderir.
Mecnun, Leylâ kabilesinin eskiden bulunduğu yere gider. Mev­
sim yazdır. Temmuz güneşi, Leylâ gibi cihana ateş salmaktadır.
140 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Mecnun her tarafı dolaşır. Leylâ’nın oturduğu yere yüzünü sürer;


kirpikleriyle yeri süpürür; toprağı gözyaşıyle ıslatır; balçığı ateşte
kuruttuktan sonra küllerini gözüne sürme yapar. Böylece ah
ederek dolaşır. O sırada uyuz bir köpek görür. Köpeğin yüzünü
gözünü öper. Gömleğini yırtarak yaralarını sarar, ona dert yanar,
sonra yine geyikleriyle buluşmak üzere çöle döner.
Zeyd Mecnun’a Leylâ’ dan mektup getirir. Leylâ uzun uzun
ıstırabını anlattıktan sonra; “ işittim ki Nevfel’in kızına söz ver­
mişsin. Bahtınaçık olsun. Birgün o kızı bağda görmüştüm, gü­
zeldir; Allah mübarek etsin; bizi de unutma” demektedir. Mec­
nun bunu okuyunca çok üzülür, Zeyd’in getirdiği kâğıt ve ka­
lemle cevap yazar. Mecnun, yazdığı mektupta Leylâ’nın güzel-
hğini övdükten ve kendinden bahsettikten sonra :
Lîkin iki söz idi muharrer
Kim canıma saldı ot mükerrer
Evvelki nazarğa boldı ma'lûm
Nevfel işi bolmış irdi merkum
diyerek bundan dolayı özür diler. Nevfel’in kızı meselesinde de
İbni Selâm’ı hatırlatır., Leylâ buna çok üzülür.
Mecnun’un hasretine dayanamıyan babası onu arayıp bulur.
Yanıp yakıldıktan sonra boynuna ip takarak eve getirir. Nevfel’e
haber salarlar. O da gelip Mecnun’u görür, sevgi ile kucakladık­
tan ve gönlünü aldıktan sonra dönüp gider. Mecnun’un babası
Nevfel’in kızını istemeği düşünür. Bu düşüncesini kabilenin bü­
yüklerine açar. Hep birlikte gece yola çıkıp Nevfel kabilesine
giderler, Nevfel bunları iyi karşılar, yapılan teklifi kabul ede­
rek düğün hazırhğına başlar. Evde yalnız kalan Mecnun, bunu
fırsat bilip tekrar dağa kaçar.
Mecnun Leylâ’nın çobanına rastlar, verdiği koyun postunu
giyerek onunla birlikte Leylâ kabilesinin bulunduğu yere gider :
Barur idi tört ayağlanıp tîz
Tâ jbldı zamane fitne-engîz
Koylar çü kabîleğa yavuştı®^
Kızlarğa hıram çûşı tüşti
Encüm kibi çıktılar hırâmân
Leylî ol arada mâh-ı tâbân
Koylar - - koyunlar. Yavuştu = yaklaştı.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 141

Çün ‘ışk ara boldı köp melali


Aşüfte vü tire zülf ü hâli
Mecnun Leylâ’yı görünce bir ah çekip yere yıkılır. Leylâ da
onun üzerine kapanır. Kızlar Leylâ’yı kaldırıp eve götürürler.
Çoban da Mecnun’ u bir deveye bindirerek aldığı yere götürür.
Bunu duyan babası hemen koşar, Mecnun’u eve getirir. Mecnun
utanarak babasının ayağına kapanır. Babası nasihat eder; Mec­
nun da: “ Söyle ne mümkünse yapayım” der. Babası, Nevfel’in
kızım almağa razı olmasını söyler; o da ses çıkarmıyarak ka­
bul eder. Mecnun’u Nevfel’e götürürler. Nevfel bunları karşı­
lar. Ziyafetler çekilir; nikâh kıyıhr. İki genç yahnız kahnca kız
Mecnun’un önüne gelip yer öper :

Bünyâd itti ki ey yegâne


‘ Işk içre yegâne-i zamâne

K im Leylî işide nâtüvânsın


'Işkıda cihânğa dâstânsın

ikim iz atasınıng rızâsı


Salmış sanga bu iş ibtilâsı
Çün kişver-i 'ışkmng şehisin
‘ Işk ehli otınıng âgehisin
Bardur manga dağı derd-mendi
'Işkım reseniğa pây-bendî
Kız, başka birini sevdiğini itiraf ettikten sonra
Lîkin ikimiz otı nihânî
Ni mini ulus bilip ni anı
Fikreyle ki ol esîr-i mehcür
Fehmitse sining bile manga sûr
Bu giee anıng ni hâli bolğay
‘ Ömri günining zevali bolğay
Sırrımnı sanga çü eyledim faş
Sindin manğa budur imdi pâ-dâş

33 Köp = çok.
142 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Kim râzî bolup ğarâmetimğa


Boynungnı koyup melâmetimğa
Kılmay mini il ara fazîhat
Kopsang dağı eyleserîğ ‘azimet
Her kimge ki bu fesâne yitse
01 hayl sini melâmet itse
Min bolmasam il ara mu'âteb
Kılsang sin özüıîğni ok muhâtab

Bu nev' mürüvvet olsa sindin


Izhâr-ı fütüvvet olsa sindin

Mecnun buna cevap olarak :

Didi kim eyâ remide pey-vend


Bol ‘ışk u mababbetingğa horsend

Yarııîgğa vefâ şi'ârıng olsun


Kim Tengn hemîşe yârıng olsun
*
Min höd tüşüben içimge endûh
Kılğum idi ‘ azm-i vâdî vü küh

Günglüngni kılur üçün ri'âyet


Aşüfte-zamîr idim beğâyet

Bu lutf ki sindin oldı zâbir


‘Özriıîgni niçüü kolaymin âhır

Kitmekke ki cezm ü niyyetim bar


Kitsem saıîga höd ni minnetim bar

der; kıza dualar ederek çıkıp gider. Gelin odasını gözetliyen Nevfel
bu hali görünce, her ikisini öldürmek ister. Fakat kızın çok dürüst
hareket ettiğini görmüştür. Aşkın kudreti karşısında şaşırıp kalır.
O sırada, artık sabrı tükenen kızın sevgilisi eve girer; şafak
sökünciye kadar kızla birlikte kalır; sonra çıkıp gider. Sabahleyin
gelinin yalnız olduğunu ve oğlunun kaçtığım gören Mecnun’un
babası çok üzülür. Hali bilen Nevfel onları teselli eder :

Kopsa = ayrılsan.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 143

Kim Tengndm irdi böyle takdir


Ni kim takdir irür ni tedbîr
Ni sizdin idi bu iş ni bizdin
Bil kim ni oğuldın ii ni kızdın
Takdirdin irdi böyle halet
Şükr eyleng ü ref'itirîg melâlet

Aynı gün Leylâ’yı da İbn-i Selâm ile evlendirirler. Leylâ


kendini öldürmek için zehirli kılıç hazırlar. Nikâhtan sonra eli
kızın eline değince İbn-i Selâm hemen yere yıkıhr. öld ü sanarak
onu başka bir eve götürürler. Meğer îbn -i Selâm’da “ hafakan”
illeti varmış. Her iki çiftin de birleşmesi böylece nasip olmaz.

Yalınız kalan Leylâ, evden dişarı çıkar; sessizce yürür. Bu


sırada Mecnun da sahranın yolunu tutmuş, Leylâ’nın bulunduğu
tarafa gelmektedir. îkisi karşılaşır:

Tâ birbirige yitiştiler bat®®


Kim kördi vişâl böyle heyhat
Çün birbirisin tapıştılar cezm^®
Rûh itti beden harimiğa ‘azm

İki güher ornı boldı bir dürc®’


İki koyaş evci boldı bir bürc
Bir sağar ara tüşüp iki mül
Bir gül-bün ara bütüp iki gül®®
Bir cismde iki rüh olup güm
Bir köz arasıda iki merdüm
Vaşleyledi ikilikni Bakî
Vahdet kadahini tuttı sâkî
Bu bâde birini mest kıldı
01 birini mey-perest kıldı

35 Bat = çabuk.
Tapıştılar = buluştular.
Onrı = yeri.
Koyaş = güneş.
Bütüp = bitip.
144 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Y ok yok ki ikisi mest boldı


Kim ikisi mey-perest boldı

Cırmaştılar eyle kim ten ü cân®®


Y a serv-i sehî vü “^ışk-ı bîcân
Gâhı bu öpüp amng ayağın
Gâh ol ıslap mıming şakağın
Bu gâh kılıp kolim kuUâb
01 tenğa saçı gibi urup tâb
01 gâh tutup munırîg kohn tüz
Geh sürtüben anğa köz gehî yüz

‘ Işk ehli bu nev' bolsalar pâk


Ger vaşl-ı mü'ebbed olsa ni hâk

Sabah olunca Leylâ kabilesine döıj.er, Mecnun çölde kalır.


Mecnun, Necd dağında Leylâ’nın kabilesine bakan bir yeri
seçip yerleşir. Vahşi hayvanlar ve kuşlarla arkadaşlık eder. İçlerin­
den bir ceylanı çok sever. Leylâ’nın da hicranı daha çok artmıştır.
İbni Selâm ise iyi olacağı zamanı beklemektedir.
Mecnun’un babası ölür, anası da dayanamıyarak can verir.
Her ikisinin ölümünü rüyasında gören Mecnun, onların mezarını
arayıp bulur; ağlar, yanıp yakıhr ve orada yığıhp kalır.
Mecnun’un hasretiyle üzgün olan Leylâ, onun anasiyle baba­
sının ölümünü duyunca, kendisinin sebep olduğunu düşünerek
büsbütün dertlenir. Bu üzüntü ile hastalanır, günden güne sararıp
solar. Ölüm döşeğinde anasını çağırarak sırrını açar; vasiyetler
eder: “ Eğer o da ölümümü duyup buraya gelir, cansız olarak
toprağa uzanırsa, sakın saygıda kusur etme, yanımda ona yer ayır”
K oy kine vü lutf ü mihr fen ^1
Cân perdesidin anğa kefen kıl
Cırma mini dağı ol kefenğa^ı
Bir cins kefen iki bedenğa

Cırmaşdılar = birbirine sarıldılar.


K oy = bırak.
Cırma = sar.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 145

Ferzend dik eylep anga esbâb


Ferzending ile kıl anı hem-h'"âb
der. Babasıyle anasının kabri üzerinde kendinden geçmiş olan
Mecnun, Leylâ’nın bu halini “ hâtîf” tan gelen bir sezgi ile anlar.
Geh pâk-zamîr ü gâh hatif
Dil-dândın eylep anı v â ^ f
Mecnun kaplan gibi seyirdip Leylâ’nın kabilesi tarafına koşar;
hiç kimseden çekinmiyeıek evin içine dahp Leylâ’nın yanına girer.
O sırada anasına vasiyet etmekte olan Leylâ son sözlerini söyle­
mektedir. Birbirlerine bakışırlar; her ikisi de bir anda ruhlarını
teslim ederler. Mecnun’un eve girdiğini görenler koşuşurlar; ikisi­
nin de ölmüş olduğunu görünce şaşırıp kalırlar, ikisini de bir kefene
sarıp tabuta koyarlar ve öylece gömerler.
Nevâ’î, “ Söz tarifide” yazdığı bir manzumeden sonra, Şehzade
Üveys Bahadır’ı överek ona nasihat ediyor, ve bir “ hatime” ile
eserini tamamlıyor. Son b e y it :
‘ isyanıma ‘afv bolğay âmîn
Y â Rab ki bu nev‘ kolğay âmin
*
Nevâ’î, kendinden önce Leylâ ve Mecnun hikâyesini yazan
şairlerden bahsederken. Nizâmı ile Husrev’den başka SüheylI’nin
adını anmış olduğuna göre, onun eserinden de elbette faydalanmış­
tır. Nevâ’î, bu şairden M ecâlisü'n-nefffis’m.âe de bahseder ve onun
Leyli vü Mecnun mensnevisini kaydederek eserinden şu beyti
örnek olarak verir :
Leylining hastalığı ta’rifide bu beyt hem anıngdur kim;

JU>- J J

Leylâ’nın hastalanması Nevâ’ ı’de de olduğuna göre, yalnız bu


beyit bile Süheylî’nin etkisini göstermeğe yeter.
Nevâ’î, kendinden önce bu hikâyeyi kaleme alan Kâtibi ile
Eşref ve Şâhidi’ den hiç bahsetmiyor. Nevâ’i, Nizâmi ile Hus-
rev ve Süheyli’nin eserlerini gözönünde tutmuş olmakla birlikte,

kolm ak=yalvarm ak.


(M ecllisü’n-nefa’ is, III, meclis. Emir Şeyhim Süheylı).
F . 10
146 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

onları çok değiştirmiş, kendiliğinden de bir çok motifler eklemiştir.


Bunları şöyle sıralıyabiliriz :
a) Kays Leylâ için hazırlanan okula verilir;
b) Leylâ hastalanır (Bu motifin Süheylî’ de de olduğu örnek
beyitten anlaşılıyor), iyi olup ta okula dönünce, üstad çocukları
azad eder. Kays Leylâ’ya bakarak ağlar;
e) Kays başka birgün ağlıyarak aşkını itiraf eder;
d) Bu itiraf gününün gecesi Kays Leylâ’ya gider; Leylâ da
evden çıkarak Kays’la buluşur. Dadı Leylâ’yı eve getirir, Kays’ı da
kimse görmesin diye kabilesinin sınırları dışına çıkarır. Babası
Kays’ı kumlar arasında bulup eve getirir;
e) Leylâ’nın babasının şikâyeti üzerine Mecnun’ u bağlarlar;
f) Nevfel savaşından sonra, fitneye sebep olduğu için,
Leylâ’y ı babasının öldürmeğe kalkmasını Mecnun rüyasında Ley­
lâ’ dan öğrenir. Nevfel Mecnun’un kerametine inanır :
g) Leylâ kabilesi Nevfel’ den kuşkulanarak başka yere göçeder,
h) Zeyd Nevfel’in adamları tarafından soyulur;
i) Leylâ Mecnun’a mektup yazarak, Nevfel savaşından ve
Nevfel’in kızına söz verdiğinden dolayı ona sitem eder;
k) Zifaf gecesi, Nevfel’in kızı başkasını sevdiğini Mecnun’ a
ağlıyarak itiraf eder. Nevfel gehn odasını gözetler;
1) Leylâ’nın îb n -i Selâm ile evlenmesi de aynı güne rastlar.
Leylâ kendini öldürmek için zehirli kılıç hazırlar. İbn-i Selâm, eli
Leylâ’nın eline değince hemen yere yıkılır;
m) Yalnız kalan Leylâ evden çıkarak Mecnun’la buluşur;
n) Mecnun, anasıyle babasının ölümünü rüyasında görür;
o) Leylâ’nın ölüm döşeğinde yatmakta olduğunu “ hatif” dan
işiten Mecnun, Leylâ’nın evine koşar,, her ikisi de bir anda ölür.
İkisini de bir tabuta koyup gömerler.
Nevâ’î, Şahidi gibi Mecnun’u bir “ ermiş” olarak göstermeğe
çabşıyor. Kevfel savaşından sonra, babasının Leylâ’yı öldürmeğe
kalkmasının Mecnun’ a rüyasında Leylâ söyler. Mecnun anasının
öldüğünü rüyada görür. Leylâ’nın ölüm döşeğinde olduğunu
“ hatif” dan işidir.
TÜ BK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNÛN 147

Nevfel de, kızı dolayısıyle, büsbütün başka bir kişi olarak


görünür.
Zeyd ise, bajka Leylâ ve Mecnun hikâyelerinde görülmiyen
bir tip olarak karşımıza çıkmaktadır.
Görülüyor ki, Nevâ’î hikâyeye büsbütün başka bir doğrultu
vermiştir.
Nevai’nin Türkiye kitaphklarmdaki Mecnun u Leyli nüsha­
ları için bk. Agâh Sırrı Levend, Türkiye kitaplıklarındaki Ne-
vai yazmaları, Türk dili araştırmaları yıllığı (Belleten), 1958
den ayrı basım.
B ÎH tŞ T I’NtN ESERİ

II; Bayezid’in Sancak Beylerinden Karıştıranlı Süleyman


Beyoğlu Bihiştî Ahmed Sinan’ dan bahseden eski kaynaklar, onun
hamse sahibi olduğunu ve Hamse'sinin Yâmık u'^Azrâ, Y ûsuf u
Züleyhâ, Hüsn ü Nigâr, Süheyl ü Nevbahâr, Leylâ vü Mecnûn
mesnevilerinden toplanmış bulunduğum kaydederler. Bu kaynak­
lara göre Bihiştî, II. Bayezid’in huzurunda uygunsuz bir harekette
bulunduğu için Padişah’ın gazabına uğramış ve korkarak İran’ a
kaçmıştır. Bir müddet Sultan Hüseyin Baykara’nın yanında bulu­
narak Nevâ’î ve Câmî ile buluşmuş, onların şefaatiyle tekrar İstan­
bul’ a dönerek Padişah tarafından afvedilmiştir.

Şairden bahseden kaynaklar : Sehl (s. 94), Latifi (s. 104),


‘Âşık Çl., Haşan Çl., B eyini, Riyazi, Kâfzâde, ‘Âşım, Tez. Müsta-
kimzâde, Mecelle (v. 151), ^Atâ,Târih (c. IV, s. 108), Ş. Sami, K L M .
(c. 11, s. 1419), Bursah Tâhir, 'OŞM. (c. 11, s. 96), S. N. Ergun,
TŞ. (c. 11, s. 794).
Bihişti’nin Leylâ vü Mecnûn mesnevisi bugün elimizde bulun­
maktadır (İst. Üniver. K tp., Ty., No. 5591; istinsah edilmiş bir
nüshası bende). Bihiştı’nin, eserini hangi tarihte yazdığı belli değil­
dir. Şair 889 da yazılan Câmi’nin eserinden bahsettiğine göre, ese­
rini bu tarihten sonra yazmış demektir. Şair, II. Bayezid’a sunduğu
bu eserin “ hatime” sinde Padişah’ın teveccühünden uzak bulun­
duğunu yanayakıla anlatıyor ki, bu da henüz afvedilmeden önce
eserinin yazdığını göstermektedir. Padişah’ı öven bu manzume­
sinde şair, Fatih’in bu hikâyeyi kaleme almasını Ahmed Paşa’ya
emrettiğini yazdıktan sonra :
Yazdum hele ben cevâb-ı hamse
Dimedi dahi bu dilde kimse
beytiyle, Türkçe ilk hamse sahibi olduğunu söyliyor. Ayrıca :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 149

Firdevsîye dahi m ayın el


Şeh-nâmesin ideyin mu'attal
diyerek kendini methediyor; nihayet :
Kahrile beni koma mü’ebbed
Çok hıdmetün itdi benden Ahmed
Sinnüm onüçünde idi iy Şâh
Sevkitdi ki hidmetüne Allah
beytiyle, genç yaşta Padişah’ın hizmetine girdiğini söyliyor.
Şairin, tekrar Padişah’ın hizmetine dönmeden önce eserini
kaleme aldığı şu beyitlerden anlaşılmaktadır :
Elbette gelen gider cihâna
Bir lahza hayâta bu belâ ne
Görmeğe yine cemâlün iy Şâh
Eylerse eğer naşîb Allah
Nezrüm ola hac idem piyâde
Virmezse ecel hayâtı bâda

Gönlüm çü ğanîdürür ğanîyem


Meylüm zere varise denîyem
Şeh hıdmetidür murâdum ancak
Devlet de odur kişiye elhak
Şeh hidmetine kim olsa mu'tâd
Zevkini ölünce eyleye yâd
Bihiştî eserinin başında :
Sâbıkda eğerçi kim üç üstâd
Bu kaşr-ı refî'a urdı bünyâd
Sultân-ı sühan-verân Nizâmı
Hem Husrev-i Dehlevî vü Câmî
diyerek üç üstadın adını andığı gibi “ hatime” de şöyle söyliyor :
El urdı bu nazma üç yegâne
Uç kerre dinildi bu fesâne

Bu mısra Namık Kemal’de de vardır.


150 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Elfâzı faşîh ü ma'nîsi hûb


Şarfoldı olunca iiçi merğûb
N övbet gelicek faHre nâçâr
Makdurumı itmekiçiın izhâr
Bu tarz-ı cedidi itdüm îcâd
Makbul ola tâ olunca mî'âd
Hem-pâ olmadığumı gördüm
Pes izlerine yüzümi sürdüm
Nüshanın sonunda 912 tarihi bulunmaktadır. Bu, istinsah
tarihi olsa gerektir.
Bihiştî eserine şöyle başhyor :
Allahı çü zikride sühan-gûy
Elbette olur kelâmı dil-cûy
Yedi beyitlik bir başlangıç manzumesinden sonra, münacat,
na’t başhklı Allah’a hitap, tevhid, ayrı bir münacat, na’t, mira-
ciye, Padişah’a övgü ve övünme manzumeleri geliyor. Bunlardan
sonra :
Efsâne-nüvis ü kışşa-perdâz
Olup bu fesânede füsün-sâz
Dimiş ki zamânile ‘Arabda
Bir tâyife varidi tarabda
Y o k kârları meğer ki ‘işret
Eylerleridi hemîşe sohbet
Adile ‘Ar ab da ‘Âmiriler
Her birisi kâmil ü tüvân-ger
01 tâyifenün velî nesıbi
Câyetde şerif ü hem haşibi
Kays idi vü bîkıyâs mâlı
Bîmişi kemâli vü cemâli
‘Âlemde sehâyile yegâne
Dirleridi Hâtem-i zamane
Zengin, cömert, aynı zamanda şair olan bu gencin işi gücü
içüp eğlenmek ve avlanmaktır.
TÜ R K EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 151

Bir gün ideridi Kays seyrân


Bir mâh görür ki oldı hayran
Ne meh ki cihanda yok nazîri
Ser-geşte kılur bu çarh-ı piri
Bir cazibe gördi ol kamerde
Kim kendüyi virdi bir nazarda
Serv idi kabası lik gül-gün
Leylî saçına ‘ukûl mecnûn
Sakında virür şadâ halâhıl
Hunyâ-ger elinde çun celâcil
Şaçı çû kemend ü zülfi çengâl
Engüşti çü hâme vü beli nâl
Alm kamer idi nısfı pinhân
Çun mâh-ı dü hefte nışfı tâbân

Ğonce deheni toluydı şebnem


‘Ikd-ı güherinde yoğidi kem
Âb idi ruhi habâbı ğabğab
Pistidi dehânı mül idi leb
Sîb idi zekan ve lik sâde
Rengi lebinün çu reng-i bâde

Avcına alup o sîbi kâkül


‘ Uşşâka sunardı sîbile mül

Mihr idi ve lîk sâye-perver


Şâh-ı gül idi veli semen-ber
Haddinde ‘araklarun misâli
Sâde gümüş üzre şan le’ âlî

Nâzük şikemi hamîr-i kâfür


Başdan ayağa çu mihr-i pürnür

Ak gerdeni hemçu şem’ -i kâfür


Zulmatde kamer gibi virür nür
152 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Sağar idi nâfı lik billûr


Çun bade ider kulûbı mesrûr

Câdû gözi okudukça efsûn


‘Âkilleri eyleridi mecnûn
Kand idi lebi velî mükerrer
Güftârı leziz idi çü şekker
Her nâbüni bir şadef idi pür
Her bir şadefüri içinde pür dür

Küçek-dehen ü güşâde-ebrü
Şad-berk-'ızâr u yâsemen-bû

Her halka-i zülf-i ‘anberîni


Târâc ide şad bezâr Çini

Bi’t-tab‘ görenün ana meyli


Leyi idi saçı vü adı leyli

Kays, Leylâ’yı görünce hemen deliye döner. Leylâ da Kays


için deli divane olur. Leylâ Kerime adındaki arkadaşına derdini
açar, Kerime’nin de Şerif adında bir sevgilisi vardır. Şerif Keri­
me’nin ricası üzerine Kays’ı evine çağırır. Kerime de Leylâ ile
oraya gelir. Her iki aşık orada buluşup görüşürler :

Biribirine ol iki dil-dâr


Şevk u şağabını itdi izhâr
Bûseyle kenârile kanâat
Eyledi ol iki serv-kâmet
Olduğını âyine gibi pâk
Mecnûnun ider nigâr idrâk
Çûn gördi şu gibi şâfdur yâr
Teslimini itdi ana izhâr
Mecnûn okudı şu denlü eş'âr
Mestoldı semâ'ıyile dil-dâr
Ma'şûk oluben ol iki ‘âşık
Biribirine olur muvafık
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 153

'Ahdeyledi pes ol iki cânân


Oldukça bedenlerinde kim cân

İtmiyeler ayruğına meyli


Dil-dâr ana Kays ü Kayşa Leylî
Aşk Mecnun ile Leylâ’yı her gün biraz daha sarmakta, her
ikisini de sarartıp soldurmaktadır. Mecnun’un halini gören babası
derdini sorar: “ Seni böyle mecnun eden kimdir” der. Mecnun da
Leylâ’yı sevdiğini itiraf eder. Babası :

‘Avretdür iden cuvânı mağbün


Gerçi kim olur zarûrî meftûn
Sekden çü vefada oldı kem-ter
Uymaya ana şu kim ola er

01 hayda olan güzeller ekşer


Matbü‘ degüldür olur esmer
Anlarda iken taravet olmaz
‘Âşık olıcak letafet olmaz
Bilsem nesine heves kılursın
Mahbûbı böyle mi bilursin
Gördüğine meylideydi âdem
Mahbüb oluridi cümle ‘ âlem
der. Fakat oğlunun ısrarını görünce Leylâ’yı babasından istemeğe
karar verir.

Mecnun’un babası kabilenin ileri gelenleriyle birlikte Leylâ’nın


kabilesine gider. Leylâ’nın babası misafirlerini iyi karşılar; fakat
tekUfi işidince :

Kıldum anı nâm-zed b i’Halı


Yokdur bu murada irmeğe râh
Nakzitmeğe ‘ahdi yokdur imkân
Peymânı bozanda olmaz îmân

Hay = küçük kabile.


« İken = çok.
154 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

diyerek reddeder. Mecnun’un babası ile arkadaşları dönerler.


Red cevabını işiten Kays yanıp yakılır; Şerif onu teselli eder.
Leylâ’nın da :
Feryâd ü fiğândur işi dâyim
Bir lahza degül gicede nâyim
Bir nâme yazup velî bana ver
Kim bula teselli ol'semen-ber
der. Mecnun mektubu yazar, bitirince :
Yer yer yakar âhıyile anı
Kim yanduğınun ola nişanı
M ı^âzile eyledi hacâmet
Dil çâkine tâ ola ‘ alâmet
Tekrar okuyuben anı dürdi
Bin 'izzetlile Şerife virdi
Başına şokar Şerif anı
Tâ kim vire Leylîye nihânî
Leylâ mektubu alınca çok sevinir. Yazdığı cevapta sözünden
dönmiyeceğini söyliyerek ıstırabını anlatır ve ona sabretmesini
tavsiye eder. Mecnun sevgilisinin mektubunu alınca öpüp yüzüne
gözüne sürer, yeniden hayat bulur.
Mecnun’un deliliği gittikçe artmakta, dağ ve sahra kendine
dar gelmektedir. Yüzünü görenler ağlamakta, halini işitenler
şaşırıp kalmaktadır. Mecnun’un akrabası olan Nevfel, onun bu
haline acıyarak Leylâ kabilesinin emirine haber gönderir: “ Sen
lütfedip kızı babasından iste, razı olmazsa zorla alıp gönder; bu
dostluğu yap, aksi halde arada kan olur” der. Kabilenin emiri
bu haber üzerine Leylâ’nın babasını çağırtarak, durumu anlatır.
Babası: “ Buna imkân yok. Nevfel bizimle cenk ederse bizim de
elimiz ayağımız var” diyerek çıkıp gider. Nevfel bunu haber alınca
asker toplar. Leylâ’nın kabilesi de hazırlanır; savaş başlar. Akşama
doğru Leylâ’nın kabilesi yeniHnce Necd’in sarp dağlarına çekilir.
Nevfel de döner.
Babası Mecnun’u Kâbe’ye götürür. Kâbe’nin halkasına yapı­
şıp Allah’ a yalvarmasını söyler. Mecnun halkaya yapışır. Sevgilisi­
nin zülfünü hatırlıyarak vücudu halka gibi olur :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 155

Didi ki eyâ Enis-i 'uşşak


Mahlûk-ı cemi‘ sana müştak

Sevdayı bana enîs eyle


Derdüni bana celIs eyle
‘ Işkumı ziyâde eyle ğâyet
Bir hadde kim olmıya nihayet

Mecnun bu şekilde dua eder. Bu sözleri duyan bir “ kâmil”


adam: “ Bu derdin ilâcı yoktur, bu genç ölür, fakat aşktan vaz­
geçmez. Ona ölümle hayat birdir; onu zorlamayın, kendi haline
bırakın ve :

Âdem degül ol ferişte ancak


‘ Işk-ı Hakile sirişte ancak
Hâk-i rehi tûtyâdur anun
A b u gili kimyâdur anun
der. Bu sözlerle teselli bularak hacdan dönerler.

Mecnun sahralara düşer; göğsünü bağrını paralar; vahşi


hayvanlarla arkadaşlık eder; n ih ayet:
01 ‘ âşık-ı zâr u mest ü rencür
Çün oldı keramet ile meşhür
Göründi vilâyetün nışânı
Her kişi ziyaret itdi anı
Görmeğe gelen kişiler anı
Görmezdi vuhûşdan ziyanı

Leylâ ağlayıp inlemektedir. Halini Şerif’e açar, o da kabilenin


hep birlikte ava çıktıkları birgün Leylâ’yı alarak Mecnun’a götürür.
Mecnun vahşi hayvanlar arasında kendinden geçmiş yatmaktadır.
Leylâ Mecnun’un yanına sokulur. Vahşi hayvanlar Leylâ’yı karşı­
lar; kimi ayağına yüzünü sürer, kimi kedi gibi sürünür. Kuyruk-
lariyle yolları temizler. Mecnun’un aklı başına gelip de gözünü
açınca tekrar çoşup yıkılır. Her ikisi de baygm yatarlar :

‘Akh gelüp oldılar haber-dâr


Y ok hisleri lik nakş-ı dîvâr
156 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bir bâdeyile pür ol iki câm


Bir kışrda sanki iki tâdâm
Nefsânî hevâdan ikisi pâk
Gerçi dil ü canları heves-nâk
Leylâ Mecnun’un başım dizine alır. Mecnun kendine gelerek
ağlar. Leylâ, sevgilisinin iki gözünü öperek yüzünü yüzüne sürer ;
Gitdi ikilik çün oldı vahdet
Olundı muvahhidâne sohbet
Ten ikiyidi ve lîk bir cân
Yoğidi arada farka imkân
Pür kalbi ikisinün dahi şevk
Rühânîyidi aradığı zevk
Leylâ :
Bu derde vişâl olur çü dermân
Şükreyle ki hecre oldı pâyân

Minba'd ben iy nigâr-ı sâdık


'Âr itmezem oldığuma 'âşık
‘Âlemlere oldığuma rüsvâ
Olacağım olmışam ne perva

Bu veçhile olmışam diger-gûn


Leyli iken adım oldı Mecnûn
diyerek kendi halini anlatır. Mecnun sevinir; Leylâ’nın yüzünü
gösterdiğinden dolayı Allah’a şükreder ve :
trmek çü muhâl idi visale
Befizer bu vukü'ımuz hayâle
Câlib galat eyledi hayâlüm
Y ok yoksa vişâlüne mecâlüm
R ü’yâ diridüm olaydı ger h''âb
Vaşlise hakîkî bende yok tâb

Çün sen ben olup ben olmışam sen


Kalmadı arada pes sen ü ben
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 157

Minba'd yudum hayâtdan el


Râh-ı 'ademe ki bağladum bel

Vaşlile firâk vakti bir ân


Oldı nideyin derîğ iy cân

Ben dahi cemâlün iy vefâ-dâr


Mahşerde görem meğer ki ben zar
diyerek susar. Bu “ remzi” işiten Leylâ Mecnun’un ölümünün
yakın olduğunu anlıyarak inler. Akşam oluncıya kadar iki aşık
ağlaşırlar. Leylâ döner; Mecnun orada kahr.
Leylâ gittikçe zayıflar. Birgün Şerif’e yalvararak onu Mecnun’a
gönderir. Şerif vahşi hayvanlar arasında Mecnun’u bulur. Leylâ’ ­
nın selâmını söyler. Mecnun :
Kimsin didi bilmezem seni ben
İncitme kerem idüp beni sen
Leyli-i hakikiyi bulan er
Leylîyi nidermiş iy birader
Ben Leylimi bulmışam beni ko
Ben beni kodum yegâne o bu
Leyli olup arada bahane
İrdüm hele ben murâd-ı cana
Şerif meramım anlatamadığını görünce Mecnun’un duasını alıp
ayrılır. Leylâ Mecnun’un halini işiderek büsbütün hastalanır;
günden güne eriyüp solar. Ölümünün yaklaştığını anlayınca,
Şerif’e: “ Onu getir; ölmeden bir defa göreyim” diye yalvarır. Şerif
ağlıyarak gider. Mecnun’u vahşi hayvanlar arasında bir ahuya
sarılarak ölmüş bulur. Bütün hayvanlar toplanmış^ bağırıp çağır­
maktadır. Şerif gördüğü hali anlatmak üzere döndüğü anda Leylâ
da can verir :

Bir türbe yapup ol iki yâra


Başladı bu halk ah u zara
Defnitdiler ol iki şehidi
MaWbûl-i Hudâyı vü sa'îdi
158 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hâcet-geh olup mezâr-ı pâki


Iksir-i mücerreb oldı hâki
Yandukça çerâğ-ı mihrile mâh
01 iki ‘ azize rahmetu’Hah
Her nesne sonunda yok olacaktır; ebedî kalacak aşktır.
Bir silsiledür gider bu inşân
însân kimi vü kimisi hayvan

‘ Işk oldı hayât-ı câvidânî


Fehmitmedi câhil olan anı
Şair, yukarıda bahsettiğimiz gibi, Padişah’ı öven manzume
ile “ Der hatime-i kitab” başlıklı manzumeyi ekliyerek eserini
bitiriyor. Son b e y it ;
Hâme bu mahalde oldı ebkem
Hatmeyledi hatimesini tem
*

Bihiştî, kendinden önce bu mesneviyi yazan şairlerden


Nizâmı, Husrev ve Câmî’nin adını veriyor. Hattâ :
El urdı bu nazma üç yegâne
Üç kerre dinildi bu fesâne
beytiyle, bu konunun ancak üç kere ele alındığmı kesin olarak
söyliyor: Şâhidi ile Nevâ’î’nin adını anmıyor. II. Bayezid’in adamı
olan Bihiştî, Şehzade Cem’in şairlerinden olan Şâhidi’nin adını
anmaktan çekinmiş, yahut gerçekten onun eserini görmemiş
olabilir. Fakat II. Bayezid’in gazabına uğrıyarak Herat’a kaçan
ve orada Nevâ’î ile Câmî’yi tanıyan Bihiştî’nin, Câmî’nin 889 da
yazdığı eserini gördüğü halde, Nevâ’î’nin aynı tarihte kaleme aldığı
eserini görmemiş olması düşünülemez.
Bununla birlikte Bihiştî, adını andığı üç üstaddan tamamiyle
ayrılmış, hikâyeyi büsbütün değiştirmiştir. Şair başka bir yol
tuttuğunu şü beyitlerle anlatıyor :
Növbet gelicek fakîre nâçâr
Makdûrumı itmegiçün izhâr
Bu tarz-ı cedidi itdüm îcâd
Makbül ola tâ olunca mi'âd
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 159

Bihiştî’nin kendinden önce gelenlerin eserinden aldığı mo­


tif, Mecnnn’u babasının Kâbe’ye götürmesidir. Bihiştî, Mecnun­
un kucağında ahu ile ölü olarak bulunması m otifini de Câmî’den
almıştır. Bibişti’de yer yer Cami’nin başka etkileri de görülür :
Kays ile Leylâ her iki eserde de Kerime’nin evinde buluşurlar.
Leylâ her iki eserde ayağı halhaihdır. Câmi şöyle tasvir eder :

Bihişti’ de şöyledir :
Kayşa çü beşaret itdi halhal
Şâd oldı dili vü oldı höş-hâl
Işitdi Kerîme bânk-i halhal
Karşuladı ol nigârı f i ’l-hâl
Öteki motifleri şu şekilde değiştirmiştir :
a) Leylâ’nın babası, kızının başkasına sözlü olduğunu Mec-
nun’un babasına söyler. Ancak bu adamın adı geçmez ve sahnede
de görülmez.
b) Nevfel, Leylâ’yı kabilenin emirinden ister. Babası redde­
dince kabile ile savaşa girer. Kabile yenilerek Necd’e goçeder.
Savaştan hiç bir sonuç alınmaz.
c) Leylâ Şerif’le birhkte Mecnun’u görmeğe gider. Onu vahşi
hayvanlar arasında bularak konuşur. Bu ilk ve son buluşmadır.
d) Leylâ Şerif’i tekrar Mecnun’ a gönderir. Fakat Mecnun
Şerif’i tanımaz.
e) Ölümünün yaklaştığını sezen Leylâ, Şerif’i üçüncü defa
Mecnun’ a göndererek çağırtır. Şerif, (Câmi’nin eserinde olduğu gibi)
Mecnun’u kucağında bir ahu ile ölmüş bulur. Leylâ’ya haber ver­
mek üzere döner. Leylâ da o anda ölür. Şair birçok motifleri atmış,
buna karşıhk tasvirlere çok fazla yer vermiştir. Bibiştı’nin eserinde
tasavvufî bir eda göze çarpar.
HAM DULLAH H AM DÎ’NÎN ESERİ

Akşemse’d-dînoğlu Hamdu’llah Hamdı (D. H. 853 = M . 1449


Ö.H. 909=M . 1503; Latîfî, Riyâzî ve Mecdî’ye göre Ö. H. 9 1 4 =
M. 1508), eserini H. 905 = M . 1499 da yazmıştır. Eserin bulunduğu
yer: İst. Üniver. K tp., T y., No. 800; Millet Ktp., Emiri manzum.
No. 1164, 1165 (1164 numaralı nüsha eksiktir). Eser varak ve
satır sayılarına göre 4080 beyittir.
Şairden bahseden kaynaklar : Sehî (s. 49), Latîfî (s. 136),
‘Aşık Çl., Haşan Çl., Beyânî, Riyâzî, Kâfzâde Tez. leriyle; Mecdî,
Şekâyık T. (s. 250), Enis, Akşemse’d-din menâkıbı-, Kâtib Çl.,
Keşf. (c. 1, s. 786); Evliya Çl., Seyâhat-ndme (c. 1, s. 135 ve 337);
MüstaMmzâde, MeceZZe (v. 189); Ayvânsarâyi, Hadîka (c. 1, s. 5)
Nâcî, Esdml (s. 126); Süreyya, Sicil (c. III. s. 160); Ş. Sâmî,
K L M . (c. III, s. 1982): Bursah Tâhir, ‘ OSM. (c. 11, s. 135); İs. An.
( c .V ,s . 183).
Hamdî eserine şu beyitle başhyor :
Çü ismü’llah ola ‘unvân-ı defter
Gerekdür tâ ebed olmaya ebter
Münacat, na’t, mi’raciyeden ve “ Terğîb-ı ‘ışk-ı dil-ârâ ve
duhül-i kışşa-i Mecnûn ü Leylâ” başlıklı bir manzume ile bir “ Me-
şel” den sonra “ Matla‘ -ı dâstân” başlığı altında şu beyitlerle hikâ­
yeye giriyor :
Dir ol efsâneye viren nizâmı
Bu üslüb üzre nazmitdi kelâmı
‘Arabda bir ulu varidi meşhûr
Benî ‘Amir ili anunla ma‘mûr

Hem ehl-i haşmet idi hem hıred-mend


Yoğidi eksiği illâ ki ferzend
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 161

Oğlu olmıyan bu adam Allah’a yalvarır. Allah duasını


kabul ederek bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını Kays koyarlar.
Kays küçükden güzellere tutkundur :
Meğer 'işkile gelmişdi ezelden
Anunçün varidi hazzı güzelden
Hemîşe ağlamağıle geçerdi
Güzel görse gülüp gözin açardı
Görüp hayran olurdı reng-i rüyi
Güzel görmese efğânidi hûyi
On yaşına gelince Kays’ı sünnet ettirip okula verirler. Okul
güzel oğlanlar ve kızlarla doludur :
Biri duhterlerün hûbidi hayli
Saçınun dâmı leylî nâmı Leylî

Anun ser-tâ-kadem ay idi cismi


Yaraşur Leyli olsa ayun ismi

Atası Seyyid-i kavm u kabile


Kim ola hüsnini şerh idebile

Dür-i nâsüfte pâkîze şadefden


Gül-i nev-reste gül-zâr-ı şerefden

B oyı serv-i sehi gibi nazar-gâh


Hevâsında yeler bâd-ı seher-gâh

Melek-rüy u melek-büy u melek-hûy


Ser-i ‘ âşık şaçı çevgSnına güy

Kara gözi ki yağmacı 'Arabdur


Cihâna fitne vü şûr ü şeğabdur

Şaçı tâvüs-ı cevlândur meselde


‘ Ikâb-ı âfet-i cândur ‘amelde

Ruhi devrinde hâli haylî höşdur


Haremde beslenür tıfl-ı habeşdür

Zihî dîzâr-ı dilber hüsn-i dil-bend


K i nakşına yazamaz Mânî mânend
F. II
162 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

ik i genç arasındaki aşk günden güne artar, nihayet :


Bularun hâli toldı kîl ü kale
Sünü sığmadı cehdile çuvala
Leylâ’nın anası haber alarak kızına nasihat eder. Leylâ inkâr
eder.
Anası :
Kılup her günde yüz dürlü bahane
İderdi Leylîyi mahbûs-ı hâne
Kays üzüntü içinde geceleri gizlice Leylâ’nın sokağını dolaşır.
Birgün, gözlerini bağhyarak kör dilenci kılığında Leylâ’nın çadırı
önüne gelip yere düşer. Leylâ Kays’ı tanıyarak yerden kaldırmak
üzere koşar; böylelikle görüşürler. Ertesi günü Kays yine gelir.
Sıklaşınca rakib haber alır, Kays artık Leylâ’yı göremez. Sahra­
ları dolaşır. Herkes “ mecnun” diye ona taş atar.
Babası Mecnun’u arar; nihayet bir viranede bularak nasihat
eder :
Didi tutup elin tur iy hevâ-dâr
Seni Leyli taleb eyler afia var
Mecnun sevinerek eve döner. Babası evde de nasihat eder.
Mecnun cevap verir :
Beyân-ı hâl iderken haste Mecnûn
Atasmun katında dide pürhün
Yeninden tâze kan oldı revâne
Ne nişter zarbı var ne bir bahane
Peder bîçâre çün gördi bu kanı
Tevehhüm muztarib eyledi cânı
Didi Mecnûn kayurma gam degüldür
K i bu rahat demidür kem degüldür
Meğer niş urdı kancı dest-i yâra
Bu kan andan akar bîzahm yara
Çu zevk-i vahdete vardı iki düst
Bir olur ikilik gidüp rek ü püst
(Gazel). Sevgilisinin hasretine dayanamıyan Mecnun, deve­
sine binüp Leylâ’nın diyarına gider. Necd’ de Leylâ’nın çadırını
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 163

görünce düşer; deve de dönüp gider. Mecnun’u arayanlar deveyi


görüp onu bulurlar.
Bir sabah Mecnun arkadaşlarıyle Leylâ’ya gider. Leylâ çadı­
rının önünde oturmaktadır. îkisi de sevinçten coşar. Fakat rakip
rahat bırakmaz. Geçidi köprüsüz bırakarak Mecnun’un yolunu
kaparlar.
Mecnun’un babası kabilenin ileri gelenleriyle Leylâ’yı istemeğe
gider. Leylâ’nın babası: “ Senin oğlun delidir; inanmazsan çağır
da halini gör” der. Mecnun’u getirirler :
01 esnada sek-i Leyliyi nâgâh
Görüp Mecnûn ciğerden eyledi ah
Yerinden turdı çün serv-i hırâmân
O kelbün ayağına düşdi giryân
Kokup gül gibi sürdi pâyine rü
K i hâk-i kûy-i dilberden gelür bû
Leylâ’nın babası Mecnun’u göstererek: “ ön ce delUiğini giderin
de sonra kızı isteyin” der. Mecnun’un babasıyle arkadaşları bu
cevabı alınca dönerler.
Babası Mecnun’a nasihat eder. Mecnun cevap verir (gazel).
Mecnun sızlanır, dert yanar; sonra kendini kaybedip yere düşer.
Babası Mecnun’u K a’be’ye götürür. Ona “ Halkaya yapış :
Leylâ’nın aşkından kurtarması için Allah’a dua et” der ;
Çû ‘ışkun adını Mecnûn işitdi
Gülerken şem' gibi girye itdi
Yerinden atılup çün halka-i mâr
El urdı halkaya çun zülf-i dil-dâr
Didi Y â Rab bu bende halka-dergûş
Gelüp kapuya dutdum halkasın üş
Kılup kaddümi halka bâb-ı ‘ışka
Beni ser kıl kamu eşhâb-ı 'ışka
O halka içre höş geçdikce çağum
Yer olsun halka-i yâra kulağum
Bana dirler ki ko ğavğâ-yı ‘ışkı
Cefâ-yı Leylîyi sevdâ-yi 'ışkı
164 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bu ğavğâdan serüm hâli gerekmez


Bu gamdan özge ahvâli gerekmez
Siyehdür di diler Leylî cemâli
Siyah olmasa müşk olmaz kemâli
Bunları duyan babası umudunu keserek döner.
Mecnun’un derdi gittikçe artar. Bu hali gören babası onu bu
defa da Şeyh’e götürür. Mecnun Şeyh’e :
Du'â eyle bana iy mürşid-i râh
Bu sevdâ tâc ola başumda her gâh
Geçince devr-i ‘ömri rûz-gârum
6am -ı Leyli ola ‘âlemde kârum
diye yalvarır. Babası kapının dışından bu sözleri işidince, bundan
da umudunu keser. Leylâ’nın kabilesi Mecnun’u, şahneye şikâyet
eder. Şahne Mecnun’u öldürmeğe karar verir. Bunu işiten
bir Âmisi gelip haber verir. Mecnunun babası, çöle koşarak
oğlunu arar, bulamaz; öldü sanırlar. Nihayet kabileden biri onu
bir viranede görür. Babası gelip nasihat eder; Mecnun derd ya­
narken düşüp kendinden geçer. Onu eve getirirler. Birkaç gün
sabreden Mecnun, üstünü başını yırtarak Necd’e koşar (gazel).
Güzel olduğu kadar olgun bir şair olan Leylâ, şiirler yazarak
bunları Necd yoluna atar. Bulanlar Mecnun’ a götürürler.
Bir bahar günü Leylâ arkadaşlarıyle gezmeğe çıkar. Tenha
bir yerde oturup sevgihsini düşünür, onun hayaline hitabederek
ağlar. Bu sırada ciğerler yakıcı bir şiir işitir :
Dil-i Mecnûn ider ah-ı seher-gâh
Niçün Leylî degül abından âgâh
Dil-i Mecnûn yakar tağ üzre tağı
Niçün Leyli teferrüc ide bâğı
Dil-i Mecnûn çeker cevr ü cefâyı
Niçün Leylî sürer zevk u şafâyı
Dil-i Mecnûna gelmez ğayr-ı Leylî
Niçün Leylî kılur ağyara meyli
Leylâ bunu işitince ağlar; sonra arkadaşlarıyle evine döner.
Kızlardan biri gördüklerini Leylâ’nın anasına anlatır. Anası Leylâ’yı
eve bahseder.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 165

Ibn-i Selâm Leylâ’yı görerek aşık olur. Hediyeler göndererek


Leylâ’yı ister. Babası: “ Biraz bekle; bu turfa meyva tozlandı;
bundan kurtulursa nikâh yaparız” der.
Nevfel, avlanmak üzere sahraya çıktığı zaman Mecnun’u
görür. Serüvenini işiderek ona acır; Leylâ’yı alacağını vadeder
(gazel). Mecnun bir içki sofrasında Nevfel’e vadini hatırlatır (gazel).
Nevfel bu sitem üzerine silâhlanır. Bir elçi göndererek kızı baba­
sından ister. Red cevabı alınca tehdit eder. Yine reddedilince
Leylâ’nın kabilesine hücum eder. Savaş olurken :
Çekerdi her kişi derd-i neberdi
Veli K ay sun kayusı Leyli derdi
İderdi her kişi sa‘y-ı meşâfı
Anun sa'yı der-i Leylî tavafı
Mecnun :
Sipâh-ı Nevfel içinde yelerdi
Gürûh-ı Leylîye nuşret dilerdi
sebebini soranlara şu cevabı verir :
Çün ol cânibdedür dizâr-ı Leylî
Dil-i Mecnûn size eyler mi meyli
Akşam olur, savaşı bırakırlar. Sabah olunca, Leylâ kabilesinin
yardım aldığını gören Nevfel, aracı göndererek barış ister. Mecnun
Nevfel’e sitem eder. O da bütün kabilelerden asker toplıyarak tek­
rar Leylâ’nın kabilesine hücum eder. Kabile yenilerek aman diler.
Nevfel kızı ister. Babası: “ Kızım da ben de senin yolundayız.
İster suya, ister ateşe at. Fakat Mecnun’ a kızımı vermem. O bizi
rüsva etti. Eğer sözlerimi kabul etmezsen kızımı öldürürüm”
der.Nevfel verecek cevap bulamaz. Arkadaşları da ilk savaşta onun
Leylâ kabilesine dua ettiğini söyleyince, Nevfel vazgeçer. Mecnun
yine sitemler eder. Nevfel: “ Leylâ’ dan vazgeç, sana başka bir
kız alayım” der. Mecnun bunu işidince bulut gibi kararıp gider.
Nevfel onu aratırsa da bulamaz (şair burada Hatifi’den de nakle­
derek, Nevfel’in Leylâ’ya aşık olması söylentisini esere katıyor).
Mecnun, atını vererek avcının elinden ahuları satın ahr.
Ahunun yüzünü gözünü öperek salıverir. Başka birgün silâhını
vererek yaban sığırım tuzaktan kurtarır. Karga ile konuşur.
166 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Birgün Mecnun, bir kadının, boynuna ip takılı bir adamı dolaş­


tırıp dilencilik ettiğini görerek kadına: “ Zincir Mecnun’a yakışır,
onun boynundan çıkar benim boynuma tak; ben para da istemem,
kazandığım senin olsun” der. Kadın sevinir; ipi Mecnun’un b oy ­
nuna takarak onu kapı kapı dolaştırır. Mecnun “ Leylâ” diye gazel
söyledikçe başına taş yer; nihayet Leylâ’nın kapısına gelir. Yüzünü
yere sürüp ağlar, yalvarır, coşar. Sonra zincirlerini kırar; secdeye
vardıktan sonra Necd’e döner.

Leylâ’nın babası birgün Mecnun’un Nevfel savaşından son­


raki halini anlatır. Leylâ sessizce ağlar.

Leylâ’nın güzelliği artmıştır. İbn-i Selâm malını ve hazinesLai


dökerek kızı tekrar ister. Babası da razı olur. Nikâh kıyıhr. Leylâ
“ meşşata” nm yüzüne sürdüğü düzgünü yolar. Anası ağlar, Leylâ
şu cevabı verir :

Size ahum irişmez irdi göke


Sözin kes kim bıçak irdi sünüge

Benüm yokdur kabile birle kârum


Bana kıble yeter dîzâr-ı yârum

Zifaf gecesi, Leylâ Ibn-i Selâm’ın evine gider. Yalnız kaldık­


ları bir anda, elini uzatmak isteyen kocasına Leylâ bir tokat atarak ;

Didi ya bu “^amelden eyle perhiz


Y a seni öldürürem ya beni tîz

İkende miveye el sunma güstâh


K i ğayrun mülkidür bu mive-i şâh

İbn-i Selâm uzaktan bakup konuşmakla yetinir.

Mecnun geçen bir athdan Leylâ’nın evlendiğini haber alarak


kendini kaybeder. Ath “ Şaka söyledim; Leylâ nikâhlanmıştır, ama
kocasının eli eline değmemiştir” deyince. Mecnun kendine gelir
(gazel). Mecnun mektup yazarak Leylâ’ya sitem eder :

Benimçün bu mesel oldı muhakkak


Gün itdi kaltaban kazandı kaltak
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ YE MECNUN 167

Rakib âhûyı avladı itidi


Emek bana yemek ana bitidi

Beni sen mümkin olmaz idesin şâd


Seni ben mümteni'dür itmeyem yâd
Gamunsuz obcak şâd olmazam ben
Harâb olmadam âbâd olmazam ben
(Gazel). Leylâ cevap verir :
Şafak gibi demüm dökerse düşmen
Yolunda şâdıkam çun şubh-ı rûşen
Lebüm çün kim şerâb-ı lâle-gûndur
Senün ğayrnna zehr-âlûde hûndur
Bir bahar günü, arkadaşları Meenun’u Necd’ de vahşi hayvan­
lar arasında bulurlar; gezmeğe götürmek isterler. Mecnun insan­
ların vefasızlığından şikâyet eder.
Mecnun bir gül görerek Leylâ’yı hatırlar. Coşarak ona gider.
Çocuklar Mecnun’a taş atarlar. Leylâ’ bu hah görünce üzülür;
onu evine götürerek kendi sebep olduğu için özür diler. Gizlice
konuşurlar. Rakip haber alarak kıhçia Mecnun’a hücum eder.
Kılıcı tutan el birdenbire kurur. Rakip kılıcı sol eUne alır. O da
kuruyunca hemen Mecnun’un ayağına düşüp yalvarır. Mecnun
acıyarak dua eder; rakibin kuruyan elleri iyi olur. Mecnun tekrar
Necd’e döner.
Babası Mecnun’u arayıp bulur ona nasihatler eder. Mecnun
tövbe edip babasının nasihatini tutmak ister; fakat elinde değildir;
yanıp yakılır. Babası umudunu keser; veda edip döner. Birkaç
gün sonra ölür. Mecnun babasının ölümünü işitince ağlar, k o­
şup mezarı üstüne düşer.
Mecnun vahşi hayvanlar arasında yaşamaktadır. Birgün
“ Leylâ” ve “ Mecnun” adlarının bir yerde yanyana yazılmış olduğu­
nu görür :
Yerinden el urup ol nakşı aldı
Tıraş itdi refiki kendü kaldı
Didi anı gören kim bu ne tedbir
Tıraş olup bu şüret ol kala bir

Biti = alın yazısij kader, kısmet.


168 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Didi bu ‘ışk işi birlik işidür


İki gören biri ahvel kişidür
Odur ‘âşık eğer arınsa varı
Vücûdında bulunmaz ğayr-ı yârı
Didiler kıl bu sırra hem beyânı
O gitdi sen niçün kaldun nişanı
Didi gayret degül mi andan iy dûst
K i ‘âşık mağz ola ma'şûk ola püst
Mecnun, gözleri Leylâ’ya benzediği için bir geyiği çok sever.
Her tarafdan Mecnun’u görmeğe gelip ona yiyecek getirirler,
Mecnun bir parçasını alır, gerisini vahşi hayvanlara verir (hikâye).
Mecnun yıldızh bir gecede yıldızlara yalvarır.
Mecnun birgün bir athnm geldiğini görüp karşılar. Atlı Leylâ-
nın kendi için ağlayıp sızladığını söyliyerek gönderdiği mektubu
verir. Leylâ :
Nedür ahvâlün iy yâr-ı kadîmi
Belâ deryâsınun dürr-i yetimi

Senlin 'ömrün geçer ol seng içinde


Benüm rüzum bu habs-ı teng içinde

Eğerçi ğayrile cüft oldı ismüm


Veli cüft olmadı cismine cismüm

diyerek özür diler; babasının ölümüne acınarak onu teselli eder.


Mecnun şöyle cevap verir ;
Beni mesteyledi hüsnün hayali
Görünmez gözüme şüret vişâli
Bana ma‘nî yeter şüret gerekmez
Bana vahdet gerek vuslat gerekmez

Çu sen ben perdesi gitdi aradan


Belâsı düşmenün bitdi aradan

Çu sen ben perdesi ortaya girmez


Seni benden dahi kimse ayırmaz
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 169

Olup ma'şûk u 'âşık 'işkile bir


Firak u vaşla aşlâ kalmadı yir
Leylâ, birgün fakirlere yemek dağıtır. Bunu duyan Mecnun,
kıbk değiştirerek elinde kâse ile gelir. Leylâ onu tanır; fakat
tanımazlıktan gelerek elindeki kâseye kepçe ile vurur. Kâse kırılır;
Mecnun sevinir.

Didiler halka eylerken vefayı


Sana cevritdi sürersin şafâyi
Mecnun şu cevabı verir :
E gerçi şûretâ bu iş cefâdur
Velî ma'nî yüzinden merhabâdur
Dayısı Selim-i Âmiri Mecnun’u görmeğe gelir. Onu dağ başında
basta bulur. Etrafı vahşi hayvanlarla çevrilmiştir. Selim getirdiği
elbiseyi heybesinden çıkarıp verir. Mecnun istemez, nihayet ısrar
üzerine alıp giyer. Selim’in getirdiği yemekten bir lokma alarak
kalanını vahşi hayvanlara verir (hikâye).

Bir gece Leylâ kimse olmadığını görerek evden çıkar, bir yol
kenarında oturur. Oradan geçen bir ihtiyara Mecnun’u sorar.
İhtiyar, onun Leylâ’ dan başkasını düşünmediğini, onun adından
başka bir söz söylemediğini anlatır. Leylâ: “ Leylâ benim” der ve
kulağından çıkardığı küpeleri vererek, Mecnun’u alıp getirmesini
rica eder. İhtiyar birkaç gün aradıktan sonra Mecnun’u bulur,
Mecnım sevinerek ihtiyarla birlikte kararlaştırılan yere gider.
İhtiyar Leylâ’yı da alıp getirir, Leylâ yaklaşır :

Buyurdı pire kim iy höş-dem âdem


Yanaram bir adım ger artuğ adam

Eğerçi ol halâle virmedüm dil


Harâma hem-nişîn olmak da müşkil
Harama ger harîm olam helâkem
Diyanet mezhebinde 'ayb-nâkem

Dil-i dilber ki ‘ âşıkdur tamâmı


Bilürem ol da höş görmez haramı
170 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ kendinden geçmiş yatmakta olan Mecnun’ u görüp acır;


Mecnun kendine gelip de Leylâ’yı görünce sevinir. İhtiyar onu
sınamak için :
Nola gelse kenâruna nigâruü
Gül ü gül-zâr ile tolsa kenâruü
der. Mecnun kızarak şu cevabı verir :
Çun oldum büy-ı meyden böyle ser-mest
Meye ne kudretüm var ki vuram dest
Şiir okur (gazel), sonra hayaller kurar :
Lebünden nûşidem câm-ı şabühı
Bulam her cür'ada bin bin fütûhı
İlahi baüa bu devletlü rûzı
Dilerem ol sanemden eyle rûzî
diyerek sahranın yolunu tutar, Leylâ çadırına döner.
Selâm-ı Bağdadi Mecnun’un şiirlerini duyar : onu arayıp bulur.
Mecnun’ un yanında kalmak ister; Mecnun : “ Bu yol tehlike­
lidir; bir iki gün kalsan durmaz kaçarsın” der. Bu söz Selâm’ın
gücüne gider, İsrar eder; nihayet kalır. Mecnun’un halini görünce
nasihata kalkar; Mecnun :

Didi sanma beni şüret-perestem


Y a şehvet badesi nûşile mestem
Beni 'ışk-ı ezel sultân idüpdür
Hevâma hükmim ferman idüpdür

Çu buldun şohbetüme furşat-ı râh


Melâmetden zehânun eyle kûtâh
diye cevap verir. Selâm-ı Bağdadi Mecnun’un şiirlerini toplar.
Azığı tükenince veda edüp gider. Şair Mecnûn’un halini şöyle
anlatıyor :
O höd cümle hünerde kâmUidi
Adı divâne kendü ‘âkilidi
Anı her bihaber mecnûn şanurdı
Eğer hâUn hileydi utanurdı
(hikâye, gazel).
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 171

Amcasının kızı Zeyneb’i seven, fakat sevgilisi zengin bir adam­


la evlendirildiği için kederli olan Zeyd, Leylâ’nın dert ortağıdır.
Leylâ onunla Mecnun’a selâm gönderir, hatırını sorar. Birgün
Mecnun’un şiirlerini dinleyen Zeyd ona nasihata kalkar. Mecnun :
Didi Zeyde ki germ olma ziyâde
Dafei puhte degülsin bu yuvada
Nigârumdan haber virmekde ersin
Belâ nakşında ammâ bihabersin
Bana sen gerçi dîvâne didün nâm
Velî dîvâne oldur ola höd-kâm
Zeyd yanıldığını anhyarak susar.
İbn-i Selâm ölür, Leylâ iki yıl için mateme girer; bu bahane
ile rahatça ağlar(gazel). Zeyd rakibinin ölümünü Mecnun’a müjde­
ler. Mecnun ağlar, sızlar ve Zeyd’e: “ O öldü, sen esen kal diyorsun,
îbn -i Selâm canını Leylâ’ya verdi desen daha doğru olurdu. Benim
için cihan Leylâ’ dır, benim canım ona kurban olsun” der. Zeyd
cevap olarak; “ Birgün Mecnun ile Leylâ’nın nakışlarını hir arada
görüp Leylâ’nın adını kazımış ve aşk ikiyi tek yapar demiştin.
Ben de onun için bu sözü söyledim” der. Mecnun Zeyd’e hak verir.

Leylâ ıstırap içindedir. Matem müddeti bitince Mecnun’u


görmek ister; Zeyd’e onu getirmesini rica eder. Mpcnun etrafını
saran vahşi hayvanlarla birlikte Leylâ’ya gider. Leylâ ve Mecnun
birbirlerini görünce kendilerinden geçerler. Yarım gün yol üstünde
baygın yatarlar. Kendilerine gelince Leylâ Mecnun’un elinden
tutup çadırına götürür ;

Ki bu 'ışk-ı haMkî bîğarazdur


Bunı şanma ki şehvani maraz dur

O gün har -gâh içinde ya'ni Leyli


Gönül mihmânını höş gördi hayli
Müşerref itdi anı vuşlatile
Müzeyyen kıldı nâzük hıl'atile
Ridâ vü tavk oldı zülf ü sâ'id
Zihi tâli' zihî baht-ı musâ'id
172 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Kolından boynına takdı hamâyıl


Rakib-i dîve tâ kim ola hâyil
Şarâb-ı bûseyile kıldı bihüd
Zihî lutf u vefa vü mihr-i pürcûd
Kenar itdi başıp pehlûya güstâh
İki ter gül bilirdi sanki bir şâh
Elif gibi iki toğru vefâ-dâr
Tolaşdı birbirine lâmelif var

Birgün bir gece o halde kabrlar. (Leylâ ve Mecnun’un


gazelleri).

Sonbakar gelir; Leylâ sararıp solar. Ömrünün sona erdiğini


anlıyarak anasına vasiyet eder ; “ Ölüdüğümde sevgilimin ayağının
toprağını gözüme sürme olarak çek, kabrimi sevgilime karşı döndür,
benim için kıble odur, tâ ki işidince mezarımı ziyarete gelsin” .
Leylâ ölür; kabilesi ağlaşır. Ölüyü gömerler. Arap kavmi karalar
giyüp matem tutar.

Zeyd, Leylâ’nın öldüğünü Meenun’a haber verir. Mecnun


kanlı yaşlar dökerek dövünür; üstünü başını yırtar; düşüp bayılır.
Sonra Zeyd ile birlikte sahraları dolaşır. Leylâ’nın kabrine gider,
sürünerek kabri kucaklar, yanıp yakıldıktan sonra tekrar Necd’e
döner (gazel).'

Mecnun günden güne erir. Tekrar Leylâ’nın mezarına giderek


onu kucaklar. Vasiyet edecek kimse yoktur; Allah’a yalvarır :
Bu mihnetden beni âzâd eyle
îrişdür vaşl-ı yâra şâd eyle

diyerek can verir. Bir yıl öylece kalır. Vahşi hayvanlar etrafını
aldığı için kimse görmez. Bir yıl sonra hayvanlar dağılınca görürler.
Mecnun’un cismi dağılmış kemikleri kalmıştır. Kemikleri toplayıp
Leylâ’nın yanına gömerler :

Hem ol mehd-i mübarek oldı meşhûr


Varup şıhhat bulurdı anda rencür
Bu hâle çünki halk agâh oldı
Cihan halkına hâcet-gâh oldı
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 173

Zeyd, birgün rüyasında bir bahçe içinde tahta kurulmuş iki


melek görür. Orada hizmet eden ihtiyara bunların kim olduklarını
sorar, ihtiyar cevap verir : “ Biri Leylâ, biri Mecnun” . Zeyd gör­
düğü rüyayı halka haber verir.
Son b e y it :
Tokuz yüz beşde bu nazm-ı cevahir
Bihamdi’llah Hamdi oldı âhir

Hamdu’llah Hamdi, eserini H. 905 de yazdığına göre, kendin­


den önce gelen Nizâmı, Husrev, Nevâ’î, Cami ve Hâtifî’nin belki de
Şâhidî’nin eserlerini görmüştür. Ancak Nevâ’î’nin etkisi onda yok ­
tur. Husrev’ le Câmî’nin izleri ise çok azdır. Hamdi, Nizâmî’nin
eserini örnek olarak alnuş ve H âtifi’den çok faydalanmıştır :
Kays’ın küçükten güzellere tutkun olması, kör dilenci kıbğıua
girerek Leylâ’yı görmeğe gitmesi, Leylâ’nın köpeğini görünce
ayağına kapanması, babasının Mecnun’u Kâbe’ den başka Şeyh’e de
götürmesi, Leylâ’nın kendini süsUyen “ meşşata” nın yüzüne
sürdüğü düzgünü yolması, rakibin kıhçia Mecnun’a hücum eder­
ken ellerinin kuruması motiflerini, Hamdi H atifi’den almıştır.
Hattâ Nevferin savaştan sonraki durumunu anlatırken. Nizami
ile Hatifi’deki motiflerin her ikisini birlikte anlatır.
Şair, H atifi’nin, hekimlerin tavsiyesi, İbn-i Selâm’ın Leylâ’yı
boşaması, Leylâ’nın Mecnun’ a “ Beni babamdan iste” demesi, Mec-
nun’un bir ağacı kesilmekten kurtarması, Leylâ’nın kervanla
giderken uyuyakalması ve Mecnun’a rasthyarak görüşmesi, Leylâ’ ­
nın anasımn Mecnun’a “ Gel birlikte ağbyahm” demesi motiflerini
eserine almamıştır.
Leylâ’mn arkadaşlariyle “ çemen-zar” a giderek orada Mecnun’ -
un gazeUni okuyan adama rast gelmesi m otifi ile arkadaşlarının
Mecnun’u ziyareti m otifi de ilk defa Husrev’ de geçer. Husrev’de
Mecnun Leylâ’yı görmek umudıyle arkadaşlarına uyarak “ çe-
men-zar” a gider. Hamdi’de Mecnun arkadaşlarımn gezme tekli­
fini kabul etmez, insanların vefasızlığından şikâyet eder. (Bundan
sonraki eserlerde bu m otif hep bu şekilde tesbit edilmiştir).
Hamdu’Uah Hamdi, Cami’ den de “ Leylâ’nın fakirlere y e­
mek dağıttığım duyan Mecnun’un kâse ile Leylâ’ya gelmesi”
m otifini almıştır.
174 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hamdî’de bazı küçük eklemeler de vardır :


a) Mecnun devesine binip Leylâ’yı görmeğe gider. Necd’ de
Leylâ’nın çadırlarını görünce düşer. Deve dönüp gider.
b) Mecnun arkadaşlarıyle birlikte Leylâ’ya gider. Çadırının
önünde Leylâ ile konuşur. Rakip rahat bırakmaz, Mecnun’un
yolunu kapar.
Hamdî’de, şu m otif de vardır : “ Babası Mecnun’u eve getirerek
nasihat eder. Mecnun cevap verdiği sırada yeninden kan akmıya
başlar. Babası merak eder. Mecnun :
Meğer niş urdı kancı dest-i yâra
Bu kan andan irür bizahm yara
diye cevap verir” . Bu m otif Türk edebiyatında ilk defa Hamdu’l-
lah Hamdi’nin eserinde görülür.
Hamdi’de yer yer tercümeler de vardır. Meselâ Nizami,
Kabe’ de Mecnun’a şöyle söyletir :

Hamdi’de bu mısra şöyledir :


Bana dirler ki ko ğavğa-yı ‘ışkı
Meenun’la Leylâ buluştukları zaman Leylâ daha fazla yaklaş­
mağa cesaret edemez. Nizami Leylâ’ya şöyle söyletir :

ûıJ

Hamdî Leylâ’ya şöyle söyletir :


Buyurdı pire kim iy höş-dem âdem
Yanaram bir adım ger artuğ adam

Harama ger harîm olam helâkem


Diyanet mezhebinde ‘ayb-nâkem
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 175

Dil-i dilber ki ‘aşûkdur tamâmı


Bilürem ol da hoş görmez haramı
Nizâmi’de “ şair-i ilhaki” ihtiyara şöyle söyletir :

(1/ ^ ^

ıJjl __ -“I jlj

Mecnun şu cevabı verir :

Jiî öl y j 1j

Hamdi’de şöyledir :
Nola gelse kenâruna nigârun
Gül ü gül-zâr ile tolsa kenârun

Çün oldum bûy-ı meyden böyle ser-mest


Meye ne kudretüm var ki vuram dest
Nizâmî’de “ şair-i ilhaki” Zeyd’in sözüne karşı Mecnun’ a
şöyle söyletir :

ç C—ıv1 Ij O

Hamdi’de şöyledir :
Baüa sen gerçi divâne didüü nâm
Veli dîvâne oldur ola höd-kâm
Nizâmî’de “ şâ'ir-i ilhaki” Leylâ ile Mecnun’un aşkı için şöyle
söyler :

c—^ Jİ.P (> ıs'

jl 1
176 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hamdî’de şöyledir :
K i bu ışk-ı hakıH bîğarazdur
Bunı şanma ki şehvanî marazdur

E lif gibi iki toğru vefâ-dâr


Tolaşdı birbirine lâmelif vâr
Bu parçaları hemen her şair Nizami’den tercüme etmiştir.
Hamdî’ H âtifi’den de buna benzer aktarmalar yapmıştır.
Meselâ H atifi de, zifaf gecesi Leylâ İbn-i Selâm’ı tokatladıktan
sonra şöyle söyler :
j î J .Î

Hamdi’de şöyledir:
îkende mıveye el şunma güstâh
K i ğayrun mülkidür bu mîve-i şâh
AHM ED R IZ V Â N ’IN E S E R l

II. Bayezid’m sancak beylerinden Tütünsüz Ahmed Rızvân,


eserini H. 906=M . 1500 den önce yazmıştır. Eser bendeki yazmalar
arasındadır. Başka nüshasına rastlamadım.
Şairden bahseden kaynaklar: Sehî (s. 36); Latifi (s. 88); Haşan
Çl. Tez. leri, Hıbri, Enis, Müstakimzâde, Mecelle (v. 232); Süreyya,
Sicil (c. l,s. 198); Ş. Sâmî K L M (e. 1, s. 799).
Müellifin bugün elimizde bulunan eserleri Husrev ü Şirin',
Leylâ vü Mecnûn ve İskender-nâme'’Air .
Başından, sonundan ve aralarından bazı yaprakları eksik olan
nüsha şu beyitle başhyor :
Kılursın kuUaruna n z ^ Ibsmet
Bu !^smet içre var bin dürlü hikmet

Eksik olan münacat Ue na’ t ve mi’raciye’ den sonra, “ Mukaddeme-i


kitab, Der hal-i hîş, îbtida-i sühan, Sıfat-ı şeb (eksik), gazel, Der
sabıka-i nazm-ı kitab-ı Leylâ vü Mecnun başhkh manzumeler
geliyor (eksik)” . Bundan sonra asıl hikâye başlıyor. Hikâyenin
başlangıcı da ek siktir.. . Şu beyitlerle K ays’ın doğduğu belirtilmiş
oluyor :
Şadefde lûlü-yı höş-âbidi ol
Yehüd ma'dende la‘l-i nâbidi ol
Görünce atası oğh cemâlin
‘ lyân gördi hemân ferhunde fâlin
Çocuğun adını Kays koyarlar. Kays daima ağlamaktadır. Birgün :

Müellif ve eserleri için bk. Agâh Sırrı Levend, Türk dili dergisi, aralık
1951, sayı, 3, Ahmed Rızvan’ ın Iskender-name'si ve nisan 1952, sayı 7, A h­
med Rızvan’ m Leylâ ve M ecnun’u.
P. 12
178 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Gözi bir mehveşe nâgeh olup tuş


Kesildi ağlamakdan oldı hâmûş

Kızı görmeyicek eylerdi nâle


Dönerdi ol zamân bedr-i hilâle
Olurdı göricek yüzini dil-şâd
Cihan kayğularından cümle âzâd

Bunun mânendi tıfl olmaz didiler


Beşer fikri buna irmez didiler
Cihan içinde biç olduğı mı var
Ki bir tıfl ola ‘işkile dil-efgâr
Didiler ‘ akıbet mecnûn olayu
Şaçı leylîsine meftûn olayu
Ola ‘işkile ‘âlemde nişane
Cihân içinde rüsvâ-yı zamane

Kays on dört yaşına gelince sünnet ettirip okula verirler.


Okul güzel çocuklarla doludur :
Ve lîkin içlerinde biri fettân
Nigâr-ı sîb-ğabğab nâr-pistân
Gözi âhü özi müşkin ğazâle
Şaçı sünbül yanağı Lerk-i lâle
Şaçı dâmile cânı kaydiderdi
Girişmeyle cihânı şaydiderdi
‘Arab mâhıyidi ruh gösterürdi
‘Acem türki bigi dil aparurdı
Ruhi zülfi çu şebdür bağa düşdi
Ye meş'aldür ki çeng-i zâğa düşdi
Dehânı gerçi kim zahirde yokdur
Beli teng-i şeker veş kadri çokdur
Özi mahbübe-i beyt-i cuvâm
Sözi helvâ-yı şehd-i zindegânî

** Olayu = olacak, tarihi gramer bakımındau çok önemlidir.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 179

Çü her kalbün ana varidi meyli


Konurdx ismi şaçı bigi Leylî
Kays ile Leylâ sevişirler. Kays derdini arkadaşlarına açar;
onlar: “ Bu sevdadan vazgeç; birlikte eğlenelim” derlerse de Kays
kulak vermez. Nihayet aradaki aşk saklanamıyacak hale gelir :
Şu denlu eyledi 'ışk am meftûn
K i görenler didi ismine Mecnûn
Bunu duyan anası Leylâ’ya nasihat eder :
Dahi varma muallim-hâneye sen
Okumağı dahi terkeyle ahsen
Adım atma bu evden taşra bir dem
Bu sırrı tuymasun hergiz baban hem
der. Leylâ inkâr eder. Anası bu inkârdan teselli bulmakla birlikte :
Velî iderdi gine ihtiyatı
Anufiçün bağladı bâb-ı neşâtı
Kapudan taşraya çıkarmazidi
Ana gün yüzini göstermezidi
Birbirini göremiyen Kays ile Leylâ gece gündüz ağlarlar.
Mecnun her sabah Leylâ’nın evini dolaşır; Leylâ’nın bulunduğu
Necd dağına çıkar; ağlayıp inliyerek gazallerle sohbet eder.
Mecnun kör dilenci kıhğmda girerek Leylâ’nm diyarına gider;
kapısı önüne gehnce ayağı sürçüp düşer. Herkes başına üşüşür.
Bunun Kays olduğunu anlıyan Leylâ, koşup yerden kaldırır. îk i
sevdah konnşurlar. Mecnun dilenci kılığıyle bir kere daha Leylâ’nın
kapısına gider.
Çu gördi bunları bir nice hâsid
Hemân-dem ^Idılar çok fikr-i fâsid
Mecnun’un yine ihtiyarı elden gider; şehir pazar demiyerek
dolaşır.
Mecnun’un babası, kabile halkını topbyarak oğlunun halini
anlatır. Her biri bir çare tavsiye eder. Nihayet Mecnun’u Leylâ
ile evlendirmeğe karar vererek, kızı babasından istemeğe giderler :
“ Şah-ı Amir” in geldiğini duyan Leylâ’nın babası karşılamağa
çıkar; misafirleri ağırlar; fakat teklifi duyunca :
180 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Senün divânedür ferzendün iy şâh


Degüldür bînevâya lâyık ol mâh

Ana evvel deva eyle 'ilâç it


Bes andan şonra ‘ arz-ı ihtiyâç it

diyerek reddeder. Mecnun’un babası utanarak kabile balkıyla


döner. Mecnun’a nasihat ederek : “ Leylâ’ dan vazgeç sana başkasını
bulahm” der. Bunu işiten Mecnun ağlar, yakasını yırtarak dağa
çıkar (gazel).
Babası Mecnun’u dağda arayıp bulur; nasihat ederek eve
getirir. Anası oğlunun saçlarını keserek elbisesini değiştirir. B abası:
“ Kabilede güzel bir kız var, onu sana alahm” der. Mecnun bu
nasihatlerin faydasız olduğunu söyler ve :

Bu sevdadan ve İlkin şerm-sârem


Perîşânem bu gamdan bîkarârem

diyerek yine dağlara çıkar.

Babası Mecnun’u Kabe’ye götürür. Leylâ’nın aşkından kur­


tulmak için Allah’a dua etmesini söyler. Bunu işiten Mecnun biraz
ağlar; sonra Kâbe’nin halkasına yapışarak dua eder :

K i Leylî 'ışkııu bende müdâm it


Anun ‘ış]^yile 'ömrüm tamâm it
Gözüme sürme-i 'ışM e vir nür
Gözüm şol tütyâdan eyleme dür

Beni irgür bu 'ışkun gayetine


Yetişdür 'ilmümi mâhiyyetine

îlahi Leylîyi katunda hâş it


Yavuz gözden yavuz dilden halâş it

Pür olsun 'ışkınun hamrile cânum


Yücelsün zikrile 'âlemde nâmum

Tenümden bir nefes ayrulmasun 'ışk


Derûnumdan dahi dür olmasın 'ışk
T Ü R K E D E B İY A TIN D A LE Y LÂ V E
d
MECNUN 181

bunları işiten babası Mecnun’uyüzlemez. Fakat oğlunun Leylâ’nın


delisi olduğunu anhyarak umudunu keser. Kabile halkına anlatır.
Onlar da Mecnun’ dan umudlarını keserler.
Koyup Mecnünı râbat eylediler
Kamu andan feragat eylediler
Mecnun’un yolu birgün Leylâ’nın bulunduğu yere düşer.
Leylâ Mecnun’un geldiğini anlayınca sokağa fırlar; sevgilisinin ha­
lini görerek ağlar; içi yanar; dadısından utanarak söz söyliyemez.
Fakat bir aralık fırsat bulup hahni anlatır ve :
Güli dirmek dilersen sen selâmet
Var iste bâğ-bânmdan icâzet
der. (gazel).

Mecnun Leylâ’nın diyarından ayrılnaaz. Bunu anhyan kabile


halkı Mecnun’u öldürmeğe karar verir. Babası bunu işidince oğlunu
aramağa çıkar. Mecnun bir köşede kendinden geçmiş yatmakta
ve gazeller okumaktadır (gazel). Mecnun’u bulan babası nasihat
eder. Mecnun : “ Ben bu diyara kendi gönlümle gelmedim; elimde
ihtiyarım yok ” diye şikâyet eder (dört beyitlik keklik ile karınca
hikâyesi). Babası Mecnun’u göğsüne basıp eve getirir. Mecnun bir
kaç gün sabrederek işkenceye katlanır. Sonra tekrar dağlara kaçar.
Mecnun’un söylediği gazeller her tarafa yayılır. Leylâ da
Mecnun için şiirler yazar, yazdığı şiirleri güvercinin ayağına bağ­
layıp Mecnun’ a yollar. Arasıra yol üzerine bırakır. Bunları oku­
yanlar Mecnun’ a götürürler.
Babası Mecnun’u bir Şcyh’e götürür. Şeyh Mecnun’u görünce
onun halini anlar; fakat babasının hatırı için dua eder (eksik).

Bir bahar günü Leylâ arkadaşlarıyle gezmeğe çıkar. Hep


birlikte bir kaç gün yiyüp içip sohbet ederler. Birgün Leylâ bun­
lardan ayrılarak bir servi dibine yahnız başına oturur. O sırada
geçen biri Mecnun’un şiirlerini okur :

Olur Leylî çün ağyârile hufte


Hadeng-i hâr i der Mecnünı süfte
Kılur Mecnûn ğam-ı derdile nâle
îder Leyli çemende seyr-i lâle
182 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Teni Mecnûnun oldı derdile dâğ


Veli Leylî hevâsı gül-şen ü bâğ
Belâ kûyında Mecnûn turmaz ağlar
Güler bağında Leylî her dem oynar

Bunu işiden Leylâ ağlayıp dövünür. Kızların biri bu hali


uzaktan görür; şehre dönünce Leylâ’nın anasına haber verir.
İbn-i Selâm Leylâ’yı görüp aşık olur; bir elçi gönderip
babasından kızı ister. Ana baba razı olurlar; fakat birkaç gün
mühlet isterler. Bunu işiden Leylâ ağlar. Kadı ile müftü nikâh
için ısrar ederlerse de Leylâ razı olmaz; üstünü başını yırtar :
İki şâh ola mı bir mülke ser-ver
Olur mı bir zene şehver iki er
Nedür bu fikr-i fâsid bu 'abeş rây
Bir ayak müzeye sığmaz iki pây
Benem derdinden ol yârun ciğer-hûn
Bana kimse gerekmez ğayr-ı Mecnûn
der. Edilen nasihatlerin hiç birini dinlemez. İbn-i Selâm gücenerek
döner.
Düğün halkı kamu tağıldı gitdi
Görenler Leylîye tahsînler itdi

Nevfel birgün ava çıktığı sırada, vahşi hayvanlar arasında


oturan Mecnun’u görür. Kim olduğunu öğrenince acır; yanına
çağırarak onunla ahbab olur. Mal ile olmazsa kahrile Leylâ’yı
ona alacağım vadeder; “ Fakat sen de deliliği bırak, aklını başına
topla; bir müddet benimle kal” diye nasihatler eder. Mecnun
Nevfel’in sözünü dinler, verdiği elbiseyi giyer; meclisinde bulu­
narak ona gazeller okur. Nevfel birgün Mecnun’un sitemi üzerine,
Leylâ’nın kabilesine elçi göndererek kızı ister. Red cevabı ahnca
bir daha haber gönderir. Yine red edilince askeriyle Leylâ kabilesi
üzerine yürür. İki taraf çarpışır; Mecnun barış için dualar etmek­
tedir. Nevfelliler çok savaşırsa da Necd kavmi kazanır. Leylâ
kabilesinden bir ulu kişi atından inip: “ Niçin beyhude çarpışı­
yorsunuz ” diye sorar. Nevfel de: “ Sebeb Leylâ’ dır; onu verirseniz
barışırız” der. Aracılar iki tarafı barıştırırlar. Mecnun Nevfel’e
sitemler eder, Nevfel utanır: “ Askerimde takat kalmadığı için
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 183

barışmak zorunda kaldım. Allah fırsat verirse Şiraz, Bağdad,


Irak ve Horasan’ dan asker toplıyarak tekrar savaşırım” der.
İkinci savaşta Nevfel üstün gelir. Leylâ’nın kabilesi aman diler :
Koyup sercümlesi başına toprak
Didiler Nevfele iy sâye-i Hak
Bize rahmeyleyüp şâhâ zahir ol
Ayakda kalmışuz gel dest-gîr ol
Leylâ ’nın babası ; “ Kays benim namusumun şişesini kırdı:
beni rüsva etti. Eğer bu işten vazgeçmezsen gider Leylâ’nm başını
keserim” der. Verecek cevap bulamıyan Nevfel çekilip gider.
Mecnun ağlar (eksik).

Mecnun Leylâ’yı hatırlıyarak ağlar; sahraları dolaşır. Birgün


bir bahçıvanın bir ağacı kesmek istediğini görür; mücevherini
vererek ağacı satın alır. Ağacın dibinde oturarak sevgUisini düşü­
nür; onun için ağlar.
Mecnun birgün bazusundaki la’li vererek avcıdan ahuları
satın ahr (eksik). Başka birgün avcıya nasihat eder. Avcı tuttuğu
ahuları sahverir.
Mecnun, eli ayağı bağlı bir ihtiyarı yedip götüren bir kocakarı
görerek, ihtiyar yerine kendini bağlatır (eksik), Leylâ’ya hitabeder;
sonra zincirlerini kırarak Necd’e kaçar. Bunu işiten kabilesiyle
anası babası umudlarını keserler.
Leylâ, kabilesinin yenildiğine sevinir, fakat babası gehp de
Nevfel’in ısrarından vazgeçtiğini, îbn-i Selâm içİQ bahane kal­
madığını söyleyince kederlenir (îbn-i Selâm’ın terkrar Leylâ’yı
istediği başhktan anlaşıhyor, fakat eksik).

Babası Mecnun’u tekrar arayıp bularak getirdiği elbiseyi ona


geydirir, nasihatler eder (eksik). Fakat fayda vermediğini görünce
daha fazla ileri varmaz, dönüp gider. Mecnım’un babası ölür.
Bunu haber alan Mecnun babasının mezarına koşar, ağhyarak
kabrini kucaklar, ağıtlar söyler (eksik).

Birgün Mecnun :
Görüp bir yerde kim Leylî vü Mecnûn
Yazılmış ikisi pürhüsn ü mevzûn
184 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Urup dimağını bozdı birini


Refikin kazıyup kodı özini
Görenler didi müşkil yola gitdün
Ikiyiken rakam niçün bir itdün
Didi ‘ışk işidür 'âlemde birlik
ikilik olıcak olmaya birlik
Didiler dahi neyidi ki İpidun ■
Tıraş itdün anı sen bâH kaldun
Didi lâyık degül ağyâr olup dûst
K i ben mağz olam ol yâr ola pûst
Mecnun vahşi hayvanlarla arkadaşlık eder (Nizami’nin köpek
hikâyesi). Şair Mecnun’u şöyle tasvir ediyor :
E gerçi zâhirâ dirlerdi Mecnûn
Velî fikr ehliyidi çun Felâtün
Cihan ahvâline ‘ibret kılurdı
Felekler cünbişin fikret kılurdı
Ana ma'lüm idi Türkîle Tâzî
Kılurdi çerhile ol hokka-bâzî
Mecnun Allah’a yalvarır, bu sırada uykuya dalar; rüyasında
bahtının yüceldiğini görerek sevinir.
Bir ath Mecnun’a Leylâ’ dan haber getirir. Leylâ’nın :
Benem şimdi cihân içinde bikes
Kime söylerisem dirler sözi kes
Benüm bir kimseye irmez selâmum
Dahi bir ferdile yokdur kelâmum
Velî kaşdeylerem ‘ışka uyam ben
Bugün nâmûsile ‘ ân koyam ben
Varam Mecnûn elinden câm alam ben
Ve İlkin korkaram bed-nâm olam ben
dediğini ve kendinin de onun halini anlattığını söyler (eksik).
Mecnun Leylâ’nın hayaline karşı kendi kendine söylenir.
Mecnun’un dayısı Hahm-i Âmiri her zaman ona yiyecek ve
giyecek göndermektedir. Birgün Mecnun’u ziyarete gelir; onu vahşi
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 185

hayvanlar arasında bulur; nasihatler eder. Fakat onun cihandan


el çektiğini görür (Şah ile âhid hikâyesi). Mecnun başka hirgün
anasının halini sorar. Halim anasını ahp getirir. Mecnun ona aşkın­
dan ve halinden bahsettikten sonra veda ederek ayrılır. Anası da
ağhyarak evine döner. Biraz sonra ölür. Halim-i Âmiri’den anasının
ölümünü haber alan Mecnun ağlayıp bağırır. Kabilesi halkı gelip
nasihat ederlerse de Mecnun dinlemez; yine dağlara kaçar.
Leylâ hirgün sarayından çıkarak bir yol kenarında oturur.
Karşıdan Naim-i Âmiri adında bir ihtiyarın geldiğini görür, ih ­
tiyar yaklaşınca Leylâ’ya Mecnun’un halini anlatır. Leylâ kula­
ğındaki mücevheri ihtiyara vererek Mecnun’u getirmesini rica eder.
İhtiyar Mecnun’u alıp getirir; sonra dönüp Leylâ’ya haber verir :

Hezârân sa'yile Leyli duruşdı


Varup ol mevzı'a âhir irişdi
Biribirin göricek 'aklı gitdi
İkisi dahi bîhüş oldı yatdı
Şafâdan vardılar şevkile vecde
Bu vaşla kıldılar şükrile secde
Didi ol pire Leylî iy hıred-mend
Bana hacet degül şimden giru pend
Tenümde kalmadı şabrile takat
Yakın varmakhğa yok ıstıtâ'at
Bu odile ki ben cânum yakaram
Eger ilerü varursam yanaram

Şol işler kim ola m a'yüb u nâpâk


Şurü‘ itmezler ana ehl-i idrâk
Budur evlâ ki bir iş işleyem ben
01 işümden hacâlet bulmayam ben

Cazeller okıya gûş eyleyem ben


Mey-i hamrâ şuna nüşeyleyem ben

İhtiyar kendinden geçmiş olan Mecnun’u kaldırarak şiir oku­


masını söyler. Mecnun :
186 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Didi ben bûy-i dil-dârile mestem


Beni zanneylemen kim mey-perestem
diyerek şiir okumağa başlar (gazel).
Yetersin sen bana hem ben sana bes
Degül lıâcet ara yirde dahi kes
Senün gönlün gider gerçi şavâba
Benüm göülüm yakın oldı haraba

'Aded iki ve İlkin rişte yek-tâst


İkiden birisi başda gele rast
Benüm sikkem çün olmışdur yegâne
İkilik sığmaya hergiz miyâna
Mecnun hayaller kurarak şöyle devam eder :
Cemâlün bağına bir gün girem ben
Senün sîb-i zenahdânun direm ben

Uram geh nârufia dendânı tenhâ


Yiyem geh sîbüni güyâ ki helvâ

Gehî zülfün bigi bağa düşem ben


Ayağumla varup ağa düşem ben

Nolaydı böyle olaydı bu tedbir


Bu iş üzre olaydı kâr u ta‘bîr
Bu fethi kıl bana Y â Rab müsahhar
Nigârun vaşlını eyle müyesser
Mecnun bunları söyliyerek sahranın yolunu tutar. Leylâ da
çadırına döner.
Bağdad’ta Müslim adında şiire merakb bir aşık, Mecnun’un
şiirlerini işiderek hayran olur. Çölü ve dağı aşarak Mecnun’u vahşi
hayvanlar arasında bulur. Müslim, Mecnun’ la birlikte yaşamak
ister. Mecnun bu yolun tehlikeli olduğunu, sonunda dayanamayıp
kaçacağını söylerse de, Müslim yalvararak İsrar eder. Mecnun kabu
etmez. Müslim getirdiği yiyeceği ortaya koyarak Mecnun’a
da teklif eder. Mecnun’un yiyip içmediğini görünce ona nasihat
etmeğe kalkar. Mecnun :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 187

Didi şanma beni şûret-perestem


Hevâ hamiriyile mecnûn u mestem
Bu gün devrân-ı 'ışkun hânıyem ben
Kamu 'âşıklarun sultânıyem ben

Çü buldun 'işkile bu sohbete râb


Ma'âyibden zabânun eyle kûtâh
Kusurun gör kemâli gözleme biç
Kimesne ‘ aybına ta'neyleme biç
Meşeldür söyleniir bu söz ezelden
Her işde şaklağıl endazeni sen
Müslim utanarak susar. Bir kaç gün Mecnun’un yanında ka­
larak onun söylediği şiirleri ezberler. Fakat daba fazla katlanamı-
yarak Bağdad’a döner. Bağdad’ta Mecnun’un şiirlerini işitenler
hayran olurlar (Nizamîden bir hikâye).

Amcasının kızı Esma’yı seven Âmir, sevgilisinin zengin bir


adama verilmesi yüzünden deKye dönmüştür. Leylâ’nın dert
ortağıdır. Leylâ onunla Mecnun’ a haber göndermekte, onun şiir­
lerini Âmir’den dinlemektedir. Birgün Âmir Mecnun’a nasihat et­
meğe kalkar. Mecnun :

Didi ‘Âmir ziyâde söze geçdün


ÖzürLi bilmedüfi haddünden aşdun
Bana divâne sen niçün kodun nâm
Ana dîvâne dirler k ’ola höd-kâm
Âmir utanarak susar.

Öte yandan Leylâ da ağlayıp inlemektedir. Anası nasihat


ederse de fayda vermez. Nihayet anası da derdinden ölür.
Leylâ Âmiri Mecnun’a gönderir. Âmir Leylâ’nın anasıyle
babasının öldüğünü Mecnun’a söyler. Mecnun Leylâ’ya mektup
yazarak ona sabretmesini tavsiye eder. Leylâ Mecnun’un mektu­
bunu okuyunca ağlar. Daha fazla dayanamayarak Mecnun’u
getirmesini Âmir’den rica eder. Mecnun bunu duyunca sevinir.
Âmir ile Mecnun bir müddet sahraları dolaşıp arkadaşbk ederler.
Fakat sonunda araya “ tefrika” düşer, ayrıhrlar.
188 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Leylâ birgün Âmir’i çağırır. Mecnun’u getirmesini yine rica


eder. Âmir Mecnun’a bu haberi götürür, Mecnun seviniri Leylâ’nın
gönderdiği elbiseleri giyerek Âmir ile yola çıkar. Vahşi hayvanlar
onu takibeder. Âmir Mecnun’un geldiğini haber verir. Leylâ se­
vinerek çadırından çıkar; misafirinin ayağına yüzünü sürer, iki
aşık birbirini görünce kendilerinden geçer. Leylâ kendine gelince
utanır. Mecnun’u yerden kaldırarak çadırına götürür. Vahşi hay­
vanlar bunların etrafını sarar ; görenler :
Didiler kim budur ‘ışk-ı hakîkî
K i bu 'ışkun degül şehvet refiki

ikisi vurmadın bir badeye dest


Biri olmış harâb u birisi mest
Biribirini itmedin derâğûş
Biri ser-mest olur birisi bîhuş
Leylâ misafirine ikramlar eder :
Kolin çenber kılub zülfini halka
Anun bendeyledi boym n bu tavka
Çü kılmışdı anı hem-hâne-i dil
T^a bâzûsını, kıldı hamâyil
Girişmeyle virüp hüşım bâda
Anı mesteyledi bîcân u bâde

Biribirin kocup Leylî vü Mecnûn.


Bu resme kıldılar bir nice dün gün

Pes andan geldiler 'akille hûşa


Gine başladılar cüş u hurüşa
Görür Mecnûn ki kalmış hâne hâli
Naşîb olmış nigârmun vişâli
Leylâ : “ Niçin susuyorsun” diye sorar. Mecnun
Senünçün şatmışam yolunda cânum
Nedendür kim şatam şimdi zebânum

Işigünden beni ırmak dilerler


Beni senden ırağ ola şanurlar
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 189

Bu yirde sığmaya tenlik ü senlik


Kim olsa ikilik olmaz düzenlik
Mecnun ağlar; daha fazla dayanamıyarak dağ yolunu tutar.
Artık nereye baksa Leylâ’yı görür; özünü Leylâ sanır.
Leylâ bir sonbahar, günü hastalanır. Bir gece rüyasında Mec-
nun’u perişan görür; uyanarak sabaha kadar ağlar Akrabasını
çağırır. Abasına sırrını açarak vasiyet eder: “ Garibi hoş tutun,
ona şefkat gösterin, derdinden öldüğümü, kendini beklediğimi
söyleyin” diyip can verir. Abası saçını başını yolar. Kabile halkı saç­
larını kesip yüzlerini yırtarlar; ağlıyarak matem tutarlar (eksik).
Mecnun, Matem adlı bir adamdan Leylâ’nın öldüğünü duyarak
yıldırım çarpmışa döner. Sevgilisinin kabrine koşar; yüzüstü kapa­
nır; kanlı yaşlar dökerek Allah’a yalvarır (eksik).
Zeyd birgün Mecnun’u arayıp bulur. Mecnun ona kimsin diye
sorar. Zeyd: “ eski arkadaşınım” diye cevap verir. Mecnun vahşi
hayvanları uzaklaştırarak Zeyd’i çağırır: “ Bizden incinip gelmemek
üzere gitmiştin, şimdi neden geldin” diye sosar. Zeyd: “ Yine kasi­
delerini dinlemeğe gelmiştim, fakat seni kolu kanadı kırılmış
buldum. Nasılsın, sevgilinle halin nicedir” diye sorar. Mecnun
sevgilisinin öldüğünü ağhyarak anlatır. Sonra Zeyd’i elinden tutup
Leylâ’nın mezarına götürür. Zeyd Mecnun’un şiirlerini dinledikten
sonra veda edip ayrıbr. Mecnun yılan gibi mezara sarılır; göz yaşları
dökerek beyitler okur: Allah’a yalvarır.
Bu sözi söyleyüp yire yüz urdı
Mezarı türbine yüzini sürdi
Dimağına irüp yârun nişanı
Hemân ışmarladı ol demde cam

Yoğidi kimse ^ lay d ı vaşiyyet


Yehüd ideydi telMn-i şehâdet
Ne bir kimse kefen şarmışdı ana
Yehüd defnitmeğe varmışdı ana
Ne anun kabrini bir kimse kazdı
Ne tâbutun dahi bir kişi düzdi

Aba : ana, büyük ana ve abla karşılığı olarak kullanılır.


190 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Ne anun ölisin kimse götürdi


Ne anı kimse kabrine yetürdi

Onun için ağlıyan da yok. Yalınız vahşi hayvanlar bağırıp ağlaş-


makdadır (eksik).
Dünya kimseye kalmış değil. Bir ihtiyar “ mürakıb” olduğu
bir anda Leylâ ile Mecnun’u cennette görür (eksik).
Nüshadaki son beyit :
Yapılmışdı yüce kaşr-ı zeberced
Yevâkît u Le’âliyidi bîhad
*

Ahmed Rizvân’ın eseriyle Hamdu’llah Hamdî’nin eseri aşağı


yukarı aynı tarihlerde yazılmıştır. Hangisinin daha önce eserini
tamamladığını bilmiyoruz. Ahmed Rızvân da esas olarak
Nizâmî’yi örnek almış, Hâtifi’den de faydalanmıştır.
Kays’ın küçükten güzellere tutkun olması, kör dilenci kıhğına
girerek Leylâ’yı görmeğe gitmesi, Leylâ’nın Mecnun’a “ gülü
bahçıvanından iste” demesi, babasının Mecnun’u Kabe’den başka
Şeyh’e götürmesi, Mecnun’un bahçıvandan ağacı satın alması
motifleri Hatifi’den ahnmıştır.
Şair, Hâtifî’nin, hekimlerin tavsiyesi, Mecnun’un Leylâ’nın
köpeğini görünce ayağına kapanması, Nevfel’in Leylâ’ya aşık
olarak, Mecnun’u zehirlemeğe kalkması, rakibin kıhçia Mecnun’ a
hücumu, Leylâ’nın kervanla giderken uyuya kalması ve Mecnun’a
rasthyarak görüşmesi, Leylâ’nın anasının Mecnun’a “ gel beraber
ağhyahm” demesi motiflerini eserine almamıştır.
Leylâ’nın arkadaşlariyle gezmeğe çıktığı sırada Mecnun’un
gazelini okuyan bir adama rastlaması m otifi de Husrev’indir.
Ahmed Rızvân aldığı motifleri hayh değiştirmiştir. Belli başlı
şu değişiklikler göze çarpar :
a) Leylâ yazdığı şiirleri güvercinin ayağına bağhyarak Mec­
nun’a yollar, arasıra da bunları yol üzerine bırakır;
b) Babası dua etmek için Mecnun’u Şeyh’e götürdüğü zaman.
Şeyh babasının hatırı için Mecnun’a dua eder;
c) Leylâ arkadaşlariyle gezmeğe çıktığı zaman, bir kaç gün
orada “ işret meclisi” kurulur;
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 191

d) Leylâ îbn -i Selâm ile evlenmeğe razı olmaz; üstünü başım


yırtar. Kadı ile müftünün nasihatini dinlemez. îbn-i Selâm dönüp
gider. Herkes Leylâ’yı takdir eder (İbn-i Selâm’ın Leylâ’yı tekrar
istemesi varsa da bu bölüm eksiktir).
e) Nevfel savaşında Leylâ kabilesi kazanır. Fakat kabilenin
ileri gelenlerinden birinin aracılığı ile barış sağlanır. Nevfel, Şiraz,
Bağdad, Irak ve Horasan’dan asker toplar; ikinci defa hücum ede­
rek savaşı kazanır.
f) Leylâ hastalanınca, anası ölmüş olduğu için, abasına
sırrını açarak vasiyet eder. Leylâ’nın ölümü üzerine kabile halkı
saçlarını keserek matem tutarlar.
g) Eserin sonuna doğru meydana çıkan Zeyd, Mecnun’u son
defa ziyaretinde (ilk ziyareti her halde eserin eksik yapraklarında
olacaktır) Leylâ’nın öldüğünü Mecnun Zeyd’e haber verir.
Ahmed Rızvân kahramanlardan bazılarının adlarını da değiş­
tirmiştir. Meselâ öteki hikâyelerdeki “ Selim-i Âmiri, Selâm-ı
Bağdadi, Zeyd, Zeynep” Ahmed Rızvan’ da “ Halim-i Âmiri,
Müslim, Âmir, Esma” olmuştur. Ayrıca eserin sonuna doğru
“ Zeyd” de görünür. Leylâ’nın ölümünü Mecnun’a haber veren de
“ Matem” adlı birisidir. Eserdeki tipler arasında, Nevai’de olduğu
gibi “ dadı” da vardır.
Ahmed Rızvân bazı küçük eklemeler de yapmıştır :
a) Kay s Leylâ’yı sevdiğini arkadaşlarına açar;
b) Leylâ kabilesi Mecnun’u öldürmeğe karar verir;
e) Leylâ’nın önce babası, sonra da anası dertlerinden ölürler;
d) Âmir’le Mecnun bir müddet sahrada dolaşırlar, sonra
aralarına “ tefrika” düşer, ayrıbrlar.
Eserde bazı dikkatsizlikler de göze çarpıyor. Meselâ Leylâ
“ saray” mdan çıkar, rastgeldiği ihtiyarla Mecnun’u çağırtır. Onun
şiirlerini dinledikten sonra çadırına döner. Şair, Leylâ’yı saraydan
çıkardığını unutmuş olacak ki, çadırına döndüğünü söyliyor.
Ahmed Rızvân’ın eserinde yer yer tercümeler de vardır.
Meselâ Nizâmı Kays’ı şu beyitlerle tasvir eder :

.5 jj Aİ4A Ji 4^Jİ

j 4IİA oU
192 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUTV

s> ij^ ^l; (_j*^

Biraz sonramda şu beyitleri ekler :

(_gjL)j JsLiJ j i

Jj ^Lj İ^UİJ-A

C^.Ak j^LÂi o

aJV A----

^iJL.*»ı J-__■j‘ j aUj C..,âa!ı jS^

Alımed Rızvân aynı hali şu beyitlerle anlatıyor :

Çü milâdından oldı iki hefte


Göründi sanasın mâh-ı dü hefte

Hüner şartını çun kim kıldı itmam


Didiler lâcerem Kays-ı hüner nâm

Biraz sonra da şu beyitleri ekliyor :


ik i üç yaşa dek bu 'ışk-bâzı
Idüp ^Idı neşât-ı dil-nevâzî

Çun ol dîvâne oldı heft-sâle


Benefşe bağladı etrâf-ı lâle

Çü deh sâle yetişdi Kays-ı Mecnûn


Cemâlile cihânı M d ı meftüm
Nizamî Leylâ’dan bahsederken şöyle söyliyor :

^ 'i
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 193

‘Arab mâhı idi ruh gösterürdi


‘Acem türki bigi dil aparurdı
Ruhi zülfi çu şebdür bağa düşdi
Ye meş'aldür ki çeng-i zağa düşdi
Nizâmi’de Mecnun şöyle söyler :

J j İ ij' i t

A jlS^ L» ü

iijf jl

Ahmed Rızvân’da şöyledir :


'Aded iki ve likin rişte yek-tâst
İkiden birisi başda gele rast
Benüm sikkem çün olmışdur yegâne
İkilik sığmaya hergiz miyâna
Nizâmî’de “ şâ‘ir-i ilhâkî” Zeyd’in sözüne karşı Mecnun’a
şunu söyler :

ç\j a J İ jjİ

Ahmed Rızvân’da şöyledir :


Bana dîvâne sen niçün kudun nâm
Ana dîvâne dirler k ’ola höd-kâm
Nizamî’ de “ şair-i ilhakî” nin eklediği parçaların birinde şu
beyitler görülür ;

L'li Jİ çj .— ,<ı

UljJ — ilp cJl> - jl

»J -^'y. 'j / '

F, 13
194 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Jl>- j l j ^

JL*> İ.S” 1 ^15^1;

d İ. aT l::if

Js>Lij Jİ ı_f^

Cv-*- üU;^ ■^IT j l

^ır iL üjfji jl
iiL j jl jl f}ij'^

Ahmed Rızvan da şöyledir :


Bu yolda varidi bir merd-i dânâ
Bu ‘ışk ahvâline olmışdı bina
Bu ‘ âşık hâlini ben şordum andan
Kamu ahvâli teftiş itdüm andan
Didüm lutfeyle bu sırrı 'lyân it
Bu remzün aşhnı şerh ü beyân it
Çu ‘ âşık hod bulur ma‘şûka vuslat
Nedür bu mühlet ü te’hire ‘illet
Olur höd ‘akıbet hâsıl çu bu hâl
Niçün nâkâm olur ‘ âşık nice sâl
îyitdi kim kişi bulmağa bir kâm
Nice yollar gerekdür şabr u ârâm
Eğer nâkâm olursan nice sâ‘ at
Olursın b ite‘ab yıllarla râhat
Uraydum terkini iki cihânun
Bulaydum camını ol cân-fezânun
Nizami’ de “ şair-i ilhaki” Mecnunla Leylâ’nın son buluşma­
sındaki hali şöyle tasvir eder:
c— 3 ^ (1 /^
ki— w jîl5^
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 195

Lİ*w> ^ -Ul j (j-1

(jj^ l J Ij

(j^_y^ j l j (1/ ^ Jl

Ahmed Rızvân’ da şöyledir :


Didiler kim budur ‘ışk-ı hakIM
K i bu ‘ışkun degiil şehvet Tcfîkı

İkisi vurmadın bir badeye dest


Biri olmış barâb u birisi mest

Biribirini itmedin derâğüş


Biri ser-mest olur birisi bîhûş

Nizâmî’de “ şair-i ilbaki” Leylâ’nm : “ Niçin susuyorsun’


diye sorması üzerine Mecnun’a şöyle söyletir.:

C5-J j» ü U
jl jJ ^ «o

Abmed Rızvân’ da şöyledir :

Senünçün şatmışam yolunda cânum


Nedendür kim şatam şimdi zebânum
K A D IM İ’NİN E SE R l

Kadimi mahlasım kullanan bir şairin “ Leylâ ve Mecnun”


mesnevisi elimizde Lulunmaktadır. Bu mesneviyi, on yıl önce
kitapçı Bay R aif Yelkenci’de görmüş. Memleket gazetesinde yaz­
dığım bir yazıyle eseri edebiyat âlemine tanıtmıştım. Sonradan
konuyu biraz genişleterek, eserle müellifi hakkındaki düşünce­
lerimi “ Kadîmî’nin Leylâ ve Mecnun” u başlıklı ayrı bir yazı ile
açıklamıştım.

Geçen yıl, Leylâ ve Mecnun mesnevileri üzerindeki çalışmaları­


mı toplayıp konuyu yeniden ele aldığım zaman hayretle gördüm
ki. Kadîmi ile Şâhidî’nin eserleri birbirinin tamamiyle aynıdır.
Kadîmi mahlasım kuUanan şair, Şâhidi’nin eserini ele geçirmiş,
bazı parçalarını atarak, mahlas yerlerini değiştirerek eseri olduğu
gibi kendine maledivermiştir.
Kadîmî’nin eseri şu beyitlerle başhyor :
Çil b ’ismi’llahdur miftâh-ı makşûd
Anunla feth olur gencîne-i cüd
Bu tevhid manzumesi, Şâhidî’nin başlangıç manzumesinden sonra­
ki parçanın kısaltılmışıdır. Kadîmî, Şâhidî’nin öteki tevhidleriyle
na’tlarını attıktan sonra, Şâhidi’nin Cem için yazdığı kasideyi,
adını değiştirerek olduğu gibi almıştır.

Şâhidî “ Sebeb-i nazm-ı kitâb” bölümünde kendinden bahse­


derken

Bu bahr-ı 'ışka dil oldukda bahrî


Makâm olmışdı Kostantîn şehri

Türk dili dergisi, haziıan 1952, sayı 9.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 197

dedikten sonra, burada bilgisi ve fazileti ile tanınmış Suace’d-din


adında bir zata eserim gösterdiğim ve omın takdirini kazandığım
anlatıyor.
Kadimi, beyitlerin yerini değiştirip bazılarını atarak, ayrıca
kendiliğinden bazı beyitler de katarak, Şâbidi’nin anlattıklarını
şu şekle sokmuştur :
Bu babr-ı ‘ışka dil oldukda bahrî
Makamum olmışidi Kure şehri
Emini olmışidüm ol diyanın
İderdüm hıdmetini ol kenârun

Varidi Kürede bir Şeyh-i kâmil


‘Ulûm içindeyidi merd-i fâzıl
Dimişler adına hem Muşliha’ d-dın
Olaydı 'âlem içre muşüh-i din
Kadîmi de eserini bu zata gösteriyor ve bunun takdirini
kazamyor. Kadîmi, Şâhidi’nin Cem için yazdıklarını atmış, onun
yerine şu beyitleri koymuştur :
Çun oldı Pâdişâh-ı Rûm tâze
İşigine yüzün sür var niyaza
Murâdun dahi cümle hâşıl olur
Günül dahi murada vâşıl olur
Müyesser oldı çun ‘adi ışşı Sultân
Dinülse höşdur adına destân
Kaçan kim görse bu tab‘-ı selimi
Kulumdur diridi benüm Kadimi
Kadîmi, Şâhidi’nin kitabının sonuna eklediği manzume­
deki beyitleri de şu yolda değiştirmiştir :
Bunun kim ‘işkile oldı nizâmı
Dinüldi Gül-şen-i ‘ uşşofe nâmı
Eğer bu ad virmezse teselli
Revâdur diyeler Mecnûn u Leylî
Tutup yüz Küre şehrinde temâme
Bu ziverle beyâza geldi nâme
198 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Şahidi eserini şöyle bitiriyor :


İlahî kıl revanın zevkile şâd
Idenün Şâhidü hayrile yâd
Kadimi’ de son beyit şöyledir :
İlahi ^1 revanın şevkile şâd
Kadimli idenün hayrile yâd
Kadimi, ancak bazı beyitleri atmak suretiyle hikâyeyi olduğu
gibi almış, başka hiç bir değişiklik yaj)mamıştır. Eski edebiyatımız­
da, çok az da olsa, bu şekilde ki aşırmalara rastlanır. Başka bir
örneği için bk. Agâh Sırrı Levend, HayatVnin Iskender-nâmesi,
Türk dili dergisi, ocak 1952, sayı 4” .
Kadimi’nin “ Leylâ ve Mecnun” u şimdi Ankara Dil ve Tarih-
Coğrafya fakültesi kitaplığındadır. İstinsah edilmiş bir nüshası
da bendedir. Eser 4035 beyittir. Şâhidi’nin eseri 6446 beyit oldu­
ğuna göre, Kadimi eseri hayb kısaltmış dernektir.
C E LÎLI’NÎN E SE R l

Celîli, Hâmidizâde (Ö. H. 977=M . 1569 dan sonra), Bursalı’ -


dır. Sehî ile Latifi, şairi İznikli olarak gösterirler ve onun Hamse'si
olduğunu kaydederler. 'Ahdi de Hamse'si olduğunu söyler. ‘Âşık
Çl. ile Haşan Çl., ise, şairin yahnız Husrev ü Şirin ve Leylâ vü M ec­
nûn mesnevilerinin adlarını verirler. Ayrıca Şeh-nâme'yi de tercü­
meye çalıştığını, fakat eseri görmediklerini söylerler. Bazı kaynak­
lar da Celilî’nin, yüz gazelinden toplanmış Gül-i sad-berk adında
bir divanı olduğundan bahsederler.
Celilî’nin Külliyâth Paris’te Bibliotheque Nationale’ de (an.
fon.no. 364) bulunmaktadır (Fotokopisi bende). Külliyât, Husrev
ü Şirin, Leylâ vü Mecnûn, Hecr-nâme (kendi hasbıhali), Mihek-
nâme (küçük bir hikâye) adlı mesnevileriyle iki Gül-i sad-berk'den
(ayrı ayrı yüzer gazel) toplanmaktadır.
Celili’den bahseden kaynaklar: Sehi (s. 114), Latifi (s. 119),
‘Ahdi, ‘Âşık ÇL, Haşan Çl., Beyâni, Kâfzâde Tez’leri ‘Âli Künh;
Kâtib ÇL, Keşf. (c. 1, s. 724 ve c. 11, s. 1571); Müstakîmzâde,
Mecelle (v. 172); Beliğ, Gül-deste (s. 454); Bursalı Tâbir, ‘OSM.
(c. 11, 124); S. N. Ergun TŞ. (c. III, 955), İs. An. (c. III, s. 66).
Prof. î. H. Ertaylan, Külliyât-ı Divan-i Mevlâna Hamidî.
Şair, eserinin baş tarafında padişahı överken I. Selim’in
tahta çıktığı yıl (H. 918) = M . 1512), Husrev ü Şirin mesnevisini
yazdığını şu beyitlerle anlatıyor :
01 nazmı ki işidüp Nizâmı
Kıldı bana ravzadan selâmı
Câmiye o büyi ilticek bâd
Dir müşk-i cihandan âferin-bâd
Ahü-yi kalemden ayrılup nâf
‘Attârdan irdi bûy-i inşâf

Blochet, katalogunda (c. l , s . 155) Külliyat-ı Celili’ den bahsederken


bu Hecr-name'yı Bahr-name diye okumuş ve öylece tesbit etmiştir.
200 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

01 nâmei çünki kıldum itmam


Şirm Husrev diyü kodum nâm
Şair aynı manzumede Şehzadeyi de (Kanunî Süleyman)
övüyor. Şehzade eseri görerek beğenmiş. Şair şöyle devam ediyor :
Hem manşıb u hem ‘atâ umardum
Reşh-ı kadeh-i sehâ umardum
Lik ol Şeh-i ebr-dest-i hurrem
Tab'um çemenine virmedi ne n

Kaşdeyledüm oluben füsün-sâz


Bir nâmeye dahi itdüm âğâz
İtdüm ğam-ı dil rivâyetin nazm
Leylî Mecnûn hikâyetin nazm
01 nazm şeririn eyleyem nev
Tahsin diye ana rüh-ı Husrev
Tarz-ı süham mücedded idem
Müşkîn rakamı zeberced idem
Iklîm-i ‘Acemde her bir üstâd
Çün eyledi penc gence bünyâd
Bu Rümda hem ben olam evvel
Üslüb-ı 'Acem idem müseccel
Şair eserinin sonunda da önce Nizâmî’yi sonra onu takibeden
Husrev, CâmI ve H âtifı’yi andıktan sonra kendi için ;
Dördünci benem ‘Alî-şalâbet
Tîğ-i kalemüm virür mehâbet
diyor; ve kendinden evvel “ Leylâ ve Mecnun” yazan başka şair­
lerden bahsetmiyor. “ Hamse” meydana getirmek istediğini de
şu beyitlerle anlatıyor :
Ben kim iki nâme eyledüm nazm
Dür-dâne-i hâme eyledüm nazm
Olmışdı dâstân-ı evvel
Şîrîn Husrev diyü müseccel
Ger dâm-ı gam itmez ise pâ-best
Üç gence dahi sunam kef ü dest
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 201

Tâ ola tamâm “ penc gene” üm


Dür-bâr ola kilk-i gene - sencüm
Şair ilk mesnevisiyle elde edemekdiklerini bu eserinin sağlı-
yacağını umuyor :
Ceybüm zer ü simden ide pür
Dâmânumı eşk bigi pür dür
Hem kurtara bînevâlığumdan
01 şâh-x cihân gedâlığumdan
Bir manşıb ide naşib bende
Düşmen ola mürde düst zinde
Şair eserinin tarihini, beyit sayısını ve yazdığı yeri şu beyitlerle
büdiriyor :
Târîh-i ‘Arabda iy nigü-fâl
Olmışdı tokuzyüz ontokuz sâl
Buldı bu şabife-i gam encam
Zi’l-hicce evâbırında itmâm
Ebyâtı şumârı iy güber-senc
Oldı ikibin şad ü çihil penc
Bu nâme ki müşk-fâm oldı
Çün Edrinede tamâm oldı
Şair, bundan önceki mesnevisini 918 yıbnda, yirmibeş yaşında
iken tamamlamıştır. Hamse meydana getirmek istediğini Husrev
ü Şirin mesnevisinde de şu beyitlerle anlatıyor :
Tokuzyüz onsekiz olmadm bicret
K i pâyân buldı bu tömâr-ı mihnet
Bidâyet ğurre-i âhır cümâzeyn
Nihâyet âhır-ı ülâ-i ‘ideyn
Sorarsan ger bu nazm-ı dür-nişârı
ikibin ontokuz oldı şumârı
Çu bahr-ı tabadan bu dürr-i nâdir
Yigirmi beş yaşumda oldı şâdır
Budur peyveste bu gönlüm merâmı
K ’olam hem-pence-i genc-i Nizâmî
202 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Celili eserine şu beyitle başbyor :


Allah ki lafz-ı muhteremdür
Andan ezel ü ebed rakamdur
Başlangıç manzumesiyle, tevbid, münacat, na’t, padişaha
övgüden sonra şu beyitlerle hikâyeye giriyor :
Hakkâk-i dür-i rivâyet-i ‘ışk
Dihkân-ı gül-i hikâyet-i 'ışk
Bu resme deler dür-i rivayet
Bu cisme diker gül-i hikâyet
Kim vardı kabâyil-i 'Arabda
Bir merd-i kavı haseb nesebde
Ferhunde-şemâyil ü başâyil
Meşhûr-ı efâzıl-ı kabâyil
Oğlu olmadığı için kederli olan bu adam Allah’a yalvarır.
Duasını kabul eden Allah ona bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını
Kays korlar. Kays ;
Bir gül-ruh görse lâle gibi
Üstine^ düşerdi jâle gibi
Bir serv-kad itmese kenâre
Dönerdi sirişki cüy-bâra
Bu hale bakarak Kays’ın büyüyünce âşık olacağma hükme­
derler. Dört yaşında K ays’ı okula verirler. Okul güzellerle doludur:
01 şafda var idi bir semen-ber
Kim Kaysile oturur beraber
Bir taze nihâi adı Leylî
Her lâle-‘ızâr anun tufeyü
Bir serv-kad ü enâr-pistân
Bir gül-ruh-ı gül-şen-i debistân
SünbüUeri sâyebân-ı lâle
Ter ğoncesi perde-dâr-ı jâle
Ebrûlan berk-i sebz-f bâdâm
Ruhsâresi yâsemîn-i gül-fâm
01 nîl - ‘ızâr-ı pür letâfet
Nîliifer-i gül-şen-i melâhat
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 203

Zülfin zenaha irürmiş ol mâh


Şan sâye-i Y ûsuf u leb-i çâh
Ebrular içinde nakşolan nll
Mihrâb-ı şafâda sebz-i kındll
Şan sebze-i tâzedür ol ebrû
Sebze tarafında çeşm-i âhû
Câzû gözi fitne-i cibândur
Âşûb-ı dü ü belâ-yı cândur
Şan ‘ânzıdur letafet âbı
Gûya zekanı anun babâbı

Bînî ki ruhâm-ı sîm-gûndur


Şan tâk-ı zebercede sütündür
Her parmağı sanki ğonce zanbak
Kim virdi babâr-ı hüsne revnak
Her nâbün-i lâle-gün muhannâ
Şan berk-i gül ü nibâl-i ra'nâ
Kays ile Leylâ sevişirler. Birer bahane ile hocayı kandırıp
dışarı çıkarlar; gizlice konuşup tekrar yerlerine dönerler. Akşam­
ları okuldan ayrıldıktan sonra, Kays bir sebep bularak Leylâ’nın
evine gider; Leylâ üe görüştükten sonra sevinç içinde döner. Sabah­
ları da okula erken gelir, Leylâ’yı karşılayarak selâmlar. Bu haün
farkına varan çocuklar, akşamları evde serüveni anlatırlar. Bu
dedikoduyu duyan Leylâ’nın anası kızı okuldan abr. Her iki
sevdalı ıstırap içinde ağlayıp inlerler.
Bir sabah Kays, dilenci kıyafetine girerek Leylâ’nın evine
gider; Kapıda görüşürler. Yine birgün Kays, kör gibi değneye
dayanarak Leylâ’nın kapısına gider: “ Allah Allah” diye bağırıp
yere düşer. Leylâ koşup Kays’ı yerden kaldırır; birbirini gö­
rünce ah ederler. Etrafdan görenler Kays’ı kovarlar.
Kays sahralara düşer, artık adı “ Mecnun” olmuştur. Bunu
duyan babası Mecnun’u arayıp bulur; Leylâ’yı alacağını vadederek
eve getirir; nasihat eder. Kadınları kötüKyerek: “ Leylâ’ dan vazgeç,
sana daha güzelini bulayım” der. Mecnun : “ Ya sözünde durur
bana Leylâ’yı ahrsın; yahut bu aşk sonunda beni öldürür” diye
cevap verir.
204 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Babası dostlarıyle birlikte Leylâ’yı istemeğe gider; para,


cariye, köle vadeder. Fakat Leylâ’nın babası, Kays’m deli olduğunu
söyHyerek teklifi reddeder. Mecnun umudunu keserek dağlara
çıkar.
Temmuz sıcağının ortalığı kavurduğu birgün, Mecnun ağaç­
taki kuşla konuşur. Ürerindeki “ la’l” i vererek avcıdan ahuyu
satın abr.
Leylâ da ıstırap içindedir. Birgün derdini bilen bir arkadaşıyla
Mecnun’u Necd dağında görmeğe gider :
Mecnûn-ı şikeste-hâl ü nevmid
Gördi ki o tağa toğdı hurşîd
Karşuladı zerre âftâbı
Bu müflis o genc-i dürr-i nâbı
Leyli iricek piyade oldı
Göz yaşı bigi fütâde oldı
trüp kucışar ol iki 'âşık
Dil-dâde vü dil-sitân muvafık
Leylâ, getirdiği “ cüllâb” ı Mecnun’ a sunar; ona: “ Şiirlerin
cihanı tuttu, bir şiir oku ki hasbıhalin olsun” der. Mecnun sevinir;
sevgisini anlatırj gazeli bitirdiği zaman Lçylâ teşekkür ederek
çadırına döner.
Arkadaşları Mecnun’u görmeğe giderler. Onu vahşi hayvanlar
arasında bularak; “ Gel birlikte bağa gidelim, dolaşahm” derler.
Mecnun şu cevabı verir :
Bâğ olmasa nola tekye-gâhum
Kim dâmen-i deştdür penâhum
Dîvâne eğerçi zişt olur
Me’nüs olana bihişt olur
Yetmez mi bana vuhüş-ı münis
Mey eşk ü çiğer kebâb-ı meclis
Nevfel, bir sabah avlanmak üzere sahrada dolaşırken Mecnun’a
rastlar. Halini görünce ona acır, sarayına misafir eder. Leylâ’mn
babasına mektup yazarak kızı ister. Red cevabı ahnca, sancak
çekip savaşa hazırlanır. Savaş başlar :
Mecnün-ı şikeste-hâl ü dil-teng
Kılmışdı bu sâza gerçi âheng
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 205

Lîk olsa du'âyiçiin nevâ-sâz


Eylerdi muhalifin ser-âğâz
Nihayet Leylâ’nın kabilesi yenilir; Leylâ da esir edilir. Nevfel
Leylâ’yı görünce aşık olur. Mecnun için hazırlattığı zehiri yanlış-
hkla içerek ölür. Leylâ da babasının evine döner.
Ibn-i Selâm Leylâ ’ya kulaktan aşık olmuştur. İbn-i Selâm’ın
babası Leylâ’yı oğluna ister. Ibn-i Selâm’la Leylâ’yı nikâhlarlar.
Leylâ ağlayıp inler; kendini süslemek isteyen “ meşşata” ile çeki­
şir. Düğün sona erip de karıkoca yabnız kahnca :
Dâmâd-ı harâb-ı ‘ışk u ser-mest
Damân-ı ‘ arûsa şundı çun dest
Leylâ urur ana bir tabance
Kim kıldı yüzinde nakş-ı pençe
Urur afia bir tabance-i saht
Kim zelzele buldı efser ü taht
Dir ana ki iy kelâğ-ı güstâh
Bu bağdan üzme mıve-i şâh
Bu bâğ degül senün makâmun
R ûy-i semen utmasun meşâmun
Bu gülden irür şakın saûa har
Bu gencden irmeye meğer mâr
Şanma ki bu gence urasın el
K ’oldı o ğarîbden mukfel
Var deştde bir ğarîp ü medhüş
Anunla bu serv olur hem-âğûş
Bu mîvei ol kodı emânet
Hâşâ ki idem ana hiyânet
Boynumda olursa nola hançer
Tek kılma kolunı tavk-ı pürzer
İbn-i Selâm Leylâ’nın aşkını anhyarak bir selâmla yetin­
meğe razı olur.
Bir kocakarı Mecnun’ a Leylâ’nın evlendiğini haber verir.
Mecnun kalbinden yaralanır. Leylâ’ya mektup yazıp sitemler
eder. Leylâ verdiği cevapta: “ Rakip el sürmedi; bu hazine şenindir”
der.
206 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ hastalanır. Tabib Leylâ’dan kan alır. O anda Mecnun’-


dan da kan akmağa başlar. Akan kan yere Leylâ adını yazar. Bu
haU görüp sebebini sorana Mecnun şu cevabı verir :
Bir ‘ ârıza irmiş ol nigâra
Hûn ğâlib olup o lâle-zâra
Nişter urıcak kolına faşşâd
Andan bana irdi zabm-ı bîdâd
Çun vahdete irişe iki düst
Bir oldı iki ten ü rek ü pûst
Ben Leyll-i ‘ışk Leylî Mecnûn
Birdür iki tende cân-ı mahzûn
Leylâ birgün kabilesi balkına ziyafet çeker. Âdet olduğu üzre
fakirlere kendi eliyle yemek dağıtır. Bunu haber alan Mecnun,
kıbğını değiştirerek gelir; yemek almak için kâsesini sunar. Leylâ
tanımazhktan gelir; bir kepçe vurunca kâse düşüp kırıhr, Mecnun
sevinir. Sebebini soranlara :
Mecnûn didi k ’ ol gül-i semen-bcr
Cayre beni görmedi beraber
Bu bana cefâ degül vefâdur
Hem ‘ayş ü sürür hem şafâdur
Mecnun, sahrada ağlayıp inliyerek şiir okumaktadır. Tarak
görmemiş başına bülbül yuva yapmıştır :
Mecnûn ohcak terâne-perdâz
Bübül olur âşıyânda dem-sâz
Mecnûn okudukça nazm-ı rengin
Bülbül ider âşiyânda tahsîn
Mecnûn diledikçe gül kitabın
Bülbül okuridi faşi ü bâbın
Mecnûn kaçan itse vaşf-ı lâle
Bülbül dile dağ ider havale
Mecnûn kaçan ansa dU-nevâzın
Bülbül öğeridi serv-i nâzın

Mecnûn anıcak o gûl-nihâhn


Bülbül kocaridi serv dahn
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 207

Leylâ arkadaşlanyle “ çemen-zar” a gider. Birinin, Mecnun’ un


şu şiirini okuduğunu duyar :
K ’ ol lâle ki kıldı cilve-i bâğ
Mecnûn dili andan oldı pür dağ
Leylî gül-i bâğ gibi handan
Mecnûna balıâr bâğ-ı zındân

Leylî cevelânda reşk-i tâvüs


Mecnûn bu çemende cuğd-ı menhus

Leylî gül ü gül-şene hem-âğuş


Mecnûn has u hâra düş ber-dûş

Leylî çemen içre serve benzer


Mecnûn-ı hazin tezerve benzer

Leyli şabnur güzeller ile


Mecnûn geçinür gazeller ile
Leylî Huten içre bir ğazâle
Mecnûn seg-i pür figân ü nâle

Şiir bitince, Leylâ şiir okuyanı çağırıp Mecnun’u sorar. Adamın


okuduğu işiirleri dinler; ağzına inci doldurur. Nihayet ezgin evine
döner. Mecnun babasının hasta oldığını işitince onu görmeğe gi­
der. Babası oğluna nasihat ederken ölür. Mecnun ıstırab içinde
sürünür; babasının kabri üzerine kapanarak ağlar. Anası oğluna
ipekli elbise giydirip baş sağlığı diler. Mecnun kendini yerlere
atarak ağlar; sonra dağ yolunu tutup gider. Etrafında vahşi hay­
vanlar toplanır.
Leylâ bir gece rüyasında Mecnun’u ölmüş görerek kederinden
hastalanır. Anasına derdini açar: “ Mecnun’a Selâmımı ilet; yolunda
can verdiğimi söyle” diyerek ölür.
Leylâ gömüldükten sonra anası Mecnun’u görmeğe gider.
Leylâ’nın öldüğünü işiten Mecnun göğsünü parçalar; bağırıp ça­
ğırır; sonra kendini kaybederek yere düşer; ölümü diler ve “ Leylâ”
diye can verir. Gözlerini kapayacak kimse yoktur. Vahşi hayvan-
208 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

1ar bağrışarak uzaklaşır. Ansızın Hicaz kervanı geçer. Ölüyü


kefenleyip gömerler.
*

CeliU esas olarak Nizami’yi almış ve Hatifi’den de faydalan­


mıştır. Onda Husrev ile Cami’nin izleri de görülür.
Kays’ın küçükken güzellere tutkun oluşu, kör dilenci kılığında
Leylâ’ya gitmesi, Nevfel’in savaştan sonra Leylâ’ya aşık olarak
Mecnun’u zehirlemeğe kalkması, “ meşşata” nın yüzüne sürdüğü
düzgünü Leylâ’nın yolması, Mecnun’un ölüsünü Hicazi’a giden
kafilenin görüp gömmesi motiflerini CelllI Hâtifî’den almıştır.
Şair, Hâtifî’nin hekimlerin tavsiyesi, Mecnun’un Leylâ’nın
köpeğini görünce ayağına kapanması, babasının Mecnun’u dervişe
götürmesi, Leylâ’nın Mecnun’a “ Beni babamdan iste” demesi,
Rakibin kıhçia Mecnun’ a hücumu, Mecnun’un servi ağacı satın
alması, Leylâ’nın kervanla giderken uykuya dalması, Mecnun’la
konuşması, Leylâ’nın ölümünden sonra anasının Mecnun’a
giderek “ gel birlikte ağlıyalım” demesi motiflerini almamıştır.
Arkadaşlarıyle “ çemen-zar’a giden Leylâ’nın Mecnun’un
şiirlerini okuyan adama rastgelmesi m otifi ilk defa Husrev’de,
Leylâ’nın fakirlere yemek dağıttığını işiten Mecnun’un elinde
kâse ile gelmesi m otifi de Cami’de geçer.
Tabibin Leylâ’dan kan aldığı sırada Mecnun’dan da kan akma­
sı, ilk defa Hamdu’llah Hamdi’ de görülür.
Şair aldığı motiflerde şu değişiklikleri yapmıştır :
a) Leylâ, bir arkadaşı ile Mecnun’u görmek için Necd dağına
gider. Getirdiği “ cüllâb” ı Mecnun’ a sunar. Mecnun’un okuduğu
şiirleri dinledikten sonra döner.
b) Leylâ Mecnun’un şiirlerini okuyan adamın ağzına inci
doldurur.
c) Mecnun, babasının hasta olduğunu işiterek onu görmeğe
gider.
Eserde görülen, Mecnun’un başına kuşların yuva yapması
m otifi Türk edebiyatında ilk defa Celili’de geçer.
SEVDÂ’ İ’NÎN ESERİ

Sevdâ’î (X V I. yüzyıl şairlerinden), eserini H. 920 = M . 1514


de yazmıştır. Eser Cambridge Üniversitesindedir. Fotokopisi Türk
Dil Kurumu Ktp. nda. Bu eserden ilk defa bahseden Gibb’dir.
(A History o f Ottoman Poetry, c. II, s. 173 not).
Gibb’e göre, eserin müellifi, Sehî’nin kaydettiği Sevdâ’î ola­
bilir. Hakikatte eski kaynaklarda adı geçen iki Sevdâ’ î vardır. Biri
SiciVin kaydettiği (c. III, s. 114) H. 999 = M . 1590 da ölen Edirneli
Sevdâ’î Ahmed Çl., öteki de Sebî’nin (s. 90) KırkkiUse (Kırklareli)
kadısı iken öldüğünü bildirdiği Sevdai’ dir. Eserin bu İkinciye ait
olması mümkündür. Bu Sevdai’nin İst. Üniver. Ktp. nda bir divanı
vardır (Ty., No. 759/5, v. 138 b - 157 a; bu divanda II. Bayezid’in
oğlu Şehzade Korkut için şairin söylediği üç kaside bulunmaktadır.
Eser, belki de Sevdai mahlash tanımadığımız başka bir şairindir.
Fuzülî’nin Leylâ ve Mecnun’unda bulunan bir çok parçaların
bu eserde yer aldığı hayretle görülecektir.
Şair adını ve eserini tamamladığı tarihi şu beyitlerle veriyor ;
Her hande ola bu kışşa bünyâd
Sevdâ’î faMri ideler şâd
Tokuzyüz yigirmi de bu nâme
Hatmoldı irişdi ihtitâma
Zü’l-ka'denün evvelinde iy yâr
Hatmoldı bu kışşa ol haber-dâr
Şair eserine şöyle başbyor :
Ağâz-ı sühan benâm-ı AUah
El ‘izzetü ve’l-bakâü lillah
Başlangıç manzumesiyle tevhid, münacat, ve na’ttan sonra
“ Sebeb-i nazm-ı kitab” bölümünde şair arkadaşlarının teklifini:
F. 14
210 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Senden ^laruz bunı temenna


Türkîce bu nazmı eyle inşâ
Bu ^şşa-i Leylî birle Mecnûn
Nazmın kıl anun çu dürr-i meknûn
beyitleriyle anlattıktan sonra eserini Türkçe yazmasının sebebini
şöyle anlatıyor :
Kıl Türkîce anı bûb ya'^nî
Tâ kim bileler okunsa ma'nî

Kimse ‘Acemi bu yirde bilmez


Bin gez okunursa hazzı olmaz
Her dilce okunsa söz olur bûb
Bülbül işidürse ola merğûb
Her kavm dilince söz olur büb
Her söz ki bilinmez ola nâhûb
Pes ben dahi kıldum iltiması
Makbûl olur ehl-i dil du'âsı
Şair, “ Der beyan-ı ahval-i cihan-ı bivefa” başlıklı manzu­
meden sonra, “ Agaz-ı dastan-ı evvel” başbğı altında hikâyeye
şöyle giriyor :
SâM kerem eyle câm virgil
Gamdan bize bir ârâm virgil
Devrâna çün i'tibâr yokdur
Kec-rev feleğe karâr yokdur
Gamdan tut elin ben-i faHrun
Hak ola müdâm dest-gîrün
Çun 'ışk yohnda koymışam baş
Ben cân vireyim sen eyle şâbâş
Bes idelüm imdi bir hikâyet
Pürsüziş ü şevkile beğâyet
Varidi memâlik-i ‘Arabda
Bir Husrev-i hûbân nesebde
Meşhûr idi tâc (ü) taht ile ol
Mağrûridi nîk bahtile ol

Mısra’da vezin yok.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 211

Hem şâhib-i câh idi hıred-mend


Virmemiş idi Hak ana ferzend
Olmaz idi hiç uşağı anun
Virmez idi behre bağı anun
Oğlu olmadığı için üzgün olan bu adam Allah’a yalvarır.
Allah duasını kabul edip ana bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını
Kays koyarlar. Kays durmadan ağlamaktadır. Bir gün güzel
bir kadın kucağına ahnca Kays ağlarken hemen gülmeğe başlar.
Anasıyle dadısını unutur. Bunu görenler :
Bu olasıdur esiri ‘ışkun
Efsâne ile şeriri ‘ışkun
derler. On yaşına girince sünnet ettirip okula verirler. Okulda bir
saf kız bir saf oğlan oturmaktadır. Hepsi güzel olan bu kızlardan :
Birisinün adı idi Leyli
Gören kıluridi ana meyli
Görse yüzini olur degül zâr
‘ Işkında hezâr can ü dil zâr
Şol bâğ-ı bihişt-i 'ârı.T.ında
Şermende olur güneş yüzinde
Görüp yüzini tutardı hürân
Engüşt-i tahayyürin bedendân
Şol hâlile sünbüKn görüp hem
Müşkile benefşe tutdı matem
Kaşidi keman kipriği tır
Şol gamzesi cân kılurdı nahcîr
Kays Leylâ’yı görünce aşık olur. Leylâ da :
Gördi ki bir âfet-i zamane
Mişli dahi gelmemiş cihâna
Bir dilber-i serv-kadd ü gül-rüy
Serv-i hSş-rev ü gül-i semen-büy
Şîrîn lebi menşe’ -i letâfet
Ra'nâ kaddi turduğıle âfet

Kiprlk, nüshada böyle.


212 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Şehlâ gözi nergis-i pürefsün


Zibâ kaşı yây özi çün nün
Hüsni güli lâle-i şefak-fâm
Zülfi hamı lâle üzre key lâm
Bir gözgiye ger açup gözini®^
Gözgide göreydi öz yüzini
Öz ‘arızına olurdı meyli
Kılmazdı hevâ-yi ‘ışk-ı Leylî
Bunlar görüşmek için bahaneler bulurlar. Kays akşamları
okuldan çıkınca, birer sebep bularak Leylâ’nın evine uğrar;
böylece görüşürler. Nihayet :
01 mekteb uşağı cümle bildi
Her biri bunı fesâne kıldı
Sürüveni Leylâ’nın anası da duyarak saçını başını yolar;
kızını azarlar. Leylâ :
‘ Işk adlu kim ola ne kişidür
Bu söz bana di kimüîi işidür
‘ Işk adlı vilâyet ola yâ şehr
Söyle bana bir içürmeğil zehr
diye inkâr eder. Leylâ’nın anası inanır. Fakat artık onu yanından
ayırmaz. Kays’dan ayrı düştüğü için gece gündüz ağlar (gazel).
Mecnun’ a gelince:
Feryâd ki çerh bîvefâdur
Dâyim işi çevrile cefâdur
Ger hem-nefes itse iki yârı
Bir yire getürse iki zârı
Elbetde sebeb şalur araya
Onları esir eder belâya
Billah ne yamandur âşnâlık
Çün vâiy* olur yine cüdâLk
Gül-zâr-ı kelâm bâğ-bânı
Böyle bezemiş bu büstânı

Gözgi, nüshada böyle tesbit edilmiş.


Bu beyitler F u ^ lî’ de de vardır. Bk. Fuzuli Külliyatı, İstanbul 1926
E. 249.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 213

Kim serv-i riyâz-ı mihnet ü derd


Sevdâ-zede Kays-ı derd-perverd

Her şııbh giderdi mektebe şâd


Mektebde olurdı gamdan âzâd

Meşk-ı hat-ı hüsn-i yâr iderdi


D ef‘ -i ğam-ı rûz-gâr iderdi

Geldi yine mektebe ferah-nâk


Tâ kim kda zevk-ı vaşh idrâk
Gördi ki bihişte hür gelmez
Gün çıkdı henüz nûr gelmez
Hurşîdsüz oldı rüz tâ şeb
Oldı başına karanğu mekteb
Bildi ki sipihr-i şu‘bede-bâz
Bir şu'bede eylemişdür âğâz
Elbetde cefâ-yı ta‘n-ı ağyâr
01 gül yolma bırakdı bir hâr

Nevmıd olup itdi nâle bünyâd


E ytdi nedür iy felek bu bldâd
Nitdüm saüa kaşd-ı cânum itdün
Kat‘ -ı reh-i dil-sitânum itdün
Kesdün taleb-i garazda râhum
Bildür bana kim nedür günâhum
Evvel beni eyledün mükerrem
Vaşl-ı şanem ile şâd ü hurrem
Döndün yine böyle cevridersin
Benden o nigârı düridersin

Bir gün Kays dilenci kıyafetine girer. Eline bir değnek alıp
Leylâ’nın kapısına gider. “ Y a dost diye bağırır” Leylâ bımu işi-
dince hemen koşup Kays’m elini eline alır. Kolunu boynına dolayıp
hatırını sorar. Bunlar konuşurken etrafdan görürler. Kays’ a
Mecnun adını takarlar ;

55 Bk. Fuzulî Külliyatı s. 255.


214 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Rüsvây oluben cihâna düşdi


Başına anun uşaklar üşdi

Âşüfte-i mest iderdi efgân


Uşaklar ururdı daşı her yan

Mecnûn ne yana ki yüz tutardı


Kim ta'ne kimisi taş atardı

Mecnun Leylâ deyip ağlar, sahranın yolunu tutar.

Mecnun’un halini işiden babası onu arayıp bulur. Nasihat


eder, eve getirir.

Çün gördi itâ'atından ihmâl


Bildi ki fakire özgedür hâl

Virdi bu cevâb ile teselli


Kim dur gidelüm çağırdı Leylî
Leylî bize geldi mîhmândur
Senün talebünde dür-feşândur
Mecnûn ki işitdi Leylî adın
Şandı ki'felek virdi muradın
Lebbyek diyüp ayağa durdı
01 ka‘be-i maksada yüz urdı

Babası Mecnun’ a evde de nasihat eder. Mecnun elinde ihtiyarı


olmadığını söyler.
Öte yandan Leylâ ağlanıp inlemektedir. Bu dertle hasta olur.
Bir hekim getirirler. Hekim Leylâ’nın kolundan kan alır :
Leylî kolma çü değdi nişter
Mecnûn yüreğine batdı hançer

Düşdi atası katında bîcân


Pes gördiler anı boyadı kan

Atası bu hâle nâle kıldı


Mecnûn ayınup özine geldi

Virdi, virür olacak.


5’ Bk. Fuzûli Külliyatı s. 263.
TÜRK EDEBİYATIINDA LEYLÂ VE MECNUN 215

Eydür atasına itme nâle


Kıldufi mı nazar bu vaşf-ı hâle
Leylî kolına çu değdi nişter
Kan itdi benüm vücüdumı ter
Leylü şağınma benden ayru
Ben haste isem o dahi şayru
Mecnun’un babası bir “ Pir” e gidip oğlu için çare sorar. O da
şu çareyi tavsiye eder.
Leylî kapusından algüin hâk
Çek gözine yaş akıtmasun pâk
Al şaçı bağını Leylînün hem
Tik yabasına kim ola muhkem
Yırtmaz yakasın ü yaş akıtmaz
Pes derd ü belâya dahi batmaz
Babası Pir’in tavsiyelerini yerine getirir. Mecnun:
Pes gözleri dahi tökmedi nem
Yırtmadı dahi yakasını hem
Gözden çun akıdabilmedi yaş
Gösgine döğerdi derdile taş
Dırnağıyile çizerdi gösgin
Hançer gibi ayırurdı gösgin
Yırtmazidi yakasını her yan
Yırtdı eteğini tâ giribân
Mecnun’un babası çaresiz kalınca Leylâ’yı babasından iste­
meğe karar verir :
Bildi ki ger olmaz olsa Leyli
Mümkin değül oğlına teselli

Kabilenin ileri gelenleriyle birlikte Leylâ’nın babasına gider.


Leylâ’nın babası bunları karşılayıp ağırlar. Mecnun’un babası

Buradaki “ yaha” kelimesi aşağıdaki mısralarda “ yaka” şeklinde tes-


bit edilmiştir.
Gözgine, göğsüne kelimesi böyle tesbit edilmiş.
Bk. Fuzüll Külliyatı s. 266.
216 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

kızı ister. Leylâ’nın babası: “ Oğlun delidir; başı gözü kan içinde,
yabn ayak dolaşıyor” diye cevap verir. Mecnun sessizce orada
otururken ansızın Leylâ’nın köpeği geçer. Mecnun köpeğin üzerine
atılıp yüzünü gözünü öper. Kızın babası bu hali gösterip güler.
İstemeğe gelenler utanarak dönerler :
Mecnun’un babası :
01 pîr-i şikeste-hâl ü hayran
Tedbîr-i ‘ilâç ider firâvân
Her hande işitdi bir tabibi
Gül-zârınun oldı ‘ andelîbi
izhâr idüp ana ihtiyâcın
Bimârmun istedi ‘ ilâcın®®
(Burada bahis birdenbire kesiliyor; nüshada bir yaprak eksik
olmah). Mecnun’un babası oğluna nasihat eder. Fakat faydasız
olduğunu görünce umudunu keserek döner. Mecnun da çölün
yolunu tutar.
Mecnun bir gün, Leylâ’nın her zaman uğradığı çeşme başına
gelir. Her zaman olduğu gibi ağlayıp inliyerek kendinden geçer.
O sırada Leylâ gelir. Mecnun’u o halde görünce ağlamağa başlar.
Mecnun’un başım dizine koyar; yüzünü yüzüne sürer. Mecnun
gözünü açıp da Leylâ’yı görünce birdenbire tanımaz. Leylâ oldu­
ğunu anlayınca ayağına kapanır, ağlar (gazel). Konuşurlar. Leylâ:
“ Sen biraz belde ben eve kadar gidip geleyim” diyerek gider.
Fakat kabUenin göç etmekte olduğunu görünce dönemez. Mecnun
orada bekler.

Kış ötdi vü yaz hem dahi yay


Oturdı ol anda on iki ay

Otlar uzanup başından ötdi


Kuşlar gelübeni yuya tutdı®^

Kamış yabasından eyleyüp yol


Çıkdı vü uzandı oturur ol

Bk. Fuzulî Külliyatı s. 268.


Ötdi = geçti.
92 Yüya = yuva.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 217

Yaz oldı ulus göçdi varı


Yayladı vü girü döndi bârı

Kışlakı gözetdi döndi onlar


Pes geldi o yurda kondı onlar

Leylî turup anda suya vardı


Oturmış o bîkarârı gördi
Mecnun Leylâ’yı görünce: “ Sen eve gitmedin mi, niçin döndün”
diye sorar. Leylâ da: “ Ben gideli bir yıl oldu; sen burada nasıl
oturup bekledin” der. Mecnun vaktin nasıl geçtiğini bilmediğini
söyliyerek Leylâ’nın ayağına kapanır. Leylâ Mecnun’un başını
kucağına alır; yüzüne kanlı yaşlar döker. Biraz sonra Leylâ
gider. Mecnun yalınız kalır.
îbn-i Selâm adlı bir serdarın oğlu Leylâ’nın güzelliğini işiderek
aşık olur. Babası oğlunun halini görünce mücevherler, cariyeler ve
kölelerle birlikte Leylâ’nın babasına giderek kızı oğluna ister :
Çün geldi bu râz-ı dil beyâna
Oldı ana razı ata ana

01 müşteriye virildi zühre


Şâyeste görüldi mâh mihre
Leylâ bu haberi işidince ağlayıp sızlar. Düğün günü kızlar
toplanır. Bezekciler Leylâ’yı bezedikçe, o bunları eliyle bozar.
Anası nasihat eder. Fakat Leylâ dinlemez, (gazel) Leylâ îbn-i
Selâm’ın oğluyle yahnız kaldığı zaman delikanlı:
Ne gördi nikâb içinde bir nür
Çun mâh-ı dü hefte bedr-i mestûr

Germ oldı mahabbetün mezâkı


Deprendi vişâle iştiyakı®*

Kol şaldı ki tâ kocaydı boynm


El şaldı ki ahtaraydı koynın

Bk. Fuzuli Külliyatı s. 283. (Buradaki “ mah” kelimesi hem “ malı” ,


heme de “ mar” şeklinde okunabiliyor).
Bk. Fuzulî Külliyatı s. 297.
218 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Pes ağzına eyle çaldı Leylî


Taht altına anı şaldı Leylî

Hüsnüm güline el urma güstâh


Fikreyle özüne hâlüne balı
Mecnûn çeke mihnet-i cemâlüm
Nâkes ola hem-demüm vişâlüm
Ben sana iderem üşte bilgil
Var özüne gayrı fikri kılgil
Öldürem özümi şimdi bunda
Gel kanuma girme imdi sen de
Delikanlı bir müddet beklerse de nihayet usanarak Leylâ’yı
boşar. Babası Leylâ’yı alıp evine getirir.

Bir kocakarı Leylâ’nın evlendiğini Mecnun’ a haber verir.


Mecnun bunu işidince zehirli bir okla yaralanmış gibi, ah edip inler
O kadar ağlar ki kuşları ve hayvanları bile ağlatır. Eline kalemi
alıp Leylâ’ya mektup yazar. Şair mektupdan şöyle bahsediyor :

Dîbâce-i nâme nâm-ı Ma'bûd


Kayyüm ü Kadîm ü H ayy (u) Mevcüd
01 perde-keş-i hicâb-ı esrar
Kim 'âlemi yokdan eyledi var
Kocakarı Mecnun’un mektubunu Leylâ’ya götürür. Leylâ
mektubu okuyunca kanlı yaşlar döker. Hemen cevap yazar. Bu
bahisde şu beyitler görülmektedir.

Izhâr-ı vucûd iden ‘ ademden


Hayr ü şerini çeken rakamdan
Meşşâta-i şâhid-i zamane
Sultân-ı bülend-âstâne

Ger töhmete olmışam giriftar


Ikrâhile benden olma bîzâr

Fuzüll Külliyatı s. 299.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 219

Bir dür degülem kim ola hakkak


Aldıkda taşarrufında çâlâk®®
Leylâ yazdığı mektubu bir kervanla gönderir. Mecnun
mektubu alınca yüzüne gözüne sürüp boynına muska gibi asar.
Bir yaz günü dostları Mecnun’u arayıp bulurlar. Birlikte
gezmeğe gitmeği teklif ederler. Mecnun: “ Bahar da olsa bahçe de
olsa Leylâsız bana her yer zindandır “ der. Arkadaşları umudlannı
kesip dönerler.
Kim varidi bir hüeeste-fercâm
01 aşrda ‘ âdil ü nigü-nâm
Tiğıle meşâf-ı müşkile hal
Ma'rûf-ı zamane adı Nevfel®’
Nevfel bir gün dağda dolaşırken vahşi hayvanlar arasında
Mecnun’a rastlar. “ Hâcib” inden Mecnun’un serüvenini öğrenerek
ona iltifat eder.
Ger olsa zerile iş ser-encâm
Y ük yük tökelüm zer alalum kâm®®
Ger virmeseler bu resmile kız
Pes zarbile anı alalum biz
Mecnun: “ Benim için boş yere uğraşma bahtım karadır” der.
Nevfel bu cevaptan ateş kesilir. Bir mektup yazup kızı babasından
ister. Leylâ’nın babası: “ Nevfel haddini aşmış, bizi bu kadar zaif
mi sanıyor. Biz de eriz. Leylâ ona nasıl layık olabihr” diye cevap
verir. Nevfel bu cevabı ahnca :
Cem'itdi sipâh-i bînihâyet
Çaldırdı nefir ü çekdi râyet
Nevfel Leylâ kabilesine saldırır. Arada kanlı savaşlar olur:
Mecnûn arada gezüp peşîmân
Haclet çeküben ol işden iy cân
Turmışdı ‘ alem-mişâl bibâk
Bu 'arsada şerm-sâr ü ğam-nâk

Bk. FuzûH Külliyatı s. 304.


Bk. Fuzûll Külliyatı s. 284.
8* Bk. Fuzulî Külliyatı s. 284.
Bk. Fuzuli Külliyatı s. 286
220 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Kabile yenilerek Leylâ esir edilir. Nevfel Leylâ’yı görünce


aşık olur. Mecnun’u öldürmek için zehirli şerbet hazırlatır. Fakat
yanlışlıkla kendi içip ölür. Leylâ’nın babası kızını alıp götürür.
Mecnun yalınız kalır (gazel).
Bir gün Mecnun Leylâ’nın kendi eliyle fakirlere aş dağıttığını
görerek elinde bir çanakla gelir. Maksadı aş almak değil, Leylâ’nın
yüzünü görmektir. Mecnun çanağı uzatınca Leylâ vurup çanağı
kırar. Mecnun sevincinden oynar. Bu hali soranlara: “ Eğer aş
vereydi hemen çekilip gitmek gerekirdi; orada kalıp bekleyeyim
diye çanağımı kırdı” der.

Mecnun bir kış günü dolaşırken bir bahçıvanın servi ağacını


kesmek istediğini görür. Serviyi Leylâ’nın boyuna benzetir. K o­
lundaki la’li vererek ağacı satın alır.

Leylâ kabilesi kışlığa çıkmak için hazırlanır :


Göç oldı açıldı bâr-gehler
tİştürlere mehd çekdi mehler

Bir mahmile girdi Leylî -i zar


Kûh-ı gamın itdi nâkaya bâr
Efğânı idüp ceres ünin pest
‘ Işkı gibi itdi nâkai mest
ly başı açuk ayağı yalın
Bulmış nice gez harem visalin

Lutf (it) benüm ile kâr-ı hayr it


Mecnûnum olan diyarı seyr it
Ben bîkesi sen yetür ol aya
Bu derdi irişdür ol devaya
01 mahmil içinde oldı bihûş
Mutlak özin eyledi ferâmûş
Bîhûşluğında düşdi ol nür
Hem-râhı olan gürûhdan dür
01 nev'idi zülmet-i şeb-i târ
Kim olmadı sârbân haber-dâr
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 221

Göz açdı özini gördi itmiş


Hem-râhı bırakmış anı gitmiş

Ne râh u ne râlı-ber bulundı


Ne kafileden eşer bulundı'®

Leylâ o sırada birini görüp kim olduğunu sorar. O da :

Kays idi adum ve Hk eknûn


Bir ‘ışk-ı nigâr kıldı Mecnûn

Leylâ bu sözü işidince deveden inerek: “ İşte Leylâ benim”


der. Mecnun düşüp bayıbr. Leylâ Mecnun’un başını dizine alır.
Mecnun kendine gelince Leylâ’yı tanır. Leylâ : “ Maksadına erdin;
bundan sonra ölünciye kadar birbirimizden ayrılmayalım” der.
Mecnun bu sözü işidince, canı namus ateşinde yanar; şöyle cevap
verir :

İl ağzını çünki tutmağ olmaz


Kişi özin oda atmağ olmaz

, 01 yiğdür alam seni ben iy can


Tâ kim yetürem ivinge pinhân’ i

Yiğdür bana kim çekem firâkung^^


Cânumda bemişe iştiyâkun

Çün virmediler rızâyile bil


İş kim ola bîrızâ ne haşıl

Çun girmez ise ele vişâlün


Yiğdür bana kim çekem bayâlün

Leylâ şu cevabı verir :

Absente ki zât-ı pâk imişsin


Pâkîze vucûd-ı hâk imişsin

’ » FuzüH Külliyatı s. 326, 327.


Kelime böyle tesbit edilmiş.
Bu kelime de böyle tesbit edilmiş.
222 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun deveyi yederek Leylâ’yı eve getirir. Kucaklaşıp veda


ederler (Mecnun’un ve Leylâ’nın gazelleri).
Bir son bahar mevsimi Leylâ bir gece rüyasında Mecnun’u
ölmüş görür. Uyanınca hastalanır. Gül yüzü solar. Son deminin
paklaştığını anlıyarak anasını çağır (gazel). Anasına şu vasiyette
bulunur : “ Mecnun’u çağır onun aşkıyle can verdiğimi kendine
söyle; beni bekletmesin, tez gelsin” Leylâ bunları söyledikten
sonra can verir. Herkes ağlaşır. Kabile baştan aşağı siyahlar
giyinir. Leylâ’yı gömerler. Leylâ’nın anası kızının kabrine
kapanır.
Leylâ’nın ölümünü işiden Mecnun koşup Leylâ’nın kabrine
gelir. Leylâ’nın vasiyetini işidince, mezarın üstüne kapanır. AUah-
dan ölümünü ister. Kabri kucaklayıp yüzünü gözünü topraklara
sürer. Biraz sonra can verir. Vahşi hayvanlar bağrışıp matem
tutarlar. Hacdan dönen bir hacı kafilesi Mecnun’u görüp aynı
mezara gömer :
Kabr üstine koydılar nişane
Faş oldı bu mâcerâ cihâna
Son beyit :
Çun nâme -buna irişdi ol dem
Sildüm kalemi ki ebsem ebsem
«
Nüshadaki bir çok beyitler, arasıra bazı kelime ve mısra far-
kıyle olduğu gibi Fuzülî’nin Leylâ ve Mecnun’unda da vardır.
Eser H. 920 de yazılmış olduğuna göre, bu parçalar 942 de yazılan
Fuzuli’nin eserinden aktarılmış olamaz. Fuzuli’nin bunları Sevda’i
den aldığı ise elbette düşünülemez. Hatıra gelen tek ihtimal, sonra­
dan Sevdai’nin eserini yazan müstensih’in, kendi keyfine göre
Fuzuli’nin eserinden seçtiği bu parçaları Sevda’i’nin eserine katmış
olmasıdır. Hakikatte bu parçaların eserde yabancılığı duyuluyor.
Fuzuli’ den alınan bu parçalar ne kadar güzelse, Sevda’ i’ye ait
olan parçalar da o derece yavandır.
Sevda’i esasda Nizami’y i takibetmekle birhkte H atifi’ den
çok faydalanmıştır. Meselâ Kays’ın henüz güzellere tutkun olması
dUenci kıhğına girerek Leylâ’ya gitmesi, Pir’in tavsiyesi, Mecnun’-
un Leylâ’nın köpeğini kucaklaması, Leylâ’nın düğün günü yüzün­
deki bezekleri yolması, Ibn-i Selâm’m Leylâ’yı boşaması, Nevfel’in
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 223

Mecnun için hazırlattığı zehirli şerbeti kemdi içip ölmesi, Mecnun’un


servi ağacını satın alması, Leylâ’nın devesinin yolunu şaşırması,
Leylâ ile Mecnun’un görüşmeleri, Mecnun’un birleşme teklifini
reddederek Leylâ’yı evine götürmesi hep H atifi’ den ahnmaıştır.
Leylâ’nın fakirlere çorba dağıttığını duyan Mecnun’un kâse ile
Leylâ’ya gitmesi Cami’ den alınmıştır.
Mecnun’un başına kuşların yuva yapması, eserini bir yıl
önce yazan Celili’de ilk defa görülür. Leylâ’nın kolundan kan alın­
dığı zaman Mecnun’ dan da kan akması m otifi ilk defa Hamdullah
Hamdi’ de geçer.
Leylâ’nın Mecnun’u rüyasında ölmüş görerek hastalanması
Celili’ de de geçer.
Arkadaşlarının Mecnun’u gezmeğe götürmek istemeleri Husrev
de vardır. Burada Mecnun gitmez.
H atifi’de Mecnun kör dilenci kılığına girer. Burada körlük
yoktur.
Şair bazı motifleri atmış, eseri kısaltmış ve sırayı da değiştir­
miştir. Meselâ Mecnun’un Kabe’ye gitmesi alınmamış olduğu gibi,
başka şairlerin eserlerinde bulunan bazı motifler de atılmıştır.
Leylâ ile Mecnun’un çeşme başında buluşmalarını şair kendi­
liğinden eklemiştir. Çeşme başı, havuz başı başka şairlerde görülürse
de şekil değişiktir.
Nüshada v. 12 a, 27 b, 36 b, 51 a da birer minyatür vardır.
H A K ÎR İ’ NİN ESERÎ

Tebriz’li Hakîrî (X V I. yüzyıl şairlerinden), eserini H. 931 = M .


1524 de yazmıştır. Eser British Museum’dedir (No. Add. 7936 /4,
V. 117-167; Rieu Catalogue o f the Turkish Manuscripts in the
British Museum, s. 258). Fotokopisi Türk Dil Kurumu Ktp.nda.
Rieu, eserin müellifi bilinmiyen bir Azeri şairine ait olduğunu
söyliyorsa da, eser Tebriz’li HaHrî’n i n d i r Ş a i r adını iki yerde
veriyor:
E y Hakiri o lebi Şirin içün
Küh-ken bol nâle vü feryâd kıl v.
Bilmezem senden kime dâd ideyim
Ey HaHrinin günin zâr iden 'ışk v.
Şair eserini yazdığı tarihi şu beyitlerle bildiriyor :
îbtidâ ^Idım berüz-ı âzine
Söyledim Hak ismini bünyâdına
Âzine güni idi şehr-i receb
İşbu nazmı eyledi gönlüm taleb
Târih ol dem zı idi lâm-ı elif
Sâ'ati sa'd idi eyyam ı şerif
Şair kendinden önce Leylâ ve Mecnun mesnevisi yazan şair­
lerden ancak üçünün adını veriyor :
Bir hikâyet ideyim bünyâd men
Bile idem ibşşada irşâd men

Resülzade Mehmed Emin, Leylâ ve Mecnun yazan şairler arasında


Tebrizli Hakiri’ yi de kaydeder (Azerbaycan şairi Nizami, Ankara 1951, s.
356). Hakiri’ nin bugüne kadar ele geçmemiş olan Leylâ ve Mecnun’u işte
bu eserdir.
Mısra’daki “ o lebi Şirin” nüshada olup Şirin şeklinde yanlış tesbit
edilmiştir.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 225

İki nazm ışşı bunı seyreyleye


Hem Nizamî rahmetu’llahı 'aleyh
Husrev andın nazm ^ Idı nâmei
Virdiler pes Hatifine hâmeni
Hatifi dah nazmitdi bi’t-tamâm
Höş müretteb itdi ol şirin-kelâm
Şimdi men bîçâre-hâl ü nâtüvân
‘Aciz ü ser-geşte dür ez hânümân
Himmetini anların ‘ azmiderem
Türk dilince üşbunı nazmiderem
Şair başlangıç manzumelerinden sonra hikâyeye şöyle giriyor :
Kim ‘Arabda varidi bir pâdişâh
Cümle-i ‘ âcizlere püşt ü penâh
Seyyid-i ‘Amiriyân dirler ana
Dinleyesin şerh idem hâlin sana
Eznesim idi anın meşhûr adı
‘Âlemi tutmış idi ‘ adi ü dâdı
Dünyada ihsan ilen meşhur idi
Bahtı hurrem mülki hem ma‘ mûr idi
Eznesim, oğlu kızı olmadığı için üzgündür. Allah’a dua eder.
Allah duasını kabul ederek ona bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını
Kays koyarlar. Kay s daima ağlamaktadır. Birgün güzel bir kadın
koçağına alınca Kays hemen susar'. Görenler çocuğun büyüyünce
aşık olacağına hükmederler. On yaşma girince Kays’ı sünnet
ettirip okula gönderirler. Öte yandan :
Varidi bir nâm-dâr-ı muhterem
Şâhib-i hayi (ü) haşem tâc (ü) ‘ alem
İsmini dirlerdi anın Bü’l-Hasan
Dinlegil candan hikâyâtın zimen

•uljl ve H-îlc kelimelerini kafiye yapmış.


” Hameyi kelimesini hameni şeklinde tesbit ettiği halde, nameyi keli­
mesini namei şeklinde tesbit etmiş.
Dah = dahi
Anın kelimesi şeklinde tesbit edilmiştir. O çağlarda Batı Türk-
çesinde j ile tesbit edilen kelimeler de nüshada iledir.: gibi.
F. J5
226 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mâl (ü) mülki varidi anın ‘ azîm


Hem ‘Arab mülkinde olmışdı muMm
Varidi bir Leylî adlu duhteri
Yitm ez idi hüsnine hür u perî
Ğamzesi fettan beni Hindû idi
Dişleri gevher saçı höş-bû idi
Lebleri hem kevser-i hayvan idi
90

Bir şaçı sünbül yüzi meh pâresi


Varidi çok hüsnünün biçâresi
Camzesi hem nâvek-i dil-sûzidi
Gözleri anın cihân-efrûzidi
Leblerinden âb-ı hayvan münfa'U
Sözlerinden şekkeristân münfa'il
Dişlerinden dürr (ü) hem mercan hacil
Yanağından üş meh-i tâbân hacil

Kâmetinden hem kıyâmetdi ‘lyân


Fitne vü tennür 'alâmetdi 'lyân

Hüsnine hemtâ yoh idi dercihân


Zülfi müşk (ü) kâmeti serv-i revân

Saçlarının vaşfıdur kadr ü berât


Lafz içinde çun Mesîhâ-mu'cizât

Kaşını görgeç meh olurdı hilâl


Kim yaratmamış anın tek Zü’l-Celâl
Kim göreydi hüsnün anın bir nazar
'Aklı başından giderdi derbeder

Bülhasan Leylâ’yı mektebe verir. Kays ile Leylâ okulda


tanışıp sevişirler. Kays aşkından gece gündüz ağlayıp inler (bir
gazel). Leylâ’nın da sabrı kalmaz. Serüven duyulur. Leylâ’nın
anası da haber alarak kızım okuldan alır. Leylâ’yı göremiyen
Kays hasretinden gece gündüz ağlar. Leylâ ondan beterdir.

— Bu mısra atlanmıştır.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 227

Girdi bir gün Kays derviş donma


Vara ol kisvetle Leyli yanma
Rüz (u) şeb feryâd iderdi zâr ilen
Söyleşürdi zâr idüp Allah ilen
Ayrı düşdi çünki ol canandan
Ah itdi gitdi mekteb-haneden
Kays ağlayıp şiirler söyler (gazel). Birgün Kays post giyer;
kör dilenci taklidi yaparak Leylâ’y ı görmeğe gider. Leylâ’nın
kapısı önüne gelince dua edip yüz üstü düşer. Leylâ koşup Mec-
nun’ u kaldırır. Kays ile Leylâ böylece konuşmak fırsatım bulurlar.
Kays bunu tekrarlar. Nihayet iş duyulur; K ays’ı öldürmek isterler.
Leylâ’nın sokağından sürüp çıkarırlar. Kays artık Mecnun adını
alır (gazeller).
Leylâ da hasta ve bitkindir. Arkadaşlarına daima Mecnun’un
adını tekrarlatır (gazel). Mecnun bir şiir yazıp Zeyd ile Leylâ’ya
gönderir. Leylâ da Mecnun’a şiir Ue cevap verir.
Mecnun Necd dağlarında vahşi hayvanlarla birlikte yaşamak­
tadır. Birgün babası Mecnun’ u görmek ister, sahraları dolaşırsa
da bulamaz. Nihayet yerini öğrenerek oğlunu bulur: hahni görerek
ağlar. Mecnun’u alıp eve getirir. Dostlarının tavsiyesiyle onu
K âbe’ye götürür. Aşktan kurtulması işin Allah’a yalvarmasını
söyler :
Didi Mecnûn ey Hudâvend ü Kerim
Eylegil ‘ışkını gönlümde muMm
K a'betu’llah höremetiçün yâ İlah
Bir zamân itme meni ‘ışkdan cüda

Men nice terkidem ‘ışkı yâ îlah


‘ Işksız gönlümdedür yüz derd ü ah
Mecnun^ Kâbe’de eskiden beri oturmakda olan bir “ âbid” e
yalvarır. Aşkını artırması için Allah’ a dua etmesini rica eder.
Âbid dua eder, Allah da onun duasını kabul eder. Babası bunları
işidince umudunu keser; ağlıyarak döner.
Mecnun’un babası kabilenin ileri gelenleriyle birlikte Leylâ’ yı
görmeğe gider. Bülhasan bunları karşılıyarak zifayetler çeker.
228 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Fakat Eznesim’in teklifini işidince: “ Oğlun çöllerde dolaşan bir


delidir. Kızımı nasıl ateşe atabilirim” der. Eznesim oğlunun deli
olmadığım söyler. Mecnun’u çağırırlar. Mecnun gelip sessizce bir
köşeye oturur O sırada içeri giren Leylâ’nın köpeğini görünce
ayağına kapanır; yüzünü gözünü öper. Herkes gülüşür. Eznesim
utanarak döner. Mecnun yine sahralara çıkar. Eskisinden daha
beter bir hale gelir. Geceleri Leylâ için ağlar.

Bir gün Leylâ kızlarla birlikte gezmeğe çıkar :

Leyli eydür yâ Ilah-ı lâyezâl


işbu gün men hasteye göster vişâl

Bir dahi yârın cemâlin göreyim


Mişl-i şekker leblerini sorayım

Mecnun da o sırada dolaşmaktadır. Uzakdan Leylâ’yı görünce


derdi tazelenir. Orada otlamakda olan bir sürünün yanma yaklaşa­
rak, çobandan bir koyun postu ister. Çoban önce nazlanır; fakat
Mecnun’un ısrarına dayanamıyarak koyunlardan birini keser; deri­
sini Mecnun’a verir. Mecnun deriyi giyip Leylâ’nın yanına gider.
Kendini tanıtarak yalvarır. Kızlar tanıyarak Mecnun’u taşa tutar­
lar. Mecnun yere düşer. Leylâ peçe altında bu hali görerek ağ­
lar. Kızlan savup Mecnun’un yanına gelir; başını dizi üstüne alıp
gözlerinin yaşını siler; yüzüne gül suyu serperek ayıltır. Mec­
nun kendine gelince ağlayıp inler. Bütün halk üşüşür; Mec­
nun’un haline ağlarlar. Mecnun yalvarır (gazeller). Kızlar yap­
tıklarına pişman olurlar.
Leyli eydür Mecnûna dur gidelim
Şchr içinde ‘ ayş u ‘işret idelim

Mecnûn eydür ey cemâli mahımız


Vaşl-ı rûyindür bizim dil-h''ahımız

Mecnun veda edüp ayrıhr, Leylâ da döner. Mecnun : “ Senin


adın nedir” diye soranlara “ Leylâ” diye cevap vermektedir :
Leylî Mecnûn idi Mecnûn Leyli hem
İkilik aradan olmışdı ‘ adem
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 229

'Aşkile Mecnûn çu doğn yâr idi


Nisbetin söyle anın kim varidi

Y ok idi anın gibi şâbit-kadem


‘ Işk yolında varlığın lalmış ‘ adem
Mi Şİİ yokdur 'ışk içinde tâkdurur
tsmi anın Seyyidü’l-'uşşâkdurur
Mecnun valışi hayvanlarla birlikte yaşamakda ve ağlayıp
inlemektedir (gazeller).
îbn-i Selâm adında bir adamın oğlu Leylâ’nın güzelliğini du­
yarak aşık olur. Delikanlı Leylâ’nın resmini yaptırmak üzere
birini gönderir. Ressam, Leylâ’nın bulunduğu şebre gider, resmini
yaparak deUkanbya gönderir. Delikanlı resmi görünce akb başından
gider. Gece gündüz ağlayıp inler (gazel). Oğlunun bu halini gören
babası, elçi göndererek Leylâ’yı babasından ister. Babası razı
olarak kızını verir. Leylâ ağlayıp inler, kocasının yüzüne bakmaz ;

iltifat itmedi bîç Leylî ana


Bir zamân hiç olmadı meyli ana
Leylî Mecnûn söyleyip efğân ider
Dûst yolma cân (ü) baş kurbân ider
Bir zamân yârın ferâmüş eylemez
Kimsenin hergiz sözin gûşeylemez
Zeyd Leylâ’nın evlendiğini Mecnun’ a haber verir :
Özgelerle oldı hem-âğüş ol
Özgenin ‘ışkında ider cüş ol

Bîvefâdan ötrü çekme munca gam


Eylesün Hak bîvefâ ‘ömrini kem
der.
Mecnûn eydür men bu işi işlemen
Andan ayru kimseye yârım dimen

Tâ ^ y â m et ol menimle yârdur
Hak bilür kim dâdıma ğam-h^ârdur
230 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Terkider mi yârı hergiz doğrı yâr


Men senin kavlinle itmen i'tibâr
der ve yazdığı şiiri Zeyd’le Leylâ’ya gönderir. Leylâ mektubu ahnca
ağlar; ayrıhk acısından duyduğu ıztırabı bildiren bir şiir yazıp
Mecnun’a gönderir. Mecnun tekrar bir şiir yazar.
Leylâ’nın kocası iltifat görmediği için dertlidir. Anası Leylâ’ya
nasihat eder. Mecnundan vaz geçmesini söyler :
‘ işkile toprağım itdiler bamîr
Men anınçün olmışam ‘ışka esir
‘ Işkdur ‘ âşıMarı zâr eyliyen
Derde şalup baste bimâr eyliyen
‘ Işkdur insanları ğamkîn iden
‘ Işkdur çob dideler nemkîn iden
‘ Işkdur ‘ âşıMan şeydâ ^ lan
‘Işkdur müzminleri rüsvâ kılan
‘ Işkdur cân (u) dili teskin iden
‘ Işkdur sultânları miskin iden
‘ Işkdur men bendeni efgâr iden
Zâbidin teşbihini zünnâr iden
diye cevap verir. Anası ısrar eder. Leylâ halini uzun uzadıya an­
lattıktan sonra Mecnundan başka kimseyi arkadaş edinemiyeceğini
söyler. Leylâ’nın söz anlamadığını gören anası, yeniden kaygıya
düşer; öte yandan :
Zevc-i Leylî dâd ü bîdâd eyledi
Bu sebebden ab (ü) feryâd eyledi
Oldı nâçâr Leylîye virdi talâk
Canına yüztutdı çok derd ü fırâk
Gitdi atası evine ol kamer
Mecnûn ‘ış ın d a kuşanmışdı kemer
(gazel). Leylâ şiir yazup Zeyd’le Mecnun’a gönderir. Mecnun da
şiirle cevap verir .
Leylâ’nın kendi eliyle aş pişirip halka dağıttığını gören Mecnun,
eline bir çanak abp yaklaşır. Leylâ Mecnun’u tanıyarak kâsesini
kırar. Mecnun gülerek bekler. Bu bahane ile uzun uzun sevgilisini
seyreder. Sebebini soranlara :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 231

Mecnûn ey dür yâr olan beyle gerek


Derd içün ğam-h^âr olan beyle gerek
Yâr odur geh lutfidüp geh nâz ide
‘Âşıka lutf u mababbet az ide

Şınmaşaydı ger çanağım ol zaman


Görmezidim yâr cemâlini ‘lyân
Aş alup gidüp revân durmazidim
Leylînin zîbâ cemâlin görmezidim®**
İstedi bu dem meni yârım göre
Hem niçündür derd (ü) ahvâlim şora
îtd i bu remzi meni hem gördi yâr
Lutf ^ Id ı yine hâlim sordu yâr
Nevfel adındaki padişah, birgün avlanmak üzere sahraya çık­
tığı zaman çıplak bir halde yatan Mecnun’u görür. “ Hâcib” ini
gönderip Mecnun’u getirtir; halini sorar. Mecnun serüvenin
anlatır. Nevfel Mecnun’un adını işitmiş, fakat kendini görme­
mişti. Mecnun’a acıyarak Leylâ’yı ona alacağını vadeder.
Mecnun umuda kapılarak sevinir (gazel). Nevfel elçi gönderip
babasından Leylâ’yı ister. Bülhasan Mecnun’a kızını veremiyeceğini
söyler. Nevfel bunu işidince ateş kesilir. Hemen askerini toplıyarak
Leylâ kabilesine saldırır. Akşama kadar savaş olur. Nihayet Leylâ
kabilesi yenilir. Nevfel Leylâ’yı getirtir, fakat yüzünü görünce
hayran olur. Sofracısım çağırtıp Mecnun’ un yemeğine zehir kat-
masım söyler. Nevfel unutarak zehirli yemeği yiyince ölür. Leylâ’yı
babası ahp götürür. Mecnun da sahraya döner.
Mecnun, parmağındaki yüzüğü verip avcının elinden iki
ahuyu kurtarır.
Mecnun’un babası daha çok dayanamıyarak ölür. Bunu
Zeydden işiden Mecnun ağlayıp Allah’ a yalvarır. Babasının
mezarı üzerine kapanıp toprağa yüzünü sürer. Kabilesi Mecnun’a
nasihat ederse de Mecnun dinlemez; sahranın yolunu tutar; yine
vahşi hayvanlarla yaşar (gazel).
Birgün Mecnun havuz başındaki çinar dibine gelip Allah’a
yalvarır. Sevgilisine kavuşturmasını dUer. O sırada biri Leylâ’mn

Vezin yok; “ cemalin” yerine “ yüzin” olursa vezin düzelir.


232 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

kendini görmeğe geldiğini haber verir. Mecnun Leylâ’yı görünce


sevinir (gazel); aşkını anlatır. Leylâ :
Didi yoluna fedâ canım menim
Hâlimi kıiğil nazar hânım menim
Bağruma batdı menim çûn hâr-ı hecr
Yüreğimi yandurupdur nâr-ı hecr
Nâr-ı hicranın meni yandırdı yâr
Gül yüzünden ayru cana batdı hâr
Haçan ola ayruluğ ola tamâm
Vaşlilen gönlümüz ola şâd-gâm
Mecnun şu cevabı verir :
Ne yaman evkât imiş eyyâm-ı hecr
Gönlüme şaldı menim yüz dâm-ı hecr
Nâr-ı hicran ile yandı cânımız
Nideyim kılmaz nazar cânânımız
Ah u efğândur nasibim yârsız
Derd içinde kalmışam ğam-h''ârsız
İki sevdalı veda edip ayrılır. Zeyd gelip Mecnun’u takdir
eder. Mecnun halini Leylâ’ya anlatmasını Zeyd’ den rica eder.
Zeyd Leylâ’ya gördüklerini anlatır. Leylâ bunu işidince ağlar.
Bir bahar günü Leylâ gezmeğe çıkar. Macnun’u görür. îki
sevgili konuşur :
Leyli eydür ey za'ıf (ü) nâtüvân
Anmadm bizi birgez dahi hemân
Söyle niçün 'ahdine kıldın hılâf
‘Âşıka vâcib değildür ihtilâf
Mecnun şu cevabı verir :
Men hayâline senin yoldaş idim
Firkatından gözi kanlu yaş idim
Hem-dem idim men hayâline seniü
Vâlih idim rüy-ı âline senin

— Yoluna kelimesi burada şeklinde tesbit edilmiş.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 233

Mecnun aynbktan şikâyet eder. Yılda bir kere görmeğe razı


olduğunu söyler. Leylâ şu cevabı verir ;
Sen digil sevgü besâbım mana
Ey menim cân ü diUm kurbân sana
Bir zamandan şonra ha geldim sana
Mahrem ü yâr ü refik oldum sana
Ğâfil olma tiz gelürem ey faHr
Koymazam dahi seni gamda esir
Tâ bilem doğru mıdur ıkrârıiiı
'Ahdin üzre göreyim kirdârmı
Gerçi doğru olsa ıkrârm senin
Menden ötrü cümle güftârın senin
Vaşlilen şimdi seni şâd eylerem
Bend içinde koyman âzâd eylerem
Ger hılâf olsa süzün ey haste cân
Anmazız birgez seni dahi hemân
Gam yemen çün kim hayâlin cândadur
Senden ayru bu gönül vâmındadur
Mecnûn eydür cân (ü) baş ile duram
Tâ kıyâmet men yolunı gözlerem
Leyli (gitdi) durdı Mecnûn anda hem
Özge yire basmadı hergiz kadem
Y uva yapdı murğ ü mâr ü vahşiler
Vahşîler yanında dutdılar karar
Cân-verler dutdılar hem-dem ana
Gice gündüz mûnis ü hem-dem ana
Câna munca mihneti nûş eyledi
'işkile feryâd idüp çüş eyledi

Yaz geUr, kış geçer. Mecnun böylece bekler. Mecnun’un


halini Leylâ’ya haber verirler. Leylâ ağlar; hemen atlanarak Mec-
nun’u görmeğe gider. Mecnun Leylâ’nın geldiğini uzaktan görünce
nara atar, coşar; sevgilisinin ayağına kapanır. Leylâ, ayrılalı altı
ay olduğunu söyler ve Mecnun’a ne zamandenberi beklediğini
234 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

sorar. Mecnun: “ iki gün oldu, gelmeseydin üzülürdüm; tez geldin,


beni bırakmadın” der. Leylâ takdir eder iki sevgili konuşurlar.
Leylâ Mecnun’u deveye bindirip şehre götürür. Leylâ artık sahrayı
bırakmasını, ağlamaktan vaz geçmesini tavsiye ettikten sonra
şöyle söyler :

Menden imdi hâsıl eyle kâmıfiı


Zayi' itme ey 'azîz eyyamını

Mecnûn eydür ey gözüm cânım menim


Küfr-i zülfün dîn ü îmânım menim

matla’lı gazeli söyledikten sonra :


Nefsim içün sevmemişem men seni
Bu söze vâkıfdurur Rabb- 1 Ğ-anî
Özümi ey dil güneh-kâr itmezin
Nefsim içün yerimi nâr itmezin
Sende gördüm men Hakin dîzârını
‘Arş ü ferş ü cümle vü hep varını
Hakka niçün (men) hıyanet ideyim
Nice kârumı diyânet ideyim
Kâfir olur Hakkile iden hılâf
Mü’min olur ola gönh ‘ışka şâf

Bir zaman ağlaşırlar. Mecnun yine sahraya döner (gazel).


Leylâ ölür (bu bir beyitle ifade edilmiştir). Mecnununa haber
verirler. Mecnun ağlayıp inler, Leylâ’nın kabri üzerine gelip gün­
lerce göz yaşı döker. Leylâ’ dan ayırmaması için Allah’ a dua eder.
Ansızın Leylâ Mecnun’a görünerek bir gül atar. Mecnun ağlar.
Leylâ: “ Ben gül attım, sen niçün ağlıyorsun” diye sorar Mecnun:
“ Derdimi bilmiyenler bana taş da atarlar. Fakat sen derdimi bili­
yorsun; başkasının derdi beni ağlatmaz, sen gül atsan şişe parça
parça olur” der. Şair bu hali şöyle yorumlıyor. Bir gece Mecnun
Leylâ’yı rüyasında görür. Leylâ Mecnun’ a bir deste gül sunar.
Mecnun uykuda uyanınca elinde bir deste gül görür. Ölünciye
kadar onu elinden bırakmaz. Şair Leylâ ile Mecnun’un aynı asıl-
dan yaratıldığını ikiliğin aradan kalkdığını söyledikten sonra :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 235

Hak yolında dâ’ imâ birlik gerek


Dâ’imâ Lirlikilen dirlik gerek
der. Eser şu beyitlerle biter :
İtmesen ger nefsini ey can zebûn
01 seni ider yakın bil ser-nigün
Gel anın bendinden âzâd olasın
Abiretde Hak visalin bulasın
İki mirîg yüz elli beyt oldı hemân
îk i ‘ âşık haüni itdim beyân
Fazi kıldı çü Hak itmam eyledim
Leyli (vü) Mecnûn muna nâm eyledim
*

Nüshanın belli başlı özelliği, mısraların nesir gibi satır


boyunca birbirini takibetmeşi, arada hiç bir noktanın ve hiç bir
başhğın bulunmamasıdır. Bu yüzden mısralar birbirine karışmış,
bazı kelimeler, hattâ mısralar büsbütün atlanmıştır. Şair kendin­
den önce gelen şairlerden faydalandığı gibi, kendiğininden de esere
bir çok motifler katmıştır. Kays’ın küçükken güzellere tutkun
olması, kör dilenci kılığına girip Leylâ’ya gitmesi, Mecnun’un
Leylâ’nın köpeğini görünce kucaklaması, İbn-i Selâm’m Leylâ’yı
boşaması, Nevfel’in Mecnun için hazırlattığı zehirli yemeği yemesi
H atifi’ den, Mecnunun koyun postu giymesi, Leylâ’nın fakirlere
yemek dağıttığını gören Mecnun’un elinde kâse ile gitmesi Ca-
mi’den ahnmıştır.
Şair Mecnun’un babasına Eznesim, Leylâ’nın babasına da
Bülhasan adını veriyor ki, bu, başka eserlerde yoktur.
Kays’ın babası bütün eserlerde oğlu olmadığı için üzgündür.
Burada oğlu ve kızı olmadığı için üzgün bulunuyor.
Leylâ’nın güzelliğini işiden îbn -i Selâm’ın oğlu bir ressam gönde­
rerek Leylâ’nın resmini yaptırıyor ki, bu da başka eserlerde yoktur.
îbn-i Selâm’ın oğlu ile Leylâ’nın düğünleri başka eserlerde az
çok yer tutar. Burada hiç düğün yoktur. Bütün eserlerde, Mecnun
Leylâ’nın evlendiğini haber alınca ağlayıp inler. Burada Leylâ’ ­
nın evlendiğini Zeyd’ den işiten Mecnun hiç heyecanlanmaz, inan­
madığım söyler.
Leylâ Ibn-i Selâm’ın oğlu ile evlendikten sonra kocasına iltifat
etmez. Fakat tokat ve tehdit yoktur.
236 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA. VE MECNUN

Mecnun’un koyun postu giymesi de başka türlüdür. Leylâ


gezmeğe çıktığı zaman Mecnun’ a rastlar. Mecnun koyun postu
giyerek Leylâ’ya gider. Kızlar Mecnun’u taşlarlar. Leylâ Mecnun’un
halini görüp ağlar. Mecnun’u çağırır. Mecnun veda edip aynhr.
Mecnun çam dibinde yalvarırken, Leylâ gelir birleşmek ister.
Mecnun ayrılıktan bahseder. Mecnunla Leylâ son defa buluştukları
zaman, Leylâ Mecnun’u deveye bindirip kendi evine götürür.
Leylâ birleşmek ister: “ Gitme burada kal” der. Mecnun kabul
etmez: “ Leylâ ben söyliyeceğimi söyledim” der.
Eserde, Mecııun’un başına kuşların yuva yapması motifi
de yer almaktadır. Mecnun’un ölümü yoktur.
Şair bazı bahisleri fazla uzatmış ve esere bir çok gazeller ekle­
miştir. Eserde tesadüfler büyük yer tutar.
FU ZÜ Lİ’ NIN e s e r i

Fuzûlİ (Ö. H. 963 = M . 1555), “ Leylâ ve Mecnun” mesnevisini


942 tarihinde yazmıştır. Hikâyenin sonuna eklediği manzumede
te’lif tarihini şu beyitlerle veriyor ;
01 dem ki bu nüsha oldı merkûm
Leylî Mecnûn adına mersûm
izhâra gelüp rümûz-ı vahdet
Vahdetde tamâm olup hikâyet
Târihine düşdiler muvafık
Bir olmağıla ol iki 'ö jık
Kanunî Sultan Süleyman Bağdad’ı 941 de almış olduğuna
göre, şair eserini fetihten bir yıl sonra yazmış demektir. Eserin
yazma ve basma nüshaları çoktur .
Şair “ Sebeb-i nazm-ı kitâb” bölümünde: “ bir nice zarîf-i
hıtta-i Rûm” un bu mesneviyi kaleme almasını kendisine teklif
ettiklerini şöyle anlatıyor :

Lutfile didiler ey sühan-senc


Fâşeyle cihâna bir nihân gene

“ Âşık” ebced hesabiyle 471 tutar. 2 “ âşık” 942 eder.


Metni hazırlarken esas olarak aldığım nüsha, 1946 da istinsah ettir­
diğim, Ankara D. T-C. Fak. K tp. ndeki (M. C. No. A 10) nüshadır. Fakat
buna bağlı kalmadım. Basma ve yazma türlü nüshalara başvurdum. Ayrıca,
geçen yıl Bakû’ da balunduğum sırada, oradaki bazı yazmaları gözden ge­
çirmek fırsatını da buldum. Bunların hiç birini dil özelliği bakımından doğru
nüsha saymağa imkân yoktur. Aynı nüshada, bazı kere aynı kelimelerin
türlü şekillerde tesbit edildiği görülmektedir.
Eski yazmaların hemen hepsinde görülen bu gibi değişikliğin. Fuzuli
yazmalarında daha çok ve daha çeşitli görülmesi, esas olarak Azeri Türk-
çesini kullanan Fuzuli’nin, türlü sebeplerle Anadolu Türkçesinin, zaman
zaman da Çağatayca’nın etkisi altında kalmasındandır.
238 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylî Mecnûn ‘Acemde çohdur


Etrâkde ol fesâne yohdur
Takrire getür bu dâstânı
Kıl taze bu eski bûstânı
Fuzuli ;
Sevdası dırâz u bahri kûtâh
Mazmûnı figân u nâle vü ah
olan bu hikâyeyi yazmanın kolay olmadığını düşünüyor. Nitekim
Nizami de Şah’ın fermanını aldığı zaman bu konuya el urmayı
pek istememişti. Fuzuli buna işaret ettikten sonra :
Bir iş ki kılur şikâyet üstâd
Şâkirde olur rueû'ı bîdâd
diyor. Fakat bu teklifin bir imtihan olduğunu bildiği için :
Yeğdür yine ‘ özrden şürû'um
Bu işde tevekküle rücû'um
beytiyle esere başlamağa karar verdiğini bildiriyor. Sonra Veys
Beyi öven manzumesinde kalemine hitabediyor :
Men ‘ âcizem ü bu emr müşkil
îm dâd demidür olma ğâfil
Âşâr-ı mürüvvet eyle izhâr
Tiz depren eğer mürüvvetün var
diyerek kendine güvenini belirtiyor.

Şair, eserine üç rubai ve mensur küçük bir önsözle başlıyor.


Sırasıyla, Arapça ve Farsça karışık bir münacat, tevhid, ikinci bir
münaeat, kendine hitab, na’t, miraciye. Peygamberi öven Arapça,
Farsça ve Türkçe karışık bir kasideden sonra, sakiye hıtab girişiyle
değerinin bilinmediğinden ve “ saki-name” başlığı altında takdirsiz-
likten şikâyet ediyor, yine sakiye hıtab girişiyle kendini, sonra
Kanunî’yi övüyor. Nihayet “ Sebeb-i nazm-ı kitab” başlıklı man­
zume ile Veys Bey için yazdığı manzumeden sonra şu beyitlerle
hikâyeye giriyor :

Dihkân-ı hadika-i hikâyet


Şarrâf-ı cevâbir-i rivâyet
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 239

Ma'nî çemenine gül tikende


Söz riştesine güher çekende
Kılmış bu revişde nükte-dânlığ
Gül-rizlığ u güher-feşânhğ
Kim hayl-ı ‘Arabda bir cuvân-merd
Cemi'yyet-i ‘ızz ü câhile ferd
Müsteemi‘ -i eümle-i fazâ’ il
Bulmışdı riyâset-i kabâ’ il
Emrine ‘Arab muti' u münkâd
Geh Başra makamı gâh Bağdâd
Bir buk'ada olmayup karârı
Gezmekde geçerdi rûz-gârı
Kabilenin başkanı oğlu olmadığı için üzgündür. Allah’a yal­
varır, adaklar adar; her çareye başvurur. Nihayet AUah’ın inaye­
tiyle duası kabul olunur. Bir oğlu dünyaya gelir. Anası ile babası
sevinç içindedirler. Fakat çocuk ;
01 dem ki bu hâk-dâna düşdi
Hâlini bilüp figana düşdi
Âhır günin evvel eyleyüp yâd
Ahıtdı sirişk ü kıldı feryâd
Y a'nî ki vücüd dâm-ı ğamdur
Azâdelerün yeri ‘ ademdür
Her kim ki esir ola bu dâma
Şabritse gerek ğam-ı müdâma
Olmışdı zebân-ı hâli güya
Söylerdi ki ey cefâcı dünyâ
Bildüm ğamunı senün ki çohdur
Gam çekmeğe bir harîf yohdur
Geldüm ki olam ğamun harifi
Gel teeribe kıl men-i za'ifi
çocuğa Kays adını koyarlar. Kays daima ağlamaktadır.
Bir gün anı gezdirürdi dâye
Derdini yetürmeğe devâye
240 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bir ivde meğer ki bir perî-veş


01 tıfh görüp besi müşevveş
Rahmitdi eline aldı bir dem
T ıfl anı görünce oldı hurrem
Hüsnine bahup karâr dutdı
Feryâd u figanını unutdı
Olduğca elinde oldı handan
Düşdükde elinden itdi efğân
Mâhiyyetini çu dâye bildi
01 mâhı ana enis kıldı
Oldı bu dahi anunla m 'tâd
Ne dâye ne ane eyledi yâd
Zâtında çu var idi mahabbet
Mahbûbı görünce dutdı ülfet
‘ Işk idi ki oldı hüsne mâ’ il
Hüsni ne bilürdi tıfl-ı ğâfil
Ma‘lüm idi ehl-i hâle ol hâl
Kim nüsha-i 'ışkdur bu timsâl
On yaşına gelince Kays’ı sünnet ettirip okula verirler. Okulda
kızlar da vardır. Bir saf kız, bir saf oğlan oturmaktadır :
01 kızlar içinde bir perî-zâd
Kays ile Mahabbet itdi bünyâd
Bir turfa sanem ki ‘ akl-ı kâmil
Gördükde anı olurdı zâ’ il
Zülfeyn-i müselseli girih-gîr
Cân boynına bir belâlu zencır
Ebrû-yı hamı belâ-yı 'uşşak
Hem cüft letâfet içre hem tâk
Her kirpiği bir hadeng-i hün-riz
Peykân-ı hadengi ğamze-i tiz

Endâmı latîfe-i İlahi


Deryâ-yı letâfet içre mâhi
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 241

Şeh-Lâz bakışlu âhü gözlü


Şîrîn hareketlü şehd sözlü

Râh u revişi müdâm gamze


Başdan ayağa tamâm gamze

Ayruhsıca şekl ü höşca peyker


Yahşice şanem güzelce dilber

‘Âlem ser-ı müyinün tufeyli


MaWDÛbe-i ‘ âlem adı Leylî
Kays Leylâ’yı görünce bin şevk ile dertlenerek kendinden
geçer. Leylâ da K ays’ı görünce bin zevk bulup özünü kaybeder.

Leylâ ile Mecnun bir müddet neşe içinde vakit geçirirler.


Öyle bir hale gelirler ki dillerinde söze kudret kalmaz. Kaş ve gözle
birbirlerine hallerini anlatmağa çalışırlar. Mecnun Leylâ’yı söy­
letmek için bahaneler bulur. Okuldan ayrıldıkları zaman da onunla
konuşmak için sebepler arar. Nihayet aradaki serüven duyulur.
Dilden dile düşdi bu fesâne
Fâşoldı bu macera cihâna
Kim Kays oluben esır-i Leylî
Leylî dahi şalmış ana meyli

Bunu haber alan Leylâ’nın anası, öfkelenerek kızma çıkışır;


sonra şöyle nasihat eder :

Temkini cününa kılma tebdîl


Kızsın ucuz olma kadrüfii bil
Her şürete ‘ aks kimi bahma
Her gördığüüe şu kimi ahma
Mey gerçi şafâ virür dimâğa
Ahduğı içün düşer ayağa
Gözgü kimi katı yüzlü olma
Nergis kimi hîre gözlü olma

Minba'd gel eyle terk-i mekteb


Bil ebcedüni hemîn ced ü eb
F . 16
242 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ bu sözü işidince her şeyin bittiğini anhyarak inkâr'


yoluna sapar; aşkın ne olduğunu sorar; bilmezlikten gelerek anasını
kandırır. Fakat artık eve kapatılmıştır, ağlamakla vakit geçirir :
Felek ayırdı meni çevrile cânânumdan
Hazer itmez mi ‘ aceb nâle vü efğânumdan
matla’lı gazeli okur. (“ Temâmî-i suhan” başlığı altında sakiye
bıtab).
Kays okula gelir. Fakat :
Gördi ki bihişte hür gelmez
Gün çıbdı henüz nûr gelmez
Hurşîdsüz oldı rûz tâ şeb
Oldı başına karanğu mekteb
Bildi ki sipihr-i şu'bede-bâz
Bir şu'bede eyleyüpdür âğâz
Elbette eefâ-yı ta'n-ı ağyar
01 gül yolma bırahdı bir hâr
Umudu kesilerek ağlamağa başlar. Felekten şikâyetler eder:
Nitdüm sana kaşd-ı canum itdün
K at'-ı reh-i dil-sitânum itdün
diye söylenerek :
Ey höş ol günler ki men hem-râz idüm cânânile
Ni‘met-i vaşlın görüp nâzın çekerdüm eânile
matla’lı gazelini okur. Sonra “ Tamami-i suhan” başlığı altında
şair şunları ekler :
Söz muhtasar ol esîr-i sevda
Bir nev‘ ile oldı halka rüsvâ
Kim Kays iken oldı adı Mecnûn
Ahvâhni itdi gam diğer-gün
Birgün Mecnun, arkadaşlarına uyarak, Leylâ’y ı görmek
umudıyle gezmeğe gider. Ağlıya ağlıya her tarafı dolaşırken yolu
Leylâ’nın bulunduğu yere düşer. Leylâ’ da arkadaşlarıyle gezmeğe
çıkmıştır. İki sevdalı karşılaşır. Mecnun Leylâ’yı görünce
kendinden geçer. Leylâ da kendini kaybederek bayılır. Arkadaşları,
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 24.3

yüzüne gül suyu serperek Leylâ’yı ayılttıktan sonra evine götürür­


ler. Mecnun ise, ayılıp da sevgilisini göremeyince deliye dönerek
gömleğini yırtar; ağlar, bağırır; arkadaşlarına özür diler. Sonra
babasını hatırlıyarak :
Fesâd-ı 'ışkı çun gördüm şalâh-ı 'akldan dûrem
Meni rüsvâ görüp 'aybitme ey nâşıh ki ma'zûrem
matla’lı gazeli yazar; babasına gönderdikten sonra sahranın yolunu
tutar.
Arkadaşları Mecnun’un halini babasına bildirirler, ihtiyar
oğlunu bulmak üzere yollara düşer :
Çoh aradı gezdi her mekânı
Bulunmadı oğlınun nışânı
Tâ ‘akıbet ol şikeste-hâli
Bir güşede gördi lâubâlî
Düşmiş yire hâk-sâr ü ğam-nâk
Ahvâli harâb ü sinesi çâk
ihtiyar oğlunu bu halde görünce birden donakalır. Sonra
yakasını yırtıp ağlar; oğluna nasihatler eder. M ecnun:
Kimsen nedürür bu güftügûlar
Bîfâ’ide bâtıl ârzülar
Get derdüme sen devâ degülsen
Bigânesen âşinâ degülsen
Men beyle kelâma dutmazam gûş
Leyli sözi söyle yohsa hâmüş
diye cevap verir. İhtiyar : “ Ben senin babanım” deyince, Mecnun:
Didi nedür ata yohsa ana
Leyli gerek özgedür fesâne
Babası bakar ki oğlu söz anhyacak halde değildir. Onu
aldatmak kararıyle Leylâ’nın evlerinde misafir olduğunu söyler.
Mecnun Leylâ’nın adını işitince muradına ermiş gibi :
Lebbeyk diyüp ayağa durdı
01 ka‘be-i maksada yüz urdı
Pir ile cuvân-ı dil - şikeste
Geldi ive dil-figâr ü haste
244 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Başında hevâ-yı vaşl-ı Leyli


Ne ata gamı ne ana meyli
Gerek anası gerek babası Mecnun’a nasihat ederler. “ Gel
etme, sana kabileler içinde kimi istersen alalım” derler. Babası:
Cân virme ğam-ı ‘ışka ki ‘ışk âfet-i cândur
‘ Işk âfet-i cân oldığı meşbûr-ı cıhândur

matla’ıyle başhyan gazeli okur. Mecnun bunları dinledikten sonra:


Yohdur bu işümde ihtiyârum
^abtumda ‘ınân-ı ıktidârum
‘ Akl oldı za'if ü ‘ışk ğâlib
Hâtır-nigerân nigâr câzib
Dutdı ten ü cânumı ğam-ı yâr
Garyrü’l-mahbûbı leyse f i ’d-dâr
Mende dahi nice menlik olsun
Menden meni isteyen ne bulsun
Takdir çü böyledüt ne tedbîr
Takdiri ider mi kimse tağyir
Olsaydı mana neşât rüzi
îster mi idüm bu derd ü sûzı

Dirsüz mana var dil-rubâlar


Leylî kimi çoh perî-hkâlar
BiUah dimenüz bu harfi zinhar
‘Âlemde bir andan özge kim var
Bülbül gül içün kılanda nâle
Derdine devâ olur mı lâle
sonra :
‘ Işk derdi ey m u‘ âlic kâbil-i derman degül
Cevherinden eylemek cismi cüdâ âsân degül
matla’h gazeli okur.
Babası, başka çare olmadığını anlayınca kabilenin ileri gelen­
lerini toplıyarak Leylâ’yı istemek üzere gider. Leylâ’nın babası
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 245

bunları karşıbyarak ziyafet çeker. Fakat teklifi duyunca : “ Oğluna


deli diyorlar. Deliye benim kızım nasıl lâyık olur” diyerek, Kays
iyi olduğu takdirde kızını vereceğini vadeder.
Bu cevapla ezgin dönen babası Mecnun’a durumu anlatır.
Buna cevap olarak :
Mecnûn didi ey edib-i kâmil
Divâne-i ‘ışk olur mı 'âkil
Ger mende bir ibtiyâr olaydı
Tedbirüme i‘tibâr olaydı
Evvelden edeb şi'âr iderdüm
Temklnümi üstüvâr iderdüm
Mecnun’un bu dertden kurtulması için hekimlere başvurulur;
düalar edilir; adaklar adanır, büyüler yapıbr. Fakat hiç biri kâr
etmez. Nihayet babası Mecnun’u kâbe’ye götürür. Mecnun bu
yerden hoşlanır. Fakat aşktan kurtulmayı isteyecek yerde, Allah’a
şöyle yalvarır :
Şal gönlüme derd-i 'ışkdan gam
Her lahza vü her zaman ü her dem
'Işk içre müdâm şevkum artur
Şevkile hemîşe zevkum atrur
Har handa ki ‘ âlem içre gam var
Kıl göSlümi ol gama giriftâr
Endışe-i ‘akldan cüda kıl
'IşHle hemîşe âşinâ kıl
A ıtur mana zevk u şevk-ı Leylî
Dâ’im mana anda kıl teceUî
dedikten sonra :
Y â Rab belâ-yı ‘işkile kıl âşinâ meni
Bir dem belâ-yı ‘ışkdan itme cüda meni
matla’h gazeli okur. Bunu işiden babası, oğlu için kurtuluş yolu
kalmadığını anhyarak umudunu keser.
Çöl yolunu tutan Mecnun ulu bir dağa erişir. Dağa-bakarak
yanık sesle şiirler okuyup ağladıktan sonra, Leylâ’nın diyarına
doğrulur. Yolda tuzağına bir ahu düşürmüş bir avrcıya rastlar.
246 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Üstündekileri vererek ceylanı kurtarır. Yüzünü ceylanın yüzüne


gözüne sürerek ağlar, onunla salıraları dolaşır;' bir çok ahu da
bunlara katılır.
Mecnun başka bir yerde tuzağa düşmüş bir güvercin görür.
Kolundaki inciyi vererek güvercini kurtarır. Onun da ayağına göz
yaşlarını sürerek derdini döker.
Bir lahza menümle hem-nişîn öl
Gencîne-i râzumâ emin ol
Başum tükin âşiyâne kılğıl
Göz yaşumı âb ü dâne kılğıl
Sen kâşıd imişsen ey hamâme
Menden hem ilet nigâra nâme
Güvercin Mecnun’un derdini dinliye dinliye ona o kadar
alışır ki, geceleri başına yuva yapar, gündüzleri de ona bekçilik
eder. Bunu gören vahşi hayvanlarla kuşlar, Mecnun’un etrafında
toplanırlar. Mecnun :
Olmışdı beşerden eyle bîzâr
Kim öz ‘ aksin şanurdı ağyar
Dartup göğe düd-ı şu'le-i ah
ö z sayesin istemezdi hem-râh
ö te yandan Leylâ da “ hazine gibi hisara kapanmış, ayağına
nasihattan zincir vurmuştur” . Hiç kimse ile görüşmemekte, ya­
nına toplanan genç kızlar onu eğlendirmeğe çalıştıkça, o bir yerini
kanatarak ağlamak için bahane bulmaktadır.
Leylâ, zaman zaman mumla konuşur; pervaneye derdini döker;
döker; geceleri herkes uykuya varınca da :
Sahraya çıhardı ivden ol mâh
Kâmınca kılurdı nâle vü ah
Feryadın idüp bülend-pâye
Râz-ı dilini açardı aya
Bazı kere de, sabah rüzgarıyle dertleşir; onunla sevgilisine
selâm gönderir.
Bir bahar güuü anası Leylâ’yı hava almak için çıkarır. Yanına
güzel kızları da toplar. Fakat Leylâ hiç bir şeye heves etmez.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 247

Bir bahane ile kızları uzaklaştırarak yalınız kalır. Ağlamağa fırsat


bulur. Bulutla konuştuktan sonra :
‘Işk dâmına giriftar olalı zar olubeın
Ne belâdur ki ana beyle giriftar olubem
matla’lı gazeli okur. Bu sırada garip bir ses işitir. Birisi Mecnun’un
şiirini okumaktadır.
K ’ey neş’e-i ‘ ışkdan uran dem
Mecnûnı şağınma Leylîden kem
Mecnûn ile Leyliyi beraber
Ger kimse dirise kılma bâver
Leylîde eğerçi derd çohdur
Mecnûn-ı hazince derdi yohdur
Leylî eli iğnedendür efgâr
Mecnûna kılıçlar eylemez kâr
Leylî ister ki eksile gam
Mecnûn gamın arturur demâ-dem
Leylîni ider harîr dil-gîr
Mecnûna virûr neşât zencîr

Mecnûndur esir-i dâm-ı Leyli


Leylî kime şalmış ola meyli
Leylâ bunu duyunca Mecnun’un kendinden daha dertli ol­
duğunu anlar.
İbn-i Selâm, ava çıktığı birgün Leylâ’yı görerek aşık olur.
Hediyeler gönderip kızı babasından ister. Ana ve baba razı
olurlar.
Nevfel adında adalet ve cesaretiyle tanınmış bir kahraman,
birgün Mecnun’un okunan şiirini beğenerek sahibini sorar. Serüve­
nini öğrenince, kendini görmek üzere arkadaşlarıyle sahraya
çıkar. Mecnun’u vahşi hayvanlarla bir köşede görerek acır ve
ona: “ Vahşi hayvanlar seni ne anlar; bir isteğin varsa insanlardan
iste. Eğer iş para ile biterse onu yük yük verelim; savaş gerekirse
kanımızı dökelim. Benden ayrılmazsan sevgiline kavuşursun”
der. Mecnun: “ Birçoklan benim derdime çare aradılar, ama bula­
248 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN

madılar. Bilirim sende lutuf çoktur. Fakat ne faydası var ki bende


baht yoktur” diyerek :

Vefâ her kimseden kim istedüm andan cefâ gördüm


Kimi kim bivefâ dünyâda gördüm bıvefâ gördüm

matla’h gazeli okur. Nevfel onu teselli deder. Mecnun umudlanarak


davranır; gözünün yaşını siler; kendine çekidüzen verir. Nevfel
Leylâ’nın kabilesine bir mektup yazar. Leylâ’yı Mecnun’ a istiyeıek
onları tehdid eder. Onlar da aynı şiddetle cevap vererek reddeder­
ler. îk i taraf karşılaşarak döğüşmeğe başlar. Bir kenarda savaşı
seyreden Mecnun, Leylâ kabilesinin üstün gelmesi için Allah’ a
yalvarır. Kendi tarafından biri ölünce şükreder; Leylâ askerin­
den biri ölünce dertlenüp ağlar. Bunu gören biri: “ Biz senin
yolunda canımızı veriyoruz. Sen düşmana düa ediyorsun. Bu
nasıl iş” diye sorar. Her savaşta düşmana üstün gelen Nevfel, o
gün akşama kadar savaştığı halde, Leylâ’nın kabilesini yenemez
Gece olunca savaşa ara verirler. Nevfel şaşkınlık içindedir. Arka­
daşları Mecnun’un duasını anlatırlar. Bunu işiten Nevfel: “ Eğer
galip gelirsem bir daha Leylâ’nın adını anmayayım” der. Sabah
olunca savaş tekrar başlar. Nevfel bu sefer üstün gelir. Leylâ’nın
babası Nevfel’ e yalvarır: “ Biliyorum Leylâ için döğüşüyorsun;
halbuki o başkasıyle evlenmek üzeredir. Bir kadına iki erkek ayıp
değil m i? Eğer bu adeti bozacaksan bari Leylâ’ yı sen al, başkasına
verme” der. Nevfel: “ Ben giriştiğim bu işten pişmanım. Ben bir
hasta için şifa dilemiştim. Fakat gördüm ki bu hastahğın ilâcı
yoktur. Mahmz ve aileniz hep sizin olsun. Artık benden size bir
fenalık gelmez, korkmayın” der ve kendi yurduna doğru çıkıp
gider. Mecnun Nevfel’ e sitemler eder. Yapılan nasihatlere kulak
vermiyerek yine sahralara düşer.

Mecnun birgün vahşi hayvanlarla birlikte dolaşırken, zincire


bağlı bir esiri yedip götüren bir ihtiyara rastlar. Esire acıyarak
ihtiyardan sorar. İhtiyar da ona şu cevabı verir : “ Bu geçinmek
için tertip ettiğimiz bir oyundur. Güya bu bir katildir; ben de
bunu yakalamış diyet sahibiyim. Topladığımız parayı akşamları
bölüşüyoruz” . Bunu işiten Mecnun: “ Zincir deliye gerektir. Beni
bağla akşama kadar topladığın para senin olsun” diyerek kendini
zincire bağlatır; ihtiyarla birhkte kapı kapı dolaşmağa başlar.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 249

Leylâ’nın evi önüne gelince bir ah çekip yere düşer. Bunu duyan
Leylâ hemen çadırından fırlayıp Mecnun’un yanına koşar ;
Yâr rahmitdi meğer nâle vü efğânumuza
Ki kadem haşdı bugün külbe-i ahzânumuza
matla’lı gazeli okur. Mecnun da şöyle cevap verir :

K ey kadri bülend pâdişâhum


Bildür mana kim nedür günâhum
Fermana muhâlefet mi kıldum
A ‘ dâya muvafakat mı kıldum
Bed-h^âhlarun mıdur bu tedbîr
Cammâzlarun mıdur bu tezvir
Men mu'tekıdem bu âsitâna
Yâ Rab nola reddüme bahâne
Kimdendür ola mana bu hile
K im oldı ola buna vesile
Tâ hâk-i deründen olmışam dür
Aşüfte vü haste-hâl ü rencür
Gâhî çekerem şikence-i gam
Gâhî oluram belâya hem-dem
Tenhâ geçer oldı rüz-gârum
Sahrada ne münis ü ne yârum

Sen höd güzelüm ğamum yemezsen


01 şifte handadur dimezsen
Menden bu teğâfülün ‘acebdür
Gûyâ ki mşâne-i ğazadbur
Men beyle niçün zebûn u h'^ârem
Ha geldüm eğer günâh-kârem
Çökdüm yire gerdenümde zencır
Bi’ smi’llah eğer olursa ta'zir
Fermân senden kabül menden
Olma güzelüm melül menden
diyerek :
250 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Küfr-i zülfün salalı rahneler îmânumuza


Kâfir ağlar bizüm ahvâl-i perîşânumuza
matla’Iı gazeli okur. Sonra zincirini parçalayarak yolu tutar:
Endâmı şikeste çeşmi nem-nâk
Rüsvâ vü harâb ü mest ü bibâk
Ardınca koşun koşun uşağlar
Ahvâline kim güler kim ağlar
Birgün Mecnun, kör gibi gözlerini bağlar; kapı kapı dola­
şarak dilencilik eder. Leylâ’nın evine gelince “ ya dost” diye bağırır.
Bunu işiten Leylâ Mecnun’un geldiğini anlıyarak evden çıkar.
Mecnun sevgilisini görünce sitemler eder. Sonra yine çölün yolunu
tutar.
Ibn-i Selâm hediyeler gönderir. Nikâh için hazırhklar yapılır.
Bunu öğrenen Leylâ matem tutar. “ Meşşata” nın yüzüne sürdük­
lerini göz j aşıyle siler :
Hılâf-ı re’yümile ey felek müdâr itdün
Meni gül isteriken mübtelâ-yi hâr itdün
matla’lı şiiri okuf. Nihayet düğün biter, herkes dağılır; Leylâ
îbn -i Selâm’la yalınız kalır. İbn-i Selâm, Leylâ’nın duvağını kal­
dırmak ister. Leylâ kurtulmak için şu yalanı uydurur: “ Ben okula
gittiğim zamanlar bana bir peri görünmüş, eğer âdem oğlu ile
evlenecek olursan hem seni hem de onu öldürürüm, demişti. Şim­
di ben ona bağlıyım. Bunu herkes bilir; elbette sen de işitmişsindir.
O peri şimdi eli kılıcında karşımda duruyor. Gel bir müddet sab­
ret. Elbette sonunda hem sen hem ben murada ereriz” .
îbn -i Selâm bu yalana inanır. Bu derde ilâç bulmak için baş­
vurmadığı çare kalmaz.
Zeyd vaktiyle Zeyneb’e aşık olduğu için aşkın cefasını
çekmiş, bu yüzden Mecnun’a sevgisi artmıştır. Leylâ’nın Ibn-i
Selâm’la evlendiğini duyunca gidip Mecnun’ a haber verir :
Mecnûn ki haberden oldı âgâh
Gerdüna yetürdi şu‘le-i ah

Vahşîler içinde ol giriftâr


Bir derdile kıldı nâle vü zâr
T Ü R K EDERİ YATINDA LEYLÂ VE MECNUN 251

K ’ efğâna getürdi mâr u mûrı


Ağlatdı vuhuşi vü tuyûrı

Mecnun kalemi eline alıp Leylâ’ya mektup yazar :


Ey ‘ahde vefası olmıyan yâr
Ağyâruma gül olan mana hâr
Noldı sana nakz-ı ‘ ahd kıldun
Şındurmağa ‘ ahdi cehd kıldun
Tenhalığa mı getürmedün tâb
Kim eyledün ârzû-yı hem-hâb
Târ oldı mı olduğufi neşîmen
Kim eyledün ânda şem‘ rüşen
İncitdi mi derd-i dil mizâcun.
Kim oldı tabibe ihtiyâcun
Pejmürde mi oldı serv-i dil-cû
Kim cehdile virmek istedün şu
Bed-h''âh mı itdi kasd-ı gül-zâr
Kim beyle urıldı rahneya hâr

Ne bimile hıfz-ı gevher itdün


Kim beste-i ‘ akd-ı şevher itdün
Mücib ne idi meni unutdun
Ter küm kılup özge yâr dutdun

Her lahza olup güvâh-ı hâlüm


Hâk-i derüne sirişk-i âlüm
Mutlak güzer eylemez mi oldı
Menden haber eyelemez mi oldı
Ayâ ne idi bu bîvefâlığ
Bigâneler ile âşinâlığ
Çekdün yeni yârunı kenâra
Ruhsat mıdur imdi eski yâra

Güftarun ola menümle dâ’im


Gönlün ola özge ile kâ’im
252 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Zahirde menümle olasen yâr


Bâtında dutasen özge dil-dâr
Senden men olam cihanda bed-nâm
Bir nâm ü nişanı yoh ala kâm
Ma‘ zûrsen ey nigâr ma'zûr
Bu devr iledür zamane meşhûr
Gül ğoncehğında hâr ilendür
Açılsa bir özge yâr ilendür
Aslında tiken çeker ‘ azâbın
Faşhnda hakim alur gül-âbın
sitemler ettikten sonra sözlerine şunları ekler :
Ey gevher-i tâc u tâc-ı târek
Maksuduna yetdügün mübârek
Eşhâb yığup tarab kılup şâd
Bu hayr işi eyleyende büıiyâd
Çoh zevkile çekdüm intizârı
Kim yâdidesen men-i figân
Sen höd dimedün ki bir kulum var
Boynında tarîk ile yolum var
Ger şandun ise ki pürhuzüram
Şâyeste-i servet ü sürûram
Şart idi mana hem itmek i‘ lâm
Tâ men hem alam bu bezmden kâm
Li’llahi’l-hamd elüm degül dar
Cân kimi nukûda kudretüm var
Ver şandun ise ki nâtüvânem
Azürde-i mihnet-i cihânem
Hem şart idi ‘ özr kılmak irsâl
İtmek meni bir söz ile höş -hâl
Ne beyle idüp ne eyle ey gül
Yahşi midür eylemek teğâfül
E y cânum içinde cana düşmen
Her nice ki düşmüşem sana men
n ih a yet:
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 253

Ğayrile her dem nedür seyr-i gülistan itdiğün


Bezm idüp halvet kılup yüz lutf u ihsân. itdiğün

matla’lı murabbaı da yazarak mektubu Zeyd’le gönderir. Zeyd


mektubu Leylâ’ya vermek için bir hile düşünür. îbni Selâm’a
sokulur. Kendisinde bulunan bir dua ile Leylâ’ yı iyi edeceğini
söyler. Böylece Leylâ’nın yanına girerek mektubu verir. Leylâ
mektubu okuyunca çok üzülür. Hemen cevabını yazar.

Her ta‘ne ki eylesen revâdur


Senden hacilem yüzüm karadur
Besdür mana çekdiğüm hacâlet
Şermendeliğümdeki melâmet
Çun mu'terifem ki var günâhum
Öz lutfunı eyle ‘özr-h''âhum
Men gevherem özgeler hırıdâr
Mende degül ihtiyâr-ı bâzâr
Devrân ki meni mezada şaldı
Bilmen kim idi şatan kim aldı
Olsaydı menüm bir ihtiyârum
Olmaz idi senden özge yârum
Ger töhmete olmışam giriftar
İkrâhile menden olma bizar

îbn-i Selâm’ın uzaktan bakmakla yetindiğini yazdıktan sonra


şöyle devam eder :

Boynum kolunı diler hevâdan


La‘lüm lebüni sorar sabâdan

Candan ğamun içre nâümidem


Şemşîr-i cefâ ile şehıdem

Ey ‘ âşık-ı müst-mend ü mehcür


Dutğıl men-i müst-mendi ma'zür

Şabrit nice gün ola ki gerdün


Bu günleri eyleye diger-gün
254 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Ancak özüni nizâr şanma


Sergeşte-i rûz-gâr şanma
Bu şi'ri ger ohusan demâ-dem
Ma'^lûmun olur menüm ğamum hem
diyerek :
Giribân oldı rüs-vâlığ elile çak dâmen hem
Mana rüsvâhğumda dûst hem ta'nitdi düşmen hem
matla’h murabhaı da yazarak mektubu Zeyd’le gönderir. Mecnun
mektubu ahnca sevinir.
Oğlunun derdine çare bulamadığı için ezgin olan Mecnun’un
babası, Leylâ’nın babasının kabile başkanına şikâyeti üzerine
Mecnun’u öldürmek istediklerini haber alır. Sahralara düşer;
oğlunu arayıp bulur, ona nasıhatlar edip yalvarır; Mecnun baba­
sını dinledikten sonra şu cevabı verir.

Men handen ü terk-i ‘ ışk handen


‘ Işk-ı ezelî çıhar mı candan
Halkun sitemile cana yetdüm
Terkeyle meni ki terkün itdüm
Lutfeyle zamân zamân virüp pend
Işlâhuma olma ârzü-mend

Mecnun bunları söylerken birdenbire vücudu titrer; kolunun ye­


ninden kan boşanır. Babası şaşırıp kalınca Mecnun şu cevabı verir :
Faşd eyledi ol büt-i peri-zâd
Niş urdı anun kohna faşşâd

01 zahm eşeri göründi mende


Biz bir rûhuz iki bedende

Bizde ikilik nişanı yohdur


Her bir tenün özge cânı yohdur

Şağınma ki ol odur menem men


Bir cânile zindedür iki ten

Hurrem oluram o olsa hurrem


Cam yetse ana mana yeter ğam
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 255

Babası bu hali görünce insafa gelir. Bunun olgunluk eseri olduğunu


anlıyarak nasihatten ve sitemden vazgeçer. Umudunu kaybeder.
Son vasiyetlerini de yaptıktan sonra ağlıya ağlıya evine döner :
Derd ü elem itdi am rencûr
Kalmadı hayâtı şem'ine nûr
Derdine bulunmaz oldı derman
Mecnûn didi virdi 'akıbet cân
Mecnun babasının ölümünü duyunca içi yanıp ağlar. Hemen
mezarına koşup üstüne kapanır; yanıp yakılır.
Birgün Mecnun sahrada dolaşırken, bir taş üstünde iki suret
görür. Biri Mecnun öteki Leylâ. Mecnun Leylâ’nın nakşım kazı-
} arak kendininkini nbırakır. Sebenini soranlara :
. Didi bize birdürür hakikat
Birlikde yaraşmaz iki şûret
Olmağ gerek ehl-i dâniş âgeh
Kim biz ikilikdenüz münezzeh
“ Ayıp değil mi ki, kendini bırakıp sevgilini siliyorsun. Bari ken­
dini sil de onu bırak diyene de :
Didi reh-i 'ışkda ne lâyık
Ma'şûk ola nikâb-ı 'âşık

Ma'şüka ne bâk olursa mestür


‘Âşık gerek il içinde meşhür
Mecnun derd mülkünün şahı idi. Vahşi hayvan sürüleri onun askeri
olmuştu.
Bir gece Mecnun yıldızlara halini anlatarak derd yanar.
Bakar ki hiç birinden medet yoktur; o zaman Allah’a yalvarır :
Dâ’im anı mende zahir eyle
Lutfit iki şüreti bir eyle
diye dualar eder (“ Tamamî-i münacat” başlıklı gazel).
Mecnun sabah olup da dağa çıkınca, eski arkadaşı Zeyd’in gel­
diğini görür. Zeyd’in yüzü sevinçten nurlanmıştır. Mecnun sebebini
sorar. Zeyd, Leylâ’yı gördüğünü söyler; onun, halini anlatarak
256 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

dert yandığını, serbest olmadığı için mektup yazamadığım,


fakat kendisinden mektup beklemekte olduğunu anlatır ve Leylâ’ ­
nın tekrarladığı:
Niçün ol şem' kâfûr üzre kilkin müşk-bâr itmez
Yazup bir ruk'a min lutfa bizi ümmîd-vâr itmez
matla’lı gazeli okur. Mecnun bunları işidince, inatçı bahtının
boyun eğdiğini görerek ikbaline inanır; sevgilisine güveni artar.
Leylâ’ya Zeyd ile şu cevabı gönderir :
K ’ey cânuma şehd olan dudağı
Gönlüm ferahı gözüm çerâğı
Li’llahi’l-hamd yâr imişsen
Men istedigümce var imişsen

Minba'd tarik-ı mihr dutğıl


Evvelki tarîkunı unutğıl
Koym a çıha hasretile cânum
Hadden öte nâle vü fiğânum®®
Meyl-i men-i zâr u bikarâr it
Gâhi bu yanaya bir güzâr it
Hem-derdüm isen menümle yâr ol
Hem-derdhgün yohise var ol
Sen eyle muHm-i mesned-i nâz
Men beyle belâ vü derde dem-sâz
Sen mahfil-i ‘ ayş kâm-kârı
Men güşe-i derd dU-figârı
'Işk içre gözüm revâ mıdur bu
Râh u reviş-i vefâ mıdur bu
Ger doğn ise vefâda lâfun
Menden ne içündür inhirâfun
Gel ref'idelüm ğam-ı fırâkı
Yanduralum oda iştiyakı
Olsun dün ü gün menümle seyrün
Çün men senünem sen olma ğaryrun

Öte = geçe
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 257

Ver îbn -i Selâm mâni' olsâ


Sedd-i reh-i -vaşl vâki' olsa
Bildür ^ la yın siyah bahtın
Bir ah ile târmâr tahtın
Mecnun’un ahi tutar. Günden güne sararıp solan îbn-i Selâm
ölür. Bu ölüm, Leylâ’nın rahatça ağlayıp inlemesine yol açar. Arap
âdetinee bir iki yıl için mateme girerek bol bol ağlar.
Zeyd, îbn -i Selâm’ 111 ölümünü Meenun’ a haber verir. Mecnun
ah çekip ağlamağa başlar. Şaşırıp kalan Zeyd sebebini sorar.
Mecnun şu cevabı verir :
Cânâneye cân viren yetüpdür
Cân virmeyen arada itüpdür
01 dûstuma degül idi düşmen
Hem ol afia ‘ âşık idi hem men
01 cânını virdi vâşıl oldı
Öz mertebesinde kâmil oldı
Nakşum menüm irmedi kemâle
‘Aybeyleme ağlasam bu hâle
sonra :
‘Âşık oldur kim ^ lu r cânın fedâ cananına
Meyl-i cânân itmesün her kim ki ^ y m az câmna
Leylâ anasının evine geliyor. Fakat îbn -i Selâm’ı bahane ede­
rek daima ağlar. Herkes dağıldıktan sonra mumu söndürüp yab-
nızca ağlayıp inler :
Derd ü elemüm denizi daşdı
Seyl-âb-ı belâ başumdan aşdı
Tir-i feleğe nışâne oldum
Tâhüne-i çerha dâne oldum
Sonra şöyle söylenir :
Nâmûsdan eylesem cüdâbğ
Mecnun ile ^Isam âşinâhğ
Korhum bu ki ‘ismet ola pâmâl
Fermâna muvafık olmaya hâl
F . 17
258 TÜRK EDEBIYÂTINJJA LEYLÂ VE MECNUN

Kılsam bu hevâda hıfz-ı nâmüs


Ma‘ mûre-i vaşlum ola mahrûs
Korhum bu ki dûd-ı ah-ı Mecnûn
Ahvâlümi eyleye diğer -gün
Şâdıklarun abı mu'teberdür
Andan hazar itmemek hatardur
01 eyle bu beyle neyleyem vay
Bilmen men-i ‘âcize nedür rây
(“ Münacat” başlıkb gazel bunu takibeder).
Bu sırada deveci göç çanı çalar. Çadırlar açılır. Leylâ da bir
“ mabmUe” girer ve orada derdini deveye döker. Birdenbire ken­
dinden geçerek yol arkadaşlarından uzaklara düşer. Gece çok
karanbk olduğu için deveci farkına varmaz. Leylâ kendine geUp
de gözünü açınca şaşırır. Devesini koşturur. Her tarafı gezip arar.
Fakat kafileden eser yok. Böylece dolaşırken yolu Mecnun’un
bulunduğu yere düşer. Ansızın bitkin bir adam görür. Y ol sormak
için kimsin diye seslenir. “ Ben Mecnun’um” diye cevap abnca,
Leylâ: “ Hâşâ karınca ejderha olamaz, karga ben bülbülüm, diken
gülüm diyemez’ ’ der. Mecnun sorar: “ Sen Mecnun’u tanır mısın”
Şu yolda konuşurlar” .
Leylî didi ol perî-likâdur
Ruhsâr ile kaddi dil-rubâdur
Sen şîftesen esir-i matem
Ruhsan şikeste kameti ham
Sen h''ârsen ol ‘azîz-i 'âlem
Sen biser ü pâsen ol mu'azzam

Mecnûn didi ehl-i 'ışk olur h'^âr


Hüsn ehlinedür şafâ sezâvâr
Leylî didi ey bahâne-perdâz
Kayd-ı dil-i zâruma füsün-sâz
Peyker dutalum töküldi gamdan
Y â kâmetün oldı ham sitemden
Mecnûnı diyirler ehl-i idrâk
Eş'ârı latif ü lehçesi pâk
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 259

Sende hani ol edâ-yı dil-gûz


Eş'âr u hikâyet-i dil-efrûz
Mecnûn didi ehl-i hâl olur lâl
Besdür nem-i eşk şâhid-i hâl
Tertib-i 'ibaret ü feşâhat
‘ Işk ehlinedür delil-i râhat
Râhatdan olan menüm kimi dür
Ger şâmit ola degül mi ma‘ zûr
Leylî didi çun sana şeküm var
Mecnûn isen eyle hâlün izhâr
Leylîyi seversen eyle bünyâd
Bir şi'r ü geçen zamanun it yâd
Mecnun bunu işidince başmdan geçenleri birer birer anlatır. Sonra:
Ah kim bir dem felek re’yümce devrân itmedi
Vaşi dermânile def‘-i derd-i hicran itmedi
matla’b gazebni okur. Leylâ Mecnun’u tanıyarak ağlamağa baş­
lar. Özür diledikten sonra şu matla’Iı gazeli okur:
Açmadı gönlüm felek tâ bağrumı kân itmedi
Kılmadı hurrem meni tâ zâr u giryân itmedi
Mecnun da Leylâ’ya: “ Kimsin, bu çöle gelmekten maksadın nedir.
Bende anhyacak hal kalmadı. Kim olduğunu sen söyle” dedikten
sonra :
Eyle ser-mestem ki idrâk itmezem dünyâ nedür
Men kimem sâki olan kimdür mey ü şahbâ nedür
matla’lı gazeli okur. Leylâ kendini tanıtmak istiyerek :
Müjde ki murâdun oldı haşıl
Maksûda seni Hak itdi vâşıl
Leyli menem ârzû-yı cânun
Kâm-ı dil-i zâr-ı nâtüvânun
Müştak-ı cemâl idün hemişe
Muhtâc- 1 vişâl idün hemîşe
Hâlâ ki müyesser oldı didâr
Taksîr u te'allül itme zinhâr
260 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Gör devlet-i vaşlumı ğanîmet


Gel yanuma kılma fevt-i furşat

Gel bezm-i vişâle mahrem olğıl


Bir lahza menümle hem-dem olğıl
Vir nergise lâle ile revnak
Reyhân-ı ter ile zib-i zanbak
Fîrûzeni it karîn-i yâkût
Kıl tûtiye kand-ı nâbdan küt
Peyvend-i gül eyle erğavânı
Hızra yetür âb-ı zindegânî

Ey gül bu mana degül midür neng


Kim olmayasen menümle hem-reng
Men ‘ arzidem âftâb-ı ruhsâr
Sen ^İmayasen hararet izhâr
dedikten sonra :
Ey kılan şeydâ meni menden bu istiğna nedür
Nîşe şormazsen ki ahvâl-i dil-i şeydâ nedür
matla’Iı gazeh okur. Mecnun şu cevabı verir :
Yandurmağuma yeter hayâlün
Yohdur mana tâkat-ı vişâlün
Zinhar getürme ey semen-ber
Âyine-i 'ârızun beraber
Bir zerreye kim vücûd yohdur
Âyineden ana sûd yohdur
01 gün ki gözümde var idi nûr
Gözden yüzüni yaşurdun ey hür
Hâlâ ki nezaren oldı müşkil
Durmağ ne içün mana mukabil
‘ Işk itdi binâ-yı vaşlı muhkem
Ma'nîde meni senünle hem-dem

Yaşurduû = kaçırdın, gizledin (Çağatayca)


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 261

R ef‘ oldı bu i'tibâr-ı şûret


Hâşâ ki olam şikâr-ı şûret

Mende olan aşikâr sensen


Men höd yohem ol ki var sensen
Dâ’im sana mendedür tecelli
Men ğayrden olmışam teselli
Ger men men isem neşen sen ey yâr
Ver sen sen isen neyem men-i zar
Çun men oluiam senlinle memlü
Vahdet revişinde höş degül bu

Rüsvalığa çiin men itmişem ad


Sen hem bu sülûki itme bünyâd
Dut perde-i ‘ışmet içre ârâm
Rüsvây menem sen ol nigû-nâm

sonra :
Hayâl ile tesellîdür gönül meyl-i vişâl itmez
Gönülden taşra bir yâr olduğın 'âşık hayâl itmez
matla’h gazeli okur. Leylâ bunu işidince Mecnun’ un olgunluğunu
anlıyarak takdir eder :
Ğam-nâk idüm eyledün meni şâd
Bir kayd ta'allukından âzâd
Bir ğâfil-i höd-perest idüm men
Cehlile müdâm mest idüm men
Arâyiş-i zülf ü hâl iderdüm
Peyveste mum hayâl iderdüm
Kim sen taleb-i vişâl idersen
Nezzâre-i zülf ü hâl idersen
Hâlâ mana rüşen oldı hâlün
Mi'râc-ı hakîkat-ı kemâlün
dedikten sonra :
262 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Ne dilber kim demâ-dem ‘aşıka ‘arz-ı cemâl itmez


Kalur n â^ş bulup feyz-i nazar ]sesb-i kemâl itmez

matla’b gazeli okur. Sözünü bitirmeden deveye binmiş biri görünür.


Bu Leylâ’nın kaybolduğunu arJıyan kervan halkından biridir.
Leylâ dönüp gider.

Mecnûn yine kaldı zâr u mehcür


Hem-şohbeti mâr ü hem-demi mür
Ne durmağa tâkat u karârı
Ne gezmege elde ihtiyarı

Mihnet ve derd mülkünün padişahı olan Mecnun’un makamı


Allah’a yakın olan “ ma’mure” dir. İnsanoğlunun kötülüğünden
nefreti onu vahşet âlemine götürmüştür:

Kılmışdı kemâl-i iHidâli


Kisvet eleminden anı hâlî
Çekmezdi cihanda ol cihân-gerd
Endîşe-i germ ü ğuşşa-i serd
Bilmişdi cihânun İ'tibârın
Yoh y irine şatmışidi varın
Dutmışdı tarîk-ı ehl-i tevhıd
Bulmışdı kemâl-i terk ü tecrid
Olmışdı vücüd-ı pâki pürnür
Âlâyiş-i eki ü şürbden dür

Gâhî gazel ü gehi kaşıde


İnşâ l^lup ol sitem-resîde
Süzile ohurdı gâh u bîgâh
Bir nice ‘azız anufila hem-râh
Yazarlar idi tamâm şi'rin
Ohurlar idi müdâm şi'rin
'Âlemlere ol ğarîb u mehcür
Ekser bu sebebden oldı meşhur
Mecnun şu matla’b gazeli tekrarlamaktadır :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 263

Biz cihân ma'mûresin ma'nîde vîrân bilmişüz


'Â fiyet gencin bu vîrân içre pinhân bümişüz
Mecnun’ dan uzaklaşan Leylâ artık tesellisini kaybetmiş ve
cihanlia ilişiğini kesmiştir. Bir son bahar günü Leylâ gamını
dağıtmak için dışarı çıkar. Yaprakları dökülmüş, çiçekleri solmuş
olan bahçeye derdim yana yakıla anlatır.
Leylâ umudsuzluk ateşiyle yanmış, kendinden usanmıştır.
Madem ki dost yamnda yeri yoktur; bu hayatın da değeri kalma­
mıştır. Allah’a yalvarıp ölümünü diler. Temiz olduğu için duası
kabul edilir. Yataklara düşer. Anasını çağırır: “ Ben öldükten sonra
ağlayup sahralara düştüğün zaman Mecnun’a rastlarsan, yolunda
can verdiğimi ona söyle. Eğer vefası varsa beklemesin gelsin,
yabancıların olmadığı o âlemde nasibimize erelim” diye vasiyet
ettikten sonra ölür. Bundan sonra:
Bu ‘ âlem kim gönül kaydın çekersen mihnet ü ğamdur
Fena ser-menzilin seyreyle kim bir hoşça ‘âlemdür
matla’lı gazel gelir. Leylâ’nın ölümünü haber alan Zeyd bu haberi
Mecnun’a ulaştırır.
Mecnûn ki haberden oldı agâh
Süz-ı cigerile çekdi bir ah
Kim ğulğulesin hem ol zamanda
Cânânı işitdi ol cihanda
Az kaldı ki nâlesıle dil-dâr
01 h'"âb-ı ecelden ola bîdâr
Bir lahza bülend olup hurüşı
Düşdi yire getdi ‘ akl u hûşı
Çün geldi özine ^ Id ı nâle
Yağdurdı hazânı üzre jâle
Ta'ne sözin itdi Zeyde bünyâd
K ’ ey sâkî-i bezm-i zulm ü bîdâd
Nitdüm sana kaşd-i cânum itdün
Kasd-ı dil-i nâtüvânum itdün.

Te’ şîr -i sitemden ictinâb it


Bârî bu günâha bir şevâb it
İlet meni yâr olan diyâra
Şem'eyle meni mezâr-ı yâra
264 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Düşdi yola oldı Zeyde hem-râh


Bir hal ile kim ne'ûzü bi’llah
Çun gördi mezâr-ı gül-‘izânn
Düşdi vü kucakladı mezârm
Göğsini kılup lahd kimi çâk
Merkad kimi şaçdı başma hâk
Kabr üzre ahıtdı kanlu yaşın
La‘l eyledi yaşı kabri daşın

Hem-râhum idün bu yolda ey mâh


Hem-râhı koyup geder mi hem-râh
Eflâke tefâhür eyle ey hâk
Kim oldı definün ol dür-i pâk
Zülfine mu'ârız olma ey mâr
Kim anda mukîmdür dil-i zâr
Hâline ta ‘ arruz itme ey mür
Kim bağludur ana cân-ı mehcür

Müştâkunam ey ecel kerem kıl


D ef'-i elem eyle ref'-i ğam kıl
Kurtar meni iztırâb-ı gamdan
Vir müjde vücûduma ‘ ademden

R ef'it ne ise arada hâ’il


Eyle meni ol nigâra vâsıl
Teklif-i vişâl ider mana yâr
Bir yerde ki yohdur anda ağyâr
Men getmemek eylesem hatâdur
Senden mana bir meded revâdur
B i’Uah mededümde kılma ihmâl
Kim bahtuma yüz virüpdür ikbâl
Y â Rab mana cism ü cân gerekmez
Cânânsuz mana cihân gerekmez
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 265

Minba'd zelil ü h'^âr kılma


Ser-geşte-i rüz-gâr kılma
şu inatla’lı gazeli okur :
Yandı cânum hecrile vaşl-ı ruh-ı yâr isterem
Derd-mend-i firkatem dermân-ı dîdâr isterem
Allah’ın takdiri Mecnun’un bu isteğine uygun düşer. Hakkın
emriyle maksadına ulaşır :
Gül dürdi hadika-i emelden
Mey içdi şurâhi-i ecelden
Kabrini kucaMadı nigârun
Can sadkası itdi ol mezârun
Leylî didi virdi cân-ı şîrîn
01 'âşık-ı bikarâr ü miskîn
Zeyd bu hali görünce ağayup yakasını yırtar. Herkes üşüşür.
Görürler ki Mecnun canını cananına verip kabir üstüne yığılmış.
Haline bakanlar ağlarlar. Yıkadıktan sonra Leylâ’nın mezarını
açarak onu da yanına gömerler.
R ef'oldı ta‘ allukât-1 hâ’il
Matlübına tâlib oldı vâşıl
Bir bezm iki şâha mahfil oldı
Bir büro iki mâha menzil oldı
Kabr üstine koydılar nişane
Fâşoldı bu mâcerâ cihâna
Tavfında ^ lu p murâd haşıl
01 kabre halayık oldı mâ’il
Geçdikçe zaman mükerrem oldı
Hacet-geh-i ehl-i ‘ âlem oldı
Zeyd artık bu mezarın yanında ayrılmaz. Her zaman onu
onarmağa çahşır. Bir gece, sabaha karşı mezara yaslanmışken
uyuyakalır. Rüyasında bir bahçede iki güzel görür. Zevk ve safa
içinde bulunan bu iki güzelin her birine melek yüzlü bin kişi hiz­
met etmektedir. Zeyd sorar. Şu cevabı verirler: “ Burası cennettir.
Bu kalabalık “ hur u gılman” ,bu iki güzelde Leylâ ile Mecnun’dur.
Zeyd uykudan uyanınca gördüğü rüyayı halka anlatır. Halkın
266 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

inanı artar. Leylâ ile Mecnun’un kabrini ziyaret halk arasında


âdet olur.
Fuzuli, hikâyesine eklediği “ Tamami-i sühan” başhkh
manzumesinde felekten şikâyet ediyor: “ Mecnun eğer bilgisiz ol­
saydı onu sevindirirdin. Hüner sahibi olduğu için onu bu hale
koydun. Leylâ utanmaz bir kadın olsaydı, dilediğin gibi dönerdin.
Olgun olduğu için onu ağlayıp inlettin. Eğer ben de “ ehl-i tezvir”
olaydım, bana yardıma kusur etmezdin” dedikten sonra, feleğe
şöyle söyletiyor :
Men emre muvafık eyledüm devr
Hikmetde vefâdur itdüğüm cevr
Amma sen iden ‘amel hatâdur
Kim pir-i tarîkatun hevâdur
Şâ'irlığa iftihar idüpsen
Kizbi özün€ şi'âr idüpsen
Mecnûn didüğün vücûd-ı kâmil
Her dânişe menden oldı kabil
Dîvâne ana sen eyledün ad
Senden ana yetdi zülm ü bidâd
Leylî didüğün meh-i tamâmı
Men perdede şahladum girâmi
Rüsvâ-yi halâyık eyledün sen
Min ta‘neye lâyık eyledün sen

Emvât mezâlimine girdiin


Asudelere 'azâb virdün
Fuzüli kendini şöyle savunuyor :
E y tûtî-i bûstân-ı güftâr
Şarrâf-ı sühan Fuzûlî-i zâr
Aldanma eğer sipihr-i lâ‘ib
Ta'nile sana didise kâzib
Eş‘ âra ‘abeş diyüp usanma
Sermâye-i nazmı sehl şanma

Bi’llah bu yaman mıdur ki hâlâ


Emvâta söz ile virdün ihya
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 267

Mecnûn ile Leylini kılup yâd


Ervahlarını eyledüfi şâd
Şair tarih manzumesini de yazdıktan sonra kıskançlara çı­
kışıyor :
Azdur dime cevherüm şafâsın
Bir şor ki ne virdiler bahâsın
Bi’llah ger olaydı bir hırîdâr
Min genc-i nihân kılurdum izhâr
diyor ve şu beyitle eserini tamamlıyor :
Dem hayr sözinden ur demâ-dem
Ver hayr dimezsen ebsem ebsem
*

Fuzûlî esas olarak Nizâmî’yi almış, H âtifı’den ve Türk


şairleri arasında Hamdu’llah Hamdi ile Celili’den de faydalan­
mıştır. Onda Emir Husrev ile Câmi’nin etkisi görülmez. Leylâ’nın
zifaf gecesi “ meşşata” nın yüzüne sürdüğü düzgünü yolması,
Mecnun’un kör dilenci kılığına girerek Leylâ’yı görmeğe gitmesi,
Leylâ’nın kervanla giderken uyuya kalıp devesinin yolu şaşırması,
böylece her iki âşıkın buluşması sahneleri H atifi’ den, Mecnun’ un
sahrada babasıyle konuşurken birdenbire yeninden kan boşanması,
merak eden babasına Mecnun’un : “ Hekim Leylâ’nın kolundan
kan almıştır, bu kan onun eseridir. Biz bir vücuduz: arada ikiUk
yoktur” demesi ilk defa Hamdu’llah Hamdi’de geçer, sonra da
Sevdâ’i ile Hakîrîde görülür. Eğer bu m otif başka kaynaklarında
yoksa, Hamdu’llah Hamdi’den ahnnıiştır.' Kuşların Mecnun’un
başına yuva yapması m otifi de ilk defa Cehli’de geçer. Daha sonra
da Sevda’ i ile Hakiri de görülür Eğer bu da kaynaklarında yoksa
Celih’den ahnmış demektir.
Fuzûlî, Nizâmî’den aldığı motiflerin birkaçını şöyle değiş­
tirmiştir:
a) Nizâmî’de, Mecnun, bir “ acuze” nin, boynuna zincir taktığı
bir adamı yederek dilencilik ettiğini görür. Kendini zincire bağla­
tarak Leylâ’yı görmeğe gider. Fuzuli’ de, Mecnun’u zincire bağ-
lıyan “ acuze” değil, “ pir” dir.
b) Nizâmi’de Zeyd amcasının kızma aşıktır. Fuzuli’de,
Zeyd’in sevdiği amcasının kızı değildir.
268 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

c) Nizâmi’de, Leylâ zifaf gecesi îbn-i Selâm’ı tokatlayıp


tehdid eder. İbn-i Selâm Leylâ’ya uzaktan bakmağa razı olur.
Fuzuli’debu sahne şöyledir: Leylâ, zifaf gecesi duvağını kaldırmak
isteyen Ibn-i Selâm’a “ Küçükken bana bir peri görünmüş, eğer
âdemoğluyle evlenirsen hem seni hem onu öldürürüm demişti.
Şimdi o peri elinde kılıçla karşımda duruyor. Bir müddet sabre­
delim” der. tbn-i Selâm razı olur. Leylâ’nın evlendiğini Zeyd’den
öğrenen Mecnun Leylâ’ya mektup gönderir. Zeyd mektubu Leylâ’ya
verebilmek için îbn-i Selâm’a sokulur: “ Ben Leylâ’yı periden
kurtaracak duayı biliyorum” der. Bu suretle îbn-i Selâm’ı alda­
tarak mektubu Leylâ’ya verir.
Fuzulî başka şairlerde görülen birçok motifleri atmış, böylece
eserine daha tabiî bir akış sağlamıştır. Fuzülı’nin esere sokuştur­
duğu gazeller birer ekleme değil, konuyu tamamlamağa yardım
eden parçalardır. O, “ Temami-i sühan” başlıklık bölümlerle
de, bir bahisden başka bahse geçerken okuyucuya yol hazır­
lıyor. FuzûH’nin eserindeki şiir ve sanat değeri, ona en büyük
üstünlüğü sağlamıştır.
*

Fuzuli’niıf Leylâ vü Mecnun’u Rusça’ya, Ermenice’ye ve


Almanca’ya çevrilmiştir.
Eserle ilgili son yayımlar :
Alessıo Bombacı, I I Poema T u tco ^'■Leilâ E Meğnun” Dı
Fuzuli, inceleme, Oriente Moderno dergisinin X X I I I , sayı 8,
ağustos 1943 den ayrı basım.
Leylâ ve Mecnun, metin ve önsöz: Bakû 1949, Nizami
Enstitüsü yayınlarından.
Necmettin Halil Onan, Leylâ ile Mecnun, metin ve önsös,
İstanbul 1956, Maarif vekâleti yayımlarından.
Hamit Araslı, Leyli ve Mecnun hakkında, inceleme, Türk
dili araştırmaları yıllığı - Belleten, 1958, ayrı basım.
Hamit Arasll, Leylâ ve mecnun, metin ve önsöz Bakû 1958,
Arap harfleriyle, Azerbaycan uşak ve gençler edebiyatı yayın­
larından.
Hamit Araslı, Leylâ ve Mecnuu, metin ve önsöz,Bakû 1958 Kiri-
lik harflerle, Azerbaycan uşak ve gençler edebiyatı yayınlarından.
LÂ R E N D E LI HAM Dİ’N iN ESERİ

Eski kaynakların hiç birinde Lârendeli Hamdî’nin adı geçmez.


Eser Fatih kitaphğında 3740 numarada kayıthdır Eser, varak
ve satır sayılarına göre 5610 beyit tutmaktadır. Şair eserini yaz­
dığı tarihi “ Hatime” de şu beyitlerle bildiriyor :
İşidenler dilerse kim bu nâme
Bile ne ‘ aşarda irdi tamâme
Nebînün hicretinden tuta sâli
K i tâ ma‘lûm idinse bu makâli
Çeke ebced hurûfını şumâra
Cemel üslûbı üzre aşikâre
Pes anlaya k ’ olur târihi mevzûn
Tahayyür-nâme-i Leylî vü Mecnûn
Şair, Şehzade Sehm’in (II. Selim) doğumuna söylediği Farsça
tarihi eserinin sonuna eklemiştir ki, tarih beyiti şudur :

O İS ” ıjf j

(J J

Zahriyede, 1. Mahmud’un vakfiyesiyle mühründen başka, or­


tada güzel bir tezhibin içinde, nüshanın şehzade Selim’ e ait ol­
duğunu gösteren kayıt ile, altında Selim’in mührü bulunmaktadır.
Zahriyeden evvelki varakta “ Hayret-name” ve “ Şehzade Bayezıd
Han” adları, ondan evvelki varakta da “ Terceme-i kıssa-i Leyli
vü Mecnun Mevlâna Hamidi-i Lârendeli” ibaresi görülmektedir.

Bu nüshadan ilk defa bahseden Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan’ dır.
270 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hamdı eserinin başındaki “ Sebeb-i telif” bölümünde kendin­


den ve eserinden şöylece bahsetmektedir :
Pes itdüm fikr k’uram ben mu'allel
Nizâmı Hamsesi deryasına el
Anunla mûnis olup nice günler
Haram itdüm gözüme h^âbı dünler

Çün açdum ol kitâb-ı müstetâbı


Ezel satrında gördüm bu bitabı
Ki bir efsânedür pür sihr ü efsûn
Şol erden k’anı ‘ışk itmişdi mecnûn
Çu ma'lûm oldı bana bu ‘ibaret
Kitabı düzmeğe buldum işaret
Gönül olmış iken bu fikre dem-sâz
İşitdüm süy-i bâtifdan bir âvâz

Kalem çek defter-i zâbirlığa sen


‘Alem dik kişver-i şâ'irlığa sen
Dekâyıkdan şu resmile eser bul
Ki nazm içre Nizâmî-i diğer ol
Çıkar şi'r içre bir veçhile nâmı
K ’ide tahsîn sözüne Munlâ Câmî
Kopar bâğ -ı sühande bir nevâyı
K ’işitse âferîn ide Nevâyî
işte şairin eserinden çıkarabildiğimiz bilgi bundan ibarettir.
Şair şu beyitle eserine başlıyor :
Bihamdi’l-Kâdiri’l-Ferdi’l-'Alîmi
Ve bi’ smillahi Rahmani’-rRahîmi
Tevhid, münacat ve na’ tlerle miraçtan sonra, dört halifeye.
Haşanla Hüseyin’ e, padişahla şehzade Selim’ e övgüler geliyor,
nihayet şair başlıksız olarak hikâyeye giriyor :
Bilen bu gencün aşl-ı mahzenini
Bulan bu dürr-i hâsun ma'denini
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 271

Ki ya'nî 'arziden bu dâstânı


Şu re smile rivâyet kıldı anı
Ki var idi ‘Arab mülkinde bir mır
Sehâ vü lutf kânı vü cihân-gîr
Eli Hâtem eli gibiydi der-bâr
K efi feyyazı hem çun nabl-i pürbâr
Kabâyilden 'Arab içinde ol hân
Şeb idi ‘Amirîler üzre yek-sân

Halîfe vâr gerç’olmışdı meşhûr


Halefsizlikden idi lik mecbûr
Oğlu olmadığı için üzgün olan Arab emirinin, birgün yolu
bir harabeye rastlar. Orada oturmakta olan bir “ abdal” , Emir’in
kalbinden geçeni anlıyarak ona bir ayva sunar: “ Bunu ye, güzel
bir oğlun olacak; fakat aşk onu serseri edeeek” der. Emir o gece
Allah’ a dua eder, dokuz ay sonra bir çocuk dünyaya gelir, adını
Kays koyarlar.
Kays bir yaşına gelir, daima ağlamaktadır. Bir peri yüzlü
dilber onu birgün bostana götürür; kucağına alınca çocuk ağla­
mayı keser; bırakınca tekrar ağlamağa başlar. Bu hali devamını
görenler, Kays’ın büyüyünce aşk yüzünden rüsva olacağını anlarlar
Dört yaşında okula giden Kays, üç yılda bütün bilimleri öğ­
renerek okuldan ayrılır.
Kays on yaşına gelince, babası kendine ayva veren şeyhi
hatırhyarak onun söylediklerini oğluna anlatır. Kays bunları
düşünerek uykuya dalar. Rüyasında kendini havuzlu bir gül bah­
çesinde görür. Bahçedeki köşkten çıkan iki peri, kasrın tavanın­
daki güzel bir resmi Kays’a gösterir, resmin sahibini överek
adının Leylâ olduğunu söyler. Kays uyanınca ağlamağa başlar,
bu hah gören anası oğluna nasihat ederse de fayda vermez, Kays
deliye döner.
Arab diyarında ünlü bir şah daha vardır. O da Kays’ın babası
gibi zengin ve cömerttir :
Varidi şeyhlerinün bir kızı hüb
Şaçı çevgân-ı müşkin ğabğabı tüh
272 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN
I
Sipeh-sâlâr-1 hayl-ı gül-'ızârân
Cemâline dil olunmış hazârân
Ruhi şubh-ı münîr ü nâmı Leylî
Kişiler itdi mecnûn ‘ışkı hayli

Şafâ mir’âtıdur gûyâ cebini


K ’anundur dest-i çüb-i sim bini
Nukûş-ı mihr ü mâh-ı ‘ âlem-ârâ
Kamu ol âyinedendür lıüveydâ
Gözi ğâret-ger-i ervâh-ı 'uşşâk
Lebi bezm-i şafâda râh-ı 'uşşâk
Bihişt-i nâzdan bir serv kaddi
Nihâl-i şiveden bir verd haddi
Hasedden ol perinün gül yanağı
Komışdı Lâlenün bağrında dâğı
Dehânı şıfr hem-çun hâ-yi mevhün
Lebinün devri mişl-i mim-i ma'dûm
Cam-ı dendânı ol zîbâ cemâlün
Dişini getdi yüz yirde lıilâlün
Anun güy-i zenahdânidı gûyâ
Letâfetden dü şak olmış bir elma

Eğilüp zülfinün gûşına kaşı


Dir ikende ucuz itme kumaşı®®
Leylâ bir gece rüyasında güzel bir delikanhnın kendine bir
deste gül verdiğini görüp ona aşık olur. Uyanınca gördüğü
rüyayı anarak ağlar.
Kays, birgün sarayın önündeki deveye binerek sevgilisini
aramağa çıkar. Dolaşa dolaşa Leylâ’nın çadırının bulunduğu yere
varır, Leylâ’ya rastlar; yüzüne bakınca, rüyasında gördüğü dilbe­
rin o olduğunu anlıyarak birden aşk ateşiyle yanar. Leylâ da
K ays’ı görünce rüyasına giren delikanlı olduğunu tanır.

Getdi = gedik açtı.


İkende = çok.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 273

Mecnuıı’un halini gören babası, oğluna nasihat ederse de fayda


vermediğini anhyarak kadere boyun eğer.
Öte yandan Leylâ’da çadırında ağlayıp inlemektedir.
Kadîmlden meğer varidi kallâş
Kapularında bir karı karavaş
Y üzi kara idi vü saçları ak
Cehennem çihresin yakmağa müştak
'Aşası tire benzer kameti yay
Habîşü’ş-şekl ü bed-sîmâ vü bed-rây
Y üzi burşuk teni pürmü vü giryân
Gören şanur anı dîv-i beyaban
Tonatmış boymnun etrafını rek
Çekilmiş gûyyâ zeneîre bir sek
Yeni içinde her bâzüsı kim var
Çeh içre şan kara urğandur iy yâr
Bacakları mişâl-i nây-i enbân
Belinden şarkup inmiş tâ bedâmân
Bu cadı, iki genç arasındaki aşkı sezerek Leylâ’nın anasıyle
babasına haber verir. Bunlar öfkelenüp kızı döğerler ve sarayın
içindeki kaleye habsederler (şair burada Kays ile Leylâ’nın okulda
tanışıp seviştikleri söylentisini de kaydediyor).
Kays göremediği sevgilisinin hasretiyle derdlenir, deliye döner;
yalın ayak hergün sokaklarda doşlaşır. Kabile ona Mecnun adını
takar. Mecnun büyük bir dağın üstündeki mağaraya sığınır.
Mecnun’un halini duyan babası onu mağarada bulur: “ Eve
dön; adam kılığına gir de sana Leylâ’y ı alayım” der. Mecnun
bu umudla eve döner.
Mecnun’un hasretiyle ağhyan Leylâ’ bir kış günü sevgilisini
görmek için, arkadaşlarını da yanına alarak av bahanesiyle sah­
raya çıkar. Leylâ’nın geldiğini gören kabile onu karşılar. Fakat
Leylâ sevgilisinin hasretiyle sabaha kadar ağlar. Öte yandan Mec­
nun
Nigârun haletinden oldı agâh
K ’ olur zîrâ gönülden gönüle râh

F. ıs
274 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Kararı kalmayup\ şevkile durdı


Şebistâm yohn tutup yöğürdi
Irakdan. kim göründi hayme-i yâr
Deründan çekdi bir ah ol ciğer-h''âr
Leylâ Miecnun’un sesini işiderek koşar. İki aşık birbirini görünce
ağlaşır; gece yarısına kadar başbaşa konuşur. Sonra Mecnun veda
edip ayrılır.
Mecnun’un babası kabilenin büyükleriyle Leylâ’yı istemeğe
gider. Leylâ’nın kabilesi bunları karşılar. Fakat bu karşılama
uğursuz bir saate rastladığı için iki sevdalı birbirinden yoksun
kalırlar. Kızın babası yapılan teklifden incinir. Kays’ın deli ol­
duğunu, aklı başına geldiği zaman bu teklifi yapmalarım söyler.
Mecnun’un babası, deli olmadığını isbat için oğlunu çağıttır. Mec­
nun, o sırada oradan geçen Leylâ’nın köpeğini görerek kucaklar.
Sonra gözü muma ilişir. Sevgilisinin yüzünü hatırlıyarâk onu
söndürür. Mecnun’ un bu halini görünce gülüşürler. Babası utana­
rak döner. Mecnun da üstünü başım yırtarak sahraya çıkar. Vahşi
hayvanlarla yaşamağa başlar.
Aşk yolunda üstad bir ihtiyar vardır. Mecnun’un babası ona
giderek oğlu için çare ister. İhtiyar da: “ Kızın ayağının bastığı
topraktan alıp Kays’ın gözüne sür; sokağında gezen köpeğin
boynundan bir parça kıl kopararak Kays’ın yakasına tak” diye
tavsiye eder. Babası bu tavsiyeyi yerine getirir. Fakat Mecnun,
bu defa ağlamaz ama tenini koparır; yakasını yırtmaz ama eteğini
parçalar.
Mecnun’u dua için Kâbe’ye götürürler. Mecnun Kâbe’nin
halkasına yapışır, kendini aşktan ayırmamasını, aşkını artırmasını
Allah’dan niyaz eder. Babası bunu duyunca umudunu keserek
eve döner.
îbn-i Selâm Leylâ’nın güzelliğini işiterek :
Cemâli şem'ine pervane oldı
Ki yüz Mecnûndan dîvâne oldı
Birini gönderip kızı babasından ister. Babası razı olur; fakat kız
küçük ve zayif olduğu için biraz beklemesini söyler.
Mecnun dağlarda dolaşıp ağlamaktadır :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 275

Meğer ol yörede varidi bir şâh


K ’özine baht u devlet idi hem-râh

Melik-zâde vü şâbib-efser idi


Ebâ 'anced emir ü server idi

Anun adına eydürlerdi Nevfel


Eli üstine hergiz yoğidi el
Nevfel birgün avlanmak üzere dolaştığı sırada Necd’e varır.
Mağaramn önünden geçerken vahşi hayvanlar arasında Mecnun’u
görür. Okuduğu gazellerden birini duyarak onun kim olduğunu
öğrenip atından iner; bir köpeği okşamakta olan Mecnun’ a bunun
sebebini sorar. O da Leylâ’nın köpeği olduğunu, gurbette kendine
yoldaşlık ettiğini söyler, Nevfel Mecnun’ a acıyarak Leylâ’yı ala­
cağını vadeder. Fakat derbederlikten vazgeçmesini söyler. Mecnun
sevinir, verilen elbiseyi giyer; Nevfel’in meclisinde Leylâ için yaz­
dığı gazelleri okur. Nevfel bir mektup yazarak kızı babasından is­
ter. Red cevabı abnca Leylâ’mn kabilesiyle savaşa girer, iki tarafın
askeri çarpışırken Mecnun barış için dua eder. Bir tarafın gayretini
çekerken, öte tarafın da üstün gelmesini diler. Nevfel ertesi günü
Leylâ kabilesinin yeni kuvvetler aldığını görünce barışa razı olur.
İki taraf yerlerine çekilir. Mecnun da gözlerinden kanlı yaşlar sa­
çarak Necd’ e döner.
Leylâ’nın kabUesi kendilerini rüsva ettiği için Mecnun’u öl­
dürmeğe karar verir. Mecnun’un başını getirene ödül vadeder.
Leylâ bunu Mecnun’a bildirmek üzere bir adam gönderir. Giden
adam Mecnun’u bulamaz. Leylâ Mecnun’un öldüğünü sanarak
matem tutar. Nihayet Mecnun’un bulunduğu yeri öğrenirler.
Leylâ tekrar adam göndererek gizlenmesini rica eder. Mecnun:
“ Benim için ölmek mutluluktur. Fakat madem ki Leylâ böyle
istiyor, öyle gizleneyim ki Azrail bile beni göremesin” der.
Günler geçer, Mecnun’un sabrı tükenir; Nevfel’e gidip sitemler
eder. Nevfel gayrete gelerek asker toplar. Medine Ue Bağdad ara­
sındaki dağlar ve ovalar askerle dolar. Leylâ kabilesi de asker
toplıyarak Nevfel’i karşılar. Fakat yenUerek aman dUer. Nevfel
kızı ister. Babası: “ Kızım emrindedir; istersen onu, en hakir bir
kuluna ver. Fakat lütfet, bir deliye kız verilir mi” der. Nevfel
adamı hakh bulur. Mecnun Nevfel’ e sitem ettikten sonra sahraya
276 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

döner (şair, Nevıel’in Leylâ’ya âşık olarak Mecnun’u zehirlemeğe


kalkmasını da ayrıca biî^ söylenti olarak anlatıyor).
Mecnun bir avcıya rastlar; atını vererek yakaladığı ahuları
elinden kurtarır. Ertesi günü yine nesi varsa vererek avcının
elinden başka bir ahuyu alır.
Mecnun ertesi günü bir ağacın altına oturup biraz dinlenir;
ağaçtaki karga ile konuşur.
Ertesi günü Mecnun, Leylâ’nın bulunduğu tarafa doğru gider
ken, bağlı bir adamı yederek dilenmekte olan bir kadına rastlar.
Kendini bağlatarak Leylâ’nın bulunduğu yere gider. Leylâ’nın
kapısını çalarak yalvarır. Leylâ Mecnun’u sesinden tanır; kapıyı
açıp sadaka verir. Birbirlerine bakışırlar. Mecnun: “ Halime bak,
ölürsem kabrimi ziyaret et, haç sevabına girmek istersen beni bu
kapıda kurban et” der ve zincirini koparıp Leylâ’nın kapısında
secde ettikten sonra Necd’e döner. Bunu işidenler, hemen arka­
sından koşarlarsa da Mecnun’u bulamazlar.
Mecnun kör taklidi yaparak tekrar Leylâ’nın kapısına gelir.
Orada düşüp yaralanır. Leylâ Mecnun’u tanır; elinden tutup ona
yol gösterir. Mecnun türlü kılıklara girerek Leylâ ile konuşma yolu­
nu bulur. Bunu duyan Leylâ’nın anasıyle babası, bu hali önlerler.

Mecnun, oduncunun bir ağacı kesmek istediğini görünce,


kolundaki la’li vererek ağacı kesmesine engel olur.
İbn-i Selâm, Leylâ’yı tekrar istemek üzere gelir. Kabile
İbn-i Selâm’ı karşılar. Düğün hazırlıkları yapılır. Leylâ haber
alınca :
İki er olmaya bir 'avrete cây
Ki hiç bir müzeye sığmaz iki pây
Hemîn oldur cihan içre bana yâr
Anun ğayrile hergiz düzmezem kâr
diyerek kendini süsliyen “ meşşata” ya çıkışır. Anasıyle babası kıza
nasihat ederler. Leylâ utancından cevap vermez. Leylâ’nın sus-
duğunu görünce, razı olduğunu sanarak İbn-i Selâmla nikâhını
kıyarlar. Yalınız kaldıkları sırada İbn-i Selâm Leylâ’nın saçım
tutmak ister; Leylâ razı olmaz. Anası duyunca gidip Leylâ’ya
nasihat eder. O da şu cevabı verir :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 277

Helâk oldum tehassür geçdi câna


Bıçak irdi bu gamda üstüh''âna
Karabatı niderven iy cemile
Bana yârum yeter kavm u kabile
Gönül kavm istemez Mecnûndan özge
Kimesnem yukdur ol meftündan özge
Anası üzülerek ayrılır. Damad gelir; yine yalvarmağa başlar.
Leylâ tbn-i Selâm’ın yüzüne bir tokat atar ve :
Bu yâra idemezven ben hıyanet
Ki şahı gerdenümdedür emânet
Bu mürğı idemezsin dâmuiia râm
Bu işe bulduramazsın sen encam
Bu gül-şen câyıdur bir ‘ andelîbün
Naşibidür bu gül bir bînaşibün
Bu kişver yiridür bir tâc-dâruîi
Bu hutbe adınadur şehriyârun
Bu piste kim olupdur şekker-âmiz
Tama' dendânun. ana eyleme tiz
Yüri sen kendü hâlün gör beni ko
Niye varur zevâlün gör beni ko
Ben oliser degülven sana mahrem
Ki Mecnûnum degül senden dahi kem
diyerek İbn-i Selâm’ı tehdid eder; İsrar ederse kendini öldüreceğini
söyler. îbn-i Selâm yalvarır; fayda vermediğini görünce beklemeğe
razı olur.
Mecnun bir rüya görür. Bir servi ağacına konan bir sülün
Mecnun’un elindeki “ şeb-çerag” ı gelüp kapar; tekrar uçup servi
dalına konarken üzerindeki mücevher düşer. Bu rüya Mecnun’a
korku verir. Kalbi kederle dolar. Bu üzüntü ile dolaşırken, deveye
binmiş bir kadının gelmekte olduğunu uzaktan görür. Mecnun’un
akrabasından olan bu kadın, Leylâ’nın evlendiğini haber vererek,
kendi kızını Meenun’a teklif eder. Mecnun bunu işidince başını
taşla o kadar döver ki, akan kandan dağ gül rengine boyanır.
Üstünü başım parçalar: kadın pişman olarak özür diler. Mecnun
LevlâVa sitemler eder ;
278 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bana sensüz ğam u hecr urdı dağı


Sen iller bezminün oldun çerâğı
Ben oldum bülbül-i bâğ-ı ğam u bim
Sen itdün güllerüni zâğa teslim
Babası Mecnun’u anyarak mağarada bulur. Mecnun vahşi hay­
vanlar arasında hasta yatmaktadır. Babası nasihat eder. Mecnun,
aşk şarabını içip cihanı unuttuğunu ne söylediğini bilmediğini,
kendini dünyaya gelmemiş farzetmelerini, gam çekmemesini uzun
uzun anlatarak sözlerini şöyle bitirir :
Bir itdi ikimüzün meşrebin ‘ışk
Ki göstermez ikilik mezhebin ‘ışk
Ne ben Mecnünem ü ne Leyli cânân
Ikimüz bir ten ü bir cânuz el’ân
Babası umudunu keserek döner; bir müddet sonra da ölür.
Babasının öldüğünü işiten Mecnun, yüzünü yırtıp yakasını par­
çalar; kendini yerden yere çalar. Mezarına gidip ağlar; ağıtlar okur.
Birgün Mecnun Leylâ’nın diyarına doğra giderken yolda
kendi şekliyle Leylâ’nın şeklinin yanyana çİKİlmiş olduğunu
görüp ağlar, Leylâ’nın şeklîni parmağıyle bozar; soranlara :
Didi ger hâl-i ‘ âlem piş ü pesdür
Biz iki şeklden bir lîk besdür
Didiler eyledür çun ne sebebdür
Ki bozdun am sen kaldun ‘ acebdür
Didi ben hasteye hoş gelmez ePân
Ki ben mağz olam ü pûst ola ol cân
O yiğ kim ben nikâb-ı düst olam
Ser-i mağz üzre ya'nî püst olam
diyerek geçip gider.
Mecnun vahşi hayvanlar arasında yaşamakta, onlardan dost­
luk görmektedir.
Biıgün Mecnun rastladığı birinden kâğıd ve kalem alarak
Leylâ’ya mektup yazar :
Lebün kimün şerâb-ı ‘işretidür
Ğamun kimüü kebâb-ı hasretidür
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 279

Ayağunda ben itdüm yüzümi pest


Kimün urdun kemer-gâhma sen best

Şiyup ger 'ahdi geçdünse vefadan


Tuz etmek hakkını nitdüii aradan
Eğer olduû ise ğayrile dem-sâz
Anadur biz kulunı dahi az az

Diler k’üstünden uçan mürğın ahum


Yaka şeh-perrini iy yüzi mâhum

Naşib oldı vişâlün ğayre iy yâr


Nihâlün rhîvesini dürdi ağyar

Ğarib olanun ahi âteşinden


Hazer lal zinhar iy gönli âhen

Cemâlün seyrin’ eyle mâHlem ben®^


Ki düşde görmeğe de kâ’ilem ben
Leylâ Mecnun’un mektubunu okuyunca çok üzülür. Hemen
eline kalemi kâğıdı alıp cevap yazar :
Hışâr içre giriftar ü mukayyed
Nigeh-bânlar var etrâfumda bihad

Gehî ‘ahdi şinik korsun bize nâm


Dahi biter komazsın dilde ârâm
Yazukdur töhmet itme bîgünâha
Siper kılma özüni tîr-i aha

Şarâbı la'lümüü kim lâle-gündur


Hakikat bil ki senden ğayre hûndur

Seyriıı’ eyle = seyrine öyle.


280 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Bu genci kılmamışdur kimse târâc


Henüz öz mülıriledür hokka-i ‘ âc

Beni yakma bu resme ^rzenişden


Hacilven ben Iıöd ol itdiğüm işden

Hem işitdüm k’atan ol pîr-i mahzûn


Vefât itmiş kati oldum diğer-gûn
Dayısı Selim-i Âmiri Mecnun’ a her ay yiyecek ve giyecek
göndermektedir. Birgün yine Mecnun’ u görmeğe gelir (hikâye).
Mecnun anasını sorar. Selim ona anasını getirir. Anası nasihat eder.
Mecnun özür diler, sonra sahraya doğru yürüyüp gider. Bir müddet
sonra anası ölür. Bunu duyan Mecnun ağlar, anasının kabrine
gidüp yüzünü gözünü parçalar.
Arkadaşları birgün Mecnun’u ziyarete gelirler. Leylâ’nın ken­
dini beklediğini söylerler. O da sevgilisini göreceğini umarak ar-
kadaşlanyle birlikte gezmeğe gider. Arkadaşları bahçede yiyip
içerlerken o ağlayıp ah der.
Leylâ, Mecnun’un yüzünü görmek hevesiyle bir gece evden
çıkar. Bir ihtiyara rastlar; ona para ve mücevher vererek Mecnun’u
getirmesini rica eder. Mecnun ihtiyarla birlikte gelir. Leylâ bir
ağacın arkasına oturur ve ihtiyara: “ Benim için vuslat bu kadardır.
Gerçi kocam şu anda uyuyor. Fakat bu iş Allah’ dan gizli
kalmaz. Fitneye ayak basmak istemem; haram işi işlemem.
Benden selâm götür. Bir kaç beyit okusun, dinleyeyim” der.
Mecnun gazel okur. Bunu haber alan Leylâ’nın kocası, Mecnun’un
kanım dökmek üzere gelir. Kılıcım çekip Mecnun’ a saldırınca eh
havada kalır. İbn-i Selâm Mecnun’un ayağına kapanarak yalvarır;
Mecnun dua eder, İbn-i Selâm’ın eh tutmağa başlar. Mecnun bir
ah çekerek sevgilisini Allah’a ısmarlar. İki sevgili ağhyarak
ayrıhrlar.
Mecnun’un şiirlerini duyan Selâm-ı Bağdadi Mecnun’u ziyarete
gelir. Onunla birlikte yaşamak ister. Mecnun: “ Sen gençsin, bu
yol tehlikeUdir. Ben fakirim; fakire konuk olmak doğru olmaz.
Beni kendi hahme bırak. Zaruret seni buradan tez kaçırır” derse
de. Selâm ısrar ederek kalır. Fakat daha fazla dayanamıyarak
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 281

ayrılıp Bağdad’a döner. Ezberlediği şiirleri okur, Bağdadhlar


Mecnun’un şiirleriyle şeref bulurlar (Şair Mecnun’un büyüklüğünü
ve aşkının yüksekliğini anlatıyor).
Zeyd ve Zeynep, birbirini seven iki kardeş çocuklarıdır. Zeyd
fakir olduğu için amcası kızını ona vermez; zengin bir adamla
evlendirir. Bu yüzden kederli olan Zeyd, komşusu Leylâ’nın derd
ortağı olmuştur. Leylâ arasıra Zeyd ile Mecnun’a haber gönderir.
Birgün Zeyd Mecnun’a nasihat etmeğe kalkar: “ însan senin gibi
şair olurda bu halde yaşar mı; bu divaneliği bırak” der. Mecnun
ona çıkışır: “ Bu yolda söz söylemek sana düşmez. Haddini aşma;
sen yine sevgilimden haber getirmekte devam et. Ben divane de­
ğilim; halimden memnunum” diye cevap verir. Zeyd utanıp
susar.
Leylâ’dan ümidini kesen Ibıı-i Selâm hasta düşer; günden
güne bozulur; nihayet ölür. Leylâ bu bahane ile rahatça ağlar :
île karşu becid anup erini®®
Yolar Mecnûnı içün şaçlarını
Idüp zevci vefatını bahane
Kılar feryâd gamdan yana yana
Zeyd, arasıra dostlarının aracıhğı ile Zeyneb’i görür, iki
sevgili konuşup dertleşirler. Fakat Zeyd Mecnun’u da unutmaz.
İbn-i Selâm’ın ölümünü duyunca gidip Mecnun’a haber verir. Mec­
nun bu habere sevinmekle beraber, Leylâ’mn önünde can verdiği
için onu kıskanır. Zeyd ile Mecnun yedi gün ağlaşıp dertleşirler.
Mecnun’un hasretine daha fazla dayanamıyan Leylâ :
Kararı şişesini taşa çaldı
Hicabı defterini suya şalsı
Zeyd’i çağırarak Mecnun’u görmek istediğini söyler. Zeyd, Leylâ’­
nın selâmını Mecnun’a götürür; gönderdiği elbiseyi verir. Mecnun
secde ederek Allah’ a şükreder; elbiseyi yüzüne gözüne sürerek
giyer ve Zeyd ile birlikte yola çıkar. Vahşi hayvanlar da onu
takibeder. Bu şevkle Leylâ’nın kapısına varır, secde ede ede iler­
ler, Leylâ kapıya çıkarak Mecnun’un ayağına kapanır. Mecnun
Leylâ’yı görünce bir nara atarak kendinden geçer.Yırtıcı hayvanlar
bunların etrafını çevirir. Herkes oradan kaçışır. Bunlar yarım gün
yol üstünde kendilerinden geçmiş yatarlar. Leylâ kendine gelince

Becid = çok,
282 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

utanır; Mecnun’un elinden tutarak çadırına götürür. Zeyd etra-


fdan yabancıları savar, hayvanlarla birlikte kapıyı bekler. Görenler
şaşa kaldılar :
Ki bu ‘ışk-ı hakikîde garaz yok
Hevâ-yı şehvet ü fi'l-i ‘araz yok
Leylâ Mecnun’a ikramlar eder :
Saçından boynına bırakdı destâr
Kolından boynına bağladı ekmâr
Çü bir “^uryân gedâdur gördi hâmûş
Karazlığından itd’anı ‘ abâ-püş

Şu resme sinesine çekdi anı


Ki san bir cismüfl oldı iki cânı

Dolayup birbirinün boynına kol


Tekarrub 'âlemine buldılar yol
EHf kadden ki dür id’ol kadi lâm
Kavuşdı birbirine çun ehflâm
Ezel bir can idi ol iki hem-sır
Koçışup tenlerinde kaldılar bir

Bu halde birgün bir gece kalırlar. Kendilerine gelince çadırın


önüne çıkarları. Leylâ Mecnun’u teselli eder; konuşmasını ister,
Mecnun şu cevabı verir :
Huda göstermesün ki’y serv-i dil-cü
Olam bir lahze sen meh-rüdan ayru
Bu arahkda senhk benlik olmaz
K ’ikilik isteyen birliği bulmaz

Çü sen ben ben senem iy mâh-tal‘ at


Pes aralıkda neyler iki şüret
Leylâ teselliye devam eder, sözlerini şöyle bitirir :

Karazlık = alma dökülen kara saç. İtd ’anı = itdi anı.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 283

Hele biz pâk geldük bu cihâna


Kimesne bulamaz 'özr ü bahane
Ümîd oldur ki yine gidevüz pâk
İkimüzi de bikr iken koca hâk
nihayet :
Dehâna almadın bâde ayağdan
Bu vardı elden ol düşdi ayakdan
Bir müddet böylece kalarak devrin cefasından şikâyet ederler:
Çu Mecnûn gördi hâl ayruksı oldı
Gözi yaş gönli âteş birle doldı

Bir ah çekerek çölün yolunu tutar. Şair Mecnun’un aşkını şöyle


anlatıyor :
Dil-i Mecnûn ruh-ı yâra ger akdi
Ve İlkin dîde-i hak ile bakdı
Son bahar mevsiminde Leylâ bir gece rüyasında Mecnun’­
un öldüğünü görür. Uyanınca hastalanır; günden güne eriyip solar.
Anasını çağırarak vasiyet eder: “ Öldüğüm zaman sevgilimin so­
kağının toprağından alıp gözüne sürme çek. Sevgilim kabrime gelip
ağladığı zaman ona saygı göster. Onu hoş tut; gönlünü al. Benden
bahset: Leylâ’yı gamın öldürdü. Canını teslim edeceği anda sana
hitab edip şunları söyledi, de: Bana yolları gözettirme; çabuk
eriş; burada buluşalım” . Leylâ bunları söyliyerek gözlerini yumar.
Anası saçını başını yolar :
Figân idüp başına koydı toprak
Vücûdın lerze tutdı hem çu yaprak
Kabile ağlaşıp bağrışırlar.
Leylâ’nın anası, kızın öldüğünü Mecnun’a haber verir: “ Gel
beraber gece gündüz ağhyahm der. Mecnun bunu işidince zehir
içmiş gibi olur; gönlü parçalanır. Kadına sitemler ettikten sonra
kendini kaybeder. Kendine gelince Allah’ dan ölüm diler. Leylâ’­
nın kabrine giderek göz yaşı döker. Vahşi hayvanlar onu takib-
eder :
Çün irişdi zamân-ı kabz-ı rûhı
Nüzûl itdi ana gökler fütûhı
284 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Görüp cennetde cây-ı dûstâm


Çağırup dûst diyü virdi CMiı

Rivâyetdür ki tâ bir ay ü bir sâl


Bu hâl üzre düşüp kaldı ol abdal
Etrafında vahşi hayvanlar bekleşir. Halk görmeğe gelir,
nihayet yüzü çürüyüp toprak olur; kemikten başka eser kalmaz.
Fakat köpekler kemiklerini yemez ;
"Acebdür vahşîden beyle keramet
Ki yokdur âdemîde bu emânet
Aradan bir yıl geçtikten sonra vahşi hayvanlar dağılır. Mec-
nun’un ölümü her yerde duyulur. Akrabası onun kemiklerini
Leylâ’nın kabri yanına gömerler. İki rûezarın ortasından
delik açarlar. Kabrin etrafına imaret yaparlar; onu süsliyerek
ikinci bir cennete döndürürler. Herkes gelip kabri ziyaret eder.
Orası “ hacet-gah-ı matlub” olur; adını: “ Ziyaret-gah-ı ervah-ı
muhibbin” koyarlar.
Zeyd, gece gündüz kabri ziyaret eder. Bir gece rüyasında,
bir melek onu elinden tutup cennete götürür. Orada bir gülün
gölgeliğinde kurulmuş taht üzerinde oturan iki melek görür.
Ellerinde şarap kadehi, sevişmektedirler. Ayakta hizmet eden
ihtiyara bunların kim olduğunu sorar. O da cevap verir : “ Biri
Leylâ, öteki Mecnun” . Zeyd gördüğü rüyayı halka anlatır. Bu
cihan kimseye kalmamıştır.
Eser şu beyitle bitiyor :
Behatmi mürselîn ü hakk-ı Kur’ ân
ÖHcek bana yoldaş olsun imân
*
Lârendeli Hamdı, esas olarak Nizâmî’nin eserini takibetmekle
birlikte Hâtifi’den çok faydalanmış, kendiliğinden de birçok mo­
tifler katmıştır.
Kays’ın küçükten güzellere tutkun olması, Mecnun’un deli
olup olmadığı anlaşılmak üzere çağırıldığı zaman Leylâ’nın kö-
köpeğini kucaklaması, hekimlerin tavsiyesi (Lârendeli Hamdî’de
hekim yerine bir ihtiyar), Nevfel’in Mecııun’u zehirlemek istemişi
(Lâreııdeli’de ikinci söylenti olarak geçer), Mecnun’un kör dilenci
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA YE MECNUN 285

kılığında Leylâ’ya gitmesi, ağacı kesmekten kurtarması, “ meşşata” -


nın yüzüne sürdüğü düzgünleri yolması, Mecnun’a kılıçla hucum
eden rakibin elinin havada kalması (Lârendeli’de bu Leylâ’nın
kocasıdır), Leylâ’nın ölümünden sonra anasının Mecnuıı’a “ gel
birlikte ağlıyalım” demesi Hâtîfı’den alınmıştır. Görülüyor ki,
Lârendeli, Hâtîfi’nin hemen bütün motiflerini almıştır. Yabnız
Leylâ’nın Mecnun’a “ Beni babamdan iste” demesini, sonunda
Leylâ’nın kervanla giderken deve üstünde uyuya kalmasını ve
Mecnun’la konuşmasını bırakmıştır.
Meenun’un Leylâ’yı görmek ümidiyle arkadaşlarına uyarak
gezmeğe gitmesi motifi de Husrev’indir.
Leylâ’nın, rüyasında Mecnun’u ölmüş görerek hastalanması,
Celili’de, Leylâ’ nın ölümünü anasından haber alan Mecnun’un,
sevgilisinin kabrine giderek can vermesi, bir yıl sonra kemiklerinin
Leylâ’nın kabri yanına gömülmesi de Hamdu’llah Hamdi’de
geçer. Şair aldığı bazı motifleri de büsbütün değiştirmiştir.
Meselâ Nizami de Mecnun iyi bir rüya görür, uyanınca onu
hayra yorar, sonra bir atlının Leylâ’dan mektup getirdiğini
görür. Halbuki Lârendeli’de Mecnun kötü bir rüya görerek
korkar. Sonra bir kocakarı Leylâ’nın evlendiği haberini getirir.
Lârendeli Hamdi’nin kendiliğinden eserine kattığı motifler
de şunlardır :
a) Oğlu olmıyan Arab emiri, bir “ abdaP’a rastlar. Abdal ona
bir ayva vererek; “ Bunu ye, bir oğlun olacak; fakat aşk onu serseri
edecek” der.
b) Dört yaşında okula giden Kays, üç yılda bütün bilimleri
öğrenerek okuldan çıkar.
c) Kays ile Leylâ, rüyada birbirini görüp âşık olurlar. (Leylâ
ile Mecnun’un okulda sevişmeleri motifi de ikinci söylenti olarak
geçer.)
d) Kızlarının Kays ile seviştiğini bir cadıdan duyan anasıyle
babası, Leylâ’yı döverek bir kaleye habsederler.
e) Leylâ bir kış günü Mecnun’u görmek üzere gider. Mecnun’un
kabilesi Leylâ’yı karşılar. O sırada Kays da gelir. îki âşık bura­
da gece yarısına kadar başbaşa konuşurlar. Gece yarısı Mecnun
veda edip ayrılır.
286 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

f) Mecnun.'un babası, Leylâ’yı uğursuz bir saatte istediği


için reddedilir.
g) Mecnun, deli olup olmadığı anlaşılmak üzere çağrıldığı
zaman, Leylâ’nın köpeğini kucakladıktan sonra, yanan mumu da
üfler.
h) Nevfel savaşı öteki eserlerde olduğu gibidir. Ancak Nevfel,
Leylâ’nın köpeğini severken Mecnun’a rastlar. Nevfel savaşı hiç
bir sonuç vermez.
i) Kabilenin öldürmeğe karar verdiği haberini Mecnun’a
Leylâ yollar; gizlenmesini tavsiye eder.
k) Leylâ’nın evlendiği haberini getiren kocakarı Mecnun’a
kendi kızını telif eder.
Lârendeli Hamdî, bütün söylentileri toplamakla birlikte
kendiliğinden de bir çok motifleri katmış, böylece eserine tam bir
masal karakteri vermiştir.
ŞÂLİH’ÎN eseri

Nişancı Koca Mustafa Pş.’mn kardeşi Celâlzade Salih’in (Ö.


H. 973 = 1565) Leylâ ve Mecnun mesnevisinden elimizde iki nüsha
bulunmaktadır. Bunlardan biri, Nuruosmaniye Ktp., nda 3846
numarada kayıtlıdır. Bu nüshayı haber veren Prof. Ahmed Ateş’ -
dir. Öteki nüsha bendeki yazmalar arasındadır.
Müellifden bahseden kaynaklar: Latifi (s. 218), ‘Ahdi, ‘Âşık
Çl., Haşan Çl., Beyâni, Riyazi, Kâfzâde, Tez leri Nev'izâde,
Şakayık Z. (e. 1, s. 47); Kâtib Çl., Keşf. Mustakımzâde, Mecelle
(v. 171, 289, 359, 422); Ayvansarayı, Vefeyat, Süreyya, Sicil (c.
III, s. 200); Ş. Sâmİ, K L M ; Bursah Tâhir, ‘ OŞM. (e. III.
s. 278) 86.
Celalzade Salih eserini 962 de yazmıştır. Şair eserinin sonuna
eklediği şu kıtanın son mısraile bu tarihi veriyor :
Dürr-i menşürı bu kışşa bahrınun
Kırk iki günde olundı nazm hep
Sana târihin virür bunı haber
'Ayn-ı nazm u fâ-ı sin ü lâm-ı leb
Bu tarih kıtası yalınız Nuruosmaniye nüshasında vardır. Bu
nüsha 969 da müellifin sağlığında yazılmıştır.
Şair §u beyitle eserine başhyor ;
Nedür ol dür ki söz ana muhtâc
Güher-i nazm ü neşr silkine tâc
Başlangıç manzumesiyle tevhid, ikinci bir tevhid (kaside),
na’t, mi’raciye (kaside) ve “ Esbab-ı güzin” e övgüden sonra, “ Se-
beb-i nazm” bölümü geliyor. Şair bu manzumede, gençliğinde

Müellifin tarihi eserleri için bk. Agâh Sırrı Levend, Gazavatnameler,


Ankara 1956.
288 TÜRK EDEBİYATINDA' LEYLÂ VE MECNUN

okuyup yazarak adam olmak için çalıştığım şehir şehir dolaşarak


bilgisini artırdığını, ömrünün sonlarında geceleri kitaba bakacak
hali kalmadığım yazdıktan sonra^-sözlerine şöyle devam ediyor :

Sen de bir hamse eylesen peyda


Türkî dilde okusa her şeydâ

Gice yogise ‘aynınufi tâbi


Hele bağlanmadı anuü bâbı
Hamselerden birine eyle nazar
Gündüz efsâneyi idüb ezber
Gice kendünden eyle nazm anı
itme zâyi' bununla bir ânı

Nazmidem beş hikâyeti yek-ser


Kala bir güne bu da benden eşer
Gözedem naklde hikâyetini
Husrev-i Dehlevî rivayetini
Terceme itmeyem velî am
Düşmeyem nazmile ana şânî
Zâde-i tab'um ola ebyâtı
Hâş ola cümle-i hayâlâtı

Şair, Fatih’e ait bir hikâye anlattıktan sonra sözüne şöyle


devam ediyor :
Vir kemâ-kân dürr-i nazma nizâm
Kışşa-i penc genci eyle tamâm
Mâhaşal çünki eyledüm niyyet
Hamse nazmına şarfidem himmet
Yoğidi ol zamanda hîç mâni'
Müşteri gibi sa'didi tâli'
Fakat çok sevdiği oğlu ölünce her şeyden vazgeçiyor :
Kûh u sahralara düşem hayrân
Kays gibi bürehne vü 'uryân
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 289

Nazmidem ya'nî fikridüp bunı


Kışşa-i Leylîyile Mecnünı

Bin belâyıle hâme aldum ele


Bu tamâm oldı nazm olundı hele
Lîk bunda bir özge kâr itdüm
Hatifi tarzın ihtiyar itdüm
Ba‘z-1 beytinde kim şafâ gördüm
Terceme itmeği reva gördüm
Sâyiri ihtırâ‘ -ı hâtırdur
Zâde-i ümm-i tab‘ -ı fâtirdür
Hamseden humsı oldı nazma naşıb
Dördi nazmına düşmedi takrib
Şair “ Agaz-ı dastan” başlığı altında hikâyeye giriyor :
Fârisî dilde ibtidâ ûstâd
Söze bu resmile ider bünyâd

Varidi dir meğer evâyilde


‘Arab içre olan kabâyilde

‘Amir adlu kabileden bir er


Hayli dânâ-diUdi ehl-i hüner

Hasebile nesbde kâmilidi


Gün gibi lutfı halka şâmilidi

Lik ardınca olmağa eşeri


Yoğidi ‘ömri bâğınun semeri

Oğlu olmayan bu adam Allah’a yalvarır. Duasını kabul eden


Allah ona bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını Kays koyarlar. Kays
daima ağlamaktadır. Birgün kabileden güzel bir kız kucağına
ahnca Kays hemen ağlamayı bırakır, güler. Kucağından bırakınca
yine ağlamağa başlar. Kays güzellerle birlikte bulundukça gülüp
oynamakta, güzellerden ayrı kaldıkça ağlamaktadır. Görenler Kays’
ın aşk yüzünden deli olacağına hükmederler. Kays’ı büyüyünce
F. 19
290 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

sünnet ettirirler. Düğün kırk gün kırk gece sürer. Sonra okula
verirler. Okul güzel kızlar ve oğlanlarla doludur :
içlerinde güneş gibi ser=bâz
Bir sanem varidi meğer mümtaz

01 nigârinun adı Leylîyidi


Halk-ı 'âlem kamu tufeyliyidi
Necd adlu kabile mâhıyidi
Bir güzeller sipahi şâhıyidi
Sözde gûya harir-i nermidi
Şan mücessem haya vü şermidi

Saçları deste deste sünbülidi


Benleri dâne dâne fülfülidi
Kaleme benzeridi parmağı
Ak şüküfe ucında tırnağı
Levh-ı simmidi eli gûyâ
On gümüş hâmeyidi parmağı yâ

Kameti ser-bülend servidi


Hüsn-i reftârda tezervidi
Yüzi ağı değirmi mâhidi
Gözi nergis gibi siyâhidi
Ruhi âlidi berk-i lâle gibi
Dişi ağidi dürr-i jale gibi
Leylâ ile Mecnun birbirlerine aşık olurlar. Gizli gizli bakışıp
ah ederler. Arasına bahane ile dışarı çıkıp görüşürler. Mecnun,
akşamları da birer sebep bularak Leylâ’nın evine gider. Böylece
aradan bir yıl geçer. Nihayet çocuklar işin farkına varırlar. Serü­
veni herkes duyar. Leylâ’nın anası, kızını aşkını haber alınca
yakasını yırtar, saçını başını yolar; ağlıyarak kızına nasihatler
eder. Leylâ inkâr yoluna sapar.
‘Işk kankısıdur bunun ‘âşık
Kankısıdur di bileyin sabık
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 291

'Işk ot adı mı ye küy adı


Yinilürise nicedür dadı
Râst söyle anı bana bildür
Şonra 'afvit gerek beni öldür
diyerek bilmezlikten gelir. Anası inanmış görünmekle beraber
Leylâ’yı evde bahseder.
Kays Leylâ’yı okulda bulamıyınca dertlenir, ağlayıp bağırır.
Birgün kör dilenci kıbğına girerek sevgilisini görmeğe gider. Leylâ’­
nın kapısı önüne gelince elindeki değneği atarak yere düşer. Leylâ
Kays’ı tanır; koşup yerden kaldırır. Böylelikle görüşürler. Başka
birgün kays yine dilenci kılığına girerek Leylâ ile görüşür. Bu bal
sıklaşınca etrafdan duyulur. Kays yine Leylâ’yı görmekten yoksun
kalarak deliye döner; “ Leylâ Leylâ” diye sokakları dolaşır. Çocuk­
lar arkasına düşüp onu taşlarlar. Kays nihayet sahralara düşer.
Artık Mecnun adım almıştır.
Babası Mecnun’un halini öğrenince oğul acısıyle yanar; yaka­
sını yırtıp Mecnun’u aramağa çıkar (iki beyitKk latife), çölde yıkık
bir köşk içinde bulur; “ Seni Leylâ’ya götüreyim” diye kandırıp
eve getirir. Anası Mecnun’u yıkayıp geydirir. Babası nasihat eder;
“ Kadınlara inanma; kabilede bu kadar güzel kız var; hangisini
istersen onu sana alayım” der. Mecnun :

Eylemiş çun ezel yed-i takdir


Tine tüm âb-ı 'işkile tahmîr
Anı tebdil eyle diyü bana
Pend virmek düşer mi biç sana
diye cevap verir. Bu sırada kolunun yeninden kan boşanmağa
başlar. Babası meraklanır. Mecnun şu cevabı verir ;
Yârdan kan aldı bir faşşâd
Urdı kolına nîşter ûstâd
Bunda ol nişter bana te’ şîr
Itdi kanum akıtdı bîtaksîr

Ne o Leylî ne höd benün Mecnûn


Bir olupdur iki ten-i mahzün
dedikten sonra sahranın yolunu tutar.
292 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun’un babası, vaktiyle aşk şarabı içip mest olmış bir “ pir”
e danışır. Pir şu tavsiyede bulunur: “ Leylâ’nın sokağından toprak
alıp oğlunun gözüne sürme gibi çek. Sokağındaki köpeklerinden
birinin ipini alıp yakasına tak” , ihtiyar tavsiyeleri yerine getirir.
Mecnun gerçi elini yakasından çeker; fakat bu defa tırnaklarıyla
göğsünü parçalar. Elbisesini bu defa eteğinden yakasına doğru
yırtar.
Leylâ, Necd dağının eteğine doğru yerleşmiş varlıklı bir kabi­
lenin güzel kızıdır. Babası, ünü Bağdad’ı tutmuş Malik adında
zengin biridir. Kabilenin kızlan daima Leylâ’nın etrafında toplanır­
lar. Bunlar işle uğraşırken, Leylâ hep Mecnun’u düşünür. Mecnun­
’un adını anmak için bahaneler arayıp bulur. Yalınız kaldığı zaman
sevgilisini düşünür; sabah rüzgârına hitabeder.
Mecnun’un hali yüzünden dertli olan Âmiriler, başta Mecnun’ ­
un babası olduğu halde, Leylâ’yı istemeğe giderler. Leylâ kabilesi
bunları karşılar, ziyafetler çeker. Mecnun’un babası, ziyafetten
sonra Leylâ’yı oğlıma İster. Leylâ’nın babası :
Güldür zişt-hüdurur oğlun
Bir delü herze-gûdurur oğlun
diyerek teklifi reddeder. Babası Mecnun’u çağırır. Mecnun gelüp
bir köşeye oturur. O sırada Leylâ’nın köpeklerinden birinin avludan
çıktığını görünce, bir nara atarak ağlamağa başlar. Hemen sıç­
rayıp köpeğin ayağına kapanır, yüzünü gözünü öpmeğe başlar.
Leylâ’nın babası gülümsiyerek ; “ Aklı olan bunu yapar mı” diye
sözü keser. Mecnun’un babası utanarak susar; Âmirilerle birlikte
kabilesine döner. (Şair Mecnun’un “ meezub-ı Hak” olduğunu
söyliyor ve bir deli hikâyesi anlatıyor).
Babası Mecnun’u Necd dağlarında arayıp bularak, dua için
mağarada oturan bir şeyh’ e götürür: Mecnun Şeyh’e:
Vazgeç ‘ışkdan diyü bana
Her kişi ser-zenişte bir yaîia
Ben nidem kim ezel yed-i takdir
‘işkile kıldı tînetüm tahmîr

İy reh-i Hakda murşid-i kâmil


Bir du'â eyle baiia himmet kıl
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 293

Pây-dâr olduğmca cân tende


(iaın-ı Leyli müdâm ola bende

Yâ Rab olsun hemîşe rûz-efzûn


Nâr-ı Leylî mahabbet-i Mecnûn
der. Babası bunu işidince umudunu kesip döner.
Leylâ’nın güzelliği artmıştır :
Dillere düşdi dâstân oldı
Gün gibi şöhre-i cihân oldı
Leylâ’ya a'Şık olanların biri de İbn-i Selâm’dır. O da deliye
dönmüştür. Leylâ diyüp Leylâ işitmektedir İbn-i Selâm’ın ba­
bası hediyeler gönderip Leylâ’yı ister. Babası razı olur. Nikâh
kıyılır, bunu işiden Leylâ ağlayıp inler:

Tîğile dökseler eğer hünum


Varmazın gayra kanı Mecnûnum
01 benümdür ben anunın takdîr
Ezelî böyle eylemiş tedbîr

Pîrehen bir ola mı iki ten


iki zevce varur mı hîç bir zen
diye felekten şikâyetler eder. Meşşatanın yüzüne sürdüğü düzgün­
leri tırnağıyla kazır. Nasihat eden anasına çıkışır, ağlar. Niha­
yet akşam olur. îbn-i Selâm gelip Leylâ’nın yanına oturur;
eteğini açmak isteyince, kocasının yüzüne bir tokat atarak şöyle
söyler :
Şanma gül kokmağa meşâmun var
Soğuk almış başun zükâmun var
Şunma şeftalüme sefâhetdür
Bitdügi yirde ol emânetdür
îbn-i Selâm çaresiz kalınca Leylâ’yı boşar.
Leylâ’nın evlendiğini bir kocakarıdan işiden Mecnun, mektup
yazarak Leylâ’ya sitemler eder. Leylâ mektubu alınca, üstüne ateş
saçılmış gibi yanar. Kimsenin eli eteğine değmediğini, açılmamış
294 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

gonca olduğunu yazarak Mecnun’a gönderir. Mecnun sevinerek


kendini teselli eder.
Bir bahar günü, arkadaşları Mecnun’u görmeğe giderler.
Onu ıssız bir yerde yatıp uyumuş bulurlar. Etrafını vahşi hayvan­
lar çevirmiştir. Bunlar gelince vahşi hayvanlar kaçar. Mecnun
gözünü açıp arkadaşlarını görür. Arkadaşları: “ Ağlamayı bırak,
biraz sıhhatini düşün; fırsatı kaçırma, biraz gez, dolaş” diye
nasihat ederler. Mecnun: “ Bana bahardan bahsedip hem beni,
hem kendinizi incitmeyin. Kuş için kafes zindandır; sevgilimin
aşkı bana yeter, bağ benim için dağdır” der. Dostları üzülerek dö­
nerler.
Bir sabah Mecnun, yana yana Leylâ’nın diyarına gider. K ö­
pekler başına üşüşür; çocuklar taşa tutar. O hiç aldırmıyarak
Leylâ’mn çadırı önüne gelir. Leylâ Mecnun’u görünce ağlamağa
başlar. Mecnun Leylâ’nın kokusunu ahp kendinden geçer. Biraz
sonra kendine gelerek Leylâ’nın bakmakta olduğımu görür. Leylâ
dadısından utanarak sesini çıkarmaz. Falsât daha fazla dayanamı-
yarak bir bahane ile dadısını savar; Mecnun’u eve çağırır. Ona
■derdini anlattıktan ve ana baba ehnde bulunduğunu, önce bunların
razı olması gerektiğini söyledikten sonra sözlerine şöyle devam
eder :
Bâğ-bân gönlin al ele evvel
Şonra uzat şüküfe dirmeğe el
Gül uğurluğına uzatma yed
Hâr bata ayağuna şâyed
Bunı bil İlkin iy cefâ-pişe
Benden itme yaramaz endişe
Çekerin hâk olunca tâ hecrün
Virmezin bâda dâmeıı-i mihrün
Böylece konuşurken, rakib elinde kıhçia görünür. Leylâ şaşar.
Mecnun ise güler. Rakib elini kaldırınca kolu havada kahr. Rakip
kılıcı öteki eline ahp saldırır; bu da havada kalınca Mecnun’a
yalvarmağa başlar. Mecnun’un duasıyle rakibin elleri iyi olur.
Mecnun sevgilisine veda ederek sahranın yolunu tutar.
Nevfel Şah, birgün Necd dağını dolaşırken Mecnun’u
görerek “ hacib” ine sorar. Serüvenini işiderek Mecnun’la konuşur:
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 295

“ Gam çekme; mal ile olmazsa zorla sana sevgilini alayım. Fakat
sen de aklını başına topla; birlikte gezelim, yiyip içelim” der.
Mecnun: “ Buna birçok kişi teşebbüs etti; fakat kısmet olmadı;
bahtım yok” diye cevap verir. Nevfel kızar. Leylâ kabilesine bir
mektup yazarak kızı ister. Kabilenin ileri gelenleri başbaşa verip
çare düşünürler. Sonra elçiyi çağırıp: “ Nevfel Şah’a böyle söylemek
düşer mi? Bizi o kadar küçük görmesin; Leylâ adının her ağızda
yeri yokdur” diye cevap gönderirler. Nevfel kızarak askerini top­
lar. Kabile de hazırlanır. îki taraf arasında kanlı savaş olur. Mec­
nun ağlar: “ Keşke bu iş olmasaydı” diye pişman olur. Nihayet
Leylâ kabilesi yenilir. Nevfel, esir olarak getirilen Leylâ’yı görünce
aşık olur. Mecnun için hazırlattığı şerbeti yanlışlıkla kendi içerek
ölür. Babası Leylâ’yı alıp döner. Mecnun da ağlıyarak sahranın
yolunu tutar.
Bir kış günü Mecnun, Lejdâ, Leylâ diye ağlayıp dolaşırken
yolu bir bağa düşer. Bahçıvanın bir servi ağacım kesmek istedi­
ğini görür. Bir la‘1 vererek ağacı kesilmekten kurtarır. Ağacın
dibinde oturarak kendi kendine söylenir; ağlar. Ağacı suladıktan
sonra yine yoluna devam eder.
O günün gecesi kervanla yola çıkan Leylâ, deve üstünde
uyuya kalır. Deve yoldan çıkar; kervandan uzaklaşır. Leylâ uyanıp
da kendini yalınız görünce şaşırır. Uzakta birinin dolaştığım gö­
rerek devesini sürer. Yanına varınca ona kim olduğunu sorar.
O, adının Kays, lakabının Mecnun olduğunu söylerince, Leylâ ah
çekerek kendini yere atar: “ Ben de Leylâ’yım” der. Mecnun Leylâ
adını işidince kendini kaybedip yere yıkılır. Leylâ Mecnun’un
başını dizine alarak ağlar. Mecnun kendine gelince :
Didi iy yâr sen misin söyle
Benümile bu haşr olan böyle
Yohsa düşüm veyâ hayâlüm mi
Vehm-i mahzum mı mekr-ı hâlüm mi
Düşüm ise İlahî ger bu hâl
Cânumı sen bu düşdeyiken al
Buyise ger hayâl ahvâli
Bu hayalümden itme sen hâli
Leylâ şu cevabı verir :
296 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hecr gitdi vişâl vaktidür


Şanma kim infi'âl vaktidür

Bâğ-ı hüsnümde bâğ-bân oldun


Mivesin dir ki râyegân buldun

Geçeni ko ki hâli zikridelüm


Bu işün âhırım fikridelüm
Görünen bu ki ittifak idevüz
Başumuz ala bir yana gidevüz
Bir nefes olmayam cüdâ senden
Cân gibi ki kâlib-i tenden
Leylâ’nm bu sözü üzerine :
Didi Mecnûn ağlayup iy düst
Belî ‘ âlemde bir sen ü bir püst
Bunı dimek ne hâcetidi sen
Anı bin pânile dilerdüm ben
Seni hıfzeylerin yine iy yâr
Sana bundan gelür beğâyet ‘ âr
Seni bed-nâm ider 'Arab kavmı
Nergisline haram ider nevmi
Bire ardunca bin dahi katar
Dil şapanile söz taşın atar
Tâ kıyamet zebân-ı bed-güda
Seni zarb-ı mesel ider sûda

Elüm irmezse ger vişâlüne


Kâni' olam varam hayâlüne
Yâr şimden giru hayâlündür
Vaşlun olunca bu vişâlündür
Mecnun bunları söyledikten sonra Leylâ’yı yerine kadar götürür;
kendi sahraya döner.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 297

Sonbahar mevoiminde Leylâ bir gece rüyasında Mecnun’u


ölmüş görür. Korku içinde uyanır. Bu yüzden hastalanarak
sararıp solar; ölümün yaklaştığını anlıyarak anasını çağırır: “ Öl­
düğüm gün ona haber gönder; kendi derdiyle öldüğümü söyle.
Arkamdan tez yetişsin” diye vasiyet ettikten sonra ölür. Herkes
ağlaşır. Kabilenin güzelleri saçlarını yolar; Leylâ’ yı kefenleyip
gömerler. Kabri üstüne büyük bir köşk yaptırırlar. Adını “ Bihişt-i
sani” koyarlar. Leylâ’nın anası kızını mezarı başından ayrılmaz;
her gün ağlar. Birgün Mecnun’u hatırlıyarak onu aramağa çıkar.
Uzakta vahşi hayvanlar arasında bularak Leylâ’nın öldüğünü
söyler : “ İkimizin de derdi bir; matemim birlikte tutalım; mezarı
başında bekliyelim” der. Mecnun bunu işidince göğsünü paralar:
“ Nasıl dilin vardı da bunu söyliyebildin; kanıma girmekten kork­
madın mı” diyerek yıkıhr, Allah’ a yalvarır, ölümü ister. Nihayet
Leylâ diye canını verir. Vahşi hayvanlar bağırışırlar. O sırada
bir hacı kafilesi geçer. Hacılar Mecnun’u görüp yıkarlar, kefenleyip
gömerler.
Şair hikâyeyi bitirdikten sonra, oğul acısıyle bunları yazdığını
söyliyerek Allah’a yalvarıyor :
Geçdise Rûmda Kemâloğlı
Nola tutsa yerin Celâloğlı
diye kendini övdükten sonra, eserini şu beyitlerle tamamlıyor ;
Böyledür çünki 'âlemün revişi
Itmesün i'timâd ‘ömre kişi
Ahiret zâdınufL görüp kaydın
Kayd itsün rızâ-yı Hak şaydm
*

Şâlih, eserinin başında da belirttiği gibi Hâtifî’yi örnek olarak


almış, onun eserini sayıfa sayıfa takibetmiştir. Ayrıca Husrev’ den
de faydalanmıştır. Arkadaşlarının Mecnun’u gemeğe götürmek
istemeleri Husrev’den alınmıştır. Eserde Leylâ’nın kolundan kan
alındığı sırada Mecnun’dan da kan akması motifi geçer. Doğrudan
doğruya yaptığı tercümeler de de vardır. Meselâ:
HâtifPde Leylâ, zifaf gecesi kocasını tokatladıktan sonra
şöyle söyler.
298 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

^ırj jr

^ ^ J C.>Mt,l U I fljj-a

Şâlih de şöyledir :
Sanma gül kokmağa meşâmun. var
Şoğuk almış başufl zükâmun var
Şunma şeftalüme sefâhetdür
Bitdügi yirde ol emânetdür

Hâtifî’de Leylâ Mecnun’a yazdığı mektupda şöyle söyler

İ J I ___ *»l Ij

Şâlih’de şöyledir ;
Dür-i nâsüfteyin henüz dahi
Sana âşüfteyin henüz dahi

Leblerüm şekkerine budur hâl


Konmamışdur mekes meğer ki hâl
HALÎFE’NiN ESERİ

XVI. yüzyıl şairlerinden Halîfe’ den bahseden, çağdaşı tezki-


reciler içinde ancak Abdi’dir. Ahdi, şairin Diyarbakır’da doğdu­
ğunu, az zamanda kendisini çevresine tanıttığını, gezme isteğile
Halep ve Şam diyarını dolaştığını kaydettikten sonra, üç dildö
şiir söylediğini, mesnevi yolunde hamse sahibi olduğunu ve Diyar­
bakır güzellerini tasvir eden bir Şehr-engizH bulunduğunu sözlerine
ekler. Fakat ffamse’ sinin hangi mesnevilerden toplandığını bildir­
mez.
Ali Emiri de, T Ş ^ ’de Halîfe’nin eserileri hakkında Ahdi’nin
verdiği bilgiyi tekrarlar. Hatta Ahdi, Halîfe’nin “ penc gence
malik” olduğunu açıkça yazdığı halde, Emiri bu noktayı
şüpheli bırakır. Bundanda anlaşılır ki, Emiri Halîfe’nin mes­
nevilerini görmemiştir. Ancak Emiri, şairin Halep ve Şam’ı dolaş­
tıktan sonra İstanbul’ a giderek edip ve şairlerle görüştüğünü,
oradan Türkistan ve Horasan taraflarına geçtiğini, nihayet mem­
leketine dönerek 986 “ hududunda” (1572) öldüğünü sözlerine ekler.
Halîfe’nin Homse’sinden Husrev ü Şirin, Y usuf ü Züleyha,
ile Leylâ vü Mecnun mesnevilerine işaret eden yalınız Kâtip Çl. dir.
Keşf. da, bu mesnevileri yazan şairler arasında Halîfe’nin
adı geçer.
Genel kitaplıklarda bulunmıyan bu mesnevilerden Leyla vü
Mecnun'un bir nüshası bendeki yazmalar arasındadır.
Şair eserin başında, birgün ziyaretine gelen arkadaşlarınm
kendisine Leylâ ve Mecnun hikâyesini yazmayı teklif ettiklerini
söyliyerek arada geçen konuşmayı şöyle anlatıyor :
Didüm bu söze gerek Nizâmı
Yâ Husrev-i mülk-i nazm Câmî

Bk. Agâh Sırrı Levend “ Halife” nin Leylâ ve Mecnun’u” , Türk dili dergisi,
mayıs 1952, sayı 8.
300 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN

Yâ Hâtifî-i latîf-tahrîr
Nazmeyleye bu huceste-talşrir
arkadaşları şu cevabı veriyor :
Var Fürsde bu fesâne amma
Etrâkde olmamış müsemmâ
Türkide heman dimiş Fuzûlî
Fazla ‘aceb eylemiş duhûli
Dir şimdi bu Türkiyi Halife
Sen koy nice şüret-i latife
‘Âlemde Nevâ’î gibi bu bin
Vir Tür ki diline bir nev âyin
Yok Türkî dilinde bir mişâlün
Meşhûrri ‘Arabdiirür makâlün
Hüsn-i ‘Acem it bu Türkîyi sen
Elfâz-ı 'Arabdan eyle ahsen
Fürs ü ‘ Arabîde sensin üstâd
Türkîce bu nazma eyle bünyâd
Halîfe Türk şairlerinden yalınız Nevai ile Fuzuli’nin adını
vermekle birlikte, bu hikâyenin birçok şairler tarafından tekrar­
landığını şu beyitlerle söyliyor :
Bu nazmile kim cihan dolupdur
Dilden dile terceme olupdur

‘Âlemde bu kışsa çok dinilmiş


Çoklar bu kelâmı nazm kılmış
Nüshanın başı ve sonu ile arada bazı yapraklar eksik. Fakat
bu eksik yapraklar hikâyenin akışını takibe engel olmıyor.
Nüshadaki ilk beyit şudur :
Gerdün ele tutdı eâm-ı Cemşid
Mir’ât-ı Skender oldı Hurşid
Şair şu beyitlerle hikâyeye başlıyor :
Söz baharına âşnâ olanlar
‘ Ummân-ı ma‘ânive dalanlar
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 301

Her biri ma'ârifile derya


Envâr-ı letâyifile gûyâ
Bu veçhile itdiler hikâyet
Ahvâ 1-i güzeşteden rivayet
Kim mülk-i ‘ Arabda bir cuvân-baht
Hem lâyık-ı tâc idi vü hem taht
‘Amir ilinün büzürk-vârı
Ma'mür andan 'Arab diyarı
Hem şâhib-i fazi idi vü hem cûd
Fazi u keremi 'Arabda mevcûd

Sahrada gigeçerdi sâl ü mâhı


Deşt (idi) hemîşe cây-gâhı

Âmirilerin büyüğü olan bu adam, oğlu olmadığı için üzgündür.


Allah’ a yalvarır. Allah haline acıyarak ona bir oğul ihsan eder.
Çocuğun adını Kay s koyarlar. Taliine bakan müneccim, Kays’ın
aşk yüzünden yerini yurdunu bırakıp çöllerde vahşi hayvanlarla
yaşayacağını haber verir. Kays gece gündüz ağlamaktadır :

Nâgâh anı bir perî veş aldı


01 mâh-ruhi kucağa şaldı
Hayran oldı görüp yüzini
Yüzinden ırmadı gözini

Didârına bakup oldı hâmüş


Yaş tökmegi eyledi ferâmüş

Çun şaldı anı kucakdan ol mâh


Başladı figâna gâh ü bîgâh
Yine ele tutdı ol meh anı
Terkeyledi nâle vü figânı

Mâhiyyetini çü bildi dâye


İtdi bu mehi enîs ol aya

Biribiri ile gâh ü bîgâh


Olurdı karın çu zühre vü mâh
302 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mahbûbsuz olmazidi bir dem


Dilber talebinde idi muhkem
Tahmiri mahabbet ile olmış
Mihrile sirişt-i pâki tolmış
Yobsa ne bilürdi tıfl-ı câhil
'Âleırde ne dür mahabbet iy dil

Cümle didiler bu tıfl-ı höd-rây


'işkile ola cihanda rüsvây
On yaşma gelince Kays’ı sünnet ettirip okula verirler. Kays’a
arkadaşlık etmek üzere kız ve oğlan başka çocuklar da okula verilir.
Oğlanlar bir tarafda kızlar bir tarafda otururlar. Her güzel çocuk,
Kays’la arkadaşlık etmek için can atar ;
01 cem'de bir latif duhter
Duhter dim« bir huceste ahter
Bir mâh-ruhidi nâmı Leylî
Kim varidi Kaysun ana meyli
Deryâ“yı hayâ vü kân-ı tedbîr
Gûya ki edebden idi taşvlr
Gül yaprağı gibi pâklikden
Terde ruhi şerm-nâklikden
Lâle güji 'ârızıdı taze
Reşkideridi ruhına ğâze
Ruhsan güH bihişt bağı
Kevser şuyı 'âşıka tudağı
Zengî beçe gibi ruhda hâli
Gül-şende yaturdı lâubâlî
Hurşid yüzini görmezidi
Pirâmenine meh irmezidi
Mehden ideridi çihre mestür
Bakmazdı güneş yüzine ol hür
Tâ görmeğe tal'atın sitâre
İtmezdi gice mehe nazâre
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 303

Birbirini seven Kays ile Leylâ birer bahane bulup başbaşa gö­
rüşürler. Akşamlan okuldan çıktıkdan sonra da, Kays birer sebep
bulup Leylâ’nın evine gider. Leylâ’ya gidüp geKşini duyan rakibin
inadı yüzünden, Kays Leylâ’ya gidemez olur. Istırap içinde
yanar. Aşkını faşetmekten başka çare bulamaz. Nihayet :
Dilden dile düşdi bu fesâne
Virdoldı bu kışşa her zebana
Macerayı haber alan Leylâ’nın anası kendini yerden yere
vurur. Yüzünü tırnaklarıyle yırtar. Sonra kendini tophyarak nasi­
hat eder. Leylâ inkâr yolunu tutar. Anasına :
Bir nesne adı mı 'ışk bi’llah
Söyle bana ana itme ikrah
diye bilmezlikten gelir (eksik, sonu gazel).
Kays Leylâ’yı okula göremeyince ah deder, ağlar, dövünür
(eksik). Kays, çarşıyı pazarı serseri gibi dolaştıkça, çocuklar onu
taşa tutarlar. O hiç aldırmaz; “ Leylâ” adından başka söz bil­
mez. Nihayet :
MeşhHr-ı halayık oldı ‘ âşık
Fehmeyledi hâlini halayık

Çün oldı cünüm halka i'lâm


Mecnûn diyü itdiler ana nâm
(Gazel). Mecnun artık sahralara düşmüştür. Babasıyle anası
derd içindedirler. Daha çok dayanamıyan babası Mecnun’ u
aramağa çıkar. Nihayet dolaşa dolaşa onu bir harabede “ Leylâ
Leylâ” diye inler bulur; “ Seni Leylâ istiyor” diye Mecmın’u alda­
tarak eve getirir. Anası oğlunu yıkayıp giydirir. Kabile halkı
toplanıp nasihat ederler (gazel). Babası da nasihatler ederek
kadınlara aldanmamasını, çalışıp hüner sahibi olmasını kabileler­
deki kızlardan hangisini isterse kendine onu alacağını, söyler
(gazel). Mecnun, ilgisinin “ cismani” değil “ ruhani’ olduğunu söy-
liyerek“ Beni kendi halime bırakın, incitmeyin” diye yalvarır.
Bu sırada titremeğe başlar Biraz sonra kendine geUnce: “ Buna
şaşmayın; aşkta böyle acayip şeyler vardır. Şu anda sevgilim sıt­
ma çekiyor; onun titremesi bana da geçti” diyerek şöyle söyler:
304 TÜKK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Bir cânuz iki bedende peyvend


Yok bizde ikilik iy hıred-mend
'Âşıklara ikilikdürür reyb
Reyb ile ta'aşşuk eylemek ‘a ^
babası şaşırıp kalır (gazel).
Leylâ’nın sabahları fakirlere yemek dağıttığını bilen Mecimn,
eline çanağı alıp sevgilisinin diyarına gider. Leylâ Mecnun’u tanır.
Fakat tanımazlıktan gelerek Mecnun’un uzattığı kâseyi kepçesiyle
vurup kırar. Mecnun sevicinden oynar (eksik).
Mecnun birgün kolundaki inciyi vererek bir çobandan koyun
postu alır. Onu giyerek sürüye karışıp Leylâ’nın diyarına gider.
Koyunları seyretmeğe çıkân Leylâ, dostunu tanıyarak niçin post
giydiğini sorar. Mecnun hemen deriden sıyrılır :
Leyli kılur idi ‘işve vü nâz
Mecnûn ğam u derd iderdi âğâz
Mecnûn ğam-ı der dile ciger-hûn
Leylî tarab u neşâta meftûn
Leylî'virüridi va‘de-i vaşi
Mecnûn umaridi va'deye vaşi
Mecnûn akıdurdı dîdeden âb
Leylî virüridi çihreye tâb
Leylî ideridi mihr-bânhk
Mecnûn kıluridi cân-feşânlık
Leylâ Mecnun’u bitkin görerek özür diler. Küstahlığını bağışlama­
sını söyliyerek sözlerine şöyle devam eder :
Virmese rızâ kâbîle vü h''îş
Zinhar bu gamdan olma dil-rîş
Ben höd senün olduğum bilürsin
Kendüni niçün hazîn kılursın
Bîhûde cihanda olma dil-teng
‘Âlemde neşâta eyle âheng
O sırada rakib elinde kılıçla görürünür. Mecnun’a saldırınca kıhcı
tutan el havada kalır. Rakib kılıcı öteki eline alır. O eli de havada
TÜRK. EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 305

kalınca Mecnun’un ayağına düşer. Tövbe edip yalvarır. Mecnun


acıyarak dua eder (eksik).
Mecnun’un babası yıllarca aşk belası çekmiş bir “ pir” e danışır.
Pir şu tavsiyede bulunur: “ Leylâ’nın sokağından toprak alıp
oğlunun gözüne sürme gibi çek; Leylâ’dan bir “ nişane” alıp yaka­
sına dik” . Babası tavsiyeleri yerine getirir. Mecnun gözüne çekilen
sürme erimesin diye ağlamaz; yakasına dikilen Leylâ’nın atının
ipini teşbih gibi boynuna geçirir. Bu suretle yakasını parçalamak­
tan vazgeçer. Fakat bu sefer eteğini yırtar. Nihayet dayanamayıp
sahranın yolunu tutar (gazel).
Necd dağının eteğine yerleşmiş varkhkh bir kabilenin güzel
kızı olan Leylâ, sevgilisinin hasretiyle daima ağlar. Birer bahane
ile. arkadaşlarına Mecnun’un adını tekrarlatır. Yalnız kaldığı
bir anda sabah rüzgârına hitabeder (eksik).
Babası Mecnun’u Necd dağında arayıp bularak dua için bir
Şeyhe götürür. Mecnun Şeyh’e :
AUahı seversen iy ulu er
Ben hasteye gör peder ne söyler
İster beni 'ışka idem ikrah
Kimse bunı hiç ider mi bi’llah
Lutfit ben-i zara bir du'â kıl
Zinhar bu hâcetüm reva kıl
Tâ kim olayım cihanda zinde
Şarfola günüm bu 'ışk içinde
Babası bunu işidince umudunu kesip eve döner.
Nihayet Mecnun’un babası kabilenin büyükleri ile birlikte
Leylâ’yı istemeğe gider. Leylâ kabüesi bunları karşılar. Fakat :
Bir nahs zamanda ittifakı
Oldı biribirine mülâM
Takdir çü olmaya muvafık
Tedbire hatâ olur mülâhık
Sâ‘ at çu bed idi âhır-ı kâr
hırmân netice virdi nâçâr
Sa'yeyledi kavm-ı Leylî illâ
itmedi meded sipihr-i a'lâ
F . 20
306 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Leylâ kabilesi misafirlere ziyafet çeker. Mecnun’un babası


Leylâ’yı oğluna isteyince, Kays’m deü olduğunu söyüyerek
babası reddeder. Deli olup olmadığını anlamak üzere Mec-
nun’u getirirler. Mecnun Leylâ’nın köpeğini görünce hemen
diz çökerek köpeğin yüzünü gözünü öpmeğe başlar. Bu hali gören
Leylâ’nın babası, gülümsiyerek, böyle bir adama kızını vere-
miyeceğini söyler. Mecnun kabilesi utanarak döner (gazel).
Leylâ’ya aşık olan tbn-i Selâm, Mecnun gibi rüsvahğa başlar.
Oğlunm bu halini gören İbni Selâm’ın babası, hediyeler gönderip
Leylâ’yı babasından ister. Babası razı olur. Bunu işiden Leylâ
ağlayıp inler :
Bu yolda eğer başum gide müft
Özge kişii idinmezem cüft
Bir elde tutulmaz iki karpuz
iki ere bir zen olamaz cüz
tki eıe cüft bir zen olmaz
Bir kefş iki pâya mesken olmaz
der ve meşşatanın yüzüne sürdüğü düzgünleri tırnaklarıyle yolar.
Nasihat eden anasına çıkışır. Nihayet akşam olunca îbn-i Selâm
gelir. Leylâ onu yanında görünce :
Göğsine elini urdı muhkem
Şaldı anı tahtdan hemân-dem
Hışmile bakup yüzine ol mâh
Didi aSa destün eyle kütâh
Hırş odına germ olup çü hurşîd
Her şaha uzatma dest-i ümmîd
Bu şâhda mıvedür emânet'
Uzatma ana kef-i hıyanet
El urmamış ana şâhib-i şâh
Sen yimeğe sa'yitme güstâh
İbn-i Selâm çaresiz kabnca Leylâ’yı boşar (gazel).
Leylâ’nın evlendiğini bir kocakarıdan işidien Mecnun, mek­
tup yazarak Leylâ’ya sitemler eder (gazel). Leylâ mektubu ahnca
ağlar. Mecnun’a cevap vererek, kimsenin eli eline değmediğini
yazar (eksik). Leylâ Mektubu Mecnun’ a gönderir (gazel).
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 307

Bir bahar günü, arkadaşları Mecnun’u görmeğe giderler. Onu


vahşi hayvanlar arasında bularak gezmeğe teşvik ederler. Mecnun:
“ Bir gönülde ki hicran dikeni vardır; lâle bahçesini nasıl dolaşır”
diye cevap verir. Dostları üzülerek dönerler (gazel).
Mecnun bir gece rüyasında Leylâ’nın kendisine bir deste
gül verdiğini görür. Uyanınca muradı gülünün açıldığını umarak
sevinir.
Mecnun birgün, sahrada dolaşırken avcının kurduğu tuzağa
gyağı takılır. Biraz sonra da bir ahu tuzağa düşer. Ahuyu öldür­
mek isteyen avcıya yalvarır. Avcı acıyarak ahunun ipini Mecnun’ -
un eline verir. Mecnun ahuyu okşayıp öper ve babasının sürüsün­
den aldığı bir kuzuyla koyunu vererek onu avcının elinden kur­
tarır. O sırada uzaktan bir karaltı görünür. Leylâ kabilesi bir
kervanla geçmektedir. Leylâ’nın gözü Mecnun’a ilişince :
Terkeyle bu giryei demâ-dem
Bir dem- olagör cihanda hurrem
der ve Mecnunla konuşmağa başlar Ortabk kararınca, Leylâ,
sabaha kadar beklemesini Mecnun’a söyliyerek döner. Mecnun
günlerce orada bekler. Kuşlar başına yuva yapar. Aradan zaman
geçer. Birgün iki arkadaşıyle dolaşan Leylâ Mecnun’u bıraktığı yer­
de bulup şaşarak : “ Burada ne duruyorsun” diye sorar. Mecnun :

Sen itmişidün bu emri bi’llah


El’emrü ileyke iy yüzi mâh

Cânâne yohnda virmeyen can


Nice ana mâyil ola cânân
Neyler dahi anuben habibi
Biderd olan nider tabibi
‘ Işk ehli cihanda böyle itmiş
Derdile gelüp gam ile gitmiş
(gazel).
Nevfel Şah, birgün Necd’ de dolaşırken Mecnun’a rastlar.
Bir “ hacib” ine bunun kim olduğunu sorar. O da Leylâ’nın Mec­
nun’a yaptıklarını bir bir anlatır. Vaktiyle aşk belası çekmiş
308 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

olan Nevfel üzülür. Atından inip Mecnun’ a sevgilisinin kim olduğu­


nu sorar: “ Kızın babasına istediği kadar mal vereyim, razı olmazsa
yalvarayım; yine olmazsa zorla alayım. Fakat sen de aklını başına
topla, bu hali bırak” der. Mecnun ağlar: “ Buna çok çabştılar,
fakat hepsi boşa gitdi. Bahtım yar değil” dedikten sonra şöyle
devam eder :
Divâne-i *^ışka neylesün pend
Turmaz şu sepetde iy hıred-mend
Bitmez işi nice bir öğersin
Şavuk demüri niçün döğersin
Bu sözü işiden Nevfel, hemen Leylâ kabilesine bir mektup yazarak
kızı ister. Kabile buna kızar; “ Nevfel bir şah ise bizde o kadar
alçak değiliz. Bizdeıı Zorla kız alınmaz” diyerek silahlanır. Nevfel
de bu haberi alınca Leylâ kabilesi üzerine yürür. Kanlı savaş
olur. Mecnun bu işden kurtulma çaresini düşünür. Nihayet Leylâ
kabilesi yenilerek kaçar. Leylâ esir olur. Nevfel Leylâ’yı gözünce
bin canla ona aşık olur. Mecnun’u ortadan kaldırmağa karar verir.
Fakat hazırtlattığı zehirli şerbeti kendi içerek ölür. Bunu duyan
Leylâ’nın babası gelir, kızını alıp götürür.
Leylâ sonbahar mevsiminde bir gece arkadaşlarıyle bağa
çıkar. Yatup uyuya kalır. Rüyasında Mecnun’u görür. Uyanınca
yakasını yırtıp ağalar. Günden güne eriyip solar; ipKğe döner.
Öleceğini anlayınca anasını çağırıp vasiyet eder: “ Ben ölünce
onu bul, derdinden öldüğümü söyle; beni bekletmesin, tez erişsin”
dedikten sonra ölür. Leylâ’yı kefenleyip gömerler. Mezarı üstüne
bir köşk yaptırarak adını “ Cennetü’l-hur” koyarlar.
Leylâ’nın anası ağlıya ağlıya Mecnun’u bulmağa gider. Mecnun
bir kadının geldiğini görünce yanına yaklaşır: “ Hayrola, nereye
gidiyorsun” diye sorar. Kadın yüzüne bir tokat atarak şöyle söyler:
Yer altına girdi nür-ı dîdem
Zâr eyledi hâtır-ı remidem

Leyli bu zamana dek gelince


Mecnûn idi zikri tâ ölünce
Çun dehrden ol gül oldı bîrün
Şensin ana yâd-gâr eknün
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 309

Şimdi ben ü sen çu bülbül-i bâğ


Efğân idelüm çemenden ırağ
Gül gitdi yirine bâr kaldı
Gene oldı revâne mâr kaldı
Mecnun bu sözü işidince yakasını yırtar. Kendini kaybedip
yere düşer. Kendine gelince Allah’a yalvarırp ölümünü ister;
Leylâ diyüp canını verir. Vabşi hayvanlar ağlaşırlar. Aradan
zaman geçer. Birgün Hicaz’ a giden bir kafile onu görüp gömer.
*
Şair hikâyeyi tamamladıktan sonra, ayrı başlıklar altında
eserine yedi manzume daha ekliyor. Bunlar: oğluna nasihat (eksik).
Bir terci’ (eksik) münacat,na‘t, mi'rac, İskender Paşa’ya övgü
ile, “ Tarif-i cezbe-i mahabbet ve beyan-ı ışk u meveddet” ve
“ Gafletde ömr-i geran-mayenün i’tizan” başlıklı manzumelerdir
(sonu eksik).
Şairin övdüğü İskender Paşa-manzamede hiç bir işaret ol­
mamakla birlikte-Kanunî devri adamlarından, Iran savaşlarında
büyük yararlığı görülen ve 1551 den 1564 de kadar Diyarbakır’da
Vali olarak bulunduktan sonra 1571 de ölen İskender Paşa olsa
gerektir.
Son manzumede şair “ iy pîr” hıtabiyle, sakalının ağardığını,
gençliğin gidip ihtiyarlığın geldiğini, bu kocalık haliyle gençlik
satmanın ayıp olduğunu, ömrü güneşinin zevale erdiğini, boynunun
keman gibi eğildiğini, boş yere yelip yüpürmeden vazgeçerek
tövbe doğrulmak gerektiğini yazıyor ki, bundan Leylâ vü Mecnun
mesnevisinin, şairin son eserlerinden biri olduğuna hükmedebiliriz.
Halife, İran şairleriyle birlikte tanınmış Türk şairlerinin eserle­
rinden de faydalanmıştır. Kays’ın aşk yüzünden çöllerde vahşi
hayvanlarla yaşayacağını müneccimin haber vermesi, arkadaşla­
rının Mecnun’u gezmeğe götürmek istemesi Husrev’den Leylâ’nın
yemek dağıttığını işiden Mecnun’un elinde kâse ile fakirler arasına
karışması, Mecnun’un koyun postu giyerek Leylâ’ya gitmesi Cami’
den; Kays’ın küçükten güzellere tutkun olması, rakibin kılıçla Mec-
nun’a hucumu, Pir’in (hekimlerin) tavsiyesi, Mecnun’un Leylâ’nın
köpeğini kucaklaması, Leylâ’nın meşşata’nin yaptığı süsleri yol­
ması, Ibn-i Selâm’ın Leylâ’yı boşaması, Nevfel’in Leylâ’ya aşık
olarak Meenun’u zehirlemeye kalkması, Leylâ’nın ölümünden sonra
anasının Mecnun’a “ Birlikte ağhyalım” demesi, Hicaz’ a giden
310 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

kafilenin Mecnun’u gömmesi motifleri de Hatifi’den alınmıştır.


Yalınız Hatıfi’nin kör dilenci motifi yoktur. Belki de eksik yap­
raklardadır.
Halife, aldığı motiflerin bazılarında küçük değişiklikler yap­
mıştır. Leylâ’dan kan alındığı sırada Mecnun’ dan da kan akması,
HaUfe’de sıtma nöbeti şeklindedir. Mecnun, babasının sürüsünden
aldığı kuzulu bir koyunu verip avcıdan ahuyu kurtarır. Mecnun,
rüyasında Leylâ’nın kendisine bir deste gül verdiğini görür, uya­
nınca sevinerek bunu hayra yorar.
Mecnun’un babasının Leylâ’yı istemesi Lârendeli Hamdi’de
olduğu gibi, uğursuz saate rastladığı için iyi sonuç vermez.
îlk defa Celîlî’ de/ görülen Mecnun’un başına kuşların yuva
yapması motifi Hahfe’de de vardır.
Halîfe Fuzülî’nin birçok mazmunlarını benimsemiş, hattâ
bazı mısra ve beyitlerini olduğu gibi almıştır. Meselâ, FuzûU bu
hikâyeyi yazması kendisine teklif edildiğini anlatırken şöyle söyler:
Sevdası dırâz u bahri kütâh
Mazmünı figân u nâle vü ah
Halîfe de aynı teklifi anlatırken şöyle söyler :
Sevdası'dırâz u bahri kütâh
Mazmünma bulmaz âşnâ râh
Fuzûlî, Mecnun’la Leylâ’yı buluşturup görüştürdükten sonra
Mecnun’a şu matla’lı gazeli söyletir :
Fesâd-ı ‘ışkı çun gördüm şalâh-ı ‘ aUdan dürem
Meni rüsvâ görüp ‘aybitme ey nâşıh ki ma'zûrem
Eğer çâk-i girîbân eylesem men‘eylemen çun men
Metâ‘ -ı nengdeiı ‘ârî libâs-ı ‘ârdan ‘ürem
Men ü şahrâ-yı vahşet menzil itmen ‘ âfiyet küncin
Esir-i dâm-ı zulmet olmazam çün tâhb-i nûrem
Temerrüd ‘akl fermanından itsem düstlar billah
Meni re’yümle sanman 'ışk sultânına me’mürem
Mana kim ta‘ne eyler kim nasihat eh-li 'âlemden
Höşem kim i‘tibâr-ı 'işkile her dilde mezkûrem
Belâ-yı 'ışk u derd-i düst terkin kılmazam zâhid
Ne müştâk-ı bihiştem sen kimi ne tâhb-i hürem
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 311

Hayâl-i çîn-i zülf ü tâk-ı ebrûsile zevkum gör


Şanaşın haşmetile kisrîyem kadrile fağfûrem
Caraz bir adimiş ‘âlemde ben hem eyledüm bir ad
Bihamdi’Hah Fuzulî rind ü rüsvâhkda meşhûrem
Halife’de gazel şöyledir :
Belâ-yı 'ışka tâ düşdüm buzür-ı 'akldan dûrem
Unutdum lezzet-i vaşlı ğam-ı hecrile mesrürem
Beni ‘âr itmenüz çâk-i girîbân eylesem gamdan
Cihanda -ûr eğer gezsem ğam-ı yârile mağrürem
Yiter zâhid bihişt ü hür zevki kûy-ı cânânum
Bihişt-i kûy-ı dilberde çu Rızvân tâlib-i hûrem
Salâtîn-ı cihan emrine münkâd olmazam hergiz
Beni re’yümle sanman ‘ışk sultânına me’mûrem
Hatâdur müşk-i Çine fahridersem zülfi devrinde
Sevâd-ı mûy-i dilberden Huten milkine fağfûrem
Cihân câhına mağrur olmayan Mecnûn-ı devrânem
Hemân ‘âlemde bir Leylî-veşün ‘ışkına mağrürem
Garaz bir nâmise ‘ışk ehline ben anı kesbitdüm
Bihamdi’llah Halîfe gibi bu adile meşhûrem
Fuzûlî’de, Mecnun Kabe’de Allah’a yalvardıktan sonra şu
gazeli söyler :
Yâ Rab belâ-yı ‘işkile kıl âşnâ meni
Bir dem belâ-yı ‘ışkdan itme cüdâ meni
Az eyleme ‘inâyetüni ehl-i derdden
Ya'nî ki çoh belâlara kıl mübtelâ meni
Olduğca men götürme belâdan irâdetüm
Men isterem belânı çü ister belâ meni
Temkînümi belâ-yı mahabbetde kılma süst
Tâ dûst ta‘nidüp dimeye bîvefâ meni
Getdükce hüsnin eyle ziyâde nigârumun
Geldükce derdine beter it mübtelâ meni
Men handen ü mülâzemet-i i‘tibâr ü câh
Kıl kâbil-i sa‘ âdet-i fakr ü fenâ meni
312 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Eyle za'if eyle tenüm firkatinde kim


Vaşhna mümkin ola yetürmek şabâ meni
Nahvet kılup naşîb FuzüK kimi -fiıana
Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak mana meni
Halife’ de babası Şeyh’e götürdüğü zaman Mecnun bu gazeli
söyler :
Yâ Rab ğam-ı habîbden itme cüdâ beni
Peyveste it mahabbetile âşnâ beni
Bir dem belâ-yı ‘ışkdan itme dilümi şâd
Ya'nî hemişe it bu gama mübtelâ beni
Döndürme cevı-i yâr ile rûy-ı irâdetüm
Tâ re’yümile sanmaya ehl-i riya beni
‘Âlemde derdden beni dür itme bir nefes
Bir dem hevâ-yı nefsüme kılma relıâ beni
Dilber gamında eyle za'îf it tenümi kim
Mümkin ola diyârına şalmağ bevâ beni
Dür eyleme ‘inâyetüSi ehl-i derdden
Nezdik eyle, ‘işkile Yâ Rab sana beni
‘ Işk ise rüz-ı haşr günâbum Halîfe veş
Haşreyle bu günâbile rûz-ı cezâ beni
Şu beyitler de, az çok değiştirilerek Fuzuli’den alınmıştır :
Mâhiyetini çü bildi dâye
Itdi bu mehi enîs o aya
*
Yohsa ne bilürdi tıfl-ı câhil
'Âlemde nedür mahabbet iy dil
*

Dilden dile düşdi bu fesâne


Yirdoldı bu kışşa her zabâna
Şair başkalarından almanın iyi olmadığım söyledikten sonra,
bazı kere tercümenin zaruri olduğunu hikâyenin iyice anlaşılması
için kendinin de bazı yeri tercüme ettiğini söyliyor :

Şâhib-kerem oldur iy nigû-nâm


Kim eyleye kendü kesbin in'âm
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 313

Yohsa ne lıünerdür ilden almak


Hem yok yire eyle hare kılmak

İllâ ki düşer gehî zaruri


Bu nazmda terceme umûrı
Niçün ki Nizâmî-i sühan-ver
Güftârı ‘Arabdan almış ekser
Hem Câmî y ü Hatifi vü Husrev
Olmış biribirisine pey-rev
Ba'zı yerin eyledüm mütercem
Tâ kalmaya aşl-ı kışşa mübhem
Halife’ de Mecnun’un Kabe’ye gitmesi yoktur. Buna karşılık
babası onu hem pir’e hem de şeyh’ e götürür. Pir, Hatıfi’de olduğu
gibi hekimlerin tavsiyesini tekrarlar. Babası şeyh’e götürdüğü
zaman ise Mecnun aşkının artması için dua etmesini şeyh’den
rica eder.
Halife’de Le^dâ kayıtsız bir kadın olarak görünmektedir.
Mecnun’un hasretiyle ağlayıp inlemesi, îbn-i Selâm ile nikâh-
landığı zamanki hali kocasını yere vurup tehdit etmesi, bu kayıt­
sızlığı örtemiyor.
‘ATÂYÎ’ NİN ESERİ

‘Atâyî mahlaslı bir Azeri şairinin “ Leylâ ve Mecnun” mesne­


visi elimizde bulunuyor (Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi,
Kadri Üçok’dan alman kitaplar arasında; fotokopisi bende).®®
‘Atâyi’nin kim olduğu ve eserini hangi tarihte yazdığı belli
değildir. Eserdeki bazı dil ve deyiş özelliklerine bakarak, bu mes­
nevinin, hem Doğu, hem de X V I. yüzyıldan sonra Anadoluda
gelişen Batı Türkçesinin etkisi altında kalmış bir Azeri şairi
tarafından yazıldığı sanılabilir.
Nüshanın imlâsı oldukça karışıktır: “ yahası” kehmesi bir
yerde “ yakşı” olarak geçiyor. “ Alar” bazı yerde “ anlar” , bazı
5 'erde “ onlar” 'şekhnde tesbit edilmiştir. “ Anı” ve “ ana ” kelime-

meleri bazı kere “ om” , ve “ onga “ şeklindedir. Hattâ “ mahzûn”


ve “ olsun” kelimeleri bazı kere “ mahzûıîg” ve “ olsuıîg” şeklinde
tesbit edilmiştir. Nüshayı istinsah eden-farkmda olarak yahut
olmıyarak-birçok değişiklikler yapmıştır. Bu bakımdan nüsha
pek güvenilir durumda değildir. Biz kelimeleri nüshada olduğu
gibi tesbite çalıştık. Yalnız aşırı yanhşları düzeltmekle yetindik.

Şair şu beyitlerle eserine başlıyarak doğruca maksada giriyor:


İmdi gel ey bülbül-i şâhib-nevâ
Bürc-i eflâke ‘urûc itgil hevâ

Nüh felekden al getürgil bir haber


İki 'âşık hâlin ‘arzit ser-beser

Otuzüç beyit tutan bu başlangıç manzumesinde şair şu


beyitle adını veriyor :

Bu eserden ilk defa bahseden Orhan Şaik Gökyay’ dır; bk. Ülkü dergisi
1937, seri 1, sayı 53.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 315

Hem hamu şâ'irlere bizden selâm


Kul 'Atâyî bunlara kemter ğulâm
Şair, Kul ‘Atâ’dan başka, kendini ‘ “ Atâoğlı” yahut sadece
‘“ Atâyî” diye de anmaktadır. En çok kullandığı ‘Atâyi’dir :
Ey ‘Atâoğlı nasihat çohdurur
Bir cefâ işüıîg şevâbı yohdurur
*
Ey ‘Atâyî çun görîgiil seyreyledüng
Söze söz katdung söz artuh söyledüıîg
*
Ey ‘Atâoğlı ümidüıîg ondadur
Yohsa sen handa vü cennet handadur
beyitlerinde olduğu gibi.
Kul ‘Atâ, bu hikâyeyi Türkler için yazdığını söyliyor :
Ehli Türk ola ki Türkistân ola
Bu gülistan anlara büstân ola
buradaki “ Türkistan” kelimesiyle Türkelinin bulunduğu yer
kastedildiğine şüphe yokdur. Şair şu beyitlerle hikâyeye başlıyor ;
Ibtidâ-yi hi vü sin ü lâmü mim
tsm-i zât-ı pâk-i Rahmanü’ -r-Rahîm
İmdi sen gel dingle ey şâhib-nazar
Beyle bildük Bağdâd ilinden haber
01 ulusda iki beğler varidi
Bağdâd ilinde olar ser-dâridi
îbn-i ‘Âmir kavmı dirler anlara
Gör zamane neyler ol yaranlara
Dünyâ ahvâli olarda çohidi
tlle hîç ferzend-i dil-bend yohidi
Çocukları olmadığı için üzgün olan bu iki Beyden birine
AUah oğul, birine de kız verir. Oğlanın adını Kays, kızın Adını da
Leylâ koyarlar. On yaşına gelince ikisini de okula verirler :

Bk. Mustakimzade, Şerh-i ism-i Celâl, Millet Ktp. Pertev Pş., No. 625,
mecmua, 17. risale.
316 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN

Düşdi onlar göıîgline ‘ışk âteşi


Anlarung ahvâlini bilmez kişi

Otururlar gerçi mektebde olar


Gözleri derdile yaşile dolar
Birbirine çün diyerler ayrulak
Birbirimüzden düşüp olak ırak
İki genç arasındaki aşkın dedikodusu yayılınca, babası Leylâ’yı
okuldan alıp eve kapatır, iki sevdalı birbirini göremez olur. Mecnun:
Yalvarup Allabdan ister yârını
Şubh u şâm Hakdan diler dil-dârını
Mecnûn ol dem öz atasına didi
Leylîni algil menümçün söyledi
Mecnun’un babası Leylâ’nın babasına haber gönderip kızı
ister. Red cevabı alınca bu defa kendi gidip ister. :
Leylî atası yine kız virmedi
Virmenem ^ z delüdür oğluı^ didi
Bir kişi kim dağlar ola vatanı
Nice âdem diye ol kimse om
Mecnun bunu habar alınca yanar, tutuşur; taşlarla dövünür.
Sevgilisini göremiyeceğini anlıyarak başım alup dağa çıkar.
Ondan ötrü onga Mecnûn didiler
Ya'ni abdâl didi ol söylediler
Mecnun Leylâ’nın hasretiyle ağlıyarak dağlan dolaşır. Arasıra
Leylâ kabilesinin bulunduğu yaylalara iner; o yurdun taşlarını
kucaklar. Çeşme başına gelip Leylâ’yı sorar; taşım toprağını öper.
Babası Mecnun’u Kâbe’ye götürür Leylâ’nın aşkından kurtul­
ması için dua eder. Mecnun bunu işidince ah çekerek Allah’a şöyle
yalvarır.:
Menden ayırma menüm hem Leylîmi
Artuh itğıl dahi yeğrek meylimi
Bunu işiden babasıyle dayısı ağlaşıp dönerler. Mecnun çölde
kalır. Evine dönen babası, oğlunun halini akrabasına anlatarak
artık umudunu kestiğini söyler.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 317

Mecnun birgün dağda otururken Zeyd gelir, ona Leylâ’dan


haber getirir; babasının da ağlayıp inlemekte olduğunu anlatır.
Mecnun’un babası Seyyid Âmiri, Necd dağında oğlunu arayıp
bulur. Mecnun’un beli iki büklüm olmuş yatmakta ve Leylâ diye
inlemektedir. Babası oğlunun bu halini görünce ağlar; sonra onu
tutup eve getirir. Mecnun beş gün evde kaldıktan sonra yine Necd’ -
in yolunu tutar.
Nevfel adındaki şehriyar, birgün avlanmak üzere dağda
dolaştığı sırada Mecnun’a rastlar :
Gördi bir erdür bükülmişdür bili
Hâli kalmamış hemân söyler dili
Beriğzi sapsarı olupdur nâtüvân
îlle zâtında özi bir hüb cuvân

Nevfel’in istediği av hayvanları hep Mecnun’un etrafına


toplanmıştır. Nevfel bu hali görüp Allah’ın hikmetine şaşar. Bu
adamın kim olduğunu sorar. Leylâ’nın aşkından bu hale düşen
Mecnun olduğunu söylerler. Nevfel Mecnun’u getirtir. Halini
görünce ona acır; gözleri yaşla dolar. Leylâ’yı alacağını vadede-
rek Mecnun’u yanına alır. Leylâ’nın babasına bir elçi göndererek
kızı ister.
Leylî atası didi o ilçiye
Nevfele disüng mum söylemeye
Cümle sözi başum üstinde anung
Ben dahi kul kız dahi bende anuıîg
İUe b ’iUab dimesün üşbu sözi
Men delüye virmezem virmen kızı
Nevfel bu cevabı alınca bir haber daha gönderir. İki taraf
asker toplar. Savaşda Nevfel askeri basılır. Nevfel dört yandan
asker toplayıp tekrar savaşa girer. Bu defa Leylâ kabilesi yenilir
Nevfel hemen Leylâ’yı getirip Mecnun’a nikâh etmelerini söyler :
Leylî atasına yetdi bu haber
Başdan ayağa yakıldı ser-beser
Boynına takdurdı kurşak vardı ol
Vardı Nevfel işiginde durdı ol
318 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Eytdi gitdi nâm u nengüm cümlesi


Âdemüm hem mâlüm esbâbum^esi
İmdi meni hem kızı öldür bugün
Virme aı%a bağruma koyma düğün

Mum didi sürtdi yüzin yire ol


Cümle kavmı geldi tâ yalvara ol
Nevfel’in dostlan da yalvarırlar. Nevfel razı olarak Leylâ’mn
babasını bırakır. Bunu gören Mecnun canı yanıp Necd’ e döner.
Arap kethüdalarından biri haber gönderip Leylâ’yı babasından
ister. Leylâ bunu işidince :
Sen meni ayruğa hem-râh itmegil
Şubh u şâmum devrini ah itmegil
Cânumı kabzit ‘ömürden geçmişem
Çünki senden zerre cür'a içmişem
diye Allah’a ^^alvarır. Leylâ’yı nişanlarlar.
Mecnun, sahrada dolaşırken avcının bir ahuyu yakaladığını
görür. Elbisesini verip ahuyu kurtarır. Biraz sonra, bir yaban
atını tuzağına düşürmüş başka bir avcıya rastlar. Üstünde ne
varsa verip onu da kurtarır.
Mecnun bir su başına varır, ağaca konmuş bir karga ile konuşur.
Yaz mevsimidir. Bütün aşıklar huzur içindedir. Fakat Mecnun’un
gönlü dar, gözü yaşlıdır. Mecnun oradan ayrılıp uluslar yaylağına
gelir. Su başında oturup Leylâ’nın hayaline hitabeder (gazel).
Belki gelir diye sevgilisinin yolunu gözler. Mecnun ansızın Leylâ’ ­
nın geldiğini görür :
Yüridi karşusına dâd eyledi
‘ Işk elinden yâra feryâd eyledi
Feryâd itdi yârına ol derd-nâk
Yarırîga karşu yakasın kıldı çâk
Eytdi hâr itdi senün ‘ışkuıîg meni
Gör giriftar eyledi men bendeni
Ah vay ey 'ışk elinden dâd dâd
Bir zamân olmağa koymaz meni şâd
TtİRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 319

Leylâ Mecnun’u tanıyarak canı yanar, ağlıyarak şu cevabı verir :


Hiç elümde ‘ihtiyarum yohdurur
Hem menüm derdüm dilümde çohdurur
Üşbu işler cümle takdîrdendürür
Aslı munung cümle ol yirdendürür
Bir neme ki geldi Hakdan bendeye
Bende miskin ne diye ne söyliye
Çünki Hakdandur manga fikreylegil
Her ne ondandur orîga şükreylegil
Mecnûn eydür Leylî şükrüm çohdurur
İlle derdüm katı şabrum yohdurur
Neyleyem kalmadı hâsıl hâli bil
Gitdi menden can ü ten ey cân u dil
İmdi munda gel oturgil bir zaman
Göreyim bir dem seni ey mihribân
Leyli eydür su başıdur üşbu yir
Hem öten giçen çoh olur munda dir
Göre bir kimse gide nâmûs hami
Olmasa yeğdür binâmüs âdemi
Mecnûn eydür ‘ âşıka nâmûs mı var
Ne diyirseng ne işidirsen ey yâr

. Leylâ su alıp gitmek gerektiğini söyler: “ Sen burada bekle,


ben şimdi gelirim” diye ayrılır. Mecnun bekler, Leylâ bir türlü
görünmez. Necd’ de Mecnun’un dolaştığı dağlar hep onu anar.
Mecnun bir kuş uçsa Leylâ geliyor sanarak sevinir. Mevsimler,
yıllar geçer; Mecnun’un başına leylekler yuva yapar. Leylâ Mecnun­
’u hatırlar. Acaba öldü mü diye düşünür. Mecnun’u bıraktığı yere
gelir. Onu kamışlar arasında görüp şaşırır. Mecnun iki yıl, bir
söylentiye göre oniki yıl yiyip içmeden böylece beklemiştir. Leylâ:
“ Sen insan mısın melek misin” diye seslenir. Mecnûn Leylâ’yı
görünce sevinir, tez döndüğü için ona teşekkür eder. Leylâ: “ Aradan
ne kadar zaman geçti biliyor musun” diye sorar. Mecnun ilerlemek
ister, fakat otlar, kamışlar başını sarmış olduğu için kımıldanamaz.
Leylâ ağlar: “ Başının üstündeki nedir” diye sorar :
320 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnûn eydür kurşakum börküm ola


Dahi başda ne olur ki ne ola
Mecnûn elini başına götürüp kuş yuvasını anlar.
Mecnûn eydür neyleyem takdire men
Hükm anuıîg hükm idemen ol yire men
Mecnun aşkının mecazi olmadığını söyledikten sonra :
Hak Ta‘âlânuı% likasın ey nigâr
Leylî 'ışkında bulup men her çi var
diyerek Leylâ’nın başını öper; ağhyarak sevgilisine veda eder.
Yedi gün yedi gece süren bir düğünden sonra İbn-i Selâm
Leylâ’yı ahp evine götürür. Zifaf gecesi, Leylâ bıçağı göğsüne
dayıyarak kendini öldürmeğe kalkar; şöyle söyler :
‘Aşıkam men Hak cemâle ‘âşıkam
Söz budur ki kavlüm üste şâdıkam
Nefs ucmdan külli hâlden geçmişem
Câm-ı ‘ismet şerbetinden içmişem

Yâ rneııi öldür ya maıîga dutmagil


Hak yüziçün sen manga el itmegil
İbn-i Selâm bu hale şaşar. İkisi de kardeş gibi yaşamağa
karar verirler.
Mecnun Leylâ’nın evlendiğini duyarak ağlar; kendinden
geçer; nihayet: “ Neyleyim takdir böyle imiş” der. Leylâ Leylâ
diye kanlı yaşlar döker.
Mecnun, bir kadının boynına ip takdığı bir dervişi sürükleyip
götürmekte olduğunu görür. Bunların kapı kapı dolaşıp dilencilik
ettiklerini anhyarak kendini bağlatır; dolaşmağa başlar. Nihayet
Leylâ’nın obasına gelir. Leylâ Mecnun’u tanır. Böylece konuşup
ağlaşırlar. Leylâ Meenun’a nasihat eder, her şeyin AUah’ dan
geldiğini, kısmete razı olmak, acıya katlanıp sabretmek gerektiğini
söyler ve gam çekmemesini tavsiye eder. Mecnun, Leylâ’nın uzun
süren nasihatlerini dinledikten sonra :

Ey nigâr Allah seni şâd eylesüng


Gönglüngi ol gamdan âzâd eylesüiîg
diyerek çölün yolunu tutar.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 321

Babası Mecnun’ u arayıp bulur. Mecnun önce babasını tanımaz.


Sonra baba oğul kucaklaşıp ağlaşırlar. Babası Mecnun’a nasihat
eder. Mecnun :
Mende yohdur ihtiyarum bil meni
Ondan ötri eylerem nevmîd seni
der. Babası umudunu keserek döner. Biraz sonra hastalanır; hasret
acısı içinde ölür. Mecnun, babasının ölümünü bir avcıdan haber
alır; ağlar, dövünür. Babasının mezarına gidip üzerine kapanır,
kanlı yaşlar döker.
Leylâ kervanla giderken devesi yolunu şaşırıp göçten ayrıhr.
O sırada Mecnun Leylâ’ya rastlar, Leylâ Mecnuıı’u tanır. Fakat,
bakalım ne söyliyecek diye tanımazlıktan gelir. Mecnun Leylâ’yı
sorar, Leylâ cevap vermez. Mecnun derd yanarak Leylâ Leylâ
diye ağlar. Bu hali görünce Leylâ da ağlamağa başlar. Mecnun
Leylâ’yı tanıyıp deve üstünde kucaklar; eüni ayağını öper, iki
sevdalı böylece konuşurlar. Leylâ :
Hak meni azdurdı saldı bu yire
Ondan ötrü kim senüng kâmııîg vire
Mecnun bunu işidince : “ O hayal benim canımdadır. Ben
didara aşıkım, Allah’ın didarını senin yüzünde görüyorum. Benim
Leylâ dediğim Allah’dır. Leylâ adı ortada bir sırdır” der. Leylâ
bunu işidince ağlar. Mecnun’un sözlerini tasdik eder.
Mecnun vahşi hayvanlarla yaşamaktadır. Bir ahuyu çok sever,
Leylâ diyüp göz yaşı döker (şair burada Nizami’nin köpek hikâ­
yesini naklediyor).
Mecnun’un dayısı Zeyd, arasıra görmeğe gelmekte, ona yiyecek
içecek getu-mektedir. Yine bir defa ona yiyecek içecek getirir.
Mecnun bunları hayvanlara verir: “ Boğazımdan gitmiyor, bu
acayip bir sırdır” der, Zeyd Mecnun için Allah’a dua edince o:

Leylî degül maksûdum budur hemân


Hak cemâlinden kesilmen bir zaman

diye cevap verir. Sonra anasını sorar, anasını alıp getirmesini söyler.
Zeyd anasını getirir. Ana oğul ağlaşıp dertleşirler. Anası nasihat
eder. Fakat hiç bir çare olmadığını görünce oğluyla helallaşır.
F. 21
322 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun dayısına Leylâ’yı sorar. O da birgün Leylâ’yı çeşme başında


ağlar gördüğünü söyliyerek, Leylâ ile konuştuklarını anlatır ve
Leylâ’nın yazdığı mektubu verir. Mecnun mektubu görünce
ağlar, yüzüne gözüne sürerek koynuna koyar; sonra çıkarıp okur.
Leylâ mektubunda Mecnun’un hatırını sormakta, babasının ölü­
münden ötürü baş sağlığı dilemekte, halinden şikâyet ederek ken
dini Ibn-i Selâm’a zorla verdiklerini fakat ona halini anlatarak
kardeş olduklarını yazmaktadır. Mecnun sevinir, yazdığı cevapta:
İbn-i Selâm ğayğusın söylediler
îlle gine yaıîghş imiş didiler
Öz sözüngden imdi men bildüm yaHn
Bâreke’Uah kavli şâdık pâk-dîn
Bâreke’llah ‘âşık-ı pâk-i'tikâd
Camlu görîglüng Allah itsün imdi şâd
der.
Leylâ Mecnun’un hasretine dayanamaz. Onu tanıyan bir
ihtiyara kulağındaki küpeyi vererek Mecnun’u getirmesini söyler.
İhtiyar Mecnun’u vahşi hayvanlar arasında bularak ona küpeyi
verir. Mecnun sevinir, küpeyi koynuna sokar ve ihtiyarla birlikte
Leylâ’nın bulunduğu yere gelir. İhtiyar Mecnun’u bırakıp Leylâ’ya
gider ve sevgilisinin beklediğini söyler :
Leyli eydür şerm-sârem neyleyim
Hem-demüm yokdur ki derdüm söyleyim

Var baba sen ol hazîne söylegil


Bir gazel disüıîg ki dingleyim digil
Mecnun bunu ihtiyardan işidince bir gazel okur. Leylâ işiderek
ah eder. Mecnun kendi tabinden, dünyanın vefasızlığından şikâ­
yetler eder. Leylâ cevap verir. Bu sırada Ibn-i Selâm gelir, Mecnun’a
halini görmeğe geldiğini söyliyerek : “ Seni güzellerin yanına götü­
reyim, Bağdad’ın güzelleriyle sohbet et; tâ ki bu yolu bırakmış
olasın” der. Mecnun onun yüzüne bakar, sonra şöyle cevap verir :
Bu menüm 'ışkum degül nefsânî bil
Çun bu sözi bilmişing hem anı bil
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 323

Sevdüğüm sûret cemâl-i Hakdurur


01 ki ondan özgesi nâhakdurur
Müşfikam Hak gönglüm ‘ âşıkdur onga
Leyli dimek bil bahânedür manga
Gerçi sevdüm adile ben Leylîni
İlle Hakdur sevdüğüm Hak bil meni
Hak cemaling Leylünün yüzinde men
Perdesin yakıp görerem onda men
îbn-i Selâm Mecnun’un bu balini görünce söyliyecek söz
bulamaz. Mecnun’un gerçek aşk yüzünden bu bale düştüğünü
anbyarak elini öper; çıkıp gidier.
îbn-i Selâm hastalanıp ölür. Zeyd bu baberi Mecnun’a getirir.
Mecnun bunu işidince gönlü kaygıdan kurtularak sevinir. Bununla
birlikte “ Ölüm herkes içindir. Bu gün ana olan yarın da sana ola­
caktır” der. Şair şunları sözlerine ekliyor :
Dede Korhut söyledi ki düşmenüıîg
Ölüsü olsa sevinmen kimsenüng
Nişe ki bu cümle başlardan giçer
Cümle ‘âlem hem bu şerbetden içer
Mecnun sevindiği için Allah’dan afdUer.
Leylâ, îbn-i Selâm’m yasım tuttuktan sonra kabilesine döner.
Ölen babasının ruhi için fakirlere dağıtmak üzere yemek hazırlatır.
Bunu duyan Mecnun eline tepsiyi alıp gelir. Leylâ Mecnun’u tanır:
Çemçe ilen yudı sildi tepsini
Özgeden seçmek dilerdi çün anı
Bildi hâli vardı Mecnûn ağladı
Leylî eydür ağlamak hakkunğ didi
Menüm elümden naşîb yohdur sanğa
Ne ho menden sanğa ne senden maı^a
“ Niçin herkese yemek verdi de sana vermedi” diye Mecnun’a
sorarlar. Mecnun : “ Beni onlarla bir görmedi de onun için vermedi”
diye cevap verir.
Nüshanın bundan sonrası eksiktir. Son beyit :
Ba'dezân çağırdı Leylî Zeydi dir
Oldı Mecnûn sarı onga mini dir
324 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNüN

'Atayi kendinden önceki şairlerin kullandıkları motiflerin


birçoğunu atmış, bazı yerlerini de değiştirmiş ve hikâyeyi
masal haline koymuştur. ‘Atâyî’de yalnız Kays’ın babası değil,
Leylâ’nın babası da çocuğu olmadığı için üzgündür. AUah birine
oğul, birine de kız ihsan eder.
Leylâ’yı Arap kethüdalarından biriyle nişanlarlar. Leylâ
sonradan îbn-i Selâm ile evlenir. İlk defa nişanlandığı kethüda
İbn-i Selâm mıdır, bu anlaşılmıyor. Leylâ zifaf gecesi Mecnun’u
sevdiğini kocasına söyler, kocası kardeş gibi yaşamağa razı olur.
Eserin sonuna doğru da İbn-i Selâm Mecnun’u görmeğe gelir, halini
sorar, ona; “ Güzellerle sohbet et, değişirsin” der. Mecnun halini
anlatır. İbn-i Selâm aşkın kudreti karşısında Mecnun’un elini
öperek ayrılır. Bu motif ilk defa ‘Atâyi’de görülür.
Mecnun su başında Leylâ ile konuşur. Leylâ ona biraz bek­
lemesini söyler. Mecnun iki yıl bir söylentiye göre de oniki yıl
bekler. Kuşlar başına yuva yapar. Leylâ tekrar Mecnun’a gelince
Mecnun tez geldiği için ona teşekkür eder.
Mecnun Leylâ’nın evlendiğini işidince ağlayıp inler, fakat:
“ Kader böyle imiş.” deyip boyun eğer.
Zeyd Mecnun’un dayısıdır. Ona Leylâ’dan haber ve mektup
getirir. Zeyd Mecnun’a Leylâ’dan uzun uzun bahseder.
Şair, Mecnun’u tasavvufı aşkın bir temsilcisi olarak göstermeğe
çalışmıştır. Mecnun’a Leylâ ile buluştukları zaman şunları söyle­
tiyor ; “ O hayal benim canımdadır. Ben dîdâra aşıkım. Allah’ın
dîdârını senin yüzünüde görüyorum. Benim Leylâ dediğim Allah’ -
dır. Leylâ adı ortada bir sırdır” . Buna karşılık Leylâ’yı hem kayıt­
sız hem ukala bir kadın olarak tasvir etmektedir. Leylâ gerek
buluştukları zaman, gerek mektuplarında Mecnun’a uzun uzun
nasihatler eder ve ona kadere boyun eğmesini tavsiye eder,
Mecnun’un Kabe’ye gitmesi, Nevfel savaşı, Mecnun’un boy­
nuna ip taktırarak Leylâ’ya gitmesi, Leylâ’nın kervanla giderken
devesinin yolunu şaşırıp Mecnunla görüşmesi, Leylâ’nın bir ihtiyara
mücevher vererek Mecnun’u çağırtması, Mecnun’un gazel okuması,
Leyiâ’mn fakirlere yemek dağıttığını işiten Mecnun’un elinde
tepsi ile Leylâ’ya gitmesi motifleri, biraz değiştirilmiş şekliyle
öteki “ Leylâ ve Mecnun” larda olduğu gibidir.
Şair sırasını bularak birkaç defa Dede Korkut’tan da bahse-
divor.
FÂ’lZ İ’NiN ESERİ

Fâ’izî, Kâfzâde (D. H. 998=M. 1589-Ö. H. 1031=M. 1621;


Sicil, şairin doğum tarihini H. 980 =M . 1572 olarak gösterir ki, daha
doğru olsa gerektir) eserin tamamhyamadan ölmüştür. Salim’
Tez. sinde (s.714), Fâ’izî’nin bu eserini Seyyid Vehbî’nin tamam­
ladığını söyler ve 9 beyit örnek olarak verir, Fâ’ izî’nin “ Leylâ ve
Mecnun” mesnevisi bazı kitaplıklarda bulunur. Nev'izâde ‘ x\tâyî’-
nin el yazısıyle 1033 de yazılmış bir nüsha bendeki yazmalar ara­
sındadır.
Fâ’izî’den bahseden kaynaklar: Riyazi, Rızâ, ‘Âşım Tez.leri;
Nev'îzâde Şakayık Z. (s. 660); Kâtib Çl., Fezleke (c. II, s. 29);
Keşf. (c. 1, s. 804), H LSR (c. II, s. 342); Belîg, Tez.; Mustaldmzâde
Mecelle (s. 335); Fâ’ik Reşâd, E slâf (c. 1, s. 52); Süreyya, Sicil
(c. III, s. 307); Ş. Sâmİ, K L M (c. V, s. 3542); Bursah Tâhir, ‘ OŞM
(e. 11, s. 386); S. N. Ergun, TŞ (c. III, s. 1429); A. S. Levend
Ğazavât-nâmeler (s. 101).
Eser 1136 beyittir. “ Agaz-ı dastan” başlıklı asıl hikâye 253
beyit tutuyor.
Şair şu beyitle eserine başlıyor ;
Ey kevkebe-bahş-ı husrev-i ‘ışk
Dil mülkin iden kalem-rev-i ‘ışk

Tevhid, münacat, na't, miraciye. Çar Yar-ı güzin ile Mahmud


Ef. ye övgü, “ Sebeb-i te’hf; II. Osman’a övgü ve 168 beyitlik
‘ ‘ Saki-name” den sonra “ Ağaz-ı dastan” başhğıyle hikâyeye
giriliyor :
Ser-levha-nigâr-ı şafha-i gam
Şirâze-keş-i kitâb-ı matem
Kim râbıta-bend-i müdde'âdur
Târîh-nüvis-i ibtilâdur
326 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hûn-ı dili eşkile idüp hal


Çekmiş şafahâtTi derde cedvel
Eczâ-yı mahabbete virüp rabt
Bu kıssayı böyle eylemiş zabt

Kim hayl-i ‘Arabda bir kerem-verz


Ihsânile rû-şinâs-ı her harz
Bulmışdı kemâl-i ‘izz ü ikbâl
El virmişidi zamân-ı muhtâl
Zâtında ta‘ayün-i fütüvvet
Olmışdı 'ilâve-i imâret

Çok devlete olmışdı vâsıl


Münkâd idi emrine kabâ’il

Çok zengin olan bu adam, oğlu olmadığı için üzgündür.


Daima dualar etmekte sadakalar vermektedir. Duasını kabul eden
Allah, nihayet ona bir oğul ihsan eder. Adını Kays koyarlar. Yedi
sekiz yaşlarma gelince Kays’ı okula verirler. Okul güzel çocuklarla
doludur. Oğlanlar bir tarafda, kızlar bir tarafda otururlar. Bunlar
arasında :

Bir dilber-i şüh u şîve-endüz


Bir ‘ işve-ger âfet-i cefâ-tûz

Bir turfa sitem-fen-i yegâne


Evzâ‘-ı ğarîbe-i zamâne

Nâsüfte dür-i yem-i taravet


Terkîb-i müferrih-i letâfet

Şeh-dâne-i ^rmen-i nigüyî


Gül-deste-i gül-şen-i nigüyî

Târâc-ger-i metâ‘ -ı îmân


Cellâd-ı hıred ‘adü-yı iz'ân

Her dil görüp eyledikde meyU


Koymışlar o mâha nâm Leylî
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y lA VE MECNUN 327

Ebrüsı firib-kâr-ı ‘uşşak


Müjgânı meşâf-dâr-ı âfâk
Gisü-yi siyahı dâm-ı ervah
Çâh-ı zena^ makâm-ı ervah
Ruhsan ile o la‘l-i zîhâ
Bir cevher-i muşhaf idi güya
Kâkül ki o zülfile dü tâdur
Sîmürğa tolaşmış ejdehâdur
Zülf ol kad-i ser-keşe yaraşmış
Serv üstine mârdur ulaşmış
Mengüşile gûş-ı bîbahâne
Bir küpeli sâğar-ı yegâne
Dendânı ki dürr-i bîbedeldür
Kîrâtile şatsa ger mahaldür
Gülgûneyi neyler ol perî-çihr
Örtünmek olur mı gülle hiç mihr
Ebrüsı hatâ ider yamândur
Dâyim kurıh turur kemândur
Engüştile pence-i muhannâ
Çün zanbak-ı sürh-ı gül-şen-ârâ
Bir gamze vü bîşümâr küşte
Bir cellâd vü hezâr küşte
Bir gamzede nice nâz pinhân
Bir tire komış hezâr peykân
Olmağa göüül diyarı tesMr
Her şivesi bir ‘ azîm tedbîr
Şemşir-i nigâhına o meh veş
Hakka şu yerine virmiş âteş
Kays Leylâ’yı görünce aşık olur. Leylâ da ona tutulur. Aradaki
aşk bir müddet gizlice devam eder. Bunlar görüşmek için bahaneler
bulurlar. Gözle kaşla birbirlerine hallerini anlatmağa çahşırlar.
Nihayet :
Gün gibi tutup cıhânı âhır
Âşâr-ı mahabbet oldı zahir
328 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Bu kışsa olup fesâne-i halk


Bu şavt idi hep terâne-i halk
Gelse iki kimse bir araya
Buyidi aradaki hikâye

Mekteb içi pür olup fesâne


Olmışdı mişal-i kahve-hâne
Üstâd bu iktizâyı gördi
Ta'tîl-ı hüner-sarâyı gördi

Dedikodu hocanın kulağına gider; Leylâ’nın anası da macerayı


duyar.
Eser burada kalıyor. Son beyit :
Olup kelimât-ı halka hammâl
Kâlâ-yı fesada ola dellâl

Salim Tez. sinde, Seyyid Vehbi’nin esere eklediği bölümden


örnek olarak verilen beyitler şudur. Anası Leylâ’ya çıkışıyor :
Mekteb sana ba‘dezin yakışmaz
Etfâlile yılduzun barışmaz
Hıfzeyle dü satr-ı ebruvânı
Besdür bu kadar sevâd-h'^anl
Süzen al ele becây-ı hâme
Nakş işüyegör çu satr-ı nâme
Hüsnün gibi tâze bikr-i ma‘nâ
Beyt içre gerek o da mu'ammâ
Lâzım sana ey siyâh-çerde
Çun merdüm-i dîde heft perde
Mânend-i zamir istitâr it
Nağme gibi perdede karâr it
Plrâye-dih ol cemâl-i nâza
Amma ki hayâdan eyle ğâze
Hatmoldı çu muşhaf-ı naşâyıh
Encâma irişdi kavl-i nâşıh
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 329

Gûyâ bu söze akardı meyli


Hayran hayran bakardı Leyli
Faizi’de hikâye henüz başlangıçta kaldığı için, eser hakkında
bir şey söylemeğe imkân yoktur. Ancak başlangıç Hatifi’ye
benziyor.
Leylâ vasfında Husrev’in :

j İ j lj A j tijU
j lJ A j

beyit de Faizi’nin :
Bir gamze vü bişiimâr küşte
Bir cellâd vü hezâr küşte
beyitini andırıyor.
‘ ÖRFÎ’NÎN ESERÎ

‘ Örfi Mahmud Ağa’nın (Ö. H. 1186 =M . 1772 den sonra)


Leylâ vû Mecnun mesnevisi Lendeki yazmalar arasındadır. Eser
195 beyitten ibaret küçük bir hikâyedir. Eserle müellifi için bk.
A. S. Levend, “ ö r fi’nin Leylâ’ ve Mecnun’u, Türk dili dergisi.
1952,sayı 12.
Müellifden bahseden kaynaklar: Râmiz, Tez; MustaMmzâde,
Tuhfe (s. 513); Süreyya, Sicil (c. III, s. 454); Bursalı Tâhir,
‘ OŞM. (c. III, s.5); Dr. Rıf'at 'Oşmân, Edirne Reh-nümdsı (s. 104)
Şair şu beyitlerle hemen hikâyeye giriyor :
îdenler Kays ü Leylâyı hikâyet
Bu resine itdiler naki ü rivayet
Kabâ’ilden idiler Kays ü Leylâ
İkisi okudı bir h'^âcede tâ
O vakte irdi ki bu iki ma'şûm
İkisi dahi oldı ‘ışka mefhûm
İki genç arasmdaki aşk saklanamaz hale gelince, rakip Leylâ’­
nın babasına haber verir. Leylâ’yı okuldan ahrlar. Kays Leylâ’yı
göremeyince ağlar; sevgilisi için gazeller söyler. “ Leylâ” diye
dolaştıkça çocuklar onu taşlarlar. Birisi Kays’a; “ Neden Leylâ
için bu kadar ağhyorsun. O güzel değil; sana daha güzelini bula-
hm” der. Mecnun şu cevabı verir :

Görünmez dide-i ağyara Leylâ


Görem dirsen gözümden İpi temaşa
Bana gösterdi Mevlâ anı mahbûb
O yüzden görinür ben zâra matlüb

Müellifin Edirne tarihçesi adlı eseri için bk. Orhan Köprülü, “ Ce-\Tİ
mahiyet ve kıymeti” , İst. Üniver. E . F. Tarih dergisi, 1949, sayı 1.
t a r ih in in
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 331

Mecnun dağa çıkar. Kays’ın kabilesi Leylâ’yı istemeğe gider.


Babası: “ Kays delidir; önce buna çare bulun da sonra nikâh ya­
palım” der. Mecnun’un kabilesi kızı zorla almak için asker toplayıp
hücum eder. Leylâ kabilesi de askerini toplayıp bunları karşılar.
Mecnun atına binerek savaşa karışır. O sırada sevgilisinin hayalini
görür. Leylâ kabilesi yenildiği takdirde sevgihsinin üzüleceğini
düşünür; hemen atını sürüp karşı tarafa geçer. Kılıç elinde kendi
kabilesine saldırır. Kabilesi bunu görünce şaşırır; çekilip gider.
Mecnun tekrar dağa çıkar; vahşi hayvanlarla yaşamağa başlar.
Mecnun’u Kâbe’ye götürmesini babasına tavsiye ederler.
Babası oğlunu dağda arayıp bulur. Kâbe’ye götürüp Allah’a yal­
varmasını söyler.

El açup bu du'âyı itdi Mecnûn


Didi Yâ Rab ben oldum ‘ışka meftun
Derünum Leyli ‘ışkı ile handan
Şafâdandur idersem ah ü efğân
Beni zencîre urdı zülf-i Leylî
Bana ‘ışkı virür her dem tesellî
Bana derd-i mahabbet hoş devâdur
Belâ-yı ‘ış^ gönlümde şafâdur
İlahî Leylî ‘ışkın itme zâ’il
Çün itdün kenz-i ‘ışka Kaysı nâHI
Benüm ‘ışkum Hudâyâ izdiyâd it
Derünum ‘ışk-ı Leyli ile şâd it
Babası bunu işidince umudunu kesip evine döner. Kays tekrar
dağa çıkar.
Leylâ’nın fakirlere aş dağıttığım duyan Mecnun, elinde bir
çanakla gelip halkın arasına karışır. Leylâ bunu görünce gülümser,
kepçesiyle vurup çağnağını kırar. Soranlara Mecnun :
Bana da aş vireydi şimdi dilber
Sizünle olmışidüm bes beraber
Beni şâd itdi eltâfile cânân
Ki tutmadı beni halkile yek-sân
diyüp sahraya çıkar.
332 T Ü R K E D E B İY A T IN D A L E Y L Â V E MECİTON
/
Mecnun’un hasretiyle yanan Leylâ, dayanamıyarak Mec­
nunla buluşmak üzere yola çıkar. Gece karanlığında yolunu
şaşıran Leylâ’nın devesi sabaha karşı Mecnun’un bulunduğu yere
varır. Leylâ Mecnun’u uzaktan görünce devesinden inip yürür.
Hayvanların hepsi birer tarafa dağılır. Leylâ Kays’ a sarılarak
elini ayağını öper: “ İşte geldim: benim için çektiğin derd yeter;
vuslat zamanı geldi” der. Mecnun Leylâ’yı tanımaz: “ Kimsin”
diye sorar. Leylâ kendini tanıtır :
Nevâzişle elinden tutdı nâgâh
Derûnî çekdi bir ah-ı seher-gâh
Ki yâ Leylî diyü Lir na'ra urdı
01 istiğrak ile bir lahze durdı
O dem etrâf-ı kûha bakdı Leylâ
Gözinden perdeyi ref'itdi Mevlâ
Anı gördi ki her sû bunca lıübân
Olup bu denlü Leylîler nümâyân
Dimekde her biri Mecnûna lebbeyk
Ki dirler idi ol meftûna lebbeyk
Dönüp Leylîye bakdı Kays-ı 'âşık
Cefân itdi beni bu lutfa lâyık
Nigârâ seyridüp gördün mi hâli
Hakikat ‘ışkınun budur me’ âli

Yüri Leylâ ki ben Mevlâyı buldum


Ararken katrai deryâyı buldum
şu beyitlerle hikâye sona eriyor :
Bilür hâl ehli bu ahvâli ammâ
Rızâ yokdur beyâna anı kat'â
Meğer 'âşık ola bir dil-rübâya
Olur 'Örfî gibi gönlinde mâya

'Örfi başka eserlerde görülen motiflerin çoğunu atmış ancak


birkaç motifi almakla yetinmiştir. Okul ve Kâbe motifi Nizami’den,
Mecnun’un elinde çanakla aş almak üzere Leylâ’ya gitmesi motifi
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 333

Cârni’den, Leylâ’nın kervandan ayrılarak Mecnunla görüşmesi,


birleşme istemesi motifi de Hatifi’den alınmıştır.
'Örfi, Nevfel’i de ortadan kaldırmış, iki kabileyi karşılaştırarak
Mecnun’u da savaşa sokmuş, sonunda onu Leylâ kabilesi tarafına
geçirmiştir.
Şair Mecnun’da İlahî aşkı belirtmek istemiştir.
‘ANDELIP’İN ESERİ

Türkmen şairi ‘Andelip mahlâslı Nûr Muhammed Ğarîp, ese­


rini 1711-1771 yılları arasında Hıyve’nin Urgenç şehrinde yazmıştır.
Kendinden şöyle bahsediyor :
İsmim idi Nur Muhammed Garip
Sözde tahallusum idi Andelip

Eser hem manzum hem mensurdur. Manzumeler türlü şekiUer-


der yazıldığı gibi, hece vezniyle birlikte aruz da kullanılmıştır.
Eser 1940 da N. Hocayef tarafından yayınlanmış, 1956 da da Aşka-
da A. Ulugberdiyev ve Ahundov taraşından hazırlanarak Kirilik
harflerle bastırılmıştır.

Eser şöyle başlıyor ; “ Kaviler andag rivayet kılarlar kim Bağ-


dad bile Basra’nın arasında bir Arap kabilesi yaşar erdi. 01 kabile­
nin bolgan şeherinin iki hakimi bar erdi. Günlerde bir gün AUah
Taala onlardan birine bir giz herdi. 01 hakim ona köp hoşvakt
boldı. Halka toy ve tamaşa edip ol gıza LeyU at goydılar. 01
gizin ay yüzlü cemali bütün cihanga dolup görenler hayran kalar
erdiler. Ikinç hakim hem özine ferzent dilep Huday Taalâ dergâ­
hına yüz tutdı” .
Allah ona da bir oğul ihsan eder. Çocuğun adını Kays koyar­
lar. Çocuk salıncaklata iken şunları söyler :

Ademden geldim vücuda


Fani cihana uğradım.
Çar anasır pazarından
Kervansaraya uğradım.

Eserden örnek olarak alınan parçalardaki imlâ ve deyiş özelliğine doku­


nulmamış, yanhşlar da olduğu gibi bırakılmıştır.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 335

Bilerdim: dünya gamı çok


Gamı çekmeğe gurbat yok,
Muhabbetden değdi bir ok
Bir acep caya uğradım.

Gelipmen gayta gitmezem,


Dünya pendin hiç tutmazam,
Işkdan özge kâr etmezem.
Bu macaraga uğradım.

Işk ebnden içtim şarap,


Men ağlaram bağrım kebap,
Eya saki, bâdaynı nap,
Dürlü sedaga uğradım.

Kays’ın halaveti ayan.


Feryat edeyin bir zaman.
Derdim kılabilmen nihan,
Şundag belaga uğradım.

Çocuklar büyür. Leylâ’yı okula verirler. Leylâ’dan ayrılığa


dayanamıyan Kays’ , anasımn karşısında ağlayıp bir muhammes
söyler Bu hali gören anası Kays’ı okula verir. Okulda bir yanda
oğlanlar, bir yanda da kızlar oturmaktadır. Leylâ kızların hepsin­
den güzeldir. Kays evde anasına şöyle söyler :

Bardım edep sarayiga


Şemme günü saba bilen,
Düşdü gözüm ayagıga
Bir niçe dilrüba bilen

Levhini açıp okur sabak,


Her sabagıdır üç varak
Nur kokular tabak tabak,
Agzı dolu sena bilen.

Gayta gitmezem = dönmem


Sedaga = baş ağrısına; doğrusu: sudağa.
91 Bilen = ile.
95 Sabak = ders.
336 TÜRK EDEBİYATINDA LEYİİÂ VE MECNUN

Bir peri naz ile bakar


Bakışı canımı yakar,
Sözlese şekeri akar.
Leblerinden vefa -bilen.

Bir taze hoş-horrem,


Nevgüli bag lâle fam,
Kâkili müşk Leyli nam.
Yüz yaşırar haya bilen.

Kaysı bir otağa saldılar


Könlün elinden aldılar
Tazım edip eğildiler
Hoş diydiler rıza bilen.

Anası Kays’ dan bu sözleri işidince şöyle nasibat eder :

“ Ey can oğlum, sen hele nereside durarsen, bu sözlerin


goygıl, ilim ve edep öğrengil, ışıkbazhktan hele sana hiç fayda
yoktur” .

Kays Leylâ’yı düşünerek şöyle söylenir :

Heves bilen barsam edephanaya


Akbm alar ol dilberin allan
Zülfi henüz yetgen iınez şanaga
Meğer Huda uzak salmaz yolları
Müjganları candan öter gözlese
Tapmas kişi istepanı izlese
Şeker damar leplerinden sözlese
Tutu mudur bülbül müdür tilleri

Nereside nev-reside = yeni yetişmiş, körpe.


Şanaga = tarağa,
ö te r = geçer.
Tapmas = bulmaz.
1““ Damar = damlar.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 33?

"Elkıssa Kays mektebige barıp, mollasıga selam berip bir


tarafta olturdu, bir tarafta Leyli, iki dilber gönül guşlarını per-
vazga salıp birbirlerine gaş ve gözlerini ilçi kılıp olturdular” .

Bu hali arkadaşları sezer. Leylâ’nın anası da duyarak kızı


mektepten alır. Kays Leylâ’yı bulamayınca üç gün sabreder;
sonra ağlamağa başlar. Mecnun’un kalfası olan Zeyd, Leylâ’nın
akrabasından Zeyneb’e aşıktır. Kays’ın halini bilen Zeyd Halife,
ona ders okutur. Kays beş gün ağlar; okula gitmez. Arkadaşları
ona Mecnun adını koyarlar.

Bahar gelir. Kays arkadaşlarının teşvikiyle bağa gider. Leylâ-


yı da arkadaşları bağa getirir. Bunlar birbirini görünce kendilerin­
den geçip yere yıkılırlar. Leylâ’yı arkadaşları eve götürür. Mecnun
kendine gelip de Leylâ’yı göremeyince, yakasını yırtıp şiirler söyler;
sonra arkadaşlarını bırakıp çöl yolunu tutar. Bunu haber alan ana-
sıyle babası, çöle gidip Mecnun’u bulurlar. “ Leylâ bizim evdedir”
diye Mecnun’u kandırıp eve getirirler. Leylâ’yı evde bulamıyan
Mecnun ağlayıp kendini kaybeder. Mecnun’un bu halini işiten
Leylâ, arkadaşlanyle Mecnun’un yanına gelir. Mecnun’u baygın
görünce ağlıyarak evine döner. Zeyd Mecnun’a Leylâ’dan mektup
getirir.

Mecnun’un babası Leylâ’yı babasından ister: “ Teklifini can­


dan kabul ederdim ama, oğlun deli imiş, önce iyi olsun” cevabını
alarak evine döner. Oğluna: “ Leylâ’yı unut, kabileden kimi ister­
sen sana bulalım” diye nasihatler eder. Mecnun yakasını yırtıp
ağlamağa bağırmağa başlar. Bu hali gören babası Mecnun’un
ayağına zencir vurur.

Babası oğlunun iyi olması için her çareye başvurur. Nerde


bir hekim yahut bir üfürükçü varsa oğlunu ona gösterir. Biri
“ Leylâ’dan başka çare yoktur” der. İkincisi kan ahr. Üçüncüsü
başına kepek koyar. Dördüncüsü cıva içirir. Bir şeyh de yedi gün
okuyarak kamçı vurur; bir kara koyunu etrafında çevirip büyü
yapar. Başka bir şeyh de: “ Müslüman periler var; bir ak tavuk ile
vurmak gerek” der. Bütün bunlara karşı Mecnun ağlar ve çaresiz­
liğini anlatır.
F . 22
338 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L /. VE MECNUN

Babası Mecnun’u Kabe’ye götürür. Mecnun şöyle yalvarır:


Bihakkı Zatı pakin derdimi bisyar kıl Ya Rab
Alaçı bolmasun andak ki baru zar kıl Ya Rab
Gözüm yaşın ciğer kanı bile gülnar kıl Ya Rab
Serapa peykerim Leyli için efgâr kıl Ya Rab

Babası, Kâbe’nin halkasını tutup iyi şey istemesini söyler.


Mecnun ise; “ Gayriden gönlümü soğut” diye dua eder. Babası
umudunu kesip döner. Anası bunu öğrenince oğlunu aramak
üzere yollara düşerse de bulamıyarak evine döner.
Kâbe’den ayrılan Mecnun, yolda bir kabileye katılır. Onun
“ Ab Leylâ” diye dövünüp gazeller okuduğunu gören biri, gidip
Leylâ kabilesine haber verir. Herkes işitir. Leylâ bunu duyunca
düşüp bayılır. Bu hah gören babası Mecnun’u Halife’ye şikâyet
eder. Halife sınamak için Mecnun’u çağırtır.
Mecnun çölde ahuları görür: “ Bunlarda Leylâ’nın âşıkları;
onun için kovulmuş “ diyerek ahuları kovalar. O sırada bir avcıya
rastlar. Kulağındaki küpeyi vererek ahuları kurtarır. Yüzlerini
gözlerini öper. Başka bir avcının iki güvercin yakaladığını görerek
ayakkaplarını verip onları da kurtarır. Bir gün bir ağaç altında
otururken bir kara karganın dala konduğunu görür. Onu da
güvercinlerinin yanına katar. Başka bir gün bir arslana rastlar.
Arslan Mecnun’un ayağına kapanır. O da arslanııı gözlerinden
öper. Hep birlikte Necd dağına çıkarlar.
Bir kadının, boynuna ip taktığı bir ihtiyarı yedip götürdüğünü
gören Mecnun, ihtiyarın yerine kendini bağlatır. Böylece köy köy
dolaşıp dilenerek Leylâ’nın çadırına varırlar. Gençler bunları taş
atarak yaralar. O sırada Mecnun Leylâ’nın kokusunu duyar.
Kadın Mecnun’u sürüklemek isterse de o ağlayıp yalvararak şiirler
söyler. Bunu duyan Leylâ kendini göstererek ağlamağa başlar.
Leylâ’nın babası bu hali görünce, ehne hançer alıp kızının üzerine
yürür. Leylâ korkudan çadırına kaçar. Mecnun da iplerini parça­
layıp çöllere gider.
Leylâ gece gündüz ağlamaktadır. Anası nasihatler eder. Belki
teselli eder diye Zeyd’i çağırtır. Leylâ Zeyd’den Mecnun’u sorar;
hahni öğrendikten sonra Mecnun’a selâm gönderir.

1'"- A la c ı = ilâcı.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 339

Bahar gelir. Arkadaşları Leylâ’yı alıp bağa giderler. Kızların


her biri bir yana gider. Leylâ yahnız kalarak Allah’a yalvarır.

Leylâ yanan bir muma; “ Sen kimin aşkıyle yanıyorsun? Sen


yalınız geceleri yanıyorsun. Ben ise gece gündüz yanıyorum. Sen
açıkça yanıyorsun? Ben gizli yanıyorum” diye söylenir. O sırada
bir pervanenin gelip yandığım görünce, hemen yandığı için ona
sitemler eder.

Yine bahar gelir. Leylâ arkadaşlarıyle bağa gider Yalınız


kaldığı bir sırada bu şiiri söyler :

Çıkdım güller seyran edip


Görmeyin bikarar oldum
Mecnunumnı yat edip
Dağdan dağa garar oldum

Çıkdım yarımnı izleyip


Yanıp tutaşıp sözleyip
Belent dağları gözleyip
Sefil bolup gezer oldum

Yar özgeni yar tuttu mu


Bizden gönül soğuttu mu
Leyli gizi unuttu mu
Köp fikre düçar oldum

O sırada bir adamın, Mecnun’la Leylâ’nın aşkından bah­


seden bir şiir okuduğunu duyarak kulak verir :
Cümle âlemni yaratgan
Biri bar Cabbar imiş,
Leyli-Mecnun birbirine
Aşıkı dildar imiş,

Mektepde bular duş olan


Birbirine serhoş olan
Biri göz biri gaş olan
îki âşıkı zar imiş
â40 TÜRK EDEBİYATINDA LEYJ. VE MECNUN

Rakıplar köp tagn eyleben


Deşti sahrada yığlaban
Leyli, Mecnunu ızlıban,
Mecnunı bikarar imiş

Âşık bolan tilden kaçmaz,


Dost düşmana sırın açmaz,
Başı gitse yardan geçmez,
Sefil bolup gezer imiş.

Leyli yığlarmış günüzin


Yarsız sırdaşsız yalguzin,
İsteyip Mecnunun yüzLn
Her kimseden sorar imiş

Mecnunun aşkı ziyada


Gezermiş çölde piyade.
Leyli Mecnun dep dünyada,
Meşhur biitibar imiş.

Leylâ da buna karşılık bir şiir söyler. Biraz sonra, gül toplamak
üzere ayrılmış olan kızlar Leylâ’nın yanına gelirler.

“ Arap kabilesinde İbn-Selâm diyen bir beg ogh bar erdi, ol


şikâra çıkıp erdi. Gelişde onun yolı bu gızların üstünden düşdü.
Leyli hemme gızların önünden gelir erdi. İbn-Selâm’ın gözü
Leyli’nin yüzine düşdi. Görse: ay dese ağzı bar, gün dese gözi bar,
siyah saçh, galem gaşlı, hunca dişli, ondört yaşlı, gara gözli, güler
yüzü, şirin sözli, badem gabak, yüka dodak, pisse dahan, şirin
suhen, gözleri süzülüp duran, belleri üzülüp duran, leblerinde bal
ezilip duran, görgen könül bozulup duran. ..

İbn-Selâm Leylâ’yı görünce hemen aşık olup akh başından


gider. Onun bu halini gören arkadaşları babasına haber verirler.
Îbn-Selâm’ın babası iki “ Ak sakal savcı” gönderip Leylâ’yı baba­
sından ister. Babası razı olur. Leylâ bunu işidince ağlayıp şiir
söyler. İbn-Selâm hediyeler gönderir. Leylâ’yı zorla nikâhlarlar.
İbn-Selâm Leylâ’yı ahp Bağdad’a gider. Yolda Leylâ: “ Ben geUn-
ceye kadar sabret, seni unutmuyorum; sen de beni unutma” diye

102 £)ep = diyip.


TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 341

Mecnun’ a bir mektup yazıp gönderir. Mecnun mektubu ahnea


yüzüne gözüne sürer. Fakat açıp okuyunca sevgilisinin vefasızlı­
ğından şikâyet eder.
İbn-Selâm Leylâ ile yabnız kalınca kolunu uzatır. Leylâ:
“ Ben Mecnun’u seviyorum, bunu sen de biliyorsun; yemin ettim,
eğer elini uzatırsan seni öldürürüm” diye tehdit eder.Ibn-Selâm
bu tehdide aldırmayıp yine kolunu uzatınca, Leylâ hançerini çeker.
İbn-Selâm korkusundan kaçarak Leylâ’yı boşar. Leylâ’yı cin çarp­
mıştır diye üfürükçüye gösterirler.
Mecnun’un babasıyle Zeyd Halife, Mecnun’u çölde arayıp
bulurlar. Babası Leylâ’nın vefasızbk edip başkasıyle evlendiğini
söyliyerek Leylâ’dan vaz geçmesi ve evine dönmesi için nasihatler
eder. Mecnun ağlayıp kendinden geçer. Zeyd, Mecnun’u teselli
eder. Mecnun Leylâ’ya bir mektup yazıp Zeyd’e verir.
“ Elgaraz, Mecnun atası ağlap öylerine geldi Îbn-Selâm’m
atası Leyli’ni okutmakçı bolup her yerde azayimban bolsa
getirdiler, hiç nep bolmadı. Şol vağıt Zeyd hem azayimhan
sıfatında gezer erdi. Muna hem yasavullar^®® uçrap Leyli’nin yanığa
alıp bardılar. Zeyd halife Mecnun’un hatmi alıp banp bir semini
tapıp Leyliyge herdi. Leyli Mecnun’un iberen selamnamesini golu-
na alıp hormetlep edep bile tazim etti. Gözlerine sürtüp ondan
son hatı okudu. Ve zar zar ağlap Mecnun’a ol hem selamname
yazıp Zeyd halifeden iberdi” ı®®.
Mecnun da Leylâ’nın mektubunu ahnca öpüp yüzüne gözüne
sürdükten sonra okur. Leylâ manzum mektubunda ıstırabını
anlatmakta ve: “ Benim halimi sen bilmizsen kim bilir” demekte­
dir. Mecnun buna sevinir.
“ Elgraz, raviler şöyle rivayet kılırlar: Rum şehrinde bir serdar
bar erdi, adına Novfel serdar der erdiler. 01 yegane batır erdi.
01 öz yiğitleri bilen her gice şarap içip ayşı-aşret saz-sohbet bUen

103 Öylerine = evlerine.


Azayimhan = üfürükçü.
Nep = çare
Yasavullar = yacsakcılaı, kavaslar.
Semini tapıp = zemini bulup yani, bir sırasını getirip.
îberdi = gönderdi.
1"’ Batır = kahraman.
342 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN

güllünü ötürer erdi. Günlerde bir gün ol yiğitleri bilen şarap içip
mest bolup oturar erdi. 0ların arasında bir cahankeşte yiğit bar
erdi. 01 Mecnun hakkında şeyle gürrün berdi:
— Bağdad bilen Basra’nın arasında bir yiğit gördüm. 01 yi­
ğit Leyli diyen bir Arap gızına aşıkı-giriftar, Mecnun— bikarar
iken. Başı açık, ayak yalın adamlara goşulman, yemek içmek bilen
işi bolman, gice-gündüz zar-zar ağlap oturur. Onun daşında guşlar,
keyikler, gulanlar her tarafında dürlü canavarlar üyşüp gezerler,
deyip Mecnun’un hal-hikâyetlerini boluşundan hem ziyadrak edip
beyan etti.
Şarap içip mest bolup oturan Novfel serdar bu haberi işidip
Meenun’ı görmek için yiğitleri bilen atlandı. . .
Novfel serdar mum görüp hayran bolup bir zaman k'arap
durdu. Ondan son :
— Ey merdanlar şiri, adın nedir? diyip suradı.
Onda Mecnun :
—Adım Mecnun’dur, dedi.
— Kim için mecnunı-şeyda bolarsen ?
Mecnun Leyli’nin adını ayda bilmen. Onun adını barmağı
bilen yere yazdı. Ve yüz gözlerini ona sürtüp huşsuz yıkıldı.
Saatden son huşuna gelip galip oturdu. Novfel serdar :
—Eğer sen çin âşık bolsan ışkdan bize bir nişana görgezgil,
diydi. Mecnun bileğine neşter urdu— şol haletde gan akıp başladı.
01 ganin her bir damcasından “ Leyli, Leyli” diyen avaz çıkdı. Ve
ol yere düşende, Leyli’nin adına nagış boldı.”
Nevfel bu sırrı görünce şaşırır. Leylâ’yı alacağını vadederek
Mecnun’u birlikte götürür. Mecnun’un söylediği şiirleri dinleyip
hoşlanır. Mecnun bir gün Nevfel’c vadini hatırlatır. Nevfel Leylâ
kabilesine iki elçi göndererek kızı ister. Razı olurlarsa istedikleri
kadar mal vereceğini, razı olmazlarsa gelip zorla alacağını bildirir.
Kabile bu teklifi reddeder. Nevfel kızıp sabaha kadar şarap içer.
Sabahleyin askerini meydanda toplar. Leylâ kabilesi de meydana
gelir. Yiğitler birer birer meydana çıkıp er dilerler. O gün Arap
pehlivanı Rum pehlivanlarından yedisini öldürür. Ertesi günü

Gürrün = haber, bilgi demek olacak.


Karap = ?
Çin = gerçek,
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 343

Nevferden bir pehlivan çıkar. O da kementle sürüklenir. Nevfel kı­


zıp askerleriyle hücum eder. Nevfel, Ibıı- Selâm’ın Tehümten adlı
pehlivanı ile karşılaşarak onu öldürür. Ertesi günü Nevfel tarafın
dan kimse çıkmaz. Düşmana maskara olduk diye üzülürler. Asker­
lerden biri, Mecnun’un savaş sırasında dağdan baktığını kendilerin­
den biri ölünce: “ vurun” diye bağırdığını, düşmandan biri ölünce
sevindiğini söyler. Ertesi günü Mecnun’u bir yere kapatırlar.
Leylâ kabilesi: “ Senin yüzünden bu hal oldu. Sen niye meydana
girmiyorsun” diye İbn- Selâm’ı meydana sürer. Nevfel kendisini
arkadan vuran İbn- Selâm’ın kafasına vurup iki gözünü patlatır.
Araplar Nevfel’e hucum ederler. Kanlı bir çarpışmadan sonra
Araplar kaçar. Nevfel’in askerleri bunları takibeder, mallarını
yağma eder, oğullarını kızlarını alıp giderler.
Nevfel Leylâ’yı görünce ; “ Bu kız deliye verilmez, yazıktır;
bana münasibtir” deyip Mecnun’u öldürmeği düşünür. İçine
zehir koydurttuğu bir şerbeti yanlışlıkla kendi içip ölür. Nevfel’ in
öldüğünü gören askerleri dağıhp gider. Leylâ kabilesi bunu duyunca
gelip Leylâ’yı alır.
Leylâ’nın gittiğini gören Mecnun, şiir söyliyerek yakınır.
O sırada kargalar ölülerin gözünü oymaktadır. Mecnun : “ Bu
gözlerde günah yoktur; günah benim gözlerimdedir; O olmasaydı
Leylâ’yı görmezdim” diye, gözlerini çıkartmak için yere uzanır.
O sırada Zeyd gelir. Mecnun’u o halde görünce yerden kaldırır.
Yüzünü gözünü siler; nasihatler eder.
Mecnun, Leylâ kabilesinin kendi yüzünden felakete uğradığını
düşünerek özür dilemek için kabileye gider. Kapı kapı dolaşıp şiir
söyler. Mecnun’un sesini işiden Leylâ çadırından çıkar. Mecnun’u
gözü bağlı görünce bayıhp düşer. Kendine geldikten sonra Mec-
nun’la görüşür. Bunları o halde gören Leylâ’nın babası, Mecnun’u
öldürmek için kılıcını çekip başına vurur. Fakat kılıç kesmez,
Mecnun’u alıp götürürler. Korkusundan eve kaçan Leylâ sabaha
kadar ağlıyarak şu şiiri söyler :

Zarlanıp firak elinden


Yar onda ağlar men munda
Ayrıldım yar cemalinden
Yar onda ağlar men munda
344 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ^ VE MECNUN

Gice-gündüz figan eylep


Şum felekten aman eylep
Sırm ilden nihan eylep
Yar onda ağlar men munda.

Ayrılığa başın açıp


Zar ağlamış yaşın saçıp
Zalim rakiplerden kaçıp
Yar onda ağlar men munda.

Bu ışkın meyinden ganıp


Ayralık oduna yanıp
Kaldı yılan dek toğlanıp
Yar onda ağlar men munda.
Oğlunun geldiğini işiten babası Mecnun’u görmeğe gider;
eve götürmek ister. Mümkün olmayınca ağlıya ağlıya eve döner.
Hastalanıp yatağa düşer. Ölmeden önce oğlunu görmek isteğiyle
bir mektup yazıp Mecnun’u çağırtır. Mecnun gelip özür diler,
biraz sonra babası ölür.
Mecnun babasından kalan malları kız kardeşine bırakarak onu
kendi dengiyle evlendirir. Sonra Zeyd’le birlikte babasının mezarına
gider. Malının yarısını da Zeyd’e verip: “ Sen de Zeyneb’le evlen”
dedikten sonra sahranın yolunu tutar.
Bahar gelir; herkes yaylaya çıkar. Leylâ’nın kabilesi de göçe-
derken Leylâ’nın devesi kervandan ayrılır. Uyumakta olan Leylâ
rüyasında bir şahinin dizine konduğunu görür. Tutmak isterken şa­
hin uçar. Leylâ uyanıp da devesinin çölde yalınız olduğunu görünce
onu kendi haline bırakır. Biraz sonra, bir adamın geyik sürüsiyle
güvercinlerin ve bir arslaııın arasında bulunduğunu görür. Mecnun
olduğunu anlayıp kendini deveden atar. Mecnun’u kucakhyarak
seslenir. Mecnun gözünü açıp da Leylâ’yı görünce baygınlık geçirir.
Biraz sonra kendilerine gelince kucaklaşırlar; kâh ağlayıp kâh
gülüşürler. Mecnun, sevgihsini yalınız görmekle yetinir. Halk
görüp de kınamasın diye Leylâ’yı devesine bindirip götürür, kabi­
lenin bulunduğu yere gelince veda edip ayrılır. Leylâ Mecnun’u
birkaç gün misafir etmediğine üzülür.
Leylâ döndükten sonra gece gündüz ağlar. Bir gece rüyasında
Mecnun’un öldüğünü görüp korku ile uyanır. Sabahleyin rüyasını
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 345

yorumlatmağa giderken Zeyd’e rastlar. Mecnun’dan haber alıp evi­


ne döner. Fakat kortu içinde kaygısı büsbütün artarak hastalanır;
“ Mecnun, Mecnun” diye inler, gelen hekimlerin hiç biri çare
bulamaz.
Leylâ anasını çağırıp sitemler eder; kötü rüya görüp korktum;
dertlendim. Babama haber vermeden Mecnun’u çağırt. Onu gö­
rürsem belki ıstırap çekmeden ölürüm” der. Leylâ’nın, anası Zeyd’i
gönderip Mecnun’u gizlice getirtir. Mecnun Leylâ’yı o halde görünce
başını dizine alıp ağlar; şiir söyler. Leylâ gözlerini açıp Allah’a
şükreder. Sonra Mecnun’ a bakıp şu sözleri söyler :
“ Ey Mecnun, sen çöllerde guşlar keyikler bilen dem alıp gezer­
sen, emma ben senin ışkına düşeli beri açık ah çeke bilmen, içimde
derdi illet galdı. îndi men bu dertden ölermen. Emma meni aziz
hatırından çıkarmagıl. Menin hakkında alkışlar etgil” .
Leylâ bunları söyledikten ve vasiyetlerde bulunduktan sonra:
“ indi dan yakındır. Gitmezden ön öz golün birle bir piyale şerbet
ezip bergil” diyip bir muhammes okur. Sonra Mecnun’un sunduğu
şerbeti içip : “ Hamdolsun artık derdim kalmadı” dedikten sonra
şunları söyler :
“ Ey Mecnunum, men seni kıyamete şenli görüp otursam hem
mihrim ganmaz. Emma rakipler görse iş hayşı bolmaz” .
Mecnun şu şiiri okur:
Ruzı fırkatdır bu gün aramı canım yahşi bol
Ayralık vagtı erir, şirin zebanım yahşi bol
Hicr ölümden telh imiş, men günde ölgüm ey nigâr
Gözlerimden gan akar, ey mihribanım yahşi bol.

Mecnun sözlerini bitirdikten sonra veda edip Zeyd’le birlikte


ayrılır, sahra yolunu tutar.
Birkaç gün sonra Leylâ ağırlaşır. Anasını çağırıp: “ Ölümümü
işidince Mecnun ağlıyarak gelir; sakın onu incitme” deyip şu man­
zumeyi söyler :
Menin vasiyetim sana can enem.
Kaçan gelse sever yarım incitme.
Menin için kara bağrı kan enem
Yaman söz dip natüvanım incitme.
346 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Hiç kim anı menden gayrı görmesin.


Yaşlı gözün topraklara sürmesin,
Telmürüp her yana garap durmasın,
Hasretimde harı zarım incitme.
Barça sırım ene sana söylermen,
Işk azabın yada salıp oylarmen.
Ecel deryasına düşüp boylarmen,
Menin için bağrı kanım incitme.

“ Mecnun, Mecnun” diyip gül dek cemali zafıran dek solup elif
dek kameti yay dek bükülüp gara gözleri süzülüp dünyadan ötdü.
Leylâ son söz olarak anasına : “ Zeyd cenaze namazımı kılsın,
Zeyneb de naşımı yıkasın” diye vasiyet eder.
Zeyd karalar giyip Mecnun’a gider. Mecnun Zeyd’i görünce
tammaz. Zeyd ağhyarak Leylâ’nın öldüğünü haber verir, tkisi de
kendinden geçip yere yıkıhr. Biraz sonra kendine gelen Zeyd,
yüzüne su serpip Mecnun’u da ayıltır. Leylâ’nın mezarına gider­
lerken, Mecnun’u aramakta oJan Leylâ’nın anasına rastlarlar. Anası
Leylâ’nın vasiyetini söyliyerek: “ Gel seni temizleyeyim” der.
Mecnun Leylâ’nın mezarını sorar. Hep birlikte kabristana giderler.
Mccnun, mezarı kucaklayıp yüzünü gözünü sürer; şiirler söyler.
O sırada mezardan “ lebbeyk” sesini işidip ağlaşırlar. Leylâ’nın
anası ağhya ağhya eve gelir. Mecnun kabrin başında yalınızca
kalır. Arasıra Zeyd Mecnun’u görmeğe gelir. Mecnun “ Leylâ Leylâ”
diye inler: “ Beni de al” diye AUah’a yalvarır. Nihayet Leylâ’nın
kabri üstünde can verir.

Bir halk şairi olan Andehp’in, klasik şairlerin mesnevilerinden


çoğunu görmüş olduğuna şüphe yoktur, Eserinde Nizami’den
başka Emir Husrev’in, Nevai’nin, Cami’nin, Hatifi’nin, hattâ Fu-
zuli’nin etkilerini görmek mümkündür. Bununla birlikte başka­
larından aldıklarını oldukça değiştirmiştir. Meselâ Mecnun’un
neşterle kolundan kan akıtması ve akan kanın “ Leyli, Leyli”
diye bağırarak yere Leylâ’nın adını yazması, Nevfel’in Leylâ

Telmürüp = sağa sola koşup, demek olacak.


T Ü R K EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 347

kabilesiyle savaşı, Leylâ’nın rüya görmesi gibi motifler Andelip’ de


büsbütün başkadır. Andelip, hekimleri, üfürükçüleri, Mecnun’la
birlikte yaşayan hayvanlan, Leylâ’nın ölüm döşeğinde Mecnun’la
konuşmasını da çok değişik anlatıyor.
Andelip, Mecnun’un gözlerini kargalara oydurmak istemesi
motifini Emir Husrev’den, Nevfel’in Mecnun’u öldürmek üzere
hazırlattığı şarabı yanhşbkla kendi içip ölmesi motifini Hatifi’den
almıştır.
Andelip’de Zeyd sonradan ortaya çıkan bir adam değildir.
Kays’ın okuldaki kalfasıdır. Andelip’in eserine kattığı motifler de
şunlardır :
a) Kays beşikte iken şiir söyler.
b) Kays Leylâ’yı sevdiğini anasına şöyler ve onunla dertleşir,
e) Babası Leylâ’yı Mecnun’la birlikte görünce hançerini çekip
Leylâ’ya hucum eder.
d) Leylâ’nın babası başka bir defa Mecnun’la Leylâ’yı bir
arada görünce kıhcını çekip Mecnun’a vurur. Fakat kılıç kesmez.
e) Babası öldükten sonra Mecnun mallarını kız kardeşine verip
onu evlendirir. Zeyd’e de malının yansını verip sen de “ Zeyneb’le
evlen” der.
NÂKÂM’ IN ESERÎ

Mehmed Emin Rasulzade’nin, Azerbaycan şairi Nizami adlı


eserinde, Türkçe Leylâ vü Mecnun yazan şairler arasında adım
kaydettiği Nâkâm’ın (D. H. 1245=M. 1829-Ö. H. 1323=M.1905)
eseri, Bakû Devlet Üniversitesi kitaplığındadır; fotokopisi ben­
dedir.
Eserin yazıldığı tarihi şair şu beytlerle bildiriyor :
Olup tahrîrden âsüde bâmem
Bulup encam hatmoldukda nâmem
Güzer kılmışdı hicretden hemân-dem
Hurûf-ı ğayn ü şin ü yâ vü dâl hem
1314
Beyt sayısını da şu beytle bildiriyor :
Hem itdim beytini ta'dâd fi’l-hâl
Üçer ğayn oldı bir yâ bir de bir zâl
Buna göre beyt sayısı 3710 oluyor. Halbuki elimizdeki nüsha
2903 beyittir.
Şair, her bahsin sonunda adını verdiği gibi, kitabın sonunda
da şu beytle adını tekrarhyor :
Olup bâzîceye meşğül Nâkâm
‘Abeş şubh-ı hayâtın eyleme şâm
Nâkâm’ın Kafkasyalı olduğu ve Ferhâd ü Şirin mesnevisini
de kaleme aldığı, eserin sonundaki beyitlerden anlaşılmaktadır.
Eserdeki, büsbütün Âzeri lehçesine kaçmıyan dil özelUği de bunu
gösteriyor.

Bu fotokopiyi bana göndermek lûtfunda bulunan Bakû Devlet Üniver­


sitesi Profesörlerinden Sayın Hamid Araslı’ya teşekkürlerimi sunarım.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 349

Şair eserme “ Mukaddeme-i dâstân-ı Mecnûn u Leylî” başbğı


altında şu beytle başlıyor :
Harâbât-ı ta'aşşukda peyâ-pey
Virüp her devrde bir ‘âşıka mey
oniki beyt süren başlangıç manzumesinden sonra, şu beytlerle he­
men hikâyeye giriyor :
Sühan-ârâ-yı bezm-i nükte-dânı
Bu mazmûn söylemiş bu dâstânı
Ki Mecnûna olunca ‘ışk çıre
İrince desti (bu) dâmân-ı dehre
Anın adıdı oldem Kays-ı âzâd
Gezürdi sû-besû âzâd u dil-şâd
Çü gitdi mektebe açdı kitabı
Ana ders oldı ancak ‘ışk bâbı
Görüp mektebde Leylînin ‘ızârın
Müselsel geşte zülf-i tâb-dânn
Derûmnda nihân ‘ışk eyledi cûş
Bu cûşiş olmadı bir nev‘ hâmûş
Olup muhtâc bir câm u nedîme
Güzer kıldı harâbât-ı kadime
Revân bir sâkı-i rahşende-ruhsâr
Gelüp virdi ana bir câm-ı serşâr
Nice sâkî ki rûyı bedr-i enver
Nice mey reşk-bahş-ı âb-ı kevşer
Nice sâkî ki kaddi dil-keş idi
Nice mey kim şerâbı biğaş idi
Nice sâkî ki mihr-i ‘âlem-efrûz
Nice mey kim şerâr-ı hânümân-sûz
Nice sâld ki nûr idi mücessem
Müselsel zülfi zencir-i mutalsam

Gezürdi, kelime böyle tesbit edilmiştir.


j'_)ljı;lr kelimelerinde olduğu gibi, sonundaki i atılmış n eki, ikinci
şahıs ek zamiri gibi hep Jİj\Xc ‘ J jU L" şeklinde tesbit edilmiştir.
350 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Nice sâkî ki bir serv-i gül-endâm


Büt-i çâlâk-i ğâret-kâr-ı ârâm

Alup Kaysıfi elinden ihtiyarın


îdüp nâbüd ârâm u karârın
Kemend-i ‘ışkına dU-beste kıldı
Esir ü mübtelâ vü haste kıldı
Mey—i 'ışkUe kim Kays oldı dercüş
O şûh-ı meh-veşi kıldı derâğûş
Temâşâ kıldı gördi müy bâ mü
Bu sâkîdür hemân Leylâ-yi meh-rû
Leylâ da Kays’a aşık olur. Bunlar gizlice sevişirler. Hallerini
bir müddet herkesten gizlemeğe çalışırlar :
Veli esrârı fâş oldı cihâna
Şadâ-yi tabi irişti âsmâna
Dedikoduyu duyan Leylâ’nın ailesi kızı okuldan ahr. Sevgili­
sini okulda göremiyen Kays, bir iki gün sabrederse de daha çok
dayanamayıp Leylâ’nın sokağında dolaşmağa başlar. Nihayet
bu da duyulur. Kays’ı uzaklaştırıp yolu kaparlar. Ne yapacağını
bUemiyen Kays bir yerde duramaz olur; dünyadan nefret eder;
vahşiler gibi dolaşır; Leylâ’nın adından başka bir şey dinlemek
istemez. Her gece, Leylâ kabilesinin bulunduğu Necd’ e çıkarak
sabaha kadar ağlayıp inler.
ÂmirUerin Emiri olan Kays’ın babası, kabilenin ileri gelenleriy­
le birKkte Leylâ’yı babasından istemeğe gider. Leylâ’mn babası
teklifi işitince: “ Oğlun akıUı olsaydı bana senden iyi akraba bulun­
mazdı. Eğer teklifi kabul edersem herkes beni kınar” diye cevap
verir.
Kabile halkı söyliyecek bir söz bulamıyarak dönüp gider.
Mecnun verilen öğüdlerin hiç birine kulak asmaz; yakasını yırtıp
sahra yolunu tutar.
Gece gündüz Leylâ’yı anarak ağlayıp inliyen Mecnun, bir
bahar günü dolaşa dolaşa Leylâ kabilesinin bulunduğu yere gider.
Yolu bir gül bahçesine uğrar; çiçeklere hitabederek ağlayıp inlerken,
o sırada arkadaşlarıyle bahçeye girmiş olan Leylâ’yı görür :
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 3S1

01 iki ‘âşık-ı müştak u mehcûr


Gam-ı hasretden olmışlardı rencûr
Bulup yekdigerin kıldı deıâğûş
Hemân-dem düşdiler hâk üzre bîhüş
Besân-ı mürğ-ı bismil Leylî-i zâr
Ururdı dest ü pâ nâçâr nâçâr
Besân-ı mürdegân Mecnün-ı nâlân
Düşüp toprakda kalmışidi bîcân

Bu hali gören arkadaşları Leylâ’nın yüzüne gül suyu serpip


kaldırırlar. Kendisini kınıyarak evine götürürler. Fakat bu
sırrı kimseye açmazlar. Mecnun kendine geUp de sevgilisinin
gittiğini görünce, ona hitabederek, sitemler eder.
Babası Mecnun’u dua etmek üzere Kabe’ye götürür. Aşk der­
dinden kurtulması için Allah’a dua etmesini söyler. Aşk sözünü
işiten Mecnun, hemen yerinden sıçrar, halkaya yapışıp şöyle dua
eder :

Dilimde ‘ışkı bîpâyân eyle


Ne mikdâr ise şad çendân eyle
Ki ben bir ‘ âşık-ı sâğar-bedestem
Temâşâ-yı rulı-ı sakile mestem
Beni bu câm ile peyveste mest it
Hemîşe ‘âşık-ı sâkl-perest it
Beni ‘ışkUe mu'tâd it İlahî
Dilimde 'ışkı müzdâd it İlahî
Demâ-dem hüsn-i LeyUni füzûn it
Beni gün günden ‘ışkında zebûn it

Bunu işiden baba, oğlundan umudunu keser; ağhyarak evine


döner. Çöllerde Leylâ’nın hasretiyle ağlayıp dolaşan Mecnun,
Leylâ için yanık şiirler yazar; Leylâ’mn evinin etrafında dolaşıp
bunları ağhyarak okur. Bu hali görenler Mecnun’u şahneye şikâyet

İyelik birinci şahıs zamirlerinden önceki heceler hep i ile tesbit edilmiş­
tir : ^ ‘ pbj gibi.
Birinci şahıs zamiri men değil, hep ben şeklindedir.
352 TÜRK EDEBİYATINDA LEyLÂ VE MECNUN

ederler. Şahne Mecnun’u öldürmeğe karar verir. Bunu işiten babası,


çöllerde dolaşıp oğlunu ararsa da bir türlü bulamaz. Nihayet nerde
olduğunu öğrenir. Gidip durumu anlatır, nasihatler eder; fayda
vermediğini görünce, sözünü değiştirip Leylâ’nın evde misafir ola­
rak kendini beklediğini söyler. Mecnun bu sözü işidince, babasının
ardına düşüp eve dönerse de Leylâ’nın evde olmadığım görerek
tekrar dağ yolunu tutar.
Mecnun’un hasretiyle ağlayıp inliyen Leylâ, zaman zaman
evin damına çıkıp Mecnun’un yolunu gözler. Rüzgâra derdini döker,
her an Mecnun’dan haber bekler. Mecnun’un şiirlerini işittikçe
yanık şiirler söyleyip yollara atar. Bu şiirleri bulanlar Mecnun’a
götürürler; Mecnun’un söylediklerini de alıp Leylâ’ya getirirler.
Nihayet bu da duyulur; Leylâ büsbütün evde kapanıp kahr(Şair
burada hikâyeyi bırakıp kendinden bahsetmekte, gençliğinin dert
içinde geçtiğini söyliyerek felekten şikâyet etmektedir).
Kays’ın Leylâ yüzünden deli olduğunu işitenler, Leylâ’nın
yüzünü görmek hevesiyle merak içindedirler. Birgün sokakta
Leylâ’ya rasthyan biri: “ Kays senin aşkından deli olmış, güzelli­
ğinin ünü cihana yayılmış, senden daha güzeller varken Mecnun’
un sana âşık olmasının sebebi nedir” diye sorar. Leylâ :
Didi hâmüş sen Mecnûn degülsen
Belâ-yı ‘ışkdan dil-hün degülsen
Görür Mecnûn hemân hüsni ki bende
O hüsni görmeğe yok dide sende
Ki sensen şûret-i eşkâle tâlib
Velî Mecnûndur ahvâle râğıb
Görürsen kaddi sen şekl-i 'lyânda
Velî Mecnûn görür bin cilve anda

Benim hüsnüm sana olsa hüveydâ


Olursun sen dahi mecnûn-ı rüsvâ
(Şair burada Vahşi’nin bir beytini naklediyor).
Leylâ’ dan bu cevabı alan adam, söylediğine pişıtian olarak
uzaklaşıp gider.
Bir yaz günü Leylâ, derdini dökmek üzere, arkadaşlarıyle
birlikte bir gül bahçesine gider. Bir aralık arkadaşlarından ayrılarak
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 353

bir köşeye çekilir, sevgilisine hitabederek söylenip ağlamağa başlar.


O sırada birinin Mecnun’un gazelini okuduğunu işitir :
Ki Mecnûndur giriftâr-ı felâket
îder gül-zârlarda Leyli ‘işret
Beyaban içredür Mecnûn perişan
Hıyâbân içredür Leylî gül-efşân
Dili Mecnunun olmış pâre pâre
Velî Leylî ider ağyara çâre
Bunları işiten Leylâ düşüp bayılır. Arkadaşları hemen koşup
Leylâ’yı eve götürürler. Bu hali gören arkadaşlarından biri durumu
Leylâ’nın anasına anlatır. Nasihatin faydasız olduğunu düşünen
ana sabretmeği tercih eder.
Leylâ’yı gül bahçesinde görüp aşık olan tbn-i Selâm, birini
gönderip Leylâ’yı babasından ister. Babası razı olur; fakat kızın
hasta olduğunu, bir müddet sabretmesi gerektiğini söyler. Bundan
haberi olmıyan Leylâ evde ağlayıp inlemekte. Mecnun ise bağrı
yarah dağları dolaşmaktadır (burada şair “ SâH-i ma'neviden
istimdâd” ediyor).
Nevfel adındaki kahraman, birgün avlanmak üzere sahrada
dolaştığı sırada Mecnun’u görür. Kim olduğunu yanındakilerden
sorar. Mecnun’un halini öğrenince atından inip yanına yaklaşır,
onunla konuşur, oturup yemek yer, Leylâ için yazdığı şiirleri din­
ledikten sonra yardımda bulunacağını vadeder. Mecnun; “ Benim
gibi bir adama o kızı vermezler, nafUe vaktini kaybetme, en iyisi
beni kendi halime bırak” der. Bu sözlerden büsbütün üzülen Nevfel,
güzellikle olmazsa zorla kızı alacağına yemin eder. Mecnun’a da
bu halden vaz geçerek kendini toplamasını rica eder. Mecnun se­
vinir, hamama gidip yıkanır, giyinip kuşanır. Bir kaç ay Nevfel’in
misafiri olur.
Mecnun birgün içki sofrasında Nevfel’e vadiai hatırlatır.
Mecnun’un bu siteminden alınan Nevfel hemen kıhcını kuşanır,
yanına adamlarından yüz kadarını alıp Necd’in bir yerinde çadır
kurar; birini gönderip Leylâ’yı babasından ister. Leylâ’nın ailesi
bu teklifi işidince :
Didiler Leylidür bir dürr-i meknün
Dür-i meknün degül şâyân-ı Mecnûn
F. 23
354 TÜRK EDEBİYATINDA LEJLA VE MECNUN

Cemâl-i Leylîdür bir mâlı-ı ekmel


Irişmez mâha dest-i 'azm-i Nevfel
Tarik-i nâmda nâmûs-kârüz
Reh-i nâmûsda hem cân-sipârüz
Eğer Nevfel olursa ceng-cûyân
Bu şemşlr işte bu hançer bu meydân
Bu cevabı alan Nevfel atlanıp Leylâ kabilesinin üstüne yürür.
Kabile de bunları karşılar, iki asker arasında savaş başlar. Mecnun
Nevfel’in kazandığını gördükçe ağlamakta, Leylâ kabilesinin
kazandığını gördükçe sevinmekte, Leylâ kabilesinin kazanması
için dua etmektedir. Mecnun’un bu halini gören biri ona sitem
eder; Mecnun şu cevabı verir :
Bu peykâr içredür çün haşm yârim
Benim tığ ile tir ile ne kârım
Dilim yâr iledür meşğül her ân
Ne yerde dil olursa andadur cân
Revâdur mı gören olmış mı lâyık
Ki ma!şûk ile itsün ceng ‘âşık
Bu sözleri dinliyen Mecnun’a hak verir; gidip durumu Nevfel’e
bildirir. Akşama kadar savaşan iki taraf, gece olunca dinlenmek
üzere çekilir. Sabah olunca Leylâ kabilesinin çoğaldığım gören
Nevfel, işin sonunu düşünerek aracılar gönderir, barışa yanaşır;
her iki taraf da birbirinden ayrıhr.
Mecnun Nevfel’e sitemler eder. Nevfel yanındaki asker az
olduğu için barışa yanaşmak zorunda kaldığını söyler ve etrafdan
asker toplayıp tekrar Leylâ kabilesine hücum eder. Leylâ kabüesi
yenilip aman diler. Nevfel kabileyi bağışlar; fakat Leylâ’yı getir­
melerini ister. Leylâ’nın babası ağhyarak gelir: “ Kızı istersen en
düşkün bir kölene ver, istersen ateşte yak, yahut kılıçla ikiye biç,
razıyım; ancak onu Mecnun’ a verme. Eğer bu ricamı kabul etmez­
sen, yemin ederim ki şimdi gider kızı öldürür, köpeklerin önüne
atarım” der. Bu sözleri işiten Nevfel Mecnun’un ilk savaştaki
halini de düşünerek: “ Ben Leylâ’yı istiyorum ama gönül hoşhğıyla,
yoksa zorla değil” deyip çekilir gider. Mecnun kanJı göz yaşları
dökerek Nevfel’e sitemler ettikten sonra yine dağın yolunu tutar.
T ü r k EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 355

Mecnun, birgün ihtiyar bir kadının, zencire vurduğu bir adamı


yedip götürdüğünü görerek kim olduğunu sorar. Bunun dilenip
para kazanmak için yapılmış bir hile olduğunu anlayınca: “ Zencir
bana yaraşır; beni bağla, dolaştır, kazandığın paranın hepsi senin
olsun” der. Buna sevinen ihtiyar kadın zenciri Mecnun’un boynına
geçirir, yola düşerler, dolaşa dolaşa Leylâ’nın çadırı önüne varırlar.
Leylâ, Mecnun’u sesinden tanıyıp çadırına ahr. Meenun Leylâ’nın
yüzünü görünce coşup aşkını anlatır. Sonra yakasını yırtar ve
zencirini kırıp dağın yolunu tutar.
Mecnun’un zencirle dolaştığını gören bir güzel: “ Niçin böyle
boynında zencirle dolaşıyorsun, Leylâ’yı unut, adını da anma, bana
âşık olsan seni sever bu hale koymazdım” der. Mecnun şu cevabı
verir: “ Gerçi sen güzelsin, ancak Leylâ değilsin; benim aradığım
Leylâ’ dır, ben onun mecnunuyum, sen Pir-i Kirami’nin şu beytleri-
ni işitmemişsin” diyerek Farsça üç beyt okur. Güzel bu sözleri
duyunca kıskanarak ayrılır.
Öte yandan, kabilenin Nevfel’ e yaptığı savaşta yenildiğini
gören Leylâ, Mecnun’a kavuşacağını düşünerek sevindiği sırada,
babası gelir. Nevfel’ le yaptığı konuşmayı anlatarak artık Mec’-
nun’dan kurtulduklarını söyler. Bunu işiten Leylâ büsbütün üzü­
lerek gizlice ağlar.
Son olaylar Leylâ’nın ününü büsbütün artırmış, isteklileri
çoğalmıştır. îbn-i Selâm da hediyeler göndererek tekrar Leylâ’yı
ister. Babası razı olur. Sofralar kurulur, ziyafetler verilir, gelin
süslenir, damada teslim ediUp gönderihr. Bu törende bulunanlar­
dan biri hemen koşup Leylâ’nın evlendiğini Mecnun’a haber verir.
Bu haberi alan Mecnun koşup düğün alayına yetişir, ağhyarak
sevgilisine sitemler eder. Leylâ da; “ Kimse istiyerek cehenneme
gitmez, beni diri diri mezara götürüyorlar” diye cevap verir.
Leylâ’nın sözlerini işiten Mecnun kendini kaybeder, düğün alayı
da geçip gider; damadın evine varır.
İbn-i Selâm, yalnız kaldıkları bir sırada Leylâ’yı kucaklamak
ister. Leylâ dişi arslan gibi kükrer, îbn-i Selâm’ı bir yumrukla yere
Sererek: “ Bir kere daha elini uzatacak olursan seni öldürürüm.
Beni parça parça etsen senin olmam” der. İbn-i Selâm özür diler,
Leylâ’nın yüzünü görmekle yetinerek beklemeye razı olur. Leylâ
da yalınız kaldığı zamanlar çadırından çıkıp dolaşır, sevgihsini
anıp ağlar.
356 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Babası Mecnun’u iyi etmek işin her çareye baş vurur. Nihayet
ömrünün tükenmekte olduğunu anhyarak, birkaç gençle birlikte
oğlunu görmeğe gider. Bir mağarada bulup eve dönmesi için na­
sihatler eder, nihayet umudunu kesip döner; birkaç gün sonra da
ölür. Babasının ölümünü haber alan Mecnun ağlıyarak kabrine
koşar, mezarın üstüne kapanıp inler, babasının ruhuna hitabettik-
ten sonra dönüp gider.
Mecnun birgün çölde giderken Leylâ ile Mecnun’un yanyana
bir sayıfaya nakşedilmiş olduğunu görerek Leylâ’mn tasvirini par
çalayıp kendininkini bırakır, soranlara şu cevabı verir :
îkihk ‘ışkdan mektüm olupdur
Kalup bir diğeri ma'düm olupdur
Niçün bir üzre bir de olsun efzün
Hemân Leyli benem Leyli de Mecnûn
Degül şâyeste kim taşvîr-i yâra
îde ağyâr-ı nâkâbil nazâre
Benim resmimdedür ol mağz-ı mektüm
Anınçün eyledim ol resmi ma'düm
Ki ‘ışk içre nikâb-ı düstem ben
O mağz-ı hâliş ancak püstem ben
Mecnun nefsini yakıp varbğım yok etmiş, vahşi hayvanlarla
dost olmuştur. Leylâ’nın gözlerini andırıyor diye ahuları çok sev­
mektedir. O artık yüksek mertebeye erişmiştir.
Amcasının kızma aşık olan, fakat fakir olduğu için bir türlü
sevgiUsiyle evlenemiyen Zeyd, ikinci bir Mecnun’dur. Komşusu
olan Leylâ, arasıra onunla Mecnun’a haber göndermekte, Mec-
nun’un söylediği şiirleri de yine onun aracıhğıyle elde etmektedir.
Bir gün Meenun’un söylediği bir kasideyi dinliyen Zeyd: “ Ne
kadar güzel şiir söyliyorsun, bilgin de var. Neden böyle deli gibi
geziyorsun. Ben senden fazla perişan olduğum halde yine sabre­
diyorum. Bu deliliği bırak, şairlikle ün kazan” der. Mecnun ;
Didi ey Zeyd tül itdin makâli
Tecâvüz itme hadd-i i'tidâli
Peyâmın söyle sen ey peyk-i dil-dâr
Ziyâde-güy olup olma dil-âzâr
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 357

Ki ‘ilminden senin cehlin füzündur


Makalin hadd-i ‘ilmifiden birûndur
Niçündür söyleyüp divâne nâmım
Nazarda tutmuyorsun ihtiramım

Ki dîvâne odur kim höd-sitâdur


Esir-i dâne-i dâm-ı hevâdur

Ben ol ferzâneyem kim div-bendem


Ne in ki dîv bendinde nejendem
Kılup ‘âlemde ben derdâm dîvi
Bana ger itmeseydi ram dîvi
Idüp vahşeti fermûş olup râm
Bana olmazdı bende bu ded ü dâm

Küsiste eyleyüp zünnâr-ı nefsi


Yakub nâbûd idüp âgâr-ı nefsi
Büt-i âmâli kıldım pâre pare
Yıkup büt-hâneyi çıkdım kenâra

Eğer dîvâne-kirdâri budursa


Eğer mecnûnun etvârı budursa
Hemân dîvâne-i nâ‘ âkilem ben
Hemân mecnûn hemân dânâ-dilem ben
Mecnun bir gece yıldızlara hitabederek yalvarır. Sabah olunca
Zeyd’in gelmekte olduğunu görür. Zeyd Leylâ’nın selâmını ve
mektubunu getirmiştir. Mecnun sevinip oynadıktan sonra mektubu
açar. Leylâ, mektubunda aşkından, evli olmakla birlikte kocasına
yaklaşmadığından, ölünciye kadar kendini seveceğinden bahset­
mekte, babasının ölümünden dolayı başsağlığı dilemektedir. Mec­
nun da Zeyd’in getirdiği kâğıdı kalemi alıp Leylâ’ya cevap yazar;
uzun uzun aşkından bahseder.
Dayısı Selim-i Âmiri, Mecnun’a yiyecek ve giyecek getirir.
Mecnun, dünya ile ilgisini kestiğini ve hiç birşcye ihtiyacı olmadığını

N ejend=üzgün, bitkin, düşkün.


358 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L ^ VE MECNUN

söyliyerek elbiseyi yırtar, yemeği de yemez; auasmı sorar. Dayısı


Mecnun’un isteğini anlıyarak gidip anasını getirir. Anası, bu halden
vazgeçmesini, evine dönmesini söyleyip oğluna nasihat ederse de:
“ Ne yapalım, kaderim böyle imiş; beni kendi halime bırakın”
cevabını alınca, umudunu keserek döner, birkaç gün sonra da ölür.
Selim-i Âmiri’den anasının ölümünü işiten Mecnun, coşarak
kabrine koşar, ağlayıp inler; nasihat edenlerin sözüne kulak ver-
miyerek tekrar dağ yolunu tutar.
Leylâ, kocasının evde olmadığı bir gece sokağa çıkar. Mecnun’ -
u düşünüp dolaşırken Zeyd’e rastlar. Mecnun’un halini sorduktan
sonra: “ Git bana Mecnun’u getir; bir kere yüzünü göreyim, hatırını
sorayım; kasidesini dinleyip derdimi unutayım” diye ricalar eder.
Zeyd koşup bu haberi Mecnun’ a yetiştirir. Mecnun bu müjdeyi
alınca, Zeyd’in getirdiği elbiseyi giyerek vahşi hayvanlarla birlikte
Leylâ’nın bulunduğu yere gelir. Zeyd Mecnun’un geldiğini Leylâ’ ­
ya söyler. Leylâ yaklaşır; fakat daha çok ilerlemez:
Didi ey Zeyd yokdur dahi tabım
Dil-i zarımda çokdur ıztırabım
Olup şevkim hevâsı âteş-engîz
Bu nâr-ı şfevkı kim ben itmişem tiz
Eğer bir hatvede geçsem ziyâde
Yanar can u tenim nâr-ı belâda
Ki bir ad ise de şehverdeyim ben
Bu ahvâlim degül pinhân Hudâdan
Eğerçi şûydan bızâr u zârem
Velî ne eyle şüh-ı zişt-kârem
Dahi bundan geçersem nârevâdur
Tarîk-ı ‘ışkda ‘ayn-ı hatâdur
Hurüf-ı töhmet-âverden serâ-ser
Bu evlâdur ki olsun pâk duhter

Cazel-h'^ân olsun o ben eyleyim güş


O virsün câin-ı mey ben eyleyim nüş
Mecnun sevincinden ağlar: “ Bu güzel koku nedir bu baharın
değil, sevgilinin saçlarının kokusudur” dedikten sonra, uzun bir
şiir söyliyerek aşkını, ıstırabını anlatır; bu arada hayallere dalıp:
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 359

Şeb-i mehtâb hemçün rûz-ı rûşen


Fezâ-yı gül-sitân tenhâ sen ü ben
Olup ağyârdan ol bezm hâli
Keşâ-keşden olaydım lâubâlî
Cam-ı dirînemi tefsir ideydim
Sana derd-i dilim takrir ideydim
Sen ü ben künc-i vahdet bazm-ı halvet
Miyâncı râh-ı reyhan câm-ı ‘işret
Vireydifi sen kadeh ben nûş ideydim
Seni ser-mest derâğûş ideydim
Şalup geh boynıma gîsû-yı çinin
Gehî büseyUyeydim meh-cebîniü
îdip zülf-i hamın geh deste deste
İdeydim sünbüli derhem şikeste
Tutaydım gâh sibin gâh nârın
Olaydım behre-mendi bu baharın

Mecnun bunların nasibolmasını diliyerek şiirini bitirir; sonra


bir ah çekip çölün yolunu tutar.
îbn-i Selâm hastalanıp ölür. Leylâ Arap adetine uyarak bir
yıl matem tutar. Kocasının ölümünü bahane ederek sevgilisi için
ağlar; bu coşkunlukla dilediği gibi şiirler yazar.
İbn-i Selâm’m ölümünü Zeyd’ den haber alan Mecnun, önce
sevincinden gülüp oynar; gönlünde bir umud uyanır; biraz sonra
düşünceye dalıp ağlamağa başlar. Zeyd’ e :

Didi kim râh-ı ‘ışkı tayyidenler


Harim-i vaşla şevkile gidenler
Götürmişler aradan cism-i hâki
Yetürmişler vişâle cân-ı pâki
Höşâ ol kim irür hadd-i kemâle
Hicâbâtı geçüp irmiş vişâle
Benem nâkış ki hâlâ hâk-bâzem
Gehî dersüz u ğâhi dergüdâzem

Penim kelimesi burada benem olarak harekelenmiş.


360 • TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Mecnun bunları söyledikten sonra dönüp gider.


Leylâ boş bir ev tutup onu cennet gibi süsledikten sonra Zeyd’i
çağırıp :
Dem-i ‘ayş ü tarab faşl-ı şafâdur
. Bahâr-ı 'âlem-ârâ dil-güşâdur
diyerek ve elbiseler vererek Mecnun’u getirmesini rica eder.
Zeyd’den bu müjdeyi alan Mecnun sevinerek Leylâ’nın ver­
diği elbiseyi giyer; vahşi hayvanlarla birlikte yola çıkıp Leylâ’nın
bulunduğu yere gelir. Leylâ Mecnun’u karşılar. İki âşık birbirini
görünce :
tdüp feryâd kıldı her biri cüş
Mu'ânık düşdiler topraka medhüş
Girüp bir püsta ol iki bâdâm
Hem-âğûş oldılar buldılar ârâm
Açup bir sâkda iki şakayık
Gelüp bir bürce mihr ü meh muvafık
Der-âğüş eyleyüp yek-dîgerini
Ferâmüş itdiler kendülerini
Vahşi hayvanlar bunların etrafını sarmıştır. Yaklaşanları
parça parça etmektedir. Bu hali gören kabile :
Didiler eyleyüp efsûs ü hayret
Ki nefsânî degüldür bu mahabbet
Bu 'ışk olsaydı ger şehvet hevâsı
Olurdı mün'akis hem macerası
Bu şîr ü bu peleng ü bu ded ü dâm
Bu iki 'âşıka olmazdılar râm

Degül sevdâları ‘ışk-ı mecazî


HakîM 'ışkdur bu ‘ışk-bâzî
Olup bu güft-gü birle revâne
Tağıldı gitdi herkes bir mekâna
Mecnun’la Leylâ yarım gün böylece kaldıktan sonra Leylâ
kendine gelir, utanarak elinden tutup Mecnun’ı hazırladığı köşke
götürür.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 361

Açup h'^ân-ı vişâlin lâubâlî


Getürdi bezme mînâ-yı vişâli
Tamâm itmek içün ikram kârm
Mükahhal eyledi çeşm-i lıumârm
îdüp pirâste hüsnin o meh-veş
Vücüdın eyledi mihmâna piş-keş
Gelüp Mecnûiı-ı cân-sûza mukabil
Kılup bâzû-yı sımînin hamâyil
Şarddı boynma ol pâk-zâdın
Kenar ü bûsenin açdı mezadın
fakat
Degüldi sû’ -i niyyet anda mevcüd
Ki ortadan garaz olmışdı nâbûd
Bunlar kendilerine gelince, sabaha kadar bir söz söylemeden
birbirlerinin yüzüne bakmakla yetinirler. Nihayet Leylâ söze
başlayıp: “ Sen bir bülbülsün. Bülbül gülden uzaklaştığı zaman
susar; bahçede güle kavuşunca ötemeğe başlar. Sen benden ayrı
olduğun zaman gece gündüz ah edip şiir söyliyordun; şimdi bana
kavuşdun, niçün susuyorsun” der. Mecnun şu cevabı verir :

Benem bir lafz kim ma'nâsı sensen


Eşer olmazsa senden olmazam ben

O demden kim sen ölmüşsen şeker-hand


Leb-i la‘1in beni ^Imış zebân-bend

Beni mihmân idüpsen ey dil-ârâ


Olupdur sofra-i cüdun müheyya
Ğıdâ-yı rüh-bahşa intiha yok
Ne süd amma ki bende iştihâ yok

Olup benlik aradan mahv yek-ser


Senin hüsnüiîdür ancak cilve-güster

Benim kelimesi burada da benem olarak harekelenmiş.


362 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

İkilik kalmamışdur bu miyânda


Veli zahir gören keşler cihanda

Saâa Leyli baiıa Mecnûn diyürler


îderler sehv dîger-gûn diyürler

Hemân Leylî de sen Mecnûn de sensen


Hemân Mecnûn benem Leylî de hem ben

Eğer zahirde vardur iki peyker


Velî ma'nâdadur bir sırra mazhar

(Şair burada Andelib’in Farsça iki beytini tekrarhyor).


Leylâ bunları işidince kolunu Mecnun’un boynuna atıp onu
göğsüne çeker, öpüp kucaklar, Mecnun da Leylâ’nın verdiği sevda
içkisini içip coşar; daha çok dayanamıyacağını anhyarak bir
nara atıp çöle yollanır.
(Şair, bu hale bakıp da Mecnun’ un zamane âşıkları gibi nefsine
düşkün bir adam sayılmamasını, varhğını yok edip melekler gibi
masum olduğunu söyledikten sonra şu hükümde bulunuyor :
Eğer olsaydılar tâbi' hevâya
Yakm azlardı nirân-ı cefâya
Olurlardı huşûl-i kâma mâ’il
Olurdı kâm-ı nefs-i şûm haşıl
Ve likin olmayup nefsin ğulSmı
Idüp metruk bu mezmûm kâmı
Hakîkat ‘ âleminde oldılar şâd
‘Alâyıkdan berî mihnetden âzâd
Olup mest-i şarâb-ı câvidânî
Atup bir hatve geçdiler cihanı
Şair, burada da “ SâM-i ma'nevîden istimdâd” ediyor.
Leylâ sevgilisinin hasretinden gittikçe sararıp solar, “ Aşkın
rumuzunu” o gün Mecnun’dan işitmiş, sevgisi büsbütün artmış,
nihayet hastalanıp yatağa düşmüştür. Leylâ son dakikada anasına
sırrını açar, ölümünün yaklaştığını, kendini taze bir gelin gibi
gömmelerini, Mecnun’u bulup halini anlatmasını, kendini çok
bekletmeden gelmesini, orada yabancılardan uzak^ kucak kucağa
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 363

sevişeceklerini söyledikten sonra can verir. Anası ağlar, üstünü


başını yırtar. Nihayet Leylâ’ja kefenleyip gömerler.
Zeyd’den bu felâketli haberi alan Mecnun, yıldırım çarp­
mış gibi yere düşüp kendini kaybeder. Bir müddet sonra gözlerini
açar, ağlayıp inliyerek feleğe sitemler ettikten sonra, kanlı göz
yaşları dökerek Leylâ’nın mezarına koşar; yaklaşınca tırnaklarıyle
vücudunu parçalar; mezarın üstüne kapanır; o kadar kanlı yaşlar
döker ki türbe kırmızıya boyanır. O derece bağırıp çağırır ki, Leylâ
öbür dünyadan sesini işitir. O anda Mecnun da Leylâ’nın sesini
duyar. Leylâ bulunduğu cihanda memnun olduğunu, kendini daha
çok bekletmeden gelmesini söylemektedir. Mecnun bunu işidince
mezarı kucaklayıp canını verir. Vahşi hayvanlar bir müddet mezarı
başmda beklerler, nihayet onlar da dağılıp uzaklaşır. Mecnun’u
kefenledikten sonra Leylâ’nın yanına gömerler. Kabirleri ziyaret
yeri olur. Hastalar burada şifa bulurlar. Zeyd bunların mezarını
bekler. Mecnun’un Leylâ için söylemiş olduğu şiirleri cihana yayar.
Şair eseri tamamladıktan sonra, doksan beyt süren “ hatime”
de eserinden ve kendinden bahsederek değerinin bilinmediğini,
şiirin rağbetten düştüğünü, söyledikten sonra şöyle devam ediyor:
Lisan-ı ecnebi olmışdı meşhür
Veli Fürs ü ‘Arab kalmışdı mestür

Zebân-ı Türki-i ‘azbü’l-beyânı


Unutdırmışdı hâriçler zebanı

Olup ‘ ankâ gibi güm cism-i dâniş


Cihanda kalmış idi ism-i dâniş

Degül bahsim akâlim-i diğerde


Ki ben şerh itdüğim bu muhtasarda

Cehalet mülkine olmışdı vali


Pes-i Kafkâsda kâyin ahâlî
Şair tekrar halinden şikâyete başhyarak sebebsizyere babasın­
dan kalan malını elinden aldıklarını, borç içinde bulunduğunu
söyledikten sonra :
Idüp Ferhâd ü Mecnûnı bahane
Ta'aşşuk sırrını çekdim beyânsı
364 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Künûn kim hâlimi itdim ifâde


‘Izâr-ı ‘özrimi kıldım küşâde

diyerek bu hikâyeden başka Ferhad ü Şirin hikâyesini de kaleme


aldığını bildiriyor. Nihayet şu beytlerle eserini tamamlıyor :

Hutüt-ı cürmüme hat çek ilahi


Ki sensen cümle mücrimler penâhı
Behakk-ı Hâtem-i hatm-ı nübüvvet
Kitâb-ı hatimem kıl bâsa'âdet

Nüshanın istinsah tarihi 1316 dır.

Nâkâm, örnek olarak Nizâmı’nin eserini almış olmakla birlikte


Âmiri kabilesi başkanının oğlu olmadığı için üzgün olduğu motifini
atmış, Kays ile Leylâ’nın okulda birbirlerini tanıdıklarını söyliye-
rek hikâyeye girmiştir.
Şair, aldığı motiflerde de bazı küçük değişiklikler yapmıştır.
Meselâ Nizâml’de gül bahçesinde Mecnun’un gazelini işiten Leylâ’­
nın ağladığını gören bir arkadaşı, eve dönünce bu hah Leylâ’nın
anasına söyler. Anası da Leylâ’ya nasihatler eder. Nâkâm’ da,
nasihatin faydasız olduğunu düşünen anası susmayı tercih eder.
NizâmFde, Mecnun dayısının getirdiği elbiseleri nihayet giyer.
Yemeklerden de birer lokma alır. Nâkâm’da, Mecnun elbiseleri
giymez, yemek yemeği de reddeder.
Nizâmî’de Leylâ’nın mektubunu Mecnun’a götüren ve onu
alıp Leylâ’ya getiren bir ihtiyardır. Nâkâm’da bu Zeyd’dir.
Nâkâm’da, Selâm-ı Bağdadi motifi olmadığı gibi, Zeyd ile
Mecnun’ un bir hafta sahralarda dolaştıklatan sonra bir bahane ile
birbirlerinden ayrılmaları motifi de yoktur.
Nizami’de, Ibıı-i Selâm öldükten sonra Leylâ Mecnun’u çağır­
tır. Nâkâm’da, Leylâ Mecnun’la buluşmak için ayrı bir ev tutar,
döşetip dayatır; kendi de süslenerek Mecnun’u öyle karşılar.
Şair, Emir Husrev’le Hâtifi’den de faydalanmamıştır. Kendili­
ğinden eklediği motifler de vardır. Bunlar, eserlerini görmediğim
başka Iran şairlerinden alınmış da olabilir ;
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 365

a) Leylâ’ya sokakta rastlıyan bir adam: “ Kays senin aşkından


deli olmış, senden daha güzelleri varken Mecnun’un sana aşık
olmasının sebebi nedir” diye sorar. Leylâ da: “ Benim güzelliğimi
görecek göz sende yok, beni onun gibi görseydin sen de deli
olurdun” cevabını verir (Bu motif Arap kaynaklarında geçer).
b) Mecnun’un boynunda zencirle dolaştığını gören bir güzel:
“ Niçin böyle dolaşıyorsun, Leylâ’yı unut, bana âşık ol” der. Mec­
nun: “ Sen güzelsin ama Leylâ değilsin, benim aradığım Leylâ’dır
ben onun mecnunuyum” diye cevap verir.
c) Leylâ nikâhlandıktan sonra îbn-i Selâm’la giderken, Leylâ’ ­
nın evlendiğini haber alan Mecnun, düğün alayının karşısına çıkar,
ağbyarak sevgiUsine sitemler eder. Leylâ da: “ Kimse istiyerek
cehenneme gitmez; beni diri diri cehenneme götürüyorlar” diye
cevap verir.
Nâkâm’ın eseri Türkçe yazılmış Leylâ Mecnun hikâyelerinin
sonuncusudur.
LEYLA ve m ecnun HÎKAYESİNİ YAZAN BAŞKA
TÜRK ŞAİRLERİ

Kaynaklarda “ Leylâ ve Mecnun” sahibi olarak gösterilen


şairlerden, eserleri bu güne kadar elimize geçmemiş olanları da
tarih sırasıyle kaydediyoruz.
H. 901=M. 1495), “ Leylâ ve Mecnun” sahibi
A h m e d P ş . (Ö .
olarak gösterilir. Sehî: “ ve mesnevi tarzında dahi Leyli Mecnûn
nazmına çok gûşiş idüp nazmı dürr-i meknûn-mişâl idi; lâkin
nâpeydâ vü nâyâbdur” der {Tez. s. 22).
Bihiştî, Leylâ vü Mecnun mesnevisinin sonunda “ Hıtâb be
hâk-i pây-i Iskender-i şânî ki vücûdeş sedd-i müselmânist” başlığı
altında II. Bayezid’ı öven manzumesinde, Fatih’in “ Leylâ ve
Mecnun” mesnevisini tercüme etmesini Ahmet Pş. ’ya emrettiğini,
fakat Pş. ’nm bir harf bile yazmadan kalemi elinden bıraktığını
şu beyitlerle anlatıyor :

Sultân-ı mu‘în-i dîıı-i Ahmed


Ccmşîd-i zamane Şeh Muhammed
Yatdıkça zeminde ol cihân-dâr
Sen devletile cihanda ol var
Makşûd idinür ki ol cihân-gir
Nâmına ola bu nâme tahrîr
Ehli bunun az olur cihânda
Ahmed idi şâ'ir ol zamanda
Bîmişlidi yoğidi nazîri
Nazm ehUnün olidi emîri
Âkil idi hem haslb idi ol
'Âlim idi hem nesib idi ol
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 367

Perverdesiyidi Şehriyaruii
Olmışdı veziri tâc-dârun

Sonra çün olur 'ıtâba mazhar


Düşdi nazarından ol sühan-ver

Emreyler ana şeh-i zamane


Tâ Türkî yazıla bu fesâne
Tercemeye kâdir idi ancak
îcâdı yoğidi anuil elhak
‘Ahdeylemiş ol Şeh-i cihân-gîr
Bu nâmeyi eyler ise tahrîr
Yüzbini idüp ol ele ihsan
Sancak virüben vire yine şân

Gûş eyledi çünki şad hezârı


Sa'yitdi utandıra hezârı

Makdürını İbldı gerçi ki sarf


Feyz olmadı ana lîk bir harf

Sözlerini tercemeye nâçâr


'Âciz olup itdi 'aczin izhâr
Şermende olacağını bildi
Bin ‘özrile hâmesini sildi
Terceme dahi çok işdür iy Şâh
Değme kişiye virür mi Allah
Terceme idüp gerek ki Şeyhî
Ne veçhile bozdı nazm-ı Şeyhi
Dizdügi cevâhiri Nizamî
Saçmış kara toprağa çok 'âmî
Eser meydanda yoktur.
368 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Şairden bahseden kaynaklar: Sehi (s. 20); Latifi (s. 76); 'Âşık
ÇL, Haşan ÇL, Riyazi, Tez.leri; 'Âli, Künh (basılmamış kısmı);
Mecdî, Şakayık T. (s. 217); Beliğ, Güldeste (s. 446); Süreyya,
Sicil (c. 1, s. 133); Ş. Sami, K L M . (c. 1, s. 795); Nâci, ^Oşmânlı
şdHTleri (s. 7); Esdmî (s. 48); Fâ’ik Reşâd, Eslâf (c. 1, s. 209);
Târih-i edebiyât-ı '■Osmaniye (s. 137); Bursalı Tâbir, 'OSM (c. 11,
s. 74); S, N. Ergun, TŞ. (c. 1, s. 305); İs. A n. (c. 1, s. 187).

H Fatih ve II. Bayezıd devri şairlerinden. Eser mey­


a y a t i,

danda yoktur. Şairin Mahzenü'l-esrâr, Heft peyker, Iskender-ndme,


Husrev ü Şirin mesnevilerinden toplanmış Külliyâtı bende. Penc
gene sahibi olduğunu söylediğine ve Nizâmi’yi takibettiğine göre,
Leylâ vü Mecnûn mesnevisi de olması gerekir.

N e c â t I, ‘ Î s â , Edirneli ( Ö . H . 914=M. 1508). Eseri meydanda


yoktur. ‘Âşık Çl. (Tez.): “ Mesnevide tab'm Leylâ vü Mecnûn ile
imtihan eyler. . . . Leylâ vü Mecnûndan eşer yoktur. Ancak
dîvânında yazılı bir kaç beyit bulunur” der. Kâtib Çl. (Keşf. c.
II, s. 1571), şairi “ Leylâ ve Mecnun” yazanlar arasında gösterir.

Ç â k e r İ S İN Â N , II. Bayezıd zamanı şairlerinden. Eseri


meydanda yoktur. Sehi’ye göre {Tez. s. 35), Leylâ ve Mecnun hi­
kâyesini nazmetmiştir. Latifi’ye. göre {Tez. s. 115) : “ Şeb-nâme
ve Hamse tetebbu' ider şâhib-i kitâb ü divân idi” .

H ' a b d ü ’ l - v a h h â b , Şeyhu’l-İslâm 'Abdü’l-Kerimoğlu


a y a l î,

(ö . H. 929=M. 1422). Eseri meydanda yoktur. Sehî {Tez. s. 32),


Riyâzî (T ez.), Kâtib Çl. {Keşf. c, II, s. 1571) ve 'OSM. (e. I, s. 357),
şairin Leylâ vü Mecnün'u olduğunu kaydederler.

‘ Â R İ F , F e t i î u ’ l l a h ( Ö . H. 969=M. 1561). Eseri meydanda


yoktur. 'Ahdî (T ez.): “ Şeyh Nizâmi’ye pey-rev” olduğunu ve
Hamse’si bulunduğunu kaydettiğine göre, eğer Hamse'si varsa
Leylâ vü Mecnûn mesnevisi de olması gerekir.

H a l î l î , Ş a r i H a l İ l , Bursalı, XVI.yüzyıl şairlerinden. Eseri


meydanda yoktur. 'OŞM.nde (c. II, s. 162), şairin Leylâ vü Mecnûn'
undan bahsedilir. ('Ali Aşğar Hikmet, Romeo ve Jülyet, Tahkik-i

^20 Bk. Agâh Sırrı Levend, Türk dili dergisi ocak 1952, sayı 4, “ Hayati’nin
Iskender-namesi” ; nisan 1952, sayı 7, “ Ahmed Rızvan’ın Leylâ ve Mecnun’u” .
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 369

edehî ve mukayese ha Leyli vü Mecnun adh eserinde Bursalı HalîlI’yi


Lâmi'î’ııin oğlu olarak kaydeder ki yanlıştır. Bu yanlışhk. Hali
li’nin, Lâmi'î Çl. nin oğlu ile ilgisi olduğuna dair eski kaynaklarda
görülen kayıttan ileri gelmiş olsa gerektir).
SİN ÂN Ç l ., Kireççizade’nin oğlu, şair Cubârî’nin büyük
kardeşi, X Y I. yüzyıl şairlerinden. Eseri meydanda yoktur. ‘Âşık
Çl. (Tez. Cubâri maddesi), şairin ikibin beyit Mecnûn u LeylVsi
olduğunu söyler.
M a h v İ , Î d r î s , Akıncı Beylerinden Turhan Beyoğlu Ömer
Bey’in oğlu, X V I. yüzyıl şairlerinden. Eseri meydanda yoktur.
Sehi (Tez. s. 37): “ Mevlânâ ‘ Abdu’r-Rahman Hatifi nazmitdüği
Husrev ü Şirin ve Leylâ vü Mecnûnh Türkiye döndürürüp ğâyet
iyi terceme ve nihâyet-i mertebede tahsin itmüşdür” der; Keş/.
Z.nde de (e. II, s. 417), şair Leylâ ve Mecnûn yazanlar arasında
gösterilir.
M u h y î Ç l ., Niğdeli, XVI. yüzyıl şairlerinden. Eseri mey­
danda yoktur. ‘Ahdî (T ez.), şairin Leylâ vü Mecnûn mesnevisi
olduğunu kaydeder.
Z X V I. yüzyıl şairlerinden. Eseri meydanda yoktur.
a m i R İ,

‘Ahdî (T ez.): “ Huşüşâ vâdî-i meşnevîde bir kitâb-ı selîs ve kitâb-ı


nefis ki sergüzeşt-i Leylâ vü Mecnûn diyü mânend-i dürr-i meknün
şöyle tahrîr Mmışdür ki . . . . ” der ve eserden yedi beyit örnek verir.
R i f ‘a t î , ‘A b d u ’ l-h a y Çl . (Ö. H. 1080 = M. 1669). Eseri
meydanda yoktur. R ız â (Tez, s. 40) Ue ‘ OŞM.nde (c. II, s. 185)
eserden bahsedilir.
Bakû Devlet Üniversitesi Profesörlerinden sayın Hamid
Arash, X V III. yüzyıl Azeri şairlerinden Karacabağlı Andelib’in,
Bakû Üniversitesi Ktp. nda bulunan 13 sayıfalık Leylâ ve
Mecnun başhkh küçük bir mesnevisinin fotokopisini bana
göndermek lûtfunda bulunmuştu. Ancak bu küçük mesnevi,
Leylâ ve Mecnun başlığını taşımakla birlikte, hikâye değil,
şairin kendi “ hasbıhali” dir.
Sayın ArasIı, X V. yüzyıl Âzeri şairlerinden Habibi’nin de
Leylâ ve Mecnun mesnevisi olduğunu söylemişti. Bu eseri
görmek mümkün olmadı.

F. 24
S O N U Ç

SÖYLEN TİLERD EN MANZUM H ÎK A Y E Y E :

Arap edebiyatında Kays’ın şiirleriyle, sonradan bunlara


eklenen söylentilerden meydana gelem “ Mecnun ile Leylâ” kıssası,
X. yüzyılın sonlarında KitâbiVl-Ağüni ile İran’a geçmiş, kay­
nakların efsaneleştirdiği bu aşk, gerçek ve temiz aşkın örneği
olarak bazı şiirlerde birer “ mazmun” halinde yeraldıktan sonra,
ilk defa Genceli Nizami tarafından H. 584 = M. 1188 tarihinde
manzum büyük bir hikâye haline getirilmiştir.
N İZAM İ’ DE H tK Â Y E N tN KURULUŞU ;
Arabistan çöllerinde geçen bu basit aşk hikâyesinin, klâsik
İslâm edebiyatı çerçevesi içinde manzum büyük bir roman ola­
bilmesi için her- şey tamamdır. Genceli Nizami, Şah’ın emri ve
oğlunun teşvikiyle bu dert kıssasını kaleme almağa niyet edince,
KitâbiTl-agâni'yi dikkatle okumuş, Arap kaynaklarındaki bütün
söylentileri toplamış, Kays ile Leylâ ağzından söylenen acıklı
şiirleri gözden geçirmiş, konuyu çerçevelendirmek için gerekli
gördüğü motifleri de ekliyerek eserinin plânını hazırlamıştır.

K AH RA M A N LAR VE K A R A K T E R L E R ;

Bu efsaneleşmiş aşkın kahramanları Mecnun ile Leylâ’ dır.


Bunlar henüz çocukken birbirlerini severler. Hasta ruhlu, içli
bir şair olan Kays’ın Leylâ’ya olan tutkunluğu gün geçtikçe
artar. Aradaki sevgi duyulup ta dedikodu başlayınca, Leylâ’yı
eve kaparlar. Sevgilisini göremiyen Kays çileden çıkar. Zayıf
iradesi, herhangi bir teşebbüsle engelleri ortadan kaldırıp, duruma
hâkim olmaktan onu ahkoyar. Baskı artıp da irade büsbütün elden
gidince, çıldırıp dağlara çıkar. Onun yurdu artık bu ıssız dağlardır.
Orada vahşi hayvanlarla yaşar; Leylâ’dan başka bir şey düşün­
mez. Kendine kapanarak dert ve üzüntü içinde ölümü bekler.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 371

Nizami, Arap kaynaklarının böylece belirttiği Mecnun’u


büyük bir ustalıkla işlemiş, karakterindeki irade zafını tasvirlerle
canlandırarak, Mecnun’u yeniden yaratmıştır.
Nizami’de Mecnun, tahinin kendine hazırladığı olayların
baskısı altında, sevincden umudsuzluğa, taşkınhktan sessizliğe
düşe düşe olgunlaşır. Her düşüşde acıya katlanmada gösterdiği
sabırla derece derece yükselir. Aşkımn her an artmasını ister;
belâya katlanmayı büyük bir mutluluk sayar. Böylelikle İlâhî
aşkın gerçek bir temsilcisi olarak sonsuzluğa erişir. Leylâ ile Mecnun
efsanesinin kahramanı olan Mecnun’a yakışan karakter de budur.
Leylâ ise, Arap kaynaklarında olduğu gibi Nizami’de de
ikinci plândadır. Böyle olması da gerekir. Hicretin ilk yüzyılında,
Emevi Halifelerinin eğemenhği altında koyu bir müslüman hayatı
yaşayan çöl kızının, duygularım açığa vurmaktan çekinmesi,
babasının buyruğuna uyması, daha atılgan davranamaması
çok tabiîdir. Bununla birlikte o, gerçekte olduğu gibi, Nizami’­
de de kendine yakışan karakter içinde rolünü başarı ile oynar.
Onun yarattığı en canlı sahne Mecnun’la buluştukları andır:
Leylâ daha çok dayanamıyarak Mecnun’u görmek ister.
Kocasının bulunmadığı bir gün evden çıkarak yol kenarında
oturur. O sırada, daha önce kendisiyle Mecnun’a mektup gönder­
diği ihtiyara rastlar. Onunla birlikte Mecnun’un bulunduğu yere
gider. Daha çok yaklaşmaktan çekinerek, ihtiyara şöyle söyler:
“ Bir adım daha ileri gidersem ölürüm. Şimdi benim bir sahibim
var. Yaptığım işten utanmamahyım. Mecnun’ a söyle bir kaç beyit
okusun, ben de dinleyeyim” . Bu, Leylâ’mn kişiliğini beUrten en
kuvvetli bir sözdür. Bu buluşma hemen bütün şairler tarafından
beğenilmiştir.
Nizami’nin eserine sonradan bazı parçalar ekliyen şair, Mec­
nun ile Leylâ için ikinci bir buluşma sahnesi hazırlamıştır. İki
sevdah buluşur. Birbirlerine sanhr ve öylece bir gün bir gece
kalırlar. Sonra Leylâ kendine gelerek sevgihsini çadırma götürür.
Kollarını Mecnun’un boynuna dolar, sabaha kadar iki sevdalı
koyun koyuna yatar. BiUnmiyen şair, burada Leylâ’ya rolünü
tamamiyle değiştirtmiştir. Leylâ, ilk buluşmada olduğu gibi, bir
adım ileri atmağı ayıp ve günah sayan iffetli bir kadın
değil, ihtirasına düşkün bir dişidir. Böyle olmakla birhkte şaire
göre bu, gerçek aşktır; şehvet değildir.
372 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

İşte iki Leylâ arasındaki bu çelişme, bu parçaların sonradan


eklenmiş olduğunu göstermeğe yeter. Nizami’ den sonra gelen
şairlerin hemen hepsi, bu parçayı olduğu gibi eserlerine aktar­
mışlardır.
Leylâ’nın göründüğü son sahne, ölüm döşeğinde anasiyle
görüşmesi, ona Mecnun için vasiyetlerde bulunmasıdır. Leylâ
burada rolünü tamamlamış olur. Bütün bu sahneler Nizami’nin
eserinde ustalıkla işlenmiş, büyük bir başarı ile canlandınlmıştır.
Mecnun’ la Leylâ’dan sonra üçüncü kahramanın, Mecnun’un
rakibi olması gerekir. Bu da Nizami’ de îbn-i Selâm’dır. Bu hi­
kâyenin gerektirdiği uydurma bir tip değildir. Arap söylenti­
lerinde de Leylâ başka biriyle evlendirilir. Nizami’de Leylâ îbn-i
Selâm’a verilir. Ancak Leylâ, kocasını yanına yaklaştırmaz. Onu
tokatlıyarak korkutur. îbn-i Selâm’ın başkaca bir rolü yoktur.
Çok silik bir kişi olarak kalır, sonra da ölür. Leylâ’ nın evlendiğini
haber alan Mecnun’un düştüğü ıstırap, eserin en içli parçalarından
biridir.
■ Bazı şairler, meselâ Hatifi, esere ayrıca bir de rakip karış­
tırmıştır. Hatifi’nin eklediği bu motif onu takibeden şairler ta­
rafından beğenilmişse de, esere hiç bir güzellik katmaz.
BA ŞK A T İP L E R ;
Eserin ilerlemesi için, esas kahramanlardan başka yardımcı
tiplere ihtiyaç vardır. Bunların başında pek tabiî olarak Kays
ile Leylâ’nın anası ve babası gehr. Eserin başında önemli bir kişi,
olarak görünen Kays’ın babası, eser ilerledikçe silinir. Bir kere oğ­
lunu Kâbe’ye götürürken, bir kere de Leylâ’yı babasından isterken
sahnede göründükten, nihayet çölleri dolaşıp iki kere oğlunu
bularak nasihat ettikten sonra umudunu keser, derdinden ölerek
hikâyedeki rolünü tamamlamış olur.
Leylâ’nın babası ise, önce kızını istemeğe gelen Kays’ın
babasını karşılarken görünür. Baba, kızının adını çıkardığı için
Kays’a kızgındır. “ Deliye kız verilmez” diye teklifi reddeder.
Sonra da Nevef savaşında kendini gösterir, bir daha görünmez.
Kays’ın anası, oğlunun haline acıyan şefkath bir ana olarak
hikâyede yer alır. Leylâ’nın anası ise, dedikoduyu ilk duyduğu
zaman kızına nasihat ederken, daha sonra da kızını İbn-i Sclâm’la
evlendirdiği sırada, nihayet Leylâ’nın ölüm döşeğinde birer kere
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLA VE MECNUN 373

sahneye çıkar. Onun rolü, Mecnun’un anasının rolüne göre daha


önemlidir.
En büyük rol Nefel’indir. Arap kaynaklarında, halifenin
vergi memuru olarak görülen Nefel ile arkadaşı, Leylâ’yı Mec-
nun’a almak için küçük bir teşebbüsde bulunur. Halbuki Nizami,
Nefel’e çok büyük bir rol vermiştir. O, asker besliyen, ünü çevre­
sini aşan büyük bir serdardır. Mecnun’a acıyarak ona Leylâ’yı
almak ister. Teklifi reddedilince Leylâ’nın kabilesine saldırır.
İki taraf birbirine girer. Nefel’in bu kanlı teşebbüsü bir sonuç
vermez. Nizami’nin yarattığı bu sahnede asıl belirtmek istediği,
Mecnun’un savaş sırasındaki halidir. O, kendisi için çarpışanların
yenilmesini ister; Leylâ tarafının kazanmasına dua eder.
Nefel savaşını bir sonuca bağlıyan başka şairler de vardır.
Meselâ Hatıfi’de, Nefel, savaşı kazandıktan sonra Leylâ’yı getirtir.
Kızın yüzünü görünce aşık olur. Mecnun’u ortadan kaldırmak
ister; fakat onun için hazırlattığı zehirli şerbeti yanlışlıkla kendi
içip ölür.
Mecnun’un çöldeki hayatını belirtmeğe yarayacak bazı yar­
dımcı tiplerin de bulunması gerekir. Nizami, bu görevi Selim-i
Amiri ile, Selâm-ı Bağdadi’ye vermiştir. Dayısı Selinı-i Amiri,
arasıra Mecnun’a elbise, yiyecek ve içecek getirir. Bir kere de
Mecnun’u anasiyle görüştürür. Şiir meraklısı olan Selâm-ı Bağdadi
ise, Mecnun’un şiirlerini toplayıp yaymak görevini üzerine al­
ınıştır. Selâm-ı Bağdadi bir aralık Mecnun’a nasihate kalkar.
Nizami’niri Mecnun’a verdiği cevap, eserde belirtilmek istenilen
öz fikirlerden biridir.
Nizami, Leylâ’nın karşısına bir atlı, bir de ihtiyar çıkarır.
Leylâ bunlarla Mecnun’a mektup gönderir. İhtiyar, sonradan
Mecnun’la Leylâ’nın buluşmalarına da yardım eder. İhtiyarın
rolü çok sürmez, fakat önemlidir. Leylâ’ nın böyle bir yardımcıya
elbette ihtiyacı olacaktı.
Nizami’nin eserine sonradan bazı parçalar ekliyen şair, bir
de ‘ 'Zeyd ve Zeynep” masalım uydurarak, bu aracılık rolünü
Zeyd’e vermiştir. Zeyd’ in rolü daha önemlidir. Fakat Nizami’nin
asıl eserinde böyle bir parça yoktur.
M OTİFLER :
Nizami’nin Arap kaynaklarından aldığı başlıca motifler
şunlardır :
374 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

a- Babası, dua etmek üzere Mecnun’u Kâbe’ye götürür;


aşktan kurtarması için Allah’a yalvarmasını söyler. Mecnun,
aşk sözünü işitince önce ağlar, sonra güler ve bir yılan
gibi kıvrılarak yerinden sıçrar; Kâbe’nin halkasına yapışarak:
“ Yarabbi, Leylâ’ya olan sevgimi artır” diye Allah’a yalvarır.
Nizami’de bu çok güzel belirtilmiş ve hemen bütün şairlerce
tekrarlanmıştır.
b- Leylâ’nın babası Mecnun’u şahne’ye (subaşı) şikâyet eder.
Arap kaynaklarında şahne yerine halife vardır,
c- Bir gün Mecnun, bir kocakarının, boynuna ip taktığı bir
adamı yederek dilencilik ettiğini görür: “ Bağlanmaya lâyık benim;
beni bağlayıp götür, topladığın para da senin olsun” der. Boynunda
zencir, kocakarı ile birlikte kapı kapı dolaşır. Her çadır önünde
“ Leylâ” diye bağırdıkça başına taş yağdırırlar. O, başına taş
yedikçe sevincinden ağlar. Nihayet Leylâ’nın bulunduğu yere
gelir. Başını taşlara vurarak ağlar; yanar, yakılır. Sonra birdenbire
fırlayarak zencirlerini koparır, dağ yolunu tutar. Çok acıklı tasvir
edilen bu parça da bir çok şairlerce tekrarlanmıştır.
ç- Mecnun’un çölde vahşi hayvanlarla yaşaması, sevgilisinin
gözlerini andırıyor diye ahuları sevmesi, onları avcıların eHnden
kurtarması, Leylâ ile mektuplaşması, nihayet onunla buluşup
görüşmesi Arap kaynaklarında da yer ahr. Nizami, bu parçaları
yürksek bir sanatçı titizliğiyle işlemiş, kendinden sonra gelenlere
ölmez örnekler bırakmıştır.
Nizami’de şöyle bir motif daha vardır: Mecnun bir gün çölde
Leylâ ve Mecnun adlarının yanyana yazılmış olduğunu görerek
Leylâ’nın adını siler. Niçin sildiğini soranlara: “ îkimize bir işaret
yeter” cevabını verir. “ Niçin onun adını sildin de kendininkini
bıraktın” sorusuna da şu cevabı verir: “ Benim iç olmam, onun da
kabuk olması doğru değil. Ben kabuk olmalıyım, o iç” . Bu nükte,
Mecnun’un aşkını ilâhileştirmek isteyen Nizami’nin esas düşünce­
sini belirten en kuvvetli dayanaktır. Bu çok beğenilmiş hemen
bütün şairlerce tekrarlanmıştır.
Nizami, konuyı tasarlayıp işlerken bir iki yerde kaynaklar­
dan ayrılmış, küçük bazı değişiklikler yapmıştır.
a- Kays ile Leylâ okulda iken sevişirler. Halbuki bunlar
iki Arap çocuğudur. Birbirlerini kabilenin koyunlannı otlatırken
severler. Nizami burada çölden ayrılmış oluyor.
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 375

b- Kays’m babası, eserin başında mal- mülk sahibi büyük


bir emir, sarayda oturan bir sultandır. Eser ilerledikçe kendi
yerini alır.
BA ŞK A M OTİFLER :
Arap kaynaklarındaki söylentilerin. Nizami gibi yüksek
bir sanatçının elinde manzum bir hikâye haline gelebilmesi için,
klâsik tslâm edebiyatının manzum hikâyede kulllandğı bir çok
motiflerin de eserde yer alması, böylelikle olayların birbirine
bağlanması gerekirdi. Nizami bunu ustahkla yapmıştır:
a- Kays’ın babası oğlu olmadığı için üzgündür. Allah’ a
yalvarır. Duasını kabul eden Allah ona bir oğul bağışlar. Bu eski
hikâyelerde kuUamlan çok yaygın bir motifdir.
b- Klâsik hikâyelerde, kadın kahramanların yanında gözdeler,
karavaşlar, dadılar bulunur. Hele dadıların oynadıkları rol çok
büyüktür. İyilikte yahut kötülükte bütün tertipleri onlar hazır­
lar. Hanım dadıya sırrım açar. Yahut dadı hanımının sırrını anh-
yarak ona nasihat eder, yol gösterir. Böyleee olayların gelişi sı­
ralanmış olur.
Nizami de Leylâ’ya arkadaşlar katmıştır. Leylâ bunlarla
birlUite gül mevsiminde bağa gider. Orada Kays’m gazehni oku­
yan bir adamı dinliyerek büsbütün üzülür. Bazı şairler, meselâ
Nevai ve Hatifi, esere dadıyı da sokmuşlardır. Ancak gerek bu
arkadaşlar, gerek bu dadılar eserde çok siliktir.
Erkek kahramanın yanında da, derecesine göre, hüner sahibi
kimseler, silâhşorlar bulunur. Mecnun’un elbetde bunlara ih­
tiyacı yoktur. Nizami’de, Mecnun’un ancak arkadaşları vardır.
Bunlar, babasıyle birlikte, bir kere çölde Mecnun’u aramağa gi­
derler. Nizami’den sonra yazılan bazı mesnevilerde, arkadaş­
ları onu bağa götürmek isterler.
c- Klâsik hikâyelerde kaderin ve taliin rolü çok önemlidir,
insanlar kaderin esiridirler; alın yazılarmı bütün ömürleri boyunca
izlerler. Olayları tesadüfler hazırlar. Mecnun da ahn yazısını güden
bir zavallıdır. Gerçi Nizami’ de bu, bir iddia olarak ileri sürülmüş
değildir. Fakat eser boyunca Mecnun bu zorlu kuvvetin pençe­
sinden kendini kurtaramaz. Mecnun’u Leylâ’ya kavuşturmıyan
onun bahtıdır. Husrev, Kays’ın taliine bakan müneccimlerin
onun aşk yüzünden deli olacağını haber vermeleri motifini eserine
376 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

katmakla bunu çok güzel belirtmiştir. Mecnun kadere boyun


eğer. Bazı eserlerde görüldüğü gibi, nasihat edenlere: “ Kabahat
bende değil, ne yapalım, kaderim böyle imiş” der.
Klâsik edebiyatda “ eşref-i saat” ve “ rüya” da çok büyük
bir rol oynar. Olayların iyi yahut kötü gitmesinde uğurun yahut
uğursuzluğun büyük etkisi vardır. Nizami “ eşref-i saat” üzerinde
durmağı gerekli bulmamış, fakat rüyadan faydalanmıştır. Mecnun
bir gün Leylâ’yı düşünürken uykuya dalar. Rüyasında, büyük
bir ağaçtan süzülen bir kuşun başına inciler saçtığını görür.
Uyanınca rüyasını bayıra yorarak sevinir. Gerçekten sabahleyin
bir atlı ona Leylâ’dan haber getirir. Cami’de bunun tam ter­
sine olarak. Mecnun kötü bir rüya görür. Uyanınca onu kötüye
yorar. Ertesi sabah da korktuğu başına gelir.
Nizami bunlardan başka klâsik edebiyatda kullanılan sanat
cilvelerinin hepsine baş vurmuştur. Eserde Allah’ a yalvarmalar,
yere göğe, yıldıza hitaplar, kış, yaz, ve cenk tasvirleri en güzel
parçalar olarak yer alır.
N ÎZAM Î’ DEN SONRA ;
Fars ve Türk edebiyatlarında Leylâ ile Mecnun mesnevisini
kaleme alan şairler, Arap kaynaklarındaki başka söylentilerden
faydalanmak ve yeni motifler eklemekle birlikte, esas olarak
Nizami’yi örnek almışlardır.
Fars edebiyatında, Husrev, Cami, Mektebi ve Hatifi, Türk
edebiyatında Nevai ve Bihişti ekledikleri bazı motiflerle hikâyeyi
biraz değiştirmek istemişlerdir. Hele Bihişti, hikâyeye başka bir
doğrultu vermeğe çalışmış, fakat kendini takibeden olmamıştır.
Türk edebiyatında, Nizami’ den başka en çok sevilip takip
edilen şair, Husrev ile Hatifi, daha sonra da Cami’dir. Husrev’in
esere kattığı motiflerden: Kays’ın taliine bakan müneccimlerin
aşk yüzünden deli olacağını haber vermesi, Mecnun’un Nefel
savaşından sonra kargalara gözünü oydurmak istemesi, Leylâ’nın
Nahlistan’da Mecnun’un gazelini işitmesi; Cami’nin eserinde
görülen: Mecnun’un çoban kılığına girerek, bir kere de koyun
postuna bürünerek Leylâ’ya gitmesi, Leylâ’ nın fakirlere çorba
dağıtması; Mektebi’nin eserinde görülen: Mecnun’u babasının
Pir’e götürmesi. Hatifi’nin eserinde görülen: Kays’m daha küçük­
ken güzellere düşkün olması, hekimlerin tavsiyeleri, Mecnun’un
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 377

Leylâ’nın köpeğini görünce ayağına kapanması, düğün sırasında


meşşatanın yüzüne sürdüğü düzgünleri Leylâ’nın koparıp atması,
kılıçla Mecnun’ a hücum eden rakibin elinin havada kalması,
Nevfel’in Mecnun’u zehirletmek isterken kendinin zehirlenip
ölmesi, son defa kendini görmeğe gelen Leylâ’yı, Mecnun’un de­
dikodulardan korkarak evine götürmesi, en çok beğenilip alman
motiflerdendir.
Husrev, eserinde görülen yeni motifleri kendi katmıştır,
ama Cami, Mektebi ve Hatıfi’de görülen yeni motiflerin, eserlerini
görmediğimiz Kâtibi, Derviş Eşref ve Süheyli’de bulunmuş olması
da mümkünüdür.
Türk şairleri kendilerinden önce gelen şu şairlerden fayda­
lanmışlardır.:
Şahidi, Nizami ile Husrev’in eserledinde görülen motiflerin
hemen hepsini almış, bazı yerlerde Nizami’den çevirmeler de
yapmıştır. Şahidi’nin eseri Türkçe ve Farsça yazılan Leylâ ve
Mecnun mesnevilerinin en uzunudur.
Nevai, Süheyli’den de faydalanmış, eserine yeni bir doğrultu
vermek istemiştir.
Bihişti, daha çok Cami’nin etkisinde kalmış ve Arap kay­
naklarındaki söylentilere dayanarak, eserini öteki mesnevilerden
ayırmak istemiştir.
Hamdullah Hamdi, en çok Nizami ile Hatıfi’den faydalan­
mıştır. Eserinde yer yer çevirmeler de vardır. Leylâ’nın kolundan
kan aldıkları sırada Mecnun’un yeninden de kan akması motifi
ilk defa Hamdi’de görülür. Hamdi’nin bu motifi nerden aldığı
belli değildir.
Ahmet Rızvan, Nizami’yi örnek olarak almış, Hatıfi’den
de çok faydalanmıştır. Mecnun’u babasının dua etmek üzere
Şeyh’e götürmesi motifi de Mektebi’nindir. Ahnıed Rızvan’ da
da Nizami’den çevirmeler çoktur.
Kadimi’nin eseri, Şahidi’nin eserinden aşırmadır.
CeUli, Nizami’yi esas olarak almış ve Hatıfi’den çok fay­
dalanmıştır. Mecnun’un başına kuşların yuva yapması motifi önce
Celili’de görülür. Celili’nin bunu nerden aldığı belli değildir. Kan
motifi Celili’de de vardır.
378 TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN

Sevdayi, Nizami ile Hatıfi’den faydalandığı gibi, onda Cami’nin


etkisi de görülür. Kan ve yuva motifi Sevdayi’nin eserinde de yer
alır.
Hakiri, hemen hepsinden faydalanmıştır. Bunda görülen
başlıca özellik, Leylâ’nın güzelliğini işiten İbn-i Selâm’ın ressam
göndererek Leylâ’nın resmini yaptırtmasıdır. Hakiri’nin eserinde
Mecnun’un ölümü yoktur.
Fuzuli’de Nizami ile Hatıfi’nin etkisi görülür. Kan ve yuva
motifleri onda da vardır.
Lârendeli Hamdi, hemen hepsinden faydalanmıştır. Onda
en çok Nizami ile Hatıfi’nin etkisi görülür. Değişik motifler de
vardır. “ Eşref-i saat” , Lârendeli Hamdi’nin eserinde önemli
yer alır. Mecnun’un babası uğursuz bir saatte Leylâ’yı istemeğe
gittiği için teklifi reddedilir.
Salih, Hatıfi’nin eserini sayfa sayfa takibetmiştir. Kan
motifi onun eserinde de yer alır.
Halife, Nizami, Husrev, Cami ve Hatıfi’nin eserlerini takibet-
tiği gibi, Fuzuli’niiı eserinden de faydalanmıştır. Eserde görülen
gazeller, Fuzuli’nin mesnevisindeki gazellere birer naziredir.
Yuva ve kan motifi onda da vardır. Onun eserinde de Mecnun’un
babası Leylâ’yı istemeğe uğursuz saatte gittiği için tekhfi red­
dedilir.
Atayi, hepsinden faydalanmış, aldığı motifleri değiştirmiştir.
Yuva motifi onda da görülür. Atayi Mecnun’u tamamiyle kaderin
esiri gösterir.
Faizi’nin eseri küçük bir bölümden ibaret olduğu için, et­
kiler belli değildir.
Örfi, Nizami, Cami ve Hatifi’ den faydalanmakla birlikte,
bu eserlerdeki moitiflerin çoğunu atmış, böylece küçük bir eser
meydana getirmiştir.
Andelib, bir halk hikâyesi haline soktuğu eserinde büyük
üstadların, Türk şairlerinden de Nevai ile Fuzuli’nin etkileri gö­
rülür. Eski görenekler onda daha kuvvetle yaşar.
Nakâm, esas olarak Nizami’yi almış, Cami’den de fayda­
lanmıştır. Onda Husrev ile Hatıfi’nin etkileri görülmez. O, Nizami’ -
deki motiflerin bazılarını almamış, bazılarını da değiştirmiştir.
Türk şairlerinin eserlerinde tip ve karakter değişikliği pek
yoktur. Mecnun, Nizami’nin çizdiği yolda tasvir edilmekle bir­
TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN 379

likte, aradaki aşkın, “ mecazi” değil, gerçek olduğu düşüncesi


üzerinde ısrarla durulmuştur. İkiliğin ortadan kalktığı, senliğin ve
benliğin kalmadığı, iki vucudun bir olduğu Mecnun’a her fırsatta
söyletilir. Mecnun’un erişmek istediği Leylâ’ değil mevlâdır.
Gülşehri şöyle söylüyor :
Mecnûnun istediği Mevlâyidi
Dek arada vâsıta Leylâyidi
Örfi de Mecnun’ a şöyle söyletir :
Yüri Leylâ ki ben Mevlâyi buldum
Ararken katrayı deryayı buldum
Bazılarmda Mecnun bir ermiş olarak tasvir edilir. O, zaman
zaman kerametler de gösterir.
Buna karşılık Leylâ’yı biraz daha canlı ve hareketli olarak
tasvir edenler, hattâ alaycı, kayıtsız, yahut hercai gösterenler de
vardır. Hele Atayi’ de Leylâ, çekilemiyecek derecede ukalâ görünür.
Bazıları, Nizami’nin eserine sonradan eklemeler yapan şaire
uyarak, Leylâ’yı o kadar istekli gösterirler ki, bu hal belirtmek
istedikleri İlâhî aşkla bir türlü bağdaşamaz. Bununla birlikte,
hemen hepsi de, değişik ifadelerle Şahidi’nin şu beyitlerini tek­
rarlamaktan kendilerini alamamışlardır :
Hakikat dür degüldür bu mecazi
Mecaz olmaz bu resme ‘ ışk-bâzî
Bularım şür-ı 'ışkı biğarazdur
Caraz nefsâni şehvetden marazdur
Mecnun ile Leylâ’nın anaları ve babaları hiç değişmez.
Nevfel’in rolü ya Nizami’ de, ya da Hatıfi’de tasvir edildiği
gibidir. Onu yalnız Nevai çok değiştirmiştir. Örfi ise Nevfel’i
atnuş, iki kabileyi doğrudan doğruya karşılaştırmıştır.
tbn-i Selâm da hep kendi rolünü oynar. Sonunda ya kederin­
den ölür, yahut ta Leylâ’yı boşar. Yalnız Atayi, onu sinik bir
tip olarak gösterir, Leylâ’nın Mecnun’u sevdiğini itiraf etmesi
üzerine: “ Gel kardeş gibi yaşıyalım” der. Ayrıca gidip Mecnun’la
da dost olmak ister.
Mecnun’un dayısı Selim-4 Amiri ile, şiir meraklısı Selâm-ı
Bağdadi de hiç değişmiyen tipler arasındadır. Yalınız Atayi’de
Mecnun’un dayısı Zeyd’dir.
380 TÜRK EDEBİYATINDA L E Y L İ VE MECNUN

Esere sonradan katılan “ Zeyd ile Zeynep ” hikâyesi ç o t be­


ğenilmiş ve birçoklan tarafından hemen olduğu gibi alınmış
olmakla birlikte, hikâyede daima bir yama olarak görülür. Fuzuli,
gerçi Zeyd’i almıştır. Fakat Zeynep efsanesini tamamiyle atarak,
onu sadece Mecnun’un bir arkadaşı olarak göstermiş, iki sevda­
lıdan birbirine haber getirip götüren bir yardımcı olarak kullan­
mıştır. Andelib’de Zeyd, Mecnun’un okuldaki kalfasıdır. Bi-
hişti’ de de Zeyd’in rolünü Şerif oynar.
Zeyd’i eserlerine alanlar, bilinmiyen şaire uyarak, sonunda
ona rüya gördürürler. Leylâ ile Mecnun’un kabirleri “ hacet-geh-i
elıl-i alem olur” . Bunlar dünyaya temiz gelip temiz giden iki aşk
kahramanı olarak ün kazanırlar.
Kahramanların adları hiç değişmez. Bunların adlarını de­
ğiştiren Halife ile Hakiri’dir.
ESERE DAMGASINI V U R A N L A R ;
Birçok şairin aynı konuyu ele alması, eski edebiyatta tabiî
görünen bir haldir. Şair için konu bir araçtır. Asıl önemli olan
sanat kaygısıdır. O yeni hayal âlemi yaratmakta göstereceği
başarı ile rakiblefini geçmek ister. Konuyu ele alış, işleyiş ve deyiş
tarzı, şaire -başarı kazandırabilirse- üstünlüğü sağlar. Şüphe yok
ki burada en büyük rol dehânındır.
Leylâ ve Mecnun denince, Türk edebiyatında Fuzuh’nin
hatırlanması bundandır. Fuzuli, aynı konuyu, hemen yeni hiç
bir motif katmadığı halde o kadar ustaca işlemiş ve deyiş bakı­
mından eserine öyle bir özellik vermiştir ki, hikâye, Türk edebi­
yatında onun damgasını taşır. Ötekilerin hemen hepsi unutul­
muştur.
BÜ Y Ü K Ü STAD LAR ;
Bu konuyu işliyenlerin çoğu, eserlerinin başında, üstad
olarak Nizami’yi, Husrev’i ve Cami’yi bazıları da Nevai’yi anar­
lar. Bunda onların Hamse sahibi olmalarının payı büyüktür.
Bazıları da eserlerini Hatıfi’ye cevap olarak yazmışlar, hattâ
olduğu gibi tercüme bile etmişlerdir. Kâtibi ile Derviş Eşref hiç
anılmaz. Süheyli’yi anan yalnız Nevai’ dir. Mektebî’nin eseri çok
sürüm kazanmış, birkaç kere de basılmış olduğu halde onun adı
da eserlerde geçmez, içlerinde eski üstadları hiç anmıyanlar
da vardır.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 381

M ESN EVİLERİN A D L A R I :
Çift âşık kahramanlı hikâyelerde erkek kahramanın adı
başda gelir. “ Yusuf ve Züleyha” , “ Husrev ve Şirin” , “ Süheyl ve
Nevhahar” , “ Vamık ve Azra” gibi. Ancak birkaçında kadın kah­
ramanın adı başa getirilmiştir. “ Gül ve Hürmüz” gibi. Bunda
söyleniş kolaylığının etkisi olsa gerektir.
Leylâ ile Mecnun kıssası da Arap kaynaklarında “ Mecnun
ve Leylâ” olarak geçer. Hattâ divanlarda “ Mecnunu Leylâ”
olarak tamlama halinde geçer ki, “ Leylâ’nın mecnun’ u” anlamına
gelir-
Nizami bunu değiştirmiş, Arabın “ Leylâ’sını Farsçalaştırıp
“ Leyli” yaparak eserine Leylî vü Mecnun adını vermiştir . Fars
şairlerinin hemen hepsi, Nizami’ye uyarak eserlerine Leylî vü
Mecnun adını koymuşlardır. Yalnız Husrev’in eserinin adı M ec­
nun u Leyli dİT. Nami de Husrev’e uyarak eserini Mecnun u Leylî
diye adlandırmıştır.
Türk şairlerinden Nevai ile Hamdi eserlerini Mecnun u Leylî,
ötekiler de Leylî vü Mecnun olarak adlandırmışlardır. “ Leylî
vü Mecnun” gitgide “ Leylâ vü Mecnun” olarak yerleşmiştir.
Eserlerine ayrı ad verenler de vardır. Meselâ Şu’le-i Isfahanî’-
nin eserinin adı Çâh-ı visal, Şahidî’nin eserinin adı da Gülşen-î
uşşafe’ dır. Ethe, India Office kitaplığındaki müellifi bilinmiyen
bir Leylâ ve Mecnun mesnevisinin asıl adının Mihrü Vefa olması
gerektiğini, içinde bu kelimelerin geçtiği beyte dayanarak kay­
dederse de, bence son mısradaki “ mihr ü vefa” kelimeleri söz­
lükteki anlamıyladır.
M ESN EVİLERİN V E ZİN LE R İ :
Nizami mesnevisi için “ mef’ûlü mefâilün faûlun” veznini
seçmiştir. Hindu’ dan başka bütün Fars şairleri aynı vezni kullan­
mışlardır. Yalınız Hindu eseri için “ mefâîlün mefâilün faulün”
veznini tercih etmiştir.
Türk şairlerinin çoğu vezinde Nizami’ye uymuştur. Yalnız
Şahidi, Hamdullah Hamdi, Ahmed Rızvan, Lârendeli Hamdi,
örfî, Nakâm “ mefâîlün mefâîlün faûlün” , Salih “ feilâtün mefâilün
fa’lün” , Hakirî ile Atayı ise “ fâilâtün fâilâtün fâilün” veznini
kullanmışlardır.
382 T Ü R K E D E B İY A T IN D A LEYLÂ VE MECNUN

Arap kaynaklarından en çok faydalanan şairler, Fars edebi­


yatında Cami ile Mektebi, Türk edebiyatında da Nevai ile Bi-
hişti ve Atayî’ dir. Ötekilerde Nizamî’nin izleri daha çok görüjür.
H ÎK A Y E Y Î kalem e a lan lar :
Nizamî’den sonra bu konuyu işliyen Emir Husrev’ dir. Şair
mesnevisini H. 968 = M. 1299 da Nizamî’den 111 yıl sonra kaleme
almıştır.
Türk edebiyatında Gülşehrî’nin H. 713= M . 1313 de yazdığı
Mantıku-t-tayrhndaki 79 beyitlik hikâye ile. Âşık Pş. nın H.
730=M. 1329 da tamamladığı Garib-namedeki 30 beyitlik hikâye,
tarih sırasiyle bunlardan sonra gelir.
Nizamî ile Emir Husrev’in mesnevisini. Iran edebiyatında
Kâtibî ile Derviş Eşref’in eserleri takibeder.
Bundan sonra, Türk edebiyatında bu konuyu ilk defa manzum
hikâye olarak işliyen Edirneli Şahidî’nin eseri gelir.
tran edebiyatında Süheylî ile Camî’nin, Türk edebiyatında
da Nevaî’nin eserleri, Şahidi’nin eserinden sonradır. Bu üç
şair eserini H. 8 8 9 = M. 1484 de aynı yıl içinde yazmıştır.
Leylâ ve Mecnun mesnevisini kaleme alan Fars ve Türk
şairleri, çağlarına göre şöylece sıralanabilir;
FARSÇA Y A Z A N L A R ;
X II. yüzyıl; Genceli Nizamî.
X III. yüzyıl: Emir Husrev-i Dehlevî.
XV. yüzyıl: Kâtibî, Derviş Eşref, Süheylî, Camî, Mektebî,
Hatifî, Misalî-i Kâşanî, Hâce Imâd-ı Lârî.
XVI. yüzyıl: Kutbü’d-din Emir Hac, Hilalî-i Esterâbâdî,
Âhî-i Meshedî, Zamiri, Kasım-ı Günâbâdî, Mevcî, Rehaî, Senaî
Hüseyin, Nüvidî, Derviş Mehmed Ali Giylânî, Sahm-i Türkmanî,
Maksud Bey, Itâbî Hüseyin Beyg, Saîdî Zeynü’d-din Habuşanî,
Hâce Hidayetu’llah Râî, Sarfî-i Kişmirî, Hakim Şifaî.
X V II. yüzyıl: Ruhu’l-Emin-i Isfahanî, Ebü’l-Berekat Münir-i
Lâhurî, Hindu, Nâmî-i Safavî, Kâşif-i Şirazî, Tecellî, Seyyid
Haşan B. Fethu’llah, Molla Murad B. Mirza Can, Mülhem, Şu’le-i
Isfahanı, Fevkî-i Yezdî.
X V III. yüzyıl : Nâmî Muhammed Sadık Musevî, Mehdî
Beyg.
TÜRK EDEBİYATINDA LEYLÂ VE MECNUN 383

X IX . yüzyıl; Saba-i Kâşanî, Nasibî Mirza Muhammed Han,


Seyyid Muhammed Nâsır Han Bahadır.
Esirî, Mecnun-ı Çep-nüvis (çağları belli değil).

TÜRKÇE Y A Z A N L A R :

XV. yüzyıl: Şahidi, Nevaî, Bihiştî, Hamdu’llah Hamdi,


Ahmed Rızvan, Hayatî, Necati, Çakerî Sinan.
XVI. yüzyıl: Hayalî Abdü’l-Vahab, Sevdayî, Hakiri, Fuzulî,
Arif Fethu’llah, Kadimî, Halilî, Lârendeli Hamdi, Salih, Hahfe,
Kireçcizade Sinan, Mahvı İdris, Muhyî, Atayî, Zamiri.
X VII. yüzyıl: Faizi, R ıf’atî Abdü’l-Hay.
XVIII. yüzyıl: Örfî Mehmud Ağa, Andelip.
X IX . yüzyıl: Nâkâm.
Büsbütün şüpheli olanlar listeye alınmamıştır.
YAZARIN BASILMIŞ ESERLERİ

Acılar, roman, “ eski harflerle” , İstanbul, 1928; tükenmiştir.


Felsefe ve İçtimaiyat, dergi, “ eski ve yeni harflerle” , İstanbul,
1927-1930; tükenmiştir.
Edebiyat tarihi dersleri, Tanzimata kadar, İstanbul, I. basım
1932, VII. basım 1943; tükenmiştir.
Edebiyat tarihi dersleri, Tanzimat edebiyatı, İstanbul, 1934;
tükenmiştir.
Edebiyat tarihi dersleri, Servetifünun edebiyatı, İstanbul,
1938; tükenmiştir.
Maarifimiz ve M illî terbiyemiz, incelemeler, Istanbul-Emin-
önü Halkevi yayınlarından, İstanbul, 1940; tükenmiştir.
Eserler ve şahsiyetler, incelemeler ve eleştirmeler, Istanbul-
Eminönü Halkevi yayınlarından, İstanbul, 1940; tükenmiştir.
Halk kürsüsünden akisler, söylevler ve konuşmalar, Kayseri
halkevi yayınlarından, İstanbul, 1941; tükenmiştir.
Divan edebiyatı, araştırmalar ve incelemeler, I. basım, Niğde
halkevi yayınlarından, İstanbul, 1941; II. basım, İnkılap kitabevi,
İstanbul, 1943.
NabVnin Surname'si, araştırma, inceleme ve metin, İstanbul,
1944.
Profesör Ferit Kam, hayatı ve eserleri, inceleme ve metin,
İstanbul, 1946.
A tayınin Hılyetü‘’ l-efkâr‘’ ı, araştırma, inceleme ve metin,
Ankara, 1948.
Türk dilinde gelişme ve sadeleşme safhaları, araştırma, inceleme,
Ankara, 1949.
Gasavat-namclll uu Mıllaloğlu A li Bey'in Gazavat-namesi,
araştırma, inceleme ve metin, Ankara, 1956.
Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında Leylâ ve Mecnun hikâyesi,
inceleme, İş Bankası yayınlarından, Ankara, 1959.

A Y R I BASIM LAR :

 şık Paşa'nın bilinmiyen iki mesnevisi, Fakr-name ve Vasf-ı


hal, Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara, 1953.
 şık Paşa'nın bilinmiyen iki mesnevisi daha. Hikâye ve kimya
risalesi, Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara, 1954.
 şık Paşa’’ya atfedilen iki risale, Türk Dili araştırmaları
yıllığı-Belleten, Ankara, 1955.
Feyzi'nin bilinmiyen Hamse'si, Türk Dili araştiTmaları yıllığı-
Belleten, Ankara 1955.
Nevaınin Arapça sözlüğü, Türk Dili araştırmaları yıllığı-
Belleten, Ankara, 1956.
Türk edebiyatında Leylâ ve Mecnun yazan şairler, Türk Dili
araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara, 1957.
N evafye atfedilen bir eser, Muammeyat-ı Esma-i Hüsna,
Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara , 1957.
Nevaınin eserleri, Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten,
Ankara, 1957.
Nevaî adına basılmış bir eser, Jean Deny Armağanı, Türk
Dil Kurumu yayınlarından, Ankara, 1958.
NevaVye atfedilen Esma-i Hüsna Muammalarının sahibi,
Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara, 1958.
Türkiye kitaplıklarındaki Nevaî yazmaları, Türk Dili araştır­
maları yıllığı-Belleten, Ankara, 1958.

Bilinmiyen bir yazarın bilinmiyen bir eseri; Tutmacı'nın


Gül ü Husrev mesnevisi VI I I . Türk Dil Kurultayı bildirileri,
Ankara 1959.

Attar ile Tutmacı’’ nın Gül ü Husrev mesnevileri, inceleme ve


kıyaslama, Türk Dili araştırmaları yıllığı-Belleten, Ankara, 1959.
DOĞRU-YANLIŞ

Kelime ve cümle yanlışları düzeltilmiştir. Hayli imlâ yanlışları da var.


Bunlar arasında “ kapı, gidip, gelip, olmuş, boynuna,” gibi kelimeler de, eski
metinler dışında bazı kere “ kapu, gidüp, gelüp, olmış, boyum a,” şeklinde di­
zilmiş. Bunlar kolayca anlaşılacağı için ayrıca listeye almmadı. Kitabı gözden
geçirmeden önce bu düzeltmelerin yapılmasını önemle rica ederim.

Sayfa Satır Yanlış Doğru

VIII 14 kıssasası kıssası


IX 20 kataloğonda katalogunda
IX 27 Kuluğlu Kuloğlu
X 3 ötekileri ötekileri de belirtmek üzere
X 13 dsırasiyle sırasiyle
X II 2 transkrpsiyon transkripsiyon
X III 2 Heşt-bihiş Heşt-bihişt
X III 9 Hazsan Haşan
X II I 23 taracim teracim
1 12, 13,1 9 X =
2 3 Hikâyesinin Hikâyenin
2 19 müştir müştür
3 14 seslemen seslenen
11 10 n îz â m I n In NÎZÂM İ’ NÎN
14 8 peçesinde pençesinde
15 15 öldürmek öldürülmek
18 13 Mecnuıı’ u Mecnun’ un
21 1 elbiselesini elbiselerini
27 15 utanıdıncı utandm cı
29 28 vasiyeti vasiyetini
45 26 elbiselesini elbiselerini
67 2 terkrar tekrar
81 10 verecek vererek
91 17 mesnevisinde mesnevisinden
99 12 Bibloiotlıâque Bibliotlıeque
100 8 BÎO G R A FY A B ÎY O G R A F Y A
109 30 üçüncüs üçüncü
109 33 Hirşid Hurşid
Sayfa Satır Yanbş Doğru

120 18 meylemez meyi eylemez


129 20 meylemez meyi eylemez
131 29 derd-menden derd-mendem
131 29 müst-menden mü|st-mendem
142 31 Kopsa Kopsan
146 32 kalkmasının kalkmasını
148 24 eserinin eserini
154 14 ‘ izzetlile 'izzetile
164 15 Âmisi Âmiri
167 6 olmadam olmadan
179 21 kılığında kılığına
180 30 olmasın olmasun
183 25 terkrar tekrar
187 2 hamiriyile hamriyile
191 14 Mecnun Zeyd’ e haber verir Mecnun’ dan öğrenir
192 21 meftüm meftun
193 20 kvıd-aıi kodufi
194 20 İyitdi Eyitdi
212 21 K ays’dan Leylâ Kays’ tan
215 32 Gözgine Gösgine
217 31 heme hem
222 33 henüz henüz küçükken
223 4 alınmaıştır alınmıştır
224 27 olup Şirin “ olup Şirin”
225 18 Dünyeda Dünyede
231 15 serüvenin serüvenini
231 17 mişti. miştir.
233 15 süzün sözün
234 31 uykuda uykudan
235 30 îbn-i Selâm’m oğlu ile Leylâ’nın düğünü
Leylâ’uın düğünleri
240 22 Mahabbet mahabbet
244 13 Ğaryrü Cayrü
245 20 atrur artur
245 34 avTCiya avcıya
246 25-26 döker; döker; döker:
247 12 derdi derd
249 25 ğazadbur ğazabdur
251 17 rahneya rahneye
Sayfa Satır Yanlış Doğru

251 25 eyelemez eylemez


254 24 fasşâd faşşâd
256 32 ğaryrun gayrufi
257 22 geliyor gelir
265 28 yanında yanından
266 8 yardıma yardımda
267 18 Hâtifî’den H âtifî’den alınmıştır.
267 23 kaynaklarında kaynaklarda
267 26 kaynaklarında kaynaklarda
269 6 ‘aşarda ‘ aşrda
271 19 hali halin
272 14 Lâlenüfi lâlenüfi
277 6 yukdur yokdur
281 9 olurda olur da
281 27 şalsı şaldı
282 3 kaldılar kalırlar
284 33 istemişi istemesi
290 27 kızını kızının
295 24 söylerince söyleyince
297 8 kızını kızının
297 29 gemeğe gezmeğe
297 32 tercümeler de de tercümeler de
299 9 eserileri eserleri
300 31 baiarm a ba V ın a
301 11 gigeçerdi geçerdi
303 14 ah deder ah eder
303 14 okula okulda
304 9 sevicinden sevincinden
306 31 işidien işiten
308 12 bizde biz de
308 18 hazırtlattığı hazırlattığı
308 22 ağalar ağlar
309 6 yalvarırp yalvarıp
309 24 tövbe tövbe kapısına
316 19 habar haber
323 11 gidier gider
323 14 ana ona
324 25 yüzünüde yüzünde
325 3 eserin eserini
Sayfa Satır Yanlış Doğru
326 9 ta ‘ ayiin-i ta ‘ ayyün-i
329 9 beyit de beyti de
334 9 taraşından tarafından
384 20 salmcaklata salıncakta
341 34 yacsakcılar yasakçılar
347 13 şöyler söyler
356 1 işin için
357 11 fermüş ferâmüş
364 25 dolaştıklatan dolaştıktan
364 30 faydalanmamıştır faydalanmıştır
370 2 gelem gelen
372 33 Nevef Nevfel
373 3, 4, 6, 9, 13, 14 Nefel Nevfel
373 25 verdiği verdirdiği
376 30 Nefel Nevfel
377 14 eserledinde eserlerinde
378 31 Andelib Andelib’in
380 11 ehl-i alem ehl-i âlem
382 6 968 698

You might also like