Professional Documents
Culture Documents
Abdurrahman DEMİRCİ1
GIRIŞ
İnsanlık tarihinde genelde siyasi iradeler tarafından kültürel, ekonomik, aske-
ri veya dini saiklerle birçok şehir kurulmuştur. Bunlardan bazısı; kuruluş amacı,
ölçeği ve insanlığa sunduğu olanaklarla işlevselliğini perçinlemiş veya belirlenen
hedef ve şartların değişimiyle zamanla işlevselliğini kaybedip tarihsel değerini yi-
tirmiştir. Tarihte kurulan her şehir, söz konusu unsurların yanı sıra nevi şahsına
münhasır bir takım özellikleriyle de vücut bulmuştur. Her medeniyet ve onu ta-
mamlayan kültür kodları, kendi gerçekliklerinden hareketle şehirler kurmuştur.
İslam tarihinde ise Medine’ye yapılan hicret ardından Müslümanların kurumsal
bir döneme adım atmasıyla başlayan bir şehircilik yapılanmasından bahsetmek
mümkündür.
Hz. Peygamber döneminde Arap yarımadasına hitap edecek bir siyasal güce
ulaşan Müslümanlar, hilafet süreciyle birlikte tebliğ faaliyetleri sayesinde bu ege-
menliklerini yarımada dışına taşımaya başlamışlardır. Bu çaba, sürdürülen fetih
faaliyetlerinin bir zincir halkası halinde birbirini tetiklemesine neden olmuş ve ar-
tık Hicaz merkezli fetih faaliyetleri yeni bir veçheye bürünmüştür. Bunda güven-
lik, siyasi egemenlik, coğrafi şartlar, ticarî güzergâhlar gibi birçok etken belirleyici
olmuştur. Fetih dalgasının en kesif şekli aldığı Hz. Ömer dönemi, İslam’da şe-
hircilik faaliyetlerinde de önemli bir zaman dilimidir. İslam şehirciliğini tanımak
ve temel özelliklerini anlayabilmek için Hz. Ömer döneminde kurulan şehirleri,
bunların kuruluş amaçlarını, yöntemlerini ve mahiyetlerini irdelemek zaruridir.
FETIHLER VE ŞEHIRLEŞME
Cahiliye döneminde Kureyşli tüccarlar, kuzey seyahatleri esnasında Roma ve
İran şehirciliğine dair gözlemler yapma imkânı bulmuşlardı. Göçebe bir hayat tar-
zının egemen olduğu Arap yarımadasındaki kısıtlı sayıdaki şehir yaşamına kıyas-
la, bu iki medeniyetin şehir plan ve yapılanmaları oldukça ileri düzey bir mahiyet
arz etmekteydi. Çünkü her iki devletin de imparatorluk ölçeğindeki gücü ve ko-
numu, bayındırlık olanaklarını da o ölçüde etkilemekteydi.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Mardin Artuklu Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, demircia.rahman@gmail.com
- 79 -
İlahiyat Araştırmaları
- 80 -
İlahiyat Araştırmaları
- 81 -
İlahiyat Araştırmaları
garnizon şehir dönemi başlamıştı ve bunun için de fetih güzergâhıyla uyumlu bir
şekilde güneyden kuzeye doğru bir süreç takip edildi. Buna göre bölgede kurulan
garnizon şehirler sırasıyla Basra, Kûfe ve Musul’dan oluşmuştur.
BASRA
Şehrin Basra olarak isimlendirilmesi hususunda kaynaklarda birçok görüş
mevcuttur. Buna göre öne çıkan tespitler, engebeli arazi yapısı veya arazide yer
alan ve bineklerin ayaklarını yaralayan taşlıklar (el-Hamevî, trsz., s. 510), çakıl
taşı ve kara taşlardan müteşekkil bir yer olması veya toprağının yumuşak olması
(Belâzurî, 1932, s. 336) veya yolların kesiştiği bir yer olması dolayısıyla Farsça
Bisrah/çok yol isminden (Numani, 2015, s. 232) buraya Basra adı verildiği yö-
nündedir. Hicri 14 (Belâzurî, 1932, s. 341) veya hicri 16 yılında (Taberî, trsz, s.
590) bir askeri üs olarak kurulmuş olan Basra’nın coğrafi olarak bulunduğu yer,
Fırat-Dicle birleşiminin 50 km güneybatısıdır. 637 yılında Irak’ın fethinin tamam-
lanmasıyla kurulan şehir ise Übülle şehrine 25 km daha yakın bir yerdeydi (Bakır,
1992, s. 108). Zaten Farslar da burayı ordugâh olarak kullanmaktaydı (Belâzurî,
1932, s. 235; Yakut, trsz. s. 511). İşte buradaki eski yerleşim harabelerine hureybe
diyen Araplar, buraya Sa‘d b. Ebu Vakkas’ın komutanlarından Utbe b. Gazvan ön-
cülüğünde Basra garnizon şehrini kurmuşlardır (Belâzurî, 1932, s. 341).
Dönem itibariyle, evvelemirde konum belirleme ve askeri manevralar için ik-
mal oluşturma hedeflense de fetih hareketlerindeki başarı ve süreklilik nedeniyle
şehirleşmedeki yapılaşmanın da çok hızlı gerçekleştiğini söylemek gerekir. Bu ne-
denle şehir mekânı olarak seçilen bölgeler, birer ordugâh yerleşim yeri olarak işlev
görmüş ve muvakkat ikamet nedeniyle, evler başlangıçta kamıştan ibaret olarak
yapılmıştı. Çünkü Müslümanlar an itibariyle her an savaşa hazır bir asker toplu-
luk görüntüsü vermekteydi ki zaten savaşa gidince kamıştan yapılmış olan bu ev-
ler bozulup dönüşte tekrardan kurulmaktaydı (Belâzurî, 1932, s. 342). Kamıştan
ibaret bu evlerin sıradanlığı ve zamanla çıkan büyük yangınlar ardından yine basit
tarzda ancak tek katlı, azami üç odalı ve avlulu tarzda evler yapılmaya başlandı
(Taberî, trsz., s. 44). Zamanla bu yapılaşmanın kalıcılık yolunda aşama kat ettiğini
ve muhkem yapılara dönüştüğünü söylemek mümkündür.
Basra şehri, etrafında yer alan bataklıklar sebebiyle ideal bir iklime sahip ol-
masa da stratejik açıdan hayli önem arz etmekteydi. Keza ticari güzergâh üzerinde
oluşu (Mantran, 1981, s. 94), tarım arazilerine yakınlığı, ordulara sağlanacak gıda
desteği olanakları, askerlerin ihtiyacı için vazgeçilmezdi (Lewis, 1979, s. 63). Bas-
ra, Übülle liman şehrine oldukça yakındı ve burada Çin ve çevresinden gelen tica-
ri gemilerin uğradığı bir liman mevcuttu (Taberî, trsz., s. 591). Keza deniz yoluyla
gelebilecek tehlikelere karşı tedbir, buranın seçiminde bir diğer nedendi (Taberî,
- 82 -
İlahiyat Araştırmaları
KÛFE
Kûfe, hicri 17 yılı Muharrem ayında Sa’d b. Ebu Vakkas tarafından kurulmuştur
(Taberî, trsz, s. 42). Kûfe, seçilen mekânda kumların yığın oluşturması ve üst üste
toplanmasından veya burada bulunan çamur ve çakıl karışımı toprak yapısından
hareketle türetilmiş bir isimdir (Belâzurî, 1932, s. 275; İbnu’l-Fakîh, 2009, s. 200).
Irak topraklarına hâkimiyet ve doğuya doğru fetih hareketlerinin devamlılı-
ğı için Kûfe’nin tesisi elzemdi. Kûfe’nin kuruluşuna dair verilen tarihi bilgilerde
daima Basra ile öncelik-sonralık kıyaslaması yapılır. Bunun sebebi, her ikisinin
de oldukça yakın tarihlerde kurulmuş olmasıdır. Esas neden ise ikisinin de aynı
amaçlar doğrultusunda ve aynı coğrafyada tesis edilmesidir. Bu nedenle olsa ge-
rek, Philip Hitti, bu iki şehri kardeş şehir olarak niteler (Hitti, 2011, s. 225). Ya-
kut’a göre Kûfe’den altı ay önce kışlamak üzere kurulmuş olan Basra’nın (Yakut,
trsz, s. 513) rutubetli havası yanında Basra’ya göre daha merkezi, ayrıca Hicaz’a
ulaşımın çok hızlı ve rahat yapılabileceği bir güzergâh arayışı, yeni bir şehri zaruri
kılmıştır. Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın isteğiyle Müslümanlar, önce başkent Medâin şeh-
rine yerleşti ve burada bir de cami inşa edildi. Ancak şehrin rutubetli havası, ha-
şeratının çokluğu Müslüman askerlerin sağlık sorunları yaşamalarına neden oldu
(Belâzurî, 1932, s. 276). Geçici bir tedbir olarak düşünülen bu konaklama ve iskân
esnasında Sa’d, durumu halifeye rapor etti. Burada halifenin siyasi, sosyokültürel
açılardan bakış farkı ve politik yaklaşımı öne çıkmaktadır. Çünkü halife, askerin
iklim olarak rahat edebileceği, kendi coğrafyasına muvafık ve de stratejik bir yer
tespiti istemiştir. Hz. Ömer, Utbe’ye şehir arayışı için yazdığı mektupta şöyle em-
retmiştir: Sen, arkadaşlarını bir yerde topla; bu yer suya ve otlaklara yakın olsun.”
(Belâzurî, 1932, s. 341) Halifenin emri üzerine Selman ve Huzeyfe, hemen arayışa
başlamıştır. Selman; Enbar, Medâin ve Fırat’ın batı tarafından dolaşmış en son
Kûfe’nin karar verildiği yere gelip burayı beğenmiştir (Belâzurî, 1932 s. 277). Keza
Huzeyfe de Fırat’ın doğusundan dolaşarak aynı yere gelmiş ve o da burada karar
kılmıştır (Taberî, trsz., s. 41). Şehirde iskân işlerini düzenleyen kişi ise Ebu’l-Hey-
yac b. Malik idi (Taberî, trsz, s. 44).
Tarım arazilerinin merkeze akışını sağlamak yanında Anadolu ile bağlantısı,
Hindistan-Şam, İran-Hicaz kavşak noktasında olması (Cuayt, 1993, s. 70) hase-
biyle ticari hayata yön verici olma hususları da hayli önemlidir. Ayrıca Arap yarı-
- 83 -
İlahiyat Araştırmaları
madasından bölgeye geçiş güzergâhı üzerinde olması sebebiyle Kûfe için “Sahra-
dan Sevad’a açılan kapı” (Massignon, 1981, s. 70.) tanımlaması oldukça yerinde
bir tespittir. Tüm bunların yanında, kurulacak şehre yerleşecek askerlerin fetih-
lerin sürekliliği açısından yerli halktan izole, fetihlere odaklı bir hayat yaşamala-
rı zaruri idi. Massignon, tüm bu nedenleri dikkate alarak, Kûfe’nin kuruluşunun
faydalarını şu şekilde sıralamaktadır(Massignon, 1981, s. 70):
• Müslüman kültürü koruma,
• Ana vatanla hızlı ve kesintisiz ulaşım sağlama,
• Askeri açıdan hazır kıta bir konumda olma,
• Yerli halkla iç içe olmama.
• Bu noktaların hepsi, fetih ruhunu diri tutmaya destek olan hususlardır.
MUSUL
Şehrin isimlendirilmesine dair rivayetlere bakıldığında Musul; Dicle, Fırat,
Sincar arasında bir geçiş güzergâhı üzerinde bulunuyor olması veya kurucu-
su olan Mevsıl adlı hükümdardan hareketle bu adı almıştır (el-Hamevî, trsz., s.
258-259.). Makdisî’ye göre buranın eski adı Havlan olup Müslümanlar tarafından
Mevsıl olarak adlandırılmıştır (el-Makdisî, 1906, s. 138-139). Musul’un stratejik
önemi ve geçiş güzergâhı üzerinde bulunuyor oluşu burada bir garnizon şehir ku-
rulmasını zorunlu kılmaktaydı. Musul, fethedildiğinde Hıristiyan ve Yahudi hal-
kın yaşadığı bir şehirdi (Belâzurî, 1932, s. 327). Musul şehrinin fethine dair 637
veya 641 yılı olmak üzere kaynaklarda iki farklı tarih mevcuttur. Var olan şehrin
yanında Müslümanlar için yeni bir mekân tesis edip daha sonra Müslümanların
iskânını başlatarak Musul şehrini kuran Herseme b. Arfece el-Bârikî’dir (Belâzurî,
1932, s. 327). Dönem itibariyle Basra ve Kûfe’nin stratejik konumunun yanı sıra
Müslüman coğrafya üzerinden Yakut’un yaptığı coğrafi tanımlama hayli önemli-
dir. Yakut, doğunun kapısı olması hasebiyle Nişabur’u, batının kapısı olması hase-
biyle Dımaşk’ı ve her iki cihete yönelik bir geçiş yeri olması hasebiyle de Musul’u,
dünyanın üç büyük şehri arasında sayar (Yakut, trsz, , s. 258).
FUSTAT
Müslümanlar, İran cephesindeki mücadeleleriyle eş zamanlı olarak Bizans cep-
hesinde de askeri mücadelelerle hız vermişlerdi. Müslümanlar bir çöküşün eşiğine
gelmiş olan Farslar yanında gücünün zirvesinde olan Bizans ile de savaşarak fetih
faaliyetinin önemi ve bundaki kararlılıklarını göstermekteydi. Filistin fetihlerin-
den sonra elde edilen kazanımları korumak adına Mısır tarafından gelebilecek
saldırı tehlikesine dikkat çeken Amr b. el-Âs’ın Mısır’ın fethi önerisi, doğru ama
- 84 -
İlahiyat Araştırmaları
zorlu bir hedefti. Bölgenin stratejik yapısı, zirai önemi, Bizans için taşıdığı değeri
bilen Amr, bu fikrindeki gayreti ile Mısır fethine girişmiştir. Ferma, Babilonya ve
İskenderiye zaferleri ardından Bizans’ın İskenderiye’ye tekrar saldırması, bölgede
kalıcı tedbirlerin gerekliliğini öne çıkarıyordu. Sürekli sahada aktif olarak bulu-
nan Müslüman askerler adeta gezgin birlikler misali her tarafta bulundukların-
dan, bölgede yaygın olan sur şehir tarzına girişerek kendilerini koruma yoluna
gitmiyorlardı.
Sahilde yer alan İskenderiye’nin konumu ve cazibesi Amr’ı büyülemiş ve ken-
disi burada bir cami inşa etmiştir. Onun amacı buraya yerleşmekti. Ancak Sad’ın
İskenderiye’ye yerleşme isteğine rağmen güvenliği ön plana alan halife, bu tercihi
onaylamamıştır. Çünkü muhtemel bir saldırıya maruz kalma yanında Müslüman-
ların deniz gücüne sahip olmayışı, bu tercihi tehlikeli kılmaktaydı (Miquel, 1991,
s. 102)3 Ayrıca fetihten sonraki Bizans saldırısı nedeniyle Amr, İskenderiye’nin
surlarını yıkmıştır (Belâzurî, 1932, s. 223). Ancak Mısır’ın konjonktürel yapısı
ve Bizans’ın deniz gücü nedeniyle buraya deniz yoluyla saldırı ihtimali her daim
mevcuttu. Bu kararın alınmasında Kubiak’ın “Müslüman kimliğin asimilasyonu
endişesiyle hareket eden Arap elitlerin İskenderiye’de ikameti tehlikeli gördüğü”
(Kubiak, 1988, s. 61) yönündeki görüşü veya buna benzer şekilde Cuayt’ın Me-
dâin için benzer bir sorun tespiti (Cuayt, 1993, s. 67) makul olmasa gerektir. Bu
durumda Müslümanların tarihsel süreçte fethettikleri şehirlere hiç yerleşmemiş
olması gerekir ki bu da olası değildir. Neticede, Babilonya’nın fethinden sonra he-
men yanı başında 641/21 (Yakubî, trs., s. 169) yılında yeni bir şehir kurulmasına
karar verilmiştir. Kurulan şehir de Fustat olarak isimlendirilmiştir.
Fustat isminin seçilmesinde tespit edilen yerde kurulmuş olan çadırlar (İbn
Abdi’l-Hak’em, 1920, s. 68), Latince fossatium/karargâh (Becker, 1993, s. 76), tes-
pit edilen yerin hendekle çevrilmiş olması sebebiyle fossaton (Barthold, 1963, s.
23) başta olmak üzere birçok neden gösterilir. Ancak bunların içinde çadırda yuva
yapmış olan güvercinden hareketle şehrin kurulmaya karar verildiği bilgisi kay-
naklarda geçse de Kubiak bu rivayeti efsane bir kurgu (Kubiak, 1988, s. 58) olarak
niteler. Fustat, doğuda kurulan Basra ve Kûfe’ye göre daha farklı bir karakter arz
eder. Çünkü Fustat Mısır’da adeta başkent konumundaydı. Keza İran toprakla-
rında kurulan şehirlerin aksine Fustat’ın kuruluş nedeni, askeri fetihlere destek
vermekten ziyade, savunmadır (Kubiak, 1988, s. 65).4 Yukarıda da belirttiğimiz
üzere Mısır’ın fethi bile başlı başlına bir savunma girişimiydi. Bu konuda oldukça
farklı tezler öne sürülse de bu iddialar afaki niteliktedir. Örneğin Butler, Amr b.
3
Miquel, dönemin Müslüman Araplarının yabancısı oldukları muhtemel bir deniz savaşındansa çöl savaşları-
na aşina olmalarının, şehirlerin seçiminde etkili olduğunu öne sürer.
4
Müslümanların şehircilik anlayışlarında genel anlamda fetih kazanımlarının korunması ve savunma, başlıca
nedenler arasındadır.
- 85 -
İlahiyat Araştırmaları
el-Âs’ın Mısır fethi girişimini, dönemin meşhur iki komutanı olan Halid b. Ve-
lid ve Ebu Ubeyde’nin gölgesinde kalmama çabası olarak değerlendirir. Ancak
Amr’ın, Şam’ın güvenliği için Mısır’ın konumuna dikkat çekmesi de göstermek-
tedir ki henüz Farslarla yaptığı savaştan zaferle çıkmış ve ardından Şam gibi bir
toprağı Müslümanlara kaybetmiş Bizans’ın, Müslümanlara saldırı için Mısır cep-
hesini değerlendirebileceği ihtimalidir.
Mısır’ın antik kenti Memphis üzerinde kurulan şehrin, doğu-batı yönündeki
yolların kontrolü yanında, yukarı Mısır ve aşağı Mısır’a aynı anda hükmedebilen
bir noktada olması, stratejik konumunu (Kubiak, 1988, s. 60) hayli önemli kıl-
maktaydı. Dolayısıyla Fustat, konum itibariyle politik merkez özelliği ve güzergâh
itibariyle (doğu-batı, kuzey-güney) kavşak noktada bulunuyor olmasıyla (al-Say-
yad, 2011, s. 42) ön plana çıkmaktaydı. Fustat’ın kuruluşunda diğer şehirlerde ol-
duğu üzere kabile esaslı mahalle sistemi yerleşimi tercih edilmiştir. Buradaki şehir
planlamasında da merkezde mescid, daru’l-İmare ve buradan hareketle mahalle-
leri kesen yol planlaması uygulanmıştır (Yakubî, 2002, s. 169).
- 86 -
İlahiyat Araştırmaları
- 87 -
İlahiyat Araştırmaları
- 88 -
İlahiyat Araştırmaları
- 89 -
İlahiyat Araştırmaları
Dönem itibariyle oldukça sade inşa edilen şehir yapılarına muvafık bir şekilde,
mescitlerin de sade ve basit birer yapı oldukları malumdur. Bu hususta ilginç bir
anektod vali Ziyâd b. Ebîh’e atfen kaynaklarda yer alır. Emevi döneminin vali-
lerinden Ziyad, mescidin zemininde önceden var olan kumlar sebebiyle zemine
çakıl taşları döktürmüştür. Çünkü insanlar namaz kılarken ellerine yerden kaldır-
dıklarında ellerini çırparak temizlemek zorunda kalmaktaydı. Bu nedenle Ziyâd
şöyle demiştir: “Beni korkutan şey, gelecekte namazda ellerin çırpılmasının sün-
net zannedilecek olmasıdır.” (Belâzurî, 1932, s. 276)
e. Caddeler/Sokaklar: Kâbe’den hareketle geliştirilen cadde ve sokak yapım
tarzında amaç, merkez mescide kolay ulaşımdır. Ancak bu yapılırken büyük ve
küçük caddeler ve sokaklar da belirli ölçülerle düzenlenerek birbirinden farklı
yapılmıştır. Buna göre örneğin Kûfe’de, ana cadde 40 (Taberî, trsz, s. 44) veya 50
(Yakubî, trsz, s. 149), takip eden caddeler 30, ara yollar 20, sokaklar ise 7 zirâ ge-
nişlikte yapılmıştı (Taberî, trsz, s. 44). Bunda Hz. Peygamber’in şehir içinde tesis
edilecek yolların genişliğine dair tavsiyelerinin (Müslim, 1992, 1613) belirleyici
olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Hz. Peygamber, bir sokaktaki genişliğin iki bi-
neğin yan yana rahatça geçişine imkân tanıyacak ölçüde yapılmasını istemiştir.
Yapılan yol düzenlemesi ile ilk etapta merkez kurumlar etrafında kurulan ma-
hallelerin de birbirinden muntazam bir şeklide ayrılması sağlanırken, belirlenen
asgari genişlik ölçüleriyle de şehrin iç kısmında ticaret ve ulaşımda kolaylık he-
deflenmişti.
Şehirlerdeki Sosyo-Kültürel Hayata Şekil Verme
Hz. Ömer bu şehirlerde iskâna müsaade ederken dönemin fetih olanak ve
imkânlarını da hesaba katmaktaydı. Her iki yönde (doğu ve batıda) akıl almaz
zenginliklerin Müslümanların eline geçiyor olması Müslüman askerlerde büyük
bir yozlaşmaya neden olabilirdi. Nitekim Hz. Ömer, fethedilen yerlerin fatihler
arasındaki taksimi fikrine sıcak bakmamış ve Haşr suresi 7. ayetin içeriğine de
muvafakat ederek toprakların işlenmesi işini sahiplerinin ellerinde bırakmıştı. Bu
durum İslam toplumunda sosyal sınıf farkı oluşmasını da engellemiş ve devle-
tin elini güçlendirmiştir. Aynı durumu şehir iskânında da görmekteyiz. Örneğin
Kûfe ve Basra’da kamışlardan yapılan evler ve ardından çıkan yangınlar neticesin-
de kerpiçten tek katlı ve azami üç odalı ev sınırlaması, işte bu hususa işaret eder
(Belâzurî, 1932, s. 342; Taberî, trsz, s. 43-44). Aksi bir durum, fetihleri durdura-
bileceği gibi, aşırı zenginleşme, mala-mülke ve toprağa tamah etmeyi ve Müslü-
man karakterinde bir yozlaşmayı da beraberinde getirebilirdi. Hz. Ömer, oldukça
mütevazi nitelikte yapılmasını emrettiği binalarda genişlik ve yükseklik tahditleri
koyarken, Hz. Peygamber’in sünnetine riayeti kriter olarak vurgulamıştır. (Ta-
berî, trsz, s. 44). Bir başka rivayette ise ölçüyü-sınırı aşmama prensibi koyar ki
- 90 -
İlahiyat Araştırmaları
bunu da “ihtiyaç fazlası olan aşırılık” şeklinde açıklar (Taberî, trsz, s. 44). Çünkü
dönem itibariyle Mekke ve Medine’ye, fethedilen bölgelerden gelen sanatkârlar
ve mimarların inşa ettikleri yapıları halife görmekteydi. Ancak Hz. Ömer’in bu
tedbirlerinin Hodgson’un iddiası üzere asker sınıfı içinde püriten bir İslam tesisi
fikri (Hodgson, 1993, s. 152), yerinde olmasa gerektir. Çünkü toplanan askerlerin
çölden gelen desteklerden ibaret olduğu düşünüldüğünde, muhtemel yeni zen-
ginliğin bedevi kültüre sıkı sıkıya bağlı askerlerin ahlaki yapılarına zarar vereceği
aşikârdı.
Hz. Ömer’in özendirdiği fütuhat ve şehirleşme kültürü, kısa sürede yeni bir
hicret akımını başlatmıştır. Başlangıçta muvakkat yerleşim yerleri tesis ettiren ve
güvenliği ön planda tutan halife (Taberî, trsz, s. 41), zamanla yarımada dışına hic-
reti kalıcı hale getirmiştir (Durant, 2004, s. 10).5 Bu durum, bir kültür ihracına da
kapı aralamaktaydı (Lewis, 1979, s. 63). Üstelik bu göç hareketi yine kabile esasına
göre yapılmış ve yeni kurulan şehirlerde iskân kabile esasına göre yapılmıştır. Do-
layısıyla İbn Haldun’un, göçebe hayatın ihtiyaçlarına binaen tesis edilen ilk şehir-
lerin zamanla tarihsel önemlerini kaybedip yok oldukları yönündeki tespiti yer-
sizdir. Bilakis Hz. Ömer’in kurduğu şehirler kısa sürede bir cazibe merkezi haline
gelmiştir. Bunda kurucu ölçülere riayeti ve stratejik tespitleri oldukça önemlidir.
Nitekim Kûfe kurulmasından yirmi yıl sonra başkent olmuştur. Kûfe 30 yılda 100
bin, Basra ise 200 bin nüfusa ulaşabilmiştir (Michon, 1997, s. 15).
SONUÇ
Hz. Ömer, bir şehir kurucusudur. Yönetimindeki ashabı; siyasi, askeri, mima-
ri ve kültürel alanlarda istihdam ederek başta İslam toplumuna olmak üzere in-
sanlığa katkı sunmayı hedeflemiştir. Şehir kuruluşunda mutedil olma çabasını,
ganimetler içindeki bir ordunun zihnine nakşetmiştir. Emrindeki askeri erkâna
aidiyet ve sorumluluk bilinci aşılamıştır. Kurucu değer ve unsurlardan sapmadan,
insanlığa yeni şehirler hediye etmiştir. Hz. Ömer şehircilik kültürüne tamamla-
yıcı bir ruh katmıştır. Onun kurduğu şehirler İslam devletinde kurumsallaşma
faaliyetlerinin birer halkasıdır. Hz. Ömer, var olan şehirleri tahrip etmeden, yanı
başlarında yeni şehirler kurmuştur. Bu açıdan bakıldığında onun şehirciliğinde
kurucu unsurun ruhunu taşımak ve yaşamakla birlikte farklılıkların yok edilme-
diğini de görebiliriz.
Hz. Ömer, Müslüman Arab’ın kabilevi yapısında mekânsal bir dönüşüm sağ-
lamakla birlikte, oluşturduğu mahalle kültürüyle, gelenekle yeniyi birleştirmiştir.
Bu dönemde kurulan şehirlerde mescitlerle Müslümanların mekânsal bütünlüğü-
5
Will Durant, garnizon şehirlerin tesisinden hareketle Arap yarımadası dışında fethedilen yerlerde sadece
askeri birliklerin ikamet etmesinin planlandığını ama zamanla bu yasakların ihmal edildiğini söyler.
- 91 -
İlahiyat Araştırmaları
KAYNAKÇA
Bakır, A. (1992). Basra, DİA, İstanbul: 1992; (5);108-111.
Barthold, W. (1963). İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Becker, C. (1993). H., Kahire, İA, İstanbul: Meb yay., 1993; 6: 74-88.
el-Belâzurî, E. (1932), Futûhu’l-Buldan, Mısır: el-Matbaatu’l-Mısriyye.
Can, Y. (1991). İslam Şehirlerinin H. I-III(M. VII-IX.) YY. Fizikî Yapısı, Ankara: Ankara Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Cuayt, H. (1993). Kufe; Neşetu’l-Medineti’l-Arabiyyeti’l-İslamiyye, Beyrut: Daru’-Talia.
Durant, W. (2004). İslam Medeniyeti, Ankara: Elips Yay.
Hitti, Philip K. (2011). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, İstanbul: İfav.
Hodgson, M.G. S. (1993). İslam’ın Serüveni, İstanbul: İz yay.
- 92 -
İlahiyat Araştırmaları
- 93 -