You are on page 1of 16

Bölüm 6

HZ. ÖMER DÖNEMİNDE KURULAN ŞEHİRLER

Abdurrahman DEMİRCİ1

GIRIŞ
İnsanlık tarihinde genelde siyasi iradeler tarafından kültürel, ekonomik, aske-
ri veya dini saiklerle birçok şehir kurulmuştur. Bunlardan bazısı; kuruluş amacı,
ölçeği ve insanlığa sunduğu olanaklarla işlevselliğini perçinlemiş veya belirlenen
hedef ve şartların değişimiyle zamanla işlevselliğini kaybedip tarihsel değerini yi-
tirmiştir. Tarihte kurulan her şehir, söz konusu unsurların yanı sıra nevi şahsına
münhasır bir takım özellikleriyle de vücut bulmuştur. Her medeniyet ve onu ta-
mamlayan kültür kodları, kendi gerçekliklerinden hareketle şehirler kurmuştur.
İslam tarihinde ise Medine’ye yapılan hicret ardından Müslümanların kurumsal
bir döneme adım atmasıyla başlayan bir şehircilik yapılanmasından bahsetmek
mümkündür.
Hz. Peygamber döneminde Arap yarımadasına hitap edecek bir siyasal güce
ulaşan Müslümanlar, hilafet süreciyle birlikte tebliğ faaliyetleri sayesinde bu ege-
menliklerini yarımada dışına taşımaya başlamışlardır. Bu çaba, sürdürülen fetih
faaliyetlerinin bir zincir halkası halinde birbirini tetiklemesine neden olmuş ve ar-
tık Hicaz merkezli fetih faaliyetleri yeni bir veçheye bürünmüştür. Bunda güven-
lik, siyasi egemenlik, coğrafi şartlar, ticarî güzergâhlar gibi birçok etken belirleyici
olmuştur. Fetih dalgasının en kesif şekli aldığı Hz. Ömer dönemi, İslam’da şe-
hircilik faaliyetlerinde de önemli bir zaman dilimidir. İslam şehirciliğini tanımak
ve temel özelliklerini anlayabilmek için Hz. Ömer döneminde kurulan şehirleri,
bunların kuruluş amaçlarını, yöntemlerini ve mahiyetlerini irdelemek zaruridir.

FETIHLER VE ŞEHIRLEŞME
Cahiliye döneminde Kureyşli tüccarlar, kuzey seyahatleri esnasında Roma ve
İran şehirciliğine dair gözlemler yapma imkânı bulmuşlardı. Göçebe bir hayat tar-
zının egemen olduğu Arap yarımadasındaki kısıtlı sayıdaki şehir yaşamına kıyas-
la, bu iki medeniyetin şehir plan ve yapılanmaları oldukça ileri düzey bir mahiyet
arz etmekteydi. Çünkü her iki devletin de imparatorluk ölçeğindeki gücü ve ko-
numu, bayındırlık olanaklarını da o ölçüde etkilemekteydi.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Mardin Artuklu Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, demircia.rahman@gmail.com

- 79 -
İlahiyat Araştırmaları

Antik Yunan’dan beri var olan Hippodamus üretimi ızgara/dikdörtgen planla-


ma, düzenli olmasından dolayı adeta bir tarihi miras haline gelmiştir. Roma’nın
asker devlet niteliği, Yunan kültüründen devraldığı şehir mimarisine askeri öğe-
leri ve özellikle sur kültürünü eklemesine neden olmuştur. (Mazı, 2008, s. 46) Ro-
ma’da sürdürülen oldukça düzenli şehir yapılanması, yollar ve su kanalları inşa-
sı yanında, şehrin tekdüzelikten kurtarılması için merkezde sosyal yaşam alanı
olarak isimlendirebileceğimiz forum üretildi. Forum şehirde anayolların kesiştiği
yerlere inşa edilmekteydi. (Can, 1991, s. 6) Muhkem sur yapısıyla kuşatılmış Roma
şehirlerinde kavşakta/ merkezde forum, etrafında kamusal yapılar, dinsel merkez,
idari yapı, hamam, tiyatro, yargı binası yer alırdı. Kentlerin büyüdükçe hipodrom
veya amfitiyatrolarla daha zengin yapılaşmaya doğru geliştiğini söylemek müm-
kündür. (Mango, 2011, s. 70) Doğu Roma döneminde ise şehir merkezlerinde dini
açıdan yaşanan dönüşüm, bazı tapınakların kiliseye dönüştürülmesi şeklinde olsa
da zamanla ana kiliseler şehrin biraz daha uzağına inşa edildi. (Mango, 2011, s.70)
Bölgenin bir diğer siyasal gücü olan Eski İran’da ise tapınak merkezli şehir
yapısı söz konusu iken Sasanilerde ise birbirini dik kesen yol düzeniyle örülmüş,
sur yapılı ve yuvarlak formlu şehirler mevcuttu (Can, 1991, s. 6). Müslümanlar,
bu her iki siyasi gücün ve kültürün bayındırlık ve şehircilik faaliyetlerinden, ti-
cari geçmişleri sayesinde haberdardı. İslam’dan önce gözlemleri sayesinde aşina
oldukları bu planlı ve muhkem yapılı olan, ticari, siyasi ve idari birçok alanda te-
mayüz etmiş olan şehirlere, Hz. Ömer döneminde yürütülen fetihler sayesinde ar-
tık hükmetmeye başlayacaklardır. Tüm bu imkân ve olanaklara sahip birçok şehri
fethetmiş olsalar da bu dönemde Müslümanlar yeni şehirler inşa edeceklerdir.
Hz. Ebu Bekir döneminde İran’ın egemenliğindeki Hîre’nin ele geçirilmesi ve
Irak Sevad’ına nüfuz çabaları, İran’ın tepkisi ve askeri hazırlıkları, bir dizi savaşın
nedenidir. Hz. Ömer İran’ın içte yaşadığı idari sorunları bilmekteydi. Bizans ye-
nilgisinin verdiği ağır hasar ardından içteki taht kavgaları, kısa sürede tahta geçen
birçok imparator, siyasi bütünlüğünün bozulmasına, bu da askeri açıdan bir boş-
luğa sebep olabilirdi ama tüm bu etmenlere rağmen Müslümanlar sahada birçok
Fars kuvvetiyle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle Hz Ömer halife
olunca Arap yarımadasının farklı noktalarında meskûn olan kabilelere haber salıp
onları cepheye göndermek için yoğun çaba sarf etmiştir. Bu hususta yaşanan kıs-
mi gönülsüzlüğün sebepleri, hem iç hem de dış kaynaklıdır. İçte ilk defa düzenli
ordunun kurulma çalışmaları, dışta ise asker devlet olarak bilinen Sasani ve Bi-
zans imparatorluklarının heybeti, kuzey sınırındaki kabilelerden başlayıp Yemen’e
kadar, askeri faaliyetlere katılma hususunda genel bir isteksizlik oluşturmaktaydı.
Dolayısıyla ikna edilen askeri güçlerin fethin sürekliliği amacıyla sahada tutulma-
sı ve yeni kuvvetlerle desteklenmesi de netameli bir durum arz etmekteydi.

- 80 -
İlahiyat Araştırmaları

Sasani topraklarındaki genişlik, asker devlet niteliği, farklı noktalarda görülen


güçlü mukavemet, sevk edilen orduların görev bölüşümüne de sebep oluyordu.
Nitekim İran’ın kuzeyinde Ebu Ubeyd b. Mesud es-Sakafî, güneyinde ise Utbe b.
Gazvan’ın liderliğindeki ordu birliklerinin fetih faaliyetleri, bunun göstergesidir.
İşte tüm bu parçalı fetih faaliyetlerin, cepheye daha yakın bir bölgede temerküz
edecek bir çalışmayla yürütülmesi, artık zaruret arz etmekteydi. Çünkü gönderi-
len ordular, Hicaz merkezli toplanıp sevk edilen kabile mensuplarıydı. Dolayısıyla
bölgede henüz tutunamamış Müslümanlar, gezgin nitelikte diyebileceğimiz kısıtlı
sayıdaki askeri güç ve birliklerle fetih faaliyetlerini yürütmekteydi. Artık askeri
strateji açısından yeni bir döneme geçilmeliydi. Bu da askerin bölgeye yerleşerek
zaman ve mekân unsurunu ekonomik kullanması, bölgede kalıcı olduğu mesajını
vererek fetihlere devam etmesiyle mümkündü. Kaldı ki özellikle Fars cephesinde
başkentin bile ele geçirilmesiyle bunun imkânları çoktan oluşmuştu. Müslüman-
lar bölgede garnizon yerleşim yerleri kurarak, askerlerin çabuk destek almalarını
sağlamak, manevra kabiliyetini artırmak, bu sayede de bölgede kalıcılığı perçin-
lemek amacı taşımaktaydı (Ubeyd, 2013, s. 38).2 Kurulacak garnizon şehirlerin
bir diğer amacı da ele geçirilen bölgelerde evvelemirde iktidar merkezleri oluştur-
maktı (Hourani, 2012, s. 47).
Fars cephesinde göreve gelen Sa‘d b. Ebu Vakkas’ın kazandığı Kadisiye sava-
şıyla birlikte önce Medâin (16/637), ardından Hulvan, Ahvaz ve Tuster ele geçiril-
miştir. Medâin, Dicle’nin her iki yakasında kurulmuş birkaç şehrin toplamından
ibaret bir başkentti. İslam fethi esnasında Doğu Medâin bölgesi, an itibariyle siyasi
merkezdi. Burası da ele geçirilince artık bir imparatorluğun sonu gelmiş demekti.
Müslümanlar siyasal açıdan son verdikleri Sasanilerin topraklarında artık gar-
nizon şehir kurma aşamasına gelmişlerdi. Ancak fetih sürecinin devamlılığı ve
bölgede var olan Müslümanların, tarım-ziraat ve zanaattan ziyade sırf askeri faali-
yetler içinde bulunuyor olmaları, şehirlerin askeri nitelikte kurulmalarını zorunlu
kılmaktaydı. Hatta Utbe b. Ğazvan, fetihlere kış döneminde devam edilememesi-
ne rağmen bölgeden ayrılmamak ve askerlerin kışlamasını sağlamak için yer ihti-
yacını bizzat halifeye kendisi bildirmişti (Belâzurî, 1932, s. 341).
Dönem itibariyle deniz aşırı faaliyetlere girişilmemiş olması, kara kuvvetleri
sahasında yapılaşmayı getirmiştir. Bunda, Müslüman askeri birliklerin adeta gezi-
ci birer kuvvet olmasının, zaman ve güç kaybına tahammülleri olmamasının payı
büyüktür. Garnizon olarak başlamış olsa da bu dönemde kurulan şehirler planlı
askeri şehirlerdir (Sarıçam, Erşahin, 2012, s. 218). Ancak bu planlı başlangıç, söz
konusu şehirlerin zamanla sivil hayata açılmasıyla ortadan kaybolmamıştır. Artık
2
Ubeyd, İslam şehirlerinin tesisinde doğal şartlar, savunma, idari, dini, siyasi, ekonomik ve sosyal olmak
üzere birçok neden sıralar.

- 81 -
İlahiyat Araştırmaları

garnizon şehir dönemi başlamıştı ve bunun için de fetih güzergâhıyla uyumlu bir
şekilde güneyden kuzeye doğru bir süreç takip edildi. Buna göre bölgede kurulan
garnizon şehirler sırasıyla Basra, Kûfe ve Musul’dan oluşmuştur.

BASRA
Şehrin Basra olarak isimlendirilmesi hususunda kaynaklarda birçok görüş
mevcuttur. Buna göre öne çıkan tespitler, engebeli arazi yapısı veya arazide yer
alan ve bineklerin ayaklarını yaralayan taşlıklar (el-Hamevî, trsz., s. 510), çakıl
taşı ve kara taşlardan müteşekkil bir yer olması veya toprağının yumuşak olması
(Belâzurî, 1932, s. 336) veya yolların kesiştiği bir yer olması dolayısıyla Farsça
Bisrah/çok yol isminden (Numani, 2015, s. 232) buraya Basra adı verildiği yö-
nündedir. Hicri 14 (Belâzurî, 1932, s. 341) veya hicri 16 yılında (Taberî, trsz, s.
590) bir askeri üs olarak kurulmuş olan Basra’nın coğrafi olarak bulunduğu yer,
Fırat-Dicle birleşiminin 50 km güneybatısıdır. 637 yılında Irak’ın fethinin tamam-
lanmasıyla kurulan şehir ise Übülle şehrine 25 km daha yakın bir yerdeydi (Bakır,
1992, s. 108). Zaten Farslar da burayı ordugâh olarak kullanmaktaydı (Belâzurî,
1932, s. 235; Yakut, trsz. s. 511). İşte buradaki eski yerleşim harabelerine hureybe
diyen Araplar, buraya Sa‘d b. Ebu Vakkas’ın komutanlarından Utbe b. Gazvan ön-
cülüğünde Basra garnizon şehrini kurmuşlardır (Belâzurî, 1932, s. 341).
Dönem itibariyle, evvelemirde konum belirleme ve askeri manevralar için ik-
mal oluşturma hedeflense de fetih hareketlerindeki başarı ve süreklilik nedeniyle
şehirleşmedeki yapılaşmanın da çok hızlı gerçekleştiğini söylemek gerekir. Bu ne-
denle şehir mekânı olarak seçilen bölgeler, birer ordugâh yerleşim yeri olarak işlev
görmüş ve muvakkat ikamet nedeniyle, evler başlangıçta kamıştan ibaret olarak
yapılmıştı. Çünkü Müslümanlar an itibariyle her an savaşa hazır bir asker toplu-
luk görüntüsü vermekteydi ki zaten savaşa gidince kamıştan yapılmış olan bu ev-
ler bozulup dönüşte tekrardan kurulmaktaydı (Belâzurî, 1932, s. 342). Kamıştan
ibaret bu evlerin sıradanlığı ve zamanla çıkan büyük yangınlar ardından yine basit
tarzda ancak tek katlı, azami üç odalı ve avlulu tarzda evler yapılmaya başlandı
(Taberî, trsz., s. 44). Zamanla bu yapılaşmanın kalıcılık yolunda aşama kat ettiğini
ve muhkem yapılara dönüştüğünü söylemek mümkündür.
Basra şehri, etrafında yer alan bataklıklar sebebiyle ideal bir iklime sahip ol-
masa da stratejik açıdan hayli önem arz etmekteydi. Keza ticari güzergâh üzerinde
oluşu (Mantran, 1981, s. 94), tarım arazilerine yakınlığı, ordulara sağlanacak gıda
desteği olanakları, askerlerin ihtiyacı için vazgeçilmezdi (Lewis, 1979, s. 63). Bas-
ra, Übülle liman şehrine oldukça yakındı ve burada Çin ve çevresinden gelen tica-
ri gemilerin uğradığı bir liman mevcuttu (Taberî, trsz., s. 591). Keza deniz yoluyla
gelebilecek tehlikelere karşı tedbir, buranın seçiminde bir diğer nedendi (Taberî,

- 82 -
İlahiyat Araştırmaları

trsz, s. 590-591). Çünkü İran ve Hindistan topraklarından Müslümanlara yönelik


muhtemel bir saldırı için burası zayıf bir noktaydı (Numani, 2015, s. 231). Ancak
şehrin Arap yarımadasına yakınlığı, güvenlik açısından hayli önemliydi. Şehirde
iskân kararı ve yerleşimi sürecinde, cadde ve sokakları belirleyen, iskân işlerini
düzenleyen kişi ise Asım b. ed-Dülf Ebu’l-Cerbâ idi (Taberî, trsz, s. 44).

KÛFE
Kûfe, hicri 17 yılı Muharrem ayında Sa’d b. Ebu Vakkas tarafından kurulmuştur
(Taberî, trsz, s. 42). Kûfe, seçilen mekânda kumların yığın oluşturması ve üst üste
toplanmasından veya burada bulunan çamur ve çakıl karışımı toprak yapısından
hareketle türetilmiş bir isimdir (Belâzurî, 1932, s. 275; İbnu’l-Fakîh, 2009, s. 200).
Irak topraklarına hâkimiyet ve doğuya doğru fetih hareketlerinin devamlılı-
ğı için Kûfe’nin tesisi elzemdi. Kûfe’nin kuruluşuna dair verilen tarihi bilgilerde
daima Basra ile öncelik-sonralık kıyaslaması yapılır. Bunun sebebi, her ikisinin
de oldukça yakın tarihlerde kurulmuş olmasıdır. Esas neden ise ikisinin de aynı
amaçlar doğrultusunda ve aynı coğrafyada tesis edilmesidir. Bu nedenle olsa ge-
rek, Philip Hitti, bu iki şehri kardeş şehir olarak niteler (Hitti, 2011, s. 225). Ya-
kut’a göre Kûfe’den altı ay önce kışlamak üzere kurulmuş olan Basra’nın (Yakut,
trsz, s. 513) rutubetli havası yanında Basra’ya göre daha merkezi, ayrıca Hicaz’a
ulaşımın çok hızlı ve rahat yapılabileceği bir güzergâh arayışı, yeni bir şehri zaruri
kılmıştır. Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın isteğiyle Müslümanlar, önce başkent Medâin şeh-
rine yerleşti ve burada bir de cami inşa edildi. Ancak şehrin rutubetli havası, ha-
şeratının çokluğu Müslüman askerlerin sağlık sorunları yaşamalarına neden oldu
(Belâzurî, 1932, s. 276). Geçici bir tedbir olarak düşünülen bu konaklama ve iskân
esnasında Sa’d, durumu halifeye rapor etti. Burada halifenin siyasi, sosyokültürel
açılardan bakış farkı ve politik yaklaşımı öne çıkmaktadır. Çünkü halife, askerin
iklim olarak rahat edebileceği, kendi coğrafyasına muvafık ve de stratejik bir yer
tespiti istemiştir. Hz. Ömer, Utbe’ye şehir arayışı için yazdığı mektupta şöyle em-
retmiştir: Sen, arkadaşlarını bir yerde topla; bu yer suya ve otlaklara yakın olsun.”
(Belâzurî, 1932, s. 341) Halifenin emri üzerine Selman ve Huzeyfe, hemen arayışa
başlamıştır. Selman; Enbar, Medâin ve Fırat’ın batı tarafından dolaşmış en son
Kûfe’nin karar verildiği yere gelip burayı beğenmiştir (Belâzurî, 1932 s. 277). Keza
Huzeyfe de Fırat’ın doğusundan dolaşarak aynı yere gelmiş ve o da burada karar
kılmıştır (Taberî, trsz., s. 41). Şehirde iskân işlerini düzenleyen kişi ise Ebu’l-Hey-
yac b. Malik idi (Taberî, trsz, s. 44).
Tarım arazilerinin merkeze akışını sağlamak yanında Anadolu ile bağlantısı,
Hindistan-Şam, İran-Hicaz kavşak noktasında olması (Cuayt, 1993, s. 70) hase-
biyle ticari hayata yön verici olma hususları da hayli önemlidir. Ayrıca Arap yarı-

- 83 -
İlahiyat Araştırmaları

madasından bölgeye geçiş güzergâhı üzerinde olması sebebiyle Kûfe için “Sahra-
dan Sevad’a açılan kapı” (Massignon, 1981, s. 70.) tanımlaması oldukça yerinde
bir tespittir. Tüm bunların yanında, kurulacak şehre yerleşecek askerlerin fetih-
lerin sürekliliği açısından yerli halktan izole, fetihlere odaklı bir hayat yaşamala-
rı zaruri idi. Massignon, tüm bu nedenleri dikkate alarak, Kûfe’nin kuruluşunun
faydalarını şu şekilde sıralamaktadır(Massignon, 1981, s. 70):
• Müslüman kültürü koruma,
• Ana vatanla hızlı ve kesintisiz ulaşım sağlama,
• Askeri açıdan hazır kıta bir konumda olma,
• Yerli halkla iç içe olmama.
• Bu noktaların hepsi, fetih ruhunu diri tutmaya destek olan hususlardır.

MUSUL
Şehrin isimlendirilmesine dair rivayetlere bakıldığında Musul; Dicle, Fırat,
Sincar arasında bir geçiş güzergâhı üzerinde bulunuyor olması veya kurucu-
su olan Mevsıl adlı hükümdardan hareketle bu adı almıştır (el-Hamevî, trsz., s.
258-259.). Makdisî’ye göre buranın eski adı Havlan olup Müslümanlar tarafından
Mevsıl olarak adlandırılmıştır (el-Makdisî, 1906, s. 138-139). Musul’un stratejik
önemi ve geçiş güzergâhı üzerinde bulunuyor oluşu burada bir garnizon şehir ku-
rulmasını zorunlu kılmaktaydı. Musul, fethedildiğinde Hıristiyan ve Yahudi hal-
kın yaşadığı bir şehirdi (Belâzurî, 1932, s. 327). Musul şehrinin fethine dair 637
veya 641 yılı olmak üzere kaynaklarda iki farklı tarih mevcuttur. Var olan şehrin
yanında Müslümanlar için yeni bir mekân tesis edip daha sonra Müslümanların
iskânını başlatarak Musul şehrini kuran Herseme b. Arfece el-Bârikî’dir (Belâzurî,
1932, s. 327). Dönem itibariyle Basra ve Kûfe’nin stratejik konumunun yanı sıra
Müslüman coğrafya üzerinden Yakut’un yaptığı coğrafi tanımlama hayli önemli-
dir. Yakut, doğunun kapısı olması hasebiyle Nişabur’u, batının kapısı olması hase-
biyle Dımaşk’ı ve her iki cihete yönelik bir geçiş yeri olması hasebiyle de Musul’u,
dünyanın üç büyük şehri arasında sayar (Yakut, trsz, , s. 258).

FUSTAT
Müslümanlar, İran cephesindeki mücadeleleriyle eş zamanlı olarak Bizans cep-
hesinde de askeri mücadelelerle hız vermişlerdi. Müslümanlar bir çöküşün eşiğine
gelmiş olan Farslar yanında gücünün zirvesinde olan Bizans ile de savaşarak fetih
faaliyetinin önemi ve bundaki kararlılıklarını göstermekteydi. Filistin fetihlerin-
den sonra elde edilen kazanımları korumak adına Mısır tarafından gelebilecek
saldırı tehlikesine dikkat çeken Amr b. el-Âs’ın Mısır’ın fethi önerisi, doğru ama

- 84 -
İlahiyat Araştırmaları

zorlu bir hedefti. Bölgenin stratejik yapısı, zirai önemi, Bizans için taşıdığı değeri
bilen Amr, bu fikrindeki gayreti ile Mısır fethine girişmiştir. Ferma, Babilonya ve
İskenderiye zaferleri ardından Bizans’ın İskenderiye’ye tekrar saldırması, bölgede
kalıcı tedbirlerin gerekliliğini öne çıkarıyordu. Sürekli sahada aktif olarak bulu-
nan Müslüman askerler adeta gezgin birlikler misali her tarafta bulundukların-
dan, bölgede yaygın olan sur şehir tarzına girişerek kendilerini koruma yoluna
gitmiyorlardı.
Sahilde yer alan İskenderiye’nin konumu ve cazibesi Amr’ı büyülemiş ve ken-
disi burada bir cami inşa etmiştir. Onun amacı buraya yerleşmekti. Ancak Sad’ın
İskenderiye’ye yerleşme isteğine rağmen güvenliği ön plana alan halife, bu tercihi
onaylamamıştır. Çünkü muhtemel bir saldırıya maruz kalma yanında Müslüman-
ların deniz gücüne sahip olmayışı, bu tercihi tehlikeli kılmaktaydı (Miquel, 1991,
s. 102)3 Ayrıca fetihten sonraki Bizans saldırısı nedeniyle Amr, İskenderiye’nin
surlarını yıkmıştır (Belâzurî, 1932, s. 223). Ancak Mısır’ın konjonktürel yapısı
ve Bizans’ın deniz gücü nedeniyle buraya deniz yoluyla saldırı ihtimali her daim
mevcuttu. Bu kararın alınmasında Kubiak’ın “Müslüman kimliğin asimilasyonu
endişesiyle hareket eden Arap elitlerin İskenderiye’de ikameti tehlikeli gördüğü”
(Kubiak, 1988, s. 61) yönündeki görüşü veya buna benzer şekilde Cuayt’ın Me-
dâin için benzer bir sorun tespiti (Cuayt, 1993, s. 67) makul olmasa gerektir. Bu
durumda Müslümanların tarihsel süreçte fethettikleri şehirlere hiç yerleşmemiş
olması gerekir ki bu da olası değildir. Neticede, Babilonya’nın fethinden sonra he-
men yanı başında 641/21 (Yakubî, trs., s. 169) yılında yeni bir şehir kurulmasına
karar verilmiştir. Kurulan şehir de Fustat olarak isimlendirilmiştir.
Fustat isminin seçilmesinde tespit edilen yerde kurulmuş olan çadırlar (İbn
Abdi’l-Hak’em, 1920, s. 68), Latince fossatium/karargâh (Becker, 1993, s. 76), tes-
pit edilen yerin hendekle çevrilmiş olması sebebiyle fossaton (Barthold, 1963, s.
23) başta olmak üzere birçok neden gösterilir. Ancak bunların içinde çadırda yuva
yapmış olan güvercinden hareketle şehrin kurulmaya karar verildiği bilgisi kay-
naklarda geçse de Kubiak bu rivayeti efsane bir kurgu (Kubiak, 1988, s. 58) olarak
niteler. Fustat, doğuda kurulan Basra ve Kûfe’ye göre daha farklı bir karakter arz
eder. Çünkü Fustat Mısır’da adeta başkent konumundaydı. Keza İran toprakla-
rında kurulan şehirlerin aksine Fustat’ın kuruluş nedeni, askeri fetihlere destek
vermekten ziyade, savunmadır (Kubiak, 1988, s. 65).4 Yukarıda da belirttiğimiz
üzere Mısır’ın fethi bile başlı başlına bir savunma girişimiydi. Bu konuda oldukça
farklı tezler öne sürülse de bu iddialar afaki niteliktedir. Örneğin Butler, Amr b.
3
Miquel, dönemin Müslüman Araplarının yabancısı oldukları muhtemel bir deniz savaşındansa çöl savaşları-
na aşina olmalarının, şehirlerin seçiminde etkili olduğunu öne sürer.
4
Müslümanların şehircilik anlayışlarında genel anlamda fetih kazanımlarının korunması ve savunma, başlıca
nedenler arasındadır.

- 85 -
İlahiyat Araştırmaları

el-Âs’ın Mısır fethi girişimini, dönemin meşhur iki komutanı olan Halid b. Ve-
lid ve Ebu Ubeyde’nin gölgesinde kalmama çabası olarak değerlendirir. Ancak
Amr’ın, Şam’ın güvenliği için Mısır’ın konumuna dikkat çekmesi de göstermek-
tedir ki henüz Farslarla yaptığı savaştan zaferle çıkmış ve ardından Şam gibi bir
toprağı Müslümanlara kaybetmiş Bizans’ın, Müslümanlara saldırı için Mısır cep-
hesini değerlendirebileceği ihtimalidir.
Mısır’ın antik kenti Memphis üzerinde kurulan şehrin, doğu-batı yönündeki
yolların kontrolü yanında, yukarı Mısır ve aşağı Mısır’a aynı anda hükmedebilen
bir noktada olması, stratejik konumunu (Kubiak, 1988, s. 60) hayli önemli kıl-
maktaydı. Dolayısıyla Fustat, konum itibariyle politik merkez özelliği ve güzergâh
itibariyle (doğu-batı, kuzey-güney) kavşak noktada bulunuyor olmasıyla (al-Say-
yad, 2011, s. 42) ön plana çıkmaktaydı. Fustat’ın kuruluşunda diğer şehirlerde ol-
duğu üzere kabile esaslı mahalle sistemi yerleşimi tercih edilmiştir. Buradaki şehir
planlamasında da merkezde mescid, daru’l-İmare ve buradan hareketle mahalle-
leri kesen yol planlaması uygulanmıştır (Yakubî, 2002, s. 169).

KURULAN ŞEHIRLERIN ORTAK YANLARI


Müslümanlar kurdukları ilk şehirlerde doğal şartların bir getirisi olan muhkem
ortam veya çevreden ziyade, fazladan bir güvenlik arayışında bulunmamışlardır.
Zaten kurulan şehirler içinde en muhkem olanı Fustat idi. Bu muhkemlik, tıpkı
Medine gibi şehrin doğal çevresiyle ilgilidir. Çünkü Fustat’ın batısında Nil, doğu-
sunda Mukattam dağı yer almakta olup sadece kuzeyinde yer alan Babilon surları
şehre fazladan bir avantaj sağlamaktaydı. Güvenliği ve muhkemliği öncelemeyen
ilk şehircilik anlayışı bu yönüyle Müslüman tarihçi ve sosyologlar tarafından eleş-
tiriye tabi tutulmuştur. İbn Haldun Müslümanların şehircilik uygulamalarını ele
alırken ideal şehirciliğe işaret eder ve düşülen hataları bir bir anlatır. Buna göre;
güvenlik, sağlık, maddi kaynaklara ulaşım, beslenme, hayvancılık gibi noktala-
ra vurgu yapan İbn Haldun, Müslümanların güvenlik noktasındaki zayıflıklarına
dikkat çeker. Çünkü bu dönemde kurulan şehirler, surlardan yoksundur. Bu du-
rum güvenlik açısından bir risk olmakla birlikte her an intikal halinde olan ve fe-
tih canlılığını yaşayan Müslüman askerlerin genelde savunma zihniyeti ile hareket
etmemiş olmaları, elde edilen askeri başarılar ve fetih ruhunu canlı tutmalarından
kaynaklanmaktadır. Cîze gibi istisnai durumdaki bazı şehirlere güvenlik nedeniy-
le kale inşa etseler (Abdilhakem, 1920, s. 128-129) de Müslümanlar bunu genel
bir uygulama ve politika haline getirmemiştir. Muhkem kale ve surlarla kuşatılmış
şehirler kurmayan (İbn Haldun, 1970, s. 238) Müslümanlar, göçebe geçmişleriyle
yine İbn Haldun’a göre cesur ve her an teyakkuzda olmalarıyla şecaatin temsilci-
leriydi (İbn Haldun, 1970, s. 331). Müslümanların dönem itibariyle dikkate al-

- 86 -
İlahiyat Araştırmaları

dıkları yegâne güvenlik tedbiri, merkezle hızlı ve kesintisiz karayolu bağıdır. Bu


da muhtemel bir risk anında merkeze ricatin kolaylığı amacı taşır (Lewis, 1979,
s. 62-63). Tüm kararlar Hodgson’un deyimiyle olası bir ricat durumunu hesaba
katan planlamalar neticesinde alınmıştır (Hodgson, 1993, s. 151).
Müslümanlar kurdukları ilk şehirlerde izole bir mimariyle, güvenliğin mer-
kezde olduğu bir yaşam alanı tesis etmeyi değil bilakis dinin, idarenin, ticaret ve
ulaşımın bütüncül olarak hayatın merkezinde yer aldığı bir tarzı benimsemiş-
lerdir. Şüphesiz bu hususta geçmişlerinde önemli örnekler mevcuttu. Nitekim
Ya‘kubi, Kûfe’nin kuruluşundan bahsederken, uygulanan planı, “Arap planı” ola-
rak adlandırır (Ya‘kubî, trsz, s.146). Mekke şehrinin mabet merkezli, merkezden
çevreye genişleyen dairesel yapılı mimarisinin, İslam mimarisinin çekirdeğini
oluşturduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Mekke’de mabed (Kâbe), idare
(Daru’n-Nedve) ve çarşı (Safa-Merve yanında uzayıp giden satış yerleri) unsur-
ları birbirine çok yakın ve belirgindi. Hicret ardından yerleşilen Yesrib ise fark-
lı dini yapıların hayat sürdüğü, tarım beldesi olması hasebiyle mahalle mahalle/
öbek öbek kurulmuş bir tarım şehriydi. Hicretle birlikte Medine veya Taybe ola-
rak isimlendirilen şehri Hz. Peygamber şekillendirmişti. Yahudilerin Utûm de-
nen kale içi yapılarına karşın kaleden azade, merkezinde mescide, bitişiğinde Hz.
Peygamber’in evine /idareye, beytu’l-mal ve pazarlara yer verilmiştir. Hz. Pey-
gamberin tesis ettiği bu yeni tarzda, önce muhacir Müslümanların, ardından tüm
Medine halkının konumlandığı, merkezinde dini, idari, ticari yapıların olduğu
bir Medine oluşmuştur. Medine’de mahallelerde kurulan bireysel mescitler yanın-
da merkezi mescit, Mescidi Nebevi’dir. Ordu burada hazırlanır, toplantı, resmi
görüşme, karşılama-uğurlama burada gerçekleşirdi. Beytülmal ise mescidin üst
katında yapılmış bir odadan ibaretti.
İşte tüm bu örneklerden hareketle Müslümanlar tesis ettikleri yeni şehirlerde
mescid, idare binası, içinde çarşının yer aldığı meydan olmak üzere kendilerine
has bir mimari tarz geliştirmişlerdir ki bu tarz zamanla Müslüman şehirciliğinde
model haline gelmiştir. Barthold, kurulan şehirlerin tarzını Arap örfü ile yerel
kültürlerin karışımı olarak niteler (Barthold, 1963, s. 22). Sarıçam bu yapılaşmayı,
kültürel/dini, yönetim ve ekonomik olmak üzere üç merkeze ayırır (Sarıçam &
Erşahin, 2012, s. 219). Şimdi bu unsurların mahiyeti ve oluşumunu sırasıyla ele
alalım:
Evler: İlk kurulan şehir olan Basra’da garnizon şehrin bir gereği olarak evler
muvakkat nitelikte ve kamıştandı. Öyle ki savaş esnasında sökülüp demetlenen
kamışlar, savaş dönüşü tekrar kullanılırdı (Belâzurî, 1932, s. 342). Savaş ve saldırı
tehditlerinin ortadan kalkması ardından yerleşik hayata geçilmiş, halifenin izniyle
azami üç odalı ve tek katlı evler yapılmaya başlanmıştır (Taberî, trsz, s. 44).

- 87 -
İlahiyat Araştırmaları

a. Beytülmal: Devlet hazinesi binası, İslam devletinin şekillendiği ilk andan


itibaren somut olarak mevcuttu. Bu durum fetihlerle kurulan yeni şehirlerin ima-
rında da varlığını korudu ve daru’l- imarelerin içinde veya mescide bitişik olarak
bina edildi. Çünkü süreklilik arz eden fetihlerden elde dilen gelirlerin çokluğu,
beytülmalin varlığını gerekli kıldığı gibi kamunun hakkını himaye altına almak
amacıyla beytülmalin güvenlik sebebiyle idare binasına veya mescide yakın ol-
ması da zorunluluk arz etmekteydi. Örneğin Kûfe’de beytülmalin soyulması sebe-
biyle sonradan beytülmal mescide bitişik olarak yeniden imar edilmiştir (Taberî,
trsz, s. 46). Bunda temel neden, mescidin sürekli göz önünde olması durumudur.
Fustat’taki beytülmal Amr camii içinde bina edilmişti.
b. Daru’l-imare: Daru’l-İmare, bir yönetim binası olmakla birlikte bazı
kaynaklarda burası bir saray olarak da adlandırılır (Belâzurî, 1932, s. 277). Baş-
langıç itibariyle bu isimlendirmenin, tesis edilen yönetim binasıyla uyuşmadığı
bir gerçektir. Çünkü mescidlerin bile oldukça sade bir yapıya sahip olduğu za-
manda devlet binasının ihtişam içinde olması düşünülemezdi. Hatta bu hususta
Kûfe valisi Sa‘d b. Ebû Vakkas’ın daru’l-imare binasına bir kapı yaptırıp halkla
arasına mesafe koyması bir şikâyet konusu olmuş ve halife Hz. Ömer bu kapının
yakılması emrini vermiştir (Belâzurî, 1932, s. 277). Sa‘d’ın bu girişimi tıpkı Mısır
fatihi Amr misali, fethedilen topraklardaki kültür ve olanaklardan etkilenmesinin
bir sonucudur (Hitti, 2011, s. 225). Ancak devreye giren halifenin emri ve karar-
lılığı fethin sürekliliğinin teminatı olmuştur. Bu denli şeffaf ve halkla iç içe bir yö-
netim anlayışının olduğu yerde yapılaşmanın da muhkemliğinden bahsedilemez.
Yapılan daru’l-imareler de başlangıçta kamıştan müteşekkildi (Taberî, trsz, s. 43).
Ancak kaynaklarda yer alan kavramlardan hareketle, bu isimlendirmenin yapıl-
dığını görmekteyiz. Örneğin Yakubî, Kûfe’nin kuruluşunda halife Ömer’in şehrin
merkezinde saray inşa edilmesini ve yolların bu sarayı merkeze almak şartıyla
yapılmalarını emrettiğini aktarır (Yakubi, el-Buldan, trsz., s. 149). Valinin yöne-
tim binası olarak adlandırabileceğimiz darul-imareler, din işleri yanında devlet
işlerinin de bir arada oluşunu göstermektedir. Bu durum bir anlamda din-dünya
birlikteliğinin remzi niteliği taşır (Söylemez, 2010, s. 44). Yönetim binası Medi-
ne’den farklı olarak Basra (Belâzurî, 1932, s. 341) ve Kûfe’de müstakil olarak tesis
edilmiştir. Fustat’ta ise daru’l-imare, mescidin kıble cephesine oldukça yakın bir
şekilde imar edilmiştir.
c. Çarşı: Başta Medine, Basra, Kûfe ve Fustat olmak üzere kurulan her şe-
hirde çarşı alanı için müstakil ve merkezde bir yer ayrılmıştır. Başlangıçta çarşılar
merkezi mescide çok yakın bir konumda tutulmuştur. Zamanla çarşıların genişli-
ği ve özellikle sayı ve çeşit olarak artışı, batı dünyasında da dikkat çeken ve övülen
bir husustur. Öyle ki sırf bu nedenle İslam medeniyetini bir ticaret medeniyeti

- 88 -
İlahiyat Araştırmaları

olarak görenler olmuştur. Çarşı-mabed bütünlüğü, maddi-manevi hayatın birlik-


teliğine bir işaret ve delildir. Çarşı, aynı zamanda Müslüman- gayrimüslim, her
kesimden insanın ortak buluşma, kaynaşma ve etkileşim alanıdır. Çarşı mescidin
hemen yanında olmakla birlikte bağımsız bir yapıdır. Hatta o derece ki şehrin
merkezinde yer almasından ötürü İslam şehirciliğinin mescidle birlikte başlıca ilk
iki mekânından birisidir. Hişam Cuayt, zamanla merkezden uzakta hatta çöllerde
dahi kasır ve saraylar yapılmasını buna delil olarak gösterir (Cuayt, 2005, s.112).
Müslümanların Medine’de karşılaştıkları Yahudi Pazar anlayışının olmazsa ol-
mazı olan tekelleşmeyi kırma çabaları malumdur. İşte yeni kurulan şehirlerde de
pazar anlayışı, tekelleşmenin önüne geçen bir mantık taşıyordu. Müslümanların
tıpkı mescitlerinde olduğu gibi pazarlarında da mekân seçimi yoktu. Ancak ticari
alanların egemen kültürün temerküz ettiği cami etrafında kurulması da mani-
dardır. Bunda dini anlayışı hayatın içine dahil etme ve bütünlük arz etme amacı
güdülmüştür.
d. Mescid: İslam’dan önce bölgede var olan Roma veya Bizans mimarisi-
ne baktığımızda merkezde forumun yer aldığını görürüz. Izgara modelli şehir
mimarisinde merkezde yer alan mabed ile meydan görevi gören agora, hayatın
merkezi vazifesi görmesi için değil, muhtemel bir saldırıda burada toplanabilmek
ve korunmak için yapılmıştır. Mabet merkezli şehir planlamasının ise eski Mısır,
Bizans ve eski İran’da var olduğunu (Can, 1991, s. 17), Arap kültüründe de bu
anlayışın mevcut olduğunu söylemek mümkündür. İslam şehirciliğinde merkezde
yer verilen mescit anlayışında ise mabede kolay ve rahat ulaşım hedeflenmiştir.
Burada rol model konum olarak Kâbe, tarz olarak ise Mescid-i Nebevi alınmıştır.
Mescidin toplu namaz sebebiyle her Müslüman için ulaşılabilecek bir konum-
da olması yanında, şehre vurulan bir mühür olması hasebiyle de şehrin merkezin-
de olması kaçınılmazdır. Bu nedenle, kurulan şehirlerde yeri ilk tespit edilen ku-
rumun mescid olduğunu görmekteyiz. Başlangıçta kamıştan müteşekkil, zamanla
kerpiçten yapılarak daha sağlam hale getirilen mescitlerin ön kısmı, önce hurma,
sonra da hasırla örtülmüştür. Önlerinde avluların da bulunduğu mescitlerin için-
de ahşap sütunlar yapılmıştır. Çatı olarak ise ağaçtan kalas destekler konulmuştur.
Örneğin ilk etapta kamışlarla yapılan Kûfe mescidi, hemen ardından Hîre hara-
belerinden getirilen malzemelerle güçlendirilmiştir. Yapılan mescitlerin Kâbe’ye
benzetilmemesine gayret sarf edilmiş, dolayısıyla tıpkı Mescid-i Nebevi misali
bunlarda da dikdörtgen tarz sürdürülmüştür.
Kûfe mescidinin sınırları basit bir şekilde tespit edilmiştir. Buna göre görevlen-
dirilen okçunun her yöne attığı oklarla mescidin alanı belirlenmiştir. İskân poli-
tikası da mescid merkeze alınarak yapılmış, örneğin Kûfe’de oklar çekilip atılmak
suretiyle Nizar ve Yemenlilerin mekânları tespit edilmiştir (Belâzurî, 1932, s. 275).

- 89 -
İlahiyat Araştırmaları

Dönem itibariyle oldukça sade inşa edilen şehir yapılarına muvafık bir şekilde,
mescitlerin de sade ve basit birer yapı oldukları malumdur. Bu hususta ilginç bir
anektod vali Ziyâd b. Ebîh’e atfen kaynaklarda yer alır. Emevi döneminin vali-
lerinden Ziyad, mescidin zemininde önceden var olan kumlar sebebiyle zemine
çakıl taşları döktürmüştür. Çünkü insanlar namaz kılarken ellerine yerden kaldır-
dıklarında ellerini çırparak temizlemek zorunda kalmaktaydı. Bu nedenle Ziyâd
şöyle demiştir: “Beni korkutan şey, gelecekte namazda ellerin çırpılmasının sün-
net zannedilecek olmasıdır.” (Belâzurî, 1932, s. 276)
e. Caddeler/Sokaklar: Kâbe’den hareketle geliştirilen cadde ve sokak yapım
tarzında amaç, merkez mescide kolay ulaşımdır. Ancak bu yapılırken büyük ve
küçük caddeler ve sokaklar da belirli ölçülerle düzenlenerek birbirinden farklı
yapılmıştır. Buna göre örneğin Kûfe’de, ana cadde 40 (Taberî, trsz, s. 44) veya 50
(Yakubî, trsz, s. 149), takip eden caddeler 30, ara yollar 20, sokaklar ise 7 zirâ ge-
nişlikte yapılmıştı (Taberî, trsz, s. 44). Bunda Hz. Peygamber’in şehir içinde tesis
edilecek yolların genişliğine dair tavsiyelerinin (Müslim, 1992, 1613) belirleyici
olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Hz. Peygamber, bir sokaktaki genişliğin iki bi-
neğin yan yana rahatça geçişine imkân tanıyacak ölçüde yapılmasını istemiştir.
Yapılan yol düzenlemesi ile ilk etapta merkez kurumlar etrafında kurulan ma-
hallelerin de birbirinden muntazam bir şeklide ayrılması sağlanırken, belirlenen
asgari genişlik ölçüleriyle de şehrin iç kısmında ticaret ve ulaşımda kolaylık he-
deflenmişti.
Şehirlerdeki Sosyo-Kültürel Hayata Şekil Verme
Hz. Ömer bu şehirlerde iskâna müsaade ederken dönemin fetih olanak ve
imkânlarını da hesaba katmaktaydı. Her iki yönde (doğu ve batıda) akıl almaz
zenginliklerin Müslümanların eline geçiyor olması Müslüman askerlerde büyük
bir yozlaşmaya neden olabilirdi. Nitekim Hz. Ömer, fethedilen yerlerin fatihler
arasındaki taksimi fikrine sıcak bakmamış ve Haşr suresi 7. ayetin içeriğine de
muvafakat ederek toprakların işlenmesi işini sahiplerinin ellerinde bırakmıştı. Bu
durum İslam toplumunda sosyal sınıf farkı oluşmasını da engellemiş ve devle-
tin elini güçlendirmiştir. Aynı durumu şehir iskânında da görmekteyiz. Örneğin
Kûfe ve Basra’da kamışlardan yapılan evler ve ardından çıkan yangınlar neticesin-
de kerpiçten tek katlı ve azami üç odalı ev sınırlaması, işte bu hususa işaret eder
(Belâzurî, 1932, s. 342; Taberî, trsz, s. 43-44). Aksi bir durum, fetihleri durdura-
bileceği gibi, aşırı zenginleşme, mala-mülke ve toprağa tamah etmeyi ve Müslü-
man karakterinde bir yozlaşmayı da beraberinde getirebilirdi. Hz. Ömer, oldukça
mütevazi nitelikte yapılmasını emrettiği binalarda genişlik ve yükseklik tahditleri
koyarken, Hz. Peygamber’in sünnetine riayeti kriter olarak vurgulamıştır. (Ta-
berî, trsz, s. 44). Bir başka rivayette ise ölçüyü-sınırı aşmama prensibi koyar ki

- 90 -
İlahiyat Araştırmaları

bunu da “ihtiyaç fazlası olan aşırılık” şeklinde açıklar (Taberî, trsz, s. 44). Çünkü
dönem itibariyle Mekke ve Medine’ye, fethedilen bölgelerden gelen sanatkârlar
ve mimarların inşa ettikleri yapıları halife görmekteydi. Ancak Hz. Ömer’in bu
tedbirlerinin Hodgson’un iddiası üzere asker sınıfı içinde püriten bir İslam tesisi
fikri (Hodgson, 1993, s. 152), yerinde olmasa gerektir. Çünkü toplanan askerlerin
çölden gelen desteklerden ibaret olduğu düşünüldüğünde, muhtemel yeni zen-
ginliğin bedevi kültüre sıkı sıkıya bağlı askerlerin ahlaki yapılarına zarar vereceği
aşikârdı.
Hz. Ömer’in özendirdiği fütuhat ve şehirleşme kültürü, kısa sürede yeni bir
hicret akımını başlatmıştır. Başlangıçta muvakkat yerleşim yerleri tesis ettiren ve
güvenliği ön planda tutan halife (Taberî, trsz, s. 41), zamanla yarımada dışına hic-
reti kalıcı hale getirmiştir (Durant, 2004, s. 10).5 Bu durum, bir kültür ihracına da
kapı aralamaktaydı (Lewis, 1979, s. 63). Üstelik bu göç hareketi yine kabile esasına
göre yapılmış ve yeni kurulan şehirlerde iskân kabile esasına göre yapılmıştır. Do-
layısıyla İbn Haldun’un, göçebe hayatın ihtiyaçlarına binaen tesis edilen ilk şehir-
lerin zamanla tarihsel önemlerini kaybedip yok oldukları yönündeki tespiti yer-
sizdir. Bilakis Hz. Ömer’in kurduğu şehirler kısa sürede bir cazibe merkezi haline
gelmiştir. Bunda kurucu ölçülere riayeti ve stratejik tespitleri oldukça önemlidir.
Nitekim Kûfe kurulmasından yirmi yıl sonra başkent olmuştur. Kûfe 30 yılda 100
bin, Basra ise 200 bin nüfusa ulaşabilmiştir (Michon, 1997, s. 15).

SONUÇ
Hz. Ömer, bir şehir kurucusudur. Yönetimindeki ashabı; siyasi, askeri, mima-
ri ve kültürel alanlarda istihdam ederek başta İslam toplumuna olmak üzere in-
sanlığa katkı sunmayı hedeflemiştir. Şehir kuruluşunda mutedil olma çabasını,
ganimetler içindeki bir ordunun zihnine nakşetmiştir. Emrindeki askeri erkâna
aidiyet ve sorumluluk bilinci aşılamıştır. Kurucu değer ve unsurlardan sapmadan,
insanlığa yeni şehirler hediye etmiştir. Hz. Ömer şehircilik kültürüne tamamla-
yıcı bir ruh katmıştır. Onun kurduğu şehirler İslam devletinde kurumsallaşma
faaliyetlerinin birer halkasıdır. Hz. Ömer, var olan şehirleri tahrip etmeden, yanı
başlarında yeni şehirler kurmuştur. Bu açıdan bakıldığında onun şehirciliğinde
kurucu unsurun ruhunu taşımak ve yaşamakla birlikte farklılıkların yok edilme-
diğini de görebiliriz.
Hz. Ömer, Müslüman Arab’ın kabilevi yapısında mekânsal bir dönüşüm sağ-
lamakla birlikte, oluşturduğu mahalle kültürüyle, gelenekle yeniyi birleştirmiştir.
Bu dönemde kurulan şehirlerde mescitlerle Müslümanların mekânsal bütünlüğü-
5
Will Durant, garnizon şehirlerin tesisinden hareketle Arap yarımadası dışında fethedilen yerlerde sadece
askeri birliklerin ikamet etmesinin planlandığını ama zamanla bu yasakların ihmal edildiğini söyler.

- 91 -
İlahiyat Araştırmaları

nü hedeflerken, ticari mekânlarla da beynelmilelliği sağlanmış bu da Müslüman


şehirlerinin sosyo-ekonomik ve sosyokültürel açılardan revaç bulmasına neden
olmuştur.
Müslümanlardaki şehircilik anlayışının ilk belirleyicisi dindir. İslam’ın bir şe-
hirde doğması, bir başka şehirde kurumsallaşması, bu kurumsallaşmanın fetih
hareketliliğiyle devamlılığını sağlamıştır. Keza Hz. Peygamber’in bedevi karak-
terle mücadelesi ve onları şehirleşmenin, medeniyetin içine çekme çabaları, Hz.
Ömer döneminde adeta meyvesini vermiştir. Dolayısıyla bu anlayışın Hz. Ömer
döneminde artarak devam ettiği ve şehirleşme çabalarının siyasi-ekonomik ne-
denlerden ziyade dini motivasyondan kaynaklandığı aşikârdır. Kurulan şehirle-
re verilen biçim ve planlama bunun kanıtıdır. Keza bu şehirlerdeki yapılaşmanın
ganimet gelirlerinin en çok olduğu bir zamanda halifenin emriyle belirli şartlara
bağlanması, israftan kaçınılması, çok katlı -çok odalı yapılardan kaçınma emri,
dini kültürden başka hiç bir şeyle açıklanamaz.
Hz. Peygamber ve ardından idareciliği üstlenen Hz. Ebu Bekir dönenimde bir
askeri şehrin kurulmaması, fetih faaliyetlerin dar alanda gerçekleşmiş olmasıdır.
Fethin alanının genişlemesi ve özellikle farklı coğrafyalarda ve çok yönlü olarak
sürdürülen fetih hareketleri nedeniyle idari, askeri ve ekonomik bir takım aksak-
lıklarla karşılaşıldığından halife Ömer dönemi, fetih hareketleriyle eş güdümlü
olarak yapısal çalışmaların devreye sokulduğu bir dönemdir. Hz. Ömer, fütuhatın
bir talan yağma ve fırsatçılık olmadığını, şehirciliğiyle de ispatlamıştır.
İslam dininin şehirde doğup şehirde gelişmesi, şehre göçü özendirmesi, şehir
bina etmesi İslam tarihinde bu yönde bir kültür oluşturmuştur. Hz. Ömer dö-
neminde kurulan şehirler evvelemirde, fethedilen bölge medeniyetleriyle bir ya-
rıştan ziyade, ihtiyaç odaklıdır. Bu dönemde imha eden bir anlayıştan çok ihya
eden ve yeni şehirlerin tesisiyle insanlığa hizmet eden bir şehircilikten bahsetmek
mümkündür. Nitekim Müslümanlar fethettikleri şehirlere müdahale etmemişler
ve yanı başlarında yeni şehirler kurarak insanlığın hizmetine sunmuşlardır.

KAYNAKÇA
Bakır, A. (1992). Basra, DİA, İstanbul: 1992; (5);108-111.
Barthold, W. (1963). İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Becker, C. (1993). H., Kahire, İA, İstanbul: Meb yay., 1993; 6: 74-88.
el-Belâzurî, E. (1932), Futûhu’l-Buldan, Mısır: el-Matbaatu’l-Mısriyye.
Can, Y. (1991). İslam Şehirlerinin H. I-III(M. VII-IX.) YY. Fizikî Yapısı, Ankara: Ankara Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Cuayt, H. (1993). Kufe; Neşetu’l-Medineti’l-Arabiyyeti’l-İslamiyye, Beyrut: Daru’-Talia.
Durant, W. (2004). İslam Medeniyeti, Ankara: Elips Yay.
Hitti, Philip K. (2011). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, İstanbul: İfav.
Hodgson, M.G. S. (1993). İslam’ın Serüveni, İstanbul: İz yay.

- 92 -
İlahiyat Araştırmaları

Hourani, A. (2012). Arap Halkları Tarihi, İstanbul: İletişim Yay.


İbn Abdilhakem, E. (1920). Futûhu Mısr ve Ahbaruha, , New Haven: Yale University Press.
İbnu’l-Fakîh, Ebu A. (2009) . el-Buldân, Beyrut: Âlemu’l-Kutub.
İbn Haldun, Ebu Zeyd V. (1970). Mukaddime, İstanbul: MEB Yay.
Kubiak, Wladyslaw B. (1988). al-Fustat: its foundation and early urban development, Kahire: The
American University In Cairo Press,
Lewis, B. (1979). Tarihte Araplar, İstanbul: İstanbul Edebiyat Fakültesi Yay.
el-Makdisî, M. (1906). Ahsenu’t-Tekâsım fi Ma‘rifeti’l-Ekâlîm, Leiden: E. J. Brill.
Mango, C. (2011). Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Mantran, R. (1981). İslam’ın Yayılış Tarihi/VII-XI. Yüzyıllar, Ankara: Ankara Ü. Basımevi.
Massignon, L. (1981). Hıtatu’l-Basra ve’l-Bağdad, Beyrut: Müesssesetu’l-Arabiyye li’d-Dirâsât ve’n-
Neşr.
Mazı, F. (2008). Antik Çağda Düşüncenin Kentsel Mekâna Yansıması, Mustafa Kemal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (5), 33-48.
Michon, Jean-L. (1997) Dini Kurumlar, İslam Şehri, R. B. Serjeant (Ed.), İslam Şehri içinde (s.13-
47). İstanbul: İz Yay.
Miquel, A. (trsz). İslam ve Medeniyeti: Doğuştan Günümüze, Ankara: Birleşik Yay.
Müslim, E. (1992). Sahih, İstanbul: Çağrı Yayınları.
Numani, Ş. (2015). Bütün Yönleriyle Hz. Ömer Ve Devlet İdaresi, İstanbul: Mahya Yay.
Sarıçam, İbrahim& Seyfettin Erşahin (2012). İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara TDV Yay.
Nezar, S. (2011). Cairo: histories of a city, USA: The Belknap Press Of Harvard University Press.
Söylemez, M. (2010). Vasıt Kentini Kuruluşu Ve İlk Sakinleri Üzerine”, İslam Şehirleri Üzerine Ma-
kaleler, Çorum: Çorum Belediyesi Yay.
Taberî, M. (trsz). Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk, Mısır: Daru’l-Mearif.
Ubeyd, Taha H. (2013). el-Medinetu’l-İslamiyye, Amman: Daru’l-Fikr.
Ya‘kubî, İbn V. (trsz), Buldân, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.
Yakût el-Hamevî, Ş. (trsz). Mu‘cemu’l-Buldan, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.

- 93 -

You might also like