You are on page 1of 60

Araştırma - İnceleme Dizisi

OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA

Cevdet TURKAY
MÎLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYIN LARI: 3274
BİLİM ve KÜLTÜR ESERLERİ D İZ İSİ: 1185
Araştırma İnceleme D izisi: 81

Kitabın adı
OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA
Yayın kodu
99.34. Y.0002.1742
ISBN 975.11.1818.2
Baskı yılı
1999
Baskı adedi
5.000
Dizgi, baskı, cilt
MİLLÎ EĞİTtM BASIMEVİ

Yayımlar D airesi Başkanlığının 28,05.1999 gün ve 3424 sayılı yazıları ile


ikinci defa 5.000 adet basılmıştır.
Araştırma - İnceleme Dizisi

OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA

Cevdet TÜRKAY

İstanbul. 1999
İÇİNDEKİLER

Sayfa

Önsöz............................................................................................ .. .7

BİRİNCİ BÖLÜM

OsmanlIlarda Coğrafya Bilgisinin Mâhiyeti............................................9

İKİNCİ BÖLÜM

Osmanlılarda Coğrafyanın Asırlara Göre İncelenmesi ve


Bunun Önemi ........................................................................................11

A — XIV. a s ır ............................................................................... 15

B — XV. asır ...............................................................................21

C — XIV. a s ır ...............................................................................25

D — XVII. asır ........................................................................... 43

E — XVm. asır .............................................. ............................ 56

F — XIX. asır .......................................................................... .61

Eserin HazırlanmasındaFaydalanılan Kaynaklar ................................63


ÖNSÖZ
Büyük milletler büyük insan yetiştirirler. Askerliğin üstadı, ilmin ve sun’atuı akı­
lcı olan asîl ve soylu milletimiz, diğer ilim dalkınnda olduğu gibi, mekân bilgisi de­
diğimiz Coğrafya alanında da, milletler arası şöhretler yetiştirmiştir. Bunların başın­
da, Türk coğrafyacılarının pîri diyebileceğimiz Pîrî Reis, Şeydi Ali Reis, Kâtip Çelebi
ve Evliya Çelebi gelir. Türk milletinin sinesinden çıkardığı bu yüksek değerler, yal­
nız doğu âlemine değil, batı âlemine de büyük hizmetler etmişlerdir. Dünya coğraf­
yacılığında bu kıymetlerle övünebiliriz.
Gerçekten, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si, Seydî Ali Reis'in Kitab-ül Mulıit'i, Av-
rupalılann Hacı Kalfa diye andıkları Kâtib Çelebi’nin Cihan-nüına'sı ile Keşf-üz-zü-
nun’u, Evliya Çelebi’nin meşhur Seyahatname’si, Batı dillerine çevrilmiş ve Avrupa
coğrafyacılarına kaynak olmuştur.
Kitab-ı Bahriye ve Kitab-ül Muhit, zamanlarının eşsiz birer deniz kılavuzu idi­
ler. Ünlü Fransız kartografı d’Anville, 1748-1760 yıllarında Batı Asya haritalannı çi­
zerken, Osmanlı İmparatorluğu’na ait kısımlarda, Kâtip Çelebi’nin Cihan-nüma'sını
esas olarak almıştır. Keşf-üz-zünun, bugün dahi bütün dünya müsteşriklerine kay­
nak vazifesini görmektedir. Doğulu, Batılı her âlim, Şark yazarlan hakkında bir fikir
edinebilmek için, Keşf-üz-zünun’a başvurmak zorundadır. Alman coğrafyacı ve ori-
yantalistlerinden Prof. F. Taeschner, Evliya Çelebi için “Şark'ın Büyük Coğrafyacısı"
der. Avrupa yazarlan, haklı olarak Evliya Çelebi Seyahatnamesine büyük önem ve­
rirler.
Türk bilginlerinin yazdıktan Coğrafya eserlerinin, bu ilmin tarihî ilerleme ve
gelişmesindeki payı inkâr edilemez. Gerçekten, Osmanlı Türklerinin mekân bilgisi
konusunda kaleme aldığı eserler, XIV. asırdan Tanzimat’a, yani XIX. asra kadar Or­
taçağ Islâm ve doğu coğrafyasıyla modem coğrafya arasındaki boşluğu doldurmak­
tadır.
incelediğimiz konu tarihî coğrafya bakımından büyük önem taşımaktadır.
Eserimizin hedefi üç noktada toplanmıştır:
A- Milletimizin yetiştirdiği büyük Türk coğrafyacılarını tanıtmak ve bizde coğ­
rafya ilminin başlangıcı için kronolojik bir tarih bulmak.
B- Türk bilginlerinin diğer ilim kollarında olduğu gibi, coğrafya alanında da
Batıya kaynak vazifesini gören eserler yazdıklarının bir hakikat olduğunu örnekler­
le belirtmek.
C- Osmanlı Türkleri devrinde, coğrafya konusunda geniş ölçüde incelemeler­
de bulunmak isteyen meslektaşlarıma bir temel hazırlamak.

15 Ocak 1958 Cevdet TÜRKAY


I. BÖLÜM
OSMANLILARDA COĞRAFYA BİLGİSİNİN MÂHİYETİ
Gerek Eskiçağda ve gerekse Ortaçağda coğrafya, pek geniş bir anlam­
da bütün kâinatı tasvir ve izah eder mahiyette idi. Esasen şarkta ve Osman-
h Türklerinde ilim kelimesi, bütün beşerî marifetleri hiç ayırt etmeksizin içi­
ne alan kapsamlı bir anlam taşır. Öyle ki, sihir ve rüya tabiri bile ilim çerçe­
vesi içine giriyordu. Eski devrin pek büyük bir kısmında çevre bilgisi, iki
kısma ayrılmış bulunuyordu:
Bunlardan birincisi, Kozmoğrafya namı altında astronomik coğrafya
olup, İkincisi de, memleketleri ve halkını tarihle örülmüş bir şekilde tasvir
eden yöresel coğrafyadır. Osmanlılann coğrafya bilgileri, bilhassa XIX. asır­
dan önceki devirlerde, esas itibarıyla orta zamana ait hemen hemen eski ki­
tabî bilgi idi. Osmanlı coğrafyacılarının vazifesi, daha ziyade eskilerin coğ­
rafya eserlerini, ya doğrudan doğruya tercüme suretiyle yahut derlerhe ve
toplama şeklinde, nadiren yeni malzeme ve bilgi ekleyerek geleceğe devret­
mekten ibaretti. Dünya üzerinde ve arazide incelemeler yapmak ve bu su­
retle teorik coğrafyanın gelişmesine yardım etmek gibi faaliyetlere pek yer
verilmemişti Osmanlılann ilk devirlerine ait eserlerde, coğrafî bilgi az ve ter­
tip sistemsizdir. Daha ziyade tuhaf ve alışılmamış şeylerin tasvirine şiddetli
bir eğilim görülür. Osmanlı Türkleri, genel tasvir ve vasıflandırmalara çok
rağbet göstermişler, kozmoğrafyaya bizzat kâinatın yaratıcısından başlamış­
lar, Astronomi, mineraloji, botanik, zooloji, beşerî konular ve her türlü hu­
rafeler yanında, coğrafî bilgilere küçük bir yer vermişlerdir.
Osmanlılar, fizikî coğrafya incelemelerine pek girişmemişlerdir. Fizik
ve matematik coğrafya, onları fazla ilgilendirmemiş, daha çok yöresel coğ­
rafya ve topografya ile meşgul olmuşlardır. Zaten coğrafya ilmi ile olan mü­
nasebetleri de, Ortaçağın diğer bütün ilimlerinde olduğu gibi, her şeyden
önce naklî ve edebî bir mahiyet arz eder.
Yer bilgisi, Osmanlılara Semerkand mektebinin etkisiyle hemen hemen
kozmoğrafya ve astronomik coğrafya şeklinde matematik yoldan girmeye
başladığından, bilhassa ilk devirlere ait eserlerde, yerden ziyade göklerden
bahsedilir. Onların anlayışına göre, coğrafya, yerkürenin üzerinde ve etra­
fında olanı incelemez. Daha çok edebî ve derleme bir eser maliyetinde

9
olup, bugüne uyup uymaması göz önünde tutulmadan, eskilerden aktarılan
bilgiler, birinci derecede önem kazanır. Asıl madde, yani coğrafî konu ikin­
ci derecede kalır. Fazlasıyla eskimiş bilgiler, pek yeni devirlere kadar, böy-
lece sürüklenip gelir. Birtakım acaip hikâyeler anlatılır. Nitekim, en Orijinal
bir coğrafya eserinin yazan olan Evliya Çelebi dahi, meşhur Seyahatna-
me’sinde mübalağalı ve efsanevî bilgilere büyük yer vermiştir.

Bazan, hiçbir ilgi ve bağlantı gözetilmeksizin çok eski bilgilerin yanına


yenileri eklenir. Bu suretle Osmanlı Türklerinin olgunluk devresinde bile,
bütün coğrafî eserlerin peşinde Batlamyüs’un coğrafyası, en klâsik bir örnek
olarak yer alır. Hakikatte, Islâm Âleminde meydana getirilmiş olan coğrafî
kitaplar, Batlamyüs coğrafyası üzerine kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmed,
Batlamyüs’un klâsik coğrafyası gibi bazı eserleri aslından tercüme ettirmişti.
Batlamyüs’un eseri bütün Ortaçağ boyunca, İslâm coğrafyacılan için kaynak
vazifesini görmüş, Avrupa’dan tamamıyla yeni bir zihniyet gelip bu eski ge­
leneği ve skolastik düşünüşü temelinden sarsıncaya kadar, Osmanlılar ara­
sında tesirini muhafaza etmiştir. Meselâ, XVI. asnn sonlarında, Aşık Çelebi
tarafından kaleme alınan Menazırü’l-Avalim, Ortaçağ coğrafyasının son ve
mükemmel bir örneğidir.

Bununla beraber, eserleri birçok kere batı dillerine tercüme edilen, Av­
rupa yazarlarına rehberlik edecek mahiyette ilmî ürünler veren Osmanlı
coğrafyacılan yetişmiştir. Gerçekten, XVI. asnn büyük deniz coğrafyacılan
Piri Reis ile Seydî Ali Reis, XVII. asırda yaşamış olan Kâtip Çelebi ve Evliya
Çelebi, batı âleminin coğrafya sahasında tanıdığı ve takdir ettiği mühim şah­
siyetlerdir. Her biri kendi devrinde bir şöhret olan bu Türk coğrafyacıların­
dan ileride bahsedeceğiz.

Osmanlı yazarlarının kaleme aldıklan coğrafî eserleri başlıca üç katego­


riye ayırmak mümkündür:

Birincisi, pratik ve faydacı coğrafyaya ait olanlar ki, deniz coğrafyalan-


nı bunlara en güzel misal olarak gösterebiliriz.

İkincisi, ilmî coğrafyaya dair olanlar ki, tanıtıcı ve matematik eserlerle,


Astronomi ve Kozmoğrafya kitaplan bu kategoriye dahildir.

Nihayet üçüncü grubu da, seyahatnameler teşkil eder.

10
EL BÖLÜM

OSMANLILARDA COĞRAFYANIN ASIRLARA GÖRE

İNCELENMESİ VE BUNUN ÖNEMİ

İstanbul kütüphanelerinde yaptığım incelemeler sonucunda, Osmanlı


Türklerinden önceki devirlere ait, Arap ve Fars dilleriyle yazılmış bazı coğ­
rafi eserler tesbit ettim. Bunlar, Milâdî IX, XI, XII. ve XIII. yüzyıllarda yazıl­
mış olup, hepsi (21) adettir.
En eskisi, EBU OSMAN AMR BlN BAKR EL-CÂHIZ EL BASRÎ’nin Hicrî
255, Milâdî 868 tarihinde Arapça olarak kaleme aldığı KÎTABÜ’L-HAY-
VAN’dır. Bu eserlerin hangi kitaplıklarda bulunduğu, bundan önce yayınla­
nan “İstanbul Kütüphanelerinde OsmanlıJar Devrine Ait Türkçe-Arapça-
Farsça Yazma ve Basma Coğrafya Eserleri Bibliyografyası” adlı eserimizde
gösterilmiştir.

Osmanlılar devrinde coğrafya ilmini asır asır incelemeden evvel, genel


anlamda bu konu etrafında kısaca bilgi verelim; ondan sonra da OsmanlIla­
rın yerbilgisi sahasındaki faaliyetlerinin, coğrafyanın ilerleme tarihi bakı­
mından nasıl bir önem taşıdığını belirtmeye çalışalım.

I. Bölümde Osmanlılarda coğrafya bilgisinin mahiyetini anlatırken, yer-


bilgisinin bize Seberkand mektebinin tesiriyle astronomik coğrafya şeklinde
matematik yoldan girdiğini söylemiştik.

Burada, ilim tarihimiz bakımından çok önemli olan bir nokta var: Coğ­
rafya ilminin bizde başlangıç tarihini tespit meselesi.

Bu problemin mühim olduğu kadar güç olduğu da meydandadır. De­


ğerli ilim adamımız Adnan Adıvar’m “Osmanlı Türklerinde ilim” adlı eserin­
de dediği gibi, bir millette ilim, bir harbin ilânı, bir sulhün sağlanması, yahut
bağımsızlık gibi belli bir günde başlamadığı için, onun başlangıç tarihini tes­
pit etmek ne kolay, ne de mümkündür. Meselâ bir millet bağımsızlığa ka­
vuştuğu gün, o milletin ferdleri içerisinde âlimler bulunabileceği gibi, ilimle
uğraşan tek bir şahıs dahi olmayabilir.

Buna göre, Osmanlı Türklerinde coğrafya ilminin başlangıcı için bula­


cağımız tarih, suni olacaktır. Memleketimizde, ilk medrese Orhan Bey za­

il
martında İznik’te kurulmuş olmakla beraber, gerek Osman Gazi, gerekse
Orhan Gazi devirlerinde Osmanlı Türkiye’sinde, yalnız coğrafyaya değil,
müsbet ilimlere dair yazılmış bir esere rastlayamıyoruz.

Bizde coğrafya ilminin başlangıcı için, kronolojik bir tarih bulmak icab
eder ki, o da, şimdiye kadar yapılan incelemelere göre, Ali bin Abdurrah-
man’ın Edirne’nin yeni başkent olduğu sırada, Türkçe olarak yazdığı, “Acâ-
ibü’l-Mahlûkat” adlı eserin yazılış tarihi (yaklaşık 1365-1370) olabilir.

Gerçekten, Istanbul kütüphanelerinde bir yıldan beri şahsî çalışmam


neticesinde elde ettiğim oldukça zengin bibliyografyaya göre, Osmanlı ya­
zarlarına ait en eski coğrafî eser, budur. Önemi sebebiyle bu kitap hakkın­
da ileride ayrıntı vereceğiz.

Ali bin Abdurrahman’ın kitabından sonra, Osmanlı Türklerine ait ikinci


coğrafî ürün olarak, Kazvinî’nin meşhur “Acâibü’l-Mahlûkât"ım ilk defa
Arapçadan Türkçeye çevirerek Çelebi Sultan Mehmed’e takdim eden Rük-
neddin Ahmed’in aynı isimdeki eserini görüyoruz.

Bunu takiben, İstanbul’un fethi yılında yani 1453’te Yazıcıoğlu Ahmed


Bîcan, yine Zekeriya el-Kazvinî’den alıntı şeklinde Acâibü’l-Mahlûkât ile
Dürr-i Meknûn adlı bir orijinal eseri kaleme almıştır ki, Yazıcıoğlu’nun bu iki
kitabı, kozmoğrafya karakterindedir.
Kazvinî’nin yazdığı ve yukanda adı geçen eserler istisna edilirse; Os-
manlı Türklerinde astronomik coğrafyanın esaslan, Fethullah Şirvanî ve ün­
lü matematikçi Ali Kuşçu’nun eserleriyle başlar. XV. asırda, Fatih Sultan
Mehmed, Batlamyüs’un coğrafyasıyla bizzat meşgul olmuş, hatta emir vere­
rek Arapçaya tercüme ettirmiştir. XVI. yüzyılda, imparatorluğun sınırlan ge­
nişleyince, pratik ve faydacı coğrafya, belirli bir yön almış ve deniz coğraf­
yacılığı şeklinde, büyük bir gelişme göstermiştir ki, bu devrin deniz coğraf­
yasına dair en mükemmel eserleri, Pırî Reisin Kitab-ı Bahriye’si ile Seydî Ali
Reisin Kitâbü’l-Muhît’idir.
Yine aynı asırda, deniz coğrafyasından başka, uzak ülkeler hakkında
bilgiler veren önemli coğrafî ürünler ortaya çıkmış olup, bunlar sırasıyla
Seydî Ali Reisin Mir’âtü’l-Memalik’i, Ali Ekber’in Farsça Hıtay-nâme’si, Seli­
miye Camii muvakkiti Mustafa bin Ali’nin Tuhfetü’z-Zamân ve Hâridâtü’l-

12
Evân’ı ile tlâmü’l-îbad fi Âlâmü’l-Bilâd’ı, tarihçe Âlînin Künhü’l-Ahbâr’ı, Si-
pahîzade’nin Evzahü’l-Mesalik ilâ Ma’rifetü’l-Memalik’i, Mehmed bin Emir
el-Hasan es-Suudî’nin Tarih-i Hind-i Garbî’si, Nasûh el-Silâhî’nin Beyan-ı
Menâzil-i Sefer-i Irakeyn’i ve nihayet, Mehmet bin Ömer bin Bâyezid el-
Âşık’m Menazırü’l-Avâlim’idir.

XVII. yüzyılda çok mühim coğrafî eserler kaleme alınmıştır. Gerçekten,


Kâtip Çelebi’nin Keşfii’z-Zünûn’u ve bilhassa Cihan-nümâ’sı, büyük Türk
seyyahı Evliya Çelebi’nin Seyahatname’si, milletlerarası bir değer taşımakta­
dır. Bu asnn ikinci yansında, coğrafyada Avrupa’nın tesiri açık olarak görü­
lür. Bu tesiri aksettiren en büyük eser, Ebubekir bin Behram Dımışkî’nin Lâ­
tince’den dilimize çevirdiği Nusratü’l-îslâm ve’s-Sürur fi Terceme-i Atlas Ma-
yor adındaki 9 ciltlik kitabıdır.

XVIII. asırda batı tesiri o kadar kuvvetli olmuştur ki, hemen her sahada
yerli ürünler ortadan kalkmış gibidir. Bu devirde, çevre bilgisiyle uğraşanla­
rın gözü tamamıyla Avrupa’ya çevrilmiş bulunuyordu. r,.t

Kâtib Çelebi’nin eserleriyle Behram Dımışkî’nin Atlas-Mayor tercümesi­


nin Coğrafya ilmi üzerinde uyandırdığı ilgi, XVIII. yüzyılda da devam etmiş­
tir. Bu asırda görülen orijinal ve tercüme eserler, Mehmed Aşık Çelebî’nin,
Kâtib Çelebi’nin, Evliya Çelebi’nin eserleri derecesinde bir önem ve değer
taşımazlar. 18. asra ait orijinal eserlerin en önemlileri, İstanbul camilerinin
özellikleri ile inşa tarihlerine dair esaslı bilgiler veren, Hafız Hüseyin’in “Ha-
dikatü’l-Cevami’i, Şeyh İbrahim Hakkı’mn “Marifetname”si, Mehmed
Edib’in ayrıntılı bir yolculuk coğrafyası olan “Menâsik-i Hacc”ıdır.

Bu devrin tercüme ürünleri arasında, Osman bin Abdülmennan’ın Al-


mancadan çevirdiği “Fizikî Coğrafya”sı ile, Kayserili Petros Baronyan’ın
Fransızcadan Türkçeye tercüme ettiği "Fen-nümâ-yı Câm-ı Cem ez Fenni
Coğrafya”sı kayda değer mahiyettedir.
Nihayet, XIX. yüzyılda batının etkileri bütün şiddetiyle devam etmiş,
Avrupa kültürü daha esaslı ve devamlı müesseseler vasıtasıyla yurdumuza
girmeye başlamıştır. Bu ıslahat asrının ilk coğrafi eseri, Mahmud Raif Efen­
dinin Fransızca olarak kaleme aldığı ve Yakovaki’nin dilimize çevirdiği “İca-
letü’l Coğrafya”dır. Kitabın sonuna bir de “Cedid Atlas Tercümesi” eklen­
miştir.

13
Tanzimat devrinde, astronomik coğrafyaya dair bazı orijinal eserler gö­
rüyoruz. Bundan başka, birçok fizikî coğrafya kitaplan, bilhassa İngilizce­
den tercüme edilmiştir ki, Ömer Subhi Bey’in “Coğrafya-i Hikemî”si ile,
“Coğrafya-i Tabiî timine Esasi-i Muhtasar” adındaki eser, bunlara örnek teş­
kil eder. Son olarak, 19- asrın coğrafi eserler kadrosuna dahil edebileceği­
miz coğrafya lügatlerini söylemek icab eder. Bunların başlıcaları, Ahmed Ri-
fat Efendi’nin “Lûgat-ı Tarihiye ve Coğrafya”, Şemseddin Sami Bey’in “Kâ-
mûsü’l-Âlâm” ve Kolağası Ali Cevat’ın “Memâlik-i Osmâniyye’nin Musavver
Tarih ve Coğrafya Lügati” adlı kitaplarıdır.
Buraya kadar, coğrafya ilminin bizde başlangıç tarihini tespit etmiş ve
Osmanlı Türklerinin yerbilgisi üzerindeki çalışmalarının bir özetini vermiş
olduk. Bu faaliyetin coğrafyanın gelişme tarihi bakımından büyük önemi
vardır. Osmanlılar devrine ait coğrafî eserler, daha çok tarihî coğrafya saha­
sında kıymet taşır. Hakikatte bu ilmin ilerleme tarihi incelenirken, XIV. yüz­
yılla XIX. yüzyıl arasındaki coğrafya eserlerinin geçirdiği safhalar bakımın­
dan, Osmanlı yazarlarının meydana getirdiği bu eserler, çok değerli dokü­
manlar mahiyetindedir. Ancak bunların incelenmesiyle 14. ve 19. asırlar ara­
sındaki mühim boşluk doldurulmuş ve bu sayede, dört buçuk asırdan fazla
bir zaman içinde coğrafya kitaplarının geçirdiği çeşitli safhalar kavranmış
olur.
Ortaçağın İslâm ve doğu coğrafyası, bu ilmin gelişme tarihinde, eski
Yunan klâsik coğrafyası ile, son zaman batı âlemi coğrafyası arasında bir ta­
şınma safhası teşkil ettiği gibi, Osmanlı devrinin mekân bilgisine ait eserleri
de, XIV. asırdan Tanzimat’a kadar, Ortaçağ İslâm ve şark coğrafyasıyla mo­
dem coğrafya arasındaki boşluğu doldurmaktadır. Ortaçağ sonlan için en
mühim kaynaklar, Arap ve Fars dilleriyle yazılmış olan eski eserlerdir. Son
zamanlar içinde, yeni Avrupa incelemeleri mevcuttur.
Şimdi, bu iki devir (XTV. - XIX. asırlar) arasında geçen zaman zarfında
Osmanlı Türklerinin yerbilgisi konusunda meydana getirdikleri eserleri asır
asır inceleyebiliriz.
Osmanlılann coğrafya faaliyetini incelerken, kronolojik bir sıra takip et­
tiğimiz gibi, yazarlardan çok, her asnn önemli olan eserleri üzerinde dur­
mak ve bazılarından örnekler vermek suretiyle, Osmanlılar devrinde dil ve
coğrafyaya dair geniş ölçüde bilgi vermeye çalıştık.

14
A) XIV. Asır:
14. yy.ın ortalarına ait elimizde, incelemeye değer bir tek orijinal eser
vardır. Bunu incelemeden önce, devrin genel durumu hakkında kısaca bil­
gi vermeyi faydalı buluyoruz. 14. asır, Osmanlı Devletinin kuruluş asrı oldu­
ğu gibi, bu devirde ilk defa olarak, İznik’te îslâm âleminin en yüksek ilim
müessesesi olan MEDRESE açılmıştır. Selçuklu hükümdarları, İran kültürü­
ne çok bağlı idiler. Anadolu Selçuklu imparatorluğu ortadan kalkınca, onla­
rın yerine basit ve sade bir hayat süren ve Türkçeden başka dillere önem
vermeyen Türkmen beyleri geçti. Bu durumun, Türk dilinin 14. yüzyılda
ilim ve sanat lisanı olarak kullanılmasına çok yardım ettiği mulıakkakür. Bil­
hassa edebî faaliyetin geniş ve kuvvetli olduğu ve ilmin himaye edildiği bu
kuruluş asnnda, gerek Türkmen beylerinin, gerekse beyliklerin ileri gelen
şahsiyetlerinin ilgilerini kazanmak ve bahşişler almak için, âlimler, şeyhler,
şairler tarafından Türkçe eserler yazılmış, aynı zamanda Arap ve Fars kay­
naklarından Türk diline tercümeler yapılmıştır.
Acâ’ibü’l-Mahlûkat (Ali Bin Abdurrahman)
14. asrın elde mevcut tek coğrafî ürünü, ALİ BİN ABDURRAHMAN’ın,
“Acâ’ibü'l-Mahlûkat” adlı kitabıdır. Bu eser üzerinde durmak yerinde olur.
Çünkü:
a) İlk coğrafî eserdir.
b) 14. asrın sade Türkçesiyle yazılmıştır.
c) Orijinal eserdir.
d) Ahmed Bîcan’ın Kazvinî’den iktibas ettiği Acâ’ibü’l-Mahlûkat’mdan
farklıdır.
Tarihî coğrafya incelemeleriyle tanınmış Alman ilim adamı F. Taesch-
ner, “OsmanlIlarda Coğrafya” başlıklı makalesinde, evvelce görmediği için
bu kitaptan bahsetmemekle beraber, makalenin, mütercimi bize şu açıkla­
mayı veriyor:
“Profesör Taeschner, makalesinin yayımlanmasından sonra İstanbul’a
geldiği zaman, bu eseri bizzat incelemiştir. İstanbul’un fethinden evvel,
Edirne’nin yeni başkent olduğu esnada, yani yaklaşık 1365-1370 tarihinde
yazılmış olduğu anlaşılan bu eser, Yazıcızade’nin eserinden yaklaşık bir asır

15
evvel yazılmıştır. Kitabın yazan, Ali bin Abdurrahman’dır. Şimdiki halde,
Osmanlı devrinin ilk coğrafi eserinin bu olması icab eder.”

Bu hükmün doğruluğunu İstanbul kütüphanelerinde yaptığım incele­


meler de doğrulamaktadır. Gerçekten, elimizdeki bibliyografyaya göre, Os-
manlı Türklerinin ilk coğrafî mahsulü, 1365-1370 tarihlerinde yazıldığı anla­
şılan bu eserdir. Eserin hazırlanmasında müracaat olunan kaynaklarda da,
İstanbul ve Avrupa kütüphanelerinde Osmanlı Türkiye’sine ait bundan da­
ha eski bir kitap gösterilmiyor.

Buna göre, şimdiki halde, 1365-1370 yıllarım, Osmanlılarda coğrafya il­


minin başlangıcı için kronolojik bir tarih olarak kabul edebiliriz.

Eserin İncelenmesi:

Günlerce incelediğim bu kitap, tek nüsha olup, hâlen Üniversite Kütüp­


hanesinde bulunmaktadır. Eserin orijinal nüshası, maalesef mevcut değildir.
Gerek baş taraftaki tezyinattan, gerekse son sayfadaki H. 99 tarihinden,
onun 17. asırda yazıldığını anlıyoruz.

174 yapraktan ibaret bulunan eser, Ali bin Abdurrahman tarafından ka­
leme alınmıştır. Yazar hakkında bilgimiz yoktur. Baş vurduğumuz kaynak­
larda da, bu isme tesadüf edilemedi. Yalnız, Adnan Adıvar, evvelce adı ge­
çen kitabında, sadece onun gayet FİNALİST bir adam olduğunu söyler. Eğer
Ali bin Abdurrahman’ın biyografisi olsaydı, Acâi’bü’l-Mahlûkat’m telif tarihi­
ni kolaylıkla tespit edebilirdik.

Osmanlı müelliflerinde, eseri yazanın kim olduğu, hangi tarihte, ne


maksatla ve hangi padişah zamanında yazıldığı bir gelenek haline gelmiş ol­
masına rağmen, bu kitapta yazar yalnız ismini zikretmiştir. Eserini ne şekil­
de hazırladığını şöyle anlatıyor:
“Bu kitabı düzenledim, haberlerin garipliklerinden, bölümlerin tuhaflık­
larından, tarihlerden, Tevârîh-i Mehmet Taberiya’dan derledim. Ve bunun
adım Acâ’ibü’l-Mahlûkat kodum. Ben kim Ali bin Abdurrahman’ım. Yüzyir-
mi yıl ömür sürdüm. Seyahat ettim. Bu acâib-i garâib-i esmayı topladım. Ki­
mini gördüm, kimini tarihlerden çıkardım.”

Demek ki, hayatı hakkında bilgimiz olmayan bu zat, uzun bir ömür sür­
müş ve seyahat etmiştir. Faydalandığı kaynaklann isimlerini zikretmekten

16
asla çekinmemiştir ki, bunların sayısı yirmi sekizi buluyor. Şu halde, Ali bin
Abdurrahman, hem çok okumuş, hem de fikir namusuna sahip bir yazardır.

Eserin İstanbul’un fethinden önce yazıldığı muhakkaktır. İstanbul hak­


kında der ki: “Üç bacaklı muazzam şehirdir, iki tarafı deniz ve bir tarafı ka­
radır. Etraf memleketi Rumdan ona ziyarete gelirler. Kostantmiye padişahı­
nın tahtıdır.”

Yazılış Tarihinin Tespiti Meselesine Gelince:

Bu hususta, en kuvvetli dayanağımız şu ibaredir: “Ve’l-uhdeti alerrâvi,


bu Atran memleketindedir. Şehirler ve kaleler çoktur ve nimetlü ve bağlı ve
bahçeli memlekettir ve şimdiki halde taht bu memlekettir ve bu kadimde
küçürek şehirmiş ve buna EDİRNE derler. Çünkim feth olmuş, imaretleri art­
mış ve dârü’l-mülk olmuş gayetde nimedü şehirdir ve her narh ucuz. Evler
ve mesâcid ve hamamlar ve esvak yapılmıştır; ve bu arzırumda ki denizden
ırakdır.”

işte, gerek kitaptan aynen aldığımız bu parçadan, gerekse ifade tarzın­


dan, Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ın Edirne’nin yeni başkent olduğu sırada, yani, 14.
asırda ve aşağı yukan 1365-1370 yıllarında, I. Murad devrinde yazılmış oldu­
ğunu anlıyoruz.

Bu, bir orijinal eserdir. Birçok kaynaklardan, bilhassa Arap coğrafyacısı


HAVKALÎ’den derleme ve seyahat ettiğini söylediğine göre, kendi şahsî mü­
şahedelerini ilâve sûretiyle, 14. asnn sade ve güzel Türkçesiyle kaleme alın­
mıştır. Kitabı, Ahmed Bicân’m Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ı ile karşılaştırdım ve bazı
mühim farklar gördüm. Bir defa, Ali bin Abdurrahman’ın eseri, Ahmed Bî-
can’ınkinden hemen hemen bir asır kadar evvel yazılmıştır.

İkinci olarak, çok daha aynntılı olup, bilhassa yöresel coğrafyaya büyük
yer verilmiştir, ifade, gayet açık ve kesindir, fazla lüzumsuz ayrıntı yok gibi­
dir.

Eserin M uhtevasına Gelince:

Kozmoğrafik ve knsiklopedik mahiyette olan eser, esas itibarıyla, iki


kısma ayrılır: Birinci kısım, kâinatın yaradılışı, gökler, yıldızlar, anâsr-ı erbaa
dediği od küresi, hava küresi, su küresi ve küre-i arz ile iklimlerden (kıt’alar-
dan) bahseder, ikinci kısım, kitabın deyimiyle, acâ’ibü’l-aktar ve garâ’ibü’l-

17
bihar ve’l-enhar ve’l-cibal. Batıdan doğuya kadar şehirler, kaleler ve buralar­
daki insanlar ve nihayet denizlerin ve adaların tuhaflıklannı içerir.

Eserin baş tarafı, bölümlere gelinceye kadar sorulu cevaplıdır. Konu, ta­
mamen dinî ve mitolojik bakımdan kavranmıştır. Bu kısımda, cennet ve ce­
hennem anlatımlan büyük yer tutar. Kâinatın yaradılışı hakkındaki entere­
san izah tarzı, 15. asır eserlerinden Alımed Bîcan’ın “DÜRR-Î MEKNÛN”un-
da, Behcetü’t-Tevarih tercümesinde ve Bursalı Hüsamettin’in 1621 tarihinde
yazarak II. Osman’a takdim ettiği “Muhtasar Mir’ât-ı Kâinat ve Acâ’ibü’l-
Mahlükat” adlı kitabında aynen görülmektedir.

Kozmogoniye temas eden bu anlayış hakkında bir fikir verebilmek için,


şu parçayı olduğu gibi alıyoruz:

“Sual: Haber ver bize ki, Tann taâlâ evvel ne nesne yarattı? Cevab oldur
ki, Tann taâlâ evvel, bir gevher yarattı, Yeşil zebercedden. Ol gevherin ulu­
luğun Tann bilir. Ancak andan Tann taâlâ nazar eyledi. Ol gevher heybet­
ten eridi, su oldu. Andan sonra girü nazar eyledi suya. Su deprendi, mevc
urdu. Ol mevcden buhar oldu. Çün dütün havaya gitti, köpük su yüzüne
cem oldu. Andan Tann taâlâ havaya giden dütünden gökleri yarattı; yedi
pare kıldı, bir bir altına kodu. Her gök arasın beşyüz yıllık yol kıldı. Ol kö­
pük ki, su yüzüne cem oldu, yerleri yarattı. Yedi pare kıldı. Bir bir altında
döşedi. Her birinin arasın beşyüz yıllık yol kıldı.”

I. Bâbda (bölümde) sırasıyla, göklerden, burçlardan, yıldızlardan, ka­


merin safhalarından, Samanyolu ve diğer toplu yıldızlardan, nihayet, melek­
lerden bazı hikâyeler anlatmak suretiyle bahseder. II. Bab, anâsır-ı erbaa
dediği, od küresi, hava küresi, su küresi ve toprak küresine ayrılmıştır. Bu­
rada, rüzgâr, buharlaşma, bulut, yağmur, kar, kırağı, gök gürlemesi, yıldınm
ve meteoritlere dâir açıklama verir. Küre-i arz faslında, bizi ilgilendiren en
mühim nokta, dünyanın yuvarlaklığı problemidir. Yerin şekli hakkındaki
bölümü aynen okuyalım: “Bazı mezheb oldur ki, kalkan suretindedir. Ve
bazı mezheb, tabii suretindedir; ve bazı mezheb de yan topun paresi gibi­
dir. Ve sahih kendüye ki, hukemâ ihtiyandır, oldur ki müdevverdir. Küre gi­
bi kılmıştır. Müdevver olduğuna delil oldur ki, her yerdeki âdem dursa, ba­
şı göğe ve ayağı yerde ola.”

18
Yukarıda açıkladığımız gibi bu eser Osmanlı devrinin ilk coğrafya oriji­
nal eseri olduğuna göre, arzın yuvarlaklığı kavramının ilk olarak Ali bin Ab-
durrahman vasıtasıyla Osmanlı-Türk eserlerine geçtiğini kabul edebiliriz.

Kıt’alar bölümünde, kıt’aları yediye ayırdıktan sonra, dünya hallerinin


daima değiştiğinden, katılık, rüzgâr, rutubet, yağmur, akar sular gibi fizik
faktörlerin ve zelzelenin bu değişimi meydana getirdiğinden ve bu âmillerin
tesiriyle deniz olmayan yerin deniz, deniz olan yerin dağ olmasından ve bu
sebeple bazı taşlar içerisinde sedef parçası, yani fosil dediğimiz kalıntı çık­
tığından bahseder. Nihayet, zelzele ve takvim bilgisi hakkında izahat vere­
rek birinci kısmı bitirir.

İkinci ve büyük kısım, zamanına göre oldukça mükemmel sayabilece­


ğimiz ansiklopedik mahiyetteki yöresel coğrafyayla ilgilidir. Gerçi bu bölü­
mün de efsanevî olan tarafları vardır. Fakat bu durum, o devrin zihniyetinin
icabıdır. Nitekim, 15. asırda da Rütnettin Ahmed ve Ahmed Bîcan, aynı isim­
de ve aynı karakterde eserler meydana getirmişlerdir. Zamanın padişahları
da, tuhaflıklar ve garipliklerden hoşlandıkları için, böyle mitolojik ve ansik­
lopedik mahiyette eserlerin yazılmasında bizzat âmil olmuşlardır. Meselâ,
Rükneddin Ahmed’in Kazvinı’den Türkçeye çevirerek Çelebi Sultan Meh-
med’e takdim ettiği Acâ’ibü’l-Mahlûkat gibi.

Ülkeleri, güney vilâyetleri ve kuzey memleketleri diye ikiye ayırır. Ev­


velâ güney, sonra kuzey memleketlerini, batıdan doğuya doğru ayrıntılı ola­
rak anlatır. Güney memleketleri şunlardır: Arzılmağrib dediği Fas, Ispanya,
Mısır, Suriye, Filistin, Elcezire, Iran, Horasan, Türkistan, Azerbaycan, Moğo­
listan, Sudan’ın doğu kısmı, Habeşistan, Arabistan, Lübnan, Afganistan, Keş­
mir ve Hindistan.

Eserin düzen bakımından mükemmeliyeti iddia olunamaz. Bununla be­


raber, şehirlerin somut tasvirleri, halkının psikolojisi ve geleneklerine dâir
aynntı verilmektedir ki, bu nokta, coğrafya bakımından mühimdir. Misaller:

“Halep, toprak şehridir ki, önceleri cemîi şehirlerden muazzam ve gök­


çek imiş. Şimdiki halde dahi muazzam ve hûb şehirdir... Ortasında bir kal’a-
sı var. Begayet muhkem ve hendeği derin ve bir ırmak gelir, cem îi pazarla­
rına uğrar ve evlerine ve mescidlerine bahşolur. Ve yemişi bîhad ve bunun
karpuzu meşhurdur. Ve etrafında vilâyet vaki olmuş. Her bir köy, bir şehir

19
gibidir. Ve dağı ve taşı bostan ve zeytin ve incir ve yemiş ağacıdır. Amma,
cemii deştîdir. Ve et ve yağ ve sair havayic bu şehirde ucuz olur. Ve halk iyi
hulkludur.”
“Bu Hindistan iklimi, begayet ulu ve muazzam iklimdir. Ve bu iklimde
nice p>adişahlar var. Her birisinin iklimi ayruk iklimlerden uludur. Bu Hin-
distanda kimesne padişah olmaz tâ tamam kırk yaşında olmayınca.”

Kuzey Memleketlerine Gelince:


Bunlar, Kıbns ve diğer Akdeniz adaları, Anadolu, Rumeli, Engürüs de­
diği Macaristan, Romanya, Kırım, Kafkasya; Gürcistan, Hazar Denizi çevre­
si, Rusya, Yecüc Mecüc memleketi, yani Çin ve Sebea Büldan dediği yedi
şehirdir. Bu ülkelerin de, ikliminden, halkından, örf ve âdetlerinden, hayvan
ve bitkilerinden, mübadele şekillerinden, geçinme tarzlarından bahseder.
Meselâ, Kafkasya’da bir şehri şöyle anlatıyor:
“Bu dahi bir kal’alu şehirdir. Begayet muhkem, ve bunun etrafında, şol
kadar sincap ve samur ve tilki olur ki, nihayeti yoktur. Ve bu halkın sayd-
dan gayn işleri yoktur. Bazar ve sanat bilür halk az olur. Ve bu canavarlar
derisinden cem ederler ve yine deri ile deri satın alırlar ve Tibet iklimine gö­
türürler, satarlar ve taam alurlar giderler.”
Kitabın son kısmı, Atlas Okyanusu, Hind Okyanusu, Akdeniz, Karade­
niz, Ege ve Marmara Denizi, Hazar Denizi ile bu denizlerin ve adalann hay­
vanlarını ihtiva eder ki, coğu efsanevî olmakla beraber, gemiciliği ilgilendi­
ren basit bilgiler de vardır. Yazar, gayet açık ve kesin bir ifade kullanmıştır.
Şu enteresan parça ile incelememize son verelim: Hind Okyanusunda oldu­
ğu anlaşılan ve Andaman Adalan olması muhtemel bulunan “Cezire-i Dâ­
ireni” hakkında der ki:
“Bu cezirede bir taife benîâdem suretinde. Yalıncak ve saçları uzun ve
tenleri kıllı ve sözleri hiç anlanmaz; ve ağaçlar tepesinde tünerler; ve yemiş­
ten yerler; ve bunlann sağışı yok. Hayvan gibi gezerler ve âdem göricek ka­
çarlar. Meşelere girerler. Her birinin boyu dört karıştır. Ve tenlerinde saç bit­
miş kızıl renkte ve gayette yekrek. Hiç canavarlar bunlara erişemez. Bu ada­
nın sevahilinde bir kavim sakindir; benîâdem suretinde. Kaçan ki denizde
gemi görseler, yüzüp gemilere varırlar ve anber iledürler; demirle değişirler
ve demiri ağızlarıyla tutup adalanna gelirler.”

20
B ) XV. Asır:
15. asır, ilim tarihimiz bakımından büyük bir önem taşır. Osmanlı Dev­
letinin kuruluşundan Fatih’in cülûsuna kadar geçen müddet içerisinde
(1299-1451), Osmanlı Türkiye’sinde pozitif ilimler, dinî konular yanında sö­
nük kalmıştır. Gençliğinden beri ilmi himaye etmiş olan Fatih’in padişah ol­
masıyla beraber, müsbet ilimlere, felsefî ve ilmî düşünüşün gelişmesine
doğru bir adım atıldığına şahit oluyoruz. Gerçekten, bu devirde İstanbul
Üniversitesinin temeli bulunan Molla Zeyrek ve Fatih Medreseleri kurulmuş
ve “Sahn-ı Seman” medreselerinde müsbet ilimler okutulmaya başlanmıştır.
Fatih, coğrafya ilmine karşı şahsen ilgi göstermiş, hattâ Bizans’tan kalan ki­
taplar arasında Batlamyüs’ün klâsik coğrafyasını bulmuş ve bu eserle bizzat
meşgul olarak Arapçaya tercüme ettirmiştir. Fatih Mehmed’in plân ve hari­
taya da özel bir önem verdiği, Arapça ve Rumca isimlerle yazılmış bir dün­
ya haritasıyla İstanbul’un plânını yaptırdığı söylenir.
Şimdiki halde maalesef elimizde mevcut olmayan bu plân ve haritanın
sonradan başka bir yerde çıkması muhtemeldir. Batlamyüs coğrafyasının as­
lı, Fatih’in şahsî kütüphanesinde “Geographica” adlı bir eser daha mevcut­
tur ki, bu kitap, Batlamyos coğrafyasının Francesco Berlinghieri tarafından
manzum olarak Italyancaya tercümesidir. Geographica, Fatih’e ithaf edil­
miş, fakat 1481’de padişahın vefatı üzerine, ikinci bir ithaf mektubu ile oğlu
O. Bâyezid’e gönderilmiştir.
Burada bizim için çok mühim olan nokta, Sultan Bâyezid’e yazılan
mektupta, Fatih’in müspet ilimlere karşı gösterdiği büyük alakanın ve ilmin
koruyucusu olduğunun İtalya’da dillerde dolaştığının ve yazann kitabını
memleketinin büyüklerinden önce, hemen Fatih’e göndermek arzûsunda
bulunduğunun açıkça belirtilmiş olmasıdır.
Osmanlı Türklerinde coğrafya konusunu genel olarak incelerken, Kaz­
vinî’nin Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ı ve bu karakterdeki birkaç eser, istisna edilirse,
bize yerbilgisinin astronomik coğrafya şeklinde, Semerkand mektebinin et­
kisiyle matematik yoldan girmeye başladığını söylemiştik. Gerçekten II. Mu-
rad devrinde yaşayan ve Fatih’in ilk yıllarında ölen Fethullah Şirvânî, Semer-
kand’dan Kastamonu’ya gelerek memleketin beyi tarafından iyi muamele ile
iltifat görmüş, orada matematik ve astronomi okutmuş, bu suretle Osmanlı
ülkesinde yüksek matematik ve astronomi ilmi başlamıştır.

21
İşte, 15. yüzyılda, bizde astronomik coğrafya esasları, gerek Fethullah
Şirvanî, gerekse Fatih zamanında Maveraünnehir’den İstanbul’a gelen Ali
Kuşçu’nun matematik ve astronomiye dair eserleriyle kurulmuş olduğu gi­
bi, mekân bilgisinin gelişmesi bakımından bu asra, OsmanlIlarda Semer-
kand mektebinin devamı gözüyle bakılabilir. Şimdi, genel durumu hakkın­
da izahat verdiğimiz bu devrin başlıca coğrafî eserlerini inceleyebiliriz. Çe­
lebi Mehmed zamanında, ansiklopedik mahiyetteki eserlerin rağbet görme­
ye başlaması ve Osmanlı sultanlarının dağ, nehir, şehir, hayvan, nebat ve bir
takım tuhaf şeyleri ihtiva eden kitaplardan hoşlanmalan dolayısıyla, bu ka­
bil eserler çok kere Türkçeye çevrilmiştir. 15. asırda, coğrafya konusunda
orijinal ve tercüme olunan eserler, kronolojik sıraya göre şunlardır:

Acâ’ibül-Mahlûkat (Kazvinî):

Kazvinî’nin bu isimdeki bilinen kitabının Arapçadan Türkçeye aynen


tercümesidir. Rükneddin Ahmed tarafından ilk defa olarak dilimize çevrilen
ve Çelebi Sultan Mehmed’e takdim edilen eser, İstanbul kütüphanelerinde
mevcut değildir. Adnan Adıvar, “Osmanlı Türklerinde İlim” adlı kitabında,
bu tercüme eserin Paris kütüphanesinde bulunduğunu yazıyor. (Bk. Paris,
Bibi. nat. cat. manus turc, supp. 1339)

tkdü’l-Cüman Fî T a rih î EhlFz-Zaman:

Tarih ve coğrafyaya ait 20 ciltlik muazzam bir eser olup, 1360 yılında,
Ayıntab’da doğan Mahmudü’l-Aynî tarafından 1421 de yazılmıştır. İkinci kıs­
mında yazar, bilhassa coğrafya ile etnografyaya büyük önem vermiş, dün­
yanın fizikî ve beşerî hallerini ayrıntılı olarak anlatmış, bir kısmını gezip gör­
düğü Anadolu’nun uzunca bir coğrafyasını yazmıştır. 1725 tarihinde Abdül-
lâtif Razî’nin Türkçeye çevirdiği bu büyük eserin özelliği, şimdiki halde, Os-
manlı devrinin ilk Arapça ve ilmî coğrafya kitabı olmasıdır. Diğer bir özelli­
ği de kavimler bahsinde, bilhassa Türk etnografyası hakkında, eski yazarlar
içinde, yalnız Mahmudü’l-Aynî’nin “Divanü-Lügâti’t-Türk”ü kaynak olarak
seçmiş olmasıdır. İtina ile çizilmiş resimleri ihtiva eder.

Hayatü’l-Hayvan Tercümesi:

Ortaçağda büyük bir şöhret kazanan bu eserin aslı, Arapça olup, yaza­
rı, Kemaleddin Demirî’dir. Hayvanlann hayatından bahseden kitabın Türk-

22
çeye tercümesi, ilk defa olarak, 1426 da Mehmed bin Süleyman isminde bir
zat tarafından yapılmıştır.

Acâ’ibü’l-Mahlûkafc

Kazvinî’nin aynı isimdeki meşhur Arapça eserinin Ahmed Bîcan tarafın­


dan özet hâlinde Türçeye tercümesidir. Ali bin Abdurrahman’tn orijinal ese­
ri ve Rükneddin Ahmed’in tercümesi meydana çıkıncıya kadar, Osmanlı
devrinin ilk coğrafya kitabı addedilen bu eserle, Dürr-i Meknun’u kaleme
alan Ahmed Bîcan hakkında kısaca bilgi vermeyi faydalı buluyoruz.

Ahmed Bîcan, Salâhaddin el-Kâtib isminde birinin oğlu olup, Yazıcı oğ­
lu namıyla adlandırılmıştır. 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir Türk yaza­
ndır. Kendisi Gelibolu’da ikamet ediyordu; çok zayıf olduğu için, cansız,
manasına, “Bîcan” lâkabı verilmiştir. Tasavvufla meşgul olan bu zatın eser­
lerinde, MİSTÎCÎSME sezildiği gibi, mitolojik ve garib bilgiler büyük yer tu­
tar. Coğrafyaya dair, biri orijinal, diğeri tercüme olmak üzere iki eseri vardır.
Gerek Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ı, gerekse Dürr-i Meknun’u, İstanbul’un fethi yı­
lında yani 1453 de Gelibolu’da yazmıştır. Acâ’ibü’l-Mahlûkat, Kazvinî’den
tercüme edilmiştir. Aslına nazaran daha kısadır. Esas itibariyle kozmoğrafya
karakterinde olup, tuhaf ve garip varlıkları tasvir eder. Konu, mitolojik ve
dinî bakımdan kavranmıştır. Muhtevası şunlardır:

Kâinatın yaradılışı, gökler, yıldızlar, güneş ve ay, rüzgâr, bulut, yağmur,


dağlar, denizler, madenler, bitkiler, hayvanlar ve nihayet insan.

Dil bakımından, çok sadedir. Eserin karakterini belirtmek için, iki misal
verelim: “Şeker kamışının gayet iyisi Mısır’da olur. Bir kişi öksürük olsa, şe­
ker kamışı yese, hoş ola. Kaçan bir yılanı bir kez şeker kamışı ile ursalar, yü­
rümeye mecali kalmaya. Ve bir kez dahi ursalar, gerü kuvvetlenüp kaça. Ve
yakup kül eyleseler tebeşir olur.”

“Pirinç ağacı, su içinde biter imiş. Suya dökülür, sudan devşirirler, yaz
ve kış yemişi bulunur.”

D ürr-i Meknun:

Yazıcıoğlu’nun bu orijinal eseri, Acâ’ibü’l-Mahlûkat karakterindedir.


Yalnız daha orijinal ve daha aynntılıdır. Kitabı ne şekilde yazdığını şöyle an­
latıyor: “Nice pare kitablardan cem edip kimi tefâsirden, kimi ehâdis-i Ne-

23
bevîden, kimi rivayetle hikâyetlerden, akıl kabul ettiklerinden getirip bir ki-
tâb ettim. Ve adın Dürr-i Meknıın dedim.” Görülüyor ki, kaynaklar, dînîdir.
Kâinatın yaradılışı hakkındaki açıklayış tarzı, Ali bin Abdurrahman’ın kita-
bındakinin aynı olduğundan buraya tekrar almadık. 18 bâba aynlan eser,
muhteva bakımından Acâ’ibü’l-Mahlûkata çok benzer. Fazla olarak pey­
gamberler tarihini ihtiva eder. Bir iki parça alıyoruz:

“Seylân derler bir yer vardır. Anın suyu misk gibi kokar; herkim içerse,
üç güne dek kokusu gitmez.” “Dahi Cebelü’l-Acem derler bir kara dağ var­
dır; anun taşı odun gibi yanar. Yandıkça külü sabun olur.”

“Bu Karadeniz kim vardır, bir uzun göldür. Uzunu 1500 mildir; eni da­
hi 4050 mildir. Karadeniz suyu gelir, boğazdan Kostantiniye önüne bir mik­
tar deniz olur. Andan gelir, Gelibolu boğazından Bahr-i Mağribe dökülür.
Kim ana Akdeniz derler. Ol deniz suyu gelir, Mağribden aşağı Şedde boğa­
zından Bahr-i Muhite dökülür.”
Behcetü’t-Tevarih:

15. Asra ait elimizde mevcut coğrafi eserler pek azdır. Behcetü’t-Tev
rih, genel görünüşüyle bir tarih kitabı olmakla beraber, içerisine coğrafî bil­
gileri de almış bulunduğundan, kanaatimizce, bu eseri de mekân bilgisi ka­
tegorisine dahil etmek yerinde olur. Behcetü’t-Tevarih, Farsça olup, 1488 yı­
lında vefat eden Şükrü İlah Amasyavî bin Şahabeddin tarafından yazılmıştır.
Eseri Farisî mahlâslı bir şair Türkçeye çevirerek Kanunî Süleyman’a takdim
etmiştir.

Habeşistan’a dair birkaç cümle:

“Habeşe ehlinden her ol nesne kim cinsi kumaş olsun, nev’i insan ol­
sun, Yemen ve Arap vilâyetine akrebdir. Ziyade baha ve itibardadır; ve her
ol nesne kim canib-i cenuba karibdir. Bu kavmin siyah levn olduklan ol ze­
minin ifrat hararetindendir.”

15. asrın başlanna ait olup, hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Kütü
hanesinde bulunan, Karadeniz’den başlayarak İngiltere, Cebelittank ve ku­
zey Afrikayı gösteren bir deniz haritası mevcuttur ki, ceylân derisi üzerine
itina ile çizilmiştir. Pusula resminin altında, “Min-amel-i İbrahim el Fakir 1b-
nü’ş-Şeyh Ahmed bin Süleyman el-Kâtibî” yazılıdır. 1413 senesinde yapıl­

24
mıştır. Şimdiki halde, Osmanlı devrinin en eski haritasının bu olduğunu ka­
bul edebiliriz. Fuad Köprülü, Eminönü Halkevi tarafından I933’te yayınla­
nan Yeni Türk Mecmuasının 4, 5, 7 sayılarında seri halinde yazdığı makale­
sinde, 15- asır sonlarında, İstanbul’da gemiler için deniz haritaları yapmakla
tanınan (Meselâ, Safâî gibi) adamların mevcudiyetini, Pîrî Reisin Kitâb-ı
Bahriyesi’ni daha eski mesaînin bir sonucu gibi sayılabileceğini söyler.

15. asnn mühim bir tercüme eseri daha vardır ki, o da 1466 da Mahmud
Şirvanî tarafından Türkçeye çevrilen lbnülverdî’nin Harîdetü’l-Acaibidir.

C) XVI. Asır:

15. asnn sonlan ve 16. asrın başlan, Osmanlılann ikbal devridir. Fütu­
hat ve ülkeler genişletmek amacım güden ilk padişahlar, coğrafî faaliyetle­
re karşı ilgi ve rağbet göstermekle, bu alandaki çalışmaları destekliyorlardı.
Yabancı memleketler fethedebilmek, stratejik hareketleri lâyıkıyla yapabil­
mek için, bilhassa kara ve deniz yollannı ihtiva eden yol haritalarına, topog­
rafya ve istatistik bilgilerine, mevki ve idare taksimatına, yani, pratik ve fay­
dacı coğrafya bilgilerine şiddetle lüzum görülüyordu.

imparatorluğun sınırları, baş döndürücü bir hızla genişleyince, Osman­


lIlarda pratik ve uygulamalı coğrafya, deniz coğrafyacılığı şeklinde gelişme­
ye başladı; hem deniz, hem kara coğrafyasına ait kıymetli ve ilmî eserler ka­
leme alındı. 16. asn, doğunun coğrafya eserlerinin tamamıyla tanındığı ve
hemen hepsinin dilimize çevrildiği bir devir olarak kabul etmek mümkün­
dür. Gerçekten, 16. yüzyılda, bizde hummâlı bir tercüme faaliyetine şahit
oluyoruz. Bütün bu tercüme hareketlerinde, Arap ve Fars dilleriyle yazılmış
olan kitaplar, geniş ölçüde kaynak vazifesi görmüş bu suretle orijinal ve bil­
hassa pek çok tercüme eserleri meydana getirilmiştir.

ilim tarihimiz bakımından 16. yüzyıl, hem şark eserlerinin tercümesi ile,
hem de pratik ve uygulamalı sahadaki faaliyetle coğrafya bilgilerinin zen­
ginleştiği bir devirdir. Bu asırda, 14. ve 15. yüzyılın dinî ve mitolojik mahi­
yetteki kozmoğrafya kitapçıklan yerine, daha ilmî ve daha sistematik eser­
ler görülmeye başlamışür. Bununla birlikte, 16. asırda da, coğrafya, Baltam-
yüs ve Kazvinî’nin tesiri altında bulunuyordu. Bu devirde, mekân bilgisi sa­
hasındaki faaliyet, tarihe nispetle geri kaldığı gibi, sayı ve çeşitlilik bakımın­
dan edebî eserler, fennî eserlere nazaran çok üstün bir durumda idi. Bu va­

25
ziyet, Osmanlılan hararetli bir tercüme faaliyetine sevk etmiş ve tercüme
işinde bütün İslâmî eserler kaynak sayılmış, tercümeler de, çok defa mekân
bilgisi hakkında bilgi sahibi olmayan şahıslar tarafından yapılmıştır. Bunun­
la birlikte, 16. asırda, muhtelif Avrupa dillerine nakledilen ilmî mahiyette
coğrafî mahsuller meydana getirilmiş, istatistik ilmine önem verilmiş, Kanu­
nî Süleyman, Osmanlı ülkesinin nüfus sayımını yaptırmıştır ki, ilim tarihimiz
açısından bu özellik çok mühimdir. Diğer bir önemli nokta da, Türkiye’de
rasathanenin ilk defa olarak, bu asrın sonlarına doğru açılmış olmasıdır.

Kısaca genel durumunu izaha çalıştığımız 16. yüzyılda, çoğu tercüme


olmak üzere çok sayıda mekân bilgisine dair eserler görülmüştür. Bibliyog­
rafya kısmında, bütün orijinal ve tercümeler gösterilmiş olduğundan, biz bu­
rada, ancak asrın en önemli coğrafya eserleri üzerinde duracağız.

Bunlar, Kronoloji sırasıyla Hıtay-name, Kitab-ı Bahriye, Tuhfetü’z-Za-


man ve Hârîdetü’l-Evan, llâmü’l-lbad fî Âlâmü’l-Bilâd, Beyan-ı Menâzil-i Se-
fer-i, Irakeyn, Kitabü’l-Muhit, Evzahü’l-Mesalik ilâ Marifetü’l-Memalik, Tari-
h-i Hind-i Garbî, Menazırü’l-Avâlim ve Künhü’l-Ahbar’dır.

Hıtay-nâme:

Yazan, Ali Ekber Hataî namında bir Osmanlı seyyahıdır. 1500 yıllarında
Çin’e kadar seyahat etmiş, eserini Farsça olarak yazmış, önce Yavuz Selim’e,
onun vefatından sonra da Kanunî Süleyman’a sunmuştur. III. Murad devrin­
de bilinmeyen bir zat tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Fakat bu tercüme ek­
siktir. Hıtay-name, “Kanun-nâme-i Çiıı-i Hıta” adı altında 1853 de basılmış­
tır. Ali Ekber, Kitabında Çinliler hakkında pek mühim bilgiler vermektedir.
Kendisinin 1506 senesinde Pekin’de bulunduğu anlaşılıyor. Yazar, eseri ya­
zarken, Gıyasüddin Nakkaş’ın Seyahatnamesinden faydalandığı gibi, Çin
şehir hayatına ait tafsilâtın mühim bir kısmını, eski eserlerden ve bilhassa
Süleyman Tacir’in Seyahatnamesinden almıştır.

Kitab-ı Bahriye:

Bu eser, 16. asrın büyük Türk deniz coğrafyacısı Pîrî Reis tarafından ya­
zılmıştır. Kitabın incelenmesine başlamadan önce, yazann hayatından kısa­
ca bahsetmeyi lüzumlu görüyoruz. Pîrî Reis, üzerinde durulacak bir şahsi­
yettir. En son yapılan incelemelere göre, 1465-1470 yıllan arasında Gelibo­

26
lu’da doğmuştur. Hacı Mehmed adında bir zatın oğludur. Çocukluk devresi­
ni Gelibolu’da geçirmiş, bundan sonra amcası Kemal Reisin nezdinde de­
nizcilik hayatına atılmıştır. Uzun yülar denizlerde dolaşmış, gezdiği bölgele­
rin tarihî, coğrafî ve denizle ilgili şartlan hakkında esaslı bilgiler toplayarak
bizzat kendi müşahedelerini not etmiş ve bunlara dayanarak dünya çapın­
da önemli ve ünlü bir eser olan Kitab-ı Bahriye’yi vücuda getirmiştir. Pîrî Re­
is, uzunca bir ömür sürmüş, 1554 de, Mısır’da iken 84 yaşında vefat etmiştir.
Anadili olan Türkçeden başka, İtalyanca, İspanyolca, Rumca ve Portekizce
biliyordu.

Denizcilik ilminde, devrinin ileri gitmiş âlimlerindendir. Pîrî Reis, coğ­


rafyaya dair pek kıymetli eserler bırakmıştır.

a) Eserlerinin en mühimi, Kitab-ı Bahriye’dir ki, bunun diğer adı “Deniz


Atlası”dır. Bahriye, ilmî zihniyetle kaleme alınmış, Ege ile Akdeniz’i tasvir
eden ve realiteye uyan mükemmel bir kılavuzdur. Manzum ve mensur ol­
mak üzere iki kısma ayrılır. 23 fasıl ve 858 sayfadan ibaret bulunan bu kitap-
da, 223 harita vardır. Baş tarafı tamamen nazım şeklinde olup, 1107 beyittir.
Manzum kısmında, dünya denizleri hakkında bildiklerini, gördüklerini ve
işittiklerini sade bir dille anlatır. Bundan sonra nesir kısmı başlar ki, burada
Ege ve Akdeniz kıyılanyla, adalardan uzun uzun bahseder. Pîrî Reis, Akde­
niz’in çok mükemmel portülânını, yani limanlann durumunu gösteren en
doğru haritalarını yapmıştır. Büyük Türk denizcisi, eserini 1526 da tamam­
larken Kanunî Süleyman’a sunmuş, kitap padişah tarafından takdirle karşı­
lanmıştır. Bahriye, tam manasıyla gemiciler için yazılmış bir portülân’dır.
Eserin mukaddemesinde bizi ilgilendiren yön, arzın küre şeklinde olduğu­
nu her yerde ısrarla belirtmiş olmasıdır. Diğer önemli bir nokta, Amerika’nın
keşfi konusudur. Burada yazar, Kolomb’un bir harita ile yola çıktığım ve An-
til Adalan sahillerini keşfettiklerini anlatır. Kanaatimizce, Pîrî Reis, ilk defa
Türkiye’de Amerika’nın keşfinden ve böyle bir kara parçasının varlığından
bahseden coğrafyacımızdır. Osmanlı Türklerinde, haritacılık Pîrî Reisle baş­
lamıştır diyebiliriz. Bahriye, Fransızca ve Almancaya tercüme edilmiş ve bu
suretle Avrupalılann pek çok istifadesini sağlamış bir kitapdır. Zamanının
eşsiz bir deniz kılavuzu idi. Batıya rehberlik etmiş olan ve devrinin en mü­
kemmel deniz coğrafyası sayılan bu kıymetli eserin en iyi nüshalan. Köprü­
lü ve Topkapı Sarayı kütüphanelerinde bulunmaktadır.

27
b) Pîrî Reisin coğrafya sahasındaki ilk eseri, Gelibolu'da çizerek Yavuz
Selim’e hediye etliği dünya haritasıdır. Bu haritanın tamamı maalesef kay­
bolmuştur. Elimizde, Avrupa ve Afrika’nın kısmen batı kıyılarıyla Atlas Ok­
yanusunu ve Orta Amerika ile Güney Amerika’nın bazı kısımlarını içine alan
parçası bulunmaktadır. Harita, deri parşömen üzerine renkli olarak çizilmiş­
tir. Pîrî Reis, gerek kitabında, gerekse haritalarında, İlmî zihniyetin icaplan-
na göre hareket etmiştir.

c) Pîrî Reis, yukarıda söylediğimiz birinci dünya haritasını 1513’te çiz­


mişti. Bundan 15 yıl sonra, yani 1528’de ikinci bir dünya haritası yaparak,
Kanunî Süleyman’a sunmuştur ki, bunun da maalesef tamamı yoktur. Yalnız
Grönland ve Kuzey Amerika’yı gösteren parçası elimizdedir. Gerek bunda,
gerek birinci dünya haritasında yazarın imzası vardır. Kristof Kolomb’un ha­
ritasının amiralin eline geçtiğini kendi ifadesinden anlıyoruz:

“Hartısı tâ kim anın geldi bize!” Bu suretle büyük Türk deniz coğrafya­
cısı, kendi müşahedelerine dayanarak çizdiği dünya haritasına Kolomb’un
haritasını geçirmiş olmakla, Amerika kâşifinin çizdiği haritayı bize bizzat
vermiş, dolayısıyla coğrafya ilmine hakikaten hizmet etmiş oluyor. İşte Pîrî
Reisin mekân bilgisine ait eserleri bunlardan ibarettir.

16. asırda, deniz coğrafyacılığı Pirî Reis ve Şeydi Ali Reisle önemli bir
hamle yapmıştır. Pirî Reis, Akdeniz portülânlanm çizmekte meleke sahibi
olmuştu. Harita yapmanın büyük bir derin bilgi ve uzmanlık işi olduğunu,
haritada yapılan en küçük yanlışlığın, onu faydalanılamayacak bir hale ge­
tireceğini Kitab-ı Bahriyesi’nde açıkça anlatır. Bizde deniz coğrafyacılığının
ilk müjdecisi Pîrî Reistir. Amiralin I. ve n.ci dünya haritalarından elimizde
kalan parçalar incelenirse, ikinci haritada, kıyı şekillerinin daha gelişmiş bir
tarzda çizildiği ve bugünkü arazi durumuna uygun olduğu görülür. Demek
ki Pîrî Muhiddin Reis, sanatını ve ilmini ihmal etmemiş, her fırsatta bu yolda
çalışmaktan geri kalmamıştır. Haritaları, o devrin diğer dünya coğrafyacıla­
rının çizdiği haritalarla karşılaştırılırsa, onun eserlerinin tamamen ilmî bir
zihniyet ve metodla çizildiği meydana çıkar.

Amiralimizin bütün dünya coğrafyacılığına çok kıymetli hediyeler bı­


raktığı muhakkaktır. Dünya çapında bir denizci olduğu kadar, büyük bir
Türk coğrafyacısı ve kartografıdır. Pîrî Reisin gerek denizcilik tarihimizde,

28
gerekse ilim tarihimizde ve haritacılığımızda müstesna bir yeri vardır. Bahri­
ye, gayet açık ve sade Türkçe ile yazılmış olup, içerisindeki bilgiler, bu gün­
küne birçok noktalarda uymaktadır. Bundan dolayı devrinin eşsiz bir deniz
kılavuzu olan deniz atlasına, denizciliğin tarihî gelişmesinde son derece
önem verilmesi icab eder. Şu parçayı aynen alıyoruz. “Bu fasıl, nefs-i Vene­
dik şehrin beyan eder. Mezkûr Venedik şehrinin cemî’i etrafı on iki mildir.
Ve ol on iki mil yerlere binası urulduğu yer, berden ve bahirden cem olmuş
bir deniz kulağıdır. Ol denizin bazı yerleri sığ ve bazı yerleri derindir. Ol sığ
olan yerlerin üzerine kazıklar kakıp, ol kazıkların üzerine mezkûr şehri bi­
na eylemişlerdir.”

îlmî hüviyetini ve kıymetini belirtmeye çalıştığımız Pîrî Reis ve eserleri


hakkında, daha fazla bilgi almak isteyenler, Adnan Adıvar’ın “Osmanlı
Türklerinde İlim” adlı kitabıyla, Prof. Afet înan’ın “Pîrî Reis Hayatı ve Eser­
leri” ismindeki son inceleme eserine müracaat edebilirler.
Tuhfetü’z-Zam an ve H arîdetü’l-Evân:

Bu ayrıntılı eserin yazan, Sultan Selim Camii muvakkiti Mustafa bin Ali
el-Muvakkit’tir. Astronomik ve coğrafî bilgileri ihtiva eder. Önce sema küre­
lerinin ve yıldızların vasıflarından, sonra dağlar, denizler, nehirler ve su kay­
naklarından ve nihayet yedi kıt’a ve bunların meşhur şehirlerinden bahse­
dilmektedir. Bir toplama eseridir. Çağminî ve Kadızadenin astronomi kitap-
lanyla, o zaman pek moda olan Hayatü’l-Hayvan ve Acâ’ibü’l-Mahlûkat gibi
Arapça eserlerin Türkçeye tercümesidir. Bu kitapla, matematik coğrafyada
ilk adım atılmıştır. Tuhfetü’z-Zaman ve Harîdetü’l-Evanın ismi, bazı kütüp­
hanelerde TUHFETÜ’L-MECALÎS olarak geçer.
Üâmü’l-tbâd fi Âlâmü’l-BUâd;

F. Taeschner, “OsmanlIlarda Coğrafya” adlı makalesinde Viyana yazma-


lan arasında bu isimde bir kitabın bulunduğunu ve Kanunî Süleyman dev­
rinde yazıldığı halde, yazarının malûm olmadığım yazar. İstanbul kütüpha­
nelerinde incelemeler yaparken, bu eserin Üsküdar’da Hacı Selimağa Kü­
tüphanesinde 359 numarada (Kemankeş Kütüphanesi) kayıtlı ve Li Mustafa
bin Ali el Muvakkit be Cami-i Selimî tarafından yazılmış olduğunu gördüm.
Adnan Adıvar da, eserin Mustafa bin Ali el-Muvakkit’e ait bulunduğunu
kaydeder. Türkçe ve nesih yazı ile kaleme alınmış olan bu küçük kitap, Ka-

29
nunî Süleyman’a takdim edilmiştir. Mustafa bin Ali, eserinde, Fas’tan Çin>e
kadar 100 adet mühim İslâm şehirlerinin İstanbul’dan mesafelerini göster­
miş ve coğrafî mevkilerini tayin etmiştir.
Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn:

Yazan, 16. yüzyılın ünlü matematikçilerinden Nasuhü’s-Silâhiyü’l-Mat-


nakî’dir. 1535 yılında yazılmış olan bu mükemmel eser, Kanunî Süleyman’ın
Irak seferine aittir. İstanbul’dan Tebriz’e ve Tebriz’den Irak’a kadar birçok
şehirlerin, geçitlerin gayet itina ile çizilmiş resimlerini, kuşbakışı krokilerini
ihtiva etmektedir. Bilhassa Bağdat ve Diyarbakır’a ait resimler, oldukça ha­
kikate yakındır. Bu zatın yazı yazmakta ve resim yapmakta pek mahir oldu­
ğu, eserin incelenmesinden anlaşılıyor. Kitap, hakikaten bir sanat eseridir.
Sanatkâr olduğu kadar, yüksek bir matematikçi ve devrinin kıymetli bir ka­
ra coğrafyacısı bulunan Matrakçı Nasul, Pîrî Reisin Kitab-ı Bahriyesi derece­
sinde, tarifi, açıklayıcı ve ilmî değeri olan bir kitap yazmaya muvaffak ol­
muştur. Pîrî Muhiddin Reisin Deniz atlası, denizler için ne ise, Beyanı Mena­
zil-i Sefer-i Irakeyn de, karalar için aynı derecede önemli bir coğrafya eseri­
dir.
Kitabül-Muhît:
Yazar, büyük Türk amirali ve coğrafyacısı Şeydi Ali Reistir. Eserin tetki­
kinden önce, bu mühim şahsiyet üzerinde durmak icab eder. Şeydi Ali Re­
is, aslen Sinopludur. Babası, Galata Tersanesi kethüdası Hüseyin Reistir.
Soydan gemici olup, Pîrî Reisin yerine kapdanı derya tâyin edilerek, yıllar­
ca Umman Denizinde, Hind Okyanusunda Türk bayrağını şerefle dalgalan­
dırmış, birçok deniz seferlerine ve Kıbrıs fethine iştirak etmiş ve Barbaros’un
maiyetinde çalışmıştır. “Kâtib-i Rumî” lâkabiyle anılır. Astronomiye hakkıyla
vakıf usta bir denizci idi. İlmî zihniyete sahip, tecrübeye ve akla büyük bir
kıymet veren bu âlim ve şair zat, “Kâtibi” mahlâsiyle denizciliğe ait gayet sa­
de ve güzel şiirler yazmıştır. Vefatı, 1562 yılındadır.
Eserleri arasında, en mühimi, astronomi ve deniz coğrafyasına dair yaz­
dığı Kitabü’l-Muhît’dir. 1554 de Hindistan’da Ahmed-âbad’da yazılmış ve
Kanunî Süleyman’a takdim edilmiştir. Şeydi Ali Reis, kitabının baş tarafında,
“Kitap, ilmi deryanın cemi umuru garibesin ihata kılmağın ismi MUHİT ko­
nuldu.” der. Amiral, eski Arap kaynaklarından faydalanmış ve eserine bazı

30
hususî görgü ve tecrübeler eklemiştir. Muhit, Hind okyanusunun mükem­
mel bir monoğrafyasıdır. Güney Asya kıyılan hakkında esaslı bilgiler verir.
Eserin asıl adı, “Kitabü’l-Muhît fi ilmü’l-Eflâk ve’l-Ebhür”dür. Genel görünü­
şüyle, 10 bab ve 50 fasla ayrılmıştır. I. bab, cihet tâyini ve yıldızlar, II. bab,
zaman hesabı, takvim, güneş ve ay seneleri, III. bab, pusula taksimatı, IV.
bab, Hindistan kıyılan, Hind Okyanusundaki adalar, takım adalar, Ameri­
ka’ya dair malûmat, V. bab, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğuşu, ba­
tışı ve adlan, VI. bab, Hind Okyanusundaki meşhur limanlarla, adaların Ku­
tup Yıldızına göre irtifalan, VDL bab, astronomiye dair bilgiler, Vin. bab, rüz­
gârlar ve muson rüzgârlan, bunlann muhtelif takvimlere göre başlangıç ta­
rihleri, IX. bab, seyri sefer yollan, X. bab, tufan dediği büyük fırtınalar ve bu
zamanlarda alınacak tedbirleri ihtiva etmektedir. Rüzgârlar hakkında şöyle
diyor:

“Evvelâ malûm ola ki, rîhin aslı, havadır. Zira hava ki hareket eyleye.
Havada emvac zuhur eder ki, ol emvac rîhdir.” “Kenardan esen rüzgârlar,
mekkiyen leylden ibtida eder. Ve deryadan olan rüzgârlar, ekser gündüz
eser. Leylde sakin olur cümle âfakta. Sebebi oldur ki, kenar leylde barid olur
ve derya hâr olur. Ve neharda berakis olur. Zira, in’ikâsı şems ile cibal ve ri-
mal gündüz hâr olur.”

Muhit, Şeydi Ali Reisin sadece amelî bir gemici olmayıp Astronomi ve
coğrafyaya âşinâ bir âlim olduğunu gösterir. Bununla beraber, orijinal bir
eser değildir. Daha eski eserlerden toplama suretiyle vücuda getirilmiş bir
tercüme mahsulüdür. Faydalandığı Arapça kaynaklan zikretmekle, kendisi­
nin fikir namusuna sahip bir şahsiyet olduğunu isbat etmiştir. Pîrî Reis gibi,
bunda da öğrendiklerini yazma alışkanlığı vardı. Şeydi Ali Reis, coğrafya ve
bilhassa Hind Okyanusuyla meşgul olmuş, baştan başa Hind Denizini do­
laşmış, bize en esaslı bilgileri vermiştir. Eserin dili sade ve açıktır.

“Muttasıl deryadan rüzgâr ve mevc olup, kenardan sorluğan ve anafor


olur. Ol takdirce sefine, ne deryaya gitmeye ve kenara varmaya kâdir olur.”

Eserde, topoğrafik coğrafyaya dair önemli bilgiler vardır. Adnan Adıvar,


Osmanlı Türklerinde İlim’de der ki: “Muhit, henüz ne Türkiye’de ve ne de
Avrupa’da tam bir surette yayınlanmadığı gibi, Türk yazarlar Cihannümâ'yı
yazarken, Cava, Sumatra, Seylân ve diğer adalar hakkındaki malûmatı ay­

31
nen Muhit’ten nakletmiştir.” Bu sözlerin anlatmak istediği, eserin doğu vç
batı âleminde tam manasıyla tanınmamış olduğudur. Şeydi Ali Reisin kitabı,
muhteva itibanyla hakikaten İlmî ve çok faydalı bir portülân dır. Yazar ese­
rini, gemi reislerinin kılavuz almadan, Hind denizlerinde gemilerini serbest­
çe yürütmeye muvaffak olmalan için yazmıştır. Amiral, IV. baba yazdığı ek­
te yeni dünya hakkında da malûmat vermektedir. Prof, merhum İbrahim
Hakkı Akyol, “Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya ve Jeoloji” adlı eserinde,
Şeydi Ali Reisin Amerika’nın keşfine dair birkaç satırlık bilgi vermeyi ihmal
etmediğini söyler. Amerika konusunda, İslâm Ansiklopedisi de, pek az ma­
lûmat verildiğini kaydeder. Halbuki, bu zeyl, Yenidünya’ya ait en yeni bil­
giyi ihtiva etmekte, Majellania Boğazından geçildiğini ve efsanevî olmakla
beraber, 8 parmak boyunda ve köpek şeklinde insanlar bulunduğunu bil­
dirmektedir. Şeydi Ali Reis, Pîrî Reisin Amerika’ya dair evvelce yazdıklannı
toplamış olduğu gibi, üstelik yeni malûmat eklemek suretiyle selefini geç­
miştir.

Muhitin Orijinal nüshası, Topkapı Sarayı Revan Köşkü Kütüphanesinde


bulmaktadır. Nüshalan pek az olan bu nadir eserin, deniz coğrafyası ve fi­
zik coğrafya bakımından önemli bulunan bölümleri, 1834-1838 yıllan ara­
sında Baron Hammer tarafından İngilizceye ve diğer bazı Avrupa ilim adam­
larınca kıymeti takdir edilerek, topoğrafik coğrafya’ya ve Hind Denizindeki
adalara, takım adalara ve Yeni dünyaya ait bölümleri, Alman ve Italyan dil­
lerine tercüme edilmek suretiyle, batı âlemine pek çok faydalar sağlamıştır.

Şeydi Ali Reisin tecrübe ile akla büyük değer veren, ilmî zihniyete sahip
bir âlim olduğunu söylemiştik. Kitabü’l-Muhît’ten aldığımız şu cümleler, id­
diamızı doğrular:

“Evvelâ malûm ola ki, bu fennin aslı, aklile ve tecrübe iledir. Şol nesne
ki, mücerreb ola ve akla muvafık ola. Ol sahihdir. Ve biri muhalif olsa eger-
çi ol dahi sahih olur. Amma evvelki gibi değildir.”

Şeydi Ali Reisin Muhit’ten başka, bizi ilgilendiren birkaç eseri daha var­
dır. Bunlardan küçük “Mir’âtü’l-Memalik” risalesi, Hind denizindeki
vak’alardan başlayarak Edirne sarayına gelinceye kadar, yazann üç yıllık
sergüzeştini muhtevidir ki, bir nevi seyahatname mahiyetindedir. 1895 de
İstanbul’da basılmıştır. Bu matbu nüshayı A. VAMBERY, İngilizceye çevirdi­

32
ği gibi, Almanca ve Fransızcaya da tercüme edilmiştir. Halep’de iken, ami­
ral, matematik ve astronomi okumuş olduğundan, astronomik coğrafyaya
ait “Mir’ât-ı Kâinat” ve “Hulâsatü’l-Hey’e ” isminde iki eser vücuda getirmiş­
tir. Mir’at-ı Kâinat’ı, Arapça ve Farsça kitaplardan toplama suretiyle yazmış,
Hulâsatü’l-Hey’eyi de, Ali Kuşçunun meşhur “FETHlYE”sinden tercüme et­
miştir. Şeydi Ali Reis ve eserleri hakkında daha geniş bilgi almak için, Adnan
Adıvar’m kitabına müracaat olunabilir.
Evzahü’l-Mesalik İlâ Marifetü’l-Memalik:

Sipahizadenin muhtelif eserlerden faydalanarak kaleme aldığı bu Arap­


ça eser, sadrazam Sokullu Mehmed Paşanın emriyle yazar tarafından Türk-
çeye çevrilerek, gerek Arapçası ve gerekse Türkçesi Sokullu’ya takdim edil­
miştir.

Kâtip Çelebi ve F. Taeschner, Arapça aslının IH. Murad’a sunulduğunu


yazarlar. Eserin asıl adı “Evdahü’l-Mesalik ilâ Marifetü’l-Büldan ve’l-Mema-
lik”dir. Sipahizade Mehmed’in kaynaklan, Yakutü’l-Hamevî’nin eseri, Ebü’l-
Fidanın Takvimü’l-Büldanı, Kitabü’l-Atval ve’l-Uruz, Kitabü’l-Mesalik ve’l-
Memalik, Kanunü’l-Mes’ûdî, Kitabü’r-Resmü’r-Rub-ı Batlampyosî ve Yaku-
tü’l-Hamevî”nin Mûcemü’l-Büldanının özeti olan “Merasıdü’l-Ittıla”dır. Ki­
tap, mukaddimesinde arzın şeklinin kürevîliğinden, diğer fasıllarda deniz­
ler, göller, ırmaklar, dağlar ve şehirlerden bahseder. Kâtip Çelebi, Ali Sipa-
hi’nin eserinin, Ebü’l-Fidanın Takvimü’l-Büldanından iktibas ve tercüme su­
retiyle meydana getirildiğini söyler. Mukaddimenin sonundaki Bibliyograf­
ya, o zaman için oldukça mükemmel sayılabilir.

Tarihi Hindri Garbi:

Bu eser, 1583 tarihinde kaleme alınmış ve III. Murad’a takdim edilmiş­


tir. Yalnız, kitabın yazan kati olarak bilinmiyor. Kütüphanelerimizde yaptı­
ğım incelemelerde, Süleymaniye Esad Efendi Kitaplığında “Tarih Hindi’l
Garbî el-Müsemmî bi-Hadis-i Nev” adlı eserin “Mehmed bin Yusuf Herevî”,
Nuruosmaniye Kütüphanesinde “Hadis-i Nev” ismindeki kitabın “Emir Meh­
med bin Emir Hasanü’s-Suûdî" tarafından yazıldığım gördüm. Aynca, Baye-
zit Kütüphanesindeki resimli ve işlemeli yazma nüshada da, yazannın “Sâli-
k-i Rah-ı Mes’üdl, Emir Mehmed bin Hasanü’s-Suûdî” olduğunu gördüm.

33
Eserin muhtelif isimler alması da dikkat çekicidir: Tarih-i Hind-i Gaıbî,
Kitab-ı Iklim-i Cedid, Ahval-i Âlem-i Cedid, Tarih-i Yenidünya, Hadis-i Nev
ve Kutr-i Nev. Kâtip Çelebi, F. Taeschner, Mehmet bin Yusuf Herevî’ye ait
bulunduğunu söylerler. Fakat Türk bibliyografyalarına göre, kitabı yazanın,
“Emir Mehmet bin Emir Hasanü’s-Suûdî” olması ihtimali daha kuvvetlidir.

F. Taeschner, makalesinde Tarih-i Hind-i Garbî’nin, Avrupalılann Ame­


rika kıtasındaki yeni keşiflerinden Osmanlılan haberdar etmek amacıyla
Frenkçeden tercüme edildiğini yazmaktadır. I. ve II. bablarda, kozmoğrafya
ve eski coğrafya bilgileri vardır. İÜ. babda ise, Amerika’nın keşfinden bah­
sedilmekte, keşfin tarihine dair oldukça doğru bilgi verilmektedir. Kıtanın
hayvanat ve bitkilerinden bahsedilirken, mitolojik bilgiler de karıştırılmıştır.
1732 yılında, Fransızcaya tercüme edilen bu eser, 18. asırda İbrahim Müte­
ferrika tarafından, yazar adı zikrolunmadan resimli bir şekilde basılmıştır.

Tarih-i Hind-i Garbı, bizde ilk defa basılan resimli coğrafya kitabıdır.

Menâzırü’l-Avâlim:
Bu eser, 16. yüzyılın son senelerinde, 1597 de III. Mehmed devrinde ya­
zılmıştır. Yazar, El’âşık diye tanınmış olan “Mehmed bin Ömer bin Baye-
zkTdir. Mehmet Âşık, Trabzonludur. Babası, oranın Hatuniye Medresesi
müderrislerinden bir zattır. Kesin olmamakla beraber, 1555 yılında doğmuş,
Flügel’e göre 1600 de ölmüştür.

Menâzırü’l-Avâlim, 16. asnn genel coğrafyaya ait en önemli ve muaz­


zam eseridir. Osmanlı memleketleri hakkında yazarın gerek kendi görgüle­
rini ve gerekse başkalarının rivayederine dayanan mühim bilgileri ihtiva et­
tiğinden, çok kıymetli bir kitapdır. Zamanında şöhret kazanan ve OsmanlI­
larda şark-kârî coğrafyanın son örneği olan bu eser, Şam’da ikmâl edilmiş­
tir.

Mehmed Âşık, eski büyük yazarlardan, Kemaleddin Demin, İbni Hur-


dazbeh, İbnül-cevzî, tbnü’l-verdî, Kazvinî, Yakutü’l-hamevî, Hamdullah
Müstevfı ve Ebü’l-Fida’dan faydalanmıştır. Hattâ, Ebü’l-Fidanın o kadar tesi­
ri altında kalmıştır ki, Menâzırül-avâlime, Takvimü’l-Büldanın Türkçeye ge­
niş ölçüde tercüme edilmiş bir nüshası gözüyle bakılabilir. Fakat, yukarıda
da söylediğimiz gibi, Osmanlı ülkelerine dai, yazarın şahsî tespitlerine daya­

34
nan mühim ve etraflı bilgiler de vardır. Esas yönüyle iki kısma ayrılmıştır: I.
kısım, hakikatte bir giriş mahiyetinde ohıp; gökten ve gökteki gezegenler­
den bahseder. Bu kısım, genel görünüşüyle ilahiyat ve mitolojiden ibarettir.
Asıl eser, II. kısımda toplanmıştır. Buruda, coğrafyanın bütün konulan bu­
lunmaktadır. Fizik coğrafyayı ve şehirleri açıklayıp zikrettikten sonra, hay­
vanları ve insanın anatomisine de etraflıca olarak anlatır.

Bu kitap, hem kozmoğrafya, hem de coğrafyaya ait, gerek Ortaçağ Islâ-


mın boyun eğilen emirleri gözönüne alınarak, gerekse yazann kişisel tespit­
leri ilâve edilerek kaleme alınmıştır. Menâzırü’l-Avâlim, eski klâsik Yunan
ve Islâm coğrafyasının en son temsilcisi olup, onda hiçbir şekilde batı tesiri
görülmez. Tertip ve tasvir itibariyle, tamamen Ortaçağ düşüncesini aksetti­
rir. Bütün Ortaçağ coğrafyacılan gibi, Mehmed Âşık da Batlamyos’un tesiri
altında kalmış ve bu suretle, doğuda Ortazaman coğrafyacılarının sonuncu­
su olmuştur. O, eski tarzdaki coğrafî eserlere, yeni bir gelişme devri hazırla­
mak istiyordu.

Mehmed Âşık Çelebinin eseri, kütüphanelerimizin ekserisinde bulun­


maktadır. Kendi elyazısı ile yazılmış orijinal nüshası, Süleymaniye, Halet
Efendi Kitaplığında, 616 numarada kayıtlıdır. Büyük kısmı coğrafyayı ihtiva
eden Menâzırü’l-Avâlim, Acâ’ibü’l-Mahlûkat cinsinden bir kozmoğrafya ve
Takvimü’l-Büldan cinsinden bir coğrafya kitabıdır. Kıbrıs’a dair şu parçayı
okuyalım:

“Bu cezirenin devri yediyüz mil ola. Ve Nuhbetü’d-Dehr’de mezkûrdur


ki, Kıbnsı nuhas ismidir. Zira bu cezirede, madeni nuhas vardır. Ve bu cezi­
renin devri 1500 mildir. Ve sahibi Hama İsmail, Takvimü’l-Büldanda kendü
mesahatı üzere tulü ikiyüz mildir, der; ve Şerif Idrisî kavliyle devri 250 mil­
dir, deyu zikreder. Cibalinin esken eşcarı şecere-i hamubdur ki, lûgat-ı Tür­
kiye’de keçi boynuzu derler. Bu harnubu Limoson ikselesinde ceste ceste
ve beste beste komuşlardır. Aksâ-yı Frenkden ve münteha-yı Rumdan süfün
ü merakib ile tüccar gelüp iştira edüp tahmil ederler.”

Menâzırü’l-Avâlim hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler, F. Ta-


eschner’in makalesine müracaat edebilirler.

35
Künhü’l-Ahbâr:

Aslında bir tarih kitabı olup, tarihçi Âlî tarafından kaleme alınmıştır. Âlî,
1541 tarihinde Gelibolu’da doğmuş, 1600 de vefat etmiştir. 16. asrın ilim sa­
hasında parlak temsilcilerindendir. En mühim esri, Künhü’l-Âhbar’dır. Eski
coğrafyacılar tarzında kısa ve toplu bir surette yöresel coğrafya denemesini
Âlî’nin bu meşhur eserinde görüyoruz. Künhü’l-Ahbar’m mukaddimesinde­
ki coğrafî özet, diğer coğrafî yayınlar üzerinde büyük bir tesir yapmamıştır.
Âlî’nin kitabındaki açıklayıcı bilginin kaynaklan, Ebü’l-Fidanın Takvimü’l-
Büldanı, Belhî’nin Suverü’l-Ekalimi ve Sipahizadenin Evdahü’l-Mesalik ilâ
Marifetü’l-Memalikidir. Künhü’l-Ahbar, Avrupa milletlerinden de kısa olarak
bahseder. Eserin tamamına ayrıntılı bir coğrafya lügati ilâve olunmuştur.

Âlînin “Mir’âtü’l-Avâlim” adında küçü bir kitapçığı da vardır. Sırf mito­


lojik mahiyette olan bu eser, Ahmed Bîcan’ın Dün-i Meknun ismindeki özel
kozmoğrafya kitabı karakterindedir.

Buraya kadar verdiğimiz, açıklamayla, 16. asnn coğrafya ilmi bakımın­


dan genel karakterini ve mekân bilgisine ait başlıca eserlerle yazarlan üze­
rinde durarak devrin önemini belirtmeye çalıştık.

16. yüzyılın coğrafya alanında bir hamle asn olduğunu biliyoruz. Pîrî
Reisin portülânlan’ndan başka, bu devirde dikkate değer haritalar da vücu­
da getirilmiştir. İslâm Ansiklopedisi ile Adnan Adıvar’ın eserinden, 1559 da
Tunuslu Hacı Mehmed tarafından altı elma ağacı tahtası üzerine çizilmiş
kalp şeklinde bir düz küre haritasının Venedik’te St. MARCO kütüphanesin­
de bulunduğunu öğreniyoruz. Harita, yabancı kaynaklardan faydalanılarak
resmedilmiş olup, izahatı Türkçedir. Paraleller, mükemmel bir tarzda çizil­
miş ve meridyen başlangıcı olarak Kanarya Adalan alınmıştır

Bundan başka, Topkapı Sarayı Kütüphanesinde, Türk kartoğrafyasına


ait ceylân derisi üzerine yapılmış, renkli 7 haritadan ibaret bir koleksiyon
bulunmaktadır. Bunlan, 1935 de Fevzi Kurdoğlu, “Ali Macar Reis” Atlası
adıyla yayınlamıştır. Bu haritalar, 1567 yılında çalışan Ali Macar Reise atfe­
dilmekte ise de, I.ci haritanın bu zata ait olmadığı muhakkaktır. Çünkü, 1-
no.lu harita, MoIleweide projeksiyonuna çok yakın bir tip arzediyor. Molle'
weide projeksiyon usulüyle düz küre, 18. asırda yapıldığına göre, bu harita'
nın Ali Macar Reise ait olduğu kabul edilemez. Ancak, 4. numaralı haritada.

36
Ali Macar Reisin adı ve yaptığı sene açıkça yazılmıştır. Fevzi Kurdoğlu, yal­
nız bu kayda dayanarak diğerlerini de bu zata atfetmiştir.

Haritaların yedisi de, portülân şeklindeki deniz haritalarıdır. Adalar, bu­


runlar, limanlar itina ile çizilmiş olduğu gibi, karada bulunan bazı büyük şe­
hirler ve kaleler de gösterilmiştir. Britanya adaları, Manş Denizi, Tunus,
Trablusgarb ve İtalya kıyılan, Doğu Akdeniz ile Ege denizi havzası ve niha­
yet Karadeniz, Marmara Denizi büyük bir dikkatle resmolunmuştur.

16. asırda geniş ölçüde tercümeler yapıldığını söylemiştik. Şimdi bu ter­


cüme eserlerinden kısaca bahsedelim:

1- Kazvinî’nin meşhur Acâ’ibü’l-Mahlûkatı bir çok kere Türkçeye çevril­


miştir. Acâ’ibü’l-Mahlûkat tercümelerinin bu devirde en mühimini, şair ve
âlim bir zat olan Sürurî Efendi yapmıştır. Bu zatın asıl adı, Mustafa bin Mus-
Iihiddin bin Şaban’dır. Sürurî, Acâ’ibü’l-Mahlûkatı 1552 de tercüme etmeye
başlamış, fakat talebesi bulunan Şehzade Mustafa’nm vefatı üzerine noksan
kalmıştır. Bu eksik kitabın adı, “Şerh-i Kitab-ı Acâib-i Garâib”dir. Bu, sadece
bir tercümeden ibaret değildir. Eserde, fazla olan kısımlar atılmış, faydalı ba­
zı ilgiler mütercim tarafından eklenmiştir. Sürurî, müşahede ve tecrübeye
büyük önem vermekte, Arzın yuvarlaklığından ve güneşin gerek iklim, ge­
rekse ırklar üzerindeki tesirlerinden bahsetmektedir.

2- Ebü’l-Fida’nın “Takvimü’l-Büldan”ı, “Evdahü’l-Mesalik ilâ Marifetü’l-


Büldan” adı altında, Sipahîzade Mehmed tarafından özet olarak Türkçeye
çevrilmiştir.

3- îbnü’lverdî’nin “Harîdetü’l-Acâib”i, Türkçeye tercüme edildiği gibi,


Belhî’nin “SuverüTekalim” adındaki coğrafî eseri, Istahrî tarafından genişle­
tilerek “Mesâlikü’l-Memâlik” ismini almış, Şerif Efendi, tstahrî’nin bu eserini
Türk diline tercüme ederek, III. Mehmed zamanında Gazanfer Ağaya sun­
muştur.

4 -Yine îbnü’lverdî’nin “Harîdetü’l-Acâib ve Ferîdetü’l-Garâib”i, Mah-


mudü’l-Hatib tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Eserin ilmî bir kıymeti yok­
tur. Efsanevî tarzda dağların, nehirlerin teşekkülleri suretinden bahseder.

Mahmud’un 1562 de Arapçadan, Türkçeye çevirdiği bu tercüme eserin


adı, “Nevadirü’l-Garâib ve Mevaridü’l-Acâib”dir.

37
5- Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematiğe dair meşhur kitabı, astrono­
mi coğrafyaya ait en geçerli bir eser sayıldığından, birçok defalar, dilimize
çevrilmiştir. Bu tercümelerin en önemlileri, evvelce söylediğimiz Şeydi Ali
Reisin “Hulâsatü’l-Hey’e”si ile Molla Perviz’in “Mirkatü’s-Sema”sıdır.
6-16. asırda, yöresel coğrafya sahasında Mısır’a ait eserler de tercüme
olunmuştur. Zengin bir memleket olan Mısır, Osmanlı Türklerini fazla ilgi­
lendirmiş, Arapça olarak 1375 tarihinde kaleme alınan “Tuhfetü’s-Saniye fi
Esmâ’i’l-Bilâdi’l-Mısriyye” adb kitap, “Zikr-i Ekalim-i Diyar-ı Mısnyye” ismiy­
le Türkçeye çevrilmiştir.

7- 1562 yılında Arapça olarak Ahmed bin Aliyyü’l-Mahalliyü’l-Münec-


cim tarafından yazılan “Kanunü’d-Dünya” adındaki coğrafya ve memleket­
lerin tuhaf ve garip şeylere dair olan eseri, III. Murad’ın emriyle Kadı Abdur-
rahman, 1575 de Türkçeye tercüme etmiştir.
8- Adnan Adıvar, kitabında, Türkiye’de ve bütün İslâm âleminde meş­
hur olan ve 1576 da, Arap diliyle kaleme alınan “Tezkiretü’l-Elbab” veya
“Tezkire-i Antakî” adında bir esere işaret ediyor. Bu kitap, esas itibariyle üb-
bî olmakla beraber, ikinci kısmında, alfabe sırasıyla hastalıkların tedavileri­
ni anlatırken, coğrafya kelimesinin üzerinde durarak, bunun Yunanca bir
kelime olduğundan, coğrafyanın tıb ile çok alâkalı bulunduğundan ve ik­
limlerin hastalıklar üzerine yaptığı tesirlerden bahseder ki, bu nokta, tıbbî
coğrafya bakımından bizi yakından ilgilendirir.
9- Gıyasüddin Cemşid’in “Sullemü’s-Sema”sını Mustafa Zeki namında
bir zat, Türkçeye tercüme etmiştir. İçerisinde kozmoğrafyaya ait ve gök ci­
simlerinin yerküreye uzaklıklarını gösteren bilgiler vardır. Yine Gıyasüddin
Nakkaş’ın meşhur “Hatâînâme”si, Çelebizade Asım Efendi tarafından Türk­
çeye çevrilmiştir.
10- Son olarak bu asırda tercüme edilen bir eserden daha bahsedelim:
Hicrî 6.cı yüzyılda (Milâdî 13. asır), Endülüs’te yetişen Ebubekir Zekeri-
ya Yahya bin Mehmedü’l-Avvâm tarafından Arapça olarak yazılan ve zama­
nında çok meşhur olan “Kitabü’l-Felâha” adındaki eseri, 1589 da Mehmed
bin Mustafa bin Lûtfullah, “Felâhatnâme-i Mufassala” yahut “Tercüme-i Fe-
lâhatnâme” ismi altında Türkçeye çevirmiştir. Adnan Adıvar, Kitabü’l-Felâ-
hadan bahsederken özetle der ki:

38
“Ibni Haldun, bu eserin Felâhatü’n-Nabtiye’nin bir hulâsasından ibaret
olduğunu söylerse de, hakikatte bu eser, lbni Vahşiye’nin Kitabü’l-Felâha-
tü’n-Nabtiyye’si ile, Ahmed ibni Mehmed bin Haccac’ın Mukni adlı kitabın­
dan kopyelenmiştir. Aslında 587 bitki ile 50 türlü meyva ağacından bahse­
den bu kitap, Ispanyolcaya tercüme ve metni ile beraber yayımlanmıştır.
(Madrid, 1802). Fransızcaya da Clement Mullet tarafından, “Le Livre de l’ag-
riculture” adıyla tercüme ve 1864-1867 seneleri arasında basılmıştır.”

Bayazıd, Veliyyüddin Efendi Kitaplığında, 2534 numarada kayıtlı bulu­


nan ve “Terciime-i Felâhatname” ismini taşıyan bu mühim eserle bizzat
meşgul oldum. Yunan ve Arap kaynaklarından toplanmış bilgileri ihtiva
eden kitabın ilk 30 faslı, Ziraat ve son dört faslı da, elılî hayvanlar, tavuk ve
hindi yetiştirmek, iyi yumurta almak, toprağın ve gübrelerin çeşitleri ile, at,
katır, eşek, deve ve öküz besleme usullerinden bahsediyor.

Ayrıntılı bir ziraat kitabı olan bu kıymetli eser üzerinde durmak lâzım­
dır. Başlangıçta ziraatın faydalan ve manası belirtilerek deniliyor ki, “Rahat
ve lezzet ve izzü ve ecr ve selâmet, sahibi ziraat olanlardadır ki, ektikleri ye­
rin hemen öşrünü vereler. Sair tekâlüf, zulüm ve bid’at olmaya. Ve ziraat gi­
bi âsan ve faydalı bir güzel mekseb ve iktisab, ecr ve selâmete akreb bir nes­
ne yoktur. Ve bu iki kısımdır: Birisine Ba’K ve birisine Seykî derler. Ballı ana
derler ki, yağmursuz, yüksek yerlerde olup ve şol ağaçlar ki, köklerinden su
içerler. Eyüsü sakiye ile kuyulardan ve akarsulardan olanıdır.

İkinci kısmı, koğa ve âlât-ı sakî, deve ve himar ve katır ile ola. Felâha-
nın manası, yeri ıslah etmektir. Eşcar dikmeye ve ziraat etmeye ve nef ini ve
zararım bilip ana göre âfâtını defetmektir. Ve arzın a’lâ ve evsat ve ednâsım
bilip zer’in ve garsın ve sair riyahîn ve hudrânın enva ve tabiatını ve mez­
kûrların her nev ve sınıfın ziraati vaktini ve ol aızın muvafık havalannı ve ne
veçhile gars ve ziraatlarını ve bunlann her nev’inin suvanimağa münasip
olan sularım ve miktarlarım ve zibillerinin marifet ve ıslahlarını ve kable’z-
ziraa yerlerini ne veçhile tertip ve terbiyet ve imaret idüp ve bunlara lâhik
olan âfâtın tedbir ve ilâcında ve ihtirâzındadır."

Yazar, “Bu kitabı iki sifir üzere taksim eyledim, evvelki kısmı, yerlerin
marifetinde ve zibilleri ve sularının ve fidan dikimlerinin ve tertib ve terki­
binin ve anlara münasip umurun beyanındadır. İkinci kısmı, ziraatın ve fe-

39
lâhatı hayvanın ve sair anlara müteallik ahvalin tafsilindedir.” dedikten son­
ra, toprak konusu üzerinde durur:

“Evvel meratibi felaha, arzın eyüsünün ve yaramazının teşhisindedir.


Bu miktan bilmeyen mutlaka bu fende cahildir. Güneş dokunmadığı bazı
kuyuları ve derin yerleri kazıp topraklan taşra çıktıkda, ol yılda anda zer
olunsa, asla nesne bitmez. Ve sair arzlarda dahi nebat zuhura gelmez. İllâ
güneş anı hararetiyle perveriş eyleye. Zira arzın tabiatı barid ve yabistir. Gü­
neş hararet verip ve yağmur rutubet vermeyince, neşv ü nema bulmaz. Ve
arzın gerçi tabiatı barid ve yabistir; lâkin bazısı birbirinden rutubet üzere ve
bazısı yubûset üzeredir. Arzdan ziyade hararet üzere olan kara topraktır, ba­
dehu kızıl topraktır; ve gayette bürûdet üzere olan aktoprak, badehu san
topraktır. Ve her toprağın levninde beyaz olsa, ol miktar anda bürûdet tesir
etmiş olur. San toprak dahi ol minval üzeredir. Sair levinlerde dahi bu üslûb
üzeredir.”

Bundan sonra, hangi bitkinin hangi toprakta daha iyi yetişeceğini izah
eder. Zibil dediği gübre bahsinde, gübrenin nevilerini, faydalarını, kullanıl­
masını; kuyu açmak ve sulama usullerini inceler. Eserin büyük kısmı, bos­
tan, ağaç dikme ve çeşitli ağaçlar konusuna aynlmıştır. Zeytin ağacı hakkın­
da: “Ol iki nevidir, biri berrîdir ki, kendi tab’ından dağlarda biter, ırmak ke­
narlarında bitmez; ve kökleri daima çok su cem olan yerlerde zuhur bulmaz.
İkinci nev’i ehlidir ki, danesi ve yağı berrîden ziyadedir.” dedikten sonra,
zeytinin hangi toprakta yetiştiğini, çok soğuk ve çok sıcak yerlere tahammü­
lü olmadığım, yağmurda zeytinin tohum ve danesini dökmediğini, Endü­
lüs’te zeytin ağacının dikilmesi tarihini anlatır. Nihayet, meyve ağaçlan, seb­
zeler, çiçekler, aşılama usulleri, ekin ekme ve biçme, gülsuyu çıkarma, şıra­
dan şarap yapma, başlıca evcil hayvanlar, onlann beslenme tarzı ve tavuk­
çuluk gibi çeşitli konulardan ayrıntılı olarak bahseder. Kitabın 30.ncu babın­
da, mesken hakkında da çok kısa bilgi vardır.

Bu parçayı aynen alıyoruz: “Binayı nenün gibi yerlerde etmek beyanın-


dadır. Kustus hakîm derki, bina yeri ki, içinde olana faydalı ola. Yüksek yer­
ler gerektir; ve kapılan ve pençelere imaşnk tarafına olsa, içinde sakin olan­
ların bedenlerine faydalıdır. Ve derler ki, ev vâsi ve sakfı yüksek gerektir
Dar ve sakfı alçak olan evler, âdemin kalbine ferah vermez. Kapılan ve p en'

40
cereleri vâsi olsa, hava girer; ve ufuneti defeder. Ve bina için kesilen ağaç
sahih ekallî on onbeş yıllık gerektir.”

Bu tercüme eserlerinden sonra, yine bu devirde yazılan ve mekân bil­


gisiyle alâkalı bulunan bazı eserlerden bahsederek 16. asra nihayet verelim.

Adnan Adıvar, 9- Ocak. 1954 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınladı­


ğı bir makalede, mesken konusu ile ilgili “Ahlâk-ı Alâî” adında bir eser hak­
kında izahat vermektedir. Mesken, coğrafî bir vakıa olduğundan, Kanunî
Süleyman zamanında, Kınalızade Ali Efendi tarafından Türkçe olarak kale­
me alınan bu kitaptan kısaca bahsetmeyi faydalı buluyoruz. Kınalı-zadenin
kaynaklan, Nasireddin Tusî’nin “Ahlâk-ı Nasırî” adlı eseriyle, Celâl Devva-
nî’nin, “Ahlâk-ı Celâlî”sidir. Esas itibariyle bir ahlâk kitabı olan bu eseri, Ad­
nan Adıvar, iyice incelemiş ve önemini belirtmiştir. Makalenin bizi alâkadar
eden kısımlarından bazı örnekler veriyoruz:

“Gerek Nasireddin Tûsî, gerek bizim Kınalızade Ali Efendi, menzil yani
mesken davasını daha derin açıklayıp genişletmişlerdir. Onlara nazaran’ yi­
yeceğini, içeceğini saklamak ve hırsızdan, gasbdan, kardan, yağmurdan ko­
runmak ve hattâ insanın en ziyade üşüdüğü uyku esnasında, kendisini so­
ğuktan muhafaza etmek gibi işler için, mesken lâzımdır. Bu, yalnız şahsın
bekası için lâzım olan bir şarttır. Fakat bir de, türün bekası için, evlenmek,
aile teşkil etmek, çocuk yetiştirmek için de bir eve ihtiyaç âşikârdır. Bu eski
yazarlar, konak yerlerini, şehirler, kasabalar ve köylerde, taş, kerpiç ve ke­
resteden yapılan çadır şeklinde olmak üzere ikiye ayırırlar. Birinci kısım
meskenlerin binasının sağlam ve kolay kolay yıkılmayacak şekil ve dayanık­
lılıkta olmasını şart koştuktan sonra, o zaman için pek makûl ve belki de kâ­
fi görülecek şu sıhhî şartlan ilâve ediyorlar: Tavan yüksek, kapılar geniş, her
mevsime münasib oda, her aya göre temiz hava ne taraftan gelirse, evin o
tarafa açık olmak gerektir. Binada fazla zinet ve nakış yapılarak fazla masraf
yapmak da akıl kân değildir. Ahlâkı nâsırî ve ahlâkı alâîden alınan bu fıkra­
lar, bizlerin vaktile meskene ve sıhhî meskene pek ehemmiyet verdiğimizi
göstermeye kâfidir. Hattâ Nasireddin Tusî, İbni Sina’nın bu husustaki bir ki­
tapçığından olarak daha başka ayrıntı vermektedir.

Meselâ, evin binası, dışarıdan yangın, su baskını ve akrep ve yılan ve sa-


lr hayvanlann hücumuna mâni olacak ve zelzelelere direnecek bir şekilde

41
olmasını tavsiye ediyor. Bununla birlikte, şurasını hemen kaydedelim ki
MENZİL umumî adı altında kasdettikleri, sadece evin binası değildir. Evde
oturan ailenin sosyal hal ve şartlan da bu menzil kelimesine dahildir.”

Bu devre aid diğer bir orijinal eseri de, III. Murad’ın emriyle Tophane
Bayınnda 1576-1580 yıllan arasında Türkiye’de ilk defa RASATHANE’yi ku­
ran Takiyyüddin bin Mehmed bin Ahmed’in kaleme aldığı “Sidretü’l-Münte-
ha el-Efkâr fi Melekuti'1-Felekü’d-Devvar’’dır. Zamamnda meşhur olan kitab,
Astronomi ve astronomik coğrafya konularını, gözlem âletlerinin ve usulle­
rinin tarifini, ay ve güneşin hareketlerinin gözlenmesini ihtiva eder. Burada
mühim bir noktaya temas etmek istiyoruz:

16. asırda, Polonyalı Kopemik, asırlarca hüküm süren Batlamyüs astr


nomisini yıkmış, âlemin merkezinin dünya değil, güneş olduğunu ve bütün
gezegenlerin güneş etrafında döndüğünü ispat ederek, yepyeni bir sistem
kurmuştu. Fakat ne yazık ki, Avrupa’da vukua gelen bu çok önemli ilim ha­
reketlerinden memleketimizin haberi olmamıştır. O devirde yazılan eserle­
rin hiç birinde Kopernik sisteminden bahsedilmez. Hattâ, Takiyyüddin’in
kurduğu rasathane, “RASAD-I CEDÎD” diye hâlâ, artık kıymetini kaybetmiş
olan Batlamyüs kurallarına göre faaliyette bulunuyordu. Diyebiliriz ki, 16.
yüzyılda, pozitif ilimler bakımından, Osmanlı Türkiyesinin batı âlemi ile te­
ması olmamıştır.

Adnan Adıvar, Yahya bin Mehmedü’l-Gaffar’ın 1517 de yazdığı ve aslı


Laypzig Kütüphanesinde bulunan “Kitabü’l-Yakutü’l-Mehazin fı Cevahirül-
Maadin” isimli bir kitaptan bahseder. Bunun Üniversite Kütüphanesinde
1808 de kopye edilen yanlışlarla dolu bir nüshasını gördüm. Laypzig’deki
asd 1517 tarihli nüshasını inceleyen Adnan Adıvar, eserin, yazar Türkiye’de
çok seyahat etmiş olduğundan, memleketin coğrafî açıdan tarifi ile başladı­
ğını, bu seyahat esnasında muhtelif yerlerin âdetleri ve hattâ tahsil derecesi
hakkında bilgi verdiğini, kıymetli taşlann özelliklerinden, taşlan vücuda gel­
mesi şartlanndan, kıymetli ve diğer madenlerden, kıymetli taşlann tanınma­
sına yarayan bilgilerden bahsettiğini, nihayet şehzade Korkud namına Piy3'
le Beyin emriyle, “Cevahimame-i Cedid” ve “Tansuhname-i llhanî” adında­
ki Farisî eserlerden noklolunduğunu yazar.

42
Necib Asım Bey, “Osmanlı Coğrafyacıları" adlı makalesinde, Mehmed
Efendi namında bir zatın yine bu devirde yazdığı, 588 sahifeiik “Ceridetü’l-
Cedid” ismiyle bir coğrafya kitabını kaydeder.
Osmanlı Türklerinde, memleketin siyası bölünmesine dair olan, yahut
yol tarifleri gibi doğrudan doğruya pratik gayeye hizmet eden eserler, daha
büyük yer tutar. Bunlara, Mekke’ye giden hacılara mahsus menâsik-i haclar­
la Koca Nişancı'nın “Memalik-i Osmaniyenin Siyasî Coğrafyası”, güzel bir
misal teşkil eder.
Padişahların büyük seferlerine aid “RUZNAME"ler de aynı karakteri ta­
şırlar. Ruznameler, gerek tarihî, gerekse coğrafî bir ehemmiyet taşıyıp, en
önemli olanlarını Feridun Beyin “Münşeat-ı Selâtîn” adlı matbu eseri, bir ara­
ya toplamış bulunmaktadır. Bunlar daha ziyade topografya ve siyasî coğraf­
ya bakımından dikkate ve incelemeye değer.
16. Asırda birtakım seyahatnameler de kaleme alınmıştır. Bımlann en
mühimi olan “Hıtayname”den evvelce bahsettik. Bundan başka, Kanunî
devrinde Asya’da seyahat eden Seyfi Çelebinin eseri ile, III. Murad zamanın­
da Tokadlı Alımed ibn-i İbrahim isminde bir tacirin, Kâbil yolu ile Hindis­
tan’a giderek Basra yolu ile dönüşünü hikâye eden “Acâibname-i Hindüs-
tan" adındaki manzum seyahatnamesi zikre değer.
16. yüzyılda, Osmanlı yazarlan tarafından yazılan veya tercüme edilmiş
olan eserleri sıralamakla, bu asrın coğrafi faaliyetinin ne kadar geniş ve kuv­
vetli olduğunu anlatmaya çalıştık.
D) XVÜ. A sm
Osmanlı Türklerinde 17. yüzyıl, ilim ve fikir âleminde bir gerileme ve
aşağılama devri olarak kabul edilir. Gerçekten, bu asımda müsbet ve aklî
ilimler itibardan düşmüş, diğer ilimlere nazaran ikinci plânda kalmış, med­
reselerde tedrisat, daha ziyade dinî konularla sınırlandınlnuştı. Bununla be­
raber, 16. asırda coğrafya sahasında vukua gelen gelişme, 17. yüzyılda da
devam etmiş ve mekân bilgisi, Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi ve Behram Dımış-
kî gibi coğrafyacılarla dikkate değer bir hamle yapmış ve bu mühim şahsi­
yetler, umumî ve mevziî coğrafyaya ait çok kıymetli eserler vücuda getire­
rek, Osmanlı Türkiyesinde coğrafya ilmine karşı büyük bir ilgi uyandırmış­
lardır.

43
İlim tarihimizde, 17. asnn ilk yansı, Kâtip Çelebi ile dikkate değer bir
devir halini almıştır. Bu devirde, Fransa’dan Türkiye’ye gelerek İslâmlığı ka­
bul eden Şeyh Mehmed Ihlâsî adında coğrafyaya vakıf bir zat, bizde mekân
bilgisinin bir dereceye kadar modernleşmesinde mühimce bir rol oynamış,
Kâtip Çelebiye “Atlas Minör” tercümesiyle “Cihannüma”yı meydana getir­
mesinde büyük yardımlarda bulunmuştur. Osmanlı Türkiyesinde, Coğrafya­
da Avrupa’nın katı olarak tesiri, 17. yüzyılın ortalarında başlar. Bunda, Kâ­
tip Çelebinin payı büyüktür.
Coğrafya ilmi bakımından, 17. asra Kâtip Çelebi asn demek mümkün­
dür. Asnn genel durumu hakkında verdiğimiz bu kısa açıklamadan sonra,
bu devrin belli başlı coğrafî ürünlerini inceleyebiliriz. Bunlar, CİHANNUMA,
Levami’u’n-Nur fi Zulûmat-ı Atlas Minör, Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar,
Keşfü’z-Zunun, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ve Nusretü’l-lslâm ve’s-Sürur fi
Tercüme-i Atlas Mayor’dur.
CİHANNÜMA:

Cihan gösteren manasına gelen bu mühim coğrafya kitabının yazan,


Kâtip Çelebi’dir. Eserin incelenmesinden önce, Kâtip Çelebi hakkında bilgi
vermeyi faydalı buluyoruz. Avrupalılann “HACI KALFA” diye tamdıklan ve
asıl adı MUSTAFA olan bu âlim ve mütefekkir şahsiyet, 1608 de İstanbul’da
doğdu. Babası, Abdullah isminde bir sipahidir. Ordu kâtipliğinde bulundu­
ğu için, ona “Kâtip Çelebi” derler. 1656 yılında, 48 yaşında vefat eden Mus­
tafa bin Abdullah, önce devlet dairelerinde memurluk yapmış, daha sonra
orduya girerek Erzurum kuşatmasında bulunmuştur. 1628 de İstanbul’a dö­
nünce, devrin meşhur müderrisi “KADIZADE”nin derslerine devam etmiştir.
IV. Murad’ın sempatisini celbettiğinden, padişah Anadolu ve İran sefer­
lerine çıktığında, onu da götürmüştür. Tam on yıl seferlere katılmış, toprak
dolu tulumlarla yapılmış siperler arkasında ordunun hesap defterlerini tut­
muş, 1633 de henüz, 25-26 yaşında iken Hicaza giderek hac farizasını yeri­
ne getirmiştir. Hac’dan dönünce, Halep’ten birçok kitaplar satın almış, şeh­
rin kütüphanelerinden notlar toplamış, bu suretle kendisini araştırmaya ver­
miştir. Kâtip Çelebi, son olarak IV. Murad’ın Revan Seferinde de bulunmuş,
nihayet tekrar İstanbul’a avdet edince, tahsil hayatına atılmıştır. Kendisi de
bu hususta der ki: “10 sene kadar seyr-i seferde geçen ömrümün kalan kıs­

44
mini tahsil cihetine hasredeceğim. Cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere dönece­
ğim."
Kâtip Çelebi nin bu sözünde çok derin bir manâ saklıdır. Cihad-ı asgar­
dan. harb ve darb’i; Cihad-ı ekberden, ilmi irfanı kasdediyor. Gerçekten, 17.
asırda bir cehalet yuvası haline gelen medreselere karşı en ağır hücumlan
yapan ve memleketimizin kültür hayatında, batıya açtığı ilk pencere ile bü­
yük rol oynayan Kâtip Çelebi, medrese zihniyetiyle mücadele etmiştir.
Onun asıl cihad-ı ekberi cehaletle, taassubla mücadele idi.

Saray çevresine sokulmadığı için, şair NefTnin ve Emir Çelebi’nin üzü­


cü ve fecî âkıbetine uğramadan kurtulmuştur. IV. Murad, Bağdad Seferine
çıkacağı zaman onu da götürmek istemiş ise de, padişahdan bizzat özür di­
leyerek İstanbul’dan ayrılmamıştır. Kâtib Çelebi’yi seferden alıkoyan, ilim
aşkı idi. Bu suretle İstanbul’da kalan Mustafa, birçok müderrislerden ders al­
mış, şark yazarlarını tanımış, önceden söz ettiğimiz Şeyh Mehmed Ihlâsî
Efendiden Lâtince öğrenmiş ve bu sayede batı âlemi ile temasa gelerek, ten­
kidi fikri açılmıştır. Matematik, tabiiye ve coğrafya tahsil etmiş olan bu zat,
kendisini ilmin cazibesine o kadar kaptırmıştır ki: “Gurubdan tulûa kadar
mum yanardı, uğraşırdım, usanmazdım.” diyor.

Türkiye’nin İlmî hayatında, bilhassa coğrafya ilminde Kâtip Çelebi’nin


seçkin bir mevkii vardır. Kendisini Türk ilim rönesansının mübeşşiri adde­
debiliriz. Kâtip Çelebi, çalışmaktan asla usanmayan, çok okuyan, İlmî mera­
ka malik olan, her mevzu dan bahse kalkışan, ilimde tecrübeye, akla büyük
kıymet veren, tolerans sahibi ve ansiklopedik bir Türk âlimidir. Hacı Kalfa,
mahir bir derlemeci, derin bir tetkikçi, yüksek bir bibliyografya uzmanıdır.
Meşgul olduğu konulan, pek çok kaynaklara dayanmak suretiyle, iyi bir tet­
kik ve araştırma süzgecinden geçirerek o şey’in hakikatına varmak bakımın­
dan büyük bir şahsiyettir. Talebesine, akla uyan şeylerin kabul edilmesini
tavsiye eder. Ona göre, bu şeyin kabul veya reddi için, mutlaka araştırılma­
sı lâzımdır.

Kâtip Çelebi’nin coğrafî eserleri, aydınlar arasında geniş ve kuvvetli bir


ilgi uyandırdı. İbrahim Müteferrika’nın bastığı Cihannüması da, gelecek ne­
sil için daima baş vurulan klâsik bir coğrafya kitabı oldu. Avrupa dillerine
Çevrilmiş olan kitapları, hâlâ en esaslı ilmî kaynaklar sayılır. Her halde,

45
“ŞARKIN BÜYÜK COĞRAFYACISI” lâkabına lâyık olan şahsiyet, Kâtib Çele.
bi’dir.

Kâtip Çelebi, memleketimizde coğrafya bilgisine karşı o kadar derin bir


ilgi uyandırmıştır ki, vefatından sonra, coğrafya adeta moda olmuştur. Hacı
Halife’nin meziyeti, bir tarafdan şark kaynaklarına baş vurması, diğer taraf­
tan ilk defa olmak üzere batı kaynaklarından faydalanmış olması ve aynı za­
manda eserini o zamanki Avrupai zihniyetle tertip etmiş bulunmasıdır. Fa­
kat şu noktayı da üzüntüyle belirtelim ki, tenkidî bir fikre sahip olmakla be­
raber, kendinden evvelkilerden gördüğü efsanevî bilgileri yazmaktan geri
kalmamıştır.

Kâtip Çelebi’nin en önemli eseri “ClHANNÜMA”dır. Cihannüma, koz­


moğrafya ve coğrafyaya aittir. Kâtip Çelebi, 1648 de yazmaya başladığı bü­
yük eserini tamamlayamadı. IV. Mehmed’e sunduğu bu ilk ve orijinal nüs­
ha, maalesef elde mevcut değildir. Kütüphanelerimizin hemen hepsinde bu­
lunan bu eserin yazmalan hakkında en toplu araştırmayı F. Taeschner yap­
mıştır. Cihannümâ’nın en mühim yazması Viyana Kütüphanesindedir.

Hacı Kalfa, pek çok kaynaklardan faydalanmıştır. Başhcaları, Âsârü’l-Bi-


lâd ve Ahbarü’l-lbad, Mucemü’l-Büldan, Takvimü’l-Büldan, Acâ’ibü’l-Mah­
lûkat, Evdahü’lMesabk ilâ Marifetü’l-Büldan ve’l-Memalik, Tarih-i Hind i
Garbı, Kitab-ı Bahriye, Kitabü’l-Muhit, Tuhfetü’z-Zaman ve Harîdetü’l-Evan,
Münıcü’z-Zehep, Nüzhetü’l-Müştak fi Ihtiraku’l-Âfak, Ahsenü’t-Tekasim fî
Marifetü’l-Ekalim, Menâzırü’l-Evâlim ve nihayet Ortelyüsün ve Cluveriu’ün
eserleri ile Merkator’un Atlas Mayor’u ve bilhassa, Atlas Minor’udur. Malûm
olduğu üzere, Oıtelyüs, 1570 de ilk coğrafya atlasını yayınladı. Merkator,
1578 de bir takım haritalar çizerek 1594 de büyük bir atlas tertip ve kendi
adıyla anılan resimleme usulünü icat etti.

Oriyantalistlerden KRAMERS, İslâm Ansiklopedisinde ve F. Taeschner,


“Osmanlılarda Coğrafya” makalesinde, Cihannüma’nın vücuda gelmesinde
Menâzırü’l-AvâUm’in başbca kaynak olduğunu söylerler. Diğer taraftan, Si-
cill-i Osmanî yazarı Mehmet Süreyya Bey, bu eserden bahsederken, “Cihan-
nüma ki, Atlas Minör tercümesi” demekle hataya düşmüştür. Çünkü, Kâtip
Çelebi, Atlas Minor’u tercüme edip, diğer bazı eserlerle Cihannümâ’yı ta­
mamladığını yazar ve der ki:

46
“Zikrolunan Atlas Minor’u, hakîr, Türkîye tercüme edip ol tercümeyi bu
kitapta derci iltizâm ve anınla bu fennin Türkî ve Arabî kitapları kusurunu
itmam kasdın ettim.” Şu halde, Cihannüma, sırf atlas Minor’un tercümesin­
den ibaret değildir. Kitabın dili ve karakteri hakkında bir fikir vermek için,
şu parçayı aynen alıyoruz:

“Coğrafya, küre-i arz ve mâ ahvalinden bahseder. Ve bu lâfız, lügati Yu-


nanî'de iki lâfızdan ibarettir. Biri, Ceo yani, arz, ve biri grafo’dan müştak
olan grafya’dır. Kitabet ve yazmak manasına ol lisan kaidesince, terkipte
Geografya olur. Cüz külden munfasıl ve anın tahtında dahil olduğu gibi,
coğrafya dahi, kozmoğrafyadan munfasıldır. Lisanı Yunanda, cosmos, âle­
me derler. Grafo ile terkip olunan, âlemi ecsam resmine alem kılınmıştır. Ve
bunun ilmi, eflâk ve anâsırın mecmuu rüsumundan ve harekâtından bahse­
der. İlmi hey’ettir. Pes bu ilmi coğrafya, ilmi hey’et tahtında dahil ve anın
fer’i olur. Ve kezalik derya resmi manasına olan Hidrografya dahi anın tah­
tandadır. Ve coğrafya tahtında bir fer’i dahi Horografya vardır. Bir mahsus
vilâyet ve ülke manâsına olan Horos ile grafo’dan terkip olunup, bir vilâyet
resmine alem olmuştur. Coğrafya, külden bir cüz ve andan münfasıldır. Ke­
zalik bu külden bir cüz dahi munfasıl olur ki, ana “Topografya" derler. Bir
mahsus şehir veya kasaba veya karye resmi manasına Topüs, mekânı mah­
sustur. Terkipte, topografya olur.”

Kâtip Çelebi, ordunun hesap defterlerini tutarken, seyahati sırasında


notlar almayı da unutmamıştır. İşte Cihannüma, hem bu seyahat notların­
dan, hem de araştırmalarından faydalanarak ve haritalar da ekleyerek Kâtip
Çelebi’nin yazdığı mükemmel bir coğrafya kitabıdır. Hacı Kalfa, 1648 de
yazmaya başladığı eserini bütün dünya coğrafyası olarak yazmak istemişti.
Uzun seneler çalışmasına rağmen maalesef onu tamamlayamadı. Ölümün­
den sonra, Asya kısmı İbrahim Müteferrika tarafından basıldı. Cihannüma,
Türkiye’de müsbet ilimler sahasında bir dönüm noktası olmuştur.

Batı âlemine açılmış ilk pencere olarak vasıflandırılan bu eserde, Kâtip


Çelebi, Astronomi ve kozmoğrafyaya ait bilgiler arasında, arzın yuvarlaklığı
üzerinde deliller göstermiş, Japonya’dan Erzurum’a kadar, bütün bitkileri ve
hayvanlan tanıtmıştır.

47
Cihannüma’nın basılı nüshası, gerek doğu, gerek batı yazarlarına pek
çok faydalar sağlamış, 17. ve 19. asırlardı Lâtinceye Fransızcaya ve Alma ri­
caya tercüme olunmuştur. Bu büyük eserin bir parçası olan Rumeli ve Bos­
na coğrafyası, basılamadığından, yalnız yazma nüshası vardır.

Cihannüma, bazı batı müelliflerine kaynak olmuştur. Meselâ, meşhur


Fransız kartografı d’Anville, 1748-1760 yıllarında batı Asya haritalarını çizer­
ken, Osmanlı İmparatorluğuna ait kısımlarda, Kâtip Çelebi’nin kitabını esas
olarak almıştır. Muhteva itibarıyla, bir giriş ile, dünyanın beş kıtasını altıya
bölerek hepsi hakkında genel bilgiler verir. Bu kıtalar, Avrupa, Asya, Afrika,
Amerika, Macellânika - Avustralya ve güneş kutbu karalarıdır. Amerika’ya
ençok yer verilmiş, Kolomb’un seyahati tarihi ayrıntılanyla yazılmıştır.

Kâtip Çelebi, memleketleri anlatırken, tarihlerini de yazmayı unutmaz.


Çünkü ona göre, tarihsiz coğrafya, bir isimler listesinden ibaret kalır. Yuka­
rıda da belirttiğimiz gibi, Cihannüma, kısmen veya tam olarak veyahut özet
halinde birçok yabancı dillere çevrilmiştir. Hacı Kalfa, bütün coğrafi bilgile­
ri batı görüşüne göre yeni baştan tanzim etmiştir. Cihannüma'da Avrupa
eserlerinin tesiri açıkça görülür. Âşık Çelebi, sırf doğunun etkisi altında kal­
mıştı. Kâtip Çelebi ise, eski doğu kaynaklarıyla beraber, batı kaynaklarından
da faydalanmıştır. Osmanlı ülkelerine ait en geniş ve doğrıı malûmatı Cihan-
nüma’da buluruz. Şehirler, kasabalar, ayrıntılı olarak tanıtılır. Bir misal:

“Mudanya, İstanbul’dan yüz mil kadar şarkî ve cenûbî Gemlik Körfezi


kenar-ı cenubîsinde bir kasabadır; ve Bursa’nın iskelesidir. Anda bir kaç ca­
mi ve hamam ve bunda mahsus mekkârîler vardır. Yolcu ne kadar murad et­
se, bargir bulup Bursa’ya yollarlar. Bursa’da şerikleri vardır. Bargirleri alıp,
andan Mudanya tarafına giden yolculara verirler. Bu Mudanya, Bursa’dan
altı saat yolda, Nilüfer Suyu köprüsü nısf-ı tarikde vakidir. Bu kasabanın 24
karyesi vardır. Ve bir muteber nahiyesi ismine Tirilya derler. Eksek mahsû­
lü zeytindir. Dahi Mudanya’nın çok bağlan vardır. Câbecâ zeytini vardır. Ve
dahi bazı yerlerinde güzel nar olur. Toprağı gayet güzeldir. Hattâ bazı yer­
lerinde limon ağaçları vardır. Amma halkı fenadır. Biribirine düşmüştür. Bıı
kasabanın nısfı ehli Lslâm ve nısfı nusarâdır.”

Hacı Kalfa’nın verdiği bilgilerden anlaşıldığına göre, 17. asırda Marma­


ra kıyılannda limon yetişecek kadar iklim sıcaktı. Gerçekten, Glâsial Morlo-

48
lojl tetkikleri, hu devirde, yer yüzünde iklimin bugüne göre dalu sıcak ol
duftunu göstermiştir.

Hulâsa, Cihannüma, bir Osmanlı coğrafyacısının kaleminden v»knıış,


Osmanlı memleketlerinin ilk ve yegâne sistematik coğrafya kitabıdır.

Lcvam f u’n-N ûr f i Z ulüm at-ı Atlas M lnor:

Kâtip Çelebi’nin Cihannüma'dan sonra ikinci mühim coğrafi eseri bu


dur. Merkator'ıın Atlas Minor’mnın Türkçeye tercümesinden ib a a i olan bu
kitap, dört kıtadan bahseder. Avrupa hakkındaki bilgiler çok ayrıntılıdır. As­
ya, Afrika ve Amerika kısmı o kadar detaylı değildir. Kâtip Çelebi, eserin ba­
zı yerlerini kısaltmıştır. G erek Atlas Minör ün gerekse diğer lütince kitapla-
nn tercümesinde Şeyh Melımed llılâs Efendinin büyük yardımını görmüştür.
Hattâ Hacı Kalfa’nm coğrafyada hocası olan bu zat, eseri dikte etmiş, o da
yazmıştır. Aslında Lâtince olan ve Merkator’ıın Atlas Mayor’ıınun kısaltılmış
bir nüshasından ibaret bulunan Atlas Minora, Abra hanı Orteliyiis’ün eserin­
den almak suretiyle o zamana kadar coğrafya yazanların ve harita yapanla­
rın mükemmel bir bibliyografyasını ilâve etmiştir.

Tuhfetü’l-KJbar fi E s fa riİB İh a n

Kâtip Çelebi’nin bu telif eseri, tarihî ve coğrafî bilgileri ihtiva eder. Bü­
yük deniz muharebeleri tarihi, Venedik, Arnavutluk ve diğer Avrupa kıyıla-
n ve Adriyatik Denizi hakkında coğrafî bilgi vardır. İngilizce ve Fraasızcaya
çevrilen eser, 1727 de İbrahim Müteferrika tarafından basılmıştır.

Keşfü’z-Zunun:

Kâtip Çelebi, batı âleminde bilhassa bu eseriyle tanınmıştır. Büyük ve


meşhur bir bibliyografya kitabıdır. 300 kadar ilim ve ten şubesine ait 1450
adet kitabın alfal>etik sırayla incelenmesini ihtiva etmektedir. Ansiklopedi
mahiyetinde olan eserin dili Arapçadır. Keşfü’z-Zunıın, 1835 1858 yıllan
anısında, Alman G. Flügel tarafından haince tercümesiyle birlikte Lıyp-
zig'le bastırdığı 7 cilıik nüsha, bugün bütün Avmpa müsteşriklerine kaynak
vazifesini görmektedir.

Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zıımın’daki mukaddime ile, memleketimizde ilim


tarihiyle ilgili ilk özet yapmaya teşebbüs eden âlimdir. Doğu yazarları lıak-
kında bir fikir edinmek isteyen herhangi bir kimse, Keşlü’z Zuıuına başvur

4‘>
mak zorundadır. Hacı Kalfa'ya gelinceye kadar bibliyografik mahiycMtt*
eser yazılmamıştır. Keşfü’z.-Zunun, Cihannüma yazaıına, Türkiye'de hi|,|j
yografya ilminin kumcusu olmak şerefini kazandırmıştır.

Son olarak, Katip Çelebi’niıı kaleme aldığı küçük bir kitapçığı da zikre­
delim: Bu eserin adı, “Ilhamü’l Mukaddes fi’l-Feyzi’l Akdes’lir. Takiyy(ic|
din’in Sidretü’lMünteha’sından alınmış bazı astronomik bilgiyle, 90" ku/oj
paralelindeki memleketlerin ahvali hakkında açıklamaları ihtiva eder. Kâtip
Çelebi ve eserleri hakkında dalıa fazla bilgi almak için, F. Taeschner’in ma
kalesiyle, Adnan Adıvar'ın kitabına başvurulabilir.

Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi:

Sahibine milletlerarası bir şöhret kazandınnış olan bu büyük yöresel


coğrafya kitabının yazarı Evliya Çelebi’dir. 25 Mart 161J de İstanbul’da do
gan Evliyâ Çelebi’nin babası, Derviş Mehmed Zıllî’dir. Sadrâzam Melek Alı
med Paşa’nın yeğeni olur. Amİ adı, Hafız Mehmed Zıllî bin Derviş’tir.

Evliya, büyük babasının Demirci oğlu Kara Ahmed isminde bir zat ol
dugunu, İstanbul’un fethine iştirak ettiğini ve 147 yaşında öldüğünü eserin
de yazar, iki münasebetle, 117 yıl ömür süren babası ile dedesinin hâtırala
n sayesinde, üç asırlık maceraya varis olduğunu ilâve eder.
Ona “EVÜYÂ" adının, hocası imam sultan Evliya Mehmed Efendi’yc
hürmeten verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Türklerin Ibni Batuta’sı denilmeye lâyık olan bu en büyük ve meşhur


nerede ve hangi tarihte öldüğü kesin olarak bilinmemekle be
s e y y a h ım ı z ın
raber, Seyahatnamesini tamamladığı 1682 yılında, 71 yaşında vefat ettiği ka­
bul edilir. Ahmed Vefik Paşa, “Fezleke i Tarilı-i Osmanî" de, Evliyâ Çelebi
için. “Seyyah-ı Muhakkik” tabirini kullanır. Ahmed Midhal Efendi, meşhur
Arab seyyahı îbni Batuta ile, Markopolo’yu Evliyâ’dan üstün bulmaz. Bu hu­
susta der ki:
“Markopok> dahi Evliya Çelebi ye müreccah değildir. Zira, yalnız, ciha-
t-ı şarkiyyeyi seyahat eylemiş olup, Evliyâ Çelebi gibi, Avrupa’nın da büyük
bir kısmını gezmiş değildir.” Bundan sonra, Markopolo’nun, gittiği yerlerin
âdet ve ahvaline ait verdiği bilgilerin yalan olduğunu söyler.

50
Evliya Çelebi’nin üstünlüğü, gördüğünü “GÖRDÜM”, işittiğini “İŞİT
IİM" diye yazmasıdır. Faydalandığı kitabların adını gizlemez. O’nıın defteri,
orijinal bir şahsiyet olmasında, zamanında hemen hiç kimsenin yapmadığı
uzun seyahatlerde bulunmasında, gördüklerini en ince ayrıntılarına kadar
yazmasındadır. Okumaktan ziyade, gördüklerini ve duyduklarını yazmaya
ve yazarken mübalâğa etmeye meyillidir. Onun için, verdiği aynntılanrı
hepsini doğru kabul etmek hata olur. Seyahat merakı, Evliya Çelebi’de da­
lla genç yaştan itabaren başlamıştır. Her halde, onu uzak ülkeler göriimeye
zorlayan husus, babasının anlattığı hikâyelerdir. Zaten kendisi de, yukarıda
söylediğimiz gibi, “Dede ve pederimizden bu hakîr kemlere irs ile 300 sene­
lik sergüzeşt ve serencam intikal etmiştir.” cümlesi ile bu ciheti açıkça belirt­
miştir.

İbrahim Alâeddın, “ELLİ TÜRK BÜYÜĞÜ” adındaki eserinde, Çelebi’nin


âlim bir adam olmadığını ve zamanına göre orta derecede tahsil gördüğünü
yazar. Halbuki, merhum Prof. İbrahim Hakkı Akyol, “TANZİMAT DEVRİN­
DE BlZDE COĞRAFYA VE JEOLOJİ” isimli kitapçığında, onun yüksek bir
kültüre sahip olduğunun, başvurduğu bazı kaynaklardan anlaşıldığını söy­
ler. Tahsil derecesi ne olursa oLsun, kendisini “Seyyah-ı âlem ve nedim-i be­
nî âdem Evliya-i bî-riya” diye vasıflandıran ve çocukluğundan beri, tanıma­
dığı insan ve görmediği çevre kalmayan en büyük seyyahımız, lıakikî bilgi­
sini kitaptan çok hayattan almıştır. Onda, her gördüğünü sorup öğrenmek
merakı ve bilgiye susamışlık, ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Biraz
Lâtince ve Rumca biliyordu.

Revan Seferinden sonra IV. Murad onu himayesine almış ve Osmanlı sa­
rayında dört yıl kadar yaşamıştır. Keskin ve nüktedan bir mizahçı olan Evli­
ya Çelebi, hiçbir taraftan tesir altında kalmayan, yegâne büyük Türk coğraf­
yacısıdır. Nitekim, 17. ve 18. asırlarda, Türk coğrafyacıları üzerinde mühim
bir etki yapan Cihannümâ’nın ve Avrupa eserlerinin, Seyahatname’de tesir­
leri görülmez, işte Evliya Çelebi’nin hususiyeti buradadır.

Meydana koyduğu kitap orijinal ve hemen hemen kişisel görgü ve in­


celeme ürünüdür.

Evliya, Osmanlı devri coğrafyasının büyük simalarındandır. Ortaçağın


coğrafya ruhu, nasıl Mehmed Âşık’la kapanıyorsa, Evliya Çelebi ile de, ge­

51
niş manâda büyük doğu coğrafyacılan serisi sona ermiş bulunuyor. O, Os-
manlı devri coğrafyasının en son ve belki de enteresan temsilcisidir.

Evliya Çelebi, “SEYAHATNAME” yahut “TARÎH-Î SEYYAH” adıyla bili­


nen 10 ciltlik muazzam bir eser yazmıştır. Seyahatname, 41 yıllık bir seyaha­
tin notlandır. Yazar, eserini yazmaya 1630 senesinde başlamış, muhtelif za­
manlarda ve kısım kısım yazmak ve sonra bazı açıklama notlan eklemek su­
retiyle, 1682 de tamamlamıştır. Evliya’nm eski İslâm yazarlarından Hamdul­
lah Müstevfî ve Zekeriya Kazvinî’den faydalandığı anlaşılıyor. Çünkü, Seya­
hatname ile, Kazvinî’nin Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ında, Fırat nehri ve timsah hak­
kında verilen bilgi karşılaştırılırsa, birbirinin hemen aynı olduğu görülür.

Seyahatname’nin yazımında, bibliyografyaya dayanan kısımlar nisbeten


azdır. Bunlar da istatistik rakamlanyla tarihî önsözlere ait bulunmaktadır.
Eserin dili, konuşur gibi sade ve samimîdir. Bu sebeple okuyanlan kendisi­
ne çeker. İçindeki konuşmalar, 17. yy.daki konuşma dilimizi aksettiren en
kıymetli belgedir. Evliya, seyahate çıktığı zaman buharlı gemiler ve trenler
yoktu. Yarım asra yakın bir zamanı seyahatte geçiren Çelebi, gördüğü yer­
lerin 300 sene evvelki halleriyle ilgili çok faydalı bilgiler vermiştir. Gezdiği
memleketler, Anadolu, Rumeli, Transilvanya, Moldavya, Macaristan, Polon­
ya, Avusturya, Almanya, Hollanda, Bosna-Hersek, Dalmaçya, Güney Rusya,
Kmm, Kafkasya, Azerbaycan, İran’ın bir kısmı, Suriye, Irak, Mısır, Girit ve
Hicaz’dır. Seyahatname, bu saydığımız ülkelerin ve buralardaki şehirlerin
tarihî, folkloru, etnografyası, topografyası ve bilhassa yöresel coğrafyası için
pek önemli bir kaynaktır. Evliya, eserinde bütün bu memleketlerin örf ve
âdetlerini, binalannı, bilinen şahsiyetlerini, tarihlerini, hattâ leçelerini ince­
lemeye çalışır. Bu nokta çok mühimdir. Masallara, halk arasındaki rivayetle­
re ve hurafelere bir hayli yer verir. Bununla beraber, gayet ince bir dikkat
ürünü olan tespitleri vardır.
Seyahatname’nin I.ci cildi, “Müntahabat-ı Evliyâ Çelebi” namıyla İstan­
bul’a, önce 1843 te, sonra 1846’da basılmıştır. Eserin bütünü, 1896 dan ita-
baren yayınlanmaya başlamış zaman zaman basılmak suretiyle tamamlan­
mıştır. îlk altı cildi, ikdam Matbaası, diğer ciltleri de, Türk Tarih Encümeni
tarafından yayımlanmıştır. Evliyanın Seyahatnamesine, bazı batı yazarları
büyük önem verirler. Bazılan da onun mübalâğalı olması sebebiyle ihtiyat­

52
la okunmasını tavsiye ediyorlar. îkı cildi, Hammer tarafından, 1834-1850 yıl­
lan arasında İngilizceye ve Macaristan’a ait ciltler de Macarcaya çevrilmiştir.

F. Taeschner, makalesinde Evliya Çelebi’yi “ŞARKIN BÜYÜK COĞRAF­


YASI” diye vasıflandırır. Seyahatname, biraz mübalâğalı ve efsanevî olmak­
la beraber, memleketleri ve ahalisini bütün ayrıntılarıyla tutmak, somut tas­
virlerini yapmak bakımından, doğu eserleri arasında eşsizdir; aynı zamanda
BEŞERÎ KÜLTÜR TARİHÎ için, zengin ve pek değerli bir bilgi hâzinesidir.
Osmanlılar devrine ait yöresel coğrafya kitaplarının en büyüğü ve en fayda­
lı olanı, EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESÎdir.

Evvelce de belirttiğimiz gibi, Âşık Çelebi’nin Menâzırü’l-Avâlim’i, orta­


çağ telâkkisi ile yazılan coğrafya eserlerinin en son örneği olduğu gibi, sey­
yahımız da, büyük doğu coğrafyacılarının sonuncusudur. Şu iki parça ile,
eserin dili ve karakteri hakkında bir fikir vermek istiyoruz:

“Urfa’nın âb u havası gayet itidal üzere olup, yazı yaz, kışı kıştır. Vakt-i
şitâda kar yağar, Baharda bârânı rahmet. Yarandan sahibi tabiat ve şirin-eda
dilberleri vardır. Urfa halkı, gaytülgaye garibdost ve dilbaz adamlardır. Şeb
ü rûz misafirsiz taam etmezler. Şeci, bahadır, merd-i meydan erleri vardır.
Cenab-ı Bârî bu halkına İbrahim Halil berekâtı vermiş. Gayet ganimet yer­
dir. Âsitane-i Halilürrahmân olduğundan, bunda zulüm eden hâkim asla
muammer olmaz. Elbette bir kazaya uğrar.”

Sivas hakkında: “Havası ziyade şiddetli olduğundan, bağ ve bahçesi


yoktur. Dağlan, ağaçsız ve çıplaktır. Mahsulâtından buğday, arpa, nohut ve
mercimeği gayet çok olur. Bir kilesi kırk kile mahsul verir. Sanayimden,
penbe bezi gayet beyaz ve rakik olur. Bir çift pabuç ve mest 15 akçayadır.
içi al kaplı ağavat çizmesi 30 akçayadır. Nan Maraş’dan, pekmezi Ayın-
tab’dan, Üzüm ve şırası Amasya’dan gelir. Müftisi gayet mütedeyyin, Eşşeyh
Arpacızade Hazret-i Bekir Efendidir. Ahalisi, gayet garib-dost oldukların­
dan, her gece hanlarda sakin olan gurebayı hanelerine davet edip, ikram
ederler. Her ciheti medhe seza bir şehri dilküşadır. Şehri Sivas’ın canib-i şar­
kîsinde şehri Erzurum, Niksar tarafından sekiz konaktır. Cânib-i şimale,
kal’a-i Amasya ve Merzifon ve Lâdik dörder konaktır. Canib-î garbında To­
kat kalesi üç menzildir.”

53
Nusretü’l-lslâm ve’s-Sürur Fî Tercüme-i Atlas Mayon

Kâtib Çelebi’nin Cihannümâ’sı ile ilk defa coğrafyada Avrupa’nın teSiri


başlamış, asnn ikinci yarısında bu tesir, Atlas Mayor tercümesiyle devam et.
miştir. Eserin yazarı, Ebubekir bin Behram Dımışkî’dir. 17. yüzyılın sonları,
na doğru coğrafya ilmi üzerinde çalışan ve bize büyük bir tercüme eseri bı­
rakan bu zat, Şamlıdır. Doğum tarihini, müsbet ilimlerle uğraşmasının sebe
bini, coğrafya ile ne suretle alâkadar olduğunu ve yabancı dillere vukuf de
recesini bilmediğimiz Ebubekir Efendi, 1691 de vefat etmiştir. İstanbul’da
müderrislik ve Halep’te kadılık yapmış sadrâzam Köprülü Fâzıl Ahmed Pa
şanın himayesini görmüş ve itimadını kazanmıştır.

Ebubekir Efendi, aslı Lâtince olan büyük tercüme eserini, 10 yılda bitir
miştir. kitabın aslı, 1662 de Amsterdam’da yayımlanmış, 11 cildi ihtiva eder
eser, 1668 de Hollanda’nın İstanbul’daki sefiri tarafından, devlet namına rv
Mehmed’e takdim edilmiştir. 1675 de padişah, kitabın Türkçeye tercümesi­
ni emretmiş, sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa da bu işi Behram Dımışkîye’ye em­
retmiştir. Ebubekir Efendi, 1675 de başladığı tercüme işini 1685 de bitirerek
bu muazzam eseri 9 ciltte toplamaya muvaffak olmuştur. Kitabın adı, bazı
kütüphanelerde, “COĞRAFYA-YI KEBİR”, “COĞRAFYA-Yİ UMUMİ" ve çok
defa “TERCÜME-1 ATLAS MAYOR” olarak geçer. Tam ismi başlıktaki gibidir.

Coğrafya-yı kebiri, doğrudan doğruya bir tercüme saymaktan çok bir


toplama eseri saymak daha doğru olur. Zira, mütercim kitaba kendi fikir ve
görgülerini de ilâve etmiştir. I. cilt giriş mahiyetinde olup, umumî kozmog-
rafya bilglierinden, denizler, adalar, kutuplar civarından, Macellan ve Ko-
lomb’un seyahatlerinden, Avrupa’nın umumî coğrafyasından, sonraki cilt­
ler, Avrupa devletlerinden Afrika kıtasından Çin, Amerika ve adalardan bah­
seder.

İstanbul kütüphanelerinin çoğunda bulunan eserin en mükemmel ter­


cüme nüshası, Topkapı Sarayı Müzesinde, Bağdat Köşkü Kütüphanesinde,;
325-333 numaralarda kayıtlı 9 ciltlik müshadır. Ser-Ievhalan, cetvelleri ve
haritaları gayet süslü olan bu muazzam yöresel coğrafya kitabının haritala­
rını bizzat saydım. Tam 252 adet harita bulunmaktadır.
Bu eserin hususiyeti ve ilim tarihimiz bakımından önemi, Kopernik sis ?
teminden ilk defa olarak kısaca bahsetmiş olmasıdır. Yazar, kâinatın merke-1
zınin güneş olduğunu ve dünyanın güneş etrafında döndüğünü kabul eden
bir sistemin mevcut bulunduğunu eserinde zikretmiş ve bu sunetle Koper-
nik’in 1540’ta yaptığı İlmî inkılâptan, 142 sene sonra Osmanlı Türkiyesi'ni
haberdar etmiştir.

17. Asn bitirmeden önce, İstanbul kütüphanelerinde bulduğum birkaç


eserden bahsetmek faydalı olacaktır.

1- Topkapı Sarayı, Revan köşkü kütüphanesinde 1095 numarada kayıt­


lı bulunan “Muhtasar Mir’ât-ı Kâinat ve Acâ’ibü’l-Mahlûkat" adındaki eserin
yazan, 1632 de vefat eden Bursalı Hüsameddin’dir. 1621 tarihinde II. Osman
(Genç Osman) adına yazılmıştır. 79 yapraktan ibaret olan kitap, ansiklope­
dik mahiyette olup, içinde dinî ve mitolojik hususlar büyük yer tutmaktadır.
Padişahın Acâ’ibü’l-Mahlûkat hikâyelerinden hoşlandığını, tab-ı şerifinin
acâib ve garâibe mütemayil olduğunu söyledikten sonra, tamamen skolas­
tik bir zihniyetle, kozmoğrafya, coğrafya ve tarih konusunda bilgi verir. Yal­
nız birkaç şehirden bahsederken, onların plânlarını da çizmeyi unutmamış­
tır. Hiçbir yenilik görülmediği, efsane ve hurafelere büründüğü için eserin
ilmî bir kıymeti yoktur.

2- Üsküdar’da, Selimağa Kitaplığında, 460 numarada kayıtlı bulunan


“Kitab-ı Revnak-ı Bûsitan” adındaki eser, 1631 de Dilâver bin Abdullah tara­
fından yazılmıştır. Sade Türkçe ve elle yazılmış, 48 yaprakdan ibaret küçük
bir ziraat kitabıdır. 16. asırda bahsettiğimiz, “Tercüme-i Felâhatname” karak­
terinde olup, bunda hayvanlara ait bilgi yoktur ve daha kısadır.

Yazar, eserini ziraat kitaplarından ve tecrübe ehli insanlardan faydala­


narak yazdığını söyler. Başka kütüphanelerde rastlamadığım bu küçük risa­
le, 4 fasıl, 1 Tetimme ve bir hâtime’den mürekkebdir. I. fasıl toprak, gübre,
su verme, II. Fasıl Ağaç dikmek, III. Fasıl budama ve aşı, IV. fasıl bitki has-
j taüklan ve ilâçları, Tetimmede, bostan ve çiçek yetiştirme, kavun, karpuz,
i ekimi, Hatimede, meyva derilmesi ve korunması usullerinden bahsolunur.

I Yazar, tecrübe ve çeşitlere yer vermiştir. Tam 333 yıl önce yazılmış olan
eserde, NADAS hakkında ancak bir satır yazı vardır. Bizi ilgilendiren şu par­
çayı aynen alıyoruz: “Ve dahi malûm ola ki, hâkin cevheri ve eyüsü yeryü­
zünde olup, üzerine yıldız şulesi dokunandır. Ve issi soğuk gündür. Ağaç
dikdikde kök üstüne ol toprağı dökerler. Zira, Nadas eyleyüp yer sürmeye

55
sebeb toprağın ekser yeri şuâ-ı kevakibden fayda almaktır. Pes ne kadar sü-
rûlüben yer kazılsa, bitürmek de ol kadar kavi olur. Ve dahi biline ki, dağ
yerinin zibile ihtiyacı yoktur. Toprağı rakiktir. Ova yerin toprağı berk olur.
Zibile muhtaçtır"
Prof. İbrahim Hakkı Akyol, yukarda adı geçen kitabında “Enisü’l-Müsa-
mirîn' isminde manzum ve mensur bir eserden bahseder. Üniversite Kütüp­
hanesinde, 451 numarada kayıtlı olan ve 1648 de Abdurrahmen Hibrî tara­
fından yazılan bu eseri gördüm. Edirne’nin tarihi ve coğrafyası hakkında taf­
silât veren mükemmel bir monoğrafyadır.
Son olarak, bir tercüme eserinden bahsedelim: 16. Y.yılda söylediğimiz
Kazvirunin Acâ’ibü’l-Mahlûkatı’nın Sürurî tarafından başlanan tercümesini
bu asnn sonlarına doğru Mehmed bin Mehmed Rodosîzade tamamlamıştır.
Ayasluk ta doğan ve 1701 tarihinde İstanbul’da vefat eden Rodosîzade’nin
tamamladığı eser, 1685 de IV. Mehmed’e takdim edilmiştir. Sürurî Efendinin
ve Rodosîzade’nin Türkçeye çevirdiği kısımlar karşılaştırılırsa, Rodosîza­
de’nin tercüme ve kendiliğinden ilâve ettiği bilgilerin ilmî hiçbir kıymeti ol­
madığı ve bu iki şahsiyet arasında geçen zaman içinde, ilmî bir çöküşe doğ­
ru gidildiği üzüntüyle görülür.
E) XVHL Asır;
17. Asırda coğrafya ilmine karşı Osmanlı Türkiyesi’nde büyük bir alâka
uyandığım biliyoruz. Bunda etkili olan şahsiyetler, sırf doğu tesiri altında ka­
lan Mehmed Âşık Çelebi ile, az çok batı kaynaklarından faydalanan Kâtip
Çelebi, Ebubekir bin Behram Dımışkî ve nihayet biraz mübalâğalı ve efsa­
nevî olmakla beraber, memleketlerin ve insan topluluklarının somut tasvir­
lerini yapmak suretiyle hemen tamamen bağımsız bir tarzda eser yazan Ev­
liyâ Çelebi’dir.

İşte, isimlerini saydığımız büyük coğrafyacılarımızın sistematik şekilde


veya tasvirî mahiyette genel ve yöresel coğrafyaya dair vücuda getirdikleri
değerli eserlerin, 17. yüzyılda mekân bilgisi hakkında uyandırdığı ilgi, 18.
asırda da devam etmiş ve bunlardan özet ve nakil suretiyle birtakım coğraf­
ya kitaplan yazılmıştır.

56
16. asır gibi, 18. asır da, bir tercüme asn olarak vasıflandırılır. Şu farkla
ki, 16. yüzyıldaki hummalı tercüme faaliyetine, Arap ve Fars dilleriyle yazı­
lan eserler kaynak olmuştu. Bu asırda ise, batılılann yazdtklan kaynak ka-
bûl edilmiştir. Bu tercüme devrinde de, 16. asırda olduğu gibi, orijinal eser
azdır. 17. Asırdan sona kaleme alınan eserlerde, Avrupa eserlerinin tesir ve
yansımalan o kadar şiddetli olmuştur ki, hemen her sahada yerli İlmî mah­
suller ortadan kalkmış gibidir. Bu devirde vücuda getirilen coğrafi eserler
arasında hiçbiri, Mehmed Âşık’ın Kâtib Çelebi’nin ve Evliya Çelebi’nin eser­
leri derecesinde bir değer ve önem taşımaz. 17. yy .da pek hafif bir surette
gördüğümüz batı tesiri, bu asrın ilk otuz yılında bilhassa, Damad İbrahim
Paşa devrinde oldukça şiddetli bir hal almıştır. Bundan önceki asırlarda, Os-
raanlı coğrafyacıları nasıl Omtaçağ İslâm eserlerini Türkçeye çevirmişler ve
bunlardan faydalanmış iseler, 18. yy.da da coğrafya ilminin yön ve hedefini
tayin eden Avrupa eserlerinden, bol miktarda Türk diline tercümeler yap­
mışlardır. Diğer bir ifade ile, batı eserlerinin tercümesi, 18. asırda bizde coğ­
rafî yönelişin düzenleyicisi olmuştur. Yeni bir çığır açan bir tercüme faaliye­
tinin ilk ürününün Kâtip Çelebi’nin “Atlas Minör Tercümesi" olduğunu bu­
rada hazırlamak lâzımdır. Bunu diğer tercümeler takip etmiştir ki, çoğu
Amerika ve bilhassa Avrupa kıtalarının tasvirine ait bulunmaktadır.

III. Ahmed zamanında Avrupa’dan bazı eserler getirtilmiş ve hummalı


bir tercüme hareketi başlamıştır. Bütün özel yazmalarda, batı tesirleri görül­
düğü gibi, gerek yöresel coğrafyaya ait kitaplarda, gerekse seyahatnameler­
de, hep Avrupa söz konusu olmuştur. (Eflâk, Buğdan, Besarabya, Kırım
coğrafyaları gibi..)
18. Asırda mekân bilgisiyle uğraşanların gözü, tamamıyla batıya çevril­
mişti. 18. yy., Avrupa’da gerek ilim, gerek fikir noktasından en büyük deği­
şikliklere ve ilerlemelere sahne olan asırdır. Bizde de bu devirde, kültür ha­
yatımız bakımından çok mühim bir hadise vukua gelmiştir ki, o da, İbrahim
Müteferrika tarafından matbaanın kuruluşudur. Matbaanın kurulmasıyla Os-
roanlı Türkiye’sinde hemen her mevzuda eserler basılmıştır. Burada, gerek
Matbaacılıkta, gerekse coğrafya sahasında memleketimize büyük hizmede-
n dokunan İbrahim Müteferrika hakkında biraz bilgi vermek faydalı olacak­
tır.

1674 de Macaristan’ın COLOJVAR kasabasında doğup, 1745 de 71 ya­

57
şında İstanbul’da vefat eden Müteferrika, Protestan papazlığı kollejindo
okumuş ve Osmanlılara esir düşerek İslâmlığı kabul etmiştir. Kendisi Lâtin­
ce biliyordu. Okumak, yazmak ve basmak işleriyle faal bir surette uğraşmış
ve bizzat 17 eser basmıştır. Memleketimize Avrupa rönesansından ilk haber­
leri veren İbrahim, aynı zamanda Türkiye’de ilk matbaacıdır. Zamanında
“Elcoğrafî” lâkabına hak kazanmış olan bu mühim şahsiyet, ilim sahibi oldu­
ğu gibi, harita tekniğine de vâkıftı. Yani, hem bir coğrafyacı, hem de bir
san’atkârdı.
İbrahim Müteferrika’nın coğrafyaya dair orijinal ve tercüme eserleri var­
dır. İlk olarak yazdığı eser, “İCALET” adında bir kitapçıktır ki, coğrafyanın
ve haritanın büyük devlet memurları için lüzum ve faydasından ve haritala-
nn basılmasıyla bütün doğu âleminde satılarak menfaat sağlanacağından
bahseder. Bu kitapçığın aslı, Paris’te bulunmaktadır. (Paris, Bibi. Nat. Cat.
Man. Turcs. Sup, F. T. 201)
lcalet, yazma bir eser olup, sadrâzam Damat İbrahim Paşaya takdim
edilmek üzere kaleme alınmıştır. Daha sonra, bunu bazı değişiklikler yapa­
rak 1732'de basmış ve “Usulü’l-Hikem fî Nizamü’l-Ümem” adı altında I.
Mahmud’a sunmuştur. Eserde, coğrafyanın ilmî faydalarına dair olan satır­
larla, coğrafyanın önemini belirtmek maksadıyla verilen misaller dikkati çe­
ker.

İbrahim Müteferrika’nın aynı sene içinde, kendi matbaasında bastığı


coğrafya ile ilgili ikinci orijinal eseri, “FÜYUZAT-I MlKNATtSlYE”dir.
Cihannümâ’dan evvel basılmış olan bu risale, mıknatısiyetin pusula ile
olan münasebetinden bahsetmektedir. Müteferrika, kitabında yerküre mık-
natısiyeti hakkında geniş ölçüde bilgi vermiş, hattâ İstanbul’daki mıknatısı
sapmasını da pek dikkatli bir şekilde ölçmüş ve 1737 yılı için, batılı olmak
üzere, 10, 5° derece bulmuştur. İbrahim Efendinin bize yazma olarak bırak­
tığı ve Lâtinceden Türkçeye çevirdiği bir tercüme eseri vardır. “Mecmua-i
Hey’eti’l-Kadîme ve’l-Cedide” adını taşıyan bu coğrafya kitabı, 17. asır Hol­
landa coğrafyacılarından Andrea Keller’in atlasından III. Ahmed’in emriyle
1733 senesinde tercüme edilmiştir. Askerî müze kütüphanesinde 5203 sayı­
da kayıtlı bulunan eseri, müzenin birkaç yıldanberi kapalı olması sebebiyle
görmek mümkün olamadı.

58
İbrahim Müleferrika’nın 17 eser bastığını söylemiştik. Bunların içerisin­
de bizi alâkadar edenler, Kâtib Çelebi’nin Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l Uihâr’ı
ile Cihanntiması ve Emîr Mehnıed’in Tarihi-i Hind-i Garbî’sidir. Müteferri­
ka’nın bastığı ilmî eserler içerisinde en önemlisi Cilumniima’dır. Cihannii
ma’nın yazma nüshası hakkında evvelce izahat verilmişti. Matbu Cihannü­
ma ile, yazma Cilıannüma arasında fark vardır Filhakika, matbu Cihannii
ma’ya Macarlı İbrahim Efendi, “Tezyilü’t tâbi” dediği ilâvelerle Behram Dı
mışkî’nin kitabından Anadolu ve Arabistan coğrafyasını eklemiştir. Bir kısmı
basımcı tarafından yapılmak ve bir kısmı da asıl eserden nakledilmek sure­
tiyle haritalar ve şekiller ilâve edilmiş ve Müteferrika nın daha birçok ekle­
riyle Cihannüma, hakikaten zamanına oranla bir hayli yenilenmiştir.

XVIII. asrın coğrafya ilmi ile alâkalı başlıca yazma eserleri, Hadîkatü’I-
Cevami, Marifetname ve Menasiku’l Hacdır.

Mârifetnâme:
Hasankaleli Şeyh İbrahim Hakkı’nın Cihannüma'dan ilham alarak 1756
da eski usul üzere kaleme aldığı bu mühim eser, ansiklopedi mahiyetinde­
dir. İbrahim Hakkı, kitabını oğlu Ahmed Naimî için yazmıştır. Mısır’da Bu­
lak Matbaasında basılan eser, dinî, tıbbî, anstronomik ve coğrafî bilgileri ih­
tiva etmektedir. Coğrafya bilgileri, Cihannüma’dan hemen aynen alınmıştır.

Mârifetnâme, bu cins ansiklopedilerin en mükemmeli vt sonuncusu­


dur.

Hadîkatü’l-Cevaml;

Yazan, Hacı Ismail-zade Ayvansa raylı Hafız Hüseyin’dir. Eserin yazımı­


na III. Mustafa zamanında 1768 de başlanmış, 1. Abdülhamid devrinde ta­
mamlanmıştır. İstanbul camilerinin inşa tarihlerine ve özelliklerine ait esaslı
bilgiler veren çok faydalı bir kitaptır.

Menâslku’I-Hac:

Bir güzergâh coğrafyası olan bu eserin yazan, El-hac Melııned Edib dir.
18. Asırda, aynı isim altında Hac yolundan bahseden (lstanbul-Mekke) bir
takım eserler yazılmıştır ki, bunların en aynntıbs» Mehmed tdib’in kitabıdır.
Menâsiku’l-Hacc’ın bir kısmı Fransızcaya tercüme edilmiştir.

59
Yine bu devirde, Kâtip Çelebi ile Behram Dımışkî’nin eserlerinden y
ham alarak vücuda getirilen iki yazma eseri daha vardır. Bunlardan birj
Şeyh Edibü’l-Hasanü’l-Cebeci’nin Osmanlı memleketlerinde yaptığı seya
hatleri ihtiva eden coğrafya kitabıdır. Diğeri, Bartınlı İbrahim Hamdi’n^
1751 de sade Türkçe ile yazdığı “ATLAS” adındaki iki ciltlik eseridir.

Bu orijinal eserleri istisna edecek olursak, 18. yy.daki coğrafya kitapla,


tının hemen hepsi batı dillerinden tercüme edilmiştir. 16. asırda doğu eser
lerinin tercüme devrine karşılık olmak üzere, 18. asırda, III. Ahmed zama­
nında Avrupa’dan getirtilen kitaplarla batı kitaplarının tercümesi safhasına
şahit oluyoruz. Gerçekten, bu devirde bir hayli eser Türkçeye çevrilmiştir.
Bunların en önemlileri, “RtSALE-1 COĞRAFYA”, yahut “FENNÜMAYI CÂM
Ü CEM EZ FENNÎ COĞRAFYA” ile, “COĞRAFYA RlSALESÎ TERCÜMESİ”dir.
Fennfima-yı Câm ü cem Ez-Fenn-i Coğrafya:

Hollanda sefareti tercümanlanndan Kayserili Petros Baronyan’ın 1733


de Fransızcadan çevirdiği tercüme eseridir. I. Mahmud zamanında sadrâzam
Ali Paşa adına tercüme edilen bu eserin özelliği, o vakte kadar Türkçeye
geçmemiş olan modern matematik ve fizikî coğrafya bilgilerinin bulunması,
aynı zamanda düzlem küre ve bir de rüzgâr gülünün resmedilmiş olmasıdır,
Coğrafya Risalesi Tercümesi:

Belgrad ikinci tercümanı Osman bin Abdülmennan’ın 1751 de Alman-


cadan Türkçeye çevirdiği tercüme eseridir. Bazı kütüphanelerde sadece
“Coğrafya” adıyla geçen bir fizikî coğrafya kitabı, Köprülü Hafız Ahmed Pa­
şanın teşvikiyle tercüme edilmiştir. Astronomik, kozmoğrafik bilgilerle, ar­
zın gökteki mevkiini ve memleketlerin kısa kısa ve sıra ile ihtivâ eder.

Bu tercüme eserlerden başka, 18. asırda bize Avrupa’nın tesirini göste­


ren diğer belgeler “SEFARETNÂME”lerdir. Bunlar, 17. yy.ın ikinci yarısından
19. asnn başlarına kadar Avrupa’nın hükümet merkezlerine gönderilen se­
firler tarafından yazılmıştır. Sefaretnameler, diplomasi tarihi bakımından
mühim oldukları gibi, bazı coğrafî bilgiler ihtiva etmiş olmalan itibanyla ay*
rica bir değer taşırlar. Coğrafî olmaktan ziyade, tarihî bir mahiyet arzedefl
sefaretnarnelerin en meşhuru, “YİRMİ SEKİZ MEHMED ÇELEBl”nin sefaret-
namesidir ki, bu eser, gerek doğuda, gerekse batıda büyük bir şöhret kazafl'

60
miştir.

F) X IX . Asır:

18. asnn sonlarına doğru batı kültürünü benimsemek hususunda yeni


bir merhale başlamış, batı eserleri, Osmanlı eserleri arasında yeniden önem­
li bir yer almıştır. 19. Y.yılda batının tesiri çok daha kuvvetli olmuş Avrupa
kültürü, daha esaslı ve devamlı müesseler vasıtasıyla Osmanlı Türkiye’sine
girmeye başlamıştır.

Yenileşme hareketleriyle göze çarpan bu devrin ilk coğrafya eserini


Mahmud Raif Efendi yazmıştır. Mahmud Raif Efendinin Londıa sefaret kâti­
bi iken, çeşitli kaynaklardan derleyip toplamak suretiyle Fransızca olarak
yazdığı bu kitap, o zaman Viyana maslahatgüzarı bulunan Yakovaki tarafın­
dan “ÎCALETÜ’L-COĞRAFYA” adıyla Türkçeye çevrilmiştir.
İcaletü’l-Coğrafya:

Yukarıda yazar ve mütercimini söylediğimiz bu eser, 1804 de Üskü­


dar’da “Darü’t-Tabaâtü’l-Âmire” de basılmış ve sonuna bir sene evvel bası­
lıp hazırlanan, büyük kıtada renkli 24 haritayı ihtiva eden “Cedid Atlas Ter­
cümesi” ilâve olunmuştur. Şayam dikkattir ki, bu haritalar, zamanıyla müte­
nasip olmadığı gibi, eser, 19. asırda, Londra’da ve Fransızca olarak yazıldığı
halde, yazar hâlâ Batlamyüs sistemine yer vermiş, yani âlemin merkezinin
dünya olduğunu ve güneşin dünya etrafında döndüğünü anlatmış ve Ko-
pemik sistemine temas etmemiştir.

Görülüyor ki, 18. yy.ın sonlarına doğru batı kültürünü benimseme hu­
susunda başlayan yeni dönem, henüz moderm ilmin gösterdiği hedefe ula­
şamamış ve Osmanlı yazarları, 19. asnn başlarında bile, uzun zaman tesirin­
den kurtulamadığımız eski klâsik coğrafyanın, yani Batlamyüs, Kazvinî ve
Ebü’l-Fida......coğrafyasının etkisi altında bulunmuşlardır.

Memleketin siyasî, sosyal ve kültür hayatında bir yenilik ve hareket ya­


ratmaya çalışan TANZlMAZ DEVRİ’nde (1839-1879), bütün eserlerde batı
kaynaklan hâkim olmuş ve coğrafya, mektep kitaplan şeklini almıştır. Ger­
çekten, n. Mahmud devrinde kurulan RÜŞDİYE’lerde okutulmak üzere, ta­
lebe için, umumî mahiyette ve basit şekilde, çok defa Fransızcadan tercüme
edilmek suretiyle, “Muhtasar Coğrafya”, “Mebadi-i Coğrafya", “Usul-i Coğ­

61
rafya", Mülâhhas Coğrafya”, “Coğrafya Risalesi” adlarıyla küçük coğrafya ki­
tapları hazırlanmıştır.

Tanzimat devrinde, bizdeki coğrafya faaliyetlerini, inceleme, düzenle­


me ve okutma olmak üzere üç kategoriye ayırabiliriz. Bütün bu faaliyetler­
de, Avrupa rehberimiz oldu. Aşağı yukarı yanm asır kadar devam eden Tan­
zimat devrine, batı eserlerinin geniş ölçüde tercüme edilmiş olduğu bir de­
vir gözüyle bakmak kabildir. Prof. İbrahim Hakkı Akyol, Tanzimatın
lOO.ncü yılı münasebetiyle kaleme aldığı küçük kitabında, bu devrin coğraf­
yasını şöyle karakterize ediyor:

“Tazminat devrinde, maalesef henüz, 17. asrın Kâtip Çelebi devrinin ter­
kip suretiyle eserler vücuda getirdiği zamanlara bile erişemiyoruz. Tanzimat
devri sonlarında bile coğrafya, henüz tabiî ve manevî ilimlere dayanarak
izahî bir şekil almış bulunmuyor. Daha ziyade eski tarihî istikametin, günlük
ihtiyacın istediği bir coğrafya, hemen hemen isim, tarif ve tavsif coğrafyası
derekesinden daha yukan bir seviyeye yükselmiş görünmüyordu. Tanzimat
devri sonunda, coğrafya ve tabiî ilimlerin durumu bu merkezde idi.”

Bütün eserlerde batı kaynaklarının hâkim olduğu Tanzimat devrinde,


ancak astronomik coğrafyaya ait bazı orijinal eserleri görüyoruz. 19. asırda
pekçok tercümeler yapılmıştır. Fizikî coğrafya konulan, daha ziyade İngiliz­
ce eserlerden toplanmış veya tercüme edilmiştir ki, Ömer Subhi Beyin “Coğ-
rafya-yı Hikemî” si ile, Maarif-i Umumiye Nezareti tarafından yayınlanan
“Coğrafya-yı Tabiî timine Esasî-i Muhtasar” adlı kitabı bunlara misal göste­
rebiliriz.

Son olarak, bu asnn coğrafî eserler kadrosuna dahil edilmesi lâzımge-


len ve hakikaten bir değer taşıyan coğrafya lügatlerini zikredelim:

BunJarın başlıcalan, Esad ve Hüseyin’in müştereken yazdıkları, “COĞ­


RAFYA LÜGATİ”, Ahmed Rifat’ın “Lûgat-ı Tarihiye ve Coğrafya”sı, Şemsed-
din Sami’nin “KAMUSU’L-ALÂM”i; ve kolağası Ali Cevad’ın yazdığı “Memâ-
lik-i Osmaniye’nin Musavver Tarih ve Coğrafya Lügati” adlı kitabıdır.

SON

62
ESERİN HAZIRLANMASINDA
FAYDALANILAN KAYNAKLAR

1 — Adıvar, Abdvılhak Adnan . . . . Osmanlı Türklerinde ilim. İstanbul, 1943.


2 _Akyol, İbrahim Hakkı .............. Tanzimat Devrinde Bizde Coğdafya ve
Jeoloji. İstanbul, 1940

3 — Akyol. İbrahim Hakkı ..............Umumî Coğrafya. I. Bölüm. Giriş. Coğrafya


Enstitüsü yayınlarından İstanbul. 1951

4 _ F.Taesehner ............................. OsmanlIlarda Coğrafya. Türkiyat Mecmuası.


Cild H. Sayfa. 271-304 İstanbul, 1926

5 — inan. Âfet................................... Pirî Reis’in Hayatı ve Eserleri. Ankara, 1954.


6 — Kâtip Çelebi ............................. Keşfüzzunun - İstanbul, H. 1083.
7 — Kâtip Çelebi ..............................Cihan - nüma - İstanbul, H. 1145.

8 — Köprülü Fuad ...........................Anadolu’da Türk Dil ve Edebiyatının


Tekamülüne Ait Umumî Bir Bakış.
Yeni Türk Mecmuası. C.I. Sayı. 5-7

İstanbul, 1943-

9 — Karmers. J. H............................... “Osmanlı Türklerinde Coğrafya” İslâm

Ansiklopedisi, C.III. Sayfa. 215-219

İstanbul, 1943

10 — Mehmed Süreyya .....................Sicill-i Osmanı - İstanbul, H. 1311

11 — Mehmed Tahir (Bursalı) ......... Osmanlı Müellifleri... İstanbul, H. 1333-

^ — Şemseddin Sami .......................Kamüs-ül Âlâm. İstanbul, 1899-

^ — Türkay. Cevdet .........................İstanbul Kütüphanelerinde Osmanlılar

Devrine Ait Türkçe - Arapça - Farsça Yazma

ve Basma Coğrafya Eserleri Bibliyografyası.

İstanbul, Maarif Basımevi, 1958.

You might also like