Professional Documents
Culture Documents
OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA
Cevdet TURKAY
MÎLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYIN LARI: 3274
BİLİM ve KÜLTÜR ESERLERİ D İZ İSİ: 1185
Araştırma İnceleme D izisi: 81
Kitabın adı
OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA
Yayın kodu
99.34. Y.0002.1742
ISBN 975.11.1818.2
Baskı yılı
1999
Baskı adedi
5.000
Dizgi, baskı, cilt
MİLLÎ EĞİTtM BASIMEVİ
OSMANLI TÜRKLERİNDE
COĞRAFYA
Cevdet TÜRKAY
İstanbul. 1999
İÇİNDEKİLER
Sayfa
Önsöz............................................................................................ .. .7
BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ BÖLÜM
A — XIV. a s ır ............................................................................... 15
C — XIV. a s ır ...............................................................................25
9
olup, bugüne uyup uymaması göz önünde tutulmadan, eskilerden aktarılan
bilgiler, birinci derecede önem kazanır. Asıl madde, yani coğrafî konu ikin
ci derecede kalır. Fazlasıyla eskimiş bilgiler, pek yeni devirlere kadar, böy-
lece sürüklenip gelir. Birtakım acaip hikâyeler anlatılır. Nitekim, en Orijinal
bir coğrafya eserinin yazan olan Evliya Çelebi dahi, meşhur Seyahatna-
me’sinde mübalağalı ve efsanevî bilgilere büyük yer vermiştir.
Bununla beraber, eserleri birçok kere batı dillerine tercüme edilen, Av
rupa yazarlarına rehberlik edecek mahiyette ilmî ürünler veren Osmanlı
coğrafyacılan yetişmiştir. Gerçekten, XVI. asnn büyük deniz coğrafyacılan
Piri Reis ile Seydî Ali Reis, XVII. asırda yaşamış olan Kâtip Çelebi ve Evliya
Çelebi, batı âleminin coğrafya sahasında tanıdığı ve takdir ettiği mühim şah
siyetlerdir. Her biri kendi devrinde bir şöhret olan bu Türk coğrafyacıların
dan ileride bahsedeceğiz.
10
EL BÖLÜM
Burada, ilim tarihimiz bakımından çok önemli olan bir nokta var: Coğ
rafya ilminin bizde başlangıç tarihini tespit meselesi.
il
martında İznik’te kurulmuş olmakla beraber, gerek Osman Gazi, gerekse
Orhan Gazi devirlerinde Osmanlı Türkiye’sinde, yalnız coğrafyaya değil,
müsbet ilimlere dair yazılmış bir esere rastlayamıyoruz.
Bizde coğrafya ilminin başlangıcı için, kronolojik bir tarih bulmak icab
eder ki, o da, şimdiye kadar yapılan incelemelere göre, Ali bin Abdurrah-
man’ın Edirne’nin yeni başkent olduğu sırada, Türkçe olarak yazdığı, “Acâ-
ibü’l-Mahlûkat” adlı eserin yazılış tarihi (yaklaşık 1365-1370) olabilir.
12
Evân’ı ile tlâmü’l-îbad fi Âlâmü’l-Bilâd’ı, tarihçe Âlînin Künhü’l-Ahbâr’ı, Si-
pahîzade’nin Evzahü’l-Mesalik ilâ Ma’rifetü’l-Memalik’i, Mehmed bin Emir
el-Hasan es-Suudî’nin Tarih-i Hind-i Garbî’si, Nasûh el-Silâhî’nin Beyan-ı
Menâzil-i Sefer-i Irakeyn’i ve nihayet, Mehmet bin Ömer bin Bâyezid el-
Âşık’m Menazırü’l-Avâlim’idir.
XVIII. asırda batı tesiri o kadar kuvvetli olmuştur ki, hemen her sahada
yerli ürünler ortadan kalkmış gibidir. Bu devirde, çevre bilgisiyle uğraşanla
rın gözü tamamıyla Avrupa’ya çevrilmiş bulunuyordu. r,.t
13
Tanzimat devrinde, astronomik coğrafyaya dair bazı orijinal eserler gö
rüyoruz. Bundan başka, birçok fizikî coğrafya kitaplan, bilhassa İngilizce
den tercüme edilmiştir ki, Ömer Subhi Bey’in “Coğrafya-i Hikemî”si ile,
“Coğrafya-i Tabiî timine Esasi-i Muhtasar” adındaki eser, bunlara örnek teş
kil eder. Son olarak, 19- asrın coğrafi eserler kadrosuna dahil edebileceği
miz coğrafya lügatlerini söylemek icab eder. Bunların başlıcaları, Ahmed Ri-
fat Efendi’nin “Lûgat-ı Tarihiye ve Coğrafya”, Şemseddin Sami Bey’in “Kâ-
mûsü’l-Âlâm” ve Kolağası Ali Cevat’ın “Memâlik-i Osmâniyye’nin Musavver
Tarih ve Coğrafya Lügati” adlı kitaplarıdır.
Buraya kadar, coğrafya ilminin bizde başlangıç tarihini tespit etmiş ve
Osmanlı Türklerinin yerbilgisi üzerindeki çalışmalarının bir özetini vermiş
olduk. Bu faaliyetin coğrafyanın gelişme tarihi bakımından büyük önemi
vardır. Osmanlılar devrine ait coğrafî eserler, daha çok tarihî coğrafya saha
sında kıymet taşır. Hakikatte bu ilmin ilerleme tarihi incelenirken, XIV. yüz
yılla XIX. yüzyıl arasındaki coğrafya eserlerinin geçirdiği safhalar bakımın
dan, Osmanlı yazarlarının meydana getirdiği bu eserler, çok değerli dokü
manlar mahiyetindedir. Ancak bunların incelenmesiyle 14. ve 19. asırlar ara
sındaki mühim boşluk doldurulmuş ve bu sayede, dört buçuk asırdan fazla
bir zaman içinde coğrafya kitaplarının geçirdiği çeşitli safhalar kavranmış
olur.
Ortaçağın İslâm ve doğu coğrafyası, bu ilmin gelişme tarihinde, eski
Yunan klâsik coğrafyası ile, son zaman batı âlemi coğrafyası arasında bir ta
şınma safhası teşkil ettiği gibi, Osmanlı devrinin mekân bilgisine ait eserleri
de, XIV. asırdan Tanzimat’a kadar, Ortaçağ İslâm ve şark coğrafyasıyla mo
dem coğrafya arasındaki boşluğu doldurmaktadır. Ortaçağ sonlan için en
mühim kaynaklar, Arap ve Fars dilleriyle yazılmış olan eski eserlerdir. Son
zamanlar içinde, yeni Avrupa incelemeleri mevcuttur.
Şimdi, bu iki devir (XTV. - XIX. asırlar) arasında geçen zaman zarfında
Osmanlı Türklerinin yerbilgisi konusunda meydana getirdikleri eserleri asır
asır inceleyebiliriz.
Osmanlılann coğrafya faaliyetini incelerken, kronolojik bir sıra takip et
tiğimiz gibi, yazarlardan çok, her asnn önemli olan eserleri üzerinde dur
mak ve bazılarından örnekler vermek suretiyle, Osmanlılar devrinde dil ve
coğrafyaya dair geniş ölçüde bilgi vermeye çalıştık.
14
A) XIV. Asır:
14. yy.ın ortalarına ait elimizde, incelemeye değer bir tek orijinal eser
vardır. Bunu incelemeden önce, devrin genel durumu hakkında kısaca bil
gi vermeyi faydalı buluyoruz. 14. asır, Osmanlı Devletinin kuruluş asrı oldu
ğu gibi, bu devirde ilk defa olarak, İznik’te îslâm âleminin en yüksek ilim
müessesesi olan MEDRESE açılmıştır. Selçuklu hükümdarları, İran kültürü
ne çok bağlı idiler. Anadolu Selçuklu imparatorluğu ortadan kalkınca, onla
rın yerine basit ve sade bir hayat süren ve Türkçeden başka dillere önem
vermeyen Türkmen beyleri geçti. Bu durumun, Türk dilinin 14. yüzyılda
ilim ve sanat lisanı olarak kullanılmasına çok yardım ettiği mulıakkakür. Bil
hassa edebî faaliyetin geniş ve kuvvetli olduğu ve ilmin himaye edildiği bu
kuruluş asnnda, gerek Türkmen beylerinin, gerekse beyliklerin ileri gelen
şahsiyetlerinin ilgilerini kazanmak ve bahşişler almak için, âlimler, şeyhler,
şairler tarafından Türkçe eserler yazılmış, aynı zamanda Arap ve Fars kay
naklarından Türk diline tercümeler yapılmıştır.
Acâ’ibü’l-Mahlûkat (Ali Bin Abdurrahman)
14. asrın elde mevcut tek coğrafî ürünü, ALİ BİN ABDURRAHMAN’ın,
“Acâ’ibü'l-Mahlûkat” adlı kitabıdır. Bu eser üzerinde durmak yerinde olur.
Çünkü:
a) İlk coğrafî eserdir.
b) 14. asrın sade Türkçesiyle yazılmıştır.
c) Orijinal eserdir.
d) Ahmed Bîcan’ın Kazvinî’den iktibas ettiği Acâ’ibü’l-Mahlûkat’mdan
farklıdır.
Tarihî coğrafya incelemeleriyle tanınmış Alman ilim adamı F. Taesch-
ner, “OsmanlIlarda Coğrafya” başlıklı makalesinde, evvelce görmediği için
bu kitaptan bahsetmemekle beraber, makalenin, mütercimi bize şu açıkla
mayı veriyor:
“Profesör Taeschner, makalesinin yayımlanmasından sonra İstanbul’a
geldiği zaman, bu eseri bizzat incelemiştir. İstanbul’un fethinden evvel,
Edirne’nin yeni başkent olduğu esnada, yani yaklaşık 1365-1370 tarihinde
yazılmış olduğu anlaşılan bu eser, Yazıcızade’nin eserinden yaklaşık bir asır
15
evvel yazılmıştır. Kitabın yazan, Ali bin Abdurrahman’dır. Şimdiki halde,
Osmanlı devrinin ilk coğrafi eserinin bu olması icab eder.”
Eserin İncelenmesi:
174 yapraktan ibaret bulunan eser, Ali bin Abdurrahman tarafından ka
leme alınmıştır. Yazar hakkında bilgimiz yoktur. Baş vurduğumuz kaynak
larda da, bu isme tesadüf edilemedi. Yalnız, Adnan Adıvar, evvelce adı ge
çen kitabında, sadece onun gayet FİNALİST bir adam olduğunu söyler. Eğer
Ali bin Abdurrahman’ın biyografisi olsaydı, Acâi’bü’l-Mahlûkat’m telif tarihi
ni kolaylıkla tespit edebilirdik.
Demek ki, hayatı hakkında bilgimiz olmayan bu zat, uzun bir ömür sür
müş ve seyahat etmiştir. Faydalandığı kaynaklann isimlerini zikretmekten
16
asla çekinmemiştir ki, bunların sayısı yirmi sekizi buluyor. Şu halde, Ali bin
Abdurrahman, hem çok okumuş, hem de fikir namusuna sahip bir yazardır.
İkinci olarak, çok daha aynntılı olup, bilhassa yöresel coğrafyaya büyük
yer verilmiştir, ifade, gayet açık ve kesindir, fazla lüzumsuz ayrıntı yok gibi
dir.
17
bihar ve’l-enhar ve’l-cibal. Batıdan doğuya kadar şehirler, kaleler ve buralar
daki insanlar ve nihayet denizlerin ve adaların tuhaflıklannı içerir.
Eserin baş tarafı, bölümlere gelinceye kadar sorulu cevaplıdır. Konu, ta
mamen dinî ve mitolojik bakımdan kavranmıştır. Bu kısımda, cennet ve ce
hennem anlatımlan büyük yer tutar. Kâinatın yaradılışı hakkındaki entere
san izah tarzı, 15. asır eserlerinden Alımed Bîcan’ın “DÜRR-Î MEKNÛN”un-
da, Behcetü’t-Tevarih tercümesinde ve Bursalı Hüsamettin’in 1621 tarihinde
yazarak II. Osman’a takdim ettiği “Muhtasar Mir’ât-ı Kâinat ve Acâ’ibü’l-
Mahlükat” adlı kitabında aynen görülmektedir.
“Sual: Haber ver bize ki, Tann taâlâ evvel ne nesne yarattı? Cevab oldur
ki, Tann taâlâ evvel, bir gevher yarattı, Yeşil zebercedden. Ol gevherin ulu
luğun Tann bilir. Ancak andan Tann taâlâ nazar eyledi. Ol gevher heybet
ten eridi, su oldu. Andan sonra girü nazar eyledi suya. Su deprendi, mevc
urdu. Ol mevcden buhar oldu. Çün dütün havaya gitti, köpük su yüzüne
cem oldu. Andan Tann taâlâ havaya giden dütünden gökleri yarattı; yedi
pare kıldı, bir bir altına kodu. Her gök arasın beşyüz yıllık yol kıldı. Ol kö
pük ki, su yüzüne cem oldu, yerleri yarattı. Yedi pare kıldı. Bir bir altında
döşedi. Her birinin arasın beşyüz yıllık yol kıldı.”
18
Yukarıda açıkladığımız gibi bu eser Osmanlı devrinin ilk coğrafya oriji
nal eseri olduğuna göre, arzın yuvarlaklığı kavramının ilk olarak Ali bin Ab-
durrahman vasıtasıyla Osmanlı-Türk eserlerine geçtiğini kabul edebiliriz.
19
gibidir. Ve dağı ve taşı bostan ve zeytin ve incir ve yemiş ağacıdır. Amma,
cemii deştîdir. Ve et ve yağ ve sair havayic bu şehirde ucuz olur. Ve halk iyi
hulkludur.”
“Bu Hindistan iklimi, begayet ulu ve muazzam iklimdir. Ve bu iklimde
nice p>adişahlar var. Her birisinin iklimi ayruk iklimlerden uludur. Bu Hin-
distanda kimesne padişah olmaz tâ tamam kırk yaşında olmayınca.”
20
B ) XV. Asır:
15. asır, ilim tarihimiz bakımından büyük bir önem taşır. Osmanlı Dev
letinin kuruluşundan Fatih’in cülûsuna kadar geçen müddet içerisinde
(1299-1451), Osmanlı Türkiye’sinde pozitif ilimler, dinî konular yanında sö
nük kalmıştır. Gençliğinden beri ilmi himaye etmiş olan Fatih’in padişah ol
masıyla beraber, müsbet ilimlere, felsefî ve ilmî düşünüşün gelişmesine
doğru bir adım atıldığına şahit oluyoruz. Gerçekten, bu devirde İstanbul
Üniversitesinin temeli bulunan Molla Zeyrek ve Fatih Medreseleri kurulmuş
ve “Sahn-ı Seman” medreselerinde müsbet ilimler okutulmaya başlanmıştır.
Fatih, coğrafya ilmine karşı şahsen ilgi göstermiş, hattâ Bizans’tan kalan ki
taplar arasında Batlamyüs’ün klâsik coğrafyasını bulmuş ve bu eserle bizzat
meşgul olarak Arapçaya tercüme ettirmiştir. Fatih Mehmed’in plân ve hari
taya da özel bir önem verdiği, Arapça ve Rumca isimlerle yazılmış bir dün
ya haritasıyla İstanbul’un plânını yaptırdığı söylenir.
Şimdiki halde maalesef elimizde mevcut olmayan bu plân ve haritanın
sonradan başka bir yerde çıkması muhtemeldir. Batlamyüs coğrafyasının as
lı, Fatih’in şahsî kütüphanesinde “Geographica” adlı bir eser daha mevcut
tur ki, bu kitap, Batlamyos coğrafyasının Francesco Berlinghieri tarafından
manzum olarak Italyancaya tercümesidir. Geographica, Fatih’e ithaf edil
miş, fakat 1481’de padişahın vefatı üzerine, ikinci bir ithaf mektubu ile oğlu
O. Bâyezid’e gönderilmiştir.
Burada bizim için çok mühim olan nokta, Sultan Bâyezid’e yazılan
mektupta, Fatih’in müspet ilimlere karşı gösterdiği büyük alakanın ve ilmin
koruyucusu olduğunun İtalya’da dillerde dolaştığının ve yazann kitabını
memleketinin büyüklerinden önce, hemen Fatih’e göndermek arzûsunda
bulunduğunun açıkça belirtilmiş olmasıdır.
Osmanlı Türklerinde coğrafya konusunu genel olarak incelerken, Kaz
vinî’nin Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ı ve bu karakterdeki birkaç eser, istisna edilirse,
bize yerbilgisinin astronomik coğrafya şeklinde, Semerkand mektebinin et
kisiyle matematik yoldan girmeye başladığını söylemiştik. Gerçekten II. Mu-
rad devrinde yaşayan ve Fatih’in ilk yıllarında ölen Fethullah Şirvânî, Semer-
kand’dan Kastamonu’ya gelerek memleketin beyi tarafından iyi muamele ile
iltifat görmüş, orada matematik ve astronomi okutmuş, bu suretle Osmanlı
ülkesinde yüksek matematik ve astronomi ilmi başlamıştır.
21
İşte, 15. yüzyılda, bizde astronomik coğrafya esasları, gerek Fethullah
Şirvanî, gerekse Fatih zamanında Maveraünnehir’den İstanbul’a gelen Ali
Kuşçu’nun matematik ve astronomiye dair eserleriyle kurulmuş olduğu gi
bi, mekân bilgisinin gelişmesi bakımından bu asra, OsmanlIlarda Semer-
kand mektebinin devamı gözüyle bakılabilir. Şimdi, genel durumu hakkın
da izahat verdiğimiz bu devrin başlıca coğrafî eserlerini inceleyebiliriz. Çe
lebi Mehmed zamanında, ansiklopedik mahiyetteki eserlerin rağbet görme
ye başlaması ve Osmanlı sultanlarının dağ, nehir, şehir, hayvan, nebat ve bir
takım tuhaf şeyleri ihtiva eden kitaplardan hoşlanmalan dolayısıyla, bu ka
bil eserler çok kere Türkçeye çevrilmiştir. 15. asırda, coğrafya konusunda
orijinal ve tercüme olunan eserler, kronolojik sıraya göre şunlardır:
Acâ’ibül-Mahlûkat (Kazvinî):
Tarih ve coğrafyaya ait 20 ciltlik muazzam bir eser olup, 1360 yılında,
Ayıntab’da doğan Mahmudü’l-Aynî tarafından 1421 de yazılmıştır. İkinci kıs
mında yazar, bilhassa coğrafya ile etnografyaya büyük önem vermiş, dün
yanın fizikî ve beşerî hallerini ayrıntılı olarak anlatmış, bir kısmını gezip gör
düğü Anadolu’nun uzunca bir coğrafyasını yazmıştır. 1725 tarihinde Abdül-
lâtif Razî’nin Türkçeye çevirdiği bu büyük eserin özelliği, şimdiki halde, Os-
manlı devrinin ilk Arapça ve ilmî coğrafya kitabı olmasıdır. Diğer bir özelli
ği de kavimler bahsinde, bilhassa Türk etnografyası hakkında, eski yazarlar
içinde, yalnız Mahmudü’l-Aynî’nin “Divanü-Lügâti’t-Türk”ü kaynak olarak
seçmiş olmasıdır. İtina ile çizilmiş resimleri ihtiva eder.
Hayatü’l-Hayvan Tercümesi:
Ortaçağda büyük bir şöhret kazanan bu eserin aslı, Arapça olup, yaza
rı, Kemaleddin Demirî’dir. Hayvanlann hayatından bahseden kitabın Türk-
22
çeye tercümesi, ilk defa olarak, 1426 da Mehmed bin Süleyman isminde bir
zat tarafından yapılmıştır.
Acâ’ibü’l-Mahlûkafc
Ahmed Bîcan, Salâhaddin el-Kâtib isminde birinin oğlu olup, Yazıcı oğ
lu namıyla adlandırılmıştır. 15. yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir Türk yaza
ndır. Kendisi Gelibolu’da ikamet ediyordu; çok zayıf olduğu için, cansız,
manasına, “Bîcan” lâkabı verilmiştir. Tasavvufla meşgul olan bu zatın eser
lerinde, MİSTÎCÎSME sezildiği gibi, mitolojik ve garib bilgiler büyük yer tu
tar. Coğrafyaya dair, biri orijinal, diğeri tercüme olmak üzere iki eseri vardır.
Gerek Acâ’ibü’l-Mahlûkat’ı, gerekse Dürr-i Meknun’u, İstanbul’un fethi yı
lında yani 1453 de Gelibolu’da yazmıştır. Acâ’ibü’l-Mahlûkat, Kazvinî’den
tercüme edilmiştir. Aslına nazaran daha kısadır. Esas itibariyle kozmoğrafya
karakterinde olup, tuhaf ve garip varlıkları tasvir eder. Konu, mitolojik ve
dinî bakımdan kavranmıştır. Muhtevası şunlardır:
Dil bakımından, çok sadedir. Eserin karakterini belirtmek için, iki misal
verelim: “Şeker kamışının gayet iyisi Mısır’da olur. Bir kişi öksürük olsa, şe
ker kamışı yese, hoş ola. Kaçan bir yılanı bir kez şeker kamışı ile ursalar, yü
rümeye mecali kalmaya. Ve bir kez dahi ursalar, gerü kuvvetlenüp kaça. Ve
yakup kül eyleseler tebeşir olur.”
“Pirinç ağacı, su içinde biter imiş. Suya dökülür, sudan devşirirler, yaz
ve kış yemişi bulunur.”
D ürr-i Meknun:
23
bevîden, kimi rivayetle hikâyetlerden, akıl kabul ettiklerinden getirip bir ki-
tâb ettim. Ve adın Dürr-i Meknıın dedim.” Görülüyor ki, kaynaklar, dînîdir.
Kâinatın yaradılışı hakkındaki açıklayış tarzı, Ali bin Abdurrahman’ın kita-
bındakinin aynı olduğundan buraya tekrar almadık. 18 bâba aynlan eser,
muhteva bakımından Acâ’ibü’l-Mahlûkata çok benzer. Fazla olarak pey
gamberler tarihini ihtiva eder. Bir iki parça alıyoruz:
“Seylân derler bir yer vardır. Anın suyu misk gibi kokar; herkim içerse,
üç güne dek kokusu gitmez.” “Dahi Cebelü’l-Acem derler bir kara dağ var
dır; anun taşı odun gibi yanar. Yandıkça külü sabun olur.”
“Bu Karadeniz kim vardır, bir uzun göldür. Uzunu 1500 mildir; eni da
hi 4050 mildir. Karadeniz suyu gelir, boğazdan Kostantiniye önüne bir mik
tar deniz olur. Andan gelir, Gelibolu boğazından Bahr-i Mağribe dökülür.
Kim ana Akdeniz derler. Ol deniz suyu gelir, Mağribden aşağı Şedde boğa
zından Bahr-i Muhite dökülür.”
Behcetü’t-Tevarih:
15. Asra ait elimizde mevcut coğrafi eserler pek azdır. Behcetü’t-Tev
rih, genel görünüşüyle bir tarih kitabı olmakla beraber, içerisine coğrafî bil
gileri de almış bulunduğundan, kanaatimizce, bu eseri de mekân bilgisi ka
tegorisine dahil etmek yerinde olur. Behcetü’t-Tevarih, Farsça olup, 1488 yı
lında vefat eden Şükrü İlah Amasyavî bin Şahabeddin tarafından yazılmıştır.
Eseri Farisî mahlâslı bir şair Türkçeye çevirerek Kanunî Süleyman’a takdim
etmiştir.
“Habeşe ehlinden her ol nesne kim cinsi kumaş olsun, nev’i insan ol
sun, Yemen ve Arap vilâyetine akrebdir. Ziyade baha ve itibardadır; ve her
ol nesne kim canib-i cenuba karibdir. Bu kavmin siyah levn olduklan ol ze
minin ifrat hararetindendir.”
15. asrın başlanna ait olup, hâlen Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Kütü
hanesinde bulunan, Karadeniz’den başlayarak İngiltere, Cebelittank ve ku
zey Afrikayı gösteren bir deniz haritası mevcuttur ki, ceylân derisi üzerine
itina ile çizilmiştir. Pusula resminin altında, “Min-amel-i İbrahim el Fakir 1b-
nü’ş-Şeyh Ahmed bin Süleyman el-Kâtibî” yazılıdır. 1413 senesinde yapıl
24
mıştır. Şimdiki halde, Osmanlı devrinin en eski haritasının bu olduğunu ka
bul edebiliriz. Fuad Köprülü, Eminönü Halkevi tarafından I933’te yayınla
nan Yeni Türk Mecmuasının 4, 5, 7 sayılarında seri halinde yazdığı makale
sinde, 15- asır sonlarında, İstanbul’da gemiler için deniz haritaları yapmakla
tanınan (Meselâ, Safâî gibi) adamların mevcudiyetini, Pîrî Reisin Kitâb-ı
Bahriyesi’ni daha eski mesaînin bir sonucu gibi sayılabileceğini söyler.
15. asnn mühim bir tercüme eseri daha vardır ki, o da 1466 da Mahmud
Şirvanî tarafından Türkçeye çevrilen lbnülverdî’nin Harîdetü’l-Acaibidir.
C) XVI. Asır:
15. asnn sonlan ve 16. asrın başlan, Osmanlılann ikbal devridir. Fütu
hat ve ülkeler genişletmek amacım güden ilk padişahlar, coğrafî faaliyetle
re karşı ilgi ve rağbet göstermekle, bu alandaki çalışmaları destekliyorlardı.
Yabancı memleketler fethedebilmek, stratejik hareketleri lâyıkıyla yapabil
mek için, bilhassa kara ve deniz yollannı ihtiva eden yol haritalarına, topog
rafya ve istatistik bilgilerine, mevki ve idare taksimatına, yani, pratik ve fay
dacı coğrafya bilgilerine şiddetle lüzum görülüyordu.
ilim tarihimiz bakımından 16. yüzyıl, hem şark eserlerinin tercümesi ile,
hem de pratik ve uygulamalı sahadaki faaliyetle coğrafya bilgilerinin zen
ginleştiği bir devirdir. Bu asırda, 14. ve 15. yüzyılın dinî ve mitolojik mahi
yetteki kozmoğrafya kitapçıklan yerine, daha ilmî ve daha sistematik eser
ler görülmeye başlamışür. Bununla birlikte, 16. asırda da, coğrafya, Baltam-
yüs ve Kazvinî’nin tesiri altında bulunuyordu. Bu devirde, mekân bilgisi sa
hasındaki faaliyet, tarihe nispetle geri kaldığı gibi, sayı ve çeşitlilik bakımın
dan edebî eserler, fennî eserlere nazaran çok üstün bir durumda idi. Bu va
25
ziyet, Osmanlılan hararetli bir tercüme faaliyetine sevk etmiş ve tercüme
işinde bütün İslâmî eserler kaynak sayılmış, tercümeler de, çok defa mekân
bilgisi hakkında bilgi sahibi olmayan şahıslar tarafından yapılmıştır. Bunun
la birlikte, 16. asırda, muhtelif Avrupa dillerine nakledilen ilmî mahiyette
coğrafî mahsuller meydana getirilmiş, istatistik ilmine önem verilmiş, Kanu
nî Süleyman, Osmanlı ülkesinin nüfus sayımını yaptırmıştır ki, ilim tarihimiz
açısından bu özellik çok mühimdir. Diğer bir önemli nokta da, Türkiye’de
rasathanenin ilk defa olarak, bu asrın sonlarına doğru açılmış olmasıdır.
Hıtay-nâme:
Yazan, Ali Ekber Hataî namında bir Osmanlı seyyahıdır. 1500 yıllarında
Çin’e kadar seyahat etmiş, eserini Farsça olarak yazmış, önce Yavuz Selim’e,
onun vefatından sonra da Kanunî Süleyman’a sunmuştur. III. Murad devrin
de bilinmeyen bir zat tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Fakat bu tercüme ek
siktir. Hıtay-name, “Kanun-nâme-i Çiıı-i Hıta” adı altında 1853 de basılmış
tır. Ali Ekber, Kitabında Çinliler hakkında pek mühim bilgiler vermektedir.
Kendisinin 1506 senesinde Pekin’de bulunduğu anlaşılıyor. Yazar, eseri ya
zarken, Gıyasüddin Nakkaş’ın Seyahatnamesinden faydalandığı gibi, Çin
şehir hayatına ait tafsilâtın mühim bir kısmını, eski eserlerden ve bilhassa
Süleyman Tacir’in Seyahatnamesinden almıştır.
Kitab-ı Bahriye:
Bu eser, 16. asrın büyük Türk deniz coğrafyacısı Pîrî Reis tarafından ya
zılmıştır. Kitabın incelenmesine başlamadan önce, yazann hayatından kısa
ca bahsetmeyi lüzumlu görüyoruz. Pîrî Reis, üzerinde durulacak bir şahsi
yettir. En son yapılan incelemelere göre, 1465-1470 yıllan arasında Gelibo
26
lu’da doğmuştur. Hacı Mehmed adında bir zatın oğludur. Çocukluk devresi
ni Gelibolu’da geçirmiş, bundan sonra amcası Kemal Reisin nezdinde de
nizcilik hayatına atılmıştır. Uzun yülar denizlerde dolaşmış, gezdiği bölgele
rin tarihî, coğrafî ve denizle ilgili şartlan hakkında esaslı bilgiler toplayarak
bizzat kendi müşahedelerini not etmiş ve bunlara dayanarak dünya çapın
da önemli ve ünlü bir eser olan Kitab-ı Bahriye’yi vücuda getirmiştir. Pîrî Re
is, uzunca bir ömür sürmüş, 1554 de, Mısır’da iken 84 yaşında vefat etmiştir.
Anadili olan Türkçeden başka, İtalyanca, İspanyolca, Rumca ve Portekizce
biliyordu.
27
b) Pîrî Reisin coğrafya sahasındaki ilk eseri, Gelibolu'da çizerek Yavuz
Selim’e hediye etliği dünya haritasıdır. Bu haritanın tamamı maalesef kay
bolmuştur. Elimizde, Avrupa ve Afrika’nın kısmen batı kıyılarıyla Atlas Ok
yanusunu ve Orta Amerika ile Güney Amerika’nın bazı kısımlarını içine alan
parçası bulunmaktadır. Harita, deri parşömen üzerine renkli olarak çizilmiş
tir. Pîrî Reis, gerek kitabında, gerekse haritalarında, İlmî zihniyetin icaplan-
na göre hareket etmiştir.
“Hartısı tâ kim anın geldi bize!” Bu suretle büyük Türk deniz coğrafya
cısı, kendi müşahedelerine dayanarak çizdiği dünya haritasına Kolomb’un
haritasını geçirmiş olmakla, Amerika kâşifinin çizdiği haritayı bize bizzat
vermiş, dolayısıyla coğrafya ilmine hakikaten hizmet etmiş oluyor. İşte Pîrî
Reisin mekân bilgisine ait eserleri bunlardan ibarettir.
16. asırda, deniz coğrafyacılığı Pirî Reis ve Şeydi Ali Reisle önemli bir
hamle yapmıştır. Pirî Reis, Akdeniz portülânlanm çizmekte meleke sahibi
olmuştu. Harita yapmanın büyük bir derin bilgi ve uzmanlık işi olduğunu,
haritada yapılan en küçük yanlışlığın, onu faydalanılamayacak bir hale ge
tireceğini Kitab-ı Bahriyesi’nde açıkça anlatır. Bizde deniz coğrafyacılığının
ilk müjdecisi Pîrî Reistir. Amiralin I. ve n.ci dünya haritalarından elimizde
kalan parçalar incelenirse, ikinci haritada, kıyı şekillerinin daha gelişmiş bir
tarzda çizildiği ve bugünkü arazi durumuna uygun olduğu görülür. Demek
ki Pîrî Muhiddin Reis, sanatını ve ilmini ihmal etmemiş, her fırsatta bu yolda
çalışmaktan geri kalmamıştır. Haritaları, o devrin diğer dünya coğrafyacıla
rının çizdiği haritalarla karşılaştırılırsa, onun eserlerinin tamamen ilmî bir
zihniyet ve metodla çizildiği meydana çıkar.
28
gerekse ilim tarihimizde ve haritacılığımızda müstesna bir yeri vardır. Bahri
ye, gayet açık ve sade Türkçe ile yazılmış olup, içerisindeki bilgiler, bu gün
küne birçok noktalarda uymaktadır. Bundan dolayı devrinin eşsiz bir deniz
kılavuzu olan deniz atlasına, denizciliğin tarihî gelişmesinde son derece
önem verilmesi icab eder. Şu parçayı aynen alıyoruz. “Bu fasıl, nefs-i Vene
dik şehrin beyan eder. Mezkûr Venedik şehrinin cemî’i etrafı on iki mildir.
Ve ol on iki mil yerlere binası urulduğu yer, berden ve bahirden cem olmuş
bir deniz kulağıdır. Ol denizin bazı yerleri sığ ve bazı yerleri derindir. Ol sığ
olan yerlerin üzerine kazıklar kakıp, ol kazıkların üzerine mezkûr şehri bi
na eylemişlerdir.”
Bu ayrıntılı eserin yazan, Sultan Selim Camii muvakkiti Mustafa bin Ali
el-Muvakkit’tir. Astronomik ve coğrafî bilgileri ihtiva eder. Önce sema küre
lerinin ve yıldızların vasıflarından, sonra dağlar, denizler, nehirler ve su kay
naklarından ve nihayet yedi kıt’a ve bunların meşhur şehirlerinden bahse
dilmektedir. Bir toplama eseridir. Çağminî ve Kadızadenin astronomi kitap-
lanyla, o zaman pek moda olan Hayatü’l-Hayvan ve Acâ’ibü’l-Mahlûkat gibi
Arapça eserlerin Türkçeye tercümesidir. Bu kitapla, matematik coğrafyada
ilk adım atılmıştır. Tuhfetü’z-Zaman ve Harîdetü’l-Evanın ismi, bazı kütüp
hanelerde TUHFETÜ’L-MECALÎS olarak geçer.
Üâmü’l-tbâd fi Âlâmü’l-BUâd;
29
nunî Süleyman’a takdim edilmiştir. Mustafa bin Ali, eserinde, Fas’tan Çin>e
kadar 100 adet mühim İslâm şehirlerinin İstanbul’dan mesafelerini göster
miş ve coğrafî mevkilerini tayin etmiştir.
Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn:
30
hususî görgü ve tecrübeler eklemiştir. Muhit, Hind okyanusunun mükem
mel bir monoğrafyasıdır. Güney Asya kıyılan hakkında esaslı bilgiler verir.
Eserin asıl adı, “Kitabü’l-Muhît fi ilmü’l-Eflâk ve’l-Ebhür”dür. Genel görünü
şüyle, 10 bab ve 50 fasla ayrılmıştır. I. bab, cihet tâyini ve yıldızlar, II. bab,
zaman hesabı, takvim, güneş ve ay seneleri, III. bab, pusula taksimatı, IV.
bab, Hindistan kıyılan, Hind Okyanusundaki adalar, takım adalar, Ameri
ka’ya dair malûmat, V. bab, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğuşu, ba
tışı ve adlan, VI. bab, Hind Okyanusundaki meşhur limanlarla, adaların Ku
tup Yıldızına göre irtifalan, VDL bab, astronomiye dair bilgiler, Vin. bab, rüz
gârlar ve muson rüzgârlan, bunlann muhtelif takvimlere göre başlangıç ta
rihleri, IX. bab, seyri sefer yollan, X. bab, tufan dediği büyük fırtınalar ve bu
zamanlarda alınacak tedbirleri ihtiva etmektedir. Rüzgârlar hakkında şöyle
diyor:
“Evvelâ malûm ola ki, rîhin aslı, havadır. Zira hava ki hareket eyleye.
Havada emvac zuhur eder ki, ol emvac rîhdir.” “Kenardan esen rüzgârlar,
mekkiyen leylden ibtida eder. Ve deryadan olan rüzgârlar, ekser gündüz
eser. Leylde sakin olur cümle âfakta. Sebebi oldur ki, kenar leylde barid olur
ve derya hâr olur. Ve neharda berakis olur. Zira, in’ikâsı şems ile cibal ve ri-
mal gündüz hâr olur.”
Muhit, Şeydi Ali Reisin sadece amelî bir gemici olmayıp Astronomi ve
coğrafyaya âşinâ bir âlim olduğunu gösterir. Bununla beraber, orijinal bir
eser değildir. Daha eski eserlerden toplama suretiyle vücuda getirilmiş bir
tercüme mahsulüdür. Faydalandığı Arapça kaynaklan zikretmekle, kendisi
nin fikir namusuna sahip bir şahsiyet olduğunu isbat etmiştir. Pîrî Reis gibi,
bunda da öğrendiklerini yazma alışkanlığı vardı. Şeydi Ali Reis, coğrafya ve
bilhassa Hind Okyanusuyla meşgul olmuş, baştan başa Hind Denizini do
laşmış, bize en esaslı bilgileri vermiştir. Eserin dili sade ve açıktır.
31
nen Muhit’ten nakletmiştir.” Bu sözlerin anlatmak istediği, eserin doğu vç
batı âleminde tam manasıyla tanınmamış olduğudur. Şeydi Ali Reisin kitabı,
muhteva itibanyla hakikaten İlmî ve çok faydalı bir portülân dır. Yazar ese
rini, gemi reislerinin kılavuz almadan, Hind denizlerinde gemilerini serbest
çe yürütmeye muvaffak olmalan için yazmıştır. Amiral, IV. baba yazdığı ek
te yeni dünya hakkında da malûmat vermektedir. Prof, merhum İbrahim
Hakkı Akyol, “Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya ve Jeoloji” adlı eserinde,
Şeydi Ali Reisin Amerika’nın keşfine dair birkaç satırlık bilgi vermeyi ihmal
etmediğini söyler. Amerika konusunda, İslâm Ansiklopedisi de, pek az ma
lûmat verildiğini kaydeder. Halbuki, bu zeyl, Yenidünya’ya ait en yeni bil
giyi ihtiva etmekte, Majellania Boğazından geçildiğini ve efsanevî olmakla
beraber, 8 parmak boyunda ve köpek şeklinde insanlar bulunduğunu bil
dirmektedir. Şeydi Ali Reis, Pîrî Reisin Amerika’ya dair evvelce yazdıklannı
toplamış olduğu gibi, üstelik yeni malûmat eklemek suretiyle selefini geç
miştir.
Şeydi Ali Reisin tecrübe ile akla büyük değer veren, ilmî zihniyete sahip
bir âlim olduğunu söylemiştik. Kitabü’l-Muhît’ten aldığımız şu cümleler, id
diamızı doğrular:
“Evvelâ malûm ola ki, bu fennin aslı, aklile ve tecrübe iledir. Şol nesne
ki, mücerreb ola ve akla muvafık ola. Ol sahihdir. Ve biri muhalif olsa eger-
çi ol dahi sahih olur. Amma evvelki gibi değildir.”
Şeydi Ali Reisin Muhit’ten başka, bizi ilgilendiren birkaç eseri daha var
dır. Bunlardan küçük “Mir’âtü’l-Memalik” risalesi, Hind denizindeki
vak’alardan başlayarak Edirne sarayına gelinceye kadar, yazann üç yıllık
sergüzeştini muhtevidir ki, bir nevi seyahatname mahiyetindedir. 1895 de
İstanbul’da basılmıştır. Bu matbu nüshayı A. VAMBERY, İngilizceye çevirdi
32
ği gibi, Almanca ve Fransızcaya da tercüme edilmiştir. Halep’de iken, ami
ral, matematik ve astronomi okumuş olduğundan, astronomik coğrafyaya
ait “Mir’ât-ı Kâinat” ve “Hulâsatü’l-Hey’e ” isminde iki eser vücuda getirmiş
tir. Mir’at-ı Kâinat’ı, Arapça ve Farsça kitaplardan toplama suretiyle yazmış,
Hulâsatü’l-Hey’eyi de, Ali Kuşçunun meşhur “FETHlYE”sinden tercüme et
miştir. Şeydi Ali Reis ve eserleri hakkında daha geniş bilgi almak için, Adnan
Adıvar’m kitabına müracaat olunabilir.
Evzahü’l-Mesalik İlâ Marifetü’l-Memalik:
33
Eserin muhtelif isimler alması da dikkat çekicidir: Tarih-i Hind-i Gaıbî,
Kitab-ı Iklim-i Cedid, Ahval-i Âlem-i Cedid, Tarih-i Yenidünya, Hadis-i Nev
ve Kutr-i Nev. Kâtip Çelebi, F. Taeschner, Mehmet bin Yusuf Herevî’ye ait
bulunduğunu söylerler. Fakat Türk bibliyografyalarına göre, kitabı yazanın,
“Emir Mehmet bin Emir Hasanü’s-Suûdî” olması ihtimali daha kuvvetlidir.
Tarih-i Hind-i Garbı, bizde ilk defa basılan resimli coğrafya kitabıdır.
Menâzırü’l-Avâlim:
Bu eser, 16. yüzyılın son senelerinde, 1597 de III. Mehmed devrinde ya
zılmıştır. Yazar, El’âşık diye tanınmış olan “Mehmed bin Ömer bin Baye-
zkTdir. Mehmet Âşık, Trabzonludur. Babası, oranın Hatuniye Medresesi
müderrislerinden bir zattır. Kesin olmamakla beraber, 1555 yılında doğmuş,
Flügel’e göre 1600 de ölmüştür.
34
nan mühim ve etraflı bilgiler de vardır. Esas yönüyle iki kısma ayrılmıştır: I.
kısım, hakikatte bir giriş mahiyetinde ohıp; gökten ve gökteki gezegenler
den bahseder. Bu kısım, genel görünüşüyle ilahiyat ve mitolojiden ibarettir.
Asıl eser, II. kısımda toplanmıştır. Buruda, coğrafyanın bütün konulan bu
lunmaktadır. Fizik coğrafyayı ve şehirleri açıklayıp zikrettikten sonra, hay
vanları ve insanın anatomisine de etraflıca olarak anlatır.
35
Künhü’l-Ahbâr:
Aslında bir tarih kitabı olup, tarihçi Âlî tarafından kaleme alınmıştır. Âlî,
1541 tarihinde Gelibolu’da doğmuş, 1600 de vefat etmiştir. 16. asrın ilim sa
hasında parlak temsilcilerindendir. En mühim esri, Künhü’l-Âhbar’dır. Eski
coğrafyacılar tarzında kısa ve toplu bir surette yöresel coğrafya denemesini
Âlî’nin bu meşhur eserinde görüyoruz. Künhü’l-Ahbar’m mukaddimesinde
ki coğrafî özet, diğer coğrafî yayınlar üzerinde büyük bir tesir yapmamıştır.
Âlî’nin kitabındaki açıklayıcı bilginin kaynaklan, Ebü’l-Fidanın Takvimü’l-
Büldanı, Belhî’nin Suverü’l-Ekalimi ve Sipahizadenin Evdahü’l-Mesalik ilâ
Marifetü’l-Memalikidir. Künhü’l-Ahbar, Avrupa milletlerinden de kısa olarak
bahseder. Eserin tamamına ayrıntılı bir coğrafya lügati ilâve olunmuştur.
16. yüzyılın coğrafya alanında bir hamle asn olduğunu biliyoruz. Pîrî
Reisin portülânlan’ndan başka, bu devirde dikkate değer haritalar da vücu
da getirilmiştir. İslâm Ansiklopedisi ile Adnan Adıvar’ın eserinden, 1559 da
Tunuslu Hacı Mehmed tarafından altı elma ağacı tahtası üzerine çizilmiş
kalp şeklinde bir düz küre haritasının Venedik’te St. MARCO kütüphanesin
de bulunduğunu öğreniyoruz. Harita, yabancı kaynaklardan faydalanılarak
resmedilmiş olup, izahatı Türkçedir. Paraleller, mükemmel bir tarzda çizil
miş ve meridyen başlangıcı olarak Kanarya Adalan alınmıştır
36
Ali Macar Reisin adı ve yaptığı sene açıkça yazılmıştır. Fevzi Kurdoğlu, yal
nız bu kayda dayanarak diğerlerini de bu zata atfetmiştir.
37
5- Ali Kuşçu’nun astronomi ve matematiğe dair meşhur kitabı, astrono
mi coğrafyaya ait en geçerli bir eser sayıldığından, birçok defalar, dilimize
çevrilmiştir. Bu tercümelerin en önemlileri, evvelce söylediğimiz Şeydi Ali
Reisin “Hulâsatü’l-Hey’e”si ile Molla Perviz’in “Mirkatü’s-Sema”sıdır.
6-16. asırda, yöresel coğrafya sahasında Mısır’a ait eserler de tercüme
olunmuştur. Zengin bir memleket olan Mısır, Osmanlı Türklerini fazla ilgi
lendirmiş, Arapça olarak 1375 tarihinde kaleme alınan “Tuhfetü’s-Saniye fi
Esmâ’i’l-Bilâdi’l-Mısriyye” adb kitap, “Zikr-i Ekalim-i Diyar-ı Mısnyye” ismiy
le Türkçeye çevrilmiştir.
38
“Ibni Haldun, bu eserin Felâhatü’n-Nabtiye’nin bir hulâsasından ibaret
olduğunu söylerse de, hakikatte bu eser, lbni Vahşiye’nin Kitabü’l-Felâha-
tü’n-Nabtiyye’si ile, Ahmed ibni Mehmed bin Haccac’ın Mukni adlı kitabın
dan kopyelenmiştir. Aslında 587 bitki ile 50 türlü meyva ağacından bahse
den bu kitap, Ispanyolcaya tercüme ve metni ile beraber yayımlanmıştır.
(Madrid, 1802). Fransızcaya da Clement Mullet tarafından, “Le Livre de l’ag-
riculture” adıyla tercüme ve 1864-1867 seneleri arasında basılmıştır.”
Ayrıntılı bir ziraat kitabı olan bu kıymetli eser üzerinde durmak lâzım
dır. Başlangıçta ziraatın faydalan ve manası belirtilerek deniliyor ki, “Rahat
ve lezzet ve izzü ve ecr ve selâmet, sahibi ziraat olanlardadır ki, ektikleri ye
rin hemen öşrünü vereler. Sair tekâlüf, zulüm ve bid’at olmaya. Ve ziraat gi
bi âsan ve faydalı bir güzel mekseb ve iktisab, ecr ve selâmete akreb bir nes
ne yoktur. Ve bu iki kısımdır: Birisine Ba’K ve birisine Seykî derler. Ballı ana
derler ki, yağmursuz, yüksek yerlerde olup ve şol ağaçlar ki, köklerinden su
içerler. Eyüsü sakiye ile kuyulardan ve akarsulardan olanıdır.
İkinci kısmı, koğa ve âlât-ı sakî, deve ve himar ve katır ile ola. Felâha-
nın manası, yeri ıslah etmektir. Eşcar dikmeye ve ziraat etmeye ve nef ini ve
zararım bilip ana göre âfâtını defetmektir. Ve arzın a’lâ ve evsat ve ednâsım
bilip zer’in ve garsın ve sair riyahîn ve hudrânın enva ve tabiatını ve mez
kûrların her nev ve sınıfın ziraati vaktini ve ol aızın muvafık havalannı ve ne
veçhile gars ve ziraatlarını ve bunlann her nev’inin suvanimağa münasip
olan sularım ve miktarlarım ve zibillerinin marifet ve ıslahlarını ve kable’z-
ziraa yerlerini ne veçhile tertip ve terbiyet ve imaret idüp ve bunlara lâhik
olan âfâtın tedbir ve ilâcında ve ihtirâzındadır."
Yazar, “Bu kitabı iki sifir üzere taksim eyledim, evvelki kısmı, yerlerin
marifetinde ve zibilleri ve sularının ve fidan dikimlerinin ve tertib ve terki
binin ve anlara münasip umurun beyanındadır. İkinci kısmı, ziraatın ve fe-
39
lâhatı hayvanın ve sair anlara müteallik ahvalin tafsilindedir.” dedikten son
ra, toprak konusu üzerinde durur:
Bundan sonra, hangi bitkinin hangi toprakta daha iyi yetişeceğini izah
eder. Zibil dediği gübre bahsinde, gübrenin nevilerini, faydalarını, kullanıl
masını; kuyu açmak ve sulama usullerini inceler. Eserin büyük kısmı, bos
tan, ağaç dikme ve çeşitli ağaçlar konusuna aynlmıştır. Zeytin ağacı hakkın
da: “Ol iki nevidir, biri berrîdir ki, kendi tab’ından dağlarda biter, ırmak ke
narlarında bitmez; ve kökleri daima çok su cem olan yerlerde zuhur bulmaz.
İkinci nev’i ehlidir ki, danesi ve yağı berrîden ziyadedir.” dedikten sonra,
zeytinin hangi toprakta yetiştiğini, çok soğuk ve çok sıcak yerlere tahammü
lü olmadığım, yağmurda zeytinin tohum ve danesini dökmediğini, Endü
lüs’te zeytin ağacının dikilmesi tarihini anlatır. Nihayet, meyve ağaçlan, seb
zeler, çiçekler, aşılama usulleri, ekin ekme ve biçme, gülsuyu çıkarma, şıra
dan şarap yapma, başlıca evcil hayvanlar, onlann beslenme tarzı ve tavuk
çuluk gibi çeşitli konulardan ayrıntılı olarak bahseder. Kitabın 30.ncu babın
da, mesken hakkında da çok kısa bilgi vardır.
40
cereleri vâsi olsa, hava girer; ve ufuneti defeder. Ve bina için kesilen ağaç
sahih ekallî on onbeş yıllık gerektir.”
“Gerek Nasireddin Tûsî, gerek bizim Kınalızade Ali Efendi, menzil yani
mesken davasını daha derin açıklayıp genişletmişlerdir. Onlara nazaran’ yi
yeceğini, içeceğini saklamak ve hırsızdan, gasbdan, kardan, yağmurdan ko
runmak ve hattâ insanın en ziyade üşüdüğü uyku esnasında, kendisini so
ğuktan muhafaza etmek gibi işler için, mesken lâzımdır. Bu, yalnız şahsın
bekası için lâzım olan bir şarttır. Fakat bir de, türün bekası için, evlenmek,
aile teşkil etmek, çocuk yetiştirmek için de bir eve ihtiyaç âşikârdır. Bu eski
yazarlar, konak yerlerini, şehirler, kasabalar ve köylerde, taş, kerpiç ve ke
resteden yapılan çadır şeklinde olmak üzere ikiye ayırırlar. Birinci kısım
meskenlerin binasının sağlam ve kolay kolay yıkılmayacak şekil ve dayanık
lılıkta olmasını şart koştuktan sonra, o zaman için pek makûl ve belki de kâ
fi görülecek şu sıhhî şartlan ilâve ediyorlar: Tavan yüksek, kapılar geniş, her
mevsime münasib oda, her aya göre temiz hava ne taraftan gelirse, evin o
tarafa açık olmak gerektir. Binada fazla zinet ve nakış yapılarak fazla masraf
yapmak da akıl kân değildir. Ahlâkı nâsırî ve ahlâkı alâîden alınan bu fıkra
lar, bizlerin vaktile meskene ve sıhhî meskene pek ehemmiyet verdiğimizi
göstermeye kâfidir. Hattâ Nasireddin Tusî, İbni Sina’nın bu husustaki bir ki
tapçığından olarak daha başka ayrıntı vermektedir.
41
olmasını tavsiye ediyor. Bununla birlikte, şurasını hemen kaydedelim ki
MENZİL umumî adı altında kasdettikleri, sadece evin binası değildir. Evde
oturan ailenin sosyal hal ve şartlan da bu menzil kelimesine dahildir.”
Bu devre aid diğer bir orijinal eseri de, III. Murad’ın emriyle Tophane
Bayınnda 1576-1580 yıllan arasında Türkiye’de ilk defa RASATHANE’yi ku
ran Takiyyüddin bin Mehmed bin Ahmed’in kaleme aldığı “Sidretü’l-Münte-
ha el-Efkâr fi Melekuti'1-Felekü’d-Devvar’’dır. Zamamnda meşhur olan kitab,
Astronomi ve astronomik coğrafya konularını, gözlem âletlerinin ve usulle
rinin tarifini, ay ve güneşin hareketlerinin gözlenmesini ihtiva eder. Burada
mühim bir noktaya temas etmek istiyoruz:
42
Necib Asım Bey, “Osmanlı Coğrafyacıları" adlı makalesinde, Mehmed
Efendi namında bir zatın yine bu devirde yazdığı, 588 sahifeiik “Ceridetü’l-
Cedid” ismiyle bir coğrafya kitabını kaydeder.
Osmanlı Türklerinde, memleketin siyası bölünmesine dair olan, yahut
yol tarifleri gibi doğrudan doğruya pratik gayeye hizmet eden eserler, daha
büyük yer tutar. Bunlara, Mekke’ye giden hacılara mahsus menâsik-i haclar
la Koca Nişancı'nın “Memalik-i Osmaniyenin Siyasî Coğrafyası”, güzel bir
misal teşkil eder.
Padişahların büyük seferlerine aid “RUZNAME"ler de aynı karakteri ta
şırlar. Ruznameler, gerek tarihî, gerekse coğrafî bir ehemmiyet taşıyıp, en
önemli olanlarını Feridun Beyin “Münşeat-ı Selâtîn” adlı matbu eseri, bir ara
ya toplamış bulunmaktadır. Bunlar daha ziyade topografya ve siyasî coğraf
ya bakımından dikkate ve incelemeye değer.
16. Asırda birtakım seyahatnameler de kaleme alınmıştır. Bımlann en
mühimi olan “Hıtayname”den evvelce bahsettik. Bundan başka, Kanunî
devrinde Asya’da seyahat eden Seyfi Çelebinin eseri ile, III. Murad zamanın
da Tokadlı Alımed ibn-i İbrahim isminde bir tacirin, Kâbil yolu ile Hindis
tan’a giderek Basra yolu ile dönüşünü hikâye eden “Acâibname-i Hindüs-
tan" adındaki manzum seyahatnamesi zikre değer.
16. yüzyılda, Osmanlı yazarlan tarafından yazılan veya tercüme edilmiş
olan eserleri sıralamakla, bu asrın coğrafi faaliyetinin ne kadar geniş ve kuv
vetli olduğunu anlatmaya çalıştık.
D) XVÜ. A sm
Osmanlı Türklerinde 17. yüzyıl, ilim ve fikir âleminde bir gerileme ve
aşağılama devri olarak kabul edilir. Gerçekten, bu asımda müsbet ve aklî
ilimler itibardan düşmüş, diğer ilimlere nazaran ikinci plânda kalmış, med
reselerde tedrisat, daha ziyade dinî konularla sınırlandınlnuştı. Bununla be
raber, 16. asırda coğrafya sahasında vukua gelen gelişme, 17. yüzyılda da
devam etmiş ve mekân bilgisi, Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi ve Behram Dımış-
kî gibi coğrafyacılarla dikkate değer bir hamle yapmış ve bu mühim şahsi
yetler, umumî ve mevziî coğrafyaya ait çok kıymetli eserler vücuda getire
rek, Osmanlı Türkiyesinde coğrafya ilmine karşı büyük bir ilgi uyandırmış
lardır.
43
İlim tarihimizde, 17. asnn ilk yansı, Kâtip Çelebi ile dikkate değer bir
devir halini almıştır. Bu devirde, Fransa’dan Türkiye’ye gelerek İslâmlığı ka
bul eden Şeyh Mehmed Ihlâsî adında coğrafyaya vakıf bir zat, bizde mekân
bilgisinin bir dereceye kadar modernleşmesinde mühimce bir rol oynamış,
Kâtip Çelebiye “Atlas Minör” tercümesiyle “Cihannüma”yı meydana getir
mesinde büyük yardımlarda bulunmuştur. Osmanlı Türkiyesinde, Coğrafya
da Avrupa’nın katı olarak tesiri, 17. yüzyılın ortalarında başlar. Bunda, Kâ
tip Çelebinin payı büyüktür.
Coğrafya ilmi bakımından, 17. asra Kâtip Çelebi asn demek mümkün
dür. Asnn genel durumu hakkında verdiğimiz bu kısa açıklamadan sonra,
bu devrin belli başlı coğrafî ürünlerini inceleyebiliriz. Bunlar, CİHANNUMA,
Levami’u’n-Nur fi Zulûmat-ı Atlas Minör, Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar,
Keşfü’z-Zunun, Evliya Çelebi Seyahatnamesi ve Nusretü’l-lslâm ve’s-Sürur fi
Tercüme-i Atlas Mayor’dur.
CİHANNÜMA:
44
mini tahsil cihetine hasredeceğim. Cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere dönece
ğim."
Kâtip Çelebi nin bu sözünde çok derin bir manâ saklıdır. Cihad-ı asgar
dan. harb ve darb’i; Cihad-ı ekberden, ilmi irfanı kasdediyor. Gerçekten, 17.
asırda bir cehalet yuvası haline gelen medreselere karşı en ağır hücumlan
yapan ve memleketimizin kültür hayatında, batıya açtığı ilk pencere ile bü
yük rol oynayan Kâtip Çelebi, medrese zihniyetiyle mücadele etmiştir.
Onun asıl cihad-ı ekberi cehaletle, taassubla mücadele idi.
45
“ŞARKIN BÜYÜK COĞRAFYACISI” lâkabına lâyık olan şahsiyet, Kâtib Çele.
bi’dir.
46
“Zikrolunan Atlas Minor’u, hakîr, Türkîye tercüme edip ol tercümeyi bu
kitapta derci iltizâm ve anınla bu fennin Türkî ve Arabî kitapları kusurunu
itmam kasdın ettim.” Şu halde, Cihannüma, sırf atlas Minor’un tercümesin
den ibaret değildir. Kitabın dili ve karakteri hakkında bir fikir vermek için,
şu parçayı aynen alıyoruz:
47
Cihannüma’nın basılı nüshası, gerek doğu, gerek batı yazarlarına pek
çok faydalar sağlamış, 17. ve 19. asırlardı Lâtinceye Fransızcaya ve Alma ri
caya tercüme olunmuştur. Bu büyük eserin bir parçası olan Rumeli ve Bos
na coğrafyası, basılamadığından, yalnız yazma nüshası vardır.
48
lojl tetkikleri, hu devirde, yer yüzünde iklimin bugüne göre dalu sıcak ol
duftunu göstermiştir.
Tuhfetü’l-KJbar fi E s fa riİB İh a n
Kâtip Çelebi’nin bu telif eseri, tarihî ve coğrafî bilgileri ihtiva eder. Bü
yük deniz muharebeleri tarihi, Venedik, Arnavutluk ve diğer Avrupa kıyıla-
n ve Adriyatik Denizi hakkında coğrafî bilgi vardır. İngilizce ve Fraasızcaya
çevrilen eser, 1727 de İbrahim Müteferrika tarafından basılmıştır.
Keşfü’z-Zunun:
4‘>
mak zorundadır. Hacı Kalfa'ya gelinceye kadar bibliyografik mahiycMtt*
eser yazılmamıştır. Keşfü’z.-Zunun, Cihannüma yazaıına, Türkiye'de hi|,|j
yografya ilminin kumcusu olmak şerefini kazandırmıştır.
Son olarak, Katip Çelebi’niıı kaleme aldığı küçük bir kitapçığı da zikre
delim: Bu eserin adı, “Ilhamü’l Mukaddes fi’l-Feyzi’l Akdes’lir. Takiyy(ic|
din’in Sidretü’lMünteha’sından alınmış bazı astronomik bilgiyle, 90" ku/oj
paralelindeki memleketlerin ahvali hakkında açıklamaları ihtiva eder. Kâtip
Çelebi ve eserleri hakkında dalıa fazla bilgi almak için, F. Taeschner’in ma
kalesiyle, Adnan Adıvar'ın kitabına başvurulabilir.
Evliya, büyük babasının Demirci oğlu Kara Ahmed isminde bir zat ol
dugunu, İstanbul’un fethine iştirak ettiğini ve 147 yaşında öldüğünü eserin
de yazar, iki münasebetle, 117 yıl ömür süren babası ile dedesinin hâtırala
n sayesinde, üç asırlık maceraya varis olduğunu ilâve eder.
Ona “EVÜYÂ" adının, hocası imam sultan Evliya Mehmed Efendi’yc
hürmeten verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
50
Evliya Çelebi’nin üstünlüğü, gördüğünü “GÖRDÜM”, işittiğini “İŞİT
IİM" diye yazmasıdır. Faydalandığı kitabların adını gizlemez. O’nıın defteri,
orijinal bir şahsiyet olmasında, zamanında hemen hiç kimsenin yapmadığı
uzun seyahatlerde bulunmasında, gördüklerini en ince ayrıntılarına kadar
yazmasındadır. Okumaktan ziyade, gördüklerini ve duyduklarını yazmaya
ve yazarken mübalâğa etmeye meyillidir. Onun için, verdiği aynntılanrı
hepsini doğru kabul etmek hata olur. Seyahat merakı, Evliya Çelebi’de da
lla genç yaştan itabaren başlamıştır. Her halde, onu uzak ülkeler göriimeye
zorlayan husus, babasının anlattığı hikâyelerdir. Zaten kendisi de, yukarıda
söylediğimiz gibi, “Dede ve pederimizden bu hakîr kemlere irs ile 300 sene
lik sergüzeşt ve serencam intikal etmiştir.” cümlesi ile bu ciheti açıkça belirt
miştir.
Revan Seferinden sonra IV. Murad onu himayesine almış ve Osmanlı sa
rayında dört yıl kadar yaşamıştır. Keskin ve nüktedan bir mizahçı olan Evli
ya Çelebi, hiçbir taraftan tesir altında kalmayan, yegâne büyük Türk coğraf
yacısıdır. Nitekim, 17. ve 18. asırlarda, Türk coğrafyacıları üzerinde mühim
bir etki yapan Cihannümâ’nın ve Avrupa eserlerinin, Seyahatname’de tesir
leri görülmez, işte Evliya Çelebi’nin hususiyeti buradadır.
51
niş manâda büyük doğu coğrafyacılan serisi sona ermiş bulunuyor. O, Os-
manlı devri coğrafyasının en son ve belki de enteresan temsilcisidir.
52
la okunmasını tavsiye ediyorlar. îkı cildi, Hammer tarafından, 1834-1850 yıl
lan arasında İngilizceye ve Macaristan’a ait ciltler de Macarcaya çevrilmiştir.
“Urfa’nın âb u havası gayet itidal üzere olup, yazı yaz, kışı kıştır. Vakt-i
şitâda kar yağar, Baharda bârânı rahmet. Yarandan sahibi tabiat ve şirin-eda
dilberleri vardır. Urfa halkı, gaytülgaye garibdost ve dilbaz adamlardır. Şeb
ü rûz misafirsiz taam etmezler. Şeci, bahadır, merd-i meydan erleri vardır.
Cenab-ı Bârî bu halkına İbrahim Halil berekâtı vermiş. Gayet ganimet yer
dir. Âsitane-i Halilürrahmân olduğundan, bunda zulüm eden hâkim asla
muammer olmaz. Elbette bir kazaya uğrar.”
53
Nusretü’l-lslâm ve’s-Sürur Fî Tercüme-i Atlas Mayon
Ebubekir Efendi, aslı Lâtince olan büyük tercüme eserini, 10 yılda bitir
miştir. kitabın aslı, 1662 de Amsterdam’da yayımlanmış, 11 cildi ihtiva eder
eser, 1668 de Hollanda’nın İstanbul’daki sefiri tarafından, devlet namına rv
Mehmed’e takdim edilmiştir. 1675 de padişah, kitabın Türkçeye tercümesi
ni emretmiş, sadrâzam Fâzıl Ahmed Paşa da bu işi Behram Dımışkîye’ye em
retmiştir. Ebubekir Efendi, 1675 de başladığı tercüme işini 1685 de bitirerek
bu muazzam eseri 9 ciltte toplamaya muvaffak olmuştur. Kitabın adı, bazı
kütüphanelerde, “COĞRAFYA-YI KEBİR”, “COĞRAFYA-Yİ UMUMİ" ve çok
defa “TERCÜME-1 ATLAS MAYOR” olarak geçer. Tam ismi başlıktaki gibidir.
I Yazar, tecrübe ve çeşitlere yer vermiştir. Tam 333 yıl önce yazılmış olan
eserde, NADAS hakkında ancak bir satır yazı vardır. Bizi ilgilendiren şu par
çayı aynen alıyoruz: “Ve dahi malûm ola ki, hâkin cevheri ve eyüsü yeryü
zünde olup, üzerine yıldız şulesi dokunandır. Ve issi soğuk gündür. Ağaç
dikdikde kök üstüne ol toprağı dökerler. Zira, Nadas eyleyüp yer sürmeye
55
sebeb toprağın ekser yeri şuâ-ı kevakibden fayda almaktır. Pes ne kadar sü-
rûlüben yer kazılsa, bitürmek de ol kadar kavi olur. Ve dahi biline ki, dağ
yerinin zibile ihtiyacı yoktur. Toprağı rakiktir. Ova yerin toprağı berk olur.
Zibile muhtaçtır"
Prof. İbrahim Hakkı Akyol, yukarda adı geçen kitabında “Enisü’l-Müsa-
mirîn' isminde manzum ve mensur bir eserden bahseder. Üniversite Kütüp
hanesinde, 451 numarada kayıtlı olan ve 1648 de Abdurrahmen Hibrî tara
fından yazılan bu eseri gördüm. Edirne’nin tarihi ve coğrafyası hakkında taf
silât veren mükemmel bir monoğrafyadır.
Son olarak, bir tercüme eserinden bahsedelim: 16. Y.yılda söylediğimiz
Kazvirunin Acâ’ibü’l-Mahlûkatı’nın Sürurî tarafından başlanan tercümesini
bu asnn sonlarına doğru Mehmed bin Mehmed Rodosîzade tamamlamıştır.
Ayasluk ta doğan ve 1701 tarihinde İstanbul’da vefat eden Rodosîzade’nin
tamamladığı eser, 1685 de IV. Mehmed’e takdim edilmiştir. Sürurî Efendinin
ve Rodosîzade’nin Türkçeye çevirdiği kısımlar karşılaştırılırsa, Rodosîza
de’nin tercüme ve kendiliğinden ilâve ettiği bilgilerin ilmî hiçbir kıymeti ol
madığı ve bu iki şahsiyet arasında geçen zaman içinde, ilmî bir çöküşe doğ
ru gidildiği üzüntüyle görülür.
E) XVHL Asır;
17. Asırda coğrafya ilmine karşı Osmanlı Türkiyesi’nde büyük bir alâka
uyandığım biliyoruz. Bunda etkili olan şahsiyetler, sırf doğu tesiri altında ka
lan Mehmed Âşık Çelebi ile, az çok batı kaynaklarından faydalanan Kâtip
Çelebi, Ebubekir bin Behram Dımışkî ve nihayet biraz mübalâğalı ve efsa
nevî olmakla beraber, memleketlerin ve insan topluluklarının somut tasvir
lerini yapmak suretiyle hemen tamamen bağımsız bir tarzda eser yazan Ev
liyâ Çelebi’dir.
56
16. asır gibi, 18. asır da, bir tercüme asn olarak vasıflandırılır. Şu farkla
ki, 16. yüzyıldaki hummalı tercüme faaliyetine, Arap ve Fars dilleriyle yazı
lan eserler kaynak olmuştu. Bu asırda ise, batılılann yazdtklan kaynak ka-
bûl edilmiştir. Bu tercüme devrinde de, 16. asırda olduğu gibi, orijinal eser
azdır. 17. Asırdan sona kaleme alınan eserlerde, Avrupa eserlerinin tesir ve
yansımalan o kadar şiddetli olmuştur ki, hemen her sahada yerli İlmî mah
suller ortadan kalkmış gibidir. Bu devirde vücuda getirilen coğrafi eserler
arasında hiçbiri, Mehmed Âşık’ın Kâtib Çelebi’nin ve Evliya Çelebi’nin eser
leri derecesinde bir değer ve önem taşımaz. 17. yy .da pek hafif bir surette
gördüğümüz batı tesiri, bu asrın ilk otuz yılında bilhassa, Damad İbrahim
Paşa devrinde oldukça şiddetli bir hal almıştır. Bundan önceki asırlarda, Os-
raanlı coğrafyacıları nasıl Omtaçağ İslâm eserlerini Türkçeye çevirmişler ve
bunlardan faydalanmış iseler, 18. yy.da da coğrafya ilminin yön ve hedefini
tayin eden Avrupa eserlerinden, bol miktarda Türk diline tercümeler yap
mışlardır. Diğer bir ifade ile, batı eserlerinin tercümesi, 18. asırda bizde coğ
rafî yönelişin düzenleyicisi olmuştur. Yeni bir çığır açan bir tercüme faaliye
tinin ilk ürününün Kâtip Çelebi’nin “Atlas Minör Tercümesi" olduğunu bu
rada hazırlamak lâzımdır. Bunu diğer tercümeler takip etmiştir ki, çoğu
Amerika ve bilhassa Avrupa kıtalarının tasvirine ait bulunmaktadır.
57
şında İstanbul’da vefat eden Müteferrika, Protestan papazlığı kollejindo
okumuş ve Osmanlılara esir düşerek İslâmlığı kabul etmiştir. Kendisi Lâtin
ce biliyordu. Okumak, yazmak ve basmak işleriyle faal bir surette uğraşmış
ve bizzat 17 eser basmıştır. Memleketimize Avrupa rönesansından ilk haber
leri veren İbrahim, aynı zamanda Türkiye’de ilk matbaacıdır. Zamanında
“Elcoğrafî” lâkabına hak kazanmış olan bu mühim şahsiyet, ilim sahibi oldu
ğu gibi, harita tekniğine de vâkıftı. Yani, hem bir coğrafyacı, hem de bir
san’atkârdı.
İbrahim Müteferrika’nın coğrafyaya dair orijinal ve tercüme eserleri var
dır. İlk olarak yazdığı eser, “İCALET” adında bir kitapçıktır ki, coğrafyanın
ve haritanın büyük devlet memurları için lüzum ve faydasından ve haritala-
nn basılmasıyla bütün doğu âleminde satılarak menfaat sağlanacağından
bahseder. Bu kitapçığın aslı, Paris’te bulunmaktadır. (Paris, Bibi. Nat. Cat.
Man. Turcs. Sup, F. T. 201)
lcalet, yazma bir eser olup, sadrâzam Damat İbrahim Paşaya takdim
edilmek üzere kaleme alınmıştır. Daha sonra, bunu bazı değişiklikler yapa
rak 1732'de basmış ve “Usulü’l-Hikem fî Nizamü’l-Ümem” adı altında I.
Mahmud’a sunmuştur. Eserde, coğrafyanın ilmî faydalarına dair olan satır
larla, coğrafyanın önemini belirtmek maksadıyla verilen misaller dikkati çe
ker.
58
İbrahim Müleferrika’nın 17 eser bastığını söylemiştik. Bunların içerisin
de bizi alâkadar edenler, Kâtib Çelebi’nin Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l Uihâr’ı
ile Cihanntiması ve Emîr Mehnıed’in Tarihi-i Hind-i Garbî’sidir. Müteferri
ka’nın bastığı ilmî eserler içerisinde en önemlisi Cilumniima’dır. Cihannii
ma’nın yazma nüshası hakkında evvelce izahat verilmişti. Matbu Cihannü
ma ile, yazma Cilıannüma arasında fark vardır Filhakika, matbu Cihannii
ma’ya Macarlı İbrahim Efendi, “Tezyilü’t tâbi” dediği ilâvelerle Behram Dı
mışkî’nin kitabından Anadolu ve Arabistan coğrafyasını eklemiştir. Bir kısmı
basımcı tarafından yapılmak ve bir kısmı da asıl eserden nakledilmek sure
tiyle haritalar ve şekiller ilâve edilmiş ve Müteferrika nın daha birçok ekle
riyle Cihannüma, hakikaten zamanına oranla bir hayli yenilenmiştir.
XVIII. asrın coğrafya ilmi ile alâkalı başlıca yazma eserleri, Hadîkatü’I-
Cevami, Marifetname ve Menasiku’l Hacdır.
Mârifetnâme:
Hasankaleli Şeyh İbrahim Hakkı’nın Cihannüma'dan ilham alarak 1756
da eski usul üzere kaleme aldığı bu mühim eser, ansiklopedi mahiyetinde
dir. İbrahim Hakkı, kitabını oğlu Ahmed Naimî için yazmıştır. Mısır’da Bu
lak Matbaasında basılan eser, dinî, tıbbî, anstronomik ve coğrafî bilgileri ih
tiva etmektedir. Coğrafya bilgileri, Cihannüma’dan hemen aynen alınmıştır.
Hadîkatü’l-Cevaml;
Menâslku’I-Hac:
Bir güzergâh coğrafyası olan bu eserin yazan, El-hac Melııned Edib dir.
18. Asırda, aynı isim altında Hac yolundan bahseden (lstanbul-Mekke) bir
takım eserler yazılmıştır ki, bunların en aynntıbs» Mehmed tdib’in kitabıdır.
Menâsiku’l-Hacc’ın bir kısmı Fransızcaya tercüme edilmiştir.
59
Yine bu devirde, Kâtip Çelebi ile Behram Dımışkî’nin eserlerinden y
ham alarak vücuda getirilen iki yazma eseri daha vardır. Bunlardan birj
Şeyh Edibü’l-Hasanü’l-Cebeci’nin Osmanlı memleketlerinde yaptığı seya
hatleri ihtiva eden coğrafya kitabıdır. Diğeri, Bartınlı İbrahim Hamdi’n^
1751 de sade Türkçe ile yazdığı “ATLAS” adındaki iki ciltlik eseridir.
60
miştir.
F) X IX . Asır:
Görülüyor ki, 18. yy.ın sonlarına doğru batı kültürünü benimseme hu
susunda başlayan yeni dönem, henüz moderm ilmin gösterdiği hedefe ula
şamamış ve Osmanlı yazarları, 19. asnn başlarında bile, uzun zaman tesirin
den kurtulamadığımız eski klâsik coğrafyanın, yani Batlamyüs, Kazvinî ve
Ebü’l-Fida......coğrafyasının etkisi altında bulunmuşlardır.
61
rafya", Mülâhhas Coğrafya”, “Coğrafya Risalesi” adlarıyla küçük coğrafya ki
tapları hazırlanmıştır.
“Tazminat devrinde, maalesef henüz, 17. asrın Kâtip Çelebi devrinin ter
kip suretiyle eserler vücuda getirdiği zamanlara bile erişemiyoruz. Tanzimat
devri sonlarında bile coğrafya, henüz tabiî ve manevî ilimlere dayanarak
izahî bir şekil almış bulunmuyor. Daha ziyade eski tarihî istikametin, günlük
ihtiyacın istediği bir coğrafya, hemen hemen isim, tarif ve tavsif coğrafyası
derekesinden daha yukan bir seviyeye yükselmiş görünmüyordu. Tanzimat
devri sonunda, coğrafya ve tabiî ilimlerin durumu bu merkezde idi.”
SON
62
ESERİN HAZIRLANMASINDA
FAYDALANILAN KAYNAKLAR
İstanbul, 1943-
İstanbul, 1943