Prof. Dr. Nurullah Çetin Hakiki tasavvufa göre hayat ve dünya algısının ne olduğunu gerçek mutasavvıflardan biri olan büyük Türk şairi Fuzuli’nin bir gazeli üzerinden görelim. GAZEL 1. Sülûk-i fakr etvârum mezâk-ı ışk hâlümdür Tecerrüd âlemi seyrinde âlem pây-mâlümdür 2. Hayâlümde budur kim bulmuşam âlemde bir hilkat Ne âlem hansı hilkat sanduğum bâtıl hayâlümdür 3. Cünûn feyziyle âzâd olmuşam kayd-i alâyıkdan Kemâl ü fazl terki rütbe-i fazl ü kemâlümdür 4. Menem şem'-i visâle yanduran pervâne-veş varın Fenâ-yı mutlakum cânân ile bezm-i visâlümdür 5. Tabîbâ kılmışam teşhis derd-i ışkdur derdüm Alâmet âh-ı serd ü rûy-i zerd ü eşk-i âlümdür 6. Hevâdan mevce gelmiş bahr-i derdem şâhid-i hâlüm Dil-i pür-ıztırâb ü nâle-i bî-i’tidâlümdür 7. Fuzulî âlem-i fakr ü fenâda mün‘im-i vaktem Diyâr-ı meskenet nakd ü kanâ‘at mülk ü mâlümdür Fuzulî Yorumu: 1. Fakirlik yolunda yürümem, benim davranış biçimimdir, tavır ve hareketimdir. Aşktan zevk almak ise benim durumum, halimdir. Dünyadan elimi eteğimi çekmek âleminde gezip dolaşırken bütün dünyayı ayağımın altına alırım. Fakr, yani fakirlik, bildiğimiz anlamının ötesinde dünyanın masiva denilen maddi değerlerine, parasına puluna, malına mülküne değer vermemek halidir. Buna tecerrüd de deniliyor. Yani dünyanın maddi değerlerinden sıyrılma, uzaklaşma hali. Böyle yaşayan insanlar bütün dünyayı ayağının altına alır. Maddi kaygıların altında ezilmez, dünyanın üstüne çıkıp oturur. Hayatı sadece maddi değer elde etmek için yaşamaz, dünya hayatını sadece yemek içmek, çok para kazanmak ve çok harcamak için yaşanan bir hayat olarak algılamaz. Fakr, bir tasavvuf terimidir. Her alanda Allah’a muhtaç olma hali, hiçbir şeyin sahibi olmadığını bilme halidir. Tek zengin Allah’tır, Onun dışında herkes fakirdir ve ona muhtaçtır. Bu yüksek bir makamdır. Böylece Karunluk, sahiplik, hâkimiyet, zalimlik, kibirlilik iddianız olmaz. Elinde bulunan mal varlığının gerçek sahibi olarak kendini bilen insan, Karunluk, zalimlik yapar, büyüklük taslar. Kur’an’da Karun’la ilgili şu bilgiler verilir: “Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü- kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir). Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar. İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet, takvâ sahiplerinindir.”(Kasas 76-83) Fakr hali mal mülk sevgisini, bunlara tapınma, bağlanma halini yok eder. Fakrın bir manası da insanın manevi açıdan kendisini daima eksik ve muhtaç hissetmesidir. Maddi varlıklar bakımından zengin olan insan da eğer bu mal varlığına bağlanmaz, tapmaz, çok önem vermezse yine fakr halinde olabilir. Malın kölesi değil, malı kendisine köle yapan, malı gönlünde değil cebinde taşıyan adam da fakr halindedir. Mutasavvıflar kendilerini fakir olarak adlandırırlar. Aşk zevkiyle yaşamak ise sadece soyut, manevi, sanatsal, ilahî değerlerden, Allah aşkından zevk almak, hayatı bunlarla anlamlandırmaktır. 2. Kendimi bu dünyada yaratılmış bir insan olarak hayal ediyorum. Halbuki dünya ve yaratılışla ilgili olarak zanlarım, tasavvur ettiğim şeylerin hepsi, benim batıl yani gerçek dışı hayallerimden ibarettir. İnsan kendi iradesi dışında bu dünyaya geliyor. Allah insana sormadan onu yaratıyor, dünyaya gönderiyor. İnsan kendisini farkında olmadan bu dünyaya doğmuş olarak buluverir. Sonra içinde bulunduğu dünyayı yaratılışı ve hayatı kendince tanımlamaya, anlamaya ve adlandırmaya çalışır. Ama bu dünya, varlık, hayat ve yaratılışla ilgili olarak yaptığı bütün tanımlamaların, anlamlandırmaların hepsi maddi sınırlılıklara bağlıdır ve zanlarıdır. Dünyanın fiziksel özelliklerine göre tanımlamalar yapıyor. Bunlar birer hayaldir. Kesrete göre düşünülmüş tasavvurlardır. Halbuki tevhide göre düşünülse dünya ve yaratıklar, sadece Allah’ın isimlerine tecelli mekânıdır. 3. Beni dünyaya bağlayan bütün maddi bağlardan aşk çılgınlığının bereketiyle, onun sayesinde kurtulmuşum, özgür olmuşum. Mükemmellik, olgunluk, fazilet, erdem denilen şeyleri, bunların bana kazandırdığı maddi değerleri terk etmek, benim asıl ve gerçek manada olgunluk ve fazilet derecemi gösterir. İlahî aşk, mutasavvıf şairde o kadar coşkun ki adeta onu çılgın hale getiriyor, onu bambaşka soyut bir dünyaya götürüyor, dünyanın hiçbir malı mülkü, maddî değeri gözünün önüne gelmiyor. Dünyanın maddi alakalarından bütün bağını kesiyor. Hatta sadece mal mülk, makam ve şöhreti terk etmekle kalmıyor, İslam’ın görünen ibadetlerini yaparak, sevap işleyip günahlardan kaçarak elde ettiği faziletleri, olgunluk derecelerini de terk ediyor, onların da üstüne çıkıyor. Bunları terk etmeyi de asıl fazilet ve olgunluk rütbesi olarak görüyor. Yani zahirî ibadetlerin de ötesinde batınî bir kalp derinliği ile elde edilen mertebeyi daha yüksek görüyor. Maddi dünya sınırları içinde kalan erdemler, faziletler, mükemmel insan olma özellikleri de yüzeyseldir. Bunu fark edip kalp, duygu, gönül, ruh derinliği ile büyük bir Allah aşkı içinde olmak, o duyguyu hissetmek yani aşk çılgınlığı en büyük mertebedir. 4. Pervaneler gibi bütün maddi varlığını kavuşma mumuna yakan benim. Mutlak anlamda, kesin olarak yok olmam, sevgili ile kavuşma meclisine erişmemdir. Pervane, mumun ateşi etrafında dönen ve sonunda kendini orada yakan bir hayvandır. Sevgilisinde yok olan âşık buna benzetilir. Pervane ten elbisesini alevin ipeği ile değiştirip ebedîlik zevkinin yoklukta olduğunu anlar. Nasıl pervane, mumun etrafında döne döne muma olan aşkından dolayı ona yaklaşırsa ve sonunda yanarak can verirse mutasavvıf şair de Allah’a kavuşma, ona ulaşma yolunda bütün dünyevî, maddi varlığını yakar, eritir, yok eder. Yani ilahî aşk ateşinde yana yana Allah’a kavuşur. Bu dünyaya ait bütün maddi varlıklardan vazgeçince yani mutlak anlamda fani olunca sevgili ile bir araya gelebilecektir. Sufi bütün varlığını yok ederek, her şeyi unutup, her türlü dünya alakasından sıyrılarak Allah ile bir olmayı amaçlar. 5. Ey doktor, ben hastalığımın ne olduğunu kendim teşhis ettim. Benim asıl derdim aşk derdidir. Bunun göstergeleri ise ıstıraplı ah çekmem, sararmış yüzüm ve kanlı gözyaşımdır. Asıl hastalık bedenin, vücudun maddi hastalıkları değil; kalp, ruh hastalığıdır, manevi hastalıktır. Şair derdinin aşk derdi olduğunu söylüyor. Çünkü aşk derdinin çaresi yoktur. Aşk hastası olanların ilaçları, aşk ıstıraplarının daha da artmasıdır. 6. Aşktan dolayı dalgaları kabarmış bir dert deniziyim. Bu durumumun şahidi, tanığı ise ıstırapla dolu gönlüm ve aşırı derecede ağlayıp inlememdir. Heva kelimesi aşk ve rüzgâr anlamında kullanılmış. Mevc ise hem dalga, hem de ıstırap anlamındadır. Şair, kendisini aşkın coşkunluğundan dolayı dalgaları kabarmış bir dert denizine benzetiyor. zenginiyim. Miskinlik, 7. Ey Fuzulî, fakirlik ve fanilik dünyasında zamanımın, çağımın acizlik yeri benim ülkem, kanaat parası da malımdır.