Professional Documents
Culture Documents
MÂNEVÎ CEVHERLERİMİZ
(NUR-RUH-KALP-NEFS-AKIL-İLİM)
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
RUH DÜNYAMIZI AYDINLATAN NURLAR
Nur Perdesi
Hayat Nuru
İnsanlık Nuru
Hidayet Nuru
Hidayet Nurunun Misali
Velayet Nuru
Nura Duyulan İhtiyaç
Allah Resûlünden Alınacak Nur
Nura Vâris Olanlar
Nura Ulaşma Yolumuz
Nuru Taşıyan Kalpler
Nuru Taşıyanların Görevi
RUH CEVHERİMİZ HAKKINDA
Ruh Hakkındaki Bilgimiz
Ruhun Allah'a Nispeti ve Emir Âlemi
Ruh, Yaratılmıştır
İnsanın, Rahman'ın Suretinde Yaratılması
Ruh, Allah'ın Varlığına En Açık Delildir
Ruha Has Özellikler
Ruhlara Arız Olan Hastalıklar
Ruh Safiyetini Bulunca
Ruhun Bir Çok Yerde Gözükmesi (Temessül)
Kudsî Ruhların Sıfat ve Yetkileri
Kudsî Ruhlarla Gelen İlahî Yardıma Örnekler
Kudsî Ruhtaki Kuvvetin Kaynağı
Ricalü'l-Gayb: Himmet Ordusu Ruhlar
Ruhların Tanışması
Ruha Kuvvet Olan Cemal Tecellileri
İbret: Güzelliği Seyirle Gelen Kuvvet
Üveysîlik: Ruhlar Arası Özel İletişim Yolu
İbret: Dostun Kokusunu Alan Ruhlar
KALBİMİZ
Kalp Çeşitleri
Kalpler Allah'ın Elindedir
Kalbi Hak’tan Perdeleyen Sebepler
3
ÖNSÖZ
Yüce Rabbimiz’e sonsuz hamd olsun. O’nun sevgili
Resûlü’ne, en güzel salat ve selam olsun. Efendimiz’in
şerefli âline, ashabına ve sünnetini yaşayanlara yüce Allah
en âli makamları ihsan buyursun.
Kıymetli okuyucularımız, size yeni ve farklı bir
çalışma sunuyoruz. Bu çalışmada kendimizi, aslımızı, iç
âlemimizi konu ettik. Bizi biz yapan manevî cevherleri ve
değerleri ele aldık. Bize hayat sebebi yapılan, içimizi
aydınlatan nuru, bu ilahi nurla beden ülkesini yöneten
ruhu, ruhun sarayı olan kalbi, kalbe yardımcı yapılan aklı
ve ilmi tanıtmaya çalıştık. Manevî latifelere değindik.
Kalbimizi istila etmek isteyen nefis, şeytan ve diğer
düşmanlarıyla, onlardan korunma yollarını konu ettik.
İçimizi saran bazı dertleri ve kurtuluş yollarını hatırlattık
Bu ana başlıklar altında, hepimizi yakından
ilgilendiren önemi konuları, en lazım olan kısımlarıyla
işlemeye, sorunları çözmeye, sorulara cevaplar vermeye
çalıştık. İnsanın gerçek mutluluğunun mide ve madde ile
değil, kalp ve manevî güzelliklerle olduğunu, insanın
ancak bu manevî cevherlerini tanıması ve yaratılış
hedefine uygun kullanmasıyla şeref bulacağını; ilahî aşkla
tatlı, edeple mutlu olacağını, ahirette ebedî saadeti elde
edeceğini tespit ettik.
Yüce Allah, âlemi, insan için, insanı da Kendisi için
yaratmıştır. Bize bahşedilen insanî ruh, yüce Mevlâ’yı
tanımak ve ilahi aşkı tatmak için verilmiştir. Kalbimiz, iman,
marifet, sevgi, ilim, hikmet, tefekkür, ibret ve güzel ahlak
merkezi olsun diye bize emanet edilmiştir. İlim ve akıl bize,
Sahibimiz’in çağrısını anlamak, hayatı doğru okumak,
doğruyu bulmak, adaleti korumak ve bütün insanlık
ailesine Hak için hizmet sunmak için lütfedilmiştir. Nimete
şükür, onu yerinde ve hedefinde kullanmaktır. Aksi,
vefasızlıktır.
Şimdi buyurun, insanı eşref-i mahlukat yapan
içimizdeki saklı manevî cevherleri bir nebze tanımaya…
Sevgi ve dualarınızla…
Doç. Dr. Dilaver Selvi
6
7
Gazâlî, Mişkâtü'l-Envar, bk. Gazâlî, Mişkâtü'l-Envâr, (Tahk. Semih
Dağım), Beyrut 1994, 1. Baskı, s. 61-62 Beydâvî, Envârü't-Tenzîl,
Beyrut 1988, 1. Baskı, 2/124.
8
Fîruzâbâdî, a.g.e, 5/134.
9
Nurun geniş bir tarifi için bk. Gazâlî, a.g.e, s. 61-62
10
13
Müslim, İman, 292, 293; İbn Mâce Mukaddime, 14, (nr. 195-196);
Ahmed, Müsned, 4/401; İbnu Hıbban, Sahih, nr. 266; Ebû Ya'la,
Müsned, nr. 7263.
14
Ebû Ya'la, Müsned, nr. 7525; Taberanî, el-Kebir, nr. 5802; İbn Ebi
Asım, es-Sünnet, nr. 807; Heysemi, ez-Zevâid, 1/79; İbn Hacer, el-
Metâlibü'l-Âliye, nr. 2994.
15
Müslim, İman, 291, 292.
12
Hidayet Nuru
30
Beydâvî, Envârü't-Tenzîl, 1/135.
31
Said Nursî, Sözler, s. 311, (23. Söz).
20
32
Tirmizi, İman, 18; Ahmed, Müsned, 2/176.
21
33
İbn Acibe, İkazü’l-Himem, s. 212.
22
Velayet Nuru
Özel bir nur çeşidi de velayet nurudur. Yüce Allah,
her mü’mine bahşettiği nurdan hariç olarak takva sahibi
dostlarına ayrı bir nur vermiştir. Bu, velayet nurudur. Bütün
ilham, feraset, feyiz, manevî tasarrufat, himmet veliye o
nurla ikram edilir. Bu nur, takva ve manevî hilafet nurudur.
Bu nur Allah Resûlü’nün (s.a.v) gerçek vârisi kâmil
insanlarda bulunur. O, tam manası ile takvaya erenlere
ikram edilen bir nurdur. Şu ayet bu nuru haber
vermektedir:
"Ey iman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun ve
peygamberine iman edin ki O size rahmetinden iki kat
versin, size içinde yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin ve sizi
bağışlasın. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir."
(Hadid 57/28)
Şu hadis-i şerifler, velilere verilen özel nurdan
bahsetmektedir:
“(Kâmil) mü’minin ferâsetinden sakının; çünkü o
Allah’ın nuru ile bakar.”39
Resûlullah (s.a.v) bu nuru taşıyan kalpleri şöyle
tanıtmıştır:
“Allah Teâlâ’nın yeryüzünde yaşayanlar içinde (feyiz
ve nur) kapları vardır. Rabbinizin kapları; salih kullarının
kalpleridir. Bu kalplerin O’na en sevgili olanları da en
yumuşak ve en ince olanlarıdır.”40
Veliler, bu nuru veraset yoluyla Resûlullah'tan (s.a.v)
almışlardır. Bütün manevî yardımların, tasarrufların,
fetihlerin, keşiflerin, feyizlerin ve ilhamların geliş kaynağı
Resûlullah Efendimiz'dir (s.a.v). O'nun aracılığı olmadan
Envâr, s. 43-99.
39
Tirmizî, Tefsîr, 16, Tebarânî, el-Kebîr, nr. 7496; Heysemî, ez-Zevâid,
10/267.
40
Ebu Nuaym, Hilyetü’L-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Esfiya, (Tahk.: Mustafa
Abdülkâdir Atâ), Beyrut 2007, 3. Baskı, 6/102; Abdullah b. Ahmed,
Zevaidü’z-Zühd, 153; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 2375; Elbânî, Sahiha, nr.
1691.
26
44
İbn Kayyım, Miftâhu Dâri’s-Saâde, 1/122.
45
Zebidî, İthafü’s-Sâdeti’l-Müttakîn, 1/178; İbn Kayyım, a.g.e, 1/122.
46
İbn Acibe, İkazü’l-Himem, s. 212.
47
Duanın tamamı için bk. Tirmizi, Deavât, 30; Taberânî, el-Kebir, nr.
10668; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 1477. Biraz farklı lafızlarla bk. Buhârî,
Deavât, 10; Müslim, Salatü'l-Müsâfirin, 181.
28
50
Mahmud el-Ğurâb, Rahmetün mine'r-Rahmân fi Tefsiri ve İşârâti'l-
Kur'ân, Dımeşk 1989, 3/215.
51
bk. Beydâvî, İkmâlü'l-Mü'lim, Dârü'l-Vefa, 1998, 3/126,
31
52
Kastallâni, İrşadü's-Sârî, Beyrut 1996, 13/321-322.
53
Bursevî, Rûhu'l-Beyân, Beyrut 2001, 4/424.
32
58
Hatib, Târih, 4/438; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 1428.
59
Ebu Nuaym, Ahbaru Isfahan, 1/81; Taberanî, el-Evsat, nr. 5842;
Heysemî, ez-Zevâid, 1/126.
34
60
bk. Azüziddin Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi: İnsan-ı Kamil,
İstanbul 1990, s. 127. Kısmen ekleme yapıldı.
61
İbn Acibe, İkazü’l-Himem, s. 230.
62
İbn Acibe, a.g.e, s. 129.
63
İbn Acibe, a.g.e, s. 131.
64
Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 6/102; Ahmed, Kitâbü’z-Zühd, nr. 827;
Süyûti, es-Sağîr, nr. 2375; Zebidî, İthafü’s-Sâde, 8/429-430.
36
65
İbn Abdi’l-Berr, Beyâni’l-İlm, 1/106.
66
Râzî, et-Tefsirü’l-Kebir, 23/ 207 (Beyrut 1990, 1. Baskı).
37
68
Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Kahire 2005, 1-2/315.
69
Ebu Davud, Melahim, 1; Hakim, Müstedrek, 4/ 523.
39
70
Taberî, Câmiü'l-Beyân, 15/70 (Riyad 2003); İbn Hacer, Fethü'l-Bârî,
9/321.
71
Açıklama için bk. İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medîd fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-
Mecîd, 4/120 (Beyrut 2002).
41
72
Gazâlî, Hak Yolunun Esasları (Trc. Dilaver Selvi), s. 85-86
(Semerkand: İstanbul 2006).
73
Gazâlî, a.g.e. s. 97.
74
Gazâlî, a.g.e. s. 94.
42
77
Gazâlî, Hak Yolunun Esasları, s. 99-101.
44
Ruh, Yaratılmıştır
Ehl-i sünnet âlimlerine göre ruh, yaratılmış latif bir
varlıktır; melekler gibi. Yüce Allah’ın onu kendisine nisbet
etmesi, şeref içindir; bu, ruhun ezelî olduğunu
göstermez.79
İmam Kuşeyrî, der ki: "Ruh, sonradan yaratılmış bir
varlıktır. Cenâb-ı Hak, dünyada koyduğu kanuna göre, ruh
bedende bulunduğu sürece kulda hayat yaratmaktadır.
Ruh, (baş gözüyle görülmeyecek şekilde) latif bir varlıktır.
Bütün ilim ehli, onun temizlik ve letafet üzere yaratıldığı
görüşündedir. Ruh, bedenlerden binlerce sene önce
yaratılmıştır. Ruh, teklifi idrak etmiştir (ilahî hükümle
muhatap olmuştur). Ruh, Allah'ı tesbih etmenin sefasını
sürer, kendisini Hakka bağlayan amellerin ve hallerin
nuruyla parlar, Cenâb-ı Hakk'ı tanıma nimetiyle
şereflenir."80
Ebû Saîd-i Harrâz'a, "Ruh, sonradan yaratılmış bir
varlık mıdır?" diye sorulunca, Hazret, şöyle demiştir:
"Evet, sonradan yaratılmıştır. Eğer böyle olmasaydı;
Allah'ın Rablığını ikrar etmezdi. Cenâb-ı Hak, ruhlara,
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitap
buyurunca, ruhlar,
78
Gazâlî, Hak Yolunun Esasları, s. 100-101.
79
İbn Hacer, Fethü’l-Bârî, 9/320; Abdülkerim Tennân, Avnü’l-Mürid
Şerhu Cevhereti’t-Tevhid, 2/1005-1005 (Dımeşk 1994).
80
Kuşeyrî, Letâifü'l-İşârât, 4/37 (Kahire 1999).
45
81
İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medîd, 4/122.
82
Buhârî, İsti'zân, 1; Müslim, Cennet, 28; Ahmed, Müsned, 2/244, 251.
83
Rûzbihân Baklî, Arâisü’l-Beyân, 2/383-384 (Beyrut 2008).
84
İbn Hacer, Fethü'l-Bârî, 12/264; Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 6/3076 (3928
nolu hadisin şerhinde).
85
İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medîd, 4/122.
46
89
Ahmed b. Mübarek, el-İbriz, s. 76-80 (Beyrut 2004).
52
90
Nesefî, İnsan-ı Kamil, s. 34-35. Özetle verildi.
53
91
İbn Arabî, et-Tecelliyâtü'l-İlâhiye, s. 121-122 (Beyrut 2002).
54
94
Taberânî, el-Kebir, nr. 2729; Heysemî, ez-Zevâid, 10/162; Münzirî,
et-Terğîb, nr. 2475; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 3768.
56
95
Taberânî, el-Evsat, nr. 1663; Heysemî, ez-Zevâid, 10/162; Münzirî,
et-Terğîb, nr. 2476.
96
Ebû Davud, nr. 2041; Ahmed, Müsned, 2/527; Nevevî, el-Ezkâr, nr.
296.
97
Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6/ 2978 (Riyad 1998).
98
İbn Sa’d, Tabakât, 2/149; Bezzâr, Müsned, nr. 845; Heysemî, ez-
Zevâid, 9/24; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 3771.
57
99
Münâvî, a.g.e, 6/2979.
100
Erbilî, Tenvirü’l-Kulûb, s. 549.
101
Buharî, Fedailu Ashâbi’n-Nebî, 5; Müslim, Zekat, 27; Tirmizî,
Menâkıb, 16.
102
Hanî, el-Behcetü’s-Seniyye, s. 48; Esad Sahib, Mektûbât-ı Mevlânâ
Halid, 4. Mektub.
58
103
bk. Münâvî, el-Kevâkibü’d-Dürriye, 2/277 (Beyrut 1999); Süyûtî, el-
Hâvî li’l-Fetavâ, 1/340 (Beyrut 1995).
104
bk. Sübkî, Tabakât, 2/338-344; Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetavâ, 1/342;
Esad Sahib, Mektûbât-ı Mevlânâ Halid, 4. Mektub.
59
107
Ahmed, Müsned; 2/527; Ebu Davud, nr. 2041; Taberanî, el-Evsat,
nr. 1663; Bezzar, Müsned, nr. 845; Heysemi, ez-Zevaid, 9/24.
108
Süyûtî, el-Hâvi lil Fetava, 2/474.
109
Âlûsî, Ruhu’l-Meani, 11/216.
61
113
Şevkânî, Katru'l-Veli, s. 268 (Beyrut 2001).
114
Râzi, Mefâtihü’l-Gayb, 21/90-91.
115
Mevlana Sâfî, Reşahât, s. 99.
116
İlgili açıklamalar için bk. Razi, Tefsir-i Kebir, 30/30-31; Bursevi,
Ruhu’l-Beyan, 10/316; Âlusî, Rûhu’l-Mânî, 30/24; Hamdi Yazır, Hak
Dini, 8/511.
63
Ruhların Tanışması
Temiz ruhlar, yüce Allah’a âşıktır. Onlar, yerde gökte
yüce Allah’a ait şeyler arar, sevgiyi yoklar, ihlâsı koklar,
Arş’a kimden ne çıktığına bakarlar. Oraya kim yönelmişse
onu sever, tanır ve kendisine dua ederler. Böylece ruhlar o
iklimde tanışmış olurlar. Bu durumu Efendimiz (s.a.v)
şöyle ifade buyurmuştur:
“İki mü’minin ruhu bir günlük mesafede karşılaşıp
tanışır. Halbuki onlar birbirlerini zahiren hiç
görmemişlerdir.”119
Konuyla ilgili güzel bir örnek:
Herim b. Hayyan (rah) anlatır: “Veysel Karanî
Hazretleri’ni görmek için Kûfe’ye gittim. Tek arzum
kendisiyle görüşmek ve hayır duasını almaktı. Onu öğle
vakti Fırat kenarında abdest alırken buldum. Kendisini ilk
defa görüyordum. Anlatılan vasıflarından onu tanıdım.
Yanına vardım, selam verdim. O da selamımı aldı ve,
"Allah sana rahmet etsin. Nasılsın ey Herim b.
Hayyan?" dedi. Ben, benim ve babamım ismini nereden
bildi diye hayret ettim. Kendisine,
"Allah sana rahmet etsin, benim ve babamın ismini
nereden bildin? Bundan önce seni hiç görmemiştim"
dedim. Biraz sükût etti ve:
117
Ahmed, Müsned, 1/112; Taberanî, el-Kebir, nr. 10390; Süyûti, el-
Haberu’d-Dâl (el-Hâvi İçinde) 2/456; Heysemi, ez-Zevaid, 10/ 62.
118
Ebû Nuaym, Hilye, 4/173; Taberânî, el-Kebir, nr. 10390; Heysemi,
ez-Zevaid, 10/ 63.
119
Buhari, Edebü’l-Müfred, nr. 261.
64
122
Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 10/5078 (7418 nolu hadisin şerhi).
123
Gazalî, İhyâ, 4/69.
124
Çelebioğlu, Mesnevî-i Şerif (Manzum Nahifî tercümesi), 3/164.
66
125
Muhammed Emin, Hülâsatü'l-Mevâhib, s. 35; Tozlu, Altın Silsile, s.
117.
126
Tozlu, Altın Silsile, s. 136-137.
127
Safi, Reşahât: Hayat Pınarından Can Damlaları, s. 120.
67
ashabına tanıtmış, ayrıca ona Hz. Ömer ve Hz. Ali ile özel
selamla birlikte saadetli hırkasını hediye göndermiştir.
133
bk. Râzî, el-Metâlib, 7/275-277 (Beyrut 1978).
134
Bu konuda geniş bilgi için bk. Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, 2/263.
69
KALBİMİZ
İnsanın, maddî ve manevî olarak iki yönü vardır.
Maddî yönümüz, hava, su toprak ve ateşten terkip
edilmiştir. Manevî yönümüz ise ruh, kalp, akıl, vicdan gibi
manevî cevherlerden oluşmaktadır; bunlar, melekût
âlemine ait nuranî latifeler, rabbanî sırlar ve ilahî
.hediyelerdir
Kalb, her tarafa yöneldiği, süratle bir halden diğerine
geçtiği ve insanın kontrolünde olmadğı için ona “kalp”
135
.denilmiştir
Konumuz olan kalp, yürekten ayrı bir şeydir.
Türkçemizde yüreğe de kalp denir. Yürek, kanı temizleyen
ve vücuda dağıtan bir organdır. O, hayvanlarda da
mevcuttur. Manevî kalp ise, yürekten ayrıdır, içine iman,
ilim, idrak, sevgi gibi, inkar, gaflet, nefret, korku ve benzeri
manevî şeylerin yerleştiği latif, baş gözüyle görülmeyen
manevî bir cevherdir. Kalbin, yürekle gizli bir irtibatı vardır.
.Vücuttaki yeri olarak da yüreğin bulunduğu mahaldedir
Kalp, göğsün içindedir. Göğse Arapça'da "sadr"
denir. Sadr, kalbi çevrelemektedir. Şu ayetten bunu
:anlıyoruz
Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler kör "
.olur." (Hac 22/46)
Göğse de "kalp" denebilir. Şu ayet bunu gösteriyor.
"Rabbin, onların göğüslerinin (kalplerinin) gizlediği ve
.açığa vurduğu her şeyi bilir." (Kasas 28/69)
Hakim Tirmizî, vesvesenin göğüslerde
gerçekleştiğini, bu vesvese kalbe girip yerleşmezse, kulun
ondan sorumlu olmadığını, yüce Allah'ın afettiğini, kalbin
kesin karar ve azimlerinin ise, kulu sorumlu yaptığını
136
.belirtmiştir
İnsanların göğsünde vesvese veren cin ve insan "
şeytanlarının şerrinden Allah'a sığnırım" de" (Nâs 114/4-5)
ayeti de vesvesenin atıldığı yerin göğüs olduğunu ifade
.etmektedir
135
bk. Hakim Tirmizî, Beyânü’l-Fark Beyne’s-Sadr ve’l-Kalb ve’l-Füâd
ve’l-Lüb, (Tahk. Ahmed Abdurrahim es-Sâyih), Kâhire trs., s. 50.
136
Hakim Tirmizî, a.g.e, s. 34.
70
137
Hakim Tirmizî, a.g.e, s. 47.
71
138
Bakara 2/10. Bu meâldeki âyet-i kerimeler için ayrıca bk. Mâide 5/52;
Enfâl 8/49; Tevbe 9/125; Hac 22/53; Ahzâb 33/12, 60; Muhammed
47/29, 30; Müddessir 74/31.
139
Kalple ilgili diğer tanım ve özellikler için bk. Tahânevî, Keşşâfü
Istılâtü’l-Fünûn, 3/496-499 (Beyrut 1998, 1. Baskı).
140
Buhârî, İman, 39; Müslim, Musakat, 107; İbn Mâce, Fiten, 14;
Darimî, Büyû, 1.
72
Kalp Çeşitleri
Resûlullah (s.a.v) kalplerin dört sınıf olduğunu
belirtmiş ve onları şöyle tanıtmıştır:
“Kalpler dört çeşittir:
141
Geniş açıklama için bk. Gazâlî, İhyâu Ulumi'd-Dîn, 3/3 (Beyrut 2000).
73
142
Ahmed, Müsned, 3/17; Taberânî, es-Sağîr, s. 443 (nr.1077); Ebû
Nuaym, Hilye, 1/278.
143
Ahmed, Müsned, 3/17; Ebû Nuaym, Hilye, 1/278
144
İbn Arabî, et-Tecelliyâtü'l-İlâhiyye, s. 129 (Beyrut 2002).
74
147
Beydâvî, Envârü't-Tenzîl, 1/380.
148
İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medid fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Mecîd, 3/18.
149
Tirmizî, Deavat, 89, 124 İbn Mace, Mukaddime, 13.
77
150
Müslim, Kader, 17; İbn Mace, Mukaddime, l3; Dua, 2; Ahmed
Müsned, 4/l82; 6/251, 302; Hakim, Müstedrek, 4/321; Beyhakî,
Şuabü’l-iman, 1/475.
151
Farklı rivayetler için bk. Müslim, Kader, 17; Tirmizî, Deavat, 89,
124 İbn Mace, Mukaddime, l3; Dua, 2; Ahmed, Müsned, 4/82; 5/251,
302; Hakim, Müstedrek, 4/321; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 1/475.
152
İbn Mace, Mukaddime, 10; Münzirî, et-Terğîb, 4/57; Süyûtî, es-Sağîr,
nr. 8135.
78
153
Mekkî, Kûtü'l-Kulûb-Kalplerin Azığı, 1/498-499 (Semerkand yay).
79
160
İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medid, 2/247-248 (Beyrut 2002).
83
161
Gazalî, İhya, 1/385-386.
84
162
Hakim, el-Müstedrek, 4/311; Beğavî, Meâlimü't-Tenzîl, 7/114-115;
Süyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, 7/219 (Beyrut 2002).
163
Râzî, et-Tefsirü'l-Kebir, 26/232 (Beyrut 1990).
85
164
Ayetin tefsiri için bk. İbn Acibe, el-Bahrü'l-Medid, 6/254-255.
165
Hak yolunda manevi seyir halinde olan salik için ikram edilen ilahî
nurlar, başlangıçtan nihayete kadar değişik şekillerde olduğu için farklı
isimlerde anılmıştır. Bu tabirlerin açıklaması için bk. Kuşeyrî, Kuşeyrî
Risâlesi, (Trc. Dilaver Selvi), s. 213-223 (Semerkand: İstanbul 2003).
166
Tirmizî, İmân, 18; Ahmed, Müsned, 2/186, 197; Hâkim, el-
Müstedrek, 1/30.
86
174
Sâfî, a.g.e, s. 241.
90
176
bk. Gazâlî, a.g.e, s. 91-92.
93
177
Dihlevî, Ahmed Şah Veliyyullah, Hüccetullahi’l-Bâliğa, 2/155-157
(Beyrut 1998, 1. Baskı).
178
Dihlevî, a.g.e, 2/157.
94
179
Dihlevî, a.g.e, 2/159.
180
Ruh ve sır hakkındaki açıklamalar için bk. Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi,
(Trc. Dilaver Selvi), s. 237; Sühreverdî, Avarifü'l-Meârif-Gerçek
Tasavvuf (Trc. Dilaver Selvi), s. 588; İbn Acibe, İkâzü'l-Himem fî Şerhi'l-
Hikem, s. 37 (Beyrut 2005); el-Fütûhâtü'l-İlahiyye fi Şerhi'l-Mebâhisi'l-
Asliyye, (Tah.: Asım İbrahim el-Keyyâlî) s. 37-38, 322 (Beyrut 2010, 1.
Baskı).
181
Kuşeyrî, ag.e, s. 236.
182
İmam Rabbânî, Mektûbât, 2-27-28 (257. Mektup); 38-69 (260.
Mektup), Semerkand: İstanbul, 2009. Ahfa latifesiyle ilgili bir soruya
verilen cevap için bk. Mektubat, 1/681-882 (212. Mektup).
183
İmam Rabbânî, Mektûbât, 2/27-28.
95
186
Açıklama için bk. Hâşimî, Arifler Yolunun Edepleri, s. 101-103
(Semerkand Yayınları, İstanbul 2001, 25. Baskı).
187
Hadis için bk. Müslim, Birr, 34; İbn Mâce, Zühd, 9.
99
188
Bir arif, ayetin manasını şöyle dizelere dökmüştür:
Sanma ki en Hâce senden zer u sîm isterler;
“Yevme lâ yenfeu”da kalb-i selim isterler. Manası şudur: Ey efendi,
sanma ki hiçbir şeyin fayda vermediği günde senden altın ve gümüş
isterler; o gün senden sadece selim (temiz, Allah ile huzur bulmuş) bir
kalp isterler.
189
Buhari, Deavat, 66.
100
190
Ebû Abdurrahman es-Sülemî, kalpten temizlenmesi gereken kötü
vasıfları şöyle özetler: “Kibir, ucup (amelini beğenme), övünme,
böbürlenme, hainlik, aldatma, kızma, hırs, uzun emel, kin, haset,
huzursuzluk, boş endişe, kaygı, tamah, mal biriktirme hırsı, cimrilik,
korkaklık, cahillik, tembellik, çirkin konuşma, cefa, hevaya uyma,
insanları küçük görme, alay etme, boş temennilerle oyalanma, kendini
yüksek görme, hiddet, sefihlik (akla ters işler yapma), kararsızlık,
tartışma, başkasına tahakküm etme, zulüm, düşmanlık, çekişme, inat,
muhalefet, karşısındakine üstün gelmeye çalışma, rekabet, gıybet,
iftira, yalan, laf taşıma, hayalperestlik, kötü zan, küs durma, kınama,
yüzsüzlük, ihanet, hiyanet, kötülük, insanların başına gelen musibetlere
sevinme ve bunların dışında sayılması güç olan daha pek çok vasıf.”
Bk. İbn Acibe, el-Fütûhâtü’l-İlâhiyye fi s. 255.
101
210
Sâfi, Reşahâtü Ayni’l-Hayat, s. 45 (Dâru Sâdır, Beyrut trs.).
211
bk. Sühverdî, Avârifü'l-Meârif/Gerçek Tasavvuf (trc. Dilaver Selvi), s.
119 (Semerkand 2011).
110
212
Abdülbari en-Nedvi, Tasavvuf ve Tarikatın Yenilenmesi, 165-168,
(Kısmen tasarrufla alındı).
111
226
İbn Acibe, el-Fütûhâtü’l-İlahiyye, s. 112-113.
115
227
İbn Acibe, İlahi Fetihler, s. 204-205.
116
228
Sühreverdî, Avarifü’l-Meârif: Gerçek Tasavvuf, s. 537-538.
229
bk. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ (tahk. Mustafa Abdülkadir Ata), 1/43-
44 (Beyrut 2007, 3. Baskı).
117
NEFSİMİZ
İslam âlimleri ve sufiler, nefis konusunda farklı
görüşler söylemişlerdir. Bazıları nefsi zat ve ruh manasına
alırken, bazıları nefsi, ruhtan ayrı, kötü sıfatların kaynağı
latif bir varlık olarak tanıtmışlardır.
Râgıb-ı İsfehânî, "nefisle" duruma göre ruh, zat ve
nefs-i emmarenin kast edildiğini belirtirken230 Fîrûzâbâdî,
nefsin, ruh, göz, şahsın indi (ind), bir şeyin aynı ve zâtı
manalarına geldiğini kaydeder ve bu arada İbnü'l-Arabî'nin
nefse azamet, kibir, izzet, himmet ve gurur manalarını
verdiğini nakleder.231
Abdülkerim-i Kuşeyrî (465/1072), sufilerin nefse, zât
ve beden manasının dışında bir mana verdiklerini, onların
nefisle kulun sahip olduğu bozuk sıfatları ve kötülenen
ahlakları kast ettiklerini, bu manada nefsin kötü ahlakların
mahalli olarak insan vücuduna konulmuş ve ruhtan ayrı bir
varlık olduğunu belirtir.232
İmam Gazâlî, nefsin iki manası olduğunu, birincisiyle,
insanda bulunan gazap ve şehvet kuvvetinin kaynağının
kast edildiğini, Hz. Peygamber’in (s.a.v), “Senin en büyük
düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında (içinde) bulunan
nefsindir”233 hadisiyle buna işaret ettiğini, nefsin ikincisi
manasının ise onun latif/gizli, sırlı bir varlık olup insanın
hakikati, kendisi ve zâtı manasına kullanıldığını, fakat
farklı hallerine göre emmare, levvame ve mutmainne gibi
değişik sıfatlarla tanındığını belirtmiştir.234
Ebû Tâlib-i Mekkî de, ruh ile nefsin ayrı birer varlık
olduğu belirten açıklamalar yapmıştır. Konuyla ilgili bir
açıklamasında der ki:
230
el-İsfehânî Müfredatu Elfâzi’l-Kur’ân, Dımeşk 2002. 3. Baskı, s. 818.
231
Fîrûzâbâdî, Basâiru Zevi't-Temyiz fî Letâifi'l-Kitâbi'l-Azîz, 5/98-99.
232
Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi (Trc. Dilaver Selvi), (Semerkand Yay.
İstanbul 2011, 7. Baskı, s. 323-233.
233
Beyhaki, K. Zühd, nr. 343; Zehebî, Mizanü’l-İtidal, 3/625; Aclûnî,
Keşfü’l-Hafâ, nr. 412. Aclûnî, Beyhakî’nin hadisi zayıf bir senetle
naklettiğini, ancak Hz. Enes’ten gelen bir hadiste onu destekleyen bir
şahidin olduğunu kaydeder.
234
Gazâlî, Hak Yolunun Esasları, s. 86.
118
emir âlemine ait insânî ruh, diğeri ise halk âlemine ait
hayvanî ruhtur. Beşeri olan hayvânî ruh, ulvî olan insanî
ruhun yeri ve mekanıdır. Hayvânî ruh, kalpten
kaynaklanan, his ve hareket gücünü taşıyan latif bir
cisimdir. İnsanî ulvî rûhun bu rûh üzerine gelişiyle hayvanî
ruh ayrı bir özellik kazanmış ve hayvanların ruhlarından
ayrılmış, başka bir sıfat kazanarak konuşma ve ilhamın
mahalli olan bir nefis olmuştur. Allah Teâlâ, "Nefse ve onu
(insan sıfatıyla) düzenleyene, sonra da ona iyilik ve
kötülük kâbiliyeti verene yemin olsun" (Şems 91/7-8)
ayetiyle bu duruma işaret etmektedir.
Nefsin düzene gelmesi; insanî ruhun ona gelmesi ve
onun hayvanların ruhlarının cinsinden ayrılması ile
olmuştur. Böylece nefis, Allah Teâlâ'nın yaratmasıyla ulvî
ruhtan oluşmuştur. İnsandaki hayvanî ruh olan nefsin, ulvî
rûhtan meydana getirilmesi, emir âleminde olmuştur.
Böylece Âdem (a.s) ile Havvâ vâlidemiz arasında olduğu
gibi; ruh ile nefis arasında da karşılıklı bir aşk ve ülfet
oluşmuştur. Onlardan her biri diğerinden ayrılması ile
ölümü tatmaktadır.”237
Müfessir Beydâvî, nefsi, bir şeyin zâtı ve hakikati
olarak tanıtır ve değişik yaklaşımlarla ruha, kalbe, kana,
suya ve insanın görüşüne de "nefs" dendiğini belirterek
bunları şöyle açıklar:
Ruha nefs denmesi, canlı varlıkların kendisiyle hayat
bulduğu içindir.
Kalbe nefs denmesi, ruhun mahalli ve bağlandığı yer
olduğu içindir.
Kana nefs denmesi, nefsin kıvamı (ayakta durması)
kendisiyle olduğu içindir.
Suya nefs denmesi, nefsin (Zâtın) ona ileri derecede
ihtiyacı olduğundandır.
Kişinin görüşüne nefs denmesi, insanın müşkül bir
durumda sanki karşısında bir zat varmış gibi doğruyu ona
danışmasındandır.238
237
bk. Sühreverdî, a.g.e, s. 582-586.
238
Beydâvî, a.g.e, 1/25-26. Ayrıca bk. Dilaver Selvi, "Beyzâvî Tefsirinde
Nefs Tezkiyesi ve Takva", Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma
120
244
Açıklamalar için bk. Hâşimî, Arifler Yolunun Edepleri, s. 126-129.
124
AKIL NİMETİ
Akl, lügatte, ayağını bağlamak, hapsetmek, tutmak,
tutuklamak, diyetini ödemek, akıl bâliğ olmak, aklı ermek,
doğruyu yanlışı ayırt edecek yaşa gelmek, kendinde
olmak, şuurlu olmak, bir şeyin hakikatini anlamak, bir şeyi
kavramak, idrak etmek gibi manalara gelmektedir.
Nefsi kötü arzularına uymaktan alıkoyduğu için akla,
"akıl" denmiştir. "Nühâ", "Hıcr" de akıl manasındadır.
Ayette geçen "Ülü'n-Nühâ" (Tâ Hâ 20/54, 128), "Gerçek
akıllı" demektir.245
Akla, "Hilm" de denir. Hadiste geçen "Ülü'l-ahlâm" 246
büluğa ermiş akıllı kimseler demektir.247
Hâris el-Muhâsibî, "Akıl; kendisiyle ilimlerin idrak
edildiği fıtrî bir kâbiliyettir" derken248 İmam Sühreverdî aklı,
ruhun lisânı ve basiretin tercümanı olarak tanıtmıştır.249
Ragıb-ı İsfehânî, aklın, ilmi kabul için hazırlanmış bir
kuvvet olduğunu; bu kuvvetle elde edilen ilme de “akıl”
dendiğini belirmiştir. Birinciye "akl-ı metbu'", ikinciye "akl-ı
mesmu'" denir.
İsfehânî, Hz. Ali’nin (r.a), aklı iki kısma ayırarak,
onları şöyle tanıttığını nakleder:
“Aklı iki kısım gördüm; biri, insan bünyesine
konulmuş akıl (akl-ı metbu’); diğeri de dinleyerek, çalışıp
öğrenilerek elde edilen akıldır (akl-ı mesmu’). İnsan
bünyesine konulan fıtrî akıl yoksa dinleyerek elde ettiği
245
bk. Hakîm Tirmizî, Beyânü'l-Fark Beyne's-Sadr ve'l-Kalb ve'l-Füâd
ve'l-Lüb, s. 59.
246
Müslim, nr. 432. Hadiste şöyle buyrulmaktadır: "Namazda, farz
namaz için saf kurarken, hemen arkamda buluğa ermiş akıllı kimseler
(ülü’l-ahlâm) dursun, onları diğerleri takip etsin."
247
Hakîm Tirmizî, a.g.e, s. 59.
248
Sühreverdî, Avarifü'l-Meârif, (Trc. Dilaver Selvi), s. 591.
249
Sühreverdî, a.g.e, s. 589.
125
250
İsfehânî, Müfredâtü Elfâzi’l-Kur’ân (Tahk. Safvân Adnan Dâvûdî),
Dımeşk 2002, 3. Baskı, s. 577-578.
251
Hakim Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, 2/60.
252
Hakim Tirmizî, Beyânü'l-Fark, s. 57-59.
126
253
Geniş bilgi için bk. Hakim Tirmizî, a.g.e, s. 57-58.
254
Gazâlî, a.g.e, s. 87-88.
255
Dihlevî, Hüccetullahi’l-Bâliğa, 2/156.
127
256
Müslim, Kader, 18; Malik, Kader, 4; Ahmed, Müsned, 2/110.
257
Tirmizî, nr. 2459; İbn Mace, nr. 4260; Ahmed, Müsned, 4/124.
128
258
Geniş bilgi için bk. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili (Sadeleştirme:
Heyet), Azim Dağıtım, İstanbul 1992, 1/467-468
130
259
Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 44 (Ağaç
Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009, 5. Basım).
131
260
Söz, İbn Ataullah-ı İskenderî’ye aittir. Açıklaması için bk. İbn Acibe,
İkâzü’l-Himem fî Şerhi’l-Hikem, s. 533 (Beyrut 2005, 1. Baskı).
261
İlgili hadisler içir bk. Beyhakî, Şuabü’l-İman, nr. 4637-4638.
132
266
Ali el-Muttaki, Kenz, 3/ 382.
267
Sühreverdî, Avarifü'l-Meârif-Gerçek Tasavvuf, s. 591.
135
268
Mâverdî, Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn (Tahk. Yâsîn Muhammed es-
Sevvâs), Dımeşk 2008, 5. Baskı, s. 27. Malik b. Enes’in benzer bir sözü
için bk. Beyhakî, Şuabü’l-İman, nr. 4683.
269
Mâverdî, a.g.e, s. 27.
136
270
Süyûtî, el-Câmiü’s-Sağîr, nr. 8386.
137
271
Deylemî, Firdevsü’l-Ahbar, nr. 6449; Ali el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl,
nr. 39405; Süyûtî, el-Câmiu’l-Kebir, nr. 19471; ed-Dürrü'l-Mensûr,
7/503.
272
İbn Acibe, el-Bahrü’l-Medid, 3/306.
138
farklıdır. Işık saniyede üçyüz bin km. yol alır. Yani ışık, yer
küresinin etrafını saniyede 7,5 (yedi buçuk) defa
dolaşmaktadır. Nurun hızı ise, maddî şeylerle
ölçülemeyecek derecededir. Nur ile insan kalbi bir anda
bütün âlemi dolaşabilir, yerde iken arşa ulaşabilir. Nur ile
manevî gözü açılan kalp, çok özel bir hıza, kuvvete ve
yetkiye sahip olur.
5. Kafa gözü, sadece önünde olan şeyleri görür. Yön
ile sınırlıdır. Hangi yöne bakarsa o yöndeki şeyleri görür, o
da belirli bir mesafede olur. Çok uzakta olanı görmediği
gibi, çok yakınında olanı da görmez. Meselâ, göz, kendini
oluşturan göz tabakalarını ve maddeleri göremez; çünkü
çok yakındır. İstanbul'dan İzmit'i göremez, çünkü onu göre
çok uzaktır. Kalp gözü ise, önünü gördüğü gibi, arkasında
olanı da görür. Onun için uzak, yakın ayırımı olmadığı gibi,
ön-arka, alt-üst, sağ-sol gibi yön ayırımı da olmaz. Uzakla
yakını ayrı derecede, aynı netlikte ve aynı zaman diliminde
görür. Bunun için kalp gözü açık Resûlullah (s.a.v),
“Saflarınızı düzgün tuttun; ben önümden gördüğüm gibi,
arka tarafımdan da görürüm”273 buyurmuştur. Bu görüş
ruhla olmaktadır; ruh için yön olmaz, o aynı anda her
tarafa bakabilir ve görebilir. Ancak bu ruh, kendisine ilahî
izin verilmiş, bedenin zulmet ve hapsinden kurtulmuş, asıl
nuranî haline dönmüş hür ruhtur.
6. Kafa gözü, eşyanın dış suretini görür, alet
olmadan içini göremez. Mesela, insanın yüzünü görür, iç
organlarını göremez. Eşyanın dışına bakar içine giremez.
Kalp gözü ise, gördüğü şeyin aynı anda hem dışını, hem
içini görür. İnsanın yüzü gibi, kalbini de seyreder. Bir
bahçedeki ağacın dışındaki yaprağı gibi, içindeki suyu,
suyun seyrini, meyvenin şeklini, rengini, içindeki çekirdeği,
besini ve enerjiyi de görür.
7. Kafa gözü, hastalık, ihtiyarlık gibi bir sebeple
zayıfladığı zaman görüşü azalır, bazen hepten kapanır.
Kalp gözü ise, durmadan nurlanır, açılır, görüşü parlar,
kuvvetlenir. Maddî arızalar ona bir zarar vermez. Ölümden
273
Buhârî, Ezan, 71, 72, 76; Nesâî, İmamet, 28; Ahmed, Müsned, 2/98.
141
274
Bu konuda geniş bilgi için bk. Râzi, Mefâtihü’l-Gayb, 23/196-199
(Beyrut 1990); Gazâlî, Mişkâtü'l-Envâr, s. 45-50.
142
278
Buhârî, Rikak, 38; İbn Mâce, Fiten 16; Beğavi, Şerhü’s-Sünne,
1/142.
146
Nifağın Çeşitleri
Nifak iki çeşittir. Birincisi, inançla ilgili olanıdır.
Mü’min olduğunu söylediği halde aslında inanmayan, hatta
dine düşman olan kimseler bu kısma girer. En tehlikelisi
budur. Bu gruptaki münafıklar, bunu bir menfaat veya gizli
bir fesat için yaparlar. Bir plan gereği müslüman
gözükmeleri gerekiyordur. Bunun için namaz kılarlar,
camide ön safı kimseye vermezler, hayır ve ıslahtan
bahsederler, sık sık müslüman olduklarını söylerler,
hizmetlerde başı çekerler ama içinlerindeki niyet
bambaşkadır. Hep fitne, şüphe ve ayrılık sebebi olacak
şeyleri ararlar ve ilk fırsatta oyunlarını oynarlar.
Allah Teâlâ, Bakara Suresi’nin başında dört ayetle
müslümanları, iki ayetle kâfirleri tanıtırken, münafıkların
hallerini onüç ayette gözler önüne sermiştir. Bu,
münafıkların cemiyet için ne kadar tehlike olduğunu
göstermektedir.
Nifakın ikinci çeşidi, iş ve ibadetlerde olanıdır. Bu,
imana nifaktan bazı şeylerin karışması, bir müslümanın
münafıkların huylarından taşımasıdır.
Böyle bir nifak insanı ebedi cehennemde bırakmaz,
fakat terk edilmezse, sahibini azaba iter, insanın manevî
derecesini düşürür, sıddıklardan olmasını engeller.
Genelde müslümanların içine düştüğü nifak işte budur.
Şimdi bu alametlerin en önemlilerini tanıyalım.
Nifak Alametleri
Resûlullah (s.a.v) en tehlikeli nifak alâmetlerine şöyle
dikkat çekmiştir:
“Dört huy var ki, onlar kimde bulunursa o tam bir
münafık olur. Bu huylardan birisi kendisinde bulunan
kimse ise, o huyu terk edene kadar münafıklıktan bir huy
taşımış olur. Bu huylar şunlardır: Konuştuğu zaman yalan
söyler. Söz verdiği zaman sözünü tutmaz. Kendisine bir
148
280
Buhârî, Talak, 11; Müslim, İman, 201.
152
Şeytanın Yaklaşamadıkları
282
Buhârî, Bedü’l-Halk, 11; Müslim, İman, 209-217; Ebû Davud,
Sünnet, 18.
283
Müslim, Kıyame, 69 (nr. 2814-2815); Ahmed, Müsned, 1/385; Ebû
Ya'lâ, Müsned, nr. 5143; İbn Hıbban, Sahih, nr. 6417; Beğavî, Şerhü's-
Sünne, nr. 4211.
154
284
İlgili hadisler için bk. Ebû Davud, Sünnet, 27; Ahmed, Müsned,
5/180; Hakim, Müstedrek, 1/17; Beyhakî, Şüabü'l-İman, nr. 7512;
Taberânî, el-Kebir, 17/144.
155
YARATILIŞ GAYEMİZ
287
Mekkî, Kûtü'l-Kulûb-Kalplerin Azığı, 2/91 (Semerkand Yay., İstanbul
2004).
288
Gazâlî, Minhacü'l-Âbidîn, s. 67-68.
166
289
Gazâlî, a.g.e, s. 70-73.
167
3. İhlâs.
Bu üç şey tam olarak elde edilmeden dinin hakikati
anlaşılamaz ve kul müjdelenen ilâhi lütuflara ulaşamaz.
Sufilerin özel olarak üzerinde durduğu tasavvuf ve hakikat
ilimleri dinin hizmetçisidir ve bütün seyr u sülûk ameliyeleri
dinin üçüncü mertebesi olan ihlâsın elde edilmesi için
yapılmaktadır. İhlâs da rıza makamı için gereklidir.
Bunların dışındaki bütün manevî haller, cezbe ve benzeri
şeyler asıl maksat olmayıp, ihlâs ve rıza makamının
tahakkuku için bir başlangıç ve hazırlıktır.”290
290
İmam Rabbânî, Mektubât, 36. Mektup.
168
291
Geniş bilgi için bk. Gazâlî, Mişkatü'l-Envâr, s. 81-83 (Beyrut, 1994);
Şeyhzâde, Haşiye ala Tefsiri'l-Beydâvî, 6/228-232 (Beyrut 1999).
170
HAYAT İMTİHANIMIZ
Dünya imtihan yeridir. İmtihan deyince hastalık,
fakirlik, ölüm gibi acı şeyler akla gelir. Fakat imtihan
sadece bunlar değildir. İnsan, sıhhat, zenginlik ve rahatlık
ile de imtihan edilir. Hayır ya da şer, her şeyde bir imtihan
vardır. İnsan, ilim, amel ve ibadet, keşif keramet gibi
manevi nimetlerle de imtihan edilebilir: bu imtihanda
kazanmak, kazandığını korumak bulunduğu gibi, -Allah
korusun- kaybetmek de vardır.
İnsanın dünya hayatında yaşadığı büyük imtihan
yüce Allah’a kulluk ve dostluk imtihanıdır. Bunun için
melekler ve cinler yaratılmış, peygamberler gönderilmiş,
içimize nefis, karşımıza şeytan, önümüze helal ve
haramlar konulmuştur. Sonra bütün bunların arasında bir
tercih yapmamız istenmiştir.
Önüne gelen her işte Allah rızasını seçenler, Hak
katında en akıllı, en kazançlı ve en sevgili kullardır.
İşlerinde haramı ve şeytanın tarafını seçenler, gerçekte en
akılsız, en zararlı ve en sevimsiz kullardır. Bazen hayrı,
bazen haramı seçenlerin işi ise Allah’a kalmıştır. Onların
kalbi hastadır, gönül huzuru yoktur. Ta ki tövbe edip
haramlardan kurtulana kadar!
İlk İnsandan Son İnsana İmtihan
Hayat imtihanı ilk insanla başlamıştır, son insana
kadar devam edecektir. Peygamberler dâhil, bütün
mükellef insanlar bu imtihana tabi tutulmuş, herkes bu
meydana çıkarılmış, akıllı olup buluğa eren herkes için
imtihan başlamıştır. Bundan kaçmanın ve kurtulmanın
imkanı yoktur. En iyisi gönül hoşluğu ile bu imtihanı
kabullenip Allah'ın yardımıyla onu başarmaya çalışmalıdır.
Bu imtihanda her kulun kalbindeki iman kontrol edilir,
niyetine bakılır, neyi niçin sevdiği belirlenir, hayattan
beklentileri bilinir, yaptığı işler tespit edilir. Böylece lehine
veya aleyhine deliller oluşur ve sonuçta yüce Allah
herkese hak ettiğini verir.
Bu imtihanla, mü’min münafık birbirinden seçilir,
yüce Allah’ı sevenlerle dünyaya gönül verenler, hayırlara
koşanlarla güzel işlerden kaçanlar birbirinden ayrılır,
171
Peygamberler de Sınandılar
Peygamberlerin niçin acı ve hastalık çektikleri,
insanlar tarafından hakaret gördükleri, yalnızlığa itildikleri,
yurtlarından çıkarıldıkları, taşlandıkları, aç kaldıkları doğru
anlaşılmazsa, insan vesvese ve fitneye düşer. Çünkü
peygamber Allah’ın dostu ve elçisidir. Şeytan insana gelir
ve, “Yüce Allah, peygamberlerini niçin bu hallere düşürdü?
Yerin göğün hazineleri O’nun ise, neden sevdiklerini aç
bıraktı? Her şeye gücü yeten Allah, neden düşmanlarına
fırsat verip peygamberlerini taşlattı?” şeklinde vesvese
verip kulu dininde fitneye düşürmek ister. Halbuki bütün
bunlarda pek çok hikmetler ve ders alınacak ibretler vardır.
İmtihanın manası, bilinmeyen şeyi tesbit etmektir.
Burada bilinmesi gereken şey, insanın içindekilerdir.
İnsanın içini bilecek ve görecek olan yüce Allah değil,
insanlardır. Yüce Allah zaten herkesin gizli-açık her şeyini
bilmekte ve görmektedir. Bunun için ayet-i kerimede,
“Allah yolunda cihat edenlerinizi belirlemek,
sabredenlerinizi tespit etmek ve haberlerinizi ortaya
koymak için sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31)
buyrulmştur.
İnsanlığa Örnek Olsun Diye
Bütün peygamberler, iman ve ahlâkta örnektirler.
Yaradılışları tertemiz, kalpleri ilâhi aşk ve edeple doludur.
Onlar, her halleri ile ilâhi ahlâkı temsil eder. İşte onlardaki
bu güzel hallerin ve yüksek ahlâkın gözükmesi için bir
sebep gerekir. Aydınlığın tanınması için karanlığın lazım
olduğu gibi. İnsandaki sabır seviyesi de acı hallerde belli
olur. Edep, edepsiz insanlarla anlaşılır. Mertlik ve adalet,
düşmanlarla ortaya çıkar. Takdire rıza hali, afet, dert ve
hastalıklarda kendini gösterir. Allah’a teslimiyet, zor ve dar
anlarda anlaşılır. Kısaca, ateşte yanmadan, altın cevheri
ortaya çıkmaz.
172
296
Buhârî, İlim, 44.
179
299
İbn Acibe, Bahrü’l-Medid/İbn Acibe Tefsiri, 2/56.
181
300
Buhârî, Ahkam, 7; Nesâî, Beyat, 39; Ahmed, Müsned, 2/476.
301
Buhârî, Ahkam, 7; Müslim, İmare, 14.
182
307
Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 5075; Heysemî, Mecmaü’z-
Zevâid, 10/181.
308
Buharî, Enbiya, 48; Ahmed, Müsned, 1/23; Darimî, Rikak, 68.
187
313
Hamdi Yazır, a.g.e, 4/319.
314
Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, 2/310 (Beyrut, 1999); Sühreverdî,
Avarifü’l-Meârif/Gerçek Tasavvuf, s. 144.
189
319
Darimî, Mukaddime, 14; Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, 3/335.
320
Müslim, Birr, 136; Ebu Davud, Libas, 25; İbn Mace, Zühd, 136;
Ahmed, Müsned, 2/ 248, 376.
192
321
Buhari, Cihad, 70.
322
İbn Sad, Tabakat, 3/167-168; Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,
2/379-380 (Beyrut, 1999. I. Baskı)
193
323
Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, 1/99; Münziri, et-Terğıb, 4/345.
194
324
Korkusuz, M. Şefik, Nehri’den Hazne’ye Meşayıh-ı Nakşibendi, s.
106 (İstanbul 2010).
325
Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, nr. 5887; Süyûtî, es-Sağîr, nr. 8397.
Hadisin farklı rivayetleri için bk. Zebîdî, İthâfü’s-Sâde, 1/573-574.
196
326
Gazalî, Yöneticilere Altın Öğütler, s. 53..
197
KAYNAKLAR
Abdurrazzak, Ebu Bekir b. Hemmam es-San’ânî, el-
Musannef, c. 1-11, el-Meclisü’l-İlmî yay, trs
Aclunî, İsmail b. Muhammed,
Keşfü’l-Hafa, c.1-2, Beyrut 1985.
Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 1-10, Beyrut 1991.
a.mlf., Kitabü’z-Zühd, Beyrut 1988.
Aliyyü’l-Kârî, Molla Ali b. Süleyman Muhammed, Mirkâtü’l-
Mefâtih Şerhu Mişkâti'l-Mesâbîh, c. 1-11, Beyrut 1994.
Ali el-Muttaki,
Kenzü’l-Ummal, c.1-18, Beyrut 1993.
Alusi, Şihabüddin Mahmud, Rûhü’l-Meânî fî Tefsiri'l-
Kur'ani’l-Azîm ve's-Seb'u'l-Mesânî, (Tahk. Seyyid İmran),
c.1-30, Kahire 2005.
Aynî, Muhammed b. Ahmed,
Umdetü’l-Kârî, c.1-16, Beyrut 1998. 1. Baskı.
Bağdâdî, İsmail Paşa b. Muhammed Emin,
İzâhü’l-Meknûn fi’z-Zeyli alâ Keşfi’z-Zünûn, (Keşfi’z-
Zünûn’la birlikte) c.1-7, Beyrut 2008, 1. Baskı.
a.mlf., Hediyyütü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifin ve Âsârü’l-Musannifîn
min Keşfi’z-Zünûn, (Keşfi’z-Zünûn’la birlikte) c.1-7, Beyrut
2008, 1. Baskı.
Beğavî, Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mesud, Meâlimü’t-
Tenzîl, c. 1-6, Riyad 1993.
a.mlf., Şerhü’s-Sünne, c.1-16, Beyrut 1983
Beydavî, Abdullah b. Ömer b. Muhammed, Envarü’t-Tenzîl
ve Esrârü’t-Te’vîl, c.1-2, Beyrut 1988, 1. Baskı.
Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin,
Kitabü’z-Zühd, Beyrut 1987.
a.mlf., Sünen-i Kübra, c. 1-10 Beyrut 1994
a.mlf., Şuabü’l-İman, c.1-9, Beyrut 1990.
a.mlf., Delâilü’n-Nübüvve, c. 1-7, Beyrut 2002.
Buhari, Muhammed b. İsmail,
el-Edebü’l-Müfred, Beyrut 1990.
Bursevî, İsmail Hakkı,
Rûhu’l-Beyân, c.1-10, Beyrut 2001, 1. Baskı.
200
Cebecioğlu, Ethem,
Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi
Yayınları, İstanbul 2009, 5. Basım.
Deylemî, Şehredar b. Şûriye,
Firdevsü’l-Ahbar, c. 1-5, Beyrut 1987.
Devserî, Hüseyin,
er-Rahmetü’l-Hâbita fî İsmi’z-Zikri ve’r-Râbita (Mektubât-ı
Rabbânî kenarında) 1/186-280. Fazilet Neşriyat, İstanbul
trs.
Dilaver Selvi,
"Beyzâvî Tefsirinde Nefs Tezkiyesi ve Takva", Tasavvuf
İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 11 (Temmuz-
Aralık 2010) Sayı: 26.
Dihlevî, Ahmed Şah Veliyyullah,
Hüccetullahi’l-Bâliğa, c. 1-2, Beyrut 1998, 1. Baskı.
Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah,
Delailü’n-Nübüvve, c.1-2, Beyrut 1991.
a.mlf., Hilyetü’l-Evliya ve Tabakâtü'l-Asfiya, c.1-10, Beyrut
1987.
Ebü’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el-
İmâdî,
İrşadü’l-Akli’s-Selim ilâ Mezâye'l-Kitâbi'l-Kerîm c.1-6,
Beyrut 1999, 1. Baskı.
Ebü'Şeyh, Abdullah b. Muhammed b. Cafer b. Hıbbân el-
İsfehânî,
Kitabü'l-Azame, c. 1-5, Riyad 1998.
Ebû Ya’la, Ahmed b. Ali,
Müsnedü Ebî Ya'lâ el-Mevsılî, c.1-16, Beyrut 1989.
Elmalılı, M. Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur’ân Dili (Sadeleştirme: Heyet), c.1-10; Azim
Dağıtım, İstanbul 1992.
Erbilî, Muhammed Emin,
Tenvirü’l-Kulûb fî Muameleti Allami'l-Guyûb, el-
Mektebetü'l-Asriyye: Beyrut 2005.
Gazalî, Muhammed b. Muhammed,
İhyau Ulûmi’d-Din, c. 1-5, Beyrut 2000.
201