You are on page 1of 190

İMAMIN KONSEYİ 15 TEMMUZ 2016 AVNİ KANTAN

Babama ve Türk Ordusu'nun şerefli askerlerine adanmıştır.

Önsöz

Eve yeni girmiştim. Günlerdir yorgundum. Erkenden uyamak, dinlenmek istiyordum. Koltukta
otururken göz kapaklarım ağırlaşıp kapanmaya başlamıştı. Gittikçe daha fazla... daha çok...

Gazeteci bir arkadaşım, İstanbul’un belirli bölgelerinden askeri hareketlilik haberleri alıyor,
bilgimin olup olmadığını soruyordu. Tatbikat olabilir dedim veya büyük bir saldırı ihbarı
yapılmıştır.

O sırada sosyal medyada Boğaziçi Köprüsü’nü askerlerin tek yönlü kapattığı haberlerini gördüm.
Aynı anda faklı farklı bir çok yazı yazılmaya başlandı sosyal medyada. En ciddiye aldığım haber,
IŞİD’in uçak kaçırdığı, uçakla köprüyü hedef alacağı yönündeki haberdi. İlk anda Türkiye’nin 11
Eylül’ü diye geçirdim içimden. Ancak o durumda askerlerin köprüyü tek taraflı kapatmaları
değil, köprüye giden yolları tutarak araç trafiğine kapatmaları gerekirdi.

Eşzamanlı olarak Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün de askerler tarafından kapatıldığı bilgisine
ulaştım.

Ardından haber kanallarından birinde haber bülteni sunan gazeteci bir abimi aradım. 2 dakikaya
sana döneyim dedi ve döndü.

Askeri bir durum var. Sokaklarda tankları görebililiz. Dikkatli ol. Telefonda ancak bu kadar
konuşabilirim dedi. Telefonu kapattım.

Üstü kapalı bir dille darbe oluyor demişti. İnanamadım. Ülkeme, askerlerime yakıştıramadım!

Görev yaptığım, takip ettiğim bazı memleketler geldi aklıma Msır, Libya, Suriye, Irak.

Oralardaki yürek yakan manzaralar geldi. İnsanların çaresizliği, umutsuzluğu geldi.

Memleketimin de o duruma geleceğini geçirdim içimden. Korkunç bir düşünceydi.

İlk aklıma gelen Pararel Devlet Yapılanması (PDY) oldu. Cemaat’in kamu kurumlarında,
askeriyede, emniyette, yargıda örgütlendiğini zaten iyi biliyordum. Peki ama yaparlar mıydı? Bu
kadar ileri giderler miydi? Daha önemlisi ellerinde darbeyi gerçekleştrmeye yetecek kadar
güvenilir silahlı unsur var mıydı? Bu sorular hızla aklımdan geçti.

Haber kanallarının bazıları, son dakika haberi olarak köprülerin yurt çapında büyük bir terör
operasyonu kapsamında kapatıldıkları bilgisini teyitsiz olarak geçmeye başlamışlardı.

Bir süre sonra Atatürk ve Sabiha Gökçen Havalimanlarında uçuşların yasaklandığı, giriş
çıkışların durdurulduğu, limanların önlerine tankların konuşlandırıldığı haberini aldım.
Akabinde Ankara’dan bir arkadaşım aradı. Orası da hareketliydi. Genelkurmay tarafına güvenlik
güçleri ve çok sayıda sağlık ekibi sevk ediliyordu. Daha telefonu kapatmadan arkadan savaş
uçaklarının sesleri gelmeye başlamıştı bile.

23.00 sularında Başbakan Binali Yıldırım bir TV kanalına bağlanıp Türkiye’de, boyutu
bilinmemekle birlikte askeri bir kalkışma olduğunu ilan ediyordu.

Gözlerimi açtım. Hala yorgundum.Yaşananların kötü bir rüya olmasını diliyordum.

Ama değildi.

Hepsi gerçekti.

Giriş

Albay, her akşam olduğu gibi televizyonun karşısına geçmiş heberleri izliyordu. Boğaziçi
Köprüsü'ndeki askeri araç ve personeli gördüğünde vakit kaybetmeden elbiselerini giydi. Beylik
tabancasını da beline takan Albay, görev yaptığı Kartal Topçu Kışlası'na doğru hareket etti.
Kışladaki tank hareketliliğini gören Albay kendisinden rütbe olarak küçük olan darbeci subayları
vazgeçmeleri için ikna etmeye çalıştı. Konuşarak başarılı olamayacağını anlayan Albay,
belindeki silahı çekerek " Buradan çıkma konusunda ısrar ederseniz hepimiz ölürüz" dedi.
Ellerinde otomatik silah olan darbeciler Albay'ı orada şehit etti. Ancak Albay'ın ölümü darbeye
destek verip vermeme konusuda kararsız olan diğer peronelin uyanmasını sağladı ve darbeciler o
gece Kışla'dan ne bir tank ne de bir personel çıkarabildiler.

15 Temmmuz 2016 darbe gecesi askeri birliklerde bu ve buna benzer bir çok olay yaşandı.
Hemen her birlikte darbecilerle şerefli Türk askerleri arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. AKP
hükümetinin meydanlarda vatandaşlara hitaben yaptıkları "Darbeye sizler engel oldunuz,
olmasaydınız darbeciler başarılı olurdu" mealindeki buram buram riya kokan bu konuşmaları
insanları hipnotize ederek meydanlara tutmaya yönelikti. Kahraman olduklarını düşünen kitle,
aldığı bu enerjiyle gelecek seçimere de hazıranmış olacaktı.

Unutulmaması gereken tek nokta şudur ki, 15 Temmuz gecesi birliklerde darbeci güçlere
mukavemet gösterilmeseydi tablo bu kadar parlak olmazdı. Elbette darbeye karşı sokağa çıkan
insanların vatan millet aşkına, demokrasi uğruna direndiklerini ve bu direnişin şerefini
tartışamayız ancak söylediğimiz gibi, darbecilerin planı düşündükleri gibi olsaydı, kayıp sayımız
her anlamda çok daha yüksek olurdu. Kitap boyunca yeri geldikçe askeri birliklerdeki direniş
öykülerini anatacağız ancak şimdi kalkışmayı hazırlayan nedenlere değinmek istiyoruz.

Cemaat 2011 seçimleri öncesi AKP ile "kendilerinden" olacak milletvekili sayısında anlaşmaya
varamamıştı. Cemaat'in 80- 100 kişilik kadro isteğine AKP olumlu cevap vermeyerek sınırlı
sayıda Cemaatçi'yi milletvekili adayı olarak göstermişti. Emniyet, yargı ve Silahlı Kuvvetler’le,
kamu kurum ve kuruluşlarında kritik kadroları elinde bulunduran Cemaat'in sanıldığı gibi iktidara
ortaklık isteği değil iktidarı tamamen ele geçirme düşüncesiydi. Seçimlerde 350 milletvekili
çıkartılacağı hesap edilen AKP'nin 80 ila 100 vekilinin Cemaat mensubu olması, en ufak
anlaşmazlıkta bu vekillerin istifa ederek hükümetin meclisteki çoğunluğu kaybetmesine neden
olacaktı. Nitekim Cemaat'in istediği kontenjan eğer verilmiş olsaydı, 17- 25 Aralık
Operasyonundan sonra ortada ne AKP kalırdı ne de Recep Tayyip Erdoğan.

7 Şubat MİT Kirizi

4 Aralık 2009 tarihinde Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal1 tarafından MİT
Erzincan Bölge Müdürlüğü’ne 3 emniyet amiri ve 10 sivil polisle Ergenekon kapsamında
operasyon düzenledi. MİT lojmanlarında 4 saat süreyle arama yapan polislerin çaılması
bittiğinde, Savcı Şanal MİT Bölge Müdürü ve 2 MİT mensubunu “silahlı terör örgütüne üye
olmaktan” gözaltına aldı.

Erzurum 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi 3 MİTmensubunu tutuklanmalarına karar verdi. Mit
mensupları Erzurum H Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Ardından MT’in Diyarbakır ve Batman’daki bazı olaylarla ilişkili olduğu iddialarıyla benzer
işlemler yapılıyordu.

MİT’e yapılan bu operasyonlar, TSK’da yapılan operasyonlarla aynı amaca yöneliktir. MİT
içrisinde yeteri kadar yuvalanamayan örgüt, karalama ve kamuoyu nezdinde kurumun itibarını
kaybettirme yöntemiyle operasyonlarını tanzim ediyordu. Ama hedef daha büyük olmalıydı.

MİT Müsteşarı doğrudan hedef değildi, asıl hedef kurumun kendisiydi.

MİT devletin kılcal damarlarının en önemlisiydi. FETÖ’nün sızması, ele geçirmesi şarttı.

Tarih 7 Şub 2012 o gün dönemin Başbakan’ı Recep Tayyip Erdoğan, ameliyat olacaktı.
Hazırlıklar büyük bir titizlik ve gizlilik içinde yürütülüyordu. Akşam saatleriydi, Erdoğan
hastaneye doğru yola çıktı. Bir süre sonra önceden söz verdiği bir aileyi ziyaret etmek istedi.
Konvoy hastane yerine ailenin evine yöneldi.

Aynı saatlerde özel yetkili Başsavcı Sadrettin Sarıkaya Mit eski Müsteşarı Emre Taner’le
Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, iki Mit görevlisini ve ayrıca Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ı KCK
soruşturması kapsamında ifadeye çağırdı.

1
Darbe teşebbüsü sonrası başlatılan soruşturmada “Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebüs etmek”
suçlamasıyla tutuklanmıştır. Şanal ayrıca, dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı, CHP Milletvekili İlhan
Cihaner'i tutuklatan savcıydı.
Özel yetkili savcı, Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ı PKK’nın yaptığı bazı eylemleri Mit’in organize
ettiği, işlenen bazı suçlarla iltisaklı ve bilgi sahibi olduğu, bununla ilgili gerekli tedbirleri
almadığı gerekçesiyle suç işediğini kanaatine varmıştı.
Burada bir parantez açıp başka bir iddiaya göre de Oslo Görüşmeleri edeniyle çağırıldığını
belirtmekte fayda var. Görüşmelere Emre Taner2 hariç, Afet Güneş Mit Müsteşar yardımcısı,
Hakan Fidan da Başbakanlık müsteşarı olarak katılmıştı. Buradan hareketle savcının kendilerini
Oslo Görüşmeleri kapsamında çağırdığı da ihtimaller arasında değerlendirilebilir.

Fidan Başbakan’ın saat 17.00 sularında ameliyatta olacağını bildiğinden ulaşamayacağını


düşünüyordu.

Önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ardından da Erdoğan’ın yakınındaki bir ismi arayarak
durumu bildirdi.

Başbakan, “kesinlikle ifade vermeye kesinlikle gitme” talmatı verdi.. Ve rotasını hastane yerine
Ankara’ya çevirdi.

Erdoğan MİT Müsteşarı üzerinden kendisine ulaşılmaya çalışıldığını söyleyecek ve yargıyı devlet
içinde devlet olmakla suçlayacaktı.

Savcı Sarıkaya 10 Şubat günü ifadeye gelmeyen Mit görevlileri için gözaltı kararı verdi.
Polisler Ankara ve İstanbul’daki Mit binbaları ve Mit lojmanlarını ablukaya aldı.

Bunun üzerine Fidan içeriye girmeye çalışan olursa vurulması yönünde emir verdi. Emre Taner
Ve Afet Güneş Mit görevlileri tarafından güvenilir bir yere götürüldü.

Kısa bir süre içinde 2937 nolu DEVLET İSTİHBARAT HİZMETLERİ VE MİLLİ
İSTİHBARAT TEŞKİLATI KANUNU Madde 26 – “MİT mensuplarının veya belirli bir görevi
ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin; görevlerini
yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan
suçlardan dolayı ya da 5271 sayılı Kanunun 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan
ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren suçları işledikleri iddiasıyla haklarında soruşturma
yapılması Başbakanın iznine bağlıdır” şeklinde değiştirildi.

Başbakan kanunun değişmesini sağlayarak “sır küpüm” dediği MİT Müsteşarına sahip çıkmıştı.

Mit Krizi özetle böyleydi. İktidar ve Cemaat arasındaki açık savaş bu şekilde başlamış oluyordu.

Başta da belittiğimiz gibi asıl amaç MİT kurumunun çalışma yeteneğini engellemek ve
operasyonel kaabiliyetini zayılatmak, böylece kamuoyunda itibarının kötü olduğu, iş yapamadığı
algısı yaratmaktı. Aynı TSK’da olduğu gibi ardından tasfiye ve Cemaat personelinin kurum içine
yerleştirilmesi sağlanacaktı.

İkinci darbe girişimi 17-25 Aralık'ta yapılmak istendi.

2
MİT eski Müsteşarı Emre Taner, KCK’yı kurmakla suçlanıyordu.
17 Aralık 2013 tarihinde Balyoz, Askeri Casusluk ve Sahte Çürük Çetesi soruşturmalarını
yürüten Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve memur suçlarına bakan savcı Mehmet Yüzgeç
tarafından talimat verildi.

Büyük güzlilik içinde yürütülen soruşturmada gözaltına alınacakların listesi ekiplere operasyona
dakikalar kala verilmişti. Operasyon saat 05.00’da İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube ve
Organize Suçlarla Mücadele Müdürüğü’nden 300 polisle başladı. Eşzamanlı olarak Ankara
Organize Suçlarla Mücadele ekipleri de operasyona başladı.

Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu
Barış Güler, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan,
işadamları Ali Ağaoğlu ve Rıza Sarraf ‘ın da aralarında yer aldığı 89 kişi gözaltına alındı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz tarafından koordine edilden operasyonda


gözaltındaki kişiler ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, görevi kötüye kullanma ve kaçakçılıkla
suçlanıyordu.

Salih Kaan Çağlayan. Barış Güler, Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman
Aslan’ın da aralarında buluduğu 26 kişi tutuklandı.

Hükümetin ileri gelenleri operasyonun Fethullah Gülen Cemaati tarafından yapıldığını, hükümeti
ve ekonomiyi hedef alan siyasi bir operasyon olduğu şeklinde niteledi. “Parelel Yapı” söylemi de
burada şekillendi.

Dönemin Başbakan’ı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şeb-i Arus törenleri için Konya'da
bulunuyordu. Erdoğan operasyonlarla ilgili şu şekilde konuşuyordu:

Arkasına karanlık odakları alanlar, çeteleri alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler. Arkasına
sermayenin, medyanın gücünü alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler. Türkiye içinde ve dışında
bir takım karanlık çevrelerini alanlar istikametiyle oynayamazlar. Ayarlarımızı değiştiremezler.
Türkiye üzerinde operasyon yapılacak, ameliyat yapılacak bir ülke değildir. Ak Parti iktidarı
buna izin vermez.

NTV canlı yayınına katılarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı suçlar nitelikte yaptığı
açıklama uzun süre gündemi meşgul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bu
konuşma için sonradan özür dilse de özürden çok ilk yaptığı açıklama hafızalarda kalacaktı.
Bayraktar’ın konuşması şu şekildeydi:

17 Aralıkarihinde yapılan operasyon dosyasında şahsımı rencide edecek veya izah edemeyeceğim
hiçbir husus yok. Ancak Sayın Başbakan'ın istediği Bakanla çalışmak veya istediği bakanı
görevden almak en tabi hakkıdır ve yetkisidir. Fakat 'rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu
bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız' şeklinde
tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Etmiyorum çünkü, soruşturma dosyasında var olan
ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın talimatıyla yapıldı. Bu
minval üzere bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Bu milleti ve vatanı
rahatlatmak için sayın Başbakan'ın istifa etmesi gerektiğine inandığımı ifade ediyor, yüce
milletime saygılar sunuyorum.

Bu süreçte Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri, bürokratlar ve iş adamlarına ait olduğu iddia


edilen bir çok ses kaydı internette yayınlandı.

18 Aralık'ta 5 şube müdürü görevden alındı. 19 Aralık'ta İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin
Çapkın merkeze çekildi. 17 Aralık'tan sonra yaklaşık 6 bin Emniyet mensubunun görev yerleri
değiştirildi.
Kamuoyu baskısı İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın bakanlık görevlerinden istifasına yol açtı. Avrupa Birliği
Bakanı Egemen Bağış’da görevinden alındı.

25 Aralık’ta bu kez savcı Muammer Aktaş suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek,
ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet suçlamalarıyla 41 kişilik gözaltı listesi hazırlandı. Bazı
işadamlarının mal varlıklarına el koyma kararı alındı.

Babakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmak istendi ancak emniyet bu
talimatı yerine getirmedi.

Dosya 26 Aralık'ta Savcı Muammer Akkaş'tan alındı.

29 Ocak 2014'te Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç 17 Aralık dosyasından el çektirildi. Zekeriya Öz
Bolu’ya atandı.

25 Aralık soruşturmasına Eylül 2014'te takipsizlik kararı verildi.

17 aralık soruşturması yaklaışık 11 ay sonra 17 Ekim 2014 takipsizlikle sonuçlandı.

Soruştumaları yürüten yeni savcılar 25 Aralık soruşturmasının hukuki bir soruşturma görünümü
altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya ve engellemeye yönelik bir
teşebbüs' olduğu kanaatine vardı.

Bize göre ortada bir yolsuzluk olduğu aşikar olduğu halde, bu operasyonların "adaleti sağlamak
adına" yapılmadığı da kesindir. Cemaat emniyet ve hukuk sisteminde yuvalanmış elemanlarını
kullanarak hükümeti devirmeye çalışmıştır. Cemaat’in telefon dinleme, izleme konusunda, bir
kısmı veya tamamı sahte evrak hazılamakta, ve isanları tehdit etmekteki mahareti başta
Ergenekon olmak üzere Balyoz ve bir çok kumpas davasında anlaşılmıştır. Sayısı onbinleri bulan
dava evraklarının önemli bir kısmı cemaat tertipçileri tarafından hazırlanmışken, dinlemelerin
tamamı da hukuksuzdur. 17 Aralık Yolsuzluk Operasyonu'nun startı 17 Eylül 2012'de yapılan
soruşturmayla başlamış, 2013 Mart ayında telefon dinlemeleriyle devam etmiştir.

17-25 Aralık 2013'ten sonra 3 bin 785 emniyet mensubu görevden alındı. 901 emniyet mensubu
ihraç edildi. 3 bin 755 kişiye disiplin ceazası verilirken, 34 bin 775 emniet mensubunun görev
yerleri değiştirildi. İstanbul’da yürütülen soruşturmalar kapsamında 42 polis tutuklandı.
İnsan sormadan duramıyor. Bu görevden almalar ve yer değiştirmeler yapılmasaydı 17 Temmuz
kalkışmasnın durumu nasıl olurdu? Söz konusu emniyetin içindeki silahlı unsurlar...

Mit Tırları

1 Ocak 2014'te Kırıkhan-Reyhanlı yolu üzerinde MİT'e ait TIR dururuldu. Yapılan bir ihbar
neticesinde dururulan TIR içindeki Mit görevlisi aramaya engel olmuştu. İhbarı yapan Adana
Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma ile ihbarı yapan şüphelinin Hatay İl Jandarma
Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'nde görevli personel H.A. olduğu tespit edildi.
Zanlı devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk
amacıyla temin etme" ve "Devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk
amacıyla açıklama" suçlarından tutuklandı.
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, TIR'ın durdurulmasıyla ilgili şu açıklamayı yapıyordu:
TIR'da Türkmenlere giden yardım var. Siz içinde ne olduğunu nereden biliyorsunuz? Herkes işini
bilecek.

Mite’e ait ikinci Tır hadisesi 19 Ocak 2014 tarihinde yaşandı. MİT’e ait tırlar, Adana-Gaziantep
Otoyolu Ceyhan ilçesindeki Sirkeli Doğu Gişeleri’nde durduruldu. 500 jandarmanın katıldığı
operasyonda 3 Tırın içinde ele geçen silah ve mühimmatın Suriye’ye sevk edileceği iddia edildi.

Cumhuriyet Gazetesi 29 Mayıs 2015 tarihli sayısında MİT’e ait olan Tırların içindeki silah ve
mühümmatların görüntülerini yayınlıyordu. Görüntülerde silah ve mühimmatların yanısıra asker
ve Mit görevlileri arasında yaşanan ve zaman zaman arbedeye dönen tartışmalar ve Mit
görevlilerinin yere yatırılarak kelepçelenme görüntüleri de bulunuyordu.

3 TIR’daki 6 kasadan, 1000 adet 100mm’lik top mermisi, 50 bin adet makineli tüfek mermisi, 30
bin adet ağır makineli tüfek mermisi (12.7 mm) ve 1000 adet havan mühimmatı çıkıyordu.

Eğer doğruysa jandarma kriminal laboratuvarında inceleniyor ve mühimmatın Rus menşeli


olduğu ve eski Doğu Bloku ülkelerinden temin edildiği anlaşılıyordu.

Silah ve mühümmatların TIR’larla Irak Şam İslam Devleti’ne (IŞİD) gönderildiği iddia edildi.

TIR’ların aranması için izin veren Adana Cumhuriyet Savcısı Aziz Takçı, daha sonra mahkemede
verdiği ifadede, silah ve mühimmatları gördüğünü söyleyerek şunları anlatıyordu:

Gidip malzemelere baktım. Ağzına kadar çakılı silah ve mühimmatı ben de gördüm. Olay yerine
gelen jandarmaya, bunları tespit etmelerini, görüntülerini ve numaralarını almalarını söyledim.
Bu esnada Adana Valisi Hüseyin Avni Coş ve Emniyet Müdürü, yaklaşık 300-400 kişilik özel
harekât ve çevik kuvvet polis ekibi ile olay yerine geldi. Konuyu çözmek için Adana Valisi ile
görüştük. Bana bu TIR’ların MİT’e ait olduğunu, bırakılmaları için ölümüne her şeyi yapacağını,
Sayın Başbakan’ın (Erdoğan’ın) arayıp ‘Bu konuda yasa çıkaracağız, savcı bunları bıraksın’
mealinde sözler söylediğini, aynı şekilde İçişleri Bakanı’nın da kendisini aradığını söyledi.

Sonra ne mi odu?

Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, başsavcı vekili Ahmet Karaca, savcılar
Aziz Takçı ve Özcan Şişman ile eski Adana İl Jandarma Komutanı Albay Özkan Çokay görevden
alınarak “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan tutuklandılar.

Tırları durduran diğer 13 askeri personel için de müebbet hapis istemiyle dava açıldı.

27.11.2015 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara
Temsilcisi Erdem Gül, yaptıkları Mit tırları haberi nedeniyle soruşturmayı yürüten İstanbul
Cumhuriyet Başsavcıvekili İrfan Fidan tarafından 'devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal
yararları bakımından, niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri
casusluk maksadıyla temin etmek'', ''devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları
bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk
maksadıyla açıklamak'' ve ''silahlı örgüte üye olmamakla birlikte bilerek veya isteyerek yardım
etmek'' suçlarından tutuklanma talebiyle İstanbul Nöbetçi 7. Sulh Ceza Hakimliği’ne devk
edildi. Dündar ve Gül İstanbul Nöbetçi 7. Sulh Ceza Hâkimi İsmail Yavuz tarafından tutuklandı.

92 gün tutuklu kalan Dündar ve Gül tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

15 Temmuz kalkışmasında Yurttr Sulh Konseyi’in hazırladığı görevlendirme listesi içinde MİT
tırları soruşturması kapsamında tutuklanan Tuğgeneral Hamza Celepoğlu’nun adı bulunuyordu.
2015 yılının Kasım ayıdan beri tutuklu olan Celepoğlu’nun görev yeri listedeki Jandarma Genel
Komutanlığı Denetleme Başkanlığı olarak yazılıydı.

Adana Bölge Komutanı Tuğgeneral Hamza Celepoğlu hakkında MİT'e ait TIR'ın durdurulması
operasyonunu organize ettiği iddiasıyla açılan davada “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan
Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme”, “Silahlı Terör Örgütü
Kurma veya Yönetme”, “Devletin Gizli Kalması Gereken Bilgilerini Siyasal veya Askeri
Casusluk Amacıyla Temin Etme” ve “Devletin Güvenliğine İlişkin Gizli Kalması Gereken
Bilgileri Casusluk Maksadıyla Açıklama” suçları kapsamında iddianame düzenlendi. Kasım
2015’te soruşturma kapsamında tutuklanan Celepoğlu hakkında yazılan iddianamede ‘Gülen
yapılanması üyesi olduğunu ve hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiğini’ vurgulanıyordu. Celepoğlu
1 ağırlaştırılmış müebbet, 1 müebbet ve 35 yıla kadar da hapis cezası istemiyle tutuklu
yargılanıyor. Celepoğlu ayrıca, Hırant Dink cinayeti ve 17 Temmuz kalkışması hakkında da
yargılanacak.
FETÖ’nün TSK içindeki yapılanması 3
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan Gülen yapılanması hakkındaki iddianame
Cemaat’in TSK içindeki yapılanmasını gözler önüne seriyordu. İddianamede TSK içindeki
cemaat mensuplarının büyük bölümü kurmay Albay ve General seviyesinde oldkları ifade
edilirken, 2003 yılından beri hiç bir cemaat mensubunun TSK’yla ilişiği kesilmemişti. Gülen
yapılanmasının1971 yılından itibaren TSK içinde örgütlenmeye çalıştığı belirtilen iddianamede
1984 yılından sonra katılımların çoğaldığı belirtilirken, 1998 – 2003 yılları arasında 400 TSK
peronelinin cemaat üyesi olduğu gerekçesiyle TSK ile ilişikleri kesilmişti.

İddianamede “Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki FETÖ yapılanması endişe verici boyutlara
ulaşmıştır” ifadesi kullanılırken, “Ordunun cemaatleşmesi, kontrol altına alınması, örgütün siyasi
hedefleri için zorunlu ve birinci görevidir” denilerek askeri disiplin ve hiyerarşinin dışında bir de
örgütlü TSK cemaat yapılanmasının var olduğu tespit edilmiştir.

İddianamede tanık olarak gösterilen eski cemaat mensubu Kemalettin Özdemir’in ifadelerine de
yer verilmiş olup Özdemir’in ifadesi oldukça çarıcı iddialar içermektedir: Özdemir, TSK’nın
içinde en az % 60 ile % 80 FETÖ mensubu olduğunu, TSK içindeki FETÖ mensuplarına yönelik
hiçbir ciddi çalışma yapılmadığını, Askeri hakimlerin çoğunluğunun bu örgüte mensup olduğu,
bu örgütle organik bağı tespit edilmesi nedeniyle adli yargıya alınmayanların askeri yargıya
alınıp hakim yapıldığı iddia ediyordu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı çatı iddianamenin TSK’daki örgütlenme başlıklı


bölümündeki ifadeler oldukça çarpıcı olmaklabirlikte TSK içindeki yapılanmanın boyutunu
anlamamıza yardımcı olacak nitelikteydi.

İddianamede: FETÖ için öncelikli yer TSK olduğu, burada örgütün aşırı bir kadrolaşmaya gittiği,
Ergenekon ve diğer askeri davalar, sivil siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması için
değil, örgütün TSK üzerinde egemen olması için gerçekleştirildiği, Bugün TSK içerisinde önemli
oranda kurmay subay olarak FETÖ mensubu bulunduğu belirtildikten sonra şunlara yer verildi:

28 Şubat sürecinde irtica ile mücadele, şekille, kılla ve örtüyle uğraşmakla heba edilmiştir. TSK,
içerisindeki gerçek yapılanmayı görmek istememiş veya görmesi engellenmiştir. Bu dönemde
FETÖ kadrolaşması ve yapılanması katlanarak devam etmiştir.

FETÖ, en çok bu kuruma sızıp TSK’yı darbeci, hükümet düşmanı, ateist bir yapı olarak
algılatmış, itibarsızlaştırıp, “Kâğıttan kaplan” olduğunu ilan ettirmiştir.
Askeri hâkimlerin çoğunluğunun bu örgüte mensup olduğu, örgütle organik bağı tespit edilmesi
nedeniyle adli yargıya alınmayanların askeri yargıya alınıp hâkim yapıldığı iddia edilmiştir.
Askeri hâkimler ve askeri pilotlar üzerinde baskı kurulmuş, pilotlar TSK ile ilişiklerini keserek
özel havayollarında çalışmaya zorlanmıştır.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda bu yapıdan olmayan veya bu yapıya boyun eğmeyen askeri
pilot bırakılmamaya çalışılmıştır.
3
Cemaat’in TSK içindeki yapılanması hakkında daha detaylı bir kitap olarakYavuz Selm Demirağ’ın kaleme
aldığı İmamların Öcü, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Cemaat Yapılanması, Kırmızı Kedi Yayınevi.
Ordu içerisinde örgütlenebilmek için FETÖ, subay ve astsubaylarla modern, bakımlı, çekici kız
üyelerini evlendirip yıllar sonra onlar üzerinden bilgi edinerek ordu içerisinde kontrolü sağlamış
ve ordunun pasifize edilmesi evlilikler yoluyla içten mümkün olmuştur.

Altın Nesil: TSK 1994 Mezunları

Sınav sorularının ilk çalınma tarihi 1986. Üstelik sorulaın çalındığı, o zaman anlaşılmış, 250
öğrenciden 40-50'si okullardan atılmış, geri kalanı da "daha gençler geri kazanırız" denilerek
devam ettirilmişti.
1986 askeri liselere girip ardından 1994'te Harp Okulları'ndan mezun olanların durumu zamanın
konuyla ilgili zevatını epey meşgul etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nde en çok kurmay subay
çıkartan yıl 1994'tür. O yıl bu kadar başarının sebebini anlamak için TKS iç yapısı dahi durumu
araştırma gereği hissetmemiştir.

Burada sadece şöyle bir sayı vermekle yetineceğiz; 15 Temmuz gecesi darbeye katılan FETÖ'cü
yüzkarası subaylardan jandarma personeli 14 kurmay subay bulunuyordu. Yani Jandarmada 94
çıkışlı sayıları 17 olan kurmay personelden 14'ü darbeye karışmıştı.

Gazetelere boy boy ağlamaklı gözlerle bakarak çektirdiği "sivil" fotoğraflarını koydurup başta
Allahtan sonra da Türk halkından af dileyen röportajlar yayınlatan Genelkurmay eski Başkanı
Necdet Özel'in 2013 yılında altına imzasını attığı 37 Balyoz mağduru Atatürk ve Cumhuriyet'e
bağlı general ve amiralin ordudan uzaklaştırması neticesinde boşalan kadroya gelen kurmay
subaylardan darbe teşebbüsünde bulunan ve tutuklananlara bakmakta fayda var. 2012 yılında
Korgeneralliğe terfi eden 5 kişiden 2’si tutuklu. Tümgeneralliğe terfi eden 12 kişiden 3’ü tutuklu.
Tuğgeneralliğe terfi eden 23 kişiden 6’sı tutuklu.

2013 Yaş kararıyla boşalan kadroya atanan 5 Korgeneralden 1 tanesi, 11 Tümgeneralden 2


tanesi, 25 Tuğgeneralden(Tank, top, hava savunma, muh, ikmal, piyade sınıfları) 184 tanesi darbe
girişimine katıldıkları gerekçesiyle tutuklu.

2013 yılında albaylıktan generalliğe terfi edenler: İsth.Kur.Alb., KAMİL ÖZHAN ÖZBAKIR,
Top.Kur.Alb., MEHMED NURİ BAŞOL, İkm.Alb., İSMET GÖKHAN GÜLMEZ, P.Kur.Alb.,
HİDAYET ARI, Top.Kur.Alb., MURAT AYGÜN, Tnk.Kur.Alb., MEHMET OZAN,
Tnk.Kur.Alb., ÖZKAN AYDOĞDU, Hv.Svn.Kur.Alb., ALİ AVCI, Kr.Plt.Kur.Alb., İSMAİL
GÜNEŞER, P.Kur.Alb., MEHMET PARTİGÖÇ, Top.Kur.Alb., METİN ALPCAN, P.Kur.Alb.,
FATİH CELALEDDİN SAĞIR, P.Kur.Alb., ABDULKERİM ÜNLÜ, Tnk.Kur.Alb. EYYÜP
GÜRLER, İkm.Alb., İSMET GÖKHAN GÜLMEZ, Top.Kur.Alb., MURAT AYGÜN,
Tnk.Kur.Alb., ÖZKAN AYDOĞDU.5

Yine Özel zamanında, 2014'te Özel öneminde atanan 3 Orgeneralden1 tanesi, Korgneralliğe
yükselen 5 kişiden 2’si, Tümgeneralliğe yükselen 11 kişiden 5’i tutuklu ve 26 Tuğgeneralden 18

4
Aynı yıl albaylıktan terfi eden 8 Tuğamiral, 11 Havacı Tuğgeneral, 1 Askeri Hakim Tuğgeneral, 3 Tabip
Tuğgeneral yukarıdaki listeye dahil değildir.
5
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/08/20130804-10.htm
tanesi darbe girişimi nedeniyle tutuklu. 2015 yılına gelince Korgeeralliğe atanan 6 kişiden 2’si,
Tümgeneralliğe atanan 9 kişiden 2’si, Tuğgeneralliğe terfi eden 26 kişiden 18’i tutuklu.

Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral Necdet Özel zamanında albaylıktan generalliğe yükselen
95 subaydan 54’ü Gülen Cemaati bağlantısı olduğu gerekçesiyle tutukludur.

Hatırlanacağı gibi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yaveri Yarbay Levent
Türkkan ifadesinde darbe girişiminin tamamı kurmay olan 94 mezunu subaylar tarafından
planlandığını iddia etmişti.

94 yılı çıkışlı subaylardan darbeye karıştıkları iddia edilenlerden bir kısmı şöyle:
Cumhurbaşkanı Başyaveri Albay Ali Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay komutanı Kurmay
Albay Muhsin Kutsi Barış, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay eski Komutanı Albay Muhammet
Tanju Poshor, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın Başdanışmanı Kurmay Albay
Orhan Yıkılkan eski Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Ramazan Gözel. Milli Savunma Bakanı
Fikri Işık,Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Tevfik Gök (firari)

TSK'daki 'FETÖ' yapılanmasına ilişkin soruşturmada İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı,


Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği'ne bilgi amaçlı 78 yazı gönderdi. 300 dosya ve 200
asker hakkında bilgi ve belgelerin talep edildiği yazılara Genelkurmay Başkanlığı Adli
Müşavirleri Muharrem Köse ile Hayrettin Kaldırımcı tarafından cevap verilmedi. Temmuz
ayının son haftası İzmir Cumhuriyet Başsavcıvekili Okan Bato'nun talimatıyla Organize
Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından operasyon yapılması planlandı.

İddiaya göre operasyonu haber alan FETÖ daha sonra yapacakları darbeyi 15 Temmuz tarihine
aldılar. Buradaki amaç TSK içindeki "Altın Nesli" korumaktı.

Askeri yargı'daki Hakim Savcı kadrosu 390 kişiydi. Darbe girişiminden sonra 280 kişi açığa
alındı. Aralarında Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirleri Muharrem Köse ile Hayrettin
Kaldırımcı'nın da olduğunu 190 askeri hakim ve savcı ordudan uzaklaştırıldı. Sadece bu rakam
bile durumun vehametini yeterince ortaya koymaktadır.

Genelkurmay Başkanlığı J Başkanlıkları (Cemaatin kritik yapılanması)

Lojistik Başkanlığı
Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemler (MEBS)
Plan Prensipler Daire Başkanlığı
İstihbarat Başkanlığı
Harekat Başkanlığı
Personel Başkanlığı

Genelkurmay Karargâhının kritik birimlerinden olan J Başkanlıkları korgeneral rütbesindeki


subaylardan seçiliyor ve Genelkurmay 2'nci Başkanına bağlı olarak çalışıyor. J Başkanları’ndan
4’ü darbe girişimi kapsamında tutuklandı. O isimler şöyle:

Plan Prensipler Başkanı Korgeneral Salih Ulusoy


İstihbarat Başkanı Korgeneral Mustafa Özsoy
Harekat Başkanı Korgeneral Bahadır Köse
Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu

Plan Prensipler Daire Başkanlığı, TSK’nın silah ve mühimmat ihtiyaçlarının planlanmasını yapan
başkanlık, aynı zamanda yabancı ordular ve NATO ile ilişkilerin yürütülmesi, idari ve personel
stratejilerinin belirlenmesi gibi görevleri yürüten birim.

İstihbarat Başkanlığı, TSK'nın personel ve yerine getirilen görevlere ilişkin istihbaratların


toplanıp analiz edildiği birim.

Harekat Başkanlığı, yurtiçi ve yurtdışına yapılacak bütün operasyonların harekat planlarının


hazırlandığı birim.

Personel Başkanlığı, tayin, atama ve ihraç kararlarının alındığı birim.

Cemaat TSK’nın omurgası olarak adlandırılan J Başkanlıkları sayesinde orduya sızdı ve yönetim
kadrosuna kadar yükseldi. Söz sahibi olan milli ve manevi değerlere bağlı, vatan sevgisiyle dolu
olan ve sözlerini dinletme olanaklarının mümkün olmadığı tüm üst rütbeli subayları sahte belge
ve dinlemerle açıkları davalarla, cemaat mahkemelerinde mahkum ettirdiler. Uzanamadıkları
diğerlerini de davaları işaret ederek sindirdiler.

Darbe girişimine karıştığı iddiasıyla tutuklanan İstihbarat Başkanı Korgeneral Mustafa Özsoy’un
odasında çok sayıda belge ve dosyaya el konuldu. Bu belgele rle birlikte ele geçirilen ajandada
YAŞ kararlarıyla ilgilçi istihbarat notları bulundu. İddiaya göre Özsoy'un ajandasındaki
bilgilerden yola çıkılarak adeta FETÖ'cü subayların önünü açtığı, FETÖ'cü olmayanların da
önünü kesmeye çalıştığı tespit edildi.

Korgeneral Salih Ulusoy darbe girişimini yabancı istihbarat servislerinin katkısıyla yapıldığını
savunan Ulusoy, girişimin 3-4 aylık bir planlama ve hazırlık devresinin olması gerektiğini, TSK
içindeki general kadrosunun yarısının Cemaat mensubu ya da yanlısı olduğunu belirtti. Ulusoy 15
Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklandı.

Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu savcılığınca sorgulanan Personel
Başkanı Korgeneral İlhan Talu'yu Cumhuriyet Savcısı, tutuklanma talebiyle sulh ceza
hakimliğine sevk etti. Sulh Ceza Hakimliğince sorgulanan Talu, tutuklandı.

İsmi cuntacıların hazırladığı atama listesinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olaerak
geçen Harekat Başkanı Korgeneral Bahadır Köse Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü
soruşturma çerçevesinde tutuklandı. Ayrıca Bahadır Köse'nin Genelkurmay Karargâhında
Ulurdere'nin bombalanması için karar verilen kritik toplantıda da bulunduğu ortaya çıktı.
Silahlı terör örgütü yöneticisi emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ 

TSK'da Cemaatçi yapılanmanın hedefine aldığı isimlerden biri de emekli Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ'ydu. Başbuğ, Ergenekon Davası kapsamında ömür boyu müebbet hapis
cezası alacak, 26 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılacaktı.

Soruşturma Ergenekon davasından tutuklu emekli Albay Hasan Ataman Yıldırım’ın evinde
yapılan bir aramada ele geçen Hayhay isimli bir belge sonrasında başladı. Ergenekon'un meşhur
savcısı Zekeriya Öz ’ün başlattığı soruşturmada bulunan evrakta Hasan Ataman Yıldırım'ın,
Ergenekon terör örgütü için kara propaganda amaçlı 42 internet sitesi kurduğu iddia ediliyordu.
Bu dosya ıslak imza sahibi olduğu ileri sürülen Albay Dursun Çiçek "İrticayla mücadele eylem
planı" dosyasıyla birleştirildi.

Sanık savunmalarında ve belgelerde adı geçen eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker


Başbuğ hakkında soruşturma başlatıldı. Başbuğ, “Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak ve cebir ve
şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini
yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suşlamasıyla mahkemeye sevk edildi.
Örgüt yöneticisi olmak ve darbeye teşebbüs suçlamasıyla da tutuklandı. Başbuğ Ergenekon
Davası'na bağlanan dosyada müebbet hapis cezası aldı.

Mahkeme çıkışında Başbuğ, "Türkiye Cumhuriyeti'nin 26. Genelkurmay Başkanı, terör örgütü
kurmaktan ve yönetmekten tutuklandı. Takdir yüce Türk milletinindir" diyecekti.

Başbuğ 26 ay sonra tahliye edildi.

Başbuğ'un Harp Akademileri'nde yaptığı konuşma Cemaat'i rahatsız etmiş ve böylece


Cemaat'in hedefi haline gelmesine neden olmuştu.

Kamuoyunda İlker Başbuğ'un müebbet hapis cezasına çarptırılmasına gerekçe olarak


gösterilen konuşmasındaki o bölüm şöyleydi:

“Bugün bazı cemaatler öncelikle bir ekonomik güç olmaya ve daha sonrada sosyo-politik
yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir tek tip yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya
koymaya çalışmaktadırlar.”

Yıl olmuş 2014 TSK darbe yapar mı?

Darbeler tarihine bakıldığında bu soruya “evet” cevabı vermek olasıdır. Ancak gerçekleşen bu
darbelerin sosyolojik alt yapıları, toplumsal gerekçeleri (suni de olsa) günümüzle mukayese
edilemez dercede olgunlaşmıştır. Söz gelimi 80 darbesini ele alırsak hergün, hatta bazen günde
bir kaç kez zam gören gıda maddeleri, (Sütlü Nuriye tatlısı 80 darbesinin icadıdır. Baklava
almaya gücü yetmeyen –ki o dönemde neredeyse altınla yarışmaktadır- vatandaşlar için
ekonomik fiyatlı olarak Güllüoğlu firması tarafından piyasaya sürülmüştür. Kaderin garip bir
cilvesi olarak Güllüoğlu'nun bu günkü sahipleri(ikinci kuşak oğullar) FETÖ/PDY 'nın finans
ayağı kapsamında tutuklanmışlardır) pahalı da olsa alınacak olan ancak bir türlü bulunamayan
tüp, yağ, benzin kuyrukları ve nihayet sağ-sol kavgası ve bu nedenle çıkan olaylarda yaşamını
yitiren vatandaşlar. Elbette darbe için gerekli şartların(darbeci mantığı açısından) oluşmuş olması
mutlaka gerçekleşmesi anlamına gelmemekle birlikte demokratik yollarla çözüme kavuşturulması
için hiç bir çaba sarf edilmemiştir. Ancak her ne olursa olsun günümüz şartlarında, dareci
mantığıyla bile olsa böyle bir sosyolojik ve toplumsal olgunlaşmadan söz etmek mümkün
değildir.

24 Ağustos 2014 tarihinde Ulusal Kanal'da yayınlanan "Gündem Özel" isimli programın konuğu
Ergenekon sanıklarından Yarbay Mustafa Dönmez'di. Ergenekon soruşturmasının 10. dalgasında
gözaltına alınan Yarbay Dönmez, 49 yıl 2 ay hapis cezası almış Silivri cezaevinde 5 yıl 2 ay
hapis yatmıştı. Cezaevinde çile doldururken Dönmez'in 21 yaşındaki oğlu Alp Kaan geçirdiği
trafik kazası sonucu yaşamını yitirmişti. TSK'daki paralelcilerin Genelkurmay'ın papazı olarak
nitelediği Dönmez, Cemaat'in TSK'da sanılanın aksine emniyetten daha etkin ve köklü olduğunu
söylerek "Cemaat'in maşaları bir bahaneyle darbe yapar" diyordu. İftira ve kumpaslarla ömrünün
5 yılını Silivri Zindanları'nda heder eden, hapiste olduğu sıra belki de acıların en büyüğü olan
evlat acısını tadan Dönmez, TSK'daki bu illegal ve terörist yapılanmayı biliyor ve iyi tanıyordu.
Söylediği gibi de oldu. Uyuyan hücreler 15 Temmuz 2016 akşamı uyandı. Türkiye genelinde
62'si polis, 5'i asker, 179'u de sivil olmak üzere 246 kişi şehit oldu. Bugün itibarıyla (11.09.2016)
TSK'yla ilişiği kesilen personel 151'i General ve Amiral olmak üzere 4451 kişidir.

Kumpas davlarının belki de ilki olan, kamuoyunda Şemdinli Davası olarak bilinen Seferi
Yılmaz’a ait Umut Kitabevi’nin 9 Kasım 2005’te bombalanarak bir kişinin ölmesiyle başlayan
olaylar nedeniyle dönemin Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya tarafından hazırlanan
iddianamenin kurbanı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tı.
İdianamede Büyükanıt, çete kurmakla suçlanıyordu.

Aradan 11 yıl geçti. Savcı Ferhat Sarıkaya darbe girişiminden sonra itirafçı oldu ve başta Umut
kitabevinin bombalanması dosyası olmak üzere cemaat’in yargıdaki yapılanması hakkında
ayrıntılı bilgiler aktardı.

Sarıkaya’nın ifadesinin ilgili bölümleri şu şekilde:

Şemdinli’de Kasım 2005 günü olaylar patlak verdi. Yeni atanan başsavcı vekili İbrahim Özer de
fezleke ile gelen bu soruşturmayı bana verdi. Sebebini sordum: Sen çalışkansın, altından ancak
sen kalkabilirsin dedi. Soruşturmayı aldım ve KOM Müdürü Mustafa Uçkan ile bilgi toplama
konusunda görüştüm.
Sonradan Yargıtay üyesi olan İlhan Kaya, o zaman Van’da 3. Ağır Ceza Mahkemesi başkanıydı.

Şemdinli’deki olayla ilgili soruşturma bana verildikten sonra beni yönlendirmeye başladı.
Özellikle Yaşar Büyükanıt üzerinde yoğunlaşmamı istedi. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı
olacağı kesin gibiydi. Şemdinli’deki olayın içerisine özellikle Yaşar Büyükanıt’ı katmamı
istiyordu. Şemdinli olaylarını araştırmak üzere Meclis’te bir komisyon kurulmuş. Bu komisyona
Diyarbakırlı, bir oğlu PKK tarafından öldürülen, bir oğlu da intihar süsü verilerek ölen Mehmet
Ali Altındağ ifade vermiş. Mahkeme Başkanı İlhan Kaya, o ifadeyi bulmamı özellikle istedi. Ben
de onun istediği gibi dosyaya katkısı olacağını düşünerek bu ifadeyi isteyip soruşturma evrakı
içerisine aldım.

İlhan Kaya, Yaşar Büyükanıt’ın askeri bir darbe yapacağını, bunun engellenmesinin çok önemli
olduğunu ifade etti. Fethullahçı örgütlenmenin neden Yaşar Büyükanıt’ı hedef aldığını şimdi
anlamaya başladım. Bu yapılanma, TSK içerisinde örgütlenebilmek için başlattığı girişimi
tamamlamak için onu hedef almıştır.

Şemdinli olayının genel çerçevesi askeri bir vesayetin kurulmasını önlemek, seçilmiş, demokratik
yoldan işbaşına gelen hükümetin korunmasını sağlamaktı. Bunu benden özellikle isteyen İlhan
Kaya idi. KOM Müdürü Mustafa Uçkan’ın getirdiği bilgilerle iddianameyi yazmaya başladım.
Getirilen bilgi ve belgeleri hukuki kısmını ben yazdım. Bir flash bellekle Mustafa Uçkan
iddianamede yazılı bilgileri bana getirdi. Getirdiği bilgileri iddianameye kopyalayıp yapıştırdım.

Mahkeme başkanı iddianame taslağını hazırladıktan sonra görmek istedi. Ben de kendisine
taslağı verdim. İlhan Kaya, bu taslak üzerine çalıştı. Birkaç paragrafını da kendisi yazdı. Yazdığı
paragraflardaki iddialar çok ağırdı. Bunların içerisinde bulunmamasını istedim ancak “bir şey
olmaz” dedi. Ben de bir askeri darbeye engel olacağımı düşünerek yazılanlara bir şey demedim.
İlhan kaya, bu iddianamenin kendi mahkemesine düşmesini istiyordu. Bunu da sağladı. İki gün
içerisinde iddianameyi kabul etti.

İddianameyi Mart 2006’da mahkemeye vermiştim. Nisan ayında hakkımdaki soruşturma için bir
başmüfettiş ve bir de müfettiş görevlendirildi. Başmüfettiş İbrahim Kır ve müfettiş Cevat Gül’ün
de Fethullah Gülen cemaatinden olduğun sonradan öğrendim. Soruşturma sırasında görüştüm.
Bana bir şey olmayacağını söylediler.

Sarıkaya’nın ifadesi aslında bir çok şey anlatmakla birlikte açılan şike, askeri casusluk, Balyoz,
Odatv vs davalar yargıtay tarafından yargılananlar lehine bozuldu. Bu davalarda Cemmat
mahkemerlerinde yargılanıp tutuklananların tamamı serbet bırakıldı. Bazı subaylar görevlerine
iade edilirken bazıları da yeni görevlere atandı.

Mağdurların müracaatı üzerine, 2015 yılında başlatılan Ergenekon, Balyoz ve Askeri Savcılık
kumpas soruşturmalarını yürüten başsavcılık, bu soruşturmalara konu olan kumpasları, cemaatin
darbe girişiminin ön hazırlığı olarak değerlendirerek, dosyaları darbe girişimiyle ilgili yürütülen
ana soruşturma dosyasına ekledi. Savcılık söz kunusu soruşturma ve kovuşturmaları FETÖ üyesi
hakim, savcı ve emniyet yetkilileri tarafından yapıldığı konusunda şüphe olduğunu sonucuna
vardı.

Cemaaat'in dinleme usulleri


"Necdet Özel Paşa'yı (Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel) dinleme cihazıyla sürekli
dinliyorduk. Cihazı Türk Telekom'da çalışan "abi" verdi. Haftada bir cihazları götürüp "abi"ye
veriyordum. Necdet Özel Paşa, Hulusi Akar Paşa ve Yaşar Güler Paşa döneminde dinleme
yapıldı... Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa'yı dinleme cihazıyla sürekli dinliyordum. İki
boğum parmak ucu kadar "radyo" diye tabir edilen dinleme cihazını her gün paşanın odasına
herhangi bir yere koyup akşam da çıkarken alıyordum. Kendi hafızası vardı. Pili bir gün
dayanıyordu. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp veriyordum, boş olanları alıyordum.
Arada sırada Genelkurmay Başkanı'nın odasına dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal olarak
ben bu aramaların ne zaman yapılacağını önceden bildiğim için cihazı koymuyordum."

Bu satırlar Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın yaveri Yarbay Levent Türkkan'ın 15
Temmuz kalkışmasından sonra alınmış olan ifadesinden ilgili bölüm. Yapılan bu tür dinlemelere
"ortam dinlemesi" adı veriliyor.

Neden dinliyorlar?

Sorunun cevabı basit. Komplo kurmak ve şantaj yapmak için. Valiler, Kayakamlar, iş adamları,
askerler, siyasiler, gazeteciler cemaatin ilgi alanına giriyor.

Yasal olarak telefon dinlemesi yapılabilmesi için, öncelikle savcının izni olması gerekiyor.
Cemaat yapılanması burada şöyle bir hileye başvuruyor: Önce dinleme yapılacak kişiye sahte bir
isim verilip yine sahte illegeal bir örgütle ilişkilendiriliyor. Ardından kişiye ait telefonun
numarasıyla değil, IMEI numarasıyla savcılık izni alınıyor. Böylece dinlendiğinden şüphe eden
kişi adı soyadı ve telefon numarasıyla şikayetçi olduğunda dinlenmediği yönünde bir cevapla
karşılaşıyor.

Telefon bir dinleme cihazı olarak da kullanılabiliyor. Bu yönteme baz istasyonu yöntemi deniyor.
Bu tür dinlemerler zazı cihazlar kullanılarak yapılıyor. Benzer bir yöntem de sisteme önceden
kaydedilen bir telefon numarasıyla görüşme yapıldığında baz içstasyonlarına snyal gönderilerek
dinleme cihazı yansıma yoluyla sisteme aktarma yapıyor.

Hatırlanacağı gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde


Keçiören'deki ofisinde böcek tabir edilen dinleme cihazı bulunmuştu. Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı Mustafa Varank’ın “devletin güvenliği açısından çok mahrem görüşmeleri yaptığı
yer” olarak niteldiği kütüphanede bulunan cihazla dinleme yapımıştı. Söz konusu cihaz elektrik
prizine motne edilmiş halde bulunmuştu.

Diğer yandan lazerle ortam dinlemesi de başvurulan bir yöntemdi. 800 metre mesafeye kadar
dinleme yapılabilen bu yöntemde dinlenecek ortama lazer sinyali yollanıyor ve bu şekilde odadki
tün konuşmalar kaydediliyor.

Burada maksadımız teknik ayrıntılar vermek değil, mesela bu konuda daha ayrıntılı bilgi için eski
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın Cemaat’in İflası isimli kitabı okunabilir.6 Ancak söz gelişi
Kumpas Davaları’nda dinlenen telefoların ve telefon dinlemesine bağlı olarak oluşturulan dava
dosyalarının bize göre tamamı şaibelidir. Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, Hulusi Akar
Paşa, Yaşar Güler Paşa, Başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan, Dışışleri Bakanlığı
6
Hanefi Avcı, Cemaat’in İflası Hoca’nın Ayağının Kaydığı Yer, Tekin Yayınevi.
zamanında ahmet Davutoğlu son dönemde cemaat tarafından dinlendi. Eski Başbakanlardan
Necmettin Erbakan, Hüsamettin Cindoruk, BBP Genel Başkanı Mustafa Destici,Namık Kemal
Zeybek, Şevket Kazan, Mehmet Bekaroğlu, Koray Aydın gibi isimlerin cemaat tarafından
dinlendiği Ankara Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı
(TİB)'deki hassas bilgilerin yabancı ülkelere aktarıldığı iddiasıyla ilhili olarak başlattığı casusluk
soruşturmasıyla kesinleşti.

Cemaat dinlemeler yoluyla ele geçitrdiği bilgileri kendi amaçları için kullanmaktan asla
çekinmedi. Spordan siyasete, televizyon yayınlarından ihalelere kadar her alanda sonuna kadar
kullandı.

Cemaatin AKP'ye sızma teknikleri

Ülke vatandaşları üzerinde standart algı yaratmak isteyen bazı siyasi oluşumların sıklıkla
başvurdukları yöntem olan manipülatif psikoloji adı verilen yöntemdir. Bu tekniğe göre problem
üretilip tepki ölçülür, ardından yardım istenmesi sağlanarak sonunda çözüm sunulur. Oysa ortada
probleme dönüşecek bir sorun bulunmamaktadır. Bunu, hiç bir gereği olmadığı halde estetik
operasyon yaptırmak gibi anlayabiliriz. İşte Cemaat'in de devlet kurumlarına sızarken kullandığı
en önemli yöntemlerden biridir bu yöntem.

Hatırlayalım, 2002 seçimlerinden AKP Hükümeti kesin bir zaferle çıktığı halde, çektiği kadro
sıkıntısı; askerin seçim sonuçlarından memnun olmadığını açıkça belli etmesi ve neredeyse bir
mecburiyet olarak algıladığı siyaset meselelerini kendisinin çözme geleneğinin biliniyor olması
hükümeti zaman zaman zor durumda bırakıyordu. İşte burada Cemaat devreye girmişti. Her biri
AKP'nin iş bilen bürokratları olarak görev yapan Cemaat mensupları, asker hakkında Hükümete
karşı yapılacak olan faaliyetler ve inandırıcığı artırmak için büyük kısmı sahte olan evraklar
göstermekte, çok büyük tehlike içinde olduklarını anlatıyor ve inandırıyorlardı. Bilidiği gibi bu
sahte belgeler daha sonra Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy vs gibi davalara kullanılarak suçsuz
askerler yıllarca hapis yatmıştır. Elde yeterli ve güvenilir hiç bir delil olmamasına rağmen "asker
hükümete darbe yapacak" iddiası, medyanın da desteğiyle toplumda askere karşı güvensizliğin
oluşmasının temelleri atılmış oldu. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek'in günklükleri,
Jandarma Genel Komutanlığı'nın brifing notları önce hükümeti inandırmak sonra da basına
sızdırılarak demokrasiye karşı askerin karşı tavrını topluma empoze etmek için kullanıldı. Ancak
asıl vurucu darbe, AKP ve Gülen'i bitirme planı ve İrtica eylem Planı adı verilen tamamen sahte
askeri belgelerle vuruldu. Ve böylece Ergenekon Davası da başlamış oluyordu.

Cemaat hükümete aslında olmayan bu problemi büyük bir problemmiş gibi göstermeyi
başarmıştı. Cemaatin planı tıkıt tıkır işliyordu. Ardından suikast planları ve sağa sola gömülmüş
olarak bulunan mühimmatlar bulunacak ve topluma yön verecek olan aydınların da desteği
sağlanmış olacaktı. Burada Ulusalcıların bakış açısına göre yapılan değerlendirmeleri zikretmekte
fayda var. Buna göre:

1- AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan ABD Projesi olarak BOP (Büyük Ortadoğu Projesi)
eşbaşkanı. Fetfullah Gülen ve Cemaat'i de yine ABD'nin ılımlı İslam Porojesinin bir figürü. İkisi
de aynı plana hizmet ediyor.
2-AKP'nin seçimlere girerken yetkin kadrosu bulunmadığı, Gülen Hareketi'nin bürokraside
yuvalanmış kadroları bulunuyordu. AKP bu kadroları sonuna kadar kullandı. Birlikte yürüdüler.
3-Ortak düşman Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler. Onları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni
yaptılar.

Casusluk davaları
Gelen e-postaya göre, genç kızlar tuzağa düşürülerek fuhuş yaptırılıyor, video kaydı alınıyor ve
sonra kayıtta görüntüleri olan kişilere şantaj yapılıyordu. İhbar mektubunda adı geçen elebaşının
evine baksın yapılıyor, bir cd içerisinde fuhuş görüntüleri olduğu için şantaj yapılan subayların
isim listesi buluyor ve ismi geçen bu subaylar devletin gizli bilgilerini veriyordu. Ardından genç
subaylarla ilişki yaşayan kızlardan birinin evi pasılıp bilgisayarında "bycasus" isimli bir belge ve
bazı dijital belgeler bulundu. Bu belgeylere göre adı geçen subaylar sadece fuhuş yapmıyor, MİT,
TSK aleyhine çalışıyor, PKK ile işbirliği yapıyor, askeri bilgileri para karşılığı satıyodu. Satılan
bu bilgileri kuryeler çeşili yabancı ülkelere götürüyordu. Sözde casusluk davalarında yakalanan
kadınların 52'si hayat kadınıydı. Aralarında travestilerin de bulunduğu bu casus çete, birlikte
olduğu askerlerden bilgi sızdırarak satıyodu. Çetenin lideri olarak görülen 21 yaşındaki üniversite
öğrencisi olan Narin Korkmaz'a bağlı olarak onlarca subay çalışıyodu. Cd ve diğer belgelerin
bulunduğu akşam Narin Korkmaz'ın baba evinde sadece babası Atilla Korkmaz vardır. Baba
Korkmaz görme engelli bir vatandaştır, üst kattaki kız kardeşin evinden bulunan materyallari
arama akşamı boşluktan yararlanıp gelen polislerden birinin yerleştirdiği düşünülüyor.
Narin Korkmaz'ın komuta ettiği söylenen subaylarla herhangi bir bağı veya iletişimi tespit
edilemediği gibi suçlanan subaylarda tek bir askeri belge ele geçirilememiştir.

Aramalar sırasında ele geçirildiği söylenen belgelerde adı sıklıkla "telekız" olarak geçen, bir
kamu kurumunda diş hekimi olarak çalışan 52 yaşındaki Türkan P.'nin, kendisini savunuş şekli
ibret olacak niteliktedir. Görülen davalarda hakkındaki her türlü suçlamayı delillerle çürüten
Türkan P., mahkemeyi ikna edemeyince hastaneden kızlık raporu almak ve mahkemeye ibraz
etmek zorunda kalmıştır. Türkan P., sonradan oluşturulmuş sahte telefon kayıtlarıyla davaya
mağdur olarak dahil edilmiş insanlardan sadece biridir. Özel hayatına ilişkin en mahrem bilgiyi
paylaşmak sorunda kalmştır. Bir çok insanın hayatını karartan, ailelerin dağılmasına neden olan,
insanlarda kalıcı tıbbi sorunlar bırakan hastalıklara neden olan Cemaat denen yapılanmanın
yaptıkları elbette bu kadarla sınırlı değildir.

Bir KPSS Belgesi Genelkumay'ı teslim alıyor


2010 YAŞ (Yüksek Askeri Şura) kararıyla göreve gelen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık
Koşaner, gelini Berrin Koşaner'i süresi dolmuş KPSS belgesi (KPSS belgelerinin geçerlilik süresi
3 yıldır. Orgeneneral Koşaner'in gelinin belgesi 5 yıllıktı) ile "Havelsan"a işe yerleştirmek
istemiş, Genel Müdür Faruk Yayman bir belge imzalayarak işe girişi sağlamıştı. O dönem
Genelkurmay Başkanı Koşaner'in özel kalem müdürü 15 Temmuz kalkışmasında Özel Kuvvetler
Komutanlığını işgal etmek isterken astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülecek olan
Tuğgeneral Semih Terzi'dir. Durumdan haberdar olan Terzi, bir gün komutana gelerek belgenin
basının eline geçtiğini ve ertesi gün manşetlerde olacağını söyler. Bunu üzerine Koşaner ne yapıp
edip bu duruma engel olmasını ister. Bir kaç gün sonra terzi komutana gelerek konuyu hallettiğini
belirtir. Ve böylece dönemin Genelkurmay Başkanı Fethullahçı yapılanmanın eline geçmiş olur.
Bu olaydan sonra Cemaat yapılanması kendilerinden olan 37 Fethullahçı personeli
Genelkurmay'a yerleştirecektir. Bir KPSS belgesi ile Genelkurmay Başkanlığı teslim alınmıştır.

DARBEYE GİDEN YOL

2016 Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısına kısa bir süre kalmıştı. Milli İstibarat Teşkilatı ve
Emniyet istihbarat birimlerinden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki Parealel Devlet
Yapılanması (PDY) veya Fethullahçı” personel hakkıda ihbarlar değerlendiriliyordu.
Genelkurmay katında ve Kuvvet komutanlıklarında yapılan toplantılarda haklarında şüphe
olanların YAŞ dönemünde emekli edilmeleri, kuvvetli şüphe olanların da TSK’yla ilişiklerinin
derhal kesilmesi gerektiği değerendirilmişti. YAŞ listesinde darbe kalkışmasında rol aldığı iddia
edilen pek çok subayın adı geçiyordu. Dolayısıyla Ağustos ayında başlarına gelecekleri
biliyorlardı7. Bu nedenle darbenin YAŞ günü (3-5 Ağustos)’tan önce yapılması gerekiyordu.

6-10 Temmuz tarihleri arasında Ankara Çukurambar'daki bir villada Hava Kuvvetleri
İmamıolduğu iddia edilen ve Akıncı Üssü yakınlarında yakalanıp serbest bırakılan Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Adil Öksüz8, YAŞ üyesi Orgeneral Akın
Öztürk, İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Ömer Faruk
Harmancık, Genelkurmay Personel Plan ve Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç
buluşup, darbeye katılacak komutanları teker teker çağırarak, yapacakları görevleri kendilerine
tebliğ ettiler.

Yazılı belge vermeyip emirleri ikinci defa da tekrar etmediler. Konuşmanın başın sadece bir kez
anlatacakları iyi dinlenilmesi gerektiğini konusunda uyardılar. Bütün komutanları tek tek toplantı
salonuna alarak kendi illerinde yapacakları faaliyetler anlatıldı. Toplantıya gelecek olan
komutanların dikkat çekmemek için kot pantolon, şort, tişört giymeleri ve her hangi bir
dinlemeye takılmamak için cep telefonlarını evlerinde bırakmaları söylendi. Buluşma noktalarına
en az iki araç değiştirerek gelindi. Onları villaya götürecek aracın camları siyah filmle kaplıydı.
Toplantı bitişinde aynı araç komutanları şehrin değişik noktalarına bıraktı.

Yukarıda anlattığımız toplantı yapılan villa ile ilgili bölüm soruşturma kapsamında gözaltına
alınıp ardından tutuklanan General H.Y'nin, gizli tanık olarak verdiği ifadesinin özetiydi.
Genişletilen soruşturmada, yapılan inceleme sonucu, söz konusu bu villadan parmak izleri
7
MİT, Emniyet, Jandarma vs istihbarat kaynaklarından gelen bilgiler öncelikle İstihbarat Başkanlığına
iletilir ardından da tayin, terfi, atama, emeklilik, uzaklaştırma gibi konuları içeridiği için Personel Başkanığına bilgi
verilir. Adı geçen bu iki birimin başkanları darbe girişimine katıldıkları iddiasıyla tutuklandılar.
8
06 Eylül 2016 ve daha sonraki gazete kopyalarına bakıldığında Adil Öksüz'ün sadece Hava Kuvvetleri
değil, Genelkurmay İmamı olduğu iddiaları görülebilir.
toplandı. Toplanan parmak izlerinden biri İstanbul Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay
Başkanı Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık’ın parmak iziyle eşleşti. Böylece villanın varlığı ve
Harmancık’ın da orada olduğu kesinleşmiş oldu.

General H.Y'nin ifadesinda Adil Öksüz'le ilgili bölüm oldukça çarpıcıydı:

Öksüz’ün 13 Temmuz’da Amerika’dan döndüğünü öğrendim. 15 Temmuz’da sorumlu imam


benimle saat 18.00’de görüşmek istedi. Yanımda 2 albay da vardı. ‘Darbe bu gece yapılacak’
dedi. Gece saatlerinde ismini verdiği bir komutanın arayacağını ve neler yapacaklarımızın
talimatını vereceğini söyledi.

Darbe planlarının Adil Öksüz önderliğinde çok sayıda generalle birlikte yapıldığını söyleyen H.Y
şöyle devam etti:

'Planlar Fetullah Gülen’in onayı alındıktan sonra uygulandı' dedi.

General H.Y.'nin anlattıkları doğrultusunda MİT, polis ve jandarmadan sorumlu imamların


yakalanıarak gözaltına alındığı iddia edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başyaveri Yarbay Ali Yazıcı, Albay Fırat Alakuş (Org. Akar'ı derdest
eden, kendisinin tabiriyle "ürkütücü" Kurmay Albay), Alay Komutanı Albay Kutsi Barış, Özel
Kuvvetler Komutanlığı'nda görevli Yarbay Emin Güven darbe günü saat 15.30 sularında önceden
kararlaştırıldığı gibi Muhafız Alay Komutanlığı'nda buluştular. Kamelya gölgesindeki (ahşaptan
yapılan gölgelik)masada 5-6 kişi daha vardı. Masanın üzerinde Marmaris yazan uydu görüntüleri,
kroki ve planlar vardı. Masanın etrafındakiler bu planları konuşuyordu. Erdoğan'ın bulunması
muhtemel yerlerin krokileri dikkatle inceleniyordu. Albay Yazıcı'nın görevi Marmaris'e giderek
Cumhurbaşkanı'nın yerini öğrenmek ve yerin koordinatını Albay Alakuş'a bildirmekti. Ali Yazıcı
Erdoğan'ın yaveri oduğundan kendisinden şüphelenilmeyeceğini düşündüler ancak
Cumhurbaşkanı'nın yerini öğrenmekte zorluk çıkarsa b planı da hazırdı.

Yazıcı, ‘Antalya'ya giderken beni Sayın Genelkurmay Başkanı'mız aradı, size iletmek üzere bir
zarf verdi. Paralel yapı ile ilgili çok önemli bilgiler var sizinle onu görüşeceğim' diyecek ve bu
bahane ile Cumhurbaşkanına ulaşabilecekti. Bu maksatla boş bir zarf da hazırlamıştı. O gece
bulunduğu yerden Cumhurbaşkanı'nı Albay Alakuş'un ekibi veya akademiden gelecek başka bir
ekip alacaktı.

Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdür Yardımcısı Bayram Çiftçi, emniyetteki
ifadesinde etkin pişmanlıktan faydalanmak istediğini belirterek, itiraflarda bulunuyordu.

Polis Kolejinde okutken arkadaşının daveti üzerine farklı semtlerdeki cemaat evlerine gitmeye
başladığını, Fetullah Gülen'in kasetlerinin dinletildiğini, kitaplarının okutulduğunu .fade etti.
Abilerin" kendilerini 1990'lı yıllarda Ege Bölgesi'nde bir kampa götürdüğünü ve bu kampta
çeşitli etkinlikler yapıldığını belirten Çiftçi, "Burada risale okumada birinci olmuştum ve o
dönemin emniyet imamı olan ve mesleki bilgimden öğrendiğim şekliyle paralel yapının
kurucularından Kemalettin Özdemir'in imzalı kitabını hediye etmişlerdi.
Birim toplantılarında meslekle, süreçle ilgili görüşmeler yapılırdı. İrtibatı Bylock aracılığıyla
sağlardık.

Örgütten buluşma talebi gelmiş ve Çiftçi, Sadık kod adlı örgüt imamıyla buluşmuştu:
Bana bir flash disk verdi ve o da bu flash diski TEM Şube'deki bilgisayarlara takmamı istedi.
Flash disklerin bilgisayarlarda 3 dakika takılı kaldığında tüm bilgilerin onların eline
geçeceğini belirtti. Fakat ben bu diski hiç bilgisayarlara takmadım. Onlara da geri teslim
etmedim. Yolda giderken attım.

Bylock programının deşifre olması nedeniyle Eagle programını kullanmaya başladıklarını


ifade eden Çiftiçi 15 Temmuz gecesi için de şunları söyledi:

Şubede görevli komiser Tamer arayarak Genelkurmay'da bir hareketlilik olduğunu söyledi.
Ailemi araç şoförümle aldım ve eve bıraktım. Eşimle vedalaşıp, helalleşip ayrılarak
Genelkurmaya doğru hareket ettik. Uçaklar bu sırada alçak uçuş yapıyordu. Darbe olduğunu
anladım. Bu esnada telefonuma Sadık'tan 'TSK yönetime müdahale ediyor, askerle birlikte
olun' mesajı geldi. Bu an benim için son noktaydı. Hiçbir şekilde paralel yapının talimatlarına
uymama kararı aldım. Vatanım için gerekirse şehit olmayı göze aldım.

Sadık, her yapılan operasyonda bana görevli olduğum şubede bir hareketlilik olup olmadığını
sorardı. 2010 KPSS soruşturmasını sormuştu. Ben de bilgim olmadığını söyledim. Benim
görevli olduğum sırada İstihbarat Dairedeki casus yazılım operasyonu ve paralel yapıya
müzahir okulların operasyonu yapılmıştı. Casus yazılımla ilgili bilgi vermedim. Okullarla
ilgili de okul adres ve isimlerini bilmediğimden sadece sabah operasyon var demiştim. Fiziki
takipte çalışan araçların plakalarını istemişti, ben de sadece bir tane aracın plakasını
vermiştim. Kozmik oda dosyasını ısrarla sordu. Dosyadan hiç bilgim olmadığını, başka şubede
yapılmış olabileceğini söyledim.

Sadık'ın, son zamanlarda Sonay isimli biri ile ilgili bilgi gelirse mutlaka kendisine iletmesini
istediğini belirten Çiftçi, ifadesini şöyle sürdürdü:

Bu konu üzerinde çok duruyordu. Gazi Üniversitesine yönelik soruşturmayı da sormuştu. Buna
da dosyanın hazır olduğunu ve savcıların yaptırmadığını, belki dosyayı Organize Şubeye
devredebileceğimizi söyledim. Sadık beni bilgi almak için çok sıkıştırıyordu ve benden bu
konuda hoşnut değildi. Deşifre edileceğim korkusuyla günlük görev bülteninden paralel
yapıyla ilgili gelen ihbarları bildiriyordum. Bu ihbarların genel olarak gereği yapılmıştı. C
Büro ve B Büro ile ilgili de benden bilgi istiyordu. Bunlardan da soruşturmayı etkilemeyecek
şekilde basına düşen veya da çıkmak üzere olan bilgileri veriyordum. Sadık ayrıca kişi olarak
da emniyet çalışanları hakkında bilgi isterdi.

İsim isim emniyet müdürlerini sorardı. Ben de Merasim Sokak'taki patlamadan sonra Turgut
müdürün emniyetin saunasına gittiğini, bu konuyla ilgili Bülent müdür tarafından
azarlandığını söylemiştim. Bu söylediklerim 'Sarayın Uşakları' adıyla açılmış paralel yapıya
müzahir Twitter hesabında yayınlanmıştı. Hatta beni deşifre etmemek adına benimle ilgili de
aynı hesaptan tweet atmışlardı. Bunun konusu da '10 Ekim patlamasını TEM Şubede görevli
Hüseyin'e yıktım diye heveslenme, sıra sana da gelecek' şeklindeydi.
İstanbul 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı

13 Temmuz günü 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda (Kahramanmaraş)Tugay Komutan Yardımcısı


olarak görevli olan Albay Uzay Şahin İstanbul 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'na gelerek Tugay
Komutanı Tuğgeneral Özkan Aydoğdu'ya üst düzey komutanlar da destekliyor dediği, Yurtta
Sulh Hareket Planından bahseder. Plana göre 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nın yapması gereken
işleri anlatır. Tugay emri altındaki askeri birliklerden Sabiha Gökçen Havalimanı, FSM Köprüsü,
Boğaziçi Köprüsü’nün Anadolu Yakası, Üsküdar Çevik Kuvvet Amirliği, 1. Ordu
Komutanlığı’nın takviye edilmesi, Ümraniye Avea, Acıbadem Telekom binalarının emniyet
altına alınması görevleri istenmektedir.
Darbe akşamı Tugay'dan ;

Üsküdar Çevik Kuvvet' 8 tank, 2 ZPT aracı, 2 tane de ZMA


Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne 2 tank, 2 zıhlı personel taşıyıcı
Boğaziçi Köprüsü'de 2 tank, 2 zırhlı personel taşıyıcı
Sabiha Gökçen Havaalanı’na 4 tank, 2 zırhlı personel taşıyıcı, 2 ZPT
Birinci Ordu Komutanlığı'na 4 zırhlı personel taşıyıcı
Acıbadem Telekom'a 4 zırhlı personel taşıyıcı sevk edildi. Mühimmat olarak 10 savaş topu
mermisi, 200 mg3 mermisi, ZMA'lar için 165 top mermisi, çok miktarda da küçük çaplı mermi
alındı.

Darbeden iki ve üç gün önce F-16'lar keşif uçuşu yaptı

12 Temmuz'da Diyarbakır 8. Ana Üs Komutanlığı'ndan havalanan F-16 uçakları mühimmat


yüklenmesi yapmak için Dalaman Havaalanı'na gidiyor. Uçaklardan birini Diyarbakır 8. Ana Üs
Komutanı Tuğgeneral Deniz Kartepe, diğerini filo komutanı kullanıyor. Dalaman'a gitmeden
önce , Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin Muğla'da tatil için kaldığı otel, Marmaris Otluk Koyu
ve Devlet Konuk evi'nin üzerinde keşif uçuşları yaparak bölgenin fotoğraflarını çekiyor. 13
Temmuz'da ise Ankara Akıncı Üssü'nden kalkan uçaklar aynı şekilde bölgede keşif uçuşu
yaparak fotoğraf çekiyor .

Kod adı Pars

Yapılmak istenen darbenin kara kuvveti unsurlarının yönetim merkezlerinden biri


Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanlığı'ydı. Alay Komutanı Albay Kutsi Barış,
Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Albay Ali Yazıcı ve Genelkurmay Başkanı Başdanışmanı Kurmay
Albay Orhan Yıkılkan Sık sık Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'nda darbe haftası sık sık bir
araya gelip toplantılar yapıyordu. Bu toplantılara Kosova'da güvenliği sağlamakla görevli NATO
önderliğindeki çok uluslu barış gücü Kosovo Force'ta (KFOR) görev yapan Cumhurbaşkanlığı
Taburu eski komutanı Albey Tanju Poshorda katılmıştı. Yapılan araştırmada Poshor'un darbe
girişiminden 1 gün önce Ankara'ya geldiği, Poshor'u havalimanından Alay Komutanı Albay Kutsi
Barış'ı aldırtarak Muhafız Alayı'na ulaştırdığı tespit edildi.  

Hatırlanacağı üzere Poshor'un TRT baskını yöneten timin başındaki kişi olduğu iddia edilmişti.
Poshor TRT inası önünde sırtından yaralanmış halde gözaltına alınmıştı.

Bu toplantılarda "Pars Kuruluş Şeması" şekillendiriliyor. Söz konusu şemeya göre Muhafız Alay
Komutanlığı'na bağlı birliklerin operasyon yapacağı yerler tespit ediliyor. Telsiz çevrim
şemasında Alay Komutanı 'Kaplan', 1. müdahale kuvveti 'Kudret', Köşk Muhafız Komando
Bölümü 'Kaya' koduyla anons edilmesi kararlaştırılıyordu.

Darbe gecesi 4 ayrı birlik oluşturuldu. Genelkurmay Başkanlığı'na 108, Çankaya Köşkü'ne 105,
TRT'ye 103 ve 121 kişilik birlikler çıkartıldı. Bu birliklere verilen başlıca mühimmat ve silahlar
şöyleydi: 137 g3a3 piyade tüfeği, 23 g3a4 piyade tüfeği, 53 mp5, 90 tabanca, 137 tabanca
şarjörü, 800 g3 şarjörü, megafon, gece görüş dürbünü ve telsizler.

Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Harekat Merkezi Amiri Binbaşı Hüseyin Turan, kalkışmanın
olacağı sın on günde üç gün nöbet tutmuştu. Bu nöbetlerde Alay Komutanı Albay Muhsin
Kutsi Barış’ı, Temmuz ayının başından 15 Temmuz’a kadar Cumhurbaşkanı yaveri Ali Yazıcı
en az iki kez, eski Alay Komutanı Muhammet Tanju Poshor sivil elbiseli olarak bir kez, Harp
Okulunda Tabur Komutanlığı yapan Yarbay Ümit Gencer, Kara Kuvvetleri Genel Sekreteri
Kurmay Albay Uğur Karaca’yı bir kez görmüştü. Bu ziyaretlerin tamamı gündüz mesai
saatlerinde gerçekleşmişti.

Turan ifadesinde şu hususlara değiniyordu:

Nöbetçi uzman çavuşlardan duyduğum kadarıyla yine aynı tarih aralığında Kurmay Albay
Fırat Alakuş da ziyaret gelmiş.

15 Temmuz’da tatbikat olacağı gerekçesiyle personel servisleri 16.30’da çıkış yaptılar. 21.30
sıralarında alaya vardım. Üstümü değiştirmek için görev yerim olan Güvenlik Harekat
Merkezindeki odama gittiğimde, odamda Piyade Binbaşı Haydar Aktaş’ı odanın içinde oturur
vaziyette kameraları izlerken gördüm. Binbaşı Haydar Aktaş’ın, 15 Temmuz 2016 tarihinde bu
olaylar esnasında Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Fahri Kasırga’yı konutundan alan kişi
olduğunu sonradan öğrendim.

Alay nöbetçi amirliğini, Alay S1 (Personel Kısım Amiri) tarafından yazılır ve ayda ortalama
3-4 nöbet yazılır. S1 direkt olarak Albay Muhsin Kutsi Barış’a bağlıdır. Binbaşı Haydar
Aktaş’a o gece bilinçli olarak nöbetçi yazıldığını darbe girişiminden sonra görüştüğüm S1
amiri yarbay rütbesinde şu anda soy ismini hatırladığımı Niyazi isminde mesai arkadaşımdan
öğrendim.

Silahlar alındıktan sonra Tekçe Meydanına gittik, içtima alındıktan sonra Albay Muhsin Kutsi
Barış ‘Genelkurmay’a yönelik bir IŞİD saldırısı var, bizde orada görev alacağız. Oranın
emniyetini almak için görevlendirildik, kazanız mübarek olsun’ dedi. Ben ve yanımda bulunan
diğer personel tatbikat için senaryo gereği yapıldığını zannettik. 23.50 civarında Genelkurmay
Başkanlığına geldik.
Gece 02.00’de eşim arayarak darbe teşebbüsünde bulunulduğunu söyledi. Genelkurmay'ın
toplanan kalabalık vatandaş grubuna hedef alarak ateş açıldığını gördüm. Daha sonra adının
Cengiz olduğunu sonradan öğrendiğim Albay rütbesinde biri geldi, bize ‘bu tankları ve
tankçıları indirmemiz lazım, bunların hepsini vurun’ dedi. Biz önce tankların yanına giderek
konuşmayı denedik. Tankçı bir binbaşı ‘Genelkurmay Başkanım bana direkt emir verdi, eğer
aksini yaparsanız vatan hainisiniz’ dedi. Bütün bu olayların sorumlusu Alay Komutanı Muhsin
Kutsi Barış’tır, şikayetçiyim ondan.

15 Temmuz günü saat 21.00’e kadar tatbikata katılacak personelin listelerini Üsteğmen Hakan
İnanç Bıçaksız hazırlamıştı.

Tabur komutanı Fedakar Binbaşı taburun ‘Muhafız Taburu’ adlı whatsApp grubunda
‘Pars Gerçek’ şeklinde paylaşımda bulundu. Daha önceden tatbikatın başlama kodunun Pars
olduğu şeklinde bilgi verilmişti. Bahse konu tatbikatın 13 Temmuz Çarşamba günü yapılacağı
konuşulmaya başlanmıştı. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığına gelerek konuşlandık.
Olaylardan sonra bize tabur komutanımız Fedakar Akça, üzerinizde bulunan evrakları yakın
dedi.

Bıçaksız ifadesinde şunları söylüyordu:

Yaktığımız evraklar tatbikatla alakalı personel kuruluş şeması ve araç planlamalarıydı.

Ümit Yeşildere Muhafız Alayında İkmal Astsubayı olarak görev yapıyordu. 14 Temmuz günü
tatbikatta kullanmak üzere personele silah verildiğini belirtrek şunları söylüyordu:

Hazır kıta mühimmatı olarak 6 bin tane G3 fişeği ve 720 tane MP5 fişeği ve bin tane daha yeni
G3 fişeği ayrıca 2 bin 340 tane MP5 fişeğini tatbikat için hazırladık. 15 Temmuz günü saat 21.00
‘KKB ve Muhafız Taburu’ adlı WhatsApp grubundan Bölük Komutanı Yüzbaşı Burak Ercan’ın
‘Pars’ şeklinde paylaşım yapmasından tatbikatın başladığını anladım.

Muhafız Alayından Astsubay Osman Küçük ifadesinde :


Saat 21.00’de WhatsApp grubuna tabur komutanı Fedakar Akça tarafından ‘Pars’ yazılmasıyla
tatbikatın başladığını anladım. Genelkurmay’da belirlenen yerde beklemeye başladık.
Vatandaşların tepkisini görünce ‘geliş amacımızın dışında bir şeyler olduğun ve kandırıldığımı
düşünmeye başladık. Bu sırada helikopterle TBMM tarafındaki altgeçidin olduğu kısma
ateş açıldı. Vatandaşlar yaralandı, aynı zamanda Meclis binasının da bombalandığını
gördüm. Dedi

MİT'e gelen ihbarcı pilot binbaşı


15 Temmuz tarihinde MİT müsteşarlığı'na gelen Kara Havacılık Komutanlığı'nda pilot binbaşı
olarak görev yapan H.A. Eve gidip üzerimi değiştireyim” diyerek izin aldıktan sonra MİT’e gitti.
H.A. MİT görevlilerine 'Gece MİT basılacak. Bunun için 7 helikopter görevlendirildi. Bana MİT
basıldıktan sonra Hakan Fidan’ı kaçırma görevi verildi' 9 dedi.

Baskında görev yapacak personelin bilgilerini de aktaran Binbaşı H.A. için koruma önlemleri
alınır.

Sorguyu yapan MİT görevlileri durumu müsteşar yardımcısına anlatır. Bu kez binbaşıyı MİT
Müsteşar Yardımcısı sorgular10.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan önce Genelkurmay 2'nci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, ardından
da Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'la görüşür.

Akar toplantı yapar. Toplantıda MİT baskınını büyük bir planın parçası olduğu değerlendilir ve
bazı önlemler alınması kararlaştırılır.

Akar Personel Başkanı ve İstihbarat Başkanlarından Binbaşı'nın verdiği isimlerin dosyalarını


ister. Bu isimler Kara Havacılık Komutanlığı'nda görevli bir Albay ve bir Binbaşıdır. Bu arada
Albay Muharrem Köse'nin yerine iki ay önce atanan Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral
Hayrettin Kaldırımcı'ya gözaltı işlemleri için bir savcıyla hazır olması emrini verir. Hazır
durumda olan o savcı Kurtuluş Kaya’dır.

İşte bu dakikadan sonra darbeciler Genelkurmay ve MİT'in konudan haberdar olduğunu


öğrendiler.

Nasıl mı?

J Başkanlıkları arasında olan İstihbarat ve Personel başkanları darbe planının içindeydiler 11.
Ayrıca Savcı Kaya darbecilerin hazırladığı görevlendirme listesinde “Sıkıyönetim Mahkemesi
Başkanı” olarak görevlendirilmişti.

Vakit kaybetmeden darbecilere haber ulaştırıldı.

Araştırdığımızda darbe girişimi yukarıda anlattığımız senaryoya göre gece saat 03.00'da
yapılacakken deşifre olunca saat 21.00'a alınıyor.

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve komutanlar

Girişimi eniştemden öğrendim


9
05 Ağustos 2016 Abdülkadir Selvi, Hürriyet Gazetesi
10
06 Eylül 2016 Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi.
11
Burada bir hususa işaret etmek istiyoruz. Anılan J Başkanları'nın Cemaatçi ve darbe operasyonunu yöneten
heyete durumu bildirmiş olabilirler. Ancak MİT içindeki Cemaat yapılanmasını da unutmamak gerekir. Bu haber
MİT içinden de sızdırılmış olabilir. Pilot binbaş ilk olarak MİT’e gittiğine göre, haberin oradan çıkmış olma ihtimali
mevcut. Nitekim 26 Eylül 2016 tarihinde FETÖ soruşturması kapsamında 87 MİT görevlisi ihraç edilmişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19.30 sularında Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı
Menderes Türel ile ertesi gün yapılacak olan dünya yıldızlarının oynayacağı futbol müsabakası
hakkında görüştüler. Cumhurbaşkanı Türel'den hazırlıklarla ilgili son bilgileri almıştı. Saat 20.15
sularında gündüz saatlarinde vefat eden Nevzat Yalçıntaş'ın taziyesi için oğlu Murat Yalçıntaş'ı
arıyor. 10-15 dakika sonra da Nevzat Yalçıntaş'ın diğer oğlu Mehmet Yalçıntaş'ı arıyor. Demek
oluyor ki, Cumhurbaşkanı 20.30- 21.00 sularında darbe girişiminden habersiz. Haberi olsa
böylesi olağanüstü bir durumda bu tarz rutin konuşmaları yapmış olması aklen mümkün değildir.
Aynı şekilde o saatlerde Başbakan'ında olan bitenden haberi yok. Saat 16.00 itibarıyla olağanüstü
bir durum olduğunu haber alan MİT devletin en üst makamlarına bilgi vermemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ajanslara verdiği röportajlarda olay gecesini şu şekilde anlatıyordu;

"Marmaris'te ailemle beraberdik. Saat 4-4.5 (Erdoğan burada saati karıştırıyor. Eniştesi kendisini
saat 21.30 sularında arıyor) civarında eniştemden bir telefon aldım. Eniştem, 'İstanbul’da bazı
sıkıntılar var. Beylerbeyi Sarayı’nın orada askerler tarafından yollar kesiliyor, köprüye geçit
verilmiyor.' dedi.
"Haberi alınca doğrusu inanmadım da. Hemen MİT Müsteşarı'nı aradım ulaşamadım,
Genelkurmay Başkanı'nı aradım ulaşamadım. Çünkü telefonlara cevap veremiyorlardı.
Başbakanımız'la iletişim kurma gayretine girdik. Sıkıntılı da olsa iletişim kurabildik." ... "Bu
süreçte bu arada saat 8’e kadar bu süreç devam etti. 8’de bulunduğumuz yerde değerlendirme
yaptık. İlk işimiz oradaki televizyon medya gruplarını olduğumuz yere davet ettik. " ... "Eğer
Marmaris'te 15 dakika daha kalsaydım ya kaçırılmış olacaktım ya da öldürülecektim."

Enişte Ziya İlgen, Kanal D Televizyonu’na yaptığı açıklamada, "Beylerbeyi civarında bir askeri
hareketlenme olduğunu telefonda bana bir kardeşimiz bildirdi. Biraz bekledim, ikinci bir telefon
aldım. Askerler tarafından köprünün kapatıldığını söylüyordu ikinci arayan kişi. Ve bunun
üzerine hiç vakit kaybetmeden beyfendiyi (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı) aradım.
Darbe oluyor diye de uyardım" diyordu.

Sıkı yönetim ilan oldu, hadi geri gidin, evlerinize dağılın

15 Temmuz gecesi Başbakan Binali Yıldırım İstanbul Dolmabahçe Başbakanlık ofisinden 21.30
sularında Tuzla'da bulunan evine doğru yola çıkar. Boğaziçi Köprüsü'nü geçtikten 10 dakika
sonra, daha eve varmadan köprünün tutulduğunu ve oradaki insanlara "Sıkı yönetim ilan oldu,
hadi geri gidin, evlerinize dağılın." diye uyarılar yapıldığını duyar. Yıldırım İlk anda yaşananları
yakın korumasından ve kendisini arayan dostlarından öğrenir.

22 Temmuz 2016 tarihinde A Haber -Atv ortak yayınına katılan Başbakan Binali Yıldırım, darbe
gecesi yaşadıklarını canlı yayında anlatıyordu. Yıldırım şu şekilde konuştu:

Genelkurmay Başkanı'nın da elinden telefonu almışlar, dolayısıyla telefona cevap veremiyor.


Baktık ki iş kötüye gidiyor. Her yandan tanklar çıkmaya başlamış, uçaklar alçak uçuş yapıyor,
helikopterler sahada, belli ki bir şey var ama işin adını koymak gerekiyor. Orada şöyle bir karara
vardım, bu bir kalkışmadır, silahlı kuvvetleri içerisinde emir komuta zinciri dışında gelişen bir
kalkışmadır.
Kalkışmanın bir şekilde bastırılması gerektiğini söyleyen Yıldırım Şöyle devam ediyordu:

Bir yandan Sayın Cumhurbaşkanımız orada güvenli değil. Bulunduğu yerden ayrılma planları
yapıyor. Biz de dedik ki 'Bu hava akınlarını durduralım. Bunlar Akıncı'dan koordine ediliyor.'
Tuzla'dan çıktım. Nereye gidelim? Önce 'Sabiha Gökçen'e gidelim' dedik, sonra arkadaşlar
'Burası hedef yer, oraya gitmemiz çok sakıncalı Ankara istikametine gidelim' dediler. Nihayet
Ankara'ya gideceğimiz için öyle karar verdik ama giderken, evden çıktık, devam ederken tanklara
rastladık, onlar 'durun' diye bize işaret ettiler, durdurmaya çalıştılar, bir müddet durduk, riayet
ettik. Azıcık gittikten sonra yol genişledi, oradan da süratle uzaklaştık, atlattık. Bu arada tabii
mutlaka şunu yapmamız gerektiğini düşündük. Bir yandan Hava Kuvvetleri ile irtibat kurmaya
çalışıyoruz. Genelkurmay Başkanımız ile görüşemiyoruz tabiatıyla. Hava Kuvvetlerinde kuvvet
komutanını aradık, ona da erişemedik. Bu sefer Hava Savunma Komutanlığı var Eskişehir'de.
Orada 3-4 tane general var. Onlarla görüştüm.

Komutanlar bana 'Efendim izinsiz, kontrol dışı Diyarbakır, Akıncı ve Balıkesir'den kalkan
uçaklar Ankara, İstanbul üzerinde alçak uçuş yapıyor, bombalıyor helikopterler aynı şekilde'
dediler. Onlara 'Kardeşim sizin elinizde başka araç yok mu, niye kaldırıp bunları
baskılamıyorsunuz, niye bunların insanlar üzerine saldırılarını engellemiyorsunuz?' dedim. İşte,
'Araçlar yüklü değil, yüklenmesi iki saat sürer, Erzurum'dan bir saat gelmeleri sürer' şeklinde
konuşuyorlar. Bu benim canımı çok sıktı. 'Böyle bir şey olamaz kardeşim. Bu dedikleriniz ikna
edici değil. Bakın size emrediyorum, derhal bu saldırıları püskürtmek üzere uçakları kaldırın ve
bu kepazeliği ortadan kaldırın, emrediyorum' deyince generallerden biri 'yazılı emir gönderin'
dedi. Orada tabii benim sigortam attı. 'Ne yazılı emri kardeşim' dedim. 'Bak ben senden bunun
hesabını soracağım. Bu telefonda dediğim her şey yazılı emir niteliğindedir. Ya bu emrin gereğini
yaparsın yahut da bunun bedelini ağır şekilde ödersin' dedim. Bu kadar mücadeleden sonra
oradan uçakların gelmesini başarabildik ama en az iki saat kaybettik.

Kalkışmanın Kronolojisi

21.15: Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinde trafik tanklarla kesildi.


21.30: Ankara'da F- 16 uçakları havalandı.
22.00: F16'lar TBMM ve Genelkurmay üzerinde alçak uçuş yapmaya başladı.
22.00: İstanbul'un meydan ve sokaklarına askerler ve tanklar çıktı.
22.15: Genelkurmay'a giden yollar kapatıldı, bölgeye çok sayıda ambulans sevk edildi.
22.25: Ankara Kızılay ve çevresindeki bölge boşaltıldı.
22.30: Genelkurmay'dan silah sesleri duyuldu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın
da rehin alındığı bilgisi sızdı. MİT üzerinde uçan Sikorsky MİT binasına ateş etti.
22.55: İstanbul Harbiye'deki TRT Radyo Binası basıldı.
23.07: Başbakan Binali Yıldırım, "Bu bir kalkışma, buna izin vermeyeceğiz" dedi.
23.20: TSK'nın internet sitesini ele geçiren darbeciler korsan bildiri yayınlayarak, "Ülke
yönetimine el koyduk"dedi.
23.50: Darbeciler TRT binasına girdi. Spikere "Sıkıyönetim mesajı" okuttu.
23.56: Darbeciler tarafından Atatürk Havalimanı'nda kuleye el konuldu. Uçuşlar durduruldu.
00.05: Tüm Polisler göreve çağrıldı.
00.37: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, internet üzerinden CNN Türk kanalına bağlanarak halka
sokağa çıkma çağrısında bulundu.
00.40: Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nca "Darbeye teşebbüs" suçundan soruşturma
başlatıldı.
00.45: Halk meydanlara çıkmaya başladı.
00.45: Genelkurmay'da şiddetli çatışmalar başladı.
00.50: Ankara Emniyet Müdürlüğü binası uçak ve helikopterlerle vuruldu.
Darbeci askerler Boğaziçi Köprüsü'nde halka ateş açtı.
01.00: Ankara'da vatandaşlar, Akay kavşağında toplanarak Genelkurmay önüne yürümeye
başladı.
01.10: Askeri helikopterler Ankara'daki TÜRKSAT'a ait uydu istasyonunu vurdu.
01.20:Bütün camilerden çağrı yapıldı ve salalar okunmaya başlandı.
01.58: Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığı'na sadlırı yapıldı. Saldırı sonucu şehitlerin olduğu
açıklandı.
02.39: TBMM'ye bomba atıldı.
02.40: Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ın rehin alındığı belirtildi.
03.00: İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuşatıldı.
03.23: İki yüzbaşı ve 12 er helikopterle Hürriyet’in otoparkına indi. Havaya ateş açıp güvenlik
görevlilerini yere yatırarak binaya girdiler. Bir subay, "Ateş etmekten çekinmeyin" diye bağırdı.
herkesi zorla dışarı çıkardı, CNN Türk stüdyolarına ve rejiye müdahale etti. 12
06.28: Atatürk Havalimanı'ndaki 55 asker, Özel Harekat polislerinde gözaltına alındı.
06.40: Boğaziçi Köprüsü'ndeki 30 civarındaki asker teslim oldu.
06.50: Genelkurmay Başkanlığı'na vekaleten 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar atandı.

Emniyet Genel Müdürlüğü

Emniyet Genel Müdürü Mehmet Celalettin Lekesiz, İçişleri bakanı Efkan Ala sabahtan
Erzurum’a gittiği için ailesiyle akşam yemeği yemek üzere dokuz buçuk gibi konutuna gelmişti.

Ankara Emniyet Müdürü aradı. 'Genelkurmay tarafından silah sesleri geldiğine ilişkin duyumlar
aldık, bakıyoruz, bilginiz olsun efendim.' dedi.

Akabinde İstanbul Emniyet Müdürü arayak, Boğaziçi Köprüsü’nün kapatıldığına ilişkin bilgiler
geldiğini söyledi.

Derhal Emniyet Genel Müdürlüğü'nde kriz masası oluşturuldu. Tüm genel müdür yardımcıları ve
tüm daire başkanlarından çok ivedi bie şekilde kriz merkezine gelmeleri istendi.

Toplantı başladığında 81 ilin Emniyet Müdürlüklerine ulaşılarak "Bunun paralel çetenin bir darbe
girişimi" olduğu söylenecek kararı alındı.

Alınan kararlar şu şekildeydi:

Bu, FETÖ terör örgütüne mensup askerler tarafından yapılan önce bir durum tespiti, bir darbe
girişimidir. Darbe girişimine kesinlikle karşı çıkılacak ve gerekiyorsa silahla direnilecektir. Bir
tek polis memuru dahi darbeci askerlere teslim edilmeyecek; tam tersine, proaktif davranılacak,
mümkünse askerin 81 ilde garnizonları kuşatılacak ve dışarıya çıkıp haksız, hukuksuz
müdahalelere yeltenmesine müsaade edilmeyecek, müsamaha gösterilmeyecektir.
12
16 Temmuz 2016 Hürriyet Gazetesi
O arada, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık, Genelkurmay
Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, MİT, TRT, Emniyet binaları ile diğer kritik binaların etrafı
sarılacak ve bu alanlara girişlere kesinlikle izin verilmeyecektir. Zorlanması hâlinde, silah
kullanılacaktır.

Emniyet genel merkezindeki 40 kadar daire başkanlığındaki tüm personel, raporlu olanlar dâhil ,
derhâl, behemehâl görev başı yapacaklar ve Türkiye genelinde depoların tamamı açılıp uzun
namlulu silahlar personele dağıtılacak ve silahla direnilecektir.

İllerde jandarma ve diğer askerî birliklerin komutanlarıyla görüşülecek ve kendilerine askerin


sokağa çıkması hâlinde tüm polislerin kesinlikle silahla karşı çıkacağı, darbe kalkışmasına destek
vermemeleri ve doğacak sonuçlardan kendilerinin sorumlu olacakları açık ve kesin bir dille ifade
edilecektir.

Tüm Türkiye genelinde, izinli, istirahatli polisler göreve çağrılacak, hiçbir polis darbecilere
teslim olmayacak ve teslim edilmeyecek, tankların şehir meydanlarına inmesini engellemek için
başta çekiciler ve diğer büyük araçlarla olabildiğince yollar kapatılacak, şehir merkezlerine
inmesi olabildiğince engellenecektir.

Darbe girişimine teslim olmaya eğilimli olan personelimiz olursa derhâl gözaltına alınacaktır.13

Bu esnada darbecilerin hedefinde olan Cumhurbaşkanı'nın güvenliğini sağlamak üzere Denizli ve


çevre illerden Marmaris’e 100 polis görevlendirildi, komşu iller teyakkuza geçirildi.

Resmi anlamda mezun olmamış olan 4.500 Özel Harekât polisi adayı da dahil, Doğu ve
Güneydoğu Bölgesi’nden 2.000 özel harekâtçı, 1.300 normal kadrolu personel olmak üzere 7.800
personel, çevre illerden Ankara’ya intikal ettirildi. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğüne de 1.729
Özel Harekât polisi takviye olarak görevlendirildi, gönderildi. Darbe girişimcilerinin işgal
ettikleri yerlerde çatışmaya girildi.

Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz , FETÖ/PDY kapsamında işlem yapılan poliserin
girişimden haberdar ve hareket halinde olduklarını konuştuğu TBMM Darbe Girişimini
Araştırma Komisyonu'nda şöyle anlatıyordu:

Bu arada, meslekten emekli ettiğimiz -Emniyet teşkilatından- ihraç ettiğimiz FETÖ/PDY


mensubu kişilerin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı etrafında
hareketlendikleri anlaşıldı....bunu daha sonraki günlerde gördük ki hemen hepsinin saat sekiz
buçuktan itibaren darbeden haberleri vardı. Aileleriyle kendi içlerinde vedalaşıyorlar, silahlarını
kuşanıyorlardı. Millî İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı,
yine Emniyetin KOM Daire Başkanlığı, Emniyetin TEM Daire Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı,
Emniyet Genel Müdürlüğü gibi kritik önem arz eden yerlerin etrafında, daha önce ihraç edilmiş,
atılmış, emekli edilmiş Emniyet mensuplarının, her birinde de 25-30’unun, hazır olduklarını,
konuşlandıklarını görüyoruz.14
13
08 Kasım 2016 TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tutanakları. Bu talimatlar saat 23.00
itibarıyla 81 il emniyet müdürüne yazılı olarak iletildi.
14
08 Kasım 2016 TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tutanakları.
Ankara Emniyet Müdürlüğü

Genelkurmay Kavşağı'ndan silah seslerinin geldiği İl Emniyet Müdürü  Mahmut Karaaslan'a


bildirilmişti. Karaaslan önce olayı sıradan bir asayiş olayı gibi algıladı ancak silah sesleri
artıyordu.

Ardından Genelkurmay Başkanlığı’nın içinde çatışmaların olduğu haberi ulaştırıldı. Darbe


girişimine kanaat getirdikten sonra, Ankara Valisi Mehmet Kılıçlar'la birlikte Cumhurbaşkanlığı
Külliyesi'ne giderek, kriz masası oluşturdular. Tüm emniyet personeline darbecilere karşı silahla
karşılık vermeleri konusunda talimat kararı verildi.

Telsizden Genelkurmay Kavşağı'nda 100-150 kişilik vatandaş topluluğu olduğu anonsu geldi.
Karaaslan kalabalığın mahiyetini sordu. Toplanan vatandaşların devlet yanlısı olduğu cevabını
aldı. Bu vatandaşların Kızılay ve Genelkurmay Başkanlığı civarına yönlendirmeleri talimatını
verdi.

Emniyeti ele geçirmek için göderilen tanklar Aydınlık istikametinden yaklaşıyordu. Karaaslan
Eskişehir yolu Etimesgut'un araç trafiğine kapatılması talimatını verdi.

Saat 12.30 civarında Ankara Emniyeti F-16, Skorsky helikopterler ve 6 tank tarafından ateş
altına alındı.

TOMA'lar emniyet binasının önüne çekildiyse de tank atışlarına dayanmaları mümkün olmadı.

Saat 02.00 sularında helikopterler emniyet binasına çok ciddi şekilde atış yapıyorlardı. Ba arada
Genelkurmay Başkanlığı önündeki kalabalık 2-3 bin kişi civarına ulaşmıştı. Emniyet güçleri
vatandaşlarla birlikte Genelkurmay Başkanlığı'na girmeye çalıştlarsa da helikopterlerin yoğun
ateşinden dolayı bu mümkün olmadı.

TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu'na konuşan Ankara Emniyet Müdürü Mahmut
Karaaslan, 15 Temmuz gecesiyle ilgili önemli açıklamalarda bulunuyordu. Güvendiği birkaç
paşadan uçaksavar temin etmeye çalıştığını, fakat gelmediğini ifade eden Karaaslan şöyle devam
etti:
Uçakların Akıncı'dan sevk edildiğini öğrendik. Gece saat 2 civarı Türkiye’nin her yerinden özel
harekat takviyesi yaptık. Bin 500 civarı özel harekat polisimiz vardı. Özel harekatın Akıncı'da
müdahalesi olmadı. Müdahale edeceğimiz SAS komandoları oradan peyderpey ayrılmış.

Genelkurmaydakiler askeri savcılara teslim olmak şartıyla teslim olacaklarını söylediler.


Genelkurmaya silahlı bir operasyon yapmadık. Paşaları ve subayları doğrudan emniyet
müdürlüğümüze götürdük. Akşam itibarı ile gözaltı sayımız bin 800 civarındaydı.15

Yeri gelmişken burada Ankara'da yaşanan bir hadiseyi anlatmak istiyoruz.

İnanması güç ama 1 polis başmüfettişi ve kendisine yardımcı olan 3-4 trafik polisi, Ankara'ya
girişte, füze bataryalarını taşıyan konvoyu durdurarak teslim alıyorlar.

Füze bataryalarının Ankara'ya ulaşması felaket anlamına geliyordu. Polis başmüfettişi elindeki
imkanları soruna kadar kullanmıştı.

Uzun yıllar trafik görevi yapmış olan polis başmüfettişi, kendisine yardımcı olan trafik
polisleriyle birlikte yola TIR'ları çekerek füze bataryalarını taşıyan konvoyun Ankara'ya girişine
engel oluyorlardı.

Üstelik bu kadarla sınırlı da değil.

Aynı ekip, başlarında binbaşı bulunan 59 rütbeli subay ve astsubayla birlikte 25 er ve erbaşı da
silahlarını bıraktırarak gözaltına alıyor!

15 Temmuz 2016 Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, 2.Başkan Orgeneral Yaşar Güler ve Kara Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak alınması gereken acil tedbirleri planlamaya başlar. Sadece
Ankara hava sahasında değil, tüm Türk hava sahasında bulunan askeri helikopter ve uçakların
üslerine dönmesi ve yeni kalkışlara engel olunmasına ilişkin emir ilgili komutanlıklara iletilir.
Sonrasını Org. Akar'ın ifadesinden aktaralım.

"2. Başkan Yaşar Güler de bu emri Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Merkezine iletti ve bu
şekilde tüm askeri hava araçlarının uçuşlarının durdurulması emrimiz ulaştırılmış oldu. MİT'ten
gelen bilginin teyidi ve netleştirilmesi bakımından ve bilgide belirtilen uçuş faaliyetinin
somutlaşması ihtimaline binaen bu hususun açıklığa kavuşturulması için Kara Kuvvetleri
Komutanına derhal gereken en hızlı ve etkili tebdir ile işin üzerine gidilmesi için emirlerimi
verdim. Kurmay Başkanı, Merkez Komutanlığından ve Adli Müşavirlikten personeller alıp Kara
Havacılık Okuluna derhal gitmesi, olayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çözüp idari ve adli
tedbirleri ivedi bir şekilde almasını talimatlandırdım. Gittiğinde devamlı bilgi vermesini
söyledim." 

15
 02 Kasım 2016 TBMM Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tutanakları.
Tarafına bilgi iletilen Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Abidin Ünal konuyla ilgili bilgi almak için
Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkan'ı arayacak ancak her iki komutanın emir subayları
komutanların toplantıda olduklarını söyleyerek görüşmeye imkan vermeyecekti.

Saat 21.00 sularında 30 civarı askeri helikopter ve uçak verilen emre göre üslerine dönüş yaptı.

Saat 21.30 sularında karargâhın 1-A Kapısı’nda görevli Uzman Çavuş Serkan, telsizden tabur
komutanlarını anons ederek, Emir Subayı Levent Türkkan’ın 1-A Kapısı’nda hiçbir rütbeli
personel kalmaması yönündeki talimatını iletti.

Olağandışı bir durum vardı.

Piyade Üsteğmen Fahri Kafkas Genelkurmay Hizmet Taburu’nda nöbetçi subayıydı. Telizde
geçen konuşma üzerine 1-A Kapısı’na giderek durumu kontrol etmek istedi. Akar’ın
korumalarından biri olan İsa Başçavuş’a durumu sordu. Başçavuş, Levet Yarbay’ın emri. 1-A
Kapısı’nda kimseyi istemediğini söyledi.

Türkkan’ın talimatının ardından başlarında bir kurmay albay olan 25-30 kişilik Özel Kuvvetler
timi Kafkas’ın yanından koşaradım geçerek, 1-A Kapısı’ndan komutan katına girdi.

Durumu Tabur Komutanı’na ileten Kafkas’ı Tabur komutanı Hasan Yücel, telsizle Görüntü
İzleme Merkezi’ne gelmesini istedi.

Tabur komutanı olağandışı bir durum olduğunu düşünerek Görüntü İzleme Merkezi’ne gelip
görüntüleri takip ediyordu.

İçeride Destek Kıtaları Grup Komutanı Albay Cengiz Aydın da vardı, kapıyı içeriden kilitleyerek
komuta katında yaşananları izlemeye başladılar. Ses kaydı olmadığı için görüntülere bakarak
durumu anlamaya çalışıyorlardı. Genelkurmay Başkanı’nın karargâhında Tümgenaral Mehmet
Dişli, Tuğgeneral Mehmet Partigöç, Özel Kalem Müdürü Albay Ramazan Gözel, Yarbay Levent
Türkkan, Özel Kalem Müdürü yardımısı Yarbay Oktan Felekoğlu, 2’inci Başkan Yaşar Güler’in
özel sekreteri Yarbay Bünyamin Tüneri’yi vardı. Bu Komutanların sürekli konuşarak gezmesi
dikkatlerinden kaçmıyordu.

Ardından 25-30 kişilik Özel Kuvvetler ekibi katlara dağıldı.

Görüntülerde Genelkurmay Başkanı’nın koruma ekibi ve Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı
Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü’nün ellerinin ve gözlerinin bağlı olduğunu gördüler.

İlk başta tatbikat olduğunu düşünüldü.

Bir müddet sonra Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) Salih Zeki Çolak ve KKK Kurmay Başkanı
İhsan Uyar, araçla karargâh kapısına geldi. İkisi de araçtan iner inmez Özel Kuvvetler tarafından
yere yatırıldı ve elleri arkadan bağlandı. Kalabalık olmasından dolayı nereye götürdüklerini tespit
edilemedi.
Bir süre sonra Tuğgeneral Mehmet Partigöç ile Yarbay Gökhan Eski, Görüntü İzleme Merkezi’ne
geldi. Kapıyı çaldılar, kapı açıldı ve içeri girdiler. Partigöç cep telefonu ile mesajlaşıyordu. Grup
Komutanı Cengiz Aydın durumun ne olduğunu sorunca Partigöç, ‘Yaklaşık 1 haftadır
komutanlarımızın güvenliğiyle ilgili duyumlar aldık. Hükümet tarafından tutuklanacağını
duyduk. Onlardan önce hareket edip komutanlarımızı güvenli yere sevk edeceğiz. Komutanları
tahliye ettikten sonra halk galeyana gelebilir. Genelkurmay çevresinin emniyetinin sağlanması
gerekiyor’dedi.

Bir süre sonra Tuğgeneral Mehmet Partigöç ve Yarbay Gökhan Eski gitti. Görüntüleri takip
ettikleri sırada Genelkurmay Başkanı’nın komuta katından tahliye edildiğini gördüler. Etrafı Özel
Kuvvetler tarafından çevrelenmiş şekilde binadan çıkartıldı. Elinde kepi ve montu vardı, herhangi
bir zorlama olmadı. Genelkurmay 2. Başkanı’nın ne şekild dışarı çıkartıldığını göremediler.

Tuğgeneral Mehmet Partigöç, tekrar Görüntü İzleme Merkezi’ne geldi. Genelkurmay Başkanı’nı
emniyetli bir yere tahliye ettikleri söyledi. Bu sırada Mehmet Partigöç, YAŞ üyesi Akın Öztürk’ü
arayarak, “Komutanı Akıncı Üssü’ne tahliye ettik, siz de oraya geçin” dedi.

Partigöç görüşmeyi sonlandırdıktan Grup Komutanı Albay Cengiz Aydın’a halkın karargâha
girme ihtimaline karşı çevre emniyetinin sağlanması gerektiğini söyledi. Çıkarken de pide fırın
bölgesinde kollarından bağlanmış er ve birkaç rütbeli personelin Özel Kuvvetler personeli
tarafından bekltildiğini söyleyerek, “Ben şimdi talimat veriyorum, onları bırakacaklar, siz bunları
tabura güvenli bir şekilde götürürsünüz” dedi.

Hava aydınlanana kadar Hizmet Taburu’nda beklediler. Gün ağardıktan sonra hasar tespiti
yapmak üzere tabur komutanı Yücel ile birlikte komuta katına gittiler. Genelkurmay Başkanı
emir subayının odasında daha önce paralel yapılanmadan işlem yapılan Albay Muharrem Köse’yi
gördüler, ancak yanına gitmeden dışarı çıktılar.

Yücel ile Genelkurmay Başkanı’nın tahliye edilmediği, darbe girişimi olduğu sonucuna vardılar.
Hizmet Taburu’na gidip istişare yaptılar, tüm er ve erbaşları tahliye etmemiz gerektiğini
düşündüler. Grup komutanı Cengiz Aydın’a durumu bildirdiler. Bunun üzerine yaklaşık 1000
kadar askeri Genelkurmay’ın 5 No’lu kapısına yönlendirdiler ve polisle koordineli olarak
tahliyelerini sağladılar.

Genelkurmay Karargâhın'da darbecilere ait 15 tank, 3 zırhlı araç 1 cobra tipi helikopter
bulunuyordu.

Tanklar Ankara Mamak'ta bulunan 28.Mekanize Piyade Tugayı'ndan getirilmişti. Kalkışmadan


bir süre önde tank personeline 'Yakında Kilis'e gideceksiniz. Bütün tanklar hazır olsun' talimatı
verildi.

Genelkurmay Karargâhına ilk tank kapıyı kırarak girdi. İçerisi çok karışıktı. Özel Kuvvetler
Komutanlığı'ndan ve Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'ndan askerler vardı. Çıkanları, girenleri
vuruyorlardı. Sonra helikopterler geldi.
28. Mekanize Piyade Tugayı Tank Tabur Komutanlığında görev yapan Tank Astsubay Başçavuş
Serhat Şahin'i 15 Temmuz akşamı saat 21.45 civarında bölük komutanının aradı ve alarm
duruma geçildiğini söyledi. Şahin önce şaka olduğunu zannetti. Ancak şaka değildi. Bölük
komutanı durumun ciddi olduğunu, ana arterlerden servis kaldırılacağını söyledi.

Şaşkın halde yola çıkan Şahin tank içine bir de albay almıştı. Dışkapı'dan Ulus, Kızılay civarında
ıslık çalan, alkışlayan yanı sıra hakaret eden, küfredenlerin de vardı.

Bu durum biraz kafasını karıştırmış olsa da yola devam etti. Tankın ikisi geride kalmıştı, ikisi
önde gitti. Genelkurmay Başkanlığı önünde polis araçlarını gördü. Onlara destek vermeye
gittiklerini sandığı için polislere el salladı. Birkaç polis de ona el salladı.

Tanklarla Genelkurmayın önünde sıralandılar. Genelkurmay Başkanlığı'nın önüne geldiklerinde


bir halk kitlesi önlerine çıktı. Vatandaşların elinde Türk bayrakları vardı.

Telsizden bütün tankların Genelkurmaya girmesi emri verildi, bu sırada kalabalığın tankın
etrafını sardı, bazı vatandaşlar ellerindeki taş ve sopalarla "Asker Kışlaya" sloganları atıyordu.

Tanklar Genelkurmay Karargâhına bu şekilde girmiş oldu.

Kalkışma gecesi Genelkurmay Karargâhı'ndan Orgeneral Akar'dan başka Kara Kuvvetleri


Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak Genelkurmay'a çağırılarak, Genelkurmay 2. Başkanı
Orgeneral Yaşar Güler makamında, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar
Genelkurmay'a çağırılarak, Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanı Orgeneral Kamil
Başoğlu makamında, 4. Kolordu komutanı Korgeneral Metin Gürak Genelkurmay nizamiyesinde,
Genelkurmay MEBS Başkanı Korgeneral Uğur Tarçın makamında, Zırhlı Birlikler Okulu ve
Eğitim Tümen Komutanı Tümgeneral Erdoğan Akyol makamında, Kara Harp Okulu Komutanı
Tümgeneral İzzet Çetingöz makamında, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanı
Tümgeneral Ömer Şevki Gençtürk makamında, Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan
Atınç makamında, Genelkurmay İKK. Ve GÜV. Daire Başkanı tuğgeneral Atilla Gökesaoğlu
Genelkurmay nizamiyesinde, Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral
Ertuğrulgazi Özkürkçü Genelkurmay emir subaylığında, Genelkurmay MRBS PL. KOOR. Daire
Başkanı Tuğgeneral Göksel Sevindik makamında darbeciler tarafında derdest edildiler.

Gelenkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar

15 Temmuz'da saat 17.00-18.00 sıralarında makamında çalışırken, Genelkurmay 2. Başkanı


Orgeneral Yaşar Güler'in, yanına geldi ve MİT'ten gelen bilgi ile bu akşam içerisinde Kara
Havacılık Okulu'ndan 3 helikopterin görevlendirilmesiyle bir faaliyet icra edileceği yönünde
istihbaratı illetti.
Güler'in, bu bilgiyle ilgili görüşmek üzere MİT'ten bir heyetin yolda olduğunu söyledi.

Akar durumu şöyle izah ediyordu:

Bilginin geldiği makam itibarıyla ciddiye aldık. Ben, Yaşar Paşa ve Kara Kuvvetleri Komutanı
Salih Zeki Çolak ile acilen alınacak tedbirleri tartışmaya başladık. Derhal ve öncelikle
karargâhımızdaki SKKHM ile görüşüp sadece Ankara hava sahasının değil, tüm Türkiye hava
sahasında bulunan askeri helikopter ve uçakları kapsadığını, dolayısıyla havada bulunan askeri
uçak ve helikopterlerin üslerine dönmesi, yeni kalkışlara da engel olunmasına ilişkin emrimi ilgili
komutanlara verdim. 2. Başkan Yaşar Güler de bu emri Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekat
Merkezine iletti ve bu şekilde tüm askeri hava araçlarının uçuşlarının durdurulması emrimiz
ulaştırılmış oldu. MİT'ten gelen bilginin teyidi ve netleştirilmesi bakımından ve bilgide belirtilen
uçuş faaliyetlerinin somutlaştırılması ihtimaline binaen bu hususun açıklığa kavuşturulması için
Kara Kuvvetleri Komutanına derhal gereken en hızlı ve etkili tedbir ile işin üzerine gidilmesi için
emirlerimi verdim. Kurmay Başkanı, Merkez Komutanlığından ve Adli Müşavirlikten personeller
alıp, Kara Havacılık Okuluna derhal gitmesi, olayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çözüp,
idari ve adli tedbirleri ivedi bir şekilde almasını talimatlandırdım. Gittiğinde devamlı bilgi
vermesini söyledim.

Değerlendirmelerimizde ve gelen bilginin daha büyük bir planın parçası olabileceğini mütalaa
ettik ve aldığımız bu tedbirlerle yetinmeyerek, Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin
Gürak'ı telefondan arayıp, bizzat Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümenine gitmesini, hiçbir tankın ve
zırhlı aracın hiçbir sebeple birlik dışına çıkmasına müsaade edilmemesi yönünde tedbirler
almasını emrettim. Bu şekilde öncelikle tedbirleri aldıktan sonra toplantımız bitti.

Hulusi Paşa çalışmalarına makamında devam ederken, gelişmeleri de bir yandan takip ediyordu.

Tam emin olmamakla birlikte muhtemelen saat 21.00'e doğru arkam kapıya dönük bir şekilde
yuvarlak toplantı masasında çalışırken kapı çaldı. Ben 'Gir' dedim ve hatta, 'Kimsin, bu saatte'
gibi bir şey de söyledim. Baktığımda karargâhta görevli Tümgeneral Mehmet Dişli'nin geldiğini
gördüm.

Dişli kedisine kalkışmanın olduğunu şu cümlelerle anatacaktı:

"Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı. Biraz sonra
göreceksiniz" Hulusi Paşa sinirlenmişti . İfadesinde bu durumu şöyle aktarıyordu:

Dişli, oturmakta olduğum masadaki sandalyelerden birine oturup heyecanlı ve geçmişte bildiğim,
alışık olduğum ruh halinden farklı bir tarzda 'Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız,
taburlar, tugaylar yola çıktı. Biraz sonra göreceksiniz' gibi şeyler söyledi. Ben ilk önce
anlamlandıramadım. Cümle içinde belki 'uçaklar' demiş olabilir. Ancak bunun bir kalkışma
olarak ifade edebileceğim bir operasyon olduğunu anladım ve hiddetle 'Ne diyorsun ulan sen, ne
operasyonu, sen manyak mısın, sakın ha' şeklinde bağırdım. Arkam kapıya dönük olduğu için
kapının açık olup olmadığını fark etmedim.

Benim seninle, bir başkası ile böyle işlerin içerisinde olanlarla hiçbir işim olamaz. Sen benimle
ne biçim konuşuyorsun? Kim bunlar? Siz kimsiniz?" gibi soruları sürekli, hiddetle sıraladm.
Haliyle çok öfkelenmiştim. Netice olarak 'gittikleri yolun yanlış olduğunu, büyük bir bataklığa
battıklarını, cezasını çekeceklerini, hiç olmazsa bir erkeklik gösterip başkalarını bu işe
bulaştırmadan ve ölüm kalım olmadan bu işi sonlandırmalarını, hemen giriştikleri bu girişimi
durdurmalarını' söyledim. Fakat ikna edemedim.

Kendisi, benim böyle hiddetli karşı çıkmama rağmen sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu ve
sakin görünerek, 'Komutanım bu iş bitti ve herkes yola çıktı' anlamında şeyler söylüyordu. Bir ara
Mehmet Dişli, sanırım dışarıya doğru hareketlendi. Ben de gayriihtiyari yönümü kapıya
döndüğümde Serdar Yüzbaşı, Abdullah Astsubay ve Levent Yarbay'ı gördüm.

Yarbay Levent Türkkan emir subayı, Astsubay Abdullah'ın koruma timinde görevli, Yüzbaşı
Serdar'ın da emir subay yardımcısıydı. "Ayrıca bunların dışında Özel Kuvvetler Komutanlığından
olduğunu değerlendirdiği ve tam teçhizatlı, eğitim kıyafeti giymiş, silahlı, miğferli personel
dikkatini çekti.

Odanın içerisine hızla ve aniden girmeye kalkıştıklarını fark edince ayağa kalktım ve o esnada
Levent Türkkan, 'Komutanım otur, kalkma, sakin olun, zorluk çıkartmayın' şeklinde bağırdı. Beni
birisi iterek sandalyeye oturmamı sağladı ve o esnada arkadan bir başkası, elinde el havlusu
tarzında bir şeyle hem ağzımı hem burnumu kapatarak, nefes almamı engelledi. Bu esnada
kolunu boğazıma doladı, sıktı, askeri kıyafete ait ip türü bir cismin boğazıma sürtünmesiyle o
anda nefes almakta güçlük çektiğim için debelenirken ve ellerimle burnumu açmaya çalışırken,
bir başkası plastik kelepçeyi bileklerime taktı. Benim bu şekilde direnmem üzerine burnumu
açacak şekilde ağzımı kapattılar. Bağırmamı engellemek istedikleri açıktı. Nefes alma düzenim
yerine gelince birazcık sakinleştiğimi gördüler ve ağzımı kapattıkları havlu benzeri kumaşı
çektiler. Bu mücadele sırasında kelepçenin bileklerime verdiği acı nedeniyle yeniden bağırmaya
başladım. Çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım.

O esnada Levent Türkkan elindeki tabancayı Akar’a doğrulttu:

'Komutanım sakin olun, vururum, sıkarım' gibi şeyler söylediğini işittim. Hatta ben bir iki adım
daha atıp, kendisine 'Sık ulan' diye bağırdım. Gözlerinde sıkmakla sıkmamak arasındaki robotik
tereddüdü gördüm. Bu arada elimi sıkan kelepçeleri açmalarını istedim ve tahminen Mehmet
Dişli'nin onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar. Kör bir bıçaktı ve askerlerden biri kelepçeyi
kesmeye çalıştı. Fakat bir süre daha açamadılar. Hatta ben yine hiddetlendim, bağırdım. Tekrar
ikinci kez uğraşıp, kelepçeyi kestiler. Bu şekilde beni, arkamda biri olacak şekilde oturtarak,
etkisiz hale getirdiler.

Dışarıdan alçak uçuş yapan uçak ve silah sesleri işitmeye başlamıştı. Akar tekrar hiddetlenerek,
bağırmaya başladı, ama kendisini dinlemediler Bir müddet sonra lavaboya gitmek istediğini
söyleedi:
Benimle birlikte geldiklerini görünce 'Terbiyesizler, ahlaksızlar' diye bağırdım. Abdullah
Astsubay ve Serdar Yüzbaşı hiç etrafımdan ayrılmıyorlardı. Sürekli gözetim altında tutuyorlardı.
Abdullah Astsubay da arkadan ayrılmıyordu.

Epeyce bir zaman geçti. Televizyon açık olmasına rağmen ve dışarıda uçak seslerini, silah
seslerini duyduğum halde bu yönde bir haber o ana kadar çıkmadı. Hemen ardından Boğaz
Köprüsünde askerin kestiği görüntüler ve buna ilişkin haber, TV'de yayınlanmaya başladı. Hepsi
gayet soğukkanlı, hiçbir şekilde konuşmayıp, yorum yapmayacak tarzda beklediler. Ve bir
müddet sonra 'Gidiyoruz' deyip, beni aldılar. Montumu, kepimi ve çantamı istedim. Cep
telefonum emir subayı odasında kaldı. Montumu ve kepimi sanırım elime verdiler. Çantayı
kendileri getireceklerini söylediler.

Kapıdan çıktığında tam teçhizatlı, kafasında çelik miğfer ve silahlı bir şekilde ürkütücü bir yüz
ifadesiyle karşısına çıkan askerin dikkatin çekti. Sonradan bu kişinin Kurmay Albay Fırat Alakuş
olduğunu öğrenecekti. Fuaye alanında ve katta tam teçhizatlı askerlerin tertibat almışlardı.

Bir askerin önümde, namlusu bana doğrultulmuş tam otomatik silah ile geri geri gitmesi dikkat
çekiciydi. Yine bağırdım, 'Ne yapıyorsun lan' diye sinirlendim.

Dışarıya çıkardıklarında, Atatürk heykelinin olduğu yerde bir helikopter bekliyordu. Akar’ı
helikoptere bindirdiler.
"Ben, çantada gözlüğüm olduğunu söyleyerek birkaç kez tekrarladım. Fakat getirmediler.
Helikopter havalandı. Nereye gittiğimizi söylemediler. Ben de sormadım. Helikopterdeki silahlı
askerlerin namlusu üzerime dönüktü. Mehmet Dişli de helikopterdeydi. Bir süre uçuştan sonra
iniş yaptık. Nereye getirdiklerini sordum, Akıncı Üssü olduğunu söylediler ve beni orada bir
minibüse bindirerek, bir binaya götürdüler.

Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanı Hakan Evrim 'dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen
ile görüştürürüz' gibi bir şey söyledi. 'Ben kimse ile görüşmem' diyerek tersledim. Ardından Akın
Öztürk dışındakiler odayı terk ettiler.

Bu darbe teşebbüsünü planlayan ve uygulamaya koyanların bu örgüt mensupları olduğuna


inanıyorum. Bu çılgınlığa girişmelerinde, Ağustos şurasına ilişkin yaptığımız kapsamlı, ciddi ve
titiz çalışmalarda bu örgütün büyük bir darbe yiyeceğini anlamalarının en önemli etken olduğunu
düşünüyorum.
Bana sözde bildiri metnini imzalamam ve okumamı istediklerinde elimi bile sürmedim. Hatta
bana okuduklarında önemsiz ve alaycı bir şekilde dinledim. Hatta öyle ki bu olaylar bittikten
sonra ben bu hainlerin oluşturduğu cuntaya verdikleri ismi Yurtseverler Birliği gibi aklımda
kaldığı halde, Yurtta Sulh Konseyi olduğu ortadadır. Ruh halimdeki şiddetli kızgınlık ve hiddet
hiç bitmedi. Anılan konseyin kimlerden oluştuğu konusunda bir şey söylemediler.

Tuğamiral Ömer Harmancık elinde iki yapraktan oluşan bir metni önce okudu, ardından da
kendisine uzatarak, "Komutanım, siz şunu bir okuyun ve bunu imzalayıp televizyonda okursanız
her şey çok güzel olacak, herkesi alıyoruz, herkesi getiriyoruz." dedi.. Akar bu teklifi "şiddetle ve
hiddetle" reddetti:

Onlara 'Kendinizi ne zannediyorsunuz? Siz kimsiniz? Topladığınızı söylediğiniz 2. Başkan,


kuvvet komutanları nerede? Bakanlar nerede? Elinizde kim varsa getirin. Sizin başınız, kıçınız
kim?' diye bağırdım. Bunun üzerine Hakan Evrim, 'Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah
Gülen ile görüştürürüz.' gibi bir şey söyledi. 'Ben kimseyle görüşmem' diyerek tersledim.
Ardından Akın Öztürk dışındakiler odayı terk etti. Üs komutanının odasına takriben saat 00.00'a
doğru girdiğimizi düşünüyorum. Akın Öztürk paşaya da aynı şeyleri söylüyordum. Bana
kendisini dinlemedikleri gibi şeyler söylüyordu. Abdullah Astsubay bir müddet daha oturduğum
odada durdu. Hatırladığım kadarıyla orada üs komutanının emir subayı olduğunu
değerlendirdiğim bir şahıs vardı.

Sözde bildiri metnini imzalamamı ve okumamı istediklerinde elimi bile sürmedim, okumadım,
hatta bana okuduklarında önemsiz ve alaycı bir şekilde dinledim. Hatta öyle ki, bu olaylar
bittikten sonra, bu hainlerin oluşturduğu cuntaya verdikleri isim Yurtseverler Birliği gibi aklımda
kaldığı halde Yurtta Sulh Konseyi olduğu ortadadır. Ruh halimdeki şiddetli kızgınlık ve hiddet
hiç bitmedi. Anılan konseyin kimlerden oluştuğu konusunda bir şey söylemediler. Zaman zaman
odadakiler bir yerlere gidip geliyorlardı. Akın yahut bir başkası bana farklı bir salonun harekat
merkezi olarak kullanıldığını ve 30-40 kişilik bir ekibin orada bulunduğunu söylemişti. Orayı
görmedim. Zorla tutulduğum bütün zaman zarfında aynı odada kaldım.

Tutulduğu yerde belli bir süre sonra televizyonu kapattılar, o arada "yaptığınız ayıp" dediğini ve
hiç olmazsa askeri hattan eşine haber vermek için telefon bağlamalarını istediğini söyledi.

Telefonla görüşüp eşime askeri hattan Akıncı Üssü'nde olduğumu ve kendilerine iyi bakmalarını
söyledim. Olayların sonunda anladım ki eşim bu bilgiyi ilgililerle paylaşmış. Televizyon 2-3 saat
sonra açıldığında ekranda TBMM'nin, emniyet binalarının bombalandığı yazıyordu. Zaten sürekli
uçak sesleri de devam ediyordu. Sinirlendim, bağırıp çağırmaya başladım. Bunun üzerine
geldiklerinde Ömer, ölümü göze aldıklarını söyledi. Hepsi robot gibiydi adeta. Bir zaman sonra
Mehmet Dişli tek başına yanıma uğradığında aynı şeyleri söyledim. Ancak kendisini
dinlemediklerini belirtti. Çoğunlukla amiral Ömer Harmancık konuşuyordu. Televizyon
görüntülerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımız ile bazı bakanların beyanları,
olaylardaki gelişmelerde halkın darbe teşebbüsüne canları pahasına direnişi, ilerleyen saatlerde
bazı askerlerin teslim olmaları ya da vatandaş yahut polislerce kontrol altına alınmaları gibi
gelişmeleri takip edince yanımda bulunan bu 4 kişinin genel görünüşleri, tavırları değişmeye
başladı. Gözlerinde umutsuzluğu fark ettim, moralleri iyice bozulmaya başlamıştı. 'Yeteri kadar
batağa battınız. Hiç olmazsa bir erkeklik gösterip burada kesin. Diğer insanların ölmelerini
engelleyin.

Gün aydınlanmadan ortalıktaki tank, top vesaire ne varsa çekin. Yeteri kadar rezil ettiniz, daha
fazla rezil etmeyin. Balkan Savaşı'ndan beter ettiniz. Silahlı Kuvvetlerin tarihine leke sürdünüz.
Gideceğiniz tek yer Cumhuriyet savcısı, askeri savcı ve inzibattır. Gidip teslim olun. Beni de
gönderin' şeklinde daha da hiddetli ve yüksek sesle birkaç kez haykırdım. Hiç cevap vermediler.
Bir süre sonra dışarıdan patlama sesleri gelmeye başladı. Pistlerin bombalandığını kendileri
söylediler.

Darbeci hainlerin morallerinin zaman ilerledikçe çöktüğünü gözlemliyordum. Önce Boğaz


Köprüsü'nden teslim olan tankçılara ilişkin görüntüler, ancak çok daha önemlisi Sayın
Cumhurbaşkanımızın Atatürk Havalimanı'nda canlı yayında toplanan kalabalığa hitabı, darbeci
hainlerin bütün ümitlerini sanırım yok etti.

O andan itibaren Amiral Ömer Harmancık ve Tuğgeneral Hakan Evrim'i bir daha görmedi.

Bu noktada artık yapacakları bir şey de kalmadığını, yine hem silahlı kuvvetlere hem Türk
tarihine bundan büyük kötülük yapılamayacağını, battıklarını, hiç olmazsa gençleri, masum
insanları düşünmelerini, hava bombardımanını bitirmelerini, kara birliklerini kışlalarına
döndürmelerini, artık sesimin çıkabildiği en şiddetli tonda ve hiddetlice suratlarına
haykırıyordum. Karşımda Kubilay ve Mehmet'i hatırlıyorum. Sinmiş vaziyetteydiler. Hala hiçbir
yorum yapmıyorlardı. Ama gözlerinde korku ve endişe görülüyordu. Saat sanırım 08.30-09.00
sıraları olmuştu. Beni Başbakanımız yahut Cumhurbaşkanımız ile görüştürmelerini söyleyerek
teşebbüsü sona erdireceklerini, adalete teslim olacaklarını ve dışarıdaki tüm askeri unsurları
kışlalarına çekeceklerini belirtsem daha fazla zaiyata meydan vermeden bu işi bitirmenin
mümkün olacağını anlattım. Zira artık üs dışarıdan bombalanıyordu. Giderek işin içinden
çıkılmaz hale gelebilirdi.

Bir cep telefonu getirip Sayın Başbakan ile görüştürdüler. Durumu anlattım. Telefonla
konuşurken orada bulunan tüm bu hainlerin gözlerinin içine baka baka Sayın Başbakanımıza
'Hiçbir pazarlık söz konusu olmayacak, askeri savcı, cumhuriyet savcısı, polis ve inzibata teslim
olacaklar' dedim. Benzeri şekilde MİT Müsteşarını aradım ve bilgi verdim.

Bu arada Akın Öztürk "Komutanım ben de sizinle geleyim." dedi

Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsıyla yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun
olmayacağını düşündüm ve 'Sen burada kal, kızının evi burada' dedim. Fakat sürekli ısrar
ediyordu. Onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik. Orada pek çok
helikopter vardı. Gelen giden hareketliğini gözlemledim. Birisi bir helikopteri işaret etti ve onu
çalıştırdılar. Fakat biri üsten kalkan helikopterlere ateş edilebileceğini söyleyince 'Genelkurmay
Başkanının içerisinde olduğunun belirtilmesi gerekir' gibi bir şey söylendi. Hatta ben Mehmet
Dişli'ye 'Sen kal' dediğim halde bu hususu belirterek 'Ben telefon ile irtibat kuracağım' dedi.
Helikopter hareket ederken telefon ile son durumu bir yerlere iletti. Helikopter havadayken de bir
yerlerle irtibat halindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkü'nde Başbakanlığa iniş yaptık. Başbakanlık
Müsteşarı bizi karşıladı. Ben ve peşimde Mehmet Dişli geldi. Açıkçası arkamdan gelenleri
kontrol etmedim. Başbakanlık binasına girdik. Bu şekilde ben de hürriyetime kavuştum. Müsteşar
Bey ile baş başayken bana peşimden gelenin kim olduğunu sordu. Ben de yaşadığım olayları
kısaca özetledim ve Mehmet Dişli'nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim.
Zaten bilahare gözaltı işlemi yapıldığını öğrendim.

Olayların ardından karargâha İkinci Başkan Orgeneral Yaşar Güler' kendisinden önce gelmişti.

"Bana anlattığı bir gariplik ki makamda incelemelerinde tespit etmiş olabilir, odamın gayet toplu
ve düzenli olduğu hususudur. Oysa ben çalışmaktayken odadan şiddet kullanılarak ve zorla
götürülmüştüm. Makam ve dinlenme odasında masa, sehpa, etajer üzerinde kitap, kırtasiye,
malzemeler, çikolata, yiyecek, içecek, gazete kupürleri, hediyelik eşyalar nedeniyle normalde
kalabalık görünmesine rağmen çok sade ve düzenli bulunmuş. Yalnız bazı eşyaların kaybolduğu,
iki biblonun yerlerinin değiştirildiği anlaşılmış."

HP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından hediye edilen ve odamda hatıra maksatlı duran
tabanca ile beni götürdüklerinde emir subayı odasında kaldığını düşündüğüm şahsi cep telefonu
halen bulunamadı. Bu hususun bende makamın bir başkası için hazırlandığı kanaati oluşturdu.

Bu darbe teşebbüsünü planlayanlar, uygulamaya koyanların bu örgüt mensupları olduğuna


inanıyorum. Bu çılgınlığa girişmelerinde Ağustos Şurası'na ilişkin yaptığımız kapsamlı, ciddi ve
titiz çalışmalarda bu örgütün büyük bir darbe yiyeceğini anlamasının en önemli etken olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca İkinci Başkanımla beraber çevremizdeki personellerin bir kısmının bu
örgütle bağlantılı oldukları hususunda şüphelerimiz gelişmişti. Şura'da çok ciddi adımlar
atacaktık. Bunun dışında bu terör örgütüyle ilgili yargıda devam eden soruşturma ve davalarda
gelinen aşamalar, devletin tüm kurumlarının bu konuda aldığı mesafe de gözü dönmüş bu hain
teröristleri bu teşebbüse iten bir diğer sebeptir. Bu yapılanmanın içinde olan, şahsıma, milletime,
silah arkadaşlarıma, emniyet mensubu kardeşlerime, devlet kurumlarına, Türk tarihine,
medeniyetimize bu derece zarar veren her kişiden ayrı ayrı şikayetçiyim.

TSK, şehit ve gazilerin kanı ve teri pahasına büyük kahramanlık ve fedakarlıkla kazandığı haklı
itibarına bir günde kara bir leke süren bu hainlerin yaptıklarının asla unutmayacaktır. İnanıyorum
ki hak ettikleri cezayı en ağır şekilde alacaklardır.

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler

15 Temmuz 2016 saat 21.25 sıralarında makam odasında yalnız başına çalışmaktaydı. Kapı
çalındı. Girmesini söyledi. Yere yat diye bağırırak içeri girdiler. Odaya yaklaşık eğitim kıyafetli
silahlı, silahların hepsi üzerine çevrilmiş 10 asker vardı. İçlerinden biri tekrar ‘Yere yat’ diye
bağırdı. Ben de ‘Siz kimsiniz’ diye sordu Paşa. Tekrar ‘Yere yat’ diyerek üzerine saldırdılar. Paşa
bunlardan bir tanesini tutarak diğer tarafa fırlattı. Bunun üzerine daha büyük bir öfkeyle üzerine
çullandılar. Yüzükoyun yere yatırdılar, içlerinde bir tanesi Paşa’nın kafasına ayağıyla bastırdı.
Ellerini arkadan bağlayarak, ağzını bantladılar. Koridorda sağa doğru çekiştirerek, üç kat aşağı
sürüklediler. ‘Merak etmeyin tatbikat’ diyerek Yaşar Paşa’yla dalga geçtiler. Bunu yapan emir
subayı Mehmet Akkurt’tu. Yaşar Paşa ekibin yöneticisinin Akkurt olduğunu anlamıştı. İlk kez o
esnada çok korku hissetti. Bir araca bindirdiler.

Daha sonra binanın yan tarafında bulunan kapıdan dışarı çıkardılar. Araç hızla hareket etti. Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı’nın istikametindeki kapıya doğru götürdüler. Nizamiyeye gelince biri
kapıları aç diyerek bağırıyordu. Bağıran kişi sesinden tanıdığı kadarıyla emir subayım Mehmet
Akkurt idi. Kapıya orada bulunan mantar bariyerlerin içeriden indirilmemesi nedeniyle
açtırmayınca öndeki Mehmet Akkurt araçtan idi. Oradaki birilerine kapıyı aç yoksa ateş
edeceğim diye bağırdı ve ateş etti. Karşı taraftan da mukabil ateşle karşılık verildi.

İçinde bulunduğu araca mermiler isabet ediyordu. Araçta Paşa’nın yanında oturan biri araçtan
indi ve ‘Bir şehit’ diyerek bağırdı. O anda Paşa araçta solunda bulunan şahsa omuzu ile şiddetli
bir şekilde vurdu. Bunun üzerine açık olan arka kapının muhtemelen dışında sol tarafta bulunan
diğerleriyle birlikte araçtan dışarı çıkardılar ve dizlerinin üzerinde asfalt üzerinde sürükleyerek
başka bir araca götürdüler. Kışla içinde yere götürdüler uzunca bir süre bekledi .

Daha sonra helikopterle Akıncı Üssü’ne götürüldü. Yanında kimse yokken arka koltukta 2-3
dakika beklemesinin ardından tekrar Paşa’yı indirdiler ve berenin aralıklarından gördüğü
kadarıyla bir ambulansa bindirdiler. Akıncı Üssü içerisinde araç hareket ettikten bir süre sonra
dolaştırarak bir binanın önünde durdu. Paşa’yı yaka paça araçtan çıkartarak çok dar bir
merdivenden 1 kat aşağıya indiler. Orada bir odanın içerisine soktular. Daha sonra yukarı doğru
çıkardılar, binadan çıkarken birisi hayır olmadı dedi ve tekrar aynı merdivenden inerek aynı
odaya girdiler.

Sonrasını Yaşar Paşa şu şekilde anlatıyordu:


Orada zifiri karanlık bir ortamda bir odaya girerek bir koltuğa oturttular. Odada sağımda ve
solumda yine helikopterdeki şahıslar vardı. Şahıslardan birinin koridora çıktığını hissettim ve
odada kalan diğer şahsa 'Evladım, arkadan kelepçeyi biraz gevşetebilir misin?' dedim. Daha önce
hiç konuşmayan bu şahıs 'Peki komutanım' dedi ve hatta 'Komutanım isterseniz ellerinizi önden
bağlayayım' dedi. Diğer şahıs tekrar odaya döndü. Ellerimin önden kelepçelendiğini görünce
sinirlendi, kafamdan bereyi çıkararak görmemi engelleyecek şekilde daha sıkı bir kumaş
parçasıyla bağladı. Oda halen zifiri karanlık olduğu için bunun öncesinde de şahısları tespit
edebilecek imkanım olmadı. O sırada dizlerimin kanadığını fark ettim ve bu muameleyi yapan
şahsa, 'Evladım, dizlerim kanıyor bana biraz yardımcı ol' dedim. Hiç sesini çıkarmadan sağ
tarafımda farklı bir koltuğa oturdu. Epey bir zaman sonra bu şahıs kalkıp dışarı çıktı. Bunun
üzerine ben kelepçe meselesinde de daha yumuşak tavırlı şahsa 'Evladım her tarafım uyuştu.
Ayaklarımı uzatabilir miyim?' dedim. Şahıs, 'Tabii komutanım' dedi. Ayaklarımı uzatabileceğim
şekilde bir koltuk getirdi. Ayaklarımı uzattım. Diğer şahıs odaya döndü, sesini çıkarmadı. Bir
müddet daha geçtikten sonra bu şahsa tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. 'Olur' demesi
üzerine ayağa kalktım ve aynı şahıs beni, odanın içinde olduğunu sonradan gördüğüm tuvalete
soktu. Ben ihtiyacımı gidermek için gözlerimin açılmasını söyleyince sol gözümü kısmen
görecek şekilde araladı ancak 'Sakın kafanı arkaya çevirme' diye ikaz etti. Arkamda beklerken
ihtiyacımı giderdim. Elimden tutup lavaboyu göstererek ellerimi yıkamamı sağladı. Daha sonra
kağıt havluyla elimi kuruladı ve tekrar odada yerime oturttu.
Daha sonra aksi olan şahıs dışarı çıktı. Diğer şahsa 'Bir su içebilir miyim?' dedim. O da sanırım
buzdolabını açtı, su olmadığını, buz dolabındaki sodayı açtığını, bunu içmemi, ayrıca su da
getireceğini söyledi. Sodayı içtikten sonra şahıs bana bir bardak su getirdi. Epey bir müddet
geçtikten sonra ve tahminime göre sabaha karşı aksi olan şahıs tekrar odaya girdi. Ayaklarım
koltukta uzatılmış vaziyetteydi. İki kişi içerideyken üçüncü şahıs içeri girdi. Üçüncü şahıs ile
diğerleri arasında kısık sesle bir konuşma olduğunu fark ettim. Çok kısık olduğu için duyamadım.
Üçüncü şahıs odadan çıktıktan sonra aksi olan şahıs bir tane ayak bileğime, bir tane de dizimin
altına plastik kelepçe taktıktan sonra birleştirdi. İlk kez o esnada çok korku hissettim. Daha sonra
çok uzun zaman geçti, sessizlik var.

Bu arada seslerinden duyduğu F-16 olmadığını ve F4 olduğunu değerlendirdiği jetlerin uçtuğunu


ve manevra yaparak makineli top ile bomba atarak taarruz ettiğini fark etti. Bunun isyancılara
karşı silahlı kuvvetlerin bir karşı hareketi olduğunu değerlendirdi. O anda bir rahatlama hissetti.

Kapı açıldı Orgeneral Akın Öztürk’ün sesini duydu. Öztürk‘Yav Yaşar sen burada ne geziyorsun,
senin burada olduğundan hiç haberim yok’ dedi. Yaşar Paşa’nın gözlerini bağlayan bezi açtı. O
esnada odada ikimisinden başka kimse yoktu. Akın Öztürk kapıyı açıp dışarıda bekleyen şahsa
“Komutanın neden ellerini ayaklarını bağladınız. Çabuk oradan bir şey getir ve bunları aç” dedi.
Akın Öztürk yine bizzat kendisi ellerindeki ve bacaklarındaki kelepçeleri kesti. Karşısına oturdu
ve kendi astsubayı olduğunu söylediği sivil kişiye çay, su ve bir tabaka da çerez getirtti. Öztürk o
astsubaya Yaşar Paşa'nın evini ara ve kendisinin sağ olduğunu haber ver dedi.

Şahıs odada bulunan telefondan Yaşar Paşa’nın ailesini arayarak, 'Yaşar Paşa'nın yanındayım,
kendisi sağdır' dedi. Bu arada Yaşar Paşa’da 'Demet Hanım buradayım' diyerek bağırdı. Başka
konuşma olmadan telefon kapatıldı. Yaşar Paşa o astsubaya 'evinin telefonunu numarasının kaç
olduğunu sorunca, astsubay kendisine '2501' dedi. Paşa bunu daha sonra imkan bulursam ararım
diyerek aklında tuttu.

Akın Öztürk kensisiyle konuşmaya başladı. 'Bu herifler manyak. Sen devlete karşı nasıl böyle
birşey yapabilirsin' dedi. Dün gece 23:00'dan beri burada olduğunu ve bu hareketi bırakmaları
için ikna etmeye çalıştığını, bir kısmını ikna ettiğini söyledi. Sonra kapıda silahlı nöbetçi
olduğunu söyleyerek oradan ayrıldı.

Saat15:30-16:00 sıralarında kalkarak odada bulunan telefondan aklımda tuttuğum numarayı


çevirdi. Konutta görevli şahıs Paşa’yı sesinden tanıdı. Telefondaki şahısa 'Oğlum Hanımefendi'ye
iyi olduğumu söyle. Ayrıca Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Paşa'yı ara ve -telefonda üzerinde
okuduğu 42 10 numaralı telefonu okuyarak- bu numarayı kendisine ilet' dedi. Üç defa zilin
çalmasını bekleyeceğini söyledi.
Bir müddet geçtikten sonra telefon çaldı, üçüncü çalmada telefonu açtım ve Zekai Paşa telefonum
diğer ucundaydı. 'Ne yapıyorsunuz gelip bizi kurtarsanıza' dedim. Muhtemelen odanın çıkışında
bir koridor olduğunu, kapıda silahlı şahıs olduğunu, buraya gelince iki taraflı gelmelerini, aynı
zamanda da odanın yere yakın arka penceresini de açık bırakacağını söyleyerek telefonu kapattı.

Sonra tekrar odaya Akın Öztürk geldi. Ve yaşar Paşa’ya 'Televizyonda benim arandığımı yazıyor
haberin var mı? Ben t diye sordu. Yaşa Paşa da Televizyon açmadığını söyledi. Öztürk 'Bu
vaziyette nasıl gideceğiz' dedi. Bir süre sonra Akın Öztürk yanına yeniden geldi. Buradaki
adamların teslim olmaya karar verdiğini söyledi. Saat 18:30 sıralarında Korgeneral Yıldırım
Güvenç ile Özel Kuvvetler'den gelen ekip Paşa’nın yanına geldiler. Komutanım sizi götürmeye
hazırız dediler. Akın Öztürk o esnada yeniden Paşa’nın yanına gelerek, ‘Siz giderken sizinle
Ankara'ya geleyim’ dedi. Yıldırım Paşa ile Akın Öztürk burada başka rehinelerin de olduklarını
ancak nerede olduklarını bilmediklerini söyledi. Daha sonra araçla 141. Filo yazan binaya gittiler.

Rehin tuttulan Hava Kuvvutleri Komutanı Abidin Ünal ile iki tane havacı generali aldılar. İsmini
bilmediğim bir başka yerde bulunan 5-6 rehineyi de almaya gitiler. Oraya gittiğiklerinde 7-8
kişinin yataklarda gözleri elleri ve ayakları bağlı, sırt üstü yatar şekilde olduklarını gördlerk.
Bunlar sivil kıyafetli ancak tanımadığı havacı ve karacı generallerdi. Hepsini kurtarıp araçlara
bindlerk. Dört araçla Akıncı Üssü'nden çıktılar.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gelerek Akın Öztürk ve diğerlerini bıraktılar. Ve Yaşar Paşa
içinde bulunduğu araçla evine doğru yola çıktı.

Başbakanlık Koordinasyon Merkezi / Ankara

15 Temmuz gecesi Başbakan Yıldırım'ın talimatıyla Çankaya Köşkü'nde kriz masası oluşturuldu.
Oluşturulan kriz masası yetkilileri tarafından gece boyunca bir çok kritik karar verildi.

22.00 sularından itibaren başta Ankara ve İstanbul olmak üzere ele geçirilmek istenecek olası
kamu binalarınına yapılaca sızmalar için silah kullanılması talimatı verildi.

İçişleri Bakanlığı'ya temasa geçilip İl Emniyet Müdürlüklerinin alarma geçirilmesi istendi.

Kalabalıkların meydanlara ulaştırılması hususunda gerekli koordinasyonlar yapıldı.


Kriz masası yöneticileri kavşak ve yolların polis tarafından tutulması, Büyükşehir Belediyelerine
ait araç ve iş makineleri ile kritik kamu binaları giriş ve çıkışlarının kapatılması, kamu binalarına
tank ve zırhlı araç girişlerinin önlenmesi adına gece buyunca pek çok talimat verildiği gibi, yurt
dışı basın yayın kuruluşlarının bilgilendirilmesi, dezenformasyonların önlenmesi gibi kritik
görevleri de üstlendi.

Başbakanlık Koordinasyon Merkezi Kriz Masası'nın çalışmaları darbenin önlenmesi adına


yapılan organizasyonlar ve alınan tedbirler açısından girişimin önlenmesine büyük rol oynamıştır.

Başbakan’dan yazılı emir isteyen komutan

Diyarbakır 7'nci Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz, Hava Kuvvetleri Kurmay
Başkanı Korgeneral Hasan Hüseyin Demirarslan ve başbakan Yıldırım arasında darbe gecesi
gerçekleşen konuşma:

Korgeneral Demirarslan; Durum kritik, havadaki uçakları indiremiyoruz, Diyarbakır'dan 2 uçak


kaldırmamız lazım.
Korgeneral Yılmaz; Pilotların gözaltı kararı var, Başbakan teyit etti, Başbakan ile görüşmeniz
gerekir.
Korgeneral Demirarslan: Başbakan'ı aradım, uçakları kaldıracağız.
Korgeneral Yılmaz: Sayın başbakanım Eskişehir Diyarbakır'dan 2 uçak kaldırmamızı istiyorlar
ve sizin onayınızın olduğunu söylüyorlar, bu uçakların kalkmasına izniniz var mı.
Korgeneral Demirarslan: Sayın Başbakanım oradaki (Diyarbakır) uçaklar gelecek, buradaki
uçakları vuracak.
Başbakan Binali Yıldırım; Vurun
Korgeneral Demirarslan: Yazılı emir gerekiyor
Başbakan Yıldırım: Ben bu saatte sana nereden yazılı emir vereyim, sesimi kayda alın vurun.
Başbakan Yıldırım; 7.Kolordu komutanına, "Kaldırın kardeşim uçakları"
Diyarbakır 7'nci Kolordu Komutanı Korgeneral İbrahim Yılmaz’ın Sulh Ceza Hakimliği'ne
verdiği ifadesinde, suçlamalar karşısında çok üzüldüğünü, olayla ilgili olarak darbeyi yapmak
değil, bilakis Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekasını sağlamak için darbeyi önleyen kişi
olduğunu iddia etti.

35 yıllık meslek hayatı boyunca yapmış olduğu barışta ve savaşta milletine ve cumhuriyetine
doğrulukla hizmet etmeye, icabında vatan uğruna seve seve canını vereceğine yemin ettiğini
beirten Yılmaz şöyl devam etti:

Ne çocukluğumda, ne gençliğimde ne de sonraki dönemde FETÖ örgütünün herhangi bir


mensubu ile herhangi bir teşkilatı ile tesadüfen dahi olsa en ufak irtibatı olmayan biri olarak
bunların değil dershanesine gitmeyen, semtinden geçmeyen biri olarak burada üzüntülü bir
şekilde bulunuyorum. Olay ile ilgili olarak ben darbeyi yapmak değil, bilakis Türkiye
Cumhuriyeti devletinin bekasını sağlamak için darbeyi önleyen bir kişiyim.

Kalkışma gecesi Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy ile 7 kez görüştüğünü, hiç bir birliğin kışladan
çıkmaması için emirler vererek önlemler aldığını ifade eden Korgeneral Yılmaz şöyle devam etti:

Burada kritik bir konu var. Bu Silvan'daki operasyon ve Mazıdağı'ndaki operasyon nedeniyle
normal şartlarda Diyarbakır'da bulunan 2 taarruz helikopterine ek olarak 2'nci Ordu
Komutanlığ'ından 3 tane daha ek taarruz helikopteri gönderilmişti. Bu helikopterlerin kıdemli
pilotu Erdem Çerfiş saat 00.48'de kolordu merkezine geldi. Bu saatlerde henüz halk sokaklara
inmemişti, Genelkurmay bombalanmamıştı, Meclis bombalanmamıştı, Özel Harekatlara
saldırılmamıştı. Kendisi bana Ankara'da Kara Havacılık Komutanlığı'nda görevli bir binbaşının
telefon açtığını, 5 tane taarruz helikopterinin tam mühimmat yüklü olarak Ankara'ya
gönderilmesi gerektiğini söylediğini anlattı. Gidip gitmeme konusunda emrimi sordu. Ben de
kesinlikle hiçbir yere gitmek yok, harekat merkezinin dışına çıkmayacaksınız dedim. Sadece
Diyarbakır değil, Şanlıurfa, Batman ve Mardin'de de hiçbir araç birliklerinin dışına çıkmadı.
Batman ile de görüştükten sonra saat 01.00'de Diyarbakır Valisini arayarak kışlalarda sorun
olmadığını, bütün birliklere hakim olduğumuzu, devletimize milletimize bağlı olarak görevimizin
başında olduğumuzu beyan ettim. Bütün birlik komutanları ya da vekilleri ile bizzat sözlü olarak
emrimi ilettikten sonra, harekat merkezi de aynı şekilde emri alt kademedekilere iletmekteydi.
Korgeneral Yılmaz, Özel Kuvvetlere ait olan kışlalarında 3 tabur bulunduğunu, onların üzerinde
her hangi bir emir komuta yetkisinin olmadığını belirterek ifadesini şöyle sürdürdü:

Sadece onların bizden talep edeceği lojistik ihtiyaçlarını karşılamakla mükellefiz. Bu konuda
Genelkurmay Başkanlığı'nın yazılı emir mevcuttur. Bu 3 taburun komutanı Albay Altan Bora,
saat 21.00 civarında Kurmay Başkanını arayarak havaalanına gitmek için kendisinden 3 tane araç
talep etmiş. Kurmay başkanı beni aramıştı, ben yazılı emir var mı diye sordum, o da var deyince
ben de tahsis edin dedim. Bütün bu birlikleri kontrol altına aldıktan sonra aklıma o havaalanına
gitmiş olan birlik geldi. Ben Altan Bora'yı aradım, kendisine ne yaptığını sordum, o da görev
aldıklarını, Tuğgeneral Semih Terzi'nin havaalanına geldiğini, bir taburun uçakla gitmek için
orada olduğunu, yüklemekte olduklarını söyledi. Ben de Semih Terzi'yi telefona istedim,
kendisine nereye gittiğini sordum, o da 'Ankara karışmış, bizi çağırdılar, oraya gidiyoruz' dedi.
Telefon görüşmemiz bu şekilde sonlandı. Saat 01.35'te Altan Bora ile tekrar görüştüm,
havaalanındaki durumu sordum. Bu arada televizyonda durum netleşmeye başlamıştı. Halk
sokaklara dökülmüş ve çeşitli yerlerde tankların önünde kahramanca yatıp bu alçakça saldırıyı
bertaraf etme yönünde hareketler başlamıştı. Ben Altan'a olayları biliyor musun bir kalkışma var,
Diyarbakır'dan sakın ayrılma, durum karışık, kimin ne olduğu belli değil.

Saat 03.30'da Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı aradı ve 8'inci Ana Jet Üssü'ndeki subay ve
pilotların gözaltı işleminin yapılacağını, bu konuda yardım istedi.

Ben de kendisine her konuda yardımcı olacağımızı söyledim. Ayrıca Diyarbakır'dan 5 tane
uçağın da kalktığını söyledi. Bu maksatla gidip gözaltı yapacaklardı. Bunun üzerine ben
havaalanındaki Altan Bora albayı aradım. Siz oraya gittiniz saat 23.15 civarından sonra herhangi
bir uçak kalkıp kalkmadığını sordum. O da hayır deyince bu uçakların saat 22.00 civarında
kalkmış olduğunu öğrendim. Daha sonra merkez komutanını, il jandarma komutanını aradım ve
8'inci Ana Jet Üssü'ne gidiş ile ilgili olarak gerekli hazırlıkları yapmalarını, güvendikleri 15-20
rütbeli tam teçhizatlı personel hazırlamalarını, gerekirse zor kullanılarak girileceğini beyan ettim.
Bu emri aynı zamanda kışlada bulunan Özel Kuvvet Tabur Komutanı Binbaşı Selçuk'a da
verdim. Ona da 15-20 kişilik bir ekip hazırlaması hususunda aynı talimatı verdim. Ekipçe
polislerle birlikte oraya gideceğimizi söyledim. Saat 04.50'de Cumhuriyet Başsavcısı'nın
makamına geldim. Başsavcımız makamında bana bu hain canilerin yayınlamış olduğu sahte
Genelkurmay sıkıyönetim bildirisi ile ilgili olarak orada ismi geçenlerin, ki benim hiçbir haberim,
bilgim, inisiyatifim olmadığı halde ismimin yazıldığını gördüm. Bu listede ismi yazılanların
tamamının gözaltı işleminin yapılması ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı'ndan talimat geldiğini,
ancak benimle ilgili istisna olduğunu söyledi. Bu saatte henüz daha cumhurbaşkanlığı külliyesi
bombalanmamıştı, yani tehlike geçmemiş, devam etmekteydi. Havadaki uçaklar henüz kontrol
altına alınamamıştı ve sağı solu bombalıyordu. Ben de kendisine şu belayı bir def edelim, ondan
sonra boynumuz kıldan incedir, ne gerekiyorsa yapılır tarzında konuştum. Başsavcı, Kenan
savcıyı görevlendirdi ve beraberce 05.15 civarında kolordu karargâhına gittik. Gittikten sonra
görüntülü telefondan Recep generali aradım. Aradığımda yolda olup da gelmekte olan Cemal
Ziya Kadıoğlu da onun yanındaydı. İkisiyle de görüştüm, bu gözaltı ile ilgili kararı kendilerine
bildirdim. Tam bu esnada Kadıoğlu, 'havada 4-5 uçak var, her yeri bombalıyorlar, bize uçak
lazım' dedi. 'Siz bu pilotlara gözaltı yaparsanız biz nerede uçak kaldıracağız' dedi. Onun üzerine
ne yapacağımı düşündüm.

Başbakanımızı aramaya karar verdim. Başbakanın koruma müdürünün daha önceki bir ziyaretten
aldığımız telefonunu arayıp kendisi ile görüşmek istediğini söyledim, sayın başbakana telefonu
verdiler. Kendimi takdim ederek bağlı illerde herhangi bir sorun olmadığını, Kolorduda birliklere
tam komuta yaptığımı, herhangi bir birlik dışına çıkış olmadığını, anayasaya bağlı olarak
görevimizin başında olduğumuzu söyledikten sonra, bu gözaltı kararını söyledim. Ancak
Korgeneralin 'eğer bunlar gözaltına alınırsa bizim Ankara'daki olaylara müdahale edecek
uçağımız olmaz, bu gözaltı kararını kaldıralım' şeklindeki teklifini kendisine ilettim. Ankara'daki
durumu nedeniyle bunu kendisine sormak durumunda olduğumu açıkladım. Kendisi telefonla
görüşürken diğer bir telefonla 'Eskişehir'deki generali bağlayın' dedi. Bir kısmını ben de
görüntülü telefonda işittim. Sonuçta gözaltı işleminin uygulanmasına karar verildi ve biz gözaltı
kararı için hazırlıklara başladık. Fakat, bu arada 05.40 civarında Birleştirilmiş Hava Harekat
Merkezi'ne, Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Hasan Hüseyin Demirarslan gelmiş. Tabi o
diğerlerinden kıdemli olduğu için emir komutayı o almış gibi telefonun başında o vardı. Onunla
görüşmeye başladım. O da 'durum kritik, havadaki uçakları indiremiyoruz, Diyarbakır'dan 2 uçak
kaldırmamız lazım' dedi. Ben de pilotların gözaltı kararının Başbakanın teyit ettiğini, sayın
Başbakan ile görüşmesi gerektiğini söyledim. O da Başbakanı aradım. Daha sonra kendisi beni
geri aradı, görüştüğünü, uçakları kaldıracağımızı söyledi. Önce Recep general, arkasından Ziya
Kadıoğlu ile sonra da kendisi ile görüşünce biraz kafam karıştı. Sayın Başbakanı bir daha
aramaya karar verdik ve kendisine ulaştık. Kendimi tanıttım. 'Eskişehir'den Diyarbakır'dan 2 uçak
kaldırmamızı istiyorlar ve sizin onayınızın olduğunu söylüyorlar, bu uçakların kalkmasına izniniz
var mı' diye sordum. O da telefonla tekrar Eskişehir'e bağlandı. Aralarında şöyle bir konuşma
geçtiğini duydum; Demirarslan, 'oradaki uçaklar gelecek buradaki uçakları vuracak' diyor.
Başbakan 'vurun' diyor. O 'yazılı emir gerekiyor' deyince, Başbakan 'ben bu saatte sana nereden
yazılı emir vereyim, sesimi kayda alın vurun' dedi. Daha sonra bana da 'kaldırın kardeşim
uçakları' dedi, daha sonra telefonu kapattı.

Korgeneral İbrahim Yılmaz ifedisinde, 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti'nin
gözaltına alınmasından sonra sözlü olarak kıdemli olduğu için, 2. Orudu’da kendisinin komuta
etmeye başladığını belirterek, ifadesini şöyle sürdürdü:

Saat 18.30 civarında da Ordu Komutanlığı'na vekaletim yazıldı ve ayın 20'sine kadar, gözaltı
uygulanıncaya kadar Ordu Komutanlığı vekaletini yürüttüm. O gün Ankara'da toplantı vardı.
Toplantı esnasında bir haber geldi, arkasından da mesaj geldi. Önce 2'ınci Ordu Komutanlığı
vekaletimin kaldırıldığı yayınlandı. O zaman otomatikman benden sonra gelen Asayiş Kolordu
Komutanı'nın vekil olması lazım. Arkasından da ona vekalet geldi. O zaman gözaltı işleminin
başlayacağını ben hissettim. Toplantı bittikten sonra Genelkurmay Başkanı ile görüştüm. Kendisi
bana bazı şeyler söylediler, arkasından Cumhuriyet Başsavcılığı'na gidip ifademi vermemi
emretti. Ben de başsavcımı aradım. Akşam saat 19.00 civarıydı. O da talimat almış, biz de sizi
davet edecektik, siz gelirseniz daha uygun olur dedi. Ben de 20.00'de başsavcılığa geldim ve
gözaltı işlemi yapıldı. Tekrardan şunu açık, kesin ve net olarak ifade etmek istiyorum. Ne benim,
ne ailemin hiçbir ferdi, ne çocukluğumda, ne gençliğimde ne de meslek hayatım içerisinde bu
alçak FETÖ örgütünün herhangi bir mensubuyla, derneğiyle, eviyle, dershanesiyle en ufak bir
irtibatım olmamıştır. Benim bu hainlerle, halkına uçak bombası atanlarla, taarruz helikopterleri
ile tarayanlarla ne şimdi, ne gelecekte ne de mezarda asla bir işim olamaz. Bu nettir ve kesindir.
Bu konuda herhangi bir bilgi, belge bulunduğu takdirde ben her türlü cezaya razıyım.

Evinde dolar bulunması ile ilgili soru üzerine Yılmaz şunları kaydetti:

Evimde dolar, sterlin ve euro vardı. Herhangi bir dış göreve gittiğimizde yabancı para
bulundururuz. Yanlış hatırlamıyorsam dolar olarak bir 100 dolar, bir 5 dolar, iki de 1 dolar vardı.
Sterlin ve Euro evdeydi. Evde eşim ve çocuklarım olmadığı için arkadaşlara sordum burada mı
kalsın diye, onlar da para lazım olur üzerinizde kalsın dediler. Sayarlar, tespit ederler, geri teslim
ederler diye söylediler. Bu paraları bizzat üstüme alarak geldim. Böyle bir şifre olsa paraları yok
edebilirdim. Ben olay gecesi verdiğim emirleri ve davranış tarzımı yukarıda kronolojik sırayla
anlattım. 23.33'te ilk emrimi Kurmay Albay Ahmet Köse'ye verdim.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı 4. Kolordu ve Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin


Gürak darbe gecesi Genelkurmay Başkanlığında darbeciler tarafından derdest edilmişti.

Kolordu'dan gece zırhlı araçlar çıkmış, benim yerime Tümgeneral Osman Ünlü'nün atandığını,
beni pasif bir görev olan GATA komutanlığına atadıklarını öğrendim. Kışlamda bulunan 28.
Mekanize Tugay Komutanlığına yeni tugay komutanı olan Tuğgeneral Ali Kalyoncu'nun
atandığını, kendisinin tugaya gelerek tank ve zırhlı araçları şehre gönderme emrini verdiğini
söylediler.

Orgeneral Akar telefonda, 'Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığında
bir tank dahi çalışmayacak. İkinci bir emre kadar tank hareketi olmayacak.' dedi. Ayrıca Kara
Havacılık Komutanlığında hiçbir hava aracının uçmasına müsaade edilmemesini, havadaki
vasıtaların da indirilmesini emrederek bu emirlerin tebliğ edilmesini istedi.

Gürak , Mamak'ta bulunan Kolordu Karargâhı binasından kısa bir süre içinde hareket edip
Etimesgut'a doğru yola çıktı.

Cuma akşamı olduğu için çok yoğun trafik vardı. Yolda, Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral
Hakan Atınç'ı telefonla arayarak havada helikopter ya da uçak olup olmadığını sordum. Kendisi
şu saat itibarıyla havada helikopter olmadığını, 5 adet T-182 eğitim uçağının da Temelli civarında
eğitim uçuşunda olduğunu söyledi. Ben de kendisine eğitim uçuşunda olanları derhal havaalanına
indirmesini söyledim. Kendisi bana bu uçakları Ankara Güvercinlik Ana Üssü'ne döndürmeyi
teklif etti. Ben işin acil olduğunu düşünerek, uçakların Ankara'ya gelmeden bulundukları yer olan
Temelli'deki küçük havaalanına indirilmesini emrettim. Etimesgut'a giderken yolda Zırhlı
Birlikler Okul Komutanı Tümgeneral Erdoğan Akyol'u arayarak, nerede olduğunu sordum. Bir
düğüne gitmek üzere hazırlık yaptığını söyledi. Ben de kendisine bir konu hakkında görüşmek
üzere Etimesgut'a geldiğimi ve makamında beni beklemesini söyledim. Konunun ne olduğunu
sordu. Ben de 'Telefonda söylemeyeyim. Gelmek üzereyim' dedim.

Saat 19.00 sularında Etimesgut'taki Zırhlı Birlikler Okulu'na ulaşan Gürak, nizamiyeden itibaren
komutanlık karargâhına kadar anormal bir hareketlilikle karşılaşmadı. Komutanlık binası önünde
Tümgeneral Erdoğan Akyol tarafından karşılandı.

Tümgeneral Akyol'a o an itibarıyla hareket eden tank olup olmadığını sordum. Varsa
durdurulmasını emrettim. Kendisi bana, 'Her yıl bu dönemde böyle darbe olacak diye söylenti
çıkıyor. Bu da bizi çok üzüyor. Bize güvenilmiyor mu? Bundan alınıyorum. Geçmiş yıllarda da
bu şekilde bakılmıştı' dedi ve hiçbir tank hareketinin olmadığını, tankların garajlarında emniyet
altında, her türlü tedbir alınarak durduğunu söyledi. Ben de gün içinde bir intikal yapıp
yapmadıklarını sordum. Kayıtlarına bakıp, o gün Şereflikoçhisar'a tank atışları için 4 tank ve 4
zırhlı personel taşıyıcısının çekicilerle gönderildiğini, bunun rutin bir uygulama olduğunu, gerekli
yol mesajlarının da ilgili makamlara iletildiğini bildirdi.

Gürak Gelenkurmay Başkanı Orgeneral Akar'ın emrini Tümgeneral Akyol'a iletti. İikinci bir
emre kadar hiçbir tank hareketine müsaade edilmemesini söyledi.

Buradan Sayın Genelkurmay Başkanı'nı telefonla arayarak Tümgeneral Erdoğan Akyol'a konuyu
aktardığını, şu anda yanında olduğunu, ayrıca Tümgeneral Hakan Atınç'a da yolda ulaşarak
havadaki uçakları Temelli Meydanı'na indirttiğini, birazdan da yanına gideceğini söyledim. Zırhlı
Birlikler Okulu'ndan ayrılıp Güvercinlik'te bulunan Kara Havacılık Komutanlığına gitmek üzere
yola çıktım.

Tümgeneral Erdoğan Akyol'un makamındayken Akyol, birinci amiri pozisyonunda olan


Korgeneral Metin İyidil'e tekmil verdi ve telefonda bilgi sundu. Tank meselesinin gündeme
geldiğini söyledi. Zırhlı Birlikler EDOK'a bağlı olduğu için Erdoğan Akyol, bu sefer EDOK
Komutanı Orgeneral Kamil Başoğlu ile telefonla görüştü. Orgeneral Başoğlu telefona beni istedi.
'Konu nedir?' diye sordu. Ben de kendisine bu emrin Genelkurmay Başkanı tarafından verildiğini
söyledim, o da 'tamam' dedi.

Gürak daha sonra Zırhlı Birlikler Okulu'ndan ayrıldı. 19.45 sularında Güvercinlik'teki Kara
Havacılık Komutanlığına geçti. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak ile Kara
Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İnsan Uyar da oradalardı.

Park yerinde yeni envantere girecek olan CH-47 yük helikopteri hangarının önünde
komutanlarımıza katıldım. Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç ve Kara Havacılık
Okul Komutanı Tuğgeneral Ünsal Coşkun ile diğer subaylar da oradaydı. Helikopteri bize
tanıttılar. O anda kışlada hiçbir hava hareketi ve olağanüstü bir durum yoktu. Kara Kuvvetleri
Komutanımız Orgeneral Salih Zeki Çolak, mesai saatleri dışında uçuş yetkisi ve kuralların nasıl
olduğunu sordu. Kara Havacılık Komutanı Tümgeneral Hakan Atınç da prosedür olarak müsaade
edilmedikçe hiçbir hava aracının kalkışına izin verilmeyeceğini ifade etti. Bekleme nöbeti olarak
bir Sikorsky helikopterinin ekibi ile hazır tutulduğunu anlattı. O gece için önceden planlı bir
uçuşlarının olmadığını söyledi ve benim telefonda kendisine Genelkurmay Başkanımızın
emirlerini ilettiğimi, bu emre göre de uçuş yapılmayacağını, uçuş yapan 5 uçağın da Temelli'ye
indiğini bildirdi. Saat 21.15'e kadar birlikte oturduk, havacılıkla ilgili sohbet ettik. Komutanlar
daha sonra oradan ayrıldı. Ben, Tümgeneral Hakan Atınç'ın odasına giderek çay içtim. 10 dakika
kadar burada oturdum. O esnada Atınç'ın emir subayı ve Tuğgeneral Ünsal Coşkun'da bir
heyecan hissettim. Bu ikisi dışarı çıkıp odaya girdiler. Ben 21.30 sıralarında oradan ayrıldım. Ben
oradayken Temelli'ye indirilen 5 uçağın havalanmaması emriyle ilgili olarak Tümgeneral Hakan
Atınç ile Orgeneral Salih Zeki Çolak arasında bir konuşma geçti. Atınç, Çolak'a müsaadede
bulunurlarsa uçakları ertesi gün Güvercinlik'e getirmek istediğini söyledi. Orgeneral Çolak da
olayı tam anlayamadan 'Tabii, olur' dedi ve gitti. Ben, Hakan Atınç'ın odasındayken kendisine
Orgeneral Çolak ile konuşmalarını hatırlatarak Genelkurmay Başkanının emri doğrultusunda bu
uçakların Temelli'den Güvercinlik'e getirilmemesi gerektiğini söyledim. O da 'tamam' dedi.

Gürak Kara Havacılık Komutanlığından ayrılıp Dışişleri Bakanlığı civarına geldiği sırada,
Temelli'deki 5 uçağın Güvercinlik'e dönmesi konusunu komutanlığa iletmek üzerek Orgeneral
İhsan Uyar'ın makamını aradı.

Emir astsubayı, Orgeneral Uyar'ın komutanlıkta olmadığını söyledi. Ben de 'Konutta mı?' diye
sordum. Nerede olduğunu bilmediğini söyledi. Ben de 'tamam' dedim.

Gürak, bu esnada, Ankara Valisi Mehmet Kılıçlar kendisini cep telefonundan arayarak;
'Genelkurmay'da patlamalar oluyor, silah sesleri duyuluyor.' dedi. Bilgisi olup olmadığını sordu.

Gürak Kılıçlar'a, bu konuda bilgisi bulunmadığını, yolda olduğunu ve derhal Genelkurmay'a


gideceğini söyledi:

Daha önce 17 Şubat'ta Merasim Sokak ve 13 Mart'ta Kızılay'da meydana gelen patlamalarda
Garnizon Komutanı olmam nedeniyle olayların hemen arkasından olay bölgesine gittim. Aynı
şekilde bu olay nedeniyle de Genelkurmay'a gittim. Saat 22.00 sıralarında Genelkurmay'a
vardığımda kapıların kapatıldığını, kuvvetli bir ışıkla dışarının aydınlatıldığını gördüm. Forsu
bulunan makam aracım için kapılar açılmadı. Aracımdan indim. O esnada megafondan 'Durma,
vururuz. Aracınıza binip gidin' diye bağırıldı. Buna rağmen aracımdan indim ve ellerimi de
kaldırarak 'Ben Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak'ım. Ne oluyor, ona bakmaya
geldim' dedim. 'Durmayın, binin arabanıza' diye tekrar tekrar bağırdılar. Buna rağmen yaya giriş
kapısını açtım. Kapıyı açtığımda yolda yatan sivil giyimli bir erkek cesedi gördüm. Nizamiye
binasına yöneldim. Nöbetçiler rutin Genelkurmay nöbetçileri görünümündeydi. Bir Kurmay
Binbaşı mevzide eğitim elbisesi olmayan günlük üniformayla tüfekle duruyordu. Mevzi almıştı.

Nizamiye binasına girdiğimde telefonla İl Emniyet Müdürü'nü aradım. Nizamiyeden içeri


girdiğimi, olayı öğrenmeye çalıştığımı söyledim. Ben askerlere 'Çocuklar sakin, ne oluyor anlatın'
diye sorduğumda kimi 'İçeride bir suikast var', kimi 'Dışarıdan teröristler girdi, çatışma sürüyor',
kimi de 'Tatbikat var' diye cevap verdi. O esnada 5 kişilik Özel Kuvvetler personeli düşmanca bir
tavırla binaya girerek üzerime yürüdü. Bana 'Sen kimsin? Nereden girdin?' diye kabaca sordular.
Ben, 'Rütbelerimi görmüyor musun? Garnizon komutanıyım. Ne oluyor burada?' diye sordum.
Biri 'Sizi tanıyorum' diyerek yakama yapıştı. 'Korgeneral morgeneral dinlemem. Oturun burada'
diyerek beni bir sandalyeye oturttu. Ben, 'Ne oluyor, ne yapılıyor burada?' dediğimde, 4-5 kişi
silahlarını bana doğrultup bağırarak 'Kes sesini, ses çıkarma' dediler. 'Ne biçim askersiniz. Benim
Korgeneral olduğumu görmüyor musunuz? Buraya Garnizon Komutanı olmam hasebiyle geldim'
dediğimde, 'Sen artık Garnizon Komutanı değilsin. Çok konuşuyorsun' diyerek beni ayağa
kaldırdılar. 4 kişi yumruklarla bana saldırdı ve beni yere indirdiler. Kendilerine mukavemet
etmeye çalıştım. Bana böyle muamele ettiklerine göre Türk askeri olamayacaklarını söyledim ve
'Her ne yapıyorsanız bunun hesabını mutlaka vereceksiniz' dedim.

Gürak'ın gözlerini komandoların kullandığı bandana ile kapattılar. Ellerinin arkadan plastik
kelepçeyle sıkıca kelepçeyip bir odaya attılar.

Odada sesler duyuyordu. Birden fazla kişi olduklarını anlamıştı.

"Odada bize çok kötü muamele edip bağırıp çağırdılar. Biri sıkıyönetim ilan edildiğini, herkesin
alındığını ve Boğaz Köprüsü'nün kapatıldığını söyledi. Orada bir müddet kaldıktan sonra
helikopter sesi gelmeye başladı. Bizi helikopterle bir yere götüreceklerini söylediler.

Yaklaşık 15 dakikalık bir uçuştan sonra bir yere indiler.

Uçak seslerini duyunca oranın Akıncı olduğunu anladım. Gözlerimiz bağlıydı. Ayaklarımızı da
bağlayıp bir odaya koydular. Beni tek başıma bir odaya koydular. Başımda birinin bekleyip
beklemediğini anlayamadım. Üzerinde çarşaf olmayan tek kişilik bir yatağa beni koydular ve
kıpırdamamamı söylediler. Üzerime kapıyı kilitlediler. Gün ağardıktan sonra birisi gelip arkada
olan el bağımı öne aldı. Öne alınca rahatladım. O vaziyette bulunduğum yerde saat 17.45'e kadar
bekledim. Bu saate kadar beni rehin tuttular. Gözlerimdeki bandanayı açmamıştım. Bulunduğum
yere birisi geldi. Bana 'Kurtuldunuz' dedi. Bandanayı açtı. El ve ayaklarımdaki kelepçeyi çıkardı,
sarıldı. Bu kişi TAİ'nin güvenlik müdürü olan benim devre arkadaşım Emekli Topçu Albay Sefa
Eman ve diğer askeri personeldi. Bana üsse operasyon yapıldığını, darbecilerin bir kısmının
kaçtığını, bir kısmının da etkisiz hale getirildiğini söyledi. Dışarı çıktığımda derdest edilmiş
aralarında Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler'in de bulunduğu birçok kişi gördüm. Birbirimize
sarıldık. Bir araçla oradan şehre doğru bizi getirdiler.

Buradan Kara Kuvvetleri Komutanlığına geldim. Komutanımız Orgeneral Çolak'a 'Beni derdest
ettiler' dedim. Kendisi bana aynı şekilde derdest edildiğini söyledi. Birliğime gitmek için izin
istedim. Mamak'a geldiğimde nizamiye önünde biriken vatandaşlarla kucaklaştım. Vatandaşlar
beni kapıya kadar coşkuyla getirdiler. Odama geçtim. Kolordu'da neler yaşandığını öğrenmeye
çalıştım. Kolordu'dan gece zırhlı araçlar çıkmış, benim yerime Tümgeneral Osman Ünlü'nün
atandığını, beni pasif bir görev olan GATA komutanlığına atadıklarını öğrendim. Kışlamda
bulunan 28. Mekanize Tugay Komutanlığına yeni tugay komutanı olan Tuğgeneral Ali
Kalyoncu'nun atandığını, kendisinin tugaya gelerek tank ve zırhlı araçları şehre gönderme emrini
verdiğini söylediler. Görevimin başına dönerek kalan işleri yapmaya başlayıp devam ettim.

4. Kolordu ve Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak, yapılanın vatana ihanet


olduğunu söylüyordu. Darp ve tehdit edilmişti.

Muharip Hava Kuvvet ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver'in kızının
İstanbul Moda Deniz Kulübündeki düğününe Hava Kuvvetlerine bağlı 22 general katılmıştı.
Düğüne Hava Kuvvetleri Komutanı Ünal'ın yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kaldığı otel ve
civarında keşif uçuşu yapan F-16'lardan birinin pilotu Diyarbakır 8. Ana Üs Komutanı
Tuğgeneral Deniz Kartepe'de bulunuyordu. O gece darbe girişiminden saat kaçta ve ne şekilde
haberdar olunduğunu Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal'dan dinleyelim;

Muharip Hava Komutanı Korgeneral Mehmet Şanver’in kızıyla emekli Hava Tuğgeneral’in oğlu
İstanbul Deniz Kulübündeki yapılan düğüne davetli olarak gittim. Saat 19:30 sıralarında düğün
salonunda bulunuyordum. Bu saatte kadar da herhangi bir olumsuzluk ya da olağanüstü bir
durum hissetmedim. Tahminime göre saat 21:30 sıralarında eşim beni telefonla aradı ve
Genelkurmay’da görevli Hava Korgeneral Fikret Erbilgin’in gözaltına alındığını anlattı.
Durumun ne olduğunu merak ettiğini söyledi.” İfadeden de anlaşılacağı üzere saat 21.30'a kadar
Hava Kuvvetleri Komutanının darbe girişiminden haberi olmamış.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi ve Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral
Zekai Aksakallı Gazi Orduevi'nde üst düzey bir komutanın kızının düğününe katılıyorlar. Mendi
darbe teşebbüsünü 21.00'den sonra yanına gelen "Genelkurmay nizamiyesi giriş kapısında silah
seslerinin duyulduğunu ve bir çatışma olduğunu" söyleyen emir astsubayından öğrendi.

Darbe gecesi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar kendisini arayana kadar Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak'ın nerede olduğunu bilemiyoruz. İfadesinden
anladığımız kadarıyla Genelkurmay başkanı Hulusi Akar'ın emriyle kara havacılık okuluna
giderek inceleme yapıyor. Her hangi ters bir durum tespit edemeyen Çolak, 21.35'e kadar orada
kalıyor ve Genelkurmay Başkanı'na bilgi veriyor. Sonrasında Akar'ın yaveri Yarbay Levent
Türkkan kendisini arayarak karagaha beklendiğini söylüyor. Karargâha gelen Çolak derdest
edilerek alıkonuluyor.

Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Dönüşüm Dairesi Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli,

Komutan 'Dalga geçecek zaman mı?' dedi. Kendisi ile samimi olduğumuz için bu şekilde
söyledi. Kendisine 'Birazdan canlı yayın olacağını, orada bildiri yayımlanacağını' söyledim. Yüz
ifadesi değişti. Bir süre sonra dışarıdan silah sesleri duyuldu. Bana 'Bak' dedi. Ben dışarı çıktım.
O sırada 2. Başkan Yaşar Paşa'ya girerken ya da onu götürürken biri vuruldu. Ben içeri tekrar
döndüğümde işin ciddi olduğunu söyledim. Tekrar yoğun silah sesleri duydum. Sonra alçaktan
uçak geçti. Bana dışarıdan Yaşar Paşa'yı çağırmamı söyledi. Özel kuvvetçiler beni Yaşar Paşa'ya
göndermedi. Sürekli benim üzerimden 'Komutan kabul etti etti, yoksa ikisini de götüreceğiz'
dediler. Kendilerinin neden Komutan'ın yanına, odasına girmediklerini bilemeyeceğim. Benim
kendisini ikna edebileceğimi düşünmüş olabilirler. Genelkurmay Başkanı Akar çok ağır sözler
söyledi. 'Kim bunlar, hangi devirde yaşıyoruz?' diye tepki gösterdi. Ben Hulusi Paşa'nın tepkisini
söylediğimde bir süre sonra onlar içeri girdiler. Komutan'a kelepçe takmak için zorladılar. Ben
müdahale ettim, 'Burada konuşuyoruz, Komutan'a eziyet etmeyin, zarar vermeyin' dedim.
Komutan'ın apoletleri düşmüştü, onu alıp tekrardan omuzuna takıp 'Genelkurmay
Başkanı’mızdır' dedim. Komutan'la koltuklara geçip yan yana oturduk. Komutan'la sürekli
konuştuk. Televizyona baktık. Boğaz köprüsünün kapatıldığını görünce işin ciddiyetini anladık.
Hareketliliğin bir helikopter çağırdılar. Akar ile beni ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli
2-3 kişinin gelen helikoptere bindirdi. 20 dakikalık uçuşun ardından Akıncı'daki 4. Ana Jet Üs
Komutanlığına indik.

Ne komutan ne ben bağlanmadık. Özel kuvvet görevlilerinde silah vardı. Komutan'ı ikna etmek
için, 'Kan dökülmesin, bu işin içinde siz de olun. Rüştü Paşa'nın (Erdelhun) başına gelenler sizin
başınıza gelmesin' dediler. Ben Komutan'a, 'Bunlar dışarıda birini vurdular. Bunların gözü
dönmüş' dedim. Dışarıda kanlar da vardı. Akıncı Hava Üssü'nde ikimizi bir arabayla bir odaya
götürdüler. Oturduk, çay ve kahve içtik. Odada televizyon vardı, gelişmeleri takip edebiliyorduk.
Daha sonra odaya havacı komutan Kubilay Selçuk geldi. Komutan'a 'Silahlı kuvvetler bu işe el
koydu. Tüm kuvvetlerin dahil olduğu bir şey olduğunu' söyledi. Komutan, hava kuvvetlerinde
durumun ne olduğunu söyledi. O da 'Akın Paşa sizin ağzınıza bakıyor. Siz 'Evet' derseniz o da bu
işe dahil olacak. Akın Paşa bu işte yok' dedi. 'Ama isterseniz çağırabilirim' dedi.

YAŞ üyesi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk sivil kıyafetle geldi. Üçümüz birlikte
televizyonlara baktık. Komutan sürekli tepki gösterdi, 'Böyle bir şey olur mu?' dedi. Akın Paşa da
aynı tepkiyi verdi. Komutan, Akın Paşa ile buraya getiriliş sürecimizi konuştuk. Sonra 'Dışarı çık
ne istiyorlar, gelsinler konuşalım' diye beni gönderdiler. Kubilay Selçuk ile binanın dışına çıktık.
Burada bir amiral, havacı bir tuğgeneral ile bir karacı ya da jandarma albayın buluyordu. Onlar
bize yurtta sulh cihanda sulh konseyinin olduğundan bahsettiler. 'Onlar birazdan gelecek, siz de
kabul ediyorsanız, siz de bu konseyin bir parçası olarak bir bildiri yayınlayacağız' dedi. Söz
konusu kişiler TRT'den canlı yayın aracı ayarlandığını söyledi, daha sonra hep birlikte Orgeneral
Akar'ın yanına geçtik. Bu kişilerin elinde yazılı bir bildiri varı. Bir kişi bu bildiriyi okudu. Bu
hareketin amacının hukukun yeniden sağlanması, halkımıza karşı olup olmadığı, terörün
bitirilmesi, vatandaşın güvenliğinin sağlanması gibi temel ifadeler vardı. Komutan'ımıza
'Komutan'ımız, siz de bizimle birlikte katılın, okuyalım, duyuralım.

Halk sizi görürse yatışır, bu iş bitmiş olur' dediler. Genelkurmay Başkanı'mız kesinlikle kabul
etmedi. Onlar gitti, yine ben Komutan ile odada kaldım. Sürekli olarak Komutan bu hareketin
sadece Silahlı Kuvvetlere değil tüm ülkeye zarar vereceğini söyledi. 'Biz, Güneydoğu'da
polislerle birlikte teröristlere karşı savaşıyoruz. Bunlar polisleri vuruyor' şeklinde tepki gösterdi.
Bana tekrar 'Git şunlarla görüş' dedi. Ben sürekli olarak kendi şahsi telefonlarımla karargâhı
arayarak olup biten hakkında bilgi alıp Komutan'ın eşini aradık. Eşine hala mesaide olduğunu
söyledi. Ben evden geldiğim için şahsi ve resmi cep telefonlarım yanımdaydı.

Kuvvet komutanlarının yakalandığını televizyonlardan takip ettik. Bütün her şeyi Komutan
talimat vererek benim cep telefonum vasıtasıyla, benim üzerimden yapıyordu. Hatta Başbakan ve
MİT Müsteşarı'nı benim cep telefonumdan aradı. Cumhurbaşkanı'nı da aradı ama ulaşamadı.
Başbakan ve MİT Müsteşarı ile tüm Silahlı Kuvvetlerin kışlalarına dönmesi için talimat
vereceğini, Bu adamlar hakkında ne gerekiyorsa yapacağız, insanlarımız ölmesin, siz polisi geri
çekin, ben de Silahlı Kuvvetleri geri çekeyim. Genelkurmay'a gideyim, oradan emir-komutayı
devralayım ve durumu tüm Silahlı Kuvvetlere bildireyim' dedi. Ancak Başbakan Çankaya'ya
gelmesini istedi.

Akıncı'daki üssün 16 Temmuz sabahında bombalanmasıyla "karşı taraf"ın direncinin kırıldı.


Orgeneral Akar'ın teklifini kabul ederek kendilerine iki helikopter verdikler. Ben ve Orgeneral
Akar'ın bindiği helikopter Çankaya Köşkü'ne gitti. Orada Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş
tarafından karşılandık, daha sonra da diğer bakanların geldi.

Kriz masası oluşturuldu. Ben sürekli durumu takip edip Komutan'a bilgi verdim. Komutan,
Akıncı Üssü'nden giderken Akın Paşa'ya 'Sen burada kal, bunlara mukayyet ol. Ben seni buradan
aldıracağım' dedi. FETÖ ile benim herhangi bir bağlantım yoktur. Ben 5 dönem AKP milletvekili
olan ve AKP'nin kurucu üyesi olan, şu anda da Genel Başkan Yardımcısı olan Şaban Dişli'nin
kardeşiyim. FETÖ ile ilgili sorulan soruyu bir hakaret kabul ederim. Bu olayda ben mağdurum.
Ben devletin tarafıyım. Aynı şekilde ölümle tehdit edildim, alıkonuldum, bu nedenle de
mağdurum. Bu olayın hiçbir yerinde yokum. Yaptığım bütün görüşmeleri Komutan'ın emriyle,
onun bilgisi dahilinde can güvenliği için yaptım. Ben Komutan ile 16 yıldır değişik kademelerde
çalıştım. Komutan'ı ailemin bir parçası olarak gördüğüm için 'Öleceksek de birlikte ölelim' diye
düşünceyle onun yanında oldum. Onun can güvenliğinin sağlayabilirim diye karşı taraf ile
belirttiğim görüşmeleri yaptım. Darbe girişiminin ardından yapılması planlanan atamaların
bulunduğu listeden haberim yoktur. Bu darbenin FETÖ ile bağlantısının olup olmadığı hususunda
bilgim yoktur.

Harp Okuluna sivil liseden sonra girdim, ortaokul ve lise öğrenimimi devlet okullarında
tamamladım. Cemaatin ordu içerisindeki yapılanması hakkında duyumlarımız oldu. Bununla
ilgili herhangi bir görevim olmadığı için herhangi bir çalışma yapmadık. Ben ordunun değişim ve
dönüşümüyle ilgili çalışma yapmaktayım. Darbe girişimi hazırlıkları hakkında bilgim yoktur.
Yazışmalarda adının kendi rızam dışında yer almıtır. Herhangi bir evrakta ıslak imzam yoktur.
Üzerime atılan suçları kabul etmiyorum.

Genelkurmay Başkanı’nın Yaveri Levent Türkkan’ın ifadesi

Yarbay Türkkan, ifadesini el yazısıyla emniyette yazmış ve altını imzalamıştı. Cumhuriyet


Savcısı sordu; Bu yazı ifade size mi ait?

Bu belgeyi yazarken daha sorgulama yoktu. Tamamen kendi isteğimle, pişmanlık üzerine
yazdım.

Ben paralel yapı üyesiyim. Fethullah Gülenciyim. Bu cemaatte yıllarca gönüllü olarak hizmet
ettim. Bugüne kadar cemaatte olduğum abilerime itaat ettim, onlar tarafından verilen emirlere
bugüne kadar harfiyen riayet ettim. En son bu tarih itibarıyle irtibat halinde olduğum abilerim
Murat, Selahattin ve Adil kod adlı şahıslardır. Bunlardan Murat’ın evini biliyorum. Konya yolu
civarındadır. Gösterebilirim, diğrlerinin ve tamamının ne iş yaptıklarını, ayrıca kimlik bilgilerini
bilmiyorum. Bu abilerle Murat’ın evinde ayda bir veya iki ayda bir rutin görüşmelerimi
yapıyordum. Bu güne kadar Fethullah Gülen Cemaati’nin vatan haini olduğuna hiçbir zaman
inanmamıştım. Sadece onların Allah rızası için çalıştıklarını düşünüyordum. Ancak, darbe
teşebbüsü ve sonrasında ne olduklarını anladım. Bu yapı e bu yapıya mensup olanlar için ‘vatan
haini’ tabiri az gelir. Artık biliyorum ki bu yapı mensupları ‘cani ruhlu’ kişilerdir. Fethullah
Gülen’i bizzat hiç görmedim. Ancak söylediklerim aynen onun için de geçerlidir.
Ben fakir bir ailenin çocuğuyum. Bursa Karacabey Arız köyündenim. Öz be öz Türküm.
Köklerimiz ta Osmanlı’ya dayanır. Babam çok fakir bir çiftçiydi. Tarlamız bağımız bahçemiz
yoktu. Babam yevmiye karşılığı çalışırdı. 5 kardeşiz. Tek erkek benim ve en küçük de benim.
Fethullah Gülen Cemaati ile ilk defa ortaokul döneminde tanıştım. Aradan zaman geçtiği için tam
tarihi şimdi veremem. O tarihlerde Bursa Cumhuriyet Lisesi ortaokul kısmında okuyordum. İyi
ve geleceği parlak bir öğrenciydim. Okulda matematikten 9 almışlığım yoktur. Hep 10 alırdım.
Ortaokulda cemaatin abileriyle tanışmıştım. O tarihte Serdar, usa koda adlı üniversite öğrencisi
abiler vardı. Ben lisenin resmi pansiyonunda kalıyordum. Bu abiler pansiyona gidip geliyordu.
Ben ve benim gibilere namaz kıldırıyorlardı. Sonra beni kendi cemaat evlerine götürmeye
başladılar. Ben 5 yaşından beri subay olmayı hayal ediyordum. Ailem de beni bu şekilde analiz
ediyordu. Benim bu idealim cemaatin ekmeğine tuz biber odu. Benim subay olmak istememe çok
memnun oldular.

1989 Işıklar Askeri Lisesi'nin sınavlarına girdim. Sınavı kendi bilgilerimle kazanacağımdan
emindim. Cemaatteki abilerim de emindi. Fakat yine de bana sınav olmadan önceki gece yarısı
getirip soruları verdiler. Soruları Serdar abi getirmişti. Elinde bilgisayar çıktısı şeklinde sorular
vardı.Şıkların üzerine cevaplar işaretlenmişti. Zaten bildiğim şeylerdi. Okudum ezberledim.
Bursa merkezde bir cemaat evinde soruları bana verdiler.Soruları benden başkalarına da
verdiklerini değerlendiriyorum. Ancak kimlere verdiklerini isim isim bilmiyorum.
Yıllar sora Serdar ve Musa abilerle irtibatım kalmadı. Aradan zaman geçtiği için kimliklerinin
tespitine ililşkin bilgi de veremem. Fakat fotoğraflarını görsem tanıyabilirim. Bu şekilde askeri
lçise sınavlarını kazandım. Hatırladığım kadarıyla 100 küsuruncu olmuştum. Yine hatırladığım
kadarıyla Işıklar Askeri Lisesi’ne 275 kişi girmişti. Dereceye giremedim, çünkü hatırladığım
kadarıyla kasıtlı olarak soruların tamamını bana göstermemişlerdi.

Yazılıdan sonra mülakata da girdim. Mülakatta cemaatin herhangi bir yardımı olmadı diye
biliyorum. Benim gıyabıma bilgim dışında mülakatıma yardım edip etmediklerini de çıkçası
bilemiyorum.
Işıklar askeri Lisesi’ndeyken Serdar ve Musa abilerle görüşmeye devam ettim. Ayda bir kez
görüşüyorduk. Toplam iki saat görüşüyoduk, genelde haftasonu geliyorduk. Namaz kılıyorduk,
sohbet ediyoduk, Fethullah Gülen’in kitaplarını okuyorduk. Abilerim bana deşifre olmamak için
askeri lisede tuvalette abdest almayı ve ima ile namaz kılmayı öğretmişlerdi. İmayla namaz
istediğimiz yerde kılıyorduk. Namazı zihnen düşünüp dualarını içimden okuyordum.

Herhangi bir siyasi kanala yönlendirilmedim. Şu an itibarıyle de herhangi bir siyasi görüşüm
bulunmamaktaır. Genelde AKP’ye oy verdim. Sandığın başıan gittiğimde oyumu o dönemin
koşullarına göre kullandım.

Askeri Lisedeyken önce iki yıl Serdar abi sonrasında da Musa abi benimle igilenmişti. Askeri
Lise dönminde cemaat adına herhan bir faaliyette bulunmadım. Bir tek göreviniz ifşa olmamak
diye öğretiyorlardı.

1993 yılında Askeri Liseyi bitirince sınavsız doğrudan Kara Harp Okulu’na kaydımı yaptırdım.
Dolayısıyla o tarih itibarıyle Ankara’ya gelmiş oldum. KHO birinci sınıfta cemaatle aramda bir
kopukluk oldu. Açıkçası o tarihte bir müddet ben de kendimi sorguladım. O tarihte kız
arkadaşlarım vardı. Bu duruma cemaatten abiler kızıyorlardı. Belki de bu yüzden kendi isteğimle
bir süre cemaatle görüşmedim.
Birinci sınıfta yine Musa abi benden sorumluydu. İkinci sınıftan itibaren Musa abiyle ayda bir
görüşmeye başladım. Kara Harp Okulu’nda iken okulda kalıyordum. Kara Harp Okulu’nda
bulunduğum süre zarfında cemaat adına herhangi bir görv verilmedi, cemaatle ilgili herhangi bir
faaliyette bulunmadım. Sadece rutin cemaatle görüşmelerimi yaptım.

1997 yılında mezun oldum kıtalarda çalıştım.İstanbul Tuzla Piyade Okulu, Trabzon, Diyarbakır,
Kıbrıs/Lefkoşa, Kızıltepe ve en son Ankara olmak üzere görev yerlerim buralardır. Kıtalarda bu
şekilde görev yaparken yine aylık görüşmelerimi cemaatle yapıyordum.
Bulunduğum yere göre sürekli abilerim değişti. Bu değişimin nasıl olduğunu anlatmak isterim.
Görev yaptuğım yerdeki abi tayinim çıktığında, 10-15 gün sonra yeni görev yerime gelip beni
yeni görev yerimdeki yenileriyle tanıştırıp devir teslim yapıyordu. Eski abi yeni görev yerine
geldiğimde telefon ile yeri veriyordu. Buluşuyorduk. Buluşma yerine yeni abi de geliyordu.
Orada yeni abi le karşılıklı telefnonlarımızı alıyorduk.

Benim bağlı olduğum abilerim bildiğim kadarıyla askeri şahıs değildi. Olsaydı bilirdim. Hepsi
okumuş ünversite mezunu adamlar, mesleklerini hiçbir zaman sorgulayamazdık. Bize soymayın,
işinze bakın, dersinizi okuyun diyorlardı. Bunlara şartlandırıyorlardı. Zaten göürmeler de çok
uzun sürmüyor lise ve Harp Okulu’ndaki abilerimin isimlerini hatırlıyorum. Demek ki bende yer
etmemiş, görev yaptığım yaptığım yerdeki abilerimin isimlerini hatırlamıyorum. Belki de kısa
süre yaptığım ve görev yerlerim sürekli değiştiği içindir. Ancak simaen görsem tanırım. Kıtalarda
çalışırken Ankara’ya gelip önceden olduğu gibi Fethullah Gülen cemaati adına askeriyede
herhangi bir iş herhangi bir örgütsel faaliyette bulunmadım. Sadece abilerimin bana verdiği dersi,
kitaptan okudum.

Darbe girişimi olayına kadar Fethullah Gülen Cemaati benim için Allah rızasını gözeten, bu
asırda düzgün bir kişi görünümündeydi. Cemaat sonuçta bir abiler silsilesi olduğu için Fethullah
Gülen nazarımda en büyük abiydi. Benim nezdimde Fethullah Gülen’in ilahi bir kimliği, kişiliği
vardı. 2010 yılında Ankara’ya tayinim çıktı. Genelkurmay Karargâhı Destek Grup
Komutanlığı’na yüzbaşı rütbesiyle atandım. Taburu S3 olarak çalıştım. Müteakibinde binbaşı
olunca kantin başkanı olarak görev yaptım. Genelkurmay’daki büyük kantinin başkanıydım. 2011
yılına kadar bu görevi yaptığım tarhteki abimi de şu an ismen hatırlayamadım. Yine rutin aylık
görüşmelerimi o abimle yapıyordum. Hatırladığım kadarıyla kendisi Türk Telekom’da
çalışıyordu. Sonra İstanbul’a gitti. Beni Murat Abi’ye teslim etti.

2011 yılında daha önceden tanıdığım hazırda emekli olan Şevket Cumaoğlu Albay beni
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in emir subay yardımcılığına önerdi. Kendisi Paşa'nın emir
subayayıdı. Bildiğim kadarıyla yapıdan değildir. Ancak paralel yapıdan olmamasına rağmen bebş
neden önerdiğini tahmin edbilirim. O sırada kantin başkanlığı orada etkin ve önemli bir görevdir.
Kendisi benim başarılı çalışmamı görüp beğenmiş olabilir. Şu an kendisi emekli tahminim
cemaatçi değildir. Nitekim ben onu bu konuda sorguladım. Soru sordum. Cemaatçi olmadığını
söylediler.

Bu şekilde 2011-2011 yılları arası Genelkurmay Başkanı Necdet Özel Paşa'nın emir subay
yardımcısı olarak çalıştım. Şevket Cumaoğlu Alby hep emir subayı olarak çalıştı. Paşa'nın son üç
ayı Albay Şevket Cumaoğlu emekli olunca emir subayı ben oldum. Ben Genelkurmay'da emir
subaylığı görevine başladıktan sonra cemaat yapılanması adına emir verilen örgütsel görevleri de
yerine getirmeye çalıştım.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel paşayı dinleme cihazıyla sürekli dinliyordum. İki boğum
parmak ucu kadar radyo diye tabir edilen dinleme cihazını her gün paşanın odasına herhangi bir
yere koyup akşam da çıkarken alıyordum. Kendi hafızası vardı. 10-15 saat ses kaydı alabilecek
kapasitesi vardı. Murat abiden önceki ismini hatırlamadığım Türk Telekom'da çalışan abi cihazı
bana verdi. Cihazı evinde vermişti. Evi İncek'te Alacaatlı tarafındaydı. Gitsem evini bulabilirim
ama dediğim gibi tayini çıktığı için İstanbul'a taşındı.

Bana dinleme cihazını verip paşanın sesini kaydetmem talimatını verdi. Bana 'Sadece bilgi
amaçlı dinleyeceğiz, bir şey olmayacak' dedi. Ben de sorgulamadım, cihazı aldım. Paşanın sesini
her gün kaydettim. İki, üç cihaz vardı. Haftada bir dolan cihazı cemaat abime götürüp
veriyordum. Boş olanları alıyordum. Ben hiçbir zaman kaydettiğim sesleri dinlemedim. Nitekim
benim o cihazları bağlayıp dinleyeceğim teçhizatım da yoktu.

Arada sırada Genelkurmay Başkanının odasında dinleme cihazı araması yapılıyordu. Doğal
olarak ben bu aramanın ne zaman yapılacağını bildiğim için cihazı koymuyordum. Dinleme
cihazıyla ilgili herhangi bir olumsuzluk yaşamadım. Bana verilen görevi harfiyen yaptım.

Necdet Özel paşa döneminde iki yıl Hulusi Akar paşa, iki yıl da Yaşar Güler paşa Genelkurmay
2. Başkanlığı görevini yürütmüşlerdi. Her ikisinin de emir subayı arkadaşım olan Binbaşı
Mehmet Akkurt'tu. Mehmet Akkurt da Fetullah Gülen cemaatinin bir mensubudur.

Ses kayıtlarını onunla birlikte yaptık. O da isimlerini belirttiğim Genelkurmay 2. Başkanlarının


odasına dinleme cihazı yerleştiriyordu. Onun cemaat abisinin kim olduğunu bilmiyordum. Şu
anda Mehmet Akkurt'un nerede olduğunu, gözaltında olup olmadığını bilmiyorum. Darbeye
teşebbüs günü onun görevi Genelkurmay 2. Başkanını etkisiz hale getirmekti. Tahminen silahlı
kuvvetlerde ne olup bittiğini bilmek için cemaat bu paşaları dinliyordu. Bize söylenen Yaşar Paşa
cemaatçi değildi, fakat Hulusi Paşa için 'Cemaati seven, sempatizan, zarar vermeyen
kişi'diyorlardı.

Ben, Genelkurmay Başkanı değiştiğinde, Hulusi Akar'ın emir subayı olduğumda ses kaydı işini
bıraktım. Murat abi bana emir subayı olduktan sonra 'Dinleme cihazını sen bırakmayacaksın'
dedi. Birkaç ay sonra öğrendim ki aynı işi Serhat ve soyadını bilmediğim Şener isimli
başçavuşlara yaptırmışlar. Serhat ve Şener başçavuşların ikisi de Hulusi Akar paşanın emir
astsubaylarıydı.

Cemaatte kesin bir şekilde gizlilik ve ketumiyet vardır. Herkes kendi abisini bilir, gider dersini
yapar, namazını kılar, sohbetini yapar, kendi işiyle ilgili verilen görevleri yapar, fazlasını bilmez
ve sormaz.

Benim şahsi kanaatim 1990'lı yıllardan bu yana sınavla okullardan gelen ve orduya alınan
subayların yüzde 60-70'i cemaatçidir. Genelde cemaatçi olan subaylar kurmay subaylardır. Bu
benim cemaatçi olarak tahminim. Somut bir delilim yoktur. Kesin cemaatçi olduklarını bildiğim
Binbaşı Mehmet Akkurt, başçavuşlar Serhat ve Şener, Yüzbaşı Serdar Tekin, konut astsubayı
başçavuş Veysel Tokmak, korumalardan Başçavuş Ömer Gürsel Çetin, Abdullah Erdoğan,
Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Ramazan Gözel, diğer özel kalem Hüseyin Hakan
Öcal, Genelkurmay Başkanı Başdanışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, Cumhurbaşkanı
başyaveri Albay Ali Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Muhsin Kutsi Barış,
Genelkurmay 2. Başkanı eski koruması yüzbaşı Abdurrahim Aksoy, 2. Başkan Özel Kalem
Müdürü Yarbay Bünyamin Tuner, onun yardımcısı binbaşı Recep, Personel Başkanlığında Şube
Müdürü Albay Cemil, Korgeneral Mustafa Özsoy, Korgeneral Salih Ulusoy, Albay Muharrem
Köse, personel dairesinde görevli Tuğgeneral Mehmet Partigöç adlı kişilerdir. Bunlar benim
tahminime göre yüzde 99 cemaatçidir.16

Askerin içinde birini, diğerine abi olarak görevlendirmiyorlardı. Abilik, bizim gözümüzde
cemaate bir üst görev değil, daha bilgili, kitap okuyan, dini bilgileri çok olan kişidir. Aynı
zamanda görev verdiğini de gözardı etmemek gerekir. Örneğin ben, abilerin bana verdiği paşaları
dinleme görevini yerine getirdim. TSK'da cemaat yapılanması yönünden bir hiyerarşi
bulunmamaktadır. Cemaatçiler normal rütbelere göre askeri emir komuta zincirine tabidirler.
Herkes abisine bağlıdır. Ben askerin içinden abi hiç görmedim, duymadım.

Ben darbe yapılacağını 14 Temmuz 2016 Perşembe günü saat 10.00-11.00 sıralarında öğrendim.


Genelkurmay Başkanı Danışmanı Kurmay Albay Orhan Yıkılkan sigara içmek için beni dışarıya
çağırdı. Bana darbe planladıklarını, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, Genelkurmay Başkanı,
Kuvvet Komutanları ve orgenerallerin tek tek alınacağını sessiz sedasız işin biteceğini, bu işin
15/07/2016'yı 16/07/2016'ya bağlayan gece saat 03.00'da yapılacağını söyledi.

Sadece ikimiz varken bana bu bilgiyi verdi. Ayrıca bana darbenin yapılacağı gün görevimin
Hulusi Akar PAşa'yı etkisiz hale gtirip işi kolaylaştırmak olduğunu söyledi. Yine söylediğine
göre Hulusi Akar Paşa'yı etkisiz hale getirdikten sonra Özel Kuvvetler gelip alacaktı. Ben Orhan
Yıkılkan'ın bana verdği görevi sorgulamadan kabul ettim. O gece mi perşembe gecesi benden
sorumlu olan Murat abimin Konya yolunda Opet'in arka tarafındaki evine gittim. Bu konuyu
duyunca biraz da darbe haberini alınca neler olduğunu anlamak için merak üzerine gittim. Rutin
görüşmemiz yoktu. Normal zamanda abinin evine haberleşerek gideriz, gitmemiz gerekir, ancak
önemli bir durum olduğu için bu defa habersiz gittim. Orada daha önceden tanıdığım Adil ve
Selahattin abiler vardı ev Murat abinin olmasına rağmen o yoktu.

Selahattin abi Murat abinin bir üst sorumlusu, Adil abi ise Selahattin abinin bir üst birim
sorumlusu olan kişilerdir. Bana niye geldiğimi sordular. Darbeyle ilgili herhangi bir bilgi
vermediler. Ben onlara 'yarın akşam bir faaliyet olacak bilginiz var mı?' diye sordum. Sorunca
bana kızdılar, 'sen nerden biliyorsun, bundan kime bahsettin, sana bunu kim söyledi' dediler. Ben
de Albay Orhan Yıkılkan'ın söylediğini onlara bildirdim. Orhan Yıkılkan'ı tanıyorlardı. Ancak
nereden tanıdıklarını bilmiyorum. Bana sıkı sıkı tembih ettiler: 'Bu konuyla ilgili hiç kimseye,
hiçbir yerde, hiçbir şey söylemeyeceksin, olay çok gizli şekilde devam edecek, deşifre
olmayacak' dediler.

Bana verilen görevle ilgili herhangi bir şey söylemediler. Bu şekilde oradan ayrıldım. Başka
unuttuğum için ifade etmedim, Mehmet Akkurt da benimle Murat abinin evine gelmişti. Evde
Adil abi, Selahattin abi ben ve Mehmet Akkurt olmak üzere 4 kişi vardık, başka kimse yoktu.

Albay Orhan Yıkılkan sigara içmek için çağırdığında bana göevimi söylemişti. Aynı zamanda
verilen göreb için benim ekibimde Yüzbaşı Serdar Tekin, Başçavuş Derdar Pasha, Başçavuş
Şener, Başçavuş Veysel Tokmak ve Başçavuş Abdullah Erdoğan'ın da olduğunu söylemiştim.
Yukarıda belirttiğim gibi  bunların hepsi de cemaatçidir. Ben de Albay Orhan Yıkılkan’ın bana
16
Buradaki isimler Türkkan'ın ifadesinde tasarrufta bulunmamak adına aynen yazılmıştır.
tebliğ ettiği görevi ekibimde yer alan kişilere peyderpey ve teker teker aktardım. İtiraz eden
olmadı. Albay Orhan Yıkılkan ayrıca Genelkurmay Başkanı’nın korumalarından Başçavuş Ömer
Gürsel Çetin’in Binbaşı Mehmet Akkurt’un emrinde olacağını söylemişti.

15/07/2016 Cuma günü öğleden sonra Albay Orhan Yıkılkan beni de aldı. Birlikte Tümgeneral
Mehmet Dişli’nin odasına gittik. Yukarıda belirttiğim gibi o da cemaatçidir.

Mehmet Dişli Genelkurmay Proje Yönetim Daire Başkanı’dır. Oda da sadece üçümüz vardık.
Girer girmez darbeye ilişkin mevzuyu konuşmaya başladık. Tümgeneral Mehmet Dişli darbe
teşebbüsü başladığında ilk önce Hulusi Akar Paşa’nın  odasına kendisinin tek başına gireceğini,
ona darbeyi tebliğ edeceğini, onun kabul etmesi halinde darbe faaliyetinin başına geçirileceğini
bize söyledi. Bunu söylerken bize “Genelkurmay Başkanı’na sen Kenan Evren olacak mısın,
olmayacak mısın diye soracağım” şeklinde beyanda bulundu. Ayrıca Genelkurmay Başkanı’na
darbeyi tebliğ ederken kendisini sevdiğimizi, saydığımızı, kabul etmesi halinde darbenin başına
geçireceklerini söyleyeceğini bize bildirdi. Elinde bir not kağıdı vardı.  Oraya Genelkurmay
Başkanı’na söyleyeceklerini tek tek yazmıştı.

Söylediğine göre Hulusi Akar darbe faaliyetinin başına geçmeyi kabul ederse, Genelkurmay 2.
Başkanı Akın Öztürk olacaktı. Geceyarısı 03.00’da faaliyet başlayacağı için saat 02.30’da
Genelkurmay Başkanı’nın konutunda buluşacağımızı kararlaştırdık. Aramızdaki konuşmalara
göre Hulusi Akar Paşa teklifi kabul etmezse onu ben ve ekibim etkisiz hale getirecektik. Bu
konuda eski Özel Kalem müdürü Albay Ramazan Gözel ve yeni Özel Kalem müdürü Yarbay
Hakan Öcal’ın bana yardım edeceğini söylediler. Özel kuvvetlerden gelen personel Hulusi Akar
Paşa’yı alıp götürecekti. Fakat Albay Orhan Yıkılkan ve Tümgeneral Mehmet Dişli Hulusi Akar
Paşa’nın teklifi kabul edeceğini düşünüyorlardı.

Anladığım kadarıyla Orhan Yıkılkan konuyla ilişkin Mehmet Dişli’den daha çok bilgi sahibiydi.
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Paşa’ya yapılan teklif diğer kuvvet komutanlarına ve
Orgenerallere yapılmayacaktı. Nitekim Hulusi Akar’ın teklifi kabul edip Kuvvet Komutanlarını
ve diğer Orgeneralleri de darbe faaliyetinin içerisine çekeceğini, onları ikna edeceğini
düşünüyorlardı.

Biraz sonra ayrıntılarını anlatacağım üzere Hulusi Akar teklifi kabul etmedi. O kabul etmeyince
Kuvvet Komutanlarını da ikna edemediler. Bu durumdan hareketle bir nokta da Hulusi Akar’ın
kendisine yapılan teklifi kabul etmemekle darbe girişiminin başarısızlığının yolunu açtığını
söyleyebiliriz.

Genelkurmay Başkanı’nın isminin karşısına darbeden sonra atandığı görev kısmının boş
bırakılması muhtemelen söylediğim nedene dayanıyordur. Ona yapacakları teklife vereceği cevap
tam belli olmadığı için boş bırakmış olabilirler. Bunun haricinde bildiğim kadarıyla Kuvvet
Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı cemaatçi değildir. Kara Kuvvetleri Komutanı Salih
Zeki Çolak’ın atandığı görev kısmının neden boş bırakıldığını bilmiyorum. Ayrıca Jandarma
Genel Komutanı Galip Mendi’nin atandığı görev kısmına “devam” ibaresinin neden yazıldığını
bilemiyorum, fakat şunu söyleyebilirim, darbeden sonra görevine devam diye yazılanlar
güvendikleri kişiler olabilir.  Ancak bu kişilerin kesin cemaatçi olup olmadığını şuan
söyleyemem. Fakat Askeri görevi yanında TRT Genel Müdürlüğü, Belediye Başkanlığı,
Müsteşarlık gibi isminin karşısında sivil görev ataması yazılanlar kesin cemaatçidir. Örneğin
İlhan Talu’nun isminin karşısına ne yazıldığını bilmek isterim (bildirildi). Ben bu kişinin
cemaatçi olup olmadığı konusunda tereddütlüydüm. Demek ki cemaatçilerin güvendiği kişidir.
Listelerde Kuvvet Komutanlıkları emrine ya da Milli Savunma Bakanlığı emrine alınanlar kesin
cemaatçi olmayan kişilerdir. Ben bu listeden dediğim gibi haberim olmadı. Şu anda darbeden
sonra bana tebliğ edilecek görevi merak ettim. (Atama listeleri kontrol edildi. Albay rütbesine
kadar görevlendirmeler olduğu, şüphelinin isminin göründüğü kadarıyla listelerde yer almadığı
görüldü, kendisine bildirildi). Bu şekilde Tümgeneral Mehmet Dişli’nin odasından ayrıldık.

15/07/2016 Cuma günü saat 20.00-21.00 arasında Genelkurmay Başkanı makamındaydı. Doğal
olarak ben de oradaydım. Olaylar çok hızlı gelişti. En son MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la
görüştü. 1 saatten fazla görüştü. Hakan Bey zaten sürekli bize gelirdi, biz ona giderdik.
Komutanla ikisi birbirlerini severlerdi. Bu görüşme de olağanüstü bir buluşma hissetmedim.
Hakan Fidan makamdan ayrıldıktan çok kısa süre sonra özel kuvvetlerden 20 civarında tam
teçhizatlı asker karargaha girdi. Orhan Yıkılkan’da oradaydı.

Tümgeneral Mehmet Dişli’de oradaydı. Tümgeneral Mehmet Dişli komutanın kapısını çalıp
içeriye girdi. Normalde de zaten karargahtaki Generaller geldiğinde ekstra bir durum yoksa
komutanın kapısını çalıp içeri girerler. Dişli Paşa içeride 5 dakika civarında kaldı, aralarında ne
konuştuklarını duymadık. Dışarı çıktığında “ortada, girin” dedi. İçeriye ben, Yüzbaşı Serdar
Tekin, Başçavuş Abdullah, Özel Kalem müdürü Albay Ramazan Gözel, Orhan Yıkılkan birlikte
girdik. Dişli Paşa da oradaydı.

Hulusi Akar Paşa, Dişli Paşa ve bizlere hitaben “yanlış yapıyorsunuz, bu böyle olmaz” dedi.
Benim elimde tabanca vardı. Benim tabancam değildi. Şu anda kime ait tabanca olduğunu da
hatırlamıyorum. Tabancayı olan olurken oraya bir yere bıraktım. Hulusi Paşa makamının
yanındaki masada sandalyede oturuyordu.

Tabanca elimdeyken Hulusi Paşa’ya “komutanım sizi koltuklara alalım” dedim. O da herkes içeri
girince kendisi panik yaptı, bana su getirin dedi. Serdar Yüzbaşı su getirdi. … alıp içti. Ben
abdest alıp namaz kılacağım üzerimi değiştireceğim dedi. Arka taraftaki dinlenme odasına Serdar
Yüzbaşı ve Abdullah Başçavuşla birlikte girdiler. Orada üzerini değiştirdi, namazını kıldı. Kıldığı
namaz vakit namazı mıydı ne namazıydı açıkçası bilemiyorum.

Arada bir kendisi bizlere hitaben “yanlış yapıyorsunuz” diyordu. Ben Hulusi Paşa’ya
“komutanım yıllardır yanınızdayım hiç sizi üzdüm mü, size hainlik yaptım mı, lütfen
dediklerimizi yapın hiçbir sorun çıkmayacak” dediğimi hatırlıyorum. Karşılığında ne cevap
verdiğini hatırlamıyorum. Namazı bittikten sonra montunu giydi. Özel kuvvetlerden gelen
görevliler koluna girip alıp götürdüler. Çıkışa kadar bizden kimse refakat etmedi. Ancak koruma
Abdullah Erdoğan refakat etmiş olabilir hatta bindirildiği helikoptere o da binmiş olabilir.

Bana Dişli Paşa ve Albay Orhan sen gelmeyeceksin dediler. Ben orada kaldım, makamı emniyete
aldım. Komutanın şahsi malzemelerini topladık. Çantasına yerleştirdik, çantasını oraya koyduk.
Ben o gece hep makamındaydım. Herhangi bir gelen giden olmadı. Yanımda Serdar Yüzbaşı  ve
Başçavuşlar Serhat ve Şener vardılar. Birlikte oturduk. Olayları TV’den izledik. Bir şey
konuşmadık, öylece bekledik.
Komutanı götürdükten sonra Dişli Paşa beni telefonla aradı. Komutanın eşini aramam konusunda
isteği olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine hanımefendiyi askeri hattan aradım. Komutanımız
iyi, hiç problem yok gibi rahatlatmak adına şeyler söyledim. Konuşurken ağlıyordu.

Ben o gece makama kimse gelmedi dedim ama Albay Orhan Yıkılkan özel kalem müdürü
odasındaydı. Onun yanına girip çıkanın haddi hesabı yoktu. Orada bir noktada darbe faaliyeti
kısmen organize ediliyordu. Ancak ilerleyen zamanlarda konuşulanlardan, televizyondaki
haberlerden esas faaliyetin Akıncılar Üssü'nde organize edildiğini anladım.

Benim bulunduğum bölümde karargahın içinde herhangi bir arbede, çatışma, yaralanma vs.
olmadı. Ancak Genelkurmay’ın etrafı kıyamet günü gibiydi. Vatandaş toplanmıştı. Polisler
gelmişti. Zaman zaman silahlar ateşleniyordu. Zaten F16’lar alçak uçuş yapıyorlardı. Meclisin
bombalandığını televizyondan öğrendik. Bombaların patladığını, sivil halkın zarar gördüğünü
ilerleyen zamanlarda öğrendikçe ben pişman olmaya başladım.

Yapılanlar katliam gibiydi. Benim Allah rızası için çalıştığını düşündüğüm cemaatin girişimiyle
bunlar yapılıyordu. Sabaha karşı saat 09.00 sıralarında karargahtaki koridor darbeye iştirak
edenlerle dolup taştı. Herkes aralarında başarısız olduk, teslim oluyoruz diye konuşuyorlardı.
Tuğgeneral Mehmet Partigöç olayı yönlendiriyordu.

Teslim olmak için askeri savcı ve Merkez Komutanlığı’ndan personel istedi. İstenen kişiler
gelince personel teslim oldu. Serdar Yüzbaşı ve ben o gruptan 10 dakika sonra teslim olduk. Özel
Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşa’yı ben cep telefonumdan aradım. Makama gelip gittiği
için tanıyordum. Ona komutanım gelin makamı size teslim edeyim dedim. O da kabul etmedi.
Sen de diğerleriyle birlikte teslim ol dedi.

Bunun üzerinde Serdar Yüzbaşı ile birlikte kapının önüne çıktık. TSK’nın özel kuvvetlerine
teslim olduk. Onlar da bizi polislere teslim ettiler. Polisler de bizi alıp Başkent Spor Salonu’na
götürdüler. Teslim olurken herhangi bir şekilde direnmedim.

Samimi olarak pişmanım. Sadece darbeye iştirak etmekten değil, Fethullah Gülen Cemaati
mensubu olmaktan dolayı da çok pişmanım. Olayların içindeyim, bu yüzden sorumluluğum var.
Fakat ben vatan haini değilim. Polise, sivil vatandaşa kesinlikle silah sıkmam, sıkmadım da.
Darbe girişimi sırasında sivil vatandaşa, polise silah sıkılmasını, bomba atılmasını, tank
sürülmesini de kesinlikle tasvip etmem de mümkün değil. Anlattıklarım, söylediklerim
samimidir. Tüm bildiklerimi anlattım. Özellikle emniyetteki sorgu sırasında bu şeyleri söylemeye
ikna edilmediğimi belirtmek istiyorum. Ben emniyette beklerken kendiliğimden kağıt kalem
isteyip kendi ifademi yazdım. Bu şekilde ifade vermem yönünde de bana herhangi bir telkinde
bulunan olmadı. Bu anlamda yasal olarak mümkünse lehime etkin pişmanlık yasasından
yararlanmak istiyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Başyaveri Albay Ali Yazıcı ve birlikte seyahat ettiği Yarbay Emin
G.'nin karşılaştırmaı ifadeleri
Türkiye Cumhuriyeti makamının başyaveri, bu görevi 27 Temmuz 2015'ten itibaren yapıyordu.
2015'te kıta görevine çıkacaktı ancak Cumhurbaşkanı'nın seçmesiyle 27 Temmuz 2015 tarihinde
başyaver olarak göreve başladı. 2016 Nisan ayında Çorlu Topçu Alay Komutanlığına tayini çıktı.
Cumhurbaşkanı'nın uygun göreceği bir zamanda Çorlu Alay Komutanlığı'na gidecekti.

Yazıcı'nın ifadesi şu şekilde:

11 Temmuz'da Tokat'a geldim. 14'ünde Ankara'ya döndüm. 14 Temmuz tarihinde öğle sıralarında
Ankara'ya geldim. O gün Alay Komutanı Kutsi Barış ile görüştüm. 15 Temmuz gecesi tatbikat
olacağını, kimlerin katılabileceğini sordu. Ben de 2 astsubayın katılabileceğini söyledim. İki
astsubayın isimlerini verdim. Aramızda darbe konuşması hiç geçmedi. Sonra ben Çankaya
Köşkündeki lojmanıma geçtim. Evde yalnız kaldım, misafirim yoktu.

15 Temmuz Cuma günü 11.30’da evden çıktığını, Alay Komutanı Kutsi Barış ile
Cumhurbaşkanlığı Alay Komutanlığı Sosyal Tesisleri'nde kahvaltı yaptıklarını Anlatan Yazıcı,
Barış'ın kendisine "Cumhurbaşkanı, Otluk köyünde mi tatil yapıyor?" diye sorduğunu, kendisinin
de "Marmaris'te Grand Yazıcı Oteli'nde tatil yapıyor" dediğini ifade etti.

Kahvaltının ardından Karacı Yaver Mete Yarbay ve Havacı Yaver Binbaşı Erkan'ı aradığını,
nerede olduğunu sorduğu Erdoğan'ın Otluk köyünde olduğunu ancak Grand Yazıcı'ya döndüğünü
söylediklerini, Kutsi Barış'ın kahvaltıda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tatil yaptığı yeri sorduğunu,
kendisinin de söylediğini belittikten sonra 12.30'da evine geçerek, 16.30'a kadar burada kaldığını,
yola çıkacağı için hazırlık yaptığını söyledi.

15 Temmuz'da 16.30 sıralarında kendisine tahsis edilen plakasını hatırlayamadığı araçla Muhafız
Alayının kapısından çıkacağı sırada avlunun içinde sivil giyimli kişi yanına gelerek yarbay
olduğunu söylemişti.

Bana 'Nereye gidiyorsun?' diye sordu. Ben de Antalya'ya gideceğimi söyledim. O da 'Beni de
Antalya'ya götürür müsün?' diye sorunca 'Gel, götüreyim' dedim. Ben arabaya bindikten sonra
ismini sordum, o bana isminin Emin17 olduğunu, yarbay rütbesinde bulunduğunu söyledi. Ben bu
şahsı görsem tanırım. Çıktığım kapıda güvenlik kamera kayıtları belki vardır.

Bu arada Yarbay Enim G. ifadesinde 18 darbe öncesi kendisini arayan cemaat abisi ‘Seni benim
selamımla birisi arayacak ona güven, ona tabi ol' demişti. 14 Temmuz günü Albay Fırat Alakuş
Yarbay Emin G.'yi arayarak, ‘İhsan'ın selamı var' dedi. Aynı günün akşamı arayan cemaat
abisinin isteği üzerine buluşarak bir eve gittiler, Alakuş da oradaydı. ‘MİT tarafından bir abi
kaçırıldı. Onu kurtarmak için özel operasyon yapacağız. Herkes 15 Temmuz günü saat 18.30'da
Akıncı'da olsun' dedi.

Emin G. şöyle devam ediyordu:

Ertesi gün Alakuş beni aradı ve kendisini evinden almamı söyledi. Birlikte Muhafız alayına
gittik.
17
Yazıcı'nın tanımıyorum dediği Yarbay Emin G. ifadesinde Erdoğan'a yapılacak suikast planının detaylarını anlattı.
18
27 Temmuz 2016 Sözcü Gazetesi
Saat 15.30 sularıydı. Alakuş, kamelya bölgesinde 5-6 kişinin bulunduğu bir masaya gitti. Burada
olanlar arasında Muhafız Alay Komutanını tanıdım. Başyaver Ali Yazıcı sivildi. Masanın
üzerinde otel yada tatil köyü olduğunu değerlendirdiğim ve üzerinde Marmaris CAS uydu
görüntüleri olan krokiler ile planlar vardı. Bu planlara göre, bir ekip gidip Cumhurbaşkanı'nı
alacaktı ancak tam yerini bilmiyorlardı. Masa üzerindeki krokiler de Cumhurbaşkanının
olabileceği muhtemel yerlerdi. Ali Yazıcı'nın görevi, Marmaris'e giderek Cumhurbaşkanının
yerini tespit etmek ve koordinatlarını Fırat Alakuş'a bildirmekti. Yazıcı, ‘Ben Cumhurbaşkanının
yanına gider yerini öğrenirim, benden şüphelenmezler' diyerek bu görev ile görevlendirilmişti.
diyordu.

Ali Yazıcı, cumhurbaşkanının yerini öğrenmede sıkıntı yaşarsak, ben cumhurbaşkanını arayarak
‘Antalya'ya giderken beni sayın Genelkurmay başkanımız aradı, size iletmek üzere bir zarf verdi.
Paralel yapı ile ilgili çok önemli bilgiler var sizinle onu görüşeceğim' derim ve bu bahane ile
Cumhurbaşkanına ulaşabiliriz” dedi. Bu maksatla boş bir zarf da hazırlamıştı. Fırat Alakuş bir
gün evvel buluştuğumuz evde bir abiyi kurtaracağız şeklinde anlatmıştı ancak muhafız alayında
gerçeği öğrendim. Gerçeği öğrenince operasyon ekibinde yer almamak için belimin ağrıdığını,
operasyona katılamayacağımı söyledim. Bunun üzerine Alakuş bana, ‘o zaman sen Ali Yazıcı'nın
koruması ve şoförü olursun' dedi. Ben de bunun operasyonda görev almaktan daha iyi olduğunu,
yolda bir yerlerde mazeret bulup ayrılabileceğimi ve oradan Bodrum'a geçebileceğimi düşünerek
bunu kabul ettim. Kendi arabamın anahtarını ona verdim. Ben de Ali Yazıcı ile Marmaris'e
gitmek üzere Yazıcı'nın tahsisli aracıyla muhafız alayından ayrıldık. Aracı ben kullandım. Önce
eve uğrayıp tabancamı aldım, sonra yola devam ettik.

Albay Ali Yazıcı:

Emin isimli yarbayı da aracıma almıştım. 21.30 sıralarında beni Genel Sekreter Fahri
Kasırga, Afyon civarında bulunduğum sırada aradı. 'Haberler duyuyorum. Ne oluyor
albayım?' dedi. Ben de 'Bilmiyorum, araştırayım' dedim. Kısa bir süre sonra Başdanışman
Davut Kavranoğlu aradı, o da 'Neler oluyor? Darbe girişimi mi var?' dedi. Ben de
'Araştırıp döneyim' dedim. Daha sonra Ankara Çankaya Köşkündeki Atahan Tatar Albay
beni alaydan aradı. Silahlar patladığını söyleyince 'Oradan ayrılın.' dedim. Bir süre sonra
Cumhurbaşkanı'nın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan, Marmaris'ten aradı. Sonra
Protokol Şube Müdürü Alparslan Acarsoy, saat 23.00 sıralarında Antalya'dan aradı, 'Buraya
gelme, buralar karışık. Buraya gelmenin anlamı kalmadı.' dedi. Cumhurbaşkanı'nın fizyoterapisti
Ahmet Çotuk, Marmaris'ten aradı. 'Neler oluyor? Darbe teşebbüsü var. Bu emir-komuta zinciri
içerisinde mi oluyor? Hulusi Paşa nerede?

Emin G. :

Ali Yazıcı yolda telefonla Cumhurbaşkanı'nın yanında olduğunu düşündüğüm kişilerle yaptığı
konuşmalarda, “Antalya'da maç yapılacak oraya bakmaya gidiyorum” diye konuşuyordu. Bunun,
yapacağı asıl faaliyeti maskelemek maksadıyla söylediğini düşünüyordum. Yolculuğun ilerleyen
kısmında Cumhurbaşkanının yanından arayanlarla görüşürken ‘darbe mi olmuş vah vah'
şeklindeki sızlanmaları da deşifre olmamak için yaptığını düşünüyorum. Daha sonra yolda Ali
Yazıcı'yı arayan biri “işler karıştı Çiğli'ye gidin” dedi. Bu sırada Muğla'ya gelmek üzereydik,
Denizli'yi geçmiştik. İzmir'e 2 saatlik mesafe vardı. Gece yarısı Çiğli askeri üssüne ulaştık.
Albay Ali Yazıcı:

Yarbay Levent Türkkan'ı cep telefonundan aradım fakat ulaşamadım. Aradan bir süre
geçtikten sonra Ahmet Çotuk mu beni aradı, ben mi onu aradım, hatırlamıyorum. Ahmet
Çotuk'a, 'Bu işin içinde ben yokum, Hulusi Paşa'nın bu işin içinde olduğunu sanmıyorum'
dedim. Bu konuşmaları yaparken ben İzmir yoluna doğru dönmüştüm. Yanımda bulunan,
isminin arabada Yarbay Emin olduğunu öğrendiğim şahıs bana 'İzmir Çiğli'deki 2. Hava
Üs Komutanlığına en yakın askeri birliğe gidelim.' dedi. Bu teklif bana makul geldi. Ben
de İzmir yoluna döndüm, saat 01.30 sıralarında İzmir'deki Hava Üs Komutanlığına geldik.

Emin G. :

Çiğli'deki üste, üs komutanının odasına girdiğimizde iki albay, bir yarbay ve üç binbaşı vardı.
Odadakiler darbe girişimi konusunda şaşkındı. Burada muharip uçak yok dendiğini duydum.
Odadaki Ali Yazıcı'nın daha önce yurt dışında birlikte çalıştığı için tanıdığı ve sarıldığı albayın
bir göreve gitmek üzere evinde çantalarını hazırladığını ancak birlikten çağırıldığı için apar topar
üsse geldiğini söylediğini işittim. Ali Yazıcı odadakilere “Ben başyaverim, Antalya'ya maç için
gidiyorduk, darbe olunca burası güvenli diye buraya geldik” dedi. Çiğli'nin neden seçildiğini
bilmiyorum. Çiğli'den sabah Ali Yazıcı ile birlikte çıktık ve ben Nilüfer firmasına ait terminali
görünce orada indim.

Albay Ali Yazıcı:

Askeri birlikte televizyon açıkken uyuyakaldığını söyleyen yazıcı şöyle devam etti;
07.30'da Ankara'ya doğru yola çıktım. Yoldayken Yiğit Bulut ve Lütfullah Göktaş isimli
başdanışmanlar beni aradılar. 'İstanbul'a gitmemin nedenini' söylediler. 'Ne yapmam gerektiğini,
Hasan Doğan'a sormamı söylediler.' Lütfullah Göktaş da Cumhurbaşkanı'nı arayıp aramadığımı
sordu. 'Aramadım' dedim. 'Keşke arasaydın, İstanbul'a gelmen daha uygun olur.' dedi. Bunun
üzerine Ankara yerine İstanbul'a gitmeye karar verdim. İstanbul yoluna döndükten bir süre
sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Nadir Alparslan aradı. 'İstanbul'a
değil, Ankara'ya gelmemin uygun olacağını' söyledi. Bunun üzerine İstanbul yolundan
tekrar Ankara'ya döndüm. 22.30 sıralarında Ankara'ya, lojmana geldim. Sonra Beştepe'ye
gitmek için yola çıktım. Konvoya takıldım, vatandaşlarla beraber konvoyla korna çaldım.

Emin G. :

Bodrum'da olayı öğrenince çok korktum. Beni bu olaylar sırasında birliğimden iki defa aradılar,
biri Çiğli'deki üsse vardıktan bir süre sonra harekat merkezinden ismini bilmediğim bir başçavuş
aradı, “Ankara'da kalanları tespite çalışıyoruz” dedi. Ben izinde olduğumu söyledim. Diğeri de
ertesi gün Ali Yazıcı'dan ayrıldıktan sonra aradılar, sesinizi duymak için aradık dediler. Kampa
ulaşana kadar annem ve halam aradı onlarla görüştüm. Fırat Alakuş'u aradım ancak telefonu
kapalıydı.
Albay Ali Yazıcı:

Akşam kendisini arayan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Özel Kalem Müdürü Hasan
Doğan ve Fahri Kasırga'ya dönüş yapmayan Yazıcı durumu şöyle anlatıyordu:

O sırada darbe girişimi olduğu için Hasan Doğan'a, Fahri Kasırga'ya dönüş yapmadım.
Sadece Ahmet Çotuk ile görüştüğümde Levent Türkkan'a telefonu kapalı olduğu için
ulaşamadığımı söyledim. Marmaris civarlarının karışık olduğunu öğrendiğim için en
yakın askeri birliğe teslim olmak amacıyla İzmir Çiğli'deki komutanlığa gittik.

İstanbul Moda Deniz Kulübü

İstanbul Moda Deniz Kulübünde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal'ı eşi
telefonla arayarak Ankara'daki anormal hareketlilikten bahseder. Bunun üzerine Ankara’da vekil
olarak bıraktığı Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı arayan Ünal, konuşma esnasında jet seslerinin
geldiğini duyar ve ne olduğunu sorar. Yazgılı’da kendisine “Ben de bilmiyorum ancak şu anda
Ankara’nın üzerinde jetler geziyor” der.

Ünal daha sonra Akıncı 4. Üs Komutanlığı’nın komutanı olan Tuğgeneral Hakan Evrim’i
telefonla arar.

Uçakların kendisi tarafından uçurup uçurulmadığını sorar. Hakan Evrim ‘Görevi ben verdim,
mecburdum’ der. ‘Böyle bir mecburiyet yok, havaya uçak kalkmayacağına dair emir size verildi’
diye karşılık verir Ünal. Hakan Evrim Durum bildiğiniz gibi değil, benim de canım tehlikede,
sizin de canınız tehlikede der. Bu konuşmadan önce darbecilerin Evrim’i de tehdit ettiğini
düşünen Ünal daha sonra bu işin içerisinde onun da olduğunu anlar. ‘Yanımdakiler
konuşmamızın sonlandırılmasını istiyorlar’ der Evrim ve telefonu kapatır. Ünal bir iki kez daha
telefonla kendisini aramamasına ve telefonunun çalmasına rağmen açmayacaktır.

Bunu üzerine Ünal, daha önceden Akıncı Üssü’nde kızının evinde olduğunu bildiği Hava
Kuvvetleri eski Komutanı ve YAŞ üyesi Ogeneral Akın Öztürk’ü aradı. Ancak uzun süre
ulaşamadı. Aynı anda Orgeneral Mehmet Şanver’de ztürk’ü arıyordu ve sonunda ulaşıldı. Ünal
Öztürk’e "Ankara'da uçak uçuruyorlar, ne oluyor oralarda, senin emirlerin hilafına darbe mi
yapıyorlar" diye sordu. Öztürk  "Sadece gece uçuşu olduğunu zannediyorum, ben bir araştırayım"
dedi, Ünal "gece uçuşu değil Ankara'da alçak uçuşlar olduğunu" söyledi. Bundan sonra Akın
Öztürk Ünal’a dönüş yapmadı.

Ünal düğünde bulunan üs komutanlarını çağırıp topladı. Tüm komutanların kendi üssünü


aramasını ve hiçbir şekilde uçuş olmadığını ve olmaması gerektiğini teyit etmelerini istedi.
‘Herhangi bir üsten uçuş olursa o üs komutanı Divan-ı Harplik’tir, bunu bilin’diye ilave etti.

Düğünde bulunan tüm üs komutanları durumun kontrol altında olduğunu söylerken Diyarbakır 8.
Ana Jet Üssü Komutanı Tuğgeneral Deniz Kartepe kalkışa hazır halde 6 F-16 uçağının
bulunduğunu aktardı.
Ünal derhal kalkışın engellenmesi emretti. Üs Komutanı Kartepe sürekli Diyarbakır Üs Harekat
Komutanı Kurmay Albay Özkan Edip Akgülay sürekli telefonla arayarak uçuşun durdurulması
emrini verdi. Ancak bir müddet sonra uçakların emri dinlemeyerek kalktığını söyler. Kuleden
kalkmış olan, uçakların inmeleri emredlir, ancak Diyarbakır kulesi havada bulunan uçaklardaki
pilotların bu emre karşı cevap vermediklerini ilettir.

İncirlik 10. Üsten iki havada yakıt ikmal tanker uçağının kaldırıldığını öğrenen Ünal, Üs
Komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van'a telefonla ulaşmaya çalışır ancak telefon çaldığı halde
kendisi telefonu açmaz.

Gelişmeler üzerine Ünal bu defa Eskişehir 1'inci Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi’nde
nöbetçi 1'inci Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezi ve JFAC Komutanı Hava Pilot Tuğgeneral
Recep Ünal’a ulaşarak tüm radarlar üzerinden çağrılar yapılıp, tanker uçakların ve jet uçaklarının
kendi üslerine dönmelerini emreder. Bir müddet sonra Recep Ünal çağrı yapıldığını ancak
uçakları cevap verilmediğini belirtir.

Ünal Ankara'da Kurmay Başkanı olarak görevli olan Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı tekrar
arayarak harekat merkezine gitmesine ve duruma el koymasını emreder. Cevat Yazgılı bir
müddet sonra Ünal'ı arayarak tuğgeneral Aydemir Taşçı’nın Hava Kuvvetleri Karargâhı’nın
girişinde eli tabancalı olarak, Hava Kuvvetleri Komutanının emri olduğunu söyleyip kendisinin
cep telefonunu aldığını belirtir.

Bu arada Org. Ünal Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi’ne girmeye çalışan ancak kapının içeriden
kilitli, kapıdaki nöbetçi uzmanın çavuşun da girişlerin yasak olduğunu söylediğini aktaran
Yazgılı'ya Hava Kuvvetleri’nden ayrı bir müfreze oluşturarak kapıyı zorlayarak açmasını
emreder, içeride Tuğgeneral Sami Özatak ile Tuğgeneral Kemal Mutlum ve Kurmay Albay
Devrim Orhan bulunmaktadır. Bu ekibin birliklere darbeyi destekleyici emirler verdiği tespit
edilir. Bu nedenle Harekat Merkezi’nin en kısa sürede ele geçirilmesi gerekmektedir. Tekrar
ekiple kapıya gelindiğinde kapıdaki uzman çavuş havaya ateş ederek kendilerine engel olmaya
çalışır.

Daha sonra Ünal Genel sekreteri Kurmay Albay Veysel Kavak’ı arayarak Cevat Yazgılı’nın
emrine girmelerini ister. Aynı zamanda Hava Kuvvetleri MEBS (Muhabere Elektronik Bilgi
Sistemler) Okulu Başkanlığından Albay Ketencioğlu’nu arayarak gidip Cevat Yazgılı’nın emrine
girmesini ve Hava Kuvvetleri Harekat merkezini kör etmelerini, işlevsiz hale getirmeleri
gerektiğini elektriklerin, bilgisayar sistemlerin, telefonların kesilmesini emreder. Bu emir yerine
getirilir, içeridekilerle hiçbir şekilde temas kurulamamaktadır.

Ünal, Eskişehir’de bulunan Hava Harekat Merkezine telefonla bütün birliklere yayınlanmak
üzere "Ankara'daki Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi yasa dışı kişilerin elinde olduğu, buradan
verilen emir hiçbir şekilde yerine getirilmeyeceği, bütün emirler Eskişehir Hava Harekat
Merkezinden kendisi adına yayınlanacağı, kendisi emir vermediğim sürece hiçbir uçakta
uçmayacağı" şeklinde emir verir. Bu mesaj bütün birliklere hemen yayınlanır, böylece Hava
Kuvvetleri Harekat Merkezi yetkilerinin Eskişehir Hava Harekat Merkezinde olduğu iletilmiş
olur. Bu süre içerisinde Eskişehir Hava Harekat merkezinde tuğgeneral Recep Ünal sorumludur,
Recep Ünal'ı takviye etmek için düğün salonunda bulunan Korgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu’nu
ve Korgeneral Nihat Kökmen'i en kısa sürede Eskişehir'e yola çıkmak üzere katılmalarını
emreder. Bu esnada izinde olan  Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Hasan Hüseyin
Demiraslan ve Tümgeneral İdris Aksoy’a bulunabilen en uygun vasıta ile Eskişehir'e hızlı bir
şekilde gitmelarini söyler ve birinci amaçlarının Akıncı’da devam eden jet trafiğinin
durdurulması olduğunu hatırlatır. 

Moda Deniz Kulübü'nün toplantı salonunda Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal
ve beraberindeki 17 general durum değerlendirmesi yaparken Ünal'ın Ankara'da olması gereken
korumaları kamuflaj ve silahlı olarak salona girer. Komutana "güvenliklerini sağlamak" için
geldiklerini söylerler. Ünal böyle bir emrinin olmadığını, kendilerinden uzak durmalarını ister.
Salondan dışarı çıkmak isteyenlere havaya ateş açarak engel olurlar. Çok geçmeden ikinci bir
grup daha gelerek ellerindeki plastik kelepçelerle generalleri kelepçelemeye başlarlar. Ünal ve bir
grup general helikopterle önce Sabiha Gökçen Havaalanı'na ardından orada bekleyen bir CASA
uçağıyla Ankara Akıncı Üssüne götürülecektir.

Ünal uçakta Eskişehir’deki Merkezle görüşmeye devam etmekteydi. Eskişehir’den uçuşların


halen devam etmekte olduğunu ve Ankara'ya hakiki mühimmat atıldığı bilgisi iletiliyordu.
Abidin Ünal’ı uçaktan inince bir minibüse bindirdiler, minibüsü kullanan genç bir üsteğmendi,
özellikle uçuş hattını dolaştırarak buradaki faaliyetleri görmesini sağladılar, yaklaşık 16 uçak
uçuşa hazırlanmış yarıdan fazlası mühimmat yüklü ve personel sürekli bir faaliyet halindeydi.
Ünal’ı bu uçuşların yapıldığı 141. Filo Komutanlığı’nın önüne getirdiler.

Ünal minibüsten indiğinde ortalıkta 30'a yakın pilot gördü., Çoğunluğu teğmen, üsteğmen
rütbesindeydiler, ancak binbaşı ve üstsubay rütbesinde olanlar da vardı. Hepsinin göğsünün
üzerinde bulunan isimlikleri sökülmüştü. Ünal’ı Akıncı 4. ana Jet Üssü Harekat Komutanı
Kurmay Albay Ahmet Özçetin karşıladı. “Hoşgeldiniz komutanım” Ünal’da kendisine
“hoşbulmadık” diye cevap verdi. Özçetin "bozulmuş ayarları düzeltmeye çalışıyoruz" derken
Ünal’da "senin ayarın bozulmuş" cevabını veriyordu. Önceden hazırlanmış olan içinde sadece bir
tane sandalye bulunan odaya aldılar, cep telefonlarını istediler, iki silahlı şahsı da kapıya
diktiler. Ünal kapıdan çıkarken Özçetin’e "size Allah akıl fikir versin, Allah sizi ıslah etsin, başka
da bir şey demiyorum, seni de bir daha görmek istemiyorum" dedi.

Kapıyı üzerine kilitlediler.

Hava Kuvvetleri Eski Komutanı YAŞ Üyesi Akın Öztürk

Ben 15/07/2016 günü gerçekleşen Askeri darbeyi planlayıp yöneten bir kimse değilim. Bu askeri
darbeyi kimin planlayıp yönettiğini bilmem. İstanbul'da olay günü bir arkadaşımın kızının
düğünü vardı. Oraya katılmam gerekiyordu. Ben İstanbul'a gidemedim. İzmir'deki noter işlerim
dolayısıyla gidemedim. Ben İzmir’de noter işleri yaptırdığımı ispat edebilirim. İzmir'de saat
11:30 civarında noter işlerim bitti. Sonra saat 13:30 sıralarında Ankara'ya askeri uçakla yanımda
Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte geldim. Doğrudan torunlarımı görmek için Akıncı Üssü'ne
gittim.

Ben Akıncı Üssündeki Lojmanda akşama kadar vakit geçirdim. Akıncı Üssünde mutat uçak iniş
ve kalkışlar oluyordu. Devamlı hareketlilik olduğu için ben önce bir şey fark etmedim. Düğün
sahibi Mehmet Şanver'i aradım. Tebrik ettim. Bir süre sonra o da beni tekrar geri aradı. Uçakların
alçak uçuş yaptığını, ne olduğunu sordu. Televizyonda alt yazı geçtiğini söyledi. Bende bu sırada
televizyonda gelişmeleri izliyordum. Hava Kuvvetleri Komutanı da bu düğünde idi.

Beni aradı ve uçuşların Ankara'da alçak geçiş yaptığını, bu duruma müdahale et dedi. Bende
bunun üzerine üs komutanlığına telefon ettim. Görüştüğüm kişi üs komutanı ve misafir olarak
orada bulunan Kubilay Selçuk'tu. Genelkurmay Başkanının da üste olduğunu söyledi. Bende
hemen yanına gittim. Ben yaklaşık 5 dakika içerisinde Genelkurmay Başkanı’nın yanına gittim.
Benim oraya gittiğimde hava kararmış ancak saatin kaç olduğunu bilemiyorum.

Ben üsse vardım. Bir oda içerisinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Tümgeneral Kubilay
Selçuk ve Tuğgeneral Mehmet Dişli ile birlikte çay içiyordu. Bana 'Bunlar bu işi yaptılar,
bunlarla konuş ikna et" dedi. Ben onlarla konuşmaya başladım. Bu sırada İstanbul'da tankların
üzerine insanlar çıkmıştı. Üste oda içerisinde televizyon açıktı. Bunları görebiliyordum. Kubilay
Selçuk ve Mehmet Dişli’ye darbenin başa olamayacağını, demokratik kurumların işlediğini,
halkın bu işe tepki gösterdiğini anlatıp ikna etmeye çalıştım. Kendilerine itiraz ettikçe bağırıp
çağırdım. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı da onları ikna etmeye çalıştı. 3-4 kez bunları
tekrarladım. Benim onlara emir verme yetkim yoktur. Ancak bir büyük olarak, Hava Kuvvet
Komutanı Abidin Ünal'ın isteği üzerine onlara telkinde bulunup ikna etmeye çalıştım.

Bu sırada soyadını bilmediğim Ömer isimli bir Amiral de oraya geldi. Benim telkinlerim sonuç
verdi. İkna oldular. Yeni uçak üsten havalanmadı. Havadakilerin görevleri devam etti. üsse dönen
uçaklar bir daha gönderilmedi. Ben bu ikna sürecinin ne kadar bir zaman sürdüğünü
bilemiyorum. Sonunda onlar ikna olunca Genelkurmay Başkanı, Başbakanla görüştü. Bana "Sen
burada kal, bunları iyice ikna et, dedi. sonra helikoptere binip Başbakanlığa gitti. Sabah erken
saatlerdi fakat saatin kaç olduğunu bilmiyorum.
Ben üste bir saat kadar kaldım. Her şeyden emin olduktan sonra helikopter ile Başbakanlığa
gidecektim. Helikoptere bindim ancak bu sırada havada başka uçak ve helikopterler vardı. Bana
havadaki uçaklardan ateş açıldı. Üsse geri döndüm. Bir süre sonra üsten helikopterle ayrılmak
üzere teşebbüste bulundum. Bacağımdan yaralandım. Beni yaralayan mermilerin uçaklardan ateş
sonucu mu yoksa yerdeki birliklerden mi açıldığını bilmiyorum. Ben üsse geri döndüm. Bu sırada
Mehmet Dişli ile irtibat halindeydim. O Genelkurmay Başkanı ile birlikte helikoptere binip
Başbakanlığa gitmişti. Kendisi ile cep telefonu üzerinden irtibat halindeydim.

Daha sonra Genelkurmay ikinci balkanını üste olduğunu öğrendim. Onun bulunduğu odaya
gittim gözleri bağlıydı. Gözlerini açtım. El ve ayakları bağlıydı, çözdüm. Onunla birlikte
helikoptere binip üsten uzaklaşmadık çünkü havada uçaklar dolaşıyordu. Uzun süre üste kaldık.
Üste başka bir yerde Hava Kuvvet Komutanı Abidin Ünal ve diğer generallerin bulunduğunu bu
sırada öğrendim. Önce Önce Abidin Ünal’ı ziyaret ettim. Yaklaşık 10 kadar general üste
tutuluyordu.

Abidin Ünal’ı koruması için başına 2 nöbetçi koydum. Daha sonra Yaşar Güler'e gidip bunları
anlattım. Yaşar Güler, özel kuvvetler komutanı ile görüştü. Onun üsse geldiğini söyedi. Yaklaşık
2-3 saat kadar bekledik. Özel Kuvvetlen Komutanının gelmesi gecikti. Çevrede birçok yere bakıp
döndüğü için geç kaldı. Ayrıca olay yerine Yaşar Güler askeri savcıları çağırdı. Askeri Savcılar
olay yeri tespitine başladı.
Ben üste Fahri Kasırga, Kara Kuvvet Komutanı, Kurmay Başkanı, Emir Subayı ve özel Kalem
Müdürünün de orada olduğunu öğrendim. Bu sırada Özel Kuvvetler Komutanı Albay Murat üsse
girip Fahri Kasırga ve Kara Kuvvetleri Komutanına kurtardı. Kara Kuvvetleri Komutanını onun
çıkarıp çıkarmadığını tam olarak bilemiyorum. Yaşar Güler'i yanıma alıp önce Hava Kuvvet
Komutanı Abidin Ünal'ın bulunduğu yere gittik. Daha sonra da misafirhanede tutulan Hava
Generallerini kurtardık. Daha sonra Yaşar Güler ile birlikte arkamızda başka bir araçta Abidin
Ünal olduğu halde Hava Kuvvetleri Komutanlığına geldik.

Biz Abidin Ünal ile birlikte karargâhta kaldık. Yaşar Güler evine gitti. Benim hakkımda çeşitli
iddialar çıktığı için bu iddiaları yalanlamak için bir basın bildirisi hazırladım ve bunu yayınladım.
Daha sonra ben de evime gittim. Beklemeye başladım. Beni gelip alacaklarını düşünüyordum.
Gece saat 01:30 sıralarında Merkez Komutanı beni gözaltına aldı. Daha sonra emniyet ekiplerine
teslim edildim.
Benim bu darbeye iştirak etmediğime dair Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Hava Kuvvet
Komutanı Abidin Ünal, Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler ve orada bulunan diğer havacı
generaller tanıktır. Dinlenmelerini isterim. Ayrıca paralel yapıya karşı mücadele eden kişilerden
biriyim.

Bu konuda da Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel sivil emekli hava pilot yarbay Mehmet
yıldırım, emekli astsubay Cahit Demirbüken ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan dinlenebilir. Hakan
Fidan’a Etimesgut Hava hastanesi başhekimliğinden gelen listeyi elden verdim. Araştırıp
sonucunu bildirmesini söyledim. Ben ordu içindeki paralele yapı ile mücadele etmek için elimden
gelen gayreti gösterdim.

Benim tecrübelerime göre bu askeri darbeye teşebbüsü paralel yapının gerçekleştirdiğini


düşünüyorum ancak bu işi TSK içerisinde kimin organize edip gerçekleştirdiğini kestiremiyorum.
Benim bu konuda herhangi bir bilgim yoktur. Beni atama listesinde Genelkurmay 2. Başkanı
olarak göstermişler. Ben gerçekte Genelkurmay 2. Başkanından kıdemliyim. Ben bu yapıya
yönelik çok mücadele ettim. Hava Kuvvet Komutanlığım döneminde bu yapıdan olduğu için
birçok kişiyi Hava Harp Okullarına almadım.

Hatta İzmir Casusluk olayının olmadığını, konunun bir fuhuş konusu olduğu ile ilgili birçok
faaliyette bulundum. TSK milletin bir kesitidir. TSK öğrenci seçim aşamaları çok sıkı
yapılmaktadır. Buna rağmen yine de sızmalar gerçekleşmektedir. TSK içerisinde ve Hava Kuvvet
Komutanlığı içerisinde bu yapıdan kaç kişi olduğunu bilmiyorum. Askeri darbe girişimi güçsüz
bir Türkiye isteyen yabancı misyonların işi olabilir. Pensilvanya'daki kişinin emir verip bu işi
yaptırabilecek gücü yoktur. Bu olayda paralel yapı kullanılmış olabilir. Tümgeneral Kubilay
Selçuk ve Tuğgeneral Mehmet Dişli ile bu askeri darbeyi neden yapmaya çalıştıkları konusu
ayrıntılı konuşmadım. Ne maksatla bunun yapıldığını bilmem.

Ben Genelkurmay Başkanı’nı gördüğümde kendisinin boynunda yara izleri vardı. Ben şu an
yorgunum, ilerde daha ayrıntılı beyanda bulunabilirim. Ben bu işin içerisinde yer alan
generallerle tek satır konuşmadım. Bu da benim iştirak etmediğimi gösterir.

Mobil Komutan Bostanoğlu


Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu Darbe günü Heybeliada'daki Deniz
Lisesi mezunyet törenüne katıldıktan sonra Tuzla'da Sancaktar Amfibi gemisinin denize indiriliş
törenine katılıyor. Bostanoğlu akşam 19.30 sularında düğün töreni için Çınar Otel'e gidiyor.
Darbe girişimini nasıl öğrendiğini kendi ifadesinden okuyalım;

"TSK'nın bazı birliklerinde olağandışı bir hareketlilik olduğundan, saat 22.23'te gelen telefonla
ilk defa haberdar oldum. Telefonla görüştüğüm Ankara'da bulunan Deniz Kuvvetleri
Komutanlığı Kurmay Başkan Vekili Tümamiral Macit Arslan (Personel Başkanı) 'Karargâhta
olağandışı hareketlenmeler olduğunu, gelişmeler hakkında bilgi vereceğini' söyledi. Daha sonra
emir subayım Binbaşı Gülömür'ü cep telefonundan arayıp, 'Ankara'da bir şeyler oluyor. Haberin
var mı' diye sordum. Cevaben 'Ben de bir şeyler duydum' dedi. Derhal otele gelmesi talimatını
verdim. Ayrıca sahil güvenlik botunu aramasını ve Ataköy Marina'ya intikal etmesini söyledim.
Yaklaşık 10 dakika sonra emir subayım otele geldi. Bu görüşmenin hemen ardından, güvenli bir
bölgeye intikal etmek maksadıyla, düğün töreninin yapıldığı mekânı eşim, oğlum ve gelinimle
birlikte saat 22.35 sıralarında terk ettim."

Kısa süre sonra emir subayı otele gelir. Emir subayıyla yaptığı görüşmenin ardından, güvenli bir
bölgeye intikal etmek maksadıyla, düğün töreninin yapıldığı mekândan eşi, oğlu ve geliniyle
birlikte saat 22.35 sıralarında ayrılırlar. Kurmay Başkanı Koramiral Serdar Dülger, kendisini
arayarak Ankara'da olağandışı gelişmeler olduğunu, oturduğu lojmanda ikamet eden
Genelkurmay Lojistik Başkanı Hava Korgeneral Fikret Erbilgin'in derdest edilerek,
götürüldüğünü eşinden öğrendiğini iletir. Bostanoğlu önce Sahil Güvenlik Komutanlığı'na ait bot
ile Ataköy Marina'dan Fenerbahçe Orduevi'ne intikal etmeyi planlar. Ancak emir subayı, ulaşımı
koordine etmek maksadıyla, TCSG-19 bot komutanıyla yaptığı telefon görüşmesinde, bot
komutanının 'Bir misafirin emrine girdim' diye söylemesi, 'Neredesin' diye sorulduğunda
'Kalamış Marina'dan çıkış yaptığını' ifade etmesi ve ayrıca özel sekreter İstihbarat Kurmay Albay
Mahmut Arduç'un 'Komutanın emniyetini sağlamak üzere, TCSG-19 botuyla geliyorum' telefon
görüşmesini kendisine aktarması üzerine, şüphe uyandıran bir durum sezer risk almamak için
Sahil Güvenlik botuyla denizden intikal düşüncesinden vazgeçer.

Bostanoğlu bazı görüşmler yaparak Tuğamiral İrfan Arabacı, Tuğamiral Murat Şirzai, Tuğamiral
Muhittin Elgin, Tuğamiral İhsan Bakar, Tuğamiral Hasan Kulaç'ın, Deniz Kuvvetleri
Karargâhı'nı ve harekât merkezini, darbe teşebbüsü kapsamında kontrol altına aldığı sonucuna
ulaşır. Foça'daki özel eğitim merkezinde tatilde olan emekli Koramiral Atilla Kezek'in arayarak,
kampta bulunan Tümamiral Aydın Şirin ve Tümamiral Hasan Nihat Doğan'ın, Amfibi Deniz
Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral Halil İbrahim Yıldız ve personelince derdest edilerek, Foça
dışına götürüldüğünü söyler. Bostanoğlu’nun o andan itibaren amacı Deniz Kuvvetleri'nin
İstanbul'da konuşlu bir birliğine intikal etmek, iletişim imkanının daha güvenli olduğu, güvenli
bir ortamda, Deniz Kuvvetleri’ne bağlı birliklerdeki duruma ilişkin bilgi temin ederek, emir
komuta hiyerarşisi dışındaki illegal girişimleri kontrol altına almaktır. Bu amaçla Donanma
Komutanı Oramiral Veysel Kösele, Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Hasan Uşaklıoğlu,
Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Şükrü Korlu, Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı
Koramiral Adnan Özbal, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı vekili Tümamiral
Macit Arslan, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâh Komutan Vekili Deniz Yarbay Aşkın Öge
ile görüşmeler yapar.

Bostanoğlu, yerleri belirlenmesin diye yaklaşık bir saat, Florya'da, havaalanı yakınındaki
İSPARK otoparkında bekledi. Daha sonra Yeşilyurt/Yeşilköy bölgesindeki sokaklarda kendilerini
takipten kurtarmaya çalıştı. Aracın radyosundan darbe girişimine ilişkin haberlerin öğrenilmesi,
ayrıca gelen telefon raporları ve medya yayınlarıyla darbenin netleşmeye başlaması üzerine, uzun
mesafeli araç intikalinin riskli olacağını düşündü. Bu sırada İstanbul bölgesindeki Deniz
Kuvvetleri’ne bağlı birliklerin komutanı olan Koramiral Korlu ile görüştü. Güvenliği için
birliğine davet etti. Korlu'ya itimat etmesine rağmen, birliğin güvenliğine ilişkin tereddütler
olduğundan ve Yeşilköy'den Kasımpaşa'ya intikal esnasında darbeciler tarafından alıkonabileceği
ihtimalini dikkate alarak, bu birliğe gitmekten vazgeçti.

Poyrazköy'de bulunan SAT Komutanı Deniz Albay Turan Ecevit'in kendisini arayarak,
"Emniyetini sağlamak üzere bölgeye bot yollayabileceğini, bunun için güvendiği iki personeli
göndereceğini söylediğini söyler. Ancak Ecevit, kendi birliğinde de bazı darbeci personelin
olduğunu, bazı mühimmat ve silahın birlik dışına çıkarıldığını dolayısıyla Poyrazköy bölgesinin
emniyetli olmadığı konusnda ikazda bulunur.

Yaklaşık bir buçuk iki saat sonra iki personeli bulunan atak botu Yeşilköy'de iskeleye ulaşır
ancak bunu da emniyetli görmeyen Bostanoğlu bota gitmeyerek araç içinde kalıp, sık sık yer
değiştirerek, kendisinin ve ailesinin güvenliğini sağlamanın ve mobil telefon aracılığıyla kriz
yönetiminin uygun olacağına karar verir.

Bostanoğlu ifadesinde bu durumu şöyle ifade ediyor:

“Bu tedbir tamamen mevki tespitini önlemek ve kişisel güvenliğimizi tesis etmek için
uygulanmıştır. Bununla birlikte üst düzey yetkili merciler tarafından bilinen, emir subayımın cep
telefonu sürekli açık tutuldu. Bu telefon üzerinden iletişim sağlamaya devam ettik. Ast
birliklerden raporlar aldık ve gerekli görüşmeleri yaptık.”

Tüm bu zaman içinde Tümamiral Arslan ve Deniz Yarbay Öge'den Ankara, Koramiral Korlu,
Koramiral Özbal ve Deniz Albay Ecevit'ten İstanbul bölgesi, Koramiral Uşaklıoğlu'ndan İzmir
bölgesi, Oramiral Kösele'den ise Gölcük bölgesi ve gemilerin durumuyla ilgili görüşmeler yapar.
Görüşmelerde seyre çıkan gemilerin üslerine dönmesi ve darbecilerden kurtarılması talimatı
verir. Ayrıca Deniz Kurmay Albay Bülent Olcay ve Deniz Albay Oğuz Kaan Yavuz ile Sahil
Güvenlik Komutanlığı’nın emir dışında giden gemilerin geri dönmesi ve komutanlığın emniyete
alınması, darbecilerden kurtarılması talimatı da verir.

Deniz Harp Okulu Komutanı Tümamiral Mesut Özel'in darbeciler tarafından Maltepe Askeri
Cezaevinde enterne edildiğini öğrendikten sınra Özel ile konuşmak ister. Maltepe askeri Cezaevi
Komutan Vekili Yarbay ile görüşerek, yaptığı işin kanunsuz olduğunu ve amirali derhal serbest
bırakmasını söyler. Yarbay Birinci Ordu'dan emir aldığını ifade eder. Ancak bir süre sonra
Tümamiral Özel taksiyle cezaevinden ayrılmıştır. Bostanoğlu kendisine emniyetli olması
nedeniyle Deniz Harp Okulu yerine, İstanbul Tersanesi'ne gitmesini söyler.

Daha sonra Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile telefon irtibat sağlayan Bostanoğlu, Komuta
kademesi olarak darbe girişimine karşı olduklarını, bu girişimin FETÖ cuntası tarafından
yapıldığını değerlendirdiğini ve güvenli bir bölgede bulunduğunu ifade eder. Bakanı gelişmeler
oldukça bilgilendirmeye devam eder.

Ardından CNN Türk’le irtibat kurar. 'Komuta kademesi olarak bu girişimi kesinlikle kabul
etmediklerini ifade eder. Görüşme CNN Türk'te yayınlandıktan sonra diğer televizyon
ekranlarında ve internette son dakika gelişmesi olarak kamuoyuna duyurulmuştur. Açıklama
sonrası Genelkurmay İstihbarat Başkanı Mustafa Özsoy , emir subayını arayarak Bostanoğlu’nun
nerede olduğubu öğrenmeye çalışır. Kendisine herhangi bir bilgi verilmez.

Jandarma Genel Komutanı düğünden kaçırılıyor


15 Temmuz akşamı saat 21.00'dan sonra Gazi Orduevi'nde düğünde olan Jandarma Genel
komutanı Orgeneral Galip Mendi'nin emir astsubayı yanına gelir, Genelkurmay nizamiyesi giriş
kapısında silah seslerinin duyulduğunu ve bir çatışma olduğunu söyler. Ne olduğunu anlamak
için Orduevi'nden dışarı çıkarak önce Genelkurmay Başkanlığı'nı cevap alamayınca da Jandarma
Genel Komutanığı Harekat Merkezi'ni arar ancak telefon hatları kesik olduğu için ulaşamaz.
Cevap alamayınca Jandarma Genel Komutanlığı Harekat Başkanı Tümgeneral Arif Çetin’i
telefonla arayıp durumu sorar. Çetin, ‘Komutanım, ben de ulaşamıyorum. Siber saldırı
olabilir’ der. Mendi de kendisinden komutanlık karargâhına gitmesini, durumu açıklığa
kavuşturup tarafına bilgi vermesini ister. Bu esnada emir subayı Piyade Yarbay Murat Yılmaz
sivil olarak yanına gelir. Mendi düğüne giderken emir subayını götürmediği için bir anda
karşısında görünce çok şaşırır. Emir subayı Genelkurmay Başkanı’yla 2. Başkanı’ın kendisini
Genelkurmay Karargâhı'nda beklediğini söyler. Komutanın eşine başka bir araç ayarlanıp evine
gönderilir.

Komutan araca bindiği sırada diğer kapıdan da Konya Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral
Timuçin Ermiş19 biner. Ermiş’in üzerinde eğitim elbisesi vardır ve silahlıdır. Mendi Benden
habersiz Konya’dan niye buraya geldin? diye sorar. Ermiş birşey söylemeyeğini, Akıncı Üssü'ne
gidince kendisine tebliğ edileceğini söyler. Aracın ön tarafında emir subayı Yarbay Murat Yılmaz
vardır ve aracaı bir er kullanmaktadır. Arabanın Akıncı Kışlası’na gideceğini öğrenen Mendi,
Murat Yılmaz’a hem de Timurcan Ermiş’e ‘Hani bu araba Genelkurmay’a gidecekti’ diye bağırır.
Ermiş tekrar kendisine tebliğ edileceğini söyler ve ekler, "sizi de aramızda görmek istiyoruz."

Mendi buna şiddetle karşı çıkarak ‘sizin adamların yanında niye olayım? Allah hepinizin belasını
versin’ der Bunun üzerine Timurcan Ermiş birden belindeki tabancasını çıkartıp Mendi’ye
doğruttu. Mendi dahasonra aracın önündeki emir subayı Murat Yılmaz’a ‘ 8 yıldan beri benimle
çalışıyorsun. Sen de çetenin içindeymişsin. Yazıklar olsun sana’ dedi. Timurcan Ermiş, Akıncı
Kışlası’na gidinceye kadar silahı Mendi’ye doğrultulmuş şekilde dudu. Bu esnada, Ermişe’e ‘siz
çetesiniz, Allah belanızı versin. Vuracaksan şimdi vur’ diye bağırdı. Bir ara Timurcan Ermiş’i
Konya’dan getiren minibüs Mendi’nin olduğu aracın önüne geçti. Akıncı Kışlası’nın kapısına
kadar bu şekilde gildiler. Mendi’nin korumaları da başka bir araçla onları takip ediyordu.

Mendi’yi Akıncı Kışlasının kapısında, 25-30 kişilik teğmen ya da üsteğmen rütbesinde, tulum
şeklinde pilot kıyafetli ve ellerinde tabancalar bulunan askerleri karşılar. Bu askerler aracın
etrafını üçerli, beşerli şekilde çevirirler.

Jandarma Astsubay Halil Gözalıcı bulunduğu aracın şoför mahallindeki eri, arkadaki koruma
arabasına gönderir ve şoför mahalline oturur. Bu esnada Timurcan Ermiş arabadan iner. Arabanın
etrafını çevreleyen pilotlardan birkaç kişiyle konuşur. Mendi’yi araçtan indirdiler. Başlangıçta
ışık olan daha sonra dehliz gibi bir yolu olan bir odaya soktular. Bina müstakil binaydı ancak
binada hiç cam yoktu. Düz duvardı. Binanın içinde 'sorgu merkezi' yazan bir tabela dikkat
çekiyordu. Aralarında yaklaşık 1 metre olan yan yana 2 sandalye vardı.
19
Timuçin Ermiş hakkında MİT ve Emniyet istihbaratından paralel devlet yapılanması içerisinde olduğuna
dair bilgi gelmişti. 2 yıllık general olan Ermişilk Yüksek Askeri Şura toplantıında emekliç edilecekti.
Kısa bir süre geçtikten sonra birden ayak sesleri duyulur. Çok kişinin yürüdüğünü
anlaşılmaktadır. Birden bir tanesi, yüzbaşı olan, diğer teğmen ya da üsteğmen olan 6-7 kişilik bir
grup içeri girer. Başındakinin yüzbaşı Mendi’ye “Yurtta Sulh Konseyi adına sizi tutukluyorum.'
der. Mendi 'Seni PKK'dan, IŞİD'den korumak için mücadele ediyorum, 46 yıllık subayım. Sen
beni tutuklayacağını hangi yetkiye dayanarak söylüyorsun.' diye şiddetle çıkışır. Bunun üzerine
yanda duranlar iki koluna plastik kelepçe takarlar. İnanılmaz kin ve nefretle kolunu, bileklerini
sıkarlar. Bu esnada Mendi, 'Yunanlılara esir olsaydım, bu muameleyi görmezdim.' diye bağırır.
Daha sonra yan tarafta duran iki kişi ile beraber yüzbaşı da ayaklarını birleştirip ayaklarını da
kelepçelerler. Daha sonra kafama gözlerimi de kapatacak şekilde siyah bir bereye benzer bir şey
geçirirer. Mendi, bu bereyi elleriyle çıkarmak ister, ellerini indirip, ağzına da bir bant
yapıştırırlar.

Orgeneral Galip Mendi’nin yaveri Yarbay Murat Yılmaz’ın İfadesi


8 yıldır Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi'nin emir subaylığını yapan Yarbay Murat Yılmaz
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü darbe girişimi soruşturması kapsamında
tutuklandı ve TSK'dan ihraç edildi.

15 Temmuz günü genel komutanlıkta komutanımızın yanında görevimin başındaydım. Rutin


işlerimiz vardı. Akşam için komutanımızın Gazi Orduevi’nde bir düğün programı vardı. Her
zaman 20.30’da ayrılırken cuma günü 19.00 sularında karargâhtan ayrıldı. Ben de konuta kadar
kendisine iştirak ettim. Daha sonra da Batıkent’te bulunan lojmana gittim. Akşamki düğün
programında ise komutana konuttan sorumlu Aytaç Astsubay refakat edecekti. Evde eşim ve
çocuklarım vardı. Saat 20.00 sularıydı. Çocuklara bir şey almak için aracımla AVM’ye gitmek
üzere lojmandan ayrıldım.

Yoldayken Konya Bölge Komutanı Timurcan Ermiş beni görev telefonumdan aradı. “Komutanla
özel bir şey görüşeceğim, komutan nerede?” diye sordu. Akşam Gazi Orduevi’nde düğün
programı olduğunu, komutanın orada olduğunu söyledim. Bana “Senin de gelmen lazım, özel bir
konu var” dedi. Ben bunun üzerine komutanın bulunduğu Gazi Orduevi’ne doğru yola çıktım.
Üzerimde sivil kıyafetler vardı. Bu durumu komutana telefonla bildirmedim. Neden telefonla
bildirmediğime ilişkin herhangi bir açıklamam yoktur.

Gazi Orduevi’ne giderken yolda eşimi aradım ve “Bir işim çıktı, gecikebilirim” dedim. Gazi
Orduevi’ne vardığımda Timurcan Ermiş beni telefonla tekrar aradı. Orduevinde olduğumu
söyledim. “Ben de geliyorum” dedi. Ermiş gelinceye kadar 3-5 dakika düğün salonunun önünde
bekledim. Bu süre zarfında komutan içerideydi. Kapının önünde Aytaç Oğuz Astsubay’la
konuştum. Bana “Genelkurmay’a saldırı mı olmuş, ne olmuş, komutan onlarla görüşüyor” dedi.
Biraz sonra Timurcan Ermiş siyah renkli, önünde tuğgeneral arması bulunan, camları siyah filmli
bir minibüsle düğün salonun önüne geldi.

Ermiş minibüsten indi. Aramızda 5-10 metre mesafe vardı. Ben mi onun yanına gittim, o mu
benim yanıma geldi, hatırlamıyorum. Bana “Komutana bir haber ver, görüşmem lazım” dedi.
Saat 21.00 sularıydı. Komutan, düğün salonunun kapısında düğün sahipleri ile vedalaşıp dışarı
çıkıyordu. Kapının önünde komutanın yanına varıp Ermiş’in kendisi ile görüşmek istediğini
söyledim.
Komutan, Ermiş’i kamuflajlı kıyafetiyle görünce “Sen niye geldin böyle?” dedi. O da
“Komutanım özel bir durum var, görüşmemiz lazım” dedi. Timurcan Ermiş komutanı kendi
geldiği minibüse davet etti. Komutan, “Bizim araba nerede?” dedi. Komutanın arabası ön tarafta
bekliyordu, onun arabasının 1-2 araba arkasında da Timurcan Ermiş’in geldiği minibüs vardı.
Komutan aracın sağ arkasına bindi, ben de sağ önüne bindim, Timurcan Ermiş de komutanın
yanına bindi. Aracı komutanımızın şoförü olan Er Oğuzhan kullanıyordu.

Araç hareket ederken Ermiş, “Komutanım Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu, şimdi sizi
emniyetli bir yere götüreceğiz, Akıncı Üssü’ne gideceğiz” dedi. Ben araçta bulunan el telsiziyle
koruma aracına Akıncı Üssü’ne gideceğimizi ve öne geçmelerini söyledim. Komutan, “Ben
karargâha gidip üzerimi değiştireceğim” dedi. O esnada arkada bir arbede oldu. Arkamı
döndüğümde Ermiş’in komutanımıza silah doğrulttuğunu gördüm. Komutanın emniyetini
düşündüüm için müdahale etmedim.

Komutan, Ermiş’e “Seni kim görevlendirdi?” dedi. O da “Genelkurmay Personel Başkanı” dedi.
Komutan, “Genelkurmay Başkanı ve diğer kuvvet komutanları nerede?” dedi. Ermiş, “Onlar da
Akıncı’ya geçiyorlar” dedi. Ermiş, komutanımıza “Sizi başımızda görmek istiyoruz” dedi.
Komutanımız, “Ben istemiyorum” dedi. Komutan bana, “Sen 8 yıldır benimle birlikte
çalışıyorsun, sen de mi?” dedi. “Yazıklar olsun” deyip demediğini hatırlamıyorum.

Akıncı Üssü’ne gittik. Nizamiye kapısında elleri silahlı, pilot kıyafetli subaylar vardı. Ben
telsizden korumalara “Durum kontrol altında, size ne deniyorsa onu yapın, olay çıkarmayın”
talimatı verdim. Subaylara araçta bulunanın Jandarma Genel Komutanı olduğunu söyledim.

Nizamiye kapısında 2-3 dakika bekledikten sonra bizi içeriye aldılar. 200-300 metre sonra havacı
kıyafetli elleri silahlı üç dört subay bizi karşıladı. Bizi araçtan indirdiler. Hepimiz araçtan
indikten sonra oradakilerden birisi “Yakında bulunan bir banka oturabilirsiniz” diye yer gösterdi.
Komutanı ne yaptıklarını sonrasında görmedim. O esnada uçaklar kalkıp iniyordu. Sabaha kadar
ben bana gösterilen bankta oturdum. Telsizi araçta bıraktım.

Üzerimde cep telefonum vardı. Ayrıca komutanımızın cep telefonu da bendeydi. Komutanın cep
telefonunu kapatmıştım. Neden kapattığımı izah edemiyorum. Ancak kendi görev telefonum
açıktı. Görev telefonumdan Aytaç Astsubay ile görüştüm. Kenisini emniyetli bir yere aldıklarını,
sağlığının yerinde olduğunu, hanımefendinin merak etmemesi gerektiğini söyledim.
Soru: Neden komutanın telefounu kapatıp kaçırıldığı bilgisini paylaşmadın? Cevap: Basiretim
bağlandı.

Sabah üssü uçaklar bombalamaya başladı. Hayatımızın tehlikede olduğunu düşündüm.


Vedalaşmak için eşimi aradım. Yürüyerek oradan tek başıma nizamiyeye doğru gittim. İleride
polis noktası vardı. Yoldan geçen araçlardan birisine otostop yaptım. Polislere sivil kimliğimi
gösterdim, Kazanlı olduğumu söyledim ve polis barikatından geçerek Kazan’daki
kayınpederimin evine gittim. Televizyondan haberleri seyrettim. Kendiliğimden giderek Kazan
İlçe Jandarma’ya teslim oldum.

Ben Fethullah Gülen Terör Örgütü hakkında basından takip edebildiğim kadarıyla bilgi
sahibiyim. Bu örgütün Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki yapılanmasına ilişkin herhangi bir
bilgim yoktur. Bu örgüt mensubu tanıdığım herhangi bir kimse yoktur. Ben FETÖ üyesi değilim.
15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen terör eylemlerine de herhangi bir şekilde katılmadım.
Konya Jandarma Bölük Komutanı Tuğgeneral Timurcan Ermiş’in ifadesi 13 Temmuz 2016
Çarşamba günü resmi izne ayrılmıştım, 17 gün iznim vardı, 13 Temmuz 2016 günü akşamı
ailemle birlikte Konya’dan Ankara’ya geldim. Merkez Orduevi’nde kalmaya başladım.
Giresun’da helikopter kazasında yaralanan tanıdıklarımı ziyaret etmek amacıyla Ankara’ya
gelmiştim. Ertesi gün GATA’da yaralıları ziyaret ettim, 15 Temmuz’da öğleye kadar ailemle
birlikte Ankara’da dolaştık, 15.00 gibi orduevine geri döndük.

Otel odamdaki dahili hattan Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Merkezi’nden bana telefon
açtılar. Bir subay telefonda benimle görüştü ancak rütbesini ve ismini şu an hatırlamıyorum. Bana
‘Kritik bir durum var, Genelkurmay’dan talimat aldık. Jandarma Genel Komutanı’nın korunması
lazım. Akşam kritik bir durum olabilir, komutanı alıp emniyetli yer olan Akıncı Üssü’ne
getireceksin’ dedi. Ben bu tür bir emrin şifahi verilemeyeceğini söyledim. Ancak telefondaki kişi
‘Çok gizli’ deyip beni ikna etti.

Eski emir astsubayım Tuncay Nergiz’in orduevine yakın olan Anıttepe’deki evine tek başıma
taksiyle gittim. Saat 17.30 gibiydi. Kendisine çok güvendiğim için bana telefonla verilen emri
onunla paylaştım. Emirden onun haberi yoktu. Çok güvendiği 1-2 arkadaşıyla birlikte komutanı
güvenli bir yere götürebileceğimizi söyledi. Onları eve çağırdı. Eve genel komutanlıkta görevli 4
astsubay geldi. Önce komutanın nerede olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu. Komutanın emir
subayı ile telefon görüşmesi yaptım. Emir Subayı Yarbay Murat, saat 19.00 sularında komutanın
Gazi Orduevi’nde düğünde olduğunu söyledi.

15-20 dakika sonra Anıttepe civarında silah sesleri geldi. Eski emir astsubayı karargâhtan
tanıdıklarını aradı. Genelkurmay’da çatışma gibi bir durum olduğunu söylediler. Komutanı
hemen uzaklaştırmamız gerektiğini düşündük. Komutanın emir subayı Yarbay Murat’ı aradım.
Silah sesleriyle ilgili onu uyardım. Emir verildi- ğinde kullanmak için Konya’dan makam
arabamı çağırdım. Şoförüm izinde olduğu için başka bir personel getirip aracı Ankara’ya
Anıttepe’deki evin yakınlarında bir yere bıraktı. Anıttepe’deki evden ayrıldık. Ben, eski emir
astsubayım ve çağırdığı 2 kişi benim makam arabama bindik. Makam arabasını Ertuğrul isimli
astsubay kullandı. Gazi Orduevi’ne gittik.

Orduevine vardığımızda arabalardan indik. Jandarma Genel Komutanı da silah sesleri konusunda
bilgi almış, çıkmak üzereydi. Ben ona ‘Genelkurmay’dan silah sesleri geliyor, muhtemelen
çatışma var, hemen ayrılmamız gerekiyor’ dedim. Bana ‘Sen izinde değil miydin, niye geldin?’
dedi. Ben de karargâhtan emir geldiğini kendisine bildirdim. Ona da normal gelmemiş olacak ki
‘Ne gerek var?’ dedi. Sonrasında komutanın arabasına birlikte bindik. Ayrıca komutanın emir
subayı da arabanın sağ ön koltuğuna bindi. Korumalar da arkadan arabayla bizi takip etti.

Birlikte geldiğim ekip de bizi arkadan takip etti. Bu buluşma anında herhangi bir direnme
tartışma ya da bir olay olmadı. Arabanın içindeyken komutan karargâha gitmek istedi. ‘Orası
güvenli değil, sizi Akıncı Üssü’ne götüreceğiz’ dedim. Bana kızdı.

Komutanın üzerinde silah yoktu. Ancak benim üzerimde kamuflaj, elbise ve silah vardı.
Kamuflaj elbisemi makam arabasıyla birlikte istemiştim. Komutan bana kızıp hamle yaptı.
Silahımı almaya çalıştı ve silahımı çekip arkama sakladım. Sadece kızıp bağırdı, ancak aramızda
herhangi bir arbede olmadı. Bu şekilde Akıncı Üssü’ne vardık. Komutanın korumalarını içeri
almadılar. Pistin yanında belli bir yere gelince havacılar bizi binaya davet ettiler. Sadece
komutanı içeri aldılar. Bizi içeri sokmadılar. Havacıların içinde en rütbeli kişi yüzbaşıydı. Etrafta
özel tedbirli silahlı teçhizatlı personel de vardı. Sabaha kadar orada arabaların içinde bekledik.

16 Temmuz Cumartesi günü Saat 13.00 sularında benimle birlikte gelenler geldi. ‘Bir tuhaflık
var. Binadaki nöbetçiler çekildi. Komutan yalnız mı kalacak?’ diye sordular. ‘Binanın içerisine
girip bakın komutana ihtiyacı olup olmadığını sorun’ dedim. Komutanın yanında başka bir
komutan olduğunu, ellerinde plastik kelepçe olduğunu, sığınak benzeri oda içerisinde olduklarını,
kapısının açık olduğunu, içeride kimsenin olmadığını söylediler. O arada cep telefonunun
internetinden 47 özel harekât polisinin şehit edildiğini öğrendim. Hata yapıldığını geri dönülmez
bir yola girdiğimi düşündüm. Arkadaşlara ‘Derhal komutanı, yanındaki komutanı dahil nezaketli
bir şekilde alın, genel komutanlık karargâhına emniyetli bir şekilde götürün’ dedim. Sonrasında
komutanın yüzüne bakamam diye ona görünmeden oradan emir astsubayımla birlikte yürüyerek
ayrıldım.

Darbecilerin atama listesinden haberim yok. Orada benim için belirtilen Jandarma Genel
Komutanlığı Denetleme Başkanlığı pasif bir görevdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin önceden
haberim yoktu, sonradan haberim oldu fakat pişman oldum gecikmiştim. En azından komutanı
kurtarayım, hesabını kendi adıma veririm diye düşündüm. TSK içinde Fethullahçı bir grup
olduğunu duyuyorduk. İsim olarak net bilmiyorum. Darbeyi TSK içinde kim organize etti,
planladı onu da bilmiyorum

Hareket etmeyin emniyetiniz için yapıyoruz

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak 15 Temmuz gecesi aldığı bazı duyumlar
üzerine Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı bilgi vermek amacıyla telefonla
aradığında Genelkurmay Başkanı’nın Emir Subayı Piyade Yarbay Levent Türkkan Komutanın
kendisini ve özellikle Kurmay Başkanı İhsan Uyar'ı karargâha beklediğini söyler.

Genelkurmay karargâhı’nın önüne geldiklerinde Genelkurmay'ın güney nizamiyesinde emir


subayı İkmal Binbaşı Yunus Can kendisine Genelkurmay güney nizamiyesinde yerde yatanlar
oluğunu, bir sorun olabileceğini söyler. Karargâha oldukları yerden giriş yaopmanın güvenli
olmayacağını, bu nedenle Kara Harp Okulu nizamiyesine yöenlmeleri gerektiğini söyler.

Çolak, Harp Okulu nizamiyesi bekleme yerinde Genelkurmay'ın güney nizamiyesinde problem
olabileceği düşüncesiyle Genelkurmay kışlasının diğer nizamiyelerinden giriş yapılabileceği ve
bu konuda koordine edilebileceği hususunda koruma müdürü Piyade Binbaşı Burak Akın'a
Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığı giriş kapısından Genelkurmay'a giriş
yapmaları konudunda emir verir.

Genelkurmay Başkanlığına giriş yaptıktan sonra ilerlerken içeride tam teçhizatlı özel kuvvet
personeli görünümlü askerlerin bulunduğunu, bunun kışlanın korunmasına yönelik bir tatbikat
olabileceğini düşünür.

Kural gereği komutanlık karargâhının giriş kapısına gelmeden önce koruma araçları ve personeli
50 metre kadar geride durdu. Bu husus zaten her zaman alışkanlık olarak uygulanan bir durumdu.
Bu esnada karargâh etrafında ve bahçe kısımlarından çok ciddi silah sesleri geliyordu. Karanlık
olduğu için Bir şey görmek mümkün olmasa da çok ciddi silah sesleri geliyordu.

Genelkurmay Başkanı Komutanlık Karargâhı’nın giriş kapısına gelip yoğun ateş altında araçtan
indiklerinde Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Ramazan Gözel giriş
kapısının iç kısmından bağırarak Çolak’a hitaben 'Komutanım süratle içeri girin' şeklinde
heyecanlı şekilde bağırıyordu. Çolak o ana kadar Genelkurmay Başkanlığı’na dışarıdan bir saldırı
olduğunu, karargâh içerisindeki askerlerin dışarıya karşı karargâhı koruduklarını düşündü. Süratle
önde kendisi arkasında Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar ve emir subayı Binbaşı Yunus
Can olacak şekilde içeriye girdiler.

Karargâha girdikten sonra içeride tabancalı, tüfekli Özel Kuvvetler personeli görünümlü kişiler
üzerlerine abanarak, Can,Uyar ve Çolak’ı yere yatırdılar. Üzerlerine silah dayadılar. Bağırarak,
'Hareket etmeyin, emniyetiniz için yapıyoruz' dediler. Çolak genelde bu tür ibareleri özel
kuvvetler persoeli kullandığı için bu kişilerin özel kuvvetler olduğunu tahmin ediyordu. Aynı
anda yukarıda bir şey olduğunu sezen, Koruma Müdürü Piyade Binbaşı Burak Akın koşarak
olaya müdahale etmek istedi ancak darbeciler Akın'a ateş edip yere düşürdü. Bu esnada hareket
etmesini engellemek için Çolak’ın ve Kurmay Başkanı Uyar’ın araçlarının lastiklerine ve
radyatörüne ateş ettiler.

Elleri arkadan kelepçeli halde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in odasına
alındılar. Odaya girerken İkinci Başkan’ın Özel Kalem Müdürü Kurmay Albay Bünyamin
Tüner'in tüm bu olayı içeride organize ettiğini görür. Burada yaklaşık 35 dakikakadar elleri
arkadan bağlı şekilde otururken içeriye giren ilave kişiler sert hareketlerle ve tavırlarla kelepçe
taktılar. Başları kapalı, elleri kelepçeli haldeydi.

Zaman zaman kafalarını öne doğru bastırarak etrafa bakmalarını engelliyorlardı. Sık sık ağız ve
burunlarını elleriyle bastırarak, iletişim kurmaları engelleniyordu. Saat 22.30 civarında
"gidiyoruz" diye ikaz edilerek dışarı çıkartıldılar. Daha sonra bir helikopterle Akıncı Üssü'ne
götürüldüler.

Burada ayalarına da kelepçe takıldı. Kurmay Başkanı İhsan Uyar’ın ellerindeki kelepçe nedeniyle
elleri uyuşmuştu. Darbecilerden rütbeli olan asker kızgın bir ifadeyle ‘Bunu daha önce
düşünecektin. Askeri lise ve harp okulunda aldığımız değerlere aykırı hareket ediyorsun. Sizin
gibi Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı da tutuklanacak, birazdan onları da buraya
getireceğiz.”dedi. Sonra da diğer askerlere döndü; ‘İhsan Uyar'ın rütbelerini çıkartın,
elbisesindeki Atatürk rozetini de sökün' diyerek aşağılayıcı hareketlerde bulundu. Ardından
ekledi; ‘Hiç mi helal süt emmedin'

Yaklaşık 3-4 saat kadar bu şekilde oturduldular . Bir grup geldi ve üzerlerini aradı. Üzerleinde
silah yoktu. Çolak’ın kalem, tarak gibi eşyalarını aldılar. Bir süre sonra odaya 3 kişi daha
Getiirildi. Bu kişiler Tümgeneral Şevki Şentürk , Albay Tuncay Polat ile Çolak’ın emir subayı
Binbaşı Yunus Can’dır. Odaya son getirilenlerden sonra ayaklarındaki kelepçeleri kestiler, elleri
yine kelepçeliydi. Su ihtiyaçları olduğunda darbeciler kendileri tutarak içiriyorlardı. Tuvalet
ihtiyaçları için odanın yan tarafında bulunan tuvalete ittirerek götürüldüler.
Yeni kalkışlara engel olmak için Akıncı Üssü uçaklarla bombalanıyordu. Daha sonra ‘Bu
yaptığınız Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne karşı bir ayaklanmadır, derhal üssü terk edin ve
teslim olun' şeklinde anonslar duyulmaya başlandı. Kapıdaki iki nöbetçi yerinden ayrılmıştı.
Kafalarına geçirilen maskeyi ve kelepçeleri ileri geri ittirerek çıkarttılar.

Civarda keşif ve arama yaparken bir minibüs dördüler. Bu aracın içerisinde 3 adet şarjörleri dolu
M-16 silah, iki adet de Özel Kuvvetler'e ait içi malzeme dolu sırt çantası vardı. Şoför mahalline
Albay Tuncay Polat geçti. Seslerini duyukları bombaların tahrip ettiği alanları gördüler. Bazı
yerler yanıyordu.

Nizamiyenin dışında 500 metre kadar ileride Zırhlı Tümen Komutanlığı'ndan gelen tanklar ve
askeri zırhlı araçlar bölgeyi güvenlik altına almıştı. Dışarıda olan askerlerden cep telefonlarını
alıp aile ve diğer komutan arkadaşlarını aradılar. 17.00 sıralarında Kara Kuvvetleri karargâhına
gittiler.

J Başkanları

Plan Prensipler Başkanı Korgeneral Ulusoy ifadesi şöyle:


"İlhan Talu korgenerali Harbiye'den beri tanırım. Dini cemaatlerle hiçbir bağı yoktur. Askeri
darbe yapacağını sanmam. Mehmet Dişli dini gruplara yakındır. İnanç olarak Fetullah Gülen
grubuna da kendini yakın hisseder. Mehmet Partigöç bu işi planlamış olabilir. Karargâha
girdiğimde komutanın yerinde onu gördüm. Askeri darbe planı acemice yapılmış. J-5 NATO
kodudur. Plan ve Prensipler Başkanlığını ifade eder. Bu olayların içinde Batı ülkelerinin parmağı
olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu NATO üzerinden değil gizli servisler üzerinden
gerçekleştirmişlerdir.

Olay günü saat 20.40 sıralarında karargâhtan ayrılıp kız kardeşimin evine yemeğe gittim. Emir
astsubayım aradı. Çatışma çıktığını, Genelkurmay'da herkesi tutukladıklarını, beni aradıklarını,
görünmememi ve yerimi belli etmememi söyledi. Söylediklerini ciddiye almadım.
Buradan başka bir yere geçerken uçaklar üzerimizden alçak uçuş yapmaya başladı. Vahim bir
olay olduğunu o zaman anladım. Ulaştığım yerde, televizyonda Başbakan'ın açıklamasını
duydum. Olayın vahim olduğunu düşünerek Genelkurmay Karargâhı'na geçmem gerektiğini
düşündüm. Saat 23.30 sıralarında Genelkurmay'a gitmek üzere yola çıktım.

Resmi telefondan sırası ile karargâhtaki başkanları aradım. J-1 başkanlığı yapan İlhan Talu
odasında olduğunu, mahsur kaldığını söyledi. J-2 ve J-3 başkanları izinliydi. J-4 Başkanı cevap
vermedi. Korgeneral Fikret Erbilgin rehin alındığı için cevap verememiş. Onu almaya gelen
aracın yanında beni de almaya gelen boş bir araç varmış ancak beni bulamadıkları için rehin
alamadılar.

Komutanın odasında Mehmet Partigöç ve Sinan Sürer amiral vardı. Her ikisi de bana soğuk
davrandı. Hemen arkamda havacı bir yarbay belirdi. Genelkurmay Başkanı'na ne olduğunu
sordum. Havacı Yarbay “O artık yok. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi.

FETÖ'cü tuğgeneraller sıranın kendilerine geleceği endişesiyle askeri darbeyi erkene almış
olabilirler. Askeri darbe planına bakıldığı zaman, bu acemi bir planlamadır ve birkaç mesaj ve
atama listesinden ibaret olduğu için kısa sürede hazırlanabilir. Ancak yine de 2-3 aylık bir
hazırlık gerektirir. Askeri darbeyi ordu içerisindeki Fetullah Gülen Cemaati'nden askerlerin
planlayıp icra ettiği anlaşılmaktadır.

Gülen cemaatinin TSK'da bir potansiyeli vardır. Bunlar her şeye rağmen cemaatten kopmayan bir
gruptur. TSK içerisindeki gençleri bilmem ancak general seviyesindeki kadrolarda neredeyse
yarısı Fetullah Gülen Cemaati'ne mensuptur ya da yakın hisseder. Genel olarak bu gruba yönelik
operasyonlardan bir rahatsızlık vardır.

Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu

O akşam sırasıyla Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Genelkurmay 2. Başkanı


Orgeneral Yaşar Güler'e makamlarında bazı bilgiler verdim, 2. Başkan'ın makamından çıktıktan
sonra, kontrol geçiş noktasına yaklaştığımda Özel Kuvvetler Komutanlığından bir grubun
Genelkurmay 2. Başkanı'nın makamına girdiklerini gördüm. Bir başka grubun da Genelkurmay
Başkanı'nın makamına çıktığını tahmin ettim. Grup koşa koşa geçtiği, saat de yaklaşık 20.50
olduğu için endişelendim. Ben de hemen kendi makamıma girdim.

Genelkurmay karargâhında, usul olarak Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkanı çıkmadan karargâhı


terk etmiyoruz. Olay gecesi 20.30 sıralarında Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkan karargâhta
olduğundan ben de karargâhta bulunuyordum. İcra subayı Binbaşı Fatih Koç ve emir astsubayı
Bayram Aydemir de o sırada görevdeydi.

Makamında Tuğgeneral Hayrettin Kaldırımcı ve askeri savcı Binbaşı Kurtuluş Kaya, Hakim
Albay Mehmet Oğuz Akkuş'un birlikteydim, emir astsubayına, "Yukarıda bir hareketlilik var,
kapıyı içeriden kilitle, ışıkları söndür" dedim ve televizyonu açtım.

Bir süre sonra Genelkurmay karargâhının etrafından silah sesleri gelmeye başladı. Pencereden
baktım, tankları ve atışlarını gördüm. Ayrıca karargâhın üzerinden uçak ve helikopter sesleri
geliyordu. Odamdaki diğer misafirlerle birlikte darbe girişiminin Fethullahçı grup tarafından
yapıldığını değerlendirdik.
Kaldırımcı, Akkuş ve Kaya, gece 01.00 sıralarında Tuğgeneral Uğur Şahin'in makamına geçtiler,
emir astsubayım makamımda kaldı. İcra subayı Binbaşı Fatih Koç'un ise "alındığını" düşündüm.
Ancak sabah 10.00 sıralarında, onun geceyi Genelkurmay Başkanlığı Harekat Merkezi’nde
geçirdiğini öğrendim.
Telefonla 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Abdullah
Recep ve 3. Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Serdar Savaş'ı da arayarak, darbenin Genelkurmay
ile ilgisinin olmadığını söyledim.

(Darbeye açıkça tavır koyan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar'ı neden aramadığı
soruldu) Talu, Kendisini aradım, ancak telefonla ulaşamadım. Emir subayı ile görüşebildim. Emir
subayı bana 'Ordu komutanı güvenli bir yerde' dedi.

Televizyondan olayları izlerken darbe girişimi olduğunu anladım ve olayları, silahlı kuvvetlerin
içine sızmış Fehtullahçı askerlerin yaptığını değerlendirdim. , (Orgeneral Dündar'ın olay gecesi
televizyonlarda, darbenin silahlı kuvvetler hiyerarşisinde olmadığını açıkladığı anımsatılarak,
"Darbe girişimi sırasında Genelkurmay karargâhındaki en üst rütbeli subay olarak bulunmanıza
ve Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkanı'nın odalarının basıldığını bilmenize rağmen, odaların
basıldığı bilgisini basınla neden paylaşmadınız? soruldu)

Talu buna, Üzerimde silah ve emrimde askerim yok. Bu açıklamayı yaparsam, beni odamda
etkisiz hale getirirler, diye bu açıklamayı yapmadım (Hava ve Deniz Kuvvetleri
Komutanlıklarında, darbecilerle birlikte hareket etmeyen üst rütbeli komutanların karargâha
kabul edilmediği, karargâhta bulunan üst rütbeli komutanların derdest edilerek kaçırıldığı"
söylenerek,"Darbe gecesi Genelkurmay karargâhında, kendisinden üst rütbeli Genelkurmay
Başkanı ve 2. Başkanı olmasına rağmen, neden karargâhta olduğu soruldu.)

Talu, karargâhta kalmama neden müsaade edildiğini bilmiyorum.

(İcra subayı Binbaşı Fatih Koç'un, yetkisi olmamasına rağmen nasıl ertesi sabaha kadar
Genelkurmay Başkanlığı Silahlı Kuvvetler Harekat Merkezinde bulunduğu soruldu) Talu,
Harekat Merkezine nasıl girdiğini, orada neler yaptığını bilmiyorum. Orada kaldığım saatlerde
Harekat Merkezini birkaç kez aradım, ancak telefonlarıma cevap verilmedi.

Fethullah Gülen'i basından tanırım ve onunla görüşmedim. 2006-2009 yılları arasında


Washington'a gittim, ancak Pensilvanya'ya gitmedim. Fethullah Gülen, bana göre dış güçler
tarafından idare edilen en büyük nifak kaynağıdır. Ben darbe faaliyetine katılmadım, suçlamaları
kabul etmiyorum.
Odamdan ertesi gün (cumartesi) 13.00 sıralarında çıktım, gece boyunca yaptığım telefon
görüşmeleri ve mesajlardan, olaylarda Tuğgeneral Mehmet Partigöç ve Kurmay Albay Cemil
Turan'ın imzasının olduğunu anlayınca Partigöç'e telefon açtım ve "Neler oluyor?" diye sordum.

Saat 11.00 sıralarında kendisine telefonda, 'Genelkurmay Başkanı ile görüştüm. Akıncı'daki
darbeye katılan personel, çatışmaya girmeksizin teslim olacakmış. Siz de teslim olun' dedim.
Daha sonra oraya sivil savcı ve komutanlık görevlileri geldi. Karargâhtaki askerler teslim olduk.
Ben darbeye katılmadım. Suçsuzum Fethullahçı değil, Fethullahçılarla mücadele eden birisiyim.
(Darbecilerin atama listesinde, Genelkurmay Personel Başkanı olarak görevinin devamına karar
verildiğinin anlaşıldığı soruldu) Bu atamada herhangi bir dahlim yoktur. Zaten mevcut görevi
devam ettiriyorum.

Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemler (MEBS) Korgeneral Uğur Tarçın Ankara Cumhuriyet


Başsavcılığına muğdur olarak verdiği ifadesinde 15 Temmuz saat 14.00'te Teröristle Mücadele
Harekat toplantısına katıldığını, toplantının saat 19.00'da sona erdiğini, Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hulusi Akar ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in karargâhta
çalıştığını öğrenince kendisinin de odasında çalışmaya devam ettiğini belirterek şunları söyledi:

Saat 21.20 sıralarında eli silahlı komando kıyafetli 3 kişi odama girdi. Beni yere yatırarak,
ellerimi arkadan bağladılar.

Emir Astsubayım Başçavuş Halil Göncü ve piyade er Mehmet Coşkun'u da derdest ederek, odaya
soktular.

Yerde yatarken aralarında haberleştiler. Bir süre sonra gözlerimizi bezle bağlayarak bizi bahçeye
çıkardılar. Basamaklarda, sonradan getirilen kişinin bana bağlı daire başkanım Tuğgeneral
Göksel Sevindik olduğunu anladım. Karargâhın bahçesinden bir odaya götürülürken çatışma
seslerini duydum. Yere yatırdılar, sürüklediler. Kolumda, ayağımda morluklar oluştu.
Bulunduğum yerin proje dairesi olduğunu tahmin ettim. Ellerimi arkadan plastik kelepçeyle
bağladılar. Sert komutlarla konuşmamamızı istediler.

Daha sonra uçak sesleri duydum. İçlerinden biri sıkıyönetim ilan edildiğini, Boğaz Köprüsü'nün
ele geçirildiğini, herkesin sırayla alındığını, bizlerin de hesap vereceğini söyledi. O zaman bir
darbe girişimi olduğunu anladım. Aralarında telsizle haberleştikten sonra, bizi tek sıra halinde
dışarıya çıkardılar. Helikopterler uçuyordu. Karargâh bahçesine inen bir helikoptere bindirdiler.
Bir helikopter pilotu olarak nereye gittiğimizi anlamaya çalıştım. 15 dakika sonra yere indik.
Bekleyen bir araca bindirildik ve bir binaya götürüldük. Bu sırada jet uçaklarının iniş ve kalkış
yaptığını duyuyordum. Bu nedenle bulunduğumuz yerin Akıncı Üssü olduğunu tahmin ettim.
Teker kişi halinde odalara koyarak, kilitlediler.

Sabaha kadar bu odada kaldık, sudan başka hiçbir şey verilmedi.

Sabah saatlerinde bomba seslerini duydum ve bizi kurtarmaya geldiklerini anladım. Saat 17.00'ye
kadar uçak ve çatışma sesleri devam etti, ardından bir subay "Kurtuldunuz, geçmiş olsun" diyerek
ellerimi ve ayaklarımı çözdü.

Astsubay Halil Göncü de yanıma gelerek bana yardım etti. Dışarı çıktım, koridorda Hava
Kuvvetleri Komutanı olmak üzere diğer üst rütbeli generalleri gördüm. Sınıf arkadaşım, Ankara
Garnizon Komutanı Metin Gürak'ı da gördüm. Bahçeye çıktığımda Genelkurmay 2. Başkanı
Yaşar Güler de oradaydı. Herkes, birbirine 'geçmiş olsun' dedi, birbirini tebrik etti.

Üsten araçlarla TAI'ye geldikl, burada Daire Başkanı Tuğgeneral Göksel Sevindik, Basın Daire
Başkanı Ertuğrul Özkürkçü, Genelkurmay Lojistik Başkanı Korgeneral Fikret Erbilgin ve bazı
havacı generaller de bulunuyordu.

Buradan bize tahsis edilen bir araçla Ankara'ya doğru hareket ettik. Genelkurmay Başkanlığına
gitmek istediki, ancak buraya giriş, çıkış izni yoktu, Genelkurmay 2. Başkanı Güler'in Hava
Kuvvetleri Komutanlığına gittiğini öğrendik ve oraya gittik.. Ancak Hava Kuvvetleri
Komutanlığına gittikğimizde Güler'in buradan ayrıldığını öğrendikç

Lojistik Başkanı Tevfik Erbilgin, ben zannedilerek derdest edilmiş ve bu işlemi yapanlar "Uğur
Tarçın'ı aldık" diyerek telefonla bir yerlere rapor etmişler. Bu bilgiyi Erbilgin'den öğrendim.

Hava Kuvvetlerinde bir süre kaldıktan sonra eve giderek vücudumda oluşan yaraları kendi
imkanlarımla tedavi ettim. Fiziki müdahaleye uğradım, tehdit edildim, hakarete maruz kaldım.
Başkalarına da aynı şekilde davrandılar. Bu sırada rahatsızlananlar bile oldu. Tüm bunlardan
dolayı şikayetçiyim, uzlaşmak istemiyorum. Bu kişilerin en ağır şekilde cezalandırılmasını talep
ediyorum.

Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanları

Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nın komutanı Kurmay Albay Muhsin Kutsi Barış


Darbe girişiminde TRT ve Genelkurmay Karargâhı'na tim gönderen Barış, timleri tatbikat
maksatlı yolladığını savundu. Barış'ın ifade özeti şu şekilde:

2015 yılında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanlığı’na atandım. Bu göreve beni kimin
önerdiğini bilmiyorum. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar’ın başdanışmanı Kurmay Albay
Orhan Yıkılkan, salı günü (12 Temmuz) beni arayarak koruma tatbikatı yapılacağını söyledi.
Bunun üzerine ‘alarm’ tatbikatı ile ‘koruma’ tatbikatını birleştirdim. 15 Temmuz günü öğleden
sonra Genelkurmay Karargâhı’na Orhan Yıkılkan Albay’ın yanına giderek tatbikatı ne zaman
yapacağımızı sordum. ‘24.00’te yapacağız, sen birliklerini hazırla” dedi. Ancak 21.00 sularında
Orhan Yıkılkan dahili hattan ve cep telefonumdan beni aradı, tatbikatın erkene alındığını,
21.00’de başlayacağımızı söyledi. Bunun üzerine 100’er kişiden oluşan 3 birliğimi topladım.

Bu sırada sistem üzerinden bize 3 ayrı mesaj geldi. Mesajın ilkinde Silahlı Kuvvetler’in yönetime
el koyduğu ve sıkıyönetim ilan edildiği yazıyordu. İkinci mesajda; sıkıyönetimde görevlendirilen
bazı generaller ve karargâh sorumluları yazıyordu. Üçüncü mesajda; atama listeleri ve
sıkıyönetim emri yazıyordu. Ben bunları görünce dahili hattan Genelkurmay Başkanlığı Özel
Kalem Müdürlüğü’nü aradım, telefonu Orhan Yıkılkan açtı. Bana içeriklerin doğru olduğunu
tatbikat durumunun fiili duruma geçtiğini söyleyerek, “Gereğini yapın” dedi. Bana, TRT’ye
ekibimi göndermemi söyledi.

Kara Harp Okulu Tabur Komutanı Yarbay Ümit Gencer, bir gün önce benden 10 kişilik uzman
çavuş ekibi istemişti. Ben de kendisine 22.00 sularında 10 kişilik ekip verdim. Ümit Gencer, 10
uzman çavuş ile TRT nizamiyesini ele geçirmek için gitti. Ayrıca benim yardımcım Piyade
Yarbay Ekrem Işık komutasındaki 100 kişilik grubu TRT’ye gönderdim. TRT’ye giden ekip
takviye isteyince alayımdaki komutanlardan Piyade Binbaşı Osman Koltarla refakatinde emir
komutasındaki ikinci 100 kişilik ekibi TRT’ye gönderdim. Saat 23.00 sularında
Genelkurmay’dan Orhan Yıkılkan Albay beni aradı ve 100 kişilik takviye ekip istedi. Bunun
üzerine de Piyade Binbaşı Fedakar Akca emir komutasındaki 100 kişilik grubu Genelkurmay’a
gönderdim.

(Girişiminin olduğu gün Cumhurbaşkanlığı Başyaveri Albay Ali Yazıcı ile bir yere gidip
gitmediğinin sorulduğunda) Yazıcı izinde olduğu için yanıma geldi. Bahçede onunla kahvaltı
yaptık. Kahvaltı sırasında ona Cumhurbaşkanı’nın programının nerede olduğunu sordum. Bana
Cumhurbaşkanı’nın güneye gideceğini söyledi. Ben kendisine nereye gideceğini sormadım, o da
bana söylemedi. (Yazıcı ifadesinde, ‘Barış, Cumhurbaşkanı’nın tati yaptığı oteli sordu, Grand
Yazıcı Oteli’nde tatil yaptığını söyledim’ demişti. Bunun durum hatırlatıldı) Ben
Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otelin ismini sormadım. Yazıcı’nın aleyhime beyanlarını kabul
etmiyorum. Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu konumu da kimseye söylemedim.
Cumhurbaşkanı’nın suikasta uğradığını şu anda öğrendim.

Ben kandırıldım. Bir muhakeme hatası yaptım. Sütten çıkmış ak kaşık değilim. Emir-komuta
zinciri içerisinde hareket ettiğimi düşündüm. Bunun bedelini ödemeye hazırım. Ayrıca ben TRT
ve Genelkurmay’a görevli olarak tatbikat kapsamında gönderdiğim er, erbaş ve uzman çavuşların
sorumluluğunu almaya hazırım. Onların bir kabahati yoktur. Kabahat bende, birlik
komutanlarında ve onların yardımcılarındadır.
Fetullah Gülen’i medyadan tanırım. Kendisiyle hiç görüşmedim. Fetullah Gülen benim için
kendisini ‘hoca’ diye tanıtan, ülkeye zarar veren yapının başıdır. Ben namaz kılmıyorum, cumaya
da gitmiyorum. Arada oruç tutarım.

Kurmay Albay Muhammet Tanju Poshor

1. Ordu Komutanlığı’ndaki seminerde ‘koordinatör’ olarak görev yapan Poshor, o dönemde


binbaşıydı. Balyoz davasına konu olan 1. Ordu’daki seminere katılan-hatta katılmayan- bazı
isimler tutuklandı. Poshor tutuklanmamakla birlikte sadece tanık olarak ifadesi alındı. Telefon
kayıtları incelendiğinde Poshor’un şu an yurtdışında olan Cemaatçi yazar Tuncay Opçin'le
telefon trafiği tespit edildi.

Balyoz davasında sanık olan emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri, dava dosyasına giren endisine
ait bloknot defteriyle ilgili şu ifadeleri kullanmıştı:

“Bu defter benim seminerde not tuttuğum bloknottur. Yazılar da bana aittir. Bu bloknotu
seminer sonunda seminer koordinatörü olan Poshor’a teslim ettim. Poshor, Abdullah Gül’ün
Cumhurbaşkanlığı döneminde Muhafız Alay Komutanı oldu; halen de kurmay albay olarak bu
görevi sürdürüyor. Davaya hiç bulaştırılmadı, sadece tanık olarak dinlenildi. İlginçtir,
hükümete karşı darbe planlanıyor, ‘darbe planının koordinatörü’ olan subay Muhafız Alay
Komutanı oluyor”

Cumhurbaşkanlığı eski Muhafız Alay Komutanı olan Porhor iddiaya göre yeni görev yeri olan
Kosova'da NATO önderliğindeki çok uluslu barış gücü Kosovo Force'dan (KFOR) 14
Temmuz’da Türkiye’ye döndü ve TRT baskınını yapan grubu yönetti.

Poshor ifadesinde şunları söyledi:


14 Temmuz’daki uçak biletimi yaklaşık 1.5 ay önce satın almıştım. Darbe girişiminden bir gün
önceye denk gelmesi tesadüftür. İznimin de bu tarihe gelmesi tamamen tesadüftür.
Havaalanından iner inmez Muhafız Alayı Komutanlığı’nın isteği üzerine Köşk’teki yerine gittim.
Cumhurbaşkanı Başyaveri Ali Yazıcı ve Üsteğmen Arif ile karşılaştım. Muhsin Kutsi Barış
odasına çay içmeye çağırdı. Bir şeyden şüphelenmedim.
Alay Komutanı Muhsin Kutsi Barış IŞİD tehdidinden bahsetti, ben de inandım. Bu inançla
hareket ettim. TRT’ye Fatih uzman ve Yusuf uzmanla gittik. Barış’ın bana ayarladığı
kamuflajları giymiştim. Beylik tabancam ve MP5 marka tabanca vardı.
Ümit Gencer Yarbay yukarıya çıkmıştı. Okunan bildiri Ümit Yarbay’ın elindeydi. İlk paragrafına
da göz attım. Darbe girişimini orada anladım. Ona, “Bildiriyi sen okuma, başın belaya girer”
dedim. Neden bildiriyi okumaktan vazgeçerek spikere okuttuğunu bilmiyorum.
Darbecilere ait helikopterden açılan ateşte şarapnel parçası isabet etti ve sırtımdan yaralandım.
Muhafız Alayı’ndan Tabip Albay Okan geldi ve ambulansla bizi GATA’ya götürdü. Sadece MP5
ile sivilleri uzaklaştırmak için havaya ateş ettim.
(Yurtdışında görevli ve izinli olduğu dönemde Ankara’da başka göreve çağrılmasının normal mi
sorusuna karşılık) Bunu görev olarak değerlendirmemek lazım. Muhafız Alay Komutanlığı’nda
mevcut alay komutanı, önceki alay komutanlarını kendi komutanı telakki eder. Eski alay
komutanları, mevcut alay komutanının isteğini kırmazlar. cevabını veriyordu.
Ben kesinlikle Cemaatçi değilim, tasvip etmiyorum. Sosyal demokrat dünya görüşüne sahibim.
Beni çağıran Albay Muhsin Kutsi Barış demek ki darbeci. Rejideki yarbay hariç diğer TRT’ye
gelenlerin hiçbirisinin darbe girişiminden haberlerinin olduğunu zannetmiyorum.

Semih Terzi, Özel Kuvvetler ve Bir Şahadet


Durum ve şartlar ne olursa olsun teslim ve esarete düşmek düşünülemez, şahadet esastır.
15 Temmuz gündüz saatlerinde Özel Kuvvetler Komutan Yardımcısı 1. Tugay Komutanı
Tuğgeneral Semih Terzi Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Sezai Aksakallı'yı telefonla
arayıp kayınpederinin rahatsızlığını bahane ederek Ankara'ya gelme isteğini iletir.

Aynı gün içinde beraberinde 100 kişilik özel ekiple görev yeri Silopi'den Diyarbakır 8. Ana Üs
Komutanlığı'na intikal eder.

8. Ana Jet Üssü Komutanı düğünde olduğu için üssün komutası Harekat Şube Müdürü Kurmay
Albay Özkan Edip Akgülay'dadır.

Üsteki 181. Filonun nöbetçi subayı Üsteğmen Alper Arslan, Akgülay'ı arayarak Filo Komutanı
Binbaşı Ahmet Özdemir'in uçuş için uçak başına gittiğini bildirir. Öngörülmeyen bu uçuşu
denetlemek için ilgili filonun karargâhına giden Akgülay, Eskişehir 1. Birleştirilmiş Hava
Harekat Merkezini arayarak Diyarbakır'a kalkış emri verilip verilmediğini sorar. Eskişehir "böyle
bir uçuş için emir verilmedi" cevabını verir.

Ankara'daki Hava Kuvvetleri Harekat Merkezi'nden Albay Ali Durmuş, Akgülay'a askerin
yönetime el koyduğunu, 70 kişilik bir özel kuvvet ekibi için üste 202. Nakliye Filosu’ndan iki
uçağın Ankara’ya gönderilmesi gerektiğini bildirir.

Bu arada pist başında bekleyen 6 adet F-16 uçağı usulsüz ve izinsiz olarak havalanmıştır.
Akgülay ikinci defa Plan ve Prensipler Başkanı - PKK Proje Yönetim Daire Başkanı Osman Nuri
Gür tarafından aranır. İstek yine aynıdır. Özel kuvvet ekibinin Ankara'ya intikalini emreder.

Üçüncü telefon yine Hava Harekat Merkezi'ndendir. Bu defa telefonun ucunda Tuğgeneral
Kemal Mutlum vardır. Özel kuvvetlerin iki nakliye uçağıyla Ankara'ya gönderilme emrini
tekrarlar ve ekler; "İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın uçağı Van'dan hareket etti. Üsten kaldıracağın
iki uçakla bakanın uçağının Malatya'ya inmesini sağla" Akgülay yetkisinin kendisinde olmadığını
Eskişehir Birleştirilmiş Harekat Merkezi ile görüşülmesini söyler ve pisti uçuşlara kapatır.

Akgülay'a son telefon Özel Kuvvetler Birinci Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi'den gelir.
Pistin uçuşa açılmasını birliğinin Ankara'ya intikal etmesi gerektiğini söyler. Akgülay kendisine
yetkinin Eskişehir'de olduğunu söylemesi üzerine Terzi hakaret ederek telefonu kapatır. Bir süre
sonra Terzi 100 kişilik özel birlikteki askerlerden 40 kişiyle birlikte izinsiz şekilde kalkış yaparak
Ankara'ya intikal eder.
Özel Kuvvetler Konutanı Tümgeneral Sezai Aksakallı eşiyle birlikte Gazi Orduevi'nde
katıldıkları düğünden araçlarıyla hareket ettikten hemen sonra içerisinde darbeciler olan üç araç
tarafından önleri kesilir. Araçtan inen 2 asker tarafından rehin alınmak isterken Aksakallı ustaca
bir hamleyle elleriden kurtulur ve Ankara sokak ve caddelerinde tabiri caizse filmleri aratmayan
bir kovalamaca başlar.

Ancak şimdi düğün öncesi Tümgeneral Aksakallı'nın basına da yansıyan yakın bir arkadaşıyla
arasında geçen kısa görüşmeye bakalım.

"Ben, son bir yıldır, düğüne bayrama gitmiyorum. Ancak kanser tedavisi gören bir arkadaşımızın
düğünü vardı. Bana da görev verdiler. 'Komutanım, sizden başka kıdemli kimse yok.
Genelkurmay adına hediye çekini siz takdim eder misiniz?' dediler. Doğrusu tuhaftı.
Çünkü Ankara'da benden kıdemli çok sayıda komutan vardı. Düğün salonuna girince şüphelerim
daha da arttı. Hem kıdemli komutanlar oradaydı hem de salonda bulunmaması gereken kişiler de
gelmişti. Hızlıca protokol görevini yapıp çıktım."20

Anlaşılan o ki Aksakallı durumdan fazlasıyla tedirgin olmuştu. Zaten Semih Terzi'nin Ankara'ya
gelme isteği de keyfini hayli kaçırmıştı. Vakit kaybetmeden en güvendiği adamlarını arayarak
silahlarını alıp komutanlığın önüne gelmelerini istedi. Ardından Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı
aradı. Telefona çıkan Albay'a Kışlaya doğru hareket ettiğini kışlanın emniyetini almalarını ve
komutanlardan başka içeriye kimseyi sokmamalarını emretti. Telefonun ucundaki Albay "Siz
görevden alındınız. Artık Semih Paşa'nın emrine uyuyoruz. Sizden emir almıyoruz." dedi.

Özel Kuvvetler Komutanlığı tıpkı Polis Özel Harekat Başkanlığı'ndaki gibi üstün özelliklere
sahip askerlerin bir araya geldiği ve nitelikli operasyonları yapan yerlerdendir. Darbeciler bu
nedenle bu iki kurumu tam da bu nedenle ele geçirme veya hareket kabiliyetlerini kısıtlama
gereğini duydular. Çünkü operasyonel açıdan darbecileri yavaşlatacak, durduracak en büyük
güçtüler.
Aksakallı koruması olan ve o akşam kışlada bulunan Astsubay Ümer Halisdemir'i arayarak
"Sana, vatanımız ve milletimiz adına tarihi bir görev veriyorum. Tuğgeneral Terzi vatan hainidir,
isyancıdır. Onu, karargâha girmeden öldür! Bunun sonunda şehadet var. Biliyorsun seninle 20
yıllık beraberliğimiz var. Hakkını helal et"dedi.

Halisdemir "Emredersiniz Komutanım, hakkım helal osun. Siz de helal edin" cevabını verdi.

Darbeci Semih Terzi yanındaki 15 korumasıyla birlikte kışla girişine 10 metre mesafedeki
helikopter pistinden kışlaya doğru yürürken Astsubay Halisdemir tarafından önü kesiliyor.
"Kışlaya girmeniz Zekai Paşa tarafından yasaklandı" diyor. Korumaların müdahalesine fırsat
vermeden tabancasıyla Semih Terzi'yi üldürüyor. Ardından korumalar tarafından 30 kurşunla
şehit ediliyor.

Şüphesiz ki böyle bir emri almak ve yerine getirmek kadar emri vermek de zor olsa gerek.
Verilen görevi namusuyla yerine getirmek ülkesini, milletini sevmek böyle birşey olsa gerek.
Aksakllı komutasındaki evlerinden çıkan ve çevreden temin ettikleri silahlarla kışlalarını geri
alma konusunda kararlı olan askerlerin mücadelesi sabahın erken saatlerine kasar sürüyor. Tekrar
20
Okan Müderrisoğlu, sabah, 27 Temmuz 2016
ele geçirdikleri kışlalarında bundan sonra yapılması gereken operasyonları planlıyor ve
uyguluyorlar.

Topçu binbaşı Fatih Şahin 12. Özel Kuvvetler Komutanlığında tabur komutanı olarak görev
yapıyordu. Kalkışma günü terörle mücadele konusunda 16. Tabur Komutanı Volkan Yaman,
Albay Altan Bora Albay ve Binbaşı Selçuk Akbey ile Özel Kuvvet Harekat Üssü'nde operasyon
hazırlığı yaptıklarını anlatan Şahin, saat 21.30'da Birinci Özel Kuvvetler Komutanı Tuğgeneral
Semih Terzi'nin kendisini askeri hattan aradığını söyledi.

Semih Terzi’nin Alarm verin, operasyon için hazırlıklarınızı tamamlayın. Yarım saat içinde
Diyarbakır havaalanında hazır olun" dediğini iddia eden Şahin Söyle devam etti:

Aynı zamanda bunu Altan Bora Albay'a söylemiş. Biz de hazırlıklara başladık. Özel Kuvvetlerin
hiyerarşisi, Özel Kuvvetler Komutanı Tümgeneral Zeki Aksakallı, onun altında 3 tugay komutanı
ve Birinci Tugay Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi'dir. Bizim birlik buna bağlıdır. O beni aradı.
Onun altında da bana gelene kadar 1. Grup Komutanı Piyade Kurmay Albay Eyüp Coşkun var. O
gün o İskenderun'daydı. Benim olduğum yerde de 2. Özel Kuvvet Grup Komutanı Piyade Albay
Altan Bora vardı Etimesgut'a indik. Helikopterle özel kuvvetlere gittik. Orada bizi Ümit Pak
Albay karşıladı. Tugay Komutanımızla Ümit Pak ve biz karargâha doğru ilerliyorduk. Karargâhın
girişinden 10 metre önce, karanlıkta ağaçlığın içinden bize ateş açıldı. Ben karşılık verdim, 'ah'
sesi duydum, kimin düştüğünü görmedim, bir siluetin düştüğünü gördüm. Geriye dönüp Semih
Terzi'nin yaralandığını fark ettim. Onu içeri çektik. 20-25 dakika geçti. Başka bir helikopter
geldi. Helikopterle onu GATA komutanlığına götürdük. Yanımda Hüseyin Oğuz vardı. Hasan
Aksoy, Ahmet Kara vardı. Bilmediğim bir kişi daha geldi.

GATA'ya götürdük. GATA'dayken oranın yetkilisi, 'Burada silahlı gezemezsiniz' dedi. Ne


olduğunu anlamadım, 'Maksadımız kimseye zarar vermek değil, silahları bırakamayız' dedim. O
sırada Erkan Tokgöz Yarbay geldi. 11. Tabur komutanıydı. O Cizre'de yaralanmıştı. Hastanede
Yakup Yarbay'ın yanındaydı. Beni Oğuz Tozak Albay ile görüştürdü. Oğuz Albay 'Senin
adamların nizamiyede ateş ediyor' dedi. 'Benim nizamiyede personelim yok, kim olduğunu
bilmiyorum, arayıp ateş etmemelerini söyleyeceğim' dedim. Müteakiben adamları aramaya
başladım. Mihrali Atmaca'yı aradım. Ona ulaşamadım, 3-4 personeli aradım. En son Mehmet
Bilge Astsubay'a ulaştım. 'Kimseye ateş etmeyin, beni Mihrali ile görüştür' dedim. En son Zekai
Aksakallı Tümgeneralin emir astsubayı aradı. 'Ateş ediyorlarmış komutan seninle görüşmek
istiyor' dedi. Sonra komutanla görüştüm. 'Adamların varsa ateşi kessin' dedi. 'Benim orada
personelim olduğunu zannetmiyorum' dedim.

Sonra Erkan Yarbay'la görüştüm. Silahımı, teçhizatımı vermek, Destek Grup Komutanlığına
geçmek istediğimi söyledim. Silahımı, teçhizatımı oraya verip polislerin gelmesini bekledim. Bu
olaylardan dolayı pişmanım ve üzgünüm Fatih Şahin’in alınan ilk ifadesinin ardından Gölbaşı
Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ikinci ifadesinde şunları anlatıyordu:

Ateş ettiği sırada Halisdemir'e yaklaştığını ancak onu tanımadığını öne süren Şahin, "Tugay
Komutanı (Semih Terzi) ve emir astsubayı önden indi. Arkasından da biz indik. Karargâh
binasına doğru yürürken binaya yaklaştığımızda bir anda ateş edildi, önümde birinin düşerek 'ah'
diye ses çıkardığını duydum. Bizim gidiş istikametimize göre sağ taraftan, karanlık ve ağaçlık
bölgeden ateş açıldı. Korunma içgüdüsü ve refleks ile gelen yere doğru ateş etmeye başladım.
Ateş kesildiğinde ben de ateş kestim. Ona (Ömer Halisdemir) yaklaşmış olabilirim, fakat kim
olduğunu görmedim.

13 Temmuz’da görevli olarak bulundukları İskenderun'dan terör operasyonlarına katılmak için


Diyarbakır'a geldiklerini, yapılacak operasyonlar için diğer komutanlarla harekat planları
üzerinde çalıştıklarını,15 Temmuz gününde ise tugay komutanı Semih Terzi'nin kendilerini
arayarak, operasyon için hazır olmaları talimatını verdiğini anlatan Şahin, şöyle devam etti:

13 Temmuz 2016 tarihinden yaklaşık 8-10 gün önce Diyarbakır Oba İleri Harekat Üssü'nde
(İHÜ) görevlendirildiğimize dair mesaj geldi. Bu mesajda 12. ve 16. tabur komutanlıklarının
intikal edeceği belirtilmişti. Biz de bunun üzerine 13 Temmuz 2016 tarihinde Diyarbakır Oba
İHÜ'ye 12. ve 16. tabur komutanlığı olarak intikal ettik. 15 Temmuz 2016 tarihinde saat 21.30'da
Tuğgeneral Semih Terzi, Altan Bora, ben ve Volkan Yaman’ı askeri hattan arayarak, 30 dakika
içinde operasyonel olarak hazır olmamızı ve Diyarbakır Askeri Havaalanı'na 12. ve 16. tabur
komutanlıklarının intikal etmesini bize söyledi.

Aklıma Suriye'de icra edilecek olan operasyonlarla ilgili bir gelişme olduğu ve bu nedenle hazır
olmamızın istenildiğini düşündüm. Bu saate kadar ülke genelinde meydana gelen darbeye
teşebbüs eylemleri ile ilgili haberim olmadı. Hiç kimseden de böyle bir şey duymadım. Semih
Terzi '30 dakika içinde hazır olun.' dediği için ben de ilgili tim komutanlarına ve diğer görevli
arkadaşlara en kısa sürede operasyonel olarak hazır olmaları gerektiği konusunda gerekli
talimatları verdim. Ben 12. tabura gerekli talimatları verdim. 16. tabur komutanı Volkan Yaman
da kendi taburuna hazır olmaları için talimat verdi. Bu şekilde taburlar hazırlanmaya başladılar.

Terzi'nin talimatından sonra 1. sicil amiri İskenderun İHÜ'de görevli piyade kurmay albay Eyyüp
Coşkun'u arayarak, gelişme hakkında bilgi verdiğini, Coşkun’un ise "Ben de görevin mahiyetini
bilmiyorum, öğrenirsem sana bildiririm,” dediğini aktaran Şahin’in ifadesi şöyle devam etti:

Hazırlıklarımızı yapmaya devam ettik. Ben Suriye alanında görev icra edeceğimizi düşünerek,
kendime bağlı 12. tabur askerlerinin aldıkları malzemeleri tek tek bu nedenle kontrol ettim. Hatta
lazer işaretleme, mesafe ölçme limöz, uzun menzilli hava yer telsizi, emiksef telsizi alınmamıştı
onu da aldırdım. Uzun menzilli termal kamera sistemi, gözcü 2'yi aldırdım. Bütün silah teçhizatı
aldırdım. Semih Terzi kişisel eşyaların alınmaması konusunda talimat verdiği için bu hususu da
taburumdaki askerlere ilettim. 16. tabur komutanlığı da bizim gibi aynı hazırlıktan yaptı.

Diyarbakır'a gelirken 12. taburun mühimmatı eksikti. Bu nedenle de mühimmatımızı


Diyarbakır'dan alacaktım. Bu nedenle mühimmat takviyesi yapılması konusunda talimat verdim.
Bu şekilde hazırlıklarımızı saat 22.40 gibi tamamladık. İki ayrı otobüs ve bir kamyonet ile
Diyarbakır Havalimanı'na intikal ettik. Altan Bora da bir land cruser ile bize eşlik etti. Bu şekilde
havalimanına vardık. Otobüste darbe teşebbüsü ile ilgili konuşmalardan haberim olmadı.

15 Temmuz günü Semih Terzi de helikopterlerin içindeyd. Diyarbakır'dan Ankara'ya iki tim
halinde geldiklerini, havalandıktan yaklaşık yarım saat sonra Terzi Türk Silahlı Kuvvetlerinin
ülke yönetime el koyduğunu söyledi. Şahin ifadesinde bu bilgiyi yanında bulunanlarla
paylaşmadığını söyledi.
Havalimanı'nda Cn 235 M Casa tipi uçak hazır bekliyordu. Semih Terzi ve emir astsubayı Ahmet
Kara, bizden önce oraya gelmişlerdi. Daha sonra Tugay Komutanı Volkan Yaman, ben ve Altan
albayı yanına çağırdı. Tabur mevcutlarımızı sordu. Biz de mevcutlarımızı söyledik. Bana
Uçağabinecek 24 personelin hazır olmasını söyledi. Ben de bunun üzerine Ahmet Kemal
yüzbaşının 14 kişilik 1. timi ile 3. timin de 8 kişisini de seçerek, Uçağabinmeleri konusunda
talimat verdim. Geriye kalan görevliler ise Diyarbakır
Havalimanı'nda kaldılar.

Bu şekilde Uçağabindik. Semih Terzi de bizim arkamızdan Uçağabindi. Semih Terzi sürekli
olarak telefoSemih Terzi bana bunları söyledikten sonra görevin Suriye ile ilgisinin olmadığını
anladım. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğunu idrak edemedim. Bizim de bu
eylemleri gerçekleştiren kişilere karşı müdahalede bulunmaya gidiyor olacağımızı düşündüm.
Semih Terzi'nin bana söylemiş olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğuna ilişkin
beyanını hiç kimseyle paylaşmadım. Uçakta sadece tim komutanı Ahmet Kemal yüzbaşı ile
görüştüm. Kendisine de böyle bir bilgi vermedim.

Gece saat 2 sıralarında Ankara Özel Hava Alay Komutanlığına iniş yaptık. Terzi'nin talimatı ile
bizi almaya gelen helikoptere bir timin sırt çantalarını yanlarına almadan bindiril ancak nereye
gideceklerine dair bilgi verilmedi.

Ben de bunun üzerine Ahmet Kemal yüzbaşıya, Mihrali Atmaca üsteğmen ve beraberindeki 11
kişilik timin hazır olması, çantalarını yanlarına almaması talimatını verdim. Daha sonra Özel
Kuvvetler Komutanlığı karargâhına indik.

Bizi albay Ümit Bak, yarbay Mehmet Ali Çelik, Turgay Usanmaz astsubay karşıladı. Tugay
komutanı ve emir astsubayı önden indi. Arkasından da biz indik. Grubun arkasından ilerlemeye
başladık. Karargâh binasına doğru yürürken, binaya yaklaştığımızda bir anda ateş edildi, önümde
birinin düşerek 'ah' diye ses çıkardığını duydum. Bizim gidiş istikametimize göre sağ taraftan,
karanlık ve ağaçlık bölgeden ateş açıldı. Korunma içgüdüsü ve refleks ile gelen yere doğru ateş
etmeye başladım. Ateş kesildiğinde ben de ateş kestim. Ona yaklaşmış olabilirim, fakat kim
olduğunu görmedim.

Terzi'nin vurulduktan sonra karargâh içerisindeki icra astsubayının bulunduğu yere albay Ümit
Bak tarafından aldırıldı. "Terzi'ye burada ilk müdahale yapıldıktan sonra helikopter ile GATA'ya
götürüldüğü sırada refakatçi olarak yanında yer aldım.

Daha sonra kendisini almaya gelen helikopter ile GATA’ya götürmek üzere, Albay Ümit Bak
benim de helikoptere binmemi söyledi. İniş sırasında Semih Terzi sağdı, ambulansa bindirilirken,
hayati fonksiyonları oldukça zayıftı.

GATA’da bulunduğum sırada, albay Oğuz Tozak'la telefonda yaptığım görüşmede, Sizin
timdekiler ÖKK nizamiyesinden girmek isteyen personele ateş ediyorlar dedi. Bunun üzerine
timde görevli askerleri arayarak, ateş etmemeleri konusunda emir verdim.

Yanımda bulunan Hasan Aksoy, Hüseyin Oğuz ve Ahmet Kara'yı Destek Kıtaları Komutanlığına
giderek, beklemeleri için göndermiştim. Ben de Erkan yarbayla buluşarak, kendi isteğimle
Destek Kıtaları Komutanlığına giderek teçhizatımı teslim ettim. Saat 13.00'e kadar polisin
gelmesini bekledik. Daha sonra gelen polis ekipleri refakatinde bir spor salonuna götürüldük.
Daha sonrada mahkemeye çıkarılarak sorgumuz yapıldı. Tutuklanarak ceza infaz kurumuna
gönderildik.

15 Temmuz darbe girişimi sırasında general Semih Terzi ile Silopi'den Ankara'ya gelerek Özel
Kuvvetler Komutanlığı'nı ele geçirmek isteyen ekipte Üsteğmen Mihrali Atmaca da
bulunuyordu. Şehir Ömer Halisdemir'in, Semih Terzi'yi vurması nedeniyle Halisdemir’i saldırgan
zannettiğini ifade eden Atmaca, darbe girişiminden ise habersiz olduğunu söyledi

15 Temmuz gecesi Semih Terzi komutasında, Binbaşı Fatih Şahin ve kendisinin de bulunduğu 14
kişilik bir tim ile Özel Kuvvetler Komutanlığı'na (ÖKK) geldiler. Karargâh binasına yaklaştıkları
sırada silah sesi duydu, sesin geldiği yöne doğru baktıklarında Semih Terzi'nin yerde kanlar
içinde yatıyordu, bu esnada darbeci generalden "ah" diye bir ses yükseldi.

Semih Terzi'nin bir kaç metre önünde yürüyordum. O esnada iki el silah sesi duydum ve
reaksiyon gereği hemen önümdeki merdivenlerden çıkarak sütunun arkasına mevzilendim. Silah
sesinden sonra Semih Terzi'nin 'ah' sesini duydum. Tabur komutanı Fatih Şahin, 'ateş baskısı
oluşturun' diyerek ateş etmeye başladı. Çok sayıda ateş etti. Bulunduğum yerden olanları, etrafta
başka saldırganlar olabileceği nedeniyle gözlemlemeye devam ediyordum. Gözlem yaparken,
Semih Terzi'nin vurulduğunu ve yerde yattığını gördüm. Başında birkaç kişi vardı. Karanlık
olduğu için onları da göremedim. Bu esnada saldırının birliğe yönelik olduğunu düşündüm. Sonra
Semih Terzi'yi aldılar ve karargâh binasına doğru taşırken Fatih Şahin, Terzi'yi vuran saldırganın
ve başka saldırganlarının olup olmadığını tespitini ve bulunması için 'arama tarama faaliyeti
yapın' diye emir verdi. Daha sonrasında bulunduğum yerden yaklaşık 10-15 metre ilerde kim
olduğunu bilmediğim ve o an için başında iki kişi olan saldırgan kişinin yerde yattığını gördüm.
O kişinin Ömer Halisdemir olduğunu sonradan öğrendim. Fatih Şahin yerde yatan şahsın yanında
duranlara hitaben 'ne yapıyorsunuz, etkisiz hale getirin' dedi. O esnada birden çok silah sesi
duymaya başladım. Ben de Fatih Şahin’in bu emri ile üzerimde bulunan tabancam ile yerde yatan
şahsa (Ömer Halisdemir) hedef gözeterek değil, ancak iki el ateş ettim.

Çatışmanın yaşandığı karargâh binasının önüne bir ambulansın geldi, ancak Halisdemir'i
almadan geri gitti. Terzi'ye ilk müdahalenin karargâhta yapıldı daha sonra helikopter ile
hastaneye götürüldü.

Bir ambulans geldi ve çok durmadan hemen geri gitti. Akabinde bir helikopter indi. Semih
Terzi'yi bu helikoptere taşıdılar. Yanlarında Fatih Şahin de vardı. Ben onun yanına gittim. Birlik
içerisinde ne olduğunu, birilerinin bize ateş ettiğini sordum. O da bana 'ben gidiyorum, sen
kalıyorsun' dedi. Ben de komutana 'siz nereye gidiyorsunuz, burada ne oluyor' diye tekrar
sordum. Yine bana 'ben gidiyorum, sen gelmiyorsun, emir komuta sende' diyerek helikoptere
yetişmeye çalıştı.

Atmaca ifadesinde darbe girişiminden habersiz olduğu için gelişmelere anlam veremediğini
savunuyordu. Daha sonra Ahmet Kemal isimli bir yüzbaşı ile telefonda görüştüğünü anlatan
Atmaca, görüşme esnasında Binbaşı Fatih Şahin, Mehmet Ali Çelik ve Albay Ümit Bak'ın hain
olduğunu, onların derdest edilmesi gerektiği yönünde Yüzbaşı Ahmet Kemal'den talimat aldığını
söyledi.
Fatih Şahin, Mehmet Ali Çelik ve Ümit Bak'ın hain olduğunu, 'paketleyip derdest edin, zorluk
çıkarırlarsa bacaklarından vurun' diye Tümgeneral Zekai Aksakallı tarafından emir verildiğini
illeti. Bana bu şahısların hain olduklarını söyledi. Sonrada en güvendiğim İsmail Çınar başçavuşa
Ahmet Kemal yüzbaşından aldığım emri ilettim. Sonra yanıma silah kullanma becerisine
güvendiğim Ahmet Muhammet Demirci ile Ali Güreli'yi de çağırdım. Onları yanıma aldım ve
Mehmet Ali Çelik yarbayı yakalamak için karargâh binası içerisine girdik. Mehmet Ali yarbay ile
karşılaştık. 'Komutanım bizimle geliyorsunuz, Zekai Paşanın emri' diyerek kendisini karargâh
binasının dışına çıkartacağımız söyledik. Silahın almak için elini beline attı. Ancak bizden iki kişi
silahını doğrulttuğu için cesaret edemedi."

Söz konusu yarbayı teslim aldıktan sonra cuntacı ekipte yer alan Albay Ümit Bak'ı da derdest
etmek için çalışmalarına devam ettiğini belirten Atmaca, karargâh binasında Bak'ın emir
astsubayı Nedim Şahin ile karşılaştığını ondan, kendisini Albay Bak'a götürmesini istediğini
söyledi.

Ümit Bak'ın odasında çıkan arbede sonunda söz konusu emir astsubayın öldürüldüğünü anlatan
Atmaca söyle devam etti:

İsmail Çınar ilk önce odaya girdi ben de arkasında girdim. En arkada Nedim başçavuş vardı.
Onun belinde silahı vardı. İsmail Çınar, Ümit Bak albaya 'komutanım bizimle geliyorsunuz' dedi.
Bu arada ben de Nedim başçavuşu emniyete almak için yüzümü ona doğru döndüm. Benim
elimde uzun namlulu silah vardı. Bunu doğrultmak isterken Nedim başçavuş silahımı iki eli ile
tuttu. Aramızda bir boğuşma çıktı, elimdeki silahı çekmeye çalışıyordu. Tüfeğim ateş aldı,
mermiler Ümit Bak'ın bulunduğu yerdeki duvara doğru gitti. Bak, masanın altına saklandı. Bu
arada Nedim başçavuş tabancasını çıkardı, boğuşmamız devam etmekteydi. Boğuşma esnasında
her ikimiz de yere düştük. Düşerken Nedim başçavuşun üzerinde kaldım. İsmail Çınar o esnada
yanımıza geldi. Beni yana doğru çekti ve tüfeğini Nedim başçavuşun göğsüne dayadı ve silahını
ateşledi. Ben kalktım ve belimdeki tabancamı çıkardım ve yerde yatan hain olduğunu öğrendiğim
Nedim başçavuşa iki el daha ateş ettim. Bunun gören Ümit Bak albay masanın altında çıkarak
'tamam' diyerek teslim oldu.

Bu olaydan sonra gece boyunca mümkün olduğu kadar darbeci derdest ettiklerini kaydeden
Atmaca, olaylar bittikten sonra Zekai Paşa birliğe gelerek gece boyunca yaptıklarından dolayı
kendisine 'aslanım eline sağlık' diyerek teşekkür ettiğini iddia ediyordu.

Darbeden sonra 15 gün boyunca ÖKK karargâhında cuntacı askerlere yönelik gözaltı yapan
ekipte yer aldığını kaydeden Atmaca:

Bizim dost gurubu tarafında olduğumuz bilinmediği için Semih Terzi ile birlikte hareket ettiğimiz
zannedilerek hakkımızda yakalama kararı çıkarıldığını öğrendim. Birliğimize gelen polislerin üç
arkadaşımızı gözaltına alacağını öğrenince 'ben de ekibin içerisindeydim' diyerek teslim oldum
diyordu.

ÖKK Ana Karargâh Harekat ve Eğitim Şube Albay Müdürü Ümit Bak, Genelkurmay'dan
gönderilen yazıda Özel Kuvvetler Komutanı olarak Tuğgeneral Semih Terzi’nin adı geçtiği
için mevcut komtan Sezai Aksakallı yerine Terzi'nin emirlerini dinledi. Bak'ın ifadesi şu
şekilde:
Darbe talimatı, 15 Temmuz 2016 günü saat 21.30’da Genelkurmay Başkanlığı tarafından
Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığına gönderilen faksla yazılı imzalı mesaj emri geldi.
Birinci mesajda, ‘ülkede olağanüstü hal yaşandığından dolayı gerekli tedbirlerin alınmasına
yönelik mesaj emri Türk Silahlı Kuvvetleri Komuta Kontrol Amiri Piyade Kurmay Albay
Osman Kardal tarafından imzalı olarak gönderildi. İkinci mesajda Genelkurmay Personel
Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç imzalı mesaj emrinde yeni Özel Kuvvetler
Komutanı olarak 1. Özel Kuvvet Komutanı Tuğgeneral Semih Terzi’nin görevlendirildiğini,
hali hazırda ÖKK Zekai Aksakallı’nın bu görevden alınarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı
emrine görevlendirildiği bildirilmiştir.

Üçüncü mesajda, yazının altında ‘Yurtta Sulh Komitesi Başkanı’ imzalı ad belirtilip
belirtilmediğini tam olarak hatırlamıyorum. Bu mesajda, tüm Türkiye’deki Sıkıyönetim
Komutanlıkları, Bakanlıklar ve diğer kamu kurumlarına yapılan görevlendirilmeler, aynı
zamanda TSK’nın yeni komuta yapısı belirtiliyordu. Liste halinde görevlendirilen kişilerin
görevleri ve isimleri ayrı ayrı belirtilmiştir. Önce ne olup bittiğini netleştirmek için ilk mesajın
geldiği TSK Komuta Kontrol merkezini aradım ve teyit aldım.

O gün Ankara’da Genelkurmay Karargâhında ‘terörle mücadele toplantısını’ ÖKK’dan ben


Tümgeneral Zekai Aksakallı ve Albay Fırat Çelik ile diğer katılanlarla yaptık. Saat 19.40
civarında toplantı bitti, ÖKK’ya döndük. Tümgeneral Zekai Aksakallı da evine gidecekti. Ben
bu durumu bildiğim için kendisini Özel Kuvvetler Vardiya Amiri Mehmet Ali Çelik’e aratarak
bilgi vermesini söyledim. ‘Bilgi verdik’ dedi. Cevaben Vardiya Amiri, ‘Tümgeneral Zekai
Aksakallı’ın gerekli tedbirlerin alınmasını söylediğini aktardı. Tümgeneral Zekai Aksakallı
nöbetçi amirini arayarak ‘Ayrıca içeriye sadece Tuğgeneral Semih Terzi’nin alınmasını ve
başka hiçbir generalin alınmamasını emrettiğini’ söylemiş, o da bana aktardı.

Bu sırada ben de Silopi’de bulunan Tuğgeneral Semih Terzi’yi telefonda aradım. ‘Ben oraya
geliyorum. Kışlanın emniyetini sağla. İçeriye de ileri gelen komutanlardan kimseyi almayın,
gerekirse gerekeni yapın’ dedi. Bunun üzerine emniyet tedbirlerini aldık, kapıya zırhlı araç
gönderdik. Nizamiyeye dışarıdan gelen birlik komutanlarının girişlerini engelledik. Bunun
üzerine Zekai Paşa beni birliğin telefondan arayarak ‘Nizamiyeye gelecek olan Okul
Komutanı Albay Ömer Faruk Bozdemir ve Kurmay Başkanı Kurmay Albay Erdinç
Kocayanak’ı içeriye almamı’ emretti; ben de ona ikinci gelen mesajı okuyarak kendisinin
görevden alındığını, yerine Tuğgeneral Semih Terzi’nin görevlendirildiğini; Semih Terzi’yi
arayarak teyit ettirip ondan bahsettiğim aldığım emri ilettim.

Aksakallı bu emirlerin hepsinin geçersiz olduğunu, Genelkurmay’da bir grubun emir komutayı
ele geçirmeye çalıştığını, dolayısıyla bu emirleri dinlemem gerektiğini, kendisinin emirlerini
yapmam gerektiğini söyledi. Durum değerlendirilmesi yaparak Genelkurmay’dan gelen 3
yazılı emri uygulamaya karar verdik. Yani Zekai Paşanın değil, Semih Paşa’nın emrini
uygulamaya, mevcut olan durumu korumaya, geldiğinden yeni emirler verdiğinde de yeni
emirleri uygulamaya karar verdik. Geleceği söylenen kişiler geldi onları içeri almadık.

Tuğgeneral Semih Terzi, Silopi’den Diyarbakır’a helikopter ile Diyarbakır’dan Etimesgut


Askeri Havaalanına askeri uçak ile oradan da Özel Kuvvetler Komutanlığı helikopteriyle gece
02.30 sıralarında Gölbaşı Özel Kuvvetler Karargâhına ulaştı. Ben helikopter pistine giderek
kendisini karşıladım. Helikopter pistinden karargâha (55 metre mesafe) yanında 10 kişilik bir
koruma ekibi ile yürüyerek ilerken, tam karargâh binasının basamaklarına gelmiştik ki, Kışla
Komutan Koruma Astsubay Nöbetini Tutan Başçavuş Halis Özdemir tarafından tabanca ile
vurularak yaralandı. Ben o sırada yanındaydım. Ateş eden Halis Özdemir, Semih Terzi’nin
koruma ekibi tarafından vurularak öldürüldü. Semih Paşanın bu görevini devralmasını
istemeyen birileri tarafından yani bu faaliyetinin düzenlendiğini Halis Özdemir’in de bu
yüzden ateş ettiğini düşünüyorum.

Semih Terzi yere düşmüştü. Terzi’ye ilk müdahale burada yapıldı ardından da GATA’ya sevk
edildi.

Daha sonra Nizamiye Bölgesinde emniyet personelinin içeriye zorla girme teşebbüsünde
bunulması nedeniyle karşılıklı havaya taciz anlamında ateş açılmıştır. Bu ateş açılma sırasında
içeriye girmeye çalışan gruptan bir Astsubay başından vurularak yaralanmış. Hiçbir personele
kişileri vurmaya yönelikte emir vermedim. Vurulanın hastanede olduğunu biliyorum.
Karşılıklı silah atışı sabaha kadar devam etti. Çatışan birlik personeli orada maalesef
kurtulamayarak şehit oldu. Bizim öngörümüz yukarıda bahsettiğim 3 kişi ile birlikte aldığımız
ortak karar gibi Semih Paşa gelecek, emri ve komutayı sevk idare edecekti. Semih Paşa ile
gelen tabur personelinden 6-8 tanesi karargâhta kaldı ben kendilerine karargâh binasının
emniyetini sağlama görevini verdim.

Daha sonra Tümgeneral Zekai Aksakallı’nın, karargâhın ele geçirmesi ve personelin esir
alınması talimatını verdiğini anladım. Ben emirleri verdikten sonra odama gitmiştim. Olayları
orada koordine ediyordum. Bu personelin içinde 3 kişi, ikisi piyade tüfeği ve biri tabanca ile
odama geldi. Ben o sırada telefon ile konuşuyordum. Silahı bana doğrultarak ‘telefonu kapat
seni esir alıyoruz. Bizimle binan alt katına gel’ dediler.

Koridorda durması için görevlendirdiğim Başçavuş Nedim Şahin onların odama girdiğini
görünce, arkadan geldi. Birinin silahını elinde almaya yeltendi. O arada elinde tüfek bulunan
kişiyle, Nedim’in müdahale ettiği kişi, ikisi birden ateş ederek Nedim Şahin’i odamda öldürdü.
Beni ‘ellerini havaya kaldır kaçmaya teşebbüs edersen seni öldürürüz’ diyerek alt kata
indirdiler. Alta kata indiğimizde vardiya amiri ve icra astsubayının da esir alındığını gördüm.
Askerler bizi yere yatırdılar, kelepçe taktılar sabaha kadar bekledik. Sabah Özel Kuvvetle
Komutanı Tümgeneral Aksakallı kışlaya gelerek emir komutayı devraldı.

Özel Kuvvetlerde 10. Senemi tamamladım. Bu süre içerisinde de Doğuda terörle mücadeleye
etkin olarak katıldım. 3 yıl NATO’da görev yaptım. FETÖ ile bir irtibatım yoktur. Örgüte
sempatim de yoktur. ÖKK Tümgeneral Zekai Aksakallı ile kurduğum iletişimde verilen emrin
doğru olmadığını öğrenmişsem de Genelkurmayı aradığımda teyit edilmesi nedeniyle bu emri
uyguladık.

Tümgeneral Aksakallı’yla emri tebliğ ederken ve bugün görevi Özel Kuvvetler Komutanı
olarak devir alırken bana ‘sen benim emrimi dinlemiyorsun. Sen FETÖ’cülerin emrini
dinliyorsun, sen paralelcisin’ dedi. Ben de bu iddiaları hiçbir şekilde kabul etmiyorum. Ben
FETÖ’cü değilim. Sadece Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen yazılı emri uyguladım.
Anayasanın koyduğu düzeni ortadan kaldırmaya ve bu düzen yerine başka bir düzen yerine
geçirmeye teşebbüs etmedim.

Marmaris

11 Temmuz akşamı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan, Kızı Esra
Albayrak, damadı Enerji Bakanı Berat Albayrak ve 3 torunu ile birlikte Marmaris'teki otele giriş
yaptılar. Güvenlik önlemleri kapsamında Erdoğan ve ailesinin otelde kaldığı personele
söylenmedi. Personele oteldeki "önemli" misafirlerin yabancı bir devlet başkanıyla ailesi olduğu
söylendi. Cumhurbaşkanı'nın amacı sessiz bir tatil geçirmekti.

15 Temmuz akşam 21.30 sularında Erdoğan'ın Koruma Müdürü Muhsin Köse'nin cep telefonu
çaldı. Arayan bir ilin valisiydi. Darbe girişimi olmuş, büyük şehirler karışmıştı. Böylece saat
21.45 sularında Marmaris'te Erdoğan'ın kaldığı otelde hareketlilik başlamış oldu. Cumurbaşkanı
Erdoğan ve ailesinin acilen otelden ayrılmaları gerekiyordu. Emine Erdoğan ve Esra Albayrak
bavullarını toplarken Berak Albayrak ve Koruma Müdürü Muhsin Köse güvenli bir tahliye planı
yapmaya çalışıyorlardı. Bu esnada Erdoğan'da gerekli yerlerle görüşmeler yapıyor, talimatlar
veriyordu.

Otel sahibinden bölgedeki basın mensuplarının otelin önüne çağırılması istendi. Gazeteciler otel
önüne gelince Cumhurbaşkanı Erdoğan basın açıklaması yaptı. Ancak darbeci askerlerin
TÜRKSAT'daki iletişim hatlarını tahrip etmesinden dolayı bu açıklamaları yayınlanamayacaktı.
Erdoğan'ın yayınlanamayan açıklaması özetle şu şekildeydi:

“Bugünkü gelişme silahlı kuvvetlerimizin içindeki bir azınlığın kalkışma hareketidir. Bu malum
paralel yapının teşvik ettiği bir harekettir. Ülkemizin birliği beraberliği bütünlüğüne karşı bu
harekete milletçe güzel bir cevap vereceğiz. Milletin tankını, tüfeğini kullanarak milletin üzerine
gelmenin bedelini bunlar çok ağır ödeyeceklerdir. Bizler atılması gereken adımlar neyse dik
durmak suretiyle yapacağız."

Muğla Valisi Amir Çiçek otele gelmiş Erdoğan'a çevre illerden polis desteği istendiğini ve
yolların güvenliğini sağlamaya çalıştıklarını anlatıyordu ki tam da o esnada darbecilerin ele
geçirdiği TRT'den "Sıkıyönetim" açıklaması okunmaya başlandı. Çok kısa bir süre sonra da
Türksat'ın bombalandığı bilgisi ulaşacaktı. Cumhurbaşkanı'nın az önce yaptığı basın
açıklamasının halka ulaşamayacağı kararına varılarak o sırada canlı yayın yapan CNN Türk
televizyonuna cep telefonu üzerinden facetime ile canlı yayın yapılmasına karar verildi.
Cumhurbaşkanı danışmanı Hasan Doğan'ın telefonundan CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande
Fırat'a ulaşıldı. Erdoğan halkı darbeye karşı sokaklara çıkarak direnmeye çağırdı. Bu arada
Muhsin Köse İstanbul Atatürk Havaalanı'nın geri alınmak üzere olduğunu iletti. Halk tankların
üzerlerine çıkmış, darbeye engel olmaya çalışıyordu. Meydanlar dolmuştu.
Bu noktada AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar’ın Beyaz TV'de Ferda Yıldırım'ın sunduğu
Son Söz programında verdiği bir bilgi kayda değerdi. Tayyar’a göre MİT Cumhurbaşkanı
Erdoğan'a "yerinizde kalmanız daha önemli" şeklinde mesaj yollamıştı.

Ancak daha sonra basında Erdoğan’a Marmaris’e gitmek için havalanmak üzere olan
helikopterleri MİT’in haber verdiği bilgisi geçiyordu. Bu haberlere göre darbecilerin kendi
aralarında yaptıkları telsiz konuşmalarında geçen “İnlerimize gireceklerini söylüyorlardı. Şimdi
biz onların inlerine gireceğiz” ifadesi  MİT yetkililerini harekete geçirmişti. Milliyet Gazetesinin
haberine göre durumu Cumhurbaşkanı’na bizzat Hakan Fidan bildirmişti.21

Bugün bu iki söylemden hangisinin doğru olduğu halen bir muammadır. Ancak Cumhurbaşkanı
ve ailesinin otelde kalmayıp ayrılmaları muhtemel bir bilginin geldiğini düşündürmektedir. Aksi
taktirde emniyet önlemleri en üst seviyeye çıkartılıp darbe girişimi atlatılana dek otelde kalmaları
sağlanabilirdi.

Ancak karar verildi. Erdoğan ve ailesi Marmaris'e gelen Cumhurbaşkanlığı helikopteriyle


Dalaman Havaalanı'na ordan da uçakla İstanbul'a gideceklerdi. Kendisi, eşi, kızı, damadı,
torunları , özel kalem müdürü ve koruma başmüdürü ile birlikte halikoptere bindiler.

Tayyip Erdoğan kokpitteki iki pilotun yanına gitti ve çok kararlı bir sesle şöyle dedi: 
“BANA MERTÇE SÖYLEYİN, KİMDEN YANASINIZ?” 
- Pilotlar da aynı kararlılıkla Erdoğan’a şu yanıtı verdi: 
- “SİZDEN YANAYIZ. HEM DE SONUNA KADAR. SİZİ VE AİLENİZİ GİDECEĞİNİZ
YERE ULAŞTIRMAK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPACAĞIZ. ÖLECEKSEK DE
BİRLİKTE ÖLECEĞİZ.” 
- Erdoğan ‘Sağolun’ dedi. 

Cumhurbaşkanı sonraki günlerde darbe gecesi Marmaris’ten ayrılırken yaşadıklarını bir Tv


kanalında şu şekilde anlatıyordu:

Bu arada yayınımızı yaptık ve helikopterdeki pilotun benim tabii yıllardır yanımda. Dedim
buradan Dalaman'a kaç dakikada gidersin? Dedi ki, burası çok enteresan, 'Ben yakıtım bitene
kadar bunlara yakalanmam' ve hemen biz ailece dolduk, havalandık, kararttık ve dört ayrı
noktada aslında hazırlığımız vardı.
Dört ayrı noktada da uçaklar bizi bekliyordu. Dalaman, Bodrum, Çıldır, İzmir... Bu arada
İstanbul ile irtibatımız devam ediyor ama pilot da bizim nereye uçağımızı bilmiyor. Pilota 'Sen
bunun ortalamasını al, uç' dedim. Pilot benim yıllardır bildiğim pilot. Üç dört saatlik yakıtım var
dedi. Kendi zaten farlarıyla bunu yapabileceğini söyledi. 

Cumhurbaşkanı ve ailesi otelden ayrılalı henüz 20 dakika kadar olmuştu ki, 3 askeri helikopter
otelin yanındaki yakın araziye iniş yaptı.

Bazı ülkeler Türkiye’deki vatandaşlarından evlerinden çıkmamalarını ister.


Mit personeline ateş açma izni verir.

21
21/07/2016 Mülliyet Gazitesi
Ve Yurtta Sulh Konseyi (imamın konseyi) sahneye çıkıyor
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Tuğgeneral Mehmet Partigöç, Tuğgeneral Erhan Cağa ,
Tuğamiral İrfan Arabacı, Kurmay Albay İlhan Karasu, Tuğgeneral Faruk Bal, Yüzbaşı Mustafa
Şaban Gümüşiğne’yi Yurtta Sulh Konseyin üyeleri olarak belirledi.

Darbe Gecesi Tüm birimlere ve Bakanlıklara Genelkurmay faksı kullanılarak yollanan öncelik
derecesi "harekat yıldırım" ve "gizli" ibaresi bulunan direktifin kaleme alan bölümünde Albay
Cemil Turhan adı bulunuyor. 3 sayfa ve 20 maddeden oluşan bildirinin "Sıkıyönetim
Komutanlıklar Listesi", "Sıkıyönetim Mahkemeleri görevlendirme listesi", "Ankara ve İstanbul
Şehirleri Asayiş Takviye Planı" ve "Diğer atamalar" şeklinde ekleri bulunuyor. Direktifin
maddelerine gelince;

1. yüce önder Atatürk’ün bizlere armağan ve emaneti olan cumhuriyetin kurucu unsuru olan Türk
Silahlı Kuvvetleri ‘Yurtta Sulh, cihanda sulh’ ilkesi ışığında;
A. milletin huzur, güven ve refahını temin etmek,
B. özgürlükler ve hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak,
C. milletin ve devletin bekasını ve bölünmez bütünlüğünü devam ettirmek,
Ç. devletin kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazandırmak,
D. cumhuriyetin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri ortadan kaldırmak,
E. yolsuzluk ve terörün önüne geçebilmek, F. hak ettiğimiz evrensel insan haklarını ayrım
gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız için yeniden sağlamak,
G. laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti düzenini yeniden tesis etmek,
Ğ. uluslararası organizasyonlar ve toplum ile küresel barış, istikrar ve huzurun temini için daha
güçlü bir ilişki ve işbirliği kurmak maksadıyla 16 Temmuz 2016 saat 03.00’dan itibaren yönetime
el koymuştur.
2. Aynı saatten itibaren tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir
3. İkinci bir duyuruya kadar askeri makamlarca görevlendirilenler hariç .... verilicek kişi ve
araçlar ile sağlık maksatlı intikaller hariç ... 16 Temmuz 2016 saat 06.00'dan itibaren tüm yurtta
sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
4. ivedilikle görevi üstlenmesi istenilen sıkıyönetim komutanlarına gerekli görülen ilçelere
komutan atama yetkisi verildiği,
5. Sıkıyönetimin tatbiki ve kamu düzeninin tesisi maksadıyla halen kurulu bulunan askeri
mahkemeler mevcut bağımsızlıklarını ve yetki alanlarını muhafaza ederek sıkıyönetim
mahkemesi olarak görevlendirilmiştir. Buralarda görevlendirilen hakim ve savcı kimlikleri EK-
B'dedir. Kolluk güçleri sıkıyönetim mahkemeleri tarafından verilen talimatların yerine
getirilmesinden sorumludur.
8. Meşruiyetini kaybetmiş mevcut yürütme erki görevden el çektirilmiştir. Meclis feshedilmiştir.
Vatana ihanet içinde bulunan tüm kişi ve kuruluşların en kısa zamanda ulusumuz adına karar
vermeye yetkili mahkemeler önünde hesap vermesi sağlanacaktır.
9. sıkıyönetim komutanlarının vazifeleri (açıklanıyor)
10. 16 Temmuz saat 03.30’dan itibaren tüm hava meydanları, limanlar ve gümrük kapılarının
kontrol altına alınacağı, ikinci bir emre kadar Türk vatandaşlarının her türlü vasıta ile yurt dışına
çıkışlarına izin verilmeyeceği,
11. tüm valilerin görevden alındığı,
12. siyasi partilerin tüm faaliyetlerin sonlandırıldığı vurgulanıp, siyasi partiler hakkındaki diğer
adli ve idari işlemlerin müteakip dönemde yetkili makamlar tarafından ivedilikle yerine
getirileceği,
13. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, bakanlıklar, belediye ve valilikler ile kaymakamlıkların
TSK, jandarma ve polis teşkilatı tarafından emniyet altına alınması, hiçbir evrak ve malzemenin
bina dışına çıkmasına ve imhasına müsaade edilmemesi edilmemesi gerektiği, 
15. tüm polis teşkilatının sıkıyönetim komutanları emri altına alındığı,
16. suçluların ve suç şebekelerinin içinde olanların ve arananların yakalanıp muhafaza altına
alınması, asayiş ve emniyetin temini amacıyla sıkıyönetim komutanlarından il ve ilçe emniyet
müdürleriyle yakın işbirliği ve koordinasyon içinde çalışmaları gerektiği, 
17. halkın günlük ihtiyaçlarının karşılanması için tedbir alınması isteniyor, 18 maddede ise sağlık
ve cenaze hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesi amacıyla sıkıyönetim komutanlıkları ve Sağlık
Bakanlığınca tüm tedbirlerin alınacağı,
18. sağlık ve cenaze hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesi amacıyla sıkıyönetim komutanlıkları
ve Sağlık Bakanlığınca tüm tedbirlerin alınacağı vurgulanıyor.
19. Vatandaşların can ve mal güvenliği için tedbir alınacağı,
20. yurtta sulh konseyi tarafından yürürlüğe konulacak tüm talimat ve bildirilerin Genelkurmay
Başkanlığının internet sitesinden duyurulacağı ifade ediliyor.
Bu bildirinin gönderilmesinin ardından Genelkurmay Başkanlığı'ndan tüm komutanlkılara
"hizmete özel" koduyla ikinci bir yazı yollanarak, genel atama döneminde atamaları yapılan
ancak henüz birliklerine katılmayan askerlerden izinlerini sonlandırarak derhal birliklerine
katılmaları aksi takdirde haklarında firar işlemi uygulanacağı belirtiliyor.
Darbe gecesi birliklere yollanan başka bir bildiri de “Hazırlık ikazı ve birlik intikalı” konulu ve
“gizli” ibareli ve Kurmay Albay Osman Kardal imzası taşıyor. Bildiride:
Ülke genelinde meydana gelen ani gelişmeler kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm birlik,
kurum ve karargâhları tarafından kendilerine verilecek vazifeleri yerine getirmek, güvenliği
sağlamak ve işlerliği devam ettirmek maksadıyla, gereken her türlü tedbir tereddütsüz alınacaktır.
2. Bu doğrultuda tüm birlik, kurum ve karargâhlar,
A. En kısa sürede hazırlıklarını tamamlayacak,
B. Genelkurmay Başkanlığında verilecek emirleri icra etmek maksadıyla hazır halde
bulunacaklardır.
3. Bu kapsamda öncelikli olarak,
A. 1’inci J. Komd. Tug. K.lığı/Çakırsöğüt ve Öz. Kuv.K.lığının uygun birlikleri gecikmeksizin,
derhal Ankara’ya intikal edecek,
B. İntikalin süratle gerçekleştirilmesine yönelik her iki birlik komutanı, Kuvvet K.lıkları ve diğer
birliklere hür türlü koordine yetkisinin verildiğini bildiriyor.
Yutta Sulh Konseyi tarafından TRT'de okutulan darbe bildirisinin tam metni de şu şekildeydi:

Türkiye cumhuriyetinin değerli vatandaşları,


Sistematik bir şekilde sürdürülen anayasa ve kanun ihlalleri; devletin temel nitelikleri ve hayati
kurumlarının varlığı açısından önemli bir tehdit haline gelmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri dahil
olmak üzere devletin tüm kurumları ideolojik saiklerle dizayn edilmeye başlanmış ve dolayısıyla
görevlerini yapamaz hale getirilmiştir.

Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olan cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri


tarafından; temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı, laik ve demokratik
hukuk düzeni fiilen ortadan kaldırılmıştır.
Devletimiz; uluslararası ortamda hak ettiği itibarini yitirmiş ve evrensel temel insan haklarının
göz ardı edildiği, korkuya dayalı otokrasi ile yönetilen bir ülke haline getirilmiştir.
Siyasi idarenin aldığı hatalı kararlarla mücadeleden geri durduğu terör tırmanarak birçok masum
vatandaşımızın ve teröristle mücadele eden güvenlik görevlilerimizin hayatına mal olmuştur.
Bürokrasi içerisindeki yolsuzluk ve hırsızlık ciddi boyutlara ulaşmış, ülke sathında bununla
mücadele edecek hukuk sistemi işlemez hale getirilmiştir.
Bu ahval ve şerait altında, yüce Atatürk'ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla
kurduğu ve bugünlere getirdiği cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri,
"yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden hareketle;
- vatanın bölünmez bütünlüğünü, milletin ve devletin bekasını devam ettirmek,
- cumhuriyetimizin kazanımlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri bertaraf etmek,
- hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak,
- milli güvenlik tehdidi haline gelmiş olan yolsuzluğu engellemek,
- terörizm ve terörün her türlüsü ile etkin mücadele yolunu açmak,
- temel evrensel insan haklarını, mezhep ve etnisite ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız
için geçerli kılmak,
- laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkesi üzerine oturan anayasal düzeni yeniden tesis
etmek,
- devletimizin ve milletimizin kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazanmak,
- uluslararası ortamda barış, istikrar ve huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliğini tesis
etmek maksadıyla yönetime el koymuştur.

Devletin yönetimi teşkil edilen yurtta sulh konseyi tarafından deruhte edilecektir.
Yurtta sulh konseyi BM-NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlarla oluşturulmuş
yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır.
Meşruiyetini kaybetmiş siyasi iktidara görevden el çektirilmiştir. Vatana ihanet içerisinde
bulunan tüm kişi ve kuruluşların en kısa zamanda ulusumuz adına hakkaniyet ve adaletle karar
vermeye yetkili mahkemeler önünde hesap vermesi temin edilecektir.
Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
İkinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı uygulanacaktır. Vatandaşlarımızın kendi
güvenlikleri için bu yasağa hassasiyetle uymaları önem arz etmektedir.
Havaalanları, sınır kapıları ve limanlardan yurt dışına çıkışlara yönelik ilave tedbirler
getirilmiştir.
Devlet düzeninin en kısa zamanda tesis ve idamesi için her türlü tedbir alınmış ve
uygulanmaktadır. hiçbir vatandaşımızın zarar görmesine müsaade edilmeyecek, kamu düzeninin
bozulmasına fırsat verilmeyecektir.
Hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm vatandaşlarımızın ifade özgürlüğü, mülkiyet hakki, evrensel
temel hak ve hürriyeti yurtta sulh konseyinin teminatı altındadır.
Yurtta sulh konseyi üniter devlet yapısı içinde dil, din, etnik köken ayrımı yapmaksızın toplumun
tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasa hazırlanmasını en kısa zamanda sağlayacaktır.
Çağdaş, demokratik, sosyal, laik hukuk ilkelerine dayalı anayasal düzen tesis edilene kadar yurtta
sulh konseyi ulusumuz adına her türlü tedbiri alacaktır.
Tüm vatandaşlarımıza saygıyla duyurulur.

Yurtta sulh Konseyi’nin atama listesi de şu şekildeydi;

Orgeneral Yaşar Güler (Genelkurmay İkinci Başkanı): KKK emrine


Albay İlhan Karasu (Hava Kuvvetleri) : Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
Deniz Albay Suat Arslan (Deniz KK Mayın Avlama Gemileri Şube Müdürü): Telekominikasyon
ve İletişim Başkanı Deniz Kurmay Albay Yaşar Anar (Deniz KK Kontrol Daire Başkanı)
Vakıflar Bankası Genel Müdürü
Deniz Mühendis Albay Adem Durak (Tersane Baş Mühendisi) Türk Telekom Genel Müdürü
Deniz Mühendis Albay Yıldıray Hazır (Deniz KK Proje Koor Şube Müdürü) :TÜRKSAT Genel
Müdürü
Haluk Zeybel (Askeri Yargıtay 1.Daire Üyesi): Askeri Yargıtay başkanı
Korgeneral Bahadır Köse: (Genelkurmay Harekat Başkanı): İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı
Korgeneral Erdal Öztürk (3.Kolordu Komutanı) 1.Ordu Komutanı
Korgeneral Mustafa Özsoy (Genelkurmay İstihbarat Başkanı): Başbakanlık Müsteşarı
Korgeneral Yıldırım Güvenç (KKK Lojistik Komutanı) :TRT Genel Müdürü
Kurmay Albay Ertuğrul Uzunoğlu (Deniz KK Strateji ve Antlaşmalar Daire Başkanı):Ulaştırma
Bakanlığı Müsteşarı
Mehmet Ali Uzun (Askeri Yargıtay Başsavcısı): Milli Savunma Bakanlığı emrine
Oramiral Recep Bülent Bostanoğlu (Deniz Kuvvetleri Komutanı): Görev yeri boş
Oramiral Veysel Kösele (Donanma Komutanı):Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrine
Orgeneral Abidin Ünal (Hava Kuvvetleri Komutanı): Hava Kuvvetleri Komutanlığı emrine
Orgeneral Adem Huduti (2.Ordu Komutanı): Devam
Orgeneral Akın Öztürk (YAŞ Üyesi) .Genelkurmay İkinci Başkanı
Orgeneral Hulusi Akar (Genelkurmay Başkanı): Görev yeri boş
Orgeneral İsmail Serdar Savaş (3.Ordu Komutanı): Devam
Orgeneral Salih Zeki Çolak (KKK) : Görev yeri boş
Orgeneral Ümit Dündar (1.Ordu Komutanı) KKK emrine
Tuğamiral Ali Suat Aktürk (Genelkurmay Kuvvet Geliştirme ve Kaynak Yönetim Daire Başkan
Yardımcısı): Merkez Bankası Başkanı
Tuğamiral Mustafa Sözer (Genelkurmay Yunanistan-Kıbrıs ve Denizcilik-Havacılık Daire
Başkanı): Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı
Tuğamiral Oğuz Karaman (Deniz KK Plan Prensipler Başkanı):MGK Genel Sekreteri
Tuğgeneral Bülent Ahmet Beşirbeliloğlu: (PROF GATA): Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş (Analiz ve Yönetim Merkezi Başkanı): MİT Müsteşarı
Tuğgeneral Hakan Evrim (4.Ana Jet Üst Komutanı): Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı
Tuğgeneral Hayrettin Kaldırımcı (Genelkurmay Adli Müşaviri) Adalet Bakanlığı Müsteşarı
Tuğgeneral Kemal Akçınar (Hava Kuvvetleri Eğitim Daire Başkanı): Ankara Valisi
Tuğgeneral Kemal Mutlum (Hava Kuvvetleri Hava Savunma Daire Başkanı): Esenboğa
Havalimanı Müdürü Tuğgeneral Murat Yaygın (Milli Savunma Bakanlığı Personel Başkanı):
Devlet Personel Başkanı
Tuğgeneral Nedim Karabulut (Hava Lojistik Analiz Komutanlığı: THY Genel Müdürü
Tuğgeneral Veyis Savaş (Hava Eğitim Kurmay Başkanı): İzmir Valisi
Tuğgeneral Yücel Topçu (Hava Uzay Gücü Geliştirme Merkezi): Maliye Bakanlığı Müsteşarı
Tümamiral Hakan Üstem (Sahil Güvenlik Komutanı): Göreve devam
Tümgeneral Ahmet Cural (Hava Teknik Okulları Komutanı): Enerji Bakanlığı Müsteşarı
Tümgeneral Fethi Alpay (Hava Harp Okulu Komutanı): İstanbul Valisi
Tümgeneral Halit Günbatar (TSK Sağlık Komutan Yardımcısı): Halk Bankası Genel Müdürü
Tümgeneral İsmail Yalçın (2.Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanı): Kayseri Büyükşehir
Belediye Başkanı Tümgeneral Oğuz Serhad Habiboğlu (Genelkurmay Kuvvet Geliştirme ve
Kaynak Yönetim Daire Başkanı):Gümrük ve Dış Ticaret Müsteşarı
Tümgeneral Şaban Umut (Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı Teknoloji ve koordinasyon
yardımcısı): Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı

Yurt genelinde çok sayıda sivil, polis ve askerin katlinden sorumlu olan Yurtta Sulh Konseyi
üyelerinin tamamı tutuklanarak hapse atıldı. Mahkemeye çıkıp yargılanacakları günü bekliyorlar.
İmamın konseyini şimdilik bir kenara bırakarak darbe gecesi Marmaris'te yaşananlara geri
dönelim.

İzmir’in Çiğli İlçesi’ndeki 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan havalandığı belirtilen 3


helikopterden (1 Skorsky 2 Couger) Skorsky otele ateş açarak bombaladı. Ayrıca darbe
teşebbüsündeki askerler, karadan oteli ablukaya aldı.
Baskına 3. helikopterde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda görevli Tuğgeneral Gökhan
Şahin Sönmezateş komuta ediyordu. Marmaris'te çekilen fotoğraflar, yakalandığında kendisinin
üzerinden çıkacaktı.

Aynı gece darbecilerle çatışmaya giren Cumhurbaşkanlığı koruma polislerinden birinin ifadesine
şu satırlar yansıyacaktı:

"Otele saldıran darbeciler 'Hani lan inlerimize girecektiniz, biz sizin inlerinize girdik. Nerede o?
Çabuk söyleyin nereye gitti? Ne zaman ayrıldı? Nerede gidiyor? Şu an nerede?' dedi. Marmaris
Baksınına katılan astsubaylardan İlyas Yaşar savcılık ifadesinde yukarıda aktardığımız sözlerin
Astsubay Zekeriya Kuzu’ya ait olduğunu iddia ediyordu.

Sonra bir polis memuru tarafından Cumhurbaşkanı'nın kaldığı yer olarak, 1922 numaralı villaya
götürüldüler. Darbeciler bu villanın kapısını otomatik silahlarla taradı.
Binbaşı Şükrü Seymen, orada bulunan villanın içerisindekilere 'Teslim olun, yoksa roket atacağız'
diye bağırıyordu. Ardından patlama sesi duyuldu.
Korumların kaldığı 1970 nolu ve yanındaki villalarda çıkan çatışmada 1’i Cumhurbaşkanlığı
koruma polisi olmak üzere 2 polis şehit olurken 3 polis memuru da yaralandı.

Çiğli 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığı’nda görevli (üs imamı olduğu iddia ediliyor) Astsubay
Kıdemli Başçavuş Zekeriya Kuzu (Lakabı Paşa) Marmaris baskınındaki ekipte bulunuyordu.
Cemaatle Konya’da görev yaptığı 2005-2006 yıllarında tanışmıştı. İzmir’e tayini çıktığında
Bornova’ya gelen bir kişi kendisini “Öğretmen Arif” olarak tanıtarak soyadı hakkında bir bilgi
vermemiş ve soru sorulmamasını rica etmişti.

Kuzu, Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’le Çiğli 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığı’ndaki MAK
(Muharebe Arama Kurtarma) biriminde albay rütbesiyle görev yaparken tanışmıştı.

15 Temmuz günü binbaşı Taner Berber kendisini arayarak Gökhan Paşa'nın üsse geldiğini bir
görev olduğunu, 36 kişilik malzeme ayarlamasını istedi. Görevin ne olduğu sorulduğunda
Sönmezateş havadan çekilmiş bir fotoğraf göstermişti. Kuzu savcılık ifadesinde aryrıntıları şöyle
anlatıyordu:

"Sönmezateş, bize bu fotoğrafın bulunduğu yerde üst düzey bir PKK'lı yöneticinin olduğunu ve
bunu alacağımızı söyledi. 'Ekibin genç ve toplama ve bu işin nasıl olacağını' sorduğumda bana
bununla ilgili uzun zamandır hazırlanan özelci bir ekibin olduğunu, bizim artçı görev
yapacağımızı söyledi. Bu sayede arkadaşların tecrübe kazanacağını belirtti. Sonra göreve 'hayır'
diyen personel olup olmayacağını sordu. Biz de personeli motive edeceğimizi söyledik ve
yanından ayrıldık. Saat 19.00 civarı Taner Binbaşı, Gökhan General'in çağırdığını söyledi.
Yanına gittiğimizde tedirgin ve morali bozuktu. Görevin iptal olduğunu, herkesin evlerine
gidebileceklerini söyledi. Ben de üzerimi değiştirmek için Hasan Üsteğmen'le Kaklıç'a gittim.
Kendisiyle çay içerken Taner Binbaşı beni aradı. Derhal gelmemizi istedi. Dönüp Gökhan
General'in yanına çıktık. Kendisi misafirlerin geleceğini, göreve bugün çıkabileceğimizi ancak
gelecek misafirlerin ilk başta beklenilen sayıda olmadığını, bizim ekip dahil 27 kişilik malzeme
hazırlamamız gerektiğini söyledi.

Bir Skorsky, 14 civarında özel kuvvet personeli indirdi. Onları arabamıza alarak malzemeliğe
götürdük. Liderleri daha önceden tanımadığım Şükrü Binbaşı'ydı. Gökhan General, Şükrü
Binbaşı'ya 'Bu işin erbabı sizsiniz, bundan sonra biz size tabiyiz' dedi. Şükrü Binbaşı, belirlenen
makineli tüfekçilere hava fotoğrafı üzerinden görevlerini anlatıyordu. Kursiyerlerin de önünde bir
terör örgütü liderini almaya yönelik operasyon yapılacağını söylediğini öğrendim. Bu nedenle
helikopter başına giderken kursiyerler yanımıza gelip 'Biz de gelelim' şeklinde coşkulu şekilde
talepte bulunuyordu.

O esnada Gökhan General'in uçuş ekibine bağırdığını duydum. Yüksek sesle, emirleri
Genelkurmay adına Hulusi Akar'dan aldığını, derhal kalkmaları gerektiğini söylüyordu. Bu
esnada kim olduğunu hatırlamıyorum ancak bizim ekipten biri bana 'Cumhurbaşkanı'nı almaya
gidiyormuşuz' dedi. Ben de bu durumu içerisinde bulunduğum helikopterin teknisyenine sordum.
Kendisi bana baş parmağını kaldırarak 'tamam' işareti yaptı."

Yanımıza gelen gelen özel kuvvet ekipleriyle kumsala indik, oradaki evin içine girdik. Burada da
ateş altında kaldık, silahmnı sürünürken kumsalda bıraktığım, önümüze gelen özel güvenlik
görevlisinin tarifiyle ormanlık alana doğru ilerledik.
Yaklaşık birkaç saat yürüdükten sonra mola verdik. Şükrü Binbaşı, bize Gökhan General ve
ekibinin muhtemelen öldürüldüğünü, helikoptere yakıt alamadıklarını söyleyerek, bundan sonrası
için hayati idame yapacağımızı söyledi. Kaçtığımız dönemde bizi yanına alan, yiyecek-içecek
veren, konaklama imkanı sunan kimse olmadı. Kendi başımıza hayatımızı sürdürdük."
Bir dinlenme sırasında İsmail Yüzbaşı isimli özel kuvvetçi bize dönerek, 'Burada hizmet
hareketinden olmayan var mı?' diye sordu. Kimseden cevap gelmedi. Bu konuşma olduğu sırada
biz 18 kişiydik." ifadelerini kullanarak, daha sonra MAK grubundan ayrılarak kaçmaya devam
ettik.

Genelkurmay Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral Gökhan Şahin


Sönmezateş, Marmaris baskınını anlattığı ifadesinde emri Özel Kuvvetler’den Tuğgeneral Semih
Terzi’den aldığını görevinin Cumhurbaşkanı her nerede bulunuyorsa oradan alıp refakatçi olarak
Ankara’ya getirmek olduğunu söylüyordu.

11 Temmuz’da Milsec adlı güvenli hattan, rutinde olduğu gibi Özel Kuvvetler’den Tuğgeneral
Semih Terzi aradı. Ancak bu sefer PKK ile ilgili konuşmadı. Ülkenin zor günler geçirdiğini,
rahatsızlık duyduğunu, kendisi gibi düşünüp düşünmediğini sordu.

İhtilalden bahsetmedi. Ancak bu jargon ihtilali çağrıştırmaktaydı.


Onun gibi başka kimlerin düşündüğünü, Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı Paşa’nın,
Genelkurmay Komutanı’nın, diğer kuvvet komutanlarının da bu düşünceye destek verip
vermediklerini sordu. Terzi cevaben; Onların da bu şekilde düşündüklerini söyledi.

13 Temmuz’da Terzi bir kez daha aradı. Bu kalkışmanın geçmiştekilere benzer olacağını, ancak
çok hızlı gerçekleşeceğini, Cumhurbaşkanı ve kabine üyelerinin öncelikle alınıp mahkemeye
sevk edileceklerini, yargılama konularının da çözüm sürecindeki hatalar, rüşvet iddiaları, IŞİD’in
her yere elini kolunu sallayarak gitmesi gibi iddialar olacağını söyledi.

Kendisinden o tarihte Cumhurbaşkanı her nerede bulunuyorsa oradan alıp refakatçi olarak
Ankara’ya getirmek olduğunu söyledi.

15 Temmuz öğle saatlerinde İstanbul’dan İzmir Çiğli Ana Jet Üssü’ne geldikten sonra Ramazan
Elmas Albay’ın odasına gitti. Cumhurbaşkanı’na ilişkin plandan bahsetmeden özel bir görev
olduğunu, İstanbul’dan helikopterle Özel Kuvvetler personelinin geleceğini, buradaki MAK
ekibiyle birlikte bir yere gideceklerini söyledi. Elmas’ın da böyle bir plandan haberi yoktu.
Ramazan Elmas Albay’ın odasına MAK Komutanı Taner Berber binbaşıyı çağırdı. MAK
ekibinin malzemelerinin hazırlanmasını istedi. Saat 22.00 civarında Özel Kuvvetler
helikopterlerle indi. Bu helikopterler İstanbul’dan geliyordu. Tek tek saymadı ancak pilotlar hariç
MAK ekipleri ile birlikte 27-28 kişilik bir grup oluşturdular. Bu, gelecek ekibin yarısıydı. Şükrü
binbaşı, Cumhurbaşkanı’nın yanında 3-4 kişilik bir koruma ekibi olduğunu, tatil modunda
olduklarını, Özel Kuvvetler’in operasyonu gerçekleştireceğini, MAK ekibinin ise geri emniyeti
alacağını dolayısıyla sayının yeterli olduğunu söyledi.

Sönmezateş’in ifadesi şu şekilde:

Hazırlık sırasında tüm personelin cep telefonlarını kapattırmıştık. Saat 22.30 civarı emir
astsubayım gelerek, TSK’nın ülke bütününde yönetime el koyduğunun Genelkurmay sitesi
üzerinden açıklandığını söyleyince ben işlerin doğal seyrinde gittiğini düşünmeye başladım.

Operasyona katılacak MAK ekibi ile Özel Kuvvetler’i bir araya topladım. Bu sırada pilotlar ve
uçuş ekibi pistte bekliyordu. Biz ise depodaydık. Her iki ekibe hitap ederek TSK’nın ülke
bütününde yönetime el koyduğunu, bundan sonraki emirlerin Genelkurmay Başkanı tarafından
verileceğini duyurdum. Hem Semih Paşa’nın telefondaki sözleri hem de Genelkurmay’ın internet
sitesinde yapılan bu açıklama üzerine bende taşlar yerine oturdu ve bu girişimi Genelkurmay
Başkanı ile birlikte tüm kuvvet komutanlarının desteklediği düşüncesine kapıldım.

Ekibe Şükrü binbaşının emri altında olduklarını söyledim. Çünkü aşağıya inip operasyonu o
gerçekleştirecekti. Benim helikopterde kalma sebebim şudur: Yukarıdan, aşağıda yaşanan
olayları net bir şekilde görme imkânım olacaktı. Şükrü binbaşı ile telsizle irtibat kuracaktık.
MAK personeline operasyonun mahremi yani hedef alınacak kişinin Cumhurbaşkanı olduğunu
ben hiç deklare etmedim. Özel Kuvvetler’den de kimseye bu durumu söylemedim.
Pilotlara dahi bu durumu söylemedim. Hatta helikopterdeki teknisyen uçuş sırasında olağan dışı
bir durumun olduğunu fark ederek bana yanlış bir şey yapıp yapmadığımızı sordu. Ben de ona
yanlış bir şey yapmadığımızı söyledim. Bizim öldürmek gibi bir amacımız yoktu, öyle olsa
bomba atar ölümünü sağlardık. Tersine canlı olarak alıp Ankara Akıncı Üssü’ne nakletmek
görevi edinmiştik.

Cumhurbaşkanı’nı alıp helikopterle Dalaman’a indirip, oradan uçakla Ankara’ya götürüp Akıncı
Hava Üssü’ne teslim edecektik. İsim olarak kime teslim edeceğimi bilmiyorum. Görevim uçuş
sürecinde Cumhurbaşkanı’na refakat etmekti.

Operasyonun saat 01.00-01.30 civarında olduğu bilgisini Şükrü binbaşı cep telefonundan aldı.
Operasyon yeri ile ilgili iki alternatif vardı. Biri Okluk Koyu’ndaki yazlık, diğeri Grand Yazıcı
Oteli idi.

Cumhurbaşkanı’nın otelde olduğunu öğrenince Google üzerinden edindiğimiz hava haritası


üzerinde çalışma yaptık. Helikopterlere bindik. Helikopterler çalıştıktan sonra Şükrü binbaşı
yanıma gelerek görevin iptal olduğunu söyledi. Hepimiz yeniden çalışır vaziyetteki helikopterde
beklemeye başladık. O esnada göreve gelmek istemeyen iki pilot olduğunu ben sonradan
öğrendim. Önemli olan personelin tamamının belirtilen noktaya nakledilebilmesiydi. 3 helikopter
bu iş için yeterliydi.

Helikopterde beklerken yaklaşık yarım saat kaybettik. Yakıt konusunda bizi sıkıntıya sokan ana
sebep bu oldu. Yarım saat kadar sonra Şükrü binbaşı yeniden operasyona başlayacağımızı
söyleyince havalandık. Şimdi düşündüğümde bir üst iradenin bizi orada kasıtlı olarak beklettiğini
düşünüyorum. Zamanında yola çıksaydık hedefimizi bulacaktık. Bu sırada saat 02.15-02.30
civarı idi. 1 veya 1 saat 15 dakikalık uçuş süremiz oldu. 03.30-03.45 civarında otelin olduğu yere
geldik. Plana göre önce biz iniş yapacaktık.

Ancak iniş aşamasında kalkan tozlar nedeniyle tekrar yükseldik. Arkamızdaki helikopter kabaca
hesap ile 300 metre uzaklıkta bulunan otluk alana birer birer inmek suretiyle personellerini
bıraktılar. Biz de üçüncü sırada personelimizi indirdik. Bu aşamada ne helikopterden ne de yere
iniş eden personelden ateş eden olmadı. Bu operasyonu en fazla 30 dakikada bitirmeyi
planlıyorduk. Ancak Cumhurbaşkanı’nın hangi villada olduğunu bilmediğimizden sürenin biraz
daha uzayabileceğini de hesaba katmıştık.

Yanında oğlu veya eşi veya diğer akrabaları olsaydı dahi hedefimiz sadece Cumhurbaşkanı’nı
almaktı. Şükrü binbaşıya operasyon öncesinde mukavemet olması halinde ne yapacaklarını
sorduğumda öncelikle “yat” komutu vereceklerini, uymama halinde önce belden aşağı ateş
ederek yaralama yoluyla mukavemet edeni etkisiz hale getirmeyi planladıklarını söylemişti.
Bizim sivillerle ilgili herhangi bir insanlık dışı planımız bulunmamaktaydı

Pilotumuz Dalaman’dan yakıt alamayacağımızı, yine Dalaman’da bizi beklemesi gereken uçağın
da olmadığını söyledi. Tek alternatifin Imsık meydanına inmek olduğunu belirtti. Bu süreçte
Şükrü binbaşı ile telsiz irtibatı kurmaya çalışıyordum. Kendisi bana villayı bulduklarını,
Cumhurbaşkanlığı korumalarına ulaştıklarını, ancak Cumhurbaşkanı’nın oradan ayrılmış
olduğunu söyleyince kendilerini indirdiğimiz yere iniş yaparak onları beklemeye başladık.
Kısa süre bekledikten sonra aşağıdaki unsurlar helikoptere intikal edemedi. Pilotumuz da yakıtın
çok kritik seviyede olduğunu, mutlaka kalkmamız gerektiğini söyledi. Başka çare olmadığından
aşağıdaki unsurları beklemeden kalkış yaparak Imsık Meydanı’na indik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Marmaris’te kaldığı otele düzenlenen saldırı sırasında polisin açtığı
ateş sonucu yaralanan SAT komandosu Yüzbaşı Haldun Gülmez’in ifadesi.

Ben Kuzey SAT Grup Komutanlığı'nda 21'inci tim komutanı olarak görev yaparım. Olay
gününden 1 ya da 2 gün önce benimle aynı birlikte görev yapan Yüzbaşı Özay Çödel arayıp,
içeriğiyle ilgili bilgi vermeksizin operasyon olacağını, detayları vermek üzere beni tekrar
arayacağını söyledi. 14.07.2016 tarihinde Özay Çödel beni aradı.

O sırada eşimle birlikte çarşıda olduğum için müsait olmadığımı söyledim. Sonrasında eve
gidince kendisini aradım. Bir süre sonra ise Üsteğmen Ali Sarıbey (Marmaris'te yakalanıp
tutuklanan) evime geldi. Bana operasyon olacağını, ekiplerin Kara Havacılık Komutanlığı'nda
toplanacağını söyledi. Sonra beni Özay Yüzbaşı aradı ben de evine gittim. Evinde konuştuk.

Akıncı Üssü’nda yapılan incelemeler sonucunda darbeci askerlerin 15 Temmuz gecesi


Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın uçağını önlemek için aldıkları emirler ile ilgili telsiz kayıtları
ortaya çıkıyordu.
Bu kayıtlara göre , 16 Temmuz 00.17'de Akıncı Üssü'nden Kurmay Yüzbaşı Ahmet Tosun,
Kurmay Yüzbaşı Oğuz Alper Emrah ile İlker Hazinedar'a Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağını
tarif ediliyor ve önlemesi isteniyor.

Emri alan Oğuz Alper Emrah ve İlker Hazinedar'ın kullandığı füze yüklü F-16'lar Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın uçağına müdahale etmek üzere harekete geçiyor.

Söz konusu telsiz kayıtları şu şekilde:

Filo (Ahmet Tosun): Şahin 2 filo, Şahin 2 filo


Şahin 2(Oğuz Alper Emrah): Devam
Filo (Ahmet Tosun): Hocam sizde gözlük var mı?
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): Ben de var
Filo (Ahmet Tosun): Anlaşıldı, önleyeceğimiz uçağı tarif edeceğiz, hocam gözlük
kullanacaksınız, önleyeceğiniz uçağı tarif edeceğiz.
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): Tamam
Filo (Ahmet Tosun): Şahin 2 filo
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): devam
Filo (Ahmet Tosun): Hocam vereceğimiz uçak muhtemelen Cumhurbaşkanlığı forsu olacak
kocaman bir uçak Cumhurbaşkanlığı forsu olan bir uçak
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): Mutabık

Darbe teşebbüsü günü saat 18.30'da Ali Sarıbey beni evden aldı. Saat 20.00'de Hava Harp
Okulu'nun Yeşilköy'deki askeri apronda hazır olduk. Gittiğimizde kimse yoktu. Meydanda iki
tane casa tipi uçak vardı. Ancak uçuşa hazır halde değildi. Bir süre sonra sayıları 10-15 aralığında
olan Özel Kuvvetlere ait tim geldi. Aralarında operasyonun detaylarını konuşuyorlardı. Bu
konuşmalar sırasında Cumhurbaşkanının ismini duymadım. Sadece Şükrü binbaşı, birisinin
paketleneceğinden söz ediyordu. Bizim jargonumuzda birisini paketlemek, yakalamak anlamına
gelir. Silah zoruyla yakalama söz konusu olacağından, paketlemek kavramı silahlı müdahaleyi de
içermektedir. Şükrü binbaşı, operasyonun ilk önce İstanbul'da olacağını söyledi. Sonra Ankara'da
olacağını söyledi. Kendisi sürekli cep telefonuyla bir kısım kişilerle görüşüyordu. Sonrasında
operasyon yeriyle ilgili fikir değiştiriyordu. Tam bir netlik yoktu. Saat 21.30 gibi bir tane
Sikorsky helikopter geldi. Şükrü binbaşı, hep beraber Çiğli'ye gideceğimizi söyledi. Teçhizatların
Çiğli'de tedarik edileceği söylendi.

Helikopterle hep birlikte Çiğli'ye gittik. Hangardan kendimize silah, teçhizat aldık. Teçhizat
yetersizdi. Orada biri iki tim daha vardı. Tahmin ediyorum MAK timleriydiler. Birisini
tuğgeneral olarak tanıttılar. Bu insanlar arasında Ali Sarıbey dışında tanıdığım kimse
bulunmuyordu. Şükrü Binbaşı, hava fotoğrafı benzeri bir şey gösterdi. Fotoğrafta ormanlık biri
alanda içerisinde 500-600 metre uzunluğundaki bir şerit üzerinde küçük binalardan oluşmuş
turistik tesis benzeri bir yapı vardı. Çevresinde yerleşim yeri yoktu. Şükrü binbaşı, operasyon
yerinin burası olduğunu söyledi" dedi. Yüzbaşı Gülmez, plana göre ekipler yere indirildikten
sonra helikopterde kalan makineli tüfekçilerin de doğudan batıya doğru tarama yapacaklarını
aktardı. Alanda bulunan tuğgeneral bize hitaben, TSK'nın ülke çapında darbe yaptığını, yönetime
el koyduğunu bundan sonra emirlerin bizzat Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınacağını,
kendisinin de Genelkurmay Başkanlığı ile irtibatlı olduğunu, görevimizin de Cumhurbaşkanının
bulunduğu yerden alınması olduğunu söyledi. Bu sözleri çoğu kişi duymuştur. Bir tek pilotlar o
esnada orada değildi. Kimse bu konuyla ilgili tepki göstermedi.

Kimin söylediğini net olarak hatırlamamakla birlikte Şükrü binbaşı veya tuğgeneral biri megafon
getirilmesini istedi. Bu megafonla, teslim ol çağrısı yapılacağını, silahlı mukavemet olması
halinde ise çatışılacağını söyledi. Cumhurbaşkanının sağ mı ya da ölü mü alınmasının istendiğini
hatırlamıyorum. Şükrü binbaşı SAT'çı olarak Ali ya da benim makineli tüfekçi olmamız
gerektiğini söyledi. İkimiz de gönüllü olmayınca beni seçti.

Teçhizat yetersizliğinden ve hazırlıksız olduklarından dolayı durumdan rahatsız oldum. Ancak


bana söz düşmeyeceği için bir şey söylemedim. Sonra helikopter başına gittik. Orada
cumhurbaşkanından bahsedilip bahsedilmediğinden emin değilim. Bahsedilmiş olabilir. Benim
görev tanımım belliydi. Sadece adamlarımızı vurmamaya dikkat edecektim. Bu nedenle yerde
operasyon yapacak kişilerin miğferlerine kimyasal çubuk yerleştirmiştik. Ben onları bu şekilde
diğerlerinden ayırt edecektim.

O esnada görevin iptal olduğu ve Ankara'ya gideceğimiz söylendi. Helikopteri boşaltmamız


istendi. Ben de başka bir helikoptere taşındım. Ardından tekrar Marmaris'e gideceğimiz söylendi.
Bir kez daha aynı helikoptere geçtim. Marmaris'e geldik. Sahil ışıklıydı. Gece görüş gözlüğünü
etkiliyordu. Helikopterler, personeli indirdikten sonra havada beklemeye başladılar. Benim
içerisinde bulunduğum helikopterin yakıtı azalınca ayrıldık. Ayrılana kadar çatışma yaşanmadı.
Dalaman'a gittik. Kule bizden kimliğimizi ve niyetimizi bildirmemizi istedi. Pilotlar cevap
vermeden doğrudan iniş yaptılar. Yere indikten sonra kule, motoru susturmaları ve yere inmeleri
talimatını verdi. Pilotlar yakıt verilmesini istedi. Kule de etrafımızın sarıldığını talimatlara
uyulması gerektiğini söyledi. Yakıt almadan 15 dakika yerde kaldık. Pilotlar görev uçuşunda
olduklarını söyledi. Ardından yakıt alıp havalandık.
Marmaris'e geldiğim zaman silah sesleri vardı. Yerdeki timlere yardım etmek içini ateş açtım. Bir
mayon kadar mermi kullandım. Bir mayon 300 ile 350 mermiye tekabül eder. İkinci mayonu
kullandığım zaman silahım tutukluk yaptı. O sırada göğsümden vuruldum. Ben de ateş etmeyi
bıraktım. Daha sonra Çiğli'ye döndüğümüzü hatırlıyorum.

350 mermi yaktığını ifade eden Yüzbaşı Gülmez, kimseyi vurduğunu düşünmediğini,FETÖ ile
bağlantısının bulunmadığı iddia ederek, cemaate ait evlerde kalmadığını, arkadaşları arasında da
bu evlere gidip gelen olmadığını söylüyordu.

Marmaris Baskınına katılan ekipte bulunan bir diğer asker de Muharebe Arama Kurtarma
(MAK) birliğinde görev yapan Astsubay Selman Çankaya’ydı. 26 yaşındaki Çankaya MAK
birliğinde ders öğretmeniği yapıyordu. Üniversite sınavını kazanamayınca İstanbul'daki amca
oğlunun yanına giden Çankaya, burada cemaate yakınlığıyla bilinen FEM Dershanesi'ne devam
etti. Kuzeninin yönlendirmesiyle Hava Astsubay Meslek Yüksekokuluna kabul edildi. İzmir
Güzelyalı Hava Eğitim Komutanlığına bilgisayar işletmeni olarak atanmıştı. Gaziemir Hava
Teknik Okul Komutanlığında kuzeni tarafından tanıştırılan kişinin götürdüğü evde namaz kılıyor,
Fetullah Gülen'in kitaplarını okuyordu. İfadesinde kaset olayları çıkınca uzaklaşmak istediğini
belirtecek ve şöyle devam edecekti:

Baskından yaklaşık 3 hafta önce Hava Lisan Okulunda bulunan Üstçavuş Ömer Faruk Göçmen
tarafından WhatsApp grubu kurulmuş, iki gün önce de Kıdemli Başçavuş Zekeriya Kuzu’nun
"Her an görev çıkabilir, telefonlarınız sürekli yanınızda bulunsun." şeklinde uyarılmışlardı. Bir
hafta sonraki düğünü dolayısıyla istediği izin talebi reddedilmişti.

Üstçavuş Göçmen 10 takım hazırlayacaklarını söyledi.

Takımın içinde balistik kask, hücum yeleği, dizlik, dirseklik, Hk416 tüfek, tüfek gece görüşü, 8
şarjör, tabanca, tabanca şarjörü yer alıyordu. Bu takımı hazırlarken diğer arkadaşlar da geldi, hep
beraber hazırladık. Tüfek şarjörü 8'er adet çıkmadığından, Kaklıç depodan şarjör takviyesi
yapıldı. Biz bu takımı tamam ettiğimizde, Zekeriya Başçavuş, bir 15 takım daha hazırlamamızı
söyledi. Hazırladığımız esnada Ankara'da istihbarat kısmında görev yaptığını bildiğim Gökhan
Sönmezateş generalin gelmesiyle ciddi görev olduğunu fark ettim.

Bir süre sonra Binbaşı Taner Berber ekibi paraşüt deposuna götürerek şu konuşmayı yaptı:
"Bir terörist elebaşını almaya gideceğiz. Angajman (çatışma) kaçınılmaz. Kendinize dikkat edin.
Bu yolda şehit olmak, geri dönememek var. Hepiniz hakkınızı helal edin. Bizi akıncılar olarak
düşünebilirsiniz. Biz önden gidip, yol açanlar olacağız. O yüzden görevimiz çok mühim. Bunu
başarırsak arkamızdan gelenler çok daha rahat edecek. Bize iki özel kuvvet ekibi katılacak,
onlarla hareket edeceksiniz."

Çankaya ifadesinde bu sözler üzerine görevi kabul ettiğini söyleyerek harketa Gökhan
Sönmezateş, Kurmay Binbaşı Taner Berber, Üsteğmen Hasan Aslanbay, Teğmen Muhammet
Burak İpek, astsubaylar Zekeriya Kuzu, Ömer Faruk Göçmen, Yakup Özcan, Ekrem Benli,
Serkan Elçi, Erkan Çıkat, Gökhan Güçlü, Abdülhamit Gülerdem ve İlyas Yaşar ile tanımadığı
özel kuvvetler ve SAT mensubu olduğunu düşündüğü 14-15 kişinin katıldığını, özel kuvvetlerle
gelen Cougar tipi iki, Skorsky tipi bir helikoptere mühimmat ve malzemeleri yüklediklerini
söylüyor.
“Malzemelerimizi helikoptere yükleyip beklemede bulunduğumuz sırada, Gökhan Sönmezateş
konuşma yapıp, 'Size doğrusunu söyleyeceğim. TSK yönetime el koymuştur. Emirlerimi şu anda
Genelkurmay karargâhından alıyorum. Tüm kuvvet komutanlarımız tutuklandı, polis özel
harekat, MİT, Meclis bombalandı. Yönetim şu anda TSK'nın elinde.' dedi. Cumhurbaşkanının
bulunduğu yere gittiğimizi, helikoptere bindiğim anda çevremdekilerden duydum ancak kimden
duyduğumu hatırlamıyorum. Zaten generalin darbe açıklamasıyla şok olmuştum. Bir hafta sonra
düğünüm vardı, bunları düşünürken çevreme çok da dikkat etmedim hatta Zekeriya Kuzu'nun
yanına gittim, 'Abi bana niye söylemedin? Bir hafta sonra düğünüm var. Karım, kayınvalidem
yolda. Hiç olmazsa onları yola göndermezdim.' dedim. Bana 'Söyleyemezdik. Yemin ettirdiler.
Kur'an'a el bastırdılar. Kusura bakma, hakkını helal et. Merak etme, o düğünü yaparsın.' dedi."

Marmaris'te ilk inmeye çalıştıkları yere sis attıklarını, yoğun duman dolayısıyla helikopterin
tekrar irtifa alıp sahil kenarında ekibi yere indirdiğini, bu sırada silah sesleri duyduğunu ve
havalanıp tur atmaya başladıklarını anlatan Çankaya şöyle devam ediyordu:

“General sürekli telsiz talimatı ve cep telefonuyla irtibat sağladı. Yaklaşık 40 dakika kadar tur
attık. Yer ekibi, kendilerini almamızı söyleyince pilot yere ineceğini, yakıtın çok az kaldığını,
sadece 10 dakika bekleyebileceğini söyledi. Bir binanın yanına indik. Çevrede siviller vardı.
General aşağı indi, havaya ateş ederek çevredekilere helikoptere yaklaşmamalarını işaret etti. 10
dakika kadar bekledik, kimse gelmeyince havalandık. Yarım saatlik uçuştan sonra UH helikopter
bulunan bir piste, iki Cougar helikopterle indik, yakıt ikmali için bekledik ancak gelen olmadı.
Pilotlar ve Sönmezateş general inip, binalara doğru gitti. Bir süre sonra general geri geldi ve bize
ikmali yavaşlatmaya çalıştıklarını tehlikede olduğumuzu, dikkatli olmamızı söyledi. Yakıt ikmali
yapılamadı. Bu esnada ben helikopterin tekerine yaslanıp uyumuşum, Skorsky sesiyle uyandım,
hava aydınlanmaktaydı. İki Cougar içindeki malzemeleri Skorsky'ye yükledik. MG4
mühimmatını Cougar'da bıraktım. Silahımda da mühimmat yoktu. Skorsky'de bir yaralı olduğunu
gördüm, göğsünden yaralıydı.

Tam havalanmak üzereyken pilot tulumlu bir albay geldi. Ağlayarak generale, 'Komutanım bizi
düşüreceklerdi, öldüreceklerdi.' dedi General da 'Sakin ol' dedi ancak bizimle gelmedi.
Havalandık, yere çok yakın uçuyorduk. Çiğli Üssü'ne geldik. General indi, kulenin arkasındaki
binaya doğru gitti. Ambulansın gelip yaralıyı tahliye etmesinin ardından üste kalan MAK
kursiyerleri araçla geldi. Helikopterde bulunan malzemeleri araca yüklediler. Depoya
götürmelerini söyledik. Depo kapalı olduğundan okula indirdik. Bir müddet daha bekledik, gelen
giden olmadı.

Mezun olduktan sonra Nadir adlı kişiyle tanıştırdılar. Benden zorla himmet almak istiyorlardı.
Ben zaten gönül rızasıyla yardım için istediklerinde gönlümden kopanı veriyordum ancak bunu
kabul etmediler. Sabit rakama bağlamışlardı ve her ay istiyordu. Bekar için maaşının yüzde
20'sini istiyorlardı. Vermediğim zamanlarda da bir sonraki aya borçlandırıyorlardı. Ben de bunu
kabul etmedim. Ayrıca evlendirme mevzusu bana ters geldi. Evleneceğim kişiye karar vermek
onlara düşmez. Muhafazakar aileden geldiğim için eşimin başı kapalı olsun istiyordum ancak
bunu Nadir kabul etmedi, 'Eşinin başı açık olmalı' dedi. Ben de kabul etmedim. Uzaklaşmak
istediğim için MAK kursuna başvurdum ve kabul edildim. Yaklaşık 2 sene boyunca çeşitli illerde
kurslara katıldım, bu sürede bana ulaşamadılar.”
Marmaris saldırısına katılan bir başka Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığında Muharebe Arama
Kurtarma (MAK) Birliğinde görevli Astsubay Serkan Elçi’nin olay gecesine dair ayrıntıları
verdiği ifadesi de detaylarla doluydu. 15 Temmuz'da çağrı üzerine birliğe giden Elçi, bazı
arkadaşlarının malzeme hazırladıklarını görür. Hazırlık sonrası bir komutanın kendilerini
paraşüthanedeki odaya alarak operasyonla ilgili bilgi verdiğini anlatan Elçi, "Orada komutan bize
'Bir terör örgütünün üst düzey yöneticisini almaya gideceğiz. Bununla ilgili çok önemli bir
görevimiz var. Yalnız bundan dönüş olmayabilir, şehit olabilirsiniz, kuvvetle muhtemel şehit
olacaksınız, geri dönemeyebilirsiniz.' dedi. Operasyonun ayrıntısını İstanbul'dan gelecek bir
ekibin detaylarıyla anlatacağını söyledi.

İstanbul özel kuvvetlerden bir ekip gelip, malzemeleri kuşanarak dışarıya çıktıkarlar, krokideki
hava fotoğrafları üzerinden kendilerine brifing verilir.

“Beklemeye başladık. Sonra özel kuvvetlerden gelen bir binbaşı, yaptığı telefon görüşmesi
sonrası yerin değiştiğini söyledi ancak değişen yerin fotoğrafının olmadığını, sadece bir otel
olduğunu, içerisinde birçok villasının olduğunu, hepsine tek tek bakılacağını söyledi. Bu nedenle
net, ayrıntılı bir planlama yoktu çünkü bölge bilinmiyordu. Daha sonra helikopter başına
gittiğimizde bir general, 'Ben size şimdi tam olarak açıklıyorum. Askeriye, hükümete el koydu,
belki duymuşsunuzdur.' dedi ama biz depoya geldikten sonra telefonlarımızı kapatıp, teslim
etmiştik. Daha sonra tekrar dağıtıldı ama biz kesinlikle açmadık, kapalı duruyordu. O yüzden o
ana kadar darbe gibi bir girişimin olduğundan haberdar değildik. Herkes, bize söylenenin şokuyla
helikoptere bindi. Kimse itiraz etmedi, daha sonra helikopterde yarım saat civarı bekledik.

Büyük ihtimalle yerle ilgili sıkıntılar vardı. Benim timimde 5 kişi vardı, diğer helikopterlerde
kaçar kişi vardı bilmiyorum. Daha sonra kalktık, direkt olarak otelin olduğu bölgeye geldik. Ben
baktığımda otelin mavi bir tabelada yazan ismini gördüm. Özel kuvvetler ekibi önde gidiyordu.
Biz onları takip ediyorduk. Onların emniyetini alıyorduk. İlk indiğimizde birkaç el ateş edildi, o
da oradaki sivilleri dağıtmak içindi. Ortalıktan kaybolsunlar diye. Daha sonra çatışmanın olduğu
yere doğru ilerlemeye başladık. Özel kuvvetler ekibi önden girdi. Arkadan saldırı ihtimaline karşı
çevre emniyetini aldık. Onlar tek tek polisleri dışarı çıkarıyorlardı, sorular soruyorlardı, birkaç
tanesini duyduk, 'nerede, nereye gitti, ne zaman çıktı?' gibi sorular soruyorlardı. İçeriden özel
kuvvetlerden gelen binbaşı çıktı ve burayı derhal terketmemiz gerektiğini söyledi. Özel harekat
polislerinin oraya geldiğini, helikopterle bizi tarayabileceklerini falan söyledi. Acele şekilde
çıktık ve tekrar o indiğimiz bölgeye doğru giderken karşımıza özel harekat polisleri çıktı ve zırhlı
araçla bize ateş etmeye başladılar. Biz siper aldık, daha sonra özel kuvvetlerden gelen ekip
karşılık verdi. Daha sonra bütün atışlar üzerimize oldu. Uzun süre atış yedik ve siperden
çıkamadık. Daha sonra havaya ateş etmeye başladık. O an karşılık biraz durdu. Bu sırada sahil
kenarından dağa doğru yürümeye başladık. Dağa ulaştığımızda çatışma bitmişti. En son ekip
dağıldı ve kaçtım.

Marmaris Basknına katılan Binbaşı Taner Berber ifadesinde tüm emirleri Tuğgeneral Gökhan
Şahin Sönmezateş’ten aldıklarını söylüyordu.

“2’nci Ana Jet Üssü Başkanı Albay Ramazan Elmas beni ve Astsubay Zekeriya Kuzu’yu paraşüt
deposuna çağırdı. Gökhan Şahin Sönmezateş’in bir operasyona katılacağını kendisine destek
vermemiz gerektiğini söyledi. 50 kişilik gerekli malzemelerin hazır olduğunu söyledi. Bize deniz
kenarında gökyüzünden çekilmiş bir fotoğraf gösterdiler.PKK’nın üst düzey bir sorumlusunun
burada kaldığını onu paket yapıp geleceğimiz söylendi. Daha sonra yanımıza Gökhan Paşa geldi.
’İstanbul’dan 14 kişilik bir ekip gelecek. İşi detayıyla biliyorlar. Ekibe destek vereceksiniz’ dedi.
Bir süre sonra içerisinde 14 kişinin olduğu helikopter geldi. Hepsi kamuflaj giymişti. Gelen
ekibin üzerinde teçhizat yoktu. Helikopterden inen Şükrü Binbaşı gelen ekibe ’Teçhizatları alın’
emrini verdi. Biz helikopterlere binerken bir tartışma yaşandı. Tartışma sonrasında Tuğgeneral
Gökhan Sönmezateş bağırarak ’Ben Genelkurmay Başkanı adına buradayım. Cumhurbaşkanını
alıp geleceksiniz’ dedi.

Marmaris’e geldiğimizde Şükrü Binbaşı bizlere ’Helikopterlerden birisi alçak mesafede havada
kalacak. Bize ateş açan olursa karşılık verecek’ talimatı verdi. Aşağıya indiğimizde duvarların
arkasına saklanarak otele girdik. Bir anda çatışma çıktı. İçeri girdiğimizde Şükrü Binbaşı,
polisleri yere yatırıp ellerini arkadan kelepçelemişti. Daha sonra Astsubay Kıdemli Başçavuş
Zekeriya Kuzu otelin lobisine gelerek ’Nerede o? Nereye sakladınız onu?’ diye bağırdı.
Cumhurbaşkanın otelde olmadığını öğrenince otelin arkasından ormanlık alana kaçtık. Ormanlık
alan içerisine kaçtığımızda ikinci gün Şükrü binbaşının ekibiyle buluştuk. ’Teslim olalım’ dedik.
Şükrü Binbaşı ’Teslim olmayacağız. Teslim olursak bizi öldürürler’ dedi. Daha sonra Şükrü
binbaşının ekibi bizden ayrıldı. “

İstanbul Kara Havacılık Alayında Birlik Bakım Tabur Komutanı olarak görev yapan Yarbay
Davut Uçum darbe girişimi sırasında, Skorsky helikopterde, Albay Ali Aktürk'ün yanında ikinci
pilot olarak bulunuyordu. Marmaris'e yaklaştıkları sırada Cumhurbaşkanı'na ait helikopteri
gördüğünü ifade eden Uçum, bu durumu sadece kendisinin fark ettiğini bu bilgiyi kimseyle
paylaşmadığını iddia ediyordu. Uçum darbe gecesini şu şekilde anlatıyordu:

Çorum'da ortaokul eğitimi görürken, Fetullah Gülen cemaatine ait kişiler beni zaman zaman ders
çalıştırmak bahanesiyle evlerine götürüyorlardı. Bu cemaat mensuplarıyla ortaokul çağında bu
şekilde tanıştım. Maltepe Askeri Lisesi'ne girdikten sonra bir daha cemaat mensuplarıyla
görüşmedim. Ancak her fırsatta bu cemaat mensupları bana ulaşmaya çalışıyorlardı. Kara Harp
Okulunda öğrenim gördüğüm süre içerisinde cemaat mensupları ile hiçbir görüşmem olmadı.
Harp okulundan mezun olduktan sonra, eskiden tanıdığım kişilerle tesadüfen karşılaşmalarım
sırasında benimle ilgi kurmaya çalıştıklarını sezdim. Ancak ben bu yaklaşımlarına olumlu cevap
vermediğim için cemaat ile herhangi bir örgütsel bağlantıya girmedim.

Çoruayrıca eski BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle sonuçlanan helikopter
kazasında arama çalışması yürütüyordu, sonrasında aynı bölgede düşen silahlı kuvvetlere ait
helikopterle ilgili teknik inceleme ekibinde yer almıştı. Bu olaylara ilişkin iddialarla ilgili
hakkında davalar açıldığını, cemaatin kendisine göz dağı verdiğini iddia ediyordu.

Örgüt mensuplarının, silahlı kuvvetlerin içine nasıl girdiğine dair bir bilgisinin olmadığını
söyleyen Uçum, şöyle devam ediyordu:

Bana yaptıkları gibi ortaöğretim çağından itibaren kurdukları ilişki sayesinde cemaat mensubu
yaptıkları kişileri, askeri okullara yerleştirmek suretiyle orduya sızdıklarını biliyorum. Bu
kişilerin ordu içerisinde hangi yöntemlerle iletişim kurduklarına dair bilgim yok, ancak kendi
aralarında bir şekilde görüştüklerini tahmin ediyorum.

15 Temmuz'dan 3-4 gün önce, Albay Ali Aktürk'ün "Önümüzdeki günlerde önemli bir operasyon
yapacağız. Ayrıntılı bilgiye sahip değilim, bu bilgiyi kimseyle paylaşma" dedi. Bunun iç güvenlik
operasyonu olduğunu düşündüm. Özel Kuvvetler Komutanlığında Tabur Komutanı olarak
bildiğim Şükrü Seymen'in 14 Temmuz'da bilmediğim bir numaradan beni aradı:

Kendini tanıtıp, hal, hatır sorduktan sonra 'Yarın ama tam belli değil, birlikte benim timimle bir
göreve çıkacağız. Çoluğunu, çocuğunu seven bu görevden korkmaz' dedi. Benim ikamet
adresimi, eşimin memleketini ve diğer ailevi bilgilerimi bana söyleyip tehdit vari konuşunca, ben
kendisine 'Şimdiye kadar hiçbir görevden kaçmadığımı' söyledim. Şükrü Seymen bana görevin
ayrıntılarını anlatmadı, sadece 'Günü geldiğinde Genelkurmay'dan emir geleceğini ve bundan
sonra ayrıntılı bilgi edineceğimizi' söyledi. Konuşmalarından Şükrü Seymen'in görev hakkında
bilgisi olduğunu anladım.

Seymen'in kendisini cep telefonundan araması ve Kara Havacılık Nöbetçi Amiri Yarbay Özcan
Karacan'ın emriyle, 15 Temmuz'da saat 23.00 sıralarında Çiğli Askeri Havalimanı'na iniş
yaptıklarını iddia ediyordu.

Bir süre sonra Şükrü Seymen 12 kişilik timi ile helikoptere bindi:

Cougar tipi iki helikoptere de başka timler bindi. Kalkıştan yaklaşık yarım saat sonra verilen
koordinatlardan, Marmaris civarına gideceğimizi anladım. Marmaris'e yaklaştığımız sırada
Cougar tipi helikopterler aşağıdan, biz de daha yüksekten uçuş yaparken, Cumhurbaşkanına ait
helikopterin uçtuğunu gördüm. Bunu benden başka kimse fark etmedi ve ben de bu bilgiyi
kimseyle paylaşmadım. Bu andan itibaren kuşkularım iyice arttı. Bir süre sonra verilen
koordinatlarla, şehir içerisinde bir alana bizden önce inen Cougar tipi helikopterlerin yanına iniş
yaptık. Helikopterde bulunan Şükrü Seymen ve timi indi, sadece bir kişi arkada kaldı. Timin
tamamı tam teçhizatlı, kamuflajlı ve rütbesizdi. Tim indikten sonra, arkada kalan silahlı bir
personel ile biz kalkış yaptık. Bu sırada herhangi bir silahlı çatışmaya tanık olmadık.

Yakıt ikmali için gittikleri Dalaman Askeri Havalimanı'nda "Teslim olun" çağrısı yapıldı. Ali
Aktürk'ün talimatıyla, yakıtları olmadığı halde tekrar kalkış yaparak, yakındaki bir araziye
indiler.

Aktürk'ün girişimleri sonrasında yakıt ikmali yaparak tekrar timi bıraktıkları bölgeye gittiler:

Bu sırada bölgede çatışma olduğunu gördüm. Saat 03.00'ü geçmişti. Arkada bulunan silahlı
personel, bölgeye elindeki silahla ateş açmaya başladı. Bizim helikopterimizde kurulu herhangi
bir ağır silah yoktu. Seymen, cep telefonundan bizi ısrarla arayıp, 'alana inmemizi' söylüyordu.
Çatışmanın yoğunluğunu ve bizim personelin de aşağıya ateş açtığını görünce, dönmeye karar
verdik.

Aşağıdan bize doğru ateş edildiğini gördüm. Hatta benim tahminime göre Şükrü Seymen ve timi,
bizim alana inmeyeceğimizi anlayınca bize ateş etti.

Çatışma bölgesinden uzaklaşıp Imsık Askeri Havalimanına geldik. Ali Albayın yönlendirmesiyle
Imsık'ta çok kısa süre motor susturmadan durduk. Benim ısrarıma rağmen Ali Aktürk, motor
susturmayı kabul etmedi. Imsık Havalimanı sorumlusu Fethi Yarbay yanımıza gelip, ağlayarak
bana 'Ne yaptınız, Allah belanızı versin.' dedi. Ben de 'Komutanım, bu şerefsizler bizi oyuna
getirdi, yemin ederim bilgim yok.' diye cevap verdim."

Imsık'tan havalanıp Çiğli Askeri Havalimanı'na döndük, daha sonra burada teslim olduk.

Şükrü Seymen benim devremdir, ancak okuldan sonra hiç görüşmedim. Okul döneminde Fetullah
Gülen cemaati ile ilgisinin olup olmadığını bilmiyorum. Darbe teşebbüsü ile ilgim yoktur. Bu
hava harekatının planlanmasında, Ankara'daki Kara Havacılık Okul Komutanı Tuğgeneral Ünsal
Coşkun'un da içinde olduğu paralel yapı mensubu üst düzey komutanların etkin rol aldığını
düşünüyorum. Ali Aktürk'ün, Coşkun ile telefon görüşmesi yaptığını ve talimat verdiğini bizzat
gördüm ve duydum.

Marmaris’teki otelde çatışma yaklaşık olarak 20 dakika sürdü. Muğla’dan gelen Özel harekat
polisleri ve diğer polislerin desteğiyle püskürtülen darbecilerin bir kısmı helikopterlerle bir kısmı
da yaya olarak değişik noktalara dağılıp kaçtılar. Yaya olarak kaçan darbecilerin yakalanması için
düzenlenen operasyonda ormanlık alanda bomba atar, bomba atar mermisi, el bombası, gece
görüş dürbünü, telsiz, M16 şarjörü ve mermisi, çok sayıda tabanca, g3 piyade tüfeği, çeşitli askeri
malzemeler ve ilk yardım malzemeleri ele geçirildi.

Helikopterlerden biri sekiz kişiyle birlikte Yunanistan’ın Dedeağaç havalimanına inerek sığınma
talebinde bulundu. Diğer iki helikopter ise İzmir Çiğli 2. Ana Jet üssünden gelerek yakıt ikmali
yapmak istedi. Ana Jet üssünden bu talep reddedilince helikopterlerden inerek kaçtılar.

Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda tabur komutanı olan Binbaşı Şükrü Seymen Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın Muğla’nın Marmaris ilçesinde konakladığı otele saldırı düzenleyen
darbeci askerler arasındaydı. 15 Temmuz darbe girişimi gecesi saldırdıktan sonra kaçışları 16 gün
süren 11 kişilik timin başında olduğu iddia edildi. Ula ilçesine bağlı Şirinköy Mahallesi’nde
yakalandı. Seymen emniyetteki ifadesinde şunları anlattı:

Tuğgeneral Gökhan Şahin Sözmezateş'in emirlerini yerine getirdim. Kendisi bize Marmaris'te
terör örgütü liderinin alınıp getirileceğini söyledi. Görevin gizli olduğunu ve güvendiğim
arkadaşlardan tim oluşturmamı istedi. Emir-komuta kademesine uyulması gerektiğini herkes bilir.
Otele gittiğimizde bizi tuzağa düşürdüklerini anladım. Olayın ardından beraberimdeki
arkadaşlarla birlikte kaçabildiğimiz kadar kaçacaktık. Drone adı verilen hava araçlarına
yakalanmamak için gece yürüdük. Gündüzleri ise ağaçların arasında saklanıyorduk. Tek
kurtuluşumuz Yunan adalarına kaçmaktı. Sahildeki tekneleri inceledik. Çalıştırmayı
başaramayınca, ormanlık alana geri gördük. Emniyette, şehit polislerin cenaze töreninin
görüntüleri izlettirilince dünyalar başıma yıkıldı. İnsanlığımızdan utandım. Hayatımızı
karartanların Allah belasını versin.

Kara Pilot Üsteğmen Serkan Çoban Marmaris’e yapılacak olan baskında kullanılacak
Helikopterlerden bir tanesinin 2'nci pilotuydu. Uçmayı reddetti. 1’nci pilottan habersiz
helikopterin motorlarını kapattı. Soruşturma kapsamında tutuklanan Çoban, TSK’dan da ihraç
edildi. Soruşturma derinleşip olaylar aydınlanmaya başlayınca serbest bırakıldı. Çoban o gece
olanları gazetelere şu şekilde anlatıyodu:

Albay Murat Dağlı gayet sakin bir şekilde ortak frekansı, kendisini takip etmemiz ve DT 900'ü
(takip cihazı) kapatmamız yönünde emir verdi, birinci pilotumuz Yüzbaşı Hakan Yarki de öyle
emir verdi, ben o an ters bir şey görmediğim için sorgulamadım. Alaydaki en yetkili kişi ve hava
aracı komutanı emir veriyor şüphe duyacak bir şey yoktu. Hakan Yüzbaşı alay komutanına
'komutanım helikopterimizde malzemeler var VIP personel için oturacak yer yok' dedi. Daha
sonra alay komutanı gayet sakin bir şekilde 'helikopterden malzemeleri indirin' şeklinde emir
verdi.

Albay Murat Dağlı'nın 1'inci pilotları brifing için yanına çağırdığını, kendisinin helikopter
başında kalmayı sürdürdüğünü ifade ederek, şöyle devam etti:

"Birinci pilotumuz geldiğinde 'Marmaris'e gidecek 3 tane silahlı helikopteri biz de boş olarak
takip edeceğiz' dedi. O an ne yapmam gerektiğini düşündüm, yapabileceğim tek şey helikopter
çalıştıktan sonra helikopterin motorlarını alarak bir gecikme sağlamaktı başka da bir şey yoktu.
Ben bunu canım pahasına yaptım, orada can güvenliğim yoktu ama ben bunu onlara söylesem
belki de beni vurup başkasını yerime koyup helikopterin uçuşunu sağlayacaklardı. Ben bunu göze
alarak helikopterler pistte tertiplenirken 1'inci pilota söylemeden motorları susturdum. Motor
susturduğunuzda da yeniden çalıştırmak için minimum 15 dakika geçmesi lazım. Daha sonra
1'inci pilotum 'ne yapıyorsun' diye sordu, ben uçmuyorum dedim. 'Yazılı emir var uçmayacak
mısın' diye yeniden sordu ben 'evet uçmayacağım' dedim. Daha sonra teknisyene de bunu teyit
ettirdi.

Çoban daha sonra kaskını çıkararak helikopterden indi ve birliğinde güvendiği kişilerle telefonla
iletişime geçti. 1'inci pilot Hakan Yarki durumu Albay Dağlı'ya aktardı ve Çoban yerine Yarbay
Bahattin Akgül'ün uçması talimatını verildi.

Çoban, Yarbay Akgül'ün de uçmayı reddetmesi üzerine helikopterdeki arkadaşlarına darbe


girişiminden bahsederek, hainlerle birlikte hareket etmemeleri konusunda uyardığını söyledi.
Arkadaşlarının da durumu fark etmesi üzerine onların da bu girişime karşı olduklarını anlatan
Çoban, helikopterle yeniden üslerine döndüklerini belirtti.
Gaziemir'e döndükten sonra Marmaris'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bulunduğunu
öğrendiğini ifade eden Çoban, burada da gerekli yerlere o bölgeye gitmek için hareketlenen
helikopterlerle ilgili bilgiler verdiğini aktardı.

Çoban, şunları söyledi:

"Bu hainlere engel olarak, onları geciktirerek hayırlı bir şeylere vesile olduğumuzu öğrenince çok
mutlu oldum. Eğer helikopterimde silahlı tim olsaydı ben yine o helikopterin motorlarını havada
kapatırdım ve düşerdim, herkesi öldürürdüm çünkü o helikoptere bindiğimde gözüm hiçbir şey
görmüyordu, şehit de olabilirdim bugün burada da olmayabilirdim, beni orada vurabilirlerdi ben
bunları göze aldım çünkü ben vatan haini değilim. Ben 14 yaşından beri üniforma giyiyorum,
benim giydiğim uçuş tulumunun her bir ipliğinde tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Beni 14
yaşından beri bu devlet büyüttü, bu devlete silah sıkanlarla, başkaldıranlarla, bu millete ateş
edenlerle aynı ortama girmem, onlara engel olmaya çalışırım.
İstanbul

Vatandaş yolda önlem alan askerlerin başındaki komutana sordu: “ Tatbikat değil mi bu?”
Komutan cevap verdi: “ Tatbikat değil, herkes evine gitsin. “
“Komutanım bomba ihbarı mı var?”
“Silahlı kuvvetler yönetime el koydu. Şaka değil!”

Atatürk Hava Limanı girişine tanklar gelmiş, bir grup darbaci asker Hava Trafik Kontrol
Merkezi’ni ele geçirerek uçak iniş kalkışlarına engel oluyordu. Bu esnada Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın çağrısı üzerine vatandaşlar darbecilere engel olmak için asker ve askeri araçların
olduğu noktalara yönelmeye başlamıştı. Gönderilen 4 tank Hava Limanı’nı trafiğe kapatmıştı.

Aynı anda Sabiha Gökçen Havaalanı’nda bütün uçuşlar ve alana giriş çıkışlar durduruldu. Asker
görevli polislerin silahlarına el koydu.

Başbakan ve hükümet üyesi bakanlardan art arda açıklamalar yapılmaya başlamştı.

Başbakan Binali Yıldırım, bir kalkışma ihtimali üzerinde durulduğunu belirtikten sonra “belli ki
emir komut zinciri olmadan asker içerisindeki bazı kişilerin kanunsuz bir eylemi söz konusu.
Ancak vatandaşların ve milltim şunu bilsin ki, demokrasiye her hangi bir zarar getirecek faaliyete
izin verilmeyecek. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, vatandaşın milletin seçtiği, milletin iradesi ile
iş başındadır. Bunun işbaşından gitmesi ancak milletin kararı ile olur bu bilinmelidir. Bu
kalkışmayı yapanlar, bu çılgınlığı yapanlar, en ağır şekilde bedelini ödeyecektir. Asla bu tip
kalkışmalara pabuç bırakmayacağız. Asla bu ve buna benzer çılgınlıklara müsaade
etmeyeceğimizi bilsinler...
...Bazı önemli binalara abluka gözlendi. Emniyet güçlerimiz harekete geçti. Gereği yapılacaktır.”

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın, kalkışmayı yapanlara karşı soruşturma başlattığını belirterek, adli süreçlerin de
işletilmekte olduğunu ifade etti. “Güvenlik güçleri, devletin diğer birimleri de gereken tedbirleri
almaktadır. Bu noktada vatandaşlarımızın, hükümetin gereken tedbirleri aldığını, almakta
olduğunu bilmesinde fayda görüyorum." diyordu.

Bozdağ sözlerine şöyle devam etti: "Fötrünü alıp kaçacak hükümet yoktur. Bizim cesetlerimizi
çiğnemeleri lazım. Demokrasiyi askıya almak için bizi tek tek kurşuna dizmeleri lazım. Hükümet
bütün birimleriyle iş başındadır. Bunlara karşı hukuk içerisinde alınması gereken ne varsa
yapılacaktır. Her türlü tedbir alınacaktır."

Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, askeri kalkışma konusunda ilk açıklamayı
twitter hesabından yapıyor “Demokratik meşruiyet namustur. Sonuna kadar sahip çıkacağız. Mili
irade, aziz milletimizin emanetidir. Bu emanete sahip çıkmak boynumuzun borcu, şerefimizdir.
Demokrasimize saldıranlar, milletin emanetine saldırıyorlar. Emanete sahip çıkmak millete sahip
çıkmaktır.” ifadelerini kullanıyordu.
Boğaziçi Köprüsü

21.15 sularında yaklaşık 50 kişiden oluşan askeri grup, askeri araçlarla Boğaziçi Köprüsü'nün
Anadolu'dan Avrupaya geçiş yönünü trafiğe kapattı.

İlerleyen saatlerde köprüye tank ve zırhlı araç takviyesi yapıldı.

Boğaziçi Köprüsü üzerinde tank ve askeri araçlarla barikat kuran yaklaşık darbeci grup zaman
geçtikçe kalabalık hale gelen vatandaşların kendilerine yaklaşmasına engel olmak için bazen
rastgele bazen de hedef gözeterek ateş açıyordu. Hatta bir ara boş bir alana ve harekete geçmeye
çalışan bir TOMA aracına tanklardan top atışı dahi yapılmıştı.

Vatandaşların üzerine ateş açmaktan çekinmeyen darbeciler çok sayıda vatandaşı hayatını
kaybetmesine neden olurken bir çok vatandaşın da yaralanmasına neden oldular. Yaralı
vatandaşların bazıları hastanelere motorsikletlerle dahi taşınıyordu.

İstanbul İl Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan köprü yakınlarına geldi. O esnada darbeci bir
askerler ele geçirdikleri polis telsizleriyle Çalışkan'ın telsizden emniyet güçlerine hitaben yaptığı
konuşmaya cevap veriyordu. Konuşma şu şekildeydi:

Çalışkan: Bütün arkadaşlarıma hitap ediyorum. Türk ordusuyla alakalı bir ilk değil. Biraz önce
Çengelköy Karakoluna gelip, polislerimizi zorlayanları vatandaşlarımız kovaladı.
Asker: Yalan söylüyorsun.
Çalışkan: Bu yanlışı düzeltmek için gereği neyse yapacağız. Hiçbir arkadaşımız bulunduğu yeri
terk etmeyecek. Gereksiz ateş etmeyecek. Yanlış yapacak kişiler düzeltilene kadar yerlerimizi
terk etmeyeceğiz.
Haber Merkezi: Tüm birimlerimiz Sayın 2010'un (İstanbul Emniyet Müdürü) emirleri
doğrultusunda hareket edecek. En küçük aksaklığa meydan verilmeyecek.
Asker: Anlaşıldı yalancılar. Eğer bütün silahlı kuvvetlerin bünyesinde olmasaydı bu hareket,
denizde hücumbotlar, havada uçaklar olmazdı. Halkı daha fazla kandırmayın.
Çalışkan: Konuşan kardeşim, sen Türk insanının, Türk polisinin kanını mı akıtacaksın?
Arkadaşlar, biz verilen görevi yerine getireceğiz. Hiçbir arkadaşım görevinin başından
ayrılmıyor. Türk savaş uçağı, Türk hedefini mi bombalayacak?
Asker: Hayır, belki senin gibi gerizekalılar belki korkar da aklı başına gelir, onu sağlayacak.
Çalışkan: Telsizi meşgul etme. Satılmış köpek, kimin köpeğisin…
Asker: Siz kimin köpeğisiniz? Yahudilerin köpeğisiniz.
Çalışkan: Emniyet güçlerine yönelik olarak, PKK'nın sarkma unsurlarına cevap verir gibi cevap
vermeyin. Bu kişilerin sözlerini dikkate almayın. İşinize bakın, cevap vermeyin, biz görevimizi
yapacağız.
Hiçbir arkadaşım bir adım geri atmayacak. Bu saate kadar yaptığınız hizmeti ben biliyorum.
Hiçbir arkadaşımın bir santim geri adım atmayacağından da adım Mustafa Çalışkan kadar
eminim. Tüm çalışma arkadaşlarımı Allah korusun. Herkese kolay gelsin.
İstanbul Valisi ve 1’nci Ordu Komutanı da Köprü yakınındaydı. Önce konuşarak ikna
edebileceklerini düşündüler ancak askerler yaklaştırmayarak ateş açtı. Karar verildi, müdahale
edilecekti.
Mustafa Çalışkan, oradaki 15 Özel Harekat Polisine sordu, Burayı alabilir miyiz? Polisler alırız,
dediler.“O zaman hazırlanın. Korkan, çekinen, tereddüt eden varsa hiçbirine kızmayacağız biz,
ayrılabilir.” dedi Çalışkan.
Kimse ayrılmamıştı. Hazırlıklar başladı ancak körprü istikametine doğru hareket halindeki
tankların haberi ulaştı. Tanklar 2 nci zırhlı Tugay Komutanlığı’ndan yola çıkmıştı.
Söz konusu tankları durdurabilecek bir kuvvet polisin elinde olmadığı gibi askeri olarak da
İstanbul Anadolu yakasındaki tek birlik 2 nci zırhlı Tugay Komutanlığı’ydı ve orası da
darbecilerin kontrolündeydi.
Kışlada bulunan 80 tanktan 20 tanesi kışla dışına çıkmış durumdaydı. Şu durumda dışarı çıkan
tankların durdurulma imkanı olmadığına göre ya kışla içinde kalan 60 tankın oradan çıkması
önlenecek ya da ele geçirilerek darbeci güçlere karşı kullanılacaktı.
İşin rengi değişti, dedi Çalışkan içinden. Ve operasyon ertelendi, konuşarak ikna yoluna geri
dönüldü. Ancak askerler kendilerine yaklaşılmasına kesinlikle izin vermiyordu.
Bu dakikadan sonra Mustafa Çalışkan ve korumaların üzerine ateş açılmaya başlandı. Koruma
polisi Münir Alkan şehit olurken, diğer koruma polisi Mehmet Önay  ve özel kalem müdürü
Özgür Taşdemir de yaralandı.
Kolordu Komutan Vekili Tümgeneral Yavuz Türkgenci güvendiği kişilerle birlikte 2’nci Zırhlı
Tugay bölgesine personel görevlendirdi. O personel emniyet güçlerinin de desteğiyle kışlayı ele
geçirdiler.

***
Yalova Hava Meydan Komutanlığı’nda yaz kampında olan Hava Harp Okulu öğrencileri
kalkışma gecesi saat 22.00 sularında tam teçhizatlı ve silahlı olarak içtima alınında toplandı.

Üsteğmen Ali Akçay ve Yüzbaşı Metin Kazancı öğrencilerin isimlerini okumaya başladı. İsmi
okunanlar ve okunmayanlar ayrı ayrı yerlere alındı.

İsimleri okunan öğrenciler mühimmat yüklenen 3 otobüsle İstanbul'a doğru yola çıktılar.
Kendilerine planlı eğitimlerin dışında, plansız eğitimlerin de bulunduğu, gece atış talimine ve
eğitimine gidildiği söylendi.

Yeşilköy Hava Harp Okulu ikinci sınıf öğrencisi Kağan Karalürt de otobüslerden birinde
bulunuyordu. Teğmen Harun Ay ile Burhanettin Koyuncu'nun komuta ettiği otobüste bulunan
öğrenciler ısrarlı şekilde nereye götürüldüklerini soruyordu. Karalürt ifadesinde o anları şöyle
aktarıyor:

Gaziosmanpaşa Köprüsü'ne geldiğimizde yolda trafik olduğunu ve ters bir durum olduğunu fark
ettik. Israrlı bir şekilde komutana sorduk. Komutan 'canlı bomba eyleminin bulunduğunu ve
bunun sekiz adet olduğunu ve bunu engellemek için geldiklerini' söyledi. Hatta biz, 'İstanbul'da
bu kadar görevli varken bizi neden götürüyorlar?' diye sorduk. Sinirlenip bize 'Susun, kendi
aranızda konuşmayın' dedi.

Güvenlik şeridinden yola devam ederken Boğaziçi Köprüsü yakınlarında emniyete ait zırhlı
araçlarla önleri kesildi. Bu sırada bazı vatandaşlar "Bunlar bizim çocuklarımız" diyerek sevgi
gösterisinde bulunuyor, bazıları da taşlarla saldırmaya çalışıyordu.

Köprüde konuşlu bulunan tankların ve askerlerin olduğu yöne doğru 'koş' emri ile koşmaya
başladılar. Bazı öğrenciler silahlarını alamamıştı. O sırada vatandaşlara silah atışı yapılıyor,
tanklardan da ateş ediliyordu.

2 nci zırhlı Tugay Komutanlığı’nın derbecilerin elinden alınmasından sonra darbeyi idare eden
tugay komutanını Boğaz Köprüsü bölgesine getirilerek Boğaz Köprüsü’ndeeki askerlere “İşte
bakın, darbeyi yöneten teslim oldu, dolayısıyla, siz de teslim olacaksınız.” şeklinde konuşmalar
yapılmaya başlandı.
Köprüdeki askerler birbirlerine bakıp aralarında durum değerlendirmesi yapıyordu. Komutan
teslim olmuştu. Çaresizlik içindeydiler. Öfkeli kalabalık sabırsızlanıyodu. Erlerle işimiz yok,
onlar emredileni yaptılar, bize rütbelileri verin diyorlardı. Yetkililer bir yandan da öfkeli halkı
kontrol etmeye çalışıyordu.
Köprüdeki askerler tüm silah ve teçhizatlarını bulundukları yere bırakarak elleri havada teslim
oldular.
Köprüdeki direniş bu şekilde sona erdirilmiş oluyordu.
Ak Parti’nin kuruluşundan bu yana reklam işlerini yapan şirketin sahibi ve aynı zamanda
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a çok yakın bir isim olan Erol Olçok ve 16 yaşındaki oğlu
Abdullah Tayyip Olçok da hayatlarını burada kaybetti. Baba oğulun cenaze töreninde konuşma
yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan gözyaşlarına engel olamayacaktı.

Bakanlar Kurulu kararıyla köprüde şehit olan vatandaşların anısına Boğaziçi Köprüsü'nün adı 15
Temmuz Şehitler Köprüsü olarak değiştirilecekti.

Saraçhane

Darbe gecesi Saraçhane’de bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Binası’na 6 askeri araç geldi.
Askeri araçlarla Şehzadebaşı Caddesi’ni trafiğe kapatan askerler, kurdukları barikata yaklaşan
vatandaşlara ateş açtılar.

Vatandaş grubu kalabalıklaştıkça askerlerin karşılığı da o ölçüde şiddetini artttırıyordu. Ellerinde


Türk bayraklarıyla askerleri kışlalarına göndürme konusunda ısrarcı olan vatandaşlardan 17’si
askerlerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti.

O gece Saraçhane’de hayatını kaybedenler arasında Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mustafa


Varank'ın Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölüm
başkanlığı görevini yürüten ağabeyi Prof. Dr. İlhan Varank’da bulunmaktaydı.
Darbe girişmini TRT’de okunan bildiri ile duyduğunu ifade eden 33 yaşındaki Cengiz Morgil
İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde çıkan olaylarda karnından yaralanmıştı.

Morgil yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:

Ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasını bekledim. Onu duyduktan sonra evde duygusal bir
yoğunluk yaşandı. Kızım ‘Bizim ülkemizde de mi savaş olacak, biz de mi vatansız kalacağız’
diye ağlamaya başladı. Kalktım abdest aldım, hanımdan helallik istedim. Dışarı çıktım” diye
aktardı. Yaşadığı dakikaları anlatırken sesi titreyen ağlamamak için kendini zor tutan Morgil,
askerleri silah bırakmaları için gösterdiği çabayı şu sözlerle anlattı: “50 metre yaklaştık, ‘yanlış
yoldasınız’ derken üzerimize ateş açtılar. Bir yandan yürüyoruz, bir yandan yanımızda insanlar
vuruluyor. Onları hastaneye götürüyorlar biz yürümeye devam ediyoruz. O anda orada Çanakkale
ruhunu hissettim. Ben bir kurşun yedim önemli değil, inşallah Türkiye iyi olur. Bizim derdimiz
vatan. Çocuğumuza iyi bir gelecek bırakmak.22

Saraçhane’ye operasyonu Vatan Emniyet Müdürlüğü’den gelen polisler gerçekleştirdi. Dışarıda


olan öfkeli vatandaşlar tarafından linç olmalarını önlemek ve kaçışlarına imkan sağlamak
amacıyla bazı rütbeli askerler binadan askeri kıyafetlerini çıkartıp belediye çalışanlarının takım
elbiselerini giyerek çıkmaya çalıştı.

Diğer taraftan bazı vatandaşlar darbe dirişimini takviye etmek için civar illerden hareket eden
askeri araçları, şehre giriş yapmadan engellemeye çalışıyordu. Mesela, Lüleburgaz 65’inci
Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı’ndan İstanbul’a gitmek üzere hareket eden 15 tank otoban
girişinde yolu kapatan vatandaşlar tarafından geri döndürülecekti.

Engelleme faaliyeti yapan vatandaşlardan ikisi restoran sahibi Mehmet Şükrü Kıntaş ve o
restoranda Tantuni ustası olarak çalışan Danyal Şimşek’ti. Atatürk Havalimanı'na hareket
eden tankları, egzoz deliklerini giysileriyle tıkayarak durduracaklardı.

Şimşek ve Kıntaş diğer vatandaşlarla bilikte tankların geçeceği yola araçlarıyla barikat kurdu.
Araba tamircisi olan bir vatandaş  tankların çalışmasını durdurmak amacıyla egzoz ve filtresini
kapatmayı teklif etti. Vatandaşlar elbiselerini çıkartarak tankların egzozlarına tıkamaya
başladılar. Böylece tankın içine kirli hava dolmuş, askerler de tankları durdurarak inmek zorunda
kalmışlardı. Darbeci askerlerin bir kısmı kaçarken bir kısmı vatandaşlar tarafından güvenlik
güçlerine teslim edildi.

Çengelköy

Darbeci Komutan sesini yükseltti: gebere gebere gidecek it sürüsü.

Bu sözleri darbeye karşı sokağa çıkmış vatandaşlar için kullanıyordu.

Kuleli Askeri Lisesi ve Boğaiçi Köprüsü arasında kalan, ortasında Beylerbeyi Sarayı'nın
bulunduğu Çengelköy'de, darbe gecesi pek çok kayıp yaşandı.

22
08 Ağustos 2016 DHA
Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu yaklaşık 60 kişi  Erbap Cafe adındaki pastanede
rehin tutuluyordu. Saatlerce süren rehin alınma sırasında vatandaşlardan bir tanesi cep
telefonuyla diyalogları kaydetti.

Dışarıdan silah sesleri geliyordu. Kuleli Askeri Lisesi Komutanı Albay Mürsel Çıkrıkçı’ya ait
olduğu iddia edilen kayıtta esir alınan kadın vatandaşın ısrarı üzerine sinirlenen komutan ve
vatandaş arasında şu diyalog geçiyordu:

Kadın “Sizi ben doğurdum bu olmamalıydı. Bunu niye yapıyorsunuz bize ”

Komutan: Lütfen oturur musun hanımefendi. Hanımefendi, memleket cenaze namazı kılıyor,
Allah affeder merak etme. Sen otur, oturduğun yerde bir Fetih Suresi oku asker için.

....şu an at izi it izine karışmış durumda. Allah selamate erdirir, yeter ki söz dinleyin. Şu an kimin
ne olduğu belli değil.

Ateş sesleri gelmeye devam ediyordu. Ağlayan kadınlar, korkmuş çocuklar birbirlerini teselli
etmeye çalışıyordu.

Komutan devam etti: Kadınlar bakın cır cır yapmayın. Ezan okunuyor, lütfen memleket için sala
okunuyor. İt kopuğa emanet ettiniz ondan sonra da bu hale geldik. 2 yıldır her gün 5 tane 10 tane
polis şehit olurken ne yapıyordunuz. Biz de işte onun gereğini yapıyoruz.

Arada askerlere dönerek bir takım konuşmalar yapıyor,

Komutan: Durum nedir. O kavşakta asayiş berkemal mi?

-: Evet komutanım.

Komutan: İt sürüsü dağıldı mı?

-: Kaçıyorlar komutanım.

Rehin tuttuğu kalabalığa dönerek,

Bakın şimdi ne yapıyorlar biliyor musunuz? Yine Allah kitap diyerek, insanları galeyana
getirmeye çalışıyorlar. Hırsızlığını aleni gördünüz ama yine de tuttunuz inandınız, çalıyorlar ama
çalışıyorlar dediniz. Aslında belayı kendiniz istediniz maalesef. Allah affetsin. Şu an Silahlı
Kuvvetler Türkiye Cumhuriyeti yönetimine el koymuştur.

Telefon konuşmasında telefonun diğer ucundaki şahsa,

Komutanım, bölgeye mühimmat nakli yaptırabilir misin? Helikopterler nerede helikopterler?


Beylerbeyi yolu üzerine helikopterleri yönlendirin. Direnen kalabalık var, doğrudan ateş edilsin.
Direnmeyenler zaten dükkânların içine girmiş durumda, biz onları yol üzerine aldık, kontrol
altında yaklaşık 60’a yakın insan var, kadın ve çocuklar da var içlerinde.
Silah sesleri sürekli geliyor ve sala sesleri duyuluyordu. Komutan yanına gelen başka bir askere,
gebere gebere gidecek it sürüsü, O Mahmut’a söyle alnından öpüyorum diyordu

O sırada telefon çalışıyor, komutan konuşmaya başlıyor,

Efendim komutanım. Şu an Çengelköy kontrol altında. Helikopterleri gönderin komutanım,


derdest etsinler. Hiç, hiç acımasınlar komutanım. Trakya’dan birlikler geliyorlar, çok güzel.
Allah’a emanet olun.

Affetmek yok, hiçbirine af yok. Çengelköy şu an kontrol altında. Ufak tefek çatışmalar çıkıyor.
Bir tane daha çakın ileriye doğru, tamam. Hadi Allah’a emanet olun.

Kalkışma gecesi ele geçirilen FETÖ subaylarının kalkışmayı yönetmek için anlık mesajlaşma
uygulaması olan Wattsaap isimliyazılımı kullanarak grup oluşturdukları ve haberleşmenin bir
kısmını bu şekilde yaptıkları tesspit edilmişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yazışmaların
dökümünü çıkartarak bir kısmını basın kuruşlarına dağıttı, o yazışmalarda Çegelköy'de 4
vatandaşın vurulması şu şekilde geçiyordu:

- Binbaşı Muammer Aygar: Çengelköy’de direnen 4 kişiyi vurduk. Sorun yok.23

***

Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinden İstanbul’da olanları kokteyl var diyerek okulda topladılar.
Askeri Lisesi destek kıtalarında vatani görevlerini yapmakta ola erlerin bir kısmını iki araçla
Boğaziçi Köprüsü’ne bir kısmını da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne yolladılar.

Er Şenol Kılıç Kuleli Askeri Lisesi Komutanı Albay Mürsel Çıkrıkçı'nın habercisiydi. Okul
komutanının görevi daha yeni devraldığını ve kalkışma günü akşam 16.00 sularında 1. Ordu'dan
4 adet unimog aracın geldiğini söylüyordu. Gelenler Astsubaydı. Okul komutanı bu astsubaylarla
bizzat görüşerek onları 1. Ordu'ya geri gönderdi. Saat 19.30 civarı komutan Çıkrıkçı makamından
çıkış yaptı, çıkarken 'tatbikat olacağını' söyledi. Rütbelilere talimat verip nizamiyede unimoglara
askerleri bindirdi. Araçları kendi şoförleri kullandı. Birer rütbeli olan araçlara erleri doldurdular.
Sonra araçlar çıkış yaptı.

İtfaiye aracının üzerine de erler bindirilip çıkış yapılmıştı, nizamiyede eski ve yeni okul
komutanları bekliyordu.

Er Şenol Kılıç şöyle devam etti:


Çelik çapraz bariyerlerle nizamiyeyi kapattılar, geçen araçları uyarmaya başladılar. Sonra çevik
kuvvetten 15-17 kişilik bir ekip otobüsle geldi. Okul komutanı bize, destek için geldiklerini
söyledi ama zoraki geldikleri belliydi. Üçerli gruplar halinde polisleri dağıttılar, bu kez polisler,
hızlı bir şekilde evlerinize gidin diye söylediler. Okul komutanı çevik kuvvetten bir arkadaşı
telefonda konuşurken gördü. Sonra çevik kuvvet arkadaşı darp etmeye başladı, çok sinirlendi,
23
19 Temmuz 2016 Anadolu Ajansı
kendi tüfeğindeki mermiyi ağza verip, vuracağını söyledi. Zaten öncesinde birkaç sivili de darp
etmişti. Erler çok şaşkındı. Çevik kuvveti darp ettikten sonra silahını aldı ve üstündeki
üniformayı çıkardı. 'Bu size ibret olsun, kimse kendini düşünmeyecek, bunca şehit varken' dedi
bize dönerek.

Şafak yüzbaşı okul komutanının emriyle Çengelköy'e doğru yürümeye başladı ve yanında da harp
akademisinden gelen siyah bereli "Mahmut" isimli yüzbaşı vardı. Yol kenarında sağlı sollu
gittiler:

Okul komutanı bunları yere çöktürdü, karşıda kalabalık bir grup vardı, sanırım sivildiler. Sivil
olduklarını bilmiyorduk o sıra. Bu yüzbaşılar grubun üstüne hedef alıp ateş ettiler. G3 silah
kullanıyorlardı, çok sayıda ateş edip neredeyse şarjör bitirdiler. Ölen olup olmadığını, karanlık ve
uzak olması nedeniyle anlamadım. Aynı üniformaya sahipler. Grup orada dağıldı. Şafak ve
Mahmut yüzbaşı fazlaca ilerledi. Biz daha geride, benzin istasyonu yakınında kaldık. Orada olan
halkı güvenli bir alana topladık. Okul komutanı halktan karşı gelene kelepçe kaktı, tüm emirleri o
veriyordu. Orada 3,5 saat hiçbir şey yapmadan Çengelköy Çınaraltı çay bahçesinin yanında
bekledik. 20-25 kişi vardık. Okul komutanı sonra, polis karakolundaki polislere tam dolu nişan
almamızı istedi ancak biz nişan almadık. Okul komutanına gelen telefondan sonra okula doğru
geri çekildik.

Er Niyazi Emre, komutanların saat 15.00'te içtima emri verip herkesin akşam tatbikat için hazır
olmasını istediklerini, akşam 21.00 sularında hücum sesi duyduğunu ifade ederken şöyle devam
etti:
Bölükteki herkes hazırlanıp toplandı. İçtima alanında 40 kişi kadar toplandık, aşağı bahçeye
çıktık. Okul komutanı konuşmasını yapıyordu. 'Korkmayın, gerçekçi bir operasyon olacak, sıkı
yönetim ilan edilmiştir, herkes hızlıca mühimmatını alıp geliyor' dedi. Biz de silahlarımızı alıp
geldik.

İçtimadan sonra bizi iç bahçe dışına çıkarttılar ve orada bulunan her öğrenci sınıfına dörder asker
görevlendirdiler.

Bunun dışında kalan askerleri de Mustafa Paycı, 'bizi takip edeceksiniz' diye çağırdı. Biz de
ardından giderek mevzi aldık. Akşam saat 22.00'de nizamiye dışına çıkardılar. Sonra çevik
kuvvetler geldi. İnsanların araçlarını durduruyorlardı. Çevik kuvvet insanlara, 'burası güvenli
değil, evlerinize dönün' dedi. Çevik kuvvetten bir kişi diğerlerinin telefonlarını aldı. Bir iki
tanesine geri verdi. Biz cami hocasını çağırdık. 'Haberlerde bir şey var mı' diye sorduk. 'Tatbikat
değilse yapmayalım' dedik. Cami hocası baktı, 'bir şey olmadığını' söyleyince rahatladık. Bizi
gece saat 24.00'de oradan çıkardılar. Okul komutanı Şafak, Mahmut ile ismini bilmediğim
yüzbaşı rütbeli bir kişiye, 'öne geçmesini' söyledi. Bir müddet yürüdüler daha sonra Mürsel
Çıkrıkçı, Şafak yüzbaşıya, 'atış serbest' diye hitap etti. Karşıda kalabalık varmış. Okul komutanı
karşıdaki kalabalığa, 'hemen dağılıyorsunuz, yoksa üzerinize bir tabur askeri yığarım' dedi. Şafak
yüzbaşıya da, 'seriye takıp tarıyorsun' dedi. Atış yapanlar en öndeki 3 rütbeliydi. Atış yapa yapa
gittiler. Vurulan olup olmadığını görmedim. Muhtemelen vurulmuştur.
Çengelköy'e geldiğimizde olayın gerçek olduğunu anladım. Yaralı görmedim. Mürsel Çıkrıkçı
ileride bir araç içinden sivil çıkararak dövdü. Ben bunu görünce yanında duramadım,
arkadaşlarımın yanına çekilmek istedim. Okul komutanı izin vermeyip ileri gitmemi istedi. Ben
ileri gidince atış sesleri gelmeye başladı. Araya girdik. İleriye baktık Mahmut yüzbaşı karşıdan
gelen araçlara ateş ediyordu. Yanında bir de er vardı, araçlara önce, 'geri dönmesini' söylüyordu,
ilerlemeye devam ederse ateş edip vuruyordu. Araç içerisinde bir şahsı vurdu. Bu olaydan kısa
bir süre önce Opet benzinliğine gittik. İçeride bir görevli vardı. 'İçeriden çıkmamasını' söyledik.
Sonra Uzman Çavuş Recep Ayıkdere içeride bir bayanın oturduğunu gördü. Gece saatleriydi.
Kadına, 'korkmanıza gerek yok sizin güvenliğiniz için bunu yapıyoruz' dedi ve oradan çıkarttı.
Karşıdan biri ateş etmeye başladı. Biz mevzi aldık. Birkaç el daha ateş edildi. Ben oradan
otoparkın olduğu yere geçtim. Mahmut yüzbaşının yanında durmak istemedim. Sürekli, 'vur' emri
veriyorlardı. 'Vurmayanı biz vururuz' diyorlardı.

O sırada Abdullah Çoban isimli uzman onbaşı sivilleri göstererek, 'ayağa kalkan olursa vur' dedi.
'Nasıl yani?' dediğimde, 'ayağından değil kafasından vur' diye söyledi. Bu uzman onbaşı ara
sokaklardan sivilleri toplayarak getiriyordu. Gelmek istemeyen sivilleri Mürsel Çıkrıkçı'ya
söyleyerek dövdürüyordu. Mürsel Çıkrıkçı polis karakolunun önüne geçerek, 'acil boşaltın' dedi.
Birkaç kişi mevzi aldı. '3 dakikanız var boşaltmazsanız burayı yıkarım' dedi. Ben o anda darbe
olduğunu kesin olarak anladım. Sonra polis karakolunu bıraktılar. Sivillere, 'biz geri çekiliyoruz'
dedi. Otobüslerle birliğe geri döndük. Sabah da teslim olduk.

Er Şafak Korkut ve arkadaşları olay günü gazinoda otuyorlardı. Bir asker gelip Yüzbaşı Samet
Örenler herkesi çağırdığını söylendi. Samet Yüzbaşı 'inşaat takımına çık, arkadaşlarını bul, halı
sahadaki kale direklerini sök' dedi. Yardıma gelen bir kaç erle birlikte kale direklerini söktüler.
Sonra mühimmat aldırmaya gittiler.

Er Şafak Korkut şöyle devam etti:


Komutanlarımıza da mühimmat aldık. Sonra, 'helikopter gelecek' dendi ve geldi, halı sahanın
ışıkları kapattırıldı. Biraz durdu helikopter. Komutanlarımıza ne yaptığımızı sorduk. 'Tatbikat
olduğu, prosedür gereği olduğunu' söylediler.

Helikopter ayrılıp ikinci kez geldi ve içinden çıkan 3 kişi okulun içine koşmaya başladı:
Aykut Satmaz astsubaya telefon geldi. Bölük komutanı Samet Örenler arıyordu. 'Tüm askerleri
toplayın, mühimmat alın ve nizamiyeye gelin' dedi. Nizamiyeye gittik ve çıktık. Sağda solda
polisler vardı. O arada karşıda cami imamını rütbeliler çıkartmaya çalışıyordu. İmamı neden
çıkardıklarını bilmiyorum. Cami imamı halkı sokağa çağırdı. Daha sonra rütbeliler gibi onu
aldılar. Polisleri görünce, 'terörist eylemi olabilir, bizi de en yakın birliğiz diye çıkarıyorlar'
sandım. Araca bindirdiler. 10 kişi kadardık. Bizi Çengelköy'e götürüp benzinlikte beklettiler.
Sonra ileri gitmememizi söylediler. Halkı, 'terörist' diye düşündüm.

Hiçbir sivile zarar vermedik, okul komutanı olan Albay Mürsel Çıkrıkçı'nın bu sırada herkesi
yere çöktürüp bir alana topladığını gördüm. Siyah bereli, adının "Halit" olduğunu düşündüğüm
bir yüzbaşı ileride halka doğru ateş açtı, araçlar geldi, orada epey bir süre durduk ve sonra
yanımıza Üsteğmen Mustafa Paycı gelerek komutana, "ileriden çok kişinin kendilerine doğru
geldiğini" söyledi.
Üsteğmen Mustafa Paycı ve yüzbaşı, camiden çıkan 50-60 yaşlarında insanlara da nişan alarak
öldürmek amacıyla ateş etmeye başlamıştı. Sabah namazı saatleriydi. Orada karşımızdakilerin
halk olduğunu anladım. Camiden çıkanlar sadece karşıdan karşıya geçiyordu ve ne sözlü ne de
fiziki direnişleri söz konusuydu. Biz orada sadece 'terörist var' sandık. Sonradan uyandım. Birliğe
dönünce hemen üzerimizi değiştirip teslim olduk.

Er Recep Özbakır , nöbet sonrası içtima olduğunu ve akşam tatbikat olacağının bildirildiğini
söyleyerek, tatbikat için hazırlık yaptıklarını, akşam saat 19.00-20.00 arası iç bahçeye
toplandıklarını, emir üzerine silah ve mühimmatlarını alarak aşağı indiklerini, o arada öğrenciler
bulunduğunu ve her öğrenci başına bir asker verildiğini, kendilerini dışarı çıkararak ayrı yerlere
gönderdiklerini ve kendisinin Beykoz istikametine doğru 35-40 kişi ile beraber gittiğini ifade
ederek şunları ekledi:

Albay Mehmet Karapekmez, bize yoldaki kişileri, 'sıkı yönetim ilan edildi' şeklinde uyarmamızı
istedi. Beykoz'a yaklaşınca bazı insanlar karşı gelmeye başladı. Albay Mehmet Karapekmez
bunun üzerine havaya ateş etmeye başladı. Bize tatbikat olduğu söylendi. İnsanlar fazla olduktan
sonra Kuleli'ye geri döndük. Halk bizi, 'en büyük asker bizim asker' diye kolladı. Yarbay Erdal
Kılınç, 'kalabalık halka silahlarınızı sıkın yoksa ben sizin kafanıza sıkarım' şeklinde söyledi. Ben
sadece bir kere havaya ateş ettim. O da zorla ettirildim. Bizi Kuleli'nin yanında sabaha kadar
bekletip içeri soktular.

Mühimmatlarımızı ve silahlarımızı aldılar. Kuleli'nin aşağı bölgesindeki lojmanların orada 25-30


kişiydik. Haberlere baktık. Operasyon var diye gördük. Komutanlar kalmamıştı. Biz ilk önce
teslim olmaya giderken teslim olmamıza izin vermeyen okul komutanı Kurmay Albay Mürsel
Çıkıkçı idi. Sonra öğlene doğru sivillerimizi giyip teslim olmaya karar verdik. Bölükçe hep
beraber teslim olduk.

Er Şevket Şen olay günü tatbikat olduğu için aşağı inmelerinin istendiğini geç kaldıklaırı için
bölük komutanları Yüzbaşı Samet Örenler'in kendilerini azarladığını belirterek şuları söyledi:
"Sonra üstümüzü giyip silahlarımızı aldık. Kale direklerini ve brandaları söktük. Helikopter
geleceği söylendi. Helikopter bir kere indi. Bize ışıkları kapattırdılar. Birilerini aldılar ancak ben
görmedim. 15-20 dakika sonra helikopter yine gelerek birilerini aldı ve gitti. Daha gelmedi.
Aykut astsubayı nizamiyeden arayarak silahlarımızı alıp gelmemiz gerektiğini söylemişler.

Nizamiyeden arabalara bindirilip Çengelköy'e götürüldük ve okul komutanı Çıkıkçı'nı bize,


"Haydi aslanlarım göreyim sizi, önünüze geleni vurun" dedi.
"Bizi arabaların arkasında mevzi alacak hale getirdiler. Ön tarafta çatışanlar vardı. Onlar polisle
çatışıyordu. Başka ateş eden yoktu. Sadece ikisi vardı. Askerler de mevzi aldı ve bekliyorlardı.
Sivilleri uyarıyorlardı. İsmini bilmediğim uzman onbaşımız sivilleri oturtuyordu, 2 tane de özel
kuvvet polisi vardı. O polisler ve ismini bilmediğim uzman çavuşlar sivillerin ellerini
kelepçeleyip oturtuyorlardı. Okul komutanım Çıkıkçı, sivilleri bayağı bir dövüyordu. Sabaha
kadar oradaydık. Saat 05.30- 06.00 sularında emir geldi ve biz Kuleli'ye döndük. Silahları teslim
ettik. Polisler bizi aldı. Buradaki herkesi Kuleli içinde aldılar." şeklinde konuştu.
Kısa dönem er Nazım Usta kendisi gibi terhisine az kalan erlerle birlikte zimmetlerini teslim
ettikten sonra koğuşta beklediler. Herkes gelsni denilince tesli etmeleri gereken kamuflajları
giyip siah aldılar. Usta şöyle devam etti:
Aykut astsubay bizi nizamiyeye gönderdi. Silahım boştu. Öğrencilerden birkaç metre sağda
oturduk bekledik. Hem askerler hem de polisler vardı. Ben halen tatbikat olarak düşünüyordum
çünkü şarjörler boştu.
Koğuşa su getirmeye giderken saat 23.00 sularında teleizyona baktım ve daha sonra darbe
olduğunu duydum.
Ancak televizyondan bakınca olmadığını düşündüm. Sonra bize mühimmat verdiler, nizamiyeye
geri döndük. Nizamiyede bizi mühimmat almaya gönderen bölük komutanı Samet yüzbaşına,
Astsubay Kemal Vurgun, 'Siz kimden emir alıyorsunuz, siz 3-5 vatan haini emir almışsınız, ben
bu askerleri yem ettirmem' dedi. Bölük komutanı da, 'askerler emrediyorum, benimle gelin' dedi.
Ben haberlerde Genelkurmay ve 1. Ordu'nun onaylamadığını gördüm. Kemal Vurgun'un yanında
3 asker vardı. Bu askerler Kemal astsubay ile birlikte birlik içerisindeydiler. Aralarında çatışma
çıktı ve silahlar çekildi. Kemal astsubayın silah doğrulttuğu kişi Samet yüzbaşıydı. Sonradan
ismini bilmediğim bir yarbay gelmişti. Kemal astsubay, 'benimle gelin' deyince onunla gittik.
'Dağılın' diye bir ses geldi. Oradan uzaklaşmaya başladık. Birbirimizi kaybettik. Sabaha kadar er
gazinosuna gelerek bekledik. Kapıları kilitledik.
Er Şükrü Şahin Yükselmiş ifadesinde; "20-25 kişilik bir grup halindeydik. Bize, 'kimse
çekilmeyecek, korkmayacak, şu an sadece tatbikat yapıyoruz, ileriye yürüyeceksiniz' dedi.
Herkesi zorla nizamiyede kamyonete bindirdiler. Kamyonetler yarım saat sonra teker teker çıktı.
Ben binmedim, arkada kaldım bilerek. Herkes mühimmat almak için yürüdü, biz de, 'tatbikat için
neden almamız gerektiğini' sorduk. Bize okul tarafında gelen araçlara, 'devam edin, durmayın
evlerinize gidin, ortalık güvenli değil' gibi uyarılar yapmamızı söyledi. Biz de bunu yaptık. dedi.

Gece saat 01.00 sularında okul komutanı Çıkıkçı kendi aracıyla Çengelköy'e doğru ilerledi ve
ileriden çatışma sesleri gelmeye başladı.

"Bu arada çevik kuvvetler de nizamiyede araçları ve yayaları geçirmemizde bize yardımcı
oluyorlardı. Okul komutanımız geldiğinde sivil insanları darp etmeye başladı. Biz o zaman farklı
bir şey olduğunu anladık. Ben ilk defa tatbikat gördüm. Bunu da eski okul komutanımızı
uğurlama amacıyla yapacağımızı söylediler. Biz nizamiyeden girmeye çalışınca komutanlar içeri
sokmadı. Biz karşı gelince bu sefer, 'kafana sıkarım' şeklinde tehdit etti. Sonra ben Çengelköy'e
doğru yürümeye başladım. Saat 2.00 sularıydı ve silah sesleri azalmıştı. Okul komutanı Çıkrıkçı
şüphelendiklerini ellerini kelepçeleyerek ya da yanındaki çevik kuvvete yaptırarak diziyordu. Biz
elleri kelepçeli şahıslara yiyecek içecek verdik. Bilekleri sıkanları çözdük. İleride çatışmada
arada kalan kişiler gördük, yardımcı olduk. Geri çekildik. Sabah saat 06.00 sularıydı. Mürsel
Çıkrıkçı bize, 'tam dolduruş yapacaksınız' dedi. Birkaç er komutana karşı geldik. Telefon
görüşmesi yaparak tanımadığı bir askeri Çengelköy tarafına yolladı. Sonra geri gelmeler başladı.
Biz de sabah okul civarında bulunan çevik kuvvet otobüslerine bindirilerek okula getirilip
sonrasında polis ekiplerine teslim olduk. Saklanabilen varsa saklanmıştır. Ben silahımı
bulamadım başkası da benim silahımı almış olabilir.

Kalkışma gecesi haberleşmek için subayların kurduğu Wattsapp grubundan Kuleli'yle ilgili şu
yazışma dikkat çekiyordu:
- Binbaşı Muammer Aygar: Kuleli'de yoğun çatışma var. Gruba ateş ediyoruz.24

Taksim Meydanı

Bu esnada Taksim Meydanı’na da asker çıkmış ve Meydan’a giriş çıkışları kontrol altına almaya
çalışıyordu. Vatandaşların baskısı ve İstanbul Polisi’nin çabaları sonucu bir kısım asker silah
bırakırken silah bırakmayan askerler sağa sola rastgele ateş açıyordu. Ses hızını aşıp alçak uçuş
yapan F-16’ların gürültüsü Meydan’ı inletiyordu.

Ardından çok sayıda Çevik Kuvvet polisi Taksim Meydanı'na geldi. Vatandaşlar polislere destek
olurken, Asker kışlaya sloganları atıyordu. Bir polis müdürü darbeci rütbelilerden birine, 'bu iş
yanlış hukuksuz iş yapmayın, kışlanıza gerir dönün' uyarısında bulunuyordu. Asker cevap
vermedi.

Polis müdürü aynı zamanda megafondan vatandaşlara da askerlere zarar verilmemesi için
uyarılarda bulunuyordu.

Darbeci subayların Taksim'le ilgili telefon yazışmaları şu şekildeydi:

- Albay Müslüm Kaya: Taksim'de gaz atmışlar. Gözler görmüyormuş Taksim'e giden araçların
depolarına ateş etmişler araç hareket etmiyor.

- Albay Müslüm Kaya: Taksim'de durum kritik.

- Yarbay Muzaffer Düzenli: Ateşle karşılık verilen kalabalıklar dağılıyor. Allah yardımcımız
olsun.

- Albay Müslüm Kaya: Taksim'deki takviye Beşiktaş lojmanına gitmiş uçaklar uçuyor

- Albay Müslüm Kaya: Özel hareket gelmiş Taksim'e. Hava desteği?

- Albay Müslüm Kaya: Taksim TRT radyo polis zırhlı araçları sarmış hava desteği sürekli gaz
atıyorlar. Uçak taksimde alçak uçuş yapsın Taksim zorda. Taksim’de askeri almışlar Taksim
radyo gaz ve çok halk var Taksim kötü.

- Albay Müslüm Kaya: Taksim dayanamıyoruz diyor

- Albay Müslüm Kaya: Taksimle irtibat için batarya sorunu uçaklar az önce üç defa ateş etti
nereye bilmiyoruz.

- Albay Müslüm Kaya: Uçaklar yaramış Taksim’e. Şu an sakinmiş.

24
19 Temmuz 2016 Anadolu Ajansı
- Albay Müslüm Kaya: Taksim ekibi yakalanmış? Deniyor teyide çalışıyoruz taksim ekibi
yakalanmış geri kalanlar radyoya binaya gidiyor.

- Albay Müslüm Kaya: TRT tvden Taksim meydana kuvvet kaydırıyoruz.

- Albay Müslüm Kaya: Taksime zırhlı araç ihtiyacı var Osman.

- Albay Müslüm Kaya: TRT radyoda çatışma. Karşılık veriliyor. Zırhlı birlik takviye lazım

- Albay Uzay Şahin: İrfan Taksim'e gidebilirseniz gidin.

- Albay Müslüm Kaya: Taksim'e takviye ihtiyacı var zırhlı araç gönderebilirler mi?

- Albay Müslüm Kaya: Taksim’e takviye bir kol gönderiyoruz.

- Albay Uzay Şahin: İrfan Taksim'e doğru emniyetli bir şekilde kuvvet kaydırın düzeltiyorum
Üsküdar.

- Albay Müslüm Kaya: Taksim’de çevrilmişler bizimkiler ateş ediyor.25

Bu esnada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin internet sitesinde bir açıklama yayınlandı. Açıklamayı
yayınlayan Yurtta Sulh Konseyi’ydi.

TSK’dan açıklama: “Türkiye Cumhuriyetinin değerli vatandaşları, Sistematik bir şekilde


sürdürülen anayasa ve kanun ihlalleri; devletin temel nitelikleri ve hayati kurumlarının varlığı
açısından önemli bir tehdit haline gelmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri dahil olmak üzere devletin tüm
kurumları ideolojik saiklerle dizayn edilmeye başlanmış ve dolayısıyla görevlerini yapamaz hale
getirilmiştir.

Gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içerisinde olan cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri


tarafından; temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, kuvvetler ayrılığına dayalı, laik ve demokratik
hukuk düzeni fiilen ortadan kaldırılmıştır. Devletimiz; uluslararası ortamda hak ettiği itibarını
yitirmiş ve evrensel temel insan haklarının göz ardı edildiği, korkuya dayalı otokrasi ile yönetilen
bir ülke haline getirilmiştir.

Siyasi idarenin aldığı hatalı kararlarla mücadeleden geri durduğu terör tırmanarak birçok masum
vatandaşımızın ve teröristle mücadele eden güvenlik görevlilerimizin hayatına mal olmuştur.
Bürokrasi içerisindeki yolsuzluk ve hırsızlık ciddi boyutlara ulaşmış, ülke sathında bununla
mücadele edecek hukuk sistemi işlemez hale getirilmiştir.
25
19 Temmuz 2016 Anadolu Ajansı
Bu ahval ve şerait altında, yüce Atatürk’ün önderliğinde milletimizin olağanüstü fedakarlıklarla
kurduğu ve bugünlere getirdiği cumhuriyetimizin koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri,
“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinden hareketle; Vatanın bölünmez bütünlüğünü, milletin ve
devletin bekasını devam ettirmek, Cumhuriyetimizin kazanımlarının karşı karşıya kaldığı
tehlikeleri bertaraf etmek, Hukuk devleti önündeki fiili engelleri ortadan kaldırmak, Milli
güvenlik tehdidi haline gelmiş olan yolsuzluğu engellemek, Terörizm ve terörün her türlüsü ile
etkin mücadele yolunu açmak, Temel evrensel insan haklarını, mezhep ve etnisite ayrımı
gözetmeksizin tüm vatandaşlarımız için geçerli kılmak, Laik, demokratik, sosyal ve hukuk
devleti ilkesi üzerine oturan anayasal düzeni yeniden tesis etmek, Devletimizin ve milletimizin
kaybedilen uluslararası itibarını yeniden kazanmak, Uluslararası ortamda barış, istikrar ve
huzurun temini için daha güçlü bir ilişki ve işbirliğini tesis etmek maksadıyla yönetime el
koymuştur. Devletin yönetimi teşkil edilen yurtta sulh konseyi tarafıdan deruhte edilecektir.
Yurtta sulh konseyi BM-NATO ve diğer tüm uluslararası kuruluşlarla oluşturulmuş
yükümlülükleri yerine getirecek her türlü tedbiri almıştır.”

Sütlüce’deki Ak Parti il binası bir grup asker tarafından kuşatılmıştı. Ak Parti Milletvekilleri
açıklamalarda bulunuyordu.

AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner, "İstanbul İl Başkanlığı binamızı askerler kuşatmış


durumda. Hükümetimiz görevde. Top yekün ne yapmamız gerekiyorsa yapılır. Paralelcilerin bu
ülkede darbe yapmalarına göz yumamayız" açıklamasını yaparken,  
Şamil Tayyar, "Darbe teşebbüsüdür. Türkiye bu sıkıntıları daha önce atlattı. Kimsenin böylesi
büyük bir devleti. Üçüncü dünya ülkesi gibi görülmesi rezalettir. En ağır cezayla karşılacaklar.
Partimizden haber bekliyoruz. Belki de cumhuriyet tarihinde ilk kez milyonlar sokakları
dolduracak. Teşkilat mensuplarımız, teşkilat binalarına koşmaktadır." demekteydi.

Gerçekleştirilmek istenen darbenin İstanbul’daki kritik noktalarından biri Vatan Caddesi’ydi.


Vatan caddesi’nin önemi İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’nün burada olmasıydı.

Cadde, darbeci askerler tarafından, 1 vinç, 6 tır ve 1 otobüsle değişik noktalardan trafiğe
kapatılırken üzerlerinde ağır makineli silahlar bulunan 9 tank Aksaray Orduevi’nin önüne
konuşlandırıldı.

Çok geçmeden İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli olan polisler ve vatandaşlar tanklarda
bulunan askerleri vazgeçirmeye yönelik ikna edici konuşmalar yappmaya başladılar.

Bu sırada İstanbul Güvenlik Şube Eski Müdürü Mithat Aynacı da askeri kabuflajlı elbiseyle
tanklardan birinin içinden vatandaşlara ve polislere yolu açmaları için megafonla anonslar
yapıyor ancak başarılı olamıyordu. Halkın geri çekilmeye, yolu açmaya hiç mi hiç niyeti yoktu.

Belirli aralıklarla tanklardan havaya uyarı atışı yapılıyordu. Polis memurları bir yandan
vatandaşları sakinleştirmeye çalışırken diğer yandan darbeci askerleri vazgeçirme çabalarını
sürdürüyordu.
Yaklaşık 5 saat sonra tankların bir kısmı caddeden ayrılırken bir kısmındaki askerler polisler
tarafından teslim alınarak Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Polisler teslim olan askerlerin
linç edilmesini önlemek için oldukça fazla çaba sarf ettiler.

Darbe girişiminde adı geçen yaklaşık 25 general ve alt rütbedeki subay İstanbul Yeşilköy’deki
Hava Harp Okulu'nda darbenin son toplantısını yapmışlardı, daha sonra okuldaki güvenlik
kameraları ile hard diskler ortada delil kalmaması için sökülerek çöpe atıldı. Bilgisayarların hard
disklerini de yanlarında götürdüler.

Bakırköy Emniyeti Güvenlik ve Terörle Mücadele Büro Amirliği kalkışma gecesi tüm personelii
göreve çağırarak gece boyunca yapılan operasyonlarda 16'sı subay, 102 kişiyi yakalanırken 1
tank, 2 zırhlı personel taşıyıcı, 1 Unimogtip Personel taşıyıcı, 28 piyade tüfeği, 4 makineli
tabanca, 1 uçaksavar, 1 RPG7 roketatar, 4000 HK33 piyade tüfeği fişeği, 150 adet 25mm zırh
delicili ağır makineli tüfek fişeği ele geçirdi.

Kalkışma sabahı Bakırköy Emniyeti Güvenlik ve Terörle Mücadele Büro Amirliği tarafından
Hava Harp Okulu’nda yapılan aramalarda bazı askeri mühammat ve silahlar ele geçirildi. Bu
mühimmat ve silahlar şu şekildeydi:

SAT komandolarının kullandığı 4 ileri atış kabiliyetli dürbünlü HK416 tüfek, 4 tabanca, saha tipi
GPS yön bulma aleti, 364 adet 40 mm bomba atar, 21.200 adet 7.62 MG3 mermisi, 12.000 adet
9mm mermi, 19 adet 66'lık lav anti-tank omuzdan atılan zırh delici, 19 RPG7 roket anti-tank, 134
plastik patlayıcı ateşleyici cihazı, 26 el roketi, 153 metre saniyeli fitil, 37 metre infilaklı fitil, 100
can simidi duman kandili, 24 C 4 plastik tahrip kalıbı, 167 el bombası, 36 aydınlatma mühimmatı
ve taktik bıçaklar.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada söz konusu silah ve


mümimmatların darbe girişiminden kısa süre önce Beykoz SAT Komutanlığı'ndan
getirildiği belirlendi.

İstanbul’un şansı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün rutin olarak 5000 polisle, 15 günde bir icra ettiği "Yeditepe
Huzur" adlı asayiş uygulaması yapılıyordu. Büyük bir şans eseri bu uygulama15 Temmuz darbe
kalkışması gecesine denk geldi. Bu nedenle İstanbul’da müdahaleye hazır 5000 polis
bulunuyordu.

Ayrıca aynı gece İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan
ve ekibi IŞİD’le ilgili toplantı halindeydi. Ciddi duyumlar alınmıştı ve bu nedenle baskın
yapılacak adres sayısı fazlaydı. 1000 civarı polis de bu nedenle operasyona hazır halde
bekliyordu.

İstanbul Emniyeti tarafından o gece Vatan Caddesi’nde Emniyet binasını ele geçirmek için gelen
tankların içinde bir Yarbay gözatına alındı. Yarbay’ın cep telefonunda bulunan Wattsapp isimli
haberleşme programıyla 104 darbeci askerin iletişim kurduğu tespit edildi. Bu yazışmalarda
Gelibolu’dan, Çorlu’dan yardım istedikleri, uçak ve helikopterlerden belirli noktalara ateş açma
istekleri görüldü. İstanbul’daki kalkışmanın önlenmesinde bu hususlar emniyet güçlerine oldukça
yardımcı oldu.

Kalkışma gecesi İstanbul’un 26 noktasında 99 kişi şehit oldu. Bunlardan 6’sı polis memuruydu.

Ayrıca kalkışma gecesi 3 helikopter pilotu polis, helikopter kullanmakta tereddüt edince
haklarında soruşturma başlatıldı.

Dalaman'dan İstanbul'a

Erdoğan ve ailesi otelde hazır bekletilen Cumhurbaşkanlığı helikopteriyle Dalaman Havaalanı'na


hareket eder. Bu esnada Havaalanı pisti uçuşa kapatılmak üzere karartılır. İniş yapılmasını
engellemek için pist üzerin araçlar çekilir. Hazırlıklar Dalaman Hava Muharebe Meydan
Komutanı Albay Murat Selçuk Çol tarafından büyük bir dikkat ve gizlilikle yürütülmektedir.
Havacı subaylar tarafından F-16'larla TCANA uçağının bilgi akışı kesilir. Böyleylikle F16'lar
TCANA uçağının kalkış ve uçuş bilgilerine erişemez. Ayrıca darbecileri yanıltmak için TK3456
sefer sayılı sivil kod Cumhurbaşkanı ve ailesini Dalaman'dan İstanbul'a götürecek TCANA
uçağına tanımlanır. Alınan tedbirler kapsamında TCANA uçağıyla peş peşe iki uçak daha kalkış
yapar.
Uçak Balıkesir üzerindedir. Bu esnada Kule kontrolörü ve ANA uçağının pilotu arasında şu
şekilde bir telsiz konuşması gerçekleşir:
Pilot:Turkish 8456.
Kontrolör:Havayolları 8456 iyi günler hocam dinliyorum sizi.
Pilot:Yaklaşma talep ediyoruz.
Kontrolör:Anlaşıldı Atatürk için yaklaşma talep ediyorsunuz, mutabık mıyız ?
Pilot:Yaklaşma ve iniş talep ediyoruz.
Kontrolör:Anlaşıldı. Ankara'dan son durumlar iletildi mi acaba Kulenin ve apron içindeki sivil
insanlarla ilgili durum iletildi mi size?
Pilot:Mutabıkız efendim. İniş bölümünde kuleyle temas kurabilecek miyiz Yoksa size mi
kalacağız?
Kontrolör:Anlaşıldı, kuleyle temasta bir sıkıntı yok. Piste inişinizle ilgili bir problem olmadığı
söylenildi. Sadece aprondaki güvenliğe yani emin olamıyorlar. Hala insan göründüğü için ve
kulenin durumu şu an bayağı bir karışık. İçerde hem sivil, hem asker, hem polis olduğu için.
Pilot:Anlaşıldı efendim. Pistle ilgili bir durum olursa ikaz ederseniz memnun olurum.
Kontrolör:Tekrar ediyorum 0-5'e inerseniz Yankee, 3-5'e inerseniz Victor olacak
Pilot:Mümkün olursa 3.5'e (Florya-Sefaköy yönündeki pist) inmeyi talep ederiz.
Kontrolör:Şu an hangi piste iniş yapacağınızla ilgili tam karar veremedik. Kule tarafından ben
sizi yaklaştırmaya devam edeceğim. 0-5 pistine (Florya-Ataköy yönündeki) doğru kendileri bilgi
verecekler hemen.
Kontrolör:Mutabık, ayrıca şunu da 05 inerseniz Y apronu olabilirmiş bu da net değil 3.5 inecek
olursanız V apronu olabilirmiş.
Kontrolör:TK8456 İstanbul hocam bir trafik bilgisi vereceğim askeri trafik temasızım yok.
Akıncı'dan kalktığını öğrendik şu an boğaz üzerinde 1500 feet ile 6 bin 7 bin feet arasında sürekli
dalış tırmanış yapıyor. Meydan kuzey doğusu civarlarında dolanıyor, yani genelde boğaz civarı,
kuzeye çıkmadan dolaşıyor. Yani niyetini bilmiyoruz temasımız yok. Nasıl bir trafik olduğunu da
bilmiyoruz. Hızlı bir trafik muhtemelen askeri.
Pilot:Anlaşıldı efendim, radar teması mevcut o uçakla mutabık mıyız?
Kontrolör:Biz radarımızda görebiliyoruz. Çok hızlı bir trafik biz de yetkisi olmadığı için ne
yapabileceğini bilmiyorum. O yüzden ben takip edilsem bile ayırma konusunda kesinlikle bir şey
söylemem. Ne amaçla dahi kalktığını bilmiyorum. O yüzden bunu söylemek istedim. Sizin de
niyetinizde etkili olabilecek.
Pilot:Anlaşıldı, biz 0-5'e devam ederiz bir an önce iniş olursa memnun olacağız. Trafikle ilgili bir
durum olursa bilginizi bekliyoruz.
Kontrolör:Anlaşıldı, ben yaklaştığınız zaman tekrar sürekli bilgilendirme yapacağım.
Pozisyonunuzu vermeye çalışacağım.

Aynı dakikalarda Cumhurbaşkanı'nı taşıyan Uçağa mühimmat yüklü F-16 uçağı yaklaşır.
Radarla kilitlenebilen füze taşımaktadır. Füzeyi atacak menzile yaklaşmaya çalışırken yakıtı
azaldığı için havada yakıt ikmali yapması gerekir. Her 1 ton yakıt ikmali için 1 dakikaya ihtiyaç
duyan uçak, 6 ton yakıt alır. İkmal bağlanma ve çözülme dahil 10 dakikayı bulur. Atatürk
Havalimanı Hava Trafik Kontrol Merkezi halen darbeci askerlerin kontrolünde bulunmaktadır.

Bu esnada Erdoğan'la pilot arasında şu konuşma geçer:


Erdoğan Pilot'a : ‘Şu anda ışıklar kapanmış orada, kule de izin vermiyor ve orada sıkıntı var.
Havaalanına kendi ışıklarınla inebilir misin? Onlar izin vermese de havaalanına inebilir misin?’
Pilot: ‘Efendim inebiliriz ama riski var, yere, havaalanının zeminine araç çekmiş olabilirler, böyle
bir sıkıntı var, ayrıca başka riskleri de olabilir.’
Erdoğan: ‘Sen bir turlarsın bakarsın orada ona göre inersin.’
Ancak öyle bir şeye gerek kalmadan kulenin kontrolü halk ve özel harekat polisleri tarafından ele
geçirilir. Erdoğan ve ailesini taşıyan uçak Atatürk Havaalanı'na inerek Sefaköy'deki Genel
Havacılık Apronu'na park eder.

Geniş güvenlik önlemleri altında Devlet Konuk Evi'ne geçen Erdoğan'ı geniş bir halk kitlesi
karşılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Atatürk Havalimanı'nda basın toplantısı 

Bugün bildiğiniz gibi öğleden sonra bir hareketlilik ne yazık ki silahlı kuvvetlerimizin içinde
mevcuttu ve bu hareketliliğin neticesinde de Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisinde bir azınlık ne
yazık ki ülkemizin birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne hazmedemeyen, milletimizin birliğini,
beraberliğini ne yazık ki kabullenemeyen bu grup, çok daha önceden söylediğim gibi Paralel
Devlet Yapılanması'nın ta kendisiydi ve bu yapılanma tabii 40 yıllık sürecin neticesinde silahlı
kuvvetlerimizin içinde de emniyet teşkilatımızda da devletin diğer kurumlarında da kendine yer
bulmuş, her türlü kılığa, kılıfa girmiş ve bugünlere kadar bu şekilde gelmiştir.

Şu anda yapılan hareket bir ihanet hareketidir, bir ayaklanma hareketidir. Ve bu vatana ihanet
hareketinin bedelini de tabii çok ağır ödeyecekler. Bunu peşinen söyleyeyim. Burada milletin
oylarıyla iş başına gelmiş bir hükümeti hazmedeyişi onlar için bitiş olmuştur.

Yani burada milletin oylarıyla iş başına gelmiş olan bir hükümete, milletin oylarıyla iş başına
gelmiş, Anayasa'nın ifadesiyle başkomutan olarak Tayyip Erdoğan'ı hazmedemeyişleri, bu iş
onlar için bitiş olmayacak, onlar hangi yola başvururlarsa vursunlar, şunu bilmelerini özellikle
istiyorum ki, biz bu yola, bu kutlu davaya başımızı koymuşuz, buraya biz canımızla, kefenimizle
bu yola çıkmışız. Her olanda hayır vardır anlayışından hareketle de eninde sonunda şu anda bu
çıkış, bu hareket Allah'ın bize büyük bir lütfu. Niye büyük bir lütfu? Çünkü bu, tertemiz olması
gereken Silahlı Kuvvetlerimizin temizlenmesine vesile olacak olan bir harekettir.

Birileri ne olacağını çok iyi kestirdiler, çok iyi biliyorlardı. Onun için de böyle bir adımı attılar.
Ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye eski Türkiye değil, yeni Türkiye'nin davranış biçimleri çok daha
farklıdır. Ve bu davranış biçimlerini kullanmak suretiyle biz bu adımı atıyoruz.
Paralel Devlet Yapılanması'nın bir işgali söz konusu. Ve düşünebiliyor musunuz, Atatürk
Havalimanı'nın üzerinde F-16'lar uçuyor. Biz bu F-16'ları niye aldık? Bunu biz ülkeyi savunsun
diye aldık. Şimdi ise bu F-16'ları uçuranlar, uçurmaya muktedir olduğunu zannedenler,
düşünebiliyor musunuz, bu havalimanına normal yolcuların inmesine ve kalkmasına müsaade
etmemek üzere bunu yapıyor ve Cumhurbaşkanı'nı da bir taraftan tehdit ediyor.

Buraya gelmeden önce farklı bir yerdeydim, Marmaris'te. Ve ayrıldığım yerde de hemen
arkamdan oraları ne yazık ki aynı şekilde bombalamışlar. Herhalde bizim hala orada olduğumuzu
zannediyorlardı ve buraya gelişimizi de herhalde takip edemediler. Şimdi yaptıkları iş bu. Aynı
şekilde devletin kurumlarına, Milli İstihbarat Teşkilatına, Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa ve
benim şu anda genel sekreterimi alıp götürdüler. Ne oldu, ne yapacaksınız siz benim genel
sekreterimi alıp götürmekle. Genelkurmay Başkanımızın şu anda durumunu bilemiyorum.

Sizler bizim Mehmetçiğimizsiniz, Mehmetçiğimiz olarak, Mehmetlerimiz olarak şu anda


karşınızda bulunan halka, sizin annelerinize, babalarınıza, kardeşlerinize karşı silah
doğrultmanızı asla kabul etmemiz mümkün değil. Bu silahlar size bu millet tarafından verildi, bu
silahları eğer siz, bu silahı veren milletinize doğrultursanız bunun bedelini de faturasını da ağır
ödersiniz. Bu yanlıştan çabuk dönmeniz lazım.
Tutuklamalar daha yukarılara gidecek. Ordumuz temizdir, Silahlı Kuvvetlerimizin tertemiz haline
leke getirilmemelidir. Aynı zamanda silahlı bir terör örgütü oldukları da ortaya çıktı mı, çıktı.
Milletin silahıyla milleti vurdular.

Dünya medyasında ülkemizin kalkınmasını hzmedemeyneler, 'Asker Türkiye’de yönetime el


koydu' diyor. Nereye koydu? Bunlar askerin içinde azınlık. İşgalcilere ülkemizi bırakmayacağız.

Şu anda Türkiye’de milyonlarca vatandaş sokaklarda. Bu tanklar onların değil, onlara emanettir.
Ve onlar buna ihanet ediyorlar.

Ankara
15 Temmuz 17.00 sularında Akıncı 4. Aa Jet Üs Komutanlığında görevli Hava Pilot Kurmay
Yarbay Hasan Hüsnü Balıkçı'nın Telefonu çalar. Arayan Hava Kuvvetleri Eski Komutanı YAŞ
Üyesi orgeneral Akın Öztürk'ün damadı Kurmay Albay Hakan Karakuş'tur. Hava Kuvvetleri
Komutanlığı Genel Sekreteri Kurmay Albay Ahmet Özçetin'in kendisini çağırdığını, Akıncı
Üssü'ne gelmesini söyler. Kurmay Albay Ahmet Özçetin'le görüştüğüne hedef listesinde MİT
Müsteşarlığı, MİT ikinci yeri, Polis Özel Harekât’ta işaretlenmiş birkaç yer olduğunu görür. Daha
sonra görev yapacaklar belirlenmeye başlar. Her uçuşta Aslan-1, Aslan -2, Aslan -3 kodları
olacaktır.

Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanlığı bünyesindeki 141 ve 143'üncü filolardan kalkan pilot
Mehmet Çetin Kaplan tarafından idare edilen 93-0691 kuyruk numaralı diğer bir F-16'da Polis
Havacılık Daire Başkanlığı'na bir bomba attı.

Yine Akıncı'daki 4. Ana Jet Üs Komutanlığında 143. Filo komutanı olarak görevli darbeci Hava
Pilot Kurmay Yarbay Hasan Hüsnü Balıkçı, Pilot Yüzbaşı Uğur Uzunoğlu ile birlikte DESK'te
bulunan Yüzbaşı Ahmet Tosun tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi açık alanı bahçe kısmına
bomba atmaları yönünde emir aldıklarını belirtecek ve emri yerine getirmek üzere 1 adet LGB
bombasını TBMM'ne atacaklardı.

13 Temmuz'da Taarruz Helikopter Tabur Komutanı Yarbay Özcan Karacan, 1. Kara Havacılık
Alayı'nda görevli pilot Yarbay İlkay Ateş, Yarbay Erdal Başlar, Binbaşı Taha Fatih Çelik Ankara
Yenimahalle Anadolu Bulvarı'na yakın bir evde buluşurlar. Toplantının içeriği hakkında ifadeler
çelişkili olsa da Çankaya Köşkü, Dikmen Vadisi, MİT, Türksat ve TİB'in haritlardan
konumlarına bakılması istenir.

15 Temmuz'da Orgeneral Salih Zeki Çolak'ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın
talimatıyla Kara Havacılık Okulu'ndaki durumu incelemek için orada olduğu sırada Pilot Binbaşı
Deniz Aldemir ve diğer bazı subaylara nöbetçi amiri Yarbay Özcan Karacan tarafından önce
Sikorsky, Cogar, Kobra ve Atak tipi saldırı helikopterini Akıncı üssüne görütmeleri, daha sonra
da Çankırı'daki bir birlikten mühimmat almaları emri verilir.

Yaklaşık 1 ton 7.62 Piyade ve makineli tüfek mermisi Binbaşı Aldemir'in kullanığı helikoptere
yüklenir. Genelkurmay’a indirme emri verilen mühimmatlar emre uyulmayarak Akıncı Hava
Üssü’ne götürülür. Binbaşı Aldemir'in ifadesineden anladığımıza göre, darbe girişiminde saldırı
helikopterlerini kullanan isimlerin Binbaşı Sadullah Abra, Binbaşı Taha Fatih Çelik, Yarbay
Erdal Başlar olduğu ortaya çıkıyor. Binbaşı Sadullah Abra’nın Emniyet Müdürlüğü’ne, Yarbay
Murat Karakaş’ın MİT’e, Binbaşı Taha Fatih Çelik’in MİT’e, Yarbay Erdal Başlar’ın Emniyet
Müdürlüğü'ne ateş ettiği anlaşılıyor.

MİT, Emniyet, Türksat, Çankaya Köşkü gibi binaların helkopterlerle vurulmaları olaylarında adı
geçen diğer bazı subaylar şöyle: Yüzbaşı Ali Ercan, Yüzbaşı Cabrail Sert, Yüzbaşı Memduh
Karagöl.

Gölbaşı Polis Özel Harekat

Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün Gölbaşı'nda bulunan Özel Harekat Daire Başkanlığı'nnda o


gece uzun zamandır görevde olan istirahat halindeki 85 Özel Harekat personeli vardı. Geri kalan
personel terörün yoğun olduğu bölgelerde görevdeydi. Darbeciler tarafından işgal edilen
Jandarma Genel Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, TRT gibi yerler için operasyon
hazırlıklarının yapıldığı Özel Harekat binası darbeci pilotlar Yüzbaşı Uğur Uzunoğlu26, Yarbay
26
Hatırlatmakta fayda var, bu pilotun adı TBMM'nin bombalanmasında da geçiyor.
Mustafa Azimetli, Kurmay Yüzbaşı Ekrem Aydoğdu'nun kullandığı 93-0105 ve 93-1563 kuyruk
numaralı F-16 uçaklarıyla art arda bombalandı. Binada büyük ölçekli bir yangın çıktı.

Özel Harekat Daire Başkanlığı 2 adet, her biri 1 tona yaklaşan ağırlıkta olan lazer güdümlü
füzeyle bombalanmıştı.

Büyük hasar gören binada aralarında Özel Harekat'a bağlı 4 daire Başkan Yardımcısı'nın da
bulunduğu 43 Özel Harekat Polisi şehit olurken çok sayıda polis de yaralandı.

Elbette Özel Harekat Binasının vurulması tesadüf veya umumi bir nedenle değil, operasyon
yeteneğini kısıtlamaya yönelikti. Nitekim darbeci pilotların nizamiyenin hareketlenmesi ve
helikopterlerin motor çalıştırdığı anda vurulması şeklindeki konuşmaları sonradan ortaya çıkan
telsiz kayıtlarında açıkça görülecekti.

Gölbaşı Polis Özel Harekat Müdürlüğü Şehirleri

38 yaşındaki Komiser Zeynep Sağır'ın 10 yaşında Doğukan ve 8 yaşında Emir adında 2 çocuğu
vardı.
24 yaşındaki Komiser Gülşah Güler Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi
Bölümü’nden mezun oldu fakat polis olmayı tercih etti. İlk görev yeri olan Gölbaşı Polis Özel
Harekat Müdürlüğü'nde şehit oldu. 37 yaşındaki Komiser Zeynep Sağır, 23 yaşında Komiser
Yardımcısı Cennet Yiğit, 23 yaşındaki Komiser Yardımcısı Kübra Doğanay, Polis memuru Akif
Altay'ın 4 çocuğu bulunuyordu. Polis memuru Turgut Solak Balıkesirliydi. Komiser Eyüp Oğuz
Evli ve 2 çocuğu vardı. Polis Memuru Hüseyin Göral henüz 1 yıllık evliydi. Polis memuru
Hurşit Özel 45 yaşında ve 21 yıllık polis memuruydu. Ankara Gölbaşı'nda bulunan Polis
Özel Harekat Müdürlüğü'nde şehit olan bazı polislerin isimleri de şöyle:
HAKAN YORULMAZ, DURSUN ACAR, ALPASLAN YAZICI, EDİP ZENGİN, HALİL
HAMURYEN, AHMET ORUÇ, FERAMİ L FERHAT KAYA, HÜSEYİN KALKAN,
AYTEKİN KURU, HALİT GÜRSEL, GÖKHAN YILDIRIM, BİROL YAVUZ, FARUK
DEMİR, MEHMET ORUÇ, NİYAZİ ERGÜVEN, MUSTAFA SERİN, VELİT BEKDAŞ,
YUNUS UĞUR, MUSTAFA TECİMEN, YAKIP SÜRÜCÜ, ÖNDER GÜZEL, UFUK
BAYSAN, SEHER YAŞAR, MURAT ELLİK, MUHSİN KİREMİTÇİ,

Gölbaşını vuran Pilot Yarbay Mustafa Azimetli

Üssün komutanı General Hakan Evrim odama geldi. Teröristle mücadele harekâtı olacağını
söyledi ve uçaklara mühimmat yüklememi emretti. Albay Ahmet Özçetin kurmay pilotlara
kalmasını söyledi. Tümgeneral Mehmet Dişli ve bir de ismini hatırlamadığım Tuğamiral vardı.
Saat 18.00’de bizim filoya geldiler. Saat 19.00’da Albay Ahmet Özçetin darbe yapılacağını
bildirdi. 15 Temmuz 2016 günü saat 23.00 sıralarında Gölbaşı’nda beklemeye başladık.

Uçuş kıyafetlerimi giydim. Benim uçağımda Ekrem Aydoğdu, arkasında da ben vardım. İkinci
uçakta 1. Pilot Üsteğmen Çetin Kaplan, 2. Yüzbaşı Ertan Koral vardı. Benim uçağımda bulunan
hedefleme kod adlı sistemi bilmediğimden, 1. Pilot Ekrem Aydoğdu uçağa bindi. 22.45- 23.00
gibi kalkıp Gölbaşı'nda beklemeye başladık.
Bu uçuş bir uçuş planlaması olmadığından ‘Aslan-1’ olarak çağrı adı verdiler. Bir saatin sonunda
helikopter hangarından iki helikopter çıktığını gördük. Polis Özel Harekât Merkezi’ndeki,
Gölbaşı’ndaki, yerde bulunmakta olan bir Sikorsky helikopterini bombalamak suretiyle imha
etik. Amacımız helikopterin Polis Özel Harekât tarafından kullanılmasını önlemekti. Bu sırada F-
16’yı iki kişi kullanıyorduk, yanımda Ekrem Aydoğdu vardı. F-16’yı Ekrem kullanıyordu ancak
direktifleri ben veriyordum. İkinci uçuşu ise aynı gece ancak gece yarısından sonra 02.00
dolaylarında yaptık. Bu kez Ankara üzerinde alçak irtifa uçuşları yaptık. Darbeye direnenleri
psikolojik baskı altına almak için alçak irtifa uçuşları yapmamız söylendi. Ancak biz ses duvarını
aşacak şekilde süpersonik uçuşlar yapmadık. Saat 11'e kadar kaldım sonra birlikten ayrılarak
lojmana geçtim, bir hafta kadar bekledim. Ben kesinlikle firar etmedim, sâdece gelip almalarını
bekledim. Evimde gözaltına alındım.

16 Temmuz sabah 08.00 gibi Akın Öztürk’ün (Eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve YAŞ üyesi)
143’üncü Filo’ya geldiğini gördüm. Hâlen Üs Komutanı Evrim ön tarafta duruyordu. Akın
Öztürk, Hakan Evrim ile konuştuktan sonra makam aracıyla 143’üncü Filo’dan ayrıldı.
Kendisinin zorla tutulduğunu gözlemlemedim. Emniyet’teki ifademde de FETÖ’ye mensup
olduğumu söyledim ve şu an görmüş olduğunuz gibi darp edildiğimden bu ifademi özgür bir
ifade olarak kabûl etmiyorum. FETÖ diye adlandırılan Fetullahçı Terör Örgütü ile bir ilişkim
yoktur.

Darbe girişiminde Gölbaşı’ndaki Polis Özel Harekât binasının vurulması ile ilgili telsiz kayıtları
da şu şekildeydi:

Ahmet Tosun: Bölge neresi, hocam PÖH mü?


Mustafa Azimetli: Tamamen PÖH. A9 helikopterli araç helikopterli araç motor çalıştırırsa
vuracağım.
Ahmet Tosun: Anlaşıldı hocam vurabilirsiniz, harekat komutanımız burda vurabilirsiniz.
Mustafa Azimetli: Hareketli görünüyor.
Ahmet Tosun: Mutabık vurun, vurabilirsiniz.
Mustafa Azimetli: Okey hocam beklemede kalın bildireceğim.
Ahmet Tosun: Anlaşıldı bekliyoruz.
Mustafa Azimetli: Hocam şu an A9'dan bir tane helikopter çıkardılar Skorsky ama araçla itiyorlar
görünüyor. Şu an pistin ortasına doğru aldılar eğer hareketlilik görürsek taarruz başlayacak.
Mustafa Azimetli: Hocam vuruyoruz, bunu belli kaldıracaklar.
Ahmet Tosun: Özellikle nizamiye bölgelerinde hareketli hedef varsa vurun
Ekrem Aydoğdu: Şu an bir helikopter yakıt alıyor muhtemel çalıştıracaklar, onu vuralım mı?
Ahmet Tosun: Hareket görürseniz vurun.
Ekrem Aydoğdu: Filo Aslan 1 tek helikopter imha edildi.
Ahmet Tosun: Anlaşıldı hocam elinize sağlık.
Ekrem Aydoğdu: İkinci helikopteri de imha etmek istiyoruz şey için.
Ahmet Tosun: Anlaşıldı hocam talimat hareket görürseniz vurun, özellikle nizamiyeyi vurun.
Harekat komutanımızın emri nizamiye bölgesinde hareket olursa vurun.
Uğur Uzunoğlu: Kurt filo aslan 3 nizamiyeye bir adet atış yapıldı.
Mustafa Azimetli: Hocam tekrar edin nizamiyede hareketlilik var mı?
Uğur Uzunoğlu:Nizamiyede hareketlilik vardı, bir atış yapıldı, bir büyük.
Ekrem Aydoğdu: Hocam şey konusunda dikkatli olun. Muhtemelen ölü ve yaralılar var bölgeye
ambulanslar girecek o konuda dikkatli olun.
Uğur Uzunoğlu: Araç hareketini takiben yaklaşık 15-20 kişi nizamiyeden giriş yapıyor.
Ahmet Tosun: Anlaşıldı nizamiye bölgesinde hareketli hedeflere atış serbest. Nizamiye
bölgesindeki, nizamiye bölgesi serbest atış.
Uğur Uzunoğlu: Bölgede bir helikopter, bir de nizamiye vuruldu.
Ekrem Aydoğdu: Anlaşıldı aslan 4. Nizamiyedeki bir helikopteri vurdunuz anladım.

TBMM

Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne o gece helikopterle asker indirmeye çalışan derbeciler, TBMM
Koruma Dairesi Başkanlığı personelinin aşağıdan ateş açması sonucu başarıya ulaşamadan
uzaklaştılar. Ancak Meclis, gece boyunca uçaklar tarafından 3 kez bombalandı. Mecliste bulunan
milletvekilleri sığınakta kendilerini korumaya alırken Meclis'in Genel Kurul binası, Başbakan
Binali Yıldırım'ın, Başbakanlık ofisi ve Meclis’deki bazı tavanlar çökerken, kulislerin camları
kırıldı. Meclis bahçesindeki ağaçların zarar görürken bazı polis memurları ve Meclis görevlileri
yaralandı.
Saldırı Milletvekillerinin darbe girişmi hakkında konuştukları sırada gerçekleşti.

İlk bomba Dikmen Kapısı girişinin sağ tarafında bulunan alana düştü ve burada büyük bir çukur
oluşturdu.

İkinci bomba Başbakanlık ofisinin bulunduğu bölüme isabet etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi
ana binaya en büyük zararı bu bomba verdi. Bomba, Başbakan makam odası, sekreterya bölümü,
koridor, basın tarafına geçilen bölümle dış kulisteki bahçeye büyük ölçekli zarar verdi.

Üçüncü bomba, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi Gruplarının bulunduğu
bölüme düştü. Patlamanın ektisiyle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun makam odasının
kapı ve camları kırıldı. Bu katta yer alan bütün camların kırılması dışında, CHP Grup Yönetimi
toplantı salonu da hasar gördü.

Darbeciler tarafından idare edilen helikopterler halkla ilişkiler binası ve ziyaretçi binalarıyla, ana
binayı taradı. Kurşunlar, Araştırma Komisyonlarının toplantılarını yaptığı salondan girerek Bir
milletvekiline ait makam odasından çıktı ve karşıdaki duvara isabet etti.

Saldırının ardından Başbakan Binali Yıldırm şu açıklamalarda bulunuyordu:

Şu anda Ankara semalarında kamu binalarına vatandaşa bomba atanlar var. Bunların şu an
itibariyle hava sahasında uçuşa yasak hale getiriyoruz. Karadan cevap verilecektir. Demokrasi
kazanacak. Millete darbe yapmaya çalışan çete eninde sonunda cevabını alacak.

Büyük oranda kontrol elde. Komuta kademesinin onayı olan bir şey değildir. Paralel
yapılanmanın çılgınlığıdır. Bütün ordu komutanlarımız görevinin başındadır.
Bu andan itibaren havadan karadan her türlü atışlara karşılık verilecektir.

TBMM Başkanı  İsmail Kahraman Meclise bomba isabet etti ve polislerimizden yaralananlar
oldu. Ölü mevzu bahis değil. Neticesi olmayan bir macera açıklamasını yapıyordu.
CHP Grup Başkan Vekili Manisa Milletvekili  Özgür Özel CHP adına Meclis'te şu konuşmayı
yapıyordu: Sayın başkan, değerli milletvekilleri hepinizi saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet
Halk Partisi olarak 93-94 yıldır seçimlere girer çıkarız. Yeneriz, yeniliriz; ama asla darbecilere
yenilmeyiz. Darbecilere teslim olmayız. 

Son yapılan seçimlerde halkımız Cumhuriyet Halk Partisi'ne ana muhalefet partisi olma görevini
vermiştir. Halkımız yapılacak bir demokratik seçimle CHP'ye bir başka görev verene kadar,
iktidar olur muhalefet olur, Türkiye'nin ve bu parlamentonun ana muhalefet partisiyiz.
Demokrasiye ve parlamentoya sonuna kadar bağlıyız.

Sayın Genel Başkanımız bir program için, bu nahoş saldırı, bu demokrasiye karşı darbe girişimi
gerçekleştiğinde, duyulduğunda havadaydı. Çok gecikmeli olarak Atatürk Havalimanına indi.
Kendisinin ilk açıklamaları kamuoyuyla paylaşıldı. Hava trafiği olmadığından şu anda
dönemiyor. Ancak ilk fırsatta
Ankara'ya dönmek üzere bütün şartları zorluyor. Bizlere talimatı Meclise ve demokrasiye sahip
çıkma yönündedir. 

Meclis'in açık kalması, meclisteki vekillerin dik durması önemliydi. Bir çok milletvekili
Meclis'e ulaşmaya çalışıyordu. Bu vekillerden bazıları da MHP Milletvekilleriydi.  İzmir
Milletvekili Oktay Vural, İstanbul Milletvekili Atilla Kaya ve Ankara Milletvekili Mustafa
Mit Meclis'in Dikmen kapısına ulaştıklarında kapının otobüsle kapalı olduğunu gördüler.
Polis, vekillere içeri giremeyeceklerini, araçtan inmeleri gerektiğini söyledi. Olay anını ve
yaşananları Oktay Vural şu şekilde anlatıyordu:

...girişte solda kaldırımların olduğu yerde araba geçecek kadar bir yer gördük ve buradan
girdik. İçeri girip kaldırımdan aşağıya inerken orada tarandık. Hemen arabayla Meclis'in
girebileceğimiz ilk kapının oraya geldik. Sıyrılarak içeri girdik. Sonradan öğrendiğime göre
tarama, helikopter atışıymış. Yürüyerek girseydik belki de orada hedef olabilirdik.

Genel Kurula girdik. Orada milletvekilleri ve Meclis Başkanı vardı. Milletvekilleriyle


kucaklaştık. Gerçekten çok önemli anlardan biriydi. Düşünebiliyor musunuz? Siyaseten
rakipsiniz ama birdenbire, hepimizin orada bulunmamızdan da memnun olduğu bir tablo. Daha
sonra görüştüğümüz milletvekilleri 'Sizi gördüğümüze çok sevindik' dediler. Genel Kurulda
bir süre divanda oturdum. İndikten sonra birdenbire bir bombayla sarsıldık. Toz, duman
içeride... Büyük bir sarsıntı. O sırada küçük oğlum Yavuz da benimle beraberdi ve kulisteydi.
Hemen kulise çıktım. 27

Meclis'e yapılan saldırılarda 2'si ağır, 14 polis yaralandı.

Ertesi sabah Meclis'deki tahribat daha net belli oluyordu.

Meclisi vuran pilot Kurmay Albay Hasan Hüsnü Balıkçı


Darbe günü 15 Temmuz saat 17.00 sıralarında Kurmay Yarbay Hakan Karakuş, Akıncı Üssü’ne
gelmemi söyledi. ‘Seni Kurmay Albay Ahmet Özçetin çağırıyor’dedi. 143’üncü Filo’ya gittim,
27
23 Temmuz 2016 Anadolu Ajansı
Özçetin ile görüştüm.‘Bu gece harekat olacak’ dedi. Detayları anlatan Mustafa Azimetli ve
Hakan Karakuş, asıl girişimi karacıların yapacağını, Hava Kuvvetleri’nin destek olacağını
söyledi. Bize ne iş düşeceğini bilmiyordum, ‘Dışarıda hedef listesinden bahsediliyor’ dedim.”

Albay Özçetin’in getirdiği hedef listesinde MİT Müsteşarlığı, MİT ikinci yeri ve Polis Özel
Harekat’ın da işaretlendiği birkaç yer olduğunu gördüğünü ve korkup çekindiğini söyleyen
Balıkçı şöyle devam etti:
Ben pistten kalkan dördüncü uçaktaydım. Benimle aynı uçakta arkamda Kurmay Yüzbaşı
Selahattin Yorulmaz vardı. Ben kalktıktan sonra uçağın bilgisayarını bozdum ve uçak görev
yapamaz hale geldi. Akıncı’nın güneyinde havada bekledim. 141’inci Filo’ya ‘Uçak arızalı’
dedim. Yakıt azalınca Akıncı’ya indim.

ikinci kez havalanan Balıkçı, Akıncı Hava Üssü’ne indikten iki, üç saat sonra Kurmay Yüzbaşı
Ahmet Tosun ve Kurmay Yüzbaşı Mete Kaygusuz’un uçuş için kendisini çağırdığını, başka bir
F-16’ya ikinci pilot Yüzbaşı Uğur Uzunoğlu ile birlikte bindiklerini anlattı:
Havalandıktan sonra 20 dakika kadar görev bekledik. Yerden, 141’inci Filoda’ki desk denilen
birimden koordinatlar verildi. Bu koordinatı eylem ve boylam olarak veren kişi Kurmay Yüzbaşı
Ahmet Tosun’du. Uçağımdaki 2’nci pilot Yüzbaşı Uğur Uzunoğlu enlemi boylamı girdi. Bu
sırada Tosun, ‘Bu hedef Meclis’in önündeki bahçe’ dedi. Sonra Uzunoğlu, hedefin neresi
olduğuna görüntülü olarak baktı. Hedefin doğru yapıldığının tespitine karar verdi. Alanı
işaretledi. Daha sonra 141’inci Filo’daki Tosun’a ‘Meclis’in önündeki bahçe hedef, mutabık
mıyız’ diye sordu. Tosun ‘Mutabıkız doğrudur’ dedi. Daha sonra ben hedefe bir adet LGB isimli
lazerle işaretlenen noktaya giden bombayı bıraktım. Bu lazerle işaretlenmeyi sniper cihazı
yardımıyla 2’nci pilot Uzunoğlu yaptı.

Meclisi bombalaıktan sonra alçak uçuş emri geldiğini söyleyen Balıkçı şöyle devam etti:

İki kez alçak uçuş yaptım. Uçuş yaklaşık 45 dakika sürdü.

Gülen Cemaati mensubu Kurmay Albay Ahmet Özçetin'in Akıncı Üssü’nün başı olduğunu iddia
eden Balıkçı, yaşananlardan pişman olduğunu dile getirdi:

Bütün bu olanlardan sonra çok pişmanım. Bir gecede vatan haini olduğumun farkındayım. Ahmet
Özçetin’in, Tuğgeneral Hakan Evrim’i de etkisine alarak orada güvendikleri FETÖ’cü pilotlarla
bu eylemi planladıklarını düşünüyorum. Ahmet Özçetin kurmay albay olmasına rağmen
kendisine Akıncı Üssü’nde geleceğin generali olarak bakılırdı; FETÖ’ye mensup olmayan
kişilere soğuk davranırdı. Uçaklara talimat verenler arasında ben Akın Öztürk’ün sesini
duymadım. Ancak yukarıda da açıkladığım gibi Hakan Evrim general olmasına rağmen pısırık
birisidir. Bu şekilde eylemleri yalnız başına organize edecek gücü yoktur. Ancak Albay Ahmet
Özçetin daha etkili ve ataktır. Ben FETÖ’cü bir subay değilim. Sivil abim de yoktur. Normal
şartlarda darbe gecesi bana uçuş görevi de verilmeyecekti. Son anda ihtiyaç nedeniyle bana uçuş
görevi verildi ve ben maalesef Meclis’i bombaladım.

Yurtta Barış Konseyi’nin kimlerden oluştuğunu bilmiyorum. Darbeden sonra internette okudum.
Olaydan sonra eşim cumartesi günü eşyaları ve çocukları alıp Konya’ya gittiler. Pazar günü eşim
tekrar Ankara’ya geldi. Beni alıp Konya’ya götürdü. Konya’daki evimiz 2 katlıdır. Eşim ve
çocuklarım alt katta kaldılar. Ben evin üst katında yalnız kaldım. Eşim ne olduğunu sorduğunda
ona TBMM’yi bombaladığımı söylemedim. Çocuklarımla görüşmeyi göze alamadım. Pişmanım
bir günde hayatım değişti. Keşke zamanı geri sarma imkanım olsa ve ben bunları hiç yapmamış
olsaydım. FETÖ/PDY mensuplarınca darbenin TSK adına yapıldığını belirterek kandırıldığımı ve
kullanıldığımı düşünüyorum. Kaldı ki darbe silahlar kuvvetler adına da yapılmış olsa bu
yaptıklarının büyük bir hata olduğunu düşünüyorum.

TBMM'ye F-16'yla atış yapan pilotlardan bir diğeri de Yüzbaşı Hüseyin Türk'tü. Emri Akıncı Üs
Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim'den aldığını iddia eden Türk, YAŞ üyesi Orgeneral Akın
Öztürk'ün damadı Hava Pilot Kurmay Yarbay Hakan Karakuş ve Hava Pilot Kurmay Binbaşı
Mustafa Azimetli'nin konuyla ilgili kendileriyle toplantı yaptığını, o toplantıda kendine
koordinatların verildiğini belirtti.

Türk kalkışma gecesi yaptığı bombalamalarla ilgili şu ifadeleri kullandı:

Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı’na bomba atıldığında anladım. Bu anda henüz benim
sorumlu olduğum atışlarımı içerir uçuşumu gerçekleştirmemiştim. Uçuşum boyunca filo
telsizinden almış olduğum koordinatlar çerçevesinde ilk olarak TÜRKSAT’a bomba attım.

Takiben ikinci verdikleri koordinatların şehir içi olduğunu kendilerine ilettim, ‘atış serbest, sıkıntı
yok’ demeleri üzerine belirttikleri yeri bombaladım. Ancak vermiş oldukları koordinatı şehir içi
olduğunu anlayıp kendilerine bu hususta bildirmiş isem de bu anda bile ben TSK içerisindeki
azınlık bir gruba hizmet ettiğimin farkında değildim. Uçuş boyunca TÜRKSAT ve şehir içi
olmak üzere altı yere bomba attım.
Komutanlarımın verdiği emirle hedefimde olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni vurdum.

Malatya Taarruz Helikopter Bakım Onarım Takım Komutanı Yüzbaşı Memduh Karagöl,
Ankara Kara Havacılık Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü’nde plan subayı Akif Binbaşı’nın
öğlen saatlerinde arayarak, ATAK helikopterlerinden 2’sinin teslim edilmesine yönelik emri
gönderdiğini söylediğini iddia ederken, ifadesine şöyle devam ediyordu:

Cumartesi sabahı gitmenin daha uygun olacağını söyledim. Güvercinlik’te bulunan Birlik Bakım
Takım Komutanı Yarbay Murat Polat, hafta sonu CH-47 helikopterlerinin devir-teslimi olacağını,
helikopterlerin bir an önce gelmesi gerektiğini söyledi. Bunun üzerine saat 16.30’da birliğimizde
bulunan 3 helikopterden 2’si hareket etti.

Ankara’da helikopteri Güvercinlik yerine Temelli’ye indirmemiz gerektiği yönünde emir geldi ve
saat 21.00 sıralarında Temelli’ye iniş yaptık. Burada bizimle birlikte Kara Havacılık Okulu
Komutanlığı’na bağlı eğitim uçakları bulunuyordu. Yarbay Hakan Erol, ATAK helikopterlerinin
Güvercinlik’e getirilmesi konusunda talimat aldığını söyledi. Saat 22.00 sıralarında İstanbul’da
köprülerin kapatıldığını görünce olağanüstü bir durum olduğunu anladım. Yarbay Hakan Erol,
Güvercinlik’e değil de Akıncı Hava Üssü’ne gitmemiz gerektiğini söyledi. İtiraz edince
“Güvercinlik’e bakalım, oradan da Akıncı’ya geçeriz” dedi. 23.00 sıralarında motor çalıştırdık.

Ulaş helikopteri ile birlikte Temelli’den kalkış yaptık. Başkent Üniversitesi’ne yaklaştığımız
esnada üzerimizden çok yakın bir mesafeden jet geçti ve ani alçalma yaptık. Hava İkmal
Komutanlığı üzerine geldiğimizde telsiz konuşmalarını duymaya başladık. Sesinden tanıdığım
Yarbay Özcan Karacan, havadaki diğer unsurlara “Onların aracına kobra demeyin, akrep deyin,
polisin akrebini vurun, polisleri vurun” şeklinde talimat verince şok oldum. Yine sesinden
tanıdığım Sikorsky helikopter pilotu olan Yarbay Halil Gür’ün, “Beştepe ve Beytepe civarındaki
polisleri vurun” diye anons ettiğini duydum. İndikten sonra Ulaş helikopterden Emin Üsteğmen
ile yaptığım konuşmada, Yarbay Halil Gür’ün anonsta “Süngü-01 kim, kim bunlar? Onları da
vurun” diye anons ettiğini duyduğunu söyledi.

Bu anonslardan birkaç dakika sonra Güvercinlik’e indik. Ortalık daha önceki gördüğümden çok
daha farklıydı. Dikkatimi çeken 3 yakıt tankerinin apronda beklediği, farklı birliklerden teknisyen
ve pilotların havaalanında olduğunu gördüm. Yarbay Erdal Başlar (KKK Atak projesi subayı)
beni apronda karşıladı. “Hoş geldiniz. Hemen helikopterinize silah yükleyin” deyince
sinirlendim, “Ne mühimmat yüklemesi, kim kime vuruyor, bir şeyden haberim yok?” dedim.
Teknisyen ve pilot arkadaşlarıma “Hiç kimse ayrılmasın, hiç bir şey yapmayın, silah
yüklemeyin” dedim. İçeri geçerken Malatya ilinde görevli olmasına rağmen Başçavuş Volkan
Türkkorkmaz’ı ve Başçavuş Mustafa Ormantepe’yi gördüm. İçeride de çok sayıda pilot gördüm.
“Ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Yapıyoruz bir şeyler. Sonuna kadar mücadele edeceğiz”
şeklinde cevap verdiler.

Tabur Komutanı Yarbay Murat Bolat’ın odasına gittim. Odada Yarbay Hakan Erol da vardı.
Belinde tabancası ve tulumu olması dikkatimi çekti. “Ne oluyor bitiyor?” diye sorduğumda, bana
sıkıyönetim ilan edildiğini söyledi. Ben de bunun üzerine yasal olup olmadı- ğını anlamak için
“Genelkurmay Başkanı’mızın emri veya haberi var mı?” diye sorduğumda baş parmağını kaldırdı
ve 2000 sayfalık bir emrin olduğunu söyledi. Bana tam anlamıyla okuyamadığım ve anlamadığım
bir yazı gösterdi. Bana “Bundan sonra size verilen bütün emirleri yapacaksınız, yapmazsanız
bunun gereğini yaparım” dedi. Bunu söylerken de palaskasındaki silahını düzelterek beni tehdit
etti.

“Bir odaya geçip TV izledim. Cumhurbaşkanı’mız ve Başbakan’ımızın açıklamalarını duyunca


darbe olduğunu ve yasal dayana- ğının olmadığını anladım. Hemen eşimi ve ailemi aradım ve
dışarıya çıkmamalarını söyledim. Otururken, helikopterimin isabet aldığını söylediler, nasıl
olduğunu anlamadım. Ekibimle beraber misafirhaneye geç- tik ve sabaha kadar orada kaldık.
Sabah 08.30’da nizamiyeden ayrılıp yakınlarımızın yanına geçtik. Saat 10.30’da Malatya’dan
Yarbay Adem İzgü beni arayarak alay komutanımızın Ankara’da helikopterin durumu hakkında
bilgi istediğini belirterek, Güvercinlik’e gidip kontrol etmemi istedi. Ekibimle Güvercinlik’e
gittik, burada nizamiyede polis vardı. Metin Albay tüm ekibimizi gözaltına aldı.

Yapılmak istenen bu darbenin kanunsuz olduğunu anladığım için Yarbay Murat Bolat tarafından
verilen emirleri yerine getirmedim. Helikoptere mühimmat yüklemesi yaptırmadım. Dolayısıyla
darbe girişimi içerisinde olmadığım gibi maiyetim alında bulunan ve Malatya’dan beraber
geldiğimiz arkadaşlarımın da herhangi bir faaliyet içerisinde bulunmalarına engel oldum. Ben
helikopter pilotu olarak teröriste bile ‘terörist olduğundan emin olmadan ateş edilmeyecek’
prensibiyle yetişmiş bir subayım. Silahsız vatandaşa karşı ve diğer güvenlik kuvvetlerine, devlet
kurumlarına karşı silah kullanmam mümkün değildir.

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi
Darbe kalkışmasında Külliye F-16’lar ve helikopterler tarafından vurulmaya başlanmıştı. Ancak
darbecilerin hesap edemediği bir şey odu. Külliye’den darbecilere omuzdan atılan (manpads)
uçaksavar füzeleriyle karşılık verildi. Beştepe Külliyesi’nin Önüne bomba atan helikopterin
pilotu Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığında üsteğmen olarak görev yapan Müslim Macit Ankara
Batı Cumhuriyet Başsavcılığı’nda alınan ifadesinde 15 Temmuz ve ertesi sabah yaşananları
anlatıyordu.
İlk ifadesinde savcıya uçmadığını söylemişti, ancak darbe girişiminden sonra 14 gün dışarıda
kaldı. Dışarıda televizyon izlediğinde haberlerde kendisinin attığı bomba ile insanların öldüğünü
öğrendi. Bunu kimseye söyleyemedi.

Olay günü Hasan Hüsnü Balıkçı'nın (Kurmay Yarbay. Akıncı Üssü’nde 143. Filo Komutanı)
Hükümetin bizleri tek tek görevden uzaklaştıracağını, hatta birkaç generalin alındığını, bu işi
yapmamız gerektiğini' söylemesi nedeniyle eylemin darbe olduğunu anladım, çok pişmanım.
Diyen Macit şöyle devam etti:

Alparslan, Ramazan ve Mehmet isimli kişiler 2005 yılında tanıştığım şahıslardır. Soyisimlerini
hatırlamıyorum. Bu şahısların şu anda ne iş yaptıklarını ve nerede olduklarını bilmiyorum. Ben
liseden itibaren Fethullah Gülen cemaatine katıldım. Mehmet isimli şahıs Adanalıydı. Yanlış
hatırlamıyorsam Gazi Üniversitesi otomotiv bölümünde okuyordu. Biz aralık ayının sonlarından
itibaren üniversiteye hazırlık amacıyla Ramazan, Alpaslan ve Tahir ile ders çalışmak için gittik.
Bizi Mehmet ve başka kişiler de çalıştırıyordu. Ben harp okuluna gitmeyi istiyordum. Mehmet
isimli şahıs da grupta bulunan herkesin harp okuluna gitmesini istiyordu. 2005 yılında üniversite
sınavına girdim ve 334 puan aldım. Kendi isteğim ve Mehmet'in yönlendirmesiyle girebileceğim
tüm askeri okullara başvurdum, tüm mülakatlara girdim. Deniz Harp Okulunda yedekte kaldım.
Hava Harp Okulu, hava astsubaylık ve jandarma astsubaylık bölümlerini kazandım. Mehmet bana
sınava girmeden önce 'Bizim tanıdıklarımız var, sana yardımcı olacağız.' diye bir şey söylemedi
ancak ben bilmeden böyle bir girişimde bulunmuş ise de onu bilmiyorum.

Mehmet ile Sincan Fatih'teki bir evde Hava Harp Okulunu kazandıktan sonra görüşmeye devam
ettim. Kendisi beni Mustafa isimli cemaat üyesine devretti. Mustafa da Gazi'de okuyordu.
Mustafa iki haftada bir İstanbul'a gelip benimle değişik adreslerde buluşuyordu. Kur'an, cevşen
ve kitap okuyup Fethullah Gülen'in vaazlarını seyrediyorduk. Mustafa'nın gerçek adı olduğunu
düşünüyorum ancak nereli olduğunu bilmiyorum. Birinci sınıfın sonuna kadar Mustafa ile
görüştüm. Birinci sınıfın sonunda Abdullah Ö. ile tanıştık. O da benimle birlikte aynı okulda
devremdi. O da cemaate üyeydi. Benimle birlikte evlere gidip gelirdi. İkinci sınıfa geçtiğimizde
Mustafa bizi cemaatten olan Abdullah Ö'nün cemaat ağabeyi Fatih isimli şahsa devretti. İkinci
sınıf boyunca Fatih ile Kur'an okuma, namaz kılma, Fethullah Gülen kasetlerini izleme gibi
faaliyetlerimizi sürdürdük. Birinci ve ikinci sınıfta okulda öğretmenlerimizden hangisinin
cemaatçi olduklarını bilmiyorum. Okulda da diğer arkadaşlarımız cemaatçi oldukları hakkında
bilgi verilmedi. Biz sadece Abdullah Ö. ile irtibatlıydık. Daha sonra üçüncü sınıfta bizi soyismini
bilmediğim Kırşehir veya Kırıkkaleli olan Halil İbrahim isimli ağabeye devrettiler. Bu da
Ankara'da okuyordu. Ankara'dan gelip bizimle görüşüyordu. Bu şahısla İstanbul'da Vatan
Caddesi'nde bir yerde buluşuyorduk. Üçüncü ve dördüncü sınıf bu şekilde devam etti. Ara sıra
bizim yanımıza Tahsin isimli ağabey geliyordu. Tahsin daha üst bir ağabeydi. Muhtemelen bu
kişi cemaat üyesi diğer öğrencilerle de görüşüyordu. Çünkü okulda olan olaylardan bahsediyordu.
Kendisi Abdullah Ö'den okuldaki diğer öğrencilerle ilgili bilgi alıyordu. Bize hep 'Disiplinli olun,
ders çalışın.' diyordu.
Mezuniyetin ardından tayini Çiğli'ye çıkan Müslim Macit, Sağlık problemi olmayan herkes
Çiğli'ye atandığı için dördüncü sınıfı bitirmeden 3-4 ay kadar önce cemaat üyesi ağabeylerden
olan Yavuz isimli şahıs İstanbul'a gelerek 'Çiğli'ye gelince beni arayın.' dedi ve telefon numarası
verdi. Çiğli'ye gidince Yavuz ile irtibat kurduğunu söyledi.

Yavuz'un kendisini Cem isimli bir öğretmen ile tanıştırdığını anlatarak ifadesini sürdürdü:
Cem ile birlikte onun yönlendirmesiyle bir ev kiraladık, evin kirasını biz ödedik. Eşyaları
kendimiz aldık. İlk maaşımızı eşyaların parasını ödemesi için Cem'e verdik. Eşyaları onunla
beraber almıştık. Daha sonra maaşımızın yüzde 15'ini himmet olarak cemaate verdik. Paraları
elden, önce Cem'e sonra da bizimle ilgilenen Hasan isimli şahsa verdik. Hasan isimli şahıs
Yamanlar Kolejinde tarih öğretmeniydi. 14-15 ay kadar Çiğli'de durduk. Çiğli'de cemaatle
bağlantılı kişilerle irtibatımız olmadı.

Ardından Konya'ya geçip, 9 ay burada kaldıklarını belirten Macit, Konya'daki ağabeyimizin ismi
Yusuf'tu. Bu şahıs bilgisayar öğretmenliği mezunuydu ancak çalışmıyordu. Biz Abdullah Ö. ile
devam ettik. Yusuf da bizi eve çağırıp önceki ağabeylerimiz gibi namaz kıldırıyordu. Vaaz
dinletiyordu. Toplandıktan sonra ayrılmadan önce bir sonraki toplantının nerede yapılacağını
kararlaştırıyorduk. Telefon ile görüşmüyorduk. Bir telefon numarası veriyorlardı, bunu
ezberimizde tutuyorduk. Tedbir amaçlı numarayı yazdırmıyorlardı. Ayrıca kendisi bize 'Namaz
kıldığınızı belli etmeyin.' diyordu. Namazı ima ile kılıyorduk. Bu şu demekti, namazın bütün
rükunlarını göz önüne getirip, okunması gerekenleri içimizden okuyorduk. İma ile namaz
kılarken biri bir şey söylerse namazı bozup sonra tekrar kılıyorduk. Kimsenin olmadığı zamanlara
denk getiriyorduk." dedi.

2011 yılının eylül aylarında, Akıncı'ya gelince Melih kod isimli şahısla irtibat kurduk. Melih ile
buluşmamızı Altınpark'ta yaptık. Bu şahsı ODTÜ'de bilgisayar mühendisi olarak biliyorum.
Ankara'da Öncel Filoyu bitirdik. Daha sonra 142. filoya atandık. Melih ile görüşmeye devam
ettik. Daha sonra 2013 yılında Serdal ile tanıştık. Bu da kod isimliydi. Bu şahıs Maltepe
Dershanesinde öğretmenlik yapıyordu. Sonra memur oldu. Onunla da aynı şekilde
görüşmelerimizi sürdürdük. Daha sonra Hakan kod isimli cemaat ağabeyiyle görüşmeye devam
ettik. Bu şahıs Samsunluydu. Cemaatin okullarından birinde öğretmendi. 17 Aralık'tan sonra
cemaat AK Parti'yi daha çok konuşmaya başladı.

Daha sonra, kurmay subaylık için akademi sınavlarına katıldıklarını aktaran Macit,
Burada Mahmut kod isimli M.A. ile tanıştık. Mahmut, ismini bilmediğim bir ağabeyle gelerek
'Kimseye söylemeyeceksiniz.' diyerek yemin ettirip, 'Size bir SD kart vereceğim. Buna çalışın.'
dedi. Biz de Abdullah ile buna çalıştık. Çalıştığımız belgede sınav soruları vardı. Bu sorular
sınavda aynen çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam 88 veya 90 civarında not aldım. Bana, 'Soruların
hepsini çözme. 88 veya 90 alacak şekilde yap.' dediler. Bunu da test sınavlarından 10 veya 12
yanlış yaparak ayarladık. Yazılı sınavda ise bazı yerleri yanlış yazarak ayarladık.

Darbe eyleminden bir gün önce gece uçuşundan saat 23.30 gibi indim. Devrem olan Adem Kırcı,
bana 'Çavur Binbaşı not bırakmış, sen, ben ve Mehmet Çetin Kaplan ile görüşmeye gideceğiz.'
şeklinde mesaj çekmiş. Üçümüz birlikte Mehmet Fatih Çavur'un (Hava PiIot Kurmay Binbaşı
4'üncü Ana Jet Üs K.lığı ) lojmandaki evine perşembeyi cumaya bağlayan gece gittik. İlk başta
evde eşi yoktu. Çocukları da uyuyordu. 'Yarın üste çok farklı bir harekat olacak, üs kalabalık
olacak. Merkez burası olacak, dışarıdan asker olarak katılacak birlikler de olacak. Katılmak ister
misiniz? Siz bugüne kadar bunlar için yetiştirildiniz. Verdiğimiz emeğin karşılığını
ödeyeceksiniz. Ben bugüne kadar savaşvari günler olmasını bekliyordum. Vatan için bunu
yapmamız gerekiyor. Bunu bilen 5 kişi var, bugün de siz öğrendiniz. Üs komutanın da haberi
yok.' dedi. Diğer 5 kişiyi söylemedi. Biz, 'Üs komutanının haberi yok' deyince Ahmet Özçetin'in
bu işin planlayıcıları arasında yer aldığını düşündük. Ancak Mehmet Fatih Çavur böyle bir şey
demedi. 'Darbe yapacağız, sıkı yönetim olacak, terörle mücadele harekatı olacak' şeklinde bir şey
de söylemedi. Terörle mücadele harekatlarını genelde üs komutanının bilgisi dahilinde harekat
komutanı yönetir.

Ayrıca 'Harekat gizli olacak. Kimseye söylemeyin. Ülkenin halini görüyorsunuz. Bu harekatı
yapmak zorundayız. Ben sizin evlere gidip geldiğinizi biliyorum.' dedi. Çavur Binbaşı'nın bu
konuşmasında bizimle ilgili daha önceden cemaat evlerine gidip geldiğimiz bilgisinin kendisine
verildiğini anladım. Biz eve girdikten 10 dakika sonra eşi geldi. 'Hoşgeldiniz.' dedikten sonra
yanımızdan ayrıldı. Yanlış hatırlamıyorsam evde yarım saat kadar oturduk. 'Benim de sizlerin de
çocuğu var. Onları da feda edin harekat için.' dedi.

Çavur Binbaşı'nın bizi evine çağırıp gece yarısı bu konuşma yapması, bende onun da cemaat
üyesi olduğu kanaatini oluşturdu. Zira konuşmalar bir mensubiyet ve güven ilişkisini kapsıyordu.
Cemaatte hiç kimse 'Ben cemaat üyesiyim' demez, ancak ordu içinde alkol kullanmayan,
sohbetlerinde cinsel içerikli konuşmalar yapmayan kişilerin bu duruşlarından cemaat mensubu
olma ihtimallerini değerlendiririz. Son olarak 'Yarın saat 17.00 sıralarında 141. Filoda olun. Şahsi
silahlarınız yanınızda değilse, yanınıza alın.' dedi. Daha sonra arkadaşlarla birlikte Çavur'un
evinden ayrıldık. Herkes kendi evine gitti. Eve giderken kendi aramızda bu konuşulanlara pek bir
anlam veremedik. Biz darbe mi olacak, Suriye ile bir savaş mı, yoksa terörle mücadele harekatı
mı olacak anlam veremedik.

Darbe girişimi günü saat 11.30 gibi üsse giderek depoda bulunan silahını alıp eve dönen Macit,
bu arada kimseyle görüşmediğini aktardı.

Öğleden sonra 141. Filoya geçtiklerini aktaran Macit şöyle devam etti:
Gittiğimde Hakan Karakuş, Hakan Evrim ve Çavur, komutan odasında konuşuyorlardı. Kapı
açıktı. Bizim geçtiğimizi gören Çavur Binbaşı 'Gazinoda bekleyin.' dedi. Biz gazinoya geçtik. O
arada devrem Mustafa Erez'i görmek için eğitim odasına gittik. Eğitim odasında Ahmet Tosun ile
Erez vardı. Pazartesi yapılacak uçuşu planlıyorlardı. Daha sonra Erez ve Mehmet Çetin Kaplan
ile gazinoya geçtik.

Saat 18.00 sıralarında Yarbay Hakan Karakuş'un toplantı için kendilerini beklediği yönünde
haber aldıklarını belirten Macit, şunları anlattı:

Gazinoda toplandık. Toplantıya Çavur, Özgür Ötgün, İlker Hazinedar, Ahmet Tosun, Mustafa
Konur, Mete Kaygusuz, İlhami Aygün, Mustafa Özkan, Çetin Kaplan, Adem Kırcı, Oğuz Alper,
Emrah, Ekrem Aydoğdu, Uğur Uzunoğlu, Selahattin Yorulmaz gibi isimler katılmıştı.
Konuşmayı Karakuş Yarbay yaptı. Karakuş, 'Bugün çok gizli bir harekat yapılacak. Terörle
mücadelede Cevdet Türkeli gibi çok tecrübeli arkadaşlarınız var. Ancak onları çağırmadık. Bu
sefer de böyle denenecek. Biz buraya 3 kez dahi uçsak itiraz etmeyecek pilotları çağırdık. Uçuş
bölümü 141. Filodan yönetilecek. Ancak karargâh olarak 143. Filo kullanılacak. Oraya çok
gitmemeniz gerekiyor; 143, gidilecek koordinatları belirleyecek. Biz ona göre hareket edeceğiz.'
dedi ve birkaç yüzbaşıya kursiyer pilotlarla ilgili 'Siz sorumlusunuz.' diye talimatlar verdi. Daha
sonra brifing salonunda toplandık. Toplantıya sonradan Hüseyin Türk geldi. İlk önce Hasan
Hüsnü Balıkçı konuştu. 'Bizim isim listemiz var. Hepsi ellerinde, hepimiz bu listedeyiz. Bazı
generallerden alınmaya başlandı. Sonra tek tek bize gelecek. Bu işi bugün yapmamız gerekiyor.
Onlardan önce davranmamız gerekiyor.' dedi. Ben bu konuşmalardan hizmet hareketinin
hükümet tarafından hedef alındığını, ordudan atılacağımızı, cemaatçi olan arkadaşlarımızın da
buna karşı koymaya çalıştıklarını, kendimin de cemaatten olduğum için çağrıldığımı düşündüm.
Yarbay Hasan Hüsnü Balıkçı, "Elimde koordinat listesi var. Hedeflerimiz bunlar olacak. Bu
koordinatların havacıların kullandığı koordinata çevrilmesi gerekiyor. En küçük rütbeli kim?"
diye sordu. Macit "Benim" karşılığını verdi:

Bu sırada Çavur Binbaşı 'İlk uçacakları söylüyorum.' diyerek uçuş listesini okudu. O
koordinatları çevirip hedefleri belirlemem için listeyi bana verdi. Ben de listeyi alıp bir bilgisayar
buldum. Brifing hücrelerinden birine geçtim. Karasal sistemde gelen koordinatı havacılık
sistemine çevirmeye çalıştım. Ancak bilgisayar arızasından dolayı çeviremedim. Bu sırada bir
kişi gelerek 'Ahmet Özçetin'in emri; kalkın, ilk uçuş yapılacak. Koordinatlar havada verilecek.'
dedi. Bunun üzerine ilk uçuşa Azimetli, önünde Ekrem Aydoğdu, Ertan Koral ve önünde de
Mehmet Çetin Kaplan olmak üzere havalandılar. Renkli fotokopi halinde gelmiş resimler vardı.
Bu resimlerin birinde Gölbaşı Özel Harekat, MİT ve Gölbaşı'ndaki başka yerler belirtilmişti.
Bunlardan yararlanarak koordinatları çıkardım ve bir liste halinde deske koydum. Uçuşa gidenler
de fotokopiyle çoğaltılan bu listeden aldılar. İlk uçuşa gidenler havalandıktan sonra Çavur
Binbaşı benden Genelkurmayın koordinatlarını istedi. Ben de verdim.
Yüzbaşı Ahmet Tosun Macit’e uçuşa gideceği ve tek başına uçacağını söyledi. Uçakta 6 tane
MK-82 bombası yüklüydü.

Uçağa06.15 civarında binerek, havalandı, 5 dakika kadar sonra "Yaptığınız uçuş illegal. Talimat
dışında kalkan uçaklar inin" anonsu yapıldı. Gece boyunca kalkan diğer uçaklara da aynı
talimatlar verildiği için Macit bunu dikkate almayacaktı :

Benden önce uçan pilotlar benzer şekilde uyarıldıklarını Yüzbaşı Ahmet Tosun'a söylediler. O da
Ahmet Özçetin'e sordu. Onun 'Dikkate almayın.' şeklindeki uyarıları üzerine uçuşlar devam etti.
Ben de bu nedenle uyarıyı dikkate almadım. Kalkmadan önce verilen koordinatı Uçağagirdim.
Jandarma Genel Komutanlığının önünü gösteriyordu. Benim uçağımda 'sniper pod' yoktu. 20 bin
fitte uçtum. Telsiz filo da çalışmadığı için kuleden Yarbay Hakan Karakuş, 'Koordinat üzerinde
beklemeye devam et. Sonra talimatı vereceğiz.' dedi. Sonra 'Hedefleri veriyoruz.' diyerek, bana
talimatlarda bulundu. 'Koordinatın yanındaki kavşak, caminin önü, koordinatın batısı.' diye
tariflerde bulundu. Ben, 'Batı'da bir şey yok.' deyince, Karakuş diğerlerine 'Atış serbest.' dedi ve
kavşağa bir tane MK-82'yi görerek ve dalarak atış yaptım. Sonra tekrar havalandım. Bu sefer de
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin oradaki cami yakınlarına dalarak ve görerek, atış yaptım. Bu
sırada kuleden Karakuş ile irtibat halindeydim. Onun talimatıyla atış yaptım. Caminin yanına da
bir bomba attım. Daha sonra uçaklar beni önlemeye geldiler. Beni uyararak, üssüme dönmem
gerektiğini belirttiler. Uçtuğum uçakta, başka uçakların bana kilitlendiğini gösteren sistem yoktu.
Muhtemelen diğer uçaklar bana kilitlenmişti. Bunu yakın uçmalarından anladım. Ben de durumu
Karakuş yarbaya bildirdim. Karakuş yarbay da inmemi söyledi. Bunun üzerine üsse döndüm.
Bir ara Ahmet Özçetin, Ahmet Tosun'a 'Cumhurbaşkanının uçağı Dalaman veya Antalya'dan
kalkmış olabilir. Araştıralım.' dedi. Ahmet Tosun da bana 'MY sisteminden radar izlerini
araştıralım.' dedi. Ben de araştırdım. Cumhurbaşkanının uçağına dair bir şey bulamadım.
Antalya'dan kalkan yüzlerce uçak vardı ancak Cumhurbaşkanının uçağı olduğuna dair bir kayıt
yoktu."

Mehmet Fatih ÇAVUR darbe emrini kimlerden aldığını bilmediğini belirterek, "Olay günü Hasan
Hüsnü Balıkçı'nın 'Hükümetin bizleri tek tek görevden uzaklaştıracağını, hatta birkaç generalin
alındığını, bu işi yapmamız gerektiğini' söylemesi nedeniyle eylemin darbe olduğunu anladım."
dedi.

Müslim Macit, Adil Öksüz'ü, sosyal medyadan tanıyordu. 143. Filoda gördüğüne, Öksüz'ün
telefonla görüşme yaptığını, etrafında da sivil kişilerin vardı, Macit şöyle devam etti:

"Olay günü stajyer teğmenler arasındaki konuşmalarda 'Sizi MAK'cılar durdurursa, yurtta sulh
deyin' ifadesi nedeniyle bunun bir parola olduğunu anladım. Olay günü öncesinde 'Yurtta sulh'
şeklinde bir parola duymadım. Yurtta Sulh Konseyi ile ilgili bana bir şey anlatılmadı.

Uçaklara bombalama talimatlarını telsiz başında bulunan Ahmet Tosun ve Mete Kaygusuz
dönüşümlü olarak verdiler. Bunlar da talimatları Ahmet Özçetin'den alıyorlardı. Ahmet Özçetin
de belirtiğim gibi talimatları ya telefondan ya da üsde bulunan sivil veya general rütbesindeki
kişilerden alıyordu.
Abidin Ünal'ın tutulduğu odayı görmedim. Sadece olay günü yanımdan geçti. Koordinatları
verdiğim kişilerin darbeyi bilip bilmedikleri hakkında bilgim yok. Ancak Hasan Hüsnü Balıkçı,
Mustafa Mete Kaygusuz, Ahmet Özçetin, Fatih Mehmet Çavur, Hakan Karakuş, Mustafa
Azimetli'nin bilgilerinin olduğunu düşünüyorum. Üs komutanı Hakan Evrim'in de Karakuş ve
Çavur ile olay öncesi odasında görüşmeleri nedeniyle eylemden haberi olacağını
değerlendiriyorum.

Gece boyunca MY sistemi ve filo seviyesi görev planlama modülünde bana verilen AK Parti
Genel Merkezi, TBMM önündeki bahçe, Genelkurmay, Kızılay meydanının koordinatlarını
Ahmet Tosun'un istemesi üzerine ben çıkardım. Bu koordinatları 141. Filo Komutanlığında
bulunan MY sisteminde görev planlama modülünden çıkarmıştım.

Ben vatanımı çok seven bir insanım. Görevimi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Her türlü
fedakarlığı yaptım. Başarılı bir askerdim. İyi niyetim de kullanılarak o gün oraya çağrıldığımı
düşünüyorum. O gün olacaklardan erken haberim olmasına rağmen karşı koyacak cesareti
gösteremedim. Olanlar nedeniyle ölen insanların olmasından dolayı da çok pişmanım. Hala
verilecek vatan için her görevi yapmaya hazırım.

Darbe akşamı darbecilerin arasında gerçekleşen telsiz ve telefonlara ait konuşmalarda Külliye
üzerinden alçak uçuş yapmalarına dair şu konuşmalar geçiyordu:
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Şahin 2 filo koordinat veriyorum kuzey 3955.8238
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): 3955.8473 kuzey 3247.9125 doğu 2250 feet (Cumhurbaşkanlığı
Külliyesi)
Aslan 4-2 (Mustafa Özkan): Aslan 4-2 aldı
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): 'Kaçak saray' üzeri MACH (ses duvarını geçerek) üstü her iki
koordinatta MACH üstü geçiş üçüncü koordinatı da veriyorum
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Aslan 4-2 numara 'Kaçak saray'ın koordinatını Şahin 2'ye iletin
yakıt bitene kadar MACH üstü geç üzerinden
Aslan 4-2 (Mustafa Özkan): Aslan 4-2 numara Şahin 2'ye 'Kaçak saray' koordinatını ikaz edecek
mutabık mıyız
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Mutabık yakıt bitene kadar. MACH üstü geçiş serbest Şahin 2'ye
Aslan 4-2 (Mustafa Özkan): Anlaşıldı koordinatı ikaz eder misiniz?
Aslan 4-2 (Mustafa Özkan): Anlaşıldı ikaz ediyorum Şahin 2'ye
Aslan 4 (İlhami Aygül): Kurt Filo Aslan 4
Aslan 4 (İlhami Aygül): MACH üstü geçiş için koordinat alabiliriz
Aslan 4-2 (Mustafa Özkan): Hocam ben aldım koordinatı
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Aslan 4 ikaz edeceğim bombalar hedef üzerinde mutabık mıyız?
Aslan 4 (İlhami Aygül): Bombalar hedefte şuan taarruz için MACH üstü geçiş için taarruz için
beklemekteyiz
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): İrtifalı tırmanın ikaz edeceğim
Aslan 4 (İlhami Aygül): 240'da bekliyoruz
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): anlaşıldı
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Cumhurbaşkanlığı Köprülü Kavşağı’na 2 bombaatıldı.
Bombalama talimatını Yarbay Hakan Karakuş verdi. Bombayı atan pilot Müslim Macit’ti.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin etrafının vurulması istenilen hedeflerle ilgili konuşmalar şu
şekildeydi:
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): Filo filo Şahin 2
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Şahin 2 Filo devam edin
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): 'Kaçak saray' koordinat için dinlemedeyiz.
Filo (Mustafa Mete Kaygusuz): Vereceğim bekleyin
Şahin 2 (Oğuz Alper Emrah): Anlaşıldı.
Hakan Karakuş Kule: Efendim
Ahmet Tosun Filo: Komutanım
Hakan Karakuş Kule: Evet
Ahmet Tosun Filo: Bir tane uçak gönderdik.
Hakan Karakuş Kule: Evet
Ahmet Tosun Filo: Yüklü
Hakan Karakuş Kule: Evet
Ahmet Tosun Filo: Bizim şu an telsiz temasımız yok.
Hakan Karakuş Kule: Evet
Ahmet Tosun Filo: Arkadaşa şey söylermisiniz. Ona koordinat verdik, koordinatttaki binanın
etrafına tek tek atış yapacak ama bizim ikazımızı bekleyecek
Hakan Karakuş Kule: Tamam
Ahmet Tosun Filo: Binayı vurmayacak binanın etrafına atacak
Hakan Karakuş Kule: Tamam
Ahmet Tosun Filo: Bizim ikazımız yine gelecek komutanım
Hakan Karakuş Kule: Tamam oldu, tamam saol
Hakan Karakuş Kule: Efendim
Mehmet Fatih Çavur Filo: Komutanım Çavur
Hakan Karakuş Kule: Evet
Mehmet Fatih Çavur Filo: Şimdi kalkan şey nereye gideceğini biliyor.
Hakan Karakuş Kule: Evet
Mehmet Fatih Çavur Filo: Onun daha çok batısına atılmasını istiyorlar
Hakan Karakuş Kule: Batı
Mehmet Fatih Çavur Filo: Batı tarafına
Hakan Karakuş Kule: Batı evet
Mehmet Fatih Çavur Filo: Bu herhalde kare dikdörtgen bir yer olabilir camiinin camii varmış
öndeki yolda
Hakan Karakuş Kule: Tamam
Mehmet Fatih Çavur Filo: Bir de köprü kavşağı batı tarafına, camiinin önündeki yol, köprü
kavşağı, camiye değil.
Hakan Karakuş Kule: Bi dakka, batı, köprü kavşağı
Aslan 6 (Müslüm Macit): DMPI (istenen vuruş noktaları) Tekrar eder misiniz
Hakan Karakuş Kule: Yol kavşağı, cami önü
Aslan 6 (Müslüm Macit): Bana verilen koordinatta mutabık mıyız
Hakan Karakuş Kule: Mutabık
Aslan 6 (Müslim Macit): Hepsine tek tek atış gerçekleştireceğim
Kule (Hakan Karakuş): Mutabık 3 tane
Aslan 6 (Müslim Macit): 3 tane alındı
Aslan 6 (Müslim Macit): Filo Aslan 6, yol kavşağı ve camii önü tamamlandı, koordinatın
batısında herhangi bir noktaya mı
Kule (Hakan Karakuş): Bir şey yoksa atmayın
Aslan 6 (Müslim Macit): Koordinata atmıyorum mutabık mıyız
Kule (Hakan Karakuş): Mutabık.

Piloy Yarbay Hakan Karakuş

YAŞ Üyesi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk'ün damadı olan Karakuş, Ankara Batı
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sorgulandı.  14 Temmuz günü Üs Komutanı Tuğgeneral
Hakan Evrim'in, "havanın sıcak olması nedeniyle 15 Temmuz'da blok uçuş planlaması"
yapıldığını söylediğini ifade ederken, Uçuşların 13.30'da bittiğini, 141. Filo'ya gittiğini, burada
emekli subay Dursun Dönmez'i gördüğünü anlatan Karakuş Şöyle devam etti:

Bizim filonun eski komutanı olduğu için filoyu gezdirdim. Saat 14.00'te banka işlerimi
halletmek için filodan çıktım. Babamın kredi borcunu yatırmak için bankaya gittim. 17.00'de
lojmana geldim. Evde bulunduğum sırada Yüzbaşı Pilot Erhan Güner beni aradı. Ben Filo'ya
19.00'da geldiğimde harekat komutanını cepten aradım. Terörle mücadele harekatı olacağını,
kimsenin filodan ayrılmamasını ve dışarıdan pilot çağrılmasına gerek olmadığını söyledi. Ben
bu sırada kursiyerlere terörle mücadele uçuşuyla ilgili konuşma yaptım. Albay Ahmet Özçetin
beni arayarak, Yuva-4 misafirhanesine kursiyerleri yerleştirmemi, kuleye geçmemi söyledi ve
uçuş kontrol amiri olarak görev yapacağımı söyledi.

Kuleye gittiğimde Yarbay Murat Doğan, Üsteğmen Mustafa Enez, Yarbay Nihat Altıntop ve
ismini bilmediğim üç astsubay vardı. Kule ve harekat amiri Yarbay Nihat Altıntop'tur. 'Terörle
mücadele uçuşu için yakıt yeter mi' diye sordum, bana 'Tanker uçak kalkacak' dedi. 21.30'da
kuledeydim. 2 uçak üstten kalkış istedi, pilotların kim olduğunu bilmiyorum. Sonra tekrar iniş
yaptılar, bir terslik olduğunu anladım, harekat amiri Ahmet Özçetin'e sordum. Onların
görevlerini yaptığını, bizim karışmamamız gerektiğini söyledi. Daha sonra uçaklar ışıklarını
yakmadan pistten kalkmaya başladı. İlk uçuşlar 21.30 civarında yapıldıktan sonra, kontrolsüz
olarak uçaklar indi.

Hakan Karakuş, Kule'den uyarı yapmalarına karşın 12-13 uçağın belirli aralıklarla iniş yaptı.
Gece saat 04.00'te bordo berelilerin geldi.

Kuleye beni ve Nihat Yarbay'ı sordular, kendileriyle gelmemizi istediler. Birlikte giderken
uçuş emniyetini sağlamam üzerine beni orada bırakıp Nihat Yarbay'ı götürdüler. Üsteğmen
Mustafa Enez ve üç astsubay kulede bekledik. Sabah 05.00'te bir uçak daha kalktı. Dışarıdan
gelen uçaklar pisti bombaladı. Bu uçakların İncirlik'e ait olduğunu öğrendik.

Darbe girişiminin 22.30'da farkına vardım. Helikopterler çok fazla inip kalkıyordu, kim
tarafından kontrol ediliyor bilmiyordum. Gece 00.00 sıralarında 'casa uçağıyla' Hava
Kuvvetleri Komutanının geldiğini söylediler, ben de olayların durulacağını düşündüm.

Dürbünle baktığımda komutanı arabaya bindirip 141. Filo'ya götürdüler, hava karanlık
olduğundan elleri bağlı olup olmadığını göremedim. Sabaha karşı helikopter ve uçaklar geldi,
pist ve kuleye atış yaptılar. Helikopterler saat 06.00 civarından piste iniş yapınca, Özel Kuvvet
elemanları indi, kuleye ateş açılınca sığınağa kaçtım, 06.30'da da eve kaçtım.

YAŞ üyesi Akın Öztürk benim kayınpederimdir. Cuma misafir olarak geldi, cumartesi
lojmandan üsse gittiğini Fatih Çavur'dan duydum. Sabaha karşı Hulusi Akar'ın bulunduğu yere
gittim ama Akın Öztürk'ü hiç görmedim. Yurtta Sulh Konseyi'nden haberim yoktur. Nihat
Yarbay'ın bana iletmesiyle duydum. Kimlerden oluştuğunu ve ne olduğunu bilmiyorum.

Karakuş'un evinde yapılan aramada 69 adet 1 dolar bulunmuştu. Karakuş bununla ilgili şöyle
konuştu:

Ben bu dolarları Amerika'ya tatbikata gittiğimde harcamalar sonrasında artan para üstleri
şeklinde biriktirdim. Onlar hatıra olsun diye çekmecede duruyordu. Kimseye 1 dolar
vermedim, kimseden de almadım. FETÖ/PDY ile bağlantım yoktur. Sülalemde de yoktur,
dershaneye bile hiç gitmedim.

Akıncı 4. Anajet Üs Komutanı Tuğgeneral Hakan Evrim

15 Temmuz gece saatlerinde Albay Ahmet Özçetin (harekât komutanı) tarafından aranarak
PKK'ya yönelik iç güvenlik harekatı yapılacağının, uçakların hazırlanması
gerektiğinin, Diyarbakır'dan uçakların Akıncı Üsse'ne geleceğinin söylendiğini belirten Evrim,
böyle rutin uygulamar olduğu için sorgulama ihtiyacı hissetmediğini, uçakların hazırlanması
emrini Bakım Komutanı Binbaşı Ersin Eryiğit'e verdiğini iddia etti.

Evrim İfadesine şöyle devam etti:


Uçakların hazırlanmasındna kasıt, bombaların yüklenmesi yakıt ikmalinin yapılmasıdır. Ben
talimatı 15/07/2016 tairihinde saat 14.00 sularında verdiğimi hatırlıyorum. Uçaklar ile yapılacak
işlemlere ilişkin resmi görevlendirmeler bazen yazı ile bazen de telefon ile verilmesi halinde biz
uçaklara görevlendirme yapabiliyoruz. Bana da sözlü olarak harekât komutanı tarafından böyle
bir görev geldiği söylenmesi üzerine uçakların hazırlanması talimatı verildi.

Akşam 19.00 sıralarında ben üst karargâhta bulunduğum sorada, uçakların hazır olup olmadığına
bakmak amacıyla dışarıya çıktığımda rutinin dışında bir hareketlenme olduğunu, 141. Filo'nun
bulunduğu yerde sivil giyimli birşeç şahsın olduğunu gördüm. Uçakları hazırlamakla görevli
kişiler, uçakaların hazırlanmakta olduğunu, br sorun olmadığını söylediler. Ben de sivil giyimli
şahıslar başka kişilerin misafirleri olarak üsse girebildiğinden, durumu sorgulamadım.

Diyarbakır'ın uçak ve pilotlarının da filoda olduğunu gördüm. Belli bir süre sonra uçaklar
havalanmaya başladı, bu harekâtı, HArekât Komutanım olan Ahmet Özçetin yönerir. Saat 20.00
sıralarında karargâhtaki odama geri döndüm. Ankara ve İstanbul illindeki olayları izleyince bir
sıkıntı olduğunu anladım.

141. Filo'ya saat 22.00-23.00 gibi gittiğim sırada bir anda etrafımda sivil ve resmi kıyafetli silahlı
askerlerin filo bölgesinde olduğunu gördüm. Ne olduğunu sorduğumda, beni bir yere oturtarak
etrafımı sardılar ve bana 'bazı ihtiyaçlarımız var karşılanması gerekiyor' dediler. Ben bu şahısları
tanımıyorum. Yaklaşık 5-6 kişilik bir grup etrafımı sardı. Kıyafetlerinde herhangi bir rütbe yoktu.
Benden silah, mermi, yiyecek, yakıt ayarlamamı istediler. Ben de silah zoru ile ilgili yerleri
arayarak söyledim. Emir astsubayım Fatih Aslantaş'ı iç hattan aradım, Yarbay Tanju Taşkıran'ın
beni aramasını söyledim. Tanju Taşkıran beni cep telefonumdan aradı, 'silah ve mermi talebiniz
olmuş' diyerek bunları vereceğini söyledi. Ben de zor durumda olduğum için vermesi talimatını
verdim. İhtiyaç talepleri için bana ulaşıyorlardı, ben de verilmesi talimatı veriyordum.

Ben bu talimatları verirken 141. Filo'nun gazinosunun bulunduğu yerde bahçeye yakın bir yerde
bulunuyordum. Benim makam aracıma ben kullandığım halde yanıma bir şahıs verdiler, arkada
bir araba bizi takip ederek 143. Filo'ya gitmemizi istedikleri için buraya geldik. Ben, 'siz ne
yapıyorsunuz' dediğimde 'siz karışmayın, dediğimi yapın' dediler. Ellerinde silah bulunduğu için
herhangi bir direnmede bulunmadım. 143. Filo'da çok yoğun bir kalabalık vardı. Gazinoya
girmemle beni çıkartmaları bir oldu. İçeride tanımadığım 50’ye yakın silahlı, silahsız resmi ve
sivil kıyafetli birçok kişi vardı. Beni dışarıya çıkarttılar, kamelyaya geçtik, bana sadece denileni
yapmamı söylediler. Bu arada saat 24.00 sıralarıydı, anladığım kadarıyla harekat merkezi 143.
Filo gazinosuydu. Eylemleri buradan yönetiyorlardı.

Cep telefonunun üzerinde olduğunu, kimseyi aramasına ve gelen telefonları cevaplamasına izin
vermediklerini belirten Evrim, şöyle devam etti:

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal beni cep telefonumdan aradı, Ankara'da neler
olduğunu, uçan uçakların benim üsse ait olup olmadığını sordu. Ben de Akıncılar Üssü'nden
kalktığını, benim ve kendisinin can güvenliği olmadığını, 'bilginiz olsun' şeklinde söyledim.
Ancak beni zorla alıkoyduklarını söylemedim. Yanımda bulunan şahısların 'kapat' talimatı
vermeleri üzerine ben de telefonu kapatmak zorunda kaldım. 5-6 kişi ile kamelyada
bulunduğumuz sırada bu şahıslara sürekli telefonlar geliyor, yakalanan üst düzey komutan ve
kişilerin üsse getirildiklerini söylüyorlardı. Bunları üssün misafirhanesinde tuttuklarını
söylüyorlardı. Birbirlerine 2. Başkan Orgeneral Yaşar’ı yakaladıklarını, üsse getirmek üzere
yolda olduklarını söylüyorlardı. Sonra hava savunma silahlarının nerede olduğunu, bunları nasıl
kullanabileceklerini sordular. Ben de bu silahları kullanan personelin üste bulunmadığını, bu
nedenle kullanamayacaklarını söyledim. Saat 01.30 sıralarında karargâhtaki odama yanımda
bulunan 3 kişiyle geçtim. Bunların rütbesini ve kim olduklarını tespit edemedim. Resimlerini
gördüğüm takdirde tanıyabileceğimi düşünüyorum.

Makam odasının karşısında bulunan harekat komutanlığı kısmında nöbetçilerin silahlı şekilde
beklediğini gördüm. Yanımda bulunan şahıslar 2. Başkan olan Yaşar General'in olduğunu,
Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve şu anda ismini hatırlamadığım üst düzey
rütbesinde komutanları aldıklarını söylediler ve Genelkurmay Başkanını benim odama getirdiler.
Genelkurmay Başkanının yanında kendi koruma ekibi ile tanımadığım başka şahıslar vardı.
'Komutanım buyurun' şeklinde hitap ettikten sonra beni makam odasından çıkardılar.
Genelkurmay Başkanının yüz kısmında hafif kızarıklık vardı. Yüz hatlarından gergin olduğu
hissediliyordu.

Karargâhta bulunduğum yerden bir grup kişinin makam odasına girip görüşmeler yapıp çıktığını
gördüm, karargâh içerisinde çok sayıda silahlı kişinin vardı.

İstediklerini yapmak dışında başka bir çaremiz bulunmamaktaydı. Bu zaman dilimi içerisinde
benden sürekli yakıt, yemek, elektriğe ilişkin taleplerini söylüyorlardı, ben de ilgili yerleri
arayarak bunları yerine getiriyordum. Bu arada eski Hava Kuvvetleri Komutanı olan Akın
Öztürk'ü de Genelkurmay Başkanının bulunduğu makam odasına etrafı sarılı şekilde getirdiler,
gruplar halinde odaya kişiler girip çıkıyordu. Ancak Akın Öztürk ve Genelkurmay Başkanının
odadan ayrıldıklarına şahit olmadım. Televizyonlarda halkımızın darbe teşebbüsüne tepkisini
gördüm. Saat 07-08.00 sıralarında Genelkurmay Başkanı, Cumhurbaşkanı veya Başbakan ile
görüşme isteği olduğunu yanımda bulunan şahıslar söyledi. Sabah 09.00 sıralarında Genelkurmay
Başkanını helikopter ile götürdüler. Ben makam odasına geçtim ancak odada iletişim kurmaya
olanak sağlayan her türlü eşyanın iptal edildiğini gördüm.

Üssümüzün üstünde Hava Kuvvetlerine ait uçakların uçtuğunu gördüm. Bizim üssümüze ait
helikopterimiz bulunmamaktadır, bu helikopterlerin nereden geldiğini bilmiyorum. Üzerimizden
uçan uçaklar bu helikopterlerin kalkmasına da mani oluyordu. Sabaha karşı piste baktığımda bir
ulaştırma uçağının da park etmiş olduğunu gördüm. Bana bu uçakla Hava Kuvvetleri
Komutanının getirildiği söylendi. Kendisini 141. Filo'nun orada tuttuklarını söylediler ancak ne
zaman getirildiğini bilmiyorum. Bu olaylardan dolaylı şekilde haberim oldu, doğrudan şahit
olmadım.

Üste ne hasar olduğu, diğer filolarda ne olup olmadığını görmek için dolaşmaya başladım. Pistin
üzerinde tahribat olduğunu, bütün personelin üsten ayrıldığını gördüm. Hemen hemen üssün
hiçbir personelinin orada bulunmadığını ifade eden Evrim, "Üs benim olduğu için bu şekilde
yanımda şahıslar bulunduğu halde üssü gezmek istedim. Bu gezme sırasında yanımda bulunan
şahıslar refakat araçla beni takip ediyorlardı, ben aracımda tek başıma bulunuyordum. 143.
Filo'ya gittiğimde, Genelkurmay Başkanı ile anlaşıldığını, kendilerinin silah bırakarak teslim
olacaklarını, Askeri Savcılık ve Merkezi Komutanlık tarafından alınacaklarını söylediler. Bu
saatten sonra saat 14.00 sıralarına kadar bütün herkes karargâhın çevresinde toplandı. Yaklaşık
50-60 kişilerdi. Nizamiyelerde de adamlarının olduğunu söylüyorlardı.
2. Üs Komutanı olan Tümgeneral Kubilay Selçuk, yalnız başına 15 Temmuz tarihinde beni
ziyarete geldi. Birlikte yemek yedik.

Bu süre içerisinde birkaç kez kendisini gördüm. En son karargâhın önünde, onu da benim gibi
olayların içerisinde gördüm. Bu şekilde olayların içerisinde kendini bulduğunu bana söyledi.
Onun etrafında da bir ekip gördüm. Saat 14.00'ten sonra Askeri Savcılıktan gelen kişilerle teslim
olması konusunda anlaştılar. Dışarıdan gelen güvenlik ekiplerine silahları teslim ettiler. Arasında
bulunduğum 50-60 kişilik grup veya bu grup 80 kişi civarında da olabilir, bizi dışarıdan gelen
kuvvetler teslim aldı. Askeri savcıya beni burada zorla tuttuklarını söyledim. Kendisi bana, 'İfade
sırasında söylersin' dedi. Daha sonra araçlara bindirilerek, gece saat 22.00 sıralarında gözaltına
alındık.

Yurtta Sulh Konseyi şeklinde bir yapılanmadan haberi olmadığını ifade eden Evrim, ‘Kim
tarafından oluştuğunu, hedeflerinin ne olduğunu bilmiyorum, ilk defa TRT'de olay günü bu
konseyden haberim oldu’ dedi.

Olay günü herhangi bir uçak, silah veya başka bir mühimmat kullanmadığını iddia eden Evrim,
gözaltına alındıkları sırada grubun içerisinde Tümgeneral Kubilay Selçuk'tan başka tanıdığı
kimse bulunmadığını, gördüğü kadarıyla Selçuk'un da "kendi konumunda hareket ettiğini" söyldi.
Zorla tutulduğunu bu nedenle herhangi bir direnme gösteremediğini ileri süren Evrim, ismini
verdiği kişiler dışında başka kimsenin alıkonulup konulmadığını da görmediğini ifade etti.

Vatandaşların Akıncı Üssü'ne geldiklerinden haberim olmadı, bu nedenle vatandaşların nasıl ve


ne şekilde öldüklerini bilmiyorum. "Üssü ele geçiren grubun nizamiye kapısında elemanları
vardı. Bunların ateş etmiş olabileceğini düşünüyorum ancak kim, kimin emri ile ateş etti
bilmiyorum"

Darbe girişiminden önceden haberinin olmadığını, olay gecesi televizyonlardan öğrendiğini iddia
etti:

Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk'ü sadece Genelkurmay Başkanının
bulunduğu makam odasına getirdikleri sırada gördüm. Bunun haricinde görmedim. Makam
odasından olay sabahında saat 09.00 sıralarında Genelkurmay Başkanını çıkardıktan sonra Akın
Paşa'yı da odadan çıkardıklarını gördüm. Bir daha nereye götürdüklerini bilmiyorum. Askeri
savcılar bizi teslim almaya geldikleri saat 15.00-16.00 sıralarında görüşme yapıldığı sırada, Akın
Paşa da olay yerine geldi. Hatta Akın Paşa sol ayağının topuk kısmında, mermi isabet ettiğinden
yaralanma olduğunu söyledi. Üssü ele geçiren grup Akın Paşa'ya gidebileceğini söyledi. Kendisi
de 'İzin verin 2. Başkan Yaşar Güler ve Abidin Ünal'ı da beraberimde götüreyim' dedi. Onlar da
izin verdi. Ben bir minibüs tahsis ettim ancak kendi aracı da vardı. Hangisi ile çıkış yaptıklarını
bilmiyorum. Ben sadece Yaşar Güler Paşayı karargâhın karşı kısmından araca binmek üzere
çıkarken gördüm. Ancak Abidin Ünal'ı olay zaman dilimi içerisinde hiç görmedim. Akın Paşanın
aracının üsse ne zaman ve nasıl geldiği hususunda bir bilgim bulunmamaktadır. Akın Öztürk'ün
herhangi bir talimat verdiğini görmedim. Öztürk'ün yanında bulunan komutanlar ile birlikte 16
Temmuz günü saat 17.00 sıralarında üsten ayrıldığını tahmin ediyorum.
141. Filo Komutanı olarak görev yapan Akın Öztürk'ün damadı Yarbay Hakan Karakuş'u,
hazırlıkların yapıldığı aşamada filoya kontrol için gittiğimde gördüm. "Yanında Diyarbakır'dan
gelenler ve kendi pilotları ile oturuyorlardı. Yanlarına gittim selamlaştıktan sonra daha bu olaylar
başlamadığından bir sorun olup olmadığını sordum, onlar da bana olmadığını söylediler. Bunun
haricinde Karakuş'u bir daha görmedim"

FETÖ/PDYile kesinlikle bir bağlantım bulunmamaktadır. Fetullah Gülen'i veya başka bir örgüt
yöneticisini tanımamaktayım. Bunların işletmiş olduğu dershanelere gitmedim, yurtlarında
kalmadım, evlerine gitmedim, bunlarla ilgili haberleri basın ve bize iletilen istihbarat
bilgilerinden biliyorum. 1984 yılında İstanbul Hava Harp Okuluna girdim. 1988 yılında mezun
oldum. Harp Okuluna girdiğim sırada ailem Ödemiş'te ikamet etmekteydi. Ben sınavlara
İstanbul'da girdim. Ailem halen Ödemiş'te ikamet etmektedir. Benim kesinlikle böyle bir örgüt ile
bağım bulunmamaktadır.

Darbe girişimi olduğunu, tanımadığım silahlı grubun beni rehin almasından sonra
televizyonlardan öğrendim. Beni silah zoru ile tehdit ettikleri için taleplerini yerine getirdim.
Olay dilimi içerisinde kaçabileceğim, başkalarına haber verebileceğim bir durumum yoktu.
Sadece Hava Kuvvetleri Komutanı ile konuşabildim. Ona durumu anlatmaya çalıştım. Teslim
olmaya herhangi bir şekilde direnmedim. Üssü ele geçiren grup ile anlaşılması üzerine askeri
savcılık ile birlikte gelen kuvvetler beni de teslim aldılar. Suçlamaları kabul etmiyorum.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, verdiği ifadesinde Akıncı 4. Ana Jet Üs
Komutanlığında alıkonulduğu sırada Hakan Evrim'in "Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah
Gülen ile görüştürürüz" dediğini ifade etmişti. Evrim, davcılık tarafından alınan ikinci ifadesinde
bu iddiayı reddederek bazı başka bilgiler de veriyordu.

Hulusi Akar’ın üs karargâhına geldiğini öğrendim. Yanımdakilere komutanı karşılamam gerekir


dedim. Karargâh bölgesine gittim. Üs bölgesinde dışarıda 10-15 civarında MAK ve SAT
komandoları vardı. Üs komutanı odasına girdiğimde Akar, Akın Öztürk, Mehmet Dişli, Kubilay
Selçuk, Ömer Faruk Harmancık ve 2-3 sivil kişi oturuyordu. Odaya girdiğimde kimsenin eli bağlı
değildi. İçeride bulunanlarda da silah yoktu. Şeklinde konuşan Evrim şöyle devam etti:

Akar ve Öztürk’e bu kişiler niçin darbe yaparak yönetime el koyduklarını anlatıyordu. Bu


bildirinin imzalanması konusunda Akar’a bir şey söylediklerini duymadım. Akar, bu devirde
TSK’nın darbe yapması gibi bir şeyin kabul edilemeyeceğini, kendisinin de, muhalefetin de,
iktidar partisi içerisindeki bazı isimlerin de bir takım konulardan rahatsız olduğunu ancak yine de
bunun darbeye gerekçe olamayacağını söyledi.

Akar, toplumun tüm kesimlerinden oluşacak bir konsensusla rahatsız olunan konuların
çözülebileceğini söyledi. Hatta Akar’ın, Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu gibi kişilerle,
muhalefetle, STK’larla ve kanaat önderleriyle bu konuların konuşularak çözüme
kavuşturulabileceğini söylediğini de hatırlıyorum. Ben de ev sahibi olmam nedeniyle Akar’a ‘Bu
söylediğiniz iktidar partisi, muhalefet, STK veya kanaat önderlerinden görüşmek istediğiniz
varsa, telefonla bağlatabiliriz’ dedim. Akar’a hiçbir şekilde ‘Sizi kanaat önderimiz Gülen’le
görüştürebiliriz’ diye teklifte bulunmadım. Bir karışıklık var.

Evrim Hava Kuvvetleri imamı olduğu iddia edilen Adil Öksüz’le ilgili de şunları ifade etti:
143. Filo’nun gazino bölgesinde ilk defa Adil Öksüz’ü gördüm. Resimlerini daha sonradan
basından görmüştüm. Öksüz’ü gördüğümde yanındakilerle konuşuyordu.

Öksüz’ü gördüğümde yanındakilerle konuşuyordu. İçeride yoğun şekilde sivil giyimliler vardı ve
alışılmış TSK harekat merkezi görünümü yoktu. Darbe girişimi, 143. Filo Öğretmenler
Gazinosu’nda bulunan beyin takımı tarafından yapılmaktaydı. Bu gruptan birkaç kişi sabaha
kadar birkaç kez Akar ile görüşmeye gitti. Darbe planından haberim yok

Evrim sözlerine devamla şunları söyledi:

Yurtta Sulh Konseyi ya da Yurtta Sulh parolasını o akşam hiç duymadım. Darbe merkezi olarak
neden Akıncı Üssü’nün seçildiğini bilmiyorum. (Telsiz kayıtlarının darbeci Hakan Evrim’e
dinletildi) Saat 22.22’de ‘Yurtta Sulh diyen helikopterlerin bizden olduğunu’ kuledeki Mustafa
Erez’e söyledim. Her ne kadar daha önce Yurtta Sulh parolasını duymadığımı söylesem de 143.
Filoda bulunanlar bana bunu kuleye iletmemi söyledikleri için ilettim.

2. Ana Jet Üs Komutanı Tümgeneral Kubilay Selçuk

15 Temmuz tarihinde İzmir'de bulunduğunu, 12.30 sularında görev uçuşunda olduğunu ve


Ankara'ya 14.00 sularında gittiğini kaydeden Selçuk, uçakta 125. fiolda görevli olan Erdem
Bafralıoğlu ve 3-4 k.ş. daha olduğunu ifade etti.

Ankara'da oturan kardeşine gittiğini anlatan Selçuk öncesinde 4. Ana Jet Üs Komutanlığında
görev yapan Hakan Evrim'ş ziyater ettiğini ifade ederek kendisine tebliğ edilmiş bir görev
olmadığını savundu.

4. Ana JEt Üs Komutanlığı'nda Orgeneral Hulusi Akar'la birlikte tutuldsuğunu ifade eden Selçuk
getirenleri tanımadığını ileri sürdü.

Biz odadayken Genelkurmay Başkanı bu durumun çözümüne yardımcı olması için kuvvet
komutanları ve Akın Öztürk'ün çağrılmasını istedi. Bu talebini Genelkurmay Başkanı kendisini
getiren personele söyledi. Bir kısım komutanların derdest edilmesi nedeniyle gelemediğini
öğrendik. Biz odada bulunduğumuz zaman televizyonda kaosun geliştiğine dâir bilgiler aldık. Bir
ara televizyonlardaki yayın kesildi. Sonra tekrar geldi. Uzunca bir süre de kesikti. Saatini
hatırlayamıyorum ancak Akın Öztürk general, bizim bulunduğumuz Genelkurmay Başkanı’nın
da bulunduğu odaya geldi. İki komutan kaosun durdurulması için birlikte gayret sarf ettiler. Uzun
saatler geçtikten sonra Genelkurmay Başkanı ve Akın Öztürk'ün gidişine izin verildi. Ben kapıya
kadar kendilerini uğurladım. Kimin nereye bindiğini görmedim ancak helikopter ile gitmeleri
planlanıyordu

Odada bulunan Hakan Evrim'e hiç kimsenin emir ya da talimat vermediğini , Evrim'in de
herhangi bir talimat vermediğini söyledi.

Genelkurmay Başkanı bana olayın çözülmesi için harek’atı yapanların, askeri personelin savcılar
ve garnizon komutanlığı personeli tarafından alınacağını bildirdi. Ben de bunun
gerçekleştirilmesi için yardımcı oldum. Ben üste sadece hava kuvvetleri komutanının olduğunu
biliyordum. Diğer şahıslar Fahri Kasırga, Salih Zeki Çolak, Abidin Ünal, Yaşar Güler, Metin
Gürak, Hasan Küçükakyüz ve Atilla Gülhan'ın orada olduğunu bilmiyordum. Ben bu sayılan
isimlerden Fahri Kasırga hariç diğerlerinin hepsini tanıyorum. Bu şahısları hiç orada görmedim.
Bu şahısları teslim edilirken görmedim. Şahısların teslim pazarlığını kimin yaptığını bilmiyorum.

Akın Öztürk, çağrıldığı andan itibaren bütün süreçte bulundu ve Sayın Genelkurmay Başkanı’na
yardımcı oldu. Ben karargâhta bulunduğum süre içerisinde herhangi bir silahlı çatışma sesi
duymadım. Karargâhta bulunduğumuz sırada ertesi gün, gündüz öğleye doğru üsse taarruz edildi.
Ancak kimin hedef alındığını bilmiyorum. Ben kendimi belirttiğim şekilde olayların içinde
buldum. Herhangi bir örgüte üye değilim. Yurtta Sulh Konseyi’ni de tanımam, bir şey duymadım.
Bu oluşumun neyi amaçladığını da bilmiyorum. Darbeye teşebbüs içerisinde yer almadım. Bu
nedenle atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Yukarıda belirttiğim isimler Hakan Evrim,
Genelkurmay Başkanı ve Akın Öztürk'ün beyanlarına başvurulduğunda benim beyanımı
doğrulayacaklardır.

Konuşma problemi olan bir subay

İstanbul semalarında 2 F-16 ses hızını aşarak alçak uçuşlar yapıyordu. Ses hızını aşan uçakların
çıkarttığı seslerden dolayı halk F-16'ların Ankara'da olduğu gibi İstanbul'da da bir yerleri
bombaladığını sanıyordu. Adana'da İncirlik Hava Üssü'nde bulunan 7 tanker uçağından 4'ünü
darbe girişimi için hazırlandı, bu uçaklardan 2'si havalandı, 1'inin ise kalkış için hazırda
bekletildi. Gece boyunca İstanbul ve Ankara'da havada kalan uçaklara (İstanbul'da uçan F-
16'lara Afyon üzerinde, Ankara'dakilere ise Akıncılar Üssü civarında) 20'den faza sayıda yakıt
ikmali yapıldı. Komutanlığı'ndan Üs komutanı Hava Pilot Tuğgeneral Bekir Ercan Van darbe
girişiminde hava kuvvetlerinin 2. adamı olarak görevlendirilmişti. Van'ın o gece iki görevi vardı.
Birincisi darbeyi engellemek için kaldırılacak olan uçaklara engel olmak, ikincisi İstanbul ve
Ankara'da uçan darbeci subayların yönettiği F-16'lara yakıt ikmali sağlamak.

Şimdi bu general hakkında bir olayı ve bağlı olarak bir bilgiyi burada aktarmakta fayda
görüyorum. Balyoz mağdurlarından Mustafa Önsel'in Ağacın Kurdu isimli kitabında anlattığı bir
olayın kahramanlarından biri o dönem Hava Harp Okulu'nda Öğrenci Tabur Komutanı Kurmay
Yarbay rütbesinde olan Bekir Ercan Van'dır. Önsel kitabında Van'ın ismini kısaltarak vermiş
olmakla birlikte araştırdığımızda anlatılan kişinin Van olduğunu anlamış bulunuyoruz.

Jandarma Teşkilatında albay olarak görev yapan TKS mensubunun oğlu askeri liseden sonra pilot
olmak için Hava Harp Okulu'na girer. İlk günlerden itibaren Tabur Komutanı Van öğrenciyle
uğraşmaya başlar. Önce dışarıda güzel bir hayatın onu beklediğini okuldan ayrılmasını, kendine
başka bir yol çizmesi konusunda telkinde bulunur. Öğrenci itiraz edince sinirlenen Van, "seni
buradan subay olarak mezun etmeyeceğim" der. Sonrasında cezalar, uykusuz bırakmalar şeklinde
sistematik bezdirme faaliyetleri devreye girer. Sonunda öğrenci dayanamayıp babasına durumu
iletir. Baba Van'ı arar ve sorunun ne olduğunu sorar. Van, çocuğun buraya ait olmadığını,
buradan subay olarak çıkmasının mümkün olmadığını söyler. Albay olan babanın dikkatini
Van'ın "r" harflerini söyleyemediği çeker. Van'a "mülakatlardan nasıl geçtin? Bu senin daha ilk
günden subay olmana engel bir durumdur" der. Gerçekten de TSK Sağlık Yönetmeliği'ne göre
subay adaylarında "konuşma bozukluğu" bulunmaması gerekmektedir. Buna rağmen Van kurmay
subay olabilmiştir. Anattığımız bu olay sadece kitplarda anlatılmakla kalmamış davalara da konu
olmuştur. Kamuoyunda "Harp Okulu'nda Baskı Davası" adıyla anılan dava tutanakları
incelendiğinde Bekir Ercan Van adıyla karşılaşılacaktır.

Adana İncirlik 10. Tanker Üs Darbe girişimine katılmayacağı/direneceği bilinen personel o gün
normalden daha erken saatte dış göreve veya evlerine gönderildiler. Darbeye katılacak diğer
peronelin istirahat etmesi sağlandı. Üs Komutanı Van'ın yanısıra 10'uncu Tanker Üs Komutanlığı
Kurmay Başkanı, Destek Kıta Komutanı albaylar ile pilotlar birlikte hareket ettiler.

O gece tanker uçaklarla F-16'lara tanker uçağıyla havada yakıt nakli yapan pilotlardan Üsteğmen
Fatih Akbulut’un babası da astsubaysı. Hava Harp Okulunda okurken FETÖ'ye mensup asker
öğrencilerin cemaat evlerine gittiklerini duymuştu. İzmir Çiğli 125. Filo Komutanlığında bir süre
görev yaptıktan sonra 2014 yılı şubat ayında ABD'ye tanker uçağı eğitimi almaya gitti. Aynı yılın
ekim ayından beri 10. Tanker Üs Komutanlığında yardımcı pilot olarak çalışıyordu.

Üs Komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van ile fazla görüşme yapmadığını, bir sunum sırasında
konuştuğunu, kendisinin herhangi bir cemaate mensup olup olmadığını bilmediğini söyleyen
Akbulut, darbe girişimi gecesi ve sabahında yaşananları şöyle anlatıyordu:

Darbeye teşebbüs günü üste anormal, olağanüstü herhangi bir durum olmadı. O gün 'bekle'
nöbetçisiydim. Mesai bitince eve gittim. Saat 21.15’te filo komutanı binbaşı Orçun arayıp, 'Uçuş
ekipmanlarını al, delta havuzuna git' emrini verdi. Üsse gittiğimde kimse yoktu. 2 tanker uçağı
motorlarını çalıştırmış, hazır halde bekletiliyordu. Hızır Özyuva üsteğmen, uçaktan eliyle bana
bulunduğu Uçağagelmemi istedi. Uçağabindim. Yer bakım ekibi vardı. Bana gideceğimiz yön ve
görevimizle ilgili bir bilgi verilmedi. Kalkışa geçildiği sırada söyleneceği belirtildi. İlk tanker
uçak kalktıktan sonra içinde bulunduğumuz uçağı hazır hale getirip filoya döndük. Filoda 10.
Tanker Üs Komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van, uçuş ekibine 'Kuzey yönüne, Ankara tarafına
gideceksiniz, sizden yakıt talep eden uçaklara yakıt ikmali sağlayacaksınız, telsizden kimseyle
temas kurmayacaksınız' dedi. Bu sözler üzerine şüphelendim. Normalde terörle mücadele edilen
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesine giderdik, oysa komutan bize kuzeye, Ankara'ya
gideceğimizi emrediyordu. O an ben oralarda terörist faaliyetlerin olabileceğini düşündüm. Üst
komutanı sert mizaçlı biri olduğu için soru sormayı düşünmedim. Bize 'Siz gidin yatın, diğer
uçaklar döndüğünde siz gideceksiniz' dedi.

F-16'lara yakıt ikmali yapan tanker uçaklarının pilotlarından bir diğeri de  Üsteğmen Hızır
Özyuva’ydı. Özyuva kendilerine talimatı İncirlik 10. Tanker Üs Komutanı Tuğgeneral Bekir
Ercan Van'ın verdiğini belirtti.

Adana İncirlik 10.Tanker Üs Komutanlığına tayini 2012 yılında çıkmıştı. Darbe girişiminin


olduğu gün saat 15.00'te istirahat için evine gitti. Saat 21.00'de filo komutanı arayıp birliğe
çağırdı.
Saat 21.15'te filoda hazır bulunuyordu. Ancak üste herhangi bir hareketlilik yoktu Üsteğmen
Özyuva.
Kısa süre sonra Üs Komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van yanımıza gelip 'hazırlanın
uçacaksınız' dedi. Yaklaşık 40 dakikada uçuş hazırlığı yaptık.

Saat22.40'ta tanker uçağını uçuşa hazır hale getirdik. Dinlenmek için filoya geçip uyuduk. Saat
04.00'te üs komutanımız Bekir Ercan Van gelip bizi uyandırdı. 'Hazırlanın uçuyorsunuz' dedi.
Uçağagittik. Tuğgeneral Bekir Ercan Van, o sırada uçuşun amacına ilişkin bir açıklamada
bulunmadı. Bize 'Ankara üzerinde, gelecek uçaklara yakıt ikmali yapacaksınız ve kanallarınız
iletişime kapalı olacak' talimatını verdi. Tuhaflık hissedince kendisini uydu telefon ile aradık
ancak iletişime geçemedik.
Bu tür ikmallerde üs komutanı bize bilgi verir, muhatap olurdu. Ayrıca uçuş sırasında iletişimin
kapatılması sık bir uygulama olmayıp nadiren uygulanır.

Talimat üzerine Ankara üzerine gidip beklemeye başladık. Bizim, uçaktan havadaki başka
uçakları izleme imkanımız yok. O nedenle Ankara üzerinde herhangi bir hareketlilik olup
olmadığının fark edecek durumda değiliz.

Ankara üzerinde uzunca bekledikten sonra herhangi bir yakıt ikmali yapılmaması çok
sık karşılaşılan bir durum olmadığından bu durum bizim dikkatimizi çekti, 'Ya ne oluyor, normal
olmayan bir şeyler var?' şeklinde aramızda konuşmalar geçti. Yine de ne olduğunu
kavrayamadık. Saat 06.00 sıralarında bir F-16 geldi. Uçakta mühimmat yoktu. Bizimle irtibata
geçip, yakıt ikmali yapmamızı istedi. Yakıt ikmali sırasında sınırlı bir iletişim oldu.

Yine yakıt ikmali için uzun süre uçak gelmeyince tuhaf bir durum olduğunu düşündük. Önce üs
komutanımızı uydu telefonuyla arayıp iletişim kurmaya çalıştık ancak iletişime geçemedik.
Telefonumuza cevap vermemiş olabilir. Bir süre sonra filo komutanımız Orçun binbaşı ile uydu
telefonu ile irtibata geçtik. Yakıt ikmali için gelen uçak olmadığını söyledik. Orçun binbaşı da
dönmemiz talimatını verdi. Saat 11.00'de filoya iniş yaptık .

Adliyeye götürüldüğümüzde darbe girişimi olduğunu burada izlediğimiz televizyondan öğrendik.


Biz uçağı hazırlarken 2 uçak daha hazırlanıyordu. O uçaklar bizden önce kalktı. Yakıt ikmalini
darbeye teşebbüs eden uçaklara yaptığımızı bilmiyorduk Özyuva ifadesinin son bölümünde,
FETÖ oluşumunu benimsemediğini ve Yurtta Sulh Konseyi ile ilgili bilgisinin olmadığını
söyledi.

Adana Valisi, Cumhuriyet Başsavcısı, Tugay ve Jandarma Komutanı Van'ı vazgeçirmeye


çalışsalar da başarılı olamadılar. Sabah saatlerine doğru darbenin başarısız olacağını anlayan Van,
A.B.D.'ye sığınma talebinde bulunduysa da talebi olumlu sonuçlanmadı.

Jandarmaya Genel Komutanlığı

Aynı saatlerde Kurmay Yarbay Süleyman Karaca karagahı ele geçirmek için 18 darbeci askerle
Jandarma Genel Komutanlığı'na baskın yapar.28 Amaç burayı darbe yönetim merkezi olarak
kullanmaktır. Bu sırada Balyoz mağduru 3 subay beylik tabancalarıyla karargâhın önüne gelerek
darbecilerle çatışmaya başlar. Bu subaylara muvazzaf iki subay daha destek verir. Bu isimler;
emekli Tuğgeneral Ahmet Hacıoğlu, Jandarma Kurmay Albaylar Aziz Yılmaz, Ali Demir ile
muvazzaf Albaylar Nurettin Alkan ve Güven Şaban. Bu şekilde Jandarma’yı işgal eden darbeci
gruba karşı ilk direniş başlamış olur.

28
Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı'na o gece 260 darbeci askerin girdiği tespit edilmiştir.
Gelişmeler üzerine Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığı tarafından harekete geçmek
için Jandarma Genel Komutanı ve Kurmay Başkanı’na ulaşmaya çalışılır ancak mümkün olmaz.
Jandarma Eğitim Komutanı Korgeneral Mustafa Kemal Alataş komutasındaki birlikler, Polis
Özel Harekat’ın da desteğiyle önce Güvercinlik'teki Kara Havacılık Komutanlığı ardından da
Jandarma Genel Komutanlığı’nı darbecilerden temizlemek için operason başlatılır.

Kara Havacılık Komutanlığı’na gönderilen birliğe Yarbay Mete Özcan komuta etmekte olup,
birlikte 41 kişilik peronel ve 2 zırhlı araç bulunmaktadır. Sabah saatlerinde komutanlık
darbecilerden temizlenirken bir kısmının kaçtığı görülür. Gözetim altında tutulan Kara Havacılık
Komutanı Tümgemeral Hakan Altınç kurtarılırken Özcan ve 3 asker çıkan çatışmada yaralanır.

Jandarma Genel Komutanlığı’na yapılan operasyona Yarbay İrfan Tüten komuta etti. 1 Cobra, 2
Shortland, 6 Unimoc’la birlikte 9 araçlık ve yaklaşık 100 askerden oluşan birlikle birlikte Polis
timleri de katıldı. Darbeye katılan askerlerin tamamı öldürülürken baskına komuta eden Kurmay
Yarbay Süleyman Karaca ise sağ olarak ele geçirildi.

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Daire Başkanı Turgut Aslan ve koruması
darbe günü acil toplantı var denilerek karargâha çağırılarak rehin alınmışlardı. Yılmaz ve
koruması sabah saatlerinde kafalarından vurulmuş olarak bulundu ve hastaneye kaldırıldı.
Koruma hayatını kaybederken, Yılmaz’ın durumu ciddiyetini yoğun bakımda halen koruyor.

Aslan ve koruması silahlı bir jandarma albayı ile silahlı bir jandarmanın kontrolünde gözleri ve
elleri arkadan bağlı olarak tutuldukları salondan alınarak karargâh binasının alt karında başka bir
bölüme götürülüyor.

Araştırıldığında Aslan ve korumasının rehin alınması talimatını Jandarma Genel Komutanı


Orgeneral Galip Mendi’nin özel kalem müdürü Albay Erkan Öktem tarafından verilip
uygulandığı anlaşılıyor. Albay Erkan Öktem darbe girişimine katıldığı iddiasının yanı sıra
Aslan’ın ağır yaralanması ve korumasının başına ateş edilerek şehit edilmesi olayına karıştığı
iddiasıyla tutuklanıyor.
Albay Erkan Öktem’in ifadesi:

Kendisinin (Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi ) akşam saat 19.30'a kadar
herhangi bir programı yoktu. Dinleneceğini söyledi. Saat 19.30'da Tümgeneral Burhanettin
Aktı'nın çocuğunun Gazi Orduevi'nde düğünü vardı. Bu düğüne katılacağını söyledi. Cumartesi
akşamı da Donanma Komutanının İstanbul Fenerbahçe Orduevi'nde çocuğunun düğünü
yapılacaktı. Oraya katılıp katılmayacağını sorduk. Akşam saatlerinde karar vereceğini söyledi.
Genel komutan düğüne katılmak için komutanlık binasından 18.30 sıralarında ayrılıp gitti.

Saat 20.30 sıralarında jet uçaklar alçaktan uçuş yaparak geçti. Bu sesler üzerine Jandarma
Harekat Merkezini aradım. Harekat Merkezi kendilerine mesaj geldiğini, TSK'nın yönetime el
koyduğunu, sıkıyönetim ilan ettiğini söyledi. Bana bulunduğum görev yerini terk etmemem
söylendi. Daha sonra başka komutanlıkların harekat merkezlerini aradım, açan olmadı. Jandarma
Genel Komutanı'nın durumunu öğrenmek için emir subayını aradım. O da telefonu açmadı.
Bulunduğum yeri terk etmemem söylendiği için binada kaldım. Bana bunu söyleyen kişinin
rütbesini, adını ve soyadını bilmiyorum. Ad, soyad ve rütbe vermeyeceğini söylemişti. Odamda
beklemeye başladım. Jandarma Genel Komutanı'nın karargâha geleceği söylendi. Jandarma
Genel Komutanlığı'ndaki darbeci askerleri kimin yönettiğini anlamadım. Bir zaman ikinci kata,
iki kere de nizamiyeye gidip geldim. Bunun dışında hep komutanlık binasındaydım.

Odadayken, karargâhta görev yapan ancak darbe içerisindeki görevini bilmediğim Yarbay
Erdoğan Çiçek geldi. Yarbay Yusuf Köz de ikinci kattaki rehinelerden sorumluydu. İkinci kata
çıktığımda, bu rehineler arasında Emniyetten üç kişi ile karargâhta çalışan, 3-4 sıra halinde
dizilmiş 20-30 kişinin bulunduğunu gördüm.

Rehinelerin hiçbirinin eli, kolu, yüzü ve gözlerinin bağlı değildi. Ve koltuklarda oturuyorlardı.
Rehinelerin başında da Yarbay Köz'ün emrinde birçok kişi bulunuyordu.

Zaman zaman Yarbay Yasin Kayabaşı yandaki odasına gidip geliyordu.

Mehmet Aydın isimli yarbay da darbecilerle birlikte hareket ediyordu. Görevini anlayamadım.
Bir ara açılan ateş sonucu yaralandı ve odama getirdiler. Müdahale edildi. Hangi şartlarda nasıl
yaralandığını görmedim. Kimin yaraladığını da bilmiyorum ama hastaneye kaldırıldı. Aynı
şekilde kamuflajlı, silahlı, adını bilmediğim bir binbaşı da yaralandı. Ona da müdahale edilip,
hastaneye kaldırıldı. İkinci kata çıktığımda Albay Güven Şaban'ı rehin alıp, getirmişlerdi. 'Güven
Albay'ı getirmişler.' dedim. O da, 'Bana komutanım diyeceksin.' dedi. Ben de ortamın karışık
olduğunu söyledim ve tartıştık. Güven Şaban'ı 3-4 kişi aralarına alıp, getirmişti. Tartışma sonrası
itişme, kakışma yaşandı. Bağrıştık. Beni oradakiler aşağıya gönderdiler. Saat 21.00-22.00
aralığında bu olay yaşandıktan sonra ben alt kata indim.

Uçak ve paletli zırhlı araçların seslerinin geliyordu. Ayrıca patlamalar oluyordu. Olaylar gece
yarısı uzun süre devam etti. Sonra ana nizamiyeye indim, orada biri tank olmak üzere üç zırhlı
aracın komutanlık binasını korumak üzere mevzilendiğini gördüm, karşıda vatandaşlar
bulunuyordu.

Tanklardan ateş edildiğini görmedim, tekrar yukarı çıktım ve basını takip ettim. Genel
Komutandan bilgi alamadığım için endişeleniyordum. Her tarafta tanımadığım, silahlı, teçhizatlı
kişiler vardı. Bir süre sonra makamda kullandığım resmi telefondan, daha önceden irtibat
kurduğum kişi bana ulaştı. Beni arayan numaraya ben ulaşamıyordum. Ancak o kişi bana istediği
zaman ulaşabiliyordu. Ana nizamiyeye inmemi söyledi. Eğer vatandaşlar nizamiyeye yaklaşırsa,
uyarı ateşi açılmasını istedi. Ben de verilen emirleri nizamiyedekilere ulaştırdım.

Uçaklar alçak uçuş yapıyordu, komutanlık binasının camlarının sallanıyordu. Camların kırılıp,
yaralanmaktan endişe etim, Yasin Kayabaşı'nın odasında bir süre kaldım. Sonra kontrol için ana
nizamiyeye gittim, zırhlı araçlardan birinin içeri girdiğini gördüm. Bir zırhlı aracın "C"
nizamiyesine doğru gidiyordu, zırhlı araçlardan sorumlu kişi ile irtibat kurmak istedim ancak
bunu başaramadım. Nizamiyedekiler vatandaşlara doğru ateş açtılar ancak tanklardan ateş açılıp
açılmadığını bilmiyorum.

Nizamiyeden ayrılmamdan bir saat sonra, kimin kullandığını ve komuta ettiğini bilmediğim zırhlı
araçların komutanlık binasından çekilmesinin söylendi. Komutanlık binasının sabaha karşı
tenhalaşmaya başladı.
Silahlı olarak gelip, komutanlık binasında darbeyi gerçekleştirmeye çalışan kişilerin ne olduğunu
bilmiyorum. Yasin Kayabaşı ile birlikte oturmaya başladık. Sabah hava aydınlanmaya yakın,
telefondan birileri aradı. Aklıma rehineler geldi. İkinci kata çıktım. Bazı rehineler üçüncü kata
çıkmışlardı. İkinci kattakilere 'rehinelerle birlikte katı boşaltın' dedim. Üçüncü kata çıktığımda,
Emniyetten gelip rehin alınan üç kişinin elleri ve gözleri bağlı şekilde orada tutulduğunu gördüm.

Ayrıca yanlarında başka kişiler de vardı. Toplam 7-8 rehine üçüncü kattaydı. Ben bu rehinelerin
yanına giderken odamda MP5 bir silah almıştım. Bu silah benim odama getirilen yaralı
askerlerden birine aitti. Tabancam dışında silahım olmadığı için MP5 silahını da alıp, odaya
gitmiştim. Bu silahın hangi yaralıya ait olduğunu bilemiyorum. Rehineleri tutan kişileri
tanımıyorum. Hep birlikte aşağıya doğru inerken, sığınağa iniş sırasında, bahçeye açılan kapıdan
çıkıp, ormanlık alana kaçarak, uçakların bombalanmasından kurtulmak aklıma geldi. Emniyetten
iki rehineyi de yanıma alıp, onları rehin tutan, tanımadığım iki askerle birlikte ormanlık alana
doğru gittik.

Ormanlık alanın girişine yaklaştığımızda uçakların da yaklaştığı anlaşılıyordu. Biz ormanlık


alana girdikten sonra uçakların bombalaması başladı. Rehineler ile yanlarındaki iki askeri bırakıp,
ormanlık alana girerek, mevzilendim. Rehinelerle yanımdaki askerlere ne olduğunu bilmiyorum.
Ben silahı ormanlık alanın girişinde, ilk mevzide bir yere bıraktım, ancak tabancam yanımdaydı.
Beştepe'ye doğru çıkmaya başladım. Ana nizamiyeden bazı askerler de yukarı doğru çekilmişti.
Çevrede 10-15 tane silahlı asker vardı.

Mevzide beklerken daha önce görmediğim, hangi askeri birlikten olduğunu bilmediğim Burak
adlı astsubay ile tanıştım, 15-20 dakika kadar bekledik, oradayken bize daha önce gördüğüm,
Mustafa adlı, Jandarma Genel Komutanlığı Harekat Merkezi'nde çalışan, üsteğmen ya da yüzbaşı
biri daha katıldı.

Mevzide bir süre bekledikten sonra tel örgüleri geçerek, su deposunun olduğu kısımlardan dışarı
çıktık, yakında bir polis karakolu ve yanında da metruk bir bina vardı, bu binanın kömürlüğüne
girerek, saklandık.

Çevreden zırhlı araç sesleri geldiği için Burak ve Mustafa'ya "Bekleyelim" dedi. Burada 3-4 saat
kadar bekledik, evin köpeğinin havladı, evdekilerin ihbarda bulundu ve polisler gelerek, bizi
yakaladı.
Benim darbe içerisinde yer almam, iradem dışında gerçekleşmiştir" iddiasında bulunan Öktem,
"Komutanın emri üzerine, ben denilenleri yaptım. Askeri darbeye kalkışanların bir grup olduğunu
fark ettiğimde iş işten geçmişti. Sıkıyönetim ilanını bir grubun yaptığını sonradan anladım.
Genelkurmay Başkanlığının da sıkıyönetim ilan edemeyeceğini bilirim.
Fetullah Gülen grubu' ile ilgim yoktur. Bana bu gruptan atanmış bir 'abi' bulunmamaktadır.
Askeri darbeye kimin teşebbüs ettiğini bilmiyorum. Benim, karargâhtan irtibatlı olduğum kimse
yoktur.

Öktem'e bazı deliller üzerinden teşhis yaptırıldı.

Fotoğraf teşhis tutanağındaki görüntü ile iki numarada gösterilen şahıs benim. Elimdeki silah,
bahsettiğim MP5 silahtır.
Akşam üzeri, odamın yanında kurmay başkanının emir subayının odası vardır, oradan gürültü
geldiğini fark ettim. Bu oda içerisindeki kişileri uyardım ve o odanın anahtarını aldım. Ben,
komutanlık binasındaki birçok odanın anahtarlarını arama yapılacağı gerekçesiyle toplamadım.
Yüzbaşı Ramazan Karabulut, Jandarma Personel Başkanlığında görevlidir. Olay günü rehinelerin
başında bekleyen kişi kendisiydi.

Yarbay Yusuf Köz de rehinelerin başındaydı. Ancak kendisinden yüksek rütbeli başka kimse
olup olmadığını bilmiyorum. Emniyet Genel Müdürlüğünden Jandarma Komutanlık binasında
rehin alınan, görüntülerde onların koluna girip, götüren iki kişiyi tanımıyorum. İlk defa ben orada
gördüm. Ben ormanlık alana girdiğimde rehinelerin ne olduğunu ve onları getiren kişilerin ne
yaptığını bilmiyorum. MP5 silahı ile Emniyetten alınan rehinelerin kafasına ateş etmedim. Kimin
ateş ettiğini bilmiyorum. MP5 silahını da ormanlık alanın girişinde atmıştım. İki rehineyi
kafasına sıkarak öldürdüğüm iddiasını kabul etmem. Kulübe içerisinde infazı kimin
gerçekleştirdiğini görmedim.

Sevk ve idareyi imamın evinden yöneten komutan

Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkan vekili Tümgeneral Arif Çetin, 15 Tennuz gecesi
evinde istirahatteydi.

Akşamı saat 21.00 sıralarında Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi kendisini arayarak
Genelkurmay önünde bir patlama sesi olduğunu, habernin olup olmadığını sordu. Araştırıp
döneceğini söyledi. 15-20 telefon aradı ama bir tanesi cevap verdi. Telefona cevap veren, ‘TSK
yönetime el koydu. Sokağa çıkma yasağı var’ dedi.

Telfondaki ses her kendisine kendisine olayları arz eden Kurmay Binbaşı Ahmet Özcan’ın
sesiydi. Robot sesi gibi sadece bu cümleyi söyledi. Komutan Ahmet dedi., Ahmet Binbaşı
telefonu kapattı.

Arif Paşa üzerimi değiştirdi, arabaya doğru giderken kendisini TEM Daire Başkanı Turgut Aslan
aradı ve ‘Darbe olmuş duydunuz mu?’ dedi. Paşa da, ‘Ne darbesi, bu çağda darbe mi olur?’
yanıtını verdi. Harekât Merkezine doğru yola çıktı. Hiçbir evraka işlem yapılmaması için emir
verdi.

Harekat Merkezine doğru gittiği sırada nizamiyede çatışma olduğunu ve FETÖ mensuplarının
karargâhı ele geçirdiğini öğrendiği için sevk ve idareyi Hisarcıklıoğlu Camii imamının evinde
yapmak zorunda kalacaktı.

Nizamiyenin karşısında Hisarcıklıoğlu Camii’nin önündeki duvarın arkasına geçti. Arka tarafta
kaba inşaatı bitmiş bir inşaat vardı. Önce orada sevk ve idare etmeye çalıştı. Caminin
çevresindeki çocuklar, imamın evinde ışık yanmıyor ama televizyon seyrettiğini görebiliyoruz
dediler. Arif paşa kapıyı çaldı ama açan olmadı. İmamın içerde olduğunu öğrenince jandarma
olduğunu söylep imamı ikna etti. Eşi ve çocukları telaşlanmışlardı. Salonu bize bırakın, siz
çekilin dedi.
Televizyondan olayları takip ederken emirlerini oradan daha rahat verme şansları oldu.

Arif Paşa Jandarmaya ateş edin, şöyle yapın, şunu yapın şeklinde emir verince kendisini darbeci
olarak değerlendiren imam, televizyon konuşması yaptıktan sonra Paşa’nn boynuna sarıldı,
‘Komutanım ben seni darbeci sanmıştım’ dedi.

Oradan emirleri verip İl Jandarma’dan da mesajlar çekmeye başladı. Mesajları çektilerinde bu


Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Merkezi'nden de darbeciler bu mesajların geçersiz olduğu
şeklinde mesajlar çekmeye başladılar. Bunun üzerine Arif Paşa İçişleri Bakanlığı Müsteşarı
Selami Altıok’la görüştü. Müsaade ederseniz televizyona çıkıp vatandaşı ikna edelim dedi ve
televizyon programlarına katıldı. Daha sonra İçişleri Bakanı Efkan Ala, Bakan Yardımcısı ve
İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Selami Altıok arayıp teşekkür ettiler.

Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkan vekili Tümgeneral Arif Çetin, 15 Temmuz Darbe
Girişimi Araştırma Komisyonuna bilgiverirken şunları söylüyordu:

Jandarma Genel Komutanlığı, kendi sorumluluk bölgesi olan kırsal alanda istihbarat topluyor.
Gerçekten darbeyi hissetsek, en azından istihbarat başkanı bizimle paylaşır. Daha önce böyle bir
şey duysaydık zaten işlem yapardık. Biz inanın yanımızdaki kişinin dosyası var mı bilmeyiz.
Bunu hissetmedim ben şahsi olarak. Hayret ettiğimiz, buda mı dediğimiz, beklemediğimiz kişiler
oldu.

Hisarcıklıoğlu Camii imamı Hasan Özdemir

Jandarma Genel Komutanlığı'nda şiddetli çatışmalar devam ederken, Tümgeneral Arif Çetin
beraberinde 20'ye yakın asker ve Özel Hareket mensubuyla Hisarcıklıoğlu Camii İmamı Hasan
Özdemir'in kapısını çaldı. İçeri giren Tümgeneral Arif Çetin'in ilk işi telefonunu şarj etmek oldu.

Hisarcıklıoğlu Camii imamı Hasan Özdemir o gece yaşadıklarını şöyle anlatıyodu:

Saat 01.00 gibi kapı çaldı. Baktım bir komutan. Üniformasından ne olduğunu tam tanıyamadım.
Ama 15-20 kişilik bir askeri grup vardı yanında. 'Müsade edin içeri gireceğiz' dedi. O anki
refleskle 'polis misiniz, asker misiniz? diye sordum. İçeri almamak gibi bir niyetim vardı. 'Hem
askerim, hem polisim. Ben içeri gireceğim. Çünkü şarjım bitti. Telefonları şarj etmem lazım.
İhtiyaçlarımız var” dedi. İçeriye aldık. Halıları kaldırdık, diğer odayı, mutfağı açtık.

Karşılıklı oturduk. Telefonlarını şarj edip, televizyonu takip ettiler. Fakat bu arada çok şey
konuştular. Açık konuşmadıkları için bayağı tedirgin olduk. Ben onların hala darbe tarafında olan
kişiler olduğunu düşünüyordum. 45 dakika boyunca, 'bizim uçaklar inmedi mi, kalkmadı mı,
havalanmadı mı, 2 saate kadar bu iş bitecekti niye?' gibi konuşmalar geçti aralarında. Arkasından
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Coş ile Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar, 'devletimizin
yanındayız, bu işin içerisinde değiliz' şeklinde ortak açıklama yaptılar.
O açıklamayı duyunca Jandarma Harekat Başkan vekili Tümgeneral Arif Çetin önce NTV,
arkasından CNN'e bağlandı. “Biz devletimizin-milletimizin yanındayız, darbenin içinde değiliz.
Olayı bastırdık. Şu anda karargahtayız” dedi. Karargah dediği yer burasıydı, benim evimdi. Sonra
Özel Harekat'tan bir ekip geldi. Çünkü Jandarma nizamiyesine girmek istiyor ama giremiyorlard
Mevzilenmiş askerler devamlı orayı tarıyorlar yaklaştırmıyorlardı. Büyükşehirden dozerler
istendi, nizamiyeyi kırmak için. Özel harekat polislerinin bir ara en son çare olsa bile orayı
yakmak istediklerini, içeriye bir an önce girmek için can attıklarını gördük. İçerde rehin alınan
komutanların olduğunu konuşuyorlardı.

1. Kara HavacılıkAlayı'nda görevli Pilot Yarbay İlkay Ateş, Ankara'da Jandarma ve TRT


binalarının bombalanması sırasında kullanılan helikopterlerden birindeydi. Ateş, Ankara Sulh
Ceza Hakimliğinde yapılan sorgulaması sırasında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak
istediğini belirtti. Silah sistemleri arızalı diyerek atış yapmadığını iddia etti. Ateş'in ifadesi şu
şekildeydi:

Ramazan Bayramı’nda nöbetim ve görevim olmadığı için memleketime gittim. 9 Temmuz’da


beni arayan Taarruz Helikopter Tabur Komutanı Yarbay Özcan Karacan bir sonraki hafta
Ankara’da olup olmadığımı sordu. 11 Temmuz’da mesaiye başladım. Karacan, çok önemli bir
faaliyet icra edileceğini söyledi. Bu faaliyette uçup uçmayacağımı sordu. ‘Sınır ötesi mi?’ diye
sormam üzerine, ‘Onun gibi bir şey’ dedi. Daha sonra ise bu faaliyetin büyük ihtimal
Ankara’da olacağını ama detayların daha sonra geleceğini söyledi.

Darbe girişiminden 2 gün önce Yenimahalle Anadolu Bulvarı’na yakın bir evde toplantı
yaptık. Yarbay Özcan Karacan, Yüzbaşı Taha Fatih Çelik ve Yarbay Erdal Başlar’la birlikte
bir odaya girdik. 4 kişi beraber namaz kıldık. Daha sonra Ramazan isminde birisi geldi. Bu
kişiyi tanımıyorum, Ramazan gerçek ismi mi emin değilim. Konuşmalarından
Genelkurmay’da çalıştığı izlenimine kapıldım. Bize, ‘Genelkurmay Başkanı’mızın emirleriyle
komutanlarınızın size vereceği emirlere itaat edin’ dedi. Kesinlikle orada ‘darbe’ diye bir şey
geçmedi, ‘faaliyet’ diye bahsedildi. Bu faaliyetin Genelkurmay Başkanı’nın emriyle yapıldığı
ve bütün Silahlı Kuvvetler’in bu işe katıldığı söylendi.

Erdal Başlar, ‘Amerikalılar ve diğer partiler bu işe ne diyor?’ diye sordu. Ramazan isimli kişi
de ‘Bunları (Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet) pek kimse sevmiyor, o yüzden sıkıntı yok’
gibi bir cevap verdi. 15 Temmuz günü Karacan, faaliyetin 03.00’te olacağını, bizim akşam
saat 22.00 sularında mesaide olmamızı söyledi. Konuyla ilgili de Çankaya Köşkü, MİT,
TÜRKSAT, TİB, Dikmen Vadisi’nin haritadan konumlarına bakmamızı söyledi.

Saat 22.00 sularında mesaiye gittim, odamda tulumlarımı giydim, kaskımı, gözlüğümü aldım.
Odadan çıktıktan sonra uçuş hattına gittiğimde, Tuğgeneral Ünsal Coşkun, ‘Biraz acele edin
çalıştırın helikopterleri’ dedi. Ali Ercan Yüzbaşı ile Cebrail Sert Yüzbaşı uçtular. Biz de Süper
Kobra’yı aldık ve Taha Fatih Yüzbaşı ile birlikte havalandık. Faaliyet boyunca bütün
talimatları Özcan Karacan’dan aldık. İlk söylediği ‘Genelkurmay’ın üzerine gidin ve alçak
uçuş yapın’ şeklindeydi. MİT’e ve Çankaya Köşkü’ne gidenler oldu.

Genelkurmay’ın üzerinde alçak uçuşta daire çizmeye başladık. Karacan, ‘Polisleri vurun’
şeklinde anons yaptı. Ben önce olayı idrak edemedim, yani biraz tereddüt yaşadım. Atış
yapmamak için ‘Silah sistemleri arızalı atamıyoruz’ dedim. Bu arada telsizden MİT’in
girişindeki beton bariyerlerin vurulması görevinin verildiğini duydum. 45 dakika bu şekilde
uçuş yaptıktan sonra geri döndük ve bize helikopteri değiştirmemizi söylediler.

Farklı bir helikoptere geçtik. Bu sefer ben arka koltuğa geçtim, Taha Yüzbaşı ön tarafta uçmak
istedi. Bizi Beştepe’deki Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdiler. Binanın Beşevler’e
yakın olan ve boş bir alan gibi gözüken kısma 20-30 tane 20 milimetrelik top attı Taha
Yüzbaşı. Daha sonra da TRT’ye geçtik ve Karacan TRT’nin önünden geçen yoldaki
TOMA’nın vurulması talimatını verdi. Taha Yüzbaşı, TRT binasının biraz uzak kıyısına atış
yaptı, TOMA ve vatandaşlara atış yapmadı. Sabah evime gittim ve olanları aileme anlattım.
Ailemi aldım memleketim Samsun’a götürdüm. Ankara’ya geldikten sonra birliğime giderek
teslim oldum.

Mit Binası ve Lojmanları’na operasyon

Mit ateş altındaydı. Darbeci askerler Mit’i karadan ablukaya aldı. Cobra tipi 2 helikopter de
binanın 4 kapısına ateş açıyordu. Amaç Helikopterle Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bahçesine inip
işgal edecek birlikleri bırakmaktı. Bir başka helikopter de Doğu Lojmanları’nın bulunduğu
bölüme Özel Kuvvetler’e mensup askerleri indimeye çalışıyordu. Bu gerçekleşseydi Hakan
Fidan kaçırılacaktı. Mit Personeli otomatik silahlarla karşılık verdi. Ancak yeterli olmadı. Mit
görevlileri Mit Müsteşarlığı’ndaki çatışma sabah saatlerine kadar sürdü.

Özel Kuvvetlerden bir grup askeri taşıyan iki Süper Kobra saldırı helikopteri ve üç Sikorsky
personel taşıma helikopteri MİT merkez binasına ateş açtı. Hakan Fidan, F-16'ların binaları
bombalayacağı ihtimaline bina dışına çıkartılmıştı.  Güvenlik timleri tarafından korunan Fidan ve
yönetim ekibi, ağaçların arasında siper aldı. Mit elemanları ellerine geçirdikleri bütün ateşli
silahlarla helikopterlere ateş açıyordu. Fidan elemanlarına talimat vardi; “Son merminize kadar
savaşın, sizi canlı ele geçiremesinler”

Daha sonra MİT’in güvenlik personeli helitopterlere karşı kullanmak için ağır makineli silahlar
getirdi. MİT elemanları kelikopterlere karşı omuzdan atılan füzeler kullandı.

MİT Müsteşarı yemekte miydi?

Darbe gecesi saat 20.00 sularında Mit Müsteşarı Hakan Fidan, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Görmez ve Suriyeli Muhaliflerin dini lideri Şam'da bulunan Emevi Camii İmamı Şeyh Ahmed
Muaz el-Hatib’le Mit binasının bulunduğu Yenimahelle'deki yerleşkenin içinde yemekteler.
Önceden planlanmış bir yemek olduğu için iptal edilmesi mümkün değil. Aslında belki de MİT
Müsteşarının kurtaran da bu yemek. Fidan bu satte yemekte değil de, Genelkurmay
Karargâhı'nda olsa Orgeneral Hulusi Akar'la birlikte derdest edilecekti. Ve unutmayalım ki MİT
Müsteşarı Fidan bu darbenin direkt isimlerinden biriydi. Ele geçirilmesi durumunda neler
olabileceğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Komutanların televizyonlara, canlı bağlantılarla katılması ve konuşmalar yapması da MİT


Müsteşarlığı'nın organizasyonuyla gerçekleştirildi. MİT ve televizyon kanalları arasında
gerçekleştirilen yoğun görüşmeler neticesinde MİT yetkililerinin onay verdiği komutanlar canlı
yayınlarda konuşabiliyordu. Kalkışma gecesi kimin hangi tarafta yer aldığı konusundaki kafa
karışıklığını ortadan kaldırmayı amaçlayan MİT, bir nevi yol göstericilik görevi yapmıştı.

***

Genelkurmay Başkanlığı Personel Plan Yönetim Daire Başkanı Tuğgeneral Mehmet Partigöç
(Darbe girişimini gerçekleştiren liderlerinden biri olduğu iddia ediliyor)
Ben mesaiden genelde 8-9 gibi çıkarım. Olay günü de odamda oturuyordum. Bir gürültü duydum
ve saat 20.00 sıralarında bahçeye çıktım. Koşuşturma vardı, 'tatbikat' diye sesleniyorlardı. Odama
geri dönerken, binanın girişinde Cemil Turhan isimli şube müdürünün beni aradığını öğrendim.
Resmi hattan yaptığımız görüşmede Cemil Turhan, bana, 'Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar
Güler'in emir subayı Binbaşı Mehmet'in birkaç mesaj çekilmesi için emir getirdiğini' söyledi. Ben
de teyit etmek için 2. Başkanın makamına çıktım. 2. Başkanımız yerinde yoktu. Özel Kalem
Müdürü Bünyamin Tuncer'e, 'nerede olduğunu' sorduğumda, 'şu an bir belirsizlik durumu
olduğunu ve kışla dışına çıkarıldığını' söyledi. Ben de Şube Müdürü Cemil Turhan'a,
'Komutanımızın emri ne ise yerine getirin.' dedim.

Gürültüler üzerine çıktığım bahçede askeri kıyafetli özel kuvvetler personelini gördüm. İkaz
ettim. Kışlanın emniyetinden sorumlu olan destek kıtaları komutanı Cengiz albayın yanına gidip,
'durumun ne olduğunu' sordum. 'bilmediğini' söyledi. Dost ateşi olmaması için onu uyardım.

Cengiz albay ile kışlanın kamera odasına geçip inceleme yaptık. Kameradan, Genelkurmay
Başkanımızı gördüm. Yanında bir general ve iki koruma ile helikopter pistine doğru gidiyorlardı.
Daha sonra önce kendi odama gittim, sonra da aynı katta bulunan Genelkurmay Başkanı’nın
makamına geçtim. Komutanın odasına girmedim. Emir subayının koltuğunun kenarındaki
sandalyeye oturdum. Genelkurmay Başkanı Özel Kalem Müdürü Ramazan Göze ve emir subayı
Binbaşı Levent ile durumun nasıl olduğunu konuştuk. Oradan, Genelkurmay Harekat Merkezi'ni
aradım, onlara sordum. Kendi işlerine devam ettiklerini, durumlarında değişiklik olmadığını
söylediler. Daha sonra saat 22.00 gibi Akıncı Üssü'nün Harekat Merkezi'ni aradım.
Komutanımızın orada olduğunu söylediler. Daha sonraki gelişmeleri medyadan takip ettim.

Daha sonra destek kıtaları ve özel kuvvetler personeline herhangi bir çatışma olmaması
hususunda telkinde bulundum. Destek kıtaları komutanı, 'çevre emniyeti için personel
görevlendirdiğini' söyledi. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı bölgesine 3-4 zırhlı araç geldi.
Halka zarar verilmemesi için zırhlı araçların içeriye alınması talimatını verdim. Bunun üzerine
araçları içeri aldılar.
Sonrasında odama geçip, sabaha kadar gelişmeleri medyadan takip ettim.

Amirim olan Korgeneral İlhan Talu'nun emir astsubayının telefonundan beni aradı. Talu,
'durumun farklı bir mecrada geliştiğini ve Genelkurmay Karargâhı'ndakilerle müzakere yapmak
gerektiğini' söyledi. 'Genelkurmay Başkanı’mızın personelinin silahını bırakarak, kışladan
çıkması' yönünde emri olduğunu anlattı. Bu konuyu, Destek Kıtalar Komutanı’na söyledim. O da
'erbaş ve erleri topladığını, düzenli bir şekilde dışarı çıkacaklarını' söyledi. Komuta katına
gittiğimde, saat 10.30 sıralarında özel kuvvetler personelinin mevzilendiğini gördüm. Onların
kıdemlilerini çağırdım. Genelkurmay Başkanı’mızın emrini ilettim, onlar da 'kendi aralarında
görüşeceklerini' söylediler. Bir süre sonra telefonla geri dönüp 'kabul ettiklerini ve dışarı
çıkacaklarını' söylediler. Ben de tekrar Korgeneral İlhan Talu ile görüştüm, 'nasıl yapacağımızı'
sordum. O da 'bir savcının nizamiyeye gelerek, beni arayacağını' söyledi.

Genelkurmay nizamiyesinden bir savcının kendisini arayarak, "Üzerinizi çıkarın, silahlarınızı


bırakın ve çıkın" dedi. Bunu, özel kuvvetler personelinin kabul etmedi, "pantolon ve gömlekle
çıkmak istediler.

Savcının kabul etmesi üzerine, özel kuvvetler personeli silahlarını bir yere koyarak çıktı,
yanlarında 8-10 kişilik karargâh personeli de bulunuyordu.

Daha sonra savcıyı tekrar telefonla aradım. Savcı, 'benim de gelmemi' istedi, ben de nizamiyeye
gittim. Diğer personel otobüslere bindirilmişti, savcı bey beni ayırdı. Oranın özel kuvvetler
komutanı ile görüştürdü. O da 'durumun ne olduğunu' sordu. Ben, 'özel kuvvetler personelinin
ayrıldığını' söyledim. Savcı bey, beni kendi arabasına almıştı. Daha sonra polisler beni otobüse
atıp götürdüler. Benim darbe girişimiyle alakam yoktur. Fetullah Gülen'i medyadan duyduğum
kadarıyla bilirim, Fetullahçı değilim. Öğrenciliğimde onların dershanesine, evlerine gitmedim.
Zaman zaman orduda Fetullahçılar hakkında iddia olur, benim bizzat bildiğim bir husus yoktur,
herhangi bir şeye tanık olmadım. İşim gereği bu iddialar gelir, biz de inceleriz. Genelde MİT ve
emniyet kaynaklı teyit etmeye çalışırız. Bunu kendi makamlarımıza arz ederiz. 'Şu adam
Fetullahçıdır' dediğimiz hiçbir kimse olmadı. Ancak şüpheli kişilerin kritik yerlerden alınmasını
isterdik.

Daha sonra öğrendiğim kadarıyla bu olayla ilgili bazı yazışmaların altında benim isimim
kullanılmış. Bu benim isteğim ve iradem dışındadır. Herhangi bir ıslak veya elektronik imzam
bulunmamaktadır. Sadece Genelkurmay 2. Başkanı’mızın emir subayının, benim mahiyetimdeki
birisine ‘ikinci başkanmızın emridir, bu mesajlar çekilecek’ demesinden kaynaklanan bir süreç
nedeniyle ismim bu evrakların altında görülmüş. Bunu da daha sonra medyadan öğrendim. Bunu
da reddediyorum. Böyle bir emrim, talimatım, bilgim olmadış ıslak veyahut da elektronik böyle
bir imzam da yok zaten.
Emir komutasındaki personelden darbe girişimine katılan herhangi bir kimsenin olduğunu
görmedim. Darbe girişimi konusunda kimseden talimat almadım, kimseye talimat vermedim.
Darbe hazırlıkları hakkında herhangi bir bilgim yoktur.

2’nci Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti


Adem Paşa bir önceki gün Şırnak’ta denetleme yaparak geri dönmüş, normal mesaisine devam
etmekteydi. Mesai noralde 18.00 civarında bitse de 19.00- 19.30 civarında komutanlıktan
ayrılabiliyordu. O akşam da öyle oldu. 19.30 sularında konutuna gitti. Saat 23.00 sularında
İstanbul’da avukatlık yapan oğlu Ersü Oktay Huduti kendisini arayarak, Beşiktaş’ta olduğunu, bir
askeri hareketlilik gördüğünü, ne olduğuna anlam veremediğini kendisinin bilgisinin olup
olmadığını ve Malatya’da herhangi bir hareketlililk olup olmadığını sordu.

2. Ordu Komutanlığı 17 ili kapsar. Hakkari, Şanlıurfa, Siirt, Şırnak vs bunlardan bazılarıdır.
Adem Paşa tüm bu illerdeki olayları takip eden hareket merkesini arar. Bu esnada kapı çalar.
Huduti hareketliliğin sebeplerini araştırmak için eğitim kıyafetleriri giyerek ordu karargâhına
gitmek istemektedir. Kapıyı açtığında karşısında 2.Ordu’ da görevli Tuğgeneral Mustafa Serdar
Sevgili ve Tuğgeneral Zeki Karataş ile Kurmay Albay Bahadır Erdemli ve emir subayı Binbaşı
Sedat Kaya’yı görür.

‘Bahadır bana 2 adet dosya uzattı, dosyalarda 2 farklı evrak vardı. Birisi kuvvetlerin
sorumluluğunu alacak kişileri gösteren bir belgeydi, diğeri ise sıkıyönetim komutanlarının
yönetimini gösteren büyük hacimli bir evraktı, orada her iki dosyayı açıp okudum, usul ve esas
olarak askerliğe uymayan yanlış kişilerce ve rütbelerce imzalanmış evraklar olduğunu gördüm. ‘

Normal şartlarda bu tür evraklarda Genelkurmay Başkanı veya Genelkurmak 2’nci Başkanı’nın
imzası olması gerekirdi. Huduti bu tür bür evrağın geçerli olmasının mümkün olmadığını
düşündü. Karargâha geçerek evrakların üzerine kanunsuz olduklarını ve orada yazılı emirlerin
uygulanamayacağını belirtir bilgi notunu yazdı.

Emrindeki has birlikleri tafix sistemi üzerinden arayarak böyle bir emir geldiğini ancak bunun
uygulanmayacağını, hiçbir aracın birliklerden çıkmayacağını, hiçbir helikopter ve uçağın
kaldrılmayacağını, birliklerin kışlalarda kalması gerektiğini bildirdi.

Odada Tuğgeneral Mustafa Serdar Sevgili ve Albay Bahadır Erdemli Huduti’nin Emir Subayı
Sedat Kaya ve iki koruma astsubayı bulunuyordu. Emir subayına ve astsubayından odanın içinde
olanına bu ikisinden veya dışarıdan herhangi bir yerden ateş edilirse hiç tereddüt etmeden bu
kişileri öldürmeleri emrini verdi.

Ardından yine talfix sistemini kullanarak 1’nci Ordu Komutanı, 3‘üncü Ordu Komutanı ve Ege
Ordu Komutnanı ile görüştü.
Nizamiye’den silah sesleri geliyordu. Albay Bahadır Erdemli, Huduti’ye hitaben bu işten geri
dönmeyeceklerini, ölümü göze aldıklarını, başarıya ulaşabilmek için kendilerinin başına
geçmesini ve tüm idareyi almasını istedi. Geçmiş tarihte buna benzer ihtilallerde veya darbe
teşebbüslerinde alt rütbeli subaylar kalkışma sonrasında ilk etapta olay ile ilgisi bulunmayan
herhangi bir orgenerali ikna etmek sureti ile kendilerinin başına geçmişlerdir, Orgeneral Cemal
Gürsel’de olduğu gibi...

Huduti, yaptıklarının yanlış olduğunu, emir komuta zincirinin dışına çıkmamaları gerektiğini,
derhal silahlarını bırakmalarını, herhangi bir şekilde çatışmaya girmemelerini, kışlada çatışma
olmamasını söylediyse de ikna edemedi.
Adem Huduti’nin Malatya Cumhuriyet Başsavcısı Makam Odasında alınan ifadesinin ilgili kısmı
şu şekilde:
“Bu arada saat 02:00 sıralarında bir fırsatını buldum, uygun ortam oluştu, kendi bilgisayarımdan
bir bildiri hazırladım, bu bildiride yapılanın yanlış olduğunu, birliklerin kontrolümüz altında
olduğunu, darbeye karşı olduğumuzu ifade eden bir metin hazırladım, şu an yanımda yoktur,
ancak bilgisayarımda kayıtlıdır, bunu bilgi olarak Karakuvvetleri Kurmay Başkanı’na ve 3 ana
has birlik komutanım olan yukarıda da beyan ettim birlik komutanlarına bilgi olarak gönderdim,
bir suretini de Whatsapp üzerinden sayın Vali’ye iletilmesi için Emir subayıma emir verdim ayrıa
sayın Vali’yi de telefon ile arayarak bu bilginin Anadolu Ajansı’na verilmesini rica ettim.

Kimse bana bu yönde telkinde veya teklifte bulunmadı, tamamen kendi iradem ile kendi
insiyatifim ile kendi bilgisayarımda bizzat kendim yazdım, kendi yazıcımdan çıkarıp ıslak imza
ile imzaladıktan sonra Whatsapp ile emir subayım fotoğrafladı ve Vali Bey’e Whatsapp yolu ile
ilettik.

Bu bildiriyi hazırlar iken yukarıda saymış olduğum kişilerin tamamı içerideydi, ancak bu kişiler
karşı tarafta oturuyorlardı, bu süre içerisinde bana engelleyici bir davranışları yoktu, saygılı
tutumarı devam ettiriyorlardı, yani halen benden çekiniyorlardı, bu süre içerisinde karşılıklı
birbirimizi iknaya çalışıyorduk, anak dışarıya çıkamıyorduk.

Bu süreç içerisinde bir ara Bahadır Albay, Avni Paşa’nın odadan çıkmasını ve burada
kalmamasını istedi, ancak buna ben de karşı çıktı, Avni Paşa da karşı çıktı, aralarında yüksek ses
ile tartışma yaşandı, Bahadır Albay silahını çekerek ağzına mermi sürdü, ancak bu mermi sürme
esnasında bir mermi yere düştü, algıladığım kadarı ile daha öneden namluda bulunan mermüyü
unutmuştu, tam da bu sırada emir subayım ve koruma astsubayım üzerine atıldılar, elindeki silahı
aldılar, daha sonra da Tuğgeneral Mustafa Serdar Sevgili’nin de silahını zorla teslim aldılar, yani
içeride kaldığımız müddet her ikisinin de silahı bizdeydi, kendilerini ikna etmeye çalışıyorduk,
dışarıdaki kişilerin bundan haberleri yoktu, her ikisindeki silahı aldığımızı bilmiyorlardı”

Huduti daha sonra Kara Kuvvetleri Harekat Başkanı Tümgeneral Mehmet Okkan’la telefonla
görüştü. Okkan, Kara Kuvetleri Komutanı ve Kurmay Başkanı’nın derdest edildiğini, içeride
silahlı olduklarını değerlendirdikleri 50 kişi için operasyon hazırlığı içinde olduklarını iletti. Bu
arada Huduti Vali’yle telefonda görüşüyor, bir müdahale yapılmamasını, içeridekileri ikna
etmeye çalıştığını anlatıyordu. Müdahale olursa süreç zarar görebilirdi.

Huduti’nin ismi “Yurtta Sulh Konseyi” bildirisinin ekinde 2. ordu Komutanı Malatya devam
şeklinde geçiyordu. Savcının bu husustaki sorusuna Huduti şöyle cevap veriyordu:

“Yurtta Sulh Konseyi isimli oluşumu ilk defa yayınlanan mesaj formunda gördüm ve bu formda
benim ismimin karşısında 2’nci Ordu Komutanı Malatya Devam şeklinde bir ibare vardı, bu
ibarenin ne anlama geldiğini ben yorumlayacak durumda değilim. Bunu yazanlar ne amaçla
yazdılar bilemiyorum, aynı durumda 3’ncü ordu Komutanı da bulunmaktadır. “

Huduti ayrıca 43 yıllık meslek hayatında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na, anayasanın temel
değerlerine, milli iradeye bağlı oduğunu ifade ediyordu. En çok mücadele ettiği paralel ile iminin
birlikte anılması kendisini son derece rahatsız etmiş ve üzmüştü.
Huduti Paşa sorgusunun ardndan tutuklanarak cezaevine gönderilecekti.
Malatya

Bilindiği gibi 2. Ordu Komutanlığı Malatya'da bulunuyor. Darbe girşimi gecesi Malatya'da
yaşananlar ayrı bir kitap konusu olabilir. Ancak biz burada o gece Malatya'da yaşananlara kısaca
değinmek istiyoruz.

İlk önlem olarak Valilik havalimanlarını uçuşa kapattı. Ancak buna rağmen 7 adet kargo uçağı
Malatya'ya inmişti. 2. Ordu karargâhındaki çatışmalar sabaha kadar sürdü.  2. Ordu ve 7. Ana Jet
Üssü’nde darbe girişimcilerinden toplam 153 asker gözaltına alındı.

Darbe gecesi evinde istirahat eden Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır olayı
haber alır almaz AKP Malatya İl Başkanı Hakan Kahtalı'yı aradı.

Bu arada Cumhurbaşkanı'nın sokağa çıkın çağrısıyla birlikte Malatya haklı önce Ak Parti
binasının önünde toplanarak Valilik Binasına yürüdüler.

Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır'ın darbe girişiminden sonra gazetelere o gece
yaşananları şöyle anlatıyordu:

Vali Bey, Jandarma Komutanı, Emniyet Müdürümüz ilgili güvenlik birimlerinden bilgiler aldı. 2.
Ordu ile görüşüyor, 7. Ana Jet Üs Komutanlığı ile görüşüyor, bilgiler alıyor. Olayların
gidişatından 2. Ordu’nun olayları biraz oyaladığı, uzattığı fark edildi. Valimiz sürekli telefonla
konuşuyordu. Alıkonulduğuna dair, darbecileri iknaya dair görüşmelerin içeriden sürdüğünü,
dışarıdan bir müdahalede bulunulmaması, içeriden bu işin çözüleceği gibi bir yaklaşımla olay
uzatılıyordu. O arada valilikten ayrıldık ve arkadaşlarımızla birlikte ‘Malatya’da 2. Ordu var,
havaalanı var, ikinci bir hareket olur mu? Biz ne yapabiliriz’ diye düşünürken, iş makineleriyle
yolları kapatma fikri çıktı.

Saatler ilerledikçe 2. Ordu Komutanı’nın olayları biraz oyaladığı, uzattığı fark edildi. Valimiz
sürekli telefonla konuşuyordu, alıkonulduğuna dair, darbecileri ikna etmeye çalıştığına dair
görüşmelerin içeriden sürdüğünü, dışarıdan bir müdahalede bulunulmaması, içeriden bu işin
çözüleceği gibi bir yaklaşımla olay uzatılıyordu. O arada valilikten ayrıldık ve arkadaşlarımızla
birlikte ‘Malatya’da 2. Ordu var, havaalanı var, ikinci bir hareket olur mu? Biz ne yapabiliriz?’
diye düşünürken, iş makineleriyle yolları kapatma fikri çıktı. Bu durum üzerine Vali Beyi aradık.
‘ İş makinelerimizi, kamyonlarımızı, arazözlerimizi 2. Ordu’nun önüne yığalım mı?’ diye
sordum. Vali Bey hazırlıklı olmamızı ama bir yandan da 2. Orduyla görüşmelerin sürdüğünü
ifade etti. Araçları zaten hazırlamıştık. İlçelerdeki araçlarımızı da çağırmıştık. MASKİ’nin de
araçları hazırdı. Ben bizim görevlilere, araçları askeri alanlara yakın noktalara yaklaştırmalarını
söyledim. Bir talep gelmesi durumunda hemen kapatalım dedim. Ama zaten arkadaşlarımız o
esnada 2. Ordu’nun olduğu bölgedeki tüm yolları kapatmışlardı.

Darbenin Türkiye’deki üç sac ayağından birinin Malatya olduğu ifade ediliyordu. 2. Dalganın
buradan kalkacak uçaklarla yapılacağı ifade ediliyordu. Havaalanının kapatılması bütün hesapları
bozdu. Kimse bu direnci beklemiyordu. Bütün yerel güçler ve halk karşısında.
Ertesi gün gündüz tankları çıkardılar 2. Ordudan. İkinci ordu etrafında teyakkuza geçilmişti.
Belki oradaki darbe yanlılarını mı çıkarmak istediler bilemiyorum. 2 tane tankın çıkması bir
tedirginlik oluşturdu. Diğer tankların da çıkma ihtimali olduğu söylendi. Biz ana yolları
kapattığımız için stadın etrafındaki ara sokaklardan çıkmış ve biz ondan sonra da bütün ara
sokakları da kapattık. İnsanların ulaşım özgürlüğü toplu taşıma sıfıra indi. Ama insanlar o kadar
sağduyulu ve darbeye karşı bir savunmayla yaklaştılar ki üç gün bir yerden bir yere gitme
şansınız yok, buna rağmen tek bir insanın bundan şikayeti olmadı. 29
Malatya Valisi Mustafa Toprak da darbe girişimini televizyondan öğrenmişti. Öğrenir öğrenmez
de il jandarma komutan vekili ve emniyet müdürü ile valilikte acil toplantı yaptılar. Öncelikle 2.
Ordu Karargâhının kapıları, kışlalar ve havalimanı olmak üzere kritik yeryerde bir takım
önlemler alındı. Hava araçlarının iniş ya da kalkış yapmaması için de talimat verildi.

Ardından 2. Ordu'da bir hareketlilik olduğu yönünde bilgiler geldi. Toprak, Orgeneral Huduti ile
yaklaşık 1,5 saat sonra görüşebildi. Vali Toprak basına yaptığı açıklamalar Malatya'daki
durumun anlaşılması için önemli bilgiler içermekteydi. Toprak'ın açıklamalarının bir ksımı şöyle:

Kendisi bana darbeyle ilgisi olmadığını söyledi ama paşaya 1,5-2 saat ulaşamıyorsam burada bir
problem var demektir. Paşaya aynen şunu iletin, '2. Ordu Karargâhının içi ve dışını tümden giriş
ve çıkışlara kapattık. Eğer paşam 15 dakika içinde dönmezse emniyet ve jandarmamız marifetiyle
derhal operasyonu başlatıyoruz.' dedim. Ben böyle söyleyince hemen telefonu paşaya bağladılar.
'Paşam orada bir problem mi var?' dedim. 'Hiçbir problem yok' dedi. 'Ama orada sıkıntı olduğuna
dair bir şeyler geliyor' dedim, 'Biraz şey var ama önemli değil biz onu yönetiyoruz' dedi.

Vali Toprak 2. Ordu Kurmay Başkanı Tuğgeneral Avni Angun ile de görüştü. "Küçük bir sıkıntı
var ama çözmeye çalışıyoruz hiç merak etmeyin" dedi. Toprak şöyle devam etti:

Bir tarafta jandarma komutanımız ilave ekiplerini hazırlarken biz de emniyet müdürümüzle hızlı
bir şekilde oraya hareket ettik. Kapıda 'biz şerefli Türk askerinin bulunduğunu varsayıyoruz.
Paşamızla iletişim kurmada sorun yaşıyoruz. Arkadaşlarımızın içeri girmesi gerekiyor çünkü
paşamızın ve tüm askerlerimizin can güvenliği bizim üzerimizedir.' diye bir şeyler söyledim
fakat, duruşunu, bakışını, tarzını Türk askerine yakıştıramadığım bir portre gördüm. 'Tüm
tertibatı aldırdım. Operasyonu başlatırım' deyince ben, irkildi ve 'durun giremezsiniz' dedi. Ben
de arkadaşlara dönerek tertibat almalarını söyledim. Bunun üzerine bir delilik yapmamaları
açısından biraz daha alttan alarak, olumsuzluk yaşanmadan geriye geldik.

Sabah saatlerinde 2 vatandaş darbecilerin açtığı ateş sonucu yaralanmıştı.

Bu sürece kadar Avni Paşamız ile görüşmeler yapmaya çalıştım. Her birinde de 'güven altında
olduğunu, bir problem olduğunu ama bunu çözmek için yoğun gayret ettiğini, herhangi bir
ihtiyacı olmadığını, polislerin ateş açmaması gerektiğini' ifade etti. Ben de kendisine 'içeriden
dışarıya ateş açıldığını, içeride kalkışma hareketi olduğunu, bunu bertaraf etmenin asil
sorumluluk ve yükümlülüğüm olduğunu' ifade ettim. 'Bizim hayati durumumuz da sıkıntı
yaratabilir. Biraz daha anlayışlı olun, ben sizi arayacağım' diyerek bu süre saat 08'e kadar geldi.
08'de anlaşıldı ki bu bir geciktirme, zaman kazanma ve bu sürede insanlı hava araçlarının
harekete geçirildiğini ve hazır bekletildiğini, içeriden talimat verildiğini ve aynı zamanda ilk
planda 2 istihkam muhabere aracının harekete geçirilerek, önünde ne varsa, tüm tedbirlere
rağmen, önüne geleni düzleyerek, 2. Ordu'ya doğru hareket halinde olduğunu anladık ve o an

29
Röportajın bazı kısımları 27.07.2016 tarihli Malatyahaber nüshasından alınmıştır.
itibarıyla yaptığımız değerlendirmeyle sabaha kadar aslında oyalandığımızı, zaman kazanmak
isteyerek o arada başka konular içerisinde olduklarını ve derhal operasyonu başlatmamız
gerektiği bir kararı verdik. O an itibarıyla operasyonu başlattık.

İçeride sadece telefonu bağlayan emir subayı, bir-iki koruma, Huduti ve Avni paşanın olduğu
konusunda bilgimiz vardı ama onlarla gayet rahat bir ortamdalarmış çünkü biz görüşmelerimizi
yaparken gayet rahat bir ortamda yapıldı. Böyle bir şey mümkün değildir. Bunun özellikle
üstünde durmak lazım. Sonrasında ilave 2 paşanın da orada olduğunu öğrendik. En son biri ölü
2'si yaralı toplam 11 kişinin orada teslimi yapılırken 2'de yine isyancı paşanın olduğunu anladık
ama orada iki paşanın olduğuna dair bize bilgi verilmedi.

Orada ölü bir isyancı, diğer yaralılar. Geride kalan her türlü şeye başsavcımız, emniyetin
desteğiyle el koydu ve gözaltılar yapıldı. El konulan malzemeler içerisinde 'Malatya Valisi
Mustafa Toprak ve İl Emniyet Müdürü Ömer Urhal derhal gözaltına alınacak ve öldürülecek'
şeklinde bir notun olduğunu cumhuriyet başsavcımız bildirdi. Bize de 'Dikkatli olunuz' dedi. 30

***

Şırnak/Çakırsöğüt Tugayı

2. Ordu Komutanlığı’na bağlı olan Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanlığı’ndaki


olağanüstü hareketlilik bilgisi kısa sürede Valilik ve Emniyet’e ulaşmıştı. Valilik kentteki
kaymakamlarla bir toplantı yapıp kalkışma bilgisini vererek alınacak tedbirleri kararlaştırıken,
Emniyet tüm personeli göreve çağırdı.

Darbe girişinde Çakırsöğüt Tugayı’nın ayrı bir önemi vardı. Buradan toplamda çok sayıda
personel İstanbul ve Ankara’ya kaydırılacaktı. Bu personel PKK ve IŞID’le mücadele eden,
hareket kabiliyeti yüksek ve iyi eğitimli komandolardan oluşacaktı.

Ankara ve İstanbul’daki darbe girişimine katılmak üzere Şırnak Çakırsöğüt Jandarma Komando
Tugayı’ndan yola çıkan 3 yüzü aşkın komando uzman çavuş ve komutanları araçlarla Cizre’ye
doğru yola çıktıklarında hedef İdil yolu üzerindeki havaalanıydı. Askeri kargo uçakları
komandoları almak üzere Şırnak Şerafettin Elçi Havalimanı’na doğru yola çıkmışlardı.

Aynı saatlerde darbe haberini alan Cizreliler önce Hükümet Konağı’nın önüne toplandılar.
Ardından askerlerin Cizre’ye doğru yola çıktıkları haberi üzerine Cizre’nin Şırnak çıkışındaki
Emniyet Müdürlüğü'ne yürüdüler. Emniyet Müdürlüğü'nün önü kısa sürede darbeye karşı çıkan
Cizrelilerle doldu. Emniyet Müdürlüğü’nün hemen karşısındaki 105. Polis Noktası direnişin de
noktası oldu. Emniyet Müdürlüğü’nden çıkan zırhlı araçlar caddenin tamamını üç araç sırasıyla
kapattılar. Polis memurları ise araçların ve yolun çevresinde geniş güvenlik önlemi alarak
silahlarına mermi sürdüler. Çünkü bir polisin anlattığına göre Vali ve Emniyet Müdürü’nden
aldıkları emir, ‘dik durun’du.31

Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Osman Gürcan komutasında
Tugay Komutanlığı’ndan çıkan zırjlı araçlar, Emniyet Müdürlüğü’ne ait Toma ve zırhlı araçlarla
30
23 Temmuz 2016 Anadolu Ajansı ve diğer ajanslar
31
19 Temmuz 2016 Al Jazeera
kent merkezi girişinde durdurularak kete girişlerine izin verilmedi. Bunun üzerine askeri konvoy
23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığına intikal ediyor.

İddiaya göre Gürcan 15 Temmuz gecesi saat 21.00 sularında askerlerine ‘harekâta hazır şekilde
toplanılması’ emrini verdi. Aynı gün komandoların dış dünyayla bağlantısının kesilmesi için cep
telefonlarının toplatıldı ve TV yayınları kesildi.

Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Ali Osman  Gürcan ile 23.
Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral Abdullah Baysar, Akçay 6.  Motorlu Piyade Tugay
Komutanı Tuğgeneral Mesut Savaş ve beraberindeki askerler tutuklandı.

Takviye birliklerin Ankara ve İstanbul’a ulaşması daha çok çatışma, can kaybı ve o gece
bombalanan Cumhurbaşkanlığı, Meclis, TRT, Özel Harekat, Özel Kuvvetler Komutanlığı,
Türksat gibi önemli noktaların darbecilerin eline geçmesi anlamına geliyordu.

Eğer bu olsaydı, şimdiye kadar olan bütün darbelerden daha çok yara alacağımızdan kimsenin
kuşkusu olmamalı.

***
Hava Harp Okulu öğrencileri

Hava Harp Okulu öğrencileri, yaz eğitim kampı için 13 Temmuz günü Yalova’ya geldi.. 700
öğrenci Yalova Hava Meydan Komutanlığı’nda 5 hafta boyunca sürecek 2016 yılı eğitim
kampına katılacaktı.

Yalova’dan tam teçhizatlı 200 civarı  Hava Harp Okulu öğrencisinin İstanbul’a yola çıktığını
haber alan İstanbul Emniyeti Tuzla Orhanlı gişeler ve TEM Otoyolu Mehmetçik Vakfı'nda
gerekli önlemleri aldı. Gece 01.00 sularında konvoyun gelmesi üzene araçları durduran güvenlik
güçleriyle öğrenciler arasında çatışma çıktı.

Çatışmada öğrencilerin komutnanı olduğu öğrenilen 1 darbeci teğmen öldürülürken, 1 polis


memuru ve darbecilere engel olmaya çalışan 5 vatandaş şehit oldu.13 polis ile 23 vatandaş da
yaralandı. 200 dolayında öğrenci gözaltına alınırken silahlarla birlikte 10 bin mermi ele geçirildi.

Hava Harp Okulu Öğrenci Alayı Komutanı Kurmay Hüseyin Ergezen yaklaşık 19 rütbeli
personel ve Hava Harp Okulu öğrencilerinden 400'ü İstanbul’a ulaşarak TRT binasını işgal
etmeyi başardıysa da, güvenlik güçleri kısa sürede durumu kontrol altına almayı başardı.

***
Darbe gecesi saat 23.00 sularında Genelkurmay Başkan Vekili 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit
Dündar, Atatürk Havalimanı Devlet Konuk Evi'nde basın toplantısı düzenledi. Bu konuşma ordu
ve milletin yanyana darbecilere karşı vereceği mücadeleyi daha da perçinleyecekti. Kamuoyunun
bilgilendirilmesi ve askerin büyük ölçüde darbe girişiminin dışında ve karşısında olduğunu
bilmek, bunu üst rütbedeki askeri bir kişiden ğöğrenmek toplumun rahat bir nefes almasını
sağlamıştı.
15 Temmuz 2016 tarihinde saat 22.00 sularından itibaren İstanbul ve Ankara başta olmak üzere
Türkiye'nin muhtelif şehirlerinde emir komuta zinciri dışında askeri bir hareketlilik başlamıştır.
Kısa sürede yapılan bir değerlendirme sonucunda bu hareketliliğin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde
yuvalanmış olan çeşitli rütbelerde bir grup asker tarafından başlatılan bir darbe girişimi olduğu
anlaşılmıştır.
Genelkurmay karargâhında ve diğer görevlerdeki çok sayıda komutan, darbe girişiminde bulunan
kişilerce ele geçirilerek bilinmeyen yerlere götürülmüşlerdir. Ankara ve İstanbul yanında çeşitli
şehirlerimizde de devlet kurumlarını ve yönetimi ele geçirmeye yönelik faaliyetler tespit
edilmiştir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve bazı zırhlı unsurların
ağırlıklı olarak içerisinde yer aldığı görülen darbe teşebbüsü, TSK emir ve komuta zinciri
tarafından ilk andan itibaren reddedilmiştir. Bu durum darbecilerin medya ve internet gibi
enformasyon araçlarıyla giriştikleri algı operasyonunu kısa sürede çökertmiştir.

Cumhurbaşkanımız ve başkomutanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız TSK ile tam bir dayanışma


içinde demokrasinin ve hukuk devletinin yanında yer alarak bu darbe girişimini önlemişlerdir.
Darbe teşebbüsün anlaşılmasından itibaren milletimiz sokaklara inerek, tankların önüne geçerek
meydanı darbecilere bırakmayarak demokrasimie ve cumhuriyetimize sahip çıkmışlardır. Gerek
emniyet teşkilatımız, gerekse savcılarımız darbe teşebbüsü karşısında gerekli tedbirleri süratle
alarak sürecin önünü kesmişlerdir.

Devleti ve milleti ile el ele veren, tarihi bir dayanışma örneği sergileyen Türkiye bu darbe
girişimin akamete uğratmıştır. Ancak bu girişim sırasında Türkiye maalesef kendi meclisini,
kendi kurumlarını bombalayan, kendi vatandaşına kurşun sıkan bir grubun cinnetine şahit
olmuştur. Ülkesini korumsıı için kendisine emanet edilen silahları, kendisine çevirenlerin
sergilediği alçaklığı bu millet asla unutmayacaktır. Azim ve kararlılıkla devletine sahip çıkan
milletimizin her bir ferdine şükranlarımızı sunuyoruz. Milletimizin asla endişesi olmasın ki
Türkiye darbeler ve cuntalar dönemini bir daha açılmamak üzere kapatmıştır

Darbe teşebbüsü sırasınsa şu ana kadar tespit edilen "41'i polis, 2'si asker, 47'si sivil olmak üzere
90 şehidimiz vardır maalesef. Yaralılarımızın sayısı ise 1154'tür.

Şu ana kadar darbe teşebbüsüne karıştığı tespit edilen Ankara'da Jandarma Okullar Komutanlığı
görevini yürüten Tuğgeneral Sadık Köroğlu ve İstanbul'da 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı görevini
yürüten Tuğgeneral Özkan Aydoğdu başta olmak üzere toplam 1563 asker tutuklanmıştır. Darbe
teşebbüsü içinde yer alanlardan 104 kişi ölü olarak ele geçirilmiştir.

Türkiye bu ihanet teşebbüsünün üstesinden gelerek demokrasiye ve hukuk devletine olan


bağlılığını tüm dünyaya göstermiştir. TSK olarak darbeye karışan herkesle birlikte paralel devlet
yapılanması mensuplarının tamamının ordudan temizlenmesi konusunda kararlı olduğumuz ifade
etmek isterim. Devletine ve milletine ihanet eden kimse cezasız kalmayacaktır. TSK milletinin
emrinde bir kurum olarak çalışmaya devam edecektir.

Genelkurmay Başkanımız görevine başlamış durumda. Diğer komutanlarımızdan herhangi bir


bilgi vermem mümkün değil, şu anda temas kuramadığımız komutanlarımız içerisinde Veysel
Kösele bulunmaktadır" dedi. Dündar şu ana kadar da sadece Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Hulusi Akar'la temas kurduk. Donanma Komutanı Orgamiral Veysel Köse'nin bir gemide rehin
tutulmaktadır.
***
1.Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar darbecilerin hazırladığı listeye göre KKK emrine
atanmıştı.ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde kendisine gelen darbeye katıl teklifini kabul
etmedi.

Saat 21.40 civarında İstanbul İl Emniyet Müdürü telefonla aradı. Beylerbeyi ve Çengelköy
bölgesinde bazı normal olmayan ve askerlerin de karıştığı bir takım olayların olduğunu söyledi
ve herhangi bir bilgisinin olup olmadığını sordu. Dündar durumu anlamak için Ordu
karargâhındaki görevli nöbetçi heyetini, Beylerbeyi ve Çengelköy’e yakın olan Deniz Eğitim
Komutanlığı Deniz Eğitim Komutanlığının komutanını arayarak bölgede ne gibi olaylar
olduğunu rapor etmesini istedi.

Bu arada İstanbul Emniyet Müdürü’yle buluşmak üzere Boğaziçi Köprüsü’ne hareket etti.

Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay İkinci Başkanı ve
Genel Kurmay Başkanı’nı telefonla arayarak durumu rapor etmek istedi. Ancak, hiç birine
ulaşamadı.

Konuyla ilgilenmesi ve bölgeye gelmesi için Merkez Komutanını aradı, ancak kendisiyle
görüşemedi, yardımcısı kıdemli albayla görüşen Dündar, Boğaz Köprüsü bölgesine müdahale
edecek şekilde bir hazırlık yapılmasını istedi. Bu arada İstanbul’daki birliklerin komutanı
Tümgeneral Yavuz Türkgenci’nden birlik komutanıyla temas kurup gelişmeleri takip etmesini,
birliklerdeki durumu rapor etmesini ve Boğaz Köprüsü’ne gelmesini emretti.

İstanbul’daki 5 birliğin bazı unsurlarıyla darbe girişimine katılmakta olduğu bilgisini alan
Dfündar, vakit kaybetmeden Çorlu’daki 5. Kolordu ve Gelibolu’daki 2. Kolordu Komutanlarını
aradı. Bu arada bu komutanlardan darbecilerin yayınladığı sahte bildirinin bilgisini de alan
Dündar, artık bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduklarını kesin olarak anlamıştı. Gelibolu ve
Çorlu komutanları yayınlanmış olan sahte emri uygulamayacaklarını ve emir-komuta sistemi
içerisinde kalacaklarını ifade ettiler.

Dündar komutanlara birliklerine sahip olmalarını ve birliklerin kışlalardan çıkmayarak kesinlikle


İstanbul istikametine gelmemeleri ve eğer ihtiyaç olursa, bir kısım birlikleri de hazırlamaları
konusunda konusunda emir verdi. Ayrıca, İstanbul’daki birlikler dışında İstanbul’u takviye
edecek veya Trakya’dan gelmesi muhtemel birliklerin hareketini önlemek üzere Tekirdağ-
Çerkezköy’de bulunan tugay komutanlığına gerekli hazırlığın yapılması ve emir verildiği
takdirde, İstanbul bölgesine intikal etmeye hazır olmaları emrini iletti.

Kartal-Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı General Nurettin Baransel Kışlası ve Hasdal


tarafındaki tugay kışlasında kontrolü ele geçirmek maksadıyla görevlendirmeler yaptı

Lüleburgaz, Edirne ve Gelibolu bölgelerinde bazı birliklerde hareketlenme olmuştu.Bu birlikler


İstanbul’a gelmek üzere yola çıkacaklardı ancak erken müdahale edilerek önleri kesildi ve
İstanbul’a ulaşmaları önlendi.
Bu arada hemen ek bilgi olarak belirtelim, Orgenral Ümit Dündar’ın emir subayı da darbe
girişiminin içindeydi.

Tuzla tarafında oturan emir subayı, o akşam Dündar’ın konutunun olduğu Fenerbahçe
Orduevi’ne giderek, orada kalmıştı. Emir subayının orda olduğundan habersiz olan Dündar,
konutundan ayrılırken astsubay olan korumasını yanına alıştı. O gece emir subayı astsubay
korumayı birkaç defa arayarak komutanın nerede olduğu sormuş, yerini tespit etmeye çalışmıştı.
Nitekim Dündar konuttan 22.20 civarında ayrıldıktan on beş-yirmi dakika sonra 4-5 kişilik bir
ekip konuta gelerek evin içerisinde Dündar’ı aramışlardı.

Meclis Araştırma Komisyonu’nun sorularını cevaplayan 1.Ordu Komutanı Orgeneral Ümit


Dündar, komisyon üyelerinin Siz 1’inci Ordu Komutanı olarak Silahlı Kuvvetler içinde darbe
girişimi yapması muhtemel bir ideolojik yapılanma, bir örgütsel yapılanma olduğu konusunda
önceden bir bilginiz, istihbari bir bilgi veya tahmininiz veya bu çalışmalarla ilgili, adına ne
dersek diyelim, en azından ihtimalat olarak düşündüğünüz bir durum söz konusu muydu?
Şeklindeki sorusuna şu cevabı eriyordu:

Açıkça ifade etmek gerekirse böyle bir ihtimalat hiç düşünülmüyordu ve değerlendirme olarak
hiç yoktu ama Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerisinde Fetullahçı terör örgütüne mensup kişilerin
olup olmadığı konusunda zaman zaman istihbarat birimlerinden gelen duyumlar mutlaka
oluyordu. O duyumlar esnasında kimlerin bu oluşum içerisinde olabileceği konusunda zaman
zaman fikirlerimiz oluyordu ancak bu oluşumun hiçbir zaman için bir darbeye dönüşeceği
konusunda kimsede bir kanaat hasıl olmamıştı.

Tabii, sorunuzun içeriğine girdiğimizde “Bu aşamaya gelinceye kadar ne oldu?” anlamı çıkabilir,
öyle değerlendiriyorum. Tabii, bunu değerlendirirken sadece Türk Silahlı Kuvvetlerindeki
yapılanmayı ele alırsak olumlu ve gerçekçi bir sonuca ulaşmamız mümkün değil yani bu yapının
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurum ve kuruluşlarında gelmiş olduğu durumu dikkate alıp ve bu
toplumun da bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bundan etkilenmiş olduğunu bir kere
dikkate almamız gerekiyor.

İkinci olan husus da bu Fetullahçı terör örgütünün devlete sızma kapsamında izlediği yöntemler
konusu belki gündeme gelebilir. Ayrıca, dönemler içerisinde Fetullahçı terör örgütüne bakış
açısını belki dikkate almak lazım. Bütün bunları yan yana koyduğumuzda belki bir sonuca
varabiliriz. Tabii, buradaki sonuç da daha ziyade, bu yapılanmanın bu şekle nasıl geldiğini
dikkate alarak “Gelecekte bununla tekrar karşı karşıya gelmemek için ne gibi tedbirler alınması
gerekir?” noktasına bence gitmek için bunun üzerinde…

Ki zaten Komisyonunuzun çalışma amaçlarının içerisinde birisi de o diye değerlendiriyorum.


Dolayısıyla, buraya baktığımızda, başlangıçta, ilk yıllardan yani 80’li yıllardan itibaren terör
örgütünün bu çalışma içerisinde olduğunu farz ve kabul ettiğimizde, başlangıçta uygulamış
olduğu insan kaynağını değerlendiriyor. Bu kapsamda, Türk Silahlı Kuvvetlerinden atılan ve
ihraç edilen kişilere baktığımızda, hiçbirisi Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde almış olduğu eğitim
sonucunda bu terör örgütüne katılmış kişiler değil, tamamı Türk Silahlı Kuvvetlerine katılmadan
önce, daha ortaokul çağlarında –ki ifadelerinde de bunu açıkça ifade ediyorlar- almış oldukları
eğitim ve yetiştirilmiş oldukları sorgusuz sualsiz olarak ve hiçbir mantık değerlendirmesi
yapmadan kendi örgütüne itaat edecek bir insan tipi yetiştirerek buraya gelmişler. Bu noktadan
itibaren baktığımızda, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili olarak sistemi sorgulayacak olursak;
birincisi, personel temini esnasındaki sıkıntılar dikkate alınabilir. İkincisi de personel aldıktan
sonra da takip ve kontrol edilmesindeki sıkıntılar dikkate alınıyor.

Ancak, her iki noktada da kilit nokta, alınacak kişilerin, sınavı kazanmış olsa bile, sınavı
kazandıktan sonra herhangi bir yasa dışı örgüt veya yapılanmaya mensup olup olmadığının tespit
edilmesi konusu önem taşıyor. Bu kapsamda da Türk Silahlı Kuvvetlerinin maalesef kendi
bünyesinde herhangi bir istihbarat birimi veya kaynağı yok dolayısıyla diğer kurumlardan gelen
istihbarat bilgilerine dayanarak personel alımını icra ediyor. Bunu hiçbir zaman için sorumluluğu
Türk Silahlı Kuvvetlerine atmak manasında söylemiyorum, gerçeği ifade etmek için yüce
heyetinize arz ediyorum. Dolayısıyla, bana göre, geleceğe yönelik bir değerlendirme yapılacak
olduğunda bu birinci konu. Bu personel temini konularını sadece Türk Silahlı Kuvvetleri için
değil, kamudaki tüm kuruluşlardaki sınavlarda; bir, soruların güvenliği; iki, alınacak kişinin
seçimi…

Soruların güvenliği olarak olaya baktığımızda da -açık kaynaklara da yansıdığı şekilde- birçok
sorunun bu örgüt tarafından alındığı ve kendi mensuplarına verildiği de açıkça görülüyor. Bu
konuda Türk Silahlı Kuvvetleri de 2000 yılından itibaren -tarihini tam söyleyemeyebilirim, yanlış
bilgi vermek istemiyorum ama kabaca 2000’li yıllardan itibaren- hem askerî liselere hem de harp
okullarına alışları ÖSYM’nin yapmış olduğu sınavlara bağladı. Dolayısıyla, bütün yazılı
sınavların tamamı 2000’li yıllardan itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinin dışında yapılan bir sınav
sonucu oluyor.

Silahlı Kuvvetler olarak bize kalan sadece mülakatların yapılması konusu dolayısıyla bizim
açımızdan bu mülakatlar önem taşıyor. Tabii, bununla birlikte, Silahlı Kuvvetlerin bu almış
olduğu tedbirle cemaatin şekil değiştirmesini dikkate alırsak belli bir yerden itibaren cemaat legal
görünümlü illegal yapıya dönüşüyor ve bir noktadan sonra da terör örgütüne dönüşüyor. Silahlı
Kuvvetler de bununla bağlantılı olarak aldığı tedbirleri de devamlı olarak aslında geliştirmeye
çalıştı. Örneğin, son zamanlarda bu mülakat komisyonlarına da sızmanın olabileceği ihtimaline
karşı tedbir almak maksadıyla…

Örneğin -almış olduğu tedbirlerden bir kısmı- 5 tane komisyon varsa -5 olarak yoktur mutlaka,
değişik sayılarda çünkü- 15 komisyon belirleniyor. 15 komisyonun hangi numarayı alacağı 1’den
5’e kadar kurayla belli oluyor. O komisyona gidecek olan, gelen, sınavı kazanmış, yazılı sınavı
kazanmış kişiler de yine kurayla hangi komisyona gideceğini belirliyor. Hatta, son senelerde bu
komisyonların başına general seviyesinde ve hatta, son senelerde korgeneral seviyesinde personel
görevlendirme suretiyle işin ciddi bir şekilde yapılması gerçekten büyük gayretler sarf edildi.
Tabii, bunu aldıktan sonra bir de Silahlı Kuvvetlerde hizmet ettiği sürece ne yapıp ne
yapmadığını takip etmek, herhangi bir yasa dışı oluşuma dâhil oldu mu, olmadı mı, onu
takip etmek için de bir tedbir almak gerekiyor.

O kapsamda da yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin maalesef bünyesinde onları takip edecek yasal
anlamda bir teşkilatlanma yok, dolayısıyla bu konuda da belki bir tedbir alınmasında yarar var
diye değerlendiriyorum.

***
16 Temmuz 2016 darbeden sonra Saat 12.30 Çankaya Köşkü konutu. Başbakan Yıldırım,
Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve
Milli Savunma Bakanı Fikri Işık birazdan gazetecilerin karşısına geçecek ve Başbakan
Yıldırım’ın açıklaması başlayacaktı.

Başbakan sordu “Hazır mıyız arkadaşlar?” ve devam etti:

Sevgili vatandaşlarım, aziz milletim; 15 Temmuz Cuma gecesi Türk demokrasisi için kara bir
lekedir. Akşam darbe girişiminde bulunan paralel terör çetesinin demokrasi çetesine karşı,
demokrasi nöbeti tutan, sabah da normal hayatına dönen asil milletin adı Türk milletidir.
Milletimin bütün fertlerine bayraklarıyla meydanlara koşan bu paralel terör örgütü çetesine karşı
dimdik ayakta duran bütün vatandaşlarımın alnından öpüyorum. Ay-yıldızlı bayraklarını
dalgalandırarak terör çetesine verilecek en güzel cevabı vermişlerdir.

15 Temmuz artık değerli vatandaşlarım, demokrasimizin bayramı olmuştur.


Bu darbe girişiminde hayatını kaybeden güvenlik güçlerimiz, polisimiz, sivil vatandaşlarımızı
rahmetle, minnetle, şükranla anıyorum. Yakınlarına başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyorum.
Yaralılarımıza Allah’tan şifa diliyorum.

Kahramanca savaşan güvenlik güçlerimizin alnından öpüyor, milletimizle beraber büyük bir
belayı Allah’a şükür defettik. Tabii sevindirici olan, bu kalkışma Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
emir-kumanda hiyerarşisiyle olan bir kalkışma değil, Silahlı Kuvvetler içerisindeki paralel terör
yapılanmasının bir kalkışmasıdır. Bu vesileyle vatanını, milletini seven, bayrağını seven ve bu
alçakça girişime asla prim vermeyen değerli komutanlarımızı, subaylarımızı tebrik ediyorum.

Ayrıca, olayın olduğu ilk andan itibaren meydanları dolduran sivil toplum kuruluşları,
vatandaşlarımız, siyasi parti taraftarlarına da teşekkür ediyorum. Özellikle kahramanca
çarpışarak, hayatlarını ortaya koyarak bu belayı defeden Özel Kuvvetlerimiz, polisimiz, tüm
Emniyet mensuplarımızı yürekten kutluyorum. Milletimiz adına minnet, şükran duygularımı
sunuyorum.

Aziz vatandaşlarım, bu yaşadığımız olay bir şeyi ortaya koymuştur; Türk milletinin demokrasi
konusunda ne kadar engin bir tecrübeye sahip olduğunu, demokrasinin ve milli iradenin ne kadar
ülkemizin bağımsızlığı için önemli olduğunu bir kez daha bütün dünya gördü. Hele hele köprüyü
kesen, yolları kesen, binalara girmeye çalışan, tankların elinde bayrakla önüne yatan, o tankların
üzerine çıkan o aziz vatandaşlarımız, canını bu uğurda veren o şehitlerimizi bu büyük millet asla
ve asla unutmayacaktır.

Bu zor günümüzde bizi arayan dost ülkelere de ve dayanışma isteklerini ortaya koyan dost
ülkelere de teşekkür ediyoruz.

Değerli kardeşlerim; bu paralel çete mensupları artık yüce Türk adaletinin elindedir. Müstahak
oldukları her türlü cezayı, karşılığı göreceklerdir.

Milletimiz bu olayda çok büyük bir basiret göstermiştir ve bu basiret Türkiye’de milli iradenin,
demokrasinin kesintiye uğramasının önüne geçmiştir. Dolayısıyla bu kalkışmayı yapanlar bir kez
daha şu gerçeği anlamalıdır: Hiç kimse bu büyük milletin iradesiyle oyun oynayamaz. Hiç kimse
bu büyük milletin demokrasi aşkıyla ve özgürlük umdesiyle asla ve asla boy ölçüşemez.
Vatandaşlarımızın bugün normal hayata dönmüş olması, erdeminin bir göstergesidir.
Devletin silahıyla, devletin parasıyla, devletin tankıyla, devletin bombasıyla, devletin uçağıyla
helikopteriyle bu ülkenin vatandaşlarının üzerine ateş açanlar, PKK teröründen daha da aşağılık
bir terör örgütüdür. Asla ve asla bu millet bu hain çeteyi unutmayacaktır. Bazı dostlarımız bizim
bu konudaki başından beri gösterdiğimiz hassasiyeti anlamakta zorluk çekiyorlardı. Ama
anlamalarının bize çok büyük maliyeti oldu.

Tankların önüne çıkarak hayatını ülke için, bayrak için, bağımsızlık için veren bütün
kardeşlerimi, bütün şehitleri tekrar rahmetle, şükranla anıyorum. Maalesef bu kalkışma
bastırılmıştır. Ancak şehitlerimiz vardır, toplam 161 şehidimiz şu ana kadar mevcuttur. 1440
yaralımız vardır. Bu aşağılık kalkışmaya, bu olaya karışan şu ana kadar 2839 çeşitli rütbede
subay, asker gözaltına alınmıştır, üst düzey rütbeliler de mevcuttur. Bir belayı büyük millet bir
kez daha basiretiyle defetmiştir.

Ama olayın başından beri Başkomutanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu o


memleket sevdası ve basiretiyle bütün Hükümetimizin üyeleri ve vatansever komutanlarımızla
birlikte halkımızla bir olarak, beraber olarak kenetlenerek bu belanın üstesinden geldik. Belki
dünya tarihinde emsali bu kadar orantısız güce karşılık emsali görülmeyecek büyük bir başarıyı
bu milletime yaşatan Rabbime hamd ediyorum.

Ayrıca, basın kuruluşlarımız, medya kuruluşlarımız, yazılı, görsel, sosyal medya kuruluşlarımız
bu olayda çok büyük bir vatanseverlik ve basiret örneği ortaya koymuşlardır. Başından beri
çetelerden yana değil ülkeden yana, milletten yana net bir tutum almışlar ve halkımızın anında en
doğru şekilde bilgilendirilmesini sağlamışlardır.

Ayrıca, başta siyasi parti liderleri olmak üzere bütün siyasi parti taraftarları da, sivil toplum
kuruluşları da görüş farklılıklarını, düşünce farklılıklarını bir tarafa bırakarak meydanlara akmış
ve ay-yıldızlı bayrağı tankların tepesine dikmeyi başarmıştır. Dolayısıyla basına, sivil toplum
kuruluşlarına, siyasi partilerimize örnek vatanseverlik davranışından dolayı çok teşekkür
ediyorum.

Değerli basın mensupları; işin birinci safhası burada sona ermiştir. Bundan sonraki yapılacak
işlemler de, yapılacak çalışmalar da bir yandan vatandaşlarımız normal hayatlarını sürdürürken,
bir yandan da ülkemizi ve milletimizi dünya ülkeleri arasında itibarsızlaştırmaya çalışan bu
güruhlara karşı gereken her türlü işlem gecikmeden misliyle yapılacaktır, milletimin de bunu
bilmesinde fayda vardır. Biz yolumuza aynı kararlılıkla devam edeceğiz.

Tekrar bütün milletimize geçmiş olsun diyor, demokrasi bayramımız 15 Temmuz ülkemize,
milletimize hayırlı olsun diyorum. Ve milletimiz gündüz işini gücünü bıraktıktan sonra akşam
tekrar bayraklarıyla meydanlara akmasını bekliyorum.

Ve bir kez daha aziz milletime şükranlarımı iletirken, parti genel başkanlarının bu olayda
gösterdiği üstün dayanışma ve basiretten dolayı da ayrıca teşekkür ediyorum.
Bugün saat 15:00’te yüce Meclis, milli iradenin temsilcisi Meclis’imiz de toplanacak ve bu olay
bütün ayrıntılarıyla ele alınacak.
Darbeye adı karışan diğer subaylar

15 Temmuz darbe girişiminin komisyonu olan Yurtta Sulh Konseyi'nin her kuvvet
komutanlığına bir darbe karargâhı kurduğu ve komutan tayin ettiği iddia edildi. Darbe
girşiminin 6 karargâhtan yönetileceği belirtildi. Buna göre Kara Kuvvetleri Komutanlığı
Karargâhı'na Tuğgeneral Erhan Caha atandı.

Caha Emniyetteki ilk ifadesinde darbe girişiminden önceden haberdar olmadığını söyleyerek
şöyle devam etti:

Mesai henüz bitip millet karargâhı terk ettiği saatlerde TSK Komuta Harekat Merkezi'nden gizli
mesaj formu geldi. O formda Silahlı Kuvvetler'in yönetime el koyduğu, sıkıyönetim ilan edildiği
ve benim de Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı'nda karargâh sorumlusu olarak
görevlendirildiğim yazıyordu. Ben mesaj emri formunun üstündeki yazıları okuyunca bu
girişimin TSK'nın normal hali hazırdaki emir komuta zinciri içerisinde yapıldığını düşündüm. Bu
sebeple emre uydum.

Ben emri görünce zaten hemen normal bir emir olmadığını anladım. Kendimce bir kriz yönetimi
yapmaya karar verdim. Çünkü bu kanunsuz emre uyduğum takdirde darbe başarılı olamazsa
suçlanacaktım. Yine bu emre uymadığım takdirde darbe başarılı olursa suçlanacaktım. Bu
durumda kendim ve orada bulunan personelimin en az zararı görecek şekilde krizi yönetmeye
çalıştım. Görevi verilen karargâh sorumluluğu görevini kabul ettim.

Harekat Merkezi'nden Partigöç ile görüştüm. Bana Kuvvet Komutanlarına ve Genelkurmay


Başkanı'na darbe teşebbüsünü teklif ettiklerini ancak onların kabul etmediklerini söyledi. İşin
yanlış olduğunu bu noktada daha çok anladım. Vazgeçmemin sonucu değiştirmeyeceğini
düşündüğüm için teslim olmadım. Ancak ertesi gün arkadaşlarımdan darbeye karşı olanlar
telefonda bana ulaştılar, hakaretler ettiler. Bana yapılanın yanlış olduğunu söylediler.

Caha, ele geçirilen atama listesinden haberi olmadığını İfade etti:


"Böyle bir görevlendirmeden bilgim yoktu. Bana sorulmuş olsaydı böyle bir görevi kesinlikle
kabul etmezdim. Fakat söylediğim gibi karargâha gelen mesaj emrinde de aynı yere
görevlendirildiğim yazılıydı. Atama listesinde verilen görev ise sadece KKK Harekat Başkanlığı
ile sınırlı bir görevdir. Olanlardan son derece pişmanım, mahçubum.

Genelkurmay Karargâhı'na atanan Tuğgeneral Mehmet Partigöç'ün, Ankara Cumhuriyet


Başsavcılığınca alınan ifadesine göre Darbe girişiminde herhangi bir şekilde bulunmadı ve
darbeciler tarafından hazırlanan evraklarda isminin yer almasından haberdar olmadı.

Ben mesaiden genelde 8-9 gibi çıkarım. Olay günü de odamda oturuyordum. Bir gürültü
duydum ve saat 20.00 sıralarında bahçeye çıktım. Koşuşturma vardı, 'tatbikat' diye
sesleniyorlardı. Odama geri dönerken, binanın girişinde Cemil Turhan isimli şube müdürünün
beni aradığını öğrendim. Resmi hattan yaptığımız görüşmede Cemil Turhan, bana,
'Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler'in emir subayı Binbaşı Mehmet'in birkaç mesaj
çekilmesi için emir getirdiğini' söyledi. Ben de teyit etmek için 2. Başkanın makamına çıktım.
2. Başkanımız yerinde yoktu. Özel Kalem Müdürü Bünyamin Tuncer'e, 'nerede olduğunu'
sorduğumda, 'şu an bir belirsizlik durumu olduğunu ve kışla dışına çıkarıldığını' söyledi. Ben
de Şube Müdürü Cemil Turhan'a, 'Komutanımızın emri ne ise yerine getirin.' dedim.

Gürültüler üzerine çıktığı bahçede eğitim kıyafetli özel kuvvetler personelini gördüğünü ifade
eden Partigöç, "İkaz ettim. Kışlanın emniyetinden sorumlu olan destek kıtaları komutanı
Cengiz albayın yanına gidip, 'durumun ne olduğunu' sordum. 'bilmediğini' söyledi. Dost ateşi
olmaması için onu uyardım. dedi.

Daha Sonra Cengiz Albay'la kamera odasına geçtik.

Kameradan, Genelkurmay Başkanımızı gördüm. Yanında bir general ve iki koruma ile
helikopter pistine doğru gidiyorlardı. Daha sonra önce kendi odama gittim, sonra da aynı katta
bulunan Genelkurmay Başkanının makamına geçtim. Komutanın odasına girmedim. Emir
subayının koltuğunun kenarındaki sandalyeye oturdum. Genelkurmay Başkanı Özel Kalem
Müdürü Ramazan Göze ve emir subayı Binbaşı Levent ile durumun nasıl olduğunu konuştuk.
Oradan, Genelkurmay Harekat Merkezi'ni aradım, onlara sordum. Kendi işlerine devam
ettiklerini, durumlarında değişiklik olmadığını söylediler. Daha sonra saat 22.00 gibi Akıncı
Üssü'nün Harekat Merkezi'ni aradım. Komutanımızın orada olduğunu söylediler. Daha sonraki
gelişmeleri medyadan takip ettim.

Destek kıtaları ve özel kuvvetler personeline herhangi bir çatışma olmaması hususunda
uyarıda bulunduğunu söyleyen Partigöç şöyle devam etti:
Destek kıtaları komutanı, 'çevre emniyeti için personel görevlendirdiğini' söyledi. Daha sonra
Genelkurmay Başkanlığı bölgesine 3-4 zırhlı araç geldi. Halka zarar verilmemesi için zırhlı
araçların içeriye alınması talimatını verdim. Bunun üzerine araçları içeri aldılar.

Amiri konumunda olan Korgeneral İlhan Talu'nun emir astsubayının telefonundan kendisini
aradığını söyleyen Partigöç, şöyle devam etti:
"Talu, 'durumun farklı bir mecrada geliştiğini ve Genelkurmay Karargâhı'ndakilerle müzakere
yapmak gerektiğini' söyledi. 'Genelkurmay Başkanımızın personelinin silahını bırakarak,
kışladan çıkması' yönünde emri olduğunu anlattı. Bu konuyu, Destek Kıtalar Komutanına
söyledim. O da 'erbaş ve erleri topladığını, düzenli bir şekilde dışarı çıkacaklarını' söyledi.
Komuta katına gittiğimde, saat 10.30 sıralarında özel kuvvetler personelinin mevzilendiğini
gördüm. Onların kıdemlilerini çağırdım. Genelkurmay Başkanımızın emrini ilettim, onlar da
'kendi aralarında görüşeceklerini' söylediler. Bir süre sonra telefonla geri dönüp 'kabul
ettiklerini ve dışarı çıkacaklarını' söylediler. Ben de tekrar Korgeneral İlhan Talu ile görüştüm,
'nasıl yapacağımızı' sordum. O da 'bir savcının nizamiyeye gelerek, beni arayacağını' söyledi.

Genelkurmay nizamiyesinden bir savcının kendisini arayıp, "Üzerinizi çıkarın, silahlarınızı


bırakın ve çıkın" dediğini söyleyen Partigöç, bunu özel kuvvetler personelinin kabul
etmediğini, pantolon ve gömlekle çıkmak istediklerini aktardı.
Savcının kabul etmesi üzerine, özel kuvvetler personelinin silahlarını bir yere koyarak
çıktığını, yanlarında yaklaışık 15 kişilik karargâh personelinin de olduğunu kaydetti.
Savcıyı tekrar telefonla aradığını ifade eden Partigöç, şunları anlattı:
Savcı, 'benim de gelmemi' istedi, ben de nizamiyeye gittim. Diğer personel otobüslere
bindirilmişti, savcı bey beni ayırdı. Oranın özel kuvvetler komutanı ile görüştürdü. O da
'durumun ne olduğunu' sordu. Ben, 'özel kuvvetler personelinin ayrıldığını' söyledim. Savcı
bey, beni kendi arabasına almıştı. Daha sonra polisler beni otobüse atıp götürdüler. Benim
darbe girişimiyle alakam yoktur. Fetullah Gülen'i medyadan duyduğum kadarıyla bilirim,
Fetullahçı değilim. Öğrenciliğimde onların dershanesine, evlerine gitmedim. Zaman zaman
orduda Fetullahçılar hakkında iddia olur, benim bizzat bildiğim bir husus yoktur, herhangi bir
şeye tanık olmadım. İşim gereği bu iddialar gelir, biz de inceleriz. Genelde MİT ve emniyet
kaynaklı teyit etmeye çalışırız. Bunu kendi makamlarımıza arz ederiz. 'Şu adam Fetullahçıdır'
dediğimiz hiçbir kimse olmadı. Ancak şüpheli kişilerin kritik yerlerden alınmasını isterdik."
Partigöç, emir komutasındaki personelden darbe girişimine katılan herhangi bir kimsenin
olduğunu görmediğine aktararak , "Darbe girişimi konusunda kimseden talimat almadım,
kimseye talimat vermedim. Darbe hazırlıkları hakkında herhangi bir bilgim yoktur dedi.

Deniz Kuvvetleri Karargâhı'na Tuğamiral İrfan Arabacı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat
Plan ve Teşkilat Daire Başkanlığında görev yapıyordu. Arabacı darbe gecesi kaçtı. 15
Temmuz'dan 15 Ekim tarihine kadar kaçmayı başardı. Bu tarihten sonra yeğeninin adına
kiralanan İzmir Buca'da bulunan bir evde yakalandı. Buca'daki evde dijital veriler, bilgisayar, biri
açık, diğeri koyu renkli iki peruk, Arabacı'nın askeri kimliği, pasaportu ve nüfus cüzdanı
bulundu.

Sakal bıraktığı sörülen Arabacı'ı sorunlu olmadıkça evden çıkmıyor, çıktığındaysa peruk
kullanıyordu.

 Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhı'na atanan Tuğgeneral Faruk Bal, Kastamonu Jandarma
Bölge ve Garnizon Komutanı olarak görev yapıyordu. Bal'ın darbecilerin kullandığı telsizleri
temin ettiği iddia edilmişti. Bal ifadesinde şınları kaydetti:

Genelde muhafazakar bir insan olarak tanınırım. Bu nedenle özellikle 17-25 Aralık tarihlerinden
önce meslektaşlarım ile ilişkilerimde dindar görünümlü insanlarla arkadaşlıklarım olmuş olabilir.
Ancak bunların herhangi bir örgütle bağlantılı olduklarını bilerek kendileriyle ilişki kurmadım.
Bahsettiğim insanlar sivilde değil, asker olarak çalıştığım iş ortamındaki şahıslardır. Şimdiye
kadar amirlerimden habersiz herhangi bir iş yapmadığım gibi genelde yapılacak işleri de
amirlerimle paylaşır ve iletirim. Herhangi bir kimseden gizli saklı bir işlem yapmadım.

 Darbe girişiminin meydana geldiği 15 Temmuz'dan önce yıllık izne çıktığını ifade eden Bal,
çarşamba ve perşembe günü (darbe haftası) kalbindeki ritim bozukluğu nedeniyle oğluna alet
bağlandığını, perşembe günü kızının yemekten zehirlendiği yönünde mesaj alması üzerine 15
Temmuz'da eşi ve oğluyla birlikte, karayoluyla Ankara'ya geldiklerini söyledi.

Girişimi televizyondan öğrendiğini söyleyen Bal, şöyle devam etti:

Uçaklar alçaktan uçuyorlardı. Ev, Anıttepe'ye yakın olduğu için korktuk. Beraberinde patlama
sesleri gelince ışıkları söndürüp olanları televizyondan takip etmeye başladık. Bu arada
telefonum arka cebimde ve sessizdeydi. Saat 22.00 sıralarında telefonumda kayıtlı olmayan,
zannediyorum baş kısmı 0553 ile başlayan ve ismini tam anlayamadığım, Mehmet veya Bülent
adlı biri 'Size görev var. Araç gönderdik, bekleniyorsunuz' dedi. Ben de 'Bu saatte ne görevi'
deyip telefonu kapattım. Darbe girişimi olduğunu o an anladım. Gece 02.30 veya 03.00'e kadar
ışıkları söndürmüş şekilde oturduk. Telefonumu kontrol ettiğimde bir sürü tanıdığım veya
tanımadığım numaralar vardı. Kastamonu İl Jandarma Alay Komutanı Yavuz Albay'ın aramasını
gördüm ve hemen ona dönüş yaptım. Kendisini aradığımda Vali ve Emniyet Müdürü ile birlikte
olduğunu söyledi. Ben de kendisine 'Bir şey yapmayın. Bu emrimi tüm birliklere iletin' dedim.
Karargâh Komutanımız İrfan Kızılaslan da birliğe gelen mesajlarda sıkıyönetim komutanı olarak
isminin geçtiğini söyledi. Ben de fırsat bulursam geleceğimi, kesinlikle bir şey yapmamalarını
söyleyip, hemen hazırlandım ve Kastamonu'ya döndüm. Saat 05.30 civarında resmi kıyafetlerimi
giyip karargâha geldim. Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında görevli Kurmay Başkan
Vekili Tümgeneral Arif Çetin'i resmi makam cep telefonundan aradım. Bu olayın dışında
olduğumu, mevcut eski komuta kademesine bağlı olduğumu bildirdim. Bu süre içinde karargâhta
başka kimseyle görüşmedim.

Bölgesine bağlı 5 ilin jandarma komutanlarını arayıp bilgi aldığını ve herhangi bir eylemde
bulunmamalarını söylediğini söyledi:

Karargâha geldiğimde, memurlara ibraz etmiş olduğum üzerinde 'Harekat Yıldırım' yazılı
Genelkurmaydan 15 Temmuz saat 21.30'da gönderilmiş bir mesaj formu bulunduğunu, bundan
başka gece boyunca Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Genelkurmay
Başkanlığından gelen ve birbiriyle çelişen birçok mesaj olduğunu gördüm. Yaklaşık 10 civarında
mesaj vardı. Bu mesajların bir kısmını darbe yapan şahısların çektiğini anladım. Bu mesajlara
göre herhangi bir işlem yapmadım.

Darbeyle ilgisinin olmadığını iddia eden Bal, şunları aktardı:

İsmimi ilk kez sabah mesajlar bana getirildiğinde gördüm. Bunun üzerine tekrar Arif Paşa'yı
aradığımda bana, benim gibi Zonguldak Eğitim Tugay Komutanı Birol Şimşek ve Tokat
Jandarma Bölge Komutanı Adnan Arslan'ın da isimlerinin karıştırıldığını, kendilerinin beni ve bu
arkadaşları bildiğini, bizden bir endişesi olmadığını ve bunu bakanlığa ilettiklerini söyledi.

Gece 03.00 sıralarında Yavuz Albay ile görüşene kadar ilde vali veya diğer görevlilerle herhangi
bir görüşme yapmadım. Daha doğrusu arama lüzumu hissetmedim. Çünkü televizyonlarda hep
Ankara ve İstanbul gösteriliyordu. Bulunduğumuz evde de yoğun bir atış ve uçak sesi geldiği için
korkmuş haldeydik. Eşim ve çocuklarımla birlikte olduğum için o esnada Kastamonu'da ne
olduğuna dair herhangi bir irtibat kurmak aklıma gelmedi. Yavuz Albay ile görüştükten sonra
emrimi ve Vali Bey'e bu yönde durduğumu bildirmesini istedim. Darbecilerle hareket etmedim.
FETÖ ile herhangi bir irtibatım yoktur. Bunların yıllardır çok tehlikeli olduğunu da bilen biriyim.

Bizim dosyamız Genelkurmaydan bu mesajı çıkaran dairenin elindedir. Oradan ismimize ulaşmış
olabilirler. Kaldı ki atama listesinde hem İstihbarat Başkanı hem de İçişleri Bakanlığı Müsteşarı
gibi birbiriyle alakası olmayan görevleri yazmışlar. Zaten atamayı imzalayan tuğgeneral.
Normalde bir tuğgeneralin görevlendirmesini bir orgeneral yapabilir. Bu şekilde bir atama askeri
teamüllere uygun değil. Bu nedenle inandırıcı bulmadım ve buna göre hareket etmedim.
Bir süre önce Kozmik Oda davasından sonra açılıp takipsizlikle sonuçlanan kumpas
soruşturması nedeniyle görevden alınan Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse'nin
darbenin planlayıcıları arasında olduğu iddia edildi.

Köse çalışma odasında olduğunu, Askeri Savcı Kurtuluş Kaya'nın kendisine,  Genelkurmay Adli
Müşaviri Tuğgeneral Hayrettin Kaldırımcı'ya Genelkurmay  Başkanlığından bir haber
gönderildiğini, Adli Müşavir, Askeri  Savcı ve Merkez Komutanlığı görevlilerinin beklemelerinin
istendiğini söylediğini iddia ediyordu.

Muharrem Köse sonrasını şöyle anlatıyordu:

Ayrıntıları öğrenmek için Askeri Savcı Binbaşı Kurtuluş Kaya Hayrettin Kaldırımcı'nın yanına
gitti. Ben onun odasında ya da diğer yerlerde beklemeye devam ettim. Askeri Savcılık
binasındaydım. Kurtuluş Kaya ilk gittiğinde bir şey öğrenememişti. İkinci defa gittiğinde
Hayrettin Paşayla birlikte Korgeneral İlhan Talu'nun yanına gittiklerini bana söyledi. İlk
olarak Genelkurmay Başkanlığı civarında yoğun bir ambulans sesi ve geçişleri başladı.
Kurtuluş Binbaşı beni İlhan Paşa'nın yanından arayarak, 'İstanbul'daki köprüleri jandarma
kesmiş, olağanüstü durumlar var, bekliyoruz' dedi. Bu şekilde ben Savcılık binasında
beklemeye devam ettim. Savcılık binasıyla Genelkurmay Karargâhı ayrı yerdedir.

Bu şekilde savcılık binasında beklemeye devam ettiğini aktaran Köse,  ifadesini şöyle sürdürdü:

Gece yarısı General-Amiral Şube Müdürü Albay Cemil Turan telefonla  beni aradı. Beni komuta
katına çağırdı. Orada bana Genelkurmay Adli Müşavirliğine  görevlendirildiğimi, TSK'nın
yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini  söyledi. Zaten oraya gitmeden de basın bunu
ilan ediyordu. Görevi kabul ettim.  'Bir şey mi yapacağım.' dedim. 'Yok' dedi. Orası çok
kalabalıktı. Genelkurmay  Başkanının, emir subayının odası, özel kalem müdürünün odasında bir
sürü personel  vardı. Hareketlilik devam ediyordu, dışarıdan sesler geliyordu. Ben darbenin emir
komuta zinciri içerisinde yapıldığını düşündüm. Ertesi gün sabaha kadar  karargâhtaydım.
Genelde bekleme odasında oturdum. Tuğgeneral Mehmet Partigöç  sabahleyin savcı ve Merkez
Komutanını çağırdı, teslim olma müzakeresi yaptılar.  Ben de topluca teslim olan grup
içerisindeyim. Gizleniyor durumuna düşmemek için  öncesinde karargâhtan ayrılmadım. Benim
bulunduğum bölümlerde herhangi bir  çatışma, yaralanma durumları meydana gelmedi. Daha
doğrusu komuta katının içinde  gece yarısı siviller girdiğinde silahlar ateş edildi. 'Ateş ettik,
kaçtılar.'  dediler.

Levent Türkkan'ın kendisi için Cemaatçi dediği iddiası üzerine;

Levent  Türkkan benim cemaatçi olduğumu kime sormuş, daha doğrusu bunu kimden öğrenmiş?
Ben onunla cemaat evine mi gitmişim, cemaat toplantısına mı katılmışım? Bunları  sormak gerek.
Olabilir zannıyla benim ismimi vermiş olabilir. Bu tür örgütler güçlü gözükmek için örgütten
olmayanları da kendi adamıymış gibi gösterirler."  dedi.

Ve şöyle devam etti:

Ben de darbeye iştirak etmedim. Öncesinde darbe yapılacağını  bilmiyordum. Benim Fetullahçı
Terör Örgütü ile herhangi bir irtibatım yoktur.  Fetullah cemaatinin darbe olmadan önce de terör
örgütü olduğunu bir hukukçu  olarak düşünüyordum. Zaten darbe yapılınca silahlı örgüt olduğu
anlaşıldı.  Söylenenler doğruysa darbeyi bunlar yaptı. Fakat ben ne askeriyede birlikte görev
yaptığım kişilerden ne de sivilde irtibatlı olduğum kişilerden Fetullahçı diye  ismini
verebileceğim şu anda kimse yoktur. Yalnızca ben Merzifonluyum. Eşimin  uzaktan akrabası
olan hatırladığım kadarıyla Merzifon Atatürk İlkokulunda  öğretmenlik yapan Mehmet Şengün
için cemaatçi olduğu söyleniyordu. Suçlamaları  kabul etmiyorum. Darbe günü herhangi bir
kimseden talimat almadım ve talimat  vermedim.

ByLock

Akıllı telefon uygulaması olan ByLock anlık mesajlaşmayı sağlıyor. FETÖ'nün haberleşme ağı
olarak kullandığı uygulamanın sunucusu Litvanya'da bulunuyor. Uygulamanın özelliği yazılan
mesajın telefonda depolanmayıp silinmesi. Ayrıca kendi içinde de bir şifreleme sistemi
bulunuyor. ByLock'la iletişim sağlanabilmesi için tarafların birbirinin kullanıcı adlarını bilmeleri
ve karşılıklı yollanacak onay kodlarını uygulamaya girmeleri gerekiyor. Bu özelliği
uygulamamanın genel kullanımını zorlaştırmakla birlikte amaca özel kullanım için üretildiği
izlenimi oluşturuyor. İlgisi olmayan insanların bilmesine imkan olmayan bir konu ise
yazışmaların sunucuda depolanıyor olması. 17-25 Aralık sürecinden sonra MİT Litvanya'daki
sunucuya sızıp veritabanından kayıtlı olan ByLock yazışmalarını deşifre etmeye başlıyor. Bu
sayede önemli bilgilere erişiyor. Cemaat yapılanması durumu fark edince ByLock uygulamasını
kullanmayı bırakıp, Eagle adında başka bir uygulamayı kullanmaya başlıyor. Eagle'ın durumu
tam anlaşılamadan 15 Temmuz kalkışması yaşanıyor.

17-25 Aralık sürecinden sonra MİT veritabanı üzerinden 215 bin hesap ve bu hesaplara bağlı 18
milyon mesajlaşmayı incelemeye başlıyor. Bu yazışmaların %99'unun Türkçe olduğunu ve IP
adreslerinin Türkiye kaynaklı olduğunu da belirtmekte fayda var. MİT 50 bin kamu çalışanı ve
600 kadar muvazzaf subayın ByLock uygulaması kullandığını tespit ederek ilgili kurumlara
bildiriyor.

İstihbarat yetkilileri bir taraftan yeni yazılım Eagle'ın şifreleri üzerinde çalışırken, FETÖ'nün üst
düzey yöneticlerinin kayıtlarının byük ölçüde Eagle'da olduğu ifade ediliyor. Diğer taraftan
Emniyet birimleri de ByLock deşifreleri üzerinden operasyonlara devam ediyor.

Adil Öksüz muamması çözülüyor mu?

Adil Öksüz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi görev yapmaktaydı. Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde 1991 yılında mezun oldu. 1996 yılında Sakarya Üniversitesi
Temel İslam Bilimleri bölümünde yüksek lisansını tamamladı. 2003 yılında aynı üniversitenin
aynı bölümünde doktorasını yaptı.

Normal şartlarda dahi sivillerin girmesi mümkün olmayan Akıncılar Üssü'ne darbe girişiminin
olduğu gece girmişti. Üsten kaçtığı sırada yakınlarda bir tarlada yakalandı. Savcılık mahkemeye
sevk etti. Mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Basında Adil Öksüz'ün yakalanması şöyle aktarılıyordu:
Akıncı Üssü'nün çevresindeki dikenli tellere yaklaşık bir kilometre uzaklıkta (yakalayan bir
askere göre 1 kilometre, başka bir askere göre 600 metre) çit çevresindeki stabilize yolda araçla
ilerleyen bir jandarma ekibi, üç kişinin kaçtığını gördü. "Durun" diye bağrıldı. Önce iki sivil
yakalandı. Bunlardan biri Anafartalar Koleji'nin sahibi Hakan Çiçek'ti. Onların yaklaşık 500
metre uzağında da başka bir sivil yakalandı. O da Adil Öksüz'dü. Üssün çevresindeki arazide 3
sivil dışında 26 da asker yakalandı. 32

Öksüz'ü Kazan Akıncılar Jandarma Karakolu gözaltına almıştı. İddiaya göre karakolda Öksüz'ün
üst arama tutanağı tutulmamış, özgeçmişi incelenmemiş, ifadesi de alınmamıştı. Savcılık konu
hakkında soruşturma başlattı.

Öksüz 8 Temmuz tarihinde Adliyesi’ne gözaltındaki askerle birlikte Sincan’da bulunan Ankara
Batı Adiyesine sevk edildi. Savcı Cihan Ergün’e orada arsa bakmak için bulunduğunu söyledi:

14 Temmuz akşamı Sakarya’dan Ankara’ya geldim. 15 Temmuz günü cumaydı. Cuma akşamı
Mehmet Öksüz isimli amcamın Keçiören’de evi vardı orada kaldım. 16 Temmuz
günü sabah 09.00- 10.00 gibi de Keçiören’den ticari taksi tuttum. 1 taksiyle geldim. Orada tarla
baktım. Akıncılar yakınındaki bir köyde Hasan isimli bir köylünün Akıncı’nın orada bir tane köy
var. Muhiti de ben biliyorum. Hasan isimli şahısın adını köyün tek camisi olduğundan cami
imamından öğrenebilirsin demişti. Köye vardım taksiciyi geri gönderdim. Alacağım araziye
bakmak için köy girişine yakın beni bırakmasını söyledim. Beni o yol üzerinde araziden
jandarmalar aldılar.

Adil Öksüz’ün sorgusu 21 dakika sürdü. Sulh Ceza Hâkimi Köksal Çelik yurtdışı çıkış yasağı
koyarak serbest bıraktı. Kararda “şüphelinin üzerine atılı suçlara ilişkin somut delil olduğunu”
vurgulandı. Buna rağmen “sabit ikametgâh sahibi olması, kaçma ve delilleri karartma ihtimalinin
olmayışı, suç vasfının değişme ihtimali” gerekçe gösterilerek serbest bırakıldı.

Darbeden 2 gün önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Cemaat hakkında hazırlanan


çatı iddianamede Öksüz'ün de adı geçiyordu. İddianamede 12 kişilik Başyüceler Şurası ve
Gülen’in özel ekibinden molla yapılanmasını kontrol eden isim olan Cemal Türk'ün anlatıldığı
bölümde Adil Öksüz'ün Cemal Türk’ün eşi Azize Türk’ün kardeşi olduğu belirtiliyordu.

Ayrıca dianamede Öksüz’ün 2015'de Deniz, 2016'da Hava kuvvetleri imamlığı yaptığı bilgisi de
bulunuyordu.

Diğer taraftan Manisa Turgutlu'da darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturma kapsamında
tutuklanan Cemal Türk'ün babası işadamı Mustafa Said Türk, savcılıkta verdiği ifadesinde 4
oğlundan biri olan Cemal Türk'ün önceden öğretmen olduğu ve eşiyle birlikte cemaatin
okullarında çalıştığı, Fethullah Gülen'in İlahiyat talebisi olduğunu, 10 yıldır da ABD'de
yaşadıklarını ifade ediyordu. Türk Sakarya Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Adil Öksüz,
Cemal'in kayınbiraderi olduğunu söylüyordu.

32
23 Eylül 2016 Sabah Gazetesi
Serbest kalan Öksüz Esenboğa Havalimanı’ndan uçakla Sabiha Gökçen Havalimanı’na gitti.
Burada kendisini Ali Kaya adında bir cemaat üyesi karşıladı. Güvenlik kamerası kayıtlarında Ali
Kaya, telefonla görüntülü konuşma yaparak Öksüz’ün yanında olduğunu telfonun diğer ucundaki
kişiye gösteriyordu. 19 Temmuz’da Akyazı’daki kayınpederinin evine giden Öksüz'den bir daha
haber alınamadı.

Cemmat'in Hava Kuvvetleri İmamı olduğu iddia edilen Öksüz için 14.30'da tutulan tutanakta
üzerinden “51 Adet 200 TL, 36 Adet 100 dolar, 11 Adet 100 TL, 3 Adet 50 TL, 1 Adet Deri El
Çantası, 1 Adet Samsung Note 5 Cep Telefonu, 1 Adet Iphone 6 Cep Telefonu çıktığı
belirtiliyordu. Ancak Jandarma personeli tuvalete gizlenmiş bir cihaz buldu. Bu cihazın da Adil
Öksüz'e ait olduğu belirlendi ve aynı saatte bir tutanak daha tutuldu. İkinci tutanağa “Markası
ZTE 4G LTE olan GPS yer koordinat belirleme cihazı” ifadesi eklendi. Bu tutanakta, 'üzerinde
GPS çıktı, polise teslim edildi' ibaresi yazılıydı. Hem polisin hem de jandarma'nın imzası
bulunuyordu.

Aynı saatte Jandarma tarafından bir tutanak daha tutuldu. Tutulan bu 3. tutanaktadki ifade şu
şekildeydi:
“15 Temmuz 2016 günü meydana gelen darbeye teşebbüs olayı ile ilgili olarak komutanlığımızın
sorumluluk alanında Kazan İlçesi Akıncı Mahallesinde yakalanmış olan Adil Öksüz isimli şahsın
üzerinde yapılan üst aramasında bulunmamış olan Markası ZTE 4G  LTE olan GPS yer koordinat
belirleme cihazı olarak isimlendirilen cihazı lavaboyu kullandıktan sonra klozete atmış olduğu
kendiliğinden tarafımıza teslim etmediğine dair iş bu tutanak tarafımızdan tanzimle hazır
bulunanlarca müştereken imza altına alınmıştır.”

Bu tutanakta sadece Jandarma görevlilerinin imzası bulunuyordu.

ZTE 4G LTE cihazı

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, söz konusu bu cihaz Jandarma ve polisin sandığı gibi bir GPS
cihazı değil, bir modem. Bu modeme 10 cihaz (telefon, laptop,tablet vs) aynı anda bağlanabiliyor.
Cihaz Alman GSM operatörü T-Mobile 'ın kartıyla çalışıyor. Cihaz şirketin anlaşması olduğu
tüm ülkelerde çalışabildiği gibi uydu üzerinden de direkt internet bağlantısı sağlanabiliyor.

Söz konusu bu cihazın şu anda nerede olduğu bilgisine ulaşamamız mümkün olmadı. Serbest
bırakılırken kendisine mi teslim edildi ? Cihazla ilgili nereden satın alındığı bilgisi araştırıldı mı
bilemiyoruz. Adil Öksüz'ün o gece ve öncesinde kimlerle neler görüştüğü konusunda açık deliller
ortaya koyacak olan kayıtlar Operatörden istendi mi?

Söz konusu cihazın seri numarası tutanaklarda görülmemekle birlikte yetkililer tarafından alınmış
olabilir. Eğer öyleyse cihaz geçmişi ve kimin adına kayıtlı olduğu, buna bağlı olarak da operatör
kayıtları çıkartılabilir.

Adil Öksüz'ün halen yakalanamamış olması ve konuyla ilgili operasyonların yapılmamasından


cihazın adli mercilerin elinde olmadığı kanaatini öne çıkarmakla birlikte, Öksüz'ün yurt içinde mi
yoksa Yurt dışında mı olduğu bilgisi de mevcut değildir. İçişleri Bakanlığı Öksüz’ün yakalanması
için ihbarda bulunarak yardımcı olacaklar için 4 milyon 680 bin lira ödül koydu.

O gece Adil Öksüz'ün neler yaptığına dair ayrıntılar da basına yansımaya başlıyordu:

Savcılık kaynakları, darbe girişimi gecesi Adil Öksüz’ün, pilot olan çocuklarını 2000’li yıllarda
kaybeden Kazanlı yaşlı ve alzheimer hastası olduğu belirlenen bir çiftin evinde kaldığı yönünde
iddialar bulunduğuna dikkat çekti. Öksüz’ün bu evde darbeyi yönettiği, ancak darbe girişiminin
başarısız olduğunun anlaşılması üzerine gecenin ilerleyen saatlerinde Akıncı Üssü’ne geçtiğinin
değerlendirildiği ifade edildi. Savcılık kaynakları, yaşlı çiftin yaşadığı sağlık sorunu nedeniyle
Öksüz’ü teşhis etmekte zorluk çektiği, gerçeğin kamera görüntülerinin incelenmesiyle
netleşeceğini bildirdi.

Savcılık kaynakları, Adil Öksüz’ün üzerinde çıkan eşyaları teslim aldığına ilişkin imzası bulunan
Emniyet Amiri H.K’nın, şüpheliyi İlçe Jandarma Komutanlığı’ndan almadan gittiğini
belirterek, Hürriyet’le şu bilgileri paylaştı: “Polis Amiri H.K, aralarında Adil Öksüz’ünde de
bulunduğu 10’a yakın şüpheliyi almak için İlçe Jandarma Komutanlığı’na gelmiş. Ancak polis
memuru, evraklar hazırlanmış olması ve altına imza atılmış olmasına rağmen, ‘başka gözaltında
bulunan şüpheliler var oraya gideceğim’ diyerek Adil Öksüz’ü karakolda bırakmış. Benden sonra
gelecek ekip alsın diyerek gitmiş.”33

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hava Kuvvetleri Komutanlığı personeliyle ilgili olarak


sürdürdüğü soruşturma kapsamında paylaştığı görüntülerde Adil Öksüz’ün yanında bir kişi daha
bulunuyordu. Bu kişinin Kaynak Kağıt AŞ'nin eski Genel Müdürü Kemal Batmaz olduğu ve
Akıncı Üssü'nde bulunan 143. Filo'dan girişimi yönettiği tespit edildi.

Kemal Batmaz’ın Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde görev yapan
kardeşi Prof. Dr. Şakir Batmaz’ın da 17 ağustos 2016 tarihinde Kayseri, Ankara ve Tokat
illerinde yapılan soruşturma kapsamında özaltına alınıp tutuklandığını da belirtmekte farda var.

Kemal Batmaz’ın da darbe girişiminden hemen sınra Akıncı Üssü’ne yakınbir yerde yakalandığı
tutanaklara geçerken, ifadesinde aynı Öksüz gibi o bölgeye arsa bakmaya gittiğini söyledi.

Akıncı Üssü'nde bulunan 143. Filo'daki güvenlik kamerası kayıtlarının incelenmesiyle birlikte
Öksüz ve Batmaz’a askerlerin başlarıyla selam verdikleri görülürken savcılık taafından
Batmaz’ın Öksüz’le aynı yetkide veya üstü olduğu değerlendirildi.
Adil Öksüz’ün Kemal Batmaz’la birlikte 11 Temmuz 2016 günü uçakla ABD'ye gittiği ve 13
Temmuz 2016 aynı uçakla Türkiye'ye döndükleri Atatürk Havalimanı'ndaki kamera görüntüleri
incelenerek belirlendi.
Kemal Batmaz ve Adil Öksüz’ün Ocak, Mart, Haziran ve Temmuz 2016 tarihlerinde, aynı
günlerde ABD'de bulundukları bilgisi resmi kayıtlar incelenerek tespit edildi.
Ayrıca plaka tanıma sisteminden kayıtları temün eden savcılık Adil Öksüz’e ait 06 SIR 49 plakalı
aracın 27 Aralık 2015, 10 Ocak, 17 Ocak, 31 Ocak, 22 Şubat, 1 Mart, 15 Mart, 31 Mart, 6 Mayıs,
28 Mayıs, 5 Haziran ve 16 Haziran 2016 tarihlerinde Ankara' da olduğu tespit edildi.

33
21 Eylül 2016 Hürriyet Gazetesi
Kalkışma gecesiyle ilgili Akıncı Üssü güvenlik kamera kayıtlarında görülen bir diğer isim de
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) eski çalışanı Harun Biniş’di. İfadesinde kendisi de
Öksüz ve Batmaz gibi bölgeye arsa bakmak için gittiğini söyledi.
Harun biniş’in, girişimin yaşandığı gece darbeciler arasında iletişim ağını organize ettiği, kabul
etmesi durumunda Genelkurmay Başkanı Akar’ı Fethullan Gülen’le iletişimini sağlayacağı tespit
edildi.
Girişim gecesi Akıncı Üssü’nde Adil Öksüz, Kemal Batmaz ve Harun Biniş dışında 21 sivil daha
vardı. Bu isimlerden en önemlileri Anafartalar Koleji'nin sahibi Hakan Çiçek ve Nurettin Oruç'tu.
İfadesinde Film yapımcısı olduğunu söyleyen Nurettin Oruç, bölgede belgesel çekmek için
bulunduğunu söylemişti.

Pek çok dinlemenin yapıldığı Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) iletişim


sistemlerinin kuruluşunda çalışmış olan Biniş, “Üst düzey yargı mensupları, siyasetçiler, mülki
idare amirleri, yargı mensupları, iş adamları, emniyet, MİT ve askere ait telefonların usulsüz
dinlenmesi” davası şüphelileri arasında bulunuyor.

Kalkışma gecesiyle ilgili yorum yapmak istemediğini belirten Biniş'in ifadesi şu şekilde:

Ben daha önceden özel bir bilgisayar şirketinde elektronik mühendisi olarak çalışıyordum. 6-7
aydır işsizdim. 16 Temmuz günü İstanbul ilinden gelen Kemal Batmaz isimli emlakçı
arkadaşımla Kazan ilçesinde arsa bakmaya gittik. Kemal Batmaz'la İstanbul'da çalıştığım
dönemde tanıştım. Benim arkadaşım olur. Sabah 08.00'de taksiyle Çayyolu tarafından Kazan'a
gitmek amacıyla çıktık. Yolu bilmediğimiz için kendi aracımla değil taksiye binmeyi tercih ettik.
Kazan'ın köyüne geldiğimizde yol üzerinde jandarma bize kimlik sordu. Kimlikleri gösterirken
daha sonra bakarız diyerekten hadi binin gidiyoruz dediler. Bizi de jandarmaya ait araca aldılar.
Jandarmalar hatırladığım kadarıyla iki üç kişiydiler. Bizi ismini bilmediğimiz bir jandarma
karakoluna götürdüler. Daha sonra askerleri getirdiler. Hepimizi emniyete götürdüler.

15 Temmuz tarihinde akşam televizyon izlemedim. Ancak eşim bana darbeyle ilgili birşeyler
söyledi. Ben de olmaz öyle şey dedim. Vertigom var bir kulağım duymuyor. Ben Ankara'ya olan
bombalama veya bunun dışındaki saldırıları duymadım. Evde yattım uyudum. Televizyondaki
görüntülere bakmadım.

Darbe olacağına inanmadığım için Ankara'da olan olayları ciddiye almadım, yattım uyudum.
Darbeye teşebbüs eyleminde en karışık yerlerden biri olduğunu daha sonradan öğrendiğim
Kazan'a gittim çünkü, arkadaşımla daha önceden söyleşmiştik. Bu nedenle eşimin bana olayları
anlatmasına rağmen Kazan'a gittim.

Son olarak 2013-2016 yılları arasında ODTÜ Teknokent'te Milsoft'ta çalıştım. Bu firmanın
sahipleri İsmail Başyiğit ve Mehmet Sungur'dur. Bu iş yerinden ayrılmamın sebebi şirketin iş
alamamasıdır. İstanbul Venero Bilişim'de çalıştım. Bundan önce 2010 Kasım ayı ile 2012 yılları
arasında BTK'da uzman olarak çalışıyordum. Baaşı düşük olduğu için burdan ayrıldım. Liseyi
Ankara Fen Lisesi'nde okudum. Ortaokulu Konya Anadolu Lisesi'nde, ilkokulu da Mümtaz Koru
İlkokulunda okudum. Bilkent Üniversitesi Elektronik Mühendisliği'nde 1989-96 yıllarında burslu
okudum.
Fetullah Gülen Terör Örgütü ile yaşamım boyunca ilişkim ve irtibatım olmadı. Bu örgüte mensup
hiç kimseyi tanımıyorum. Yakalandığım Kazan Mahallesi'ne giderken otobanda Akıncı Üssü'ne
ait levhayı gördüm. Bizim orada bulunduğumuz sırada herhangi bir bombardıman sesi
duymadım. Bu sırada uçak sesi duydum fakat çok dikkat çekici değildi. Yakalandığımız yerde
taksi bizi bırakıp gitmişti yanımızda taksici yoktu. Sayfiye evleri vardı. Ben Kırkkonaklarda
oturmama rağmen arkadaşımla Çayyolu'nda buluştuk. Arkadaşım orayı biliyordu.

İşsiz olmama rağmen arsa alıp satıp bir iş çeviririm diye düşündüm. Benim eşim de
çalışmamaktadır. Daha önce çalıştığım dönemlerde iyi maaş alıyordum, birikimlerim vardı.
Akıncı Üssü'ndeki görüntülerinden kim olduğu teşhis edildikten sonra alınan ifadesinde;

Ben Adil Öksüz'ü tanımıyorum. Kemal Batmaz'ı da daha önce belirttiğim gibi 2006 yılından beri
tanırım. 2009 yılından itibaren Kemal Batmaz'la telefonla görüşüp görüşmediğimi
hatırlamıyorum.

(2009 yılından itibaren görüşüp görüşmediğini hatırlamadığını söylediği biriyle darbe gecesinin
hemen sabahında nasıl buluştuğu soruldu)

Ben kemal Batmaz'a mail atmıştım ancak maili hangi tarihte attığımı hatırlamıyorum. Kemal de
bana mail attı. Cumartesi günü Nevşehir'e geçiyorum buluşalım oradan geçeriz dedi. Bunun
üzerine 16 Temmuz günü sabah hatırlayamadığım bir saatte Ümitköy'de buluştuk. Ümitköy'de

Günaydın isimli restaurantın önünde buluştuk. Kazan'da emlak bakmaya gittik.


(Akıncı Ana Jet Üs Komutanlığı bünyesindeki 143. Filo'nun koridorundaki kameradan temin
edilen ve şüphelinin de bulunduğu 16 Temmuz 2016 tarihli saat 03.17-03:20 arasındaki
görüntüler izlettirildi, soruldu)

Görüntülerdeki şahıs ben değilim. Bu şahsın ben olmadığını düşünüyorum. Görüntülerdeki şahıs
uzun saçlı gözlüklü sakalsızdır.

(Cezaevine girmeden önce saçlarının uzun olduğu hatırlatılınca)

Benim saçlarım uzundu ancak ben cezaevine girdikten cezaevinde bakımı zor olduğu için
saçlarımı kestirdim. Sakalım da yoktu cezaevinde sakal bıraktım.

(143. Filonun koridorundan alınan Kemal Batmaz'ın görüntüleri izlettirildi)

Görüntüdeki şahsın kemal Batmaz olup olmadığından emin değilim. Görüntü durdurulduğunda
Kemal Batmaz'a benzeyip benzemediği konusunda yorum yapmak istemiyorum. Ben
benzetemedim. Diğer videodaki bana benzediği söylenen kişiyi de kendime benzetemedim. Ben
aleyhime olacak hiçbir delile cevap vermek istemiyorum.

2016 yılında hiç ABD'ye ve yurtdışına gitmedim. 2015 yılında bir kez yaz ya da sonbahar
aylarında ABD'ye San Francisco Eyaleti'ne bilişim konferansı için gitmiştim. ABD'ye toplamda 3
kez gittim hepsi de bilişim toplantısı içindir. Gülen'in bulunduğu Pensilvanya'ya hiç gitmedin,
görüşmedim.

Üniversitede okurken Bilkentin yurdunda kaldım, lisede yatılı okudum. FETÖ üyesi değilim.
Gülen'i şahsen tanımam. Medyadan herkesin tanıdığı kadarıyla tanırım. Gülen ile ilgili olumlu ya
da olumsuz herhangi bir yorum yapmak istemiyorum. 15 Temmuz'la ilgili de herhangi bir yorum
yapmak istemiyorum.

Muhammet Uslu, bir Cemaat Abisinin itirafları

Ben ilk olarak lise yıllarında Cemaat’le tanıştım. Fakat Cemaat evlerine girmem esasen üniversite
yıllarında oldu. 2000 yılında Eskişehir’de üniversiteyi kazanmıştım. O zaman ailemin beni
okutacak maddi durumu yoktu. Abim Mehmet Uslu beni orada Cemaat’e ait bir yurda
yönlendirdi. Yurtta çok kısa bir süre kaldıktan sonra beni bir Cemaat evine yerleştirdiler. Evde 6-
7 kişi kalıyorduk. Evde namaz, ders, kitap okuma işleri yapıyorduk. Üniversite 3. sınıfta ‘ev
abisi’ ben oldum. Son sınıfta ise birkaç tane evin ‘abi’si oldum. Evlerden birinde sürekli
kalıyordum, diğerlerine de kontrol için gidiyordum.

2004 yılında üniversiteden mezun oldum; Eskişehir’den ayrıldım. Ben ayrıldıktan sonra
sorumlu olduğum evleri başkalarına devrettiler. Devir işini Abdullah isimli bir öğretmen yaptı.
Kime devrettiğini hatırlamıyorum. Evde kalan şahırlarla irtibatım kesildi. Cemaat evlerinde
takma isim ya da kod adı kullanılmaz. Ben de ev abisi olduğum dönemlerde kod adı
kullanmadım. Öyle bir şeyden haberim yoktu o tarihte zaten. 2010’da Yunus isimli Cemaat
‘abi’si, daha çok asker şahıslarla muhatap olacağım için onların konumundan dolayı başka bir
isim kullanmamı söyledi; ‘Murat’ ismini kullanmamı bana söyledi. Murat ismini kullanmamı
tavsiye etti. Ben de o tarihten itibaren sadece Cemaat işlerinde, daha ziyade bana gelen asker
Cemaatçilerle muhatap olduğumda ‘Murat’ ismini kullandım.

Mezun olduktan sonra 2 yıl Ankara’da bir rehabilitasyon merkezinde konuşma terapisi üzerine
çalıştım. 2006’da öğretmen olarak Kars’a atandım, burada 3.5 yıl kaldım. 2009 sonunda
Ankara’nın Kalecik İlçesi’ne tayinim çıktı. Cemaat’te her ‘abi’nin mutlaka bir ‘abi’si vardır. .
Ankara dışında bulunduğum süre zarfında hiç abilik yapmadım. Benim abim de yoktu. Himmet
parası vermeye, 2010 yılında Yunus Abi’yle tanıştığımda başladım

Yunus Abi beni telefonla aradı. Eskişehir'den mezun olmuşsunuz sizinle teniışmak istiyorum
dedi. Bu şekidle buluştuk. Bana buluştuğumuzda “Seninle tanıştıracağım asker şahıslar var,
onlar sana gelsinler,birlikte buluşursunuz, onlara ders verirsin, riasle okursunuz” dedi. Ben de
kabul ettim. Yunus Abi, bahsettiği şahısları tek tek benim evime getirip tanıştırdı. Onlara
buraya geleceksiniz dedi. O zaman Etlik Basınevleri’nde oturuyordum, oradaki evime geldiler.
Ben bugüne kadar toplam 20-25 civarında asker şahıslarla onların ve benim kod adımla irtibat
kurdum.

Basınevleri’ndeki eve tahminen 7-8 kişi gelip gitmiştir.Eşref kod adlı yüzbaşı ya da üsteğmen
Mamak'ya bir birlikte, Fatih kod adlı aynı rütbede Mamak'ta çalışıyorlardı. Ayrıca Mehmet ve
şu aanda kod adını hatırlayamadığım asker şahıslar vardı. Bunlar manevi yönden benden ders
alıyordu, ayrıca himmet paralarını topluyordum. Genelde 300-400 TL civarında
topluyorduk.Bunun belli biir oranı yokrtur. Bu şekilde yaklaşık bin 500 TL civarında himmet
toplayıp kendim de 200 TL içine katıp Yunus Abi’ye elden veriyordum.
Ben bu belirttiğim Basımevleri'ndeki eve gelen cemaatçisubaylardnan çalıştıkları yerler ve
işleriyle ilgili cemaat adına herhangi bir bilgi talep etmedim. Cemaat adına herhangi bir dinleme
vs. gibi örgütsel faalyette buunmalarını istemedim. Cemaat’te sistem öyle bir kurgulanmıştır ki
herkesin Cemaat’e ilişkin bilgisi sınırlıdır. Örneğin; benimle ilgilenen ‘abi’nin en fazla
oturduğu binayı öğrenebildim, o da biraz tesadüf oldu. Evine bıraktığım için öğrenebildim
yoksa kesinlikle gerçek isimler, iş bilgileri, adres bilgileri sürekli görüşseniz bile açık edilmez.

Yunus Abi yurtdışına gideceğini söylüyordu. O sebeple mi aşka bir sebeplem mi bilemiyorum
ama beni Selahattin kod adlı başka bir Cemaat ‘abi’sine devretti. 2014 yılı civarında Yunus
Abi Selahattin Abi'yi benim Konya Yolu'ndaki evime getirmişti. Ben 2012 yılı sonlarında
Basınevleri’nden Balgat Cevizlidere’ye taşınmıştım. Cevizlidere’deki eve Basınevleri’ndeki
eve gelen askerler bir süre gelmişlerdi, Yunus Abi beni Selahattin Abi’ye devredince eskiden
gelen askerlerde değişti. Selahattin Abi'yle henüz tam devam etmeden Yunus Abi döneminde
de Salih ve Ahmet Kod adlı askerler benim evime geliyorlardı. Onlarla da görüşüp ahiliklerini
yapıyordum.

Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı Levent Türkkan ‘Ahmet’ kod adını Genelkurmay’da
çalışan Gökhan Eski ise ‘Salih’ kod adını kullanıyordu. Bu iki şahıs Genelkurmay Başkanı’nın
odasına benim kendilerine verdiğim ‘radyo’ diye tabir ettiğimiz ses kayıt cihazlarını yerleştirip
cihazlar dolduktan sonra bana getiriyordu. Ben de onlara boş cihazları veriyordum. Bu şekilde
uzun süre Genelkurmay Başkanı’nı Cemaat adına dinledik. Tarhi tam hatırlamıyorum ancak
Ahmet ve Salih kod adlı subaylar abileri olarak bana bağlandıktan sonra benim abim
Selahattin ses kayıt cihazları vermişti.

Genelde 2-3 adet radyo diye tabir edilen kayıt cihazı alıp veriyordum. Cihaz ince bir araç
kumandasına benziyordu, siyah renkliydi, yassı yuvarlak saat pili vardı. Pilin ne kadar gittiğini
dinleyen arkadaşlar ya da benim cihazı alıp verdiğim Selahattin Abi bilir. GP marka kutusu
yeşil, sarı renkli pillerden kullanıyorduk. Bazen benim pil aldığım olmuştur. Elemanlar bana
radyoları dolu vaziyette getiriyorlardı. Ben Selahattin Abi’ye veriyordum. Bir ara Selahattin
Abi bana içerisinde program yüklü bir laptop getirdi. Radyolardaki ses kayıtlarını benim
laptopa aktarıp oradan flash belleğe aktarmamı istedi. Bu işlemi 1 yıl yapıp flash belleği
Selahattin Abi’ye verdim. Radyoları laptopa bağladığında içerisindeki ses dosyası
görünüyordu. Onu bana verilen flash belleğin içine aktarıyordum. Aktarırken de ‘TC’ isimli
bir şifreleme programı kullanıyordum. Bu program laptopun içinde kurulu olarak bana
gelmişti. Radyonun içindeki ses dosyasını belleğe attıktan sonra içini siliyordum ya da
formatlıyordum. Bu program sayesinde bellek başkasının eline geçse bile içeriğini görmesi
mümkün olmuyormuş.

Merak edip bana gelen radyoda kayıtlı ses dosyasını dinlemek istedim. Ses dosyasını
açtığımda çok anlaşılmaz kısık sesler geliyordu. Çıplak kulakla dinlemek ve anlamak mümkün
değildi. Muhtemelen o sesleri dinlenebilir hale getirmek için belli teknik işlemlerden
geçiriyorlardı. O işlemleri kim, nerede yapıyor, bilmiyorum. Ayrıca bu teknik işlemlerden
sonra elde edilen ses verileri nereye gidiyor, onu da bilmiyorum. Selahattin Abi, “Ses
kayıtlarını biz değerlendirip ilgili arkadaşlara veriyoruz, onlar da ne yapacaklarına, nasıl
davranacaklarına karar veriyorlar” demişti. Yaklaşık 6-7 ay önce bu dinleme ses kayıt işlemini
bıraktım. Selahattin Abi, ekipmanları benden alarak, “Tamam bırakıyorsun" demişti.
El yazısıyla yazdığı ilave ifadesindeyse şunları aktarıyordu:

Ahmet koda adlı Levent Yarbay’dan sonra ses kayıt cihazlarını Rauf ve Serdar adında
astsubaylar bir süre getirip bana teslim etmişlerdi. Astsubaylar eve girmeyip kapıdan cihazları
verip alıyorlardı. Ayrıca Genelkurmay ikinci Başkanı’nın emir subayı olan ‘Ramazan’ kod adlı
Mehmet Akkurt isimli subay da ikinci Başkan’ın ses kayıtlarını aynı kanaldan bana
getiriyordu; ben de Selahattin Abi’ye aktarıyordum.

Selahattin Abi bana içerisinde ‘Tango’ programı yüklü bir tablet getirmişti. İçerisinde telefon
hattı yoktu. Tablete takınca internete bağlanabileceğim bir mobil telefon hattı da vardı. Onu da
Selahattin Abi vermişti. Bazen bu şekilde bazen de bulunduğum ortamda Wi-Fi varsa onun
üzerinden internete bağlanıp Tango’dan Cemaat yazışmaları, görüşmeleri yapıyordum. Orada
Selahattin Abi, Yunus Abi ve Mehmet Akkurt kayıtlıydı. Tango üzerinden yazışıyorduk.
Kullandığım Tango programının orijinal program olup olmadığını, değiştirip
değiştirilmediğini bilmiyorum.

Ahmet kod Levent Yarbay ve Salih kod Gökhan Yarbay'la da aynı tablette Viber isimli
progam üzerinden yazışıyorduk.

Darbe teşebbüsü olduktan sonra ve yakalanmadan hemen önce tableti kırdım, çöpe attım.
Selahattin Abi, Çukurambar’da ikâmet etmektedir. Selahattin Abi’nin bağlı olduğu Adil Abi
bulunmaktadır. Benim en üst seviyede tanıdığım Adil Abi’dir. Bir kere benim evime gelip
Ahmet kod Levent Yarbay ve Salih kod Gökhan Yarbay'la görüşmüştü.

Yanlış hatırlamıyorsam 15 Temmuz 2016 tarihinden bir gün önce yani perşembe günü benim
haberim olmadan Selahattin Abi benim evime gelip salonda birileriyle görüşme yapmışlar.
Ben eve geldikten sonra eşim bana anlattı, hatta bana kızdı. Onun anlattığına göre Selahattin
Abi önce tek başına gelmiş. Eşimden, ‘Salonu kullanabilir miyim? Bir görüşme yapmam
gerekiyor’ diye izin almış. Yengem de eşimin yanına geldikten sonra mutfağa geçip kapıyı
kapatmışlar. Dolayısıyla Selahattin’in salona kiminle geçtiğini, kiminle görüştüğünü
bilmiyorum. Selahattin eve geldikten sonra eşim birkaç defa daha kapı zilinin çalındığını
söyledi. Normalde ben evde olmadan eve gelmezler. Demek ki acil bir durum vardı ki darbe
teşebbüsünden bir gün önce benim evde görüşme yapmışlar. Kimin eve geldiğini tam
bilmiyorum. ‘Ahmet’ kod adlı Levent Yarbay ile ‘Salih’ kod adlı Gökhan Yarbay geldiklerini
söylüyorlarsa doğrudur. Benim evde olmadığım HTS kayıtlarından, işyerinden öğrenilebilir.  

Gülen Cemaati’ne, Allah rızası için, vatan millete hayrı olsun diye girdim. İlk başta manevi,
dini işleri yapıyordum ancak Genelkurmay Başkanı’nı dinleme işi başlayınca gizlilik
içerisinde hareket etmem gerektiğini söylediler. Genelkurmay Başkanı’nı dinlerken yine Allah
rızası için, hayır için yaptıklarını söylemişlerdi; ben de inandım. Ayrıca beni üniversite
yıllarından beri okutup bugünlere getirdikleri için biraz da minnet duygusuyla hareket
ediyorum.

Selahattin Abi bana birtakım kurallar öğretti. Bunlardan bahsetmek istiyorum: Gidilen yere
telefonla gidilmez. Dışarıdan kontörlü telefonla konuşulmaz. Araç, gittiğin evin önüne
bırakılmaz. Buluşamadıysan haftaya tekrar aynı saatte gidilir. Teknolojik imkânların
kullanılmamasına dikkat edilir. Eleman devirleri, bağlı olunan ‘abi’ tarafından organize edilir.
Devir işleri için farklı kişiler üzerinden alınmış farklı telefon hatları kullanılırdı. Devreden,
devralan ve devralınan kişi buluşup tanışma ve devir işlemini yaparlardı.

Son darbe girişimi olayında asker ve polisin birbirine kırdırılması, sivil vatandaşların
öldürülmesi benim kabul edebileceğim bir şey değildir. Benim bildiğim Cemaat bu tür
faaliyetlere katılmamalıydı. Benim askeri elemanlarımın darbeden önce Selahattin Abi’yle
yaptığı görüşmeler darbeyi Cemaatçilerin önceden bildiklerini, asker Cemaatçilerle
görüşmeler yaptıklarım ortaya koymaktadır. Bu durum da Cemaat’in darbe girişiminde rol
oynadığını göstermektedir. Bu nedenlerle ben bir Cemaat mensubu olduğum için çok
pişmanım. Genelkurmay Başkanlarının ve 2. Başkan’ın dinlenmesi faaliyetlerine katılmaktan
dolayı da çok pişmanım. Mümkünse lehime etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını
istiyorum.

15 Temmuz’un sivil şehitleri

İlhan Varank, Ahmet Kocabey, Emrah Sağır, Mehmet Şefik Şefkatlioğlu, Türkmen Tekin,
Hüseyin Kısa, Muhammed Ali Aksu, Mahir Ayabak, Zekeriya Bitmez, Ümit Yolcu, Akın
Sertçelik, Erol Olçok, Abdullah Tayyip Olçok, Mete Sertbaş, Tahsin Gerekli, Muhammet Ambar,
Çetin Can, Askeri Çoban, Samit Uslu, Burhan Öner, Fatih Satır, Yalçın Aran, Şeyhmus Demir,
İsmail Kefal, Mustafa Kaymakçı, Onur Kılıç, Osman Yılmaz, Recep Büyük, Mehmet Yılmaz,
Gökhan Esen, Mehmet Ali Kılıç, Kemal Ekşi, Halil Kantarcı, İbrahim Yılmaz, Murat Kocatürk,
Erkan Pala, Onur Ensar Ayanoğlu, Muhammed Fazlı Demir, Murat Demirci, Muharrem Kerem
Yıldız, Halil İbrahim Yıldırım, Şuayip Seferoğlu, Kader Sivri, Servet Asmaz, Cemal Demir, Adil
Büyükcengiz, Mustafa Direkli, Recep Gündüz, Ayşe Aykaç, Vedat Barcegci, Burak Cantürk,
Fahrettin Yavuz, Erdem Diker, Metin Arslan, Murat Akdemir, Murat Naiboğlu, Mahmut
Coşkunsu, Şirin Diril, Batuhan Ergin, Mustafa Cambaz, Erkan Yiğit, Sedat Kaplan, Ahmet
Özsoy, Ali Anar, Ali İhsan Lezgi, Ali Karslı, Ali Mehmet Ürel, Edip Zengin, Emrah Sapa, Fazıl
Gürs, Fuat Bozkurt, Hakan Gülşen, Hakan Ünver, Hasan Yılmaz, Hüseyin Güntekin, İbrahim
Ateş, Lokman Biçinci, Lütfü Gülşen, Mehmet Gülşen, Mustafa Avcu, Mustafa Özgür Kabasakal
(Şahbaz), Mustafa Yaman, Muzaffer Aydoğdu, Yılmaz Ercan, Ömer Takdemir, Ömer Can
Açıkgöz, Ramazan Konuş, Samet Cantürk, Serhat Önder, Uhud Işık, Ümit Çoban, Ümit Güder,
Yasin Naci Ağaroğlu, Yasin Yılmaz, Yusuf Elitaş, Barış Efe, Yunus Emre, Mehmet Güder,
Murat Mertel, Hasan Kaya.

Yıllarca uğraştılar. Emniyet’e TSK’ya, Yargıya sızdılar. En yüksek mevkileri ele geçirdiler. En
yüksek mevkilerde bulunan devlet erkanının aldıkları nefesi duyacak kadar yakınlarına girdiler.
İlmek ilmek, sabırla ördüler ağlarını. Kendilerine yarar sağlayacak her türlü alçaklığı hak görerek
davaları için kullandılar. Vatansever insanları kendi polisleriyle dinlediler. Kendi
mahkemelerinde yargıladırlar, mahkum ettiler. Kimi sağlığını kimi hayatını kaybetti zindanlarda.
Sınav sorularını çalarak kendi yandaşlarına dağıttılar. Hak etmeyen binlerce kişinin kamu
personeli olmasını sağladılar. Hak eden binlerce kişinin de haklarını gasp ettiler.

Kendilerinden olmayana, kendileri gibi düşünmeyene yaşam hakkı tanımadılar.

Kendilerini sadece Allah rızası için seven ve takip eden samimi insanları da aldattılar.

Devletin resmi izniyle kurulmuş bankayla en ufak bir ilgisi olan, söz gelimi hesap açan ancak
hesapta hiç bir hareket olmasa dahi kamu görevinden uzaklaştırılan insanlar. Devletin izni ve
bilgisiyle kurulan sendikaya üye olan insanlar. Sadece sendika üyeliği var diye kamu görevinden
alınan, dava açsalar dahi çıkarılan KHK’lar (Kanun Hükmünde Kararname) gereğince eski
görevlerine dönemeyecek ve başka bir kamu gürevinde de hayatları boyunca bulunamayacak
insanlar. Tüm özlük hakları ellerinden alınan insanlar. Hiçbir suça karışmamış, vatanına bağlı,
samimi insanlar. Toplumda itibarı kaybolmuş, şeref ve haysiyetleriyle oynanmış, kıyıma uğramış
insanlar da FETÖ’nün mağdurlarıdır.

16 Temmuz

Acıbadem Türk Telekom Binası’nın yakınlarındaydım. Darbeci askerler Telekom Binası’nı işgal
etmek istiyordu. Kısa bir süre önce kendilerine engel olmak isteyen vatandaşların üzerine ateş
açmışlardı. Bazı vatandaşlar yaralanırken, Acıbadem Mahalle Muhtarı Mete Sertbaş ne yazık ki
hayatını kaybetmişti. Vurulduğu yerden alınarak hastaneye götürülmeye çalışıldı. Ancak askerler
mani oldu.

Özel Harekat polisleri aynı cadde üzerindeki karakolda hazırlıklarını yaparak Telekom binasının
önüne geldiler. Vatandaşlar yardım olsun diye araçlarıyla yolu iki taraftan trafiğe kapatmıştı.

2 çocuk babası Mete Sertbaş’ı Yüzbaşı Mehmet Karabekir’in şehit ettiği iddia ediliyordu.
Yüzbaşı Mehmet Karabekir çatışmada Özel Harekat polisleri tarafından öldürüldü.

Çatışmalar uzun süre devam etti. 20 kadar darbeci asker sonunda teslim oldu.

Darbeci Yüzbaşı Mehmet Karabekir'in alesi cenazesini kabul etmemişti.


Kardeşi Murat Karabekir tv kanallarına ailelerinden böyle biri çıktığı için büyük üzüntü içinde
olduklarını söyleyerek, ''Bu yapılan malum saldırılara bizim de ailemizden katılan bir şerefsiz
olmuştur. Bunu değiştirme şansımız ne yazık ki yok. Biz aile olarak bunu asla desteklemiyoruz.
Sonuna kadar reddediyoruz. Varsa cenazesini de istemiyoruz. Bütün insanlar gibi biz de bu
durumdan üzgünüz' dedi.
16 Temmuz gün ağarırken telefonla görüştüğüm Ankara'daki arkadaşlarım Cumhurbaşkanlığı
külliyesi çevresini uçakların bombaladığını ve çevreden dumanlar yükseldiğini söylüyordu. O
esnada Boğaziçi Köprüsü'ndeki askerler teslim olmuştu. Ambulansların biri gidiyor diğeri
geliyordu. Halk ambulansları tek tek durdurarak rütbeli asker arıyordu. Halk öfkeliydi. Gece
boyunca tanklardan top atışı, savaş uçaklarının alçak uçuşları dahil bir çok sevimsiz olaya şahit
olmuşlardı. Bir çok insanın ölümünü, bir çoklarının da yaralanmasını gördüler. Yaşlı, genç,
erkek, kadındılar. Bazı yaralalıları motorsikletlerle götürdüler hastanelere. Tek yürek olup
darbecilerin üzerlerine yürüdüler. Korkup kaçmak akıllarının ucundan dahi geçmedi.

Yaşadığımız olay her yönüyle insanı yaralasa da, mesleki refleks gereği işimizi yapmak
zorundaydık. Bir foto muhabiri olarak bu tarihi anlara şahitlik etmek, yaşananların gelecek nesile
sizin gözünüzle aktarılacağını bilmek anlatılması gerçekten kolay olmayan bir duygudur. Ancak
yine de, dünyanın bir çok yerinde çok daha kanlı manzralara şahitlik etmiş, oralarda çalışmış
olsanız da memleketinizde böyle tatsız durumların olması duygularınıza dokunuyor.

Yerden bir makinalı tüfek kovanı aldım. Kim bilir nereye sıkıldı, birini mi yaraladı yoksa öldürdü
mü soruları aklımda dolaşıyordu.

***

Meydanlarda mitingler yapılıyor, kardeşlik mesajları veriliyordu. Birlik ve beraberlik içinde


olunması gerektiği, 79 milyonun kenetlenerek meydanlarda demokrasi nöbetine devam etmeleri
isteniyordu.

Öyle de oldu. Vatandaşlar 10 Ağustos'a kadar meydanlarda nöbet tutmaya devam etti.

246 şehit, yüzlerce yaralı ve darbenin ülkeye verdiği maddi zarar 300 milyar liranın üzerinde.

Şimdi herkes adaletin yerine getirilmesini, sorumluların hukuk nezaretinde adil olarak
yargılanmalarını istiyor.

Ama sorumlu olan herkesin!

Ergenekon , Balyoz, Casusluk vs gibi kumpas davalarından hapse girip çıkan subay sayısı 280
kişi civarında. Davalarda yargılanan insan sayısı 700 kişinin üzerinde.

Bu davalarda ceza alıp cezaevlerinde ölen insanlar oldu.

Bu cezaevleri kalıcı sağlık sorunları olan mağdurlar oluşturdu.

Ve bu davalar Türkiye'de pek çok kandırılan ve aldatılan insan olduğunu ortaya çıkarttı.

Ve bu darbe girişimi toplumda ciddi manada yanılgıya düşen insan olduğunu ortaya çıkarttı.

Sorumluların ortak savunması şimdiden belliydi.


Allah bizi afetsindi.

Haklarınızı helal edindi.

İstanbul, 2016

You might also like