giren, basit yani parçalan olmıyan bir tözden başka
bir şey değildir. 2 - Bileşiklerin varolduğuna göre basit tözlerin de bulunması gerekir; bileşik, basitlerin bir yığınından yahut kümesinden başka bir şey değildir. 3 - Oysa, parçalann bulunmadığı yerde ne uzam, ne biçim, ne de bölünebilme olabilir. Ve bu monadlar tabiatın gerçek atomları, bir kelime ile, şeylerin öğeleridir. 4 - Bu monadlarda hiçbir erime de yoktur. Ve hiçbir tarz tasarlanamaz ki töz onun yüzünden tabii olarak mahvolabilsin. 5 - Gene aynı sebepten ötürü hiçbir tarz yoktur ki basit bir töz, onun sayesinde tabii olarak başlıya- bilsin. Çünkü töz, bileşim ile yoğrulamaz. 6 - Böylece denilebilir ki monadlar ancak bir anda başlıyabilir, bir anda bitebilirler, yani ancak yaratma ile başlıyabilir, yok olma ile bitebilirler. Bileşik olan şey ise kısım kısım başlar, yahut sona erer.
[*] Monadoloji, Leibniz’in bütün felsefesini içine alan bir
kitaptır. Bu kitap filozof tarafından doğrudan doğruya Fran sızca olarak, Prens Eugene de Savoie için 1714*de yazılmıştır. Monadoloji, filozofun sağlığında yayımlanmadı. Eserin Hansche tarafından yapılan Lâtince bir çevirisi 1721’de basıldı: Fran sızca aslı, ilk defa olarak 1840’ta Erdmann tarafından yayımlan dı. - Yeni terimler için kitabın sonundaki küçük sözlüğe bakınız. 2
7 - Bir monadın başka bir monad tarafından nasıl
içten bozulduğu veya değiştirildiği açıklanamaz. Çünkü onda ne yerini değiştirilebilecek bir şey vardır, ne de onun içinde uyanmlanabilen, yöneltilebilen, çoğaltılan veya azaltılabilen içten bir hareket tasarlanabilir. Oysa, parçalan arasında değişiklikler olan bileşik lerde böyle bir hareket olabilir. Monadlann hiçbir penceresi yoktur ki oradan bir şey girip çıkabilsin. İlinekler, eskiden {skolastiklerin duyulur türlerinde olduğu gibi, tözlerden ne ayrılabilir, ne de onlann dışında dolaşabilirler. Böylece bir monada dışandan ne töz girer, ne de ilinek. 8 - Bununla beraber monadlann bazı nitelikleri olması gerekir. Yoksa bunlar birer varlık bile olmaz lardı. Ve basit tözler nitelik bakmandan birbirinden farklı olmasalardı, şeylerde hiçbir değişikliğin faikına vanlamazdı; çünkü bileşik olan ancak bileştirici basit öğelerden gelebilir; monadlann nitelikleri olmayınca, nicelik bakımından da farklı olmadıklarından, bir birinden ayırdedilmeleri kabil olmazdı; sonunda da, doluhık kabul edildiğine göre, her yer, harekette önceden kendisinde olanın her zaman yalnız dengini alacak ve şeylerin hir hali başka bir halinden ayırd- edilmiyecektir. 9 - Üstelik her monadın başka her monaddan farklı olması gerekir. Çünkü tabiatta tamamiylc bir biri gibi olan ve aralarında içten bir fark, yahut özünlü bir ayrılık bulunmıyan iki varlık asla yoktur. 10 - Gene yaratılmış her varlığın, dolayısiyle de yaratılmış her monadın değişikliğe uğradığını, hattâ 3
bu değişikliğin her monadda devamlı olduğunu kabul
edilmiş görüyorum. 11- Şimdi söylediklerimizden şu çıkıyor: Madem ki dıştan bir neden, monadların içini etkileyemiyor, o halde onların tabiî değişikliği bir iç ilkeden geliyor. 12 - Fakat değişme ilkesinden başka basit tözlerin özgüllüğünü ve değişikliğini yaratan, değişene ait bir özeliğin bulunması gerekir. 13 - Bu özeliğin, birlikte yahut basitte çokluğu içine alması gerekir. Çünkü her tabiî değişme derece derece olur, onun için bazı şey değişir, bazı şey kalır; böylece basit tözde parçalar olmadığı halde bir duygu lanım ve oran bulunmalıdır. 14 - Birlikte yahut basit tözde bir çokluğu kuşatan ve temsil eden geçici hal, algı denilen şeydir ki, bunun, sonradan görüleceği gibi, tam algıdan yahut bilinçten ayırdedilmesi gerekir. Dekartçılar farkına vanlmıyan algıları hiçe saydıklanndan, bunda büyük kusur etmişlerdir. Gene onları, yalnız düşünen ruh- ların monad olduklanna, hayvan ruhlarının ve başka entelekyaların var olmadıklanna inandıran, halkın yaptığı gibi uzun bir baygınlığı gerçek bir ölümle karıştırmalanna sebeb olan da budur. Aynı yanlış görüş bunların birbirinden bütün bütün ayrı ruhları kabul eden iskolastiğin peşin hükümlerine kapılmalarına sebep olmuş, hattâ bu yüzden, ters düşünen kafaların, ruhların ölümlü olması hakkındaki kanıları kuvvet bulmuştur. 15 - Bir algıdan başka bir algıya çevrilmeye, yahut geçmeye sebep olan iç ilkenin etkisine iştahlanma denilebilir. İştahın, yöneldiği her algıya her zaman 4
tamamiyle ulaşamıyacağı doğrudur; fakat ondan daima
bir şey elde eder ve yeni algılara varır. 16 - Farkına vardığımız en küçük düşüncenin konuda bir türlülüğü içine aldığını gördüğümüz zaman basit tözde bir çokluğun varlığını denemiş oluyoruz. Böylece, ruhun basit bir töz olduğunu kabul edenler monadda da bu çokluğu kabul etmek zorundadırlar. M. Bayle’in de, burada sözlüğünün Rorarius bahsinde söylediği güçlüğü görmemiş olması gerekirdi. 17 - Zaten algının ve ona ilişik olan şeylerin mekanik sebeplerle, yani biçimler ve hareketlerle açık- lanamıyacağını kabul etmek zorundayız. Yapısı gereğince, düşünen, duyan, algısı olan bir makineyi varsayalım: Bu makine, içine bir değirmene girildiği gibi girilecek şekilde orantıları değiştirilmeden büyü tülmüş tasarlanabilir. Bu kabul edildikten sonra içerisi gezilince, biribirini iten parçalardan başka bir şey bulunmıyacak ve bir algıyı açıklıyacak bir şey asla görülmiyecektir. Böylece algıyı bileşikte veya makinede değil, basit tözlerde aramak gerekir. Bundan ötürü basit tözlerde bulunabilen ancak bunlardır, yani algılar ve değişmeleridir. Gene, basit tözlerin bütün iç eylem leri yalnız bunlardan ibaret olabilir. 18 - Bütün basit tözlere veya yaratılmış monad- lara entelekya adı verilebilir, çünkü onlarda bir yetkin lik, onları kendi iç eylemlerinin kaynağı kılan ve tenle ilgisiz bir çeşit otomat haline koyan bir yeterlik vardır. 19 - Algılan ve iştahları olan her şeye şimdi açıkladığım genel anlamda ruh adını vermek istiyorsak, bütün basit tözler veya yaratılmış monadlar ruh adını alabilirler; fakat duygu basit bir algıdan daha çok bir 5
şey olduğundan, monad ve entelekya genel adlarının,
yalnız bunlardan başka bir şeyleri olmıyan basit tözlere yettiğini, ruh adının da yalnız algısı daha seçik ve hatırlama ile birleşik olan tözlere verilmesini kabul ediyorum. 20 - Çünkü kendimizden geçtiğimiz yahut rüyasız derin bir uykuya daldığımız zamanlarda olduğu gibi, içinde hiçbir şeyi hatırlıyamadığımız ve hiçbir açık algıya sahip olmadığımız bir hali kendimizde deni yoruz. Bu hal içinde ruh, basit bir monaddan duyulur şekilde farklı değildir. Fakat bu hal sürekli olmadığın dan ve ruh ondan kendini kurtardığından, monaddan daha fazla bir şeydir. 21 - Bundan da, basit tözün hiçbir algısı olmadığı çıkmaz. Biraz önce gösterilen sebepler dolayısiyle bile bu olamaz. Çünkü töz, kendi algısından başka bir şey olmıyan bir duygulanım olmaksızın ne yok olabilir, ne de var olabilir. Fakat birbirinden ayırdedilmiyen birçok küçük algılar olduğu zaman insan şaşırıp kalır; nasıl ki aynı yönde durmadan birkaç defa döndüğümüz zaman bizi baygın düşürebilen ve hiçbir şeyi ayırdet- memize imkân bırakmıyan bir baş dönmesine tutuluruz, ölüm de, hayvanlan bir zaman için bu hale koyabilir. 22 - Ve basit bir tözün şimdiki her hali, kendi sinden önce gelen halin tabiî bir devamı olduğundan şimdiki hal, geleceğe gebedir. 2 3 - O halde, madem ki insan baygınlıktan kendine geldiği zaman algılarının farkına vanyor, bu algıların önce farkına varmamış olsa bile, kendinde onlardan biraz bulunmuş olması gerekir. Çünkü bir hareket, tabiî olarak ancak başka bir hareketten 6
gelebildiği gibi, bir algı da tabiî olarak ancak başka bir
algıdan gelebilir. 24 - Bundan anlaşılır ki algılarımızda seçkin, özelliği olan yüksek çeşniden bir şey olmasaydı hep şaşkınlık içinde bulunurduk. Bu hal çırçıplak monad- ların halidir. 25 - Onun için tabiatın, hayvanlara örgenler vermekte gösterdiği dikkatten onlara, özelliği olan algılar verdiğini anlıyoruz. Bu örgenler birçok ışınlan veya hava dalgalarını birleştirerek onları etkili kıl maktadır. Kokuda, tatmada, dokunmada, ve belki bize bilinmiyen birçok başka duyularda birbirine ben- ziyen bir şey vardır. 26 - Bellek ruhlara aklı taklideden, fakat ondan ayırdedilmesi gereken bir türlü deneyden gelme alış kanlık verir. Çünkü görüyoruz: hayvanlar önce şiddetle algılamış olduklan şeye benzer bir şeyi bir daha algı ladıkları zaman, belleklerinin tasarımlan yardımı ile bu önceki algıya bağlı şeyi umar ve o zaman duymuş oldukları duygulara benzer duygulan yaşarlar. Meselâ köpekler, kendilerine bir değnek gösterildiği zaman, değneğin sebebolduğu acıyı hatırlarlar, bağırıp kaçarlar. 27 - Onları etkileyen, heyecan veren kuvvetli imgelem, önceki algıların ya büyüklüğünden veya çok luğundan gelir. Çünkü çoğu zaman kuvvetli bir izlenim derhal uzun bir alışkanlık, yahut tekrarlanmış birçok hafif algılar gibi etki yapar. 28 - Algılarının birbiri ardı sıra gelmesi, ancak bellek ilkesi ile gerçekleştiğinden, insanlar hayvanlar gibi davranırlar; bu bakımdan kuramsız pratiği olan görgül hekimlere benzerler ve eylemlerimizin dörtte 7
üçünde bizler de görgülüzdür. Meselâ yarın gündüz
olacağını beklediğimizde görgül olarâk davranmış oluyoruz, çünkü şimdiye kadar bu hep böyle olmuştur. Buna akıl ile hükmeden ancak astronomi bilginidir. 29 - Fakat bizi basit hayvanlardan ayıran, bize aklı ve bilimleri verip kendimizi ve Tanrıyı bize bil diren, zorunlu ve ilksiz gerçeklerin bilgisidir. Bu şeye, akıllı ruh yahut tin adı verilir. 30 - Gene zorunlu gerçekler üzerine edindiği miz bilgi ve onların soyutlamaları iledir ki ben denilen şeyi bize düşündüren ve şunun yahut bunun bizde olup olmadığım bize dikkate aldıran düşünme edim lerine yükselmiş oluyoruz; böylece düşüncemizi ken dimize çevirdiğimizde, bizde sınırlı olanın onda sınırsız olduğunu anlıyarak varlığı, tözü, basiti, bileşiği, madde ile ilgili olmıyanı, hattâ Tannyı düşünüyoruz; bu düşünme edimleri, akla dayanan bilgimizin başlıca konularını verirler. 31 - Akla dayanan bilgilerimiz iki büyük ilkeye dayanırlar: Birincisi çelişme ilkesidir; bu ilke uyarınca içinde çelişme olana yanlış, yanlışa karşıt yahut onunla çelişik olana da doğru hükmünü veririz. 32 - İkincisi yeter sebep ilkesidir ki bu ilke uyarınca yeter bir sebep olmadıkça hiçbir olgunun doğru veya var, hiçbir hükmün gerçek olamıyacağmı, olgunun niçin böyle olup da başka türlü olmadığını anlarız. Oysa, bu sebepler çoğu zaman bizce belli değildir. 33 - İki türlü gerçek vardır: Akıl gerçekleri, olgu gerçekleri. Akıl gerçekleri zorunludurlar; karşıt lan mümkün değildir; olgu gerçekleri ise olumsal- 8
dırlar, karşıtlan da mümkündür. Bir gerçek zorunlu
olduğu zaman, o gerçeğin sebebi çözümleme ile bulu nabilir, bu ise o gerçeği ilk fikirlere ve gerçeklere gelinceye kadar basit fikir ve gerçeklere geri götür mekle olur. 34 - Matematikçilerde kurgu dâvaları ve kılgı kurallan çözümleme yolu ile tanımlara, aksiyomlara Ve postulatlara böylece götürülmüştür. 35 - Nihayet, tanımlanamıyan basit fikirler var dır; gene aksiyomlar, postulatlar, yahut bir kelime ile, başlangıçta bulunan ilkeler vardır ki bunların tanım lanmağa ihtiyaçtan yoktur, bunlar, karşıtı açık bir çelişmeyi içine alan özdeş ifadelerdir. 36 - Fakat yeter sebebin, olumsallık yahut olgu gerçeklerinde, yani varlıklar evreninde yayılmış şey lerin sırası içinde bulunması da gerekir. Varlıkları bu evrende özel sebeplere dayandırmak, tabiattaki şeylerin pek büyük türlülüğü ve cisimlerin sonsuzluğa kadar giden bölünmesi dolayısiyle, sınırsız bir ayrılmaya gidile bilir. Şu yazımın etker nedenine giren, şimdiye ve geçmişe ait sonsuz biçimler ve hareketler vardır; ve ruhun ereksel nedenine giren, şimdiye ve geçmişe ait sonsuz küçük meyilleri, istidadan vardır. 37 - Ve bütün bu ayrılmalar, önce gelen yahut daha ayrılmış başka olumsal şeyleri ancak içine al dığından ve bunlardan her biri anlaşılmak için benzer bir çözümlemeye ihtiyaç gösterdiğinden, böylece bir adım bile ileriye varılmamış olur. Ayrılma ne kadar sonsuz olursa olsun, yeter yahut son sebep bu olum- sallıklann ayrılmaları sırasının yahut devamının dışında olmalıdır. 9 38 - Böylece şeylerin son sebebinin zorunlu bir tözde bulunması gerekir; o töz içinde değişmelerin özel ayrılışları kaynakta olduğu gibi ancak yetkindir. İşte bu töze biz Tanrı deriz. 39 - Şimdi bu töz bütün özel ayrılıkların yeter sebebi olduğundan, bunlar da her yandan bağlı bulun duğundan, yalnız bir Tanrı vardır ve bu Tanrı yeter. 40 - Tek, evrensel ve zorunlu olan bu yüksek tözün dışında kendisinden bağımsız hiçbir şey bulun maması ve mümkün varlığın basit bir sonucu olması dolayısiyle hiç sınırı olmaması ve mümkün olan her gerçeği içine alması gerekir. 41 - Bundan şu sonuç çıkar: Tanrı, kesin olarak yetkindir, çünkü doğru anlamda yetkinlik, sınırı olan şeylerin sınırlarım bir yana bırakarak ele alman müsbet gerçeğin büyüklüğünden başka bir şey değildir. Sınırların olmadığı yerde, yani Tanrıda, yetkinlik kesin olarak sonsuzdur. 42 - Bundan, varlıklar yetkinliklerini. Tanrının etkisinden, yetkinsizliklerini sınırsız olmağa gücü ol- mıyan kendi tabiatlarından alıyorlar sonucu da çıkar. Çünkü onları Tanrıdan ayıran bu noktalardır. Asıl- larındaki bu yetkinsizlik cisimlerin tabiî işlemezliğinde kendini gösterir. 43 - Şu da doğrudur ki Tanrı yalnız varlıkların kaynağı değil, gerçek olduktan ölçüde özlerin yahut imkân içinde gerçek olanın da kaynağıdır, çünkü Tanrının anlığı ilksiz gerçeklerin yahut onlara bağlı olan fikirlerin bölgesidir ve bu anlık olmazsa imkân alanında gerçek hiçbir şey bulunmıyacağı gibi gerek var, gerek mümkün hiçbir şey olmıyacaktır. 10
44 - Çünkü özlerde yahut imkânlarda, yahut da
ilksiz geçeklerde bir gerçeklik varsa bu gerçekliğin var yahut edimsel olan bir şeyde, dolayısiyle zorunlu varlıkta temellenmiş olması gerekir. Onda öz, varlığı içine alır yahut onda, edimsel olmak için, mümkün olmak yeter. 45 - Böylece varlığı mümkün olunca, zorunlu olarak var olmak yalnız Tanrının yahut zorunlu var lığın imtiyazıdır. Ve hiçbir sının, hiçbir yokdemeyi, dolayısiyle de hiçbir çelişmeyi içinde bulundurmıyan şeyin imkânına engel olmadığından, Tanrının varlığını a priori olarak tanımak için yalnız bu yeter. Biz bunu ilksiz gerçeklerin gerçekliği ile gösterdik, fakat şimdi a posteriori olarak da gösteriyoruz, çünkü olumsal var lıklar vardır ve bunların son ve yeter sebepleri, var lığının sebebi kendinde bulunan zorunlu varlıkta bulun maktadır. 46 - Bununla beraber bazıları ile birlikte Des- cartes’la sonradan M. Poiret’nin de düşünür görün dükleri gibi, ilksiz gerçeklerin Tanrıya bağlı olduklarından dolayı keyfi ve Tanrının iradesine bağlı olduklarını asla zihinden geçirmemeli. Bu ancak, ilkesi uygunluk yahut en iyinin seçimi olan olumsal gerçek ler için doğrudur; oysa, zorunlu gerçekler yalnız onun, anlığına bağlı iç konusudur. 47 - Böylece yalnız Tanrı ilk birlik yahut baş langıçtaki ilk basit tözdür, yaratılmış yahut birbirinden çıkmış olan monadlann hepsi ondan olmuştur; bunlar vakit vakit -özü sınırlı olmak olan canlı varlığın alırlığı ile sınırlanmış olarak- sürekli türümlerle ondan doğarlar. 48 - Tanrıda, her şeyin kaynağı olan güç, sonra 11
fikirlerin özel ayrılışlarını içine alan bilgi, son olarak
da en iyinin ilkesine göre değişiklikleri yahut doğuşları yaratan irade vardır. Ve bu, yaratılmış monadlarda, konu veya esası, algı yetisini ve iştah yetisini vücuda getiren şeye karşılıktır. Fakat Tanrıda bu sanlar mutlak olarak sonsuz ve yetkindir; ve yaratılmış monadlarda yahut entelekyalarda (veya Hermolaeus Barbarus’un bu kelimeyi çevirdiği gibi pafectihabies'lerde) bulunan sanlar kendilerinde yetkinlik olduğu ölçüde tanrılık sanların taklididirler. 49 - Yaratık, yetkin olduğu ölçüde dışarıya etki yapar ve eksik olduğu ölçüde başka bir yaratıktan etki alır. Böylece monada, seçik algılan olması dolayısiyle eylem, karışık algılan olması dolayısiyle de edilgi verilir. 50 - Bir yaratık, başkasında olup biten şeyleri a priori olarak açıklamaya yarıyan şeyin kendisinde bulunduğu ölçüde başka bir yaratıktan daha yetkindir, bundan dolayı da başka bir yaratığa etki yaptığı söylenir. 51 - Fakat bu, basit tözlerde bir monadın başka bir monad üzerine fikir alanından bir etkisinden başka bir şey değildir ki, etkisini ancak Tanrının işe karış ması ile elde edebilir; çünkü Tanrının fikirleri içinde bir monad, haklı olarak, ister ki Tanrı öbür monadları şeylerin ta başlangıcında düzenlerken kendisini de dikkate alsın. Ve madem ki yaratılmış bir monad başka bir monadın içine fizik alanından bir etkide bulunamıyor, o halde ancak bu yolladır ki birinin öteki ile bağlılığı olabilir. 52 - îşte bu yüzden, yaratıklar arasmda eylemler ve edilgiler karşılıklıdır. Çünkü Tanrı iki basit tözü karşılaştırarak her birinde, birini öbürüne uydurmağa 12
kendisini zorlıyan sebepler bulur; bunun için bazı
yönlerden etkin olan, başka bir bakımdan edilgindir: Kendisinde seçik olarak bilinen şeyin bir başkasında olup biteni açıklamağa yaraması dolayısiyle etkindir, ve kendisinde olup bitenin açıklanmasının başka birinde, seçik olarak bilinen şeyde, bulunması itibariyle edil gindir. 5 3 - O halde Tanrının fikirlerinde sonsuz müm kün evrenler bulunduğundan ve onlardan ancak bir tanesi var olabildiğinden, Tanrının başka bir evren yerine bunu seçmesini gerektiren bir yeter sebebin bulunması gerekir. 54 - Ve her mümkünde, taşıdığı yetkinlik dere cesine göre varlık iddiasında bulunmak hakkı bulun duğundan, bu sebep ancak uygunlukta yahut bu dünyaların taşıdıkları yetkinlik derecelerinde bulunabilir, 55 - Tanrı bilgeliğinin ona tanıttığı, iyiliğinin seçtirdiği, gücünün doğurduğu en iyinin varlığına sebep, işte budur. 56 - işte bütün yaratılmış şeylerin her birine ve her birinin geri kalan hepsine olan bu ilgisi yahut uygunluğu, her basit tözün bütün ötekilerini ifade eden ilişkileri olmasına, dolayısiyle de evrenin canlı ve devamlı bir aynası olmasına sebebolur. 57 - Aynı şehir, başka başka taraflarından bakıl dığı zaman bambaşka ve derinlikçe büyümüş görün düğü gibi, basit tözlerin sonsuz çokluğundan dolayı, o ölçüde başka başka evrenler varmış gibi görünür. Halbuki bunlar her monadın başka monaddan farklı olan bakım noktasına göre, tek bir evrenin türlü görü nüşlerinden başka bir şey değildir. 13
58 - Böylece, mümkün olduğu kadar çok türlü-
lük elde edilir, fakat mümkün olan en büyük düzen ile; yani bu, mümkün olduğu kadar yetkinlik elde etmek aracıdır. 59 - İşte yalnız (ispat edilmiş olduğunu söyliye- bildiğim) bu varsayım, Tanrının büyüklüğünü gerektiği gibi meydana çıkarır. Buna Bayie, kendi sözlüğünde (Rorarius makalesi) itirazlarda bulunurken, hattâ Tanrıya mümkün olduğundan fazla büyüklük ver diğime inanmağa meylederken kabul etmiştir. Fakat bu tözün, bütün öteki tözlerle ilişkisi sayesinde, o tözleri tamamiyle ifade etmesine sebebolan evrensel düzenin niçin imkânsız olduğu üzerinde hiçbir sebep ileri sürmemiştir. 60 - Zaten şimdi anlattıklarımda, her şeyin niçin başka türlü olmıyacağı üzerine apriori sebepler görülmektedir; çünkü Tanrı bütünü düzenlerken her parçayı ve, en çok, tabiatı tasarımlı olan her monadı dikkate almıştır; monadın tabiatı tasarımlı olduğun dan hiçbir şey onu, şeylerin yalnız bir kısmım tasarım lamakla yetinmeğe zorlamaz; her ne kadar tasarımın bütün evrenin ancak ayrılmalarında karışık olduğu ve ancak şeylerin küçük bir kısmında, yani monadlann her birine göre ya-en yakın ya en büyük olan şeylerde seçik olabileceği doğru ise de... böyle olmasaydı her monad bir Tanrı olurdu. Nesnede değil, nesneye dair bilgideki değişiklikte monadlar sınırlanmıştır. Hepsi karışık bir şekilde sonsuzluğa, bütüne giderler; fakat seçik algıların dereceleri ile sınırlanmış ve ayırdedil- mişlerdir. 61 - Ve bunda bileşiklerin basitlerle uygunluğu 14 vardır. Çünkü her yer dolu olduğundan -bu da bütün maddeyi birbirine bağlı kılar- bu dolulukta da her hareket uzakta bulunan cisimlere, bu cisimlerin uzaklık ye yakınlığı ölçüsüne göre bir etkide bulunduğundan, her cisim yalnız kendisine dokunan cisimlerin etkisi altında bulunmak ve onlarda olup bitenleri duymakla kalmaz, aynı zamanda da kendisine doğrudan doğruya dokunan birinci cisimlere dokunan cisimlerde olup biteni duyar. Bu yüzden, bu geçişin istendiği kadar uzağa gittiği anlaşılır. Bunun için her cisim evrende olup biten her şeyi duyar; o kadar ki her şeyi gören, her tarafta olan, hattâ olmuş ve olacak olan şeyleri, -zamanlara ve yerlere göre uzaklaşmış. olanın halde farkına vararak- cisimlerin her birinde okuyabilir; Hippocrates, ''her şey birbirine bağlı dır'' derdi. Fakat bir ruh, kendisinde ancak seçik ola rak bulunanı okuyabilir, bütün kıvrımlarını birdenbire açamaz, çünkü bunlar sonsuza kadar gider. 62 - Böylece, her ne kadar yaratılmış her monad bütün evreni temsil ederse de, kendisine ayrıca bağlı olan, entelekyası bulunduğu cismi daha seçik olarak tasarımlar: Hem bu cisim, dolu içinde bütün maddenin bitişikliği ile bütün evreni ifade ettiği gibi, ruh da özel olarak kendisinin olan bu cismi tasarımlamakla bütün evreni tasarımlar. 63 - Bir monada ait olan cisim -ki monad o cismin entelekyası yahut ruhudur- entelekya ile birlikte bir canlı denilebileni, ruh ile de bir hayvan denileni kurar. Oysa, bir canlının yahut bir hayvanın bu cismi her zaman örgenseldir, çünkü her monad kendi tarzına göre evrenin bir aynası, evren de yetkin 15 bir düzene göre kurulmuş olduğundan, temsil edende, yani ruhun algılarında, dolayısiyle evreni temsil eden cisimde de bir düzen olması gerekir. 64 - Böylece bir canlıya ait her örgensel cisim, bir çeşit tanrılık makine yahut bütün yapma otomatları son derecede geçen bir çeşit otomattır. Çünkü insan sanatının yaptığı bir makine, parçalarının her birinde makine değildir. Meselâ pirinçten yapılmış bir çarkın dişinin, artık bizim için sanatın izini taşımıyan kısım ları veya parçalan vardır. Bunlarda çarkın kullanışına göre ait olduğu makineyi hatırlatan hiçbir şey fark- edilmez. Ama tabiatın makineleri, yani canlı cisimler, sonsuza kadar en küçük parçalannda da makinedirler. Tabiatla sanat, yani tanrılık sanatla bizimki arasındaki farkı yapan da budur. 65 - İşte tabiatın yaratıcısı, bu tanrılık ve son derece hayranlık uyandıran sanatı işliyebilmiştir, çünkü maddenin her parçası, eskilerin de kabul ettikleri gibi, yalnız sonsuza kadar bölünmeye yetili değildir; edimsel olarak her parça sonsuza kadar yeni parçalara bölün müştür. Bunların her birinin, kendinin olan bir hareketi vardır, böyle olmasaydı, maddenin her bölümünün bütün evreni ifade etmesi imkânsız olurdu. 66 - Bundan da anlaşılıyor ki, maddenin en küçük parçası da bir canlı yaratıklar, hayvanlar, entelekyalar, ruhlar dünyasıdır. 67 - Maddenin her parçası, bitkilerle dolu bir bahçe, balıklarla dolu bir havuz halinde düşünülebilir; ama bitkinin her hali, hayvanın her örgeni, kanının, safrasının her damlası gene böyle bir bahçe yahut böyle bir havuzdur. 16 68 - Bahçenin bitkileri arasında kalan toprakla hava, yahut havuzun balıklan arasında kalan su, ne bitki ne de balık ise de, çoğu zaman görmiyeceğimiz kadar ince bir halde, içlerinde gene onları taşır. 69 - Böylece evrende ekilmemiş, kısır, ölü hiçbir şey yoktur. Kaos ve karışıklık ancak görünüşte vardır. Aşağı yukarı, bir havuzun içindeki balıklar görülmeden bunların yaptıkları karışık bir hareketin ve uğultunun biraz uzaktan duyulması gibi. 70 - Bununla görülüyor ki, her canlı cismin, hayvanda ruh olan-başat bir entelekyası vardır; lâkin bu canlı cismin örgenleri başka canlılarla, hayvanlarla doludur, bunların her birinin de gene kendi entelekyası yahut başat ruhu vardır. 71 - Fakat düşüncemi yanlış anlıyan bazdan ile birlikte, her ruhun kendisine mahsus ve kendisine büsbütün bağlı bir kütlesi yahut madde parçası, dola- yısiyle de hep kendi hizmetinde bulunacak daha aşağı dereceden başka canlılar olduğunu düşünmemeli. Çünkü bütün cisimler, ırmaklar gibi devamlı bir akış halindedir, parçalar da bu cisimlere bir teviye girip çıkmaktadırlar. 7a - Böylece ruh ancak yavaş yavaş ve derece derece beden değiştirir, öyle ki hiçbir zaman bütün örgenlerinden birdenbire sıyrılmaz; çoğu zaman hay* vanlarda şekil değiştirme vardır, fakat ruh sıçraması, ruh göçü asla yoktur. Büsbütün ayrı ruhlar, bedensiz cinler de yoktur. Yalnız, Tanrı bedenden tamamiyle ayrılmıştır. 73 - Ne tam doğuşun, ne de ruhun bedenden ayrılması olan kesin ölümün asla olmaması da bun- 17 dan gelir. Doğumlar dediğimiz şey, genişlemeler ve büyümelerdir; ölümler dediğimiz şey de kapanmalar ve azalmalardır. 74 - Filozoflar biçimlerin, entelekya yahut ruh ların nereden geldiklerini bulmakta çok güçlük çek mişlerdir; ama bugün bitkilerle hayvanlar üzerinde yapılan doğru araştırmalar ile tabiattaki örgensel cisimlerin asla bir karışıklıktan veya çözümden değil, hep -şüphesiz içinde bazı önoluşumların bulunduğu- bazı tohumlardan doğduğu görülünce hükmedildi ki, gebelikten daha önce yalnız örgensel cisim olmayıp aynı zamanda bu cisimde bir ruh, bir kelime ile hayvanın kendisi vardır ve hayvan başka türden bir hayvan olmak için büyük bir değişikliğe hazırdır. Doğuşun dışında, böcekler, sinekler, kurtlarda, kelebek oldukları zaman buna yakın bir şey bile görülür. 75 - Gebelik yoliyle, birkaçı en büyük hayvan ların katına yükselen hayvanlar spermatik adım ala bilirler. Ama onlardan, türlerinin dışına çıkmıyanlar vardır: yani çoğu, doğar, çoğalır, büyük hayvanlar gibi mahvolur ve sayısı pek az seçkinler vardır ki daha büyük bir sahneye geçerler. 76 - Fakat bu, gerçeğin ancak yarısı idi; onun için hükmettim ki hayvan hiçbir vakit tabiî olarak başlamıyorsa, tabiî olarak da bitmiyor; hem yalnız doğuş değil, tam yok olma da, kesin ölüm de asla olmıyacaktır. A posteriori olarak ileri sürülen ve deneyden çıkarılan bu düşünceler, yukarıda olduğu gibi apriori olarak çıkarılan ilkelerime uymaktadır. 77 - Böylece denilebilir ki, yok edilemez olan, yalnız (yok edilemez bir evrenin aynası olan) ruh 18
değil, aynı zamanda, makinesi çoğu zaman bir dereceye
kadar mahvolmakla, örgeni biçimleri bırakıp almakla beraber hayvanın kendisidir. 78 - Bu ilkeler, bana ruhla örgenli bedenin uygunluğunu veya birleşmesini tabiî olarak açıklamak imkânım verdi. Ruh kendi kanunlarına uyuyor, cisim de kendininkilere; bunlar bütün tözler arasında, öncel düzene uyarak birbirleriyle karşılaşıyorlar, çünkü bütün tözler aynı evrenin tasarımlarıdır. 79 - Ruhlar ereksel nedenlerin kanunlarına göre, iştahlar, erekler, araçlarla etkide bulunurlar; cisimler etker nedenlerin yahut hareketlerin kanunlarına göre etkide bulunurlar. İki acun -etker nedenlerle ereksel nedenlerin acunu- birbiriyle düzen halindedir. 80 - Descartes ruhların cisimlere kuvvet verme diklerini kabul etmiştir. Çünkü maddede her zaman aynı kuvvet niceliği vardır. Bununla beraber ruh cisimlerin yönlerini değiştirebilir zannında bulunmuş tur. Çünkü onun zamanında hâlâ maddede aynı topyekûn yönün saklanması denilen tabiat kanunu bilinmiyordu. Bunun farkına varmış olsa idi benim öncel düzen sistemimi bulmuş olurdu. 81 - Bu sisteme göre cisimler ruhlar yokmuş gibi ruhlar da cisimler hiç yokmuş gibi etkide bulunurlar, her ikisi de birbiri üzerinde etki yapıyormuş gibi hareket eder. 82 - Tinler yahut akıllı ruhlara gelince biraz önce dediğimiz gibi (hayvan ile ruh ancak dünya ile başlar ve nasıl dünya bitmezse onlar da öyle bitmez) bütün canlıların ve hayvanların temelinde aynı şeyi bulmakla beraber, akıllı hayvanlarda şu özelik vardır 19
ki bunların meni hayvancıklarının böyle kaldıkça
yalnız alelâde yahut duysal ruhları vardır; seçilmiş olanlar insan tabiatına edimsel bir gebelik sayesinde ulaşınca, duysal ruhları akıl katma ve tinlerin imtiya zına yükselir. 83 - Alelâde ruhlarla tinler arasında bulunan önce bir kısmına işaret ettiğim farklardan başka şu fark da vardır: Ruhlar genel olarak yaratıklar evreninin canlı aynaları yahut tasvirleridir; ama akıllı ruhlar üstelik Tanrının kendisinin tabiatı yaratanın biçimle ridir. Her tin kendi alanında küçük bir Tanrı gibi olduğundan evren sistemini tanımağa ve mimari örnekleriyle o sistemi taklidetmeğe yetilidir. 84 - İşte bundan dolayı tinler Tanrı ile bir çeşit topluluk kurmaya yetilidirler, Tanrı da onlar karşısında yalnız icadedenin kendi makesi karşısındaki duru munda değil bir hükümdarın uyruklarına, hatta bir babanın çocuk larına olan durumundadır. 85 - Bundan şu sonuç çıkarılabilir: Bütün tinlerin toplanması Tanrının kentini yani en yetkin hüküm darın hükmü altında mümkün olan en yetkin devleti verecektir. 86 - Tanrının bu kenti, gerçekten evrensel olan bu hükümdarlık, tabii dünyanın içinde bir ahlâk dünyası, Tanrının eserleri arasında en yüksek, en tanrılık olanıdır ve Tanımın sanı gerçekte budur. Çünkü Tanrının büyüklüğünü ve iyiliğini tinler bil memiş, ona hayran olmamış olsalardı, Tanrının sam olmazdı; bilgeliği ve gücü her tarafta görüldüğü halde' iyiliği işte bu tanrılık kentte görülür. 20
87 - Yukarıda, iki tabiî acun arasında, etker
nedenlerle ereksel nedenlerin acunu arasında, tam bir düzen kurduğumuz gibi, burada da tabiatın madde acunu ile rahmetin ahlâk acunu arasında bir ikinci düzeni dikkate almalıyız. 88 - Bu düzen, şeylerin doğrudan doğruya tabiat yoliyle rahmete götürmesine ve tinler idaresinin istediği anlarda, tabiat yollariyle meselâ bu kürenin yıkıl masına ve yapılmasına sebebolur: Bazılarının cezalan dırılması, bazılarının da mükâfatlandırılması için. 89 - Gine denilebilir ki, mimar olarak alınan Tanrı kanun verici Tanrıyı her şeyde memnun eder, böylece denilebilir ki tabiatın düzeni ile şeylerin mihanik yapısı gereğince günahlar cezalarını beraberce taşımak zorundadırlar; bunun gibi güzel eylemler -her ne kadar bu her zaman olmaz ve olmaması gerekirse de- cisimlere kıyasla mihanik yollarla mükâ fatlarını elde ederler. 90 - Sonra, bu yetkin idare altında mükâfatını görmiyen iyi, cezasını bulmıyan kötü bir eylem asla olmıyacaktır ve her şey, iyilerin yani bu büyük devlet içinde memnun olanların, vazifelerini gördükten sonra Tanrı kayrasına sığınanların ve sevilen şeyin mutlulu ğundan zevk aldırtan gerçek sâf aşkın tabiatına uyarak, Tanrının yetkinliklerini temaşaya dalarak, her türlü iyiyi yaradanı gereği gibi seven ve taklidedenlerin zorunlu olarak iyiliğine yarayacaktır. Bilge ve erdemli insanları, kendi iradelerinden önce gelen Tanrı iradesine uygun görünür her şeyi yapmağa çalıştıran ve, bununla beraber Tanrının, tutarlı, kesin, gizli iradesinin edimsel olarak meydana 21
koyduğu şeylerden on lan memnun eden, işte budur;
kabul etmeli ki: evrenin düzenini biraz anlıyabilseydik, onun en bilge insanların istediklerini kat kat geçtiğini, onu olduğundan daha iyi kılmanın imkânı olmadığını görürdük. Fakat biz, bütün yaratana, yalnız varlığı mızın mimarına ve etker nedenine olduğu gibi değil, efendimize ve irademizin ereğini meydana getiren, mutluluğumuzu yalnız başına yapabilen ereksel nedene gereği gibi bağlı isek, bu evren yalnız genel olarak bütün için değil, aynı zamanda ayrı ayrı her birimiz için en iyi bir evrendir.