You are on page 1of 4

Türk-Alman Üniversitesi Öğrencilerine Açık Mektup

Kendini ve Başkalarını Kandırmak: Bilim ve Hukuk üzerine ….


Üniversite ve eğitim hayatının dijital ortama taşınmasının bir çok faydayı beraberinde
getirdiğine kuşku yoktur. Ancak, bu durumdan kaynaklanan bazı zorluklar ve kayıpların
bulunduğu da inkâr edilemez. Anılan gelişmenin, öğrencilerin kendi arasındaki ve öğrenciler
ile hocalar arasındaki iletişim ve etkileşimin yoğunluğuna olan etkisi buna örnektir: (En azından
üniversite öncesi eğitim ile karşılaştırıldığında), kendi kendine eğitimin üniversite seviyesine
ilişkin bir ideal şüphe dışıdır. Üniversite yaşamına özgü bu türden bir öğrenme, öğrencinin
diğerlerini gözlemleyerek, iletişim kurarak ve tartışarak, yani kolektif yollarla gelişmesi ve
zenginleşmesinden beslenir. Özellikle, tam da hukukçular için bu böyledir; hukuk öğrenimi,
farklı görüşleri kabul etme veya etmeme, farklı yaklaşım tarzlarını onaylama veya reddetme
şeklinde – yani kendi kişiliğine uygun yollar arayışı içinde – gelişir. Dijital ortama taşınan yeni
öğretim yönteminin getirdiği “yalnızlaşma süreci” içerisinde, belirtilen bu “müzakere ederek
öğrenme” hedefine, ancak kısmen ulaşılabilmektedir.

Derste – Vorlesung içinde – öğrenmenin sona ermesi, (burada “Vorlesung” farklı öğrenme
biçimlerini kapsayan bir üst kavram olarak kullanılmıştır; Almanca Vorlesung–ders
kelimesinin, her ne kadar aynı kökten olsalar da Vorlesen–sesli okuma kelimesi ile ilgisi yoktur)
belirli kayıplara sebep olmakta, ya da en azından öğrenme kayıpları oluşmasını mümkün
kılmaktadır: Bu bağlamda, hocaların ders esnasında dinleyenlerin kavrama yeteneğini ve
algılarının açıklığını gözlemleyerek yaptıkları anlık uyarlamalar – yani bir hocanın konuya
ilişkin bilgi ve değerlendirmelerini aktarırken, duruma göre sağlaması gereken uyarlama – söz
konusu kayıplara örnektir. Anlatma tarzını, dersin zorluk derecesi, tartışmanın akışını
belirleme; bunların hepsi, ancak dinleyenler ile kurulabilen karşılıklı iletişim aracılığıyla
optimal hale getirilebilmekte, yani sürekli olarak yenilenmeleri ve duruma göre uyarlanmaları
gerekmektedir. Öğrenmenin ve öğretmenin bu önemli unsurlarını, mekanik bir ses cihazı veya
bir kitabın öğrenciye sunmasının hiçbir şekilde mümkün olamayacağı açıktır. Her zaman
geçerli olan temel prensip şudur: Bir ders, başka bir şekilde ulaşılması mümkün olmayan bir
öğrenme çıktısı sunabildiği takdirde ve sürece, anlam ifade etmektedir; ki bu kendini sınav
başarısında da göstermektedir.

Yukarıda ifade ettiğim biçimde yürütülen öğrenme ve öğretme yöntemlerinin dijitalleşmeyle


birlikte sona ermiş olmasının, üniversitelerde özellikle yazılı sınavlarda oldum olası etkin bir
rol oynamış bir fenomen üzerinde de etki yarattığı tahmin edilebilir: Kopya çekmek, kandırmak
– günlük dilde: Sahtekarlık. Bu bağlamda, öğrencinin başarı düzeyini gerçekte olduğundan
daha iyi göstermekte kullanılacak çeşitli yardımcı araçlara başvurulmaktadır. Bir diğer ifadeyle,
1
sınavlarda kullanılan hileli yöntemlerle, karşı taraf, sahip olunan hukukî bilgi ile hukuk
öğrenimi boyunca adım adım öğrenilen hukukî bilgiyi kullanma becerisi hakkında
kandırılmaktadır.

Üniversite eğitim hayatının dijital ortama taşınması, söz konusu fenomeni birçok yönden
etkilemektedir. Bir yandan, kopya çekme yöntemleri hakkında verilen tavsiyeler, tesadüfi ve
münferit olmaktan çıkmakta, hemen hemen diğer alanlarda da olduğu gibi, internet üzerinden
ticari amaçlı yayılmaktadır. Diğer yandan, yeni sınav yöntemleri, yeni stratejileri de gerekli
kılmaktadır. Bu noktada artık, fiziki denetimin olduğu sınav ortamındaki kopya çekme
yöntemlerine değil – ki nihayetinde bu türden sınavlarda da gözetmenlerin çoğunlukla
gözünden kaçan özel cihazlar kullanılmaya başlanmıştır –; evde, özel alanda gerçekleşen
sınavlarda kullanılabilecek yöntemlere başvurulmaktadır. Ev ortamında, online gerçekleştirilen
sınavların süresi, normal fiziki sınavların süresine uyarlandıktan sonra, internet üzerinden
bilimsel metinlere erişimle mümkün olan ve bu arada artık klasikleşmiş Copy/Paste yöntemi,
sistematik bir kopya için aşırı zahmetli bir hale gelmiştir (ayrıca kontrol programları ile
Copy/Paste kolaylıkla tespit edilmektedir). Çünkü, internette arama yapma ve bulunan metni
sınav sorusuna uygun hale getirme zaman almaktadır. Bu sebeple, “ön hazırlık” olarak
tanımlanabilecek yeni kopya çekme biçimleri ortaya çıkmıştır.

Bu bağlamda, hukuk öğrenimi esnasında olay çözümleri için kullanılan ve özellikle 3. dönem
itibariyle oldukça önem teşkil eden “Prüfungsschemata” olay çözüm şemaları gibi, yazılı
çalışmaların temelini oluşturan metinler önceden hazırlanmaktadır. Çoğunlukla hayret verici
bir biçimde geliştirilmiş olan bu çözüm reçeteleri bir form biçiminde hazırlanıp, sınav esnasında
hazır bulundurulmakta ve hukukî değerlendirmeye tabi tutulması istenen olay dikkate alınarak
doldurulmaktadır. Reçeteye uymayan bir şey varsa da az ya da çok uygun hale getirilmektedir.
Oysa, düzeyli ve eksiksiz bir hukukî argümantasyon geliştirebilmek için, hukukî problemlerin,
tam olarak kavranabilmesi gerekir. Olay çözüm şemalarının ise, hukukî problemin çözümünde
sadece düşünceyi destekleyecek yardımcı unsurlar olduğu unutulmaktadır.

Diğer bir kopya çekme biçimi ise hocaların derslerde özellikle üzerinde durduğu konuların – ki
burada hocalar tarafından tüyo olarak düşünülmüş açıklamalar da hesaba katılmaktadır –
sınavda sorulabileceği tahmin edilerek, bunlara ilişkin metinlerin önceden hazırlanmasıdır.
Sınava “hazırlık oluşturan” bu metinler, örneğin çoğunlukla hukukî terimlerin tanımları,
mahkeme kararlarının özeti, tartışmaların durumunu açıklayan farklı görüşlerin özetleri ve
sınav esnasında uygun bir sıra içinde kullanılabilecek diğer şeylerdir. Önceden hazırlanmış olan
bu metinler, bilgisayar programları tarafından kontrol edilememekte, ancak hocalar tarafından
çoğunlukla fark edilmektedir. Çünkü, toplama metinlerle yazılan bir sınavın kalitesi çoğunlukla

2
kötü ve yüzeysel olmakta ya da sorunun ana fikrinden uzaklaşmaktadır. Öte yandan, konuyla
bir şekilde ilişkili kavramların zikredilmiş olması, sınavı geçmeyi sağlayacak en düşük puana
ulaşmak için genellikle yeterli olabilmektedir. En nihayetinde, ucu ucuna başarmak da
başarmaktır – ki, bu git gide kural haline gelmektedir. Oysa sınavı yapanların kandırılması,
aslında sınava tabi olanların kendi başarı düzeyleri hakkında kendilerini kandırmalarıdır.

Sınavlar var olduğundan beri, kopya çekmek ve kopya çekmeye teşebbüs etmek de var. Diğer
yandan kopya çekmenin bir kural haline gelmesini ve sınavların anlamsız bir seremoniye
dönüşmesini engelleyebilecek özenli ve etkili yöntemler de vardı. Fakat bugün artık, teknik
ilerlemenin etik değerleri tehlikeye sokması riski ile karşı karşıyayız. Söz konusu tehlike, ancak
sınavı yapanlar ve sınava tâbi olanlar tarafından beraberce önlenebilir. Tehlikeyi önlemenin
diğer bir yolu ise, kural koyucuların, fark edilemeyen veya sıklıkla kanıtlanamayan fake’leri
daha fazla kabullenmeyip, başka sınav yöntemleri belirlemesidir. Ancak, böyle bir çözüm yolu,
sınavı yapanlar ve sınava tâbi olanlar için bir zayıflık göstergesidir. Zira, hocalar ve öğrenciler
kendilerini ilgilendiren meseleleri kendi başlarına çözebilmelidirler.

Bu noktada, hocalar – tamamen kişisel ve eksiksiz olmayan bir sıralamayla – ders esnasında
temel noktalara atıfta bulunarak, pratiğe ve uygulamaya yönelik örnekleri çoğaltarak,
kavramları anlaşılır bir biçimde kullanarak, geçerli hukuk düzenine ve hukuk politikasına dair
değerlendirmelerdeki ayrımda metodolojik olarak açık olarak, öğrencileri soruna yönelik ve
kendi fikirleri üzerinden tartışmaya teşvik ederek, yani derslerinin niteliği bağlamında,
yukarıda belirtilen tehlikenin önlenmesine katkı sağlayabilirler.

Öğrencilerin amacı ise, başkalarının yazdıklarını ezberlemek değil, yazılanları anlama ve kendi
ifadeleriyle anlatmak olmalıdır. Ezberlemek, başkalarının yazdıklarını atıf yapmadan alıntılama
hastalığına sebep olan bir enfeksiyona yol açabilmekte ve eleştirel düşünme becerisinin
gelişimine engel olmaktadır.

Bu yazdıklarımın hepsi, tüm bilimler için geçerlidir. Ancak, burada konumuz hukuk öğrenimi
gören öğrencilerdir. Hukuk, kültürel gelişimin bir kazanımıdır. Bu kazanımın kalitesi ve hatta
varoluşu, onu taşıyan bilinçten ayrılamaz. Kandırma ve aldatma ise bunu şüpheye
düşürmektedir. Burada söz konusu olan aynı zamanda kişinin kendine olan saygısıdır: Kimse,
başkalarına ait yazıları birleştirip, önceden hazırlanmış cümleleri ardı ardına sıralayarak, ortaya
çıkan çarpık yapı ile yetinmemeli ve bu yapının ânında çökmemesinden tatmin olmamalıdır.
Hukukî düşüncenin mimarisi bu çarpık yapıdan çok daha başkadır.

Prof. Dr. Dres. h.c. Philip Kunig, 20.1.2021

3
PS: Burada ifade edilen düşünceler, öğrenciler ve diğer hocalar ile yapılan sohbetlere ve kendi
izlenimlerime (bu izlenimler, sonlanmış kış döneminde, lisans birinci ve dördüncü sınıf
öğrencilerinin ve ayrıca yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin sınavlarından edinilmiştir. Her
sınıfta çok iyi ve öğrencinin “kendi yapımı” olan birçok sınav kağıdı vardır – ama ne yazık ki
kopya çekerek yazılmış sınav kağıtları da) dayanmaktadır. Bahsettiğim problem, az sayıda
öğrencinin eylemine ilişkindir ve böyle de kalması gerekir. Bu eylemlerin bir kısmı
kanıtlanabilmekte, bir kısmı ise mevcut koşullar altında kanıtlanamamaktadır. Hukuk kuralları
her zaman uygulanabilir olmuyor. Etik kurallar ise çok daha az uygulanabilir oluyor. Bunların,
hissiyat, algı ve bilinç ile kök salmaları gerekir, ki bunun öğretilmesi de hukuk eğitiminin en
önemli parçalarından birisidir.

You might also like