Professional Documents
Culture Documents
Tüfek, Mikrop Ve Çelik - Jared Diamond (PDFDrive)
Tüfek, Mikrop Ve Çelik - Jared Diamond (PDFDrive)
İnsan Topluluklarının
Yazgıları
Jared Diamond
TÜBİTAK
Semih Ofset Matbaacılık Sek. Yay. San. Tic. Ltd. Şti. Büyük
Sanayi 1. Cadde No: 74 Iskitler Ankara
1972 yılının Temmuz ayında tropik bir ada olan Yeni Gine'de
deniz kıyısında yürüyordum. Bir biyolog olarak kuşların
evrimini incelediğim yerdir Yeni Gine. Yali adında müthiş bir
yerli siyasetçiden söz edildiğini duymuştum, o günlerde o
bölgede dolaşıyormuş. Bir rastlantı sonucu o gün Yali ile
ikimiz aynı yöne doğru yürümekteymişiz. Yali arkamdan
yetişti. Bir saat birlikte yürüdük ve bir saat boyunca konuştuk.
Karşı görüşlerden biri şu: Bir halkın başka bir halk üzerinde
nasıl üstünlük kurduğunu açıklamayı başarırsak bu o
üstünlüğü haklı göstermek gibi olmaz mı? Bu sonucun
kaçınılmaz olduğunu, bugün bu sonucu değiştirmeye
çalışmanın boşuna bir çaba olacağını söylemek anlamına
gelmez mi? Bu itiraz, nedenleri açıklamakla sonuçları kabul
etmeyi birbirine karıştırmak gibi genel bir eğilime dayanıyor.
Tarihsel açıklamanın ne işe yarayacağı konusu açıklamanın
kendisinden apayrı bir konudur. Anlamak çoğu kez sonuçları
tekrarlamak ya da ebedileştirmek amacına değil, o sonuçları
değiştirmeye çalışma amacına hizmet eder. İşte bu yüzden
psikologlar katillerin ve tecavüzcülerin ruhlarını anlamaya
çalışır, toplumsal tarihçiler soykırımları anlamaya çalışır,
doktorlar hastalıkların nedenlerini anlamaya çalışır. Bu
araştırmacıların amacı cinayeti, tecavüzü, soykırımı,
hastalıkları haklı göstermek değildir. Tam tersine onlar,
zincirleme nedenleri anlayarak bu zinciri kırmak isterler.
Topu topu bir yıl olan yaşam süreleri içinde yıllık bitkiler ister
istemez fazla büyüyemez. Büyümek yerine enerjilerini büyük
tohumlar vermeye harcarlar, bu tohumlar kurak mevsimi
uykuda geçirir, yağmurlar başladığında da filizlenmeye hazır-
dırlar. Bu yüzden yıllık bitkiler, ağaç ya da çalı gövdeleri gibi
yenebilir olmayan odunsu ya da lifli gövdeler oluşturmaya
çok az enerji harcarlar. Özellikle yıllık tahılların ve
baklagillerin tohumları gibi büyük tohumlarıysa insanlar yer.
Bunlar dünyadaki 12 temel tarım ürününün altısını oluşturur.
Buna karşılık bir ormanın kıyısında yaşıyorsanız ve
pencereden dışarıya bakarsanız göreceğiniz bitki türleri daha
çok ağaçlar ve çalılıklar olacaktır; çoğunun gövdesi yenmez
ve enerjilerinin çok azını yenebilir tohumlara harcarlar.
Kuşkusuz iklimi yağışlı olan bölgelerde ormanlardaki
ağaçların bazılarının yenebilir büyük tohumları yok değildir
ama bu tohumlar uzun ve kurak bir mevsime
dayanabilmelerini sağlayacak şekilde uyum
gösterememişlerdir ve bu yüzden de insanlar tarafından uzun
süre için depolanamazlar.
Ama dört tane tohumlu bitki ile bir tane kap tam bir yiyecek
paketi oluşturmaktan çok uzaktır. Bu temel ürünler 2000 yıl
boyunca besin listesinde yalnızca önemsiz birer ek yiyecek
olarak kaldılar, bu arada Amerika Birleşik Devletlerinin
doğusundaki Amerikan yerlileri yaban yiyeceklerle, özellikle
yaban memeli hayvanlarla, su kuşlarıyla, balıklarla, kabuklu
deniz ürünleriyle, sert kabuklu meyvelerle beslenmeye devam
ettiler. Çiftçilik, MÖ 500 ila 200 yıllarına, üç tane daha
tohumlu bitki (çobandeğneği, mayısotu, cüce arpa)
yetiştirilmeye başlanana kadar, insanların yiyeceklerinin
önemli bir bölümünü sağlamaktan uzaktı.
Bu ilke evliliğin yanı sıra hayatla ilgili başka pek çok şeyi
anlamayı da kapsayacak şekilde genişletilebilir.
Başarısızlıklar için genellikle kolay, tek nedene dayalı
açıklamalar bulmaya eğilimliyizdir. Oysa önemli konuların
çoğunda başarı, aslında birbirinden ayrı olası başarısızlık
nedenlerinin pek çoğunun ortaya çıkmasının önlenmesini
gerektirir. Anna Karenina ilkesi hayvanların evcilleştirilmesi
konusunun bir yönüne açıklık getirir, insanlık tarihi açısından
büyük sonuçlar doğurmuş olan bir yönüne -yani, elverişli gibi
görünen büyük, memeli yaban türlerin, örneğin zebraların ve
pekarilerin asla evcilleştirilememiş olması ve başarıyla
evcilleştirilen memeli türlerinin hemen hepsinin Avrasyalı
olması olgusuna. Bir önceki bölümde evcilleştirilmeye
elverişli gibi görünen onca yaban bitki türünün neden asla
evcilleştirilemediği sorusunu tartıştıktan sonra artık şimdi
aynı soruyu evcil hayvanlar için sorup yanıtlamaya
çalışabiliriz.
İlk Beş
İkincil Dokuz
Kıta
Hiç kuşku yok, rahatsız türleri kapalı bir yerde tutmak güçtür.
Kapalı bir yere kondukları zaman ya telaşa kapılırlar ya bu
büyük sarsıntının etkisiyle ölür ya da kaçıp kurtulmak
isterken çite çarpa çarpa hırpalanırlar. Örneğin, Bereketli
Hilal’in bazıyörelerinde binlerce yıl en sık avlanmış hayvan
türü olan ceylanlar böyledir. O bölgedeki ilk yerleşik halklar
için en kolay evcilleştirilebilir memeli türü ceylanlardı. Ama
hiçbir ceylan türü evcilleştirilemedi. Birden fırlayan,
körlemesine duvarlara saldırıp çarpan, neredeyse 10 metre
havaya sıçrayabilen, saatte 75 kilometre hızla koşan bir
hayvanı gütmeye çalıştığınızı düşünün bir kez!
Aynı tarım bitkisi bir tek kez ve bir tek bölgede değil de
yaban yayılım alanının farklı bölgelerinde çeşitli kereler,
birbirinden bağımsız olarak evcilleştirilmişse bunun ne
anlamı vardır? Daha önce bitkilerin evcilleştirilmesinin, daha
büyük tohumlara, daha az acı bir tada ya da başka bazı
özelliklere sahip olarak insanlara daha yararlı hale gelecek
şekilde yaban bitkilerde bir değişimin meydana gelmesi
anlamını taşıdığını görmüştük. Dolayısıyla, hazırda verimli
bir tarım bitkisi varsa, çiftçiliğe yeni başlamış insanlar o
bitkinin henüz o kadar yararlı olmayan yaban akrabalarını
toplayıp onları yeniden evcilleştirerek sil baştan başlamak
yerine elbette o bitkiyi üretmeye devam edeceklerdir.
Evcilleştirmenin bir tek kez yapıldığına dair bir ipucu varsa,
bu bize yaban bir bitki bir kez evcilleştirildikten sonra başka
alanlara çok çabuk yayıldığını ve aynı bitkinin bir kez daha
evcilleştirilmesine gerek bırakmadığını gösterir. Bununla
birlikte aynı yaban atanın farklı bölgelerde birbirinden
bağımsız olarak evcilleştirildiğine dair bir ipucu bulursak
buradan çıkarmamız gereken şey, o tarım ürününün çok yavaş
yayıldığı, böylece başka yerlerde evcilleştirilmeye gerek
duyulduğudur. Güneybatı Asya'da büyük bir çoğunlukla bir
tek kez ama Amerika kıtalarında sık sık çeşitli kereler
evcilleştirme yapıldığını gösteren kanıtlar bize tarım
ürünlerinin Güneybatı Asya'dan başka yerlere, Amerika
kıtalarındakine göre daha kolay yayıldığına işaret eden çok
daha gizli bir kanıt sağlamaktadır.
Güney Afrika tarihinin son iki bin yıllık çok iyi bildiğimiz
gelişimi sonucun ne olduğunu gösteriyor. Güney Afrika'nın
(Hotantolar ve Güney Afrika zencileri olarak da bilinen) yerli
Koisan halkları çiftlik hayvanlarına sahip oldu ama tarımsız
kaldılar. Fish Irmağı tarafından ilerleyişleri durdurulmuş olan,
bu ırmağın kuzeydoğusundaki kara Afrikalı çiftçiler sayıca
onları geçerek onların yerlerini aldılar. Ancak 1652 de Güney
Afrika'ya yerleşmek üzere Avrupa'dan gelenlerin getirdiği
Bereketli Hilal in yiyecek paketiyle Güney Afrika'nın
Akdeniz kuşağında tarım gelişebildi. Bütün bu halklar
arasındaki çatışmalar çağımız Güney Afrikasında çeşitli
felaketlerin yaşanmasına yol açtı: Koisanların mikroplar ve
tüfeklerle kısa zamanda yok olması; Avrupalılar ile yerliler
arasında bir yüzyıl süren savaş; bir yüzyıl daha süren ırk
ayrımı baskıları; şimdi de bir zamanların Koisan
topraklarında Avrupalılar ile yerlilerin bir arada yaşamanın
yeni yollarını arama çabaları.
Mikropların Evrimi
Yazının Evrimi
Bir dile ait mevcut bir yazı sistemi başka bir dile uyarlanmak
üzere kaç yüz kez kopya edildiyse o kadar kez de bazı
sorunlar çıkmıştır, çünkü dünyada tamı tamına aynı seslere
sahip iki dil bulamazsınız. Ödünç alınan harflerin gösterdiği
sesler o harfleri ödünç alan dilde yoksa söz konusu harfler ya
da işaretler kullanılmayıp atılır. Örneğin, Avrupa dillerinin
çoğunda b, c, f, g, w, z harflerinin gösterdiği sesler Fincede
yoktur, bu yüzden Finliler kendi Latin alfabelerinden bu
harfleri atmışlardır. Sık sık bunun tersi bir sorun yaşanmıştır,
ödünç veren dilde olmayıp ödünç alan dilde olan sesler için
'yeni" harfler bulmak sorunu. Bu sorun çeşitli biçimlerde
çözümlenmiştir: İki ya da daha fazla harf rasgele
birleştirilmiştir (örneğin, Yunanlıların ve Germen alfabesini
kullananların tek bir harfle gösterdikleri bir sesi İngilizler th
bileşimiyle göstermişlerdir); zaten var olan bir harfe küçük,
ayırıcı bir işaret eklenmiştir (İspanyollar n'ye (n), Almanlar
o'ya (o) işaretler eklemişlerdir, Polonya ve Türk dillerinde
harflerin çevresinde işaretler cirit atmaktadır); ödünç alınıp da
kullanılacağı yer olmayan mevcut harfler başka bir göreve
atanmıştır (Latin alfabesinin c harfi çağdaş Çekçede,
Çekçenin bir sesi olan ts'yı göstermek üzere yeniden
kullanılmıştır); ya da yeni bir harf icat edilmiştir (ortaçağdaki
atalarımızın j, u, w gibi yeni harfler icat ettikleri zaman
yaptıkları iş budur).
Latin alfabesinin kendisi uzun sürmüş kopyalama evrelerinin
ürünüdür. Anlaşıldığına göre alfabeler insanlık tarihinde
yalnızca bir kez ortaya çıktı: Şu anki Suriye'nin bulunduğu
yerden Sina'ya kadar olan bölgede, MÖ ikinci binyıl sırasında
Sami dillerini konuşanlar arasında. Şu anda var olan ve
geçmişte var olmuş yüzlerce alfabenin hepsi sonuçta bu Sami
alfabesinden, çoğunlukla düpedüz kopyalama ve uyarlama
yöntemiyle, pek ender olarak da alfabe düşüncesinin
yayılmasıyla türemişti.
Teknolojinin Evrimi
Motorlu araç bugün bizim için yararlan apaçık ortada olan bir
icattır. Gelgelelim herhangi bir talebe yanıt vermek üzere icat
edilmiş bir şey değildir. Nikolaus Otto 1866'da ilk benzinli
motorunu yaptığı zaman insanların kara ulaşımı gereksinimini
6000 yıldır atlar sağlamaktaydı, buna ek olarak buharlı trenler
giderek daha çok kullanılıyordu.
Buldum!
Bir mucit yeni bir teknoloji için bir kullanım alanı keşfettiği
zaman, bundan sonra yapacağı ilk şey toplumu bunu
benimsemeye ikna etmektir. Bir işi yapmak için daha büyük,
daha hızlı, daha güçlü bir aygıta sahip olmak onu hemen
herkesin kabul etmeye hazır olduğu anlamına gelmez. Bu tür
nice teknoloji ya hiç benimsenmemiştir ya da ancak uzun
direnişlerden sonra benimsenmiştir. Ünlü örneklerin arasında
Amerika Birleşik Devletleri kongresinin 1971'de sesten hızlı
bir araç geliştirme projesine para ayrılmasını kabul etmemesi,
yüksek becerili bir daktilo klavyesi tasarımının dünyada
sürekli geri çevrilmesi, Britanya'nın uzun süre elektrikle
aydınlanmayı kabul etme konusundaki gönülsüzlüğü var. Bir
icadın toplum tarafından kabul edilmesini sağlayan şey nedir?
Çok daha güç bir icat örneği yazıdır, hiçbir doğal maddeye
bakarak esinlenilecek bir şey değil. XII. Bölüm'de
gördüğümüz gibi, ancak birkaç bağımsız merkezde başladı,
alfabeyse dünya tarihinde görünüşe göre topu topu bir
merkezde. Öteki güç icatların arasında sudolabı, el değirmeni,
dişli çark, manyetik pusula, yel değirmeni, fotoğraf
makinesinin atası olan karanlık kutu vardı, bunların hepsi
Eski Dünya da bir ya da iki kez icat edilmişti, Yeni
Dünya’daysa hiç edilmemişti.
Çok işe yarar bir icat bir toplumda ortaya çıktığı zaman bu
icat genellikle iki şekilde yayılır. Biri, o icadı gören ya da
duyan başka toplumların beğenip almalarıdır. İkincisi, icadın
yapıldığı toplum karşısında o icattan yoksun toplumlar
kendilerinin zayıf kaldıklarını görürler, bu zayıflık yeterince
önemliyse o topluma yenik düşerler, yerlerini onlara
bırakırlar. Basit bir örnek olarak Yeni Zelanda'nın Maori
kabileleri arasında asker tüfeğinin yayılışını verebiliriz. Bir
kabile, Ngapuhi kabilesi, 1818 dolaylarında Avrupalı
tacirlerin tüfeklerini alıp kullanmaya başlamıştı.
Bunu izleyen 15 yıl içinde Yeni Zelanda, Tüfek Savaşları
denen savaşlarla çalkalandı, bu arada tüfeksiz kabileler ya
tüfek sahibi oldular ya da tüfeklerle silahlanmış kabilelere
teslim bayrağını çektiler. Bunun sonucunda tüfek teknolojisi
1833 yılına kadar bütün Yeni Zelanda'ya yayıldı: Bugün hâlâ
varlığını sürdüren Maori kabilelerinin tüfekleri var.
İster bir şeflik olsun, ister bir devlet, herhangi bir sınıflı
toplum için insan şunu sormalıdır: Halk kendi çileli emeğinin
ürünlerinin hırsızkratlara aktarılmasına niçin göz yumuyor?
Platon'dan Marx'a kadar çeşitli siyasal kuramcılar tarafından
sorulan bu soru her çağdaş seçimde seçmenler tarafından bir
kez daha sorulmaktadır. Halk desteği zayıf olan hırsızkrasiler
ya ezilen halk tarafından ya da çalınan ürünlere karşılık daha
fazla hizmet sözü vererek halkın desteğini kazanmak isteyen
türedi hırsızkratlar tarafından alaşağı edilme tehlikesiyle karşı
karşıyadırlar. Örneğin, Hawaii tarihi baskıcı şeflere karşı
başkaldırılarla doludur, genellikle de o şeflerin yerini daha az
baskıcı olacaklarına söz veren erkek kardeşleri alır. Eski
Hawaii bağlamında bu bize komik gelebilir, ancak çağdaş
dünyada bu tür savaşımların yol açtığı mutsuzlukları
düşünürsek iş değişir.
Halktan çok daha rahat bir hayat sürdürürken halkın desteğini
kazanmak için bir seçkinin ne yapması gerekir?
Hırsızkratların tarih boyunca başvurdukları dört çözüm yolu
vardır:
İlk devletlerde krala denk, en yüksek şef gibi bir unvanı olan,
bilgi, karar verme yetkisi ve iktidar tekelini daha da fazla
elinde tutan, soy yoluyla başa geçen bir önder vardı. Bugünkü
demokrasilerde bile önemli bilgiler ancak birkaç bireye
açıktır, hükümetin geri kalan üyelerine bilgi akışının
denetimini, sonuçta da karar verme yetkisini bu birkaç kişi
kendi ellerinde tutar. Örneğin, 1962'deki Küba Füze Krizi
sırasında nükleer savaşın yarım milyar insanı içine çekip
çekmeyeceğini belirleyen bilgiler ve tartışmalardan,
başlangıçta Başkan Kennedy kendi atadığı Ulusal Güvenlik
Konseyi'nin yürütme komitesinin yalnızca on üyesini
haberdar etmişti; son kararı da kendisiyle birlikte üç kabine
üyesinden oluşan dört kişilik bir gruba bırakmıştı.
Yeni Gine'nin yayla tarımı binlerce yıl önce büyük bir nüfus
patlamasını tetiklemiş olsa gerekir, çünkü Yeni Gine'nin dev
keseli hayvanlarının oluşturduğu başlangıçtaki mega-fauna
yok olduktan sonra yüksek bölgeler herhalde ancak çok düşük
yoğunlukta avcı/yiyecek toplayıcısı nüfusları barındırabilirdi.
Tatlı patatesin gelişi son yüzyıllarda bir başka patlamaya daha
yol açtı. Avrupalılar 1930'larda uçakla yüksek bölgelerin
üstünde ilk uçtuklarında aşağıda Hollanda manzarasına
benzer bir manzara görünce çok şaşırmışlardı. Ormanları
tamamıyla yok edilmiş geniş vadilerde benek benek köyler
vardı, bütün vadi tabanı yoğun yiyecek üretimi için
kullanılan, suyu kurutulmuş ve çevresine çit çekilmiş
tarlalarla kaplıydı. Bu manzara yontma taş aletlere sahip
çiftçilerin yüksek bölgelerde yoğun nüfus düzeyine
ulaştıklarının bir kanıtıdır.
Yüksek olmayan yerlerde dik araziler, sürekli bir bulut örtüsü,
sıtma, kuraklık tehdidi yüzünden Yeni Gine'nin yüksek bölge
tarımı 1300 metrenin üzerindeki tepelerle sınırlı kalmak
zorundadır. Aslında Yeni Gine'nin yüksek bölgeleri, bir bulut
denizinin ortasından göğe doğru çıkıntı yapan, kalabalık bir
çiftçi nüfusunu barındıran birer adadır. Sahildeki ya da ırmak
kıyılarındaki ovalarda yaşayan Yeni Gineliler daha çok
balıkla geçinen köylülerdir, deniz ve ırmak kıyılarından uzak,
kuru topraklarda yaşayanlarsa muz ve yam temeline dayanan
orman açma ve kök yakma tarımıyla geçinirler, buna ek
olarak avcılık ve yiyecek toplayıcılığı da yaparlar. Bunun
tersine Yeni Gine'nin bataklık düzlüklerinde yaban sagu
palmiyelerinin nişastalı özüyle beslenen göçebe avcılar ve
yiyecek toplayıcılar yaşar, çok verimli olan bu palmiyeler bir
saatlik emek karşılığında bahçecilikte elde edilen kalorinin üç
katını verirler. Dolayısıyla Yeni Gine bataklıkları, çiftçiliğin
avcılık ve yiyecek toplayıcılığıyla rekabet edememesi
nedeniyle insanların avcı/yiyecek toplayıcısı olarak kaldıkları
bir yaşam çevresi örneğidir.
Afrika Tarihi
Şekil 19.2'de bizi şaşırtacak bir başka şey daha var, size
genellikle belli halkların belli dilleri konuştuğunu söylerken
üzerinde durmadığım, ayrıntı gibi görünen bir şey. Afrika'da -
siyahlar, beyazlar, Pigmeler, Koisanlar ve Endonezyalılardan
oluşan- beş grup insan arasında yalnızca Pigmelerin belli bir
dili yok: Her Pigme obasında komşu siyah çiftçi grubun dili
konuşuluyor. Bununla birlikte belli bir dilin Pigmelerce
konuşulan halini aynı dilin siyahlar tarafından konuşulan
haliyle karşılaştırırsanız Pigme dilinde farklı sesleri olan
benzersiz bazı sözcükler olduğunu görürsünüz.
Daha az bilinen ama tarihi önemi daha büyük olan bir trafik
kazası vardı, 1930 yazında, yani Hitler'in Almanya'da iktidarı
ele geçirmesinden iki yıl önce, "Azrail koltuğunda” (yani sağ
ön koltuğunda) oturduğu bir otomobil kocaman bir treylerle
çarpıştı. Treyler Hitler'in otomobilini çiğneyip ezmemek için
tam zamanında fren yaptı. Nazi politikasını Hitler’in ruh
hastalığının derecesi belirlediğine göre, kamyonun sürücüsü
bir saniye sonra fren yapmış olsaydı II. Dünya Savaşı
bambaşka bir şekil alırdı.
Öndeyiş
Başka yararlı bir kaynak da beş ciltlik bir dizi: The Illustrated
History of Humankind, yay. haz. Göran Burenhult (San
Francisco: Harper Collins, 1993-94). Bu dizideki beş cildin
tek tek başlıkları sırasıyla şöyle: The First Humans, People of
the Stone Age, Old World Civilizations, New World and
Pacific Civilizations, Traditional Peoples Today.
I. Bölüm
II. Bölüm
III. Bölüm
IV-X. Bölümler
XI. Bölüm
XII. Bölüm
XIII. Bölüm
XIV. Bölüm
XVIII. Bölüm
XIX. Bölüm
Sondeyiş
Japonlar Kimdir?
Sonsöz 2003