Professional Documents
Culture Documents
ÖZET
Çalışmadaki amaçlardan biri, yeni Keynesyen anlayışın genel ekonomiye dair teorik yaklaşımlarını irdelemektir.
Diğer amaç ise genel ekonomiye ilişkin teorik çerçeveden yola çıkarak bu anlayışın emek piyasaları ile ilgili
görüş ve değerlendirmelerini ortaya koyabilmektir.
Bu çerçevede Ortodoks Keynesyenizmin bir devamı olan yeni Keynesyen anlayışın emek piyasaları ile ilgili
kendine özgü yaklaşımlarının, diğer iktisadi anlayışların bu konudaki görüşlerinden çeşitli yönleri ile ayrılmakta
olduğu görülmektedir.
ANAHTAR KELĐMELER:
1- Emek Piyasaları, 2- Yeni Keynesyen Đktisat, 3- Yeni Klasikler, 4- Reel ve Nominal Katılıklar
ABSTRACT
In this study, which is based on literature research, New-Keynesian economics which can be assessed as the
pursuance of Keynesian school is studied. In this sense, the assessment and opinions of this school on labour
markets is explored.
One of the aims in this study is to investigate the theoretical thoughts of general economy. As for the other aim is
to put forward the opinions and evolutions of this school about labour market by moving from the theoretical
framework regarding general economy.
In this sense, it is obvious that the unique perceptions of new Keynesianism which is the continued version of
Orthodox Keynesianism about labour markets clearly differ from the other economics schools’ explanations in
this matter.
KEYWORDS:
1. Labour Markets, 2. New-Keynesian Economics, 3. New Classics, 4. Real and Nominal Rigidities
1
GĐRĐŞ: TARTIŞMANIN KÖKENĐ
Ekonomik yapının analizi ve şekillendirilmesi konusunda iktisatçılar arasında evrensel bir
görüş birliği söz konusu değildir. Bu konuda farklı düşüncelere sahip çeşitli iktisadi ekoller-
düşünce okulları vardır. Çeşitli iktisadi yaklaşımlar arasında en önemli ayrımlardan biri
ekonomide devletin üstelendiği ya da üstelenmesi/üstlenmemesi gerektiği rollere ilişkindir.
Ortodoks anlayış, piyasaların kendi haline bırakılması durumunda en iyi şekilde işleyeceğini
savunurken; Keynesyenler ise, ekonominin düzgün işleyişini sağlamak için devlet
müdahalesinin önemli ve gerekli olduğunu iddia etmektedir.
Yıllar boyunca klasik iktisat geleneğinin hakim olduğu dünyada II. Dünya Savaşı’ndan
itibaren geçerlik kazanmış olan Keynesyen iktisadi anlayış, 1960’lı yılların sonlarında
geçerliğini yitirmeye başlamıştır. Bu süreçte Keynesyen çatı, yeni bir küresel dalganın
habercisi olan dünya ticareti ve sermaye akımlarındaki artışlar ve (işsizlik ile enflasyonun
eşzamanlı artışı olarak ifade edilebilecek) stagflasyon karşısında etkisiz kalmıştır. Ayrıca
Keynesyenizmin çöküşü, doğal oran hipotezi, Robert Lucas’ın rasyonel beklentiler teorisi ve
politika etkisizliği anlayışından müteşekkil Şikago okulunun fikri taarruzunun bir sonucu
olarak da değerlendirilebilir (Jacoby, 2005: 54). 1960’lı yılların sonunda klasik iktisat anlayışı
ile Keynesyen ekolü Ortodoks gelenek ekseninde harmanlama çabalarının bir sonucu olarak
neoklasik sentez ileri sürülmüştür.
Kısaca ifade etmek gerekirse neoklasik sentez; 1- J.Hicks ve F.Modigliani’nin yatırım
talebinin faiz haddine karşı duyarsızlığı, para talebinin faiz haddine karşı tam esnekliği ve
parasal ücretlerin aşağıya doğru katı olması koşullarından birinin geçerli olması halinde,
Keynesyen devamlı işsizlik sonucunun neoklasik model çerçevesinde elde edilebileceğini
göstermeleri ve 2- P.Samuelson’un yatırım ve diğer harcamalardaki değişmelerden
kaynaklanan gelir etkisine dayalı Keynesyen makro teoriyi, fiyat değişmelerinden doğan
ikame etkisine dayalı hakim mikro teori ile birleştirerek yeni bir sentez elde etmesi ile ortaya
çıkmıştır. Neoklasik sentez adlandırılmasının arkasındaki temel gerekçe, bu yaklaşımın
fiyatlardaki katılık varsayımı dışında kalan mal ve emek piyasalarının rekabetçiliği,
dışsallıkların olmaması ve bilginin mükemmelliğinden müteşekkil kısmının Walrasyen nitelik
arz etmesidir (Büyükakın, 1997: 122-123).
1960’larda iktisadi konular üzerine gerçekleştirilen tartışmalar daha çok monetaristlerle
Keynesyenler arasında yaşanıyorken; 1970’lerde konuya ilişkin tartışmalarda klasik anlayışın
devamı niteliğinde bir grup daha ortaya çıkmıştır. Bu grup, ekonomik performansı geliştirmek
için aktif kamu politikaları kullanılmasına karşı olan görüşü devam ettirerek, monetaristlerin
yerini alan yeni klasik iktisatçılardır.
2
1970’lerde ortaya çıkan yeni klasik iktisat, Keynesyen iktisada ve neoklasik senteze karşı
çıkan iktisat okullarından biri olmuştur. Bu anlayış özetle makro ekonomik eksik istihdam
dengesi yaklaşımına ve Keynesyen iktisadın bazı fikirlerine çeşitli eleştiriler getirmiştir
(Đslatince, 2002: 17). Dengenin oluşumunu incelerken rasyonel beklentilerden hareket edildiği
için bu iktisat okulu, “rasyonel beklentiler okulu” ya da “rasyonel beklentiler içeren genel
denge yaklaşımı” olarak da anılmaktadır. Rasyonel beklentiler okulu iktisatçıları temelde
klasik iktisat geleneğinin temel argümanlarına bağlı kalarak bazı yeni görüşler ileri
sürmüşlerdir.
Diğer yanda ise, 30–40 yıl önceki Keynesyenlerin tüm fikirlerini aynen paylaşmasalar da,
kamu politikalarının ekonominin daha iyi performans göstermesine yardımcı olacağı
yönündeki temel inancı sürdüren yeni Keynesyenler yer almaktadır.
Yeni Keynesyen iktisat bir bakıma yeni klasik iktisada cevaben geliştirilmiştir. Bu anlayışta
esas olarak, Keynesyen makroekonominin savunusu için ücret-fiyat katılığının
mikroekonomik temelleri incelenmekte ve Keynesyen iktisada mikro temeller sağlanmaya
çalışılmaktadır (Kazgan, 2004: 261). Bu çerçevede bir yandan geçerli olması durumunda
Walrasyen Arrow-Debreu modelini geçersiz kılan, nominal fiyatlar ve ücretlerdeki katılıklar
üzerinde durulmakta; diğer taraftan ise, ücretler ve fiyatlar esnek olsa bile, yine geçerli olması
durumunda, ekonomide Walrasyen olmayan sonuçların elde edileceği, eksik enformasyon ve
piyasa başarısızlığı konuları işlenmektedir (Greenwald & Stiglitz, 1993: 25). Bu çerçevede
yeni Keynesyen iktisada göre, yeni klasikler tarafından ortaya konulan rasyonel beklentiler
söz konusu olsa da atıl kaynaklar ve dengede olmayan piyasalar mevcut olabilir ve bu
dengesizlik hali kararlılık arz edebilir.
Bu anlayışta emek piyasalarının “temizlenmesine” engel olarak görülen ücret
“yapışkanlıkları”, esas olarak etkin ücret teorileri, içerdekiler-dışardakiler modelleri ve örtük
sözleşmeler teorileri temel alınarak tartışılmaktadır (Büyükakın, 1997 :10).
Emek piyasasının Yeni Keynesyen bakış açısıyla incelenmesini amaçlayan bu çalışmada
öncelikle, konuya güçlü bir zemin teşkil etmesi ve yeni Keynesyen iktisadın ortaya
çıkmasının arkasındaki nedenlerin anlaşılması açısından yeni klasik iktisat incelenmiştir.
Devamında ise bu okulun Keynesyen iktisada yönelttiği eleştiriler ışığında, Keynesyen
iktisadın temel zaaf noktalarını gidermek amacıyla ortaya çıkmış olan yeni Keynesyen
iktisada değinilmiştir. Daha sonra emek piyasalarının anlaşılması noktasında önem arz eden
yeni Keynesyen iktisadın mal ve emek piyasalarındaki reel ve nominal katılıklara ilişkin
başlıca varsayımları ile koordinasyon başarısızlığı ve histerisiz etkisi açıklanmaya
çalışılmıştır.
3
1. YENĐ KLASĐK ANLAYIŞ
Ekonomide ortaya çıkan sorunların piyasanın kendiliğinden işleyen mekanizmaları ile ortadan
kalkacağı klasik anlayış savsözüne bağlı yeni klasik iktisadın iki temel hareket noktası söz
konusudur: 1- Piyasaların daima dengede olduğu iddiasına temel teşkil eden, bireylerin
tüketim ve yatırım gibi ekonomik kararlarında (parasal ve nominal faktörlere karşı çıkarak)
sadece reel faktörleri temel almaları. 2- Bireylerin rasyonel beklentiler içinde olduğu iddiasına
işaret eden, bireylerin ekonomiyi değerlendirmede sistematik hata yapmamaları ve istikrarlı
davranmaları (Đslatince, 2002: 17). Bunun yanı sıra yeni klasik ekolün diğer bir anahtar
varsayımı, Keynesyen ve monetarist modellerden farklı olarak piyasaların sürekli dengede
olacağıdır. Böylece ekonomi (kısa ve uzun dönemde) sürekli denge halinde kabul
edilmektedir.
Sürekli piyasa dengesi varsayımı, ücretler aracılığıyla piyasaların anında dengeye getirilmesi
olası kabul edildiği için, yeni klasik iktisadın en kritik varsayımlarından biridir. Bu varsayım
çerçevesinde, piyasaların dengeye gelmesi için geçmesi gereken zaman konusunda yeni klasik
anlayış ile ortodoks Keynesyen ve monetarist modellerin farklı argümanlarının söz konusu
olduğu görülmektedir. Keynesyen anlayışa göre piyasaların, ücretlerin yavaş ayarlanması
yüzünden dengeye gelmede başarısız olabileceği ifade edilmekte bu yüzden, ekonomi sürekli
bir muhtemel dengesizlik halinde kabul edilmektedir (Snowdon & Vane, 2005: 232).
4
ancak haber almada eksiklikler ya da gecikmeler ortaya çıkabilir. Dolayısıyla, yeni klasik
iktisatçılara göre, sadece eksik bilgilenme nedeniyle öngörülemeyen parasal büyümenin söz
konusu olması halinde, işsizlik ve ulusal üretim düzeyi gibi reel değişkenler üzerinde bir etki
meydana gelecek; politikaların öngörülmesi halinde ise, gerek kısa gerek uzun dönemde
parasal yanılgı olmayacağından, para politikası reel değişkenleri etkileyemeyecektir (Barro,
1977: 101; Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 197-201).
Bu çerçevede hükümetlere önerilen peşin olarak parasal sürprizlere yol açmayacaklarını
taahhüt ederek beklenen enflasyonu düşürmek ve dolayısıyla ekonomi için “istikrarlı” bir
ortam sağlamaya çalışmaktır (Büyükakın, 2001: 34). Şüphesiz, yeni klasik iktisatçıların,
“politikaların etkisizliği” olarak bilinen bu yaklaşımları üzerinde konsensüsün var olduğunu
ifade etmek mümkün değildir. Nitekim, yeni Keynesyen iktisatçılar, nominal fiyatlar ve
ücretlerdeki katılıklar ile eksik enformasyon ve piyasa başarısızlığı konularını temel alarak
yaptıkları çalışmalarda, iktisadi birimlerin rasyonel beklentilere sahip olması ve ekonomik
büyüklüklerdeki değişmeleri öngörmeleri durumunda bile, toplam talep düzeyindeki
değişmelerin reel etkiler doğurmasının mümkün olduğunu ortaya koymuşlardır (Greenwald &
Stiglitz, 1993: 25). Buna göre makro ekonomi son derece karmaşık bir yapı arz ettiği için
iktisadi birimler bunu ancak genel hatlarıyla takip edebileceklerdir. Bazı durumlarda
politikacılar uygulanacak iktisat politikalarının içeriğini ve ekonominin durumunu bireylerden
ve firmalardan daha iyi bildikleri için özellikle kısa dönemde uygulanacak politikalar ile
üretim ve istihdam düzeyini etkileyebileceklerdir (Orhan & Erdoğan, 2008: 512).
Kimi durumlarda bu hipotez iktisadi birimlerin tüm mevcut kamusal bilgiyi kullanmasını
gerekli görmese de rasyonel beklentiler anlayışına yönelik eleştirilerden biri enflasyon gibi bir
değişkenin gelecek değerinin tahminine ilişkin tüm mevcut kamusal bilginin elde edilmesi ve
uygulanmasının maliyetiyle (zaman, çaba ve para) ilgilidir. Elde edilmelerinde ve
uygulanmalarında yukarıda sayılan maliyetlerden ötürü, birimler muhtemelen tüm mevcut
kamusal bilgiyi kullanmayacaklardır. Bu durumda beklentiler, tüm mevcut kamusal bilginin
kullanılması halinde mümkün olacak etkinlikten daha az etkin olacaktır. Dahası, hipotezin
zayıf versiyonu tüm bireysel birimlerin kişisel olarak mevcut bilgiyi doğrudan elde etmesini
ve uygulamasını da gerekli görmez. Đktisadi birimler bilgiyi yayınlanmış tahminlerden ve
yapılmış yorumlardan toplayabilir (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 192). Bir başka
eleştiri ise, ücretlerin beklenen enflasyonla uyumlulaştırılması ile ilgilidir. Buna göre,
ücretlerin her zaman beklenen enflasyonla uyumlulaştırılması mümkün olmayabilir. Bunun en
önemli nedeni uzun süreli iş sözleşmelerinin ücret düzeylerini belli bir süreliğine (örneğin 2
5
ya da 3 yıl gibi) değişmeyecek bir biçimde belirlemekte oluşudur (Orhan & Erdoğan, 2008:
512).
6
klasik model ile para arzında beklenen bir artışın fiyat düzeyini artırdığı ve reel çıktı ve
istihdam düzeyi üzerinde ise bir etkisinin olmadığı ve kısa dönemde reel değişkenler üzerinde
sadece beklenmedik parasal sürprizlerin etkilerinin olabileceği ifade edilmektedir.
Nihayet tüm arz ve talep kararlarını genel neoklasik anlayıştan türeten yeni klasik iktisatçılar,
piyasaları tam rekabetçi ve sürekli denge halinde öngörmüşlerdir. Đşsizlik, iradi işsizlikten
ibaret görüldüğü için işsizlik sorununun teorik düzeyde çözümünü, makro ekonomiyi mikro
ekonomiye daha çok benzeterek “gerçekleştirmiş”lerdir. Bu noktadan hareketle de,
Keynesyen teoriye yönelttikleri en ciddi eleştirilerden biri olarak, Keynesyen makro teorinin
mikro temellerden yoksun olduğu iddiasını ileri sürmüşlerdir (Büyükakın, 1997: 4-5).
1970’lerde makro ekonomik tartışma gündemine hakim olan yeni klasik iktisat anlayışı,
dönemin sonuna gelindiğinde teorik izahatlarının açıklamakta yetersiz kaldığı durumlar ile
karşı karşıya kalmıştır. Bu eksiklikler esas olarak, sürekli piyasa dengesi ve eksik bilgilenme
ikiz varsayımlarının sonuçlarıyla alakalıdır. Sadece beklenmeyen parasal sürprizlerin reel
hasıla etkileri yapabileceği önerisi, tartışmaların ve ampirik testlerin esas olarak yoğunlaştığı
alan halini almış ve sonuçlar sistematik para politikasının kısa dönemde reel değişkenler
üzerinde etkisiz olduğuna dair görüşü güçlü biçimde desteklememiştir (Snowdon & Vane,
2005: 267-268). Yine de yeni klasik yaklaşım, 70’ler boyunca sürdürülen makro ekonomik
tartışmalara damgasını vurmuş ve birçok önemli etki de yapmıştır. Bu doğrultuda, yeni
Keynesyenler yeni klasik makro ekonomiye cevap vermeye, daha özel ifadesiyle niçin
ücretlerin ve fiyatların sadece tedrici olarak ayarlanma eğiliminde olduğunu açıklamaya daha
fazla odaklanmışlardır. Böyle olunca da, ekonomiyi istikrara kavuşturma amaçlı karma (hem
talep hem arz yönetim) politikalarını haklı çıkarmaya yönelik daha sağlam bir teorik temel
sağlamışlardır (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 215-216).
7
bulamadığı ve gerilemesinde büyük ölçüde rol oynayan “nominal katılıkların kendiliğinden
dengeye gelen piyasa dengesinin oluşmasına nasıl engel olduğu” teorik sorusuna cevap
vermektir. (Ball & Mankiw & Romer, 1988: 4)
Yeni Keynesyen iktisat bazen yeni monetarizm, kimi zaman ise yapışkanlık, sürtünme ve
katılık ilaveli yeni klasik iktisat olarak adlandırılmaktadır. Çabuk bir gelişme kaydeden yeni
Keynesyen literatür esas olarak, rasyonel beklentilere ve davranışı maksimize etmeye dayanan
özenli ve inandırıcı ücret ve/veya fiyat yapışkanlıkları modellerine ilişkin araştırmalarla
ilgilenmiş ve 1970’ler boyunca, Lucas tarafından iddia edilen “Keynesyen iktisadın teorik
krize girdiği” şeklindeki algılamalara karşı bir cevap olarak geliştirilmiştir. Bu doğrultuda,
Keynesyen teorisyenlerin karşı karşıya geldiği başlıca görev, eski Keynesyen modeldeki
teorik aksaklıkları ve tutarsızlıkları düzeltmeye çalışmak olmuştur (Snowdon & Vane &
Wynarczyk, 1996: 286). Yeni Keynesyen iktisat, yeni klasiklerin temsil ettiği neoklasik
anlayışın en reaksiyoner gelişmelerine bir tepki olarak doğmasına rağmen, iktisatta neoklasik
çözümlemenin aksiyomatik tahakkümünden kurtulmayı başaramamıştır. Zira burada
makroekonomik planda fiyat ve ücretlerde gözlemlenen esneklik eksikliğinin nedeninin,
mikroekonomik alandaki eksik bilgi, eksik rekabet gibi mükemmel piyasa ekonomisinden
uzaklaşan öğelerde yattığı öne sürülmektedir (Đnsel, 2005: 329-330).
Mankiw ve Romer’e göre yeni Keynesyen iktisat şu iki soruya verilecek cevaplara atıfta
bulunarak tanımlanabilir: 1- Teori, klasik dikotomiyi çürütüyor mu? Yani, “para yansız
değildir” savunusu doğru mu? 2- Teori, ekonomik aksaklıkları açıklamada ekonomideki reel
piyasa başarısızlıklarının temel olduğunu varsaymakta mıdır? Önemli iktisat okulları içinde
sadece yeni Keynesyenler bu soruların her ikisine de “evet” yanıtını vermektedirler. Yansız
olmama yapışkan fiyatlardan kaynaklanır ve piyasa başarısızlıkları fiyatların bu davranışını
açıklar. Geleneksel Keynesyen ve monetarist modeller fiyat katılıklarını hayati olarak
görmemekteydi fakat 1970’lerin bu Keynesyen dengesizlik modelleri ücret ve fiyat
katılıklarını Walrasyen bir sisteme dahil etmişlerdir (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996:
290).
Bu çerçevede ücret ve fiyat katılıklarının rasyonalize edilebileceği bir toplam arz teorisi
oluşturma çabası öne çıkmaktadır. Yeni ve eski Keynesyen iktisadın her ikisinde de bulunan
“ücretlerin piyasayı dengeye getirmek için yeterince hızlı değişmediği” görüşü, talep ve arz
şoklarının ekonomide üretim ve istihdam üzerinde büyük reel etkilere neden olacağını ifade
etmektedir (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 288). Buna göre, para arzı daraldığında,
bireyler daha az para harcamakta ve talep düşmektedir. Ücretler ve fiyatlar esnek olmadığı
için ve anında düşmediği için, azalan harcama düzeyi üretimde bir düşmeye ve işçilerin geçici
8
olarak işten çıkarılmasına neden olmaktadır. Bu açıklamadan hareketle yeni klasik iktisatçılar
bu çözümlemeyi fiyatlardaki yavaş ayarlanmanın tutarlı bir teorik açıklaması olmadığı
gerekçesi ile eleştirirler. Đşte birçok yeni Keynesyen araştırma da bu eleştirileri karşılamaya
dönük çalışmalar ile uğraşmıştır (Mankiw, 2004: 777-778).
Öte yandan, yeni Keynesyen iktisatçıların temel amacı, Keynesyen iktisadın mikro ekonomik
temellerini oluşturmak olmuştur. Böylece de “eski” Keynesyen modelin arz tarafının içine
işlemiş bulunan teorik aksaklıkları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadırlar. Başka bir ifadeyle,
Keynesyen teorisyenler esas olarak, sabit Phillips eğrisi fikrine dayalı Keynesyen ücret ve
fiyat ayarlamaları dengesi yaklaşımının zayıf performansı karşısında, enflasyon beklentileri
ve arz şoklarını da hesaba katarak modellerini modifiye etmeye mecbur kalmıştır. Bu ise,
ücret ve fiyat katılıklarının rasyonalize edilebileceği bir toplam arz teorisi oluşturmayı
içermektedir. Ancak yeni Keynesyen iktisatçılar Keynesyen modellerin arz taraflarını
geliştirmede ortak bir kaygı taşısalar da, para ve maliye politikalarının yönetiminde kuralların
(politika takviminin) açıklanmasından çok, ihtiyariliğin önemi gibi konularda geniş bir görüş
ayrılığı içindedirler. Yeni Keynesyenler talep ve arz şoklarının her ikisini de potansiyel
istikrarsızlık kaynağı olarak görürlerken ayrıca Keynes’in gayri iradi işsizliğin hem mümkün
hem de muhtemel olduğu şeklindeki görüşüne de katılırlar (Snowdon & Vane & Wynarczyk,
1996: 291).
Buraya kadarki açıklamalardan da açıkça görülebileceği gibi, yeni Keynesyen iktisadın yeni
klasik iktisattan bazı farklılıkları söz konusudur. Yeni Keynesyenler nominal ve reel katılıklar
nedeniyle sürekli piyasa dengesini kabul etmemektedirler. Bu nedenle, arz ve talep şokları
reel değişkenleri etkilemektedir. Ayrıca bu anlayış için eksik rekabet, eksik piyasalar,
asimetrik bilgi, nominal ve reel katılıklar ve fiyat ve ücret yapışkanlıkları hayati kavramlardır.
Heterojen bir grup olan yeni Keynesyenler belli bir üniversite veya akademik bir topluluğun
çalışmaları ile sınırlı değildir (Eren, 2001: 122). Buradan hareketle örneğin Avrupalı yeni
Keynesyen kanat Amerikan versiyonundan farklı biçimde, Avrupa ekonomilerini karakterize
eden yüksek sendikalaşma oranlarını da yansıtarak, emek piyasasında olduğu kadar mal
piyasasında da eksik rekabete vurgu yapabilmektedir (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996:
289). Ancak bu nüansların ötesinde yeni Keynesyen anlayışta genel olarak ücret ve fiyatların
esnek olduğu varsayımı kabul görmemekte bunun yerine birçok faktörün etkisinden dolayı
ilgili değişkenlerin katı (yapışkan) olduğu öne sürülmektedir.
Bununla birlikte uzun dönemde yeni klasiklerden farklı düşünülmemektedir. Katılıklar ele
alınırken, yeni klasikler gibi işçilerin ve firmaların rasyonel oldukları, fayda ve karı
maksimize edici şekilde hareket ettikleri varsayılmaktadır (Eren, 2001: 122).
9
Keynesyen bakış açısıyla “reel” makro dünya yeni koordinasyon başarısızlıklarıyla ve makro
ekonomik dışsallıklarla karakterize edildiği için tek ve birleşik bir Keynesyen model yoktur;
bunun yerine ücret ve fiyat katılıkları açıklamalarına ve bunların makro ekonomik sonuçlarına
ilişkin çeşitlilik söz konusudur (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 291-292). Konunun
detaylandırılabilmesi için nominal katılıklar ve reel katılıklar arasında bir ayrım yapılması
yerinde olacaktır. Nominal katılık, talepte nominal bir değişme olduğunda nominal fiyat
düzeyinde ayarlanmanın hemen gerçekleşmemesidir. Reel katılıklar ise, reel ücretlerin
ayarlanmasını engelleyen faktörler ya da bir ücretin diğer bir ücrete, bir fiyatın diğer bir fiyata
nispeten yapışkan olması gibi durumlardır (Eren, 2001: 122-123). Yeni Keynesyen anlayışın
emek piyasası ile ilgili görüşlerinin anlaşılabilmesi için nominal ve reel katılıklar
çerçevesinde ücretlere ilişkin öne sürülen katılıkların ortaya konulması gerekmektedir.
10
Yeni Keynesyen iktisatçılar, böyle bir maliyetin küçük görünmesine rağmen, nasıl kısa
dönemli dalgalanmalara neden olabileceğini açıklamaya çalışırlar. Buna göre firmalar, sadece
fiyat değiştirme maliyetlerine katlanmazlar; buna ilave olarak hesaba katmaları gereken (fiyat
ayarlamalarının firmanın ve müşterilerinin ötesinde bazı etkileri olduğunu ifade eden) bazı
dışsallıklar da vardır: Para arzındaki bir daralma yüzünden fiyatlarını düşüren bir firma, o
ürünün müşterisinin reel gelirini artıracaktır. Bu ise bireylerin sadece fiyatlarını düşüren
firmadan değil, başka firmalardan da daha fazla ürün satın almasına yol açacaktır. Bir
firmanın fiyat ayarlamasının tüm diğer firmaların ürünlerine olan talep düzeyi üzerindeki bu
makro ekonomik etkisi “toplam talep dışsallığı” olarak adlandırılır. Bu toplam talep dışsallığı
bağlamında menü maliyetleri, fiyatları yapışkan yapabilir ve bu yapışkanlığın topluma büyük
maliyetleri olabilir (Mankiw, 2004: 778-780).
11
doğurmaktadır. Örneğin “shunto sistemi” olarak adlandırılan bir yıllık Japon sözleşme
modelinde sözleşmelerin süreleri aynı anda bitmekte ve eş zamanlı olarak yeniden müzakere
edilmektedir (Snowdon & Vane, 2005: 369). Böylece Japonya’da toplam talep eğrisindeki
kaymalar toplam arz eğrisinin derhal kaymasını kolaylaştırmakta ve nominal ücretler değişen
makro iktisadi koşullara anında uyarlanmakta ve toplam talepteki kaymaların yaratacağı
konjonktürel işsizlik en aza inmektedir. Oysa sözleşmelerin 3 yıllık bir zaman aralığını
kapsadığı ve bitiş tarihlerinin eş zamanlı olmadığı ABD sisteminde ücretler gecikmeyle
ayarlanmaktadır. Böylece firmaların marjinal maliyet eğrileri yapışkanlaşmaktadır. Ayrıca
toplam talepteki değişmelere ekonominin ayarlanması üretim ve istihdamda dalgalanmalara
neden olmaktadır (Parasız & Bildirici, 2002: 392). Öte yandan Taylor, işçilerin birbirlerinin
ücretlerine bağlı olarak nominal ücretleri konusunda duyarlı ve ilgili olmaları (karşılaştırmalar
yapmaları) halinde sendeleyen sözleşmeler yapmanın (ABD örneğinde olduğu gibi) para
politikalarının reel değişkenler üzerinde sözleşme döneminin sonrasında da etkili olmasına
izin vereceğini ileri sürmüştür (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 295).
Uzun dönemli ücret sözleşmelerinin makro iktisadi yapıda istikrarsızlıklara neden olmalarına
rağmen uygulanmaya devam edilmesinin arkasında yatan temel neden bu sözleşmelerin, akit
taraflarına sağladığı avantajlardır. Phelps’e göre bu avantajlardan biri sık ücret
müzakerelerinin hem işçiler hem de firmalar için doğuracağı maliyetlerin uzun dönemli ücret
sözleşmeleri ile azaltılmasıdır. Đkinci olarak bu müzakerelerin grevler ile kesintiye uğrama
olasılığının doğuracağı maliyetlere karşı da uzun dönemli ücret sözleşmeleri avantaj
sağlayabilecektir. Üçüncü olarak talep şokları karşısında nispi ücretlerde ortaya çıkacak
farklılaşmaların doğuracağı yüksek işçi devrinin yol açabileceği maliyetlere karşı da uzun
dönemli ücret sözleşmelerinin sağlayabileceği avantajlar söz konusudur (Snowdon & Vane &
Wynarczyk, 1996: 295-296).
12
güdüsü ortadan kalkacaktır. Böylece işveren, işçinin kazandığı beceriler kendi işyerinde
geçerli olduğu ve başka bir işe geçme olasılığı bulunmadığı için çekincesiz bir biçimde eski
ücreti ödemeye başlayabilir. Öte yandan, işverenin işçinin sahip olduğu becerinin tüm
getirisinin kendisine kalması gibi bir güdüsü de vardır. Böylece işçinin kazandığı becerinin
tümü işverene kar olarak dönecektir. Bu durumda işçiler, ileride işverenin davranışını
değiştirmeyeceği yönünde bir güvenceye sahip olmadıkça, belli bir çaba gerektiren beceri
kazanma yoluna gitmeyecektir. Kimi durumlarda işçi, bir kez yüksek ücret elde ettiği zaman,
daha düşük çaba gösterme eğilimi içine girebileceği için güven sorunu, işveren için de geçerli
olabilmektedir (Parasız & Bildirici, 2002: 393-394).
13
2.1.2.4. Đşsizlik Sigortası
Đşverenle işçiler arasındaki ücret pazarlıklarında doğrudan etkili faktörlerden biri kuşkusuz,
işsizlik oranıdır. Đşsizlik oranı arttıkça emek piyasasındaki ücret oranı da düşmektedir. Ancak,
işsizlik sigortasının etkili bir biçimde uygulandığı ülkelerde bu durum biraz farklı
olabilmektedir. Zira bireyler işsiz kaldıkları belli bir süre boyunca, en azından temel
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir işsizlik ödeneği aldıkları için, pazarlık anında işverenin
teklif ettiği her ücret düzeyini kabul edecek kadar savunmasız olmazlar. Böylece de ücretler
aşağı doğru belli bir düzeyden itibaren katı olabilmektedir. Hatta sosyal devlet anlayışının
veya sosyal güvenlik mekanizmasının gelişmiş olduğu bazı ülkelerde, işsizlik ödeneği
bittikten sonra çalışanların hayat boyu yararlanabildikleri yardımlar söz konusudur. Burada
ücretler aşağı doğru nispeten daha katı olabilmektedir.
Teorik olarak ifade edilen nominal katlıkların temellerine dönük çalışmalarla yeni
Keynesyenler, önemli nominal katılıkların, reel katılıklar ve nominal ayarlamalardaki küçük
sürtünmelerin bir bileşiminden doğabileceğini göstermişlerdir. Böylece reel ve nominal
sınırlılıklar arasındaki etkileşim, yeni Keynesyen anlayışın ayırt edici bir özelliği olarak öne
çıkmıştır (Snowdon & Vane, 2005: 378; Ball & Mankiw & Romer, 1988: 4-5).
1
Mark-up fiyatlama, maliyete belirli bir kar oranı ekleyerek satış fiyatının belirlenmesi yöntemidir.
14
yapmaya zaman harcamalı ve firmalar da tüketicileri etkilemek için reklam vermelidir. Bu
maliyetler ise taraflar açısından bazı sınırlamalara neden olmaktadır. Ekonomide yüksek ticari
etkinlik döneminde piyasa araştırmalarının maliyeti, düşük ekonomik etkinliğin söz konusu
olduğu dönemlere göre daha az olacaktır. Burada resesyon dönemlerinde marjinal maliyetin
artacağı, genişleme dönemlerinde ise azalacağı öngörülmekte, bu da reel fiyat katılığına katkı
sağlamaktadır (Snowdon & Vane, 2005: 380).
Tüketici piyasaları: Tüketici piyasasında satın alma sıklığına kıyasla araştırma düzeyi
düşüktür. Birçok ürünün sergilendiği ve satıldığı piyasada müşteri daima en düşük fiyat
hakkında ancak sınırlı bir bilgiye sahip olacaktır. Alışveriş süreciyle ilgili araştırma
maliyetlerinden ötürü satıcılar, piyasada benzer malı satan birçok satıcı olmasına rağmen,
belli bir monopol gücüne sahip olurlar. Burada fiyatlardaki bir yükselme tüketiciler tarafından
anında öğrenilecekken, fiyatlardaki bir düşme durumunda ise başka firmaların müşterilerine
bu yeni bilginin ulaşması zaman alacağı için daha küçük bir ilk tepki olacaktır. Müşterilerin
bu fiyat artış ve düşüşlerine verdikleri tepki derecelerindeki farklılık ve firmaların sürekli
müşterilerini kaybetmeme, ellerinde tutma isteği, nispi fiyat katılığı oluşturacaktır (Snowdon
& Vane & Wynarczyk, 1996: 304).
Fiyat katılığı ve girdi-çıktı tablosu: Piyasada çok sayıda mal/hizmet ve firma söz konusudur.
Binlerce firmanın faaliyette bulunduğu bir dünyada karar alım süreci de oldukça karmaşıktır.
Böyle bir ortamda, hiçbir firmanın tek başına toplam iş çevriminden bağımsız olarak
faaliyette bulunamayacağı ileri sürülmektedir (Snowdon & Vane, 2005: 381). Bunun
kaçınılmaz sonucu ise, haber almanın aksak ve belirsiz olmasıdır. Neticede talep artması veya
azalması şeklindeki şoklardan sonra oluşan maliyet artış veya azalışlarını bilebilmek mümkün
olamamaktadır. Bu da fiyat katılığına yol açacaktır (Eren, 2001: 125).
Sermaye piyasası aksaklıkları: Sermaye piyasalarında ödünç alanlar ve verenler arasında bir
asimetrik bilgi sorunu vardır. Ödünç alanlar daha fazla bilgiye sahiptir. Firma açısından
bunun temel sonuçlarından biri dış finansmanın iç finansmandan daha pahalı olmasıdır.
Genişleme dönemlerinde firmalar iç finansman yoluyla hareket edebiliyorken, resesyon
dönemlerinde dış finansmana ihtiyaç duymaktadırlar. Dış finansmanın sermayenin maliyetini
artıracağı öngörüsü fiyat katılığına sebep olmaktadır (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996:
304).
Kalitenin fiyatla yargılanması: Malın özellikleri ile ilgili sınırlı bilginin söz konusu olduğu
piyasalarda genellikle “yüksek fiyat, kalite demek” şeklinde bir inanışın oluşması söz konusu
olabilmektedir. Bu durumda ilgili mala olan talep düşse bile fiyat düşmeyebilmektedir. Bu da
sonuç itibariyle, bir fiyat katılığı yaratmaktadır (Snowdon & Vane, 2005: 382-383).
15
2.2.2. Reel Ücret Katılığı
Keynesyen iktisatçılar, sanayileşmiş ülkelerin emek piyasalarında 1970’lerden itibaren ve
özellikle de Avrupa’da 1980’ler boyunca geçerli bir özellik olan kararlı yüksek işsizlik
oranlarını açıklamakla ilgilenmişlerdir. Bilindiği gibi, yeni klasik monetarist modelde ve reel
iş çevrimi modelinde ekonomideki tüm birimler için fiyat veridir. Buna göre, tam ve anlık
ücret ve fiyat esnekliği, emek piyasasının her zaman bir Walrasyan piyasa denge reel ücreti ile
temizlenmesini mümkün kılar. Fiyatın oluşturulmasında başka faktörlerin hakim olduğu bir
yeni Keynesyen dünyada ise piyasa denge reel ücretinden farklı olan bir denge reel ücreti
ortaya çıkabilir. Piyasa dengesinin “hiçbir birimin davranışını değiştirme dürtüsüne sahip
olmadığı” bir hal olarak ifade edildiği durumda yeni Keynesyen reel ücret katılığı
modellerinde denge, piyasa temizliği ya da talebin arza eşit olması ile karakterize
edilmeyebilir. Bu noktada reel ücret katılığını içeren modeller, denge düzeyindeki işsizliğin
ihtiyari bir fenomen olarak görüldüğü yeni klasik modellerin tersine, uzun dönem dengesinde
gayri iradi işsizliğin ortaya çıkabileceğini ileri sürmektedirler (Snowdon & Vane &
Wynarczyk, 1996: 306-307).
Reel ücret katılığına ilişkin yeni Keynesyen anlayışın görüşlerini ortaya koyan yaklaşımlar üç
ana grupta toplanabilir. Bunlar zımni (örtük) sözleşme yaklaşımı, etkin ücret teorileri ve
içerdekiler-dışarıdakiler yaklaşımı olarak ifade edilmektedir. Yeni Keynesyen iktisatçılar esas
olarak bunlardan etkin ücret ve içerdekiler-dışarıdakiler teorileriyle ilgilenmişlerdir.
16
(Lordoğlu & Özkaplan, 2007: 282). Bu maliyetlerden dolayı işçiler ve firmalar uzun dönemli
sözleşmeleri tercih etmekte ve ücretler marjinal verimlilikten sapmaktadır. Burada riske karşı
yansız firmalar ile riskten kaçınmaya çalışan işçiler söz konusudur. Bu durumda ücret oranı
sadece işgücü hizmetlerine ilişkin bir ödemeyi temsil etmez; aynı zamanda şoklarla
karşılaşıldığı zamanlardaki değişken ücret riskine karşı bir sigorta görevi de görür. Başka bir
ifadeyle, ekonomik koşullara göre değişen ücretten çok güvenceli ücret söz konusudur.
Güvenceli ücret ise, ücret katılığının temel nedenlerinden biridir (Eren, 2001: 126).
Bu yaklaşımla ilgili önemli bir problem, ekonomik koşulların kötüye gittiği zamanlarda,
geçici işten çıkarmalardan ziyade çalışma paylaşımının öngörülmesidir. Ayrıca teori,
firmaların neden yeni işçilere daha düşük ücret ödemediğini açıklamakta da başarısızdır. Bu
reel ücret katılığı açıklamasının bahsedilen zaaflarını düzeltme çabaları bağlamında, yeni
Keynesyenler etkin ücret ve içerdekiler-dışardakiler teorilerini geliştirmişlerdir (Snowdon &
Vane & Wynarczyk, 1996: 308).
17
Bu modelde ücret haddi ile verimlilik arasındaki ilişki iki varsayım üzerine kurgulanmıştır:
Đlkin, işçi ücretleri, onların emek verimlilikleri ile doğru orantılı değildir. Đkinci olarak, işçi
ücretleri, işçilerin verimliliklerinin artan bir fonksiyonudur. Böylece firmanın yüksek ücret
düzeyi yalnız işyerine başvuranların sayısını etkilemekle kalmaz aynı zamanda istihdam
edileceklerin beklenen yetenek potansiyelini de olumlu etkiler (Hesapçıoğlu, 1994: 418-419).
Ayrıca firmalar yaygın ücret seviyesinde çalışmaya istekli emek arzı fazlasıyla karşılaşsalar
bile, ücret oranlarını düşürmeye istekli olmayacaklardır; çünkü bu büyük olasılıkla en verimli
işçilerin işten gönüllü ayrılmalarına sebep olacaktır (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996:
312).
Đşgücü Devri Modeli: Yeni Keynesyenlere göre firmanın etkin ücret ödemesinin
nedenlerinden biri, maliyet unsuru olan işgücü devrini azaltmaktır. Đşgücü devrinin firma için
doğuracağı iki tür maliyet söz konusudur. Bunların ilki yeni işçiler işe alınırken ilan verme,
müracaatları kabul etme ve değerlendirme gibi nedenlerle ortaya çıkan maliyetler iken
ikincisi, yeni işçileri eğitim/öğretim gibi faaliyetlerle yetiştirmek için girişilen çabalardan
doğacak maliyetlerdir (Biçerli, 2009: 192). Bu modelin altında yatan temel düşünce, firmanın
cari ücret düzeyinin üzerinde bir ödeme yapmasının, işçinin işten ayrılmaya ilişkin
istekliliğini önemli ölçüde azaltacağı iddiasıdır. Zira işgücü giriş ve çıkışlarının fazlalığı,
firmaya ek maliyet yüklemektedir. Bu işçi devri maliyetlerini azaltmanın yolu ise, etkin ücret
ödemektir (Eren, 2001: 127).
Modele göre emek piyasası dengesi gayri iradi işsizlik gerektirir. Çünkü tüm firmalar
işçilerini, işlerini bırakmaktan vazgeçirmek için ücretleri yükseltmeye ihtiyaç duyar. Burada
işsizlik arttıkça, işgücü devrini azaltmak için gerekli ücret düzeyi de düşecektir (Snowdon &
Vane, 2005: 389).
Görevden Kaçma Modeli: Firmaların etkin ücret uygulamalarına yönelmelerinin
nedenlerinden biri, bazı durumlarda işçilerin işten kaçmalarını (kaytarmalarını) önlemektir.
Burada gayri iradi işsizlik varsayımı altında işçilerin iktisadi davranışının “fırsatçı” olduğu
kabul edilmektedir. Her işçinin fırsatını bulduğunda işten kaçacağına ve işin gereği olan
çabayı göstermeyeceğine inanılır. Đşçiye ödenen ücretin emek verimliliği üzerinde pozitif bir
etkisi olduğu ve işe alma, işyerinde eğitim, işçinin işten kaçmaması için denetlenmesi gibi
işlem maliyetlerinin yüksekliği kabul edildiğinden, işverenin piyasadaki ücret düzeyinden
daha yüksek ücret ödemesinin kar maksimizasyonu davranışına uygun olduğu iddia
edilmektedir (Lordoğlu & Özkaplan, 2007: 280). Burada işçinin verimliliğiyle ilgili bilgilerin
toplanması ve işçilerin sürekli denetlenmesi yüksek maliyetli olduğu için, piyasa denge
18
ücretinin üzerinde bir etkin ücret ödenmesi işçiyi işten kaçınmaktan alıkoyacak bir uyarıcı
işlevi görebilir. Ancak bu tip bir davranışın denetlenmesi zor olabilmektedir.
Yeni Keynesyenlere göre bir işçinin verimliliği çalıştığı firmanın ödediği ücretin, diğer
firmaların ödedikleri ücretlerin ve işsizliğin bir fonksiyonudur. Şöyle ki, eğer bir firma
ücretleri yükseltirse, diğer tüm firmalar da ücretleri yükseltecektir. Reel ücretler genel
düzeyindeki bir artış işsizliği artırdığı için, tüm firmalar aynı etkin ücret düzeyini ödeseler
dahi işçiler artık işten kaytarmama yönünde bir dürtüye sahip olmayacaklardır. Çünkü eğer bu
durumda yakalanırlarsa, uzun dönemli işsizlikle karşı karşıya kalma ihtimali söz konusudur.
Burada yüksek işsiz sayısı bir caydırıcı araç rolü oynamaktadır (Snowdon & Vane &
Wynarczyk, 1996: 313).
Mutluluk Modeli: G. A. Akerlof tarafından geliştirilerek etkin ücret teorisine dahil edilen bu
anlayışta reel ücret katılıklarının açıklanması için sosyolojik unsurlar çözümlemeye dahil
edilmektedir (Hesapçıoğlu, 1994: 417). Bu yaklaşım, üretim sürecinde söz konusu olan emek
unsuru ile diğer unsurlar arasındaki farklılıklardan türemiştir. Bu farklılıklar şöyle
sıralanabilir:
1. Đşçiler, makine ve hammaddelerde söz konusu olmayan tercih ve hislere sahiptir.
2. Makinelerin aksine işçiler, motivasyona ihtiyaç duyarlar.
3. Makinelerin üretkenliği, satın almadan önce tahmin edilebilir. Bu yüzden kalite ile
ilgili asimetrik bilgi sorunu çok daha azdır.
4. Đşçiler stres gibi sağlık nedenleriyle iş yavaşlatma ve grev yapabilir. Makineler
bozulabilir ancak daha yüksek ücret, daha fazla tatil gibi isteklerde bulunmaları söz
konusu değildir.
5. Fiziki sermaye ile karşılaştırıldığında firmanın beşeri sermayesi daha az likit ve daha
risklidir.
6. Makinelerin aksine işçiler, eğitime ihtiyaç duymaktadır.
7. Beşeri sermaye sahibinden ayrılabilirken fiziksel sermaye için bu söz konusu değildir.
8. Đşçilerin fayda fonksiyonları ayrı değil, birbirine bağlıdır (Snowdon & Vane, 2005:
392).
Bu hayati farklılıklardan ötürü işçi verimliliği ihtiyari bir değişkendir: Bir işçinin çabası veya
üretkenliği çalışma koşullarındaki değişikliklerden bağımsız olarak peşinen verilmez veya
gelecek için sabitlenmez. Makineler kapatıldıkları zaman üzülmez ya da fiyat farklılıkları
dolayısıyla kızmaz. Ama işçiler fiyatlara karşı kayıtsız değildir, işsiz kaldıklarında gelecekleri
için endişelenirler. Bu gibi nedenlerden ötürü mutluluk modeli emek piyasasındaki çıktının
ölçülmesinde önemli bir faktör olarak göze çarpmaktadır (Snowdon & Vane, 2005: 392).
19
Nihayet etkin ücret teorileri, verimliliğin çoğunlukla reel ücretlerle birlikte arttığı, dolayısıyla
ücret kesintilerinin firmalara kazanç sağlamadığı görüşüne dayanmaktadır. Yüksek ücretler ya
kaliteli emeği çekerek veya işçilerin çabalarını artırarak ya da işçi devrini azaltarak işe alma
ve eğitme maliyetlerinin düşmesi yoluyla verimliliği artırabilir. Etkin ücret teorileri neden
gereğinden fazla işçi varken firmaların ücretlerini düşürmediklerini ve neden yeni giren
işçilerin mevcut işçilere göre daha az ücretle işe başlamadıklarını açıklamada
kullanılabilmektedir (Greenwald & Stiglitz, 1993: 34).
Burada düşük ücretlerin ve ücret kesintilerinin işçinin motivasyonu üzerindeki etkileri ele
alınmaktadır (Eren, 2001: 127). Dolayısıyla bu anlayışta işçinin çalışma standardı ve firmaya
olan sadakatinin aldığı ücretin adil olup olmadığına bağlı olduğu savunulmaktadır. Ayrıca
buna, adil olmadığına inandığı bir ücret ile karşı karşıya kalan işçinin, işverene yönelik
tutumunu gözden geçireceği ve işyerinde çalışma ile ilgili gösterdiği çabayı azaltacağı iddiası
eklenmektedir (Biçerli, 2009: 193).
20
az güdülenirler. Böyle bir düşük motivasyon ise verimliliği düşürür ve yüksek işgücü devrinin
bir başka maliyetini teşkil eder (Snowdon & Vane & Wynarczyk, 1996: 317-318).
Đçerdekiler-dışardakiler modelini kısaca özetlemek gerekirse, modelin işgücü devir
maliyetlerinin varlığıyla başladığı ve içerdeki “eğitilmiş” işçinin yerine dışarıdaki
“eğitilmemiş” işçinin mükemmel bir ikame olmadığını ileri sürdüğü belirtilebilir. Dahası,
içerdeki işçiler eğitim sürecini kontrol ettiklerinden, potansiyel olarak kendi yerlerine
geçebilecek işçilerin düşük ücretle işe alınmalarına olumsuz tepkiler verebilirler. Ayrıca
teoriye göre, firmaların ucuz işgücü edinmelerinin bir başka nedeni de, yeni işçilerin eğitim
aldıktan sonra daha yüksek ücret talep etmekten çekinmeyeceklerinin düşünülmesidir
(Greenwald & Stiglitz, 1993: 34).
Đçsel emek piyasaları2 anlayışında yer aldığı gibi, firmalar genellikle alt kademe pozisyonlar
için yeni işgücü almayı tercih ederken, daha üst düzey ve önemli pozisyonlar için firma
içinden personel kaydırma yoluna giderler. Bu tip işgücü edinme ve teşvik sistemi, işe
başvuranların gerçek vasıflarını ortaya çıkarmada olumlu etkilere sahiptir. Düşük sorumluluk
isteyen işler için yeni işçi kiralanmasıyla işçilerin gerçek karakterleri ve vasıfları zaman
içinde keşfedilmeye çalışılır. Firma üretken ve güvenilir kişiler saptadığı zaman bunları firma
içinde tutmayı hedefler (Lordoğlu & Özkaplan, 2007: 279).
Bu model zaman zaman NAIRU3 olarak nitelendirilen “enflasyonu hızlandırmayan işsizlik
oranı”ndaki değişikliklerin bir açıklaması olarak da ele alınmaktadır. Buna göre, eğer
piyasada işsizlik azalıyorsa, içerdekilerin işlerini kaybetme olasılıkları daha az demektir ve
davranışlarını buna göre ayarlar, yani ücretlerini yükseltirler. Ücret ve fiyat enflasyonu
işsizliğin değişme oranı ile ters yönlüdür ve eğer işsizlik istikrarlıysa içerdekilerin ücret
taleplerini değiştirmesi için nedenleri azdır. Tersi durumda, yani eğer işsizlik yükseliyorsa,
içerdekiler işlerini kaybetmemek için ücret taleplerini düşürürler (Lordoğlu & Özkaplan,
2007: 279). Başka bir ifadeyle, etkin ücret modellerinde piyasa denge ücretinden daha yüksek
bir ücret ödemeye karar verenler firmalarken, içerdekiler-dışardakiler yaklaşımında dikkatler,
2
Đçsel emek piyasası, emeğin fiyatlandırılması ve iş organizasyonunun, bir dizi kural ve prosedürler tarafından
belirlendiği, imalatçı bir firma gibi yönetsel bir birimdir. Yönetsel kurallar tarafından yönlendirilen içsel işgücü
piyasası emeğin fiyatlandırılması, dağılımı ve hizmet içi eğitimle ilgili kararların dolaysız olarak iktisadi
değişkenler tarafından kontrol edildiği geleneksel iktisat teorisinin dışsal işgücü piyasasından tamamen farklıdır.
3
NAIRU (Non Accelarating Inflation Rate of Unemployment-Enflasyonu Hızlandırmayan Đşsizlik Oranı), daha
çok Keynesyen iktisatçılar tarafından, istikrarlı enflasyon ile uyumlu işsizlik oranını açıklamada kullanılan bir
kavramdır. Aynı ilişkiyi yeni klasik iktisatçılar ise doğal oran hipotezini kullanarak açıklar. Đki görüş arasındaki
kritik fark, kendi mikro temelleriyle ilgilidir. Bu doğrultuda, Friedman’ın modelinde işsizliğin piyasa temizleyici
düzeyi doğal işsizlik oranı olarak adlandırılır ve istikrarlı bir enflasyon oranı ile birleşmiştir. Buna karşılık
NAIRU ise işçilerin hedeflediği reel ücret ve emeğin verimliliği ve firmanın mark-up genişliği tarafından
belirlenen uygulanabilir reel ücret arasındaki uygunluğu anlatan işsizlik oranıdır ve işçiler ile firmalar arasındaki
güç dengesiyle belirlenmektedir.
21
ücret ve istihdam kararlarını kısmen de olsa belirleyen içerdekilerin devir maliyetlerinden
kaynaklanan gücüne çevrilmiştir. Ancak Lindbeck ve Snower devir maliyetlerinin sadece
emek piyasasının araştırılması, ilan verme, istihdam koşullarını görüşme gibi maliyetlerden
ibaret olmadığını; en az bunlar kadar önemli başka maliyet unsurları da bulunduğunu ileri
sürmüşlerdir. Bununla kastettikleri ise içerdekilerin yeni kiralanan dışardakilerle dostane
ilişkiler kurup işbirliğine gitme ya da tam tersine bunlara düşmanca davranıp rahatsız etme,
taciz etme şeklinde güçlerinin bulunmasıdır. Eğer içerdekiler firmadaki pozisyonlarının yeni
gelen dışardakiler tarafından tehdit edildiğini düşünürlerse, bunlarla işbirliğine gitmeyi ve
bunları eğitmeyi reddedebilirler ve hatta çalışma koşullarını bunlar açısından çekilmez
kılabilirler. Đşin faydasının bu şekilde düşürülmesi, dışardakilerin rezervasyon ücretlerinin
firmanın onları istihdam etmesini daha az çekici kılacak biçimde yükselmesine neden olur.
Öte yandan, yeni işçilerle işbirliğine gitme ya da düşmanca davranma içerdekilerin
tasarrufundaki bir konu olduğu için, bunlar aynı zamanda bizzat kendi davranışlarıyla devir
maliyetlerinin azalması ya da artması üzerinde önemli etkilere de sahip olabilirler (Snowdon
& Vane, 2005: 394-396).
22
kimsenin tasarrufunda olmasa da, fiyatların basitçe insanlar sırf öyle umuyor diye yapışkan
olabileceği düşüncesidir (Mankiw, 2004: 780-781).
23
sahip değildir. Böylece düşük işsizlik oranına göre yüksek işsizlik oranı daha niteliksiz bir
işgücü doğmasına yol açmaktadır. Ayrıca uzun süre iş aramanın yaratacağı umutsuzluk ve
bunun iş arama çabasını olumsuz etkilemesi iş bulma ihtimalini düşürmektedir. Bunların bir
sonucu olarak da doğal işsizlik oranı, cari işsizlik oranının etkisinde kalarak düşmekte;
Histerisiz durumu geçerli olmaktadır (Lordoğlu & Özkaplan, 2007: 419-420).
Histerisiz etkisinin emek piyasalarında bir başka yansıması da sermaye stoklarıyla ilgilidir.
Buna göre, ekonomi daraltıcı bir talep şokuna maruz kaldığı zaman yatırım harcamalarında
kaçınılmaz bir gerileme meydana gelecek ve bunun sonucunda da sermaye stokunda telafi
edilemeyecek bir yıpranma oluşacaktır. Toplam talep tekrar yükselip eski seviyesine
yaklaştığında ise şok sonrasında oluşan sermaye kıtlığı dolayısıyla ekonominin arz cephesi
mevcut talebe yeterince cevap veremeyecek ve dolayısıyla da işsizlik oranı eski seviyesine
düşmeyecektir (Lordoğlu & Özkaplan, 2007: 420).
SONUÇ
1970’lerde yaşanan stagflasyon olgusuna mevcut paradigmaların ya da Keynesyen yaklaşımın
çözüm üretememesi karşısında, yeni klasik iktisatçıların ücretlerdeki ve fiyatlardaki esneklik
ve rasyonel beklentiler temelinde ileri sürdükleri görüşler, akademik çevrelerde büyük bir
kabul görmüştür. Bu iktisatçılar, teorilerini tam bilginin, tam rekabetin ve tam bir piyasanın
bulunduğuna, işlem maliyetlerinin ise bulunmadığına dayanan piyasa modelleri ile
açıklamışlardır. Bu aynı zamanda genel ekonomik yapının açıklanması ve yönlendirilmesinde
Keynesyen yaklaşımın geçerliliğini yitirmesi anlamına gelmektedir. Özünde Keynesyen
geleneğe bağlı olan birçok iktisatçı, bu okulun içinde bulunduğu söz konusu gerileme sürecini
tersine çevirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede yeni Keynesyen okulun nispeten daha başarılı ve
sağlam temelli çalışmalar yapmış olduğu söylenebilir.
Özetle birçok iktisatçıya göre, yeni ve eski Keynesyen iktisadın temel karakteristiği, sürekli
piyasa dengesi düşüncesinin bulunmayışıdır. Öte yandan, eski ve yeni Keynesyen iktisadın
birbirinden ayrıldığı bazı kesin noktalar da vardır. Buna göre, Keynesyen iktisatçıların
ekonominin işleyişinin tamamen devlet kontrolünde olması önerisi yerine, yeni Keynesyen
iktisatçılar devlet müdahalesini tamamen reddetmemekle birlikte, sadece ihtiyaç duyulduğu
anlarda ve sadece ihtiyaç duyulduğu miktarda yapılması gerektiğini savunmaktadırlar. Başka
bir ifadeyle, yeni Keynesyen iktisatçılar Keynesyen iktisat tarafından savunulan ekonominin
önceden ilan edilecek kurallara göre yönetilmesi ve işlemesi önerisini kabul etmemektedir.
Esas olarak Keynesyen iktisada yöneltilen “mikro temellerden yoksun olma” şeklindeki
eleştiriye bir cevap olarak ortaya çıkmış olan yeni Keynesyen iktisatta, ekonomideki
24
değişiklikler karşısında fiyat ve ücretlerin ekonomiyi dengeye getirmek üzere anında
ayarlanacağı görüşü reddedilmektedir. Bu yolla nominal ve reel katılıklar çerçevesinde
“yapışkan” ücret ve fiyat varsayımları içeren modeller geliştirilmiştir. Đlgili anlayışın
geliştirdiği analiz ve çözümlemelerden emek piyasalarına ilişkin görüşler arındırıldığında
etkin ücret teorileri, içerdekiler-dışardakiler modeli ve zımni sözleşmeler modeli ortaya
çıkmaktadır.
Emek piyasalarında (işçi ve işveren açısından) asimetrik bilginin söz konu olduğu tespitine
dayanan zımni sözleşmeler yaklaşımında risk duyarlılığı farklı olan işçi ve işverenlerin
mevcudiyetinin yaratacağı katılıklar tartışılmaktadır.
Etkin ücret teorileri ile temelde yaygın işsizlik söz konusu olduğunda bile emek verimliliğinin
azalması, işgücü devrinin artması gibi kaygılarla ücretleri düşürme yoluna gidilmeyeceği, bu
yüzden yaygın işsizliğin süreklilik kazanacağı ifade edilmektedir.
Eğitilmiş içerdeki işçilerle, eğitilmemiş dışarıdaki işsizlerin birbirlerini tam ikame
edemeyecekleri görüşünden yola çıkan içerdekiler-dışarıdakiler modelinin ortaya koyduğu
işgücü devir maliyetleri, (içerdekilerin) emek verimliliğinde doğabilecek azalışlar gibi
nedenlerle emek piyasalarının temizlenmesinin ya da (kendiliğinden) dengeye gelmesinin
olası olmadığı öne sürülmektedir.
25
KAYNAKÇA
Ball, Laurence & N. Gregory Mankiw & David Romer (1988), “The New Keynesian
Economics and the Output-Inflation Trade-Off”, Brookings Papers on Economic Activity,
Vol. 1988, No. 1, ss.1-82.
Barro, Robert J. (1977), “Unanticipated Money Growth and Unemployment in the United
States,” American Economic Review, Vol. 67, No. 2, ss.101-115.
Bildirici, Melike & Tahsin Bakırtaş & Sohbet Karbuz (1998), “Emek Piyasasının Özellikleri
ve Türkiye Đçin Öneriler”, Đktisat, Đşletme ve Finans, ss.7-21.
Büyükakın, Tahir (1997), “Yeni Keynesyen Đktisat”, Kocaeli Ünv. Đ.Đ.B.F. Dergisi, ss.121-
137.
Büyükakın, Tahir (2007), “Yeni Keynesyen Đktisat mı, Yeni Neo-Klasik Sentez mi?”,
Kocaeli Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 13, 2007 / 1, ss.22-36.
Eren, Ercan (2001), “Keynes, Keynesçi Đktisat Okulları ve Yeni Keynesçi Đktisat” Đktisadın
Dama Taşları, Đstanbul Üniversitesi Đktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti, Đstanbul, ss. 112-
129.
Greenwald, Bruce & Joseph Stiglitz (1993), “New and Old Keynesians”, Journal of
Economic Perspectives, Vol. 7, No. 1, ss.23-44.
26
Hesapçıoğlu, Muhsin (1994), Đnsan Kaynakları Yönetimi ve Ekonomisi, Beta Yayını,
Đstanbul.
Jacoby, Sanford M. (2005), “Economic Ideas and the Labor Market: Origins of the
Anglo-American Model and Prospects for Global Diffusion”, Comp. Labor Law & Pol’y
Journal, Vol. 25, ss. 43-78.
Kazgan, Gülten (2004), Đktisadi Düşünce veya Politik Đktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi,
11. Basım.
Lordoğlu, Kuvvet & Nurcan Özkaplan (2007), Çalışma Đktisadı, Der Yayınları, Đstanbul.
Muth, John F. (1961), “Rational Expectations and the Theory of Price Movements”,
Econometrica, Volume, 29, No. 3.
Orhan, Osman Z. & Seyfettin Erdoğan (2008), Đktisada Giriş, Palme Yayıncılık, 3. Baskı,
Ankara.
Parasız, Đlker & Melike Bildirici (2002), Modern Emek Ekonomisi, Ezgi Kitabevi Yayınları,
Bursa.
Snowdon, Brian & Howard R. Vane (2005), Modern Macroeconomics / Its Origins,
Development and Current State, Edward Elgar Publishing Company, United Kingdom.
Snowdon, Brian & Howard Vane & Peter Wynarczyk (1996), A Modern Guide to
Macroeconomics, Edward Elgar Publishing Company, 3rd Ed., United Kingdom.
27