Professional Documents
Culture Documents
Passage Eylül Ekim Film Sonna Akşam
Passage Eylül Ekim Film Sonna Akşam
Tanita Tikaram
Konserler
Pazartesi / Set Salı / High Five Çarşamba / Pop Corn Perşembe / Karaoke
Editörden İçindekiler
Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanı olmadan Her yer kadın, her yer seks, Güneş Duru – 7
önce diplomattır. Yurtdışında elçilik Ölüm ve Metal arasında, Çağatay Koparal – 8
görevindeyken Ahmet Hamdi Tanpınar’la sürekli Adım adım intihar Control, Ercan Dalkılıç – 10
yazışır. Bir mektubunda İstanbul nasıl diye Bir anne kızından ayrılınca.., Yelda Ataç – 12
sorar Tanpınar’a. O da şöyle anlatır Hasan Anlardan anılara, Ferhan Zorcan – 15
Ali Yücel’e; “Şehir, ışık, bahar kokusu, düdük Ölüm Deniz, Melike Şenyüksel – 16
sesleri ve bizim için olmayan aşk hülyaları Otobüs, Sinan İpek – 17
içinde çalkalanıyor.” Kalabalığın içinde biz Reklamlar gerçek olsa, Ege Görgün – 18
de öyle hissetmez miyiz bazen? En yanız Cem baba diye biri, Yıldız İlhan – 20
zamanlarımızdır. Şehir tüm hızıyla akmaktadır, Büyük beslenme makinaları, Deniz Doğançay – 21
geceler sarhoştur, biz de sarhoşuzdur. Ali Lidar röportajı, Selcan Saraç – 24
Sonbahar sona doğru yaklaşırken artık kış Enver Topaloğlu’yla söyleşi, Ertekin Akpınar – 26
gelip çatmıştır. Erken kararan günlerde Maria Callas, boyalı kuş – 30
seslenir Murathan Mungan dizeleriyle bize, Büyük ustaya gecikmiş bir veda, Ender Sizgin – 34
“kış başlıyor sevgilim / hoşnutsuzluğumun Bölünmüş bir ruhun üç parçası, Özgen Aydos – 36
kışı başlıyor / bir yaz daha geçti hiçbir şey Bir yıl geç kaldınız, Otto – 38
anlamadan / oysa yapacak ne çok şey vardı / Yalın bir cumartesi yalnızlığı, Erden Eriş – 40
ve ne kadar az zaman / kış başlıyor sevgilim Sorun çıkarmak istemiyorsan.., Ayşe Müjgan Şanlısavaş – 41
/ iyi bak kendine / gözlerindeki usul şefkati / Kayıp mektuplar, Ertekin Akpınar – 42
teslim etme kimseye, hiçbir şeye / upuzun bir Yetişkinlerin ulaşamayacağı yerlere.., Doğuş Sarpkaya – 44
kış başlıyor sevgilim / ayrılığımızın kışı başlıyor Ziya D., Burcu Salbaş – 45
/ giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime… “ Cadde, Larry Yuma – 46
Gökyüzü kararır, el ayak çekilir başkentin Babamın hasreti, Halenur Kor – 47
sokaklarından. Biz varızdır bir tek, belki Fotoğraf ve bellek, Hamdi Atay – 48
yalnız, belki sarhoş. Hiç bir şey avutmaz bizi. Ayaklarımın üzerinde hiç duramadım, Oğuz Mucurluoğlu – 54
Kalabalığa karışırız müzikli akşamlarda.. Ve
“Şehir, bizim için olmayan aşk hülyaları içinde
çalkalanıyor”dur…
Günümüz müzik sektörünün içinde bulunduğu çıkmazlara rağmen herhangi bir kazanç beklemeksizin, sanatsallık ve kalite kaygısıyla
yapılan bu tür projeler artık gittikçe azalıyor. Ne yazık ki eskiden müzik yapım şirketlerinin destek verdiği bu tarz projelerin artık destek
göremediği bir dönemdeyiz. Enstrümantal yaklaşımların varlığını devam ettirebilmeleri için tüm müzikseverlerin desteği her zamankin-
den daha önemli. Fethi Okutan Project, ülkemizdeki kaliteli müzik üretimini takip eden enstrümantal müzik severlerin, özellikle de bas
gitar meraklılarının ilgisine sunuluyor.
7
ı m i n t i h a r
Adım ad
Ercan Dalkılıç
Curtis, epilepsi hastalığına Söz konusu genç bir rock Genie’si çalıyor zaten. Zac de, Ian Curtis’ten
karşı Dostoyevskyen şarkıcısının intiharı olunca, farksız açıkçası; dev bir Bowie posteri ile
başta Yavuz Çetin olmak yaşayan aynı kuşağın bir diğer asi temsil-
reaksiyon gösterir. İlaçlarını üzere, Kurt Cobain, Jimi cisinin sigarasının hale şeklindeki sigara
düzenli kullanmayarak, Hendrix, Janis Joplinve Jim
Morrison’ın da içinde bulun-
dumanını babasına üflediği sırada fonda
çalan şarkı yine ünlü bir Bowie şarkısı; Spa-
sahnede dahi hastalığa duğu uzunca bir liste çıkar- ce oddity!
mak mümkün. Bu kişilerin
geçit veriyor. Dostoyevski’nin hepsi de David Bowie’nin Biyografik bir yapıtın en büyük handikabı,
de aynı hastalıktan All The Young Dudes şarkısında öğütlediği eksen karakterin gözlerinden hikâyeyi
şekilde ya da Elvis Presley usulü “hızlı ya- anlatırken, diğer karakterlerin oluşumunu
muzdarip olduğu ve hiç şayıp genç ölmeyi” yeğlediler. Control de sakatlaması, yan motifleri gereğince işle-
doktora gitmediği biliniyor. tüm bu meslektaşlarına benzer bir hayat yememesi bana kalırsa. Bu filmin de en
sürüp 23 yaşında ihtihar eden, Joy Division büyük sorunu bu, film Ian Curtis etrafında
Dostoyevski de, Curtis de adlı punk-rock grubunun solisti/şarkı yazarı dönerken,Ian Curtis’in karısından fazla
Ian Curtis’in hayat hikâyesi özetle. Film, zaman geçirdiği grup elemanlarını yeterince
mazoşist bir kendinden Ian Curtis’in eşi Deborah Curtis tarafından çentilememiş sanki. Halbuki, örnek verecek
geçiş ile dilediğince yaşayıp yazılan Touching From A Distance adlı kitap-
tan sinemaya uyarlanmış. Yönetmen Anton
olursak, Kurt Cobain gibi fiziksel bir kaçış
filan yok Curtis’in hayatında; hep bir arada
durmuşlar, yani nöbetlerini Corbijn’in –öğrendiğimize göre daha önce grup elemanlarıyla, menajeriyle. Dolayısıyla
birçok rock grubuyla çalışmış bir fotoğrafçı bu kişilerin de biraz daha karakterize edil-
yaşamları boyunca. imiş!- ilk uzun metraj denemesi olan Cont- mesi yerinde olurdu sanırım. Curtis ve ilişki
Kaderin Curtis’e biçtiği rol, Ian Curtis’in ilk gençlik yıllarından itiba- yaşadığı iki kadın dışında, karakter diyebi-
ren hikâyesini anlatmaya koyuluyor. leceğimiz tek bir karakter var, o da paragöz
bu çift kutupluluk içinde, menajer Rob Gretton. Guy Ritchieaksiyonla-
yarattıklarının bu kadar Filmin başlarındaki Ian Curtis, 2005 yapımı
Jean-Marc Vallée filmi, C.R.A.Z.Y.‘deki Zac
rından fırlamışçasına bir izlenim uyandıran
bu karakterin oluşumunda, Toby Kebbell’in
şiddetli olması, yaşam karakterini anımsatıyor fena halde. Odası performansının da katkısı yadsınamaz tabii.
David Bowie’nin posterleri ile dolu; mak-
çizgisini de kendisinin yajı, saçı hatta sigara içişi bile onun gibi. Control‘un, The Doors (1991) ve Last Days
çekmek istemesi son derece Kitaplığına James Morrison’u anan bir not (2005) filmleriyle akrabalık bağı olduğu
yapıştırılmış, plakta da Bowie’nin The Jean rahatlıkla söylenebilir. Fakat Control, ne The
doğal.
11
Doors gibi belgeselvari bir üsluba sahip, onun gözlerinden göstermek ve izleyiciyi ilaçlarını düzenli kullanmayarak, sahnede
ne de Last Days gibi kaotzime savuran bir varoluşçu bir sorgulamaya itmek istemiş. dahi hastalığa geçit veriyor. Dostoyevski’nin
yapıda. Fotoğraf kökenli Anton Corbijn’in de aynı hastalıktan muzdarip olduğu ve hiç
siyah-beyaz tonlardaki çalışması dönemin Dostoyevskyen reaksiyon doktora gitmediği biliniyor (kaynak; Stefan
atmosferini başarıyla yansıtırken, Curtis’i Control, Ian Curtis’i elinden geldiğince Zweig, Üç Büyük Usta). Dostoyevski de,
adım adım intihara sürükleyen sürecin etki- usturuplu bir biçimde anlatmaya çalışan Curtis de mazoşist bir kendinden geçiş ile
leyiciliğini de hayli arttırmış. Bununla birlik- bir film. Curtis’in hayatındaki bazı detayları dilediğince yaşayıp durmuşlar, yani nöbet-
te, bu çalışmanın, bir yabancılaştırma efekti aktarımı da –karısının hamilelik yüzünden lerini yaşamları boyunca. Kaderin Curtis’e
işlevi gördüğü de ifade edilebilir. Yönetmen, değişen davranışları üzerine, aynı zamanda biçtiği bu çift kutupluluk içinde, yarattıkları-
fotoğraf ile sentezlediği, nevi şahsına mün- filmin ismine de kaynaklık eden She’s Lost nın bu kadar şiddetli olması, yaşam çizgisini
hasır sinema dilini kullanarak, izleyici ile Control şarkısını yazması vb- gayet hoş. de kendisinin çekmek istemesi son derece
arasına bir bariyer, bir mesafe koymuş. Bu Fakat benim en çok dikkatimi çeken detay, doğal, olağan galiba, ne dersiniz?
sayede, Curtis’in gözlerinde anlamsızlaşan, Curtis’in epilepsi hastalığına karşı göster-
Camus’cu bir ‘saçma’ya dönüşen yaşamı, diği, Dostoyevskyen reaksiyon oldu. Curtis,
Kelebeğin Rüyası
Oscar'da "En İyi Yabancı Film" dalında Türkiye'yi temsil
edecek "Kelebeğin Rüyası" ABD'de özel gösterim yaptı.
Academy Ödülleri’ için "En İyi Yabancı Film"
dalında ülkemizi temsil etmek üzere seçilen
"Kelebeğin Rüyası", New York’ta ve Los Angeles’ta
gerçekleştirilen "National Board of Review Os-
car" özel gösterimlerinde izleyici karşısına çıktı.
Başrollerini Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin Erdoğan,
Mert Fırat, Farah Zeynep Abdullah ve Yılmaz
Erdoğan’ın paylaştığı ‘Kelebeğin Rüyası’nın gös-
terimi yoğun ilgi gördü.
Crowe da katıldı
Gösterimin ardından Yılmaz Erdoğan ve Bilgin,
konuklarla resepsiyonda tek tek ilgilendi ve sohbet
etti. Film dünyanın en önemli sinema sektörü fuarı
America Film Market’ta da (AFM) gösterildi. Yılmaz
Erdoğan, AFM’ye ‘The Water Diviner’ filminde be-
raber rol alacağı Russell Crowe’la katıldı.
12
Beyaz Toros
Editörün Önerisi
Beyaz Toros, 1970’lerden 2010’lu yıllara, Kadir Manga ve arkadaşlarının Nurhak’ta öldürümesinden Uludere-
Roboski katliamına, Cumartesi Anneleri’nin yıllara yayılan mücadelesinden Gezi Direnişi’nde hayatını polis
kurşunuyla kaybeden Ethem Sarısülük’e kadar, hukukun, yasaların, adaletin hiçe sayılması sonucu “devlet
eliyle” öldürülenlerin tarihinden izler süren bir kitap. Faillerin cezasız kalacaklarını ve devlet tarafından
korunacaklarını bildikleri için son derece pervasız davrandıkları nice olay sıralanıyor Beyaz Toros’ta.
Deneyimli gazeteci Gökçer Tahincioğlu sistemi “yok ediciliği”ni, modern, demokratik, insan hak ve
özgürlüklerini esas aldığı söylenen bir devletin, en temel hak olan yaşam hakkını ihlal edişi üzerine örnekliyor.
Anlatılanların ortak sembolü, muhaliflere karşı yürütülenkirli savaşın araçlarından biri haline getirilen Beyaz
Toros marka otomobil ise kitaba adını veriyor.
Gökçer Tahincioğlu, 1977’de Diyarbakır’da doğdu. Bursa ve Ankara’da eğitim gördü. Selçuk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü bitirdi. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki Yüksek Lisans
eğitimini “Askeri Darbeler Öncesi ve Sonrası Medya” konulu teziyle tamamladı. Halen 1997’den beri çalıştığı Milliyet Gazetesi’nin Ankara
Haber Müdürü olarak görev yapıyor ve insan öykülerinin ele alındığı “Yüzleşme” adlı köşeyi yazıyor. Ulucanlar Cezaevi katliamı, Hayata Dönüş
katliamı, İnsan Hakları Derneği baskını, MİT-Yargıtay-Alaattin Çakıcı skandalı, telefon dinlemeler, Hrant Dink dosyası gibi olaylara ilişkin
haberleriyle Çağdaş Gazetecier Derneği’nin İzzet Keser, Rafet Genç ve Yılın Haberleri Ödülleri, Metin Göktepe Yılın Gazetecisi ödülü, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödülü gibi ödüllere layık görüldü. Nevin’in eşi, Ulaş Doğu’nun babasıdır.
14
Fazıl Say’dan
“İlk Şarkılar” albümü!
Fazıl Say’ın yirmi yıl önce bestelediği ve Ömer
Hayyam’dan Nazım Hikmet’e, Metin Altıok’tan
Cemal Süreya’ya uzanan ünlü şairlerin
şiirlerini bir araya getiren ‘İlk Şarkılar’ albümü
Ada Müzik’ten çıktı.
Fazıl Say’ın İlk Şarkılar albümü şiir ve müziği buluşturuyor... Ünlü besteci
ve piyanist 20 yıl önce bestelediği şiirüstadlarının şiirlerini Serenad Bağ-
can yorumuyla bir albümde topladı. Fazıl Say’ın yirmi yıl önce bestelediği
ve Ömer Hayyam’dan Nazım Hikmet’e, Metin Altıok’tan Cemal Süreya’ya
uzanan ünlü şairlerin şiirlerini bir araya getiren ‘İlk Şarkılar’ albümü Ada
Müzik’ten çıktı.
Albümde yorumcu olarak yer alan Serenad Bağcan ile kayıtları gerçekleştiren Fazıl Say’ın ilk kez şarkılarının yer aldığı albüm Enka spon-
sorluğunda gerçekleştirildi. ‘İlk Şarkılar’ albümünde Nazım Hikmet’ten “Memleketim”, Orhan Veli’den “Efkarlanırım” ve “İstanbul’u Din-
liyorum”, Can Yücel’den ‘Sardunyaya Ağıt’, Metin Altıok’tan ‘Düşerim ve Bu KekreDünyada’, Cemal Süreya’dan ‘Dört Mevsim’, Pir Sultan
Abdal’dan ‘Sordum Sarı Çiğdeme’, Ömer Hayyam’dan ‘Akılla Bir Konuşma’ ve Muhyiddin Abdal’dan ‘İnsan İnsan’ şiirleri yer alıyor.
Albümde Fazıl Say ve Serenad Bağcan’a, Çağ Erçağ ( viyolonsel), Bülent Evcil (flüt), Pelin Halkacı Akın(keman), Aykut Köselerli (vurmalı saz-
lar), Hakan Güngör (Kanun) gibi önemli müzisyenler eşlik ediyor. Ayrıca Say’ın 2006 yılında kayıtlarını gerçekleştirdiği Muhyiddin Abdal’ın
“İnsan İnsan” isimli şiirinde Cem Adrian, Güvenç Dağüstün, Burcu Uyar ve Selva Erdener albümde dikkat çeken solistler.
En büyük merakım şiir okumaktır. Ben şairlerin arasında büyüdüm. Cemal Süreya,
Metin Altıok babamın çok yakın dostlarıydı, amcam kadar yakınlardı, onların o yıllarda
Ankara’da Tavukçu lokantasında uzun sohbetlerine hep şahit oldum, vakit geç olunca
beni sandalyelerin üzerinde uyuturlardı.1970’ler Ankara’sı… 7-8 yaşımdaydım.
Bu şairleri bestelemek benim için hep büyük bir zevk, büyük bir onur, büyük bir yaşam
görevi olmuştur, şarkı albümlerim nice farklı şiir, nice farklı şairler ile devam edecektir.
Şunu söylemeliyim ki, yaklaşık 20 yıl önce bestelemiş olduğum bu şarkılarım ile Türk
müzikseverlerinin karşısına çıkmak benim için “özel” bir durumdur. Bu gecikme için
özür dilerim. Aynı şekilde; Bu şarkılarımın, ülkemizin en sevdiği müzik formu olan “şar-
kı” hususunda da, Türkiye’nin müziği açısından özel bir yere oturacağını ümit ediyorum.
FAZIL SAY / İlk Şarkılar Bu şarkılara uygun sesi – (yorumcuyu) bulmak çok uzun zaman aldı benim için. Çünkü
sadece müziği değil, şiiri de mükemmel yorumlayabilen bir soliste ihtiyacım oldu, ve
1- Metin Altıok “Düşerim” yıllarca aradığım sesi bulamadım.
2- Ömer Hayyam “Akılla Bir Konuşmam Oldu”
3- Cemal Süreya “Dört Mevsim” 1994 yılında şarkılarımı o yıllarda yaşadığım Berlin’de bestelemiştim, (birinci versiyo-
4- Metin Altıok “Bu Kekre Dünyada” nudur) o zamanlar Pınar Demirel ile şarkıları Almanya’da pek çok konserde seslendir-
5- Can Yücel “Sardunyaya Ağıt” miştik. Pınar ile yolları ayırdıktan sonra, bu 20-30 şarkıdan Nazım Hikmet’e ait olanlar
6- Pir Sultan Abdal “Sordum Sarı Çiğdeme” 2001’de NAZIM ORATORYOSU’nun, Metin Altıok’a ait olanlar ise 2003’de METİN ALTIOK
7- Orhan Veli “Efkarlanırım” AĞITI’nın temellerini oluşturdu.Şimdi 10 şarkı derledik, Serenad hanımı çok beğenece-
8- Orhan Veli “İstanbul’u Dinliyorum” ğinizi ümit ediyorum.
9- Nazım Hikmet “Memleketim”
10- Muhyiddin Abdal “İnsan İnsan” İlk kez şarkılarımla sanatseverler ile buluşmaktan büyük mutluluk ve heyecan duyuyo-
rum.
a n ı l a r a . . .
An’lardan
Ne acayip bir duygu Olan şu:
Bayramın ilk günü yani dün.
bu. Düşünerek Ben burada yayınlanacağını
olmaz, düşünmesen düşündüğüm yazımı çoktan
yazmışken, onu göndermekten
olmaz… Sürekli vazgeçip bu yazıyı yazmamın se-
bebidir dün. Sabah yedide kalk-
hatırladıkları ya da tık her zamanki gibi. Pavuryalar
hatırlayacakları şu kahvaltıda açma istediler.
“E hadi beraber gidip alalım.”
anlar, hatırlamaktan dedim, uçtular. Giyindik, yola
çıktık. Önce bakkala, sonra
vazgeçmezlerse saatçiye, sonra da abajurcuya
onlara çocukluk günaydın ve iyi bayramlar dedik
ki bu yiyeceklerin?” Annem “Var günlerce ağlayıp aldırdığım
ve doğru fırına gittik. Açmaları
anıları olarak aldık yanına bir de tahinli çö- işte, sonra hep fındık ezmesi zımbalı beyaz sandaletlerim,
ye değil mi? Yok öyle yağma, onlarca küçük mavi taslamalı
kalacaklar. Umarım rek. Aklıma Ankara’da Pelin
Pastanesi’nin şahane küçük sırayla.” Can Çocuk kitaplarım, kendi
bu zamanları onlarla Alman Pastası geldi. Çok güzel Şimdi düşünüyorum bu sıra
yüzünden mi taktım bu fındık
suluğum, beslenme ve el okul
yaparlardı ve annem bilirdi ki
rakı masalarında ben günün her saati, açken ya ezmesine, yoksa gerçekten sev- çantam (Kiremit rengi), Deveku-
dim de mi taktım, bilmiyorum, şu Kabaresi Tiyatrosu (Yasaklar,
bıkmadan da tokken Alman Pastası yiye-
bilemiyorum. Kasadayım, elimi Geceler, Deliler, Aşk olsun),
bilirdim. (Tıpkı Bade ve Barış’ın
usanmadan, açma sevmesi ve ne zaman uzattım, torbaya bir de fındık Kurtuluş Parkı, AOÇ Dondurma-
ezmesi attım hem de Fiskobir- sı, AOÇ Domates Suyu, Ankara
güle ağlaya anar olursa olsun yemeleri gibi. )
Annem ne zaman kendimi iyi lik, gözlerim nemli olarak çıktık Ozanlar Yokuşu, neredeyse her
konuşuruz, içeriz, hissetmemi sağlamak isterse Kahvaltı Diyarı dükkanından.
Eve geldik. Sofrayı hazırladık
Çarşamba saat 17:00’de yedi-
bir Alman Pastası bunu kolaylık- ğim çubukta macun…
güzelleşiriz… Belli la sağlar bilirdi, alırdı, yerdim ve beraberce Bade ve Barış’la…
Serdar’ı uyandırdık, heyecanla
mi olur, belki BAĞZI çok iyi hissederdim kendimi. Dü-
şündüm ki bu fırının bu açması onlara gösterdim fındık ezme- Daha söyleyeyim mi?
şeyleri daha tuhaf pavuryalar için belki de o benim sini… Ekmeğe sürdüm verdim… Binlerce çocukluk özeli çıkar,
Alman pastası gibi bir şey, ne Yok yok yok! Sevmediler. Peki üşenmem yazarım ama size de
anarız 20 yıl sonra biliyorum? bir lokma ekmeğe benim fındık yazık, sıkılırsınız. Herkesin ken-
ama umarım hala Belki 30 yaşında bu anları ana- ezmesi koyup ağzıma atmamla
sofradan kalkıp annemi arayıp,
dine güzel ya da kötü bu çocuk-
caklar? Diyecekler ki “Annemle luk denen zamanlar dedim ya,
çArşı’da fink atarız kahvaltı için alışverişe çıkardık gözümden akan yaşa bakma- sahi öyle…
dan ona da bunu hatırlatmamı
gururla… Bakalım Pazar günleri (ki genelde pa-
zarları yapıyoruz bunu) Emek kim açıklayacak? Hadi bunu da
Ben şimdi düşünüyorum da şim-
di biz neler kazıyoruz pavuryala-
neler olacak? Fırını’ndan bir açma alırdık, tadı açıklasın bakalım ateyizler…
rın çocukluklarına an itibariyle?
damağımdan gitmezdi, hey gidi
Ferhan Zorcan günler hey!” Ne tuhaf şey çocukluk? Ne acayip bir duygu bu. Dü-
Bu yetmedi. Dönüşte yine Ih- Şaka bir tarafa çok acımasız bir şünerek olmaz, düşünmesen
Çocukluk tuhaf lamur’daki kahvaltı Diyarı’na andı. Yine bir tat, yine aklımın olmaz… Sürekli hatırladıkları
şey, yaş aldıkça, uğradık peynir almaya. Tam uçması… “Ne tuhaf şey çocuk- ya da hatırlayacakları şu anlar,
yıllar geçtikçe kasadayız ödeme yapacağım, luk?” demem işte bu yüzden. hatırlamaktan vazgeçmezlerse
vuruyor tokatı kafamı kaldırıp neden bilmem Ne acayip. Ne yaşarsan, sana onlara çocukluk anıları olarak
yüzüme. Kime ki sol tarafa bakındım. Fiskobirlik ne bırakırsa, sen ne alırsan,
aklın nerede kalırsa, sana kim kalacaklar. Umarım bu zaman-
aslında? Herkes Fındık Ezmesi’ne gözüm takıldı.
kendi çocuklu- Vay arkadaş nereden gördüm iyilik ettiyse, kim kötülük ettiyse, ları onlarla rakı masalarında
ğundan, kendi güzel ya da kötü onu. Neye uğradığını şaşırdı hangi yemeği en çok seviyorsan, bıkmadan usanmadan, güle
çocukluğundan geldi bu günlere bünyem. Kafam gitti 35 yıl ön- hepsi çoğu zaman çocukluktan ağlaya anar konuşuruz, içeriz,
ama benim derdim pavuryalar. cesine. Hafta sonlarına hem de. kalıyor. güzelleşiriz…
Şayet kış ise annemin sobayı ya- Anneannemin hamsi ayıklama-
Onlar şimdi dört yaşındalar ya kıp sofrayı kurup, her şeyi hazır sı, babamın Pazar günleri evin Belli mi olur, belki BAĞZI şeyleri
ve şimdi o benim yüzüme çar- edip bizi kahvaltıya çağırmasına tüm ayakkabılarını boyaması, daha tuhaf anarız 20 yıl sonra
pan çocuk yaşımdalar ya, tuhaf misal. O kadar severdim ki bu davul fırında pişen koca yuvar-
ama umarım hala çArşı’da fink
hissediyorum işte elimde değil. fındık ezmesini, hızla rafadan lak tepsideki hamsi buğulama
Bugünler kalacak onların aklın- yumurtamı yer, zeytin peyniri ve ah, o anne börekleri, ra- atarız gururla… Bakalım neler
da “Çocukluğum” diye… süpürür, sıranın fındık ezmesine mazandaki pide kuyruklarına olacak? Heyecanla bekliyorum,
İşte ondan bu telaşım… gelmesi için acele ederdim. girişim, yılbaşı meyve ve kuru- evet.
“Aman be anne niye sırası var yemişleri, ilkokul beşinci sınıfta Mis günler dilerim…
Ölüm Deniz
Yaşam: Kıyısında durup ölümü
izlediğim sahil.
Ölüm: Kıyının kıyı oluşuna sebep. Açık deniz.
Ölüm: Yer değiştirmelerin en ilginci,
gitmelerin en ıssızı.
Ölüm: Bir tür gitmek, dönüşleri
ters köşeye yatıran…
Melike Şenyüksel
büyük
beslenme
makinaları
bir rivayete göre bildiğimiz dünya altı günde
yapılmış. önce gökler, katman katman üflenmiş
sonra yeryüzü su, toprak ve ateşten müteşekkil
gökyüzü ile birleştirilmiş. derler ki “şüphesiz
insan, karışım halindeki az bir sudan yaratıldı.”
binlerce yıl önce başlamış, biz bir günden
bahsediyoruz. hayat dünyanın ruhudur çünkü.
Deniz Doğançay
etrafında bir rivayete göre bildiğimiz dün- gerekiyor. üçüncü evetten şimdi sadece kalbimdeki açlık
dolaşman ya altı günde yapılmış. önce sonra karnındaki açlık sesi ile sesini duyabiliyorum. karnımda-
yetiyor, bir gökler, katman katman üflenmiş makinanın çıkardığı uğultu yer ki demir külçe yere doğru ilerle-
şehir gibi sonra yeryüzü su, toprak ve değiştiriyor. artık sen de ma- dikçe ve gözlerimdeki ışık sön-
düşün, ateşten müteşekkil gökyüzü ile kinanın bir parçası oluyorsun. dükçe birim zamanda kalbimin
içinde birleştirilmiş. derler ki “şüphesiz açlığın başka insanların besini kaç kez acıdığını ben sayıyorum.
yaşaman insan, karışım halindeki az bir oluyor. doyduğunu hissettikçe oyunlar buldum acıyı seyrelten,
yetiyor. sudan yaratıldı.” binlerce yıl başkaları acıkıyor. ve maalesef çocuk şarkılarına benzeyen
her şeyi önce başlamış, biz bir günden sevgili sen artık itiraz etme dualar, günler geçmeye başladı
düşünmüşler. hoşuna giden bir bahsediyoruz. hayat dünyanın hakkın bulunmuyor. içinde bir böylelikle, başlama ve bitiş
şeyin tadını sana ulaştıran ko- ruhudur çünkü. tek tek bütün sürü imzanın olduğu dosyalar çizgisi kaderimin.
kuları bile. evet kokuları bile ne insanların ruhları ile süslenen, getiriyorlar sana. üzerlerinde
sandın. sağa sola serpiştirilmiş çeşitlenen ama tamamı dün- tarih, sayı ve kandan mühürlerin beslenme makinasının insana
sensörler. her şeyi ölçüyorlar. yanın kendini hissetmesini olduğu, ve altında yan yana üç bulaştırdığı bir fenalık var. gör-
ısını, ağırlığını, tepkini, hissetti- sağlayan tek ve büyük bir ruh. evet sözünü taşıyan binlerce düm ben bu kötülüğü, kulakla-
ğin her şeyi ölçüyorlar. örneğin eskiden korkardım, çok kor- dosya. gayet kibar, ölçülü, saygı- rım vardı, duydum. kalbini hiç-
doyduğunu nasıl anlıyorlar bili-
kardım. ölmek düşüncesini lı ve bir o kadar sevimsiz, gayrı leştiriyor insanın. bir pompaya
yor musun? seni mutlu birinin
yanından geçiriyorlar, kalbini sa- anlayamazdım. ama nasıl doğ- samimi gülen yüzleriyle bes- çeviriyor. iki gün önce deli diva-
yıyorlar, birim zaman içinde kaç duğumla, neden doğduğumla lenme makinasının memurları ne ağlıyor insan, sonra doyma
kere acıyor, zaten açsan hemen ilgili düşünmek daha korkutucu saatlerce okuyorlar sana. her telaşı ile diğer müşterilerin yanı-
anlaşılıyor. bir şeye yaklaştırıyor- gelirdi. komik şeyler düşünerek bir dosyanın okuması bittiğinde, na varınca sonsuz bir oburlukla
lar tam değecekken uzaklaşıyor, korkumun geçmesini sağlardım. tek tek bütün parmaklarınla, herkese sarılıyor, yılışıyor. sözü,
ne kadar yaklaştığın hiç önemli bir rivayete göre insanın ne evet ayakların dahil. “okunulanı, bakışları, teni, kokusu hepsi ne
değil. ruhun hayata sonradan zaman öleceği bellidir ama ken- dinledim, ben doğduğumu an- varsa şansını deniyor. durmu-
eklenmiş gibi ayrı bir rengi disine söylenmemiştir. dünya bir ladığım tarihte büyük beslenme yor bir türlü, asıl istediği neyse
oluyor ve inanır mısın bu renk imtihan yeridir ve bu nedenle o makinasına evet diyen, okunula- olamıyor. sürekli bir satma hali,
bile sabit değil, sana ait değil. işitir ve görür kılınmıştır. nı dinledim”. diye imzalatıyorlar. derinliğini kaybediyor, yeryüzü
ama o kadar güzel yapmışlar ki sonra bu imzaları da dosyana ile bir ve ayaklar altında, sığ bir
kendine ait sanıyorsun, ruhum bu beslenme makinası ka- ekliyorlar. çamura dönüyor insan ruhu. ya-
diyorsun, uzaktan gülüyorlar bullenmekle başlıyor, üç kere pış yapış, akamıyor, damlamıyor.
sana. ve bu bile bir işe yarıyor: soruyorlar sana, insana. istiyor ben bir yolunu bulup kaçmayı soysuz bir zift salınıyor, zamanın
bu devasa makina nasıl çalışı- musun, istiyor musun, istiyor başardım. ağır bedelleri oldu -bitmek üzere başlayan zama-
yor sanıyorsun? musun. üç kere evet demen taşıyamadım, kaçtığımla kaldım. nın sonsuz karanlığında.
- İçince her şey halloluyor sanki.
Kimsenin öldüğü yok, yaşadığı da. Herkes biraz var, En delikanlı mevsimdir kış. Yüzüne vurur vurur - Hayır hallolmayınca içiliyor.
o kadar. Edip Cansever yalnızlığını. Orhan Veli Kanık Neşeli Hayat
Belki sana seni seviyorum dediğimde kalkan bi götün değilde Bugün de mutlu gözüktüm, görev İnsan ruhunun yarası dikiş tutmaz.
atan bir kalbin olsaydı, her şey farklı olabilirdi. Blue Valentine tamam. Simpsons Ahmet Ümit
2013’ün En Büyük Konseri
Ali Lidar
http://selcandy.tumblr.com
ALENGİRLİ ŞİİR
Ali Lidar
ya da biraz hırs. Bendeyse ikisi Bunların dışında Italo Calvino, tim. “Şiir” denince insanların ları beni en çok etkileyen olgular
de yok maalesef. Hiç olmadı Georges Perec, Thomas Bern- aklına kafiyeli mısralar, düzenli esasında. Tramvayda birbirine
kitap çıkarmak gibi bir hevesim. hard, Ahmet Hamdi, Robert ölçüler, çiçek, böcek, kuş falan çemkiren insanlar, yan masada
Ha ama illa kapağında Ali Lidar Musil.. Ooo uzar gider bu liste geliyor mütemadiyen. Siz şiire sessizce ilk kavgalarını eden
yazan bir kitabım olsun diyecek ya. Çoklar çok... yöneltilmiş bu beklentiler hak- ergen çiftler, fasıl dinleyip rakı
kadar delirmiş birileri varsa çıktı kında ne düşünüyorsunuz? içerek biçimsizce göbek atan
alsınlar yazıcıdan, ben seve İşin ucunu müziğe de de- Şiire yöneltilen beklentilerin teyzeler/amcalar, atlet giymi-
seve imzalayabilirim ğindirmek gerekirse, en sık .mına koyayım demek istiyorum yorum diye fırça atan annem...
dinlediğiniz müzisyenlerin ve müsaadenle. Şiirde beklenti mi
Küçük Prens koleksiyonunuza şarkıların isimlerini öğrene- olurmuş abi. Şiir bu beğenirsen, Bu liste de sonsuza kadar uzar
değinmeden geçemeyeceğim, bilir miyiz? “Ben bir müzisyen değerse içinde bir yerlere okur- gider. Her olay nevi şahsına
bir felsefeci olarak bu minik olsam kesinlikle şu olurdum” sun, değmezse de döner kıçını münhasırdır esasen ve iyi bir
sarı çocuğun çiçeği hakkında diyebileceğiniz bir müzik insa- gidersin. Şu şiirdir, şu değildir, gözlemciyseniz eğer en basit
ne düşünüyorsunuz? “Küçük nı mevcut mu? şiirde şu olur bu olmaz vs. gibi görünen şeyler bile sizi
Prens’le kapışır” dediğiniz Neşet Ertaş’ın mızrabı olsaydım değerlendirmelerini hem garip besleyebilir..
türden, ilginizi fazlasıyla üzeri- keşke. Şaka bir yana Neşet hem küstahça bulmuşumdur
ne çeken ve ömrünüze yayılan Baba bende yeri en özel olan oldum olası. Son olarak Passage Dergi
başka eserler de var mı? ozandır. Onun yanında sıkı bir okurlarına ve sizi bu sayfalarda
Küçük Prens benim en kıymet- arabesk dinleyeni sayılabilirim. Ben de bir edebiyat öğrencisi görünce çok heyecanlanacak
lim ya. Döne döne okuduğum, Orhan, Müslüm, Ferdi ve Cengiz olarak kesinlikle böyle düşünü- olan takipçilerinize dergimiz
her okuduğumda da arındığımı Kurtoğlu otuz yıldır döne dolaşa yorum! Bilindiği üzere edebiyat aracılığıyla iletmek istediğiniz
hissettiğim büyülü bir metin o dinlediğim adamlar. Ayrıca rakı geçen her saniyeden ve o sa- bir şeyleriniz var mı?
benim için. Basılı bütün diller- içerken Nick Cave, Şarap içer- niyeler içinde olan her şeyden Ne diyeyim ki onlara. Akıllı ol-
deki Küçük Prens’leri toplamak ken Leonard Cohen, çay içerken esinlenebiliyor, diğer sanat sunlar, öyle olaylara falan çok
gibi bir derde düştüm evet ve bu Peter Gabriel ve oralet içerken dalları da buna dahil. Sizi
dert sahip olduğum dertlerin en de Tom Waits dinlemişliğim karışmasınlar, karışacaklarsa
en çok esinlendiren olgular
güzeli. Onunla kapıştırabilece- olmuştur sıkça.. nelerdir? Başınıza geldiğinde da yüzlerini gözlerini sıkıca
ğim başka kitap yok tabii ama üzerine bir şey yazmadan geç- sarsınlar, biber gazı yiyip beni
etkilendiğim ya da iz bırakan Ben geçenlerde kendi blo- mediğiniz spesifik durumlar üzmesinler!
bir sürü yazar/kitap sayabilirim gumda sizin şiirlerinizden yola var mı? Ya da esinlendiğiniz
elbet. Başta Oğuz Atay/ Tutu- çıkarak birkaç arkadaşımla ka- en absürd şey neydi şimdiye Kucak dolusu Ali Lidar için:
namayanlar. Sonra Salinger’in lıplar ve kurallar üzerine keyifli kadar mesela? http://lidar-kkyy.blogspot.
Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı. bir tartışma gerçekleştirmiş- Günlük hayatın sıradan zımbırtı- com/
Enver Topaloğlu:
“İnsanı dilsiz bırakacak
kadar zalimleşen bu
çağın uygarlığında cılız
fısıltılarıma bile ihtiyacı
olan birileri olabilir.”
Ertekin Akpınar
Enver Topaloğlu’yla yaklaşık 20 yılı - Sinemanın şairi nedir? Daha önceki kitaplarım-
geçen bir dostluğumuz var. Ben, ona Andrei Tarkovs- dan, Yakamoz ve Tebessüm’de
“Şair”derim. O, şair olmasının ötesinde ki, “İmge, haki- yer alan şiirlerden birinde bir dize
kelimelerin parmak ucu prensidir. katin suretidir” vardı. “Bir olmakla bir olma/k/
Can’dır. Onunla konuşurken mis gibi der. Buradan arasında” diye... Yine galiba aynı
çiçek gibi olursunuz. Nezaketi, zarafeti, yola çıkarak doğrultuda değerlendirilebilecek
Enver Topaloğlu bir başka dizemi anımsıyorum:
inceliği altında ezilirsiniz! Şair’in,
şiirinin hakikat “Bırakmadılar beni ben olma-
ruhumda, kalbimde ve dünyamda ve suret[ler]in- ya...” Her iki referans dizede dile
karşılığı, insan’dır. Asla bir araya den bahsedelim istiyorum. Neler getirilen “olmak” ve “var olmak”
gelmeyecek kelimelerin ahengini söylemek istersin? sorunsalı hem düşünsel hem de
tek bir cümlede, ondan duyarsınız. Soru çokça fazla felsefenin ala- edimsel olarak temel derdim; bu
Arkadaşı, dostu, kardeşi ol[a]mazsanız nına davet ediyor. Ancak bir şair dünyayla, hayatla zorum bu diye-
duyamazsınız. Kitaplarını okursanız bu olarak felsefeyle şiir, filozofla şair bilirim.
söylediklerimi anlamanız size bir vesile arasındaki mesafenin korunma-
olabilir. Okumazsanız kaybedecek sından yana olduğumu belirteyim. “Şiir entelektüel
‘şey’lerin hesabından kimse gibi ben Şair sınır ihlali yaparsa felsefe kaygılardan
de sorumlu değilim. Neyse ben yine bir şey kaybetmez. Olsa olsa şiir ibaret kalmaz,
Şair’in dünyası hakkında bir iki kelam var olan dünyaya doğru bir adım
daha atmış, felsefeye de biraz kalamaz.”
etmek isterim. O, Kadıköy’ün kişisel
tarihidir. O tarihi de sırtında taşır. Kalbi nefes aldırmış olur. İyi de olur.
Ama tersi olursa sonuç şiir açı- - Bu noktayı biraz daha açalım.
bütün yetimlerin intikam aşklarının sından da, felsefe açısından da Dünyada varlık olarak anlamım
iştiyakıyla doludur. Onunla her an, bir zayıflamaya yol açar. Soruyu biraz ne; hayatta birey olarak neyim,
barikatta da karşılaşabilirsiniz, bir köy çarpıttım sanırım, biraz daha kimim, nasıl varım soruları gü-
kahvesinde de. O zalimlerin düşmanı çarpıtmak isterim. Çünkü hakikat nümüzün uygarlık ve kültürel
olmaya, mazlumların hayatlarına ruh daha çok mistik alana gönderme- koşullarında felsefenin alanını
arkadaşlığı yapmaya -her zaman ve her si olan bir kavram. Anlam dağar- aşan sorunlar. Yalnızca bilişsel
an- devam eder. O, hâlâ geceleri Berlin, cığı ve çağrışımları daha çok mut- açıdan değil, sosyal, kültürel
laklaştırmayla alakalı. Hakikat ve siyasal hatta ekonomik yönüyle
Zagreb radyolarından bıkmadan,
mutlağın yan yana hayli sorunlu de huzursuz eden sorular bunlar.
usanmadan Lili Marlen şarkıları dinler. Şairin dünyaya ilişkin entelektüel
Herkes uyuduğunda tertemiz bembeyaz bir kavram çifti oluşturduğu ka-
nısındayım. Onun için hakikati kaygılarının olması gerekir. Ama
sayfalara tarihe not düşen sihirli şiir entelektüel kaygılardan ibaret
cümlelerini yazar. Şair, şairdir. Şair, defalarca çoğaltılabilir, kopyala-
nabilir, taklit edilebilir olmasına kalmaz, kalamaz. Sözünü ettiğim
ruh arkadaşımdır. Dizeleriyle, kentlerin problemlerin, yanıtının herhangi
karşın niteliğini yitirmeyen asıl
değil, hayatlarımızın ruh coğrafyalarını kavramıyla değiştirmek istiyorum. bir bilim alanının laboratuvar
aydınlatır. Vasiyetimdir: Öldüğümde Asıl olanla temsil edilen sorunu ortamında aranması ve çözümü
sadece göğe baksın ve ruhundan gelen da şiir için bir dil şair için etik mümkün değildir. Sorun hayata
o cümleleri bulutlara fırlatsın. Bu bir sorundur özünde. Asıl olanın birebir temas ederek çözülebilir
mudur? Budur. Sağ olsun. Var olsun. Ve Enver Topaloğlu’nun şiir dilindeki çünkü. Hayata birebir temas eden
şimdi huzurlarınızda yeni Aşk Kayıtları yeri karşılığı nedir? Temsili var de dildir; şiirin, sanatın dilidir.
kitabıyla Enver Topaloğlu… mıdır? Öyleyse temsil edilen asıl Martin Heidegger’in dillere per-
27
senk olan sözünü bir kez daha şairin yolculuğu bitti mi?
yineleme gereği duyuyorum bu Yolculuk bitti mi sorusunu bü-
bağlamda; “Dil varlığın evidir.” tün çağrışımlarını karşılayarak
Toplumsal varlığın birey olarak yanıtlıyorum; elbette ki hayır.
yer aldığı matristeki duygu, Yolculuk bittiğinde her şey biter.
düşünce ve kendini ifade ala- Ne şairin ne de şiirin yolculuğu
nında, yani dil düzleminde nasıl sona erer. Aşk Kayıtları’ndaki
gerçekleştirdiğini, gerçekleşti- şiirlerin şairi bence evine dön-
rebildiğini dert ediniyorum bir mek değil, evine gitmek istiyor.
yanıyla. Aslında dert edinmiyo- Eylem dönmek değil gitmek.
rum. Yaşadığı çağın uygarlığının Evine gitmek istiyor, ama sorun
bütün huzursuzluklarını duyum- da burada başlıyor. Ev deyince
sayan, yaşayan biri için başka sorulması gerekir elbette, hangi
ne olabilir ki? Şair ne yapar ki ev? Gidilebilecek bir ev var mı
başka; duyumsar ve duyarlılığa dünyada? Ayrıca kapı, ev ve
kışkırtmaya çalışır. Örneğin aşk, anahtar birer metafor olarak
yasa, isyan, özgürlük ve dil bana aynı dizge içindeler, ama dikkat
göre özünde bir varlık ve varoluş edilirse içeride değil, dışarıda
sorunudur. Hem bireysel olarak olanla ilgili bu metaforlar. Ben-
hem de toplumsal olarak yüzleş- ce, Aşk Kayıtları’nda dışarıda
meyi, hesaplaşmayı, mücadele olmak önemli bir tema. Her
etmeyi gerektirir. Aşkla, yani şiirin sonunda tekrarlanan “beni
kendimiz olma, denetlenmekten eve götür sevgilim” dizesinin
kurtulma duyarlılığını edinme gibi gelecek, ama bence değil. kesiştiği anlar benim için şiirin anlam alanı geniş ve çağrışımı
süreciyle, yerleşik toplumsal Şiir boşluk yaratır. yakamozunun göründüğü an- açık uçlu diye düşünüyorum. Zo-
değerlerle yüzleşmeden, o de- lardır. Hem bir zaman birimidir rumu öyle dile getirebileceğimi
ğerlerin oluşturduğu dairenin - Yakamoz ve Tebessüm an benim için hem de bireysel düşündüm. Okuyanlar arasında
dışına çıkma arayışına girişme- [1993], Kristal Kral [1997] ve ya da toplumsal bir varlığın belki de şu soruyu soranlar çıka-
den; yasalarla ama her türden Divane [2006] şiir kitaplarını kaydedilmiş jestlerinden bir caktır: “beni eve götür sevgilim”
yasalarla, buyruklarla, tüzükler- okumuş bir okur olarak, dil kesittir. Ayrıca anlık olanla asıl tamam ama hani, ev nerede?
le çarpışmadan, toplum bağları- dünyanın kaynakları kökenin- olanın, doğal olanın, arı gerçek- Sürgünler, göçler, savaşlar, afet-
mıza isyan etmeden varlığımız, de, “an parçaları ve anlar’ın liğin dilsel düzlemde de derin ler ve benzeri nedenlerle sürekli
varoluşumuz nasıl bir anlam toplamı” üzerine ilmek attığını bir mutabakatı söz konusudur. birilerinin yerinden, evinden
edinebilir. Dil temel sorunlardan biliyorum. Tespitimi klasik Yaratı da anlık olana minnettar- olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
biridir. Hem bir yas, hem bir haz edebiyatın çerçevesinde ya- dır benim anlayışımda. Tercih Yersiz yurtsuzlaşma, evsizleşme
alanıdır. Resmi, yani standart- pıyorum. Çünkü senin şiirinin ettiğim şiir dili sorununu; dün- tehdidine karşı bir çığlık olarak
laştırılmış dilin altında büyük [kendisini ifade etmesinin] yayla, hayatla olan zorunu, Fred- da okunabilir sanırım o her şiirin
bir travma vardır, aynı zamanda varoluşunda bu maya [temel] ric Jameson’un önermesinde sonunda âmin der gibi yinele-
bir yası bastırır. Eğitim yaşına var. Hatta zaman zaman geç- olduğu gibi hem tarihselleştirme nen dize…
gelindiğinde bir dil göçü hem de miş ve bugün arasında kurulan hem de toplumsallaştırma uğ-
travmatik biçimde bir dil göçü ilişkinin çok belirgin izleri var. raşı içinde olmalı... Bunun far- “Zoru olmayan
yaşar kişi. Annesinin dilinden Bu öznel duruş için kişisel fikir- kında biri olarak yazdığımı düşü- söz yoktur.
resmi dile toplumsal iletişim lerini merak ediyorum. nüyorum şiirlerimi. Öte yandan
diline bir göçtür bu. Öte yandan Anlara, durumlara hayatın hem verili dili eğip bükmeden, ötesini
Söylenmiş
ana dilinin, annenin dilinin terk güncel hem de tarihsel yansı- berisini kurcalamadan kişisel her sözün
edilmesi, yok edilmesidir resmi ması olan kesitler diye bakarım. bir dil oluşturmak, onu şiir diline bir zoru vardır.”
dil. Ayrıcı göçlerin, yer değiştir- Güncel olanla tarihsel olanın, dönüştürmek zor. Çünkü dil de
melerin travması, yası ne kadar evrensel olanla yerel olanın, onun birimleri olarak sözcükler - İzninle sinemadan yola çıka-
bastırılırsa bastırılsın kendini bireysel olanla toplumsal olanın de hiç masum ve hayatta olup rak bir soru sormak istiyorum.
dilden büsbütün saklayamaz. bitenden vareste değil. Terci- Her yönetmen [tam olarak
him toplumsal uzlaşı dilinden ifade edemese bile] filmini
- Şiirin diline dönersek… fazla uzaklaşmadan ama ona izleyen izleyicisini kendi yolcu-
Şiir dili olanı anlamlandırır, ama da teslim olmadan sözcüklerin ğuna davet etmek ister. Tam
daha çok boşluğa yönelir; ka- anlam alanlarının geniş olma- bu nokta da şair/okur ilişkisi
ranlık köşelere, dipte, kuytuda, sı, çağrışımlarının duyguda ve üzerine aklıma şu soru takılı-
geride kalanlara gölgeli alanlara düşüncede gidebildiği kadar yor: Aşk Kayıtları kitabının dil
verir dikkatini. Sanatın dolayısıy- derine gitmesi yönünde. ve ruh dünyasına götürecek
la şiir dilinin anlam alanı içinde, kaynaklar hakkında okurlarına
hakikate asıl olan ya da arınmış - Yeni çıkan Aşk Kayıtları kita- neler söylemek istersin?
gerçeklik dersek bunun bir bına gelelim istiyorum. Sürekli Kitabın hem bütün hem de ayrı
boşluk alanı olduğunu da söyle- vurgu yaptığın “kapı”, “ev” ayrı şiirler, mümkünse caz, özel-
memiz gerekir... İmgeler bazen ve “anahtar” kavramları var. likle klasik caz müziği eşliğinde
o boşluğun üstündeki bir örtü Merak ettiğim şey şu diğer okunduğunda sanki daha kolay
olabilir, bazen de o örtüyü çekip kitaplarında var olan geçmiş ve daha derinlerine inilerek kav-
kaldırmaya kışkırtan bir işaret. [dün] / an [bugün] / beklenti ranabilirmiş gibi geliyor bana.
Varlık ve varoluş sorununun arasında belirgin yolculuklar Önerim şu sorunun yanıtını bu-
dildeki, yani şiirsel karşılığı ne hep vardı. Şimdi şair neden lana kadar vazgeçmemeli okur:
midir? Söylendiğinde paradoks evine dönmek istiyor? Sahi, Bu kitabın zoru ne? Çünkü zoru
28
olmayan söz yoktur. Söylenmiş çağın uygarlığında benim cılız okurlarına; sorumluluk yükle- sanatçının sorumluluğu, şairin
her sözün bir zoru vardır. Adın- fısıltılarıma bile ihtiyacı olan miyorsun, soru sormuyorsun çağına karşı sorumluluğu çok
daki aşk ve kayıttan başlayarak birileri olabilir. Eğer bunu yapa- sadece ve sadece onu kendi eski bir sorun aslında. Tartışma-
kitaptaki şiirleri oluşturan dilin bileceksem neden yapmayayım. şiir dilinin özelinde düşünmeye sı da eski Yunana kadar gidiyor.
en küçük birimi olan sözcükle- Neden beni huzursuz eden, çağırıyorsun. Günümüz şiirinde Bugün de hallolunmuş bir konu
rin, imgelerin uzak anlamlarına varlığımı varoluşumu sürekli de bir okur olarak beni etkile- değil.
kadar gidecek, çağrışım alan- imtihan eden bu modern çağ yen en önemli noktalardan biri
larının en karanlık, yol vermez uygarlığına karşı söyleyecekleri- bu. Az önceki tespitim üzerine - Neden değil?
geçitlerini aşacak, tenha kalan mi esirgeyeyim. Üstelik “su de- kişisel düşüncelerini merak Çünkü vicdanlar da çalınma
bölgelerine girecek biçimde sem / tuz verenler bile olacak.” ediyorum. tehdidi altında. Hallolunacak
duygu ve duyarlılıklarını şaryo Ama olsun. Söylüyorum, yazı- Hayat aslında bir hayli kaygan, bir konu değil. Eğer Homeros
üzerinde kayan bir kamera gibi yorum ve armağan ediyorum. o nedenle de sanırım sık sık sorumluluk almasaydı Troyayı
hareket ettiren bir okurun piş- Çünkü sanat yapıtı, şiir ancak bir durum değerlendirmesi belki de bilmeyecektik. Ama
man olacağını sanmıyorum. bir armağan olduğunda kutsal- yapmak gerekiyor. Ayrıca kişisel sorumluluk bir dayatma olamaz.
laşabilir. Söze kutsallık, yücelik tarihin kimi olayları da kırılgan Şairin sanatçının sorumlulu-
- Bir okurun olarak şiirle olan kazandıran, onu aşılamaz kişilikleri daha da kırılganlaştı- ğu gönüllülük bağlamındadır.
maceran üzerine şu tespiti yapan aslında armağan olarak rıyor. Kaygan zeminde, kırılgan Sorumluluktan, gönüllü olarak
yapmakta hiç tereddüt etmiyo- sunulmasıdır. Sokak kedileri bir bünyeyle sağlam durmak, ne anlıyorsam o şekilde yap-
rum: “Enver Topaloğlu’nun şiiri; için kapının önüne su, kuşlar desteksiz olarak imkânsız. Şiiri tım tercihimi. Okurdan bir şey
O’nun, kendi hayatına [dünya- için pencere pervazına buğday kendime daha çok bir iç des- talep etmiyorum. Kendilerine
sına] eşlik eden bir felsefedir.” bırakmak gibi… tek olarak alıyorum. Onun için sunulanın şair sözünün bir ar-
Tereddüt etmediğim şeylerden elindeki feneri daha çok önünü mağan olduğunu ve diledikleri
bir diğeri de şu; şiir üzerine “Şiir estetik olduğu kadar görmek için kullanan Diyojen gibi değerlendirebileceklerini
yazılmış teorilerin de uzağında hatta ondan daha fazla gibiyim bir şair olarak aslında. anlasınlar yeter. Son olarak
duruyorsun. Bunlar üzerine etik bir söz oluşturma Buradan sorumluluk konusuna şunu söylemek istiyorum sevgili
biraz konuşalım istiyorum. gelecek olursak… Şair çağının Ertekin, sevgili gölgenin ve ışı-
Bazen öyle oluyor ki şiirlerin ha- pratiğidir.” vicdanıdır. Şiir estetik olduğu ğın efendisi, umarım sorularını
yata sufle vermek için yazıldığını kadar hatta ondan daha fazla yanıtlayabilmişimdir. Bu söyleşi
düşünüyorum. Öyle düşündü- - Senin şiirinde gördüğüm be- etik bir söz oluşturma pratiğidir. için teşekkür ederim…
ğüm zamanlar, nasılsa diyorum lirgin noktalardan biri de şu; Onun için şiir, edebiyat değildir.
kendi kendime, insanı dilsiz yazdığın şiirde hayata karşı Edebiyattan fazlasıdır. Bir de şu - Şair, asıl ben teşekkür ede-
bırakacak kadar zalimleşen bu kişisel sorumluluk noktanın var tabii; Sanatın sorumluluğu, rim. Bu şahane söyleşi için…
vurgusu çok belirgin. Ama
Maria Callas
Daima sahnede
gerçek yaşantısını
oynayacaktı.
Yunan mitolojisine
benzetilen yaşantısını
skandallar
yüzünden herkes
tüm detaylarıyla
öğrenecekti. O,
yaşadığı dönemin
efsanesi olmayı
başaran operet Maria
Callas’tı. Başarıları,
skandallarla dolu
hayatı yalnız yaşadığı
evinde kederden son
bulacaktı.
32
Ölümünün üzerinden otuz altı vatuara 16 yaşından küçükleri ilgisini gittikçe daha fazla çeki- şerefine düzenlenen operanın
yıl geçmesine rağmen dünya- almadıkları halde Maria Cal- yordu. Özellikle medyanın ilgisi öncesi rahatsız olduğunu söy-
da opera denilince ilk akla ge- las girmeyi başardı. Çok genç onu sürekli olarak manşetten lemiş, ancak sahneye çıkmak
len isimdir Maria Callas. Sadece yaşta okul konserleriyle başladı düşmeyen kadın konumuna zorunda bırakılmıştı. Ancak
yeteneği, eşsiz performansı, sahne yaşamına. İnatçı kişiliği getirdi. Aynı yıllarda İtalya’ya Callas, bildiğini okumaya devam
sesi ile değil skandallarıyla da daha o yaşlarda kendisini gös- giderek uzun bir süre sahne ederek operanın ortasında ses
güdeme gelmiş bir divadır. teriyordu. Okula başladığının aldı. Müzik yorumcuları ve onu çıkarmadan sahneyi terk edince
üçüncü yılında ilk ödülünü aldı. yakından tanıyanlar, Callas’ın günlerce konuşulmuştu. Onun
Gerçek adı Maria Kalogeropu- 1940 yılında bir tiyatro guru- asıl kimliğini bu yıllarda buldu- sanatta yükselişine hiç kimse
olos olan Maria Callas; Yunan bunda Shakespare’in ‘Tüccar’ ğunu söyleyecekti. engel olamıyordu.
asıllı Amerikalı bir ailenin kızı oyununun şarkılarını söyledi.
olarak 1923 yılında Amerika’da 1941 yılına gelindiğinde artık Magazin basını için çok yakın- 1952 yılında Emi şirketiyle
dünyaya geliyor. Maria 9 yaşın- profesyonel olarak çalışmalarını dan takip edilen, hayatı didik ilk plak antlaşması yaptı. Bir
da ilk piyano dersleri alarak sürdürmeye başlamıştı bile. Ne didik edilen bir -celebrity- ol- dönem Londra’da plaklar çıkar-
başladı sanat yaşantısına. 1937 var ki o yıllarda bitmez tüken- muştu her zaman. Çok titiz dıktan sonra 54 yılında tekrar
de eşinden boşanan annesi ve mez savaşların bir şahidi de ve mükemmeliyetçi olmasının Amerika’ya döndü ve Lu Çino
ablası ile birlikte ana vatanları Callas olacaktı. 1944 yılında etkisiyle, huysuz ve kaprisli Fiskonti ile çalışmaya
olan Yunanistan’a başladı. 1969’da
dönüyor. Annesiyle ünlü soprano, Medea
arası hep kötüdür adlı filmin çekimi
Maria’nın. Bütün için Türkiye’ye geldi,
ilgisini ve eğitim har- Pera Palas’ta kalan
camalarını ablasına ünlüler arasındadır.
yönlendirirken yalnız (Filmin yönetmeni
ve sorunlu bir çocuk- Pier Paolo Pasolini)
luk dönemi geçiriyor.
Çocukluk anıları, Bir yanda şöhret,
annesinin ruhunda Bir yanda aşk
açtığı derin yaralarla Artık hem zenginliğin
doludur. Büyüdükten hem de şöhretin
sonra da verdiği ilk zirvesindeydi Callas.
kararlardan birisi de Ne varki madalyonun
annesiyle görüşmeyi öteki yüzünde zorlu
kesmek oluyor. bir yaşamı da sürdür-
mek zorundaydı. Bel-
Kilolu bir Callas ki de bu ‘zor’ olandı
Yunanistan’a gö- onu böylesine sanata
çün ardından Atina bağlayan ve sesiyle
konservatuvarında insanları saran yönü.
o dönemin ünlü eğit- Callas günün birinde
menlerinden soprano dönemin en yakışıklı
Elvira de Hidalgo’nun ve zengin erkeği ola-
öğrencisi olarak rak tanınan Aristote-
opera eğitimi almaya les Onasis ile tanıştı.
başlıyor. İlk kez 15 Bundan sonra aşk-
yaşındayken solist ları giderek efsane
olarak opera sahne- olacak ve Maria’nın
sine çıkan Callas’ın yaşamında önemli
seslendirdiği ilk rol; yer bulacaktı. Onasis
Pietro Mascagni’nin için 1959 yılında ko-
Cavalleria Rusticana cası Meneghini’den
operasındaki Santuz- ayrıldı. Onasisle
za rolü oluyor. Fotoğraflarında Alman işgalcileri Yunanistan’da- diva olarak nam saldı. Maria evlenmeyi düşünüp daha mutlu
son derece zarif ve hoş bir ha- ki etkilerini yitirecek, yerine ise Callas’ın sesi izleyenleri derin- yaşayacağına inanıyordu. Ne
nım olarak gördüğümüz Callas, İngilizler gelmeye başlayacaktı. den sarsıyor giderek daha fazla var ki böyle olamayacaktı, fakat
ilk gençlik yıllarında son derece Callas ise ‘dünya savaşları ilgi odağı oluyordu. Çarpıcı gü- daima sevecekti...
kilolu bir soprano. Sonradan bir yana benim savaşım bir zelliği ve yaşantısı ise medyanın
fazla kilolarından kurtulmak yana’ dercesine kendi yaşam daima kurcaladığı konulardı. Ve Onassis..
için sıkı bir diyete girerek yakla- mücadelesini sürdürmeyi tercih Gazete manşetleri sanattaki Maria’nın; Duamo’da mum
şık 60 kilo veriyor ve herkesin edecekti. yaratıcılığını sesini yere göğe yakmak, Cova’da kahve içmek
hayranlıkla baktığı incecik bir sığdıramazken, bir yandan da ve Montenapoleone’de gezmek
hanım oluveriyor. Bir efsane yaşantısındaki konuları sürekli gibi ayinsel takıntıları oluşmuş-
Maria Callas aldığı kararla kurcalayarak skandal konu- tu. Sürekli yeni anlaşmalar
“Benim savaşım…” Amerika’ya dönerek babasını lar yaratmayı biliyordu. Gerçi yapıyor ve hiç durmaksızın
Sahneye ilk kez on beş yaşında, aramaya başladı. Babasını Callas’ın kişiliğindeki ‘başına çalışıyordu. Onuruna davetler
Cavalleria Rusticana’da köylü bulduktan sonra tekrar Callas buyruk’ yönler buna da malze- veriliyor, yemekler düzenleniyor
kızı Santuzza rolü ile çıktı. O ismini alarak Metropolitan ope- me olmuyor değildi. Bir keresin- ve yüceltiliyordu. Bu davetlerde
dönem Atina’da ulusal konser- rasına girdi. Başarısı, insanların de İtalya Cumhurbaşkanı’nın kendisiyle tanışmak istendiği
33
daha iyileşemeyen bir iz bıraktı. için oyun asıl şimdi son bulmuş-
Onasis onunla evlenme yerine tu. Callas, Onasis’in ölümüyle
suikast sonucu öldürülen Ge- dünyaya küstü ve Paris’e yerle-
orge Kennedy’nin eski eşi olan şerek yalnız yaşamaya başladı.
Jakline Kennedy ile evlendi. Maria Callas geride değeri
Maria’nın, içinden kopan güçlü ölçülemeyecek olan bir miras
ses, hüzünlü bir çığlığa dönerek bırakmıştı. Çıkan bir yazıda ‘dişi
onun yalnızlığına ağlıyordu. aslan’ olarak tabir edildi Maria,
Onasis’in evliliğini asla kabul- alkışlar, skandal olaylar, yarı
lenmedi. Dışta güçlü bir ka- gerçeklerle suçlamalar... Kimi-
dınken içte de yaralı kaldı. Aşk sine göre histerik, duygusal ve
vazgeçilmez bir olgu. Ne var ki para meraklısı, kimine göre ise
sonu hiç bir zaman belli değildi. büyük diva olarak tanımlandı.
Sıra oyuna nokta koyup sahne-
Bir kadına en sadık aşık sanat- den çekilmeye gelmişti. Yunan
tı. Yaşamı bunu bir kez daha efsanesi son bulmuştu artık.
kanıtlamıştı. Maria Callas iki yıl Geride sadece aşkı ve büyülü
sonra yani 1962’de tekrar kon- sesi kalmıştı. Callas 16 Eylül
serler vermeye başladı. Sanat 1977 yılında kendi apartmanın-
yeteneği hala çok büyüleyiciydi. da yalnız başına yaşama veda
Zaten iki yıllık ayrılık onu unut- ederek sahneden ayrıldı.
turmamıştı. Maria Callas yaşa-
dığı dönemin efsanesi olmuştu.
Onun dönemini yaşamayanlar
Sesi
Maria Callas’ın sesi üzerinden
bile onun sesini dinleyince
büyüleniyordu. Callas’ın diğer yıllar geçen ölümünden sonra
insanlardan farklı duygusal ve bile hala konuşulmakta. Sesi
duygusallığını asla gizlemeden birçok sanatsever tarafından
açıkça yaşıyor olmasıydı. İş farklı enstrümanların sesine
sanat olunca kriterleri daima benzetilir. Kimilerine göre sesi-
yüksek oldu. Öyle ki bu yönü nin çirkin bulunmasına rağmen,
bazen kendisine olan güvenini birçok eleştirmen onun sesini
bile etkiliyordu. bir anda değiştirip başka bir
şekle sokabilme konusundaki
Sona doğru… üstün yeteneği, koloratur sop-
1974 yılına gelindiğinde ranoluğu ve başarılı bel canto
Japonya’da son resmi konserini tekniği konusunda hemfikir. Ses
verdi. Bir sonraki yıl alacağı rengi de bir tartışma olan Cal-
Onasis’in ölüm haberi onu asla las, kariyeri boyunca gerek sop-
söylenen Onassis için; “Onas- Ve Callas, Onassis’in ‘skandal bir daha sahnelere döndüreme- rano gerekse mezzo-soprano
sis mi? Onun çok bayağı bir olmamalı’ sözüyle ölü bebeğini yecekti. Aşk bir kez daha üstün rollerini başarı ile icra etti. Eği-
adam olduğunu düşünüyorum. Bruzzano Mezarlığı’nda sahte gelecekti. Ne yazık ki mitolojik tim hayatının başında kontralto,
Zenginliğini görgüsüzce gözler bir isimle toprağa vermişti. (Be- son yaklaşıyordu. 1975 yılında kariyerinin ilk yıllarında doğal
önüne seriyor” demişti. Fakat beğe elleriyle kıyafetlerini giydi- Onasis bir dalak operasyonu bir mezzo-soprano olan Callas
Onassis ile tanışmasının ardın- rip fotoğrafını çektikten sonra, sırasında ölmüştü. daha sonra Madam Butterfly,
dan, onun müthiş özgüvenine, tıpkı yıllar önce Litsa’nın minik Rigoletto gibi operaların spinto
kibarlığına, güzel ve bulaşıcı Vassilis’inin fotoğrafını çektiği Efsane operet için aşk ancak veya dramatik soprano rollerini
gülümsemesinin albenisine ka- gibi…) Callas, aşık olduğundan ölümle son bulabilmişti. Onun de üstlendi.
pılmıştı. Bundan sonraki süreçte beri müziği geri plana itmiş,
Onassis’in karısı bu aşkın doğu- yalnızca aşkını diri tutabilmenin
şunu iğrenme ve giderek artan derdine düşmüştü. Aşkın zalim
bir öfkeyle izlemişti. Callas, bir dünyasına kendini teslim etmiş,
süre sonra Meneghini ile ayrıldı. sadece güç ve iktidar peşinde
olan Aristotelis için her şeyini
Christina yatında Onassis feda etmişti.
ile aşklarını yaşarken Callas
hamile kalmıştı. Bebeği olaca- Terkedilir…
ğını öğrendiğinde, Aristotelis Sanat onun varlık nedeniydi.
Onassis’e bu müjdeli haberi Ama sanatsal yönüne güç ve-
vermek için sabırsızlanıyordu. ren de aşk değil miydi? Aşk ve
Bebeğin ismini bile düşünmüş- sanat vazgeçilmez bir bütündü.
tü, Omero; Yunan denizlerinin Ortada bir tercih sorunu vardı.
babası, şairi, ozanı Homeros Ve ağır gelen taraf bu sefer
gibi. Ancak, Onassis’in bebeğe aşktı. Callas operayı, bıraka-
tepkisi çok sert olmuş, Callas’ın cak kadar seviyordu Onasis’i.
günlerce ağlamasına ve bebeği Yaşamı ilginç bir dönemece
kaybetmesine neden olmuştu. girmişti. Ne yazık ki bu onda bir
Eylül gelince, usüldendir, “Hoş geldin hüzün” deriz.
Ender Sizgin
35
Bölün-
Buradaki üçüncü günüm, rum. En çok susuyorum Dostun hası, Düşmanın
daha kimseyle tanış- bugünlerde. Pek keyifli piçi..
maya vakit bulamadım. sayılmaz, zihnimden Neslime bakıyorum ba-
Bedenimi ve ruhumu saniye de 6 fikir geçiyor zen. Camdan kadınlar,
müs
terbiye ediyorum, yeni ve kalkıp bunları yazana camdan herifler. Muhte-
şeyler gördüklerinde he- kadar unutuyorum. Hızlı şem yüz hatları ve geliş-
yecanlanmasınlar. Bu da unutuyorum. Hızlı unut- miş vücutlarıyla önümden
bir kontrol biçimi, özgür mayı küçükken öğrendim. geçiyorlar.
bırakamıyorum kendimi. Doğunun bir kasabasında
Bir
Hayal meyal da olsa hatır- bir daha asla rastlayama- Herkes güzel geliyor gözü-
lıyorum ki, daha önceleri yacağını bildiğin insanları me, bir çirkin benim. İşe
korkusuz bir kadındım. sevmeye başladığında, yaramazım, patavatsızım,
İçimde beslediğim gitme hızlı unutmayı da kabulle- dostun hası, düşmanın
duygusu sayesinde bir niyorsun. Kimileri bunun piçiyim. Bu yüzden derim
Ruhun
yere ait olamazdım. Şim- yanlış olduğunu düşünü- ki kendi kendime, ama
dilerdeyse, kendime in- yor, kimileri beni hiç anla- benim de kalbim camdan.
sanlar arıyorum, yanların- madıklarını. Ama beynim olmadığı için
da huzur bulabileceğim. bana deli dediklerinden,
Üç
Kimileriyle kafamı boz- kalbimin de olmadığını
Sigara içmek keyif ver- muşluğum da vardır. düşünüyorlar..
miyor, tütüne karşı bağı- Çok aşık olmuşumdur.
şıklık kazandı ciğerlerim. Aşkla bir sorunum yoktur Güzel müzik yapanlara
Ölemiyorum. Yaşlanmış zaten. Aşkın getirdiği hayran oluyorum. Oturup
Parçası
olmalıyım, yüksek sesli sorumluluk ve biriyle onlarla iki duble rakı içip,
müzikler ve yakışıklı beraber olma düşünce- tüm gece şarkı söyleme-
adamlar uykumu getiriyor. si korkunçtur sadece. leri için yalvarmak istiyo-
Yorganın içine girmek için Kendimi inandırdığım ve rum. Tanrıyla konuşuyo-
koşturuyorum taşlı yol- ömrüm boyunca seve- rum bazen, benim için en
larda. Başarısız olduğum ceğim adamlar da hep iyisini yazdığını söylüyor.
söylenemez lakin bunu erken ölmüştür. Bu yüz- İyi güzel de benim seçti-
Neslime bakıyorum bazen. istediğimden emin deği- den yakın dostlarımdan ğim kötü, onun yazdığın-
lim. Kaçıyorum, bildiğim, biriyle evlenip, ensest bir dan daha iyiyse? Tabii ki
Camdan kadınlar, gördüğüm, yaşadığım her hayat düşlüyorum geri bunu O’na demiyorum.
camdan herifler. şeyden. Geçmişimin, her
seferinde ‘’Merhaba’’
kalan zamanlar için. Aklımdan geçeni okuyor
kendisi, ben konuşmadan
Muhteşem yüz hatları diye karşıma çıkmasın- anlatmaya başlıyor. Gülü-
dan sıkıldım. Ama yine şüyoruz.. Biz bunu
ve gelişmiş vücutlarıyla de aldatamıyorum onu, hep yaparız.
önümden geçiyorlar. geleceğimle. Söylesenize
ben nerede yaşıyorum?
Herkes güzel geliyor
gözüme, bir çirkin benim. Hızlı unutmayı küçükken
öğrendim.
İşe yaramazım, İmla hatalarım boldur ve
elbet Türkçeye yaptığım
patavatsızım, dostun hası, saygısızlıklar diz boyu-
düşmanın piçiyim. mu aşmıştır. Bana
küstüğünü bilirim
Bu yüzden derim ki zaman zaman.
Ana dilimden o
kendi kendime, kadar uzaklaş-
ama benim de tım ki bazen
sözcükle-
kalbim camdan. rin İngi-
Ama beynim lizce-
siyle
olmadığı için bana deli idare
edip,
dediklerinden, kalbimin de sessiz
olmadığını düşünüyorlar.. sine-
ma
oynu-
yo-
Özgen Aydos
Yaptığı tiplemelerle izleyicileri kahkaya boğan
Nejat Uygur bu defa sevenlerini üzdü.
Kendi varoluşum..
Kapı açıldı. Tanımadığım küçük
bir kız çocuğu içeri girdi. Hayır,
kaybediyor. Bu hoşuma gidiyor.
Eni sonu hepimiz kardeşini
katleden adamın dölleriyiz.
Nejat Uygur
tanıyorum. Ben onun annesiyim.
Uzun yıllar önceydi, bırakmıştım Buradaki üçüncü günüm ve
O’nu sokaklara. Beni kınamayın! bardağım altı keredir kahveyle
Kandırmayın! Bunu yapmak doluyor. Tabladaki külleri yala-
zorundaydım. Eğer bunu yapma- mam gerekecek, çok tembelim.
saydım benden nefret edebilirdi. Yıkanamıyorum. Oysa siz temiz
Bencilce değil, inanın! Ama kadınları seversiniz. Yataktan
daha tamamlayamamışken kalktığında ağzı kokmayan ve
kendi var oluşumu nasıl sahip saçları bozulmuş olmayan. La-
çıkardım bir varlığa? Adına ma- kin ben her daim dağınığımdır
sal dediğim çocuğu, nasıl getire- ve bu dağınıklığın kendi içinde
bilirdim bu kirli hayata.. asimetrik bir düzeni yoktur. Bir-
birimizi kandırmayalım! Beni hiç
Nereden geldim buraya? Ne- sevmediniz. Yine de severmiş
reden dönüyordum? Belki de gibi yaptığınız zamanlar için size
yıllardır bu sandalyenin üstüne minnettarım. Bana hayatımın en
oturuyordum. Hem çok arabesk mutlu son günlerini yaşattınız.
biriyimdir. Elimde viskimle Or- Tabi o zamanlar bunun son gün-
han Gencebay dinlerim ve bu lerimiz olduğunu bilmiyordum.
bana sevişmekten daha çok haz Biçtiğiniz hikayeye yaraşan bir
verir. Hepimiz biraz lümpenizdir kadın mıydım bilmiyorum ama
ama ben çokça kapitalistim. siz her masalın kahramanı ola-
Histerik acılarım var, Onları her bilecek kadar kudretliydiniz.
gün üç ölçek acıyla beslerim.
Eğer kalmamışsa, çıkar sokakla- Buraya ne zaman geldiğimi
ra insanlardan hikaye dilenirim. hatırlıyorum. Üçüncü günüm.
Herkes beni sevdiğini söyler ve Ama neden geldiğimin cevabını
ben kimseye inanmam. Söylemi- kaybettim. Sokaklar daracık, Efsane komedi ustası Nejat Uygur tedavi gördüğü hastanede
şimdir, aram açıktır insanlarla. hemen hemen her balkonda yaşama gözlerini yumdu. Tiyatro sanatçısı Nejat Uygur (86), du-
Anlatacaklarım çoksa susarım. menekşe var. İnsanlar bilme- rumunun ağırlaşması üzerine yaklaşık iki hafta önce kaldırıldığı
Susmak istersem saçmalarım. diğim bir dille selam veriyorlar. Medistate Kavacık Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
Profesyonel öğrenciyimdir ve Ama görmelisiniz çok sevimliler.
meslek olarak kalp kırıcılık İnsanın alıp evde besleyeceği Süheyl ve Behzat Uygur kardeşlerin babası izleyenleri kahkahaya
yaparım. Felsefeden anladığım geliyor. Neyse bunların hiç biri boğan Nejat Uygur’un ölümü sevenlerini yasa boğdu. 1927 Kilis
için demagolojinin Allah’ını değil buraya beni getiren se- - Gaziantep doğumlu olan Nejat Uygur, Öğretmen bir annenin
yaparım. Konuştuğum gibi yaza- bepler. ve subay bir babanın üç çocuğundan ortancasıydı. Kilisli sanatçı
rım. Yazdığım gibi konuşamam, İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve meşhur edilen Uygur,
kimse de uzun cümleleri dinle- Ve siz olmadığım için o derece 1943 yılında Sarıyer Halkevi’nde başladığı boksla beraber spora
meyi sevmez. mutlusunuz ki, bunu damarla- karşı ilgiliydi. Tiyatroya profesyonel anlamda 1949’da “Nejat
rımın en uç noktasına kadar Uygur Tiyatrosu” ile adım attı. 13 yıl süren Anadolu turneleri sü-
-Kısa kes de gidelim. hissedebiliyorum. Eskiden recinde sırasıyla Ahmet, ikiz kardeş olan Süheyl ile Süha, Kemal,
Yetişilmesi gereken yerlerle dolu olsa ağlardım. Şimdilerde her Behzat adlı beş erkek çocuğu dünyaya geldi. Süheyl ve Behzat
adını dünya koyduğumuz bok şeye teşekkür etmeyi büyük bir babalarının deyimiyle “armut ağacının dibine düşmüş” ve tiyat-
çukuru. Bu yüzden her gün biri- metanetle öğrendim. rocu olmuşlardı. 1998 yılında Kültür Bakanlığı’nca verilen Devlet
miz foseptik çukurunda hayatını Sanatçısı ünvanını almıştı.
Çok gencim yalnız olmak için. açılış sesi geldi kulağıma, şa-
Acaba nereden geliyor böyle şırmıştım. Kitabı bırakıp geçtim
fikirler aklıma? “Şarabı bırakıp çalışma masamın arkasına. İçe-
çay mı içmeli artık, yoksa daha ri giren kızıl saçlı, gri pançolu,
kaliteli şaraplardan mı tatmalı? siyah kadife pantolonlu, eskitil-
Yok yok, iyi şarabımın tadı. Sevi- miş –ya da çok eskimiş- botları
yorum kanıma karışıp vücudum- olan, henüz 26-27 yaşlarında
da dolaşmasını. Hem ne var ki enerji dolu, hızlı hareket eden
yaşımda, daha otuzuma yeni bir kadındı. Bir on yıl sonra bile
bastım” diye son derece önem- aynı görünüşe sahip olacak gibi
siz düşüncelerimle dolaşıyorum duruyordu. Kitaplarıma herkes-
dükkanımda. ten farklı bir merakla bakıyordu.
Bir kitap aldı eline, biraz çevirdi
Bu kalabalıkta nasıl yalnız kalır sayfalarını, gülümsedi. Öyle kü-
insan diyorum kendi kendime. çük bir gülümseme değildi bu,
Çocukluğum geliyor aklıma, bayağı sessiz kahkahalar attı
camdan kuşbakışı bakarken karşımda. Öyle durup izledim
insanlara. Yuvalarına yemek sadece. Ne kadar derin izlediy-
taşıyan karıncaları da böyle sem, yanıma gelip “Bu kitap ne
seyrederdim saatlerce bıkma- kadar?” sorusunu yinelediğinde
dan. Sonra yollarına engeller ancak döndüm gerçek dünyaya.
koyar, bazen de kasisler yapıp Kitabı elime alıp “5 lira” de-
çukur kazardım. Böylelikle renk dim. “Madem bu kadar ucuz,
katmış sayardım kendimi hayat- neden kimse almadı?” diye
larına. Şimdi bu insanlara ne sordu. “Bilmem” dedim. “Ben
yapmalıyım da renk katmalıyım de kendine saklamışsındır
hayatlarına? ama ben sorunca bana satmak
istemişsindir diye düşündüm”
İlk denemem çok başarısız oldu, dedi. “Yıllar önce okumuştum”
sahaf açtığımda ilk düşüncem dedim. “Tekrar oku. Bir sene
kalmayın lütfen...
geçen yıla kadar borç alıyordum birbirimize bakıp gülümsedik.
annemden dükkan kirasını öde- Gidip yenisini getirdim.
mek için. Sonra dükkanı satın
alıp annem de kurtuldu benden. Sarhoştum ama kesinlikle şa-
Tekrar dönüyorum insanlara. raptan değildi. İlk kadehi içer-
Sağımdan geçenler evlerine, ken etrafı inceledi neredeyse
OTTO solumdan geçenler geceye gi- hiç yüzüme bakmadı. Genelde
diyorlar. Evlerine gidenler eşleri herkesin dikkatini çeken eşya-
ve çocuklarıyla -en kötü- stresli larımı incelerken sanki onlarla
“Varlığım bir hiç gibi geçiyordu gözümün zamanlar yaşayacaklar ama
benden daha şanslılar. En azın-
konuşuyormuş gibi bakıyordu.
Katalitik sobama, üstünde kay-
önünden bekliyordum, bekliyordum ya seni dan stres de yaratacak olsa nayan çaydanlığa, Pink Floyd
insanlar var yanlarında. Geceye çalan pikaba, annemin evinden
ya da ölümü hanginiz gelirse gelsin mutlu gidenler sohbet edecekler, belki aldığım ağır bir sürü işlemeleri
olacaktım. Ama tanımıyordum ki seni. Hiç öpüşecek sevgililer ya da tavla olan ikili koltuğa… Tekrar yüzü-
atacaklar. Belki birkaç bira içip me baktığında kadehi de boştu
görmemiştim yolda ya da bir barda ya da karşılaştıkları güzel kadınlar ya tekrar doldururken çıktı ilk cüm-
sergide. Biliyordum ama varlığını tıpkı ölüm da yakışıklı erkekleri düşünerek
hayal kuracaklar. Tanrım çok
leler ağzından:
gibi. Bugün gördüm artık seni gerçektin, yalnızım. Bıraktım insanları - Ne kadar çok konuşuyorsun
izlemeyi, tek dostum saydığım - Nasıl?
varlığını hep hissettim ama sen önümden kitaplarıma bakmaya başladım. - Bütün bu eşyalar, konuldukları
geçerken bunu bana kanıtladın. Takip ettim Acaba rafların yerlerini mi dü- yerler, oturmak için seçtiğin
zenlesem diye düşündüm. Son- bu köşe, elimdeki bu bardak…
seni kitapçıya girdin çıkmadın. Yanımdaydı ra vazgeçip hangi kitabı alsam Sen bence seni anlayacak birini
bu kitap ve not bıraktım sana. Biliyorum ki bu gece koynuma(???) diye
kitapları incelemeye başladım.
bekliyorsun
- Nereden çıkardın bunu?
okursan kesin bulursun beni. Tam bir yıl - Eşyalarını çabuk ulaşabilece-
Tam bir kitabı seçtim ve üzerin- ğin yerlere koymuşsun. Muhte-
bekleyeceğim seni.” dekileri okuyordum ki kapının melen yalnız kaldığın zamanlar-
39
Gezi’nin yaşanırken
yazılan tarihi kitap oldu
Gezi kapağı nedeniyle basılmadığı
gibi kapatılan NTV Tarih’in Gezi sayısı
kitap oldu. Gelirleri ise Gezi’de hayatını
kaybedenlerin ailelerine gidecek.
NTV Tarih dergisinin
Temmuz sayısı,
yönetimin aldığı
karar doğrultusunda
yayınlanmamış,
yayınlanmamakla
kalmayıp,
derginin yayını da
durdurulmuştu. 53
da kullanıyorsun. Mesela The - Bir yıl geç kaldınız daha fazla sayı boyunca başarılı
Doors ya da Pink Floyd değiştir- geç kalmayın lütfen. bir çizgide yayın yapan
mek ya da dinlemek istediğin NTV Tarih dergisinin
zaman, ikili koltuğa yatıp, yattı- Kitabı masaya bıraktı kapıya sonunu getiren ise
ğın yerden yapıyorsun. Şarabını doğru yürüdü, çıkarken dükka- “Yaşarken Yazılan
hemen pikabın yanına yere nın ışıklarını kapattı. Tek ışık Tarih” başlığıyla, Gezi
koyuyorsun ama kadehi değil uyumak için düzenlediğim iç eylemlerinden yola
kadehin hep çalışma masanda odadan geliyordu. Kapıyı kilitle- çıkarak hazırlanmış
kalıyor sabah kaldırıyorsun. yip odaya gittim kadehi bırakıp bir özel sayı çıkarılmış
Soba da ayak ucunda kalıyor sa- şişeden içiyordum. Kitabın olmasıydı.
nırım ayakların ya çok üşüyor ya sayfalarını çevirip okumaya
da ısınmış şarabı sevmiyorsun. başladım. Altı çizilmiş kelimeler Doğuş Yayın Grubu’nun bu kararının ardından NTV Tarih Genel
dikkatimi çekmeye başladı. Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü istifa ettiğini açıklamıştı.
Söylediklerini kabul edemedim, Şarap düşünmeme pek izin
vermiyordu ama o kelimelerde NTV Tarih ekibi daha sonra bir internet sitesi kurarak
inkar da edemedim “eee” diye-
bir şey vardı. Bazen bir sayfada yayınlanmayan o dergiyi “Yaşarken Yazılan Tarih” adıyla
bildim sadece. (Çok yalnızım..) internette yayınlamıştı.
bir bazen de on sayfada bir keli-
- Eşyaları düzenlemene yardım menin altı çizilmişti. Kitabı yıllar
önce okuduğum için hiç elime NTV Tarih’in yayımlanmayan sayısı şimdi de kitap olarak
eden kimse olmadığına göre evli sevenleriyle buluştu: “Fevkalade kitap: Yaşarken Yazılan
ya da ilişkisi olan birisi olmadığı- almamıştım. Birden her şey
aydınlandı bu ya bir nottu ya da Tarih” adıyla tüm kitapçılarda satışa sunulan kitabın geliri ise
nı da söyleyebilirim, tabii bunda Gezi hadiselerinde hayatını kaybeden arkadaşlarımızın ailelerine
bir mektup. Ve bana bu kitapla
yanılma payım büyük olabilir. gidecek.
verilmişti. Hemen kağıdı kalemi
kapıp kelimeleri birleştirdim
Derin bir nefes aldım. (İyi ki Metis Yayınları kitabı satışa şu sözlerle sundu:
yalnızım) Biraz düşündüm. Şöyle yazıyordu:
Gülümsemedim, daha çok Gezi Direnişi sayısını, hem bu direnişi hem de Türkiye’de iktidar
üzüldüm. Oyununa getirdiğimi “Varlığım bir hiç gibi geçiyordu ile sermaye medyası arasındaki ilişkileri belgeleyen -ve dileriz,
düşündüm. Söyledikleri sanki gözümün önünden bekliyor- günü geldiğinde çocuklarınıza, torunlarınıza bırakacağınız- bir
gözlem değil röntgendi. Ben dum, bekliyordum ya seni ya kitap olarak yayımlıyoruz.
kendi hakkımda bu kadar çok da ölümü hanginiz gelirse gel-
şey bilmezken anlattıkları sanki sin mutlu olacaktım. Ama tanı-
benimle konuşmak için yazılmış mıyordum ki seni. Hiç görme- İçkiye Benzer Bir Şey Var Bu Havalarda
bir masaldı. miştim yolda ya da bir barda
İçkiye benzer bir şey var bu havalarda
ya da sergide. Biliyordum ama
- Sanırım çok sarhoş oldum Kötü ediyor insanı, kötü...
varlığını tıpkı ölüm gibi. Bugün
sizden gitmenizi, başka bir gün Hele bir hasretlik oldu mu serde;
gördüm artık seni gerçektin,
öğlen vakti gelmenizi istesem Sevdiğin başka yerde,
varlığını hep hissettim ama
ayıp etmiş olur muyum? Sen başka yerde.
sen önümden geçerken bunu
- Hayır ben gelmeyeceğim artık Dertli ediyor insanı, dertli.
bana kanıtladın. Takip ettim
siz geleceksiniz. seni kitapçıya girdin çıkmadın. İçkiye benzer bir şey var bu havalarda,
Yanımdaydı bu kitap ve not Sarhoş ediyor insanı, sarhoş.
Bunları söyledikten sonra bana bıraktım sana. Biliyorum ki
raftan kitabı getirdi. okursan kesin bulursun beni. Orhan Veli Kanık
Tam bir yıl bekleyeceğim seni.”
40
Yalın
Bir
Cumartesi Yalnızlığı!
Haydi gel benim kakları arşınlıyorum. Sola doğru
yardırırsan Cihangirin cici so-
peygamberim ol kakları sonrasında boğaz! Sağa
doğru yardırırsan Tarlabaşı’nın
bu gece; falıma leş sokakları, sonrasında
bak! Ama unutma bok kokan Haliç! Bir Angaralı
İstanbul’u ancak bu kadar ez-
iyi falcılar geçmişi, berleyebilir. Belki rakının yedinci “100 lira” dedi. asla fahişe olamazlar; fahişelik
beraberinde askeri bir hüzünde
kadehinden, belki bir yudum
kötü falcılar geleceği Prozac eksikliğinden olacak Sen benim bir durumdan hoş- gerektirir. Askeri bir keder, aske-
laşmadığım zamanlarda buru- ri bir pişmanlık, askeri bir ara-
okur. Sen benim kötü sağa vurdum kendimi.
şan yüzümü hiç gördün mü? besk! Hepsinden yeterince var-
falcım ol, geçmişin Tarlabaşı; aşarsan haliç! Da- Maymunun götünü hayal et işte. dı; yeterinceler bile yeterinceydi
racık sokaklar, kirli yüzler, Cevap vermeye gerek duyma- işte. Yalın bir cumartesi yalnız-
izlerini silmem için fahişeler, iç karartan pespaye dım. Dönmeye yeltendim. lığındaydık, gecenin üçüydü.
İtler çakallar raks ediyordu ve
bir otuz yıla daha binalar! Bir deprem olsa ve
“80 olsun” dedi. ben hiç de şiirsel konuşmayarak
dünya başıma yıkılsa, cesedimi
ihtiyacım var. hiç kimse bulamasa! Kafan geceyi içinden delip geçiyordum.
güzel olduğunda yollar daha bir Otuz yaş ölgünlüğü ya da olgun- Fahişenin kahkahası durdu.
daralır bilirsin, inan ellerimle luğu, herkes gibi hayatın klasik
Erden Eriş kendime yol açtığım bile oldu. çalımlarını yemiş, terk etmiş ve - Oku dedim ona; Tanrı’nın adıy-
Bir omzum düşmüş, sakallarım terk edilmiş bir adamdım. Ruh la oku! Haydi gel benim peygam-
Cumartesi yal- haftalık, sigaram izmaritine halimi fazlaca özetlemeye gerek berim ol bu gece; falıma bak!
nızlığı diye bir gelmiş parmaklarım yanmakta, yoktu; çünkü bilirsin boşluk Ama unutma iyi falcılar geçmişi,
şey var; sende ağır adımlarla kendimi Haliç’e tanımsızdır! Yeniden fahişeye kötü falcılar geleceği okur. Sen
bilirsin!? Belki atacak olan en kestirme sokağı döndüm, aramızdaki mesafe bir benim kötü falcım ol, geçmişin
ikibinon, belki arıyorum. Biliyorsun, bunların karış ya vardı, ya yoktu. izlerini silmem için bir otuz yıla
ikibinonbir; bel- hepsi bok kokusuna hasretlik- daha ihtiyacım var.
ki haziran, belki ten! - Kadına para verilir mi?- de-
temmuz, belki dim. Çok daha anlamsız baktı yüzü-
.. Bir önemi Sokaklar kalabalıktı, kimsenin me; ne diyeceğini bilemedi; son
yok, yalın bir cumartesi yalnızlığı uykusu yoktu inan. Milyon tane Kırk yıllık Tarlabaşılıdan ne bir gayret;
işte! Bozkırda yapılacak en iyi rabarba vardı belki de; ama ben farkım vardı ki? Bende inceden
şey içmektir, bunu milyon kere bir köşe başında ruhumu çeken Çingene’ydim artık, yalandan - 50 olur dedi. Bu da sana son
söyledim; ama bazen sudan bir çığlığa durdum. Dikkat kesil- rol kesişlerim Yeşilcam’dan kıyağım!-
şehirlerde de yapılabilecek en dim. Fluya kesen bir fahişe bir yadigar. Fahişe beni garipsedi,
iyi şey içmek olur. Bazen... şeyler mırıldandı. Yüzümü yer- bazen öyle garip olursun ki Zamandan ve mekandan kop-
den kaldırdım, baktım. Biliyor- fahişeler bile seni garipseyebilir. muş iki insansıydık o gece,
O gece de olduramayışımıza sun bakmakla görmek aynı şey Ateşi düşmüş izmaritimle gel- tarumar olan duygularımız vardı,
içilmiş işte, aklı selimler erken değildir. Neye baktığını bilmeyen diğim yönü gösterdim; kaşımın birbirimizi anlamıyorduk ve
kaçmış, aklı evveller benim gibi sarhoş bir adam gibi baktım. Bir biri kalkık yineledim; bunun ikimizden birinin kitap
sona kalmış. Kafam bir milyon, daha mırıldandı. Bir adım daha okuma alışkanlıklarının zayıf
İstiklal’den bıkmışım, ara so- yaklaşıp kulağımı eğdim. - Sokakta milyon tane kadın olmasıyla hiç de alakası yoktu.
varken ve sevişmek erkeklerin Anlaşamamıştık işte, belki de
olduğu kadar kadınlarında anlaşmak insanlara özgü bir
doğal bir ihtiyacıyken, dahası şey değildi. Arda kalan güzel bir
İstanbul’da yaşıyorken kadına yalnızlıktı, yalındı ve cumarte-
para verilir mi? - siydi! Hava misti, dar sokakları
aşarsan Haliç’ti, bokdu püsür-
Sadece kahkaha atan bir ka- dü! Hazindi ve sondu.
dındı artık o; çünkü yeterince
güzel kahkaha atan kadınlar https://twitter.com/ErdenEris
41
Babaya mektup:
Sorun çıkarmak istemiyorsan
Varlığını bildiğin dayak yemekten korkup kaç-
mıştım. Ama bir şey yapmadın
sevgilerden koparılan unutma.
hayatlar insanı Ben senin yokluğunu biliyorum
daha fazla yaralar. baba. Geceleri korkmayı biliyo-
rum karanlığın ardında. Erkek-
Biz tanımayamadık çe değildi benim acılarım, ka-
seni, yas tutmadık, dınca duyguları biliyorum, sevgi
şevkat ve merhamet. Oysa
yokluğunu güven duygusundan yoksundu
bir yanım, sevmeyi biliyorum
aramadık. Midye bu yüzden, sevilmek nedir hiç
yemediysen midye bilmiyordum. Bir yanın sakatsa
ve sağlıklı insanların koştuğu
gördüğünde ağzın kulvardaysan, çok görür sana
sulanmaz, deniz toplum insanca yaşamayı,
sorun çıkarmak istemiyorsan
görmediysen kuraktır tökezleyeceksin ya da sakat
olduğunu kabul edip kaldırımda
hayallerin, toprağa ağır yürüyeceksin.
basmadıysan
Varlığını bilmediğim bir şeyi
korkarsın börtü tanımlayamıyorum, üç bacaklı
nın içinden geçenleri bilmeyi ne şey evrakla dönüyor, hatta kü-
böcekten, martılar bir koltukla yaşamaya alıştığın-
da dört bacaklı koltuğu sana
kadar çok isterdim. Zamansız fürü bile şikayet ettiğinde devlet
gideceğin yolculuğun son du-
gibi özgür değilsen, sunduklarında “ohh be ne ra- rağında keşke seni anlayacak
hapse atıyor.
hatmış” diyebilirsin, ama sen üç
sıkışır kalırsın bacaklı koltuğa oturmayı bildi-
yaşta olsaydım, yazsaydım seni Bütün olumsuzlukların içinden
kağıtlara. Kücücük yüreğimle sıyrılıp böylesi temiz, saf insan-
ayrılamazsın ğinden daha canbazsındır baş- anlayamadım seni, öylece lar nasıl olduk ilginç değil mi?
kalarından. Hayat böyle sürer
yerinden. senin için, üç bacaklı koltuğun
baktım anlamsızlığına ölümün.
Başucunda ağlasaydım, korkma
Yani nasıl oldu da okuyup adam
rahatsızlığıyla her an tetikte ve olduk? Mesela ben evden kaç-
diyebilseydim, ben varım diye- madım. Abim bir mafyaya karış-
Ayşe Müjgan Şanlısavaş sahip olduğun dört bacaklı kol- bilseydim.
tuğu kaptırmamak adına yaptı- madı ? Oysa kolaydı kötü yollar,
Ben seni tanı- ğın mücadeleyle. bize hayat bütün imkanlarını ve
Bizlere bıraktığın hani koskoca özgürlüğünü sunmuştu. Belki
mıyorum, ara- bahçesi olan bir ev vardı ya,
mızda bir ya- Hayat unuttu seni.. içimizde yoktu beklide fazla
onu da devlet aldı elimizden. akıllıydık ya da çok şanslıydık.
kınlık doğmadı, Bizi emanet ettiğin hani o çok Hem mahallede, zamanında pul
ben küçüktüm güvendiklerin var ya, hepsi alamadığı için bir çok insanın
o yıllarda ne de de ihanet etti emanetine.. Varlığını bildiğin sevgilerden
evine el koymuş devlet, ne acı
akşam yolunu Unuttular seni baba. Hayat değil mi? Kalsa şimdi servet koparılan hayatlar insanı daha
beklemeyi bili- unuttu seni. Seninle beraber ederdi. Hani çantacı dükkanın fazla yaralar. Biz tanımayamadık
yorum ne de ku- bizide unuttu. Çatı katına atılan vardı Anafartalar Caddesi’nde, seni, yas tutmadık, yokluğunu
cağına oturup naz yapmayı, bir tozlu bir filmden ibaret senden Ulus’un en işlek caddesi şimdi. aramadık. Midye yemediysen
kere bile “prenses” demişliğin bize kalan tek hediye, “akciğer Kiraya verdiğin adam üzerine al- midye gördüğünde ağzın su-
yok bana, belkide söyledin ben kanseri”. Hayat ne kadar an- mış tapuyu. Annem bir gün kira lanmaz, deniz görmediysen
duymadım. Okuldan almadın lamsız, ölüm ne kadar uzak ne almak için gittiğinde, tapuyu kuraktır hayallerin, toprağa
beni , sorun yaşadığım dönem- kadar yakın bize ve her şey son uzatıvermiş eline. Zavallı annem basmadıysan korkarsın börtü
lerimde karşına alıp “dinle” diye buluyor toprağın içinde, beyaz ne yapsın dönüp gelmiş evine. böcekten, martılar gibi özgür
başlamadın söze. Benim babam bir kefenle. Ölüm nasıl bir hiçlik Söz bestecisi olduğunu duydum değilsen, sıkışır kalırsın ayrı-
şöyledir diyemem, hiç aynı çatı baba, yok olmak unutulmak sonra, sazı senden iyi çalan lamazsın yerinden. Ama sana
altında kucaklamadın beni. sevdiklerinden ayrı kalmak? olmazmış, ne besten var elimiz- bir sır vereyim, bir adam vardı
Çocukluğumda arada gidip ağ- Öleceğini bilerek yaşadığın acı de ne de sana dair bir kanıt. beni kucağına alıp şımartmıştı
ladığım bir mezar vardı, bir gün nasıl bir duyguydu, bize bakıp Eskiden yani senin zamanında küçüklüğümde, hiç umutmadım
koşa koşa gelmiştim başına, kaç gece ağladın baba? Üstelik söz senetmiş, şimdi sözün hiç onu, belki de baba sevgisi böyle
hatırla “beni koru” demiştim, senin kadar duygulu bir sanatçı- bir hükmü kalmadı baba, her bir şeydi..
42
Kayıp Mektuplar-8
kinlerin
Sıradan hayatı parçalamayı göze nasıl çirkinleşebileceğini anlatır.
alan bu çocukların hepsi varo- Jasper, sadece Charlie ile payla-
lan dünyanın dışına taştıkları şabileceği bir sırla gelip kahra-
için çocukluk kahramanlarımız manımızın penceresini tıklatır.
olmuşlardır. Büyüdüğümüzde Derslerinde başarılı bir kitap
ulaşama-
ise yavaş yavaş uzaklaşırız kurdu olan Charlie’nin, kasaba-
onlardan. Okul, iş, kredi kartı nın günah keçisi olarak görülen
borcu, buzdolabı taksiti derken Jasper ile sır dolu bir cinayeti
kendi çocukluğumuzla savaştığı- çözmesi gerekecektir. Romanın
mızı anlamayız bile. Yaşadığımız
yacağı
omurgasını Ursula K. Le Guin’in
hengamenin içinden kafamızı Omelas hikâyesine yaslayan
kaldırmadan yaşamamızın sebe- Silvey, burjuva refah ve mutlu-
bi çocukluğun masumiyetinden luk yalanını çocuk kahramanları
korkmamızdan mıdır? Bunun da aracılığıyla ortaya çıkarır.
Carlos, arkadaşı Jim’in annesi
yerde
etkisini göz ardı edemeyiz; fakat
daha çok çocuksu açık sözlü- Mariana’ya âşık olur. Karşılığını
alamayacağı bir aşka tutulması Çocuk karakterlerin yetişkin
lük ve cesaret asıl geri adım dünyasına karşı giriştikleri
atmamızı sağlayan şey. İktidar ise hem öğretmenlerince hem
karşısında kendi eğilip bükülen de ailesince garipsenecek;
saklayı-
imgemizi yansıttıkları için çocuk- Carlos’un çocuksu aşkı önce
luğu düşman bellemiş olabiliriz. doktorların devreye girmesiyle
Yetişkinlere yönelik romanlarda bilimin, daha sonra rahiplerin
çocukların sıklıkla kahraman devreye girmesiyle dini kurum-
olarak görülmemesi, görüldüğü ların konusu haline dönüşecek-
Ca d d e
Derin bir nefes aldım, sonra
yeniden. Kalabalıklar üzerime
caddeye. Trafiğe kapalı, insan
hep.
sesi gereken tonu yakalaya-
mayanlar, fönsüzler, adımlarını
Larry Yuma
Oturuyorum köşeye. Bacağım
alçak masanın demirine deği-
geliyor. Bana bakıp, hızlı hızlı karıştıranlar, korkanlar, benim yor, rahatsızım. Değiştirmiyo-
yürüyorlar, dört bir yanımdan. 5 yıldır o küçük kasabada, bah- gibiler nerede. Değiştirildik mi? rum oturuşumu. Katlanmaya
Çarpacaklar sanıyorum, çarp- çeli taş evdeyim. Konuşmadan. Ben mi kaçırdım, taş duvarların yazılıyım, hazırım her türden
mıyorlar. Önce hepsi birbirine Yani bazen, az. Düşündüm hep, arasında. Vitrinler rengarenk. sıkıntıya. Başımı kaldırdıkça
benziyordu, aynı maddeden hepten düşünce. Yoktu başka. Alımlı, uyumlu, heyecanlı, sesli- gözler görüyorum. İfadesiz.
yapılmış, kalabalık. Kollar, Duvarlar beyaz. Sarı kasaba. ler. Vitrinlere benzemişler, güzel, Önce gülen, bana bakınca do-
ayaklar, göğüsler, burunlar, kot İnsanlar sarı. Sarılar eritmek vakur, emin. Bakıyorlar. nan gözler. Bana bakıyorlar. Çay
pantolonlar... Kalbim hızlanıyor. istediler başta. Erimeye tavdım. demli ve soğuk, parasını talep
Nefesim sanki... Eriyemedim. Anlatmak istedim Bakmasalar. Kalbim yavaşlamı- ediyor garson. Konuşmuyorum,
onlar gibi anlatamadım. Gül- yor. Uzun sessizlikten sonra, çok duyulmasın sesim. Kendi sesimi
Şimdi azar azar seçebiliyorum düklerine gülemedim. Duvarları ses. Bu bir kaç caddeye sıkış- mesafeliyim epeydir. Bana bile
farklılıkları, gençler çok. Yüksek beyaz taş evin, yüksek tavanlı, mışlar sanki. Müzik; kafelerden, yabancı. Uzatıyorum parayı. Alıp
sesle gülüyorlar, hareketliler. bakımsız bahçe yürümek için. birahanelerden. Yüksek. Bakı- gidiyor. Her hareketi düşünüyo-
Sanki daha hareketli olmaları Düşünmekten kaçmak. Gazete yorlar. Gözlerimi kaçırıyorum. rum yapmadan önce. Çayı iç,
gerekiyormuş da olamıyorlar- bayi, istediğim gazete, gelmez Kaçıracak yerim yok. Kaçacak elini masaya koy, sırtını düzelt,
mış. Adımlarını atarken düşün- her gün. Burun kıvırarak uzatır. yerim. Ait olsam. Nereye? Baş- gözlerini kısma. Yan masada
iki genç kız. Biri bana bakıyor,
müyorlar, ellerini sallıyorlar, Hemen alıp taş duvarlara oku- vurabileceğim bir yer. Ben insa-
garip bir bakış. Diğerine eğilip
konuşuyorlar, itişiyorlar, sesler rum. Yoğunlaşır, kayar duvar, nım. Aranıza girmek istiyorum, bir şeyler söylüyor. O da başını
çıkarıyorlar. Bir şeyler taşıyorlar, ayaklarımın dibine. Bitirir tekrar ne yapmalıyım. Öğretin, kurs ve- çevirip bakıyor. Gülüşüyorlar.
çanta, kitap, poşet... okurum. Düşünmemek. rin. Kitap verin, çalışayım. Kal- Kızarıyorum. Kızarmamalıyım.
bim hızlı atmasın. Sesim kısık Bir an önce gitmeliyim.
Bana bakıyor hepsi, acayibim. Döndüm şimdi. Kalabalık. çıkmasın. Ne diyeceğimi bileyim
Her yanımdan geçen... Erken. Zamanım var. Bana kendiliğinden. Düşünmeyeyim Tam o sırada caddenin ucunda
bakmasalar keşke. Başımı eği- bu kadar. Bir şey anlatan birinin onu görüyorum. 5 yıl sonra ilk
Buraya ait olmadığımı anladılar yorum. Garip, gözlerim yerde gözüne ne kadar bakmalı, ne kez. 5 yıl önceki adımlarıyla. Ha-
biliyorum. Bakıyorlar, görüyorlar, yürüyorum. Kaldırımlar değiş- zaman gözler kaçırılmalı bunları fif paytak, sürterek birini. Yorgun
umursamıyorlar. Hareketle- miş. Kaygan, koyu. Daha yarı bilmeliyim. Konuştuğum zaman yüzü. Dudağının kenarında belir-
rim yavaş, bakışlarım ürkek, şehirli, olmuşum’un olmamışı. dinlenilmeyi, heyecanlanmadan gin çizgi. Alnında endişe oyuğu.
pantolonumun dizleri çıkmış, Kent mobilyaları. Banklar dolu, anlatmayı, zihnimle kelimeler Ağır ağır yaklaşıyor. Gayri ihtiyari
ayakkabım eski. Çok paspalım. heykel orada, yenilenmiş. Yeni- arasındaki mesafeyi kısaltmayı ayağa kalkıyorum. Ona doğru
Oysa evden çıkarken, aynada, leniyor her şey. Aynı kalamıyor. öğrenmeliyim. Ölmeden seve- yürüyorum. Kalbim beynimde,
beğenmiştim üzerimdekileri. Eskimese bile. Yenilenebildim bilmeyi. gözümde, kulağımda, parma-
Saçım inat etmemişti, durmuştu mi? 5 yıl. Orada, zihnim, yoğun, ğında atıyor. Yaklaşıyorum ona.
durması gerektiği gibi. En güzel sarı. Eskiyim, kaldırımlar gibi Caddeye bakan küçük iskem- Önünde duruyorum. Yanımdan
elbiselerim, alırken memnun- değiştirilmeliler grubundan. lelerde; sevgililer, öğrenciler, sıyrılıp geçiyor. Hiç bakmadan.
dum. Param bile var, az ama... Yoksullar nerede, yamalılar, memurlar, işsizler. Hayat dedik-
5 yıldır ayak basmamıştım bu yanlış renk seçmişler, şiveliler, leri şeyi anlatıyorlar hararetle. Bana bakıyorlar.
47
Babamın Hasreti
Çocukluğum gelirdi için daha da sever, adetâ yolunu
gözlerdim. Fötr şapka takar,
“Niye olmasın, çok sevinirim,
dedi. Yarın öğleden sonra bize
aklıma. Koşup temiz, eskice bir elbise giyerdi. gelecek.’’
Elbisesi ona dar gelmesine rağ-
bacaklarına sarılmak, men, düğmeleri hep ilikli olurdu. Gerçekten çok sevinmiştim.
hâlâ hatırladığım Yokuş boyunca sakin sakin yü- İçim içime sığmıyordu. Çünkü
rür, biraz ilerdeki binanın önüne ben evlenip gurbete gitmiştim.
kokusunu içime gelince durur, soluklanır, terini Rahmetli babamın, hiç bizim
çekerek elindeki silerdi. Sanki orada mahsustan
oyalanır, bazen kaçamak, bazen
evimize gelemeden vefat etmiş-
ti. Onun sevdiği yemekleri yapıp
filesini alıp, mahzun bakışlarla bakar, bakar, ağırlayamamak, ıhlamurunu
yine âheste adımlarla uzaklaşır- kaynatıp köşeye oturtamamak
elini tutup eve dı. Öyle olurdu ki, kimi zaman ve ona hizmet edememek içim-
yürümek isterdim. peşinden koşup: de bir ukde olmuştu. Onun için
nasıl hevesle hazırlandığıma
Uzaklaştıkça, o “Baba! Baba! Niye bize uğ- ben bile şaşırmıştım. Babam
ramadan geçiyorsun?” Diye ıspanaklı böreği çok severdi. O
eski anılar da yerini seslenmek gelirdi içimden… gelecekmiş gibi, kendi ellerimle
hüzne bırakırdı. Çocukluğum gelirdi aklıma. Ko- açarak börek yaptım. Artık her
şup bacaklarına sarılmak, hâlâ şey tamamdı. Eşimle misafiri-
İçim burkulurdu. hatırladığım kokusunu içime mizi bekliyorduk. Dakikalar zor
Ya gülümserdim, çekerek elindeki filesini alıp,
elini tutup eve yürümek ister-
geçti.
ya da iki damla dim. Uzaklaştıkça, o eski anılar Kapının zili çalındığı zaman bir
Seneler önce ben şu karşıdaki
da yerini hüzne bırakırdı. İçim çocuk gibi zıplayarak koştum.
yaş dökülürdü burkulurdu. Ya gülümserdim, Kapıyı açtım. Elinde bir kitap
binada oturdum. Tam on bir
sene. Mutlu bir yuvam vardı.
yanaklarıma… ya da iki damla yaş dökülürdü tutuyor, ürkek ve çekingen gü-
Çok sevdiğim bir karım. Sonra
yanaklarıma… lümsüyordu. Sevinçle buyur et-
kader beni çok uzaklara sürük-
Halenur Kor tim. Şaşkındı. Böyle bir sıcaklık
ledi. Tâyin olup gittikten sonra
Bir gün eşim eve, sanki bana bir beklemiyor olmalıydı. Terliklerini
burayı hiç unutamadık. Karım
müjde verecek gibi geldi. verdim. Ceketini çıkarırsa daha
Evimizin pen- da, ben de ne yapıp edip yine
rahat oturacağını söyledim.
ceresi Baha- burada bir ev almayı, emekli
“Hanım, hani o babana ben- Oturdu. Bizim yakınlığımızdan
riye yokuşunu olunca da buraya yerleşmeyi
zeyen bey var ya. Biraz önce o da yavaş yavaş üzerindeki
boydan boya düşündük. Dişimizden, tırnağı-
onunla sohbet ettim.Ömrü sizin yabancılığı attı. Eski günlerden,
görebileceğimiz mızdan artırdık. Şu karşıdaki
olsun, rahmetli kayınpederime babamdan, evlenişimizden uzun
bir yerdeydi. binadan bir daire aldık. Orada
öyle benziyorsunuz ki, hanım, uzun anlattık. Çaylar içildi. Bir
Yaz kış cıvıl oturacak, yine eski günlerimizi
hep siz geçerken babası geçi- an sessizce pencereden dışarı
cıvıl olan bu caddeyi seyrederek yaşayacaktık. Çocuğumuz ol-
yormuş gibi mutlu oluyor. Bir baktı. Hüzünlü bir yüzle dışarı
kahvaltı etmeyi çok sevdiğim madı. Ama biz birbirimize her
gün bize teşrif ederseniz çok bakıyordu. Sonra bana döndü:
için üşenmez, iki kişilik sofra- zaman yettik. Nihayet buraya
sevinir, eminim, dedim. Adam-
mızı hep oraya hazırlardım. Bu dönmek için yola çıktık. Ne çare
cağız çok şaşırdı. Sonra gülüm- “Kızım’’ dedi, “Biliyor musun?
benim en çok sevdiğim saat- ki gelirken geçirdiğimiz kaza
seyerek: Gençliğim ve yeni evliliğim
lerdi. İşe gidip gelenleri, acele bizi ömür boyu ayırdı. Eşim ağır
Kadıköy’de, bu caddede geçti.
adımlarla bir aşağı bir yukarı yaralıydı. Ben hafif yaralarla
hızlı hızlı yürüyen insanları sey- atlatmıştım. Tam yedi ay ken-
retmekten büyük haz duyardım. dini bilmeden yattı. Hastanede
Öyle ki, hiç tanımadığım birçok ona ben baktım. Ama kurtu-
yüze âşinâ olmuştum. Hattâ lamadı. Alın yazısı ne diyelim?
bazı günler ordan geçmeyen Kadıköy’ü, bu sevdiği evi bir
insanları fark eder, “hasta mı daha göremedi. Ben de onu bir
acaba” diye merak ederdim. hayır kurumuna bağışladım. Her
Eşim gülerdi bana. Oysa onlar gün buradan geçer, eski günleri
benim vefâlı dostlarımdı. Kimi- hüzünle yâdederim. Karımı cam-
nin yürüyüşünü sever, kiminin da görür gibi olurum.’’
başı önünde düşünceli gitme-
sinden hüzün duyardım. Gözpınarlarından yağmur gibi
yaşlar akıyordu.
Bu dostlarım arasında biri vardı
ki, onu babama benzettiğimiz “Babam’’ dedim…
“Babam benim…’’
48
Fotoğraf v e Bellek
Hamdi Atay
Zaman kendini Aslında 1826 yılında Joseph
tekrarlamakla Nicéphore Niépce tarafından
meşgulken var edilmişti edilmesine de
elime geçen bu benim sorularımın karşısında
fırsatı bir heye- dimdik durabilmek için baya bi’
canla değerlen- beklemiş olsa gerek.
dirme üzerine
yoğunlaştığım İnsanoğlunun hafızası kuşkusuz
akşamların zerafetle süslendirilmiştir bana
birindeyim yine..Tam bir sene kalırsa, aklımızdan çıkmayan
önce şu an üzerimde ne renk onlarca surat yüzlerce koku
binlerce sahne ve daha niceleri.
Fotoğraf makinesinin çalışma
prensibiyse sizlerinde tahmin
ettiği üzere basit bir mentali-
teye sahip, tıpkı göz ve beyin
birlikteliği gibi.. Bu durumda
beynimize bir harddisk muame-
lesi yapmamız kaçınılmaz ancak
sınırsız bir alana sahip olan bir kayıt altına aldığınız gerçeğini Bazen aklımızdan hiç çıkmaya-
harddisk. Bu bağlamda “unut- de gözardı etmeyiniz. cak anlar yaşarız hem de öyle
ma” güdüsünün akla gelmesi sahnelerde yaşarız ki bir plastik
de kaçınılmaz. dikdörtgenin yanında durama-
yacağı kadar gerçektirler ama
İşte tam bu noktada fotoğrafın bir plastik kadar da somutlaşa-
plastik gerçekliği bize uzaklar- mazlar. İşte bu ve buna benzer
dan el sallamakta hatta biraz anlarda sizi o ana sorunsuz
sürükleyecek şeylerden sadece
daha yakınlaştığımızda kendisi-
birisidir fotoğraf.
bir ceket vardı? Ya da bundan nin bize göz kırptığını bile gö-
altı ay önce kimle nerde nasıl rebilmekteyiz. Çekilen fotoğraf
Ben bu yazıyı sonlandırırken
bir haldeydim? çoktan çekilmiştir, bir daha o Barthes’a kısmen de olsa ters
ana geri dönebilmeniz teorik düşüp siz değerli okurları kendi
İlgi alanım olan hatta üzerine açıdan imkansızdır. Siz makine- Göstergebilime büyük katkı- Kış Bahçem’de misafir etmek
öğrenim gördüğüm “fotoğraf” niz yardımıyla kendi gördüğünüz larda bulunan Fransız aydın istiyorum.
öznesi tam olarak bu soruların görüntüyü hayattan çalmış ve eleştirmen Roland Barthes
karşısında kendini var ediyordu. sayılmasanız da o anı dondurup “Camera Lucida” adlı deneme-
sinde fotoğraf üzerine düşünce-
lerini beyan ederken, annesinin
ölümünden sonra onun eski
fotoğraflarına bakarken bulduğu
ve “Kış Bahçesi” olarak adlan-
dırdığı fotoğraftan dem vurur.
O fotoğrafı öyle bir betimler ki
fotoğraf hemen hemen gözü-
müzün önünde canlanır fakat o
fotoğrafı bize göstermez. Çünkü
ona göre o fotoğrafın bizler için
bir önemi yoktur. Barthes’ın
Kış Bahçesi’nin vesilesiyle bazı
fotoğrafların hiç bir zaman nes-
nel olmadığını da kesin bir dille
söyleyebiliriz.
49
Hüküm
Ya da denizi bölerdi kibar peygamberler gibi
Terk edilmekti asasının çatalı
Ne rahimler gördü doğmadan
Dolmadı, yarısına bile gelmedi daha Çocuk gibiydi tepinmesinin teni
Bir eşref türküsünün ortasında Sevdiğim kadınlardı çocuğum
İnci gibi, zehir gibi, sızar kenardan Geçemediğim köprüler
Dizilir nağmeleri, ah o süzülürken maha Tırabzanlarımın soğuk demirleri
Yolculuk kişilerim
Kanmadı, tefin sesi gürüldüyor, kanamadı daha Bir süt kadar beyaz
Cümbüş, tellerini sarıyor ha sarıyor Bir koku kadar geçici
O amansız seziş, cerahat ve kin Annesini aradı durdu
Hükmü verilmiş, infazı için zaman, kara kapkara Çocuğum
Benim bir şeyim
Kadın.
Protohippus
Emre Kahramanlar
50
Adımı Unuttum
Portakal Satın Alırken adımı unuttum
adı olmıyan yerlerde
Southampton sokağı boyunca çöken ne in
sarı sisin içinden ne cin
birdenbire lambalı bir meyva arabası çıktı ne benî âdem
ve kesekağıtlarını parmaklayan
yaşlı bir pasaklı. zamanlar içinde
Aradığını birdenbire bulan biri gibi kuşlar uçuyor
şaşıp donakaldım. kervanlar geçiyor
Hep portakal olsun isterdin hani! bir iğne deliğinden
Avuçlarıma sıcağı hohladım
ve araştırdım ceplerimi. çarşılar kuruluyor
Tutarken elimde bozuk paraları sıkı sıkı sarayları oyuncak
fiyatına baktım ve insanları karınca şehirler
düzensiz rakamları gördüm zamanları gördün mü
bir gazete kağıdına kömürle yazılı, Amenna bir iğne deliğinden
bu ara hafiften ıslık çaldığımı bile farkettim,
ve bir anda baktım acı gerçek apaçık ‘Yaşayanlar bir gün ölür’ adımı unuttum
önümdeydi: elbette adı olmayan yerlerde
Bu kentte sen yoksun ki! ağaçlarla geçip gidenlere bakarak
balıklarla
Bertolt Brecht kuşlarla ben Asaf Halet Çelebi
âmenna
Ne Olacak
Ne olacak söyleyeyim,
Can Yücel
Güz
Nasıl geçti habersiz
Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre. Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım
Kapım ardına kadar açık bekledi seni. Bâzan gözyaşı oldu, bâzan içli bir şarkı
Niye böyle geç kaldın? Her ânını eksiksiz, dün gibi hatırlarım
Dudaklaımda tuzu, içimde durur aşkı
Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Ğ Vitamini Testimde sana sakladığım şarabı Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler
içtim yarıya kadar bir başıma Hani o güzel gözlü ceylânların pınarı
Bilginlerimiz sağolsunlar seni bekleyerek. Hani kuşlar, ağaçlar, binbir renkli çiçekler?
Bir vitamin buldular Niye böyle geç kaldın? Nasıl yakalamıştım saçlarından bahârı?
Çalışınca azıcık;
Fakat işte ballı meyveler Ben hâlâ o günleri anarsam yaşıyorum
Yumuşak G vitamini: dallarında olgun, diri duruyor. Sanki mutluluğumuz geri gelecek gibi
Ulusalcılık! Koparılmadan düşeceklerdi toprağa Hâlâ güzelliğini kalbimde taşıyorum
biraz daha gecikseydin eğer... Dalından koparılmış beyaz bir çiçek gibi
Cemal Süreya
Nazim Hikmet Ran Nihat Aşar
52
Direnişi
selamlayan
kitaplar…
Söylesene! Ağaçlara salıncak kuruyorlar diye mi öldürülüyor çocuklar? Liya Zerya Bende özledim lan! damacanaaaa hopppp
Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı. Cahit Zarifoğlu Sarı tuvalet terliği Bazen diyorum ki; ne olacak söyle gitsin.
Sonra diyorum; söyleyince ne olacak, sus bitsin.
Gök gürültüsünü seviyorum. Belki de benim yerime bağırdığı içindir. The Ultimate Gift Cemal Süreya
Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuzu o'dur. Friedrich Nietzsche Pişman değilim yaşadıklarımdan, Öfkem
Bana düşman olanların düşmanlıklarıyla uğraşacak vaktim yok. Çünkü ben bana değer belki de yaşayamadıklarımdan.
veren insanları sevmekle meşgulüm. G. Garcia Marquez Nazım Hikmet
Biz , önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık.Sonra aklımıza sevda diye bir şey Yaprak ağaçtan sıkılmıştı,
soktular, toparlanamadık.. Yılmaz Güney sonbahar bahaneydi.. Ağacın Günlüğü
M. Oğuz Mucurluoğlu
54 www.oguzmucurluoglu.com.tr AYKIRI
Ayaklarımın üzerinde
hiç duramadım...
Çocukluğumda beni tıbba feda eden babam, mahkemenin sonuçlandığı ve benim
üniversiteyi kazandığım yıl; oldum olası da okumama karşı olduğundan ve okula götürmek
de ona zulüm gibi geldiğinden; o evde beni, engelli halimle bir başıma ve köpeğim Huysuz’la
öylece bırakıp kaçarak terk etti.
Başımı duvarlara vururdum! nırdı… Kavga dozajının arttığı bir sıyla anladım ki “yıkılmak yok,
İlkokuldan ortaokulun sonuna akşamı anımsıyorum. Öylesine düşmeyeceksin, annen yetiştirdi
kadar, (hatta daha ilkokula bile çığırından çıkmıştı ki o kovuş, seni, dirayetli ve dimdik olma-
başlamamıştım duvarları ka- hatırladıkça yine titriyorum. lısın” diyordu. Ve haklıydı da.
famla tanıştırdığımda) annemle Annem o gece, saati dikkate Teslim olmamaya karar verdim.
babamın kavgalarını durdura- alamayacağı geç bir vakitte İn-cin top oynayan zifiri karan-
bilme çanı olarak kullanırdım çıkıp gitmişti. Sonraki günlerde lıkta sokağa çıktım dizlerimin
kafamı. Çaresizliğimin tek çare- öğrendik ki; babam annemi üzerinde ve bin bir zorlukla. Ne
siydi bu yol. Kafamı duvarlara habersizce, yani katakulliye kadar bekledim hatırlamıyorum.
vurduğumda; kavga seslerini de getirerek resmi olarak boşamış- Nihayet bir çocuk geçti yolumu-
zaten duyuyor olan komşuları- tı. Ağız dolusu kovmaları da bu zu kesen diğer yoldan. Hemen
mız, bu yardım çığlığıma hemen yüzdenmiş. seslendim. Algılaması güç oldu
koşarlardı. ama yaklaştı. Çocuğu, karşıdaki
Annem ve babam son kez ve bir evin kapısını çaldırıp gönderdim.
Annemi babamın elinden ancak daha birleşmemek üzere ayrıl-
bu şekilde kurtarabiliyordum. dılar. Çünkü annem artık bu işi Karşı evdeki abi çıktı. Tuvalet
Ve gerçekten bu kurtarışlarımın kesin bir biçimde sonlandırmış- sorunum nedeniyle yardım iste-
sonrasında kafamın kanadığını tı. Yaşım gereği artık bir erkek dim kendisinden lâkin ilginçtir,
ya da acıdığını hiç hatırlamıyo- gücüyle bakılmalıydım. Oldukça kendi çocuğunun pisliğinden eşliğinde. Ama artık o peynir
rum. büyümüştüm. Bütün yükü anne- bile çekinirmiş. Durum böyle onundu…
me bırakamazdı babam. Sorum- olunca sadece pantolonumu
Ortaokuldan itibaren kafamı du- luluğu olmalıydı. Kaçamazdı, indirmesini rica ettim. Yaptı ve Koltuk yastıklarından birini
varlara vurmam bitmişti. Çünkü kaçmamalıydı. Bu nedenle de gitti. Dizlerimin üzerinde hare- Huysuz için yere yerleştirdim.
büyüyor olmamla gelen engelli- bu ayrılma sonucunda benim ket edebiliyor oluşumla beraber, Karnını doyurup yastığa yer-
liğimin oluşturduğu mecburiyet babamla kalmam neticesi apa- yarı çıplaklığımla; tuvalet ihtiya- leşti. Doğalgaz sobalarının ısı
ve eğitimime ket vurulmaması çık ortadaydı. O zamanlar müs- cımı karşılayabilir oluyordum bir derecelerini biraz zorlanarak da
nedeniyle 4. katta bulunan o takil olan bir evde oturuyorduk. nebze. olsa arttırıp yarı çıplak bir halde
evimizden taşınmıştık. Ve an- Ve çocukluğumda beni tıbba bende üçlü koltuğa yerleştim.
nem bana kavgalar için, öğüt feda eden babam, mahkemenin Sıra karın doyurmaya gelmişti. Babamın beni öylece bırakıp
niteliğinde yeni bir taktik vermiş- sonuçlandığı ve benim üniversi- Buzdolabına gittim. Ağzımla aç- terk ettiği ilk saatler böylece
ti. Bu taktiğin onun hiçbir işine teyi kazandığım yıl; oldum olası tım kapısını. Tenceredeki yemek noktalanmış oldu. Huysuz yas-
yaramadığı ‘gün’ gibi aşikârdı. da okumama karşı olduğundan bana bakıyordu fakat, onu hazır- tıkta, ben koltukta uyuduk.
Fakat o taktik beni ve psikoloji- ve okula götürmek de ona lamam mümkün değildi. Alabi-
mi korumakta birebirdi. Çünkü zulüm gibi geldiğinden; o evde leceğim mesafede maydanoz ve Babamın terk etmesiyle tek ba-
annem paşa paşa dayak yerken, beni, engelli halimle bir başıma peynir vardı sadece. Taşıdım tek şına yaşadığım o ilk günü, onur
ben odama geçip oldukça yük- ve köpeğim Huysuz’la öylece tek salona ağzımla. Ekmeğinde ve gururla söyleyebilirim ki peri-
sek bir ses seviyesinde müzik bırakıp kaçarak terk etti. alabileceğim bir yerde olması şanlık olarak tanımlanmayacak
dinliyor olmaya başlamıştım. büyük şanstı benim için. bir şekilde noktalamıştım.
Çaresizliğim içinde bulduğum “yıkılmak yok, Ziyafetin(!) böylesi işte.
çarem de terk etmişti beni. düşmeyeceksin” Her adımım annemin bilgisi
Babamın beni terk ettiğinde Ardından sıra Huysuz’a gelmişti. dâhilindeydi. Annemle hep ileti-
“işte kapı, işte sapı” saat akşamüzeri dilimindeydi. Önce kapıyı açtım ve saldım şim içindeydik.
Babam annemle olan kavgala- Huysuz ve ben şaşkın kala kal- Huysuz’u dışarıya. O alışkındı
rının hemen hemen hepsinde dık. Huysuz birden gözlerini göz- buna. Beni hiç yormadan, ihtiya- Ertesi gün yine kimsesiz..
“işte kapı, işte sapı” cümlesini lerime dikti. Tam ağlayacaktım cını giderip geri geldi. Ve karnını Sonraki günün sabahı uyan-
çok kullanırdı. Çünkü babamın ki, inanılmaz bir sesle havladı. doyurması için peynir kâsesini dım. Yarı çıplak olduğumdan
her kovuşu; söz konusu ben İrkildim. Gözyaşlarım akamadan ağzımla koydum önüne. Az önce rahatlıkla önce tuvalete gittim.
olduğumda, annem tarafından durdu. Huysuz bir şey söyleme- tıpkı onun gibi ben yiyordum o Huysuz’un da ihtiyacı giderildik-
daima geri dönüş olarak sonla- ye çalışıyordu. İkinci havlama- peyniri, maydanoz ve ekmek
MELODİLER 55
Sevgili Arkadaşlar,
"Hürriyet Ankara" ekinde Fatih Tekeci’nin hazırlayıp okurlarına sunduğu “Burada Okur-Yazar” bölümünde; bundan böyle olabildiğince
her hafta Ankara’daki engellilerle ilgili sorunları ifade etmeye çalışacağım... "Engelimin Engelleri" Başlığıyla 1 Kasım 2013 tarihinden
itibaren ulaşmaya başlayan bölümde, bir parça ses olabilmek mutluluk verici olacaktır... Sevgiyle...
Ama şu Kız Kulesi’nin aklı olsa, Sevinme! Çünkü bu limanda kaybettiğim ilk gemi sen değilsin. Şunuda unutma; rıhtımda kalanı değil,
Galata Kulesi’ne varır. çekip gideni vurur fırtına! Küçük İskender
Bir sürü çocukları olur.
Bedri Rahmi Eyüboğlu Mutlu insanlar; herşeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok
sevenlerdir. Charles Bukowski
56 PASSAGE
Egemen Ünal
virtüözlerinden ve beste-
cilerinden birisi olan Fazıl
Say, 1970 ‘de Ankara ‘da
dünyaya geldi. Dudağındaki
sorun nedeni ile ve özellikle
doktorunun yönlendirme-
si ile melodika üflemeye
başlayan Say, yazar ve mü-
zikolog olan babası Ahmet
Say ve annesi Gürgün Say
‘ın da desteğiyle 4 yaşın-
dayken Mithat Fenmen’
den piyano dersleri almaya
başladı ve Fenmen ’le sekiz AYIN EN ÇOK SATAN
yıl boyunca, piyano, solfej YABANCI ALBÜMLERİ
ve teori çalıştı. 1982 yılında
Ankara Devlet Konserva-
tuarı’ na giren ve Üstün 1- Miley Cyrus/ Bangerz
Yetenekli Çocuklar için 2- Panic! At The Disco/ Too Weird
düzenlenen “Özel Statü” de To Live, Too Rare To Die
hızlandırılmış yoğun eğitim 3- Drake/ Nothing Was The Same
alan sanatçı, konsevatua- 4- Pusha T/ My Name Is My Name
rın piyano ve kompozisyon bölümlerini bitirirken Kamuran Gündemir(piyano) ve İlhan 5- Justin Timberlake/ The 20/20
Baranile(kompozisyon) ve Ertuğrul Oğuz Fırat(müzik stilleri) gibi çok değerli üç hoca Experience
ile çalışma fırsatı yakaladı. Armoni, kontrpuan, form bilgisi, analiz, enstrümantasyon, 6- Lorde/ Pure Heroine
orkestrasyon, antik modlar, Türk Müziği makamsal ve ritmik sistemleri, caz armonisi ve 7- Various Artists/ Soundtrack-
çağdaş müzik stilleri alanlarında birçok çalışma yapan Say, 1987 yılında konservatuar- Glee:The Quarterback
dan mezun oldu ve DAAD (Alman Akademik Değişim Servisi) bursuyla Almanya ’ya gitti
ve Duesseldorf ’taki Robert Schumann Enstitüsü ‘nde dünyanın önde gelen Schubert 8- Korn/ Paradigm Shift
yorumcularından birisi olan ABD ‘li piyanist David Levine ‘in öğrencisi oldu. 1991'de 9- Cassadee Pope/ Frame By
mezun olan usta, muhteşem kariyerine gerek öğretim üyesi olarak, gerekse dünyanın Frame
birçok ülkesinde konserler vererek devam etti. 10- Mayday Parade/ Monsters In
The Closet
var. Hemen ardındaki “Come Ci Comme Ça” ve akordiyonun ön plana çıktığı albümün
5- Çeşitli Sanatçılar/ Türkçe Pop
4 no’ lu şarkısı “Tattends Quoi” de gerçekten enerjisi yüksek şarkılar. ”Recto Verso”
nun öne çıkan diğer şarkıları; “Toujours” insanı etkiliyor, “Si Je Perds” piyano tınılarıyla 150
duyguları hafiften harekete geçirirken, “Si” albümün en romantiği. Kapanış bölümünde 6- Selçuk Balcı/ Mila
yer alan şarkılardan “Qublie Loulou” ve “Nous Debout”de iyi şarkılar bence. Kısacası 7- Cem Adrian/ Şeker Prens ve
“Recto Verso” Zaz yapısı içeren hoş, pozitif ve renkleriyle dünyamızı süslemek için Tuz Kral
yapılmış bir albüm olmuş. Ülkemizde de 7 den 70 e sevilen ve geniş bir hayran kitlesi 8- Şevval Sam/ Tango
bulunan Fransız sanatçı Zaz’ ın bu yepyeni albümü “Recto Verso” yu almanızı öneririm. 9- Fettah Can/ Kalp Hastası
Daha önceden bu sesi hiç dinlemediyseniz eğer, çok şey kaçırmışsınız bence… 10- Çeşitli Sanatçılar/ Karadenize
Kalan
MÜZİK 57
egemen@metropolis.gen.tr
Jimmy Burns
Blues Efsaneleri
Blues Festival 24’te
Tam 23 yıldır Anadolu’nun her köşesine Blues müziğini taşıyan Türkiye’nin ilk
ve tek Blues Festivali 1 Kasım – 26 Kasım tarihleri arasında 17 farklı şehirde
unutulmaz 17 konserle Blues ruhunu şehirlere getiriyor.
Blues Festival 24 ile Birlikte Hayata, bu yıl yenlik geleneğiyle birleştirerek kendine özgü itibariyle Pozitif Live tarafından “Blues Fes-
da Blues müziğinin önemli isimlerini ağırla- güçlü ve kalıcı tarz yaratan Katherine Davis tival” adıyla düzenlenecek. Festival Blues
maya devam ediyor. olacak. coşkusunu, 24. kez tüm Türkiye ile birlikte
paylaşmak için 1 Kasım’da Denizli’den yola
Festival sahnesine bu sene 60’lardan bu Efes Pilsen’in hayata geçirdiği Blues Festi- çıkacak. 26 Kasım 2013’e kadar Antalya,
yana sayısız Blues, Gospel ve R&B albümü- valini, alkol firmalarının etkinliklere sponsor Konya, Kayseri, Mersin, Adana, Hatay,
ne imza atarak Blues Müzik ödülünü bir olamaması nedeniyle Pozitif Live gerçek- KKTC, Gaziantep, Diyarbakır, Trabzon, Sam-
çok kere göğüsleyen gitarist ve söz yazarı leştirecek. Büyük bir miras devralan Pozitif sun, Eskişehir, Bursa, Balıkesir, Çanakkale
Joe Louis Walker, Delta’ya uzanan köklerini Live, 17 ilde Blues coşkusunu tüm Türkiye ve Edirne olmak üzere 17 il gezecek. Dünya
çağdaş Blues ve Soul ile harmanlayarak ile birlikte yaşama heyecanında... çapında ünlü ve ödüllü Blues sanatçılarını
Blues müziğin günümüzdeki en etkin temsil- Türkiye’de ağırlayacak Blues Festival 24,
cilerinden biri haline gelen Jimmy Burns ve 23 yıldır Anadolu’nun dört bir yanına Blues bu yıl da sevenleri ile birlikte unutulmaz bir
ona bu performansta eşlik edecek sanatçı, müziği götüren Türkiye’nin ilk ve tek Blues Blues deneyimi paylaşacak.
olağanüstü sesini ailesinden aldığı müzis- festivali Efes Pilsen Blues Festival, bu yıl
sonbahar
dolu dolu
geçti
Tuncel Kurtiz