You are on page 1of 14

İslâm Ahlâkı 

kitabında buyuruluyor ki: Ve dahî, hazret-i Alî “kerremallahü teâlâ vecheh”den rivâyet olunur ki, bir gün,
Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna bir avret gelip, (Yâ Resûlallah! Bir ere varmak isterim, ne
buyurursunuz) dedi. Seâdet ile buyurdu ki, (Erin hakkı, avretin üzerinde çoktur. Hakkından gelebilir misin?) O avret,
(Yâ Resûlallah! Erin hakkı nedir.) dedi.

Buyurdu ki, (Sen onu incitir isen, Allaha âsî olursun ve namâzın kabûl olmaz.) O avret, etti, dahâ var mı? Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Hangi avret, erinden izinsiz, evinden dışarıya çıksa, her adım başına günâh
yazılır.) Avret etti, dahâ var mı? Resûl-i ekrem buyurdu ki, (Erine kötü söz söylerse, kıyâmette dilini ensesinden
çıkarırlar.) O avret etti, dahâ var mı? Resûl-i ekrem buyurdu: (Hangi avret ki, malı ola da, erinin hâcetini bitirmeye,
âhirette o avretin yüzü kara ola.) Ve o avret etti, dahâ var mı? Resûl-i ekrem buyurdu: (Hangi avret, erinin
malından uğrularsa ve bir başkasına verirse, ve eri ile helâlleşmezse, Allahü azîm-üş-şân, o avretin zekât ve sadakasını
kabûl eylemez.) Avret etti, dahâ var mı? Resûl-i ekrem buyurdu: (Hangi avret, erine sövse veyâ karşı gelse, tamu
içinde, dilinden asalar ve hangi avret çengi ve çalgı dinlemeye varsa ve bir akça verse, küçük yaşından beri kazanmış
olduğu sevâp mahvola ve üzerindeki libasları da davâcı olup, bizi mübârek günlerde giymedi ve helâline karşı giymedi,
harâm yerlere gitti, dedikte, Hak teâlâ buyurur, böyle olan avretleri, bin yıl yaksam gerektir.) [Sinemanın, radyo ve
televizyonun kötü taraflarını buradan da anlamalıdır.] O avret, bu cevâpları işitince, (Yâ Resûlallah! Bu zamâna gelince,
ere varmadım, yine varmam) dedi.

Bir kere, Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, seâdet ile buyurdu ki, (Yâ hâtun! Ere varmanın sevâbını dahî
haber vereyim de dinle! Hangi avret ki, eri, ona, Allah senden râzı olsun dese, altmış yıl ibâdet etmekten yeğdir. Ve
erine, bir içim su verse, bir yıl oruç tutmaktan efdaldir. Erinin döşeğinden kalktığı zamân gusül eylese, bir
kurban kesmişçesine sevâp bula. Ve helâline hîle etmezse, onun için, göklerde melekler tesbîh ederler. Ve helâli ile
oynasa, altmış kul âzât etmekten hayırlıdır. Erinin rızkını muhâfaza etse ve helâlinin akrabâsına merhamet eylese ve
beş vakit namâzını kılıp, orucunu tutsa, bin kere Kâbe’ye varmaktan efdaldir.) Fâtıma-i Zehrâ “radıyallahü anhâ”, bir
avret helâlini incitse, hâli nice olur, dedikte, (Bir avret, erine âsî olsa, Allahın laneti onun üzerinde kalır, tâ ki eri ile
helâlleşmeyince, kurtulamaz ve erinin döşeğinden kaçsa, cemî’ sevâbı gider ve erine karşı, büyüklense, Hak teâlâ,
ona hışım eyler ve sen benim kâhyam mısın, dese ve senden ne gördüm dese, Allahü teâlâ, ona nimetini harâm eyler.
Erinin kanını dili ile yalasa, henüz erinin hakkını yerine getirmiş olmaz. Ve erinin izni ile açık saçık sokağa çıksa, erinin
amel defterine, bin günâh yazılır, izin verdiği için) buyurdu. İzinsiz çıkıp giden avretlerin hâli nice olur, bundan kıyâs
eyle!

Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur: (Yâ Fâtıma! Allahü teâlâ, bir ehadin, bir ehade secde
etmesini emir buyursa idi, ben de, avretin erine secde etmesini buyurur idim.)

Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ”, (Resûlallaha, bana vasiyet eyle!) dedim. Resûl-i ekrem buyurdu ki, (Yâ Âişe! Ben sana
vasiyet ederim, sen de ümmetimin hâtunlarına vasiyet eyle! Yarın kıyâmet gününde: Önce îmândan. İkincisi,
abdestten ve namâzdan. Üçüncüsü, eri hakkında, suâl olunur. Hangi erkek ki, avretinin yavuzluğuna sabreylese, Hak
teâlâ, ona Eyyûb Peygamber sevâbını vere. Bir avret dahî erinin yavuzluğuna sabreylese, Âişe-i Sıddîka mertebesini
bula.)

Ve dahî, (Bir erkek, avretini dövse, kıyâmette, ben onun davâcısı olurum) buyurdu.

Kişi, üç yerde, hatûnunu açık avucu veyâ düğümsüz bez ile dövmek câizdir. Namâzı ve guslü terk ettiğinden ve
döşeğine gelmediğinden ve izinsiz dışarıya çıktığından ötürü. Sopa ile, yumruk ile, tekme ile, düğümlü bez ile dövmek
ve başına, gövdesine vurmak hiçbir zamân câiz değildir. Sâir kabâhatlerde, hiç dövülmez. Birkaç tenbîh etmek gerektir.
Eğer ıslâh olmazsa bırakmak gerek, tâ ki, azâpta olmamak için.

[(Şir’at-ül-islâm)da diyor ki, (Zevcesi huysuzluk edince, kabâhati kendinde aramalı. Ben iyi olsaydım, böyle yapmazdı
demelidir. Sâliha olan zevce üstüne tekrâr evlenmemelidir. Nafakalarında adâlet yapamayacak olanın ikinci zevce
alması câiz değildir. Adâlet yapacağını bilenin alması câiz ise de, almaması efdaldir. Câiz olan yerlere giderken
başörtüsü örtmesi ve bedenini iyi örtmesi lâzımdır. Kadının koku sürünerek, zînetlerini göstererek sokağa çıkması
harâmdır. Sâliha kadın, dünyâ nimetlerinin en kıymetlisidir.

Müslümâna şefkat göstermek, üzmemek, nâfile ibâdetlerden dahâ sevâptır.) (Rıyâd-un-nâsihîn)de diyor ki, (Nisâ
sûresinin on sekizinci âyetinde meâlen, (Zevcelerinize iyi, yumuşak davranınız!) buyuruldu. Hadîs-i şerîflerde, (Yâ Ebâ
Bekr! Zevcesine gülerek, yumuşak söyleyene, köle âzât etmek sevâbı verilir) ve (Fâsık erkekle evlenen kadına, Allah
merhamet etmeyecektir) ve (Şefâatime kavuşmak isteyen, kızını fâsıka vermesin!) ve (İnsanların en iyisi, insanlara
iyilik edendir. İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren [onları inciten]dir) ve (Bir müslümânı haksız olarak incitmek,
Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan dahâ günâhtır) buyuruldu.)

(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Müslümân erkeğin, sahîh nikâh ile evlenmiş olduğu zevcesinin nafakasını temîn etmesi
farzdır. (Nafaka), yiyecek ve giyecek ve barınacak ev demektir. Zevcesini, kendi mülkü olan veyâ kirâ ile tuttuğu evde
oturtması lâzımdır. Zevce, evde erkeğin akrabâsından hiçbirinin bulunmamasını isteyebilir. Zevc de, kadının
yakınlarından hiçbirinin bulunmamasını isteyebilir. İkisi de bu hakka mâliktir.

Evin, sâlih müslümân komşular arasında olması [müezzinin kendi sesinin evden işitilmesi] lâzımdır. Haftada bir kere
anasına babasına gitmesine mâni’ olamaz. Onların haftada, bir kere kızlarına gelmeleri de, iyi olur. İkisinden biri hasta
olursa ve bakacak kimseleri olmazsa, zevc râzı olmasa bile, zevcenin gidip hizmet etmesi lâzımdır. Diğer mahrem
akrabâsının senede bir gelmelerine veyâ zevcenin onlara gitmesine mâni’ olamaz.

Bunlardan başkalarına ve günâh olan yere gitmelerine izin verirse, ikisi de günâha girer. Evinde veyâ dışarda, başkaları
için ücret ile veyâ hayır için iş yapmasına ve mektebe, vaaza gitmesine mâni’ olur. Kadının evde ev işleri ile meşgûl
olması, boş kalmaması lâzımdır. Avret yeri açık olanların bulunduğu hamamlara, [plajlara ve sporcuların oyunlarını
seyretmeye göndermez. Bunları gösteren televizyonları evine sokmaz.] Süslenerek ve yeni giyinerek sokağa çıkamaz.)
Zevcesini, mahrem olan, yanî evlenmesi harâm olan akrabâsından başkasına, harâmdan sakınan müslümânların evine
kendi götürebilirse de, kadın erkek ayrı oturmalıdır.

Kadının (Mahrem akrabâ)sı, on sekiz erkek olup şunlardır: Babası ve dedeleri, oğlu ve torunları, yalnız anadan veyâ
yalnız babadan olsa bile kardeşi, erkek ve kız kardeşinin oğulları, amcası, dayısıdır. Bu yedi erkek, süt emmek sebebi ile
ve zinâ sebebi ile de mahrem akrabâ olur. Dört erkek de, nikâh sebebi ile mahrem akrabâ olur. Bunlar: Kayınpeder ve
bunun babaları, dâmât, üvey baba ve üvey oğuldur.

Bir adama çocuklarının gelinleri ve bir kadına çocuklarının dâmâtları mahremdir. Mahrem demek, nikâhla alması
harâm demektir. Meselâ, kız kardeş mahremdir. Herkese kardeşlerinin çocukları mahremdir. Kardeşlerin zevceleri,
amca ve dayı ve hala ve teyze çocukları ve zevceleri mahrem değildir. Teyzenin çocukları ve zevci nâmahremdir.
Zevcin, zevcenin kardeşleri nâmahremdir.

Eniştenin ve kayınbirâderin mahrem akrabâ olmadıkları, yabancı oldukları, (Ni’met-i islâm)da, haccın şartlarında
yazılıdır. Zevcenin bu ikisine de açık görünmesi, yüzünden başka yerleri örtülü olsa bile, yalnız bir odada kalması,
birlikte sefere gitmeleri harâmdır. Dâmâda kayınvalidesinin anadan ve babadan olan anaları da mahremdirler. Bir kız,
mahrem akrabâsı ile evlenemez. Yanında örtünmemeleri câiz olur. Yalnız bir odada bulunabilir, birlikte sefere
gidebilir.

Mahrem olmayan akrabâsı eve gelince, zevcinin veyâ akrabâ kadınların yanında, yüzünden başka her yeri örtülü
olarak hoş geldiniz der. Kahve, çay gibi şeyler getirir. Fakat, yanlarına oturmaz. Müslümânların, âdetlere, geleneklere
değil, islâmiyete, ilmihâl kitâplarına uymaları lâzımdır. Her müslümân, zevcesine ilmihâl öğretmeli, kendi bilmiyorsa,
sâliha hanım hocaya göndermelidir. İslâmiyete uyan, harâmlardan sakınan hanım bulamazsa, Ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahime-hümullahü teâlâ” yazdığı doğru ilmihâl kitâbını zevcesi ile birlikte okuyup, ikisi de, dînini, îmânını, harâmları,
farzları iyi öğrenmelidir.

Mezhepsiz olan din adamlarının, sapıkların yazdıkları bozuk tefsîr ve din kitâplarını eve sokmamalı, bunları
okumamalıdır. Dîni, ahlâkı bozucu yayınlar yapan radyoları, televizyonları da eve sokmamalıdır. Bunlar kötü
arkadaştan dahâ fenâdırlar. Zevcenin ve çocukların dinlerini, ahlâklarını bozarlar. Zevcesi ve kızları, ev işleri ile
uğraşmalı, tarlada, fabrikada, bankada, ticârethânelerde ve memurluklarda çalıştırılmamalıdır.

Kadının ve kızlarının para kazanması, babasının, kocasının sanatına, ticâretine yardım etmesi lâzım değildir. Bunları
yapmak ve ev ihtiyâçlarını çarşıdan, pazardan alıp getirmek erkeğin vazîfesidir. Kadın bunları yapmaya zorlanırsa, dîni,
ahlâkı ve sıhhati bozulur. Her ikisinin dünyâları da, âhiretleri de harâp olur. Sonra, dizlerini döverlerse de, fâidesi
olmaz. Günâhtan, belâdan kurtulamazlar. İslâmiyete uyan, dünyâda da, âhirette de, râhata kavuşur.

Kötü arkadaşların, münâfıkların güler yüzlerine, tatlı dillerine aldanmamalı, ilmihâl kitâplarına uymalıdır. Kızlarını,
çocuklarını da harâmlardan korumalıdır. Oğullarını müslümân öğretmenlerin bulunduğu okullara göndermelidir.
Kadının mağazalarda, dükkânlarda, fabrikalarda, hükûmet işlerinde, erkekler arasında çalışmasına ihtiyâcı yoktur.
Zevci yoksa veyâ hasta ise, kadının her ihtiyâcını mahrem akrabâsı temîn etmeye mecbûrdur.
Bu akrabâları fakîr ise, devletin bol maâş bağlaması lâzımdır. Allahü teâlâ, islâm kadınının her ihtiyâcını ayağına
göndermektedir. Geçim sıkıntısını erkeklere yüklemektedir. Çalışıp kazanmaya hiç ihtiyâcı olmadığı hâlde, mîrâstan
erkeğin aldığının yarısını da kadına vermektedir. Kadının vazîfesi, ev içindeki işleri yapmaktır. Bu işlerin birincisi,
çocuklarını terbiye etmesidir. Çocuğun ilk mürşidi anasıdır.

Hanım Hakkı

Erkeğin kadına karşı olan vazîfelerini (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbı uzun yazmaktadır. (Ma’rifetnâme) kitâbında olanı


aynen aşağıda bildiriyoruz:

Ey azîz! Erkeğin zevcesi ile görüşmesinde, otuz şeyi yapması lâzımdır:

1 – Ona karşı her zamân, güzel huylu olmalıdır. [Allahü teâlâ iyi huylu olanları sever. Huysuzları sevmez. Bir insanı
incitmek harâmdır. İşkence yapanın evlenmesi harâmdır.]

2 – Ona karşı her zamân, yumuşak davranmalıdır.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Müslümânların en iyisi, en fâidelisi, zevcesine karşı iyi ve
fâideli olandır).

3 – Eve gelince zevceye selâm vermeli, [yanî selâmün aleyküm demeli] ve nasılsın diye hâtırını sormalıdır.

4 – Onu tenhâda neşeli görünce saçlarını tutup, okşamalı, gülerek, bûs etmeli ve sarılmalıdır.

5 – Tenhâda üzüntülü görünce, onu çok sevdiğini, acıdığını söyleyip hâlini sormalı, tatlı şeyler söylemelidir.

6 – Yapamayacağı şeyleri bile söz vererek gönlünü almalıdır. Çünkü o, evinde kapalı, başkalarından ümitsiz ve yalnız
kendisine alışmış olan dostu, dert ortağı, ekmek vericisi, kendini neşelendiricisi, çocuklarını yetiştiricisi ve ihtiyâçlarını
gidericisidir.

7 – Çocukları terbiyede, ona yardım etmelidir. Çünkü, bebek, anasına, gece gündüz ağlayıp, hiç râhat vermez. Onu
insâfsızca üzen bir alacaklıdır. O hâlde, ona imdât edene, Allahü teâlâ yardım eder.

8 – Zevcesine, memlekette âdet olan elbisenin, çamaşırın en kıymetlisini giydirmelidir. Ev içinde, her istediği, güzel
şeyleri giydirmelidir. Sokağa çıkarken, bunları da örtmeli, yabancıya göstermemelidir.

9 – İyi şeyler yedirmelidir. Zengin ise, helâl olan her şeyi almalıdır. Ona geniş, kullanışlı, sıhhî ve islâm hanımına
yakışan elbise ve nefîs taâm temîn etmeyi, kendine borç bilmelidir. [İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i
se’âdet)in yüz kırk birinci sahîfesinde diyor ki, (Zevcenin nafakasını sıkmamalı, isrâf da etmemelidir. Âilenin nafakasına
verilen paranın sevâbı, sadaka sevâbından dahâ çoktur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:

(Gazâ için sarf edilen, köle âzâd etmek için, fakîre sadaka vermek için ve evindekilerin nafakası için sarf edilen
altınların en üstünü ve sevâbı çok olanı, evin nafakasına verilen altının sevâbıdır.) İbnî Sîrîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”
buyuruyor ki, (Hiç olmazsa haftada bir kere tatlı yedirmelidir.) Nafaka temîninden âciz olanın evlenmesi harâmdır.
Yemeği yalnız yememelidir. Çoluk çocukla yemek sevâptır. En mühim şey, nafakayı helâlden kazanıp, helâlden
yedirmektir).]

10 – Zevcesini dövmemelidir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüz seksen sekizinci sahîfedeki suçlardan birini işlerse, onu
tazîr etmesi, edeplendirmesi câiz olur ise de, yine vâcib olmaz.

[Bazı kimseler, Nisâ sûresi otuz üçüncü âyetinde, kadınların dövülmesi emir olunuyor diyorlar. Hâlbuki, bu âyet-i
kerîmede meâlen, (Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler. Çünki, Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün
yaratmıştır. Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harc ederler. Kadınların iyileri, Allahü teâlâya itâat eder ve
zevclerinin haklarını gözetirler.

Zevcleri hâzır olmadıkları zamân, onların nâmûslarını ve mallarını, Allahın yardımı ile korurlar. Hıyânet etmesinden
korktuğunuz kadınlara, zevc haklarını öğretin ve tatlı sözlerle nasîhat edin! Onları yatağınızdan ayırın. Yine uslanmaz
iseler, hafîf dövün! Uslanırlarsa, onları üzecek şey yapmayın!) buyuruluyor. Görülüyor ki, mala ve nâmûsa hıyânet
etmeyen kadınları dövmek değil, onları hiçbir sûretle üzmek câiz değildir.
Hâin olanları da, yumruksuz açık el ile veyâ düğümsüz açık mendil ile hafîf vurarak ıslâh etmeye izin verilmiştir.
Nâmûsa ve mala hıyânet edenlere, her hükûmet, her kanûn, ağır cezâ yapmaktadır. İslâmiyet, kadınlara, çok kıymet
verdiği, çok acıdığı için, hâin olanlarını kanûn pençesine düşürmeden önce, hafîf vurmakla ıslâh edilmelerinin de
tecrübe olunmasını emretmektedir.

Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Bir erkek, zevcesini döverse, kıyâmette ben onun davâcısı olurum). Dünyâ işlerindeki
kusûru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir.

Kadınların kalpleri ince, nâzik ve hislerine tâbi’ olduğundan, birbirlerine haset edenleri çoktur. Bu bakımdan, bilhâssa
yeni evliler, uyanık olmalı, ana, kız kardeş ve başka kadınların, zevcesini çekiştirmelerine aldanmamalı, böyle şeyler
söylenmesine fırsat vermemelidir. Böyle sözlere uyarak zevcesini incitmekten çok çekinmelidir.

Anası ve kız kardeşleri için zevcesinin söylediklerine karşı da uyanık olmalı.

Anaya eziyet olunmasına hiçbir sûretle göz yummamalıdır. Anasına, kendisi, zevcesi ve çocukları, herhâlde saygı
göstermelidir. Ana babaya, kayın vâlide ve kayın pedere hürmet, hizmet edilmesi birinci vazîfe olmalıdır. Büyüklerin
rızâsını, duâsını almaya çalışmalı, hayr, büyük kazanç bilmelidir].

11 – Allahü teâlânın emirlerini yapmak husûsunda olan kusûru için, bir günden çok dargın durmamalıdır.

12 – Zevcesinin huysuzluklarını yumuşak karşılamalıdır. Çünkü, kadınlar eğri kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Akılları


ve dinleri erkeklerden azdır. Erkeğe emânet olunmuşlardır. Gülerek, tatlılıkla geçinmek için alınmışlardır.

[Aklı olan zevc ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zâlim, huysuz
kimsenin hayât arkadaşı devâmlı üzülerek asâbı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hâsıl
olur. Hayât arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuşdur. Se’âdeti sona ermiştir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından
mahrûm kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri
yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövmekde ise
de, ne yazık ki, bu pişmânlığının fâidesi yoktur. O hâlde, ey müslümân! Hayât arkadaşına yapacağın huysuzlukların,
işkencelerin zararlarının kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa çalış! Bunu
yapabilirsen, rahât ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da kazanırsın!]

13 – Zevcesinin ahlâkında bir değişiklik görürse, kabâhati kendinde bulup, ben iyi olsaydım, o da böyle olmazdı, diye
düşünmelidir. Evliyâdan birinin zevcesi, huysuz idi. Buna hep sabreder, soranlara derdi ki, eğer onu boşarsam,
ona sabredemeyen biri alır da, ikisinin birden felâkete düşmelerinden korkarım. Büyükler “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” buyurmuş ki, (Bir kimse âilesinin huysuzluğuna sabrederse, altı şey, ziyândan kurtulur: Çocuk dayaktan,
tabak bardak, kırılmaktan, ahırdakiler dövülmekten, kedi sövülmekten, misâfir gücendirilmekten, elbise yırtılmaktan
kurtulur). Bunlar, (Şir’at-ül-islâm)da da yazılıdır.

14 – Ehli kızınca, susmalıdır. Böylece kadın, pişmân olup, özür dilemeye başlar. Çünkü o, zayıftır. Susunca mağlûp olur.

15 – Ehlinin iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona duâ etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir. Çünkü, uygun bir
kadın büyük nimettir.

16 – Zevcesi ile öyle olmalıdır ki, zevcim beni herkesten çok seviyor, bilsin.

17 – Bakkal, kasap, çarşı, pazar işlerini aslâ ona bırakmamalı, evin idâresinde onun fikrini sormalı, dışardaki, büyük
işleri söyleyerek, onu üzmemelidir.

18 – Zevcesinin câhilce hareketleri için dâimâ uyanık bulunmalıdır. Çünkü, Âdem babamız “aleyhissalâtü vesselâm”,
ehli, Havvâ anamızın daveti üzerine, yanlış iş işledi.

19 – Zevcesinin, günâh olmayan kusûrlarını görmemezlikten gelmelidir. Günâh iş ve sözden vazgeçmesini ve namâza,
oruca ve gusl abdesti almaya devâm etmesini tatlı ve yumuşak sözlerle nasîhat etmelidir. Kıymetli elbise ve zînet
eşyâsı alacağını vaad ederek ibâdetleri yaptırmalı, günâhlarını önlemelidir.

20 – Zevcesinin ayıplarını, sırlarını, herkesten gizlemelidir.

21 – Zevcesine latîfe, şaka söylemeli ve kadın gibi olup, oyunlar yapmalıdır. Nitekim, Allahü teâlânın sevgilisi
“sallallahü aleyhi ve sellem”, ezvâc-ı mütahherasına karşı, insanların en zarîfi idi. Hattâ bir kere Âişe “radıyallahü
anhâ” ile yarış etti. Âişe vâlidemiz geçti. Bir dahâ yarış ettiklerinde, Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” geçti.
Müslümânın ehli ile oynaması, boş ve günâh değildir, sevâptır.

İbni Âbidîn beşinci cild, 253. cü sahîfede diyor ki, (Lu’b, la’ib, lehv ve abes, hepsi oyun ile vakit geçirmektir.

Nerd, yanî tavla oynamak, satranç, on dört taş oynamak ve bütün çalgıları çalmak ve dinlemek, raks, dans etmek,
hokkabazlık, şaklabanlık etmek, başkaları ile alay etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrîmen mekrûhturlar. Devâmlı
yapılırsa veyâ farzları yapmaya mâni’ olurlarsa ve kumâr ile yapılırsa, sözbirliği ile harâm olurlar. Def ve kaval, ney
çalmak ve dinlemek de böyledir. Hadîs-i şerîfte, (Her dürlü lehv harâmdır. Yalnız, zevce ile oynamak, at ve silâh ile
talîm, yarış yapmak câizdir) buyuruldu. Harbe hâzırlanmak için, güreş câizdir). Futbol oynamak, çeşitli bakımlardan
harâm olmaktadır.

22 – Zevcesini cadde üstünde, parklara, oyun yerlerine, spor sâhalarına, mekteplere karşı olan evlerde oturtmamalı,
yabancı erkekleri görmesine, onlarla konuşmasına sebep olmamalıdır. Mescide yakın ve sâlih müslümân komşular
arasında oturtmalıdır. [38. ci maddeye bakınız!] Sâlih komşular, bunların birbirlerine zulüm, işkence yapmalarına mâni’
olurlar. Nasîhat ederler. Yardımlarına koşarlar. Mahkemede, haklı olana şâhitlik yaparlar. Böyle mahalleye, böyle
şehre hicret etmek vâcibdir. Müslümânlar, âilesini, iyi havalarda, çayırlara, su kenârlarına, harâm bulunmayan,
kalabalık olmayan yerlere götürerek gezdirmeli, hava aldırmalıdır. Tatil günlerinde, kalabalık zamânlarda
gezdirmemelidir. Fısk meclislerine götürmemelidir. Birinci kısımda, elli sekizinci madde sonuna bakınız!

23 – Zevcesini, islâmiyetin yasak ettiği şekilde tahsîle, vazîfeye, fitneye sebep olan yerlere göndermemelidir. (Behcet-
ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Kadınlar câmi’de, erkeklere verilen va’zı dinlemeye gelirlerse,
vazîfelilerin bunları men’ etmesi lâzım olur). [Mevlid dinlemeye gelmeleri de böyledir.]

(Hadîka)da, bütün bedenle yapılan günâhların otuz ikincisinde diyor ki: Hür olan kadının, yanında zevci veyâ ebedî
mahremlerinden biri olmadan yüz dört kilometre uzağa gitmesi harâmdır. Kadınlar çok olsa da harâmdır. Yâ
Resûlallah, zevcem hacca gidiyor denildikte, (Sen de berâber git!) buyurdu. (Mahrem) demek, kadınla evlenmeleri
ebedî harâm olan, soydan, sütten veyâ nikâhtan akrabâları demektir. Kız kardeşin, teyzenin, halanın zevcleri mahrem
değildirler.

Çünkü bu kadın, bunlarla evlenebilir. Birinci kısım, elli sekizinci maddeye bakınız! Zimmî mahremi
de, müslümân mahremi gibidir. Fâsık olan [kötü kimse olan], emîn olmayan ve bâlig olmamış küçük mahremi ile
gitmesi câiz değildir. Bâlig olmamış gösterişli kızlar da, kadın gibidirler. Kadınların mahremsiz olarak sefere
gitmelerinin harâm olduğunu hanefî âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Şâfi’î mezhebinde emîn olunan kadınların
toplu olarak mahremsiz, yalnız hacca gitmeleri câizdir.

Yanlarında hiçbir erkeğin bulunmaması ve fitne çıkmamasından emîn olmaları lâzımdır. [Hanefî mezhebinde olan
kadınların Şâfi’î mezhebini taklîd ederek mahremsiz hacca gitmeleri câiz değildir. Bir hanefînin Şâfi’î
mezhebini taklîd etmesi, ancak bir farzı yaparken veyâ harâmdan sakınırken karşılaştığı haractan, sıkıntıdan kurtulması
için câiz olur. Câiz olduğu zamân da, taklîd edilen mezhebin bütün şartlarına uymak lâzım olur. Haccın hepsini Şâfi’î
mezhebine göre yapmaları lâzım olur. Çünkü, bir ibâdeti yaparken, harac [sıkıntı] yok iken, iki mezhebi
karıştırmak (Telfîk) olur. Müleffikın ibâdeti sahîh olmaz. Bâtıl olur.] (Hadîka)dan tercüme tamâm oldu.

24 – Zevcesine Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, harâmlardan, ona lâzım olanları öğretmelidir. [Hakîkat
Kitâbevinin kitâplarını eve getirip, okumasını temîn etmelidir.] Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bilmeyen fâsık
[kötü kimse] ve zevcesine ve çocuklarına öğretmeyen, Cehennemde azâp çekecektir.

25 – Ehlinden izinsiz, nutfeyi ondan azletmemeli ve muvâka’ada, o râhatlanmayınca ferâgat etmemelidir. İbni Âbidîn
“rahime-hullahü teâlâ” nikâhta kısmeti anlatırken diyor ki, (Bir kere cimâ’ ile zevcenin hakkı ödenmiş olur.
Tekrârlamak diyâneten vâcibdir. Kadâen vâcib olmaz. Yanî kadın, hâkime mürâcaat edemez. Tekrârını talep etmek
zevcenin de hakkı olup, talep edince zevc üzerine vâcib olur. Bu husûsta zamân ve adet bildirilmedi). İfrâtı bedene,
tefrîti rûha zarar verir. Dört geceden fazla boş bırakmamalı, denildi. Hayz hâlinde, yanî âdet zamânında, ona tekarrüb,
yanî yaklaşmak harâmdır.

Büyük günâhtır. Âdet (regle) on günden sonra kesilirse, gusl etmese bile, muvâka’a câiz olur. On günden önce, fakat
âdet tamâm olunca, kesilirse, gusl ettikten veyâ bir namâz vakti geçtikten sonra câiz olur. On günden ve âdetten önce
kesilirse, gusl etse dahî, âdeti olan günler tamâm oluncaya kadar, âilesi ile cimâ’ câiz olmaz. Fakat, bu zamân içinde,
namâz kılması ve oruç tutması lâzımdır. Birinci kısımda, elli dördüncü maddeye bakınız!

26 – Zevce, yalnız evde zevcine karşı süslenip, başka kimselere süslenmemelidir. Zevcesi ve kızları açık gezen erkekler,
onlarla birlikte Cehenneme gidecek, çok acı azâp çekeceklerdir.

(Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Hür kadının avuç içinden ve yüzünden ve ayaklarından başka bütün vücûdu avrettir.
Çünkü, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kadın avrettir. Açık olarak çıkarsa, şeytân gözlerini çok açarak
ona bakar) buyurdu. Ayaklarına avret diyenler de oldu. Nûr sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Müslümân kadınlar,
zînetlerini göstermesinler! İş yaparken zarûrî açılanlar günâh olmaz.

Baş örtülerini yakalarına kadar örtsünler [Böylece, saçları, kulakları ve göğüsleri iyi örtülsün]) buyuruluyor. Âyet-i
kerîmede (Zînet), yanî (süs)leri örtsünler demek, zînet takılan, süslenen yerlerinizi örtün demektir. Açılması günâh
olmayan zînet yerlerinin, yüz ile el olduğunu, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Yine bu
sûrede, (Kadınlar ayaklarını yere vurarak yürümesinler ki, ayaklarındaki örtülü zînetlerin sesleri işitilmesin) buyuruldu.
Ayakların avret olduğu buradan anlaşılmaktadır). Kadınların örtünmeleri Kur’ân-ı kerîmde emir olundu.

Bunu kıskanç olan bazı kocalar söylemiştir demek doğru değildir. Böyle sözler, din câhillerinin, hattâ din
düşmanlarının, müslümân kadınlarını aldatmak için yaptıkları çirkin iftirâlardır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde her şeyi
açıkça bildirmedi ki, din düşmanlarının bu iftirâlarının bir değeri olsun. Beş vakit namâzın kaç rekat oldukları, her
rekatta kaç secdenin farz olduğu ve dahâ nice farzlar Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilmedi. Bu farzları açık olarak,
Peygamberimiz bildirmiştir. Peygamberimizin bildirdiği farzlar ve harâmlar da, Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilen
farzlar, harâmlar gibi kıymetlidirler.

Bunlara da inanmayan, kabûl etmeyen dinden çıkar, kâfir olur. Çünkü, Kur’ân-ı kerîmin on yedi yerinde meâl-i
şerîfleri, (Allahı seviyorsanız bana tâbi’ olunuz! Bana tâbi’ olanları Allahü teâlâ sever) ve (Allaha ve Resûle itâat ediniz.
İtâat etmezseniz, Allah kâfirleri elbet sevmez) olan âyet-i kerîmeler vardır. Bu on yedi âyet-i kerîme, (Hadîka)da
ve (Berîka)da uzun yazılıdır. (Mecma’ul-enhür)deki hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hür
kadının, yüzünden ve iki eli ayasından başka, bütün bedeni avrettir) buyurdu.

Avret yeri açık olarak erkeklerin yanına çıkmak ve başkasının avret yerine şehvetsiz bile bakmak harâmdır. Yabancı
kadının yüzüne de şehvet ile bakmak harâmdır. Hadîs-i şerîfte, (Kadının neresine olursa olsun, şehvet ile bakan
kimsenin gözlerine kıyâmet günü erimiş kurşun dökülecek, sonra Cehenneme atılacaktır) buyuruldu. Yabancı genç
kadının elini, yüzünü el ile, şehvetsiz bile tutmak harâmdır. Hadîs-i şerîfte, (Yabancı genç kadının elini tutan kimsenin
eline kıyâmet günü ateş doldurulacaktır) buyuruldu.

(Zevâcir)deki hadîs-i şerîflerde, (Zevcinin evinden başka yerde başını açan kadın, Rabbi ile kendi arasındaki perdeyi
yırtmış olur) ve (Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, hamâma gitmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, zevcesini
hamâma göndermesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, şarâp içmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, şarâp
içilen sofrada oturmasın ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin) ve (Âhır
zamânda ümmetimin erkeklerinin, avret yerleri örtülü olarak da hamâma gitmeleri harâm olur. Çünkü, orada avret
mahalleri açık olanlar da bulunur. Avret yerlerini açanlara ve başkasının avret yerine bakanlara, Allah lanet
eylesin!) ve (Göbekle diz kapağı arası avrettir) buyurdu.

Hanefî mezhebinde, erkeğin dizi avrettir. Açması harâmdır. Şâfi’îde diz avret değildir. Mâlikî ve Hanbelî
mezheplerinde, göbek de, diz de avret değildir. Bu iki mezhepte yalnız sev’eteyn avretdir. Bu hadîs-i şerîfler
karşısında, müslümân hanımlarının örtünmeleri, çıplakların bulundukları yerlere gitmemeleri lâzımdır.
[Müslümânların, apartman katlarında oturmayıp, bahçe içinde müstakil evlerde oturmaları ve evlerindeki banyolarda
yıkanmaları muvâfıktır. Müslümân erkekler, toplu olarak, çıplakların bulunmadıkları tenhâ sâhillerde denize girer.

Hanefî ve Şâfi’î mezhebinde olan erkeğin, gusl abdesti almak için veyâ nafakasını, hakkını kurtarmak için veyâ fitne
çıkmasını önlemek için, sıkışık durumda kalınca, diğer iki mezhebi taklîd ederek dizlerini, uyluklarını örtmemesi câiz
olur. Fakat sıkışık hâl geçince, bir dakîka bile açık kalması harâm olur. Kadınların sıkışık durumda, mezheb taklîd
ederek, hiçbir yerlerini açmaları mümkün değildir. Çünkü, dört mezhepte de, kadınların her yerlerini örtmeleri
lâzımdır. Kadınları sıkışık duruma düşürecek sebep de yokdur.
(Tefsîr-i Mazherî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Nûr sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Kadın ancak zarûret olduğu
zamân ve başı, saçları, boynu ve bütün bedeni örtülü olarak sokağa çıkmalıdır. Kadının sokağa çıkması için zarûret,
ihtiyâç maddelerini alacak ve dînini öğretecek kimsesi bulunmamaktır. Baş örtüsü ile yüzünü de örterek ve bedenini
örtecek her şekilde kumaş ile örtünerek çıkması câizdir. Burada, yüzünü kelimesi, başını demektir. Çünkü, yüzü açık
çıkması, dört mezhepte de câizdir). Buradan anlaşılıyor ki, Osmânlı devletinin son zamânlarında kadınların
örtündükleri çarşaf ile örtünmeleri şart değildir.

Geniş ve dizden aşağı uzun manto, çorap ve baş örtüsü ile örtünmeleri de câizdir. Yüz altmış beşinci sahîfeye bakınız!
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci cildin, üç yüz on üçüncü mektûbunda, (Bütün Arap memleketlerinde,
pîrâhen, yanî kamîs, yanî entârî denilen uzun gömlek giyen erkeklerin de, kadınların da çok olduğunu, kadın
gömleklerinin yakası kapalı, erkek elbisesinin önü açık, kamîs olduğunu) yazmaktadır. Ahzâb sûresi,
kadınların (Celâbîb)lerinden bazısı ile örtünmelerini emretmektedir. Celâbîb, cilbâblar demektir.

Ebüssü’ûd efendi tefsîrinde diyor ki, (Cilbâb, baş örtüsünden dahâ geniş ve gömlekten kısa olan örtüdür. Kadınlar
bununla başlarını örterler. Yüzü ve bedeni örten her örtüye de denir). Türkçe (Tibyân) tefsîri sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, buna Milhafe, yanî dışa giyilen örtü diyor. (Mevâkib) tefsîrinde de ve (Lugat-ı Nâcî)de (câr, ya’nî ferâce uzun
gömlek) olduğu yazılıdır ki, manto demektirler. Bunun iki parçadan yapılmış çarşaf demek olduğu ve kadınların yalnız
bu çarşafı giymeleri lâzım olduğu, tefsîrlerde ve fıkh kitâplarında yazılı değildir. Hattâ, (Harâmdan olan Cilbâb giyenin
namâzı kabûl olmaz!) hadîs-i şerîfindeki (Cilbâb) kelimesine, (Kitâb-ül-fıkh-ı alel-mezâhib-il erbe’a)da kamîs, yanî uzun
gömlek manâsı verilmiştir.

(Müncid)de de, cilbâb, kamîs demektir diyor. (Câliyet-ül-ekdâr)ın son sahîfesinde de, (Ya Rabbî! Bize hikmetinin
celâbîbini giydir) demektedir. Bu hadîs-i şerîf ve bu duâ, cilbâbı erkeklerin de kullandığını bildiriyor. Şâfi’î (El-
envâr) kitâbının hâşiyesinde diyor ki, (Kadının namâzda, geniş, uzun entârî ve baş örtüsü ile örtünmesi ve elbisesinin
üstüne kalın cilbâb örtmesi müstehabtır. Cilbâb, milhafe [ferâce, manto denilen] uzun, geniş entârî örtü veyâ baş
örtüsü demektir). Âyet-i kerîmedeki cilbâb kelimesine, çarşaf diyerek, geniş ve uzun manto ile örtünmeği reddetmek,
Kur’ân-ı kerîmi kendi re’yi, kendi görüşü ile, yanlış tefsîr etmek olur.

Şimdi zamân böyle. Zamâna uymadan olmuyor gibi sözler doğru değildir. Masonların yaydıkları yalanlardır.
Komünistler, işkence yaparak, öldürerek müslümânları yok ediyor. Masonlar ise, yalan ve bozuk sözlerle
okşayarak müslümânları dinden çıkarıyorlar. Mezhepsizler [zındıklar] de, islâmiyeti değiştiriyorlar. Âyet-i kerîme ve
hadîs-i şerîflere yanlış manâlar veriyorlar.]

27 – Zevcesinden izinsiz sefere, hattâ nâfile hacca gitmemelidir.

28 – Zevcesi namâz kılıyor ve kendisine itâat ediyorsa ve yabancı erkeklere açık saçık görünmüyorsa, ondan başka
evlenmemelidir. Zîrâ, zevceleri arasında adâlet ve müsâvât yapmayanlar Cehenneme gideceklerdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (İki zevcesi olup da, ikisine müsâvî bakmayan kimse, kıyâmet günü, mahşer
meydânına yarı eğrilmiş olarak gelecektir).

29 – Zevceye, gamını, kederini, düşmanlarını, borçlarını söylememelidir.

30 – Ona, yanında ve olmadığı zamânlarda, hep hayr duâ etmeli, fenâ duâ etmemelidir. Çünkü, gece gündüz onun için
çalışmaktadır. Onun ekmekçisi, aşçısı, terzisi ve hamâmcısı ve malının bekçisi ve yoldaşı ve mûnisi ve yârı ve nigârıdır.

(Kimyâ-i se’âdet) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yüz kırk üçüncü sahîfesinde buyuruyor ki, (Erkeğin vazîfelerinden
on ikincisi, zevcesini boşamamaktır. Allahü teâlâ, bütün mubâhlar [yanî izin verdiği şeyler] içinde yalnız, talâk vermeyi
[yanî boşamayı] sevmez. Zarûret olmadıkça, birini incitmek câiz değildir).

Dînini bilen ve seven erkekler, her hareketinde islâmiyete uyarak, hem kendilerine, hem de âile ve akrabâlarına ve
bütün mahlûklara hayrlı ve fâideli olur. Bunun için, kızını seven ve onun dünyâda ve âhırette mesût olmasını isteyen,
onu açık sokağa çıkarmamalı, dîni ve ahlâkı bozan televizyonları, radyoları dinlemesine ve böyle olan sinemalara ve
topluluklara gitmesine mâni’ olmalıdır. Müslümân olan kimse, kızını müslümân ve sâlih kimselere vermelidir. Mal ve
apartman ve mevkı’ sâhibi değil, din ve ahlâk sâhibi dâmât aramalıdır. Kızını kâfire veren kimsenin kendisi de, kızı da
kâfir olur.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse, kızını fâsığa [kötü kimseye] verirse, Allahü teâlânın
emânetine hıyânet etmiş olur. Emânete hıyânet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir). Bir hadîs-i şerîfte buyurdu
ki, (Kızını fâsığa veren kimse, mel’ûndur). (Şir’a) şerhindeki hadîs-i şerîfte, (Şefâ’atime kavuşmak isteyen, kızını
fâsığa vermesin!) buyuruldu. (Eşi’at-ül-lemeât)da, namâzı geciktirmemeli bâbındaki hadîs-i şerîfte, (Yâ Alî! Üç şeyi
geciktirme! Namâzı evvel vaktinde kıl! Hâzırlanmış cenâzenin namâzını hemen kıl! Dul veyâ kızı küfvü isteyince,
hemen evlendir!) Yanî namâzını kılan ve günâh işlemeyen ve nafakasını helâlden kazanan birini bulunca, hemen ona
ver, buyurdu.

Evladın günahları sevapları

Evladın işlediği sevaplar, müslüman ana-babaya da yazılır. Günah işlemeyi öğreten ana-babaya evladının günahı da
yazılır. İbadet öğretirse, onun sevabı da ana-babasına yazılır. Hadis-i şerifte, (Bir müslümanın evladı, ibadet edince,
kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, o
günahı öğreten babasına da o kadar günah yazılır) buyuruldu. (S. Ebediyye)

Günah öğretmeyen Hazret-i Âdem’e, kardeşini öldüren Kabil’in günahı yazılmaz. Peygamberler günah işlemez. Birinin
günahı, başkasına yazılmaz. Hadis-i şerifte, (Hiç kimse diğerinin günahını çekmez) buyuruldu. (Hakim)

Kur’an-ı kerimde aynı manadaki âyet-i kerimelerden birinin meâli şöyle:


(Hiçbir günahkâr, diğerinin günahını çekmez.) [Enam 164]

Halkı sapıtanlar, sapıklıkta önder olanlar, kendi günahlarını yüklendikleri gibi o kimselerin günahlarını da yüklenirler.
(Nahl 25-Beydavi)

Bir kimse, bir iyiliği yapmaya gücü yetmiyorsa, o iyiliğin yapılmasına sebep olursa, o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba kavuşur.) [Beyheki]

Salih evlat yetiştiren bunun faydasını öldükten sonra da görür mü?

Elbette görür. Müminlerin ihlasla yaptıkları iyi işlerin sevapları kıyamete kadar onların amel defterlerine yazılır. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua
eden salih evlat bırakan.) [Buhari]

(Öldükten sonra sevabı kesilmeyen iyi işlerden biri de, salih evlat yetiştirmektir. Ana-babası öldükten sonra böyle
evladın ettiği dualar, ana-babasına ulaşır.) [Müslim]

(Şu yedi şeyi yapan, öldükten sonra da devamlı sevap kazanır:


1- [Dine uygun] ilmi bir eser yazan,
2- Bir çeşme yapan,
3- Bir su kuyusu açan,
4- Bir hurma ağacı diken,
5- Bir mescid bina eden,
6- Bir Mushaf yazan,
7- Öldükten sonra kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştiren.) [Beyheki, Ebu Davud]

Büluğ çağına gelmemiş müslüman çocuğu, günah işlese, günah yazılır mı? Yahut küfre düşücü ifadeler kullansa kâfir
olur mu?

Baliğ olmamış çocuk, daha mükellef [yükümlü] değildir. Günah yazılmaz. Küfür söz söylemekle kâfir olmaz. Anne
babası günah, küfür olan şeyleri yaptırmamalıdır. Onlara günah olur.

İyi evladın faydası


Evladın yaptığı iyiliklerin, kâfir olarak ölmüş ana babasına da faydası olur mu?

Evet, faydası olur. İki hadis-i şerif şöyledir:


(Kur’an okuyanın ana babası kâfir olsa da, azapları hafifler.) [Tenbih-ül-gafilin]

(Besmele yazılı bir kâğıdı, çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldıran, sıddıklardan yazılır. Ana babası kâfir de olsa,
azapları hafifler.) [İ. Süyutî]
Çocuğun kırdığı malı ödemek
Çocuğun kırdığı malı, ana babasının veya velisinin ödemesi gerekir mi?

Çocuk, birinin malını telef etse, çocuğun malından ödenir. Çocuğun malı yoksa, malı oluncaya kadar beklenir. Velisi
ödemek zorunda değildir. (Mecelle, madde 916)

Fakat mümeyyiz çocuk, bir malı telef ederse öder. Bir çocuk, satın alınan malın kendi mülkü olacağını ve satınca
mülkünden çıkacağını anlarsa, buna mümeyyiz yani akıllı çocuk denir.

Anne-baba, günah olan bir şeyi küçük çocuklarına yaptırırsa, bu günah çocuğun mu yoksa ana-babanın mı olur?
Büyüklere yani ana-babaya haram olan şeyleri, kendi çocuğuna yaptıran kimse, haram, günah işlemiş olur.

Kız çocuğu bir nimettir

Kız çocuğu olunca üzülenler oluyor. Kız çocuğunun dinimizdeki yeri nedir?

Kız, çocuğu olunca üzülmek, hele hele anneyi suçlamak çok yanlıştır.
Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk bahşeder. Kimine hem erkek, hem kız çocuğu
verir, dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi hakkı ile bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah’tır) buyuruldu. (Şura 49, 50)

Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlat
istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?

Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsanda
bulunun!) [Hakim]

(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun
için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberani]

(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace]

(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi]

(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ,
rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.) [Harâiti]

(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiği meyveyi, erkek çocuklarından önce kız
çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan
ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur.) [İbni Adiy]

(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud]

(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan
biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu.
Başka biri, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]

Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, müslümanlığı bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip
kadına layık olduğu değeri vermelidir!

Başlık parası denilen kötü âdetin birçok yöreden kalktığını işitiyoruz. Halen bazı bölgelerde devam eden bu âdetin
kaldırılmasına çalışmak gerekir.

Kız evlat kıymetlidir


Mirasta farklı olduğu gibi, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir akika hayvanı kesiliyor. Bu evlat ayrımı değil mi? Kız
evlada niye az değer veriliyor?
Dinimizde kadın, miras almaya muhtaç bırakılmamıştır. Onun bütün ihtiyaçlarını, kocası, babası, erkek kardeş ve amca
gibi yakınları, ona vermeye mecbur tutulmuştur. Bakacak hiçbir akrabası yoksa onun ihtiyaçlarını Beyt-ül-mal karşılar.
Kadın, çalışıp kazanmak zorunda değildir. Erkeklerin bu güç vazifelerinden dolayı, mirasın hepsini almaları gerektiği
halde, dinimiz kadınlara yine ikide bir pay verdi. İki akika kesmek yerine bir akika kesilmesi kızların faziletini gösterir.
Yani kız için kesilen bir akika, erkek için kesilen iki akika sevabı kadardır. Dinimiz, kadınlara çok değer verir. Birkaç
hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kimin kız çocukları olur, onların sıkıntılarına katlanır, iyi yetiştirir ve dengiyle evlendirirse, bu kız çocukları onun için
Cehenneme perde olur.) [Tirmizi]

(İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir.) [İbni Asakir]

(Üç kız çocuğunu terbiye edip evlendiren ve onlara iyilikte bulunan, Cennete gider.) [Buhari]

Kadınlara, kızlara değer vermeyenler, Müslümanlığı bilmeyen cahillerdir. Dinini bilen bir Müslüman, kız çocuklarına ve
kadına layık olduğu değeri verir. Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kadınlara ancak, asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağı kimseler hor görür.) [İ. Asakir]

(Allahü teâlâdan hayırlı evlat istedim. Bana kız çocukları ihsan etti.) [Şir’a]

(Kız çocuklarını hor görmeyin; çünkü ben kızlar babasıyım.) [M. Cinan]

Peygamber efendimiz, kız babası olmakla iftihar ediyor. Bu vesikalar karşısında hiç kimse, İslamiyet kadınlara, kızlara
değer vermiyor diyemez.

Önceki milletler, 300, 500 hatta 1000 sene yaşayıp, ibadet ederlerdi. Peygamber efendimiz, (Ya rabbi benim
ümmetimin ömrü kısadır. Diğer ümmetler çok yaşadı, çok sevab kazandı. Ümmetimin hali nice olur?) diye sual ettiği
zaman, (Allahü teâlâ, ben ümmetine bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini verdim) buyurdu. Bin ay, 83 sene eder.
50 sene ibadet eden bir Müslüman, 4000 seneden fazla ibadet etmiş gibi sevab kazanıyor. Bu ümmetin az yaşaması,
az ibadet etmesi, bir dezavantaj gibi görülemez. Bu ümmetin az ibadeti, diğer ümmetlerin çok ibadetinden üstün
olduğu gibi, kız çocuk için kesilen bir akika, erkek çocuk için kesilen iki akikaya denk gelmektedir. Dinimiz kız evlatlar
için bu kolaylığı bildirmiştir. Bu da, kız çocuklarının değerini göstermektedir.

Evladın Ana Baba Üzerindeki Hakları

Evladın, ana-baba üzerinde hakları vardır. Bazıları şöyledir:


1- İleride, çocuk annesiyle kötülenmemesi için, evladına anne olacak kızı, iyi yerden seçmelidir. Saliha olmasına dikkat
etmelidir!

2- Çocuğa iyi isim koymalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


(Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki haklarındandır.) [Beyheki]

Ahmed, Muhammed, Mahmud gibi Peygamber efendimizin isimlerini koymalıdır! Allahü teâlâ, (Habibimin isminde
olan müslümana azap etmeye hayâ ederim) buyurdu. Resulü de, (Üç oğlu olup da, birine benim adımı vermeyen,
cahillik etmiş olur) buyurdu. (Taberani)

3- Çocuğu güzel terbiye etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:


(Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.) [Beyheki]
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!) [İbni Mace]
(Çocuğu terbiye etmek torunlara sadaka vermekten daha sevaptır.) [Tirmizi]

4- Çocuğa karşı şefkatli davranmalıdır! Peygamber efendimiz aleyhisselam, torununu öperken biri görüp, (Ya
Resulallah, benim on çocuğum var, hiç birini öpmem) dedi. Ona, (Merhamet etmeyen merhamet bulamaz) buyurdu.
(Buhari)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çocuklarınızı çok öpün, her öpmenizde Cennetteki dereceniz yükselir.) [Buhari]
(Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberani]

5- Çocuklara beddua etmemelidir. İbni Mübarek hazretleri, çocuğunu şikayet edene, (Çocuğa beddua ettin mi?) dedi.
O da, evet deyince, (Çocuğun ahlakını sen bozdun) buyurdu.
6- Çocuklara iyilik etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Evladınıza ikram edin, ana-babanın sizde hakkı olduğu gibi, evladınızın da sizde hakkı vardır.) [Taberani]

7- Çocuğu helal gıda ile beslemelidir! Haram gıdanın etkisi çocuğun özüne işler, çocukta uygunsuz işlerin meydana
gelmesine sebep olur. Hadis-i şerifte (Yiyip içtikleriniz helal, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hasıl olur) buyuruldu.
(R.Nasıhin)

8- Babanın, çocuklarına ilim, edep ve sanat öğretmesi farzdır. Önce, Kur’an-ı kerim okumasını öğretmelidir. Sonra
imanın ve İslam’ın şartlarını öğretmelidir. Yedi yaşından itibaren namaz kılmaya alıştırmalıdır! Dünya ve ahirette
kurtuluş ilimledir. Çocuğu, din bilgilerini öğrendikten sonra, okula göndermeli, lise ve üniversite tahsili yaptırmalıdır.
Dinini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına
düşüp, onların yalanlarına aldanır. Dinsiz ve İslam ahlakından mahrum olarak yetişir. Dünya ve ahirette felaketlere
sürüklenir. Millete zararlı olur. Kendine ve başkasına yapacağı kötülüklerin günahları, ana-babasına da yazılır.
Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfir ve Hristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları, İrşad-ül-
hiyara kitabında yazılıdır.

9- Çocuk akıl baliğ olup evlendikten sonra ona şöyle demelidir:


(Evladım, seni terbiye ettim. Okutup, evlendirdim. Dünyada bir felakete, ahirette azaba uğramaktan Allahü teâlâya
sığınırım. Aklını başına topla, buna göre çalış!) [İ.Hibban]

10- Ahnef bin Kays hazretleri buyurdu ki:


(Çocuklar için zorluklara katlanmalı, onların ayakları altında yumuşak yer, başları üstünde gölge olmalıyız! Onlara sert
davranmayalım ki bizden uzaklaşmasınlar. Bizden usanıp ölümümüzü beklemesinler. Uygun isteklerini yerine
getirmeli, hiddetlenirlerse teskine çalışmalıyız!)

11- Çocuklar arasında adalete riayet etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


(Hediye verirken çocuklarınız arasında eşitliğe riayet ediniz!) [Taberani]

12- Fudayl bin Iyad hazretleri buyurdu ki:


(Ana-babasına iyilik eden, akrabasını ziyaret eden, din kardeşine ikramda bulunan, çoluğu çocuğu ve hizmetçisi ile iyi
geçinen, dinini koruyan, malını iyi yerlerde harcayan, dilini tutan, gözünü haramlardan koruyan, fuzuli işlerden uzak
duran ve Rabbine ibadet eden mürüvvet ehlidir.)

13- Baba, yapmayacağını zannettiği emri çocuğuna söylememelidir. Söyleyip de onu itaatsizliğe sürüklememelidir.
Salih zatın biri, oğlundan hiçbir şey istemezdi. Sebebi sorulunca, (Bir şey istediğim zaman, oğlumun bana karşı
gelmesinden korkarım. Karşı gelince, Cehenneme müstahak olur. Ben de oğlumun ateşte yanmasına razı olamam)
buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şunlar, saadet alametidir: Saliha hanım, itaat eden çocuklar, salih arkadaş.) [Hakim]

Çocuğun da hakkı var


Bir adam, Hazret-i Ömer’e, oğlunu şikayet eder. Hazret-i Ömer, bu kimsenin oğluna der ki:
– İmandan sonra birinci vazifemiz ana babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar kötü olsalar da, yine her şeyin
üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve Müslüman yetişmemize
sebep olan ana babamızın kalbini kırarsak Cennete nasıl gireriz? Onlar bize hakaret etse de, yalvararak gönüllerini
almamız lazımdır. Müslüman ana babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmak çok zordur.

Çocuk Hazret-i Ömer’e der ki:


– Ya Emir-el-müminin, söylediklerini aynen kabul ediyorum. Fakat çocuğun ana babası üzerinde hiç mi hakkı yoktur?

Hazret-i Ömer buyurdu ki:


– Evet çocuğun da hakkı vardır. Evlenirken çocuklarına anne olacak kızı veya kadını iyi aileden seçmesi, çocuğa güzel
bir isim koyması ve dinini öğretmesi gerekir.

Çocuk, Hazret-i Ömer’e şöyle cevap verdi:


– Babam, bana terbiye nedir öğretmedi. Anam ise, zenci bir Mecusinin kızı idi. İsmimi “Karaböcek” koymuş ve Allah’ın
kitabından bana bir harf bile öğretmedi. Maalesef dinim hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Hazret-i Ömer, çocuğun babasına dedi ki:
– Gelmiş, bir de bana oğlunu şikayet ediyorsun; halbuki sen onun hakkını çiğnemiş ve o sana kötülük etmeden, sen
ona kötülük etmişsin.

Sual: Bazı kimseler, “Çocuk din dersini, ancak lise, hatta üniversiteyi bitirince öğrenmelidir. Daha önce öğrenirse aklı
karışır. Fen bilgilerini öğrenmesi ve inanması zor olur” diyorlar. Çocuğa küçükken dinini öğretmek gerekmez mi?
CEVAP
Fen bilgisi din bilgisinden ayrı değildir. Fen bilgisi İslami ilimlerin bir koludur. İslami bilgileri öğrenen fen ilimlerini de
öğrenir. Her Müslüman, çoluk çocuğuna ve emri altında bulunanlara dinini öğretmekle sorumludur. Bir hadis-i şerif
meali:
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları
Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Müslim]

Bir âyet meali de şöyledir:


(Ey iman edenler, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden kendinizi ve çoluk çocuğunuzu koruyun.) [Tahrim 6]

İyiliğe de, kötülüğe de sebep olanlar, yaptıkları işe ortak olurlar. Üç hadis-i şerif meali:
(Dinimizde iyi bir çığır açan, bununla amel edenler gibi sevaba kavuşur, onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim
de, dinimizde kötü bir çığır açarsa, onların günahı, ona da verilir, o kötü yoldakilerin günahından hiçbir şey
eksilmez.) [Müslim]

(Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba kavuşur.) [Taberani]

(Bir Müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna dinini
öğretmeyip, günah olan şeyler öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, babasına da o kadar günah yazılır) [S.
Ebediyye]

(Ağaç yaşken eğilir) ve (Demir tavında dövülür) gibi ata sözleri meşhurdur. Her şey zamanında yapılır. Bir hadis-i şerif
meali:
(Çocukken öğrenilen şey, taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Yaşlandıktan sonra öğrenmeye kalkması ise, su üzerine
yazı yazmaya benzer.) [Hatib]

Bu bakımdan çocuklarımıza ilkönce, dinimizin emir ve yasaklarını ve Kur’an-ı kerimi öğretmeliyiz. Daha sonraya
bırakmamalıyız. (Helekel-müsevvifun) hadis-i şeriftir. Anlamı ise, (Hayırlı işlerinizi hemen yapın. Yarına bırakmayın,
yoksa helak olursunuz) demektir. Hayırlı işlerin birincisi ve en önemlisi çoluk çocuğuna İslamiyet’i öğretmektir. Her
Müslümanın bu birinci görevi hemen yapması, yarınlara bırakmaması gerekir.

Babanın, çocuklarına dinini öğretmesi


Sual: Bir babanın, çocuklarının nafakasını temin edeceği gibi, onlara dinlerini de öğretmesi, vazifesi midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada deniyor ki:
“Çocuğunu ve nafaka vermesi lazım olan akrabasını aç bırakarak ve İslâm terbiyesinden mahrum ederek zayi etmek
günahtır. Analardan, baba ve dedelerden ve çocuklardan, torunlardan başka olan yakınlara, Akraba denir. Zengin
kimsenin fakir ve çalışamayacak hâlde olan akrabasına nafaka vermesi vaciptir. Çalışabilen erkek büyük akrabaya, fakir
olsalar da, nafaka verilmez. Fakir olan yetim çocukların ve dul kadınların nafakaları, sağlam olsalar da, zengin
akrabasına vacip olur. Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yahut anneleri ve ağabeyleri olsa, zengin iseler,
çocukların nafakalarını, miras oranında, ortaklaşa verirler. Babanın, çocuklarına ilim, edeb ve sanat öğretmesi farzdır.
Önce, Kur’ân-ı kerim okumasını öğretmelidir. Sonra imanın ve İslâmın şartlarını öğretmelidir.”

Çocuk Kur’ân-ı kerim okumasını ve din bilgisini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit
bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına, iftiralarına aldanır. Dinsiz ve İslâm ahlakından
mahrum olarak yetişir. Dünyada ve ahirette felaketlere sürüklenir. Cemiyete ve millete zararlı olur. Kendine ve
başkalarına yapacağı kötülüklerin günahları, anasına babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce,
kâfirlerin, Hristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları, İrşâd-ül-hiyâra fî-tahzîr-il-müslimîn min
medârisin-Nasârâ kitabında uzun yazılıdır.

Ana Baba Hakkı


01 Haz 2021 – Kul hakları içinde en mühim olanı ana–baba hakkıdır. Allah ve Rasûlü’ne itaatten sonra ana–
babaya itaat gelir. Bizi önce karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize
gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır.

Bu konuda İslâm Ahlâkı kitabında buyuruluyor ki:


Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve
herhangi bir azâsıyla ana-babasını gücendirirse, o azâsını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennette iki kapı
açılır. Ana-babası râzı olmayan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar,
onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.

Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günâhlar içinde bir günâh vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-
baba evlâdını çağırdığı zamân, emrine muvâfakat etmemesidir.) Ana-baba çağırdığı zamân herhangi bir işle uğraşırsan,
hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey
söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini
beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bedduâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme!
Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin eyle! Ananın-babanın kalplerine geleni gözet! Zîrâ senin seâdetin ve
felâketin, onların kalplerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Seâdetini onlardan
alacağın hayır duâda bil! Eğer onları incitip, bedduâlarını alırsan, dünyâ ve âhiretin harâp olur. Atılan ok tekrâr geri
yaya gelmez. Onlar hayâtta iken, kıymetini bil!

Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın
gazabındadır. Habîb-i kibriyâ “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: (Cennet anaların ayağı
altındadır.) Yanî, sana dînini, îmânını öğreten ananın-babanın rızâsındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma
dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını râzı eden, beni râzı etmiş olur. Ana-babasını râzı edip bana âsi olan kimseyi dahî
iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana mutî’ olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim.)

Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyete
uygun olan emirlerine âsî olanlardır.

148 – Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namâz, oruç ve hac [ve ömreye
gitmek] fazîletlerinden dahâ fazîletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına
karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan melûndur.)

Hasen-i Basrî “rahime-hullahü teâlâ” Kâbeyi ziyâret ve tavâf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavâf
eder. O zâta dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı? O zât cevâben dedi
ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kere buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü, bana dînimi,
îmânımı bu öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki, kıyâmet gününe kadar
böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kere kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa
gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.

149 – Peygamberimize “aleyhisselâm” bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Benim anam-
babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Onlara
dâimâ duâ eyle! Onlar için Kur’ân-ı kerîm oku ve istigfâr et!)

Eshâb-ı kirâmdan biri “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bundan fazla
yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok
şefkatsizdirler, onlara nasıl itâat eyleyeyim? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay
karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da
seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini temîn eyledi. Sana dînini,
îmânını öğrettiler. Seni islâm terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan dahâ büyük ve
kıymetli şefkat olur mu?)

150 – Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme
ederken, (Yâ Rabbî! Âhirette benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan
yerde, falan kasaptır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni misâfir eder misin dedi. Yanında misâfir oldu.
Yemek zamânı gelince, kasap, bir parça et pişirdi. Duvârdaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece
kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ
‘aleyhisselâm” sordu, bu senin neyindir? Kasap, annemdir. İhtiyâr olup bu hâle girdi; işte her sabâh, akşam kendisine
böyle bakarım dedi. Kasap annesine yemek verirken, o zayıf ve âciz annesi, oğluna duâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu
Cennette Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ
aleyhisselâm müjde ederek, seni Allahü teâlâ affederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş, demiştir.

151 – Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızâsını almaya çalış, yalvar, minnet
eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlât üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâimâ göz
önünde tutarak, ona göre hareket eyle!

Tenbîh: Anaya, babaya ve hocaya ve hükûmete isyân etmek, karşı gelmek câiz değildir. İslâmiyetin yasak ettiği bir şeyi
emrederlerse, isyân etmemeli, suç ve günâh işlememelidir.

Şemsül-eimme-i Serahsînin “rahime-hullahü teâlâ” [483 de vefât etti] (Siyer-i Kebîr) şerhi tercümesi 83. cü sahîfesinde
diyor ki: Ana-babaya iyilik etmek, onları zarardan ve sıkıntıdan korumak farz-ı ayndır. Cihâda gitmek ise, farz-ı kifâye
olduğundan, ana-babadan izin olmadıkça harbe gitmek helâl olmaz. Ana-baba kâfir de olsalar, onlara iyilik etmek,
hizmet etmek farzdır. Ticâret, hac ve ömre için ana-babadan izinsiz sefere gitmek câizdir. İlim öğrenmek için gitmek de
öyledir. Zîrâ bunlarda, harp gibi, ölüm tehlikesi olmadığından, ayrılık hüzünleri, kavuşmak ümîdi ile zâil olur. Ana
babanın ve hocanın günâha sokacak olan emirlerine itâat lâzım değildir. Meselâ, hırsızlık için veyâ birini öldürmek için
veyâ yol kesicilik için veyâ zinâ için bir kadını bir yere gönderirlerken, orada buna mâni’ olabilecek bir adam bulunsa,
fakat bu adamın mâni’ olmasına anası-babası müsâade etmese, bunları dinlemeyip mâni’ olması lâzımdır. Zîrâ, günâha
mâni’ olmak farz-ı ayndır. Ana-babaya itâat ise, günâh olmayan emirleri için, farzdır. Ana-babanın farzı terk ettirmesi
günâh olduğundan bu emirleri yapılmaz. Nisâ sûresi elli dokuzuncu âyetinde meâlen, (Ey müminler!
Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem” ve sizden olan, âmirlerinize itâat ediniz!) buyuruldu. Günâh olmayan
emirlere itâat lâzımdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir yere ufak bir askerî birlik göndermişti.
Başlarına da bir kumandan tayîn etmişti. Âmirleri, bunlara kızıp, büyük bir ateş yaktırdı ve bu ateşe giriniz, bana itâat
farzdır dedi. Askerlerin bazısı girelim, dedi. Bir kısmı da biz ateşten kurtulmak için müslümân olduk, girmeyelim, dedi
ve girmediler. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu haber alınca: (Eğer itâat edip girselerdi, Cehennemde
ebedî kalırlardı) buyurdu. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Üzerinize âmir tayîn edilen müslümân, her kim olursa olsun,
harâm ile emretmedikçe, ona itâat ediniz! Harâm olan emirlerine itâat etmeyiniz!) İtâat etmemek başkadır. İsyân
etmek, karşı gelmek başkadır. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamalıdır.

[Siyer-i kebîrden, buraya kadar yazılanlardan anlaşılıyor ki, ananın babanın, hocanın ve hükûmetin harâm olan şeyleri
emretmeleri hâlinde, bunlara isyân edilmez.

Karşı gelinmez. Bu emirleri, dinde günâh olmayacak ve devletin kanûnunda suç olmayacak şekilde yapılır. Meselâ bir
adama anası evlenme derse veyâ falanca kızı almayacaksın veyâ âileni bırakacaksın derse veyâ falanca âlime gidip
dînini öğrenmeyeceksin derse, bu sözleri islâmiyetin îcâb ettirdiği bir sebep ile değil ise, itâat îcâb etmez. Fakat, yine
sert söylemek, karşılık vermek câiz değildir.

Kâfir olan âmirlerin, din düşmanlarının islâmiyete uygun olan emirleri, islâmiyete uymak niyeti ile yapılır. İslâmiyete
uymayan emirleri karşısında müşkil vaziyete düşerse, kanûnî yollardan hakkını arar.

Ananın, babanın, hocanın, itâat lâzım olmayan emirleri yapılmadığı zamân özür, bahâne anlatmalı ve hafîf ve yumuşak
söylemelidir. Yanî, emri yapmamak, isyân ve hakâret şeklinde olmayıp, kusûr ve kabâhat şekli verilerek fitneye sebep
olmamalıdır.

You might also like