You are on page 1of 50

Engin Geçtan

Zamane
Engin Geçtan
BÜTÜN YAPITLARI • •I İÇİNDEKİLER

Edebiyat
DERSAADETTE DANS, 1996
BİR GÜNLÜK YERİM KALDI İSTER MİSİNİZ? 1997
KIRMIZI KİTAP, (1993) 1999
KIZARMIŞ PALAMUTUN KOKUSU, 2001 " T Ü R K İ Y E A D A L E T L İ BİR YER DEĞİL" 11
TREN, 2004 SÜREÇLER 13
KURU SU, 2008
DİNLEMEK, İŞİTMEK 15

VAROLUŞ SUÇLULUĞU 18
E d e b i y a t Dışı
PSİKODİNAMİK PSİKİYATRİ VE T O P L U M S A L DEĞİŞME 22
NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR, 1975 Ö Z E R K İNSAN 24
İNSAN OLMAK. 1983
ŞEYLER D Ü N Y A S I 29
PSİKANALİZ VE SONRASI, 1988
VAROLUŞ VE PSİKİYATRİ, 1990 KİMLİK S O R U N L A R I 34

KİMBİLİR? 1998 O T O R İ T E VE Ö F K E 37
HAYAT, 2002 ÜÇ BEYİNLİ İNSAN 40
ZAMANE, 2010
Ç Ö Z Ü L E N DEĞERLER VE U M U R S A M A Z L I K 45
SEYYAR, Söyleşiler, 2005
AİDİYET DUYGUSU 49

D E P R E S Y O N VE SIKIŞMIŞ K I Z G I N L I K L A R 52

Ç O C U K YALNIZLIĞI 56

KORKU 60

KOLEKTİF REGRESYON 62

P E R S O N A VE G Ö L G E 70

G Ö L G E N İ N BAŞKALDIRISI 73

SIRADIŞI D A V R A N I Ş S A L G I N L A R I 80

ENSEST 84

AHVALİMİZ 90
"Eski hali hiç göremem
Bana n'oldu ben bilemem."

Hacı Arif Bey'in bir ş a r k ı s ı n d a n


• •I " T Ü R K İ Y E A D A L E T L İ BİR YER DEĞİL"

Karşıdan bir anne ve on yaşlarındaki oğlu geliyordu, konuşarak.


Yanımdan geçerlerken çocuğun annesine "Türkiye adaletli bir yer
değil," dediğini duydum. Kesin olarak bilemesem de konuşması
bana, büyüklerden duyduklarını tekrarlayan çocuklarınki gibi gel-
medi ve duyduğum cümle beni düşündürdü. Konuşmanın öncesini
ve sonrasını dinleyebilmiş olmayı istedim. Gerçekten o da ülkenin
yükünü üzerinde hissediyor muydu? Eğer öyleyse, bu sözü o yaşta
eden çocuğu nasıl bir gelecek bekliyor olabilirdi? Pek çok çocuk
farkında olmadan zaten ebeveyninin duygusal yükünü çekmek zo-
runda ve geleceğin "yaşlı gençleri" olmaya aday. Benim çocuklu-
ğumda, o çocuğun yaşında biri böyle bir görüşü dile getiremezdi.
Çocukluğum İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçti sayılır. Sofrada
misafir olduğunda mutlaka savaş tartışılırdı. Müttefikler, Naziler
ve Kızıl Ordu'nun katıldığı bu acımasız satranç oyunuyla ilgili an-
latılanları ilgiyle dinlerdim. Kaygılanmazdım, çünkü büyükler
kaygılı değillerdi. Hatta, babamın Berlin'de eğitim görmüş Nazi
yanlısı arkadaşı geldiğinde çıkan tartışmalar beni eğlendirirdi. Bir
kez bile Almanlar'ın bize de saldırabilecekleri olasılığının konu-
şulduğunu duymadım. Ülke sakin ve huzurluydu, tanıdığım kim-
senin evine hırsız girmemişti; cinayet, filmlerin ve romanların ko-
nusuydu. Etrafta şikâyet kültürü yoktu; ekmek karnesi ve içinde
ZAMANE SÜREÇLER

kılçıksı buğday sapları barındıran, şimdilerde sapsızları rağbet gö- olamayacağım konuşacaktık, ama böyle bir projeye karşı içimde
ren siyah ekmeklerden hoşlanmaz, ama bunu ve bazı diğer yoksun- biraz isteksizlik de vardı. Daha önce yaşamadığım bir şey, belki de
lukları dert etmezdik. Savaşta Müttefik donanması tarafından ko- yazacaklarımın içeriğinden ötürü, bilemiyorum. Aradan birkaç haf-
valanıp İzmir Körfezi'ne sığınan İtalyan savaş gemileri tam karşı- ta geçtikten sonra kendimi okumakta olduğunuz satırları yazarken
mızdaki uzaklara demir atmışlardı. Tutsaktılar, savaş sonuna kadar buldum. Yolda karşılaştığım çocuğun bunda payı varmış gibi geli-
orada kalmaları gerekiyordu. Ailelerimizin karşı çıkmasına rağ- yor bana, nedenini bilemesem de.
men birkaç kez gizlice gemilere kadar yüzmeyi deneyip başarama- Yazmaya başlamadan önceki aylarda, etrafta "Bize neler olu-
mıştık, zaten son girişimimiz aileler tarafından fark edilmiş, bazı yor?" sorularının uçuşmakta olduğunun farkındaydım, bu soruya
pencerelerden çarşaflar sallandırılmıştı. O gemiler trajedi simgesi kimsenin tam bir cevap bulamayacağının da. Çünkü yaşanan kar-
değildi, yeni bir oyundu, çocukluğun dokunulmazlığını yaşıyor- maşık olguların bazı yönlerini bilenlerin, diğer yönlerini bilmele-
duk, dünyanın yükü bizden uzaktı. Ülke kendini yenilemiş olma- ri ya da anlamaları mümkün değil. Bu nedenle, birazdan anlata-
nın coşkusunu hâlâ yaşıyordu, gelecekte olacaklardan habersiz. caklarım, mesleki birikimim ve bazı kişisel deneyimlerim sonucu
Bu anlattıklarım, 1940'iı yılların ilk yarısının çocuklarını ve edinilmiş bazı izlenimlerle sınırlı olacak.
büyüklerini dile getiriyor. Hayatın daha kendiliğinden ve yavaş
aktığı günleri. Kaygılar o zaman da yaşanıyordu, ama bugün bak-
tığımda, üretilmiş kaygıdan çok, somut nedenlerle ilintililermiş
gibi görünüyor. Trajedi yaşandığında acısı da içten paylaşılırdı. • •I SÜREÇLER
Kadercilikten farklıydı bu, hayatı geldiği gibi kabuldü. İnsanlar
bulundukları konumu da kabul etmiş gibiydiler. Daha iyi yaşayan- Başlarken, anlatmak istediklerime temel oluşturacak bazı genel
lara özenip onlara benzemeye çalışılmazdı, açgözlülük ve sınıf at- görüşlere değinme gereğini duyuyorum, önce kısaca tarihten ne
lama çabaları yoktu, zaten kimse aniden zengin olmazdı. "Psiko- anladığımı dile getirerek; insanlık tarihi ya da kişilerin tarihi, ben-
lojik sorun" diye bir kavram yoktu, sadece bazı insanlar biraz ay- ce fark etmiyor. Bana göre insanlık tarihi, vaktiyle bize öğrettikle-
rıksıydılar. Bunların, toplum yapısı dediğimiz şeyin bugünkü eş- ri gibi, birbirini izleyen bağımsız olaylar dizisinden ve dönemler-
değeri sayılabilecek dünyalara baktığımızda gördüklerimizden den oluşmuyor. Münferit bir olayın, tarihin yönünü belirleyici bir
farklı olduğunu biliyorum. Tabii ki anlattıklarım o günlere bugün- unsur olarak değerlendirilebileceğini de düşünmüyorum. Çünkü
den bir bakışı yansıtıyor, abartılı mı bakıyorum sorusuyla birlikte, her bir olay sürecin akışı doğrultusunda ortaya çıkıyor. İnsanın ya-
ama o dönemi başka türlü nasıl anlatacağımı da bilemiyorum. An- şam öyküsü gibi insanlık tarihi de kesintisiz bir süreç, durağanlık-
cak, geçmişi özlemle ananlardan da değilim, bugünü olduğu ha- ları ve sıçramalanyla. Zaten tarihin akışı gereği ortaya çıkan bir
liyle yaşıyorum, olmakta olanlara sürecin şimdiki aşaması olarak olay tarihi nasıl değiştirmiş olabilir ki? O olay da tarihin kendili-
bakarak. ğinden gelen bir parçası. Dolayısıyla, örneğin 11 Eylül öncesi ve
Annesine "Türkiye adaletli bir yer değil," diyen çocukla kar- sonrası diye bir ayrıma katılamıyorum. Bana göre bu olay akmak-
şılaştığımda yayıncımın ofisine gitmekteydim. Referans olarak ta olan sürecin sıçramalı bir aşamasıydı. Çünkü süreçler zaman
kullanılabilecek bir metin yazmıştım, o metinden bir kitap olup zaman sıçrama gösterirler, ama doruk yaratmazlar. Doruk bir şe-

12 13
ZAMANE DİNLEMEK-İŞİTMEK

yin sonu anlamına gelir, ötesi ya da yukarısı yoktur, cinsel ilişki- nın tek rehberidir, ama çoğumuz buna izin vermiyoruz. Çünkü
nin finalinde olduğu gibi. Cumhuriyet ve İnkılâpları da akmakta şimdinin otantik yaşantısı genellikle şartlanmalarımızla çeliştiğin-
olan sürecin sıçramalı bir aşamasıydı. Aydınların yüzünü Batı'ya den, insana ürkütücü gelir. Şimdinin zengin yaşantıları tehdit ola-
çevirmesi ve ulus-devlet kavramının kıpırtıları on dokuzuncu yüz- rak algılandığından, geçmiş ya da gelecek şimdiye davet edilir. Bir
yılın sonlarında zaten belirmeye başlamıştı. Yokoluş tehdidi ve sı- şeyler sürekli düzene konmaya çabalanır, çevreden şikâyet edilir
radışı bir liderin belirmesi, bu sürecin sıçramaya dönüşmesini sağ- ve böylece çerçöple doldurulan şimdi geçiştirilir. İktidar ve para
ladı. Ulus olarak bizler zaten tehdit altında güdülenen varlıklarız. tutkusu üzerine kurulu üst-sistemlerin tutsağı olduğumuz görmez-
Dibe vurmaya az kala dayanışmaya geçip silkiniveririz. den gelinerek, gerçek, hangi konumda ve biçimde olursa olsun oto-
Bazen görünürde yapıcı ya da yıkıcı olan sıçramaların, sonra- rite imgelerinde aranır.
dan görünürün tam karşıtı bazı etkileri ortaya çıkabilir. Bu neden-
le sıçramaları yapıcı ya da yıkıcı olarak nitelendirmenin zaman
içerisinde yapılmasının daha doğru olacağına inanıyorum. İlk gün-
lerinde 12 Eylül darbesinin toplumu biraz rahatlatacağı düşünül- • •I D İ N L E M E K , İŞİTMEK
müştü, yıkıcı etkilerinden hâlâ arınamadık ya da ardından gelen
siyasiler arındırılmamayı seçtiler. Kozmik dansın temel özellikle- Bazıları mesleğimin dert dinleme olduğu sanısındalar. Muhteme-
rinden biri, bir şeyler yok edilirken bir şeylerin var edilmesidir ya len kendilerini yansıtarak. Çünkü kültürümüzde pek çok beraber-
da bir şeyler var edilirken bir şeylerin yok edilmesi. Atomaltı par- lik, dert anlatma ve dinleme zemininde hareket etme eğiliminde.
çacıkların dansında da bu böyle. Hindular bunu Şiva tanrılarında Monolog ve dinleyicisi, ardından yaşanan boşluk. Oysa psikotera-
simgeleştirmişler. Süreç sıçramalar yapmadığında da çeşitli bo- pi çok çeşitli duyguları barındıran "ilişki" temelinde sürdürülür.
yutlarda dalgalanan, hatta çalkantılı olabilen bir olgudur. Durağan Asimetrik görünümüne rağmen, birlikte sürdürülen bir yolculuk,
dönemleri ise çoğu zaman ileride olacakların kuluçka dönemleri. ikili bir dans söz konusudur. Bu dansın başlangıcında adımların
Süreçlerin temel özelliği kestirilemezlikleridir. Bu nedenle, uyuşmasında bazen zorlanmalar yaşanabilir, ama çoğu kez bir sü-
gelecekbilimcilerin tahminlerini ciddiye alamıyorum. Çünkü, ak- re sonra bir ahenk tutturulur. Bir buluşma süresince o kadar çok
makta olan süreç, yaşanan bir sıçramanın ardından, önceden kesti- şey olur ki bunların yalnızca bazıları, o süre içinde iki tarafa da
rilemeyen bir yöne doğru mecra değiştirir. İnsanın yaşam süreci ile açıktır ya da yalnızca bir tarafa, bazen de yaşananların kimi sonra-
tarihsel süreçler bu yönden özdeşlik gösterirler. Üst-sistemler gibi dan fark edilir. Bir de hiç fark edilmeyen, ancak etkileri zaman
bireyler de kestirilemezliğe tahammül edemezler ve hayatlarını içinde ortaya çıkan yaşantılar vardır. Bazı aşamaların nasıl olup da
belirli formatlara sokarak aynılığın güvenliğini arama çabasında- gerçekleştiğini iki tarafın da anlayamadığı durumlar da yaşanır.
dırlar. Kendilerine yabancılaşma pahasına da olsa. Oysa insanın Nasıl olup da böyle bir aşamaya gelindiğini açıklamaya çalışmak
tek gerçeği o anda yaşadıkları ve bir an sonra yaşamak üzere ol- da varsayımdan öteye gidemeyebilir, önemli olan varılan aşama-
duklarıdır. Keşke şimdinin yaşanmakta olması, geçmiş ve onun dır. Bu da ilişkide ortaya çıkan her duygunun ve düşünmenin an-
şartlanmalarından tümüyle özgür olabilseydi! Çünkü geçmiş yeni- dan ana farkındalığıyla karşılıklı zenginleşmeyi içerir. İnsanın
yi anlamamızı engeller. Şimdi bağımsız bir andır ve aslında insa- kendini tanıması kitaplarla ya da önerilmiş düşünceler, programlar

14 15
ZAMANE DİNLEMEK-İŞİTMEK

ve stratejilerle gerçekleştirilemez. Az önce "düşünce" sözcüğünün dir. Gelenler paylaşacaklarını bazen önceden tasarladıkları halde,
yerine "düşünme" sözcüğünü kullanmamın nedeni de buydu. Ya- bunların hiçbirini konuşamadan gittikleri de olur. Psikoterapi, bir
şantılarımıza farkındalık kazanmak, belli bir düşünce tarzını öğ- genç kadının ifadesiyle "yanlış kurulan denklemlerin yeniden ya-
renmekle, yani bazı alıntı inanç ve fikirlerle gerçekleştirilemez. pılandırılması"dır. Ancak, bu amacın gerçekleştirilmesinde izle-
Bunlar sadece bilgidir, oysa ortada yaşayan bir şeyler olmalıdır. nen yol ve içerik, her bir buluşma süresinde bile, önceden kestiri-
Çoğu sosyal ortamda dinlemek işitmenin fazla ötesine geçe- lemeyecek mecralardan geçer. Evdeki çalışanla, ekmek makine-
mez. İnsan bir konuyu dinlerken gözlemlerinden kurtulup gerçek- sinde soğanlı ekmek pişirme konusunda geçen bir tartışmanın he-
ten konuşulanın içine girebilirse çok zengin bir deneyim yaşar. men ardından ülkenin sonu gelmez politik gündeminin sonuncu-
Bazen yirmi ya da otuz yıl önce bana gelmiş insanların benimle sundan nasıl etkilenildiği paylaşılabilir. Aşina olmayanlar, soğan-
tekrar görüşmek istedikleri olur. Onca zamandan sonra vaktiyle lı ekmek pişirmenin psikoterapide ne işi olduğunu düşünebilir.
konuştuklarımızı hâlâ hatırlıyor olmam onları şaşırtır. Böylesi se- Ancak bu örneğin gerisinde o insanın personel yönetimindeki za-
çici bir belleğin gerisinde Heidegger'in "otantik dinleme" dediği afları, tabii bunun da gerisindeki psikodinamikler bulunmaktaydı.
olgu bulunur. Bu tür dinleme sosyal ortamlardaki dinlemeden Hayat zaten ayrıntı görünümündeki bu satır aralarında.
farklıdır, çünkü "otantik dinleme"de beyin birkaç algı sürecini bir- Kırk yıl kadar önceydi, yer Ankara. Terapiye gelmekte olan
den harekete geçirir, sesin tonundan beden diline ya da neyin ne bir genç kadın bir hafta sonu beni arayarak acilen görüşmek iste-
zaman söylendiğine kadar, farkında olduğumuz ya da olmadığı- diğini, yaşadıklarını telefonda anlatmasının mümkün olmadığını
mız pek çok şeyi eşzamanlı algılar. Dolayısıyla böyle bir algının söyledi. Alışılmış bir durum değildi, ancak arayan saygılı ve disip-
belleği de daha kalıcı olur. Sosyal diye nitelendirilen ortamlarda linli bir insandı, gerçekten önemli bir gerekçesi olmasa aramazdı,
beraberliklerin performans ağırlıklı olması nedeniyle böyle bir buluştuk. Sürekli özür diliyordu, böyle saçma bir konuyla beni ta-
dinlemeyi gerçekleştirmek pek mümkün olamıyor. til günü ofisime getirttiği için. Sonunda konuyu açıkladı: ızgara
Bu nedenle, psikoterapi buluşmalarını sosyal ilişkilerden da- sucuk. Annesiyle tartışmıştı. Sucuk ve ekmek birlikte mi ızgaraya
ha hakiki bulduğum zamanlar olur. Gerçi, psikoterapi süreci görü- konur, yoksa sucuk önce kızartılıp sonra mı ekmeğin içine konur
nürde bir insanın diğerinden yararlanması temelinde hareket eder gibi bir şey üzerine. Konuşmamız devam ettikçe, genç kadının an-
ve başlangıçta gerçekten de öyledir. Ancak zaman içinde psikote- nesiyle ve ailenin geri kalanıyla yaşamış olduğu sorunlar daha ön-
rapiye gelen kişi kendini ortaya koyup açtıkça farklı bir süreç baş- ce açıklanmamış ayrıntılarıyla, yüksek bir duygusal tonda payla-
lar ve beraberlik giderek düşünceden olabildiğince özgür bir iliş- şıldı ve bu buluşma terapi sürecindeki dönemeçlerden biri oldu. İl-
kiye dönüşür. Taraflardan biri, yani terapist, kendini ortaya koy- ginç olan yön, sucuk tartışmasının başka konulara yol açmasından
muyormuş gibi olabilir, ancak bir insanı tanımak onun hakkında çok, anne ve kızı arasında yaşananların uzunca bir süre sucuk ko-
bilgi sahibi olmak değildir ve terapist de farklı bir dilde kendini nusu çevresinde dolanmış olmasıydı. İnsanlar sucuk sözcüğü ara-
zamanla ortaya koyar. Psikoterapi başlangıçta bir proje-süreçtir, cılığıyla bile, daha önce birbirlerine söyleyemedikleri neleri ifade
ancak zamanla iki insanın ortaklaşa bir şey yaratma çabasına dö- edebiliyorlar. Bu, benim için de düşündürücü ve öğretici bir bu-
nüşür. Sosyal ayinlerden farklı olarak, bu çabanın temel özellikle- luşma olmuştu. Hayatın, görünür içeriğin derininde nice zengin
rinden biri, buluşma süresi içinde yaşanacakların kestirilemezliği- yaşantılar barındırmasına bir kez daha tanık olma yönünden.

14 17
ZAMANE VAROLUŞ SUÇLULUĞU

laştım. Hepsi daha önce başka psikiyatristlere gitmişlerdi. Bana


geldikleri için memnundular, ama bir ilişki yaratılmasının müm-
• •I VAROLUŞ SUÇLULUĞU kün olmadığı bu ortamlarda katabileceğim fazla bir şey olmadığı-
nı bile bile böyle bir beraberliği sürdürmenin yararına inanmadı-
Çoğumuz kendi aleyhimize oynadığımız oyunlardan haberdar gi- ğımdan, onların bu duygularını pek paylaşamadım. Buna karşılık
biyizdir, ama başka seçenekler yokmuşçasına bunları sürekli gör- öyle kararlı ve hazır insanlar var ki biraz destekle mucize yaratabi-
mezden gelip alışageldiğimiz kısırdöngülere tutunuruz. Bizi mut- liyorlar.
suz da etse. Denenmemişin korkusundan ötürü, bizim için zararlı Yirmi yıl kadar önce olmalı, yaşadığı hayattan memnun olma-
olduğunu bile bile, bilinene tutunmak. Bu nedenle, psikoterapide, yan bir genç kadın ön görüşme için ofisime gelmişti. Psikoterapi
gereksiz savunma sistemleri terapist tarafından köşeye sıkıştırıldı- uzun ve yavaş bir süreç olduğundan sistemli bir şekilde görüşme-
ğmda insanlar bazen yakalanmışlık duygusu yaşarlar. Ancak bu, ye başlamamız için kendisinden önce başvuranları beklemesi ge-
insanın toplum normlarına değil, kendine karşı işlemiş olduğu su- rekiyordu. Uzun bir aradan sonra sırası geldiğinde aradım. Keyif-
çun yakalanmışlığıdır. Yakalanmışlığın içeriğini oluşturan gerçek li bir sesle bana kendisini çok iyi hissettiğini, beni görmediği süre
duygu, insanların kendilerine ulaşma umudunu ve hafiflemeyi içinde olanları yine de bana anlatmak istediğini söyledi, buluştuk.
içerir, hatta bazen gülerek karşılandığı bile olur. Kendimize karşı Bana, bekleme süresi uzun olduğu için aradaki zamanı değerlen-
işlediğimiz suçlara "varoluş suçluluğu" denir ve vicdanımızdan dirmek istediğini ve bir hastanede görevli orta yaşlı bir psikolog
kaynaklanan suçluluktan farklı bir olgudur. hanımla görüşmeye başladığını anlattı. Psikolog hanım onun be-
Geçen yüzyılın ilk yansında Alfred Adler, psikoterapiye gelen nimle olan bağlantısını öğrenince, buluşmalarında kitaplarımdan
kişinin temel sorunu yüreksizliktir, demişti. Tabii ki bu ifade psi- birini kullanarak onunla birlikte çalışmaya başlamış. Zaten genç
koterapiye gelenlerle sınırlanmıyor. Çeşitli oranlarda hepimiz, alış- kadın da o kitabımı okuduktan sonra bana başvurmuştu. Böylece,
tırıldığımız şartlanmalar ve geliştirdiğimiz psikolojik savunma me- simgesel de olsa beni de aralarına almışlar.
kanizmaları dışındaki seçeneklere yönelme konusunda yüreksiziz. / Psikolog hanımla ilişkisini sürdürdüğü sırada bir gün ani bir
Psikoterapiye gelenler, bunun farkında olmakla yetinmeyip, üste- kararla işe gitmemiş, eşine de nerede olduğunu bildirmeden bir
sinden gelebilmek için niyetli ya da kararlı olan kişilerdir. Gerçi not bırakıp gerekli eşyalarını ve caz kasetlerini yanına alarak ara-
enderde olsa, bu konuda niyetli olduğuna kendini inandırmış ama basına atlayıp yola koyulmuş. Şehrin çeşitli yerlerinde dört gün ve
çaba gösteremeyen insanlar da var ve psikoterapi ortamını, mono- gece arabasında yaşamış, çoğu zaman caz dinleyerek. Beşinci sa-
loglarını sürdürecekleri yer olarak görmekten asla vazgeçmezler. bah yine ani bir kararla işine gitmiş, insanlar ona merakla bakmış-
Genellikle bir psikiyatristten diğerine dolaşma eğiliminde olduk- lar ama kimse günlerdir nerede olduğunu soramamış. Akşam olup
larından "profesyonel hasta" olarak nitelendirilirler. Çünkü psiki- evine gittiğinde kocası da öyle. Kendi kendine dans etmeye başla-
yatrik hasta olmak kimliklerinin önemli boyutlarından biri haline yınca hiç dans etmeyen kocası da bir süre sonra ona katılmış. Son-
gelmiş, "terapi oyunu" "hayat oyunu'nun yerini almıştır. Profes- raki günlerde kocasıyla ilişkileri giderek canlanmaya başlamış ve
yonel hastalarla çalışmalarımın ilk döneminde zaman zaman kar- farklı bir boyuta geçmiş. Anlattıklarını biraz şaşırarak ama sevine-
şılaşmıştım, daha sonraki yıllarda yalnızca bir ya da iki kez karşı- rek dinlerken, kendisini ve tanımadığım psikolog hanımı kutla-

18 19
ZAMANE VAROLUŞ SUÇLULUĞU

dım. Karşılıklı içtenliğin neler yaratabileceğine olan inancım pe- psikiyatriye adım atışımdan bu yana geçen yarım yüzyılı geride
( kişti. O günden sonra da onu tekrar g ö r m e d i m ^ u hikâyenin baş- bıraktım. Yıllar içinde mesleğim ve ben bütün haline geldik, po-
ka öğretici yanları da var. Biri, gerçekten kararlı davrandığımızda, tansiyelimin sınırlarını ve çalıştığım alanın sınırsızlığını fark ede-
insanların bazen soru bile sormadan bizi o halimizle kabul edebil- bildim. Bunlar bana dünyanın hali nasıl olursa olsun, eleştirel bak-
meleri. Bu kararlılığın temelinde tabii ki risk alabilme, dolayısıy- mak yerine, olmakta olanları anlamaya çalışmayı asla bırakmama
la yüreklilik var. Diğeri de biz kendimiz olup içimizden geldiğin- heyecanını hâlâ yaşatmakta.
ce davranabildiğimizde, bizi dibe çekme eğiliminde olan diğer ki- Çalıştığım alanın sınırsızlığıyla, yıllar içinde yaşanan dönü-
şinin de bu tavrından vazgeçip bize katılabileceği gerçeği. Çünkü şümlerin doğal olarak psikiyatrideki anlayışlara yansımasını ve
insanlar genellikle hayatiyetin olduğu alanları yeğliyorlar, kendi- zaman zaman bu dönüşümlerin kendilerinin de psikiyatrinin ko-
leriyle birlikte siyahlara doğru sürüklenenleri değil. Tabii ki bu nusu haline gelmelerini kastediyorum. Klasik psikanalizin ilk dö-
her zaman böyle olmuyor, kendi öfkesi içinde yoğrulmaktan asla neminde, yani geçen yüzyılın ilk yarısında, psikiyatri tamamen bi-
vazgeçmeyen kendine dönük yıkıcı insanlar da var. Ama kendi kli- reye odaklanmış, hatta topluma uyum ruh sağlığının temel ölçüle-
nik deneyimlerimde, pek çok zaman, yaşam ışığının olduğu yerde rinden biri olarak değerlendirilmişti. İkinci Dünya Savaşı'nda Av-
ona katılma isteğinin üstün geldiğine tanık oldum. rupa'da yaşananlardan sonra toplumların da hastalanabileceği fark
Uzak geçmişe ait örnekler verdiğimin farkındayım. O yıllar- edildiğinde, "normal" kavramının yeniden değerlendirilmesi ge-
dan bu yana insanlık çok hızlı dönüşümlerden geçti ve insanın te- reği ortaya çıkmıştı. Aradan geçen zaman içinde, normalliğin du-
mel çatışmalarının ortaya çıkış şekilleri daha da karmaşıklaştı. rum değil süreç olduğu şeklinde görüşler oluştu, daha yakın za-
Bugüne baktığımda gördüğüm en çarpıcı şey, giderek artmakta manlarda ise normal sözcüğü kendiliğinden tedavülden çekildi.
olan zaman ve mekân sıkışmasının insanlar üzerindeki etkileri. Artık hepimiz günün deyimiyle "arıza"yız çeşitli şekillerde.
Çoğunluğu kentlerde yaşayan insanların coğrafyaları yok gibi, Uzmanlık eğitimimi gördüğüm ABD'deki gençlik yıllarımda
dört duvar dışına çıktıklarında da iç mekândaymış gibi yaşıyorlar, da psikiyatri tamamen bireyin içsel çatışmalarına odaklanmıştı.
sıkışık. Zaman akmıyor, dişli çark gibi birbirinden kopuk dilimler Toplum kusursuz sayılıyordu. Amerikan Rüyasına körü körüne
halinde yaşanıyor ve insanlar bunun farkında değil. Yetişme, ye- inanıldığı yıllardı. Zaman geçti ve 1968 yılında Avrupa'nın bazı
tiştirme, bitirme, başlama kaygısı yaşanıyor, sürekli "bir şey yap- ülkelerinde gelişen öğrenci hareketleri hızla yayıldı. ABD'de hip-
mak" zorundalar. Üst-sistemler tarafından savrulup sürüklenir- piler, katı orta sınıf değerlerinin sorgulanmasına yol açtı. Bu olgu-
ken, kendini taşımakta zorlanan insanların sayısı giderek artmak- lar ve ardından gelen başkaları, bazı psikiyatristleri, kendi alanla-
ta ve bazılarının kumandası gerçekten kendilerinde değil. Kent rı ile toplumsal, politik ve kültürel olgular arasındaki ilişkilere yö-
merkezi nüfusunda proje çocuklar yetiştiriliyor ve bu projeler ya- neltti. Daha sonra kimilerini Uzakdoğu düşünce biçimlerine ya da
rıştırılıyor. varoluşçuluk gibi felsefi akımlara yöneltti. Yakın zamanlarda ise
Yıllar boyunca toplumun geçirdiği dönüşümleri hem doğru- kimimiz modern fizik ve kaos olgusunun felsefi boyutlarına yö-
dan yaşadım, hem de ofisimin duvarları arasında başkalarıyla pay- neldik. Tabii günümüzde de bu farklı boyutlara yönelen psikiyat-
laştım. Bir şeylerin hem parçası, hem gözlemcisi olmak başlan- ristler dahi, aynı zamanda, klinik çalışmalarını bireyin içsel sorun-
gıçta pek kolay olmamış, bunu şimdi fark ediyorum. İki yıl önce, larına odaklanarak sürdürmekteler. Çünkü psikiyatri öncelikle tıb-

18
21
ZAMANE TOPLUMSAL DEĞİŞME

bin bir uzmanlık dalı ve insanın kendi içindeki kargaşanın dış dün- boyutları da fark etme açısından önemi zaman geçtikçe daha belir-
yadaki kargaşadan daha ürkütücü olduğu gerçeği hâlâ geçerliğini ginleşecekti. Genç doçentin adı Deniz Baykal'dı. Sonradan politi-
korumakta. kaya atıldığını duyduğumda, bu nitelikte bir hocadan yoksun ka-
Bununla birlikte, içinde bulunduğumuz dönemin, birey ile üst- lacağı için üniversite adına üzülmüştüm. Ardından, bireyin sınır-
sistemler arasındaki çizgiyi zaman zaman belirsizleştirmesi bir baş- larını aşıp toplumsal boyutlara da yönelişim bu bilgilendirilmeyle
ka sorun. Yirmi ya da otuz yıl öncesinde de üst-sistemler, değerler de sınırlı kalmadı ve benim için yeni bir sürecin başlangıcı oldu. O
ve normlar insanlar üzerinde etkiliydi, ancak muhtemelen bu ka- yıllarda sosyal bilimler alanında yayımlanan bazı yabancı kitap ve
dar katlanması zor değillerdi. Bugün ise üst-sistemler, çeşitli bi- makalelerde, gezegenimizin giderek küresel bir köye dönüşmekte
çimlerde, iç dünyamıza her zamankinden fazla girmiş durumda. olduğuyla ilgili görüşler bir kutlama havası içinde dile getiriliyor,
Üstelik pek çoğumuz, hatta belki de "Türkiye adaletli bir yer de- ama bunların olası sonuçlarından hiç söz edilmiyordu. Bu olgu-
ğil" diyen çocuk bile artık bunun farkında ve bu farkındalık, za- nun zaman içinde gücünü artırarak, dünyamızı yalnızlık çeken bir
man zaman, kavramsal sanatta olduğu gibi sanata ve bazen de ede- gezegene dönüştüreceğini kimse tahmin edememişti.
biyata yansımakta. Her figürün bir fonu vardır ve fon olmaksızın Aynı yıllarda, yani öğrenci olaylarının başlamasından önceki
figür de olamaz. Eskiden psikiyatristler izledikleri insanların fo- iki yıl sabah saatlerinde, o zamanlar yeni açılan Ankara Üniversi-
nunu aile ve yakın çevre ile tanımlarlar ve bu da yeterli olurdu. Gü- tesi Medikososyal Merkezi'ne gidiyor, öğrencilerin ruhsal sorun-
nümüzde ise ülkenin, hatta bazen dünyanın, sınıfsal değerler gibi larıyla ilgileniyordum. Oradaki çalışmalarım, öğencileri daha ça-
toplumsal ya da kültürel, politik, ekonomik, teknolojik dönüşüm- buk tanıyabilmek için uygulanan bazı testlerle desteklenerek ar-
lerini bireyin fonuna dahil ederek değerlendirme gereği ortaya şivlenmiş, ama bunların üzerinde çalışacak zamanım olmamıştı.
çıktı. Günümüz insanının dünyasındaki bu boyutlar psikoterapi Akademik nedenlerle bir çalışma sunmam gerektiğinde, orada
ortamına pek doğrudan getirilmiyor olsa da kişilerin yaşam biçim- edindiğim bilgileri bu amaçla gözden geçirmeye karar verdim.
lerine ve yaşadıkları zorlanmaların bazılarına etkileri çok açık. Psikiyatrik literatür zemininde değerlendirilen veriler, o zamanlar
yeterince bilmediğim bir olguya işaret ediyordu: "kimlik bunalımı
(identity crisis)". Bu ciddi bir durumdu ve bulgular özerkliği öğre-
nememiş olma sorunuyla doğrudan ilintiliydi. Yıl 1967 idi ve bir
• •I T O P L U M S A L DEĞİŞME yıl sonra üniversite gençliği arasında olaylar patlak verdi.
Araştırma sonuçları, söz konusu öğrencilerde ortak olarak ki-
Altmışlı yılların sonlarına doğru bir gün Prof. Dr. Nermin Aba- şisel kimlik bunalımlarına işaret ediyordu ve bu olgu o öğrenciler-
dan-Unat'ın daveti üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne gitmiştim. le sınırlıydı. Ancak izleyen yıllarda, öğretim üyesi olmam nede-
Hatırladığıma göre, benden başka bir ya da iki kişi daha çağrılmış- niyle durumun, özellikle de özerkliği öğrenememiş olma sorunu-
tı. Küçük bir odada genç bir doçent bize "sosyal değişme" olgusu- nun, gençler arasında çeşitli derecelerde ve oldukça yaygın oldu-
nu anlatmıştı. Benim için yeni olan konu o kadar açık ve aydınla- ğunu gözlemleme imkânım oldu. Zamanla, gerek klinik çalışma-
tıcı bir şekilde anlatılmıştı ki makaleler okusam bu kadar iyi öğre- larımda gerek gözlemlerimde, özerk birey olamama meselesinin
nemezdim. Bu buluşmanın benim için, bireyin yanı sıra toplumsal toplumun büyük çoğunluğu için geçerli olabileceğini fark etmeye

22 23
ZAMANE ÖZERK İNSAN

başladım. Bu ortak sorunumuzun bugün de aşılma yoluna girmiş İnsan özerk olma eğilimleriyle birlikte doğar. Bu eğilimin gerçek-
olduğu düşüncesinde değilim. Hâlâ halk için değil, devlet için dü- leştirilememiş olması ise bunun için gerekli ortamın sağlanmama-
zenlenmiş yasalarla yaşamaktayız ve bunu öylece kabul etmiş hal- sı, hatta bu eğilimin doğrudan engellenerek dumura uğratılması
deyiz. Ayrıca töre ya da mahalle baskısı gibi olgulardan söz edili- ile doğrudan ilintilidir. Özerk insan olamama sorununu aile içi
yor ve hepinizin bildiği daha neler. ilişkilere indirgeyerek tartışmak insafsızlık olabilir, ama konu ne-
Her egonun bir benliği, her benliğin de bir kimliği vardır. dense hep bu sınırlar içinde tutulmuştur. Ancak daha genelinde
Kimlik, bir insanın normlarını, değerlerini, seçimlerini içerir ve konu oldukça karmaşık. Çünkü bireysel özerkliğimiz ailenin öte-
egonun dünya içindeki tavrı ve konumu bu doğrultuda şekillenir. sinde birçok unsur tarafından zaten ipoteklenmiş durumda, ailenin
Davranışları yönlendirecek referans noktalarının netliği bozuldu- kendisi de öyle. Sahiplenicilik konusuna daha sonra değineceğim,
ğunda kimlik algılaması da bulanıklaşır. Bu durumun zemininde ama bu aşamada Krishnamurti'den bir alıntıyla yetinmek istiyo-
çoğu zaman özerk bir varlık olmayı öğrenememiş olma bulunur. rum: "Toplum adını verdiğimiz şey geçmiş kuşaklarca yaratılmış-
En ciddi tehlike de bu durumun insanın dünyasına "yabancılaş- tır ve bizim açgözlülüğümüze, sahipleniciliğimize katkıda bulu-
ma"sına dönüşmesidir. Bazen insanı canına kıymaya kadar götü- nur." Bir başka deyişle, hepimiz şu ya da bu şekilde bize nasıl
rebilen katlanılması zor bir duygu, ama o dönemde izlediğim öğ- olunması gerektiğini empoze eden bilgilerle, ideolojilerle, dinsel
rencilerde bu denli ağır bir durumla karşılaşmamıştım. Buna eği- inançlarla donatılmış bir üst-sistemler karmaşasının, yani bize gö-
limi olanlar var idiyse de bir süre sonra politize olup bir aidiyet re geçmişin ipoteğiyle dünyaya geliyoruz. Yani hiçbiri kendi seçi-
edinerek böyle bir olasılıktan kendilerini korumuş olmalılar. mimiz değil. Yine de sınırlarımı aşmamak için özerklik konusunu
ebeveyn-çocuk ilişkileri ile sınırlayarak devam etmek istiyorum.
Çocuk ilk özerklik denemelerini bir ila üç yaşlar arasında ger-
çekleştirmeye başlar ve fiziksel gücünün arttığını fark ettikçe ken-
• •I ÖZERK İNSAN di başına bazı denemelerde bulunur. Bunu yaparken bir yandan da
göz ucuyla annesini izlemek ve onun evin neresinde olduğunu bil-
İnsanın belirli bir referans çerçevesinde tutarlı bir kimlik geliştire- mek ihtiyacındadır. Hepimizin çocukluk dönemindeki özerklik
bilmesi, iç sesiyle uyumlu seçimler yapabilme oranına önemli öl- denemeleri, bazıları iyi niyetle de olsa çeşitli gerekçelerle kısmen
çüde bağlıdır. Bir başka deyişle, seçimlerini ne oranda özerk bir engellenmiştir. Tabii yine de bunun ne oranda ve hangi şartlarda
şekilde yapabildiğine. Özerklik, bir insanın seçimlerini dış etken- yaşandığı önemli. Çocuğun özerklik denemelerine ebeveyn doğal
lerden ve şartlanmalardan bağımsız şekilde ve iç sesi doğrultusun- olarak bir sınır koyma durumundadır, öncelikle düzen ve çocuğun
da yapabiliyor olma özgürlüğüdür. Politik özerklik, insan hakları, güvenliği adına. Ancak bu süreç ebeveynin kişilik özelliklerine ve
ifade özgürlüğü gibi üst-sistemle ilgili kavramlardan sık söz edil- o dönemdeki ruh hallerine göre farklı şekillerde yaşanabilir. Özerk-
diği halde, bireysel özerklikten neredeyse hiç söz edilmez. Belki liğin engellenmesi, bağımsızlık denemelerine ket vurma ya da ebe-
de böyle bir hakkımız olduğunu bilmediğimizden, öğrenemediği- veyne bağımlı kılmanın yanı sıra çocuğun makul sayılabilecek se-
mizden. Özgürlükten sık söz ederiz, ama özgür olduğu varsayılan çimlerine müdahaleyi de içerir. Çocuğun seçimleri yerine ona ken-
bir insanın da özerkliği öğrenememiş olabileceğini düşünmeyiz. di seçimlerini empoze eden ebeveynin, kendi geçmişlerinde özerk-

24
25
ZAMANE ÖZERK İNSAN

likten engellenmiş olma hikâyelerine sık rastlanır. Yani bu olgu sesimiz doğrultusunda gerçekleştirilir. Çoğu seçimlerimiz şartlan-
pek çok zaman kuşaktan kuşağa aktarılan bir hal de olabiliyor. malar sonucu yapıldığından, zaman zaman can sıkıntısı, durgun-
Özerk olmayı öğrenememiş olmanın başlıca belirtileri, karar luk ve bir türlü giderilemeyen boşluk ve anlamsızlık duygusu ya-
verememe ya da verilen kararla ilgili şüpheye düşme ve kendini şanabilir. Viktor Frankl bu durumu "varoluş vakumu" olarak ad-
ortaya koymaktan utanmaktır. Yıllar önce bana gelmekte olan bir landırmıştı. Böyle durumdaki insan kendine ve dünyaya inancını
genç kadının doğru seçimi yaptığından bir türlü emin olamayıp, yitirmiş gibidir, yönünü bilemez ve yaptığı şeylerin anlamını so-
satın aldığı güneş gözlüğünü dört ya da beş kez değiştirdiğini ha- ruşturup cevap bulamaz. ,Özgür olduğu zamanlarda ne yapacağını
tırlıyorum. Öğretmenin sorduğu sorunun cevabını bildiğinden bilemez. Frankl'a göre, varoluş vakumuyla yüzleşmek durumunda
emin olduğu halde "ya yanlışsa" kaygısıyla cevap vermekten im- kalma hallerinde, günümüz insanının sezgilerine yabancılaşması-
tina eden ya da yanlış cevap verdiğinde küçük düştüğü kaygıları- nın ve sağduyudan kaynaklanan bazı değerlerini yitirmiş olması-
na kapılan öğrenci de özerklik sorunu yaşıyor olabilir.'Özerkliği nın önemli payı var. Ne istediğini seçmekte zorlanan günümüz in-
aşırı engellenmiş insanın iç dünyasına kızgınlık ve isyan duygusu sanı genellikle ya başkalarının yaptığını yapıyor ya da üst-sistem-
egemendir. Bu birikim genellikle bilinçaltında tutulsa da kişinin lerin taleplerine boyun eğiyor. Bu da hayatına yön verebileceğine
davranışlarını dolaylı olarak yönlendirir. Yani özerkliği yeterince ve çevresi üzerinde etkili olabileceğine olan inancını yitirmesine
kazanamamış olma, örtülü ve açık bir saldırgan potansiyeli de be- neden olabiliyor. Şartlandırılmalarımızdan ötürü çeşitli oranlarda
raberinde getirir, y proje insanlar olduğumuzdan, hepimizin içinde birimizden diğeri-
Özerkliği yeterince öğrenememiş insanlar yapacakları şeyleri ne değişebilen genişlikte birer vakum bulunur.
kendileri için değil, kim olduğu belli olmayan birileri için yapar- Vakumun büyüklüğü ve niteliğine göre, mevcut boşluk bazı
casına gerçekleştirirler. Öğrenci dersini, bir şeyler öğrenmenin ve insanlarda giderek psikiyatrik semptomlarla dolmaya başlar. Böy-
meraklarını gidermenin doyumunu yaşamak için değil, sınıfta kal- lece varoluş vakumu, varoluş nevrozuna dönüşür. Vakum her za-
mamak için çalışır. Dolayısıyla sınav hazırlığı genellikle son saat- man bilindik psikiyatrik semptomlarla doldurulmayabilir. Örne-
lere bırakılır. Ev misafir geleceği zaman temizlenir ve toplanır. ğin bazı insanlar vakumlarının karşı cins ilişkilerinde giderilmesi
Evden zamanında çıkılamadığı için her yere telaşla yetişilir. Ço- beklentisini yaşıyor ve bu durum, çoğu zaman ilişkilerin geleceği
ğunuza bildik gelen bu örnekler böyle sürer gider. Yıllar önce bir açısından pek hayırlı olmuyor. Çünkü tek alana odaklanarak boş-
büyüğümün Amerikalı eşi anlatmıştı. İstanbul Uluslararası Müzik luk giderilmek istendiğinde o alan bu yükü kaldıramaz. Kimi ise
Festivali'nin ilkinin düzenleme komitesindeymiş: "İlk festivaldi kompulsif seyahat etme, kompulsif alışveriş gibi durumlarla ya da
ve her şey karmakarışıktı. Festivalin başlamasından bir sabah ön- umutlarını Uzakdoğu felsefelerinin çeşitli türevlerine bağlayarak
ce, bu festivalin ertesi gün gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu bunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Ve tabii daha pek çok şey.
düşünüyordum. O gün ve o gece nasıl bir tempoda neler oldu an- Aslında hepimiz vakumumuzu kısmen de olsa çerçöple dolduru-
layamadım, ertesi gün festivalin açılışına hazırdık. Siz Türkler sü- yoruz. Bir yanımız bunu fark eder gibi olduğu halde, bunların iç
rekli o son saatlerde olduğunuz gibi olabilseniz, dünyaya hâkim sesimizin seçimi olmadığını görmezden geliyoruz, yerine ne ko-
olurdunuz." yacağımızı bilemediğimizden. Anlamsızlık ve boşluk duyguları,
Yaptığımız seçimlerin çok azı, zaten ender duyabildiğimiz iç beraberinde yalnızlık ve yalnız kalma korkularını getirir. Çocuk-

27 25
ZAMANE ÖZERK İNSAN

luk döneminde ebeveyne ya da onların yerine geçen kişilere duyu-


önemli ölçüde etkilenir. Bunlar Batı etkisindeki büyük kent kültü-
lan ihtiyaç, yalnızca bakım ve güvenlik için değil, benliğimizi al-
rü ya da mahalle ve cemaat beklentileri de olabilir. Son zamanlar-
gılayabilmeniz açısından da önemli. Yetişkin hayatta da bizler
da psikoterapi ortamında azımsanmayacak sayıda insan, ikili ya
benliğimizi ilişkiler içinde algılayabiliriz. Dolayısıyla, yalnızlık-
da çoklu beraberliklerde sıkıldıklarını ve kendilerini bezgin his-
tan hoşlanılmamasının temelinde benlik algılamasını kaybetme
settiklerini anlatır oldu. Böyle durumları terapi ortamında paran-
korkuları bulunur. Herhangi bir anda yaşamakta olduğumuz ger-
teze alıp yaşananları anlamaya çalışırken, karşı tarafa bazen o be-
çekliğe, ancak bir ilişki içinde kendimizi anlayarak ulaşabiliriz.
raberlik süresince ne oranda kendini beraberliğe öylece bırakabil-
Ne var ki, ideallerin, inançların, ideolojilerin tutsağı olup kendi-
diğini ya da farkına varmaksızın ne kadar performans çabası gös-
mizi içtenlikle ortaya koymaktan sürekli kaçınıyoruz.
terdiğini sorduğumda durum daha bir açıklık kazanıyor. Ralph
Özellikle büyük kentlerde bir kısım insan, yalnız kalmamak Waldo Emerson'un dediği gibi "Başkalarının olmadan önce kendi-
için ilişkisizliklerin yaşandığı, birbirinin benzeri kalabalıklarda mizin olmalıyız."
bunu gidermeye çalışıyor. Kent merkezinin bir kesim insanı bera-
Gerçekten de çoğu zaman davranışlarımızdaki performans
berliklerde bir tampon kullanma gereği duyuyor, ancak bir "prog-
ağırlığının farkında bile olmuyoruz, böyle bir soru sorulana kadar.
ram" yaparak birlikte olabiliyor. Kültürümüzde hâlâ varolan "ke-
Fark edilse de üstesinden gelmek kolay değil. Çünkü doğduğu-
yif' ile gerilim boşaltmaktan öte pek işlevi olmayan "proje bera-
muz günden bu yana bizden beklenen bu olmuş. Annesi ona gü-
berlikler" bence birbirinden farklı şeyler. Kırsal kökenli birinin
lümsediğinde küçük bebek de annesine gülümser. Her ne kadar
çayını yudumlamaktan aldığı haz ile insanların ne kendileriyle, ne
anne, bebeğin kendi gülümsemesine karşılık verdiğini fark ede-
de birbirleriyle ne yapacaklarını bildikleri bazı şehir davetleri ba-
meyip, bebeğin kendiliğinden gülümsediği yanılgısını yaşasa da.
na her zaman farklı görünür. Keyif o anda yaşanıverir, proje eğlen-
Çoğumuz için sadece karşılık verme niteliğindeki bu gülümseme
celer ısmarlanır. Pek az insan bu proje türü beraberliklerde "Be-
ilk performansımızdır. Sonrasının nasıl devam ettiğini herkes, ya-
nim burada ne işim var?" sorusuyla yüzleşebiliyorsa da çoğu far-
şamış olduğu kadarıyla kendi hayatına bakarak görebilir. Kendi-
kına varmadan, kendine yabancılaşma pahasına, performansları-
miz olmaktan vazgeçmeye başlamamız, özerk bir varlık olabilme-
nın tutsağı oluyorlar. Beğenilmek, fark edilmek, kendini önemli
mize zaten en başından bazı sınırlar getiriyor. Zamanla başka bo-
hissetmek ya da sevgi görebilmek için sergilenen performanslar-
yutlar kazanarak.
dan söz ediyorum. Üstelik, bu sergilemeler sırasında bir paradok-
sun da yaşanmasına neden olarak. Çevrelerinin beklentisi olarak
gördüğü davranışları sergilerken, bir yandan da sergiledikleri ya-
pay kimlikleri gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Olmadığı biri gibi
davranırken, o olmadığı biri olmak için ayrıca çaba göstermekten • •I ŞEYLER DÜNYASİ
söz ediyorum. Bu da genellikle, insanın vaktiyle ebeveyni tarafın-
dan kabul edilme beklentisiyle geliştirmiş olduğu modelden esin- Bana göre, insanın temel sorunlarından belki de en önemlisi mül-
lenir. Doğal olarak, geliştirilen model aynı zamanda, insanın için- kiyet tutkusu. Bunu açıklayabilmek için, uygarlaşmanın özet bir
de yaşadığı toplum grubuna o dönem hâkim olan değerlerden de hikâyesini hatırlatmam gerekiyor. Bilindiği gibi, ilk insanlar avcı-
lıkla geçinirler, çoğu hayvanın yaptığı gibi kendilerine yetecek ka-

29 25
ZAMANE ŞEYLER DÜNYASI

dar avlanıp yaşadıkları alana dönerlermiş. Zamanla, erkekler ava bir olguya değinmek istiyorum. Martin Buber'in geçen yüzyılda
çıktığında etraftaki toprağı eşeleyip keşfetmeye çalışan kadınlar, yazdıklarına. Buber, bebeğin insan rahmindeyken evrenle ilişki
elde ettikleri tohumları ekip çevrelerindeki toprağı değerlendire- halinde olduğunu, ama doğduktan sonra bu ilişkiyi giderek unut-
rek tarımı başlatmışlar. Bugün de kadınların dükkân dükkân do- mak zorunda kaldığını anlatır. Doğduğu anda bebek çevresiyle
laşmaları, bana toprağı eşeleyip işe yarayacak bir şeyler arayan, "ilişki kurma" dürtüsünü yalın bir şekilde yaşar. "Ben" diye bir şey
insanlık tarihinin uzak geçmişinden kadınları hatırlatır. bilmez, çünkü ilişkiden başka varoluşu tanımaz.
Tarımın başlaması yerleşik düzenin, dolayısıyla sonradan uy- Böyle bir yaşantıda tek başına bir "ben" yoktur, "ben-sen" tek
garlık denecek sürecin de başlangıcı olmuştur. Ancak, zaman için- bir yaşantıdır. "Ben-sen" ilişkisindeki "ben", birlikte olduğu "sen"le
de toprağın mülkiyeti ve bu mülkiyetin korunması önem kazan- ilişkisi içinde belirlenir. Burada "sen" ile kastedilen yalnızca in-
mış, önce klanlar arası, sonra da aileler arası çatışmalar ve savaş- sanlar dünyası değil, doğadaki her şey ve onun da ötesinde evren-
lar da kaçınılmaz olarak yaşanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, uy- le kurulan ilişki içinde, yani teklikte varolmaktır. (Bu ilişkinin, iki
garlık denen olgunun mülkiyet edinme ve onu koruma güdüsüyle insanın kendilerini birbirleriyle tamamlamaya çalıştıkları ortak-
eşzamanlı olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Bu arada, yaşamları- yaşam tarzı bağımlılık beraberlikleriyle hiçbir ortak yanı yoktur.
nı hâlâ avcılıkla sürdüren avcılar tepelerde av ararken aşağıdaki Ortakyaşam tarzı bağımlılık sadece birazdan sözünü edeceğim
ovalarda zahmetsizce ihtiyaçlarını karşılayan insanları gördükçe "ben-benim şeyim" ilişkisinin uç bir tezahürüdür.) Ne var ki dün-
onlara imrenip, topraklarına baskınlar düzenleyerek yağmalama- yaya gelen bebek, doğduktan sonra giderek onu gezegendeki tüm
ya başlamışlardı. Geçmişteki sömürgeciliği ve günümüzdeki pet- varlıklardan koparacak bir sürecin kurbanı olma durumundadır ve
rol eşkıyalığını ya da deniz korsanlıklarını çağrıştırırcasına. Ve ebeveyninin onu "benim bebeğim (şeyim)" tarzı bir ilişkiye zorla-
böylece sahip olma ve başkasına ait olanı çalma üzerine kurulu, ması sonucu hızla ebeveyninin mülkiyeti konumuna geçer. Böyle-
adına uygarlık denen süreç de başlamış oldu. Uygarlığın insan ve ce kendi dünyasına da "ben-sen" ilişkisi yerine artık "ben-şey" ya
onun ilişkileri üzerindeki etkilerini Freud da vaktiyle "Uygarlığın da "ben-benim şeyim" tarzı bir ilişki egemen olmaya başlar.
bedeli nevrozla ödenir" sözüyle dile getirmişti. Aslında bir bakıma, psikoterapi beraberliğinde de temel amaç-
Mülkiyet olgusu insanlık tarihi içinde giderek karmaşıklaş- lardan biri, "ben-şey" ilişkisinden olabildiğince arınabilmektir. Ta-
mıştır. Sosyal oluşumların feodal yapılanmaya doğru yol almasıy- bii ne kadarı mümkünse. Ne kadarı mümkünse dedim, çünkü baş-
la, toprak mülkiyeti veraset konusunu da beraberinde getirmeye langıçtan yitirilmiş "ben-sen" ilişkisinin karşısında koca bir engel
başladı. Bu, hayvanlarda erkek türünün kendi genlerini geleceğe bulunur: insanlar dünyası. İnsanlar dünyası evrenin bir parçası ol-
aktarmak için verdiği mücadelenin bir türevi gibiydi. Sahip olu- duğu halde, giderek kabaran kibiriyle, tarihi boyunca kendisini ev-
nan şeylerin sonraki kuşaklara aktarılması meselesi giderek toplu- renin geri kalanından koparmak için her şeyi yapmış ve yapmakta-
lukların değerlerine de yön verir oldu ve cinsiyet farklılıkları dır. Durum öyle hale gelmiştir ki böyle bir dünya içindeki bir insan
önem kazanmaya başladı. Erkek evlat, kız çocuğa oranla daha de- benliğini hissedebilmek ve onu sürdürebilmek için yakınında ve
ğerli bir varlık olarak algılanır oldu. çevresinde başka insanların bulunmasına muhtaçtır. Dolayısıyla
Mülkiyetten söz ederken, bir başka kitabımda anlattığım, an- insan evrenin tekliğiyle bütünleşmek isterken bir yandan da zaten
cak okumamış olanlar için kısaca yineleme gereğini duyduğum evrenden kopmuş, ben-şey yönelimli insan kitlesine ve o kitlenin

30
31
ZAMANE
ŞEYLER DÜNYASI

yaratıp kendisinin de içinde tutsak olduğu sistemlere ihtiyaç duyar. tanımaktan korktuğumuzun farkında mıyız? Eşinizin, partnerini-
Bu, insanın en temel açmazlarından biridir. zin ya da yakın dostlarınızın sizi tanımasına ne kadar izin veriyor-
Bu açmazı kısmen de olsa aşabilmenin yolu benliğini diğer in- sunuz ya da onlara yansıttığınız ihtiyaçlarınızın ötesinde, onları ne
sanlara göre tanımlamaktan olabildiğince özgürleşebilmesidir. kadar tanıyorsunuz ya da tanımak istiyorsunuz? Azımsanmayacak
Kendimize dikkatle bakarsak, benliğimizi ne oranda başkalarının sayıda insan birbirlerini tanıdıkları varsayımlarıyla birlikte bir
varsaydığımız beklentilerine göre oluşturduğumuzu görebiliriz. ömür geçiriyor. Çünkü bütün bu ilişkilerin içindeyken biz kendi-
Kendimizi "kimlere göre ben nerdeyim" rüşvetine göre algılaya- mizi anlamaya çalışmaktan kaçmıyoruz. İlişki içinde karşı tarafı
cağımıza, "bana göre kimler nerede"yi dikkate alarak düzenlemek değerlendirmeye çalışıp ona göre tepki vermekle sınırlanmış bir
benmerkezcilik değil, benliğimize sahip çıkabilmektir. Bunu ger- beraberlikte, kendi içimizde olanları algılayıp kendimizi olduğu-
çekleştirebildiğimiz oranda "ben-sen" ilişkilerine, dolayısıyla ev- muz gibi ortaya koyabilmemiz zaten mümkün değil.
renin tekliğine yakınlaşma yolları biraz olsun aralanabilir. "Şey" bir bakıma, başkalarının bizde gördüklerine inandıkları
"Ben-şey" ilişkisindeki "ben" kendini önemli ölçüde kendine ve aslında biz olmayan imgelerden oluşur. "Şey" olmaya zorlandı-
saklar, "şey" olarak algıladığı insanlar dünyasını çeşitli açılardan ğımız için güvenliğimiz nedeniyle bilinçaltında sinsice biriktirdi-
inceler, sınıflandırır, yargılar ve onların şeyler dünyasında ne işe ğimiz kızgınlığımız, kendimizi değersiz hissetmemize neden olur.
yarayacağına karar verir. Burada şeyler dünyası derken üçüncü şa- Değersizlik duygusunun temelinde bu kızgınlık bulunur ve insa-
hısları kastetmiyorum. Hepimiz bu dünyanın bir parçasıyız. Kimi- nın dünyayla olan ilişkilerini çeşitli biçimlerde ve dolaylı olarak
miz kendimize karşı dürüst olabildiğimiz zamanlarda bunu görüp yönlendirir. Bilinçaltındaki kızgınlık ve isyanı denetim altında tu-
kabul edebiliyoruz, çoğu insan ise hiçbir zaman. Ne kadar huzurlu tabilmek için çevresine sürekli ödün veren, verdikçe daha çok kı-
olursak olalım, derinimizden bir türlü gitmeyen ve gitmesi müm- zan, kızdıkça daha çok veren, kısırdöngüye kapılmış insanların
kün olmayan eksiklik duygusunun nedeni de bu olmalı. İnsanlar, sayısı hiç de az değil. Bu nedenle etrafımızdaki meleklere temkin-
farkında olarak ya da olmayarak, birtakım beklentilerle birbirleri- li yaklaşmalıyız, iyice tanıyana dek. Bunu sadece klinik deneyim-
ne yaklaşıyorlar. Biri diğerinden, diğeri de ondan kendisini yaşat- lerimden değil, kendi yaşadıklarımdan da biliyorum.
masını beklerken, ilişki olduğuna inandıkları bu durumun içinde "Ben-şey" ilişkilerinden tümden arınmanın mümkün olup ol-
kilitlenip beraberliklerini tüketiyorlar. "Ben-şey" ilişkisindeki sa- madığı sorusunun cevabını bilmiyorum, ama oraya doğru nasıl
hiplenme isteklerinin yarattığı bağımlılık, beraberlikleri tehdit ha- hareket edilebileceği ile ilgili bazı yaşantılarım olduğunu düşünü-
line getirebiliyor. Aslında sahiplenilme isteği de sahiplenme iste- yorum. Bunları bilinen sözcüklerle dile getirmek zor, ama deneye-
ğinin dolaylı yoldan ifadesidir. Tehdit de ilişki içinde benliğini yi- ceğim. Bir beraberlik içinde an be an ne yaşadığımızı olabildiğin-
tirme olasılığı. ce algılamaya çalışmanın önceliği olduğuna inanıyorum. Bu, bir-
Çocukluk yıllarımızı hiçbirimiz kusursuz bir ortamda geçirme- likte olduğumuz insanın "bize ne yaşattığına" öncelik vermekten
dik. Hepimiz önce ebeveynimizin, sonra da üst-sistemlerin "şeyle- farklı bir olgu ve insana açtığı yol, zamanla, insanın kendisini ve
ri" olduk çeşitli oranlarda. Özerkliğimiz de doğal olarak, "şeyler" karşısındakini yargılamaktan arınmasını sağlayabiliyor. Gözlem
dünyasında seçimler yapabilmekle sınırlı kaldı. Kaçımız çocukla- ve düşünce yoluyla durum değerlendirmesinden, klişelerden, ide-
rımızın iç dünyalarına ulaşabiliyoruz? Ya da onların iç dünyalarını olojilerden ve inanç sitemlerinden özgür yaşantılardan söz ediyo-

32
33
ZAMANE KİMLİK SORUNLARI

rum. Kendimizi algılamaya odaklanmak, başkalarının yaşadıkla- Yetmişli yıllarda politik inançlar, bazı gençlerde "kimlik ge-
rına duyarsız kalma anlamına gelmez. İnsan kendi yaşadıklarını çişmesi (identity diffusion) sendromu"na dönüşmekte ve ideoloji
algılayabildiğinde karşısındaki insanın yaşadıklarını daha açık zaman zaman kimliğin temel boyutu olarak yaşanmaktaydı. "Kim-
hissedebilir. Sözcükler denetimden geçmeden kendiliğinden dö- lik geçişmesi" kimliğin cılızlaştığı durumlarda ortaya çıkan bir ol-
külüverirler. Psikoterapi ilişkilerinde terapistin de kendi yaşadık- gu ve insanı tek boyutlu bir kimliğe indirgemekle birlikte, onu da-
larını algılayabilmesi beklenir. Bu, "otantik dinleme" olgusunun ğılmaktan koruyan bir mekanizma. Tabii, bu tek boyutun içeriğini
önemli bir boyutudur. İki kişinin konuşulan şeyin içinde bütünle- oluşturan ideoloji, geçerliğini ve güncelliğini koruduğu sürece.
şip birlikte arınması. Nazi Almanyası'ndaki nasyonal sosyalistlerde olduğu gibi, geçer-
li ideoloji çöktüğü an bu tek boyut da yitirildiği için bazı fanatik
yandaşlarında oluşan boşluk kişilik dağılmalarına neden olmuş ve
intihar olayları yaşanmıştı. Bazen bu ideolojiler, artık geçerliği ol-
masa da inatla sürdürülebiliyor, bu insanların dünyadaki yeni dö-
• •I KİMLİK SORUNLARI nüşümleri kavrayamamasına neden olma pahasına. Bunun dünya-
nın daha yakın tarihinde de örnekleri var, başka yerlerde ya da ül-
Altmışların sonunda başlamış görünen dönemin psikolojik açıdan kemizde.
çeşitli boyutları vardı, ama bana en çarpıcı gelen yanı geleneksel "Benim için iki seçenek var: sinema yapmak ya da gerilla ol-
otorite kavramına karşı geliştirilen tutumdu. Bildiğiniz gibi, genç- mak... Ama arkadaşlarım dağlarda ölüyorlar." Karşımdaki genç
lik ikiye bölünmüş görünümdeydi. Bir kesim liderleri çevresinde insan benden tek bir görüşme talep etmişti. Üniversite öğrenimini
toplanmış, oradan gelen talimatlar doğrultusunda tutum belirli- prestijli bir fakültede tamamlamış, ama Türkçeyi ağır bir aksanla
yordu. Dolayısıyla görünürde özerkliği sorun etmelerine gerek konuşuyordu. Sosyalizm cenneti olarak bilinen bir ülkeden yeni
yoktu, otoriteye karşı isyanlarını derinlere bastırıp otoritenin ken- dönmüştü, düş kırıklığıyla. Geldiği aile yapısına ve feodal düze-
di adlarına seçim yapmasını kabullenmeyi seçmişlerdi. Diğer ke- nin ayrıntılarına girmeyeceğim, sınırlı bir sürede zaten ne kadarı
sim ise her türlü otorite figürüne ve kuruma karşı çıkıyor, ancak ne konuşulabilmişti ki? Bilindik bir dram ilk kez bu kadar yakınıma
istedikleri konusunda alıntı ideolojilere başvurmaktan öte model- gelmişti. Özerkliği öğrenememiş olmanın bu kadar uç örneğiyle
ler geliştiremiyorlardı. Oysa bu ideolojiler kendilerinden önce var daha önce karşılaşmamıştım. Tüm varlığıyla boşlukta asılı gibiy-
olmuş ve başkalarının geliştirdiği dünün fikirleriydi. Gençtiler ve di. Onu dinlerken, söylediği iki seçeneği de gerçekleştiremeye-
içinde bulunduğumuz çağı şekillendirecek yaşam deneyimleri cekmiş duygusunu yaşadım. Sinema sadece bir düş gibi görünü-
yoktu, ama bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Kitleleri harekete yordu. Bu sanat dalı insanın oturduğu yerde öylece ısmarlayabile-
geçiremediler, çünkü kuşaklar arası fenomenal dünya farklılıkları ceği bir şey değildi ve herkes Yılmaz Güney olamazdı. Kaldı ki li-
artık çok belirginleşmişti. Kaldı ki toplumumuzun zaten ataerkil- sana pek de hâkim sayılmazdı. Dağdakilere katılmak içinse yete-
otoriteryen yapısı, bugün de olduğu gibi, hâlâ sürmekteydi, dola- rince yürekli görünmedi, en azından görüşmemiz sırasında. Bir
yısıyla sıradışı davranışlar hoş görülmüyordu. Sonunda zaten oto- aşiretin mülkü olmak nasıl bir varoluş biçimidir bilmem mümkün
riteryen güç baskın geldi. değil, ancak insanda yarattığı boşluk ve kimliksizlik tek bir boyut-

34
35
ZAMANE
OTORİTE VE ÖFKE

la karşılanabilir: etnik kimliğinden başka tutunacak bir seçeneği farklı ve çoklu dinamikler aldı. Artık siyasi ya da toplumsal bir ku-
olamama ve "kimlik geçişmesi" olgusu. tuplaşma olduğunda, şaşırtıcı bir hızla karşıt bir kutup odağı oluş-
Tabii özerk olmayı öğrenememiş olmanın saldırgan potansi- makta. Bu bir bakıma yoğun bir dinamizmin de ifadesi, tabii bera-
yelini sadece bu kimlikle denetlemekte zorlanıldığında, bu potan- berinde bir soruyla birlikte. Bu dinamikler bizi ileriye doğru mu
siyel kolayca etkinlik kazanıp yıkıcı eyleme dönüşebilir. On küsur taşıyor, yoksa kısırdöngüye kapılıp sürüklenmemize mi neden
yıl kadar önce görmüş olduğum bu genç insan sonradan dağlara oluyor? Bu sorunun cevabının hangi ölçülere göre verilebileceği
çıkmışsa şaşırmam, çünkü başka seçeneği yok gibiydi. Oy kaygı- tabii ki net değil, ama izlenimim sık sık geri kaymalara rağmen
sıyla aşiret düzeninin sürdürülmesine göz yuman ve zamanında ileriye doğru hareket eden bir süreç olduğu yönünde. Yönetilen
toprak reformunu rafa kaldıran siyasilerimizin, bu insanları seçe- ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini ileriye taşıyan bir baş-
neksizlikle baş başa bırakmaları kabul edilebilir bir şey değil, ama ka ülke de var gibi. Psikoterapide de zaman zaman mehteran yü-
olan olmuş. Bu anlattıklarımla, o topraklara egemen olan ölüm iç- rüyüşüne benzer bir süreç yaşandığından benim için oldukça bil-
güdüsü Thanatos'un, yani Anadolu'da egemen olan kahırseverli- dik. Bilgilendirilme açısından medyaya bağımlıyız ve ileri adım-
ğin oralarda ölümseverliğe dönüşmüş olması arasında bir bağ ların fark edilememesinin gerisinde, reyting kaygısındaki medya-
olup olmadığını bilmiyorum. Çünkü o kültürü yeterince tanımıyo- nın kendisini sığ siyasi çekişmeler ve popüler kültürle sınırlama-
rum. Bu çok karmaşık konunun sadece bir boyutuna değindim, sının payı önemli. Yaratıcılık dahil, öylesi zengin ve şaşırtıcı pro-
ama bence önemli bir boyutuna. Diğer yönleri zaten alanım dışın- jeler gerçekleştiriliyor ya da deneniyor ki bunlar popüler kültürün
da kalıyor. Bu insanların kişisel özerklik edinmeleri konusunda egemen olduğu bir ortamda zaten kolay fark edilemez. Belki ba-
biraz olsun ilerleme kaydedilemezse, sorunun önemli bir boyutu zen bir ya da iki gazetede köşeye sıkıştırılmış bir haber olmaları
atlanmış olacak kaygısını taşıyorum. Üstelik, en az birkaç kuşak dışında. Sınırlı sayıda insanla da olsa süregelen bazı dinamik ge-
süresinde üstesinden gelinebilecek bir olgudan söz ediyorum. lişmeleri çalışma ortamımda doğrudan paylaş'ma ve güncellenme
Eylül darbesinin ardından da "kimlik geçişmesi" olgusu de- imkânına sahip olduğum için kendimi şanslı sayıyorum.
vam etti ve etmekte, sadece içerikler değişti. Çünkü toplumsal ve
küresel dönüşümler daha da hızlandı ve karmaşıklaştı. Daha çok
sayıda insanın, kavramakta zorlandıkları ürkütücü bir dünyada tek
bir boyuta tutunup kalmalarına neden olarak. Bu arada bazı insan- • •I O T O R İ T E VE ÖFKE
lar bugüne, geçmişteki değerleri ya da ideolojileri çerçevesinden
bakmayı sürdürdüler, bugüne karşı sürekli öfkeli ve eleştirel. Ba- Otorite nedir? Türkçe sözlüğe baktığımda şu tanımlamaları gör-
zı kesimlerin farklı içerikteki kimlik geçişmeleri sonucu oluşan düm: yaptırma ya da yasak etme hakkı ya da gücü; sulta; psikolo-
fanatizmin meydan okuyucu, saldırgan ve baskıcı tavrı, edinebil- jik anlamdaki karşılığı da, yeterliğine herkesi inandırarak, bir
diğimiz kadarıyla özerkliğimizin tehdit altında olduğu duygusunu kimsenin kendine sağladığı itaat ve güven; velayet. İngilizce söz-
yaratır nitelikte. lükte ise şu ifadeyle karşılaştım: itaati sağlayan yasal güç. Otorite-
Askeri darbenin ardından otorite figürlerine ve kurumlarına ler karşılığında ise şu tanımlamalar var: devlet görevlileri; saygı
karşı tepkiler sindirilmişti, ama daha uzun vadede bunun yerini uyandıran etkileri olan kişiler; doğru bilgi kaynakları. Türkçe söz-

36
37
ZAMANE OTORİTE VE ÖFKE

lükteki "yaptırma ya da yasak etme hakkı ya da gücü" ifadesi, oto- ye aktarma hakkı olamaz. Son yıllarda televizyon ekranlarında
rite sözcüğüne iktidar sahibi olmakla eşanlam taşıyan bir izlenim kavga eden jürileri ya da yemek yerken kavga edenleri izlerken sa-
vermekte. Tarih kitaplarında anlatıldığına göre, ilk topluluklarda dizmlerini tatmin etmeye dalanlar olabiliyor ve farkına varmaksı-
klanlar arası savaşlar çıktığında klan üyelerinden biri savaşa ön- zın ekrandakilerin boşalttıklarını kendileri yüklenmiş oluyorlar.
derlik eder, savaş bittikten sonra ise statüsü olmayan sıradan bir Kendi içimizdeki kavgaların gerilimi, başkalarının kavgalarını
klan üyesi olarak topluluktaki varlığını sürdürürmüş. Yani kriz dö- seyretmekten duyduğumuz tatminle giderilemez.
neminde otorite rolünü üstlenen klan üyesi, aynı zamanda iktidar Bu satırları yazdığım sıralarda bir gün evimden ofisime doğru
sahibi değilmiş. Nasıl bir süreç yaşanıp da zamanla, değerli ve da- yürüyordum. İlk köşeyi döndüğümde her yandan yankılanan bir
ha az değerli insanlar ayrımına geçildiğinin cevabını konunun uz- sesle irkildim. Ses yakından gelmiyordu, ama her yerdeydi ve to-
manlarına bırakmam gerek, ancak şahsen mülkiyetin bu ölçülerde nu söyleve benziyordu. Ofisime geldiğimde ses de benimle birlik-
payı olmuş olabileceğini düşünüyorum. Köleler ve paryalar dö- te binaya girdi ve bir türlü sona ermiyordu. Sesin sahibinin, bağlı
nemleri geride bırakılmış gibi görünse de günümüzde dünyanın bulunduğumuz ilçenin yöneticisi olduğu söylendi, bir kültür mer-
pek çok yerinde varlığını üstü kapalı bir biçimde sürdürmekte. kezinin açılış konuşmasıymış. Bana ters gelen bir siyasi şahsiyet
Sözlükte otoritenin karşığı "velayet" olarak verilmiş. Kişisel olduğu için bu kadar rahatsız olduğum sanılmasın, son seçimlerde
yorumuma göre bu, bir insanın ya da bir toplumun sorumluluğu- oyumu ona vermiştim, ama bu huyunu bilmiyordum. Bana göre o
nu, onun çıkarlarını gözetmek üzere görevlendirilmek anlamına ses kişisel alanıma tacizdi. Ama ülkemizde o konumda birinin
geliyor. Bu da velayeti üstlenilen kişilerin, üstlenen kişilerin "şey- mikrofonu sonuna kadar açıp uzun uzun konuşmasının müeyyide-
leri" olamayacağı demek. Kurumlarımızdaki hiyerarşik ilişkilerde si olamıyor. Zaten şikâyet edebileceğim merci de kendi ofisi. Oto-
müdürüm, bakanım gibi "m" harfi ile sonlanmak zorunda olan hi- rite konumunda olup da bağırmayı seven kişilerden ne kadarının,
tap tarzlarını hatırladığımızda, ülkemizde bunun pek de öyle ya- bu huyunu çocukluk dönemindeki ev ortamından edinmiş olduğu-
şanmadığı anlaşılabiliyor. Hiyerarşik skalada üstte olana onun nu bilmiyorum. Ancak aile içi bağırmaların, durumla baş edeme-
mülkü olduğu kabulüyle hitap edilmesinden ya da üstte olanın alt- me kaygısıyla ilintili olduğuna ilişkin veriler mevcut. Terörize ol-
ta olanı mülkü olarak tanımlamasından söz ediyorum. Koloni dö- sa da çocuk, çoğu zaman, bunun anne ya da babanın aczi olduğu-
neminde sıradan Hintlilerin İngilizlere "sahip" diye hitap etmele- nu belli belirsiz seçebiliyor. Çünkü bu bağırmaların çoğu anlamlı
rini çağrıştırırcasına. Tarih boyunca çoğu zaman yönetenler yöne- bir içerikten yoksun ve gürültü niteliğinde. Bunu klinik yaşantıla-
tilenlere yük olmuşlardır ve bu, ebeveynin çocuklarına manen yük rımda paylaşılanlardan biliyorum.
olması örneğinde olduğu gibi her seviyede gözlemlenebilir. Günümüzde bazı siyasi liderlerin neden kızgın tonlarla bağıra-
Tiyatronun temel ilkelerini geliştirdiği kabul edilen Sofokles'e rak konuştuklarını anlamak zor. Cumhuriyetimizin kurucusunun
göre, katarsis seyirciye aittir. Katarsis dilimize "duygusal arınım" da bağırarak nutuk icra etmiş olduğunu biliyoruz. Bu, nutuk icra
olarak çevrildi, ama karşılığını tam tanımlayabildiğinden emin de- etmek ile kızgın tonda bağırmak arasındaki farkı anlatmak için iyi
ğilim. Tiyatro metnini canlandıran oyuncular seyircide duygusal bir örnek. Kurucumuzun nutku, yeni bir ulusa önderlik amaçlı ve-
bir etki ve boşalım yaratmakla yükümlüdürler. Çünkü sahne alan ciz sözlerle donanmıştı, her sözcüğü özenle seçilmişti ve tonu kız-
kişinin kendi katarsisini yaşaması, kendi duygusal yükünü seyirci- gın değil heyecanlıydı. Üstelik 1920'lerden ve 30'lardan sözediyo-

38 39
ZAMANE u ç BEYINLI INSAN

rum ve henüz demokrasiyi deneme aşamasına gelmemiştik. Be- bidir. Kertenkele ve sürüngenlerde beyin yapısının büyük bir bö-
nim kuşağımda bizden, ezberletilen klişeleri, hatta şiirleri bağıra- lümünü oluşturur. Reptilyen (sürüngen) beyin ya da R-kompleks,
rak okumamız istenirdi. Büyükler de bağırarak şiir okurlardı, hat- öğrenilmemiş ve programlanmamış davranış dizilerini sağlar. Se-
ta bazen ağlarlardı, nedenini anlayamaz, neden onlar gibi duygula- lektif boyamayla, R-kompleks ile beynin diğer bölgeleri arasında
namadığımı kendime sorardım. Günümüzde bunun ne kadar de- belirgin bir farklılık saptanmıştır.
ğiştiğini bilmiyorum. Nefes nefese, bağrış çağrış okunan o sözler Kertenkelelerin davranışlarını videoteyple kaydederek incele-
acaba sonradan yetişkinliğe mi taşınıyor? Ya da bağırmak kültürü- yen MacLean, yaklaşık yirmi davranış örüntüsü gözlemlemiştir:
müzde heybet ve güç simgesi olarak mı algılanıyor? Sonuçta, ka- yaşam alanı edinme, kızgın sesler çıkarma, yiyecek arama, istifçi-
tarsis kimin hakkı sorusunun cevabı da boşlukta kalıyor. lik, selamlaşma ve sosyal gruplaşma gibi. Bu gözlemlerde, özgeci
davranışlar ya da anne ve babalık gibi bazı davranış örüntüleri dı-
şında, kertenkelelerin birçok davranışının insanlarınkine çok ben-
zediğini fark etmiştir. MacLean'e göre, R-kompleks gibi eski beyin
• •I ÜÇ B E Y İ N L İ İ N S A N bölgeleri, kendi programlarını bağımsızca uygulayarak davranış-
larımızı etkilemektedir. MacLean, gözlemleri sonucu, ritüelizm,
ABD'de Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün birimlerinden Beyin Ev- "otoriteden korku ve otoriteye boyun eğme" gibi bazı davranışla-
rimi ve Davranış Laboratuvan'nın yıllarca başkanlığını yapmış rın da R-kompleksin ürünü olabileceği izlenimini edinmişti. Hatta
olan Paul MacLean'e göre, beynin evrimsel yapısı hiyerarşik bir obsesif-kompulsif belirtilerin ve günlük yaşamımızda zaman za-
düzendeki üç katmandan oluşur. Ona göre, bu üç katman yapısal man gösterdiğimiz bazı diğer mantıkdışı davranışların da bu böl-
ve kimyasal yönden birbirinden oldukça farklıdır. En üstte beynin geden kaynaklanmasının güçlü bir olasılık olduğu görüşündeydi.
korteks tabakası bulunur. Bu bölge insanöncesi varlıklarda olduk- Hepimiz yaşamımız süresince şu ya da bu şekilde otorite ko-
ça gelişmiş, insanda ise daha da karmaşık bir yapıya dönüşmüştür. numunda olmuşuzdur. Bazen anlık, bazen de belirli bir dönem bo-
Daha derin katmanlar ise memeliler ve sürüngenlerle ortak yapı- yunca. Otorite konumunda olma konusunda hiçbir şansı olmadığı
sal özellikler taşır. Paleopsişik süreçlerin incelenmesine yıllarını düşünülebilecek kişiler bile bir şekilde bu durumu yaratmışlardır.
vermiş olan Paul MacLean'e göre bizler bir değil, üç beyne sahi- Konuyu irdelerken, önce otorite konumunda olduğumuz zaman-
biz ve her biri dünyayı kendine göre algılayıp tepki veriyor. Archi- larda nasıl davrandığımıza ilişkin kendimizi değerlendirmeye ça-
pallium, paleopallium ve neopallium adlarını taşıyan bu bölgeler, lışmamızda yarar olabilir. Her türlü otoriteden huylanan, karşı çı-
sürüngen, eski memeli ve yeni memeli olarak da anılırlar. Bu üç kan insanlar tanıdım. Otorite konumunda olduklarında, kendileri
beyin, birbiriyle bağlantılı üç ayrı biyolojik bilgisayardır. Her bi- de en az karşı çıktıkları otoriteler kadar katı ve eleştireldiler ve bu-
rinin kendi zekâsı, kendi öznelliği, kendi zaman ve mekân duyu- nun farkında değillerdi. Dolayısıyla bu durum, bazı insanlar, oto-
su, kendi belleği ve kendine özgü işlevleri vardır. En derin katman rite figürlerinde kendi yansımalarını gördükleri için mi onlara bu
R-komplekstir, beynin en eski kısmıdır ve bu organın Basal Gang- kadar karşı çıkıyorlar sorusunu da akla getiriyor. Klinik çalışma-
lia denen bölgesine tekabül eder. Beynin en derininde, nörolog larım boyunca zaman zaman, toplum gözünde yüksek otorite ola-
Richard Restak'ın deyimiyle, bodruma atılmış eski bir oyuncak gi- rak değerlendirilen bazı insanların yaşantılarını paylaştım. Bu ki-

40 41
ZAMANE ÜÇ BEYİNLİ İNSAN

şilerin bazıları otorite kimliklerini sürdürebilme çabalarında ken- nısına kapıldığımız yaşantılarımıza dönmek istiyorum. Bebeklik-
dilerine ciddi oranlarda yabancılaşmışlardı. Kişisel deneyimle- ten çocukluğa geçişte giderek daha fazla şeyi kendi başımıza ya-
rimden hareket ederek genelleme yapamasam da iktidar sahibi ol- pabilmeye başladığımızı fark ettiğimizde, kendimizi her şeye ka-
ma bedelinin bazen ağır olduğunu düşünüyorum. dir bir varlık olarak algılamaya başlarız. Bu olguya "infantil om-
Bu satırları yazdığım günlerden iki ay kadar önceydi. Evim- nipotens" denir. (Bu terimin dilimize çevirisini [çocuksu tümgüç-
den ofisime mutad yürüyüşümü yaparken bir binanın bahçe kapı- lülük] benimseyemediğim için yabancı dildeki okunuşuyla kul-
sının ardında bir genç adam gördüm, elleri kelepçelenmişti, bura- lanmayı yeğledim.) Daha önce anlattığım gibi, çocuğun o dönem-
lardan olmadığı belliydi. Başındaki polis sık aralıklarla başına ve deki davranışları doğal olarak ebeveyn tarafından denetlenir ve
gövdesine vuruyordu, gencin acılı sesler çıkarmasına neden ola- bu, çocuğun kendi alanının sınırları olduğunu, bunu aşarsa başka-
rak. Sonra ikinci bir polis göründü, o da genci tekmelemeye başla- larının alanına ya da ortak alanlarına gireceğini ve bunun da so-
dı. Yakınımda inanamaz gözlerle olanlara bakan adam "Televiz- nuçlarının hoş olmayabileceğini öğrenmesini sağlar. Ne var ki, bu
yonda görüyorduk ama..." diye mırıldanmaya başladı. Gerisini denetim çoğu zaman, çeşitli oranlarda ve yönleriyle ya gevşek ve
duyamadım, oradan uzaklaştım. Genç adam suçüstü yakalanmış yetersiz ya da katı ve aşırı engelleyici olur. İnfantil omnipotens
bile olsa henüz bir zanlıydı, suçlu olup olmadığına yargı karar ve- döneminde çocuğa yumuşak ve sevecen, ama kararlı tavırlarla sı-
recek ve suçun niteliğine göre onu cezalandıracaktı. Polisler onu nırlarını öğretebilmenin önünde, çocuğu "benim çocuğum" şek-
yakalayarak kendilerine ait görevi yerine getirmişlerdi. Öyleyse linde narsisistik bir uzantı olarak görmekten, ebeveynin kendi
neden görevlerinin ötesine geçip o genci acımasızca hırpalıyorlar- ebeveyniyle yaşamış olduklarını çocuğa yansıtmasına dek kaçı-
dı? Polislerin geçmişlerini düşündüm, özellikle de çocukluk yılla- nılması zor engeller bulunur.
rında kendi babalarıyla yaşadıklarını. Kendi babalarından gördük- Dolayısıyla infantil omnipotens dönemi, aynı zamanda, otori-
lerini tekrarladıkları olasılığının ne kadar geçerli olabileceğini bi- teyle ilk çatışmamızın da alanıdır. Bu dönemi nispeten yumuşak
lemezdim, yüzlerindeki hınç ve öfkenin gerisindeki hikâyenin ne bir geçişle atlatamamış olmanın çeşitli kalıntı sorunları, doğal ola-
olduğunu da, ama otorite olarak görevlerinin sorumluluğunu taşı- rak yetişkin hayata taşınır. Geleneksel yapıda ebeveynine kayıtsız
makta ve kişisel duygularını frenlemekte zorlandıkları açıktı. şartsız itaat etme durumunda olan çocuk, infantil omnipotens dö-
Bu polislerin babalarıyla olan ilişkilerinin aklıma düşmesinin neminde genellikle aşırı kısıtlanır. Böylece zamanında yaşanama-
nedeni, çoğumuzun hayatındaki ilk otorite modellerinin anne ve mış olan bu dönem kendisi ebeveyn olana dek ertelenir ve sıra ken-
babamız olması. Psikoterapi beraberliklerimde, insanların anne ya dine gelip de ebeveyn olduğunda vaktiyle yaşayamadığı infantil
da babalarını oldukça sık model almış olduklarına tanık oldum. omnipotensini ebeveyn kimliğiyle yaşamaya başlar. "Ben bilirim,
Tekrarlayan bazı davranış örüntülerinin alıntı olduklarını sezdi- ben ne istersem o olur" tavrıyla sahneyi çocuklarından çalan ana-
ğimde bazen "Bu davranış annenizin ya da babanızın tekrarı mı?" babalar, bu taleplere katlanmak zorunda kalan çocuğun özerklik
diye sorduğum olur, aldığım cevaplar çoğu zaman tahminimi doğ- denemelerine zemin sağlayan infantil omnipotens dönemini en-
rular nitelikte. Bu tür bir davranışın, kişi otorite konumunda iken gellemiş olur, o çocuk büyüyüp de sıra kendine gelene dek. Yetiş-
ortaya çıktığı durumlarda ise toplumumuzda sık rastlanan bir ol- kinlikte yaşanan ertelenmiş infantil omnipotensi irdelerken, ör-
guyu hatırlama gereği de doğuyor: İlk kez otorite olduğumuz sa- nekleri yakınlarımızda, uzaklarda ya da yukarı katlardakilerde ara-

42 43
ZAMANE ÇÖZÜLEN DEĞERLER VE UMURSAMAZLIK

madan önce bu konuda kendimize de daha dikkatli bakmamız ge- düğüne bağlıdır," diye yazmıştı. Uzun vadade konuyu daha olgun
rekebilir. Çünkü insan kendisini evrenin merkezi gibi görürken, bir yörüngeye oturtacağımıza inanma eğilimindeyim, çünkü buna
kendisini böyle görmekte olduğunu fark edemez. zorunluyuz. Her ne kadar bu, otoriteryen kurumlara kayıtsız şart-
Yetişkinlikte yaşanan infantil omnipotens tabii ki ebeveyn ko- sız boyun eğenlerin, "otorite gerçektir, ama gerçek otorite değil-
numunun dışında da tezahür eder; servet, şöhret, patron ve yöneti- dir" gerçeğini idrak edebilecek olgunluğa ulaşmasıyla mümkün
ci olmak ya da yüksek statü sahibi olmaktan siyasi iktidarda bu- olsa da.
lunmaya kadar pek çok alanda kendini gösterebilir. Farklı görüş-
lere aşırı tahammülsüzlük, olaylar istediği yönde gelişmediğinde
yaşanan öfke nöbetleri, başkalarından sürekli olarak isteklerinin
karşılanmasını bekleme, etrafındakilere aşağılayıcı davranışlarda • •I ÇÖZÜLEN DEĞERLER VE UMURSAMAZLIK
bulunma, herkesten daha zeki ya da akıllı olduğuna inanma gibi
durumlara daha pek çok örnek eklenebilir. Bu insanları yüceltme- 1980 darbesinin açıklandığı sabah Çankaya'daki evimdeydim.
diğimizde, onlara körü körüne inanmadığımızda ya da onların Ama benim için olay bir gün öncesinden başlamış sayılırdı. Yurt-
onayına ihtiyacımız olmadığında, her şeye kadir kibirli görüntüle- dışındaki bir kongreden yeni dönmüştüm, hâlâ tatilde sayılırdım.
rin gerisindeki çocuğu görmemiz bazen mümkün olabilir. Hatta Döndüğümü bildirmek için dekanlığa vekâlet eden arkadaşımı
arada bir müsamerede büyük rolü oynamaya çıkmış çocuk halleri- aradığımda, arabalarla ilgili bir sorun olduğu için üniversiteye na-
ni de. sıl gideceğini bilemediğini söyledi. O zamanlar şehir dışı sayılan
Yetişkin omnipotensin yaşandığı örnekler arasında bazı in- bir yerde oturuyordu. Gidip onu evinden aldım, Eskişehir yolu
sanların "bana bişey olmaz" şeklindeki çocuksu meydan okumala- olarak bilinen otoyola çıktıktan bir süre sonra önümüzde uzun bir
rını ve araba direksiyonunda olmayı da saymam gerekiyor. Yolla- tank konvoyu olduğunu gördük. Arkadaşım bana dönüp "Bu gece
rın sadece kendileri için var olduğuna inanan insanlardan söz edi- bir şeyler olacak," dedi. İkna olmadığımı fark edince "Ben bu res-
yorum. Direksiyon "bazı insanlarda" güçlü bir iktidar duygusunun mi daha önce görmüştüm," diye ekledi. Babası Yassıada duruşma-
yaşanmasına neden olabiliyor ve bu bazen rüyalara da yansıyor. larında idamdan dönmüştü, tecrübe konuşuyormuş, o anda bile-
Bu durum genellikle hayatının direksiyonuna sahip olamayan in- medim. Oysa yıllardır part-time ders verdiğim ODTÜ'ye o yoldan
sanlarda daha sık gözlemlenmekte. Oysa kendini yönetebilmek, gidip geliyordum ve böyle bir görüntüyle hiç karşılaşmamıştım.
başka bir şeyi yönetmek kadar kolay olmuyor. Üstelik, T. S. Eliot' Tankları sollayıp yola devam ettim.
ın dediği gibi "Bu dünyaya verilen zararların yansı kendini önem- Ertesi sabah her şeye kadir bir yetişkin, ekranlardan bizleri ıs-
li hissetmek isteyen insanların eseridir." laha muhtaç varlıklar olarak gören bir konuşma yapıyordu, en
Toplumumuzda otorite olgusuyla ilgili sorunun günümüzde azından konuşma tonu öyleydi. Nitekim bir süre kışla gibi yönetil-
halledilmiş olduğunu düşünmüyorum. Ancak süreçlerin bazen kı- dik. Durumun sorumlusu tabii ki bizlerdik, felek değil. Bizlerde
sırdöngü görünümü kazanması bunun böyle kalacağı anlamına ne eksikti de bunları yaşamamız gerekmişti sorusunun cevabını da
gelmez. Tarihçi Arnold Toynbee, "Toplumların karşılaştığı sorun- dolaylı olarak burada zaten tartışmaktayız. O dönemde bazı insan-
lar onları bileyip güçlendirebilir, ama bu onların sorunları nasıl çöz- lar kalıcı sayılabilecek psikolojik hasar gördüler. İşkence gördük-

44 45
ZAMANE ÇÖZÜLEN DEĞERLER VE UMURSAMAZLIK

lerini söyleyen bu kişiler konudan fazla söz etmek istemez gibiy- kararlı bir biçimde tutundu. Tabii seçim zamanlarında kime oy ve-
diler. Psikolojik yardım almayı seçenlerin önemli bir bölümü, bu receğini bilemez halde olan bir kitle de var. Dolayısıyla gelinen
konuya ciddiyetle eğilmiş olan üniversite mensubu genç meslek- aşamada, demokrasi yolunda ilerleyişi ketleyici etkisi olan ve top-
taşlarıma başvurmuş olmalı, ama birkaçı da bana geldi. Gelişleri- lumun biz ve ötekiler şeklinde ayrılmasına neden olan kolektif bir
nin öncelikli nedeni işkence görmüş olmaları değildi. Ama biri kilitlenme söz konusu. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık so-
klinik çalışmalarımın dışında, diğeri esnasında, iki kişinin bana rusunun cevabını ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
söyledikleri ve neredeyse birbirinin aynı olan cümleyi unutmam Askeri yönetimin ardından, açılımı ve girişimi destekleyen si-
mümkün değil: "İşkence gördüğümden bu yana diğer insanlara vil bir yönetim geldi. Yapılanlar, dünyanın geri kalanıyla daha uyum-
karşı duyarlılığım köreldi." O dönemin dolaylı olarak benim de lu yaşamamıza imkân veren şeylerdi, ama belki de sindirilmeleri
hayatımı etkilemiş olduğunu sonradan fark ettim. Ankara'dan İs- için yeterli zaman tanınmadan uygulamaya koyulmuşlardı, çünkü
tanbul'a taşındım ya da döndüm. Bir süre sonra pek çok insanın bu sürecin yarattığı bazı ruhsal zorlanmalar o dönemde klinik ça-
buraya benden önce gelmiş olduğunu fark ettim. Benden sonra da lışmalarıma yansıdı. Bunlar daha çok, hızla değişen değerlerle il-
gelmeye devam ettiler. Meğer bir kitle göçünün parçasıymışım. gili sorunlardı ve kafaları karışan insanlar neyle baş etmeleri ge-
Bu kadar çok sayıda insanın, çoğu birbirinden habersiz, aynı dö- rektiğini kavramakta zorlanıyorlardı. Kişisellikten profesyonelli-
nemde aynı şeyi yapmış olmasında, bizleri Ankara'dan kaçıran or- ğe geçişte, hem işveren hem de çalışan kesimin hangi normlara gö-
tak bir neden paylaşılmış olmalı. re davranacağını bilemez halde olduğu zamanları hatırlıyorum.
Yetmişli yıllarda bir arayış vardı, artık sıkmaya başlayan bir Klinik çalışmalarımda böyle konular daha önce hiç ön planda ol-
kabuğu çatlatmak istercesine. Askeri yönetim bunu engellemekle mamıştı, belki o dönemde biraz da şirket gibi yönetildiğimiz için.
yetinmedi, gençliği politikadan uzak tutmak için özel bir çaba gös- Yapılan reformlar ekonomi ve teknolojiye odaklanmıştı, ama sos-
terdi ve izleri bugüne kadar taşınan ölçüde başarılı da oldu. Çağ- yal ve kültürel boyutları cılızdı. Ekonomi canlandı ve toplumda bu
daş bir insan için politik tavır kimliğinin doğal bir boyutudur. Bu konuda yaşanan pek çok tıkanıklık aşıldı, ama gelir dağılımı da bo-
boyutun oluşumu ketlendiğinde politik inançların yerini, yarattığı zulmaya başlamıştı. İçerikten çok biçim öne geçmeye başladı, yet-
regresyondan ötürü, körü körüne bir kitlesel fanatizm alabilir. Kö- mişli yıllarda zaten bazı zorlamalara maruz kalmış olan Türkçe iyi-
rü körüne deme ihtiyacını duymamın nedeni, "politikayla ilgilen- ce rasgele kullanılmaya başladı. Mülkiyet tutkusu hırsa dönüşerek
meyen toplumların kaderinde cahiller tarafından yönetilmek de toplumun köklü bazı değerlerinin erozyona uğramasına neden ol-
olabilir" sözünün çağrıştırdığı bazı olasılıkları da beraberinde ge- du, ahlak sözcüğü tedavülden çekilerek, yerine dilimizdeki anlamı
tirmesi. Bence, daha önce sözünü ettiğim "kimlik geçişmesi send- yüklü olmayan etik sözcüğü kullanılmaya başladı. Keskin vizyon
romu"nun, yani kimlik boşluğunun bir ideoloji ya da inanç siste- ürünü olarak yüceltilen açılımlar devrim sayılırdı, ama her şeyin
miyle giderilmeye çalışılmasının içeriği, 1980 sonrasında farklı olduğu gibi bunun da siyah bir yönü vardı. Bunları o dönemi eleş-
alanlara yönelerek varlığını sürdürmekte. Toplumun bir kesimi İs- tirmek adına anlatmıyorum. Ama o zaman başlayan sürecin etkile-
lami inançlarını ideolojik boyuta taşırken, bir diğer kesimi aynı ri, olumlu ve olumsuz yanlarıyla, bugün de katlanarak devam et-
boşluğu milliyetçi görüşlerle dengelemeye çalıştı. Bir diğer kesim mekte ve büyük ülke olma yönünde atılan başarılı adımların bedel-
ise cumhuriyetin başlangıcındaki ilkelere eskisinden daha katı ve leri de çeşitli şekillerde ödenmekte.

44 4 6
ZAMANE AİDİYET DUYGUSU

Bu satırları yazdığım sırada, gazetelerde dünyada gelir dağılı- layabildiğim kadarıyla "esas kadın benim" benzeri bir mesaj ver-
mının en kötü olduğu ülkelerin sıralaması vardı. Ülkemiz Meksi- miş, bir süre sonra da eşinden ayrılmıştı.
ka'nın üzerinde ve sondan ikinci sırada. Yirmi sekiz yıl önce gitti- Olay benim için düşündürücü idi, çünkü olay kendini ortaya
ğim Meksika'da bana en çarpıcı gelen şeylerden biri, açık bir şe- koymaktan utanan bir toplumun, bu konuda içinin dışına çıkmaya
kilde gözlemlenen, gelir dağılımındaki dengesizlikti. O zamanlar başlamasının benim fark edebildiğim ilk belirtilerinden biri gibiy-
halimize şükretmemiz gerektiğini düşünmüştüm. Anlaşılan, 1980 di. "Rezil olma" diye dile getirilen durumların anlamını yitireceği
sonrasında giderek artan farklılıklar zamanla bizi o ülkeyle eşit sürecin de başlangıcı. Nitekim bu olaydan bir süre sonra genç bir
konuma getirmiş. O günlerden bu yana sayıları giderek artan, ba- kadın Cumhurbaşkanlığı Köşkü önünde soyundu ve benzeri olay-
zı yönlerden içerik yoksunu ama girişimci, fırsatçı ve dinamik lar sonradan bir süre için neredeyse sıradanlaştı. Bunlar değerler-
"Yeni Türkler", düşünce ve fikir zengini ama eylem yoksunu ay- deki hızlı bir çözülmenin işaretiydi ve bizi nerelere götüreceğini
dın kesimi yavaşça toplumun periferisine doğru iteklemeye başla- kestirmek mümkün değildi. Ticaret hayatında giderek daha sık gö-
dılar. Bu satırları yazdığım sırada bana, bir arabanın arkasına ya- rülmekte olan umursamazlık örneklerinin, özel hayatlarda da ser-
zılmış bir yazı aktarıldı: "Magandayım ama para bende." Bir mey- gilenmeye başladığının göstergesi gibiydi. Bu, özerkliği öğren-
dan okuma örneği daha ya da yeni bir kimlik. Kültüre, sanata, es- meye başlamanın belirtisi de değildi. Çünkü özerklik benlik sınır-
tetiğe ve görgüye ilgi duyulmayan bir ülkede ekonomik güç ka- larına sahip çıkabilmeyi de tanımlar. Durum, özerk olmayı bile-
zanmış olmanın sınıf atlamayı da kapsayabileceğini düşünmüyo- memenin bir başka örneğiydi, aynı paranın diğer yüzü. Bu örnek-
rum. Kaldı ki sınıf, zaten tanımlanması zor ve soyut bir kavram. ler, bir bakıma, toplumun önemli bir bölümünün hâlâ muhtaç ol-
Doksanlı yılların başına dönmek istiyorum, pek çok şeyin hız- duğu değerlerin altını oyarak, zamanla daha büyük bir kesimin ya-
la dönüşümden geçtiği yıllara. Sürecin farklı bir evreye ulaştığını pay ve fanatik inanç sistemlerine yönelmesinin de başlangıcı sayı-
düşündüren pek çok şey oldu o yıllarda. Bir akşam televizyonda labilirdi.
haberleri seyrederken, ekranda polisin yan çıplak bir adamı uzun
saçlarından çekip itekleyerek götürdüğünü gördüm. Bir tarikatın
lideri olduğu söylenen adamın yatakta seviştiği genç kadın pek
gösterilmedi, ama sonraki akşamlarda o da ekranlarda görünüp • •I AİDİYET DUYGUSU
kendi hikâyesini anlatacaktı. Akça pakça, açık renk gözlü, başı ör-
tülü, göz kapakları eflatun farlı bir genç kadın, adı F. Ş. Heyecan- Beyin herhangi bir anda dış dünyadan kendisine ulaşan yaklaşık
lı bir sesle hikâyesini anlatıyordu. Tarikat lideri olduğu söylenen beş milyar bilgi biriminden pek azını işleme sokabilir. Bunu ya-
adama onun müridi olma beklentisiyle gitmiş ve zaman içinde, parken, gelen uyaranları kendince bir düzene sokarak kavranabilir
kendi deyimiyle kandırılarak, cinsel beraberlik yaşanmıştı. Sonra ve anlaşılabilir hale getirmeye çalışır. Yani, gerçeklik olarak algı-
olayın burada bitmediği anlaşıldı; genç kadın bir başka tarikatın ladığımız şeyler, beynimizin bizde yarattığı ve bize göre düzen-
lideri olduğu söylenen birine de gönderildiğini ve onunla da ya- lenmiş farkındalıklardır. Dolayısıyla her zihnin yorumladığı ger-
kınlık yaşadığını anlattı. Derken ikinci tarikat liderinin Burberry çeklik diğerlerinden bazı farklılıklar gösterebilir. Önceki yaz bir
desenli tesettüre bürünmüş genç eşi de ekranlarda göründü. Hatır- tatil yöresinde ay tutulmasına tanık olmuştuk. Altı kişiydik. Her

48
49
ZAMANE AİDİYET DUYGUSU

birimiz gördüğünü farklı şekilde tanımladı, yalnızca bir kişi gör- terli formasyonları da yok. Sonuç, toplumun tamamı için söylene-
düğünü benimkiyle özdeşmiş gibi tanımladı. Yine de emin olama- mese de Bekir Coşkunun tanımlamasıyla, "sessiz, tepkisiz, kader-
dım, çünkü tanımlamaların benzemesi aynı şeyi gördüğümüz an- ci ve ezik" kitlelerin oluşmasına da yol açıyor. Uyaran bombardı-
lamına gelmeyebilirdi. Konu birbirimizi algılamaya geldiğinde iş- manının ne kadarının amaçlı yapay gündemlerle oluşturulduğu
ler daha da karışıyor. Öyleyse nasıl oluyor da ortak bir gerçeklik- sorusu ise ilgili uzmanların konusu.
te mutabık olabiliyoruz? Varsayımsal olarak, bunda ortak kültür Toplumun geçirdiği dönüşümler, insanın doğduğu andan iti-
ve geleneklerin, yani şartlanmaların payı olduğu düşünülebilir. Oy- baren çevresi tarafından şartlandırılmaları ve geçirdiği yaşantılar-
sa belki de gerçeklik, aslında, beynimize ulaşan ve çok azını de- dan edindiği izlenimlere göre kendine oluşturduğu referans çerçe-
ğerlendirebildiğimiz milyarlarca uyarandır. Bizim gerçeklik dedi- vesini sarsar halde. İnsan yaşantılarını ve çevresindeki olayları bu
ğimiz şey insanın yarattığı bir kavram ve çeşitli yönlere çekilerek çerçeveye göre algılama ve anlamlandırma ihtiyacındadır. Bir in-
farklı anlamlarda kullanılmakta. Gerçeği kavramaktan bizi alıko- sanın referans çerçevesi yaşamı boyunca bazı değişikliklere uğra-
yan nedir sorusunun cevabını Krishnamurti İlişki Üzerine adlı ki- yabilir. Geçmiş kuşaklarda bu değişiklikler yavaş, dolayısıyla yu-
tabında şöyle cevaplandırmış: "Kavrayamıyoruz, çünkü kendimiz, muşak bir biçimde gerçekleştirilirdi. Ama artık öyle olamıyor, bu
korkularımız, ideallerimiz, inançlarımız, umutlarımız, gelenekle- da kısmi bir etken olarak, toplumumuz bireylerinde daha önce gö-
rimiz, vb. şeyler örtü işlevi görüyor. Bu saptırmaların ardındaki rülmemiş türde davranışların ortaya çıkmasına yol açabiliyor. Bu-
nedenleri anlamadan, algılananı değiştirmeye ya da ona tutunma- nun nedenlerinden biri de aidiyet duygusunun sarsılması ki bu,
ya çalışıyoruz, bu da daha çok direnç ve sıkıntı yaratıyor. Asıl üze- özellikle geleneksel değerlere bağlı insanlar için temel yaşam des-
rinde durmamız gereken nokta, bu saptırmayı ortaya çıkaran ne- teğinden yoksun kalma tehdidini de beraberinde getiriyor. Bu baş
denleri kavramaktır... İvedi sonuçlar aramak, anlayabilme olasılı- edilmesi zor durum, zamanla, bir kısım insanın var olmuş olan de-
ğını yok etmektir." ğerlere daha katı bir biçimde tutunmasına yol açmakta. Gelenek-
Kişisel algılarıma göre, yaklaşık son yirmi yıldır zihinlerimi- lerin bazı esnekliklerle dengelediği katılıklar, artık yerini daha
ze ulaşan uyaran sayısı hızlanarak arttı. Bunların bir bölümü ülke- mutlak bir tutuculuğa bırakmakta. Din ya da alternatif inanç sis-
mizdeki toplumsal ve politik olaylara ilişkin; ama beslenme konu- temlerine fanatik bir biçimde bağlanma bazı insanları dağılmak-
sundaki çeşitli, bazen de çelişkili bilgiler örneğinde olduğu gibi, tan bir süre için koruyor olabilir. Ancak, giderek felsefesinden
insanlar artık neyin kendileri için doğru olduğunu kavrayamaz ol- uzaklaşma ve biçime yönelme eğiliminde olan din, kimileri tara-
dular. Beynin değerlendirebileceği uyaran sayısı sınırlı olduğuna fından farklı amaçlarla kullanıldığında olay daha da karmaşıklaşa-
göre, "toplumumuzun belleği yok" tarzındaki yorumların ne denli biliyor.
hakça olduğunu bilemiyorum, çünkü ülkemizde olup bitenlerin Ulvi duyguların dış dünyadan ithal edilebileceğine inanmıyo-
hızı başdöndürücü ve çoğu kavranması zor durumlar. Kaldı ki ge- rum. Değersizlik ve eziklik duyguları yaşayanların da bu tür duy-
lir dağılımının iyice bozulduğu ülkemizde toplumun büyük ço- guları, iktidar ve varlık sahibi olmakla telafi edilemiyor. Kendile-
ğunluğu için, günlük gaileler, geçim sıkıntısı ve kişisel psikolojik rini kendileri olarak kabul edebilmekten uzak olduklarından. Sınıf
sorunlar öncelikli olma durumunda. Bir de toplumda olup bitenle- atlamak için debelenmek de ters tepen bir çaba. Bu ya kendiliğin-
ri ve siyasi çalkantıları kaldıracak güçleri, üstelik pek çoğunun ye- den ve farkına varmadan oluverir ya da ne yapılırsa yapılsın ger-

50
51
ZAMANE DEPRESYON VE SIKIŞMIŞ KIZGINLIKLAR

çekleştirilemez. Bunlara, eleştiri amacıyla değil, insan doğasının sorumluluğundan kaçınması açısından etkili bir uyuşturucudur.
günümüzdeki trajedisinin bana önemli görünen bir boyutu olduğu Depresif insan bardağın boş yansını algılama eğilimindedir. Bazı-
için değindim. Çünkü anlattıklarım ciddi bir ruh sağlığı sorunu lan çevresine sessizce kasvet yayar, kimi ise hiçbir şeyden mem-
olan depresyona da zemin hazırlamakta. nun olmaz, kusur arar, arayınca da bulur, neredeyse sürekli eleşti-
reldir. Kimi insanlarda entelekt de karamsarlığı yayma amacıyla
kullanılır ve entelekte ağırlık veren bazı kişilerde zaman zaman
görülebilen narsisistik şişmelerin de katılımıyla yaşamın yalın özü
• •I DEPRESYON VE SIKIŞMIŞ KIZGINLIKLAR küçümsenir.
Bazı insanlar sıkışan kızgınlıklarını denetleyebilmek için, bi-
Dünya Sağlık Örgütü, depresyonun kalp hastalıklarından sonra linçdışı bir mekanizma aracılığıyla, dış dünyayla ilişkilerinde bun-
dünyadaki en yaygın ikinci sağlık sorunu olduğunu açıklamakta. ların tam karşıtı tutumlar geliştirirler. Bilinçli dünyalarında seve-
Ancak, çok sayıda insan depresyon yaşamakta olduğunun farkın- cen davranışlar sergileyip gerçekten de öyle olduklarına inanırlar.
da değil. Çünkü biyolojik kökenli esas depresyonlar dışında, psi- Bazen bu kınlması güç bir mekanizmadır, melek olduğuna inan-
kolojik temelde oluşan orta ölçekli depresyon çok farklı şekillerde mış bir insanın aslında hiç de öyle olmadığını kabullenmesinin
ve derecelerde tezahür edebiliyor. Depresyonun dinamiklerinde zorluğundan ötürü. İnsan kızgınlıklannı küllemek ve kendini iyi
dışa vurulamayan sıkışmış kızgınlığın kişinin kendine çevrilmesi biri olarak niteleyebilmek için kendinden bir şeyler verdikçe daha
bulunur. Sıkışmış kızgınlığın temel nedeni yaşamazlıktır. İyi ya- çok kızar, kızgınlığı arttıkça daha çok verir ve bu hal, katılığı gi-
şamakta olduğuna kendini inandırmış olan biri, yaşamını biçimsel derek artan bir kısırdöngü olarak sürer gider. Giderdi demek belki
etkinliklerle dolduruyor ve ilişkisizliğini bu şekilde ödünlüyorsa, daha doğru olabilir, çünkü geçmişte insanlar böylesi mekanizma-
oluşan vakumun depresyon yoluyla ifade bulması kaçınılmaz olu- larla, kendilerine yabancı yaşama pahasına ömürlerini sonlandı-
yor. Depresyonun değişmez belirtisi karamsarlıktır. Yalnızca bunu rırlardı. Günümüzde bu, artık yaşam boyu sürdürülebilecek bir
göz önünde bulundurduğumuzda, depresyon olgusunun toplumu- şey olamayabilir.
muzda ne denli yaygın olduğu anlaşılabilir. Kaldı ki, son yıllarda Bence, insanların bize siyah görünen yanlarına direnip beyaz
ülkemizde giderek artan sayıda insanın dünyadaki yerini ve kendi yanlarıyla ilişki kurabilmenin mümkün olup olamayacağı, bizim
yörüngesini kavrayamaz hale gelmiş olmasının, durumu geçmiş- kendi dünyamızla doğrudan ilintilidir. Çünkü bize ikiyüzlü görü-
tekinden de yaygın hale getirmiş olduğunu düşünüyorum. Bu ko- nen davranışlarla baş edebilmek için kendi kızgınlık dağarımızın
nuda somut bilgi sahibi olmasam da izlenimlerim var. Azımsan- da hafiflemiş olması gerekiyor. Bilinçaltında birikmiş düşmanca
mayacak sayıda insanın sürüklenircesine yaşadığı oldukça açık. eğilimlerimizi yönetebilmek bir sanat ve zor bir sanat. Ancak kli-
Depresif insan depresyonu aracılığı ile de bu bilinçaltı kızgın- nik deneyimlerim bana, yeni kızgınlıklar biriktirmemeyi önemli
lığı dolaylı olarak çevresine yansıtır. Kültürümüzde oldukça yay- ölçüde becerebildiğimizde, geçmişten kalan kızgınlıklarımızın et-
gın olan kahırseverliği örnek alırsak, bu durum aslında birbiriyle kisinin de soluklaşabileceğini gösterdi. Tabii, ağır travmaların si-
ilintili çeşitli öğeleri birlikte barındırır. Olumsuzluğu çevresine linmesi zor izleri dışındakiler. Kızgınlık biriktirmemenin yollan
bulaştırma eğilimi pasif-saldırgan bir davranıştır ve insanın kendi alanımızı korumak ve tanımlamaktan geçer. Alanımızı koruyama-

52 53
ZAMANE DEPRESYON VE SIKIŞMIŞ KIZGINLIKLAR

mış ve yeterince tanımlayamamışsak, bunu telafi etme çabaları- mekte yarar olabilir. Başkalarını yargılamaktan arınmanın yolu,
mız bazen hoyrat tepkiler vermemize neden olabilir, ama olmaya- kendimizi yargılamaktan arınabilmekten geçer. Kendimizi yargı-
bilir de. Genellikle bu tepkiler giderek yumuşar, hatta zamanla es- lamak ise iç dünyamızda olanlara yabancı kalmamızın başlıca ne-
tetik formlar alabilir. Bu yumuşama daha az korkmaya başladığı- denlerinden biridir.
mız anlamına gelir. Zaten asıl korktuğumuz, kızgınlığımızın dene- Meraklılık toplumumuzda oldukça yaygın ve kendine özgü
timden çıkmasıyla insanların onayını kaybedeceğimize inanmış psikodinamikleri var. Gençlik yıllarımda bir tren yolculuğu yap-
olmamızdır. Psikoterapinin bu konuda katkısının önemli olduğu- mam gerekmişti. Yerimi bulduğumda kompartmandaki kişiler ben-
na inanıyorum. Çünkü insanlar denemekten çekindikleri tepkileri, den önce gelip yerlerini almışlardı. Küçük çantamı yerleştirip ko-
terapistle kurdukları ittifaktan aldıkları destekle çoğu zaman ger- ridora çıktım. Kompartmandaki kadınlı erkekli kişiler konuşuyor-
çekleştirebiliyorlar. İnsanlardan korkarken, yani bilinçaltımızda lardı, arada bir konuştukları kulağıma çalınıyordu. Birbirleri hak-
onlara yönelik hak ettikleri ya da etmedikleri kızgınlıkları farkına kında bilgi edinmekle meşguldüler. Böyle bir bilgi alışverişi ken-
vararak ya da varmayarak yaşarken onları nasıl sevebiliriz? İnsan- di dünyama yabancı olmakla birlikte yine de ne olup bittiğini kav-
ları onları hissedebildiğimiz oranda sevebiliriz, tabii eğer kendi- rayacak bir yaştaydım. Dolayısıyla, konuşmalar ilerledikçe, diğer-
mizi hissediyor ve hissettirebiliyorsak. Toplumumuzda anlamak leri kendilerine göre üstte mi altta mı değerlendirilmelerinin yapıl-
ve hissetmenin sıklıkla karıştırıldığını düşünüyorum. Hissetmek makta olduğunu anlayabilmiştim. Eşitleri yoktu, sadece alttakiler
duygusal ve sezgisel düzeyde yaşanır, anlamak daha çok düşünce ve üsttekiler şeklinde bir değerlendirmeydi bu. Soruşturmalar bi-
düzeyinde kalır. Kendini sevdirebilmek kolaydır, ama aslolan se- tip kompartmana sessizlik hâkim olunca içeri girip yerime otur-
vebilmek. Bazılarımız sevilme uğruna sevmeyi gözden çıkarabili- dum, üzerimde beş çift göz. Onlarla göz temasından kaçınarak ki-
yorlar. tabımı açıp okumaya başladım ya da belki okur gibi yaptım. Bana
Biri bize olumsuz bir davranışta bulunduğunda duygusal dün- soru sormadılar ya da soramadılar. Ya onlardan genç olduğum için,
yamızda inciniriz, ama kültürümüzde incindiğini kabul etmek kü- ya onlara iyi gelmeyen bir koku yaydığımdan ya da oturum zaten
çük düşürücü bir durum olarak değerlendirildiğinden, incitilmiş kapanmış olduğundan, bilemiyorum. Zaten yolculuğun geri kala-
olma duygusu bastırılır ve yüzeyde yaşanan şey kızgınlık ve yar- nında da pek konuşan olmadı. Gerekli bilgiler edinilip notlar veril-
gılama olur, çoğu zaman alınganlık görünümünde. Küsmeyi se- mişti, önemli olan da buydu, ilişki değil. Dünya içindeki yerlerini
ven bir toplumuz. Her vesileyle küsmeyi huy haline getirmiş in- birbirlerine göre saptamışlardı, belki biraz da düşmanca amaçlar-
sanlarımız bile var. Oysa küsmek yoğun bir ilişki sürdürme biçi- la. Kendi hayatlarına kendilerini kaptırmış yaşayan insanlar baş-
midir. Çoğu zaman, küsülen insan dost kabul edilenlerden daha kalarının hayatını bu kadar merak ederler mi ki? Lao Tse'nin dedi-
sık hatırlanır. Biri bizi incittiğinde tepkimiz kızgınlık ve yargıla- ği gibi: "Başkalarını bilen bilgi edinir, kendini bilen aydınlanır."
ma olursa, karşımızdaki insan bize ne yaşattığını anlayamaz ve Hepimiz büyürken, bazen iyi niyetle de olsa yargılanıyoruz,
kızgınlık tepkimize karşı kendini savunmaya geçerek vicdanından değerlendirmelere konu oluyoruz. Sonunda "benim şeyim" doğ-
kurtulmuş olur. Onu yargılamadan incindiğimizi ona hissettirebil- rultusunda, çoğumuz kendimizi başkalarının değerlendirmelerine
diğimizde ise vicdanıyla yüzleşme olasılığı artar. Bunu da yapa- göre algılama eğilimine giriyoruz ki bu da "şey" olduğumuzu ka-
mıyorsa, o kişinin hayatımızdaki yerini yeniden gözden geçir- bullenme anlamına geliyor. Bence önemli olan, bize göre hayatı-

52 55
ZAMANE ÇOCUK YALNIZLIĞI

mızda kimin nerede olduğunu belirleyebilmek. Dalai Lama buna nin çocuklarla diyaloğu zayıf. Çocuklarla diyalog gelişirse, onla-
sağlıklı bencillik diyor. Sağlıklı, çünkü böylesi bir koordinatta rın gerçekten bir barış unsuru olduğu fark edilebilir..." "Çocuklar
aşağı-yukarı değerlendirmesi yok. Sadece kimi kendimize ne ka- genellikle evde ailesinden kopuk yaşıyor. Okulda öğretmenlerine
dar yakın ya da uzak hissettiğimizin farkında olabilmek söz konu- derdini anlatamıyor. Yeteneklerini ve düşüncelerini paylaşmakta
su ki bu da zaman içinde değişimden geçebilir. Hatta geçirdiğimiz sıkıntı yaşıyor. Giderek artan sayıda çocuk ya ailelerini geçindir-
dönüşümlere göre kimileri hayatımızdan çıkabilir, yenileri girebi- mek için ya da evde yoksulluğun zorlu etkilerinden kaçmak için
lir. Kendimizi yakın hissettiğimiz kişilere duyduğumuz yakınlığı sokağa yöneliyor."
hissettirebilmemizi önemli buluyorum. Çünkü kültürümüzde olum-
Bunlar çoğumuzun zaten bildiği ve görmezden gelmeye çalış-
suz tepkiler daha kolay verilebildiği halde, olumlu tepkiler verme
tığı gerçekler, ama sanırım asıl konu "çocuk yalnızlığı." Çocuk
konusunda cimriyiz. Sanırım daha çok, ya karşımızdaki insan bi-
yalnızlığına, çeşitli oranlarda, çaresizlik duygusu eşlik eder. Daha
zim olumlu tepkimize karşılık vermezse kaygısıyla. Muhtemelen
zorlu şartlarda ise çocuk kendini "düşman bir dünya içinde yalnız
yetişirken yeterince ödüllendirilmememizden ve toplumun bazı
ve çaresiz" hissedebilir. Çocuk masumiyetinin en büyük düşmanı
kesimlerinde sevgiyi dile getirmenin zaaf ifadesi olarak algılan-
olan çocuk yalnızlığının yetişkin yaşamdaki izleri psikoterapi be-
ması kaygısından. Ancak böyle bir kaygıya kapılmak, diğer insan-
raberliklerinde paylaşılanların temelini oluşturur, doğrudan ele
dan olumlu bir karşılık alma garantisi beklentisi demektir ve bizi
alınmadığı zamanlarda bile. O insan kaç yaşında olursa olsun.
yine şeyler dünyasına götürür. Dünyadaki yerimizi belirlerken ba-
Ebeveynin, çocuklarının iç dünyalarını gerçekten tanıyabilmeleri,
zı duygusal riskleri alacak cesareti gösteremediğimizde, hayatı-
bizimki gibi bir toplum yapısında oldukça zor. Çünkü çocuklar,
mız olabileceğinden daha kuru yaşanıyor.
kendi duyguları, düşünceleri ve düşlerinden çok, ebeveynin dav-
ranışlarına ve beklentilerine verdikleri tepkilerle değerlendirili-
yorlar. Terapi sırasında bazen gelen kişinin çocukluk fotoğrafları-
nı paylaşırız. Yıllar sonra orada gördüğümüz ifadeleri, zamanında
• •I ÇOCUK YALNIZLIĞI ebeveynin görememiş olmasını yadırgamamak gerek. Çünkü on-
ların iç dünyalarının da kendi zamanlarında fark edilmemiş oldu-
Bu satırları yazdığım sıralarda ülkemizdeki U N I C E F temsilcisin- ğunu kestirmek zor değil. Kaç ebeveyn görünürde uyumlu ve ses-
den, neredeyse tüm Türkiye'yi dolaşmasının ardından ciddi bir siz çocuğunun belki de için için kızgınlık biriktirdiğinin farkında
uyarı geldi: "Türkiye, 19 yaşın altındaki 27 milyon çocuğa (ki bu, ki? Daha eğitimli kesimde, çocukların ebeveynin narsisistik bek-
nüfusun yüzde 36'sını temsil ediyormuş) gerekli yatırımı yapmaz- lentilerini karşılayacak varlıklar olarak algılanması da yaygın,
sa, onlarla daha düzgün bir diyalog kurmazsa, sadece bugününü hatta bazen kendi görkem düşlerini yansıtarak onlara hayranlık
değil yarınını da yitirecek..." "Türkiye'de çocuklann temel ihti- duyma derecesinde. Hayranlığın gerisinde de çoğu kez hangi şek-
yaçlarının, daha çok tolerans, daha çok anlayış, daha çok ilgi oldu- liyle olursa olsun başarı sözcüğü yatar. Yoksul kesimde çocuk ço-
ğunu düşünüyoruz. Çocuklar, büyüklerle anlaşmak, toplumla ko- ğu kez doyurulacak bir boğaz ve ebeveyn, çocuklann kendilerine
nuşmak ve kendilerini ifade etmek istiyorlar. Çocukluklarını yaşı- özgü bir dünyaları olabileceğinden habersiz. Son zamanlarda si-
yorlar, ama anlayış eksikliği ortamındalar. Toplumun her kesimi- yasi liderlerin çok kullandıklan sözcüklerden biri yatırım. Üzücü

56
57
ZAMANE
ÇOCUK YALNIZLIĞI

olan, bu sözcüğün çocuk sözcüğüyle birlikte hiç kullanılmıyor ol-


dahil, otoriteyle ancak yanlış bir şey yaptıklarında muhatap ol-
ması. Oysa onlar toplumumuzun geleceği.
muşlardı. Biriyle konuşup ona dünyasını açabilmek ve bir başka
Medyanın üzerimizde güçlü bir etkisi var. Gazete okuyanların insanın onları dinleyip anlamaya çalışması onlar için çok yeni bir
sayısı az ama çoğunluk sık sık ekran karşısında, yayın kanalları da şeydi. Alınan olumlu sonuçlarda, belki de verilen ilaçlardan çok
dünyayı kendi gördükleri şekliyle kişisel yaşam alanlarımıza geti- bunun payı olmuştur diye düşünmüşümdür sonradan.
riyorlar. Televizyonla ilişki, telefon bağlantılarına açık bazı prog-
Çocuk yalnızlığı, içinde bulunduğu koşullara göre, onu soka-
ramlar dışında, interaktif bir olay değil. Sunulanı seyretmekle sı-
ğa ve suça yöneltebildiği gibi, bazı uç durumlarda katı bir kişilik
nırlı ve edilgin bir konumda oluyoruz. Regresyona eğilimli bir
yapısı geliştirmesine de neden olabilir. Ebeveynin benmerkezci ve
toplumda, tiryakiliğe, hatta bağımlılığa yatkın bir ilişki. Ekrandan
kendilerini ön plana alan tutumları sonucu kendini dünyada yalnız
emilen materyalin ne kadarının gerçekten özümsendiği kişiden ki-
ve anlaşılmamış hisseden çocuk, dış dünyadan gelen zedeleyici
şiye değişebilir. Ancak çocukların ekranda gördüklerini özümse-
uyaranlara karşı korunabilmek için, çaresizlikten, zamanla kendi
me eğilimi, doğaları gereği, yetişkinlerden çok daha güçlü. Aileler
içinde bir ebeveyn yaratma durumunda kalır. Ne var ki, bu içsel ve
filmlerdeki yaş sınırına özen gösterse bile, program aralarındaki
yapay ebeveyn, gerçek ebeveynden daha acımasız bir şekilde ya-
fragmanlarda şiddet ve acı sahnelerine oldukça sık rastlanıyor. Bu
pılanabilir ve insanın kendi içine kilitlenmesine neden olur. Bu
gibi durumların, gelişim sürecini sürdürmekte olan çocukların, in-
durum o insanın duygusal yönden gelişememesi sonucunu da be-
san hayatının değerini kavrayabilmelerini olumsuz yönde etkile-
raberinde getirir. Çünkü böyle bir yapılanmanın yarattığı sadist
mesi de doğal karşılanmalı. Nitekim yakın geçmişte, ortaöğretim
süperego ve mazoşist ego ilişkisi, dış dünyayla gerçek ilişkiler ku-
öğrencilerinin yüzde on beşinin okula bıçak, tabanca gibi öldürü-
rabilmesine izin vermez. İnsanlarla birlikteyken bile zihninde sü-
cü aletlerle gittiği yönünde bir bilgi açıklandı. Ayrıca, çocuklara
regelmekte olan, sadist süperegonun faşizan ve eleştirel, bazen de
yönelik ürünlerle ilgili bazı reklamların, yoksulluk oranının yük-
ürkütücü düşünce yayınları, egonun dış dünyayla irtibatını bozar,
sek olduğu ülkemizde bazı çocuklarda yoksunluk ve değersizlik
hatta bazen karşısındakini dinleyemez hale getirebilir. Dolayısıy-
duygularını pekiştirdiği kaygısını taşıyorum. "Bir şeyler var ama
la içindeki bu iç savaşın tutsağı olarak kilitlenip kalır. Dünya sade-
bizim için değil" duygusunun, kimilerini zaman içinde suça yön-
ce gözlemlenip değerlendirilecek ve yargılanacak bir alandır. Gö-
lendirebileceğini de.
rünürde hangi koşullarda olursa olsun, kendi içinde hep aynı duru-
Yedek subaylığımı Anadolu'nun büyük kentlerinden birinde mu yaşar.
yaptım. Oraya gidişimden bir süre sonra, hastaneden kalan zama-
Böylesi bir kişilik organizasyonuyla yaşayan insanlar otorite
nımı değerlendirmek amacıyla muayenehane açmıştım, pek kim-
konumuna geldiklerinde, hem kendilerini hem çevrelerini hırpala-
senin geleceğini ummaksızın. Sonuç şaşırtıcıydı. Büyük kentlerde
yacak davranışlar sergileyebilirler. Yargıları çoğu kez dayanaktan
yaşamış, üstelik yurtdışından yeni dönmüş biri için kırsal kesim
yoksun da olsa, mutlak ve değişmezdir; sıkıştıkları zaman başvur-
insanıyla ilişki kurmak, insanımızı tanımak açısından ömrümün
dukları mantıksal çıkarsamalar değişken ve tutarsız olabilir. Dola-
geri kalanını da etkileyecek bir devrimdi. Oradaki çalışmalarımda
yısıyla böyle bir insanla mantık tartışmasına girerseniz kaybede-
bende en çok iz bırakan şey, bu insanları daha önce kimsenin din-
ceğiniz neredeyse kesindir. Ne yapıp yapıp o tartışmadan galip
lememiş olmasıydı, ama gerçekten hiç kimsenin. Ebeveynleri de
çıkmaya çalışırlar, mantıksız bir mantıkla da olsa. Sıradan bir ye-

56
59
ZAMANE
KORKU

nilgi bile yok olma anlamını taşır. Eleştiriye hiç tahammülleri


da oturması mümkün değildi. Koltukların yerini değiştirdim ve
yoktur. Böyle bir durum, cılız ama inatçı savunma sistemlerine
oturduktan sonra az önce yaşananlan paylaşmaya başladık. Olay
tehdit olarak algılandığından şiddetli tepkiler gösterebilirler. Bü-
beni şaşırtmamıştı, aslında onun hayatında bu gibi şeyler yıllardır
tün bunların gerisinde, inançlarının ve yargılarının ardına sığın-
sıradandı. Geniş bir eşraf ailesinden geliyordu, çok erkek çocuklu.
mış kırılgan bir varlığın korkulan bulunur. Yani kendine yönelik
Baba oğulları, oğullar kendilerinden küçük olan kardeşleri ezmiş-
baskılar içinde sıkışıp kalarak, duygusal gelişimi yalnızlığı sonu-
lerdi. En küçükleri oydu, tabii en çok ezilen de. Üvey annesi tara-
cu engellenmiş masum çocuk varlığın korkuları...
fından sık sık karanlık yüklüklere kapatılmıştı. Yani bir çocuğun
yaşamaması gereken her şey. Buna rağmen hayatı biçimsel olarak
bir başarı hikâyesi sayılabilirdi, ama bir koltuğun sabit kalmama-
sı bile güvenliğini sarsabiliyordu.
• •I KORKU
Davranışlarımızın bir bölümü narsisistik zemin üzerinde hare-
ket ederler. İnsanlar narsisist olanlar ve olmayanlar diye ikiye ay-
Korkan insan korkutur. Korkutulan insan, korkutanın da korktu-
rılmıyor. Şeyler dünyasında hepimizin çeşitli oranlarda ve biçim-
ğunu kendi korkusundan ötürü fark edemez. Korkutanlarda kendi
lerde tezahür eden narsisistik yanlan var. Bazı insanlarda bu daha
kınlgan varlıklarını savunma derdinde olduklarından, yaşattıkları
belirgin ve kişilik narsisistik bir çekirdek etrafında oluşuyor. Daha
terörün farkında değildirler. Ürkütücü tavırları kararlı bir şekilde
ileri durumlarda ise kişilik yapısının bozulmasına neden olabili-
umursanmadığında ya da aşağılamaksızın şaka yollu geçiştirildi-
yor. Ortalamanın üzerinde yaşanan narsisizm "benim şeyim" olgu-
ğinde savunmalarını yumuşatabilirler. Yenilikler ve değişiklikler
sunun abartılı biçimidir, muhtemelen o insanın geçmişinde fena
onları çok rahatsız eder. Bazılarının, özellikle ahlaki, politik ve di-
halde "şey" olarak algılanmasından kaynaklanan bir olgu. İnsanın
ni değerlerinin dokunulmazlığı vardır, karşıt bir görüşe tahammül
kendi içinde kilitlenmiş yaşamasıyla ve yalnızca kendiyle ilişkide
edemezler. Bazen eşyalann yerinin değiştirilmesi ya da yemeğe
fazla tuz konulması gibi durumlar bile öfkelenmelerine neden ola- olmasıyla tezahür eder. Diğer insanları kendi uzantısı olarak algı-
bilir. lama eğilimindedir ve bütün bunların farkında değildir. Bir yandan
için için yaşanan değersizlik duyguları, diğer yandan oluşan ben-
Yıllar önce bana gelmekte olan bir yüksek bürokratı hatırlıyo- lik şişmesiyle sürekli bir paradoks hali söz konusudur. Bir yandan
rum. Bir gün onunla bir koltuk sorunu yaşamıştık. O zamanlar ofi- kendini farklı ve önemli biri olarak algılar, diğer yandan etrafından
simde kendi koltuğumun karşısında iki koltuk vardı. Şekilleri ay- bunun sık sık doğrulanmasını bekler. Ancak narsisizm sadece bi-
nı ama renkleri farklı. O gün koltukların yeri değiştirilmişti. Sağ- reysel bir olgu olarak sınırlanamaz. Kriz dönemlerinde toplumla-
daki sola konmuş soldaki de sağa, temizlik sırasında olmalı. Bu- rın, Nazi Almanyası'nda olduğu gibi kolektif bir narsisistik gerile-
nun o kişi için sorun yaratabileceği aklıma geldiyse de bekleyip me yaşadıkları da gözlemlenmiştir. Bizlerde de bu yönde hareket
görmeyi yeğledim. Nitekim saati gelip de odaya girdiğinde önce etme eğilimi olup olmadığı ise bir başka soru.
hiçbir şey demeden koltuklara baktı ve ayakta beklemeye başladı.
Yeni doğan bebeğin kendisini ve anne memesini tek bir nesne
Her zaman solda otururdu, ama o gün soldaki koltuğun rengi fark-
olarak gördüğü, beslendiği organı kendisinin bir parçası olarak al-
lıydı. Oturmak istediği renk ise sağdaydı. Dolayısıyla iki koltuğa
gıladığı varsayılır. Zamanla, bebeğin annesini kendinden ayrı bir

60
61
ZAMANE
KOLEKTİF REGRESYON

varlık olarak algılamaya başlamasıyla durum tersine döner ve bu


tulan insanlar, ilk şokun ardından geçici olarak regresyona uğra-
kez bebek kendisini annesinin uzantısı konumunda algılamaya baş-
yıp çaresiz çocuklar gibi ortalıkta dolanırlar. Günümüzde insanlar
lar. Bazı insanlar, anne-bebek ilişkisindeki olası bazı sorunlar ne-
belirsizliklerle dolu ve kavrayamadıkları bir dünyada kendilerine
deniyle yaşamın bu ilk dönemine saplanıp, yetişkin dönemlerinde
yörünge edinme çabasında zorlandıklarında, uzun süreli narsisis-
de dünyayı kendilerini beslemekte yükümlü bir alan olarak göre-
tik regresyon yaşayabilirler. Burada, sadece geleneksel yapının
biliyorlar. Hiçbir sorumluluk almaya yanaşmayıp asalak bir varo-
çözülmesiyle ilgili sorunları doğrudan yaşayan çevre semtlerin sa-
luşu sürmeye çalışan kişilerden söz ediyorum. Bu olgunun o kadar
kinlerinden söz etmediğimi, durumun kent merkezi nüfusunu ve
uçta olmayan saldırgan türevleri de var. İnsanlar vardır, enerjimi-
konumu ne olursa olsun her kesimden insanı kapsadığını vurgula-
zi bebeğin anne memesini emdiği gibi emerler, nasıl olduğunu an-
mak istiyorum. Zaten bunu televizyon ekranlarındaki kızgın, öl-
layamadan kendimizi oynamamızı istedikleri rolde buluveririz.
çüsüz, rasgele konuşmalarda da görmek mümkün.
Eğer durumu fark edebilirsek kendimizi kullanılmış hissederiz,
Yaşadığım kentte, burada doğmamış insanların sayısı çok faz-
ama aslında saldırıya uğramış olduğumuzu kavrayamayız. Tabii
la. İnsan evrendeki yerini, kısmen yazgısı olan, kısmen de kendi
bu durumlar o insanların tarzlarını ne denli katı bir şekilde sürdür-
yarattığı küçük dünyası olarak algılar ve bu dünyayı paylaştığı di-
düklerine bağlı. Kiminde bu oluşum kişiliklerini öyle etkisi altına
ğer insanlar tarafından varlığının fark edilmesine ihtiyaç duyar.
almıştır ki başka türlü var olabilme şansları azdır.
Göç almayan yerleşim birimlerinde köklerinden ve tarihlerinden
kopmadan yaşayanların bu konuda sorun yaşaması beklenmez.
Gerçi bazı küçük yerleşim birimlerinde de gençlerin büyük kent-
lere göç etmesi sonucu geride kalanlar kolektif yas duygusu yaşa-
• •I KOLEKTİF REGRESYON yabiliyor. Geçmişteki klinik çalışmalarımda, babalarının görevi
nedeniyle büyüme çağını ülkenin farklı yerlerinde geçirmek zo-
Toplumumuzda geleneksel yapının çözülmesi (ki bana göre poli- runda kalan insanların bir yerde kök salamamakla ilgili boşlukla-
tize olmuş geleneksellik de bunun dolaylı bir tezahürüdür) ve re- rının yarattığı sıkıntılara tanık olurdum. Günümüzde ise daha iyi
ferans çerçevelerinin bulanıklaşması sonucu, daha önce gelenek- bir yaşam umuduyla ya da zorunlu olarak kentlere göç etmiş in-
sel yapının etkisinde yüzeyde yaşanmayan narsisistik eğilimler de sanlar var. Yapılan araştırmalar, genellikle kentin çevre semtlerine
giderek belirginleşmeye başladı ve örnekleri arttı. Daha çok sayı- yerleşen bu insanların önemli bir bölümünün daha iyi yaşam ko-
da insan, çevrelerini kendi çıkarları doğrultusunda algılamaya şulları bulamamış olmalarına rağmen geri dönmeyi düşünmedik-
başlayınca saldırganlık ve suç da arttı. Buna "grup regresyonu" da lerini gösteriyor. Göç eden kesim, başlangıçta aynı bölgeden ge-
deniyor. Regresyon, insanın duygusal gelişiminde bulunduğu yer- len insanlarla gruplar, komşuluklar ve dernekler kurarak kimlikle-
den gerilemesi, yani hayatının daha önceki evrelerine dönmesi an- rini sürdürebilme ve dayanışma çabası göstermişti, hâlâ da çaba-
lamını taşır. Ender de olsa çoğumuz, özellikle zorlandığımız ya da layanlar var. Ancak yapılan araştırmalardan, sonraki kuşaklarda
kendimizi çok yalnız hissettiğimiz zamanlarda geçici olarak ço- durumun farklılaştığı ve hemşerilik dayanışmasının zayıflayarak,
cukluğumuzun ilk dönemlerine gerileriz. Çaresiz ve bağımlı. Do- amacın artık çevre semtlerden kent merkezine doğru hareket et-
ğal felakete uğrayan ya da kaza, yangın gibi durumlardan sağ kur- meye ve kentli kimliği edinme çabalarına odaklandığı anlaşılıyor.

62
63
ZAMANE
KOLEKTİF REGRESYON

Hangi toplum kesiminden olursa olsun, insanın köklerine sır-


kezindeki performans yönelimli kişilere göre açık ve samimiler.
tını dönmesi, ileri yaşlarda daha belirgin hale gelen ve geri dönü-
Konuşmaya ve kendilerini anlatmaya çok ihtiyaçları var. Bence,
şü olamadığı için maskelenmeye çalışılan bir yas duygusunun ya-
televizyon onları kullanırken, onların da televizyonu kullanmaya
şanmasına neden oluyor. Klinik yaşantılarımda, genç yaşlarında
çalışması doğal, hatta içgüdüsel bir olgu. Tabii televizyon yapım-
bir sure bana gelip sonradan dönmemek üzere başka topraklara
cılarının onları sadece malzeme olarak görmemeleri koşuluyla.
yerleşen bazı insanları yıllar sonra tekrar gördüm. Neden yaşlan
Başta ekonomik nedenlerle ve nereye ait oldukları konusunda ka-
ilerlediği zaman ülkelerini sık sık ziyaret etmek istemişlerdi ve
faları karışık olduğu için pek çok yönden dertli olan bu insanların
neden yıllar sonra benden tekrar randevu talep etmişlerdi? İnsan-
ekranda bazen pervasızca açılıp saçılmalarının ardından kendi
ların geçmişlerini cezalandırmak için başka yerlere gitmeleri on-
dünyalanna döndüklerinde karşılaşabilecekleri beklenmedik so-
ları geçmişlerinden arındıramıyor. Bunu onlara göstermek istese-
runların hesaba katılması ve parçası oldukları geleneksel yapının
niz bile, verilmiş olan karara neden olan geçmişin isyanıyla baş
dinamiklerinin göz önünde bulundurulmasına özen gösterilmesi
edebilmenin mümkün olabileceğini sanmıyorum. Üstelik, hangi
gerektiğini düşünüyorum.
nedenle olursa olsun, verilmiş ve uygulanmış kararlar saygıyla
karşılanmalı. Beni tekrar görmek istemelerinin nedeni, muhteme- Entelekt insanları regresyondan belki kısmen koruyabilir ya
len geçmişteki az sayıdaki olumlu ilişkilerinden biri olmam Bu da kendilerini korunmuş hissetmelerini sağlayabilir. Ancak önem-
geç dönem ziyaretlerinde bunları konuşup kafalannı karıştırmayı li sorunlardan biri de bazı insanların ruhsal dünyasında, duygu ve
hiçbir zaman tercih etmedim. Bazıları için, geçmişleriyle banşma düşüncenin birbirinden bağımsız gelişmesidir. Çünkü duygusal
isteğini hissetmek ve gerekirse paylaşmak yeterliydi. Uzun süre- dünyanın olumsuz koşullardan ötürü gelişememesi, bazen ente-
dir görmedikleri bir yakınlarını ziyaret eder gibiydiler ve asıl is- lektin aşırı gelişmesine neden olabiliyor. Entelekt ağırlıklı bir
tekleri yapmış oldukları seçimle birlikte kabul edilmekti. Kırsal- kimlik ise duygusal kompartmanın güdük kalmasıyla sonlanıyor.
dan kente göçenlerin de geldikleri yere yabancılaşmadan yaşam- Entelekt ağırlıklı bazı insanların olgunlaşmamış davranışlar sergi-
larını sürdürebildiklerinde, daha az kimlik sorunu ve regresyon lemesinin nedeni de budur. Duygusal dünyada özümsenmemiş ve
yaşayacaklannı düşünüyorum. Köklerinden kopmuş olma bazen davranışlara yansımayan ham entelekt, yaşla gelen bilgece gelişi-
özellikle ileri orta yaşlara ulaşıldığında ve çocukların kendilerin- min önünde de engel oluşturabiliyor. Yine de bazılarımız, kendile-
den farklı kimlik edinmesiyle, boşluk duyguları yaşanmasına ne- rini ustaca sergileyen, ama dikkatli bir bakışla hamlığı fark edile-
den olabiliyor. bilecek entelektüel personaların etkisinde kalabiliyoruz, şartlan-
dırılmalarımızdan ötürü. Yaşamla bütünleşmemiş bilgi zaten bilgi
Bazı çevre semt insanları, muhtemelen var olduklannı hisse- değildir. Özümsenmiş entelekt bilgi kusmaz ve birikimini sergile-
debilme amacıyla, seyirci katılımlı televizyon programlannda gö- mez. Zaman zaman böyle insanlarla karşılaştığım oldu, hepsi ad-
rünme, hatta mahrem dünyalarını paylaşma yolunu seçmeye baş- ları duyulmamış sıradan görünümlü kişiler.
ladı. Aralarında teşhirci eğilimleri olanlar da olabilir. Ancak çoğu-
Regresyona eşlik eden bir başka olgu da birilerini yüceltme
nun fark edilme ve seslerini duyurabilme amacıyla bu programla-
ihtiyacıdır, çoğu zaman körü körüne. Bu ihtiyacın temelinde ge-
ra katıldığı izlenimini taşıyorum. Çoğunluğunu kadınların oluş-
nellikle narsisistik görkem yansıtılması bulunur. Yani kişi kendi-
turduğu bu insanlar, dünyalannı paylaşma konusunda, kent mer-
sinde olduğuna inandığı ya da sahip olmayı arzu ettiği görkemi,

62
65
ZAMANE
KOLEKTİF REGRESYON

yücelttiği insanın şahsında yaşar. Bir anlamda bu, bebeklikten ço-


min önemli bir bölümü deniz kenarında bir evde geçtiği için Hıd-
cukluğa geçildiğinde, çocuğun ebeveynini her şeye kadir görerek
rellez geldiğinde insanların gün doğarken nasıl deniz kıyısına do-
yüceltme ihtiyacının yetişkin hayatta yaşanması anlamını da taşır.
luşup o ayini gerçekleştirdiğini seyretmek, olup biteni pek anla-
Yüceltilen kişi ulaşılmaz bir konumda kaldıkça bu uzun bir süreç
madığım halde hoşuma giderdi. Belki de umut içeren bir ayin ol-
olabilir, ama yüceltilen kişinin zamanla değer kaybına uğraması,
duğu için. Nemrut Dağının zirvesinde çeşitli uluslardan insanlar-
hatta eksi bir konuma indirgenmesi de sık görülen bir durumdur.
la birlikte güneşin doğuşunu seyrederken olayı sessiz ve kutsal bir
Bazı insanların çevresindeki, başlangıçta yere göğe koyamadıkla-
ayin gibi yaşamıştım. Giderek artan sayıda insan modern tıbbın
rı kişiler, bir dönemden diğerine sürekli değişir. Devalüe edip dün-
yanı sıra, hatta bazen onun yerine, tarih boyunca var olmuş olan
yalarından çıkarıverdikleri insanlara, ne olup da ilişkinin koptu-
bazı şamanist uygulamalara yeniden yönelme eğiliminde. Dünya
ğunu kavrayamamanın şaşkınlığını yaşatarak. Bu da regresyon
karmaşıklaştıkça mitolojik fanatizmin de artmakta olması anlaşı-
yaşamakta olan insanların yetişkin ilişki tarzını ve bağını becere-
labilir bir olgu. Ülkemizde ise yaratılan mitoslara ya şuursuzca ta-
mediklerinin göstergesi sayılabilir. İnsanların birbirlerinin imge-
pılıyor ya da nefrete varan duygular yansıtılıyor. Bir olgunun bize
leriyle ilişki kurmaları günümüzde her zamankinden daha yaygın.
siyah ve beyaz gelen yanlarını birlikte içerebileceği duyusundan
İnsanların birbirlerinin dediklerini anlamaya çalışmak yerine, an-
bu denli uzaklaşmamızın gerisinde, yeterince olgunlaşamamış ol-
ladıklarını varsayarak konuşmalarını sürdürmeleri de öyle. O ka-
ma ya da çocukluğun bazı dönemlerine gerilemiş olma olgusu bu-
dar ki bazı insanlara, olumlu ya da olumsuz, sahip olmadıkları ni-
lunur. Ebeveynimizi bazen şeytan bazen yüce gördüğümüz gün-
telikler atfedilebiliyor. İnsanların birbirlerini sis bulutlan içinde
lerden söz ediyorum.
algılamaya çalışmalannın bedeli ise giderilemeyen bir içsel yal-
nızlık. Yine doksanlı yılların başlarına dönmek istiyorum. O sıralar
bir seçim yapılmıştı ve televizyonda seçim sırasında yaşanan olay-
Aslında makul bir çerçeve içinde tutulmaları kaydıyla bazı fi-
lar anlatılıyordu. Bir Karadeniz ilinin köyünde seçimin tamamlan-
gürleri yüceltmeye, yani mitoslara ihtiyacımız var. Çünkü, tektan-
masının ardından bir grup köylü seçim mahallini basarak görevli-
rılı dinlerin varlığına rağmen pagan öğeler pek çok toplumda çe-
leri etkisiz hale getirip seçim sandıklarını alarak kaçmışlar. Olayın
şitli biçimlerde varlıklarını sürdürmekteler. Örneğin rock konser-
mantığı beni şaşırtmış ve güldürmüştü. Herkesin birbirini tanıdığı
lerine baktığınızda bir tür pagan ayini sürdürüldüğünü görebilirsi-
bir kırsal alanda sandığı çalanların teşhis edilememesi nasıl müm-
niz. Coşkulu izleyiciler müzik dinlemekten çok sahnedeki figürle-
kün olabilirdi? Sandıklan çalanlar onların içindeki oy pusulaları-
re tapınır halde oluyorlar. Zaten bu gruplardan söz edilirken başı-
nın niteliğini nasıl bilebilirlerdi? Nitekim iki gün sonra yakalandı-
na daima bir efsane sıfatı getiriliyor. Yeniden keşfedilen "kolbas-
lar. O günlerden bu yana, toplumumuzda regresyon artık mantık
tı" dansını ilk gördüğümde bunun bir pagan ayinini andırdığı izle-
düzeyinde de yaygın yaşanır oldu. Çevremizde, nasıl bir mantıkla
nimini yaşamıştım, üstelik evrensel arketipleri barındırdığını dü-
öyle bir sonuca ulaştığını anlayamadığımız insanların sayısı art-
şündüğüm bir ayin, olağanüstü katartik. Bu nedenle, bazı işadam-
makta. Bazen neredeyse herkesin kendine özgü bir mantığı var gi-
larının neden kolbastı kurslarına gitmekte olduklarını anladığımı
bi durumlar yaşanıyor. Bazıları arkaik mantık denen ilk insan man-
sanıyorum. Futbol da pek çok insan için sporun ötesinde bir mito-
tığını çağrıştırırcasına. İlk kitabımda da anlatmıştı m, Batı'nın Aris-
lojiye dönüştü, maçlar da ayinlere. Çocukluğumun ve ergenliği-
to mantığı olarak adlandırdığı mantık şöyle işler: Milli Futbol Ta-

62
67
ZAMANE
KOLEKTİF REGRESYON
kımı oyuncuları Türk vatandaşı olmalıdır; Arda Milli Futbol Takı-
mı oyuncusudur; öyleyse Arda Türk vatandaşıdır. Arkaik mantık ye cesaret edemediğinden, beraberlikler böylece sürer gider; ya da
ise farklı işler. Milli Futbol Takımı oyuncusu Türk vatandaşı olma- giderdi demek daha doğru olabilir, çünkü artık bu her zaman böy-
lıdır; ben Türk vatandaşıyım; öyleyse ben Milli Futbol Takımı le değil. Bugün var olanın yarın olmayabileceğinin kabullenilme-
oyuncusuyum. Fikir vermek için aktardığım ve bazen şizofrenide ye başladığı günümüz dünyasında, bazı insanlar ilişkiler içinde ki-
kullanılan arkaik mantık çok uç bir örnek olabilir, ama insanlar ba- litlenip boğulduklarını hissettiklerinde, yok olma korkusu bağım-
zen kendilerini çileden çıkaran tuhaf çıkarsamalara giderek daha lılığa baskın çıkıp yollarını ayırabilir oldular. Kimileri de evlilik
çok maruz kalmakta. Bunu klinik çalışmalarımda bana nakledilen- ya da partnerlik dışı ilişkilerle sıkışmışlıklarını geçici olarak den-
lerden biliyorum. Aslında genellikle sağduyuyu da temsil eden or- gelemeye çalışıyor. Bir zaman öncesine kadar bu tür ilişkiler fark
tak bir mantıkta buluşamadığımız durumlar, insanın kendini en- ettirilmeden yaşanabiliyordu. Günümüzde telefon mesajları ve
gellenmiş ve anlaşılamamış hissetmesinden öte, çaresizlik ve umut- elektronik posta nedeniyle artık o da kolay değil, kaldı ki artık gö-
suzluk duyguları yaşatabiliyor. Çeşitli düzeylerde arkaik mantık rüntülü telefon zamanı.
kullananlar ise genellikle, zedelenme ve yenilgi, hatta kendini yok Çocuksu varoluşa gerileme, ilişkiler ağı geliştirilerek de den-
hissetme korkularıyla kendi içine kilitlenmiş ve ne şekilde olursa gelenmeye çalışılıyor. Güvenlik temelli bu klan ilişkilerinde ciddi
olsun varoluşunu korumaya odaklanmış insanlar oluyor. Muha- çatışmalar da çıksa ilişkiler sona erdirilemiyor, çünkü aslolan gü-
venlik ağının korunması. Telefon ve mesaj haberleşmeleri de ağın
tapları olan insanların, kendilerine saçma gelen bu tür konuşmala-
sürdürülmesine katkıda bulunuyor. Bu durum sıcak bir dostluk ve
rın gerisindeki psikodinamikleri görebilmeleri ise neredeyse im-
dayanışma ağı gibi görünse de gerektiğinde herkesin birbirinin
kânsız.
çocuğu olabildiği böyle bir düzende ego sınırlan çok sık birbirine
İlişkilerde kurulan bağın, çeşitli şekillerde ve oranlarda ba- geçişiyor. Eskiden çok yakın dostluklarda bile insanlar birbirleri-
ğımlılığı içermesi kaçınılmaz bir durum; bağımlılık, kurulan bağa nin alanlarını pek ihlal etmezlerdi, çünkü kendilerini taşıyabilme-
egemen olduğunda ise iki özerk varlığın ilişkisinin yerini, ego sı- leri bugüne kıyasla daha kolaydı. Günümüzdeki zorlanmaların ya-
nırlarının birbirine karıştığı beraberlikler alır. Regresyonun ortaya rattığı kolektif regresyon sonucu insanlar birbirinin alanına fazla-
çıkış biçimlerinden biri de çocuksu bağımlılıktan kaynaklanan ca girdiğinden, çatışmalar, hatta saldırgan davranışlar daha çok
davranışlardır. Regresyon halindeki insanlara göre, aslında kendi görülüyor.
davranışları sonucu ortaya çıkan durumların sorumlusu, kendi dı-
Duygusal dünyalarımızda çocuksu bir varoluşa topluca geri-
şındaki biri ya da birileridir. Bağımlı beraberliklerde de taraflar
lemenin biraz da uç sayılabilecek.örneklerini, yaşamakta oldukla-
birbirlerine sık sık "beni yaşatmakla yükümlüsün" mesajları verir-
rımızı anlamamıza boyut kazandırabileceği varsayımıyla dile ge-
ler. Genellikle aynı frekansta insanlar birbirine yaklaştığından,
tirdim, kategorize etme ve etiketleme niyetiyle değil. Anlatmakta
karşılıklı olarak vaktiyle ebeveynlerinden alamadıklarını birbirle-
olduğum olgularda çeşitli psikodinamikler birbiriyle etkileşim,
rinden tahsil etmeye çalışırlar. Bu da gerek karşı cins ilişkilerinde,
hatta iç içe geçişme ve süreklilik gösteren karmaşık bir dans halin-
gerekse yakın dostluklarda ciddi çatışmalara neden olabilir. Çün-
deler. Ancak, bunları bir bütün olarak sunmanın bir başka yolu ol-
kü kimse çocukken alamadıklarını yetişkin hayatta başkalarından
madığından, her bir boyutunu tek tek anlatmaya çalışmak zorunlu
tahsil edemez. Buna rağmen, çoğu zaman kimse de ayrılıp gitme- hale geliyor.

62
69
ZAMANE
PERSONA VE GÖLGE

Birey olarak çeşit çeşidiz, ama bence ortak toplumsal özellik- meşini engellemişse, o kadın reddedilmiş gölgesini kendi gölgesi-
lerimiz de çok belirgin. Yıllar önce Meksika'ya gittiğimde oradaki ni andıran kadınlara yansıtabilir ve kadınlarla ilişkileri genellikle
meslektaşlarıma gıpta etmiştim. Psikiyatristler, Meksika toplumu bozuk olur. Erkekler diğer erkeklerle yakın ve sıcak dostluklar ku-
bireylerinin ortak özelliklerini anlayabilmek için bir proje geliştir- ramaz. İnsanın hayvan yönünü barındıran bu kişilik bölgesi, köke-
mişlerdi ve bu amaçla haftanın bir günü ücretsiz hasta görüyorlar- nini evrim tarihinin derinliklerinden alır. Arketiplerin belki de en
dı. Bu projenin sonuçlarıyla ilgili bilgileri ve metodolojik ayrıntı- güçlüsü ve tehlikelisidir. İnsanın toplum içinde var olabilmesi ve
ları çok merak etmeme rağmen öğrenemedim, kendi ihmalimden. grup üyeliğini sürdürebilmesi için gölgesindeki hayvansı eğilim-
Umarım ülkemizde de bir gün bu tür çalışmalar yapılabilir. leri evcilleştirmiş olması gerekir. Bu da gölgenin gücüne karşı çı-
kabilecek güçte bir persona geliştirerek gerçekleştirilir. Hayvansı
eğilimlerini bastırmayı başarmış kişi "uygarlaşmış" sayılır. Ancak
• •I P E R S O N A VE G Ö L G E y? bu bastırma aşırı olursa, kendiliğindenliğini, yaratıcılığını, sezgi-
2=ss '
lerini, duygusallığını ve içgörüsünü köreltmek zorunda kalır. Öz-
Son yıllarda bize neler oluyor konusuna devam ederken önce Cari deşleştiği kültürün kendine sağlayabileceği imkânlardan çok daha
Gustav Jung'un tanımladığı arketiplerden ikisini kısaca özetlemek önemli olan içgüdüsel yeteneklerinden yoksunlaşır. Gölgeden yok-
istiyorum: "persona" ve "gölge". Persona sözcüğü, tiyatro oyuncu- sun bir yaşam, cılız, ruhsuz ve sıkıcıdır. Böylesi plastik insanlarla
larının çeşitli rolleri canlandırırken taktıkları maske anlamına ge- günlük hayatımızda karşılaştığımızda, onlarla ne yapacağımızı bi-
lir. Jung'un kurammdaki anlamı ise insanın kendisi olmayan bir lemeyiz ya da içimiz kapanır. Yine de örneğin Batı kültüründen in-
karakteri yaşaması durumudur. Yani persona, toplumun onayını sanlarla kıyasladığımızda, toplumumuzdaki sayılarının daha az
sağlamak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske ya da olduğunu düşünüyorum. Özellikle de son yıllarda.
takındığı kimliktir. Persona bir insanın yaşamını sürdürebilmesi
Gölge genellikle ısrarcıdır ve personanın baskısına kolay bo-
için gereklidir. İnsanlarla iyi geçinmemizi, hatta hoşlanmadığımız
yun eğmez. Örneğin, başarılı kariyer sahibi biri ani bir kararla işi-
insanlarla birlikteyken bile durumu idare edebilmemizi sağlar.
ni bırakıp yaratıcı işlere ya da bambaşka alanlara yönelebilir. Böy-
Çoğu insanın birden fazla maskesi vardır. Çalışma ortamında,
lesi başkaldırılara tanık olmuşluğum var, ama bu kararlar aslında
evinde ya da arkadaşlarıyla birlikteyken farklı maskeler kullana-
birdenbire oluşmuyor. Gölgenin bu tür istekleri birçok kez ortaya
bilir. Ama eğer bu role kendisini fazla kaptırır ve egosu yalnızca
çıkıp reddedildikten sonra zamanla güç kazanıyor. Gölgenin için-
bu kimlikle özdeşleşirse, kişiliğinin diğer bölümü, yani gölge ar-
deki "kötü" olarak nitelendirilmiş öğeler, bilinçli dünyada her şey
ketipi bir yana itilir. Bu aşırı özdeşleşme sonucu "benlik şişmesi
yolunda gittiği sürece bilinçdışında etkisiz durumda kalır. Ancak
(ego enflasyonu)" ortaya çıkar.
insan bunalımlı bir dönemden geçerken ya da güçlü bir zorlan-
Gölge arketipi ise çoğu insanın derininde saklandığından, mayla karşılaştığında, gölgenin karanlık yönleri ego üzerinde ege-
kendisinin de ancak zaman zaman fark edebildiği, karanlıkta kal- men olmaya çalışır. Önce de belirttiğim gibi, gölgenin tümden
mış bir alandır. İnsanın kendi cinsiyetini temsil eden ve kendi cin- reddedilmesi kişiliğin sönük kalmasına neden olur. Temel içgüdü-
siyetinden kişilerle ilişkilerini de etkileyen arketiptir. Eğer bir ka- lerin kaynağı olduğundan gölge, canlı, yaratıcı, bazen de çılgın
dının egosu gölgeyi reddetmiş ve benliğiyle uyumlu bir hale gel- güdüleriyle farklı bir boyut katar. Gölgenin benliğe tümden ege-

70
71
ZAMANE
GÖLGENİN BAŞKALDIRISI

men olduğu durumlarda ise saldırgan ve yıkıcı, hatta vahşi davra-


nışlar ortaya çıkar.
Geleneksel değerlerde çözülme başladığında ve farklı yaşam • •I GÖLGENİN BAŞKALDIRISI
normlarıyla doğrudan ya da medya vb. araçlarla sık karşılaşıldık-
ça, personanın gölge üzerindeki denetimi de gevşemeye başladı. Bilge kimliği atfedilen bazı inanç liderlerinin önderliğini kabul et-
Geleneksel yapıda, her insanın, ait olduğu grup içinde tanımlanmış mek, kendini taşımakta zorlanan insanların varoluşsal sorunları-
bir yeri vardır. Bu da her insan için gerekli olan aidiyet duygusunun nın yükünü hafifletebilir. Ancak böyle bir yolun da her yol gibi ba-
yaşanabilmesini sağlar. Aidiyet duygusu, insanın, üzerine kimliği- zı bedelleri var. İnsanın bu yolu benimseyip özerkliğinden önemli
ni inşa ettiği referans noktalarının önemli bir boyutudur. Bu duy- ölçüde vazgeçerek, bilinçaltında birikmiş kızgınlıklarına çözüm
gunun cılızlaşması, personanın dayanaklarından yoksun bırakıl- getirebilmesi mümkün değil, bilinçli dünyasında kendini huzurlu
masına neden olur. Özellikle büyük kentlerin geçmişi oldukça kı- hissettiğine inansa da. Nitekim, son zamanlarda inanç sistemleri-
sa çevre semtlerinde göç sonucu oluşan nüfusun bu konudaki aç- nin politik bir görünümde ortaya çıkması, üniformayı çağrıştıran
mazları bayağı zorlayıcı. Kent merkezi ve çevre semtler ikilisin- kıyafetlerin ve sembollerin sık görülür olması, kişisel tercih görü-
den söz etmem, ötekileştirme değil, sadece sosyal doku ve yaşam nümünün altında kolektif bir meydan okuma havası yaymakta. Fi-
tarzı farklılığını tanımlama amacını taşıyor. Çünkü çevre semt in- zikteki bileşik kaplar yasası psikolojik açıdan da geçerlidir ve
sanı, bir yandan doğadan iyice kopmanın yalnızlığını ödünleme bundan kaçınmanın çaresi yoktur. Bir yandan bastırılan başka bir
çabalarında bocalarken, diğer yandan kent merkezine geçişme is- yerden kendini ifade eder, bazen de pek çok yerden. Bunun örnek-
teklerinin yarattığı çatışmayı yaşamakta. leriyle zaman zaman karşılaştım, ülkemizde de, yıllar önce ziyaret
Tatil günlerinde yeşillendirilmiş alanlarda yaptıkları piknikler ettiğim aşırı tutuculuğuyla tanınan bir ülkede de.
kent merkezliler tarafından yadırganmakta, hatta hoş karşılanma- İnsanın ortak içgüdüsel doğası kültürlere göre değişmez, gö-
makta. Kent merkezlilere göre o alanlar seyredilmek üzere yaratıl- rünür farklılıklar şartlanmalar sonucu oluşur ve kabul edilir. Poli-
mış yerler. Geçiş toplumu özelliklerini taşıyanlar içinse, koptukla- tik güç niteliği edinen inanç sistemlerinin ise artık inanç sistemi
rı doğaya bir süreliğine geri dönebilmenin doyumu. Onlar için do- olup olmadığı zaten bir soru, özellikle birileri üzerinde baskıcı bir
ğa, seyredilecek yer değil, birlikte yaşamaya alıştıkları dünyaları. tavıra dönüştüğünde. Yoksa, herkesin kendince başının çaresine
Çimlere yayılmak, yaşadıkları kente daha fazla yabancılaşmamak bakma durumunda olduğu bir çağda, kendine benzemeyenleri yar-
için geliştirdikleri ödünleyici, belki de içgüdüsel bir davranış. Bu gılayanların da başkalarınca yadırganacak yönleri olabileceğini
tavırlarında ayrıca, bilinçdışı bir meydan okuma olup olmadığını kabullenme durumundayız. Birileri de Hintli guruların peşinden
bilmiyorum. Bir başka yabancılaşma tehdidi ise çevre semtlerin gidenleri ya da yüksek ücretler ödenerek başka ülkelerden getiri-
genç nüfusuyla ilgili. Bazı gençler kent merkezine doğrudan ya da len umut dağıtıcılarına bel bağlayanları anlamakta zorlanabilir.
medya aracılığıyla baktıklarında, "bir şeyler var ama herkes için Bize uymayan değerlerden ötürü daha az rahatsızlık duymanın
değil" duygusunun yarattığı öfke ve isyanı yaşamaktalar. Bu isyan yolunun, kendi değerlerimize "çocuksu olmayan yollardan" etkin-
denetlenmesi zor bir hale geldiğinde de pusuda bekleyen "gölge" lik kazandırmaktan geçtiğine inanıyorum. Çünkü, kolektif regres-
benliğe kolayca egemen olup suça yönelebiliyor. yonu tartışırken de dolaylı olarak anlatmaya çalıştığım gibi, top-

72
73
ZAMANE
GÖLGENİN BAŞKALDIRISI

lumca çocuk bir hale geldik. Batı dünyasının müzeleşmiş toplum-


na nasıl sınır koyacağını bilemeyen ve çocuğu merkez alan ebe-
larına göre hilkat garibesi görünümünde olabiliriz; ama çocuğun
veyn sayısında giderek bir artma var. Ancak çocuk kimsenin yal-
çabaları umudu, durağanlık ise ölümü simgeler.
nızlık ilacı olamaz ve çocuklar başka insanların sınırlarını ihlal et-
Toplumumuzda gölge arketipi, yakın tarihimizde hiç bugünkü memeyi öğrenmekle yükümlüdürler. Ebeveynini bu bağlamda
kadar ön plana çıkmamıştı, yaratıcı ve yıkıcı yanlarıyla. Sanatta, aciz bulan çocuk, istekleri yerine getirilse de kendini değerli his-
sanayide ve daha pek çok alandaki girişimcilik ve yaratıcılığın di- sedemez, daha çoğunu talep eder. Bu, aslında kendisine makul sı-
namizmi, sığ politik çekişmelerin kakofonisine rağmen ülkeyi ile- nırlar koyabilen güçlü bir ebeveyn arayışıdır. Bulunamadığında,
riye doğru taşımakta. Persona ağırlıklı girişimciler genellikle tem- yetişkin yaşamı etkisi altına alan doyumsuzluk, anlamsızlık, ben-
kinli ve mantıklıdır, gölge ağırlıklı girişimciler ise gözüpek ve risk merkezcilik ve daha uç durumlarda da kurallara aldırmama gibi
alabilenlerdir. Medya destekli popüler kültür baskınlığı, nitelikli durumlar yaşama olasılığı artar.
yaratıcı ürünleri maskelemesine rağmen, bu çabaları yine de yıldı-
Otoriteye duyulan ihtiyaca rağmen, otoriteye güvenememek
ramıyor. Ancak, gölge arketipinin bir de hayvansı yanı var; ortamı
ya da otoritenin gözünde değersizler sınıfında olduğuna inanmak,
elverişli bulduğunda dozunu ayarlayamıyor ve yıkıcı, saldırgan ve
gölge arketipi başkaldırısının temel nedenlerinden biri. Bir başka
pervasız davranışlarla ortaya çıkıyor. Ne oldu da toplumumuzun
deyişle, otorite zaafı ile gölge arketipinin başıbozukluğu doğrudan
bir bölümünde gölge arketipi ipini koparmışçasına, cinayet, cinsel
ilintilidir. Trafik denetiminin şimdikinden de yetersiz olduğu yıl-
saldın ve çocuk istismarı gibi şiddet içeren davranışlara yönelir
larda Ankara'ya gelen yabancı diplomatlann bazıları, kente gel-
oldu? Bu konuda yapılmış kapsamlı araştırma varsa da haberdar
dikten bir süre sonra, diplomatik dokunulmazlıklarına da güvene-
değilim. Bu nedenle bazı izlenimlerimi aktarmakla sınırlanma du-
rek, kendi ülkelerinde düşünemeyecekleri kadar kuralsız araba
rumundayım.
kullanırlardı. Durum bir ara çığrından çıkmış, dolaylı olarak tanık
Aslında gölge arketipinden kaynaklanan davranışlara çok da olduğum küçük bir diplomatik skandala neden olmuştu. Bence
yabancı sayılmayız. Yalnızca çevremizdeki insanların değil, ken- otoritenin varlığını kabul etme konusundaki kilit sözcük, müeyyi-
di gölgemizin de bazı anlarda başına buyruk ortaya çıkıverdiği ol- de ve onun hakkıyla uygulanabilmesi. Geleneksel yapının kendi-
muştur, ama burada kolektif bir gölge arketipi başkaldırısından ne göre müeyyideleri vardır, aile ve camia çerçevesinde. Bu yapı-
söz ediyoruz. Gölge arketipinin başıbozukluğu, özerklikten alıko- nın ilkeleri çözülmeye başladığında, değişen şartlara uyum sağla-
yulmuş olmanın sıkışmış kızgınlığı ve infantil omnipotensin ço- namazsa, şiddete varan davranışlar kaçınılmaz hale gelebilir. Ülke
cuksu pervasızlığı gibi daha önce sözünü ettiğim olgulardan so- yönetiminde müeyyidelerin adil bir şekilde uygulanamaması ise
yutlanamaz. İnsanın kendi değerini, dolayısıyla insan yaşamının toplumun başıbozukluğa eğilimini pekiştirir.
değerini kavrayabilmesinin, ebeveyn-çocuk ilişkilerinin doğasıy-
Tarih boyunca ve dünyanın pek çok yerinde, daima değerliler
la doğrudan ilintili olduğundan daha önce de söz etmiştim. Dola-
ve daha az değerliler ayrımı olmuştur. Uygulanan müeyyideler
yısıyla, ebeveynin kendi çocukluğunda değerini hissetme şansını
arasında farklılıklar da öyle. Ancak, kime neden hangi müeyyide
bulabilmiş olmasıyla da.£ocuğuna aşırı ilgi gösteren ebeveyn ona
uygulanmış ya da uygulanmamış konusu anlaşılamaz hale geldik-
değer veriyor gibi görünse de aslında çocuğunu kendi narsisistik
çe, gölge arketipi başkaldırıya geçen insanlar da kendi meseleleri-
uzantısı olarak yaşıyor olabilir. Nitekim bazı kesimlerde çocuğu-
ni kendileri hallederek adaleti yerine getirme yolunu seçebilirler.

72
75
ZAMANE GÖLGENİN BAŞKALDIRISI

Aslında son kırk yıldan söz ediyorum ama, bu durumun giderek rumdur. Psikiyatrik sınıflandırmada, "kendi aralarında birlik oluş-
karmaşıklaşma eğiliminde olduğu izlenimini de taşıyorum. Gölge turan bir ruhsal etkinlik grubunun, kişiliğin geri kalan bölümüyle
arketipini denetim altında tutan sağduyu, vicdan, izan, başkaları- bağlarını kopararak bağımsız bir şekilde ortaya çıkması" durumu-
nın benlik alanlarına saygılı olma, dayanışma ve birbirine sevgi na disosiyasyon denir. Anksiyetenin çok yoğun olduğu durumlar-
duyabilme gibi hasletlerimizi çocukken örnek aldığımız büyükle- da kişilik düzeni o denli bozulabilir ki bağımsız bir ada gibi beli-
rimiz sayesinde ediniyoruz. Büyüklerimiz de topluma egemen ren bu kişilik bölümü bilinci, belleği, hatta bazen kişiliğin tümü-
olan değerlerden ve o değerleri temsil eden otorite kurumlarından. nü altına alıp psikozu andıran belirtilerin ortaya çıkmasına neden
Hızlı dönüşümlerden geçen bir toplumu yönetmek kolay bir iş de- olur. Psikiyatride disosiyasyonun farklı türleri tanımlanmıştır, an-
ğil ve hangi düzeyde olursa olsun, otoritenin sık sık kendiyle çe- cak ortak olan nokta, yeterince olgunlaşamamış ve ego entegras-
lişen durumlar yaşamasına neden olabilir. Ya da yerel bir otorite- yonunu sürdürmekte zorlanan insanlarda ortaya çıkması. Bazen
nin ani bir kararla pisuarları yasaklaması örneğinde olduğu gibi, anlık, bazen daha uzun bir süre için kişiliğin bir bölümü kişiliğin
gerekçesi anlaşılmaz keyfi kararlar vermesiyle sonuçlanabilir. Çün- geri kalanına yabancılaşıp ondan bağımsızlaşır. Eskiden bu du-
kü yönetenler de aynı dönüşümlerin birer parçası olmaktan masun rumlar, daha çok, doyurulmamış arzuların rüyada canlandırılması
olamıyor ve belki de fay hattımız işte bu can alıcı noktadan geç- gibi ortaya çıkarlardı. Günümüzde ise sıkışmış düşmanca eğilim-
mekte. Yani hep birlikte yaşanan ve hiçbir toplumsal katman için lerin bir an ya da bir süre içiıi bağımsızlık kazanarak söz konusu
muafiyeti olmayan, regresyon, infantil omnipotens ve gölge arke- zaman dilimine egemen olma durumları daha sık görülmeye baş-
tiplerinin hür iradesi. Sonuç, "kaosun kenarında" yaşam. Ya da "di- ladı. Aslında herhangi birimiz de anlık disosiyasyon yaşayabilir.
yar-ı hengâme"de var olmak. Aynaya bakıldığında bir an için "Bu kim?" ya da "Bu ben miyim?"
Kaosun kenarında yaşam, bazen pervasız ve düşüncesiz, ba- duygusunun ender yaşandığını sanmıyorum.
zen akılcı atılımları ve yaratıcılığıyla, uç noktalara yakınlaşabilen "Gözü dönmüş" ya da "Ne yaptığını bilemez halde" ifadeleri
kendine dönük çılgın yıkıcılığıyla yoğun bir dinamizmin ifadesi. muhtemelen disosiyatif haller ve gölge arketipi patlamaları için
Atom altı parçacıkların ya da Hint tanrısı Şiva'nın danslarında ol- kullanılıyor olmalı. Bu satırları bitirmek üzere olduğum sıralarda
duğu gibi, sürekli bir şeylerin yok edilmesi ve başka şeylerin yara- bir gazete haberiyle karşılaştım: Eşi asansörde kalan bir adam eşi-
tılmasını andıran bir dinamizm. Dolayısıyla, bilinen kategorilere ni kurtarmasının ardından silahını alıp asansörü kurşun yağmuru-
ve formatlara yerleştirilmesi de imkânsız. Aynı nedenle, birileri- na tutmuş. Bazen suç mahallinde yapılan yeniden canlandırmalar-
nin bizim bazı başka ülkelere model olmamızı ya da Doğu ile Ba- da, suçu işleyen kişinin yadırganacak bir rahatlıkla olayı nasıl ger-
tı arasında köprü olmamızı beklemelerinin de bence bir anlamı çekleştirdiğini anlattığından söz edilir. Böyle durumlar, o insanın
yok. Model olabilmemiz için önce, bizim bilinen kalıplara göre suçu işlediği süredeki kişiyi, sonraki kendine yabancı biri gibi al-
"anlaşılabilir" olmamız gerekir ve değiliz. gılama olasılığını düşündürmekte. Oranını bilememekle birlikte,
Bazı ileri derecede regresyon hallerinde insanlar bazı eylem- cana kıyma olaylarının bazılarında öldüren kişinin geçici bir diso-
lerin olası sonuçlarını değerlendirebilecek halde olmayabilir ve siyasyon yaşadığı, kişiliğin bir bölümünün bağımsızlaşarak olayı
anlık dürtülerine daha kolay teslim olabilirler. Bu olgu, psikiyatri- gerçekleştirdiği düşüncesindeyim. Adam öldürme olaylarının yay-
de "disosiyasyon (çözülme)" denen klinik olguya yakın bir du- gınlaşmaya başladığı ilk dönemde televizyonda bir cinayet olayı

76
72
ZAMANE GÖLGENİN BAŞKALDIRISI

anlatılmıştı. Bir adam sokakta yürürken o sırada kahvehaneden çı- neklerin de katkısıyla geçmişte böyle bir varoluş tarzı bir ömür
kan tanımadığı bir adama saldırıp yere yatırmış, boğazını bıçakla boyu sürdürülebilirdi, ama görünen o ki pek çok değerin geçerli-
keserek öldürmüştü. Adam olayı "Boğazını keserken tavuk gibi ğini yitirdiği günümüz şartlarında bu artık pek mümkün değil. Bir
gluk gluk sesler çıkarıyordu" ifadesiyle anlatmıştı, yaptığı eyleme insan gölgesine uzak ve yabancı kaldığı oranda gölgenin potansi-
yabancı bir tonda. Cinayetin anlamsızlığı kadar, adamın olayı an- yeli de o denli güçlenir ve personanın yapaylığı o oranda artar.
latış şekli de düşündürücüydü. Ancak, haber kaynağı olayın sade- Böyle bir durum insanı kendine iyice yabancılaştıracağı için bi-
ce sansasyon kısmıyla ilgilenip başka bir bilgi vermediği için zih- linçli dünyasında çok zorlanır ve ciddi ruhsal sorunlar yaşayabilir.
nimdeki bazı sorular da cevapsız kalmış oldu. Keşke psikiyatrik Buna karşılık, gölgesinde barındırdığı ve toplumun onaylamaya-
adli tıp uzmanları, sayıları giderek artan cana kıyma olaylarının cağı türde eğilimlerinin oldukça farkında olan biri kendisini daha
gerisindeki psikodinamikler konusunda bizleri biraz olsun aydın- bütün hissedebilir. Üstelik, toplum tarafından suç ya da günah sa-
latabilseler. yıldığına inandığı duygularla yüzleşebildiği oranda, kuraldışı dav-
İnsan ruhu bütün bir varlık ve aslında doğamızın temelinde ranma ya da suç işleme olasılığı da azalır. Duygular yargılanamaz,
aydınlık ve karanlık yanlar yok. Böyle bir ayrım, toplum tarafın- kimseyi neden böyle hissediyorsun diye eleştiremeyiz, duygu ey-
dan onaylanmayacağı varsayılan değerler doğrultusundaki şart- leme dönüşene dek. Bir insan kızdığı birinin dünyadaki kaydının
lanmalar sonucu, bazı yönlerimizi bilinçdışı mekanizmalarla ka- silinmesini için için arzu ediyorsa, bu istek eyleme dönüşmediği
ranlığa itme gereğini duymamızdan kaynaklanıyor. O kadar ki ço- sürece yargılanabilir mi? Tabii ki insanlar yaşadıkları bazı duygu-
ğu insan, Jung'un gölge arketipi dediği bu yanının varlığından bile lardan ötürü kendilerini yargılayabilirler ki böyle bir durum şart-
habersiz. Tektanrılı dinler öncesinde böyle bir bölünmenin var lanmalarla ilintilidir. Gerçek vicdanın alıntı değil, insan doğasın-
olup olmadığı ise ayrı bir soru. Jung, Şilili diplomat Miguel Serra- dan kaynaklanan vicdan olduğuna inanıyorum ki bu da sağduyuy-
no ile yaptığı söyleşilerde konu Hindistan'a geldiğinde, bu ülkede la doğrudan ilintilidir.
görüşlerinin hiç ciddiye alınmadığını anlatmıştı. Aynı söyleşide
Bazı cana kıyma olaylarında farklı ve başka bir olgunun da
Jung ayrıca, Hinduların bilinç ve bilinçdışı ikilisini yaşamadığını
payı olabileceği düşüncesindeyim. Günümüzde, toplumumuzda
ima ederek, kendilerinin (Hıristiyanların) iki bin yıldır bu bölün-
ego yapısının yeterince gelişememesi sonucu aşın bağımlılığa
meyi yaşamak zorunda kaldıklarını ve bunun geri dönüşü olmadı-
eğilimli bazı insanlar, farkına varmaksızın, içlerindeki boşluğu en
ğını da dile getirmişti. Tabii bu sözler diğer tektanrılı dinler için de
yakınlarındaki insanları içselleştirerek giderme eğilimindeler. İç-
geçerli olma durumunda. Zihnin çalışma şeklindeki bu farklılık
selleştirme (introjection) kişinin bir başka insanın varlığını ya da
nedeniyle, tektanrılı dinlere doğmuş insanların, Hinduizm ya da
imgesini kendi benliğine mal etmesi anlamını taşır. İçselleştirilen
Budizm temelli öğretilere yönelmelerini ve bu düşünceleri özüm-
kişi tarafından terk edildiklerinde, ki çoğu zaman bu bir eş ya da
seyebilmelerini de anlayamıyorum. Belki iyi bir örneğiyle henüz
sevgili oluyor, terk edilen kişi, ruhunun içi boşaltılmışçasına, kat-
karşılaşmamış olduğum için.
lanılması çok zor bir hal yaşamaya başlıyor: terk eden kişi hâlâ
Bir insanın egosu ne denli persona arketipinin egemenliğinde içinde, ama dış dünyadaki karşılığı artık yok. Dolayısıyla, içinde-
olursa, gölge arketipi de o oranda karanlığa itilir ve kişiliğin deri- ki imgeden kurtulabilmek için, muhtemelen disosiyatif bir ruh ha-
ninde öyle bir alan yokmuşçasına yaşanır. Geleneklerin ve göre- line girmesinin ardından, imgenin esas sureti olan terk eden kişi-

78
79
ZAMANE
SIRADIŞI DAVRANIŞ SALGINLARI

nin hayatına son verebiliyor. Bazen de belirli bir şahsın imgesi de-
sonra da Avrupa'nın bazı diğer bölgelerindeki manastırlara hızla
ğil de namus ve töre gibi aşırı içselleştirilmiş değerler açısından yayılmıştı.
kabul edilemez bir durum ortaya çıktığında benzer eylemlerde bu-
Bu salgınlar Avrupa'da on yedinci yüzyıl ortalarına kadar sür-
lunulabiliyor. Egonun yapılanmasmdaki yetersizlik derecesine
müştür. Bu dans manileri eski Yunanlılar ve Romalıların tanrıları
göre, bu tür olgular bazen psikoza varan boyutlara ulaşabilir. Böy-
için yaptıkları törenlere çok benziyordu. Hıristiyanlığın gelişiyle
le durumlarda, içselleştiren kişiyle içselleştirilen kişi birbiriyle hiç
yasaklanan bu törenler toplumların yapısına öyle işlemişti ki baş-
karşılaşmamış da olabiliyorlar. Dolayısıyla, içselleştirilen kişinin
langıçta, zaman zaman yapılan gizli toplantılarla yaşatılmaktaydı.
kendisinin, ki bu genellikle imgeleştirilmiş bir ünlü kişi oluyor,
Psikiyatrideki genel görüşe göre, daha sonraları, Hıristiyanlığın
bundan haberi bile olmuyor.
getirdiği yeni kavramlarla çatışan ve suç niteliğinde olan bu tören-
lerin taşıdığı anlam da değişmiş ve giderek kitle histerilerine dö-
nüşmüştür. Öyle anlaşılıyor ki toplumların zorlandıkları dönem-
lerde insanlar sıradışı davranış salgınları da yaşayabiliyorlar. Uzun-
• •I SIRADIŞI DAVRANIŞ SALGINLARI ca bir süredir, ABD'nin farklı bölgelerinde yaşayan bazı insanlar,
uzaylılar tarafından kaçırılıp geri getirildiklerine inanmaktalar.
Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dönemlerde Avrupa kıtasına baskıcı Ancak kitle iletişim araçlarının olmadığı zamanlarda, bir kıtanın
ve acımasız bir dinsel-baskı egemendi, cadı avları ve engizisyon farklı yerlerindeki rahibelerin birbirlerini ısırma salgınına kapıl-
mahkemeleriyle. Aynı dönemde, yani ortaçağın ikinci yarısında, malarını açıklayabilmek zor.
psikiyatride sonradan "kitle histerileri" olarak adlandırılan olgu
Yaklaşık on beş yıl önce ABD'yi ziyaretim sırasında bir hafta-
ortaya çıkmıştı. Bu olgu Avrupa'nın bazı bölgelerinde, bazen de
dan daha kısa bir süre içinde ülkenin farklı yerlerindeki posta hiz-
tümünde grup halinde ortaya çıkan sıradışı davranışlardı. İnsan-
metlerinde çalışanlar arasında birbirlerini öldürme şeklinde ufak
dan insana geçen ve geniş insan kitlelerini etkileyen bu salgınlar
çaplı bir salgın yaşanmıştı. Zincirin son vakasında bir emekli pos-
İtalya'da Tarantizm, Almanya'da St. Vitus dansı olarak anılmıştı.
tacı vaktiyle çalıştığı ofise gidip eski çalışma arkadaşlarından ba-
Daha çok dans manileri şeklinde ortaya çıkan bu olgu, sakin bir
zılarını öldürmüştü. Televizyonda yapılan ve ikna edici bulmadı-
yaz gününde bir kişinin adeta arı sokmuşçasına yerinden sıçrama-
ğım yorumlamalar, bu salgının nedenini açıklayamamıştı. Özel-
sıyla başlıyordu. Aynı anda çevresindeki diğer insanlar da buna
likle internet haberlerinden, son zamanlarda ülkemizde adam öl-
katılarak sıçramaya başlıyorlar, yollara fırlıyorlardı. Kısa bir süre-
dürme ve tecavüz gibi şiddet vakalarında artış olduğu izlenimi
de tüm kasaba halkı meydanlarda sıçrıyor, dans ediyor, titriyor,
edinilmekte. Bu tür haberlerin hepsi televizyon ya da yazılı basına
bazıları ise giysilerini parçalayıp soyunuyor, yerlerde yuvarlanı-
yansımayabiliyor. Doğrudan tanığı olmadığımdan bu olayların ne
yor, birbirlerine vuruyor, bazen bol şarap içip şarkılar söylüyor-
oranda, yaşanmakta olan kolektif regresyon sonucu insan hayatı-
lardı. İlginç bir diğer kitle histerisi salgını ise Almanya'da bir ma-
nın önemini kavrayamama ya da üst-sistemlere güvenemedikleri
nastırda bir rahibenin bir diğer rahibeyi ısırmasıyla başlamıştı.
için adaleti kendi elleriyle sağlama eğilimi ya da ne oranda biraz
Olayın ardından manastırdaki diğer rahibeler de birbirlerini ısır-
önce anlattığım, zorlanma dönemlerinde ortaya çıkan sıradışı dav-
maya başlamış, olay önce Almanya'daki diğer manastırlara, daha
ranış salgınları olarak değerlendirilebileceğini bilmiyorum. Ayrı-

80

ZAMANE SIRADIŞI DAVRANIŞ SALGINLARI

ca, bu olayların sayısının fazla görünmesinde kitle iletişim araçla- Riskli yaş 25-44; failler arasında okuryazar olup ilk öğretimi
rının bizleri daha çok haberdar etmesinin ne kadar payı olduğunu bitirmeyenler ağırlıkta, bunu ilkokul mezunları izliyor, lise me-
da kestiremiyorum. Ancak şiddet olaylarının bazılarının alışılmı- zunları üçüncü sırada. Nedenler arasında öfke ilk sırada, bunu pa-
şın dışında vahşet de içermesi dolayısıyla, görünen o ki bilinme- ra ve aldatma izliyor. Ülkemizde aile içi cinayet işleme oranının
yen bir süre için, toplumumuzun yaşamakta olduğu savrulma sü- yüz binde 2 olduğu, yıllara göre bakıldığında durağan bir yapı ser-
reci sonucu, sıkışmış gölge arketiplerinin yaylarının boşalmasıyla gileyen cinayetlerde özel bir artış görülmediği sonucuna varılmış.
birlikte yaşama durumundayız.
Yıkıcı davranışların insanın kendisine çevrilmesi, yani insan- Daha önce de belirttiğim gibi, dünyadaki zaman-mekân sıkış-
ların kendi hayatlarına son vermeye çalışmaları da daha küçük öl- ması bireyler gibi üst-sistemlerin de kestirilemezlikler içinde sav-
çekte salgınlar haline dönüşebiliyor. 2 Kasım 2009 tarihli ve "Do- rulmasına ve yetersiz kalmasına neden olmakta. Böyle bir durum-
kuz ayda 68 intihar Torbalı'yı alarma geçirdi" başlıklı haberde Ege da, ekonomik güçlüklerin ve belirsizliklerin yanı sıra, nereye tutu-
İl Sağlık Müdürlüğü ve Torbalı Kaymakamlığının ilçedeki inti- nacağını bilememenin insanlarda yarattığı "kavrayamadığı bir
harları önlemek için düğmeye bastığı, ailelerin tek tek ziyaret edi- dünyada çaresizlik" duygusunun nasıl hafifletilebileceği konusu
lip inceleneceği bildiriliyor. Üstelik, bu konuda araştırma yapan daha fazla göz ardı edilmemeli. Bazen insanları gözü çocuklarını
ve çözüm önerileri getiren, Torbalı'da görevli bir uzman doktorun bile görmez hale getiren bu durumlarla baş etmede, aidiyet duygu-
kendisi de bir süre sonra muayenehanesinde hap alarak intihara te- su ihtiyacıyla katılman çeşitli inanç sistemleri ve gruplaşmaları
şebbüs etmiş. Bu satırları yazarken başlamış olan bir grip salgını- gibi reçeteler de yeterli olmayabiliyor. Özellikle büyük kentlerde-
nın, aniden aşı olma ya da olmama içeriğinde toplumun bir kez da- ki alt ve alt-orta kesimin insanları, konuşmak, kendilerini birileri-
ha ikiye bölünmesine yol açarak adeta bir grup histerisi salgınına ne anlatmak ihtiyacındalar. Profesyonel psikolojik yardımı her ke-
dönüştüğüne sizler gibi ben de tanık oldum. Üstelik aşı olduğum sime ulaştırmak imkânsız, ama sözünü ettiğim dünyaları biraz ol-
için bazıları tarafından sessizce ötekileştirilmemi de yaşayarak. sun paylaşmanın bile önemli farklar yaratabileceğine inanıyorum.
Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü'nce 1960'larda Dünya Sağlık Örgütü ile birlikte yürütülen bir pro-
yapılan "Türkiye'de Ev Cinayetleri Araştırması"na göre, "eşe yö- jede, ülkemizde büyük kentlerden başlayarak toplumun her kesi-
nelik" cinayet ve cinayet girişimlerinin yüzde 52'si kadın, yüzde minden insanın düşük bir ücret karşılığı yararlanabileceği ruh sağ-
32'si erkekler tarafından gerçekleştirildi. Olayların yüzde 16'sı ise lığı dispanserleri kurulması tasarlanmış ve iki kentte başlayan uy-
resmi nikâhı bulunmayan çiftler arasında gerçekleşti. Genel Mü- gulama çok başarılı olmuştu. Bir siyasi iktidar değişikliği sonucu
dürlük tarafından 134 ağır ceza mahkemesinin 2005-2008 arası bu proje bir kenara itildi ve aradan kırk yılı aşkın bir süre geçme-
kayıtları taranmış. Aile içi cinayet sayısı 2005'te 216 iken, 2008'de sine rağmen benzer bir projeyi tekrar ele alan olmadı. Oysa böyle
255 olmuş. Aile içi cinayetlerde sanıkların yaklaşık yüzde 84'ü er- projeler için bir psikiyatrist ordusuna da gerek yok. Geçen yıllar
kek, yüzde 16'sı kadın. Maktullerin yüzde 57,5'i erkek, yüzde içinde yetişen psikologlar ve sosyal hizmet görevlileri de psikiyat-
42,5'i kadın. Akrabalık derecelerinin sıralaması ise şöyle: Maktul- ristlerin yanı sıra bu tür çalışmalara ciddi katkılarda bulunabilirler.
lerin çoğu eş, bunu sırayla sanığın kardeşi, anne-babası, çocuğu, Önemli olan, insanların çok bunaldıklarında kendilerini anlatabi-
akrabası izliyor. lecekleri birileri olacağını bilmeleri. Çünkü toplumumuz geneli-

82 83
ZAMANE
ENSEST

nin ruhsal durumu, daha önce hiç olmadığı kadar zorlayıcı ve gö-
sıyla ensest, çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçların bede-
rünümü de dramatik bir biçimde çılgın. Ancak öyle görünüyor ki
ne yönelmesini tanımlar. Günümüzde giderek artan sayıda insan
bu konular ilgili devlet kurumlarının algılama alanı içinde bulun-
duygusal paylaşma ihtiyacını da cinsellikle gidermeye çalışıyor.
muyor.
Ancak ensestte bu durum, karşı cins ebeveynden çocuğa, çocuk-
tan ebeveyne, bazen de kardeşler arası ilişkilere yöneliyor. Top-
lumda zaten yaygın olarak bilinçaltında var olan bu eğilimler, ya-
şanan regresyonla ve gölge arketipinin kışkırtmalarıyla, bilinçal-
• •I ENSEST tından hareket edip bilince ulaşarak eyleme dönüşme olasılığını
artırmış olabilir.
Toplumumuzda gözlenen saldırgan ve şiddet içeren davranışların Anneleri tarafından üstü örtülü ya da doğrudan davranışlarla
bazıları cinsel boyutlar da içermekte. Tecavüz, çocuğa cinsel ta- cinsel olarak tahrik edilmiş olan erkek çocuklarla ilgili örnekleri
ciz, ensest gibi davranışların sayısında belirgin bir artış var. Bun- burada vermek istemiyorum, bence hangi şekillerde gerçekleşti-
ların önemli bölümü, temeldeki ensest eğilimlerinin çeşitli teza- rildiğinin önemi yok. Bu insanlar anneleriyle yaşadıkları bu tür
hürleri. Ensest birinci dereceden akrabalar arasında tek taraflı ya olayları psikoterapi sürecine katılana dek kimseyle paylaşmamış-
da karşılıklı yaşanan cinsel istek ya da eylemleri tanımlar ve çoğu lardı. Psikoterapi sürecinin de genellikle nispeten geç aşamaların-
kültürde tabudur. Böyle bir eğilimi olan çoğu insan bu duyguları- da benimle paylaşabildiler. Tabii bir de bilinçaltının iyice derinle-
nın farkında değildir, ama bilinçaltına bastırılmış ensest istekle- rine itildikleri için hiç hatırlanamayanlar da olmalı ve belki de an-
rinden kaynaklanan korkular davranışlarını dolaylı olarak etkiler. latamayanlar. Anne-oğul arasında fiziksel birleşmeyle sonlanan
Son yıllarda basındaki haberler, ensestin tek yanlı olarak eyleme ya da ona yakın davranışları içeren bir örnekle hiç karşılaşmadım,
dönüştüğü olayların sayısında artış olduğu izlenimini vermekte. hepsi kaçamak ya da dolaylı durumlardı. Bir erkeğin henüz çocuk
Tabii bunlar sadece bize yansıyabilen durumlar. Spekülatif yo- yaştayken yaşadığı ensest travmalarının yetişkin hayattaki bazı
rumlamalara açık bir konu olduğu için, burada ensestin karmaşık sonuçları zaten tahmin edilebilir. Ancak bir de "maskelenmiş anne
psikodinamiklerini tartışmayacağım. Zaten başlı başına bir metin yoksunluğu" durumları var. Yani ortada bir anne var, ama annelik
konusu olur. kimliği ya çok yetersiz ya da çeşitli nedenlerle çocuğunu kabulle-
Ensestin temelinde kuşaktan kuşağa aktarılan sevgi eksikliği nememiş ya da çeşitli duygusal açlıklarını oğluna yönelterek onu
bulunur. Özerklik konusundaki tartışmamız hatırlanırsa, burada bunaltmış anneler. Böylesi durumlann, herhangi bir cinsel tahrik
sevgisizlikten öncelikle kastedilen, çocuğun kendi dünyası olan olmasa da yetişkin hayatta karşı cins ilişkilerini etkilemesi, istis-
ayrı bir varlık olarak görülememesidir. Ebeveynin bu tutumunun nalar dışında, pek çok zaman kaçınılmaz oluyor. Genç erkek nüfu-
gerisinde, kendisinin de önceki kuşak tarafından karşılanamamış sunda eyleme dönüşmeyen ensest fantazilerinin oranını bilmek
duygusal ihtiyaçları bulunur. Kızını cinsel bir obje olarak gören mümkün değil, ama çok da ender rastlanmadığı şeklinde bir izle-
babanın kendi geçmişinde, annesine yönelik bilinçaltı cinsel dür- nimim var.
tüler taşımış olma olasılığı oldukça yüksektir; uzak, ilgisiz ya da
Bu anneler neden oğullarına bu tür yaklaşımlarda bulunuyor
farklı şekillerde "fazla ilgili" bir anne imgesi nedeniyle. Dolayı-
ya da onlarla ilgili bilinçaltı fantazileri bazen bilinç düzeyine çıkı-

84
85
ZAMANE ENSEST

veriyor? Bugüne kadar hiçbir anne bana bu tür duygularından söz dönme fantazileri ve istekleri bulunur ve bu, dolaylı olarak ve çe-
etmedi, ben de kurcalamadım. Her şeyden önce, bilinçte tutulma- şitli biçimlerde yetişkin hayattaki bazı seçimlerimizi etkileyebilir.
sı zor bir duygu olduğu için sürekli yadsınma ihtiyacı duyulan bir Başlı başına bir konu olduğu için bu olgunun sadece bir yanına de-
durum, üstelik bence zaten aslolan bu duygulara zemin hazırlayan ğineceğim. Bazı erkeklerin bilinçaltında cinsel ilişki, ana rahmi-
yaşantılar. Eğer bunlar paylaşılabilseydi, bu anneler muhtemelen nin sıcak ve koruyucu ortamına bir süre için dönüşün güvenliğini
evliliklerinde aradıklarını bulamadıklarından ve kendilerini çok de simgeler. Bu nedenle cinsel arzulara anksiyete giderme boyutu
yalnız hissettiklerinden yakınacaklardı. Yine muhtemelen bu an- da eklenebilir. Ancak bu da genellikle sadece "coitus (birleşme)"
neler kiminle evli olurlarsa olsunlar aynı şeylerden şikâyet ede- odaklı cinsellikle sınırlanır. Bazı erkekler kadın cinsel organına çe-
ceklerdi, ama sanırım asıl sorun bu da değil. Bu annelerin kendi şitli anlamlar atfedebilir. Bunların arasında konumuzla ilgili olan,
ebeveyni araştırıldığında, kendi babalarına yönelik, ensest eğilim- bu organın, "baştan çıkarıcı ve reddedici" olarak içselleştirilmiş
ler de dahil karmaşık duygularla yüklü olmaları olasılığı yüksek. kadın imgesinin odaklandığı yer olarak algılanması. Bu duygular
Bu kadınların anneleri ya yetersizdir ya da erkeklere karşı hınçlı; ensest boyutunu da taşıyorsa, erkek çocuk ebeveynliğe ulaştığında
erkeklere olan hıncını kızlarına aşılarken, bir yandan da oğullarını babadan kıza bazen şiddet de içeren cinsel istismara, hatta tecavü-
kayırıp onlara düşkün davranışlarda bulunmanın paradoksunu ya- ze yol açabilir. Genel olarak, her türüyle ensest eğilimler karmaşık
şarlar. Babalar anne tarafından soyutlandıklarından sıcak duygu- düşmanca duygulan da içermekte.
larını ifade etme şansından yoksun bırakılmışlardır. Dolayısıyla
Buraya kadar ensest konusuyla ilgili bazı klasik bilgileri ve
kız çocuk tarafından uzak ve ulaşılmaz olarak algılanırlar.
klinik yaşantılarımdan yıllar içinde edindiğim izlenimleri aktar-
Bir diğer olasılık da babaların, kız çocuklarına karşı bilinçaltı dım. Klinik deneyimlerim, yüklü bir birikimi içermesine rağmen,
ensest duygularını da içeren bir düşkünlük yaşamaları ki bu da yine de toplumun belirli kesimleriyle sınırlı. Bu nedenle, özellik-
muhtemelen bir önceki kuşaktan, yani kendi anneleriyle olan ya- le babadan kıza yönelik cinsel istismar olaylarının başka boyutla-
şantılarından taşıdıkları ensest eğilimlerini bir sonraki kuşağa ak- rının olup olamayacağı sorusuna karşılık veremiyorum. Önümde
tarmalarıdır. Bu babaların kızları çok küçük yaştayken bazı bölge- 4 Ekim 2009 tarihli bir gazete haberi var. Hakkari Üniversitesi ta-
lerini kaçamak okşamalarından söz ettiklerine sadece birkaç kez rafından düzenlenen Kürt Kadın Kongresi'nde konuşan K A M E R
tanık oldum. Ancak daha sonraki yıllarda, kız çocuğu buluğ çağı- (Kadın Merkezi) başkanının yaptığı açıklamaları aktaran bir ha-
na ulaştığında babaların kızlarını diğer erkeklerden aşırı kıskan- ber. Başkan, yaptığı açıklamada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
maları gibi hoyrat davranışlar görülebiliyor. Kızlarına aşırı düşkün bölgelerinde kurdukları 23 kadın merkezine başvuruda bulunan
babalann mutlaka ensest eğilimleri taşıdıkları şeklinde bir genel- elli bin kadının yüzde 25'inin ensest ilişkiye maruz kaldığını be-
leme doğru olmaz. Oğullarına düşkün anneler için de öyle. Ancak lirtmiş. Bu da dört evden birinde kadınlar ve kızların ensest iliş-
aradaki sınır bazen belirsizleşebilir. Annelerden oğullara yönelen kiye zorlandığı anlamına geliyor. Bu çok büyük bir rakam ve ak-
ensest eğilimlerin kaçamak da olsa eyleme dönüştüğü anlarda, bu- la başka bir soruyu getiriyor. Bu olaylar kuşaktan kuşağa aktarı-
nun çocuğun cinsel bölgesine yöneldiğine ilişkin hiçbir bilgiye sa- lan klasik ensest eğilimlerinden farklı bir davranış örüntüsü ola-
hip değilim. Ancak babadan kızına yönelik durumlarda bu farklı bilir mi? Yani sadece ve sadece, yeterince olgunlaşamamışlık so-
oluyor. Neredeyse hepimizin bilinçdışında yeniden ana rahmine nucu ve gölge arketipinin hayvansı istekleri doğrultusunda, güç-

86
87
ZAMANE ENSEST

lünün zayıfı, büyüğün küçüğü, zaten elinin altında olduğu için is- ratabilir. Bazı psikanalistler, tecavüz olgusunu "baştan çıkaran ve
tismar etmesini kastediyorum. Bu yönde bir klinik deneyimim ya reddeden anneyi dize getirme" olarak yorumlamışlardı. Bu görü-
da gözlemim olmadığından bu düşündürücü sorunun cevabını ve- şün klinik deneyimleri sonucu edindikleri izlenimlerden mi kay-
remiyorum. naklandığını, yoksa varsayım mı olduğunu bilmiyorum. "Var ama
Korku ve şiddet, neden-sonuç ilişkileri karışık bir ikilidir. Ör- yok anne" gibi daha geniş anlamlı bir ifade kullanıldığında, "baş-
neğin kadına ve çocuğa yönelik şiddetin gerisinde, çoğu zaman tan çıkaran anne" imgesi de yelpazedeki yerini bulabilir diye dü-
yetersizlik duyguları ve baş edememe korkuları bulunur. Geçmiş şünüyorum.
klinik yaşantılarımda karşılaştığım bazı örneklerde bunu doğrular Yıllar önce bir kış akşamüzeri bana gelmekte olan öğretim
nitelikte. Ensest eğilimlerinin bir başka sonucu da erkeklerde gö- üyesi genç bir hanım, yanından geçmekte olan bir gencin, havanın
rülebilen kastrasyon (hadımlaştırılma) korkularıdır. Klasik psika- erken kararmasından ve o yıllarda Ankara'daki hava kirliliğinin
nalize göre bu korku, erkek çocuğun üç ila beş yaşlarındayken cin- yarattığı puslu ortamdan da yararlanarak, aniden kalçasını sıkıştı-
siyet farkını sezmeye başlaması sırasında yaşanabilir. Çünkü bu rıp sonra da hızla kaçtığını anlatmış, ardından da "Bunun anlamı
dönemde çocuk annesine karşı henüz şekillenmemiş cinselliği de nedir?" diye sormuştu. Hiç düşünmeden "Hırsızlık yapmış" ceva-
içeren taslak bir duygu geliştirir. Bu duyguya, annenin asıl sahibi bını vermiştim. Çünkü, kadınlara yönelik cinsel saldırganlıkta
olan güçlü baba tarafından hadım edilerek cezalandırılma korku- "Nasıl olsa beni kabul etmezler, ben de zorla alırım" varsayımının
ları eşlik edebilir. Bu duygular, yani henüz taslak cinsellik içeren güçlü bir etmen olduğunu düşünüyorum. Bir başka olgu da bir ka-
istek ve cezalandırılma korkusu, çocuk tarafından şekillenmemiş, dının kapalı olması beklenen bir beden bölgesinin kazara görünür
dolayısıyla tanımlanmamış duygular olarak yaşanır. Olağan ko- hale gelmesinin, bikinili bir kadından daha heyecan verici bulun-
şullarda zamanı gelince nötralize edilir ve çocuğun ilgisi başka ması. Yani yasak bir bölgenin bir an için görünüvermesi ya da du-
alanlara yönelir. Çoğunuzun bildiği gibi oedipal dönem denen bu rumun kameralara yansıması; argo dilimizde "frikik" denen du-
evre, çocuğun yetişkin cinselliğinin taslağını oluşturmasını sağla- rumlar. Karşı tarafın haberi olmaksızın onun mahremiyetine gir-
yan doğal bir süreçtir. Ne var ki, bu dönemde ebeveyn-çocuk iliş- menin yarattığı güç ve üstünlük duygusunu da taşıyan bir hal. Bir
kilerinde yaşanabilecek sorunlar, çocuğun ileriki yaşamındaki yasağı delme niteliğinden ötürü bunun oedipal dönemin bir kalın-
karşı cins ilişkileri yönünden bazı kalıcı izler bırakabilir. tısı olduğu da düşünülebilir, tabii bu görüntülerden tahrik olunu-
Kastrasyon korkusunun, daha güçlü olarak algılanan erkekle- yorsa. Örneğin, anne figürü olarak algılanma olasılığı dışında, Al-
rin var olduğu ortamlarda yaşanması şart değildir. Trafikte sizi manya başbakanı Angela Merkel'in internette de yayınlanan gö-
sollayıp geçerek geride bırakan bir sürücü de kastrasyon anksiye- ğüs dekolteli fotoğrafının neden dünyada en çok tıklanan fotoğraf
tesini aktive edebilir, sürücüyü tanımadığınız ve onun nasıl biri ol- olduğunu anlayabilmiş değilim. Birine sordum, "Önemli olan gö-
duğunu bilmediğiniz halde. Eskiden bu anksiyeteye karşı kabada- ğüs çatalı," diye açıkladı. İyi de neden Frau Merkel'in göğüs çata-
yı ve bıçkın tavırlar geliştirilirdi, şimdilerde daha çok silah taşını- lı? Bu olgunun diğer kültürlerde ne denli yaygın olduğunu bilmi-
yor. Tabii ki silah taşıyanların tümünü kastetmiyorum. Annenin yorum. Ya da kadının fazla örtülü olduğu ve kolay ulaşılmaz ko-
ürkütücü, saldırgan ya da dişiliğini empoze eden biri olması da ka- numda olduğu toplumlarda daha yaygın olup olmadığını da. An-
dınlara ya da kadın cinsel organına karşı kastrasyon korkuları ya- cak sevgiye duyulan özlemin bazen karşı cinsin belirli bir beden

88 89
ZAMANE AHVALİMİZ

bölgesine yönelmesinin toplumumuzda yaygın olduğu izlenimini İlk gençlik yıllarımda ülke biraz uykulu gibiydi ve dünya var-
taşıyorum. Çünkü çıplaklıkla erotizmin karıştırıldığı bir kültürü- lığımızın pek farkında değildi. Farkına varılmıyor olmak bizi ra-
müz var. hatsız etmekteydi, özellikle Batı dünyasına karşı eksiklik duygu-
ları yaşatarak. En önemli olay tek partili dönemden, hâlâ devam
etmekte olan demokrasi denemelerine geçişimiz olmuştu. İnsan-
lar hiç denenmemiş kişilere gözü kapalı oy vermişlerdi, tepki oy-
• •I AHVALİMİZ ları olgusunun ilk örneğiydi bu. 6-7 Eylül olayları sırasında da ilk
kez ne kadar vahşi olabileceğimize tanık olmanın şokunu yaşa-
Geçmişte kendimize ve çevremize karşı bu kadar ikiyüzlüydük de mıştım. Bu, kışkırtılarak denetimden çıkarılmış kitlesel gölge ar-
şimdi içimiz dışımıza çıkmaya başlayınca mı kendimizi bu kadar ketipiyle ilk karşılaşmam imiş, sonraları anladım. Bir süre sonra
yadırgar olduk? Çocukluk yıllarımda, büyüklerimiz de dahil, ken- da uzmanlık eğitimim için yurtdışına gittim.
dimizi ve dünyamızı inandırılmış olduğumuz şekillerde mi algıla- Oldukça uzun bir süreden sonra döndüğümde, ülke bıraktığım
mıştık? Görünen o ki, öyle olmuş. Ama yine de inandığım bir şey gibi değildi. İstanbul ve İzmir'deki pek çok güzellik yok edilmişti,
var: Zaman boldu, mekân ferahtı, herkese yer, iş ve aş vardı, telaş oralarda hiç yaşamamış insanlar tarafından. Sonradan eksikliğini
ve acele yoktu, insanlar yıllardır aynı alandaydılar, sıkışıklık ya- kendimde de fark edip yıllarca telafi etmeye çalışacağım "tarih
şanmıyordu. Dolayısıyla, belki de kendimizi kendimize yabancı duygusu yoksunluğu" sonucu körelen görsel estetiğimizle bir yüz-
yaşadığımız yanlarımız o zaman için ciddi sorunlar yaratmıyordu leşmeydi bu. Öte yandan farklı alanlarda belirgin kıpırtılar da his-
ve o günlerin görece gerçeği öyleydi. Çünkü günümüz insanının sediliyordu. Karayolları ağı yapılmıştı. Beni en çok şaşırtan, in-
da kendiyle ve dünyasıyla daha dürüst ilişkiler içinde olduğundan sanların otobüslere binip bir yerlere gidiyor ve sık sık hangi otobüs
emin değilim, ama bu bir süredir artık sorun yaratıyor. İnsanlar şirketinin daha iyi olduğunu konuşuyor olmalarıydı. Kırsaldan
kendileriyle ve dünyalarıyla ilgili geçmiş zamanlara oranla çok kente göç başlamıştı, ama etkileri henüz hissedilmiyordu. Göç art-
daha fazla, hatta bazen pervasızca konuşuyorlar ve bunu yaparken tıkça kıpırtılar huzursuzluğa dönüştü ve kendine dönük yıkıcı ey-
kendilerine ve çevrelerine karşı dürüst olduklarına gerçekten de lemleriyle bir başka süreç yaşanmaya başladı. Kendine dönük yı-
inanıyorlar, ama gerçeğin öyle olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü kıcılık, kızgınlığın ve düşmanca eğilimlerin daha makul mecralar
insanların kendi yaşantılarıyla ilgili dile getirdikleri şeyler daha bulamadığı zamanlarda ortaya çıkar. Bireyde de, toplumda da.
çok bilgilendirme niteliği taşıyor. Hatta bazen bu konuşmalar asıl
Ortada enerji yoğunluğu vardı, ama özerkliği tanımamış ol-
yaşananları farkında olmaksızın maskelemekte bile olabilir. Bir
manın regresif hamlığı da. Bu enerjiyi daha yapıcı mecralara yön-
insanı tanımak, bir süreç içinde, beden dili de dahil, verdiği duy-
lendirebilecek kapasitede liderler yoktu. Egemen dış güçlerin bu
gusal tepkilerle başlar ve o insanla ilişkimiz olduğu sürece tanı-
olguda payı neydi bilemem. Öğretim üyesi olmam nedeniyle o yıl-
maya çalışmayı sürdürerek devam eder. Bir insanla ilgili ilk izle-
lar benim için zorlayıcıydı, ama bir yandan da bu sıkışmış enerji
nimimizde kendi kişiliğimizden bazı şeylerin yansıtılmasının pay
yoğunluğunun uzun vadede daha makul yönlere doğru akacağını
olasılığı yüksektir, ilk anda edinilen sonra da üstü örtülen bazı sez-
umut ediyor, hatta inanıyordum. Umudum bugün de devam edi-
gisel ipuçları dışında.
yor, bazı siyahseverlerin canını sıkıyor olsam da. Psikoterapi süre-

90 91
ZAMANE AHVALİMİZ

cinde bir şeyler hareket etmiyor göründüğü zamanlarda umudunu- şu andaki konu, tanımladığım koşullardan birinde büyüyen çocuk
zu sabırla koruyabilirseniz, gün geliyor hoş sürprizlerle karşılaşı- kendisini nasıl kendisi olarak kabul edebilir ve kendisini kendi
yorsunuz. Kuluçka dönemlerinde süreç alttan alta akışını sürdüre- olarak ne kadar algılayabilir sorusu. Ülkemizdeki UNICEF temsil-
biliyor. Bugün ülkemizi ziyaret edenlerin etkilendikleri yönlerden cisinin de belirttiği gibi, çoğu ebeveynin çocuklarıyla diyaloğu
biri, atmosferdeki titreşimlerin yoğunluğu, özellikle de yaşadığım çok eksik. Buna itiraz edecek ebeveynler olabilir, ancak onlara da
kentte. Gerçi onlar, bu kışkırtıcı yoğunluğun, toplumun kulislerin- benim söyleyecek sözüm var. Benim kuşağımda, ne kendi ailemin
de zaman zaman şeytanca şekillere de girebildiğinin muhtemelen ne de başka ailelerin çocuklarıyla övündüklerine tanık olduğumu
pek farkında değiller. Şeytanca şekillerin peşinde olanlar dışında. hatırlıyorum. Bizler de onların uzantıları idik, ama övgü de eleşti-
Bir zamandır dünya bizi fark etmeye başladı. Birazı gerçekten ri de yalnızca aile içinde konuşulurdu.
fark edilecek hale geldiğimizden, birazı da fark edilebilmek için Başka çocukların bizden daha değerli olduğuna inanmışsak,
hâlâ çabalayıp durmamızdan. Kıyaslamalar azaldı gibi, ama "Av- kıyaslamalar da kaçınılmaz olur. Özdeşleştiklerimizi küçümser,
rupai tarzda" ya da "Batı standartlarında" gibi klişeler hâlâ kulla- yücelttiklerimize karşı kendimizi ezik hisseder, bazen de haset du-
nılıyor. En çok yadırgadığım da "Avrupa duy sesimizi" ve "Avru- yarız. Yüceltmede kullanılan ölçüt genellikle sahip olunan şeyler
pa fatihleri". İmparatorluk kaybetmiş olmanın bir türlü sona erme- ve imkânlarla ilgilidir. Bu para, güç ve iktidar, prestij, statü, bilgi
yen yası mı bu? Yoksa kendini kendi olarak kabul edememe gös- ya da fiziksel görünüm olabilir. Kendimizin onlardan daha yoksun
tergeleri mi? Neden çocukken, biı* yandan inançla "Ne mutlu Tür- olduğuna ilişkin ipuçları aranır, aranınca da bulunur. Klinik ya-
küm diyene" diye haykırırken, diğer yandan Batılı olan şeylere şantılarımda her şeye sahip oldukları halde kendisini kof hisseden
hayranlık duymanın çelişkisini yaşamıştım? Ailem Avrupalıları insanlar tanıdım. Çünkü hayatlarında bir tek şeye odaklanmışlar-
önemsemez, bunu biraz belli de ederlerdi, bense süregelen eğili- dı: biçimsel başarı. Başarı insanın kendi hayatını yaratabilmesidir,
min parçasıydım. Bu çelişkiyi aşalı çok zaman oldu ve zamanla ai- standartları ne olursa olsun. Biçimsel başarıya odaklanmanın be-
lemin geçmişteki çizgisine geldim. Kendi dışımızdaki kültürleri deli ise başarının kölesi olmaktır.
yeterince tanımadan onları nasıl değerlendirebiliriz ki? Ancak Yıllar önce bana devam etmiş olan güzel bir genç kadın, gö-
toplumun önemli bir kesiminde biz hâlâ imgeler yaratıp onlarla ğüsleri küçük olduğu için sevmediğinden, kocasının yanında bile
yaşıyoruz. Üstelik kıyaslamalar başka kültürlerle de sınırlanmı- çıplak olamadığından söz etmişti. Dışarıdan göründüğü hali bu
yor. Kendi aramızda da başkalarının sahip olduklarını, yaşam inancını doğrular nitelikte değildi. Bazı konuşmalarımız sonucu
standartlarını ve biçimlerini ölçü alarak kendimizi değerlendirme göğüslerinden söz etmez oldu, ama bir süre sonra cinsel organının
eğilimindeyiz. çok yayvan olduğunu söyledi. Ona o güne kadar kaç kadının cin-
sel organını gördüğünü sordum, cevap veremedi. Onunla çok iyi
İlgisiz ya da sevgisiz ebeveyn; aşırı ilgisiyle çocuğu bunaltan bir ittifakımız olmuştu, dürüst ve içten. Zaman içinde kendini ka-
ebeveyn; "Seni kabul ederdim, eğer benim beklentilerimi karşıla- bul etmeyi öğrenmeye başladığında dişiliğini ve sanırım güzelli-
yabilmiş olsaydın" mesajı veren ebeveyn. Bu tanımlamaları ebe- ğini de kabullendi, görünümü ile ilgili mesnetsiz kaygıları tama-
veynleri yargılamak amacıyla yapmadım. Yargılanamazlar, çünkü men yok oldu. Daha sonraları gizli bir aşk da yaşadı, üstelik onu
onların da ebeveynleri, dolayısıyla kendi trajedileri vardır. Ancak yere göğe koyamayan bir adamla.

90 93
ZAMANE AHVALIMIZ

Bir başka genç kadını hatırlıyorum geçmişten, topluluk içinde karşı farkına varmadan çevirdiğimiz oyunları keşfetmek olmuştu.
kendini yok hisseden ve kimsenin kendisini fark etmediğinden ya- Yirmili yaşlarımın ortasındaydım ve neyse ki kendimize bu denli
kman biri. Ağır sorunların yaşandığı bir aileden geliyordu. Diğer yabancı olmamızın yaşattığı şaşkınlığın üstesinden gelmek fazla
kız kardeşlerin ailede olumlu ya da olumsuz birer yerleri vardı, zaman almadı. Her şeyden anlamlar çıkarmaya çalışmak gibi tu-
onunsa bazı ortanca çocuklarda olduğu gibi bir yeri yok gibiydi. haf bir dönemdi. Ama hayatların yargılanamayacağını idrak et-
İyi bir üniversiteyi bitirmişti. Kalabalıklara karışıyordu, ama o ka- mek için daha uzun zaman gerekti. Tek engel "şeyler" dünyası da
dar anksiyete yüklüydü ki insanlar sezgisel olarak ondan ve yay- değildi. Bilgi, ideoloji, entelekt, inanç gibi insanın iç yolculuğun-
dığı kasvetten uzak duruyorlardı. Bu olguya "expectancy prop- da engel oluşturan pek çok şey. Tabii ki onlardan arınmamız gere-
hecy (beklentinin gerçekleşmesi)" denir. Yani olmasından korktu- ğinden söz etmiyorum, ama onları kimliğimizde ait oldukları kom-
ğumuz şeyi başımıza getiririz. Var olduğumuzun kanıtlarını dış partmanlarda tutarak dünyamıza tek yönlü olarak egemen olmala-
dünyadan beklediğimiz oranda kendimizi yok hissetmekten kur- rına sınır getirmemizin önemine inanıyorum. Yoksa sezgilerimiz
tulmamız zorlaşır. Tabii ki hiç intihar bombacısı tanımadım. An- körelebilir ve sağduyumuza yabancılaşabiliriz.
cak tahminim o ki kendisini yok hisseden biri için bombayı patlat-
T. H. Huxley'in dediği gibi: "Olgunun karşısına küçük bir ço-
madan önceki dakikalar, varoluşun yokluktan kurtulup hızla doru-
cuk gibi oturun ve kendinizi daha önce edinmiş olduğunuz tüm
ğa ulaştığı anlardır. Varoluşun yokoluşla eşzamanlı iç içe geçiştiği
kavramları unutmaya hazırlayın. Doğa sizi hangi uçuruma, her
anlar. Ya da var olabilmek için yok olmak.
nereye yöneltirse yöneltsin, onu alçakgönülülükle izleyin, yoksa
Belki de kendimizi başkalarıyla kıyaslamalıyız, ama sadece hiçbir şey öğrenemezsiniz."
gönül fakirliği ve zenginliği açısından. Kendimize ve dünyamıza Başkalarını ya da üst-sistemleri sürekli eleştirmek genellikle
bu açıdan bakmak, kendimizle ve dünyamızla olan ilişkilerimizde maskelenmiş depresyon belirtisi olabilir. Bu satırları yazdığım sı-
farklılıklar yaratabiliyor. Ancak burada, kendimizi kabul ettirmek rada görüştüğüm biri, birlikte olduğumuz sürenin büyük bir bö-
için verdiğimiz rüşvetlerden ve suçluluk duygularımızı yatıştır- lümünü, her şeyden şikâyet eden insanları şikâyet etmekle geçire-
mak için melek kimliği edinmekten öte bir olgudan söz ettiğimi de rek bana kendi paradoksunu yaşatmıştı. Beraberliğimizi uydurma
hatırlatmam gerek.
bir mazeretle kısa kesmeme neden olarak. Uzak geçmişte, sık sık
Almak ve vermek ilişkilerde ne kadar sık kullanılır, ama aslın- "ist"ler ve "izm"lerle konuşan soyut düşünce insanlarının bulun-
da ilişki "Ben ona bunu verdim, o benim için şunu yaptı" değildir. duğu beraberliklere katıldığım zamanlarda da kasvet yaşamışım-
Alma ve verme aynı anda gerçekleşir, farkına varmaksızın. Alanı dır. Ancak, yaşamazlığın yaşandığı ortamlardan kendimizi uzak
da vereni de zenginleştirir. Daha doğrusu, her iki taraf da hem alır tutmayı öğrenebilmemiz için, bazen bize sıkıcı gelen yaşantılar
hem verir. Ama içinde yaşadığımız "şeyler" dünyasında, çoğu in- konusunda gazi olmamız gerekebileceğine de inanıyorum. Yoksa
san için zihninde sürekli kâr zarar hesaplan yapan muhasebeciden konulduğumuz yeri yazgımız olarak kabullenme ihtimali artar.
kurtulmak zor. Psikiyatri dalında eğitimime başladığımda, bu ala- Toplumumuzun azımsanmayacak bir bölümünün hedonizm
nın ülkemde bize öğretilen on dokuzuncu yüzyılın betimsel psiki- (zevk ilkesi) yönelimli olduğu şeklinde bir izlenimim de var. En
yatrisinden çok farklı olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Ancak daha azından benim yaşadığım bazı yerlerde bu böyleydi. Doğduğum
da şaşırtıcı olan, eğitimim ilerledikçe kendimize ve çevremize ve büyüdüğüm yer de öyle sayılır. Yaşamakta olduğum şehir, tari-

94 95
ZAMANE
AHVALIMIZ

hi boyunca zaten hedonizmin simgesi olarak bilinir. Proje eğlen- geçmişte buna haftanın belirli saatlerinde ders vermem de eklen-
celerin dişli çark yaşantılarından söz etmediğim herhalde anlaşıl- mişti. Gözlemlerim ve yaşantılarım bende, aslında pek çok kez za-
mıştır. Oluveren yaşantılardan söz ediyorum. Kendimizi akışa bı- man sıkışmasını kendimizin yarattığı izlenimini uyandırdı. Üste-
raktığımız zamanlarda kendiliğinden gelişiveren bu yaşantıları lik bazı kurum içi ilişkilerde bu durum bulaşıcı bir nitelik de kaza-
kolay unutmayız, ama anlatılması zordur, tanımlamalara sığmaz. nabiliyor. Hatta bazı kurumlarda bu neredeyse bir racon, sanırım
Kendimizi gözlemlemediğimiz ve performans kaygılarımızın sili- kurumun ve şahıslarının kendini önemli hissetmeleri gibi bir işle-
nip gittiği yaşantılar bunlar. Gerilim boşaltma amaçlı, gürültülü ve vi de var. Ama sonunda saatini çöpe atan birini bile hatırlıyorum.
taşkın yaşantılardan ya da gergin kahkahalardan farklı. Keyif söz- Saatli randevu veremez hale gelen bir başkasını da. Benim ise sa-
cüğünün başka dillerde tam karşılığı var mıdır bilmiyorum, ama dece telefon sesiyle sorunum var.
olmayabileceğini düşünüyorum. Çünkü bizim keyif dediğimiz ya-
Günümüz dünyasında "zaman paradır" sloganıyla gerçekten
şantıların benzerleriyle başka kültürlerde karşılaşmadım. Keyif
de bir zaman sıkışması yaşanıyor. Bunun sonucu bazı insanlar se-
yaşantılarının hikâyesi imparatorluk yıllarına dayanıyor. Tarihçi
ferberlik halinde yaşıyor. Oysa Rabindranath Tagore'un dediği gi-
Philip Mansel'in yazdıklarına göre, o dönemde "keyif yastıkları"
bi "Kelebek ayları değil anları sayar, yeterince zamanı vardır." Üs-
diye dört ayrı tarz keyif bölümlemesi bile yapılmış. Bu olgunun
telik, aceleyle iş yapan kişilerin, enerjilerinin önemli bir bölümü-
geçmişinin Bizans'a kadar gidip gitmediğini bilemiyorum, ama
nü telaşla tükettiklerinden, iş hayatında daha az verimli oldukları
anlatılanlar bu tür çağrışımlar yaptırıyor, en azından hedonist eği-
yıllardır bilinen bir gerçek. Anksiyetemizi zamana yansıtmamak
limler konusunda. Bir bakıma, keyif yaşantılarına gölge arketipi-
için çaba gösterdiğimizde bunun önemli ölçüde hafifletilebilece-
nin dingin hali de diyebiliriz, çünkü bu yaşantılarda persona arke-
ğine inanıyorum, ucu açık süreçlere kendimizi alıştırmaya çalışa-
tipine yer yoktur.
rak. Hayli zaman önce bir dostumla bir toplantıdan birlikte çık-
Keyif, ruhun iç savaşlarından azade yaşantılardır. Dolayısıy- mıştık. İlerideki trafik ışığına geldiğimizde yayalara geçit verilin-
la, organizma için dengeleyici bir işlevi olduğuna inanma eğili- ce caddenin karşısına geçecektik. Birden bana döndü, "Artık tra-
mindeyim. Ancak zihnimde, geçmişte yaşanan keyifin ne oranda fik ışığı yayaya yeşil yanarken yeşili yakalamak için koşuşmuyo-
günümüze kadar taşınabilmiş olduğu ile ilgili bir soru var, ölçüle- rum," dedi. Anlaşılan bu konularda savaşçıklar veriyormuş.
bilir zamanla ilgili. Keyif Doğulu zamanın yaşantısıdır. Zamanın
Ancak, ucu açık süreçlere asla tahammül edemeyen insanlar
dakikalara sıkıştırmadığı ve sadece, sabah, öğle, ikindi, yatsı gi-
da var. İçlerinden gelen "Bitir!" komutuna kayıtsız şartsız teslim
bi ölçülerle yetinen, telaş ve hızın olmadığı yaşantılardan söz edi-
olunacak, bitirdikleri anda yeni bir komutu yerine getirmek için
yorum. Benim çocukluğumda durum biraz değişmişti; ama sade-
bir kez daha seferberlik ilan edilecek ve bu hal böyle sürüp gide-
ce saat başları, buçuklar, çeyrek geçeler ve çeyrek kalalar vardı.
cek. İyi de o komutu veren kim oluyor ki? Böylesi durumların
Vapur tarifeleri de öyleydi. Aradaki ölçülerden söz edildiğini ha-
özerk bir varlık olmayı öğrenememiş olmakla ilintisini daha önce
tırlamıyorum. Kimse saat üç kırkta gibi şeyler demezdi.
tartışmıştım. Bu komutlara uyulmazsa vakumla yüzleşme anksi-
Ölçülebilir zamana nasıl tutsak olduğumuz konusuna geçmiş- yetesinin beklemede olabileceğini de. Bence, insan kendi zamanı-
te biraz kafa yordum. Çünkü ben de artık sınırlı sayıda da olsa ba- nı yaşayamadığını fark ettiğinde sorulacak soru şu: "Bu benim za-
zı saat başları farklı kişilerle buluşmakla yükümlüyüm, üstelik manım değilse kimin zamanı?" Bu soruya birtakım savunmalara

96
97
ZAMANE AHVALİMİZ

geçmeden dürüstçe cevap verebiliyorsak belki de zamanımıza sa- gisi olmadığı halde. Televizyonda oralarla ilgili diziler yayınlama-
hip çıkabiliriz. Bir yere belirli bir saatte ulaşmak üzere yola çıkıp
ya başladı son zamanlarda.
da trafikte sıkışırsak, çıldırsak da çıldırmasak da gideceğimiz ye-
Bunların üzerine düşünürken zihnime bir soru düştü. Acaba
re, o sırada yazgımız haline gelmiş olan trafik izin verdiği zaman
bu yaşantıların ve ilginin daha önce sözünü ettiğim imparatorluk
gidebileceğiz. Bunu hepimiz bildiğine göre, bunalmak ve bunal-
kaybetmenin gecikmiş yaşıyla bağlantısı olabilir miydi? Cevabı
mamak arasındaki tercihimiz artık sadece kendi meselemiz olu-
bilmiyorum, ama inandığım bir şey var. Bireyler nasıl kişisel ta-
yor. Geleceği denetlemek için çırpınırken şimdiki zamanı yok et-
rihlerini kabullenmedikçe huzur bulamıyorlarsa, toplumlar da or-
me pahasına.
taklaşa mutabık olabildikleri bir tarihi paylaşmadıkça kargaşadan
Bir Asya dili konuşuyoruz. Dolayısıyla zamanımız Doğulu. arınamayabilirler. Oysa kimimize göre tarihimiz Cumhuriyet ile
Doğulu zamanı yaşadığımı fark ettiğim anlar oluyor, zaman za- başlıyor. Kimi yalnızca Osmanlı dönemine odaklanıyor. Geçmiş-
man da başka insanlarda hissettiğim oluyor. Doğulu zamanla hu- te bir ara Antik Yunan hayranları vardı. Yaşadığımız topraklarda o
zur arasında bir bağ olabileceğini düşünüyorum. Telaşın, gidece- kadar farklı uygarlıklar yaşamış ya da gelmiş geçmiş ki böylesi bir
ğim yerde yaşayacaklarımın önüne geçebildiğini fark ettiğimden amalgamı çözümlemek hiç de kolay değil. Kaldı ki vaktiyle ege-
bu yana, yetişerek gidilecek yerlere gitmemeyi yeğler oldum. Bi- menliğimizde olan yerlerden pek çok insan da o süre içinde ve hat-
zim tarzımızdaki zamanın, imparatorluk döneminde ülkemizi zi- ta sonradan bu toprakların insanı olmuş. Ancak yine de tanımla-
yaret eden Batılıları zorladığı anlatılır. Dili ve zamanı Doğulu olan maya çalıştığım sorunsalın üstesinden gelmek, kendimizi kabul
bizlerin bir bölümünün Batılı zamana göre davranmaya çalışmala- edebilmek ve kimlik karışıklıklarından arınabilmek için temel ko-
rının ya da öyle davranmaya zorlanmalarının o insanlar üzerinde- şul. Eğer gerçekten bir yas yaşıyorsak bunu da açıkça paylaşmalı-
ki etkisini bilmiyorum ve merak ediyorum. yız. İmparatorluk döneminin karikatürü olmaktan öteye gitmesi
Bu satırları yazdığım sıralarda bir ara bir düşümü gerçekleş- mümkün olmayan düşlerin peşinden gitmek yerine.
tirdim. Kosova ve Makedonya'yı da içeren bir bölgeyi dolaştım.
Zaman zaman yaşadığım hüzün eşliğinde. Döndüğümden bu yana
da için için bir yas yaşıyor gibiyim, hatırladıkça. Kökenlerimle il-
Hayatın anlamı üzerine pek çok şey yazıldı geçmişte, özellik-
gili olduğu sanılmasın, aile tarihim o kadar uzaklara gitmiyor. Bu
le Batılı düşünürler tarafından. Bizim topraklarımızda ise evrenin
duyguları neden imparatorluğun diğer eski topraklarına gittiğim-
ve insanın tekliği üzerine inançlar oluşmuştu. Daha da doğumuz-
de yaşamamış olduğumu da bilmiyorum. Ancak birlikte olduğu-
da Buda, Konfüçyüs gibi kişiler öğretileriyle insanları aydınlattı-
muz insanlardan birinin geziyle ilgili duygusallığını sürdürdüğü-
lar. Hayatın anlamı nedir ve nasıl tartışılır bilmiyorum, ilgilendir-
nün farkındayım, içeriğini paylaşacak fırsatı bulamamış olsam da.
miyor da. Yaşanılan an ve yaşanmak üzere olan andan öte bir an-
Sonra başka bir şey oldu. Terapiye gelmekte olan bir genç daha
lam olduğuna da inanmıyorum. Hayatı ciddiye almak ya da alma-
yakın bir zamanda aynı topraklara gitti ve benimkiyle neredeyse
makla ilgili tartışmalarda neyin kastedildiğini anlamıyorum, ama
özdeş duygularla döndü. Daha önce de bazı gezilere gitmiş, ancak
hayatın ve yaşıyor olmanın değerinin farkındayım. Akışının önü-
döndüğünde anlattıkları haber niteliğini aşmamıştı. Bu kez daki-
ne çıkan engellerle savaşmayı içerdiğinin de. Şöyle ya da böyle
kalarca konuşma ihtiyacını duydu, onun da kökeninin oralarla il-
yaşanmalı diye ölçülerin olamayacağını öğreneli çok zaman oldu.

90 99
ZAMANE

Bana göre hayat sınırsız bir oyunlar dizisi ve bu oyunların hepsini


oynayacak zamanımız yok. Onu değerli kılan da bu.
METİS YAYINLARI
Son bir söz.
Kendini tanımak "dıştan içe" sessiz bir yolculuktur, anlatılma-
sı ve paylaşılması zor, bazen sadece kokusu alınabilir. Akmakta
Engin Geçtan
olan bir ırmağın, aynı zamanda kaynağına doğru yolculuk edebil-
mesini çağrıştıran bir süreç, kaynağa ulaşılamasa da yolculuğun SEYYAR
kendisine değer. Söyleşiler

Hoşça kalın! On kişi sordu, Engin G e ç t a n yanıtladı: Bu yanıtlardan ki-


taplaştırman Seyyar, geniş bir alanı katediyor: Ç o c u k l u k
yıllar-ından izlenimler, meslek seçimi, şehirler, p r o f e s y o -
nel y a ş a m , m e s l e k i ve d ü ş ü n c e kitapları, ilgi alanları, e d e -
biyat yapıtları, d ü n y a y a ve hayata bakışı... Tek bir y o r u m -
la, tek bir a d l a n d ı r m a y l a a ç ı k l a n a m a y a c a k bir hayatın,
s ü r m e k t e olan bir d e ğ i ş i m i n sözle y a k a l a n m a y a çalışıl-
mış izlerini bulacaksınız bu kitapta. H e m yakın z a m a n l a r
üzerine bilgece bir d e ğ e r l e n d i r m e , h e m de o k u r u n çıka-
cağı yolculuklar için m u h t e m e l bir başlangıç noktası ola-
cağını u m u y o r u z Seyyar'ıtı...

100
Engin Geçtan
Zamane
"Askeri darbenin ardından otorite figürlerine ve kurumlarına kar-
şı tepkiler sindirilmişti, ama daha uzun vadede bunun yerini fark-
lı ve çoklu dinamikler aldı. Artık siyasi ya da toplumsal bir kutup-
laşma olduğunda, şaşırtıcı bir hızla karşıt bir kutup odağı oluş-
makta. Bu bir bakıma yoğun bir dinamizmin de ifadesi, tabii be-
raberinde bir soruyla birlikte. Bu dinamikler bizi ileriye doğru mu
taşıyor, yoksa kısırdöngüye kapılıp sürüklenmemize mi neden
oluyor? Yönetilen ülkeden neredeyse bağımsız, kendi kendini
ileriye taşıyan bir başka ülke de var gibi. Psikoterapide de zaman
zaman mehteran yürüyüşüne benzer bir süreç yaşandığından be-
nim için oldukça bildik. Askeri darbe olmasaydı neler yaşardık
sorusunun cevabını ise hiçbir zaman bilemeyeceğiz."

Engin Geçtan Zamane'de geniş bir zaman aralığında, Türkiye'de


yaşanan süreçlere uzmanlık alanı olan psikiyatri perspektifinden
bakıyor, toplumun ve bireylerin değişmesine dair değerlendirme-
lerde ve yorumlarda bulunuyor.

Otorite, öfke, sıkışmış kızgınlıklar, persona ve gölge, özerklik,


kimlik sorunları, çocuk yalnızlığı gibi konularda söz alırken klinik
deneyimlerinden gözlemler de aktaran Geçtan'dan zamane halle-
rine yılların birikiminden bir bakış...

Metis I Psikoloji, Psikiyatri


ISBN-13: 978-975-342-759-3

Metis Yayınları
789753 427593 www.metiskitap.com

You might also like