You are on page 1of 13

See discussions, stats, and author profiles for this publication at: https://www.researchgate.

net/publication/263165055

İbni Sina, Avicenna

Article · January 2010

CITATIONS READS

0 10,589

1 author:

Okan Bolukbasi
Medical Park Hospital pendik
53 PUBLICATIONS   282 CITATIONS   

SEE PROFILE

Some of the authors of this publication are also working on these related projects:

Multilp Sclerosis View project

neurology and public health View project

All content following this page was uploaded by Okan Bolukbasi on 18 June 2014.

The user has requested enhancement of the downloaded file.


Büyük Tıp kuramcılarından Osler’e göre Kanun, XX. yüzyıl da dâhil olmak üzere tıbbın
gelmiş geçmiş en büyük kitabıdır. XVIII. yüzyıla dek dünyadaki tıp okullarında temel
kitap olarak okunmuştur. Etkisi öylesine güçlüdür ki, doktor olmadan önce adayların
dekan huzurunda yapılan son sınavları İbni Sînâ’nın Kanun’undan yapılmıştır. Orta
Çağ’da İbni Sînâ’ya atıf yapmadan neredeyse tek paragraf yazılamazdı.

18 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
pektivı. L. 1984, s. 42-57). Ayrıca bu dönemde dev-
let katında etkili dinî görüşünün akılcı bir İslam yoru-
Doç. Dr. PhD. Okan Bölükbaşı mu olan Mu’tezile’ye yakın olduğu da dikkate alın-
malıdır.
Halife Me’mun, ( 813-933) Bağdat’ta büyük bir
bilim merkezi (Beyt-ül Hikma) kurdu. Dönemin-
Kendi tarih ve kimliğini bilmeyen, de muhtemelen dünyanın en zengin kütüphanesi-
bunun şuurunda olmayan hiçbir ne sahipti. Antikçağ Grek, Hint ve Pers bilimi ile
edebiyatı burada Arapçaya çevrildi. Akademi olarak
kültürün anlamı yoktur. L.N. Gumilyof
nitelediğimiz bu kurum; öncüleri olan Merv (İran),
Cundişapur (İran), Pumbadita ( Irak) ve Suna’daki
kimi Musevi kökenli bilim adamlarının akademileri

İ
bni Sînâ’yı anlatmadan önce içinde yaşadığı izliyordu. Doğudan gelen Budizm etkisi de olduk-
dönemin çevresel, tarihî ve kültürel özellikle- ça güçlüydü. Arapça bilimin Helenistik temeli, bu-
rinden bahsetmek gerekiyor. Bugün yaşadığı- rada atıldı. Ancak Bağdat, 955’ten itibaren bilimsel
mız dünyanın temelleri XI. yüzyılda atıldı di- ve kültürel önemini kaybetmeye başladı. Egemenlik,
yebiliriz. Toplumları bir araya getiren, yeni ulusla- Sasaniler, Bayatlar ve Samanoğulları gibi Turani dev-
rın şekillenmesi ya da doğmasını sağlayan büyük bir letler arasında gidip geldi.1 Harran (Urfa-Türkiye),
enerji birikmişti. Buna “Passionerlik” deniyor. Mer- Endülüs’ten gelenlerin eksik olmadığı bir kitap de-
kezi Asya’da Abbasi’lerin etkisindeki Turani Devlet- ğişimi ve entelektüel tartışmaların yaşandığı “Mah-
ler ve onların doğusunda gevşek bir devlet örgüt- fel” niteliğine sahipti. Asker kökenli bir Türk aile-
lenmesi olan dev bir Çin vardı. Asya’da bir vaha im- nin soyundan gelen Farabi’nin burada, Endülüslü bi-
paratorluğu olan Çin’in Batı’ya yayılmasını bu dev- lim insanları ile buluştuğunu biliyoruz. Dedesi Ha-
letler önlüyordu. Harzemşahlar Devleti dev bir ki- zar İmparatorluğu’nda yüksek bir askerî rütbe olan
meradan ibaretti. Tarihçi Gumilyof, kimerayı iki ya “Tarkan”dı. Bir Kıpçak prensesi ile (Knez Oleg) ev-
da daha çok milletli devletin (Topluluğun) aynı eko- lenmişti. Felsefenin Grekler’den alındığı suçlamasına
lojik bölgede yan yana yaşaması olarak adlandırı- bizzat Farabi şöyle cevap verir: “Felsefe, kadim çağ-
yor. Dünyanın en büyük süper güçlerinden Altı-
norda Hanlığı-Hazar Devleti zayıflarken, Hazar ci-
varı Harzemliler tarafından zaptedildi. 1001’den
itibaren Gazne güçlenmeye başladı. Selçuklular
da 1031’den itibaren Horasan’a yayıldılar, meşhur
Dandanakan Savaşı, bu dönemde oldu. Türkçe ko-
nuşan, Turani devletler, Abbasi Devleti’nin zayıfla-
masıyla büyümeye ve giderek güçlenmeye başla-
mışlardı. Artık bu bölgede (Bugünkü Afganistan, Pa-
kistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan, İran,
Kazakistan ve çevre ülkeler) birbirleriyle savaşıyor-
lardı. 1071’de Malazgirt, 1091’de ise Birinci Haçlı
Seferi başladı. İbni Sînâ’nın yaşadığı dönem, bu za-
manlara karşılık geliyordu. Entrikalarla dolu saraylar,
bilim adamlarını koruyan ve kollayan sultanlar ya da
felsefeden ve felsefecilerden nefret eden Gazne-
li Mahmut gibi devlet adamları. VIII. yüzyıldan itiba-
ren İslam uygarlığının hangi sebeple böyle bir ge-
lişme gösterebildiğini anlamak için İbni Haldun ve
ünlü tarihçi Gumilyof’un yukarıda bahsedilen passi-
onerlik tezini okuyarak bir fikir edinebilirler (Ekono-
miçeskaya i sotsialnaya geografiya; problemı i pros-

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 19
larda, eski Irak halkı Kaldeliler’de gelişmiş ve oradan
Mısır’a geçmiştir. Grekler felsefeyi Mısır’dan öğrenmiş-
lerdir. Felsefe aynı yolu izleyerek Mısır ve Süryaniler
aracılığı ile Müslümanlara dönmüştür.” Diğer büyük
kitap ve bilim merkezi İstanbul’du. Bağdat’taki Sa-
haflar Çarşısı da, Aristoteles Seminerleri’nin yapıldı-
ğı gayri resmî bir kongre merkeziydi. İşte İbni Sînâ
böyle bir ortamda yaşadı ve yazdı. En büyük şansı,
başından geçenleri oldukça ayrıntılı bir biçimde ya-
zan ve günümüze ulaştıran Cürcânî gibi bir öğren-
cisinin olmasıdır. Örneğin Farabi’nin böyle bir şan-
sı olmamıştı.
İslam egemenliği altındaki ulusların dili, kültürü
ve geçmişi ne olursa olsun bilim dilinde ortak lisan
olarak Arapçanın kullanımı benimsenmişti. Batı’da
Latince olan bilim dilinin karşılığı Doğu’da Arap-
çaydı. Türk, İranlı, Rum2 Yahudi ve Arap bilimci-
ler; eserlerini kısmen Arapça yazmaları ve kısmen
de İslam devletlerinin hükümranlığında yaşadıkların-
dan, kendilerine büyük bir hayranlık ve (Haçlı se- Sînâ da putperestti.3 (!) Ancak bu “Kâfir” Sarasenle-
ferlerinin etkisiyle) saygıyla karışık bir korkuyla ba- rin (Avrupalılar Müslümanlar için bu aşağılayıcı tanı-
kan Batı dünyasında Arabist (Ya da “Arabik”) is- mı kullanıyorlardı) nasıl olup da her alanda kendile-
miyle anılmışlardır. Farabi, Biruni, Razi, El Cebr, İbn rinden bu kadar ileride olduklarına bir türlü akıl er-
Sînâ, Harezmi, El Kufl, İbn Nafis ve eserleri Latin- diremiyorlardı. Haçlı Seferleri’ni hazırlayan sebeple-
ceye çeviren Maimonides, Hunayn İbn İshak, Bah- rin arasında bu ve benzeri psikososyal güdülerin ol-
tu Yeşu bu grup içinde ilk akla gelenlerdir. VII. yüz- madığını da kimse iddia edemez.
yılda ortaya çıkan İslam dini, antik çağ bilim mirasına Batılıların ifadesiyle Arabistler, özellikle farmako-
sahip çıkarak onu korudu ve geliştirdi. Bu dönem- loji ve kimyada ilerleyerek distilasyon, kristalizasyon,
de Avrupa, koyu bir dinî baskı altındaydı. İncil’deki sublimasyon, redüksiyon, kalSînâsyon olaylarını ta-
İsa’nın iyileştirici gücü (Praeter naturam) kilisenin nımladılar. Alkali, alkol, eliksir, alembik, şurup kim-
tıbba sahip çıkarak onu dinsel dogmatizm sınırların- yasallarını buldular. Matematiksel ve felsefi düşün-
da uygulamaSînâ yol açtı. İsa’nın doğal temsilcisi ki- ceyi geliştirdiler. El Cabir, algebra ve algoritmayı ta-
lise dışında kimse şifa dağıtamazdı. Greko-Romen nımladı. Tıp biliminin aktarımında, hasta başı eğitimi
bilimi, kiliseye göre putperestlikti ve dolayısıyla İbn vurgulandı. Greklerin anlayamadığı scabies (Uyuz),
mediastinal abse ve tüberkülozu tanımladılar. Kılcal
Ebu Ali el Hüseyin İbni Abdullah İbni dolaşım ve akciğerlerin çalışma ilkelerini açıkladılar.
Bu dönemde mükemmel akademik hastaneler ku-
Sînâ, Buhara yakınlarındaki Afsana’da ruldu. Buralarda hem tıp eğitimi yapılıyor hem de
MS. 980’de (Hicri 370, Sefer), doğdu. Greko-Romen eserler Arapça ve Farsçaya çevrili-
Babası, Samanoğulları Emiri Nuh İbni yordu. En ünlü akademiler; Edessa (Urfa), Cundişa-
pur, Nizip ve İskenderiye’ydi. Sonraki dönemlerde
Mansur döneminde Harmaysen adlı kurulan Sivas Divriği’deki Hastane (Darüşşifa), Cun-
bir köyde görevli idari memurdu. İbni dişapur akademisinin bir kopyasıydı. Muhteşem bir
hastane olan bu kurumda seriyyiyat (hasta başı eği-
Sînâ’nın annesi, yakındaki komşu köy
tim) uygulanıyordu. Bergama doğumlu hekim Ga-
olan Afsana’dandı. len ve İstanköy doğumlu Hipokrat, Arabistlerin pi-
riydi. İslam inanışı, Arabistlere teşrihi yasaklamıştı.
Aslında bu yönde bir kesin dinî hüküm yoktu, an-
cak dönemin egemen güçleri bu yasağın olmama-

20 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
sı gerektiğini düşünüyorlardı. Arabistlerin anatomo- nun nedenini bilmiyoruz. Tıp bilimlerindeki hoca-
patolojik bilgileri, hatalarla dolu olan Galenik öğre- sı meşhur Curcani’ydi. Yaşam öyküsünde matema-
tiye bağımlı kaldı. Ve ne yazık ki, neredeyse tümüy- tik, mantık ve felsefede çok başarılı olduğunu, muh-
le doğru kabul edilerek benimsendi. Bu hataların temelen kötü tercümeler nedeniyle anlayamadığı
çoğu ancak XVII. yüzyıldan sonra düzeltilmeye baş- Aristo metafiziğini Farabi’nin bir şerhini (Al-İbana)
lanmıştır. okuyunca anladığını ve o günden sonra Farabi’ye
olan hayranlığının daha da arttığını söylemişti. Müt-
Buhara yakınlarındaki Afsana’da doğdu.
hiş bir hafızaya sahipti, küçük yaşta Kur’an’ı ezberle-
Arabist hekimler, Galen (Bergama) ve Hipok-
di. Tüm Grek filozoflarının (Bulabildiği tercümeleri)
rat (İstanköy) dışında; Erasistratos (Keos, İskende- kitaplarını hocaları ile çalışıyor, Hint ve İslam uygar-
riye), Arkigenus (Apamea, Dinar), Rufus (Efes, Sel- lığının mevcut tüm eserlerini inceliyor. Biraz daha
çuk), Aleksander (Tralles, Aydın), Pavlos (Aegina, büyüyüp 18 yaşına geldiğinde, zamanının tüm bilim-
Kapadokya)’un eserlerini Arapçaya çevirdiler. Bu lerine vakıf olduğunu belirtiyor. Sînâ’ya göre tıp, ba-
eserler Süryaniler, Endülüs Yahudileri (Maimoni- sit bir bilim dalı. Halife Nuh bin Mansur’u tedavi için
des), Gerard de Cremona (Tuleytula, Toledo) ve saraya davet edildiğinde henüz 17 yaşında olması-
Contantinus Africanus (Salerno) tarafından Latince- na rağmen ünü ülke sınırlarını aşmıştı. Tedavi başa-
ye çevrildi. Montpellier, Padua ve Salerno gibi “Öz- rılı olunca, saray kütüphanesinin başına getiriliyor.
gür” üniversiteler doğmaya ve Arabistlerin eserle- Bu Sînâ gibi bir beyin için eşsiz bir fırsat. Böylece,
ri ders kitabı olarak okunmaya başlandı. Bu özgür tüm dünyanın bilim hazinesine sahip oluyor. “Öm-
üniversiteler, Papalığın doğrudan yetki alanı dışın- rümde görmediğim hatta adını bile duymadığım ki-
daydı. Ancak tercümelerin kalitesi bazen çok kötü tapların varlığından haberdar oldum” diyor. Bu fırsatı
olabiliyordu. Bu nedenle İbni Sînâ’ya yönelik eleşti-
rilerin bir kısmı, tamamen bu bozuk ve yanlış tercü-
melerden kaynaklanmıştır. Bu durum bazı Avrupa
üniversitelerinde XVIII. yüzyıla dek sürdü. Arapların
İspanya’daki egemenliklerinin sona ermesinden iti-
baren (Reconquista), Hristiyan İspanya’da bazı ter-
cüme okulları ve bunlara bağlı üniversiteler kurul-
du. Arabistlerde çok daha iyi tercümeler yapılma-
ya başlandı. Kur’an da bu dönemde tercüme edildi.
Ebu Ali el Hüseyin İbni Abdullah İbni Sînâ, Buha-
ra yakınlarındaki Afsana’da MS. 980’de (Hicri 370,
Sefer), doğdu. Babası, Samanoğulları Emiri Nuh İbni
Mansur döneminde Harmaysen adlı bir köyde gö-
revli idari memurdu. İbni Sînâ’nın annesi, yakında-
ki komşu köy olan Afsana’dandı. Çocukluğunda ba-
bası İbni Sînâ’nın öğretiminde önemli rol oynadı. El
Mahmud’dan Hint matematiği ve cebir, Natili’den
Platon felsefesini öğrendi. Başka hocalardan da ders
aldığını biliyoruz. Bir İskit Türk’ü olan büyük bilgin
Razi’nin el- Havi (Continens) isimli, Kanundan hiç
de aşağı kalmayan müthiş eserini de okumuştu.
Özellikle çiçek ve kuduz hakkında tıp tarihinde ilk
ve en önemli bilgiler bu kitapta vardı. XIII. yüzyıldan
itibaren Montpellier Tıp Fakültesi, Arabist Tıp eko-
lünün kalesi olduğunda öğrenciler Kanun ile birlikte
El-Havi’yi de okurlardı. Velhasıl, iyi bir aileye men-
suptu ve çok iyi bir eğitim almıştı. Gerçi Sînâ, Na-
tili dışındaki hocalarından pek bahsetmemişti. Bu-

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 21
iyi kullanıyor ve anlaşılan gelecekte yazacağı eserle- anıtmezara taşınırken, Sovyet kriminal antropolog-
rin alt yapısını, en azından zihinsel hazırlığını, burada larınca incelenmiştir. Kafatası 57 yaşında sağlam ya-
yapıyor. Henüz 21 yaşındayken bir bölgenin valiliği- pılı, eksiksiz dişleri olan, güçlü burunlu bir kişiye ait-
ne atandı. Harmaysen olabilir. Babası ölünce yerine tir. Diğer ayrıntılı antropolojik özellikler kafatasının
geçmesi o devirde tabii bir uygulama idi. Emir ölün- Turani bir ırka mensup olduğunu göstermiştir. Ay-
ce Buhara’dan ayrılmaya karar verip Harzem’e git- rıca Sînâ’nın eserlerinde Türk halklarının geleneksel,
ti. Burada Biruni ve devrin diğer önemli bilginleriy- sosyal özelliklerini çok iyi bildiğine dair sayısız işa-
le dostluk kurdu. Gürgenç’e geçerek Memuni Emiri ret ve bölüm vardır. Kımız ve kısrak sütünü bilme-
Ali bin Memun’un hizmetine girdi (1012). Bir süre si (Çiçek hastalığı bahsi), sık sık Türk halk tababe-
sonra Horasan üzerinden Batı’ya giderek Nesa, ti ilaçlarından bahsetmesi, tutmaç gibi bugün de bi-
Tus, Semerkand, Cacerm, üzerinden Cürcan’a ulaş- linen Türkmen yemeklerini zikretmesi bazı örnek-
tı. Burada fazla kalmadan Rey’e geçti. lerdir. Türkçe yazdığı bir şiir bulunmuştur (Ali Emiri
İbni Sînâ’nın babası ve ağabeyinin İsmaili tarikatı- Kütüphanesi, 685 numaralı yazma eser, varak 219).
na mensup olduğuna dair rivayetler var. Bu tarikat, Arkadaşı Birunî (Ya da Beyrunî, Ebu Reyhan el; ünlü
yeni Platonculuğa yakındı. İbni Sînâ’nın eserleri dik- bir gökbilimci idi) ile düzenli olarak görüştüklerini,
katle incelendiğinde ise onun Hanefi olduğu tartış- mektuplaştıklarını, ilmî münazaralarda bulundukları-
masız bir biçimde ortaya çıkıyordu (D. Gutas). Onu nı biliyoruz. Birunî, Orta Asya topografyası ve coğ-
İsmaili ya da Batıni göstermek isteyen ciddi çaba-
rafyası üzerinde bugün için bile mükemmel deni-
lar olsa da (H. Corbin başta olmak üzere) bu giri-
lebilecek gözlemler yapan ilk Türk bilim insanıdır.
şimlerin altında siyasi nedenler yatmaktaydı.4 Ra-
Hatta, “Türkmen” kelimesinin etimolojisini açıkla-
hat edeceğini ve ilmine saygı gösterileceğini uma-
yan ilk Müslüman yazardır ( Sakali MA: Obraz kon-
rak Rey’e gitti. Emir Mecd’ud-Devle’yi iyileştirince
vezirliğe getirildi. Bir süre sonra iç siyaset kavgala-
rı nedeniyle hapsedildi. Emir yeniden hastalanınca
hapisten çıkartıldı. Emiri bir defa daha tedavi etti.
Bu süre Hemedan’da çalışmış ve rahat etmişti. Emir
ölünce dostu İsfehan emirinin (Kakuyi hükümdarı
Alâü’d-Devle) yanına gitmek istedi ama Büveyhi sa-
ray veziri Tacülmülk tarafından yakalanıp Ferdecan
Kalesi’ne hapsedildi. İsfehan Emiri, Hemedan’ı ku-
şatıp Sînâ’yı kurtararak danışmanlığa getirdi. Bun-
dan sonra ölene dek rahat bir hayat yaşadı. Sultana
askerî bir harekâtta eşlik ederken, dizanteriye ben-
zer bir hastalığa yakalandı. Kendini tedavi edecek
ilaçları hazırlatıyor, söylentilere göre hırsızlık yapan
hizmetkârları durum efendileri tarafından anlaşılma-
sın diye, ilaç karışımındaki afyonu tarifin gerektirdi-
ğinden çok daha fazlası miktarda koymuşlar böyle-
ce Şeyh-ül Reis’i zehirlemişlerdi. Öleceğini anlayınca
tüm tedavileri kestirip, yardım taleplerini reddetti.
Yeterince yaşadığını ve artık “dinlenmek” istediğini
söyleyerek hayata gözlerini yumdu. Öldüğünde he-
nüz 57 yaşındaydı.
Ölümünden sonra Halife El Müstencid kamu ve
özel kütüphanelerdeki tüm İbni Sînâ eserlerini top-
latıp yaktırdı.

Türkçe şiir yazmıştı…


Hemedan’daki mezarından çıkan kemikleri yeni

22 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
ya v turkmenskih ruskih narodnıh skazkıh, ITFAN
Henüz 21 yaşındayken bir bölgenin
SSSR, 1945; n3-4: s86). İlaç bilim üzerine yazdığı
meşhur eseri Kitab-al Saydala’nın girişinde “lisan-ül valiliğine atandı. Harmaysen olabilir.
ilim” Arapça olduğu için Türkçe yazmadığını / yaza- Babası ölünce yerine geçmesi o
madığını belirtmiştir.
Abbasiler, siyasi bir güç olarak Arapçayı kul-
devirde tabii bir uygulama idi. Emir
landılar. Şüphesiz Atlantik Okyanusu’ndan Çin ölünce Buhara’dan ayrılmaya karar
Denizi’ne kadar uzanan topraklarda ticaret, bilim verip Harzem’e gitti. Burada Biruni ve
ve diplomasi dili olmanın sınırsız avantajları var-
dı. İslam ülkelerinde yaşayan bir âlim, korkusuz-
devrin diğer önemli bilginleriyle dostluk
ca Endülüs’ten Afrika’ya, Anadolu’ya, Hazarya’ya, kurdu.
Bağdat’a, Cundişapur’a, Harran’a gidebilir. Münaza-
ralara katılabilir, mesleki faaliyette (Gerekli ruhsat-
ları haiz ise ki bu şimdikinden daha fazla ciddiye alı-
nırdı!) bulunabilirdi. Tabii ki yerel emir ya da bek-
lerle takışmamak koşulu ile. Ancak İbni Sînâ’nın ilk içerir, çoğu zaman kale zindanlarında, mum ışığın-
kuşak öğrencisi Yusuf Has Hacib “Görevi” yerine da ve herhangi bir başvuru kaynağına bakma imkânı
getirecek ve dünyaya Türkçenin bilim dili olduğu- bulamadan (İrticalen) yazılmıştır. Büyük Tıp kuram-
nu ispatlayan Kutadgu Bilig’i yazacaktır (bk. A. Ter- cılarından Osler’e göre Kanun, XX. yüzyıl da dâhil
zioğlu). Onu Kâşgarlı Mahmud izledi, 1074’te, Di- olmak üzere tıbbın gelmiş geçmiş en büyük kitabı-
vanü Lugati’t-Türk’ü yazdı. Dikkat edilirse zamanla- dır. Tıp, ilk kez bu kitapta temel ve klinik bilimler
ma, yerler (Coğrafya), isimler, kimlikler, bilimsel so- olarak ayrılmış, çocuk psikiyatrisi bölümleri, bugün
nuçlar, dünya tarihinde oynadıkları rol; hiçbiri tesa- için bile kullanılır durumdaki ilaç terkiplerinin yer al-
düf değildir. Bu dönemde İslam dünyasının Batı’dan dığı bir farmakoloji-toksikoloji eki, yer almıştır. Ka-
aldığı hiçbir şey yoktur. Batı her bakımdan çok geri raciğer, sinir, cilt, kan hastalıkları konuları verdiği bil-
kalmıştır. giler ve işleniş biçimi olarak hayranlık uyandırıcıdır.
En ünlü eseri Tıp Kanunu (Kitab al Kanun Fil Kalp hastalıkları, ağrı ve nabız konularında bilgiler
Tıbb) dört ana bölüm ve bir ek ile birlikte beş bö- veren kitapları da vardır. 22 nabız türü ve bunların
lümden oluşur. Batı’da 35 ila 53 kez (Kesin sayı- hangi durumlara işaret ettiğini çok ayrıntılı ve doğru
yı tam olarak bilinmiyor basılmış ve XVIII. yüzyıla biçimde anlatmıştır. On beşe yakın ağrı türü tarif et-
dek tıp okullarında temel kitap olarak okunmuş- miş (Kesici, delici, batıcı, ezici gibi) bunların anlam-
tur. Eski Latince baskılarından birindeki bir gravürde larını kaydetmiştir. İbni Heysem gibi göz fizyolojisin-
İbni Sînâ, Hz. İsa ve Hz. Meryem’in arasında resme- de doğru tespitlerde bulunmuş, optik ilkeleri doğ-
dilmiştir. Etkisi öylesine güçlüdür ki, doktor olma- ru olarak açıklamıştır. Bu bilgileri doğru yorumlama-
dan önce adayların dekan huzurunda yapılan son yı başaran Bacon’un, göz merceği ile ilgili eserine il-
sınavları İbni Sînâ’nın Kanun’undan yapılmıştır (Mü- ham vermiştir. Bilindiği kadarıyla tıpta ilk kez “Göz-
nih ve Ingolstadt Tıp Fakülteleri yönetmelikleri). le görülmeyen, hava ve su yoluyla bulaşan hasta-
Brüksel Tıp Fakültesi’ndeki İbni Sînâ seminerlerine lık yapıcı küçük canlılar” diyerek mikropların varlı-
ise ancak 1902’de son verilebilmiştir. Orta Çağ’da ğından bahsetmiş, o güne dek karıştırılan çiçek ile
İbni Sînâ’ya atıf yapmadan neredeyse tek paragraf vebayı, cüzzam ile fil hastalığını, akciğer iltihabı ile
yazılamazdı. Bunun bir sonucu olarak Sînâ ve di- akciğer zarı iltihabını birbirlerinden ayırarak farkla-
ğer Arabistlerin Latince tıbba soktukları Arapça te- rını göstermiştir. Humma nedenlerini ve çeşitlerini
rimleri ayıklamak için XIX. yüzyılda özel bir komis- anlatmış, çevresel, kişisel, besinsel, irsî vb. etmenle-
yon kurulmuştur. Buna rağmen Tam olarak ayıkla- rin hastalıklar ve seyirleri üzerindeki rollerini ayrıntılı
mak mümkün olamamıştır. Bugün çağdaş iç hasta- olarak anlatmıştır. Nörolojik hastalıklarla psikiyatrik
lıkları kitabı Harrison’un son baskısı 6 editör liderli- hastalıkları birbirinden ayırmış, psikosomatik hasta-
ğinde 260 civarında dünyaca ünlü uzman tarafından lıkların nedenleri üzerinde durmuştur. Menenjiti öz-
yazılmıştır. İçinde 2.6 milyon kelime olduğu hesap- gül bir hastalık olarak tarif ederek “Uttaş” şeklinde
lanmıştır. Sînâ’nın Kanunu 1 milyondan fazla kelime isimlendirmiştir. Hastalığı tarifi tamamıyla doğrudur.

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 23
Birçok tıbbi cihaz ve uygulama geliştirmiş, çoğunun dir. Platon ve Aristoteles ondan saygı ile bahseder-
önemi anlaşılamamış, kimisi kaybolup gitmiştir. Gü- ler (bk. Platon, Phaidron). Bazı Eski Çağ yazarları,
nümüz tıbbının gündelik uygulamaları arasında en sadece kendi öğretisinin tanınması için Hipokrat’ın
çok kullanılan malzeme olan kateterler onun bu- İstanköy Kütüphanesi’ni yaktığını yazarlar. Bu eser-
luşudur. “El- kassıtır” olarak kullandığı tabir (Soku- lerin bir kısmının öğrencileri tarafından, Hipokrat’ın
lup ilerletilen), Latinceye “Catheter” olarak geçmiş- ölümünden çok sonra yazıldığı ve içlerinde birbirle-
tir. Meşhur “Ayıklama” komisyonunun değiştirmeyi riyle çelişen görüşler olduğu belirtilmektedir. Ancak
unuttuğu on binlerce terimden biridir. Hipokrat, başta Platon ve Aristoteles olmak üze-
Kanun’undaki tıbbı anlayabilmek için önce İbni re büyük düşünürleri daha antikçağda bile etkile-
Sînâ’nın manevi üstatları Hipokrat ve Galen’i bil- miş, Arapça bilimin doğmaSînâ büyük katkıları ol-
mek gerekir. Birçok diğer Grek tıp yazarları arasın- muş, Arapça bilimin Latinceye çevrilmesi ile röne-
da önde gelenler bunlardır. Antikçağın en ünlü he- sans hareketini de etkilemiştir. Tıp ahlakı ve tıbbi
kimlerinden biri Hipokrat, kendi adıyla anılan tıp olaylarda gözlem yöntemine verdiği önem bugün
okulunun kurucusuydu. “Tıbbın Babası” adıyla anı- bile dikkat çekicidir. Tıpta Hipokratik yemin gele-
lır. Olasılıkla, MÖ. 460-361 yılları arasında yaşadı. neği (Hipokrat Yemini) hemen hemen bütün dün-
Larissa’da ( Teselya ) öldüğünde 100 yaşını geç- ya tarafından benimsenmiş ve kullanılagelmiştir. Hi-
miş olduğuna dair rivayetler vardır. Ardında, kendi- pokrat ya da Hipokratik tıp geleneğini bu derece
sine atfedilen 70 eser bırakmıştır. Tarihçiler, böyle önemli yapan ve etkisinin yüzyıllar boyu sürmesini
bir kişinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı konusun- sağlayan şey nedir? Bunun birkaç nedeni var; birin-
da şüpheli. Hipokratik bilgilere göre tıp mesleğini cisi, tıp mesleğinin ahlaki kurallara bağlı olduğu vur-
icra eden hekimlere “Hipokratik” sıfatı verilmekte- gulaması ve mesleği “Ulvi” bir idealizme büründür-
mesidir. Hipokrat bunu boş inançlar, gizemcilik üze-
rine değil tamamıyla doğal sebeplere dayalı (Natu-
ralist) bir tıp düşüncesi üzerine oturtarak yapmış-
tır. Tıbbın, zor öğrenilen ve öğrenimin tüm yaşam
boyu sürdüğünü vurgulayan ünlü bir aforizmasında
(O Vios Makris i Tehni Trakhis)

Hayat kısa,
Sanat uzun
Fırsat anlık
Tecrübe riskli

Karar vermek zor demektedir. Tedavide beslen-


menin niteliği üzerinde son derece ayrıntılı biçimde
durmuştur. Hastalıklarla beslenme özellikleri arasın-
da doğrudan ilişki kurmuş; dinlenme, egzersiz, se-
çilmiş bazı vakalar için hacamat, lavman, terletme
uygulamaları önermiştir. Diyetetik (Doğru beslen-
me), iyileştirme sanatının temelidir. Hipokrat’a göre
insanlar, hayvanların aksine, işlenmemiş gıdaları tü-
ketemez. Bu yüzden ilk “Aşçı”, aynı zamanda “İlk
hekim”dir. Cerrahi uygulamalar da Hipokratik gele-
nekte önerilmekle beraber bu karar ancak çok ay-
rıntılı bir inceleme ve karar mekanizması uygulan-
dıktan sonra verilebilir. Hipokratik tıp invazif (Giri-
şimsel) uygulamaları son çare olarak görse ve ka-
çınsa bile oldukça iddialı cerrahi tedavi yöntemlerini
de tanımlamıştır. Dağlama yöntemi bunlardan biri-
dir. Özellikle Araplar tarafından benimsenen bu uy-

24 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
gulama Avrupalılar tarafından Haçlı Seferleri sırasın-
da öğrenilmiş ve kullanımı Batı dünyasında yaygın-
laşmıştır. Hipokrat’ın eserleri Batı Tıbbı’nın temel-
lerini oluşturmuş, hastalıktan ziyade “hasta”ya ön-
celik vermiş, kuramdan ziyade “gözlem” üzerinde
durmuş, felsefi görüşlerden ziyade tecrübe ve ger-
çeğe saygı esası düşüncesinin temellerini oluştur-
muştur. Doğrudan girişim ya da köklü değişimlere
yol açacak (Radikal cerrahi gibi) tedavi uygulamala-
rı yerine ağırbaşlı/sağduyulu yaklaşımı sağlık vermiş-
tir. Bu görüşü, günümüz tıp eğitiminin temel düs-
turlarındandır ve doktorlara tedavi konusunda ka-
rar verme aşamasında bir uyarı olan “Öncelikle; Za-
rar Verme” (Latince; primum nihil nocere) aforizma-
sında özetlenir.
Galen, (Claudius Galenos). MS 130-203. On
sekizinci yüzyıla kadar Doğu ve Batı tıbbını etki-
lemiş çok ünlü bir hekimdir. Bergamalıdır. Stoa-
cı bir filozof, mantık ve doğa bilginidir. Doğu tıb-
bında Calinos (Ya da Calinus Hekim) olarak anıl-
Galen, tıbba katkıları konusunda çok da alçak
mıştır. Bergama’da doğmuştur. Bergama’da tıp eği-
gönüllü değildir. Bir eserinde kendinden şu şekil-
timine başlayan Galen, daha 16 yaşındayken üç ki-
de bahsetmektedir, “Trajanus Roma İmparatorluğu
tap yazmıştır bile. Tıp eğitimini Korintos, İzmir ve
için her ne yaptı ise, ben de aynı şeyi, en az onun ka-
İskenderiye’de sürdürerek, 28 yaşında doktor olur
dar, tıp için yaptım (…) hastalıkların tedavisinde iz-
ve mesleğe Bergama’da, gladyatörler okulunda cer-
lenecek doğru yöntemi tek başıma gösterdim.” Mes-
rahlık yaparak başlar. Bu sayede, anatomi öğreni-
lektaşları konusunda da keskin bir hiciv sergiler, “Hay-
minin kısıtlamalar yüzünden (İnsan cesetleri üze-
dutlarla hekimler arasındaki yegane fark, mesleklerini
rinde çalışmak yasaktır) son derece sınırlı olduğu
icra ettikleri işyerleridir. Haydutlar dağlarda çalışırken,
bir devirde, yaralı gladyatörler üzerinde canlı ana-
hekimler Capitol’ü kullanır” Meslektaşlarının tümü,
tomi öğrenme olanağı bulmuştur. Asklepius tapı-
onun gözünde aptallar sürüsüdür.
nağında da çalışmış ve iyi bir hasta çevresi elde et-
Galen’e göre hekim, aynı zamanda bir filozoftur.
miş, Batı Anadolu’da büyük üne kavuşarak, 32 ya-
Bu yüzden gerçek hekim, felsefenin üç dalında yet-
şında Roma’ya gidebilmiştir. Roma, dönemin en bü-
kinlik sahibi olmalıdır. Mantık, fizik ve ahlak. Ancak
yük cazibe merkezidir. Ancak Roma’da tıbbın ile-
böyle bir bilgi ile hekim hastasının (Dolayısıyla tan-
ri olduğu söylenemez. Açığı M.Ö. 219’dan itibaren
rıların) hayranlık ve saygısını kazanır. İdeal hekimlik
Roma’ya gelen Grek hekimler kapatmaya çalışmış-
maddi beklentiler için değil, insan sevgisi için yapıl-
tır. Galen burada da çok başarılı olur. Ünü, impara-
malıdır. Galen, kendisini, gerçeğin peşinde yılmadan
tora kadar ulaşır. Roma imparatorları Marcus Aure-
süren araştırmada, ne kadar çaba harcanırsa har-
lius, Commodus ve Septimus Severus’un şahsi he-
cansın istediği her şeyi keşfedemeyeceğini anlayan
kimliğine kadar yükselir. Sonraki imparatorlara da
bir akademisyen olarak görmüştür. Kendisi hakkın-
hizmet etmeyi sürdürerek kitaplarını yazar. Haya-
daki bu yorumu akla Goethe’nin ölümsüz bir eser
tı boyunca tek amacı, tüm hipokratik kuramları tek
hâline getirdiği, Dr. Faust’u getirir. Ortaçağ’da ge-
bir çatı altında dikkatli klinik gözlem ve hayvan de-
çen bu Alman halk masalında, tipik bir simyacı olan
neylerinde edindiği bilgilerin süzgecinden geçirerek
Faust, her şeyi kavrayabilmesi karşılığında ruhunu
toplamaktır. Sicilya‘da öldüğünde arkasında 80 ta-
şeytana satmıştı. Bu istek (Bir lanet gibi) günümüz
nesi günümüze kadar ulaşan 500 den fazla eser bı-
doktorunun da bilinçaltında sürmektedir. Günü-
rakır.
müzde de tıbbi olayların ardındaki sırların tümüne
Hekim, aynı zamanda bir filozoftur vakıf olma isteği ve aşırı heyecanı içindeki doktor-

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 25
lar için “Faustus Sendromu” tanımı yapılmaktadır. lamış ancak bilimde deneysel yöntem ancak XVI-
Galen’e göre, doğanın amaçları ve bunları yeri- II. yüzyıldan sonra yaygınlaşabilmiştir.
ne getirecek donanımı vardır. Dört nitelik ve dört Galen, Hipokrat gibi, hastalıkların doğal ne-
sıvı arasındaki dengelilik ilkesi doğa için elzemdir. denleri olduğuna inanmıştır. Tedavi konusunda ise
Anatomi, parçaların anlamını gösterir ve bu neden- Hipokrat’tan ayrılır. Onun gibi “Zarar Vermeme”
le “Mükemmel İlahiyat” için anatomi araştırmaları ilkesini uygulamak yerine derhal harekete geçme-
eşsiz birer kaynaktır. Anatomist, bu araştırmalarla yi önerir. Kan alma (Hacamat), hemen hemen (Ka-
Yaratıcı’nın güç, hikmet ve tanrısallığını görür. Ma- nama dahil) her tıbbi sorun için önerdiği bir teda-
demki doğa amaçlanmıştır, hiçbir şey gereksiz de- vi yöntemidir. Lavman, kupa çekme, açlık diyetleri
ğildir ve mükemmel bir hikmetle davranır, o hâlde, de sıklıkla önerdikleri arasındadır. Bu tedaviler tüm
her yapı uygun görevi yapmak için düzenlenmiştir. Orta Çağ ve Rönesans boyunca uygulandığı gibi et-
Galen, anatomi çalışmalarını domuz, öküz ve may- kileri günümüzde de (Anadolu Halk Tababeti) sür-
mun gibi hayvanlar üzerinde yaptığını saklamamış- mektedir.
tır. Ancak olasılıkla insan anatomisine dair doğru- Kanun, ancak, yukarıda özeti verilen Galen ve
dan gözlemleri de olmuştur. Ancak insan ve hay- Hipokrat’ın kuramları bilinir, hastalıklara ilişkin fizyo-
van anatomisinin tıpatıp aynı olduğu ilkesini benim- patolojik tahlilleri çözümlenebilirse anlaşılabilir. İbni
seyerek gözlemlerini insanlardaki de aynıymış gibi Sînâ genel olarak “Humoral Teori” denilen bu te-
yazmıştır. Kas ve iskelet sistemini genel olarak doğ- mel görüşe bağlı kalmıştır.
ru tanımlarken, dolaşım sisteminde de kan dolaşı- Sînâ’ya göre hekim, asla hastasından ümidi kes-
mını bulmaya yaklaşmış, sinir sistemini “motor” ve tiğini belli etmemeli, tüm gücü ve bilgisiyle sonuna
“duyusal” olarak doğru bir biçimde ikiye ayırmayı kadar hastalıkla mücadele etmelidir. Bu durum, hi-
da başarmıştır ancak iç organlarda bu kadar başarı- pokratik geleneğe terstir. Bu nedenle Hipokrat Ye-
lı değildir. Kalbin sağ karıncığında kanın akciğerden mini metninde bulunmaz. Çağdaş tıbba en uygun
gelen hava ile karıştığını zannediyordu. Beyin kan olan, İbni Sînâ’nın yaklaşımıdır.
dolaşımını da hatalı olarak sığırlardaki gibi tanımla- Avrupa da ilk nöroloji kitabı 1549’da basılmıştır.
dı. Böylece, büyük otoritesinin gölgesindeki birçok Yazarı Hollandalı doktor J. Pratensis’in yazdığı “De
hekim-bilgin, “Galen yanılmış olamaz!” diyerek, bul- cerebri anatome” adlı bu kitapta Arabistlerin etkileri
gularını kayıtsız şartsız kabul etti. Bu durum, Para- hemen dikkati çeker. Dolayısıyla Galenik hatalar ay-
celcus un XVI. yüzyılda bu duruma karşı çıkıp tüm nen tekrarlanmıştır. Kanun’daki bazı anatomik hatalar
dogmatik bilgileri şiddetle reddetmesi; Galen, Hi- (Galenik), XIII. yüzyılda Kanun’a bir şerh yazan Endü-
pokrat ve İbni Sînâ’nın eserlerini halkın önünde ya- lüslü İbn-ül Nafis tarafından düzeltilmiştir. Nafis, kü-
karak dogmatizmi lanetlemesiyle değişmeye baş- çük kan dolaşımını da bulmuştur. Ama kimse bu bu-
luşun önemini anlamaz. Önce 1553’te Miguel Ser-
veto (Ki daha sonra Cenevre’de engizisyon tarafın-
Hemedan’daki mezarından çıkan dan yakılarak cezalandırılmıştır), sonra 1559’da Real-
kemikleri yeni anıtmezara taşınırken, do Colombo bu bulguları yeniden yayımlar. Harvey
Sovyet kriminal antropologlarınca muhtemelen bu eserleri okumuştur. İngiliz Kilisesi’nin
ülkeden kovduğu William Harvey, Padua’ya giderek
incelenmiştir. Kafatası 57 yaşında orada ders verir. Harvey’ in kan dolaşımını tanım-
sağlam yapılı, eksiksiz dişleri olan, ladığı ünlü kitabı “De Cerebri anatome; cui acces-
sit descriptio et usis” 1664’te Londra’da basılmıştır.
güçlü burunlu bir kişiye aittir. Diğer
Hâlâ, kan dolaşımını ilk kez onun tarif ettiğine inanı-
ayrıntılı antropolojik özellikler lır. Ancak aydınlanma başlamıştır ve Avrupalı bilim-
kafatasının Turani bir ırka mensup ciler; çoğu kez canları pahasına, Arabistleri okuma-
ya, tartışmaya ve onların hatalarını serbest deney ve
olduğunu göstermiştir.
gözlemle aşmaya başlar. Değeri epey sonra anlaşı-
labilen anatomi kitabı De Corporis Humani Fabrici
Lipri Septem (Andreas Vesalius, 1543) Batı Tıbbının
aydınlanmasını müjdeler. Gerçek insan teşrihlerine

26 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
(Dissections) dayanan ve oldukça bağımsız anato- görüyoruz. Özellikle Da Vinci’nin anatomisi Sînâ’ya
mik gözlem ve işlevsel açıklamalardan oluşan bu kita- çok benzemektedir. Sînâ’nın bulduğu ve ayrıntıla-
bın etkisi neredeyse bir devrim niteliğinde olmuştur. rı ile şekillerini çizdiği çıkrık, kaldıraç, kama, palan-
Hâlbuki Vesalius bir İbni Sînâ hayranıdır. “Kanun”un ga sistemlerini buna ekleyebiliriz. Yazılarında İbni
kötü tercümelerinden bıkmış, daha iyi anlamak için Sînâ’dan alınmış Arapça terimlere rastlanır. Ama o
Arapça öğrenmiştir. da, aynen Descartes ve diğerleri gibi tepe tepe kul-
landığı fikirlere asla atıf yapmamıştır. Descartes’ın
Sînâ, vücutta üç ruh (Güç) olduğunu söyler meşhur “Dualite”’si ve “Uçan Adam-L’homme Vo-
İki ünlü Hollandalı doktorun kitabından bah- lant” örnekleri, tamamıyla Sînâ’dan aşırılmıştır (Re-
setmekte yarar vardır; ilki bir Sînâ hayranı olan natus Descartes, L’Homme, 1664). Düşün hayatı
Forestus’un Observationum et Curationum Medi- üzerinde yarattıkları zincirleme etkilerle Avrupa’da
cinalium ad Chirurgicorum Opera Omnia (1654) “Renaissence”ın fikri mimarisini, zihinsel vasatını
adlı eseri ile Rembrandt’ın ünlü tablosu Dr. Tulp’un hazırlayan Arabistler, kendi ülkelerinde bu etkileri
Anatomi Dersi’nde resmedilmiş Dr. Nicholaas uyandıramadılar. Bu durumun nedenleri bu maka-
Tulp’un Observationes Medica (1641) isimli eser- lenin amacını bir hayli aşmaktadır.
leridir. Her iki kitapta Sînâ’nın tartışılmaz, mutlak İbni Sînâ’nın iki yüzün üzerinde olduğu sanı-
otoritesini her sayfasında hissettirir. Kitaplarda tak- lan eserleri genel olarak değerlendirildiğinde; fel-
dim edilen hastalardaki klinik sorunlara ilişkin açık- sefi düşüncesini bütünlük içinde sistematik olarak
lamalar, tamamiyle Kanun’daki fiyopatolojik tahliller ifade edemediği ancak ilgilendiği konularda ansik-
ışığında yapılmıştır. Sonuçta da aslında hiçbir tıbbi lopedik tanımlamalar yaptığı şeklinde eleştirilmiştir.
yenilik getirmemiş, Kanunu’un daha geniş bir çeviri- Ancak bu durum, en azından, tıp için geçerli değil-
si, şerhi olmanın ötesine geçememiştir. Nörolojinin dir. Kanun, tüm eleştirilerin ötesindedir. Kanun’un
kurucuları arasında gösterilen Sylvius’un Opera Me- ilk Latince baskılarından biri muhtemelen 1187’de
dica adlı yapıtındaki Hareket Bozuklukları bahsi satır Tuleytula’da Cremona’lı Gerard tarafından çevrildi.
satır Kanun’dan alınmıştır. İbni Sînâ’nın Latincede Avicenna olarak tanımasının
İbni Sînâ’ya göre vücudu yöneten güçler vardır. nedeni, tercümanların daha çok Yahudi olmaları ve
Bu düşünce önce Aristo sonra Galen’den geliştiri- İbranice İbn- in karşılığı olarak “Aven”in konulma-
lerek alınmıştır. Sînâ, vücutta üç ruh (Güç) olduğu- sıdır. İbni Sînâ’nın en kapsamlı yapıtı, tüm öğretile-
nu söyler, Nefsani (Animae), Tabiyyei (Naturae) ve rini kapsayan Şifa’dır. Nacat (Şifa’nın özeti), Al İşa-
Hayvani (Vitae). Kanun’da organlar nemli ve kuru rat v’al Tanbihat, Al- Hidaya (Mantık, doğa ve tanrı
olarak ikiye ayrılmıştır. Beyin ve omurilik nemli or-
ganlar arasında sayılır. Hareket ve duyu sinirleri ise
kuru organlar ararsında sayılır. Periferik sinirler basit
organ, beyin temel organ olarak adlandırılır. Tarih-
te ilk kez beyincik vermis kısmı ile beyinsapı cnuc-
leus caudatus, bölümlerini tanımlamıştır. Anatomik
kafa çiftlerini kısmen Galen’e benzer biçimde tarif
etmiş, optik kiyazma ve pupillayı ve bunların görme
fizyolojisindeki rolü dönemin Tabiyyei Güç kuramı
ile açıklanmaya çalışılmıştır. Tarihte ilk kez İbni Sînâ
periferik sinir yaralanmalarının cerrahi olarak ona-
rılabileceğini anlatmış ancak bunu uygulamak XVI.
yüzyılda mümkün olmuştur. Ferrara’nın Milano’da
1594’de basılan kitabında İbni Sînâ’ya ait bu yön-
temin uygulaması anlatılır (Observationum Chirur-
gicarum, Observatio XVII: De Modo Consuendi
Nervos Magnos İncisos).
Leonarda Da Vinci’nin notlarındaki birçok fikri
de (Bir kısmını uygulamaya sokmuştur), İbni Sînâ’da

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 27
bilim), Hikma-i Alai, Al-Hikmat al-Maşrikiyya, Kitab düşünmeyecektir. Bunun için bu adam kendi ken-
al Kanun Fi’l Tıbb, Tis Rasa’il f’il-Hikma va’l- Tabiiyat disini organlarını bilmeksizin, doğrudan doğruya bi-
ve ruh bilimi üzerine Kitab al-Nefs; en önde gelen lebilir. Ruhunun bedeninden farklı olduğunu görür.
eserleridir. Musiki hakkında yazdığı eserde ses per- Ruhunu kavramak, onun varlığını bilebilmek için be-
deleri, duraklar, dizgeler, rtimler hakkında makale- dene ihtiyacı yoktur. Öyleyse ruh manevidir. İbni
ler kaleme almıştır. Çok seslilikle ilgili tamamen yeni Sînâ’nın bu benzetmesi, “İnsan-i Tair” (Uçan İnsan),
açıklamalar yapmış, stenografi benzeri harf ve işa- Bonaventura, Albertus Magnus başta olmak üzere
retlerle ilk kez noktalama düzeni geliştirmiştir. Öğ- birçoklarınca kullanılmıştır (L’homme-Volant).
rencisi İbni Zeyla ise bu bilgileri geliştirerek daha Dünyanın ebedîliğini açıklayan ve ölümden son-
mükemmel bir nota düzeneği yapmayı başarmış- ra insanların tekrar “Cismani” olarak dirileceğini red-
tır. Buna rağmen Osmanlılar bu bilgilerden bihaber deden öğretileri, gerçekte, insanların bilgisizlikten ve
görünmüşlerdir. Osmanlı musiki eserlerini kaybol- manevi olarak da “Şekli” dinden kurtulmasını vade-
maktan, bir nota kayıt düzeneği geliştiren Dimitri debilir. Bu görüşleri, dönemin ağırlık kazanmaya baş-
Kantemir (Kantemiroğlu, 1673-1723) kurtarmıştır. layan Eş’ari görüşüne ciddi bir itiraz sayılabilirdi. Üs-
Romanyalı olup devşirilmiş ve devlet adamı olarak telik İbni Sînâ, Doğu’dan gelen bir Türk’tü (Mevâli).
yetiştirilmişti. Saray çevrelerinde iyi bir eğitim aldı. Her ne kadar Büyük feylesof, El-Şeyh-ül Reis İbni
Osmanlı musikisine hem eser hem de nazari an- Sînâ, sıradan insanlara bunlardan bahsetmemeye;
lamda büyük katkıları oldu. Boğdan Voyvodası iken halka yönelik kitaplarında, hâkim Sünni yorumlara
Osmanlı’ya isyan etti. Çok kültürlü, büyük bir mü- uygun tespitler yapmaya çalışmış olsa da ömrü ha-
nevverdi. Ama İbni Sînâ’nın kitapları incelenseydi, pislerde ya da düşmanlarının gazabından kaçıp sığına-
bunlar 550 yıl önce yapılabilirdi. İbni Sînâ, müzik- bileceği başka yerler aradığı yolculuklarda geçti. Bazı
le matematik arasındaki ilişkiyi oldukça ayrıntılı ele eserlerinde düşmanlarını eleştirmekten çekinmedi.
alarak muazzam bir “Musiki Nazariyesi” geliştirmiş; Cahilce tepkiler veren kimseleri bir eserinde hadis
ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanımını önermiş- yazarları arasındaki Hanbelilere benzetiyordu (El Ha-
tir ki her nasılsa Selçuklu ve Osmanlı Tıbbı bu öğü- nabile min Ketebet el Hadis; Mantik-ul Meşrıkuyyun).
de uymuştur. Jeoloji, jeodezi, coğrafya, mineroloji, Birçok çağdaşı ve ardılları olan bilimci; özellikle bir di-
meteoroloji, litolojiyi ayrı ayrı ele almış; sayısız kat- ğer büyük İslam mütefekkiri olan Gazali ( Doğumu
kıları olmuştur. Astroloji ve simyayı tümüyle red- 1111) tarafından şiddetle eleştirildi.4 Sînâ’ya göre va-
detmiştir ki bazılarına göre en büyük başarılarından hiy denilen olay, Cebrail’le konuşmak değil, akılla sez-
biri, budur. Bitki histolojisi, anatomisi ve fizyolojisine mektir. Peygamberler, başkasının akılla kavrayamaya-
dair gözlemleri eşsizdir ve sahasında ilktir. Botanik cağı şeyleri sezme ve algılamadaki üstün güçleri ile
terminolojisinin gelişimi için sağlam bir temel oluş- bütün insanlardan üstündürler. Vahiy, ilham, rüya,
turabilecek yapıtı (Liber Plantis), unutulup gitmiştir. tanrısal bilginin parçalarıdır (Hikmeti ilahiyenin cüz-
İbni Sînâ felsefesi, Orta Çağ felsefesinin temel leridir). Bu gerçeklere ancak ittisal (Tanrı ile birleş-
özelliklerini yansıtır. Deneyci ve akılcıdır. Batı’da Sa- me) yoluyla varılabilir. Bu ifadeler, Sînâ’nın yeni Pla-
int Thomas Doğu’da İbni Sînâ, skolastiğin en büyük toncu meşşailikten, işrakiliğe geçtiğini göstermektey-
temsilcisi sayılır. Ona göre ruh manevi bir cevher- di. Ona göre atomlar sonsuz sayıda bölünebilirdi. Ev-
dir. Ruh beden olmadan kendini bilebilir mi? Eğer ren, bir anda ortaya çıkmamıştı, cansız doğadan can-
bu mümkünse o gerçekten bedenden ayrı ve bun- lı doğaya derece derece geçiş ( Bitki-hayvan-insan)
dan dolayı da manevi bir cevher demektir. Bunu söz konusuydu.
anlamak için boşlukta asılı duran ve organları birbiri Hodgson’a göre İbni Sînâ’nın en büyük başarı-
ile hiçbir şekilde irtibatlı olmayan bir adam düşüne- sı, Aristo dizgesini anlamak ve bir şekle sokmak için
lim. Bu adam, dış çevreden hiçbir uyaran da alama- onu çok daha anlaşılır ve kullanışlı bir hâle getirme-
sın. Böyle bir adam, kendisinin var olduğunu kabul sidir. Açıkça görüldüğü gibi çağının çok ötesinde-
edecek, fakat organlarının, duyusal ruhunun varlığını ki bu fikirlerin anlaşılamamaSînâ ve “Zındıklık” suç-
bilmeyecektir. Öyle ise üç boyutu olmayan bir var- lamaları ile karşılaşmasına şaşmamak gerek. Bu sal-
lığı tasarlayacaktır. Bu sırada onun herhangi bir elini dırılara karşı Sînâ’yı savunmak için yine büyük dü-
gördüğünü varsayalım. Onun kendisine ait olduğu- şünürlerden İbni Tufeyl (Abubacer, Abentofal), İş-
nu ve bu gördüğünün kendi doğaSînâ ait olduğunu rakiy görüşün alegorik biçimde işlendiği Hayy ibn

28 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I
Yakzan’ı kaleme aldı. İbni Sînâ’nın da aynı isimli bir yönelik en cahilce suçlamalar ki daha çok Batılılar-
kitabı vardır. İbni Tufeyl (?-ölm. 1186) Endülüslü bir dan gelmektedir; Sînâ’nın fikirlerinin Grek düşünce-
filozof ve hekimdi. İşrakiydi. Tanrının oğlu Hay ya da sine yeni bir şey katmadığı şeklindeki eleştirilerdir.
Tanrının oğlu Can (Canlı) ismindeki bu kitap ki sez- Buna en iyi cevap, bu derece körlüğün art niyetli ol-
giyle tanrısal gerçekliğe ulaşılabileceği işlenir, Batı’da duğu ve eğer bilgisizlikten kaynaklanıyor ise bu bü-
büyük ilgi uyandırdı. Daniel DeFoe’ya ilham vererek yüklükteki cehaletin de ancak eğitimle olabileceğini
Robinson Crusoe’yi yazmasını sağladı. İbni Sînâ’ya söylemekten ibaret olur.

DİPNOTLAR
1 - Türk devletleri bazen yönetici zümrenin ismiyle bilinmişlerdir. Bu onların Türk olmadığını göstermez. Selçuklular, Osmanlılar, Harzemşahlar gibi. Yönetici
sınıfın değişmesi ile devletin ismi bazen değişebilmiştir. Önemli olan devletin devamlılığıdır ki günümüze kadar bu hep böyle olmuştur. On altı büyük Türk devleti,
Cumhurbaşkanlığı forsunda birer yıldız olarak temsil edilmektedirler.

2 - Eski Roma Devleti sınırlarında yaşayan ve Grekçe konuşan halklar. Türkler tarafından çok doğru olarak “Rum; Romanum-Romalı” olarak isimlendirilmiştir
Bizans, Osmanlı sultanlarının “Roma İmparatoru” unvanını (bk. Fatih Sultan Mehmet’in yazışmalarında kullanılan ünvanlar) yok saymak için Batılı tarihçilerin
uydurduğu sahte bir isimlendirmedir. Doğu Roma Devleti kendisini hiçbir zaman böyle isimlendirmemişti. (Bu yüzden Eski bir Roma kenti olan Konya (Iconium)
yaşayan Mevlânâ Celaleddin, “Rumi” olarak bilinir. Bugünkü Yunanistan’ın halkı olan Yunanlıların, her ne kadar müsteşriklerin iddiası bu olsa da, Grek uygarlığı ve
halkları ile bir ilgisi yoktur.

3 - Konusu Orta Çağ’da geçen gerçek bir olaya dayanan bu romanda manastır hayatına dair ince ayrıntılara yer verilmektedir (Umberto Eco: Gülün Adı. Can
Yayınları. 1986 İstanbul.) Görevleri elyazmalarını çoğaltmak ve tercüme etmek olan keşişler için İbni Sînâ’nın kitabı çok değerlidir. Ancak tutucu bazı manastır
yetkililerinden de çekinilmektedir çünkü meşhur Papalık, yasak kitap listesine göre (Codex) Grek felsefecilerinin etkisinde olduğu düşünülen İbni Sînâ dâhil
Arabistlerin hemen tümü yasaktır. Yasağa uymayanın sonu Kutsal Engizisyon mahkemesi olur. Gerçek bir olayın elyazmasına dayanılarak hazırlanan kitaptaki
bilgiler, dönemin Hristiyan Avrupa’sındaki aşağılık kompleksini, değer yargılarını, gelenekçilerle akılcılar arasındaki mücadeleleri de yansıtması bakımından ilginç
gözlemler verir. Benzer şekilde Müslümanlara hakarette çekingen davranmayan Dante, konu İbni Sînâ olunca, onu cehenneminde iyi bir mekâna yerleştirir. Vaftiz
olmayanlar için, cehennem göz önüne alındığında en iyi yer sayılabilecek bir bölümde İbni Sînâ, Platon, Sokrates, Aristo, Batlamyos ve Selahaddin Eyyubi’yi bir
araya getirir.

4 - Ayrıca bk. Es sekafetul akliye vel halül ictimaiyye fi’asrir Reis Ebi Ali bin Sînâ; Le Livre du millenaire d’Avicenne- Kitab-ul Mihrican li- İbn Sînâ- Societe Iraniene
pour la Concervation des Monuments Nationaux, Collection du Millenaire d’Avicenna, no:32, Tahran; imprime de l’Universite de Teheran; 1376 / 1335.

5 - Gazali’nin bizim için önemi, Osmanlı medreseleri tarafından yegâne akademik kılavuz olarak alınması ve eğitim ilkelerinin, müfredatın bu çerçevede benimsenmiş
olmasıdır. Eğer Osmanlı, Gazali’yi değil de; İbni Sînâ, Biruni, İbni Haldun, Farabi, Razi, İbni Heysem, El Cebr, gibi Mutezile’nin devamı sayılabilecek “Akılcı” ların
açtığı yolu benimsemiş olsaydı; Gazali’nin önerilerine uyup özgür düşünceyi medreseden kovmasa, diyalektik düşünceye (Cedel) hiç olmazsa bu kurumlarda
tahammül edilebilseydi, bugün Dünya siyâsası, sınırları daha da önemlisi, Batı’nın sömürgesi durumundaki İslam ülkelerinin durumları ne olurdu acaba? İngilizler
Hindistan ve Çin’i, Afrika ve Avustralya’yı sömürge yapabilirler, İspanyollar Amerikan, Maya, Aztek,İnka uygarlıklarını yok edip kurtulabilenleri köleleştirebilir miydi?
Kızılderili soykırımı olabilir miydi. ABD ve Kanada devletleri kurulabilir miydi? İspanyol ve Portekiz milliyetçileri ile karşılaşanlar bilir, Türklere garip bir kin duyarlar.
Bizim hiç bilmediğimiz (Hatırlamadığımız) deniz savaşlarından bahsederler. Onların donanmalarının mağlup olduğu eski Osmanlı deniz savaşları; bir de Pîrî Reis’i
unutamazlar. Osmanlı nasıl olur da Hint Okyanusu’na donanma gönderir, o adalara asker çıkarır, halkı Müslüman yapar. Pîrî Reis’in, bu uzak seferi bir okyanus ötesi
“Huruç” harekâtıdır. Bütün “Colonialist”leri fena hâlde korkutmuştur. Asla ve kata tekrarlanmaması için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamıştır. Daha sonra “Jesuit”
misyonerleri buraları Hristiyanlaştırmak için çok uğraştılar. Ama Osmanlı Devlet yönetimi, dalkavukların etkisi ve yönetim biçimindeki akıl almaz zaaflar nedeniyle
Pîrî Reis’in kafasını vurdurdu. Bu, Osmanlı’nın büyük denizlere ilk ve son çıkışı oldu.

KAYNAKLAR
* AS Lyons, RJ Petrucelli: Medicine under Islam.; Arabic Medicine. In; Medicine, an Illustrated History. Abradale, New York 1987.
* Bölükbaşı O, Gürpınar S, Özoran Y: Neden otopsi yap mıyoruz ? Sendrom (Excerpta Medica) 9,2 :1997; 90-92.
* Bölükbaşı O, Özmenoğlu M: Arabik bilimciler ve erken dönem İslam kaynaklarının nörolojik sorunlara bakışı. 33. Ulusal Nöroloji Kongresi, 1997; p 5.42.
* Bölükbaşı O: İbni Sînâ’nın eserlerinde nörolojik bilimlerin yeri. Türk Nöroloji Dergisi Özel Sayısı, 4; 1998: 47.
* Bölükbaşı O: 15.-17. Yüzyıla ait iki Türk tıp kitabında nörolojik bilgiler, İtaki’nin Anatomisi Teşrihi Ebdan ve Hızır’ın Müntehabı Şifa’sı. 37. Ulusal Nöroloji Kongresi. 2001;
s. 120.
* Bölükbaşı O: İbni Sînâ’nın nöroloji ve periferik sinir cerrahisine katkıları. Sendrom (Excerpta Medica), 12, 3; 2000: 60-63.
* Bölükbaşı O: Ortaçağ ve Üniversite’nin Misyonu. Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 9 Kasım 2002: s 5.
* Bölükbaşı O, Turgut M: Neurology in the Writings of Avicenna and the Early Islamic Beliefs. Journal of Neurology, 246, supp. 1, 1999: 1/109.
* B. Brentjes, S. Brentjes : Ibn-i Sînâ, Avicenna. Pencere Yayınları, İstanbul ( Tarihsiz )
* D. Gutas, İbni Sînâ’nın Mirası. Klasik. 2004, İstanbul
* H. Ellis: History of Surgery. Greenwich Medical, 2001, London.
* K. Walker. Histoire de la Medicine, Des pratiques anciennes aux decouvertes les plus modernes. Editions Gerard, 1962, Verviers.
* L Garcia-Ballester: A marginal learned medical world, Jewish, Muslim and Christian medical practitioners, and the use of Arabic medical sources in the late medieval
Spain. Practical Medicine from Salerno to the Black Death. Cambridge, 1984, London.
* L Magner: A History of Medicine. Marcel Decker, 1992, New York.
* LN Gumilyof : Hazar Çevresinde Bin Yıl. Selenge. 2003, İstanbul.
* Lyons AS, Petrucelli RJ: Medicine under Islam; Arabic Medicine. In; Medicine, an Illustrated History. Abradale, New York 1987.
* MT Multanofskiyı. İstoriya Meditsinı. Gasudartsvennoye Izdatelstvo Meditsinskoy Literaturıy. 1961. Moskva.
* H.Z. Ülken. İbni Sînâ maddesi. İslam Ansiklopedisi. cV/II.. Millî Eğitim Bakanlığı Basımevi, 1988, İstanbul.
* M. Aminrazawi. Article on İbni Sînâ. Great Thinkers of the Eastern World (Ed. Ian P. Mc Greal) Harper Collins, 1995, New York.
* M.G.S. Hodson. Felsefe ve Manevi Tecrübe Meselesi, İbni Sînâ. İslamın Serüveni. C II., s. 185, İz Yayıncılık, 1993, İstanbul.
* O. Hançerlioğlu. İbni Sînâ maddesi. Felsefe Ansiklopedisi. C 1, s. 264-267.
* Pestronk A: First neurology book written in English (1650) by Robert Pemell De Morbis Capitis. Archives of Neurology 46, 2: 1989; 216-220 .
* Terzioğlu A. İbni Sînâ’nın Tababeti ve Avrupa’ya Tesirleri. İbni Sînâ, Doğumunun Bininci Yılı Armağanı. Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984, Ankara.
* S.G. Agacanof: Oğuzlar. Selenge. 2002. İstanbul.

AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 29

View publication stats

You might also like