Professional Documents
Culture Documents
İBN RÜŞD
H. 520 – 595 / M. 1126 - 1198
HİKMET YURDU
DÜŞÜNCE-YORUM
Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
Hakemli Bilimsel Dergi
ISSN: 1308-6944
İmtiyaz Sahibi
Ali Duman
Yazı İşleri
Abdurrahman Kasapoğlu-Mustafa Bulut-İbrahim Kaplan-İbrahim Görücü
Editör
Ali Duman
Editör Yardımcıları
Abdurrahman Kasapoğlu – A. Faruk Sinanoğlu – Hakkı Karaşahin
Redaksiyon
Abdurrahman Kasapoğlu-İbrahim Kaplan-Hulusi Arslan-Mustafa Bozkurt-Hakkı Karaşahin-Adnan
Arslantaş-Süleyman Aydın-Hasan Arslan-Mustafa Bulut
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Mesut Aydın, Prof. Dr. Recep Güneş, Prof. Dr. Abit Bulut, Prof. Dr. Mehmet Karagöz, Doç.
Dr. A. Faruk Sinanoğlu, Doç. Dr. Hulusi Arslan, Doç. Dr. Yusuf Benli, Doç. Dr. Abdurrahman
Kasapoğlu, Yrd. Doç. Dr. Ali Duman, Yrd. Doç. Dr. Hakkı Karaşahin
Raportör
İbrahim Kaplan-Mustafa Bozkurt
Danışmanlar Kurulu
Ankara Üniv: Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, Prof. Dr. Şamil Dağcı, Prof. Dr. Nusret Çam, Prof. Dr.
Şaban Ali Düzgün, Prof. Dr. Recep Kılıç, Atatürk Üniversitesi: Prof. Dr. Niyazi Usta, Prof. Dr. Arif
Yıldırım, Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, Prof. Dr. Ali Eroğlu, Doç. Dr. Osman Elmalı; Erciyes Üniv: Prof.
Dr. Harun Güngör, Prof. Dr. H. Yunus Apaydın, Prof. Dr. Mustafa Ünal, Doç. Dr. Şükrü Selim Has,
Doç. Dr. Yusuf Benli; Fırat Üniv : Prof. Dr. Temel Yeşilyurt, Prof. Dr. Şuayip Özdemir, Prof. Dr.
Mehmet Solyaldı, Doç. Dr. Sami Kılıç, Doç. Dr. İsmail Erdoğan, Doç Dr. Yahya Keskin, Doç. Dr.
Gıyaseddin Arslan; İnönü Üniv.: Prof. Dr. Mesut Aydın, Prof. Dr. Salim Cöhçe, Prof. Dr. H. Bayram
Kaçmazoğlu, Prof. Dr. Sezgin Kızılçelik, Prof. Dr. Hasan Kavruk, Prof. Dr. Recep Güneş, Prof. Dr.
Sebahattin Arıbaş, Prof. Dr. Abit Bulut, Prof. Dr. Abdullah Korkmaz, Prof. Dr. Mehmet Tikici, Prof.
Dr. Mehmet Karagöz, Prof. Dr. Saffet Sancaklı, Doç. Dr. Zülfikar Durmuş, Doç. Dr. A. Faruk
Sinanoğlu, Doç. Dr. Mustafa Arslan, Doç. Dr. Hulusi Arslan, Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu, Doç.
Dr. Hüsniye Canbay Tatar, Doç. Dr. Taner Tatar, Doç. Dr. Celal Çakan, Doç. Dr. Bilal Altay, Doç. Dr.
Kazım Yoldaş, Yrd. Doç. Dr. Zekeriya Çalışkan, Yrd. Doç. Dr. Ali Duman, Selçuk Üniv.: Prof. Dr.
Mustafa Uzunpostalcı, Prof. Dr. Hüseyin Tekin Gökmenoğlu, Prof. Dr. Orhan Çeker; Prof. Dr. Saffet
Köse, Prof. Dr. Ahmet Yaman, Prof. Dr. Abdülkerim Bahadır, İstanbul Üniversitesi: Prof. Dr. Abdü-
laziz Bayındır, Doç. Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun, 19 Mayıs Üniversitesi: Prof. Dr. Nihat Dalgın,
Cumhuriyet Üniv: Prof. Dr. Ali Akpınar, Sütçü İmam Üniv.: Prof. Dr. Hüsnü Ezber Bodur, Prof. Dr.
Kemal Atik, Doç. Kadir Evgin; Niğde Üniversitesi: Prof. Dr. Remzi Kılıç, Prof. Dr. Nazım Hikmet
Polat, Doç. Dr. Abitter Özulucan; Eskişehir Üniversitesi: Doç. Dr. Hüseyin Aydın, Adıyaman Üniv :
Prof. Dr. Mustafa Gündüz; Yrd. Doç. Dr. Fuat Şancı,
Yazışma Adresi
Ali Duman, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi44069 Kampüs / Malatya
e-posta: aduman@hikmetyurdu.com
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ________________________________________________ 5
EDİTÖRDEN_________________________________________________ 7
Aristoteles ve İbn Hazm’a Göre Kategoriai ve Pros Ti ______________ 13
Tarihin Kırılma Noktası; Hudeybiye Antlaşması ___________________ 35
İslâm’da Selâm Ve Selâmlaşma Olgusu _________________________ 49
Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridî ve Türk Kültürünü Destekleyen
Görüşleri __________________________________________________ 89
Bolaman Çayı Havzasının Doğal Afet Kaynakları _________________ 107
Mustafa Reşîd’in Arûza Dair Bir Eseri: Zübdetü’l-Arûz _____________ 123
Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek__________________ 135
Malebranche’ın Hayatı, Eserleri Ve Döneminin Felsefi Yapısı _______ 159
Hakikat ve Mecaz Bağlamında Müteşabih Bir Kavram Olarak “İstivâ”175
Er-Redd Ale’l-Mantıkıyyîn Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Teymiyye’nin Fıkhî
Kıyas ile Mantıkî Kıyas Arasındaki İlişkiye Dair Görüşleri __________ 193
Türk Kültüründe Gök İle İlgili İnanışlar _________________________ 211
Hz. Peygamber’in Şer’î Hükümleri Ortaya Koymada Yöntemi _______ 223
İnsanlıkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlâkî Bağlantının Kesilmesi _____ 235
Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi __________________________ 271
İnsanî Tümeller, İnsan Doğası Ve İnsan Kültürü __________________ 303
Hegel’in Mantık Anlayışı ____________________________________ 317
İslam Filozofları ___________________________________________ 335
Muallim Ata Efendinin Üçüncü Sorusuna Cevap _________________ 339
Kitap Tanıtımı _____________________________________________ 347
Kitap Tanıtımı _____________________________________________ 353
Kitap Tanıtımı _____________________________________________ 361
Sayı Hakemleri ____________________________________________ 365
EDİTÖRDEN
Her sayımızda neredeyse bir önceki sayının iki katı hacme ulaşan
yazılar siz okurlarımızın da dikkatinden kaçmayacaktır. Bu sayımızda on
bir adet te’lif, biri Arapçadan olmak üzere beş adet tercüme, iki adet sade-
leştirme ve üç adet de kitap tanıtımı yazısı yer almaktadır.
Emekli öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer hocamız da
“Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridî ve Türk Kültürünü Destekleyen
Görüşleri” adlı makalesiyle 6. Sayımıza katkı yapmışlardır. Bu makale-
sinde İmam Matüridî’nin yetiştiği coğrafi mekan ve kültürel ortamın dü-
şünceleri üzerinde etkisi olduğunu belirten hocamız, onun görüşleri üze-
rindeki Türk kültürünün etkisini yine İmam Matüridî’nin eserlerinden
ortaya koymaya çalışmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Cafer Mum “Mustafa Reşîd’in Arûza Dair Bir Eseri:
Zübdetü’l-Arûz” adlı makalesinde Mustafa Reşid’in Zübdetü’l-Aruz isim-
li, küçük hacimli eserini incelemiş ve unutulmaya yüz tutan bu eserin
Yrd. Doç. Dr. Ali Duman, İzmirli İsmail Hakkı’nın “Mehdi Mese-
lesi” başlıklı Sebilü’r-Reşad mecmuasında yayınlanmış yazısını bugünkü
Türkçemize aktarmış.
Temmuz 2010
HİKMET YURDU
Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
Özet
Kategori, önermede yüklemi gösteren kavramdır. Aristote-
les’in mantık üzerine yaptığı çalışmalarını içeren Organon adlı eser-
lerinin ilki kategoriler üzerinedir. Kategoriler varlığın en genel yük-
lemleridir. Ancak birinci kategorinin ana üyeleri, Aristoteles’in öğre-
tisine göre hiçbir zaman gerçek anlamda yüklemler olmayıp özneler
olan bireysel tözlerdir. Bireysel tözler tanımda zatın varlığını dikka-
te alan bir tanımı gerektirir. Bu bakış realizmin de temel hareket
noktasıdır.
İslam düşünce geleneğinde İbn Hazm Aristotelesçi düşün-
cenin önemli temsilcisidir. Aristoteles varlığın gerçekliği hakkındaki
belirlemesini birinci töz tanımlamasıyla serd eder. Ona göre dış
dünyanın hakiki kuşkusuz belirleyicidir. Birinci tözler nesne hak-
kında gerçek bilgiyi verirler. İbn Hazm da, İslam düşünce geleneği
içinde ise Zahiri ekolün öncüsüdür. Zahiri ekol, nassların zahirine
göre anlaşılması ve buna göre amel edilmesini ister. Bu yüzden hem
nassın algılanan gerçekliği; hem de dış dünyanın hakikatinin doğru
bilgisi için temel dayanaktır. Onun bu yaklaşımı doğrudan Aristote-
les’in gerçekliği ifade eden birinci töz anlayışıyla ilişkilidir.
İbn Hazm, varlık olmak bakımından varlığı kendi konusu
bağlamında değerlendirir. Bu yüzden kategorilerin yerini ve sınırını
tespit önemlidir. Buna göre kategorileri sağlıklı bir biçimde tanımla-
yabilmek için irdelemek ve kategorilerin fonksiyonunu tayin etmek
gerekmektedir. Bu yüzden hem Aristoteles hem de İbn Hazm kate
goriler bahsine eserlerinde önemli yer vermişlerdir. Bu makale her
iki düşünürün konuyu ele alışlarını inceleyecek ve bir fikir edinme
imkânı sunacaktır.
Anahtar kelimeler: Aristoteles, Organon, Kategoriler, İbn
Hazm, Tümel, Konu, Yüklem.
Abstract
According To Aristotle And Ibn Hazm Categories And Relation
- Evaluation of the categories in the context of relative (iz afet)-
Category is a concept that (to) showing to predicate in the
proposition. The first book in Organon series of works of Aristotle’s
Giriş
Bu çalışmada, varlığın (Aristoteles) ya da zihnin (Kant) yetilerin-
den kabul edilen ve bilginin oluşumunda aktif görev yapan kategoriler ve
bu kategorilerden izafetin Aristoteles ve İbn Hazm düşüncesindeki yerini
gözden geçirerek bir karşılaştırma imkânı sunacağız. Kategoriler bilgiyi
mümkün kılan, bilgimizin içeriğine form ve yapı kazandıran kavramlar-
dır. Aristoteles’e göre kategoriler, var olanların kendilerine yüklenen ve-
ya izafe edilen sıfat ya da özelliklerle sınıflanabileceği inancının bir sonu-
cu olan genel kavrama karşılık gelir. Aristoteles’in kategori anlayışının
başarısı, onun tözler yani değişme boyunca sayısal olarak bir ve aynı ka-
lan şeylerle ilinekleri, özsel yüklemeyle birbirinden ayırmış olmasıdır.
1 Aristoteles töz kavramını ikili anlamda kullanır. Birincil töz olarak bizzat şeylerin kendilerini, ikincil
töz olarak cins-tür ayrımı içinde en yüksek cinsi töz olarak değerlendirir.
2 Bkz., Porphyrios, Isagoge, Aristoteles’in Kategorilerine Giriş, içinde, Jean Tricot, “Giriş”, çev. Betül
Çotuksöken, Remzi Kitabevi, 1986, 21; Ayrıca bkz., Aristoteles, Oluş ve Bozuluş içinde, Türkçesi,
Celal Gürbüz, Ara Yay., İstanbul, 1990, 5-9; bkz., F., Copleston, Felsefe Tarihi, C. I, Aristoteles, Çev.,
A. Yardımlı, İdea Yay., İstanbul, 1986, 21.
3 Aristoteles’in mantık ilmiyle ilgili çalışmalarına Peripatetikler tarafından Organon adı verilmiştir.
Bu dala da mantığın kendi başına bir bilim, kendi içinde bir amaç, felsefenin bir parçası olmadığı
ama felsefi ve bilimsel araştırma için bir araç olduğu anlatılmak istenmiştir.
4 Bkz., Hilmi Ziya Ülken, Mantık Tarihi, İ.Ü.E. F. Yay., tarihsiz, 34.
5 Ulam: Mantık, felsefe terimi. Nesnel gerçekliğin ve bilginin en genel ve temel özelliklerini, ilişkileri-
ni yansıtan temel kavramların her biri, nicelik, nitelik, bağıntı, makule, kategori. Bu metinde ulam
ve kategori terimleri metnin akışı içinde tercihli kullanılmıştır.
18 Aristoteles ve İbn Hazm’a Göre Kategoriai ve Pros Ti
yerinde vb.); pote (zaman: geçen yıl, vb.); keistai (konum: uzanmış oturu-
yor, vb.); ekein (iyelik: silahlı, mızraklı, vb.); poienin (etkin: kesiyor, vb.);
paskein (edilgin: kesiliyor ya da yıkılıyor, vb.). İkinci Analitiklerde ulamla-
rın sayısı sekiz olarak görülmektedir. Burada konum ve iyelik başka ka-
tegoriler altına alınmış olarak değerlendirilir6.
10Bkz., Aristoteles, Kategoriai, Çev., Saffet Babür, İmge Yay., Ankara, 1996,. 3.
11 Bkz., Kategoriai, 11 (15).
Asıl anlamda nicelik zıtlık kabul etmez, ama çoğun aza, büyüğün
küçüğe zıt olduğu ileri sürülecek olursa, bunların aslında nicelik olmadı-
ğı, izafet olduğu anlaşılır. Çünkü kendi başına alındığında hiçbir şey için
büyüklük ya da küçüklük söz konusu olamaz. Ancak başka şeye nispet
edilmiş olmasından dolayı, denebilir. Örneğin, bir dağın küçük olduğu,
bir darı tanesinin büyük olduğu ancak aynı cinslere oranla söylenebilir.
Böylece biz bir şeyin başka bir şeyle olan münasebetiyle karşı karşıya bu-
lunuruz. Bunun gibi iki dirsek uzun, üç dirsek uzun ve bu çeşit her mik-
tar bir nicelik anlatır. Oysa bunlar büyük ve küçük bir nicelik ifade etme-
yip, daha çok görelik ifade ederler. Çünkü büyük ve küçük bir başka nes-
neye nispetle düşünülebilir17. Bunun gibi kendiliklerinden kavranmayan
ancak başka bir şeye nispetle kavranan şeyler için zıtlık düşünülemez ve
bunlar ancak görelik ilişkisi içinde kavranabilirler. Eğer büyük ve küçük
birbirlerine zıtlık içinde değerlendirilirse, bu durumda, aynı bir konunun
aynı zamanda zıtlar alabildiği ve bu sebepten, nesnelerin kendilerinin
zıtları olduğu sonucu çıkacaktır. Oysa bir şey orantılandırıldığı başka bir
şeye göre büyük ya da küçük olabilir. Örneğin, ceviz elmaya göre küçük,
fındığa göre büyüktür. Buna göre, bir şeyin aynı zamanda hem büyük
20 Kategoriai, 17(15)
21 Bağdaşık: Yapıca aynı olan.
22 Evirme: (Döndürme): Önermenin niteliğini bozmadan, konusunu yüklem, yüklemini ve konu
yaparak tersine çevirme. Örneğin “Ayakta olan Ali’dir” önermesi, “Ali ayaktadır “ önermesinin
aksidir.
23 Kategoriai,18, (10)
24 Bkz, Aristoteles, Kategoriler, Çev, Saffet Babür, İmge Yay., Ankara, 1996, s. 17; Ayrıca bkz., Organon
I Kategoryalar, Çev., Hamdi Ragıp Atademir, MEB Yay., İstanbul, 1989, s. 25.
26 Aristoteles ve İbn Hazm’a Göre Kategoriai ve Pros Ti
25 Farabî mantık ilmi üzerine çok sayıda eser vermiştir. O, Aristoteles’in Organon adı altında toplanan
kitaplarına küçük muhtasarlar halinde ele almış, daha sonra bu muhtasarları orta ve daha geniş
olmak üzere özetler halinde şerh etmiş ve ciltler tutacak biçimde genişletmiştir. (bkz., Mübahat
Türker Küyel, Farabî’nin Bazı Mantık Eserleri,Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu yayınları, sayı:
31, Ankara 1990, vı.
26 Bkz. Nihat Keklik, İslam Mantık Tarihi ve Farabî Mantığı, c. II, İstanbul Edebiyat Fak. Basımevi, 1969-
1970, 4.
27 Bkz. Keklik, a.g.e., 15.
28 Bkz., İbn Hazm, et-Takrib li-Haddi’l-Mantık el-Medhal İleyhi bi’l Elfâzi’l Âmmiye ve’l- Emsileti’l
Fıkhiyye, Naşir, İhsan Abbas, Resailu Ibn Hazm içinde, Beyrut, 1959, 58.
İzafetin hakikati: İzafet bir şeyi diğer bir şeye eklemek olarak an-
lamlandırılır. İzafetle ilgili felsefi düşünüşte daha farklı anlamlandırma
söz konudur29. Bu anlamda izafet bir şeyi bir şeye orantılandırmaktır; ya
da bir şey hakkında bir şeyi nispet etmektir. Bu, nispet edilenle hesap
yaparak, karşılaştırma yaparak saymaktır. Örneğin azlık, kendi başına bir
şey değildir. Ancak azlık denen bir durumu, orantılayıp ondan daha fazla
bir şeye nispet etmekle azlık kavramına ulaşırız. “Azlık” diye değerlen-
dirdiğimiz miktarı, ona nispetle başka bir miktara göre izafetle elde ede-
riz.
İzafetle elde edilmek istenen amaç, örneğin şöyle bir mekânda iki
şeyin birbirine nispetinde yani sabit iki cinsin birbiriyle ilişkisi sonucu,
onların birleşmeleri sonucunda bir üçüncü başka bir cins meydana gelir.
Bu üçüncü onlardan farklı bir şey olarak oluşur ve yeni oluşuma menafi
bir durum oluşmaz. Böylece genel olarak açıklamaya çalıştığımız tabloda
birbirine muzaf olan [izafet içinde olan] iki şeyden birisi, diğeri üzerine
sabit değildir. Ama başka bir sübut üzerinedir. Yani üçüncü bir sübut
üzerinedir. İbn Hazm kendinden önceki âlimlerin iki şeyden biri üzerine
bir sübut görmediklerini ancak üçüncü bir nispeti gördüklerini açıklar.
Yani iki şey arasındaki izafetle oluşan sübut bir üçüncü şekli, bun ikisin-
den başka bir üçüncü şekli meydana getirir. Onlardan birine bir şey ek-
lendiğinde neticede onlardan başka üçüncü bir durum oluşur dediler.
Böylece makulatın başlarından bir baş olarak anlam oluşur ki buna izafet
denir. Bu izafet salt soyutlanmış bir izafet olarak konuşulur. Eğer salt
kendi başına bir izafet değilse, o zaman keyfiyetin saltlığı ve kemiyetin
saltlığı üzerine konuşulur ya da cevherin saltlığından bahsedilir.
29 Felsefi düşünce içerisinde örneğini Kant’ta gördüğümüz üzere bağıntı daha çok zihinsel bir faali-
yet, zihne ait bir özellik olarak değerlendirilir. Oysa İbn Hazm mantığın bir konusu olarak izafeti
öncelikle somut, sayılabilir, ölçülebilir bir alanla sınırlı tutar.
28 Aristoteles ve İbn Hazm’a Göre Kategoriai ve Pros Ti
Denk olan, izafette isimle ittifak eder. [İsimle birbirine izafe edi-
lenler izafette ittifak ederler]. Örneğin şu ifadelerde olduğu gibi, arkadaş,
komşu, kardeş, eş, gibi ifadelerde izafetle ortaya konan şey, arkadaşın tek
başına bir izafet içermediğidir. Arkadaş ifadesiyle iki kişinin ya da arka-
daşlık kavramını oluşturan tarafların olması söz konusudur. Eğer bu ar-
kadaşlığı oluşturan bireyler yoksa arkadaş terimiyle ifade edilen izafe
olmaz. Yani Ali, Veliyle arkadaş ise, Ali ve Veli’nin ilişkisi arkadaşlığı
meydana getirir. Tek başına Ali ile arkadaşlık kavramı oluşmaz. Âli’nin
yanında Veli’nin de Aliyle ilişki arkadaşlığı olmalı ki, arkadaşlık hakkın-
da konuşabilelim. Bunun gibi, eş, kardeş, komşu da böyledir. Eş duru-
mundan bahsetmek için tek bireyden değil, onunla eş olma ilişkisine gi-
ren ikinci bir bireyden bahsetmek zorunluluğu vardır ve bu iki kişinin
izdivacıyla ikisinin birbirine izafeti ya da nispetiyle izafet oluşur. Komşu
için de bu durum aynıdır31. Eğer X’in komşusu Y ise o zaman XY komşu-
dur denir. Tek başına X ya da tek başına Y komşuluk izafeti içine gire-
mezler.
önerme doğrudur. Akıl öncelikle doğrudan nefse bunu öğretir. Yani akıl
apriori olarak bu kaziyenin içeriğini nefse bildirir. Bazı kimseler izafeti
yanlış kullanarak şöyle iddialarda bulunurlar. İşitme kulakla olur ve ku-
lak vasıtasıyla işitilir. Hayy (canlılık), hayatı gerekli kılar ve hayatla canlı
olunur. O halde Tanrı için hayatın, işitmenin vb. gerekli/zorunlu olmasını
istiyoruz derler. Tanrı bundan yücedir ve uludur. Ve biz Tanrıyı belirli bir
vücut içinde düşünerek ona hayatı, işitmeyi vb. izafe etmeyeceğiz. Bizzat
Tanrı bunlardan beridir. Tanrı hakkında işiticidir, görücüdür, haydır, vb
gibi sıfatlarla nassa uyacağız. Anlam da bunun gerektirdiği biçimde ola-
cak. Ve böylece hiçbir şey ona araz olmayacak, benzemeyecek. Tanrı kav-
ramın altına cinsleri, türleri (nevileri), ya da arazları ona mahmul (yük-
lem) kılmayacağız. Bütün bunlar terkiptir. Terkipler ise, ancak sonradan
var olurlar. Ve Tanrı için kuşkusuz bu âlem (belirli) isimleri terkip dışı
sadece nass ne diyorsa o anlamda kullanacağız. Bunun gibi örneğin “yel-
ken gemi için yelkendir; gemi yelken ile gemidir, sözü hatadır. Sözün
doğrusu, yelken, yelkenler bağlamında yelkendir. Yelkenler yelken ne ise
onunla yelken olurlar. Ve bunun gibi, aynı bağlamda: “Baş insanla baştır,
insan başla insandır” denirse, bu ifade hatalıdır/yanlıştır. Çünkü baş sa-
hibi, insan olmayabilir. Ancak doğru ifade “baş sahibi başıyla baş sahibi-
dir” şeklinde olmalıdır. Çünkü baş sahibinin başı vardır. İşte bu, izafetin
ve doğrunun amacındaki tertiptir, düzendir36.
Sonuç
İbn Hazm, Endülüs’te yaşamış, İslam düşünce tarihi içinde felsefi
görüşleri ve yönelimi bakımından çoğunlukla görmezden gelinen bir dü-
şünür olmuştur. Oysa İbn Hazm’ı mantık alanında sıkı bir Aristotelesçi
olarak görüyoruz. O dönemde mantık ilminde Aristoteles öğretisinin en
önemli üstadı Fârâbî olarak görülmektedir. Nitekim Fârâbî, Aristoteles’in
mantık eserlerine önemli açıklamalar yazan ve bu yüzden Muallim-i sâni
lakabını alan düşünürdür. Aristoteles’i takip etmek bir bakıma Fârâbî’yi
de yakından takip etmeyi gerektirir. Nitekim İbn Hazm’ın kategoriler
bahsinde Fârâbî’yi ve onun mantık üzerine getirdiği metodik açıklama
usulünü takip ettiği görülmektedir. Ancak İbn Hazm’ın zahiri geleneğin
önemli temsilcilerinden olması ve nassların zahirine göre hüküm verme
usulünü metodolojisinin mihveri kılması, onun özellikle Aristotelesçi
realizm anlayışını takip etmesini ve bu bağlamda Aristoteles’in “birinci
töz” anlayışıyla uyuşan bir gerçeklik tarifi içinde olmasını tevlit etmiştir.
Bu hususiyet İbn Hazm’ın İslam düşünce geleneğindeki orijinalitesini ve
dikkat edilecek en önemli özelliğini oluşturur.
Kaynakça
ARİSTOTELES, Kategoriler, çev., Saffet Babür, İmge Kitabevi yayınları, Ankara,
1996.
Organon I Kategoryalar, çev., Hamdi Ragıp Atademir, MEB yay., İstanbul, 1989.
Organon II Önerme, çev., Hamdi Ragıp Atademir, MEB yay., İstanbul, 1989.
Oluş ve Bozuluş Üzerine, Türkçesi, Celal Gürbüz, Ara Yayıncılık, 1990.
Metafizik, c.I, (A-Z), çev., Ahmet Arslan, Ege Üniv. Basımevi, 1985.
Organon III Birinci Analitikler, çev., H. R. Atademir, MEB yay., 1989.
COPLESTON, F., Aristoteles, Yunan ve Roma Felsefesi, Böl. 2a., çev., Aziz Yardımlı,
İdea yay., İstanbul, 1986.
İBN HAZM, et-Takrib li-Haddi’l-Mantık el-Medhal İleyhi bi’l Elfâzi’l Âmmiye ve’l-
Emsileti’l Fıkhiyye, Naşir, İhsan Abbas, Resailu Ibn Hazm içinde, Beyrut,
1959.
El- İhkam fi Usuli-l Ahkam, Kahire, 1345-1348.
KEKLİK, Nihat, İslam Mantık Tarihi ve Fârâbî Mantığı, c. I-II, Edebiyat Fakültesi
Basımevi, İstanbul, 1969-1970.
PORPHYRIOS, Isagoge, Aristoteles’in Kategorilerine Giriş, çev., Betül Çotuksöken,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986.
ROSS,W.D., Aristoteles, çev., Ahmet Arslan, Ege Üniv. Basımevi, İzmir, 1993.
TÜRKER-KÜYEL, Mübahat, Fârâbî’nin Bazı Mantık Eserleri, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Kurumu yayını, Ankara, 1990.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, Mantık Tarihi, İ.Ü.E. F. Yay., tarihsiz.
Giriş
Tarihte bazı olaylar vardır ki yaşandığı tarih diliminde o olayın
önemi bilinmez. Olayın getirileri yeterince öngörülemez. Hatta belki de o
vakayı o tarih diliminde kimse yeterince takdir edemez. Bu tür durumlar,
sonraki yıllarda geriye dönülüp bakılınca değeri anlaşılır. Bunlardan biri
de tarihin kırılma noktası diyebileceğimiz bir olay olan Hudeybiye Ant-
laşması’dır.
Hudeybiye Antlaşması
Hz. Peygamber, yoğun bir seriyye hareketi icrasından sonra, çok
önemli bir girişimde bulundu. Yanına aldığı 1500 kadar sahabesiyle umre
yapmak üzere Mekke’ye doğru yürüyüşe geçti. Bu sefere çıkarken Mek-
kelilerin taşkınlıklarından endişe ederek civardaki Arap kabilelerini de
kendisiyle gelmeleri için çağırdı. Ancak onlar katılmadılar.42 Sahabelere
38 Ahzab, 10.
39 Âdem Apak, İslam Tarihi, İstanbul, 2006, 229.
40 İbn Hişâm, es-Siretu’n-Nebeviyye, Beyrut, 1994, VII, 350.
41 Mahmut Esa’d Seydişehri, İslam Tarihi, Sad; A.Lütfi Kazancı, Osman Kazancı, İstanbul, 1983, 701.
42 İbn Hişam, VII, 52.
38 Tarihin Kırılma noktası; Hudeybiye Antlaşması
Hz. Peygamber, gerçekten büyük bir siyasi oyun ustası gibi hare-
ket etmişti. Onun bu hareketi karşısında Mekkeliler adeta satranç oyu-
Antlaşma Maddeleri
1- “Müslümanlar bu yıl Mekke'ye giremeyecekler ve Kâbe'yi ziya-
ret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabileceklerdir. Ertesi yıl
ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli
onlarla görüşmeyecektir. Kâbe ziyaretine gelirken yanlarında sadece yol-
cu kılıcı bulundurabileceklerdir. Peygamber, Mekke'den çıkarken kendi-
siyle birlikte gitmek isteyenlerden hiç kimseyi yanına alamayacaktır;
kendisiyle birlikte Mekke'ye girenlerden burada kalmak isteyenler olursa
onlara engel olmayacaktır. “53
53 Belazurî, I, 418.
55 Fetih, 24-25.
56 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Çev; Mehmet Yazgan, İstanbul, 2004, 423.
57 İbn Hişam, VII, 66; Belazurî, I, 418.
58 Vakıdi, 593.
59 Belazurî, I, 418.
60 Vakıdi, 610.
44 Tarihin Kırılma noktası; Hudeybiye Antlaşması
Allah bir yol açacaktır.”61 Sonuçta bütün bir toplumun menfaati birey için
feda edilemezdi.
66 Nasr, 1-2.
46 Tarihin Kırılma noktası; Hudeybiye Antlaşması
Sonuç
Dünya tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri, İslam’ın
dünya sahnesine çıkıp başarı kazanmasıdır. İslam tarihinin en önemli
dönüm noktalarının başında da Hudeybiye Antlaşması gelmektedir. Bu
durum tarihte ender yakalanan bir trend idi. Hudeybiye ile başlayan za-
ferler devam etti. Bu durum, Hz. Peygamber'den sonra da devam etti ve
İslam kısa sürede büyük coğrafyalara ulaşabildiyse bunun başlangıç nok-
tasını Hudeybiye Antlaşması sırasında Hz. Peygamber'in gösterdiği bü-
yük dahilik ve uzak görüşlülük olarak açıklamak kesinlikle abartı olma-
yacaktır.
74 Fetih, 1, Tefsirciler buradaki fethin zaferlerin başlangıcı olan Hudeybiye Barışı olduğunu ifade
ederler. Bkz. Esed, ilgili ayetin tefsiri.
Özet
İslâm’da iletişime vesile olan emir ve tavsiyeler arasında se-
lamlaşmanın önemli bir yeri vardır. Birbirleriyle karşılaştıkları zaman
Müslümanların selamlaşmaları, onlardan alışkanlık haline getirmeleri
istenen davranışlardandır. Selamlaşmanın da aralarında yer aldığı ah-
lâk ve âdâba ilişkin emirler dinin temel kaynaklarında önemli bir yer
işgal eder. Kur’an’da, “selam verme”, önemli muaşeret ve nezâket ku-
ralları arasında sayılır.
Anahtar Kelimeler: Selam, toplum, barış, insan ilişkileri.
The Fact Of Greetıng And Salutatıon In Islam
Abstract
Salutation has a significant place among the commands and
advices which give rise to communication in Islam. Greeting each
other when they meet is one of the behaviours muslims are required
and demanded to practice habitually. The commands about morality
and good manners among which greeting is one occupy an important
place in fundamental resources of Islam. “Greeting”, according to
Quran, is one of the important social and politeness rules.
Key words: Greeting, society, peace, human relations.
Giriş
Sosyal olgunluk işareti olan selâm insana özgü, insan olmanın ge-
reği erdemli bir davranış biçimidir. Nezaketin ilk ve önemli kuralıdır.
Selam vermek, topluma karşı en başta gelen görevlerdendir.
75 Ebû Hâmid Muhammed el-Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Çev. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi,
İstanbul, 1973, II/504; M. Yaşar Kandemir, Örneklerle İslâm Ahlâkı, Nesil Yayınları, İstanbul, 1993, s.
302; İsmail Hakkı Uca, İslâm’da Yaşayış Esasları, Can Kitabevi, Konya, 1977, s. 230; Ali İbn
Emrullah, Muhammed Hâdimî, İslâm Ahlâkı, Hakikat Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 317; Sofuzade
Seyyid Hasan Hulûsi, Mecmâ’ul Âdâb, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, 1975, s. 309; Şinasi Gündüz,
Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, 1998, s. 336; Naim Erdoğan, Sönmeyen Nur: İslâm, Sa-
lah Bilici Kitabevi, İstanbul, 1970, s. 132.
76 M. Zeki Duman, “Asr-ı Saadet’te Âdâb-ı Muaşeret”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslâm, Editör:
78 Muhammed Abdullah Draz, Kur’an Ahlâkı, Çev. Ünver Günay, Emrullah Hatipoğlu, İz Yayıncılık,
İstanbul, 1993, s. 407-408; Ali Türkmen, İslâm İletişim Hukuku, Erol Ofset, Samsun, 1996, s. 237;
Muntasır Mîr, Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Çev. Murat Çiftkaya, İnkılâb Yayınları, İstan-
bul, 1996, s. 171; Muhammed Hamidullah, İslâm’a Giriş, I. I. F. S. O., 1971, s. 182; Nevzat
Ayasbeyoğlu, İslâmiyetin Eğitimimize Getirdiği Değerler ve Kur’an-ı Kerim’in Eğitim ile İlgili
Âyetlerinin Tahlili, M. E. B., İstanbul, 1991, s. 105, 108; Hüsameddin Erdem, Son Devir Osmanlı Dü-
şüncesinde Ahlâk, Sebat Ofset Matbaacılık, Konya, 1996, s. 217; Mustafa Tavukçuoğlu, Hüsamettin
Erdem, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi: Eğitim Fakülteleri İçin, Mikro Yayınları, Ankara, 2002, s. 216;
Yusuf Ziya Yörükân, Müslümanlık ve Kur’an-ı Kerim’den Âyetlerle İslâm Esasları, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1998, s. 225; Osman Pazarlı, İslâm’da Ahlâk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1980, s.
271.
52 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
vermek yerinde bir davranış olur. Birbirine yaklaşan ve iyi ilişkiler kur-
mak isteyen insanlar arasındaki ilk temas selamlama şeklinde gerçekleşir.
Karşılıklı olarak birbirlerinin kişisel alanları içerisine giren insanlar ara-
sında tanışıklık varsa ya da başlayacaksa, bunun göstergesi selam almak
/ selam vermektir.79
79 Wolfgang Zielke, Sözsüz Konuşma, Çev. Esat Mermi, Say Sayınları, İstanbul, 1993, s. 45; Elizabeth
Tierney, Başarılı İletişimin 101 Yolu, Çev. Zehra Savan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001, s. 102; Özcan
Köknel, İnsanı Anlamak, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 60; Tevfik Ercan, Başarı Anahtarı,
Öğretmenler Matbaası, Ankara, 1967, s. 36-37.
80 Pierre Guiraud, Göstergebilim, Çev. Mehmet Yalçın, İmge Kitabevi, Ankara, 1994, s. 114; Nükhet
82 Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig, Haz., Yaşar Çağbayır, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara,
2005, s. 202-203; Hüseyin Atay, Kur’an’a Göre İslâm’ın Temel Kuralları, M. E. B., İstanbul, 1994, s. 60.
lıklı selam alıp vermek suretiyle insanlar, birbirilerini iyilik dilemiş, sevgi
ve yakınlığın en iyi örneğini ortaya koymuş olurlar.83
83 Mahir İz, Din ve Cemiyet, Kitabevi, İstanbul, 1990, s. 180-182; Mücteba Uğur, İslâm Âdâbı, Sönmez
Neşriyat, İstanbul, 1971, s. 238; İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neşri-
yat, İstanbul, 1977, s. 158.
84 Alptekin Ulutürk, Sosyal Davranış Kuralları ve Protokol, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2000, s. 330;
Yalçın Yurtbay, Nezaket ve Görgü Kuralları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 21; Mehmet
Dikmen, Huzurlu Yaşamak İçin 100 Altın Kural, Sevgi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 103; Fatma Yüncü,
Beşerî Münâbetler, Yüncü Yayınları, Ankara, 1995, s. 15; Bekir Demir, Peygamberimiz Efendimiz’in
Çocuklara Davranışları, Adım Yayıncılık, İstanbul, 1999, s. 168; Hasan Akay, İslamî Terimler Sözlüğü,
İşaret Yayınları, İstanbul, 1995, s. 416; Osman Pazarlı, İslâm’da Ahlâk, Remzi Kitabevi, İstanbul,
1980, s. 271.
85 Hasan Haksan, Çağdaş Görgü Sözlüğü, Varlık Yayınları, İstanbul, 1967, s. 121.
87 İbnu’l-Mukaffâ, İslâm Siyâset Üslûbu, Çev. Vecdi Akyüz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2004, s. 60;
Hasan Zafer Doğan, İş Psikolojisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1986, I/154.
54 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
88 Hal Urban, Olumlu Sözcükler Etkili Sonuçlar, Çev. Bülent Akat, Elma Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 24,
75.
89 Emine Yüter, Ailede ve Toplumda Görgü ve Nezaket Kuralları, Papatya Yayınları, İstanbul, 2003, s. 24;
Ahmet Maranki, Elmas Maranki, Kozmik Bilim ve Bilinçte Yaşam Enerjisi, Mozaik Yayınları, İstan-
bul, 2006, s. 223; Cihan Yamakoğlu, İnsan İlişkileri, Ankara, 1996, s. 86-87; Hayrani Altıntaş, İslâm
Ahlâkı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999, s. 302; Ömer Nasuhi Bilmen, Yüksek İslâm Ahlâkı, Timaş Ya-
yınları, İstanbul, 2007, s. 131-132; Mustafa Öcal, “Selâm” Mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, V/374;
M. Zeki Duman, Kur’an-ı Kerim’de Adâb-ı Muaşeret: Görgü Kuralları, Tuğrâ Neşriyat, İstanbul, 1992,
s. 319; Öznur Özdoğan, Mutluluğu Seçiyorum, Özdenöze Yayınları, Ankara, 2007, s. 62-63.
işi seve seve yaptığını ve hatta sıradaki diğer insanlara da aynı moralle
hizmet etmeye devam ettiğini görmüşümdür.90
90 Sıtkı Aslanhan, Başarı ve Mutluluk İçin Hayata Gülümse, Hayat Yayınları, İstanbul, 2006, s. 70.
91 Latif Erdoğan, İman Ahlak Aksiyon, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007, s. 167-169; H. Emin Sert,
Kur’an’da İnsan Tipleri ve Davranışları, Bilge Yayınları, İstanbul, 2003, s. 330-331.
92 Mustafa Arslan, “İslâm’ın İlk Döneminde Toplumsallaşma Olgusuna Sosyolojik Bir Bakış: Kardeş-
Birlikte Kazanmak, Çev. Selim Yeniçeri, Beyaz Yayınları, İstanbul, 1999, s. 79; İz., a.g.e., s. 184.
56 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
B. Kur’an’da Selâm
Araştırmamızda öncelikle insanlar arası ilişkilerde selamlaşmanın
rolü ve önemini vurgulayan âyetleri, bu âyetlerin vermek istedikleri me-
sajları anlamaya çalışacağız. Bunun yanında, insan suretindeki meleklerin
bir insana / peygambere selam vermesini Kur’an’ın konu edindiğini görü-
rüz. Burada gerçekte insanlar arası selamlaşma söz konusu edilmese de,
insanlar arası selamlaşma konusuna ışık tutacak vurguların olduğunu
düşünüyoruz. Kur’an’da insanlar arası selamlaşma denildiğinde yaygın
94 Richard Carlson, Ufak Şeyleri Dert Etmeyin, Çev. Esat Ören, Alkım Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 67-68;
Muhammed Ali Sadat, İslâm Ahlâkı, Çev. Cemil Sönmez, Bilge Adam Yayınları, Van, 2005, s. 130;
Has Hacip, a.g.e., s. 202.
95 İz, a.g.e., s. 181; Yüter, a.g.e., s. 26.
96 Füsun Akkök, İlköğretimde Sosyal Becerilerin Geliştirilmesi, Özgür Yayınları, İstanbul, 2003, s. 33-35.
97 Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1998, s. 479, 481.
98 Arendonk, “Selâm” Mad., İslâm Ansiklopedisi, M. E. B., X/330
99 Şuarâ, 26/89.
102 Ebu’l-Kâsım el-Hüseyn İbn Muhammed er-Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-
Ma’rife, Beyrut, tsz., s. 239; Mecdüddîn Muhammed İbn Yakûb el-Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi’t-
Temyîz, el-Mektebetü’l-ilmî, Beyrut, tsz., III/252; Ahmed İbn Yusuf es-Semîn el-Halebî, Umdetü’l-
Huffâz fî Tefsîri Eşrefi’l-Elfâz, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, 1993, II/246; Muhammed Ali İbn Ali İbn Mu-
hammed et-Tahânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut, 1998, II/415.
103 Yûnus, 10/25.
104 Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed İbn Mükrem İbn Manzûr, Lîsânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut,
1997, XII/291.
105 Haşr, 59/23.
106 Mukâtil İbn Süleymân, Kur’an Terimleri Sözlüğü, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yayınları, İstanbul,
2004, s. 408.
İslâm, dinî bir terim olarak iki manaya gelir. Birincisi, sadece söz-
lü olarak Müslüman olmanın itiraf edilmesidir.111 İkincisi, kalpteki inancı
itiraf etmek, inancını davranışlarında ortaya koymak, Yüce Allah’ın bü-
tün kaza ve kaderine teslim olmaktır.112
“Bir selâm ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm
verin yahut verilen selâmı aynen iade edin. Şüphesiz Allah, her şeyi hesaplayan-
dır.”118
117 el-İsfehânî, a.g.e., s. 241; İbn Manzûr, a.g.e., XII/292, 295-297; el-Halebî, a.g.e., II/249.
118 Nisâ, 4/86.
119 Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1997, IV/161; Muhammed
İbn Ali İbn Muhammed eş-Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 1995, I/622; Mu-
hammed Cemâluddîn el-Kâsimî, Tefsîru’l-Kâsimî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1994, II/409;
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz., II/1407-1408;
Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’anı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1985,
II/636-637; Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1991,
II/332.
120 Ateş, a.g.e., II/332.
121 er-Râzî, a.g.e., IV/161; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret
123 Ateş, a.g.e., II/332; Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları, İstanbul, 1993,
II/290.
124 Ebu’l-Kâsım Cârullah Muhammed İbn Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmizı’t-Tenzîl,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, I/533; er-Râzî, IV/163; Ebu’l-Hasen Ali İbn Muhammed İbn
Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz, I/513; eş-Şevkânî, a.g.e.,
I/622; el-Kâsimî, a.g.e., II/409; Vehbe ez-Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1991, V/183;
Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, tsz., I/393; Yazır, a.g.e., II/1407;
Bilmen, a.g.e., II/636; Toptaş, a.g.e., II/290.
koyduğu kalıp ve ölçü daha güçlü selamın söze dökülen yanını bize öğ-
retmektedir. Âyetin amacını gerçekleştirmek, Hz. Peygamber’in daha
güçlü selamı anlatmak için bize öğrettiği sözlerle önemli ölçüde sağlanır.
Bununla birlikte daha güçlü bir selamla selamı karşılamanın kalbî bir bo-
yutu ve bunun dış yansımaları bulunmalıdır. Verilen selama daha can-
dan, neşeyle, mutlulukla, ilgiyle, daha hoş bir ses tonuyla, tam bir beden-
sel yönelişle, tebessümü eksik etmeden karşılık verilmelidir. Verilen se-
lamı karşılarken sergilenen ilgisizlik, isteksizlik ve bu gibi durumların ses
tonuna, jest ve mimiklere yansımaları dinî açıdan doğru tutumlar değil-
dir. Selamın insan ilişkilerine sağladığı katkıların tam manasıyla gerçek-
leşmesine imkân vermez.
Selamlaşmada, Allah’ın “selâm” ismi anıldığı için bir tür zikir yani
Allah’ı anma sevabı ortaya çıkar. Selam, her şeyden önce, Allah’a yapılan
bir duadır. Bu yönüyle ibadet hükmündedir. Selam vermek ve almak ge-
nel manada bireylere ve topluma sayısız olumlu katkılarda bulunur. İn-
sanlara faydalı olan her söz ve davranış Allah katında değerli bir eylem-
dir. Selam vermek için her fırsatı değerlendiren ve verilen her selamı iç-
tenlikle alan mü’min, aynı zamanda dinî bir müessesenin yaşatılmasına
fiilî katkı sağlamış olmaktadır. Bu tür bir çaba mü’mine sevaplar kazandı-
ran bir fırsat kapısıdır. Görüldüğü gibi, mü’minin selamla ilgili her türlü,
düşünce, niyet, söz ve fiilleri Allah katında karşılıksız bırakılmayacaktır.
Yüce Allah, Kur’an’da bu gerçeği açıkça belirtmektedir. Buna göre, selam-
laşmak, sadece dünyada getirileri olan bir eylem değil, Allah tarafından
125 ez-Zemahşerî, a.g.e., I/534; el-Kâsimî, a.g.e., II/409; ez-Zuhaylî, a.g.e., V/184; es-Sâbûnî, a.g.e., I/393;
Yazır, a.g.e., II/1409; Bilmen, a.g.e., II/636.
64 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
“Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam
vermeden girmeyin. Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp
anlarsınız.”126
Derveze, et-Tefsîru’l-Hadîs, Çev. Mustafa Altınkaya ve diğerleri, Ekin Yayınları, İstanbul, 1998,
VI/335-336; es-Sâbûnî, a.g.e., II/334; Yazır, a.g.e., V/3497-3498; Bilmen, a.g.e., V/2343-2344.
128 el-Mevdudî, a.g.e., III/461-462; Bkz, M. Zeki Duman, Beyânu’l-Hak, Fecr Yayınları, Ankara, 2006,
III/372.
129 Abdurrahman İbn Nâsır es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîmi’r-Rahmân fî Tefsîri Kelâmi’l-Mennân, Müessetü’r-
131 Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl, Dâru’n-Nefâis, Beyrut, 1996,
“Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dile-
ği olarak kendinize (kendinizden olan ev halkına) selam verin. İşte Allah, âyetleri
size böyle açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.”132
132Nûr, 24/61.
133el-Cezâirî, a.g.e., III/592.
134 el-Mâverdî, a.g.e., IV/126-127; Ebû Abdullah Muhammed İbn Ahmed el-Kurtûbî, el-Câmiu li
Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, XII/209-210; İbn Kesîr, a.g.e., III/317; en-
Nesefî, a.g.e., III/229; el-Beyzâvî, a.g.e., II/132; el-Merâğî, a.g.e., VI/378; el-Cezâirî, a.g.e., III/592; es-
Sa’dî, a.g.e., s. 524; es-Sâbûnî, a.g.e., II/350; Bilmen, a.g.e., V/2385-2386; Ateş, a.g.e., VI/212.
İnsan şeklinde Hz. İbrahim’e misafir olarak gelen bir gurup melek,
konuşmaya selam vererek başlamışlardır. Hz. İbrahim ise aldığı ilâhî ter-
biyeye uygun olarak, onların selamına içerik ve içtenlik olarak daha güçlü
ve etkili bir selamla karşılık vermiştir:
135 el-Kurtubî, a.g.e., XII/210; İbn Kesîr, a.g.e., III/318; en-Nesefî, a.g.e., III/229; el-Merâğî, a.g.e., VI/378;
el-Cezâirî, a.g.e., III/592; Bilmen, a.g.e., V/2386.
136 Hûd, 11/69.
139 ez-Zemahşerî, a.g.e., II/393-394; eş-Şevkânî, a.g.e., II/631; Ebû Muhammed Abdulhak İbn Ğâlib İbn
Atıyye el-Endelûsî, el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
1993, III/365; el-Beyzâvî, a.g.e., I/531; el-Kâsimî, a.g.e., VI/345; el-Merâğî, a.g.e., IV/334; el-Cezâirî,
a.g.e., V/161; es-Sâbûnî, a.g.e., III/253; Yazır, a.g.e., VI/4536; Bilmen, a.g.e., III/1496-1497;VII/3491;
IV/1734.
140 el-Mâverdî, a.g.e., II/482.
141 en-Nesefî, a.g.e., IV/270; İbn Kesîr, a.g.e., IV/252; Yazır, a.g.e., VI/4536.
“Ey inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, din-
leyin, size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: “Sen
mü’min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır.
Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti imana geldiniz. O halde iyice anla-
yın, dinleyin, peşin hüküm vermeyin. Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almakta-
dır.”143 Bu âyette selâm imanın sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Peygamber döneminde savaş için yola çıkan bir gurup Müs-
lüman, beraberinde birçok ganimet bulunan bir kişiyle karşılaştılar. Bu
adam onlara selâm verdi ve tekbir getirdi. Müslümanlar, onun bu sözün-
de samimi olmadığını, aslında kâfir olduğunu, can korkusuyla selam
verdiğini düşünerek öldürdüler. Bu olayla ilgili haber Hz. Peygambere
ulaşınca çok üzüldü. Olaya sebebiyet verenleri, “Adamın göğsünü yara-
rak baktınız mı?” diyerek azarladı. Adamın malının ve diyetinin ailesine
verilmesini emretti. Bu hadise, âyetin nüzûl sebebi olarak gösterilen olay-
lardan birisidir.145
V. Selamın İstismarı
Selam hem bir söz kalıbı olarak hem de İslâm dininde ihtiva ettiği
anlam açısından kedine özgü bir eylemdir. Birisini gerçek manada selam-
layan bir Müslüman, selâm sözünün ihtiva ettiği duygu ve düşünce yo-
ğunluğunu iletmiş olur. Selâm bir söz olduğu kadar, aynı zamanda bir
manadır, zâhirî ve bâtınî yapıların bütünleşmesinden oluşur. Ağzıyla
selam verip kalbiyle olumsuz mesajlar vermeyen ya da gerçekten selamın
ihtiva ettiği olumlu manayı kastetmeyen kişi selam vermiş sayılmaz. Hz.
144 Ali Turgut, Kur’an-ı Kerim’e Göre Ahlâk Esasları, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 168; Akyüz, a.g.e.,
s. 479.
145 ez-Zemahşerî, a.g.e., I/541; el-Mâverdî, a.g.e., I/520; Yazır, a.g.e., II/1426-1427; Bilmen, a.g.e., II/468;
Hakîm ve Meâl-i Kerîm, Elif Ofset, İstanbul, 1992, I/138; Ateş, II/347-348; Toptaş, a.g.e., II/296.
149 İbn Kesîr, a.g.e., IV/346; el-Merâğî, a.g.e., X/11-12; Yazır, a.g.e., VII/4789; Ateş, a.g.e., IX/317.
150 el-Beyzâvî, a.g.e., II/285; el-Cezâirî, a.g.e., IV/386; es-Sa’dî, a.g.e., s. 644; Yazır, a.g.e., VI/4036; Ateş,
a.g.e., VII/355.
151 Yâsîn, 36/55-58; Bkz., “İki taraf arasında bir perde ve A’râf üzerinde de hepsini işaretleriyle tanıyan erkek-
ler vardır. Bunlar henüz cennete girmemiş olan, fakat girmeyi bekleyen, cennet halkına: “Selâm size!” diye
seslendiler.” (A’râf, 7/46) Cennet ile cehennem arasında, A’râf denilen yüksek bir surun üzerinde
her ikisini de görebilen birtakım insanlar bulunacaktır. İşte bu insanlar, henüz cennete girmemiş,
ama girmeyi uman cennetlik kimseleri “Selâm size!” diyerek selamlayacaklardır. (el-Kurtubî,
a.g.e., VII/136-137; ez-Zuhaylî, a.g.e., VIII/216; Ateş, a.g.e., III/342) Âyet şu şekilde de anlaşılmıştır:
A’rafta bulunanlar, cennetliklere “selâmün aleyküm” diye seslenirler, onlara dua ederek, cennete
kavuşmuş olmalarına işarette bulunurlar. Yine bu a’rafta bulunanlar, cennete girecekleri ümidi
beslerler. (el-Kurtubî, a.g.e., VII/136-137; en-Nesefî, a.g.e., II/80; ez-Zuhaylî, a.g.e., VIII/216; es-
Sâbûnî, a.g.e., I/447; Bilmen, a.g.e., II/1023) “Kendi’sine kavuştukları gün, mü’minleri “Selâm” ile karşı-
lar ve onlara güzel bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/44) Âyette, mü’minlerin selâm yurdunda Allah
ile karşılaştıklarında selâm ile anılacakları haber verilir. Yüce Allah âhirette –ölümden sonra, di-
rilmenin andından, cennete girildiğinde-gerçekleşecek bu karşılaşmada mü’minlere selâm vere-
cektir. Yüce Allah’ın âhirette mü’minlere olan inayeti, onlara iyilik ve hayır delili olarak selam
vermesidir. Zira karşılaşılan birisine selam vermek, aralarındaki kaynaşma ve yakınlaşmaya, se-
lamı esirgemek ise, soğukluk ve uzaklaşmaya delalet eder. Ya da bu âyette sözü edilen selamlama
melekler aracılığıyla olacak, melekler her yandan gelerek “selâmün aleyküm” diyecekler, güven
sizin üzerinize olsun, size korku ve üzüntü yoktur müjdesini vereceklerdir. Ayete, cennette birbir-
leriyle karşılaşan mü’minlerin birlerini selamlayacağı şeklinde mana verenler de vardır. (er-Râzî,
a.g.e., IX/172; el-Endelûsî, a.g.e., IV/389; el-Beyzâvî, a.g.e., II/248; el-Cezâirî, a.g.e., IV/276; Ateş, a.g.e.,
VII/178) “Onlara: “Oraya esenlikle, güven içinde girin!” denilir.” (Hicr, 15/46) “Ona esenlikle girin. Bu,
ebedî yaşama günüdür.” (Kâf, 50/34) Cennete kavuşan kimseler Allah katında büyük iltifat görecek-
ler, cennete girdiklerinde selamla karşılanacaklardır. Âyette geçen selâm kelimesini emniyet an-
lamında değerlendirdiğimizde âyet şu anlama gelir. Onlara, “her türlü felâket, yok oluş, ölüm ve
hastalık korkusu, endişe, üzüntü ve sıkıntıdan sonsuza kadar uzak olarak, cehennem ateşinden
kurtulmuş ve ilâhî selâma muhatap olmuş bir şekilde cennete giriniz” denilecektir. Eğer selamla-
ma anlamına alırsak, “Geliniz, cennete giriniz, Allah ve melekleri tarafından size selâm vardır.”
şeklinde anlaşılır. (el-Kurtubî, a.g.e., X/23; İbn Kesîr, a.g.e., II/572; İzzuddîn Abdülazîz İbn
Abdisselâm ed-Dımeşkî, Tefsîru’l-Kur’ân, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 1996, II/176; el-Kâsimî, a.g.e.,
IV/491; VI/335; el-Cezâirî, a.g.e., V/149; Muhammed Mahmûd Hicâzî, et-Tefsîru’l-Vâzıh, Dâru’l-
Ceyl, Beyrut, 1991, III/525; el-Mevdudî, a.g.e., V/448/449; Bilmen, a.g.e., IV/1732) “Eğer sağcılardansa
(amel defteri sağ tarafından verilenlerdense): “Ey sağcı, sana sağcılardan selâm!” (Vâkıa, 57/90-91) Amel
defteri sağ tarafından verilecek mü’minlere, kendisi gibi olanlar tarafından selâm verilecektir. Elde
ettikleri kurtuluş ve mutluluk sebebiyle birbirlerini müjdeleyeceklerdir. âhirette bir kimsenin “se-
lam” ile karşılanması onun cennetlik olduğunun belirtisidir. Âyette, “fe selâmun lek” şeklinde
mahâtap kalıbına dönüş yapılması, cennetliklere verilen değeri ifade etmek içindir. (er-Râzî, a.g.e.,
X/438; el-Bursevî, a.g.e., IX/341; Bilmen, a.g.e., VIII/3617) “Melekler, iyi insanlar olarak canlarını aldığı
kimselere de: “Selâm size, yaptıklarınıza karşılık cennete girin!” derler.” (Nahl, 16/32) Mü’minler ölüm
anında ruhlarını meleklere verirlerken, melekler onlara bir güven işareti olarak “selam size, Allah
sizi selâmet ve cennetle müjdeliyor, girin cennete” derler. (el-Kurtubî, a.g.e., X/67; Bilmen, a.g.e.,
IV/1773) “Rab’lerinin azabından korunanlar da bölük bölük cennete sevk edildiler. Kapıları daha önce açıl-
mış bulunan cennete vardıklarında onun bekçileri onlara: “Selam size, ne hoşsunuz, ebedi kalmak üzere bu-
raya girin!” dediler.” (Zümer, 39/73) “İşte onlar, sabretmelerine karşılık saraylarda ödüllendirilecekler ve
orada bir sağlık dileği ve salâm ile karşılanacaklardır.” (Furkân, 25/75) Yüce Allah ve cennette görevli
melekler, mü’minleri “selâm” ile karşılarlar. “Selâm size, hoş geldiniz! Buyurun! İçinde temelli ka-
74 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
Cennette mutluluk veren, seçkin ve hoş bir söz olan “selâm” sesi
işitilecektir. Boş ve rahatsız edici hiçbir söz duyulmayacaktır. Yüce Allah
ve melekler cennetlikleri, hem de mü’minler birbirlerini selamla karşıla-
yacaklardır: “Orada ne boş bir söz ve ne de günaha sokan bir laf işitirler. Duy-
dukları söz, yalnız “Selâm, selâm”dır.”155 “Orada boş söz değil, yalnız selâm
işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da hazırdır.”156
lacağınız cennete girin!” derler. Uzun bir hayat yaşamaları için dua ederler. Bütün sıkıntılardan,
istenmeyen şeylerden uzak kalacaklarını, artık bundan sonra hiçbir şeyin huzurlarını bozamaya-
cağını belirtirler. Âyette, (25/75) “tahiyye” ile “selâm” kelimeleri bir araya gelmişlerdir. Bu du-
rumda, tahiyyenin uzun bir yaşama, selâmın ise kurtuluş dua ve temennisi olduğu söylenir. (ez-
Zemahşerî, a.g.e., III/289; eş-Şevkânî, a.g.e., IV/113; en-Nesefî, a.g.e., III/259; el-Merâğî, a.g.e.,
VIII/288; el-Bursevî, a.g.e., VI/255; ez-Zuhaylî, a.g.e., XIX/113; Esed, a.g.e., s. 951; es-Sâbûnî, a.g.e.,
II/371; III/89; Bilmen, a.g.e., VI/3109).
152 eş-Şevkânî, a.g.e., II/529; el-Kâsimî, a.g.e., IV/473; el-Mevdudî, a.g.e., II/516; Yazır, a.g.e., IV/2680;
“O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka Tanrı yoktur. Pâdişahtır, mukaddes-
tir, selâm, mü’min, müheymin, azîz, cebbâr, mütekebbir’dir. Allah insanların
ortak koştukları şeylerden yücedir.”159
157 el-Kurtubî, a.g.e., IX/205; İbn Kesîr, a.g.e., II/529; el-Mevdudî, a.g.e., II/491.
158 Ra’d, 13/23-24.
159 Haşr, 59/23.
76 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
160 ez-Zemahşerî, a.g.e., IV/497; eş-Şevkânî, a.g.e., V/257; el-Kurtubî, a.g.e., XVIII/31; Celalüddin Mu-
hammed İbn Ahmed el-Mahallî, Celalüddin Abdurrahman İbn Ebî Bekr es-Suyûtî, Tefsîru’l-
Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Kalem, Kahire, 1966, s. 508; el-Bursevî, a.g.e., IX/459; Esed, a.g.e., s. 1134; el-
Mevdudî, a.g.e., VI/207; Ateş, a.g.e., IX/363.
161 Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyet, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 268; Metin Yurdagür, Âyet
ve Hadislerde Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın İsimleri, Marifet Yayınları, İstanbul, 1996, s. 79-80.
162 Furkân, 25/63; Kur’an’da inkârcılara verilen selâm örnekleri için bkz., “Boş söz işittikleri zaman
ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selâm olsun, biz cahillerle sohbet et-
meyi istemeyiz” derler.” (Kasas, 28/55) Mü’minler, kötü ve incitici ya da ilâhî değerlere aykırı bir söz
işittiklerinde, bu sözleri söyleyenlerden, “size selam” diyerek yüz çevirirler, onlarla yakın ilişki
kurmazlar, senli benli olmazlar. Burada sözü edilen selam, normal selamlama anlamında değildir.
Âyetteki “selâmün aleyküm” ifadesi bir tür mütâreke ifade eder yani kavga etmeyelim, ayrılalım,
Allah’a ısmarladık anlamındadır. “Biz anlayışsız insanlara uymak, sevgi beslemek, onlarla sohbet
etmek, muhatap olmak istemiyoruz, bu seviyesiz konuşma ortamından kendimizi uzak tutuyoruz,
kötü söze kötüsüyle değil, iyi sözle karşılık vermeyi tercih ediyoruz, biz barış istiyoruz, sizinle
hiçbir işimiz yoktur.” manasındadır. (el-Beyzâvî, a.g.e., II/196; el-Merâğî, a.g.e., VII/181; Hicâzî,
a.g.e., II/837; Derveze, a.g.e., II/302; ez-Zuhaylî, a.g.e., XX/126-127; es-Sa’dî, a.g.e., s. 570; Yazır, a.g.e.,
V/3747.) “İbrahim: “Selâm sana, dedi, senin için Rabb’imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana lütuf-
kârdır.” (Meryem, 19/47) Burada Hz. İbrahim ile babası arasında geçen bir konuşma söz konusu-
dur. O babasının şiddetli karşı koymasına rağmen, nezaketten, yumuşaklıktan ayrılmamış, ona
kötülükle karşılık vermemiştir. Onun endişesini gidermeye, ona güven telkin etmeye çalışmıştır,
hoşlanmayacağı bir şeyi asla yapmayacağına, saygısını devam ettireceğine dair îmada bulunmuş-
tur, kurtuluşu için çabaladığını göstermek istemiştir. Hz. İbrahim’in babasına, selâm vermesi,
onunla barış içerisinde olması, mütâreke yapması, ona kötülük yapmayı istememesi şeklinde de
anlaşılabilir. (er-Râzî, a.g.e., VII/546; el-Kurtubî, a.g.e., XI/75; es-Sâbûnî, a.g.e., II/219; Bilmen, a.g.e.,
IV/2028)
163 ez-Zemahşerî, a.g.e., III/283; eş-Şevkânî, a.g.e., IV/107; el-Kâsimî, a.g.e., V/349; Esed, a.g.e., s. 737; es-
Sâbûnî, a.g.e., II/369; el-Mevdudî, a.g.e., III/537; Bilmen, a.g.e., V/2429; Ateş, a.g.e., VI/272.
78 İslam’da Selam ve Selamlaşma Olgusu
“Ey Muhammed, şimdi sen onlardan geç ve “Size esenlik dilerim” de.
Yakında bileceklerdir.”164
“Haydi, varın ona deyin ki, biz senin Rabb’inin elçileriyiz; İsrâil oğulla-
rını bizimle gönder, onlara azap etme. Biz Rabb’inden sana bir âyet getirdik.
Esenlik, hidâyete uyanlaradır.”167
Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun, Firavun’a gidip onu hak dine davet it-
mişler, ona ilâhî mesajları iletmişler, mucizeler göstermişlerdir, sonra da
ona söyle demişlerdir: “Selâm hidâyete tâbi olan kimse üzerinedir.” Yüce
Allah’ın ve meleklerin selâmı peygamberlere iman eden, ilâhî mesajları
benimseyen ve hak dini kabul edenleredir. Melekler cennette hidâyete
uyanlara selâm vereceklerdir. Dünyada ve âhirette selâmet, Yüce Allah’ın
varlığını kabul eden ve gösterdiği yola uyan kimseler içindir. Müslüman
olan, ilâhî azaptan kurtulur. Allah’ın bahşedeceği nihâi kurtuluş, yalnızca
O’nun gösterdiği yolu izleyen kimselerin olacaktır. Burada Firavuna se-
lam verilirken, “Selam İslam’a girenlere” denmektedir. Mü’minlere selâm
verirken, “selâmün aleyküm”, kâfirlere selam verirken ise “esselâmü alâ
men ittebea’l-hüdâ” (selâm hidâyete tâbi olanlara) denir. Buradaki selâm
mü’minlerin birbirlerine verdiği selâmdan farklıdır.168
“Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık. Âlemler içinde “Nûh’a
selâm olsun.”169 “Sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık. “İbrahim’e
selâm olsun.”170 “Sonra gelenler arasında onlara iyi bir ün bıraktık. Mûsâ ve
Hârun’a selâm olsun.”171 “Biz sonra gelenler arasında ona iyi bir ün bıraktık.
İlyâsîn’e selâm olsun.”172 “Selâm gönderilen elçilere.”173
nel olarak elçilik görevini yerine getiren bütün peygamberlere selam ve-
rilmiştir.174
174 el-Beyzâvî, a.g.e., II/296; el-Kâsimî, a.g.e., VI/67, 82; el-Merâğî, a.g.e., VIII/179, 186, 189; es-Sâbûnî,
a.g.e., III/37, 41, 43, 47; Yazır, a.g.e., VI/4060, 4064, 4079-4080; Bilmen, a.g.e., VI/2986, 2995, 2998,
3001, 3016; Ateş, a.g.e., VII/409, 413, 419, 420, 433.
175 Buhârî, Babu mâ câe fi’s-sehv, II/70; Müslim, Kitâbu’s-selâm, VII-10.
177 Bedrüddîn Ebû Muhammed Mahmûd İbn Ahmed el-Aynî, Umdetü’l-Kârî, Mektebetü Mustafâ el-
Bâbî, Mısır, 1972, I/156; Ebu’l-Hasen Ali İbn Helf İbn Abdülmelik İbn Battâl, Şerhu İbn Battâl,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmî, Beyrut, 2003, I/57.
178 Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-Hak el-Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1995,
181 Ebu’l-Hasan el-Mâverdî, Maddî ve Manevî Yüce Hedefler, Çev. Bergamalı Cevdet Efendi, M. E. B.,
İstanbul, 1993, s. 683-684.
182 Muhyiddîn en-Nevevî, el-Minhâc, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1997, II/224-225; Ahmed Davudoğlu,
Eğitimin belli bir yaşı yoktur, ama erken yaşta verilen eğitimin,
daha belirleyici ve kalıcı olduğu söylenebilir. Hz. Peygamberin selamlaş-
ma alışkanlığını kazandırmaya erken yaşlarda başladığı görülür. Hz.
188 Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Çev. Zekeriya Güler, Uysal
Sonuç
İnsan ilişkilerinin temelde iki zıt özelliği vardır. Bunlardan birinci-
si, barış ve iyiliği, ikincisi ise, çatışma ve düşmanlığı esas alır. İnsanlar ve
toplumlar arası ilişkilerde “selam” her zaman barışı ve iyiliği temsil et-
miştir. İslâm dini, Kur’an ve hadisler aracılığıyla müntesiplerine ısrarla,
selamlaşmayı emir ve tavsiye buyurmuştur. Selamlaşmayı bir dinî mües-
sese haline getirerek, insanlara arası ilişkileri, barış, dostluk, karşılıklı
saygı, sevgi, iyilik, tevazu, hoşgörü temeline yerleştirmeyi hedeflemiştir.
Giriş
Bir toplumun kimliğini koruyarak devam etmesi, o toplumun mil-
lî kültürüne sahip olması sayesinde mümkündür. Kültür, farklı olmayı,
kimlik sahibi olmayı, millet olmayı sağlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün
“Milli kültür, en yüksekte göz diktiğimiz idealdir191” dediği millî kültür O’nun
ifadeleriyle şöyledir:
191 Himmet Akın, “Cumhuriyetimizin Sekizinci Yılında Atatürk Devrimleri ve Türk Milliyetçiliğine Toplu
Bir Bakış”, Ellinci Yıl Konferansları, Ankara 1974, 16-32.
Millî şuuru, millî kimliği, benliği, uyanık ve ayakta tutan millî kül-
türdür. Kimlik (milliyet) “Ben kimim?” sorusuna verilen ve herkesten bizi
ayrı kılan cevaptır. Sosyologlara göre bir gruba, bir topluluğa, bir kültüre
ait olma duygusudur. Kimlik ya da benlik: “Toplumsal olarak ihsan
edilmiş, toplumsal olarak sürdürülmüş ve toplumsal olarak dönüştürül-
müş196” bir olgudur. Kimlik ve kişiliği, dolayısıyla milleti ve millî birliği
oluşturan unsurların arasında, hatta en başında anlaşma aracı olan dil,
toplumsal birliği sağlamada önemli fonksiyona sahip olan din gelir. Mu-
harrem Ergin: “Millet, birbirine sosyal akrabalık bağlarından oluşan kardeşlikle
bağlanan en büyük tabii cemiyettir” der ve ardından bunların dil, din, örf-
âdet, dünya görüşü, sanat, tarih… kardeşliği olduğunu yazar197. Sadri
Maksudî Arsal da “Bir millete mensup olmak demek o milletin soyundan gel-
miş demek olmak değildir… Ortak duygu ve düşüncede insanların birlikteliği
bilincidir”198 der.
199 Mahmut Tezcan, Türk Kimliği ve Kültür – Kişilik İlişkileri, Ank. 1997, 11.
200 Asım Yapıcı, Din, Kimlik ve Ön Yargı, Biz ve Onlar, Adana 2004, 55.
201 Ali b. Ebubekir el-Heysemî, Mecma’ üz-Zevaid, Beyrut 1402, X, 271; Ebu Davud, Kitab ül-Libas:
4, Hadis No: 4031; İbn Ebi Şeybe, el-Musannaf, Riyaz 1409, VI, 471.
202 Müslim, el-Cami üs-Sahih, Kahire 1375, IV, Kitab ül - Birr, Bab: 10, Hadis Nu: 34, M. Sofuoğlu
Çevirisinde; VII, s. 32.
203 T. S. Eliot, Kültür Üzerine Düşünceler, Çev. S. Kantarcıoğlu, Ankara 1987, 20.
92 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
204 Bak: H. Güngör, Türk Budun Bilimi Araştırmaları, Kayseri 1998, 24.
205 Bak: A.V. Ecer, İslam Tarihi Dersleri – I, Kayseri 2000, 89 - 111; A.V. Ecer, “Türklerin Eski İnanç-
larında İlahi Din İzleri”, Töre Dergisi, Şubat 1963, Sayı: 141, 62-64.
206 Eliot, 75
207 M. Kafalı, “Ahmet Yesevî, Yaşadığı Devir ve Onu Yetiştiren Çevre”, Milletlerarası Hoca Ahmet
Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 1993, 167-168.
Türk Din Tarihi adlı eserde aynı konu şöyle açıklanır: "Samaniler
döneminde Buhara, İslâm ilahiyatının en önemli merkezlerinden biri haline gel-
miştir. X. yüzyılda Eş'arî’ye paralel olarak, Orta Asya'da Mâtüridî (öl. 944)
muhafazakâr kelamcıların formalizmi ile Mutezile'nin rasyonalizmini uzlaştır-
mak suretiyle Sünnî kelâmın esaslarını ortaya koyuyor ve Sünnî Türkler, fıkıh-
tan İmam-ı A'zam Ebu Hanife'nin mezhebinde karar kılarken itikada da
Mâtüridî'nin mezhebine intisab ediyorlardı ”209.
208 Bak: M. Ebu Zehra, Ebu hanife, Çev. O. Keskioğlu, Ankara 1962; İsmet Demir, İmam-ı Azam Ebu
Hanife, İstanbul 2005; A. Vehbi Ecer, “Dinde Akla Önem Veren Ebu Hanife”, Yesevî Dergisi, Nisan
2008, Sayı 172, 13; “Atalarımız Ebu Hanife’yi Hürriyetçi Olduğu İçin Benimsediler”, Yesevî Dergisi,
Mayıs 2008, Sayı 173, 18-19; “Ebu Hanife’nin Tartışma Yeteneği”, Yesevî Dergisi, Haziran 2008, Sayı
174, 12-13; “Ebu Hanife’nin İçtihatlarında Genel Eğilimler”, Yesevî Dergisi, Temmuz 2008, Sayı 175,
18-19; Esat Kılıçer, İslam Fıkhında Rey Taraftarları, Ankara 1994.
209 Ü. Günay – H. Güngör, Türk Din Tarihi, Kayseri 1998,270-271.
94 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
1. Mâtüridî Kimdir?
Asıl adı Ebu Mansur Muhammed b. Mahmud el-Mâtüridî es-
Semerkandî olan bu Türk bilgininin Mâtüridli (Mâtüridî) veya
Semerkandlı (Semerkandî) adlarıyla tanındığı bilinmektedir. Bu adlarla
anılmasının sebebi doğum yerindendir. Zira Muhammed el-Mâtiridî
Maveraünnehir bölgesinde bulunan Semerkand'ın210 Matürid kasabasında
doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte H/238-
M/862 yılı civarında olduğu tahmin edilmektedir211. Bu sebeple doğum ta-
210 Bak. H.H. Schader, “Semerkand”, İA., x, 468-471; Hamevî, Mu’cem ül-Büldan, Beyrut 1957, 247.
211 Schaeder, aynı yer, Matürit, Semerkand’ın bir mahalle veya nahiyesidir. Bak: D.B. Macdonald –
A. Ateş, “Matüridi”, İA, VII, 404-406; W. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Çev: Hakkı
Dursun Yıldız, İstanbul 1981, 116; Ahmet b. Musa el Hayalî, Haşiye tül-Hayalî, Mısır ?, 141; Ah-
met Ak, Büyük Türk Alimi Matüridî ve ve Matüridilik, İstanbul 2008, 38.
212 Kemal Işık, Matüridî’nin Kelâm Sisteminde İman Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Ankara
1980, 13-17; Matüridî’nin hocaları ve talebeleri için bak: M. Ragıb İmamoğlu, İmam Ebu Mansur
el-Matüridî ve Te’vilat ül-Kur’an’daki Tefsir Metodu, Ankara 1991, 16-19; İsmet Demir, Hanefi
Mezhebinin İtikada İmamı Matüridî, İstanbul 2008, 45-79.
213 En son olarak Hikmet Yurdu Dergisi İmam Matüridi ve Matüridilik Özel Sayısı yayınlayarak,
İmam Matüridi üzerine ypaılan araştırmalar konusunda çok önemli bir katkı sağlamıştır.
214 Geniş Bilgi İçin bak: Ak, 53-55; Ali Duman, “İmam Matüridî, Hayatı, Eserleri ve İslam Düşünce-
sindeki Yer”, Hikmet Yurdu, İmam Matüridi ve Matüridilik Özel Sayısı, C.2, S4, Temmuz-
Aralık, 2009, 109-126.
96 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
larında yaşanılan coğrafyanın etkisi inkâr edilemez. Bir Rus bilim adamı
olan Gumilev şöyle açıklar: “Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin insan, yaşa-
mını sürdürebilmesi için gereken tüm maddeleri doğadan elde eder. Demek, onlar
bulundukları bölgenin birer parçasıdır”215. M. Fuat Köprülü “Her milletin tari-
hini mensup olduğu kültür çerçevesi veya çevreleri içinde tetkik etmek zarure-
ti"216 önerisi gereğince Matüridî’nin incelenmesinde de, O’nun yetiştiği
coğrafî ve kültürel ortamın araştırılması yerinde olur217.
215 N.L. Gumilev, Kavimlerin Türeyişi ve Yeryüzü Üzerindeki Yaşam Bölgeleri, Çev: N. Eyüboğlu,
İstanbul 2001, 21.
216 W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi, Çev. M.F. Köprülü, Ankara 1963 (Önsöz bölümü).
217 A. Vehbi Ecer, “Matüridî’nin Türk Kültüründeki Yeri”, Hikmet Yurdu, İmam Matüridi ve
Matüridilik Özel Sayısı, C.2, S4, Temmuz-Aralık, 2009, 91-108.
218 W. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Çev: H. Dursun Yıldız, İstanbul 1981, 83.
219 W. Barthold, “Maveraünnehir”, İA, VII, 408-409
220 W. Barthold, Moğol İstilasına Kadar, 134 vd.
221 İşgal ile ilgili referanslar için bak: A.V. Ecer, Büyük Türk Âlimi Matüridî, İstanbul 2007, 41-46.
222 Barthold, Moğol İstilasına Kadar, 83.
223 W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Çev. Y. Kopraman – İ. Aka, Ankara 1975,
79.
224 İbrahim Kafesoğlu, “Oğuzlar”, İA, XII-2, 188-191.
225 İsmet Parmaksızoğlu, “Maveraünnehir”, Türk Ansiklopedisi, XXIII, 333-334.
98 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
lerde de, Maveraünnehir kültür çevresi, pek çok âlimin yetişmesine merkezlik
etmiştir228".
228 Kemal Göde, “Buharî’nin Yetiştiği Kültür Muhiti”, Buhari Sempozyumu, Kayseri, 5-10.
229 Zuhdî Hasan Carullah, el-Mu’tezile, Kahire 1947, 178-179.
100 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
İşte böylesi bir ortam ve özellikle Türk kültür muhiti içinde yeti-
şen Mâtüridî dünya Müslümanlarının özellikle Türklerin çoğunluğunun
rağbetini kazanan büyük bir din bilgini olarak kendini kabul ettirmiş ve
Mâtüridîlik de Türk kültür hayatında kendine yer bulmuştur. Türk kültür
muhitinde yaşayan Matüridî Türkçe’yi biliyor ve sokakta Türkçe konuşu-
yordu. Zira Matüridî’nin Te’vilât adlı tefsir kitabında Türkçe’den bahset-
233 Metin ve yorum için bak: Hanifi Özcan, Matüridî’de Dinî Çoğulculuk, İstanbul 1955, 61.
234 Matüridî’nin Türklüğü ile ilgili olarak bak: A.V. Ecer, “Bir Tenkidin Tenkidi veya Matüridî’nin Türk-
lüğü”, Kayseri Türk Ocağı Dergisi, Eylül 2007, Sayı 81, 8-10.
235 Matüridî’nin tüm görüşleri için Türkçe şu kitapların bibliyoğrafyalarına bakılabilir. Sönmez Kutlu,
İmam Matüridî ve Matüridîlik, Ankara 2003; Hanifi Özcan, Matüridî’de Bilgi Problemi, İstan-
bul 1993; A. Vehbi Ecer, Büyük Türk Alimi Matüridî, İstanbul 2007; Ahmet Ak, Büyük Türk
Alimi Matüridî ve Matüridîlik, İstanbul 2008; İsmet Demir, Hanefi Mezhebinin İmamı
Matüridî, İstanbul 2008…
236 Matüridi, Kitabü’t-Tevhid, çev. Bekir Topaloğlu, Ankara, 2005, 196-220.
237 Matüridi, Kitabü’t-Tevhid, 495.
238 Bekir Topaloğlu, “Ebu Mansur el-Matüridî’nin Kelamî Görüşleri”, İmam Matüridî ve
Matürîdîlik, Haz. Sönmez Kutlu, İslamiyat, Ankara, 2006, 177-202; Abdurrahman Kasapoğlu,
“Matüridi’nin İman’da Artmayı İfade Eden Ayetlere Yaklaşımı”, bak: Ak, 53-55; Ali Duman,
“İmam Matüridî, Hayatı, Eserleri ve İslam Düşüncesindeki Yer”, Hikmet Yurdu, İmam Matüridi
ve Matüridilik Özel Sayısı, C.2, S4, Temmuz-Aralık, 2009, 47-70
102 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
Mâtüridî'nin diğer önemli bir yönü ise dinde akıl ile nakli (Kur'an
ve sünneti) ahenkli bir şekilde kullanmaya verdiği önemdir239. Bir araş-
tırmacımız Mâtüridî'nin bu konuyla ilgili görüşünü şöyle özetler: "Akıl
dinin varlığının şartı ve bekasının lâzımıdır. Çünki delil ve hüccetle ayakta du-
ran Allah'ın dini, delil ve hüccetin bizzat kendisi olan akılla ayakta durmaktadır.
Bunun içindir ki aklına uyan dinini korur, tab'ına ve heveslerine uyan ise dinin
dayanağını yıkmış olur240".
239 Hülya Alper, İmam Matürîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi, İz yay., İstanbul, 2009.
240 Hasan Şahin, Matüridî’ye Göre Din, Kayseri 1987, 17
241 Matüridi, Kitabü’t-Tevhid, 4-20.
242 Ecer, Büyük Türk Alimi Matüridî, 117 vd.
243 Matüridî, Kitab üt-Tevhid, Yayınlayan: Fethullah Huleyf, Beyrut 1970, 226.
244 Mustafa S. Yazıcıoğlu, Matüridî ve Nesefî’ye Göre İnsan Hürriyeti Kavramı, İstanbul 1992, 54.
245 Bak: Kemal Işık, Matüridî’nin Kelâm Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, Anka-
ra 1980, 90 vd; M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Matüridî, İstanbul 1980, 288 vd.
104 Büyük Türk Bilgini Mehmet Matüridi
246 Yeprem, 289; Yazıcıoğlu, 128; Nureddin es-Sabûnî, Matüridiyye Akaidi, Çev: B. Topaloğlu,
İstanbul 1979, 140 vd.
247 M.R. İmamoğlu, İmam Ebu Mansur Matüridî ve Te’vilat ül-Kur’an’daki Tefsir Metodu, Ankara
1991, 15.
248 Hanifi Özcan, Matüridî’de Bilgi Problemi, İstanbul 1993, 86 vd.
249 Bak: Ecer, Büyük Türk Alim Matüridî, 104-139.
250 Rum suresi 22. Ayet şöyledir: O'nundelillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisan-
larınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak)
dersler vardır”. Ayrıca bkz. Özcan, Matüridî’de Dini Çoğulculuk, 61.
251 Ecer, Büyük Türk Alimi Matüridî, 98-101.
Sonuç
Dinin kültür emperyalizmine alet olarak kullanıldığı dönemler
olmuştur. Tarih içinde dinini değiştiren toplumlardan, dinin emperyalist
amaçla kullanılması sebep ve etkisiyle dilini ve milliyetini değiştiren top-
lumların varlığını biliyoruz. Macar ve Bulgar gibi Hıristiyanlaşan Türkle-
rin Türklüklerini unutmaları, Mısır ve Kuzey Afrika halklarının Müslü-
man olmalarıyla birlikte Araplaşmaları verilebilecek örneklerdendir. Ata-
larımızın Müslüman olmalarıyla birlikte kültürlerini yaşatmalarının, dil-
lerini ve geleneklerini kaybetmemelerinin sebebi milletimizin köklü bir
kültür mirasına sahip olmasının rolü vardır. Ancak Kur’an ve Sünnet’e
karıştırılmak istenen Arap kültürüne milletimizin teslim olmamasının
sahip olduğumuz köklü kültür mirasımızın yanında Ebu Hanife (öl. 768),
Ebu Hanife’nin izinden giden Matüridî (öl. 944) ve öğrencileri, Ahmet
Yesevî (öl. 1166), Hacı Bektaş Velî, Mevlana, Yunus Emre… gibi kişilerin
İslâm Dini’ni yorumlamalarının etkisinin olduğunu da unutmamak la-
zımdır. Bu büyük insanlar, İslâmiyeti aslına sadık kalarak Türk kültürü
Özet
Doğal afetlerin maddi manevi zararlarının üst düzeyde
yaşandığı ülkemizde; zararların azaltılabilmesi için afetin tanım-
lanması, afete neden olan faktörlerin açıklanması, sonrasında ya-
pılacak işlerin belirlenmesi gerekir. Bu tür çalışmalar daha sonra-
sında yapılacak çalışmalara veri tabanı oluşturmak açısından da
önemlidir.
Ekonomik çeşitliliğin az, ekonomik olanakların sınırlı ol-
duğu Bolaman Çayı Havzasında en küçük bir toprak parçası dahi
tarım alanı olarak değerlen dirilmeye çalışılmaktadır. Bu neden-
lerden dolayı havzada gerek yerleşim alanlarının seçiminde ge-
rekse doğal ortama yapılan müdahalelerde doğal özeliklerden
çok ekonomik özellikler belirleyici olmaktadır. Bu durum doğal
ortam ve insan arasındaki hassas dengenin bozulmasına, doğal
olayların afet karakteri kazanmasına neden olmaktadır.
Çalışma sahası olarak seçilen Bolaman Çayı Havzasında
kıyının yoğun bir şekilde nüfuslanması, havzanın büyük bir bö-
lümünde dağınık yerleşme özelliklerinin görülmesi doğa olayla-
rının insan ve insana ait maddi yapılarla etkileşimini kaçınılmaz
kılmaktadır.
Bu çalışma kapsamında Bolaman Çayı Havzasında dö-
nem dönem afet karakteri kazanmış; deprem, sel ve taşkınlarla
kütle hareketleri incelenmiş, bu doğa olaylarının yerleşim alanla-
rına etkileri ve risk boyutu tartışılmıştır.
Abstract
National Disaster Sources of Bolaman River Catchment
Area
In our country, where the effects and harms of natural
disasters are experienced remarkably, it is necessary to define the
disasters, explain the factors causing to natural disasters and
determine the precaution measurements aftermaths of the
disasters. These kinds of studies are important in aspect of
constituting a database for future studies.
In Bolaman Stream Basin, where economic possibilities
and activities are limited, even a small part of land area are tried
to use for agricultural practices. Because of aforementioned
Giriş
Doğal afet olarak nitelendirilen doğa olayları, genelde doğanın iç
dengelerinin yeniden düzenlenmesine yönelik döngünün doğal sonuçları
olup, insan topluluklarının bu döngüden zarar görmesi durumunda do-
ğal afet olarak adlandırılmaktadırlar ( Kılıçer, 2000). Farklı nedenlerden
dolayı hızla artan nüfusla birlikte insan ve yaşadığı doğal ortam arasın-
daki ilişki daha hassas bir duruma gelir.
Deprem 65.40 53
Heyelan 10.80 18
Diğer 1.10 5
110 Bolaman Çayı Havzasının Doğal Afet Kaynakları
Tarih Magnitüd
24.01.1916 4,3 Akkuş ve çevresinde ciddi hasarlara neden
olmuştur
16.03.1927 4,3 Sahil şeridinde hissedilmiştir.
26.12.1939 7 Bütün havzada hissedilmiştir.
112 Bolaman Çayı Havzasının Doğal Afet Kaynakları
2. Sel ve Taşkınlar
Tablo: 2 İnceleme sahası içerisinde meydana gelen sel ve taşkınlar (Filiz ve diğerleri 2006’dan yarar-
lanılarak hazırlanmıştır).
250
Fatsa
Ordu
Ünye
200
Aybastı
Korgan
150
100
50
Ocak Şu bat Mart N isa n Mayıs Hazi ran Te mmu z Ağu sto s Eyl ül Eki m Kasım Aral ık
Şekil :4 Bol aman Ça yı Ha vzası Ve Yakın Çe vresin de Yeral an İsta syonl ara Ait Gün lü k Maksi mu m
Yağ ışların Ayl ara Göre D ağılımı (mm)
116 Bolaman Çayı Havzasının Doğal Afet Kaynakları
3. Kütle hareketleri
Şekil: 5 (A) Bolaman Çayı Havzasındaki Heyelanlar, (B) Yollar ve Heyelanların Konumu
maç eğriselliği gibi doğal özellikleri heyelana neden olan başlıca faktör-
lerdir. Ancak bu parametrelerin bir araya gelmesi sahada heyelanın mey-
dana geleceği anlamını taşımamaktadır. Tektonik faaliyetler, şiddetli ya-
ğışlar, yol çalışmaları için yapılan hafriyatlar; heyelanı tetikleyici unsur-
lardır.
İnceleme sahasının güneyinde yer alan yaklaşık 1,5 km lik bir çapa
sahip olan Cimili heyelanı tektonik faaliyetlerin tetiklemesi ile gelişen
heyelanlara ait bir örnektir (Foto16).
Çalışma sahası içerisinde özellikle %35’ den daha büyük eğim de-
ğerleri taş ya da kaya düşmelerinin görüldüğü veya görülebileceği potan-
siyel tehlike gösteren yerlerdir. Kaya düşmeleri kütlevi kayaçlar içerisin-
de yarık ve çatlakları takip ederek gerçekleşir. Ancak beşeri müdahaleler-
le yamaç stabilitesinin bozulduğu şev duraysızlıklarının oluştuğu yerler-
de de kaya düşmeleri gerçekleşmektedir. Özellikle yol yapım çalışmala-
rında ya da dere yataklarından malzeme alımlarında eğim değerleri çok
dikkate alınmadan, kontrolsüz malzeme çekilmesi şev stabilitesini boz-
makta, bunun sonucunda duraysız yamaçlar meydana gelmektedir.
120 Bolaman Çayı Havzasının Doğal Afet Kaynakları
Sonuç ve Öneriler
Gelecekte büyüklüğü Mw=7 ve üzerinde olan depremlerin olması
durumunda, Çalışma sahası içerisinde Kuzey Anadolu Fayına yakın olan
yerleşmeler şüphesiz etkilenecektir. Bu tektonik hareketlilik sonucunda
eski ve aktif heyelanların tekrar aktivite kazanma olasılığı da yüksektir.
Kaynakça
AMBRASEYS, N. 1970 Publication: Tectonophysics, vol. 9, issue 2-3, pp. 143-165.
Publication Date: 03/1970.
ATEŞ Ş, KEÇER, M.2004. Ordu İlinin Yerbilim Verileri ve Doğal Afet Özellikleri
MTA Jeoloji Etüdleri Dairesi. Ankara
OKYAR, M, EDİGER, V, ERGİN, M. 1995. Seismic Stratigrapy Of The
Southeastern Black Sea Shelf From Hipresolution Seismic Records.
Marine Geology, 121: 213-230.
Özet
Mustafa Reşîd’in konusu arûz olan Zübdetü’l-Arûz adlı kü-
çük bir eseri vardır. 1876’da İstanbul’da eski harflerle basılan bu
eser, daha sonraki yıllarda yeni harflerle tekrar basılmadığı için za-
man içinde unutulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu makale, söz
konusu eseri ve onun muhteviyatını, kendisinden yapılacak birta-
kım alıntılarla birlikte bilim âlemine tanıtmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Arûz Vezni, Mustafa Reşîd, Zübdetü’l-
Arûz, Molla Câmî, Risâle-i Arûz.
A Work by Mustafa Reşîd Concerning Aruz Meter:
ZÜBDETÜ’L-ARÛZ
Abstract
Mustafa Reşid has a short prose work related to the subject
of Aruz meter named Zübdetü’l-Arûz. This work, which was
printed in Ottoman letters in 1876, is faced with the danger of being
forgotten because it has not been reprinted in latin letters. This
study aims to introduce Zübdetü’l-Arûz and its context to the world
of literature through references and quotes from the work itself.
Key Words: Arûz Meter, Mustafa Reşîd, Zübdetü’l-Arûz,
Molla Câmî, Risâle-i Arûz
254 Yakup Şafak, “Aruz” maddesi, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü, C. I, Ankara: Atatürk Kiltür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 2001, s. 205-208.
255 Mustafa Reşîd, Zübdetü’l-Arûz, İstanbul 1293.
259 Nihat Çetin, “Arûz” mad., Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi, 2. Fasikül, İstanbul 1978, s. 192.
FASL-I EVVEL:
Başında “Evzân-ı Asliyyenin Binâsı ve Keyfiyyet-i Terkîbleri
Beyânındadır.” kaydı bulunan bu ilk bölüm dört sayfadan oluşmaktadır.
İlk bir buçuk sayfada konu ile ilgili birtakım tanım ve örnekler yer almak-
ta; geriye kalan kısımda ise, işlenen konularla ilgili kısa soru ve cevaplar,
tablo hâlinde ve “Akvâl-ı Sâbıkaya Dâ’ir Ba‘zı Es’ele vü Ecvibe” başlığıyla
verilmektedir.
Bî, sebeb-i hafîf; gül-i, sebeb-i sakîl; ruhet, veted-i mecmû; lâle,
veted-i mefrûk; be-çemen, fâsıla-i sugrâ; ne-nigerem, fâsıla-i kübrâ hük-
mündedir.
Daha sonra vezinler, hümâsî (yani beşli) ve sübâ‘î (yani yedili) ola-
rak iki gruba tasnif edilmektedir. Hümâsî olanlar, (fe‘ûlün) ve (fâ‘ilün);
sübâ‘î olanlar ise (mefâ‘îlün), (müstef‘ilün), (fâ‘ilâtün), (müfâ‘aletün),
(mütefâ‘ilün) ve (mef‘ûlât) vezinleridir. Bunlar şu biçimde varlık bulurlar:
(Mefâ-‘î-lün), (Müs-tef‘-ilün), (Fâ-‘ilâ-tün), (Müfâ-‘ale-tün), (Mütefâ-‘ilün),
(Mef-‘û-lât).
(Fe‘ûlün) vezni, bir veted-i mecmû (fe‘û) ile bir sebeb-i hafîften
(lün) oluşur.
(Fâ‘ilün) vezni, bir sebeb-i hafîf (fâ) ile bir veted-i mecmûdan (‘ilün)
oluşur.
(Mefâ‘îlün) vezni, bir veted-i mecmû (mefâ) ile iki sebeb-i hafîften
(‘î-lün) oluşur.
(Müstef‘ilün) vezni, iki sebeb-i hafîf (müs-tef) ile bir veted-i
mecmûdan (‘ilün) oluşur.
(Fâ‘ilâtün) vezni, iki sebeb-i hafîf (fâ-tün) arasında bir veted-i
mecmûdan (‘ilâ) oluşur.
(Müfâ‘aletün) vezni, bir veted-i mecmû (Müfâ) ile bir fâsıla-i
sugrâdan (‘aletün) oluşur.
(Mütefâ‘ilün) vezni, bir fâsıla-i sugrâ (mütefâ) ile bir veted-i
mecmûdan (‘ilün) oluşur.
(Mef‘ûlât) vezni, iki sebeb-i hafîf (mef-‘û) ile bir veted-i mefrûktan
(lât) oluşur.
FASL-I SÂNÎ:
Başında “Zihâfât ve Fürû‘ât Beyânındadır” kaydı yer alan bu ikinci
bölüm on üç sayfayı bulmaktadır. Bunun son üç sayfası, işlenen konuya
ilişkin soru ve cevapları içermektedir.
Daha sonraki alt başlıklarda ise, yukarıda zikri geçen beş vezin ay-
rı ayrı ele alınmakta, zihâf ve feri‘ bağlamında durumları ortaya konmak-
tadır. Bölümün sonunda, bir öncekinde yapıldığı gibi, konuya dair es’ele
ve ecvibe yine tablo hâlinde verilmektedir.
FASL-I SÂLİS:
“Mısrâ‘ların Eczâsıyla Beytlerin Aksâm-ı Evveliyyesi
Beyânındadır” kaydının altında şu önemli bilgiler verilmektedir:
Misâl:
Çu rûyet her gizem nakş be-hâtır der ne-mî âyed
Misâl:
Kucâyî gazâl-i ki bûy-i çerâ ne-mî be-sûy-i
Ve bir beyt mürabba‘ ise ancak zikr olunan dört cüz’i câmî‘ bulu-
nacağından haşviyyâttan vârestedir.
FASL-I RÂBİ‘:
“Takti‘ât Beyânındadır” kaydından sonra konuya girilmekte,
“Takti‘-i beyt” için “beytin eczâsını ayırmaktır” tarifi yapılmakta ve şöyle
devam edilmektedir:
Nev‘-i evveli vâv-ı âtıfedir. Cân u cânân gibi. Nev‘-i sânisi zamme beyân
için olan vâvdır. Du, tu, çu lafızlarında olduğu gibi. İkincisi hâ-i resmiye-
dir ki bu dahı telaffuz olunmaz ki çe gofte, şukufte kelimelerinde olduğu
gibi. Lakin bu hâ vasatda vâki‘ olur ise taktî‘den sâkıt olur, âhirde bulu-
nur ise harf-i sâkin makâmına ikâme kılınır. Üçüncüsü nûn harfidir. Her
nûn-ı sâkine ki vâv ya elifden sonra vâki‘ ola ve mâ-kabllerinin harekeleri
kendi cinsinden buluna, vasatda olup kendisine bir hareke ârız olmaz ise
ancak taktî‘den sâkıt olur. Âhirde bulunur ise harf-i sâkin makâmına
ikâme kılınır. Dördüncüsü tâ harfidir. Her bir tâ ki mâ-kablinde bir harf-i
sâkin ola, dest, güft, müşt kelimelerinde olduğu gibi. Eğer beytin ortasın-
da bulunur ise bir harf-i müteharrik makâmına kâim olur ve eğer beytin
âhirinde vâki‘ olur ise taktî‘de sâkin addolunur. Ve eğer tâ harfi iki
sâkinden sonra vâki‘ olur ise ve beytin ortasında bulunup telaffuz olun-
maz ise taktî‘den sâkıt olur. Ve eğer bu makûle tâ beytin âhirinde vâki‘
olur ise be-heme hâl taktî‘den sâkıt olur. Zîrâ evzân-ı arûzda üç sâkinin
bir yerde ictimâ‘ı câ’iz değildir. Beşincisi dâl harfi iki sâkinden sonra bu-
lunur ise tâ harfi gibidir. Yani ortada bulunup telaffuz olunmaz ise veya
âhirde olur ise taktî‘den sâkıt olur. Altıncısı bâ harfidir. Bâ harfi dahı tâ ve
dâl harfleri gibi iki sâkinden sonra vâki‘ olup vasatda dahı telaffuz olun-
maz ise taktî‘den sâkıt olmuşdur. Yedincisi elif harfidir. Her müteharrik
elifin harekesi mâ-kablinde bulunan harfe nakl olunur ise taktî‘den sâkıt
olur. Sekizincisi yâ harfidir. Yâ harfi elif-i müteharrikden evvel vâki‘ olur
ise taktî‘de telaffuz olunmaz. Ve her mahalde ki iki cem‘ ola eger vasatda
bulunur ise sânîsi harf-i müteharrik ve âhirde bulunur ise harf-i sâkine
mahsûb olur. İ‘tibâr ancak harekeyedir; zamme, fetha, kesre olmasına
değildir ve telaffuz olunanadır, yazılana değildir. İmdi bir harf ki telaffuz
oluna her ne kadar kitâbetde yoğise de yine taktî‘e mahsûb olur. Melfûz-ı
gayr-i mektûb ve mektûb-ı gayr-i melfûz olan harflerin hâlleri bâlâda zikr
u ta‘dâd olanlara münhasır değildir.”
FASL-I HÂMİS:
“Arûzun Bahirleri Beyânındadır” kaydının altında şu cümleler yer
almaktadır:
Araba mahsûs:
1. Tavîl
2. Medîd
3. Basît
4. Vâfir
5. Kâmil
Aceme mahsûs:
1. Cedîd
2. Karîb
3. Müşâkil
Müşterek:
132 Mustafa Reşid’in Aruz’a Dair Bir Eseri: Zübdetü’l-Aruz
1. Hezec
2. Recez
3. Remel
4. Munsarih
5. Muzâri‘
6. Mukteseb
7. Müctes
8. Seri‘
9. Hafîf
10. Mütekârib
11. Mütedârik”
KAYNAKÇA:
AHMED SÂFÎ (1267). Câm-ı Muzaffer (Şerh-i Arûz-ı Mollâ Câmî), İstanbul.
ÇETİN, Nihat (1978). “Arûz” maddesi, Küçük Türk-İslâm Ansiklopedisi, 2.
Fasikül, İstanbul.
MUSTAFA REŞÎD (1293). Zübdetü’l-Arûz, İstanbul.
ŞAFAK, Yakup (2001). “Aruz” maddesi, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve
Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, C. I, Ankara: Atatürk Kiltür Merkezi
Başkanlığı Yayınları, s. 205-213.
ŞEMSEDDİN SÂMÎ (1308). Kâmûsu’l-A’lâm, C. 3, İstanbul.
HİKMET YURDU
Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
Giriş
Bilindiği gibi, “fideizm”in260 Batı felsefe geleneğinde, dolayısıyla
dini epistemolojide radikal fideizm, skeptik fideizm, Wittgensteincı fideizm261
ve ılımlı fideizm gibi çeşitli türevleri vardır.262 Diğer fideizm türleri bir ya-
na, burada asıl konumuzu ılımlı fideizm teşkil etmektedir.
260 Genel olarak, fideizm, dinsel hakikatlerin akıl vasıtasıyla değil de, ancak kalp/iman vasıtasıyla
algılanabileceği ve kabul edilebileceği savına dayanan felsefi bir düşüncedir. Buna göre, son çö-
zümlemede dinsel öğretiler rasyonel değerlendirmeyi değil, kalbi esas alır. Bkz. Richard H.
Popkin, “Fideism”, The Encyclopedia of Philosophy, ed. Paul Edwards, The Macmillan
Company, New York 1972, s. 201.; Terence Penelhum, “Fideism”, A Companion to Philosophy of
Religion, eds. P. L. Quınn-C. Taliaferro, Oxford 1997, s. 376.; Michael Peterson ve diğerleri, Akıl
ve İnanç: Din Felsefesine Giriş, çev. Rahim Acar, Küre Yay., İstanbul 2006, s. 57.
261 Wittgensteincı fideizm hakkında geniş bilgi için bkz. Kai Nielsen and D.Z. Phillips,
Burada dinsel hakikatlerin kabul edilmesi tamamen imanî bir meseledir. Bkz. Sören Kierkegaard,
“Faith as Passionate Commitment”, The Rationality of Belief in God, ed. George I. Mavrodes,
Prentice Hall Inc., Englewood Cliffs, New Jersey 1970, içinde, s. 190. Akıl-iman ilişkisiyle ilgili ola-
rak ortaya çıkan ılımlı imancılık ve katı imancılık hakkında geniş bilgi için bkz. William J.
Abraham, An Introduction to the Philosophy of Religion, Prentice-Hall-Englewood, New Jersey
1985, 7-10. Bölümler.; Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul 2002, s. 417. Sü-
leyman H. Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara 1996, s. 191. Fide-
izmin farklı türevleri hakkında genel ve özlü bilgiler için bkz. Hanifi Özcan, “Birbirine Zıt İki
Epistemolojik Yaklaşım: Temelcilik ve İmancılık”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Necati Öner Armağanı (içinde), C: XL, Ankara 1999, s. 165 vd.
263 Bkz. St. Augustinus, İtiraflar, çev. Dominik Pamir, Kaknüs Yay., İstanbul 2007, s. 120-121. Blaise
Pascal, Düşünceler, çev. Metin Karabaşoğlu, Kaknüs Yay., İstanbul 2003, s. 44. Bundan sonra bu
esere Düşünceler şeklinde atıfta bulunulacaktır. Ayrıca, ılımlı fideizm için bkz. Ahmet Cevizci, Fel-
sefe Sözlüğü, s. 417.
264 Örnek olarak bkz. Düşünceler, s. 76, 78, 90, 92, 178, 261.
268 Cafer Sadık Yaran, Tanrı İnancının Aklîliği, Etüt Yay., Samsun, 2000, s. 35.; Krş. Cevizci, a. g. e.,
s. 417.
Bkz. Blaise Pascal, The Provincial Letters, http://oregonstate.edu/instruct/phl302/texts/pascal/letters
c.html#LETTER%20XIV (24. 05. 2008).
270 Bkz. Düşünceler, s. 75, 77, 215.; Ayrıca bkz. Şahin EFİL, “Pascal Epistemolojisinde Akıl”, Marife,
274 Özcan, a. g. m., s. 170.; ayrıca bkz. Groarke, “Philosophy as Inspiration…”, s. 404.
278 Pascal, Pensées, s. 96. Hıristiyan düşüncesindeki düşüş öğretisi hakkında geniş bilgi için bkz.
Tekvin 2: 1-25.; Tekvin 3: 1-24. Ayrıca bkz. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yay.,
Konya 1998, s. 103-104.
279 Bkz. Friedrich W. Nietzsche, Deccal-Sahte İsa, çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yay., İstanbul 2008, s. 9-
10.
140 Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek
280 Aklı yanıltan unsurlar hakkında geniş bilgi için bkz. Düşünceler, s. 24–30.
281 Düşünceler, s. 30.
282 Düşünceler, s. 30
283 Düşünceler, s. 54, vurgu bize ait. Pascal’ın şüpheciliği yöntemsel bir mahiyet arz etmekten ziyade,
imanî kesinliğe ileten bir araç durumundadır. Tüzel, a. g. e., 117. Büyük İslam düşünürü Gazali de
içine düştüğü şüpheden Tanrının kalbine attığı bir “nur” sayesinde kurtulduğunu açıklamıştır.
Onun şüpheciliği, Descartes gibi yöntemsel bir şüpheciliktir ve burada amaç, geleneksel ve taklide
dayalı bir şekilde inanılan şeylerin doğruluğunu araştırmak ve bunların hakikatini bilmektir. Do-
layısıyla doğruyu yanlıştan ayırabilecek bir kritere ulaşmaktır. Geniş bilgi için bkz. Gazali, el-
Munkızu min-ad-Dalâl, çev. Hilmi Güngör, M.E. B., İstanbul 1990, s. 16-21.; Ayrıca, Pascal şüphe-
ciliği ile Gazali şüpheciliğinin karşılaştırması için bkz. Tüzel, a. g. e., 117-121.
284 Düşünceler, s. 50, vurgu bize ait
285 Groarke, “Philosophy as Inspiration…”, s. 427, 429.
142 Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek
Çünkü “Tanrıyı hisseden akıl değil, kalptir. İman, Tanrının akıl tara-
fından değil, kalp tarafından idrak edilmesi olayıdır.”291 Ona göre, uzay,
zaman, hareket ve sayı gibi ilk prensipleri ancak kalp ile bilebiliriz ve bu
konudaki bilgiler aklî çıkarımlar kadar sağlam ve doğrudur. Akıl, fıtrat-
tan gelen böyle bir bilgiye dayanmalı ve bütün kanıtlarını bunun üzerine
kurmalıdır. Sonuçta, metafiziksel hakikatler de, ancak ilk prensipleri bil-
diğimiz kalp tarafından idrak edilebilir/bilinebilir.292 Dolayısıyla, “kalbin
290 Akıl, neden antinomilere düşmektedir? Bilindiği gibi, Immanuel Kant’a göre, akıl, fenomenleri
(görünüşler) numenler (kendinde şeyler) olarak algılamakta, bir bakıma görünüşlerin bağlantılarını
sadece deney dünyası için değil de kendinde şeyler için de geçerli olduğunu kabul etmekte ve so-
nuçta, çatışma ister istemez gerçekleşmektedir. Bkz. Immanuel Kant, Prolegomena, çev. İonna
Kuçuradi-Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., Ankara 2002, s. 93. Dolayısıyla ona göre,
salt akıl, (spekülatif akıl) metafizik alanda kesin ve doğrulanabilir bir sonuca ulaşamaz. Söz konu-
su aklın, bu bağlamda kendisini zorlaması halinde, bir takım ciddi çelişkilere, “antinomiler”e
düşmesi kaçınılmazdır. Bkz. Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, trans. Norman Kemp
Smith, Macmillan, London 1990, A 636.
291 Pascal, Pensées, s. 424.
17. ve 18. yüzyıl gibi katı akılcılığın zirveye çıktığı ve aklın mut-
laklaştırıldığı ve tek otorite olarak kabul edildiği bir çağın300 tanığı olan
297 John Hick, “Kanıta Dayanmayan Rasyonel Teist İnanç”, çev. Ferit USLU, Çorum İlahiyat Fakülte-
si
Dergisi, 2002/2, s. 310.
298 Düşünceler, s. 50, vurgu bize ait.
300 Pascal’ın, çağdaşı olan René Descartes’e, dolayısıyla Kartezyen Felsefe’ye (Kartezyen akla) karşı
çok sert eleştiriler yönelttiğini biliyoruz. O, böyle bir felsefi anlayışın temelinde sanki “gizli” bir
ateizm sezinlemişti ya da Kartezyen Felsefe’de ateizme çıkan bir yol olabileceğini düşünmekte idi.
Bkz. Düşünceler, s. 32, 98, 279. Bu eleştiriler, felsefî olmaktan çok dini ve teolojik kaygılar taşımak-
tadır. Ayrıca, Rönesans, Reformasyon ve 17. yüzyılın ortalarından itibaren etkileri giderek belir-
ginleşen Kartezyen Felsefe, Aydınlanma Felsefesi’nin hazırlayıcı sebeplerini oluşturmaktadır. Di-
ğer taraftan, bu felsefe, metafizik unsurları bütünüyle devre dışı bırakarak aklın ve bilimin rehber-
liğinde yeni bir düşünce ve anlayış modeli geliştirme çabası gütmüştür. Burada belirleyici olan
şey, akıl ve onun sınırsız gücüdür. Bkz. Ernst Cassirer, The Philosophy of Enlightenment, trans.
Fritz C. A. Koelln and James P. Pettegrove, Princeton University Pres, New Jersey 1979, s. 3 vd.
Immanuel Kant, “‘Aydınlanma Nedir?’ Sorusuna Yanıt”, Seçilmiş Yazılar, çev. Nejat Bozkurt,
Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, s. 211 vd. Ayrıca, Aydınlanma felsefesinin mahiyeti hakkında geniş
bilgi için bkz. Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitabevi, Bursa 2002, ss. 1–21. Bu da bir
144 Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek
Pascal’ın, kalbi öne alan sesi, katı akılcılığa ve tek boyutlu algılama biçi-
mine bir tepki olarak ortaya çıkmış görünümü vermektedir. Nitekim
Louis Groarke’ye göre Pascal, “aklın gücüyle birlikte, onun dünyayı an-
lamaya ve eşyanın anlamını kavramaya uygun bir forma sahip olduğunu
kabul eder. Ancak o, haklı olarak mantıksal açıdan dünyanın doğrulan-
ması ile varlığın hakikatini idrakin modern Batı düşüncesi içinde birbiri-
ne karıştırılan hususlar olduğunu vurgular.”301
bakıma aklın, dolayısıyla bilim ve felsefenin mutlaklaştırılması ve dogmatik bir mahiyete bürün-
dürülmesi anlamına gelmektedir. Aydınlanma Felsefesi hakkında geniş bilgi için bkz. Fehmi Bay-
kan, Aydınlanma Üzerine Bir Derkenar, Kaknüs Yay., İstanbul 2000, s. 29 vd., 275-278. İşte
Pascal’ın temelden karşı çıktığı şey, aklın putlaştırılması ve mutlak bir konuma sahip olması anla-
yışı olsa gerektir.
301 Groarke, “Philosophy as Inspiration…”, s. 403.
304 Blaise Pascal, Great Shorter Works of Pascal, translated with an introduction, by Emile Cailliet
and J.
Blankenagel, Greewood Pres, U. S. A., 1974, s. 118.
309 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, Selçuk Yay, İstanbul 1992, s. 89.
311 Bkz. Düşünceler, s. 143, 144–45, 201. Geniş bilgi için bkz. Efil, a. g. m., s. 184–202.
146 Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek
317 Özcan, a. g. m., s. 43.; Akıl-şüphe-iman ilişkisi hakkında geniş bilgi için bkz. Özcan, a. g. m., s. 40-
43.
148 Pascal Epistemolojisinde Kalbi Akla Öncelemek
318 İnanma sürecinde tasdikin anlamı, önemi ve mahiyeti hakkında geniş bilgi için bkz. Özcan, a. g.
m.,
s. 69-74.
319 Bkz. Augustinus, a. g. e., s. 120.
320 Augustinus, a. g. e., s. 121-122.; Papa II. Jean Paul, Akıl ve İman, çev. İsmail Taşpınar, İyiadam
Pascal, genel olarak insanı imana götüren üç tip bilgi kaynağı ol-
duğundan söz etmektedir. Bunlar, “akıl, alışkanlık ve ilham”dır.323 İlham,
Tanrının insanlara bahşettiği özel bir lütuf ve hediyedir. O, kalpte kendini
açığa çıkarır ve hakikatin bilgisine ulaşmada en etkili bilgi kaynağıdır.
Bundan dolayı, Pascal’ın burada en çok önem verdiği şey, ilham olmakla
birlikte, diğerleri de önemsiz değildir. Çünkü “tek başına gerçek ve sela-
metli etkiler husule getirebilen ilhama kendimizi teslim ederken, zihinle-
rimizi delillere de açmamız, keza ülfet vasıtasıyla kendimizi teyit etmemiz
gerekiyor.”324 Burada ilhama ve onun meydana getirdiği kalbî bilgilere
ulaşabilmek için aklımızın da faal olması, dış dünyadan gelen verileri
hesaba katması, geleneksel bilgilerin veya alışkanlıkların da bütün bunla-
rı desteklemesi hakikatin idrak edilmesinde büyük bir önem taşımakta-
dır. Bu bağlamda akıl ve ülfet arasındaki ilişkiye bakıldığında “ülfet en
güçlü delilleri tedarik eder” ve bu deliller de “yalnızca aklı ikna eder.”325
330 Düşünceler, s. 162. ; Ayrıca bkz. II. Jean Paul, a. g. e., s. 41.
338 Pascal’a göre, şu konular aklın kavrayışının ötesindedir. Akıl, “Tanrının var olmasını kavrayamaz;
olmamasını da kavrayamaz. Ruhun bedene eşlik etmesi hususunu da, hiçbir ruha sahip olmadı-
ğımız tezini de kavrayamaz. Keza, dünyanın yaratılmış olmasını ya da olmamasını da… Asli gü-
nahın var olmasını da, olmamasını da.” Düşünceler, s. 215.
339 Augustinus, a. g. e., s. 121.
343 G. L. Leibniz, İmanla Aklın Uygunluğu Üzerine Konuşma, çev. Hüseyin Batu, M. E. B., İstanbul
1986, s. 56.
lıktır. Bu yüzden, onun aradığı tek şey, mutluluktur.347 Bu, “fıtrî”348 bir
duygudur, bir bakıma evrenseldir. Bu yüzden, “bütün insanlar mutlulu-
ğu arıyor. Bunun hiçbir istisnası yok.”349 Pascal’a göre, “mutluluk ne dışa-
rıdadır, ne de bizim içimizde. Mutluluk… Tanrı’ya inanma”ya bağlıdır.350
Dolayısıyla, Tanrı’ya inanmak mutluluğu, inkâr etmek ise çaresizliği ve
acziyeti ifade eder.351 Öyle görünüyor ki, mutlu ve huzurlu bir hayat sür-
mek için hem akla hem de kalbe, dolayısıyla Tanrının lütfu olan imana
ihtiyacımız vardır. Burada akıl da kalp da ayrı ayrı işleve sahip oldukları
gibi birlikte ve ilintili bir biçimde de işlev görmektedir. Bu noktada aklı
hesaba katmadığınızda imanın, imanı hesaba katmadığınızda ise aklın bir
anlamı ve işlevi olmaz, olamaz. Paul Tillich’in haklı olarak vurguladığı
gibi “aklı yok eden bir iman, kendisini de yok eder.”352 Pascal’ın dinsel
epistemolojisinde vurguladığı ve altını kalın çizgilerle çizdiği iman, aklı
yok etmediği gibi yok da saymamıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Pascal epistemolojisinde kalp, aklî kavrayışın ötesinde olan, aklın
mantıksal statüsü içinde kavranamayan hakikatleri sezgi yoluyla bir bü-
tün olarak kavrayan, idrak eden ve yorumlayan merkezî yetidir. Kalbin
sesi, fıtratın sesidir. Dini epistemolojide o, insan doğasının topyekûn an-
lama ve idrak etme melekesidir. Bununla birlikte, kalbin duygusal boyutu
olduğu kadar kendi iç tutarlılığı ve sistematiği içinde rasyonel bir boyutu
da vardır.
İstanbul 1989, s. 28-29.; Büyük İslam filozofu İbn Sina’nın mutluluk anlayışı hakkında geniş bilgi
için bkz. Mehmet S. Aydın, “İbn Sina’nın Mutluluk Anlayışı”, İbn Sina: Ölümünün Bininci Yılı
Armağanı, (içinde), Ankara 1984, ss. 433–451.
347 Groarke, “Philosophy as Inspiration…”, s. 410.
352 Paul Tillich, Dynamics of Faith, New York 1958, s. 75.; Aktaran, Tüzel, a. g. e., s. 33.
ve önemini tamamen etkisiz hale getiren bazı teolojik ve dini kökenli an-
layışlarla, özellikle Pascal’ın dini epistemoloji bağlamında akıl-kalp ilişki-
sinin odak noktasında ve özünde giderilmesi ve çözümlenmesi mümkün
olmayan problemlerdir. Bu çelişkilerin daha çok şüphe, irade ve akıl ara-
sındaki ilişkide ortaya çıktığı görülmektedir. Bu noktada akla gelen ve
hayati öneme haiz bazı soruların bu düşünce sistematiği içinde bile ikna
edici, tutarlı ve mantıksal bir cevabı bulunmamaktadır. Dolayısıyla
Pascal’ın mutluluk felsefesi, bir yandan umut verici, diriltici, dengeli ve
uyumlu bir öz taşırken, diğer yandan da, ironik bir biçimde bu özü zede-
leyebilecek veya bütünüyle ortadan kaldırabilecek bir paradoksu ve tu-
tarsızlığı kendi içinde barındırmaktadır.
HİKMET YURDU
Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
Giriş
Din felsefesi kavramının ortaya çıktığı Batı’da din ile kastedilen
Hıristiyanlıktı ve bilim, Hıristiyanlığı önünde bir engel olarak nitelendiri-
yordu. İşte Hıristiyanlıkla batı bilimi arasında cereyan eden mücadele,
insanları din-bilim ilişkisinden hareketle dinî dogmalar üzerinde düşün-
A. Hayatı
Descartes (1596–1650)’tan sonra Fransız düşünürlerinin en önde
geleni olarak kabul edilen354 Nicole Malebranche 6 Ağustos 1638’de Pa-
ris’te doğdu. Richelieu zamanında çiftlikler hazinedarı olan babası, devlet
müşavirliği de yapmış nüfuzlu bir adamdır.355 Malebranche, aynı zaman-
da 17. yy’ın başlarındaki dini diriliş ve mistik hareket üzerinde büyük
ölçüde etkisi bulunan, kilise tarafından da Marie de L’İncarnation adıyla
kutsal kişi ilan edilmiş olan Madam Acarie’nin yeğenidir.356 Ailesinin pek
çok ferdinin çeşitli tarikatlara üye olmasından dolayı dindar bir aileden
gelen Malebranche, dini hayat tarzının hâkim olduğu bu aile ortamında
çok küçük yaşta din ve dinî değerlerle tanışmıştır. Küçük yaşta almış ol-
duğu dini değerler sayesinde olsa gerek, çok zayıf bir bünyeye sahip ol-
masından ve hayatının büyük bir bölümü çeşitli sağlık problemleriyle
354 William Curtis Swabey, A. M., The Philosophy of Malebranche, Houston, Texas, 1921, s. 5; Macit
Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul, 1996, s.290.
355 Richelieu zamanında çiftlikler hazinedarı olan babası, devlet müşavirliği de yapmış olan nüfuzlu
bir adamdır. bkz. Andrew Pyle, Malebranche, London and New York, 2003, s. 1.
356 Armand Cuvillier, Un Essai Sur La Mystique de Malebranche (Malebranche’ın Méditations Pour se
Disposer a l’Humilité at a la Pénitence, Paris, 1944 adlı eserinin içinde), s. 9–12.
Anne ve babasını kaybettikten sonra 1660 yılında, ilk önce 1654 yı-
lında Philippe de Neri tarafından İtalya’da, daha sonraki yıllarda Berule
tarafından Fransa’da kurulmuş bir tarikat olan Oratoire359 tarikatına gir-
miştir. Burada, çoğu SaintAugustinus (354–430)’a ve Eflatunculuğa bağlı
olan bilgin kimselerle karşılaşmıştır.360
357 Hasan Katipoğlu, “Malebranche’ın Din Felsefesinde Mistisizm”, OMÜİFD, S.2, Samsun, 1987, s.85.
Ayrıca geniş bilgi için bkz. Cuvillier, a.g.e., s.7-9; Raviye Abdi’l-Mün`im Abbas, Malebranche ve
Felsefetuhu’l-İlahiyye, Beyrut,1996, s.35.
358 Pyle, a.g.e., s. 1; Abbas, a.g.e., s. 35-36.
359 Oratoire tarikatının temel özellikleri arasında bilim ve felsefeyle uğraşan bir tarikat olması sayıla-
bilir. Ayrıca bu tarikata hiçbir tarikat ve mezheple ilgisi olmayan kişiler de girebilmektedir. Tari-
katın mensupları el birliği yaparak hiçbir şahsî istekleri olmaksızın kendilerinin ve tanıdıklarının
iyi olmaları için çalışmayı amaç edinmişlerdir. Nicole Malebranche, Hakikatin Araştırılması, çev.
Miraç Katırcıoğlu, İstanbul, 1997, I, (çevirenin açıklamaları) s. XI-XII.
360 Malebranche, a.g.e., s. XI-XIV.
361 Cuvillier, a.g.e., s. 26; Katipoğlu, a.g.m., s. 86; Abbas, a.g.e., s. 39.
363 Orhan Hançerlioğlu, Başlangıcından Bugüne Erdem Açısından Düşünce Tarihi, İstanbul, 1970, s. 85–86.
364 Nicole Malebranche, Méditations Chrétiennes, Paris, 1928, s. 315.
365 Cuvillier, a.g.e., s. 26; Abbas, a.g.e., s. 36.
369 Paul Hazard, Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme, çev. Erol Güngör, İstanbul, 1994, s. 149; Cemil
Sena, Büyük Filozoflar Ansiklopedisi, İstanbul, 1969, III, s. 343.
370 Malebranche, Hakikatin Araştırılması, III, s. 172.
373 Cuvillier, a.g.e., s. 26; Katipoğlu, a.g.m., s. 86; Abbas, a.g.e., s. 39; Hazard, a.g.e., s. 148.
164 Malebranche’ın Hayatı, Eserleri ve Döneminin Felsefi Yapısı
Açık kalpli ve son derece dürüst, ama aynı zamanda inatçı, azimli
ve kararlı olan Malebranche; savunduğu fikirlerden kolay kolay vazgeç-
meyen bir yapıya sahipti. Ele aldığı problem güçlüklere rastlayınca, daha
fazla güçlüklere dalarak, nihayet işleri içinden çıkılamayacak kadar girift
bir hale getirerek problemi çözümleme usulü vardı.374 Aslında sakin ve
kavgadan çok uzak olan filozofun kitaplarındaki fikirleri çeşitli itirazlara
maruz kalınca, kendisi de bunlara sert karşılıklar vermek durumunda
kalmış ve bu suretle devamlı bir felsefî savaş içinde bulunmuştur.375
B. Eserleri
Descartes’tan kartezyen felsefenin akılcılığını, Saint
Augustinus’dan da mistik ve metafizik bilgiyi sağlayan Malebranche’ın,
bu ikisini uzlaştırarak Tanrı bilgisinin aklın yardımcısı olduğu, yani haki-
katin araştırılmasında vahyin ve aklın birbirini tamamlayan iki temel öğe
olduğunu ispatlama gayreti gütmüş olduğu görülür. Bu anlamda
Malebranche, Descartes ve Saint Augustinus felsefeleri arasındaki uzlaş-
tırma problemi üzerinde yeterince düşündükten sonra, Le Recherche de la
Verité (Hakikatin Araştırılması)378 ve Metafizik ve Din Üzerinde Görüşme-
ler379 adlı iki büyük metafizik kitabı yazmıştır.
378 Hakikatin Araştırılması adlı eseri Miraç Katırcıoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiş ve MEB tarafın-
dan yayınlanmıştır. bkz. Nicole Malebranche, Hakikatin Araştırılması, çev. Miraç Katırcıoğlu, İstan-
bul, 1989.
379 Nicole Malebranche, Metafizik ve Din Üzerinde Görüşmeler, çev. Bedia Akarsu, İstanbul, 1997.
Araştırılması)’nin ilk iki cildini 1675 yıllında, üçüncü cildini ise 1678 de
yayınlamıştır.381 Hakikatin Araştırılması kitabında yanılmadan sakınılma-
sı ve eşyanın hakikati hakkında daha fazla bilgi sahibi olunabilmesi için
gerekli kaideleri ortaya koyabilmek amacıyla, insan ruhunu ve onun cüz-
lerini inceleyen filozof, ruh-beden ilişkisini farklı bir bakış açısıyla ortaya
koymaya çalışmıştır. Bu anlamda, Ruh-beden ilişkisinde, ruhun bedenle
birleşmesinin, zannedildiğinin aksine insanı sınırsızcasına alçaltıp, dü-
şürdüğünü söyleyen filozof, insanın bütün yanılmalarının ve bütün za-
vallılıklarının belli başlı nedeninin ruhun bedenle birleşmesi olduğu fik-
rini ileri sürmektedir.382 Zira ona göre, asıl olan “ruhun Tanrı’yla birleşme-
sidir”. O, bu hakikati kavrayamayan Hıristiyan filozofların, Saint
Augustinus’un ruhun Tanrı (doğrudan doğruya birleştiği hakikat) için
yaratılmış olduğu düşüncesine inanmadıklarını ifade etmektedir. Bu hu-
susta Malebranche, ruhun bedenle münasebeti ve beden suretinde gö-
rünmesinin doğru olmasına rağmen, ruhun Tanrı’yla çok daha önceden
ve çok daha esaslı olarak birleşmiş olmasının ondan daha önce var olan
bir hakikat olduğunu ve bu hakikati anlamadan Tanrı’nın bir ruh yarata-
bileceğini kavramanın imkanı olmadığını söylemektedir.383
395 Bu eser Henri Joly tarafından 1882 yılında yeniden yayınlanmıştır. bkz. Nicole Malebranche, Traité
Traite de I’ Amour de Dieu Equel Sens il dit etre (Tanrı’yı Kendi Zatını
Sevdiği Gibi Sevmek) 1697.399
Hayatı göz önüne alındığında, mistik bir yaşam sürmüş olan filo-
zofun, Descartes’in kartezyen felsefesiyle tanışmadan önce gideceği yol
hakkında kesin bir fikri olmadığını daha önce söylemiştik. Bu, Descartes
felsefesinin Malebranche’ın fikirleri üzerindeki etkilerinin bir delili olarak
görülebilir. Öte yandan ana-babasının ölümünden sonra girdiği Oratoire
tarikatının da Malebranche’ın düşüncelerinin şekillenmesinde önemli bir
katkı sağladığı ortadadır. Zira Oratoire tarikatı, sistemi gereği, bilimle
uğraşan ve temel felsefesini Saint Augustinus düşüncesine dayandıran bir
tarikattı. Bununla birlikte Malebranche’ın, Saint Augustinus düşüncesini
öğrendiği kadar Descartes felsefesini de öğrendiği andan itibaren, bu iki
düşünce sisteminin filozofu olarak metafizikle uğraşmaya yöneldiği söy-
lenebilir. Metafizik konusunda çok duyarlı bir düşünür olduğu için onun
408 Gökberk, a.g.e., s. 200-201; Osman Pazarlı, Metinlerle Felsefe Tarihi, İstanbul, 1950, s. 82; Ahmet
Arslan, Felsefeye Giriş, Ankara, 1994, s. 148; Hüsamettin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Mü-
nasebeti, Konya, 1997, s. 48.
170 Malebranche’ın Hayatı, Eserleri ve Döneminin Felsefi Yapısı
lopedisi, VII, s.170; Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s. 446; Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s. 230.
412 Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, VII, s.170; Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s. 446.
413 Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, VII, s.170; Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s. 446.
415 Pazarlı, a.g.e., s. 113; ANA BRİTANNİCA, “Aranedencilik” mad., İstanbul, 1993, II, s. 436.
422 Paul Janet, Gabirel Seailles, Metalib ve Mezâhib, çev. M. Hamdi Yazır, İstanbul, 1978, s. 212-214;
Weber, a.g.e., s. 224; Bolay, a.g.e., s. 192-193; Pazarlı, a.g.e., s. 113; Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi,
VII, s.170; Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s. 446; Hüseyin Öztürk, Düşünce ve Uygarlık, Ankara,
1987, s. 193.
423 Malebranche, Hakikatin Araştırılması, I, s. 11.
172 Malebranche’ın Hayatı, Eserleri ve Döneminin Felsefi Yapısı
eden Tanrı düşüncesine göre insanlar, tam anlamıyla ruhlar değil, ruhun
tavırları olduğundan dolayı tavır bir tarafa bırakıldığında geriye yalnız
Tanrı kaldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.429
Sonuç
Dindar bir ailenin çocuğu olarak Fransa’da dünyaya gelen
Malebranche Aristoteles felsefesini beğenmemiş ve daha sonra Oratoire
tarikatına girerek Saint-Augustinus felsefesi ve mistik görüşüyle iç içe
bulunmuştur. Aynı zamanda Descartes’in akılcı ve kartezyen felsefesinin
de etkisinde kalan Malebranche, Tanrı bilgisinin aklın yardımcısı olduğu
görüşündedir. Ve akıl ile vahiy arasındaki münasebet sebebiyle felsefe ile
dini uzlaştırmaya çalışmıştır.
Özet
Kur'ân-ı Kerim’de müteşabih bir kavram olarak üzerinde
en çok tartışılan ve yorum yapılan sözcüklerden birisi “istivâ”dır.
“İstivâ”, hem müteşabih hem de mecaz bir sözcük olarak insanlar
için kullanıldığında farklı, Allah için kullanıldığında farklı yo-
rumlara neden olmaktadır. Özellikle yabancı kültürlerin ve felse-
fenin Yahudiliği ve Hıristiyanlığı etkilemesi sonucu ortaya çıkan
İlahiyat felsefesi, doğrudan Kur'ân’ın yorumunu etkilemiştir. Bu
makalede tarihi seyir içinde bu kavramın nasıl yorumlandığını
ele alacağız.
Anahtar Kelimeler
İstivâ, Müteşabih, Yorum, Hakikat, Mecaz, Tefsir, Te’vil,
Tarih, Yabancı Kültür
1. Giriş
Bu makalede, Kur’ân’da geçen ve anlamı müteşabih olarak nite-
lendirilen “istivâ” lafzı ve bu lafız etrafındaki tartışmalara yer verilecek-
tir. Kur’an’da anlamı kapalı olan birçok müteşabih veya mecaz olarak
tanımlanabilecek lafız vardır. İleride değinileceği gibi, kimi müfessirler,
bu müteşabih lafızları te’vil etmişler, kimi müfessirler de zahiri anlamı
üzere alarak te’vile gitmemişlerdir.
433 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara, 1979, s. 177–178; Kuran’da mecaz için bkz. Ebu
Ubeyde Ma’mer b. el-Müsenna, Mecazu’l-Kuran, Mısır, 1374/1955; Ebû Zeyd, Nasr Hamid, el-
nan, 1996/1416, II/14-16, 201, 226; Ayrıca bkz. Ebu Ubeyde Ma’mer B. el-Müsenna, Mecazu’l-
Kuran, Mısır, 1374/1955, s. 189, 297.
436 Suyutî, el-İtkan fî Ulûmi’l-Kur’an, II/258.
178 Hakikat ve Mecaz Bağlamında Müteşabih Bir Kavram Olarak İstivâ
437 el-A’raf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Ra’d, 13/2; Taha, 20/5; el-Furkan, 25/59; es- Secde, 32/4; el-Hadid,
57/4.
438 Bakara, 2/29; el-Fussilet, 41/11.
440 Bkz. el-A’raf, 7/54; Yunus, 10/3; er-Ra’d, 13/2; Taha, 20/5; el-Furkan, 25/59; es- Secde, 32/4; el-
Hadid, 57/4.
441 Hud, 11/44.
VII/18, 322-326; İbn Kesir, İmamu’d-Din Ebû’l-Fida İsmali, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, Kahire, 1373,
IV/380, 746; Cürcanî, Seyyid Şerif, Esraru’l-Belağa, s. 54; ayrıca ilgili ayetler için bkz. Abdülbâkı,
Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres lî Elfazi’l-Kurân, ‘’svy'’ md.
444 “Arş” ile ilgili ayetler için bkz. el-Araf, 7/54; et-Tavbe, 9/129; Yunus, 10/3; Hud, 11/7; Ra’d,
13/2; el-İsra, 17/42; Ta Ha, 20/5; el-Enbiya, 21/22; el-Mu’minun, 23/86, 116; el-Furkan, 25/ 59; en-
Neml, 27/23, 26, 38, 41, 42; es-Secde, 32/4; ez-Zümer, 39/75; el-Mu’min, 40/7, 15 ez-Zuhruf,
43/82; el-Hadid, 57/4; el-Hakka, 69/17, 32; et-Tekvir, 81/20; el-Burûc, 85/15.
445 Gazâlî, Kavaidü’l-Akaid, s. 49, dn.3; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, VI/313-6, Arş md; İsbahanî, er-
Rağıb, el-Müfredat, s. 493-4, Arş md.; Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili (sadlş.), IV/51;
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte, VI/362; Kur’an-ı Kerim Meali, (TDV, 1993), s. 221.
446Nesefî, Kitabu’t-Temhîd li Kavaidi’t-Tevhîd, Tahkik Ceybullah Hasan Ahmed, (Takdim: Mu-
hammed Cevheri), Kahire, 1986, s. 159; Cürcani, Seyyid Şerif, Kitab et-Ta’rifat, Trs. s. 150, “Arş”
md.
Hz. Ömer (ra) anlatıyor: "Bir gün Resulullah (sav) aramızdan doğ-
rularak mahlûkatın ilk yaratılışından başlayarak (geçmiş ve gelecek bü-
tün safhaları) cennet ehlinin cennete, cehennem ehlinin cehenneme gir-
mesine kadar anlattı. Bunu dinleyenlerden bir kısmı öğrendi, bir kısmı
unuttu.”455
447 el-A’raf, 7/54; Yunus, 10/3; Hud, 11/7; es-Secde, 32/4; el-Hadid, 57/4.
448 el-Furkan, 25/59; Kaf, 50/38.
449 Hud suresi, 7. ayetin açıklaması için bkz. Kur’an-ı Kerim Meali, (TDV, 1993), s. 221.
451 Müsned, I, 206-207; Buhârî, ‘’Tevhîd'’, 15, ‘’Cihâd'’, 4; Ebû Dâvûd, ‘’Sünnet'’, 18.
452 Buhârî, ‘’Tevhîd'’, 22; “Arş” ile ilgili değerlendirme için bkz. Aydemir, Abdullah, Tefsir’de
İsrâiliyyat, s. 78.
453 Canan, İbrahim, Kütüb-ü Sitte Tercümesi, VI, Hadis no: 1–1684, s. 359–360.
454 İstivâ lafzının Allah için değil de, Hz. Peygamber için kullanıldığı ile ilgili farklı görüşler için
lışı ve Allah böl. bkz. VI/358–401 arası. Yaratılışa ait haberlerdeki israiliyyat için bkz. Aydemir, Abdul-
lah, Tefsirde İsrailiyyat, s. 73–89.
180 Hakikat ve Mecaz Bağlamında Müteşabih Bir Kavram Olarak İstivâ
Hz. Ali (ra)'a: “Rabbimiz, Arş’ı yaratmadan önce nerede idi?” diye
sorulduğunda Hz. Ali: "Nerede sorusu, mekândan haber sormaktır. Hâl-
buki Allah Teala varken, mekân ve zaman yoktu. Oysa Allah, her zaman
Zatı ile mevcuttur.”456 şeklinde cevap verir.
idi, b- Önce suyu ve su üzerinde Arş'ı yarattı, c- Sonra gökleri ve arzı yarattı, d- Cereyan edecek yara-
tılış fillerini kader kitabında önceden yazdı. Buna göre: su, kalem, kürsi, semavat ve arz sırayla yaratılmış-
lardır. Bkz. Canan, Kütüb-i Sitte, VI/361, Âlemin Yaratılışı bölümü.
459 “İstiva” üzerine Ebû Muhammed Abdullah Yusuf el-Cuveynî (h.438), “Risâletü İsbâti’l-İstivâ
ve’l-Fevkiyye” adında müstakil bir risale yazmıştır. Bkz. www.d-sunnah.net Ayrıca bkz. Yavuz,
Yusuf Şevki, “İstivâ” md. DİA, XXIII/402–404; Duman, Zeki, “Kur'ân’da Müteşabihat ve Te’vil 1-2,
http://zekiduman.com/makaleler.html; Kasar, Veysel, Kur’an’da Müteşabihat’tan “İstivâ” Kavramı, Har-
ran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1997, sayı: 3, s. 201-227; Müteşabihat ve Te’vil için
ayrıca bkz. Güven, Mustafa, “Kur'ân’ın Anlaşılmasında Müteşabihat Problemi ve Te’vil”, Hikmet
Yurdu, 2010, Sayı: 5, ss. 293–322.
460 Mukatil b. Süleyman’ın, ilk kelamcılardan Cehm b. Savfan ile Belh’te itikadî konularda tartış-
tığı ve ilahî sıfatları ispat sadedinde bir kitap yazdığı belirtilmektedir. O’nun özellikle teşbih ve
tecsime düştüğü iddia edilmektedir. Bkz. Eş’ârî, Makalat (Ritter Baskısı), s. 132, 151–153;
Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I/105–106, 108–109; Nesefî, Tabsıra, I/119; İbn Hazm, el-Fasl, V/74;
Neşşar, Ali Sami, İslam’da Felsefî Düşüncenin Doğuşu (çev. Osman Tunç), İstanbul, 1999, s. 331,
340, 387. Ancak özellikle Nasr Hamid Ebû Zeyd, Hasan-ı Basrî ile Mukatil b. Süleyman’ın
Te’vil hakkındaki görüşlerini incelerken Mukatil hakkındaki bu iddiaların aşırı olduğunu söy-
lemektedir. Bkz. Ebû Zeyd, Nasr, Hamid, el-İtticahu’l-Aklî fi’t-Tefsir, Beyrut, 1983, s. 147–154;
Ancak Mukatil’in tefsirini yayınlayan Abdullah Mahmud Şehhâte, Mukatil’in bazı konularda
teşbih ve tecsime düştüğünü söyler. Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsîru Mukatil b. Süleyman (nşr
Abdullah Mahmud Şehhâte), Kahire, 1979–1989, III/685, V/98–110. Ayrıca bkz. Hamurcu Fevzi,
Mukatil b. Süleyman ve Kitab-ı Tefsir-i fi’l-Mie Âye, (Basılmamış Doktora Tezi), AÜSBE, Ankara,
1995; Türker, Ömer, Mukatil b. Süleyman`ın Kur`an-ı Tevil Yöntemi, (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), SAÜSBE), Sakarya, 1999, Çelik, İbrahim, Mukatil b. Süleyman ve Tefsir’deki Metodu, Bursa,
2000.
461 Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I/105–106, 108–109.
182 Hakikat ve Mecaz Bağlamında Müteşabih Bir Kavram Olarak İstivâ
462 Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b. Süleyman (Tahkik: Ahmed Ferid), Beyrut, 2003, I/39
463 Ancak Mukatil, “Arş” lafzının geçtiği ayetlerde (örnek olarak bkz. en-Nahl, 16/50) Allah’ın her
şeyin üzerinde olduğunu, “Arş”ın da her şeyin üzerinde olduğunu söyleyerek dolaylı olarak
Allah’ın Arş’ın üzerinde olduğunu söylemektedir. Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b.
Süleyman, II/225.
464 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/215.
465 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/215-216; Nesefî, et-Temhid, s.160-1.
466 Bu söz, İmam-ı Malik’e, Ahmed b. Hanbel’e ve daha birçok selef ulemasına izafe edilir. Bkz.
Şehristani, el-Milel, I/80; Gazâlî, İlcam, (Trc.) s.110; Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/173; Nesefî,
Bahru’l-Kelâm, (trc) s.53; Adûduddîn el-Îcî, el-Mevakıf, s. 273; Kemâlüddin el-Beyadi, İşaratü’l-
Meram, s.187; Ebû’l-Berekat en-Nesefî, Medarik, (Mecmau’t-Tefasir içinde), II/563; Cemâleddin
el-Kasımî, Mehasinü´t-Te´vil, VII/99-100; Yavuz, Yusuf Şevki, “İstivâ” md. DİA, XXIII/402-404; Nesefî,
Bahru’l-Kelâm adlı eserinde, İmam-ı Malık’e bu soruyu soranın Cehm b. Safvan olduğunu ve
İmamın bu cevabı verdikten sonra Cehm’i huzurundan kovduğunu nakletmektedir. Nesefî,
Bahru’l-Kelâm, s. 53.
467 İbn Kesir, İmamu’d-Din Ebû’l-Fida İsmail, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, V/73, 74, 75, 120, 244, 311,
468 Fâtır,35/10; Âl-i İmrân, 3/55; Mülk, 67/16; Nisa, 4/158; Ayrıca şu ayetlere bkz. Meâric, 70/4;
Secde, 32/5; Nahl, 16/50; A'râf, 7/54; Yûnus, 10/3; Ra'd, 13/2; Furkan, 25/59; Secde. 32/4; Hadid,
57/4; Tâhâ, 20/5; Mü'min, 40/36; Fussilet, 41/42; En'âm, 6/114.
469 İbn Teymiyye'nin İstivâ hakkında görüşü için bkz. Nakzu’t-Te'sis, I/127–8,518, 562–5, 578, 5804,
591.
470 Mesela: Resûlüllah (s.a.v.)'in Rabbine (miraca (yükselmesi) ve meleklerin Allah'ın yanında
olması, ayrıca gece ve gündüz nöbetleşe olarak inip çıkan melekler hakkında Peygamber Efen-
dimizin "Aranızda geceleyenler Rablerine yükselirler. O, kullarını daha iyi bildiği halde kendi-
lerine sorar..» Buhârî, Mevâkit, 16; Müslim, Mesâcid, 210; Diğer rivayetler için bkz. Buhârî,
Meğâzî, 61; Müslim, Zekât, 144; Ebû Dâvûd, Tib, 19; İbn Hanbel, VI/21; Buhârî, .Tevhid, 22;
Tirmizî, Cennet, 4.
471 Örnek olarak bkz. İbn Teymiyye, Mecmû’atü’r-Resâ’ili’l-Kübrâ, I/214; ayrıca bkz. Minhacu's-
Sünne, II/29 (min muvafati sarihi'l makul li sahih el-menkul); İbni Teymiyye, Der'u Te'ârudi'l-
Akl ve'n-Nakl, 2/57.
472 İbn Kesir, İmamu’d-Din Ebû’l-Fida İsmali, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, I/50, 123, 124.
474 İbn Kesir, İmamu’d-Din Ebû’l-Fida İsmali, Tefsiru’l-Kurani’l-Azim, II/474, 583, II/120, 303, 480,
461.
475 Zehra, Muhammed Ebu, İbn Teymiyye, s. 202.
184 Hakikat ve Mecaz Bağlamında Müteşabih Bir Kavram Olarak İstivâ
479 Bu şiir Lisanu’l-Arab’da Cevherî’ye ait olduğu belirtilmektedir. İbn Manzur, a.g.e., XIV/414.
Fahreddîn Râzî, istivâ ile ilgili ayetlerin te'vil ve tefsiri hususunda te-
ferruata dalmadan bunun ilminin Allah'a havale edilmesi491 gerektiğini söyler-
ken bile, bu konuda uzun uzun açıklama ve izahlar getirir. Yaptığı bu açık-
lamalarda bazen Mu’tezile bilginlerinin, bazen de selef bilginlerinin yo-
rumlarına yakın yorumlar yapar.492
487 İbn Teymiyye, Beyan-u Telbîs-i Cehmiyye, (I-II), Mekke, H.1391. Bu eser, Fahreddin Razi’nin
özellikle “Esasü’t-Takdis” isimli eserini cerh etmek için yazılmış hacimli bir çalışmadır.
488 İbn Rüşd, el-Keşf An Menahicü’l- Edille, Trc. Felsefe Din İlişkileri, Süleyman Uludağ, s.267 vd.
489 Bkz. İlcamu’l-Avam, s.11 vd.; Kavaidu’l-Akaid, s. 165; Yavuz, Yusuf Şevki, “İstivâ” md. DİA,
XX/402-404.
490 Mâtûrîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vilâtü’l-Kur’an, (İlmî Kontrol: Bekir
söylemesi gerekir. Her iki halde de bunu söylemek caiz değildir. Çünkü
Allah’ın bir mekâna yerleştiğini söyleyen kimse, Allah’ı zâtıyla sınırlandı-
rılmış bir varlık kabul etmiş olur. Bu ise imkânsızdır.502
5. Sonuç
İsitvâ ile ilgili bu değerlendirmeleri aktardıktan sonra sonuç ola-
rak şunu söyleyebiliriz:
Kaynaklar
Kur’an-ı Kerim Ve Açıklamalı Meali (TDV) Hazırlayan: Ali Özek, Hayrettin Kara-
man, Ali Turgut, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gü-
müş, Ankara, 1993.
Abdulbâkî, Fuad, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’an, Mısır, Trs.
Abdu’l-Cebbar, Kâdî, Ahmed Ebû’l-Huseyn, el-Mu’tezilî, Şerh-u Usûli’l-Hamse,
Kahire, 1988.
Akdemir, Hikmet, “Kur’an-ı Kerim’de Mecazın Varlığı Problemi”, Harran Üniversi-
tesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV, ss. 59-90, 1998.
Alper, Ömer Mahir, Kuran-ı Kerim Ve Mecaz, Haksöz Dergisi, Sayı, 49, Nisan:
1995.
Askerî, Ebû Hilal, Mu’cemu’l-Furûku’l-Lugaviyye, Kum, 1974.
Bağdadî, Abdulkâhir, Kitabu Usûli’d-Dîn, Beyrut, 1981.
Bakıllanî, Kadı Ebûbekir Muhammed b. Tayyib, Kitab et-Temhîd, Beyrut, 1987.
Beyadî, Kemalu’d-Din Ahmed, İşârâtu’l-Meram min İbârâti’l-İmam, Mısır, 1949.
Beydavî, Kadı Nasıru’d-Dîn Ebû Said Abdullah b. Ömer, Envaru’t-Tenzil ve
Esraru’t-Te’vil, (Mecmau’t-Tefasir İçinde), Beyrut, 1320 H.
Bilici, Adnan, Kur’ân-ı Kerîm’de İstivâ, (DEÜSBE Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 1990).
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed B. İsmâîl, el-Camiu’s-Sahih (I-VIII), İstanbul,
Ofset Baskı, 1979.
Canan, İbrahim, Kütüb-İ Sitte, (I-XVIII), Akçağ Yayınları, 1988.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara, 1979.
Cerrahoğlu, İsmail, Ye’cüc-Me’cü ve Türkler, Ankar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi,bkz. http://Dergiler.Ankara.Edu.Tr/Dergiler/37/735/9388.Pdf.
Cuveynî, İmâmu’l-Haremeyn Ebû’l-Meali Abdulmelik, Kitabu’l-İrşad ila Ka-
va’idi’l-Edilleti fî Usuli’l-İ’tikad, Tahk. Es’ad Temim, Beyrut, 1992.
Cuveynî, eş-Şamil fî Usûli’d-Dîn, Tahk. Ali Sami En-Neşşar, Mısır, 1969.
Cuveynî Ebû Muhammed Abdullah Yusuf, “Risâletü İsbâti’l-İstivâ ve’l-Fevkiyye”
Www.D-Sunnah.Net
Cürcani, Seyyid Şerif, Kitab Et-Ta’rifat, Trs.
Kandemir, M. Yaşar, Ka'b el-Ahbar mad. DİA, İstanbul, 2001, XXIV, ss. 1–3.
Kasar, Veysel, Kur’an’da Müteşabihat’tan “İstivâ” Kavramı, Harran Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1997, Sayı: 3, S. 201-227.
Maturîdî, Ebû Mnsur Muhammed b. Mahmud es-Semerkandî, Kitabu’t-Tevhîd,
Tahk Fethullah Huleyf, (Ofset), İstanbul, 1979.
Mâtûrîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vilâtü’l-Kur’an, (İlmî Kont-
rol: Bekir Topaloğlu), I-X, İstanbul, 2005-2007.
Mukatil B. Süleyman, el-Vucûhu ve’n-Nezâir, Yayına Haz. Ali Özek, İstanbul, 1993.
Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b. Süleyman (Tahkik: Ahmed Ferid), (I-III),
Beyrut, 2003.
Müslim, Ebû’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim, el-Camiu’s- Sahih, İstan-
bul, 1992.
Nesefî, İmam Ebû’l-Muîn, Tabsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, Tenkidli Neşr. Hüseyin
Atay, D.İ.B. Ankara, 1993.
Nesefî, Kitabu’t-Temhîd li Kavaidi’t-Tevhîd, Tahkik Ceybullah Hasan Ahmed,
(Takdim: Muhammed Cevheri), Kahire, 1986.
Nesefî, Bahru’l-Kelâm fî İlmi’t-Tevhîd, (Trc. Cemil Akpınar, İslâm İnançları), Kon-
ya,1978.
Razi, İmam Fahrü’d-Din Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyin, Mefatihu’l-Ğayb (I-
XXIII), Çev. Suad Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık doğru)
Ankara,1988.
Razi, Esasü’t-Takdis, Tahk. Ahmed Hicazî es-Seka, Kahire, 1986.
Rıza, Reşid, Tefsiri’l-Kur'ân’il-Hakim (Tefsir-i Menar), Kahire, 1373.
Suyutî, Celaluddin Abdurrahman, el-İtkan fî Ulûmi’l-Kur’an (I-II), Lübnan,
1996/1416.
Şehrıstanî, el-İmam Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal (I-
III), Tahk. Ahmed Fehmi Muhammed, Beyrut, 1992.
Taberî, Muhammed B. Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kurân, Riyad, 1954.
Tantavî Cevherî, el-Cevahir fî Tefsiri’l-Kur’an, Kahire, 1341.
Yavuz, Yusuf Şevki, DİA. “İstivâ” md. DİA, XXIII/402, İstanbul, 2001.
Zehebî, Tezkiretü'l-Huffaz, Haydarâbâd 1376/1956.
Zemahşerı, Ebû’l-Kasım Carullah Mahmud b. Ömer el-Harranî, el-Keşşaf an-
Hakkaiki’t-Tenzil ve Uyûnu’l-Akavil fi-Vucûhi’t-Te’vil, Beyrut, Trs.
GİRİŞ
İslam fıkhında hükme ulaşma yollarından biri olan kıyasın kayna-
ğının ne olduğu sorunu son dönemde farklı tartışmalara neden olmuştur.
Bu bağlamda “fukahanın kullandığı kıyasın özgünlüğü meselesi” adını
I. Kavramsal Çerçeve
A. Mantıkî Kıyas
Mantık bilimi “mantıklı düşünme”nin kural ve yasalarını ortaya
koyan bir disiplindir. Mantıklı düşünme ise doğru veya tutarlı düşünme
demektir. Doğru veya tutarlı düşünme ise akıl yürütmenin akıl ilkeleri
denen ilkelere uygun olması ile mümkün olur.508 Genel anlamı ile akıl
505 Özelde fıkhî kıyasın Aristo kıyasından etkilenip etkilenmediği daha genelde ise müslümanların
nassları anlama metodolojisi olan usul-i fıkıh ilminin ve bu ilmin kurucusu olan Şâfiî’nin Aristo
mantığından etkilenip etkilenmediği konusundaki tartışmalar için bkz. Neşşâr, Ali Sâmi,
Menâhicü’l-bahs ‘inde müfekkirî’l-İslâm, Beyrut, 1984, s. 83-87.
506 Neşşâr, a.g.e., s. 180 vd.
507 Neşşâr (a.g.e., s. 187) İbn Teymiyye’nin Aristo mantığına yönelik eleştirilerinin yalnızca yıkıcı
boyutunun bulunmadığını aynı zamanda alternatif bir mantık ortaya koymak suretiyle yapıcı bir
yönünün de bulunduğunu belirtir.
508 Emiroğlu, İbrahim, Klasik Mantığa Giriş, 2004 Ankara, s. 13.
Kıyas; öncül adı verilen iki veya daha çok önerme ile sonuç denen
bir önerme arasında mantık bakımından geçerli olan bir ilişki kurmak-
tır.515
neden (illet) de yoktur, delil de yoktur. Buradan, kıyasta asıl rolü orta
terimin oynadığı anlaşılmaktadır. 517
B. Fıkhî Kıyas
Fıkıh literatüründe kıyas sözcüğü farklı anlamlarda kullanılmakla
birlikte520 genellikle benimsenen tanım “fer”in, hükmün illetindeki birlik
sebebiyle “asl”a ilhak edilmesi demektir. 521
Kıyasın rükünleri asıl, fer’, illet ve aslın hükmü olmak üzere dört-
tür. 522 Bu, usulcülerin çoğunluğunun görüşüdür.523
519 Kuralların ayrıntıları hakkında bkz. Mahmûd, a.g.e., s. 148-151; Mehran, a.g.e. s. 210-223.
520 Bkz. Duman, Soner, Şâfiî’nin Kıyas Anlayışı, s. 35-36.
521 Zeydân, Abdülkerim, el-Vecîz fî usûli’l-fıkh, Beyrut, 1987, s. 194; Zuhaylî, Vehbe, Usûlü’l-fıkhi’l-
İslâmî, Dımaşk, 1986, I, 603; Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s. 179.
522 Şevkânî, İrşâdü’l-fuhûl, s. 862; el-Hudarî Bek, Muhammed, Usûlü’l-fıkh, Mısır, 1969, s. 293.
523 Ferağlî, Muhammed Mahmûd Muhammed, Buhûs fi'l-kıyâs, 98.
524 Zeydân, a.g.e., s. 195, 226; Zuhaylî, a.g.e., II, 603.
525 Apaydın, "Kıyas", DİA, XXV, 534.
198 Er-Redd Ale’l-Mantıkıyyîn Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Teymiyye
526 Bu konudaki tartışmalar için bkz. Çaldak, Hüseyin, Aristotales Mantığının İslam Usul Bilimlerine
Etkisi, [Yayımlanmamış Doktora Tezi], Erzurum, 2006, s. 104 vd.
527 Zuhaylî, a.g.e., I, 602.
528 Ömerî, el-Kıyas fi't-teşrî'i'l-İslâmî, s. 56.
529 Nassla sabit hükümler üzerine kıyas yapılabileceği ittifakla kabul edildiği halde icmâ ile sabit bir
hüküm üzerine kıyas yapılıp yapılamayacağı konusu üzerinde iki farklı görüş bulunmaktadır.
Bkz. Şevkânî, a.g.e., s. 865.
530 Bu hüküm ancak delaleti kat’î nasslar için söylenebilir. Delâleti zannî olan bir nassın hükmünün,
onu kıyasta delil olarak kullanan müctehidin ifade ettiği anlama gerçekten gelip gelmediği ise in-
celemeye muhtaçtır.
Mantıkî kıyas çoğunlukla bir kısmı küllî bir kısmı cüz'î olan aklî
öncüllere dayanır.533 Bu öncüller dış dünyadan elde edilebileceği gibi,
akıl, dil vb. yollarla edinilmiş de olabilir.
4. Amaç Bakımından
Mantıkî kıyas ise bir münazarada karşı taraf aleyhine delil getir-
meyi amaçlar, bununla birlikte mantıkî kıyas bize yeni bir bilgi vermez.
Gerek mantıkî kıyas, gerekse fıkhî kıyas, birer akıl yürütme yolu
olmakla birlikte; birincisi, dedüksiyon'un en mükemmel şekli olarak ka-
bul edilmiş ve klâsik mantığın esasını teşkil etmiş, ikincisi ise, klâsik man-
tıkçıların fazla önem vermemesine karşılık, İslam hukukçularınca, hukuk
kaynakları arasına yerleştirilmiştir. Mantıkî kıyastakinin aksine, fıkhî kı-
yasta öncüllerin tertibi işlemi şart değildir. Mantık dilinde fıkhî kıyasa
analoji adı verilir.
Usûlî kıyas ile mantıktaki analoji arasındaki en bariz fark ise şu-
dur: Usulcülerin kullandığı kıyas, -rükünleri, şartları ve diğer hususlara
riayet edilmesi şartıyla- kesin bilgiye (yakîn) götürme özelliğine sahipken
Aristo mantığındaki analoji en iyi şartlar altında bile ancak zanna götü-
rür. Aradaki bu farklılığın temeli usûlî kıyasın bir tür "ince, bilimsel bir
tümevarıma dayalı" olmasıdır. Bunu sağlayan husus şu iki esastır: 1. İlli-
yet kanunu, 2. Ittırad ve inikas.538
A. Epistemolojik Değerleri
İbn Teymiyye mantıkî kıyas ve fıkhî kıyasın epistemolojik değeri
konusunda karşılaştırmalar yaparken bu ikisinin sağladığı bilginin değe-
rinin aynı olduğunu söyler. Ona göre bilginin değeri akıl yürütme yön-
teminden değil, akıl yürütmeye konu olan muhtevadan kaynaklanır. O,
bu konuda şunları söyler:
B. İspat Yöntemleri
İbn Teymiyye her iki kıyas yönteminin bilgi değerinin eşitliğini bir
örnek üzerinden şu şekilde ortaya koyar:
C. Alanları
İbn Teymiyye’ye göre fıkıhçıların kullandığı aklî kıyas hem aklî
hem de dinî alanda kullanılabilir. O, bu meseleyi şöyle açıklar:
[b] - Yine "asıl ile fer' arasında hükme tesir eden bir fark-
lılık bulunmadığı" sabit olunca bu, bütün ilimlerde delil olur.
[a] - İbn Teymiyye, asıl ve fer’ arasında ortak olan noktanın “illet”
veya “illeti gerektiren şey” olmaması halinde kıyasın sahih olup olmadı-
ğının bilinemeyeceğini belirterek şöyle der:
Asıl ve fer arasındaki ortak nokta illet değilse veya illeti ge-
rektiren şey değilse, asıl ve fer'in bu ortak noktada buluşması hü-
kümde de ortak olmalarını gerektirmez. Bu durumda, ortak nokta ille-
ti barındırabileceği gibi barındırmayabilir de. Bu durumda da aslın il-
letinin fer'de mevcut olduğu bilinemeyeceğinden kıyasın sahih olup
olmadığı da bilinemez. Kıyas, ancak asıl ve fer'in illette iştirak etmesi
durumunda sahih olur. Biz, asıl ve fer'in doğrudan illette veya illetin
Sonuç
İbn Teymiyye mantıkçılara reddiye olarak yazdığı er-Redd ale’l-
mantıkiyyîn adlı eserinde fıkıhçıların kullandığı kıyas yöntemi olan analoji
[temsil] ile mantıkçıların kıyas adını verdiği akıl yürütme yöntemini [de-
düksiyon] çeşitli açılardan mukayese etmiştir. Onun bu konuya dair gö-
rüşlerini ele aldığımız makalemizde ulaştığımız sonuçları şu şekilde ifade
etmek mümkündür:
[2] - Her iki akıl yürütme türü her türlü bilim dalında kullanılabi-
lir, mantıkçıların kıyasının aklî alanla, fıkıhçıların kıyasının dinî alanla
sınırlandırılmasının bir temeli yoktur.
Kaynakça
APAYDIN, Hacı Yunus, “Kıyas”, DİA, XXV, 529.
ÇALDAK, Hüseyin, Aristoteles Mantığının İslâm Usul Bilimlerine Etkisi, [Yayım-
lanmamış Doktora Tezi], Atatürk Üniversitesi SBE, Erzurum, 2006.
DUMAN, Soner, Şâfiî’nin Kıyas Anlayışı, TDV İSAM yayınları, İstanbul, 2009.
DURUSOY, Ali, "Kıyas". DİA, XXV, 525-529.
EMİROĞLU, İbrahim, Klasik Mantığa Giriş, Elis Yayınları, Ankara, 2004.
el-BÛTÎ, Muhammed Saîd Ramazan, "Eseru'ş-Şâfiî fî menheci't-tefkîri'l-İslâmî",
el-İmâmu'ş-Şâfiî fakîhen ve müctehiden. Kualalimpur, 15 Ağustos 1990, ss.
489-502.
FERAĞLÎ, Muhammed Mahmûd Muhammed, Buhûs fi'l-kıyâs. 1. Bâsım, Baskı
yeri (?), Dâru'l-kitâbi'l-câmi'î, 1983.
el-HUDARÎ BEK, Muhammed, Usûlü’l-fıkh, VI. Basım, Dâru’t-ticâreyyetü’l-
kübrâ, Mısır, 1969.
İBN TEYMİYYE, er-Redd ale’l-Mantıkiyyîn, (Tah. Muhammed Hasen Muhammed
Hasen İsmail), Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 2003.
MAHMUD, Yusuf, el-Mantıku's-sûrî. 1. Basım, Devha, Dâru'l-hikme, Devha,
1994.
MEHRAN, Muhammed Beyyumi, Medhal ile'l-mantıki's-suri. Kahire, Darü's-
Sekâfe, 1989.
MEYDÂNÎ, Abdurrahman Hasen Habenneke, Davâbitü’l-ma’rife ve usûlü’l-istidlâl
ve’l-münâzara, 4. Basım, Dımaşk, Dârü’l-kalem, 1993.
En-NEŞŞÂR, Ali Sâmi, Menâhicü’l-bahs ‘inde müfekkirî’l-İslâm, Dâru’n-nahdati’l-
Arabiyye, Beyrut, 1984.
EL-ÖMERÎ, Nâdiye Muhammed Şerîf, el-Kıyas fi't-teşrii'l-İslami: Dirase usuliyye fî
beyani mekaneti ve eseruhu fî’l-cevanibi’t-tatbikiyye. 1. Basım, Cize, Hecr li't-
Tıbaa ve'n-Neşr, 1987.
Er-RÂZÎ, Fahreddin Muhammed bin Ömer bin Hüseyin, el-Mahsûl fî usûli’l-fıkh,
(tah. Tahâ Câbir el-Alvânî), Müessesetü’r-Risâle, t.y.
ŞÂBAN, Zekiyyüddin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (Usûlü’l-Fıkh), (Trc. Prof. Dr.
İbrahim Kafi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1996.
210 Er-Redd Ale’l-Mantıkıyyîn Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Teymiyye
Özet
Türklerin dini tarihleri içerisinde “gök kültü” bir aşkını, ebe-
diliği, sonsuzluğu, azameti ve Tengri’nin makamını teşkil etmesi ne-
deniyle kutsal kabul edilmiştir. Geleneksel Türk inancında gökyüzü-
nün kutsal kabul edilmesinin en büyük nedeni, göğün en üst katının
Tanrı’nın makamı olması ve kötülüklerin anası kabul edilen karanlığı
kovan güneş, ay ve yıldızların onun çadırı altında bulunmasıdır. Öyle
ki Türkler Gök Tanrı’yı “Göğün Ruhu” şeklinde telakki eden bir anla-
yış ve kutsiyete sahipti. Biz de bu çalışmamızda Türklerde gök ile ilgi-
li inanışların tespiti üzerinde durduk.
Anahtar Kelimeler: Gök, kült, Tanrı
Abstract
Belıefs Related Wıth the Sky ın the Turkısh Culture
The Turks have in their history presumed the “ sky cult” holy
because it symbolized love, eternity, infinity, grandeur, and the Tengri
( God). The most important reason why the sky was presumed holy in
the conventional Turkish religion was that, they believed that the god
was at the highest stage of the sky, and that the sun, moon, and the
stars that expulsed the darkness which was assumed as the mother of
evil, were rendering under his tent. This conception was so strong
that, the Sky God was the “ Sky Soul” and was a very divine being. In
this study we researched on the beliefs of the sky among Turks and
we pointed it.
Keywords: sky, cult, God
558 Mircea Eliade, Dinler Tarihi (İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi) (Çev. MustafaÜnal), Konya,
2005, s.63 vd.
559 Rafaella Pettazzoni, Tanrı’ya Dair (Çev. Fuat Aydın), İz Yayıncılık, İstanbul, 2002, s.27
560 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987, s.28vd.
561 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnancının İzleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
yer ayrı bir âlem olarak kabul edilmemiştir. Türkler gök ile mukaddes yer
ve suları yani “yer-sub”ı bir birliğe götürecek şekilde düşünüyorlardı.
Türklerde Tengri yani Tanrı sözü başlangıçtan beri, geniş anlamda göğü,
göğün maviliğini ve sonsuzluğunu ifade ediyordu.563 Türklerde gök ve
onunla ilgili olarak gök renginin, ak’ın kutsal kabul edilmesi Türk koz-
mogonisi ile de ilişkilidir. Eski Türklerde kâinattaki ışıklı şeyleri, iyi olan
işleri, hayatın nimetlerini Tanrı Ülgen; pis şeyleri bedbahtlıkları ve şerri
hastalıkları ise Erlik yaratmıştır. Ülgen ışıklı, Erlik ise karanlık dünyanın
yani birincisi yer üstünün ikincisi de yeraltı dünyasının Tanrı’sıdır. Bu
sebepten olsa gerek eski Türkler Ülgen’e ak, Erlik’e ise kara yani koyu
renkli hayvanlar kurban etmekte idiler.564
563 Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2002, s.148vd.
564 Orhan Yavuz, Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası, Türk Dünyası Araştırmaları Der-
gisi, Şubat 88, S.52, s.38.
565 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Anahtarları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2002, s.18.
566 Ümit Hassan, Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Alan Yayınları, İstanbul, 2000, s.79.
567 Hikmet Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1986,
s.15.
568 Abdulkerim Rahman, Uygur Folkloru (Çev. Soner Yalçın, Erkin Emet), T.C. Kültür Bakanlığı
569 Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976, s.19.
570 İnan, 16vd.
571 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2002, s. 111.
572 Ünver Günay, Harun Güngör, Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2007, s.60.
573 Erman Altun, Türk Halkbilimi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2009, s.106.
574 Edip Yavuz, Tarih Boyunca Türk Kavimleri, Kurtuluş Matbaası, Ankara, 1968, s.420.
575 Mircea Eliade, Şamanizm (Çev. İsmail Birkan), İmge Kitabevi, Ankara, 1999, s.27vd.; Harun Gün-
gör, “Orta Asya ve Kuzey Kavimlerinde Semavi Tanrılar”, Türk Bodun Bilimi, Kum Saati Yayınları,
Kayseri, 2006, s.59vd.
576 Ahmet Gökbel, Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dini Tarihi), Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000, s.204.
577 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1986, s.3.
578 Günay, Güngör, 39 vd.
216 Türk Kültüründe Gök İle İlgili İnanışlar
kubbe, yeryüzü ise denizler içinde yüzen dört veya sekiz köşeli bir düz-
lük sanılıyordu.579
Gök, kozmik bir unsur olarak ele alındığında ise Göktürklerin bı-
rakmış olduğu yazıtlar Gök’ün bütünlüğü üzerinde ısrar etmektedir. Bu
yazıtlarda göğün katlarından bahseden hiçbir ibareye rastlanmamıştır. Bu
yazıtlara göğün her hangi bir geometrik şeklinden de bahsetmemiştir.
Fakat bir kısım araştırmacılar Göktürk ve Uygur kitabelerinde kullanılan
kaplumbağa kaidelerinden hareketle onların göğün hem dünyaya paralel
bir daire hem de kubbe olarak düşünmüşlerdir. Çünkü kaynağı Hindis-
tan olan kaplumbağa motifi mikro-kozmos olarak kabul edilmektedir.
Kaplumbağanın üst kısmı ise kubbe şeklindedir. Bu nedenle Göktürkler
ve onları takip eden diğer boyları da göğü kubbe şeklinde algılamışlar-
dır.580 Gagauzlar ise göğü, yerin üzerinde kristal bir kubbe olarak düşü-
nür, göğün üç katlı olduğuna, gök kubbede azizlerle birlikte Allah’ın ya-
şadığına inanırlar. Onlara göre yaşadığımız yer başka yerlerin kubbesi-
dir.581
579 Emel Esin, Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, s.39.
580 İsmail Taş, Türk Düşüncesinde Kozmogoni, Kozmoloji, Kümen Yayınevi, Konya, 2002, s. 152 vd.
581 Harun Göngör, Mustafa, Argunşah, Gagauz Türkleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991,
s.43 vd.
582 Taş, 153.
595 Orhan Şaik Gökay, Dedem Korkudun Kitabı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 2000, s.XXXVIII;
tadır. Mitolojilerde gök gürültüsü ile ilgili anlatılan bir inanca göre ise,
Kut Dağı’nı yabancı ellere veren Yuluğ Tegin, bunun cezasını Tanrı’nın,
yıldırımdan kırbaçları altında inleye inleye can vererek öder. Gagauzlar
kışın gök gürültüsü işittiklerinde o yılın bereketli geçeceğine ve hayvan-
larının ise sağlıklı olacağına inanırlardı. Gagauzlar şimşeğe, “çimşirik”
demekteydiler. Gagauzlar’a göre şimşek, Aziz İlyas’ın şeytana attığı ok
olarak kabul edilirdi. Kış mevsiminden sonra gök gürültüsü ilk defa işiti-
lince ise demir ve taş alınarak vücudun değişik yerlerine vurulur ve böy-
lece insanın taş ve demir gibi sağlam olacağına inanılırdı.597 Altaylılara
göre yıldırım ve şimşek Ülgen’in emrinde olmasının yanında kutsal kabul
edilirdi. Bu özelliklerinden dolayı yıldırım hem korkutur, hem sevilir,
hem de kutlanırdı. Şimşek ise Tanrı’nın şeytana attığı oklar olarak düşü-
nülmekteydi.598 Karaylar ise gök gürlemesinden anlamlar çıkarmaktadır-
lar. Günümüz Türk toplumlarında ve Anadolu’da da gök gürlemesi ve
şimşek çakması ile ilgili benzer inanışlar görülmektedir.599 Altaylılara gö-
re Tengri, insanların yaptıkları yanlışları kötü havayla cezalandırmakta-
dır.600
597 Yaşar Kalafat, Dedem Korkut Aşağı Eller, Berikan Yayınevi, Ankara, 2008, s.160 vd.
598 Murat Uraz, Türk Mitolojisi, Mitologya Yayınları, İstanbul, 1992, s.36.
599 Yaşar Kalafat, Dedem Korkut Aşağı Eller, s.160vd.
Kaynakça
Altun, Erman; Türk Halkbilimi, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009
Çoruhlu, Yaşar; Türk Mitolojisinin Anahtarları, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002.
Eliade, Mircea; Şamanizm (Çev. İsmail Birkan), İmge Kitabevi, Ankara 1999,
s.27vd.
_____________; Dinler Tarihi (İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi) (Çev.
MustafaÜnal), Konya 2005.
Ergun, Pervin; Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yayınları, Ankara 2004.
Esin, Emel ; Türk Kozmolojisine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001.
Gökalp, Ziya; Türk Uygarlığı Tarihi, İnkılâb Kitabevi, İstanbul 1991.
Gökbel, Ahmet; Kıpçak Türkleri (Siyasi ve Dini Tarihi), Ötüken Yayınları, İs-
tanbul 2000.
Günay Ünver, Güngör, Harun; Türklerin Dini Tarihi, Rağbet Yayınları, İstanbul
2007.
Güngör, Harun; “Orta Asya ve Kuzey Kavimlerinde Semavi Tanrılar”, Türk Bodun
Bilimi, Kum Saati Yayınları, Kayseri 2006.
Güngör, Harun, Argunşah, Mustafa; Gagauz Türkleri, Kültür Bakanlığı Yayınla-
rı, Ankara1991.
Hassan, Ümit; Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler, Alan Yayınları, İstan-
bul 2000.
İnan, Abdulkadir; Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 1986.
_____________; Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976.
Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnancının İzleri, Atatürk Kültür, Dil
ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara 1995.
Kalafat, Yaşar; Dedem Korkut Aşağı Eller, Berikan Yayınevi, Ankara 2008.
Orkun, Hüseyin Namık; Eski Türk Yazıtları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, An-
kara 1987.
Ögel, Bahattin; Türk Mitolojisi II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
222 Türk Kültüründe Gök İle İlgili İnanışlar
Giriş
es-Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl
(ö.490/1097) Karahanlılar döneminde yaşamış, Türk olması kuvvetle
muhtemel, meşhur Hanefî fakihtir.603 Onun el-Mebsut adlı mufassal
eseri taksim edilerek kalabalık bir heyet tarafından Türkçeye çevril-
miştir; her çeviri gibi prensipte o da tenkide açık olsa da, bu bir kaza-
nımdır. Ancak Mebsut’un mukaddimesi niteliğinde olan iki ciltlik
Usul‘ün de bir heyet tarafından çevrilmesi daha uygun olur, Mebsut’u
tamamlayıcı olur. Biz, Serahsî’nin Usul’ünden bir parça da olsa, en
çok ilgimizi çeken yerlerden biri olan, bazı tespitleri diğer birçok
eserde olmayan, Hz. Muhammed’in (sav) peygamber olmasına rağ-
men hüküm ortaya koyma (izhar) konusunda rey ve içtihat ile de
amel etmesi ve şûraya/meşverete önem vermesi açısından önemli bil-
giler içeren bir konuyu çevirmekte fayda mülahaza ettik. Bize göre
şer’î hükümleri ortaya koymada Hz. Peygamber’in rolü büyüktür;
“Kur’an bize yeter” vb. abartılı iddialarla Peygamber’in kişisel rolü de
atlanamaz. Allah’tan aldım (vahiy) dediğine güveniliyor da,
mütevatir nakledilmemiş diye dinin mantığıyla uyumlu kendi sözle-
rine niçin güvenilmesin? Uydurma hadisler ayrı bir konudur.
Çevireceğimiz konunun orijinal adı, manası başlığa yansıdığı
üzere şudur: Fasl fî Beyanî Tarikati Resulillah (sav) fî İzhari Ahkami’ş-Şer’.
Bu konu tahkikli eser olan Usulü’s-Serahsî’de geçmekle birlikte, bazı
hususlarda tahkiki yetersiz bularak (ayet ve hadislerin kaynaklarını
da biz gösterdik), çeviride dipnot düşüp bazı metin tenkitleri yaptık,
açıklamalarda bulunduk, onların sonuna çevirene ait işaret (ç.) koy-
duk.
* Çevrisini yaptığımız bu yazı Serahsî’nin el-Ussul adlı eserinin II. Cildinin 90-96. sayfalarında yer
almaktadır. es-Serahsî, Usul, tah. Ebu’l-Vefa el-Efganî, İstanbul 1984, II, 90-96
603 Geniş bilgi için bkz. Hamidullah, Muhammed, “Serahsî”, MEB İslam Ansiklopedisi, Eskişehir 1997,
X, 503-504.
Çeviri
Açıkladığımız üzere Resulullah (Allah Resulü), şer’in ahkamını
(şer’î hükümleri) beyan etmede/açıklamada vahye dayanıyordu. Vahiy iki
kısımdır: Zahir ve Batın. Zahir de iki kısma ayrılır: Biri, meleğin lisanı
üzere Peygamber’in tebliğ edilenin kesin olduğunu bildikten sonra kula-
ğına düşen şeydir. Bu, Allah’ın şu sözleriyle murad edilir: “De ki onu
Ruhu’l-Kudüs senin Rabbinden gerçek olarak indirdi.”604 “O kerim elçinin
sözüdür.”605 İkincisi, kelam ile beyan edilmeksizin meleğin işaretiyle Pey-
gamber’e izah (açık) olan şeydir. Buna Resulullah şu sözünde işaret et-
miştir: “Ruhu’l-Kudüs ruhuma üfledi ki, hiçbir nefis rızkını tamam alma-
dıkça ölmeyecektir; Allah’tan korkun, güzel talepte bulunun.”606 Vahy-i
batın: Kalbin şüphe, itiraz ve zahmet olmayacak şekilde teyididir. Bu,
Peygamber’in kalbinde Allah’tan ona hadisenin hükmünü açık edecek
nur ile hakkın ona zahir (açık) olmasıyla olur. Buna Allah Teala şu sözüy-
le işaret etmiştir: “İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şey ile hük-
metmen için.”607 Bu ibtilaya yakındır. İbtilanın manası şudur: Kastedilenin
ne olduğunun Peygambere açık olması için kalbinde sözün hakikatini
düşünmedir. Bu tamamen Resulullah’a hastır, onun ile kesin hüccet (de-
lil) sabit olur. Bunda ümmetin ortaklığı yoktur/bu durum ümmet için söz
konusu değildir, ancak Allah’ın onun ile ümmetinden dilediği kimseye
ikramda bulunması hariç, bu evliya için keramettir. Resulullah hakkında
vahye benzeyen şeye gelince o, hükümlerin naslardan rey ve içtihat ile
çıkarılmasıdır. Ancak bu Resulullah’tan bu yolla olur. Bu şüphesiz doğ-
ru608 olduğu üzerine delil olduğu için nas ile sabit gibidir. Çünkü Pey-
gamber hata üzere karar kılmaz, bu O’ndan kesin hüccettir. Ümmetten
bunun benzeri, vahiy yerinde kabul edilmez; çünkü müçtehit hata da
eder, isabet de eder.609 Kesin olarak bilinir ki Resulullah’ın kemâl sıfatı
vardır, Allah’tan başkası onu ihata edemez (tam olarak bilemez); şüphe
608 Doğru kelimesi metinde sevap şeklinde yazılmış, baskı hatası olabilir, doğrusu “savab” olmalıdır.
(ç.)
609 Bu ifade Serahsî’nin, her müçtehit isabetlidir görüşünde olmadığını gösterir. (ç.)
yok ki başkası ahkamda rey ve içtihat ile amel etmede Resulullah’a eşit
olamaz. Bu, ulemanın, Peygamber ahkam konusunda içtihat edebilir mi
ve nas olmayan konuda rey ile amel edebilir mi hususunda ihtilafına da-
yanır. Bazı alimler bunu kabul etmedi ve şöyle dedi: Bu yol (rey ve içtihat
ile amel yöntemi) ümmetin hazzıdır/nasibidir; Resulullah’ın hazzı zikret-
tiğimiz şekilde vahiy ile amel etmektir. Ulemadan bazısı ise şöyle dedi:
Peygamber bazen vahiy yoluyla, bazen rey ile amel eder, iki yoldan biriy-
le hükümleri beyan eder. Bize göre görüşlerden en doğru olanı şudur:
Resulullah, hakkında vahiy olmayan hadiselerle karşılaştığında, (vahiy)
bekleme vakti geçinceye kadar bekliyordu, sonra rey ve içtihat ile amel
ediyordu, hükmü onun ile beyan ediyordu, O, hüküm üzere karar kıldığı
zaman bu durum hüküm için kesin hüccet oluyordu.
dini yoktu, onlar Medine meyvelerini satın alma veya bizim ikramımız
dışında yiyemiyorlardı, Allah Teala bizi din ile izzetlendirdikten sonra
onlara dinin gerektirdiğini veririz/yaparız, onlara ancak kılıç veri-
riz/savaşırız. Resulullah şöyle dedi: ‘Ben, Arapları size karşı bir yaydan
çıkmış gibi gördüm, istedim ki onları sizden çevireyim, siz bundan ka-
çındınız, işte siz, işte durum.’ Sonra Peygamber sulh için gelenlere şöyle
dedi: “Gidiniz, size kılıçtan başka bir şey vermeyiz/savaşırız.”613
Resulullah Medine’ye geldiği zaman onların hurma aşılamalarını uygun
bulmadı,614 ondan nehyetti, hurmalar kötü oldu, şöyle buyurdu: “Sanırım
hurmalarınız böyle değildi.” Şöyle dediler: Bizi aşılamadan nehyettin,
oysa meyvenin iyi olması ondandır. Resulullah buyurdu ki: “Siz dünya-
nızın işini benden daha iyi bilirsiniz, ben dininizin işini daha iyi bili-
rim.”615 Bundan açığa çıktı ki, hata ihtimalinde Peygamber’in reyi başka-
sının reyi gibidir. Şer’î hükümlerden hakkında nas getirdiklerinde Pey-
gambere muhalefet ittifakla caiz değildir; biliriz ki O’nun buna vukûfu
asla hata ihtimali (tevehhüm) taşımaz, bu vahiydir. Sonra hata ihtimali
olan reye ancak zaruret olduğunda başvurulur. Bu zaruret ümmet için
geçerli olur, Peygamber için olmaz; vahiy O’na her vakit gelir. Bunun
benzeri/örneği kıbleyi araştırma işinde görülür; Mekke’de Kâbe’yi gören
kimse için kıbleyi araştırmaya yönelmek caiz (mümkün) olmaz, araştır-
maya yönelmek Kâbe’den uzak olan kimse için caiz olur; çünkü onu gö-
renin onu araştırmaya yönelmesi zaruri olarak onun hakkında gerçek-
leşmez, içinde hata töhmeti olmayan bir yol olduğu için, bu muayene-
dir/gözle görmedir. Resulullah’ın ahkam konusunda rey ile amel etme
durumu da böyledir; çünkü Peygamber ahkamı başlangıçta tayin ediyor-
du/belirliyordu, rey başlangıçta hüküm tayin etme için uygun olmaz.
613 Hz. Peygamber’in Bedir savaşında Hubab b. Münzir’in görüşü üzerine su kenarına konakladığı,
Uhud savaşına çıkıp çıkmama konusunda ashabıyla istişare ettiği, Ahzab/Hendek savaşında hen-
dek kazma işinin Selman-ı Farisî’nin teklifi üzere yapıldığı çokça rivayet edilir ve bilinir, bunlar
bazı fıkıh usulü kitaplarında da nakledilir, ancak Hendek savaşında Hz. Muhammed’in müşrikleri
geri çevirmek için onlara Medine meyvelerinin yarısını teklif ettiği ve bunu Medineli Müslüman-
ların kabul etmediği hususu çokça bilinen olaylardan değildir. Olay bize ilginç geldi. (ç.)
614 Burada istekbeha kelimesi kullanılmaktadır; bu, çirkin buldu, kötü buldu anlamına gelir, ancak
çirkin buldu dendiği zaman bunu Türkçede anlamayanlar olabiliyor, onun için o kelimeyi burada,
uygun bulmadı şeklinde çevirdik. (ç.)
615 Müslim, Fedail, 140, 141; İbn Mace, Rühun, 15; Ahmed, I, 162.
616 Allaha yakışan kesin bilgiyle hükmetmektir. Kısaca böyle ifade edilebilir. (ç.)
617 Haşr, 59/2.
618 Nisa, 4/83.
lim, Zekat 161. Ancak yukarıda geçen ifadeye, ağız çalkalamaya benzetmeye biz rastlamadık; san-
ki yukarıda iki hadis birbirine karışmış gibi. Hasan’ın sadaka hurmayı ağzına götürdüğü zaman
Peygamber’in, onu at, bize, Ehl-i beyte sadaka helal olmaz dediğine dair Buharî ve Müslim’de ha-
dis var, ancak geçen kayıt yok. Başka bir hadis kaynağında, Peygamber’in Hasan’a veya Benu Ha-
şim’den bir başkasına, sadaka hurmayı veya başka bir sadakayı ağzında çiğnemiş olman, onu ye-
miş olman anlamına gelmez manasında, suyu ağzında çalkalamakla onu içmiş olmazsın demiş
olabileceği düşünülebilir. “Ehl-i Beyt’in Sadaka ve Zekat Almaması Üstüne” (Marife, Ehl-i Beyt
özel sayısı, 4/3, 2004, s.397-404) başlıklı makalemizde Benu Haşim’e sadakayı haram kılan hadisle-
rin, siyasî, sosyolojik ve psikolojik açıdan değerlendirmesini yaptık. Geniş bilgi edinmek isteyen o
makalemize bakabilir. (ç.)
624 Bu ibarede “kirli şeyler” ifadesi kapalı, kastedilen sadaka olabilir; sadaka kir olarak nitelenebilir mi
diye garipseyenler olabilir, ancak bir önceki dipnotta kaynağını gösterdiğimiz sahih hadislerin bi-
rinde Hz. Muhammed, Ehl-i beyt’e sadakayı haram kılarken, sadakanın insanların elinin kiri ol-
duğunu belirtmektedir. Çeviride düştüğümüz bu iki dipnot, bir eser tahkik edilirken sadece lafız
farklılıklarına değil, mana (metin) tenkidine de önem verilmesi gerektiğine işaret eder. Hadisçiler
genelde senet tenkidi yapıp, metin tenkidini ihmal ettikleri gibi, eser tahkik edenlerin de genelde
lafız tahkiki yaptıkları görülmektedir. İstisnalar hariç. (ç.)
625 Bu ifadeler Türkçede biraz kaba gelebilir, ancak Arapça ifade tarzı aynen öyle, sibakından/önceki
cümleden, cinsel ilişkinin kastedildiği anlaşılıyor. Bu ifadeler, "Helaliyle cinsel ilişkide bulunduğu
zaman" vb. şekilde çevrilebilir, ancak o zaman da metnin kendi üslubu, ifade tarzı yansıtılmamış
olur. Çevirilerde bu husus tartışılır: Metnin üslubunu, ifade tarzını mı korumak lazım, yoksa
mahrem vb. ifadeleri mecazi ve üstü kapalı olarak mı ifade etmek lazım? Keza bozuk bir üslubu
akıcı olsun diye mütercim düzeltmeli midir? Biz burada metnin üslubunu koruduk, zira bazı anla-
tış biçimleri sosyolojik olarak değişebiliyor; bir toplumda mahrem olan bir şey, başka toplumda
normal anlatılabiliyor. Başka metinlere de bakılırsa Arap toplumunun cinsellik konusunda daha
serbest anlatıma sahip olduğu görülür. Peygamberin, içinde yaşadığı toplumun örfünden izler ta-
şıması doğaldır. Bu peygamber için kusur değildir. (ç.)
626 Ahmed, V, 161, 169.
zaman bunun, O’nun reyiyle caiz olması daha önceliklidir. Bunun ile an-
laşıldı ki, Peygamber sahabe ile ancak bazı nedenlerle istişare ediyordu ve
görüşü kuvvetlendiriyordu, şu sözünde olduğu üzere: “Meşveret akılları
aşılar.” (el-Meşveretü telkîhu’l-ukûl).631 Yine şöyle buyurdu: “Görüş (rey)
sahibi biriyle istişare edip sonra ona itaat etmen kesinlik ifade eder.”632
Sonra rey ile hüküm çıkarma (istinbat) ancak nasların manalarını bilmeye
bağlıdır. Peygamber’in derecesinin başkasının derecesinden yüksek ol-
duğunda şüphe yoktur. O kendinden sonra ümmetten hiç kimsenin ma-
nasını bilmediği müteşabihi biliyordu. Buradan anladık ki, Peygamber en
yüksek dereceye sahiptir, bu yolu (rey ile hüküm çıkarma yöntemini)
kullanmaktan men etmek, kısıtlamadır, onu kullanmayı tecviz ise bir nevi
serbest bırakmadır, O’nun yüksek derecesine ancak serbest bırakma yakı-
şır, kısıtlama değil. Aynı şekilde, vahiy yoluyla bilinen şeyler sınırlıdır,
vahyin manalarından istinbat (çıkarım) ile bilinen şeyler sınırsızdır.633
Denilmiştir ki, kulların bilgi derecelerinin en üstünü istinbat metodudur;
görmüyor musun, ümmetten hüküm istinbat edenlerin derecesi istinbat
etmeyen hafızların üzerindedir.634 Bilgide en yüksek dereceye kapıyı ka-
pamayı gerektiren bir söz muhale benzer.635 Kasıtlı insanların tenkidi ol-
masaydı, bize bu delili getirmekle meşgul olmaktan vazgeçmek yakışırdı.
Bilgide Peygamber’in derecesini ancak Allah kuşatır/bilir. Daha aşağıda
olanın hakkıyla tazimde bulunması, onun Peygamber hakkında geçen
benzer taksimle meşgul olmamasıdır. Bunu ancak kasıtlı insanların tenki-
dini (ta’n) def için zikrettik.636 Sonra Peygamber rey ile beyan ettiği şeyin
631 Meşveretle ilgili Kütüb-ü Sitte’de birçok hadis var, ancak böyle bir hadise biz rastlamadık, bu
meşveretle ilgili hadislerden çıkarım yoluyla söylenmiş kelam-ı kibar’a benziyor. Manası güzel bir
söz.
632 Alıntı eksik olduğu için Peygamber’in bu sözü kime söylediği metinden anlaşılmıyor.
633 Bu cümle nispeten doğrudur, yoksa vahiyden çıkarılan hükümler de sınırlıdır; onların mana alan-
ları vardır, aşırı yorumdan sakınmak lazımdır. Vahyin taşımadığı bir manayı ona yüklemek veya
akıl ve rey ile varılan bir hükmü vahye söyletmek doğru değildir. (ç.)
634 Daha öz ifade etmek gerekirse: “Hüküm çıkaranlar, hüküm ezberleyenlerden üstündür.” Bu mana
genişletilebilir, mesleklere kıyas edilebilir, mukayese yapılabilir. Fıkıh usulünü bilip hüküm çıka-
ranlar fıkıh ezberleyenlerden üstündür denilebilir. Hüküm çıkaranlar hadis ezberleyenlerden üs-
tündür denilebilir. Örnekler çoğaltılabilir. (ç.)
635 Serahsî bu derin manalı sözüyle, Peygamber, sahabeyle onları memnun etmek için istişare ediyor-
verdi, bundan sonra asıl konuya dönecek. Şunu da belirtelim ki, Serahsî, bir sayfada bir defa
kesinlikle isabetli olduğu üzerine karar kıldığı zaman, başkasının rey ile
beyanına aykırı olarak, bunun ile ilm-i yakîn (kesin bilgi) sabit olur. Bu,
vahy-i batını açıklarken işaret ettiğimiz üzere ilhamın benzeridir ve bu
Peygamber’den hüccettir/delildir. İlgili konuda açıklayacağımız üzere
ilham başkası hakkında bu nitelikte olmaz. Bu kaideye delil, Havle’nin (r)
Peygamber’e gelip eşinin ona yaptığı zihardan637 sorunca söylediği riva-
yet edilen sözdür: “Senin ona karşı geldiğini düşünüyorum.”638 Kadın
şöyle dedi: Allah’a şikayet ediyorum. Bunu üzerine Allah şu sözünü in-
dirdi: “Allah senin ile mücadele eden kadının sözünü işitti.”639 Bundan
anladık ki, Peygamber, şer’î hükümler hususunda rey ile fetva verebili-
yordu ve hata üzere karar kılmıyordu. Bunun nedeni, çünkü biz O’na
uymakla emrolunduk. Allah şöyle buyurdu: “Peygamber size ne verdiyse
onu alınız.”640 Peygamber, hükmü rey ile beyan ettiği ve onun üzerine
uymayı kararlaştırdığı zaman o hükme uyma kesinlikle üzerimize farz
olur. Buradan biliriz ki bu kesin gerçektir, bunun benzeri, ümmet hak-
kında geçerli olmaz; müçtehit bazen hata edebilir ve hatası üzere kalabi-
lir. Bu nedenle başkasının reyi, ilm-i yakin (kesin bilgi) gerektirmez, baş-
langıçta onun ile hüküm koyma uygun olmaz, ancak nassın hükmünü,
hakkında nas olmayana geçirebilir.641 Buna delil, Peygamber’in karar kıl-
madığı hususta rey ile amel ettiği nas ile sabit olmuştur. Bazen bunun
üzerine uyarılmış, bazen uyarılmamıştır. Uyarıldığı hususa dair Allah
Teala’nın şu sözlerinde işaret vaki olmuştur: “Onlara izin verdin ama
Allah seni affetti.”642 “Ona kör adam gelince yüzünü ekşitti.”643 Uyarılma-
dığı şeylerden olanlara gelince, rivayet edilir ki Peygamber Ahzab harbini
bitirip evine girince ona Cibril geldi ve şöyle dedi: Sen silahı bıraktın ama
melekler onu bırakmadı. Cibril Ona Benu Kureyza üzerin gitmesini em-
Resulullah dedikten sonra sürekli “onun” şeklindeki nispet zamiriyle atıfta bulunmaktadır, Arap-
ça metinlerde bu durum sık görülür, yer yer zamirin gereğini Peygamber diye biz takdir ettik. (ç.)
637 Zihar, Araplarda erkeğin karısını boşamak için onu annesi gibi yakınına benzetmesidir, senin sırtın
bana annemin sırtı gibidir demesi gibi. Bu konuda genel her fıkıh kitabında bilgi vardır. (ç.)
638 Ebu Davud, Talak 17; Tirmizî, Tefsir, Sure 58; Neseî, Talak 33; İbn Mace, Talak, 25.
641 Bu görüş daha kısa ifade edilirse: Rey ile şer’î hüküm konulmaz, kıyas yapılabilir. (ç.)
644 Buharî, Megazi, 30, Cihad, 18; Müslim, Cihad, 66,;Ahmed, VI, 56.
645 Buharî, Tefsir, Sure 24.
646 Serahsî, kıssa bu konuda bilinir diyor, ancak bu hikaye, tarihe bir Şiî sokuşturması olarak geçmiş
olabilir; çünkü bazı kaynaklarda Ebu Bekr’in ilgili emri tebliğ etmediğinden, Ali’nin tebliğ ettiğin-
den söz ediliyor. Ebu Bekr, Peygamber’in emrini neden tebliğ etmesin? Serahsî’nin rivayet ettiği
versiyonun senedi sahih olsa bile, bir kişinin tebliğ etmesi neden yetmesin? Kıblenin değiştiği ha-
berini Müslümanlara götüren bir kişi değil midir? Peygamber her yere birden fazla kişi ile mi ha-
ber göndermiştir? Bize göre bu sorular, ilgili rivayet ve kıssanın sıhhati hakkında şüphe uyandır-
maktadır. (ç.)
647 Necim, 53/3.
650 Serahsî, Peygamber’in hüküm ortaya koyma/açıklama (izhar) yöntemini burada bitiriyor, ancak
bundan sonra bu yöntemin sonucu olarak ortaya çıkan söz ve fiillerin Kur’an açısından durumu-
nu tartışan iki ayrı fasıl açıyor, bu fasılların tamamını çevirmek ayrı bir konu olur. Şu kadar ki ko-
nuyla bağlantısı olduğu için merakın gitmesi açısından fasılları özet olarak çevirelim: Serahsi bi-
rinci faslın başında görüşlerini şöyle ortaya koyup sonra delilleriyle tartışmaya geçiyor: “Allah on-
lara rahmet etsin alimlerimiz şöyle demiştir: Peygamber’in (sav) fiili ve sözü Kur’an’dakine muva-
fık varit olduğu zaman Kur’an’dan sadır (gibi) ve onu beyan olarak kabul edilir. Şafiî ashabı şöyle
diyorlar: Bu, aksine delil bulununcaya kadar yeni bir hükmün beyanı olur.” (Usul, II, 97). Serahsî,
ikinci fasılda ise şöyle diyor: “Alimlerimiz şöyle demiştir: Peygamber’in fiili Kur’an’dakini beyan
üzere olup, mekan veya zamanda meydana geldiği zaman, beyan, O’nun fiili ve fiil anındaki sıfa-
tına (örneğin mendup olarak yapmasına) göre olur, bu konuda mekan ve zaman şart değil-
dir…Şafiîlere göre mekan ve zaman (bilinmesi) şarttır.” (Usul, II, 98).
HİKMET YURDU
Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
Özet
Ahlâkî yargılar oluşturma ve ahlâkî eylemde bulunma ka-
pasitesi, hem insanlık dışı bir şekilde davranmaktan sakınma gü-
cünde hem de insanca davranmak için önleyici tedbirler alma gü-
cünde kendini gösterir. Ahlâkî aracılık, kendine-yönelik yaptırımlar-
la bağlantılı kişisel ahlâkî değerlerde kökleşmiş kendini-örgütleyen,
önleyici tedbirler alan, kendini-gözlemleyen ve kendini-düzenleyici
mekanizmaları kapsayan daha geniş bir sosyo-bilişsel öz kuramında
gömülüdür. Etkinleştirilmedikleri takdirde ahlâkî davranışı yöneten
kendini-düzenleyici mekanizmalar etkili olmazlar ve kendisi saye-
sinde ahlâkî öz-yaptırımların merhametsiz davranışla bağlantısının
kesildiği çok sayıda psiko-sosyal manevra vardır. Ahlâkî bağlantı-
sızlık, ahlâkî gerekçelendirme, arındırıcı dil, avantajlı kıyaslama; so-
rumluluğun yayılması ya da yerinin değiştirilmesiyle kişisel aracılık
anlamının reddedilmesi; eylemlerin zararlı etkilerinin küçümsenme-
si ya da önemsenmemesi; kurban edilenlerin canavarlaştırılması ya
da suçun onlara atfedilmesiyle bilişsel olarak insanlık dışı davranı-
şın iyi huylu veya değerli bir davranışa dönüştürülmesi üzerine
odaklanır. Çok sayıda insanlık dışı davranış, sorumluluğun yayıl-
ması ve işlevlerinin bölünmesi sonucu, başka açılardan düşünceli
oldukları halde yıkıcı etkinliklere katkıda bulunan insanlar tarafın-
dan yürütülen destekleyici bir meşru girişimler ağı içinde gerçekle-
şir. Ahlâkî kontrolü kesintiye uğratan çok sayıdaki mekanizma göz
önünde bulundurulursa, uygar yaşam, insanlığa yakışır kişisel ilke-
lere ilaveten, merhameti destekleyen ve acımasızlığı reddeden sos-
yal sistemler içine inşa edilmiş korunma önlemlerini gerektirir.
son zamanlara özgü bir kitapta Gabor (1994) ahlâkî bağlantısızlığın tüm
meslek ve yaşam biçimlerindeki yaygınlığını belgelendirmektedir. Psiko-
lojik ahlâk teorileri, ahlâkî davranışın ihmali pahasına ağırlıklı olarak
ahlâkî düşünce üzerine odaklanmaktadırlar. İnsanlar, suçluların acımasız
eylemlerini ne şekilde gerekçelendirdiklerini hesaba katmadan kendileri-
ne yapılan yanlışlardan acı çekmektedirler. İnsanî davranışın düzenlen-
mesi, ahlâkî akıl yürütmeden çok daha fazlasını gerektirir. Ahlâkî yargı-
lar oluşturma ve ahlâkî eylemde bulunma kapasitesiyle ilgili tam bir teori,
ahlâkî bilgi ve akıl yürütmeyi ahlâkî eylemde birleştirmelidir. Bu da, te-
melde kendini ahlâkla ilgili bilgilere hasreden bir teoriden ziyade fail
üzerine odaklı bir ahlâk teorisini gerektirir. Fail üzerine odaklı bir teori,
insanların ahlâk değerleriyle uyumlu olarak yaşamaya başladıkları me-
kanizmaları saptar. Sosyal bilişsel teoride (Bandura, 1986, 1991) ahlâkî
akıl yürütme, kökeni ahlâkî aracılığı devreye sokan ahlâkî ilke ve öz-
yaptırımlarda bulunan kendini-düzenleyici mekanizmalar sayesinde ey-
leme dönüşür. Dolayısıyla ahlâkî-öz, kendini düzenleyen, önleyici tedbir-
ler alan, kendini-gözlemleyen mekanizmaları kapsayan daha geniş bir
sosyo-bilişsel öz kuramında gömülüdür. Öze-göndermeli bu süreçler,
ahlâkî davranışın güdüsel ve bilişsel düzenleyicilerini sağlar.
(sayfa 193)
Ahlâkî Gerekçelendirme
Ahlâkî bağlantıyı kesme uygulamalarının bir kısmı, bizzat davra-
nışın bilişsel yeniden-inşası üzerinde cereyan eder. İnsanlar genellikle,
eylemlerinin ahlâkîliğini kendileri için gerekçelendirinceye dek zararlı
davranışlarda bulunmazlar. Ahlâkî gerekçelendirmenin bu aşamasında
zararlı davranış, sosyal olarak değerli olan şeyler ya da ahlâkî amaçlar
için hizmet eder gibi gösterilerek kişisel ve toplumsal olarak kabul edile-
bilir hale getirilir. Daha sonra insanlar ahlâkî bir mecburiyet üzerine ey-
lemde bulunabilir ve başkalarına zarar verirken ahlâkî eylemde bulunan
kimseler olduklarına dair inançlarını muhafaza edebilirler. Sosyal yaptı-
rım ve şiddet araçlarının kullanımındaki bölgesel farklılıklar, bir alt kül-
türün ahlâk kurallarında kök salmış ahlâkî gerekçelendirmelerden tah-
min edilebilir.( Cohen & Nisbett, 1994).
(sayfa 194)
Örtmeceli Etiketlendirme
Dil, eylemlerin dayandığı düşünce modellerini şekillendirir. Etkin-
likler, ne olarak adlandırıldıklarına bağlı olarak çok farklı görünüşlere
240 İnsanlıkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlâkî Bağlantının Kesilmesi
(sayfa 195)
Avantajlı Kıyaslama
Avantajlı kıyaslama, zararlı davranışı iyi göstermenin bir başka
şeklidir. Davranışın görünüş şekli, kıyaslandığı şeyle çarpıtılır. Zıtlık
ilkesi istismar edilerek, kınanması gereken eylemlere erdemli eylemler
görüntüsü verilir. Teröristler, bağlantılı olduklarını düşündükleri insanla-
ra yapılan yaygın işkencelerle kıyaslayarak kendi davranışlarını özgeci
şehitlik eylemleri olarak görürler. Çelişen insanlık dışı davranışlar ne
kadar pervasız olursa, yıkıcı davranışın hayırlı görünmesi de o kadar
olasılıklı olur. Örneğin, Vietnam’daki kitlesel yıkım, Amerikan askeri
müdahalesi halkın Komünist kölelikten kurtarılmasıdır denilerek küçüm-
senmiştir.
(sayfa 196)
(sayfa 197)
Sorumluluğun Dağıtılması
Zararlı davranışla ilgili sorumluluğun dağıtılmasıyla kişisel aracı-
lık bulanıklaştırıldığında ahlâkî kontrolün uygulanması zorlaşır. Kelman
(1973), kişisel sorumluluğu dağıtmak suretiyle bir kişisel aracılık anlayı-
şının örtbas edildiği farklı yöntemlerle ilgili öngörü dolu bir çözümleme
getirir. Bunu yapmanın çeşitli yolları vardır. Bir sorumluluk anlayışı, iş
bölümü sayesinde dağıtılır ve dolayısıyla azaltılabilir. Çoğu girişim, her
biri kendi başına zararsız gözüken alt bölümlere ayrılmış işleri icra eden
çok sayıda insanın hizmetini gerektirir. Etkinlikler bağımsız alt işlevler
içinde rutinleştirildikten sonra, insanlar dikkatlerini yaptıkları şeyin ahlâ-
kîliğinden ziyade özel görevlerinin verimliliği ve işlemsel ayrıntılarına
yönlendirirler.
(sayfa 198)
(sayfa 199)
Canavarlaştırma
Ahlâkî bağlantıyı kesme uygulamalarının son dizisi, zararlı eylem-
lere maruz kalan insanlar üzerinde cereyan eder. Ahlâkî kendini-
kınamanın gücü, kısmen suçluların kötü muamele ettikleri insanları nasıl
gördüklerine bağlıdır. İnsanların birlikte mutluluk yaşayıp acı çektikleri
yıllar esnasındaki bağlantılı kişiler-arası tecrübeler, başkalarının kötü
durumuna duygudaşlık içinde tepki vermenin temelini oluşturur
(Bandura, 1986). Bir başkasını ortak insanlık açısından algılamak, algıla-
nan benzerlik ve bir sosyal yükümlülük anlayışı sayesinde duygudaşlık
barındıran duygusal tepkileri harekete geçirir. (Bandura, 1992; McHugo,
Smith & Lanzetta, 1982). Bağlantılı olduğumuz kişilerin neşeleri ve acıla-
rı, insani niteliklerden yoksun bırakılmış bireylerin veya yabancıların
neşe ve acılarından daha fazla uyarıcıdır. Bu nedenle, kişisel üzüntü ve
kendini-kınama yaşamadan insanîleştirilmiş kişilere kötü davranmak
zordur.
(sayfa 200)
(sayfa 201)
İnsanîleştirmenin Gücü
Psikolojik kuramsallaştırma ve araştırma, canavarlaştırma ve di-
ğer kendini-aklayıcı yöntemlerle insanlarda en kötüyü ortaya çıkarmanın
kolay olduğunu vurgulama eğilimindedir. Sansasyonel olumsuz bulgular
en fazla dikkat çeker. Örneğin, Milgram’ın (1974) itaatkâr saldırganlık
üzerine araştırması, iyi insanların acımasız eylemleri yapmaya ikna edi-
lebileceklerinin kanıtı olarak zikredilir. Ender olarak belirtilen şey ise,
çoğu insanın, şayet uzaktan değil de doğrudan kişisel eylemle gaddarlık
etmeleri istenerek durum kişiselleştirilirse ve şayet neden oldukları acıyı
görürlerse, merhametsiz otoriter emirler altında bile zalimce davranmayı
reddettiklerine dair kanıttır ( Bandura et al., 1975; Milgram, 1974). Cezaî
yaptırımların erişilebilir tek yöntem ve arzulanan sonuçları üretmede
oldukça işlevsel oldukları durumlarda bile, o gücü tatbik edenler, insanî-
leştirilmiş bireylere karşı cezalandırıcı şekilde davranmaya kendilerini
ikna edemezler. (Bkz. Şekil 7). Aksine, cezaî yaptırımlar genellikle sonuç
üretmede başarısız olduğu için işlevsel olmadıkları zaman, cezalandırıcı-
lık hızlı bir şekilde canavarlaştırılmış bireylere doğru yükseltilir. Ceza-
landırıcı muameleye tepki olarak değeri düşürülen bireylerin değişme-
252 İnsanlıkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlâkî Bağlantının Kesilmesi
(sayfa 202)
tehlikeye atma pahasına başkaları lehine insanî eylemleri teşvik eden de-
ğer biçici öz-yaptırımlarla bağlantılı duygudaşlık yüklü duyarlılıklar ve
güçlü bir sosyal yükümlülük anlayışını harekete geçirebilir (Bandura,
1986). Kurtarıcılar durumunda, işkence edilen bireylerin refahına yönelik
azimli kişisel yükümlülük, uzayan koruyucu bakımın gerektirdiği ciddi
risklere ve ağır sorumluluklara rağmen kişisel-ilgiden baskın gelmiştir.
Kurtarıcılar, davranışlarını ahlâkî kahramanlığın sıra dışı eylemlerinden
daha çok insanî bir görev olarak görmüşlerdir. Bir kez önleyici tedbirler
alan ilişki başlatıldığında, toplumsal bağların geliştirilmesi, duygudaş ilgi
ve ahlâkî yükümlülüğün gücünü artırmıştır.
Suç İsnadı
Düşmanları ya da koşulları suçlamak kendini-aklayıcı amaçlara
hizmet eden bir başka çıkarcı çaredir. Bu süreçte insanlar kendilerini zor-
layıcı kışkırtma sonucu zararlı davranışa sürüklenmiş kusursuz kurban-
lar olarak görürler. Cezalandırıcı davranış, böylece, kavgacı kışkırtmalara
karşı gerekçelendirilebilir savunmacı bir tepki olarak görülür. Çatışma
dolu işlemler, tipik olarak karşılıklı yükseltici eylemler gerektirir. Olaylar
zinciri içinde düşman tarafından ortaya konan bir savunmacı eylem seçi-
lerek başlatıcı kışkırtma olarak seçilebilir. Kurbanlar böylece, kendileri
için acı sonuçlar doğuran şeyler yapmaktan suçlanırlar. Kendini-aklama,
ayrıca kötü davranışın bir kişisel karardan ziyade zorlayıcı koşullar tara-
fından dayatılan şey olarak görülerek de elde edilebilir. Suçu başkaları ya
da koşullar üzerine yıkarak, sadece zararlı eylemleri bağışlanabilir hale
getirmezler aynı zamanda süreç içinde kendini üstün görme hissine kapı-
lırlar.
(sayfa 203)
ilgili sistematik bir analiz sunar. Bu, jüri üyelerinin bir insanı ölümle ceza-
landırmalarını sağlar. İnfazlar, gece nöbeti ya da gece yarısı infazlarında
medya kuşatmasının olmadığı boyutta rutinleşmiş durumdadır. Toplum-
sal infazlar şimdi sadece görüş alanı dışında değil aynı zamanda unutul-
muş durumdadır.
Sprinzak (1986, 1990), siyasi olarak ister sağcı ister solcu olsunlar
teröristlerin radikal olmayı planlamaktan daha çok kademeli olarak de-
ğiştiklerini göstermiştir. Radikalleşme süreci, ahlâkî yaptırımların kade-
meli bir şekilde şiddet içeren davranışla bağlantısının kesilmesini içerir.
Belirli toplumsal politikaları değiştirme pro-sosyal gayretler ve olanı ol-
duğu gibi korumaya niyetli resmi görevlilere muhalefetle başlar. Toplum-
sal değişimi gerçekleştirmedeki hırçınlaştırıcı başarısızlıklar, yetkililer ve
polislerle düşmanca karşılaşmalar artan hayal kırıklığına ve tüm sistem-
den yabancılaşmaya götürür. Kızıştırıcı çatışmalar teröristlerin sistemi ve
onun canavarlaştırılmış yöneticilerini yıkma gayretleriyle doruğa ulaşır.
sunda bilgi edinmekten aktif olarak kaçınmış “ hiçbir zaman onu bilmek
dahi istemiyorum” demiştir. Ölümcül mallarının neden olacağı insan
acısıyla ilgili her hangi bir düşüncenin kendisini rahatsız edip etmediği
sorulduğunda bir silah satıcısının insan sonuyla ilgili olarak düşünmeye
güç yetiremeyeceğini açıklayarak şöyle demiştir: “ şayet her zaman ger-
çek bir şekilde sonuçlar hakkında düşünsem, elbette bu işte olmazdım.
Onu silmek zorundasınız.”
lat ve ihracat lisansı sağlar. Yine bir başka grup silahları dolambaçlı yol-
larla ambargo konulan uluslara taşımak için sahte kullanıcı sertifikaları
edinir ve birileri de ölümcül malları gemilerle gönderir.
(sayfa 204)
amansız bir hızla daha öldürücü mühimmat kullanan yarı otomatik ta-
bancalara geçmektedirler. Silah imalatçılarını temsil eden bir ticari gru-
bun yöneticisi, ürünün öldürücülüğünü önemsizleştiren normal iş uygu-
lamalarıyla avantajlı kıyaslama sayesinde ürün değişimini gerekçelen-
dirmektedir. ( Butterfield, 1999). “ tıpkı moda endüstrisi gibi, ateşli silah-
lar endüstrisi de, ürünlerini insanların satın alması için yeni ürünlerini
teşvik etmeyi sever.” Toplumsal gerekçelendirme sayesinde, daha öldü-
rücü silahları değerli kendini-koruyucu amaçlarla donatır: “şayet silah
daha fazla durdurucu güce sahipse, daha etkili bir silahtır.” Bir başka
aklayıcı hile, tasarlayıp pazarladıkları öldürücü yarı otomatik tabancaları,
suç amaçlı kullanım sorumluluğundan kurtarır: “ Kötüler için değil iyiler
için silahlar tasarlamaktayız. Şayet suçlular ellerine silah alırlarsa bu ima-
latçının hatası değildir. Sorun şu ki bir ürün tasarlayıp kimin kullanaca-
ğını temin edemezsiniz.”
(sayfa 205)
yıtsız kalarak bir ahlâkî bağlantısızlık içindeki çok sayıda iyi insanın o
kötülüğe birazcık katkıda bulunmasını gerektirir”.
Ahlâkî gelişim, tipik olarak soyut ahlâkî ilkeler açısından ele alı-
nır. Suçlu davranışta farklılık gösteren yetişkinler, zorunlu olarak soyut
ahlâkî değerlerde farklılık göstermezler. Soyut düzeyde neredeyse her-
kes erdemlidir. Biçimsiz soyutlamalar, seçmeli olarak ahlâkî öz-
yaptırımlardan bağlantının kesilmesini yöneten dinamik süreçleri bulan-
dırır. Yaşam koşulları altında ahlâkî bağlantının kesilmesinin sağladığı
rahatlık içinde farklılık kendisini belli eder.
(sayfa 206)
nın kötü niyetli oluşuyla ilgili tamamen uygun bir açıklamasını getirmez.
Sosyal bilişsel kuramda, hem sosyo-yapısal hem de kişisel etkenler, acı-
masız eylemlerin icrasında bütünleşik bir nedensel yapı içinde bir birin-
den bağımsız bir şekilde çalışırlar. Sıra dışı kötü niyetlilik biçimleri tipik
olarak kişisel, davranışsal ve çevresel etkilerin az bulunur etkileşiminin
bir ürünüdür. Kötü niyetliliğin sıra dışı biçimleri, genellikle kişisel, dav-
ranışsal ve çevresel etkilerin eşsiz bir karşılıklı etkileşiminin ürünüdür.
Sonuç
İnsan refahına yönelik kitlesel tehditler, temelde frenlenmemiş itki
edimlerinden daha çok kasıtlı ilke edimlerinden kaynaklanır. C.P.
Snow’ün öngörülü sözcükleriyle: “isyan namına işlenenden daha fazla
suç itaat namına işlenmiştir.” Yıkıcılığa ideolojik başvuru, en büyük top-
lumsal endişedir, fakat ne tuhaftır ki insanların birbirlerine karşı merha-
metsiz eylemlerinin psikolojik tahlilinde çoğunlukla görmezden gelinir.
Ahlâkî kontrolü bağlantısız kılmanın çok sayıda psikolojik hilesi göz
önünde bulundurulursa, toplumlar insan vahşetini önlemek için bireylere
tam olarak güvenemez. Uygar yaşam, insanî kişisel yasalara ilaveten is-
tismarcı ve yıkıcı amaçlarla gücün kötüye kullanılması karşısında etkili
toplumsal önlemleri gerektirir.
Kaynakça
Andrus, B. C. ( 1969 ). The infamous of Nuremberg. London: Fravin.
Bandura, A. ( 1973 ). Aggression: A social learning analysis. Englewood Cliffs,
NJ: Prentice Hall.
Bandura, A. ( 1986 ). Social foundations of thought and action: A social cognitive
theory. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Bandura, A. ( 1991 ). "Social cognitive theory of moral thought and action". In W.
M. Kurtines & J. L. Gewirtz; (Eds.), Handbook of moral behavior and
development: Theory, research and applications (Vol. 1, pp. 71-129).
Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc.
Bandura, A. ( 1992 ). "Social cognitive theory of social referencing". In S. Feinman
(Ed.), Social referencing and the social construction of reality in infancy
(pp. 175-208). New York: Plenum.
Bandura, A. ( 1997 ). Self-efficacy: The exercise of control. New York: Freeman.
Bandura, A., Barbaranelli, C., Caprara, G. V., & Pastorelli, C. ( 1996 ).
"Mechanisms of moral disengagement in the exercise of moral agency".
Journal of Personality and Social Psychology, 71, 364-374.
Bandura, A., Underwood, B., & Fromson, M. E. ( 1975 ). "Disinhibition of
aggression through diffusion of responsibility and dehumanization of
victims". Journal of Research in Personality, 9, 253-269.
Bernard, V., Ottenberg, P., & Redl, F. ( 1965 ). "Dehumanization: A composite
psychological defense in relation to modern war". In M. Schwebel (Ed.),
266 İnsanlıkdışı Suçların İşlenmesinde Ahlâkî Bağlantının Kesilmesi
Behavioral science and human survival (pp. 64-82). Palo Alto, CA:
Science and Behavior Books.
Bollinger, D. ( 1982 ). Language: The loaded weapon. London: Longman.
Burt, M. R. ( 1980 ). "Cultural myths and support for rape". Journal of Personality
and Social Psychology, 38, 217-230.
Burus, T. R., & Dietz, T. (in press). "Human agency and evolutionary processes:
Institutional dynamics and social revolution". In B. Wittrock (Ed.),
Agency in social theory. Thousand Oaks, CA: Sage.
Butterfield, M. ( 1999, February 14 ). "To rejuvenate gun sales, critics say, industry
started making more powerful pistols". New York Times: International,
p. 16.
"CBS reportedly paid 2 fugitives". ( 1983, September 22 ). San Francisco
Chronicle.
Cohen, D., & Nisbett, R. E. ( 1994 ). "Self-protection and the culture of honor:
Explaining Southern violence". Personality and Social Psychology
Bulletin, 20, 551-567.
Dedman, B. ( 1998, March 3 ). "Executive says he's uncertain about tobacco
harm". The New York Times, p. A16.
Diaz, T. ( 1999 ). Making a killing: The business of guns in America. New York:
New Press.
Diener, E. ( 1977 ). "Deindividuation: Causes and consequences". Social Behavior
and Personality, 5, 143-156.
Diener, E., Dineen, J., Endresen, K., Beaman, A. L., & Fraser, S. C. ( 1975 ). "Effects
of altered responsibility, cognitive set, and modeling on physical
aggression and deindividuation". Journal of Personality and Social
Psychology, 31, 328-337.
Drew, C. ( 1998, December 23 ). "RJR subsidiary pleads guilty to smuggling". The
New York Times, p. A1.
Elliott, D. S., & Rhinehart, M. ( 1995 ). Moral disengagement, delinquent peers
and delinquent behavior. Unpublished manuscript, University of
Colorado, Institute of Behavioral Science.
Gabor, T. ( 1994 ). Everybody does it: Crime by the public. Toronto, Canada:
University of Toronto Press.
Gambino, R. ( 1973, November/December ). "Watergate lingo: A language of non-
responsibility". Freedom at Issue, 22, 7-9, 15-17.
Gibson, J. T., & Haritos-Fatouros, M. ( 1986, November ). "The education of a
torturer". Psychology Today, 50-58.
Gillespie, W. H. ( 1971 ). "Aggression and instinct theory". International Journal
of Psycho-analysis, 52, 155-160.
Gilovich, T. ( 1981 ). "Seeing the past in the present: The effect of associations to
familiar events on judgments and decisions". Journal of Personality and
Social Psychology, 40, 797-808.
Goldhagen, D. J. ( 1996 ). Hitler's willing executioners: Ordinary Germans and
the holocaust. New York: Knopf.
McHugo, G. J., Smith, C. A., & Lanzetta, J. T. ( 1982 ). "The structure of self-
reports of emotional responses to film segments". Motivation and
Emotion, 6, 365-385.
Meier, B. ( 1998a, February 23 ). "Cigarette maker manipulated nicotine, its
records suggest". The New York Times, pp. 1, A16.
Meier, B. ( 1998b, January 15 ). "Files of R. J. Reynolds tobacco show effort on
youths". The New York Times, p. A10.
Meier, B. ( 1998c, January 8 ). "U.S. brings its first charges in the tobacco
investigation". The New York Times, p. A17.
Milgram, S. ( 1974 ). Obedience to authority: An experimental view. New York:
Harper & Row.
Nisbett, R., & Ross, L. ( 1980 ). Human inference: Strategies and shortcomings of
social judgment. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall.
Oliner, S. P., & Oliner, P. M. ( 1988 ). The altruistic personality. New York: Free
Press.
Public Citizen Health Research Group. ( 1993 ). "The influence of tobacco money
on the U.S. Congress". Health Letter, 9(11), 1-7.
Rapoport, D. C., & Alexander, Y. (Eds.). ( 1982 ). The morality of terrorism:
Religious and secular justification. Elmsford, NY: Pergamon.
Reich, W. (Ed.). ( 1990 ). Origins of terrorism: Psychologies, ideologies,
theologies, states of mind. Cambridge, England: Cambridge University
Press.
Rorty, A. O. ( 1993 ). "What it takes to be good". In G. Noam & T. E. Wren (Eds.),
The moral self (pp. 28-55). Cambridge, MA: MIT Press.
Sanday, P. R. ( 1997 ). "The socio-cultural context of rape: A cross-cultural study".
In L. L. O'Toole & J. R. Schiffman (Eds.), Gender violence:
Interdisciplinary perspectives (pp. 52-66). New York: New York
University Press.
Skeyhill, T. (Ed.). ( 1928 ). Sergeant York: His own life story and war diary.
Garden City, NY: Doubleday, Doran.
Sprinzak, E. ( 1986, September ). Fundamentalism, terrorism, and democracy:
The case of the Gush Emunim underground. Paper presented at the
Woodrow Wilson Center, Washington, DC.
Sprinzak, E. ( 1990 ). "The psychopolitical formation of extememe left terrorism in
a democracy: The case of the Weathermen". In W. Reich (Ed.), Origins of
terrorism: Psychologies, ideologies, theologies, states of mind (pp. 65-85).
Cambridge, England: Cambridge University Press.
Stein, A. ( 1988 ). Quiet heroes. Toronto, Canada: Lester & Orpen Dennys.
Thomas, A. ( 1982 ). Frank Terpil: Confessions of a dangerous man [Film].
(Available from Studio Film & Tape, Inc., New York)
Tilker, H. A. ( 1970 ). "Socially responsible behavior as a function of observer
responsibility and victim feedback". Journal of Personality and Social
Psychology, 14, 95-100.
Zganjar, L. ( 1998, March 5 ). "Forgotten hero of Mai Lai to be honored after 30
years". San Francisco Chronicle, p. A9.
651 İnancın, bir eylem olması bir yana, ruhsal bir olaydan ziyade esas itibariyle bir eğilimli olma du-
rumu olduğunu varsayıyorum. Bu nedenle bir şeye inanmayı seçmek, parmağını bükmek ya da
dilini dışarı çıkarmak gibi bir şey olamaz. P olduğuna inanmayı seçmek, kuşkusuz, bir karmaşık
tercihler takımını- değişik durumlarda, p’yi reddetmekten ziyade onu tasdik etmeyi, p’yi destek-
leyen kanıtlara bakmayı ve p olduğu konusunda kuşkulanmaya götüren düşüncelerden dikkatini
uzaklaştırmayı, vs içerir. Fakat p olduğuna inanmayı tercih içine girmiş olan tüm bu tür seçilmiş
eylemleri ve gelecekte p olduğuna inanma seçimini devam ettirmeyi oluşturacak tüm tercihleri
önceden belirtmek imkânsız olacaktır. Bu nedenle, “ p olduğuna inanmayı seçiyorum” ifadesi,
Stephan King’in yaptığı şeyi tasvir etmek için tamamen doğru ifade tarzıdır. Felsefi olarak hiçbir
kaçamaklı yanıtın bizi, onun konuşurken bir hata yaptığını, hele de söylediği şeyin kelimesi keli-
mesine doğru olamayacağını söylemeye götürmemesi gerekir.
652 Bkz. John McDermott (1967), sh. 717–718.
274 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
653 Elbette, hiç bir şeyin istençli ya da bize bağlı olmadığını; söylediğimiz, düşündüğümüz ya da
yaptığımız her şeyin istenç dışı ve bizim gücümüz ötesinde olan, genlerimizle veya davranış-ceza
koşullamasıyla ya da fizik yasalarıyla belirlenen bir zorunlulukla meydana geldiğini düşünenler
vardır. Fakat (yalnızca inanmak için mecburiyetleri değil, her türlü mecburiyeti ortadan kaldıra-
cak) o aşırı konum kabul edilmedikçe, genellikle bir inanç etiğinin istenç dışılık testinden geçmesi
için yeterli olan inançlarımızı ne şekilde oluşturduğumuzun ve neye inandığımızın bize bağlı ol-
duğunun kabul edilmesi gerekir.
654 Clifford, inancı, ya hepsi ya hiçbiri sorunu gibi algılar- ya bir şeye inanırsın ya da inanmazsın,
inancın dereceleri yoktur. ( Bunu doğrudan ileri sürmez, fakat sadece inancın gücü ya da öznel
kesinlik derecesiyle ortaya çıkan sorunları düşünmeyi atlar). İnancın derece ya da gücünün ve ka-
nıtın gücünün, bazen inanç içinde gerçek etkenler olduklarını düşündüğüm için, benzer bir atla-
mayı yapmak istemiyorum. Fakat inancın gücü ve kanıtın gücü kavramlarının tüm durumlara eşit
bir şekilde uygulanabilir olduğunu düşünmüyorum. Bunlar en çok, elde etmenin zor ya da karışık
olduğu, dikkatli, disiplinli bir kanıt tartmanın var olduğu durumlarda-tarihçiler için olduğu gibi,
ya da pek çok bilim dalında- uygun gözükmektedirler. Bununla birlikte, pek çok durumda, inan-
cın güç ve derecelerinden söz etmeden basitçe birisi bir şeye inanıyor ya da inanmıyor demenin
doğru olduğu durumlar vardır. Sanki Irak savaşının sonucunun ABD için olumsuz olacağına ol-
dukça güçlü bir şekilde inandığımı söylememin, “Irak savaşının sonucu ABD için olumsuz olacak-
tır” önermesine benim hassas bir olasılık (60%? 75%? 90%?) tahsis etmemle son bulması gereki-
yormuş gibi, tüm inançları hassas bir olasılık tahsisi gibi düşünen bilgi bilimcilerin uygulamaları
özellikle sahtedir. Bu tür olasılık tahsislerinin, gerçekleştiklerinde bile, güçlü ya da zayıf bir inan-
ca sahip olma ile aynı kategoriye ait olduklarını düşünmüyorum. Örneğin, “ABD’nin Irak’taki
macerasının geçmişe bakarak bir başarısızlık olmuş olduğuna hükmedilebilir” önermesine 80% bir
olasılık atfedebilirim, oysa bunun doğru olduğunu dair zayıf ya da güçlü bir inanç taşıyabilirim.
Bu son güçlü ya da zayıf inancın da bir başka olasılıktan ibaret olduğunu düşünen teorisyenler
yalnızca gülünçleşmektedirler. Eğer bunu görmüyorlarsa, bu sadece onların yanlış bir teoriye
umutsuzca bağlanmış olduklarını gösterir.
276 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
655 Hatta William Alston gibi, epistemik gerekçelemeyle ilgili yaygın görüşleri sorgulayan bazı düşü-
nürler, hala inançları değerlendirmek için kanıtsal bazı ölçütler takımını kullanmayı onaylamak-
tadırlar. Bu tür ölçütler kullanmanın sonuçlarını özetlemek için ‘gerekçeleme’ kavramını kullanıp
kullanmamak benim için tözel değil, sözsel bir sorundur.
278 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
ların varlığına dair o vakitler Bush’ın taşıdıklarından çok daha zayıf bir
inancı gerekçeliyordu. Eğer durum böyleyse, şu halde, kitle imha silahla-
rının varlığını yapmak istediği şey için temel neden olarak göstermek
suretiyle Irak’ın işgal edilmesini emrettiğinde Bush kanıtsalcılık ilkesini
ihlal etmekteydi. Irak’ta kitle imha silahlarının olmadığına karar verildik-
ten uzun zaman sonra, Bush, 2003’te ulusal televizyonda Irak’ın ABD’nın
güvenliğine doğrudan askeri bir tehlike oluşturduğunu açıkça ilan edi-
yordu. İşgalden önce her ne doğru olursa olsun, bu inanç, işgalden hemen
sonra ele geçirilen Irak’ın askeri yetenekleri konusundaki kanıtla gerekçe-
lenmemişti. Kanıtsalcı ilke böyle açık bir şekilde o inancı ahlaka aykırı
olarak kınamaktadır.
Belirli bir bağlama tatbik etmek ya da belirli bir şahsın bir inancı
belirli bir güç düzeyinde veya kesinlikte taşımasını gerekçelemek için
hangi kanıt standartlarını tatbik edileceği genellikle sıradan olmayan,
hatta zor ve tartışmalara neden olan bir sorundur. Örneğin, Irak’ta kitle
imha silahlarının varlığıyla ilgili bir inancın ABD istihbarat servislerinin
Bush yönetimine sağladığı kanıtlarla ne kadar güçlü olarak gerekçelendi-
rildiği (ya da onların varlığına ilişkin her hangi bir inancın, hatta zayıf bir
inancın dahi, o vakitler gerekçelendirilip gerekçelendirilmediği) eften
püften bir sorun olmayabilir. Fakat tüm nedensiz kavga kabilinden savaş-
ları ayıplayan ahlaki ilke gibi neredeyse her önemli ahlaki ilke için olgula-
ra dair sıradan olmayan ve bazen ahlaki ilkeyi özel durumlara uygula-
mada var olan derin kuramsal sorunlar vardır. Bu nedenle kanıtsalcı ilke
bu açıdan çok sayıdaki diğer ahlaki ilkelerden farklı değildir.
veya evrenin yalnızca 4000 yıllık olduğunu iddia etmemizi gerektiren bir
inançtan açık bir şekilde daha iyi desteklenir. Yahudi-Hıristiyan kutsal
metinleri, Asur Tanrısı Baal’ın peygamberlerinin kurbanları kabul edil-
mediği halde İlyas peygamberin kurbanının mucizevî bir şekilde edildi-
ğini bildirdiklerinde olduğu gibi, bizzat kendileri, dini inançlara karşıt ve
gerçek iman lehine kanıt olarak gördükleri şeyleri sıkça önerirler. (1 Kings
18.30–40). Bir kanıtsalcının, İlyas peygamberin emriyle, müminlerin, ka-
nıtsal olarak desteklenmemiş dini inanca karşı çıkanları öldürmede ge-
rekçeli oldukları sonucuna varmada kutsal metinlerle hem fikir olması
gerekmez. Fakat kanıtsalcı, kanıtın, diğer inanç türlerine olduğu gibi dini
inançlarla da alakalı olduğunu savunmada Kutsal Kitapla hem fikirdir.656
656 Her ne zaman dini inançların hepsinin kanıtsal olarak eşit düzeyde desteksiz olduğu söylense ya
da ima edilse, bunun ya basit bir din-karşıtı bağnazlık durumu olduğunu ya da aşikâr olarak, tüm
eleştirel standartlardan mantıksız olduğu bilinen kendi dini inançlarını muaf tutmak için dürüst
olmayan bir girişim olduğunu düşünüyorum.
657 James’in burada saldırdığı şeye benzer bir şeyi yapan bir filozof örneği, ilk felsefeye dair metot
çalışmasında bulduğumuz Descartes’tir. amaçlarla taşıdığı inançlardan açık bir şekilde ayırır) ol-
duğunu açıkça görecektir. Ayrıca, uzmanlaşmış metodu içinde bile, Descartes inançlarının, kendi
özel metodolojik kuşkusuyla sorguya çekilmiş olmalarından sonrasına dek inançlarının ayrı bir
şekilde ispatlanmış olmasını gerekli görmez. Hatta orada o, masum oldukları kanıtlanıncaya dek
tüm inançlarını suçlu gibi düşünerek ve sonra her biri için en başından bir gerekçeleme isteyerek
işe başlamaz. James’in suçlaması bu nedenle, Clifford ya da bildiğim her hangi diğer kanıtsalcıya
tatbik edilmesi şöyle dursun, Descartes’e tatbik edildiğinde bile ana konudan sapma olacaktır.
Descartes’in Discourse on Method (Metot Üzerine Söylem) adlı kitabını biraz dikkatle okuyan
herkes en başından inançlarımızı sezgisel kesinlik ya da ispatla desteklememizin gerekliliğinin,
sadece felsefi metot içinde uygulanabilir ( ki Descartes onu pratik
658 Bkz. Thoresen ve Miller (2003). Amerikalı sosyal psikolog Shelley Taylor ısrarla kendi durumları
hakkında hayal kurmanın biyolojik olarak avantajlı eğilimi olarak gördüğü şeyi över. Bkz. Taylor
ve Brown (1988). Bu iddialar benim tartışmakta olduğumdan biraz farklı sorunlara değinmektedir,
çünkü Taylor ve Brown, inançlar kanıtla desteklenmeseler de, yanlış inançlara inanmaktan yarar
gören insanların var olduğunu ileri sürüyorlar. Fakat açıktır ki buna benzer bir durumda, kimse-
nin dengeli bir şekilde hem kendisine yarar sağlayacağı varsayılan inancı taşıması ve aynı zaman-
da onun yanlış olduğunu bilmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle yanılsamalar insanların sağlıkla-
rına yarar sağlıyor olsalar bile, bu durum, bir kişinin dengeli ya da bilinçli bir şekilde kendi inanç-
larına tatbik edeceği bir gerekçeleme gibi gözükmemektedir.
tam tersi genelleme doğruymuş gibi yaşamak akılsızlık olur. Ayrıca, eğer
‘kanıt’ kelimesi her hangi bir anlama sahip olacaksa, kanıtla desteklenen
inançların, kanıtsal destekten yoksun inançlardan daha fazla gerçek olabi-
leceği anlamına gelir. Bu nedenle, kabul etmiş olduğumuz gibi, içinde
desteksiz inançları savunmaktan ortaya çıkan iyi sonuçların olduğu du-
rumlar vardır, bunlar zorunlu olarak istisna oluştururlar ve bu istisnai
durumlar meydana geldiğinde, asla bunu bilecek ( ya da gerekçeli olarak
inanacak) bir konumda olamayız.
660 Elbette, içinde kanıtsalcı ilkeyi ihlal etmenin yararının, ihlal edene değil başkalarına gitmesi umu-
lan durumlar tasavvur etmek oldukça mümkündür. Ve ilkeyi ihlal etme dürtüsünün kişisel-çıkar
değil, bazı cömert ya da başka bir şekilde övgüye değer bir şey olduğu durumlar tasavvur etmek
de eşit oranda mümkündür. Fakat insanlar suçlanabilir eylemler için övgüye değer dürtülere sa-
hip olabilirler ve eylemler yine de suçlanabilir olabilir. İyi bir kişinin ortaya koymayı isteyeceği bir
şeye, bir duruma, durum iyi olsa bile, ulaşmak için her hangi bir vasıta izin verilebilir değildir. Şa-
yet, kanıtsalcı ilkeye bağlı olmak için (hem kendimize hem başkasına ilişkin) çok güçlü ahlaki ne-
denlere sahipsek (daha sonra sahip olduğumuzu tartışacağım ) o halde bu, ilkenin ihlal edilmesiy-
le elde edilecek bir menfaate veya önlenecek bir zarara işaret etmek suretiyle ilkeyi ihlal etmemiz
için bizi çeldirmeye çalışan bozuk bir düşünce şeklidir. Bu, sonuca dönükselci ve sonuca dönük-
selci-olmayan bir ahlak kuramcısı tarafından eşit bir şekilde üzerinde durulan nokta olabilir, yeter
ki sonuca dönükselci söz konusu ahlaki ilkeyi izlemek için güçlü nedenleri (ki onun için sonuca
dönüksel olanlardır) anlasın. Elde edilecek acil bir takım menfaatlerin ya da önlenecek bazı zarar-
ların önemini abartmak suretiyle önemli ahlaki ilkelerin ihlaline kılıf bulma insanoğluna özgü ge-
nel bir kusurdur. Ve bazı acil amaçların albenisi birtakım dürüstlük ve güvenilirlik ilkelerinden
daha ağır geldiğinde insanlar sürekli kötü ve bozuk olan ahlaki yargılarda bulunmaktadırlar. Fa-
kat John Stuart Mill’in de belirttiği gibi, düşünen bir yararcı, bu kusura başka her hangi birinden
daha fazla maruz değildir. (bkz. Mill (1979), sh.22-23, 25) Sonuca dönükselci teorilerinin, böyle bo-
zuk şekillerde akıl yürütme eğilimiyle itham edilerek suçlanabileceği, ya da tam tersine, böyle bo-
288 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
Bazı dindar insanların, bir bütün olarak, çok iyi insanlar oldukla-
rına dair hikâye tarzında çok sayıda kanıt vardır ve sıkça bu insanların
kendileri de dini inançlarının sahip oldukları ahlaki erdeme katkıda bu-
lunduklarını düşünürler. Fakat başka bazı dindar insanların da hiç de iyi
insanlar olmadıklarına dair yığınla kanıt vardır, yine de onlar da genellik-
le iyi olduklarına ve dini inançlarının onları iyi yaptığına inanırlar. Böyle-
ce, iyi insanlardan oluşan birinci gurup, inançlarının kendilerini iyi yaptı-
ğına inanmakla yanılmış olabilirler, iyi olmayan insanlardan oluşan ikinci
gurup da hem iyi oldukları hem de dini inançlarının onları iyi yaptığını
düşünmede yanılmış olabilirler. Her iki durumda da, hem dini inanç hem
de dini inancın onları iyi yaptığı inancı, kendileri için kanıtın olduğu
inançlar olmaktan ziyade, kanıtsal olarak gerekçelendirilmemiş dini
inançlar sınıfına aittir.
zuk akıl yürütmelerin sonuca dönükselci ahlaki bir teoriye bağlı kalarak savunulabileceği düşü-
nülmemelidir. Fakat anlatılmak istenen temel şey-tüm ahlaki ilkelerle ilgili olarak genel olarak ge-
çerlidir- “menfaat getirecek kötülüğü yapmayı” lanetlediğinde St. Paul tarafından oldukça tam bir
şekilde belirtilmiştir. ( Romans 3:8)
Açıkça iyi sonuçların her hangi bir türü, geçerliliği kendisinin iyi
sonuçlara neden oluşuna bağlı olmayan bir ilkenin ihlal edilmesi için bir
gerekçe temin edemez. Bununla birlikte, ahlaki bir sonuçsalcı için dahi,
662 David Hume’ın da ifade ettiği gibi: “ doğal dürüstlük ve iyilikseverliğin en küçük tanesi, insanla-
rın davranışları üzerinde teolojik kuramlar ve sistemler tarafından önerilen en tantanalı görüşler-
den daha fazla etkiye sahiptir”. Bkz. Hume (1970), s.115
290 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
sadece bazı iyi sonuçlara işaret ediyor olması her hangi bir şeyi gerekçe-
lendirmek için yeterli değildir. Bir bütün olarak sonuçların her hangi bir
alternatifin sonuçlarından daha iyi olduğunun gösterilmesi gerekecektir.
Şimdi sonuçsalcı ve sonuçsalcı-olmayan ahlak teorileri arasında tarafsız
kaldığımızı varsayalım. Yetersiz kanıt üzerine bir inanca sahip olmanın
iyi sonuçlarının inanç için ahlaki bir gerekçe temin edebileceğinden söz
etmek genel olarak hala doğrudur. Şayet bu sonuçlar, o inanca sahip ol-
manın aksi istikamette önem taşıyan ahlaki nedenlerle (sonuçlara ya da
başka şeye dayalı fark etmez) bastırılmayan bir ahlaki neden oluşturuyor-
larsa. Bu husus ele almak istediğim bir sonraki konuya, yani kanıtsalcı
ilkenin dayanakları konusuna götürür bizi.
664 Kant, Critique of the Power of Judgment Ak 5:294–295; Anthropology from a Pragmatic Standpoint, Ak
7:200, 228–229; Logic Ak 9:57.
665 Daha genel olarak, nerede eleştirel yargı gerekliyse ve onu tatbik etmiyorsak orada sahtekârlık
vardır. ‘İki yüzlülük’ (etimolojik olarak), ‘yeterince yargı olmayışı’ anlamına gelir. Eleştireli yargı-
yı tatbik etmedeki her başarısızlık genel anlamıyla iki yüzlülük değildir, fakat kendisini ahlaken
ikiyüzlülük havalisine koyan bir sahtekârlık kendisine her zaman ilişiktir.
292 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
666 Bu modelin açıkça kötü ( fakat pek yaygın olmayan) bir modeli, kendi kişisel çıkarınıza hizmet
ettiği için bir şeye inanmaktır. Tıpkı en karlı olanın çevresel olarak da en müsait olduğuna inanan,
bir kaç sivri-zekâlı akademisyen ve peruklu tomruk soyguncusunun sırf saçma sözlerinden etkile-
nerek aksini gösteren kanıtları hiçe sayan bir odunculuk veya madencilik şirketinin yöneticisinin
durumunda olduğu gibi.
294 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
kalmış, aydın olmayan, baskıcı, yetkeci tutumları teşvik eder. Bir dinin
taraftarları sıkça diğer dinlerin taraftarlarından nefret eder ve onlara
zulmederler. Bazı dinler başka insanları kendi dinine döndürmeye ve
hatta onları zorla kendi dinlerine döndürmeye inanırlar.
İlyas’ın dini inançları açık bir şekilde Asur Tanrısı Baal’e ibadet
edenleri tehlikeye atmaktadır ve biz kesin bir memnuniyetle her hangi bir
dini itikadı benimsemek suretiyle başkalarını birtakım tehlikelere atmak-
tayız. Bu nedenle eğer James’in ilkesi, gerçekten yalnızca kendi sorumlu-
luğumuz altında öyle yaptığımızda kanıtı umursamaksızın bir inancı be-
nimsemeye ahlaken izinli olduğumuz şeklindeyse, bu durumda savun-
duğu ruhsatın her hangi bir önemli inancı kapsayacağı açık değildir.
669 Blix bunu 17 Mart, 2004 de Haber Saatinde Jim Lehrer’le yaptığı görüşmede söylemiştir. Bkz. Blix
(2004)
670 Senelerdir Clinton ve Bush hükümetlerinde terör-karşıtı şef bilirkişisi olarak görev yapan Carke,
bizzat kendisinin gurur duyduğu ahlaki ve dini bağlılıkların (doğru olduklarına ilişkin bir kanıt
olduğu için değil, fakat olmak istediğiniz, ahlaken namuslu ve dini anlamda samimi olarak dü-
şündüğünüz şahıs türü tarafından size göre inanılacak gibi gözüken şeye kanıttan bağımsız olarak
inanmaya karar vermiş olmanızdan ötürü bir şeylere inanma özelliğindeki bazı dini inançlardaki
gibi) bir alışkanlık içerdiğini ileri sürerek, G.W. Bush’un bizzat kendisine karşı aynı tür ithamın
daha derin ve daha genişini getirmiştir. Bkz. Singer (2004), Bkz. Özellikle sh.96-104 Bugünkü
Amerikan rejiminin dış politikadaki feci hataları ve (kök hücre araştırmalarından küresel ısınma
ve Hubble teleskopunun bilimsel değerine çok çeşitli konularda) bilimle ilgili aşağılayıcı muame-
lesi, açık bir şekilde eleştirel düşüncede sorumsuz bir eksikliğe ve kanıta uygun olarak inanma
görevini kibirli bir inatçılıkla reddetmeye göz yuman Başkan’ın ahlaki ve dini değerler sistemi do-
layısıyla ulusumuzun ve dünyanın ağır bedeller ödediği durumlardan sadece bir kaçıdır.
300 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
Faydalı olacak kadar basitçe ifade edilen hiçbir ahlaki ilkenin is-
tisnalardan muaflığı garanti edilemeyecek şekilde insan hayatının yete-
rince karmaşık olduğu hususu, ahlak teorisinde önemli bir gerçekliktir.
Bu nedenle kanıtsalcı ilkeyle ilgili olarak, kendisine anlaşılabilir bir istis-
302 Kanıta Uygun Olarak İnanma Görevi
Kaynakça
Argyle, M. (1958). Religious behavior. London: Routledge.
Blix, H. (2004). Disarming Iraq. New York: Pantheon Books.
Clarke, R. A. (2004). Against all enemies: The White House’s war on terror—what
really happened.
New York: Free Press.
Clifford, W. K. (1999). The ethics of belief. New York: Prometheus Books.
Hume, D. (1970). Dialogues concerning natural religion, XII. Indianapolis: Bobbs-
Merrill.
McDermott, J. (Ed.) (1967). The writings of William James. New York: Random
House.
Mill, J. S. (1979). Utilitarianism. Indianapolis: Hackett.
Singer, P. (2004). The president of good and evil. New York: Dutton Books.
Taylor, S. E., & Brown, J. D. (1988). Illusion and well-being: A social
psychological perspective on mental
health. Psychological Bulletin, 103(2), 193–210.
Thoresen, C. E.,&Miller,W. R. (2003). Spirituality, religion and health. American
Psychologist, 58(1), 24–35.
* Donald E. Brown, "Human Universals, Human Nature & Human Culture," Daedalus 133, no. 4
(2004), http://www.questia.com/PM.qst?a=o&d=5009618881.
Çocuklar her yerde müthiş bir hünerle, dil öğrenirler, fakat yetiş-
kinler bunu yapamaza. Diğer taraftan, bebeklik çağının üzerindeki her-
kes, el kol işaretleri, ‘değil’, ‘ya da’, ‘türünden’, ‘daha büyük/daha az’,
‘kısmen/tamamen’ v.s. gibi temel mantıksal kavramları kullanır; herkesi
sınıflandırma yapar; herkesin sevdiği ve sevmediği şeyler vardır. Tümel
türlerini ayırt etmek önemlidir. Biçimsel olarak ayrı türler, mutlak tümel-
leri, yakın tümelleri, koşul tümellerini, istatistiksel tümelleri ve evrensel
havuzları içine alır.
672 Alfred L. Kroeber, "Classificatory Systems of Relationship," Journal of the Royal Anthropological
Institute 39 (1909): 77-84.
673 The making of this documentary is described in Bob Connolly and Robin Anderson, First Contact:
New Guinea Highlanders Encounter the Outside World (New York: Penguin, 1987).
308 İnsanî Tümeller, İnsan Doğası Ve İnsan Kültürü
674 It is sometimes suggested that there are some beliefs that have been with humans from the earliest
times not because they are obviously useful, but because there was little or nothing to expose their
falsity and thus to hinder their spread.
310 İnsanî Tümeller, İnsan Doğası Ve İnsan Kültürü
675 David Bidney, "Human Nature and the Cultural Process," American Anthropologist 49 (1947): 387.
676 Lawrence A. Hirschfeld, Race in the Making: Cognition, Culture, and the Child's Construction of
Human Kinds (Cambridge, Mass.: MIT Press, 1996).
ender olduğu koşullarda gelişmiş olsa gerek ( Taş Çağı atalarımızın seya-
hat etmiş olabilecekleri kısa mesafeler dolayısıyla), yine de insan zihnini
belirli biçimlerde ırklar hakkında düşünmeye etkin biçimde ‘hazır’ halde
bırakmıştır. Nitekim ırksal düşünce son zamanlarda büyümüştür, çünkü
başka amaçlar için tasarlanmış bir mekanizmayı ‘istila’ etmiştir.
677 Ronald Hyam, Britain's Imperial Century, 1815-1914: A Study of Empire and Expansion (London:
B. T. Batsford, 1976). See also Hyam, Empire and Sexuality: The British Experience (Manchester:
University of Manchester Press, 1990).
678 Ralph Linton, The Tree of Culture (New York: Alfred A. Knopf, 1955).
316 İnsanî Tümeller, İnsan Doğası Ve İnsan Kültürü
679 This paper has benefited from comments by Donald Symons. References for the assertions made
here may be found in Donald E. Brown, Human Universals (New York: McGraw-Hill, 1991);
Brown, "Human Nature and History," History and Theory 38 (4) (1999): 138-157; Brown, "Human
Universals and Their Implications," in Neil Roughley, ed., Being Humans: Anthropological
Universality and Particularity in Transdisciplinary Perspectives (Berlin: Walter de Gruyter, 2000),
156-174. Donald E. Brown is professor emeritus of anthropology at the University of California,
Santa Barbara. His books include "Hierarchy, History, and Human Nature: The Social Origins of
Historical Consciousness" (1988) and "Human Universals" (1991).
Hegel’in Mantık Bilimi adında iki kitabı vardır, fakat ikisi de nor-
malde mantık metni olarak hizmet veren şeye benzemez. Sembol ve ku-
rallarla başlamak yerine, “varlık”, “yokluk” ve “oluş” tan söz ederler.
Dolayısıyla biçimsel çıkarım yapıları, “Kavrayış İlkesi” olarak adlandırı-
lan üçüncü ve son kısımda tam olarak kendini gösterir. Beklenti ve ger-
çeklik arasındaki bu uyumsuzluktan ötürü birçok yorumcu bu iki çalış-
manın başlığındaki “mantık” terimine aldırmazlar ve içeriklerini metafi-
zikle ilgili olarak, ya da Kantçı düşünce yapısına sahipseler, aşkın katego-
riler sistemiyle ilgili olarak tartışırlar. Ancak Hegel bunları geleneksel
bilim dalı başlığı altına koyduğunda ciddi görünüyordu. Felsefi Bilimler
Ansiklopedisi’sinin birinci kısmını oluşturan iki sürümden küçük olanı,
eserin 1827 ve 1830’daki izleyen iki baskısı sayesinde gelişmeye devam
etmiştir. Geniş olan sürüm ise 1831’de Hegel öldüğünde kapsamlıca göz-
den geçirilmekteydi. O halde sorulacak soru şudur: Hegel “mantık”la ne
kastetmekteydi? ’ Bu soruyu yanıtlama doğrultusunda ilk ipucu, yaşadığı
dönemin biçimsel mantığını oluşturan, geleneksel kategorik kıyas, tüme-
varım ve analoji, farazi ve ayırıcı çıkarım hakkında söylemiş olduğu şey-
de bulunabilir. Bölüm, ilgili temel öge türleri [(şimdi önermesel işlevler
diye adlandırılan) genel kavramlar ve tikeller (ya da tekil başvuru nesne-
leri) yanında bu tür terimleri daha karmaşık birimler içinde birleştiren
yargılar (ya da önermeler)] hakkında bir tartışmayla başlar.
* The Cambridge Companion to Hegel, 86-101, edt. Frederic C. Beiser, Indiana University, 1993.
680 In On Hegel's Logic: Fragments of a Commentary (Atlantic Highlands, N.J.: Humanities, 1981, pp 125-
192), I suggest that Hegel's analysis could also be applied to the terms and formulae of modern
symbolic logic, to the benefit of both sides.
Bir kedi bir köpek ile aynı değildir. Çok küçük bir çocuk için, ‘’kö-
pek’’ belki her ikisini özdeşleştirmeye yarar, fakat kısa bir süre sonra fark-
lı kelimeler tarafından dışa vurulması gereken bir fark olduğunu öğrenir.
Bu belirli fark anlamı, hayal edilemeyen şeyler için kelimeler kullanmaya
ulaşmamız için gelişir ve yayılır. Örneğin, ‘’dolardaki poundların değişim
oranı’’ ve ‘’Birleşik Krallık ve Birleşmiş milletler arasındaki ticari denge‘’
arasında ayrım yaparız. Bu yüzden, kelimeleri kullanmamız yeni genel
sınıflamaların gösterimi tarafından değil, fakat özel bir ayrımı fark etmek-
le, genel bir terimin alanını sınırlamayla arıtılır.
Bu, Hegel’in Mantık Bilimi ’nin ikinci kitabındaki analiz ettiği dü-
şünme sürecidir. ‘’Öz Doktrini’’. Özdeşleştirme ve farklılaştırma aracılı-
ğıyla neyin özsel olduğuna erişme uğraşı karşıtlıklara öncülük eder. Bu
paradoksların ne mutlak olarak ihmal edilmesine ne de karşı konulmaz
kalmasına müsaade edilir. Onlar çökerler (‘üzerine kurulmuş olan ze-
minden düşmek için), düşüncenin sorumluluğundan onların niçin ilk
yerde ortaya çıktıklarını açıklayan aklı keşfetmek ve anlaşmazlıklar için
uygun olan yeni çözümler göstermesi beklenir.
Russell’ın tipler teorisi, onun kendi içeriğini gizleyen bir çeşit akıl
yürütmeyi kullanması için kendisinin yeterli ölçüde kendinde-
681 For those knowledgeable about Hegelian terminology, I am here talking about der Sache selbst.
682 The best scholarly debate follows a similar tack, following through the implications of a position
consistently to show that it leads to the opposite of what was intended.
324 Hegel’in Mantık Anlayışı
683 Hegel makes this point, but not in the Science of Logic itself. It is the theme of his Phenomenology of
Spirit, which he wrote as an introduction to pure philosophy.
326 Hegel’in Mantık Anlayışı
V. İki Mantık
Hegel’in mantığındaki dinamiğin doğasını gözden geçirmek için
yorumcuların eğilimi, Felsefi Bilimler Ansiklopedisi’nin ilk bölümünü, daha
kısa olan Mantık Bilimini tercihlerinden gelir. Bu eser konferanslarda söz-
lü olarak geliştirilmiş olan bir tezler serisi olarak yazılmıştır684. Hegel’in
kendisi de yazılmış açıklamalarını ara sıra ekledi. Hegel’in editörleri,
onun yıllarca verdiği mantık üzerine derslerinde tutulan öğrenci notlarını
topladılar ve ilintili paragraflara eklediler. Sonuç, her biri uzatılmış bir
meditasyon için temel olabilecek durgunluklar silsilesidir. Bu yüzden
dinamiği kaybolmuştur.
684 See the three prefaces to the Encyclopedia, only now published in English in the edition of The
Encyclopedia Logic, translated by T.F. Geraets, H.S. Harris, and W.A. Suchting (Indianapolis:
Hackett, 1991).
rına yardımcı olmak için basılmış bir el kitabı değildir, onun mantık anla-
yışının en gelişmiş formunu sunmaktadır.
Yani bir ölçüde güç, ‘’Oluş’’ için karmaşıktır. İlk yerde, ‘’Oluş’’
‘’Yokluk’’u göz önüne almadı, ikincisinde, ‘’Yokluk’’ ‘’Oluş’’da görün-
medi. Oluşun ilk çeşidini ‘’Varlıktan Kesilme’’ ve ikincisini, ‘’Varlığa
Gelme’’ olarak adlandırırız. Başka deyişle, oluşun iki farklı çeşidi bulun-
maktadır.
‘’Bir Varlık’’ (ya da Dasein) yeni bir hareket için başlangıç nokta-
sıdır. O ‘’belirlenim kazanmıştır ve ‘’Bir Şey’’ olur. Bir ‘’Sınırı’’ aşıp giden
‘’Belirlenim’’in bir değişimini içeren ‘’Değişimin’’ bir gelişimi tarafından
‘’Bir Şey’’ ‘’Diğer Şey’’e öncülük eder. Sınırlandırılmış bir şey ‘’Son-
lu’’dur, ‘’Sonlu’’daki örtük engel her zaman bir ötesine ya da, bir sonsuz-
dan başka, sonsuz bir gerileme olarak incelenebilecek ‘’Sonsuz’’a gönde-
rimde bulunur ve bu yüzden sonlu tarafından (ve bu yüzden kendisi son-
lu) ya da hem sonlu hem de yalnız bir bakış açısının tamamlayıcı parçala-
rı olarak sınırlandırılmış sonsuz tarafından sınırlandırılır. Karmaşık bir
bakış açısından ziyade, basit bir birlik olarak tek bakış açısını düşündü-
ğümüz zaman, ‘’Kendinde-Varlık’’ın, Fürsichseyn ‘nin düşüncesine sahip
oluruz.
330 Hegel’in Mantık Anlayışı
çelişkidir. Böyle bir çelişki tutarlı bir şekilde düşünülemeyeceği için çö-
ker. Başka deyişle, ‘’Çelişki’’, “zemin”in ya da “yeterli nedenlerin”
düşünümsel araştırmasını gerektirir.
emprik görüşü almayı içerebilir ve basit olarak orada bulunanı kabul eder
ya da alır. Düşünce, bunu, düşüncenin ötesine geçen girişimi, düşünme-
nin karakteristiğine başvurarak açıklayamaz. Daha ziyade biz bir metafo-
ra başvurmalıyız: düşünce ‘’kendisini bırakır’’; kontrole teslim olur.
IX. Sonuç
Genel çerçevede bahsedilen, Hegel’in Mantık Bilimi’nde yapmaya
uğraştığıdır. O, ilk defa Platon tarafından, bilgide düşüncenin rolü olarak
saptanan bulmaca (puzzle) ile uğraşır. Kant’ın göstermiş olduğu gibi, biz
duyunun etkilenimlerini basitçe kabul etmeyiz. Ayırır ve karşılaştırırız;
biz duyu deneyiminin zengin panaromasını düzenler ve saptanabilir par-
çalar içinde yapılandırırız. Kant’ın kategorileri, organizasyonun temel
ilkelerini saptamak için uğraşmıştır. Fakat Hegel, daha ötesine gider. İlk
yerde, saf düşüncenin kavramlarının Kant’ın on ikisinden daha fazla bu-
lunduğunu gösterir. İkinci yerde, organizmanın/düzenin ilkeleri, kavram-
ları birbirlerine bağlayan dinamik süreçleri içerir. Bunlar göz önüne al-
mama, oluş, birleştirme ve belirlemedir. Fakat onun en radikal iddiası, bu
kavramların ve kategorilerin basitçe farklı olmamalarıdır. Düşünce dina-
miği, sistematik bir tarzda basitten karmaşığa doğru üretir.
İslam Filozofları
Yusuf ZİYA
Mustafa BULUT
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi
mbulut@inonu.edu.tr
Kindi ile başlayan Meşşaiye felsefesi Farabi ve İbn Sina ile en yük-
sek derecesine ulaşmış ve ibn Rüşd ile Avrupa’ya geçmiştir.
687 Şeyh Suhreverdinin Felsefesi ilgili Yörükanın yazmış olduğu makale tarafımızdan sadeleştirilerek
Hikmet Yurdu Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi Yıl: 3 S: 5, (Ocak - Haziran
2010) de yayınlanmıştır.
KELAM
MEHDİ MESELESİ
Soru:
Cevap:
Mehdi meselesi Hızır (A.S.) meselesi gibi değildir. Hızır (A.S.) me-
selesi doğaüstü bir olaydır, Mehdi meselesi ise doğaüstü değildir. Bu se-
beple muhakkık alimler Hızır’ın hayatını kabul etmedikleri halde bir
kısmı Mehdi’nin ortaya çıkacağını kabul ediyor, diğer bir kısmı kabul
etmiyor.
Ömer ve İbn Ebi Kays saduk ise de vehim sahibidir. Ebu İshak es-
Sebiî Buhari ve Müslim’in hadis rivayet ettikleri kişilerden ise de ahir
ömründe bunadığı için metruk olmuştu.
8- İbn Mace’nin Yezid b. Ebi Ziyad yolu ile tahric ettiği hadiste
“ ” ﺤﺗﻰ ﻳﺪﻔﻌﻮﻧﻬﺎ ﺍﻠﻰ ﺮﺠﻞ ﻤﻦ ﺍﻫﻞ ﺒﻴﺗﻰbuyruluyor. Yezid b. Ebi Ziyad zayıftır,
merfu hadisler rivayet eden bir kimsedir. Yani Peygamberimize ulaştığı
bilinmeyen haberler rivayet eder.
14- İbn Mace’nin Ebu Kilabe el-Cürmî yoluyla tahric ettiği hadiste
“halifetullah el-Mehdi” buyruluyor. (sh. 391)
hepsini sika kılan veyahut hocasını belli etmeyerek bilnmeyen ismi ile
zikr eden kimseye derler. Müdelles de zayıf kabul edilir.
15- İbn Mace’nin yukarıda zikr olunan İbn Lühey`a yoluyla tahric
ettiği hadiste Mehdi ismi geçiyorsa da İbn Lühey`a zayıf, hocası Ömer b.
Cabir ondan daha zayıftır.
Reca b. Ebi Reca el-Yeşkuri tartışmalı bir kişidir. Yahya b. Main ile
Ebu Davud onun hakkında : “zayıftır” diyorlar.
“ ”ﺍﻠﻤﻬﺪﻯ ﺮﺠﻞ ﻤﻦ ﻮﻠﺪﻯ ﻮﺠﻬﻪ ﻜﺎﻠﻜﻮﻜﺐ ﺍﻠﺪﺍﺮﻯsözü de batıldır. Bunun gibi Hz. Ali
(K.V.)ye isnad olunan “ ”ﺍﺬﺍ ﺪﺍﺮ ﺍﻠﺰﻤﺎﻦ ﻋﻠﻰ ﺒﺴﻢ ﺍﷲ ﺍﻠﺮﺤﻤﻦ ﺍﻠﺮﺤﻴﻢ ﻔﺎﻠﻤﻬﺪﻯ ﻗﺎﺌﻢsözü
de yalandır. Hz. Ali’ye iftiradır.
1- “ ”ﻜﻴﻒ ﺍﻧﺗﻢ ﺍﺬﺍ ﻧﺰﻞ ﺍﺒﻦ ﻤﺮﻴﻢ ﻔﻴﻜﻢ ﻮ ﺍﻤﺎﻢ ﻤﻧﻜﻢBuhari ve Müslim rivayet
etmiştir.
2- “( ”ﻴﻜﻮﻦ ﻔﻲ ﺁﺧﺮ ﺍﻤﺗﻰ ﺧﻠﻴﻔﺔ ﻴﺤﺜﻰ ﺍﻠﻤﺎﻞ ﺤﺜﻴﺎCabirden) “ ﺧﻠﻔﺎﺌﻜﻢ ﺧﻠﻴﻔﺔ ﻴﺤﺜﻰ
( ”ﺍﻠﻤﺎﻞ ﺤﺜﻴﺎEbi Sa`ddan); “( ”ﻴﻜﻮﻦ ﻔﻰ ﺁﺧﺮ ﺍﻠﺰﻣﺎﻦ ﺧﻠﻴﻔﺔ ﻴﻗﺴﻢ ﺍﻠﻣﺎﻞBaşka bir yolla
yine öncekilerden) – Müslim rivayet etmiştir.
Kitap Tanıtımı
Dr. Halis DEMİR
Sivas Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
Halisdemir2005@ mynet.com
Kitap Tanıtımı
İsmail KATGI
Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Tarih A.B.D. Yüksek Lisans Öğr.
AKGÜNDÜZ, Murat,
688 Tanıtımını yaptığımız çalışma dışında bu çalışmalardan birkaç tanesi: Ali Haydar Bayat, Osmanlı
Devleti’nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar, Recep Ahıskalı, Osmanlı Devlet Teşkilatı’nda
Resisülküttaplık, Haldun Eroğlu, Osmanlı Devleti’nde Şehzadelik Kurumu, Murat Sarıcık, Os-
manlı Devleti’nde Nakibüleşraflık Kurumu vdl.
689 Burada son dönemlerde yapılmış bir çalışmaya da işaret etmek gerektir. Esra Yakut tarafından
şeyhülislamlık kurumu üzerine yapılan bu çalışma, daha çok yenileşme sürecini kapsamaktadır.
Bu yönüyle bu eserin, Murat Akgündüz’ün eserini tamamlar nitelikte olduğu söylenebilir. YA-
KUT, Esra, Şeyhülislâmlık: Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005
690 UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, I, TTK yay., Ankara, 2003, s. 124-5, SHAW, Stanford, Osmanlı
İmparatorluğu Ve Modern Türkiye, I, E yay., İstanbul, 1982, s. 47
356 Kitap Tanıtımı
altında olduğu; ancak bir İslam devleti olan Osmanlılarda, devlet ve top-
lum yaşamında şeyhülislamın mevkiinin salt ulema nezdinde değil aynı
zamanda devlet yönetiminde de en üst mevkide olduğu belirtilmekte ve
şeyhülislamın teşrifattaki yeri örneklerle incelenmektedir. Bununla ilintili
olarak şeyhülislamların unvan ve lakapları da incelenen diğer bir husus-
tur ki; diğer devlet görevlilerinde olduğu gibi şeyhülislamların da uzun
ve farklı anlamlar içeren lakablara sahip olduklarına ve bu şekilde şeyhü-
lislamların manevi kişilikleri ve ayrıcalıklı konumlarının ayırt edilmesi
için lakapların hususiyetine işaret edilmiştir.
691 LYBYER, Albert Howe, Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yöne-
timi, çev. Seçkin Cılızoğlu, Sarmal yay., İstanbul, 2000, s. 197
692 Hazerfen Hüseyin Efendi Telhis’inde şöyle der: “Padişahlara lazımdır ki ahyanen şeyhülislamı
da’vet edüp musahabet eyleye. Bu ahval-i alemi kendüden su’al eyleye. “Taşrada zulm u te’addi
olurmuş, niçün beni ikaz eylemezsin. Şeyhülislam, umum-ı ehl-i islamın şeyhi dimektir. İmdi
tarikden i’vicac üzere olanları niçün bana bildirmezsin. Ruz-ı cezada vebali senin boynuna..” deyü
buna benzer sözler söylemek lazımdır. ”, Telhis’ül Beyan Fi Kavanin-i Ali Osman, TTK yay., haz.
Sevim İlgürel, Ankara, 1998, s. 201
360 Kitap Tanıtımı
değil aynı zamanda devlet katında da önemli bir yere sahip olduğu belir-
tilmektedir. Nitekim hukuk, eğitim ve din hizmetleri olmak üzere çok
geniş bir görev sahasına sahip olan şeyhülislamların “dini bürokrasi”nin
yönetim ve denetimi gibi önemli bir misyonu üstlendikleri tekraren ifade
edilmelidir.
693 Yazar Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesidir. Osmanlı ilmiye teşkilatına dair
makaleleri bulunan yazarın ayrıca Osmanlı Devleti’nde Medreseler adlı bir kitabı yayımlanmıştır.
Bkz. Beyan yay., İstanbul, 2004
Kitap Tanıtımı
Osman Tuna Gökgöz
ODTÜ Makina Mühendisliği, Lisans Öğrencisi
osmantunagokgoz@gmail.com
Erol Güngör
Sayı Hakemleri