Professional Documents
Culture Documents
ÖLÇÜ
İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor; kendiliğinden iyi ve
güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu bazen öyle azgın bir tutku
oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. Bazıları der ki, iyinin aşırısı olmaz
çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil demektir. Kelimelerle oynamak diyeceği
gelir insanın buna. Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken
de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de
budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır.
Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha
başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da.
Platon’da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye
kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek
çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz;
herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman
oluruz; kimseyi yönetemeyecek, başkalarına da kendimize de hayrımız
dokunmayacak bir hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz.
Kallikles, doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek
duygularımızı körletir; lüzumsuz bir inceleme ile bizi tabiatın güzel ve rahat
yolundan çıkarır. (Kitap II, bölüm XXX) Düşüncede saplantı ve azgınlık en
açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden
emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?
Hayat ve Edebiyat
Yüksek ve hakiki sanat asıl ona derler ki, hayatı bütün genişliği ve bütün
samimiliğiyle okuyucuya duyurabilsin. Ancak yapmacığın bittiği yerde
sanatın başlayabileceğini, nedense, hala anlayamadık!
Mehmet Fuat Köprülü
İyiliğin Anlamı
İyiliğin gerçek anlamını biliyor musunuz?
Ben biliyorum.Bence iyilik, insanların karşılık beklemeden yaptıklarıdır.
Kalkın köşelerinizden! Silkinin. Maceraya bir adım atın ki hayat sizin içinde
yaşanır olsun.
Ece Bulut
Yalnızlık
Kitap Korkusu
Sürü Adamı
Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde “kendi kendisi”
olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, men*sup olduğu
sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden
hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fi*kirleri ve akideleri
o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İra*desi de böyle dışarıdan
gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bil*mez ki, asıl kendi
kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedemediği için körleşen ve tıkanan
istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini ken*dinde değil, hep dışarıda
aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başka*sının kurduğu sisteme
bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği
hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç
değişmeyen bir kaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak
yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak
insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine
bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu
telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakal*lının adını
öğrenmek yetişir.
Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu
gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe
başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın
yoluna bakmalıdır.
Peyami SAFA
YARINA İNANMAK
Sevgi, inanış, güven, acıma, saygı gibi varlığımızı ilgilendiren türlü insanlık
duygularının bozulmadığı her devirde ve her yerde sanat ve edebiyat ciddiye
alınmış, değer taşımıştır. Ciddiye alınmayan gerçek sanat hiçbir yerde
gösterilemez. İkinci savaş sonrası kuşaklarına giren yazarların çoğu,
ciddilikten yoksundur. Ünü ucuza mal etmek yüzünden çocuk denecek yaşta
olanların bile ağıza alınmaz deyimlerle yüz kızartacak sözde şiirler düzmeye,
iri iri laflar ederek eleştirmeler yazmaya kalkıştıklarını görmedik mi? Bıyıkları
yeni terlemiş bir delikanlının “dünya sanatında” diyerek eleştirmesine
başladığını okuyunca dünyanın avuca sığacak kadar küçüldüğünü görerek
içim burkulmuştu.
Bizim bildiğimiz medeniyetler sanatı ve edebiyatıyla ölçülür. Eski Yunan
medeniyetinden sanatını ve edebiyatını kaldırınız, geriye ne kalır? Yirminci
yüzyıl Türk medeniyeti, her halde yukarıdaki anlatmaya çalıştığım bu çeşit
eserlerle kurulmayacak. Şairlerimizin, eleştirmecilerimizin, bir kelime ile
bütün yazarlarımızın çoğunlukça öteden beri takip ettikleri Fransız
edebiyatı Dadaisme (Dadaizm)’den ve bir sürü “isme(izm)” ile biten
türedilerinden mi ibarettir? Bunlardan kaçının adı hatıralarda kalmıştır?
Ne şiirin, ne sanatın yenisi eskisi olur. Sadece sanat vardır. Hangi şiir
Baudelaire’inkilerden daha şiirdir? Yeni kelimesini ağızlarından
düşürmeyenler ya tükenmiş olanlar, ya da kendilerinde yaratma gücü
bulunmayanlardır. Yenilik diye ortalığı bulandırmakla gerçek bir şey
kazanılmaz. Bulanık suda balık avlandığı sanatta görülmemiştir. Gelecek
günlere, yarına inanmayan toplumların yaşamayacakları gibi yarını, yani
sürekliliği düşünerek yazmayanların, yazdıklarının yarın açısından
sorumluluğunu taşımayanların yaşayamadıklarını tarih ve edebiyat tarihleri
gösteriyor. Ama ne tarihin, ne de edebiyat tarihinin okunduğu var. Ölü
doğmuş, iddialı sanat ve edebiyat eserlerinin tarihi yazılsa ciltler
yetmeyecek.
Ben, sanatı ve edebiyatı insan varlığının en kutsal yaratışlarından biri
sayarım. Gerçek sanat eserlerinin de, yarına geçecek değerde olduğuna
inanan sanatçıların ellerinden çıkmış olanlar arasında bulunacağına
inanıyorum. Zaten bana bu satırları yazdıran da bu inanış oldu. Tabii yarını,
geleceği masal sayanlar, günü gününe yaşamakla yetinenler, diledikleri gibi
düşünüp yazarlar. Bu, onların bileceği iştir.
TARTIŞMALAR
Azgın tartışmacılar da keşke, diğer söz suçluları gibi ceza görselerdi. Hep
öfkenin alıp götürdüğü bu fikir çarpışmalarında, insanın etmediği kötülük
kalmaz. İlkin fikirlere çatarız, sonra da insanlara…
Tartışmada esas, karşımızdakinin düşüncesini çürütmek olduğu, herkes
çürütüp çürütüldüğü için, tartışmanın sonunda olan şey, gerçekten büsbütün
uzaklaşmaktadır. Onun için Platon, Devlet’inde akılca ve ruhça zayıf olanlara
tartışmayı yasak etmiştir. Doğru dürüst adım atıp yürümesini bilmeyen bir
insanla gerçeği aramaya çıkmanın anlamı var mı? Aradığımız şeyi bırakıp onu
nasıl bir yoldan arayacağımızı düşünürsek ondan hiç de uzaklaşmış olmayız.
Tartışma ile neye varılabilir? Biri doğuya gider, biri batıya; yolda rastladıkları
ayrıntılara saplanır ve konudan ayrılırlar. Bir saat cenkleştikten sonra, neyi
aradıklarını bilemez olurlar: Kimi konunun üstüne çıkmış, kimi altına inmiş,
kimi de kenarında kalmıştır. Kimi bir kelimeye, bir benzerliğe takılır; kimi
söylenene kulak bile vermeden bir şeyi tutturur ve yalnız kendi söylediklerini
dinler. Başka biri de kendine güvenmediği için her şeyden kaçınır, hiçbir fikri
kabul etmez; ta başından her şeyi karıştırır, yahut da söz kızışınca, büsbütün
susar ve bir daha ağzını açmaz; bilgisizliğini küskünlüğünün altında saklar;
mağrur bir küçümseme ya da budalaca bir alçak gönüllülükle tartışmadan
kaçar. Bazısı yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir.
Bazısı da yalnız saldırmasını bilir, kendini korumak umurunda değildir. Bazısı
da yalnız sesinin ve ciğerinin gücüne dayanır. Bakarsınız birisi tutar kendine
karşı dönüverir; başka biri kalkar ön sözler, yersiz hikayelerle kafa şişirir. Kimi
vardır, sıkıştığını görünce karşısındakini susturup kaçırmak için düpedüz
sövüp saymaya başlar ve Alman kavgası çıkarmaya çalışır. Başka bir türlüsü
de vardır, konuya hiç bakmadan sizi bir sürü mantık çemberiyle, diyalektik
oyunlarıyla kuşatıp boğmaya savaşır.
İÇİMİZDEKİ GÜZELLİKLER
Gönlümüzün güzelliği sevgi ise, beynimizin güzelliği de düşünebilme
yeteneğimizdir. O yeteneği her an, her dakika kullanalım. Unutmayalım ki
düşünen insan, özgür insandır.
Kişi düşünebiliyorsa pek çok sorununu çözümleyecek, pek çok şeyi bilecektir.
Herkesi dinleyin. Annenizi, babanızı, arkadaşlarınızı dinleyin. Sonra da
düşünün ve sorular sorun… Neden? Nasıl? Nerede?
Sonra da oturup kararlarınızı kendiniz alın. Kararları yalnız aldığınız zaman,
eziyetler de güçlükler de sonuçta bütünüyle size aittir artık. Karar alırken
sorumluluk almayı da bilin. İşte bu, büyümek ve olgunlaşmaktır; özgür insan
olma yolunda atılan ilk adımdır.
Büyüklerinizle, yaşıtlarınızla, kendinizden küçüklerle konuşun, tartışın.
Konuşarak pek çok şey öğrenildiği gibi, pek çok sorun da çözümlenebilir.
Toplumumuzda, bu tür konuşma pek yaygın değil ne yazık ki! Ya susuyor, ya
bağırıyoruz. Konuşmayı bilmiyoruz. Sizler bunu değiştirin.
İçimizin bir başka güzelliği de iyimserliktir. Yüreğinizin ibresi hep
iyimserlikten yana olsun.
Asırlardır kötümserler, köşelerinden dünyanın kötüye gittiğinin doksan dokuz
nedenini sayarlarken iyimserler epey yol almış; pek çok iş başarmışlardır. En
azından denemişlerdir.
Zaten yapılan araştırmalar, başarılı olanların üstün zekalılardan çok, sıradan
ama olumlu ve iyimser kişiler olduğunu ortaya koyuyor.
KÜLTÜR VE MEDENİYET
Alman tarihçilerinin dilinde kültür lafı, daha önce mevcut olan medeniyete
çok yakın bir mana kazanır. Bununla beraber bir takım ayrılıklar önerilir.
Kültür, insanoğlunun fizik dünyaya, fizik çevreye söz geçirmek için sahip
olduğu kollektif araçlar bütünüdür. Başka bir deyişle ilim, teknik ve
uygulamalarıdır. Medeniyet ise insanın kendini inzibat altına alması, fikirce,
ahlakça, ruhça yükselmesi için lüzumlu olan kollektif araçların tümü, güzel
sanatlar, felsefe, din ve hukuk gibi…
Ama bunun aksini ileri sürenler de var. Onlara göre, medeniyet toplum
yaşayışının maddi ve faydacı amaçlarına hizmet eder, akılcıdır: Emeğin,
üretimin, teknolojinin ilerlemesi için gerekli bir akılcılık. Peki kültür, o da
toplum yaşayışının daha hasbi, daha manevi yönlerini kucaklar, saf
düşüncenin, hassasiyetin, idealizmin meyvesidir.
Bu tekliflerden hangisine katılacağız? İki taraf da hem sayıca birbirine eşit
hem de birikim olarak. Amerikan sosyologları ise, belki de beğendikleri
Alman sosyologlarına uyarak ikinci anlayışı benimsemiş.
Fakat antropolog ve sosyologların çoğu böyle bir anlayışı lüzumsuz ve
karanlık bulmuş. Onlara göre ruhla madde, gönülle akıl, kavramlarla varlıklar
arasında böyle bir ikilik kurulamaz. Sosyolog ve antropologların yüzde
doksanı “medeniyet” kelimesini kullanmaz, “kültür” kelimesini tercih
ederler. Kimine göre bu iki kavram eş anlamlıdır. Kimine göre farklı.