Professional Documents
Culture Documents
* <*?" -
26 Sınırsız Yaşam Gücü
27 Güzel Bak!
Adam, bu düşüncelerle evin kapısına varmıştı. Kapıyı hızlı hızlı ve
şiddetle vurdu. Çiftçi kapının üzerindeki pencereden başını uzatarak a-
sağıya seslendi:
'Kim o? Ne istiyorsun/'
Arkadaş durdu ve kapıyı bir yumruk daha indirdikten sonra bağırdı:
'Senin de krikonun da canı cehenneme! Malın sen de kalsın!'
Gülmem geçtiği zaman birdenbire sıçradım ve 'Benim yaptığım da buna mı
benzedi.7' diye sordum. 'Tamamen.' dedi. 'Meseleleri sakin bir şekilde
halletmek varken, kocaman canavarca hayaller kurarak, hayatı kendilerine
zehir edenlerin sayısı az değil. Her hafta bana onlarcası geliyor.
Avukatlığımı unuttum sanki ruh doktoru oldum. Adam iş ortağına ne desin/
Kadın kocasına ne diyecek/ Bir ayağı çukurda ihtiyar, akrabasının
vasiyetnamesi için ne söylesin? Ben de hepsine bu kriko hikayesini
anlatırım. Böylece sakinleşirler, sonra işlerinin yoluna girmiş olduğunu
i-şitirim. Bir tanesi, ortağının, onun yan yoldan memnuniyetle nasıl
karşılandığını anlatır, ihtiyar adamın akrabaları, kendilerini veraset
vergisinden kurtarmak için, ölmeden evvel her şeyini bizzat kendisinin
halletmesi için bir avukat aradığı haberini verdi. Hayat tuhaf.'
Düşündüm! Ne kadar doğru! Çoğumuz kör bir hiddet için de düşmanlarla
mücadele için çalışarak hayatta, yanından kolayca geçebildiğimiz
engellere çarparız. Hatta bir gün birisi karşımıza çıkıp karanlık bir ge-
cede bir şimşeğin parlaması gibi tek bir kelime ile aklımızı başımıza
getirinceye kadar, yapmakta hayata yanlış bakmamızda aramalıyız. Hayata
güzel bakan için sıradan engellerin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Zaten böyle
düşünen insan içinde güzel ve hoş bir hayat vardır. Güzel düşünce gücü,
engelleri daha var olmadan yok eder.
Önyargıyla hayatımızı zindan ettiğimiz günler artık geride kalsın. Bakın,
aşağıda anlatacağım kısa diyalog sizi nasıl kasvetli bir ruh haline
dönüştürecektir. Hele bu diyalog karı koca eşler arasındaysa. Hep
birlikte dinliyoruz.
Bir akşam otomobille şehirden eve dönüyordum. Yemeğe geç kaldım ve karıma
telefon etmemişti. Birbiri arkasına dizilmiş otomobillerin arasında
otomobilimi sürerken endişem ve öfkem arttıkça arttı. İçimden
söyleniyordum: 'Eve gidince karıma trafiğin kalabalık oluşundan dolayı
geciktiğimi anlatacağım.' O, 'Niçin şehirden ayrılmadan evvel telefon
etmedin/' diyecek. Sonra o, 'Evet ama, ben de buradl. bütün gün senden
telefon bekliyordum.' diyecek. Ben, 'Muhabbet kuşu gibi her dakika sana
telefon etmekten başka işim yok galiba!' diyeceğim. O, 'Çok zalim
konuşuyorsun, ama bana telefon etmek istemezsin.' diyecek. Ben de her
halde artık köpürerek, 'Tamam kes, uzatma.' diyeceğim. Karım da, 'Sen
kes!' diyerek bana bağıracak. Ben de evi hışımla terk edeceğim.
Sonra birden kendime geldim. Çünkü kafamı ve ruhumu iyice yormuştum. Ben
şimdi bu kafa ve ruh haliyle eve girersem zaten tartışma çıkma ihtimali
yükselmiş olur. Çünkü iyice gerginleşmişim. Birden iç temsilimi
değiştirdim. Hayata güzel bakmaya çalıştım. Eve de iyice yaklaşmıştım.
Sonunda arabamı pak ederek, kapıya yöneldim. Zili çaldım. Karım kapıda
göründü. Gülümsüyordu. 'Gözüm yollarda kaldı.' dedi. 'Çok nefis sarmalar
yapmıştım, şimdi birlikte yiyebiliriz.'
Hayret. Hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Güya ben hışımla evi terk
edecektim. Peki o kadar kafamı ve ruhumu yormam ne diyeydi/ Anlamadım ki
çoğu zaman biz hayata güzel bakmıyoruz."
Evet, doğru. Biz hayata güzel bakmasını bilmiyoruz. Nasıl mı/ Çok basit.
Herkesin bize düşman olduğunu sanıyoruz. Yolumuzun üzerinde herkesin
kuyumuzu kazdığını düşünüyoruz. Böylece hayatımız zindan oluyor.
Geçmişteki yaşadığınız bazı hatıralar sizi üzüyorsa bunun artık ne ö-nemi
var ki... Unutun gitsin. Gelecekteki mutlu günleri hayal edin. Hatta
şimdi yaşadığınız huzur ve mutluluk için Allah'a şükredin.
Hayata Neden Güzel Bakmayalım Ki!
DÜŞKÜN ADAMDAN ALINACAK DERS
Sokağın köşesinde duran yaşlı zenci dilenci dikkatim çekmişti. Diğer
dilenciler gibi ne ağlıyor ne de sızlıyor ne de durmadan dua ediyordu. Bu
halini garip bulduğum için kendisi ile ilgilendim.
Sokakta dilenenlerin çoğu çalışabilecek durumdaydılar. Fakat bu yaş-h
zencinin hali bambaşkaydı. Sağ kolu yoktu. Gözleri yuvalarından fırla-mı§
gibiydi. Göz kapaklarını yarı yarıya kapatarak acayip bir bakışı vardı.
Belki de adam bakar kördü. Sol bacağı dizinden itibaren yoktu. Ters dön-
müş olan sağ ayağı ise otomobil lastiklerinden kesilen bir parça ile
desteklenmişti.
28 Sınırsız Yaşam Guc
29 Güzel Bak!
İçimden gelen garip ve karışık bazı hislerin etkisiyle yanma yaklaşıp
sordum, "Bir trafik kazası mı geçirdiniz?"
Bunun hiç de nazik bir hareket olmadığını bildiğim halde onunla konuşmak
için şiddetli bir arzu duyuyordum. Sesimi duyunca hayretle başını çevirip
bana baktı.
Birisinin kendisi ile ilgilenmesinin onu çok şaşırttığı belliydi.
Yavaşça, "Hayır!" dedi. "Zaten doğduğum zaman sakatmışım. Bir hastalıktan
bacağımı kaybettim. Sonra kanım zehirlendiği için kolumu kestiler.
Bunlara rağmen geçen yıla kadar çalışıyor ve iyi kötü kendimi besleyecek
parayı kazanıyordum. 8 yaşımdan beri girip çıkmadığım iş kalmadı. Artık
ihtiyarladım. 70 yaşındayım."
Ona kendi kendine sokaklarda nasıl gezdiğini, vasıtalara nasıl inip
bindiğini sordum. Otobüse binebilirim" dedi ve devam etti: "Merdivenleri,
kendi kendime bir usulle tırmanırım. Dedim ya doğuştan sakatmışım diye.
Her çocuk yürürken ben de bir şeyler icad edip aynı hareketleri yapmaya
çalışırmışım O zamandan beri alıştım."
Bir konuşmanın ya bittiğini ya da en can alacak noktasına geldiğin
belirten o uzun sessizlikten sonra yaşlı adam bana uzun uzun baktı. Bir
şey görüp görmediğini bilmiyorum, ama bu bakışları altında kendimden
utandım. Ve sanki bu duruma sebep benmişim gibi titrediğimi hissettim.
Birdenbire ona acıdığımı fark etmiş de bana kırılmış gibi bir tavırla
"İşte böyle" dedi. Ve devamla, beni belki hayata yeniden döndüren şu
çarpıcı ifadeleri kullandı:
"Hayata hiç yenilmedim. Mücadeleyi bir an bile bırakmadım. Bu benim
yaşama formülüm. Başına her ne gelirse gelsin mücadele et ve hayatın seni
yenmesine hiçbir zaman fırsat verme. Önümden her gün yüzlerce insan gelip
geçiyor. Hepsinin suratı asık. Oysa sağlamlar sağlıklılar. Mutlu ve güler
yüzlü olacakken geçici sorunların etkisinde kalıyorlar. Bir evleri var
aileleri var Mutlu olmamaları için hiçbir sebep göremiyorum. Sen de
öyle... Sağlamsın. O halde hayata güzel bak."
Yukarıdaki öykü yaşanmış gerçek bir öyküdür. Böyle anlatıyor Garri-son.
Evet, bize ne oluyor ki birbirimize sorunlar yaratarak mutsuzluk
haritaları çiziyoruz. Sorunlar mutlaka yaşanacaktır. Fakat unutmamalıyız
ki ıssız dağlardaki ulu ağaçları yetiştiren fırtınaların taşıdığı
rüzgarlardır. Nice güzel yaşamlar vardır ki, görünmez, bilinmez
insanların imzaları vardır
bu yaşamların altından. Tabiat dahi, kendisinde, açılan boşlukları usulca
doldurmaktadır. Bunu yaparken en küçük bir şikayetini duymayız. Oysa
bizdeki ruh boşluğu, hep kendimizin yarattığı sebeplerden ötürüdür.
Yaşamımız garip bir hayat hikayesi gibi akıp giderken geriye dönüp
baktığımızda hüzünlenip kederlenmek mi isteriz, mutlu olup, tebessüm
etmek mi? Elbetteki tüm yaşamımız boyunca pişman olmayıp memnun
kalacağımız işler yapmak isteriz. Bizi faziletten, doğruluktan, iyilikten
u-zak tutacak işler yapmayı arzu ederiz.
Ormanlarında özgürce, cesurca kükreyen gökyüzünde istediği kadar kanat
çırpan... Aslan ve kartal. Tabiatta yer ve göğün yaratılmış iki kralı...
Denizlerin hakimi ise balıklar... Hep perdelenmiş engelleri aşmak
isterler. Bunun yaparken bir şikayetleri görmeyiz. Ama biz insanoğlu
hayata güzel bakmayı ihmal ettiğimiz için ormanları yok ettik, gökyüzünü
kirlettik, denizleri bulandırdık. Daha da önemlisi iç dünyamızı
kararttık. Bilgiyi, ortadan kaldırmak gibi algıladık, ona güzel bakmasını
bilmedik. Hükmetmeyi yaşamak zannettik. Haksızlık ve acımasızlık
karşısında mezar taşı olduk. Hiçbir kötülüğün ruhumuzu tatmin
etmeyeceğini düşün-seydik daha mutlu olurduk. Çünkü o zaman kötülüklerin
yerini iyilikler almış olurdu.
Hayatın şifası gökyüzünün yağmurları gibidir. Yapılacak her kötülük bizi
bir adım daha ölümden uzak tutmaz. Öyleyse ne diye gökyüzünün bereketli
yağmurları gibi etrafımıza bereket sağmıyoruz? İmkanlarımızın olmasına
rağmen bu imkanların farkına varmayarak nice yılları heba ediyoruz. Boşu
boşuna üzülüyor, boşu boşuna önümüze engeller koyuyoruz.
BU HAYAT FIRSATINI BİR DAHA BULAMAYABİLİRSİNİZ
işte "Güzel Bak!" mesajının püf noktası. Hepimiz mutlu ve coşkulu olmak
isteriz. Acaba bunun için neler yapıyoruz? Hayatın, çağlayandan dökülen
bir su gibi akıp geçtiğini biliyor muyuz?
Hayatınızda küçük iyilikler yapın. Hayır! İllaki maddi değil. Aradan uzun
zaman geçirmeden arkadaşlarınızı ziyaret ediniz. Onlara sevgi, sağ-hk ve
mutluluk mesajları geçiniz. Bir arkadaşınızı elinizde bir kilo tatlıyla
30 Sınırsız Yaşam Gücü
31 Güzel Bak!
ziyaret ediniz. Böylece düşünceleriniz şükran duymaya yönelecektir. Sevgi
ve minnet duygunuz açığa çıkacaktır.
Dikkatinizi sadece iyi ve hayırlı işlere yöneltin. Eğer siz birine tatlı
bir jest, bir iyilik yaparsanız o insana güç ve enerji vermiş olursunuz.
Bu, şu manaya gelir: O insan çevresine olan güvenini kaybetmişse veya
kaybetmek üzereyse sizin bu jestinizle duygulanır ve minnet duyar.
Böylece o da etrafındakilere iyi olur.
Herbert hayatı yorumlarken şu güzel ifadelerde bulunmuş: "Yirmi yaşında
dürüst, otuz yaşında güçlü, vicdanlı, kırk yaşında zengin, elli yaşında
akıllı olmayan insan hiçbir zaman dürüst, vicdanlı, zengin ve akıllı
olamaz."
Zamanında güzel işler yapma imkanı elimizdeyken, önce bakış çerçevemizi
düzelterek iyiye soyluluğa ve yardımseverliliğe yönelelim. Ünlü filozofun
biri boşa geçmiş hayatın farklı tarifini yapmış:
"Bir zenginin mezar taşında şunlar yazılıydı: Toplamayı yapar, çarpmayı
bilirdi. Fakat çıkarmayı bilmezdi. Öldükten sonra mirasçıları görmeyi
öğrendiler."
Demek ki zenginlik sadece toplamak ve artırmak değildir. Zenginlik aynı
zamanda hayır yolunda harcamaktır da "Gerçek zengin, eli açık o-lan
insandır. Eli açık olmayanın, fakirden farkı yoktur." diyor ünlü bilge
Sokrates. O halde hayat hala bizimle beraberken zenginliğe ve paraya o-
lan bakış açımızı da düzelmemiz gerekiyor.
"GÜZEL BAK!" MESAJININ HİKMETLERİ
Çok basit, bardağın boş olan tarafını görmemiz bize ne kazandırır? "
Neden diğer yarısı da dolu değil?" diye dertleniriz, boş yere
omuzlarımıza sıkıntı yükleriz. Dahası, kanaatsizlik etmiş oluruz. Ama
bardağın dolu o-lan kısmını görür, sevinirsek boş olan kısmını
doldurmamız daha da ko-laylaşır. Çünkü pozitif hal ve pozitif düşünmenin
gücü bilim adamlarınca isbat edilmiş. İşleri yoluna koyan kuvvet enerji
"Olumluluk hali"dir. "O-laylar, onları en güzel gözle görebilenler için
en iyi şekilde gelişir." Diyor Linkletır. Eğer zorluğu değiştiremiyorsak
bir de bakış açımızı değiştirsek... Belki sorun yanlış bakmamız da
yatıyordun Başarılı insan her felakette bir hayır ve fırsat umar;
kötümser ise iyilikleri ve fırsatları kötüye yorumlar.
Nereye bakıldığı belki önemlidir, ama nasıl bakıldığı çok daha önemlidir.
Aksi takdirde kargayı kartal, kartalı da karga yaparız. Tıpkı kurt ile
çakalı karıştırmak gibi. Güzel bakan insan insandaki makamı görmez
makamdaki insanlığı görür. İlişkilerinin temeli menfaatlerin belirlediği
ortamlarda güzel düşünmek ve güzel bakmak mümkün değildir. Çünkü güzel
bakan insan ilişkilerinde karşılıksız yardım duygusu yatar.
Bak ve mutlu ol! Zira, bugün hayatının geri kalan kısmının birinci gününü
yaşıyorsun. Henüz, pişman olduklarını telafi etmenin imkanı var. Büyük
şair Goethe, "Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var
diye sevinelim." derken, güzel bakmanın en güzel mesajını vurgulamıştır.
Yaşamın ilginç yanlarından birisi de, kötüyü kabul etmeyenlere,
genellikle en iyiyi vermesidir, Tohum eken insan hangisinin yeşereceğine
merak salmaz, arkasını dönüp bakmaz da. Çünkü mutlaka yeşerecektir.
Hayatta yapılan iyilikler de tohum gibidir, yapılır, ama arkaya dönüp
bakılmaz. Çünkü yeşereceği kesindir. Dünyanın düzelmesini, herkesin güzel
bakmasını isterken, gayreti başkalarından beklememeliyiz. Karanlığa
koşmaktansa bir mum gibi yakmak evladır. Karanlığa mum yakmak bizim
hayata nasıl baktığımız, gösterir. Bir Çin atasözü, "En fazla ileriye
giden ok en çok geriye çekilmiş yaydan çıkar." der. Öyleyse iş ve
hareketlerimiz-deki gayretlilik, başarı, elimizdeki yaya bağlıdır;
elimizdeki yay kendi yüreğimizdir. Yüreğimiz ne kadar genişler, ne karda
coşarsa hedefine o derece ulaşır.
Hayat sizin bakıp da görmek istediklerinize göre şekil alır. Siz sinirli,
öfkeli değil de iyilikten yana sakin bir ruh yapısmdaysanız hangi ortamda
olursanız olun huzurlu olursunuz.
Başka şehirdeki bir yakınım bana bir gün "İstanbul'daki insanlar
nasıldır?" diye sormuştu. Ben de ona, "Sizin yaşadığınız yerde insanlar
nasıldır? diye sordum. "Bencil ve açgözlüdürler." diye karşılık verdi.
Ona, büyük o-lasılıkla İstanbul'daki insanları da bencil ve açgözlü
bulacağını söyledim.
HAYATA GÜZEL BAKMA REÇETESİ
-Yılda birkaç defa Çocuk Esirgeme Kurumunu ve Yaşlılar Yurdunu ziyaret
ediniz!
-iyi ve dürüst bir hayat için çalışın!
32 Sınırsız Yaşam Gücü
-Yoksul ve iyi insanlara el uzatın, onlara yalnız olmadıklarını
hissettirin! -Kayıpları kazanılmış derslere dönüştürün!
-Küçük kırgınlıkların büyük dostlukları bitirmesine izin vermeyin. -
Hatalıysanız, lütfen bunu kabul edin, gerekirse, özür dileyin; bu
küçülmek değil asil olmaktır!
-Telefonda konuşurken samimice gülümseyin, inanın karşınızdaki bunu
hissedip mutlu olacaktır. Böylece işler daha iyi olur!
-Bazı zamanlar sakin bir ortamda düşünce seanslarına dalın. Uyku-daysanız
uyanır daha iyi insan olursunuz!
-Sabahları çevrenize selam veriniz. Bu alışkanlık tüm insanların
kalplerini yumuşatır.!
-Başarmak istediğiniz şeye ulaşmak uğruna birilerin kırıp üzüleceksi-
niz,bunun ne önemi var ki? Vazgeçin daha iyi!
-Değişimi kucaklayın, ama değerlerinizi yıpratmasına izin vermeyin! -Tüm
insanlara karşı nazik olun. -Bilginizi başkalarıyla paylaşın!
-Size uzanmış eli asla geri çevirmeyin. Çünkü merhamet eden merhamet
bulur!
-Öyle bir hayat yaşayın ki geriye dönüp baktığınızda vicdanınız rahat
olsun!
2. BOLUM GÜZEL GÖR!
NASIL DİLERSENİZ ÖYLE GÖRÜRSÜNÜZ
Bana sorarsanız kesinlikle inancım şudur ki çok ufak şeylere kafayı takıp
olumsuzluklara odaklanıyoruz. O anda karşımıza çıkan ve bize faydası
dokunacak insanları da kırıyoruz. Çok küçük şeyler yüzünden tüm
insanların kötü olduğunu düşünmek yanlıştır. Değiştirebileceğiniz şeyleri
değiştirmeye çalışın. Değiştiremediklerinizi de kafaya takmayın, zaman
her şeyin ilacıdır.
Eğer iç huzur istiyorsanız her şeyin mükemmel olmasını beklemeyin, her
şeyin mükemmel olmasını arayan bir kimsenin mutlu olabileceğini ve iç
huzuru yakalayabileceğini düşünemem. Yapacağınızı yapın, sonra her şeyi
doğal akışına bırakın, bunlar da gerekli değil. Gerçekten de hayatta bazı
engeller insanı adam eder, hayata anlak katar. Nasıl ki yemeğe tuz
gereklidir, zorluklar da aslında hayatımızın bir parçasıdır. İçimize
dönüp baktığımızda bu gerçeği görürüz.
GERÇEK BAKIŞ, GERÇEK DUYUŞ NEREDE GİZLİ?
Çoğumuzun iki gözü var görürüz, iki kulağı var işitiriz, bir dili var ko-
nuşuruz. Ama buna sahip olmayanlarda var. Üstelik ne kendilerine ne de
hayata isyan ederler. Bu asil insanlardan biri Helen Keller'dir. Dale
Car-negie bakın bu muhteşem kızı nasıl anlatıyor:
34 Sınırsız Yaşam Gücü
"Helen Keller doğduğu vakit tamamen normal küçük bir kızdı. Bir buçuk
yaşına kadar gözleri gördü, kulakları işitti. Hatta konuşmaya bile
başladı. Fakat bir gün felaket oldu. Korkunç bir hastalık onu yatağa
düşürdü ve çocuğun bütün vücudunu sarstığı gibi onu sağır, dilsiz ve kör
etti. Helen Keller'in üzerine bütün hayatını karartan bulut çöktü. Onun
hayatı yürekler acısı hadiselerle ve sefalet içinde geçmişti. Yoksul
ailesi o-nu 'Perkins Körler Enstitüsü'ne götürdüklerinde ellerinde hiçbir
şeyleri yoktu. Karşılarına orada çalışan yine kendileri gibi yoksul olan
üstelik anne babasız 20 yaşlarındaki Bayan Sullivan çıktı. İyi yürekli bu
genç kız küçük Keller'in bütün bakımını üstlendi. Bayan Sullivan da
işitemiyor, çok az görüyordu."
Evet, Carnegie böyle anlatıyor. Bir de Bayan Keller'in kendisinden
dinleyelim:
"O gün benden daha mesut bir çocuk bulmak imkansızdır. O mesut hadisenin
cereyan ettiği gün yatağımda yatıyordum. Bir an evvel sabahın olmasını
bekliyordum. Bayan Sullivan'ı bana yüce Allah göndermişti. Gece boyunca
yüce yaratıcıya teşekkür ettim, onun önünde eğildim. Tanrı bana en büyük
şeyi bahsetmişti, coşku ve mutluluğu."
Bu ifadeleri kullanan kör, sağır ve dilsiz bir genç kız. Hayatı nasıl
görmek gerektiğini anlatan en büyük ibret ve örnektir. Dale Carnegie
devamla şunları anlatıyor:
"Helen Keller, yirmi yaşına geldiği zaman tahsili o kadar ilerlemişti ki,
bunu tanrının bahsedişine ve Bayan Sullivan'a borçlu olduğunu söylüyordu.
Öğretmeni Sullivan ile birlikte RadclifTKoleji'ne girdi. Koleje girdiği
zaman yalnız diğer öğrenciler gibi okuyup yazmıyor, aynı zamanda rahatça
konuşabiliyordu. Konuşma kabiliyetini tekrar kazanmıştı. Söylediği ilk
cümle ise "Artık dilsiz değilim" oldu. Helen Keller'in gözleri görmezdi
ama bir kimseyle bir kez tokalaşsa 5 yıl sonra aynı kişiyle tokalaştığmda
onu tanır, hatta onun üzüntülü veya mutlu olduğunu hemen anlardı."
"Bir çoğumuz kör olmanın dünyada insanın başına gelebilecek en büyük
felaket olduğunu düşünürüz. Fakat Helen
35 Güzel Gör!
Akıllı bir insanın ülkesi tüm dünyadır.
Aristophanes
Keller, kör olmaktan ziyade dost ve iyi insan aradığını söylemiştir.
Kend(-sini dış alemden ayıran karanlığın ve derin sessizliğin içinde en
çok hasretini duyduğu şey dost insan sesi imiş.
Bu öykü hayatı nasıl algılamamızı bize öğretecektir. Bu genç kız daha
sonraki yıllarda kitaplar yazmış, konferanslar vermiştir. Kitaplar onbin-
lerce satmıştır. Onun kendi dilinden müthiş bir konuşması var, kitabımın
ilerleyen sayfalarında nakledeceğim.
Hayatın bize çekilmez geldiği anlarda, kendimize ne büyük haksızlık
yaptığımızı düşünmeliyiz. Çünkü elimiz, kolumuz sağlam gözlerimiz
görüyor, kulaklarımız işitiyor, sağlımız yerimde. O halde neden iyi ve
güzel manzaraları başımızı çevirip görmeyelim. Gözleri görmeyen bir
delikanlı okul ve sosyal hayatında öyle mutlu ve öyle başarılıymış ki
Hindistan'dan Türkiye'ye konferans vermesi için çağrılmış 22 yaşında
doktorasını bitirmiş bu delikanlı neler hissettiğini, görmediği halde
nasıl başarılı ve mutlu olduğunu bizim üniversiteli gençlere
anlatacakmış. Ve nihayet konferans salonuna gelmiş. Alkışlar arasında
konuşmaya başlamış. Konuşma bitiminde soru-cevap faslına gelinmiş. Biz
Türk öğrenci parmak kaldırarak, "Gözleriniz görmediği için mutsuzsunuz?"
diye sormuş. Ama delikanlı bu soruya şöyle cevap vermiş:
"Kulaklarım işittiği için çok mutluyum!"
Buradan çıkarılacak sonucu bilmem açıklamama gerek var mı... Aslında
delikanlı nasıl başardığının da sırrını bu cevapla veriyor. Pek
çoklarımız bu sırrın farkında olmadığımız için yanlış şeyler görür yanlış
düşüncelere dalarız, doyalısıyla yanlış işler yaparız.
GÜZEL GÖREN BİR BABANIN GÖZ YAŞARTAN SESLENİŞİ
Dinle Oğlum!
Dinle oğlum! Ben bu sözleri sen yatmış uyurken söylüyorum. Küçük
eUerinden birini yanağına dayamışsın, sarı buklelerinse ıslak, alnına
yapış-tIıı§- Odana yavaşça girdim, yanım da başka kimse yoktu. Birkaç
dakika °nce kitaplıkta oturmuş gazete okurken bir pişmanlık dalgası beni
bağlamaya, soluğumu tıkamaya başladı. Suçluluk duydum ve başucuna geldim.
36 Sınırsız Yaşam Gücü
37 Güzel Gör!
İşte düşündüğüm şeyler oğlum: Sana kızmıştım. Okula gitmek için
giyindiğin sırada seni azarladım. Çünkü yüzünü üstünkörü yıkadığını
görmüştüm. Ayakkabılarını temizlemediğin için seni suçladım. Yere bir
şeyler düşürdüğünde yine kızdım.
Kahvaltıda yanlışlarını görmüştüm. Önündekileri döktün, dirseklerini
masaya dayadın, ekmeğine gereğinden fazla tereyağı sürdün... Trene
yetişmek üzere yola koyulduğunda sen ban el sallayıp, "Güle güle baba!"
dedin, bense cevap olarak "Omuzlarını geri çek!" dedim, kaşlarını
çatarak... Aynı eleştiriler akşamüzeri yeniden başladı. Daha yoldayken
dizlerini yere dayayıp bilye oynadığını görerek arkadaşlarının yanında
aşağıladım. Çorap pahalı bir şeydi ve eğer satın almak zorunda kakaydın,
daha dikkatli davranırdın!
Düşün oğlum! Bunlar bir babanın söyleyeceği sözler miydi? Hatırlıyor
musun, daha sonra kitaplıkta oturmuş okurken usulca içeri girdin,
gözlerinde incinmiş ifade vardı. Gazetemin üzerinden sana baktığımda bir
an duraksadm. "Ne istiyorsun?" diye sordum. Hiçbir şey de-medin. Koşup
kollarını boynuma doladın ve öptün beni. Allah yüreğini öylesine sevgiyle
doldurmuştu ki.
Sana aldırış etmediğim halde boynuma sıkı sıkı sarıldın. Sonra gittin.
Merdivenlerden yukarı çıktın. Çok geçmeden gazete ellerimden kayıver-di
ve bir korku kapladı benliğimi.
Alışkanlığım beni ne hale getirmişti... Kusur bulma alışkanlığı... Sana
verdiğim mükafat buydu. Seni sevmiyor değildim, yalnızca senden çok şey
bekliyordum.
Benim çocukluğumdaki değer yargılarıyla yargılıyordum seni. Halbuki
sen çok güzel çok dürüst özelliklere sahiptin. Küçük yüreğin, geniş
dağların ardından söken şafak kadar büyüktü. Bana doğru koyup beni öpmen,
ağzımdan sabırsız bir söz çıkmak istediğinde iyi geceler dilemen bunu
ispatlıyor.
Bu gece hiçbir şey umurumda deği' oğlum! Karanlıkta yatağının yanma
gelip diz çöktüm. Yaptıklarımdan utanıyorum'
Akıllı insan herkesten öğrenen insandır.
Montaigne
Senden özür diliyorum! Bu sözleri sana uyanık olduğun zaman söylesem
hiçbir şey anlayamayacağını biliyorum. Fakat yarın gerçek bir baba
olacağım. Seninle arkadaş olacağım, sen üzülünce üzüleceğim, sen gülünce
güleceğim.
Korkarım seni yetişkin bir adam gibi görmüşüm. Şimdi seni örtünün altında
büzülüp yatmış görünce hala bir bebek olduğunu anlıyorum. Daha dün
annenin kollarındaydın. Daha dün başını omzuma dayamıştın. Senden çok
şey, çok şey istedim oğlum!
SEVGİ ELİNİ ÖNCE SİZ UZATIN!
Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünmek ve güzel görüp güzel yaşamak
istiyorsanız gülü uzatan önce siz olun. Selamı önce başkalarından
beklemeyin, ilk veren siz olun. Böylece siz daha asaletli davranmış
olursunuz.
Düşünceleriniz, sizin duygularınıza ait gözlerinizdir. Ruhunuzdaki her
çeşit duyguyu düşünceleriniz yaratır. O gün nasıl düşünüyorsanız öyle
hissedersiniz. Göz gördüğünü düşünür. Bir duyguyu görmeden hissetmek
mümkün müdür? Gördükleriniz hakkında ne düşünüyorsanız olduğu gibi size
geri döner Sizi üzecek durumları düşünürseniz üzülürsünüz. Nefreti
düşünmeden nefret etmeyi deneyebilirsiniz?
Yaşamın kendisi değil, ona sevgi merkezli olmayan yüklemelerimiz kötüdür.
Sevgiyi hep karşı taraftan bekleriz. Böyle bir hakka sahip olabilmemiz
için evvela bizlerin sevgi düşüncesinde yoğunlaşması gerekiyor.
Sevgi dolu bir yaşamın başlangıç noktası, ona önce bizim uzatacağımız
sevgi elidir. Eğer çevrenizdeki sevgi noksanlığı sizi üzüyorsa, işe önce
kendinizden başlayınız.
Kendinize ve başkalarına yönelik Sevgi dolu düşünceler üretebilirsiniz.
^°nra bu sevgi dolu düşünceleri eşinize, Çocuklarınıza daha sonra da tüm
dış dünyaya açabilirsiniz. Sizin böyle güzel bir davranışı yapmanızın
önüne bariyer k°yacak hiçbir engel yoktur.
Hedefi olmayan gemiye
hiçbir rüzgar yardım
edemez.
Montaigne
38 Sınırsız Yaşam Gücü
Çoğumuz sevgi toplamak peşindeyiz. Ama artık biz de sevgi dağıtıcısı
olmalıyız. Sevgi cimrisi bir toplum düşünülemez. Sevgi kaynağı olmanın en
asil bir duygu olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Sevginin ödülü
yine kendisidir.
İnsanlara iyi davranırken, onlara sevgi ve muhabbet beslerken hiçbir
karşılık beklemez; karşılığı sadece yine sevginin kendisidir. Sevgi
merkezli hayatta mutlu veya mutsuz ayırımı yoktur.
ÖFKELENMEYİN, HUZURSUZ OLMAYIN, ÜZÜLMEYİN...
\
SADECE GÜZEL GÖRMEYE BAKIN!
"Ruh aydınlanmışsa insanda güzellik vardır, insanda güzellik varsa evde
uyum vardır, evde uyum varsa ülkede düzen vardır, ülkede düzen varsa
dünya da barış vardır." diyor eski bir Çin atasözü. Ruhun aydınlanması
gözlerimiz ve tüm duyu organlarımızı kine, nefrete ve kötülüklere
kapatmamızla gerçekleşir. Gözümüz güzel görmeye, kulağımız güzel
işitmeye, dilimiz güzel söylemeye titreten meyyaldir. Öyleyse biz güzel
görmek için yaratılmış kullarız. Bu, aslında bir yetenektir de.
Güzellikleri arzulayan insan her türlü melekelerini de açığa çıkarır.
Zihni daha iyi çalışır, vücudu sağlıklı olur.
Negatif bir yaşam tarzı tüm melekelerimizi, yeteneklerimizi,
duygularımızı yok ededr. Başka insanların davranışları neden hep
dikkatimizi çeker? Hatta başkalarının arkasından konuşmak, başkalarının
kusurlarını bulmaya çalışmak sanki bilgece bir davranışmış gibi kabul
edilir. Bunun yegane sebebi kendimizden bir hayli uzakta durmamızdan
kaynaklanıyor.
Bu manada kendimize çok az zaman ayırıyoruz. Bize gerekli olan kitapları
görmüyoruz. Halbuki onların içerisinde bizim yaşamımızı olumlu yönde
etkileyecek elmas bilgiler vardır. Başka insanlarla uğraşmaya onların
kusurlarının dedikodusunu yapmaya ayırdığımız zamanı kendimize ayırsak,
inanıyorum ki çok kısa bir zamanda çok üstün mertebelere
39 Güzel Gör!
Hayat hareket, hareketsizlik ölümdür.
1. Morris
s-2:
çıkarız; boş yere harcadığımız onca enerjiyi kendimize ayırsak çok daha
mantıklı, çok daha zinde oluruz, mutlu ve huzurlu yaşamaya da böylece
adım adım yaklaşırız. Öyleyse işe gözlerimizin pasını silmekle
başlamalıyız. Unutmayalım ki güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen
güzel yaşar. O halde düşüncelerimizi bakışlarımızla pozitif çayırlara
yönlendirelim.
Hayatta gördüğümüz birçok şey bizim gördüğümüz kadar sıradan değildir.
Her gün geçip gider önümüzden, veyahut biz geçip gideriz önünden ama bir
kez olsun yanı başımızdakilerin olağanüstülüğünden haberdar olmayız;
birazcık olsun dikkatle bakmayı ihmal ederiz. Niçin mi? Kendimizi
dünyanın merkezi görürüz de ondan. Önümüzden geçip giden ışıl ışıl
yıldızlar, gökyüzündeki bulutlar, mevsimler; önünden geçtiklerimiz ise
pırıl pırıl çiçekler, rengarenk bitkiler, ulu ağaçlar, sevimli hayvanlar,
tatlı, sevimli çocuklar, bebekler... Yaratıcının ihsan ettiği birer
nimettir bunlar. Yaşamda bakmasını bildikten sonra o kadar çok şey var
ki, tüm bunların bizim için bir anlamı olmalı. Hani açan bir güneşin, bir
düzen halinde yağan karın, nihayet gelip çatan yaşlılığın... Bir anlamı
varsa bizim için, günlük hayatımızda bunların farkında isek mutluluğu
yaşıyoruz demektir. Değilse yitip giden güzellikleri bir daha yakalamamız
mümkün değildir.
Gül Bahçesi diye tatlı bir öykü var. Ben bunları yazarken birden o öyküyü
hatırladım. Kıymet Arayan Tüm Adaylar! Bu öyküyü mutlaka okuyun...
Gül Bahçesi Öyküsü
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kasabada yaşayan dünyalar
güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehir ve
ülkelerden zengin, yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu istemeye
gelirmiş. Kendisiyle evlenmeyi arzulayan nice prensi, şövalyeyi reddeden
güzel kız kimseleri beğenmezmiş. Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu
kıza aşık olan bir delikanlı kızı istemiş. Fakat kız, bu iyi yürekli,
ahlaklı delikanlıyı da reddetmiş.
Aradan uzun yıllar geçmiş. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış. Ken-^e
başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün y°Iu
bir zamanlar yaşadığı güzel ve küçük kasabaya düşmüş. Orada tanı-"ik
birine rastladığında aklına dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona bu kızı
40 Sınırsız Yaşam Gücü
sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi bulunan bir evi göstererek kızın
evlendiğini söylemiş. Bizimki herkesi reddeden kızın beyini çok merak
etmiş. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Şişman, yaşlı ve
çirkin mi çirkin üstelik de sarhoş ve kumarbazın biriymiş. Her akşam hır
gür çıkarırmış. Kıza da hayatı zindan etmiş. Fakat gel gör ki, bu bir
zamanların güzel kızı böyle bir adamla nasıl olmuş da evlenmiş?
Nihayet kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca
onu gözlü yaşlı görmüş, kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla
evlendiğini sormuş. Kız da ona, arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü
koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada bahçede ilerlerken geriye
dönmemesi gerektiğini söylemiş. Adam da bunun üzerine yüzlerce gülün
bulunduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel sarı bir gül
görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ileride kocaman pembe bir gül
gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ileride muhteşem güzellikte
kırmızı bir gül goncası görmüş.
Derken bir de bakmış ki, bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki
sonuncu gülü koparır kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü beklerken
kız bir de ne görsün, yaprakları solmuş cılız bir gül. Başını kaldırarak
adama, "Bak gördün mü?" demiş. "Her zaman daha iyisini bulmak isterken
ömür geçer ve sen sonunda en kötüsüne bile razı olmak zorunda kalırsm.Bu
yüzden insan çevresindeki imkanları güzel görmelidir, onların farkında
olmalıdır. Yoksa geçip giden hayat bir daha geriye dönmez."
Güler yüzlülük, hayatı güzel görme insanın mutluluk ve kazanç kapısıdır.
Bunlardan yoksunluk ise keder ve kayıptır. Bir "Kadın ve adam" öyküsü
var. Bunlar ayrı ayrı öyküler. Her biri hayatın gerçekliliğinden
çıkarılmıştır.
Bir Kadına ve Bir Adama Dair Öyküler Güler Yüzlü Kadın
Günün her saati kalabalık olan caddedeki tek pastaneyi işletiyordu genç
kadın. Taze ve lezzetli ürünler sattığı için kısa zamanda çok sayıda
müşteri kazanmıştı. Bir gün yaşlı bir hanımın caddenin öteki ucunda
pastane açacağını duydu. Artık bir rakibi olacaktı anlaşılan. Yeni
pastane pek şirin ve şık görünüyordu. İlk birkaç ay boyunca müşteri
sayısında bir değişiklik olmadı, genç kadının. Fakat sonra kendi
müşterilerinin ellerinde yeni pastanenin poşetlerini görmeye başladı.
Benzer ürünleri sattıkları
41 Güzel Gör!
aide müşterilerinin neden orayı tercih ettiklerini öğrenmek istedi.
O ,astaneden börekler, çörekler, pastalar aldırıp tatlarına baktı.
Olağanüstü bir lezzet farkı göremedi. Zaman geçip işler daha da kötüye
gidince dayanamadı ve bir müşteri gibi yeni pastaneye teftişe gitti.
Çörek ve kahve alıp, etrafı gözlemeye başladı. Biraz sonra yaşlı hanım
geldi gülümseyerek, "Sizi burada görmek ne güzel!" dedi. "Doğrusu
ziyaretinizi bekliyordum. Ne de olsa komşuyuz ve bu caddenin kalabalığı
ikimizin dükkanına da yeter!" Genç kadın bozulduğunu belli etmemeye
çalıştı, ayrıca pastacı öylesine sevimli ve içten davranıyordu ki...
Sohbet koyulaşınca işin sırrını sordu yeni pastanenin sahibesine.
"Müşterilerinizi bana kaptırmanızın sebebi, onlara gerekli itinayı
göstermemeniz!" dedi güler yüzlü kadın. "Nasıl yani!" diye şaşkınlıkla
sordu genç kadın ve aldığı cevabı, iş hayatındaki, en önemli prensip
edindi. Güler yüzlü kadının cevabı şuydu: "Her sabah gelip peynirli çörek
alan bir genç, dün sabah sadece "Günaydın" ve "Her zamankinden!" dedi.
Ben de ona peynirli çöreğini uzattım. Bana ne söyledi biliyor musunuz?
"Diğer pastanedeki hanım, bunu bir türlü öğrenememişti!" İşte işin sırrı
bu...
Kıymet Bilmeyen Adam
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adamla dost olmak istemiş. Bütün
cesaretini toplayıp adamın camına konmuş. Küçük sevimli gagasıyla cama
vurmuş. Adam çok meşgulmüş. Görmüş kırlangıcı, ama yerinden bile
kalkmamış. Kırlangıç bütün cesaretini toplayarak şirin gagasını açmış ve
"Hey adam! Seninle dost olmak istiyorum! Sebebini sorma lütfen Pencereyi
aç ve beni içeri al! Ben sana dost olurum, hiç canını sıkmam. Bak
soğuklarda başladı, yoksa güneye göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben
ancak sıcakta yaşarım, pişman olmazsın, seni eğlendiririm, yalnızlığını
paylaşırım!" demiş.
Adam bu güzel sözler karşısında tm-mamış bile. Ne bir tebessüm etmiş, ne
de %i göstermiş. Üstelik kuşcağızı hışımla pencerenin önünden def etmiş.
Zavallı kuş, soğuk fırtına da çaresiz ve yapayalnız pencereyi terk etmek
zorunda kalmış.
Aradan zaman geçmiş. Adam önce düşünmüş, Sonra kendi kendine itiraf
Hayat ya gözüpek
bir macer, ya da
hiçbir şeydir.
Helen Keller
42 Sınırsız Yaşam Gücü
43 Güzel Gör!
etmiş, "Ne kadar aptalım beklenmedik bir anda karşıma çıkan dostluk
fırsatım teptim!" diye düşünmüş.
Üzgün ve pişman bir şekilde sıcakların gelmesini ve kırlangıcın geri
dönmesini beklemeye başlamış. Nihayet yaz gelmiş güneye göç eden bütün
kırlangıçlar dönmeye başlamış. Fakat adamınla ortalarda yokmuş. Yazın
sonuna kadar penceresi açık beklemiş adam. Kırlangıç gelmemiş. Sonunda
bir bilge kişiye danışmış olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini a-dama
dikmiş ve şöyle demiş. "Kırlangıçların ömrü 6 aydır."
KENDİNİZE ACIMA HİSSİNDEN KURTULUN... "Güzel Gör" Mesajı Yaşam Feneriniz
Olsun
Hayatın adil olmadığını söylemek, adil olmamız gerektiği anlamına gelmez.
Çoğu kez, dürüstlüğün günümüzde kayıp olduğu anlayışı söylenip durulur.
Oysa dürüstlük her zaman kazançtır. Aynı zamanda bizim, yaşadığımız
çevreyi güzel görmemizi sağlayan bir değerdir. Sadece saf ve dikkatsiz
olmamız gerekiyor.
Asalet adalettedir. Adil olmak her vatandaş gibi bizim de asli
görevimizdir. Elbetteki yaşamda tatsız olaylar yaşanacaktır, biz adaletli
davranırken, birileri böyle olmadığı gibi bizim bu davranışımızı dikkate
bile almayacaktır. Bunlar sürprizler değildir, yaşamın doğallığıdır. Eğer
tüm olumsuzlukları "sürpriz" olarak algılarsanız değer yitikliğine uğraş,
irade kaybı, yaşarsınız. Bunların böyle olacağını baştan bilin; önemli
olan sizin bu küçük olumsuzluklar karşısında takınacağınız dengeli ve
pozitif tavırlardır. Kişi nasıl görüyorsa öyle algılar; ve bu görüşlerdir
insanı yönlendiren. Ne kendimiz için ne de başkaları için adil olma
noktasında ajitasyon
hastalığına girmemeliyiz. Bu durum bir ruh çöküntüsüdür. Rutubet nasıl ki
koca bir duvarı eritir, yer bitirirse adına "keder" denilen ruh çöküntüsü
de sizi yer bitirir. Öyleyse değerlerimizde, merhametlerimizde asi bir
ruh yerine iş yapıcı, eksikleri tamamlayıcı metotları denememiz lazım.
Birilerinin duygusal ilgisine fazlaca duyacağınız ihtiyaç bahsedilen
Faziletsiz mutluluk olmaz.
Aristo
ajitize kederlerden biridir. İnsanı çoğu kez çökerten duygusallık
hastalığıdır. İngiltere'nin eski başbakanlarından Disrael'nin çok güzel
bir sözü var, hatta bu sözü Abraham Lincoln söylemiştir: "Kendinize
kötülük yapmak istiyorsanız kendinize acıyın.7"
Çok doğru bir söz. İnsanın hiçbir şey yapmayıp oturup ağlaması ve kendine
acıması tanrıya ve tabiata isyandır. Kendinize asla acımayın, yapmanız
gerekeni yapın. Kendine acımak kötülüğün sessiz dilidir. Aslında zaman
zaman stresler yaşamamız, vücudumuzdan zehrin atılması gibi ru-humuzdaki
negatif dalgalan boşaltır. Değilse oturup ağlamak işleri daha çok
karmaşıklaştırır. Sorunlar sizi yenmesin siz sorunları yenin; sorunlar
sizi acınacak hale getirip bir de kendinize acındırtmasın, siz onu
acınacak hale getirin. Böyle durumlarda eyleme geçmek en iyisidir.
Büyük bilge Gautama Buddha çekilen sıkıntıları tarif ederken bakın neler
söylüyor:
"Izdırap bir duygudur, zengini de bulur fakiri de. Izdırap ona nasıl
bakıldığına bağlıdır. Ya siz onu kullanırsınız ya da o sizi kullanır.
Kendinin farkında olmadığın ve işlediği günahı sevap sayabilecek kör ve
şaşkın bir adamsan ızdırabın kollarındasm demektir. Kötü olmayana da
ızdırap vardır, fakat etki etmez. Ebediyetten esen bir ilham rüzgarı ol!
Sesi semavi-leştir. Gerçek kudret fazilettedir. Izdırabı hatırlatmayacak,
onunla ilgili tüm hatırlatıcı bağını kopartacak adam mutlu olur; ancak,
kötülük, kötü duygular, çaresize eziyet ızdırabı hatırlatıcı duyguları
koparmada engeldir. O halde sen iyi ol ki mutlu olasın."
Ünlü yazar Tolstoy, gözün gördüğü hakikati kalbe bağlıyor ve güzel
görmenin bilgiden ziyade, bilgiye yüklenmiş yürekli bakışta buluyor:
"Hangi seviyeye gelirseniz gelin, kendinizi asla bir seçkin sınıf
sanmayın. Bu, bir insan için en büyük tuzaktır. Akıl yaşamak için vahşice
öldürmeyi öğretir. İnsanları seveceğin zaman akıl hemen karşına dikilir.
Ne büyük bir tuzak. Ben akıllı değilim, akıl bana hiçbir şey öğretmedi,
bütün bildiğimi bilgi değil, yürek verdi, vicdan verdi. Gökkubbenin göz
aldatı-cılığmda ve yıldızların görünüşündeki hareketinde bile vicdan
gizlidir. O halde!., gelişmek istiyorsan çevrene iyi bak, görmen
gerekeni, gör, bilgiden ziyade güzeli gör. Unutma kötülük, insanların
akla uygun bulduğudur. Hep akıl dersen bunalıma girersin, kalbinin ve
yüreğinin sesine de kulak ver."
44 Sınırsız Yaşam Gücü
İÜ
Sıkıntılarımız karşısında yapılacak en iyi şey akıl mekanizmasını
çalıştırmaktan ziyade kalp zincirlerimizin halkalarını birbirine
eklemektir.
iyi niyet, insanlık, bilgelik ve doğruluk karşısında kifayetsiz hiçbir
şey yoktur. İyi niyet, yalancılıktan ve riyakarlıktan sakınmayı emreder;
insanlık, şefkati doğurur, şefkat ise insanlığı; bilgelik ruhun
kurtuluşunu ve tehlikeden korunmayı sağlar. Bilgiyi iyi niyet ve
insanlıkla yoğurmayı emreder. Yüce yaratıcıya ve törelere saygıyı
emreder. Yüce yaratıca ve törelere saygıyı tavsiye eder; Doğruluk, huzur
içinde yaşamaya götürür. Doğru olan bir insan omuzlarında ki yükü
atmıştır; adalet herkese eşit davranmak ve herkesin hakkını vermektedir.
Çoğumuz içinde bulunduğumuz sorunları dağlar kadar olduğunu zannederiz.
Oysa karşımızda dağlar değil, sadece küçük bir tümsek durmaktadır. Ve
büyüyen dağlar değil, cüceleşen bizlerizdir. Konfüçyüs bunu az ve öz
şöyle ifade eder.
"Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir!"
"BU DA GEÇER!" DİYEBİLMENİN SIRRI
Hayat bazen ne kadar garip değil mi/ Siz de görür ve yaşarsınız bu
garipliği. Aslında bütün her şey sonuç. Çok nadir zamanlarda olsa, ben de
her şeyin ters gittiği duygusu uyandı mı hemen bir gün hayatımın son
bulacağı aklıma gelir, ve birden sanki başıma sihirli bir değnekle
vurulmuş gibi öyle bir rahatlarım ki... Hayat dayamlamayacak kadar ciddi
ve zor değildir. Moraliniz biraz bozuksa hayatı olduğu gibi göremezsiniz.
Aslında hayat her zamanki gibi olduğu şekliyle karşınızda, ama siz
içinizde yarattığınız negatif temsille hayatı olduğundan farklı
görürsünüz. Şunu bilin ki, sizin hayatınızda o an değişen o kadar ciddi
ve zor bir durum olmamıştır. Sadece hiç de önemsenmeyecek bir konuya
alışmışsmızdır. Bu tuzağa düşmeyin. Küçük şeylerden dolayı canımız
sıkkınken tüm hayatımızın bir anda bozulu-verdiğine kendimizi
inandırmayalım. Böyle bir durum, insafsızca tüm hayatı- mızı
cezalandırmak olur.
45 Güzel Gör!
Bir insanın fazileti tehlike anında belli olur.
Schiller
İnanın, yaşam insanın göründüğü kadar kötü değildir. Bir defa şunu İcabul
edin: Moraliniz bozukken yaşama olumsuz bakıyorsunuz. Oysa her şey
yolunda gidiyor. Bunu siz de biliyorsunuz. Küçük bir aksilik sizin tüm
yaşamınızı kökten silip götürmez. Hayatınızı silip götüren yaşamınıza
yüklediğiniz bu şekildeki olumsuz anlamlandırmadır. Siz iyi insan olmaya
bakın. Sizi temin ederim ki kazanan siz olacaksınız. Lütfen hayata hemen
küsmeyin. Bunları laf olsun diye söylemiyorum. Geçiştirmek çoğu zaman
gerçekten işe yarıyor. "Bu da geçer!" deyip iyi ve güzel dostlarınızla
birlikte olun.
Ben "iyi insan olmak" ilkesine çok önem veriyorum. İyi insan olma
mücadelesi verdikçe kazandığımı ve insanlar tarafından çok daha rahat
anlaşıldığımı gördüm. İyi insan olma mücadelesi verirken insan, bazı kötü
alışkanlıklarını da terk ettiğini görür; problemlerinin de azaldığına
şahit olur. Siz de böyle olun. İyi insan olmaya çalışın. O vakit, "Bu da
geçer" ilkesini pratik yaşamınıza aynaladığınızı görürsünüz.
HAYAT NE HOŞ!
Hayatı duyumsamak... Onu hissetmek... Geçici bir süreliğine geldiğimizin
bilincinde olmak. Yaşamın size sunduğu bir çok engel karşısında dünyaya
geçici bir müddet gönderildiğinizi hatırınızdan çıkarmayınız. Böylece o
engellerin sizin gözünüzde bir önemi kalmayacaktır. Hayat ancak bu
şekilde duyumsandığında hoştur. "Her şeyi tadında bırak!" diye bir deyiş
vardır; tıpkı hayat da böyle. Yeryüzünde hayatın başlangıcından beri
bitkiler yok olmayıp, şimdiye kadar kalsaydı, toprakta adım atacak yer
kalmazdı; insanlar baştan beri hep yaşıyor olsaydı toprakta yine adım
atacak yer kalmazdı. O halde hayatın dengesi bir muvazene ölçüsünde
yaratılmıştır.
Bizler hayatın merkezi olmadığımıza göre daha nice sıkıntı çeken insanlar
gelip geçmiştir yeryüzünden. Dünyaya geçici bir müddet gönderildiğiniz
hatırınızdan çıkarmayınız. Böylece o engellerin sizin gözünüzde bir önemi
olmayacaktır. Her şeyi alelacele kazanılması gereken bir savaş olarak
görmeyin. Merak etmeyin hayatta ne kaybedeceğiniz ciddi şeyler Var, ne de
kazanacağınız... Bunlardan herhangi biri dahi olsaydı moralimizin
bozulmasına yeterdi. Hayatı tüm yönleriyle "kazanç" olarak görmemek
lazım; maddi olarak kazanacağımız çok şeyler olsaydı, kazandıklarımızı
46 Sınırsız Yaşam Gücü
ölümle birlikte kaybetme acısı çekerdik. Hayata ne kazanmak ne de
kaybetmek gözüyle bakmamak gerekir. Bizi yaşatacak ve ebediyete kadar var
edecek olan asil ruhlarımızdır. Bu manada, çok yoğunum deyip de erdemin
ve ahlakın manevi sorumluluğunu yerine getirmeyenler bilin ki yalan
söylüyorlar. Onlar, sadece zamanı kullanma yeteneğine sahip değiller.
Çünkü hayatta hiç kimse yoğun değildir.
Unutmayın, yapacak işleriniz hiçbir vakit tükenmeyecektir; siz öldükten
sonra bile hayatın meşgaleleri bitmeyecektir. Eğer dizgin bir
hareketlilik halinde isek kafamız daha rahat kalır. O halde bırakın
karmakarışık duyguları, gevşeyin, rahat olun. Ne kötülük yapın ne de
yaşamak gibi güzelliği elden bırakın.
NE ÖVGÜYE SEVİNİN, NE YERGİYE ÜZÜLÜN
Övgü ve yergiler de tıpkı kazanmak ve kaybetmek gibidir; biri sizi a-şırı
sevindirirken diğer üzer. Oysa ikisi arasında denge kurulursa ruhumuza
eziyet etmemiş oluruz. Sizi reddedenler olacaktır,buna alışın çünkü sizi
kabul edenlerde olacaktır. Siz bir topluluğun başına aday seçilmişseniz
ve %55 oy almışsanız övünmeyin, çünkü %45 tarafından da kabul
edilmiyorsunuz, %55 tarafından kabul ediliyorsunuz. Bu neyi değiştirir?
Yani böyle bir bakış açısı neden gereklidir? Gereklidir, şöyle ki: Sizde
veya başkaları tarafından size karşı aşırı övgü olursa bilinçaltınızda
sadece kendi grubunuza ve yanlılarınıza hizmet etmek gibi bir hataya
düşebilirsiniz. Bu da iyi bir sonuç değildir. Çünkü hizmeti ve güler
yüzlülüğü herkese ve her kesme göstermek gerekir. Mikro düzeydeki
yaşantılarımız da böyledir. Kötülüğe karşı alınacak en büyük intikam
affetmektir. Bizi sevsin veya sevmesin, övsün veya övmesin "iyilik"
tektir. Tüm insanlığı din, dil, ırk ayrımı yapmadan kucaklayan ve onların
hepsini bir tek olan Allah'ın yarattığını söyleyen insan mutlu ve
huzurludur.
"HALDEN ANLAYAN" OLUN
"Davranış Ardındakiler" iki türlüdür; tıpkı madalyonun bir yüzü ve diğer
yüzü gibi, aysbergin görünen yüzü ve görünmeyen yüzü gibi. Birincisini
anlamaya çalışın, ikicisinin ardına düşmeyin.
r
•II
47 Güzel Gör!
Birinci, "davranış ardı" doğruluğuna inancınız varsa empati yaparak
alışır. Bir an olsun sizi kıran insanın yerine kendinizi koyun, onu da
anlamaya çalışın. Belki iyi bir insandır, o gün kendisine yapılan olumsuz
bir harekete kırılmıştır. O insanın davranışının ardındakini güzel
gözlerle hissedersiniz onu anlarsınız. Birincisini anlamaya çalışın
ikincisinin ardına düşmeyin derken, kastettiğim çerçeve tüm her şey için
değil, sadece insanların olumlu yönlerini gözardı etmeme açısından
çizilen çerçevedir.
Bir an kırıcı harekette bulunan insan, birinci "davranış ardı" bağlamında
anlaşılmaya çalışılmalıdır. Çünkü o insanın davranışının ardında haklı
gerekçesi olabilir; veya acaba onun yerinde biz olsaydık tepkimiz ne
olurdu, hiç düşündük mü? Sizi kıran bir insan gerçekte kötü bir insan
olmayabilir. Her gördüğünüz olumsuz davranış sergileyen insana tepkiniz
alışılagelmiş tarzda olmasın, o zaman sıradan insanlardan bir farkınız
kalmaz. Siz olgun olun çoğu kez insanları anlamaya çalışın, size yaraşan
budur. İnanın, bu davranış modu sizi daha çok rahatlatacaktır, ikinci
"davranış ardı"mn peşine düşmeyin. Öyle durumlar da vardır ki siz güzel
görmek istersiniz, olaylara güzel bakmaya çakşırsızın. Hoşgörülüsünüzdür;
hiçbir fayda etmez. Böyle insanlar çok çok nadirdir. Bir iki istisna
dışında, inanın tüm insanlar sizin erdemli davranışlarınıza olumlu yanıt
verecektir. Şimdi, biz bu bir iki istisnayı konuşuyoruz. "Uslanmaz
olumsuz davranış" sergileyen (bu meslektaşınız da olabilir komşunuz
da...) bir insanın size yönelik yaptığı olumsuz davranışı sık sık
aklınıza getirmeyin. Bunun size hiçbir faydası olmayacaktır. "Güzel Gör"
mesajının önündeki tek engel bu durumdur. Olumsuz insanların basit,
uslanmaz negatif davranışlarını sık sık aklınıza getirip, iç temsilinizi,
iç huzurunuzu zedelemeyin. Bu tür insanlar negatif hareketleriyle zaten
iç huzurlarını bozmuş durumdalar, onları ciddiye alıp, aynı konuma
düşmeyin. Varsa imkanınız bu çevreyi değiştirin. İmkanınız yoksa bu tür
olumsuzlukları, sizi pişiren, olgunlaştıran, adam eden fırsatlar olarak
görünüz. Ancak, bu gibi durumların ger-Çekten fırsat olduğuna inanın.
Çünkü örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Olumsuz davranış sergileyen insan-tarm çoğu aslında kötü insan oldukları
^in böyle davranmıyorlar. Eğer herkesi
Sabır, kurtuluşun anahtarıdır.
Mevlana
48 Sınırsız Yaşam Gücü
içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirirseniz gerçek şampiyon siz o-
lursunuz. Bu da o kadar zor bir olay değil. Şimdiden itibaren insanlara
o-lumlu bakmaya başlarsanız çok kazançlı çıktığınızı görürsünüz.
Elbetteki gerçek kötülere karşı tedbirli olmalısınız.
Ben bunları anlatırken sizlerin bir gerekçeli itirazınızı duyar gibi
oluyorum. "Siz öyle diyorsunuz ama bizim de şartlarımız iyi olmayabilir,
biz de mi çevremize olumsuz davranış sergileyelim?" şeklinde bir itirazda
bulunabilirsiniz. Ama unutmayın size şu an bu kitabı okuyorsunuz. Demek
ki değişmek işitiyorsunuz, bunun arayışı içerisindesiniz. Halbuki o
insanlara tüm bunları hatırlatan bir kitap veya bir kişi çıkmamış
olabilir. Siz güçlü ve iyi insan olmayı hak ediyorsunuz.
Birini üzdükten sonra kendinizi iyi hissetmeniz mümkün değil.
Benliğinizin şefkat kaynağı olan yüreğiniz, kendisini düzeltme fırsatı
çıktığında hiçbir zaman yavan, avunduk meşgalelerle ilgilenmeyecektir; ta
ki siz iç derin' liginizde bunu hissedene dek. Buradan şu sonuç çıkmıyor
mu? Değişmesi gereken birileri değil, sizsiniz! insanların hangi birini
değiştireceksiniz, ama kendinizi değiştirebilirsiniz. Böylece daha kolay
bir iş yapmış olursunuz.
Başkalarının olumsuz davranışlarına odaklanmadan aynı olumsuz tepkiyi
vermediğinizi gören çevrenizdeki insanlar size şaşırarak bakacaktır.
Hatta insanların gözünde taktir bile toplarsınız, seçkin insan olursunuz.
Çünkü sizin gibi bir toplumda pek rastlanmaz. Eşine rastlanılmayan şey
değerlidir. Siz toplumda nadir olacağınız için farklı olacaksınız; farklı
olanlar her zaman değerlidir.
Hayatı güzel görmenin ve halden insan olmaya çalışmanın inandığınız
değerleri savunmamakla veya belli ilke ve prensiplerinizi bir kenara
atmakla alakası yoktur. Veya, "hiçbir zaman haklı çıkmayın!" şeklinde bir
ifade de inat etmiyorum." Sakin ve huzurlu bir insan olabilmek için siz
herkesin yaptığı şeyleri yapmayın kötülüğe karşı kötülükle değil,
adaletle cevap verin" diyorum. Çünkü tevazünün karşılığı huzur
duygusudur.
ZİYARETÇİ OLUN, İKRAM EDİN!
İşte hayatı güzel görmenin müthiş formülü. Ben yaşamım boyunca ] bunu
yapıyorum, bu yüzden mutlu ve huzurluyum.
49 Güzel Gör!
Hayatınızın belli anlarını birinci dereceden veya ikinci dereceden ar-
^adaşlarınızı ziyaret etmeye ayırın. Birinci ve ikinci dereceden
kastettiğim şey, arkadaşlarınızın sizin oturduğunuz semte ve şehre olan
mesafeleridir. Uzak bir semtte veya kentte olan arkadaşlarımız da nadir
de olsa ziyaret etmeliyiz. Bunu hem onlar için hem de kendimiz için
yapmalıyız.
"Sizden beklenenden fazlasını yapmak, sizin için yaşam biçimi olsun,
kazançlı çıkarsınız" diyor Bernard Shaw. Yine şu çarpıcı ifadeleri
kullanıyor: "Hiçbir işe yaramadığım zaman ölmek isterim." Burada
kastedilen i-fade hayırlı bir insan olmak için mücadele etmektir. Hiçbir
ikramı küçük görmemek lazım. Minicik bir ikram bile kalplerde büyük izler
bırakır. A-rada bir insanları ziyaret edip ikram götürün. Böylelikle
kalplerde yumuşama olur. Arkadaş ziyareti ve ikram sizin içinizi
genişletir. Yaşamda birileri moralinizi bozsa bile, sizin için iyi
insanlar da vardır, bu yeter. Ziyaret ettiğiniz ve ikramda bulunduğunuz
insanlar, karşınızda mahcup olarak, içleri sevgiyle dolar. Bu durum
pozitif enerjilerin karşılıklı salmımıdır. Hal böyle olunca iş
hayatınızda, ev hayatınızda, çevre hayatınızda barışık, huzurlu ve
enerjik olursunuz. İkramda bulunduğunuz bir insanın ufak tefek şeyler
yüzünden daha sonra sizi kıracağı, üzeceği ihtimali hemen hemen sıfırdır.
Oysa günümüzde arkadaşlar bile, hatta aile bireyleri bir hiç i yüzünden
birbirlerini kırabilmekteler. İşte ziyaretler ve ikramlar bu negatif
tutumları ve davranışları önlemiş oluyor.
Yeni Zelanda taraflarında o gün morali bozuk kolan birey huzursuzsa,
öfkelendiyse birkuş satın alıp serbest bırakıyormuş. Ne güzel bir
davranış... Bu da bir tür ikramdır. Özgürlük ikramı kadar hayatta bir
ikram o-| labilir mi? Artık o insanın içinin mutluluğunu varın siz hesap
edin. ,,
ikram ziyaret ilişkilerin en güzelidir. Bunu kitabımın başında da söy-I
lemistim. Ben kendi adıma konuşuyorum, bir miktar ikram malzemesi a-I"P
bir arkadaşımı ziyareti gittiğimde her şey çok farklı oluyor. Tüm kötü-
jlükler, kötü niyetler, rehavetler o an yok oluyor. Arkadaşımın gözleri
ışıl-|Qiyor. Öyle mutlu oluyor ki, ben de o an dünyanın en verimli
pozitif e-Inerjilerini kendimde buluyorum. Bir çocuğa bir hediye
aldığınızda, o ço-lCuğun yüzündeki mutluluk görülmeye değer. Aklıma güzel
bir öykü geldi |°nu anlatmak istiyorum:
I§te Hayatı Güzel Görmenin Karşılığı...
50 Sınırsız Yaşam Gücü
İYİLİK YAP, İYİLİK BUL!
Iskoçya'da yoksul mu yoksul bir çiftçi yaşarmış. Bu hadise yaşanmış bir
olaydır. Olayın kahramanı da Penisilini bulan şu ünlü Nobel Fizik ö-dülü
sahibi Aleksandır Fleming'dir. Çiftçi günlerden bir gün tarlada
çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı
ki, beline kadar bataklığa batmış bir çocuk kurtulmak için çırpınıp
duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi
çocuğu bataklıktan çıkararak ölümden kurtardı.
Ertesi gün yaşlı çiftçinin evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık
giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak
tanıttı kendini. "Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek
istiyorum!" Şimdi burada önemli bir nokta var. iyilik gören bir insandaki
vefa örneği... Unutmamış yaşlı çiftçiyi bulmuş ve kendiside ona yardım
etmek istiyor. Daha bitmedi...
Yoksul çiftçi, "Kabul edemem!" diye ödülü geri çevirdi. Bu da başka bir
erdemlilik örneği değil mi?
Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. Zayıf, cılız, yoksul
olduğu her halinden belli ama sarışın tatlı mı tatlı bir çocuk. "Bu senin
oğlun mu?" diye sordu Pristokrat. Çiftçi,"Evet!" dedi. Zengin adam devam
etti:
"Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim
almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benzerse ileride iftihar
duyacağın bir kişi olur."
Bundan sonra bu vefalı zengin adamın desteğiyle zavallı çiftçinin oğlu
eğitim gördü.
Aradan yıllar geçti. Çiftçinin oğlu Londra'daki Saint Mary's Hospital Tıp
Fakültesi'nden mezun oldu. Musevi asıllı vefalı zengin adamın eşsiz
merhametiyle tüm masrafları karşılanan bu genç kimdi biliyor musunuz?
Ünlü Aleksandr Fle-ming'di.
Sonraki yıllarda Nobel Fizik Ödülüne layık görülen bu genç insanlığın
duasını alacak olan buluşunu yapacaktı, o da penisilin.
51 Güzel Gör!
İyilik insanlık sanatıdır.
Nizami
Daha sonraki yıllarda Fleming'in masraflarını karşılayıp okutan iyi
yürekli Musevi zengin adam hastalanıp zatürreye yakalanır. Onu bu
muzdarip hastalıktan kim kurtarır biliyor musunuz? Flemin ve onun bulduğu
penisilin!
Yeri gelmişken, insanlara nasıl davranmamız gerektiğini özetleyen çok
çarpıcı kısa bir öykü daha anlatmak istiyorum. Bu da gerçek bir öykü:
ABD başkanlarından Abraham Lincoln, düşmanları hakkında çok yumuşak dil
kullanıyormuş. Bunu hoş görmeyenler şöyle diyorlarmış:
- Düşmanlarınızı yok etmek dururken, elinize fırsat geçtiğinde onları
neden affediyorsunuz, anlamıyoruz!
Lincoln başını tebessümle kaldırarak şu cevabı vermiş:
- Sayın efendiler, saygıdeğer bayanlar! Düşmanlarımı dost etmekle onları
zaten yok etmiş olmuyor muyum?
"Yok etmek" ifadesinin bu kadar pozitif, bu kadar verimli bir izahını ben
ilk defa bu çarpısı sözlerde duydum. İşte hayatı güzel görmenin bir başka
örneği.
İşte güler yüz fetheder. Hayata olumlu bakabilecek enerjiye sahip olmayı
yüz milyarlarla satın almaya kalkarsanız satın alamazsınız. Çünkü o
satılık bir mal değil, hayatın kendisidir. Arada bir arkadaşlarınıza
telefon edip, hal hatır sormak da çok güzel bir davranıştır. Eğer
insanlarla barışık yaşarsanız birileri size ters bir hareket yapsa da
bunu ciddiye almazsınız. Çünkü gördüğünüz ışıldayan gözler tebessümler,
güzel sözler, olumlu iletişimler, karşılıklı ikramlar, iyilikler,
dayanışmalar, karşılıklı gelip gitmeler sizin toplum içinde huzurlu
mantıklı ve güçlü birey olmanıza yetecektir.
insanların size tuhaf gelen davranışlarını inceleyip, enerji kaybetmek-/
tense, tıpkı Lincoln gibi yürek derinliğinizde iyilik ufukları açarak, o
an içinde bulunduğunuz zamanın tadını çıkarabilirsiniz. Başkalarının
tuhaf davranışlarını yargılamaya kalkmak sizi, bulunduğunuz veya bulunmak
istediğiniz konumdan uzaklaştırır. Siz kendi asıl işlerinize bakın; asıl
işlerinizde doğal ola-rak kendinize ve diğerlerine faydalı olmaktır.
Yapacağınız her iyi davranış size farklı başarı kapılarını açacaktır.
insan Allah'a ancak
öteki insanlara iyilik
yapmakla yaklaşabilir.
Çiçero
52 Sınırsız Yaşam Gücü
NEREYİ GÖRÜYORSANIZ SİZ ORADASINIZ
Dünyadan yüzlerce farklı kültürler, düşünceler, yaşam şekilleri var.
Bunların hepsine karşı çıkıp, savaş mı açacaksınız? Elbetteki hayır. İşte
hayatın özü de burada. Olayları nasıl gördüğümüz, bizim bu olaylara nasıl
davranacağımıza bağlıdır. Size zarar vereceğine inandığınız kişi durum ve
mekanlardan tabi ki uzak durmanız gerekecek; ama bu, sizin kötü söz
söyleyeceğiniz anlamına gelmez. Hepimiz, farklı olduğumuz gerçeğine saygı
duymamız gerekir.
Bir düşüncenin kendi yapısında alkolün, esrarın veya bazı cinsel
aykırılıkların hiçbir sakıncası olmayabilir; çünkü onlar hayatı bu
cepheden görüyorlardır. Birileri, hayat şeklini buna göre tanzim ediyor
diye, bu hayat tarzının doğru olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bize düşen
görev, nereyi gördüğümüze ve nasıl gördüğümüze dikkat etmemiz. Çünkü kişi
nereyi görüyorsa oradadır; nasıl görüyorsa o ruh halini yaşıyordur. İnsan
olarak bize düşen görev, güzelliklerde kutsallığın arayışı içerisinde
bulunma-mızdır. Kutsallık iyiliktir, merhamettir, kötü ile çirkini ayırt
edebilmektir. Bir şeydeki güzelliği göremememiz, o güzelliğin olmadığı
anlamına gelmez. Burada eksik olan taraf ya yeteri derecede dikkatimizi
vermiyoruz ya da görüş mesafemiz kısıtlı.
Victor Hugo, bir görüş mesafesiyle Sefillerdeki kahramanı Jan Valjan
haydut boyutundan iyi vatandaş boyutuna taşıdığında, bir adamının eliy-le
tipik görüş açısı kazandırdığında, artık Jan Valjan'in hayatı akıl almaz
derecede değişmişti. Hakikatte iyi bir fıtrata sahip olan bu yoldan
çıkmış kahraman nasıl hayırlı hale dönüştürülmüştü? Burada Hugo'nun derin
izlerini görürüz. Ona göre yaşamın çekilmez yanı bir gölge dahi olama'
makta yatıyor. Şöyle diyor ünlü yazar Victor Hugo: "Ne yazık! İnsanlar
yaşamları boyunca bir gölge bile bırakmadan bu dünyadan göçüp
gidiyorlar."
Erich Fromm, insanı tahlil ederken, bu yaratılmışın iç derinliğine iner.
Ona göre, insan doğası itibariyle sevmeye yatkındır. Sevme sanatını
anlamamış ve çevresinde saygı oturtamamış birey nereyi gördüğünü
bilememektedir. Fromm şöyle diyor:
53 Güzel Gör!
Erdem, iyiyi elde etme gücüdür.
Eflatun
"Hayatı kaybetmekten daha kötü bir şey vardır: Hayatın anlamını
kaybetmek. Bu anlam nereye bakıp, nereyi gördüğümüzü bağlıdır."
Ünlü ressam Van Gogh da "güzel gör!" mesajını şöyle yorumluyor: "Hayat.
Evet çoğumuz sanki bir tuvaliz. Duygularımızla yaşıyoruz, duygularımızla
görüyoruz. Her şey duygularımızda gizlenmiş. Doğru görmek, güzel olanı
görmek yaşamayı hak etmektir. Bize güzeli gösteren duygularımız acıma
hissiyle, iyilik yetileriyle dolduğu an yaşamayı hak etmişiz demektir."
Görmek... Elinden uçun giden balonunu bir ağacın en tepesinde gören çocuk
mutlu olabilir mi? Evet. Bu, o çocuğun görebilme ve hissede-bilme
kabiliyetine bağlıdır.
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken şaşkınlığını
gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o
güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığıydı. Baloncu dinlenmek
için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir
ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün
"Biliyor musun, benim hiç balonum olmadı!" Adam çocuğu şöyle bir
süzdükten sora, "Paran var mı?" diye sordu, "Sen onu söyle!" Çocuk,
"bayramda vardı." diye atıldı, "Önümüzdeki bayram yine olacak!" A-dam,
"Öyleyse bayramda gel!" dedi. "Acelem yok, ben beklerim" dedi çocuk.
Çocuk sessizce geri döndü o ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu
dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Birkaç adım attıktan sonra
elinde olmadan tekrar onlara baktığında gözlerine inanama-._, di.
Balonlar her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük
bir akasya ağacının dallarına takılmıştı.
Çocuk olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru
dönerek, "Küçük!" diye seslendi. "Balonları ağaçtan kurtarırsan birini
sana veririm!" "Balonları için yapılan teklif yavrucağın aklını babından
almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayaklarını aceley-'e
fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu
heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını
hissettirmiyordu- Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet
onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak
balonlardan birisi tyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta
kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa dikenlerden patlayacağını çok iyi
biliyordu ister istemez
54 Sınırsız Yaşam Gücü
55 Güzel Gör!
balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek, "Birini bana
verecektiniz..." dedi, "Hangisi o?" Adam çocuğu süzdükten sonra şöyle
dedi: "Seninki ağaçta kaldı evlat! İstersen çık al.!" Çocuk bu sefer
ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun parlayan balona
u-zun uzun baktı ve "Olsun!" diye mırıldandı. "Olsun! Ağacın üzerinde
kalsa da, bir balonum var ya artık!"
PARAYI KAPMAYI DEĞİL, MUTLU OLMAYI ;
BİLEN İNSAN PARA KAZANIR!
Günümüz insanının en büyük sorunlarından birisi olumlu ve olumsuz
durumlarda tepkisinin ne olduğu ve ne şekilde davrandığıdır. Bence
dünyanın en mutlu insanıyla en mutsuz insanı arasındaki tek fark olayları
nasıl karşıladıklarıdır. Aklınıza hemen parada gelmiş olabilir. Ama
kesinlikle değil sevgili dostlarım. Bu duruma pek inanmak istemeyiz ama,
olumsuzlukları sakin ve ılımlı karşılamaya alışmış insanlar ister çok
zengin olsun, aynı derecede mutlu insanlardır.
Mutlu olmayı bilen insan, olumsuzluklar karşısında telaşlanıp ezilip
büzülmez. Para kazanmasını bilen bir insan mutluluk kazanmasını
bilmedikten sonra, elindeki parasını da yitirir. Ama mutlu olmasını bilen
insan para kazanmayı da bileceği gibi, bu her iki elması kaybetmez de.
Olumsuzluğu dünyanın merkezi gibi gören bir insanın hayatından tat
alabileceğini söyleyebilir misiniz/ Orta halli bir insan, olumsuzluklar
karşısında telaşlanmayıp sakin ve ılımlı olmaya ahşmışsa bu insan
hayattan olabildiğince zevk alıyordur. Niçin? Çünkü o biliyor ki bu
olumsuzluk geçip gidecek, karşısına olumlu, güzel olaylar çıkacak. Yani
biri gelip biri gidecek. Bu hep böyle değil mi? Güzel bir evi, bir
arabası, güzel de bir parası olan insan mutluluğu yakalamıştır." Diye
bilir misiniz? Hayır! Bu insanın hayata nasıl baktığı önemlidir, bir
olumsuzluk karşısında verdiği tepki önemlidir.
Yaşamda bazı güzellikler için para mutlaka önemlidir. Ama zaten sakin ve
ılımlı olan bir insan, yani olumsuzluklar karşısında mutluluğu yi-
tirmeyip, ağlayıp dövünmeyen insan yapıcı ve güçlü insandır, para
kazanmasını da bilir. Çünkü düşmüyor, ayakta kalmasını biliyor,
enerjisini boş
yere harcamıyor; bu durumda enerji olan insan da elbette kazanır. Para
kazanmak için önce sakin ve mutlu olmak gerekir. Olumsuzluklar karşısında
sakin olan insan hem mutlu olur, güçlü kalacağı için para kazanır.
GERÇEKTEN ÖNEMLİ OLAN NEDİR?
Bazı zamanlar kafamızı kendimiz karmakarışık hale getiririz. Sonra da
güya çok iş yaptığımızı zannederiz. Oysa tam tersi hiçbir iş yapılmayan
durgun bir gündür o gün. Bu zamanlar kafamıza tarifsiz bir sorunun
takıldığı anlardır. Ya onu büyük bir telaş içerinde çözme yoluna gideriz
ya da sürekli kafamızı meşgul ederken, başka işle verimsiz bir şekilde
ilgileniriz. Her iki durumda da kafamız karışıktır, karışık olmaya da
devam e-decektir. Yapılması gereken öncelikler karşısında, eğer verim
almak istiyorsak telaşı bırakmamız gerekiyor. Her şeyin başı sakinliktir.
Kafanızın karışık olduğunu hissettiğiniz ve neyin önemli neyin önemsiz
olduğunu kestiremediğiniz anlarda problemin üzerine ısrarla çözüm için
gitmeyin. Çünkü böyle anlar, "suyu akışına bırak" denilen anlardır.
Sorunun çözümü için beklediğiniz gönlerde şartlar onu en kolay yönüyle ve
çözümüyle gözünüzün önüne getirir. Hiç abartmıyorum, bazen de sorunu
çözülmüş halde karşınızda bulursunuz. Yeter ki telaş etmeyin, sakin olun.
Yaşammızdaki telaşın en büyüğü, gelecekteki sahip olmak istediğiniz
şeylerdir. Bu telaş farkında olmadan sizi zamanla ihtirasa da sürükleyip
altında ezer; ve siz mutluluğun ne olduğuna yalancılaşırsınız. Sra,
sürekli gelecekteki sahip olmak istediğiniz şeylere odaklanırsınız. Oysa
hemen yanı başınızda öyle güzel sahip olduğunuz şeyler vardır ki, bunun
farkına varmazsınız. Hele ki başka birileriyle kendinizi kıyaslamanız var
ya... Bu, tehlikenin en büyüğüdür. Bir insan sizden bir üst seviyede
görünebilir, ama u-nutmayın ki siz de birilerine göre bir üst
seviyedesinizdir. Kimin daha mutlu ve huzurlu olacağını, hayattan daha
fazla 'ezzet alacağını kimse bilemez, bu tamamen kişinin kendisine
bağlıdır.
Bütün sorun ne istediğinizdir; ve sizin ı$in neyin önemli olduğudur. Siz
sahip
Gerçek, gecikmeyi sevmez.
Seneca
56 Sınırsız Yaşam Gücü
57 Güzel Gör!
olduklarınızı sürekli hatırlayın, size bahşedilmiş güzelliklerin farkına
varın, görülmesi gerekenleri görmesini bilin. Hayatınızı asla başlarda da
dediğim gibi izlemiş olduğunuz trajik ve acıklı bir film gibi görmeyin.
Çünkü gerçek yaşam hiçbir acıklı film kadar kötü veya acınacak değildir.
Bir defa, kendinize yapacağınız en büyük kötülük yaşamınıza ve kendinize
a-cımanız olacaktır. Bunu asla yapmayın.
Yeryüzü yaşamında merhametten başka, sizi temin ederim ki acınacak ] veya
oturup ağlanacak hiçbir şey yoktur. Uğruna oturup ağlayacağınız j hiçbir
şey ebedi değildir, gün doğup gün batacaktır. O halde yaşamınız bir
"pembe dizi" olmasın. "Allah'ım! Bir bu eksikti" deyip yaşamı çekilmez
hale getirmeyin.
Aslında, çoğu kez yaşamımızı olumlu ve güzel yönlerde değiştirmek ' içkin
yapmamız gereken şey apaçık ortadayken kalkıp yapmayız. Açıkçası biraz
tembelce davranırız. Güzel hayatı oluşturmak elimizde olduğu halde, "Ben
şimdi ne yapacağım.7" deyip kafamızı karışık hale getirir oturup kara
kara düşünürüz. Oysa hayır! Adım at, harekete geç; göreceksin oturup kara
kara düşünmekten çok daha güzel sonuçlar çıkacak ortaya.
SAHİP OLACAKLARINIZA DEĞİL, SAHİP OLDUKLARINIZA BAKIN
İşte "Güzel Gör!" mesajını bize kısa ve öz yansıtan bir başka şifre
cümle.' "Eğer yaşam felsefeniz, sahip olduklarınız değil de sürekli
ömrünüzün { sonuna kadar sahip olacaklarınızsa söylenecek bir şey yok.
Fakat, eğer yaşam felsefeniz gelecekte sahip olacaklarınızla daha mutlu
olmaksa, unut- i mayın ki mutluluğu çok uzaklarda arıyorsunuz; hayat,
sizin keyfinizi bekleyecek kadar yaşamınızı uzatma kıyağı yapmaz. Çünkü
hayatınız her geçen gün tükeniyor."
"Sahip olduklarınız değil de, sürekli ömrünüzün sonuna kadar sahip
olacaklarınızsa söylenecek bir şey yok" demiştim. Çünkü bu, ikincisinden
çok daha vahim. "Daha fazlası daha iyidir" şeklindeki bir yaklaşım mutlu
ve huzurlu yaşamın önüne gerilmiş çelik halattan bir bariyerdir.
Mutluluğun "Daha"sı olmaz. Öyleyse size verileceklere bakmayın, önce size
verilmişlerin kıymetini bilin.
Planlarınız olacaktır, bunları gerçekleştirmek isteyeceksinizdir, bu
doğal. Ama unutmayın ki öldükten sonra da geride bir yığın yapacaklarınız
kalacaktır. İnsan yapacaklarını asla bitiremez; bunu insanlık tarihinde
hiçbir kişi gerçekleştirememiştir. Öyleyse yaşamımız denge üzerine
olmalıdır; ne ifrat noktasında geçmiş acılar ne de tefrit noktasında
gelecek pembe hayaller... Sadece yapılması gereken, makul ve
uygulanabilir işlerimiz vardır, bizi bizden koparmayan işlerimiz.
Gelecekte sahip olmak istediğiniz şeyler için çırpınıp durmanız, hayatın
güzelliklerini görmenizi engeller, çünkü buna hiç vaktiniz olmaz.
Kendinize bir iyilik yapın, yaşa-mınızdaki her şeyi tadında bırakın.
Etrafınıza bir bakın; neleri, kimleri ihmal ettiğinizi düşünün. Buna
gerçekten ihtiyacınız olacak. Bir anne, ölümcül hastalığa yakalanan
kızına şöyle haykırıyor: "Allah'a hamd edip, bize yalnızca bir gün daha
vermesi için yalvaracağım."
İşte 0 Mektup!
Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğüm de
gülümseyeceğim.
Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakaca-| ğım
ve gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim.
Sadece bu sabah, çamaşırları yıkamaktan vazgeçip senipie parkta oy-|
namaya gideceğim.
Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacının nasıl çözüldüğünü bana
öğretmeni izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı
kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım.
Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kız-j
rnayacağım; ve gelirse bir tana alacağım.
Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı
sıkmayacağım. Ya da seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce
üretmeyeceğim.
Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve
tepende dikilip düzeltmeye çalışmayacağım.
Yapılırken heyecan
duyulmayan işler
başarılamaz.
Emerson
58 Sınırsız Yaşam Gücü
59 Güzel Gör!
Bu öğleden sonra hamburgerciye gideceğiz ve iki tane çocuk mönüsü
isteyeceğiz ki, iki oyuncak alabilesin.
Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl olduğunu, seni ne kadar çok
sevdiğimi anlatacağım.
Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç
kızmayacağım.
Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkona çıkıp yıldızları saymana izin
vereceğim.
Bu gece yanma uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım.
Bu gece sen dua ederken parmaklarımı saçlarında dolaştırıp bana en büyük
armağanı verdiği için Allah'a şükredeceğim.
Kayıp çocuklarım arayan anne ve babaları düşüneceğim.
Yatak odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastane
odalarında donuk bakışlarla içlerinde daha fazla tutamadıkları çığ-
hklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim. Ve bu
gece yanağına iyi geceler öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve
biraz daha uzun tutacağım kollarımda.
Allah'a ham edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yalvaracağım.
DAMLAYAN DURU SULAR OLUN!
Geçmişinizle ilgili hiçbir şeye üzülmeyin. Hiç kimseye de kızmayın. Çünkü
bunun size tek bir faydası olmayacağı gibi, bu d urum sizin iç
temsilinizi ve kişilik tutarlılığınızı zedeler, kendinize olan saygınızı
öldürür. Siz damlayan sular olun. Bu size çok büyük kazanç sağlayacaktır.
Bir eğitimci arkadaşım başından geçen ilginç bir olay anlatmıştı.
Birlikte dinleyelim:
Beş sene önce lisede okuttuğum bir öğrencimle karşılaşmıştım. Vefat eden
babasının arkasından bayağı bir sitem e-diyordu. "Gel şöyle bir kenara
oturup birer çay içelim" dedim. Eski öğrencim Hukuk Fakültesinde
okuyordu. "Babana neden kızgınsın.7" diye sordum. Aldığım
Rüyaları
gerçekleştirmenin en kestirme yolu, uyumamaktır.
cevap üzerinde durulmaya değerdi: "Hocam, çok sıkıntı çektim. Annem ve
diğer kardeşlerim de. Ben üniversitede zor bela okuyorum. Babam arkasında
hiçbir şey bırakmamış. İçki de içermiş. İnsan hiç olmazsa bir ev
bırakması gerektiğini anlattım. Bunun kendisine hiçbir fayda
vermeyeceğini ifade ederek, iç temsilini tamamen dağıtan ve farkında
olmadan sağlıksız düşünen bu eski öğrencime şunları söyledim: "Bak, şu an
ne yapıyorsun? Hukuk gibi bir bölümde okuyorsun, bunu başarmışsın. Önce
bununla mutlu ol. Sonra babana kızma tam tersi ona dua et. Bu senin
kendine olan saygını artıracaktır. Kızdığın zamanlar ise iç düzenin
sarsılacak, kafanı gereksiz şeyle meşgul etmiş olacaksın ve kendine olan
saygın kalmayacak. Sonra bak, rahmetli baban hukuk okuma şansına sahip
değildi. Onun orada tek bir şeye ihtiyacı var, o da dua. Bu küçücük şeyi
ondan neden esirgiyorsun? Hem dua edersen cenabı Allah'ın da hoşuna
gider, daha başarılı olursun." İki saatte yakın karşılıklı konuştuk.
Çocuk çok hafifledi, rahatladı.
Evet, böyle işte. Bildiğimiz çok basit hakikatleri belki o anda birileri
bize hatırlatması gerekiyor.
Hiç kuşku yok ki, huzurlu olabilmek için damlalar gibi olmalıyız,
durmamalıyız akmalıyız. Esnekliği katılığa yeğlememiz gerekir. Hayatta
daha esnek ve geniş olduğunuzda sizin lehinize bir çok şeyin değiştiğini
görürsünüz. Daha rahat, daha üretken bir insan olursunuz.'Damlayan sular
nasıl kir tutmazsa siz de bu hareketliliğinizden dolayı enerjik ve güçlü
o-lacağınız dan hiçbir vakit kir tutmayacaksınızdır.
ŞÜKRETMENİZ GEREKEN ŞEYLERİ HATIRLAYIN
Evet, mutlaka hatırlayın. Çoğumuz bunu ihmal ederiz. Olanları unutur,
olmayanlar için dövünürüz. Sonra bu olmayanları da elde ettiğimizde yine
bir başka "bizde olmayanlar" için hesapsızca didinir dururuz. Bu arada
güzel hayatımızı unutuveririz.
Bazı geceler loş ortamda oturup tefekkür etmeniz, size unuttuğunuz çok
§eyi hatırlatacaktır. Unutulup da hatırlanması gereken en önemli şey
şükürdür. Gündüz aydınlıktır; fakat unutturur. Gece karanlıktır; fakat
hatırlatır.
60 Sınırsız Yaşgm Gücü
61 Güzel Gör!
Gündüzün hareketli, cafcaflı yaşamında içinde bulunduğunuz imkanların
farkında olmadan, arenada serbest kalmış azgın boğa gibi sağa sola
hesapsızca koşturur durursunuz. Kendinizi adeta çöldeki aldatılmış serap
gibi karşınıza sunulmuş karma karışık plan ve programlan uygulamakla
zorunlu hissedersiniz. Bu yapı içerisinde hayatın kendisini özümseme
fırsatı bulamasınız. Günleriniz böyle karmakarışıktık içerisinde geçer.
Böyle bir kalabalık ve karmaşa içerisinde sığınacağınız tek liman gece
limanıdır. Bu liman durgun ve sakindir. Bu limanda elde ne varsa onunla
da mutlu olunabileceği gösterilir. Bahsettiğimiz limanda mutluluk illaki
Kanarya adalarında aranmaz. Zira, Kanarya adalarına da gidilse benliğin,
daha başka yerler isteyeceği malumdur. Bunun için bulunduğu çevrede
gidebileceği mutluluk yerleri arar. İşte gece size bütün bunları
hatırlatır.
Bulunduğu yerde mutlu olmasını bilmeyen biri inanıyorum ki kanarya
Adalarında da mutlu olamayacaktır. Oysa mutluluk, görmesini bilen güzel
görmesini bilen için hemen o an o yerdedir.
Tabi ki güzel bir yaşam insanoğlunun en doğru isteğidir. Fakat güzel
yaşam nedir? Veya güzel yaşam denilince ne anlıyoruz? Buna imkanımız var
da biz mi farkına varamıyoruz. Ve durmadan 'Güzel yaşam neredesin?' diye
sızlanıp duruyoruz; şükretmemiz gereken şeyleri hatırlamıyoruz.
Şükretmemizin önündeki en büyük engellerden biri hiçbir şeyi beğenmemek
ve karamsarlıktır. Karamsar, hiçbir şeyi beğenmeyen ve her şeye olumsuz
bakan bir adam yarış için hazırlanmış bir atın "Bu at kesinlikle koşamaz"
demiş. Atın iyi koştuğunu görenler adama dönüp, ne diyeceğini merak
etmişler.
Adam, "Çok iyi hızlı koşuyor ama bu atı durduramazlar" demiş.
Öğrencilik yıllarındaydım. Bir arkadaşım vardı, hayata kötümser bakardı.
Bir gün okulun bahçesinde geziniyoruz, Aylardan mart ama dışarıda yaz
güneşi gibi güneş var. Arkadaşıma, "Ne kadar güzel güneş değil mi?" diye
mırıldandım. Onun cevabı, "Öyle a-ma rüzgar var!" oldu. Mutsuz insanlar
gülden önce dikeni görürler, mutlu insanlar ise dikenden önce gülü
görürler. Siz dikenden önce gülü görmeye çalışın ki şükredip, mutlu
olmasını bilesiniz.
Hiç kimse, başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.
Keth Moorhead
DUA, HAYATI GÜZEL GÖRMEYİ ÖĞRETİR
Bir şeyi hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Yüce Allah'ın bir şeyi
ertelemesi reddetmesi demek değildir. Çoğu kez dualarımızdan sonra
aceleci davranırız. Sonra, duamızın kabul edilmediğini zannederiz.
Aslında biz iyi ve temiz yürekli olduktan sonra kabul edilmeyecek dua
yoktur, sadece zamanı gelmemiştir.
Yetmiş yaşında zengin olmuş bir adama sormuşlar, "Neden yetmiş yaşından
sonra zengin oldunuz?" diye. Adam cevap vermiş: "Duanın gücünü yetmiş
yaşında anladım."
Dua, bilimsel olarak da ispat edilmiş olumlu bir enerji bir güç. Dua
ettikten sonra kendinizi kuş gibi hissedersiniz. Spinoza dua ile kanatın
önemine değinerek şöyle demiş: "istediklerimizin hepsini elde
edemeyeceğimize göre hayata olumlu bakarak elimizdekilere kanaat etmesini
bilelim." Dua, ancak kanaatle birlikte anıldığı zaman huzur verir. Biz
duayı bir ü-retme aracı olarak değil, güzellik aracı olarak görmeliyiz.
Oscar Wilde, "Her arzunun gerçekleşmesi, Allah'ın seni fenalığa
sürüklemek istememe-sindendir." derken, arzuyu duayı üretim makinesi
olmaktan çıkarıp, bir değerler manzumesine oturtmak istemiştir. Evet, dua
bir değer çerçevesi-dir. Öyle bir "değer" ki Bernard Shaw'm dediği gibi,
"Hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır."
Elbetteki dua, düş kırıklığı değildir, Sadece bir müddet ertelenmiş
umutlardır. Sizlere düşen görev I yaşamı, olabildiğince güzel görmektir.
Örneğin Konfüçyüs'ün şu sözleri yüreğimize su serpmiyor mu? "Büyük
insanların taşıdğı özellikler şunlardır: Doğruyu teşhis etmek, iyi bir
dinleyici olmak, duanın gücüne inanmak, yumuşak konuşmak, doğruluk, işini
severek yapmak, bilmediğini sormak, kızgınlıktan uzak durmak, başarılı
olduğunda adil davranmak."
BUGÜN KENDİN İÇİN NE YAPTIN?
İnsanın kendini bilmesi kadar kıymete değer bir şey yoktur. Kendini bilen
yüce yaratıcıyı da bilir. Ne yaptığının farkında olan ve ne yapması |
gerektiğinin mücadelesini veren insan kendini bilen insandır.
Hareketlerinden rahatsızlık duyan ve değişmeye çalışan birey, kendili
bilen kendi için bir şeyler yapmaya çalışan bireydir.
62 Sınırsız Yaşam Gücü
63 Güzel Gör!
"Bugün kendim için ne yaptım?" diye soran insan huzuru arayan insandır.
Ve bilir ki huzur, yardımsever olmaktan geçer; bilir ki huzur, Yaradarıı
bilmekten geçer. İnsanın kendini ödüllendirmesi kendine iyilik yapması e-
manet olarak aldığı bedenine göstereceği saygı olacaktır. İnsanın kendisi
i-çin yapacağı şey geride iyi ve hayırla anılmak olacaktır. "Bugün kendim
i- < çin ne yaptım?" diye sormak, dünya ve ahireti kapsayan bir sorgudur.
İn-1 san kendi için vardır, yaptığı kötülüklerin hesabını kendisi
yapmayan insan ! başkalarını da düzeltemez, başkalarına da iyilik
yapamaz. Kendine iyiliği dokunmayan insanın başkalarına nasıl iyiliği
dokunabilir? Yüce Allah'ın insanın yapacağı iyiliklere ihtiyacı yoktur.
İnsan iyiliği kendisi için yapar. Çünkü yapacağı iyilik ademoğlunu
dünyadan sonra yaşamda güzel yerlere götürecektir; yapacağı kötülükse onu
kötü yerlere götürecektir.
Kendine iyilik yapmak isteyen insan iyi yola yönelir. Siz kendinize
iyilik yapın, iyi yola yönelin. Şu soruyu sormayı ihmal etmeyin: "Bugün
kendim için ne yaptım?"
"Düşüncemizin, bilgimizin, hayallerimizin önemi yok. Önemli olan
yaptığımız işlerdir." diyor Ruskin. Çünkü biz yaptığımız işlerden
sorumluyuz. Robertson da, yaptığımız işlerden sorumlu olduğumuzun altını
çizmiştir:
"Uyumadan önce gündüz yaptıklarımızı düşünüp, yarın yaşamaya hakkımız var
mı, diye kendimize soralım."
Materlink, "Hep geleceğimiz için çalışıp çabalıyoruz, ama geleceğe ne
kadar yaklaşırsak ölüme de o kadar yaklaşmış oluruz." derken, gerçekten
bir hakikatin altını çizmiştir.
.,,
YÜREĞİMİZİ TİTRETEN BİR ÖYKÜ ;;
Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç kadının otobüse
binişini içten gelen bir sempatiyle izlediler.
Basamakları geçti. Boş olduğu söylenen koltuğu el yordamıyla buldu.
Oturdu. Çantasını kucağına aldı. Bastonu koltuğa yasladı.
34 yaşındaki Susan, bir yıldır görmüyordu. Yanlış teşhis sonucu kör
olmuş, karanlık dünyanın içine düşmüştü. Öfke... Kızgınlık... Kendine a-
cima. Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark'tı Mark Hava Kuvvetlerinde
subaydı. Susan'ı bütün kalbiyle seviyordu.
Susan gözlerini kaybedince Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen
fark etmişti. Ona yeniden güç kazanması kendine güvene tekrar sahip
olması için yardım etmeliydi. Susan yine kendi kendine yeterli olduğuna
inanmalı kimseye bağlı kalmadan yaşamalıydı. Sonunda Susan işine dönmeye
ikna etti.
Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Fakat şimdi
koca şehri uçtan uca tek başına geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu
arabasıyla işe bırakmayı teklif etti. Kendi işi tam aksi yönde olduğu
halde.
İlk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, "Görmüyorum, artık
hiçbir işe yaramam!" diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu.
Fakat bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini fark etti. Başkasına
bağlı hayatın Susan'ı mutlu etmesi mümkün değildi.
İşe eskiden olduğu gibi kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala
o kadar hassas o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki... Ne yapabilirdi?
"Otobüs" lafı ağzından çıkar çıkmaz, Susan öfkesiyle haykırdı:
"Nasıl yaparım? Görmüyor musun? Ben körüm? Nerede olduğumu nasıl bilirim,
nereye gittiğimi nasıl anlarım? Galiba'sana ağır gelmeye başladım, beni
başından atmaya çalışıyorsun!"
Duydukları Mark'm kalbini fena halde kırdı. Fakat ne yapacağını
biliyordu.
"Her sabah ve akşam otobüsünü arabamla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu
tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu."
Mark tam iki hafta Susan'm otobüsünün arkasından gitti. İki hafta
karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı Özellikle
duymanın pek çok problemi çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede
olduğunu söyleyebilirdi. Yeni hayat tarzına alışmasına yardımcı
olabilirdi. Otobüs şoförüyle tanışırsa her şey kolaylaşır, şoför ona bir
gün önde yer bile ayırırdı. Hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabah
geldi. Ayrılırken, otobüsünün geçici eskortu kocasına, hayattaki en büyük
dostuna
Hayattan yakınanlar,
ondan olmayacak şey
isteyenlerdir.
E. Renan
64 Sınırsız Yaşam Gücü
sarıldı. Gözlerinden yaş boşanıyordu Susan'ın. Kocasına öyle teşekkürle
doluydu ki... Onun sabrı sadakati desteği ve sevgisiyle umutsuzluk
uçurumundan nasıl çıkmış nasıl yeniden hayata dönmüştü.
"Allahaısmarladık!" dedi kocasına; ve uzun zamandan beri ilk defa ters
yönlerde yola çıktılar.
Pazartesi... Salı... Çarşamba... Her gün mükemmel geçti Susan için.
Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Yapıyordu, başarıyordu. Tek
başına başarıyordu. Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte. Cuma sabahı,
Susan her günkü gibi otobüse bindi. Ofisinin karşısındaki duraktan
inerken bilet parasını uzattı şoföre
"Sizi kıskanıyorum!" dedi şoför.
Susan, şoförün başkasına hitap ettiğini düşündü Bir körün gıpta edilecek
nesi olabilirdi kü
"Sizin kadar sevilmek, sizin kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş
bir duygu olmalı bayan!" dedi şoför.
"Nasıl yani?" diye sordu Susan...
"Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir subay köşede duruyor ve siz
otobüsten inene kadar sizi izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor,
ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor,
elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız!"
Mutluluk gözyaşları Susan'ın yanaklarından aşağı doğru süzüldü. Mark'ı
hiç görmüyordu ama bir haftadır yanında olduğunu öyle kuvvetli
hissediyordu ki... Talihliydi... Gerçekten çok talihliydi. Öyle bir
armağan vermişti ki ona yüce Allah, görmekten daha değerliydi.
Bu armağanın varlığına, bu aşkın kutsallığına inanması için görmesi
gerekmiyordu. Çünkü, sevginin aydınlatmayacağı karanlık yoktu. Susan
ellerini yüce yaratıcıya açarak
..#
"Allahım sana şükürler olsun!" dedi.
*
KENDİNİZE DEĞER VERİN!
Kötü ve başarısız olduğunuz hissine kapılıp, diğerleriyle aranıza uçurum
koymayın. Çünkü bütün insanlar dönem dönem, belki de uzun bir dönem
olmaması gerekeni yapmışlardır. Ama her insan bir tek kendisi
65 Güzel Gör!
olduğu için, diğerlerini hep farklı görüp kendisini, kenara atılmış
duygusuna kaptırır. Bu ruh hali, bir "tek" olmanın getirdiği belki de
zaman zaman olması gereken bir histir.
Başarısızlıklarınıza bakıp asla üzülmeyin. Kimse yüzde yüz başarılı
değildir. Diğer insanların da benzer sorunlar yaşadığım aklınızdan
çıkarmayın. Tek başarısız veya tek sorunlu insan siz değilsiniz. Önce
yaşamı güzel görmeye alışın. Karşınıza çıkan her insanın sizden,
büyütülecek kadar farklı bir yönü yoktur. Unutmayınız ki huzur, gün
batımını görmek ve kime şükredeceğini bilmektir, "insanın yüreğinde yanan
ateş parlak değilse yürekte kurum birikir." diyor Maksim Gorki. Kendinize
layık olduğunuz değeri verin ki etrafınızı da aydınlatasmız. Her insanın
yüreğinde parlak bir ateş vardır. Ancak kimisi bu ateşi söndürürken
kimisi aydınlığa giden yolda taşıdığı sorumlulukların bilincinde olarak
yaşamı sever. "İnsan kendinde, kendinden daha büyük olan bir şeyi
taşıyandır." derken Saint Exu-pery, yüreklerimizdeki aydınlık tünelini
ifade etmeye çalışmıştır.
Hayatta önemli olan ileriye bir adım atmak ve elimizden geleni en iyisini
yapmaktır. Değilse, kendimizi değersiz görmek, "Mutlu olmak istiyorsan
olmayacak düşüncelerle kendini üzme!" diyen Rochefaucault'a kulak vermeyi
gerektirir. Kendine güvensizlik, başta gereksiz bir düşüncedir.
Kendine güvenin altında bazen olayları doğal karşılamak yatmakta-dır.a
Epiktetos bu durumu şöyle ifade ediyor:
"Dünyada olup biten her şeyde, olayların istediğimiz şekilde
gerçekleşmesini dilemek yerine, olayların olması gerektiği şekilde
gerçekleşmesini istediğinizde huzura kavuşacaksınız."
insanın kendine değer vermesi, bazen olayları akışına bırakıp, irdele -
mesiyle doğru orantılıdır. Çünkü, burada asıl olan "insan" kavramıdır,
elde edilecek "kazanç" kavramı değildir. Mark Twain bunu farklı açılardan
ele almış ve şu ifadeleri kullanmıştır:
"Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden
değil, sizin ona verdiğiniz değerden ileri geliyordur. Onun da her an
ortadan kaldırma gücünüz vardır."
Erdem bir içgüdü işi değil, bir akıl işidir.
Immanuel Kant
66 Sınırsız Yaşam Gücü
Arada bir hatalarımıza rağmen kendinize gülebiliyor ve kendinizi se-
vebiliyorsanız siz yaşamın ve mutluluğun kıyısında değil, tam ortasında-
sımzdır.
Hayatta karşınıza çıkan olumsuzlukların ancak yüzde onu başkaları
tarafından gelen olumsuzluklardır. Yüzde doksanı ise hep kendimizin
yarattığı olumsuzluklardır. Nedense onca olumsuzluklar yaşamamıza rağmen
bu olumsuzlukları hayatımızın bir parçasıymış gibi ömrümüzün sonuna kadar
yaşarız. Bunun sebebi kendimize değer vermeyişimizdir; değersizlik ise
özgüven kaybından meydana gelir, insanların çoğu sadece yaşadıkları
olumsuz olaylara ağlarlar, olay bitip gittiği zaman da sanki tekrar
gelmeyecek garantisi varmış gibi ondan gereken dersi gereken sebep sonucu
çıkarmayız. Ve bir müddet sonra aynı olay başımıza gelir. Bu hep böyle
devam eder gider. Biz hep aynı sorunları çözmekle debelenir dururuz.
İÇ HUZURU YAKALAMANIN KAYNAKLARINDAN BİRİ...
Her Şey Göründüğü Gibi Değildir!
Olayların gerçek iç yüzü bizi ilgilendirmesi gerekirken önyargı tuzağına
düşeriz. Manevi yaşamın vazgeçilmez temel ilkesi yüreğimizi açık tutmaya
alışmaktır. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığım, sorunları, yaşamımızı
olduğundan farklı hale getirecek tarzda kötümserleştirmememiz j
gerektiğini söylemek isterim. Görünen tek şey, insanların birbirlerini
anlayışla karşılamalarında yatmaktadır. Bu duygu bir iç dinamiktir. Size
ha' yata bağlayacak olan fitildir. Bütün sorun bu fitili ateşlemenize
bağladır.
Yaşama karşı tüm kaprislerimiz; tüm gizli kalmış bencilliklerimizi atti'
ğımız an geniş masmavi Ummanlarda, devasa yeşillerin kapladığı büyük
çayırlarda mutlu ve huzurlu bir hayatın ne olduğunu yeniden keşfetmiş
olacağız, tüm önyargılarımızdan kurtulmuş olarak.
İç huzuru yakalamanın kaçınılmaz gerçekleri, biz ona karar verdiği' miz
takdirde oluşabilir ancak. Acı ve zevk başarı ve başarısızlık, sevinç ve
keder doğum ve ölüm... Cana yakın, alçakgönüllü ve sabırlı olmayı öğreten
temel yapı taşlan bazen yaşanan hadiseler olabilmektedir.
67 Güzel Gör!
Sevgi ve şefkat bitkisi, biz onu suladığımız sürece boy atar, yeşerir.
Farklı olmak da bu değil midir? Kötü görmeye odaklanmak bu bitkiyi hiçbir
zaman yeşertmeyecektir. Sanılanın aksine olayları olduğu gibi, insanları
sevap ve günahlarıyla kabullenmek farklı bir açıdan "görmek"tir. Her şey
göründüğü gibi değildir; evet; bu doğru. Bitkinin büyümü aşamalarını
göremeyiz, ama büyüdüğü hakikatini inkar edemeyiz; kuşların gökyüzünde
kanat çırparken, kanat hareketlerini duymayız ve birebir izleyeme-yiz,
ama uçtukları hakikatini kabul ederiz.Tıpkı bunun gibi, insan yüreğinin
öz benliğinde merhamet ve sevgi ırmaklarının çağladığını hissederiz.
Kabulleniriz. Bunu bu şekilde duyumsadıktan sonra yaşam bir kavga
olmaktan çıkacak, gönüllerimiz güz çiçeği gibi ferahlayacaktır.
Duygularımız, görünen her şeye değil de bir tek şeye odaklansa her bij
reyin birkaç şiiri olurdu. O vakit ne kavgalar, ne kıskançlıklar ne
çekişmeler ve en önemlisi de ne savaşlar olurdu. O "bir tek" şey, huzurun
bize rehberlik edip, bizi moral tepelerine, güler yüzlü bir sistemimiz
var aslında. Tıpkı termometre gibi size dışarıda havanın nasıl olduğunu
bildirir. Çünkü iç benliğinizi bu havaya göre ayarlamanız istenir. Eğer
siz dışarıda gördüğünüz hava nispetinde vücut ısınızı ayarlamaya
kalkarsanız,
| yararınıza kullanacağınız yetileriniz köreltmiş olursunuz.
Kardelen, dışarıdaki havayı kendisine uyarlamaya kalkmadı, kendisini o
hava nispetinde yeşillendirdi. Bu, bir türü uyumdur. Eğer kardelen gör-
düğüyle kalsaydı, şimdi tüm sevgi çiftlerinin sembol çiçeği olur muydu?
İ-! Cindeki sıcak sevgiyle karları nasıl deldi kardelen? Şartlanmadı,
önyargıyla bakmadı. Soğuk kışla arkadaşlığı denedi; ve karların üzerinde
göründü.
Biz insanlar da ne zaman ki kardelen çiçeği gibi önyargısız oluruz, işte
o zaman dostluklarımız zedelenmez. Nadiren de olsa yaşlı çiftlerin dahi
ayrılma aşamasına gelmelerinin altında yatan sebep, her şeyin göründüğü
gibi kabul e-dilmesidir. Onca sevgiden, onca birliktelikten, onca
masumane iffetli aşktan sonra hangi güç insanı ayrırır? Bence önyargı
ve "bu kesin böyledir" şeklindeki kanaatlerimizdir. İşte size Allahtan ki
so-ftu duygusallıkla biten bir öykü:
Her şey Göründüğü Gibi Değildir...
Azim ve sebat
insanların en büyük
yardımcısıdır.
Hz. Ali
r
68 Sınırsız Yaşam Gücü
İBRETLİK BİR SEVGİ ÖYKÜSÜ
Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dava olmadığı için
salonda fazla izleyici yoktu. Hakim salona girdi. Önündeki dosyaya bir
göz atta: "Yine boşanma davası ha!" diye mırıldandı. Başını kaldırdı.
Bakışlarını davalıyla davacıya çevirdi. İkisi de 7'sini aşkın
görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu: "Boşanmak mı istiyorsunuz?" Yaşlı
kadının gözleri doluydu. Torunu yaşındaki hakime baktı ve acıklı bir
sesle hikayesini anlatmaya başladı:
"Bu gördüğün adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimizin
birini yıldönümünde kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan
bir buket verdi. Onları öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef
çiçekleri ürettim. Zamanla çoğaldılar. Çocuğum da olmadığı için bütün
sevgimi onlara yöneltmiştim. İsimler bile takmıştım." Gözlerini sildi
yaşlı kadın ve devam etti: "Her gün sedef çiçeklerimi suluyor, toprağını
havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla konuşuyordum. Bir gün baktım,
yaprakları sararmaya başladı. Kocam bahçıvandır. Çiçeklerimin neden
sararıp solduklarını sordum. Bana 'Sedef çiçekleri gündüz değil, gece
yarısından sonra sulanır.' dedi. Bunu duyduğumdan beri hastalıkta
sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl boyunca her gece sabaha karşı saat
2'de yatağımdan kalkıp evlatlarını emziren anne hassasiyeti içinde sedef
çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam, 'Bir gece de ben
kalkayım, karıma yardımcı olayım!' demedi. Hiçbir faydasını görmedim."
"Peki!" diye araya girdi genç hakim "Boşanmak için bunca sene neden
bekledin nine?" Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla akan gözyaşlarını silerken
konuştu: "Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evladım, zırt pırt
boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın kemiğe dayanması lazım!" "Anladım!"
derken gülümsedi hakim, "Peki bıçak kemiğe ne zaman dayandı?" "Birkaç gün
önce!" diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, "Yorgunluktan, belki de
yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım. Çiçeklerime su veremedim. Yavrucaklar
susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak a-dam, hiç olmazsa beni
uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyar-
Sevüebilmek için sevimli olacaksın.
Ovid
69 Güzel Gör!
sız ve umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak i-
çin beni uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli
kalamam, lütfen bizi boşayın!"
Kadın sustu. Gözlerini tekrar sildi. Gencecik hakim yaşlı adama döndü:
"Nineyi duydun, söyleyecek bir şeyin var mı?" "Var!" dedi yaşlı adam.
Karası tarafından ağır şekilde suçlandığı için önüne doğru bakarak
anlatmaya başladı:
"Askerliğimi reisi cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada
tanıdım Ayşemi. Ona sedef çiçeklerinden buketler verdim. Delice sevdik
birbirimizi. Sonra evlendik. Evliliğimizin ilk yılarlında boyun ağrısı
çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor boyun kireçlenmesi teşhisi
koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynundaki kireçlenmenin artacağını, bu
sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi. Fakat eşim
inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef
çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi.
Onları gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun
süre yatakta hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu
ağırdı Ayşemin. Bu yüzden yıllardır saat 2'lere kadar uyumadım. Çeşitli
yollardan onu u-yand irdim.
\
Sevdiğim kadını evladı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice
seyrettim. Ama geçen gece yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayın-ca da
Ayşemi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de suçlanıyorum.
Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak
istiyor."
Yaşlı kadın kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. "Nasıl da yanılmışım!"
diye bağırdı. Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına
sarıldı. 'Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi değildir." diye
mırıldandı genç hakim, "Herkes hayatı kendi duruşuna göre yorumlar."
Dosyayı mübaşire uzattı, "Dava düşmüştür!" dedi. Gözlerinden iki damla
yaş akıyordu.
3. BOLUM GÜZEL YAŞA!
HAYATI GÜZELLEŞTİRMEK SİZİN ELİNİZDE
Güzelliklerin farkında olmak asil bir duygudur; insanlara yaşam coşkusu
veren de işte budur. Yaşam her birbiri ardına gelen olaylar zinciri
değildir, onun saadet yönü ağır basar allında. Yeter ki içinde
bulunduğumuz "an'ların farkında olalım. Dr. Richard Carlson bu durumu
şöyle yorumluyor:
"içinde bulunduğumuz an" ba§ka bir an izleyecektir. Hoşumuza giden bir
şey olmaktaysa, bu anın getirdiği mutluluğun tadını çıkarın. Fakat
utmayın ki, o an er geç yerini başka türlü bir ana bırakacaktır. Eğer
bunu kabul edebiliyorsanız, o an değişirken bile huzurlu kalabilirsiniz.
E-ğer bir ızdırabınız varsa, ya da çok mutsuz bir dönem geçiriyorsanız,
bunun da geçeceğini bilin Bu bilinci yüreğinizde barındırmak, en çetin
zamanlarınızda bile perspektifinizi korumanızı sağlar. Güzel yaşam ve
sevgi adına ilk çabayı bizim göstermemiz gerekiyor. Çünkü bunu biz
istiyoruz, biz hissediyoruz. Arzu ettiğimiz sevgiyi bize başkalarının
sağlamasını beklemektense, kendimiz bir sevgi kaynağı olmalıyız."
Derler ki, "İki nokta arasındaki en kısa mesafe, niyettir." Sevgi dolu
bir ya-§arna kovuşmak için bu deyiş son derece doğrudur. Sevgi dolu bir
yaşamın baş- angıç noktası, ya da temeli önce bir
Canı can vererek
almamışsın ki
değerini bilesin.
Nizami
72 Sınırsız Yaşam Gücü
sevgi kaynağı olma arzusu ve kararlılığıdır. Takındığımız tavır,
yaptığımız seçimler ve iyilikler, önce sevgi elini uzatma istekliliği
bizi bu hedefe taşıyacaktır. Eğer bir daha kendi yaşammızdaki veya
dünyadaki sevgi eksikliği sizi üzecek olursa, şöyle bir deney yapın:
Birkaç dakikalığına dünyayı ve başka insanları aklınızdan çıkarın ve
sadece kendi yüreğinize bakın. Daha büyük bir sevgi kaynağı haline
gelebilir misiniz? Kendinize ve başkalarına yönelik sevgi dolu düşünceler
üretebilir misiniz? Sonra bu sevgi dolu düşünceleri dış dünyanıza
açabilir, hayatı daha güzel yaşayabilirsiniz."
DUR ve DİNLE!
Bir akşam güneşi batıp, sokaklardan el ayak çekilince bahçenize çıkın ve
dinleyin. Başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıldızlara bakın. Kocaman,
koskocaman bir gökyüzü... Yıldızlarla dolu. Sanki bir yığın elmasın
serpiş-tirildiği koyu kadife bir halı gibi başınızın üzerine kaplamış
gece, gündüz, ay ve mevsim boyunca tepenizde dönüp duruyor. Ay gümüş bir
tepsi gibi parlamakta. "Daha dün incecik elmas bir hilaldi" diye
düşünürsünüz. "Bir süre sonra yavaş yavaş incelip ortadan kaybolacak."
dersiniz.
Her geçen gün biraz daha uzayıp veya biraz daha kısalan zaman ölçüsü ile,
yaşadığınız her gün, güneşin doğuşunu veya batışım seyreder durursunuz.
Bu tabiat düzeni yüzlerce yıldan beri böyle olagelmiş ve böyle de sürüp
gidecektir.
İlk insan da bütün bunları sizin gibi aynı sevinç ve hayranlıkla
seyretmiş. Ağaçlar çok eskiden beri böyle çiçek açıp böyle meyve
vermişti. İnsan tabiata olan aşkı içinde zamanı aklına bile getirmezdi.
Yıllar sonrasının aynı insanı ayları günleri, saatleri ve hatta
dakikaları sayar oldu. O
nun için artık zaman, "Koş! Koş! Daha
çabuk!" zamanı oldu. Fakat neye yarar?
Daha fazla koşmak güzel yaşamak mıdır?
Değil elbet.
Evet çalış, fakat dinlemeyi de bü> hatta dinlemeyi de... Sessizliğin sesi
ol ki huzurlu yaşayasın. Kaçımız uçsuz bucak' sız denizi seyrediyoruz?
Okyanusun dalgaları kulaklara bin bir diyarların ilahi
73 Güzel Yaşa!
Her insanın hayatı, Tanrı'nın yazdığı bir peri masalıdır.
Andersen
musikisini taşımakta. Güneşe, ağaçlara, tabiata bak. Her biri renk
cümbüşüdür.
Sonsuz yarışları içinde ne büyük ve ne ahenkli bir sükun taşımakta. Sen
de dur ve bütün bunları dinle.
Dale Carnegie ne güzel söylemiş:
"Sabun köpüklerinde gök kuşağının renklerini, lapa lapa yağan karın
içinde uçuşan serçeleri görebildiğimiz için Allah'a şükür edelim."
"Eğer bize verilen nimetleri ve bütün güzellikleri göremeyecek kadar kör
isek utanalım!"
"Elimizdeki nimetleri sayalım, ufak çabalarla ortadan kalkabilecek
sıkıntıları değil."
Yaşamanın gerçek amaca onu en verimli yoldan ve neşeyle yaşamaktır. Hayat
bir güneş ise onun aydınlığını içine doldurmak; bir meyve ise onun
lezzetini tadıp rayihasını koklamaktır. Hayat bir bardak iksir ise
bardağı sonuna kadar içmektir. Hayatı güzel yaşamamak yenilecek nefis bir
meyveyi dişleyip atmaya benzer; hayatı güzel yaşamamak, sevildiğinin
farkında olmamaktır, sevene sırt çevirmektir.
Yaşama güzel bakmak, onu güzel görmek, güzel yaşamak istiyorsunuz. O
halde, iyimserlikle bütün sevinçleri yaşa, kafanı ışıklandır ve kalbini
sevgi ile doldur. Çünkü sevinç, kalpten güzelliklerin taşmasıdır. Güzel
yaşamak için yakınlarını da yaşatmak insan; yakınlarına da ışık vermeli,
sevgi vermeli, huzur vermeli. Yüce Allah insanı yarattı, ona "Yaşa?"
dedi. Ve bütün nimetleri emrine sundu. Şu halde bütün bunları kıymetini
bilelim. Zira şükür ve şükranlarımızı ancak böyle gösterebiliriz. Yüce
yaratıcı bizleri tek de yaratmadı. Onun ihsan ve keremi o kadar büyüktür
ki, insanları çift yarattı. Yalnız yenen yemeğin tadı olur mu? Yalnız
yaşamanın tadı olur mu? Hiçbir meyve yalnız başına yetişmediği gibi,
hiçbir mutluluk da yalnız başına yaşanmaz.
GÜZEL YAŞAMANIN FORMÜLÜNDEKİ CEVHERLER...
Dolu Dolu Geçen 80 Yılın Öyküsü
Hayatı güzelleştirmek için insan kendisinden ona bir şeyler katmadığı
takdirde herkesin hayatı söylenip yazılmaya değmeyecek kadar önemsiz
74 Sınırsız Yaşam Gücü
olur. Ama aşağıdaki yazıda geçen ömür, yüreklere su serpiyor; hele insan,
öğütleri dinleyince yüreğinde coşku hissediyor. Dinleyelim dolu dolu
geçen 80 yılın öyküsünü:
"Ustam bereketli bir ömür sürdü. Tam 80 yıl yaşadı. Kendisi sadece usta
bir terzi değil, aynı zamanda bilge bir şahsiyetti. Yazmayı çok severdi.
Aklına gelen ilgi çekici fikirleri, edindiği birikimi mavi kaplı
defterine geçirirdi.
Zaman zaman iki oğluna, çocuklarından hiç ayırmayan çırağına ve
müşterilerine okurdu yazdıklarını. O kadar güzel ve etkileyici bir
hitabeti vardı ki, ustamı dinlemeye doyamazdmız. Rahmetli sadece dikişte
değil; kelimeleri, cümleleri, hatıraları, tavsiyeleri biribirine
bağlamakta da ustaydı.
Bir keresinde yine coşmuştu, hem dikiyor hem de anlatıyordu. Normalde
çıraklar ustalarının nasihatlerine kulak vermekten sıkılırlar. Fakat ben
ustamı dinlemekten özel bir zevk alırdım.
Not tutmayı onun kadar bilmediğim ve beceremediğim için ustamın son
yıllarında bir kayıt cihazı aldım. O anlatacak ben kaydedecektim. Bir
defasında ustama sordum.
- Dolu dolu geçen 80 yılınızı 8 cümleyle özetlemeniz gerekseydi, neler
söylerdiniz/
İşte ustanım cevabı ve 80 yıldan süzülen 8 öğüt:
GÜZEL YAŞAM ÖĞÜTLERİ
1. 15 ile 25 yaş arasını nasıl geçiı İrsen, ömrünün kalan kısmını
öyle yaşarsın.
2. Büyük adamların çevresinde bulunmayın, onlardan istifade, etmeyen
büyük adımlar atamaz.
3. Terzinin diktiğini icabında sökersin, sonra ütülersin düzelir.
Fakat hayattaki dikişleri söksen bile, sonra ütülesen de bariz izler
kalır.
4. Helal rızkına haram karıştıran, dünya imtihanında hep zor sorularla
karşılaşır, maalesef çoğunu doğru cevaplayamaz.
5. Asıl yalnız kaldığın, nefis ve şeytanınla baş başa olduğun
zamanlarda Allah'tan kork! Çünkü herkesin içinde korkman bir şey ifade
etmez.
75 Güzel Yaşa!
6. Günaha zemin hazırlanacak, günah, işlememekten daha büyük bir
marifettir ve sevaptır.
7. Baş ağrısız başarının sırrı üçtür: Kanaat et! Sabret! Paylaş!
8. Hayır ömür, güzel yaşam istiyorsan, kul hakkından uzak dur.
GÜZEL YAŞAM DOSTLUKTUR
Hayatın bazı zamanlarında karanlık bir sokakta, yapayalnız kaldığın
zamanlar olur. Ümitlerini yitirmiş dolaşırken belki çaldığın hiçbir kapı
a-çılmaz. Hep senden şüphe ederler. Yorgun adımlarla ilerlerken gökte bir
yıldız parıltısı da yoktur; çünkü o an yıldız senin içindeki
duygularındın. Bu duygular, ufukta korkunç fırtınaların belirtisi olan
içimizdeki korkuları giderir.
Hani, sofranda oturup karınlarını doyuranlar nerededir? Hani ellerinden
tutup da çamurdan çıkardıkların?
Hani torbasını nimetlerle doldurup yola düşürdüklerin? Zaten, sen tüm
iyiliklerini bu sorulara cevap almak için yapmamıştın ki... Sen yüreğinin
sesini dinlemiştin.
İşte bütün ümitlerini ve dermanını yitirdiğin sırada, önünde seni
aydınlık ve sıcaklığa çağıran bir kapı açılır. Bu kapı dost kapısıdır.
Önünde açılan bu kapıya girdiğin zaman seni kucaklayan sıcak bir kalp
bulursun. Alnına dolan ıslaklığı kurulamağa çalışan şefkat kalbidir bu.
Seni sıkıca göğsüne bastırır. Hemen yorgun kalbini onun tertemiz ve sevgi
kokan a-vuçlarına koy. Kurulmuş olan sofraya otur. Bu sofra hayatın
güzelliğinin ve güzel yaşamanın şifresi olan dost sofrasıdır. Bol bol ye,
iç. Sofradaki yiyecekler Allah'ın nimetleridir. Ona bütün kalbini aç.
Bütün endişelerini dök. Yavaş yavaş sonsuz bir huzura kavuştuğunun
kaybolduğunu hissederek, gözlerinde umut yıldızları ışıl ışık parlamaya
başlayacaktır. .
Bu kapı dostluk kapısıdır, bu sofra dostluk sofrasıdır. Bir zamanlar dost
sandığın ve senin sofrandan yiyen fakat şimdi yok olan kimselere üzülme.
Onlar yine bir gün senin kapını çalacaklardır.
Hayat bir define avı
değildir hayatın kendisi
bir hazinedir.
Dennis Waitley
T
T
76 Sınırsız Yaşam Gücü
BU GÜZEL HAYAT SİZİN,
O HALDE GÜZEL YAŞAMAYI BİLİN!
Her şey kendinizi ve yaşamı anlamlandırmaya bağlı; adı konulmamış bir
hayat, dev okyanuslarda bir oraya bir buraya dalgalar arasında savrulmaya
benzer. Akıl hastası olmayan bir kimse, mutlaka aklı başında ve aklı
kimse manasına gelmez. Aklı başında bir kimse, kendi kendisiyle ve
insanlarla iyi geçinen, hayata barışık bakan, yaptığı her güzel işten
memnunluk duyan, güçlüklere karşı sabırlı olabilen, bunalımlarına ve
sorunlarına göğüs gerebilen kimsedir. Kendi kendimizle olan bu
mücadelemizde eğer başarılı olabiliyorsak mutlu olabiliyoruz demektir.
insanlarla olan ilişkilerimizde onlara yakınlık göstermek, merhametli
davranmak, onlarla iyi geçinmek, kısacası insanları sevmek de mutlu ve
güzel yaşamamız için gereklidir.
Kitabımın bu kısmında biz büyüklere ve çocuklarımıza faydalı olması
açısından bazı önerilerde bulunacağım. Bu önerilere tavsiyeler de
diyebiliriz.
YÜZÜNÜ GÜZELLİKLERE DÖNEN BİR HAYAT İÇİN ÖNERİLER
Çocuklarımızı geleceğe hazırlamada, onların için dünyalarını
zenginleştirip duygusal ve ruhsal desteklerde bulunmalıyız!
Evet, bu çok önemli. Çünkü her insan güçsüz ve yeteneksiz olarak dünyaya
gelir. Onların yeteneklerini keşfetmek, bulup açığa çıkartmak biz
büyüklerin görevidir. Bu ilgiyi çabuk ve yerinde yapmak, ona sevgi ve
şefkat göstermek, onun insanlara olan güvenini örer. Bu örgü, çocuğun
hayata güzel bakmasını sağlar.
Kendi gençlik yıllarınızı ve o zamanki duygularınızı anımsayınız!
Bu bir empatidir. Unutulmamalıdır ki çocuk ve gençlerini ihmal eden bir
toplum mutlu ve huzurlu yarınlara sahip olamaz. Geçmişe dönünüz. Karışık
duygular içerisinde kendi yolunuzu bulmaya çalıştığınız gençlik
77 Güzel Yaşa!
günlerinizi hatırlayınız. Bunlar sizin dolu dolu tecrübelerinizdir. Bu
tecrübelerle çevrenize güzellikler dağıtabilirsiniz.
Ailenizle sık sık her konuda konuşun, fikir alışverişinde bulunun!
Ailenizle yaptığınız en son sohbetten beri mutlaka b.ı<:ı sorunlarla
karşılaşmışsınızdır. Eğer yaptığınız sohbetler sık olmaz ise önünüze
çıkacak bu sorunlar altında yaşama sıkıntılı bakabilirsiniz. Sorunlar
altında e-zilmek istemiyorsanız ve güzel yaşamayı arzu ediyorsanız geniş
olun, ailenizi ihmal etmeyin, onlarla konuşun.
Genç Kızlar! Evlenip mutlu ve huzurlu bir aile kurmayı
düşünüyorsanız, ileriki zamanlarda
ne ile meşgul olacağınızın planını şimdiden yapın!
Günümüzde birçok hanım bunun eksikliğini yaşamaktadır. Evlenirler,
çocukları olur ve onları büyütürler. Sonra kendilerin boşlukta
hissederler. Eğer zamanında bir sanat, bir hobi ve
bir \
Uğraş edinilmişse, o takdirde sorun yaşanılmıyor. İşi, uğraşı ve hobisi
olmayanın dedikodusu olur. O halde, şimdiden uğraşınızın, sizi hayata
bağlayacak sanatsal eğiliminizin ne olduğunu, bu konuda ne gibi
yeteneklere sahip olduğunuz şimdiden tespit edin.
Gençler! İşinizin sadece maddi yönünü düşünmeyin!
Hayat sadece para kazanmak ve bu yönden güçlü olmak değildir. Birçok
erkek, özellikle gençler, bu eğilimdedirler. Oysa bu maddeci duygu,
insanı daha fazla istemeye yönlendirip Daha fazlasını elde edemedikleri
zaman da hayattan yılarlar, gereksiz bir bunalım ve çöküntü yaşarlar.
Hayat, manevi yönden de ele alınmalıdır. Para kazanmak muhakkak ki
önemlidir. Fakat bunu sadece kendi çıkarınız için değil, başkalarının
özellikle ihtiyaç sahiplerinin iyiliği için de yapınız. Eğer böyle
davranırsanız hayatı güzel yaşarsınız. Çünkü hayat sevince güzeldir.
Sevginin olduğu yerde mümbit duygular vardır.
Hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasmdadır.
Montaigne
78 Sınırsız Yaşam Gücü
Kendinize yeni uğraşlar bulabilirsiniz!
Ufuk genişliği, insanın kendi dar çerçevesinden çıkıp, başka yararlı-
lıklar göstermesidir. İşinizin dışında başka uğraşınız yoksa, bu başka
işlerle ilgilenemezsiniz anlamına gelmez. Yeni şeyler öğrenebilmek ve
yapabilmek için vakit hiçbir zaman geç değildir. İnsan kaç yaşında olursa
olsun, yeni işlerle uğraşmak ve öğrenmek için geç kalmış sayılmaz.
Muhakkak ki esas işinizin dışında farklı alanlarda da yeteneklere
sahipsinizidir. Size cazip gelen ne gibi uğraşlar olabilir? Bunu bir
düşünün. Göreceksiniz ki, daha güzel yaşayacaksınız.
<
Arkadaşlık bağlarınızı koparmaym?
Yeni dostluklardan, yeni arkadaşlıklardan kesinlikle kaçınmayınız.
Çağımızın bir tuzağı da bu: "Yeni insanlara tanışıp ne yapacağım? Yeni
insanlar yeni sorunlardır." şeklindeki bir duygu iç temsil bozukluğudur,
hayata olumsuz bakmaktır. Çünkü yeni arkadaşlıklar, her yönden yeni
dayanışmaları meydana getiren katalizör güçlerdir. Yeni arkadaşlıklar,
yeni çevreler her zaman sizi beklemektedir. Seneler geçtikçe daha olgun,
daha erdemli kimselerle tanışırsınız. Bu kişilerle yakın temasa geçin,
dost olun.
BİR YAŞAM ÜSTADI: HELEN KELLER
Sağlığımız yerindeyse eğer yapamayacağımız şey yoktur. Bizlerin, farkına
varmadığımız ve hiç önemsemediğimiz en önemli hazinemiz sağlığımızdır.
Nice insanlar vardır ki ya doğuştan ya da sonradan bazı uzuvlara sahip
değildirler. Ama güzel yaşamak kendi ellerindedir. Öncelikle sahip
oldukları imkanları düşünürler. Eksik veya eksilmiş olana değil, o an
halihazırda bulunana şükrederler.
Biz hayatı ancak artılarıyla duyum-sarsak mutlu olur, hayata mutla
bakarız. Değilse, sürekli hayatın negatifleriyle uğraşmamız, bu
negatiflere odaklanmamız bize hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Önceki sayfalarda sağır, dilsiz ve kör olan Helen Keller isimli, sosyal
yaşamında huzurlu ve başarılı bir bayandan
İnsan, hayatının dörtte üçünü yapamayacağı şeyleri istemekle geçirir.
Diderot
79 Güzel Yaşa!
bahsetmiştim. Bu bayan yoğun çabalar sonucu konuşmaya başlamış, ömrünün
son dönemlerine doğru da yavaş yavaş işitmeye başlamıştır. Ama ölene
kadar hep gözleri görmeden yaşamıştır.
HELEN KELLER ANLATIYOR...
Siz Aynı Durumda Olsaydınız Ne Yapardınız?
Hepimiz kahramanın yaşamak için sınırlı zamanı kaldığı heyecanlı
hikayeler okumuşsuzdur. Bu süre bazen bir yıl kadar uzun, bazen 24.saat
kadar kısadır. Fakat biz daima bu kahramanın son günlerini veya son
saatlerini nasıl geçirdiğini merak ederiz. Bu tür hikayeler bizi, "Aynı
durumda olsaydık ne yapardık acaba?" diye düşünmeye yöneltir. İnsan
olarak bu son saatleri hangi olaylar, deneyler ve ilişkilerle doldururuz?
Geriye baktığımızda hangi sevinçler, üzüntüler buluruz? ı
Bazen düşünüyorum da, her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamak ne güzel
olurdu! Böyle bir düşünce hayatın değerlerini çarpıcı şekilde ortaya
koyardı. Her günü, 'daha gelecek güzel günler, aylar, yıllar var'
düşüncesiyle çoğunlukla unuttuğumuz yumuşak hevesli ve gayret dolu bir
pazarlıkla yaşamalıyız.
Hikayelerde çoğu zaman kaderin güzel bir cilvesi olarak kahraman son
dakikada kurtulur. Fakat hemen hepsinin değer yargıları değişir. Hayatın
anlamını ve kalıcı manevi değerlerini daha iyi ölçer duruma gelirler.
Bilinen bir gerçek vardır ki, ölümün gölgesinde yaşamış veya yaşayan
kişilerin yaptıkları her şeyde tatlı bir olgunluk hakimdir.
Çoğumuz hayatı önemsemeyiz. Bir gün öleceğimizi biliriz ama genellikle o
günü uzakta görürüz. Günler sonsuz bir uzunluktaymış gibi uzanırken
önümüzde, biz hayatı güzelleştirmek için uğraşmayız.
Korkarım aynı savurganlık yetenekj lerimizi ve duygularımızı kullanmada
da
I kendini gösteriyor. Yalnızca bir sağır, i-Şitmenin değerini ölçebilir;
bir kör, görmekte var olan çeşitli nimetleri kavrayabilir.
Öyle bir şekilde yaşa ki,
öldüğün zaman tabutçu
bile matem tutsun.
Mark Tvvain
80 Sınırsız Yaşam Gücü
Bir şeyi kaybetmeden onun değerini anlayamadığımız, hasta olmadan
sağlığın farkına varmadığımız bir gerçektir.
Dikkate Değer Hiçbir Şey Yok mu? Nasıl Olur?
Sık sık düşünürüm de keşke insanlar ilk yetişkin çağlarında geçici o-
larak birkaç gün için kör veya sağır olabilseler. Karanlık, onlara
görmenin değerini anlamayı, sessizlik sesteki eğlenceyi fark ettirmeyi
öğretirdi. Çoğu zaman gören arkadaşlarımın neler gördüklerini incelerdim.
Geçenlerde korulukta yaptığı uzun bir yürüyüşten henüz dönmüş bir
arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Kendisine neler gördüğünü sordum.
"Dikkate değer hiçbir şey yok!" diye cevap verdi. Ormanda ağaçlar a-
rasmda bir saat yürüyüp nasıl olur da dikkate değer hiçbir şey bulunamaz?
Göremeyen ben bile yalnızca dokunmakla yüzlerce ilginç şey bulabilirim.
Bir yaprağın o güzelim şekillerinde elimi hissettiririm, ağaçların
kabuklarında veya çam ağacının dikenli yüzeyinde sevgiyle ellerimi
gezdiririm.
İlkbaharda ağaçların dallarına, kış uykusundan uyanan tabiatın ilk i-
şareti olan bir tomurcuk arayışıyla ümitle dokunurum. Bir çiçeğin heyecan
dolu kadife dokusunu hisseder, kıvrımlarını keşfederim. Ellerimi küçük
bir ağacın üzerine koyar ve şarkı söylemekle meşgul bir kuşun mutlu
titreyişini duyarım. Parmak aralarından dökülen serin sular coşku verir
bana. Bence çam yapraklarından veya yumuşak otlardan oluşan kaba bir
halı, en lüks halıdan daha çekicidir.
Böyle anlarda kalbim bütün güzellikleri görebilme isteğiyle dolar.
Yalnızca dokunmaktan böylesine haz aldığıma göre, görmek ne hoş olurdu.
Maalesef görebilen insanlar çok az şey görüyorlar. Dünya ya güzel
bakmak, güzel yaşamak ve dünyayı dolduran renk ve hareketlerin
oluşturduğu tablo çoğu kez önemsenmiyor.
Bizler o kişiyiz ki, elimizde olanı çok az değerlendirir, elimizde
olmayanın peşinde koşarız. Fakat ne üzücü ki, ışıklı dünyada bize
bahşedilen armağanı hayatımıza anlam kazandırmaktan ziyade konfor için
kullanırız.
Ancak yok olmak için yaşayanları severim. Öteye geçenler bunlardır.
Nietzsche
81 Güzel Yaşa!
Hayatı Nasıl Görmeliyiz?
Bir üniversitenin başkam olsaydım, "Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?"
baylıklı ders koyardım programımı. Dersin profesörü, öğrencilerine,
dikkat etmeden geçtikleri birçok şeye cidden bakarak hayatlarını nasıl
daha mutlu kılabileceklerini göstermeye çalışırdı. Onların
kullanmadıkları yeteneklerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olurdu.
Farz edelim ki, eğer yalnızca üç gün görebilecek zamanınız olsaydı,
gözleriniz nasıl kullanırdınız? Eğer üçüncü günün akşamıyla gelecek
karanlıkta güneşin sizin için bir daha doğmayacağını bilseydiniz, aradaki
bu üç değerli günü nasıl geçirirdiniz? Dikkatli bakışlarınız daha çok
nerelerde gezdirirdiniz?
Ben normal olarak karanlık yıllarımda tanıdığım şeyleri görmek isterdim.
Öncelikle bana iyi niyet ve nezaketle davranarak dertlerime ortak olup
hayatımı yaşanmaya değer kılan kişileri görmek isterdim. Özellikle küçük
bir çocukken bana hayatı sevdiren sevgili öğretmenim Bayan Sul-livan'ın
yüzüne uzun uzun bakmak isterdim. Yalnızca dış hatlarına bakmak için
değil, o değerli yüzü iyice incelemek ve onda benim öğrenimim gibi çok
zor bir görevi başarabilmesini sağlayan şefkat ve sabrın canlı
belirtilerini bulmak için...
Kendisine zorluklar karşısında dimdik durabilme gücü ve bana çok sık
gösterdiği insancıl duygular kazandıran güçlü kişiliği için...
Bir arkadaşın kalbine "Ruhun penceresi" olan gözlerinden bakmanın nasıl
olduğunu biliyorum. Ben yalnızca parmaklarımla yüzünün dış hatlarını
görebilirim. Neşe üzüntü ve diğer belirgin duyguları fark edebilirim.
Siz gören gözlerinizle beş arkadaşınızın yüzlerini tam olarak tarif
edebilir misiniz? Bazılarınız yapabilir ama çoğunuzun tam
yapabileceğinizi sanmıyorum. Bir deneme olarak, uzun yıllardır evli
beylere eşlerinin göz rengini sorardım. Ya tereddütle cevap verir veya
bilmediklerini i-tiraf ederlerdi. Zaten hanımların devamlı
Şikayetlerinden biri de, eşlerinin yeni elbiselerini, şapkalarını veya
evlerindeki değişikliği fark etmemeleri değil midir?
Hayat duygulananlar
için bir trajedi;
düşünenler için
bir komedidir.
La Bruyere
-ey
82 Sınırsız Yaşam Gücü
83 Güzel Yaşa!
Gören insanların gözleri çevrelerindeki tek düzeliğe kısa sürede alışır.
Sadece şaşırtıcı ve bakmaya değer şeyleri görür. Fakat gerçekte en çok
bakmaya değer olaylarda gözler tembellik eder. Her gün mahkeme
kayıtlarında, şahitlikte gözlerin nasıl yanılabildiği açıkça
görülmektedir. Bazı insanlar diğerlerinden daha çok şey görebilir. Ancak,
görüş alanı içinde olan her şeyi görebilenler çok azdır.
İşte bunlar, sadece 3 günlük görebilme imkanım olsaydı, görmek istediğim
şeylerdir.
ZERAFET SAHİBİ OLUNUZ
Zarafetlikte hiçbir basitlik yoktur; bu yaklaşım kimi insanlar tarafından
hafiflik olarak kabul edilir. Oysa gerçek hafif ve basit insan böyle
düşünenlerdi. Medeniyetlerin temeline baktığımızda toplumlarının hep za-
rafetli olduklarını görürüz. Böylece bu toplumlar sanatta, estetikte,
şiirde, edebiyatta en üst seviyelere ulaşmışlardır. Zirvelerin sahibi
olmak istiyorsanız. Zarif olunuz. Çünkü ariflik de zariflikten gelir.
Zerafet neden hafiflik olsun ki? Çünkü bu sözcüğün zıt anlamlısı
kabalıktır. Oysa zerafet, incelik, riyakarlığa bulaşmadığı sürece güzel
bir huydur. Zarif insanları herkes sever, sayar.
Bazı kişiler, özellikle bizim toplumumuzda yani Şark-İslam toplumlarında
zerafet için şöyle derler: "Zerafetin aşırıya kaçan yöne hafiflik
alametidir. Ve kar ve ciddiyete de aykırı düşer. Bu gibi haller toplumda
tiksintiyle karşılanır. Her hususta olduğu gibi, zerafet konusunda da
itidalden ayrılmamalı; zarif olunacak yeri, kişiyi ve zamanı iyi
seçmelidir." Sevgili, okuyucularım! Hemen şunu hatırlatmak isterim: Ben
öteden
beri bu şekildeki yorumların, tavırların hep karşısında olmuşumdur. Bir
defa insan olmanın, insan gibi davranmanın, yani zerafetli olmanın yeri,
kişisi ve zamanı olmaz. Çünkü insan, yerine göre, kişisine göre ve
zamanına göre insan değildir. Zerafetin, yani ahlaklı olmanın a-
" \ ,£ ' şırılığı olmaz, yoktur böyle bir
şey. Belki
"7 /**<\ ^**~~~~~2*^'^ bir menfaat için sahte zerafetlik tavırları
Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek.
Seneca
içerisine girebilir bazı insanlar, bu çok ayrı bir konu. Ve kar ve
ciddiyet nedir? Bizler toplumsal aile ve toplumsal devlet gelerrçğinde
asık suratlı-lığı hep ciddiyet olarak algıladık, bunu hep gerekli
zannettik. Zerafet yönünden, toplum tarafından tiksinilecek bir şey varsa
o toplum şüphe etmek gerekir. Biz vekar dedik, asık suratlılığı marifet
zannettik; Avrupa bunu, yani zerafetliliği tüm yönleriyle aldı, kendi
kişiliğine uyguladı bugünkü medeniyet seviyesine geldi.
Güzel bakmak, güzel görmek ve güzel yaşamak zerafetli bir kişilik
sayesinde olur.
Toplumsal hayatımızda zerafetle ilgili şöyle yaşanmış bir olay anlatılır:
Kadının biri bakkala gidip, elindeki parayı uzatarak, "Lütfen bir ekmek
verir misiniz?" demiş. Bakkal kadına ekmeği vermiş. Kadın çıkıp gittikten
sonra arkasından şöyle konuşmu: "Garıya bak ya! Hem parasını veriyor, hem
de yalvarıyor!"
Şimdi toplumda böyle insanlar da var diye zerafeti elden bırakacak mıyız?
Bırakın adam olacak olanlar bu gibi insanlar olsun. Zerafet ve kibarlık
her yerde geçer akçedir. Çünkü zerafetin bir yönü de affetmesini
bilmektir. Affetmemek, kin ve nefret beklemek zerafetsizliktir,
kabalıktır. Zerafet denilince akla sanat gelir, sanatla uğraşan insan da
incedir, merhametlidir, affetme duygusuna sahiptir. Affedici olmamak
sırtımızda taşıdığımız kokmuş patatesler gibidir. Tıpkı şu öğretmenin
aşağıdaki öyküde verdiği ders gibi:
Lise öğretmeni derste öğrencilerine şu teklifte bulunur: "Bir hayat
tecrübesine katılmak ister misiniz?" Öğrenciler, çok sevdikleri
hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman..." der
öğretmen, "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin!" Öğrenciler
bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz
birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Fakat ertesi sabah
hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine
meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle öğretmen: Şimdi bugüne dek
affetmeyi reddettiğiniz
Yaşarken yaşayın!
İnsan doğru zamanda
yaşamazsa, asla doğru
zamanda ölmez.
h~ f-£
*\#>