You are on page 1of 67

Ömer Faruk Reca _ Sınırsız Yaşam Gücü

Ömer Faruk Reca _ Sınırsız Yaşam Gücü

SINIRSIZ YAŞAM GÜCÜ


Ö. Faruk Reca

Ares Kitap istanbul 2006


(c) 2006, ARES KİTAP Türkiye'deki tüm yayın hakları, anlaşmalı olarak
yayınevine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir, izinsiz olarak
çoğaltılamaz, basılamaz. Senaryo haline getirilemez, sanal ortamlarda
yayınlanamaz.
Ares Kitap
Osmanlı Sok. Alara Han No: 27-A Taksim-İstanbul
Tel: 0212 243 61 99 Fax: 0212 243 62 36 I www.areskitap.com -
ares@areskitap.com
Yayın Yönetmeni Adem Özbay
Editör Özlem Kocukeli
Kapak Tasarım Ahmet Altay
Grafik Tasarım Sema Türk
Genel Yapım Endülüjans İçerik Hizmetleri
Baskı ve Cilt Kilim Matbaacılık 0212 612 95 59
I. Baskı: Mart 2006, İstanbul
ISBN: 9944-959-20-0
Her türlü kitap önerilerinizi, hazırladığınız kitapları ya da hazırlamayı
düşündüğünüz kitapları bize bildirin. Mutlaka cevap alacaksınız!
ares@areskitap.com
Ö. FARUK RECA
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu yazar, aynı üniversitenin
iktisat Fakültesi'nde 'İnsan Gücü Plânlaması ve Eğitim' üzerine master
yapmıştır.
Yazar uzun yıllar tanınmış iş adamlarına ve siyasetçilere danışmanlığın
yanısıra, eğitim ve seminer çalışmalarını yürütmüştür.
Çeşitli günlük gazetelerde makaleler yazmıştır.
Yazar eğitim alanında yeni ufuklar açıcı kitap ve seminer programları
hazırlamakta, 'başarı', 'liderlik', 'yönetim' gibi ilkelerin toplum
hayatına kazandırılmasına yönelik sosyal projeler geliştirmektedir.
Bu amaçlarına yönelik Akis Kitap'tan çıkan kitapları:
Akıl Okulu, Akıl Oyunları
Oku, Düşün, Uygula, Neticelendir (Ortak Yayın)
Hz. Ali'nin Liderlik Sırları ve Hitabet Sanatı (Ortak Yayın)
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ .......... /
1. BÖLÜM-GÜZEL BAK! ........ 9
2. BÖLÜM-GÜZEL GÖR! ........ 33
3. BÖLÜM-GÜZEL YAŞA! ......... 71
4. BÖLÜM-MUTLULUK YOLUNUZ AÇIK OLSUN ....... 89
SINIRSIZ YAŞAM GÜCÜYLE BAŞARIYI YAKALAYANLAR ........ 99
SON SÖZ-YAŞAMIN TADINA VARIN .......... 123
farukreca@endulujans.com
SUNUŞ
Görebilmek... Hakikati, gerçekleri... Görebilmenin o müthiş güzellikteki
anlamını keşfedebilmek. Bakmak... Sonsuz alemlerdeki güzelliklere şöyle
bir başını çevirip bakabilmek... Tüm bu güzelliklerin farkına varabilmek.
Bakmakla görmek arasındaki fark, bizim ona yükleyeceğimiz anlamlara
bağlıdır. Bakmak farkına varmaktır... Bakmak düşünmeye başlamaktır.
Bakmak, yargılamadan nasihattir; sorgulamadan iyilik dayanışma ve
güzellikleri paylaşmaktır. Bakarken düşünmek... İşte en asaletlisi...
^
Kendimize, kendi iç dünyamıza yönelmek güzel bakmayı ve güzel görmeyi
gerektirir. Kendimizin güzel olduğunu söyleyebilmemiz için güzel bakıp
güzel görmemiz gerekir; bundan da önemlisi güzel yaşamamız mutlaktır.
Güzel yaşamanın seyir çizgisi güzel olan her şeyi bakıp, görebilmektir.
İnsanların olumsuz davranışlarına odaklanmayan kişi hayatın
güzelliklerini görmeye odaklanır, dolayısıyla mutlu olur. Mutlu insan,
çevresindekilerin olumsuz davranışlarında masumiyet arayan kişidir; en
güçlü empati işte bu insanlarda vardır.
Unutmayalım ki, anlayışlı olduğumuzda, anlayış göstermek için çırpınan
binlerce insan olduğunu göreceksiniz. İşte güzel bakmanın, güzel görmenin
ve güzel yaşamanın sırrı da burada.
Güzel bak! Güzel gör! Güzel Yaşa! Mesajın en anlamlısı... Bu mesaj bize
kim olduğumuzu, neyi amaçladığımızı ve yüreğimizde ne kadar sevgi
bulunduğunu anımsatır; dahası gülmelerimizi, çocukluk anılarımızı tüm
sadelik ve içtenliğiyle ortaya koyar.
Nedir güzel yaşamak? Matematiksel bir hesap mıdır? İkiyle ikiye çarpmak
mıdır? Veya hep kendimiz için yaşamak mıdır? Hiçbiri değil. Ama
yaşamımızı matematikselleştirip çıkmaz bir labirent haline getiren
duygularımızdan kurtulmalıyız. Yaşam ne iki bilinmeyenli denklemdir, ne
de üç bilinmeyenli... Yaşam güzel olan her şeydir?
t.'H-- __
4. BOLUM GÜZEL BAK!
GÜZEL BAKAN, GÜZELİ BULUR
Yıllar önce hep kendi kendime sorardım, mutlu ve huzurlu bir yaşam \
insanın elinde midir diye. Bu sorunun cevabını etrafımı gözlemleyerek
buldum, insanların çoğu kez kendi elleriyle mutluluklarının önüne bari-
yerler koyduklarına tanık oldum. Öyleyse, insanın bu bariyerleri önünden
kaldırarak mutlu ve huzurlu olabileceğine kanaat getirdim.
Mutluluk ve huzur öyle bir şeydir ki, tarif etmeye kalkarsanız ciltler
dolusu ansiklopediler yetmez; o, ancak hemen şimdi yaşanır. Nice insanlar
vardır, etraflarına bakarak mutlu olurlar; nice insanlar da vardır ki
çevrelerinin tüm olumsuzluklarını bir sünger gibi emerler. Ve, ne
mutluluk onlara yanaşır ne de onlar mutluluk ve huzura...
Dünyanın sayılı dergilerinden Time, bir sayısında mutluluğun reçetesini
çıkarmıştı, kesip arşivine koymuştum. Bu güzel yazıyı sizlerle aynen
paylaşmak istiyorum:
1. Şükredin! Yaşadığınız güzel anları düşünün. Size sunulmuş imkan ve
nimetler gözden kaçmasını, bunu idrak edin. Çevrenizin size sunduğu göze-
likler karşısında siz de çevrenize fedakarlık göstererek cömert olun.
Fedakarlık ve cömertlik şükretmektir.
2. Başkalarına iyilik Yapın! iyilik kaptığınız her gün kendinizi
huzurlu
Akıl hazır değilse, göz göremez.
Emilie Serge
1 O Sınırsız Yaşam Gücü
1 1 Güzel Bak!
hissedersiniz. Kötülüğün insanı yücelttiği görülmemiştir; ama iyilikler
her zaman her yerde bir daha hatırlayalım.
3. Duanın Gücüne İnanın! İnsan için ücretsiz ve bedelsiz bir enerjidir
dua. Bugün başarılı ve huzurlu insanlara baktığımız da onların duanın
gücünü kavradıklarını görürüz. Eğer hayata güzel bakmak istiyorsanız bunu
ihmal etmeyiniz. Yaptığınız her duadan sonra kendinizi kuş gibi hafif
hissedersiniz.
4. Hayatın Tadını Çıkarın! En verimli ve faydalı terapist insanın
kendisidir. Eğer doğaya, topluma, hayvanlara alemine, gecenin karanlı-
ğmdaki sonsuz uzay boşluğuna bakan sizseniz, o takdirde kendinizi en iyi
tedavi edecek olan yine sizsiniz. Anlık zevkleri hafife almayın. Mutlu
günleriniz, üzüntülü anlarınızın reçetesidır.
5. Size Yapılan iyiliklere Minnettar Kalın! Hiçbir vakit vefasızlık
yapıp da, omuzlarınızda yük, beyninizde üzüntü yaratmayın. Günü
geldiğinde borcunuzu ödemesini bilin. Bu, size huzur ve mutluluk verir.
Hayatınızın belli kesitlerinde size emeği geçmiş insanları ziyaret edin,
onlara müteşekkir kalın. Böylece kendinize mutluluk tüneli inşa etmiş
olursunuz.
6. Çevrenize, Ailenize ve Arkadaşlarınıza Zaman Ayırın! Yaşam, bir
ömür boyu çalışmak değildir. Etrafınıza başınızı kaldırıp bakın. Size en
yakın olan ailenizi göreceksiniz. Onları ihmal etmeyiniz. Sonra, çuvallar
dolusu para dahi bu hatayı telafi edemez. Çevreniz ve arkadaşlarınız
sizin moral güvencenizdir. Güçlü ve güvene dayalı ilişkiler, insanı
yaşatan ve var eden gerçeklerdir. Bu gerçekler etrafınıza baktığınızda
göreceğiniz ilk ve tek gerçeklerdir.
7. Sağlığınıza Özen Gösterin! Önce düşünce sağlığınızın farkına varın.
Güzel düşünmek güzel bakmaktır. Sağlık ruhtan bedene doğrudur. Ruhu
pozitif olanın bedeni de ataktır, heyecanlıdır ve coşkuludur.
HER ŞEYİM VAR; AMA MUTSUZUM
Böyle bir durum olabilir mi/ Evet, kesinlikle evet. Çevremde bu tür
yakınmalara tanık olmuşumdur, böyle konuşan insanların olduğunu
duymuşumdur. Yadsınamaz bir gerçektir günümüz insanının keşmekeşliği. Tüm
bunların altında yatan sebep "farkındalık" eksiğidir. Güzel bakmasını
bilemeyen için hayat, korku dolu gözlerle elinde garliç tutan bir adamı
andırır. Böyle bir ruh hali, ne yaşamın özünü duyumsatabilir ne de var
cilanla yetinmeyi... Bir defa olsun çevresinde ne olup bittiğini merak
etmeden kendi katranlı dünyasında kabus dolu anlar yaşayan insan için
elbette ne paranın ne de "her §ey"in bir faydası olur.
Sokrates, "Güzel Bak!" derken çevrenin ve ailenin önemine yüzyıllar önce
dikkat çekmiştir:
"Yoldaş vatandaşlar, neden her taşı çevirip sürterek bolluk yaratmaya
çalışıyor. Fakat bir gün her şeyinizi miras bırakacağınız ailenize,
çevrenize, sizden sonra gelecek çocuklarınıza bu kadar az vakit
ayırıyorsunuz? Yaşam ilahi noktada güzel bakmak, güzel düşünmektir. Bir
öksüzü, başını eğmiş, düşünceli ve üzgün gördüğün zaman, kendi çocuğunun
yüzünü öpme."
Güzel Bakmanın en yüce ve en müşfik tüneli hiç kuşkusuz merhamet
tünelidir. Bu merhamet tünelinden içeriye giren, var olduğu imkanlar i-
çerisinde anlamsızlık boşluğu yaşamaz; "her şeyim var ama mutsuzum" diye
bir tedirginlik merhametin aydınlık tünelinde mum gibi erir. Çoğumuz,
zengin olmuş bilim adamlarının, yazarların, işadamlarının hayır kurumları
ve vakıflar kurduğunu biliriz. Onlar bakmasını bilenlerdir. Onlara ne
mutsuzluk vardır, ne de huzursuzluk. Öyleyse, her ne olursak olalım;
ister fakir, ister orta halli ister zengin bir tek şeyi ihmal etmeyelim:
hayat güzel bakmasınız.
Sabır ve cesaret yaşamın tohumlarıdır. Akıl ise bu tohumları serpen en
önemli araçtır "Allah'ım bize değiştiremeyeceğimiz şeylere katlanmak için
sabır, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirmek için cesaret, bu ikisini
birbirinden ayırt etmek için de akıl ver." diye yaşam tarlasının özetini
çıkarmış olan bilge köle Epiktetos, bu üçlü saç ayağı tarzındaki
ifadesinde hayata nasıl bakılması gerektiğinin altını çizmiştir.
Bir arkadaşının keder dolu halinden rahatsızlık duymayan insan mutsuzluğa
dikiş atmış demektir. Oysa arkadaşının karşıya geçmesine yardımcı olanın
kendisini de karşıdadır.
Yağmur, yeryüzünde yaşayan insanlara bereket gönderirken onlardan hiçbir
şey beklemez. Bulut da yağmura bu
Herkesin aklı, yüzü gibi çeşitlilik gösterir.
Locke
I 2 Sınırsız Yaşam Gücü
1 3 Güzel Bak!
bereketi nakşederken hiçbir talepte bulunmaz. Pozitif bakmasını bilen
insan için bu med-cezir hadisesinde çok hikmetler vardır. Dahası, "Her
Şeyim var ama mutsuzum" duygusu artık bundan sonra yerini iç binice ve iç
huzura bırakır.
"Tımarhaneler, dışarıdakiler kendilerin: akıllı hissetsinler diye
kurulmuştur" diyen Montesquieu, aslında bir hakikate işaret etmiştir: Var
o-lan imkanlarımızın farkında olup (Güzel bakmak), yersiz mutsuzluk ve
huzursuzluklar üretmeden yaşama becerisini kazanmamızı istemiştir.
Bakmasını bilen için, çevremiz ibret alınacak materyallerle doludur.
Çocuk Esirgeme Kurumları, Darülacezeler (Yaşlılar Yurdu), Mezarlıklar,
hapishaneler, akıl hastaneleri... Tüm bu yapılar biz dışarıdakiler için
yeterli şükrediş mekanları değil midir? Öyleyse mutlu ve huzurlu olmak
için daha neyi bekliyoruz?
TABİATI SEVİYORUM!
Çünkü bakmasını biliyorum. Dünyanın tüm imkanları yanı başımda değil, ama
dünyanın tüm güzellikleri elimin altında. Yağmurun yağması... Ve yağarken
denizi seyretmek... Ne hoş bir duygu. Rahatlıyorum ve huzur buluyorum.
Gece başımı gökyüzüne kaldırdığım da belki bütün sikir ularımı
unutuyorum. Yıldızlar; ve bana mavimsi gelen karanlık gökyüzü... Tüm
ihtişamıyla beni selamlıyor. Bakıyorum ve rahatlıyorum.
Su... Bizi var eden, içimizin yangısını söndüren; aktığı yerlerde
şırıltı-lı sesiyle ve serinliğiyle tıpkı beşikte ninni dinleyen bebeğe
döneriz.
Mavilikleri görmek ister misiniz? Ben beyazı, maviyi, yeşili severim. Bir
de renklerin tüm tonunu. Çünkü bunlar derindir. Denizi ve geceyi
bunun için severim. Çünkü ben geceyi karanlık olarak görmem; tıpkı
denizin mavisi gibi görürüm karanlığı. Sonu görülen hiçbir şeyin-kıymeti
yoktur. Bakmasını bilen için yaşam sınırsızdır. Çünkü "sınırlı düşünce"
ümitsizlik yaratır, güzel bakışı engeller. Bu yüzden çoğu kereler
mutluluğu, ne olduğunu bilmediğimiz için ararız. İnsanoğlunun
Akıllı davrananlara şans yardım eder.
Euripides
mutsuzluğunun ve huzursuzluğunun bir nedeni de her şeyin aslını aramak
için sarf ettiği üzüntülü uğraşlardır. Nasıl ki mavinin sonu yoksa
mutluluğun da sonu yoktur. Bana bunu öğreten, bu hakikati hissettiren
içimdeki olumlu enerji ve olumlu bakıştır. O, bazen kulağıma kadar
eğilir, bana hakikati fısıldar. Derki:
Ağaçlar güzeldir, tabiatı yansıtan pencereye çektiğin perde güzeldir.
Toprak ve onun kokusu. Sonra kuşlar, ateş böceği. Ya baharlara ne demeli?
Bu da bir güzellik değil mi? Sonbaharın ayrı bir güzelliği var, ilkbahar
ise bambaşka bir şey. Kış gizemli yüzüyle bize göz kırparken onu
reddetmeyiz. Çünkü doya doya yaz ile sohbet ettik. O, bize "Eh! Bana
müsaade deyip, kalktı usulca yanımızdan. Şimdi kardan adam yapma sırası.
Tabiat güzel ve doğru şeyler söylüyor. Hem de avazı çıktığı kadar. Ne var
ki biz bu yitik sesi duyamıyoruz. Pencereden dışarıya baktığımda Marmara
Denizi'nin gök mavisiyle kaynaştığını gördüm. Mutlu oldum sanki bütün bu
maviliklerin kucağındaymışçasma her yer hem gök ve hem deniz bana çok
şeyler anlattı.
Bu sayfalarda nefesin ve gözlerin güzelliğine dair sizlere bir yarar sağ-
layacaKsam ne mutlu bana. Ömrüm boyunca yokluklarımızda da
varlıklarımızda da uçurum hayatı yaşamadık. Daha ilk günkü gibi yaşama
bakışım ve ondan duymadığım negatif bir kuşku, içimde beni ufuklara
taşıyan sandal oldu. Eğer bu alemi sende diğer güzel bakanlar gibi
seyretmesini bilirsen sana tüm samimi ve sıcakkanlılığıyla şunları
haykıracaktır:
"Size şiirlerimi teslim ettiğim zaman, kalbim artık onlara sahip çıkmak
istemiyor. Çünkü paylaşıyorum. Merhametin limitsiz lütfuyla hakikatte
güzelin en güzeli aslında bende kalıyor. Asıl şiirlerim okunmayacaktır.
Çiçeklerin etrafında beyaz kelebekler titreştiği gibi, benim kıymetli
hayallerimin etrafında da titrek beyitler çırpının Elimde onlara temas
eder etmez parmaklarımda korkak, çekingen ve ince kanatlarının hafif
tozlarını bırakarak uçuşup gittiklerini gördüm. Ruhlarımız doğruya bakan,
güzeli hisseden ama meçhulleşmiş şiirlerle doludur. Siz bu kelebeklerin
kendilerin değil, boyadıkları parmaklan görüyorsunuz."
En zavallı insanlar bile
akıldan yana paylarına
razıdırlar.
iMonlaignc
1 4 Sınırsız Yaşam Gücü
1 5 Güzel Bak!
Fransız şair Prüdom, bakmalarımızın aslında bize ait olmadığını kelebek
betimlemesiyle anlatmıştır. Ne zaman ki bakışlarımıza sahip çıkacağız,
özgürlük denilen şeye asıl o zaman kavuşacağı. Ama daha önce yapmamız
gereken şey, bizi "Güzel Bakmak" eylemine taşıyacak olan coşkuya
kavuşmamızdır.
Her insan tatmak ve yaşamak için gelir dünyaya; fakat bunu yaparken ç ok
ulvi bir görevinin olduğunu da unutmaz. Gaye ve hedefler bellidir. Sonsuz
merhamet içgüdüsü aynı zamanda sonsuz var oluştur da. Çünkü yaptığımız
tüm iyilikler bizim hayata nasıl baktığımızı gösterir; ve bizimle
birlikte ebediyete kadar gelir de "Sonsuz güç"ün karşısında lehimize
şahitlik eder. İşte budur asıl haz ve lezzet, hayatı bize güzel
gösterecek olan da bu bakış açımızdır.
DUYGU BARİYERLERİNE DİKKAT!
Doğru ve güzel bakmanın ilkelerinden biri selam ve sabah cimrisi
olmamaktır. Bize yüklenmiş sorumluluklar çirkin rekabetler değildir.
Hayatımızı ne zaman ki rekabet bariyerleriyle sınırlandırırız o zaman
kapımızı mutluluk rüzgarlarına kapatmış oluruz. Alışılagelmiş ve insanı
geriye ket vurdurtan kat kurallar, duygu cimriliğine yol açar. "Önce o
selam versin" anlayışı çirkin bir rekabettir. Oysa önce selam veren
muzaffer bir komutan edasıyla göğsünü gerebilir. Bu insan çok daha mutlu
ve huzurludur. Çünkü insanlar ne hissediyorlarsa öyle bakmayı tercih
ederler. Hayatı, bir bir gizlilikle dolu bir masal, bir bilmece, sonu
gelmez duygu labirenti haline getirmektense onun kapısını açmak huzura
giden yol olacaktır.
Yenilik ve değişiklik içinde geçecek olan hayatın, alıştığımız duygu
bariyerlerinde kendine fütursuzca yor etmesine karşılık, asıl bilgi ve
fazilette ilerletilmesi gerekir. İşte o zaman erdem ve ahlakın, içimizde
yanan nefretin yol açtığı mutsuzluktan kurtularak, bize yeni mesajlar
fısıldadığını ve yeni yollar çizdiğini görürüz.
Toprak birdir. Fakat duygu cimrisi değil- dir. Toprağın bir oluşuna
inat, o, kendisine
Dünyada hiçbir akıl, başka bir akıl olmadan ortaya çıkmaz.
Montaigne
serpilen apayrı tohumlan apayrı meyveler ve sebzeler halinde bize sunar.
Yani selam ve sevgi cimrisi değildir. Böyle olduğu için, yani güzel
baktığı için verimlidir toprak. Peki bu manada toprak bizim için en büyük
ibret olmuyor mu? Demek ki biz de duygu bariyerlerimizi aşarsak, daha
doğrusu duygularımızın önüne bariyerler yığmaz isek sonsuz kainatın en
verimli varlıkları haline geliriz.
"Nedir Güzel Bakmak?"
Güzel bakmak, sorgusuz sualsiz bağışlamaktır. Buradaki bağışlamak hem
affetmek manasındadır hem de ikramda bulunmak manasında. Toprağa bir
farkla, ruhu olan insan her şeyin daha iyisine, daha doğrusuna, daha
güzeline layıktır.
Hiç sokak çocuklarına dikkat ettiğiniz mi.7 Ne yerler ne içerler? Nerede
yatar nerede barınırlar? Top yekûn toplum olarak, fert olairak bu
problemin üstesinden gelebiliriz. Çünkü onlar bizim çocuklarımız. Aslında
tüm dünya çocukları bizim çocuklarımız...
GÜZELLİKLERİN FARKINDA MIYIZ?
Çevremizde öyle güzellikler vardır ki, her gün aralarında bulunduğumuz
için bu güzelliklerin farkında bile değiliz. Eğer güneş sene de bir doğ-
saydı ve o muhteşem batışıyla yine senede bir göz kırpsaydı, insanlar bu
manzarayı görmek için bir sürü paralar karşılığında turlar düzenler,
kıtadan kıtaya koşardı.
Tam tersi düşünecek olursak, eğer yıldızlar yerine kapkaranlık gökyüzünde
ta baştan beri kızıl gezegenler tüm ihtişamıyla yer alsaydı bugün zerre
kadar dikkatimizi çekmiyor olurdu. Aysa şimdi... Bir gezegeni merakla
gözlemlemek için milyarlık teleskoplar alıyoruz. Şu halde alışıp da değer
vermediğimiz muhteşem güzelliklerin ne zaman farkına varcağız.
"Acılar içinde Başarıyı Yakalayanlar" isimli kitabında geçen şu güzel
ifadelere bakalım: "Gerçekte hiçbir işin, oluşun
Akıllı adam hem kitapları hem de hayatı okumayı bilendir. Lin Yutang
1 6 Sınırsız Yaşam Gücü
17 Güzel Bak!
kendisinden asalet yoktur. Asalet, ona o elbiseyi giydirendedir. Her
böcek dut yaprağını yiyebilir. Fakat hiç biri ipek böceği gibi bu yeşil
ottan koza çıkaramaz. Öte yandan dut yaprağı ipek olmaya hiç de mecbur
değildir, ama olur. Fakat onu ipek haline getiren bir canlı vardır. Bu
canlı da, yaprakta ipek yapmak zorunda değildir, ama yapar. Öyleyse, bu
alemde hiçbir şey, kendi yeti sınırlarımızı aştığı için şaşılacak kadar
tuhaf değildir. Çünkü her şey bir emre itaat ediyor. Bize düşen ise tüm
bu olup bitenlere bakıp ufkumuzu genişleterek ibret almak kalıyor."
TADINI ALMAYI BİLENLER İÇİN HAYAT TATLIDIR!
Çevremizde bin bir türlü renkli renkli çiçekler var. Bunlardan hangisini
ağzınıza alırsanız alın belli bir tada ulaşamayacaksımzdır. Oysa arılar
lezzet ve kokunun nerede olduğunu bilip, acı çiçeklerden dahi tatlı
lezzetler çıkarırlar. Bu örneklemenin bizimle olan ilgisi şu: Evet acılar
yaşanacaktır, fakat hüner, bu acılar sabırla dayanmaktır.
Akıl hiçbir vakit, dışarıdan gelecek olumsuz dalgaların esareti altına
girmemelidir. Oysa şunu da gözden kaçırmamak gerekir, çoğu kez insanın
basma gelen talihsizlik ve adaletsizlik, onun ihtiraslarından
kaynaklanır. İnsan, tıpkı güneşin tepeleri ısıttığı gibi önce kendi
benliğini, sonra da etrafını ısıtmalıdır.
Derinden yaşamak geniş ve yüksek yaşamak, herkesin göremediğini görmek,
ruhlarımıza algı tohumu serpmek.... Budur işte hayat. Bir ırmak ne kadar
büyük olursa olsun, ne kadar uzun olursa olsun denize karıştığı anda
kendi boyutunda bir şey ifade eder. Toplum ve toplum içindeki bireyler de
böyledir. Ancak topluma karıştığında özellik kazanır. Öyleyse
bakılmalıdır; merkez ise sosyalleşmektir. Çok kıymetli yükte taşıyan
gemiler ırmaklarda değil denizlerde yol alır; toplumu da böyle görmek
lazım. Onlar, çok değerli yükler taşır bireylere. Ama biz çoğu kez
almasını bilmeyiz. Örneğin sosyal aktivite-ler içerisinde yer alan
dayanışma grupları,
Hayat hiçbir zaman çirkin değil.
Cemil Meriç
y*-~2r.
kermesler, ziyaretler sosyal varoluşumuzun en nadide, en güzide
faaliyetleridir. İşte hayat ancak bu yönüyle tatlıdır.
Unutulmuş geleneksel alışkanlıklarımıza yeniden dönme vakti gelmedi mi?
Eskiden çok iyi hatırlarım, komşu komşuya periyodik aralıklarla bir iki
tabak yemek götürürdü. Zil çalar, kapıyı açarım, komşu kızı, "Annemin
selamı var, yaptığı yemekten siz de tatmanızı istedi." derdi. Gelen yemek
ayrı bir tabağa boşaltılır, ama tabak geri verilmeyip, bir gün sonra
nefis yemekler yapılarak, komşuya aynı tabakla ikram edilirdi. Neydi
bizim yaptığınız? Bizim yapmaya çalıştığımız ırmak olmaktan çıkıp denize
dönüşmekti. Bu duyguyu bu tadı biz ailece hala yaşamaya çalışıyoruz.
Böyle kendimizi daha mutla hissediyoruz.
Aslında hayatın tadı bakmasını bilen için yapılan karşılıksız
iyiliklerdir. Güzel bakmanın gereği yapılacak her iyilik, bize geri
dönecek olan huzurdan hazdır. Karşılığı beklenilmeden yapılan her yardım,
öldürülen bir bencillik duygusudur. Böyle düşünen insan mutsuz olmaz.
Kendi benliğinde hayata baktığı penceresini genişletmiş olur.
Mevki ve makamlar istenmez. Huzur ve dirlik arzu edilen makam ve
şöhretlerde değildir, hayata güzel bakmaktadır. Hayata güzel bakamayan
nice şan ve şöhret sahibi insanlar intihar etmişlerdir. Hayatın tadını
şan, makam, şöhret ve mevkide gören bu insanlar, onu ele geçirdiklerinde,
huzur ve mutluluğun hiç de bu arzu ettikleri şeyde olmadığını
görmüşlerdir. İşte sizin arzuladığınız büyüklük bundan öte olsun.
Çocuklarımızı ve gençlerimizi de hayata kuşku ve rekabet dolu gözlerle
bakar bir halde yetiştirmeyelim.
Hz. Mevlana Divan-ı Kebir'inde "Can Gibi Bir Toplum" başlığıyla şu
coşkulu satırları kaleme almıştır: Yürü, can gözünü aç da aşıklara bir
bak, bir seyret onları. Gönül gibi alt üst olmuş, can gibi ayaksız başsız
bir toplum.
Hepsi de kazançsız çalışıp çabalama-da. Hepsi de tencere gibi kaynayıp
coşmada. Hepsi de perdesiz örtüsüz. Hepsinin de gönlü, onun hükmüne karşı
bir siper halinde, ne gelirse kabullenmişler.
Gönülleri bahçeden de daha neşeli, gülden de. Hatta serviden daha hür
on-'ar; akıldan, fikirden daha üstün, abı hayattan da arı duru.
Yaşamayı bilmek, işim ve sanatımdır.
Tevfik Fikret
1 8 Sınırsız Yaşam Gücü
1 9 Güzel Bak!
Denizlerin dalgaları üstünden geçip gitmişler de o köpürüp coşan kandan,
kara lekeden eteklerine bir zerre bile bulaşmamış. Tertemiz onlar.
Diken içindeler, fakat gül gibi. Hapisteler fakat şarap gibi. Balçık
içindeler, fakat gönül gibi. Gece içindeler, fakat seher gibi...
Zerreler gibi havadalar, güneş kaftan olmuş onlara. Balçığa ayak
basmışlar. Gönlün tam içinden baş göstermişler.
Sen de bir an olsun, onların canlarına hemdem oldun, onların şarabını
onların kadehinden içtin ya; hoşsun, sarhoşsun.
Yürü, yürü! Doktorlara, sizin orada işiniz yok artık. Çünkü orada ne bir
hastalık var, ne de kimse rahatsız olur.
AFFEDİCİ OLUNUZ!
Kin gütmek, nefret etmek ancak cahillere has bir davranıştır. Randall
"Bilgili insan kolay affeder" diyor. Gerçek intikam aslında affedici
olmakta yatmaktadır. Eğer biz merhamet edici olmaz isek başkalarından
merhamet beklemeye hakkımız olamaz. İster idareci olsun ister aile reisi
hataları yapıcı bir şekilde affetmesini bilmeli.
Her davranışta bir gizem vardır. Bakmasını bilen için olumlu olumsuz
davranışların hepsinde apayrı mesajlar gizlidir. Biz ancak kendimizi
sorgulayıp, kendi hatalarımızın üzerine gitmeliyiz. Herkes böyle
düşünürse zaten ortada hasislik kalmaz.
Sadi Şirazi'nin şu sözlerini her zaman hatırlamalıyız: "Emrindekileri
bağışlamasını bilmeyenler gün gelir bu insanların affına muhtaç olurlar."
Bilge bir insana sormuşlar, "Bağışlamak mı, yoksa cesaret mi daha
iyidir?" Bilge de şöyle cevap vermiş: "Bağışlayanın zaten cesarete
ihtiyacı yoktur."
Affetme özelliğine sahip insanlar daha huzurludur, yemeklerin daha
lezzetle yerler. Cesaret, affetmekte yatmaktadır. Cesur insanlar
affetmesini bilen insanlardır. Bu yüzden özellikle boş olan insanlar,
huzur ve lezzet arıyor iseler, emrindeki insanı ezmemeliler. Erdemli
insan,
Hayat şartlarının zorluğu, insanın yücelmesi için zorunludur.
Alexis Carrel
kariyeri ve baş olmayı ezmek için değil belki ezilmemek için arzu eder.
Hayata pozitif bakmasını bilmek de budur.
Bir insana nasıl kazanılacağı öğretilebilir; fakat mana yüklü davranışlar
yumuşak kalplilik ister.
"*
Şefkat ve iyi kalplilik öğretilmez veya öğrenilmez, yaşandır, hissedilir.
Paranın nasıl kazanılacağının bin bir türlü yolu vardır belki; ama nasıl
ya-şanılacağının bir tek yolu vardır, o da hayata güzel bakıp merhamet ve
dayanışma melekelerimizi hareket geçirmektir.
Her yüce medeniyet adaletle kurulmuştur. Adaletin temeli ise merhamettir.
Bireylerinin karşılıklı merhamet duygusuna sahip olduğu toplumlar,
uygarlık alanında en parlak devrini yaşıyor demektir.
Öfke, pişman olmanın sinyallerini veren ilk basamaktır. "Kızgın oldu/ ğum
zamanlarda karar veremem." diyen İngiltere'nin eski Başbakanlarından
Churchill, idare etmenin can damarını bu sözüyle ifade etmiştir. Öfke,
hayata güzel bakmayı önler. Merhamet ve affedicilikte de toplumun önünde
bariyerdir. Hiçbir parlak medeniyet öfke kolonları üzerine inşa e-
dilmemiştir.
Hayata güzel bakmanın ve ilkellikten kurtulmanın yegane yolu affedici
olmaktır. Huzur ve mutluluk arıyorsanız hiç olmazsa lütfen kendiniz için
affedici olunuz. Çünkü merhametsizlik omuzlarınızda yük, sırtınızda
kambur olur.
SEVGİLİ ÇOCUKLARIMIZA!
Ailemize yakın dostlarımız arasında sık sık tartışma konusudur:
Çocuklarımızın yetişmelerinde ana-baba mı, yoksa öğretmenlerimi daha
etkin rol oynar? Hangisi daha çok emek harcar?
Onlara hiç düşünmeden şu karşılığı veriyorum:
-Öğretmenleri!
Sevgili Yavrum! Bunu sen de böyle bil. Evet harçlığını veren bizleriz,
ama seni ruhen yetiştirecek olan, hayata güzel
Bize yaşamayı
hayat geçtikten sonra
öğretiyorlar.
Montaigne
jsja-afe.
*"JŞğ
1
20 Sınırsız Yaşam Gücü
bakmanı sağlayacak olan kişi, unutma ki öğretmenindir. Biz onların
yanında yaya kalırız. Bizim dahi yetişmemiz de onların emekleri vardır.
Öğretmenin, onlarca çocuğa gösterdiği sabır, hoşgörü, verdiği bilgi, seni
ya-rmlara hazırlaması açısından kıymetli bir hazinedir. Seni, bu
hazineden yoksun bırakacak tutum içerisine girme.
Sevgili Çocuğum! "Bana bir harf öğretenin kelesi olurum" sözünü hiçbir
vakit unutma. Seni "Sen" yapacak olan, sana kişilik kazandıracak tek kişi
öğretmenindir. Okulunu evin gibi gör. Öğretmenlerini de anne ve baban
kabul et. Çünkü o, tabloya renk veren ressamdan, demire şekil veren
demirciden, altını işleyen sarraftan taşa biçim veren heykeltıraştan daha
kıymetli usta bir sanatçıdır. Bunun için ömrün boyunca öğretmenlerini,
hele ki ilkokul öğretmenini ve onun sana harcadığı emeklerini asla unutma
yavrum.
Sevgili Küçüğüm! Sana arkadaş sevgisini aşılaşan sana başarı yollarını
gösteren, hayatın boyunca unutamayacağın anılarına baş aktörlük yapan
öğretmenini hep an.
Tüm bu emekler karşısında öğretmeninin senden istediği bir tek şey
vardır: Unutulmamak!
Eğer sen de unutmak ve unutulmamak istemiyorsan Sevgili Yavrum! O halde
Hayata Güzel Bak...
SEVGİLİ GENÇLER!
Bizler her çocuğumuzun, iyi bir evlat, iyi bir vatandaş ve iyi bir insan
olabilmesi için elimizden gelen analık ve babalık vazifelerimizi yapmaya
gayret ettik.
Sevgili Gençler! Biz hayata güzel baktık, hala da öyleyiz. Sizlerin de
öyle olduğuna inanıyoruz. Birbirimizin kalbini kırmadık. Sizler de kalp
kıran insan olmamalısınız. Bizler birbirimizle anlaştık. Çünkü biz hayatı
saygı ve sevgi olarak gördük. Bir kadının kocasını eve geldiğinde
karşılayıp, "Hoş geldin" demesi her şeye bedeldir. Erkeğin de hanımına
İyi bir başlangıç, yarı yarıya başarı demektir.
Andre Gide
21 Güzel Bak!
şefkat, merhamet ve saygı göstermesi ve "Nasılsın" diye sorması hayata
güzel bakmaktır. "Saygının, sevginin ve iyiliğin olmadığı yerde
büyüklükten bahsedilmez" diyor ünlü yazar Tolstoy.
Sevgili Gençler!
"İnsanın güzelliği davranışlarındadır." diyor Pascal. Bir insanın en
büyük hazinesi, onun davranışlarına yön veren karakteridir.
Karakterinize, şöhret duygularınızdan ve maddi arzularınızdan daha çok
önem veriniz. Çünkü karakteriniz, neyseniz ne sanıyorsa odur. Ödül olarak
size, kendi dürüst karakteriniz yeter. Zira en iyi ödül, insanın içinin
rahat olmasıdır. Dale Carnegie, insan zekasını tanımlarken, iyi insan
olmanın zekadan tamamen yüce olduğunu ifade ederek şunları söylemiş:
"İnsan zekanın karşısında belki saygıyla eğilir; ama iyiliğin, şefkatin
önünde diz çöker."
Sevgili Gençler! Öğrenmelerinize dikkat edin. Hayatın en büyük hatası iyi
ile kötüyü ayırt etmeden öğrenmektir. "Eğer kötülüklerinden dolayı Sen
kendini ayıplamasını bilirken, kimse seni ayıplamaz." diyor Şira-zi. En
kötü şey kötülük görmek değil, kötülük yapmaktır. Hayatı güzel düşünen
kötülük yapmayacağı gibi, kötülükte de karşılaşmaz. "Güçlüyken kötülük
yapmak elinde. Ama sen bunu yapmıyorsan dünyanın en erdemli insanısın
demektir." diyen bilge insan Platon, bana Sadi'nin yine şu güzel
gözlerini hatırlattı: "Güçlü anında iyilik yapan, güçsüz anında zorluk
çekmez."
Sevgili Gençler! Unutmayın! Her kötülük bilgisizlikten değildir. Siz,
kendi iç benliğinizle muhasebe ediniz. Bunu sakın ihmal etmeyiniz.
Kötülükten uzak kalmak için derin bilgi yerine, derin iç ahlakınıza
yönelin. Böylece evlenince de rahat edersiniz. Eğer yeterli vicdan
muhasebesine girerseniz iş ve eş hayatınız mutlu ve huzurlu olur. Eş
seçerken kimi gösterişe kimi güzelliğe, kimi de zenginliğe ilgi duyar.
Oysa gösteri, bel bükülmesiyle; güzellik, buruşukluklarla; zenginlik ne
olacağı belli olmayan duruşuyla aldatıcıdır.
Sevgili Evladım! Sen ahlaklı ve erdemli olanı seç. Eşinde de işinde de
güzellikten doğruluktan ve ahlaktan yana °1- Bu tutumunla herkes
tarafından sevilir sayılırsın, mutlu ve huzurlu olursun.
Fazilete yükselmek güç,
rezalete alçalmak
kolaydır.
Hz. Ali
22 Sınırsız Yaşam Gücü
23 Güzel Bak!
Unutmayınız ki, teraziler sadece mal tartmaz, bir de öyle şeyler tartar
ki insanoğlu için en önemli ölçü budur: Vicdan, hak, hukuk, inanç...
Bunlar elle tutulmaz, gözle görülmez, sadece insanlığa ve hayata güzel
bakan kişi bunları hisseder, yaşar. Vicdan terazisi de tıpkı mal tartan
teraziler gibi iki kefeye sahiptir. Birincisi iyilikler kefesi, diğeri
ise kötülükler kefesidir. Kötülükler her gün karşınıza çıkar; ama
iyilikler, belki yılda bir kez karşınıza çıkar. Yani kötülükleri işlemek
kolaydır, bu yüzden dikkatli olun, iyilikleri işlemek ise pek o kadar
kolay değildir, bu yüzden fırsat geçti mi kaçırmayın.
Aklınızdan çıkarmayınız! Hayatta haksız tutumlarla da
karşılaşabilirsiniz. Bu durum sizi isyankar etmesin. Çünkü inanınız ki,
her zorluktan sonra ferahlık vardır. Arkanızı dönüp geriye baktığınızda
zaman, ömrü haksızlık yaparak geçmiş insanların ne hallere düştüğünü
görürsünüz. Haksızlığa uğramış ama, irade göstererek sabredip, terbiyeli
bir şekilde bu haksızlığı hatırlatmış ve sonra da işine gücüne bakmış
insanların mutlu ve huzurlu yaşadıklarını göreceksin. Sen de böyle olmaya
çalış. Sinirin, asiliğin seni pişman olacağın ve sonradan utanacağın
hallere düşürmesin. Unutmayınız ki, her haksızlık, bir gün hakkın kuvveti
karşısında yenilen geçici kuvvettir.
Sakın hafife almayın! Bir insan doğup büyüdüğü memleketi tanımazsa, iyi
bir vatandaş olmuş sayılmaz.
Buradaki tanımaktan kasıt illaki gezip görmek değildir. Memleketinin
sorunlarını gözlemlemeniz ve çare olmaya çalışmanız vefa borcudur.
Tarihini tanımayan atasını bilmeyen, ülkesi için dedelerinin ninelerinin
neler çektiğini hissetmeyen bir gençlik düşünülemez. Lise ve üniversite
çağlarmdaki siz gençlerin gözlerinin önündeki cehalet perdesi ve vurdum
duymazlık çoktan kalkmış olmalı. Bizler sizlerden umutluyuz, sizlere
güveniyoruz ve sizleri seviyoruz. O halde:
Tarihinin sesini duy! Vicdanının sesini duy! Atalarının sesini duy!
Kimsesizlerin sesini duy! Eğitiminin sesini duy! Öğretmenlerinin sesini
duy! Memleketinin sesini duy! Yabancıların sesini duy!
Ahlakının sesini duy! ,"
iyiliğin sesini duy! Anne babanın sesini duy! Benim sesimi duy! Kısacası,
içinin sesini duy!
Yurdunu, tarihini tarihinin şanlı şerefli büyüklerini tanıdığını onların
iyi hareket ve düşüncelerinden ders aldığınıza yürekten inanıyorum.
Hareketlerinizde sözlerinizde, düşüncelerinizde hep dürüst kalın.
Sevgili Gençler! Sizlere tüm açık yürekliliğimle ve olanca coşkumla şu
ilkeleri seslenmek istiyorum:
-Vicdan terazinizi elden bırakmayınız.
-İnanç ve düşüncelere saygı gösteriniz.
-Allah'tan korkup, kuldan utanınız.
-Her şeyi tadında bırakınız
-Doğru olunuz.
-Olduğunuz gibi görününüz
-Hakikat güneşinin ışığından korkmaymız.
-Geleneklerinize saygı gösteriniz.
-İyi görülmeyen hareketlerden çekininiz.
-Her vakit duanın gücüne inanınız.
-Hayatı seviniz, hayata güzel bakınız.
Sevgili Gençler! İş ve toplumsal hayatınızda zihniniz açık, yüzünüz ak
olsun.
Hayata Güzel Bakınız...
BİZİ ANLATAN BİR ÖYKÜ!
Bir adam baltasını kaybetmişti. Onu, komşusunun oğlunun aldığını
sanıyordu. i
Komşu çocuğunun hareketlerini gidişine bakıyordu. Her şey, onun balta
hırsızı olduğunu gösteriyordu. Yürüyüşü, hareketleri, bakışları balta
hırsızı eil->ivdi. I ler şey ama her şey apaçık ortadaydı. Yüzü de balta
24 Sınırsız Yaşam Gücü
25 Güzel Bak!
andırıyordu. Bütün hareketleri, balta hırsızından başka bir şeye
benzemiyordu. Balta hırsızı olmayan bir insan böyle davranamazdı, böyle
bakmazdı. Demek ki bu çocuk balta hırsızıydı.
Adam bir gün baltasını bir çukurda unuttuğunu anımsadı. O çukura gitti.
Baltası olduğu gibi bu çukurda duruyordu. Ertesi gün komşu çocuğunu
gördü. Çocuğun hiçbir hareketi bir balta hırsızına benzemiyordu.
Görünüşünü de bir balta hırsızı gibi değildi. Hatta çocuğun yüzünde
birçoklarına göre sevimlilik ve güven vardı.
ÖNYARGILARDAN KURTULUN
Olmayan, belki de gerçekleşmesi mümkün olmayan konular üzerinde
önyargıyla tartışmak faydasızdır. Faydasız bir işi biz kendimize
yakıştıramayız. Gerek olaylar gerekse şahıslar hakkın da erken karar
vermek sonu pişmanlıkla bitecek tatsızlıklara sebep olabilir.
Balta hikayesinde olduğu gibi, adam ya erken harekete geçip, komşusunun
kapısına dayansaydı... Telafisi mümkün olmayan bir durum çıkardı ortaya.
Önyargıların adı bugün paranoya oldu. Belki bir çok kişi bir çok işinde
bu davranışından dolayı başarısız oluyor. Karşılıklı güven esasına dayalı
birliktelik ve ortaklıklarda gerçekten fayda vardır. İş ve günlük
hayatında başarılı olmak isteyen insanlar öncelikle karşılıklı güveni
sağlamış olmaları lazım. Önyargılı olmanın hiç kimseye bir faydası
dokunmaz. A-ma esnek ve geniş olmak olumlu bir enerji yayar. Böylece
işlerinizi daha rahat yürütürsünüz.
önyargılar, başkalarıyla ilgisi olmayan, tamamen bizim kendi
tutumlarımızdan kaynaklanan durumlardır. Farkında olmadan böyle bir
alışkanlığa yakalanabilirsiniz. Sonrasında ise ilişkilerimiz zedelenir.
Çünkü, önyargılar öfkeye, şüpheye, gereksiz rekabete, kırıcı ve üzücü
önlemlere, dedikoduya ve kötü kurnazlığa sebep olabilir.
Kendi çabalarımızla bu türden yanlış bakışlarımızı düzeltebiliriz.
Fazilet, menfaatlerin çarpıştığı yerde meydana çıkar.
M. Morgan
Amerika'da yayınlanan bir dergi de bu konuyla ilgili çok güzel gerçek,
yaşanmış bir öykü okumuştum. Sizinle paylaşmak istiyorum:
Bir gün akıl danışmak için avukat bir arkadaşa gittim. "Başım dertte"
dedim. "Karşı komşular tatilden istifade, bir ay için gidecekler ve iki
köpeği evde kilitleyecekler. Bir kadın gelip onlara yiyecek verecek. Bu
arada köpekler yalnız kalacak, gündüz havlayacak, gece uluyacaklar. Ben
u-yuyamayacağım, asabım bozulacak ve hayvanları zulümden koruma ce-
miyeti'ne gidip onları aldıracağım yahut kızıp ikisini de vuracağım.
Sonra komşularım geldiği zaman, bu sefer onlar kızıp beni vuracak..."
Avukatım gülerek ve omzumu okşayarak, "Sana bir hikaye anlatayım." dedi.
"Eğer evvelce duymuşsan sözümü kesme; çünkü tekrar dinlemen senin için
faydalı olacak."
"Bir arkadaş gece yarısı şehrin dışında otomobilini hızla sürüyordu.
Birden lastik patladı. Otomobilden çıkıp baktı, otomobilin tekerlerini
kaldırmak için krikosu yoktu. Kendi kendisine, 'Bir kriko isterimf^dedi.
Uzakta bir ışık gördü ve şöyle mırıldandı, 'Talihim varmış. Çiftçi
uyumamış. Kapıyı vurur, başıma geleni anlatırım. Bana ödünç bir kriko
vermek lütfunda bulunur musunuz, derim O da 'Hay hay arkadaş, al işini
gör, fakat işin bitince geri getir.' der.
Eve doğru yürümeye başladı, fakat biraz ilerlemişti ki ışık söndü. Bu işe
canı sıkılan arkadaş kendi kendine şöyle söylendi: 'Şimdi adam yattı.
Rahatsız ettiğim için kızacak ve belki alet için bir miktar para
isteyecek. Ben de, pekala, bu komşuluğa yakışmaz ama size bir dolar
veririm, diyeceğim. O, hem gece yarısı beni yataktan kaldıracak, hem de
bir dolar vereceksin ha, ya beş dolar vereceksin ya da gider krikoyu
başka yerde ararsın, diyecek.
Bu esnada krikoya ihtiyacı olan arkadaş kendi kendine iyiden iyiye
öfkelenmişti. Bahçe kapısına geldi ve mırıldandı:
'Beş dolar ha! Pekala, sana beş dolar vereceğim. Ama bir tek kuruş daha
vermem. Kör şeytan şu kaza olmasaydı kriko da lazım olmayacaktı. Zararı
yok, Şimdi istediğin parayı vereceğim. Yalnız bunun düpedüz bir
dolandırıcılık olduğunu unutma.'
Disiplin ne istediğinizi hatırlamaktır.
Davıd Campbell

* <*?" -
26 Sınırsız Yaşam Gücü
27 Güzel Bak!
Adam, bu düşüncelerle evin kapısına varmıştı. Kapıyı hızlı hızlı ve
şiddetle vurdu. Çiftçi kapının üzerindeki pencereden başını uzatarak a-
sağıya seslendi:
'Kim o? Ne istiyorsun/'
Arkadaş durdu ve kapıyı bir yumruk daha indirdikten sonra bağırdı:
'Senin de krikonun da canı cehenneme! Malın sen de kalsın!'
Gülmem geçtiği zaman birdenbire sıçradım ve 'Benim yaptığım da buna mı
benzedi.7' diye sordum. 'Tamamen.' dedi. 'Meseleleri sakin bir şekilde
halletmek varken, kocaman canavarca hayaller kurarak, hayatı kendilerine
zehir edenlerin sayısı az değil. Her hafta bana onlarcası geliyor.
Avukatlığımı unuttum sanki ruh doktoru oldum. Adam iş ortağına ne desin/
Kadın kocasına ne diyecek/ Bir ayağı çukurda ihtiyar, akrabasının
vasiyetnamesi için ne söylesin? Ben de hepsine bu kriko hikayesini
anlatırım. Böylece sakinleşirler, sonra işlerinin yoluna girmiş olduğunu
i-şitirim. Bir tanesi, ortağının, onun yan yoldan memnuniyetle nasıl
karşılandığını anlatır, ihtiyar adamın akrabaları, kendilerini veraset
vergisinden kurtarmak için, ölmeden evvel her şeyini bizzat kendisinin
halletmesi için bir avukat aradığı haberini verdi. Hayat tuhaf.'
Düşündüm! Ne kadar doğru! Çoğumuz kör bir hiddet için de düşmanlarla
mücadele için çalışarak hayatta, yanından kolayca geçebildiğimiz
engellere çarparız. Hatta bir gün birisi karşımıza çıkıp karanlık bir ge-
cede bir şimşeğin parlaması gibi tek bir kelime ile aklımızı başımıza
getirinceye kadar, yapmakta hayata yanlış bakmamızda aramalıyız. Hayata
güzel bakan için sıradan engellerin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Zaten böyle
düşünen insan içinde güzel ve hoş bir hayat vardır. Güzel düşünce gücü,
engelleri daha var olmadan yok eder.
Önyargıyla hayatımızı zindan ettiğimiz günler artık geride kalsın. Bakın,
aşağıda anlatacağım kısa diyalog sizi nasıl kasvetli bir ruh haline
dönüştürecektir. Hele bu diyalog karı koca eşler arasındaysa. Hep
birlikte dinliyoruz.
Bir akşam otomobille şehirden eve dönüyordum. Yemeğe geç kaldım ve karıma
telefon etmemişti. Birbiri arkasına dizilmiş otomobillerin arasında
otomobilimi sürerken endişem ve öfkem arttıkça arttı. İçimden
söyleniyordum: 'Eve gidince karıma trafiğin kalabalık oluşundan dolayı
geciktiğimi anlatacağım.' O, 'Niçin şehirden ayrılmadan evvel telefon
etmedin/' diyecek. Sonra o, 'Evet ama, ben de buradl. bütün gün senden
telefon bekliyordum.' diyecek. Ben, 'Muhabbet kuşu gibi her dakika sana
telefon etmekten başka işim yok galiba!' diyeceğim. O, 'Çok zalim
konuşuyorsun, ama bana telefon etmek istemezsin.' diyecek. Ben de her
halde artık köpürerek, 'Tamam kes, uzatma.' diyeceğim. Karım da, 'Sen
kes!' diyerek bana bağıracak. Ben de evi hışımla terk edeceğim.
Sonra birden kendime geldim. Çünkü kafamı ve ruhumu iyice yormuştum. Ben
şimdi bu kafa ve ruh haliyle eve girersem zaten tartışma çıkma ihtimali
yükselmiş olur. Çünkü iyice gerginleşmişim. Birden iç temsilimi
değiştirdim. Hayata güzel bakmaya çalıştım. Eve de iyice yaklaşmıştım.
Sonunda arabamı pak ederek, kapıya yöneldim. Zili çaldım. Karım kapıda
göründü. Gülümsüyordu. 'Gözüm yollarda kaldı.' dedi. 'Çok nefis sarmalar
yapmıştım, şimdi birlikte yiyebiliriz.'
Hayret. Hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Güya ben hışımla evi terk
edecektim. Peki o kadar kafamı ve ruhumu yormam ne diyeydi/ Anlamadım ki
çoğu zaman biz hayata güzel bakmıyoruz."
Evet, doğru. Biz hayata güzel bakmasını bilmiyoruz. Nasıl mı/ Çok basit.
Herkesin bize düşman olduğunu sanıyoruz. Yolumuzun üzerinde herkesin
kuyumuzu kazdığını düşünüyoruz. Böylece hayatımız zindan oluyor.
Geçmişteki yaşadığınız bazı hatıralar sizi üzüyorsa bunun artık ne ö-nemi
var ki... Unutun gitsin. Gelecekteki mutlu günleri hayal edin. Hatta
şimdi yaşadığınız huzur ve mutluluk için Allah'a şükredin.
Hayata Neden Güzel Bakmayalım Ki!
DÜŞKÜN ADAMDAN ALINACAK DERS
Sokağın köşesinde duran yaşlı zenci dilenci dikkatim çekmişti. Diğer
dilenciler gibi ne ağlıyor ne de sızlıyor ne de durmadan dua ediyordu. Bu
halini garip bulduğum için kendisi ile ilgilendim.
Sokakta dilenenlerin çoğu çalışabilecek durumdaydılar. Fakat bu yaş-h
zencinin hali bambaşkaydı. Sağ kolu yoktu. Gözleri yuvalarından fırla-mı§
gibiydi. Göz kapaklarını yarı yarıya kapatarak acayip bir bakışı vardı.
Belki de adam bakar kördü. Sol bacağı dizinden itibaren yoktu. Ters dön-
müş olan sağ ayağı ise otomobil lastiklerinden kesilen bir parça ile
desteklenmişti.
28 Sınırsız Yaşam Guc
29 Güzel Bak!
İçimden gelen garip ve karışık bazı hislerin etkisiyle yanma yaklaşıp
sordum, "Bir trafik kazası mı geçirdiniz?"
Bunun hiç de nazik bir hareket olmadığını bildiğim halde onunla konuşmak
için şiddetli bir arzu duyuyordum. Sesimi duyunca hayretle başını çevirip
bana baktı.
Birisinin kendisi ile ilgilenmesinin onu çok şaşırttığı belliydi.
Yavaşça, "Hayır!" dedi. "Zaten doğduğum zaman sakatmışım. Bir hastalıktan
bacağımı kaybettim. Sonra kanım zehirlendiği için kolumu kestiler.
Bunlara rağmen geçen yıla kadar çalışıyor ve iyi kötü kendimi besleyecek
parayı kazanıyordum. 8 yaşımdan beri girip çıkmadığım iş kalmadı. Artık
ihtiyarladım. 70 yaşındayım."
Ona kendi kendine sokaklarda nasıl gezdiğini, vasıtalara nasıl inip
bindiğini sordum. Otobüse binebilirim" dedi ve devam etti: "Merdivenleri,
kendi kendime bir usulle tırmanırım. Dedim ya doğuştan sakatmışım diye.
Her çocuk yürürken ben de bir şeyler icad edip aynı hareketleri yapmaya
çalışırmışım O zamandan beri alıştım."
Bir konuşmanın ya bittiğini ya da en can alacak noktasına geldiğin
belirten o uzun sessizlikten sonra yaşlı adam bana uzun uzun baktı. Bir
şey görüp görmediğini bilmiyorum, ama bu bakışları altında kendimden
utandım. Ve sanki bu duruma sebep benmişim gibi titrediğimi hissettim.
Birdenbire ona acıdığımı fark etmiş de bana kırılmış gibi bir tavırla
"İşte böyle" dedi. Ve devamla, beni belki hayata yeniden döndüren şu
çarpıcı ifadeleri kullandı:
"Hayata hiç yenilmedim. Mücadeleyi bir an bile bırakmadım. Bu benim
yaşama formülüm. Başına her ne gelirse gelsin mücadele et ve hayatın seni
yenmesine hiçbir zaman fırsat verme. Önümden her gün yüzlerce insan gelip
geçiyor. Hepsinin suratı asık. Oysa sağlamlar sağlıklılar. Mutlu ve güler
yüzlü olacakken geçici sorunların etkisinde kalıyorlar. Bir evleri var
aileleri var Mutlu olmamaları için hiçbir sebep göremiyorum. Sen de
öyle... Sağlamsın. O halde hayata güzel bak."
Yukarıdaki öykü yaşanmış gerçek bir öyküdür. Böyle anlatıyor Garri-son.
Evet, bize ne oluyor ki birbirimize sorunlar yaratarak mutsuzluk
haritaları çiziyoruz. Sorunlar mutlaka yaşanacaktır. Fakat unutmamalıyız
ki ıssız dağlardaki ulu ağaçları yetiştiren fırtınaların taşıdığı
rüzgarlardır. Nice güzel yaşamlar vardır ki, görünmez, bilinmez
insanların imzaları vardır
bu yaşamların altından. Tabiat dahi, kendisinde, açılan boşlukları usulca
doldurmaktadır. Bunu yaparken en küçük bir şikayetini duymayız. Oysa
bizdeki ruh boşluğu, hep kendimizin yarattığı sebeplerden ötürüdür.
Yaşamımız garip bir hayat hikayesi gibi akıp giderken geriye dönüp
baktığımızda hüzünlenip kederlenmek mi isteriz, mutlu olup, tebessüm
etmek mi? Elbetteki tüm yaşamımız boyunca pişman olmayıp memnun
kalacağımız işler yapmak isteriz. Bizi faziletten, doğruluktan, iyilikten
u-zak tutacak işler yapmayı arzu ederiz.
Ormanlarında özgürce, cesurca kükreyen gökyüzünde istediği kadar kanat
çırpan... Aslan ve kartal. Tabiatta yer ve göğün yaratılmış iki kralı...
Denizlerin hakimi ise balıklar... Hep perdelenmiş engelleri aşmak
isterler. Bunun yaparken bir şikayetleri görmeyiz. Ama biz insanoğlu
hayata güzel bakmayı ihmal ettiğimiz için ormanları yok ettik, gökyüzünü
kirlettik, denizleri bulandırdık. Daha da önemlisi iç dünyamızı
kararttık. Bilgiyi, ortadan kaldırmak gibi algıladık, ona güzel bakmasını
bilmedik. Hükmetmeyi yaşamak zannettik. Haksızlık ve acımasızlık
karşısında mezar taşı olduk. Hiçbir kötülüğün ruhumuzu tatmin
etmeyeceğini düşün-seydik daha mutlu olurduk. Çünkü o zaman kötülüklerin
yerini iyilikler almış olurdu.
Hayatın şifası gökyüzünün yağmurları gibidir. Yapılacak her kötülük bizi
bir adım daha ölümden uzak tutmaz. Öyleyse ne diye gökyüzünün bereketli
yağmurları gibi etrafımıza bereket sağmıyoruz? İmkanlarımızın olmasına
rağmen bu imkanların farkına varmayarak nice yılları heba ediyoruz. Boşu
boşuna üzülüyor, boşu boşuna önümüze engeller koyuyoruz.
BU HAYAT FIRSATINI BİR DAHA BULAMAYABİLİRSİNİZ
işte "Güzel Bak!" mesajının püf noktası. Hepimiz mutlu ve coşkulu olmak
isteriz. Acaba bunun için neler yapıyoruz? Hayatın, çağlayandan dökülen
bir su gibi akıp geçtiğini biliyor muyuz?
Hayatınızda küçük iyilikler yapın. Hayır! İllaki maddi değil. Aradan uzun
zaman geçirmeden arkadaşlarınızı ziyaret ediniz. Onlara sevgi, sağ-hk ve
mutluluk mesajları geçiniz. Bir arkadaşınızı elinizde bir kilo tatlıyla
30 Sınırsız Yaşam Gücü
31 Güzel Bak!
ziyaret ediniz. Böylece düşünceleriniz şükran duymaya yönelecektir. Sevgi
ve minnet duygunuz açığa çıkacaktır.
Dikkatinizi sadece iyi ve hayırlı işlere yöneltin. Eğer siz birine tatlı
bir jest, bir iyilik yaparsanız o insana güç ve enerji vermiş olursunuz.
Bu, şu manaya gelir: O insan çevresine olan güvenini kaybetmişse veya
kaybetmek üzereyse sizin bu jestinizle duygulanır ve minnet duyar.
Böylece o da etrafındakilere iyi olur.
Herbert hayatı yorumlarken şu güzel ifadelerde bulunmuş: "Yirmi yaşında
dürüst, otuz yaşında güçlü, vicdanlı, kırk yaşında zengin, elli yaşında
akıllı olmayan insan hiçbir zaman dürüst, vicdanlı, zengin ve akıllı
olamaz."
Zamanında güzel işler yapma imkanı elimizdeyken, önce bakış çerçevemizi
düzelterek iyiye soyluluğa ve yardımseverliliğe yönelelim. Ünlü filozofun
biri boşa geçmiş hayatın farklı tarifini yapmış:
"Bir zenginin mezar taşında şunlar yazılıydı: Toplamayı yapar, çarpmayı
bilirdi. Fakat çıkarmayı bilmezdi. Öldükten sonra mirasçıları görmeyi
öğrendiler."
Demek ki zenginlik sadece toplamak ve artırmak değildir. Zenginlik aynı
zamanda hayır yolunda harcamaktır da "Gerçek zengin, eli açık o-lan
insandır. Eli açık olmayanın, fakirden farkı yoktur." diyor ünlü bilge
Sokrates. O halde hayat hala bizimle beraberken zenginliğe ve paraya o-
lan bakış açımızı da düzelmemiz gerekiyor.
"GÜZEL BAK!" MESAJININ HİKMETLERİ
Çok basit, bardağın boş olan tarafını görmemiz bize ne kazandırır? "
Neden diğer yarısı da dolu değil?" diye dertleniriz, boş yere
omuzlarımıza sıkıntı yükleriz. Dahası, kanaatsizlik etmiş oluruz. Ama
bardağın dolu o-lan kısmını görür, sevinirsek boş olan kısmını
doldurmamız daha da ko-laylaşır. Çünkü pozitif hal ve pozitif düşünmenin
gücü bilim adamlarınca isbat edilmiş. İşleri yoluna koyan kuvvet enerji
"Olumluluk hali"dir. "O-laylar, onları en güzel gözle görebilenler için
en iyi şekilde gelişir." Diyor Linkletır. Eğer zorluğu değiştiremiyorsak
bir de bakış açımızı değiştirsek... Belki sorun yanlış bakmamız da
yatıyordun Başarılı insan her felakette bir hayır ve fırsat umar;
kötümser ise iyilikleri ve fırsatları kötüye yorumlar.
Nereye bakıldığı belki önemlidir, ama nasıl bakıldığı çok daha önemlidir.
Aksi takdirde kargayı kartal, kartalı da karga yaparız. Tıpkı kurt ile
çakalı karıştırmak gibi. Güzel bakan insan insandaki makamı görmez
makamdaki insanlığı görür. İlişkilerinin temeli menfaatlerin belirlediği
ortamlarda güzel düşünmek ve güzel bakmak mümkün değildir. Çünkü güzel
bakan insan ilişkilerinde karşılıksız yardım duygusu yatar.
Bak ve mutlu ol! Zira, bugün hayatının geri kalan kısmının birinci gününü
yaşıyorsun. Henüz, pişman olduklarını telafi etmenin imkanı var. Büyük
şair Goethe, "Çiçeğin dikeni var diye üzüleceğimize, dikenin çiçeği var
diye sevinelim." derken, güzel bakmanın en güzel mesajını vurgulamıştır.
Yaşamın ilginç yanlarından birisi de, kötüyü kabul etmeyenlere,
genellikle en iyiyi vermesidir, Tohum eken insan hangisinin yeşereceğine
merak salmaz, arkasını dönüp bakmaz da. Çünkü mutlaka yeşerecektir.
Hayatta yapılan iyilikler de tohum gibidir, yapılır, ama arkaya dönüp
bakılmaz. Çünkü yeşereceği kesindir. Dünyanın düzelmesini, herkesin güzel
bakmasını isterken, gayreti başkalarından beklememeliyiz. Karanlığa
koşmaktansa bir mum gibi yakmak evladır. Karanlığa mum yakmak bizim
hayata nasıl baktığımız, gösterir. Bir Çin atasözü, "En fazla ileriye
giden ok en çok geriye çekilmiş yaydan çıkar." der. Öyleyse iş ve
hareketlerimiz-deki gayretlilik, başarı, elimizdeki yaya bağlıdır;
elimizdeki yay kendi yüreğimizdir. Yüreğimiz ne kadar genişler, ne karda
coşarsa hedefine o derece ulaşır.
Hayat sizin bakıp da görmek istediklerinize göre şekil alır. Siz sinirli,
öfkeli değil de iyilikten yana sakin bir ruh yapısmdaysanız hangi ortamda
olursanız olun huzurlu olursunuz.
Başka şehirdeki bir yakınım bana bir gün "İstanbul'daki insanlar
nasıldır?" diye sormuştu. Ben de ona, "Sizin yaşadığınız yerde insanlar
nasıldır? diye sordum. "Bencil ve açgözlüdürler." diye karşılık verdi.
Ona, büyük o-lasılıkla İstanbul'daki insanları da bencil ve açgözlü
bulacağını söyledim.
HAYATA GÜZEL BAKMA REÇETESİ
-Yılda birkaç defa Çocuk Esirgeme Kurumunu ve Yaşlılar Yurdunu ziyaret
ediniz!
-iyi ve dürüst bir hayat için çalışın!
32 Sınırsız Yaşam Gücü
-Yoksul ve iyi insanlara el uzatın, onlara yalnız olmadıklarını
hissettirin! -Kayıpları kazanılmış derslere dönüştürün!
-Küçük kırgınlıkların büyük dostlukları bitirmesine izin vermeyin. -
Hatalıysanız, lütfen bunu kabul edin, gerekirse, özür dileyin; bu
küçülmek değil asil olmaktır!
-Telefonda konuşurken samimice gülümseyin, inanın karşınızdaki bunu
hissedip mutlu olacaktır. Böylece işler daha iyi olur!
-Bazı zamanlar sakin bir ortamda düşünce seanslarına dalın. Uyku-daysanız
uyanır daha iyi insan olursunuz!
-Sabahları çevrenize selam veriniz. Bu alışkanlık tüm insanların
kalplerini yumuşatır.!
-Başarmak istediğiniz şeye ulaşmak uğruna birilerin kırıp üzüleceksi-
niz,bunun ne önemi var ki? Vazgeçin daha iyi!
-Değişimi kucaklayın, ama değerlerinizi yıpratmasına izin vermeyin! -Tüm
insanlara karşı nazik olun. -Bilginizi başkalarıyla paylaşın!
-Size uzanmış eli asla geri çevirmeyin. Çünkü merhamet eden merhamet
bulur!
-Öyle bir hayat yaşayın ki geriye dönüp baktığınızda vicdanınız rahat
olsun!
2. BOLUM GÜZEL GÖR!
NASIL DİLERSENİZ ÖYLE GÖRÜRSÜNÜZ
Bana sorarsanız kesinlikle inancım şudur ki çok ufak şeylere kafayı takıp
olumsuzluklara odaklanıyoruz. O anda karşımıza çıkan ve bize faydası
dokunacak insanları da kırıyoruz. Çok küçük şeyler yüzünden tüm
insanların kötü olduğunu düşünmek yanlıştır. Değiştirebileceğiniz şeyleri
değiştirmeye çalışın. Değiştiremediklerinizi de kafaya takmayın, zaman
her şeyin ilacıdır.
Eğer iç huzur istiyorsanız her şeyin mükemmel olmasını beklemeyin, her
şeyin mükemmel olmasını arayan bir kimsenin mutlu olabileceğini ve iç
huzuru yakalayabileceğini düşünemem. Yapacağınızı yapın, sonra her şeyi
doğal akışına bırakın, bunlar da gerekli değil. Gerçekten de hayatta bazı
engeller insanı adam eder, hayata anlak katar. Nasıl ki yemeğe tuz
gereklidir, zorluklar da aslında hayatımızın bir parçasıdır. İçimize
dönüp baktığımızda bu gerçeği görürüz.
GERÇEK BAKIŞ, GERÇEK DUYUŞ NEREDE GİZLİ?
Çoğumuzun iki gözü var görürüz, iki kulağı var işitiriz, bir dili var ko-
nuşuruz. Ama buna sahip olmayanlarda var. Üstelik ne kendilerine ne de
hayata isyan ederler. Bu asil insanlardan biri Helen Keller'dir. Dale
Car-negie bakın bu muhteşem kızı nasıl anlatıyor:
34 Sınırsız Yaşam Gücü
"Helen Keller doğduğu vakit tamamen normal küçük bir kızdı. Bir buçuk
yaşına kadar gözleri gördü, kulakları işitti. Hatta konuşmaya bile
başladı. Fakat bir gün felaket oldu. Korkunç bir hastalık onu yatağa
düşürdü ve çocuğun bütün vücudunu sarstığı gibi onu sağır, dilsiz ve kör
etti. Helen Keller'in üzerine bütün hayatını karartan bulut çöktü. Onun
hayatı yürekler acısı hadiselerle ve sefalet içinde geçmişti. Yoksul
ailesi o-nu 'Perkins Körler Enstitüsü'ne götürdüklerinde ellerinde hiçbir
şeyleri yoktu. Karşılarına orada çalışan yine kendileri gibi yoksul olan
üstelik anne babasız 20 yaşlarındaki Bayan Sullivan çıktı. İyi yürekli bu
genç kız küçük Keller'in bütün bakımını üstlendi. Bayan Sullivan da
işitemiyor, çok az görüyordu."
Evet, Carnegie böyle anlatıyor. Bir de Bayan Keller'in kendisinden
dinleyelim:
"O gün benden daha mesut bir çocuk bulmak imkansızdır. O mesut hadisenin
cereyan ettiği gün yatağımda yatıyordum. Bir an evvel sabahın olmasını
bekliyordum. Bayan Sullivan'ı bana yüce Allah göndermişti. Gece boyunca
yüce yaratıcıya teşekkür ettim, onun önünde eğildim. Tanrı bana en büyük
şeyi bahsetmişti, coşku ve mutluluğu."
Bu ifadeleri kullanan kör, sağır ve dilsiz bir genç kız. Hayatı nasıl
görmek gerektiğini anlatan en büyük ibret ve örnektir. Dale Carnegie
devamla şunları anlatıyor:
"Helen Keller, yirmi yaşına geldiği zaman tahsili o kadar ilerlemişti ki,
bunu tanrının bahsedişine ve Bayan Sullivan'a borçlu olduğunu söylüyordu.
Öğretmeni Sullivan ile birlikte RadclifTKoleji'ne girdi. Koleje girdiği
zaman yalnız diğer öğrenciler gibi okuyup yazmıyor, aynı zamanda rahatça
konuşabiliyordu. Konuşma kabiliyetini tekrar kazanmıştı. Söylediği ilk
cümle ise "Artık dilsiz değilim" oldu. Helen Keller'in gözleri görmezdi
ama bir kimseyle bir kez tokalaşsa 5 yıl sonra aynı kişiyle tokalaştığmda
onu tanır, hatta onun üzüntülü veya mutlu olduğunu hemen anlardı."
"Bir çoğumuz kör olmanın dünyada insanın başına gelebilecek en büyük
felaket olduğunu düşünürüz. Fakat Helen
35 Güzel Gör!
Akıllı bir insanın ülkesi tüm dünyadır.
Aristophanes
Keller, kör olmaktan ziyade dost ve iyi insan aradığını söylemiştir.
Kend(-sini dış alemden ayıran karanlığın ve derin sessizliğin içinde en
çok hasretini duyduğu şey dost insan sesi imiş.
Bu öykü hayatı nasıl algılamamızı bize öğretecektir. Bu genç kız daha
sonraki yıllarda kitaplar yazmış, konferanslar vermiştir. Kitaplar onbin-
lerce satmıştır. Onun kendi dilinden müthiş bir konuşması var, kitabımın
ilerleyen sayfalarında nakledeceğim.
Hayatın bize çekilmez geldiği anlarda, kendimize ne büyük haksızlık
yaptığımızı düşünmeliyiz. Çünkü elimiz, kolumuz sağlam gözlerimiz
görüyor, kulaklarımız işitiyor, sağlımız yerimde. O halde neden iyi ve
güzel manzaraları başımızı çevirip görmeyelim. Gözleri görmeyen bir
delikanlı okul ve sosyal hayatında öyle mutlu ve öyle başarılıymış ki
Hindistan'dan Türkiye'ye konferans vermesi için çağrılmış 22 yaşında
doktorasını bitirmiş bu delikanlı neler hissettiğini, görmediği halde
nasıl başarılı ve mutlu olduğunu bizim üniversiteli gençlere
anlatacakmış. Ve nihayet konferans salonuna gelmiş. Alkışlar arasında
konuşmaya başlamış. Konuşma bitiminde soru-cevap faslına gelinmiş. Biz
Türk öğrenci parmak kaldırarak, "Gözleriniz görmediği için mutsuzsunuz?"
diye sormuş. Ama delikanlı bu soruya şöyle cevap vermiş:
"Kulaklarım işittiği için çok mutluyum!"
Buradan çıkarılacak sonucu bilmem açıklamama gerek var mı... Aslında
delikanlı nasıl başardığının da sırrını bu cevapla veriyor. Pek
çoklarımız bu sırrın farkında olmadığımız için yanlış şeyler görür yanlış
düşüncelere dalarız, doyalısıyla yanlış işler yaparız.
GÜZEL GÖREN BİR BABANIN GÖZ YAŞARTAN SESLENİŞİ
Dinle Oğlum!
Dinle oğlum! Ben bu sözleri sen yatmış uyurken söylüyorum. Küçük
eUerinden birini yanağına dayamışsın, sarı buklelerinse ıslak, alnına
yapış-tIıı§- Odana yavaşça girdim, yanım da başka kimse yoktu. Birkaç
dakika °nce kitaplıkta oturmuş gazete okurken bir pişmanlık dalgası beni
bağlamaya, soluğumu tıkamaya başladı. Suçluluk duydum ve başucuna geldim.
36 Sınırsız Yaşam Gücü
37 Güzel Gör!
İşte düşündüğüm şeyler oğlum: Sana kızmıştım. Okula gitmek için
giyindiğin sırada seni azarladım. Çünkü yüzünü üstünkörü yıkadığını
görmüştüm. Ayakkabılarını temizlemediğin için seni suçladım. Yere bir
şeyler düşürdüğünde yine kızdım.
Kahvaltıda yanlışlarını görmüştüm. Önündekileri döktün, dirseklerini
masaya dayadın, ekmeğine gereğinden fazla tereyağı sürdün... Trene
yetişmek üzere yola koyulduğunda sen ban el sallayıp, "Güle güle baba!"
dedin, bense cevap olarak "Omuzlarını geri çek!" dedim, kaşlarını
çatarak... Aynı eleştiriler akşamüzeri yeniden başladı. Daha yoldayken
dizlerini yere dayayıp bilye oynadığını görerek arkadaşlarının yanında
aşağıladım. Çorap pahalı bir şeydi ve eğer satın almak zorunda kakaydın,
daha dikkatli davranırdın!
Düşün oğlum! Bunlar bir babanın söyleyeceği sözler miydi? Hatırlıyor
musun, daha sonra kitaplıkta oturmuş okurken usulca içeri girdin,
gözlerinde incinmiş ifade vardı. Gazetemin üzerinden sana baktığımda bir
an duraksadm. "Ne istiyorsun?" diye sordum. Hiçbir şey de-medin. Koşup
kollarını boynuma doladın ve öptün beni. Allah yüreğini öylesine sevgiyle
doldurmuştu ki.
Sana aldırış etmediğim halde boynuma sıkı sıkı sarıldın. Sonra gittin.
Merdivenlerden yukarı çıktın. Çok geçmeden gazete ellerimden kayıver-di
ve bir korku kapladı benliğimi.
Alışkanlığım beni ne hale getirmişti... Kusur bulma alışkanlığı... Sana
verdiğim mükafat buydu. Seni sevmiyor değildim, yalnızca senden çok şey
bekliyordum.
Benim çocukluğumdaki değer yargılarıyla yargılıyordum seni. Halbuki
sen çok güzel çok dürüst özelliklere sahiptin. Küçük yüreğin, geniş
dağların ardından söken şafak kadar büyüktü. Bana doğru koyup beni öpmen,
ağzımdan sabırsız bir söz çıkmak istediğinde iyi geceler dilemen bunu
ispatlıyor.
Bu gece hiçbir şey umurumda deği' oğlum! Karanlıkta yatağının yanma
gelip diz çöktüm. Yaptıklarımdan utanıyorum'
Akıllı insan herkesten öğrenen insandır.
Montaigne
Senden özür diliyorum! Bu sözleri sana uyanık olduğun zaman söylesem
hiçbir şey anlayamayacağını biliyorum. Fakat yarın gerçek bir baba
olacağım. Seninle arkadaş olacağım, sen üzülünce üzüleceğim, sen gülünce
güleceğim.
Korkarım seni yetişkin bir adam gibi görmüşüm. Şimdi seni örtünün altında
büzülüp yatmış görünce hala bir bebek olduğunu anlıyorum. Daha dün
annenin kollarındaydın. Daha dün başını omzuma dayamıştın. Senden çok
şey, çok şey istedim oğlum!
SEVGİ ELİNİ ÖNCE SİZ UZATIN!
Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünmek ve güzel görüp güzel yaşamak
istiyorsanız gülü uzatan önce siz olun. Selamı önce başkalarından
beklemeyin, ilk veren siz olun. Böylece siz daha asaletli davranmış
olursunuz.
Düşünceleriniz, sizin duygularınıza ait gözlerinizdir. Ruhunuzdaki her
çeşit duyguyu düşünceleriniz yaratır. O gün nasıl düşünüyorsanız öyle
hissedersiniz. Göz gördüğünü düşünür. Bir duyguyu görmeden hissetmek
mümkün müdür? Gördükleriniz hakkında ne düşünüyorsanız olduğu gibi size
geri döner Sizi üzecek durumları düşünürseniz üzülürsünüz. Nefreti
düşünmeden nefret etmeyi deneyebilirsiniz?
Yaşamın kendisi değil, ona sevgi merkezli olmayan yüklemelerimiz kötüdür.
Sevgiyi hep karşı taraftan bekleriz. Böyle bir hakka sahip olabilmemiz
için evvela bizlerin sevgi düşüncesinde yoğunlaşması gerekiyor.
Sevgi dolu bir yaşamın başlangıç noktası, ona önce bizim uzatacağımız
sevgi elidir. Eğer çevrenizdeki sevgi noksanlığı sizi üzüyorsa, işe önce
kendinizden başlayınız.
Kendinize ve başkalarına yönelik Sevgi dolu düşünceler üretebilirsiniz.
^°nra bu sevgi dolu düşünceleri eşinize, Çocuklarınıza daha sonra da tüm
dış dünyaya açabilirsiniz. Sizin böyle güzel bir davranışı yapmanızın
önüne bariyer k°yacak hiçbir engel yoktur.
Hedefi olmayan gemiye
hiçbir rüzgar yardım
edemez.
Montaigne
38 Sınırsız Yaşam Gücü
Çoğumuz sevgi toplamak peşindeyiz. Ama artık biz de sevgi dağıtıcısı
olmalıyız. Sevgi cimrisi bir toplum düşünülemez. Sevgi kaynağı olmanın en
asil bir duygu olduğunu bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Sevginin ödülü
yine kendisidir.
İnsanlara iyi davranırken, onlara sevgi ve muhabbet beslerken hiçbir
karşılık beklemez; karşılığı sadece yine sevginin kendisidir. Sevgi
merkezli hayatta mutlu veya mutsuz ayırımı yoktur.
ÖFKELENMEYİN, HUZURSUZ OLMAYIN, ÜZÜLMEYİN...
\
SADECE GÜZEL GÖRMEYE BAKIN!
"Ruh aydınlanmışsa insanda güzellik vardır, insanda güzellik varsa evde
uyum vardır, evde uyum varsa ülkede düzen vardır, ülkede düzen varsa
dünya da barış vardır." diyor eski bir Çin atasözü. Ruhun aydınlanması
gözlerimiz ve tüm duyu organlarımızı kine, nefrete ve kötülüklere
kapatmamızla gerçekleşir. Gözümüz güzel görmeye, kulağımız güzel
işitmeye, dilimiz güzel söylemeye titreten meyyaldir. Öyleyse biz güzel
görmek için yaratılmış kullarız. Bu, aslında bir yetenektir de.
Güzellikleri arzulayan insan her türlü melekelerini de açığa çıkarır.
Zihni daha iyi çalışır, vücudu sağlıklı olur.
Negatif bir yaşam tarzı tüm melekelerimizi, yeteneklerimizi,
duygularımızı yok ededr. Başka insanların davranışları neden hep
dikkatimizi çeker? Hatta başkalarının arkasından konuşmak, başkalarının
kusurlarını bulmaya çalışmak sanki bilgece bir davranışmış gibi kabul
edilir. Bunun yegane sebebi kendimizden bir hayli uzakta durmamızdan
kaynaklanıyor.
Bu manada kendimize çok az zaman ayırıyoruz. Bize gerekli olan kitapları
görmüyoruz. Halbuki onların içerisinde bizim yaşamımızı olumlu yönde
etkileyecek elmas bilgiler vardır. Başka insanlarla uğraşmaya onların
kusurlarının dedikodusunu yapmaya ayırdığımız zamanı kendimize ayırsak,
inanıyorum ki çok kısa bir zamanda çok üstün mertebelere
39 Güzel Gör!
Hayat hareket, hareketsizlik ölümdür.
1. Morris
s-2:
çıkarız; boş yere harcadığımız onca enerjiyi kendimize ayırsak çok daha
mantıklı, çok daha zinde oluruz, mutlu ve huzurlu yaşamaya da böylece
adım adım yaklaşırız. Öyleyse işe gözlerimizin pasını silmekle
başlamalıyız. Unutmayalım ki güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen
güzel yaşar. O halde düşüncelerimizi bakışlarımızla pozitif çayırlara
yönlendirelim.
Hayatta gördüğümüz birçok şey bizim gördüğümüz kadar sıradan değildir.
Her gün geçip gider önümüzden, veyahut biz geçip gideriz önünden ama bir
kez olsun yanı başımızdakilerin olağanüstülüğünden haberdar olmayız;
birazcık olsun dikkatle bakmayı ihmal ederiz. Niçin mi? Kendimizi
dünyanın merkezi görürüz de ondan. Önümüzden geçip giden ışıl ışıl
yıldızlar, gökyüzündeki bulutlar, mevsimler; önünden geçtiklerimiz ise
pırıl pırıl çiçekler, rengarenk bitkiler, ulu ağaçlar, sevimli hayvanlar,
tatlı, sevimli çocuklar, bebekler... Yaratıcının ihsan ettiği birer
nimettir bunlar. Yaşamda bakmasını bildikten sonra o kadar çok şey var
ki, tüm bunların bizim için bir anlamı olmalı. Hani açan bir güneşin, bir
düzen halinde yağan karın, nihayet gelip çatan yaşlılığın... Bir anlamı
varsa bizim için, günlük hayatımızda bunların farkında isek mutluluğu
yaşıyoruz demektir. Değilse yitip giden güzellikleri bir daha yakalamamız
mümkün değildir.
Gül Bahçesi diye tatlı bir öykü var. Ben bunları yazarken birden o öyküyü
hatırladım. Kıymet Arayan Tüm Adaylar! Bu öyküyü mutlaka okuyun...
Gül Bahçesi Öyküsü
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kasabada yaşayan dünyalar
güzeli bir kız varmış. Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehir ve
ülkelerden zengin, yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu istemeye
gelirmiş. Kendisiyle evlenmeyi arzulayan nice prensi, şövalyeyi reddeden
güzel kız kimseleri beğenmezmiş. Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu
kıza aşık olan bir delikanlı kızı istemiş. Fakat kız, bu iyi yürekli,
ahlaklı delikanlıyı da reddetmiş.
Aradan uzun yıllar geçmiş. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış. Ken-^e
başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Bir gün y°Iu
bir zamanlar yaşadığı güzel ve küçük kasabaya düşmüş. Orada tanı-"ik
birine rastladığında aklına dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona bu kızı
40 Sınırsız Yaşam Gücü
sormuş. Yaşlı adam önünde gül bahçesi bulunan bir evi göstererek kızın
evlendiğini söylemiş. Bizimki herkesi reddeden kızın beyini çok merak
etmiş. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş. Şişman, yaşlı ve
çirkin mi çirkin üstelik de sarhoş ve kumarbazın biriymiş. Her akşam hır
gür çıkarırmış. Kıza da hayatı zindan etmiş. Fakat gel gör ki, bu bir
zamanların güzel kızı böyle bir adamla nasıl olmuş da evlenmiş?
Nihayet kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca
onu gözlü yaşlı görmüş, kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla
evlendiğini sormuş. Kız da ona, arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü
koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada bahçede ilerlerken geriye
dönmemesi gerektiğini söylemiş. Adam da bunun üzerine yüzlerce gülün
bulunduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Birden çok güzel sarı bir gül
görmüş. Tam ona doğru eğilirken biraz ileride kocaman pembe bir gül
gözüne çarpmış. Tam ona uzanırken daha ileride muhteşem güzellikte
kırmızı bir gül goncası görmüş.
Derken bir de bakmış ki, bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki
sonuncu gülü koparır kıza götürmüş. Bahçenin en güzel gülünü beklerken
kız bir de ne görsün, yaprakları solmuş cılız bir gül. Başını kaldırarak
adama, "Bak gördün mü?" demiş. "Her zaman daha iyisini bulmak isterken
ömür geçer ve sen sonunda en kötüsüne bile razı olmak zorunda kalırsm.Bu
yüzden insan çevresindeki imkanları güzel görmelidir, onların farkında
olmalıdır. Yoksa geçip giden hayat bir daha geriye dönmez."
Güler yüzlülük, hayatı güzel görme insanın mutluluk ve kazanç kapısıdır.
Bunlardan yoksunluk ise keder ve kayıptır. Bir "Kadın ve adam" öyküsü
var. Bunlar ayrı ayrı öyküler. Her biri hayatın gerçekliliğinden
çıkarılmıştır.
Bir Kadına ve Bir Adama Dair Öyküler Güler Yüzlü Kadın
Günün her saati kalabalık olan caddedeki tek pastaneyi işletiyordu genç
kadın. Taze ve lezzetli ürünler sattığı için kısa zamanda çok sayıda
müşteri kazanmıştı. Bir gün yaşlı bir hanımın caddenin öteki ucunda
pastane açacağını duydu. Artık bir rakibi olacaktı anlaşılan. Yeni
pastane pek şirin ve şık görünüyordu. İlk birkaç ay boyunca müşteri
sayısında bir değişiklik olmadı, genç kadının. Fakat sonra kendi
müşterilerinin ellerinde yeni pastanenin poşetlerini görmeye başladı.
Benzer ürünleri sattıkları
41 Güzel Gör!
aide müşterilerinin neden orayı tercih ettiklerini öğrenmek istedi.
O ,astaneden börekler, çörekler, pastalar aldırıp tatlarına baktı.
Olağanüstü bir lezzet farkı göremedi. Zaman geçip işler daha da kötüye
gidince dayanamadı ve bir müşteri gibi yeni pastaneye teftişe gitti.
Çörek ve kahve alıp, etrafı gözlemeye başladı. Biraz sonra yaşlı hanım
geldi gülümseyerek, "Sizi burada görmek ne güzel!" dedi. "Doğrusu
ziyaretinizi bekliyordum. Ne de olsa komşuyuz ve bu caddenin kalabalığı
ikimizin dükkanına da yeter!" Genç kadın bozulduğunu belli etmemeye
çalıştı, ayrıca pastacı öylesine sevimli ve içten davranıyordu ki...
Sohbet koyulaşınca işin sırrını sordu yeni pastanenin sahibesine.
"Müşterilerinizi bana kaptırmanızın sebebi, onlara gerekli itinayı
göstermemeniz!" dedi güler yüzlü kadın. "Nasıl yani!" diye şaşkınlıkla
sordu genç kadın ve aldığı cevabı, iş hayatındaki, en önemli prensip
edindi. Güler yüzlü kadının cevabı şuydu: "Her sabah gelip peynirli çörek
alan bir genç, dün sabah sadece "Günaydın" ve "Her zamankinden!" dedi.
Ben de ona peynirli çöreğini uzattım. Bana ne söyledi biliyor musunuz?
"Diğer pastanedeki hanım, bunu bir türlü öğrenememişti!" İşte işin sırrı
bu...
Kıymet Bilmeyen Adam
Günlerden bir gün kırlangıcın biri bir adamla dost olmak istemiş. Bütün
cesaretini toplayıp adamın camına konmuş. Küçük sevimli gagasıyla cama
vurmuş. Adam çok meşgulmüş. Görmüş kırlangıcı, ama yerinden bile
kalkmamış. Kırlangıç bütün cesaretini toplayarak şirin gagasını açmış ve
"Hey adam! Seninle dost olmak istiyorum! Sebebini sorma lütfen Pencereyi
aç ve beni içeri al! Ben sana dost olurum, hiç canını sıkmam. Bak
soğuklarda başladı, yoksa güneye göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben
ancak sıcakta yaşarım, pişman olmazsın, seni eğlendiririm, yalnızlığını
paylaşırım!" demiş.
Adam bu güzel sözler karşısında tm-mamış bile. Ne bir tebessüm etmiş, ne
de %i göstermiş. Üstelik kuşcağızı hışımla pencerenin önünden def etmiş.
Zavallı kuş, soğuk fırtına da çaresiz ve yapayalnız pencereyi terk etmek
zorunda kalmış.
Aradan zaman geçmiş. Adam önce düşünmüş, Sonra kendi kendine itiraf
Hayat ya gözüpek
bir macer, ya da
hiçbir şeydir.
Helen Keller
42 Sınırsız Yaşam Gücü
43 Güzel Gör!
etmiş, "Ne kadar aptalım beklenmedik bir anda karşıma çıkan dostluk
fırsatım teptim!" diye düşünmüş.
Üzgün ve pişman bir şekilde sıcakların gelmesini ve kırlangıcın geri
dönmesini beklemeye başlamış. Nihayet yaz gelmiş güneye göç eden bütün
kırlangıçlar dönmeye başlamış. Fakat adamınla ortalarda yokmuş. Yazın
sonuna kadar penceresi açık beklemiş adam. Kırlangıç gelmemiş. Sonunda
bir bilge kişiye danışmış olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini a-dama
dikmiş ve şöyle demiş. "Kırlangıçların ömrü 6 aydır."
KENDİNİZE ACIMA HİSSİNDEN KURTULUN... "Güzel Gör" Mesajı Yaşam Feneriniz
Olsun
Hayatın adil olmadığını söylemek, adil olmamız gerektiği anlamına gelmez.
Çoğu kez, dürüstlüğün günümüzde kayıp olduğu anlayışı söylenip durulur.
Oysa dürüstlük her zaman kazançtır. Aynı zamanda bizim, yaşadığımız
çevreyi güzel görmemizi sağlayan bir değerdir. Sadece saf ve dikkatsiz
olmamız gerekiyor.
Asalet adalettedir. Adil olmak her vatandaş gibi bizim de asli
görevimizdir. Elbetteki yaşamda tatsız olaylar yaşanacaktır, biz adaletli
davranırken, birileri böyle olmadığı gibi bizim bu davranışımızı dikkate
bile almayacaktır. Bunlar sürprizler değildir, yaşamın doğallığıdır. Eğer
tüm olumsuzlukları "sürpriz" olarak algılarsanız değer yitikliğine uğraş,
irade kaybı, yaşarsınız. Bunların böyle olacağını baştan bilin; önemli
olan sizin bu küçük olumsuzluklar karşısında takınacağınız dengeli ve
pozitif tavırlardır. Kişi nasıl görüyorsa öyle algılar; ve bu görüşlerdir
insanı yönlendiren. Ne kendimiz için ne de başkaları için adil olma
noktasında ajitasyon
hastalığına girmemeliyiz. Bu durum bir ruh çöküntüsüdür. Rutubet nasıl ki
koca bir duvarı eritir, yer bitirirse adına "keder" denilen ruh çöküntüsü
de sizi yer bitirir. Öyleyse değerlerimizde, merhametlerimizde asi bir
ruh yerine iş yapıcı, eksikleri tamamlayıcı metotları denememiz lazım.
Birilerinin duygusal ilgisine fazlaca duyacağınız ihtiyaç bahsedilen
Faziletsiz mutluluk olmaz.
Aristo
ajitize kederlerden biridir. İnsanı çoğu kez çökerten duygusallık
hastalığıdır. İngiltere'nin eski başbakanlarından Disrael'nin çok güzel
bir sözü var, hatta bu sözü Abraham Lincoln söylemiştir: "Kendinize
kötülük yapmak istiyorsanız kendinize acıyın.7"
Çok doğru bir söz. İnsanın hiçbir şey yapmayıp oturup ağlaması ve kendine
acıması tanrıya ve tabiata isyandır. Kendinize asla acımayın, yapmanız
gerekeni yapın. Kendine acımak kötülüğün sessiz dilidir. Aslında zaman
zaman stresler yaşamamız, vücudumuzdan zehrin atılması gibi ru-humuzdaki
negatif dalgalan boşaltır. Değilse oturup ağlamak işleri daha çok
karmaşıklaştırır. Sorunlar sizi yenmesin siz sorunları yenin; sorunlar
sizi acınacak hale getirip bir de kendinize acındırtmasın, siz onu
acınacak hale getirin. Böyle durumlarda eyleme geçmek en iyisidir.
Büyük bilge Gautama Buddha çekilen sıkıntıları tarif ederken bakın neler
söylüyor:
"Izdırap bir duygudur, zengini de bulur fakiri de. Izdırap ona nasıl
bakıldığına bağlıdır. Ya siz onu kullanırsınız ya da o sizi kullanır.
Kendinin farkında olmadığın ve işlediği günahı sevap sayabilecek kör ve
şaşkın bir adamsan ızdırabın kollarındasm demektir. Kötü olmayana da
ızdırap vardır, fakat etki etmez. Ebediyetten esen bir ilham rüzgarı ol!
Sesi semavi-leştir. Gerçek kudret fazilettedir. Izdırabı hatırlatmayacak,
onunla ilgili tüm hatırlatıcı bağını kopartacak adam mutlu olur; ancak,
kötülük, kötü duygular, çaresize eziyet ızdırabı hatırlatıcı duyguları
koparmada engeldir. O halde sen iyi ol ki mutlu olasın."
Ünlü yazar Tolstoy, gözün gördüğü hakikati kalbe bağlıyor ve güzel
görmenin bilgiden ziyade, bilgiye yüklenmiş yürekli bakışta buluyor:
"Hangi seviyeye gelirseniz gelin, kendinizi asla bir seçkin sınıf
sanmayın. Bu, bir insan için en büyük tuzaktır. Akıl yaşamak için vahşice
öldürmeyi öğretir. İnsanları seveceğin zaman akıl hemen karşına dikilir.
Ne büyük bir tuzak. Ben akıllı değilim, akıl bana hiçbir şey öğretmedi,
bütün bildiğimi bilgi değil, yürek verdi, vicdan verdi. Gökkubbenin göz
aldatı-cılığmda ve yıldızların görünüşündeki hareketinde bile vicdan
gizlidir. O halde!., gelişmek istiyorsan çevrene iyi bak, görmen
gerekeni, gör, bilgiden ziyade güzeli gör. Unutma kötülük, insanların
akla uygun bulduğudur. Hep akıl dersen bunalıma girersin, kalbinin ve
yüreğinin sesine de kulak ver."
44 Sınırsız Yaşam Gücü
İÜ
Sıkıntılarımız karşısında yapılacak en iyi şey akıl mekanizmasını
çalıştırmaktan ziyade kalp zincirlerimizin halkalarını birbirine
eklemektir.
iyi niyet, insanlık, bilgelik ve doğruluk karşısında kifayetsiz hiçbir
şey yoktur. İyi niyet, yalancılıktan ve riyakarlıktan sakınmayı emreder;
insanlık, şefkati doğurur, şefkat ise insanlığı; bilgelik ruhun
kurtuluşunu ve tehlikeden korunmayı sağlar. Bilgiyi iyi niyet ve
insanlıkla yoğurmayı emreder. Yüce yaratıcıya ve törelere saygıyı
emreder. Yüce yaratıca ve törelere saygıyı tavsiye eder; Doğruluk, huzur
içinde yaşamaya götürür. Doğru olan bir insan omuzlarında ki yükü
atmıştır; adalet herkese eşit davranmak ve herkesin hakkını vermektedir.
Çoğumuz içinde bulunduğumuz sorunları dağlar kadar olduğunu zannederiz.
Oysa karşımızda dağlar değil, sadece küçük bir tümsek durmaktadır. Ve
büyüyen dağlar değil, cüceleşen bizlerizdir. Konfüçyüs bunu az ve öz
şöyle ifade eder.
"Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir!"
"BU DA GEÇER!" DİYEBİLMENİN SIRRI
Hayat bazen ne kadar garip değil mi/ Siz de görür ve yaşarsınız bu
garipliği. Aslında bütün her şey sonuç. Çok nadir zamanlarda olsa, ben de
her şeyin ters gittiği duygusu uyandı mı hemen bir gün hayatımın son
bulacağı aklıma gelir, ve birden sanki başıma sihirli bir değnekle
vurulmuş gibi öyle bir rahatlarım ki... Hayat dayamlamayacak kadar ciddi
ve zor değildir. Moraliniz biraz bozuksa hayatı olduğu gibi göremezsiniz.
Aslında hayat her zamanki gibi olduğu şekliyle karşınızda, ama siz
içinizde yarattığınız negatif temsille hayatı olduğundan farklı
görürsünüz. Şunu bilin ki, sizin hayatınızda o an değişen o kadar ciddi
ve zor bir durum olmamıştır. Sadece hiç de önemsenmeyecek bir konuya
alışmışsmızdır. Bu tuzağa düşmeyin. Küçük şeylerden dolayı canımız
sıkkınken tüm hayatımızın bir anda bozulu-verdiğine kendimizi
inandırmayalım. Böyle bir durum, insafsızca tüm hayatı- mızı
cezalandırmak olur.
45 Güzel Gör!
Bir insanın fazileti tehlike anında belli olur.
Schiller
İnanın, yaşam insanın göründüğü kadar kötü değildir. Bir defa şunu İcabul
edin: Moraliniz bozukken yaşama olumsuz bakıyorsunuz. Oysa her şey
yolunda gidiyor. Bunu siz de biliyorsunuz. Küçük bir aksilik sizin tüm
yaşamınızı kökten silip götürmez. Hayatınızı silip götüren yaşamınıza
yüklediğiniz bu şekildeki olumsuz anlamlandırmadır. Siz iyi insan olmaya
bakın. Sizi temin ederim ki kazanan siz olacaksınız. Lütfen hayata hemen
küsmeyin. Bunları laf olsun diye söylemiyorum. Geçiştirmek çoğu zaman
gerçekten işe yarıyor. "Bu da geçer!" deyip iyi ve güzel dostlarınızla
birlikte olun.
Ben "iyi insan olmak" ilkesine çok önem veriyorum. İyi insan olma
mücadelesi verdikçe kazandığımı ve insanlar tarafından çok daha rahat
anlaşıldığımı gördüm. İyi insan olma mücadelesi verirken insan, bazı kötü
alışkanlıklarını da terk ettiğini görür; problemlerinin de azaldığına
şahit olur. Siz de böyle olun. İyi insan olmaya çalışın. O vakit, "Bu da
geçer" ilkesini pratik yaşamınıza aynaladığınızı görürsünüz.
HAYAT NE HOŞ!
Hayatı duyumsamak... Onu hissetmek... Geçici bir süreliğine geldiğimizin
bilincinde olmak. Yaşamın size sunduğu bir çok engel karşısında dünyaya
geçici bir müddet gönderildiğinizi hatırınızdan çıkarmayınız. Böylece o
engellerin sizin gözünüzde bir önemi kalmayacaktır. Hayat ancak bu
şekilde duyumsandığında hoştur. "Her şeyi tadında bırak!" diye bir deyiş
vardır; tıpkı hayat da böyle. Yeryüzünde hayatın başlangıcından beri
bitkiler yok olmayıp, şimdiye kadar kalsaydı, toprakta adım atacak yer
kalmazdı; insanlar baştan beri hep yaşıyor olsaydı toprakta yine adım
atacak yer kalmazdı. O halde hayatın dengesi bir muvazene ölçüsünde
yaratılmıştır.
Bizler hayatın merkezi olmadığımıza göre daha nice sıkıntı çeken insanlar
gelip geçmiştir yeryüzünden. Dünyaya geçici bir müddet gönderildiğiniz
hatırınızdan çıkarmayınız. Böylece o engellerin sizin gözünüzde bir önemi
olmayacaktır. Her şeyi alelacele kazanılması gereken bir savaş olarak
görmeyin. Merak etmeyin hayatta ne kaybedeceğiniz ciddi şeyler Var, ne de
kazanacağınız... Bunlardan herhangi biri dahi olsaydı moralimizin
bozulmasına yeterdi. Hayatı tüm yönleriyle "kazanç" olarak görmemek
lazım; maddi olarak kazanacağımız çok şeyler olsaydı, kazandıklarımızı
46 Sınırsız Yaşam Gücü
ölümle birlikte kaybetme acısı çekerdik. Hayata ne kazanmak ne de
kaybetmek gözüyle bakmamak gerekir. Bizi yaşatacak ve ebediyete kadar var
edecek olan asil ruhlarımızdır. Bu manada, çok yoğunum deyip de erdemin
ve ahlakın manevi sorumluluğunu yerine getirmeyenler bilin ki yalan
söylüyorlar. Onlar, sadece zamanı kullanma yeteneğine sahip değiller.
Çünkü hayatta hiç kimse yoğun değildir.
Unutmayın, yapacak işleriniz hiçbir vakit tükenmeyecektir; siz öldükten
sonra bile hayatın meşgaleleri bitmeyecektir. Eğer dizgin bir
hareketlilik halinde isek kafamız daha rahat kalır. O halde bırakın
karmakarışık duyguları, gevşeyin, rahat olun. Ne kötülük yapın ne de
yaşamak gibi güzelliği elden bırakın.
NE ÖVGÜYE SEVİNİN, NE YERGİYE ÜZÜLÜN
Övgü ve yergiler de tıpkı kazanmak ve kaybetmek gibidir; biri sizi a-şırı
sevindirirken diğer üzer. Oysa ikisi arasında denge kurulursa ruhumuza
eziyet etmemiş oluruz. Sizi reddedenler olacaktır,buna alışın çünkü sizi
kabul edenlerde olacaktır. Siz bir topluluğun başına aday seçilmişseniz
ve %55 oy almışsanız övünmeyin, çünkü %45 tarafından da kabul
edilmiyorsunuz, %55 tarafından kabul ediliyorsunuz. Bu neyi değiştirir?
Yani böyle bir bakış açısı neden gereklidir? Gereklidir, şöyle ki: Sizde
veya başkaları tarafından size karşı aşırı övgü olursa bilinçaltınızda
sadece kendi grubunuza ve yanlılarınıza hizmet etmek gibi bir hataya
düşebilirsiniz. Bu da iyi bir sonuç değildir. Çünkü hizmeti ve güler
yüzlülüğü herkese ve her kesme göstermek gerekir. Mikro düzeydeki
yaşantılarımız da böyledir. Kötülüğe karşı alınacak en büyük intikam
affetmektir. Bizi sevsin veya sevmesin, övsün veya övmesin "iyilik"
tektir. Tüm insanlığı din, dil, ırk ayrımı yapmadan kucaklayan ve onların
hepsini bir tek olan Allah'ın yarattığını söyleyen insan mutlu ve
huzurludur.
"HALDEN ANLAYAN" OLUN
"Davranış Ardındakiler" iki türlüdür; tıpkı madalyonun bir yüzü ve diğer
yüzü gibi, aysbergin görünen yüzü ve görünmeyen yüzü gibi. Birincisini
anlamaya çalışın, ikicisinin ardına düşmeyin.
r
•II
47 Güzel Gör!
Birinci, "davranış ardı" doğruluğuna inancınız varsa empati yaparak
alışır. Bir an olsun sizi kıran insanın yerine kendinizi koyun, onu da
anlamaya çalışın. Belki iyi bir insandır, o gün kendisine yapılan olumsuz
bir harekete kırılmıştır. O insanın davranışının ardındakini güzel
gözlerle hissedersiniz onu anlarsınız. Birincisini anlamaya çalışın
ikincisinin ardına düşmeyin derken, kastettiğim çerçeve tüm her şey için
değil, sadece insanların olumlu yönlerini gözardı etmeme açısından
çizilen çerçevedir.
Bir an kırıcı harekette bulunan insan, birinci "davranış ardı" bağlamında
anlaşılmaya çalışılmalıdır. Çünkü o insanın davranışının ardında haklı
gerekçesi olabilir; veya acaba onun yerinde biz olsaydık tepkimiz ne
olurdu, hiç düşündük mü? Sizi kıran bir insan gerçekte kötü bir insan
olmayabilir. Her gördüğünüz olumsuz davranış sergileyen insana tepkiniz
alışılagelmiş tarzda olmasın, o zaman sıradan insanlardan bir farkınız
kalmaz. Siz olgun olun çoğu kez insanları anlamaya çalışın, size yaraşan
budur. İnanın, bu davranış modu sizi daha çok rahatlatacaktır, ikinci
"davranış ardı"mn peşine düşmeyin. Öyle durumlar da vardır ki siz güzel
görmek istersiniz, olaylara güzel bakmaya çakşırsızın. Hoşgörülüsünüzdür;
hiçbir fayda etmez. Böyle insanlar çok çok nadirdir. Bir iki istisna
dışında, inanın tüm insanlar sizin erdemli davranışlarınıza olumlu yanıt
verecektir. Şimdi, biz bu bir iki istisnayı konuşuyoruz. "Uslanmaz
olumsuz davranış" sergileyen (bu meslektaşınız da olabilir komşunuz
da...) bir insanın size yönelik yaptığı olumsuz davranışı sık sık
aklınıza getirmeyin. Bunun size hiçbir faydası olmayacaktır. "Güzel Gör"
mesajının önündeki tek engel bu durumdur. Olumsuz insanların basit,
uslanmaz negatif davranışlarını sık sık aklınıza getirip, iç temsilinizi,
iç huzurunuzu zedelemeyin. Bu tür insanlar negatif hareketleriyle zaten
iç huzurlarını bozmuş durumdalar, onları ciddiye alıp, aynı konuma
düşmeyin. Varsa imkanınız bu çevreyi değiştirin. İmkanınız yoksa bu tür
olumsuzlukları, sizi pişiren, olgunlaştıran, adam eden fırsatlar olarak
görünüz. Ancak, bu gibi durumların ger-Çekten fırsat olduğuna inanın.
Çünkü örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Olumsuz davranış sergileyen insan-tarm çoğu aslında kötü insan oldukları
^in böyle davranmıyorlar. Eğer herkesi
Sabır, kurtuluşun anahtarıdır.
Mevlana
48 Sınırsız Yaşam Gücü
içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirirseniz gerçek şampiyon siz o-
lursunuz. Bu da o kadar zor bir olay değil. Şimdiden itibaren insanlara
o-lumlu bakmaya başlarsanız çok kazançlı çıktığınızı görürsünüz.
Elbetteki gerçek kötülere karşı tedbirli olmalısınız.
Ben bunları anlatırken sizlerin bir gerekçeli itirazınızı duyar gibi
oluyorum. "Siz öyle diyorsunuz ama bizim de şartlarımız iyi olmayabilir,
biz de mi çevremize olumsuz davranış sergileyelim?" şeklinde bir itirazda
bulunabilirsiniz. Ama unutmayın size şu an bu kitabı okuyorsunuz. Demek
ki değişmek işitiyorsunuz, bunun arayışı içerisindesiniz. Halbuki o
insanlara tüm bunları hatırlatan bir kitap veya bir kişi çıkmamış
olabilir. Siz güçlü ve iyi insan olmayı hak ediyorsunuz.
Birini üzdükten sonra kendinizi iyi hissetmeniz mümkün değil.
Benliğinizin şefkat kaynağı olan yüreğiniz, kendisini düzeltme fırsatı
çıktığında hiçbir zaman yavan, avunduk meşgalelerle ilgilenmeyecektir; ta
ki siz iç derin' liginizde bunu hissedene dek. Buradan şu sonuç çıkmıyor
mu? Değişmesi gereken birileri değil, sizsiniz! insanların hangi birini
değiştireceksiniz, ama kendinizi değiştirebilirsiniz. Böylece daha kolay
bir iş yapmış olursunuz.
Başkalarının olumsuz davranışlarına odaklanmadan aynı olumsuz tepkiyi
vermediğinizi gören çevrenizdeki insanlar size şaşırarak bakacaktır.
Hatta insanların gözünde taktir bile toplarsınız, seçkin insan olursunuz.
Çünkü sizin gibi bir toplumda pek rastlanmaz. Eşine rastlanılmayan şey
değerlidir. Siz toplumda nadir olacağınız için farklı olacaksınız; farklı
olanlar her zaman değerlidir.
Hayatı güzel görmenin ve halden insan olmaya çalışmanın inandığınız
değerleri savunmamakla veya belli ilke ve prensiplerinizi bir kenara
atmakla alakası yoktur. Veya, "hiçbir zaman haklı çıkmayın!" şeklinde bir
ifade de inat etmiyorum." Sakin ve huzurlu bir insan olabilmek için siz
herkesin yaptığı şeyleri yapmayın kötülüğe karşı kötülükle değil,
adaletle cevap verin" diyorum. Çünkü tevazünün karşılığı huzur
duygusudur.
ZİYARETÇİ OLUN, İKRAM EDİN!
İşte hayatı güzel görmenin müthiş formülü. Ben yaşamım boyunca ] bunu
yapıyorum, bu yüzden mutlu ve huzurluyum.
49 Güzel Gör!
Hayatınızın belli anlarını birinci dereceden veya ikinci dereceden ar-
^adaşlarınızı ziyaret etmeye ayırın. Birinci ve ikinci dereceden
kastettiğim şey, arkadaşlarınızın sizin oturduğunuz semte ve şehre olan
mesafeleridir. Uzak bir semtte veya kentte olan arkadaşlarımız da nadir
de olsa ziyaret etmeliyiz. Bunu hem onlar için hem de kendimiz için
yapmalıyız.
"Sizden beklenenden fazlasını yapmak, sizin için yaşam biçimi olsun,
kazançlı çıkarsınız" diyor Bernard Shaw. Yine şu çarpıcı ifadeleri
kullanıyor: "Hiçbir işe yaramadığım zaman ölmek isterim." Burada
kastedilen i-fade hayırlı bir insan olmak için mücadele etmektir. Hiçbir
ikramı küçük görmemek lazım. Minicik bir ikram bile kalplerde büyük izler
bırakır. A-rada bir insanları ziyaret edip ikram götürün. Böylelikle
kalplerde yumuşama olur. Arkadaş ziyareti ve ikram sizin içinizi
genişletir. Yaşamda birileri moralinizi bozsa bile, sizin için iyi
insanlar da vardır, bu yeter. Ziyaret ettiğiniz ve ikramda bulunduğunuz
insanlar, karşınızda mahcup olarak, içleri sevgiyle dolar. Bu durum
pozitif enerjilerin karşılıklı salmımıdır. Hal böyle olunca iş
hayatınızda, ev hayatınızda, çevre hayatınızda barışık, huzurlu ve
enerjik olursunuz. İkramda bulunduğunuz bir insanın ufak tefek şeyler
yüzünden daha sonra sizi kıracağı, üzeceği ihtimali hemen hemen sıfırdır.
Oysa günümüzde arkadaşlar bile, hatta aile bireyleri bir hiç i yüzünden
birbirlerini kırabilmekteler. İşte ziyaretler ve ikramlar bu negatif
tutumları ve davranışları önlemiş oluyor.
Yeni Zelanda taraflarında o gün morali bozuk kolan birey huzursuzsa,
öfkelendiyse birkuş satın alıp serbest bırakıyormuş. Ne güzel bir
davranış... Bu da bir tür ikramdır. Özgürlük ikramı kadar hayatta bir
ikram o-| labilir mi? Artık o insanın içinin mutluluğunu varın siz hesap
edin. ,,
ikram ziyaret ilişkilerin en güzelidir. Bunu kitabımın başında da söy-I
lemistim. Ben kendi adıma konuşuyorum, bir miktar ikram malzemesi a-I"P
bir arkadaşımı ziyareti gittiğimde her şey çok farklı oluyor. Tüm kötü-
jlükler, kötü niyetler, rehavetler o an yok oluyor. Arkadaşımın gözleri
ışıl-|Qiyor. Öyle mutlu oluyor ki, ben de o an dünyanın en verimli
pozitif e-Inerjilerini kendimde buluyorum. Bir çocuğa bir hediye
aldığınızda, o ço-lCuğun yüzündeki mutluluk görülmeye değer. Aklıma güzel
bir öykü geldi |°nu anlatmak istiyorum:
I§te Hayatı Güzel Görmenin Karşılığı...
50 Sınırsız Yaşam Gücü
İYİLİK YAP, İYİLİK BUL!
Iskoçya'da yoksul mu yoksul bir çiftçi yaşarmış. Bu hadise yaşanmış bir
olaydır. Olayın kahramanı da Penisilini bulan şu ünlü Nobel Fizik ö-dülü
sahibi Aleksandır Fleming'dir. Çiftçi günlerden bir gün tarlada
çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı
ki, beline kadar bataklığa batmış bir çocuk kurtulmak için çırpınıp
duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi
çocuğu bataklıktan çıkararak ölümden kurtardı.
Ertesi gün yaşlı çiftçinin evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık
giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak
tanıttı kendini. "Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek
istiyorum!" Şimdi burada önemli bir nokta var. iyilik gören bir insandaki
vefa örneği... Unutmamış yaşlı çiftçiyi bulmuş ve kendiside ona yardım
etmek istiyor. Daha bitmedi...
Yoksul çiftçi, "Kabul edemem!" diye ödülü geri çevirdi. Bu da başka bir
erdemlilik örneği değil mi?
Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. Zayıf, cılız, yoksul
olduğu her halinden belli ama sarışın tatlı mı tatlı bir çocuk. "Bu senin
oğlun mu?" diye sordu Pristokrat. Çiftçi,"Evet!" dedi. Zengin adam devam
etti:
"Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim
almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benzerse ileride iftihar
duyacağın bir kişi olur."
Bundan sonra bu vefalı zengin adamın desteğiyle zavallı çiftçinin oğlu
eğitim gördü.
Aradan yıllar geçti. Çiftçinin oğlu Londra'daki Saint Mary's Hospital Tıp
Fakültesi'nden mezun oldu. Musevi asıllı vefalı zengin adamın eşsiz
merhametiyle tüm masrafları karşılanan bu genç kimdi biliyor musunuz?
Ünlü Aleksandr Fle-ming'di.
Sonraki yıllarda Nobel Fizik Ödülüne layık görülen bu genç insanlığın
duasını alacak olan buluşunu yapacaktı, o da penisilin.
51 Güzel Gör!
İyilik insanlık sanatıdır.
Nizami
Daha sonraki yıllarda Fleming'in masraflarını karşılayıp okutan iyi
yürekli Musevi zengin adam hastalanıp zatürreye yakalanır. Onu bu
muzdarip hastalıktan kim kurtarır biliyor musunuz? Flemin ve onun bulduğu
penisilin!
Yeri gelmişken, insanlara nasıl davranmamız gerektiğini özetleyen çok
çarpıcı kısa bir öykü daha anlatmak istiyorum. Bu da gerçek bir öykü:
ABD başkanlarından Abraham Lincoln, düşmanları hakkında çok yumuşak dil
kullanıyormuş. Bunu hoş görmeyenler şöyle diyorlarmış:
- Düşmanlarınızı yok etmek dururken, elinize fırsat geçtiğinde onları
neden affediyorsunuz, anlamıyoruz!
Lincoln başını tebessümle kaldırarak şu cevabı vermiş:
- Sayın efendiler, saygıdeğer bayanlar! Düşmanlarımı dost etmekle onları
zaten yok etmiş olmuyor muyum?
"Yok etmek" ifadesinin bu kadar pozitif, bu kadar verimli bir izahını ben
ilk defa bu çarpısı sözlerde duydum. İşte hayatı güzel görmenin bir başka
örneği.
İşte güler yüz fetheder. Hayata olumlu bakabilecek enerjiye sahip olmayı
yüz milyarlarla satın almaya kalkarsanız satın alamazsınız. Çünkü o
satılık bir mal değil, hayatın kendisidir. Arada bir arkadaşlarınıza
telefon edip, hal hatır sormak da çok güzel bir davranıştır. Eğer
insanlarla barışık yaşarsanız birileri size ters bir hareket yapsa da
bunu ciddiye almazsınız. Çünkü gördüğünüz ışıldayan gözler tebessümler,
güzel sözler, olumlu iletişimler, karşılıklı ikramlar, iyilikler,
dayanışmalar, karşılıklı gelip gitmeler sizin toplum içinde huzurlu
mantıklı ve güçlü birey olmanıza yetecektir.
insanların size tuhaf gelen davranışlarını inceleyip, enerji kaybetmek-/
tense, tıpkı Lincoln gibi yürek derinliğinizde iyilik ufukları açarak, o
an içinde bulunduğunuz zamanın tadını çıkarabilirsiniz. Başkalarının
tuhaf davranışlarını yargılamaya kalkmak sizi, bulunduğunuz veya bulunmak
istediğiniz konumdan uzaklaştırır. Siz kendi asıl işlerinize bakın; asıl
işlerinizde doğal ola-rak kendinize ve diğerlerine faydalı olmaktır.
Yapacağınız her iyi davranış size farklı başarı kapılarını açacaktır.
insan Allah'a ancak
öteki insanlara iyilik
yapmakla yaklaşabilir.
Çiçero
52 Sınırsız Yaşam Gücü
NEREYİ GÖRÜYORSANIZ SİZ ORADASINIZ
Dünyadan yüzlerce farklı kültürler, düşünceler, yaşam şekilleri var.
Bunların hepsine karşı çıkıp, savaş mı açacaksınız? Elbetteki hayır. İşte
hayatın özü de burada. Olayları nasıl gördüğümüz, bizim bu olaylara nasıl
davranacağımıza bağlıdır. Size zarar vereceğine inandığınız kişi durum ve
mekanlardan tabi ki uzak durmanız gerekecek; ama bu, sizin kötü söz
söyleyeceğiniz anlamına gelmez. Hepimiz, farklı olduğumuz gerçeğine saygı
duymamız gerekir.
Bir düşüncenin kendi yapısında alkolün, esrarın veya bazı cinsel
aykırılıkların hiçbir sakıncası olmayabilir; çünkü onlar hayatı bu
cepheden görüyorlardır. Birileri, hayat şeklini buna göre tanzim ediyor
diye, bu hayat tarzının doğru olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bize düşen
görev, nereyi gördüğümüze ve nasıl gördüğümüze dikkat etmemiz. Çünkü kişi
nereyi görüyorsa oradadır; nasıl görüyorsa o ruh halini yaşıyordur. İnsan
olarak bize düşen görev, güzelliklerde kutsallığın arayışı içerisinde
bulunma-mızdır. Kutsallık iyiliktir, merhamettir, kötü ile çirkini ayırt
edebilmektir. Bir şeydeki güzelliği göremememiz, o güzelliğin olmadığı
anlamına gelmez. Burada eksik olan taraf ya yeteri derecede dikkatimizi
vermiyoruz ya da görüş mesafemiz kısıtlı.
Victor Hugo, bir görüş mesafesiyle Sefillerdeki kahramanı Jan Valjan
haydut boyutundan iyi vatandaş boyutuna taşıdığında, bir adamının eliy-le
tipik görüş açısı kazandırdığında, artık Jan Valjan'in hayatı akıl almaz
derecede değişmişti. Hakikatte iyi bir fıtrata sahip olan bu yoldan
çıkmış kahraman nasıl hayırlı hale dönüştürülmüştü? Burada Hugo'nun derin
izlerini görürüz. Ona göre yaşamın çekilmez yanı bir gölge dahi olama'
makta yatıyor. Şöyle diyor ünlü yazar Victor Hugo: "Ne yazık! İnsanlar
yaşamları boyunca bir gölge bile bırakmadan bu dünyadan göçüp
gidiyorlar."
Erich Fromm, insanı tahlil ederken, bu yaratılmışın iç derinliğine iner.
Ona göre, insan doğası itibariyle sevmeye yatkındır. Sevme sanatını
anlamamış ve çevresinde saygı oturtamamış birey nereyi gördüğünü
bilememektedir. Fromm şöyle diyor:
53 Güzel Gör!
Erdem, iyiyi elde etme gücüdür.
Eflatun
"Hayatı kaybetmekten daha kötü bir şey vardır: Hayatın anlamını
kaybetmek. Bu anlam nereye bakıp, nereyi gördüğümüzü bağlıdır."
Ünlü ressam Van Gogh da "güzel gör!" mesajını şöyle yorumluyor: "Hayat.
Evet çoğumuz sanki bir tuvaliz. Duygularımızla yaşıyoruz, duygularımızla
görüyoruz. Her şey duygularımızda gizlenmiş. Doğru görmek, güzel olanı
görmek yaşamayı hak etmektir. Bize güzeli gösteren duygularımız acıma
hissiyle, iyilik yetileriyle dolduğu an yaşamayı hak etmişiz demektir."
Görmek... Elinden uçun giden balonunu bir ağacın en tepesinde gören çocuk
mutlu olabilir mi? Evet. Bu, o çocuğun görebilme ve hissede-bilme
kabiliyetine bağlıdır.
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken şaşkınlığını
gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o
güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığıydı. Baloncu dinlenmek
için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir
ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün
"Biliyor musun, benim hiç balonum olmadı!" Adam çocuğu şöyle bir
süzdükten sora, "Paran var mı?" diye sordu, "Sen onu söyle!" Çocuk,
"bayramda vardı." diye atıldı, "Önümüzdeki bayram yine olacak!" A-dam,
"Öyleyse bayramda gel!" dedi. "Acelem yok, ben beklerim" dedi çocuk.
Çocuk sessizce geri döndü o ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu
dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Birkaç adım attıktan sonra
elinde olmadan tekrar onlara baktığında gözlerine inanama-._, di.
Balonlar her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük
bir akasya ağacının dallarına takılmıştı.
Çocuk olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru
dönerek, "Küçük!" diye seslendi. "Balonları ağaçtan kurtarırsan birini
sana veririm!" "Balonları için yapılan teklif yavrucağın aklını babından
almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayaklarını aceley-'e
fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu
heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını
hissettirmiyordu- Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet
onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak
balonlardan birisi tyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta
kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa dikenlerden patlayacağını çok iyi
biliyordu ister istemez
54 Sınırsız Yaşam Gücü
55 Güzel Gör!
balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek, "Birini bana
verecektiniz..." dedi, "Hangisi o?" Adam çocuğu süzdükten sonra şöyle
dedi: "Seninki ağaçta kaldı evlat! İstersen çık al.!" Çocuk bu sefer
ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun parlayan balona
u-zun uzun baktı ve "Olsun!" diye mırıldandı. "Olsun! Ağacın üzerinde
kalsa da, bir balonum var ya artık!"
PARAYI KAPMAYI DEĞİL, MUTLU OLMAYI ;
BİLEN İNSAN PARA KAZANIR!
Günümüz insanının en büyük sorunlarından birisi olumlu ve olumsuz
durumlarda tepkisinin ne olduğu ve ne şekilde davrandığıdır. Bence
dünyanın en mutlu insanıyla en mutsuz insanı arasındaki tek fark olayları
nasıl karşıladıklarıdır. Aklınıza hemen parada gelmiş olabilir. Ama
kesinlikle değil sevgili dostlarım. Bu duruma pek inanmak istemeyiz ama,
olumsuzlukları sakin ve ılımlı karşılamaya alışmış insanlar ister çok
zengin olsun, aynı derecede mutlu insanlardır.
Mutlu olmayı bilen insan, olumsuzluklar karşısında telaşlanıp ezilip
büzülmez. Para kazanmasını bilen bir insan mutluluk kazanmasını
bilmedikten sonra, elindeki parasını da yitirir. Ama mutlu olmasını bilen
insan para kazanmayı da bileceği gibi, bu her iki elması kaybetmez de.
Olumsuzluğu dünyanın merkezi gibi gören bir insanın hayatından tat
alabileceğini söyleyebilir misiniz/ Orta halli bir insan, olumsuzluklar
karşısında telaşlanmayıp sakin ve ılımlı olmaya ahşmışsa bu insan
hayattan olabildiğince zevk alıyordur. Niçin? Çünkü o biliyor ki bu
olumsuzluk geçip gidecek, karşısına olumlu, güzel olaylar çıkacak. Yani
biri gelip biri gidecek. Bu hep böyle değil mi? Güzel bir evi, bir
arabası, güzel de bir parası olan insan mutluluğu yakalamıştır." Diye
bilir misiniz? Hayır! Bu insanın hayata nasıl baktığı önemlidir, bir
olumsuzluk karşısında verdiği tepki önemlidir.
Yaşamda bazı güzellikler için para mutlaka önemlidir. Ama zaten sakin ve
ılımlı olan bir insan, yani olumsuzluklar karşısında mutluluğu yi-
tirmeyip, ağlayıp dövünmeyen insan yapıcı ve güçlü insandır, para
kazanmasını da bilir. Çünkü düşmüyor, ayakta kalmasını biliyor,
enerjisini boş
yere harcamıyor; bu durumda enerji olan insan da elbette kazanır. Para
kazanmak için önce sakin ve mutlu olmak gerekir. Olumsuzluklar karşısında
sakin olan insan hem mutlu olur, güçlü kalacağı için para kazanır.
GERÇEKTEN ÖNEMLİ OLAN NEDİR?
Bazı zamanlar kafamızı kendimiz karmakarışık hale getiririz. Sonra da
güya çok iş yaptığımızı zannederiz. Oysa tam tersi hiçbir iş yapılmayan
durgun bir gündür o gün. Bu zamanlar kafamıza tarifsiz bir sorunun
takıldığı anlardır. Ya onu büyük bir telaş içerinde çözme yoluna gideriz
ya da sürekli kafamızı meşgul ederken, başka işle verimsiz bir şekilde
ilgileniriz. Her iki durumda da kafamız karışıktır, karışık olmaya da
devam e-decektir. Yapılması gereken öncelikler karşısında, eğer verim
almak istiyorsak telaşı bırakmamız gerekiyor. Her şeyin başı sakinliktir.
Kafanızın karışık olduğunu hissettiğiniz ve neyin önemli neyin önemsiz
olduğunu kestiremediğiniz anlarda problemin üzerine ısrarla çözüm için
gitmeyin. Çünkü böyle anlar, "suyu akışına bırak" denilen anlardır.
Sorunun çözümü için beklediğiniz gönlerde şartlar onu en kolay yönüyle ve
çözümüyle gözünüzün önüne getirir. Hiç abartmıyorum, bazen de sorunu
çözülmüş halde karşınızda bulursunuz. Yeter ki telaş etmeyin, sakin olun.
Yaşammızdaki telaşın en büyüğü, gelecekteki sahip olmak istediğiniz
şeylerdir. Bu telaş farkında olmadan sizi zamanla ihtirasa da sürükleyip
altında ezer; ve siz mutluluğun ne olduğuna yalancılaşırsınız. Sra,
sürekli gelecekteki sahip olmak istediğiniz şeylere odaklanırsınız. Oysa
hemen yanı başınızda öyle güzel sahip olduğunuz şeyler vardır ki, bunun
farkına varmazsınız. Hele ki başka birileriyle kendinizi kıyaslamanız var
ya... Bu, tehlikenin en büyüğüdür. Bir insan sizden bir üst seviyede
görünebilir, ama u-nutmayın ki siz de birilerine göre bir üst
seviyedesinizdir. Kimin daha mutlu ve huzurlu olacağını, hayattan daha
fazla 'ezzet alacağını kimse bilemez, bu tamamen kişinin kendisine
bağlıdır.
Bütün sorun ne istediğinizdir; ve sizin ı$in neyin önemli olduğudur. Siz
sahip
Gerçek, gecikmeyi sevmez.
Seneca
56 Sınırsız Yaşam Gücü
57 Güzel Gör!
olduklarınızı sürekli hatırlayın, size bahşedilmiş güzelliklerin farkına
varın, görülmesi gerekenleri görmesini bilin. Hayatınızı asla başlarda da
dediğim gibi izlemiş olduğunuz trajik ve acıklı bir film gibi görmeyin.
Çünkü gerçek yaşam hiçbir acıklı film kadar kötü veya acınacak değildir.
Bir defa, kendinize yapacağınız en büyük kötülük yaşamınıza ve kendinize
a-cımanız olacaktır. Bunu asla yapmayın.
Yeryüzü yaşamında merhametten başka, sizi temin ederim ki acınacak ] veya
oturup ağlanacak hiçbir şey yoktur. Uğruna oturup ağlayacağınız j hiçbir
şey ebedi değildir, gün doğup gün batacaktır. O halde yaşamınız bir
"pembe dizi" olmasın. "Allah'ım! Bir bu eksikti" deyip yaşamı çekilmez
hale getirmeyin.
Aslında, çoğu kez yaşamımızı olumlu ve güzel yönlerde değiştirmek ' içkin
yapmamız gereken şey apaçık ortadayken kalkıp yapmayız. Açıkçası biraz
tembelce davranırız. Güzel hayatı oluşturmak elimizde olduğu halde, "Ben
şimdi ne yapacağım.7" deyip kafamızı karışık hale getirir oturup kara
kara düşünürüz. Oysa hayır! Adım at, harekete geç; göreceksin oturup kara
kara düşünmekten çok daha güzel sonuçlar çıkacak ortaya.
SAHİP OLACAKLARINIZA DEĞİL, SAHİP OLDUKLARINIZA BAKIN
İşte "Güzel Gör!" mesajını bize kısa ve öz yansıtan bir başka şifre
cümle.' "Eğer yaşam felsefeniz, sahip olduklarınız değil de sürekli
ömrünüzün { sonuna kadar sahip olacaklarınızsa söylenecek bir şey yok.
Fakat, eğer yaşam felsefeniz gelecekte sahip olacaklarınızla daha mutlu
olmaksa, unut- i mayın ki mutluluğu çok uzaklarda arıyorsunuz; hayat,
sizin keyfinizi bekleyecek kadar yaşamınızı uzatma kıyağı yapmaz. Çünkü
hayatınız her geçen gün tükeniyor."
"Sahip olduklarınız değil de, sürekli ömrünüzün sonuna kadar sahip
olacaklarınızsa söylenecek bir şey yok" demiştim. Çünkü bu, ikincisinden
çok daha vahim. "Daha fazlası daha iyidir" şeklindeki bir yaklaşım mutlu
ve huzurlu yaşamın önüne gerilmiş çelik halattan bir bariyerdir.
Mutluluğun "Daha"sı olmaz. Öyleyse size verileceklere bakmayın, önce size
verilmişlerin kıymetini bilin.
Planlarınız olacaktır, bunları gerçekleştirmek isteyeceksinizdir, bu
doğal. Ama unutmayın ki öldükten sonra da geride bir yığın yapacaklarınız
kalacaktır. İnsan yapacaklarını asla bitiremez; bunu insanlık tarihinde
hiçbir kişi gerçekleştirememiştir. Öyleyse yaşamımız denge üzerine
olmalıdır; ne ifrat noktasında geçmiş acılar ne de tefrit noktasında
gelecek pembe hayaller... Sadece yapılması gereken, makul ve
uygulanabilir işlerimiz vardır, bizi bizden koparmayan işlerimiz.
Gelecekte sahip olmak istediğiniz şeyler için çırpınıp durmanız, hayatın
güzelliklerini görmenizi engeller, çünkü buna hiç vaktiniz olmaz.
Kendinize bir iyilik yapın, yaşa-mınızdaki her şeyi tadında bırakın.
Etrafınıza bir bakın; neleri, kimleri ihmal ettiğinizi düşünün. Buna
gerçekten ihtiyacınız olacak. Bir anne, ölümcül hastalığa yakalanan
kızına şöyle haykırıyor: "Allah'a hamd edip, bize yalnızca bir gün daha
vermesi için yalvaracağım."
İşte 0 Mektup!
Sadece bu sabah için, içimden ağlamak geldiği halde yüzünü gördüğüm de
gülümseyeceğim.
Sadece bu sabah için, ne giymek istediğinin seçimini sana bırakaca-| ğım
ve gülümseyerek ne kadar yakıştığını söyleyeceğim.
Sadece bu sabah, çamaşırları yıkamaktan vazgeçip senipie parkta oy-|
namaya gideceğim.
Bu sabah bulaşıkları lavaboda bırakıp bulmacının nasıl çözüldüğünü bana
öğretmeni izleyeceğim. Öğleden sonra telefonun fişini çekip bilgisayarı
kapatacağım ve arka bahçede oturup seninle köpükten balonlar uçuracağım.
Bu öğleden sonra dondurma arabası için çığlıklar attığında sana hiç kız-j
rnayacağım; ve gelirse bir tana alacağım.
Bu öğleden sonra büyüdüğünde ne olacağın hakkında hiç canımı
sıkmayacağım. Ya da seni ilgilendiren konularda ikinci bir düşünce
üretmeyeceğim.
Bu öğleden sonra kurabiye pişirirken bana yardım etmene izin vereceğim ve
tepende dikilip düzeltmeye çalışmayacağım.
Yapılırken heyecan
duyulmayan işler
başarılamaz.
Emerson
58 Sınırsız Yaşam Gücü
59 Güzel Gör!
Bu öğleden sonra hamburgerciye gideceğiz ve iki tane çocuk mönüsü
isteyeceğiz ki, iki oyuncak alabilesin.
Bu gece seni kollarımda tutacağım ve nasıl olduğunu, seni ne kadar çok
sevdiğimi anlatacağım.
Bu gece küvette suları sıçratmana izin vereceğim ve sana hiç
kızmayacağım.
Bu gece geç saate kadar oturmana ve balkona çıkıp yıldızları saymana izin
vereceğim.
Bu gece yanma uzanıp en sevdiğim TV programlarını bir kenara bırakacağım.
Bu gece sen dua ederken parmaklarımı saçlarında dolaştırıp bana en büyük
armağanı verdiği için Allah'a şükredeceğim.
Kayıp çocuklarım arayan anne ve babaları düşüneceğim.
Yatak odaları yerine çocuklarının mezarlarını ziyaret edenleri ve hastane
odalarında donuk bakışlarla içlerinde daha fazla tutamadıkları çığ-
hklarıyla hasta çocuklarını seyreden anne babaları düşüneceğim. Ve bu
gece yanağına iyi geceler öpücüğü kondurduğumda seni biraz daha sıkı ve
biraz daha uzun tutacağım kollarımda.
Allah'a ham edip bize yalnızca bir gün daha vermesi için yalvaracağım.
DAMLAYAN DURU SULAR OLUN!
Geçmişinizle ilgili hiçbir şeye üzülmeyin. Hiç kimseye de kızmayın. Çünkü
bunun size tek bir faydası olmayacağı gibi, bu d urum sizin iç
temsilinizi ve kişilik tutarlılığınızı zedeler, kendinize olan saygınızı
öldürür. Siz damlayan sular olun. Bu size çok büyük kazanç sağlayacaktır.
Bir eğitimci arkadaşım başından geçen ilginç bir olay anlatmıştı.
Birlikte dinleyelim:
Beş sene önce lisede okuttuğum bir öğrencimle karşılaşmıştım. Vefat eden
babasının arkasından bayağı bir sitem e-diyordu. "Gel şöyle bir kenara
oturup birer çay içelim" dedim. Eski öğrencim Hukuk Fakültesinde
okuyordu. "Babana neden kızgınsın.7" diye sordum. Aldığım
Rüyaları
gerçekleştirmenin en kestirme yolu, uyumamaktır.
cevap üzerinde durulmaya değerdi: "Hocam, çok sıkıntı çektim. Annem ve
diğer kardeşlerim de. Ben üniversitede zor bela okuyorum. Babam arkasında
hiçbir şey bırakmamış. İçki de içermiş. İnsan hiç olmazsa bir ev
bırakması gerektiğini anlattım. Bunun kendisine hiçbir fayda
vermeyeceğini ifade ederek, iç temsilini tamamen dağıtan ve farkında
olmadan sağlıksız düşünen bu eski öğrencime şunları söyledim: "Bak, şu an
ne yapıyorsun? Hukuk gibi bir bölümde okuyorsun, bunu başarmışsın. Önce
bununla mutlu ol. Sonra babana kızma tam tersi ona dua et. Bu senin
kendine olan saygını artıracaktır. Kızdığın zamanlar ise iç düzenin
sarsılacak, kafanı gereksiz şeyle meşgul etmiş olacaksın ve kendine olan
saygın kalmayacak. Sonra bak, rahmetli baban hukuk okuma şansına sahip
değildi. Onun orada tek bir şeye ihtiyacı var, o da dua. Bu küçücük şeyi
ondan neden esirgiyorsun? Hem dua edersen cenabı Allah'ın da hoşuna
gider, daha başarılı olursun." İki saatte yakın karşılıklı konuştuk.
Çocuk çok hafifledi, rahatladı.
Evet, böyle işte. Bildiğimiz çok basit hakikatleri belki o anda birileri
bize hatırlatması gerekiyor.
Hiç kuşku yok ki, huzurlu olabilmek için damlalar gibi olmalıyız,
durmamalıyız akmalıyız. Esnekliği katılığa yeğlememiz gerekir. Hayatta
daha esnek ve geniş olduğunuzda sizin lehinize bir çok şeyin değiştiğini
görürsünüz. Daha rahat, daha üretken bir insan olursunuz.'Damlayan sular
nasıl kir tutmazsa siz de bu hareketliliğinizden dolayı enerjik ve güçlü
o-lacağınız dan hiçbir vakit kir tutmayacaksınızdır.
ŞÜKRETMENİZ GEREKEN ŞEYLERİ HATIRLAYIN
Evet, mutlaka hatırlayın. Çoğumuz bunu ihmal ederiz. Olanları unutur,
olmayanlar için dövünürüz. Sonra bu olmayanları da elde ettiğimizde yine
bir başka "bizde olmayanlar" için hesapsızca didinir dururuz. Bu arada
güzel hayatımızı unutuveririz.
Bazı geceler loş ortamda oturup tefekkür etmeniz, size unuttuğunuz çok
§eyi hatırlatacaktır. Unutulup da hatırlanması gereken en önemli şey
şükürdür. Gündüz aydınlıktır; fakat unutturur. Gece karanlıktır; fakat
hatırlatır.
60 Sınırsız Yaşgm Gücü
61 Güzel Gör!
Gündüzün hareketli, cafcaflı yaşamında içinde bulunduğunuz imkanların
farkında olmadan, arenada serbest kalmış azgın boğa gibi sağa sola
hesapsızca koşturur durursunuz. Kendinizi adeta çöldeki aldatılmış serap
gibi karşınıza sunulmuş karma karışık plan ve programlan uygulamakla
zorunlu hissedersiniz. Bu yapı içerisinde hayatın kendisini özümseme
fırsatı bulamasınız. Günleriniz böyle karmakarışıktık içerisinde geçer.
Böyle bir kalabalık ve karmaşa içerisinde sığınacağınız tek liman gece
limanıdır. Bu liman durgun ve sakindir. Bu limanda elde ne varsa onunla
da mutlu olunabileceği gösterilir. Bahsettiğimiz limanda mutluluk illaki
Kanarya adalarında aranmaz. Zira, Kanarya adalarına da gidilse benliğin,
daha başka yerler isteyeceği malumdur. Bunun için bulunduğu çevrede
gidebileceği mutluluk yerleri arar. İşte gece size bütün bunları
hatırlatır.
Bulunduğu yerde mutlu olmasını bilmeyen biri inanıyorum ki kanarya
Adalarında da mutlu olamayacaktır. Oysa mutluluk, görmesini bilen güzel
görmesini bilen için hemen o an o yerdedir.
Tabi ki güzel bir yaşam insanoğlunun en doğru isteğidir. Fakat güzel
yaşam nedir? Veya güzel yaşam denilince ne anlıyoruz? Buna imkanımız var
da biz mi farkına varamıyoruz. Ve durmadan 'Güzel yaşam neredesin?' diye
sızlanıp duruyoruz; şükretmemiz gereken şeyleri hatırlamıyoruz.
Şükretmemizin önündeki en büyük engellerden biri hiçbir şeyi beğenmemek
ve karamsarlıktır. Karamsar, hiçbir şeyi beğenmeyen ve her şeye olumsuz
bakan bir adam yarış için hazırlanmış bir atın "Bu at kesinlikle koşamaz"
demiş. Atın iyi koştuğunu görenler adama dönüp, ne diyeceğini merak
etmişler.
Adam, "Çok iyi hızlı koşuyor ama bu atı durduramazlar" demiş.
Öğrencilik yıllarındaydım. Bir arkadaşım vardı, hayata kötümser bakardı.
Bir gün okulun bahçesinde geziniyoruz, Aylardan mart ama dışarıda yaz
güneşi gibi güneş var. Arkadaşıma, "Ne kadar güzel güneş değil mi?" diye
mırıldandım. Onun cevabı, "Öyle a-ma rüzgar var!" oldu. Mutsuz insanlar
gülden önce dikeni görürler, mutlu insanlar ise dikenden önce gülü
görürler. Siz dikenden önce gülü görmeye çalışın ki şükredip, mutlu
olmasını bilesiniz.
Hiç kimse, başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır.
Keth Moorhead
DUA, HAYATI GÜZEL GÖRMEYİ ÖĞRETİR
Bir şeyi hiçbir zaman unutmamamız gerekir. Yüce Allah'ın bir şeyi
ertelemesi reddetmesi demek değildir. Çoğu kez dualarımızdan sonra
aceleci davranırız. Sonra, duamızın kabul edilmediğini zannederiz.
Aslında biz iyi ve temiz yürekli olduktan sonra kabul edilmeyecek dua
yoktur, sadece zamanı gelmemiştir.
Yetmiş yaşında zengin olmuş bir adama sormuşlar, "Neden yetmiş yaşından
sonra zengin oldunuz?" diye. Adam cevap vermiş: "Duanın gücünü yetmiş
yaşında anladım."
Dua, bilimsel olarak da ispat edilmiş olumlu bir enerji bir güç. Dua
ettikten sonra kendinizi kuş gibi hissedersiniz. Spinoza dua ile kanatın
önemine değinerek şöyle demiş: "istediklerimizin hepsini elde
edemeyeceğimize göre hayata olumlu bakarak elimizdekilere kanaat etmesini
bilelim." Dua, ancak kanaatle birlikte anıldığı zaman huzur verir. Biz
duayı bir ü-retme aracı olarak değil, güzellik aracı olarak görmeliyiz.
Oscar Wilde, "Her arzunun gerçekleşmesi, Allah'ın seni fenalığa
sürüklemek istememe-sindendir." derken, arzuyu duayı üretim makinesi
olmaktan çıkarıp, bir değerler manzumesine oturtmak istemiştir. Evet, dua
bir değer çerçevesi-dir. Öyle bir "değer" ki Bernard Shaw'm dediği gibi,
"Hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır."
Elbetteki dua, düş kırıklığı değildir, Sadece bir müddet ertelenmiş
umutlardır. Sizlere düşen görev I yaşamı, olabildiğince güzel görmektir.
Örneğin Konfüçyüs'ün şu sözleri yüreğimize su serpmiyor mu? "Büyük
insanların taşıdğı özellikler şunlardır: Doğruyu teşhis etmek, iyi bir
dinleyici olmak, duanın gücüne inanmak, yumuşak konuşmak, doğruluk, işini
severek yapmak, bilmediğini sormak, kızgınlıktan uzak durmak, başarılı
olduğunda adil davranmak."
BUGÜN KENDİN İÇİN NE YAPTIN?
İnsanın kendini bilmesi kadar kıymete değer bir şey yoktur. Kendini bilen
yüce yaratıcıyı da bilir. Ne yaptığının farkında olan ve ne yapması |
gerektiğinin mücadelesini veren insan kendini bilen insandır.
Hareketlerinden rahatsızlık duyan ve değişmeye çalışan birey, kendili
bilen kendi için bir şeyler yapmaya çalışan bireydir.
62 Sınırsız Yaşam Gücü
63 Güzel Gör!
"Bugün kendim için ne yaptım?" diye soran insan huzuru arayan insandır.
Ve bilir ki huzur, yardımsever olmaktan geçer; bilir ki huzur, Yaradarıı
bilmekten geçer. İnsanın kendini ödüllendirmesi kendine iyilik yapması e-
manet olarak aldığı bedenine göstereceği saygı olacaktır. İnsanın kendisi
i-çin yapacağı şey geride iyi ve hayırla anılmak olacaktır. "Bugün kendim
i- < çin ne yaptım?" diye sormak, dünya ve ahireti kapsayan bir sorgudur.
İn-1 san kendi için vardır, yaptığı kötülüklerin hesabını kendisi
yapmayan insan ! başkalarını da düzeltemez, başkalarına da iyilik
yapamaz. Kendine iyiliği dokunmayan insanın başkalarına nasıl iyiliği
dokunabilir? Yüce Allah'ın insanın yapacağı iyiliklere ihtiyacı yoktur.
İnsan iyiliği kendisi için yapar. Çünkü yapacağı iyilik ademoğlunu
dünyadan sonra yaşamda güzel yerlere götürecektir; yapacağı kötülükse onu
kötü yerlere götürecektir.
Kendine iyilik yapmak isteyen insan iyi yola yönelir. Siz kendinize
iyilik yapın, iyi yola yönelin. Şu soruyu sormayı ihmal etmeyin: "Bugün
kendim için ne yaptım?"
"Düşüncemizin, bilgimizin, hayallerimizin önemi yok. Önemli olan
yaptığımız işlerdir." diyor Ruskin. Çünkü biz yaptığımız işlerden
sorumluyuz. Robertson da, yaptığımız işlerden sorumlu olduğumuzun altını
çizmiştir:
"Uyumadan önce gündüz yaptıklarımızı düşünüp, yarın yaşamaya hakkımız var
mı, diye kendimize soralım."
Materlink, "Hep geleceğimiz için çalışıp çabalıyoruz, ama geleceğe ne
kadar yaklaşırsak ölüme de o kadar yaklaşmış oluruz." derken, gerçekten
bir hakikatin altını çizmiştir.
.,,
YÜREĞİMİZİ TİTRETEN BİR ÖYKÜ ;;
Otobüs yolcuları elinde beyaz bir baston taşıyan genç kadının otobüse
binişini içten gelen bir sempatiyle izlediler.
Basamakları geçti. Boş olduğu söylenen koltuğu el yordamıyla buldu.
Oturdu. Çantasını kucağına aldı. Bastonu koltuğa yasladı.
34 yaşındaki Susan, bir yıldır görmüyordu. Yanlış teşhis sonucu kör
olmuş, karanlık dünyanın içine düşmüştü. Öfke... Kızgınlık... Kendine a-
cima. Hayatta tek dayanağı artık kocası Mark'tı Mark Hava Kuvvetlerinde
subaydı. Susan'ı bütün kalbiyle seviyordu.
Susan gözlerini kaybedince Mark karısının içine düştüğü umutsuzluğu hemen
fark etmişti. Ona yeniden güç kazanması kendine güvene tekrar sahip
olması için yardım etmeliydi. Susan yine kendi kendine yeterli olduğuna
inanmalı kimseye bağlı kalmadan yaşamalıydı. Sonunda Susan işine dönmeye
ikna etti.
Peki ama evden işe nasıl gidecekti? Genelde otobüsle giderdi. Fakat şimdi
koca şehri uçtan uca tek başına geçmekten korkuyordu. Mark her sabah onu
arabasıyla işe bırakmayı teklif etti. Kendi işi tam aksi yönde olduğu
halde.
İlk günler Susan kendini rahat hissetti. Mark da, "Görmüyorum, artık
hiçbir işe yaramam!" diyen karısını çalışmaya başlattığı için mutluydu.
Fakat bir süre sonra Mark işlerin iyi gitmediğini fark etti. Başkasına
bağlı hayatın Susan'ı mutlu etmesi mümkün değildi.
İşe eskiden olduğu gibi kendi başına otobüsle gitmeliydi. Ama Susan hala
o kadar hassas o kadar kırılgan, o kadar öfkeliydi ki... Ne yapabilirdi?
"Otobüs" lafı ağzından çıkar çıkmaz, Susan öfkesiyle haykırdı:
"Nasıl yaparım? Görmüyor musun? Ben körüm? Nerede olduğumu nasıl bilirim,
nereye gittiğimi nasıl anlarım? Galiba'sana ağır gelmeye başladım, beni
başından atmaya çalışıyorsun!"
Duydukları Mark'm kalbini fena halde kırdı. Fakat ne yapacağını
biliyordu.
"Her sabah ve akşam otobüsünü arabamla takip edeceğim. Sen bu yolculuğu
tek başına yapmaya hazır olana dek sürecek bu."
Mark tam iki hafta Susan'm otobüsünün arkasından gitti. İki hafta
karısına görme dışındaki duyularını nasıl kullanacağını anlattı Özellikle
duymanın pek çok problemi çözeceğini izah etti. Kulakları ona nerede
olduğunu söyleyebilirdi. Yeni hayat tarzına alışmasına yardımcı
olabilirdi. Otobüs şoförüyle tanışırsa her şey kolaylaşır, şoför ona bir
gün önde yer bile ayırırdı. Hazır olduğunu hissetti. Pazartesi sabah
geldi. Ayrılırken, otobüsünün geçici eskortu kocasına, hayattaki en büyük
dostuna
Hayattan yakınanlar,
ondan olmayacak şey
isteyenlerdir.
E. Renan
64 Sınırsız Yaşam Gücü
sarıldı. Gözlerinden yaş boşanıyordu Susan'ın. Kocasına öyle teşekkürle
doluydu ki... Onun sabrı sadakati desteği ve sevgisiyle umutsuzluk
uçurumundan nasıl çıkmış nasıl yeniden hayata dönmüştü.
"Allahaısmarladık!" dedi kocasına; ve uzun zamandan beri ilk defa ters
yönlerde yola çıktılar.
Pazartesi... Salı... Çarşamba... Her gün mükemmel geçti Susan için.
Kendini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Yapıyordu, başarıyordu. Tek
başına başarıyordu. Kendi kendine gidip gelebiliyordu işte. Cuma sabahı,
Susan her günkü gibi otobüse bindi. Ofisinin karşısındaki duraktan
inerken bilet parasını uzattı şoföre
"Sizi kıskanıyorum!" dedi şoför.
Susan, şoförün başkasına hitap ettiğini düşündü Bir körün gıpta edilecek
nesi olabilirdi kü
"Sizin kadar sevilmek, sizin kadar şefkat ve sevgiyle korunmak çok hoş
bir duygu olmalı bayan!" dedi şoför.
"Nasıl yani?" diye sordu Susan...
"Bir haftadır, her sabah yakışıklı bir subay köşede duruyor ve siz
otobüsten inene kadar sizi izliyor. Yolu kazasız geçmenize bakıyor,
ofisinize girene kadar oradan ayrılmıyor. Sonra size bir öpücük yolluyor,
elini sallıyor ve yürüyüp gidiyor. Siz çok talihli bir kadınsınız!"
Mutluluk gözyaşları Susan'ın yanaklarından aşağı doğru süzüldü. Mark'ı
hiç görmüyordu ama bir haftadır yanında olduğunu öyle kuvvetli
hissediyordu ki... Talihliydi... Gerçekten çok talihliydi. Öyle bir
armağan vermişti ki ona yüce Allah, görmekten daha değerliydi.
Bu armağanın varlığına, bu aşkın kutsallığına inanması için görmesi
gerekmiyordu. Çünkü, sevginin aydınlatmayacağı karanlık yoktu. Susan
ellerini yüce yaratıcıya açarak
..#
"Allahım sana şükürler olsun!" dedi.
*
KENDİNİZE DEĞER VERİN!
Kötü ve başarısız olduğunuz hissine kapılıp, diğerleriyle aranıza uçurum
koymayın. Çünkü bütün insanlar dönem dönem, belki de uzun bir dönem
olmaması gerekeni yapmışlardır. Ama her insan bir tek kendisi
65 Güzel Gör!
olduğu için, diğerlerini hep farklı görüp kendisini, kenara atılmış
duygusuna kaptırır. Bu ruh hali, bir "tek" olmanın getirdiği belki de
zaman zaman olması gereken bir histir.
Başarısızlıklarınıza bakıp asla üzülmeyin. Kimse yüzde yüz başarılı
değildir. Diğer insanların da benzer sorunlar yaşadığım aklınızdan
çıkarmayın. Tek başarısız veya tek sorunlu insan siz değilsiniz. Önce
yaşamı güzel görmeye alışın. Karşınıza çıkan her insanın sizden,
büyütülecek kadar farklı bir yönü yoktur. Unutmayınız ki huzur, gün
batımını görmek ve kime şükredeceğini bilmektir, "insanın yüreğinde yanan
ateş parlak değilse yürekte kurum birikir." diyor Maksim Gorki. Kendinize
layık olduğunuz değeri verin ki etrafınızı da aydınlatasmız. Her insanın
yüreğinde parlak bir ateş vardır. Ancak kimisi bu ateşi söndürürken
kimisi aydınlığa giden yolda taşıdığı sorumlulukların bilincinde olarak
yaşamı sever. "İnsan kendinde, kendinden daha büyük olan bir şeyi
taşıyandır." derken Saint Exu-pery, yüreklerimizdeki aydınlık tünelini
ifade etmeye çalışmıştır.
Hayatta önemli olan ileriye bir adım atmak ve elimizden geleni en iyisini
yapmaktır. Değilse, kendimizi değersiz görmek, "Mutlu olmak istiyorsan
olmayacak düşüncelerle kendini üzme!" diyen Rochefaucault'a kulak vermeyi
gerektirir. Kendine güvensizlik, başta gereksiz bir düşüncedir.
Kendine güvenin altında bazen olayları doğal karşılamak yatmakta-dır.a
Epiktetos bu durumu şöyle ifade ediyor:
"Dünyada olup biten her şeyde, olayların istediğimiz şekilde
gerçekleşmesini dilemek yerine, olayların olması gerektiği şekilde
gerçekleşmesini istediğinizde huzura kavuşacaksınız."
insanın kendine değer vermesi, bazen olayları akışına bırakıp, irdele -
mesiyle doğru orantılıdır. Çünkü, burada asıl olan "insan" kavramıdır,
elde edilecek "kazanç" kavramı değildir. Mark Twain bunu farklı açılardan
ele almış ve şu ifadeleri kullanmıştır:
"Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı o şeyin kendisinden
değil, sizin ona verdiğiniz değerden ileri geliyordur. Onun da her an
ortadan kaldırma gücünüz vardır."
Erdem bir içgüdü işi değil, bir akıl işidir.
Immanuel Kant
66 Sınırsız Yaşam Gücü
Arada bir hatalarımıza rağmen kendinize gülebiliyor ve kendinizi se-
vebiliyorsanız siz yaşamın ve mutluluğun kıyısında değil, tam ortasında-
sımzdır.
Hayatta karşınıza çıkan olumsuzlukların ancak yüzde onu başkaları
tarafından gelen olumsuzluklardır. Yüzde doksanı ise hep kendimizin
yarattığı olumsuzluklardır. Nedense onca olumsuzluklar yaşamamıza rağmen
bu olumsuzlukları hayatımızın bir parçasıymış gibi ömrümüzün sonuna kadar
yaşarız. Bunun sebebi kendimize değer vermeyişimizdir; değersizlik ise
özgüven kaybından meydana gelir, insanların çoğu sadece yaşadıkları
olumsuz olaylara ağlarlar, olay bitip gittiği zaman da sanki tekrar
gelmeyecek garantisi varmış gibi ondan gereken dersi gereken sebep sonucu
çıkarmayız. Ve bir müddet sonra aynı olay başımıza gelir. Bu hep böyle
devam eder gider. Biz hep aynı sorunları çözmekle debelenir dururuz.
İÇ HUZURU YAKALAMANIN KAYNAKLARINDAN BİRİ...
Her Şey Göründüğü Gibi Değildir!
Olayların gerçek iç yüzü bizi ilgilendirmesi gerekirken önyargı tuzağına
düşeriz. Manevi yaşamın vazgeçilmez temel ilkesi yüreğimizi açık tutmaya
alışmaktır. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığım, sorunları, yaşamımızı
olduğundan farklı hale getirecek tarzda kötümserleştirmememiz j
gerektiğini söylemek isterim. Görünen tek şey, insanların birbirlerini
anlayışla karşılamalarında yatmaktadır. Bu duygu bir iç dinamiktir. Size
ha' yata bağlayacak olan fitildir. Bütün sorun bu fitili ateşlemenize
bağladır.
Yaşama karşı tüm kaprislerimiz; tüm gizli kalmış bencilliklerimizi atti'
ğımız an geniş masmavi Ummanlarda, devasa yeşillerin kapladığı büyük
çayırlarda mutlu ve huzurlu bir hayatın ne olduğunu yeniden keşfetmiş
olacağız, tüm önyargılarımızdan kurtulmuş olarak.
İç huzuru yakalamanın kaçınılmaz gerçekleri, biz ona karar verdiği' miz
takdirde oluşabilir ancak. Acı ve zevk başarı ve başarısızlık, sevinç ve
keder doğum ve ölüm... Cana yakın, alçakgönüllü ve sabırlı olmayı öğreten
temel yapı taşlan bazen yaşanan hadiseler olabilmektedir.
67 Güzel Gör!
Sevgi ve şefkat bitkisi, biz onu suladığımız sürece boy atar, yeşerir.
Farklı olmak da bu değil midir? Kötü görmeye odaklanmak bu bitkiyi hiçbir
zaman yeşertmeyecektir. Sanılanın aksine olayları olduğu gibi, insanları
sevap ve günahlarıyla kabullenmek farklı bir açıdan "görmek"tir. Her şey
göründüğü gibi değildir; evet; bu doğru. Bitkinin büyümü aşamalarını
göremeyiz, ama büyüdüğü hakikatini inkar edemeyiz; kuşların gökyüzünde
kanat çırparken, kanat hareketlerini duymayız ve birebir izleyeme-yiz,
ama uçtukları hakikatini kabul ederiz.Tıpkı bunun gibi, insan yüreğinin
öz benliğinde merhamet ve sevgi ırmaklarının çağladığını hissederiz.
Kabulleniriz. Bunu bu şekilde duyumsadıktan sonra yaşam bir kavga
olmaktan çıkacak, gönüllerimiz güz çiçeği gibi ferahlayacaktır.
Duygularımız, görünen her şeye değil de bir tek şeye odaklansa her bij
reyin birkaç şiiri olurdu. O vakit ne kavgalar, ne kıskançlıklar ne
çekişmeler ve en önemlisi de ne savaşlar olurdu. O "bir tek" şey, huzurun
bize rehberlik edip, bizi moral tepelerine, güler yüzlü bir sistemimiz
var aslında. Tıpkı termometre gibi size dışarıda havanın nasıl olduğunu
bildirir. Çünkü iç benliğinizi bu havaya göre ayarlamanız istenir. Eğer
siz dışarıda gördüğünüz hava nispetinde vücut ısınızı ayarlamaya
kalkarsanız,
| yararınıza kullanacağınız yetileriniz köreltmiş olursunuz.
Kardelen, dışarıdaki havayı kendisine uyarlamaya kalkmadı, kendisini o
hava nispetinde yeşillendirdi. Bu, bir türü uyumdur. Eğer kardelen gör-
düğüyle kalsaydı, şimdi tüm sevgi çiftlerinin sembol çiçeği olur muydu?
İ-! Cindeki sıcak sevgiyle karları nasıl deldi kardelen? Şartlanmadı,
önyargıyla bakmadı. Soğuk kışla arkadaşlığı denedi; ve karların üzerinde
göründü.
Biz insanlar da ne zaman ki kardelen çiçeği gibi önyargısız oluruz, işte
o zaman dostluklarımız zedelenmez. Nadiren de olsa yaşlı çiftlerin dahi
ayrılma aşamasına gelmelerinin altında yatan sebep, her şeyin göründüğü
gibi kabul e-dilmesidir. Onca sevgiden, onca birliktelikten, onca
masumane iffetli aşktan sonra hangi güç insanı ayrırır? Bence önyargı
ve "bu kesin böyledir" şeklindeki kanaatlerimizdir. İşte size Allahtan ki
so-ftu duygusallıkla biten bir öykü:
Her şey Göründüğü Gibi Değildir...
Azim ve sebat
insanların en büyük
yardımcısıdır.
Hz. Ali
r
68 Sınırsız Yaşam Gücü
İBRETLİK BİR SEVGİ ÖYKÜSÜ
Mahkeme salonu gün ortası tenhalığındaydı. İlginç bir dava olmadığı için
salonda fazla izleyici yoktu. Hakim salona girdi. Önündeki dosyaya bir
göz atta: "Yine boşanma davası ha!" diye mırıldandı. Başını kaldırdı.
Bakışlarını davalıyla davacıya çevirdi. İkisi de 7'sini aşkın
görünüyordu. Şaşkınlık içinde sordu: "Boşanmak mı istiyorsunuz?" Yaşlı
kadının gözleri doluydu. Torunu yaşındaki hakime baktı ve acıklı bir
sesle hikayesini anlatmaya başladı:
"Bu gördüğün adamla 50 yıl kadar önce evlendik yavrum! Evlendiğimizin
birini yıldönümünde kocam olacak bu adam bana sedef çiçeklerinden oluşan
bir buket verdi. Onları öyle çok sevdim ki, yapraklarından yeni sedef
çiçekleri ürettim. Zamanla çoğaldılar. Çocuğum da olmadığı için bütün
sevgimi onlara yöneltmiştim. İsimler bile takmıştım." Gözlerini sildi
yaşlı kadın ve devam etti: "Her gün sedef çiçeklerimi suluyor, toprağını
havalandırıyor, sevip okşuyor ve onlarla konuşuyordum. Bir gün baktım,
yaprakları sararmaya başladı. Kocam bahçıvandır. Çiçeklerimin neden
sararıp solduklarını sordum. Bana 'Sedef çiçekleri gündüz değil, gece
yarısından sonra sulanır.' dedi. Bunu duyduğumdan beri hastalıkta
sağlıkta, soğukta sıcakta, tam 50 yıl boyunca her gece sabaha karşı saat
2'de yatağımdan kalkıp evlatlarını emziren anne hassasiyeti içinde sedef
çiçeklerimi suladım. Bu benim kocam olacak adam, 'Bir gece de ben
kalkayım, karıma yardımcı olayım!' demedi. Hiçbir faydasını görmedim."
"Peki!" diye araya girdi genç hakim "Boşanmak için bunca sene neden
bekledin nine?" Yaşlı kadın yemenisinin ucuyla akan gözyaşlarını silerken
konuştu: "Ailenin kutsal olduğunu öğrettiler bize evladım, zırt pırt
boşanma olmaz. Boşanmak için bıçağın kemiğe dayanması lazım!" "Anladım!"
derken gülümsedi hakim, "Peki bıçak kemiğe ne zaman dayandı?" "Birkaç gün
önce!" diye soruya cevap verdi yaşlı kadın, "Yorgunluktan, belki de
yaşlılıktan o gece uykuda kalmışım. Çiçeklerime su veremedim. Yavrucaklar
susuzluktan sararıp soldular. Kocam olacak a-dam, hiç olmazsa beni
uyandırarak yardım etseydi! Ama hayır! O kadar duyar-
Sevüebilmek için sevimli olacaksın.
Ovid
69 Güzel Gör!
sız ve umursamaz biridir ki, uyanmışsa bile sırf bana yardımcı olmamak i-
çin beni uyandırmamıştır. Böyle bir adamla artık bir dakika bile evli
kalamam, lütfen bizi boşayın!"
Kadın sustu. Gözlerini tekrar sildi. Gencecik hakim yaşlı adama döndü:
"Nineyi duydun, söyleyecek bir şeyin var mı?" "Var!" dedi yaşlı adam.
Karası tarafından ağır şekilde suçlandığı için önüne doğru bakarak
anlatmaya başladı:
"Askerliğimi reisi cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptığım sırada
tanıdım Ayşemi. Ona sedef çiçeklerinden buketler verdim. Delice sevdik
birbirimizi. Sonra evlendik. Evliliğimizin ilk yılarlında boyun ağrısı
çektiği için doktora götürmüştüm. Doktor boyun kireçlenmesi teşhisi
koydu. Uzun süre yatakta kalırsa boynundaki kireçlenmenin artacağını, bu
sebeple her gece kalkıp gezinmesi gerektiğini söyledi. Fakat eşim
inatçıdır, doktoru dinlemedi. Aramızda bu tartışma sürerken sedef
çiçekleri yaprak dökmeye başlamaz mı, hemen aklıma bir cinlik geldi.
Onları gece yarısından sonra sularsa yeşereceğini söyledim. Böylece uzun
süre yatakta hareketsiz kalmamasını sağlamak istiyordum. Ancak uykusu
ağırdı Ayşemin. Bu yüzden yıllardır saat 2'lere kadar uyumadım. Çeşitli
yollardan onu u-yand irdim.
\
Sevdiğim kadını evladı gibi sevdiği çiçeklerini sularken her gece gizlice
seyrettim. Ama geçen gece yaşlılık işte, uyanamamışım. Uyanamayın-ca da
Ayşemi de uyandıramadım. Çiçekler susuz kaldı. Bu yüzden de suçlanıyorum.
Ve dünyada her şeyden çok sevdiğim kadın, bu yüzden beni boşamak
istiyor."
Yaşlı kadın kocasına baktı. Hıçkırdı, sarsıldı. "Nasıl da yanılmışım!"
diye bağırdı. Sendeleye sendeleye kocasının yanına gitti, kocasına
sarıldı. 'Her şey göründüğü ya da sanıldığı gibi değildir." diye
mırıldandı genç hakim, "Herkes hayatı kendi duruşuna göre yorumlar."
Dosyayı mübaşire uzattı, "Dava düşmüştür!" dedi. Gözlerinden iki damla
yaş akıyordu.
3. BOLUM GÜZEL YAŞA!
HAYATI GÜZELLEŞTİRMEK SİZİN ELİNİZDE
Güzelliklerin farkında olmak asil bir duygudur; insanlara yaşam coşkusu
veren de işte budur. Yaşam her birbiri ardına gelen olaylar zinciri
değildir, onun saadet yönü ağır basar allında. Yeter ki içinde
bulunduğumuz "an'ların farkında olalım. Dr. Richard Carlson bu durumu
şöyle yorumluyor:
"içinde bulunduğumuz an" ba§ka bir an izleyecektir. Hoşumuza giden bir
şey olmaktaysa, bu anın getirdiği mutluluğun tadını çıkarın. Fakat
utmayın ki, o an er geç yerini başka türlü bir ana bırakacaktır. Eğer
bunu kabul edebiliyorsanız, o an değişirken bile huzurlu kalabilirsiniz.
E-ğer bir ızdırabınız varsa, ya da çok mutsuz bir dönem geçiriyorsanız,
bunun da geçeceğini bilin Bu bilinci yüreğinizde barındırmak, en çetin
zamanlarınızda bile perspektifinizi korumanızı sağlar. Güzel yaşam ve
sevgi adına ilk çabayı bizim göstermemiz gerekiyor. Çünkü bunu biz
istiyoruz, biz hissediyoruz. Arzu ettiğimiz sevgiyi bize başkalarının
sağlamasını beklemektense, kendimiz bir sevgi kaynağı olmalıyız."
Derler ki, "İki nokta arasındaki en kısa mesafe, niyettir." Sevgi dolu
bir ya-§arna kovuşmak için bu deyiş son derece doğrudur. Sevgi dolu bir
yaşamın baş- angıç noktası, ya da temeli önce bir
Canı can vererek
almamışsın ki
değerini bilesin.
Nizami
72 Sınırsız Yaşam Gücü
sevgi kaynağı olma arzusu ve kararlılığıdır. Takındığımız tavır,
yaptığımız seçimler ve iyilikler, önce sevgi elini uzatma istekliliği
bizi bu hedefe taşıyacaktır. Eğer bir daha kendi yaşammızdaki veya
dünyadaki sevgi eksikliği sizi üzecek olursa, şöyle bir deney yapın:
Birkaç dakikalığına dünyayı ve başka insanları aklınızdan çıkarın ve
sadece kendi yüreğinize bakın. Daha büyük bir sevgi kaynağı haline
gelebilir misiniz? Kendinize ve başkalarına yönelik sevgi dolu düşünceler
üretebilir misiniz? Sonra bu sevgi dolu düşünceleri dış dünyanıza
açabilir, hayatı daha güzel yaşayabilirsiniz."
DUR ve DİNLE!
Bir akşam güneşi batıp, sokaklardan el ayak çekilince bahçenize çıkın ve
dinleyin. Başınızı gökyüzüne kaldırın ve yıldızlara bakın. Kocaman,
koskocaman bir gökyüzü... Yıldızlarla dolu. Sanki bir yığın elmasın
serpiş-tirildiği koyu kadife bir halı gibi başınızın üzerine kaplamış
gece, gündüz, ay ve mevsim boyunca tepenizde dönüp duruyor. Ay gümüş bir
tepsi gibi parlamakta. "Daha dün incecik elmas bir hilaldi" diye
düşünürsünüz. "Bir süre sonra yavaş yavaş incelip ortadan kaybolacak."
dersiniz.
Her geçen gün biraz daha uzayıp veya biraz daha kısalan zaman ölçüsü ile,
yaşadığınız her gün, güneşin doğuşunu veya batışım seyreder durursunuz.
Bu tabiat düzeni yüzlerce yıldan beri böyle olagelmiş ve böyle de sürüp
gidecektir.
İlk insan da bütün bunları sizin gibi aynı sevinç ve hayranlıkla
seyretmiş. Ağaçlar çok eskiden beri böyle çiçek açıp böyle meyve
vermişti. İnsan tabiata olan aşkı içinde zamanı aklına bile getirmezdi.
Yıllar sonrasının aynı insanı ayları günleri, saatleri ve hatta
dakikaları sayar oldu. O
nun için artık zaman, "Koş! Koş! Daha
çabuk!" zamanı oldu. Fakat neye yarar?
Daha fazla koşmak güzel yaşamak mıdır?
Değil elbet.
Evet çalış, fakat dinlemeyi de bü> hatta dinlemeyi de... Sessizliğin sesi
ol ki huzurlu yaşayasın. Kaçımız uçsuz bucak' sız denizi seyrediyoruz?
Okyanusun dalgaları kulaklara bin bir diyarların ilahi
73 Güzel Yaşa!
Her insanın hayatı, Tanrı'nın yazdığı bir peri masalıdır.
Andersen
musikisini taşımakta. Güneşe, ağaçlara, tabiata bak. Her biri renk
cümbüşüdür.
Sonsuz yarışları içinde ne büyük ve ne ahenkli bir sükun taşımakta. Sen
de dur ve bütün bunları dinle.
Dale Carnegie ne güzel söylemiş:
"Sabun köpüklerinde gök kuşağının renklerini, lapa lapa yağan karın
içinde uçuşan serçeleri görebildiğimiz için Allah'a şükür edelim."
"Eğer bize verilen nimetleri ve bütün güzellikleri göremeyecek kadar kör
isek utanalım!"
"Elimizdeki nimetleri sayalım, ufak çabalarla ortadan kalkabilecek
sıkıntıları değil."
Yaşamanın gerçek amaca onu en verimli yoldan ve neşeyle yaşamaktır. Hayat
bir güneş ise onun aydınlığını içine doldurmak; bir meyve ise onun
lezzetini tadıp rayihasını koklamaktır. Hayat bir bardak iksir ise
bardağı sonuna kadar içmektir. Hayatı güzel yaşamamak yenilecek nefis bir
meyveyi dişleyip atmaya benzer; hayatı güzel yaşamamak, sevildiğinin
farkında olmamaktır, sevene sırt çevirmektir.
Yaşama güzel bakmak, onu güzel görmek, güzel yaşamak istiyorsunuz. O
halde, iyimserlikle bütün sevinçleri yaşa, kafanı ışıklandır ve kalbini
sevgi ile doldur. Çünkü sevinç, kalpten güzelliklerin taşmasıdır. Güzel
yaşamak için yakınlarını da yaşatmak insan; yakınlarına da ışık vermeli,
sevgi vermeli, huzur vermeli. Yüce Allah insanı yarattı, ona "Yaşa?"
dedi. Ve bütün nimetleri emrine sundu. Şu halde bütün bunları kıymetini
bilelim. Zira şükür ve şükranlarımızı ancak böyle gösterebiliriz. Yüce
yaratıcı bizleri tek de yaratmadı. Onun ihsan ve keremi o kadar büyüktür
ki, insanları çift yarattı. Yalnız yenen yemeğin tadı olur mu? Yalnız
yaşamanın tadı olur mu? Hiçbir meyve yalnız başına yetişmediği gibi,
hiçbir mutluluk da yalnız başına yaşanmaz.
GÜZEL YAŞAMANIN FORMÜLÜNDEKİ CEVHERLER...
Dolu Dolu Geçen 80 Yılın Öyküsü
Hayatı güzelleştirmek için insan kendisinden ona bir şeyler katmadığı
takdirde herkesin hayatı söylenip yazılmaya değmeyecek kadar önemsiz
74 Sınırsız Yaşam Gücü
olur. Ama aşağıdaki yazıda geçen ömür, yüreklere su serpiyor; hele insan,
öğütleri dinleyince yüreğinde coşku hissediyor. Dinleyelim dolu dolu
geçen 80 yılın öyküsünü:
"Ustam bereketli bir ömür sürdü. Tam 80 yıl yaşadı. Kendisi sadece usta
bir terzi değil, aynı zamanda bilge bir şahsiyetti. Yazmayı çok severdi.
Aklına gelen ilgi çekici fikirleri, edindiği birikimi mavi kaplı
defterine geçirirdi.
Zaman zaman iki oğluna, çocuklarından hiç ayırmayan çırağına ve
müşterilerine okurdu yazdıklarını. O kadar güzel ve etkileyici bir
hitabeti vardı ki, ustamı dinlemeye doyamazdmız. Rahmetli sadece dikişte
değil; kelimeleri, cümleleri, hatıraları, tavsiyeleri biribirine
bağlamakta da ustaydı.
Bir keresinde yine coşmuştu, hem dikiyor hem de anlatıyordu. Normalde
çıraklar ustalarının nasihatlerine kulak vermekten sıkılırlar. Fakat ben
ustamı dinlemekten özel bir zevk alırdım.
Not tutmayı onun kadar bilmediğim ve beceremediğim için ustamın son
yıllarında bir kayıt cihazı aldım. O anlatacak ben kaydedecektim. Bir
defasında ustama sordum.
- Dolu dolu geçen 80 yılınızı 8 cümleyle özetlemeniz gerekseydi, neler
söylerdiniz/
İşte ustanım cevabı ve 80 yıldan süzülen 8 öğüt:
GÜZEL YAŞAM ÖĞÜTLERİ
1. 15 ile 25 yaş arasını nasıl geçiı İrsen, ömrünün kalan kısmını
öyle yaşarsın.
2. Büyük adamların çevresinde bulunmayın, onlardan istifade, etmeyen
büyük adımlar atamaz.
3. Terzinin diktiğini icabında sökersin, sonra ütülersin düzelir.
Fakat hayattaki dikişleri söksen bile, sonra ütülesen de bariz izler
kalır.
4. Helal rızkına haram karıştıran, dünya imtihanında hep zor sorularla
karşılaşır, maalesef çoğunu doğru cevaplayamaz.
5. Asıl yalnız kaldığın, nefis ve şeytanınla baş başa olduğun
zamanlarda Allah'tan kork! Çünkü herkesin içinde korkman bir şey ifade
etmez.
75 Güzel Yaşa!
6. Günaha zemin hazırlanacak, günah, işlememekten daha büyük bir
marifettir ve sevaptır.
7. Baş ağrısız başarının sırrı üçtür: Kanaat et! Sabret! Paylaş!
8. Hayır ömür, güzel yaşam istiyorsan, kul hakkından uzak dur.
GÜZEL YAŞAM DOSTLUKTUR
Hayatın bazı zamanlarında karanlık bir sokakta, yapayalnız kaldığın
zamanlar olur. Ümitlerini yitirmiş dolaşırken belki çaldığın hiçbir kapı
a-çılmaz. Hep senden şüphe ederler. Yorgun adımlarla ilerlerken gökte bir
yıldız parıltısı da yoktur; çünkü o an yıldız senin içindeki
duygularındın. Bu duygular, ufukta korkunç fırtınaların belirtisi olan
içimizdeki korkuları giderir.
Hani, sofranda oturup karınlarını doyuranlar nerededir? Hani ellerinden
tutup da çamurdan çıkardıkların?
Hani torbasını nimetlerle doldurup yola düşürdüklerin? Zaten, sen tüm
iyiliklerini bu sorulara cevap almak için yapmamıştın ki... Sen yüreğinin
sesini dinlemiştin.
İşte bütün ümitlerini ve dermanını yitirdiğin sırada, önünde seni
aydınlık ve sıcaklığa çağıran bir kapı açılır. Bu kapı dost kapısıdır.
Önünde açılan bu kapıya girdiğin zaman seni kucaklayan sıcak bir kalp
bulursun. Alnına dolan ıslaklığı kurulamağa çalışan şefkat kalbidir bu.
Seni sıkıca göğsüne bastırır. Hemen yorgun kalbini onun tertemiz ve sevgi
kokan a-vuçlarına koy. Kurulmuş olan sofraya otur. Bu sofra hayatın
güzelliğinin ve güzel yaşamanın şifresi olan dost sofrasıdır. Bol bol ye,
iç. Sofradaki yiyecekler Allah'ın nimetleridir. Ona bütün kalbini aç.
Bütün endişelerini dök. Yavaş yavaş sonsuz bir huzura kavuştuğunun
kaybolduğunu hissederek, gözlerinde umut yıldızları ışıl ışık parlamaya
başlayacaktır. .
Bu kapı dostluk kapısıdır, bu sofra dostluk sofrasıdır. Bir zamanlar dost
sandığın ve senin sofrandan yiyen fakat şimdi yok olan kimselere üzülme.
Onlar yine bir gün senin kapını çalacaklardır.
Hayat bir define avı
değildir hayatın kendisi
bir hazinedir.
Dennis Waitley
T
T
76 Sınırsız Yaşam Gücü
BU GÜZEL HAYAT SİZİN,
O HALDE GÜZEL YAŞAMAYI BİLİN!
Her şey kendinizi ve yaşamı anlamlandırmaya bağlı; adı konulmamış bir
hayat, dev okyanuslarda bir oraya bir buraya dalgalar arasında savrulmaya
benzer. Akıl hastası olmayan bir kimse, mutlaka aklı başında ve aklı
kimse manasına gelmez. Aklı başında bir kimse, kendi kendisiyle ve
insanlarla iyi geçinen, hayata barışık bakan, yaptığı her güzel işten
memnunluk duyan, güçlüklere karşı sabırlı olabilen, bunalımlarına ve
sorunlarına göğüs gerebilen kimsedir. Kendi kendimizle olan bu
mücadelemizde eğer başarılı olabiliyorsak mutlu olabiliyoruz demektir.
insanlarla olan ilişkilerimizde onlara yakınlık göstermek, merhametli
davranmak, onlarla iyi geçinmek, kısacası insanları sevmek de mutlu ve
güzel yaşamamız için gereklidir.
Kitabımın bu kısmında biz büyüklere ve çocuklarımıza faydalı olması
açısından bazı önerilerde bulunacağım. Bu önerilere tavsiyeler de
diyebiliriz.
YÜZÜNÜ GÜZELLİKLERE DÖNEN BİR HAYAT İÇİN ÖNERİLER
Çocuklarımızı geleceğe hazırlamada, onların için dünyalarını
zenginleştirip duygusal ve ruhsal desteklerde bulunmalıyız!
Evet, bu çok önemli. Çünkü her insan güçsüz ve yeteneksiz olarak dünyaya
gelir. Onların yeteneklerini keşfetmek, bulup açığa çıkartmak biz
büyüklerin görevidir. Bu ilgiyi çabuk ve yerinde yapmak, ona sevgi ve
şefkat göstermek, onun insanlara olan güvenini örer. Bu örgü, çocuğun
hayata güzel bakmasını sağlar.
Kendi gençlik yıllarınızı ve o zamanki duygularınızı anımsayınız!
Bu bir empatidir. Unutulmamalıdır ki çocuk ve gençlerini ihmal eden bir
toplum mutlu ve huzurlu yarınlara sahip olamaz. Geçmişe dönünüz. Karışık
duygular içerisinde kendi yolunuzu bulmaya çalıştığınız gençlik
77 Güzel Yaşa!
günlerinizi hatırlayınız. Bunlar sizin dolu dolu tecrübelerinizdir. Bu
tecrübelerle çevrenize güzellikler dağıtabilirsiniz.
Ailenizle sık sık her konuda konuşun, fikir alışverişinde bulunun!
Ailenizle yaptığınız en son sohbetten beri mutlaka b.ı<:ı sorunlarla
karşılaşmışsınızdır. Eğer yaptığınız sohbetler sık olmaz ise önünüze
çıkacak bu sorunlar altında yaşama sıkıntılı bakabilirsiniz. Sorunlar
altında e-zilmek istemiyorsanız ve güzel yaşamayı arzu ediyorsanız geniş
olun, ailenizi ihmal etmeyin, onlarla konuşun.
Genç Kızlar! Evlenip mutlu ve huzurlu bir aile kurmayı
düşünüyorsanız, ileriki zamanlarda
ne ile meşgul olacağınızın planını şimdiden yapın!
Günümüzde birçok hanım bunun eksikliğini yaşamaktadır. Evlenirler,
çocukları olur ve onları büyütürler. Sonra kendilerin boşlukta
hissederler. Eğer zamanında bir sanat, bir hobi ve
bir \
Uğraş edinilmişse, o takdirde sorun yaşanılmıyor. İşi, uğraşı ve hobisi
olmayanın dedikodusu olur. O halde, şimdiden uğraşınızın, sizi hayata
bağlayacak sanatsal eğiliminizin ne olduğunu, bu konuda ne gibi
yeteneklere sahip olduğunuz şimdiden tespit edin.
Gençler! İşinizin sadece maddi yönünü düşünmeyin!
Hayat sadece para kazanmak ve bu yönden güçlü olmak değildir. Birçok
erkek, özellikle gençler, bu eğilimdedirler. Oysa bu maddeci duygu,
insanı daha fazla istemeye yönlendirip Daha fazlasını elde edemedikleri
zaman da hayattan yılarlar, gereksiz bir bunalım ve çöküntü yaşarlar.
Hayat, manevi yönden de ele alınmalıdır. Para kazanmak muhakkak ki
önemlidir. Fakat bunu sadece kendi çıkarınız için değil, başkalarının
özellikle ihtiyaç sahiplerinin iyiliği için de yapınız. Eğer böyle
davranırsanız hayatı güzel yaşarsınız. Çünkü hayat sevince güzeldir.
Sevginin olduğu yerde mümbit duygular vardır.
Hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasmdadır.
Montaigne
78 Sınırsız Yaşam Gücü
Kendinize yeni uğraşlar bulabilirsiniz!
Ufuk genişliği, insanın kendi dar çerçevesinden çıkıp, başka yararlı-
lıklar göstermesidir. İşinizin dışında başka uğraşınız yoksa, bu başka
işlerle ilgilenemezsiniz anlamına gelmez. Yeni şeyler öğrenebilmek ve
yapabilmek için vakit hiçbir zaman geç değildir. İnsan kaç yaşında olursa
olsun, yeni işlerle uğraşmak ve öğrenmek için geç kalmış sayılmaz.
Muhakkak ki esas işinizin dışında farklı alanlarda da yeteneklere
sahipsinizidir. Size cazip gelen ne gibi uğraşlar olabilir? Bunu bir
düşünün. Göreceksiniz ki, daha güzel yaşayacaksınız.
<
Arkadaşlık bağlarınızı koparmaym?
Yeni dostluklardan, yeni arkadaşlıklardan kesinlikle kaçınmayınız.
Çağımızın bir tuzağı da bu: "Yeni insanlara tanışıp ne yapacağım? Yeni
insanlar yeni sorunlardır." şeklindeki bir duygu iç temsil bozukluğudur,
hayata olumsuz bakmaktır. Çünkü yeni arkadaşlıklar, her yönden yeni
dayanışmaları meydana getiren katalizör güçlerdir. Yeni arkadaşlıklar,
yeni çevreler her zaman sizi beklemektedir. Seneler geçtikçe daha olgun,
daha erdemli kimselerle tanışırsınız. Bu kişilerle yakın temasa geçin,
dost olun.
BİR YAŞAM ÜSTADI: HELEN KELLER
Sağlığımız yerindeyse eğer yapamayacağımız şey yoktur. Bizlerin, farkına
varmadığımız ve hiç önemsemediğimiz en önemli hazinemiz sağlığımızdır.
Nice insanlar vardır ki ya doğuştan ya da sonradan bazı uzuvlara sahip
değildirler. Ama güzel yaşamak kendi ellerindedir. Öncelikle sahip
oldukları imkanları düşünürler. Eksik veya eksilmiş olana değil, o an
halihazırda bulunana şükrederler.
Biz hayatı ancak artılarıyla duyum-sarsak mutlu olur, hayata mutla
bakarız. Değilse, sürekli hayatın negatifleriyle uğraşmamız, bu
negatiflere odaklanmamız bize hiçbir fayda sağlamayacaktır.
Önceki sayfalarda sağır, dilsiz ve kör olan Helen Keller isimli, sosyal
yaşamında huzurlu ve başarılı bir bayandan
İnsan, hayatının dörtte üçünü yapamayacağı şeyleri istemekle geçirir.
Diderot
79 Güzel Yaşa!
bahsetmiştim. Bu bayan yoğun çabalar sonucu konuşmaya başlamış, ömrünün
son dönemlerine doğru da yavaş yavaş işitmeye başlamıştır. Ama ölene
kadar hep gözleri görmeden yaşamıştır.
HELEN KELLER ANLATIYOR...
Siz Aynı Durumda Olsaydınız Ne Yapardınız?
Hepimiz kahramanın yaşamak için sınırlı zamanı kaldığı heyecanlı
hikayeler okumuşsuzdur. Bu süre bazen bir yıl kadar uzun, bazen 24.saat
kadar kısadır. Fakat biz daima bu kahramanın son günlerini veya son
saatlerini nasıl geçirdiğini merak ederiz. Bu tür hikayeler bizi, "Aynı
durumda olsaydık ne yapardık acaba?" diye düşünmeye yöneltir. İnsan
olarak bu son saatleri hangi olaylar, deneyler ve ilişkilerle doldururuz?
Geriye baktığımızda hangi sevinçler, üzüntüler buluruz? ı
Bazen düşünüyorum da, her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamak ne güzel
olurdu! Böyle bir düşünce hayatın değerlerini çarpıcı şekilde ortaya
koyardı. Her günü, 'daha gelecek güzel günler, aylar, yıllar var'
düşüncesiyle çoğunlukla unuttuğumuz yumuşak hevesli ve gayret dolu bir
pazarlıkla yaşamalıyız.
Hikayelerde çoğu zaman kaderin güzel bir cilvesi olarak kahraman son
dakikada kurtulur. Fakat hemen hepsinin değer yargıları değişir. Hayatın
anlamını ve kalıcı manevi değerlerini daha iyi ölçer duruma gelirler.
Bilinen bir gerçek vardır ki, ölümün gölgesinde yaşamış veya yaşayan
kişilerin yaptıkları her şeyde tatlı bir olgunluk hakimdir.
Çoğumuz hayatı önemsemeyiz. Bir gün öleceğimizi biliriz ama genellikle o
günü uzakta görürüz. Günler sonsuz bir uzunluktaymış gibi uzanırken
önümüzde, biz hayatı güzelleştirmek için uğraşmayız.
Korkarım aynı savurganlık yetenekj lerimizi ve duygularımızı kullanmada
da
I kendini gösteriyor. Yalnızca bir sağır, i-Şitmenin değerini ölçebilir;
bir kör, görmekte var olan çeşitli nimetleri kavrayabilir.
Öyle bir şekilde yaşa ki,
öldüğün zaman tabutçu
bile matem tutsun.
Mark Tvvain
80 Sınırsız Yaşam Gücü
Bir şeyi kaybetmeden onun değerini anlayamadığımız, hasta olmadan
sağlığın farkına varmadığımız bir gerçektir.
Dikkate Değer Hiçbir Şey Yok mu? Nasıl Olur?
Sık sık düşünürüm de keşke insanlar ilk yetişkin çağlarında geçici o-
larak birkaç gün için kör veya sağır olabilseler. Karanlık, onlara
görmenin değerini anlamayı, sessizlik sesteki eğlenceyi fark ettirmeyi
öğretirdi. Çoğu zaman gören arkadaşlarımın neler gördüklerini incelerdim.
Geçenlerde korulukta yaptığı uzun bir yürüyüşten henüz dönmüş bir
arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Kendisine neler gördüğünü sordum.
"Dikkate değer hiçbir şey yok!" diye cevap verdi. Ormanda ağaçlar a-
rasmda bir saat yürüyüp nasıl olur da dikkate değer hiçbir şey bulunamaz?
Göremeyen ben bile yalnızca dokunmakla yüzlerce ilginç şey bulabilirim.
Bir yaprağın o güzelim şekillerinde elimi hissettiririm, ağaçların
kabuklarında veya çam ağacının dikenli yüzeyinde sevgiyle ellerimi
gezdiririm.
İlkbaharda ağaçların dallarına, kış uykusundan uyanan tabiatın ilk i-
şareti olan bir tomurcuk arayışıyla ümitle dokunurum. Bir çiçeğin heyecan
dolu kadife dokusunu hisseder, kıvrımlarını keşfederim. Ellerimi küçük
bir ağacın üzerine koyar ve şarkı söylemekle meşgul bir kuşun mutlu
titreyişini duyarım. Parmak aralarından dökülen serin sular coşku verir
bana. Bence çam yapraklarından veya yumuşak otlardan oluşan kaba bir
halı, en lüks halıdan daha çekicidir.
Böyle anlarda kalbim bütün güzellikleri görebilme isteğiyle dolar.
Yalnızca dokunmaktan böylesine haz aldığıma göre, görmek ne hoş olurdu.
Maalesef görebilen insanlar çok az şey görüyorlar. Dünya ya güzel
bakmak, güzel yaşamak ve dünyayı dolduran renk ve hareketlerin
oluşturduğu tablo çoğu kez önemsenmiyor.
Bizler o kişiyiz ki, elimizde olanı çok az değerlendirir, elimizde
olmayanın peşinde koşarız. Fakat ne üzücü ki, ışıklı dünyada bize
bahşedilen armağanı hayatımıza anlam kazandırmaktan ziyade konfor için
kullanırız.
Ancak yok olmak için yaşayanları severim. Öteye geçenler bunlardır.
Nietzsche
81 Güzel Yaşa!
Hayatı Nasıl Görmeliyiz?
Bir üniversitenin başkam olsaydım, "Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?"
baylıklı ders koyardım programımı. Dersin profesörü, öğrencilerine,
dikkat etmeden geçtikleri birçok şeye cidden bakarak hayatlarını nasıl
daha mutlu kılabileceklerini göstermeye çalışırdı. Onların
kullanmadıkları yeteneklerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olurdu.
Farz edelim ki, eğer yalnızca üç gün görebilecek zamanınız olsaydı,
gözleriniz nasıl kullanırdınız? Eğer üçüncü günün akşamıyla gelecek
karanlıkta güneşin sizin için bir daha doğmayacağını bilseydiniz, aradaki
bu üç değerli günü nasıl geçirirdiniz? Dikkatli bakışlarınız daha çok
nerelerde gezdirirdiniz?
Ben normal olarak karanlık yıllarımda tanıdığım şeyleri görmek isterdim.
Öncelikle bana iyi niyet ve nezaketle davranarak dertlerime ortak olup
hayatımı yaşanmaya değer kılan kişileri görmek isterdim. Özellikle küçük
bir çocukken bana hayatı sevdiren sevgili öğretmenim Bayan Sul-livan'ın
yüzüne uzun uzun bakmak isterdim. Yalnızca dış hatlarına bakmak için
değil, o değerli yüzü iyice incelemek ve onda benim öğrenimim gibi çok
zor bir görevi başarabilmesini sağlayan şefkat ve sabrın canlı
belirtilerini bulmak için...
Kendisine zorluklar karşısında dimdik durabilme gücü ve bana çok sık
gösterdiği insancıl duygular kazandıran güçlü kişiliği için...
Bir arkadaşın kalbine "Ruhun penceresi" olan gözlerinden bakmanın nasıl
olduğunu biliyorum. Ben yalnızca parmaklarımla yüzünün dış hatlarını
görebilirim. Neşe üzüntü ve diğer belirgin duyguları fark edebilirim.
Siz gören gözlerinizle beş arkadaşınızın yüzlerini tam olarak tarif
edebilir misiniz? Bazılarınız yapabilir ama çoğunuzun tam
yapabileceğinizi sanmıyorum. Bir deneme olarak, uzun yıllardır evli
beylere eşlerinin göz rengini sorardım. Ya tereddütle cevap verir veya
bilmediklerini i-tiraf ederlerdi. Zaten hanımların devamlı
Şikayetlerinden biri de, eşlerinin yeni elbiselerini, şapkalarını veya
evlerindeki değişikliği fark etmemeleri değil midir?
Hayat duygulananlar
için bir trajedi;
düşünenler için
bir komedidir.
La Bruyere
-ey
82 Sınırsız Yaşam Gücü
83 Güzel Yaşa!
Gören insanların gözleri çevrelerindeki tek düzeliğe kısa sürede alışır.
Sadece şaşırtıcı ve bakmaya değer şeyleri görür. Fakat gerçekte en çok
bakmaya değer olaylarda gözler tembellik eder. Her gün mahkeme
kayıtlarında, şahitlikte gözlerin nasıl yanılabildiği açıkça
görülmektedir. Bazı insanlar diğerlerinden daha çok şey görebilir. Ancak,
görüş alanı içinde olan her şeyi görebilenler çok azdır.
İşte bunlar, sadece 3 günlük görebilme imkanım olsaydı, görmek istediğim
şeylerdir.
ZERAFET SAHİBİ OLUNUZ
Zarafetlikte hiçbir basitlik yoktur; bu yaklaşım kimi insanlar tarafından
hafiflik olarak kabul edilir. Oysa gerçek hafif ve basit insan böyle
düşünenlerdi. Medeniyetlerin temeline baktığımızda toplumlarının hep za-
rafetli olduklarını görürüz. Böylece bu toplumlar sanatta, estetikte,
şiirde, edebiyatta en üst seviyelere ulaşmışlardır. Zirvelerin sahibi
olmak istiyorsanız. Zarif olunuz. Çünkü ariflik de zariflikten gelir.
Zerafet neden hafiflik olsun ki? Çünkü bu sözcüğün zıt anlamlısı
kabalıktır. Oysa zerafet, incelik, riyakarlığa bulaşmadığı sürece güzel
bir huydur. Zarif insanları herkes sever, sayar.
Bazı kişiler, özellikle bizim toplumumuzda yani Şark-İslam toplumlarında
zerafet için şöyle derler: "Zerafetin aşırıya kaçan yöne hafiflik
alametidir. Ve kar ve ciddiyete de aykırı düşer. Bu gibi haller toplumda
tiksintiyle karşılanır. Her hususta olduğu gibi, zerafet konusunda da
itidalden ayrılmamalı; zarif olunacak yeri, kişiyi ve zamanı iyi
seçmelidir." Sevgili, okuyucularım! Hemen şunu hatırlatmak isterim: Ben
öteden
beri bu şekildeki yorumların, tavırların hep karşısında olmuşumdur. Bir
defa insan olmanın, insan gibi davranmanın, yani zerafetli olmanın yeri,
kişisi ve zamanı olmaz. Çünkü insan, yerine göre, kişisine göre ve
zamanına göre insan değildir. Zerafetin, yani ahlaklı olmanın a-
" \ ,£ ' şırılığı olmaz, yoktur böyle bir
şey. Belki
"7 /**<\ ^**~~~~~2*^'^ bir menfaat için sahte zerafetlik tavırları
Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır, yaşamın anlamını kaybetmek.
Seneca
içerisine girebilir bazı insanlar, bu çok ayrı bir konu. Ve kar ve
ciddiyet nedir? Bizler toplumsal aile ve toplumsal devlet gelerrçğinde
asık suratlı-lığı hep ciddiyet olarak algıladık, bunu hep gerekli
zannettik. Zerafet yönünden, toplum tarafından tiksinilecek bir şey varsa
o toplum şüphe etmek gerekir. Biz vekar dedik, asık suratlılığı marifet
zannettik; Avrupa bunu, yani zerafetliliği tüm yönleriyle aldı, kendi
kişiliğine uyguladı bugünkü medeniyet seviyesine geldi.
Güzel bakmak, güzel görmek ve güzel yaşamak zerafetli bir kişilik
sayesinde olur.
Toplumsal hayatımızda zerafetle ilgili şöyle yaşanmış bir olay anlatılır:
Kadının biri bakkala gidip, elindeki parayı uzatarak, "Lütfen bir ekmek
verir misiniz?" demiş. Bakkal kadına ekmeği vermiş. Kadın çıkıp gittikten
sonra arkasından şöyle konuşmu: "Garıya bak ya! Hem parasını veriyor, hem
de yalvarıyor!"
Şimdi toplumda böyle insanlar da var diye zerafeti elden bırakacak mıyız?
Bırakın adam olacak olanlar bu gibi insanlar olsun. Zerafet ve kibarlık
her yerde geçer akçedir. Çünkü zerafetin bir yönü de affetmesini
bilmektir. Affetmemek, kin ve nefret beklemek zerafetsizliktir,
kabalıktır. Zerafet denilince akla sanat gelir, sanatla uğraşan insan da
incedir, merhametlidir, affetme duygusuna sahiptir. Affedici olmamak
sırtımızda taşıdığımız kokmuş patatesler gibidir. Tıpkı şu öğretmenin
aşağıdaki öyküde verdiği ders gibi:
Lise öğretmeni derste öğrencilerine şu teklifte bulunur: "Bir hayat
tecrübesine katılmak ister misiniz?" Öğrenciler, çok sevdikleri
hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman..." der
öğretmen, "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin!" Öğrenciler
bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz
birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Fakat ertesi sabah
hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine
meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle öğretmen: Şimdi bugüne dek
affetmeyi reddettiğiniz
Yaşarken yaşayın!
İnsan doğru zamanda
yaşamazsa, asla doğru
zamanda ölmez.
h~ f-£
*\#>

84 Sınırsız Yaşam Gücü


85 Güzel Yaşa!
\
her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp
tor- j banın içine koyun!"
Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken bazıları-
nın torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen kendisine, "Peki
şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını ya-;
par: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda
ta- i şıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken
sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar!"
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez denileni yapmış
olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam! Bu kadar ağır torbayı her
yere tışamak çok zor!", "Hocam! Patatesler kokmaya başladı insanlar tuhaf
bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık hem yorulduk!"
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu çarpıcı hayat dersini verir:
"Görüyorsunuz ki affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi
ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi kar-; şımızdaki
kişiye bir insan olarak düşünüyoruz. Halbuki affetmek en baş- \ ta
kendimize yaptığımız bir iyiliktir."
CİDDİYET ASIK SURATLILIK, GÜLERYÜZLÜLÜK DE YILIŞIKLIK DEĞİLDİR
Toplum olarak her nedense yanıldığımız bir noktada burası. İmkanlarımız
olmasına rağmen güzel yaşamıyoruz. Bazı insanlarımız nasıl güzel
yaşanacağını kavramış onları bunun dışında tutuyorum; beyefendiler,
hanımefendiler ve nasıl davranacaklarını çok iyi biliyorlar. Birileri yan
gözle bakar diye gümlemezlik yapmıyorlar. Ne kimsenin neşesini
kıskanıyorlar ne de kendileri neşesiz kalıyorlar. Doğrusu ben bile
imreniyorum onlara.
Fakat toplumumuzda genel geçer yargı bu yönde değil maalesef.
Yazar Nejat Muallimoğlu anlatıyor:
"Türkiye'de birkaç ay kalmış Amerikalı bir arkadaşım şunları anlatmıştı:
'Senin vatandaşların ne garip insanlar. İnanır mısın, gülen, güleç tek
bir Türk'e rastlamadım.' Arkadaşım İstanbul, Bursa, Konya, İznıü'ı
Antalya gibi şehirleri gezmişti. Bizim, büyük çoğunlukla somurtkan ve a-
bus insanlar oluşumuz, üzerinde, silinemeyecek izlenim bırakmıştı.
Arkadaşım, biraz düşündükten sonra şunlarıilâve etmişti: "Bazılarınızın
gülümsemelerinde bile, usta bir pokercinin düşünüşünü hatırlatan esrarlı
bir hava var."
Bu gerçeği reddetmekte, onlarda afyon çekenler çok, diyerek kendimizi
temize çıkaramayız. Üzücü, hatta hazin ama ne yapalım ki gerçek de bu.
Biz İslam milletleri, oldukça geniş şahsi tecrübelerime dayanarak
söylüyorum, dünyanın en az gülen insanları arasındayız. İngiltere'den
Hong Kong'a Fas'tan Singapur'a, Japonya'dan Amerika'ya kadar gördüğüm pek
çok ülkede, soğukluk ve somurtkanlık yarışında sırtımızı yere
getirebilecek insanlar görmedim. Gerçekten yedisinden yetmişine kadar
güzel yaşamasını biliyoruz.
"Gülmesini bilmeyen dükkan açmamalı" diyor bir Çin atasözü. Tabi-i bu
Çinliler için söylenmiş. Sorarım, satın aldığınız herhangi bir şeyi
gülümseyerek, hayata güzel bakarak uzatan kaç tezgahtar, kaç satıcı
biliyorsunuz?
Gülmesini ve güzel yaşamasını bilmiyorsak da, her şeye kulp takmakta,
bahane bulmakta, Allah nazardan saklasın, elimize su dökecek pek
bulunmadığından cevap hazır: "Geçim sıkıntısından gülmeye, neşelenmeye
vakit mi kalıyor?" Aynı insanlara, "Niye okumuyorsunuz" diye sorduğum
zaman aynı cevap, "Geçim sıkıntısından okumaya vakit
mi kalıyor?"
"
Aklım hayalim almıyor. Nasrettin Hocaları. İncili Çavuşları yetiştiren
bir Bektaşi halk edebiyatı kuran insanların torunları nasıl oldu, ne oldu
da dünyanın en az gülümseyen insanları arasına girdiler.
GEÇİM SIKINTISI GÜZEL YAŞAMI ENGELLER Mİ?
Hayır, kabahati geçim sıkıntısında bulmayalım. Kaloriferin, sıcak suyun,
otomobilin, kışın Uludağ'ın yazın Antalya'nın dinlenme evlerinin hoş bir
rüyadan öteye geçemediği pek yakın bir mazide hayat, bugünkünden çok, çok
daha meşakkatli idi. Kış sabahlarının dondurucu ayazında,
86 Sınırsız Yaşam Gücü
çıra ve odunla tutuşturulan sobanın oturma odamızı ısıtmadan
yataklarımızdan kalkamadığımız yıllarda; ekmeğin karne, gazın, fiş,
kumaşın muhtar vesikası ile verildiği savaş yıllarında dahi bizim evde
neşe ile geçen zamanları dünmüş gibi hatırlıyorum.
Lim Yutang adlı Amerikalı yazar diyor ki: "Neşede ve gülüşte hem fertler,
hem milletler için ferahlatıcı ve temizleyici bir güç vardır. Gülmesini
bilen insanlar dünya meselelerine sağduyu, sakin kafa salim düşünce ve
kültürlü bir gözle bakabilmelerine imkan veren sihirli anahtarı ellerine
geçirmiş olur."
Biz bir bakıma, ciddi, hatta asık suratlı, sert görünmeyi ağırbaşlılık ve
vakarla bir tutuyoruz. Okuduklarıma göre babalarımız büyük babalarımız
onların babalan da günümüzdekiler gibi haşin ve sert görünmeyi terbiye,
vakar, ve hatta gururla bir tutun insanlardı. Oysa işin aslı öyle mi?
Kesinlikle hayır.
ismail Danışmend'in "Doğu Kaynaklarına Göre Eski Türk Geleneği ve Ahlakı"
adlı kitabında şu satırlar geçiyor:
"Müslüman Türkler... Nezaket ve terbiye kaidelerine ne kadar riayet
ederlerse etsinler, hepsinin müşterek hususiyeti olan azamet ve vakar e-
dasını da muhafaza etmekten geri kalmazlar. Saray mensuplarında, kibirle
karışık bir azamet edası; Milletvekilleri vezirler ve yüksek mevkideki-
lerde gayet asilane bir vakar; ulemada, kuru, boş ifadesiz, anlamsız ve
pek ciddi gereksiz ağırbaşlılık; zabıta amirlerinde ve memurlarında sert,
haşin ve hatta vahşiyane denilebilecek tavırlar göze çarpar."
YUSUF ZİYA ORTAÇTAN "GÜZEL YAŞA!" MESAJI
iç dünyamızdan dış dünyamıza vuran ışık neden söndü? Zeka ve sıh'
hafimizin üstünden bulutlar mı geçiyor yoksa? Güzel yaşamasını neden
bilmiyoruz. Ne mutlu güzel yaşayan insana. Oysa...
Kavgasız otobüse binemiyoruz, kavgasız otobüsten inemiyoruz; şarkı
söylemiyoruz, şarkı dinlemiyoruz.
Fotoğrafçı mekanların bakınız: Resimlerin çoğu, yumruk çenede, hü' cunı
planları düşünen birer Napolyon.
87 Güzel Yaşa!
Güzel bir kız geçiyor yoldan. Şeker mi şeker! Ama kaşın biri yerde, biri
gökte! Burun delikleri öfkeyle kabarmış! İnsanın, üç parmak ucuyla
çenesinden tutup soracağı geliyor.
Gülmüyoruz. Hayata güzel bakılıp iç dürtyamızdan dışarıya rengarenk
ışıklar yayılsa... '
Amerika'dan "Hayatı Güzel Yaşa" Hastanesi varmış. Eli bal satan esnafın
suratı sirke satıyor.
Gülmüyoruz.
Şu yüzlerine cenaze evenin hüznü sinmiş kalabalık, şehir tiyatrosunun
komedi kısmından çıkıyor.
Boğaziçi vapuru, bir kamara dolusu asık surat taşıyor.
Tramvaylar, tüneller, otomobiller, seyyar bir hastanenin melankolik
koğuşları.
Gülmüyoruz. Gülme zamanı gelmedi mi artık!...
4. BÖLÜM
MUTLULUK YOLUNUZ ACIK OLSUN
MUTLULUĞA UZANAN YEPYENİ YOLLAR
İnsan ömrü boyunca hep güneş gözlüğü takabilir mi? Ömrü boyunca
uyuyabilir mi? Sürekli, yürüyebilir mi, konuşabilir mi, radyo
dinleyebilir mi? Elbette hayır. Tebdil-i mekan ve tebdil-i kıyafet bunun
için tavsiye e-dilir.
Bir bakıma mutluluğu tarif et deseler "değişiklik" derim. Peygamberimiz
Hz. Muhatnmed "Bir günü diğer gününe eşit olan zarardadır" demiş.
insan varlığının sebebini bir tek mutluluk kaynağına bağlayamaz. Yaşamak
kendi ifade etmek, onura olmak, onura etmek insanın doğasında vardır. Bu
sebeple, yaşamın coşkusu için yeni yollar kaçınılmazdır. Yaşamak için
yeni nedenler yeni gerekçeler bulmak ancak zihni ve hisleri a-çacak olan
bir terapiyle mümkündür. Bu terapi, büyüdükçe ilgimizi çeken şeylerin
azaldığı şeklindeki yanlış yargıyı düzeltmekle olur.
Çocukluk devremizi hatırlayalım, her şeyle yakından ilgilenirdik. Fakat
dikkatlerimiz günlük hayat için önemli konular üzerinde toplamak
kabiliyetimiz geliştikçe, dünyanın günlük ihtiyaçlarına yaramıyor gibi
görünen olaylara dikkat etmez oluruz.
Her mutluluk ıstırapla satın alınır.
Manzoni
Sınırsız Yaşam Gücü
insan, hayattaki her şeyi anormal derecede ciddiye alırsa, mutlu ve
huzurlu yaşamının önüne bariyer koymuş olur. Sürekli çalışma üzerinde
durup, dinlenmeyi, aileyle konuşmayı eş dost davetlerin ihmal ederse
kendilerini mutluluğa giden yepyeni yollar bulmada engellemiş olurlar.
Erkek veya kadın olsun, bizler toplumun bireyleri olarak ne yazık ki
bütün zamanımız, para kazanmaya vererek sevgi, neşe, dayanışma ve toplum
hayatımız için acil olan durumları ihmal ediyoruz. Bu özellikle
erkeklerin izole edilmesi gereken hatası. Kadınlar ise çağımızın iş
kollarında kendisini biraz daha fazla kazanacağım diye hırpalıyor. Bu
durumda e-vini ihmal ediyor, çocuğunu ihmal ediyor, kitap okumayı ihmal
ediyor, sosyal faaliyetleri ihmal ediyor.
Mutluluğa giden yolda, güzel yaşamın özlemiyle tutuşan fakat dünyasını da
o nispette gitgide daraltan insana şunları tavsiye edebilirim:
-Memnun olmadığınız alışkanlıklarınız, terk edin. Böylece önünüze yeni
yollar çıkacaktır.
-insanlarla olan ilişkilerinizi tekrar gözden geçirin. Bunun size yararı,
hatalarınızı görmeniz olacaktır.
-Sosyal alanlarınızı genişletiniz. Diğer arkadaşlarınızın merak
alanlarını öğrendiğinizde, insanların farklı yönlerini tecrübe etmiş
olursunuz.
-işimin dışında bir şeyle meşgul olmaya vaktim yok!" diyorsanız,
tehlikeyle karşı karşıyasmız demektir. Çünkü, bu işinizi kaybettiğiniz an
hayat da sizin için anlamını yitirir. Bir tek amaç her zaman için
risktir. Birkaç meşgalenizin olmasında fayda vardır.
-Yaşadığınız şehri ne derece tanıyorsunuz; Tüm tarihi yerlerini
müzelerini gezmiş olmanız gerekir.
-Hayatta güzel olan her şeyi mutlaka bir defa deneyiniz. Örneğin seyahat,
örneğin uçağa binmek, gemiyle yolculuk, trenle yolculuk, kayak yapmak...
-Hayatını genişletmeyi kafasına koy-muş kişi sıradan bir hayatı tercih
etmez. Hayatın neşe dolu yönlerine ilgi duyanlar ise sıkıntının ne
olduğunu bilme:!"" O halde siz hayatınızı genişletin.
Bizi şartlardan çok, ruh yapımız mutlu kılar.
Voltaire
91 Mutluluk Yolunuz Açık Olsun
ÜNLÜLERDEN GÜZEL YAŞAM YORUMLARI La Bruyere
Pek az kimse, bir vakitler genç olduklarını ve gençliğin zevk ve
eğlencelerinden zorlukla vazgeçtiklerini düşünürler. Uyuşuk oldukları
veya kendilerine hakim oldukları için gençlere mahsus uğraşılardan
vazgeçince, gençliklerini saklayanları eleştirmeye başlarlar. Bu şekilde
bir hareket,bazı kimlerin, sahip olamadıkları bir malı başkalarının da
elde edememesini istemeleri gibi "güzel yaşam" ilkesine ters bir
durumdur.
İnsanlar görevlerini yapmanın onları mutlu edeceğini ve esasen mutlu
olmanın bir vazife olduğunu öğrenmiş olsalardı, dünyanın vaziyeti
bugünkünden çok daha iyi olurdu. Bir insanın mutlu olması başkasının da
mutlu olmasını kolaylaştıran en mühim güzel hayat reçetesidir.
Stuart Chese
Hayatta bazen gerçekten yaşadığımızı, bazen ise yalnız olduğumuzu
hissederiz. Acaba "Yaşamak nedir?" diye kendimize soruyor muyuz?
Sevgi bana hayat veriyor, sanat bana hayat veriyor.
Ve dünya bana hayat veriyor. Sevdiğim veya sevmediğim şeyler, yaşamakla
sadece hayatta olmanın arasındaki farkı gösteriyor. Yüksek bir hedefin
peşinde koşarken yaşıyorum da, yapacak hiçbir şeyim olmadığı zaman sadece
hayatımı dolduruyorum.
Alexis Carrel
Her gün içten gelen bir aşkla dua edersiniz yaşayışınızın bütün bütün
değiştiğini sezersiniz. Dua bütün davranışlarımızdan silinmez izler
bırakır. Devamlı bir huzur ve iç ferahlığı yaratır. İç hayatlarım bu
şekilde zenginleştiren insanların derin bir özelliği onların hayata güzel
bakması ve güzel yaşamak istemesidir. Onların şuurlarının derinliklerinde
sönmez bir ışık parlar ve kendi içlerini aynadaki kadar berrak görürler.
Faydasız
Zevkle iş yapan ve
yaptığından zevk alan
mutludur.
Goethe
92 Sınırsız Yaşam Gücü
bencillikleri, boş gururlan, korkulan hasislikleri ve hataları bu ışık
altında aranır. Manevi bağlantı duygulan ve düşünce zenginliği gelişir.
Böylece yaşamları iyilik, doğruluk ve mutluluk ülkesine doğru yollanır.
BİR ANI DEFTERİNDEN ÜÇ GÜNÜN KIYMETİ
Anılar duygularımızın ışığıdır. Bazı günler olur ki huzuru geçmişimizde
ararız. Geçmişimizin güzellikleri içinde kahkaha seslerimizi, neşe dolu
günlerimizi ararız. Sonra bir anlık da olsa mutlu oluruz. Ancak birazdan
aktaracağım yazı bir "anı"dır Hani bazen deriz ya, insanın .3 gün ömrü
vardı, diye; dün, bugün, yarın. Ama bahsettiğim yazıdaki "üç gün" çok
daha farklı. Kastedilen şey daha duygusal, daha ibret dolu.
Size, "Üç gün ömrün kaldı!" deselerdi ne yapardınız; veya gözleriniz
görmüyor olsaydı ve sadece üç gün görme mühleti verselerdi ve yapardınız,
alelacele nereleri görmek isterdiniz/ O halde güzel yaşamak için,
kötülüklere odaklanmamak için, temiz ve doğru düşünmek için kısacası
mutlu ve huzurlu yaşamak için daha neyi bekliyoruz? Ve siz
işitebiliyorsunuz da...
işte size duygusal bir yazı:
Uzun yıllar önce, tam bir sağırlıkla, "Sessiz aleme" göç ettiğim zaman,
duyduğum seslerin hatıralarıyla acılarımı hafifletmeyi düşündüm.
Bugün aradan yıllar geçti. Artık ne bir kuşun neşeli şakımalarını ne bir
müziği, ne de bir dost sesini tatlı izlerini hafızamda bulabiliyorum.
Geçenlerde, genç bir dostumun sorduğu bir soru kafamı karıştırdı. Bir an
kendimi, duyan ve işitebilen işitebilseydim ne yapardım?
İlk gün asla duymadığım sesleri arar, onları dinlerdim. Gökyüzünde
süratle kayıp, bulutlar arasında kaybolup giden bir uçağın homurtusuna
dalar, pervanelerin havacı oğluma söylediği şarkıyı dinlerdim.
Radyomu açar ve sevdiğim ses sanatkarlarının söyledikleri şarkıları arar
bulurdum. Birinci günün akşamı hemen bir senfoni orkestrasına gider,
müziğin tatlı
C^ \ / £ ' nağmeleri arasında sanatkarların
rüyası-
"vr\ ^*"-""^-""'""^ na dalardım.
Dünyada en büyük şey kişisel mutluluğu bilmektir.
Tevfik Fikret
'i-
93 Mutluluk Yolunuz Açık Olsun
Ertesi gün kuşluk vakti kırlara çıkar, ormanların vahşi sessizliğine
dalar, kayaların arasından akan coşkun bir ırmağın uğultusunu dinlerdim.
Burada, rüzgarla nazlı nazlı sallanan çayırlara döner, aşk kokulu nefis
badem ağaçlarının çiçeklerini seyrederdim. Sonra, çayır kuşlarının içli
çağırışlarına kulak verir, güne veda eden son cıvıltılarını dinlerdim.
Geceleyin penceremin önüne oturup, karanlıkta pervasızca konuşan
sevgilileri doyuncaya kadar dinler, yağmurun damı döven ahengi içinde
kendim, uykuya verirdim.
Üçüncü gün uyanır uyanmaz, yalnız, sadece tek bir ses arardım. Bütün bir
gün yalnız bu sese kendimi verir, onu bir daha unutmayacak şekilde
hafızama işlerdim.
Bu ses, duyma mutluluğuna erişmediğim oğlumun sesidir.
MERHABA GÜZEL YAŞAM!
Bugün umutla doldum. Neden mi? Çünkü bugün bana verilmiş nimetlerin
farkına daha iyi vardım. O vakit güneş daha nefis, hava daha berrak, daha
masmavi göründü bana. Dedim ki kendi kendime: "Demek ki insan nasıl
görmek isterse öyle yaşar!"
Bugün yaşamakta olduğumu unutmayarak yaşayışın bana verdiği bütün güzel
hisleri tadacağım; günümü yaşamaya değer güzelliklerle dolduracağım.
Bugün karşıma çıkacak zorluklar karşısında yüce yaratıcıya yöneleceğim.
Bu güçlükleri yenecek gücü bana bahşetmesi için ondan dileyeceğim ve
hayatımı güzelleştirmek için güzel düşüneceğim.
Bugün mutlu olacağım. Çünkü, insan içinde bulunduğu mutlulukları
tadabildiği, görebildiği ve duyabildiği kadar mutludur. Çünkü insan mutlu
olmaya karar verdiği oranda mutludur.
Bugün bir dostumun hatırını soracağım. Birine bir iyilik yapacağım. Bir
kırgınlık görürsem kimseye darılma-yacağım. Bütün bunlarla birlikte
kendimi akan hayat suyunun salinımına bırakacağım.
Mutluluk varılacak
yer değil, yolculuğun
kendisidir.
Bern Williams
94 Sınırsız Yaşam Gücü
Bugün kimseye yol göstermeye kalkmadan kendi içimdeki dünyalara dönerek,
oradaki faziletlerin göz kamaştırıcı ışıklarla bezenmesine,
düşüncelerimin yükselip, ruhumun enginleşmesine çalışacağım.
Yüce Allah'ın, hemen yanı başımda olduğunu düşünerek hiçbir kötülükten
korkmayacağım, hiç kimseye hiçbir kötülük de yapmayacağım.
Dünya yaşanacak kadar canlı, sevilecek kadar neşet, görülecek kadar
güzel, hayran olunacak kadar anlamlıdır. Bugün bütün bunları duyarak,
hissederek, yüreğimdeki tüm coşkuyla hayata şükrederek yaşayacağım.
GERÇEKTE NE YAPMAK İSTİYORUZ? '
Hayata anlam verebilmemiz için bu soruya anlamlı bir cevap verebilmemiz
gerekiyor. Birçok kimse yaşamanın bir zevk olduğunu anlayamadan
hayatlarını, basit kuralları uygulayarak zindana çevirirler.
Yaşanacak sadece bir tek hayatımız var. Bu yüzden çocuğumuz gerektiği
gibi sevebiliyor muyuz; onların bizlere verilmiş nimetler olduğunu
gerçekten idrak edebiliyor muyuz?
Geçmişin salıncaklarında mutlu mutlu sallandığımız günleri
anımsadığımızda, o zamanlar elimizde birçok nimetin olmadığı anlardı
belki; oysa şimdi eskiye nazaran bizi çok daha güzel yaşatacak imkanlara
sahibiz. Dahası, başucumuzdaki çocuklarımızla, geleceğin bütün rengarenk
bahçeleri ümit meyveleri ile çiçeklenmiştir.
Dünyanın ünlü ve sevilen sanatçılarından Bob Hope, yaşadığı türlü
felaketler arasından sıyrılıp, hayatı nasıl güzel yaşadığını şöyle
anlatıyor:
"Annem dünyanın en müşfik ve en fedakar kadınlarından biriydi. Yedi
çocuklu ailesini beslenmek için canla başla çalışırdı. Maddi
ihtiyaçlarımızdan başka, ruhi ihtiyaçlarımızla da uğraşırdı. Allah
sevgisini kalplerimize aşılamak i-çin çaba gösterirdi. Sevgili annem
hayata güzel bakıyordu. Bu yüzden o ne istediğini çok iyi biliyordu.
Artistlik hayatımın başlangıcında, türlü başarısızlıklarla
karşılaştığım
Mutluluğun tek ölçüsü, bir kimsenin "ben mutluyum" demesidir.
A. J. Cronin
95 Mutluluk Yolunuz Açık Olsun
zamanlar bile günün birinde mutlaka başarılı olacağıma yanlı o inanırdı.
Bana para yollamak için, kendi ihtiyaçlarını kısmaktan bir gün bile geri
durmamıştı.
Annemin bütün hayatı başkalarına iyilik yapmakla geçmişti.
Fedakarlıklarına karşılık herhangi bir mükafat beklemediğini bildiğimiz
halde, ben ve kardeşlerim annemizin ihtiyarlık yıllarını mutluluğa
boğmaya ahdetmiştik.
Günün birinde Chicago'daki Stratford tiyatrosunda büyük bir başarı
kazandım. O tarihten sonra talihim açıldı. Bir vakitler yüzüme bile
bakmayan tiyatro müdürlerinden arka arkaya teklifler almaya başladım.
Çok geçmeden annemle babama Clevland'da güzel bir ev satın aldım. Artık
onların, ömürlerinin sonuna kadar sıkıntı yüzü görmeyeceklerini
bildiğimden, büyük bir sevinç duyuyorum."
EVRENİN ŞARKISI "GÜZEL YAŞA!" DİYE MIRILDANIYOR
Evrendeki musiki elbette yalnız rüzgarın söylediği şarkıyla bitmez.
Tabiatta tüm yaratıklar bir şarkı tutturmuştur. Bu şarkıların ardında
herkesin duymadığı bir musiki var. Yıldızların, bulutların musikisi. Ya
zamanın mırıldandığı besteye ne demeli?
Duyulduğunda insanın içine işler. Sonra sevgiden, tertemiz aşklardan,
umutlardan yükselen sesler. Gökyüzünden dökülen bereket tohumları,
denizlerin derinliklerinden gizem yaşamın sunduğu ikramlar... Daha neler,
neler... Saymakla bitmez.
Hayat bir "Güzel Yaşa" armonisidir. Yer yer coşan, kollarını açan, bize
gülümseyen, bizi yemyeşil çayırlara çeken, efsunlu nefesinden bize
oksijen gönderen... Sonsuz bir musiki hayat.
Eğer hayat bir musikiyse, biz de hayatın öz bireyleri olarak bu musikiyi
içimizde duymalıyız. Ancak o zaman evrenin şarkısı "Güzel Yaşa"yı
mırıldanır.
Büyük sevinçlere büyük zahmetlere katlanarak ulaşılır.
Goethe
S-v
İril:
ı
96 Sınırsız Yaşam Gücü
Evrenin gerçek şarkısı insanın küçücük yüreğinde atan vicdan melo-
disidir. Bizleri yaşatan, var eden, bize hayat aşkı nakşeden, gideceğimiz
yönün haritasını çizen hep yürekten gelen sevdalardır. An gelir insan
sevda türküleri mırıldanır, an gelir evrenin şarkısını... Hiçbir vakit
bitmez bu serenat. Öyleyse yaşamın özünü yüreğimizin ta derinliklerinde
hissetmemiz gerekirken, neden güzel olan hayatı kendi ellerimizle
çirkinleştiri-riz? Evren bize sesleniyor, yaşam bize sesleniyor: Küçük
şeylerden mutlu olmasını bilmeyenler büyük şeylerden de mutlu olamazlar.
HUZUR DOLU BİR YAŞAM...
Hepimizin arzusudur. İsteyen her insan huzur dolu bir yaşama sahip
olabilir. Yeter ki ihtiraslarından kurtulsun. Birikimlerin maddi
kazançların sonu yoktur, limiti de yoktur. Bana sorarsanız, bugüne kadar
tonlarca altının bir tek insanda toplamış olmasının yarattığı mutluluk
hiçbir zaman yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır. Dünyayı
altın yapan o minicik, zaman zaman parlayıp sönen, hayattan zevk
aldığımız küçük sevinçli anlarımızdır. Bu anlar yığın yığın değildir.
Bütün bu minicik mutlulukları bir araya toplayabildiğimiz zaman som
altından bir dünyaya kavuşabiliriz. Eğer duygularımız hala bizi
yanıltmıyorsa, şehrimizin sokaklarından zevk alabiliriz.
Misk kokan bir fincan çay, samimi ve içten bir parça gülücük, küçük mü
küçük bir yardım, bazen bunalım içindeki bir adamın işleyeceği hataya
engel olabilir.
Düz vadiliklerde hiç oturup gökyüzünü izledik mi? İnanın bunu laf olsun
diye söylemiyorum. Şöyle bir denizin kıyısında durup maviliklerin
sonsuzluğuna bakmak, ruhumuzun sıkıntılarını alır. Hele o martı sesleri,
sahildeki dalgaların çağlası, yosun kokan liman hava... Tepemizde
parlayan güne, bizi sıcaklığı ile sarıp korkunç üşümelerimizi ve buz gibi
yalnızlığımızı alıp götürür. Yüzümüze vuran ılık bahar rüzgarında bin bir
sevin-
Mutluluğu tatmanın tek çaresi onu paylaşmaktır.
Byron
97 Mutluluk Yolunuz Açık Olsun
cin, bu sevinçle başlayacak güzel yeni ve güzel bir yaşamın müjdesi ve
parıltısı vardır.
Düşünün bir, "küçük" diyerek, bize mutluluk ve huzur kapısını açacak olan
nice duygularımızı benliklerimizin içerisinde esir ettik.
Tıpkı Alaaddin'in sihirli lambasmdaki zavallı cin gibi, bize iyi yürekli
birinin el atmasını arzuluyoruz, Alaaddin gibi... Oysa biz ne bir lambada
esiriz ne de derin denizlerin altında. Biz benliğimizin esiriyiz.
Güzel yaşam insanın doğasında vardır. İsteyen her insan benliğinin e-
saretinden kurtularak mutlu ve huzurlu yaşayabilir. Her zaman ufacık,
minicik mutlulukları düşünün. Nedir minik mutluluklar?
Yeni doğmuş bir bebeğin tatlı gülümseyişini rüzgarın getirdiği sihirli
nağmelerle dolu müziği, bir sağanaktan sonra topraktan fışkıran canlı
kokuyu, hayata iyi gözlerle bakanların gözlerindeki pırıltıları düşünün.
Minicik pırıltıların size bir ton altın duygusundan çok daha samimi, çok
daha fazla mutluluk yansıttığını göreceksiniz.
Bir Vasiyet
Öldüğüm zaman, geride bıraktığım her şeyi çocuklarıma verin. Eğer ağlamak
isterseniz yanı başımzdaki kardeşinizi için ağlayın. Herhangi birine
sarılın ve bana vermek istediklerinizi ona verin. Sizlere bırakmak
istediğim bir şey var, sözlerden daha anlamlı bir şey para ve maldan daha
anlamlı bir şey. Beni tanıdığım ve çok sevdiğim insanlarda arayın. Ve e-
ğer bensiz yaşayamazsanız, bırakın o zaman gözlerinizde, aklınızda ve
yaptığınızda iyiliklerde yaşayayım. Beni en çok başkalarının elini
tutarak ve özgürlüğüne kavuşmak isteyen çocukları özgür bırakarak
sevebilirsiniz. Ölen insanlardır, sevgi değil. Öyleyse benden sizlere
kalan tek şey var: SEVGİ
I "
SINIRSIZ YAŞAM GÜCÜYLE BAŞARIYI YAKALAYANLAR
ALFRED NOBEL
VASİYETİ
"Bütün sermayemin insanlığın hayrına kullanılmasını istiyorum,
işletmelerimizin her yıl getireceği gelir o yıl içinde insanlığa en çok
yardımı dokunan kimselere verilecektir. Bu gelir beşe bölünecek. Bir payı
fizik a-lanmda en önemli buluşu yapana, bir payı en önemli kimyasal keşif
yapana, bir payı tıp ya da fizyoloji alanında en önemli çalışmayı
bitirene, bir payı edebiyat çalışmalarında en önemli eseri verene ve bir
payı da uluslararası barış ve kardeşlik alanında orduları ortadan
kaldırmak, sayılarını azaltmak; barış ve huzur adına konferanslar ve
toplantılar düzenlemek için çalışan bir kişiye verilecektir."
Dünyada hiç kimse bilimadamma onun kadar değer vermedi, "ruhsuz, gaddar"
dedikleri adam ortaya an büyük ödülü koydu, sırf bilim ve barış adına.
Hatırlarınızdan hiç çıkmayacak insanlardan birisi de Alfred No-bel'dir.
Böyle insanlar nadir de olsa bizlerin çevresinde de vardır. Kendi
dünyalarında yaşarlar, ama herkesin dünyasında yaşamaya hevesli
olanlardan bin kat daha hayırlıdırlar. Patırtı gürültüyü sevmezler; bu
insanlar, üst veya alt komşunuz olsa dairelerinin boş olduğu hissine
kapılırsınız. Eğer ^ başarabilirseniz bu tür insanlarla tanışmak
menfaatinize olacaktır.
Bir şey yapmıyormuş gibi görünürler, bir müddet sonra televizyon ekran-j
larında ödül alırken görürsünüz; kimseyi rahatsız etmek istemezler,
rahatsız
1 00 Sınırsız Yaşam Gücü
101 Başarıyı Yakalayanlar
edilmekten de nefret ederler; duyarsız, umarsız görünürler ama sizden
daha soğukkanlılıkla ortaya somut çözümler koyarlar. Kısacası adam gibi
insanlardır. İşte bunlardan birisi Alfred Nobel'dir.
Alfred Nobel 1833'te Stockholm'da doğdu. Fakir bir ailenin çocuğuydu.
Dört kardeştiler. Biri bir yerde, diğerleri başka yerdeydi. Baba İmanu-el
Nobel, ekmek parası için Rusya'nın Petersburg şehrine gittiğinde karısı
ve dört çocuğu geride bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak 5 yıl sonra
ailesini yanma alabildi. O kadar uğraşıp didinmesine rağmen girdiği
işlerde iflas ediyordu. Dikiş tutturamayacağını anlayan adam sonunda
ailesini de alarak memleketleri Stockholm'e döndü. Alfred Nobel bu
hengâme içerisinde 28 yaşına gelmiş, fizik ve kimyada yetenekli olduğunu
göstermişti.
Ailece Stockholm'e döndüklerinde Alfred, kimya üzerinde ciddi ciddi
çalışmaya başlar. Öte yanda Baba Nobel ailesinin geçimini sağlamak i-çin
çırpınıp duruyordu. Bir işi daha henüz kurar kurmaz iflâs edip ne
yapacağını kara kara düşünüyordu. Oğlu Alfred de gecesini gündüzüne
katarak kimya labaratuvarmda çalışıyordu.
Alfred Nobel, özellikle patlayıcılar üzerinde çalışıyordu. Kömür ve diğer
kıymetli madenlerin çıkarılmasında, tünellerin açılıp, köprülerin
yapılmasında ve tarım alanlarının düzenlemesinde dev kayalar büyük
engeldi. Bunlar kısıtlı imkânlarla, binlerce emek harcanarak
kırılabiliyordu. Alfred Nobel 1865'te dinamiti bularak insanları
zahmetlerden kurtardı, ama bu uğurda da deneyler sırasında patlayan
labaratuarda kardeşini kaybetti.
Dinamiti bulduktan sonra Avrupa'nın çeşitli kentlerinde labaratu-varlar
kurdu. Bu gelişmelerden gelir elde edip ailesine büyük katkıları dokundu.
Lastik teknolojisi ve sentetik maddelerin geliştirilmesi Alfred sayesinde
oldu. Şu an bile dünya ekonomisinde etkinliği olan şirketleri kurdu:
Fıansa'da "Societe Chemical" Norveç'te "Dyno Industrier."
Alfred Nobel, zamanının en güçlü patlayıcısını bulmuştu. Dinamiti bulduğu
için eleştiri oklarını üzerine çekti. Ama o nereden bilebilirdi ki kötü
niyetle de kullanılacağını. O zamanın şartlarında sert kayalar ve
cisimlerin parçalanması gerektiğinden büyük emekler harcanıyordu. Nobel
de bu soruna çâre buldu. Zaten bu tarihten sonra tünel, köprü ve benzeri
inşaat sektöründe insanların lehine gelişmeler oldu.
GARİP BİR ADAMDI
Alfred Nobel gizemli yönleri olan bir adamdı. Onun için "asık surat-i
lı", "gaddar", "duygusuz" diyenler oldu. Ölmeden önce bütün servetini
bilim ödüllerine bağışladığında da aynı insanlar, arkasından "deli,
enayi" dedi. Tıpkı bizdeki "namuslu namussuz" tiplemesi gibi...
Bazen insanları anlamak mümkün değil. Belki çoğu zaman anlamak mümkün
değil de, o çoğu zamanların bir kısmında da aldırış etmemeye
çalışırsınız. Alfred Nobel kararını verip bütün servetini ödül uğruna
bağışladığında, "Ne yapıyorsun sen, bari bir kısmını ver" diyenlere,
"Çekilin önümden" der gibi rest çekti, İsveç kralı bile bu fedakâr adama
kafadan çatlak olduğunu söyleyecek kadar kafadan çatlaktı. Kral, "Bu ödül
saplantısını kafasına manyak sekreteri Kinsky soktu." deyip adamcağızın
vasiyetini kanun yoluyla bozdurmak için Alfred'in yeğeni Emanuel'i
Rusya'dan çağırttı. Ancak Emanuel, "Amcam çok güzel vaziyette bulunmuş,
tartışılacak bir şey yok." diyerek, Alfred Nobel gibi bir adamı yeğenine
yakışır tavır sergiler. Böylece Emanuel, kralı dinlemeyerek Nobel
ödüllerinin önünü açmış olur.
Alfred Nobel'in vasiyeti üzerine kurulan Nobel ödüllerinin sayısı
başlangıçta fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış olmak üzere beşti. Daha
sonraları İsveç Bankaları 1968'de Alfred Nobel'in anısına "Ekonomi Ödülü"
de ekledi.
İsveç Bilimler Akademisi, fizik, kimya, ekonomi dallarındaki Nobel
Ödüllerini veriyor; Stockholm Karolin Enstitüsü tıp dalındaki ödülü
veriyor; Stocholm Akademisi edebiyat ödülünü veriyor; Norveç Storling
adlı kuruluş ise beş kişilik bir komisyon eşliğinde Nobel Barış Odülü'nü
veriyor.
Nobel ödülünü kazananlar 1 milyon dolar yanında bir de diploma ve altın
madalya alıyorlar. Nobel ödülüne lâyık görülen en genç kişi 25 ya-şındaki
genç bilim adamı Lawrence Bragg idi. İlk Nobel fizik ödülünü 100 yıl önce
"X" ışınlarıyla Wilhelm Röntgen kazanmıştı.
Alfred Nobel'in, servetinin tümünü her yıl verilecek böyle bir ödüle
ayırmasında özel bir sebeb var mıydı? Ever, vnıdı. O samana kadar
dünyanın en güçlü patlayıcısı dinamiti bulan Alfred Nobel, bir gün
gazetede bir haber okudu. Ölen kardeşini kendisi zannederek "Ölüm taciri
öldü!"
1 02 Sınırsız Yaşam Gücü
diye başlık atmışlardı. Oysa ölen Alfred değil, Ludvvigti. Bu haber onun
çok zoruna gitti, öldükten sonra ölüm taciri olarak mı anılacaktı. Bu
korkunç bir şeydi. O, insanlık için birşeyler bulmaya çalışırken, böyle
tanınmış olması kabul edilemez bir şeydi. Bu yüzden tüm servetini ve
servetinden sağlanacak gelirlerini bilime ve barışa adadı.
Kendisi ingilizce, Rusça, Fransızca ve Almanca'yı çok güzel konuşuyor ve
yazabiliyordu. Alıngan bir kişiliğe sahipti. Tören ve benzeri kalabalık
yerlerden sıkılırdı. Çekingendi fakat o derece de insanlığın sorunlarına
kafa yorardı. Kazandığı muazzam servetini hayır uğruna vermekte tereddüt
etmedi.
Paris'te tezgâhtar bir kıza aşık olmuş, evlenmeyi düşünmüştü. Ne yazık ki
tanışmalarından kısa bir zaman sonra kız öldü. Bu "gaddar", "duygusuz"
dedikleri adam gözyaşlarını tutamamıştı. Uzun süre, kızın oturduğu
Paris'in yoksul mahallesine gitti geldi. Hatta, dünyanın şan, şöhret ve
paraya boğduğu Alfred Nobel'in, o seviyedeyken bile Paris'in yıkık,
dökük, perişan bir kenar mahallesinde görülmüş olmasına kimse o zaman bir
anlam verememişti. Fakat sonra hafızalar tazelendiğinde onun bir zamanlar
sevip, aşık olduğu kızın bu semte oturduğu anımsandı. Bu tuhaf duygusal
adam Paris'in bu yoksul semtinde bulunan ırmağın kenarına gider, burada
bir müddet oturduktan sonra hemen yanı başında bulunan köprünün üzerine
çıkıp öylece bir noktaya bakar dalarmış; onunla, dönüşünde yolda
karşılaşanlar bu içli adamın gözlerinin hüzünle yaşarmış olduğuna tanık
olurlar.
Alfred Nobel, bir müddet sonra yani 1896'da yalnız yaşadığı San Re-
mo'daki evinde vefat etti. Rahmetli dedemin babası 110 yaşında 1978'de
vefat etmişti. Büyük babam Selanik'te yaşarken Nobel'in kendi oturdukları
evin yanında bir konağa geldiğini o zamanlar söylemişti, hiç unutmam.
Alfred Nobel sık sık değişik ülkelerin sessiz, sakin köşelerine gider bir
müddet yaşarmış. İşte hayatı yokluk içinde başlayıp da muazzam servete
kavuşan yalnızlık içindeki adam gibi bir insanın hikâyesi de böyle.
HAMSUN
"Okul yüzü görmedim, okumayı kendi kendime öğrendim. Açlığın ve çilenin
ne olduğunu çok iyi bilirim. Sokak fenerleri altında, ıssız bir parkta
çok okuyup, yazdım. Soğuk kış günlerinde dışarlarda çok yattım. Girdiğim
işlerin ağırlığından dayanamayacak hâle geldiğim anlar oldu, çöktüm,
hastalandım ama yılmadım."
Bir zamanlar Türk okuyucusunun hafızasında "Açlık" isimli eseriyle
silinmez bir yer edinen Hamsun 1860'da Norveç'te doğdu. 4 yaşında anne ve
babasını kaybetti. Lofoten adasındaki amcasının yanında kaldı. Fakat o da
çok yoksuldu. 17 yaşına geldiğinde dayanamadı, amcasına yük olmak
istemeyerek adayı terketti. Bir kunduracının yanında çırak olarak
çalıştı. Bundan sonraki 13 yılı akla hayâle gelmedik ezilmişliklerle
geçti.
Maden ocaklarında taş kırdı, tayfa oldu, insanların çantalarını taşıdı.
Ama her girdiği işte o kadar az bir para kazanıyordu ki sadece karnı
doyuyordu. Soğuk kış gecelerinde barınacak yeri olmuyordu. Daha fazla
dayanamadı. 25 yaşına geldiğinde şansını denemek üzere Amerikaya giden
bir gemiye kaçak olarak bindi.
Bir önemli konuyu belirtmekte fayda görüyorum: İsveç, Norveç veya ABD
denilince aklınıza bu ülkelerin şimdiki zengin durumları gelmesin. Bu
ülkeler 100 yıl öncesine kadar açlıktan ve kirden pastan kıvrılıyordu. O
zaman da biz, yani Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında (1950'ye kadar)
o kadar zenginmişiz ki hazine ağzına kadar doluymuş. Türk milleti,
tarihinde şu anki gibi bir yokluğun içine asla düşmemiştir.
Hamsun Amerika'ya geldiğinde çiftliklerde hizmetçilik, dükkanlarda
tezgâhtarlık yaptı; istasyonda yolcuların inip binmesiyle meşgul oldu,
onların bavulunu taşıdı. Fakat bu arada çalıştığı bagaj taşıma bölümünde
1 04 Sınırsız Yaşam Gücü
sık sık kitap okuduğu için kovuldu. Haftalarca aç, susuz iş aradı,
insanların elindeki bavulları bir ekmek parası karşılığında taşımak
istiyordu, a-ma 26 yaşındaki bu genç adam her defasında tersleniyordu.
Hastalandı, sokak köşelerinde kıvrılıp yattı. Bir tüccar onu gördü de
haline acıdı, karnını boyurdu, yol parasını verip geri dönmesini sağladı;
o kadar ağırına gitmişti ki... Oysa bu çileler onun kuru ekmeğine taze
yağ sürüyordu, o-nu bir yerlere taşıyordu, fakat o bunun farkında
değildir.
Memleketine geldiğinde karşılaştığı aşağılatıcı, onur kırıcı 1900'lerin
Amerikasını öyle bir kaleme aldı ki... Hakaret etmedi, en küçük bir kara
leke sürmedi. Sadece kendi düştüğü durumu ve insanların kayıtsızlığını,
vicdansızlığını yazdı. Kitabının en çok satıldığı ülke Türkiye oldu.
Hamsun, sonraki yıllarda yazacağı "Hilâlin Altında" adlı eserinde
Türklerin merhametini, misafirperverliğini, yiğitliğini anlatacaktır.
Düşmanına bile zayıf ve çaresiz düştüğünde merhamet eden Türk ulusu, o
dönemin dünyaca meşhur yazarından onlarca teşekkür alacaktı.
Ama yazık ki şu sıralar lime lime Türk ulusunun bu güzel duygularını
dumura uğratmaya çalışan kültür, etki ve ahlak ajanlarına dikkat çekmek
isterim.
Hamsun'un "Açlık" isimli kitabı, okuyanı ürpertecek nitelikteydi. Tamamen
yaşanmış hayat hikâyesi olan bu kitapta, aç kalan, açlığını tesadüfen
gideren bir gencin hâli anlatılıyor. Hamsun, açlık kıvranışlarında,
yalnızlık çöküntülerinde neler hissettiğini muazzam tahlille ve
samimiyetle dile getirmiş. Bir sokak feneri altında, parkta bir bankın
üstünde ki-tab okuma ve yazma çabası veren Hamsun, kayıp gençliğini nasıl
bulduğunu, her satırında kalbi titreyerek anlatmış.
Genelde iç duygular, tabiatın güzelliği, garip duygusal adam gibi konular
üzerinde durmuştur. "Din Sırları" adlı romanı bu türdendir. Ağaçları,
otları, bayırları, patika yolları, uçsuz bucaksız sükûnet dolu tarlaları,
yitip giden duyguları, rüya güzelliklerini çocuk ağzıyla yazmış. Koca
şehrin uzun binaları arasında yırtık bir ceketiyle, başındaki koyu
kahverengi fakir kasketi ile yağmur damlaları altında dolaşan adam, onun
ahbabıdır.
Filme de çekilen "Öğlen İstirahatı" adlı romanı bir Alman eleştirmeni
tarafından şöyle değerlendirilmişti. "Başka kitaplar raflarda tozlanıp
topraklansa da Hamsun'un bu eseri yaşayacak, yarınlarda genç sevdalıların
arkadaşı olmaya devam edecektir."
f'
1 05 Başarıyı Yakalayanlar
1910'da yayımladığı "Göçebe Adam" romanında da âdeta kendi yaşamından
kesitler vermiş. Kaybettiği gençliğinin peşinde, âvâre, 40 yaşlarındaki
bir adamın hikâyesi, şehirlerin patırtılı, gürültülü vahşetinden kaçarak
kırlarda, tahtadan yapılmış çardaklarda yıldızları seyrederek huzur ve
şifâ arayan bir garip adamın hikâyesi. Bir kitap yazmak için, konu ne
olursa olsun bence yazan kişi samimi ve içten olmalı. Ben yazdığım bu
kitapta ruhumdan, içimden, geçmişimden, çocukluğumun hüzünlü ama tatlı,
acı ama hatıra dolu tozlu, sisli anılarından çok şeyler kattım.
Bu kitapta ben gizliyim, ruhum gizli.
Sert ve boş topraklara düşen alınteri, gelişmiş en modern sanayi
teknolojisinden daha berrak, daha bereketli sağanaktır. Hamsun bunu
"Dünya Nimeti" adlı eserinde güzel betimlemiştir, isveçli ünlü yazar
Selma La-gerlof, Hamsunla ve kitabıyla ilgili duygularını şöyle ifade
etmiş... "Birinci Dünya Savaşı içinde insanların, yüzyıllardan miras
bunca emeği parçalamayı, yakıp yıkmayı kendilerine âdeta vazife
edindikleri sırada çiftçinin, göçebenin uğraşmaktan, didinmekten duyduğu
hazla dolu kitabı çıktı. Liderlerin, milletlerin yakıp yıkarak, kesip
biçerek yeni topraklar, yeni ülkeler peşinde kızıştıkları bir sırada sen
basit bir adamı eline bir balta, bir saban vererek en aziz bir gazaya
yolladın. Evvelce hiç bir kalemin tasvir etmediği bir gazaya! Senin bu
kitabın ezelden beri insanoğlunun gönlüne ferahlık veren tek şeyin,
zahmetli yorgunluklar, sabırlı çalışmalar olduğunu, insanoğlunun ancak
böyle çalışmalarla zindeliğe, hayatını saadete, ismini saygıya,
hatırasını ölümsüzlüğe kavuşturacağını isbat etti."
Hamsun'un münzevi bir kişiliği vardı. Yani sessiz köşelere çekilip, u-fak
kasabalardaki kaynaşan mütevazi hayatlara tutkundur. İçlerindeki
huzursuzluk ve kararsızlık yüzünden oradan oraya göç eden yersiz yurtsuz,
bazen tuhaf tabiatlı insanlar üzerinde fazla durur. Sosyal endişe ve
anlayışlarının çoğu genellikle muhafazakârdır." diyor Behçet Necatigil.
19 Şubat 1902'de 92 yaşında hayata gözlerini yuman Hamsun, babası
Gederson, ve annesi Tora'nın yanına gömüldü. Bu onun vasiyetiydi.
HAMSUN'UN ACILARI ROMAN OLDU
"Sult", yani "Açlık" isimli roman 1890'da basıldığı zaman Hamsun'un
şöhretini de beraberinde getirmişti. Okuyanı ürperten bu eserinde Hamsun,
T
1 06 Sınırsız Yaşam Gücü
aç kalan, açlığını edebiyata olan sevgisiyle bastırmaya çalışan talihsiz
bir gencin hayatını anlatmıştır. Yaratma ve başarma sancıları çeken bir
gencin ruh tahlili ancak bu kadar olur. Sefaletin, perişanlığı
sarsıntıları arasında, çağın, önüne koymuş olduğu seçenekleri bir bir
denemek zorunda bırakılan, dehşetengiz bir silkinişle yine çağın, bu defa
ortaya konulmuş olan, tamamen birilerinin lehine işleyen kuralların her
birine tekmeler a-tarak alnına yazılmış kötü talihini silmeye çalışan ve
bu karmaşıklık içerisinde varolma mücadelesi veren bir insan... söz
verilmiş iyilikler, kalbin aşktan aldığı vergi, aşkın perişan ettiği
insan... bütün dolgunluğu, bütün olgunluğu ve bütün ihtişamıyla Hamsun'un
vermeye çalıştığı mesaj tüm bu silkenişler içerisinde aslında açlık ve
aşk, insanı mistik duygulara taşıyan güçlü birer duygudur...
Hamsun'un 1892'de yazdığı "Din Sırları" romanı okuyanı gizemli topraklara
götüren eserdir. "Yeni Toprak" ve "Pan", aşk ve tabiatın ağdalı, övgü
dolu tasvirleridir. "Teğmen Thomas Glahn" in Notlarından isimli e-ser,
aslında Pan'm bir başka açılımıdır. Bu kitap modern psikolojinin canlı
bir örneğidir. Goethe'nin modern şair olarak kabul edilmesi gibi, Ham-sun
da, bu eseriyle edebiyat otoritelerinden büyük övgü almış, aynı zamanda
büyük bir şair olarak da görülmüştür.
Hamsun'un hem şair ve hem edebiyatçı yönünü çok iyi gösteren eseri Pan,
1930'larda 112. baskıya ulaşmıştır. Sefalet içerisinden rahat ve şöhretli
bir yaşama ulaşan bu duygulu yazar, Victorya isimli romanını yazdığında
bütün Avrupa ve Amerika Hamsun'dan bahsetmişti. Hatta filme de alınan
"Victorya" hakkında bir Alman eleştirmeni şunları söylemiştir: "Günümüzün
yığmlarca eseri zamanla toz toprakla örtülse, unutulsa Victorya
yaşayacak, yarınlarda da genç sevdalıların arkadaşı, sırdaşı olmaya devam
edecektir."
Hamsun, Homeros'la bir tutularak romanlar değil âdeta destanlar
yazmıştır. Onun, ağdalı dili bile anlaşılır kılması, yürekten ve
hissederek yazdığını gösterir. Başaran insanın ihtişamını en iyi
yorumlayan, en iyi sergileyen Hamsun için üç şey önemlidir: samimiyet,
anlaşılırlık ve i-nanç. O, kitaplarını sanatsız görmüştür; önemli olan,
yaşamın gerçek yüzünü anlatırken huzuru ve başarıyı yakalama çabasının da
sonuçsuz kalmayacağını yansıtabilmektir. Bu yüzden Hamsun "sanatsız
sanatçı" olarak bilinir. Çoğu kez Dadaist olarak algılanmıştır ama o
sanata saygılı bir
I 07 Başarıyı Yakalayanlar
yazardır. Dadaistler'den ayrılan yönü şimdi hâlâ kitaplarının okunuyor
olmasıdır.
1923'te yazdığı "Sidste Kapitel", "Son Bölüm" isimli kitabı, dünyanın
tanrı gözüyle değerlendirilmesi olarak kabul edilmiştir. Bu roman, cehen'
nemsiz, cennetsiz ve ârafsız bir bakış açısıdır.
Yani herşey bitmiş kabul edilmiştir. Bu doğrultuda, cennet, cehennem ve
âraf tedirginliği yaşamadan insan bütün çıplaklığıyla ne yapabilir/ Öl-
çüsüz bir dünya, zamansız bir dünya, samimiyetliklerin mihenk taşı
olacaktır. 1927'deki romanı "Serseri" bu mihenk taşını yansıtır
nitelikte; dünyada tüm olan biteni, herşeyi, herkesi içine almış bir cam
küredir â-deta. İnsan bu cam küreden sadece kendisini göremez; Varolan
tüm çarpıklıkları, tüm insan arzu ve isteklerinin neticesinin sonunda
uçurum olduğu gerçeği... Arzu ve istekler Hamsun'da 1933'ten sonra
uçurumun e-şiği olarak görülmüştür. Hans Johs, 20. yüzyılın İlyada ve
Odise'si diye tanımladığı "Serseri"nin arkasından "Senelerden Sonra"
isimli romanla ilgili şunları söylemiştir: "Gün batısı kızartıları,
sessizliğin yankılanan acı çığlığı.... ihtiyarlığın hüznü değil,
yeryüzünün ölçüsüz ve ilâhi nimetleri bu kitapta."
Knut Hamsun, içine kapanık bir kabiliyeti, içine kapanık dehşet bir
tesbiti, içine kapanık bir hafıza ve dehâyı yansıtır. O, sükûnetin
adamıdır. Hamsun'un şuuraltı psikolojisi çok güçlüdür. Soğukta tir tir
titreyen bir insan, sahipsiz, evsiz, kimsesiz olarak ne hisseder, nasıl
davranır? Hiç dikkate alınmayan hor görülen, insan muamelesi göremeyen
insan, bir köşeye çekildiğinde ne hisseder, diğer bütün insanları nasıl
görür, tanrı o-nun için nerede durur? Bu hisler varoluşun getirdiği
kalıplardır, insan i-ki şey olur bu durumlar karşısında: Ya tanrıya
sığınır ya da döner ona isyan eder.Hamsun bu ikisinin, cehennem cennet
ortası Âraf gibi bir Âra-fının olamayacağını ifâde eder. Ya boyun eğme ya
da isyan. Ona göre insan tüm yaşamı boyunca annesine babasına, çevresine,
arkadaşına hatta kendine ya boyun eğmiştir ya da isyan etmiştir.
1 09 Başarıyı Yakalayanlar
m
'm-
WALT DISNEY
"Karnımı bile doyuracak param yoktu. Aylarca iş aradım, bulamadım. Hiç
bir kabiliyete sahip olmadığımı söylediklerinde kırık kalple başımı ö-ne
eğip oradan ayrılıyordum. Tâ ki depodaki bir fareyle karşılaşanadek."
"Fareleri oynatarak milyoner olan adam" diye tanınan Walter Disney, bir
zamanlar Şikago'nun yağmurlu, çamurlu sokaklarında nasıl geçineceğini, ne
iş yapacağını düşünüp dururdu. Onun için, sabah güneşin doğuşu dertlerin
de doğuşuydu. Güneşin batışı ise o gün bir ümidin karanlıklara
gömülüşüydü.
Walter Disney 5 Aralık 1901'de Şikago'da doğdu. Ailesi varlıklı değildi.
Yoksul yaşadı. Gece karanlığının erken saatlerinde kalkar, soğuktan buz
tutmuş ıslak yerlerde kaymamak için kendini zor tutarak 2,3 km yürür,
gazeteleri istifler, koltuğunun altına alır, kapı kapı dolaşarak
dağıtırdı. Fakat kazandığı para yaptığı eziyetli işin yanında çok çok
azdı. Bir haftalık kazancı ancak bir gün yetiyordu. Kitap okumayı
seviyordu.
Bu genç çocuk artık gazete dağıtmak istemiyordu. Kendisine daha ciddi,
daha istikrarlı iş aradı. Ama yazık ki her defasında herhangi bir
kabiliyetli olmadığı için kapılar tek tek yüzüne kapatılıyordu. Artık
kapı kapı dolaşmak ağırına gitmeye başladı. Hele, "Mesleğin ne?" diye
sorduklarında eğitim görmediği güne lanetler yağdırıyordu. Yaşı on
sekizdi. Bir a-kıl mektebinin eğitiminden geçmesi gerektiğinin
bilincindeydi.
Bir süre ambulans şoförlüğü yapan Disney, yine işsiz işsiz sokaklardaydı.
Şikago caddelerini turladığı günün akşamı yol kenarındaki bir kitapçıya
daldı. Kitaplara göz gezdirdi. Hepsi de okunacak kitaplardı. Kendisi pek
okula gitmemişti ama okuma yazmayı biliyordu. Hatta elinden karikatür
çizmek de geliyordu. Param olsa bu kitapların hepsini alır, okurdum."
diye düşündü. İçlerinden birini beğendi. Pazarlık mezarlık derken zor
bela satın aldı. Hızlı adımlarla kitapçıdan çıkıp doğru eve gitti. Aldığı
kitabı inceledi. O zamanlar şimdiki gibi değildi, kitapların arka
sayfalarına reklam alınırdı. Hatta 1940 baskılı bir kitapta Arko reklamı
görürseniz hiç şaşırmayın.
Walt Disney'in aldığı kitabın arkasında "Kansas City Sanat Enstitüsü sizi
ücretsiz kurslara çağırıyor." diye bir ilân vardı. Hemen karar verdi,
gidecekti bu kursa. Zaten onun bir tarafında artist olmak yatıyordu.
1918'de Kansas City Sanat Enstitüsü'nün kurslarına gitti. Kursta Ub
îwerks diye bir arkadaş kazandı. O da, Disney gibi içindeki devi
uyandırmak için sanat kurslarına katılmıştı.
Kurslar bitince iki arkadaş vedâlaşıp ayrıldı. Disney Şikago'ya döndü.
Eve geldiğinde bir kalabalıkla karşılaştı, babasının vefatını öğrenince
bir tuhaf oldu. Misafirler, "Başın sağolsun Walter" deyip gittiler. O
günden sonra on gün boyunca hiç bir işe elini atmadı. Kafası dağınıktı.
Annesi oğlunun işsiz olmasına için için üzülüyordu. Walter, onunla biraz
sohbet edince rahatladı.
Bir ajansta kendine küçük çizimler yapması teklif edildi. Parası çok
azdı. Ama kabul etti. Bir müddet çalıştıktan sonra kurs arkadaşı Ub I-
vverks'ten bir tegraf aldı. Beraber iş yapmaları için Walter'i Kansas
City'e çağırıyordu. O da böyle bir şey arıyordu zaten, atlayıp gitti
Kansas'a. Birlikte bir ajans için kısa çizimler yaptılar. Bir müddet
sonra kendileri çizgi film _ şirketi kurdu. Kısa çizgi filmlerden oluşan
film tekniklerini buldular. Fakat umdukları gibi olmadı. Şirketin
bulunduğu büroya kira parası öderlerken, çizdikleri filmlerden bir kuruş
alamıyorlardı. Çünkü Filmleri iş yapmıyordu. Disney ve İwerks bitlikte
kurdukları şirketi kapamak zorunda kaldılar.
Bu arada Walt Disney'in erkek kardeşi Roy da çizim yeteneği olan bir
gençti. Birlikte birikimlerini ortaya koyarak Hollywood'a gitmeye karar
verdiler. Hollywood'da türlü işlerde çalıştılar. Yeri geldi o gün ne
yiyeceklerini kara kara düşündüler. Aç yattılar, aç kalktılar. Hayatın ne
kadar a-cı olduğunu düşündüler. Çizim yapıyor, film şirketlerine
gösteriyorlardı. Ama hiç biri beğenmiyordu.
Bir gün Disney Kansas'tan olan arkadaşı Ub Iwerks'i Universal Film
Şirketinde gördü. Oturup konuştular. Üçü birden yani Walt Disney, Roy
110 Sınırsız Yaşam Gücü
Disney ve Ub îwerks bir araya gelerek güçlerini birleştirdiler. Alice in
Cartoonland (Alis Çizgi Film Diyarında) adlı dizi film yaptılar. Ama
başarılı olamadılar. Oswald The Rabbit (Tavşan Oswald) adlı başka bir
çizgi film dizisi yaptılar, başarılı olamadılar. Walt Disney, kendi tek
başına onlarca çizgi film üretti, ama nafile. Bıkkınlık geldi, "Ben eve
dönüyorum Roy" dedi. Roy Hollywood'da kaldı, Walt şikagoya döndü.
Walt Disney, resim yapıp sokaklarda satmayı düşündü. Ama stüdyosu yoktu.
O da evin arka tarafında bulunan ambarı stüdyo gibi kullandı. Hâlini ve
gidişini hiç beğenmiyor, geleceğinden endişe duyuyordu. Yaşı otuza
yaklaşıyordu ama hâlâ bir baltaya sap olamamıştı.
Bir gün dalgın dalgın geleceğiyle ilgili kara kara düşünüp, resim
çizerken sol göz profili sol tarafında bir şeylerin kımıldadığını görür
gibi oldu. Başını sol tarafına iyice çevirdiğinde minik bir farenin tahta
zemin üzerinde oynadığını farketti, fare âdeta dans ediyordu, garip garip
hareketler yapıyordu. Disney işi gücü bırakıp fareyi seyretmeye başladı.
Evden ekmek getirip bu sevimli yaratığa verdi.
Zaman geçtikçe fare ile Walt Disney'in arkadaşlığı ilerledi. Hatta minik
fare Disney'in çalışma masasına çıkacak kadar ona alışmıştı. Walt
Disneyin aklına bu fareyi çizmek geldi. Böylece çizdiği bu resim,
farkında olmadan onu sinema dünyasında en çok izlenen sanatçı unvanına
kavuşturdu ve servet sahibi yaptı.
Ünlü adam, hayvanat bahçelerine gidip hayvanların hareketlerini ve
seslerini inceledi. Çizgi Film sanatının üzerinde tekrar şevkle
eğilmesini sağlayan o minik fareydi. Aklına değişik projeler getirerek
Hollywood'un yolunu tuttu. Giderken annesine para bırakmayı ihmal etmedi.
Hollywood'a gelir gelmez projesini kardeşi Roy'la ve kurs arkadaşı Ub
Iwersk'e anlattı. Oturup konuyu tartıştılar. Bu çizgi film kahramanı
sevimli fareye bir de isim bulmalıydılar. Saatler konuşmadan sonra
nihayet son sözü söyleyen Walt Disney oldu: "Disney Company" adlı şirket
kuruyoruz" dedi. "Peki fare?" diye sordu kardeşi Roy. Bunu arkadaşı
İwerks cevapladı: "Buldum! Mickey Mouse!"
işler yolundaydı. Walt Disney'in fikir babalığını yaptığı minik fare,
onların yolunu açmıştı. Her ne kadar ismi Iıverks bulduysa da, daha
sonraki yıllarda bunu sıfırdan alıp tâ merkeze kadar taşıyacak ve dünyaya
111 Başarıyı Yakalayanlar
tanıtacak olan Walt Disney'dir. Meselâ, o ana kadar filmleri sessiz
yapıyorlardı. Fakat bir gün Disney, "Kafamdaki bu filmi sesli
çevireceğim" deyince kardeşi Roy ve arkadaşı İvverks şaşırdılar. Çünkü
sesli filmin maliyeti çok yüksekti. Belki de normal bir filmin on
katıydı. Ama kararlıydı Disney.
Nihayet, "Stimbot Willie" isimli çizgi film sesli olarak çekildi,
bitirildi. Bu film üç ortağı, ya sersefil don gömlek ortada bırakıp
Disney Com-pany'in kapısına kilit vurdurup, "Eyvallah Hollywood!"
dedirtecekti ya da onları HoUywood'un en ünlüleri arasına katacaktı.
Beklenen haber bir hafta sonra geldi. Bir sinema salonu, filmi yedi defa
göstermişti. Film izlenme rekoru kırdı. Talih Walt Disney'in yüzüne
gülmeye başlamıştı. Hedefine doğru ilerleyen Disney, Donald Duck ve Dippy
adlı tiplemeleriyle Hollyvvood sınırları dışında da adını duyurmuştu.
Sonraki yıllarda servetinin tümünü renkli, sesli, yaklaşık 6 saat
sürecek, dünyanın ilk uzun çizgi filmine yatırmaya karar verdi. Filmin
çekiminde kurs arkadaşı İwerks tarafından geliştirilmiş olan ve alışılmış
diğer kameralara göre çok daha ayrıntılı ve ince resimlerin çekilmesine
imkân tanıyan multi-plane kameranın kullanılması kararlaştırıldı. Film
tam 3 yılda bitirilebildi. Filmin masrafları 1,5 milyon doları aşmaya
başlayınca Disney'in şirketi iflâsın eşiğine geldi. Dünyanın ilk pahalı
filmi de budur. Bu çizgi filmin adı: Pamuk prenses ve Yedi cüceler'dir.
Böyle masraflı film yapacağını söylediğinde Roy ve arkadaşı İvverks o-nu
vazgeçirmeye çalıştı, "Neyin var neyin yok kaybedersin. Biz de perişan
oluruz. Bir daha da, ulaştığımız şu refaha ulaşamayız" dedilerse de Walt
Disney, "Makine!" dedi.
SONUÇ NE OLDU?
Sıkı durun! Tam tamına 8 milyon dolar hâsılat.
Dünya rekoruydu bu. Hollywood yapımcılarının saçları kalktı, dudakları
uçukladı, "Bu Walt Disney denilen adam bir çılgın" dediler, "Durun! daha
bitmedi!" dedi Disney. Pinokyo adlı çizgi film yaptı, o da dünyada ses
getirdi.
112 Sınırsız Yaşam Gücü
Milyonlarca çocuğun gönlünü fetheden Walt Disney, daha düne kadar
kimsenin tanımadığı adamken, bugün milyonlar onun peşindeydi. Herkes onu
görmek, tanımak istiyordu. Ayrıca, oyuncak fabrikatörleri ve reklamcılar
onun çizgi film kahramanlarını çeşitli şekillerde basmak için izin
istiyorlardı. 7 yaşındaki bir çocuğa onu sorduklarında "Walt Disney Amca
mı? Harika!" diyordu. 77 yaşındaki yaşlı adama onu sorduklarında, "Walt
Disney mi? Mükemmel!" diye cevaplıyordu. 7'den 77'ye herkesin hayranı
kaldığı bir insan olmuştu. İstanbul'daki Nevizâde Hacı A-rif Bey
sokağındakivatandaştan Avustralya'daki patates tarlasında çalışan
çiftçiye kadar herkes onu biliyordu.
Disney eğlence dünyasına da atıldı. Kaliforniya'da Disneyland, Flori-
da'da Disney World eğlence parklarını açtı. Buralarda çizgi film
kahramanlarını anne ve çocuklara canlı gösterdi.
Walt Disney 67 yaşında öldüğünde 30 tane Oscar ödülü almıştı.
Bir başarının canlı hikâyesi de böyle. Başarıda, görüldüğü gibi o işe o-
daklanmak, kötü alışkanlıklardan uzak durmak, ana babaya karşı görevini
yerine getirmek önemlidir. Örneğin Walt Disney, Hollyvvood'dan her zaman
annesini arar, para gönderirdi.
HENRY FORD
"Tek başına ıssız bir adaya düşsen, dünyanın bütün kâğıt parası elinde
olsa, yine de işine yaramaz. Fakat mâdeni para başkadır. Mâdeni paranın
değeri vardır. Çünkü nihayet mâdendir. Böyle bir metalden kendine bir
âlet, bir şey yapabilirsin. Onun için meteliğini daima sıkı tut. İnsan ne
zaman ıssız bir adaya düşeceğini hiç bir zaman bilemez!"
"Ne yapabiliriz? İnsanlığın bir hiç uğruna telef olmasını nasıl
önleyebiliriz. Ben Amerika'da refah içinde yaşarken dünyanın başka
yerinde insanların aç olması, ızdırablı olması, oluk oluk kanlarının
akması beni ü-züyor, kahrediyor."
Sulak ve bereketli toprakların bol olduğu Michigan bölgesine tahta a-
rabalarıyla gacır gucur sesler eşliğinde bir aile geldi. Daha o zamanlar
a-dı bile konmamış Detroit nehrinin kıyılarına kulübelerini çaktılar.
Konar göçer bir hayat yaşayan yoksul Ford ailesi zamanla yerleştikleri bu
yere Deorborn köyü dediler.
insanlığa tekerlek giydiren Henry Ford işte bu dağınık köyde 1863'de
doğdu. Amerika'nın en bunalımlı yıllarıydı. Yaşadıkları yerde arasıra kı-
zılderilileri görürlerdi.
Kızılderililer aileleriyle birlikte ürünlerini sepetlere doldurup şehirde
satarlardı. Küçük Henry, Detroit kıyılarında oynamayı çok severdi.
Papatyalar, lâleler, kenger otları, altı başlı yoncalar, pırıl pırıl
berrak nehir suyunun hemen yanı başında çok güzel bir manzara
oluşturuyordu. Yeşilliklere uzanır güzel hayallere dalardı.
Hayaller insanın umutlarıdır derler; ama bu umutlar için çırpınılma-dığı
zaman o hayaller boş olur. Çalışmak... Yüzünün akıyla, alnının teriyle,
namusuyla, edebiyle çalışmak, başarı kapısının tek anahtarı.
114 Sınırsız Yaşam Gücü
Henry Ford tarlada ırgatlık yaptı, okul yüzü görmedi. Her ne kadar a-di
mühendis diye geçse de, bu mühendis o zamanın üniversitelerinde yetişme
mühendis değil, yaşam üniversitesinde alınteri, göznurü dökerek, kendini
türlü sıkıntılara rağmen yetiştirmiş alaylı bir mühendistir, hatta o,
başmühendistir. İngilizcede mühendis "engineer", diye geçer, yani motor
tamircisi. O, Edison'un yanıbaşında çalışacak kadar da profesyonel bir
motor tamircisiydi, ona motor üreten adam da diyorlardı. Ford yetenekli
bir tamirciydi: O kadar ki, çocukluğunda saat tamir ettiği sıralarda
"Henry'nin yaklaştığını gören her saat, hemen titremeye başlar."
derlerdi.
Gençliğine doğru tamircilikteki marifeti o kadar arttı ki buna rağmen o
hâlâ tamir ettiği saatlerden bir kuruş para almıyordu.
Sık sık buharla çalışan makineleri inceliyordu. Hatta gizlice bir buhar
makinesini söktü, dağıttı, inceledi, sonra tekrar taktı. Kulübelerinin
arka tarafında bir yerde kendine bir buhar makinesi yaptı, makineyi bir
şasi ü-zerine oturttu. Amacı, araba gibi bir şeyler yapmaktı, ama atla
değil makineyle çalışan.
Henry Ford, hayatını kazanmak ve eve katkıda bulunmak için bir makine
atölyesinde iş buldu. Fakat oradaki işçilerin kıskançlığı yüzünden
ayrıldı. Daha az ücretle dökümhaneye girdi. Henry'nin yaptığı tamirler
işyeri sahibinin dikkatinden kaçmadı, onu ödüllendirdi.
Ondokuz yaşına gelen Henry, bir gün köy eğlencesinde Clara Bryant adında
bir köylü kızıyla tanıştı. Kız başka köydendi. Hiç vakit kaybetmedi,
"Benimle evlenir misiniz?" diye sordu. Kız hemen cevap veremedi. Akşam
evine gittiğinde, "Bu delikanlı ciddi ve çalışkan" diye düşündü.
Henry Ford, Clara adındaki bu ince ve narin kızla evlendi. Daha çok
şevklendi, daha çok mutlu oldu. Şimdi karısıyla da dertleşerek piyasada
satılan motorları düşünüyordu. Alman mühendis Niko Otto benzinli bir
makine icat etmişti. Ama sadece şişelere limonata basıyordu. Hatta bunu
bir müddet de seyretmişti.
Henry Ford karısına dönerek içini döktü: "Clara aklımdan bir şey geçiyor,
bir makineyle insan nakil aracı yapılamaz mı? Yani bir arabayı atsız
düşün, onu ileri itecek bir güç olsa, bu güç zaten var, makineler her
türlü malı, insanı daha hızlı ve daha kolay taşıyamaz mı? Doğrusu bunları
tekerlek üzerine oturtup ne kadar yük taşıyabileceklerini görmeyi çok
isterdim."
,.
115 Başarıyı Yakalayanlar
Karısı Clara, "Peki niye yapmıyorsun bunu Henry?" diye sordu. "Çiftlikte
imkân yok. Adam olacak, takım olacak. Bir atölyeye ihtiyacım var. Bunun
içinde şehre taşınmamız lâzım" dedi Henry.
Clara bir an düşündü. Bu güzelim yeri bırakıp da yarın ne olacakları
meçhul, gürültülü, işsizlik sorunu olan şehirde nasıl yapabilirlerdi.
Köyde hiç olmazsa karınları doyuyordu.
Karar verdiler. Şehre taşındılar. Tek odalı bir ev kiralayarak ikisi de
i-şe girdi. Bu arada kazandıkları parayı da idareli harcıyorlardı.
Henry Ford şehirde kütüphaneye gitme fırsatını da yakalamıştı. Babasının
kendisine öğrettiği okuma yazmanın ileride kendisinin hayatını nasıl
değiştireceğini tahmin edemezdi.
Akşam altıdan sabah altıya kadar gece işi yapan Ford, gündüz de bol bol
kitap okuyordu, tabiki kendisine hitap eden kitapları. Bu arada
kazandıkları paranın bir kısmını meslek okulu kurslarına vermekten
çekinmedi.
Kıtkanaat geçiniyorlardı. Buna rağmen Henry Ford bir çocuk istedi. Clara,
"Rızkını tanrı verir" dedi. Eve bir üçüncü kişinin gelmesi Ford'u çok
sevindirdi, havalara uçuyordu, "Baba oldum! Baba oldum" diye havalara
zıpladı. Bu ilk çocuklarına Edsel adını verdiler.
Baba Henry evlere tamire de gidiyordu. Her gittiği evde mutlaka baba
olduğunu söylemeden edemiyordu. Bir müşteri onun makine tamirci-liğindeki
yeteneğini şöyle anlatıyordu:
"Karşıma uzun boylu, adaleli bir adam dikildi ve kendini "Ford" diye
taktim etti. Biz ona derdimizi anlatırken, o makinenin etrafını
dolanıyordu. O ana kadar belki on tane tamirci gelmişti, ama hiç biri
tamir e-dememişti. Ford denen bu genç, makinenin orasını burasını
kurcaladı, makine çalışmaya başladı, şaşırmıştım. Makinenin neresini
düzelttiğini sordum, "Ehemmiyetli bir şey değil" dedi. Eline ik dolar
sıkıştırdım, çıktı gitti."
Henry Ford bu arada ilk araba yapma çalışmalarını sürdürüyordu. Limonata
basan motor onun işini göremezdi. Daha gelişmiş motor yapmalıydı. Yaptı
da... Sonra motoru yerleştirecek araba yaptı. Bisikletlerden söktüğü
lastiklerin üzerine sırık, onların ön tarafına da dingil, ön dingile de
direksiyon için kol takmıştı. Oturma yeri de bisikletten sökülmüştü.
116 Sınırsız Yaşam Gücü
117. Başarıyı Yakalayanlar
i
Motor arka tekerlekler üzerine yerleştirilmişti. Motorun ürettiği enerji
i-ki tane kayışla tekerleklere aktarılıyordu. Arabanın freni yoktu, ama
bir kol vasıtasıyla kayışları ayırabiliyordu, fren de buydu herhalde.
Geri geri gidemiyordu. Korna olarak da şoför yerine bir gong bağlamıştı.
1896 yılında ilk otomobil hazırdı. Gerçi Almanya'da Cari Frederich Benz
diye bir adam da üç tekerlekli bir otomobil yaptığını söylemişti. A' ma
bunu zaman gösterecekti, yani otomobilin babasının kim olduğunu.
Amerikada otomobilin babası Henry Ford'dur, bu bir gerçek. Henry Ford
depoda arabayı yapmıştı ama bir şeyi unutmuştu, arabayı depodan dışarı
nasıl çıkaracaktı, kapı çok dardı. Hemen arka taraftaki tuğla duvara
vurdu kazmayı, kocaman bir yarık açtı; ön koltuğa oturdu, motoru uzun bir
ip vasıtasıyla çalıştırdı, araba hart hurt ederek Detroit sokaklarına
fırladı. Halk bu hilkat garibesine ucube görmüş gibi ağzı açık bakakaldı.
Araba taşların üzerinden sekerek, patırdayıp, öksürerek, gele gele
Edison'un tamir atelyesinin önünde durdu. Subaplardan birinin yayı
kırılmıştı. Hemen Edison'un tamir atelyesinden bir yay aldı, taktı.
Tekrar yoluna devam edip, şimdi otomobil sanayinin başkenti kabul edilen
Detroit sokaklarında tur atarak dolaşıp evine döndü. Ford, oğlu küçük
Edsel için de a-rabada bir yer yaptı. Bujilere cereyan veren akümülatörün
üstüne tahta bir kapak koydu.
Artık herkes Henry Ford'un arabasını tanımıştı. Bunu geliştirmek istedi.
Yaptı da. Edison'un şirketindeki işinden ayrılarak bütün gününü a-rabayı
geliştirmeye verdi. Bu arada temizliğe giden eşinin kazancıyla
geçiniyorlardı. Aylar sürdü çalışmaları. Gerçekten yoğun çalışmanın
karşılığını aldı Ford. Bu gelişmiş arabayla taşman ilk yolcu bir gazeteci
oldu, tabii ki tanıtım amacıyla
1900 yılının soğuk bir gününde Ford'un arabasıyla yaptığı yolculuğu o
gazeteci şöyle anlatıyordu: "12 kilometre hızla fırlayıp uçtuk âdeta,
dondum kaldım. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordum."
Ford, hızı saatte 40 kilometreye çıkarınca, gazeteci arkadaşı inmek i-çin
yalvarmaya başlamış. Fakat Ford inatla, "Öyle şey olmaz! Hiç tehlike yok
bunda! Şimdi size arabayı ne çabuk durduracağımı isbât edeceğim.
"Evet diyor gazeteci, "Durdurmuştu arabayı, ama nasıl? One doğru
fırlamaktan kendimi zor tuttum. Derin bir nefes aldım. Ben indim o
yoluna devam etti; yanımdan bir fırlayış fırladı, boğadan kaçan kediydi
sanki!"
Böyle çırpınıp başarılı olmasına rağmen, zavallı adam bir kaç işadamının
emeklerinin üzerine konmak istediğini etrafına anlatıyordu. Kendi
güvendiği bir işadamıyla otomobilin seri üretimine geçiş konusunda
anlaştı. O istiyordu ki kadın erkek, çoluk çocuk, zengin yoksul hayran
oldukları bu araçlara sahip olsun, ucuza alabilsin. Ama iş adamları
sözlerinde durmadılar. Tekiz diyerek tekelleşme yoluna gittiler, böyle
olunca da sadece zenginlere büyük paralar karşılığında otomobil sattılar.
Henry Ford çok öfkelendi, "Olmaz böyle şey. Ben para için bulmadım
otomobili. Ben her zaman istedim ki çalışan her insan bir eve, biraz
toprağa ve bir otomobile sahip olsun." deyince işadamları bu iyi kalpli
adama arkalarını dönerek ihanet ettiler. Bu işadamları, Cadillac
kasabasında bir Company kurdular. Cadillac bu yüzden zengin arabasıdır,
ismi de bu kasabadan gelir; ama kaç tane satılabilmiştir ki!., oysa
Ford'un arabaları bütün dünyada milyonlarca sattı.
Bu işadamlarıyla çok mücâdele etti Henry Ford. Bıktı, usandı, atölyesi
kapatıldı.
Henry Ford, yahudi düşmanı olarak bilinir. Yahudilere olumsuz bakışıyla
ilgili keskin sözleri vardır. Bunun sebebi başına olmadık çoraplar ö-ren
açgözlü, hırslı işadamlarının yahudi olmasındandır. Ama buna rağmen Henry
Ford, Hitlerin yahudilere yaptığı zulmü, katliamı hiç bir zaman
desteklememiş, onaylamamıştır. "Böyle bir zalimliği, böyle bir vahşeti
gerçekleştirmek, savunmak insanlık vicdanına aykırıdır." demiştir.
1968'de Ford fabrikası henüz 5 yaşındayken, en kuvvetli tekelci
firmalardan beş kat otobobil satıyordu. Fordun yaptığı lastikler 15.000
kilometreden fazla yol katedebiliyordu. Dünyadaki ilk en uzun otomobil
yarışını Henry Fordun tasarladığı otomobil kazandı. Yolun uzunluğu
Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar, sıkı durun... tam tamına
6500 kilometre idi.Henry Ford'un ilk zamanlarda ürettiği iskelet gibi
otomobile halk Teneke Lizzy ismini takmıştı. Şimdi ise "Teneke Lizzy
kibarlaşmış Elisabeth olmuş" diyorlardı.
Henry Ford'un otomobil üretim rakamları yıldan yıla artıyordu. 1910
yılında 18600, 1911'de 34500, 1912'de 78500, 1913'de 168.000 otomobil
118 Sınırsız Yaşam Gücü

üretilmişti. 1915'e gelindiğinde ise 500.000 otomobil üretildi. Bu rakam


dünyada bir rekordu. 1920'de 15 milyon üretim yaptı. Artık bunların a-
rasmda kamyon, traktör ve otobüsler de vardı.
BİR YORUM
Bir hiçken yüreğiyle, azmiyle, çalışkanlığıyla dürüstlüğüyle, merha-
metiyle dünyanın en zengin adamı olan Henry Ford, insanlığa sadece e-
konomik yönden değil, siyasal ve sosyal yönden de faydalı olmaya
çalışmış, Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Amerika, ekonomik yönden
eksikliklerini tamamen gidermiş, zirveye çıkmış bir ülkeydi. Çalışma
dünyasında işçilere ilk "çocuk yardımı", "yakacak yardımı", "elbise
yardımı," "sosyal rahatlama yardımı" "evlilik yardımı", hatta "otomobil
yardımı" gibi yenilikleri getiren Henry Ford'tur. Bu yüzden de diğer
sermaye sahipleri tarafından düşman gibi görülmüştür. Hatta başka
ülkelere sattığı otomobillerin fiyatlarını insanlığa faydalı olsun diye
yarıyarıya düşürüyordu. Henry Ford I. Dünya savaşına çok üzülüyordu.
Şöyle demişti bu savaşla ilgili:
"Ne yapabiliriz.7 İnsanlığın bir hiç uğruna telef olmasını nasıl
önleyebiliriz. Ben Amerika'da refah içinde yaşarken dünyanın başka
yerinde insanların aç olması, ızdırablı olması, oluk oluk kanlarının
akması beni ü-züyor, kahrediyor."
İLK 'SAVAŞA HAYIR' (NO WAR) PROTESTOSU
YIL:1914
Henry Ford bir gemi kiraladı ve adına "Peace Ship", Barış Gemisi dedi.
Amacı I. Dünya Savaşını durdurmaktı. "Siperlerden çıkın!" yazılı büyük
bayraklar çekti. Ve Amerika'dan Avrupa'ya hareket etti. Gemide bizzat
kendisi ve onlarca iyi niyet sahibi ileri gelen Amerikalı vardı. Ülke
ülke dolaşıp, bu savaşın durdurulması için devlet adamlarını ikna etmeye
çalışacaklardı. Bu arada bu zavallı yaşlı adam gemideki günlerce
yolculuktan dolayı bitap düşmüş, soğuk almış, ciddi bir şekilde
hastalanmıştı. A-ma O, "Devam!" ediyordu. Barış Komisyonları kurdurdu.
Bazı kendini bilmez
119 Başarıyı Yakalayanlar
haydut zihniyetli insanlar onun gemisine "Sersemler Vapuru" adını
takmıştı. Oysa Henry Ford yüzbinlerce dolar harcamıştı bu yolculuk için.
Fakat yazık ki lâf anlatamamıştı dünyaya. Ford bundan sonra bir küs'
künlük hayatı yaşadı. Her şeyden gittikçe uzaklaştı, içine kapanık oldu.
Sık sık şehirden uzaklaşıp, doğduğu yer olan ırmağın kenarındaki evlerine
gitti. Uçsuz bucaksız kırlarda dünyanın en güzel müziği olan kendi
müziğini, yani kendini dinledi. Henry Ford'un ölmeden önce sık sık
mezarlıklara gidip dua ettiği söylenir, hatta mezarlığın bir köşesinde
saatlerce oturduğu görülmüştür.
1947 Nisanında ölmeden 2 ay önce Henry Ford torununun oğlu ile-Edsel'in
oğlu Henry Ford H'nin oğlu-Dearborn'daki köşkünün parkında geziniyordu.
Çocuk elinde tuttuğu demir parayı düşürüp kaybetti. Yaşlı a-dam eğildi,
bulana kadar çimlerde araştırdı. Çocuk hayretle sordu:
"Dede! dünyanın en zengin adamı olduğun doğru mu?" "Öyle olsa gerek,"
dedi. "Peki ama ne diye uzun süre demir bir parayı, aradın?" İhtiyar yarı
tebessüm yarı ciddi bir hal alarak cevapladı: "Tek başına ıssız bir a-
daya düşsen, dünyanın bütün kâğıt parası elinde olsa yine de işine
yaramaz. Fakat mâdeni para başkadır. Mâdeni paranın değeri vardır. Çünkü
nihayet madendir. Böyle bir metalden kendine bir âlet, önemli bir şey
yapabilirsin. Onun için meteliğini daima sıkı tut. insan ne zaman ıssız
bir adaya düşeceğini bilemez."
HENRY FORD'UN BAŞARISI NEREDEN GELİR?
Ford, yükselişinde çocukluk yıllarının büyük etkisi olduğunu söyleyerek
anılarında şunları yazmıştır:
"O zaman çocukların bugün olduğu gibi hazır oyuncakları yoktu. O-
yuncaklar evde yapılırdı. Çocukluğumun en unutulmaz hâtırası, şehre
giderken bir 'Lokomobil' yani silindir görmem olmuştur. İkinci önemli bir
hatıram da bir saat sahibi olmamdı. O zaman 12 yaşında idim. Lokomobilde
bir adam ayakta durmuş kömürü kürekliyor, buharı ayarlayarak a-rabayı
kullanıyordu. Biz arabamızla geçerken yol vermek için durmuştu.
Beygirleri süren babamın niyetimi anlamasına vakit kalmadan arabadan
atladım ve makineyi kullanan adamla konuşmaya başladım. Bu
1 20 Sınırsız Yaşam Gücü
i .-**"
adam bana istediğim bütün bilgileri vermiş ve makineyi göstermişti. Beni
otomobil yapmaya zorlayan, gördüğüm bu araba olmuştu. Onun örneklerini
yapmaya çabalamış, bir kaç sene sonra bir tane yapmayı başarmıştım ki
güzelce yürüyordu. Arabamızla köyden şehre indiğimiz zaman daima
ceplerime somunlu vidalar, somun döşekleri ve buna benzer birçok makine
parçaları doldurur getirirdim.
Çok defa da kırılmış bir saat taşır ve tamir için uğraşırdım. 13 yaşımda
iken bir saati oldukça iyi tamir etmeyi başarmıştım. 15 yaşıma vardığım
zaman her çeşit saatlerin, her türlü tamirlerini yapabilecek bir
kabiliyet kazanmıştım. Kullandığım âlet ve malzeme pek kaba saba
şeylerdi. Bir şeyi, veya bir aleti bozup, tekrar yapmakla elde edilen
bilgi, başka hiç bir şeyle ölçülemez.
Her şeyin nasıl yapılmış olduğu kitaplardan öğrenilemez, iyi bir makineci
her türlü makinenin nasıl yapılmış olduğunu bilmek zorundadır. Bir yazar
için kitap ne ise bir makineci için de âlet ve makine odur. Makineyi
karıptırır, işletirken bir takım fikirler bulurdum. Zeka sahibi bir insan
ise bu fikirleri geliştirerek mükemmelleşir."
Henry Ford, kafasına koyduğu bir işi yapmak istediğinde bu işe her
yönüyle odaklanırdı. Gördüğü tüm malzemeler ona yapacağı iş hakkında
ilham olurmuş. Bazı günler bütün geceyi motorların çalışma sistemi
hakkında düşüncelerle geçiren Ford, bu arada hayalinde canlandırdığı en
küçük şeyi hemen kâğıda çizermiş. Kafasında uzun zamandır tasarladığı
plân, günden güne demir, çelik, tahta ve kablodan ibaret bir makine
haline geçiyordu. Otomobilin tekerleklerini, bisiklet tekerleklerinden
yapmıştı. Makinenin silindirini Edison'un fabrikasından almış olduğu bir
havagazı borusuyla monte etmişti.
Henry Ford'un yıllardan beri geceleri bile otomobiliyle uğraştığını gören
komşuları ona artık deli demeye başlamışlardı. Ona inanan bir tek
karısıydı. Hiç durmadan, uykusuz 48 saat çalıştığı olmuştur.
Henry Ford, gençliğinde bir sabah erkenden kalkarak baba ocağından
ayrılma kararı almış. Çok uzaklara gitmek istemiş. O, yüreğinden gelen
sese kulak vermiş. Yaklaşık 15 kilometre yaya yürüyerek bugün otomobil
endüstrisinin merkezi olan Detroit şehrine ulaştığında içine bir kuşku
düşmüş. "Hayatım ve Eserlerim" isimli kitabında bu durumu şöyle
anlatmıştır:
121 Başarıyı Yakalayanlar
"Hayatımın en heyecanlı günü o gündür. Yolda hem ağlıyor, hem yürüyordum.
Birkaç kere geriye dönmeye karar verdim. Fakat içimden bir ses geliyordu:
Ford, korkma! Yürü."
Babası Ford'un arkasından çok üzülmüştü, fakat bir taraftan da oğluna
inanıyordu. Zaten bu iki inanç; yani anne babasının inancı ve karısının
inancı Ford'u akıl almaz başarılara taşımıştır.
SON SÖZ YAŞAMIN TADINA VARIN
YAŞAM TATLIDIR, GÜZELDİR
Bir zamanlar rüyalarının kadınıyla evlenen mükemmel, iyi kalpli bir baba
vardı. Onlar tüm sevgileriyle bir kız çocuğu yetiştirdiler. Adam bu zeki
ve sevimli kız çocuğunu çok sevdi. Daha minicikken onu kucağına alır,
ağzıyla melodi tutturur, odanın çevresinde onunla dans eder, ona sık sık
"Seni seviyorum minik kız" derdi.
Minik kız ara sıra sinirlenir, "Ben artık senin minik kızın değilim"
derdi. Adam, "Sen her zaman benim minik kızım olarak kalacaksın" diyerek
gülerdi.
Minik kızı büyüdü, genç kız oldu ama babası ona yine, "Seni seviyorum
minik kız" demeyi sürdürdü. Artık minik olmayan kız bir gün evden ayrıldı
ve gerçek dünyanın kapılarından girdi. Kendisiyle ilgili daha çok şey
öğrendikçe, babasını da daha iyi tanımaya başladı. Onun gerçekten
mükemmel ve güçlü biri olduğunu anlamaya olumlu yönlerini görmeye
başladı. Onun çok önemli yönlerinden biri, ailesine sevgisini ifade
edebilmesiydi. Bunu söylerken yaşamın güzelliğinden bahsederdi.
Minikliği artık gerilerde kalan minik kızı bir telefonla aradılar.
Babasının ağır hasta olduğu haberini verdiler. Babası
Mutluluk o kadar çok
parçadan oluşur ki,
içlerinden daima
birkaçı eksiktir.
Bossnet
1 24 Sınırsız Yaşam Gücü
felç geçirmişti ve bu nedenle de konuşamıyordu. Artık söylenenleri de
anlamıyor, gülümseyemiyor, yürüyemiyor, kucaklayamıyor, dans edemiyor,
minik olmayan minik kızma onu sevdiğini söyleyemiyordu.
"Minik kız" babasının yattığı odaya girdiğinde onu sanki küçülmüş gibi
gördü. Sevgili babası, tüm güçsüzlüğüne karşın minik kızıyla konuşmaya
çabalıyor, fakat ağzından tek bir hece bile çıkamıyordu.
Minik kız sevgili babasının yanına sokuldu ve onun yanma uzandı. O an
babasının gözlerinden de yaşlar aktığını gördü. Kollarını babasının o-
muzlarma doladı, başını göğsüne dayadı ve... Ve bir zamanlar o göğse
bastırılıp, nasıl dans ettirildiğini, kulağına nasıl, "Seni seviyorum
minik kız, seni seviyorum minik kız" diye sevgi sözcükleri fısıldandığını
anımsadı. Geçmişteki o güzel günler, babasının onu ne denli özenle
koruduğu, sevdiği günler geliyordu gözlerinin önüne. Şimdi ise ondan
artık hiçbir zaman "seni seviyorum minik kız" sözlerini duyamayacağı
duygusunun altında eziliyordu.
Birden başını dayadığı o göğüsün derinliklerinden gelen kalp seslerine
yöneldi tüm düşüncesi Babasının kalp atışlarının sesini duymaya başladı.
Herhangi bir kalpten gelen doğal sesler değildi bunlar... Müzikli
tümceler fışkırıyordu babasının kalp atışlarından
Ve o kalp, babasının bedeninin hareket etmeyen hemen tüm organlarına inat
edercesine ve onları hareketsizleştiren felci umursamazcasma bir coşkuyla
devam ediyordu atmaya...
Minik kız, işte o an tanık oldu mucizenin gerçekleştiğine. Yaşam boyu bir
daha hiçbir zaman duyamayacağı sandığı sözleri duymaya başladı. Babasının
sözcüklerle söyleyemediklerini, kalbinin atışlarıyla söyleyebildiğine
tanık oldu. Daha çok bastırdı başını babasının göğsüne. Artık onun
kalbiyle hissediyor, onun gözüyle görüyor, onun kulağıyla işitiyordu.
Onun kalbiyle söylediği her sözcüğü tane tane duyumsamaya başladı. Öyle
bir duyumsamaydı ki, kendisini, yani bu minik kızı, yıllar yılı bu
enerjik sözcükler mutlu etmişti.
Güzel yaşamanın birkaç sözcükten oluşan cümleyle de var
olabileceğini
Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.
A. Canıus
1 25 Yaşamın Tadına Varın
böylece hissetmiş olan minik kız babasına şimdi şükran borçluydu. Babası
yanında olmayacak gibi görünsede aslında o her zaman yanında ve kalbinde
yaşayacaktır. Ağır ağır düşündü minik kız; sonra gözlerini sonsuz
gökyüzüne dikti. İçine tarif edilmez bir huzur doldu. Çünkü şu an var
olmanın en hafif ve en sevinçli duygusun yaşıyordu; çünkü şu an hayata
güzel bakıyordu.
Hep aynı sözü söylüyordu kalp atışları minik kızın:
"Seni seviyorum minik kız... Seni seviyorum minik kız... Seni seviyorum
minik kız."
t.
aşk nedir? "Ölümsüz Aşk * * * < Romantik Filimler a Aşk
Testi "Aşıklara Özel Mekanlar
Tüm Gazete Bayilerinde 2.95 ytl
sema
Türkiye'nin En Yeni AŞK Dolu Dergisi
İletişim.- 0212 243 61 84
i$ Kİ W GÜNDEMİ ve BİLGİYİ KÜTÜPHANENİZE TAŞIYOR
mntı dağıtım: FISSÎAL PAZARLAMA (0212) 445 80 00
m"
ve geliştirmeye devam ediyoruz...
Sınırsız Yaşam Gücü
Ö.FARUK RECA
Güzel görmek, güzel bakmak ve güzel yaşamak üzerine bir kitap bu.
Kalbimizi titreten, tam da bizim yaşadıklarımızı dile getiren öyküler
eşliğinde hayata gülümsemeyi öğreneceksiniz bu kitapla.
Çizdiğiniz sınırların içinde sıkışıp kalan ruhunuza nefes aldırmak,
gözlerinizi güzelliklere açmak için bulunmaz fırsatlar sunan eser,
yaşamın her anına dokunuyor ince ince. İçimizden birinin sesiyle
konuşuyor adeta. Ve affetmeyi, önyargılarınızdan kurtulmayı, çocukları
sevmeyi, yeri geldikçe bir çocuk olmayı, yaşamın tatlı sürprizlerini
keşfetmenin yollarını fısıldıyor kulağınıza. Hayatın kuytu köşelerine
saklanan güzellikleri buluyor ve avuçlarınıza veriyor. Sınırsız bir
yaşamın kapılarını bu kitapla aralayabilirsiniz. Varlığını ve hayatı
yeniden tanımlamak, yaşamın acı tatlı her yüzüne kalbini açabilmek
isteyenlere...
ISBN 994495920-0 799944 959208
8.95
Ömer Faruk Reca _ Sınırsız Yaşam Gücü

Ömer Faruk Reca _ Sınırsız Yaşam Gücü

You might also like