You are on page 1of 68

e

Sayı 360 - Temmuz 2020


Salgın (Kov d-19 v rüs) neden yle derg m z d j tal ortam ç n hazırlanmıştır.

nsancıl
Aylık Kültür Sanat
Derg s
T T
Sayı: 360

Temmuz 2020

SSN 1300-4158 SSN 1300-4158 Y : 30 Temmuz 2020 15 T (KD DAH )

Sah b ve Yazı
şler Sorumlusu
Berr n TAŞ

Genel Yayın
Yönetmen
Ceng z GÜNDO D

Tekn k Hazırlık
Tasarım
Hüray K Ç

Düzelt
Özden ÖZÜTEM Z
Orhan Kemal

let ş m
360
(0212) 249 80 19

e-posta e ee e e ee z ze

nsanc lderg s hotma l.com T um Te e

m ze e e

Kumrulu Yokuşu Sk. e ee e e m me e u


Yıldırımakın Apt. No:8
Da.:11 C hang r-Beyoğlu z e e
stanbul e
e e
nsancıl
hakeml b r derg d r.
KAPAK KONUSU

Orhan KEMAL
(1914 -1970)
1914'te Adana'nın Ceyhan lçes nde doğdu. Asıl adı Mehmet Raş t Öğütçü’dür. Babası, o
sırada Çanakkale cephes nde, topçu teğmen olan avukat Abdülkad r Kemal Bey, annes se
rüşt ye mezunu, lkokul öğretmenl ğ yapmış Adanalı Az me Hanım'dır.
Çocukluğu Adana'da geçt . I. Paylaşım Savaşı'ndan sonra Adana'nın Fransız şgal ne
uğraması üzer ne a les yle önce N ğde'ye, sonra Konya'ya taşındılar. Konya'da bulunduğu
dönemde Kuvayım ll ye hareket ne karşı Del baş syanına tanıklık ett . Kuvayım ll ye
güçler ne katılmış olan babası; syanın bastırılmasından sonra TBMM'ye Kastamonu
m lletvek l olarak g rd . Ankara'ya taşınan a le, 1923'te Adana'ya döndü. Babası ç ftç l kle
uğraşmaya başladığı dönemde Toksöz gazetes n çıkardı. Takr r- Sükûn Kanunu'nun
ardından pek çok gazeteyle b rl kte Toksöz de kapatıldı ve Abdülkad r Kemal Bey 11 ay
tutuklu kaldı. 1930'da Adana'da Ahal Cumhur yet Fırkasını kuran Abdülkad r Bey, Ahal adlı
gazetey çıkardı. Babasının akt f s yaset yaşamı ç nde olmasına rağmen Orhan Kemal bu
yıllarda s yasetle lg lenmed . Abdülkad r Bey, Serbest Cumhur yet Fırkasının kend n
feshetmes nden sonra part s n kapatıp Sur ye'ye kaçtı. 1931'de bütün a le Beyrut'a yerleşt .
Orhan Kemal, Sur ye'dek babasının yanına g d nce orta öğren m n kend steğ yle yarıda
bıraktı ve Beyrut'ta bulaşıkçılık ve matbaa şç l ğ yaptı. B r yıl sonra tek başına Türk ye'ye
dönerek babaannes n n yanına yerleşt ; Adana'da çırçır fabr kalarında şç l k ve kât pl k yaptı.
1937'de çırçır fabr kasında (M llî Mensucat) şç olan Nur ye le evlend .
1938'de askerl ğ n N ğde’de yaparken, "yabancı rej mler leh nde propaganda ve syana
muharr k" suçundan 5 yıl hap s cezasına mahkûm ed ld ve Kayser Hap shanes ne
gönder ld . İlk ş r n Kayser Hap shanes nde yazdı. (Duvarlar) 1940'ta, Bursa Cezaev nde
Nazım H kmet le tanıştı. Onun toplumcu görüşler nden etk lend . Üç buçuk yıl Nazım
H kmet'le oda arkadaşlığı yapan Orhan Kemal, kend s nden Fransızca, felsefe ve s yaset
dersler aldı. Orhan Kemal' ş r yer ne roman ve öykü yazmaya teşv k eden de Nazım H kmet
oldu. 1943'te tahl ye olunca Adana'ya döndü. Toprak taşıma ş nde amelel k, hamallık yaptı.
Sebze nakl yatçılığı, Verem Savaş Derneğ nde memurluk g b şler yaptı. Ancak h çb r şte
uzun sürel kalamadı ve geç m sıkıntısı çekt . Yazmaya devam ett , edeb yat derg ler nde
öyküler yayınlandı.1949'da babasını kaybett kten sonra İstanbul’a yerleşt . Hayatının ger
kalanında geç m n k tap, makale, film senaryosu yazarak sağladı.1966'da "hücre çalışması
ve komün zm propagandası" yaptıkları gerekçes yle k arkadaşıyla b rl kte tutuklandı.
B l rk ş raporu üzer ne b r ay sonra serbest bırakıldı. K m romanlarını oyunlaştırdı. 72. Koğuş
AST tarafından sahnelend . En y oyun yazarı seç ld . 1969'da Türk D l Kurumu Ödülü'nü ve
Sa t Fa k H kâye Armağanını Önce Ekmek adlı k tabıyla aldı.
Bulgar Yazarlar B rl ğ n n çağrısı üzer ne 1970 yılında Sofya'ya g tt . Geç rd ğ b r bey n
kanaması neden yle 2 Haz ran 1970'te öldü. Dört çocuk babası olan Orhan Kemal’ n
cenazes yurda get r ld ; Z nc rl kuyu Mezarlığına defned ld ..
Orhan Kemal, yoksul kes m n, şç ler n, öğrenc ler n yaşamını anlatan öykü ve romanlar
yazmış ve nsan-toplum l şk ler n gerçekç b r d lle yansıtmıştır. 27 roman, 19'u öykü k tabıyla
anı, nceleme, oyun, röportaj türünde k taplar bırakmıştır.
İÇİNDEKİLER Temmuz 2020/360

Hasan AKARSU Boğulmak (Ş r) 1

Betül ÇOTUKSÖKEN Felsefen n Gör Ded ğ : Felsefe Tar h : Antropontoloj k Okuma 49 2

Mürş de UYSAL Yağmurla Rüzgarın Savaşımı (Ş r) 5

Berr n TAŞ Adnan Öztel’ n Ş r Evren 6

Hasan Sal h KAYMAZ Çağdaş Felsefede Ortak Yönel m: “Özne ve B l nç” 8

Nurten ERGEN B r Sağlıkçının Korona Günlüğü (Ş r) 16

Hasan AKARSU Edeb yat Estet ğ * Üzer ne Söyleş ler 17

Dursun YİĞİT Dalgaların Dansı (Ş r) 19

Yusuf ÇOTUKSÖKEN Özsözler Günlüğü (7) N san 2020 20

Nusret KARACA Tek n Gönenç’ n Ardından 22

Sev nç KIRMIZIGÜL Göğü Yırttı B r Kurşun (Ş r) 25

Berr n TAŞ Hep Yolda 26

Zeynep ALPASLAN D yalekt k (Ş r) 30

N lgün CÖN Şa r me Mektuplar (2) Her Köyün Hep Yabancısı: Mascha Kaélko 31

D lek YILMAZ Şa r me Mektuplar (3) D ng n B r Senfon ... Mel sa Gürpınar 35

Mehmet Doğan KARAKUŞ Şa r me Mektuplar (4) Merhaba... Müşür Kaya Canpolat 38

Ner man ÇELİK Stefan Zwe g, B r Kadının Yaşamından 24 Saat 43

A. D dem USLU 2018-2019 T yatro Sezonundan Seçme Oyunlar (3) 47

Güldane BULUT Cumhur yet bana bu hakları verd (Öykü) 55

Yusuf NAZIM Taş (Öykü) 59


Boğulmak

“Bir yerde olmayınca”


Orada yoksunuz!

Kuyruk acısından
Şaşkın gocunmalı
-Topunuza birkaç dize-
Gökyüzünden inersiniz yere
Saldırılarınızda boşsunuz!

Bırakın herkes
Anladığını yazsın
Yaşam uzun
Sonuna geldiğinizde
Başını unutursunuz!

Oradan burası nasıl görünürse


Öyle görünür buradan da orası
Molla Kasımlar her yerde
Her zaman/ nasıl olsa
Küçümseyen sözlerinizde
Kirli sularınızda boğulursunuz!

Hasan AKARSU

Temmuz / 2020 1
Felsefenin Gör Dediği:

Felsefe Tarihi: Antropontolojik Okuma 49

Betül ÇOTUKSÖKEN*

“Bunalım” terimi ve ardındaki ‘bunalım” neme başlıklı kitabında, kendi yaşamından


kavramı Nermi Uygur’la ve onun söylemiy- ve yaşantıladıklarından yola çıkarak ortaya
le tam olarak bütünleşmiş, onun söylemini koymaya çalışır. Tekil bir durumdan hare-
belki de en iyi biçimde yansıtan terimler- ketle, ortak insansal bir duruma ilişkin be-
den-kavramlardan biri. Bunalım insanlık lirlemeler yapar. Bu yolla, bir bakıma iç ve
durumlarını derleyip toparlayan, onların or- dışın ortak paydasında yer alan, tekilliklerle
tak paydasını imleyen bir kavram. Bunalım içeriklendirilen bir tümele, kavrama varma-
varolanla ikileşen ve bu nedenle de bilginin, yı amaçlar. Her insanın bunalımı yaşadığını
bilgi olmayanın yolunu açan bir kavram, bir ancak bunalımdan çıkış yolunun da olanaklı
çerçeve. Özne-özne, özne-nesne ya da öz- olduğunu, bunalımlardan yaşama kültürünü
ne-özne olmayan ilişkisinde ortaya çıkan, yaratmanın da yine olanaklı olduğunu yapıt
davranış-eylem-ilişki ağlarının içinde yer boyunca gözler önüne sermeye çalışır.
alan, ama kimi zaman bu ağların içinde yer Bu kitap vesilesiyle ve bu kitapla ilgili
almakla birlikte, içinde ya da karşısında bu- olarak yıllar önce yazdığım bir yazıda dile
lunduğu durumu bunalım olarak hiç mi hiç getirdiklerimi, yeniden okurlarımla paylaş-
algılamayan insanların da var olduğunu bili- mak istiyorum: “Felsefe varolana bir ‘anlam’
yoruz. O zaman da bunalımı bunalım yapan verme çabasıdır. Bir özne olarak ve `öznel
nedir? İnsan ne zaman içinde bulunduğu dünyanın’, `öznel gerçekliğin’ asıl taşıyıcısı
durumun bunalımlı bir durum olduğunu fark olarak her varolana yeni bir ‘anlam olanağı’
eder? Yaşanan, ardından da farkına varılan kazandıran insan da felsefenin odağında yer
tüm bunalımların ortak paydasında ne var- almaktadır. Hatta felsefe insansal gerçeklik-
dır? Bunalım nesnel bir yapı mı sunar, yok- le öylesine büyük bir ilişki içindedir ki, onun
sa her bunalım kendine özgü, biricik özellik- tümüyle, ‘kendini bilme’ye ilişkin yanıt dene-
leriyle mi ortaya çıkar? Birisi için bunalımlı melerinden oluştuğu da ileri sürülebilir. Fel-
bir durum, bir başkası içinde bunalımlı bir sefe sonsuz söylem olanaklarıyla doğrudan
durum mudur? Herhangi bir durumu “buna- insana yöneliyor: her şeyin ancak kendisiyle
lımlı” bir durum olarak belirlemek ya da ta- anlam kazandığı insana. Olup bitene bilinçli
nımlamak, üzerinde herkesin anlaşabileceği olarak bakmayı başarabilenler bu durumu
bir yapı mıdır? fark edebilirler; dolayısıyla felsefe de bir ‘an-
Görüldüğü gibi, çok çeşitli sorularla kar- lam’ kazanabilir doğrudan insan varlığı için.
şılamamız olanaklı bu insanlık durumu- İlk akademik çalışmasından bu yana, in-
nu. Nermi Uygur insanı bunalımlı bir varlık san, kültür, toplum, dil, tarih, bilim, felsefe,
olarak gördüğünü, ilk basımı 1989 yılında sanat (edebiyat) başlıkları altında toplana-
yapılan Bunalımdan Yaşama Kültürü. De- bilecek sorunlarla uğraşıyor Nermi Uygur.

2 Temmuz / 2020
Tüm yapıtlarında kendine özgü bir felsefi lım kılanın’ ne olduğunu araştırmakla olabilir
söylem oluşturan ve doğrudan insanla ilgili bu. Öylesine büyük bir önem taşıyor ki bu
sorunlarla gündemini oluşturan (bir ara için- sorunun yanıtı hiçbir biçimde gözardı edile-
den geçtiği mantıksal-çözümleyici yaklaşı- mez; çünkü ‘insanı insan yapan şey buna-
mında bile bu tutumundan vazgeçmemişti lım’. Bunalımın onsuz olunmaz koşulları ise
—Kuram Eylem Bağlamı gibi—) düşünür, ‘beklenmedik oluş’, ‘birdenbirelik’, ‘birdenbi-
yepyeni bir çalışmasıyla karşımızda. re değişiklik’tir.4 ‘(...) insan-toplum yaşamını,
Belki birçok söylem türünün kavşağın- her türlü gelenek görenekleriyle altüst eden
da yer alan ama bana göre, felsefi söyle- büyük olaylar’dır5 artık bunalım. Böyle bir
min ağır bastığı bir yapıt olan Bunalımdan yaklaşımı benimseyen düşünür, bunalım
Yaşama Kültürü birçok insansal-toplumsal özce şudur ya da budur deyip onu dar bir
sorun yanında ağırlıklı olarak `kendini tanı- çerçeveye yerleştir(e)mez artık. Şu ya da bu
ma’yı gündemine alıyor. Düşünür, ‘kendini bunalım (buradaki hastalık), bunalımı buna-
tanı’ buyruğunu tüm varlığıyla duyuyor ve lım yapan şeyin kavranmasında, günışığına
bu buyruğa kulak verirken olup biteni ‘buna- çıkarılmasında bir sıçrama tahtası gibidir;
lım’la ‘bunalım’ yaşantısıyla algılıyor: insanı varoluşsal ögelerin önemini belirli kılmanın
insan kılan bunalım; insan bunalımla var. bir aracı durumundadır Augustinus, Abæ-
Bu insanın asıl belirleyicisi de, onun ‘tüm lardus, Kierkegaard, Camus ve daha nice-
anlam yollarının en orta yerinde’1 olmasıdır. leri böyle dile getirmemişler miydi kendilerini
Yapıt böyle bir insanı ‘bunalım’da kavrıyor. (felsefelerini-düşünsel tavırlarını-varolana
Bunalım tek başına bir şey, ‘nesne’ değil; bakışlarını?)
onu ‘insan yaşamına arada bir takılan bir Filozofları yaşama ya da birçok anlam ay-
eklenti diye değerlendirmek yanlış. (...) Hep rımlarını hesaba katarak akla ağırlık veren-
insanlar var; insan, insan olduğu için de bu- ler diye ayırmak olanaklı. Nermi Uygur’un
nalım var. (...) Çözülmez, kopmaz bir bağ yaklaşımı yaşamdan yana; ancak bu onun
onlarınki.’2 Mantık diliyle söylenecek olursa, aklı bir yana ittiğine hiç de tanıklık etmiyor;
‘bunalım’ insanın ayrılmaz bir ilineği, başka ona göre yaşamın ağırlığı, değeri var her
deyişle özelliğidir. İnsanı insan kılan bir yapı yerde ‘akıl da güdücü ama sınırlı.’ Bunalım,
bunalım; sanki bunalım insanın doğası, na- yaşamda (salt akıl varlığı bunalmaz ki) bizim
turası, neliği, özü. öznel yaşamımızda, nesnel dünyada değil:
Filozof, dünyanın kendisiyle ‘anlam’ ka- ‘İnsan-toplum-tarih-kültür evreninin her ke-
zandığı insana karşı her zaman duyarlı ol- siminde, her yöresinde, her aşamasında,
malıdır. Filozofun her zaman için bir insan birinden öbürüne uzun, aralıklar geçmeden,
tasarımı vardır ve bu tasarım öylesine bü- kendine yol açan gerçekliğin adıdır bunalım.
yük bir önem taşır ki filozofun tüm diğer gö- Hem tek tek kişilere özgü yaşama evreleri-
rüşlerinin de belirleyicisi durumuna gelebilir. ni, hem geniş toplulukları yoğuran karmaşık
İnsan, Nermi Uygur’a göre ‘öznel dünyanın’ ilişki ve etkenleri kuşatır bunalım.’6 Nerede
yapıcısı, yaratıcısıdır; ‘nesnel dünya’ ise insan ve toplum varsa orada bunalım da var.
‘öznel dünyanın’ küçücük bir parçasıdır: ‘(...) ‘Bunalım’ ile birlikte kültür doğuyor, kültür
öznel dünyamızla var, bu öznel dünyayla artık: ‘bunalım kültürü’, (bunalımdan kültür),
anlamlı nesnel dünya.’3 Bireyin gerçekliği, ‘bunalımdan yaşama kültürü’. İnsan olma-
öznel gerçekliği ile bir; ama nasıl bir öz- nın, değerler yaratmanın onsuz olunmaz
nel gerçeklik bu? Bu öznel gerçekliği öznel koşulu bunalım. Bunalım güçlü kılıyor bire-
gerçeklik yapan ne? BUNALIM. Bunalıma yi (bireyleri, toplumları) yaşatıyor; onu var
ilişkin felsefece yaklaşım ne olabilir? Hiç ediyor; onu sorumlu kılıyor; onu o yapıyor;
kuşkusuz onu o yapanın, ‘bunalımı buna- özgür kılıyor; ardından gelen: yine bunalım.

Temmuz / 2020 3
Bunalımdan Yaşama Kültürü hem bir ‘bu- kavrayışına göre insan arada olan bir var-
nalım kitabı’, hem ‘bitmeyen bunalımlar kita- lıktır; insan arada olduğu için bunalımlı bir
bı’, hem de bunalımın serüvenini dile getiren varlıktır. Hatta antropontoloji insana yönelik
bunalım üzerine (insan üzerine, yaşam üze- şu keskin belirlemeyi de yapar: İnsan olmak
rine) bir kitap. Bu yapıt, kendimize ilişkin; bizi arada olmaktır. O zaman da sormak gerekir:
biz yapana ilişkin; biz kendimiz varız orada; İnsanın aradalığı nerede kendini gösterir?
kendimizi tanıyabiliriz bu kitapla; kendimizi Arada oluşun temel ortak formu var mıdır?
güçlü, sorumlu, özgür kılabilmenin yolu bu- Antropontoloji bu soruya da yanıt verme-
nalımları fark etmekten geçiyor çünkü. ye çalışır: İnsanın yaşadıklarıyla, düşünsel
Bunalım değişme ilişkisi de bu arada hep duruşu, zihnindeki kavrayışları, kavramları
düşündürmekte. Bunalım özsel bir yapı ol- arasındaki gerilime işaret edilir bu nokta-
duğuna göre tüm değişimlere karşın (buna- da. Bu gerilimi felsefenin diliyle, asal gerilim
lımlardan ötürü) değişmeden kalan var; işte olarak, “tekil-tümel gerilimi” olarak değerlen-
bu kalan da bunalım değil mi? Sonsuzca direbiliriz. İnsan dünyasındaki her türlü kar-
değişken kılıklara karşın sürüp giden hep şılaşmanın, karşılamanın, karşılaştırmanın
bunalım, bunalımlarla örülü yaşam. Bunalım özgün formudur bu gerilimin imledikleri ya
güçlü, bunalım değiştiriyor; bu değişimler da işaret ettikleri.
kimi zaman başkalarının, başka toplumların Öyleyse, Nermi Uygur’un söyleminde bü-
cehennemi de olabiliyor. Ama asıl bunalımın tünüyle antropontolojik ögeler vardır. Ancak
farkına varanlar sayıca arttıkça cehennem antropontolojinin insana ilişkin çözümleme-
yaratmak isteyenlerin gücü de azalacaktır; lerinde bir adım daha ileriye gidilmiştir ve
bunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor. insan dünyasının bunalımlardan örülü bir
Okurun alımlaması, ‘yazarın istediği’ ile dünya olduğunun temelinin yine insanda ol-
her zaman örtüşür mü? Okur kendi açısın- duğu ileri sürülmüş; onun bir bunalım varlığı
dan metne bakar; çünkü yazıya geçmiş, ar- ya da bunalımlı bir varlık oluşu, onun arada
tık bir bildirişim olayını gerçekleştirmeye hak olan bir varlık ve özne oluşuyla açık kılın-
kazanmış metin nesnelleşmiştir; yaratıcısın- mıştır.8
dan kopmuştur bir bakıma. Kendi açısından
metne bakan okur da orada aradığını bulur. * Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Maltepe Üniversi-
Hele böylesine geniş, zengin içerikli bir baş- tesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Felsefe
yapıtla karşı karşıya ise ne büyük tatlar dev- Bölümü.
şirir oradan! Hatta öyle olur ki yapıtın diliyle
özdeşleşiverir insan, dil-dışı olan kendi ger- Dipnotlar
çeği dile gelmiştir orada: kendiniz işte tam 1- Nermi Uygur, Bunalımdan Yaşama Kültürü.
da oradasınızdır.”7 Deneme, İstanbul: Ara Yayıncılık, 1989, s, 231.
Nermi Uygur, insanın karşılaştığı durum- 2- Nermi Uygur, Agy., ss.239-240.
lar karşısındaki duruşunun, bunalımları kav- 3- Nermi Uygur, Agy., s. 94.
rayan bir duruş olduğuna dikkati çekmesi 4- Nermi Uygur, Agy., ss. 226-228.
ve bu durum değerlendirmesinin yalnızca 5- Nermi Uygur, Agy., s. 233
insana özgü olduğunu bize duyurmasının 6- Nermi Uygur, Agy., s. 220.
arka planında olan nedir? İnsan neden bu- 7- Betül Çotuksöken, Felsefeyi Anlamak Felsefe
nalımlı bir varlıktır? Bu sorunun yanıtı Ner- ile Anlamak (İlk basımı, 1995), İstanbul: İnkılâp
mi Uygur’da belirgin değildir. İşte tam da bu Kitabevi, ss. 293-296.
noktada antropontolojinin yaptığı çözümle- 8- Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül Çotuksöken, Ant-
meler işe yaramaktadır. Çünkü antroponto- ropontoloji ya da İnsan-Varlıkbilgisi, İstanbul:
lojinin ortaya koyduğu ve geliştirdiği insan Notos Kitap Yayınevi, 2018.

4 Temmuz / 2020
Yağmurla Rüzgarın Savaşımı

Güneş akşam dinlenceye çekilirken


Yağmur dolu bulutlara dokunuyor
Akşamın karanlığında
Bir fırtına kopuyor
Onca şiddetine karşın
Bulutları durduramıyor rüzgar

Ağaç kökleri tutunurken toprağa


Yeşil yapraklarla sarılmış dallar
Rüzgarın şiddetiyle birbirlerine çarpıyorlar
Gecenin karanlığında ürpertiyor insanı
Yine de durduramıyor yağmurun coşkusunu rüzgar

Camlara çarptıkça rüzgarla, yağmur


Doğa yeniden
Yorgun bir savaşımın ardından sabaha uyanıyor
Güneşin tekrar gülümsemesi
Yağmura doyamayan yeryüzünün güneşi kucaklaması
İnsanı umutlandırıyor

Güneşle bulutların
Kol kola dans edişi
Bugünlerde kıskandırıyor bizleri
Sosyal mesafelerle
Uzaktan sevilmek bizimkisi
Ben de, yağmur dolu bulutlar gibi
Var gücümle umudu taşıyorum içimde
Yıldızlı yarınlarda var olmak için...

Mürşide UYSAL

Temmuz / 2020 5
Adnan Öztel’in Şiir Evreni

Berrin TAŞ

Adnan Öztel’i düşünüyorum. Sağlık so- içselleştirme karakteriyle uyumlu bir yol tut-
runlarıyla boğuşuyor. İlaca doktora ulaşma- turmasını sağlamış. Duygularını apaçık dış-
sı hiç kolay değil. Önüne çıkarılan engellerle laştırıyor. Gerçekçi bir şiirin ardına düşmüş.
de mücadele etmesi gerekiyor. Adnan Öztel Depremin yarattığı yıkıntıyı duyumsamış.
dört duvar arasında olsa da bilinci duvarla- Okurken, yıkıntıların altından seslenen in-
rı delerek insana ulaşıyor. Kovid 19 bizleri sanların sesini duyuyorsunuz.
evlere kapattığından beri aklıma hep kapalı “Deprem Şiirleri 3”te depremin yarattığı
kapılar ardında direnenler geliyor. acıyı, açlığı, kimsesizliği duyumsuyorsunuz.
Adnan Öztel’in insana seslenişi tek yönlü “Bize yardım edin / Bize yardım edin / Karda
uçuk kaçık bir sesleniş değil. Birikimin yo- naylon terlik / Bize yardım edin / Bize yar-
ğunluğundan damıtıyor yaratıcılığını. Adnan dım edin // Saçları dikenli çalılık / Gözyaşları
Öztel’in seslenişi direnmeyi yaşam biçimi çocukların / Taşlaşmış // Deprem altındayım
bellemiş bir insanın, bir yaratıcı insanın ko- / Yıkılan Sevgi Apartmanının altında / Göz-
nuşmasıdır. Onun konuşması dağlara, ır- lerinin içindeyim çocukların // Korku umar-
maklara, ovalara yayılan bir çığlığın sözcük- sızlık / Açlık ve soğuk / Üşüdüm baba / Açım
lere dökülmesidir. İlgi alanı geniş. Estetik, anne / Çadır nerde baba / Anne mama /
felsefe, şiir… daha ne olsun. Gözlerinde karakışın vahşi gölgesi / Ağlıyor
Adnan Öztel’in şiirlerini okuduğumda çocuk yüzleri / hücremin duvarında!”
Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektuplar’ını anım- “İçten çığırtkanlıktan uzak, alçakgönüllü
sadım. Rilke, genç şaire yol gösteriyor. “(…) bir yüreklilikle” yazıyor şiirlerini Adnan Öz-
genel temalardan kurtulup kendi günlük ya- tel. Goethe, Eckermann’a şiirini geliştirebil-
şamınızın temalarına sığınınız; hüzünlerini- mesi için önerilerini sıralarken bugün onu
zi, isteklerinizi, geçici düşüncelerinizi, her- okuyanlara da yol gösteriyor. Bu sesi Adnan
hangi bir güzelliğe karşı duyduğunuz inancı Öztel’in duyduğundan kuşku duymuyorum.
anlatın; içten çığırtkanlıktan uzak, alçakgö- “Dünya öyle büyük, öyle zengin, yaşam öyle
nüllü bir yüreklilikle anlatın bütün bunları; renkli ki, şiir yazmakta hiç güçlük çekilme-
ruhunuzdakileri dışa vurabilmek için çevre- yecektir. Ama bu şiirlerin hepsi yaşanmış
nizdeki nesnelerden, düşlerinizdeki imge- bir olay üzerine yazılmalı, bunun anlamı şu;
lerden, anımsamalarınızdaki görüntülerden gerçeklik şiirin yazılmasına neden olmalı ve
yararlanın.” şiirin konusunu oluşturmalı. Özel bir durum,
Adnan Öztel genel temalardan kurtula- ancak şairin onu şiir haline getirmesi ile her-
mamış olsaydı deprem şiirlerini, kırmızı ka- kesi ilgilendirir bir hale gelir ve şairane bir
ranfile, begonvillere şiir yazamazdı. Adnan boyut kazanır.” Adnan Öztel’in şiirleri damı-
Öztel, Rilke’nin uyarılarını içselleştirmiş. Bu tılmış yaşam izleridir. Belki bu nedenle şiir-

6 Temmuz / 2020
algılanmasını önlüyor bunun.
Böyle bir durumda bile ço-
cukluğunuz, bu olağanüstü,
bu krallara yaraşır zenginlik,
bu anımsamaların hazinesi
hala sizin içinizde değil midir?
Dikkatinizi bu hazineye yö-
neltin. Geçmişin derinliklerine
gömülmüş bu uzak duyum-
samalarınızı içinizden çekip
çıkarın günışığına, böylelikle
kişiliğiniz sağlamlaşacak, yal-
nızlığınız açılıp yayılarak loş
bir eve dönüşecek ve başka-
larının şamatası bu evin uza-
ğından geçip gidecektir.”
Adnan Öztel kendi yaşa-
mını kurmuş bir şairdir. Hapi-
sane koşullarında bile kendi
alanını yaratmak, kendi ala-
nını korumak için didindiğini
görebiliyorum. Onun kendine
ait loş bir odası var. Bu oda-
nın kapıları dünyaya, insana
açılıyor. Adnan Öztel’in yal-
nızca çocukluğuna dönmesi
gerekmiyor. Onun eşitlikçi bir
lerin adları bile yaşamından süzülen yaşan- dünya özlemi, nesnel bakışı,
mışlıkları gösterir. Bayram’a da şiir yazmıştır, insana duyulan büyük sevgisi uyarılmayı
madenlere diri diri gömülenlere de yazmış- yalnızca çocukluktan bekleyemez. Bu dün-
tır. Ateşim yükseliyor da demiştir. F Tipi’ne yaya baktığında gördükleri onun duyguları-
de şiir yazmıştır. Minbiçli Kadınlar, Telgraf, nın uyarılmasını sağlıyor. Düş gücü dünya-
Yeni Yıl’a, İşçi Kadınlar’a, Ring’de giderken nın seslerini dört duvar arasında çoğaltıyor.
yazdığı şiirlerle bizleri yaşamına konuk eder. Algılamasa madencileri, depremi yaşayan-
Yaratıcılığın direnmenin koynunda büyü- ları, yamalı bir asma kütüğünü duyumsaya-
düğünü görürsünüz. Gerçekçi şiiri seçmek bilir miydi.
zordur. Gerçeklikle uğraşırken estetik düze-
yi yakalamak kolay değildir. Takır tukur şiir Kaynaklar
yazmak riski vardır. Adnan Öztel bu sorunu 1- Rainer Maria Rilke, Genç Bir Şaire Mektuplar,
aşmış. Onun yaşadıkları somut olarak ya- Türkçesi. Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 2. Ba-
şadıklarının ötesine geçiyor. İç dünyasında sım, Aralık 2001, İstanbul.
yaşadıklarıyla zenginleşiyor Adnan Öztel, 2- Johann Peter Eckermann, Goethe İle Konuş-
Rilke’nin öğüdünü dinliyor. Rilke’nin genç malar, Çeviren: Mahmure Kahraman, İş Bankası
şaire söyledikleri Adnan Öztel’in yaratıcılığı- Kültür Yayınları, 1. Baskı, Ağustos 2007, İstan-
na uyuyor. “Diyelim bir tutukevindesiniz de bul.
duvarlar dış dünyanın seslerinden hiçbirini
içeriye koyvermiyor, duygularınız tarafından

Temmuz / 2020 7
Çağdaş Felsefede Ortak Yönelim:
“Özne ve Bilinç”

Hasan Salih KAYMAZ

“Gece, ancak, kendilerini geceye benimsenmiş olmasıdır. Özne, çağdaş fel-


bırakanlar için gelmiştir, sefe yönelimleriyle birlikte yine ana odak ol-
yaşayanlar için, ‘güneş her gün yeniden maya devam etmiş, ancak bu modern özne
doğar’.” Castoriadis tasarımı, geçtiğimiz yüzyılda önemli ölçüde
değişmiştir. Aynı şekilde Descartes ile bir-
Felsefeyi ve felsefe tarihini, kendine has likte felsefenin en önemli uğraşlarından biri
bir kümülatif ilerleyiş şeması sergileyen bir haline gelen “bilinç” kavramının da çağdaş
yapı olarak düşündüğümüzde, ya da tarih- felsefe yönelimlerinin bir diğer odağını oluş-
selliğini göz önüne aldığımızda, Antik dö- turduğu gözükmektedir. Çağdaş Felsefe yö-
nemden bugüne dek ele alınan sorunların nelimlerindeki özne ve bilinç odaklı gelişen
ve bu sorunlara yönelik yaklaşım biçimleri- yaklaşımları ele almak adına 20. yüzyıl fel-
nin uğradığı evrimi doğru şekilde okuyabil- sefesini bazı başlıca filozoflar ve bazı başlı-
mek olanaklı olacaktır. Bununla birlikte, bir ca metinler üzerinden inceleyeceğiz.
dönemin tartışma odağını oluşturan öge- Çağdaş Alman Felsefesine baktığımızda,
nin, içinde bulunduğu dönemdeki hemen çeşitlilik ve üretkenlik açısından zengin olan
hemen tüm felsefi ekollerin, belirli ölçüler- bu kültürde, ortak miras, Kant ve ondan bir
de, ortak uğraşı haline geldiğini söylemek sonraki yüzyılda gelen Hegel, Schelling ve
mümkündür. Modern dönem öncesi felse- Fichte gibi filozofların şekillendirdiği Alman
fe dünyasında hakim olan özne anlayışı, idealizmi gibi gözükmektedir. Bunun yanın-
Aristoteles’in kullanımıyla, salt zihinsel bir da Nietzche’nin hayat ve anlam dolayımla-
içerik olarak varolmak için kendisinden baş- rı üzerinden özneye nihilizm odaklı gelişen
ka bir şeye gerek duymayan bir töz olarak yaklaşımının etkileri de yine yoğun bir şekil-
anlaşılırken; Skolastik dönemden modern de hissedilmiştir. Kant, özneyi hem tüm bi-
felsefeye geçişte kırılma noktası olan Des- reylerin üstünde hem de her bireyde mevcut
cartes ile birlikte, özne, kurucu bilinç olarak bir “evrensel bilinç” olarak tasavvur etmişti.
görülmüş; algılara, tasarımlara, izlenimlere, Fenomen dünyasının kurucusu olan bu bi-
düşüncelere dayanak olan “ben” olarak ka- linç, evreni zaman, uzay ve nedensellikten
bul edilmeye başlanmıştır. Modern felsefey- oluşan “saf aklın kategorileri” çerçevesinde
le birlikte ortaya çıkan bu özne tasarımının değerlendirip anlaşılabilir kılıyordu. Hegel
en belirgin özelliği de öznenin bilgiye temel ise doğal dünya ile ahlak dünyasının ayrı-
oluşturan akıl ve irade sahibi bir varlık olarak mını reddederek bilincin tecrübesini tarihi

8 Temmuz / 2020
tecrübe olarak değerlendirdi. Fakat burada daha da yakınlaşmıştır. Yapmaya çalıştığı
kurucu bilinç belirleyici öge olarak kendi ya- şeyin özünü “şeylerin kendisine dönmek”
pısını seyretmekten başka bir şey yapmıyor- olarak açıklayan Husserl, özne ve bilinç do-
du. Büyük ölçüde bu gelenek üzerine inşa layımlarını içeren yönelimsellik kavramını
edilen Çağdaş Alman Düşüncesi esasında ele alır. Bu noktada, bilinç, kendisi dışında
çok katmanlı bir yapı olarak karşımıza çıkar. bir gerçekliğe yönelerek onu düşünce nes-
Neo-Kantçılığın temsilcileri tarafından nesi haline getirir. Yaşananın özüne inmek
Kant’ın transendental yöntemine ve etik için fenomeni paranteze alarak onun özüne
kaygılarına sadık kalınmasıyla birlikte, mo- inmeye çalışan Husserl, bu tutuma bilimsel
dern özne, bilgiye temel oluşturan akıl ve bir temel verebilmek adına felsefe açısından
irade sahibi bir varlık olarak benimsenmeye aşkın bir kurucu özneye başvurur. Çağdaş
devam etmiştir. Bu doğrultuda merkezinde felsefedeki bilinç ve özne odaklı yaklaşımla-
öznenin yer aldığı kabul edilen doğa, kültür rın Platon ve Descartes’tan oldukça besle-
ve bilme ediminin kendisi bu filozoflar tara- nen Husserl ile birlikte yeni bir boyut kazan-
fından ana tema olarak işlenmiştir. dığı görülmektedir. Öyle ki yüzyılın bir diğer
Viyana Çevresiyle birlikte Çağdaş Alman büyük filozofu Heidegger, hocası Husserl’in
Felsefesinde yer edinen pozitivizm, felsefe- fenomenoloji yönteminden biçimsel anlam-
ye bilime vermesi gereken önem açısından da etkilenmiş ve bu doğrultuda, belli ölçüde
yaklaşıp onu metafizikten, bu yönüyle bir
buna karşı, ontolojik çalışmalar yürütmüştür.
anlamda kurgul özne ve bilinç anlayışların-
Heidegger’in varlığa yönelik metafiziğe va-
dan, arındırmaya çalışmış ve daha sonra-
racak boyuttaki incelemelerinin ardında öz-
larda da bu çevrenin filozofları İngiltere’de
neye dair bu yaklaşımların tetikleyici olduğu
analitik felsefe geleneğinin başlamasına ön
gözükmektedir. Öte yandan, Freud’un büyük
ayak olmuştur.
yankı uyandıran psikanaliz yöntemiyle birlik-
Frankfurt Okulunda da başta Horkhei-
te, batı kültüründe itibarını kaybeden bilinç
mer, Adorno, Benjamin gibi isimlerin öne
felsefesine karşılık bilinçdışının irdelenme-
çıktığı, Marksist etkilerin beraberinde yeni
siyle “öznenin” ve “bilincin” konumu bir an-
bir Marksizm geliştirme çabası görülmüştür.
lamda değişmiştir. “Bilinç taşıyıcısı” olarak
Bu Marksist eğilimin odağında, Marksist ge-
temellendirilen özneyi yersizliğe, bölük pör-
lenekten biraz daha farklı biçimde, aşılma-
çüklüğe, bilinçdışına yollayan Freud’un yap-
sı gerektiği düşünülen toplum ve ekonomi
tığı büyük buluş tam da özne üzerine yeni bir
ilişkisinin ötesinde batının yüceleştirirken
önerme ileri sürmek olmuştur. Freud, bilinç-
araçsallaştırdığı akıl vardır. Bu yönüyle
Frankfurt Okulunun geçmişe dönük bir akıl dışı unsuruyla birlikte bize özne sorusunun
eleştirisiyle yeni bir bilinç kavrayışına fırsat bilinçten daha geniş olduğunu gösterir. Onun
sunduğunu söylemek olanaklıdır. Özellikle için, özne, bilinci kapsamakta ama ona indir-
geç dönem Frankfurt Okulu temsilcilerinden genememektedir. İnsanlık tarihinin yeniden
Habermas ile birlikte modern özneyi ilgilen- ve daha farklı biçimde okunmasına olanak
diren güncel meseleler “aklı konuşturmak” sağlayan psikanaliz, hem Freud sonrası La-
suretiyle ele alınmıştır. can gibi psikanalistlerin, hem de psikanaliz
Bilinç ve özneye olan yönelimi noktasın- karşıtlarının çalışmalarıyla birlikte çağdaş
da Çağdaş Alman Felsefesinde Husserl’in felsefede özne ve bilinç odaklı yaklaşımların
geliştirdiği Fenomenoloji yöntemiyle ilişki zenginlik kazanmasını sağlamıştır.

Temmuz / 2020 9
Fransız felsefesinde ise, ana odak, çağ- olan bir tür boşluk ve kendi kendinin dışına
daş dönem öncesi geçmiş birkaç yüzyılda taşma eğilimi olarak kabul edildiğinden, bi-
etkisini görmenin kaçınılmaz olduğu Descar- lincin benliğinin kendine bir ideal nokta oluş-
tes ile belirli bir düzenin oluşturulması için turduğu ve dolayısıyla benliğin belirleyici ve
gerekli ilkelerin bulunmasına dayanırken, kurucu olarak alınamayacağı öne sürülür.
çağdaş dönemde, yine Descartes etkileri- Sartre, Varlık ve Hiçlik adlı eserinde de öz-
nin görünmesine karşın, Henri Bergson ile gürlüğü a priori bir veri olarak alır ve insan
birlikte belli ölçüde erozyona uğramıştır. Bu bilincini, sürekli olarak dışa atılma ve dünya-
yönüyle geniş çerçeveden yapılan yüzeysel ya olumsuzluk öğesini getirme şeklinde de-
bir bakışla kaotik ve bölünmüş gibi gözüken ğerlendirerek özneye ve bilince yönelik yeni
Fransız düşüncesi esasında bir birlik ve or- bir yaklaşım sergiler. Fransız felsefesinde
taklık da barındırmaktadır. Bütün yüzyılın fenomenoloji etkisinde gelişen bu yönün ya-
felsefi ekollerinde hissedilen fenomenolo- nında felsefenin ideoloji olarak algılandığı
ji etkisi Fransız felsefesinde de kendisini dönemin de büyük bir etkisi görülmüştür. Bu
göstermiştir. Fransız fenomenolojisinin ge- dönemde bilinç/deneyim incelemeleri yerini
lişimine baktığımızda Husserl’in kullandığı dile, fenomenoloji de yerini ego, bilinç ve öz-
yöntemin benimsendiği görülürken Husserl gürlük gibi kavramların sorgulandığı bir fel-
fenomenolojisinin içeriğine yönelik bir itiraz sefe yapma biçimine bırakır. Bu noktada Le-
söz konusudur. Örneğin Merleau-Ponty fe- vi-Strauss için “insan bilimleri” olarak adlan-
nomenolojideki Husserlci esinlere sadık ka- dırılan bu yönelimin amacı insanı yüceltmek
lıp, nesnelci bir bilim anlayışını eleştirerek, değil insanın içyüzünü göstermektir. Yine bu
psişik yapının doğa öğesi olarak alınmasına dönemde Ferdinand de Saussure ile birlikte,
karşı çıkmak suretiyle, bilimi kaynaklandığı dil, bir göstergeler dizini olarak incelenmeye
yere, yani algı inancına kadar geri götürür. başlanmıştır. Bu gösterge incelemeleri Ro-
Dış dünyanın varlığını inanç olarak kabul land Barthes ile edebiyata, Jacques Lacan
edip, duyulardan anlayışa geçişte bedenin ile psikanalize, Michel Foucault ile delilik,
önemini vurgular. Anlam verme aşamasında cinsellik, hapishanelerin oluşumu gibi konu-
da, varlığın anlamını kuran bir varlık tarzı lara yönelir. Burada şekillenen tema biçim-
olarak özne, bir aşkınlık birliği olarak belirir. lerinde yine modern öznenin merkezde ol-
Levinas ise bu kurucu özelliği bize etik bir duğu görülür. Bilhassa Foucault’nun metin-
ilkeyi hatırlatan diğer bir suretten, insandan lerinde öznenin tarihsel serüvenine eleştirel
yola çıkarak kurar. Buradaki öteki varlığı bir okuma getirildiği görülmektedir. Cinsellik
imleyen “suret” metaforunun Tanrı’ya ka- ve delilik hususlarında öznenin özneye karşı
dar geri götürülmesi mümkündür. Bu dışta sergilediği, bir yönüyle ironik tavır, sarkas-
olmayı anlamamıza olanak sağlayan tanrı tik şekilde ele alınırken; burjuvazinin akılcı-
fenomenolojik yöntemle anlaşılabilecek bir lık uğruna birtakım değerleri nasıl dışladığı
aşkınlıktır. Yine Paul Ricoeur ve Vladimir ve konuşan/çalışan öznenin tarih içerisinde
Jankelevitch gibi fenomenologların da bu nasıl ortaya çıktığı gösterilir. Özne ve iktidar
doğrultudaki çalışmalarıyla yeni bir özne ve ilişkisiyle de insanlık tarihinin kazandığı yeni
bilinç yaklaşımı sergiledikleri görülür. Varo- boyut irdelenir. Foucault, kurucu bir özne
luşçu felsefesinde Husserl ve Heidegger’den anlayışının bırakılması gerektiğini ileri sü-
beslenen Jean Paul Sartre için, benlik, bir rerken özne kategorisinin bütünüyle bırakıl-
veri değildir. Bilinç, sürekli bir atılım içinde maması gerektiğini özellikle vurgular. Özne

10 Temmuz / 2020
kategorisini yeniden inşa edilecek biçimde ancak Heidegger’in onda bulduğu metafizik
olmamak koşuluyla, öznenin işlevlerini, söy- yönü yine eleştiri haline getirir. Derrida’nın
lem üzerindeki etkilerini yeniden düşünmeyi geliştirdiği dekonstrüksiyon yönteminin te-
önerir. Lacan’da ise psikanalizin felsefi kav- melinde Husserl’e karşı itirazlarının yer aldı-
ramlarla zenginleştirildiği görülmektedir. Ar- ğını söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten bir
zuya ihtiyaçtan daha farklı bir kavram olarak yöntem olarak fenomenolojiyi benimseme-
yaklaşan Lacan, bu ilişkiye talep kavramını siyle Derrida’nın da getirdiği farklı söylemin
da dahil ederek ihtiyaç-talep-arzu üçlüsüy- özne ve bilinç odaklı gelişen yaklaşımların
le bir diyalektik oluşturur. Lacan’ın yapma- içinden çıktığı görülmektedir. Özne-nes-
ya çalıştığı belirli bir diyalektiği her zaman ne ikiliğine yol açan modern özne anlayışı
bilinçdışından yola çıkarak saptamaya ça- Derrida’nın geliştirdiği yapısökümcü felse-
lışmaktır. Onun bilinçdışının öznesi olarak fenin malzemelerinden biri olmuştur. Der-
bahsettiği noktada, özne, bilincin ötesinde rida özne kavramının kendi içinde çelişkili
bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu kanat- bir kavram olduğunu göstermek amacıyla
taki Marksist isim olarak öne çıkan Althus- öznenin “eylemin başlatıcısı” olarak hep ön
ser ise bir taraftan dönemin içerdiği “yeni bir planda tutulması varsayımını yapısöküm iş-
Marx okuması” sorunsalıyla uğraşır. Althus- leminden geçirerek öznenin kurmaktan çok
ser ile yenilenen Marksist anlayışın bakış kurulan bir şey olduğunu göstermeye çalışır.
açısından özne, ideoloji kavramı çözümle- Ona göre özne ne yalnızca dilin yarattığı bir
nirken, ideolojinin işlevi belirlenirken başvu- şeydir ne de kendisini içinde bulduğu tarih-
rulan kritik bir kavramdır. Althusser’e göre sel pratiklerden bağımsız bir kategoridir. Bu-
tüm varoluşunu yaşam pratiğinden almakta radaki bir diğer önemli isim hiç kuşku yok ki
olan ideolojide özne ve bilinç arasındaki iliş- Gilles Deleuze olarak karşımıza çıkar. Farklı
ki büyük önem arz etmektedir. Burada doğu- ve ses getiren bir David Hume yorumuyla
munun tasarlanmasından itibaren ideolojiye öne çıkan Deleuze, empirisizmde, duyu-
maruz kalan öznenin bilincini geliştirmesinin lardan yola çıkmasının değil, öznenin ben-
olanağı tartışma konusudur. Althusser tarihi liğinin aynılığını kırmasının üzerinde durur.
öznesiz bir süreç, özneyi de ideolojik bir ka- Deleuze için bazı akımların, öznenin bilinç
tegori olarak tanımlayarak bir anlamda farklı felsefesinin verilerine dayanmadan kendisi-
bir duruş sergiler. Buna göre ideolojinin te- ni boydan boya geçen hatlar içerisinde ta-
mel ödevi, toplumsal yapıların taşıyıcıları ve nımlanmasını sağlaması sorun teşkil eder.
kendilerine verilmiş rolleri oynayan kişiler Daha sonra gelen Fransız felsefesinin bir
olarak özneyi kurmaktır. Althusser’i izleyen diğer önemli filozofu Alain Badiou da “Özne
Jacques Ranciere ise bilinç kavramının batı Teorisi” adlı kitabıyla adım attığı serüvende
felsefesinde nasıl belirdiğini saptar. Fransız yüzyılın ortak yönelimlerinden özneyi yine
felsefesinin yapısökümcü geleneğinin ise odak noktası haline getirmektedir. Çağdaş
özneye aşırı önem veren diğer akımlara kar- Fransız Felsefesinde 20. yüzyılın sonlarına
şın özneye karşı olan tutumuyla bir denge doğru fenomenolojide dini bir dönüşüm gö-
sağladığını söylemek mümkündür. Buradaki rülür ve bu noktada Rene Girard, Jean-Luc
en önemli isim olarak karşımıza çıkan Ja- Marion, Henry Corbin, Christian Jambet ve
cques Derrida ilk kitaplarında Husserl feno- Levinas gibi isimlerin özneye dair ölümlü ve
menolojisine olan hayranlığından söz eder ölüm sonrası bir varlık olarak endişelerinin
görünümü mevcuttur.

Temmuz / 2020 11
Alain Badiou’nun Fransız Felsefesinin yüzyılın başından itibaren vardır ve beden
Macerası adlı eserine baktığımızda 20. yüz- ile fikir, yaşam ile kavram arasındaki ilişki
yılın ikinci yarısında faal olmuş bazı filozof- Çağdaş Fransız Felsefesini çatışmalı bir bi-
lar hakkında yazdığı metinlerde bilincin ve çimde özne kavramının etrafında organize
özellikle öznenin yine ana odak noktası ol- eder. Badiou’nun verdiği örneklere dönecek
duğu görülmektedir. Badiou için, 20. yüzyı- olursak; yönelimsel bilinç olarak ele alınan
lın ikinci yarısına karşılık gelen ve “Çağdaş özne, Merlau-Ponty için olduğu kadar Sartre
Fransız Felsefesi” olarak adlandırdığı bu için de önemli bir kavramdır. Sartre için bir
dönem kapsamı ve yeniliği bakımından hem özneyi tanımlayan şey, nevrotik veya sapkın
Alman İdealizmiyle hem de Antik Yunan fel- bir yapı değil, temel bir varoluş projesidir.
sefesiyle kıyaslanabilecek düzeydedir. Ba- Özneyi ideolojik bir kategori olarak tanım-
diou’nun dönüm noktaları olarak Sartre’ın layan Althusser’e karşılık Derrida da özne-
Varlık ve Hiçlik adlı kitabını yayınladığı 1943 yi metafizik bir kategori olarak kabul eder.
ve Deleuze’un Felsefe Nedir adlı kitabının Lacan da, oluşumunu kökensel bölünmeye
çıktığı 1991 yıllarını aldığı ve arada Bache- borçlu olan yeni bir özne kavramı yarat-
lard, Merlau-Ponty, Levi-Strauss, Althusser, maktadır. Jean-Franoois Lyotard için özne,
Lacan, Foucalt ve Derrida gibi isimleri de sözcelemenin öznesidir ve son kertede bir
kattığı bu incelemedeki esas sorusu “Bu dö- yasanın önünde hesap vermesi gerekir. Guy
nemin tarihsel ve entelektüel bir birliği var Lardreau içinse özne acıma duygusuna yol
mıdır. Varsa bu nasıl bir birliktir?” sorusu- açabilecek kimse olarak ele alınır. Bu nok-
dur. Yazıda daha önceden belirtmiş olduğu- tada Badiou kendi düşüncesini de belirterek
muz gibi kaotik ve bölünmüş gibi gözüken örnekleme bahsini kapatır; onun için ancak
Çağdaş Fransız Felsefesindeki ortaklık bu bir hakikat usulünün öznesinden bahsedile-
eserinde Badiou tarafından sorgulanmış- bilir. Çatışmanın olduğu kısma geri dönecek
tır. Badiou’nun yine Bergson ile başlatmış olduğumuzda ise yine bir ortaklık karşımıza
olduğu ve bir noktada Descartes’a kadar çıkmaktadır. Bir yanda kökeni Bergson’da
geri götürdüğü inceleme sürecinde ulaştı- bulunup, Sartre’dan, Foucault’dan ve De-
ğı sentezde Çağdaş Fransız Felsefesinin leuze’den geçen varoluşsal dirimselcilik ile,
ilgilendiği esas problem yaşam ve kavram diğer yanda Brunschvicg’in yapıtlarında gör-
problemi olarak karşımıza çıkar. Ve Badiou düğümüz, Althusser ve Lacan’da da karşı-
açısından yaşam ile kavram konusundaki mıza çıkan kavramsal biçimciliğin kesiştiği
bu tartışmanın da en nihayetinde, bizim de nokta özne sorusudur. Zira en nihayetinde
sunduğumuz tezde olduğu gibi, tüm dönemi özne, kavramı, varoluş tarafından taşınan
şekillendiren özne sorununa açıldığı görül- şeydir. Bir anlamda Freud’un bilinçdışı da
mektedir. Çünkü Badiou için insan öznesi burayı kapsar. Tüm bunlarında ardında-
aynı anda hem yaşayan bir bedendir hem ki özdeşlik temelde yatan emelde saklıdır.
de kavram yaratmaktadır. İki yönelimin or- Çağdaş felsefede olduğu gibi bunun Fransız
tak noktası olarak alınan özne; yaşamına, ayağında da yeni bir öznenin aracını, yeni
öznel yaşamına, hayvani yaşamına, organik bir öznenin eşlikçisini yaratmak gibi bir te-
yaşamına ve aynı zamanda düşüncesine, mel arzu karşımıza çıkar.
yaratıcılığına, soyutlama yeteneğine ilişkin Özne ve bilinç odaklı yaklaşımları daha
olarak sorgulanır. Bir tarafta Bergson, bir çok yüzyılın “zihin” tartışmalarıyla ilişkilendi-
tarafta Lpon Brunschvicg’in olduğu çatışma recek olsak da Dil üzerine yapılan çalışma-

12 Temmuz / 2020
larda da öznenin payı göz ardı edilmemeli- teknikle ilgili bir teori yaratılabileceğinden
dir. Örneğin Ferdinand de Saussure, Genel bahseder. Kültür ve beden ilişkisi üzerinde-
Dilbilim Dersleri adlı eserinde dilbilim çalış- ki çalışmaların Marcel Mauss’un bu eseriyle
malarına yapısalcı bir boyut getirirken, dili, başladığı görülmektedir. Mauss’un üzerinde
konuşan kişinin bir işlevi değil, bireyin edil- durduğu “habitus” terimine değinmek gere-
gen biçimde belleğine aktardığı ürün olarak kebilir. Genel anlamıyla alışkanlıkları ifade
tanımlar. Söz ise bireysel bir irade ve anlak eden bu terim; toplumsal anlamda, toplum-
edimi olarak karşımıza çıkar. Saussure’da dan kazanılan alışkanlık, bireydeki toplum-
dil sorununun bir gösterge sorunu olarak ele sallık, şimdileşmiş tarih, öznelleşmiş nes-
alınmasının anlamı bizi bu yönelimde de kö- nellik; toplumlara, eğitim biçimlerine, zevke,
keni özneye dayandırmamıza fırsat verir. modaya, prestij değerlerine göre değişen
Özne odaklı yaklaşımların biraz daha bir alışkanlık biçimi olarak anlaşılır. Mauss
farklı bir görünümü de yüzyılın antropolog- için bedensel tekniklere gereksinim duya-
ları tarafından geliştirilmiştir. Antropoloji- rız. Beden, insanın sahip olduğu ilk ve en
yi “kendini insan fenomenini incelemeye doğal nesne ve de teknik araç olarak karşı-
adamış disiplin” olarak tanımlayan Claude mıza çıkar. Özne kendisini her an psiko-fizi-
Levi-Strauss, Modern Dönemin Sorunla- ko-sosyolojik eylem dizileriyle karşı karşıya
rı Karşısında Antropoloji adlı çalışmasında bulur. Bu eylemler bireyin yaşantısında ve
modern dönemle birlikte öznenin karşılaştı- toplumun tarihinde yer alan eski ve alışıldık
ğı yeni sorunlara değinir. Batı’da bir “ilerle- eylemlerdir. Bu eylem serilerinin bireyin ya-
yiş” fikrine karşın modern dönemde öznenin şantısında oluşma nedenlerinden biri, bu ey-
yaşadığı zorlukların ilkel döneme atıfta bu- lemlerin toplumsal otorite için ve toplumsal
lunarak ele alınmasıyla “kültürel üstünlük” otorite tarafından oluşturulmuş olmasıdır. Bi-
lafzının geçerliliğini kaybettiği öne sürülür. lincin müdahalesi toplum sayesinde gerçek-
Levi-Strauss, bu noktada Antropolojinin leşir. Ancak toplumun müdahalesi bilinçsizlik
meydana getirdiği hümanizm kavrayışının üzerinden gerçekleşmez. Mauss’un yaklaşı-
insanlığın karşılaştığı büyük sorunlara çö- mında, özneye yönelik, alışkanlık ve edimleri
züm sunup sunamayacağı sorusunu ortaya üzerinden farklı bir tezle karşılaşırız.
atar ve bunun olanağından bahseder. De- Yine 20. yüzyılın önemli felsefi yönelim-
mokratik bir kültür ve bilgi üretmesi yapısal- lerinden göstergebilime baktığımızda kar-
cı antropolojinin bir görevi olarak karşımıza şımıza yapısalcılığa yaslanan bir metin çö-
çıkmaktadır. Bu noktada parantez mahiye- zümleme yöntemi çıkar. Roland Barthes’ın
tinde bir önerme ortaya atmanın sakıncası Göstergebilimsel Serüven adlı eserinde bir
yok gibi gözüküyor: Çağdaş felsefe yöne- metni ele alış biçimine baktığımızda, özne-
limleri, bilimin ve sanatın yeni akımlarından, nin, yazar ve okur dikotomosine karşın anla-
yaşanan radikal değişimlerden bağımsız bir mı keşfetmenin sınırsızlığıyla şekillenen bir
şekilde ortaya çıkmıyor. kavrayışla ele alındığını sezinleriz. Bu nok-
Yüzyılın bir diğer önemli antropologu tada metni otonom olarak düşünebilmenin
Marcell Mauss, “Bedensel Teknikler” adlı imkanı gereklidir. Öyleyse göndergelerin sa-
makalesinde, bedensel teknikler teriminden, hip oldukları anlamı özneyle birlikte kazan-
“insanların bir toplumdan diğerine gelenek- dıklarını söylemekte bir sakınca yoktur ve
sel olarak kendi bedenlerinden yararlanma bu anlamın sınırı öznenin sınırı kadar uçsuz
biçimini” anladığını dile getirerek bedensel bucaksız görünmektedir.

Temmuz / 2020 13
Özne ile nesne arasında kritik öneme hesapları yapma zorunluluğu. Felsefe buna
sahip uzay/mekan düşüncesini politik açı- cevap verebilecek midir? Badiou bu soruya
dan ele aldığı Mekanın Üretimi adlı eserinde günün felsefesine bakarak yanıt aramaya
Henri Lefebvre, zihinsel uzay kavrayışı yeri- çalışır. Mevcut olan üç ana yönelimi yorum-
ne sosyal ve fiziksel uzay algısı ile zihinsel bilgisel, analitik ve postmodern yönelimler
uzay algısının ikiliğini ve bunların bireşimine olarak kurar. Hepsi çağdaştır ve kaderleri
giden yolu açmaya çalışır. Bir anlamda ge- birdir: ona göre tüm bunlar çağın felsefeden
ometrik yönünün ötesine geçilemediğinden bulunduğu ortak talebin üç ifadesidir. Hepsi
politik yanı unutulan mekan algısı öznenin de metafiziğin sonuna gelmiş olduğumuzu,
etrafında şekillendirilir. Lefebvre’in yapmaya felsefenin metafiziği ayakta tutacak kudreti
çalıştığı şeyi özne-nesne dikotomisi içinde olmadığını dile getirir ve bir anlamda felse-
bir sıçrayış olarak görmek mümkündür. Zira, fenin sonu içinde konumlanmış olduklarını
Marksist yönünün karşımıza çıktığı, ideo- iddia ederler. Burada modern metafizikle
lojiyle dolabilen bir özne anlayışından yola bağdaştırılan büyük özne ve tarih konfigü-
çıkarak ideolojiyle dolabileceği öne sürülen rasyonları da bir sonla karşı karşıyadır.
bir nesne kavrayışı Lefebvre’de hakimdir. Kısaca ortak temada bir son, kapanma,
Mekanın algısı, mekanın üretimi hayatı ve nihayete erme göze çarpmaktadır. Bu da
toplumu değiştirmek için elzemdir. Bu nokta- bizi klasik felsefedeki hakikat idealinin yok
da bizce Lefebvre’in çalışması, yine marksist oluşuna götürür. Diğer ortak aksiyom ise di-
eğilimleri de göz önüne alınarak, toplumu ve lin anlam sorununun bulunduğu yer olması
toplumsal yapıyı değiştirebilmek için değişen nedeniyle düşüncenin en önemli mevkii hali-
modern özneyi değişen mekan algısı içinde ne gelmesidir. Badiou’ya göre çağdaş felse-
yakalayabilmek şeklinde okunabilmektedir. fe hakikat-yönelimli bir felsefeden anlam-yö-
Lefebvre için toplumsal ilişkiler ve somut so- nelimli bir felsefeye geçişi kurumsallaştırır.
yutlamalar, ancak mekanın içinde ve mekan Bu noktada çağdaş felsefede 20. yüzyılın
aracılığıyla gerçek bir varlık bulabilmektedir- son dönemiyle birlikte özneye olan bakışın
ler. Bunların dayanaklarının mekansal olma- değiştiği görülmektedir. Buradan hareketle
sı öznenin varlığının mekansal olmasının bir baştaki soruya döndüğümüzde çağdaş fel-
alt görünümü gibi görünmektedir. sefenin arzuyu ayakta tutmaktan aciz halde
Badiou, Sonsuz Düşünce adlı eserinin olduğu görülür. Son tahlilde Badiou felsefe-
Felsefe ve Arzu bölümünde arzuyu, başlık- ye karşı olan beklentinin bir tekillik felsefesi,
tan anlaşılacağı üzere, felsefenin bir yönü bir çağdaş rasyonalite felsefesi ve bir olay
olarak ele alır. Felsefenin arzusunda temel- felsefesi olduğunu dile getirerek yeni bir
de bir isyan boyutuyla karşılaşırız ancak bu özne öğretisi kurmanın imkanından bahse-
arzu mantığı ve aklın gücüne duyulan inancı der. Descartes, Kant ve Hegel’de olduğunun
da içerir. Badiou buradan arzunun evrensel- aksine, özne, evrensel değil tekil olacaktır.
lik boyutuna geçer ve düşünen varlık olarak Çünkü özneyi her zaman için bir hakikat ola-
felsefenin tüm insanlara hitap ettiğini belirtir. rak kuran bir olay mevcut olacaktır.
Buradan felsefenin arzusunun dört boyutuna Yine buna paralel bir soruyla Cornelius
ulaşılır: isyan, mantık, evrensellik ve risk. Ve Castoriadis tarafından “Dünyaya, insana ve
bu felsefe arzusu dört engelle karşılaşır: mal tabiata dair” adlı kitabının “Felsefenin sonu
mülkün hükümranlığı, iletişimin hükümranlı- (mu)” adlı başlığında ele alınan problem, bu
ğı, teknik uzmanlaşma ihtiyacı ve güvenlik soruyu önce felsefe tarihindeki görünümle-

14 Temmuz / 2020
riyle açar, ardından felsefenin imkanından serl’den Heidegger’e, Freud’dan Lacan’a,
ve ona olan ihtiyaçtan bahseder. Felsefenin Sartre’dan Althusser’e, Derrida’dan Badi-
sonu aynı zamanda özgürlüğün ve otonomi- ou’ya değin eleştirel biçimde konu edinmiş;
nin sonu anlamlarına da gelmektedir. Çağ- öznenin artık “anlamın başlatıcısı” olarak
daş felsefenin son dönemleri; Marx, Nietz- alınamayacağı tartışılmış; bir anlamda öz-
sche, Freud ve hatta Heidegger’e de atıfta nenin taşıdığı varsayılan yetiler alaşağı edil-
bulunularak “öznenin ölümünün” geniş çaplı miştir. Alain Badiou, “Fransız Felsefesinin
tanıtımına sahne olmuştur. Castoriadis me- Macerası” adlı eserinde önsöz kısmını “20.
tinde geçen şekliyle şu soruyu ortaya atar: yüzyılda, Fransa’da felsefenin macerasında
“Öznenin çekirdeğinde bilinçdışı bir ruhun, bütün insanlığa yol gösterecek bir anın ya-
çoğu zaman, o öznenin edimlerini ve dola- şanmış olduğunu söylemeye hakkımız var”
yısıyla da yargılarını güdümlediği doğru ol- diyerek bitirir.
duğuna göre; hiç kimsenin kendi döneminin Zaten felsefenin macerasında hayatları-
üzerinden atlayıp geçemeyeceği ve içinde mıza yön veren unsur göndergelerde saklı
yaşadığı toplumdan kendini çekip çıkarama- değil midir? Ve bu güne baktığımızda, bizim
yacağı doğru olduğuna göre; her ifadenin, de, Çağdaş Felsefenin mirası olan “özne” ve
önüne geçilmez bir biçimde, yorumcunun “bilinç” odağında resmedilen göndergelerin
konumu, görüşü ve çıkarlarına tekabül eden yaşamlarımıza sirayet etmiş olduğunu söy-
bir yorum öğesini içerdiği doğru olduğuna lemeye hakkımız yok mudur?
göre, tüm bunlar doğru olduğuna göre, tüm Bu yazıda Çağdaş Felsefeyle birlikte
açıklamalarımıza varmamızı sağlayan bir değişen bu özne ve bilinç kavrayışlarını;
öz-düşünsel etkinlik yeteneğine nasıl sahip felsefenin kendine has kümülatif yapısı için-
oluyoruz?” Aynı zamanda tarihsel-toplumsal de okumayı ve yazıda ele alınan son me-
olan ruhsal bir varlık nasıl düşünen bir öz- tinlerdeki ortak soru olan “felsefenin sonu
nelliğe dönüşebilir? Bizi ilgilendiren, düşün- mu?” problemini özne ve bilinç tartışmala-
düğümüz ve yaptığımız her şey açısından rının henüz canlılığını koruyan yapısını göz
belirleyici bir önem taşıyan öznenin aşkın önüne alarak değerlendirmeyi isteyerek, bu
değil fiili bir özne olduğu ortadadır. Bu nok- ortak yönelim doğrultusunda gelişen çağ-
tada Castoriadis için bir “felsefenin sonu” daş felsefede karşılaştığımız göndergelerin
fikri boş bir girişimi dile getirir. yaşamlarımızdaki etkinliğini hissederek ve
Modern felsefeyle birlikte şekillenen özne “özne” ile “bilinç” bağlamındaki düşünce ve
tasarımı, ileriki yıllarda başta Kant, He- tartışma zemini için güneşin her gün yeni-
gel, Marx, Nietzsche gibi isimler tarafından den doğmakta olduğu savını -örtük olarak-
eleştirel biçimde ele alınıp işlenmiş, ardın- ortaya atarak ele almaya çalıştık.
dan geçmiş yüzyılda çağdaş felsefe olarak
tanımlamayı tercih ettiğimiz dönemde Hus-

Temmuz / 2020 15
Bir Sağlıkçının Korona Günlüğü

herkes gitti
çekildi çatısının korunaklığına
dışarıda
korona salgını
dünya hasta

sabahları akşamları
sokakları caddeleri
toplu taşıma araçlarını
kentin
alkışlar eşliğinde
bana verdiler şimdi

girip umudun koluna


-bir koşu
başlayıp bitiriyorum günü
beyaz düşler kuruyorum
beklerken durakta
tek yolcusu olduğum
hastaneye giden otobüsü

gidip ölçüyorum
kentin
ateşini nabzını soluğunu
dokunuyorum ruhuna
yürütmeye çalışıyorum
onu
yeniden
yaşama doğru
usul usul
dirençle ve umutla

Nurten ERGEN

16 Temmuz / 2020
*
“Edebiyat Estetiği” Üzerine Söyleşiler

Hasan AKARSU

Felsefeci, ozan, eleştirmen, çe-


virmen Afşar Timuçin, 1939 Mani-
sa-Akhisar doğumludur. Yeni yapıtı
“Edebiyat Estetiği”nde, kendisinin
sorup kendisinin yanıtladığı soru-
larla nehir bir söyleşi gerçekleştirir.
Söyleşileri altı bölümde toplanır:
Edebiyat bir sanat mıdır? Sanatsa
nasıl sanattır? / Edebiyat adamının
toplumla ilişkisi / Roman estetiği /
Öykü estetiği / Şiir estetiği / Deneme
estetiği ve Sonuç.
Yazar, estetiği güzelin bilimi, gü-
zelin bilgisi olarak tanımlar. Edebi-
yatın bir sanat olduğundan hareket-
le edebiyatçılığın bir dil ustalığını
gerektirdiğini anımsatır. Felsefeyle
edebiyatın ilişkisini vurgularken bi-
rinin düşünceye, diğerinin de duy-
gusallığa dayandığını söyler. İnsanı,
evreni, yaşamı sorgularken insanın
kendini nasıl gerçekleştirdiğini açık-
lar. Edebiyatın türlerini tanıtırken
ilişkilerine de değinir. Romanın, ti-
yatronun ve sinemanın bir eylem
sanatı olduğunu vurgular. Toplum-
bilimci bakışın önemine değinir. Bir
edebiyat araştırmacısının, eleştir-
meninin yapıt üzerinde çalışırken satır. Yazar, sorduğu soruların doğaçlama
önce yapıtı doğru anlaması gerektiğini be- olduğunu ve bilimsel çalışma savında olma-
lirtir. Eleştiride ahlaklılığın önemini anım- dığını, toplumdan sorumlu olma bilincini ta-

Temmuz / 2020 17
şıdığını özellikle söyler. Edebiyat adamının ve içdöküş sanatı olduğunu belirtir. Şiir yaz-
estetik görüye (güzelin bilgisine) ulaşması mak ona göre öncelikle bir iç hesaplaşma-
gerektiğini önemser. Edebiyat adamının dır. Şiirin gerçek ustaları da kendilerini şiire
toplumla ilişkisini açıklarken kültür zengin- adayanlardır. Yazar, ilkçağlardan günümüze
liğinin önemine değinir. Bu ilişkinin sürekli değin şiirin gelişimini açıklarken benzetme-
olması gerektiğini anımsatır. Anadilinin öne- lerden, simgelerden örnekler verir. Divan şi-
mini vurgular. Dilde ustalaşmayı yüceltir. Ör- irini ozanlar için iyi bir kaynak olarak görür.
nekler vererek açıklama yapar. Görüşlerini “Sen nasıl şiir yazıyorsun?” sorusunu yanıt-
pekiştirir. “Okuma hamallığına” karşı çıkar- larken “Şiiri bir avcı gibi beklediğini” belirtir.
ken kitap okumada seçici olmak gerektiğini “Şiirse söz konusu olan aşk başta gelir” di-
belirtir. Gerçek aydının evrensel bilincin ışı- yerek aşkın şiir için yaratıcı bir etken oldu-
ğını aldığını ve aydınlandıkça özgürleştiğini ğunu vurgular. “Deneme estetiği” de yazarın
söyler. üzerinde ayrıntıyla durduğu bir bölümdür.
Ufuk açıcı bir yapıt “Deneme kaypak ya da kaygan bir türdür,
Yazar, “Roman estetiğini” açıklarken gü- sınırları kuralları belli değildir, zaten deneme
nümüzde çok roman yazıldığını, bu neden- sözü de insana güven vermez…” (s.123) di-
le edebiyat alanının basitleştiğini, ödüllerin yerek deneme yazmanın zorluğunu anımsa-
de değersizleştiğini savunur: “… Çünkü çok tır. Deneme yazarlarını irdeler. Yazarın önce
ödül vardır, yazar sayısı ödül sayısına göre kendini iyi yetiştirmesi gerektiğini, dil konu-
çok azdır…” (s. 53). Roman sanatının uy- sunda özenli, anlamda ahlaklı ve dürüst ol-
garlıkla birlikte ilerlediğini, sanayi devrimiyle masını belirtir.
geliştiğini belirten yazar, dünyadaki roman Afşar Timuçin “Edebiyat Estetiği” yapıtın-
gelişimini örnekler vererek değerlendirir. da, sonuç olarak edebiyat estetiği ve eleşti-
Sözgelimi; Flaubert’in Madame Bovary ro- risi alanında çalışıp yapıt veren yazarın az
manını “örtülü bir ahlak kitabı” olarak yücel- olduğunu anımsatırken sorularına verdiği
tir. Kafka’yı ve Marguez’i sevmediğini be- yalın, açık yanıtlarla, akıcı diliyle edebiyatı
lirtirken öznelliğe düştüğünü söyleyebiliriz. sevenler ve okuyucular için ufuk açıcı bir ya-
Romanla öykü arasındaki ilişkiyi, ayrılan pıt sunar.
yönleri ayrıntılarıyla belirtir. “Öykülerde kişi-
likler değil durumlar önemlidir… Romanda (*) Afşar Timuçin, Edebiyat Estetiği, Söy-
karmaşık bir yapı vardır… ilişkiler ağı var- leşi, Bulut Yayınları, Aralık 2019, 144 s.
dır…” (s. 64-65). Öykü estetiğini açıklarken
de roman arasındaki ayrılıkları yeniden de-
ğerlendirir. Sabahattin Ali’den Sait Faik’ten
örnekler verir. Osman Cemal Kaygılı’yı iki
romanıyla över: Çingeneler, Aygır Fatma.
Anton Çehov’un ise öyküleriyle tüm dünyayı
etkileyen yazar olduğunu belirtir. Gezi yazı-
larının kendisine öykü tadı verdiğini, mek-
tupların ve anıların da öyküye yakın durdu-
ğunu söyler.
Yazar, “Şiir estetiği”de, şiirin müzikten
sonra en yaygın sanat olduğunu, içtenlik

18 Temmuz / 2020
Dalgaların Dansı

Sonsuzca sürer
dalgaların dansı
akarlar bir denizden
bir denize
İstanbul Boğazı
iki yanı
binalar, binalar
dalgalara inat
dik dururlar
bakarlar yüksekten
boğaza
siz mi her şeyi bilir,
güçlü sanırsınız
kendinizi
öyleyse neden
kaçarsınız dalgalardan
yanında, içinde
niye duramazsınız
çürütür diye mi
içinizi
bir bir
parlarsınız sahte ışıklarla,
sizde uçabilir misiniz
deniz kuşlarının
dansını yapabilir misiniz
suyun üstünde
tükenmeden ömür boyu,
sanki sonsuzca
yaşar sanırsınız kendinizi
söyleyebilir misiniz
binlerce dalganın
şarkısını.

Dursun YİĞİT

Temmuz / 2020 19
Özsözler Günlüğü (7) Nisan 2020

Yusuf ÇOTUKSÖKEN

1 Nisan 7 Nisan
“Dayısı dümende olanın, sırtını sıvazla- “İyi insanlar hayatı yeniden, güzel düşler-
yan çok olur.” le kurgular; kötü insanlarsa, iyiye kurgulan-
mış hayatı zehir eder insana...”
2 Nisan
“Eğitim; çağdaş, insancıl, hoşgörülü, ah- 8 Nisan
laklı, yürekleri kinden arınmış, dogmalardan “Kibrine ve gururuna yenik düşen insan-
kurtulmuş, akla ve bilime inanan, saygı ve lar, bilgisizliklerinin ve mutsuzluklarının kur-
sevgi yüklü bir kuşak yetiştirmiyorsa, oturup banı olurlar.”
hep birlikte ağlayalım bugünümüze ve gele-
ceğimize...” 9 Nisan
“Nüktesini yitiren, canlı cenazedir...”
3 Nisan
“Eğitimde, bilimsel, çağdaş, insancıl bil- 10 Nisan
ginin kovulduğu dönemlerde, dogmalar, saf- “Gerçekten biz eğitimde/eğitimle çocuk-
satalar, gerçeklikten kopuk saçmalar...bilgi- larımızın merak duygusunu öldürüyoruz.
siz gençliği yetiştirme araçları olur. Yaşamın Yöntemimizle, toplumsal ahlakımızla,
pusulası çağdaşlığa ve insancıllığa yönelti- katı disiplin anlayışımızla, çağdışı bilgilen-
yorsa, bize buna uymak düşer...” dirmelerimizle… Daha çok özgürlük: Tek
anahtar…”
4 Nisan
“Her kahkahanın altında, yaşanmış, bile- 11 Nisan
mediğiniz, derin bir acı yatar...” “Yalanı yalancıyla, bilgiyi bilgisizle, ede-
bi edepsizle tartışmayın; yenilgiye uğrarsı-
5 Nisan nız…”
“Her deneyim, acımasız yaşama karşı
kazanılmış bir savunmadır.” 12 Nisan
“Yalan söyleyen kimse, sanıldığı gibi ger-
6 Nisan çekte zeki değil, kurnazlığıyla güveni aptal-
“Bilgiden, akılcılıktan, dürüstlükten, yön- casına yok eden biridir. “
temden yoksun her girişim, başarısızlıkla
sonuçlanır...”

20 Temmuz / 2020
13 Nisan 23 Nisan
“Yalan; gönül almak için, iyilik olsun diye, “Mutluluğu ve mutlu olmasını bilmeyen,
mutlu etmek amacıyla söylense bile, yine hiç kimseyi mutlu edemez.”
yalandır...”
24 Nisan
14 Nisan “Bir kişinin kendi eksik, yanlış ve yeter-
“Yalan ile iftira, ikiz kardeş gibidir; her ya- sizliklerini görmeden, başkalarına saldırma-
lan, bir iftira; her iftira da, bir yalandır.” sı kişilik bozukluğundan kaynaklanır.”

15 Nisan 25 Nisan
“Yalancı, yalan söylediğine inanmaz; ona “Eleştiri; akıl, bilgi, kuramla/yöntemle ya-
yapılacak en büyük iyilik, onu da yalan söy- pılır; duyguların egemen olduğu eleştiri (!)
lediğine inandırmaktır.” sözleri, kişinin bilgisizliğini yansıtır.”

16 Nisan 26 Nisan
“Boşuna uğraşmayın: Çıkarı için yalan “Acının karanlığı, umutlarımızı da karart-
söylemeyi alışkanlık durumuna getiren birini, mamalı... Acımız büyük, ama umudumuz
doğru(ları) söylemeye yönlendiremezsiniz.” daha büyük...”

17 Nisan 27 Nisan
“Bu Dünyada, insanca yaşamamızı sağ- “Bazen güneş doğar, ay dolunaya döner,
layan bütün bilim-kültür-sanat ürünleri insan sokak lambaları tümüyle yanar, ama karan-
yapımıdır. İnsanı yok edenler de öyle!...” lıklar bir türlü gitmez...”

18 Nisan 28 Nisan
“Bir kimseye edilen ağır hakaret, ayna “İnsan, gerçekte severken, bir de sevilir-
kuramı gereği, edenin suratında tokat ola- ken insan olduğunu hissediyor...”
rak patlar.”
29 Nisan
19 Nisan “Ortaçağlar, kendi içlerinde aydınlık çağ-
“Bilgi, kişinin yaşamında değişim ve dö- ların özünü taşır. Ancak, Aydınlık çağla-
nüşüme, evrilmeye yol açmıyorsa, kişi için rın gelmesindeki gecikmeler, insanların bu
ağır bir yüktür.” Dünya yaşamına sıkı sıkıya sarılamama-
sından kaynaklanmaktadır. Unutulmamalı,
20 Nisan ortaçağlar hep kapının arkasında bekliyor...”
“Düşkırıklıkları yaşamak, insan ilişkileri-
nin sigortasıdır.” 30 Nisan
“Gerikalmış ülkelerde, dinsel duyarlıklar
21 Nisan dibine kadar sömürülür, bilgisizlikler alkışla-
“Düşüncesine özenli olmayan, dilini de nır ve yüceltilir, boş inanışlar kutsanır, halka
özenli kullanamaz...” yazgısına boyun eğmesi salık verilir. Türkiye
dörtnala, gerikalmış ülkeler safına koşuyor,
22 Nisan koşturuluyor...”
“Vasiyet bir söz vermedir; söz de, tarafla-
rın namusudur.”

Temmuz / 2020 21
Tekin Gönenç’in Ardından

Nusret KARACA

“Sen Kalplerde Yaşayacaksın”... ...


Ve “Şiirlerinle” Gece gündüzle
Ne zaman kucaklaşır
Bazı sözcükler vardır, bir an da boğazın- Ne zaman ayrılır
da düğümlenir insanın, eli kaleme ve kağıda Yaşam denen an
gitmez. İşte öyle bir an benim ki! Araya sıkışan mıdır (Nusret Karaca)
Zaman şeridi su gibi akar gider gözlerinin
önünden. Sabah “Günaydın” sözünü duyup “İçten, sımsıcak dostluğun ve yıllarca Ka-
uyanmak üzereyken elin saate bakmak için dıköy Kız Lisesi’nde (İstanbul Kadıköy Lise-
telefona gider ve bir üzücü haber karşılar si) etkinliklerimize sürekli katılımınla bizleri
sizi günün ilk aydınlığında. onurlandığın, öğrencilerimize katkıların için,
Ve yalnızca bir şiir dökülüverir ansızın her şey için teşekkürler Tekin Gönenç”
dudaklarından bir dost, bir güzel insanın ar- Ve bir de kendisiyle 2002 yılı Kasım ayın-
dından... gözyaşları dizelerde saklar kendi- da yaptığım ve Gazete Kadıköy’de yayım-
ni. lanmış söyleşisi’nden.

22 Temmuz / 2020
AŞK KONUŞUR BÜTÜN DİLLERİ * Amerika’ya gittim. Michigan Üniversi-
.... tesinde Psikofarmakoloji eğitimi gördüm.
Doğdu doğacak bir şiiri Dünyada görmediğim ülke kalmadı diyebili-
nasıl da kundaklıyor rim. İnsanları tanıdım, ülkelerin yaşamlarına
her gidişin girdim. Bunlar benim için kazanımlardı.
Ürettiklerime değişik renkler kattığına
aşkın bir yarısı inanıyorum. Şiirimde yansımaları mutlaka
yiyip bitirirken öbür yarısını olmuştur.
* Pen, TYS, Edebiyatçılar Derneği, Me-
ah bir bilebilsem sam gibi kuruluşların üyesiyim.
neden hala
tek senin yalnızınım ben * Ülkemizde okuma alışkanlığı konusun-
.... da benim bir değişik gözlemim var. Okurlar-
* Yetiştiğim aile ortamı açısından kendi- dan önce yazarlar okumuyor. Türkiye Yazar-
mi şanslı hissediyorum. Annem Atatürk’ün lar Sendikasının sanat edebiyat dergisinde
gençlere “Ülkemizin her köşesinde reform- aynı zamanda şiir yazan bir kitap tanıtımcısı
ları sizler uygulayıp halkı aydınlatacaksınız.” “Aşk Konuşur Bütün Dilleri” adlı kitabım için
çağrısına uyarak dilekçe vermiş ve dilekçe- “toplumsal içerikli şiirler yok” diyebiliyor. As-
sine “Beni Anadolu’nun en az gelişmiş yöre- lında yarısından fazlası toplumsal çağrışım-
lerinden birine gönderin.” diye not düşmüş. lar uyandıran şiirler.
O güne kadar İstanbul’dan dışarıya adımını
atmamış bir genç kızın böyle bir girişimde * Çağa ayak uydurmanın bir başka yolu
bulunması bugün bile zordur. Yıldızeli’ne olarak gençlerle kurulacak iletişime çok
gidiyor ve yetişkinler dahil yöre halkına al- önem veriyorum. Yetişkinlerin onlardan öğ-
fabeyi öğretiyor. Emekli olana kadar ilçeden renecekleri çok şey var. Hele iletişim olanak-
ayrılmıyor.” larının, teknoloji’nin inanılmaz geliştiği gü-
nümüzde bunlardan yararlanan ,kaynaklara
* Babam’da öğrenciliği sırasında kolayca ulaşan gençlerin çoğunun yetişkin-
TBMM’de Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ile bir- lerden daha donanımli olması doğaldır. Üç
likte katiplik yapmış, Hukuk Fakültesini biti- ayrı şiirimin Milli Eğitim Bakanlığı’nca ders
rip yargıç olduğunda o da annem gibi dilek- kitaplarına alınmış olması nedeniyle çok sık
çesine “Beni dilediğiniz yere atayın” diye not lise düzeyindeki okullara konuk oluyorum.
düşmüş.Yıldızeli’ne atanmış. Orada annem- Gençlerle çok güzel iletişimler kuruyorum.
le evlenmişler. Bu okullardan özellikle sizin okulunuz benim
* İlkokulu Yıldızeli, Liseyi Sivas Lisesinde adeta yuvam oldu.
tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi
Eczacılık Fakültesinde okurken ulusal ga- “GÖNLÜ GÜVERCİNLİ KADIN
zeteler bana belirli sayfalarda yer verdiler. önce sesin geldi
Gençlik sayfaları düzenliyordum, köşe yazı- aralandı kapılarım
ları yazıyordum. ardında şaşkın bulutlar çıkmazı
Şiir yazmaya o günlerden başladım. sonunda sen
İlk şiirim Varlık dergisinde çıktı. gönlü güvercinli kadın köpüren simsiyah
saçlarınla

Temmuz / 2020 23
günler boyu koşuşup durdun Özgür Yazın semineri, Akdeniz ülkeleri ya-
içimin aykırı ırmaklarında gamzelerinde zarlar toplantısı, Uluslararası 6 toplantısı
gizlediğin gibi etkinliklere katıldı. PEN, Türkiye Ya-
o binlerce yıldızı zarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Dil
döküp de şimdi üstüme Derneği, Besam ve Mesam üyesi olan Gö-
söyle nereye artık herkes nenç İstanbul’da yaşıyordu.
tutsun da elinden kendi şiirinin Şiirleri sürekli olarak Varlık dergisinde,
tersinden mi girsin zaman zaman Yeditepe, Yelken, Milliyet
ölü kelebekler sokağına sen bende daha Sanat, Kitaplık, E.Dergisi, Edebiyat Eleşti-
bitmedin ki ri, Yaşasın Edebiyat, gibi dergilerde yayım-
gönlü güvercinli kadın (Tekin Gönenç) landı. Değişik sanat dergilerinde inceleme
,deneme yazılarıyla gezi
izlenimleri yayımlanıyor.
“Gönlü Güvercinli Ka-
dın” adlı şiir kitabı Ko-
caeli Üniversitesi 1998
Akademik Ödülünü aldı.
Düzyazı ve anıları, Var-
lık yayınlarınca 2005 yı-
lında “Gizdüşümler” adlı
kitapta bir araya getirildi.
Şiirleri İngilizce, Fransız-
caya çevrildi. Üç ayrı şiiri
Milli Eğitim Bakanlığın-
ca lise ders kitaplarına
alındı. “Anne” adlı şiirim
Hürriyet Gazetesi Anne-
ler Günü şiir yarışması
ödülünü aldı. Varlık der-
TEKİN GÖNENÇ KİMDİR? gisinde yayımlanan birkaç şiirim bestelendi.
(1933 - 2020)
Yapıtları:
8 Mart 1933’te Sivas’ın Yıldızeli ilçesin- Gönlü Güvercinli Kadın
de doğdu. Orta öğrenimini Sivas Lisesinde Aşk Konuşur Bütün Dilleri
tamamladı. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Gizdüşümler
Fakültesinden mezun oldu. 1968-1970 yılla- Babamın Bıyıkları Yoktu
rı arasında Amerika’da University of Michi-
gan‘da Psikofarmakoloji eğitimi gördü. Uzun Ödülleri:
yıllar yurt dışında değişik ülkelerde çalıştı. 1998 Kocaeli Üniversitesi Akademik
Küba Yazarlar Birliği, Makedonya PEN Ya- Ödülü / Gönlü Güvercinli Kadın
zarlar Birliği, Akdeniz Ülkeleri Şairler Şenli- Hürriyet Gazetesi “Anneler Günü” şiir ya-
ği, Türk Dünyası Çağdaş Edebiyat Günleri, rışması / “Anne” adlı şiiri ile
Uluslararası Yalova şiir günleri, Uluslararası

24 Temmuz / 2020
Göğü Yırttı Bir Kurşun

Adana’da 29 Nisan 2020 de “Dur ihtarına ihtarına” uymadı-


ğı gerekçesiyle polisin silahıyla öldürülen
Ali El Hemdan’a (Suriyeli 19 yaşında)

Duyduğunuz emeğin acısı


günü kavuran
Ah bir kez geldik dünya’ya,
akarız hep kanla.
Uçurumda açtık bu ilkbaharda
Susmuş tuz
susmuş taş
susmuş bıçak
donmuş kan.
Kesilmiş soluğumuz ters esen rüzgarla.
Baltalar geçer başlarımızı koparta koparta.
Su ağır
dil kenetli
evren basık
yazgımız tortop
Hava, kuş, toprak yabancı.
Ah bir kez geldik dünya’ya
Sevgilim ne bakarsın dağa taşa.
Yanmış dağ taş
Turnalar göçmüş.
Bak, eğri bu terazi
ağır bu kırbaç
yamuk bu piramit
Solmuş düşler güpegündüz.
Karantinada dünya.
Sevgilim çok uzak çok,
Kuzuyu bağlamışlar kurda
Silahlar olmuş tek yasa
‘Sırtımı deldi kurşun ah
Göğümü kanattı kurşun’
Duyduğunuz emeğin sancısı
Uçurumda açtık bu ilkbahar.

Sevinç KIRMIZIGÜL

Temmuz / 2020 25
Hep Yolda

Berrin TAŞ

14 Mayıs 2020 Sokağa çıktığımda ben de bir yabancı-


laşma yaşıyorum. Sanki yaşadıklarım bana
Evdeyiz… ait değil. Bir düşteyim. Uyanamıyorum. Mas-
keler takılmış. Birbirimize yanaşmaya çeki-
Evde internet yoktu. İnternet bağlattım. niyoruz. Çarşıya gittim. İn cin top oynuyor.
Bilgisayarım da yoktu. Taksitle bilgisayar al- Hiç kimse konuşmuyor. Gülmüyor. İnsancıl
dım. Yaşamımız İnsancıl’da geçiyordu. Ko- kapalı, lokantalar kapalı. Hafta sonları gaze-
vid 19 bizi evlere kapatana dek ne internete teler yok. Bilgisayardan okunabilir yalnızca.
ne de bilgisayara gerek duymamıştık. Şimdi Canım istediğinde alışverişe çıkamıyorum.
seminerlerimizi on-line olarak sürdürebiliyo-
Diken üstündeyiz. Sağlık sorunlarımız olur-
ruz. Bu akşam dünya şiir gününü gecikmeli
sa doktora gitmemek için kendimizce for-
kutlayacağız. Mart ayında virüs nedeniyle
müller buluyoruz. Adını unuttuğum bir filmi
iptal etmek zorunda kalmıştık. Direnç şiirle-
anımsıyorum. Sokaklar bomboş. Yakılmış
ri okuyacağız. İnternet üzerinden görüntülü
yıkılmış bir kent. Yalnızca gece ışıklar yan-
konuşabiliyoruz.
dığında ortaya çıkan kurgu tipler… bir tür
Dilimde bir Sümer şiiri dolanıyor. Şiir bu-
yabancılaşma. Gerçekliğin dışına düşme.
günkü duygularıma yanıt veriyor. Tanrıça
Ne yazık ki bugün bizim gerçeğimiz bu. Ko-
Ningal Ur kenti için yazmış. Afşar Timuçin’in
vid 19 bize insanın aslında ne kadar da zayıf
hazırladığı Düşünce Tarihi’nden aldım.
olduğunu bir kez daha gösterdi. Bronowski,
“Toz doldu kentimin ırmaklarına / kenti-
İnsanın Yücelişi’nde söyler. İnsan doğanın
min ırmakları / tilki yuvasına döndü / köpük
köpük sular akmıyor şimdi orada / çalışanlar en zayıf yaratığı. Öbür canlılar silahlarını
onları bıraktı gitti / Kentin tarlalarında buğ- bedenlerinde taşıyorlar. Pençeleriyle, tır-
day yok / yurttaş çekip gitti / bal ve şaraba naklarıyla kendilerini koruyabiliyorlar. İn-
boğulan hurmalıklarımda / ve bağlarımda sanın bedeninde böyle bir silah yok. İnsan
dağ dikenleri bitti / Yazık! Evim yıkık bir ahır kendini koruyabilmek için aklını kullanmak
oldu şimdi / Ben Ningal’im, ben sefil bir ço- zorunda kalmış. İnsan doğasından uzaklaş-
banım / koyunlarımı silahlar parçalamış / tığı için de şimdi bir virüsün pençeleri altında
Yazık! Barışı bulmamış kendi kentinde / bir yaşamını korumaya çalışıyor. Zavallı insan.
sürgünüm ben / Ben Ningal’im dinginliği Havayı kirletti. Suyu kirletti. Zevk için de öl-
bulamamış / yuvasından kovulan biri / Ben dürüyor doğadaki canlıyı. Şimdi bedelini he-
yabancı bir kentte oturan / bir yabancıyım pimiz ödüyoruz. İnsan doğayı yok etmeden
şimdi.” yaşamayı öğrenmeli.

26 Temmuz / 2020
15 Mayıs 2020 29 Mayıs 2020

Direnç şiirleri okuduk… Dün akşam Korona şiirleri okuduk…

Dün akşam güzel şiirler okundu. Brecht’ İki hafta çabuk geçmiş. Şairlerden koro-
ten, Neruda’dan, Eluard’dan, S. Sezer’den, na şiirleri istemiştim. Dün okudular şiirlerini.
Kaysın Kuliev’den şiirler okundu. Sümer şi- Ben de korona şiiri yazdım. Onları önümüz-
irini okuyarak başladı gece. Severek oku- deki sayı yayımlarız İnsancıl’da.
dum. Cahit Irgat, Yaşar Nezihe, N. Hikmet, Çarşamba akşamı “Goethe İle Konuşma-
Ritsos, Attila Jozsef, Liçezar Elenkov, Ha- lar” ı okuyoruz. Eckermann’ı şiire ilişkin uya-
san Hüseyin, A. Kadir, Edith Södergran, rılarıyla desteklemek istiyor. “Uzun konulara
Gülsüm Cengiz de vardı şiirleriyle. İnsancıl girmekten kaçınınız. (…) En iyilerimizi bile
sıkıntıya sokan bir durumdur bu: çok yete-
şairlerinin de şiirleri okundu. Zeynep Alpas-
nekli, çalışmaktan yorulmayan şairlerimiz
lan, Güldane Bulut, Baha Çıtakoğlu, Mürü-
için bile bu böyledir. Bunun acısını ben de
vet Yılmaz’ın şiirleri de vardı gecede. Rıfat
çektim, bana ne gibi zararları dokunduğu-
Ilgaz da unutulmadı. Benim şiirlerimden de
nu gayet iyi biliyorum. Tasarladığım şeyle-
seçmişlerdi. Şiir gecesine sevinçle katıldı
rin çoğunu bu yüzden gerçekleştiremedim.
arkadaşlarımız. Merakımdan saydım, 16
Gerçekten iyi yapabileceğim şeylerin hepsi-
kişi katıldı geceye. On-line bağlandık. Zoom
ni yapmış olsaydım, yapıtlarımın sayısı yüz
yükledik bilgisayarlara. Koronavirüs şiiri en- cildi geçerdi”.
gelleyemedi. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra Goethe, deneyimlerini paylaşıyor Ecker-
teknolojinin olanaklarını kullanarak alıştığı- mann’la. Yaratma sorunlarını anlatıyor. Şi-
mız yaşamı sürdürmeye çalışıyoruz. irin işçilik yönüne dikkat çekiyor. Uzun ko-
Brecht’ten okuduğum şiiri yazmak iste- nulara girilirse bütünü görebilmek, bütünü
rim. “Karanlık Zamanlarda”. “Demeyecek- ayrıntılarda tamamlayabilmek kolay değildir.
ler: Ceviz ağacı rüzgarda sallandığı sıralar Goethe, konuyu daraltıp yoğunlaştırmaktan
/ Ama diyecekler: Badanacı işçileri ezdiği yana. Goethe’nin uzun konulardan kaçınınız
sıralar / Demeyecekler: Çocuk yassı taşı sözünü böyle anlıyorum. Geniş bir konuda
ırmakta kaydırdığı sıralar / Ama diyecekler: yaratıcı kolaylıkla dağılabilir. Gideceği yönü
Büyük savaşlar hazırlandığı sıralar / Deme- belirlemede zorlanabilir. Konuyu dar tutup
yecekler: Kadının odaya girdiği sıralar / Ama dar alanda yoğunlaşmak gerekir. Dar alan-
diyecekler: Bütün güçlerin işçilere karşı bir- da bütün dünyayı verebilir şair.
leştiği sıralar / Demeyecekler: Karanlıktı Goethe örnekleyerek pekiştiriyor görüş-
o sıralar / Ama diyecekler: / Neden şairleri lerini “Konigsbergli August Hagen, kendisi
sessizdiler”. büyük bir yetenek; Olfried und Lisena’sını
Okunan şiirler dünya şiir birikiminden se- (Olfried ile Lisena) okudunuz mu. Bu yapıtta
çilmiş özgün örneklerdi. İki saat nerdeyse az daha iyi yazılması olanaksız bazı bölümler
bile geldi. Evde oturmaktan bunalan şairler, var: Baltık Deniz’indeki yaşam koşulları, böl-
şiirseverler memnun ayrıldılar şiir gecesin- genin yerel özellikleri ile ilgili ne varsa, her
den. Yusuf Çotuksöken de katılacaktı, katı- şey ustalıkla dile getirilmiş. Bu sözünü et-
tiklerim sadece bazı güzel pasajlar ama ya-
lamadı. On-line görüşmelere alışmak, bilgi-
pıtın bütününü kimsenin beğeneceğini san-
sayarı ona göre düzenlemek zaman alıyor.
mıyorum. Oysa şair bu yapıtı yazarken ne
çabalar harcamış, olan gücünü kullanmış,

Temmuz / 2020 27
kiyor. Çoğunluk-
la bu cin olmadan
adam çarpmaya
dönebiliyor. Goethe
şaire kısa konuları
işlemesi gerektiğini
söylemiş ama şair
onu dinlememiş.
“Herkes en iyisini
bildiğine inanıyor,
böyle olunca da
bazıları unutulup
gidiyor, bazıları da
uzun zaman yolla-
rını bulmakta güç-
lük çekiyor. Oysa
yanılgıların peşinde
kaybedecek zaman
yok, biz yaşlılar çok
zaman kaybettik,
şayet gençler de
tekrar aynı yolda
yürüyeceklerse, bi-
zim tüm yanılgı ve
arayışlarımız bir
işe yaramaz! İlerle-
mek olanaksız hale
gelir! Bize yol gös-
terilmediğinden biz
yaşlıların yanılgıları
hoş görülmeli: ama
Goethe bizden sonraki ne-
silden daha çok şey
bekleniyor; bir kez
evet nerdeyse enerjisinin tümünü bu uğurda daha yanılıp arayı-
harcamış!” şa girmesi değil beklenen. Yeni neslin yaşlı-
Goethe’nin söyledikleri bana sözü uzat- ların gösterdiği yoldan yürüyüp vakit kaybet-
ma hastalığını çağrıştırdı. Gönderilen şiirler- meden yeni yolda yürümesi gerekir.”
de bu sorunlarla sık sık karşılaştım. Çoğun- Deneylerden yararlanma bilinci kolay
lukla güzel dizeleri, hoş sözleri bütüne uysa edinilmiyor. Goethe’nin söylediklerine katı-
da uymasa da şiirden çıkarmıyor şairler. Hoş lıyorum. Ben her zaman benden öncekile-
sözlere kıyamıyorlar, bütünü bozuyorlar. rin deneyimlerinden yararlanmaya çalıştım.
Yıllar içinde gördüğüm şu: Şiir işçiliği Bakışım böyledir benim. Hiçbir zaman ken-
kolay yürütülen bir çaba değil. Şairin hem dimi yeterli görmedim. Olmuş bitmiş görme-
kendini hem de şiirini ciddiye alması gere- dim. Bu da beni hep anlamak isteyen biri

28 Temmuz / 2020
kıldı. Kesinlikle bilmediğim çok şey var. Bu Goethe, Eckermann’a deneyimlerini an-
bilinçle hareket ettim. Ben hocalarımın ya- latırken gerçekçi olmanın önemine değinir.
nında fazla konuşmazdım. Kemal Özer şiir Gerçekliğe bağlı kalmak önemlidir. Bunu
seminerleri için geldi Atölye’ye. Onun ya- sağlayabilmek için öneriler vardır. “Dünya
nında fazla konuşmadım. Benden önce şiir öyle büyük, öyle zengin, yaşam öyle renkli
yolculuğuna çıkmış, kendi sürecinin yaşa- ki, şiir yazmak için konu bulmakta hiç güç-
yan bir şaire saygılı davranmanın önemini lük çekilmeyecektir. Ama bu şiirlerin hepsi
bilirdim. Katılmadığım görüşleri olursa da yaşanmış bir olay üzerine yazılmalı, bunun
bir şey söylemezdim. Sennur Sezer için de anlamı şu; gerçeklik şiirin yazılmasına ne-
aynı davranışı gösterdim. Okuyarak tanı- den olmalı, ve şiirin konusunu oluşturmalı.
dığım kimi şairlerin de hep öteki şairlerden Özel bir durum ancak şairin onu şiir haline
onları ayıran yanlarını tanımaya çalıştım. Bu getirmesi ile herkesi ilgilendirir bir hale gelir
tutumun beni eksiltmediğinden kuşku duy- ve şairane bir boyut kazanır. Benim bütün
muyorum. şiirlerim gerçekliğe dayanır, bana şiir yazdı-
Goethe yazma eylemini ciddiye alıyor. ran şey gerçek bir olaydır, bundan dolayı şi-
“Yazarın gelecekteki hedefine giden adım- irimin esası ve temeli sağlamdır. Konusunu
ları atması yeterli olmaz, atılan her adımın hayal gücünden almış şiirler bana hiçbir şey
hem hedefe hem de ileriye doğru atılan bir ifade etmez.”
adım olması gerekir” diyor. Goethe’nin şiir üstüne görüşlerini kısaca
yeniden yazmak isterim:
30 Mayıs 2020 -Uzun konulardan kaçınılacak.
-Gerçeklik, şiirin yazılamasına neden ol-
Goethe… yazmanın sorumluluğu malı. Goethe’ye göre “Yaşanan günün hak-
kını vermek gerekir. Şairin aklından geçen
Goethe yaratıcılığı sürdürebilmek için duygu ve düşüncelerin her gün kaleme alın-
göze alınan sıkıntıları biliyor. Bu süreci Fa- ması gerekir.”
ust’u yazarken yaşamıştı. Schiller’le birlikte -Bizden öncekilerin deneyimlerinden ya-
Aristoteles’in Poetika’sı üstüne konuşmayı rarlanmak gerekir.
severlerdi. Aristoteles’in üç birlik kuralını bili- -Seçilen konu önemlidir. Şair kendisine
yordu. Faust’u yazarken sorunlarla karşılaş- uzak bulduğu konularda yazmamalıdır. Ya-
tı. Schiller mektuplarında onu bu kurala bağlı şamadığı konularda yazmamalıdır. Burda
kalmaması konusunda destekledi. Yazdığı yaşamayı ben başka biçimde alıyorum. Şa-
bölümün gerekliliklerine göre bir bölüm lirik irin içinde yaşattıklarını da yaşadıkları ara-
olabilecekken öbür bölüm epik ya da dra- sına alabiliriz. Bu anlamda kendine yabancı
matik anlatılabilirdi. Böylece Goethe üç birlik bir konuyu ilgi çekmek amacıyla yazmaya
kuralını kırdı. Yer-zaman-olay bütünlüğüne kalkışırsa başarısız olur. Bu doğru bir sap-
bağlı kalmak Faust’u yazmasına yetmiyordu. tama.
Aristoteles’e hayran olmasına karşın yaratı-
cılığının ardından gitmiş ve Faust’u yarata-
bilmişti. Yazma eylemini önemsemesinin bir Kaynak:
sonucudur Faust. 60 yılda yazılmıştır. Gecik- Johann Peter Eckermann, Goethe İle Ko-
mesinin bir nedeni Faust’u yazarken önüne nuşmalar, Çeviren: Mahmure Kahraman, İş
çıkan yaratma sorunlarıydı. Öbür yanı dü- Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, Ağustos
şünsel olgunluğa erişme süreciydi. İkisi de 2007, İstanbul.
tamamlanınca Faust’u bitirebildi.

Temmuz / 2020 29
diyalektik

dünya
insanlık
yenileniyor
doğa geri geliyor

tüm bunları
yapan
korona virüs
teşekkür ederim
sana
korona virüs
kimsenin
yapamadığını
sen
yaptın
korona virüs
dünyanın değişim
dönüşüm
zamanı
dünya dönüyor
insanlık
yenileniyor

sen ki korona..
insanları eve hapsettin
tüm yeryüzü canlıları
adına haykırıyorum..
(seni bağışlamıyorum...)
virüs!..

değişim dönüşüm dünyasında


yaşıyoruz
seni
yeneceğiz
dünyamızı
kasıp kavuran koronavirüs

Zeynep ALPASLAN

30 Temmuz / 2020
Şairime Mektuplar (2)

Her Köyün Hep Yabancısı: Mascha Kaléko

Nilgün CÖN

Mascha Kaléko (doğduğundaki adı Gol-


da Malka Aufen; 7 Haziran 1907 Chrzanów,
Avusturya-Macaristan – 21 Ocak 1975 Zü-
rih, İsviçre), Yeni Nesnellik (Neue Sachlich-
keit) akımının şairlerindendir. Rus-Yahudi
bir baba ve Galiçyalı-Yahudi bir annenin ev-
lilik dışı çocuğu olarak doğar.1914’te Yahu-
di katliamlarından kurtulmak için annesi ve
kardeşleri ile birlikte Almanya’ya, Frankfurt
am Main kentine göç eder. Babası onlara
sonradan katılır. Aile, Almanya içinde çeşitli
göçlerden sonra 1918’de Berlin’e yerleşir.
İyi bir öğrenci olan Mascha, ilk ve orta öğre-
nimini tamamladıktan sonra da okumak ni-
yetindedir. Lakin 1922’de kendisini (Mascha
Engel adıyla) resmen nüfusuna alan babası,
bir kız çocuğunun okumasının şart olmadığı
görüşündedir.
Kaléko, 1925 yılında Berlin Auguststras-
se’deki Almanya Yahudi Örgütleri Sosyal
Yardımlaşma Bürosu’nda çalışmaya başlar.
Yanı sıra Lessing Yüksekokulu ve Friedri-
ch-Wilhelm Üniversitesi (günümüzde Hum-
boldt Üniversitesi) gece derslerine katılıp ünlü olur. Hermann Hesse, Thomas Mann
felsefe ve psikoloji eğitimine devam eder. ve Alfred Polgar hayranlıklarını dile geti-
1928’de İbranice öğretmeni Saul Aaron rirler. Şiirlerinden bestelenen ve dönemin
Kaléko ile evlenir. 1920’lerin sonunda Berlin Rosa Valetti ve Tatjana Sais gibi yıldızlarının
Romantischer Café’de buluşan avangart sa- okuduğu, hızlı Berlin zekâsı ve Doğu Avrupa
natçıların çevresine girer. Joachim Ringel- Yahudilerinin melankolisini birleştiren şan-
natz, Else Lasker-Schüler, Kurt Tucholsky sonlar çok popüler olur. Kaléko, KüKa’da
gibi sanatçılarla tanışır. (Sanatçı Kabaresi) okumalar yapar.
İlk kabare şiirleri, 1929’da Querschnitt Kendi dönemindeki Berlin’in atmosferini
gazetesinde yayımlanır. Ardından Vossisc- ve küçük insanların günlük dünyasını neşe-
he Zeitung ve Berliner Tageblatt gazetele- li ve melankolik bir tonda yansıtan şiirlerdir
rinde yıllar boyu şiirleri çıkar ve başkentte bunlar. 1930’dan sonra radyo programların-

Temmuz / 2020 31
da ve şiir müzikallerinde etkin olur. İlk kitabı Kendi döneminin yeni nesnellik akımı er-
Lyrischer Stenogrammheft (Lirik Stenografi kek şairleriyle karşılaştırılarak3 ne denli güç-
Kitabı) 1933’te yayımlanır. Kitap hakkında lü bir şair olduğu vurgulanır çoğu kez. Büyük
filozof Martin Heidegger şöyle yazar: “[...] kent şairidir Kaléko, şiiriin ironik-yumuşak,
Stenografi kitabınız, ölümlülerin bilebildikleri melankolik bir sesi vardır. Neşesi zarif, me-
her şeyi bildiğinizi söylüyor.”1 lankolisi hafiftir. Esprili, hicivli dizeleri, geç
Mayıs 1933’te nasyonal sosyalistlerce Weimar Cumhuriyeti’ndeki kentsel yaşamı
yakılan kitaplar arasında yoktur bu kitap. hem alkışlar hem de alay eder; büyük şe-
Zira Mascha’nın Yahudi olduğu henüz bilin- hirdeki küçük insanların çalışma dünyası,
memektedir. İkinci kitabı Das kleine Lesebu- sosyal adaletsizlik ve çalışanların, tezgahtar
ch für Große (Büyükler İçin Küçük Okuma kadınlarının ve küçük katiplerin hayatının
Kitabı), 1934’te yayımlanır. mütevazı mutluluğunu işler. Rol modelle-
1936’nın aralık ayında oğlu Evjatar ri Kurt Tucholsky, Walter Mehring ve daha
Alexander Michael (sürgünde adı daha son- sonraki yıllarda Heinrich Heine’dir. Naziler
ra Steven olarak değiştirilir), evlilik dışı2 dün- tarafından yasaklandıktan sonra şiirleri el
yaya gelir. 1938’de kitapları, “zararlı ve is- yazısıyla yazılıp çoğaltılır ve gizlice elden
tenmeyen yazılar” olarak nasyonal sosyalist ele dağıtılır. Diasporada şiirleri, dini içeriği
rejim tarafından yasaklanır. O güne dek Ber- ve Almanya özlemiyle daha ciddi hal alır.
lin’den ayrılmaya gönlü el vermeyen Kalé- 1945’te Cambridge, Massachusetts’te ya-
ko, Eylül 1938’de ailesiyle ABD/New York’a yımlanan ve sonradan 1958’de Almanya’da
göç eder. Eşi Vinaver işsiz kalır, Kaléko ai- basılan, Verse für Zeitgenossen (Çağdaşlar
leyi reklam metinleri yazarak ayakta tutar. İçin Dizeler), sürgündeki deneyimlerini tasvir
Kendisini kocasının konser kariyerinin ilerle- eden hiciv şiirleridir. Almanca yazında gel-
mesine adamış ve küçük oğluna bakarken, miş geçmiş en çok satan şair olmasına rağ-
uzun ve zor bir sürgün dönemi yaşar. Gün- men unutulur. Oysa ki, Mascha Kaléko’nun
lüğüne; “Dünyam iki kişiye ‘daraldı’: Chemjo şiirini bu kadar karşı konulamaz ve zaman-
ve Evjatar. Lakin yine de genişledi.” yazar. dan bağımsız kılan, melankolinin espriyle,
Bu dönemde İngilizce çocuk şiirleri de ya- hep güncel kalışın keskin bir siyasi anlayışla
zar. 1939’da Yahudi sürgün dergisi Auf- tuhaf bir karışımı olmasıdır.
bau’da yazıları yayımlanır. 1944’de Ameri-
kan vatandaşlığına geçer, bu dönemde New Mascha’ya
York Progressive Literary Club bünyesinde Senin terk edişinden seksen yıl sonra
kurulan Almanca Literatur im Exil (Sürgünde gittim Auguststrasse’de yaşadığın o eve.
Yazın) insiyatifinde aktif yer alır. Oradan 300 metre mesafede yaşıyordum
İkici Dünya Savaşı’ndan sonra kitapla- artık. Berlin’in ayakta kalmış en eski bina-
rı Almanya’da yeniden yayımlanır ve geniş sındaydı evim ve ofisim. Hackescher Markt;
kitlelere ulaşır. 1960 yılında eşinin ardından Birinci Dünya Savaşı sonrası, Doğu Avru-
Kudüs’e yerleşir. Orada dilsel ve kültürel bir pa’dan kaçan Yahudilerin oluşturduğu, ya-
izolasyonda, düş kırıklıkları içinde bir yaşam şadığı semt. Yahudi öksüz-yetimler evinin,
sürer. 1968’de bir müzik dehası olan oğlu Yahudi yardımlaşma kuruluşlarının, okulları-
Steven New York’ta ölür. Kaléko bu kaybı nın, kültür merkezlerinin, şimdi Berlin’in en
hiç atlatamaz. 1973’te de Vinaver yaşama ünlü en görkemli sinagogunun olduğu yer.
veda eder. Çaresizliği ve yapayalnızlığı O zamanlar Berlin’in kent merkezine uzak
daha da derinleşir. Yaşamının son yılında bir varoş. Canlı, biraz da ufak tefek kanun-
şiire ve yazmaya tutunarak var olur. 1974 dışı işlerin olduğu bir yer. O senin bildiğin.
sonbaharında son kez sevgili Berlin’ine ge- Şimdi görsen bayılırdın sanırım. Başkentin
lir. Kudüs’e dönüş yolunda Zürih’te, 21 Ocak en canlı yeri. Sanatta yeniliklerin aktığı ve
1975’te yaşama gözlerini yumar. sergilendiği yer. Kentli entelektüellerin, pa-

32 Temmuz / 2020
ranın gözbebeği.1990’lardan sonra restore irili ufaklı çiçekli önlüğüyle duran bir sözlü
edildi. Senin yaşadığın evin sağ çaprazın- tarih mucizesi. Sonradan bir fotoğrafını çek-
daki balo salonu (Clärchens Ballhaus), şim- mek için izin istemediğime çok hayıflandım.
di yine dans salonu olarak kullanılıyor. En Daha sonra gittiğimde bulamadım artık.
alt katında ve bahçesinde yaz sıcağından Belki öldü, belki de rant canavarına yenildi.
kaçıp ağaçlar altında soluklanırken kentin Sahi, sana göstersem gözlerinden tanırdın
belki de en lezzetli pizzalarını yiyebiliyorsun. o yaşlı bedendeki küçük kızı belki.
Hâlâ elektrik yok binada. Aynalara yansıyan Auguststrasse’de sağa doğru yürüyüp
mum ışığıyla aydınlanıyor. sola, nehre doğru kıvrılınca yine bir Yahu-
Sol çaprazındaki öksüz-yetimler evi bom- di cemaati evi ve okul var biliyorsun. Okul
boş, biraz yıkık. Oradaki çocukların çoğu bugün bir kışla gibi korunuyor, etrafı yük-
temerküz kamplarında öldürülmüş sen git- sek, bombaya dayanıklı duvarlar ve NATO
tikten sonra. O, gün battıktan sonra kapka- telleriyle çevrili. 24 saat izleyen kameralar
ranlık duran ıssız bina, #hiçunutma diyen bir var. İçin sızlardı görsen; okul gezmesine
anıt-göz gibi bugün. Senin çalıştığın ofisin çıkan minicik çocukların polis kordonu ko-
olduğu bina artık belediyenin kültür evi. Ser- ruması eşliğinde yürüyüşlerini. En acısı da,
giler, konserler oluyor. Kamu kesintilerinden bu durumu normal hissediyor olmaları sa-
ötürü pek fazla yapılamıyor ama olsun, be- nırım. Ana caddeye varmadan yıkılan bir
ğenirdin sen yine de. evin arsasında şimdi temerküz kampların-
Oturduğun evin avlusu artık avlu lokan- da öldürülen Yahudiler için yapılmış bir anıt
talar, barlar cenneti. 2000’lerin başında hâlâ var. Tüm semtin üzerine travmadan bir tül
rant savaşına yenilmemiş yaşlı Doğu Berlin- örtülmüş gibi. Tüm gürültü, tüm canlılık ve
liler de yaşıyordu orada. tüm eğlence çabasına rağmen tüyleri diken
Biliyor musun; orada seni tanıyan yaş- diken eden, görünmez bir acı. Yitenlerin,
lı bir kadına rastladım. Sen orada yaşar- öldürülenlerin, onların öldürülüşüne seyirci
ken çocukmuş. O avluda senden bir esinti kalanların acısı. Bir daha asla geri gelmeye-
bulmak için dolaşıp üst katlara bakarken cek olan o Berlin’in yası.
üzerinde eski komünist ülkelerin emekçi
kadınlarının giydiği cinsten çiçekli naylon “Kalbime basarak yürüyorum caddelerde
önlüğüyle trabzana yaslanmış aşağıyı sey- Sokak tabelasından başka bir şey olma-
reden yaşlı bir kadın gördüm. ‘Guten Tag!’ yan yerlerde.
diye aşağıdan yukarı seslenerek selam ver- Eski resim yaşıyor içimde, yabancı
dim. ‘Guten Tag!’ diye yanıtladı. Bar, lokanta ben’de
mobilyaları arasında, dışarı yansıyan house Binlerce insanın unuttuğu şehir.”4
müzik eşliğinde seni hissetmenin mümkün
olamayacağını anladım ve yukarı katlara tır- diyorsun bir şiirinde. Yeniden şehrine
mandım. Merakla bana bakan yaşlı kadının gelip artık ne senin ne de Batılıların ziya-
yanına gidip senin yaşadığın yeri görmeye, ret edemediği yaşadığın yerlerden Berlin
seni hissetmeye çalıştığımı söyledim. Eski Duvarı’yla ayrılmış uydu kentte kendini çok
Yahudi ruhu bulmaya. O günleri hatırlayıp yabancı hissetmiş olmalısın. O yüzden an-
hatırlamadığını sordum ve bir hazine bul- lattım sana Auguststrasse’yi biraz da.
dum. Hatırlıyordu. Hem o günleri hem de Aidiyetsizlik, köksüzlük nedir çok iyi bili-
seni. Senin güzelliğinden söz etti. Bir şiirini rim ben de. Erken gelen acıları da.
eski Berlin lehçesiyle ezberden okudu hatta.
Ölüme gönderilen Yahudilerin ardından na- Steven İçin Ağıt
sıl çaresizce ağladıklarını, Berlin’in yıkılışını Hiçbir sözcük söylenemezi anlatamaz.
anlattı. Ardından Doğu Almanya günlerini. Bu yüzdendir taşıdığımın söylenmeden
Karşımda, uçuk mavi üzerine pastel renkli kalması

Temmuz / 2020 33
Ve senin hatırına, artık yakınmak istemi- Dipnotlar
yorum. 1- Martin Heidegger’in Mascha Kaléko’ya mek-
Çünkü gururlu oğlum, sen, hiç yakınma- tubu, 27 Şubat 1959, Mascha Kaléko’nun mira-
dın. sından, DLA Marbach. Alıntı yapılan eser: Jutta
Rosenkranz: Mascha Kaléko. Biografie. Deutsc-
Ve eğer yüz oğlum daha olsaydı: Hiçbiri her Taschenbuchverlag, München 2007.
bu 2- Orkestra şefi ve müzük bilimcisi Chemjo Vi-
bir’inin tesellisi olamazdı! naver’in oğlu olarak. Saul ve Mascha Kaléko,
Diyorum ki: yüz? Evet, yüz dedim 1938’de boşanırlar ve Kaléko hemen ardından
Ve yüz demek istedim. Ve bende başka Vinaver ile evlenir. Lakin Kaléko soyadını kullan-
oğul yok. maya devam eder.
3- “Kadın Ringelnatz”, “Kadın Kästner” gibi.
Nasılda öğrenir insan, çok tereddütle
4- “Auf meinem Herzen geh ich durch die Straßen
verdiğini zalimce alanın önünde eğilmeyi.
/ Wo oft nichts steht als nur ein Straßenschild. /
Kalbim attıkça, içindedir mezarın.
In mir, dem Fremdling, lebt das alte Bild / Der
Sana saf suskunluktan bir anıt dikiyorum.
Stadt, die so viel Tausende vergaßen.”
Hiçbir sözcük. Tek sözcük bile değil, ya- “Wiedersehen mit Berlin“ (Berlin İle Yeniden Bu-
sımın yoldaşı! luşma) şiirinden. Kaynak: Mascha Kaléko: Die
Kopmuş uçan yapraklar gibi, sürükleni- paar leuchtenden Jahre, 2003, dtv Verlagsge-
yoruz. sellschaft: München.
Ağlayışıma şaşırma, sen en sevdiğim!” 5- Elegie für Steven
Bazen gözümde yaş kalmamasına şa- Kein Wort vermag Unsagbares zu sagen./
şır.5 Drum bleibe, was ich trage, ungesagt. / Und
dir zuliebe will ich nicht mehr klagen. / Denn
Berlin o yüzden benim de yetişkinlik du, mein stolzer Sohn, hast nie geklagt. /
kentim. Hiçbir şeyin seni taşımadığı, buzul Und hätt’ ich hundert Söhne: Keiner wäre
kumu temelin üzerine kurulmuş bu kent, / Mir je ein Trost für diesen, diesen einen! /
erken kayıpların yasında özünle baş başa Sagt ich: hundert? Ja, ich sagte hundert /
bırakır ya seni. Kendinden başka çaren Und meinte hundert. Und ich habe keinen.
yoktur. Yapayalnızlığın tek gerçek olduğuy- Daß man doch lernte, sich vor ihm zu neigen, /
la barışırsın. Öncesinde kapkaranlık, ıssız Der grausam nimmt, was er so zögernd gab. /
vadilerinde savrulsan da yalnızlığın. “Die Solang mein Herz schlägt, ist darin dein Grab.
frühen Jahre” (İlk Yıllar) şiirin şöyle biter ya: / Ich setze dir ein Mal aus purem Schweigen.
“Keşfedilmemiş yerlerin önünde suskun bir Kein Wort. Kein Wort, Gefährte meiner Tra-
yabancı / karanlık yıllar boyunca donuyor- uer! / Verwehte Blätter, treiben wir dahin. /
dum.”6 Öyle işte. Nicht, daß ich weine, Liebster, darf dich wun-
Gelip de buralı olamamak, geldiğin yerde dern, / Nur daß ich manchmal ohne Träne bin.
de oralı olmamak bağlıyor beni sana. Oğluna Kaynak: In meinen Träumen läutet es Sturm
şu öğüdü veriyorsun: “Unutma ki, sen, unut- (Düşlerimde Fırtınalar Çınlar), Mascha Kalé-
ma, o ağaçtansın, / sonsuza dek dallanıp ko, Gisela Zoch-Westphal düzenlemesiyle,
budaklanan lakin asla kök salmayan.”7 Şiir- 1977.
sel annemmişsin gibi hissediyorum. Bu öğü- 6- “Ein Fremdling stumm vor unerschlossenen
dü, ben de ikaz gibi taşıyorum yüreğimde. Zonen / fror ich mich durch die finsteren Jahre.“
Senin de dediğin gibi, tek çareyi öğretti bana 7- “Du bist, vergiss es nicht, von jenem Baume, /
da Berlin: der ewig zweigte und nie Wurzel schlug.“
8- “Zur Heimat erkor ich mir die Liebe.”
“Sevgiyi kendime vatan seçtim.”8
Şiir evrenine emanet ol!

34 Temmuz / 2020
Şairime Mektuplar (3)

Dingin Bir Senfoni... Melisa Gürpınar

Dilek YILMAZ

Size sıcak bir mayıs günün- rama yaşıyor dersek yeridir. Evde
de yazıyorum. Evet sıcak, bin bir çeşit aşçılık deneyleri,
sokakların cıvıl cıvıl hobi patlamaları yaşanı-
olması gereken bir yor. Bu arada çocukları
mayıs gününden. durdurmak zor. Haliy-
Oysa gelen bu le düz duvara tırma-
baharı duyum- nıyorlar. Ama en
sayamadık. So- mutlu olanlar da
kağın tadı tuzu onlar. Anne ba-
yok. Bir küçük balarını hiç bu
virüs yaşamı kadar gördük-
altüst etmeye lerini sanmıyo-
yetti. İnsanın rum. Size bu
böbürlenme- Corona günle-
si, kibri bir rinden sesle-
anda yerle bir niyorum. İnsan
oldu. Şair ka- nasıl bir varlık.
dın, şair insan Hani dört duva-
sesimi duyarsı- rı yaşam alanına
nız umarım. Dün- çeviren mahpus-
ya, insanlar, insan- lar vardır ya, zaman
lık zor bir sınavdan onlara yetmez. İnanın
geçiyor. Koca bir mah- insanlar yine evlerde de
pusluk yaşıyoruz dersek olsa harikalar yaratıyor. Bir
yeridir. Ama siz de bilirsiniz, şeyler yaratıyor. Bu benim in-
her gecenin bir gündoğumu vardır. sana olan umudumu güçlendiriyor.
Bizler sabırsızlıkla gün doğumunu bekliyo- Kanımca insan her koşulda yaratmayı bili-
ruz. Gelecek biliyoruz… Siz de bizlere sa- yor. Mekan, yaratıcılığa engel olmasa gerek.
bırlı olmamızı önerirdiniz. Biliyorum. Anlaya- Gel gelelim Corona’ya… Corona bize
cağınız sabırlı olmayı öğreniyoruz… Daha önce sayılarla geldi. Şu kadar test, şu ka-
neler neler… İnsanın yaratıcılığı evde sıç- dar vaka, şu kadar yoğun bakım, şu kadar

Temmuz / 2020 35
ölüm… Evet şair kadın insanlar ölüyordu / pembe çizgiler vardı hani / bir boşluktan
ama ölenler yalnızca sayıydı. Oysa onların bir boşluğa / içimdeki lavları aktardığıma /
da bir yaşamları vardı. Sevdikleri, sevgilileri, inanmayacaktım asla! / / Beni saçlarımdan
oğulları, kızları… Onları bekleyenler vardı. çekerek / / bilinmez bir yolculuğa / sürükle-
Onların bekledikleri vardı, düşleri, düş kırık- yenin, / yoklar ülkesinin sultanı / olduğuna /
lıkları vardı. Ama haberler yalnızca sayılar nasıl inanırdım, / martılar uyarmasa / kaya-
üzerine kuruluydu. Test sayısı, vaka sayısı, lıklarda. / / Meğer / karanlık bir zindandan,
iyileşen sayısı, ölüm sayısı… Şair kadın, kömürleşen zamanın / tozlarını taşımışım /
bizi şimdi sayılarla, grafiklerle yaşatmaya gökkuşağının altına. / Gidip gelmişim kırk
çalışıyorlar. Ha bir de maske var. Bir de nur- yıl, / şarap fıçılarının / ekşi kokusunu du-
topu gibi “#evdekal” hashtagi. Oysa şairler yarcasına sırtımda. / yük boşaltmış / düş
bilir yaşamın gücünü. Yaşam evde de güzel yüklemişim / sonsuza giden bir yelkenlinin
olabilir… Ama yaşamın yeri sokaktır. Sokağı / ambarına, / kamçı sesleri / durmadan yan-
duyumsamaktır. Evde yaşanır ama ev yaşa- kılanırken / kulaklarımda. / tam kırk yıl, / de-
mı insanı sığlaştırır. Ama şairin, şiirin meka- dikleri doğruysa.” *
nı evrendir. İster evde olsun, ister sokakta, Şair kadın, anlıyorum sizi ve yıllarca sü-
ister mahpusta. Şiir sınır tanımaz. Yaşam da ren uzun karabasanınızı… Tam kırk yıl, dile
hashtaglerin çok ötesindedir. Bundan ötürü kolay… Yunus Emre’nin kırk yılı… Kırk eği-
şiir, insanı sayılara, grafiklere dönüştüren tim yılı, kırk sabır yılı… Bu bir yanıyla tutsak-
tutsaklığı parçalayacaktır. Bu konuda hiç lıktır doğru… Ama bir yanıyla da özgürlüğe
endişeniz olmasın şair kadın. Bu karabasan giden yoldur. Bilginin arayışı, düşün, düşle-
önünde sonunda bitecektir. rin arayışı… İnsanın pişmesidir bu süreç…
Şair kadın, yalnız virüsün karabasanıy- Şair kadın, kırk yıl yükünü yüklenmişsiniz.
la uğraşsak iyi… Bir de yaşamımıza çöken Düşlerini yüklenmişsiniz. İnsanın insan ol-
öbür karabasanlar var. İki ayaklı, kırpık bı- ması öyle kolay bir süreç olmasa gerek.
yıklı karabasanlar… Onlar da geçecek bili- Yaşamın yüküyle bilgeleşmişsiniz. Şiiriniz
yorum. Bugünlerde işi gücü bıraktılar kız ço- yaşamınızla bütünleşmiş.
cuklarını tartışıyorlar TV programlarında… Şair kadın, kömürleşen zamanın tozlarını
Evet kız çocuklarını... 12 ila 17 yaş arasında taşıyorsunuz. Şiiriniz kör karanlık zindanlar-
doğum yapsınlar diyorlar… Bunu da yan dan geliyor. Sırtınızda taşıyorsunuz yaşam
savaşımınızı da, düşlerinizi de. Şair ne ka-
yana gelmiş üç beş sözüm ona akademik
dar emekçiyse, şiirde o kadar damıtılmış
ünvanlı kırpık bıyıklı tartışıyor. Çocuklar el-
emektir. Belki değişim değeri yoktur ama
lerinde oyuncak. Uyuyor insanlar… Kara-
kullanım değerine paha biçilemez. Hem saf
basanlar çökmüş insanlığın üstüne… Şa-
bir elmastır, hem de saf bir elmastan bile
irler, şiirler uyandıracak insanları… Sizin de
daha değerlidir. Bundan ötürü insan türü-
şiirinizi okuyacağım, kadınlara, insanlara…
ne kattıklarınız paha biçilemez değerdedir.
Tüm karabasanlar dağılıncaya dek;
Şunu da söylemek isterim. Belki siz bu şiiri
“Uzun bir karabasandan / uyandığımda, /
yazarken çok farklı şeyler düşlediniz. Ama
öyle şaşkındım ki, / ansızın bir aydınlık / vur-
şiir sizden çıktı. Şiir artık alımlayıcının… Şiir,
masa alnıma / inanmayacaktım, / kimsenin
şairden çıktıktan sonra yolculuğunu sürdü-
kimseyi görmediği / bir körler adasında / tam
rür. Çoğalır, çoğaltır. Şiiriniz açıkçası güzel
kırk yıl boyunca / tutsak yaşadığıma. / / Kü-
bir yol arkadaşı…
çük kara kitabı / yazdığım günden bu yana, Şair kadın diyorum, bile isteye diyorum.

36 Temmuz / 2020
Çünkü bilirim biz birbirimizi daha iyi anlarız. lar sırlarını.” İnsana, arkadaşlığa emek ver-
Burada bir pozitif ayrımcılık yapmak isterim. mek… İnsan ilişkileri de canlıdır. Ne kadar
Şundan ötürü, kadın bir yere geliyorsa tır- emek harcarsan o kadar arkadaşlık, dost-
naklarıyla kazıya kazıya geliyordur. Sözge- luk, yoldaşlık yaratabilirsin… Siz insani iliş-
limi, Melisa Gürpınar’ı çok az insan bilir… kilere değer veren bir şairsiniz. Sırlarını pay-
Ama çağdaşınız erkek bir şair daha çok bi- laşan, sırdaş olan. İnsanın insana güvenidir
linir. Daha çok tanıtılır. Bu anlamıyla kadın sırdaşlık. Sırdaşlık denilen olgunun ardında
olmak, hele bir de şair kadın olmak daha da yılların birikimi, emeği yatar. Siz insan iliş-
zor. Daha da çok emek ister. Melisa Gürpı- kilerini, insan sıcaklığıyla özümsemişsiniz.
nar bu anlamıyla çok emek vermiştir. Çok Bunu görüyorum. Sırdaşlık ağırdır. Her in-
çalışmıştır. san taşıyamaz bunu… Siz, insanın insana
Bunu şunun için söyledim; güvendiği, inandığı bir dünya düşlüyorsu-
“Bir reçel yap / iyi gelir sıkıntıya. / İçine nuz. Sırdaşlık, düşler yaratan, yaratmaya
kakule at, / ıtır, limon kabuğu… / ve olgu- cesaret edenlerin simgesidir.
nundan seç / küçücük mor incirleri ki, / okun- İnsana olan inancınız sizi ateşlerde ol-
sun üstündeki / her bir elif / güneşin çizdiği… gunlaştırmış, “Ta ki duyuruncaya kadar /
/ / kaynat onları yıllarca, / arkadaş olsunlar ateşin üstündeyken ancak / bir ömrün / kut-
/ paylaşsınlar sırlarını. / Ta ki duyuruncaya sandığını…”
kadar / ateşin üstündeyken ancak / bir öm- Yaşam size, savaşımı, sabrı, dinginliği
rün / kutsandığını…” öğretmiş… Hem yoğun yaratım süreçle-
Şiirinizdeki reçel yaşamı simgeler… Bir rinden geçmişsiniz, hem de dinginliğinizi
bileşim ama nasıl bir bileşim. Bir yanıyla yitirmemişsiniz. İşte bu karmaşanın içinde
emek, bir yanıyla estetik bir bileşim… Ya- dingin bir senfoniyi çağrıştırıyorsunuz. Son
şam da seçimlerimizin, düşlerimizin, eme- sözü size bırakıyorum;
ğimizin estetize edilmiş biçimi değil midir… “Hani bir mayıs akşamı / tam taşırken /
Siz, “bir reçel yap” derken, aslında insanın yol yorgunu kırlangıçlar / saçak altına kuru
insanı, insanın yaşamı yaratmasından söz dalları, / üç beş kör yarasa / göğü yırtan bir
etmektesiniz. Biliyoruz… İşte yaratım süre- hızla / karışır ya aralarına / ne çok isterdim /
cinin sancıları reçel ile şiire dönüştürmüş- böylesine anlamsız / bir saldırıda / dingin ve
sünüz. Yaratımınız estetik bir nesneye dö- güvenli kalmayı / sürülmüş tarlalar kadar /
nüşüyor. Her şeyin kıvamında olduğu… Bu söz verebilmeyi yarına.”
kıvamı, yılların birikimi yaratıyor.
Bu arada şiirinizin ikinci bölümcesinde *https://zeynepnazan.wordpress.com/
dünyaya bakışınızı görüyorum. “kaynat on- tag/melisa-gurpinar/page/2/
ları yıllarca, / arkadaş olsunlar / paylaşsın-

Temmuz / 2020 37
Şairime Mektuplar (4)

Merhaba... Müşür Kaya Canpolat

Mehmet Doğan KARAKUŞ

Müşür Kaya Canpolat

Biliyorum. Sessiz, kavgasız yerdesin. gurbeti yaşayanların hallerini o gözlerine


Önünde çam ağaçlarının yeşili, boğazın yüklediğin mahzunluğu bir baş eğerek, giz-
serin, dingin maviliğini söykenmiş bir halde; leyerek. Sesinin titrek, dokunaklı oluşunu
keyifli bir dinginliğin uçsuzluğunda seyre- da gizlemekten kaçınmamıştın hani. Öyle
derek yaşadığın dünyada bıraktığın günleri ya, bir çocuğun ağlamışlığı gözlerinde
düşünüyorsundur. Gah dudak büküyor, gah belirir, dudaklarındaki mirtildemeyle sürer.
kaşlarını çatıyor, dudak köşelerinden alaylı O an, gurbeti, yaşadığım kent olmakla bel-
bir gülümseme yayılıyordur. Sen de ya- lerdim. Meğer ki hayat olduğunu bileydim
yıldıkça yayılıyor, genişledikçe genişliyor, gurbetin; terk etmemen için bir dem olsun
düşündükçe düşünüyorsun. Kimsenin ra- ayrılmazdım yanından. Gittin. Üşüdüm.
hatsızlık vermediği, senden önce gidenlerin Seni bir Eylül sıcaklığında Yoros Galası
kıdem tartışması yapmadığı bir dünyada ardına, Yuşa Dağı’na bıraktığım anda bir
yaşamak ne güzeldir, kim bilir? üşüme sarıverdi her bir yanımı. Boş boş
“Biz gurbettekiler bir ölümlerde gideriz kaldım. Kimsesiz kimsesizdim. Çiğnimi çe-
memlekete, bayramlarda belki!” demiştin, kip her bir yana baktım durdum. Yalnızdım.

38 Temmuz / 2020
“Önüne ne çıkarsa öpüyordu taş, toprak, “Ya ölürse?!” dediğim çok olmuştur bu yüz-
böcek den.
Doğayı kutsuyordu şimdi kasabanın eski Ölüverdin.
müftüsü Şaka mıydı yaptığın bilemem ama, ger-
Çün, kitaba ağır basmıştı bir kadının öykü- çekten ölüverdin. Cenaze töreninde kimler
sü yoktu ki?!
Ha bir kadının delisi, ha tanrının delisi Konuşmam için böğrümü deldiler dürte
Ayırt edilemiyordu sonunda madem ki dürte. Konuşamadım. Orada, tabutun için-
Sürüp gidiyordu öyleyse deydin. Önümde duruyordun, diriyken kar-
Tanrının delisi olmak!” şımda durduğunca. Hatta ölmeden bir gün
önce, bir anma gününe gitmek için kasabalı
DELİSİ OLMAK şiirinin bu bölümünü oku- bir arkadaşım dedi ki;
duğun zaman heyecanlanıp coşardın. Din- “Müşür beyi de alalım yanımıza!”
leyen herkes dudaklarını büküp bakarlardı “Müşür baba sabaha çıkarsa...” demiştim.
sana. Senden çok, onları izlerdim. Kimse Demez ola mıydım? Dedim işte. Neden de-
bilmezdi kasabanın delisini ki; delisi olmayı diğimi bugün bile anımsadığım, anamın bir
anlayabilsin! sözüydü;
“Anamı sokmasın dedim, düşündüm, öpü- “Sabaha çıkan canlar öğünsün!” kafama
verdim akrebi. Öpersem anamı sokmaz takılan. Ölümün, saçlarının telinden yüz
dedimidi!” diyen saflığın en üst düzeyindeki hatlarının çizgilerine dek oyuk oyuk bir sa-
sevginin dışa vurumunu senle ben biliyor- rılıkta yerleşmeye başladığını görüyordum.
duk. Onlar bilmiyorlardı. Seni yormamak için konuşmadım, seni de
Dilimiz döndüğünce anlattık. Yine anlama- konuşturmadım. Ama diyebilirdim kimi an-
dılar. Oysa Deli Müftü bizim kasabamızdı, maya gideceğimi. Can gelirdi, kan gelirdi,
hayatımızdaki güzel insandı; anasına olan derman gelirdi, dirilirdin. Ölmezdin. Bile-
aşırı bağlılığından ötürü mal mülk, para pul medim. Hem, insanın ne de çok bilemediği
görünmemişti gözüne; Kays nasıl düşmüş- şeyler de varmış hayatta; ölüm bana öğretti
se çöle; Deli Müftü de anasına olan sevgisi tüm çıplaklığıyla. En belirgin örneği de sen-
nedeniyle düşmüştü yollara ve ne görürse din Müşür baba. Hiç düşünmedin ölmeyi,
öpüyor; çün yaşıyordun. Ölüverdin, ölümü bilip de
“Anama tokanmayın!” diyordu. gereksiz bir olguymuşcasına kulak ardına
Bunu sen ve ben biliyorduk. atıp;
Sen şiire, ben öyküye döktük. “Kulağasma!” der hallerinde seni ve ken-
Yapacak bir şey yok! Ne diyordu Gesi Bağ- dimi düşündüm durdum, seni toprağa ko-
ları türküsünde; yunca. İşte o zaman öğrendim ölümü. Sen
“Bu dünyada ölüm varsa zulüm var!” En de dirilsen, baksan kendi ölümüne, sen de
çok bu dizeyi severdin, senden önce ölen- öğrenirsin. Kuşkum yok!
leri aklına getirip de hüzün dalgaları baştan
aşağı yayıldığında.Ölenlerin ardından iç ÖZNE
geçirmelerini gördükçe bir kahrolmuşluk Maviyi daha incelt, bulutu sür öteye
sarardı içimi; güneş yakına dursun

Temmuz / 2020 39
beyazın hükmü enine boyuna Türkan İLDENİZ bu dizelerinde yazdığınca
suya ses kat, toprağa bereket yaşamış, yaşadığınca yazmış. O da bile-
dalları çiçekle memiş ki ölüm nicedir, nasıldır, hattâ niye-
mayıs yerinde dursun dir. O da aramızdan ayrılmış gitmiş ötekiler-
sundurmayı geniş tut ce. Geridekiler hep bakakalmış. Şimdi tutup
tavanı yükselt ölüme mi anlatayım bencileyin dirilere?!
bacada neşeli bir duman Anlatayım değil mi?
damı kar tutmaz olsun “Bu dünyada ölüm varsa zulüm var!” diyor
unutma sakın – fırça kurumadan evvel – türkü.
evin yolu denize vursun Türküler ağıttır. Bilirsin. Hattâ Deli Müf-
vapur sesiyle tren sesi tü’nün toprağı, böceği, ağacı, yılanı, çayanı,
o yolda buluşsun
kurdu, kuşu parmağıyla dokunarak hisset-
ben bu resmi yaparım boydan boya
mesi; anasının mezarındaki akrebi görünce
odamın duvarına
tutup öpmesi, akrebin onu sokması, otama-
renklere ruh katarak
sını yapan doktora;
yaparım da girerim içine
“Ne bili’im sokaca’anı! Öpi’im de anamı
öznesi ben olarak
sokmasın dediyidim!” demesi bir ağıt değil
bir kilim atarım yeşile
de ne? Sen, niye aldın DELİSİ OLMAK adlı
elimde Apollinaire ve Aragon’dan iki do-
şiirine kimsenin bilmediği, kasabanın bile
yumsuz tat
unuttuğu adamı? Ya! İşte ölümü bu dünya-
iki balad
Ben bu resmi yaparım Müşür Kaya Canpo- da yaşayanlar zulümle birlikte anmak zo-
lat rundadırlar. Çünkü, ölen, geride kalanları
boydan boya odamın duvarına yalnızlık zulmüne, bırakılmışlık zulmüne
yaparım hilafsızım uğratır. Bencileyin uğratırcasına.
zındanlara, zulümlere, ölümlere Dünyanın hali böyle... Gittin. Daha önceki-
karanlığa, kötülüğe inat ler de gittilerdi oraya. Ya da zorunlu olarak
girerim resmin içine gidip dönemedilerdi. Özgürlük savaşçıları,
öznesi ben olarak sendikacılar, düşünen insanlar... Babanız
renklere ruh katarak Boynu Eğri Mustafa sizi karşılamıştır emi-
renkleri kutsayarak nim. Kardeşiniz Mustafa, Kör, Püküllüoğlu
evreni taşırım ben bu resme Ali ve İlhan... Ercüment, A. Kadir, Çetin abi,
genelden özeli, özelden güzeli damıtarak Ahmet bey... Hele Ahmet beye ne kadar
bütün dirimiyle üzüldüğümü bilirsiniz...Vatansız gazeteci
çünkü nesne ve kavramlar için Doğan abi, Ziyalan...
yeterlidir birer simge Bu ikisi de üzülmüştür eminim. Çünkü bir
fakat daha sizi göremeyecekler ama şiirlerinizi,
kin ve öfkeyi kovsam da tekme tokat hele hele Can Yücel’in;
hüzün otağ kurmuş yüreğime “Aramadı sormadı diye Müşir, takaza etme
bu hüznü hangi renge boyamalı Müşür ikide bir!
Kaya Canpolat Ölü – evinden çıkar çıkmaz, hastasını nasıl
bu hüznü hangi renge. unutursa doktor,

40 Temmuz / 2020
Avukatlar da öyle ortak bir güdüyle herhal- açtığınız kütüphane...
de “Heeee!”
Hüküm giydin miydi cezaevide, unutacak “Hah!”
seni mecbur” “N’o’olmuş?!”
KIRKÜÇ adlı kısa şiirinde sana sitem “Ne pencere koyuklar, ne kitap! Parampar-
etse de o saçı sakalı karışık bir halde olan ça edikler.”
görüntüsüyle sana kucak açıp; “Niye?!”
“Hoşgeldin!” diyeceğini, adımı nasıl biliyor- “Sorma Müşür baba, sorma. Bib’oğlun Ah-
sam, öyle biliyorum; Can Yücel’in... met’e sor. O daha iyi anlatır.”
En kötüsünü bana yaptın. “Anladım... Anladım... Zaten, sağ iken de
Adam yerine bile komadın... pek sıcak bakmazlardı bana. Ölünce...”
“Hekimhan’dan bir kuş havalanır “Evet. Üzgünüm bu haberi vermekten ama
Kadirli’de Savrun kıyısına konar gerçeği saklamamam gerektiğini söyler du-
İstanbul’dan süzülen duygularda rurdun.”
Gün gerçeğe döner, yalanlar yanar.” diyen Yaaa! İşte böyledir Müşür baba. Düşünce-
Mustafa Emre’nin, ölümüne ne denli üzül- ler üşüdü, beyin dumura uğradı, aldı başını
düğünü belirtmeme gerek yok. Sevinenler gitti her bir aymazlık. Seni gömdükten son-
de az değildir hani. Yaşar Kemal Zincirli- ra, torunun Sarp’a bir şiir okumuştum. Onu
kuyu’da, sen Yuşa Dağı eteklerinde toprak yazayım da okur, avunursun.
ananın nennisini dinlerken aranızda şu ko- Torunun başını sallayıp durmuştu.
nuşma geçiyordur, bilirim;
“Kadirlili olsun da çamurdan olsun!” sözü- DOĞAÇLAMA
ne, okşanmış ruhuyla birlik olup, dev cüs- “İçinden geldiği gibi gülmelisin
sesine uyan bir dev gülüş patlatarak; Yüze yansımalı yaşam sevinci
“Kadirli halkının eyidir huyu
Aklını almazsa Savrun’un suyu!” deyişini Bebeklerinki kadar yuvarlak saydam
söyleyecektir. Kahkahalarınızı duyuyorum. Kaynağındaki coşan su gibi delice
Orada o toprak altında böyle olmanız beni İçinden geldiği gibi ağlamalısın
sevindiriyor. Sırasız ölümler hüznünde ikindileyin
Üşüyorum. Parkların yağmur sonrası sessizliğinde
Yalnızlar üşür. Ve kimsenin taklit edemeyeceği kadar öz-
Önce düşler üşür, sonra hayat. Düşüncenin gün
üşümesi kadar kötü olan necidir?! Bunu İçinden geldiği gibi üflemelisin
birileri anlatmak zorundadır Müşür baba! Birden doğrultup nefesli sazları göğe
Hani insan diyor ki... Ayırt edilemesin böcek kim, kuş kim, insan
Diyemiyor. kim
Demeye çalışıyor da diyemiyor hallerinde Öyle bir cümbüş ki yürek yüreğe
kalmak kadar açmazlık var mıdır? İçinden geldiği gibi oynamalısın
Duyduğum bir haber var ki şaşar kalırsın. Dönerken bu ben miyim demeli eski beden
Hani o Toros Dağı’nın yaylağındaki Şerif- Hızlanmış ritimde titreşen ne, değişen ne
beleği var ya; babanız Bolat Mustafa adına Bir aşkınlık hali mi yoksa devinen

Temmuz / 2020 41
İçinden geldiği gibi dövüşmelisin İzler gibi sonsuzluğa gideni
Haklı davalar uğruna ikirciksiz ve atak Bir deli yaşardı kasabanızda
Dövüşür gibi sevişmeli ve bilmelisin ki Tek ayrımı gülmesiydi nedensiz
Öfke de, sevgi de su katılmamış olacak!” Yıllar sonra şimdi anlaşıldı mı
Gülmek sevişmekmiş yalnız ve bedensiz
Eeee! Müşür baba! “Hayat bitiverirse her Aynada görünür sevdikleriniz
Her biri yeniden anılmak ister
şey biter m’ola?” diyesim geliyor. Biz fanile-
Ey sevgi acemisi ne bu pişmanlık
rin yaşama haklarını ellerinden alan her ne
Sevdadır her yaşta yanılmak ister
ise, gücünden emin, düdüğü ağzına götü-
Gözleri böyle kısıksa eğer
rüp, can alıcılığının keyfinde bir hovardalık-
Özde yitikleri sen biliyorsun
la; “Frrrrrrüüüüütttttttttt!” diye uzattıkça uza- Bazı anıları yansıtmaz gibi ışık
tan, hoş bir melodiyle kulağımıza üfleyen Dur, boş yere aynayı siliyorsun
düdükçü kimdir, necidir bir zahmet başını Dağılır aynaların sır’ı ansızın
kaldır da ışmar ile anlat. Seslenme. Ola ki Bin parçaya bölünür iç yüzün
sesini duyar da ateşlerin içine Kim yansıttı seni böyle camlara
atar. Yine onun keyfine kalmış bir; Şimdi ellerimdesin ey hüzün
“Frrüt!” kısalığında bitiverir hayatımız. İnsan aynalarda tanır kendini
Sencileyin olduğunca. Bu yüz kaybolacak daha o saat anlar
Ha uzun, ha kısa... Varlığı ve yokluğu aynı anda göstermez
Bitecek. hiçbir sanat
Dünyadaki ahval böyledir, ahirettekilere arz Berber aynaları kadar!”
olunur. Herkes bilirse de ölümlünün daha
Baki selamlarımı beklersin değil mi Müşür
evvel dirimli olduğunu; unutmuş olabilir diye
baba? Bolat Mustafa’nın oğlu. Değirmen
yazdım sana. Hem denmez mi;
sesini
“Gözden ırak olan gönülden de ırak olur!”
dağların arasından yürüdükçe iyi duyarsın.
diye. Şakıldaklar leylekçesine takırdarsa bil ki
onun sık sık vurması,
Bir uzun şiirini Oktay Akbal’a adamışsın, un öğüttüğüne işarettir demiştir dağ bilgesi;
kendin belirtiyorsun. O şiirinle ayrılayım beyeza bulalı saçlarını çırparak.
senden
desem, umarım kızmazsın. Hoşçakal...

BERBER AYNALARI
- Akbal’a -
“Bir yabancı değil gibi ayna
Kendinizle göz göze geldiniz mi
Ne garip bakışım söyleşir gibi
Başkasına hiç böyle güldünüz mü
Yazgı diye güldürü mü oynanan
Yaşam sevinci mi yoksa nedeni
Aynadan içine döner gözlerin

42 Temmuz / 2020
Stefan Zweig
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat

Neriman ÇELİK

Öykü, 1927 yılında kaleme alınmıştır. Karakterler


Bu uzun öykü savaştan on yıl önce Fransız Genç Fransız – Rahatına düşkündür,
Rivierası’nda küçük bir pansiyonda geçer. modaya uygun giyinir, alışılmamış sevimli
Pansiyonda yedi kişi kalmaktadır. Zweig, güzelliği onu çekici biri yapıyordur. Bir kızı
pansiyonda geçen olaylarla insanın ruhu- andıran zarif bir yüzü vardır, ipek gibi yumu-
nun derinliklerine ışık tutar. Bayan C.’nin an- şak kumral saçları dalga dalga açık alnına
lattığı 24 saat geriye dönüşlerle anlatılmıştır. düşüyordur. Yumuşak bakışları sanki karşı-
Zweig karakterler üzerinden burjuva dünya- sındaki insanı okşuyordur. Her yanıyla hoş,
sını anlatır. Birkaç burjuva karakter üzerin- cana yakın ve sokulgan biridir. Davranışları
den insanın iç dünyasını aydınlatmıştır. Bu yapmacıksızdır, gösterişi sevmeyen biridir.
karakterlerin başından geçen olaylar ve an-
Yanından geçen herkesi büyük bir saygıy-
latım bütünlük içinden yansıtılmıştır. Öykü-
la selamlar, çocuklarla şakalaşır, herkese
nün başında yolları bir pansiyonda kesişen
cana yakın davranan biridir. Kendine güve-
insanları inceler. Hiyerarşi odaklı bu kitabı
nen sert adımlarla yürüyüşü, hareketlerinin
olumlu ve olumsuz durumların içinde sıkışıp
hafifliği ve çevresine yaydığı yaşam enerjisi,
kalan insanın iç dünyasında neler yaşadı-
ğını konu edinen hiyerarşinin hümanizme coşkuyla insanların ona karşı konulmaz bir
nasıl etki ettiği gözler önüne sermiştir. “Bir sempati duymasına neden olmaktadır.
Kadının Yaşamından 24 Saat”de psikolojiye Madam Henriette – Henriette, kibar, na-
büyük katkısı olan Sigmund Freud ve Arthur rin, iyi terbiye almış ve biraz da içine kapa-
Schnitzler’den etkilenmiş olan Zweig’ın nıktır. Bu kadın bir gün önce tanıştığı genç
insanın iç dünyasını açığa çıkaran bir eser bir Fransızla, eşine bir not bırakarak kaç-
niteliğinde okuyucuya sunduğu başarılı bir mıştır. Anlatıcı dışında herkes kadını suçlar.
eseridir. Bayan C. – 67 yaşında, saçlarına ak düş-
müş, soylu, yaşlı bir İngilizdir. Herkesi aynı
Dil ve Anlatım saygı ve ilgiyle, sesini çıkarmadan, iyilik
Anlatım birinci tekildir. Yalın ve temiz bir dolu bakışlarla dinler. Aristokrat davranışları
Türkçeyle tercüme edilmiştir. Canlandırma- çevresine huzur verir. Dostça konuşur ama
lar ve diyaloglar oldukça zengindir. Dil ve araya belli bir mesafe koymasınıda bilir. O
sınıf ilişkisi iyi kurulmuştur. Karakterler son hiçbir kümenin içine girmez, sohbet ettiği
derece başarıyla gerçekçi oluşturulmuştur. görülmez. Varlığı pek duyumsanmayan bu
Öyküde geçen her şey bir hafta içinde ol- kadının, yine de diğer insanlar üzerinde ta-
muştur.

Temmuz / 2020 43
rif edilmeyecek bir etkisi vardır. 21 yıl önce Nesnelerin Birliği
yaşamında 24 saatini alan bir olay yaşamış, Fransız Rivierası’nda küçük bir pansi-
bunu her anımsadıkça acı çekmiş, kimse- yonda kalan bir küme insan arasında evli ve
lere anlatmamıştır. Anlatıcıyı tanıyınca ona düzenli bir yaşamı olan bir kadın pansiyon-
anlatmıştır. Yaşadığı 24 saat öncesi kırk iki da tanıştığı yakışıklı bir Fransız gençle ge-
yıl alışılmışın dışında hiçbir şey yaşama- çirdiği bir kaç saat sonrasında kaçmıştır. Bu
mıştır. Kocası genç yaşta ölüp de çocukları kaçış boşuna anlatılmamıştır. Bu olay son-
büyüyünce, amaçsız biri olmuş, her şey ge- rasında bütün pansiyon kadının ahlak düze-
reksiz görünmüştür ona. Ta ki tanıştığı genç yini, yani ahlaksızlığını, edepsizliğini konu-
bir adamla geçirdiği 24 saate kadar. şurken sadece anlatıcı, bir kadının cesaretle
Madam Henriette’nin kocası – Lyonlu şiş- arzusunun peşinden koşmasının son dere-
man bir tüccardır. Evli, iki kızı vardır. Rahatı ce anlaşılır olduğunu düşünür ve onun dü-
seven, hoşsohbet biridir. Neşelidir. Bütün şünceleri 67 yaşındaki Bayan C.’nin yıllarca
gün koltuğunda oturup oyun oynar ya da içinde biriktirdiklerini sorgulamayacak birini
sohbet eder. bulmanın hafifliğini yaşayarak, anlatıcıya
yaşadığı 24 saati anlatmasıyla sonlanır.
Örge
Yapıt bir anlatıcının olayları anlatmasıyla Çatışma
başlar. Örge anlatıcının da kalmakta oldu- Pansiyonda kalan kişilerle anlatıcı ve Ba-
ğu bir pansiyonda eşi ve iki çocuğu ile ka- yan C. arasında çatışma - Bayan Henriet-
te’nin birkaç saat önce tanıştığı bir adamla,
lan Madame Henriette’nin bir akşam ansızın
çocuklarını ve kocasını terk ederek kaçma-
ortadan kaybolmasıyla başlar. Bu olayın ar-
sını herkes öfkeyle karşılar “ilk görüşte aşk”
dından kendini olayı tartışan kümenin içinde
diye bir şeyin olmadığını aşağılayarak üst
bulan anlatıcı, tartışma alevlendikten sonra
perdeden savunurlar. Kadını hafif meşrep
ortalığı yatıştırmakta başarılı olan yaşlı bir
olarak değerlendirirler. Aradaki tartışma ka-
İngiliz hanımefendisinin yaşamından 24 sa-
dına iyice saldırıya dönüşür. Hepsi kendini
atini anlatıcıya anlatmasıyla son bulur.
çok namuslu olarak görüp, Bayan Henriet-
te’nin davranışının affedilemeyeceğini sa-
Güdücü Örge
vunurlar. Anlatıcıysa Bayan Henriette’yi tüm
Bayan C. 25 yıl önce başından geçen 24
gücüyle savunur. Yıllarca sıkıcı bir evlilik
saatlik bir olayı anlatır. Rulet masasında he-
sürdürmüş, düş kırıklığına uğramış bir kadı-
nüz 24 yaşında bir gencin kumar oynaması-
nın ruhen böyle ani bir değişime açık olması
nı dehşetle izler. Bakışlarını ve tüm dikkatini ona olası görünür. Bir kadının yaşamın kimi
onun yüzüne vermiştir. Bu yüzde yayılan anlarında iradesinin ve isteklerinin dışında
tutku, fırıl fırıl dönen gözlerden fışkıran can- gizemli güçlerin eline düşmesinin apaçık bir
lılık Bayan C.’yi büyülemiştir. O andan sonra gerçek olarak kabul edilmesini savlar. Bu
salonda neler olup bittiğini tamamen unut- olayı bir kadının sahip olduğu çok güçlü bir
muştur. Çevresinde her şey bulanıklaşır, be- tutkuya bağlayıp, kadının bir suçu olmadığı-
lirsizleşir, yüzdeki ışıltı da kararır. Bir saate nı ileri sürmektedir. Bu düşüncesi yüzünden
yakın, salonu dolduranları değil, yalnızca o şimşekleri üzerine çeken anlatıcı, güçlü tut-
genci ve hareketlerini izler. kulara sahip olan bir kadının, o tutkulara söz
geçiremeyeceğini de eklemektedir. Ancak
bir kadının kendini gözleri kapalı teslim etti-

44 Temmuz / 2020
ği kocasını yine de gizlice aldatması yerine, Canlandırma
özgürce içgüdüsünün peşinde gitmesini çok Kumar masasında kıyıya fırlatılmış yeşil
daha doğru bulur. Bunun üzerine topluluk keçesinde öylece durdular. Az sonra sağ el,
anlatıcıya saldırıyı şiddetlendirir. Bayan C. parmaklarının üzerinden titreyerek hafifçe
ise öyleyse her türlü ahlaki hüküm gerek- doğruldu, olduğu yerde döndü ve öfkeyle
siz, törelerin sınırlarını zorlayan her türlü bir jeton aldı. Başparmakla işaret parmağı
davranış doğru mu der. Siz tutku nedeniyle arasında küçük bir araba tekerleği gibi ya-
işlenen suçların da suç olduğunu kabul et- vaşça çevirdi. Sonra ani bir hareketle, sırtını
miyor olmalısınız der. Bu durumda devletin yay gibi geren bir panter gibi ileri atıldı. Yüz
mahkemelerine ne gerek var? Siz her su- franklık jeton havada uçtu ve siyah bölmede
çun ardında bir tutku arayıp bu nedenle bu durdu.
suçu affedecek kadar iyi niyetli olmalısınız -Hırs ve çılgınlık yüzünü bürümüştü. İnce
der. Anlatıcı devlet yargılar, bense anlamayı ağzını yalvarır gibi açmıştı. Dudaklarının
seçiyorum der. Böylece aralarında sıcak bir arasından birbirine çarpan dişleri görünü-
ilişki başlar. Bayan C., anlatıcının aykırı dü- yordu. Sarı saçlarını birkaç teli hafif nemli
şüncelerini çok beğenmiştir çünkü bu durum alnına düşmüştü. Burun kanatları küçük dal-
kendinde bir şeyler bulmasına sebep olmuş- galar gibi sürekli titreşiyordu.
tur. Bayan C.’nin geçmişinde yaşadığı bir 24 -Bir anda bütün yüzünü bir ışıltı kapladı.
saati hiç unutmadığını ve Madame Henriet- Gençleşti, ufak kırışıklıklar silindi. Yanakları
te’nin durumuyla aynı olduğunu gösteren gerginleşti. Bakışları aydınlandı. O ana ka-
geçmişindeki olayı ayrıntılarıyla anlatıcıya dar öne eğik, kaskatı kesilmiş olan bedeni
anlatmaya karar verir. yaylanıp doğruldu. Şimdi atının üzerinde ra-
Bayan C’nin iç çatışması – Kumarha- hatça oturan bir biniciyi andırıyordu.
nede her şeyini kaybetmiş bir genç adamı -Başını kaldırıp bana baktı. Alnında terler
ölümden kurtarmak için elinden geleni yap- birikmişti. Sanki boğazına bir şey tıkanmış-
mıştı. Onu bir otele götürmüş çıkmak üze- tı, boğulacak gibiydi. Elindeki kağıdı uzattı,
reyken genç adam onu yatağa çekmiştir. tüm bedeni titredi. Önümde diz çöktü. Eteği-
Otel bir batakhanedir. Sabah uyandığında mi tutu ve öptü. İrkilerek bir adım geri attım.
her yanı kurşun gibidir. Kendine gelmeye Benim de bedenim titremeye başlamış, tu-
çalışır. Yabancı bir adamla aynı yatakta ol- haf bir ürperti her yanımı sarmıştı.
duğunu görünce dehşete kapılır. Gördükle- -Bayan C. yeniden sustu. Oturduğu yer-
riyle bütün gücünü yitirir. Kendinden utanır, den kalkıp pencerenin önüne gitti. Hiç kıpır-
tiksinir. Kafasında geçen tek şey ölümdür. damadan bir süre öylece durdu. Dışarıya
Hiç tanımadığı bir adamla bu batakhaneye baktı. Odanın loşluğunda gölge gibi seçi-
gelmiş ve onun yatağına girmiştir. Yüreği liyordu. Sırtının titrediğini gördüm. Sonra
durmuştur, soluk alamaz. Kendini suçlar. hızla bana doğru döndü, o ana kadar sakin
Duyumsadığı kirlenmişlik ve pişmanlık duy- duran ellerini sanki bir şey yırtarmış gibi iki
gularını gerçekliği olarak sunarken, içindeki yana açtı. Donuk bakışlarıyla bir süre bana
arzu ve tutkuyla derin bir yüzleşme içinde- baktı.
dir. Bu yüzleşmeyi o ana kadar yapmamış -Yüzü meleği andırmasının bende yarat-
olması, pişmanlığının derecesini belirler. tığı coşku birden yok oldu. Ruhum aniden
Coşkusu ne kadar büyükse, pişmanlığı da o karardı. İçimde bir boşluk oluştu. Zorla da
kadar büyük olsun istemektedir. olsa, yine kendime geldim. Hiç keyfim yoktu.
Sanki başıma demirden, çok ağır bir kask

Temmuz / 2020 45
geçirmişlerdi. Ağırlığı altında sallanıyor, yaşatacaktır. Bir kadının yaşamının nasıl
ayakta durmakta zorlanıyordum. Doğru dü- değişip, tutkuların insanları nasıl etkisi altı-
rüst düşünemiyordum. na alabileceğini görürüz. Zweig bu kitapta
insanı merkeze almıştır. Aydınlanmanın et-
İtki kisiyle ortaya çıkan humanizm anlayışının
Kendi halinde sakin bir kadın olan Hen- yoğun biçimde işlemiştir. Bu etkili eserin ça-
riette’yle pansiyona gelen genç Fransız lışmadaki yeri, karakterlerin hiyerarşik dü-
arasında duygusal bir şey yaşanmış, bu zene önem vermeden, insana yardım etme
yaşanan şey Bayan Henriette’nin itkisi ol- isteği duyması tam da Zweig’ın okuyucuya
muş , ailesini terk ederek Fransız erkeğin aşılamak istediği şey olup, çalışmanın kal-
peşinden gitmiş, böylece yaşamı değişmiştir. bini oluşturmaktadır. Eserdeki karakterlerin
sınıf farklılıklarına aldırış etmeden birbirle-
-Bayan Henriette’nin ailesini terk etme- rine yardım ettikleri görülmektedir. Burada
si Madam C’nin itkisi olmuş, yıllarca içinde vurgulanmak istenen nokta, insanların hiye-
saklayıp vicdan azabı çekmiş olduğu 24 sa- rarşiye ihtiyaç duymadıklarıdır.
atlik yaşamını anlatıcıya olduğu gibi anlat- Sonuç olarak incelenen yazarın, sınıf
mıştır. farklılıklarını reddeden hümanizm anlayışını
benimsediği görülmektedir çünkü, ona göre
Zaman ve Uzam hiyerarşi gereksizdir. Hiyerarşinin hüma-
Öykü Bayan Henriette’nin genç Fransızla nizme etkisi ortaya konmak istenmektedir.
kaçması ve Madam C’nin 24 saatlik yaşa- Hiyerarşi, sınıf farklılıklarını içermektedir.
dıklarını anlatması üzerine kurgulanmıştır. Burada aile statüsü, ekonomik durum, ka-
Tüm olup bitenler bir haftalık bir süreçtir. riyer ve eğitim durumları gibi belirli ölçütler
rol oynamaktadır. Evrensel bir konu olan hü-
İzlek manizm ise, insan merkezlidir ve tüm insan-
1927’de kaleme aldığı Bir Kadının Ya- ların eşit olduğunu savunmaktadır. Buna ek
şamından 24 Saat adlı eserinde Freud’un olarak insanın duygularını ve düşüncelerini
öğretilerinden etkilenmiş olduğu apaçıktır önemli bulmaktadır. Yani hiyerarşi ve hüma-
Zweig’ın. Bu eser de birçok kitabında oldu- nizm arasında büyük bir farklılık söz konu-
ğu gibi kadının iç dünyasını analiz etmiştir sudur. Freud ile olan dostluğunun pekişme-
sinden sonra, psikolojiye ilgi duyar Zweig, o
Toplumsal Çözümleme tarihlerde yazdığı eserlerde mutlaka insan
Bir Kadının Yaşamından 24 Saat adlı tahlili, iç dünya ve psikanalizin bulunduğu
kitabı, altmış yedi yaşındaki bir kadının ya- gözden kaçmamaktadır. Ayrıca burjuva dün-
şamında kimseye anlatamadığı ve unuta- yasının ikiyüzlülüğünü de ortaya koymuştur.
madığı 24 saatinin, ertelenmiş bir itirafın ve Evli çiftler gizlice birbirlerini aldatmasında
insana ait tutkuların ve saplantıların öykü- bir sorun yoktur ama açık yüreklililikle, ce-
südür. Bir yandan, bir kadın öyküsünde dile surca duygusunu ortaya koymak onu ahlak-
gelen ahlak ve suç algısının, arzunun iyi ve sızlaştırır. Bu aynı zamanda bir ahlak sorgu-
kötüyle ilişkisinin sorgusunun hikayesidir. lamasıdır.
Kadının içsel sorgulamaları, onun algısında
ahlakı nasıl keskin çizgilerle tanımladığını
gösterir. Ancak itirafında karşımıza çıkan di-
ğer yüzleri, kendisine gerçek bir yüzleşme

46 Temmuz / 2020
2018-2019

Tiyatro sezonundan
seçme oyunlar (3)

A. Didem USLU*

Kazaen (Beyoğlu’nda Çarpışmalar), bir Kenan ve zengin aile kızı uyuşturucu ba-
Nesrin Kazankaya oyunu. Kazankaya iyi bir ğımlısı Rengin. Fondaki Beyoğlu’nun ses-
oyun yazarı, hatta yazarlığı oyunculuğun- leri. Sahne dışında entelektüel İstanbullular
dan çok daha başarılı diyebilirim. Gözlem- Berna’yla Kutay’ın kavgası. Bir yanda Kül-
leri çok iyi, oyun yazma tekniği de başarılı. hanbeyi Kenan şarkıcısını kıskanmaktadır.
Üç yıl önce oynanmaya başlamış bu oyunda Bu serim bölümünden sonra karakterlerin
Beyoğlu’ndaki rastlantısal karakterlerin Be- ortalıkta koşuşturması da parlak bir buluştu.
yoğlu karakolunda bağlanmasına tanıklık Kazankaya iyi bir planlamacı.
ediliyor. Sahnedeki sandalyelerde birbirin- Metin gerçekten çok güzel. Hele oyuncu-
den uzak ve farklı karakterler: önemli bir iş luk harika. Berna kahve içerken uyuşturucu
yapıyormuş gibi görünmek isteyen çekingen bağımlısı öğrencisi, takıntılı Rengin gelir ve
Kürt kızı Dilan, entelektüel öğretmen Berna, Virginia Woolf üzerine konuşmaya başlar.
malzeme arayan kocası yazar Kutay Kılan, Bu konuşmalardaki edebiyat, felsefe ve ger-
seksi pavyon şarkıcısı, onun koruyucusu çek yaşam derinliği çok iyi verilmişti. Öğret-

Kazaen (Beyoğlu’nda Çarpışmalar)

Temmuz / 2020 47
men öğrenci intihar hakkında tartışırlar. Bu karamsarlığa sürüklemedi. Final bölümü de
sırada Berna’nın aldatılmış bir kadın ve ev başlangıçtaki gibi simetrik bir tablo oluştur-
aradığı olduğu ortaya çıkar. Karı koca ara- du. Konular ve düğümler çözüme ulaştı, bir
sındaki kavga da yazarlık konusunda yoğun karakter dışında tümünün olumlu sonu trajik
ve derindi. Kutay’ı karısı hayatları çalmakla rahatlamayı sağladı.
suçlar ama erkek yazar bunu kabul etmez. Todd Müler ve Hank Boland’dan Günün
Karısını bırakmaz istemez, hatta onunla Çorbası birkaç yıl önce başlayan ama bir tür-
birlikte yaşlanmak istemektedir. Bu sırada lü göremediğim bir DT oyunuydu. Sonunda
uyuşturucu bağımlısı Rengin Güneydoğulu izleyebildim bu müzikli komediyi. Oyun ta-
Dilan Rengin’le yanlış anlamalı bir iletişime bii ki büyük bir yapım. Mekanı New York’un
girer. Rengin torbacı aramaktadır. Öte yan- “Günün Çorbasıyla” ünlü restoranlardan
dan yazar Kutay yeni romanı için pavyona biri ve kurgu zamanı 1939. Bu çorba tam
gelince Kenan’la çok hoş bir sohbete girer bir Amerikan muamması olduğu için ünlü
ama asıl amacı Sevda’yla görüşmektir. Pav- bir gazetenin ödüllü gazetecisi Katherine’le
yon bitirimi olan Kenan da canlı bir karakter, patronu tebdili kıyafet bir halde restorana
kadını Sevda da. Hele Sevda’nın oyunculu- girerler. Yakında evlenecek ve düğün hazır-
ğu mükemmel. Yüz ifadeleri, değişen psiko- lıkları içinde olan restoran sahibi Steward,
lojisi, bedenini kullanışı ve konuşması baş- hem aile tarifini korumak için çırpınmakta,
lıbaşına bir oyunculuk başarısı. Bu sırada hem de sosyetik nişanlısıyla uğraşmaktadır.
Pavyonda ortaya çıkan trajik olay, oyunun Yakın arkadaşı Franklin’le eski sevgilisi de
sonundaki çözümün başlangıcı olur. olay dizisinde yer alınca komedi düğümleri
Nesrin Kazankaya iyi bir oyun yazarı atılır.
ama bu oyundaki kayıp çocukların anneleri Dumanlı sahnede masa ve üst katta
hikayesi gibi güncel kurgu politikaları yan- orkestra için kapalı camekan. Sahne ta-
sız ele almasını tercih ederdim. Bence, bir sarımı güzel ama şu dumanı sevmiyorum,
sanatçı günlük politikalar ve ideolojilerüstü beni hapşırtıyor ve alerjik yapıyor diye. Yine
olmalı çünkü toplumsal ve bireysele mesafe son anda veya üç beş dakika geç kalanlar
koyduğunda evrensel olma şansı artar. İkin- salonu akın akın giriyor. Neden çoğu Türk
ci perdede de merak unsuru yüksek, diya- insanının saat mevhumu yoktur? Niye geç
loglar akıcı, olaydizileri güçlü nedensellikle kalmaktan utanmazlar? Neyse… Kostümler,
bağlıydı. Karakter tanımları da başarılı ve saçlar, makyajlar ve ayakkabılar, erkek toz-
stereotip olmaktan uzak. Bu perde Beyoğ- lukları çok güzel, danslar harika. Dikişli ipek
lu karakoluyla başladığı için herkes buraya çoraplar bile güzel ayrıntı. Oyuncular içten
gelmişti. Dilan’la müptela Rengin, Rengin’le heyecanlı. 27 Mart 1939. Neden 1 Eylül
Kutay, Rengin’le Kenan çatışmaları da iyi 1939 değil? Gazete bir ara “Germany and
verilmişti. Ancak polis şiddeti ve polis kötü- Poland at war” yazıyor ama çorbanın gizli
lemesi hoşuma gitmedi. Renginle Kürt kızı tarifi Hitler’den önemli habermiş. Ayrıntılar
bankta oturduklarında iletişim ve içsel çatış- özenli. Gazete yazıhanesi hemen işlevsel
malar iyice derinleşir. Dilan’ın yöresel tütü ve pratik bir değişimle lokanta/bar oldu.
yemeği ve ayrıntılı hayat anlatımı iyiydi de, Kızamık salgını yüzünden bütün garsonlar
modalaştırılmış bir konuyu ele alması ve kızamık olmuşlar. Metinde tarihsel dönem
uzatması gereksizdi. çok iyi tanımlanmış. Erkek kılığındaki siyahlı
Oyunda çok komik sahneler de var, gü- Şarlo ve kadınların dansı çok güzel.
rültüden konuşmaların işitilmediği mim sah- NY’un en büyük restoran eleştirmeni geli-
neler de hoş. Oyunun sonundaki karakter yormuş. Canlı müzik çok güzel. Kadın gaze-
değişim dönüşümleri de iyi geldi, oyuncuyu teci Kate çorba tarifini aramaktadır ama iki

48 Temmuz / 2020
kadın gazetecinin rekabeti söz konusu olur. Vitrinden onu seyretmişler.) Oyun, şairin bu
Tiffany’nin şımarıklığı ve şirretliği güzel ama ileri yaş dönemlerindenmiş gibi. Tek kişi ol-
epey Asyalı görünüşlü tavırları var. Kate çor- duğuna göre biyografik bir kurgu.
ba için lokanta sahibi Stewart’a çok baskı Oyunun başında hemen devrin ünlüleri-
yapar ama kabul ettiremez. Birinci sahnenin nin adı geçer: Ahmet Hamdi ve Münir Nu-
sonundaki karanlıktaki Bailey’e baskı sah- rettin. Paris’te Abdülhak Şinasi ve hasta
nesi güzel. İkinci perdede çorba gelir ama Tevfik. Yahya Kemal Paris günlerini hatırlar.
bunda bir hile olabilir çünkü Bailey şaşkındır. Bir masadaki uyarı üzerine perhize başla-
Çorba içerken çıkan höpürtüler çok tatlıydı. mış. Kendi işini görmesi adet olmuş ama
Oyunda en beğendiğim oyunculuk De Co- eskiden hizmetkarları çokmuş. Zenginlik
co’nunkiydi. Oyun metni komedi ve basit bir hürriyet getirmez ama ayağa düşürmez der.
kurgu ama gazete haberi casusluğuyla konu Doktora gelmiş, doktorlar hastalıkları ondan
iyi işlenmiş. Olaya bir de Amerikan zenci ırk- kurtaracaklarmış. Şair şiirin matematiğini
çılığı girince… Plastik poşet yerine file de iyi bilirmiş. Oyundaki kelimeler ve felsefeler
iyi bir ayrıntıydı. En önemli komedi düğü- tam şaire layık. Oyunculuk da metin de mü-
mü Stewart’ın çorba tarifini kaybetmesiydi. kemmel.
Stewart’la Kate’in sevgi dolu bakışmaları Selanik’ten Üsküp’e geldiklerinde di-
çok güzeldi. Üst kattaki şarkılar da harikay- yarsız baba ve verem annenin ölümü. Bir
dı. “Daima maskenin arkasına bak.” “Kadın unutmayı hatırlasam diye yakınır büyük şair.
isteyince kaçış yok.” Gazeteci eleştirisi şu Fes takar, günlüğü valizindedir. 8 Temmuz
sözlerle gelir: kinaye yok, hakaret yok, yalan 1903 Paris’e kaçmadan. Galata rıhtımında.
yok. Kapitalist gazete patronunun, gerçek Jön Türk hareketine hiç katılmamış. Onlar
haber şarkısıyla, dansı çok hoştu. Osmanlıymış, kendisi Türk. (Ah birileri Os-
Çorba tarifi casusluğu gibi komik ve sıra- manlının kimliğini objektif bir şekilde kaleme
dan bir olayın gerisinde, toplumsal ve dünya alsa da, Osmanlıyı hepimiz sevsek! Nasıl
olayları müthişti. Konu çok basit ama içinde sevmem Osmanlıyı, 1919 doğumlu babam
dünya savaşı, gazetecilik, ırkçılık ve kapita- Osmanlı tebasıyken.) “Paşazadeler İstan-
lizm eleştirisi barındırıyor. Oyunun sonu tipik bullular hiçbir şey yapmazmış. Her şeyleri
komedi gibi biter. başkaymış. Zekaları kıtmış, züğürtlermiş.”
Sönmez Atasoy’un yazdığı ve Okday Ko- Annemle babam eski İstanbul’un yerlisi ol-
runan’ın yönetip oynadığı Yahya Kemal tek dukları için bu sözler beni kırdı. Gelen giden
kişilik bir oyun. Bir Türk karakterin ele alın- Osmanlı paşalarına haksız ve çirkin gönder-
ması beni sevindirdi. Oyununun (bazı nok- meler yapar ama parçalanmış 624 yıllık bir
talar dışında) hem metni, hem de sahnesi bütünde cepheden cepheye koşan paşalar
pek güzel olmuş. Yahya Kemal’in odası. Ka- ne yapsınlar ki… 300 yıldır bir türlü yıkıla-
ğıtlar, sayfalar, sarkan; yataklı, üstünde içki mayan imparatorlukta kim ne yapabiliyor-
olan masalı yalnız insan odası. Fötr şapkalı, muş ki…
pardesülü Yahya Kemal. (Rahmetli babam Oyunda ışıklar çok güzeldi. Yerine göre
anlatırdı hep, 1939-45 yıllarında İstanbul romantik, karanlık ve puslu. Şairin babası
Üniversitesi Tıp Fakültesinde okurken bir Paris’e iki ayda bir para yolluyormuş. Bura-
gün Bayezıd’daki bir lokantaya Yahya Ke- da caddelerden bir yoksulluk, bir de şiir akar-
mal’ın geldiği öğrenciler arasında işitilmiş, mış. Yahya Kemal ülkesiyle gurur duyuyor,
hemen koşmuşlar. Romantik şiirler yazan Türkçe’nin sesini ararmış, ahengini bulmak
şişmanca yazar herhalde damak tadına da lazımmış. Saf şiir değişmezmiş, yakalama-
çok düşkün olsa gerek, kocaman bir siniden lıymışız. Yalnızlık işkenceden betermiş. Kira
iştahla yağlı pilavını höpürdeterek yiyormuş. isteyen madam.

Temmuz / 2020 49
Herkes gitmiş, Cerrahpaşa hastanesin- çok kültür dolu. Anne torun felsefe hakkın-
de. Bütün sevgilileri Canan’mış. Büyüka- da konuşurlar. Cern’e gitmek isteyen torun
da’da Canan, Nişantaşı’ndaki eve gitmiş. hedonizm kurucusunu anlatır. Bir ara ıslak
Her şey eskiyor, yalnız yağmurlar dinç yağı- gelir. Aşırı bilgili genç, bir kıza çikolata ver-
yor. Oyun aslında zor bir oyun çünkü durma- miş, kız itmiş, çekil dokunma demiş. Üç-dört
dan duygu değişimleri oluyor. Canan öleli 15 kocası ve pek çok ilişkisi olmuş anneanne
yıl oluyormuş. Şair kendini arıyormuş. Hey- Ahsen hanım babası Adnan beyi anlatır.
beli’de Necip Fazıl yanında. Nazım Hikmet. Çaça sahnesi çok güzel ama ne yazık ki kızı
Lozan konferansında Dr. Rıza Nur’la. Ahmet durdurur. Süslü anne kızına makyaj yapma-
Hamdi’yle konuşuyor. Oyun boyunca yatak sını ve siyah/kahverengi giymemesini söy-
işlevsiz kaldı. ler. Kızı ofisteki insanları anlatır ama daha
Gazi Mustafa Kemal’den telgraf. Şiir oku- sonra aile içindeki bir sır ortaya dökülecektir.
yuş heyecanı güzel, Kuvayı Milliye süvari- Bir de üzüntülü bir olay yaşanacaktır. Oyun
lerine, Hamdullah Seyfi’yle işgalde. Oyuncu güzel bir anne kız ve ana/oğul teması ve
şiirleri çok güzel okuyor. Yahya Kemal’dan çatışması işler. Anne/kız koca ve başka ko-
daha iyi belki de… İspanya sefiri olmuşken nularda kavga ederler. Anne kızını eleştirir.
iş savaş çıkmış. Dehşete düşer. Yatakta Hayal dünyasındaki Ahsen hanım kimseyi
otururken Tamburi Cemil beyi dinler. İttihat beğenmez, Autumn Leaves şarkısını söy-
Terakki günlerinde asker sürgü takmış. Ünlü ler, Cole Porter’dan söz eder. Yılbaşı partisi
Babıali baskını. Enver hükümetinin istifasını kızı için önemlidir. Anılarla ve şimdiki zaman
ister. Öldürülen Kıbrıszade Tevfik’i hatırlar. olaylarıyla yaşanan oyunda, monopoli oyu-
Yakup Kadri’yle düello hikayesi. Canan kim nuna başlarken sahne kararır. Çok güzel bir
diye sorar doktor. Hayalinde şiiri hatırlatan metin ve çocuk başarılı oyunculuk.
kadınmış. Aşk kuyruklu yıldıza benzermiş. Nina Braun oyununu Balahan Gürel yaz-
Kadınlar şairleri sevmezmiş. Şiirimin ar- mış ve yönetmiş. Tek kişilik bir oyun. Tuğba
dında neden kadın arıyorsunuz diye sorar. Erdem oynuyor. Nis’e giden baba-kız yerde.
Cerrahpaşa hastanesine gidelim der. Oyun Anne Alman mı? Nina’nın zihninde dönüp
şairin son günlerini ve anılarını anlatır ama durmaktaymış. Küçük Nina’ydım diye an-
keşke şimdiki zamanı yazar daha iyi ve net latmaya başlar. Hakan’la tanışmış. Aşık ol-
gösterseymiş. muş. Işık da müzik de hoş. Ailesinden aşkın
Nesrin Kazankaya’nın yazıp yönettiği An- tepkime olduğunu söyler, alay ederlermiş.
nem, oğlum ve ben oyunu çok düzgün bir Tuğba Erdem iyi bir oyuncu. Mimik, ses, be-
metindi. Zaten Kazankaya iyi bir yazardır. den ve duygusal değişimleri başarılı. Hika-
Oyun, yılbaşı ve sonrasındaki iki gün içinde yesini güzel anlatıyor. Sahne tasarımı sade
geçerken üç kuşak bir aile tanıtılır. Annean- ve işlevsel. Hakan’la buluşuyormuş. Ailesi
ne Ahsen, anne ve (Otizm türü) Asparagus Kanada’da master yapmasını istiyormuş
hastası torun Bülent. Derli toplu ve sıkıcı ama 21. yaşındaymış ve Hakan varmış, o
olmayan bir oyun. Salonda oturma takımı, yüzden gerek yokmuş. Hakan’ın taklidini
kanepe iki koltuk, yemek masası ve yılba- yapar. Maganda bir erkek. 12 Ağustos do-
şı ağacı. Bir yazarın her zaman seyirciden ğum gününde birinci yılları dolmuş. Hakan
daha bilgili olması ve seyirciyi bilmediği ko- sertmiş, mesafeliymiş ama yüzük takmış.
nularda aydınlatması beklenir. Bakalım ya- Annesi salak mısın demiş. Kubrik seviyor
zar biz seyirciye torunun bu hastalığını iyi mu demişler? Sanattan anlıyor mu diye sor-
anlatabilecek mi? Bir de böyle roldeki bir muşlar. Sanat konuşmaz deyince yüzleri
oyuncunun çok iyi olması gerekir. düşmüş. Sakarya’daki Hakan’ın ailesi. Türk/
Evet, torun çok iyi bir oyuncu. Oyun yine Alman farkı. Hakan övgü dolu bir konuşma

50 Temmuz / 2020
yapmış. Gazeteyi telefondaki Hakan’a okur ve hala mutlu yaşıyorlar. Annemin de kuzeni
küçük Nina. İstanbul’dan sonra Sakarya’ya 66 yıldır Alman karısı ve üç oğluyla birlikte
geçiyorlarmış. Nina heyecanlı. Yazlarını İz- kah Türkiye’de, kah Almanya’da yaşadılar.
mir’de geçirmiş. Nina Türk mü? Oyun bu ko- Kültür farkları tabii ki zor ama aynı ülkeden
nuya açıklık getirmiyor. olanlar bile anlaşamaz ve boşanırken…
Geleneksel Türk halleri Alman’a komik. Boris Viyan’dan Generallerin Beş Çayı
Sakarya’da karşılama töreni. Hakan Müslü- sürrealist bir oyunmuş ama oldukça realist
man olmayanla evlenemez diye kızmışlar. bir sahne tasarımı içinde oynandı. Üçgenin
Düğünden sonra döneceklermiş. Ancak on tepesindeki silindir şapkalı konuşan adam.
günlük bekleyiş zor gelir. Kimse onunla ko- Önde yatan kadın. Ziller, akordeon ve davul-
nuşmuyormuş. Annesi simli, pullu, iğrenç bir lar. Kabare şarkısı. Vatan elden gidiyor yüce
gelinlik getirmiş. O da sinirlenip bir şey fırlat- İsa. Üçgen piramit ayrıştırılıyor, generallerin
mış. Hakan geçip gitmiş. Düğünde sinirli ve beş çayı başlıyor. Telefonları kapatın uyarısı
ilgisizmiş. Nina bütün gün odada oturuyor- hoş. Dekor ev olur. Napolyon resmi ve kra-
muş. Hakan da vaktini arkadaşlarıyla geçiri- vat bağlayamayan generalle yatan annesi.
yormuş. Berlin’e ne zaman döneriz deyince Siz diye konuşan anne kulak muayenesi ya-
yüzüne bile bakmamış. Oysa Berlin’deyken par. Ufak general çocukla annesi. General
Hakan çok iyiymiş. Şimdi kocaman, kor- Robert’e seslenir. Başbakan gelmiştir. Ge-
kunç, grotesk maske takar. Hakan yemekle neral abartılı konuşur. Avrupa’da durum va-
ilgilenmesini söylemiş. Nina pirinçlerle bi- himmiş. İnekler, tavuklar, madenciler. Aşırı
berleri parçalar, her yeri boyar, deliriyor gibi üretimde kriz yaşıyorlarmış. Başbakan eko-
olur. Boya sahnesi hoş. Nina hamile kalmış, nomi konuşur ama general anlamaz, onun
herkes çok mutlu olmuş ama hep ana/oğul derdi adam aşmaktır. Memleketin sağlıklı
olayları paylaşıyorlarmış. Nina ailesini ara- kalması için yoksul olması gerekirmiş. “Den-
dığında, sevinmişler ama erken bulmuşlar. geyi sağlayan ordudur, dengesizlik dengeyi
Berlin’i dönmek isteyince, Türkiye’nin nesini kurar.” Savaş deyince general bayılır, son-
beğenmiyorsun diye kızmışlar. Çok sevdiği- ra tartışırlar. General 1914 savaşını anlatır,
ni söylemiş ama dengesiz bir Türk erkeğine başkan pabucumun generali der. Üç erkek-
çatmış. Hakan çalışmıyor, Nina’nın çektiği le anne. Anne generalin içki içmesine kızar.
belgeselin parasıyla geçiniyorlarmış. Hakan General hem annesine cevap verir, hem de
sürekli dışarıdaymış, arkadaşlarıyla vakit ondan korkar. İki erkekle bir kız şarkı söy-
geçiriyormuş. Nine durmadan aşık olduğu lerler, anne de kanepe getirir. Dupan Dizi
adama ne olduğunu sorguluyor. Eskiden kü- gelir. Anneleri överler. Generalin arkadaş-
çük Nina’ymış, şimdi anne olmuş. Ne zaman ları gelir. Absürd konuşmalar, Aziz George
kadın olacağım diye sorar. Berlin’e dönme gibi Türk kültürüne yabancı konular yaban-
düşü devam eder. cılaştırma yaratıyor. Başkan savaş istiyor
Oyun, aşırı trajik ve oyuncu yoran türden deyince tümgeneral dehşete kapılır ama
ama oyuncu çok başarılı. Bir zamanların hazırlığa başlarlar. Tanklar, uçaklar eskidir
İran/ABD kurgusu olan Kızım Olmadan Asla ama propaganda yapacaklardır. Başka bir
gibi bir kurgu ama Türkiye’yle İran arasında görüş, başpiskoposluğun desteğini arkala-
büyük farklar olduğunu unutmamak gerekir. rına almaktır. Monsenyör gelir ve generalle
Çoğunlukla Alman hanımlar düzgün bir ha- tanışır. Dört erkek ve bir kadın olurlar. Tam
yat istiyorlarsa, Türkiye’ye uyum sağlayabi- bir Hıristiyan kültürü örneği ve epey uzak bir
liyorlar. En basit örnekle, benim kuzenim 59 konu ama oyuncu gençler çok eğleniyorlar.
yıldır evli olduğu Alman karısından bugün Beden dili komik de, kilise, papa, kardinal,
neredeyse yaşlanan üç çocuk sahibi oldu yasak elma, tarihsel bilgiler ve takdis töreni

Temmuz / 2020 51
ne ifade ediyor? Kadın karakter aziz seçme- müyorum. Belki de metin biraz değiştirilebi-
yi önerir. Anne çocuklarla konuşur, savaş lir. Tiyatro metni buna uygundur.
oyununu sorar ama kiminle savaşacaklarını Karatahta ve kürsü önündeki üniversite
bilmezler. Oyundan ne anladık, ben bilemi- hocası sıradan bir ders yapacağını ilan eder,
yorum ama neşeli oyunculuğu izledim. akademik olmayan bir ders. Öğrencilerine
Caddebostan Kültür Merkezinde Tolga “ders olarak algılamayın, samimiyet ve iç-
Yeter’den ilginç bir Hamlet izledim çünkü dökme” der. Masada mavi bardak, su şişesi,
başrol oyuncular minicik çocuklardı. Hem de elma vardır. Hoca suyu içer. Felsefi konuşa-
replikleri öyle güzel ezberlemişlerdi ki… On- caktır. Öğrenci saf saf bakıyormuş etik de-
ların başarıları görülmeye değerdi. Sarışın yince ama penis felsefesi dese öğrenci gü-
küçük Hamlet pek tatlı bir gençti. Oyunda lermiş. Tabii ki öyledir. (Amerikanca da ifa-
çocuk oynatmak ilginç olmuş ama inşallah de edildiği gibi, cinsellik satar!) Hoca kendi
zorlanmazlar. Horatio ve Hamlet çocuk. Çok hayatını anlatır. Olaylar 1990’lı yıllarda ge-
gayretliler ama çocuk Hamlet’le büyük Ofel- çiyormuş. Üç kardeşlermiş. Öğretmenlerin
ya pek uymadı. Polonius’un kapıdan girme- taklidini yapar ama taklidin taklidi hoştur. Biri
si de komik oldu. Keşke kulisten çıksaymış. onu gammazlamış, haber eve gitmiş. Kar-
Giysiler de niye farklı farklı olmuş? Olmak, deşinde utanma duygusu yokmuş. Hikaye
ya da olmamak tiradı neden kurukafaya anlatımı merak unsuruyla ilerler. Gençken
değil de, hançere sesleniyordu? Hamlet’in ergenliği teğet geçmiş, hep disiplin kuruluna
hep “maşallah” demesi kötüydü. Oyuncular yollanmış. Babadan kalma matbaaları var-
sahnesi beyaz perdede çok pratik ve kolay mış. Sahte karne basmış. Kardeşin yaptığı
yapılmış. Dekor yok. Kostümlerin hepsi za- etik miydi. Şimdi önemli iş adamı oluş ama
mana uygun değil ama çocuklar çok tatlı. bu ahlaksızlıktır yargısı. “Ahlak nedir?” so-
Polonius’u öldürdükten sonra Hamlet’in an- rusu. Yazarın dilinin arkasında bir dilekçeye
nesiyle olan sahnesi güzeldi. Annenin yer- imza atma olayı var ama yazar bunu açıkça
deki hali etkileyiciydi. Tolga Yeter’in Ham- ortaya koyamıyor. Bilgiyi, olaylar ve kişilerle
let yorumunda ilginç olan çocukların koca- karıştırıyor, hatta kimi üniversite hocası gibi,
man replikleri ezberleyebilmiş olmaları. Üç çekindiği veya korktuğu için konuşup konu-
önemli karakteri çocuklar oynuyor. Bravo şup hiçbir şey söylemiyor. Metinde netlik yok
doğrusu… ama aslında pek güzel konular üzerinden
Etik oyununu gelişmesini yakından izledi- ahlakçılığı daha iyi işleyebilirmiş. Özgürlük-
ğim genç yazar Gökhan Eraslan yazmış, bir ten, özgür iradeden dem vuruyor ama her
üniversite hocası aracılığıyla bu konuyu in- iş o kadar basit ve kolay değil. Kimi ahlak
celemeğe çalışmış. Aslında Türkçeye giden konusu son derece karmaşık ve derinliklidir.
etik kelimesi neden bu kadar sevildi anlaya- Üstelik şimdiki zamanda doğru görünen bir
mıyorum çünkü etik, kavramsal olarak ahlak karar veya seçim, ileride daha iyi veya daha
kelimesiyle aynı anlamdadır. Acaba bizler kötü olabilir.
etik kelimesine toplumbilimsel açıdan ne Ben de bir üniversite hocası olarak tüm
ekliyoruz? Sonuçta ahlak, ahlaktır. Adı ister akademik yaşamım boyunca ahlaklı not ve
etik olsun, ister başka şey. Ahlaklı olmanın karar vermeye çalıştım. Duygularıma kapıl-
da ne demek olduğunu herkes bilir ama… madan dürüst olmak için çabaladım. Ancak
Deri değiştiren bukalemun gibi kişiye veya bence önemli olan vicdanımın hür olması ve
topluma göre değişken bir kavramdır. Ahlakı benim kendime verdiğim hesaptır. Ne ken-
kavramını sabitlemek hep zordur. Gökhan dime zarar vermeliyim, ne de toplumuma. O
Eraslan’ı çok sevdiğim halde, oyunda ahlak yüzden hayatım boyunca kendime ters düş-
konusunun çok iyi tartışılabildiğini düşün- memeye çalışarak orta yolu bulmaya çalış-

52 Temmuz / 2020
tım. Bence ahlak da budur. En önemlisi de de birbirine işkence eden karı koca. Zembul
duyguları olayın dışına atabilmek ve akılcı, nikah ister ama kavga sürer. Bilal yine gece
mantıklı ve sağduyulu olmayı başarabilmek- eğlencesine çıkmaktadır. Oyun metni çok
tir. Şimdilerde insanlar postmodern düşün- iyi değil ama iyice güzelleştirilmiş. Müzikli,
ceyle, objektiflik herkese göre değişir gibi danslı sahne ve gerisi hoş.
sözler sarf ediyorlar ama bence objektiflik Şehit tayyareci “biz şehitlerin yaşı yok-
adalettir. Aklın yolu da bir olmalıdır. tur” der. Paşazade işsiz, güçsüz, okulu bi-
İnsanın koca bir ömür her yaptığının ah- tirememiştir. Şehit paşazadeye kızar ama
laklı olması beklenemez ama önemli olan onun Paris hatıralarını dinler. O da savaşları
toplumun günübirlik veya yaygın olan ahlak anlatır. Bilal “hep korku yüzünden müteva-
değerlerine göre değil, insanın kendi iyi kö- zi bir vatandaş kalmış” der. Bilal cesaretten
tüsünü yüzyıllar içinde vicdan, kanun, gele- söz eder ama şehit acı konuşur. Şehit “hü-
nek ve kurallarla kendisini ayarlayabilmesi- viyetim kayboldu, geri verin” diye sızlanır.
dir. Gökhan Eraslan’ın Etik oyunu derli toplu Bilal hayaliyle gerçekleşen hayal. Bilal yine
bir kurgu ama etik/ahlak gibi ucu bucağı ol- gramofona konuşur. Yine takıntılıdır. Baba-
mayan bir konuyu incelemek o kadar kolay sı ağırlaşmış, abla gelmiş. Bilal çocukluktan
değildir. Soyutlukların zamana ve zemine kurtulacaktır. Baba ölmüştür, çenesi bağla-
göre değişmesi, kavramların ne kadar da nır, göğsüne bıçak konur. Doktor eve geldi-
belirsiz olduklarını gösterir. Mutlaklık arayan ğinde ölüm yaşanır. Doktorun oyunculuğu
insan için oynak kavramları anlatmak veya çok iyi.
anlamak çok zordur. O yüzden bu konuda Sevim Burak tam da günümüze uygun
yazılacak oyunun da çok yönlü olması ge- konular seçmiş. Şehitlerin fedakarlığı, sa-
rekir. vaşta geride kalanların boş ve hoş hayatları.
Sevim Burak’tan Sahibinin Sesi DT oyu- Kadın şiddet ve duyarsız erkekler. Sahneye
nuydu. Müzikli oyun. Giriş çarpıcı. Grama- yeni gelen grotesk karakter gazla yanmıştır.
fonlu. Konak gibi. Zembul yine hastalanmış. Kulağı duymaz, görmez de. Oyun broşü-
Kapılar açılınca kravatlı, robdöşambrlı. Eski ründe çokkültürlü İstanbul denir ama ben-
İstanbul’un ev ve hayatıyla ilgili haberler. ce merkezde uyumsuz ve bir işe yaramaz
Günlükten okuyor gibi. İstanbul’da gezinti. paşazadeler anlatılır. Avam takımı evlere
Baban rüyası. Çok hoş dans ve kedi şarkısı. hakim oldu diye sitem edilir. Siyahlı sivil po-
Sürreal bir sahne gerisi tasarımı. Bilal’in son lisler çok hoş. Gerçek/hayal. Eski mahalle
sevgilisi Tanya zenciymiş. Geri planda pa- kültürü.
şazade Bilal ve tekerlekli sandalyede baba. Çiğdem Tunç’un metin ve koreografisiy-
Bilal rüyadan uyanır. Ablası Şahende hanım le Binbir Gece Masalları ilginç bir deney ve
yaptıklarını gramofona anlatır. Bira ve rakı emekti. İlginç bir Arap hikayesi. Şehriyar
içip serserilik eden eski İstanbullu. Zembul ve kardeşi Şahzaman’ın hikayesi. Aldatan
“kötü tesirler altındaymış.” Bilal’in hayatına eşler haremde ama cellatlara öldürüldüler.
müdahale edermiş. Eski İstanbul hayatında Çok yüksek sesli konuşma ve müzik ku-
karakterler. Bilal şemsiye ararken ışıklar ka- lakları rahatsız etti. Semerkant hükümdarı
rarır, bu sefer “Huzurlu Kadınlar” Anastas- dendi ama aslında bu masalları İranlılarla
ya’yla Zembul gelir ama Bilal Anastasya’yla Araplar bölüşemez. Şehrazat Çiğdem Tunç.
alay eder. Bilal öfkeli, huysuz, aksi ve değiş- Sulu davulcular komik ögeydi. Koca ülke-
ken. Zembul gebe olduğunu açıklayınca, Bi- de evlenilecek kız kalmamış, veziriazamın
lal iyice kızar, hamileliği inkar eder. Durman kızı Şehrazat’ı isterler. Müzikli oyunda Arap
öfkeyle konuşur. Bilal Yahudi kökenli Anas- havalı, göbek dansları vardı. Şehrazat Şeh-
tasya’ya bağırır, çağırır. Mahalle kültürü için- riyar’a eş olup kaderi değiştirecektir. Oyun-

Temmuz / 2020 53
culuğun çok iyi olduğu söylenemez ama kırmızı gecelik giymiş, gece sevişmişler.
gösteriye çok emek verilmiş. Şehrazat, Şeh- Utanmamış, konsere bile gitmişler. Aşkla
riyat’la karşılaşınca hikayelere başlar. yetinmeyi öğretmiş. “Ben Eylüldüm, Ekim-
Uğur Kanbay’ın Eylül oyununda, sahneye dim, Kasım kapıdaydı.” Karısı gelince işler
25 liraya aşk satan travesti fahişe girer. Ha- yavaşlamış. Bir gün genç bir kadın gelmiş.
yatını çok güzel anlatır. Metin de güzel. Traji- Kuşçunun karısıymış. Hamileymiş de. Tra-
komik bir oyun. Travesti ortalama kaç yıl ya- vesti utanmış ama zaten kuşlara verdiği
şar sorusu. Sahne dekoru sehpa, sandalye, değeri ona vermezmiş. Yuva yıkanın yuva-
paravan, perdeler ve puf. Sokaklara verilen sı olmaz diye son fasıl olmasına karar ver-
isimler konusu. Metin de, oyunculuk da çok miş, işe son vermeye karar vermiş. Bir daha
güzel. Bulundukları sokağı anlatır. “Yolunuz kapısını hiç çalmamış, sonra da taşınmış.
46’ya düşerse yanıklar.” Bir zamanlar 200 tl Kuşçu’dan sonra fuhuşa devam etmiş, her
borç alınca orospu olmuş. Hikayesini anla- yerde satmış kendini. “Sahibinden Satılık.”
tır. “İdealist gacı.” İşsiz kalınca Ukraynalıdan Sonda büyük itiraf ve trajedi gelir. Oyunda
borç almış. Aksan taklidi çok güzel, kelimeler kimi yer çok komik ve kaliteli esprilerle dolu.
de. Bundan sonra başına bela olmuş. Ayık- Oyunculuk da müthiş doğal. Bravo yazan,
ken uyanınca kadın iyi olurmuş. Reyhan. Bir yöneten ve oynayan Uğur Kanbay’a.
gün yemeğe çağırınca iki erkekle karşılaş- Sam Bobrick oyunu Bavul (Baggage) biz-
mış. Konuşmalar komik, oyunculuk harika. de yerli malı olmuş. Bodrum’dan gelen ha-
Faturalar gelince “yum gözünü, sık dişini” nımla aynı eve gelen bavullu bey. Bavullar
diyerek orospu olmuş. Babaannesine, ba- karışmış. Adam SGK’da çalışan bir avukat-
basına kızmış. Reyhan’dan yollar öğrenmiş. mış. Laf ebeciliğiyle ilerleyen komedi. Adam
Çocukluktan beni içindeki oğlanı öldürmek kanepeye yatar, üzerine battaniye örter.
istemiş. Reyhan sokak mafyasından kaç- Olay İstanbul’da geçiyormuş. Niye Türkçe-
mış, memleketine gitmiş. Rüyasında kaçırı- leştirilmiş? Bedri ve Cansu boşanmış. Kadın
lıp getirildiği hastanede anneannesiyle çok mektuplarından öğrenmiş. Metin yerinde sa-
acıklı bir konuşma yapar. Daha sonra gelen yıyor. Kadın editör ve bloggermış. Filiz Ka-
annesine de “Kasım, hakkımı helal etmem” bak adamla laf yarıştırır. Mükemmel erkek
diye onu erkeğe çevirmek ister. Bu sahne- yok. Filiz’in bağlanma sorunu varmış. Bedri
deki oyunculuk müthiş! 20 yaşındayken as- de iyi koca olurmuş. Bedri boşanışını anlatır.
kere çağrılmayı anlatır. “Düşman askeri gör- Pilav gününde döner sırasında karısını kap-
sem, onunla sevişirim” diyeceğim, ameliyat tırmış. Bodrum’a Bedri Cansu’yu ikna için
olacağım demiş. Ağabeyiyle babası sofrada gitmiş. Bedri kadın beni terk etti diye ağlar.
ona saldırmışlar. Teyzeleri yardımcı olmuş- Daha sonra yemeğe çıkıyorlar. Evlilik tera-
lar. Kah komik, kah acıklı. İstanbul’a gelmiş, pisti Can Bora. İki yanlış insanın birlikteliği
tamamen kadın olmuş. Askerlik şubesine olacakmış. Bu ilişki ne kadar sürer diye so-
gitmiş, hastaneye sevk edilmiş ama orada rulur. Kısa zamanda bitecek hastalıklı ilişki.
da komik olaylar olmuş. GATA’da psikoloji Karakterleri inceler. Yemekleri yediler, geldi-
testi ve muayeneler yapmışlar. Sorgulama- ler. Şimdi kavga ediyorlar. Sinemaya gide-
lar. Sonunda “elverişsizdir” belgesi verilmiş. cekler. Filiz iyi koca ister. Evlilik danışmanı
Güvercinle konuşur. Güvercinlere bağımlılık birbirlerine uygun olmadıklarını söyler ama
hissediyormuş. Hikayeleri çok güzel. Kuşçu- Filiz Bedri’yi dönüştürecektir. Yeni bir karak-
ya hikayelerini anlatmış, çok güzel anlatıyor. ter gelir. Filiz’in arkadaşı Didem. Çok Ameri-
Evliymiş, annesi ağır hastaymış, Ölecek kanvari bir komedi. Bir tek terapist kısımları
diye köyden evlendirmişler ama sevememiş güzel.
karısını. Her gece gelmiş Kuşçu. Bir gece (Sürecek)

54 Temmuz / 2020
Öykü

Cumhuriyet bana bu hakları verdi

Güldane BULUT

Öğlen vakti köy midibüsü bahçe kapısına - Şimdi Havva komşu, biz başka bir ne-
yanaştı. İçinden on bir kişi indi. İnenler Hav- denle size geldik. İşin aslı ben gelmek iste-
va’nın köylüleriydi. Gelenler arasında, köy medim. Kadın haklı dedim, babasının ma-
muhtarı Haydar, kocasından dolayı akraba- lına sahip çıkabilir dedim. Ancak komşular
sı sayılan Ramazan da vardı. Havva, biraz beni dinlemediler. Ben de muhtar olarak
şaşkın bahçe kapısını açtı: mecburen komşularıma uydum. İşte komşu-
-Buyurun, buyurun içeri gelin. Hayırdır lar, işte sen ne diyecekseniz deyin ben bun-
böyle nereye gidiyorsunuz. lara laf anlatamıyorum.
Ramazan gülerek: Gelenlerden Ercan, muhtarın söyledikle-
- Hayırdır, hayırdır… biz de size geliyor- rine şaşırmıştır. Bir muhtarın yüzüne bakar,
duk. bir diğer komşuların yüzlerine bakar. Dün
Havva hala şaşkındı… kendi köyünden akşam, “Köyümüze yeni bir adet, töre geti-
bunca erkeğin neden geldiğini anlayama- recek bu kadın” diyen, muhtar değil miydi?
mıştı. Oğlunu gezmek için alıp götürecekle- Aferin be muhtar iyi düzen tutuyorsun der
rini düşündü. içinden.
- Aman komşular oğlumu bugün gez- Havva duyduklarına bir anlam veremedi.
meye filan götürmeyin. Çok işimiz var. İb- - Ne… ne diyorsun muhtar, komşularım
rahim’in izni bir hafta sonra bitiyor. Çekip ne diyorsunuz. Ben babamın malına sahip
İstanbul’a gider, işler bana kalır. Harmanda çıkıyorum, sizin malınıza değil.
çadır altında buğday, nohut tüccarı bekler. Ercan, Havva’yı daha fazla öfkelendirme-
Aha işte Eylül ayına girdik. Yağmurun, fırtı- mek için araya girdi:
nanın eli kulağındadır. Aman diliyorum size. - Bak Havva komşum, biz şunu diyoruz.
Bugün tüccar gelecek, anlaşırsak buğdayı Tabi ki babanın tarlaları, evi, çayırları senin-
satarız. Ondan sonra İbrahim sizinle istediği dir, biz inkar etmiyoruz. Bizim köyün kızısın,
yere gelebilir. ancak başka köyden biriyle evlisin, bizim
İbrahim annesinin soluk almadan konuş- köyde senin ev yapman doğru olmaz. Sen
masını kesmek istedi: gelip de, bizim köyde babanın evini boşuna
- Yaaaa anne bir dur. Biraz sohbet ede- onarma, o evde oturma deriz.
lim, çayımızı içelim. O zamana kadar tüccar
Havva oturduğu koltuktan ayağa kalktı.
da gelir, buğday, nohut da satılır, ben de se-
Parmağını Ercan’ın gözüne sokarcasına se-
nin elinden firar ederim.
sini yükseltti:
İbrahim’in sözleri gerginliği azaltmadı.
- Elli yıldır babam ölmüş, sizler elli yıldır
Muhtar Haydar, geliş nedenlerini açıkla-
babamın toprağını kullandınız, eyvallah.
manın iyi olacağını düşündü.

Temmuz / 2020 55
Şimdi ben babamın evine, tarlasına sahip yumruğunu masaya vurdu. Masadaki boş
çıkıyorum. Zorunuza mı gitti? Bu nasıl bir çay bardakları yere saçıldı. Havva avazı çık-
mantık bana açıklar mısınız? tığı kadar bağırdı:
İbrahim annesinin söylediklerinden bir - Kan mı çıkacak çıksın, kavgamı çıkacak
tartışma çıkacağını anlar. Ortamı yumuşat- çıksın… vali, kaymakam, karakollar ne için
maya çalışır. var. Cumhuriyet’in kanunları var, bilmiyor-
- Yavaş olun bi durun, tek tek konuşun sanız şimdi haberiniz olsun hah hayy. Cum-
nedir derdiniz bir anlayalım. huriyet’in kanunları bana babamdan kalan
Sesler yükselince, İbrahim’in söyledikle- mal varlığını veriyor. Ben o evi yapacağım,
rini kimse duymadı. Havva’nın köylülerinin bundan sonra o köyde de yaşayacağım. O
her biri, tartışmaya katıldı. Ramazan da köy sizin olduğu kadar, benim de köyümdür.
söze karıştı: Benden rahatsızsanız siz köyü terk edin.
- Bak Havva, senin rahmetli kocan benim Havva biraz soluklandı. Onlara iyi bir ders
akrabamdı, çok sever, sayardık. Şimdi onun vermek gerektiğini düşündü:
hatırına sana bir şey demiyorum. Ancak se- - Ben isterim ki külümüzü de, ekmeğimizi
nin bizim köyde babanın evini yeniden yap- de paylaşarak komşuluk edelim. Tut ki evi,
mana, orada oturmana izin vermeyiz. Köyü- tarlayı başka ilçeden on iki kardeşli bir aile-
müzde yabancılara yer, yurt yoktur. Çünkü ye sattım. Mal benim değil mi, satar mıyım,
köyün içinden evlenmemişsin. Bak kız kar- satarım. O zaman ne yaparsınız?
deşin Elif köy içinden biriyle evli, o istediği Gelenlerin bağrışmalarından kimin ne
gibi babanın toprağını ekebilir, evini yapabi- dediği anlaşılmadı. Tam o sırada dışarıdan
lir. Elif’e bir diyeceğimiz yoktur. bir korna sesi duyuldu.
Ercan yeniden söze girdi: Havva içinden tam zamanı dedi.
- Sen kendin hisseni amca çocuklarına - Tüccar geldi, kalkın gidin. İşimiz gücü-
ver. Ne yapacaksın baba malını, senin ko- müz var bizim, sizlerle uğraşamam.
canın tarlaları var, çayırı, yoncası, evi, ahırı Havva’nın köylüleri yüzleri asık hiçbir
var, bırak bizim köyü. şey söylemeden geldikleri midibüse binerek
Havva’nın yüzü öfkeden kıpkırmızı kesil- köyden ayrıldılar. Yol boyunca kimse ağzını
mişti. İbrahim annesinin öfkeyle bağırması- açmadı. Sonunda muhtar Haydar sessizliği
na engel olamadı. bozdu:
-Bana ne kocamın malından, bana ne - İyi konuştunuz iyi... Benim muhtarlık sı-
kardeşim Elif’ten, bana ne amca çocukla- fatım olmayaydı ben ne biçim konuşurdum
rımdan, bana ne sizin düşüncenizden. Ben görürdünüz.
babamın toprağını istediğim gibi ekeceğim, Araba köyün virajlı yolunu aşarken, deli
biçeceğim, evi de yapacağım. poyraz tozu, dumanı midibüsün içine dol-
İbrahim annesinin söylediklerinin arka- durdu. Midibüs toz duman arasında, köye
sındadır, o da tartışmaya katılır. hızla girdi. Köyün yaşlısı Fatma teyze merak
- Siz şaka mı, ciddi mi bu tartışmayı sür- içinde midibüsten inenlere heyecanla sordu:
dürüyorsunuz. Bırakın tartışmayı hangi çağ- - Ne oldu, bizim köyde ev yapmaktan
dayız, kim kimi baba malından alıkoyar. vazcaydı mı, korktu mu o kadın?
Ramazan öfkeden deliye dönmüşçesine Ercan, komşuları Fatma teyzenin önce
bağırır. elini öptü sonra başını yere eğip.
- Biz seni köye bırakmayız, fenalıklar - Havva’da bir bela var. Baba malı deyip
olur, kan çıkar. duruyor. Kanun diyor, Cumhuriyet diyor, Fat-
Havva, oturduğu yerden öfkeyle kalktı, ma teyze.

56 Temmuz / 2020
- Hemen köyü dolaşıyorsun, bu kadına kurdu. Evin biçimi gözünün önüne geldi. Ya-
ev yaptırma izini vermiyoruz diye herkesten pıcılara şöyle söyleyecekti;
imza topluyorsun Ercan’ım. “Babamın kapısı iğde ağacına doğru açı-
Köyde imzalar toplanır. “Biz Havva için lırdı. Sizde bu yapının kapısını iğde ağacına
imza vermeyiz” diyen on üç kişi imza ver- doğru açın. Şu koskoca iğde ağacına dik-
mezler. Fatma teyzenin çağrısı İstanbul’a kat edin, inşaatın öte berisini dokundurma-
kadar ulaşır. İstanbul’da köyün dayanışma yın, kurumasın. İğde ağacı babamdan bize
derneğinde toplantılar yapılır. Dernek yö- kalan değerli bir hatırattır kim bilir kaç yüz
neticileri, üyeleri Havva’yı köyden uzaklaş- yaşındadır. Benim çocukluğumda bu ağaç
tırmak için uzun uzun tartışırlar. Havva’ya dağ gibi büyüktü. Kokusu ilk baharda köyü
karşı olan dernek yöneticileri arasında iş in- buram buram kokuturdu. Evlerin içine dolar-
sanları da vardır. Bunlardan biri olan Kenan dı kokusu. Hala aynı koku, aynı heybetiyle
hemen önerisini söyler: sallanıp durur. Yol kenarına yakındır, kaç
- Avukat paralarını biz öderiz. Hukuki iş- kez yol yapımında iş makinaları dallarını kır-
lemler için ne gerekiyorsa biz üstleniriz. Ye- dı, damarlarını kesti, inatla gür bir biçimde
ter ki köyümüze yeni adetler getirilmesin. canlanarak yaşıyor işte...”
Başka köyden evlenip giden kızlara baba Şafağın çisesine yakalanmıştı Havva. Is-
malını vermeyiz. lanmıştı, üşümüştü zangır zangır titriyordu.
Dernek üyelerinden Kazım dayanamayıp Yine ev düşüne daldı. İçi ısındı. İğde ağacını
sorar. düşündü. Ben onun altına veranda yapaca-
- Sayın işverenler sizin fabrikalarınız var, ğım. Onun gölgesinde çayımı, çorbamı içe-
mülkleriniz, arabalarınız var, Allah daha çok ceğim, o iğde ağacında ailemin kokusu var.
versin size. Ancak kızlarınız da var. Peki Cumhuriyet’in kanunları var. Kendi kendine
bu varlıklarınızı köye mi bağışlayacaksınız. konuştu durdu. Bunları düşündükçe yüreği
Eğer kızlarınız köylüleriyle evlenmezlerse? serinledi.
Kenan, Kazım’ın sorusuna şaşırır. Ne Havva Kaymakam’la görüşmek için bir
alakası vardır şimdi İstanbul ile köyün... saat bekledi. Onu içeri aldıklarında genç
- Yahu burası İstanbul, Sivas’ta bir köy Kaymakam’a tüm olanları anlattı. Köyde ev
değil ki. Fabrikaları, arabaları, arsaları, köy- yapmak istediğini, ancak köydekilerin ev
le bir mi tutuyorsun? Tabi ki mal varlığımı yapmasına karşı olduklarını söyleyip, baba-
kızım alacak, kiminle evlenirse evlensin, is- dan kalma mülkün tapularını Kaymakam’a
terse gavurun biri olsun. İstanbul başka, köy gösterdi.
başka, köyün bir düzeni var, bir adeti var. Kaymakam tapulara şöyle bir göz gezdi-
Kimse bozamaz kardeşim. rip,
Tartışma kavgaya döndü. Kenan kürsüde - Bu evrakı jandarma komutanına götür.
konuşan Kazım’a sandalye fırlattı. Kazım’ın Olanları ona da anlat. Ev yaparken sana
kardeşi Kenan’ın yakasını tutuğu gibi yü- yardımcı olacaktır. Ben ayrıca onunla görü-
züne bir yumruk indirdi. Kenan’ın yüzü kan şürüm.
içinde kaldı. Araya girenler kavgayı ayırdılar. Havva, ilçenin jandarma komutanlığına
Dernek toplantısı bir karar alamadan dağıldı. gitti. Kaymakam beyin gönderdiğini söyledi.
Havva, ürünlerini tüccara sattıktan he- Olanları ona da anlattı. Komutan evrakları
men sonraki sabah erkenden köy durağın- inceledi. Tapu kayıtlarının eksiği olup olma-
dan geçen midibüslere binerek Divriği Kay- dığını tapu dairesinden öğrendi. Daha sonra
makamlığına gitti. Yol boyunca baba evini da köy muhtarıyla telefonda konuştu.
yeniden nasıl canlandıracağı üzerine düş - Haydar muhtar, sizin köyde Havva Ha-

Temmuz / 2020 57
nım ev yapmak istiyormuş ancak köydeki Muhtar dirseğiyle Ramazan’ın kolunu
komşuları karşı çıkmış. Karşı çıkanları, sen dürter.
midibüsüne doldur getir. Gelmezlerse onları Köylülerin kafaları Havva’nın karşısında
ben jandarmayla aldırtırım. Tamam mı? eğilmiştir. Kaş altından birbirlerinin ürkmüş
Haydar muhtar, köylülerle birlikte, öğleye gözlerine bakarlar. Muhtar sesi titreyerek:
doğru ilçe jandarma komutanlığına gelirler. -Komutanım bir yanlış anlaşılma oldu,
Muhtar, Havva’yı komutanın yanında görün- özür dileriz sizlerden.
ce yüzünün rengi değişir. Köylülerinin azarlanmasına, cahil den-
- Komutanım istediğiniz gibi komşuları- mesine, üzülmüştür Havva. Kendini kötü
mızla geldik. duyumsar. Komutan işi daha fazla uzatmak
Komutan ciddi bir tavırla, istemez:
- Buyursunlar. - Sayın muhtar, al köylülerini köyüne git.
Köylüler ellerini göbeklerinin üstüne ka- En ufak bir münakaşada hepinizi içeri tıktırı-
vuşturup, komutanın karşısında sırayla dizi- rım, evin yapımı bitene kadar. Havva Hanım
lirler. yarın o köye yapı malzemesini yığacak. Evi-
Komutan sözlerinin üstüne basa basa ni yaptıracak, gerekirse jandarma eşliğinde
konuşur: evini bitirecek. Huzursuzluk istemiyorum.
- Sayın Haydar muhtar, sayın köylüler Köylüler kapıdan çıkarken komutan pen-
nedir derdiniz? Havva Hanım evini yapacak. cereye doğru yürür, kendi kendine konuşur
Baba malını istediği gibi kullanır. Sizlere ne, gibi “Ahh Mustafa Kemal Atatürk’üm ahh!
tapulu malıdır, siz kim oluyorsunuz da ka- Zamansız öldün, ahh İsmail Hakkı Tonguç
nunları tanımıyorsunuz? Sen niçin bu du- ahh! Köy Enstitüleri... ülkede aydınlanma
rumu haber vermiyorsun yetkili makamlara yarım kaldı”.
sayın muhtar. Havva düşünü kurduğu baba evini yaptı-
Muhtar kekeleyerek konuşmaya çalışır. rır, içine taşınır. Verandayı düzenlerken, yol-
-Söyledim komutanım, ikna etmeye ça- dan geçen Fatma teyze ona laf atar:
lıştım. - Kolay gelsin Havva Hanım köyümüze
Komutan sinirli bir ses tonuyla daha ön- yerleştin. Sana hayırlı olsun demeyeceğim.
ceden tanıdığı köylülere adlarıyla seslenir: Köyümüze kötü bir adet getirdin sen. Cum-
- Ramazan, Ercan. Siz, siz ne diye kan huriyet de hayırlı olsun, onun kanunları sana
çıkar, kavga çıkar diyorsunuz. Köyden köye bu evi yaptırdı.
ev basmaya bir midibüs dolusu adamlarla Havva köyünün yaşlısına saygısızlık et-
gidiyorsunuz. Ev sahibi şikayetçi olursa sizi mek istemezdi, ama bir cevap vermesi de
ne yaparlar biliyor musunuz? Sizleri içeri gerekiyordu.
atarlar, mapus yatarsınız bre cahiller. Cum- - Fatma teyze kanunlar herkes için ge-
huriyet’in kanunları sizin gibiler için yapıldı. çerlidir. Sen eşinden sebeple emekli maa-
En ücra köyler Cumhuriyet kanunlarıyla me- şını alıyorsun. Cumhuriyet’in kanunları sana
deniyete girdiler. 21. yüzyıla girmişiz, sizler da iyi şeyler yapmış hani...
bu kafalarınızı değiştirmemişsiniz, cahilliği-
nize devam ediyorsunuz.
Kısık sesiyle Mahmut atıldı.
- Komutanımmm komutaanımmm, ben
ben demedimmm. Ramazan dedi.

58 Temmuz / 2020
Öykü

Taş

Yusuf NAZIM

Acıyla buruşturdu yüzünü. Kesmiyordu! dır ilk defa resmi bir toplantıya katılacaktı.
“Bir hediye götürmek gerekir” diye geçirdi “Ne giysem acaba?” diye mırıldandı. Elini,
içinden. Başparmağının ucunu jiletin ağzına tel askıların üzerinde şöyle bir gezdirdi, iç-
bir kaç kez sürttü. Körelmişti. Kutunun için- lerinden açık gri olan takım elbiseyi çıkarıp
den yeni bir jilet aldı, metal tıraş makinesinin aldı. Askından indirdiği elbiseyi müşterisine
sapını bükerek ağzını açtı, eskisinin yerine pazarlamaya çalışan tezgâhtar edasıyla yu-
yerleştirdi. Kolundaki saate baktı. Çiziklerle kardan aşağıya salladı, evirdi, çevirdi. Ce-
dolu, sararmış camın ardındaki akreple yel- keti ayrı, pantolonu ayrı bir dikkatle inceledi.
kovan, nikâh saatine henüz çok erken oldu- “Bir şey götürmesem, ne olur ki?” düşüncesi
ğunu söylüyordu. aklını kurcalamaya devam ediyordu. Ceke-
“Gitmesem mi acaba?” diye düşündü. Ak- tin üzerinde gezinen elleri, iyiden iyiye ep-
lını kurcalayan ikircikli soruyu, kaş işaretiyle rimiş dirseklerin üzerinde durdu... Elbiseyi
kovdu. Olmazdı! Değerli bir dostuna söz yerine koydu, bu sefer kirli sarı olanını çı-
vermişti. Kendine kızmadan da edemedi: kardı. “Saçmalama!” diye söylendi, “eli boş
“Şart mıydı sanki söz vermek, hemen gidilir mi? Üstelik yakın bir dostunun en
gevşedin!” mutlu gününde!” Aynı titiz incelemeyi elinde
Tıraş fırçasını suya batırıp, tepesi iyiden tuttuğu elbisenin üzerinde de yaptıktan son-
iyiye ovalleşmiş sabunun üzerinde hızlı hızlı ra, bunda karar kıldı. Arkadaşının hediyesiy-
dolandırarak iyice köpürttü. Çenesinin tıraş- di, bunu giyecekti. Elbiseye en uygun olan
sız kısmını bir kez daha sabunladı. Banyoya gömleği seçmek için de aynı titizliği göster-
kesif bir sabun kokusu yayıldı. Yukarıdan di. Yatak odasını, kesif bir sabun kokusuyla
aşağıya bir fay hattı gibi yarılmış plastik çer- dolu bir şekilde arkasında bırakarak yeniden
çeveli aynanın karşısında sinekkaydı tıraşı- banyoya geçti. Aynada, ikiye yarılmış her iki
nı tamamladı. suretiyle ayrı ayrı göz göze geldi. Yüzünde,
Tavandaki altmış mumluk, akkor ampu- ha yağdı, ha yağacak bulutlu, ağır, karam-
lün cılız ışığına yanaklarını sırasıyla uzattı, sar bir havanın sarsak, sıkıntılı halini gördü.
aynadaki ikiye ayrılmış suretini iyice kontrol “Nereden çıktı bu nikâh işi” diye yeniden
etti. söylendi. “Zamanı mıydı yani!” Gömleğinin,
Yatak odasına geçti. Elbise dolabının zoraki bir araya gelmiş düğmelerini, ceketi-
kapısını araladı. Yere düşen dolabın ka- nin önünü ilikleyerek kapatmaya çalıştı. O
pağını tekrar yerine oturttu. Bunca zaman- da nesi! Gözü kol düğmelerine takıldı. Sol

Temmuz / 2020 59
koldaki sayısı üç olan düğmelerden sağ ta- biriydi karşısında duran. İki eliyle omuzların-
rafta sadece bir tane olduğunun daha önce dan tuttu, inanmaz bir şekilde silkeledi.
nasıl da fark etmemişti? Salondaki tahta do- “Hamit, sen değil misin?”
labın raflarını, çekmecelerini karıştırdı, gar- Üzerine bol geldiği her halinden belli olan
dıropta da aynı şekilde arandı. Eline aldığı ceketinin içinde kaybolmuş gibiydi. Kaşlarını
kutunun içindeki bir kaç düğmeyi inceledi, çattı, şaşkın şaşkın baktı yüzüne.
“yok!” dedi, “nerden olsun?” Plastik raflarda- “Sen de kimsin?” dedi.
ki başka bir teneke kutudan çıkardığı iğne “Beni tanımadın mı? Hanak Lisesinden
iplikle, soldaki düğmelerin birini söktü, ancak İbrahim!”
usta bir terzinin göstereceği el çubukluğuyla Yüzündeki tedirginlik, yeni çıkmış ayın
ceketin diğer koluna dikiverdi. Bir yandan da siyah bir bulutun arkasından bir görünüp
“ne götürsem ki?” düşüncesi aklında fink atı- kaybolması gibi eskiyiverdi. Geçmiş zaman-
yordu. Birden gözleri çakmak çakmak oldu. larda kalmış bir dostluğun, sıcak, sevecen
“Buldum!” dedi. Yatak odasına koştu, kitaplık duyguları aktı yüreğine.
olarak kullandığı üst üste dizilmiş plastik se- “Aaa, Güzel İbrahim, sen! Hani şu İstan-
lelerden oluşma rafların en üstündeki, üzeri bul’dan gelen?”
çiçek desenli başka bir teneke kutuyu aldı, “Tastamam öyle, o İbrahim!”
kapağını açtı. Gözleri, yaşamının onlarca yı- Hayretten açılmış gözleriyle baktı karşı-
lında biriktirmiş olduğu iyi-kötü, güzel-çirkin, sındakine. Kim önce davrandı, hangisi ilk
acı-tatlı ne varsa, anılarla dolu bir labirente hamleyi yaptı, nasıl oldu anlayamadılar. Bir-
düşmüş gibiydi. Dudaklarına ince, keskin bir den sarmaş dolaş oluverdiler; kendiliğinden,
gülümseme yayıldı. Hayatı boyunca sahip kuvvetlice, sımsıkı. Birbirine karışmış ter
olduğu, gözü gibi sakladığı tek ve en değerli ve parfüm kokuları arasında, çok eskilerde
parçaydı. Kutunun içindekini aldığı gibi ce- unutulmuş hesapsız, kitapsız bir kucaklaş-
ketinin cebine koydu. maydı bu. İçine sıcak sıvı konulduğunda
Akşamdan boyadığı kahverengi ayakka- renk değiştiren sihirli bardaklar vardır ya,
bılarını giydi. Artık tastamam hazırdı. Kapı- yüzü öyle olmuştu Hamit’in. Bir anda, sırtın-
dan çıkarken, en son ne zaman bir nikâhta daki soluk pembe gömleğinin rengi yürümüş
bulunduğunu düşündü, hatırlayamadı. Ka- de, önce boynuna, yanaklarına, oradan da
pıyı kapattı. Yüreğine ince bir akşam bulu- elmacık kemiklerine ulaşmış gibiydi. Kısa
tu gibi sızan, nedenini kestiremediği ısrar- gövdesiyle hiç kıyaslanmayacak kadar iri
lı, soğuk, ürkek duygularla baş başa kaldı. elleriyle, arkadaşının omuzlarından kavradı,
Vaz geçip vaz geçmemek arasında bir kez onu kendinden biraz uzaklaştırdı.
daha gidip geldi. Kirli bir İstanbul akşamın- “Dur sana bir bakayım. Nasıl da değiş-
da, yıllardır görmediği arkadaşına rastladığı mişsin? Sen söylemesen asla tanıyamaz-
o güne lanetler okurken, bodrum katındaki dım.”
rutubet kokulu merdiven boşluğunu bir çır- “Seni tanımamak mümkün mü?” diye
pıda tüketerek kendini apartman kapısından karşılık verdi diğeri, “bu kısa boy, bu çene,
sokağa atıverdi. kaşların, hep aynı. Hanak’ın dağlarında
Omzundan tutan bir el ile irkildi. önümüzden keçi gibi yürüyüşün, iri harflerle
“Hamit!” dedi bir ses. yazdığımız o slogan… Hiç unutmadım!”
Arkasını döndü. Yüzünde şaşkın bakışla- “Evet ya, çok iyi hatırlıyorsun, sen de var-
rı, takım elbiseli, kravatlı, temiz, şık giyimli dın orada, öyle ya.”

60 Temmuz / 2020
Bir an duraladı İbrahim, önemli bir şeyi Olmaz, der gibi göğsünü geri çekti İbra-
hatırlamış gibiydi. Sonra vazgeçti. him, eliyle Hamit’in omzuna dokundu.
“Ya, böyle olmaz, konuşacak çok şey “Kırk yılda bir buluşmuşuz, şöyle soğuk
var. Ne yıllardı Allahım, ne kadar zaman bir şey alsana” dedi.
oldu; sıkıyönetim, jandarma takibi, kayalar “Bana dokunuyor” dedi Hamit, “çay olsun
üzerine yapılan yazılamalar, lisedeki hoca- benimkisi.”
lar… Sahi kaç yıl geçti aradan, dur baka- “Peki” dedi, garsona taraf döndü, “bize
yım, yirmi, yok ne yirmisi, otuz; hayır hayır bir tekila ve çay”
daha fazla galiba…” Garson başını öne eğerek karşılık verir-
“Otuz sekiz yıl!” ken, İbrahim konuşmasını sürdürdü.
“Yapmaaa!” “Vay be, bu kadar sene sonra karşılaş-
“Evet, tam otuz sekiz yıl önceydi…” mak, inanılmaz bir şey.”
İbrahim, arkadaşının pembe şakakları- Hamit, merdivenleri çıkarken üzerinde ta-
nın üzerindeki kısık gözlerinin içine inanmaz şıdığı ağırlığı bir miktar atmış gibi konuştu:
gözlerle baktı. Silkelendi. “Evet, rüyamda görsem inanmazdım,
“Vay bee!” dedi, “koca bir ömür bu!” Ar- öylesine unutmuşum ki eski dostları. Şimdi
kasından ekledi, “Yok yok böyle olmayacak, seni görünce yavaş yavaş hatırlıyorum. Na-
hadi bir yere geçip oturalım. Şuracıkta bildi- sılsın, neler yaptın, anlatsana?”
ğim bir kafe var.” “O sene Hanak’ta bütün dersleri verip
Çiçek Pasajı’nın yanından geçerek Nevi- mezun olmuştum. Hacettepe iktisatı kazan-
zade’de bir barın önünde buldular kendileri- dım. Sonra biliyorsun 12 Eylül darbesi, zor
ni. Hamit kapıdan içeri girerken, bir yandan yıllar, emniyet, sorgu, içeri gir çık… Allahtan
kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Tavanı her an benim payıma fazla bir şey düşmedi…”
çökmek üzere olan bir yere giriyormuş gibi Burada durdu, yutkundu. Gözleri, bakıyor
tedirgin bakışlarla süzdü içeriyi. Yabancı, ama görmüyor gibiydi. Donuklaşmıştı:
slow bir müzik eşliğinde teras katın mer- “Ama birçok arkadaş…” dedi… Gerisini
divenlerini çıkarken saatine baktı, yarıma getiremedi.
yaklaşıyordu. İçerinin loş ışığında duvardaki “Neyse” diye devam etti, “Okul bitti so-
tablolara, boyu yüksekliğindeki akvaryum- nunda. Özel bir bankaya attım kapağı. Son-
daki balıklara, sütunların üzerinden sarkan ra Merkez Bankası’nın müfettişlik sınavları-
çiçeklere merakla göz gezdirdi. Kendini, nı kazandım. Şansım yaver gitti. Ardından
yeterince ayrıksı hissettiği bu ortamda, se- Para Piyasaları Müdürlüğü, derken iyi bir
bepsiz bir huzursuzluğa kapıldığını hissetti. kariyerim oldu. Bu arada evlendik tabii, iki
İbrahim’in kuru, tok sesiydi onu kendine ge- çocuk, okudular, büyüdüler…”
tiren. Bu arada elindeki dosyayı gösterdi:
“Ee, ne içiyoruz?” “Kızımın evlilik evrakları. Haftaya nikâhı
“Bilmem,” dedi, “sen bilirsin?” olacak, bundan daha güzel rastlantı olamaz-
“Ben bir tekila alacağım.” dı, bak davetlimsin, mutlaka geleceksin!”
İçerinin ağır, kuru, alaca karanlıktan iba- Hamit, bilmem ki, der gibi omuzlarını
ret havasının üzerine çökmüş gibi bir hali silkti. İçerinin ağır, kuru, alaca karanlıktan
vardı Hamit’in. Silkindi, bir omuz hareketiyle ibaret havasının daha da ağırlaştığını, üze-
ağırlığı üzerinde atmak istedi. rine üzerine çöktüğünü hissetti. Hiçbir omuz
“Çay” dedi, “ben çay alayım.” hareketinin, üzerindeki bu ağırlığı hafiflete-

Temmuz / 2020 61
ceği yoktu. Klimaların soğuttuğu serin hava, kadaşlardan birisi gelmemişti de, hani, bir
alnında biriken burcu burcu ter damlalarına lise müdürü vardı, örgütten, kireç torbaların-
engel olamadı. Cebinden çıkardığı çizgi de- dan birini sırtlayıp düşmüştü önümüze.”
senli bez mendille alnını sildi: Artık omuzlarını silkelemiyordu. Çayın-
“Bilmem ki...” diyebildi. “Demek evlene- dan bir yudum daha aldı. Deminden beri
cek kadar büyüdü kızın?” üzerine çökmüş o loş, renksiz, kuru ağırlık-
“Bilmem ki ne demek Allah aşkına!? Yıl- tan eser kalmamıştı. Gözlerindeki gülümse-
lar sonra sevgili dostumla karşılaşıyorum, me onun, geçmiş zamanların inançla, umut-
en mutlu günümde sen olmayacaksın da la, daha güzel bir gelecek hayaliyle dolu
kim olacak?” günlerine gittiğini söylüyordu.
Tekilasından bir yudum aldı. Onu, eski “Harflerin büyüklüğü iki metre vardı.” diye
zamanların anılar labirentine sürükleyen yü- mırıldandı.
zündeki bitimsiz heyecan dalgası hala din- “Vardı ya! Güya sıkıyönetim uygulanı-
memişti: yordu. Hatırlasana ilçe merkezinde 24 saat
“Vay anasını, ne günlerdi ya! Sen hep jandarmalar dolaşıyor, kimseye göz açtır-
bizi kollardın. Zor işleri hep kendin yapardın. mıyorlardı. Mümkünü var mıydı, duvarlara
Biz İstanbul’dan gelmişiz diye, bulaşık bile küçük bir slogan bile yazamıyorduk. Sabah
yıkatmazdın bize. Hatırlar mısın, Hanak’taki olduğunda ilçeden yükselen sesleri hatırlı-
karşı dağın yamaçlarına dev gibi harfleri na- yor musun?
sıl asmıştık?” “Evet” dedi Hamit, ceketinin eteklerini
Hamit, bunca yıl sonra, karanlık, kör bir oturduğu yerde bacaklarının arasına alır-
kuyuya bırakılmış ve bir daha hiç hatırlan- ken, “Tüm ilçe ayağa kalkmıştı…” diye gü-
mamış değerli bir şeyin, yeniden gün yüzü- lümseyerek ekledi.
ne çıkmasının verdiği tatlı bir tebessümle “Nasıl kalkmasın. İlçenin duvarlarında
gülümsedi. tek bir slogan dahi bulunmamasıyla övünen
“Hatırladım dedi… Nasıl da kalmış hafı- karakol komutanı, şafak söktüğünde, karşı
zanda?” dağın eteklerinde, boydan boya fosfor gibi
“Kalmaz olur mu? O günler öyle bir iz bı- parlayan yazıyı görünce deliye dönmüştü.
raktı ki bende. Biz iki kişi uçlarından tutarak Dur, ne yazmıştık sahi…”
bir kireç torbasını ancak taşıyabilirken, sen “Kahrolsun Faşist Diktatörlük…”
sırtına iki torbayı birden alırdın. Dağın yama- “Evet, evet, öyle. Askerlerin panik halin-
cına, sırtında ağır çuvallarla keçi gibi ilerler, de, dağa doğru koşuşlarını katıla katıla gü-
karanlığın içinde kaybolurdun. O da yetmez, lerek nasıl da seyretmiştik.”
dönüp bir de bize yardım ederdin…” Bir an için, ışınlanmış gibi gittiği başka bir
“Yok canım, o kadar da değil!” zamandan bugüne dönüverdi İbrahim:
“Olmaz olur mu? Biz İstanbul çocukları, “Sahi, sen neler yaptın bunca zaman, ne-
alışık değiliz diye, ha bire bizi kollardın sen.” relerdeydin, hep ben anlattım; çoluk çocuk,
Hamit gözlerini kıstı, yanaklarına hücum iş güç, anlatsana. Kusura bakma dostum
eden mahcup gülümsemeye istemsizce izin seni görmenin heyecanına ver…”
verdi: Hamit, hiç beklemediği bir soruyla kar-
“Liseden öğretmenler de vardı galiba o şılaşan insanların, şaşkın, faka basmış, ne
gece?” söyleyeceğini bilemez haliyle duraksadı.
“Evet evet, öğretmenler! Hatta köylü ar- Bir süredir üzerinden kalkmış olan içerinin

62 Temmuz / 2020
kuru, loş ağırlığının, daha da artmış olarak yecan dolu ifade yerini, acı ve keder içinde
omuzlarına, sırtına, ayaklarına kadar indiği- çizgilere bırakmıştı bile. Aralarına giren ka-
ni hissetti. Bununla kalmadı, bunca ağırlığı lın suskunluk duvarını, İbrahim’in güçlükle
taşıyan bedeninin ezile ezile yüreğine kadar fısıldayabildiği birkaç sözcük bozdu:
ulaşan bir basınca dönüştüğünü fark etti. “Nişanlıydın o zamanlar?”
“Ben” dedi… Başını sallayarak onayladı Hamit:
Sanki medet umarcasına, bardağından “Evet, 1984’te cezaevinden çıkınca ev-
bir yudum daha aldı, devam etti: lendik. Kızım, ben cezaevindeyken doğdu.
“Ben hapisteydim…” Sonra…”
“Hapis mi?” diye sordu İbrahim, “ne hap- “Eee, sonra?”
si, ne zamandır?” “Olmadı, ayrıldık…”
Elindeki cam bardağın derinliklerinde bir Hamit, parmakları arasında tuttuğu bar-
yerlere bakar gibi tamamladı: dağı çevirmeye devam ediyordu:
“32 yıldır…” “Altı ay önce tamamladım cezamı. Dışa-
Bildiği ama anlamadığı, gördüğü ama rıya alışmaya çalışıyorum. Öyle çok şey de-
kötü bir düş sandığı, duyduğu ama kulakla- ğişmiş ki…”
rına inanamadığı bir şeyle baş başa kalmış İbrahim, elini arkadaşının eline götürdü,
gibi oldu İbrahim. Belleğindeki bütün söz- avuçladı, sıktı.
cükler sırra kadem basmış da söyleyecek “Üzüldüm ya, hiç haberim olmadı.” dedi.
tek bir sözcük bulamamış gibi bakışlarla ka- Sonrasını anımsamıyordu Hamit. Kısa
lakaldı. sürmüştü zaten. Tek hatırladığı kalkarken
Bir an bir sessizlik oldu. Buzdan bir ses- İbrahim’in sıkı sıkıya tembih ederek aldığı
sizlik. Barın içindeki her şey dondu kaldı. sözdü:
Duvardaki tablolar, akvaryumdaki balıklar, “Bak kızımın nikâhı haftaya, mutlaka ge-
sütunlardan sarkan çiçekler derin, içten, buz leceksin, mazeret istemem!”
gibi katılaşmış olarak bir süre öylece bekle- Önce, bu samimi daveti nasıl atlatırım
diler. Sanki buna, ses sisteminden yayılan diye kıvırmaya çalışmıştı Hamit.
müzik de ara vererek eşlik etti. İbrahim’in “Ya, bilmem, nasıl olur, bir bakayım…”
yüzü, içerinin buza kesen sessizliğini bir Bu beceriksizce kıvırma hamlesini anla-
parçası gibiydi. En önce o çözüldü. Az ön- mış, kesinkes karşı çıkmıştı diğeri.
cesine kadar, eski zamanların umut, sevinç, “Öyle şey olmaz! Bilmem falan yok! Bana
baş etme, dayanışma dolu anılarından, bü- burada söz vermelisin, yoksa şuradan şura-
tün hücrelerine kadar işleyen buzdan bir so- ya gitmem, bilesin!” deyip çantasından çı-
ğukluğa dönüşmek kolay olmasa gerekti. kardığı davetiyeyi eline tutuşturmuştu.
“Nasıl yani?” diyebildi İbrahim. On yıllar öncesinin başka bir zamanına
Hamit, elindeki boş çay bardağını halka ait, bambaşka duygularıyla yüklü, bu sıcak
halinde çevirdi: ve içten davete daha fazla direnememişti
“12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra tutuk- Hamit:
landım, dört yıl yatıp şartlı tahliye ile çıktım. “Peki, demişti,” gözlerine iliştirdiği seve-
Bir yıl sonra, yeni bir örgüt suçu, şartlı tahli- cen gülümsemeyle, “söz, geleceğim.”
ye yandı. Sonrası işte…” Ayrılırken bir de telefonunu istemişti İb-
İbrahim’in, karşılaştıkları ilk andan itiba- rahim. “Yok!” demişti Hamit, tek sözcükle
ren yüzüne demir atmış olan sevinç ve he- “yok!” Başını önüne eğmiş, dudaklarına is-

Temmuz / 2020 63
temsizce asılan hafif bir tebessümle “her hareketli danslar, oyunlar, kesilen pasta ise
şey çok değişmiş, teknoloji de öyle, alışaca- dahasıydı… Takı merasiminin kalabalığın-
ğım galiba.” demişti. dan özellikle uzak durdu. Gelin ve damada
Cezaevinden çıktığı ilk gün, eskiden çok son takılar iliştirilirken ürkekçe araya sokul-
iyi bildiği semtlerin tıka basa beton bloklarla du, gençleri kutladı. Sonra, İbrahim’e ve eşi-
dolu caddelerinde şaşkınlık içinde dolaşır- ne yöneldi. Eşinin elini sıktı, tebrik etti. İbra-
ken, yoldan geçenlere telefon edebileceği him’le kucaklaştı:
bir postaneyi sorduğunda, yüzüne şaşkın- “Kusura bakma, bir şey alamadım çocuk-
lıkla bakan insanları anımsamasından kay- lara” dedi, sağ elini ceketinin cebine soktu.
naklı bir tebessümdü bu… Cebinden çıkardığı eliyle, İbrahim’in elini
Bir dolmuş ve ardından metrobüs. Bey- sımsıkı tuttu. “Otuz iki sene boyunca sahip
likdüzü’ndeki otele varması bir buçuk saatini olduğum en değerli şey, kabul edeceğine
almıştı. Dolmuştan indikten sonra üç durak- eminim.”
lık mesafeyi yürümeyip metroya binseydi Göz göze geldiler. Elleri ellerindeydi.
belki daha erken varabilirdi. Hiç önemli de- Gözlerini sempatik, alçak gönüllü bir tevazu
ğildi. Bu aralar zamandan çok sahip olduğu ile kısmış, ince, naif, pembe bir gülümse-
başka bir şey yoktu. me yayılmıştı yanaklarına. Kucaklar gibiydi
Beylikdüzü’nün sırtlarında bir mızrak gibi bakışları.
gökyüzüne yükselen otelin siluetine uzun Çok eski zamanların puslu dünyasında
uzun baktı. Giriş kapısını bulmakta güç- unutulmuş, belki erken hayallenmiş bir dün-
lük çekmişti. Otel binasının biraz uzağında yanın acı, tatlı, bir o kadar hüzünlü anılarıyla
araçların giriş çıkış yaptığı bariyerli yola yö- karışık bu bakışlara gözlerini kırparak kar-
neldi. Kendisinden başka yürüyerek gelen şılık verdi İbrahim. Aynı içten, derin, hayran
kimse yoktu. Kulübedeki görevlilerin kuş- bir sevecenlikle. İki adam, ayakta bir süre
kulu bakışlarından, davetiyesini göstererek öylece kaldılar.
kurtulabildi. Otelin bol makyajlı, şık giyimli, Sessizliği bozan Hamit oldu. “Hoşça kal
titrek bedenli kadınlarından yayılan parfüm dostum” dedi, arkasını döndü, kapıya doğru
kokuları arasında, çiçek ve çelenklerle süs- yürüdü. Ceketinin düğmelerini aceleyle çöz-
lenmiş, parlatılmış kahverengi beyaz İtalyan müştü bile. Balo salonunun çıkış kapısına
mermerleri üzerinde kendini bir hiçliğe hap- doğru uzanan kırmızı halı zemin, sonsuzluğa
solmuş gibi hissetti. Her halinden üstüne bol uzanan bir yol gibiydi. Cezaevinden çıkarken
geldiği anlaşılan, kirli sarı elbiseleri içindeki koğuş arkadaşının ona verdiği, kirli sarı ta-
ürkek, tedirgin yürüyüşüyle balo salonuna kım elbisenin içinde sırılsıklam olmuştu.
doğru ilerlerken, nikâh törenine gelmeyi ka- İbrahim, olduğu yerde, arkasından ba-
bul ettiği o güne bir kez daha lanetler okudu. kakaldı. Arkadaşı, kırmızı halının sonunda-
Salonun sahneye en uzak, tenha bir ki döner kapının kanatları arasında gözden
köşesine saklanır gibi oturdu. Bulunduğu kaybolduğunda ancak kendine gelebildi.
yerden izledi bütün seremoniyi. Nikâh me- Avucunu yavaşça açtı, üzeri beyaz çizgili,
murunun gelişini, damadın gelinin ayağına küçük kahverengi taş parçasına şaşkın şaş-
basmasıyla yükselen kahkaha tufanını, ke- kın baktı.
silen kırmızı kurdeleyi, aynı yastıkta birlikte
kocamak yönündeki dilekleri… Kulak zarla-
rını patlatırcasına müzik eşliğinde yapılan

64 Temmuz / 2020

You might also like