You are on page 1of 64

Pasionaria:

Dolu Yaşam
Yalın Ölüm
Hayranle�rına göre Dolores Ibarruri hem İspanya İç Bu sırada. en büyük rakibi Jesus Hernandez ve Ko
Savaşı'nın esin verici kadın kahramanı, hem de Sovyetler nıünist hareketin uluslararası önderlerinden Georgy Di­
Birliği'nin Alman İstilacılarına karşı savaşında oğulla­ mitrov ile Dimitri Manuilsky trafından sert bir biçim­
rından birini yitiren bir ana olarak, dünya analık sem­ de eleştirildiğinde. Passionaria. bu olaydan kısa bir süre
bolüdür. Düşmaniarına göre ise kana susamış, etkile­ sonra ölen Jose Dıaz'a �;;,hL::!i bir saldırı· başlattı. Bu­
yici söylevleriyle sağ kanat milletvekillerinin bütün ce­ nun ardından, olağanüstü bir başarıyla, usta bir politik
saretini kıran, dehşete düşüren bir cadıdır. Oysa ger­ kişiliği olan Hernandez karşısında ondan çok daha iyi
çek, bu iki aşırı yargının kesiştiği noktadan başka bir bir manevra yaptı. Hernandez, zamanını, sıradan insan­
yerde. Madrid'i savunanlara manevi güç vermekte üst­ lardan meydana gelmiş olan militanları sürgüne gönder­
lendiği görev, kuşatılmış şehrin kadıniarına söylediği mek için harcarken, Dolores, Kremlin'in en üst düzey­
unutulmaz sözler, Cumhuriyet yandaşı olan uluslarara­ deki yetkilileriyle ilişkilerini geliştirmekteydi. Diaz'ın
sı tugayları harekete geçirecek güçteki ölümsüz söyle­ öldüğü aylarda efsanevi Pasionaria kişiliği gelişmeye
viyle Dolores lbarruri, şüphesiz ki çok büyük bir tari­ başladı ve ölen başkanlarının en yakın dava arkadaşı ola­
hi kişiliktir. Bununla birlikte, çok iyi bilinen ihtiraslı rak tanıtıldı. Bir yıl içinde Hcrnandez ve taraftarları
görünümü, hem komünist efsanenin ateşli kişiliğini, hem grup'tan atıldı ve 1944 yılında Pasionaria'nın tartışma
de anti-komünist düşüncelerini kesin olarak tanımlar. götürmez önderliği kabul edildi.
Ancak yorumlar birer hata değil elbette; ne var ki, ger­ Pasionaria bir teorisyen değildi; Marksizm'e hiç bir
çek Dolores Ibarruri'yi tam olarak açıklamayı başara­ şekilde katkıda bulunmadı. O, coşkun bir Stalin hayra­
mayan eksik görüşlerdir. nıydı.
Bir komünist olarak kişiliğinin belirgin özellikleri güç­ Parti militanlarıyla ardı arkası gelmez görüşmeler sık­
lülüğü, gerçekçiliği ve esnekliğiydi. İlerleyen yıllarda laşan örgütsel ilişkiler sonrasında Franco'nun düşüşü­
birlikte İspanya Komünist Partisi'ni kurmak onda sabit ne kaçınılmaz ve yakın bir sonuç olarak bakılınaya baş­
bir fikir halini almıştı. Gerçek Pasionaria, acımasız sür­ landı. SBKP'nin 1954'deki oturumunda, Anarşist, Sos­
gün yılları ve Franco'ya karşı girişilen mücadele sıra­ yalist ve Cumhuriyetçi kişiliklere ağır saldırılar yönel­
sında soğukkanlı, duygularına pek kapılmayan birisi ola­ tirken, bir yandan da bu kişilerin halk arasındaki yan­
rak ortaya çıktı. daşlarından bağlı oldukları kişileri terk edip Komünist
İç savaş sırasında Pasionaria etkili konuşma yetene­ Parti'ye gelmeleri için çağrıda bulundu. Diğer partile­
ğiyle piyada askerlerine moral verirken, Jose Diaz da rin üyelerini 1930'lardaki yenilgiden sorumlu tuttu ve
K. Parti başkanıydı. Diaz'ın Tblisi'deki kuşkulu ölü­ onları giderek Amerikan Emperyalizmi'nin taraftarı ol­
münden önce SBKP başkanlığında kötü ve amansız bir makla suçladı.
güç savaşı başlamıştı. Pasionaria'nın Krernlin'de hüküm 1950'1erin ortalarında, Carrillo'nun Parti içi mücade­
süren fırtınalara karşı kendini kabul ettirmesi, onun yet­ leyi başlatmasından sonra, Dolores lbarruri son dere­
kinliğinin başarılarından biriydi. Taktiğine uygun olan ce açık bir tavır koydu: İspanyol K. Partisi'nin Carrillo.
akılcılığı ve esnekliğini, Komünist Parti Sekreterliği ile Fernando Claudin ve Jorge Semprun tarafından liberal-
daha ilk görüşmesinde ortaya sermişti. (deı•anu 6. savfada)

BROY ŞİİR DERGİSİ/NİSAN -ARALIK '89/'IDPLU SAYI: 42-50


sahibi: meliha akça • yazı işleri müdürü: mürnin dikduran • yönetim müdürü: muharrem akça • yayın yönetmeni: seyyit nezir •

yayın danışmanı: nesrin arman • yazı kurulu: müştak erenus- nesrin arman · vaysel çolak . metin cengiz - seyyit nezir • sanat
danışmanı: hayati asılyazıcı • dizgi: kros • ofset ha::.ırlık: hoy ajans (her oylumda yayın ajansı) 526 20 93 • baskı: kent matbaası
• yönetim yeri: muh ittin mah. arslan sok. 3719 çorlu • islanbul temsilciliği (yazışma adresi): ankara cad. vilayet han 205 cağaloğlu
(yayınlansın ya da yayınlanmasın, gönderilen yazılar geri verilmez, deneme yazılarının -çift aralıklı- beş, inceleme yazılarının
yedi sayfayı geçmarnesi rica olunur • i::.mir temsilciliği: veysel çolak, p.k. t08/izmir • abone koşul/an: altı aylık 20.000.- TL.,
yıllık 36.000.- TL., yurt dışı abone 50 DM (yurt dışından abone olmak isteyen okurlar, abone tutarını/ iş tutarını/ iş bankası,
cağaloğlu şubesi, muammer akça- 30100/1067 nolu hesaba yatırmalıdırlar) • yurt içi abone: posta çeki- 191647 (muammer
akça) • reklam fiyat/an: iç sayfalar 600.000.- TL (tam sayfa) • Genel koordinat ör: Namık Kemal Atalay
2
'---R
----,. OY ŞiiR DERCiiSi [}i](Q)v p;J,�[f\1]� ÜRÜNÜoü--------'
Nef'i
B ve Marks
ilinenibilinmeyen nedenlerle, Broy 'un Ma\'i.\"89 say1s1, filmleri bile çekil­
mişken bask1ya girememiş, okura ulaşamwniŞ11. Nitekim derginin bu toplu
'89 sans111da rer alan pek rok raz1. Man.ı· .W.\'/ Sina aittir. Geren ar/ar irinde ya­
�lşarak, El'lül ortalannda olduğu gibi, bir araw gelerek kendimde ve toplumsal­
tarihsel durumla hesap/apnanliZI kesintisi� siirdiirdük. Ve\'sel Çolak '111 gariptir,
ra�i/1 bir tek salin _mk etmemek, gün ola direrek saklamak gibi bir huyu vard1r.
Gülümsüyor
Konuşmalardaki not/an, mektuplardaki kimi elimle ı·e paragraj/an -Yenibütüncü
Manifi•.\"lo 'nun ikinci w li ger ide kolirken HlfJI{mas/ gereken toplu değerlendirme­ SEYYİT NEZİR
ri, bir arara gelip de kotarwiW\'1/lCa- reniden kurxulayarak bir bütünlüğe ulaş-
1/rmlş. Birfi�r kla ki. Ymibiitiincii sajlardan aynlan Hüseyin Haydar arkadışimi­
VEYSEL ÇOLAK
Z/ll yeri, bu ke�.. eskilerden bir daı·ersiz m imjir le do/durularak .. . 1 SE YYiT NEZiR TUGRUL KESKİN
METİN CENGİZ

V. ÇOLAK: "Van Gogh'un elleri kadar suçlu elle­ geçmişe ve geleceğe uzanan bir değerlendirme yapsın,
riniz." Marks, Lenin, Engels, Che... kadar kırgınsı­ son derece ilginç olmaz mı?
nız. Bulunduğunuz bir yer var. Bunu bilenler ve bil­ V. ÇOLAK: Bizce olur da.. .
meyenler var. Ama Seyyit'in söylediğini tersinden oku­ NEF'İ: Sizi ürpenecek, bulunduğunuz yerin neden gü­
yarak söylersek "iyi yerdeyiz." Bunun altını da dur­ zel olduğunu anımsatacak bir şey var galiba. Sürekli­
madan çiziyoruz. liği yaşıyor ve yaşatıyorsunuz. Az gidilip uz gidilip ge­
Ben, burada toplanıp görüşmeyi kararlaştırdığımız riye bakıldığmda görünmüyor kalkılan yer. Biz bulun­
gündeme geçmek istiyorum. . Ama Tuğrul'un dediği gi­ duğumuz yerde iyiyiz, iyi yerdeyiz. Dilin bir masal kı­
bi, Manifesto'nun yayınlanmasından bir süre sonra ara­ lıcı olduğunu düşünüyorum hala. "Merkez-i hiike
mızdan kaçareasma uzaklaşan Hüseyin Haydar'ın gi­ atılan' ' Namık Kemal ''Kürre-i arzı patlatmak ' ' üzre.
dişiyle, dört kişi kalmış değiliz. Henüz tanıştırmadığı­ Nedim, o şuh'la birlikte.
nız biriyle karşı karşıyayım. Kimin sürprizi bu? Ania­ S.NEZİR: Bu sözlerde gündemimize bir müdahale
tın da bir an önce gündeme geçelim. mi var? Dolaylı bir öneri mi yoksa?
NEF 'İ: Eee... Sevgili Veysel, arkadaşların da senin V.ÇOLAK: Arkadaşlar, bu doğrudan doğruya Ner­
konumunda. Benim burdaki varlığımı; onlar, senin bir i'nin bir kılçığ ı...
oyunun sanıyorlardı kanısındayım. Gördüğünüz gibi T.KESKİN: Nef'i nerde arkadaşlar? Nereye kaybol­
hiçbiri değil. du?
T.KESKİN: Söyle kardeşim kimsin? Tavrın güzel M.CENGİZ: Korsanlığını yaptı desenize.
de.. . V. ÇOLAK: Meraklanmayın arkadaşlar. Burda bir
NEF'İ: Sabredin. Anlatıyorum: Çoktandır çalışma­ yerlerdedir.
larınızı izliyorum. Hem sizinleydim, hem dışınızdaydım S. NEZİR: Bir dizeye yerleşmiştir, kim bilir?
anlayacağınız. Yenibütün Manifestosu 'nda gelenekle il­ T.KESKİN: Uzayıp giden bir 'a' harfinde de olabi­
gili çözümlemeleriniz, getirdiğiniz görüşler, dikkatimi lir.
çekmişti. Ülkemiz, hatta dünya için bir öneriydi orta­ V.ÇOLAK: Tamam, tamam arkadaşlar. Nef'i ken­
ya koyduklarınız. Sonra bireye bakışınız. . . Bu bile; be­ di gündemini yaptı. Bizim gündemimize girip orda kaldı
nim burda olmarnı anlayacağınız güvenini verdi. diyelim. Yani Nefi hep aklımızda. Gündemimize dö­
M.CENGİZ: Sağ ol. Sabırsızlanmak da hakkımız nüyorum. Bulunduğumuz yer, bir yangın yeri. Ve ya­
ama' . . lınayağız. Bu açık. Bizi zorla temsil etmeye kalkanlar­
S. NEZİR: Bırakın d a dinleyelim. Dinliyoruz, evet! dan utanıyoruz. Aslında bu, ülkemize duyduğumuz sev­
giyi azaltmaya yönelik. Ama mümkün değil. Çünkü bi­
NEF'İ: Hak/ısınız. Bitiriyorum: Son ana kadar bu­ liyoruz, artık dünyanın her yeri biraz da Yunt Dağla­
raya gelmeye niyetim yoktu. Başka bir sürprizm vardı rı'dır, Manisa'nın Osmancalı köyüdür. Demir Çelik'­
size. Derginin baskıya gireceği tarihi öğrenip matbaa­ ten Ali; Amerika'daki, İngiltere'deki, İtalya'daki... bir
mza gidecektim. Orda ne yapacaktım biliyor musunuz? başka işçinin kardeşidir. Her biri için grev yerleri kır­
Bir korsan gibi dergiye girip bir köşe edinecektim ken­ mızıdır, beyazdır. Her grev yeri, bir çocuğun gülüşü­
dime. Sonra bir korsan gibi çekip gidecektim. Sizin bü­ dür, bir bahar dalıdır. Sonra holdingler holding; dev­
tün dergilere bir korsan gibi girip çtktığınızı düşünün­ let devlettir. Öte yandan aşksa hep anarşisttir. Bir yanda
ce vazgeçtim. Toplantı tarihinizi öğrendim, çağrılma­ sadece beyniyle yaşayanlar, bir yanda da bütün göv­
yan bir konuk olarak burda bulunuyorum işte. desiyle yaşayanlar var. Bir de yaşamayanlar var tabii,
M.CENGİZ: Arkadaşlar, izin verirseniz, Nef'iye yalnızlığın tadını çıkarabiliyor olabilirler. Yorgunuz bel­
gündem dışı bir soru sormak istiyorum; o da şu: Nef'i ki, daha da yorulacağız. Ama gövdeyle yaşamaya de- 3
Ülkemiz hatta ------- �'!\:�·�··
dünya için bir rağının sarılığında solmaya devam ediyor. Küba, ür­
kütücü bir sessizlik içinde. Arnavutluk yok sanki. Çin
öneriydi ortaya tünellere saklanıyor ama sığınıyor. Bütün bunların ne­
koyduklannız. deni açık ama...
M.CENGİZ: Veysel, daha somut olmak gerekmez
Sonra bireye mi?
bakışınız... V. ÇOLAK: Tabii. Aslında söylediklerim pek anla­
şılmaz değil. Yaşanan olaylar, sistemlerin sarsılması,
bilimsel olanın; diyalektik ve tarihi materyalizmin bir
ğer bu. Genel sapıamalar için Seyyil'e sözü bırakmak is­ zaafı değil. Olamaz da. Olsa olsa uygulanan politika­
tiyorum. Sırayla sürdürelim, derim. ların insana, insani olana ters düşmesidir. Bugün ze­
S.NEZİR: Konuya doğrudan dalmak gerekiyor ga­ min kaybedilerek insanın peşine düşülmüştür. Bunu,
liba. Şu birkaç dakikada konuştuklarımız, Nefi'nin or­ bizler, alabildiğine yoğunlaştırarak Yenibütüncü Şiirin
taya çıkıp kaybolması güzel. Bir bakıma şiirin tadını Manifestosu'na belirleyici bir öğe olarak koymuşken
çıkartıyoruz! Bu gerekli; gerekli ama yetmez. Kendi­ Türkiye'de yaşanan kekemelik; hala sürüyor.
mizi bildik hileli, verili olanla kapışığız. Değerleri ye­ M.CENGİZ: Çok önemli bir nokta bu. Biz bireyi,
rine koyma savaşımı sürüyor. Şunun anlaşılması çok bireysel olanı öne çıkardığımızda bireycilikle, reviz­
önemli: Teslim oldukça barışığız. Yani bir denge yok! yonistiilde suçlandık. Aradan iki yıl geçmeden, yaslan­
Toplumsal banş da sadece göstermelik, yani yapay, yani dıkları değerlerin tümü eskidi. Bu ölçütsüzlük, kendi­
yalan. Yapılan, şeytanın avukatlığından başka bir şey lerine bile bir yer bulup yerleşmelerine; daha doğrusu
değil. İnanmak kolay. Öyle yaşamak da kolay. Oysa kendilerini kurtarmalarına büyük bir engel oluşturuyor.
bu kolaycılık hayata ihanettir, insana ihanettir. Yeni­ Bir yol var. Önyargıdan uzak olmak zorundalar. Ayrı­
bütüncü Şiirin Manifestosu bu ihanete karşı gövdeleş­ ca abece'den başlamak zorundalar!
medi mi? Manifesto'nun öngörü boyutu, insan onuru­ T. KESKİN: Doğru. Öte yandan, gecikerek de olsa
nu korumaya yönelik değil mi? bireyi kavramaya, düğümün onda olduğunu görerek
T. KESKİN: Ancak bu kadar değil! "sahiplenmeye" kalkışanlar hep kekeliyor, Veysel'in
S.NEZİR: Sürdürüyorum: Neydi? Kabaca tanımlar­ dediği gibi.Bu da sevindiricibir şey. Manifesto'nun ge­
sak, revizyonizme, oportünizme, uvriyerizme, popü­ nelleştirdiği, kitlelere mal ettiği bir kazanım bu. He­
lizme karşıydık, karşıyız. insani olanın altını çizerek, nüz yüzeysel olmaktan kurtulamıyorlar görüldüğü, sap­
örgütlü hareketlerdeki feodalizmi reddediyorduk. Karşı tandığı gibi. Bu da henüz Manifesto'daki derinliğe ini­
çıkmayı da geltneğin içinde görerek, bunun teorik te­ lemeyişinden geliyor.
mellerini göstererek, gelenek'e yeni bir boyut kazan­ NEF'İ: Unutuyorsunuz. İnsanı sevmek de gelenek so­
dırıyorduk. Asker olan da insandı bizim için, partinin runudur. Hem bu, sizin Manifestonuzdo. üstü kapalı ka-:
camını silen de. t>utları yıkanları putlaştıranlara da kar­ lıyor. Bence, asıl önemli olan bu. Kuramlar, kuram­
şıydık. Bütün bunlar, gereksinilen platformu oluşturmak­ sal doğrular, ancak burdan çıkanıtıp yaşama uyguta­
tan başka bir şey değil. Gene bu oluşumu sürdürmek nırsa sonuç alınabilir. Hepsi gidiyor ama insan kalı­
ve savunmak zorundayız. Ancak bu, bizi insana vardı­ yor.
m. Nef'i'nin söylediği o masal kılıcı dil'i açığa çıkar­ S.NEZİR: Bir kılçık daha, ama doğru. Çünkü yaşa­
tır. İnsandan yalıtılmamış gerçek şiire... nanla kuramsal olan hep ayrı düşürüldü. Sonunda da
T.KESKİN: Genel doğruları.yinelemekte yarar var. bir tarihsel daralmaya gelindi.
Süreklilik adına. Hele 12 Eylül'ün getirdiği kopukluk V.ÇOLAK: Evet, insanı yaratıcı kılan ve şimdi bir
sadece demokrasiyle sınırlı değilse! Nedense sadece bu güzel açılışa, yeni, gepgeniş u.fuklara.
· söyleniyor, yeliniliyar bununla. Ahlaki erozyon, kişi­ S. NEZİR: Yalnız, atianmaması gereken önemli bir
liklerin bulanıkiaşması; apolitikleşme, teslimiyet, kof­ nokta var. Ülkemizde demokratlar dahil tüm sosyalist-
laştırılınış sanaı-şiir, görmezlikten geliniyar hep. Terk
edilen mevzileri yeniden kazanmak, kimin aklına geli­
yor?
V.ÇOLAK: Her şiir bir öncelcine ihtilal değil. Olan Aşk hep
bitenlere Marksizm gülümsüyor. Suçüstü yakalanma­
anarşisttir.
nıiı bir garip biçimi yaşanıyor. Almanya'da yıkıldıkça
yeni bir duvar örülüyor. Sovyetler Birliği kendine sal­ Bir de
dırıyor. Beyni gövdesine sığınıyor. Bir Doberman öf­
kesi pekiştiriliyor. Bulgaristan, T.Jivkov'u değiştirmek-
yaşamayanlar
4 le kendini aşacağını sanıyor. Dimitrov bir tütün yap- var tabii.
Marksizm,
ler, sosyalist blokta olanlara bakıp kendine bir zemin olan bitene
oluşturamaz. Örneğin bir Doğu Almanya'da olanlara
eklenemez. Bu, köksüzlüğün yeniden seçimidir. Top­
gülümsüyor:
lumsal yapılanmalarda modeller olamaz. Her model ··n bunlann
halkların kaderlerini tayin edişte biçimlenir, açığa çı­
kar. Bu, toplumsal bir etkileşim, dönüşümse,bir kül­
nedeni
türü de açığa çıkartır. Böylece, sanatsal olan her şey açık ama...
kendine yeniden bir tanım bulur. Yaratılanlar da, ol­
mayan bir şeyin değil, olan bir şeyin karşılığıdır.
T. KESKİN: Örneklersek, dergi çıkartıp bu etkinlik­ bütün dünyanın bireysel yetkinliği aramaya çıkacağı.
le yelinmek başka bir şey; bir etkinliğin dergisini çı­ Şimdi bu süreç başlamış bulunuyor.
kartmak daha başka bir şeydir. Herhalde aniaşılmayan M. CENGİZ: Bireye karşı olana, suçüstü yapılıyor
bu, değil mi Seyyit? desene.
S. NEZİR: Evet, evet. .. İnsanın dünya deneyimlerin­ T.KESKİN; Eh! . . Bu, elbette başka türlü tanımla­
den yararlanması başka şey, kendi somut koşullarının namaz. Şu da var: Tanımlamak yetmiyor tabii, yaşa­
belirleyiciliğine öncelik tanıması başka şeydir. Bunun nır kılmak da gerekiyor.
atianınası hep bir labirentte sıkışıp kalmayı getirmiş, M. CENGİZ: Varılan yer, nokta burası zaten. Yok­
kişinin kendine uzak düşmesine varmıştır. Veysel'in de­ sa gene yaşananın dışına çıkılmış olur. Yenibütüncü
yimiyle; birey, kendini biriktirememiş, kendine biri- Manifesto, sosyalizme yamanan sektarizmin aşılması­
nı iki yıl önce işaret etti. Ama hala yaşanan bir ürkek­
Teslim oldukça lik var. Ülkemiz insanı, bireyselliğini yaşarken, nedense
banşığız. korkulanıyor. Elbette bu da aşılacak. Öteden beri ya­
pay bir sosyalizmi dayatanlar büyük bir şaşkınlık ve sus­
Öyleyse kunluk içinde. Yanıldıklarını söyleyememeleri ne kö­
tü.
hiçbir zaman
V. ÇOLAK: Kendiliğinden bir sınıf oluşturan işçile­
denge yok. rin, kendileri için bir sınıf olma bilincine varabilmele­
ri de birey olmalarına bağlı bir şey. Bunun bilincinde
olanlar, istikrarlı bir şekilde düşünce üretmeye devam
.ediyorlar. Öte yandan politikaya sığınan şiiri, sanatı sa­
vunanlar, kaba gerçekçiler, ellerindeki formülü kaybet­
kememiştir. Böyle olunca; gerçek, kalıcı tarihsel eğri­ miş durumdalar. İnsan gerçeği tarafından eskitilmiş bir
si belirlenmiş bir toplumsal birikme de olamadı. formüldü çünkü bu.
M. CENGİZ: Bunu biraz daha açmak gerekiyor, sa­ T.KESKİN: Bu oluşumlar tam tersine anlaşılırsa,
nırım. o kötü. Çünkü sanatın içeriğinden yoksun düşürülmesi
V.ÇOLAK: Evet. Yenibütüncü Şiir, bir Manifesto'y­ gündeme gelebilir. Toplumsal sınıfsal örgütlenmeler er­
la çıktı. Kendini yok etmeyi amaçlamaktaydı. Çün­ telenebilir. Henüz yaşamca özümsenmesinin başların­
kü, kendini aşması, varlık nedeni olan olumsuzlukla­ da olunan Marksizm-Leninizm terk edilebilir. Yani, in­
rın aşılmasından başka bir şey değildir. Bu bile tam an­ sana, bireysel olana Marksizm'den vanlabileceği _gö­
laşılmadı. Ya da anlamak istemediler. Özünde insan rülemeyebilir.
vardı, insan onuru vardı. Kültürel besinin doğru bir ta­ M.CENGİZ: Bütün bu konuştuklarımız, genel'de ku­
nımlanması ortaya konmuştu. Çünkü kültürel besinden caklayıcı saptamalar. Ama bugünden sonra, siyasi ya-
payını alamayan kişi ve bir siyasi hareket gelişmezdi,
gelişemezdi. Bireyin doğallığından yalıtılmış olması,
aslında tragedyasına uzak düşürülmesinden başka bir
şey değildi.
M.CENGİZ: Sonuç? . .
Bireyi
V. ÇOLAK: Sonuç ortada. İnsandan yola çıkmayan­ kavramak,
lar, insana varamıyorlar hiçbir zaman. Bugün sosya­
list blokta yaşanan ne varsa, tümü, birçok kişinin san­
düğümün onda
dığı gibi sosyalizmin iflası değil. Ancak, bu geçici sü­ olduğunu
reçte insani boyut tamamlanıyor, denebilir. Yenibütün­
cü Manifesto'nun içerdiği saptarnaların yanında tek ve
görmek
belirleyici olan bir öngörü vardı: Kısa bir süre sonra gerekiyor. s
Yenibütüncü _______ ,ttı=�•.J ••
Manifesto'dan
V.ÇOLAK: Temelinde insanın, bireyselliğin yerleş­
sonra, bireye tirildiği bir estetik arayış . . . Sanatın, şiirin bir organiz­
karşı olana ma olduğunu unutmadan tabii.
NEF'İ: Biz tarihin bir kesitini tanımlıyoruz, onun kar­
suçüstü şılığıyız. Uzun ve bilinen hikiiye. Siz tarih yapmaya baş­
yapılıyor. lamıştınız, devam edin. Ayrıca başka şansınız da yok.
V.ÇOLAK: Tuhaf! Bunları Nefi söylüyor!
pılanmanın ve sanatın gereksindiği noktaları da belirt­ S. NEZİR: Hep bilinen şey: Tarihin tekerleği! Hep
miş oluyor. ileri gidiyor! Yeni olan da bunda gizli aslında. Dünden
S. NEZİR: Yani yaşayan bir sanat, yaşayan bir poli- bugüne gelende, geleceğe uzayanda saklı bütünlüğü hep
tika. . . Kişinin kendini aşmasını sağlayan biravandgar- görebilmek. Nefi'den Nazım'a ve sonrakilere. Yeni olan,
dizm .. . bu bütünlükte. oemayandan esinli değil'

Pasionaria: Dolu Yaşam, Yalın Ölüm gulamaya dökülmesi ise "Genel Barışçı Darbe" oldu.
Bu kez, Dolores, diğer liderlerle birlikte buna karşı çıktı.
leştirilmesi çalışması, İÇ Savaş'ın emektarlarından olan Carrillo, Partisinin gücüne gereğinden fazla güvenin­
Passionaria, Yicente Uribe ve Antonio Mije'nin başkan­ ce, 1958'de bu poitikanın uygulamaya dökülmesi umul­
lık ettiği Yürütme Kurulu'na ters düştü. SBKP yöneti­ madık biçimde başarısızlıkla sonuçlandı. Yine de Car­
mine ters düşmesine karşın, Carrillo'nun Parti'yi yeni rillo, 1959 Temmuz'unda bir Parti toplantısında darbe­
üyelere açması, güçlü müttefikler araması, yeni Sov­ yi fanatik bir şekilde savunmaktaydı.
yet politikasının barışçı düşüncesine uygun düşüyordu. İşte bu dönemde Dolorez, Parti Genel Sekreterliği'­
Carrillo'nun bu düşüncesiz tutumuna karşı Dolures'in nden ayrılmak için istifasını verdi. Bu gerçeği görme­
bir sindirme planı vardı; ancak SBKP'nin 20. oturumun­ deki duyarlılığının, Parti'nin, yanlış politikaları karşı­
da Khruschev'in konuşması onu bu konu üzerinde bir sında ödünsüz oluşunun etkili bir göstergesiydi.
kez daha düşünmeye yöneltti. Kısa bir süre sonra Uri­ 12 Kasım 1989 tarihinde 94 yıllık yaşamını noktalar­
be'ye karşı genç rakibiyle işbirliği yaptı ve Merkezi Ko­ ken, görüşlerini ve sahip olduğu değerlerini asla değiş­
mitesi'nin olağan toplantılarından birinde Carrillo'nun tirmemişti.
6 Ulusal Barış Politikası kabul edildi. Bu politikanın uy- Dolu yaşadi, ya/m öldü! -The Guardian 'dan
Her Şey
Şiirde
CEMAL SÜBEYA
Sorular:
ENVER ERCAN

Şiirimizi 1990'/arın eşiğinde nasıl değerlendiri­ kemizin içinde bulunduğu koşulun karşılığıdır.
yorsunuz? Türk şiiri, değişen dünyanın farkında mı? Diyorsunuz ki ''Türk şiiri değişen dünyanın far­
kında mı?" Dünya değişimi yeni. Şiir bir öncüdür;
Türk şiirinde son bir iki yıl içinde bir oynama ama daha doğrusu bir yansı. Sezmiştir. Yine de
yok. Ama art arda yeni şairler de ortaya çıkıyor. gerçek konumu yansı olmak. O da daha sonra ola­
Son yılların şiiri için düşüncelerimi çok yerde yaz­ cak. Sanıyorum, şu anda da yansısı. Vazgeçemi­
dım. Bunun için ne söylesem yineleme olacak. yor. karar da veremiyor.
Ama yeri gelmişse, yinelemeler de yararlıdır di­ Genç şair/erin yazmakta olduğu şiiri, oluşturulan şi­
yorum. Turgut Uyar'ın bir sözü vardı: "Günün irsel düz/emi, geleneğe bağlanabilecek kıvamda bu­
şairi deyince, hemen genç şairlerin şiir serüveni luyor musunuz?
akla gelmeli'' ... Bir de Tuğrul Tanyol'un bir sö­ Genç şairlerde acemilik evresi yok. Ya da bu
zü: "Ağabey, şiir mutlaka çıkışlar içinde mi ol­ evre çok kısa sürüyor. Demek, dilimiz ve şiiri­
malı? Şart mı bu? Sizinki öyle olmuş. Bizlerinki miz oturmuş. Şu anda hemen hepsi aklıma gel­
için şart mı bu?''.. . Birincisi çok doğru, ikincisi mez elbet. Ama dikkatimi çeken sanatçı adları sa-
de üzerinde düşünmeye de­ yayım. Yalnız burda şöyle
ğer. Ancak, bunu bundan bir soru var? Genç şair kim?
sonra sizler yapacaksınız...
1990'1arın eşiğinde dünya­
PARK Özel'lerden, Behramoğlular-
dan sonra gelmiş herkesi
da gerçek şiirin soluk aldığı Öyle sevdim ki seni genç şair saymalı bence. Çok
ülkeler şunlar: Latin Ameri­ Öylesine sensin ki! ad var: İsmail Uyaroğlu,
ka, İspanya, İtalya, Yunanis­ Enis Batur, Tuğrul Tanyol,
Kuşlar gibi cıvıldar
tan ve Türkiye. Sanayi, ileri Yenibütüncüler (Seyyit Ne­
batı ülkelerinde şiiri dışla­ Tattırdığın acılar.
zir, Tuğrul Keskin, Veysel
mış. Daha doğrusu, şiir, sa­ Çolak, Metin Cengiz, Hüse­
nayinin ardılı olmayı kabul yin Haydar), Sunay Akın,
etmemiş. Doğu bloku ülke­ Ahmet Güntan, Behçet Ay­
lerinde ise birey özgürlüğü san, Turgay Nar, Enver Er-
açısından dışianmış bulmuş can, Salih Bolat, Levent Yıl­
şiir kendini. Diyorum, azgelişmiş ülkelerde, ge­ maz, Yusuf Alper, Yunus Koray, Turgay Fişek­
lişme yolunda ülkelerde şiir hala altın. Sözgelimi çi, Ahmet Telli, Ali Cengizkan, Ahmet Erhan,
Türkiye'de şiir nicedir felsefenin de yerini tutmak- Akif Kurtuluş, Seyhan Erözçelik, Adnan Özer,
ta. Küçük İskender, Erdal Alova, Ramazan Üren,
Ayrıca ülkemizde şiirin kullanım değeri öteden Murathan Mungan, A. Cinozoğlu, Arif Ay, Hü­
beri çok büyük. Bir kişi ölür, tarih düşülür; bir seyin Alemdar.
çeşme yapılır, üstüne beyit yazılır. Diyebiliriz ki Çok genç şair var. Hepsi de iyi. Çok kez vur­
hiçbir ülkede bizinilinde olduğu kadar şiir söy­ guladığım gibi yeni bir "aşırılık"a gereksinimi
lenınemiş, yazılmamıştır. var genç şairin. Aşırılık derken bir değİşıneyi söy­
Kavimler Kapısı Cumhuriyeti. . . Gerçek adı bu­ lemek istiyorum. Bir şeyi bir yerden tutma. Ama
dur ülkemizin. Düşünceden önce gelmiş insan iliş­ bunu çok kişi olarak yapmak ... Tek kişi olarak
kileri. Şiire götürür bu. Sanata, ama en önce şiire. şair oluyorsun, ama çok kişi olarak ayrıca tarihin
Götürmüştür. kesiti oluyorsun.
Bir oynama yok dedim. Şiirdeki bu durum ül- Kadın şairler de var, iyi: Gülseli İnal gibi. . . 7
Bir şeyi bir yerden tut­
ma. Ama bunu çok kişi
olarak yapmak. Tek kişi
olarak şair oluyorsun,
ama çok kişi olarak ay­
nca tarihin kesiti oluyor­
sun.

Bugün ülkemizde şairin konumu nedir?


Şair tekkede oturan saygın kişi gibi. Saygı gö­
rüyor; parasız pulsuz... Hem saygı gösteriyorsun,
hem de "adam olamadın" diyorsun.

Teknolojinin, görselliği dayattığı bir dünyada ya­


şıyornz. Bu durum, bizde de yankısını bulmaya baş­
ladı. Şiirsizleşiyor insanlar. Şiir gereksizleşiyor gi­
bi. Bu konuda ne dünüyorsunuz?
re'den, Shakespeare'den parçalar okumaktadır?
Görsel olanaklar karsışında şiirin silahları var.
Kaç kişi sevgilisine bir ya da iki beyitlik pusula
Evet, ekrandaki bir görüntüyü 1000 sayfalık bir
yollamaktadır? Hücumbotları, kahvehaneleri, se­
romanda anlatamayabilirsin. Ama bazı dizeler
naryocu metin yazarlarını, eski TRT'cileri, Üni­
vardır ki yüzbin günlük bir TV dizisi onun karşı­
versitede coğrafya bölümü bitirmiş öğrencileri,
lığını çıkaramaz. Sözgelimi şu dizeyi alalım:
sokak satıcılarını, emekli öğretmenlerini düşüne­
An ki fiskiyesi sonsuzluğun
lim... Bu söylenen dizeleri üst üste koyalım. Bir
Kim hangi görüntüyle eşdeğerini yaratabilir bu­
günde nice kitap çıkar ortaya! Tiraja biraz da böy­
nun?
le baksak diyorum. İnsan bir romanı bir kez okur,
Yine genç şairlerin yapıtlarını örnek alarak ko­
iki kez, beş kez okur. Ama sevdiği, aklında tut­
nuşalım bu konuda. Enis Batur'un yazı-şiiri ile
tuğu dizeleri bin kez. On bin kez. Bu da bir şey
Ahmet Erhan'ın, Turgay Nar'ın söz-şiiri görsel­
anlatmıyor mu?
lik içinde de, görselliğe karşı da var olacaktır. Si­
nema, romanı; TV, sinemayı öldürdü. Şiir zaman
zaman ilkel gücünü de (salt söz) kullanarak ölüm­
süz kalacak. Reklam spotları bile çirkin şiir değil Kavimler Kapısı Cumhuriyeti...
mi?
işaret-dil gündemde. Her şeyde öyle. Çizgi­
Gerçek adı budur ülkemizin.
roman, fotoromanı haklarken, çizgi-film de foto­ Düşünceden önce gelmiş insan
sinemanın iyice önüne geçti. Şiirde bu iki öğe de ilişkileri. Şiire götürür bu. Sanata,
var. istediğini kullanır.
Şiir ölmez. "Geçersizlik" diyorsunuz, geçici­ ama en önce şiire.
dir bu. Bir de şöyle düşünelim, romanı vakit öl­
dürmek isteyenler de alıyor; resmi mobilya ola­
rak değerlendirmek isteyenler de çok. Şiiri? Yal­ Milletvekili-şair olsaydınız, bir dahaki seçimler­
nız şiir okumak için... Tüketimi az... Böyle di­ de 9. Cumhurbaşkanı olmayı düşünür müydünüz?
yoruz. Ama tüketimi en net olan sanat yine şiir. Cumhurbaşkanlığı sadece adı güzel bir şey.
Ayrıca bir başka gerçeğe de değinmek zorun­ Hiçbir özgürlüğün yok. Sokakta tek başına yürü­
dayız burda. Şiirin sözel yanı, ya da kökeni, tü­ yemezsin. Arkadaşlarınla bir içkievinde buluşa­
ketimi, onu ayrı bir özgün yere bağlamakta. Yi­ mazsın. Sinemaya gidemezsin. Bize göre bir şey
ne yineleme olacak ama söylemeden edemeyece­ değil. Milyar maaş verseler, hayır! Tekke dedim
ğim. Şu anda kim bilir kaç kişi Yahya Kemal' ya, tekke güzel.
den dizeler söylemektedir? Kaç kişi meyhanede Bakanlık, başbakanlık da bize göre değil.
8 Orhan Veli'den, Nazım Hikmet'ten, Yunus Em- Ama salt milletvekilliği? Fena değil.
rtı:�·.J·· ------..
B�ımsız
Kavgalar, Dergiler
tartışmalar gelişme
için kaçınılmaz bir Her Zaman
şeydir; saygılı,
hoşgörülü,
Önemlidir
eleştiriye ve ATAOL BEHBAMOGLU
özeleştiriye açık Sorular:
olma koşuluyla. SEYYİT NEZİR

İki Ateş Arasında/Sürgün Yazıları; sevgi, dostluk, farklı değil. Batı 'ya bakışımızda (genel olarak
özlem temasını kimi edebi, kimi insani ilişkiler sü­ dünyaya bakışımızda) kendimizi beğenmişlikle
recinde işleyen yazılar ve sıcacık şiirlerin yanı sı­ aşağılık duygusu arasında gidip geliyoruz. Kanım­
ra, yıllardır sürdürmekte olduğunuz şiir-sanat-kültür ca her iki duygu da yanlış, abartılı ... Herkesten
eyleminizi bütünleyici konuşma, sapıama, insanlık
(ve öncelikle Batı' dan) öğreneceğimiz şeyler
onurunun çiğnenmesine kafa tutuş ve öneriler top­
var. .. Ve herkese (bu arada Batı'ya da) öğretebi­
lamı. ''İki Ateş Arasında'' yazısını yeniden okurken,
Fransa 'da çıkardığınız Anka 'yı hatırladım. O gün­
leceğimiz şeyler var. . . Kimseye herhangi bir şeY"
lerde Broy'da çıkan konuşmanızı da ... Sürpriz bir önermek haddim değil. Kendi payıma, olabildi­
soru: Bu kez, tersine, yurdumuzdan sürgün yıllan­ ğince hoşgörülü, demokrat ve özeleştiriye açık ol­
na bakmak ister misiniz? Anka 'nın etkinlik ve işlevi maya çalışıyorum. Türkiye'de aydınlar, sanatçı­
açısından?.. lar, birbirlerini çok sevmiyor. Birbirlerinin eme­
Anka'nın etkinliği, işlevi konusunda kitabımda ğine fazla saygı duymuyor. Oysa batına tehlike­
yeterince ayrıntı var. Burada söyleyebileceğim sindeki bir gemide, düşme tehlikesindeki bir uçak­
şey, benim Paris'ten ayrılışımla Anka'nın sona er­ ta gibiyiz. Tek başına kurtuluş olasılığı çok za­
mediği, yayınını sürdürdüğüdür. Dergi çevresinde yıf.,. Elbirliğiyle, bulunduğumuz gemiyi, uçağı
üretici ve teknik bir kadro oluşturabilmiştik. Ve kurtarmaya çalışmalıyız, diye düşünüyorum. Ki­
önümüzdeki birkaç yılı kapsayacak bir planlama şisel özgürlük, kişisel çalışma kuşkusuz ki esas­
yapmıştık. Bu kadro şimdi, Paris Üniversitesi tır. Kavgalar, tartışmalar da gelişme için kaçınıl­
Türkoloji bölümü öğretim üyelerinden Dr. M.Boz­ maz bir şeydir. Fakat saygılı, hoşgörülü, eleştiri­
demir'in yönetiminde, benim de buradan katkı­ ye ve özeleştiriye açık olma koşuluyla. Fili tarif
larımla, yayın planımızı gerçekleştirmeye çalışı­ eden körler gibiyiz. Her alanda yığınla eksiği­
yor. Çok yakında baskıdan çıkacak olan sayımız; miz,tarihten gelme sakatlanmalarımız var. Bun­
''Türk Sürgün Edebiyatı'' başlığını taşıyor ... Bu­ ları kavradığımızda, önyargıları, yukardan bak­
nu, "Göçmenlik ve Edebiyat", "Fransız Devri­ maları aşma yönünde de yol almış olacağız.
mi ve Türkiye", "Türk Mizahı" vb. konuların­ Dünyada ve ülkemizde şiiri, sürgün yıllannda da
da oluşturulan sayılarımız izleyecek. sı cağı sıcağına izlediniz. Türk şiirinin dünya şiirin­
deki yerini tanıtıcı çalışmalar yaptınız. Sapıama ve
Humanite 'ye bir mektubunuz var. Bu mektubu ilk kez
belirlemelerde bulundunuz. Bunlardan söz etmek is­
kitapta okuyoruz. Mektupta, FKP yayın organını
ter misiniz?
''duyarlı ve özenli ' ' olmaya çağınyor, batı/ılann ül­
Anka'nın bir sayısı "Türk Şiiri Özel Sayısı"
kemiz gerçeklerini ve insanını oldukça dışardan, yu­
kardan, hazır yargılarla değerlendirdiğini demeye
olarak yayınlandı. Son olarak yayınlanan ''İstan­
getiriyorsunuz. ilerici yayın organlannın bile aşa­ bul" konulu sayıda Nedim'den, Tevfik Fikret ve
madığı kimi önyargılara karşı sanatçı ve aydın ola­ Yahya Kemal'den günümüze, geniş bir seçmeler
rak gösterdiğiniz duyarlılığın sürdürülmesi yönün­ toplamı yer aldı. Her sayımızda Türk şiirinden ör­
de önerileriniz olmalı?. . nekler yayınladık. Tek tek saymadım, fakat An­
Türk sanatçısının, aydınının kişilik özellikleri, ka'nın tüm sayılarında yayınlanan şiirler, Fran­
Türkiye insanının genel kişilik özelliklerinden pek sızca'da bir "Türk Şiiri Antolojisi" oluşturacak 9
Heine'nin Şarkılar _______ rtı:�·... ·•
Kitabı 'nı lamak kolay değil. Fakat yine de, XX. yy. Türk
şiirinde önemli, güçlü atılımlar ve başarılar bu­
kanştınrken,
lunduğunu söyleyebileceğimizi sanırım.
Nô:am Hikmet'e
Şiir için dergi, denebilir ki, balık için deniz neyse
esin kaynağı o. . . Ne ki 1980'lerin dergilerinde şiirler alevaryu­
olduğunu sandığım ma alındı hep. Öte yandan Broy vb. dergilerse, sü­
rekli ölüm kalırn savaşı içinde bugüne geldiler; şii­
bir şiir/e rin akvaryuma sokulmasına direndiler, direniyorllır.
karşılaşıverdim. Türkiye 'de bulunduğunuz yıllarda, başta Halkın
Dostları olmak üzere, Militan, daha sonra Sanat
kapsam ve nitelikte. Bunun dışında ben, yine Pa­ Emeği dergilerini çıkardınız; ayrıca sürgünde bile
dergi çıkarmadan edememiş bir şair olarak, bu du­
ris'te, Sorbonne Üniversitesi'nin "Centre de Po­
rumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
etique Comparee'' bölümü çalışmalarına katıldırn;
Kurumlaşmamış, genç, bağımsız dergiler her
orada Türk şiirini tanıtıcı konuşmalar yaptım.
zaman önemlidir, bir canlılığın göstergesidir. Fa­
SSCB'de bulunduğum sırada, Letonyalı şair ve
kat acele gruplaşmalardan, acele kurarnlardan ka-
Türkolog Uldis Berzinç'in Türk şiirinden çeviri­
ler sırasında karşılaştığı güçlüklerle ilgili sorula­
rını yanıtlamaya çalıştım. Uldis Berzinç'in daha
sonra Riga'da yayınladığı (ve kanımca dünyada
bugüne kadar yayınlanmış en kapsamlı, en önemli
Türk şiiri seçkilerinden biri olan) antolojiye, (bu Bray, yeni yayın
antolojide yer alan ve aralarında bulunamadığım döneminde, her
ş;:irleri tanıtan) bir önsöz yazdım ("Şiirin Dili­ çevreden, yeni,
Anadil" başlıklı yazım, Adam Sanat Dergisi'nde
de yayınlandı. ). Moskova'da, "Raduga" Yayı­ özgün, canlı,
nevi'nin isteği üzerine, (aralarında doğal olarak "hakiki" seslerin
bulunmadığım) günümüzün en genç Türk şairle­
buluştuğu bir alan,
rinden bir seçmeler hazırladım, fakat yayınevi bel­
ki de düşüncesinden vazgeçtiği için, yayın konu­ bir forum olsun ...
sunda bugüne kadar herhangi bir gelişme olmadı.
Türk şiirinin dünyadaki yerini değerlendirebil­ çınmak gerektiğini; ve yayınlanacak ürünlerin se­
mek kolay değil... Dün Heine'nin Şarkılar Kita­ çiminde bu genç dergilerin belki daha da titiz ol­
bı'nı karıştırırken, Nazım Hikmet'in o çok sevi­ ması gerektiğini de belirtmek isterim... Dilerim
len "Karlı Kayın Ormanında" adlı şiirine esin ki, Broy, bir aradan sonraki yeni yayın dönemin­
kaynağı olduğunu sandığım bir şiirle karşılaşıver­ de, her çevreden, yeni, özgün, canlı, "hakiki"
dim. . . Bu karşılaşma beni, Heine'nin şiiri, XIX. seslerin buluştuğu bir alan, bir forum olsun...
yy. romantizmi, romantizmden gerçekçiliğe ge­
çiş, bu oluşumların estetik-biçimsel karşılıkları,
bütün bu süreçlerin Türk şiirine yansımaları ko­
nularında düşündürdü.. . (Saint John Perse'in şi­ Ataol Be�oğlu
irlerini okurken onun "Les comediens sont
venus" adlı şiiriyle, Turgut Uyar'ın "Terziler
ATAOL
BEHRAMOGLU
Geldiler'' adlı şiiri arasında şaşırtıcı benzerlikler
görmüştüm. 1 Turgut Uyar, S.J. Perse'in şiiriyle
IKİX İki Ateş
şu ya da bu biçimde karşılaştı mı, bilemem. Fa­ ARASINDA Arasında
kat benzerlik gerçekten çarpıcı...) Yukardaki bir
SÜRGÜN YAZlLARI
sorunuza yanıtımda söylediğim gibi, her alanda
Boyut Yayınlan
fıli tarif eden körler gibiyiz. Bu nedenle, Türk şiiri ""Sürgün yazıları" · 3500 TL
10 dünya şiirinin neresindedir gibi bir soruyu yanıt-
Bir yönetime
ilişkin yasanın bir olsanız, Yunan yurtseverlerinin, demokratlannın tep­
kisi ne olurdu? Aynı durumu Şili'ye, baskıcı yöne­
ulusun adıyla tim altındaki başka ülkelere uyguladığınızda, "Türk
anılmasını yasası" ifadesinin anlamsızlığı, saçmalığı, mantık
dışılığı hemen görülecektir.
anlamak çok güç. Fransa 'da ve Avrupa 'nın başka ülkelerinde Türk­
lere ve Türkiye'ye karşı çoğu kez gerçeklerle bağ­
daşmayan, fakat karmaşık tarihsel ve siyasal ilişki­
lerin sonucu olarak geçmişte derin kökleri bulunan
önyargılı duygu ve düşüncelerin varlığını çok iyi bi­
''HUMANİTE''YE MEKTUP(*) liyorum. Haberinizdeki başlığı bu peşin hükümlerin
sonucu olarak görüyorum ve bu bizler için yeni bir
şey değil. Öte yandan, ''Humanite '' gibi bir gaze­
Değerli dostlar,
tenin böyle bir konuda daha duyarlı ve özenli olma­
Türkiye Başbakanı Bay Turgut Özal'ın Paris 'e ge­
sı gerektiğini düşünmeye hakkımız var. Bu uyarımı
lişiyle ilgili bir haberinizin başlığını, sürgünde ya­
dostça bir anımsatma saymanızı rica ederim. Bir iyi
şayan bir Türk demokratı olarak büyük şaşkınlıkla
niyet ve arkadaşlık belirtisi olarak, mektubumun ga­
okuduğumu üzülerek belirtiyorum. Bu başlık şöyley­
zetenizde yayınianmasını bekliyorum.
di: "Paris 'te Türk yasası". (Humanit e, 15 Kasım
1985, sayfa 18). Bir yönetime ilişkin yasanın bir ulu­
Ataol Behramoğlu
sun adıyla özdeşleştirilmesini ve bu anlamda bir yö­
Türk şairi, Asya-Afrika
netimle bir halkın ve bir ulusun özdeşleştirilmesini
Yazarlar Birliği Uluslararası
anlamak benim için çok güç.
"LOTUS" büyük ödül sahibi
Yunanistan 'daki albaylar cuntasının şeflerinden
biri o günlerde Fransa 'ya gelmiş olsa ve bu kişinin
(*)Fransız komünist Partisi Yayın Organı Humanite gazete­
koruma polisleri şimdi söz konusu olaydaki gibi gös­ si genel yayın yönetmenligine gönderilen 3. ı 2. ı 986 tarihli bu
tericileri dövmüş olsa, "Yunan yasası" gibi bir baş­ mektup gazetede yayınianınadı ve herhangi bir yanıt da gel­
lık koyar mıydınız haberinize? Böyle bir şey yapmış medi. A.B.

. BROV YAYlNLARI arahk'89-ocak'90 programı


·.

BURÇAK EVREN
Türk Sinemasında
Yeni Konumlar
Sen Beni Sev Umut/Yılmaz Güney 'den,
Milhan'a Mektuplar
Derin ve köktenci bir aşkın iç
Uçurtmayı Vurmasınlar/Tunç
Şiir, öykü, edebiyat, sanat hesaplaşmalarından dünyaya
Başaran'a Türk sineması
ve eleştiri üstüne denemeler, sorumlu bir duyarlıkla yönelişin
diyaloglar, sürekli derinleşen İZZET· GÖLDELi birbirine dönüştüğü yeni bir
bir ustalık üslup, yeni bir tür
Sis Çanı
JEAN PAUL SARTRE HAYATİ ASILYAZlCI
Türkiye'den Avustralya'ya çekilen
bir çizgiy le kanayan duyarlıkların Moskova... Tiflis...
Bir Şefin taşırdığı şiirler
Glasnost
Çocuklu�u PABLO NERUDA
Moskova'dan Tiflis'e bir sanat
Yanlış bir aile ortamından otoriter Aşk Soneleri adamının izlenimleri,
bir işyeri şefliğine, homoseksüel dostluklardan getirdiği esintiler,
ilişkilere ve faşizan eğilimiere Nobel ödülü de alan çağİmızın perestroyka ve glasnostun sanat
sürüklenişin öyküsü Şili'li dev azanından aşk üstüne yaşamı üzerindeki sonuçlarına
yazılmış en güzel şiirler dair gözlem ve saptamalar
11
Grup Yorum
Gözaltılardan
Cezaevlerinden
Sıyrılıp Gelerek
Söylemediklerini
Söylüyor
Grup Yorum elemanları, arkadaşımız Namık Atalay'la.
89 'un geride kalan büyük diliminde, tüm dünyada ve Çok yazılıp çizildiği için isim vermekte sakınca yok:
özellikle sosyalist ülkelerde ilginç dönüşümler yaşa­ Sözgelimi Latife Tekin, Ahmet Altan, sinemada Sinan
nırken; ülkemizde, görünürdeki demokratikleşme yöne/işi, Çetin bu yılgınlığı derinleştiren ürünler verdiler. Tür­
buna kitlelerin katılımı söz konusu olduğunda terörü ar­ kiye'nin emekçileri açısından en karanlık yılları oldu o
kalamaya ' 'dönüşüyordu ' ' yüzsüzce. 1 Mayıs 1989 'da ya­
yıllar. Emeğe ilişkin kültür değerleri , bütün bir birikim
şaJUınlar, Güneydoğu 'da Kürt köylerinde tanık olunan resmi
yeniden kesintiye uğradı , dahası yadsındı. Bu durum­
baskılar, cezaevlerinde zorbalığa varan uygulamalar. . . Ül­
da, TV ve basın tekellerinin de üstlenmesiyle,
kemizde görülen anti-demokratik manzaralardan ilk akla
gelenler. Bu arada, 12 Eylül faşizmiyle birlikte süregelen emperyal ist-kozmopolit kültür öğeleri egemen kılındı.
depo/itize ve terörize etme gayretlerine karşın , geniş işçi Arabes k yaşam ve kültür biçimleri, toplumun bütün göz­
eylemleri ve öğrenci gösterileriyle uç veren yeniden poli­ zelerine, deyim yerindeyse pompalandı. Sonuçta faşiz­
başka sonuçların yanı sıra , denebilir ki,
tikleşnıe _\'Öne/işi, min, insanı sürüden biri olmaya zorlayarak bireysel kim­
tam da bu yöne/işe denk düşen Grup Yorum müziğinin yıl liği silikleştirmesini, bireyi toplumun örgütlü üyesi ol-·
boyunca sıcak bir ilgi görmesi sonucunu da verdi. Doğru­ maktan al ıkoymasını, kısacası korkunç bir kopuşmayı
su kitlelerin sıcak ilgisinin bedeli, öbür tarafta resmi güç­
yaşadık. Ama yaşamın içinde hep asi kalan bir şeyler,
/ei:in sıcak ilgisiyle grup elemaniarına ödetildi. Bir müzik
hep dik ve diri kalan değerler de, kayayı delen incir ör­
sösyleşisine oldukça poliıik düzeyde girdik . . . Geride ka­
neg i , gizl iden gizliye sürgünlerini vermekten geri kal­
lan aylar boyunca olan biten üstüne sizler ne söyleyeceksi­
niz' madı elbet . Ne ki ortama, yılgınlık sinmişti . . .
Peki bu durum müzige nasıl yansıdı! Bizden önceki
-EFKAN ŞEŞEN: Evet. . . Oldukça anlamlı bir baş­ topluluklardan Ezginin Günlüğü ve l'eni Türkü, toplu­
langıç. Bizimle yapılan başka söyleşiiere göre şaşırtıcı ma aşılanmak istenenduyarlığı dağıtıcı, etkisizleştirici bir
ve tok sözlü . Söze biraz gerilerden girelim: 12 Eylül işlev yüklenemedi . Bu duyarlığı yaygınlaştıncı bir et­
sonrasında, bireyin iç dünyasının parçalanıp örselendi­ kinlikte kaldıklarını söylemek belki haksızlık olur ama,
ği bir tarihsel süreç yaşandı. Bireysel ve toplumsal bü­ bu duyarlığı yınıp aşabildiklerini de söyleyemiyoruz.
tünlüğün, örgütlü bütünlüğün özü boşaltılmaya çalışıl­ Grup Merhaba, ilk çalışması olan Memleketim'le her
dı. .. Elbette bilimler; psikoloj i , sosyoloj i , ekonomi, tarih zaman olumlanabilir. Ama o kadar. Çok genel bir be­
bilimleri bunu kendi ölçütleriyle irdeleyecek, ne olup lirlemeyle müzikte bizden önceki durum bu .
bittiyse çözümleyip adını koyacak . . . Koymaktadır. An­
-Bir Ahmet Kaya, bir Zülfü Livaneli. . . .
. cak, sanatta, somutluk söz konusuysa, bütünlük, de­
-EFKAN: Oraya geliyorum. Şimdi gerek bir Ahmet
rinlik ve yaygınlık gözetilerek, bireyi ve toplumu, ya­
Kaya, gerekse kopyalan (gülüşmeler) , müziğe taşıdık­
şamının bütün anlarıyla yakalamak gerekiyor. Şunları
ları içerikte de, ezgide de aralıeski politikaya yüklemek­
gözledik biz, 86'da çalışmalara başlarken: 12 Eylül son­
ten, ya da ters i , politik söyleme arabesk duyarlığı yük­
rasındaki 6 yıl boyunca toplumun tüm sinirleri duyar­
lemekten öte gidemediler.
sızlaştırılmak; birey kimlik bunalımına sürüklenmek is­ -Bir şey söylemek istiyorum. Yıl 1985 'ri. . . Bunu Broy '
tendi. Yaşamın bütün kesitleri, biçimleri , dayatılan sosyo­ da kimi öğrenci arkadaşlara söylediğimizde, ' 'devrimci ki­
politik koşullara zoraki uyduruldu. İnsanın özgüllüğü­ şileri karalama ' ' suçlamasına uğramış, o arkadaşların der­
ne, iç yaşamının derinliklerine sızılarak teslim alındı­ giden uzaklaşmasına yol açmıştık. . .
ğı, edilginleştirildiği gözlendi.Üstelik buna en son boyun -EFKAN: Öyleyse bunu bütün nedenleriyle yaza­
eğmesi gereken kişiler olmaları gerekirken, kimi sanat­ rak ortaya koyacaktınız (gülüşmeler) . . . Sanırım sonuç,
çılar da bilerek bilmeyerek ortam hazırladı. Kitlelere başka olurdu . . . Li vaneli'de ise, arabesk denemese bi­
12 aşılanmak isteyen duyarlığı yaymayı üstlenenler çıktı. le, yalnızlığın ve yılgınlığın rafine bir hüzün müziğiyle
Umudu müzik­
derinleşii rildiği , mutsuzluğun yaşam biçimine dönüş­ te yükseltmek ge­
türüldüğü , karamsar bir müziğe yönelişe tanık oluyo­
ruz. Ada işte böylesine hüzne bulanmış bir ezgiler top­
rekir. Livaneli,
lamı. Sözlerde umudun yükseltilmesi bir anlam taşımaz. eski çizgisini terk
Bunu müzikte yapmak gerekir. Livaneli buna yönelmedi .
Başka deyişle, sevinci ve umudu yaşamda yükselten çiz­
etti.
gisini, eski çizgisini terk etti. Döneme uydu demek ağır
olur belki. Ama döneme kafa tutamadı. Bu açık! Şim­
di sanatçı olarak, sanata karşı sorurnlusun, kendine karşı O kesitte neler vardı'? En başta Ruhi S u . Onun yaşanı
sorumlusun; yanı sıra halka ve dünyaya karşı yükümlü­ boyu ürettikleri, halk müziğine ilişkin yaklaşım yönte­
sün1 O zaman işin, en koyu karanlıkta, bulabildiğİn bir mi, sağladığı birikim, gelenek oluşturmad önemli bir
parça ışığı, onca acı içinde bir yudum sevinci , yaygın uğrak. Öte yandan Yt?ni Tü rkü ' nün 79'daki ürün topla­
yılgınlıkta bir sıkımlık da olsa asi direnci , çirkinlikler mı Buğdayın Türküsii'; Cem Karaca'nın Dada/oğlu ve
ortasından zuladaki güzelliği çıkarıp yeniden üretmek Şeyh BedretTin Destanı çalışmaları, Moğollar'ın birçok
olmalı. Oysa onlar, faşizmin onları görrnek istediği mev­ çalışması, Zülfü Liavanel i'nin, '80 öncesi ürünleri gi­
zilere çekildiler. Faşizme h izmet mi ettiler. Değil! Fa­ b i . Ancak dönemin sivil-faşist terörü , bu çalışmaların
şizme hizmet ederek sanatçı kalmanın zaten olanağı yok . . içerden ve dışardan (yaratıcı ve eleştirmen tarafından)
Düşünülmesi abes! değerlendirilmesinin hep ertelenmesine yol açıyordu.
-EJDER AKDENİZ: Bunun, yani bu geri çekilişin de Nitekim içerik-biçim uyumsuzluğu, aj itasyon yanının
nedeni şuydu : Sanatçı önüne uzun erimli hedefler ko­ zaman zaman öne çıkmas ı, temel özell i kleriydi . . . Da­
yamıyor. Bırakın yüzyılları, bir ömürlük hedefler bile ha sonra SO'li yılların müzik değerlerindeki olumluluk­
koyamıyor. Bu yüzden her on yılda bir çizgi değiştiri­ lara baktık.
yor, farklı kalıplara giriyor. Bunu yenilenmek sanıyor. - Yani durum o kııdar da kötü değil. Olumlu değerler
Yenilerıme olayında belirleyici kendisidir! Sürekliliğin­ de var!
den seni hiçbir dış etken alıkoyamaz . Oysa onları, dö­ -EFKAN: Var var. . . . Zaten -kimilerini kızdırrna pa­
nemin dış dinamikleri belirliyor. Burda sanat biter. Ni­ hasına çok bilinen bir doğruyla söyleyecek olursak- di­
tekim bizdeki süregelen aydın/sanatçı karekteri , baskı­ yalektiğin gereği bu. Olumsuzlukların olduğu yerden
lar karşısında kabuğuna çekilip saltvarlığını koruma kay­ olumluluk da uç verir. Nitekim biz öyle çıktık . . . Evet,
gısı, bu benlik kaygısı, sanatın önüne geçiyor. Rahat dö­ bu olumlu değerleri sürekliliğe dönüştürrneyi üstlendik.
nemlerde de, yine aynı benlik kaygıs ı , en öne çıkmaya Geleneği kurma ve sürekliliği gerçekleştirme! Gereken
yöneltiyor. Livaneli'nin ve ötekilerin konumu hep bu . buydu . Ve bu da, uzun erimli bir süreç istiyordu, bu
Bir gerçeği yeniden vurgulamanın tam sırası: Aydın/sa­ sürece yüreklilikle katılma sonucu gerçekleşebilirdi.
natçı b irey, önüne koyduğu hedefleri kesintiye uğrarma­ Neydi bu olumluluklar? Bir kere sonuçlanmış bir tar­
yacak yüreklilikle olmal ı . tışma var. Artık ona dörımek gerekmiyor: Çokseslilik . . .
-EFKAN: Bütün bunlar bizim ortaya çıkışımızın ge­ 12 Eylül öncesinde faşist terörle mücadele ortamında
rekçesi : İşte odağında bütün bu anlattığımız içeriğin yer doğup gelişen bir müziğimiz vardı ki , klasikleşmiş bir
aldığı gericileştirrne sürecine karşı, sanatı ve hayatı yerli tanımla söylersek, çocukluk dönemini yaşıyordu. Sa­
yerine koyma tutkusu . . . Bu durumda, 12 Eylül önce­ natın, olmazsa olmaz bir bütünlük yasası var: İçerik­
sinde bir düzeye gelmiş, ama kesintiye uğramış müzik biçim birliği . . . O yıllarda sıcak mücadele ortamında bu­
değerlerine döndük. başlangıç noktamız o kesit oldu. na pek kafa yorulamamıştı. SO'Ii yıllarda ise, insanın
kimliğini eksik biçimde dışavuran bir müzik ortamın­
da, her şeye karşın materyal genişlemesi , toplumun ku­
lağının değişik müzik seslerine açılması, evrensel kül­
tür araçlarının günlük yaşama doluşması sonucunda,
içerik-biçim bütünlüğünü kurma yönünde hazır bir or­

Ezg inin Günlü-. tam bulduk. Değerlendirilmesi gereken veriler bulduk.


Yükseltmek, yaymak istediğimiz duyarlığı yansıtan te­
ğü ve Yeni Türkü, maları, bu olanaklarla bir senteze vardırmaya çalıştık.
Cezaevi ürünleri, halk müziği ürünleri, insani kimliği
topluma aşılan­ savunan, kitlelere yeniden dinamizm kazandıran bir mü­
mak istenen yıl­ cadele içeriğinin yansıtıldığı yeni güfte ve besteleri kay­
nak aldık, işledik, bir atılım yaptık . . . Son üç yılda, fa­
gınlığı dağıtıcı
şizmin kururnlaşmasına karşı yükselen ilk tepkilerle mü­
olamadılar. ziğimizin örtüşmesi , başında sözünü ettiğiniz sıcak il- 13
Ahmet Kaya ve ------- tfi:�·.J· ·
kopyalan, politik -KEMAL GÜREL: Önce şunu bütün açıklığıyla
söylemeli : Sıyrılıp Gelen, doğal bir süreç içinde çıktı.
söyleme arabesk Bugünden bakınca bize de şaşırtıcı gelen şeyler var. Bir
duyarlığı yükledi­ kere kendimize, yeni hedetlerimize, kendi duyarlığımıza
ve elbette halkımızın duyarlığına ve geleneksel müzik
ler. değerlerine yabancı kalmayan her türlü ses formunu de­
ğerlendirmeye çalıştık. Yalınl ıktan uzaklaşmamaya, ama
yanı sıra yeni olmaya çalışıık. Bütün seslerde kendili­
ğinden var olan oylumu gözetiyor, o yalınlığı zedele­
mekten nerdeyse kaçıyorduk. Hiçbir ses, salt fon ola­
giyi get i rd i . Yani toplumsal karşılığını gördük. Elbette
resmi karşılığını da (gülüşmeler) . . . Biz ilk yolu seçti k? rak katılmıyordu ezgiye.

Neydi bu ilk yol? Geleceği kendi elleriyle kuracak emek­ - Burada bir şeye değinmek istiyorum. Belki geleceksi­
çilerle ve onların dünyası için mi olacağız, yoksa bu­ niz oraya ama, bana kalirsa tam sırası.Munzur Dağı ve
nun dışında, düzenin içinde (gülüşmeler) mi olacağız. Mapushane Çeş mesi nde, ezginin bir öğesi olmuş, hiç ya­
'

1980'1erde bile halaTanzimatlı ve Tanıimaıçı (gülüşme­ dırganmayan çan sesleri, ayak sesleri kullanılmış efekt ola­
ler), edilgen kalarak mı sanatçı olacağız! Kendimizi dö­ rak. . .

neme göre tanzim etmek ve ettirmek (gülüşmeler) iste­ -KEMAL: Sezgiyle yakalanmış öğeler onlar. Bu tür
mediğimiz için ilk yolu seçti k' . efekıleri geniş kullanmaktan da kaçınıyoruz . Her zaman
-EJDER: Bu ilk yolu gerçekleştirirken, ne bugünkü aynı başarı sağlanamayabilir. Geleceğim oraya . Onu di­
yerimizi. ne de bugünkü yerimizle değerlendirilmeyi ye­ yorduk, en önerrJisi şu: o sırada süreci yakalayan, top­
terli görüyoruz . Tolstoy'un bir sözü var: Insanın işgal lumsal duyarlıkla onu yeniden üreterek örtüşen başka
ettiği mevkiye değil , göz diktiği mevkiye bakılmalı. Biz, müzik çalışmaları , başkalarının çalışmaları olmadı. En
uzun eriınde çizmek istediğimiz eğriye bakılınasını is­ azından Grup Yorum'a kadarki çalışmalarda görülme­
tiyoruz. yen bir dinamizm vard ı . Genç insanlardık ve farklı ke­
-Müziğinizde, başmdan beri, kendini ilk bakışta ele ver­ simlerden getirdiğimiz duyarlığın kesiştiği yer yer ça­
meyen büyük bir iddia var zaten1 lıştığı bir zemindeydik. Efkan, cezaevindeki anonim güf­
-EFKAN: Başlangıçta estetik düzeyimiz, kuramsal te ve besteleri de taşıyarak bu çalışmalara kaııldt; ses­
yönden, kanımızca pek derin olmamakla birlikte bir şey­ sizce süren, kendil iğinden süren bir duyarlığı bize ka­
leri sezgiyle görüyorduk: Yeni ve uzun erimli bir ses zandırdı; bu da ötekilerin hiç hesaplamadığı, yaşanan
oluşturmak. Müzikal eğitim, duyarlık birikimi, teknik bir şeyleri taşıdığı için farklılığımızı pekiştirdi. Bakın
veriler yönünden pek yeterli olmayan gencecik insan­ burda, bizim de çalışırken farkına vardığımız bir şey
lardık. oldu: Geleneksel türkü formu, ürünlerimize yansıyor,
nerdeyse yönlendiriyordu. Aslında bu istediğimiz şey
- Aslında sanatçmm en büyük yerisidir sezgi: Bakm, bu­
kendi liğinden olurken, türkülerde neyin çağdaş, neyin
radan, ürünlerinize geçelim isterseniz. Sezginin anlamı da
eskimiş olduğunu irdelemeye başladık. Bugünden ya­
çıkacak ortaya. Şöyle ki: İlk çabşma/annızı topladığmız S ıy ­
rına sarkan halkayı da o zaman yakaladık: Geleneksel
rılıp Gelen 'le gerek yerel, gerekse evrensel müzik öğeleri­
türküler temel formumuzdu. Bir koşulla: Ondaki yalın­
nin ince bir bileşimini aradığınız, yer yer bunu ustaca ba­
şardiğim� göz/eniyor. Gerçi derin müzik bilgisi olanların bu lığı ve kendi liğindenliği bozmaksızın yeni ses biçimle­
konuda henüz söyledikleri bir şeye rastlamad1k, ama Broy ' riyle zenginleştirmek. Arılık ve duruluğun, otantik özel­
daki arkadaşların göz/emi bu. Ancak Haziranda Ölmek liğin, bu yenilenmeyi sindirmesi, yapının olağan, do­
Zor/Berivan rap111111�111 en geniş müzikseverler kitlesine ya­ ğal dönüşümünün sağlanmasıydı tek kaygımız . . . Bunu
yiimasindan sonra bu ilk çabşmanm dafarkma �'Onld1. Buna
karşılık, Türkülerle çabş1nanız aym kitlenin beklemisini ye­
terince karşı/avamad1. Bunu neye bağlıyorsunuz?

-EFKAN: Çok önemli bir soru. Aslında üç kaset ça­


lışmamızda da alttan alta, derinden sürüp gelen bir çizgi
Sanatçı, önüne
var. Sanırım o çizgiyi, yüzeye çıkaramadık pek. Şim­
d i , öncelikle şunu söylemeli : Sıyrılıp Gelen'de önemli uzun erimli he­
bir halka yakaladık. O halkaya eklenecek yeni halkala­
defler koyamıyor.
rı iyi görebil mekle bütün sorun. Kısmen amatörlükleri
de barındıran bir dönemin ürünleriydi Sıyrılıp Gelen. Bir ömürlük he­
Geleceğe ulanan direniş türkülerinin bileşkesi olarak
defler bile koya­
doğdu . . . Ama bir halka yakaladık. Çok önemli bizim
14 için . . . mıyor.
Sıyrı lıp Gelen '
ne kadar başardık? Bakın bu rada bir güçlük daha var: de önemli bir hal­
Konulu müzik yapıyorsunuz. Söz, şiir, temalar yeni;
hem sözdeki tema ikinci plana düşmeyecek, hem de mü­
ka yakaladık. O
ziğin teması ona eşlik edebilen bir estetik bütünlüğe va­ halkaya yenilerini
rabilecek. Enstrümantal müzikte hüznü de, direniş te­
masını da kalıcı çizgilerle verebilmenin yolu daha ko­
eklemekle bütün
lay bulunur. Ama sözü geri plana atmayan müzikte bu sorun.
çok ciddi bir sorun. Bir şey daha: Halk türkülerinde,
söz de, müzik de yüzyılları alan bir anonim süreçte yet­
kin bir bütünlüğe ulaşıyor. Siz onu yetkin biçimiyle bu­ gerekiyor. Sözün arka planda kalmamasına, dahası ön­
luyorsunuz. Şimdi birey olarak sanatç ının, belirli bir de tutulmasına çaba göstermek zorunlu. Bir kere, var
yaratma sürecinde aynı içerik-biçim birliğini kurması olan şiir, bağlay ıcı özel l i kler taşıyor: Müziği biçimli­
pek öyle kolay iş değ i l . Sıyrılıp Ge/ en ' le, kimi aksak­ yor. Şimdi bakın bütün gruplar bunun sıkıntısını yaşı­
lıklar dışında bunu gerçekleştirmiş olmamız, bugünden yor. Ya sözün ne dediğini hiç düşündü rmeyen bir mü­
bakınca bizeşaşırtıcı geliyorsa, bundan. Üstelik ilk ka­ zik, ya da sözün tümüyle öne çıktığı ama kendisi güme
set! giden bir müzik. Geriye ne kalıyor: Söz ve müziğin aynı
-EFKAN : Sıyrılıp Gelen'deki türkü formu, Berivan' süreçte yaratılması . . . .
da aynı müzikal değerlerin, edinilen konumların bu kez -EJDER: Yöntem açısından br şey i n altını çizmek
daha çok başka folklorik değerlerle daha güçlendiril­ gerekiyor: Amacımız, sözün de müziğin de Grup Yo­
mesine, yanı sıra. türkü formunun çokseslil iğe doğru rum'u yansıtması. Her anlamda kendi ürünlerimiz ol­
daha bir bozulmasına, dönüşümün hızlanmasına kar­ ması. Yaklaşımlarımızla, duyarlığımızla örtüştüğü öl­
şın süregeld i . Yani halkayı bırakmadık, ne ki yeni bir çüde başka şiirlere, şarkı sözlerine kapalı olmamakla
birlikte, aslında söz ve müziğin aynı süreçte oluşması­
Türkü temel na çalışıyoruz. Aralık ayında çıkacak olan Gün Gelir/Ce­
formumuıtlu. Bir mo'da bu örneklere ulaştık . . . Burada konu dışında bir şey
söylemek zorundayım: Çünkü konuşulmayabilir. Ayrı­
koşulla: Ondaki ca, doğrusu bu kadar kapsamlı konuşacağımızı düşü­
yalınlığı ve kendi­ nemediğim için biraz sonraya başka bir görüşme sözü
vermiştim. Böyle geniş bir konuşma dolayısıyla teşek­
liğindenliği boz­ kür de ederek, bizde çok konuşulan, ama yanlış değer­
maksızın yeni ses lendirilen bir duruma ilişkin görüşümü çarçabuk söy­
lemek istiyorum. Sanatsal üretimin özgüllüğü diyoruz.
biçimleriyle zen­ Bu elbette, öncelikle bireysel bir süreçtir. Ancak sanat­
ginleştirerek. çının özgür birey olması, keyfıliği getirmemel i . Bu ne­
denle kendi içimizdeki diyaloğu , gerektiğinde birbiri­
h:ık;için ivme kazanıp kazanmadığımızı, bir sentezi mizi sarsıcı bir düzeyde sürdürmek, grup bireylerinin
yakalayıp yakalayamadığımızı konuşmak için henüz er­ özgün arayışlarını, Grup Yorum'a özgü , ortak ve sürek­
ken. li yenilenen konumlara taşımak zorunday ız. Bu iç uyu­
-Burada am bir soru olarak düşündüğüm bir belirle­
ma sağlama çabası. zaman zaman kopmaları da getir­
Ş
me de yapılmı oldu: Mü�iğin işleı•sel niıeliğiniıı , kendi için
di. Gruptan ayrılanlar oldu. Ama Grup Yorum kaldı,
sanat olmıı özelliğine ağır bastiğı dönemler olabilir mi?
sürüyor, evrensel hedeflerine giden çizgileri katıniaş­
Daha yalın olarak şöyle diyelim: Bugün müzik alıcısı, özel­
likle Grup Yorum 'un dinleyici kirlesi sözü ezgiden önde tu­ tırmak için kararlıl ıkla uğraşıyor.
tuyor, denmek/e. . . ' 'Sözdeki mesajla salı şiir düzeyinde bu­
luşamayan alıcı kitlesi, kolay-cı bir politikleşmenin de yay­
gınlaşması nedeniyle, fon olarak kullanılmış bir müzik/e Benzer tarihsel
yetinebiliyor. . . ' ' Yoksa burada Grup Yorum 'un kısa süre­
de kitlelerle buluşma başarısmı . . . .
süreçleri yaşayan
-KEMAL: Soruyu anladığımızı sanıyorum. Açık yü­ ülkelerin grupla­
rekl ilikle koymanız da sevindiric i . Gerçi yukarda dile
getirdiğimiz kaygılar, buna yanıt veriyor. Ama buna, an­
nnı izlemeye çalı­
layanların diliyleyanıt verelim. Daha doğrusu Teodora­ şıyoruz: Inti Ili­
kis yanıt versi n . Şöyle diyor: Bizim gibi, özgürlük mü­
cadeles inin hala gündemin Sicak maddesi olduğu ülke­
mani de bunlar­
lerde sözle müzik arasında kopmaz bir birlik gözetmek dan biri. 15
Berivan 'daki
helikopter sesini türerek geleceğe ulaşan bir dinamizm yaratıyorlar. Oy­
sa halkların karakterinde, hele bizim halkımızcia acıyı ka­
Pin k Floyd 'un bullenmek, bir yazgı olarak ona boyun eğmek var. Edil­
The Wall 'undan genlik var. Parantez içinde belirteyim: Arabeske yatkın
oluşumin temelinde de, yüzyıllardır yaşamda iz süren
almamız... bitim­ bu özellik var. Biz bu özelliği aşmaya çalıştık. Özellik­
kinin özgünlüğü­ le Berivan'da buna yoğun bir çaba harcadıle Demin, ara­
ya giren başka konular ve sorular nedeniyle, sorunu­
nü yok etmez. zun biri boşlukta kall!lıştı. Şimdi oraya gelebiliriz : Be­
rivan'da, Sıynlıp Gelen'e halkalanan önemli bir şey var:
hn·n.l<'l!ik konusuna geçmeulen önce. somut bir ör­
Acı, hüzünlü ezgilerle değil, coşkuyla anlatılıyor. Ay­
nekten sri� <'tmek is ıiyo rum. Broy 'daki değerlendirmeleri­
rıca Beri van, Doğuda Kürtlere yapılan baskıların mü­
mi� sıru.mıda bir arkadaşımız, "lnti Ilimani 'nin Latin Ame­
rika 'da raptığını Grup Yorum Türkiye 'de yapıyor" diyor­
zikle de göğüslenmesi gereğinin bir ürünüydü. Böyle
du. Bir başka arkadaşımız "bunu söylemek için henüz er­ olunca, hüzne yenik düşen bir ezginin, bu anlamda bir
ken. Yerel ı·e el'rensel müzik öğelerinin usıaca kesiştiği mo­ işlev yüklenmesinden söz edilemezdi. Kaldı ki, Doğu­
ıijlerle alabildiğin e yavan motifler peş peşe gelebiliyor " da, üstelik Kürtçe, acıyı kabullenen binlerce ağıt var­
diyor. Bu konuda daha önce düşünmüş o/ma/ısınız. Öyleyse ken buna bir yenisini çoksesli olarak katmanın estetik
si: ne diyeceksiniz? boyutu da yok . . . Berivan , Munzur Dağı parçaları, mü­
-KEMAL: Grup Yo rum' un ne yapmak isıediği üs­ zik öğelerinin kullanılmasında temel formumuza en ya­
tüne gerçekten ciddi olarak kafa yarmuş olmanız bizim kın olanlar. Daha önce de değindiğimiz efekt !·ullanıl­
için sevindirici. Daha önce bizim dışımızda kimse böyle ması olayı, müziğin kendi öğesi olarak, özgün bir bi­
ayrıntılı değerlendirmeler getirmedi . Kendilerini çimde yer aldı.
"otorite" görenler bile kısaca beğendiklerini söylemekle -Berivan 'daki helikopter sesini Pink Floyd 'un The Wall '
yetindiler. Burada şunu belirtmekte yarar var: Şu ya da undan aldmız ama . . .

bu olmak istemiyoruz. Grup Yorum olarak nerdeyiz, ne -KEMAL: Bu, bizim kullanımımızdaki özgünlüğü
yapabiliriz? Ne yapmalıyız? Böyle olunca, yapılmış değiştinnez. Helikopter sesi, sonuçta endüstriyel bir ses.
olanlara da bakmak, yerimizi ve hedefımizi ona göre Herkes kullanabilir. Kaldı ki, ezgiterin içeriğinde tema
belirlemek gerekiyor. Benzer tarihsel süreçleri yaşayan farklılığı da var... Kaldığımız yere dönelim: Müzik dı­
ülkelerin halk müziğini ve gruplarını izlemeye çalışı­ şı öğeleri, kendiliğinden sesleri ezgiye birleştirirken, halk
yoruz. lnti Ilimani de bunlardan biri. Çok ilginç: Che 'ye müziğinde gizli olarak süregelen bir özelliği açığa çı­
Ağıt ya da benzer kimi ağıtlarda bile adamlar coşkulu karmak, güçlendirmek amacındaydık... Halk müziği­
bir müziğe varmışlar. Yani acıyı coşkuyla yansıtmayı nin geleneksel statik özelliklerini, yaşamın yeni konum­
başarıyorlar. Acıyı kabullenmiyor. onu ı:oşkuya dönüş- larında. karnıaşık insan durumlarında aynen kullanmak

Henüz Kürtçesi
yaygınlaşmamt ş
ezgi/erin Türkçe
söylenmesi, en kı­
sa anlatımıyla
kültür hırsızlığı-
16 dı r.
S o s y a l iz m i n
elbette bir şey getirmez. Bu karmaşık durumlara yanıt bugün geldiği
olabilecek bir çoksesliliği. dinamizm i , halk müziğinin
dur11 luğu ve işlenıneye açık öğeleri üstünde geliştirmek noktada sosyalist
isted i k . insan, yetersizlik­
-EFKAN: Eksiklerimiz yok değil . Aradan b i r süre
geçtikten sonra. şurda niye bu yok dediğimiz elbette olu­ lerini yeterlilikle­
yor. Yeni yeni kuramsal birikimler ediniyoruz. Bu ara­ riyle aşacak dü­
da, toplumsal süreci her anında izleme ve yakalama kay­
gılarımız. resmi güçlerin de bizi her an izleme ve ya­ zeydedir.
kalama kayg ıları nedeniyle, (gülüşmeler) sık sık kesin­
tiye uğradı. Sıynlıp Gelen ' le başlayan çizgiyi , yetkin bir tığı ürünlerd i . Halk müziğinin geleneksel tekdüzeliği

senteze ulaştırmayı henüz başaramadık. Çıkacak olan ağırlıktaydı. Kaldı ki bir yan sonucu oldu: Geniş emekçi
kasetimizde, arayışlarımız yeni mevzilere geldi elbet­ kesimlerinden yeni dinleyici kitlesine ulaştık.

te. Ancak Grup Yorum ' un özgün sesini, söyleme biçi­ Burada bir açıklamayı daha gerekli görüyorum: Mun­

mini kurmada nereye geldiğini bizim söylememiz he­ zur Dağı , Berivan , Le Hanım gibi parçalarda Kürt hal­

nüz zor. Kaldı ki sanatta arayış ve cüret bittiği anda, kının sanat/kültür değerlerinden motifler yer aldı. An­
tekrara düşülür. Tekrara düşmeyelim derken, kendimiz­ cak burda amaç, iki kültür arasındaki,Türk ve Kürt halk­
den uzaklaştığımız da olabiliyor. Nitekim Berivan ka­ larının kültürleri arasındaki etkileşimi , ortak kültür de­
setinde, bir yandan yaşamla somut olarak bulaşabilme ğerlerini sergilemekti. Bizce, müziğimizde senteze var­

kaygısının ürünlerine yer vererek yaşamın her anına, ay­ mak demek, sınıf anlayışımııda biçimlenmiş bir ulu­
rıntısına, bireyden hareketle toplumsal ortama genişli­ sal/evrensel kültür senteziyse, bu her iki halkın da kül­

ğine yayılırken, öte yandan bilinen marşları yeniden, türlerini içerir. Ne ki, bir yandan ayrı tarihsel platform­

olabildiğince zenginleştirerek yorumlamaya yöneldik. larda ayrışarak, beri yandan da yazgılarının ortaklığı öl­

Elbette amaç, kendi toplumsal dinamiklerimizin özgün , çüsünde etkileşerek gelen bu kültürlerden birinin öte­
kendi dili ve müziğiyle yaratılmış marşiarına ulaşmak. kine karşı sömürücü olmasını istemiyoruz. En basit an­
Üstelik insanlar bizden altı ayda bir yeni kaset çalışması latımıyla, henüz Kürtçesi yaygınlaşnıamış ezgilerin
bekliyor. Bakın bu zorlayıcı bir durum. Bekletıneye hak­ Türkçe söylenmesi, bir kültür hırsızlığıdır. Elbette bu,
kınız yok. Öyle düşünülüyor. Belirleyici bir sorun ger­ �nseremos örneğinde olduğu gibi, bir halkın kendi di­
çekten . Tıırkülerle kasetinin erken . çıkrnasında bunun liyle yaygınlaşmış şarkıları için de mutlak geçerlilik ta­
da rolü var. Aslında Tıırkülerle kaseti , bizim için kay­ şımaz. Yinelersek, Kürtçe ezgiterin özgürcü yaygıntaş­
nak arayışı çalışmaları niteliğindeyd i . Öteden beri var­ ma alanı bulamaksızın Türkçe sözlerle kullanılma­
dı. Ama biraz daha dernlenmeliydi belki. Şimdi Kemal' sını ilke olarak yanlış buluyoruz. Kürt halkının kültür

in açıkladığı bir konuya tekrar dönerek bu kaynak ara­ sorunlarının müzikte de anlatımını bulmasından yana­

yışının altını çizmek istiyorum. Sıynlıp Gelen ve Beri­ yız. Bu konuda her demokrat, dürüst davranmal ı, gö­

van kasetlerindeki müzikal farklılıklar, şiirlerin farklı rev yüklenmeli 1

özellikler taşımasından da geliyor. Güleycan'Ia Soluk So­ -Gelelim yeni kasedinize. Merakla beklenen son çalış­
luğa'nın, Haziranda Ölmek liJr'un besteleri elbette farklı manız için neler söylemek istersin.
yaklaşımlardan yola çıkıyor. Ama sorun, bestelerin -EFKAN: Üstümüzdeki siyasal baskılar nedeniyle,
formlannda değil, düzenlernede çıkıyor. Geleneksel halk iç ve dış etkenler, gelişme dinamiğimizi elbette etkile­
müziğimizin söylenen biçimi "bu düzenleme sırasında di. Yer yer ivme kazandırdı, yer yer kaybettirdi. Ne var
yeni kimliğini bulduğu ölçüde senteze gelinmiş oluyor. ki , Gün Gelir/Cemo adlı son çalışmamızla, arayışları­
Sözle müzik arasında sözgelimi hece ya da sözcük dü­ mızı, bir senteze ulaştırma noktasına geldi k . Bu çalış­
zeyindeki kimi uyumsuzlukların yol açtığı nüans nite­ ma sırasında kendimizi alabildiğine özgür bıraktık. De­
liğindeki teknik yaniışiara düşmernek değil burdaki kay­ neysel yanı ağır bastı. Deneyci yanımız, geçirdiğimiz
gı. İçeriğe uygun armonizasyona gidebilmek. Ama her süreçte, bu kasette tepe noktasına vard ı . Asıl bu çalış­
parçada özgünlüğü de gerçekleştirebilmek. Türkülerle mamızla, evrensel düzeyde varmak istediğimiz sentez­
kasedi , işte bu arayış sırasında temel formdan kopma­ ler için geniş bir alan oluşturduk kendimize. Gün Ge­
mak üzere kaynağa dönüş anlamını taşıyor. Bu süreci, lir/Cemo'daki ürünler, daha öncekilerle,sonradan gele­
dinleyicinin de algılamasını istedik. Yer yer akademik cek ürünlerin kesiştiği bir zemin oldu bizce. Sık sık dö­
kaldı. Ama kaynak.la senteze varma çabamızın bilinmesi nerek kendimizi yoklayacağımız bir zemin. Yine de ye­
de gerekli . Öteden beri gelen birikimimizin yeni bir ak­ relle evrenselin sentezi yönünden, bu deneylerden son­
tiviteyle yorurnlanması, halk müziğini ve kendimizi anla­ ra da geçirmemiz gereken yorucu bir dönem olduğunu
mak, uygulama içinde yerimizi belirlemek amacınday­ hissediyoruz. En azından teknik ve kuramsal açıdan.
dık. İlk hareket noktasındaki duyarlılığımızın yoğunlaş- Bu demek ki, eleşti rilere de her zaman açığız. 17
�----- �� ���· ·
-Söyleşiye politik bir değerlendinneyle ginniş, dünden ları aşma düzeyine vardığı açık. Sorun, burjuva basını­
bugüne bir çerçeve çizmiştik. Biraz da bugünden söz ede­ nın yansıttığı gibi, yetersizliklerin üstün gelişi olarak
lim. Oıellikle sosyalist ülkelerde ilginç şeyler oluyor. Okın­ görülemez. Varolan subjektif durum, edinilen birikim,
kır bütün dünyayı etkiliyor, dengeler sarsılıyor. Nerdeyse,
uygulama yanlışlarının üstesinden gelecek düzeydedir.
dünya yeni bir altüst oluş süreciyle karşı karşıya. Bu ko­
Kaldı ki, dersler unutulmaz; tarih, dünya genelinde dü­
nuda bir mesajımı var mı?
şünecek olursak, geri gitmek bir yana, duraklamaz bi­
-EFKAN: Elbette var. Koyu dersler var, çıkarılma­ le. Olumsuz ve olumlu değerlerin çelişkisinde, son sö­
sı gereken. İnsanın birey ve toplumsal bütün olarak gel­ zü olumlu olan söyler. Sosyalist ülkelerde parti ve halk
digi nolctada, sanatçıların "bekle gör" tavrı içinde kal­ arasındaki açıklık, uzaklaşma, bir çelişki olarak yüze
malan düşünülemez. Değerlendirme ve önerilerimiz var. çıkınca, hepimizin tanık olduğu olaylar kaçınılmaz ha­
Kestirmeden söylersek, bugün dünyamızda, yaşanınası le geldi. En genel kapsamda söyleyecek olursak, ulus­
gereken şeyler yaşanıyor. Şaşırtıcı olan, bunun ivme­ lararası ilişkilerde doğru bir çekim alanı yaratabilmek,
si . . . Sosyalizmin uygulama tarihine bakıldığında, insa­ sosyalist ülkelerin vazgeçilmez misyonudur. Kendi ko­
nın, onun örgütlenmelerinin, toplum ve gelecek adına numumuzdan baktığımızda ise, dünyada olup bitenler­
uygulamaların yeterlilikler kadar yetersizlikleri de ta­ den soyutlanmaksızın sanatçı olarak üstlendiğimiz sü­
şıdığı görülüyor. Sosyalist insanın, sosyalizmin bugün reci durmadan dönüştürmek, yaratıcı olmak, yenilen­
geldiği noktada, yeterliliklerin yetersizlikleri ve yanlış- mekle bu misyonu başarabiliriz.

Müzi�in Dilinde
cinden geçirerek anlam bütünlüğünü yakalayabilmek
zorunluluğu var.
"Özgün müzik" olarak adlandırılan ya da kendini
Söylemek köyle niteleyerek ortaya çıkan akımdaki öz ve biçim
ilişkisi, gerçekte ikisi arasındaki kopukluğu yansıtıyor.
AKIN OK Sözün içeriği ve biçimiyle, ezginin içeriğ i ve biçimi

arasında, çoğu kez birbirine karşıtlık gözleniyor. Söz
ve müzik, birbirini nerdeyse dışlıyor. Nitekim, bu top­
Ianda, imgelerin vurguları ile sözlerin getirdiği an­
n sa n kendini müzik dünyasının içine bı raktı ğ ı
luluklardan da arabesk motiflerini ve melodilerini gör­
lam içinde yeni bir bütünlük sağlar. O imgeler ki, ta­ mek mümkü n. Toplumsal içeri kl i söylem, kendini yan­
şırdıkları yürek onlardan en yetkin payı alsın! Hangi lış bir müzik dili ile ortaya koyuyor. Aslında burada
söz vardır ki, bir melodi içerisinde yer alır da insan kurulamayan denge, müzik dilinin sözle iç içe girdiği
bağlarından boşanmaz; şiirin kendi ritminden çıkarak bütünlükte saklı.
daha keskin ve kalıcı bir güce erişmesi, işte müzikteki İlkönce müzik dili bize neyi anlatır? Ya da onunla
dilin keşfedilmesiyle pekişir. Bu dil öyle bir dildir ki neyi aktarmak istiyoruz? Bu soruları önümüze koymak
sizi okyanuslardaki dalgaların köpüğüne oradan da or­ gerekiyor. Dinlediğimiz müziğin içindeki iletiye ba­
manı n sessizliğindeki huzura götürür. zen kendimizi katarız, bu birliktelik öyle bir duygu anı
Peki nedir bu dili yaratan etken? Bu dili de yaratan, yaşatır ki, çizemeyeceğimiz mutluluk tablosunu kar­
şiir dilinin ta kendisidir. Müzikteki anlam yumağını o şımızda buluruz. Bu mutluluğa erişmek de kolaycacık
yaratır ve onunla yolunu çizer. Müzik dilini ilk gün­ çıkan bir sonuç değildir. Çünkü bu imgelerin kaynağında
den bugüne getiren, şiir dilinin gücüdür, şiir müziğin yatan ve onu ortaya çıkaran sözlerdeki anlam yumağını
özüdür. Müzik ise ona kendi biçimini katarak bir şek­ vurgulamakla eksik kalmadığımızdan, müzik dilini ya­
le girer. Halk müziğindeki ifade ile batı müziğindeki kalamışızdır. Bu dili zenginleştiren ve ona güzel i fa­
imgeler fark lı tonaliteler taşır, işte o melodiyi y aratan deleri su_rıan şiirsel özdür. (Bu, ayrı bir yazı konusu
o sözün yansıttığı çağrışımlarla bir besteyi ortaya ç ı ­ olmakla birlikte, enstrümantal müzik için de geçe rli ­
karabilirsiniz. Bestecinin önüne gelen sözler kendisinde dir. Onun da bir içe riği , ezginin kendi şiiri v ard ı r . )
imgeyi yarattığı anda yoğunlaşma baş lar . o yoğunlaş­ Bir şairin kendisini anlamadan onun şiirini de işle­
ma ile melodi diil y ak al an ır, notadaki yer i n i alır. Ba­ yemeyiz. Yazılan her sözcükte o insanın kendisi ya tı ­
zen sözlerdeki anlamla melodi arasında bir uyum gö­ yordur. Be stec in i n ruh hali onunla beraber olmak zo­
remeyiz. Sözler bir y anda . melodi bir yandadı r . O za­ runl u l uğu nu içinde taşır. Bu yüzdendir ki, müzik dili­
man doğru bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Buradaki so­ ni yakalamak, kolay erişiiecek bir nokta değildir. Onun
rumluluk besteciye aitt i r . · · Sevgiden, umuttan,
· da beklediği nitelikler vardır. Ona ulaşmak istiyorsa­
yarından" konuşan sözleri kalkıp arabesk melodisiyle nız, şiir dünyasınınenginliklerine açılmanız gerekecek.
ifade etmeye çalışırsanız ortaya çok yanlış ürünler su­ Buna e riş mekle insanın duygusal yoğunluğunu ve ger­
nulmuş olur. Yine halk müziğindeki sözleri onunla ör­ çeğini her yönüyle tadabi l ir ve müzik di l iy l e sizin me­
meye çalışırsanız yanlış müzik felsefesini izlemekten lodinizde yer al m a s ı n ı sağlayab il i r s i n i z .
başka hiçbir yarar sağlayamazsınız. Sözlü müzik ko­ İşte o zaman gökyüzüne bakıp bulduğunuz arkada­
nu olduğunda, ezginin dilindeki şekli, sözlerin süzge- şın şen şa rk ı la rına uzanırsınız.
Sinemaınız
Arayışlannın
Ere�ini
Belirlemiş
Durumdadır

Türk sineması dünya çapında başarılar kazanıyor. Ne­


leri nasıl düşünüyorsun, neleri notluyoruz bakalım . . .
Bray'da sürekli müzik ve sinema yazılannın yer alması, baş­
langıçtan beri vazgeçemediğirn bir tutku. Derginin sürekli okur­
Her şeyden önce, aşağı yukarı 1960'tan günümüze,
ları amınsayacaktır, kimi sayılarda, geniş ilgi gören çalışma­ otuz yıla yaklaşan bir süredir, hemen her an sinema­
lar yer aldı; ancak derginin sinemayla ilişkisini bir türlü sü­ nın içinde olduğumu belirterek söze girelim. Gerçek­
rekliliğe dönüştüremedik. Bray'un Nisan'86 sayısında "şiir, ten de, sinema yazarı, sinematek yöneticisi, senarist,
güncelligin sesli büyüyen imgeleri için sinemayla utangaç bu­ yapımcı, festival yöneticisi olarak, yıllantır içinde ol­
luşmalarını açık bir sevdaya, kalıcı bir dostluga dönüştürmeli dum sinemanın. Bu durumda, hak veriimdidir ki, si­
artık. " diye yazmışım. Veysel Çolak da "imge, hem sine­ nemayı birbiriyle elbette çelişmeyen, ama her zaman
mada, hem şiirde, bilinçli olarak yan yana getirilen iki duru­ da örtüşmeyen iki açıdan değerlendirdim. Öyleyse, bu
mun ilişkisinden ortaya çıkar" demiş ve ikisi arasındaki etki­
görevlerin gerektirdiği bakış açısıyla, kişisel bakış açı­
leşim zorurılugunu ele alan kuramsal bir yazı dizisine başla­
mıştı (umarım, notlarını düzene sokarak, başladıgı işin arka­ mı, öteden beri olduğu gibi, birbirinden ayırmak zo­
sını getirecektir) . . . Elbette öteden beri konuyla içerden ve en runda kalışımı öncelikle açıklamalıyım. Aklıma senin
yakından ilgili iki adam daha vardı: Ülkü Tamer, Onat Kut­ öğitimci-öğretmen yanın geldi: Şöyle bir örnek, sanı­
lar; şiire ve sinemaya aynı yakırılıkta tutkun olan başka iki sa­ rım, demek istediğimi açıklar; çok iyi olmazsa bile, bi­
natçı tanımadım! Ne ki , konuşmalanmiZ hep konuşulduğu yer­ raz açıklar. Bir yazar ve şair olarak, doğru, etkili türkçe
de kaldı, bir türlü yazıya dönüşmedi . Onat Kutlar' ı az sıkış­ senin için en önemli öğe olmalı. Öyle mi? Ama sınıf­
tırmadım: 60'1ı, 70'li yıllarda Papirüs' lerde, Yeni Sinema' taki bir öğrencinin öbürlerine oranla iyi yazılmış kom­
larda yazdıklanyla, veriıİıli ve gözüpek eleştirileriyle ilk genç­
pozisyonunu gene de takdir ettin ve ona en iyi notları
ligimizin sinema bilincinin pekişınesinde az etkisi olmamıştı;
verdin. O öğrencinin kafandaki mükemmel yazar ol­
şimdi de yine hiç degilse gençler için yazmalıydı. Özellikle
Türk sinemasının nerden gelip nereye gittiği, köprülerin al­ duğunuysa hiçbir zaman düşünmedin. Artı, kafandaki
tından hangi sular geçerse geçsin, aynı radikal yaklaşımlarla perfeksiyon kaygısı nedeniyle de öğrenciyi yanlış ve
degerlendirilmeliydi. Ama Onat Kullar, ısrarlarıma her defa­ eksiklerinden ötürü ne azarladın, ne de başarısızlıkla
sında, "Seyyit, inan ki şu ara tek satır olmaz. Bagışla! Daha suçladın . . . Şimdi bu yaklaşım farklılığın tutarsızlık an­
sonra . . . " diyordu. O "daha sonralarda" üstüne üstüne gide­ lamına gelemeyeceği çok açık. Kendi durumuma ge­
rek "benimki önemli değil , sinema tarihi bagışlamaz" diye lince: Sinemada kişisel olarak sanatsal etkinlik göste­
takılıyordum. Onaı Kutlar, tok sesiyle basıyor kahkahayı: rirken, çok köktenci düşünceler taşıyabilir, değerlen­
"Seyyit, tarih de görüyor ki, şimdi olmaz . " O "daha sonra­
dirmeler yapabilirim. Ama öte yandan, yaptığım gö­
larda" daha da üstüne giderek "sen anlat ben yazayım" de­
revler nedeniyle de, değerlendirmelerim daha bir hoş­
meye başladım. Onat yine kahkahasıyla ahizeyi çınlatıyor, "bi­
raz daha sonra" diye ekliyordu. Geçenlerde peşini bırakma­ görülü , pratik sonuçlar getirecek bir gerçekçiliğe, so­
maya, kendi kendime söz verdim; üstelik o da, Sinema Bir mut verilere, somut durumlara, olguların elverişlilik dü­
Şenliktir'i yayınlarken "Türk Sineması üzerine yazılarını, yeni zeyine dayalı olmalıdır.
yazacaklarıyla birlikte ayrı bir kitapta toplayacagına ' ' söz ver­ Peki , denecek, sinema üstüne değerlendirme ilkele­
memiş miydi okurlarına. "Ben geliyorum" dedim ve soluğu rin? Şunu öncelikle vurgulamalıyım: Sinema da tıpkı
Konsept'te aldım. Kafamda tasarladığım söyleşiiere Onar Kut­ şiir ya da genel anlamda edebiyat gibi, görüş açısı ya­
lar 'la Sinema Saatleri adını koydum . Gerçi Onat Kutlar, yir­
lınlığına, doruklardan geçerek ulaşır. Nasıl edebiyatta
mi dört saat sinemayla iç içe. Ama bu söyleşiyi kurgulayan
şu kent ya da ülke için iyidir gibi "idare edici" düşün­
ve okura sunacak olan bendim . Öyleyse, gerek kendi açım­
celer geçerli olamazsa, bu, sinemada da böyle. Öykü
dan, gerekse okur açısından, söyleşiierimize bu adı vermem­
de bir yanlışlık yoktu. Odasına girince hemen bunları anlat­ yazarken diyalog kurduğum ya da boğuştuğum yazar­
tım. Gülüşünden keyiflendiği belliydi. Ama telefonlar, soluk lar Anton Çehov, William Faulkner, Katherine Mans­
aldırmayan iş ilişkileri . . . Arkası kesilecek gibi degil. Hemen field ya da Sait Faik'ti. Sinemayı düşünürken de açık­
20 yazmaya koyuldum . . . çası Chaplin'i, Welles'i, Bunuel 'i, Passolini 'yi, Kuro-
rtı=�•.J •• ------- Sinema
sawa'yı düşünüyorum. Şimdi olaya böyle evrensel us­ alanındaki
talar düzeyinde bakınca, ki öyle bakmak zorundayız,
sinemamızın bu çapta bir adam yetiştirdiğini henüz söy­ görevlerin
leyemiyorum. Elbette bu bir kusur da değil. Hem bü­ gerektirdiği
;ük sanatçılar, biz istiyoruz diye ortaya çıkmaz. Biz
istediğimiz için çıkmayışının nedenini de, mutlaka eko­ bakış açısıyla,
nomik ya da kültürel azgelişmişlik, teknik ya da para­ kişisel bakış
sal yetersizlik gibi beylik gerekçelerle açıklayamayız . . .
Bir Dreyer var, Danimarkalı. Şimdi dünya sinema sa­ açımı ayırmak
natına Dreyer gibi büyük bir usta armağan etmiş olan,
zorundayım.
üstelik her bakımdan gelişmiş bir ülke durumundaki Da­
nimarka'da, bu işin kültürü ve birikimi de var ama, ikin­ yıda sinemacı da, ticari kaygıları ağır basan, geniş kit­
ci bir büyük sanatçısı yok, yetişmedi, göremiyoruz. lelerin beğenisiyle karşılaşan filmler yapıyorlar. Bu da
Ama bir İtalyan sinemasına bakınca saymaya yetişemi­ bir gerçektir. Ayrıca şunu da belirteyim, böyle bir si­
yorsunuz. Visconti'den Tavianiler'e, Antonioni'den nemanın yapılmasına da ilkece karşı değilim.
Bertolucci 'ye kadar son kırk yılda bir düzine büyük yö­ Şimdi istersen, yukardaki kişisel düşüncelerimi sak­
netmen geliyor aklınıza. Bütün bu sanatçıları çıkarmış lı tutarak, ama daha hoşgörülü bir yaklaşımla, sinema­
İtalya . . . mızın yerel ve evrensel konumu, başarıları üstüne so­
Ülkemize bakınca, şiirde Nazım Hikmet' in, öyküde runu yanıtlayayım: 1 970'te hem kuramsal , hem de en­
Sait Faik'in, romanda Yaşar Kemal'in hem yerel, hem düstriyel anlamda azgelişmişlik çemberinden kurtul­
evrensel büyüklüklerini, ülkenin azgelişmişliğine rağ­ makta zorluk çeken sinemamızda, Yılmaz Güney'in
men görüyor ve benimsiyoruz. Zaten bilinen bir doğ­ Umut filmiyle açtığı yoldan alana giren bir dizi yönet­
mya, dünyaya ve kendimize şöyle sıkı baktığımızda da menimiz, saygın bir sinema için çabalarını bugün..de
varıyoruz ki, sanatsal büyüklüğün ilerilik gerilikle mut­ sürdürüyor. Zeki Ökten'den Ömer Kavur'a, Ya":� Oz­
lak bağlı bir sonuç olduğunu söylemek zor. Dahası :ııan­ kan'dan Erden Kıral 'a, Şerif Gören'den Ali Ozgen­
lış! türk'e kadar sayıları onu geçen yönetmenimizin yap­
Topadayacak olursak, şu çıkıyor: Sinema sanatımı­ tıklan filmlerle hem ülkemizde, hem de dünyada olumlu
Zin henüz bir Nazım'ı yoktur. Ama bu, ilerde de ol­ yankıları da aşikar. Sinemamız artık, otuz yıl öncesi­
mayacağı anlamına gelmez. Şimdiki yönetmenlerimiz­ nin nerdeyse anonim özellikler taşıyan dilinin sınırla­
den birinin ya da birkaçının ilerde bu noktaya varma- rını zorluyor. Bunu yaparken, elbette ulusal sınırları
yacağı anlamına da kesinlikle gelmez. . da zorlamış, uluslararasına açılmış oluyor. Yani geliş­
Galiba oldukça genel bir soruyla başladık. Iyi de oldu.
me dinamiğini yakalamış durumdayız. Gerçekten de ya­
Bir çerçeve çiziliyor böylece. Ama burada, ya Yılmaz Gü­
ney? demekten kendimi alamıyorum.
bancı ülkelerde elde edilen başarılar, kimilerinin ileri
Ya Yılmaz Güney? Nazım'ın şiirde sağladığı evren­ sürdüğü gibi, adı sanı duyulmamış şenliklerde eş dost
sel başarıya, Yılmaz Güney sinemada ulaştı mı? As­ katkısıyla elde edilmiş başarılar değildir. Cannes, Ve­
lında birazdan, bu bütünlük akışı içinde Güney'in si­ nedik, Berlin, San Sebastian, Valencia, Nantes, Man­
heim gibi her biri ayrı ayrı değer taşıyan şenliklerde
nemasına ana çizgileriyle bir uğrayacağız. Ama Yıl­
maz Güney 'e bu konuşma dizisi içinde, ilerde geniş bir kazanılan ödüller, yüz ağartıc ı sonuçlardır. Yanı sıra, yu­
karda saydığım yönetmenlerden hiç değilse bir bölü­
paragraf açalım . . . Onu diyorduk: Elbette, hep biliyo­
münün, yineleyelim, sürekli yeni dil arayışları içinde
ruz ki , tüm yeryüzünde olduğu gibi, ülkemizde de bel­
li düzeyin üstünde filmler üreten sanatçılarımız yok de­ olması, zaten başarının en önemli öğesi. Yılmaz Gü­
ney'den beriye, sinemacılarımız bu sorunu dddiye alı­
ğil! Gene biliyoruz ki, bu sanatçıların dışındaki çok sa-
yor artık. Güney'in Amerikan sinema diliyle Italyan ye­
Yılmaz Güney, ni gerçekçiliğinin anlatımını kendi özel üslubuyla ko­
tararak oluşturduğu sinema dili, daha sonraki yıllarda
Amerikan birçok genç yönetmenimizce de benimsendi çünkü. ·Bu
sinema diliyle kez, 1 970-80 arasında yapılan birçok fılmimizin, ön­
ceki yıllardan çok farklı bir platformda, ama ortak dil
İtalyan yeni
özellikleri taşıyışı bu açıdan yargılanmamalı. Bir ara­
gerçekçiliğinin yış ortamında, kesişmeler, örtüşmeler olacaktır. Ama
bir kimliğin belirlenmesi ve kazanılmasından sonra, ger­
anlatımını kendi çekten yeni konumlar, özgün, ustalaş rı:ı ış çizgiler daha
özel üslubuyla açık ortaya çıkacaktır. Bugün, başta ümer Kavur ol­
mak üzere, az sayıda yönetmenimizin daha farklı bir
kotardı. dil oluşturma çabalarını önemli ve anlamlı buluyor, il- 21
Basınımıvn ve ______ r. :�·�· ·
başta Atilla için sevinçliyim. Üzüldüğüm nokta ise, bugün yirmi
yaşına gelmiş olan gençlerin büyük bir bölümünün,
Dorsay olmak
Türk sinemasının bu en değerli yönetmeninden, Yıl­
üzere, kimi maz Güney'den hiçbir film görernemiş oluşları. Bu ne­
denle, yazacaklarımızın da yer yer boşlukta kalabile­
sinema ceğinden kaygılıyım, ama inanıyorum ki, baskılar ve
eleştinnenlerimi­ yasaklar geçici , sanat yapıtları kalıcıdır. Güney'in fılm­
lerini sinemalarda izleyebileceğimiz günlerin uzak ol­
zin inanılmaz maması yönünde elimizden geleni yapmalıyız . Ki, salt
aymaılıklan Yılmaz Güney üstüne değil, Türk sineması üstüne söy­
leyeceklerimiz de genç kuşak izleyiciler için somut, elle
beni şaşırtıyor. tutulur sonuçlar sağlayabilsin . . .
Buraya kadar söylediklerinden şu çıkıyor: Türk sinema­
sına yurtdışında gösterilen ilginin , kazanılan başarılar,
giyle izliyorum. · Özcümle şunu söyleyebilirim: Sine­ ödüller ve bunların sonucu olan saygınlığın, Batı 'nın eg­
mamız arayışlarının ereğini belirlemiş durumdadır, zotizm arayışından kaynaklandığını söyleyemeyiz pek. Sen
en azından. bir zamanlar "Batı 'ya .film değil kilim gönderiyoruz " de­
İyi ama sevgili Onat Kutlar, bunların hep yazılması ge­ miştin. Çok tuttu bu esprif Sinema literatürüne yerleşti.
rekmiyor muydu ? Yani şimıli bu bir çırpıda söyediklerin Ama şimıii. . .
ertelenmese de yazıya dökülseydi ?. . Başlarken söylemiştim: Düşüncelerimi iki ayrı plat­
Haklısın, oldukça uzun bir süreden beri sinema üs­ formda sergilemek gereği duyuyorum. Tıpkı bunun gi­
tüne yazmıyorum. Yazınam gerekiyorsa, gerekçeleri bi, Türk sinemasının başarılarını da iki ayrı açıdan göz
var elbette; ama yazmayışımın da var. Son yazdıkla­ önüne almak zorundayız. Uluslararası alanda filmleri­
rım, arkadaşım Vecdi Sayar'ın editörlüğünü yaptığı mizi sinernatografik değerleriyle ele alan bir izleyici kit­
Video-Sinema dergisinde birkaç sayı çıkan Vajda in­ lesi hiç kuşkusuz her zaman var. Sinema adamlarinın,
celemesi ve Güney ' in ölümü üstüne yazımdı. . . Türk sinema yazarlarının bakışı da genellikle bu doğrultu­
sineması konusunda, özellikle Türk sineması konusunda da. Ama öte yandan, yabancı izleyicilerin bir kesimi
1 960'lı yıllarda radikal eleştiri ve polemikler yayınla­ de, filmlerimizi bir film gibi değil, benim, o ve artık
dım. Bugün ne yazık ki, genç sinema yazarlarımız ara­ oldukça yaygınlaşan deyimimle, kilim gibi izleme eği­
sında bile gözüpek bir eleştiri anlayışına rastlamıyorum. liminde. Herhangi bir filmimizi bir sanat yapıtı olarak
Sözgelimi bu durum bile yazınam için yeterli bir ge­ değil, sosyolojik, etnografık ya da antropolojik bir nesne
rekçe. Şimdi bir yandan bu eski yazıları bir araya ge­ gibi görme eğilimi oldukça yaygın. Elbette böyle bir
tirmek, öbür yandan da günümüzün sjnema ortamına yaklaşımı, sanat yapıtının bu bakış açısıyla değerlen­
ciddi bir yaklaşım ve bakış açısıyla eğilmek, bu durum­ dirilmesini kesinlikle reddediyorum. Sinemacılarımı­
da, benim için de hem bir görev , hem de zevkli bir uğ­ zın egzotik filmler yaparak Batı'nın ilgisini çekme yo­
raş olacak. Önümüzdeki kısa sürede böyle bir kitabın luna başvurduklarına aslında hiçbir zaman inanmadım.
yayınlanabileceğini umuyorum. Bu söyleşiler de kita­ Ancak, senin de bir şair olarak çok iyi bildiğİn gibi,
ba çerçeve oluşturabilir. Dünya sineması üstüne yazı­ bazan sanatçı " ne yapılmaması ' ' gerektiği konusuna,
larımı, beş yıl önce, yayın yönetmeni olduğun De Ya­ en azından, "ne yapılması gerektiği"ne gösterdiği dik­
yınevi'nde yayınladığın sırada, Türk sinemasını konu kati göstermek zorundadır. Bazı sözcüklere ya da söz­
alanları kitaba almamıştık. Ayrı bir kitap düşünmüş­ cük gruplarına, şair, yanlış değerlendirmelere kapı_ ka­
tük. Çünkü 70'ler ve sonrası için de bir değerlendirme pamak amacıyla, başvurmamaya özen gösterir. Sine­
yapmak gerekiyordu. Üstelik o zaman da vurguladığun macılanıruzın da egzotizm tuzağına düşmernek için özel
gibi, bu ikinci kitabın yayınlanması, yılmaz Güney'le bir özen göstermek zorunda olduklarına inanıyorum.
ilgili yazılarıının da kitaba girmesiyle olanaklıydı. Ha­ Filmin tematİk ve teknik bütünlüğü içinde işlevi olma­
tırlayacaksın, sıkıyönetim tarafından, hıikkında her türlü yan görüntülerin, folklorik güzelliği, sosyolojik\değeri
yayının yasaklandığı ve ölümünden sonra yazdığun, de­ ne olursa olsun, sanat yapıtında yeri yoktur. O zaman
min de sözünü ettiğim bir yazı nedeniyle kovuşturma­ belgesel film çekilmelidir . . . Şu an bir olayı hatırladun:
·ya uğradığım bir sırada, sinemamızın son dönemi üs­ Çok beğendiğim Almanya 40 Metrekare filmiyle ilgi­
tüne Güney 'e gönderme yapmadan yazı yazmak da, li. Tevfik Başer, birçok kez ısrarla vurguladığı gibi,
bir Türk sineması kitabı çıkarmak da benim için onur bu filminde sosyolojik bir olguyu değil, tikel bir olayı
kırıcıydı. Umarım, yazmayış ve süreidi erteleyiş ge­ ele aldığını söylüyor. insani bir dramı işliyor. Filmin­
rekçemde haksız sayılmam. Bugüp böyle birdeğerlen­ den, Almanya'daki Türklerin kadın erkek ilişkileri ko­
dirmeye ve sonuçta bir kitaba yönelmeme, senin hep nusunda genel sonuçlar çıkarılmasına karşı. Nitekim
yakındığın o "daha sonra"ların artık sonunun gelme- ben de, Grenoble kentinde şiddetle karşı çıktım. Wil­
22 sine elveren bir ortam var. Ve bu fırsatı bulabildiğim liam Wyler'ın Korkunç Koleksiyoncu filminde benzer
If:�·� · · ------ Türk
Yetmiş küsur yıllık bir geçmişe sahip sinemamızda '80 sonrası
filmler, yönetmenler, akımlar -ya da daha geniş anlamda , ayrıksı Sinemasında
olma çabasından kaynaklanan yenilikçi hareketler- önemli bir yer
tutar. Sinemamızda ilk kez bu dönemde tabu sayılan kimi konula­ Yeni
Konumlar
ra el atılmış ve yine bu dönemde sinema dışı kaynaklar kullanıla­
rak, neredeyse bağımsız yapımcılık olanaklarıyla, genç yönetmen­
ler ortaya çıkmıştır. '80 öncesine dek, anca birkaç uluslararası
başarısı olan sinemamız, yine bu dönemde Batıya daha da açıla­ BURÇAK EVREN
rak bir Türk sinemasının varlığından ve gelişiminden söz edilme-
sini sağlamıştır. relli ve ayrıksı çıkışlara Süreyya Duru'nun Kara Çarşajlı Gelin
Sinemamızda BO'Ii y ı l l arın hiç kuşku yok ki en önemli olayı, ile Bedmna' s ı n ı ; Lütfi Akad ' ı n Gelin, Dii,�iin ve Diycr'ten oluşan
genç yönetmenler kuşağının ortaya çıkışıdır. Gerçi bu çıkışın ilk üçlemesi ni; Erıem Eğilmez'in bir ekol yaralacak denli geliştirdi­
belirtileri '78- 79'da olınuş; ama 'BO' l i yılların başında neredey­ ğ i , çok oyunculu, değişik gag'lı güldürülcrini de cklcyebiliriz. Ne
se bir akıma dönüşecek yoğunluğa ulaşmıştır. ki Umut,bu değişimin ,yerinde bir söyleyişle. sinemanıızdaki yeni­
Elbeııe oldukça durağan. gelenekçi ve leeimsei amaçlı sinema­ lenme süreci ve sürekliliğinin işaret fışeğidir.
mızda böylesine bir çıkış birdenbire olmamıştır. Bu çıkışa çeşitli Türk sinemasında genç kuşağın, Umw'ıın yapıl masından yedi
olaylar. yönetmenler ve filmler öncülük etmişlerdir. ya da sekiz yıl sonra toplu halde piyasaya girmesini, hiç kuşku
Yı lmaz Güney 'in 1 970'te çektiği Umut, sinemamız için adeta yok ki, gecikmiş/gecikıirilmiş bir zamanlamadan çok. sinemamı­
bir bitişin sonu, bir yeniliğin de başlangıcı oldu. " . . . bütün elve­ zın o yıllardaki ekonomik işleyişindeki bir zafiyete bağlamak ge­
rişsiz koşullar ve umutsuz görünen bir ortam içinde ticari sine­ rek. Sinema içindeki sermayenin yetersiz ve güdük olması, leeim­
manın zorladığı kalıplara başkaldıran, hiçbir taviz vermeden ülke sel amaçlı gişe filmlerine ayrıksı ve yenilikçi filmiere oranla daha
bir öncelik tanınma s ı , TV'nin ağırlığını iyiden iyi ye hisseilirmesi
hep sinema dışı sermaye arama yollarının kapısını açmış ve bu
farklı sermaye de, değişik yönetmenlerin kullanması yönündeola­
naklar getirmiştir. O güne dek yalnızca bi rkaç kaç kısa fi l m ya­
pan kişiler, Yeşilçam'ın içinde pratik yapmalarına karşın. bu kez,
Yeşilça m ' ı n dışına çıkma eğiliminin bir bakıma öncüleri olmuş­
lardır. Erden Kıral : Kanal ( 1 978), Bereketli Topraklar Ozerinde
( 1 979), Hakkaride Bir Meı·sim ( 1 982); A l i Özgentürk: Hozat
( 1 9SO). At ( 1 982); Yavuı. Özkan: Mat/m ( 1 978), Demit}'ol ( 1 979);
Sinan Çetin: Bir Giimln HiMyesi ( 1 980), Çirkinlerde Seı•er ( 1 982),
Çiçek Abbas ( 1 982); Korhan Yurtsever: Fımtm Cinleri ( 1 978) bu
dönemin ( 1 978-82) akla gelen ilk yönetmenleri arasında yer al­
mışlard ı r . Bunlara, Yeşilçam ' ı n içinde olmalarına ve birçok film
üretmelerine karşılık, bu yenilenmeye bir ucundan katılan Zeki
Ökten ' i (Siirü, Dilşman, Faize Hücımı) ve Şerif Gören 'i de (Yol)
bu yönetmenlerin temsil ettiği kuşak arasında rahatlıkla sayabiliriz.
Genç yönetmenler, çoğunlukla k ı rsal kesimin sorunlarını top­
lumsalisiyasal bir bakış açısından irdeleme gibi bir ortak tema/egi­
gerçeklerine bir noktasından eğilen, sorunıla bir sanaıçının kay­ lim taşımalarına karşın genel likle ikinci ve sonraki li lmlerinde yö­
gılarını taşıyan" bu yapıt, yalnızca sanatçı olarak 'çirkin kral'ın neliş,yerini bir başka yeni temaya bırakmakta gecikmemiştir. Ye·
değil , onun da ötesinde, sinenıamızda kimi tavırların değişi­ şilçam'daki her ayrıksı film ve yeniliğe karşı olanlar ise, gençle·
mini -ya da değişme zorunluluğunu da- beraberinde getirmiştir. Gü­ ri n dışarıda kazandığı başarıyı küçümseme gayreti ile egzotik gü·
ney ' i n sinemamıza getirdiği bu ilk ve etkileyici atılım, bu yeni zelliklerden dem vurup, -birçok yazımızda eleştirdigirniz gibi- "ki­
soluk, daha sonra. çoğu "kendi yanında yetişmiş" gençlerin i l k l i m ile film" arasındaki garipsi bcnzeımelere girişmişler; o dö­
yönetmenlik heyecanını ve birikimini oluşturmuştur. nemlerde sinemamızdaki dcgişim ve bu değişimden yana olma­
Gerçi sinenıamızda '78/79 çıkışını bir başına Yılmaz Güney 'in yanlar arasında bir dizi kısır çatışmayı ısrarla sürdürmekten ya­
Umut'una dayandırmak da mümkün değildir. Örneğin bu cesa- rar ummuşlard ı r .

bir tema işlendiği halde, Fransız izleyicisinin, oradan nunda belirleyici olacak, son sözü söyleyecektir elbet­
Amerikalı insan için hiç de genel sonuçlar çıkannadı­ te. Ama biz, onlarda hazır olan bir arayışa, önyargıla­
ğını, ama Türk filmi söz konusu olunca niçin böyle so­ ra açık kapı bırakırsak, filmlerimizin estetik boyutuna
nuçlara gelindiğini anayamadığıını ve bu tür bir yakla­ yönelik ölçütler uygulamaksızın, yabancı izleyici on­
şımı kesinlikle reddettiğiınİ açık açık söyledim. Şimdi .da aradığını bulduğu ölçüde yapıtı başarılı sayacaktır.
bu olay , genelde var olan bir bakış açısını çok açık ser­ O zaman, silah verilmemeli . . . Ödüllerde, bu tür ön­
giliyor. Nitekim filmi izleyen çok sayıda Türk ve ya­ yargıların payı olmuyor değil. Ama bu payın ciddi ol­
bancı izleyicinin fılmi eleştinnek ya da övmek amacıyla, duğunu sanmıyorum, genellerneye gidilemez. Kazanı­
benzer genellernelere hep başvurdukları düşünülürse, lan ödüllerin biricik gerekçesi bu olamaz. Ne ki bu ge­
Tevfik Başer için ciddi bir tuzağın oluştuğunu görme­ rekçeyi de giderecek, sağlam yapıtlar ortaya koymalı­
mek mümkün değil . Yapıtın estetik boyutu, eninde so- yız. Benim "film değil kilim" sözüm, çok genelleşti- 23
_______ rtı:�•.J ••
tımların denendiği "80'1i yıllar, bu anlatımı gerçekleştirecek tek­
n i k kadroların eğitilmesini de gündeme get irmişti r .
Sinenıaııııza bireyin girmesi, özellikle erkek odaklı sinemamızda
kadının ön plana geçerek tüm tabuların yıkılışı , -biraı. da değişen
koşullar gereği- alıüst edilişi, yine '80 '1i yılların bizlere armağan
Kilim ile film etıi�i değişimler zincirlemesinin bir önemli halkasıdır.
'80'1ı y ıllarda sincmamıza giren yönetmen ve oyuncuların sa­
arasındaki
yısı da gerek nitelik ve gerekse nicelik açısından hiç de küçüm­
garip benzetmeler senmeyecek bir düzeyde olmuştur. Bu dönemde ilk filmlerini çe­
ken yönetmenlerin sayısı, neredeyse " Sinemacılar kuşağı"nda­
değişimin kine yakın bir orandadır. Sinema salonlarının erozyona uğradığı.
önünde kısır kimi teeimsel amaçlı akımların seyirciyi kaçırdığı ve sinemamı­
zın belki de tarihinin en büyük krizlerini arı arda yaşadı!ıı bir
çahşmalara zaman d i l i minde, tüm bu yeniliklerin gcrçekleşebi lmesi ise, işin
bir diğer ilginç yanını oluşturmaktadı r .
yol açh.
Sinemadaki tüm b u de!ıişiklikleri ancak sinema dışındaki top­
lumsal nedenlerle çözmek olasıdır. TV-videonun gündelik yaşa­
mımızın bir parçası olması, kır-kent ilişkisinin sıkiaşarak çağdaş
'78 kuşa�ının sinemaımza gelirdi�i en biiyük yenilik. elbctıe de­ yaşanı biçiminin genişleme ve etkilcmc olana�ına kavuşması, kı­
�işinı!dcğişti rıııe eğilimi ve isteğidir. Bu c�ilim; sincmanııza yal­ rı ilc kenti ile insanımızın temelde değilse bile, günlük yaşamdan
nızca sinema dışı kimi küçük ama cıkili sermayeyi kanali7.e etme­ hissed i l i r bir değişikliğe doğru alı ın alnıası ve giderek bu dogrul­
miş. beraberinde yönetıneni. senarist ve oyuncu kadrosunu da ge­ tuda sinemadan beklentilerinin çoğalması neredeyse bu değişimi
tirmiştir. Genç yönetmenlerin bir kesimi bildik slarlarla değişik yazgıya dönüştürmüştür.
zorlamış, b i r
temaları anlatmaya yönelirken, bir di�er kesimi de yeni sanatçı­ Tiirk Sinemasmda Yeni Koııımılar adını taşıyan bu kitabımda.
lar ya da di�er alanların (örneğin tiyatro) oyuncularını denemeyi bu oluşumu adım adını, dahası kare kare izleme kaygısının birer
·
uygun bulmuştur. ürünü olan, ve daha önce çeşitli yayın organlarında çıkan yazılar­
Genç yönetmenlerin Yeşilçaııı' a yerleşmcleri. dışarıda ve içer­ dan "ba7.ıları" yer alıyor. '80 sonrasını seçmemiz ise, bu yeni
de farklı bir izleyici kitlesi. artı. kimi ödüller de kazanmaları, konumları, başlangıç yıllarından günümüze dek olumlu olumsuz
giderek Yeşilça m ' ı n değişmez olan kimi kesimlerini de harekete yanlarıylasergilemeisleğinin bir sonucu . Öte yandan, de!ıişimi ger­
geçirmekte gecikmemiştir. Örneğin yılların ustası A ı ı f Yılmaz, çekleştiren genç yönetmenlerin yanı sıra. bu değişime ayak uydu­
"
bu değişim e genç yönetmenler doğrultusunda ayak uydururken, ran eskilerlc, yine, kendi bildi�ini ve ço�unlukla eski kalıpları kul­
kendi değişim zincirlemesini de gerçekleşii rerek bir bakıma sine­ lanan kimi "genç" yönetmenler de kitapta yer almıştır. Bir bakı­
mamızda oldukça farklı filmierin yöneınıeni olma durumuna gel­ ma bu seçme yazılar: de�işmeden yana olanları. değişime dire­
miştir. Yarı fantastik/düşsel çalışmaları ilc kadın ağırlıklı filmleri, nenleri ve değişme k isteyip de üstesinden gclenıeyenleri belirli bir
bu yönetmeni n . piyasa istekleriyle değişim isteğini bir noktada bu­ kronoloj i k sıralama yapmaksızın yansıtmak istemektedir. Bu ne­
luşturduğu. kendine ö1.gii. ayrıksı filmler olmuştur. denle, bir zaman lar değişimin öncüsü olup da sonradan piyasanın
'80 sonrasında yalnızca ıcınalkonular değil. onlara paralel ola­ koşullarına boyun eğcnlcrin kimi fi l m leri de ay ıklama yapılma­
rak. anlatını biçimleri de de�işinıe uğraııııştır. Yeni. rarklı anla- dan. bu çelişkiyi sergileme amacıyla kitaba kondu.

Onat Kutlar: Yabancı izleyicilerin


bir kesimi, filmlerimizi
kilim gibi izleme eğiliminde.
rildi, bütün bu sürece yaygınlaştırıldı. Ama gerçek, bu
değil!
Konuşmanın seyri, kendiliğinden, bir tespihin taneleri­
nin sırasıyla çekilmesine benzer bir akış kazandı. Ancak an­
/attıkları n, önce bir aylık derginin okurlarıyla yüz yüze ge­
leceğine göre, sinema sanatçılarımıza ve tek tek filmiere
ilişkin sorularımı bir sonraki görüşmemize erteleye/im di­
yorum. (Tam bu sırada, bir sürpriz olarak, Onat Kutlar' ın
çalışma odasında, Filiz Akın da bitiyor. Sıcak bir hal ha­
tır edişten sonra, bir süre, TV dizisi (Geçmiş Bahar Mi­
moza/a rı n da n konuşuluyor: Tepkilerden, kutlamalardan,
'

başarı ve kusurlardan. Filiz Akın, yıllar önceki filmlerin­ Onat Kutlar, şunu sormak istiyorum: Son birkaç yıldır, se­
de yansıttığı alışılmış tipierin çok dışında, kişi olarak da yirci yeniden sinemaya dönerken, sinema sayısınınsa tam
kendine yabancı bir tipi canlandırmasından ötürü eski iz­ tersine azalmakta oluşunu göz/üyoruz. Ayrıca Amerikan
leyicilerinin düş kırıklığına uğrayışı ve kendine sitemde filmlerinin birinci vizyondan Türkiye 'de gösterilmeye baş­
bulunuşlarından .yakınıyor. Üçlü söyleşi bu minval üzre landığına tanık oluyoruz. Geçtiğimiz günlerin basında ve
uzayıp gidecekken, "ama" diyor Filiz Akın, "ben sizin sinema adamları arasında en çok konuşulan sinema ko­
çalışınanızı kesintiye uğratmış oluyorum. Lütfen sürdü­ nusu bu. Tartışmanın içinde siz de varsınız. Okur/arımıza
24 rün . " Ve ben, bugünkü son soruma geçiyorum.) Sevgili da bu konudaki görüşlerinizi açıklarsanız, konuşmamızın
DEM YAYlNLARI

NAZLI ILICAK NAZLI ILICAK


Bitmeyen Hasret Menderes'i Zehiriediler
10.000.- TL. 10.000.- TL.

TURHAN TURHAN
. . .

DİLLİ GİL DILLI GIL


İmralı'da YÜKSEL ÇAKMUR Hepiniz
Üç Mezar Sürgün Günleri Suçlusunuz
10.000.- TL. 7.500.- TL. 7.500.- TL.

i ST EME ADRESi: Dem Basım-Yayım A. Ş . , N uruosmaniye Cad. Naliz Paşa Hanı, 20/3,
CağaloğluliST.
Tek isteklerde, sipariş tutarı kadar posta pulu gönderebil i rsiniz.

ilk bölümünü, güncel bir sorunun değerlendirmesiyle so­ mize geldikleri için alkışlamalarını, bunu neden yap­
na erdirmiş oluruz. . . Güzel de olur! tıklarını anlama olanağı yok. Bu konunun tarihsel ay­
Her şeyden önce, bütün dünyada yaşanan bir olgu­ rıntılarına daha sonra ayrı bir paragraf açarız. Şimdi kı­
nun, belki biraz daha ağır bir hastalık halinde ülkemiz saca şunu söylemekle yetineceğim: Amerikan sinema
sinemasının da başından geçtiğini görmek zorundayız. tekellerine kapılarımızı açtığınız gün, ulusal sinema sa­
TV ve videonun sinemayla rekabetinden söz ediyorum: natımızın idam hükmüne de imzalamış olursunuz!
TV ve video, bütün dünyada sinema izleyicisini azalt­ Bu konunun, sanat yapıtlannın serbestçe gösterilmesi
mış, çok sayıda salonun kapanmasına yol açmıştır. konusuyla hiçbir ilgisi yoktur. Kendininkinden başka
Türkiye'de olay, biraz "vur deyince öldür" biçimin­ bir herhangi üretime yaşarn hakkı tanımayan tekelci an­
de yaşandı. Ancak gene dünyada olduğu gibi, Türki­ layışı, yeryüzünün en liberal ülkesi ABD bile yasaklar
ye' de de ilk oburluk ve çılgınlık salgını atlatılınca, iz­ koyarak sınırlarken, bizim sinema basınımızın bu ko­
leyici, dengeli bir biçimde sinemaya da gitmeye başla­ nuda önlem önerileri getirmek bir yana, sessiz kalma­
dı. Ülkemizde özellikle sinema salonlarının da bulun­ sı, hele hele bu olguyu alkışlaması trajikomik bir du­
duğu bina sahiplerinin spekülatif kazançlar peşinde koş­ rumdur. Korkarım ki, bu "çok saf ' yazarlarırnız, ger­
malan, yerel yönetimlerin ve devletin ilgisizliği, bu kri­ çeği anladıklarında iş işten geçmiş, yerli sinemarnızın
zin ağır yaşanmasının bir başka nedenidir. Sinema iz­ nitelikli yapıtları bile gösterim olanağı bulamaz duru­
leyicisinin dönüşünden söz ettik. Gerçekten son iki üç ma gelmiş olacaktır. Aynı zamanda iyi birer sinema
yıldan beri sinema izleyicisinin salonlara dönmeye baş­ izleyicisi olduğuna inandığım Bray okurlarına, bu ve­
ladığı gözleniyor. Olay, bazı dar görüşlü sinema ya­ sileyle, yanlışa düşenleri uyarma görevini de hatırlat­
zarlarının sandığı gibi, Amerikan film şirketlerinin ül­ mak istiyorum. Çizilmek istenen aldatıcı pembe tablo­
kemize girişiyle ilgili değildir. Yani izleyicinin sine­ ların arkasındaki acı resmi herkes görmeli, sinema ya­
maya dönüşünün asıl çekim merkezi Amerikan filmle­ zarlarına Türk sineması önündeki tarihsel sorumluluk­
ri değildir. Burada Amerikan şirketlerinin ülkemize ge­ larını hatırlatmalıdırlar. 25. 1 1 . 1 989/Konsept
lişleri konusuna kısaca değinmek istiyorum: Basınımı­
zın ve başta Atilla Oorsay olmak üzere, kimi sinema G E LECEK SAYI DA
eleştirmenlerimizin inanılmaz aymazlıkları beni şaşır­
YILMAZ GÜNEY SiNEMASlNDA
tıyor. Bugün bütün Avrupa ülkelerinin bilinçli bir bi­
GÖZDEN KAÇAN YÖNELiMLER
çimde savaştıkları Amerikan sinema tekellerini ülke- 25
i :ii;181);i iiiif111·);J ·illi
: �--__---____-___-----__- r:ı ��.� .•
Faşizme Sarkıntılık H e r şe ye ra ğm e n a d ı n a d er gi yol la na n b i r öğrenci ola­
rak okulda bir süre şöyle gezi nir oldum. Evet, edebi ha-
yata atılışım işte böyle oldu. Ve tabii dört beş hafta sonra
MuŞTAK ERENUS d? dergi kesildi.

O
..

B
kulda Balilla marşlarının meşkini pek uzatmadılar.
Faşızm çamurunun ınsan kan ına yönelik o utan­
ir gün yine piyanonun çevresinde müzik dersinde
idik. Hoca hanım bize yine balilla'ları meşkettiri­ �az şartlanması zaten okulumuzda yoktu. 1 925-26'11
gunler. B u bela onlara da yeni gelm işti . Şimdi düşüne­
yord u : "O fascisti n ella storia consacrati siete gia." Ha­
bıl ıyorum. Ancak ve henüz kendileri debelenir haldey­
şa min huzur, "faşistler siz tarihten kulsaliaşarak geli­
dı ler. Bıze artan bır şeylerı yoktu, yine Akdeniz ' i n Ilai­
yorsunuz", diyerekten bizi bağ ı rtmaya çalışıyordu. Sı­
yanı idiler: Yalnız Mussol i n i cenapları duvarda Kral l l l .
n ıfla en büyüğümüz Şeref'le aramızda epey yaş farkı
Emanuel ' i n yanındaki yerinde yine aynen arzı endam
vard ı . Sonra Fenerbahçeli futbolcu da old u . Şeref karı­
edıyordu .. Bu arada hatırladığım tek şey, Türkçe hoca­
nın pedallara ulaşırken fazla açılan kart bacaklarının si­
m ı z Muslıhıddın Ad ı l ıdı. Mert, güzel i n san. Sınıfla ço­
y�h piyanonun cilasına yansıyan sarkık güzelliğini gö­
c u kların bırıne evden beyaz bir balıkçı kazağı örmüş­
runce dayanamad ı , bi avaza "ah anam " ı bastı rd ı . Marş
ler:t ı . Yakasında, hangi akla hizmet ettilerse, iıalyan bay­
altüst olmuştu. Bizlerin curcunası içinde büsbütün na­ _
ragı ozentısı, yeşıl beyaz kırmızıları vard ı . Türkçe der­
mu su tutan sayın öğretmenimiz şiddetle piyanon u n ka­
_ sinde idi k. Güzel Muslihiddin Hocam kazağı gördü. Dur­
pagı n ı vurar� k doğru müdüre gitti. Topumuzdan şika­
_ du bi şöyle, çocuğa baktı. Biz sustuk Tamam dedi tak­
ye!çı ıdı. Faşızme sarkıntılık etmiştik. Müdür anlayama­ '
mışsın boynuna halkayı. Çocuğun adı isrnail olsun. sus­
dıgımız dıl ve bıçımde upuzun bir n ut u k çekti bize. O
kun, utanmış, bakıyordu. ısmail bi daha giymedi o er­
gün bal i l lalara ara verdik.
ken Habeşli kazağı . Eskişehirden taşıyıp getirdiği Ku­
Edebi hayata atılışım italyan ilkokul u ' nda oldu . Ve de
vayı M ı l l iye bu idi işte.
şöyle old u :_ Bizim Mecmua diye bir çocuk dergisi çı kı­
yord u . O gunku bu Bwm Mecmua'yı hatırlamak için ki­ Köşkümüzün sekizinci odası nın kapalı olduğunu söy­
lemıştı m . Ama tavan arasının yılların giz' i n i taşıyan o
mın yaşı uygunsa beri gelsin. Ben bu dergiyi ciddi ola­ _
rak ızlıyordum. Hele "Faka Basmaz Zihni" diye bir kah­ kuçucuk kırık kapısı kilitsizd i . Yani tavan arası açıktı ve
ıçı nde yok yokt u . B i ldiğimiz kanepe koltuk tencere ta­
ramanı m da vard ı ; sürdürüp gidiyordu olmayacak ma­
va gibi _ev eşyas ı ndan ayrı, sarı sırmalı, yıldızi ı zabit el­
ceraları n ı . Bir akşam N u riye Nene'm b i r adamın başı­
na gelenlerı anlattı masalı nda. Köyden biri bir yere gi­ bıselerı, tıftık kalpaklar, çizmeler, k ı l ıçları n ı yitirmiş ke­
dıyor f!J UŞ. Yol u �amış, geç olmuş. Geeelernek için çık­ merler,_ kılıflı kıl ıfsız mataralar. . terk edilmiş bir savaş
mış bır armut agac ına. Arm udun da mevsimi imiş bu­ alanı gıbı. Korkard ı m , hem de girip uzun süre çıkmaz­
d ! m . Bır seferımde deri kaplı orta boy bir sandığın kü­
günkü gibi. Gökte ay da varmış. Derken kocaman bir
ayı da armut peşinde aynı ağaca tı rmanmış. ve sanki ? u k asma kılıdını dened i m . Açıl ıverdi O yarı karanlıkta
urkerek kapa� ını kaldırdım. Geçmişin birine sarılmış kül­
b! r başka dal yokmuş gibi de, gelmiş doğrudan bizim­
lu kokuları ı çınde on ları n da benden korktuğu çeşitli ka­
kının dalına kon m uş. Mehtaplı bir gecen i n ortasında _
dın gıysılerı, dantel ışlemeler, ipek örtüler ve sandığın
adam ı n halini ben değil siz düşü n ü n . Derken efendim
bir köşesinde de bir mektup tomarı buldum. Kocaman
ayı uygun bir arm udu seçmiş ve dal ından kopardığı bu
bir zarfın içine toplanmışlard ı . Zarfların üstünde Birinci
nesneyi daha iyi görebilmek için de aya doğru tutarken
Dünya Savaşı yılları nın günlerini taşıyan cephe mektup­
hi kaye bu ya, kıllı kocaman patas ı n ı adamın burnun �
ları n ı n damgaları, p u lları vardı. Pul ları sevd i m . Beş altı­
uzatmış. Bizim gariban ne yapacak tabii, kocaman b i r
sını :artlarından kopard ım. Göstermel i k aldım okula gö­
avazia " isteme m : · diye bağırınca, ayıcağızın yüreciği
turdum Bır . rastlantı, müdürümüz gördü pulları. Çok
kopmuş ve pat dıye ağaçtan yere ölü düşmüş. O ak­ :
ılgılendı. Pul ko lieksiyon u yapıyorm uş. B u fırsat mıydı
şam bu hey eca � l ı macera beni çok etkiledi. Gece ya­
ben ı m ıçın. Sınıfları rahat geçer m i ydim. Bir süre zarf­
takta da duşunur old u m . Sabah kalkt ı m , bu serüveni
ların pul!arını yç ldum ve sevinen m üdürü me götürdüm
öyküye döküp bir h i kayeci olaraktan Bizim Mecmua'
verd ı m . ıtalyan l ikokul u 'nda hiç sınıfla kalmayışımı, rüt­
ya göndermeye karar verdim ve öyle de yaptım. Öykü­
besini ve gazi mi, şehit mi old u ğ u n u bil mediğim zabit
ye öğle tatilinde okulda başladım , akşam evde bitirdim.
Celal Bey'e mi borçluyd u m . Hayır.
Ve ertesi gün de ad ım ve adresimle fiyakalı bir zarf için­
de dergiye postaladım .
.. Artık her hafta dergide h i kayemi bekliyordum. Bir iki
uç derken günl erden bir gün sınıfımızın kapısı açıldı,
MÜŞTAK
derste ıdık, postacı geld i . Usul böyle idi, postacılar doğ­ ERENUS
rudan sın ıfa gırerler ve getirdiklerini selamsız sabahsız
öğretmene verirlerdi. Bir dergi uzattı gitti. Hoca şöyle Sennaye
bır goz attı gelene, M ufaam ded i . Okulda Müfehham
Müştak adım soyulup sağana çevrilmiş, M ufaam olmuş­
Destanı
tu. Hemen fırladım yerimden, dergiyi aldım. Evet heye­ DESENLER:
canla açtır,n tab i i . Sayfaları çevird i m , döndüm bi daha Turhan Selçuk
çevirdim. Oyküm yoktu, basılmamıştı. Durdum, buna bir
ın ana vermek ge rekiyord u . Neye d�_rgi göndermişlerdi
_ _ Gerçek Sanat
oyle ıse . Bır ıkı gun geçti, çözdü m . Oyk ü m ü daha ciddi
26 sayılara bırakmışlar ve beni de dergiye bağlamışiard ı . . Yayınlan
u Türkiye'nin ' ' Diğer Türk basınının dokunmaktan
korktuğu konuları ele alıyor,
Türkiye'nin tabularına özgürce karşı

en etkili
çıkıyor. "
Guardian, 25.5. 1 988

" Siyasal açıdan etkili."

dergisi »
Helsinki Gözlem Komitesi Rap oru , 1 989

' ' Spiegel ile karşılaştırılabilir' '


La Liberte, 26. 1 0 . 1 988

"Tabularla hesaplaşmaya başladı."


I n ternational Herald Tribune, 25-26. 2 . 1 989

"Tabulara karşı cesur"


Politiken, 1'Ü .3. 1 989

"Rejime muhalefetin öncüsü"


Wochenzeitung, 2 . 1 0 . 1 987

"Saygın dergi, Spi_egel ile


karşılaştırılabilir ' '
Tages Anzeiger, 26. 1 0. 1 988

"En etkili muhaliflerden ve öncü


düşün ür"
Berner Zeitung, 26. 1 0 . 1 988

"Türkiye'nin en etkili dergisi"


Middle East I nternational , 1 7 . 2 . 1 989

"Türkiye' nin Spiegel ' i "


Kuzey Almanya Televizyo n u , 1 2 . 1 1 . 1 988

"Türkiye'nin en iyi ve en cesur


haber dergisi "
Süddeutsche Zeitung, 5.7. 1 989

"Siyasal çatışmada anahtar


'konumdaki gazeteciliğin örneği "
Avustu rya Radyosu , 30. 1 . 1 989
ARA Yayıncılık
BROY aboneleriyle
SALTUK Plak, BROY
abonelerine kaset armağan
ediyor
Dergimizin bu ve sonraki sayıla­
nnda, her ay bir yayınevini temel çiz­
gileriyle okurlarımıza tanıtmak ama­
cındayız. Bu ayki konuğumuz, Ara
Yayıncılık. Nisan 1988'de kurulan
Ara Yayıncılık'ın yayın yönetmeni
Vedat Çorlu. YASALAR 1 Platon 1 8000 TL
Vedat Çorlu, yayınevinin çizgisi PARMENİDES 1 Platon 1 5000 TL
konusunda şunları söylüyor: YÖNTEME HA YlR 1 Paul K . Feyerabend 1 9000 TL
' 'Amacımız öncelikle sağlam bir YENİÇAG BiLİMİNİN DOGUŞU 1 Ale xandre Koy re 1 6500 TL
klasik felsefe dizisi oluşturmak. Ni­ ORTA ÇAGDA FELSEFE 1 Betül Çotuksöken - Saffet Babür 1
tekim yayıncılığa Platon'un kitapla­ 12500 TL
rıyla başladık. Ancak günümüz fel­ MANTlK TERİMLERİ SÖZLÜGÜ 1 Teo Grünberg - A dnan Ona rt 1
sefesinin sorunlarını tartışmadıkça, 6000/TL
klasik felsefe bilgisinin bir anlamı PSİKANALİZ SÖZLÜGÜ 1 Charles Rycroft 1 7500 TL
yok. Bu nedenle Tom Battomore'un CiNSEL YASAKLAR VE NORMALDIŞI DA VRANIŞLAR 1 S. Freud 1
çıkacak Frankfurt Okulu/Eleştirel 7500 TL
Kurarn kitabı ve yayın listemizde yer SOSYAL PSiKOLOJi 1 Sears-Freedman-Car l s m ith
alan kitaplar da gösteriyor ki, günü­ TERSi VE YÜZÜ 1 A llıert Camus 1 5000 TL
müz felsefesine ilişkin yayınlara da CALİGULA 1 A llıert Camus 1 5000 TL
yer veriyoruz. MOLLOY 1 Samuel Beckett 1 6000 TL
' 'Bununla birlikte, aniatı türünden MALONE ÖLÜYOR 1 Samuel Beckett 1 5000 TL
eseriere de yer verdik, veriyoruz. DALGALAR 1 V i rgin i a Woolf 1 6600 TL
Amacımız her türe açık bir yayınevi BİR MA YIS GÜNÜ 1 William Faulkner
yelpazesi oluşturmak. Nitekim Ala­ SIGINAK HiKA YELERİ 1 Feyyaz Kayacan 1 4000 TL
in Robbe-Grillet'nin yeni roman tü­ SENi İÇİME GÖMDÜM 1 Andrew Jolly 1 4400 TL
ründeki Kıskançlık, Nermi Uygur' TÜYSÜZ 1 Woody Alien 1 6000 TL
un Çağdaş Ortamda Teknik gibi ki­ KlSKANÇLlK 1 A lain Robbe-Grillet 1 5500 TL
taplarının yanı sıra Kadın Duvarya­ UYKUSUZLUK 1 Henry Miller 1 4500 TL
zılan gibi yayınlar da programımız­ B UNALlMDAN YAŞAMA KÜLTÜRÜ 1 Nermi Uygur 1 1 3500 TL
da yer alabiliyor. GÜNEŞLE 1 Nermi Uygur 1 9000 TL
"Bir noktayı özellikle belirtmek is­ YAŞAMA FELSEFESi 1 Nermi Uygur 1 6600 TL
tiyorum. Bugün kitabevleri, kitapta DİLİN GÜCÜ 1 Nermi Uygur 1 4400 TL
nitelikten önce satış şansı arıyorlar. ÇAGDAŞ ORTAMDA TEKNİK 1 Nermi Uygur 1 6000 TL
Bu da pek çok yayınımızın vitrinie­
re konrnasım engelliyor. Böyle olun­ YAZlŞMA ADRESi: Ankara Cad. Konak Han, No: 43- 1 5 Cağaloğlu İST.
ca, kültürel işlevi olan kitapları sırt­ Telefon: 527 87 30
layacak türden yayınlara da yer ve­
rerek vitrinde bulunmaya çalışıyo-
ruz . ' ' 1 9 1 647 hesabına yıllık abone tutarı Aralık '89 içinde abone olan okur­
Ara Yayıncılık yönetmeni, b u bil­ 36.000 TL olarak yatırılan bedelin lara, ayrıca Grup Yorum'un Gün Ge­
gilerin yanı sıra, Broy Şiir Dergisi' dekontunu Broy Dergisi'ne göndere­ lir/Cemo kasedinin de armağan edi­
ne Aralık '89 içinde abone olan okur­ rek, seçtikleri kitapları isteyebilecek­ leceğini belirtirken, gerek Ara Yayın­
lara, listede yer alan kitaplardan lerdir. Okurlar, bu tutann üstünde is­ cılık'a, gerekse Saltuk Plakçılık'a,
okurların seçeceği toplam 1 1 .000 li­ tekte bulundukları takdirde, fark be­ Broy abonelerine gösterdikleri bu da­
ralık yayım armağan edecekler. Abo­ delini %20 indirimli olarak, aynı he­ yanışmadan ötürü teşekkürü borç bi­
28 neler, Posta çeki : Muammer Akça, saba gönderebileceklerdir. liyoruz . BROY
Gezi N otları
Tarihsel özü, benzersiz bir sezişle
kavramanın elbette bir yolu
yardamı vardır. İnsan, köklü
M oskova . . Tifl is . .
kültür anlayışı ve estetik değerleri
yüksek sanat etkinlikleri önünde
G l asn ost
kendini daha yüzeysel bulabilir. HAYATİ ASILYAZlCI

M
İŞA TUMA N İ ŞVİLİ
1 967 ve 1 96 8 ' lerde birçok oyununu izlediğim ünlü tiyatro adamı MişaTumanişvili'yi Rustaveli Tiyatro
Akademisi'nde öğrencileriyle çalışırken buldum. Yirmi yıl önceki dinginliğiyle gençlere taş çıkartırcasına
çalışıyordu stüdyoda. Rustaveli Tiyatro Akademisi ' nin önde gelen öğretim üyelerinden biri . Gençlerin
yetişmesine büyük çaba gösteriyor. Eğitimci ve tiyatro adamı olarak, özellikle sahneye koyuculuk dalın­
da, sınıflarda yaptığı çalışmalarda gösterdiği başarı, bugünkü Gürcü Tiyatrosu 'nun olu şmasında önem l i
b i r etken d i r .
Tumanişvili, T i fl i s ' teki Gençlik Tiyatros u ' nu n Başkanı, Genel Sanat Yönetmen i ' d i r . G ü rcü Sinema
Stüdyosu ' na bağlı olan Tiyatro Stüdyos u ' nu yönetiyor. Bu görevlerinden ötürü, Rusta\·eliTiyalrosu' ndan
ayrılmak zorunda kalmış. Ancak, Rustaveli Tiyatro Akademis i ' n de k i öğretim üyeliğini profesör olarak
sürdürüyor.
Geçtiğimiz yaz, İspanya'da sergiledikleri oyuntarla büyük ilgi derlemişler . l\1 o llere ' in Don Juan adlı
yapıtının yeni yorumuyla gitmişler . Gürcüler, deneme tiyatrosuna çok önem veriyorlar. Ne ki, nereye
giderlerse gitsinler, i kinci bir oyunları kesinlikle Gü rcü oyunu oluyor. Tuınanişvili yönelimi nde İ span­
ya'nın M adrit ve Bilbao 'daki şenli k lere Gürcü fol k lorik yaşamdan derledikleri çok d eğişik bir oyunu,
Bu Fdni Dünya Böyle adlı müzi k l i , şarkılı, ilginç b i r çalışınayı götürm üşler.
Tumanişvili ile konuştuğum sırada yeni bir programı duruyordu önünde. Kolombiya ve Venezüell a 'ya
gitme hazırlıkları yapılıyordu. İspanya'daki uluslararası tiyatro festivalinde gördükleri ilgiden ölürü, ikinci
yıl için yeniden çağrı almışlar. İ ç n de bulunduğumuz mart ve önümü zdeki nisan aylarında İspanya sefe­
rinde olacaklar.
Tumanişvi l i ' ni n yönettiği Genç l i k Tiyatrosu, pro fesyonel sinema sanatçılarından o luşuyor.
" Rustaveli Tiyatro Akademi s i ' n d e yetiştirdiğim yönetmen ve oyuncularını bu t i yatroda oynarlar" di­
yor Tumanişvili . Ve sürdü rüyor ko nuşmasını : " Bu tiyatroda dört yılda bir grup sanat çıyı, beş yılda da
bir yönetmen yeti ştiriyorum. Doğa ldır, en iyilerini yeniden deneyime eğitiyoru m . On yıllıktır bu slüdyo.
Küçük bir salonu var, iki yüz kişili k . 43 yıllık hocayı m . Çok öğrencim var k u şk usuz. Di ğer öğrencilerim,
değişik tiyatrolarda ve sinema stüd yolarında çalışıyo rlar. Gençlere çok önem veriri m . Geleceğin t i yatro­
sunu gençler yaşa t ı r . Bugün Rustaveli Tiyatrosu 'nun Genel Sanal Yönetmeni Robert Sturua'yı da Rusta­
veli Tiyatrosu'na getiren ben i m . Yeteneklileri bulup çıkarma k , bizim gibi hocalara düşer. Ternur
Cheidze de genç bir sanatçı ve bugün Marcanaşvili Tiyatrosu ' nda Genel Sanat Yönetmenliği yapıyor.
Sizinle, yirmi yıl önce Rustaveli Tiyatrosu ' n un çağrılısı olarak geldiğinizde görüşm ü ş t ü k . On yıl önce
bu tiyatrodan ayr ıldım, bu stüdyoya geld i m . Kırk sekiz yıldır aynı dalda çalışıyo rum . Tiyatro benim ya­
şam biçi m i m . Gü rcü Sinema Stüdyosu Başkanı Rezo Cheidze ve Pişmanlik filminin yönetmeni Tengiz
Abuladze ile sınıf arkadaşıyd ı k . 1 96 8 ' lerde Anouilh ' i n A ntigon e 'sini i zlemiştiniz. Hani şu Halk Sanatçı­
mız, Lenin Ödüllü büyük aktörüm üz Zahariadze ' n i n oynadığı A ntigone.
" Severek sahnelediğim oyunların içinde Shakespeare'in yapıtlarından Bir Yaz Gecesi R üyast, Kral Le­
ar, Jül Sezar, Çeh o v 'un Vişne Bahçesi, Gürcü yazar David Keldayışv i l i ' n i n yapıtından oyunlaştırdığım
bir sahne çalışması , İspanyol papaz Pleçer'in bir oyu n u , Çek yazarı Gegov ' u n oyunlarını ve Jean Girede­
au'nun A mphitrion 'unu sayabiliri m . Şimdi sizin gelme nedeniQiz olan Ilya Çavçavadze ' n i n Gandegili Ruh
Ya/ntzltğt adlı şiirsel oyun u . Dinsel bir içeriği var. Bu son üç oyun üzerinde çalışıyorum . Diğer yönetmen
arkadaşlarım da başka oyunlar üzerinde çalışıyor l a r . Euripedes'in Lyssistrata 'sını hazırlıyor bir diğer
arkadaşım . Bütün b u oyunları ben im yönettiğim Stüdyo'da yapıyoruz.
" En iyi öğrencilerimden biri Zaza Siharulidze, Batum'daki tiyatroda çalışıyor. Biz d e böyle başlamış­
tık 1 948-49'larda. Yirmi yılda, başarılarımız ve başarısızlıklarımız old u . Benimle birlikte başlayanlar, yap­
tıklarıyla yetindiler. Ben yetinmed i m , yeniden başlad ım gençlerle çalışmaya ve b u gördüğün s t üdyo doğ­
du. Yaşamla tiyatro arasındaki ilişkileri yakaladık. Bu somut yaklaşımları değerlendirmek gerekiyor. Aya­
ğını yere basan bir tiyatro yarattığımıza inanıyorum . Zaten Gürcü tiyatrosunu yakından tanıyorsunuz.
Bu ayrımı görmeniz güç deği l . Yaşam modelim salt sahneye koymak değil. Zaman b i zi hırpalad ı , yeni
şeyler arayarak kendimizi yeniledi k . Deneysel arayışlar, bizleri solukland ırdı . Yeni anlayışla işe sarıldı k .
Brech t ' i n yorumundan yararlandı k . Kendi yorumum uzu katarak, yeni senteziere ulaştı k . Yorumum uzda
dekor, olayın geçtiği yerd i . Şimdi olayın anlamı ve yorumun bizzat yapıldığı yer mekandır. Sahnelenen
oyunu genel çerçevesinde karmaşık ama bir bütünlü k içerisinde gerçekleştiriyoruz Dekoru ı ş ı k , ses, mü-
ahmet
Bir kalkışmaydı aşk yaşanmış olan
ada
Ne kaldı şunun şu rasında aniatılmayan
Uykuda bile portakal sayıkiayan Ah kalbim, tepeden tırnağa çiçek açmış
Bir çocuğun düşlerine karışırdı Bir ağaç gibiydin kış parkında
Keşke hep sürseydi anlatılan Denize baktın , yolculuğa çıktın vapurla
KALBi M Uçuşan sarı saçlarındaydı aşk Çiçeklerini denize döktü aşkın senin
Kalbime bir sonbahar hüznü bırakan
Akıp gitti bir çocuk saflığıyla Ah kalbim, dağlarda kar sesiydin
Kırık aşklarım ı savurup duran
Akşamın alacasına karışarak

Kalbim, bırakıp gidince aşk Keşke hep sürseydi yaşanan


Uykusuz umutsuz bir başına Çarpa çarpa büyüseydi aşk
Bir kuş uçar güneye, gül işle günlerine Yıkasaydık saçlarımızı denizde
MOSKO VA . . . Çünkü yazdı karanfil kokuşlu yaz
Çünkü yazdır geçen ıslık çala çala
TİFLİS. . . Adresimse Akdeniz anılarda kalan
Bir çırpıda leylak kokuları bırakan
VE GLASNOST. . .
zik , giysi ve atmosferi de katarak yapmayı planlad ı k . Böylece, modern gerçekçilik çeşitli sanatsal anla­
tım yollarından yararlanma olduğuna göre, biz de böyle yaklaşıyoruz tiyatro olayına.
"Bu modelle, daha doğrusu bu yöntemle oynayan sanatçıya düşünme, algılama ve oynama, yorum
yapma özgürlüğü tanıyarak sözünü ettiğim bir yöntem geliştirdik. Bu yöntemle oyunumuz, daha çok
önem kazandı. Çalışmamızda tiyatrodan çıkan seyirci değiştiğini anlamalıdır . "

O Yirmi yıl sonra gidiyorsumız, atalarınızın ülkesine. Yılların eskitemediği dostlukların daha bir an­
TAR PARU LAVA'NIN ATELYESİNDE .

lam kazandığına tanık oluyorsunuz, dostluklar da şarap gibidir, eskidikçe değerieniyor . Tiflis, nostaljik
bir kent kavramını sürekli olarak insana duyumsatıyor. Eski uygarlığı ve kültürü özümseyen bu denli
güzel bir kentin tarihsel konumu da çok değişik. Halkın günlük yaşama katılımı öyles ine yoğun ki, bir
gazetede küçük bir demeciniz çıksa ya da TV'de, radyoda adınız geçse, yıllardır görmediğiniz eski dost­
larınızı bir sabah ya da bir akşam otel lobisinde bulursunuz.
Gördüğüm kentlerdeki dostlarımı aranın. Tiflis, böyle bir özlernin odaklaştığı bir kenttir benim için.
Gürcistan kökenli oldunuz mu, arayışlar ve ilgi daha da boyutlanır. Dostluklarla akrabalıklar arasında
bir çizgi çekilmiş gibi, ilgi çemberiyle kuşatılıyorsun uz. Yitirdikleriniz, acı bir özlernin nostaljik görünü­
münde çağrıştırır sizi.
Gürcistan, çağdaş, siyasal, toplumsal ve estetik düşüncenin sentezini yaşatıyor kişiye. Bilmiyorum ,
böyle duyumsuyarum Tiflis'i. Nostaljinin d e ütopyacı bir ögesi olduğunu düşünmeden alıkoyamıyo­
rum kendimi. Tarihsel özü, benzersiz bir sezişle kavramanın elbetteki bir yolu, yardamı vardır. İnsan,
köklü kültür anlayışı ve estetik değerleri yüksek sanat etkinliklerinde kendini daha yüzeysel bulabilir.
Ne ki, toplumsal bilinçte yer alan değişimierin bağımsız bir evresi gibi Tiflis'te yaşam . . .
Otar Parulava, ünlü bir heykel sanatçısı. B u sanat dalı için gerekli tüm özelliklere sahip; gözlemleme,
estetik yaklaşım ve yaratının bilincini taşır. Her insan figürünün canlı çizimini, retorik bir yorum ve
aniatı içinde veren gerçekten bir heykel ustası. Aynı dili konuşuyoruz. Çevirmensiz anlaşıyoruz, özel bir
öğle yemeği buluşmasında. Parulava, evini atelyesinden ayırmış : Atelye ev gibi; iki işlevi bir arada. Sa­
natçının yaşamını , atelyede sürdürmesi kadar güzel ne olabilir? Ünlü sanatçılara atelye veriyor devlet.
Bu atelyede yaşamını da sürdürebiliyor. Parulava'nın evine gitmeden önce Tiflis Filarmoni'nin müdürü
Darian Kitia ve müzikolog Yevgeni Maçavaryani , o telden alıyorlar beni, buluşma saatinde. Parulava'
nın atelyesine gidiyoruz. Kapıda eşi Donara ve kızı İya ile Otar karşılıyor bizi. Dorian Kitia ile Otar
Parulava, yirmi yıllık arkadaşım. S on derece iyi aniaşan üç arkadaşız. Yirmi yıl önce Dorian Kitia, Rus­
taveli Tiyatrosu' nun müdürüydü, şimdi Gürcistan' ı n müzik yaşamın a yön veren bir kuruluşun başında.
Hem müziği, hem tiyatroyu çok iyi bilen bir yönetici. Yevgeni Maçavaryani, müzikolog ve Gürcistan
Halk Sanatçısı. M üzik yorumlarıyla radyo ve TV' de çok tanınan bir �işi. Aramıza ünlü besteci Aleksan­
der Basilaya da katıldı. O da Gürcistan Halk Sanatçısı: İverya (Doğu Gürcistan) Müzik topluluğunun
yönetmeni. Konserlerine bilet bulmak olası değil. Film ve tiyatro müziğiyle de ünlü. Elli ülkeye gitmiş
bir topluluk İveria, konserler vermiş. Folk müziği yapıyor. Basilay a ' nın müzikle anlattığı Gürcü halk
ozanı Vaja Pşavela üstüne yaptığı filmi videodan i zledik. Olağanüstü güzel bir müzikle anlatmış ünlü
halk ozanını.
Otar Parulava'nın heykel çalışmaları çok başarılı . Yılların deneyimli sanatçısı, ünlü kişilerin heykelle­
rini, çağın tarihsel rengini katarak değerlendiriyor. Yakın dostumuz, ünlü Gürcü yazarı Nodar Dum­
badze'nin maskım görüyorum atelyede. Tüm yirmi yıl bir film gibi gelip geçiyor usumdan.
Fakir Baykurt, Tahsin Sar aç, Aziz Çalışlar, Osman Mercan bir gün önce birlikte No dar Dumbadze'
nin mezarını görmeye gitmiştik. Tiflis'in en güzel çocuk parkındaydı mezarı. Anıtı da o raya konmuştu .
30 ı Çocukları çok severdi Dumbadze. Ölünce Paneton ' a değil sevdiği çocuk parkına gömmüşlerdi. Ne ya-
fergun
sözlerimi çırılçıplak bıraktığım yerlerdeyim
bedenim korkunç yorgun yüreğim öylesine buruk
özelli
anlamsız kalıyor ürkek ve tükenmiş merhabalar
saçiarım uçuşuyor utanarak biraz daha beyaz
enkazım kolay kolay kaldırılacak gibi değil

işte kahvesi ali abi ' nin işte berber mehmet'in dükkanı
TÜNEL
sıcaklığını yiti rmemiş henüz ot urduğumuz sandalyeler
aşklarımız bile paylaşılırdı nam lusu sıcak gecelerde
ınahir nadasa bırakmış toprağını şimdi galip solgun
cthem ilmik atıyor boyuna sonsuzluk halısına m urat da
bir sigara yakıp ağlıyorum dışardayım yıldızlarla

unutulacak gibi değil yaşadıklarım hangi deprem unutulur


kurutulmuş öyküler bırakmadım ki bir zamanlar diye anlatılacak
bir yanında zincir vardı köprünün öte yanda güzelim gökkuşağı
ne yaptıysam gökyüzüne salmak i çin yaptım kuşlarımı

ne yaptıysam uçurtmak içindi bulutlarda rengarenk uçurtmaları


ne yaptıysam ellerimin ötesine beynimin ötesine geçmek içindi

geçti mustafa hepsi geçti fırtına d indi giderek eskiyar korkular


çocuklar ıslık çalıyar sokaklarda canlanıyor duvarlar
ağaçlar silkip attığı karlarla suluyar kurumuş köklerini
düşlerim yeniden kavuştuğu şimşeğiyle giriyor yitirdiği iskeletine
hikmet ' e kızınıyorum artık sessiz ve derinden yürüyen kardeşime
sabrını yeni anlıyorum çini ust asının o coşkulu sevincini de

biliyorum her şeye yeniden başlamak ne kadar zor ne kadar güzel


sakladığım fotoğrafları çerçeveleyip duvarlara asmak
inadına yakm adığım kirapiara satır satır sarılmak
yaralı ayaklarımla yeniden koşmak mayın tarlalarını
o narin tohumları bıkmadan u sanmadan sulam ak sulamak
en büyük özgürlük yaşamak dereesine yarışmak zamanla ne güzel

ne güzel yağınurlara yeni bir anlam verebilmek damlaları sayabiirnek


oluşan selleri göğüsleyip yıldırımlar üretebilmek
hadi oradan diyebilmek gök gürültüsüne yiğitçe ak ıllıca omuz omza
yol vermez geçit vermez dağlarda haritasız pusulas ız bulabilmek hedefi
o küçük ve önemsiz piyonlarla şah diyebilmek şahlarına
kimseye muhtaç olmayan bir zeytin ağacı olabilmek ne güzel ne güzel

eey umarsız tarih müfettişi gi tgide yükseliyor yoksulluğumun barometresi


davası süren gençliğimin yanında bekleyen huzursuz bir dev gibiyim
kırıp parçaladım · yıllardır ben im için süslenmiş ka fesleri
fışkırtıp yakacağım artık damariarımdaki yakılı
fırlayıp çıkacağım kozarndan başka çaresi yok
yoksa yine açılacak meyhanelerde hüzünlü rakı şişeleri
yoksa yine çarmıha gerilecek spartaküs yağmurlu bir akşam vakti
MOSKO VA . . . TİFLİS. . .
GLA SNOST
zık ki, eşi Nanuli Dumbadze'yi göremedim. Daha nicelerini görerneden geldim. Program yoğun olunca,
kimi dostları aramaya zaman kalmıyor. Duyanlar gelip arayınca onlarla birlikte oluyorsunuz. Akıp ge­
çen zaman, dilediğiniz gibi size yardımcı alamıyor. Değerli yazar Dumbadze'nin en son yazdığı romanı
" Sonsuzluk Yasası" , elimin altında duruyor, basılmak üzere.
Evet, zaman alabildiğine hızlı akıp gidiyor, hava k ararmaya başladı Parulava'nın atelyesinde. Az sonra
yeni bir program başlayacak . İki dostun evine gideceğim. Yoğun bir gün. Dostlarla birlikte olmanın
verdiği bir mutlulu k !
Müzik ve tiyatroya olduğu kadar, Gürcü sineması ile edebiyatına, özellikle Gürcü sanatına gösterilen
ilgi, Gürcülerin bir yaşam biçimidir de. Bu yaşam biçimi Gürcü hal kına gerçek epik çizgiler kazandır­
mıştır.
İİREVİ "=�·..4 ··
Yaşam, Şiir
-------

nuşmanın tipik bir örneğini koyuyor ortaya. Bunun


üzerine düşünüyor da. Sonraki çalışmaları bunu ko­
ve Adını Koymak yuyor ortaya. Öncesi ve sonrası olan bir şiiri yaz-

Şiir yaşamdan s ürülmek isteniyor . Duyarlıklar ÇAÖRI. _____ döndü açıkgöz


öldürülüyor. İnsanlar imgeden yoksun bırakılıyor. Neredesiniz ey gönül ışığı dostlarım
Duyarlıkların böl üşülmesi bir süreç olarak tamam­ Mor sabahlara kırağı düşüyor bilmezsiniz
lansın isteniyor. Kendisini bile seçmekten uzak, ön­ Bilmezsiniz neden mahzun yüzlerimiz
cesiz ve sonrasız olsun deniyor. Şiirin tek engel ola­ Parmakuçlarımdan kayan yıldızlar
rak görülmesi, hedefin büyümesi gibi bir şey. Yani Canevimde kuş ölüleri
ilan edilen bir savaş var, hep vardı. Ama keskinle­ Başım dönüyor geçtiğiniz yollarda
şiyor. Yapılacak şey savaşı kabullenmekten başka Ellerinizi gözlerinizi yakalamak öyle zor
bir şey değil. Zamanı ve mekanı belirleyemezsen bi­ Öyle zor buzul bir kenti yaşamak
le . . . Patlayan güz dalgınlığını
Broy, değerleri yerine koymaya devam ediyor. Çığ düştü duygularımıza
Belirliyor. Getirdikleriyle; hayata giren şiiri, o aş­ Kol kola yürümeyi öpüşmeyi unuttuk
kınlığı somutlaştırıyor. Varlığı, gizlenen çelişkileri Zamanın kına yakılı saçlarında
açığa çıkartıyor . Doğal olarak; yaşanan da, şiir ve Dilenerek eskittik umudu
estetik adına girişilen savaşırndan başka bir şey de­ Gittikçe artıyor
ğil. Çok cepheli, yoğun; bugünde oluşan yarın Yanık bir ten ko kusu
için . . . Şiirevi, bu cephelerden biri . Şiir için örgüt­
Oysa ceylanlar geçerdi her ıslığınızda
lenmenin başlangıcı. Bilenmenin, k alemini sivrilt­
Çıldıran bir yeşildi yağmur
menin, bir renk olabilmenin yolu . Böyle düşünen­
Güzeller duvaklanırdı uzun sevişmelere
ler bir hayli fazla. Kurdukları, geliştirdikleri ileti­
Gelincik kokuları tüterdi ru hlarımız
şim yeterince açıklayıcı. Böyle düşünmeyenler de
Ölüm çırılçıplaktı hani
var elbette. "Bunca yazı, bunca ki tap varken Şii­
revi'ne ne gerek var . " diyenler de olacak tabii. Şii­ Kuşanılmış mavileri nakışlamayı becerernedik
revi'yle Bray'da yayımlanan yazıların çeliştiğini söy­ Tutup kasırgalar yüklendik soluksuz
leyenler de olacak. Ama bu doğru değil. Olgu, Usumda sürgün acıların sığınakları
edebiyat sosyolojisi açısından değerlendirildiğinde Yağmalanmış bir kaç anı
kendini kolayca ele veriyor. Bir de şu var: Lenin'i Artık kekeme doğuyor burada çocuklar
Lenin'le rahatça çürütebilirsiniz. Bu, yaşanana bak­ Gözleri bulut desenli
maya ve katılmaya bağlı bir şey. Çünkü anlamını,
o süreçte kazanıyor. Biz de bu süreci yaşamaktan maya çalışıyor. Bu noktada daha cesur olması ge­
yanayız. Böyle düşünenler şiirlerini göndermeye de­ rekiyor ama. "Çağrı " adlı şiirini yayımlıyoruz.
vam ediyor. Çoğuna yetişemiyoruz bile. Uçlara sav­
Hüseyin Gündoğdu'nun gönderdiği şiirler birbi­
rinin izini sürmüyor. Ayrı insanlar tarafından ya­
r!J �dukça, ilişkiler netleşiyor. Ayrışmak bütünleş­
_
tınyar, yenıbütün e varılıyor. zılmış gibi. Oykülemeye yaslandığı şiirlerinde ger­
Bu süreçte Döndü Açıkgöz de var. Daha önce çekliği t�!llamen kaybediyor. Şiiri de. Şiirli öykü­
gönderdikleriyle birlikte on bir şiiri oldu elimizde. ler gibi. Ote yandan, birkaç dizede yoğunlaştırdığı
Geçen zamanda boş durmadığını, _çalışmalarında iv­ duygu ve düşünceleri, saptamaları; yüklü imgeler­
me kazandığını, kendi şiir platformunu sağlamlaş­ le gerçekleştiriliyor . Bir özdeyişe dönüşrnekten uzak
tırdığını, gönderdiği son şiirlerle somutlaştırıyor. Bu kalındığı oranda bir şiir tadı alınabiliyor. Ama bu
da yetmiyor elbet. Şiir her şeyden önce bir metin
gelişimin açığa çı karttığı şu: Dilin günlük kullanı­
olabilmeli. Bunun yolu ise vokabüleri geniş tutmak­
mı yeterli değil. Bu haliyle dil neyi anlatırsa anlat­
tan başka bir şey değil. Yani bir caz zenginliği, bir
sm, belirli bir koşullanınayı barındırır. Bu koşul­
lanınada şu ya d a bu oranda ideolojik bir boyut da k lasik sağlam l ı ğ ı . " Güzel O lsun Dünyam ,
vardır. Şair (şaire) bunu kırmakla işe başlamak du­ Yıkılmak" iki şiiri.
rumunda. Ancak o zaman yeni ve gerçek olan (nes­ Her şey geleceğe bir estetik düşürebilmek için.
nel karşılığı olan) imgeler üretebilir. "Paramparça hüseyin gündoğdu _____
Yazlar" adlı şiirinde Döndü Açıkgöz, günlük ko-
__

GÜZEL OLSUN DÜNY AM


Dünya kadar derdimiz var
• HAV AT i ASILYAZlCI Çünkü . . .

M oskova . .Tiflis . . derdim dünya.

Glasnost YIKILMAK
Tuhaf! . . ama gerçek
32
-GEZi N OTLARI- Hep başkasının gürültüsü yıktı dergiihımızı.
Milhan' a Mektuplar VEYSEL ÇOLAK

S evgili Milhan, 03. 04. 1989, İzmir


Her şeyin bir düş olduğunu sanıyordum. Değilmiş ya da düş gerçekleşti. Yıl 1976. Diyarba­
kır. Karınca Kitabevi. Silahı en çok sevdiğim günler. Yüzün d Lişüyor karıştırdığım kitabın say­
falarına, düş başlıyor. Neler geçiyor aklımdan , bir bilsen! Seninle bölüşüyoruro yapabileceğim
her şeyi. Yakınımda, yanımda oluyorsun, dakunabiliyorum s ana, sesini duyabiliyorum, tartı­
şıyoruz, birbirimize kırılıyoruz . . . Sonra uzağım:a düşüyorsun. Yazıyorum sana. İçimden geldi­
ği gibi . doğru mu yanlış mı, hiç hesap etmeden . Yazma zorunluluğu duymadan. Senin bilmedi­
ğin, hiç bilmeyeceğin bi.ı belki de. Bir günlük tutuyorum. Böylesine doğal, Montaigne gibi ya­
zınca; marazi ve yalan bir dil mi kullanılmış oluyor? Bu, benim sorun um değil. Ne iyi ! Yazdık­
larım beni yansıtıyorsa mutlu olurum inan. Hem bir şey daha açığa çıkıyor: Demek ki senin
dediğin gibi değil . Tam tersi, yazdıklarımın adamı olduğum çıkıyor açığa.
Bak, sonunda yazdın işte bana. Artık gerçeksin, artık var s ın . Sonunda seni yarattım, varlık
nedenin oldum. Sana yazdığım mektupları okudun. Ayıkladın, iade etmek yerine, çoğunu yır­
tıp atacak kadar insanlaştın. B u , daha çok bana benzerneo anlamına gelmez mi? Bu kadarla
kalsa iyi. Bak, insanlaşır insanlaşmaz ardından neler geldi: Ben hep bir kın olarak kaldım, sen­
se bir hançer oldun hep. Sen bun u şöyle dile getiriyorsun: Beni sadece iyi sevişen bir erkek ola­
rak değerlendirdiğini söylüyorsun . Sahi, ben seni yaratınca ne oldum, o süreci yaşarken ney­
dim? Bir eşya olduğumu hiç düşünmemiştim. Herkese kucak kucak sevgi vermenin bedeli mi
bu? Keşke bu konuda cimri olsaydım: deneylerim, yenilen kazıkiarın bileşkesi olmasa.
Bir şey daha var: Doğru; yeri ve zamanı sağlıklı saptanmışsa önce dostluklar biter duygusal
ilişkilerde. Sonra, o beraberlik, aşk ve buruk gülümseyişler öldürülür. Anlıyacağın "ilişki bitse
de dost kalmak " anlayışı moda ama gerçekleştirilmesi o kadar kolay değil. Bunu becerebilmek
için acun kadar bir yüreğe gerek var. Benimki de o kadar büyük değil. Ama b ütün vücudumun
yürek olması mutlu ediyor ben i . İşte senin hiç anlamadığın şey buydu? İnan ki buydu.
Sana armağan ettiğim küpeler artık yok. Bir ünlem bu. Kocaman bir boşluk . Sensiz onların
yerine ne koyabileceğimi soruyorsun. Yoksun. Yanıt verilmiş değil mi? Kocaman bir boşluk
elbette. Senin yokluğuna eklenerek . . . Ama ben gene de arkaik şeyleri seviyorum . Benimle eski­
yen şeyleri de. Bu beni meta fetişizmine düşmekten kurtarıyor . Paranın gücünden korkınarnı
engelliyor. O kötü efendiyi yen memi sağlıyor.
Sevseydin yıkılırdın, biliyorum ; hüzünlenmiş olmanı da anlamış değilim. Olsun. Ben zaten
bir şakayım bu dünyada. Üç yıldır da senin yaptığın bir şakayı m . Bunu biliyorum. Sen de bili­
yor musun? İşte bu nedenlerden ötürü hiçbir şeye şaşırmıyoru m . Anla.
Yunt Dağları gene esmer ve hırçın. Anlayacağın, alabildiğine gerçek. Öte yandan, yalan ve
dedikodu alabildiğine kara. Beyaz onu açıklıyor ve aşıyor. Bunu kendimden öğreniyorum. Senden
bencilliği öğrendim.
İyi değilim. İ şim zor . Zamanım az. Tam sınırdayım. Bir bıçağın ağzında. Nereden başlaya-
cağıını bilmiyorum: Milhan'ı yeniden yaratacağım.
Milhan'ı seviyorum. Biliyorum, o var.

Milhan 'dan Veysel Çolak 'a; ı Nisan 1 989


Bir yılı aşkın süredir benim için yazdıklarını okumaktayım. Kimi zaman kendime hayran
kaldım, bir insan neler yapabilirmiş diye düşündüm. Kimi zaman buruldum . Sonra yeniden
sevindirdi beni satırların . Ve işte şimdi de b ir yanıt yazmak gereksinimi duydum.
Senden çok , pek çok şey öğrendim, Şair Veysel. Önce bir insan yüreğinin ne denli içtenlik
dolu olabileceğini, nasıl uçurumlara köprü görvi üstlenebileceğini, ne denli hüzünlenebilece-
ğini . . . .
Ve giderek, b öylesi bir insanın bile ne denli vurdumduymaz ve hain olabileceğini. Insan
salt yazarken değil , yaşarken de güzel olabilmeli, öyle değil mi? Sen Veysel olarak benim
yüreğime bastın . Hala üşüyorsundur, aç kaldığın, parasız kaldığın günler vardır ve ben hep
ciğercinin kedisiydim. Oysa Orhan Veli bile yanılmaktadır ünlü " Sokak kedisi ile Ciğercinin
kedisi" şiirinde . Ciğerci kedileri de acı çekerler, bıçak sırtında yaşarlar. Üstüne üstlük ödün
vermek zorundadırlar, sokak kedilerinin tersine.
"Aşklar da emek ister, özen ister" derdin. Sen hiç kendin dışında bir tek insana emek
verdin, özen gösterebildin mi? (devamı s. 3 1 'de) 1
CEREMESI BIZDEN _______ tt' :�•.4 ••
Can Yücel ' in Şiiri M ülemm a mı ,
HALiL ÇEMBERLİ M u arn ma mı ?
nibütüncü Manijesto 'nun �an Yücel 'le ya da tek tek şairleri � ir alıp veremediği var mıy­
Y dı, yok muydu, bunu man ıfestoyu yayıniayan şaırlerın
.
� .. .
. kendısı soylesınler. Ama Can Yil­
eel'in onlarla hemen bir hesaplaşmaya girivermiş olmasını ve " yırtık d ondan çıkar gibi
çıktıklarını" ilan edivermesini (Söz Gazetesi , 14 Şubat ' 88) anlamak , geride k alan günlerde bu
"şair-i muazzam "ın dışına veren şiir halleriyle daha bir kolaylaştı. O sıralarda bir arkadaş, " bu
tavır şair-i muazzam tavrı değil, olsa olsa bir şair-i munzam edasıdır; gençlerden munzam kar­
şılık istiyor, çün kü kendini şiirin Merkez Bankası Umum Müdürü görüyor" d emişti de yadırga­
dıydı k . Can Yücel, şiirimizde Ölü m ve Oğlum la birlikte özgün bir yere gelmiş , dahası son yıl­
'

larda peşine allı yeşilli, küçüklü büyüklü şairleri de takmış bir pir-i şiir olarak nasıl böyle değer­
lendirilirdi? Şakası bile tatsızdı; sırtımızı dönüv erdiydik.
Geçenlerde Cön k teki Dipnot 'u üstüneyse Veysel Çolak şöyle diyordu:"Can Yücel mülemma
'

yazmak istiyor. Ama muammadan öte geçemiy or. " Aslında bize kalırsa, yazdığı yine de mü­
lemma bir şiir. İşçilerin, köylülerin işlerine beş v akit namazı, imamı, mihrabı , tapınağı, sonra
da bu mülemmayı Tevfik Fikret ' le, Nazım Hikmet ' le gelen şiir geleneğimize sıvaştırması hiçbir
mucizevi ya da "marksist " hidayetle açıklanamaz; Can Yücel 'in şiirinin her zerresinin mülem­
maya dönüşmekte oluşundan başka!
Şimdi böyle yön tutturmuş g iderken: " K ötümser değilim ama, bana göre Türkiye'de şiir kal­
madı. Kimse şiir dinlemiyor. Ozon tabakası değil, ozan tabakası delinmiştir . " demenin de, genç
şairlerden "çifıbozan resmi" is ternekten başka bir anlama gelemeyeceği açık. Çünkü çiftini bo­
zana "yırtık dondan çıktığını" söyleyen bir şair-i miriye bu tarz-ı dermeyan, " çiftbozan resmi"
istemenin frenkçesi olarak cuk oturuyor. Niye frenkçesi derseniz, genç şairlere, sözgelimi bir
Nazım'a, Orhan Veli 'ye, Yahya Kemal de aynı adabımuaşeret tarzıyla ve meşveret çerçevesin­
den bakıyor ve onlara asıl, kendine danışılmayışından ötürü, çiftbozan resmini ima ediyordu.
Hakçası , Can Yü cel , aldıktan so nra istiyor.
ek çok şairin , nanemolla da olsa, eninde so nunda görüp öğrendiği şeyi, Can Yücel de ta­
P pınağı için ahde vefayı bırakıp belleyiverirse yerinde olur: Çiflik bozulmuştur. Hem öyle
bozulmuştur ki, bu bozgunla neye uğradığını bil emeyenler, özgürlüğe bile tapınak arar olmuş­
lardır. Hani özgü rlük, şu ya da bu kadar bir zaman için, tıpkı Can Yücel ' in de başına geldiği
gibi , mapusaneye kapatılır, kapatılmaz değil; ne ki ilanihaye, bir tapınağa bile kapatılamaz.
Yani üstad , beşer şaşar, şaşmaz değil ! Ama tarih boyunca özgürlüğe ve şiire en ters gelen
mekanların tapınaklar olduğu da bilinmez değil.
Ne demeli; gözü mucizede o lanın, yüreğine de tapınak gerekirmiş.
Vaktiyle -öyle diyoruz, çünkü hafıza-i beşerin nisyan ile mal ul oluşuna birkaç yıl yetiyor
artık- Düşün dergisinin yayın yönetmeniyken , " işlevi olan b i r şiir yazıyor" d iye Can Yücel'in
şiirlerini nice şairden önde, en ö nde yayıniayan Seyyit Nezir, " Can Yücel'i başımıza şair-i azam
ettin" diye yakınanlara, "öyle değil ama, şair-i muazzam old uğu bir gerçek " yanıtını verirdi.
Şimdilerde ne düşündüğünü de bir deyiverse iyi olacak.
Bize kalırsa mı? " Can Yücel peşrevi olan b i r şiir yazıyor" deriz . Ve de artık başka bir şeyi
olmayan!

BROY Ş İİ R DERG İ S İ / NİSAN-MAYIS ' 89 1 SAY I : 4 2 - 4 3


sahibi:mel.ihaakça • yaz1 işleri mi:idürü: mürnin dikduran • yönetim müdürü: muh arrem akça • yaym yönetmeni: seyyiı nezir
• yaym damşmam: nesrin arman • yaz1 kurulu: müşlak erenus - nesrin arman - veysel çolak · metin cengiz • seyyil nezir • sanat

damşmam: hayali asılyazıcı • dizgi: le ajans • ofset hazlflik: hay ajans (her oylumda yayın ajansı) 526 20 93 • bask�: bilmen
maıbaası • yönetim yeri: muhillin mah. arslan sak. 37/9 çorlu • istanbul temsilciliği (yaz1şma adresi): an kara cad. vilayeı han
205 cağaloğlu (yayınlansın ya da yayınlanmasın, gönderilen yazılar geri verilmez, deneme yazılarının -çift aralıklı- beş, incele­
me yazılarının yedi sayfayı geçmemesi rica olunur) • abone koşul/an: allı aylık 7.500.-TL., yıllık 1 4.000.-TL., yurt dışı abone
25 DM (yurt dışından abone olmak isteyen okurlar, abone tutarını / iş bankası, cağaloğlu şubesi, muammer akça - 301 00/1067
nolu hesaba yaıırmalıdırlar) • yurt içi abone: posta çeki - 1 9 1 647 •

2
BROY şiiR DERGisi H OY AJANS üRüNüDüR
Proleta rya n i n
G elinen nokta, yaln ızca öteden beri izlenen programın başarısını gös­
termez; bir o kadar, program ı n gelecekteki şansını da belirler. Dev­
rimci b i r program , onu izleyen h e r türlü eylemle eleştiriye uğrar; doğru­
Partisip leri
lanır ya da yads ı n ı r . Böylece, som ut olan karşısınd aki potansiyelin eyle-
me dönüşme ve gerçekleşma ola n ağ ı , hangi uzun erime yayılırsa yayıl-
s ı n , gelinen noktada elde avuçta n e varsa onunla yeniden tartı l ı r . . . Elde
avuçta ne kaldıysa, demiyoruz; ç ü n kü " kalan "la yapılan bir değerlen-
d i rme, matemat i k işlemiyle gerçekleştirilir. "Oian "da, eksilerin ve artı­
ların bitmemiş diyalektiği içerilirken, yanlışların ve d oğruların da bir ara­
SEYYİT NEZiR
da büyüme sürecidir yaşanan . . .
Kalınan yerden başlamak, bir kesintiye uğram ı ş l ı ğ ı ; olunan yerden ilerlemekse s ü rek l i l i ğ i anlatır.
Bugün soru n , ağ ırlıklı olarak, on yıldır yüz yüze gelindiği biçim iyle karşımızdadır: devrimci program,
" kalan sağlar'.' la, kalındığ ı yerden m i yürü rlüktedir? yoksa "giden sol"'arla "giden sağ" lar arasındaki
farkı ve kendis i n i n her ikisiyle farkını kavrayarak " o l an " ı n dönüştürü l mesi sürekliliğ i n i m i kuracaktır?

B
u önem l i ! G i den sağların kara msarl ığı ve kalan sağların iyimser l i ğ i , tari h i n ilerleyiş eğrisinden ay­
rıl mayla son uçlan ıyor e n i nde son unda. Gerçek; iyimserlik ve karamsarl ı k imgele rinin altında, do­
k u n u l mayı ve kazanıl mayı u m uyor bütün yal ı n l ığıyla: Nasılsa öyle ta nım lanmayı. B u n u u m uyor; çünkü
iyimser yaklaşımların miyopluğuna, karamsarl ığın bug ü n karşısındaki olanca vurdumduy mazlığına karşın,
insanın gerçekliği anlama inadın ı n üstün gelişiyle biçimieniyor tari h . Başka deyişle, her o n yılda bir
Sisiphos yazg ısıyla işe koyu lmak, tari h i n özne kişiliğini yansıtmaz. Yaşamdan ayrı yerde özne olu na­
maz. Ne de Kassandra'ya gereks inme var: Yalnızca kötülü klerden , yan ılgılardan söz ederek bilicilik
bağdaşına kurulan. Kolayc ı l ı k ; ister her çi leye boy u n eğerek hep aynı taşı doruğa taşıma çabasıyla
olsu n , ister çeki l enierin anlamsızl ığı ve olana el kanam ayacağı yılg ı n l ığıyla olsun, farklı yazg ıların or­
tak eğ i l i m i olarak çı kıyor karşımıza. Ve aynı ortak sonuca çıkıyor h er ikisi de: Proletaryadan başka
yerde. Kötümser olanlar b u n u peş i nen beni msiyari ar da, iyimser olanlar, proletaryayı hep başka yerde
aramayı ısrarla sürdürüyorlar.

P
roletaryayı tari h i n öznesi olarak görenler, nedense o n u n dışın dan ve daha da çok " ö n ü nden"
koşmayı seviyorlar. N e ki, bu " ö n ü nden " ' koşma, proletaryaya i l işkin birçok nitelerneyi ve eylemi
kendi leri n i n üstlenmesiyle sonuçlanıyor. Yani öznenin n iteliği ve eylem olanağ ı , o n u n ad ı na ve
"yukardan" bel irleniyor. Y u kardan yönlendirme ve d ışardan b i l i n ç ; öznede var olanın adını koymak­
tan , doğru tan ı m l amaktan başka bir amaca yöneld i kçe, yukarda ve dışarda kalmaktan bir türlü kurtu­
lamaz oysa. Ad ı n ı koymak ve ad ı na davranmak, farklı şeylerd ir: " Özne ad ı n a davranmak, öznenin
eylemi olmak son ucunu vermez; hepi topu eylemsi olunur. Nitekim prol etaryayı onca görkem l i mis­
yonlarla niteleyip sonra da onun ö n ü nde ve kop u k b i r devrimci programa örgütlenmek, proletaryanın
partisipleri olmaktan daha iyi bir yere götürmüyor. Daha kötüsü, yan l ı ş partisip olu narak proletaryaya
da bir türlü gidilem iyor . . . Proletarya; doğru ya da yan l ı ş " kendine göre" bir yol tutturuyor.

A
şılması gereken bir kal ı p bel i rleme var ortad a : Proletarya, tarihsel misyo n u n u er geç başaracak­
tır; tan ımlar ve şiarlar doğru d u r, ama özne b u g ü n yanlış yerdedir; karşı-özne tarafından , burjuva­
zi tarafı ndan ya n l ış yerde tutulm aktad ı r ! ? .. Ne iyi! Proletarya son derece saf; partis ipleri de pirüpak.
O l maz böyle şey ! demek ve çek i p gitmek bir a n l am taşımıyor.

H
içbir özn e , sözde kalarak tar i h i yön l en d i remez. Tarih; yapı lan ve içinde olu nan bir süreçtir. " G i­
den sol " u n işlev i , her tekrard a yeni dolayı m l a r ed i n erek, proletarya n ı n kendi içi n sınıf olmayı an­
cak kendisi n i n başaracağ ı n ı tekrarlamaktır. Programına ve eylem i n e , doğru tanım getirenlerle el ko­
yarak; gidi lecek yere, sınıfı n ı n her bireyin�_en sağ lanmış yaşam de neyim leriyle, herkesin ufkun � ka­
zanılmış b i r d ü nya önerisiyle gidilecektir. Ozn e n i n yerli _özel l i kleri atlanmaksız ı n ; ama evrensel azei­
l i kler edinerek, evrensel özelli klere katkılar geti rilerek . . . lyimserliğe savru lmuş olanlar, on yıllardı r ta­
rihin de dışına d ü ştü ler. Tarihi anl amak ve yapmak, özne ad ı n a iyim ser ya da kötümser olmaktan geç­
miyor. Söz konusu olan, öznenin içinde bulun mak, öznen i n ta kendisi olabilmektir.

BROY'un bu bölümü, NİSAN - MAYIS'89 sayısı olarak filme alınmış, ancak başta
ekonomik nedenJet olmak üzere, elde olmayan nedenlerle çıkamamıştı. Derginin tari�iı:ı:de
bir kesit olarak bulunması gerekçesiyle, aynen yayınlanmasında yarar görüldü . 1 EDI1DR 3
S aflara ! ------ t'tı =�·.J··
BR O Y, değerleri yerine koymaya de vam ediyor.
Bu bir gö vdeleşme hareketi. Gerekli aşm!tğa bir
haztr!tk. Hayata ve şiire bütünsel bir baktş.
TUGRUL KESKİN
Hayatın bütün alanlarında mücadele devam ediyor. Karamsar olanlar girişilen mücadeleyi
açığa çıkartırken, iyimser olanlar ise bir duraganlığı örgütlüyo rlar . Ama hayat devam ediyor .
Emperyalizm güçlendikçe orman kanunu belirleyici hale geliyo r . Marks'ın "Kapitalizm sanata,
özellikle şii re dü şmandır. " sözü her gün biraz daha doğrulanıyor. Moşe Dayan ' ın " Fatma Tu­
k an'ın her şiiri on geriliaya bedel dir . " sözü, belki şiirin gücünü anlatıyor ama ona karşı takını­
lan tavrı da açığa çıkartıyor. Göbels " Bana kültürden (şiirden) söz etmeyin, silahımı çekerim . "
demesi de bir baş ka gösterge. İşte bugün Türkiye' de şiir, yukarıdaki sözlerden anlaşılacağı gi- .
bi, bir güç olarak kabul edilmektedir Öylesine k i burjuvazi, şiire gereksinimi o lanlardan daha
önce fark etmişti r bunu. Böylece , önlemini de almak istemiştir . Çıkartılan holding dergileri ve
bu dergilerin yayın politikası şiirin gücüne karşı alınan önlemi açıklamaya, ele vermeye yet­
mektedir. Sonuçta yapılmak istenen, amaçlanan, şiirin gücünü kırmak; gereksinimi olanları şi­
i rden yoksun bırakabilmektir . Demokrat ve iyi niyetli birçok yetenekli şairin bu holding dergi­
lerinde eskitildiğini, önünün kesildiğini gözlernek olanaklıdır. Maddi ve manevi sömürü meka­
nizması alabildiğine işletilmektedir. Bastıkları bir şiire on bin lira telif ödemeleri , şiirin bir de­
ğişim değeri olduğunu k abul ettirmekten başka bir şey değil . Oysa şiiri hiçbir şeyle değiştire­
mezsiniz. Şiir hiçbir zaman meta olamaz. Olduğunda da şiir olmaktan çıkar. Yani profesyonel
şair olunamaz. Şair, her zaman amatördür. Çünkü hayatını bile amatörce yaşar , yaşamak zo­
rundadır. Bu, şii rin bir yaşama biçimi olması demektir. Zaten bir başka şey hiç olamaz. İ şte
şiirin varlık nedeni.
Bir yerde yayımlanan yazı, şii r ; ne derse desin, mutlaka ideo loj ik eklenmelere uğrar. ivme
kaybeder. Yanında yayımlanan yazıdan, şiirden gölgeler düşer üstüne. Netliğini kaybeder. Üretim
ilişkilerinden beslenen çelişki keskinleşmez, açığa çıkmaz . Gizlenmesi sağlanır. Yani uçlar be­
lirmez. Oysa uçlara açılmak gerekirken böylesine bir yaniışı pekiştirrnek şiirin gücünü yok eder,
şiiri yok eder. Zaten burjuvazinin de istediği budur. Öte yandan şiir; bir aşırılık, bir aşkınlık
olmak zorundadır. Burjuvazinin, işte buna tahammülü yokt ur, hiç olmamıştır.
Bray Şiir Dergisi, yukarıdaki tespitleri yaptığı için vardır. Var olmak için de mücadelesine
devam edecekti r . Şiire gereksinimi olanlar, öncelikle bunu anl amalıdırlar . Ho Şi Minh 'in, Ma­
o ' nun, Mahir Çayan'ın, genç Marks'ın . . . şiir yazmasıi. Hüseyin Cevahir'in 1 940'lı toplurucu
şairleri incelemesi düşünülmeli ve doğru anlaşılm alıdır . Uye olunması gereken bir derneğin cam­
larını silmek , cephede savaşıyor olmak kadar önemli bir görevdir. Yok edilme k istenen, bizim
olan şiiri; "o kız o lan erdemin dağlara kaldırılmasını " engelleyebilmek, savunmak ve salıipien­
rnek zorunluluğu vardır. Çünkü savaşın en kızg ını geçiş dönemlerindeki yol ayrımlarında ya­
şanmaktadır. Bu yüzden taraf olmak gerekiyor . Şiirin tarafında olmak gerek iyor.
Bray, değerleri yerine koymaya devam ediyo r. Bu bir gövdeleşme hareketi. Gerekli aşırılığa
bir hazırlık. Önce birey olmanın ve kendini ku rtarmanın yolu . Üretken, katılımcı bir işlerlik .
Eleştiriye açık ve eleştiren ; gerektiğinde çözümlemelerinde radikal. Bütünden parçaya giden bir
yaşama biçiminin izdüşümü. H ayata ve şiire bütünsel bir bakış ve bir eylem .
Bir gün hepimize " ne yaptığınız?" sorusu sorulabilir. Daha kötüsü bunu, kişinin kendisine
sormasıdır.
Şiiri varlığımızın bir nedeni olarak görüyoruz. Bu uçlara açılmayı da gerektiriyor. Bu önce
şiir adına örgütlenmedir. Holdinglerin yarattığı dağıtım engelini aşmaktır. Teslim olmamaktır.
Gereksinme duyd uğumuz şiirin yaratılmasını sağlamak ve onunla buluşmak için işe koyulmak­
tır. Şeriatçıların Türkiye' nin her yerinde aynı saatte başlattıkları eylemi aşabilmektir .
Şiire inananları , şiirin bir gereksinme olduğunu bilenleri, teslim olmayı sevmeyenleri birlikte
yürümeye çağırıyo ruz. Bunun bir yolu olarak Bray; kent temsilcilikleri kurmayı planlamıştır.
Şiir için, şiir gibi yaşayabilmek için, aşkın olabilmek için . Bray 'un yerlerine koyduğu değerlere
katılanları, hala varım diyenleri temsilci olmaya çağırıyoruz. Bu arkadaşların yazmasını ve Bray '
la şiirin örgütlenmesine katılmalarını istiyoruz. Daha neler yapılabileceğini yazmalarını da.
4 " Şiir öldü , yaşasın şiir ! "
AHMET NECDET
Bornova, 20 Mart '89
etin Cengiz'in Bray 'da yayınlanan "İkinci Yeni: Esinleyen Bir Şiir" başlıklı yazısını, bugün
tekrar gözden geçirdim. Bay Cengiz, İ kinci Yeni ile ilgili bazı saptamalardan sonra, bu
M hareketin " Türk şiirini yeni imkanlara zorlayarak, dil ve imge düzeyinde giderek -özellikle
60' larda- derinlik sağladığı tesl im edilmelidir ' " yargısına varıyor. O ' na göre, bugün artık şii­
re "ayakbağı" olan bu dosya, yeni şiir açılımlarını esinleyerek k apanmıştır ve bu konuyla ilgili
her türlü tartışmayı ısıtıp ısıtıp gündeme getirenlerin, şiirdeki yeteneksizliklerine günah keçisi
aramaktan vazgeçmeleri zamanı gelmiştir.
Adamın geçim kapısı o , niye vazgeçsin? Ben İ kinci Yeni'yi azıcık ANA P ' a benzetiyorum.
İçinde neler yok ki . . . Simgeci' likten, gizemci'likten tutun da, dada' cılığa, gerçeküstücü' lüğe,
hurufatçı' lığa k adar Batı 'dan ithal yoluyla şiirimize taşınmış her çeşit akım ve takım çıkmadı
mı bu Troya At ı ' nın içinden? ANAP , 0Jo 3 5 'le Türkiye'yi yönetiyor. Bay Cengiz, bu yeteneksiz­
lerin 0Jo 5 ' le şiirimizi yönetme hevesini, onlara çok görmemelidir.
Hem "sıkı şiir" yazmak o k adar kolay mı? " Şiirin sıkıyö netimi" de böyle olur işte !
Born ova, 21 Mart '89

G enç şiirimizin dikkatle izlenmesi gereken imzaları arasında ayrı bir yeri var Enver Ercan' ı n .
Cağaloğlu ' nda ayaküstü e l im e tutuşturduğu "Sürçüyor Zaman " adlı yapıtını zevkle oku­
d um. Bir kenti aşağıdan görmey i, göstermeyi, o kentin sokaklarında, taşıtlarında, kalabalıkla­
rında dalaşmayı bilen, şiirini bil eyen bir delikanlı, üstelik " kendine külhan " ! S oruyor, sorgu­
luyor, sayıların renkdüşümü'nü yansıtıyor, bununla da yetinmeyerek İstanbul ' un "tellak gibi
yürüyen ' ' fen ni şairlerinden, derin danışmanlarından dem vuruyor. Afur tafuru sevmediği bes­
belli, bakın şu dizelere:
cen net 'in tek atl1s1 ece
hadi artrk sen de atma
Ben sevdim Enver'in şiirlerini, okuyun, siz de seveceksiniz, ayrı tatlar, ayrı kokular, ayrı çağ­
rışımlar bulacaksınız onda.
Bornova, 23 Mart '89
rof. Dr. A nnemarie Scihimmel 'in A lman Gözüyle Divan Edebiyatı başlı klı bir incelemesi
P yayınlanmıştı, bundan yıllar önce. Dil ve Tarih Coğrafya Dergisi nin 1 9 5 3 tarihli 2-4 . sayı­
'

sında yer alan bu yazının küçü k bir bölümünü aktarmak istiyorum Şiir Günlüğü 'me: "Özel
maceraların şair tarafından uyd urulmuş deyimlerle değil, eskiden miras kalan remiz ve sembol­
lerle anlatımı, modern batı ve d oğu edebiyatçılarının eleştirisine yol açmıştır; aynı bakış açısın­
dan, İngiliz edebiyatma birçok o lağanüstü şiir veren XVI I . yüzyılın metaphysical poetry'si gü­
nümüze kadar 'soğuk ' , 'yapay ' , ' cansız' deyimleriyle nitelendirilmiştir. Fakat , İngiltere'de en
· modern şairlerin, özellikle T . S . Eliot ' ın aracılığı ile, bu son derece yapmacıklı ve zihinsel bir
çalışmanın sonucu olan metaphysical poetry 'ye karşı yeni bir ilgi uyandığı gibi, aynı surette
belki biraz sonra Türk gençliği klasik Divan Edebiyatını aniayıp da ondan yararlanmaya çalı­
şacak, belki de k lasik edebiyatın en değerli özellikleriyle modern sanat anlayışı arasında mü­
kemmel bir sentez yaratmayı başaracak . Fakat bu, son derece zor bir iştir . "
Modern şair, b u son derece zor iş'in üstesinden geldiği vakit, kendini z'enginleştirecektir. Eli­
o t ' ı baş tacı edip. de, klasik şiir mirasımıza b urun kıvıranların dikkatine !
Bornova, 24 Mart '89
ünkü şiir notlarımı, bugün Melih Cevdet Anday Usta'nın Cumhuriyet 'teki " Strasbourg
D Anıları"nı okuduktan sonra, bir kez daha gözden geçirdim. Yazısının bir yerinde ileri sür­
düğü savlar, Annemarie Schimmel 'le tam bir uygunluk gösteriyordu: " Şiirde gelenekten kop­
maya gelmez, m odernlik gelenekselin içinde boy verebilir ancak . Shakespeare'i modern .say­
mak hiç de yadırgatıcı değildir. Ozan iki adımd a bir geriden hız alır , şiiri boyuna yeniden yara­
tır, gününe doğmak olanaksızdır onun için . "
Bir zamanlar Perçemli Sokak 'la gerçeküstücülüğün labirentlerinde dolaşan Oktay Rifat'ın,
yıllar sonra, o güzelim " Hürrem Sultan'a Gazel " i yaratması, geç de olsa, geleneksel 'in değeri­
ni anlamasından kaynaklanmışt ır, diyorum.
Modern şair'in işi, elbette son derece zordur . Şiiri kolaya alanlar, şiirin semtinden bile geç-
memiş "hilkat garibeleri" değildir de nedir? 5
.

Imge : ------ � :��··


İdeoloj ik iyimserlik, bireyi tarihin in dtşına düşürmüştür.
iyimser insamn kendiliğinden bir ideolojisi
Olanak vardtr. Bu, kendisi için bir ideoloji değil; hiçbir
zaman karşt çtkmadtğt oluşum/ara iyimser
baktşın getirdiği bir ideolojidir. Bu her şeyden
önce, bir kabul/enişten başka bir şey değildir.
VEYSEL ÇOLAK

G ünlük kılgısal (pratik) yaşantıda yanlış imgeler üretiliyor. Bu , gerçeğin dışına düşmeyi
getirirken ; gelişmeye, toplumsal sıçramaya karşı bir engeli de oluşturuyor. Nesnel karşı­
lıktan yoksun k ültürel oluşum, bir idealizmi o luşturuyor, yaniışı örgütlüyor. Sonrasında, este­
tik gelecekten yoksun bir bilik telik; bir demo kratik , ekonomik ve politik s avaşım, bir sanat
(şiir, heykel, resim, müzik . . . ), yaşananı, yaşanınası gerekeni ku şatıyor ve belirliyor. Neye el
atarsanız atın, birçok örneğiyle karşı karşıya gelmeniz olanaklı durumda . Kişisel ilişkiler bile.
Hiçbir şey sonralı değil ama alabildiğine önceli. Oysa her şey bu ' öncü!' olanda kurgulanıyor.
Yaşamdan çıkartılarak gene yaşama döndürülüyor. Bu bağlamda şiirle kurarn (teori) arasında
yakın ya da ortak bir nokta var. Çünkü yaşamdan çıkar şiir, gene yaşama döner. Nesnel karşı­
lıklar edinınesi de buna bağlıdır . Bunun görülmeyişi, sonuçta, geri çekilmeyi getiriyor. Femi­
nizmin, yeşiller hareketinin öne çıkartılması, bunu, geri çekilmek te olunduğunu kanıtlıyor. Daha
da tipik olanı , Erdal İnönü' nün , sosyal demokrat partilerde kadınlar örgütlenmesinin ayrı bir
kol olarak gerçekleştirilmesini savunmasıdır. D aha başında yanlış bir görüş. Kadınların parti­
de bir kol oluşturması yasak belki ama partiye üye olması ve erkekler gibi bir çalışma kaydet­
mesini kısıtlayan bir yasa yok, tuhaftır ki yok . Aslında, burda üstüne gidilmesi gereken, bü­
tünselliğin elden kaçırılmasından başka bir şey değil. Sonuçta, ayrıntıyla uğraşmak bir labi­
rentte kaybolmaya dönüşüyor. Bu da kendiliğinden yoğunlaşan, bir türlü fark edilemeyen bir
kararnsadığı getiriyor, daha da kötüsü bunun karşıtını oluşturuyor. Çünkü bütünü ve ayrıntıyı
tarihselliği içerisinde bir türlü yerine oturtamayanlar; kendilerince aydınlık bir ortam bulduk­
larında, her şeyi yeniden başlattıklarından, alabildiğine iyimser olmaktan kendilerini alamıyor­
lar. Üstelik alabildiğine iyimser, sonuna kadar iyimser. Bir güç dengesi araştırması yapıldıktan
sonra her şey lehte de olsa, öylesine ölçüsüz bir iyimserliği yaşamak doğru değil. Olumlu gibi
görünmesine karş ın özünde taşıdığı bir olumsuzluk var: O da, her zaman karşıtma dönüşeceği­
dir. H em de süreklilik kazanarak . Siyasi anlamda bunu mekani k de olsa örneklemek olanaklı­
dır. Olumsuzlukların bire karşı on olduğunu düşünüp umutsuzluğa kapılabilirsiniz. Bu içerikte
kısa vadeli umutsuzluklar (özellik le kısa vadeli), k işiyi yaratıcı kılacağından evetlenmelidir. Hatta
hayata geçir:jlmel idir. Çünkü biliniyor ki yarın b ire karşılık on olunacaktır. Burda verilen oran
politik savaşımiarda strateji ve taktik belirlemelerde en önemli ölçüyü oluşturmuştur ve başarı
da getirmiştir sonuçta. Kısa vadeli umutsuzlukların izdüşümünde saklıdır başarıyı getirecek olan
potansiyel. Çünkü bu izdüşümde karşılığını bulan, gelişen , tek estetik gerçeklik sanattır, şiir­
dir. Traj ik olan buradadır. Bireysellik de burdadır. Birin, o n ' a dönüşmesi ürperticidir, düşsel
olanın gerçekleşmesi de.

aramsarlığın yaşanıyor olması eylemi de beraberinde getirir. Düşünmeyi, bulmak için sonuna
K kadar araştırmayı, savaşıma girmeyi kısaca yaşıyor olmayı, yaşanana k atılmayı zorunlu
kılar. Bu içeriğiyle kısa süreli k aramsarlıklar, k işiyi yaratıcı bir konuma sıçratır. Öncelikle kişi­
nin birey olarak kendini fark etmesini ve seçmesini sağlar. Artık birey, varlığının dünyaya bir
anlam kattığını görür. Böylesine yücelirken k arşısındakilerin de yüceliğini b enimser. İşte bu,
yaşamın onurunu korumak için gerekli olan örgütlenmenin özünü oluşturur. Bu çıkış, kalıcı
ve belirleyici olabilir ancak . İ ns an , tarihselliği içerisinde bunu doğrulamıştı r . Buna karşılık
"iyimserlik" ise h ep bir çözülmeyi getirmiştir. İ nsanoğlunun gelişip ilerlemesi, yaşanan durum
ve koşulların iyiye gideceğine İnanmak ; genelde her düşünce ve eylemi iyi olarak görmek kısaca
her şeyi iyi yanından almak; hep geri çekiliyor olmanın, yenilginin, teslimiyetin , bireyselliği yi-
6 tirmenin karşılığı olmuştur. iyimserlik, bu içeriğiyle bireyi tarihinin dışına düşürmüştür. İyim-
ahmet
güz geldi 1 yap raklar ha düştü ha düşecek
toprak suya 1 su ateşe 1 ateş h avaya dönüşecek
necdet
hüzne mi benzi yor güz 1 belki de yüzgörümlüğüdür hüznün D İMİTRA
kuytuda kalan her şey o solgun ışıkla kesişecek
LİANİ ' YE
haylaz bir aşkı dok uyacak ince uzun parmakların GAZ EL
diriıncil soluğuola yüreğin atışı değişecek

bir sen varsın artı k zamanı kırmızıya boyayan


bir de dudakların k uşlarla öpüşecek

andreas senin için kendini attı denizlere


oltanı sıkı tut 1 başka balıklar üşüşecek

ahmet necdet nice aşklar nice acılar gördün


yo ksa bir sırrın mı var liani' yle bölüşecek
iMGE: İDEOLOJİK
OLANAK. . .

ser insanın kendil iğinden bir ideolojisi vardır. B u , kendisi için b ir ideoloji değil ; hiçbir zaman
karşı çıkmadığı o luşurnlara iyimser bakışın getirdiği bir ideolojidir. Bu, her şeyden önce bir
kabullenişten başka bir şey değ idir. Sonuçta, hiçbir seçme h a kkını kullanmadan egemen ideo­
lojiye dahil olmak, onun hizmetine girmektir. Edilgenlik , böylece karşıt bir güç olarak etkin
olmaya dönüşmüştür . iyimserl ik bu bağlamda bireyi kendisine karşı bir güç haline getirmiş ve
örgütlemiştir. Genel olarak yaşanan hep bu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Genelde
de özelde de durum budur. Apolitik insanı oluşturmak için yapılan fiziksel ve kültürel baskının
amacı, aslında iyimser insanı yaratmaya yöneliktir. Çünkü bu insan tipi, çok iyi bilinmekteydi
ki, sonunda kendine karşı olan bir güce dönüşecektir. Öyle de olmuştur.
Bugün karşımızdaki insan tipidir bu. İster yapay bir umudun peşine düşüp siyasi dergiler çıka­
rıyor, okuyor olsun; isterse bin beş yüz şiir okurundan biri ; isterse yüz elli bin gazete okurun­
dan biri . Sonuçta , o iyimser insanla karşı karşıya kalınmaktadır. S H P ' nin peşine takılıp git­
mek ve bununla yetinmek; Cumh uriyet gazetesini her gün izliyor olmak yetmez. Öte yandan
siyasi bir dergi çıkartarak , bugüne dek yaşanan ı , tarihi yok sayıp sıfırdan başlamak ve bunu
yeterli görmek hiç yetmez. Her durumda eleştirel tutum atlanmakta, yaşananların yinelenmesi
için hazırlık yapılmaktadır. Bu d a , zaman kaybetmekten başka bir şey değildir . Yanlış başla­
maktır. Soldan gidip sağdan gelmektir. Tarihsel olandan, sosyolojiden, felsefeden, siyasadan
kopuk olmaktır. D aha da önemlisi üretim ilişkilerini aniayıp yerine oturtamamaktır. Bu kap­
samıyla politik iyimserli k , yaşamın her alanında yenilgiler hazırlamaktan öteye giderneyecek­
tiL
Sanatsal (şiirsel) düzlemde adlandırırsak ; üretilen imgelerin nesnel karşılığı yoktur. imge iki
sesin yan yana gelmesiyle oluşur, oluşmaya başlar. Yaşamın her kesitinde vardır ve sözlükle
olmayan üçüncü kelime olarak tanımlanabilir. İdeoloji üretmenin ve taraf bulmanın tek yolu­
dur. Toplumda herkesin tutunduğu, yaşattığı; zaman zaman değiştirdiği-imgeleri vardır. dola­
yısıyla kişilerin yaşama biçimleri de bu imgelerine göre yön tutar; anlamsızlaşır ya da anlam
kazanır . Burdan kalkarak denebilir ki ideolojisi olmayan insan yoktur . Ya da , insan ideolojisiz
olamamaktadır. Bu durum , onlara sunulacak imgelerin nesnel k arşılığının olmasını zorunlu kı­
lıyor. Böyle olunca, gerek sanatçılar (şairler), gerekse politikacılar üstlenmek d urumunda kal­
dıkları sorumluluğun bilincini edinmelidirler. Ç ünkü her şey bu bilinçle başladığı gibi ya sürek­
lilik kazanmakta ya da bitınektedir.
Gözden kaçmaması gereken bir nokta daha v ar; ilginç, alabildiğine şaşırtıcı, canalıcı bir nok­
ta. Dünyanın neresinde olursa olsun, bilinçlenmek ve imgeler edinmek -ister politik ister
sanatsal- ekonomik altyapının belirleyiciliğinde olmak gerekir. Kültürel yapılanmaların bi-
çimleiımesi, içerik kazanması da diyalektik olarak buna bağlıdır. Oysa Türkiye'de tam bunun 7
DERGiLERDE . . .
GERÇEK EREN
� �
A dam Saf!a_l 'ta (nisan ' 89)_ M emet � a� , ' ' H ak üçlünün" başlıklı yazıs ında adalet ve de­
_
mokrasının her zaman o rtuşmedıgını � _ getırerek şunları söylüyor:
dıle
Bozukluk ne adalet anlayışında , ne de demokraside . . . Saklamanın anlamı yok : Satın
alınan, kiralanan , kötüye kullanılan : İnsan . . .
Her şeyin temelinde ise, bugün , kapitalizmin utanmasız bir açıklı kla ortaya vurduğu
bir güç yatıyor: Paranın gücü . . . Ad ale gücü, silah gücü, kalem gücü, bilim gücü . . . neye
isterse ona dönüşerek paranın gücü . . .

Bunun böyle o lup olmadığını anlamaya, günlük yaşamda a ' dan ze'ye, konuşulan her şeye,
yaşanan her saniyeye, yediden yetmişe görüşüten herkese bakıverrnek yetiyor gerçekten. İnsan­
ların ciddiye aldıkları, üstünde saatlerce dedikodu yapmaya değer buldukları tek şey para: tüm
değerleri radyoaktivitesiyle kirleten o meşhur " pezevenk " !
" Ama" deniyor, " öyle bir çağdayız ki, insani değerleri korumanın da olanağı paranın gücü­
nü donanınakla sağlanıyor . " Demek ki, eninde sonunda, varsa yoksa " neye isterse ona dö­
nüşerek paranın gücü . . . " kullanılmalıdır. Artı k hiç kimse " paranın da satın alamayacağı şey­
ler"den söz etmiyor. Tersine, p araya tarih boyunca teslim olmayan değerleri b ile onun gücüyle
yaşatmaya bakıyor . Böyle olunca da, paranın yayılınacı niteliğine açılan her türlü savaş, ger­
çekte bu yayılmacılığa teslim o lma sonucunu veriyor.
" Ama" deniyor, "bu nları ne ilk kez siz söylüyorsunuz, ne de siz ilk kez söylüyorsunuz. "
İşte buna katılıyoruz. Tarih boyunca pek çok kez söylendi. Shakespeare'de en yoğun anlatımı­
nı buldu. Kapitalizm, paranın gücüyle bireyin bütün mahremiyetine de dilediğince el koydu­
ğundan beri, yüz binlerce kez söylendi. Öyleyse söylenınesi de bir anlam taşımıyor artık . Ey­
lenmesi gerekiyor. "Paranın büyüsüyle, birey, kendi ben'inin üstünlüğüne yozlaştırılıyor. " den­
miştİ Yenibütüncü Manifesto'da. Ama bu söyleomekle kalınmamış, "gün ateşe atılış günüdür"
de denmişti. Paranın her türlü insan ilişkisine el koyması gerçeğiyse yaşanan ; şu " holding ya­
yıncılığı ve sanatı" çağında ona karşı oluşturulan bir tavır, "ateşe atılmak " tan başka nedir !

S onunda Cemal Süreya da bu ateşe, otuz şu kadar yılın ardından 'bir daha atılıyor ' İzmir' de.
I. Kültür Sanat Günleri sırasında düzenlenen şiir söyleşisinin bitiminde, yanında bulunan­
(devamı s. 2 7 'de)

" Barbarh k ve BROY " re tutkuyla bağlı olma'yı içerdiğin i " an latarak şiir dergicili­
ği nin güçlüklerinden söz etti; "şairlerin cep harçl ıklarını
istanbul Ü niversitesi Edebiyat Kulübü'nün etkinlikleri Vez­ koyarak" Fanatik'in yayın ianmasına katkıda bul u ndukla­
neciler : Kuyucu Murat Paşa Med resesi'nde SÜ(Üyor. Prog­ rını belirtti; " Fanatik'in sağcı ya da solcu her şaire açık
ramını lrlan Çiftçi ile lrlan Yıldız'ın hazırladığı etkinlikler­ olduğunu" söyledi. Seyyit Nezir, " 1 2 Eylül '80 sonrasında
den biri de, 7 nisan günü yapılan "Şiir Dergileri" paneliy­ şiirin başka edebiyat türlerinden ayrı bir yayıncılık serüve­
di. Geçtiğimiz mart ayında ilk sayısı çıkan ve "şiir dergileri ni yaşadığını" vurguladığı konuşmasında, "bireyleşmenin
kervanına katılan" Fanatik Dergisi yayın yönetmeni Metin derinlik kazanması süreciyle şiirin kendi politik çizgisinde
Celal'le BROY ' u n yayın yönetmeni Seyyit Nezir'in konuş­ derinleşmesi arasındaki ilişki" üstünde d u rd u . "Şiirin et­
tukları panelde, Metin Celal: "Yazdı klarını okura iletame­ kinliğinin giderilmesi yönünde politik, hukuksal ve ekono-
yen şairler olarak Fanatik' i çıkardıkları n ı , dergi adının 'şii-
(devami s. J l 'de)

tersi olagelmektedir. Kültürel üstyapı kurumları ekonomik altyapının yerine geçmiş ve belirle­
yici olmaya başlamıştır. Örneğin işçi, toplumsal bir sınıfın bireyi olduğunu yaşadığı halde fark
edememekte, bu kendine söylenmekte ve kabul etmesi istenmektedir. Yani hep kendiliğinden
bir sınıf olma aşamasında kalınmakta, kendisi için bir sınıf olma aşamasına varamamaktadır .
B u , ona sunulan imgenin boşluğunu yüzeyselliğini gösterir. Somut yaşantısının karşılığı ola­
rak , kendisi tarfından bulunup çıkartılmadığı için boşlukta kalmakta; ona sunulan seçenekler­
den herhangi bi riymiş gibi görülmektedir. Bu ters işleyen bilinçlendirme, sonuçta bir güce dö­
nüşememektedir. Çünkü kişi hangi toplumsal konumda bulunursa bulunsun, birey olarak ken­
dini seçememektedir. Hep koşullanınayla yüz yüze kaldığı için de, bütün gücünü -her anlamda­
yitirmekte ya da h içbir zaman güç olamamaktadır. Bu da, varsa , entellektüel yetisini yitirmek-
S ten, gelişememekten, yaratıcılığını eskitmekten, söz hakkını daha baştan başkasına devretmek-
aydın
\leltem
Yangın yerlerinde okşanan bir enik
hatiboğlu
Gizli kaçışlar gibi kıpırtılarını/ve
Güdük gölgesini yayıyor suya
Ilık bir ürpertiyi işliyor oyasına
El ierin ve tenin ve yapraklar ve rüzgar ve saçların
YORGUN
Suyu öpüyor kanadı bir martının
Bin martı değiyar dudakla rına
Sular uyanıyor
Anaç bir kedi gibi yalıyar kıyıları

Rüzgar
Taylar koşuyar uzak bir rüzgarda
Acemi/ürkek/coşkun
Sıcak bir sornun bölüşülüyor
Sıcacık tütüyor açlığını dayuran toprak
Derinden derine
Bir yürek vu-ııyor
Vuruyor yüreK.Ierimiz
Rüzgar dallara-
Dallar kıyılara-
Güneş toprağa-
Coşku yüreklerimize vurur gibi

Taylar
Soluk soluğa
Sözcükler ter içinde
Irmaklar ırmaklara ulanıyor
Bir çocuk su içiyor
Dayamış avcunu oluğuna çeşmenin
Kana kana/avuç avuç-ter içinde
Sonra yorgun k uşlar konuyor
Bin yıllık hüzünler sarkan
Sevdalı söğüt daliarına
Yorgun kuşlar
Yorgun
Yorgun
iMGE: İDEOLOJİK
OLANAK. . . .

ten , edilgen bir konumda kalmaktan, yığınlaşmaktan başka bir şey değildir. Kısaca yaşananın
öznesi olamamak tadır. Sonuçta edindiği sadece kitlesel yaşan tıdır. Bu, aynı zamanda bütün
boyutlarıyla bağımlı olmak demektir. Bugün h ala görülemeyen de budur. Herkes neyi varsa
birer birer yitirmektedir. Sesi yitiriyorlar, yeteneklerini, düşünme yetisini, sevmesini, duyarlı­
ğını, gelişmenin o lanaklarını, sağlığını, güzel bir düş görmeyi, bedenlerinin sıcaklığını ve koku­
sunu, bir deniz kıyısında salmarak yürüme şansını, özlerneyi bir bir yitiriyor her insan .
Oluşturulan insan tipi, bulunduğu çıkmaza, sunulan yanıltıcı imgeleri, olduğu gibi kabullen­
mesi sonucunda varmıştır. Bu nedenle politik ve sanatsal imgeler üzerinde titizlikle durmak ge­
rekiyor. Öncelikle yaşamın her alanında insanlara düşler kurdu rtan, yönlendiren, seçimler yap­
tıran imgelerin nesnel karşılığı olmak , olabilmek gerekir. Değilse, bağımlı ed ilgen insana van­
lacaktır.
ugüne dek politik imgelerin kısa sürede ko fluğu ortaya çıkmış; bu nedenle de fiziksel ve dü­
B şünsel, dönüştürücü bir kütle oluşturamadığı açıklık kazanmıştır. O belirleyici olan nesnel
karşılıktan yoksunlu k , her başlangıcın sonunda yenilgiyi, kırgınlığı, siyasi küskünlüğü, savru- g
erdoğan
alkan

GİZ Yürekte ve düşte


Yalın ve gerçek

Kurşunlada giriyorlar etime


Onlar kovalıyor ben kaçıyorum

Sonsuz ağlayan yüreğim


Söyleyemiyor gizini

Çırpınıyor su

Tutuyor elimden gecenin çocuğu


Sevişiyoruz karanlıklarda

lup gitmeyi, edilgenliği, oportünizmi, bulunulan yerden kaymayı, ilkesizliği hep beraberinde
getirmiştir . Sonuç budur. Bunu aşmanın yolu ise yeniden başlamanın gerektirdiği noktayı doğ­
ru saptamakla olanaklıdır. Yoksa yaşam Sisifos efsanesine döner, yenilenemez , bir başka düz­
leme sıçratılamaz. Her yanılışın pekiştirdiği; bireyselliğin yıkımıyla ilgilidir. Bireyi özgünlüğünden
koparmaktır ; beyninden, duygularından yalıtmaktır. İşte onlarcayıllık bir koşullanmışlığın so­
nunda varılan bu noktada, yeni bir süreci başlatmak gerekiyor . Bu, bireyin özgürleşmesidir,
kendini seçmesidir öncelikle. Böyle olunca, h er insan geleceği için imgesini yaratma sürecine
kattlacakttr. Sonuçta yamltan, nesnel karştltğı olmayan imgelerin yaşama şanst kalmayacak,
taraf bulması da olanaksızlaşacaktır. Yenibütüncü ka vrayışı n politik imgeden anladığı, bu sü­
reçte gerçekleştirilecektir. Sanatta, şiirde yerleştirmeye çalıştığı imge ise sözlüklerde olmayan
üçüncü kelime ile tanımlanmaktadır. Bu, bireyde (alıcıda) açığa çıkan imgedir. Sunulanları ir­
delerken yeniden yaratmaya katılıyor olmak, özünde sınamaktan başka bir şey değildir. Artık
bir köylüye şiir olarak, roman olarak onun yaşantısını anlatmaya kalkarsanız alacağınız yanıt
şudur : " Ben yaşıyorum, siz ise anlatıyorsunuz." Bu örnek bir oranda aşılmış olsa bile, 1 950'lerde
DP'yi köylü dost u konumuna sıçratabilmişti. Mahmut Makal ' ı da tabii . CHP ise köylü düş­
manı kayılmıştı. Çünkü birey tüm yetenekleriyle birlikte yok edilmişti. Nesnel karşılığı olma­
yan imgeye öylesine bel bağlamıştı ki el değiştirmesiyle yetinmekten öteye gidememişti . Öte yan­
dan yapılması gerekense bu değil gerçek imgeler üretebilmekti. İşte bu sürecin başlatılması ey­
lem noktasını oluşturuyor. O zaman şiir de (sanat da), insanın nabzında atabilecektir. Organik
bir yapı kazanacak ve yaşanan o lacaktır. Yaşam ve entellektüel yeti şiirin konusu değil sadece
malzemesi olacak tır. Böylece dö nüştürücü bir güç, bir aşkınlık ve aşırılık olarak yaşama ekle­
necektir . Bu no ktada kelime, d ize soluk alıp verecek, varlığı yarına bağlanabilecektir. Köylüyü
köylüye anlatanlar gibi, bunu anlamayan 'avangard' ların yaptıkları da sadece 'leyla'nın kafi­
yesine aşı k ' olmaktan başka bir şey değil. Kelimeleri , sesleri öldürmeden şiirlerinde kullan­
mıyorlar. Yazdı kları şiir her şeyin dışına düşüy or, bir aykırılık oluşturuyor. H er defasında bu­
nu öne sürerek , karşıt olanı yarattıklarını savlamaktalar. Oysa yapılan ve ö nerilen, yaşamın
dışına düşmekten başka bir şey olamamakta . Ö ne sürdükleri imgelerin dirimsele olan uzaklığı,
ancak bir nesnel karşılık olabilmektedir. Sadece bunu göremeyenler, önlerine sürülen yapay
ve yalan olanı aşamamaktadır. Yaşadıkları ve yakındıkları yalnızlığın temelini toplumsal edil­
genlik üzerine otu rtma çabası başka bir karşılık bulamazdı zaten . Aslında sosyo loj i k bir sapta­
maya olanak sunan bir açıklık var burda. O da şu: Yaşamı ve ü retim ilişkilerini atlayarak üst­
yapıları (şiiri de) belirleyici kılabilirsiniz. Türkiye insanı buna uygundur. Çünkü hep bugüne
10 kadar hep biçimsel olanla yetinm işti . Böyle düşü nülünce takınılan tavır yeterlidir, sanıldı. Bu-
tuğrul
keskin

asafir iz düşürüyor imgenin sonrasızlığına


sana bir mendil (Güz Solgunluğu) ve bir sesle YENİ BÜTÜN/
.;ıkıp geldim. Y üzünü akşamla tarıyordun
akşamla tarıyordun ve çürüyen bir diş kanatıyordu bedeni GÖKKUŞAGI

söylensin, yalnızlığın, intiharın ve sonrasızlığın şiiri


nefti olanın, eflatunun ve yasak kırmızının şiiri
kaçışların şiiri, aşkın ve direnişin şiirleri de
söylensin, işte, burada kurulsun çoğalmanın coğrafyası .

adınız gökyüzü olsun size dö nsün yanan su


k uşlar size dönsün, bulutlar size dönsün
ben size döneyi m , yorgun. Kimsesiz, sessiz
uzak uzak oturalım, uzak uzak konuşalım, su san ben olayım

ben , sürgün olayım, öleyim, şiirin deltasında .

siz, saçlarımza akan yeraltı nchirierinden haberliydiniz


rüyalarınızdaki şahmarandan haberliydiniz
lacivert , mor, leyla k ve akşam üstlerinden haberliydiniz

sokulup duruyordunuz şiirin humşan gizemine

kapılarından geçtiğim kızlar yüzümü unuttu, çok oldu


çağıldayan ırmaklara mı şimdi yolum
o yanan , o sönen , o eskimeyen deniz fenerine mi yoksa
aşkın uzağına düşen o tembel denizeiye söylenecek ne kaldı
k albim, şiirin denizinde durmadan yüzen yelkenli.

hüzünlü akşamlar yaşamaktan usandım, bir üsluptur


bir üsluptur çizilım şiirin ve tarihin gövdesine
Veysel, Seyit, Metin, Gökyüzü nün Sesi: Susun, dinleyin

Yabanıl her şey , yıldızlar ve e babil akıyor şii re.

iMGE: İDEOLOJİK
OLANAK. . .

nun sonrasında d a şiirde, şiirlerde; insanlara çokça, nesnel karşılığı olmayan imgeler sunuldu.
Taktik olarak da tartışmalar bu alana çekildi, koflaştırılması, üretim ilişkilerinden beslenen meta
fetişizmi ve emeğin yabancılaşması, sanatsal özün bir yaratma sürecine karşılı k olduğu, dilin
öncü, diyalektik bir yorumu gereksindiği, özde evrensel biçimde ulusal olmanın zorunluluğu
uriutulsun istend i . Bugüne gelindi böylece. Bütün bu olumsuzlukların karşıtı olarak Yenibü­
tüncü kavrayış ve bakış açısı gündeme geldi. Aşkın olmanın yolu olarak da nesnel karşılığı
olan imgelere yaslanan bir politik ve kültürel söylemi geliştirdi .
A rtık Yenibütüncü Şiirin Manifestosu kendini aşmak için vardır. Bu, bütün olurrısuzlukların
aşılması olacak tır. 11
Olası --��------�------�----�� :�·� ··
Yenibütün, rastlantı sonucu bir araya gelmiş,
Tu tarsızlıklar değişik kuşaklardan şairler karması.
Yazdıklarında ortak bir görüşün ipuçlarını
bulamıyorsunuz her zaman. (. . . ) Hiçbir şey
sonuna değin olumsuz, işe yaramaz, kötü,
zararlı değildir (bunun tersi de geçerli). Şimdiye
,
değin Yen ibütün ü karşısına almış olanlar,
MUSTAFA ÖNEŞ yazınımıza sağladığı yararlan da görmelidirler.

O kura saygılıysanız, yazdıklarınızın onun beklentilerini tümüyle karşılayamayacağını gör­


düğünüzde, çalışma alanınızın boyutları üzerine açıklamada bulunma gereği duyabilirsi­
niz. " Bir olay, bir saptama, birkaç kitap . . . " 1 başlıklı yazıının özeleştiriyle ö zür dilerne karışı­
mı girişinde aynı yola başvurmuş, ardından da yazma " kesin dönüş" yaptığımı vurgulamak
istemiştim.
Büyüklük hastalığının pek yaygınlaştığı ülkemizde ancak, yerli yersiz sürekli kendinizi ve baş­
kalarını överek yaşama hakkı kazanıldığını; alçak gönüllü tutumlara, içten açıklamalara ise ağır
faturalar çıkarıldığını; bu yüzden, söylediklerimin günün birinde bana karşı silah olarak kulla­
nılabileceğini d üşünmüyor değildim. Ayrıca, eşleştiği kişinin minderde kendisine bile bile kol
kaptırdığını kav rayamayıp oradan bastırmayı kazanç sayacak deneyimsiz güreşçi örneği yazar
sayısı epey kabarıktı.
" Yenibütün: Yansımanın Gerçeği" 2 yazısından anlaşıldığına göre, Veysel Çolak da bu tür
yazarlardan . Araştırıp saldırıya geçebileceği en güçsüz yanımı bulduğu kanısına vararak yazı­
rnın girişinde yer alan, yukarıda sözünü ettiğim on iki satırlık açıklamarnı hedef seçmiş. Bu
kendi bileceği şey. Ama, aynı yazıda başkalarına okuma yöntemi edinmelerini salık veren Vey­
sel Çolak, ya o kuduğunu anlayamıyor, ya da özellikle çarpıtarak iletiyor.
Şöyle demekte: " . . . . . olası değerlendirme yanlışları için sekiz yıldır yazmadığını (bu, sekiz
yıldır iyi izlemediğini de itiraftır) mazeret göstermesi, şecaat arz ederken sirkatin söylemeyi anım­
satıyor. ' '
Her şey ortada. Söylediklerim Veysel Çolak'ın yorumuyla karşılaştırılıp düşü len yanılgı sap­
tanabilir. Ben orada yazdıklarımdan değil yazamadıklarımdan özür diliyordu m . Tuğrul Kes­
kin de bunlar arasındaydı.
Veysel Çolak, değerlendirmelerimi remil atarak yaptığımı sanıyar olmalı ki, "olası yanlış­
lar"dan söz etmekte. Eğer yanlış yargı vermişsem, kendisi için k ullandığım "iyi şair" niteleme­
si de bundan payını almıştır.
Yetersiz kaldığı yerde, posası çıkmış bir atasözünün ardına sığınıp aşağısamada bulunarak
tartışmayı kişisel çatışmaya döndürmekteyse oldukça usta.

Y ENiBÜTÜN'ÜN ZORUNSUZ, İRKİLTİCİ YARARLlLlGI


Aniaşılmayan bir sav için ilk söylenecek söz, onun, ileri sürenin kafasında tam anlamıyla
belirginleşmediğidir. Öte yandan yalın, anlaşılır bazı düşüncelerin çarçabuk rafa kaldırılması­
na karşılık, yeterince kendini ele vermeyenierin " hikmet"ler barındırabilme olasılığı ve daha
�ok yorum gerektirmeleri yüzünden, üzerlerinde daha uzun süre durulduğunun görülmesi de
özellikle kapalı anlatıma başvurulmasına neden olmaktadır. Y enibütüncü bildirinin anlaşılmaz­
lığına bu açıdan yaklaşılabilirdi .
Ne var k i , söze " siperler"le, analarımız bizleri bu gün için doğurdu dereesine "Gün, ateşe
atılış günüdür"le başlanması gerçek bir savaş çağrısı almışçasına sizi tedirgin etti de bunu "alaysı"
sözlerle geçiştirme başarısı gösterdiyseniz, en azından kendinizi yatıştırma bakımından olumlu
bir şey yapmış sayılırsınız.
İkinci Yeni'nin kurucuları, biraz kaygı, biraz boyun eğişle, kendilerini tahtlarından indire­
cek şehzadeleri beklediler hep. Ama, şiirimiz üzerindeki egemenlikleri, ardı gelmeyen bir iki
cılız kıpırdanış dışında, genç kuşaklarca sürekli onaylandı. Altı yıl önce Tomris Uyar'ın Edip
Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar'la yaptığı söyleşide3, Cemal Süreya'nın "On sekiz-yirmi
12 yaşlarında bir sürü genç çıkıyor her yıl, şiiri şiir olarak görmeye çalışarak şiire sarılıyor. Ama
mehmet
1 . anlamı yok takvimlere sığınmanın kalırsam yerim yok
anladım
çetin
gideceğim . . nasıldır hiç öğrenmeden o güzel ayrılık
GÜNCESiNE
2. söyledim kuşatman yetmiyor hiç elin anlatınıyar beni
KENDiNi
sular akdeniz olmuyor göğsüme dokununca ağzın
bari bizimkisi bir güzel ayrılık olsun dedim UNUTTURANKIZIN
sonrasını düşünüp durmaktan AYRILIK NOTLARI
ne aşk ne vakit buldum ağrını silmek için ömrümden

bütün istediğim birlikte kurtulmaktı bu yenilgiden


kaldırım taşlarında daha sakınarak yürüyenken
o yorgun elierin çok unutuşuyla
bedenimi geçip & itmesinden mi
bı ktım
belki çok incitti sesimi
istesem de sığamazdım şarkısına artık
vebalar kudurdu da ellerimde, vedalaşamadLm
ayrıldım .. nasıldır o güzel ayrılık hiç öğrenmeden
3. rezaletti o ilk yargılanma aşağılandık ya çok ağızca
e·rtelendi duruşma da kaldık ya tutanaklara
öldürme hırsıını da erteledİm o zaman
geeikti sürmanşet oluşum
tren sonsüratken makas değiştirilirmiş zaten
nasıl tanımlanır ı rmağını kirleten su, anlayamıyordum
anlamı yoktu anıtara sığınmanın kalacak yerim yoktu
soramadım
nasıl kararmasın n asıl solmasındı şu gencecik ömrüm
oysa anlatacaktarım vardı sızı birik tiren şu tarihe
bağırarak susturmak istediğim sevgisiz kentlere
ayrılacaksak
iki çocuk nasıl kü ser tam öyle ayrılalım . . diyecektim
4 . denedim benzemek zorunda değilim dedim bir başkasın
.

ama aykırı baksam bile başka bir anlam buldular


kanmamak elde değildi kumruluk larına
bir de sabıkalıyım ya
aldanıyorum hemen
ölürken bile yarını tasarlayan o insanca seviyorum
anlaşıldı, yazgım bu benim azala çoğala sevmek yani
sonra aldanmak ince ince kınlmak ve ayrılmak
illa da uyumlu olmak i çin mi dünyayla
karışıyorum kalabalığa da aykırı sayılmamak uğruna
5 . o kalabalıktaki aşk isteyince sağmal bilmem ne gibi
ve yaşam tavrı budur diye bezirganın yalanına
ödeyip duracaktıysak k endimizi
sağolsun yaşamak .. hayır, katlanamazdım bunca intihara

sonra . . iyice ineeldi yağmur belki kururdu da göğsüm


belki sakinleşirdi yerküre ama sen geldin sonra
geldin de unutma ; şimdiden unutma
istemezdİm ya, ben de alarga . . diyebilirim
alıngan ve kefilin olan şiirine elveda .. gidebilirim
gideceğim de nasıldır güzel ayrılık öğrenirim mi artık
OLASI
TUTARSIZLIKLAR . . .

ne bütün bir geçmişin sentezini yaparak ortaya çıkan bir şair var henüz,ne d e yeni bir yönse­
me. " ; Turgut U yar'ın " . . . . ad vermeye gerek yok , hiçbirinin şiirinde hata bulamıyorum, mü­
kemmeliyet ararken kişiliklerini harcıyorlar. "; Edip Cansever' in " . . . . Cemal'in yazılarında de- 13
veysel _____ ttı:�·l· ·
çolak SESiN ÖLÜMÜ

Bilendikçe azalan bir bıçağım


Ş İ İ RLER Sonraya kalmaların o dağılan gülüşü
Isianmış bir yalnızlık
Bir gümüş yüzük ,
Biri somurturken biri gülüyor
Aşk ve eroin, yaşamın iki yüzü .

Kentler yüzüme tuzak


Suskunluğumu gizle değiştiriyoruro
Geceyi başlatıyor bir bardak soğumuş çay
Benim suçum oluyor zaman
Boşluk yoğunlaşıyor ,
Delirmek özlen irken kahvelere karışıp
Karın yağışında olamamak umrumda,
Bekleyiş ve korku sonsuza uzadıkça
İ çimde seller, yeraltı ırmakları
Kadınlara uzaklığım, su yılındayım
İ yiyim ama durmadan çalkant ıda.

Her yerdeyim ve yokum bir fırtına olalı


Gerekçen olur, havayı yadsı bir yalan söyle
Yaşanandasın bir yanlışlık o larak
Bil iyorum her aşkın bir sonu da olmalı ,
İ k i elimin birden kesilmesi bu
Her zaman bir kaçağım
O yerde aş ka silah olalı�

Bu yalanın neresinde kalmıştık?


OLA SI -Dünyayı azaltan bir insandayım .
TUTA RSIZL IKLA R . . .

ğindiği gibi, hep en son istasyondan atlıyarlar trene. Daha önceki kuşakların, bir önceki kuşa­
ğın yaptığını değerlendirmeden en son atılımın arkasından gidiyorlar. " sözleri de bunu belgeliyor.
Bugün bazı üyeleri aramızdan ayrıldığı için azınlığa düşmüş bulunan İkinci Yeni kurucuları­
nın şiirimizdeki egemenliğine son vermek kolaylaştı belk i . Başkaldırı , şiirle yeni tanışmış genç
kuşaktan geldiğinde anlamlı olac aktır. Akımlar şairleriyle birlikte gelişir. Yenib ütüncü' ler gibi
İ k inci Yeni' nin dümen suyunda belirli bir yaşa e rişmiş, bazıları nerdeyse ustalık katına yü ksel­
miş şairierin başk aldırısı, iktidarın tabanında o luşan bir bölüntü diye nitelend irilebilir ancak
(Şiirin cinselliğinden söz edenler, Yenibütün benzeri bir çı kışın Freud öğretis indeki tanımını
da araştırmalılar) . Siyasa alanında, Yenibütün'cülerinki gibi başkaldırılar başa rılı oldukların­
da " kral öldü, yaşasın kral" sözüyle noktalanm ışlardır.

Y enibütün, rastlantı sonucu bir araya gelm iş, değişik kuşa klardan şairler karması. Yazdık­
larında ortak bir görüşün ipuçlarını bulamıyorsunuz her zaman. Dil açısından daha bir
tutarlılık gösteriyorlar. Mazmunu andıran söyleyiş biçimleri edinmişler . Demirbaş sözcükleri
var. Bunlardan bazılannın (bizatihi, kadim, kaim gibi) Osmanlıca oluşunda, tumturaklı bir söy­
leme ulaşma kaygısı seziliyor.
Üyeleri arasında Veysel Çola k ' ın ütopya üretmeye yatkın yaradılışta olduğu yazılarından an­
laşılmakta. Onun devletinde " İnsan çalıştığı o rana (" oranda" olacak , M . Ö . ) eleştirme hakkı­
na sahiptir." 4 Her sanatçı, sağlığında değersiz yapıtlarını ayıklayıp ortadan kaldırmalıdır. Eğer
bunu yapmamak ta diretmişse, aynı işlem öldükten sonra başkalarınca gerçekleştirilecekt ir. As-
14 l ı nda, " . . . . incelemecileri n , eleştirmenlerin asli görevi d e b u olmak gerekir. " 5 (Yani, sanatçı-
veysel çolak

K E N D İ S i NE İ KONA

Kent dön üşeli b ir sıkıntıya aşk !ara karşılığım


Sabahların ürp eren yanı , sevmenin az öncesi
Ve bir korsan üstelik yanlışlıklar edinen
Denizler birikti ren kör olan gözlerine.
Böylece senin yaptığın bir şaka olurum dünyada
Yenilirim, şaşkınlığın olurum
Ölürüm kana kan !

İ pek yırtılır, çelik pas tutar, taş eskir


Lotüs çiçeğindeki gizemi çoğaltırım,
Söz parçalanır kendini savunurken
Mürekkep hakkedilir , esrar aşılır.

Gazetelerin yırtılan yerindesin , saklıs ın


Duvarında bir resim, bir kadın ın yarım yüzü
Budanık bir ağaç ve biriken yenilgi
Aşkınsın ama söylenilen marşların unutulan sesisin.

Çuha kokan bir çocukluktur akşam


Sayfaları kirlenmiş bir ilkokul defteri
Sonra Mehmet ağabey,
- Hep aklımda ne hakkı varsa-
"Şiir öldü , yaşasın şiir ! " dedirten dostluk
Düşünüp de bir türlü onu arayamamak .

Zor bir insanın kalbini aşması


Sonrası merak biriktirmek gibi bir şey
Durmadan bir uzaklığa tanım olurken
Kendine katlanıp günlere b aşlaması .

Bir uzun yürüyüş kendine doğru


Susarak , susayarak çıkılan her yolculuk
Bir damla mürekkep düşürmektir dünyanın ortasına,
Şimdi bir vitrinde yüzü, cama bir kir gibi ilişik
Kendisine satılan kendisine ikona. OLASI
TUTA RSIZLIKLA R . . .

ların yapıtlarını ayıklamak ! ) A yrıca, ayıklama işlemi "günü n estetik düzeyini" karşılayacak
biçimde yapılmalıdır (Sanırım, bunun için bir de günlük esteti k değerler borsası kurma gereke­
cektir).
Alıntılada sayfa doldurmaktan yana değilim . İsteyen, yazıların yayımlandığı dergileri oku­
yarak daha ayrıntılı bilgi edinebilir.
Sıra geldi Veysel Çolak'ın devletine ad koymaya . . . "Molla Kasım Devleti "ni öneriyorum,
ne de-rsiniz?
Yenibütün' ü n öteki üyeleri, V eysel Çolak'ın görüşüne katılıp katılmadıklarını açıkç'! belir­
tiderse bildirilerini biraz daha anlaşılır kılacaklardır.
Hiçbir şey sonuna değin olumsuz, işe yaramaz , köt ü , zararlı değildir (bunun tersi de geçerli).
Şimdiye değin Y enibütün ' ü karşısına almış olanlar, yazınımıza sağladığı yararları da görmeli­
dirler. Geçici bir esintiyle de olsa şiirin durgun g ölünü dalgalandırmak, genç ku şağa verebilece­
ği esinler düşünülürse az şey değildir . Gene, doğrusuyla yanlışıyla şiir konusu nda birçok ku-
(devaml s.22 'de) 15
GE Mİ ZAMAN PE iNDE _______ l'tı :�·j· .

Baudelaire ' e Karşı denet/e " demiş. Yargıç bu sınırın bekçisidir,


onun aşılmasına izin vermez.

Muzır Davası ve imparatorluk Savcı Yardımcısı bu sözlerden son­


ra, Baudelaire'in "Takılar" , "Lehte " , "Şenşakrak

Basındaki Tepkiler Kadına", " Lesbos" , " Lanetlenmiş Kadınlar" ve


" Vampirin Değişimleri" şiirlerindeki bazı dizeler­
den örnekler verir ve bunların aktöreye aykırı ol­
duğunu ileri sürerek şöyle devam eder:

ERDOGAN ALKAN
Sanırım, genel aktöreye saldırıldığını kanıt­
iMPARATORLUK SAVCI YARDIMCISI layan yeter sayıda örnek gösterdim, bay/ar.
Ya utanma diye bir duygu kalmamış ya da
PİNARD: "İNSAN İLK GÜHANININ
utanç duygusunun sınırları küstahça aşılmış
AGlRLIGINI TAŞIR, ŞEHVETLİ durumda.
HA V AİLİKLERDEN KOLAYLIKLA ZEVK Genel aktöreye olduğu kadar, dinsel aktö­
ALlR!" reye de saygı gösteri/miyar. İsa 'nın değil mün­
kirlerin, Habil'in değil Kabil'in, Azizierin de­
Baudelaire'i v e Kötülük Çiçeklerini suçlayan ğil Şeytan 'm yanında yer alıyor. Törelerimi­
imparatorluk Savcı Yardımcısı Pinard şunları ileri zin, toplumumuzun tek dayanağı olan büyük
sürüyordu . hristiyan aktöresine saldırdığı için aslında
Baude/aire'i ceza yargıcının önüne çıkarmak
Bir kitap hakkında, genel aktöreye aykm­ gerekirdi (. . . )
lıktan soruşturma açmak, dikkat isteyen, na­
zik bir olay. Suçluluk kamtlanamazsa, yazar, Bana şöyle bir itirazda bulunmaya kalkan­
haksızlığa uğramış gibi görünür, açılan davayı lar olacaktır: "Efendim, bu kitap acılarm ki­
basamak yapıp haksız bir üne kavuşur. Şu­ tabı; adından bile belli, yazar, kendimizi ko­
nu hemen ekleyeyim ki, açtığımız davada rumamız için kötülüğü ve onun aldatıcı ok­
önünüze getirdiğimiz şair, değerli yazarların, şayışlarını resmetmek istemiş; ismine bakın,
ciddi eleştirmen/erin savunduğu bir kimse. Bu Kötülük Çiçekleri değil mi?, eğitim amacı gü­
durum, İçişleri Bakanlığı 'nın görevini daha den bir kitapta ne diye saldırı arıyorsunuz? "
da güçleştirip karmaşık bir hale getiriyor. diyeceklerdir.
Bütün bunlara rağmen bay/ar, böyle bir gö­ Eğitimmişi Bu sözü daha önce de duyduk.
revin yerine getirilmesi gerektiğine yüzde yüz Gerçek hiç de bu değil. Başdöndürücü koku­
inanıyorum. Burada yargılamamız gereken, daki bazı çiçeklerin koklanmasmda fayda mı
yazar değil, yapıtıdır; üstünde ciddiyet/e dur­ var yani? Taşıdıkları zehir onlardan asla
duğum husus ko vuşturmanın sonucu değil, uzaklaşmaz; bu zehir, insanın başına vurur,
gerekliliğidir. sinirleri uyuşturur, aklı bulandmr, baş dön­
Charles Baudelaire bir sanat okuluna bağ­ dürür, hatta öldürebilir.
lı değil, kendi göbeğini kendisi kesmiş. İnan­ Kötülüğü yalnız esrikliğiyle değil, aynı za­
dığı ilke ve kurama gelince: her şeyi dile ge­ manda sefih ve utanç verici yanlarıyla resme­
tirmek, her şeyi bütün çıplaklığıyla ortaya diyorum, diyeceksiniz! Ne çıkar; binlerce ki­
koymak! Yani insan doğasım en ince ayrın­ tap bastmyor, düşük fiyata satıyorsunuz,
tılarına dek kurcalayarak, en sert ve çarpıcı kendilerı için yazdığınız bu çok sayıdaki okur,
deyimler/e onu yansıtıp anlatacak, insan do­ her düzeyden, her yaştan, her koşuldaki okur­
ğasını özellikle iğrenç yanlarıyla ele alarak lar nice övgüyle sözünü ettiğiniz zehiriere kar­
abartacak, böylece etkili bir izienim ve coş­ şı panzehire sahip mi? Hatta eğitilmiş okur­
ku yaratmış olacak; ve sözüm ona, klasiğin, larınız, yetiştirdik/erinizin çoğunun iyiyi kö­
tekdüzeliğin, alışılmışın dışına çıkacak. tüden ayırabildiğine, tam anlamıyla dengeli
Yargıç, eleştirmen değildir; dolayısıyla, gö­ bir kajaya, dengeli bir imge/em ve duyguya
revi de, karşıt akımlar konusunda karar ver­ sahip olduğuna inanıyor musunuz? (. . .) İn­
mek, sanata değer biçmek, sanatı dile getir­ san az çok güçsüz, az çok zayıf, az çok has­
mek değildir. Yargıç, sanat akımlannın yar­ tadır; varlığını yadsısın yadsımasın, ilk güna­
gıcı mı? Yasa koyucu yargıcın görevlerini sap­ hının ağırlığını taşır. Asıl doğası buysa, in­
tamış, tüzeye, genel aktöreye saldırıyı ceza­ sanın asıl doğası, güçlü bir erdem savunucu­
landıran yargılar koymuş, bu suça karşı ce­ su na keskin hatlarla ortaya konmadığı, ya­
za/ar koymuş, yargıcı görevlendirmiş, �na bir zılmadığı sürece, kişi, yazarın vermek istedi­
yetki vermiş, "aktöreye sa/dm olup olmadı­ ği eğitimle ilgi/enrneksizin şehvet/i havailik­
16 ğını, sınırın aşılıp aşılmadığını gözetle, lerden kolaylıkla zevk alır.
desanka
DESANKA MAKSiMOViÇ.
1 6 mayıs 1 898), Yugoslavya'nın
(dağ: maksimoviç
en yaşlı ve önde gelen bir kadın
ozanıdır. Bugüne dek 50'ye ya­
kın şiir yapıtı yayınlanmış, yapıt­ YARIN
ları 24 dile çevrilmiştir. Birçok şiiri
Türkiye'de yazın-sanat dergile­
rinde ve dünyanın birçok ülkesin­
Görüldüğü gibi, Baudelaire' i yargılayan bağnaz de yayınlandı. '88 Alim Çelenk
düşünce, insanı daha doğuştan s uçlu ve aldatılma­ Ödülü D. Maksimoviç'e verildi.
ya elverişli zavallı bir yaratık olarak görüyor ve Pablo Neruda. Evgeniye Monta­
"muzır yasası" nı uygularken bu sakat düşünceden le, H üston Odın. Yannıs Hristos,
kalkıyor. Evgeniy Voznezenski, Ralael Al­
Zamanın ülü avukatı Gustave Chaix d ' Est An­ berti, Enzensberger, Alen Ginz­
ge'ın güçlü savunmasına rağmen, yargıçlar " Les­ berg, Gülleviç'e de verilen bu
bos" , " Lanetlenmiş Kadınlar " , " Lethe" , "Şenşak­ ödül, ' 74 ' te Dağlarca 'ya da la­
TÜRKÇESi:
rak Kadına" , "Takılar" ve "Vampirin Değişimle- yık görülmüştü. NECATi ZEKERiYA
YASAKLANMI İİRLERİNDEN Sabahtan beri her şey karan lık bana

LESBOS1 Körün gözkapakları örneği


Sabahtan beri her şey sessiz bende
yüzyıl yaşanmış ademoğlu örneği
Ey hazların annesi , latin şölenlerinin, Mihrabın önünde secde edermiş gibi.
Lesbos, arda şen ya da hüzünlü öpücükler, Sabahtan beri her şey dilsiz bende
Güneşler gibi sıcak, karpuzlar gibi serin, Kaybolan yankıdan sonraki ses örneği
Utkulu gündüzleri ve geceleri süsler; Suya alınmış derenin yatağı gibi.
Ey hazların annesi, latin şölenlerinin . Bu sabah benden kaçıyar yaşamın çağıldayışı
Suya atılmış taştan sonra
Lesbos , arda öpüşler çağlayanlar gibidir Küçük büyük su halkaları örneği.
Kork usuzca atılan dipsiz uçurumlara, Harfler yerin dibine batmış gibi
Koşan, hıçkıran, co şan sarsıntılarla bir bir, sabahtan beri sözleri , heceleri anlamıyorum
Fırtınalı ve gizli, kaynaşıp durur orda; anlamıyorum insanların söyledikleri n i .
Lcsbos, arda öpüşler çağlayanlar gibidir.

Lesbos, arda Phryne'ler birbirlerini sarar,


necati
Orda iç çekişler asla yankısız kalmaz,
. Tıpkı bir Paphos gibi yıldızlar sana tapar,
Necati Zekeriya,
D. Maksimoviç çevirisini ve
zekeriya
Sapho, ey Sapho , Venus seni nasıl kıskanmaz! kendi şiirini, ölümünden
DÜŞÜNDÜ K
Lesbos, arda P hryne'ler birbirlerini sarar. bir süre önce Broy'a
ÖLÜMÜMÜZÜ
göndermişti,
Lesbos, sıcak ve üzgün gecelerin ülkesi, belki de Türkiye'ye son GAZETE
Aynalarında kısır arzuları yansıtan ! gönderdiği ürünler olan HABERLERiNDE
Çukur gözlü kızların sevdalı bedenleri bu şiirleri ölüm
Okşar ergenliklerin yemişlerini her an; yıldönümünde yayınlamayı ÇAYHANE
Lesbos, sıcak ve üzgün gecelerin ülkesi . uygun gördük. Saygıyla Ş i i RLER i ' N DEN

1 Ne kadar masum dizeterin yasaklan d ı ğı göst erm ek anıyoruz.


" Yesen i n " kahvesi
için, aslında çok uzun olan bu ş iiri n bu ray a sadece Sarayova, 1 3 . 1 V . 1 982
dört bağlamını aktardık.
Ona eski bir Rus şiirinden ayrıliğı söyleyecektim.
ri" şiirlerinin, yani 299 dizenin kitaptan çıkarılma­
Oysa Sapho ' n u n umuduyla gelmişti Midilli 'den
sını kararlaştırdılar, ayrıca Baudelaire'i ve yayın­
Sözcükler birdenbire düğüm lendi bağazımda
eıyı para cezasına çarptırdılar. Ozan Kötülük Çi­
çekleri 'ne yıllarını vermişti. 299 dizenin çıkarılma­ Neydi bu, sevdaya mı tutulmuştum yeniden
sı yapıtın bütünlüğünü bozdu ve sonraki yıllarda
Baudelaire hep bu boşluğu doldurmak için çırpınıp Yesenin bu raya hiç uğramadı Ana Dunkan ile
durdu. Oysa her gece buradadır şiirleriyle. 17
Gül _______ fti :�·j ··
Barikatlarının Gerçek, diyalektiktir. Doğru da o diyalektiğin
ürünü. İşte bu ürün olabilen bir tek dize, insan
Düşten için, sayfalar ve afişler dolusu kötümser-iyimser
Aşk Şarkısı sözden daha uyanct daha i/etkendir. (. . . )
Kötümser/ik, yenilginin önyargtya dönüşlüğü bir
küskünlük türküsüdür. iyimserlik, yenilgiye açtk,
METiN CENGiZ gül barikatlannm düşten aşk şarktst!

Ç ağımızın siyah objektiften bir fotoğrafı çekilirse, insana umut olan her şeyin aynı zamanda
yeni karamsarlık kaynağı olduğu da görülebilir . Daha doğrusu, insanın gelecek için iyim­
ser tavır alışındaki nedenlerin içinin boşaltıldığı . . . Pandora ' nın Kutusu ' ndan çıkan her türlü
kötülük insanın yanında yöresinde, büyük üç zamanında yerini alırken, umut kuşunun tüyleri­
nin yolunduğu görülür. Yılanların kolay avıdır artık umut kuşu. Romantiklerin aydınlıkçılarca
ileri sürülen görüşlerin gerçekleşemeyeceği kaygısını yenileyen ve çağımızın savaşlarından son­
ra varoluşçularda Kafka ve Beckett ' te iyice özneleşen karamsarlık, bu son gelinen noktada,
yeni besinler bulur . Heidegger' i n " İ nsanın hiçliği" ve Jaspers'in " İnsanın benliğinin olmadığı
ve benliğini hiç bu lamayacağı bir karanlıkta olduğu" şeklinde özetlenebilecek "sürekli yaşadı­
ğı karamsarlık " ta insan,yerinde saymaya yazgılı olur. Anlamsızlık sürekli bir karanlıkta devi­
nimsizliği haklı k ılar . İzlek olarak sanata girense, verili tragedyayı zorunlu biçimde yaşayan
yeni Oeidipus'tur kaçınılmaz olarak. Sorulan sorular ise, durumu demir çemberler içinde kıs­
kaca alansonuçlar yaratmaktan başka bir şeye yaramaz: gündeme, tarihi kendisi olan birey ye­
rine, kendisi tarihin dışına konmuş (artık birey denemez) insan girer .
Peki, insan , bu noktada sorgulandığında, politik olarak kendisinin oluşturduğu tarihin yeni­
den ba şına mı geçmiş olur? ! . . Politik çözülüş, nesne insan olm anın tam da bu dip noktasında
elbette ki yeni ivmeler kazanır . Sonrası, insan adına yapılmış kimlik hanesine kayıp damgası
vurmaktır herhalde ! . . Buna evet demek, sanatta-şiirde saçmayı, anlamsızlığı, hatta giderek " kor­
kunç olan" ın " hiçbir şey söylememek" adına yazılmasını öngörür: Much ado about nothing
(hiç uğruna kuru gürültü). İ nsanın, bütünlüğünü yitirdiği bu t oprakta tragedyanın kendi karşı­
tma dönüşmesi kaçınılmazdır a rtık. Savruluş, özeleştiriyi bile olanaksızlaştır ır. Ama denecek­
tir ki, doğru değil mi yaşanan durumun çizilen bu tablosu? Tablo böyle olunca insan nasıl iyimser
olur ki? . .
Evet . . . iyimserliğin erliğe dö nüştüğü biliniyor ve onun için d e önerilmiyor. Ama yaş an� o l d u ­
ğu gibi alınırsa, çizilen tablo ne kadar karanlık olursa olsun, k aranlığın mutlaklaştırılmasına
engel olan bireyler bütününün, E ngidu' ların yanı sıra Gılgamış gibi yeniden bir varoluş destanı
yaşamasının her türlü koşulu vardır . Çünkü insan, kötü olduğu kadar iyidir d e ! Karanlıktan
fışkıran ışık , evrenin yaratılmasına ilk veri olarak varlığını sürdürmektedir. Bu ışık insanın ken­
disinden başka bir şey de değildir hem. Ama insan eğrisi, kötülük ve iyilik çiçekleriyle dolu
bir çizgi üzerinde netliğini kazanmakta olduğuna göre, ışığın mutlak, karanlıksız bir ışık olma­
sı da beklenemez. Doğru olan bunu bilmek, bu eğride derinleşen tragedyasını aşmaya çalışmaktır.
Ve kaybedilen kalelerin yeniden ve daha sağlam mevzilerle ele geçirilmesi, bir omzun güzelliği­
ni omzunun yakınında hissetmenin dayanılmaz doyumu, ancak böyle sağlanabilir. İnsanın ken­
disini putlaştıran eylemden vazgeçmesi böyle mümkün kılınabilir;

S anat da, insanın kendi yaşamı için karar vermesinin bir yolu, üstelik en bütünlüklü ve yaratıcı
yolu olduğu na göre, sanatçıya düşen ne? Birey böyle bir yaşam için kendi diyalektik bü­
tünlüğününün b ilincinde bir seçimle karşı karşıya i ken, sanatçı, bu seçimde, var olanı yansıt­
makla mı yetinecek? Bu da bir yol elbette . . . Ama var olanı çoğaltınaktan ya da umutsuz ilahi­
lerle bir yakarış olmaktan öteye geçemeyen bir yol . . . insanın kendini sahiplenmesi tam da bu
düğümün çözümünde bulunuyorsa, şiir, tarihle bir hesapiaşmayı gerçekleştirmelidir . Durum
şiiri, gerçekliğini ve anlamını burada hissettirmektedir. Her türlü yeniden doğuşun sıfır nokta­
sında şiir, ne karamsar, ne de iyimserdir artık. Y aşamın içinde ve önünde olarak şiir, yeniden
18 üretilme olanağını da bu düğümü keserek değil ama çözerek elde eder ve etmenin yolundadır.
mehmet
Sokağın başından baktım kaçam a k , soluk-soluğa, utanarak içten
me rak lar-i nsanlar- kalabalıklar
meraklı kalabalık insanlar arasında bir tenha ceset
insanların merak lı kalabalığı arası na serilivermiş b ütün gizlerim
gizler iğfal edildiğinde kaçmak gerek ARDlND A
işte or d a onaltısında bir çocu k sü by an koğuşunda, ter içinde
meraklar i n sanlar
KALSIN
kaç oğlum sen kaçınana bak CiNAYET
ardında kalsın cinayet

Ardında kalsın cinayet


gözüne k a h ı rlanan bir çocuk kaçacak , aldırma
aniatsınlar birbirlerine
meraklar-insanlar-kalabalıklar
onyedisinde midesi yıkanmış
doktorla hemşirenin çalkalanan dedikoduları i çinde
ergen sesiyle alanlarda bir slogana omuz vermiş, a narşikmiş
" vah zavallıcık pek de yakışıklıymış" dün neredeydiniz menapoz abla
şu yaşında bu yaşında illeıli bir çaresizlik
hoşçakalsın yi rm i ikiyaşın
ardında kalsın cinayet

Ardında kalsın cinayet


geriye bakma, unut, eskin yok . . . unut -unut
yeniden ve yeniden başla
hiçbir şey yaşamamışsın gibi işte
aç kalmamışsın gibi , geneleve gitmemi şsin gibi
en zavallı ve en muhteşem yerinde en modern teknoloj i
edisona k ü fretmemişsin gibi
annen orospu olmam ış gibi başla
çocuklar gibi başla, k uşlar gibi , temizl ikçi kadın gibi
kork unç ve muhteşem başla
yenilmemişsin gibi işte
ardında kalsın cinayet

Ardında kalsın cinayet


unut mayacağım dediğin kızları un ut hızla
hızla hız kazan çocuklaşmada
imgelerini değiştir çirkin çağrışımlarını
-burulmuş bir erkekl i k , çırılçıplak bir kadın­
senle ilgisinin ölmadığına inandır kendini,
suçsuz başla, çocu k başla, bunu yap
bir kerede anlaşılsın söylemek istediğin
yorgunsun bi liyorum, yaşlısın
hayata ilişkin bütün tekliflerini edi vermiş ol eskinde
yaşamak kalsın çı rılçıplak yaşamak bu ömrüne
g u rurlanma ve utanma
ardında kalsı n cinayet . . .

G ÜL BA RİKA TLARIN!N
DÜŞTEN AŞK ŞA RKlSI...

Yenibütün, böyle bir şiiri açmış olmanın bilinci içinde, şiirin politikasını da burada mayalama­
yı öngörmektedir. Poetikasını demek daha doğru! -Elbette önerilen, gerçekliğin bireylerde özgür
ve üretken biçimde cephelenmesine akan çok sesli bir şiirin yatağıdır burada-
Tragedyanın kötümser ya da iyimser tercihlerden birine zorlanmasının anlamsızlığı, böylece
yaşam karşısında yerini terk etmeye zorlanmaktadır. Gündeme gelen, Dostoyevski'yle Tolstoy'un
ahlaki ve dinsel arakesitinin yeniden konumlanması değil elbette. Geride kalan estetik gerçek- 19
reiner maria _______ rtı :�·.J · ·
rilke SONBAHAR

Yapraklar düşüyor, düşüyor sanki uzaklardan,


solmuş sank i göklerde uzak bahçeler;
Ş İ İ RLER hayır der gibi onlar düşerken toprağa.

Geceleriyse düşüyor ağır dünya


Türkçesi: bir yalnızlığa bütün yıldızlardan.
GERTRUDE DURUSOY Hepimiz düşüyoruz. Düşüyor bu el de.
AHMET NECDET Baksana öbürüne: hep ayni .

Yine de biri var, bu düşüşleri


RA INER MA RIA RILKE,
Prag 'da doğdu. Babasmtn
sonsuz yumuşaklıkla tutuyor ellerinde.
isteği üzerine askeri okul­
larda eğitim gördü. A ncak
daha sonra Prag, Münih ve
Berlin 'de felsefe ve edebi­ HRADŞİN*
yat-sanat konulannda bil­
gisini derinleştirdi. İki kez
R usya 'yt ziyaret elli. A vru­ Hep böyle severek bakarım
pa'mn çeşitli kentlerini do­ Eski kalenin o güngörmüş alnına;
taşit. Bir ara Paris 'e yerle­
şerek orada ii nlü yon u/ us­
çocukken de bakardım ben
tast A uguste Rodin 'in sek­ sık sık ona.
reterlijfini yapit. 1926 'da
Va/ Mont 'da (İsviçre) öldü. Telaşlı Maldau dalgaları da
selamlar Hradş in'i,
azizler de köprüden bakar ona
gözleri ciddi.

Kuleler de bakar, en yenileri bile,


Aziz Vit kulesinin yuvarlak başlığına
baktığı gibi çocukların
sevgili babalarına.

(*) Prag Kalesi ' nin adı.

Jeşmelerin üstünde, yaşama ve sanata -yeni sosyoloj i k zorunluluğun bir sonucu olarak- yeni
bir estetik önermedir bu. Çünk ü , umutlananan ve erişiirnek istenen, derin yaralar alsa da, yok
olmamıştır. Ve insan için bağrında yeni olanaklar taşımaktadır elbet. .. Bu da bir iyimserlik olarak
düşünüise bile, insanın yaşam gibi hem iyi hem de kötü olduğunu göz önüne alırsak , iyimserli­
ğin ötesinde bir gerçekliktir öne çıkan. Geçmişten geleceğe uzayan tarihin yazanı ve okuyanı
olarak birey, bizzat tarih olarak iyi ve kötü yanıyla böyle bir gizilgüce sahiptir . Şiire -sanata­
düşense, iyimserlik içinde karamsarlığı, karamsarlık içinde iyimserliği, bu diyalektik doğruyu
hesaba alarak kendini gerçekleştirmektiL Ya da bunun yollarını , semender gibi ateşe dayana­
rak bulmaktır .
Yalın söylemek gerekirse: iyimserlik , her durumda karşıtına dönüşmenin en kolay şeklidir.
Tabii savrulmanın da. Ya o, ya bu dendiğinde; hem o, hem de bu olabilmek , potansiyel bir
tehlike olarak bugün de var ! Zafer türküleri, taşıdıkları kan derelerine karşın kirleniyorsa, iyim­
serliği yaratan her ortam gerçek ve doğru bulun madıkça, kötümserliğin de toprağıdır. Ya biri,
ya öbürü demenin geçerliliği yo ktur. Onun için Yenibütün, hazır estetik önermeleri reddede­
rek, gerçekliğin çelişkin özüyle buluşmayı ve bu öze her biçimde bulaşmayı göze almaktadır.
20 Yenibütün, bu anlamda, iyimserliğin de kötümserliğin de tek başlarına toplumsal bir yükümlü-
reiner maria rilke

PA NTER

Demir çubukları delip geçtiğinden bu yana A lman şiirinin büyük usta·


larmdan biri olarak tamnan
öylesine yorulmuş ki bakışı, tutamaz hiçbir şeyi . R ilke'nin başitea yapti/art:
Sanki binlerce çubuk varmış gibi gelir ona Das Buch der Bilder (Düş­
ve bu çubukların ötesinde dünya yokmuş gibi. ler Kitabt, 1902), Das Sıun­
d e n b u c h (Dua Kirabt,
1907), Die Aufzeichnungen
Yumuşak sert adımların o sessiz yol alışı, des Malıe Laurides Brigge
küçümencik bir daire içinde dolanıp duran, (Ma/ra Laurides Brigge 'nin
bir merkez etrafında sanki bir kuvvet dansı, So·
Not/art, ·roman - 1 9 / 0),
nette an Orpheus (Orplıe­
yatıştırılmış dev bir istenci vurgulayan.
us'a Soneler, 1923).

Açılır gözün perdesi ara sıra hafiften-.


Bir imge girer işte o an içeriye,
geçer uzuvların gergin sessizliğinden­
böylece yok olur gider bir yürekte.

SON PARÇA

Yücedir ölüm.
Ona aitiz
ağız gülse de.
· Tut ki ortasındayız ömrün,
o ağlamaya başlar
içimizde.

SONBAHA R

Tanrı 'm: zamanıdır. Uzun sürdü yaz.


Düşür artık gölgeni güneş saatlerine,
salıver rüzgarları kırlarda essin biraz.

Emret de olsun artık dalındaki son meyva;


onlardan esirgeme güney'li iki günü,
üstüne git onlar.ın git ki olgunlaşsınlar
ve en son tadı koy ağırlaşmış şaraba.

Şimdi evi olmayan evsiz kalacak yine.


Şimdi yalnızlık çeken yapayalnız kalacak,
uyumayacak, okuyacak, mektuplar yazacak uzun
ve ağaçlı yollarda bir aşağı bir yukarı
tedirgin dolaşacak, yapraklar dökülünce. GÜL BARİKA TLARININ
DÜŞTEN A ŞK ŞA RKlSI. . .
lük, politik bir seçim olamayacağının ayırdındadır. Kötümserlik, yenilginin önyargıya dönüş­
tüğü bir küskünlük türküsüdür. iyimserlik, yenilgiye açık, gül barikatlarının düşten aşk şarkı­
sı!
enibütüncü bakışın politik ilkesi, kötümser ve iyimser şarkıların acı ya da öfkeden hüzne
Y ve yalnızlığa batırdığı insanı, yaşadığı gerçekliğe, o engebeli düzlüğe çıkarmaktır. Sürege­
len kötümser ve iyimser teranelere sürüklenmeksizin, "uzun ince bir yolda" bıçak sırtında yü­
rüyüşünden geri k almayışı, yanı sıra o teranelere kapılmayaniardan olumlu ve olumsuz tepki­
ler alışı, elbette anlamlıdır. Gerçe k, diyalektiktir . Doğru da o di yalektiğin ürü n ü . İşte bu ürün
olabilen bir tek dize, insan için, sayfalar ve afişler dolusu kötümser-iyimser sözden daha uyarı-
cı, çok daha iletkendir. 21
ilkiz ------- '� ��·�··
kucur bir şiirin k areleri; kağıdın üzerinde ve kalemin silGeti
eğri çizgiler, belli ki zor bir akşam yaşanıyor
dağılıp kalmış sözcükler. . .
MAV İ , mavi, kücücük bir kız, gözlerinde bir armağan ağlaması
KÜÇÜCÜK doğum günlerinde çığlıklar sunulan

BİR KIZ içimde o çekip gitme isteği


bir kıyıda başlayan yolculuklardan
gözlerindeki yalaniara atıyorum mektuplarımı

denizierin eski rengini arıyorum, kentlerin senden öncesi


bir bulvar kahvesinde oturan ihtiyar
sessizce salladığında başını
anlıyorum başka bir adres de olmalıydım
mavi, seni yanıma almalıyım çocuğum

yaşamın ara çizgisinde kalacaksan


ölümü öğrenemezsin diyorum, sarışın bir korkuyla
bulvan geçiyorum, yağmursuz . . .

bu gece gölgesiz bir kentte uyuyacaksam eğer


eski odalarda uyumalıyım
O LA S I evlere yakışmayan sevgiyi . . . . . .
çocuğum onu al ve benim için sakla.
TUT ARS lZLIKLAR

ramsal yazı yazmak, yazılmasını sağiamak, b un un gerekli olduğunu vurgulamak, kısacası şiir
üzerine düşünme geleneğini başlatmaya çalışmak , Yenibütüncü' lerin olumlu etkinliklerindendir.
EK: Bu tartışmayı sürdürmek istemediğim içi n , verilecek yanıtları elden geldiğince karşılıksız
b ı r a k m a y a ç a l ı ş acağı m . ( M . O . )
I Milliyet Sanat Dergisi, 1 5 Aralık 1 9 8 8 .
2 Bray, Şubat/Mart'89.
3 Varlık, sayı 906, Mart 1 98 3 .
4 Bray, Şubat/Mar t ' 89.
5 Bray, Haziran/Temmuz' 8 8 .

EDiTÖRÜN AÇIKLAMASI
Mustafa Öneş bir gün Broy Y ayınları'na uğradığında " artık pek yazmadığından" yakındım
kendisine. Yıllar sonra Milliyet Sanat 'ta çıkan b ir yazısında ise Yenibütün 'e epeyi yüklenmişti.
" Yine Yenibütü n üstüne yazmak istiyorum: Veysel Çolak'ın h akkımda söyledikleri çok ağırdı .
B u kez benimki d e öyle olacak" dedi. "Olsun" dedim. " H aksızlık yapıldıysa, yapanın yanına
kalmamalı . " Gerçekten de getirdiği yazı " ağır "dı. Ayrıca, Ö neş, okuduğunuz yazısında "bu
tartışmayı sürdürmek istemediğini" de söylüyordu. Ben, " daha ağır bir yazıyı zaten
düşünemeyeceği" yönünde kötü bir iyimserlikle , yazmama eğilimini ilkin "yerinde" gördüm.
Ne ki konuşma s ırasında, "şiir tarihimize bir cunta olarak geldiniz; bunu da söylemek ister­
dim, oysa sen bu yazdıklarımı b ile ağır buldun ! " dedi. Doğrusu hiç beklemediğim bir suçla­
maydı . Sesli düşünnerek yanıtladım : " Bir elkoyuş olarak öyle g örünebilir. Ama asi ve demok­
ratik ! " dedim: Ç ünkü bir savrukluk, savurganlık vardı. Bir türlü birbirine halkalanamayan,
bütünlenemeyen şiir ve kültür değerlerinde, şairin ve sanatçının tutumunda bir savurganlık, şi­
ir ortamında ise eşi menendi görülmemiş bir savrukluk . . . Bunun özgürleşme olamayacağını,
özgürce serpilip gelişme olarak d üşünülemeyeceğini; özgürleşmenin zorunluluklara boyun eğ­
meyen, ama bir program ve bü tünsel kavrayışla onu aşan bir eylemi gereksindiğini göstermek
istedik. Bireyin kendi yetkinliğini sapına kadar ortaya kayabildiği ve bu anlamda asi; varolan
22 birikimin ve değerlerin her zerresine sahip çıkılmak gerektiği , bu anlamda da demokratik bir
muhammet
tel tel bölerdi k ızıl kızıl alevlerde meltemi güzel
yıldızlar daldururdu yelkenime
eskitirdi saçların karanlığı
en ışıklı bakışını ver gurbetime
büyüt beni ateşlerde/sarıl MERMER
atlas direklerim talan KALlR
korkun yıldız yeli m avi
sıcak tut elimi, çoğa! yalnızlığıma
yangınlara susuzum terinde
çiçekle dalgaları
yağan şimşektir küreklerim mermer
büyüt beni rüzgarlara/savur OLASI
TUTA RSIZLIKLAR . . .

elkoyuş: Yenibütün . . . "Öyleyse niye beş kişi? " dedi. Bunu söylerken, 1 2 Eylül " Konsey"ine
benzetme yaptığını fark etmedim değil. Ne ilgisi var ! Aldırmadım: " Bunu Cemal Süreya da
sordu. Başkaları da sordu , soruyor. Can Yücel gibiler de kendisinden izin alınması gerektiğini
ima ediyor. (Biz cuntaysak Can Yücel de başka bir şey herhalde ! Ama niyeyse dizginleri elin­
den kaçırmış ! . . Teşbihte hata yapıldı mı, saçmalığın arkası kesilmez! ) Bu k onuya bu sayıda
yazılarıyla değinen arkadaşlar oldu. Anladığım kadarıyla, bunu ciddi biçimde ele almak gere­
kiyor. Önümüzdeki ay yazacağı m . Şunu hemen söylemeliyim: Bu öncelikle bir yöntem, üslup
sorunu. Kaldı ki, sorunun bu yanı giderilseydi, yani metin herkesin imzasına açık olsaydı, içe­
riktc birieşiimiş o lunacak mıydı ? " Gerek Mustafa Öneş'in yazısında, gerekse başka eleştiriler­
de içeriğe de, en azından kimi yönlerden, katılınmadığı söylenmekle, bu birleşmenin (metne im­
za koymanın) olanaksızlığı gösterilmiş oluyor aslında. Üstelik biz şunu özellikle vurguladık:
Yaratma sürecinin birliği ve tekliği . Bu demektir ki, biçim ve içerik, bir ve aynı şeyin bütünü­
dür; bu yeni bir konum olduğuna göre, biçim ve içerik, öbür yaklaşım ilkelerimiz için de geçerli
olmak üzere, bir yenibütün tavrı somutlaştırıyor Manifesto'da. Aslında Manifesto, bu ve ben­
zer durumlar için olduğu kadar, bizim yaklaşımlarımız için de, soru olduğu kadar, yanıt ve
öneri niteliğini de içeriyor; sorular öneriyi de içeriyor. Ve her iki yönde büyümesini, yeni bo­
yutlar kazanmayı; kendini daha çok belirlemeyi ve aşmayı sürdürüyor. . .
Bir metin, yazarının ya d a yazarlarının elinden çıktıktan sonra, herkes gibi , yazarlarınca da
hakkı nesnel ölçülerle verilmeli . Biz, manifestonun hakkını verdiğimiz kanıs ındayız. O da bi­
zimki n i ! Manifesto karşısında haklı ya da haks ız konumda bulunduklarını, manifestonun hak­
lılığını ya da haksızlığını belirlemekte özgürlük ve yükümlülük , başkaları için de söz konusu.
Bu da yapılıyor zaten. Mesele yok!
Manifesto, sansürün olduğu kadar, otosansürün de şiddetle karşısında. Mustafa Öneş , Ye­
nibütün için neyi hak görüyorsa , bir bir yazabi lmeli . Bu, onun özgürlük ve yükümlülüğünde.
Daha ağır olur, k aldırılamaz . . . endişesiyle yazmadıklarını biz yazmak gereğini duyduk. Çünkü
kaldırmak ve taşımak üzre yola çıkıldı. Bu nedenle yara da alırız. Ama "dostumuza
gösteremediğimiz" bir eski ya da yeni yaramız yok ! Gocunmayız. Yaralamak yaralayana ağır
gelecekse, o başka! Umarım, söylediklerini yazmış olmam, Mustafa Öneş'e ağır gelmeyecektir !
"Veysel Çolak 'ın görüşlerine katılıp katılmamaya" gelince . . . O kadar önemli mi? Görüşle­
rinin altında imzasının bulunması yeterli değil mi?
Bireyler, birbirleriyle örtüştükleri ve bütünleştikleri için bir d ergi , program ve zemin birliğin­
de örgütlenmezler yalnızca. Örgütlenme, her d üzeyde, bireysel farklılıkları yetkinleştirmenin,
özgürleşmenin g üvencesi olmalı asıl . . . Bakın bu noktada da, başkalarıyla bir ç ırpı da birleşeme­
yeceğimiz çıkıyor ortaya. Türkiye'de " komünistim" diyenierin hala anlayamadıkları bir ör­
gütlenme ilkesi !
Söylediklerimizin yaşamda gerçekleşmesini istiyoruz. Buna savaşıyoruz. Tek tek ve omuz om­
za. Şiir şiire!
Gerçekleştiği anda, Yenibütüncü Manifesto'nun, metin olarak "bir varmış bir yokmuş"a dö-
nüşmesinden daha güzel ne olabilir! 1 SEYYİT NEZİR/ 23
Şiirin ______ r. :�·j · ·
Çağdaş Günümüz şiiri, '70 sonrası şiiri, artık geçmiş
dönemlerdeki tepki şiirlerinin olumsuzluklarını
Yeri taşımıyor. (. . . ) Geçmiş dönemlerin bütün şiir
katıtım değerlendiren, o lumsuzlukları atarken
olumsuz yanları alan bir şiir/e karşı karşıyayız.
A rtık bu dönem şiiri, tepki şiiri değil, sentez
YUSUF ALPER şiiridir.

Çağdaş Türk şiiri 60'1ı yılların Romantik Top­ liğin olumsuzluğunu, aşırılıklarını barındırmış ve
lumcu çıkışından geçerek günümüz şiirine ulaş­ dönem şairlerinin birçoğu silinip gitmiştir. Kendi­
mıştır. Daha önçe belirttiğimiz gibi bu dönem sini koruyabilen, kimliğini oluşturabilen a z sayıda
şairleri de Üçüncü Kuşak içindedirler. Bu şair kalmıştır. K imi de tepkiselliğin sonucu olarak
dönemde yazan birçok şairin bir önceki akım söylediklerini eleştirmiş (S. Berfe "yediği herze" ler
( İ kinci Yeni) ile ilişkileri vardı ve hiç kopmadı. için özeleştiri yapmış) 8 Özkan Mert o dönemdeki
Egemen Berköz (bir bakıma Cahit Zarifoğlu) şiirlerinin birçoğunu değiştirmiş, yeniden yazmış,
İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu ise ilk çıkışlarını değişik bir çizgiye kaymıştır.
yaptıklarında o akım içinde gibiydiler. İkinci Yeni 70 sonrası şiir ( k uşak olarak adlandıranlar da
Antolojisi'ne bile alındılar. Daha sonraki yıllarda var ancak her on yılda bir yeni bir kuşak'ın ortaya
Halkın Dostları çıkışıyla geçmişlerini bir bakıma çıkması tuta rl ı görünmüyor) artık bir tepki şiiri
reddettiler. İ k i nci Yeni öcüsüne saldırdıklarında değildir. İlk kez. kendinden hemen önceki dönemle
ise İ kinci Yeni ortada yokt u . Kendileri bunu bili­ h e s a p l a ş m ay a n , onu yoksaymayan, geçmiş
yorlardı ve özel amaçları için böyle davrandılar. 7 dönem lerin bütün şiir kalılını değerlendiren, olum­
Oysa İ kinci Yenicilerin hemen hepsi ( İ . Berk ve suzlukl arını ata rken olumlu yanlarını alan bir
E . Ayhan dışında) özeleştiri yaparak tutum değiş­ şiirle karşı karşıyayız. Artık bu dönem şiiri tepki
tirmişlerdi. Bu, E. Cansever ve T. Uyar için özellikle şiiri değil "temkin" şiiri , sentez şiiridir. Geçmiş
geçerlidir. Ö . İ nce ve K . Özer'in tutumu çok daha dönemlerin tepkilerinin önceki kuşaklara nelere
ötelerdeyd i . Halkın Dostları'nı çıkaranlar (özel­ malolduğunu bildiği için tepki şiiri olmamış, her
l i k le İ .Özel ve A . Behramoğlu için geçerli olmak zam a n tem kinli olmuştur. Bu noktada sevgili
ü zere) özeleştiri yapıp İ kinci Yeni'nin vicdanı ola­ T.Uyar'ın "eksiksiz şiir yazılmıyor" yakınması
bilselerdi bugün ve son 15 yıldır yaşanan karmaşa gündeme geliyor. T. Uyar hak lıydı, eksiksiz şiir
yaşanmayabilirdi. Bu iki şair gerçekte geçmişin yazıl nııyordu, çünkü 70 sonrası şairleri hep tem­
olumlu kalıtını şiirlerine sindirerek bir köprü kinli, tetikte idiler. Geçmişten olumlu ders almış­
görevi görmüşlerdir (Siyasi tutumlarındaki fa rklı­ lardı. C . Süreya da son zamanlarda benzer
lık genç şairlerin kafasını ciddi biçimde karıştırmış düşünceler belirtmiştir. ' " Türk şiiri 70 sonrası şiiri
olsa da). Ayrıca İ . Özel için şunu belirtmeliyim: O, derken kastettiğimiz, bu yıllarda yazmaya başla­
İ kinci Yeni gibi yazarken, her nasılsa, Halkın yan I 950 dolayı doğumlular değildir yalnızca. Bu
Dostları çıkışında da öyleydi ve hala da öyle yazı­ dönem şiiri çerçevesinde Garip'in Anday'ından
yor. (Bunu bir espri sayabilirsiniz: İ . Özel tıpkı O . R i l"a t'ına, İ k inci Kuşağın Necatigil, Aksal,
S . K arakoç gibi biçi m olara·k Batı'cı taraftır. Orta­ Külebi, C u nı a l ı , A . İlhan, Kansu, E . G ö kçe,
lara yakın bir Batı'cı. Ataol Behramoğlu bu yelpa­ A . Arif, A . Danıar, Can Yücel, Ş . Kurdakul'una,
zede kendini nereye koyar acaba?) İ k i nci Yeni'nin C.Süreya'sından, T.Uyar'ına,
Günümüz şiiri; 70 sonrası şiiri , artık geçmiş E.Cansevcr'ine, K . Özer'e, Ö . İ nce'ye, H . Yavuz'a,
dönemlerdeki tepki şiirlerinin bütün bu olu msuz­ 60 Toplunıcularından Refi k Durbaş'a, Egemen
luklarını taşımamaktadır. D ik k at edilirse Cumhu­ Berköz'c, C . Za rifoğlu, Edebiyat Dergisi çevresin­
riyet dönemi şiiri miz, genelde bir tepkiler şiiridir. den Arif Ay, Turan Koç vb. kadar birçok şair yer
Hececiler'e tepkiyle Garip doğmuş, tepkiselliği alır. Genç şair, genç şiir yok, gerçek şair ve şiir var
nedeniyle, tepkinin etkisini bulması açısından aşı­ diye düşündüğümüze göre bu dönemin özellikle­
rıya kaçmış, kanıarın topuzunu kaçırmıştır. İ kinci rini taşıyan tüm şairleri 70 sonrası sentez şiirinin
Yeni de yine tepkiyle doğmuş, nice fire vererek ü veleri saymaktayız.
a n l a m s ızlığın, s a ç m a l ı ğın i m ge mezarlığına O . Rifat'ı, C.Süreya'yı, Necatigil'i, A . Ariri,
gömülmüştür. Bu dönemden kendilerini kurtaran E . Gökçe'yi, Külebi'yi vs. 70 sonrası şiirden nasıl
şairler, kimliklerini korumasını bilmiş, anlamsız­ koparabiliriz ki? O şiirin tanı ortasında yazdılar ve
lığı amaç edinmemiş, anlamı gözardı etmemiş şair­ yaşayanlar yazıyorlar.
ler olmuştur. Ardından 60 Top! umcu şiiri bir tepki Bir noktayı belirtıneden bitirmek istemiyorum:
24 şiiri olarak doğmuş, sorunları büyüterek 7 tepkisel- (devamı s. 3 1 'de)
Apolitik İnsandan ------ rtı:�·..j··
Politik İnsana Kalıcı ve "üretkenlik üreten" değerler yaratmak ;
kavramiaştırma v e kurumlaşma ile doğrudan ilin­
tilidir. Bu süreçlerin temelinde ise araştırma­
tartışma-uygulama-değerlendirme çizgisi yatmakta­
İSMAİL MERT BAŞAT dır. Bu nedenle, bir "Devrimci Kültür ve Sanat
Araştırma Enstitü sü" nün yaratılmasını gündemin
Sorular: ana maddesi olarak seçerdim .
VEYSEL ÇOLAK
Neler yapacak böyle bir araştırma ens­
Uzun süredir dergilerde gözükm üyorsun. titüsü ?
Yazmıyor musun, yayınlamıyor m usun? Kuşkusuz, Enstitü kendi çalışma programını ken­
Erken gençlik dönemimden beri, ekip çalışması­ disi belirleyecek ve geliştirecektir. ,Yine de, böyle bir
na yatkın oldum. Belki başlangıçta, uzun yıllar ti­ enstitünün çalışmasındaki ana doğrultuları not'lar
yatro çalışması çalışması yapmanın kazandırdığı bir halinde biraz açabiliriz:
eğilimdi bu; sonra doğruluğuna, verimliliğine inan­ -Sanatın, bilimden önemli biçimde yararlandı­
dığım bir çalışma biçimi oldu. K üçük öykü yazdı­ ğını ve yararlanması gerektiğini, sanatta bilimin bir­
ğım Salim Amca (Şengil)'nın DOST Dergisi döne­ birleriyle ilgisiz alanlar olmayıp aralarında önemli
mini saymazsak , Aydınlık (Kırmızı Aydınlık) dö­ ilişkiler bulunduğunu; kültürün de bilimsel gelişme­
nemi çalışmaları, Türkiye Yazıları dönemi çalışma­ lerden doğrudan v eya dotaylı biçimde, ama mutla­
ları, seninle omuzladığımız ve sıkıyönetimin engel­ ka çok önemli etk ilenimler içinde olduğunu düşü­
lemesi sonucu k ısa süren Yamaç dönemi çalışma­ nenlerdenim. Böyle bir Enstitünün çalışma perspek­
ları hep bu ekip çalışması anlayışının uygulama ala­ tifi de insanlığın g elişme doğrultularını gösteren ve
nı bulduğu oldukça verimli dönemlerdi. Bu tür ça­ önünü açmaya çalışan bilimselliğin içinde gelişe­
lışma platformlarını kaybettiğim ara dönemler ise, cektir.
üretkenliğimi de kaybettiğim dönemler oldu; çalış­ -Öncelikle, kazanılmış bilgi birikiminin sistema­
ma pratiği açısından, bir tür "omurgasız" duydum tize edilmesi gerekecektir. Bu, mikrofilm ve bilgi­
kendimi. Elde yarım,ya datamamlanmaya hazır du­ sayar olanaklarına dayalı, çok ciddi boyutlu bir do­
rumda çalışmalar bulunmasına karşın, araştırma ça­ kümantasyon merkezi içinde formüle edilebilir . Bi­
lışmaları hemen hemen durdu; şiir yazıyorum ama, lindiği gibi, d6I<ümantasyon merkezleri yalnızca bil­
oldukça düşük tempoda. Yeni bir kitap'lık şiir bi­ gi birikimini sisternalize etmek ve bu birikimi ge­
rikimi ancak oldu. Kendimle didiştiğim bir moral nişletmekle kalmaz; bu potansiyel, niteliksel dönü­
yapıda bunları da yayıniatmak üzere hiçbir yere ilet­ şüm anlamındaki bilgi geliştirme amacına yönelir;
medim. Arada, Kalem Yayınları ve çıkan yirmi iki bilgi üretimine potansiyel güç olarak katılır. Elin­
kitabı ile biraz oyalandık, o kadar. . Bu anlattıkta­ deki bilgileri düzenli aralarla duyurup tanıttığı gi­
rım yalnızca bir açıklama, yoksa bir özür olarak bi, araştırmacı ve sanatçılara sistemli ve aktif ola­
söylemiyorum ; çok ayrı bir alanda geçim kaygısıy­ rak hizmet sunar.
la sürdürdüğüm üretkenliği, her şeye karşın kültü­ -Araştırma Enstitüsü, dokümantasyon hizmet­
rel üretkenlik bağlamında da yerine getirmekle yü­ lerini yürütecek kadronun yanı sıra , yine profesyo­
kümlü olduğumu biliyorum elbette. nel yönetim kadrosuna ve ayrıca teknisyen kadro­
suna sahip olmalıdır. Enstitünün asıl yaratıcı, üret­
Ben, Türkiye Yazıları dönemindeki yazıla­
ken kadroları ise, amatör bağla bağlanan çok sayı­
rını bugün hata arayıp soran gençlere rast/ı­
da ve her yaştan sanatçılarla, bilim adamlarından
yorum. O yazıları da kitaplaştırmadın?
Aslında, elde bir değil, iki kitaplık birikim var. ve genç araştırma yardımcılarından oluşacaktır. Be­
Bunları yayınlamayı, ben de yeni yeni düşünüyo­ lirlenecek araştırma programları içinde yer alacak
rum; çünkü yeniden elden geçirme çalışmasına da araştırma projeleri ve ayrıca uygulama projeleri için
bu kadrolardan gereksinime göre karma ekipler
henüz başlayabildim.
oluşturulacak, ayrıca program içinde yer almasa bile
O yazılarda, devrimci sanat ve devrimci önerilecek projelerden benimsenenlere destekte bu­
kültürpolitikaları konularında bazı tezler ge­ lunulacaktır.
lişiyordu. O açıdan kitap/aşıp yen iden tartı­
şılır hale gelmesi gerekli, diye düşünüyorum. Hangi sanatçılar, hangi bilim adamları? Bir
de, teknisyenlerden söz ettin ?
Haklısın. Ama, o tez taslakları yöresinde ve bir
program içinde üretilen başkaca incelemeler de var­ Araştırma projesinin konusuna göre, doğrudan
dı. Özellikle sevgili Sargut'un (Şölçün) ve senin in­ sanat alanındaki bilim adamlarının yanı sıra, tarih­
celemelerin vardı. Bunların birli kte kitaplaşması, çiler, sosyolog ve sosyal antropolog lar, ekonomist­
söylediğin açıdan, daha da yararlı olur. ler, mimarlar, bazı durumlarda endüstriyel tasarım­
cılar vb. Hatta fizikçiler ve elektronikçiler bile bu
Sence, "resmi" olmayan kültürel alanda ekip çalışmalarında yer alabilmelidir ler. "Hangi sa­
bugünün gündeminde neler olmalıdır? Ya da natçılar ? " sorusuna gelince, müzisyeninden kore­
25 en başa neyi koyardın ? ografına, edebiyatçısından tiyatrocusuna, sinema-
r.:��· · ------ is mail
gözlerimiz karşılar birbirini mert
geceyi ve seni
. . . adamın biri , bakışlarında bıçak izleri başat
gökboşluğun birden ve hızla geriye sıçradığı
yıldızların ortalığa saçılıp
yatağa doluşan kırlangıçlarla
CEREN SABAHI
gövdelerimiz karşılar b irbirini

parmakuçlarıyla koklanan
nar tadında susuşlarla
sisler içinde devrilmiş, uzamrken topra k
sabah yanaşıyor, kumsalda dolanan k öpükler halinde
yükselip yeniden hayatın çığlıklarında
hoyrat , yokedici, nefesnefese,
tenin alev gibi

durgun, karanlık suların gizeminde


yorgun . . .
gözlerimiz karşılar birbirini

gözlerimiz karşılar birbirini


hayatı ve seni
. . . adamın bir, gözlerinde vurgun izleri

sonra,
yatağımıza devrilen güne doğru
gövdelerimiz, yeniden ve yeniden k arşılar birbirini

çısına, ressamına, heykeltraşına kadar tüm sanat­ lanması ise, ayrıca yayın, kurs, seminer, panel ve
çılardan söz ediyorum. Çoğu projede de bilim uygulama örneklerinin sergilenmesi yoluyla geliş­
adamları ile birlik te, değişik sanat dallarından ge­ tirilebilecektir.
lecek sanatçıların aynı çalışma ekipleri içinde çalış­
Kafamda biçimlenmeye başladı ama olduk­
maları gerekebileceğini düşünüyorum. Değişmek­
ça kapsamlı ve iddialı değil mi?
te olan dünyaya dikkatlice bakarsak, sanatsal üre­ Benim de kaygım, bu kısacık söyleşi kapsamın­
timin artık hem ağırlıkla bir ekip üretimi olduğu� da konunun ütopik görünebileceği . Gerçekte üto­
nu, hem de birçok sanat dalının birlikteliği ile Y.� -;
pik değil; böyle bir yapıya üç günde gelinebileceği­
yeni ve aşkın ürünler üretildiğini görebiliriz. Ote ni de söylemiyorum üstelik. Ama sağda solda, ye­
yandan, elektronik sanayiindeki gelişmelerin sun­ terli bir platform bulunmadığından kısır kalan ça­
duğu teknolojik olanakların, hatta taserin sanatsal balar içindeki pek çok sanatçının ve araştırmacının
üretimde bugünden önemli yer k azanınağa başla­ oldukça geniş ve nitelikli kadrolar oluşturacak sa­
dığını anımsayabiliriz. Üç boyutlu resim alanında­ yıda olduğunu ileri sürebiliriz. Temelde yer alan in­
ki öncü çalışmalar, gelişmiş ülkelerde çok yol kat san faktöründe nitelik ve nicelik olarak ciddi so­
etti . Tiyatroda, öncü arayışlar olduğunu, hatta si­ run yoksa, böyle bir platformu oluşturmanın diğer
nemanın olanaklarından yararlanan anlatım geliş­ önemli sıkıntısı , maddi olanakların yaratılmasında
tirme arayışlarını biliyoruz. Bu konuda örnekler ço­ düğümlenir. Bu konuda da, Enstitünün kendi ça�
ğa! tılabilir; burada asıl söylemek istediğim, teknis­ .
lışmalarının sağlayabileceği gelirler dışında, cıddı
yenierin bu gelişkin teknikleri sanata ve sanatçıya bir projenin, dünyadaki araştırma fon ve vakıfları
kazandırma açısından olsun, uygulama projeleri, dahil, kayda değer olanaklar sağlayabileceğini dü­
özellikle öncü/deneysel uygulamalar açısından ol­ şünebiliriz; Enstitü çalışmaları bağımsız kaldığı sü­
sun , böyle bir enstitü bünyesinde bulunmaları�ın rece de, bağnaz d üşünmek için bir neden yok . Bu
gerekeceğidir. Bu ana çizgiler, Enstitünün resım, konu, ayrıca tartışmağa açılabilir. Ama, apolitik in­
heykel, seramik atelyelerinden, m üzi k, fotoğraf ve sandan politik insana, bilgi aktaran insandan bilgi
film stüdyolarından ve laboratuvar olanaklarından üreten insana, tüketici insandan üretken insana yö­
yararlanan bir yapıya sahip olması gerekliliğini de nelmek için; yarından vazgeçmiş, yenik ve teslim
ortaya koymaktadır. Araştırma ve uygulama pro­ olmuş, yaşananı gözden çıkartmış insandan, yüzü-
jelerinin sonuçlarından sanatçıların ve özellikle
gençlerin daha geniş biçimde yararlanmalannın sağ- (devamı s. 30 'da) 26
müştak
Upuzun bir masala dönüştü erenus
İnsandan umutlu bu yüce kitaplar
Bir tek satır bile katınadı bilgin efendiler
Sürüp giden bu laf ebeliklerinde SİL BAŞTAN
Hep hazırı yediler.

Bilmezler mi hiç
Günler hep yarına dönük
Yepyeni
Her şey du rmadan kuşanır yeniye.
Bir gün çözülecek elbet
İnsan onurundaki bu kördüğüm
Bayraksız güzelim bir dünyamız olacak dümdüz
Yusyuvarlak dönen bu yeryüzü cennetinde.

Mı)#;HiH#;i·)Mı)#;Hift&;i•)Mı)#;Hift&;I•)M
lara " ben de Yenibütüncüyüm . Hem de öteden beri " diyor. Gösteri'deki günlüğünde de, şun­
ları yazıyor (nisan ' 89) :
Yenibütün. Yenibütün ' ü Türk şiirinin haklı bir çıkışı olarak düşünüyorum. yine de iş­
te, manifesto ile işe başlamaları yanlış oldu gibi geliyor bana. Geniş k atılıma açık bir de­
vinimin, birkaç kişi olarak boy göstermesi de doğru olmadı galiba. ( . . . )
Bir ilk söz: Yeni bütün'ün şiir ağırlığı var elbet; ama şiir düşüncesi ağırlığı daha fazla .
Cemal Süreya' nın son cümlede Yenibütün için söylediği, aslında Türk şiiri içindeki kendi
konumuna da uygun . Yani bu c ümleyi şöyle de söyleyebiliri z : Cemal Süreya' nın şiir ağırlığı
var elbet; ama şiir düşüncesi ağırlığı daha fazla.
Gerçekten Süreya, kendinden sonraki hemen bütün şairlerde , kimi bir çırpıda görülen , kimi
derinlerde, ama göz ardı edilemeyecek izler bıraktı. Ne ki bunu salt şiiriyle yapmadı. Dahası,
şiirinden çok, şi irimiz ve şairlerimiz üzerine, gençler üzerine söyledikleriyle yaptı. Şairliğin ürünle
olduğu kadar , d ünyaya karşı bir tavır alışla, ş iir ve bu tavır alış üstüne sürekli kafa yormakla
bütünlenen bir konum olduğunu da söyleyen o değil miydi? Şiire ve şaire böyle bakmak, aslın­
da bizde yadırganmaması gereken bir durum . Şiirimiz; Yunus ' tan, Fuzul!'den beri de bu gele­
neğin içinde. Yadırganan, şairin bir tavır alıştan şiire gelişi değil de, şiirden geçerek dünyaya
yönelişi . Cemal Süreya (ve Turgut Uyar) bu i k inciyi gerçekleştird i . İyi ki de öyle yaptı. Böylece
şiirin yaşanan politikadan ayrılması , kendi politik tavrını oluşturması sürecini başlattı. Nite­
kim bir İkinci Yeni şairi olarak Cemal Süreya' ya (ve Turgut Uyar ' a) yönelen sözümona "top­
lumcu gerçekçi" eleştirilerin -şiirlerinden çok- onun tavrını, tuttuğu şiiri karşıya alması, bu
nedenledir (Bunun bile eksik ve güdük bir k avrayışa dayandırıldığı; şiirimizi, Nazım Hikmet
ve Ahmed Arif'le birlikte, bütün lü klü olarak yorumladığı hep atianmış ya da gözden kaçıni­
mıştır . )
Sadede gelirsek , " Yenibütünün şiir düşüncesi ağırlığının fazla oluşu" değerlendirmesine el
oğuşturanları görür gibiyiz: " Biz de onu demeye getiriyoruz asl ında. Şiir üstüne yazacakianna
oturup şiir yazsınlar ! " Doğrusu elbette o. Gerçekten de şiiri tartışırken amacın onu yolunmuş
kuşa döndürmek olmadığı, iki sözümüzün birinin " aslolan ürü nüdür" olmasından da belli.

O zaman niye "manifesto"yla yola çıkıldı?


İ ki noktanın altını özelli kle çizmenin tam sırası: Bir kere bizde, şiir d üşünmekten, şiiri
düşünmeye doğru dürüst sıra gelmemiş. Bu ikisini birlikte yapanlara ise " küçük burjuva
entellektüeli" denip geçitmiş ve etkin olabilmeleri önlenmiş. Var olan şiir o kurunun da şiir üs­
tüne düşünmek gibi bir eğilimi olmadığı göz ö nünde tutulurs a, önleyici misyon/ann nasıl olup
da etkisizleştirilemediği daha bir anlaşılır. Hele bunlar, proletaryadan hala menkul " proleter 27
iz zet ------ tı:�·.J··
göldeli Çekiştire düzelte
Otesini berisini
LANE COVE Evcil hayvana çevirmişler
I RMA Gl Şu koca ırmağı
Kimsenin korkusu kalmamış
Azarlasam mı diyorum
Şu densiz salkımsöğütü
Atılmış koliarına
Bakmadan boyuna posuna
Koca Lane Cove'un.
Üstünde biri gidip biri geliyor
Sarı kayıkların
Kimi kürek çekiyor, kimi günü .
Sarı kayıkların birinde
Elimde bir bardak kırmızı şarap
Ellerimi yalayıp duran sakin su

Sağlığına mı desem . .

savaşım"ın içinden gelmişlerse, onların " toplumcu gerçekçi" eleştirileri yanında şeyhülislam
fetvası bile hafi f kalmıştır. Ne ki bu kez karşılarında toplumsal ve politik mücadelenin hemen
her aşamasından geçmiş, burjuvazi karşısında bir dirhem fire vermemiş , kendi deyimleriyle
"mahşerin dört atlısı"nı bulu nca " bağışlayıcı" olmayı ve böylece "kıyametten korunmayı"
seçmişlerdir. (Ya da, "efendim , biz bunları söyleyeli, ohoo . . . " gibi kaçamak d okunuşları). Ama
sonuçta, şiiri düşünme etkinliği yaygınlaşabiliyor ve kimi mağripte kimi maşrıkta olup da esen
yele göre yaprak misali önümüzde buldukça çıtırtısıyla keyiflendiğimiz değerler tarihsel yerine
oturtulmakla şiirin önü açılıyorsa, "manifesto ile işe başlamak yanlış" bulunmasa gere k !
İ kinci olarak, zaten oturmamış şiir değerlerinin seksenli yıllarda büsbütün uçuşur olduğu fili
tanımlamak için ona dakunuvermeyi yeterli sayan körlerin bir de mektep-medrese-mapusane
"görmüşlükle" (körün göreceği tedrisat ne kadar olursa o kadarıyla) kendinden başka kimseyi
armaadığı bir ortamda "birkaç kişi olarak boy göstermek" zorunluğuydu ve daha ilginci, "birkaç
kişi olabilmek" bir başarıydı. Süreya diyebilir ki, " manifestoda söylenenlere olur demeyenin
alnı karışlanır" (0 , öyle demez elbette, "Türk şiirinin bu haklı çıkışıyla yenibütün bir dünya
kurulur ve hakkı olanlar bu dünyada yerini alır" der). Doğru , öyle olur. Bir farkla; hem de
ömre değen bir farkla: Türkiye ' de, tuttuğu şiirin dinibütün bir iman yerine yenibütün kavra­
yışla kavgasını verecek, kendini şiirden esirgemeyip ona katabilecek onlarca şair varsa; öte yan­
dan, şiirin başka edebiyat türlerinden ayrılmasına ve kendi saflarında yer almasına değil de hol­
dinglerin sanat-edebiyat mahfillerinde büsbütün sa fi aşıp kullanılmasına şiirleri kıldan incey­
se . . . yenibütüncü haklı çıkışta yalnızca imzaları kalırdı yadigar ! O zaman, şöyle bir sonuca var­
manın tutarlı gerekçesi yoktur : H aklı olan çıkışlara herkes katılabilmelidir. . . Oysa ne Broy,
ne de Yenibütün, hakkı olana k apalıdır !
Ve zaten haklı olan, hakkı olanla değil, onu kazanmayı bilenle yola çıkar; bire bir yaşandık­
ça herkesçe hak k edilir.
Aslında bunun Cemal Süreya da farkında. Bir yılı aşkın bir süredir haklıların ayrılmasını
bekleyişi başka neyle açıklanır? Garip olan, haklıların " ayrılm a hakkı " için, "ulusların kaderi
tayin edilirken" Lenin'i, şiirin kaderi tayin e dilirken Cemal Süreya'yı beklemeleri.
Bir şey daha: Bu bekleyişi, b ir ölçüde Bray 'un da yaşadığını itiraf etmek doğru olur. Çünkü
pek çok okurdan, " Cemal Süreya niçin konuşmuyor? " anlamında aldığımız mektupların he­
defi nerde bulacağını merak etmiyor değildi k . Bu soruyla "İzmir'de de karşılaştım" diyor Sü­
reya ve "sonunda" başlıyor: " Bir ilk söz: Yenibütün'ün şiir ağırlığı var elbet ; ama şiir düşün-
28 cesi ağırlığı daha fazla." Cemal Süreya için d e geçerli bu tanım. Ve iyi ki öyle !
1 ____ KİTLENİN İÇERDİÖİ BİREY _____

1 ____ BİREYİN YAYILDIÖI KİTLE _____ 1

DUNYA NE�EDEN 9ELIYO.R


.. .

1 ____ _____ 1
1 ____ YAŞAMI ÇEKIP ÇEVIREN KIM _____ 1

YALlN SÖZ EN AMANSIZ TERÖRDEN ETKİLİDİR

GELEN, komünizmin öngördü�ü YENİBÜTÜN İNSAN'dır.

BİREY
kendiyi es aşmanın tragedya e�risidir.
1990'LAR T � YENİBÜTÜN YILLARIDIR
[M � �((JJ ır ((JJ [M
L------,. enibütün insanın gayrı resmi yayın organıdı-
. __ _____.
suna aras _______ .ff :�·j · ·
Kalkıyorsun ağı r hareketlerle
Anlıyorum bittiğini oyunun
GÜZELLiGİNİ Eriyen bir dolu taneciğidir
YiTiREN Şaşkınlığını taşıyoruz ikimiz de
HER ŞEYE İçimizdeki uçurum boşluğunun

Güle güle
Dudaklarından Yıksan da vefasızlıkları içime
Kırıcı sözler dö külüyor Kederli sözler gereksiz bence
Gözlerin bayrağını açmış Ya da ayrılıkları
Kelimeler örülüyor aramıza Hıçkırıklarla sü slemek
Sokuluyor suskunluğa yüreğim Güzelliğini yitiren bir şeyi
Bırakıyor yalnızlığı yalnızca Gülümseyerek uğurlamak gerek

Barbarlik ve BROV APOLİTİK İNSANDAN . . .

mik baskıların yoğunlaşması. yaygınlaşması" olgularına da n ü geleceğe vermiş, umutlu, hayata tüm varlığıyla
konuşmasında yer veren Seyit Nezir, "holding yayıncılığı­ kalılan insana erişmek için, sanatın işlevselliği var
n ı n şairi teslim alma plan ı n ı n boşa çıkarılması uğrunda b i r ve bunu gündeme getirmek gerek. Araştırma Ens­
ölüm kalım savaşı verildiğini" hatırlattı . "Yaşanan güçlük­ titüsü önerisi, bu amaca yönelik bir öneri; insana
ler arasında, sırf mali sorunlar yüzünden hapis yatma ol­
yönelen bu amaç için bilim ve teknolojinin sanat­
g u s u n u n da yeni bir gelişme olarak şair ve yayıncının ya­
çıya sağlayabildiği olanakların kullanımını geliştir­
şamına g i rdiği n i , kimi şairlerin telif alabilme uğrunda baş­
rneğe çalışan, son derece hareketli, destekleyici,
ka bir şair ve yayıncıya hapsen tazyik cezası verdirebildi­
gençler içinse o kul değeri taşıyan, kalıcı bir plat­
ğ i n i , bu ortamda şairin dört bir yandan saldırıyla yüz yüze
gelebildiğini" de anlatan Seyyit Nezir, lrfan Çiftçi'nin "Bray, form oluşturmak gerekli. Böyle bir platformun ise
niçin kapalı bir dergi?" sorusunu ise şöyle yanıtladı: "Bü­
dergi, festival ya da benzeri boyutlarda oluşturul­
tün bu anlattıklar ı m , şai ri, şiir yazmak ve yayıniatmakia kal­ masının olanaksızlığı ise açıkça ortada sanırım .
mayan, dünyaya karşı bütü nsel bir etkinliği üstlenen, bi­
l i nçli olarak çizilmiş bir tavrı seçen birey olma noktasına Konu, senin de değindiğin gibi, bu söyle­
getiriyor. Barbarl ık yeni bir kimlik kazanmıştır. Varlığını bar­ şinin sınırlarını zorlayacak nitelikte. Bunu da­
barlıkla uzlaşmada görenler de, şair için, en az barbarlığın ha kapsamit olarak ayrıca bir yazıda ele al­
kendisi kadar karşı saflardadır. Bray'daki yayın ilkelerinin maya ne dersin ?
demokratizmi bu temelden kavranabilir." (Şiir yayı ncılığı­ Sevinerek. İstersen, bu söyleşi i le bir kültür ve
n ı n gündemi ndeki söz konusu sorunları tartışmasından ötü­ sanat araştırma enstitüsünün yaratılması önerisini
rü. Broy'un gelecek sayısında, Seyyit N ezir'in konuşma­ getirmiş olalım . Bu öneriyi hep birlikte tartışalım
s ı n ı n tümünü yayı nlayacağ ız.) ve açmaya, olgunlaştırmaya çalışalım.

Bundan böyle bana yazmazsan, sevinirim. Hayır sevinmem, yalan söylemekteyim. Yal­
nızca rahat ederim. " Milhan' a Mektup " lar b itmeli . İçeriğinde yalan barındıran her şey bit­
meli ! . . .
" Hem yara hem bıçağım" , demiştin , Beaudelaire'in bir dizesi olduğunu bilmeden. Bana
kalırsa, kimi insanlar için, örneğin benim için yalnızca bıçaksın. Hem çok keskin, hem de
çok kör bir bı çak ! . . .
H er yaşam öyküsü biraz da bir bozgunun öyküsüdür. Senden öğrendiklerimle kıyaslana­
mayacak kadar az bir şey bu ama, umarım ben de sana bu kadarcığını öğretmişimdir. Terk
etmiş olduğun Milhan' a , okuyanlar satıriarın a hayran olacak dürtüsüyle, yazma artık .
Aşklar bitmez değildir. Ne var k i duyguları e skiyen y a da bir başkasına yönelen kişi, diğe­
rinin, yıllarını paylaştığı kişinin yaşam sevincini öldürmeden gerçekleştirebilir bu değişimi .
Biraz emek vererek . Ama sevginin doruğunda bile emek veremeyenler ,sevgi bitiminde ancak
senin gibi davranırlar. Tıpkı bir çöl gibi ! Pek tabii yalnızsın ve bu yalnızlık hayatının, diya­
lektiğe inat hiç değişmeyecek bir yanı olarak kalmaya mahku m . Anlıyor musun? Hep yal­
nızdın, hep öyle kalacaksın.
Kendine iyi bak ! . .
Ne sevimsiz bir söz, öyle değil mi? İnsanlar kenetlenebilmeli. Sevişmek bir süreçtir, bir
30 sonuç değil ve bu bağlamda insan insanın a rmağanıdır. FÜSUN ERBULAK
ŞiiRiN ÇAGDAŞ YERi
irfan
Son yıllarda bazı genç şairler 80' li yıllar ş i i ri vb.
yıldız
adıyla tepkisel bir tutuma girmiş görünüyorlar.
Onların bugün anlat maya çalıştıklarını 70'li yılla­
rı n son yarısında yazmaya başlayan birçok genç
şair uyguladı, öylece şiir yazdı. Onların zemini
özellikle I 977 sonrası hazırlanmışt ı r ve tepk isel
SORMA !
değil senteze dayalıdır. Marjinal tutum takınanları
dışta tutarsak böyledir. Her dönemde olduğu gibi
bu dönemde de marj inal şairler var ve olacaktır da.
gece hızla kaydı fülüt
Yazın tarihi, marjinal dipnotlarla doludur. Dip­
bulamaz günler yokluğunda havayı
notluğu hak ketmemiş bazı yetenekli genç şai rleri n
çağıran buğdaylardır gücüm
marjinallik konusunda iyice düşü nmelerini içten­
eğilir ufuk çağıltılı zamana
l i k le dilerim. Bir başka dileği m de marjinal sayıl­
mak için kendilerini yok etmesinler. Türk şiirinin
kurarlar uğuldayan sonu
yaşayan marj i nallere de gereksinimi var, yer de büyür göğsümün karagülü
var. E . Ayhan kabul etmeyebilir ama var. 11 sarraflar geçmemiştir üstünden
K A Y N A K LA R ve N OT L A R :
varanlar es kir, saklamal
1 N . Fa z ı l K ısa k ü r e k . ŞİİR!.ERİM ( 1 9691 Çile s f. 1 7 1 1 9 J 9 . F a t i h
Yayınevi).
� M ehmet 11 Doğan $iirin Yalm:lıfiı. Bro r Ya r. 1 986 s( ]!16) -:- ı n ra r ı... ı n a \ f.l r ı p (l i'e lc � t i r i yapllğı i ç i n � id<.l ct lc k ın a n ı r k e n
"Firr'\i:: Bir Siir'' ha.şltk/ı ya:tda hu eliiyiinen-ini şiiyle hclirt­ h e n ; e r �e� l e r i i . örel �iiylcdiği i ç i n c l e � L i ri l m i yo r . doğa l k a r} ı ­
mckrcdir. " Cemal L\'iir('ya'nm şiirinde en um alt u iigc di/ w• im­ l a ı ıı y or . R i r üneeki n o t t a a l ı n t ı l ad ı ğı m i fadeler S. Berl'c ' n i n
gcdir. Onu hirinci yeni ,\iir gdcnc,�im· htt.Cflayan da. ondan kesin­ " 1 \ . Yc n i v e ha k s ıt l ı k e d i l d i " i fades i n i n e:;.dcğe r i d i r h e nce. H e r
likle ayrrmı da dile yü/..:ledi,�i hu imge giicüdür. .,\'iir, günde/il.: . i k i �a i ri de gün ümüzde ö zel e�L i ri ya pa h i l m; yürek l i l i ğ i n i gös­
dille hu imge dilinin J.:esişt(�i nok tada oluşmaktadtr. " Hen::cr t e rd i k l er i için k u tl a m a k gerekir. Tavırları i ç i n . İçerikleri ve
diişünceler hira::. farkit biçimde Turgut Uyar için de geçer/u/ir. geç m işt e k i y a n l ış l a rı neden yapt ı k l a r ı ya r g ı l a m a h a k k ı m sak l ı
Salalı Bine/ !Şiı r ı·c Cinarl'l Çağda) Y a y . 1 9 7 5 . sr. X 1 ) >U giirü· kalara k .
\ Ü bi l d i rnı i>t i r . · · T u r g u t l l yar 1 949 y ı l ı n d a ·· Arz-ı H a l "" a d l ı >i ­ ;
9 Ö k a o M e r t , İşte Harat İşte Öliim v e Tarih Dayanışma Yay.
i riyle K a y n a k Dı:rgi"i ı ı i n �i i r y a rı� masında i k i nc i geldiği va k i t 1 9 R4. " " Stockho/m"de Mavi Saatler · ·. Broy Yay .. 1 9 S 5
( a � l ı n d a . T u r g u t hi ri nc i �i d i r o y a r ı � nı a n ı n . (,:Ü n k ü At aç o y u n u 1 0 Cemal S ü reya ( K onu,an: A . K u rt u l u j ). " . . . Açı yorstı n , her­
ona vı:rnı i � t i r ) A h met M u n i p - Ca l ı i t S ı t k ı � i i ri ne b a ğ l ı b i r o ­ k ö gü ?e l yazıyor. a r t ı k herkes di7e kurmayı öğre nd i . Eskiden
Jan olarak gürii n nı ü � t ü . " Ayrıca . ku�ak k o n tı!-ıu n ı ı ıı ta rt ı � ı la­ �'o k t u b u . Başladığı z a m a n e n a z bi zden başlıyor ... " diyor.
bi l i rl iği y ö n ü n d e n d e v a m ı.:den t ü ıncesini de a l ı yo rum . " Ü ç Yeni b i r ··aşırılığa'' gere k s i n i m ol du ğu nu h e l i rt i y n r C .Süreya.
d ür t � ı l �o n ra � a �· ı m l ı ı n a n Türkiyem a d l ı � i i r k i t a b ı da o m ı Yapılsın a m a gcç m i � i toptan rcddct medcn!
1 940 k tı ) a � ı n ı n d ı ) l ll<l \· ı ka ra ın a ; · · . ( ' " K e ml i ııe ,\ \ k ı rı Fi l ' " 1 1 Lee A y h a n . N o k ı a Dergisi. 1 Mayıs 1 9X X . sf. 70).
ha� l ı k l ı yai' l n ı n i l k y;ı y ı n l a n ı � ta ri l ı i hl'lirt i l nıcnıh. ö nce k i has­
k ı 'dan da <;()r e d i l me m i�. O l d u kça öki h i r ya; ı ol d uğu n u �a­ NOT: Broy Yay m /arı 'nda çıkan ZAMANIN KI­
n ı y or u m ) . F.Can�cvcr'in d e i l k � i i r k r i mk ( i l k k i t a p (i;c l l i k l c RlLAN A YNASlNDA adlı şiir kitabımda, anlam
Afasa da ,ıtasaynuş Ila ı·h.) G a ri p e t k i �i ndc o l d u ğ u . Ciarip\i­ yaniışına yol açan birtakım dizgi yanlışları oldu. İl­
lcrin Garip (in<.:c!-ıi �i i r i e ri nd ek i t u t uml arı dü�Cı n ü l d üğündc ;; i i­
gili okura iletmeyi bir görev sayıyorum. (ltalikler,
r i n geli� im sü r..: c i n i n ôyle bıçakla kes i l i r gi b i b i t i p köksüi' bi­
çimde başlamayacağı görülür.(Memet Fu:.ı t , bu noktada h a k ­
düzeltilmiş biçimi veriyor).
lı' )
J C .S ı t k ı Tarancı. Biiriin Siirleri, Ca n Yay. KİTABIN A RKA KAPAÖI NDA:
4 M i l l iyet Sanat Dergisi. İlk rapıtlan s a y ı s ı . 1 9 8 5 . Yanlış: "Arayışlar içinde kayboluş . . . "
5 A r i f Damar'la k o n u ş m a . Refik D u rbaş (22. 5 . 1 986 t a r i h l i
Doğru: A rayışlar içinde bulup. . . "
Cumhurirc•r Gazetesi).
6 M . Ce vd � t A n d a y . "Lirizm'"-SÖZCÜKLER. T . İ � Ba n k . Ya y .
Yanlış: " . . . rahat söyleşin . . . "
1 97 8 . sL287) Doğru: ". . . rahat söyleyişin . . . "
7 i s ınet Özel ( K onuşan A . K u rı u l uş - Edebiyaı Dost l a r ı . Kasını İÇ SAYFALARDA:
1 98 7 ) >öyle k o n u, a b i l nıektedir: . . . Eğer I I . Y e n i "y i eleş t i r nıişse silik basılan : " . . . yakamızdaydı . . . " (sf. ı 5)
bu kes i n l i k le çok kolay bir hede f o l ması n d a n d ı r I I . Y c n i " n i n .
silik basılan: " . . . bakışlarındaydı. . . " (sf. ı 5)
I I . Yen i a s l ı n d a bi z i'at I I . Y c n i �airlcri t:ıral'ıııdan yok c d i l mi�­
t ir. Bu her i'H m a n göi'dcn ka<,: ıyor. I I . Yeni'ye lıücunı e d i l d i k ­
Yanlış: " . . . Bir pencere önünde . . . "
ten s o n r a I I . Y e n i s a v u n u l m a y a ha�la n m ı:;; ır k i . b u n u H O ' nda Doğru: " . . . Bir pencere önüne . . . " (sf. 39)
helirttim . . . Daha son ra şöyle d e v a m ctnıl!ktedir; " . . . 0 gün Yanlış: " . . . deve kuşu . . . " Doğru: " . . . devekuşu . . . "
nıe�e ley i anlarnam ı � o l m a k . �ath:ce hi r n oksa n değ i l . aynı za­ (sf.55)
mand a b i r ta k t i k t i r. Ç ü n k ü k a v g a y ı yürü te b i l mt! k içi n . düş­
Yanlış: " . . . doldu . . . " Doğru: " . . . oldu . . . " (sf.76)
m illl ı n da o l m ay a n şeyi var�ayman gerekir. Vurduğun yerde.
devirmen gerekir. devirdiğini göstermen gerekir. Aslında
Yine; sf. 45'teki ilk tek dize ile sf. 5 8 'deki ilk iki
devrilen b i r şey yo k . Za t en yo k . o orJa . . . ( Ya n i karşılarında dize atılacak (şiirde yoktur). Ayrıca sf. 77'de son
yel de ğ i rme n le ri bile yok ' ) iki dörtlüğün arasında "Benim sizinle olmam bin
8 S ü reyya Berfe, H . G öst e r i . 1 98 J . s a y ı 27 (Sorular: Seyyit Ne­ şiire oturdu " dize si, tek dize olarak bulunacak. Dü­
zir) E . D o stl a rı . K a s ı nı '87 ( A . K u rı u l u> , Notlar'a alıntı). Bu
zeltir; editör arkadaşın baskı sırasında cezaevinde
konuda ş u n l a r ı söylemek i s t e r i m : S . Bcr!'e bi r yaniışı ( � i m d i
kendisine göre) yapm ı � t ı r . K ö t ü h i r �eydir. b i r t u t a r�ıt.lık sayı­
tutuklu bulunuşundan ötürü ortaya çıkan bu yan­
la bil ir . bu nede n l e ele�ı i r i l e h i l i r . A n ca k S. Berfe yaptığı ya n l ı- lışlar dolayısıyla okurlardan özür dilerim (Y.A.). 31

You might also like