Professional Documents
Culture Documents
KARSI
Teknik Sorumlu : Zeynep E<',e
Y�ma : P.TıC. 78, (06502) Bahçeli
evler;
Ankara
Havale · Kerem Yayınlan adına 216542
• nwnaralı postaçeki hesabına
EYL'ÜL .; EKtM Ab one : 12 kitap 5000, 6 kitap 3000 TL.
500 TL. Yurtdıgı : 12 kitap 15 ABD Dolan
Şt1R
12 BEDRETTİN AYKIN ü ı k e m
17 AD!L OLTA Ş ii r l e r
23 ALTAY ÖKTEM Ş i ir l er
26 SEFA EMET Ş ii r l e r
�AZij SöYLEŞtjöYKÜ
Cengiz CELAL
2
ALt YtJCE
SENi öPEBti.JR MIYiM
öZGlJRL"OK
OSMANLI DÖNEMİ
Yüzyıllarca süren bu acı gerÇeği Oktay Rifat "O Gün Bu Gün" şilrtnde . çok ·
güzel belirtir :
Bundan ötürü, Osmanlılar zamanında ııairler de barıııtan çok savaştan söz açı
yorlardı. Tersine davranııı, iktidarın sava§çı siyasetine uymuyordu. Gerçi XVIII.
yüzyıl ortlarından beri açılan savaıılar çoğunlukla kötü bitiyor, kazanç getiren se
ferler gittikçe. azalıyordu, ama sava§ı eleştirip barışı savunmak yine de tehlikeliydi.
MEŞRUTİYETE DOGRU
TEVFİK FİKRET
Tevfik Fikret, 1905 yılında bayram arifesinde eııi ve oğluyla İstinye'ye doğru
bir sandal gezintisi yapıyormuıı. Kürekleri Haluk çekiyormuş. Kar§ıdan gelen bir
kayıkta iki kurbanlık koyun varmış. Şair, onları görünce üzüntüyle ınırıldanmış
Bu olay üzerine, 28 Nisan gecesi, ilk adı "Hitab" olan ünlü "Tarih-i Kadim"
§iirini yazmış. (13)
Bu bakımdan, Tevfik Fikret'in "Tarih-i Kadim'i önemliydi. Elden ele dola§an ııUrde
geçmi§ çağlarda savaııın vicdan ve insanlık dı§ı, çirkin ve )"aban özü belirtiliyordu :·
Tarih-i Kadim" de bir yandan sava§ın 'vah!jet ve dehşet'i anlatılırken, öbür yandan
savaşsız ,saldırısız, saltanatsız, baskısız, üzgüsüz, tapanı ve tapılanı olmayan özgür
ve adil bir dünyanın özlemi dile getiriliyordu
•
Ne tasallut, ne saltanat, ne şekaa,
Ne şikayet, ne zulm ü istibdad
Ben benim, sen de sen; ne rab, ne ibad!
O zaman, ey kadid-i nahnaha-kar,
Şimdi "cenk, ihtilal, uhud, ızfar..."
Diye saydıkların kalır mechul,
Birer ucube, ya hikaye-i gul.
MEŞRUTIYET'TE
7
Eskiden İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni tutan Tevfik Fikret bu olaylara üzülür.
Verdiği sözde durmayan Cemiyet'in çirkin ve yanlış bulduğu uygulamalarını "Doksan
Beşe Doğru", "Revzen-i Mahlü", "Rübabın Cevabı", "Han-ı Yağma" başlıklı şiirlerin
de eleştirir. Ayrıca, "Tarih-i Kadim"deki düşünceleri daha da ileri götüren "HalQk'un
Amentüsü"nü yazar.
191rde yayımlanan Halftk'un Defteri adlı eserine koyduğu bu şiirde dine ve hu
rafeye karşı bilim ve tekniği, savaşçılık ve ulusalcılığa kar§ı barı§çılık ve insancılığı
savunur. Ona göre, karanlığı boş (batı!) inançlar değil, akıl yenecektir. İnsanlar
birbirinin kardeşi ve yeryüzü hepsinin ortak yurdudur.. Dünya cennete dönecekse,
ancak onların kol kola girip çalışmasıyla, dayanışmasıyla dönecektir
RASİM IIAŞMET
a
mmelc: hayır! öldürmelcse, asla değildir,
Iyiliğin düşmanı, en büyüğü cehildir.
Gerçi şiirde sozu edilen 'adalet, hürriyet, müsavat, uhuvvet' gibi düşünceler
İkinci Meşrutiyet'in de benimsediği ilkelerdendir, ama onları öteden beri savunup
yayan da Tevfik Fikret'tir. özellikle 'savaşa karşı barış' düşüncesinin öncüoru odur.
Bundan ötürü Rasim Haşmet'in ı;ıiirinde yer alan çoğu düşüncelerin Tevfik Fikret'ten
kaynaklandığı öne sürülebilir. öte yandan, söz konusu şiirdeki insancı (humanist)
görüşlerin de toplurucu (sosyalist) akımlardan esinlendiği düı;ıünülebilir. Çünkü
Rasim Haşmet ilk sosyalist şair ve gazetecimizdir : 1909'da Bağçe dergisinde
"Sosyalizm Arkasında" baı;ılıklı şiiri yayımlamış ve Selanik'te çıkan Amele. gazete
sini yönetmiştir. (7)
AHMET RIFKI
Ahmet Rıfkı 1909 - 1912 yıllan arasında Eı;ıref, !ştirak, İnsaniyet gibi dergi ve
gazetelerde yazmıştır. 1913'te şiirlerini Nakus-ı Adem adıyla bir kitapta toplamıştır.
Kitapta yer ·alan "Harp" başlıklı ı;ıiirde savaı;ıtan üzüntü ve tiksintiyle söz edilir:·
Savaş insanlığın en zorlu ve en büyük hastalığıdır. Acımasız pençesiyle mutluluğu.
muzu yıkar, değerlerimizi parçalar, suçsuz kardeşlerimizi cinayetlere sürükleyip
birbirine kırdırır. Ama artık bunca kan, bunca dalavere yeter; kardeşliğe. silah çeken
eller artık kırılmalıdır :
(7) Bak.: Asım Bezirci, Halk Sosyalizm , Kültür ve Edebiyat, 1979, S. 88 • 93.
9
..
, .
. ••
1•
BALKAN SAVAŞI
MEHI\lED AK1F
Balkan Savaşı büyük kayıplara, kırımlara, göçlere, yıkımiara yol açar. Bunlar
Mehmed Akif'i çok sarsar .Safahat'ın Üçüncü Kitap'ında bulunan "Hakkın Sesleri"
başlıklı ve 1913 tarihli birkaç şiirde bunu dışa vurur. Balkan devletlerinin davranı
�ını Müslümanlara karşı Hristiyanların yeni ve acımasız bir Haçlı Seferi sayar :
10
Beşiğinden alınıp parçalanan mahlukat�
Sonra, namusuna kurban edilen hayat!
Bembeyaz saçları katranZara batmış dedeler!
Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler!
NAzlM HİKMET
Balkan Savaşı bozgunu, Mehmed Akif gibi, Nazım Hikmet'i de çok etkiler. He
nüz 12 ya§ında iken, 20 Haziran 1330 (3 Temmuz 1913) günü bu etkiyle eldeiterine
ilk şiirini yazar. "Feryad-ı Vatan" ba§lığını taıııyan şiirde ülkenin parçalanmasından
duyduğu derin üzüntüyü dile getirir :
Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanı dinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
V atanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.
l•••
11
BEDRETTİN AYKIN
VLKEM
12
YAKUP ŞA�N
c•YAPIŞTffiMA BIYIK"LI
MAXJAOOB
ıs
''Açıkça söylemek gerekirse :Max, bazı bakımlardan normal insan sa
yılmazdı; kafasında ve karakterinde bir tutarsızlık vardı; iyi niyetli
insaniann bu gibi hallerde dedikleri gibi, o 'delişmendi biraz' o; ama, bu
niye patolojik bir durum gibi gösterilsin?" (agy, s. 20).
"Dada ve onu izleyen akımlar, Max ile birlikte Satie'ye neler borç
Iuydu? Doğrusunu isterseniz bunların hepsinin ortaklaşa bir yanı vardı:
Alay; yani süklüm püklüm uyuşukluğu, melankoliyi, sızlanmayı, ciddi
yeti, ince eleyip sık do kumayı gülünç kılığa sokmak! Bu arada Apol
linaire şiire garipliği (cocasserie) ve neşeyi sokuyor ve, Max Jacob gibi,
Baudelaire ile Laforgue'a bir tepkide bulunmak gereksernesi duyuyor
du. Cinas (calembour) ın rağbet görüp tutulması Max ve Apollinaire
ile başlar. Daha sonra Valery ile Cocteau kendi adiarına bunu yeniden
işleyeceklerdir." (Agy, s. 30-31).
Roman yazarlığı: "Eğer roman yazarı, her şeyden önce bir göz
lemci, bir mim (taklit) sanatçısı ise, M. Jacob kendi kuşağının en par
lak yazarıdır." (agy, s. 40-41)
A.. Billy sözlerini şöyle bitiriyor :
Sözü burada bağlamak isterdik ama, Max Jacob ile Salih Birsel
arasındaki bir iki benzerliğe değinmeden de geçemiyeceğiz. Düşünüyo-
·
14
rum da.; eğer iki insanda görÜlen hir iki karakter çizgisinin benzerliği,
İ
bu ki insanı benzeş kılmaya yeterli ise, biz de değerli yazarıınıza, onun
şairi bozuk para gibi harcamasına bakmaksızın, "Max Jacob gibi bir
şey'' diyebiliriz. Çünkü, her ikisinin de ortaklaşa çizgileri ve tutumlan var.
A. BBly şöyle diyor: ''Gülünç kılığa sokma, sarakaya alma, Max'ın
yaptığının temel öğesidir oldum bittim." (agy, s. 26).
lp
ADiL OLTA
ŞtİRLER
KİMDl O
a.nnesi çağırmıştı sanırım
dönerken uzak bir sokaktan
portakal rengine benzeyen bir ikindi
kuşlar oradan oraya taşındı durdu
ebegümeçleri eski bir kır çizgisi
ne kadar yoksul günleriniz oldu
her şey bir durgunlukta konuşuldu
akşam kısa ve yorgun
bir beşik hüzünle sallandı durdu
çipil yıldızlar uzak ayışıkları
perdeleriniz de iyice soldu
kimbilir neler oldu
gün akan sularla giderken
bir gece yanan ateşZere doğru
yüzlerimiz titredi durdu
fısıltılar ve yanan ateşler içinde
sanırım yorgun biri soruldu
SOKAK
marangoz cihat
al yanaklı
tahtadan gemiler yapardı
ve oturma odası takımı
çocuklar için
emeğini ve terini sevdi
güz gölgeleri bol evlerde yaşadı
teşrinievvelli takvimlerden
bilmem ki kaç yıl S(fnraydı
ilk kardı gördüğüm
ilk beyaz
kadıköy
kırtasiyeci sokağı
-YILMAZ ELMAS
ROMANLARlMlZ VE ÇOCUK
ÇOCUGA BAKlŞ
Sanatçının çocuk sorununa yaklaşımı, onun konuya duyduğu ilgi
ye ve benimsediği dünya görüşüne bağlıdır. "Çağdaş yazınımız, özellikle
ikinci paylaşım savaşı yıllarından başlayarak gerçekçi ve toplumen çiz
gide gelişmesini hızla sürdürürken çocuk dünyasına uzun süre yabancı
kalmıştır." (1) Romanın yazınırmza girişi de henüz yüzyılı bulmamıştır.
Ayrıca "çocuğun yetişkinden ayrımlı bir birey olarak ele alınması, uy
garlık tarihinde çok yakın bir geçmişe dayanır." (2)
18
mesini genel olarak bir yana iter. Ancak, giderek sosyalist akımlarm
güçlenmesi ve sendikal savaşırnların sonucu, sosyal hakların edinilme
si ve sonuçta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nca 1959'da onaylanan
Çocuk Hakları Bildirgesi" ile çocuklar koruma altına alınmıştır. Ka
zancın herşeyin üstünde tutulduğu toplumlarda, Çocuk Hakları Bildir
gesi'nin maddelerine yeterince uyulmadığı, hatta hiçe sayıldığı da bir
gerçektir.
19
tünleştirilmesi olmuştur. 16 yaşına değin bütün çocuklar için parasız, zo
runlu genel ve politeknik (bütün ve başlıca üretim dallarının temellerini
teorik ve pratik olarak veren) eğitim ve üretim ile çocukların toplum
sal üretici çalışmasının sıkı bir biçimde birleştirilmesi, okul çağındaki
çocuklann ağır işlerde çalıştırılmasının yasaklanması ve genç işçilerin
(16-20 yaş) çalışma sürelerinin günde dört saatle sınırlandınlması, sağ
lığa zararlı üretim dallarında ve madenierde çalıştınlmalarının yasaklan
ması temel ilkeler arasındadır.
20
katmanların çabalarını, toplumda yoğunlaştırdığı ve yoğunlaştırması ge
rektiği ereklere yönlendirmek olmalıdır, sanatçının görevi. Ancak bu
anlamda sanatçı görevini yerine getirmiş olur.
Çocuklara, gelecek kuşaklara nasıl bir dünya bırakacağımız konu
su günümüzde de tartıŞ1.lmaktadır. Burjuvazi kendi çıkarları açısından
konuya yaklaşmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçiler doğal olarak çocukla
rına, yani geleceklerine titizlikle sarılıp güneşli günlerin gelmesi uğra
şısı içinde olacaklardır.
ROMANLARIMIZDA ÇOCUK
Türk romanında, çocuk yetersiz de olsa birçok yönleriyle ele alın
mıştır. Başlangıçtan bu güne konuya eğilecek olursak, Tanzimat ro
mancılarından A. Mithat Efendi'nin yapıtlarıyla birlikte çocuk tema'sı
nın işlendiğine tanık olmaktayız. Namık Kemal'in aile dramlarını işledi
ği romanlarında çocuk başlıbaşına bir yer alır. Servet-i Fünun dönemin
de Halit Ziya'nın da çocuk temasını işleyişinde kendi yaşamından, göz
lemlerinden yararlandığı görülür. İki çocuğunun küçük yaşta ölümü,
bir oğlunun da intihar edişi, onu çocuk konusunda duyarlı kılmıştır.
21
Çalıkuşu : Feride'nln çocukluğunu ele alarak geçmişe uzanmakla
birlikte 1908' burjuva devriminden sonraki birkaç yıllık zamanı kapsa
maktadır. Feride'nin babası subay, annesi ise yoksunaşmış bir soylu
ailenin kızıdır. F@!ride'nin çocukluğu asker ocağında ve yatılı okullarda
geçer. Öğretmenlik anılarında anlattığı çocukların durumları hiç de
içaçıcı değildir. Gittiği okulda Hatice Hanım, çocukları ıslık çalan değ
neklerle döverek eğitmektedir. Tüm çocuklar yoksul ve perişandır. Hep
sinin üretim içinde bir etkinliğinin olduğu anlatılır. Su çekmek, inek sağ
ma, dağdan odun taşıma, ev işleri gibi. Reşat Nuri Gilntekin, bu roma
nında Anadolu halkının yoksulluğunu, geri kalmışlığını, halk çocukla
rının acıklı durumlarını gerçekçi bir açıdan dile getirmektedir.
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf'da sosyal çelişkileri daha belirgin
dile getirir. Olay yine 1900'lil yıllarda geçer. Çocukları tipleriyle tek tek
çizer, kendiliğinden oluşan çocuk topluluklarının niteliğine sınıfsal kö
kenleriyle ilretim içindeki yerlerine de değinir. Romanın kahramanı Yu
suf'u çocuklar aralarına almaz. Onu horlarlar. Yusuf içine kapanık bir
çocuk olarak bilyür. Sabahattin Ali, toplumumuzda feodal sınıf ve dev
letiyle burjuvazi arasındaki savaşımı, diğer yandan bu sınıfın (burju
vazinin) doğuşuyla birlikte çilrilmeye başlamasını ve çocuk yaşantısm
daki yansımasını gerçekçi bir açıdan vermeye çalışmıştır.
Oblomov'un değişik bir tipini çizen Yusuf Atılgan, AyJak Adam'ın
çocukluğuna pek değinmez. Aylak Adam, çocukluğunda yaşadığı ve göz
lemlediği olaylar sonucunda babasından tiksinir. Annesinin ölümünden
sonra teyzesiyle sevişınesi ve acımasız cezaları buna neden olur. Ay
lak Adam, amaçsız ve tedirgin bir büyük kent aydını olur sonunda. Ay
lak Adam'ın yaşantısı cumhuriyet dönemine raslar.
Bir Çüt Öküz'de Samim Kocagöz, çocukları uzunboylu konu edinir.
1950 yıllarında çarpık bir kapitalizmin gelişmesine tanık olmaktayız.
Ege Bölgesinde bir ağa çocuğu olan Hasan okumayı sever ama babası
bir an önce çiftlikte işinin başına dönmesini ister. Yazar, romarnnda Os
nıanlılık, yörilklilk ve Tilrklilk sorunlarına da değinir. Çocukların eği
tim ve öğretimi tartışma konusu olur. Din eğitimi gündemdedir. Roman
da çocuk toplumsal yaşam içinde ele alınır.
Değişik romanları ele alarak örnekleri çağaltmak da olası. Şu an
da bile çocuğa toplumumuzda yeterince önem verilmemektedir. Yazar
larımızin da romanlarında çocuğa gereken önemi verdikleri söylenemez.
Çocuklara toplumumuzda ve romanlarımızda gereken önemin verildiği
günler de gelecektir.
22
ALTAY ÖKTEM
ŞİİRLER
RUH
�ARTMA GECELERİ
zaman
öylesine hızlı akıyor ki şimdi
yetişemiyorum kendime
yalnızca sokak kedilerinin gözlerini özlüyorum
geçmişi yargıladığım karartma gecelerinde
23
ABDULLAH AŞÇI
YAZAN KAZANlYOR
24
riyorum. Bir ay. Yargılama dışta. Memurluğumun dört beş ay budan
ması da var. Aklanış. işe dönüş.
12. Antalya Festivali, 1975. öykü dalında yarışma düzenlenmiş.
İnsan Yuları incedir başlıklı öyküm, tek başına bir yazın dergisini kap
layabilir. Gün yüzüne çıkamamıştı epeycedir. Fır�at kaçmamalı. Kamu
Iktisadi Teşekkülü (KİT) olan bir şeker fabrikasında yönetenlerin sal
tanatlı şımarıklığı işieniyor öyküde.
Sonuç ? Festival kitabına sızabiliyorum. iyi de, bir şeker fabrika
sında çalışmaktayım, emekliliği de dolduramamışım. Ayrıca işin ilginç
yönü şöyle : 1968'de memur sendikası gazetesinde genel müdürü kü
çük düşürdüğüm öne sürülerek, gözdağı ayarı da epeyce abartılarak
işimden kovulmuşum. Bekleyiş tam kırk üç ay. Danıştay aklayışı, me- '
murluğa dönüş 1972, festivalden üç yıl önce. Mimliyim bir bakıma.
Denebilir ki ses yükseltilmemeli, şeftali yutulmadan çekirdeğin alttan
kayıp kaymayacağı düşünülmeliydi. Uyarıldım da. Yanıtım yine : "Kor
ku geriletecekse, bırakmalıyım yazarlığı," oldu.
25
SEFA EMET
Ş t İR L ER
KtMLtGtM
26
BöYLE BiR SENFONt
27
LÜTFİYE AYDIN
ERENDiZ ATASÜ'NÜN
ÖYKÜLERiNDE KADlN TiP LER i
Son yıllarda ııaşırtıcı bir artı§ gös nedir bilmezdi, güvensizlik bilmezdl, iş
teren kadın öykücüleıimiz, sanki yıllar sizlik nedir tanımazdı, mücadele nedir,
dır söyleyemedikleri kimi şeyleri öykü duymamıştı. Ya;:ıamak nedir, onu da
lelinde dile getirmeye ba;=ıladılar. Ka bilmezdi. Sevmek nedir bilir miydi ?''
dın romancılarımız da benzer bir tavır
Son soru, tüm öykülerde irdelenen,
gösterdiler ama, öykü evrenindeki sayı
yanıtı aranan bir "Soru. Kadınların nasıl
sal çokluk, romanı gelide bıraktı. Şiir
bir sevgi özlemi i çinde olduğunu anla
de ise böyle olmadı. Bir bakıma, kadın
maya, anlatmaya çalı§an yazar, bu ko
yazar denilince, öykü akla gelir oldu.
nuda pek •ımutıu değildir. Erkek dün
Atasü, günümüz öykücüleri içinde yasının bu konuda bir aşama yapacağın_
'
en ilginç olan kalemlerden biri. Yer yer t'ıın umudu kesmi§ gibidir. Mutlu bir
incecik ayrıntıları, duyarlılıkları anla tek kadın yok diyebiliriz. Atasil'nün öy
tırken, birden bir dava insanı tavrı a ·:; Jlerinde. Ya mutlu erkek var mı ? Ona
lan, kimi yerleşik değerleri, koşullanma_ ch ı astıamadım ben. Çünkü erkekleri,
ları duraksamasız irdeleyen bir yazar. k&dmları anlattığınca ayrıntılı anlatmı
Öykülerinin en ayıncı özelliklerinden yor; bir iki kalın çizgiyle , geçi§tiriyor.
bizi neredeyse tüm öykülerinde kadını Ağlamak ve Sessiz Ali öykülerindeld
eksen olarak alması ; anlattığı kadınla erkek kahramanları Mustafa ile Ali'de
rın sözcülüğünü, savunmasını da yap bu çizginin dıııına çıkması da, yine ka
ması. dınların trajiğini daha iyi vermek kay
28
r,iz bir dinginliktir bu. İlgi'Sizlik gide Kadınlar da Vardır : örnek anne,
rek sevgisizliğe dönü�ür. Mustafa pek torun sahibi. ev kadını Servet Hanım.
de- kafa yornıaz olanlar üstünde. Olay Birden rahatsızlanır. Tahliller filan, so
ı,olr basittir, Feride hastalanmı�tır. Grtp nuç anlaşılır : Kanser. İlk kez evinden
gibi, nezle gibi bir hastalıktır bu. Eh, çocuklarından ayrılıp, hastaneye yatar.
doktora götürmü;:ıtür karısını, ilaçlannı Hastane, ilkin bir serüven duygusu u
almı�tır, daha n e yapsın ! . . Mustafa ni yandırır Servet Hanım'da. Hakketmedi
ce sonra, fakültedeki görevine son ve ği bir lüksü yaşıyormuşçasına §aşkın
rilip i;:ısiz kaldığı, kimi ;:ıeyler üzerinde dır. Bugüne dek hiç böyle ilgi görme
dü�ünmek için çokça zaman bu:duğu miştir çünkü. Kanser olduğunu öğrenin
bir dönemde ancak derinlere iner. Karı ce de çeli§ik duygular yaşar. Sonra.
sıyla kendi'Sinin çıkınazı bir yerde ke Sonra Doktor Gülşen girer dünyasına.
siıımiştir. Tepkisi ağlamak olur. E"<!r.i Gülşen ölen annesine benzetmi§tir Se�
de, MustıiJa geçmişte kendisine nasıl vet Hanım'ı. Kanserden ölen mutsuz
davranıyorduysa, öyle davranmaya '.•aş annesine. Hakim kızı Gül§en, subay liı
lamıştır kocasına çünkü. · zı Servet Hanım'a, bundan sonraki ya.
şamını gönlünce yaşamasını öğretme
Erendiz Atasü•nün yayımlanmL§ o
ye çalışır.
Ian iki kitabında (1-2) yeralan öykü
lerdeki kadın tiplerine baktığımızda : Gülşen kimdir peki ? O da bir baş
ka Servet Hanım adayı değil midir ? E
Kadınlar da Vardır'ın ilk öyküsün
vet, geçmi§i, Servet Hanım'ınki kadar
de, iki kadın var. Ayla Akman'la, Gm .
tek düze değildir belki. Ama evlendik
seren Dede. Yüksek öğrenimli, çali;ıan
ten sonra, evle ha·stane arasına sıkı§
iki kadın, ya da orta yaşlı ild kız. İkisi
de özgürlüklerini kanıtıama isteğinde mı§ bir ya§ama tutsak olmuştur o da.
Gençliğinde bulaştıkları toplumculuk ,
dirler. Birlikte bir Avrupa yolculuğuna
gözaltında kaldığı bir buçuk ay kadar
çıkarlar. Ama umdukları özgürlüğü bu
uzaklardadır artık. Kocası Erol da · üç
lamazlar. Yazar konuyu �öyle açıkla!' :
ay gözaltı yaşamıştır. Ama gündelik
(Ayla) "kendi kendisinin tutsağı ol
sıkıntılar ikisini de değiştirmi�tir. İlk
muştur. Kendini kendine bağlayan zin
çocuğun doğumundan sonra, ilişkilerin
ciri paralayıp yüzünü dışarı dönmedik
deki değişim süreci tamamlanmıı;ı, aynı
çe, hiç bir zaman özgür olamayacaktı" .
evi paylaşan iki sıradan insan olmuş..
Bir gönül kırgınlığını unutabiirnek için
!ardır. Erol artık ilgisizdir Gülşen'e. Ne
başka coğrafyalara kaçan Ayla'nın, te
k i Gül;:ıen, bu ilgisizliği doğal bir olgu
meldeki ·sorunu değiştirmedikçe hiç bir
olarak görmekte, kocasına içerlememek
� eyi deği§tiremeyeceğini vurgular. Ama
tedir bile. Mutsuz kadınlar ordusunda
temeldeki sorun, Ayla'nın içindeki o so
bir sıra neferidir o da. Buna karşın,
yut zincir midir ? Bu, sanırım tartışma
Servet Hanım'a, bundan sonra·sı için
ya açık bir saptama.
elinden geleni yapmasını öğütlernekten
Bir Ters Bir Yüz : O'rta yaşlı, ev geri lmlmaz. Servet Hanım, "Bütün ge
kadını Nurten Hanım. Kocası banka ce yaşayamadığım hayatıma yandım•'
memurluğundan emekli. Çocuklan ev dese de, hastaneden çıktığı anda, yeni
lenip ayrılmış. Tüm özlemleri bastırıl den eski düzeninin çarkiarına kapılır. ·
mış, öfkeli ve mutsuz bir kadın. �i gü Bir ara ölmeyi, böylece çocuklarından
cü gün gezmek, örgü yapmak. Kocasına ve kocasından öç almak istediğini u
karşı oluşturduğu bu iki cılız kalkanla nutmuştur.
kendini savunan, daha doğrusu doyum
suz geçmişinin acısını bunlarla çıkaran Balkon Saati : Öğretmen Neşe. Düı,
biri. lerle yaşayan, ancak günün belli saat-
lerinde çıktığı avuçiçi büyüklüğündeki lıklı bir kapı bulup onu terkeden Gü
balkonunda özgürlüğü solumaya çıi.lı§a.D, ley•in içten içe gelişen çatışması. Ce
alPartman kolll§ularmı tanıma fırsatı binde bir kimliği bile olmayan bakıcı
bile bulamamış, sıradan ev kadıniarına Güley'in evi terkedip, bir bilinmeze gi
benzediğini ara sıra duyumsasa da, dişi öyküleniyor.
gündelik hayhuya kendisini kaptırıp gi
İkinci kitap LANETLİLER'in 1lk
den bir kadın.
öyküsÜ Arda Kalan. İlk kez değişik bir
özlem Zamam Geçti : İki eski ar kadınla karşılaşıyoruz : Rabia Ha
kada§. Kadriye ile Selçuk. Selçuk, bir nım, Torun Selma'nın ondan geri
çatışmada ölen Kadriye'yi, ona bağlı o ye kalanları araştırmaya gittiği
larak da kendi yaşamını düşünmeye Trabzon'dan bir öykü. Müthiş bir kadın
başlar, Fıi.killteyi bırakmak zorunda ka
Rabia Hanım. Bir direnç anıtı. Acılar
lan Kadriye, okulunu bitirip çoluk ço
dan geçe geçe bilgeleşmiş, sağduyulu,
cuğa karışan Selçuk için, ancak Ölüm
yiğit bir kadın. İki kez evlenmiş, iki
haberiyle gerçeklik kazanır yıllar son
kocadan olma be<:ı çocugu, var. Acının
ra. İki farklı yaşamı, ve bu eksen çev
her türlüsünü ;ı. aşamış, bir roprak Ana
resindeki insanlarm yaşamlarını irde
sanki. Tek başına bir romanı sürükle
h;;·r. Selçuk. Geriye dönüşlerle kurgula
yecek güç ve yetldnlikteki bu kadın
nan bu öyküde, Selçuk hem kendini, hem
kahraman, sek·sen sayfalık bir öyküde
Kadriye'yi yargılar. Ev-iş-çocuk-koca başarıyla anlatılır. Bu öykünün bir ö
arasında törpülenen yaşamıyla, Kadri zelliği de, ilk kez tam anlamıyla olum
ye'nin zikzaklarla dolu ama gözüpek lu bir erkek kahraman getirmesidir.
yaşamını gözden geçirir. Yakın döne
Rabia Hanım'ın babası Kırmızı Hafız.
min çalkantılı günleri (Selçuk'la koca
Çok farklı bir adamdır. Kadın kız me
sının aldığı tehdit mektupları, kurta
raklısı değildir. Okumayı, yetkinleşme"
rılmış semtler, yakıt darlığı v.b) Kad yi sever. Kızım da 1900'lü yılların Trab
riye'nin silik anısını bile bir korku kay zon'unda, öteki kadınlara, kızlara hiç
nağına dönüştürebilir. Gençliğinde biraz benzemeyen bir biçimde yetiştirir. Ya
varoluşçuluğa bulaşmış, dürüst ve :vefa zar sanki, böylesine olumlu bir kadın
lı Selçuk, kocası Oktay'dan daha ce kahramanın, ancak sağlıklı bir geçmiş.
sur davranarak, bu ölümün acısını, iş ten çıkacağını savunur gibidir.
yerindeki Şennur Hanım'la payla§ır. Ni
Hüzün•de, yanımızda yöremizde çok
teliksiz gibi görünen Şennur Hanım, Sel
çuk'u şaşırtacak denli duyarlı davranır sık gördüğümüz kadınlardan biridir
kahraman. alışan, yalnız ya§ayan bir
bu konuda.
kadın. Hapiste bir sevdiği vardır. Me
Yemen'den Bir Yel Esti : Atasü•nün raklı gözler altında yaşamaya, yadır
!'ın beğendiğim öykillerinden biri. Kı·sa, ganmaya yazgılı, geleceğe de, aşka da
yoğun, şiir yüklü bir öykü. Hakkı çok güvensiz bir kadın.. Bir gece yalnız ba
ça yenmiş, üç kocaya karşın-üçü de öl ııına içtiği, bir şişe kırmızı ucuz şarap
müştür çünkü kocalarının mutsuz ol-. la, hapisteki sevdiğine içini döker; dı
muş bir kadın . Oradan oraya savrul şardaki kuşatılmış yaşamını anlatır o
muş, harcanmış bu kadının öyküsünü na, sayıklar ya da mektup yazar.
şöyle bitiriyor Atasü: "Estin geçtın bre
Ağlamak, daha önce adı geçen bir
Fitnat Hanım ; uğultun kız torunlarının
öykü. üç kadın var bu öyküde. Fetide'
tutuk davranışlarında yankılandı so
yi tanıdık. Öykünün başlarmda yer a
nunda."
lan Nalan Avcı varlıklı bir adamın ka
Bir Kimlik Aranıyor• da çocuk ba rı-s ı. Güzel, şık, varlıklı . Dünyası, Çan
kıcısı sorunu olan Sevinç'le, daha var- kaya'daki geniıı dairesinin sınırlarıyla
belirlenmiş küçücük bir dünya. Lüks taplan okumuştur. Ellisinden sonra İ
bir yaşamın tüm gereklerini bilinesine talyanca öğrenmiş, evini satıp dünya ge
karşın, yaııamm asıl amacından haber zisine çıkmıştır. Bahçesinde kimsenin
siz. Hatta, kendi dramının bile ayırı bilmediği çiçekler yetiştirmiş, komşu
mında değil. On sekiz ya§ındayken ba çocuklara ders çalıştırmı§, daJıa:sı aşka,
basının istediği bir adamla evlenmiş, acıya ve hayata ilişkin §iirler yazmı§
yirmisinde anne olmwı; bir doğum, do tır. Zamanla, kocaya gereksinmeden ya
kuz kürtaj yaııamış, ama aşkı hiç tanı şamayı öğrenmiştir. Kocası da onu ye
mamış bir kadın. ni durumuyla kabullenmi!l, bir uzlaşma
Suzan, Fetide'nin çevresinden, deği ya varılmırıtır. Zaten evliliğin özeti' de
şik ve yadırgatıcı bir tip. Canlı, yaşama budur anneye göre.
bağlı olduğu için yadırgatıcıdır. Erkek Lanetliler, tam bir kadın mozayiği.
lere, evliliğe kızar. Evlidir ama. Ken Bir sinir kliniğinin iyice hastaları, oto
disinin de bir hücrede olduğunu söyler. büsle geziye çıkarlar. Psikiyatrı hemşi
Ancak hücresinde bir ışık vardır ve bu resi Hülya, ba§hemrıire Keriman, has
ışığın kaynağı düııünebilmesidir. talardan Gülizar, Sofracı Zekiye, Satı.
Gerçek ve Düş öyküsünde, Atasü'
Bence en ilginç kahraman Satı. Has.
nün bir çok öyküsünde yer alan ana
ta olarak geldiği klinikte haderne ola
kız ilişkileri irdelenir. Öykünün anlatı
rak kalıyor. Üç çocuğunu öldürmüş bir
cısı da olan kız, ölmüş anasının· geç
cinnet anında. Ancak Atasü, böylesine ·
3l
İLHAN BÜYÜKCEBECİ
---- -- ----
· --
KİRPiKLERiNDE YARALI
83
- "Deneme'•ııizde Iİarpui'U :nasıl hazırlık surecinden sonra birden bire
işlemiştiniz ? ortaya çıkıyor. Bu anlamda şiir tem
bel işidir ! Yani planlı, programlı, di
- Ağırlıkla, Batı'daki endüstriyel
rençli bir çalışmadan geçmez görünür...
gelişmenin tarıma dayalı ülkelerdeki
Planlı, programlı şiir yazmaya özenen
yıkıcı etkilerini, bir de sömürgeci ulus
ler de zaten çoğunlukla "manzume" ya
ların egemenlik kurma yöntemlerini tar
zar... Oysa roman, yukarıda saydığım
tıştım. Harput'un yıkılışını bu bağlam
bütün hazırlıklardan sonra yazılabili
da bir örnek olay olarak ortaya koy
yor. Çok yorucu bir çalışmanın ürünü
maya çalıştun,
roman.
- Romanınızda, Harput henüz yı
Şürle roman arasmda; Türkçe,
kılmış görönmüyor ama! 1870'lerde bü
konu, açıklık-kapa.lıhk gibi yönlerden
tün canlıhğı ile yaşıyor ! ?
ne farklar görüyorsunuz '!
çok daha geniş boyutlu değil mi ? Özellikle şiirde, a§ağı yukarı bin yıla
yakın süre işlenen Türk dili, bugün ro
- Roman, 19. yüzyıl sonlarındaki man için de büyük anlatım gücüne e
bir Doğu Anadolu kentinin sade yaşa rişmiştir. Dilimize bu gücü kazandıran,
mını, olabildiğince gerçekçi olarak ver bize bu kıvancı veren "Dil Devrimi''ne
mektedir. Kiııiler sade kişilerdir. Halkın içten bağlıyım ; saygı duyuyorum.
ta kendisidir. Ayrıca , Müslüman-Erme
- Türkçe kıyaslamasmı ben orta
ni gerçeği de romanda olduğu gibi iŞ
ya koyarken; ronıanınızdaki Tiirkçe•
lenmiştir. Anadolu halkının, bütün eği
nin, şiirinize oranla daha işlek, daha sı
timsizliğine, öğrenimsizliğine karşın,
cak ve arı olduğunu söylemek istiyor
ortaya koyduğu yaııam biçimi de; dü
dum.
şüncede, sevgide, anlayıştaki sevecenli
ği, insancıllığı da betimlenmeye çalışıl Bu izienim şurdan geliyor olma
mıştır. Ayrıca romanda, Osmanlı İmpa lı. Şiirierirnde anlatım atıamalıdır. Söz
ratorluğu'nun çözülüşüne giden önemli cükler kıskançlıkla kullanılmıştır. Bu,
olaylar, yerel boyutlarıyla okuyucuya kanımca şiirin özelliğinden gelen yapı
diıyurulmaya çalışılmıştır. sal bir olgudur. Öyküden uzak kaldıkça,
şiirin gerçek şiire yaklaşabileceği inan
ROMANLA ŞtıR ARASINDAKİ
cını taşıyorum. Bir de ; şiirde sezgiler,
FARKLAR
duyarlılıklar, imgeler önde gelir. Ro
- Romanla şiir yazmak arasında, manda ise; anlatırnda açıklık, sıralılık,
ne fa.rk oldu'! işlenişi önemlidir.
- Şiir, çok uzun sürse de, azanın - Ama açık şiirleriniz de var llizlıı !
kendisinin bile bilincinde olmadığı bir Onlar bence daha �
34
- Sizin şiir eleııtiıilerinizi, de�er - Hayır! Asimda yaş eliiyi geçin
lendirmeleıinizi dikkatle okuyorum. Ço ce, şiir daha yakm insana. . . Bu yaşlar
ğu yargılarınıza, be�enileıinize katılıyo da insan, şiiri daha bir yakm duyarlı
rum da. .. Ama ben, §iiıin, §i.irdeki söz lıkla · içine sindiriyor. Bu, yaşamın her
cüklere ayrı ayrı yeni anlamlar, du halde daha büyük boyutlarla kavran
yarlılıklar yüklediği, yüklerneSi gerekti masından, sezilmesinden ileri geliyor . .
ği inancındayım. Bunu yapmaya çalışı Roman da, b u yaştaki bir insan için
yorum.. . Kimi ııiirleıimde, sözcükler, a bir gerçekçilik, bir sorumluluk işi . .. Sez
çık anlamlarıyla da işlevlerini yerine ge giler gelişmedikçe, yaşam iyi kavranma.
tirmiıılerse ne iyi. dıkça, iyi bir roman nasıl yazılır bile
miyorum. Yani ben 20-25 yaşlarında iyi
- Şürden romana g(l!ınl.ek kolay o bir roman yazılabileceğine inanmıyorum.
luyor mu 't
- Romanınızda ştirsel bir dil var.
- Zor da olsa, ozanlar, şiirleriyle Kendiliğinden mi oldu ? Yoksa şHİ'den
söyleyemediklerini oyunlarla öykülerle, orada da vazgeçarnediniz mi ?
romanlarla söylemeye çalışmalı derim. - Kendiliğinden oldu.
Ama şiiri de bir yana atmayarak. . . - Çok güzel, an, dunı, zengin bir
Türkçeniz var. Terimleriniz de okuyucu
ROMANDA ŞİİRSELLİK ya güven veriyor. Bir şiirinizde de; "Dii
şüncede gönülde sevincimi2<jKederimiz
- Bomana da şiirsellik ml eklea
su şınltunız'' diyorsunuz Türkçe için.
&in diyorsunuZ '! Yoksa. başka bir şey
Romandaki şiirselliğin kaynaklan Tllrk
mi T
çenizden mi sızıyor acaba 'l
Her ikisi de. - Bunların ne kadarının benim dili
kullanma özelliklerimden geldiğini bil
Romana geçi� kolay olup
miyorum. Yukarışehir yöresi halkının
olmadığını söyleme diniz O konuda ne
.
günlük konuıımalarmda bile bu ııiirsel
diyeceksiniz 't
liğ"e, bu sevecenliğ"e çok sık rastlayabl
- Hiç kolay olmadı. Romanı orta lirsiniz. Romanımda varsa §iirselllk,
ya koyabilmek için büyük çaba harca Türkçenin güzelli�, oralardan çıkıp gel
dım. Didindim durdum. Bir bölümü on mi§tir. Yapmacıksız konuşan halkunızın
iki kez yazdığım oldu. Yarım kalmış dilinden geliyor.
şiirler dosyalar arasında bekledi dur - Doğıı Anadolu apı şlirsel gelir
du, aylarca! Ama bugün de §ilr yazı bana. Siz nasıl algılar8llllZ 't
yorum... Şiir yazmak, halen büyük tut Çok doğru. Katılıyorum .
kularımdan biri.
- Açıklayablllr misiniz ?
- Ama yıllardır � ys.yımlatı:m - Oralarda kimi eylem sözcükleri-
yorsunuz. nin ekieri düşürülerek söylenir. Bir de,
halkın, yalın, özdeyi§e yakın bir ania
- Son kitabım "Dirlik Düzenlik
tıını vardır; "Başım gözüm üstüne" der
Türküleri'' 1980 yılmda yayımlandı. Yaş
ler . . . "Yere giresi !'' derler... "Boş bo
landıkça Ş.ir be�enilerimizin güçleştiği
ğaz'' derler. !şte öyle...
ni açık yüreklilikle söyleyebilirim. Ya
zılmış pek çok şiirim var. Hepsi gözden İNSANA SAYGI VE YAŞAM
geçirilip "olma"yı bekliyor.
- Bir !fiirlnizde, ''Kendi ışıltısmda
- Yani, bu elW1 YB§Wda, roman parlar insan" diyorsunuz. Ne dtışöntlyor
daha ya.kı.n oluyor tllrdeıa, de demiş o BODUZ §llrde, romanda yqama tıevbı.ol
35
NURULLA-11 CAN
ÜÇİİNCÜ SORU
- İnsanın, doğanın en güzel ürün na kadar sürdü. İlk şiirim 1950 yılında
lerinden biri olduğunu düşünüyorum_ A "Varlık" dergi sinde )'ayımlandı . Daha
ğaçlar yapraklar, çiçekler de var elbet.
, sonra Varlık'ta bir çok şiirim çıktı. Şiir
36
SITKI SALİH GÖR
YÜZÜMÜN B:tR YANI SONSUZ
KASffiGA
37
CEMİL KAVUKÇU
TEMMUZ SUÇLU
Gülşen'in Özlem'e aldığı balon patl a k çıktığı ndan ve Özlem tepine te
pine ağladığınd�n bir s ü re onunla uğraşmıştı k. N ecati 'nin beceriksiz ve
soyta rıca ya klaşı miarına G ü lşen gözleri n i yukarı devirip dudaaı n ı dişle
verek, Faruk büyü k tikini g itti kçe a rttı ra ra k ve i l k i m gerg i n parmaklarını
Iyice açıp avuç icleriyle hasır koltuğa vurur g ibi yapara k, aslında yeri n
den fırlayıp Özlem'i öldüresiye dövmernek için kendini güc tuta ra k katla
nıyorl a rdı. Ben ise kulakları m ı tıkamıştı m . Tiz çığlıklar hasır koltuklara
m ı h l a mı ştı sa nki bizi. Kimse onca merd iven i i n i p bu sıca kta cadde boyu
yü rüyerek baloncu o ranıayı göze a l a mıyord u. Özlem kend i n i naza çekip
odasına kapanmasından ve ilkim'in de a rdından G EBER d iye bağırmasm
dan sonra ra hat bir solu k a l m ı ştık.
G ü lşen'in yüzünden hiç eksik olmayan uzak ve yapay gülüş bugün
biraz daha büyüyere k 'çekilmezl ik' s ı n ı rlarına u laşm ıştı. H içbirimizden hoş
lanmamasına karşın. daha sonra kadınsal tuzakları ve dişi a l benisi ile Ne
cati 'yi parnıağı nda oynatacq ğ ı ndan emin olduğunda n , şimdilik -sözde onun
hatı rı na- bize katla n ıyordu. Arada a l n ı n a d üşen bir tutarn sacı (mısır püs-
38
k ü l ü n ü ) eliyle attırıyor, hiç kon uşmuyor, i nsana i l k kez görüyorm uş g ibi
garip garip bakıyor; dolg u n ve ısl a k dudaklarında ise herkesi aşa ğ ı l ayan
-a ma yüzüne bir şey katmaya n, ya l n ızca dudaklarında dara l ı p genişl eyen
o gü lüş m utlaka ol uyordu .
"Sence G ü lşen güzel mi?"
Necati onu a ra mıza i l k kez getirdiğinde sormuşt u ilkim. Faruk'a da
sorm uş muyd u? Ba na soruyord u , 'sence' diyord u ; kendini çok kayıtsızmış
g i bi göstermeye çalışa n bir tavırla hem de.
"Bu tür g üzelli kleri n beni o denli etki lemed iğini bilirsin," demişti m .
(Cinsel çekiciliği o l a n b i r kad ı nd ı G ü lşen, neden yalan söylüyordum?)
" Estetik" demiştim, "salt estetik acıdan değerlend irebilirim; iç güzelliği
yüzüne yansıtı lmamış g üzel bir kad ı n yontusu neyse. G ü lsen de o!" Ya n i
a l benisi, birçok erkeğin baş ı n ı döndürecek fizi ksel g ü c ü pek umrumda de
ğ i l , demen i n ; ben i m gözümde sen daha güzelsin, demenin dalaylı bir yol u
değil miydi?
oma faruk Icin öyle değil, sen de bilirsin; kac kez ona istek dolu kocamak
bakışlar yönelttiğini yakaladık. seninle göz göze geldiğimizde ayrımında de.
ğilmiş gibi davrandın. sall'a her sokuluşunda (sokuluyo.r mu, bilmem}, her ku·
c a k l a y ı ş ı n d a ( ku ca kl ıyor m u ? ) kol iarına gü lşen'i a l d ı ğ ı n ı h issetmiyar musun?
hastalanmadan önce böyle değildik. dürüst ve saygılıydık. ya da öyle görü
nüyorduk, her şey böylesi açık ve ba'fağı değildi. arkadaştık. sen, ben,
faruk. sonra sen onun karısı oldun. onu sectin. benim evlilik g ibi bir ,sorum
luluğu omuzlayamayacağım önyargısı egemendi sende, bir de belirsiz gele
ceğim. onu secerken, o günkü koşullarda neleri göz önünde bulundurduğun
pek önemli değildi b�nim icin. ama şimdi önemli. olmadık yerlere çılgınca
savurduğun paralar bile rahallatamıyor seni. guru.run. baş eğmez, söz din
lemez, seni icten yıkan gururun . . . ben de aranızdayım v e sizin kadar hasta
yım; unutma!
39
bozan rengare n k giysili, kültürsüz ve kaba insanlar gel meden kaçıp g i
deceksin (aşağı sınıf y a n i , baya ğ ı insa n l a r} M i n i büs lere, h a l k otobüslerine,
kamyonet ve ka myon kasa larına dol uşarak gel iyorlar. Sepetler, torba lar,
boh çalar. ekmekler, karpuzlar i n iyor. Çocu kla r. . . çocu kla r. . . görgüsüz,
h a i n ve a çgözlü çocukla r. . . Kocaman kıçları n a şalva r g eçirmiş kad ınlar
iğrenç plastik leğenlerde çiğ köfte ka rıyor, genç kızlar ve del i ka n l ı l a r i p
atlayı p top oyn uyor, kara bıyı k l ı adamiarsa -bu n l a rı hep cinayet resi m le�
rinden ta nırım ben ; Faru k'un kuca k kuca k eve taşıd ı ğ ı ren kli ve çıplak
kad ı n resimli gazeteler bun ların barbarl ı kları n ı a n latır- şiltelerine yan
gelip, çevrede başka l a rı n ı ra hatsız edip etmed i kleri n i düşün meden kendi
leri gibi garip m üziklerini orta lığa bulaştıran teyplerini açıyorlar. Yiyip i c
tiklerinden arta kalanları çevreye sacmakla kalmıyor, içki şişe leri n i d e
pa rça layı p öyle dön üyorla r evlerine. Pisler, ç o k pis . . . "
rek bel l i bel i rsiz belirsiz g ü l ü msemişti. N ecati'yi küçümseyen , yok saya n
bir g ü l üştü . Bu sözc ü k bir za manlar u ğ runa ölümlere gidilen, d izeler d izilen
bu soyut kavra m , a rtı k a n l a m ı nı yitirmiş, eski miş, yıpra n ı p g itmişti. Başı
mıza ne geld iyse bundan gelmemiş miydi? Biz bu nedenle hastalanmamış
m ıyd ık? H a l kı m ız! Bu büyük sözcük uğruna ne büyük serüveniere atılmaya
hazırdık. Her birimiz gözlerinden şimşekler caka n birer devdik. Adlarımız
tari h i değiştirecek, yarına kalacak birer ka hraman a d ıyd ı . Son ra baktı k ol
muyor, hastalandık.
i l ki m ' i n 'Şimdi orada olmalıyd ı k' tü rncesi yen i bir devinim getirmemiş
ti terasa.
Bir şeyler yapa l ı m , dedi i l kim. Gözlü klerin i c ı karmış burun ka natların ı
ovuyor, bir yandan d a şehla gözleriyle b a n a bak ıyord u . Ortaya g i b i söylenen
bu söz doğrudan bana yönelti lmişti. Onun gözünde en canlı ben olmalıy
d ı m . Oysa ben de hastayd ı m . Bi r-şeyler-ya pmak! Ama ne yapmak Ne?
Gün bitiyor, ded im, g ü neş de az sonra bataca k. Bir esinti çı karsa bi
raz daha can lanabiliriz.
40
Şimdi hepimiz kente bakıyord u k. G ü neşin battığı yerden başlayan kirli
bir kızı l l ı k dalga dalga yay! lara k çirkinl iklerin yaşa n d ı ğ ı b u kenti d üşlerde
ki o ağır s ı kı ntıyla örtmeye çal ışıyord u . Beklenen a laycı esi nti daha çı kma
m ıştı . Uzakta bir gökdelenin yüzlerce penceresi kan reng iyd i . Göğü neşter
g i bi biçip a rdında beyaz bir iz bıra ka n uçak bilmed iğimiz bir yere doğru
uçuyordu. Bir bardak yere düşüp parça landı. Kendini iyi h issetm iyorsa n
g it yat, d iyord u biri. i l kim'in sesiyd i . Faruk ağırlaşmış olmal ıyd ı . Ben de
yard ı m edeyim, ded i m . Faru k'u tutup yata k odası n a taşıdık . Hayır ben
sürükledim. Saca klarındaki büyü k tik ilkim'in uyarısından bir süre sonra
yine başlam ıştı. Başla mıştı da ne zaman d u rm uştu? Ba rda k ne za m a n yere
d üştü? Terl ikleri de bir süre terasın çi mento zem i n i nd e sürü klend i , sonra
bir bir ayağından çıkıp yerde ka l d ı . Dudakları n da çarp ı k bir gülüş kalm ıştı.
Gözleri kapalıyd ı . Dağı n ı k bir yata k odasına g i rdik. Şitaniyerin üzerinde
darmaduman bir yığın g üzel leşme nesnesi. Boşa lmış parfüm şişeleri,
deodora ntlar, sürülmeyen rujlar . . . karyola n ı n başucunda kimbi l i r ne za
mandır ya nan bir la mba . Çarşaf buruş buruştu. Açı k kalmış g iysi dolabın�
da bombalan mış bir görüntü. Faruk'u yatağa yatırırken kol u m i l ki m ' i n me
mesine değmişti. Penyesi n i n altında sütyensiz, dolgun ama sarkık b i r yu
muşa kl ı k . içimde bir kı mı ltı, çokta ndır u n uttuğ u m bir karı ncala nma . . . Bu
istenmeyen temasın ayrı m ı nda değilmiş gibi davra n m ıştı k. Faru k'un üze
ri n i i nce bir pike ile örttükten sonra i l k i m bana ba kıp uzak ve sevg isiz bir
g ü l üşle g ü l d ü . Oda n ı n loşluğunda yüzü bembeyazdı . Bir öl üye benziyordu.
Içimdeki dağı devirip d udaklarına dokunsam buz g i biydi ve kinin tadı var
d ı , biliyord u m . Odadan ç ı ktı k. ilkim önümde yü rüyord u . Gözlerim halıyı,
ma rleyleri ve uzun bir yal i uğu adı mlayan çıplak aya kları ndayd ı . Kot pa n
tofon u soluktu. Koltuğa oturduğunda ve baca k baca k üstüne attı ğ ı nda, aya k
bileği nde bir karış yuka rı s ıyrı lan pa ntolon u nd a n uzun süred i r tüylerden
a rı n d ı rı lmadığı d i kkati çekecek bir biçimde bel l i olan teni görün üyord u.
Ba kı msızl ı k her yönden kuşatmıı;�'tı onu. Pa ntolon g iyerek g izleniyordu.
Aşksız, sevgisiz ve coşkusuz yaşıyorduk. Hastayd ı k . Çok hastayd ı k . i l kim'in
memesine istemeden kol u m değd iğinde ölüyü andıra n o beyaz yüzüne
uza n ı p buz gibi dudaklarını öpseyd i m o odada ; ya ni o k i n i n tad ı bulaşsay
dı dudaklarıma; içimde uya nan o cılız istek, o yaşa m belirtisi biraz olsun
ca n l a n ı r mıyd ı ? Ya ilkim ne yapa rd ı ? Büyü k olası l ıkla gözl erin i yumar, taş
g i bi kıpırtısız kal ı rd ı oda n ı n ortasında. Ben bir ölüyü öperd im.
Necati bardağına cin doldurd u . Sarı saçl ı n işa n l ısı saçını eliyle a ttırıp
baş ı n ı iki yana saliayara k istemed i ğ i n i bel i rtti . Sen d e a l ı r m ısın? dedi ba
na. Alırı m , dedim. Ka l k ı p bardağımı uzattım. Doldurdu . Üzerine buz ve to
n i k koydu . i l kim'in bardağı yarı m d u ruyord u . içkil erim izden birer yudum
alıp yine sessiz birl i kteliği m izi sürd ü rdük. Bir a ra gözü m ü n ucuyla Özlem'in
odasından çıktığını ve bize sezd i rmeden tuvalete g ittiğini görd ü m , a m a ne
41
za man dÖn ü p yine eylemini sürdürmeye kararlı olduğu ve dört d uvar a ra ,
s ı na kendini kapa d ı ğ ı n ı n ayrı m ı nda ol mad ı m . O n u u n utmuştu k zaten.
ba kıyor gibiyd i . Bir şeyler düşün üyor olmalıyd ı . Ya naklarımı esinti yolayıp
g eçti . işte sonunda çıktı , d iye düşünd ü m . Bu esintiyi kurtuluş gibi gün bo
yu bekl iyord u k.
Cin v a r m ı ?
Va r, dedim.
içmek i stiyorum.
43
rırız, eve l a l l a h .) Evet, vaziyeti anlama dum. Fabrika kızlı erkekli çocu klarla do
dık değ i l . . . Sen ş i m di d iyeceksin ki: luydu. Yen i yeni insanlar ta n ı d ı m , arkadaş
Mektep, okumak filan karın doyur olduk. Bez dokuyorduk. Amerikan bezi,
maz, d iyeceks i n . Doyursay d ı , adama keten, branda . . . s-en, ded i m ya; m a kina
me ktepte para verirlerdi, diyeceksin. dan a n l a r ı m . Tezgahların nas ı l calıştıkla
Para şimdi Fuat Beyin fabrikasında. rını, neden dolayı ve ne zaman tutukluk
Ben çal ışaca ğ ı m bu r dan böyle ... " yapt ı k l a r ı n ı caktım hemen. Ustabaşına, iş
nil'i severd i . Karpuz gibi bir de y ü reği on beş gün de gündüzcü o l a ra k cal ışıyor
a s l a n o ğ l u m ben i m . Ana n ı , hasta ba kondu mahallesini dolaş ıyor, ç·eşme ba
banı ele güne m u htı;ıç eyleme, göre şından da ben i , Ayşe'yi, E ro l ' u , ibra h i m'i
b l u m , pişpirik oynuyor, b i rbirlerini şa d u ruyor, kamyon bozuk yollarda sars ı l d ık
kadan kızdı rıyorl a r d ı . Kahvenin duva ca. d üşmernek için brenda bezini geren
Ali, devenin üstündeki bir sandu kada rüzgar içeri doluyor, hepimizi dondu ruyor
kendi cesed i n i taşıyor. Arkası dönük, d u . Ayşe'nin bir yün h ı rkası va rd ı . Sol u k ,
larını tutuyor. Cala l l ı kılıcı Zülfükar, rengi yünden el örgüsü bir h ı rka ... Annean
tabutu deveye bağlaya n kuşakla ta nesinin h ı rkası. Ama Ayşe, bu eski püskü,
venin a d ı "Ayn a l ı Kahve"dir. Ad ı n ı a l zun örg ü i-ii sacla r ı n ı boynunun iki yanın
dığı ünlü, kocaman aynas ı n ı n dört dan göğüslerinin üstüne sark ı t ı r; ben ko
köşesinde Anka Kuşu tasvirleri var nuşurken ,ona birşeyler a n l a t ı rken gözleri
44
B i rb i ri adrısıra devrildi y ı l i a r. Za rıldonıyordu. Nevin, kariorın arasında y i
nil, ince, az paz u l u , zeh i r gibi bir de yecek a rayon bir serçe kuşu g ibi s ıçraya
l i kan l ı oldu. Adalete, h a kkaniyete tut sı çroya y ü rüyor, ada m yan ına gel ince a
kundu. Kasket giyer, efkarlı olduğu d ı m l a rını çabu klaştı rıyor, kaçmaya, söyle
zaman ensesine y ı kardı kosketini. Ba nen sözleri duymamaya ç a l ışıyordu. Zanil,
bası, yani oğabeyim öldükten sonra zayıf ı ş ı k l ı elektrik d i reğine s ı rtını vermiş,
bana: "Amca be" derdi, "Bizim koco Nevin'le ada m ın yakloşmolorını bekl iyor
korının gözü toprağa bakıyor, değ i l m i du. To m yan ındon geçerken Nevin'in iri,
ha? Söyle, s i z eski topraksınız, bil irsi siyah gözleri Zon i l ' i n bak ışlarını buldu.
niz." Susord ı m . , yoşım la, baş ı m l o , kır Gözlerinde yolvaran bir onlatım vardı. Zo
sa ka l larımla önüme bakardım. Sanki n i l . sözünü e s i rgeyenlerden değ i ldi:
utonırdım .Ölüm konunundon, o Al " U ion . . . cık a ğ ı z l ı , b ı raksono cocu
lahın işinden ben soru m l uymuşum g i ğun peş i n i , istemiyor işte . . . "
bi . . . Ne zaman genç bir adamla bu
Ş ı k g i y i m l i ada m durdu. Yüzünü Za
·bahsi konuşsam içi m i bir s ı kıntı ba
n i l ' e çevirdi. B ı y ı ksızdı ve b i ç i m l i bir y üzü
sar, ezi l i r, utanır, kend i m i suçlu b u l u
vardı.
ru m . Yaşımı b i l m iyoru m . Ama m u tl a ka
"Size n'o luyor kardeş i m ? " dedi. Sesi
yetmişin üstünde olmalı. Geçen ok
i n ce. telaffuzu düzgündü.
şam Taşco m i nin imomı fareninki lere
"An a n ı n örekesi oluyor, bos baka l ı m
benzeyen ç i p i l gözleri n i k ı rpıştı rara k
hadi, o l ı r ı m yoksa oyağ ırnın a ltına . . . "
yüzü mde gezdirdi. Sonra bir i �.i öksür
' Ş ı k g i y i m l i herif yarım ça rketti ve
s ü ve dedi ki: Salih ağa, dedi, sen de
acele a d ı m l a rl a ters in yüzü uzaklaşmaya
di. bizim m u ho c ı r kafilesiylen geldin.
başlad ı . Nevi n , beş a d ı m ötede y a r ı m dön
Bulgaristan devlet i n i n verdiği kağı tta
m ü ş , Zo nil'e bakıyordu.
senin için 1 31 1 mi yazıyordu ne, demek
"Soğol Zo n i l ağabey," dedi. " E l in
ki benden sekiz on yaş k ü ç ü ksün, de
serserisi i ş te, n'olocak . . . "
di.
"Ad ı m ız ı b i l iyorsun ha?"
iki yüzlü bir tipinin savrulduğu ç o k " M a h lede herkes bi l iyor Zanil ağa-
yor, b ü y ü k ken tin içlerindeki h a l i vakti ye_ "Annene selam söyle: De ki, Zanll
rinde a ha l i n i n m a h a l lelerine dol ıyorlar, ağabey . . . ell erinden öpüyor de. Tamam
45
i ci a lev gibi yan ıyor, gözleri gokyüzünden şaş k ı n ustabaşının yuzune bakıyordu. Bir
dökülen kar taneci kleri n i n ötelerind e . a ra : "işci s(gorta s ı n ı n komün istl i kl e ne il
b i rşeyler a rıyor g i biydi. Sonunda gözlerini g i s i . .. " diyecek oldu. Ama ustabaşı ş i m d i
kısıp kısa kısa, a c ı a c ı g ü l ümsed i . usta n ı n y a k a s ı n a y a p ı ş m ı ş eskisinden d a
ha beter, daha yaygeracı b i r s e s l e b a ğ ır
Ben bu gözleri d a h a önce nerde m a s ı n ı sürdürüyordu: "Suç sizin d e ğ i l , itler!
görd ü m . . . Nerde görd ü m . . . Nerde gör Kabahat Mend eres' i n , af ç ı ka rd ı d a , s a l d ı
d ü m ? H a h , b u l d u m . Tümen çöpl ü ğ üne sizleri işçi m i l leti n i n b a ş ı n a bela olasınız
bir Cingene kızı gelird i . Esmer mi es diye . . . "
m e r, çirkin m i ç i rki n d i . Arıa gözleri bi Ne demekti "kom ünist?"
güzel d i . .. Hem de çok güzeldi. Bursa Za n i l bunun ne demek olduğunu ta m
kestanesi gibi iri ve kahveren giydi. o l a ra k b i l m iyordu. Bütün b i l d i ğ i , kom ü n ist
işte Nevin'in gözleri onunki gibi. le rha kkında çok kötü şeyler söylendiğ i ,
Y a h u b e n nasıl oldu da mahal lemizin b i r adama kom ü n ist d e n d i m i , o a da m ı n
kızını bu nca y ı l d ı r b u kadar yakından haya t ı n ı n sönd üğüydü. B i r d e ş u n u bil iyor
görmed i m ? Uyuyorsun oğlum Za n i l . iş d u : Göçmen geldiği memlekette kom ü n i st
ten, bir de Ayna l ı Kahvedeki tavla par ler devletin başına geç m i ş ler, ken d i n i , ana
tilerinden gozun d ü nyayı görmüyor sını, baba s ı n ı ve a kra balarını Türk iye'ye
k i . . . Anam da hiç bişey demez ha, iyi s ü rg ü n etmişlerd i . Zan i l ' i n başı döndü,
mi? Z{] n i l , o ğ l u m , mahal iede şöyle şöy gözleri kara rd ı . Bir an ustabaş ı n ı n , kırsaç
le bir kız var, demez . . . l ı usta i c i n söyled ikleri ni doğru sa n d ı .
Sonra a d a m lll yakasına sarı lmasına kıza
Bir hafta sonra Z a n i l ' i n , Fuat Beyin ra k, oturduğu yerden ka l ı n ve kararh bir
fa brika s ı ndaki işine son verdi ler. Olay, sesle bağırdı :
basit b'r kavgadan ibaretti. Basit mi? E "Bırak usta n ı n yakas ı n ı ! "
vet. bütün b i r insa n l ı k ta rihi denli basit. iriyarı, g ü çlü kuvvetli b i r adam o l a n
Zanil'in çal ıştığı bölümde yaşlı bir usta ustabaşı, k ı rsaçlı ustanın vakas ı n ı b ı ra ktı.
vard ı . Bu adam kitap gibi konuşur, f ı s ı l Başını a ğ ı r a ğ ı r Za ni l'den yana çevirdi :
d tı r gibi bi r sesle: işçilerin dü nyadaki b ü
"Sana da n'oluyor B u l g a r toh u m u ? "
tün zenginiikierin gercek sahibi olduklarını
Z a n i l , beyaz m uşamba k a p l ı yemek
söylerd i . Eski yazıyle ş i irler yazar, Nazım
masa s ı n ı n üstünden ucara k ustaba şına e
H i kmet adındaki bir aşıktan şiirler okurdu.
saslı bir kafa patlattığ ı n ı ; a d a m ı n ağzın ı n .
Zanil yaşı eliiyi a ş k ı n , gür ve kır saç l ı , y ü
b u rn u n u n h u rd a h a ş olduğun u, . beyaz mu
zü derin çizgilerle dolu o l a n bu ustayı
şamba l ı yemek masas ı n ı n kan içinde kal
seviyordu. Çünkü dert d i n l e r, y a rd ı msever,
d ı ğ ı n ı . kırsaç l ı usta n ı n : "Za n i l , oğlum, yap
fı kralar anlatır, şen şatır bir adamdı. Öğle
ma," ded i ğ i n i , iki ü ç kuvvetli işçi n i n kendi
paydosu nda fa brikan ı n yemekhanesinde
s i n i ustabaşından zorla a y ı rd ı k i a r ı n ı , plas
. Za n i l bu ustay ı , komşu böl ü m ü n ustabaşı
t i k s ü rahiyle getirilen soğ u k suyu yüzüne
sına hararetli hararetl i birşeyler anlatır
çarptı ğ ı n ı çok iyi a n ı m s ıyordu.
ken görd ü . Yemeklerini bitirenler, bahçe
ye, cıga ra tellendi rmeye ç ı k m ışlar, yemek Zanil, ertesi gün fabri kadan kovul
hane tenhalaşmıştı. Za n i l ise yemeğini bi muştu. Avucuna otuz ü ç l ira, yetmiş kuruş
tirmiş, Bafra s ı n ı y a k m ış, gözü halkala na tutuştu rmuşlard ı . Gazeteler "işçi S igorta la
rak ç ı kan sigara s ı n ı n d u m a n ları ara s ı nda rı Kuru m u " a d l ı birşeyden söz ediyorlardı.
Nevi n ' l e nasıl bir arada o l a b i leceğini d ü ş ü Kırsaç l ı usta bunun ne demek olduğunu bi.
k ı rm ızı ansızın ayağa f ı rl a m ı ş : "Kom ü n ist... B i r hafta sonra Zon i l , "Usta" olarak
Bu a d a m kom ü n ist . . . K ı z ı l köpek!" diye Nevi n ' i n , Hatize'nin Nazım Usta ' n ı n ve Ay
c ı rl a k bir sesle haykırmaya başla m ıştı. han Abla ' n ı n çalıştığı corap fabri kas ı nd a
Kırsaç l ı usta birşey söylemiyor, şaşkın işe başl ıyord u .
46
MUSTAFA HAKKI
AY BULUTA GiRINCE
47
d i plerinde şimdi birbaşına kalakal Seyrtır'ı . . . Duva rla rla kon uş a rtık . . . Bir
başına . . . Duvarla rla . . . "
Yüreğ i n i n başında· yeniden d uydu o ağ ırlığ ı . ' Ya l n ız kalacağı g ü n leri,
geceleri düşündü . Dört d uvarın kara n lığında ya l n ı z kendi varl ı ğ ı n ı , yalnız
kendi soluğunu d uyu msayaca ktı a rtık. " Meza rda n fa rkı ne bunun?"
Aklı geri lere, g itti bir a n . Aile oca ğ ı n ı n şen olduğu g ü n lere . . Gene yok
s u l l u k g ü n leriyd i o günler. Kıtl ı k vard ı , darl ı k va rd ı . En gerekli şeyleri kar
şılamakta n yoksundular şi mdi ki gibi. Buğday a ğ a n ı n a m barında, ekmek
a s l a n ı n ·ağzı ndayd ı . Ama hane vira n değildi böyle. Evde erkek vardı. Dört
kızd a n son ra oğlan doğurduğu için el üstü ndeyd i . Kocası baştac ı etmişti
kend isini. Akşa mları yed i can bir a raya gel i nce sevinçten uçardı Seyra n .
Y e l gibi dolaşırdı evin içinde. Yetişme çağındaki kıziarına iş bı ra kmaz, h ü
n e r i n i göste rme te laşındaki y e n i gelin g i bi koşturu r d u rurd u dört b i r yana.
Sofradaki bulguru et n iyeti ne yer, yıkanmakta n epri miş yama l ı g iysi lerini
ipekli n iyetine g iyerd i . Kocası yiğ itti. Güçl üydü . Ki mseye eyva llah etmezd i .
" A h . birazcık topra ğı olayd ı . . Çok değ i l , muhan nete muhtaç ol mayacak ka
dar .. " Ama olmadı. Hiç olmad ı . O da kaçağa vurd u işi. Kaçakçı harnallığına
soyund u . Iyi kötü çarkı çevi riyord u . Ama bir gün . . . Seyra n , istemeden ye
n iden a n ımsadı o günü . . . Saba htı. Ekmek yap ıyorla rdı büyük kızıyla birlik
te. Haberi, m u htarla birlikte iki jandarma getirmişti . Kulakları na kurşun
akmas ı n ı isterd i o an. Kurşun a kıtıp da o ha beri duymamak isterd i . . . Çığlı k
lar atara k deli gibi koşm uştu . Kızla r da kend i n i n a rdından . . Oğlan daha
beşi kteyd i . "Sen bir daha öyle bir a cıyı yaşatma H üda. Çocu_kla rı m ı n acısını
d a gösterme ba n a . " E l i n i , s ı kışa n göğsün ü n üzeri ne koyd u. Küçücük bir
iğ neyle kuyu kazıyaria rd ı sanki sol memesi n i n altı nda. Usul usul ova ladı
göğs ü n ü . Sonra gözleri n i g ü n batı yön ü ndeki kızaran gökyüzüne çevi rd i bir
ara. Bir top a k bul ut, g ü n ü n son ışıklarıyla oynaşarak sa l ı n ı p d u ruyordu
orda . "Gül reçel ine bulanmış kar topağ ı gibi .. " d iye düşündü. Aklı bu kez
çok daha geri lere kaydı . . . Kaçıyorlard ı . . . Neden, kimden, nereye? B i l m i
yord u . Beş yaşında ya va r, yok yoktu. Anı msad ığı t e k şey atlardan , kağnı
lard a n , eşeklerden oluşan büyü k bir kerva ndı salt. Tepeleme yükle doluydu
hepsi de. Denk yapmaya fırsat bulamam ıştı çoğ u . Rasgele, üst üste atmış
Iardı eşyaları n ı . Bir telaş, bir korku vardı büyüklerde. Erkeklerin s u ratları
ası k, sinirleri gerg i n d i . Vara yoğa kızıyorla r, kadınlarla çocukl a ra bağ ı rı p
·
d u ruyorla rd ı . B u n u n "Büyük Kaça kaç" old u ğ u n u sonradan öğrenmişti
Seyran . Ka r vardı yerde . . Dağ taş beyaza kesmişti te kmiL G ü neşli a ma so
ğ u k b i r g ü n d ü . Kağn ılar kara saplan ıyor, yata klar dağıl ıyor, eşya l a r dökü
l üyor, büyükler küfred iyor, kad ı n l a r koşturuyor. cocuklar ağl ıyord u . Beyaz
b i r Şa m eşeği n i n sırtına vurulan büyük b i r h eybenin içindeyd i Seyra n.
H eyben i n öbü r gözünde de kardeşi va rd ı . Sarı saçlı, bir yaş küçü k kardeşi ..
Heybe n i n içinde büzü lüp kalmışlard ı öyle. H içbir şeyin fa rkı nda değ i ldi
48
Seyra n . Ne düşman, ne korku, ne de dudakları çatlata n soğuk ... Eğlenceli
bir yolcu l u ktu bu. Çevresi n i izl iyor, bitip tüken mek. bilmeyen bağrışma ları
d i n l iyor, eşeğ in her adı mında ritm i k bir tempoda salı nma n ı n keyfinT yaşı
yord u . . N e kadar geçm işti a radan, uyumuş muyd u , bir yerde mola vermiş
ler m iyd i? Anı msamıyor Seyran. H i ç a n ı msam ıyor o s ü reyi. Aklında kalan
çok, ama çok susadığıyd ı . İçi yanı yord u . Biı kaç kez bağırmış, a ma kimseye
ulaştı ramamıştı ses i n i . Ağla maya başlamıştı ard ı ndan. Kağnı gıcırtı larının,
bağrışmaların a rasında neden sonra d uyurabilm işti sesini. "Ne suyu kız?"
d emişti, kucağındaki kundağıyla koşup gelen yengesi. "Şimdi s uyun sı
rası m ıd ı r, yetmeyasice köpek! Nerden bularn sana su?" Sonra yol kena
n n d a n b i r topa k k a r a l ı p avucunda sıkıştıra ra k uzatınıştı Seyra n 'tı . "Al,"
d emişti . "Al da kes şu uğursuz a ğ ıtı n ı ! " Seyra n , üstünü gözyağla rıyla s u
layarak, yolbuyu uzun uzu n somurup durm uştu kar topa ğ ı n ı . Yıllar yı l ı
a kl ı na bir çivi gibi cakılıp ka l m ıştı o a n . O g ü n ün, o yılların ayrı ntı ları
puslar içinde yitip g itm işti zama n l a . Ama kar topağını somurup içinin ate
şini söndürd ü ğ ü o a n . aynı ca n l ı l ı kla sürüp gelm işti bugüne değin. Neden
ille de o an? B i l m iyordu Seyra n . Hiç bilm iyord u. "Belki de yeng ernin o acı
sözleriyd i u n uta madığım," d iye düşündü. Anasız babasız, yenge koltuğun
da geçirdiği yıllar geldi gözünün önüne. "Amcam iyiyd i gene de. Baba m ı n
kokusunu a l ı rdım ondan. A m a yengem . . . "
Sol kol u kmı nca lanıyordu gene. Göğs ündeki sızı da d i nrnek bilm iyor,
azalacağ ı na artıyordu inceden i nceye.
Köyün üstüne ilk a kşa mın a lacası çöktü. Uzaktan uzağa gelen sesler
d indi. El ayak çeki ldi .
Seyra n , oturduğu yerde bir top olmuş, gözleri bilinmez bir noktada,
bel l i bel i rsiz salınıp d uruyordu öyle. Neden sonra ayı l d ı . Boş gözlerle çev
resine ba kındı bir süre. Ne yapaca ğ ı n ı bi lememen i n kara rsızlığında, g'ide-
rek a rtan bir sıkıntının burgacındayd ı .
Yavaşca kalktı. Gönü lsüz gönülsüz içeriye yöneld i . Odanın karanlığı,
o g ü ne değin yabancısı olduğu bir korkuyu yüreğine i l k kez düşürd ü . "Me
zar gibi. . Hem karan l ı k , hem de sessiz . . " Korkudan eli ayağına dolaştı
Seyra n ' ı n . Acınası bir telaş içinde, el yordamıyla la mbayı bulup yaktı. Odayı
aydı nl atan ışık gönlündeki karanlığa ulaşamad ıysa da, a n l ı k korkusun u
a lt etmeye yetti. "Sen ki mseyi karanlıkta koyma, y a Hüda ! " dedi içinden .
"Ya l n ız koyma . . Yaln ızl ı k sana mah sus . . Yalnız sana .. "
Bir a n öylece d i ki l i p kaldı oda n ı n ortası nda, kara rmış, çıplak d uvarlara
başka fotoğ raflar .. Kırık bir ayna .. Dört ucundan kocaman civilerl e tuttu
fotoğ rafı, onun altında büyük bir çerçeve içinde d uva ra ası l ı irili ufa k l ı
başka fotoğ raflar . . K ı r ı k bir yana . . Dört ucundan koca man civi lerle tuttu
rulmuş karl ı bir dağ manzarası .. Hemen ya nındaki çivide doksa ndokuzl u k
bir tespih . . Gözü yeniden fotoğrafiara ta kıldı Seyran'ın. "Yavruları m ! " dedi,
49
duyu'ili r bir sesle. ··· Ha n'i naredesiniz şi mdi? El yetmez, göz görmez yerde mi
yuvalarınız? Heç mi a kl ı n ıza gelmez, heç mi yad ı n ıza d üşmez bu hayırsız
ana nız? .. Azıcık olsun özlemez misiniz benC görmek istemez misiniz yü
zümü? .. Bunca yı l ı n hakkı bu mu olayd ı ? . . Dört duvar a rası nda bir başıma ..
Çocuklarıma, toru n larıma hasret.. Bu mu?" Birden gözleri yandı gene. i ki
sıra yaş, ya na klarından çenesine süzüldü. içinin ya n g ı n ı n ı serinletemedi
a ma . Ça buk topariadı kendini. Başörtüs ü n ü n ucunu yanan gözlerine bas
tırıp, kırk parça l ı seecadesine uza ndı.
Namazını her za mankinden daha a ğ ı r kıldı o a kşa m . Sure leri tane tane
ve uzata ra k okudu. Aklına gelen her şeyi d uaya döktü . Gene de çabuca k
bitti namazı.
" Bundan sonra her gece böyle . . Konuşacak cana hasret. . Bir söze, bir
yüze hasret.. Ne za mana kadar? . . " Kapağı hala açık d u ra n sandığa i l işti
gözü. Uzandı, yavaşca kapattı . Oğlunu cipin içinde son kez görd ü ğ ü a n ı
d üşündü . . Gözleri yaşl ı mıydı n e ? Belki d e kend ine öyle gelm işti. A m a neden
kesik kesik konuşuyord u pa rayı geri çeviri rken ? "Bir daha g eri gelmeye
ceğ ini. gelsen de beni bula mayacağını sen de biliyord u n demek! Ben i l k
başta n a n la m ıştı m , hey oğ u l ! . . Gitmek kolayd ı r da, gelmek çeti ndir ara l ar
dan .. Giden gelmiyor, acep nedendir? Nedend ir? Nedendir benim babam,
neden .. ? Varsın senin dediğin olsu n , kurba n ı m . Burda kalıp kaçağa bu
laşmaktansa , gu rbette s ü rü nrnek evladır. Elin iş tuta r ora l a rda belki. Bur
d a ucuna yapışoca k saba n ı n , yemişi ni koparacak d a l ı n m ı vardı ki? Saat
başı yol unu gözleyen, görd ü ğ ü her yerde sa rılıp sarıl ı p öpen bir hayırsız
a nandan başka ... " Burn u n u n d i reği sızlad ı Seyra n ' ı n gene. "Oy, köpekler
yesin bu ciğeri ! . . . Neyim kaldı geride? Ha, Seyran .. ? "
Ka lktı, bir şeyler yapmış olmak i c i n oca ğa bulgur vurd u . Suyun son
ka lanıyle ekmek ısiattığı için yeni bir iş çıkard ı kendine. Kovayı kol una
ta kıp kapıyı yavaşca çekti.
Sessiz, kara n l ı k bir geceyd i . Hafiften esen bir g ü n batı yel i dut ağaç
ları n ı n yapra ki a n na ta kılıp kalm ışt ı .
Seyra n, a l ışkın adım la rla önüne ba kmadan yürüdü . Köyü n üst ya nın
daki su kanalına gel in ceye değin soluğu tıkandı. · "Bir kova suyu da m ı
taşıyamayaca ğ ı m yoksa a rtık.?" Ka n a l ı n kenarında durup sol u klandı b i r
a n . Sonra yavaşca eğilip kovayı suya daldırd ı . Tam çekecek ken, göğsüne
bir yu mru k yemiş g i bi oldu. Sarsıldı birden. Kovayı bıra kı p göğs ü n ü tuttu
acıyla. Sol u k alam ıyord u : "Bu kadar erken mi? .. Oca kta aşım ka ldı daha .. "
Olduğu yere yığılırken, büyüyen gözlerinde bir şaşı rm ışlık va rd ı .
Göğsünü tırmala maya çalışan el leri devinimden yoksun, kaskatı ke
silip ka ldı öyle.
El inden kurtu la n kovası, suyla birlikte s ü rüplenip g itti kanalın
içinde ..
50
ABDULLAH RlZA ERGUVEN
\ �YNAK ŞAiRLER - ŞüRL;ER
51
H oratius pek ü n e erişme d i Roin c:İ ' d a . d usu o l uştur u l d u . Filippi icsavı:ışında subay
"K imse şi irlerimi o k u m u yor" d i y e sızlanı oldu ve i.ö. 42'de savaş tribününe k a t ı l d ı .
yord u . G ün-ol uyor" Ben kaç kez baba n ı , August kaza n ı n ca B r u t u s kend i n i öldürd ü .
sümüğünü kol u n u n yenine s i l erken gör K ı l ı c ı n ı b ı ra k ı p gi tti Horatius. B u d u r u m u
d ü m ! " d iye aşağ ı l a n ıyord u . Şöyle diyordu d izelerinde ş ö y l e yansıtıyor :
Özgürlüğüne kavuşa n , t u z l u ba l ı k ve
B i r ş i i ri n de va ktıyla Aug ust i c i n -bi
zeytin sata ra k b i raz para b i ri ktire n baba
raz dokuna k l ı- "za m a n ı m ız ı n yarı tanrısı"
s ı , oğlu Horıatius'u akutmaya kara r verd i .
demiş olsa bile, daha sonra h e p savaş ar
i l kçağ i n s a n ı , e ğ i t i m kon u s u n d a , çağımızın
kadaşları n ı övd ü. imparator August'ün,
bilim düşmanlarından çok d a h a i l eri ! Ba
M ı s ı r kral icesini yenmesi üzerine, Horatius
bası o ğ luyla Roma'ya geldi. "Ben imle
yenileni ( kra l i çeyi) över. Ozan, bütün si
b i rl i kte babam derslere girdi, b ü t ü n öğret
yasal içeri k l i ş i i rlerin " k ü ç ü k şeyler" o l d u
menlerle konuştu" diyor Horatius. Oza n ı n
ğ u n u v e y a l n ı z "büyük şeylere yard ı m et
kendi dey i m iyle "doğruyu eğriden a y ı rdet
t i ğ i n i " mektubunda Agust'e bi ldi rd i . Neydi
meyi" öğrenmek i c i n on dokuz yaşında
iğneli bir dille "büyük şeyler" ded i ğ i ? Ya
Atina Akade m i si'ne yaz ı l d ı . Sezar, ken d i n i
lancı, i k iyüzlü i mparatorun i ktida rı mı?
b ü t ü n y a ş a m boyunca d i ktetör i l a n edince,
Deği l! Horalius'un ş i i ri , gerçekte August'ün
karşıtc ı l ı k örg ü tleşti. Brutus, k ı l ıçla öldür
egemen olduğu top l u m u n o l u m suz ya n ı n ı
dü Sezar'ı (i.Ö. 44) Roma'ya g e l i n ce öğ
eleştirir. Ç a ğ ı n ı n Roma'sı, g ü n ü m ü z en
ren c i ler tarafından a l kışlandı. Horatius da
d üstri d ü nyası kadar a c ı k l ı d u ru m daydı!
vard ı o n l a r a ra s ı n d a . Cato ve Çiçero gibi
D a re c ı k evler. sömürülen göçmenler,
Hora t i u s da Brutus yol u n u n doğru ; Seza r'la
h a k s ızl ı k l a r, işsizli kler, zehirlenmeler. ü l ke
August yolunun düzmece olduğuna i n a n ı
de b i rb i r i n i kovalıyordul Ç a ğ ı n ı n topl umu
yordu.
nu "batak" d iye niteler. B u n u n la Hora ti u s ,
D a ha sonra oza n , Brutus'le b i rl ikte i c sava ş l a rda rüşvet a l a n üst _s ı n ıfı demek
izmir'e geldi. A u g ust'e karşı bir isyan or- istemektedir. Bu i y i giyimli, yarı okumuş,
52
para l ı Roma' l ı l a r devlet katlarındaki yü k şip s i mgeleşti. Yera l t ı kraliçesi Persepho
sek görevleri s a t ı n a l m a kla kal mıyorlar n'ela bir tutu l d u a y . Sapho, ay s i mgesi n i
y a l n ız, bata k l ı ğ ı üreten de kendileri ! Ozan, d a h a da kişi leşti rerek eşcinsel ( homosek
"Ta p ı n a ğ ı a l ça ltan süprüntülerden tiksini süel) k a d ı n duygulanmalarına uygu la d ı .
yorum" der. Evet, her şey tapına kta k u r Ay, d a h a çok yeni yetme b i r kızın güze l l i ğ i
ban e d i l i r. c ı k a rc ı t i l k i le r a lc a l t ı r t a p ı n a ğ ı ! ni sim geler. Lidya l ı k a d ı n l a r a ra s ı nd a b i r
a y gibi ışıyan, t u t u l m u ş o l d u ğ u o güzel
B i r m e k t u b u n d a Horatius, dostu Flo
kız ( ka d ı n) :
ruse' şöyle seslenir :
şimdi ışıyor o Lidyalılar arasında
Yaşıyamıyorsan doğru ve namuslu (vivere
gün batımından sonra
reıcte) gül salınışii ay doğmuş gibi
bırak · senden iyilere yerini h•di.
Yeter oyn·a yıp çaldığın, yiyip içtiğin. Ay -g ül ren k l i ve tatlı- k a d ı nsal
Cekip gitmenin zamanı şimd i . . . veri m l i l i ğ i n , yara t ı c ı l ı ğ ı n simgesi, Lidya l ı
k ı z ı a y ' l a o ra n l a d ı ğ ı n a göre, tanrısal bir
ll şey o Sapho i c i n . Sevd i ğ i k ızlar evlen i n ce
S A P H O sevi y ı k ı m ı n a u ğ ra r. Değ i l evlenmek, sev
(IÖ. 625 - 586)
- d i ğ i kızın bir erkeğin karşısında oturması
bile Sapho'yu üzer. Evlen e n l e r · a ra s ı nda
2600 y ı l önce yaşayan Yunan kad ı n
onu görmemaziikten gelenler bile var (Ab
aza n la r ı n d a n SAPHO Midilli (Lesbos)'de
dullaah Rıza Ergüven) :
doğdu. Yapıtlarından anca� 650 dize kal
m ı ştır. Ş i i rleri nde seviyi, güze l l i ğ i , ö l ü m ü Tanrı benzeri şu adam gözümde benim,
işler. karşındaki şu e.rkek Stursa ya, duyan
o, yanında ·.balımsı, tatlı sesini
Aşa ğ ı d a k i okuyacağ ı n ız dizeler,
gülüşünü denizler gibi. sıcak, her zaman
Sapho'n u n en güzel şi irlerinden biri. Bu
onulmaz yıkımiara salan yüreğimi.
d izelerde ay örgesi çok önemli. Ay'la sev
g i l i s i ( k a d ı n dostu) a rasında eşlik k u ra r. Bir seni görüyorum, önümden kaçıp giden,
K a d ı n dostları ya da kız öğren ci lerinden sesini esir;ıeyen;
biri n i n evl e nmesiyle duyduğu buruk özlemi gözüm görse dilim ermez, tenimde şimdi
işler : yangınlar büyüyor ışıisılar içinde
gözlerim kararıyo.r, çınlıyor birden
. . . şimdi ışıyer o Lidyalılar arasında
kulaklarım.
gün batımından sonra
Tere boğulurum, kesilir kolum kan·a dım
gül salınışii ay doğmuş gibi
yığılıp kalırım orda. Sarargın daha
ve karartıyor titreyen yıldızları
sarargın sarı buğdaylardan. Gören arılar
ışıyo.r açık deniz üstünde,
ölüm yakın bana.
geceleyin çiçeklenen çimler üstünde
53
liyord u . Ca ğ ı n da böylesi davran ışlar h i ç nun y ü re ğ i seviyle tutuşuyordu. Sapho'nu n
tuhaf karşılanm ıyordu k u ş kusuz. cenneti imgesel değ i l ! Onun cenneti elma
ağaçları, ; l kyaz çiçeklerinirı bal ko kularına
Onun ş i irleri d ü nya yazın ı n ı n en d i k
batık gü llerin a lt ı n d a k i bu d ü nyada . . .
kate değer ürün leri arasında. Söylencebi
l i msel izler taşıyan ve kendine özgü, öz Sevdiği kadın dostunun sevg i s i n i ka
g ü n b i reysel ozansal b i r kurtuluş va r on za nmak icin, Sapho Afrodit'i yard ı m ı n a ça
larda. B u ş i i rlerde, Tobias Berggren'in de ğ ı rır :
vurg u l a d ı ğ ı gibi, insa n ı ürperten tinsel öke
Çağırmarnın nedeni böyle bir daha seni,
likle içli özgünlük b i ra rada gid iyor. Sapho
özlemini duyduğum, deli gönlümda şimdi.
ş ö i ri "safizm", b i reysel olduğu kadar d i n
s e l , tapınçsal n i te l i k ler taşıyan y e n i b i r ya Sapho'nun imgelemindeki bu gerçek
ratış. ötesi, say ıklema l ı özelliğe di kkat eden i l k
Nietze oldu. Sapho i c i n de bir gereekti
Onca Afrodit her şey : Tanrı, Ana,
Afrodit. Ç ü n k ü , cağ ı n ı n insanları ta n r ı l a rı
Dost! H e r zaman yanıbaşında duymuş ol
gercek varl ı k olara k tasarlıyorlar, hatta
duğu somut sevine kaynağı ... Afrod it. es
onlarl a içten, kiş isel i l iş k i lerde b u l u nuyor
kiçağda G i rit'te ta p ı n ı lan ve taşcağ ı'ndan
l a rd ı .
kalma, eski bir Anatanrı :
54
ASlM ÖZTÜRK
AClNIN GÜNDEMiNDE
"BİSiKLET GÜNLERi"
55
"BİSİKLET GÜNLERİ", toplumsal lıkları var. Hepimizin geriye dönüp de
kesitleri iyi belirlenmi§, salt ekonomik yeniden yaşamak istediği anlar, za
nedenlerle denk ve sevgiye dayalı evl1· manlar yok mudur ? O sürecin içinde
likler yapmamış, yaşamın belirli zorla. acının bıktıran yanından kurtulmak
malarına karşı koyamadan birbirini se için, geçmişin özlemiyle kavrulan yü
çen ya da yaşamın belirli odaklannda reğimize bir an bile olsa böyle bir ola
buluııturulan insanların öyküsü. Böyle sılığı yaşatma düşüncesi yatmaktadır.
demem, Burhan Günel'in öykülerini, Geriye dönmeden böyle umutlarla insa
Burhan Günel'in romanlarını dar bir nın kendi içindeki bozulmaya yüztut
açıdan bakarak değerlendirmem olur. muş güzellilderini koruması ne güzel.
Oysa Burhan hiç bir kavramın altını İnsanı biraz da ayakta tutan, her türlü
bilerek çizmeden, yaşamın bütünündeki çirkinliğin içinden çekip çıkaran bu
yanlışlıkları öylesine açık ve net bir bi- duygular, bu sevgi kalıntıları değil mi-
çimde gündeme getiriyor ki, bunların dir ?
tümünün altından acı boyatıyor, acı
fıııkırıyor. Uzun yıllar saldırgan bir "BİS!KLET GÜNLERİ" nde kadın-
toplum olmanın acısını bizden önceki sal boyutlu yaııam kesitlerinin arkaınn
kuşaklar savaşlarda ölerek çekmişler ya daki o bütünlük, biraz da bizim toplu
onların arkasında kalanlar, çocukları, rriumuzun uzun yıllar kadınların hakla
kadınları, sevgilileri ? Bugün de aynı rını her türlü anlamda çiğnemesi, onla
acılar değişik bir biçimde çekiliyor. Bu rın duygusal derinliklerini yok sayma
· bir payla§ım olayı, daha çok payı alan sından kaynaklanıyor. Oysa hepimiz
lar yine toplumun yoksul ve emekçi ke böylesine acılarla dolu bir ananın, böy
simleri. Kadınların daha çok gündemde lesine acılarla dolu bir kucağın içinde
tutulduğu "Bisiklet Günleri'' onların büyüyüp serpil.miyor muyuz ? O sözcük-
cinselliklerinin yanısıra, aldatılmı§lıkla . lerden, o kırgınlıklardan, o doyumsuz
rını, toplumdan alacakları olan sevgi luklardan, o sevgisizliklerden bize düııen
için bir anlamda savaııımın bir ba§ka payı, yaııadığımız bunca acının içinde
yönüne geçtiklerini sergiliyor. Savaııı taıııyoruz. Bunca acılara karııın yan.
rı:i.ın bir ba§ka yönü altı çizilmeden sa Iıııın yanına dokruyu koyma·smı bllerek,
vunulan bir ba§kaldırının, yaşamın tü küçücük sevgi kırıntılarını her olasılı
müne yayılan zaman zaman toplumun ğa karşın koruyarak yaşıyoruz; yaşa.
değer yargılarıyla örselenen sevgi için malıyız da. . . "BİSİKLET GÜNLER!•'
atılan bir a-dımdır. Bunun içinde tüke nde de kadınlar, erkekler, çocuklar, in
nen, insanın zamanla sınırlı olan yaııam sanlar hep böyle bir güzel duygunun
sürecinin kesitsel yanılgıları, piııman- içinde yaşıyorlar...
56
nakkale Cezaevi'nde yazıp bltirdiği ro arasındaki dayanışmayı da koyarak, a
manı Kardelen içimizdeki bir acının sa cılı günlerin aııılmasında, ikiyüzlülükle
ğ·ılması, toplumsal bir sevgi yumağınuı rin yanısıra, böylesine içten dostlarm
yeniden toplanıp onarılması. Karı-Koca da omuzdaşlığını gündemde tutuyor.
öğretmen bir çiftin yasal direnişlerinin, "Kardelen" direniııin güzel bir se
yüreklerinde taşıdıkları güzel günlerin si, yenilmelerin altında yatan, kötü ko
baskısıyla onarılmaz bir biçimde yara ııulların, dayatmalarının altında yatan
lanması, giderek bu yaranın dig-er aile o güzelliğin her an · karı delecek · denli
ve toplum bireylerin e yansımasını kız güçlü olduğunu vurguluyor. O günlerin
lannın bakışıyla veren bir roman. Ya baskısı altında filizlenmek için bekle.
zımın başında özellikle toplumumuzun yen öfke değil, güzelliklere olan inan
son yıllarda geçirdiği aşamada aydın cın, umutlara olan inancın, insana o
lara ve diğer umudu ve güzelliği yü lan inancın filizlenmesi . öner Yağcl'
reğinde taşıyan insanlara yüklediği so nın kahramanları, acıyı aşarak sevgi
rumluluktan ve bunun yazınımıza yan dolu bir yürekle çıkıyor karşımıza. Hiç
sımasından sözetmiştim. Gerek 12 Mart, bir anı, hiç bir kişiyi kargışlamadan o
gerekse daha önceki dönemleri içeren soğuk günlerin anısını, o acılı giinlerin
romanlarda sanatçının toplumsal değiş bulutunu aralayarak yarına umutla ba
meyi daha çok geniş bir bakış açısıyla, kıyor. Bu güne dek, acının çiğlığını ya.
acıları ve işkenceyi anlatarak elealdık kaladık hep yapıtlarmda; bu gerek şiir
larını gördük. Bu güne dek yazınsal olsun, gerekse roman-öykü olsun. Bir
boyutlarda getirilen tüm birikimleri de bunun tam tersi, bireyci yazını sa
öner Yağcı özümleyerek yeni ve daha ran bir korku var ki, şu anda konumuz
geniş bir düzleme romanı yayarak ya bu değil .Yaşanan günleri ve geleceği
pıtını oluşturmuş. önceki yapıtları oku karamsarlığa boğan, insandan umudu
duğıımuzda Içimiz öfkeyle, içimiz acı nu kesen yazından sözetmek istemiyo
masızlıkla dolar taşardı. Oysa öner rum. Onları zaten zaman ve güzellik
ler örtüyor.
Yağcı•nm yapıtı, toplumumuzu daha
gerçekel açıdan elealarak, bireyi olumlu Toplumca yazınımız, öner Yağcı'
ve olumsuz yanlarıyla irdeliyor. Yapı� nın "Kardelen"iyle yeni bir boyut, ye
tın her sayfasını bitirdiğinizde i çinize ni bir bakış açısı kazandı bana göre.
yüreginize geniş; tüm olumsuzluklan Bizim daha güzel günlere olan umudu
kapsayan bir güzellik yansıyor. Yapı muzu pekiştiren, bizi daha güvenilir ya
lanlara ve yapılacak olanlara içinizde rınların eşiğine taşıyan yapıtlardan bi.
anlatılmaz boyutlarda güzel bir direniş ri Kardelen. öner Yağcı, yazınsal biri
oluşuyor. Hiç bir düşünceyi, hiç bir kimimizin yeni bir halkasında, bakışını
yaklaşımı hemen karalamadan ona ger yarına iyice çevirmiş bir yazar. Onun
çek yönleriyle sokulmayı, onu irdeleme romanında acı yok mu, hiç kuşkusuz
yi, onu içinde bulunduğu konumlar doğ var. Onun romanında öfke yok mu, hiç
rultusunda değerlendirerek sonuca git. kuşkusuz bu da var. Onun romanında
menizi öneriyor. Romancı bunun altını tüm bunları örten, tüm bunları aşan
hiç bir zaman çizmiyar ama, gerek ço daha büyük bir özellik var. İnsan yü
cuksu duyarlığın, gerekse çocuksu se reğinin tüm tutkulardan arınarak o
vecen yüreğin çizdiği olumluluklar şim luşturduğu bir güzellik var. "Kardelen"
diye dek oluşan yargılarınızı kırıyor, tüm doğayı olanca acımasızlığıyla sa
yaşama bir başka açıdan bakınanızı ran ak örtüler altında gizlenen değil,
sağlıyor. Öner Yağcı birikimleri yapıtın doğrudan doğruya direnen; inancının ve
da iyi değerlendii'l'lliŞ. Anne-Baba ve ço düşüncesinin doğruluğuna yüzde yüz de
cuk ikilemine; özellikle dostluk ve aile ğil, yüzdelerin de taşıyamıyacağı oran-
57
ULUSAL TlYATRO KAVRAMI VE BORİSAV STANKOVİÇ
1. GÜVEN KAYA
Ünlü İngiliz tiyatro adamı ve ele§ kalkmak, herhangi bir hükümeti alaşağı
tirmeni Clifford Bax, "Bir Genç 'Tiyatro etmeğe yeter !'
..
58
kez -bazen iki kez- Belgrad'a turne Yugoslavya'da tiyatro, her ulus ve hal
ye gelen ünlü İngiliz topluluğu "Stage kın kendi kültürel affirmasyonuna ye
Sosiety'', geçtiğimiz yıl Yugoslav seyir niliktir. Bu da doğal olarak kaynağını,
cisinin hiç de alışık olmadığı bir "Kral ulusal ve halkların kültürlerinin önemli
Lear" yorumuyla çıktı. Uçuca bağlan bir dayanağı olan falklordan alır. Çağ
mış beşer basamaklı, sağlı sollu ikişer daş yerli ve yabancı oyunlarm yanm
merdiven ve su dolu birkaç kova ile o da falklor özelliği taşıyan tarihsel ve
yuncuların, oyun boyunca üstüne oturup yöresel konulu oyunlar başta gelen sa
kah oyunu izledikleri, kah giyinip so nat ürünleridir. Aslında kendi ulusal
yundukları, sıraları gelince kalkıp oyu folkioruyla içiçe yaşayan Balkan insanı
na katıldıkları sıra sıra dizili tabure için, bundan daha önemli ne olabilir ? ..
ler... İşte oyunun bütün dekoru . . .
Günümüz ulusal tiyatrosunda tiyat mıştır. Sahne sanatının bir harikası say
ro- falklor uyarlamasının en başarılı dığım bu yapıttan kısa bir bölümü alın
59
(Bayram, beraberinde kurakliğı da süzer. Kendi kendine mınldanır gibi,)
getirmiştir. Zaten kaygılı ve umutsuz yeter, yeter artık !
olan insanların kaygısı ve umutsuzluğu
KOŞTANA : ( Şarkı söylerneğe de
bir kat daha artmıştır. Bütün bunlara
vam eder.)
karşın yine de gelenekleri sürdürmek
bir çingene toplumu için zorunluluktur. Sana baktım,
Zorunluluktan da öte, bir görevdir. ) Avluda, canfes şalvarının içinde
Yalnız ve sessizdin,
"MARKO: (Ağanın elini öper) Mut
Sanki avcıdan kaçan
lu bayramlar ağam!
Ormanın derinliğine sı�ınmış bir geyik
MAGDA : ( Ağaya şarap verir) Bu
gibi.
yur ağam ! .. Her şey yine eskiden ol Bre lele !ele,
duğu gibi sevdiğin ve istediğim biçim Sünbül saçlı kız,
d e ! . . Her şey yine yaz aylannın o gü
Oğlan avcı olmuş sana.
zel ve görkemli günlerinde olduğu gibi
eğlenceli ! .. TOMA : ( Sesini yükseltir.) Yeter!
Yeter !..
TOMA : (Oturur. ) Evet, bir zaman
larda olduğu gibi ! (oturduğu yerden KOŞTANA : (Devam eder . )
yanıbaşında kurumuş çeşmeye bakar. ) N e zaman gözlerini görsem senin,
Her şey, şu kurumuş çeşme misali sus İki göz, iki karanlık gecem olur benim.
kun !.. Öylesine sevdalıyım ki,
MAGDA : (Af dileyen bir sesle. ) Her şey beni sana götürür.
Haklısın ağam ! Bu yıl her taraf kup Nereye gideyim, kimlere gideyim ? Oy
kuru ! Elimiz kolumuz bağlı ! Hiçbir ııey anam !
yapamıyoruz ! Zaten ne yapabmriz ki! . . N erede bulayım o sevgili yi ?
Yukarda, ormanda kaynak var ama iyi Nerede, kiminle, nasıl ya§ar,
ce kirlenmiş. üstelik suyu da çekilmi§! .. Ürkek kumru misali titrek ?
Ağaçlar kurumuş ! Toprak çatlamış! .. Bre lele lele Stoyanka
Bir zamanların bereketli çeşmelerinin Ah Stoyanka, ah güzelim Branyanka.
yerini §imdi kurumuş çeşmeler, çürü
TOMA : (Üstünü başını yırtar gi
müş yapraklar almış ! ..
bi yerinden fırlar. ) Yeter!.. Bu kadara
TOMA : (Oturduğu yerde umutsuz dayanamam artık ! .. Yeter ! Yeter !
bir biçimde.) Evet, evet! Toprak da çe§ KOŞTANA : ( Şarkısına yine devam
me de benimgibi kurumuş artık ! eder. )
MİTKA : (Koştana'ya ve çalgıcılıira Bir baştan bir başa dolaştım bre Curco
60
ALiŞAN öZDEMiR
61
"Ağlamak Yasak" ile "Menek§e ve kadın arasındaki ilişkiyi de el e almış.
Ben" adlı öyküler. İkisi de kapatma iken aydm kadın i§çi
kadını kendisiyle eşit tutar. Ama sev
S. Özdamar•ın öykülerinde üzüntü-·
gilisini kovup yalnız kaldıktan sonra,
lü bir hava egemen. Çeşitli toplumsal
kumasını kabullenen işçi kadını küçük
ve bireysel sorunlar anlatılırken duy
görmeye başlar. Eşit tutmayı sürdürme.
gusallığa çok yer veriliyor. Gerçe kte
·si en insancıl davranış olurdu, ama ay
Anadolu toplumunda da üzüıltü egemeu
dm kadının o koşullarda evli sevgili
duygudur; bunun için türkülerimiz ve
sinden ayrılması doğru çözümü ver
şarkılarmuz yanıktır, arabesk müzik
mektedir.
çok tutulur halk arasında. Duygusal an
62
Nerede Kaldı 'f'', su bendi gibi toph.ıma kadınlar bilgi düzeylerine tıygun hi-!iın
yararlı bir girişimin, kimi köyleri su al lerle konuşturulmuşlar.
tında bırakması yanında pek bilinmeyen
"Kadırga'da Son Horon" adlı öykiı
bir yanını, su altında kalİnayan köyle
de söylencesel bir hava duyumsanıyor.
rin nasıl ayaklar altında kald.ığını yan
"Gam Köyü Nerede Kaldı ?'' da ve bi
sıtıyor. Ayrıca, "Kadırga'da Son Horon·•
raz da "Önemli Bir Adam" da gülmece
adlı öyküde, sürseler bile geleneklerin
ağırlıkta. Altı öyküde geçmişteki olay
biçimce değiştiklerinin de dolaylı yol
lar eski anlatım yöntemiyle anlatılmış,
dan anlatıldığına okuyucuların ilgi.ıini
kalan beş öyküde bilinç akışı yöntemi
çekmek istiyorum.
uygulanmış, Öykülerin çoğunda ki§il:cOrin
Köylüsüyle, işçisiyle daha çok alt işlerinden geçenler verilmeye çalışuı.nş,
katmanları yansıtan S. Özdamar, ç�· ı;it "Detroit'te Bir Kahve" ve "Gam Kö,·u
li konuları usta, akıcı bir biçimdP- :ın Nerede Kaldı ?" öykülerinde ise ruiısal
latıyor. Ama biçim yönünden henüz hlr yapı in€elenmemiş. Biçim ayrımtn::ıan
seçim yapmamış, çok değişik anlatım ötürü, özün sağlamlığına karşın öyl;:ü.
yöntemleri uygulamış, Çoğunda ü ;iiı.ıcü lerin güzelduyusal değeri eşdüzeyde dE'··
tekil ki!li anlatımı var, "Gam Köyü Nı?: ğil. İlginç konular saptayan, akı�ı ve
rede Kaldı ?" da ise iki satırlık giri:;; uz biçemi olan S. Özdamar'm, anlatım
ten sonra birinci tekil kişi ağzından yöntemi yönünden de ustalaşmasmı b�k
Köylünün baııına gelenler anlatı�nıı§. liyorum.
"Menekııe ve Ben'' de yine birinci t� ldl
kişi anlatımını görüyoruz . "Daglıı rch ( * ) Semra ÖZDA:MAR, "Kadırga'da Son
Bir Ölüm" de ise görüşüm yöntemi i":.e Horon", öyküler, Kavram YayuıiR
anlatılmııı olaylar ve bu öyküd e köylü rı, Şubat 1987.
T E M M U Z KlYI EYLÜL
AYLIK SANAT
SANAT DERG!Sl AYLlK DERG1
DERG!St
P.K. 13 P.K. 183
P.K. 71
KonakfİZM1R TRABZON S!VAS
63
KARŞI•NIN ABONE ÇAGRISI
Hem KARŞI'ya a bone ol mayı çekici hale g etirmek, hem okurları mızo
a bone l i k süresindeki KARŞI 'ların bedeli olara k başlang ıçta güvence sağ
lamak ve hem de ekonom i k koşulla rın kıskacında bunaldı klorı n ı bildiğimiz
dar gelirli okurla rı ımza kito pları m ızı a rmağa n ederek d estekte bul unmak
a macındayız. KARŞI'ya 31 Ara l ı k 1 987 ta rihine kada r abone olup (ya da
a bonesini yeni leyip) 5 . 000 TL. ödeyecek olan okurlarımız, aşağıdaki l is
taıde yer alan kitaplardan seçecekleri 5;000 TL. değerindeki kita pları n ad
larını bir mektupla bildirecekler. Mektuplar P.K. 78, {06502) Bahçelievler -
ARMAGAN KiTAPLAR
64
TÜRK DİLİ DERGiSi YASAKLI
P.K. 118 Mehmet BAŞARAN
BiR AYAKLANMADffi
HAL BÖYLE BÖYLE
GÜLÜŞÜN
Ş i i r
Ş i i r
Ali YILDIRIM özgür SAVAŞÇI
Ekim Yayınları Ş i i r
Kerem Yayınlan
HASIRALTI
ö y k ü BiSiKLET 'GÜNLERi
Czdemir BAŞARGAN ö y k ü
Kerem Yayınları Burhan GüNEL
Kerem Yayınlan
GECENİN KANAYAN
STOCKHOLM'DE MAvt
KÜLLÜK ANILARI
SAATLER
A n ı
Ş i i r
özkan MERT Nevzad SUDt
Broy Kerem Yayınları