You are on page 1of 49

IMMANUEL KANT

ARI USUN ELEŞTİRİSİ


IMMANUEL KANT
Arı Usun Eleştirisi
Çeviren:
AZİZ YARDIMLI

İdea İstanbul
İdea Yayınevi
Mühürdar Cad. 46/3 81300 — Kadıköy, İstanbul

IMMANUEL KANT
Kritik der reinen Vemunft
1781; ikinci yayım 1787

Bu çeviri için g)
AZİZ YARDIMLI 1993

An Usun Eleştirisi
olarak ilk yayım İDEA 1993
Tüm haklan saklıdır. Bu yayımın hiçbir bölümü
İdea Yayınevinin ön izni olmadan yeniden üretilemez
Plantin 9/10.3 ile
Dizgi ve baskı: Marmara Yayımcılık
ISBN 975 397 018 8
Printed in Türkiye

t
Sunuş
AZİZ YARDIMLI

Felsefe tarihçileri bir kural olarak Kant’ın yaşam ı ve kişiliği ile felsefi başarımı arasında
bir uyum suzluk olduğu kanısını vurgularlar. Yaşamı öylesine renksiz ve öylesine
tekdüzedir ki, herhangi bir idealist pırıltıdan yoksun bu kişilikte bir felsefe dehasının
çiçeklenmiş olması tüm beklentiyi aşar. Ve felsefe üzerinde yoğunlaşması öylesine yavaş
ve geç olmuştur ki, başlıca gökbilim , fizik, matematik gibi ilgilerle yoğrulmuş bir kafada
gerçek bir kurgul düşünce tininin nasıl mayalanmış olduğunu anlamak güçtür. Kant
1781’de K ritik d er reinen V em unft’u yayımladığı zaman 57 yaşındaydı. On yıllık bir
meditasyonun ürünü olan yapıt daha başından başlayarak ve tüm bu süre boyunca her
zaman üç ay içinde yayımlanacağı inancına karşın büyüdükçe büyüdü, tümce içersine
tüm cecikler yığıldı, başlangıçta kurallı olmuş olabilecek anlatımlar altüst edildi ve
sonuçta bütün bir yapı gotik bir ton içersinde düzensiz bir düzene yoğruldu. İlkin
D uyarlık ve Anlağın Sınırları [D er Grenzen d er Sinnlichkeit und d er Vemunft] başlığı
altında çıkması tasarlanan çalışma Kant’m sunuş kaygıları nedeniyle birçok ertelemeden
sonra yeni adıyla son dört ay gibi kısa bir süre içinde yayıma hazırlanarak 212 yıl önce
basıldı (1781—bu çeviride ‘A’ m etni). Kant anlaşılırlık konusunda duyduğu kaygılarda
hiç kuşkusuz haklıydı. İlk yayım tutucu ve mızmız bir tepkiyle karşılandı. Durumu
biraz olsun düzeltebilmek için yapıtın bir özlüleştirilmesi olarak yazdığı Prolegom ena’ya
(1783) ve A U E ’nin gözden geçirilmiş ve yer yer yeniden yazılmış ikinci yayımına karşın
(1787—bu çeviride ‘B ’ m etni), metin felsefe tarihinde okunması en güç olanlardan biri
ve en az sağın olanı olmaktan kurtulamadı. Ve gene de felsefe tarihinin en etkili çalışma­
larından biri oldu.
Daha 1799’da yapıtın beşinci basımı çıktı, ve evrensel bir tanınmışlığm vereceği m ut­
luluk hiç kuşkusuz yaşlı Kant’m yaratıcılığına güveninin pekişm esi için gereksindiği tek
şeydi. Kısa bir süre içinde yazdığı bir dizi kitapta salt kendi uğruna bile araştırmaya
değer bir felsefi ekin yarattı ve özellikle kılgısal felsefede birer öğüt havasıyla da dolu
yazıları Protestan ekinde güçlü bir onay buldu. Kant’ın Almanya’nın Aydınlanması ile
bağlanması geleneksel Alman ussalcılığına ters düşen kuramsal kuşkuculuğundan çok
bu törel yazılarında duyunç özgürlüğü ve katı ödev tini üzerine getirdiği vurguya bağlı­
dır: Töre us üzerine dayanmalıdır. Bu törel anlayış Alman ve bir bütün olarak Protestan
ekin alanı üzerinde ‘ussal’ Reformasyonun us düşmanı eğilim lerini de dengeleyici oldu
(Luther: ‘İnanç, tüm us, duyu ve anlağı ayaklar altmda ezm elidir’; ‘İnancın başladığı
yere ulaştığımızda, usu kör etmeyi öğrenm eliyiz’; ‘U s aldatılmak, köreltilmeli, ve yoke-
dilmelidir.’—Aktarmalar Kaufmann’dan). Kant’m genç Germanik bilincin şekillenm e­
sindeki katkısının düzeyini tam olarak saptamak olanaksız olsa da, o da kendisinden
sonra gelen Fichte ve H egel gibi felsefeyi salt bir akademik ilgi konusu olarak görmedi,
5
6 Sunuş

tersine onu ekin oluşturucu bir güç olarak kullandı ve bu konuda belki de umabileceğin-
den çok daha etkili oldu. Kant kurgul Usa yadsıdığı özgürlüğü kılgın Us için koşulsuzca
onayladığından, onu Aydınlanmanın Almanya’da ‘en önde gelen tem silcisi’ olarak gör­
mek doğaldır. Bir yandan doğa bilim ini H um e’un hiçbir nedensellik tanımayan görgü­
cülüğünden kurtararak onun Us üzerine temellendirilmesini sağlama bağladığına ina­
nırken (hiç kuşkusuz eleştirel felsefesinin ancak görüngünün bilimine izin verebileceği
anımsanmalıdır), öte yandan inanca da bir yer bırakarak bugün bile ılımlı modern felsefe
okurunun duygudaşlığım kazanan bir tutum geliştirdi.
Ama gene de Kant’m felsefesinin tüm değer ve imlemini ancak daha sonra onu izleyen
Alman idealistleri—Fichte, Schelling ve H egel—tarafından oluşturulan bir bütünün
parçası olarak kazandığını görmek güç değildir, ve onun çığır açan bir filozof olduğu
yolundaki yaygın kam bu bağlamda anlamlıdır. Çalışmasında tam olarak olduğu gibi
onaylanan tek bir bölümün bile olmamasına karşın, Kant’ı izleyen dönemde felsefe
modern Almanya’da neredeyse antik Yunanistan’daki altın çağım anımsatan ussalcı bir
gelişim evresi yaşadı. Büyük bir öncü değerini her zaman ona gereksinen ve ondan yarar­
lanabilecek bir ekine borçludur, ve bireysel felsefeci evrensel usun özbilincine katkıları­
nın değerini yalnızca onu anlayabilen bir kamuoyunun yargısında ve onun kavramım
geliştiren yeni kuşakların tininde kazanır. Kant hiç kuşkusuz felsefenin geleceği açısın­
dan engin bir kapı açmakta olduğunu biliyordu. Ve modern Avrupa felsefe tarihinde yeni
bir çığır açan büyük 18. yüzyıl filozofu olarak görülmesi ne olursa olsun yalnızca düşün­
ceye David H u m e’un kuşkuculuğu tarafından kapatılan kapının yeniden açılmasına
değil, yalnızca benzersiz bir felsefi atılım zemini hazırlamış olmasına değil, ama insan
varoluşunu (ve yokoluşunu) ilgilendiren bincik bilme çabası olarak felsefenin çok ciddi
bir sorun olduğunu, giderek insanlık yazgısı açısından başka hiçbir anlak bilim iyle kar­
şılaştırmayacak denli dirimsel ve saltık değerde olduğunu vurgulamasına bağlıdır.
A rı Usun E leştirisi gerçek bir kurgul felsefe çalışması ^olmasına karşın, tüm felsefeyi
bir kendinde-şey soyutlamasına uyarlama ve böylece salt öznel olarak yapılaşmana girişimi
tarafından soğrulmuştur. Yapıtın sunuluş biçim ini olduğu gibi içeriğini de çıkmaza
düşüren sorun buradan kaynaklanır—görgücülükten köken almaya çabalayan bir kurgucu­
luk. Onunki olanaksız bir tutumdur, ve böyle bir gerilimi giderme isteği yazarını daha
önce hiçbir filozofun denem em iş olduğu girişimlere ve tuhaf bir terminolojik dizgeye
götürmüştür (örneğin, a n anlağın şematizmi—kategorinin görüngüye uygulanışında
aracılık,[B1781831 mantıksal işlemlerde imgelemin ro/ü,[B233 5118246 71 kavramların ne yerden ne
de gökten ( = ne nesnelerden ne de başka kavramlardan) ama aşkınsal çıkarsaması— [bir
nesnenin ancak kavramlar aracılığıyla düşünülebildiğini tanıtlayabilirsek, bu onların
yeterli bir çıkarsaması ve nesnel geçerliklerinin aklanması olacaktır.|A971 ... Çıkarsama
arı anlak-kavramlarımn (ve onlarla birlikte tüm kuramsal a priori bilginin) deneyimin
olanağının ilkeleri olarak betim lem esidir—ilkeler burada genel olarak uzay ve zamandaki
görüngülerin belirlenimi olarak alınmak üzere.],B 16S|).
Bir çıkarsamanın özsel olarak tanıtlama olması gerektiğinden, yalnızca arı anlak kav­
ramlarının çıkarsamasının kendisi değil, ama bütün bir çalışma tanıtlamadan yoksundur,
çünkü felsefi tanıtlama kavramsal çıkarsama iken, Kant için salt biçimsel olan arı kavra­
mın söylemeye gerek yok ki hiçbir içeriği yoktur—ve içerik ile sezilebilir ‘nesne’yi
anladığı ölçüde, bir ideanm ya da kavramın böyle görgül bir içeriğinin olmadığına üzül­
mek anlamsızdır. Kant yalnızca ‘ileri sürmekte,’ ve her nedense felsefi tanıtlama yoksun­
luğunu kabullenmiş görünmektedir. Ama bu noktada bile Kant’m kurgul tini kendini
gösterir, ve usun saltıklığını çürütmeyi amaçlayan tüm çabalarına karşın, ironik olarak,
Sunuş 1

kavramın doğasının ilk ve tam belirtik modern formülasyonu—biraz aşağıda aktaracağı­


mız gibi—yine ondan gelmiştir. Gene de Kant usu çelişkiyi çözemeyen salt eytişimsel
us olarak görmede, yalnızca çatışkılar üreten ve bunları aşamayan ve her aşma girişim in­
de yanılsamaya düşen doğal bir metafizik eğilim i olarak görmede direttiği için, bu bulu­
şunun değerini yine kendisi kendisinden gizlemiştir.
K ant’ın eleştirel felsefesinin çatışkılara düşen düşünceye sağladığı kolaylık öylesine
çekiciydi ki, birbirleri ile bağdaşmayan sayısız görüşü ve giderek kimi görgül bilim
dallarındaki araştırmacılığı bile salt insan bilgisini sınırlamaları zemininde ‘Kantçılık’
olarak adlandırmak gelenek oldu. A n Usun E leştirisi’nirs karmaşıklığı fizyolojiden
fiziğe, ruhbilimden toplumbilime dek çeşitli görgül araştırma alanlarına, ve realizmden
göreciliğe dek eşit ölçüde çeşitli felsefi düşünme boyutlarına aşkınsal felsefenin mantık­
sal süreçleri arasmda kendilerine de izleyecek birer yol bulma olanağı veriyordu. Böylece
modern düşünce eleştirel felsefenin sağladığı sınırlı düzlem de hemen hemen önündeki
tüm mantıksal olanakları kullandı, sınadı, ve bir yana attı. Herşeye karşın, tüm bu
girişimler özsel olarak çeşitli önyargılar üzerine dayanan araştırma-inceleme tutumlarını
geçerli birer akademik konum olarak sunmaya çalışan denemeler olmaktan öteye geçe­
mediler. Yeni-Kamçılan bir ‘Yeni-’ öneki altına toplayan ortaklık öğesi bir biçimcilikten
daha çoğu olmadı. Zaman zaman sözü edilen Zurück nach Kant (1865) belgisi olguculuk­
tan olduğu gibi kurgu 1 düşünceden kaçışı da anlatan bir tepkiden çoğunu anlatmaz.
İngiliz analitik felsefe geleneğine gelince, evrensel/kozmopolitan usu bir yana bırakıp
salt kendi etnik uslarına bağlı olmakla, bunlar uzun bir süre Kant’ın modern Avrupa
felsefesi için ve bütün bir dünya felsefeciliği için neyi im lediği üzerine düşünmeyi bile
gereksiz saymışlar, ve Locke, Hum e ve Berkeley’in görgücü yavanlığının ötesine duyar­
sız ya da yeteneksiz modern inakçılar olarak Kant’ta neyin Kant olduğunu görememiş­
lerdir. Kant’ın felsefesi, tüm kuşkucu örtüsüne karşın, ve bütünüyle açıkta yatan kaçı­
nılmaz öznelciliğine karşın, analitik bir kötüye kullanımına izin vermeyecek denli ussal,
ve görgücü her yaklaşıma direnecek denli kurguldur. Kant ne denli karşıt görüşte diret­
miş olsa da, felsefesindeki en verimsiz etki H um e’dan gelendir; ya da, yine aynı şey, eğer
felsefesinde değersiz, anlamsız ya da üstelik tuhaf yanlar varsa, yalnızca bunlar analitik
felsefenin kullanımına açık olanlardır. Bu yüzden, bu sayfayı lekeleme pahasına da olsa,
Bertrand R ussell’dan Kant’m eleştirel felsefesinin modern analitik felsefenin perspekti- >
finden nasıl değerlendirilmesi gerektiğini anlatacak bir alıntı yapabiliriz: ‘Hume, by
cnticism o f the concept o f causality, atvakened him from his dogmatic slumbers so at least he
says [Prolegomena ’da], but the atuakening was only temporary, he soon invented a soporific
zuhich enabled him to sleep agaın.’ [Hume, nedensellik kavramım eleştirisi yoluyla,
Kant’ı—hiç olmazsa kendisinin dediği gibi—inakçı uyuklamalarından uyandırdı; ama
uyanma yalnızca geçiciydi ve çok geçmeden yeniden uyumasını sağlayan bir uyutucu
icadetti]—H ist. o f West. Phil. 1981, s. 678.
Kant’ın eleştirel dönem çalışmaları sırasında yaptığı buluşlardan biri, ve onu izleyen
kurgul felsefe girişiminin yazgısı açısından hiç kuşkusuz birincil önemde olanı, eytişim
üzerine ilki A n Usun E leştirisi’nde ve İkincisi Yargının E leştirisi’nde görünen şu söz­
lerdir:
‘İkinci olarak, her bir sınıfta kategorilerin her durumda eşit sayıda, e.d. üç olm alan,
kavramlar yoluyla tüm a priori bölüm lem enin zorunlu olarak ikili olması karşısında
üzerine düşünülmesi gereken bir noktadır. Ama yine eklem ek gerek ki her durumda
üçüncü kategori İkincinin kendi sınıfındaki birinci ile birleşmesinden doğar.’181101 (Bkz.
bu kitapta s. 79, § 11.) Bu satırların hemen üstünde Kant ‘yargı m odeli’ üzerine
Sunuş

kurduğu ve yalnızca 12 kategori içeren tablosunun ussal bilginin bilimsel biçimim ilgilen­
diren ve önemli sonuçlar getirebilecek kimi ince irdeleme noktalarından söz eder. Gerçek­
ten de Hegel’in yeterince açık bir anlatım verdiği kurgul yöntem ile tanışık olanlar daha
sonra saptanan bu sonuçların önemini bilmektedirler.
Ve Yargının E leştirisi’ne Girişte son dipnottan aktarırsak:
‘Arı felsefede bölüm lemelerim in hem en her zaman üçlü olması biraz tuhaf görülmüş­
tür. Ama bu sorunun doğasına bağlıdır. Eğer bir bölme a priori olacaksa, ya çelişki
ilkesine göre çözümsel olmalıdır ki, bu durumda her zaman ikili olacaktır, (guodlibet ens
est aut A aut non A ) , ya da bireşimli-, ve eğer ikinci durumda a priori kavramlardan türetile-
cekse (matematikte olduğu gibi kavrama karşılık düşen a priori sezgiden değil), o zaman
bölme bireşimli bir birliğin gerektirdiği gibi zorunlu olarak bir üçlü olmalıdır: 1. bir
koşul, 2. bir koşullu, ve 3. koşullunun koşulu ile birliğinden doğan kavram.’
Daha sonra F ichte’de belirtik olarak kullanılmasına karşın, H egel’in büyük bir olası­
lıkla Kant’m pek göze çarpmamış olan yukarıdaki satırlarından öğrenmiş olabileceği bu
bilgi parçası kurgul yöntemin duru bir formülasyonudur. Çelişki ilkesine göre ikili bölüm ­
lemenin ya da yalın bir çözümlemenin—ki her doğal us bu yalın olguyu kavrar—, ya da
bu yalın eytişimsel kıpının Spinoza’nın tüm belirleme olumsuzlamadvr ilkesinin bir başka
formülasyonu olduğunu bilince çıkarmak güç değildir. Ama nasıl Kant bu yalın mantık­
sal aygıtın tüm gücünü ve değerini dolaysızca kavramamışsa, sonraki felsefî düşünce de
Logosun, Mantığın bengi doğasının anlatımı olan bu formülasyonu tüm im lem i içinde
kavramaya ancak olağanüstü bir emekle, ancak dışsal tarihi ya da Zaman içinde erişmiş­
tir. Us ideal doğasını hiç kuşkusuz her zaman ortaya serer; ama önemli olan nokta bu
kendine örtük belirişinde özbilincine ulaşmasıdır.
Bu bakımdan Kant’m çalışmasının felsefe tarihi için tüm değeri onu herhangi bir
görgül boyuta çekiştirmeye çalışanların amaçlarında değil, ama onu izleyen Alman idea­
listlerinin dizgelerine özümsenen kurgul tözünde yatar. U sun kurgul alana girmesini
önleyecek sınır-polisi olması amaçlanan Eleştiri, ironik olarak, modern felsefi bilince en
anlamlı ortaklaşa katkıyı üreten bu idealist filozofların kurgul çabalarının vazgeçilmez
öncülü olmuştur. Ding-an-sich ve zorunlu olarak ona eşlik eden ya da yine onun olumsuz
anlatımı salt fenomenal nesne çoktandır usun bilm e tutkusunun ve kurgul mantığın
önünde dayanabilecek engeller olmadıklarım göstermişlerdir. Ve ancak bu bakış açısın­
dandır ki A n Usun E leştirisi felsefi düşünceyi ön-Sokratiklerin de gerisine götüren bir
bilmeme sevgisinin ya da misolojinin tem silcisi olarak değil, tersine, insan varoluşunun
anlamını us yoluyla kavramaya çalışan ve bu bağlamda insan sorununun çözüm üne—
erdeme—moral yasa yoluyla ulaşmayı öğütleyen bir düşünce kahramanının yapıtı olarak
görülebilir. Ve K ant’ın istediği de bundan başkası değildi.

A ziz Yardımlı
Fenerbahçe, 29 Ekim 1993
İçindekiler

Birinci Yayıma Önsöz 17


İkinci Yayıma Önsöz 22
Giriş 3 7 -4 8
I. Arı Ve Görgül Bilgiler Arasındaki Ayrım 37
II. Belli A Priori Bilgilerimiz Vardır, Ve Sıradan Anlak Bile Hiçbir Zaman
Bunlardan Yoksun Değildir 38
III. Felsefe Tüm A Priori Bilginin Olanak, İlkeler Ve Alanını Belirleyecek
Bir Bilim Gereksinimindedir 39
IV. Çözümsel Ve Bireşimsel Yargıların Ayrımı 41
V. Usun Tüm Kuramsal Bilimlerinde Bireşimli A Priori Yargılar İlkeler
Olarak Kapsanır 43
VI. Arı Usun Evrensel Sorunu 44
VII. Arı Usun Eleştirisi Adı Altında Tikel Bir Bilimin İdeası Ve Bölümleri 46

I. Aşkınsa! Öğeler Öğreîisi 49—329

Birinci Bölüm. Aşkınsal Estetik 51—65


[Giriş] § 1 51
1. Kesim. Uzay § 2, 3 52
2. Kesim. Zaman § 4-7 56
Aşkınsa! Estetik Üzerine Genel Notlar § 8 60

İkinci Bölüm. Aşkınsal Mantık 66—329


Giriş. Bir Aşkınsal Mantık İdeası 66—71
I. Genel Olarak Mantık 66
II. Aşkınsal Mantık 68
III. Genel Mantığın Çözümlem Ve Eytişime Bölünmesi 68
IV. Aşkınsal Mantığın Aşkınsal Çözümlem Ve Aşkınsal Eytişim
Olarak Bölünüşü 70
Birimi Aitbölüm. Aşkınsal Çözümlem 71 — 176
B i r i n c i K i t a p . Kavramların Çözümlemi 71 —111
1. Anakesim. Tüm Arı Anlak-Kavramlarının Bulgulanışı İçin İpucu 72
1. Kesim. Genel Olarak Mantıksal Anlak Kullanımı 72
2. Kesim. Anlağın Yargılardaki Mantıksal İşlevi § 9 73
3. Kesim. Arı Anlak-Kavramları ya da Kategoriler § 10-12 76
9
10 İçindekiler

2. Anakesım. Arı Anlak-Kavramlarının Çıkarsaması 81


1. Kesim. Genelde Bir Aşkın sal Çıkarsamanın İlkeleri § 13 81
Kategorilerin Aşkmsal Çıkarsamasına Geçiş § 14 84
2. Kesim. Arı Anlak-Kavramlarının Aşkmsal Çıkarsaması § 15-27
İlk Yayımda . 86
İkinci Yayımda 97

İ k i n c i K i t a p . İlkelerin Çözümlemi (Aşkmsal Yargı-Yetisi Öğretisi) 111 — 176


Giriş. Genel Olarak Aşkmsal Yargı-Yetisi 112
Aşkmsal Yargı Öğretisi 113
1. Anakesım. Arı Anlak-Kavramlarının Şematizmı 113
2. Anakesim. Arı Anlağın Tüm İlkelerinin Dizgesi 117
1. Kesim. Tüm Çözümsel Yargıların En Yüksek İlkesi 118
2. Kesim. Tüm Bireşimli Yargıların En Yüksek İlkesi 119
3. Kesim. Arı Anlağın Tüm Bireşimli İlkelerinin Dizgesel Sunuluşu 121
1. Sezgi Belitleri 122
2. Algı Öncelemeleri 124
3. Deneyim Andırımları 128
Birinci Andırım. Tözün Kalıcılık İlkesi 130
İkinci Andırım. Nedensellik Yasalarına Göre
Zamansal Ardışıklık İlkesi 133
Üçüncü Andırım. Etkileşim ya da Ortaklık Yasasına Göre
Eşzamanlılık İlkesi 141
4. Genel olarak görgül düşüncenin Konutları 144

İdealizmin Çürütülmesi * 147

İlkeler Dizgesine İlişkin Genel Not 152

3. Anakesım. Genel Olarak Tüm Nesnelerin Fenomenler ve


Numenler Olarak Ayrımının Zemini 154

Ek. Derin-Düşünce Kavramlarının Amfîbolisi 164

Derin-Düşünce Kavramlarının Amfîbolisi Üzerine Not 167

İkinci Altbölüm. Aşkmsal Eytişim 176—329


Giriş 176-181
I. Aşkmsal Yanılsama 176
II. Aşkmsal Yanılsamanın Yeri Olarak Arı Us 178
A. Genel Olarak Us 178
B. Usun Mantıksal Kullanımı 179
C. Usun Arı Kullanımı 180

B i r i n c i K i t a p . Arı Usun Kavramları 181 —191


1. Kesim. Genel Olarak İdealar 182
2. Kesim. Aşkmsal İdealar 185
3. Kesim. Aşkmsal İdealar Dizgesi 189
İçindekiler 11

İ k i n c ı K i t a p. Arı Usun Eytişimsel Çıkarsamaları 191—329


1. Anakesım. Arı Usun Bozukvargıları 192
Mendelssohn’un Ruhun Kalıcılığı TanıtınınÇürütülmesi 217
Ussal Ruhbilimden Evrenbilime Geçiş Üzerine Genel Not 222
2. Anakesım. Arı Usun Çatışkısı 223
1. Kesim. Evrenbilim sel îdealar Dizgesi 224
2. Kesim. Arı Usun Antitetiği 229
Birinci Çatışkı 231
İkinci Çatışkı 235
Üçüncü Çatışkı 239
Dördüncü Çatışkı 242
3. Kesim. Usun Bu Çatışmalardaki İlgisi 246
4. Kesim. Saltık Olarak Çözülebilmelerinin Zorunluğu Açısından
Arı Usun Aşkmsal Sorunları 250
5. Kesim. Evrenbilimsel Soruların Tüm Dört Aşkmsal İdea Yoluyla
Kuşkucu Tasarımları 253
6. Kesim. Evrenbilimsel Eytişimin Çözümüne Anahtar Olarak
Aşkmsal İdealizm 255
7. Kesim. Usun Kendi Kendisi ile Evrenbilimsel Çatışmasının
Eleştirel Çözümü 258
8 .Kesim. Arı Usun Evrenbilimsel İdealar Açısından Düzenleyici İlkesi 261
9. Kesim. Usun Düzenleyici İlkesinin Tüm Evrenbilimsel İdealar Açısından
Görgül Kullanımı 264
I. Bir Evren Bütününün Görüngülerinin Bileşiminin
Bütünlüğüne İlişkin Evrenbilimsel İdeanın Çözümü 265
II. Sezgide Verili Bir Bütünün Bölünmesinin Bütünlüğüne
İlişkin Evrenbilimsel İdeanın Çözümü 267
Vargı Notu ve On Anımsatma 268
III. Evren-Olaylarının Nedenlerinden Türetilmesinin
Bütünlüğü Açısından Evrenbilimsel İdeanın Çözümü 270
Doğa Zorunluğunun Evrensel Yasası İle Birlik İçinde
Özgürlük Yoluyla Nedenselliğin Olanağı 272
Evrensel Doğa Zorunluğu ile Bağıntı İçinde
Evrenbilimsel Özgürlük İdeasmın Açımlaması 273
IV. Genel Olarak Dışvarlıklarma Göre Görüngülerin
Bağımsızlığının Bütünlüğüne İlişkin Evrenbilimsel
İdeanın Çözümü 279

Arı Usun Bütün Çatışkısı Üzerine Vargı Notu 281

3. Anakesim. Arı Usun İdeali 282


1. Kesim. Genel Olarak İdeal Üzerine 282
2. Kesim. Aşkmsal İdeal (Prototypon transzendentale) 283
t. Kesim. Bir En Yüksek Varlığın Varoluşunu Çıkarsamada Arı Usun
Tanıtlama Zeminleri 287
4. Kesim. Tanrının Varoluşunun VarlıkbilimselBir Tanıtının Olanaksızlığı 290
12 İçindekiler

5. Kesim. Tanrının Varoluşunun Evrenbilimsel Bir Tanıtının Olanaksızlığı 294


Zorunlu Bir Varlığın Varoluşunun Tüm Aşkmsal Tanıtlarında Eytişimsel
Yanılsamanın Ortaya Çıkarılması Ve Açıklaması 298
6. Kesim. Fiziksel-Tannbilimsel Tanıtın Olanaksızlığı 300
7. Kesim. Usun Kurgul İlkeleri Üzerine Kurulu Tüm Tanrıbilimin Eleştirisi 304

Aşkınsal Eytişime Ek: Arı Usun İdealarmm Düzenleyici Kullanımı 308

İnsan Usunun Doğal Eytişiminin Son Amacı 317

II. Aşkınsal Yöntem Öğretisi 331—385


Giriş 333
1. Anakesim. Arı Usun Disiplini 333—364
1. Kesim. İnakçı Kullammda Arı Usun Disiplini 335
2. Kesim. Polemik Kullanımı Açısından Arı Usun Disiplini 344

Kendi İçinde Bölünmüş Arı Usun Kuşkucu Doyumunun Olanaksızlığı 351

3. Kesim. Önsavlar Açısından Arı Usun Disiplini 355


4. Kesim. Arı Usun Tanıtları Açısından Disiplini 359
2. Anakesim. Arı Usun Kanonu 364—377
1. Kesim. Usumuzun Arı Kullanımının Enson Ereği 364
2. Kesim. En Yüksek İyi İdeali—Arı Usun Enson Ereğinin
Bir Belirlenim-Zemini Olarak 367
3. Kesim. Sanma, Bilme ve İnanma 372
3. Anakesim. Arı Usun Arkitektoniği t 377—383
4. Anakesim. Arı Usun Tarihi , 383—385

Notlar 387
Dizin 393
Baco de Verulamio
Insturatıo magna. Praefatio.

De nobis ipsis silemus: De re autem, quae agitur, petimus: ut homines eam non Opinionem,
sed Opus esse cogitent; ac pro certo habeant, non Sectae nos alicuius, aut Placiti, sed utilitatis
et amplitudinus humanae fundamenta moliri. Deinde ut suis commodis a eq u i... ın commune
consulant ... et ipsi in partem veniant. Praeterea ut bene sperent, neque Instaurationem
nostram ut quiddam ınfınitum et ultra mortale fingant, et animo concıpiant; quum revera sit
infiniti erroris finiş et terminus legitimus*

*Bu not B’de eklendi. Noktalı yerler Bacon’ın metninde Kant’ın kısaltmalarım göste­
riyor. Yaklaşık bir çeviri şöyle:

Verulamlı Bacon
Büyük Yenileme. Önsöz.

Kendi kişiliğimizden söz etmiyoruz. Ama burada ilgili olan soruna gelince, dileriz ki salt
bir görüş bildirme olarak değil, ama dürüst bir çalışma olarak görülsün ve bir kesimi
destekleme ya da raslantısal bir düşünceyi aklama uğruna değil, ama genel olarak insan
gönenç ve değerim temellendirme uğruna ele alındığı kanısını yaratabilsin. Dolayısıyla
her birey en öz çıkarına ... evrensel iyilik için kaygı duyabilsin... ve bu uğurda ortaya
çıkabilsin. Son olarak, yenileştirmemiz sonsuz ve insanüstü birşeyi betimlemediğini,
çünkü gerçekte sonsuz yanılgıların sonunu ve geçerli sınırlarını anlattığım gösterebilsin.
Ekselansları, [B III|
Kraliyet D evlet Bakanı

Baron von Zedlitz ’e

D eğerli Efendim! [B V]

Bilimlerin gelişimine kendi payına katkıda bulunmak Ekselanslarının kendi ilgileri


uğruna çalışmak demektir; çünkü bunlar bilimlerle yalnızca bir koruyucunun yüksek
konumu dolayısıyla değil, ama sevecen ve aydınlık bir yargıcın çok yakın ilişkisi* *yoluyla
da sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu nedenle, eğer bu bakımdan bir katkım olabildiyse, belli bir
ölçüde yeteneğim içinde olan biricik araçtan yararlanarak Ekselanslarının beni onurlan­
dırdığı nazik güven duygusu için minnettarlığımı sunuyorum,
**Ekselânslarmm bu çalışmanın ilk yayımına değer gördüğü nazik dikkate şimdi bu (B VI]
ikinci yayımı adıyor, ve böylece aynı zamanda yazınsal görevimin tüm öteki ilgileri [ni
koruması] için yakanda bulunarak en derin saygılarımı iletiyorum.

Ekselanslarının
En itaatkâr, hürmetkar
Hizmetkârı

Immanuel Kant
Königsberg
23 Nisan 1787***

*Erdmann ile ‘Verhâltnis’ ekleyerek.


**A’da bu paragrafın yerine şu ikisi bulunuyor:
Her kim ki dünyasal dileklerini kısıtlayarak kurgul yaşamda doyum bulursa, aydın­
lanmış ve yetkin bir yargıcın onayında çabaları için güçlü bir güdü kazanır—-çabalar ki,
yararları büyük ama uzaktır ve bu yüzden sıradan insanların gözünden kaçarlar.
Bu yazımı böyle birine ve onun nazik dikkatine adıyor, ve [tüm öteki ilgilerimi] koru­
ması ...
***A’da: Königsberg, 29 Mart 1781.
[Birinci Yayıma] Önsöz [A VII]

İ nsan usu bilgisinin bir türünde özel bir yazgı ile karşı karşıyadır: öyle somlar tarafın­
dan rahatsız edilir ki, bunları gözardı edemez, çünkü ona kendi doğası tarafından verilir­
ler; ve gene de onları yamtlayamaz, çünkü insan usunun tüm yeteneğini aşarlar.
Us bu güç dumma hiçbir suçu olmaksızın düşer. Öyle ilkelerden yola çıkar ki, bunla­
rın deneyimin akışında kullanılmaları kaçınılmazdır ve aym zamanda deneyim tarafın­
dan yeterince doğrulanırlar. Bunlarla (kendi doğasının da bir sonucu olarak) her zaman
daha da yüksek, daha da uzak koşullara yükselir. Ama orada görür ki, bu yolda işi her [A VIII]
zaman tamamlanmamış kalmak zorundadır, çünkü sorular hiç bitmez; bu yüzden öyle
ilkelere başvurmayı zorunlu görür ki, bunlar tüm olanaklı deneyim-kullammmı aşarlar,
ve gene de öylesine kuşkudan bağışık görünürler ki, sıradan insan usu bile onlarla anlaş­
ma içindedir. Ama us böylelikle bulanıklık ve çelişki içine düşer, ve tam bu nedenle her­
hangi bir yerde gizlenmiş yanılgıların temelde yatıyor olmaları gerektiği vargısını çıkarsa
da, bunları ortaya seremez; çünkü yararlandığı ilkeler, tüm deneyim sınırlarının ötesine
geçtikleri için, bundan böyle deneyimden gelecek hiçbir denektaşını tanımazlar. Ö,u
sonu gelmez çekişmelerin kavga alanı M etafizik olarak adlandırılır.
Zaman oldu metafizik tüm bilimlerin kraliçesi olarak adlandırıldı, ve eğer istenç edim
diye alınacak olursa, nesnelerinin olağanüstü önemi nedeniyle hiç kuşkusuz bu onur
samm hak etmiştir. Şimdi ise çağın modası ona yalnızca küçümseyerek bakmaktır, ve
yadsınmış ve vazgeçilmiş nedime tıpkı Heküba gibi yakınır: Moda maxima renim, tot [A IX]
generis natisgue potens—nunc trahor exul, inops Ovid. Metam.
Başlangıçta makçılann yönetimi altında despotik bir egemenliği vardı. Ama, yasama
düzeni henüz üzerinde eski barbarlığın izlerini taşıdığı için, egemenliği iç savaşlar yoluy­
la adım adım tam anarşiye yozlaştı, ve kuşkucular, tüm yerleşik yapılardan tiksinen bir
tür göçebeler kümesi, zaman zaman yurttaşlık birliğini parçaladılar. Ne mutlu ki, sayıca
çok az oldukları için onun kendini her zaman yeniden kurma çabalarım engelleyemedi-
ler, gerçi bunun için kendi içinde tutarlı hiçbir tasar olmasa da. Daha yakın zamanlarda
sanki tüm bu çekişmeler insan anlağının belli bir fizyolojisi [Physiologie] (ünlü Locke’-
un) tarafından sona erdirilecek ve metafiziğin öne sürdüklerinin haklılığı tam bir kesin­
lik kazanacak gibi görünmüştür; ama sonuç başka türlü çıkmış, ve o sözde kraliçenin
doğumu sıradan deneyimin ayaktakımma bağlanarak boşsavları haklı olarak kuşku altı­
na düşürülmüş olsa da, bu soyağacı gerçekte düzmece olduğu için, kraliçe öne sürdükleri [A X]
üzerinde diretmeyi sürdürmüştür. Bu yolla metafizik bir kez daha o eski kurt-yeniği
inakçılığa geri düşmüştür ve böylece bir zamanlar bilimin kurtarılacak olduğu o aynı
küçümseme ile karşı karşıyadır. Şimdi, tüm yollar (sanıldığı gibi) denendikten ve boşa
çıktıktan sonra, bir bıkkınlık ve ram bir ilgisizlik egemendir—bilimlerde kaos ve gecenin
anası, ama aym zamanda onlarda yaklaşmakta olan bir dönüşümün ve aydınlanmanın
kaynağı, ya da hiç olmazsa bir ön-gösterisi, çünkü tümü de kötü yönlendirilen bir çalış­
kanlık yoluyla bulanık, karışık ve kullanışsız kılınmışlardır.
17
18 A n Usun Eleştirisi

Ama böyle nesneleri insan doğasına ilgisiz olamayacak araştırmalar açısından ilgisizlik
taslamayı istemek boşunadır. Yine, o sözde ilgisizler, Skolastik dili halksal bir tona değiş­
tirerek kendilerini ne denli tanınmaz kılmaya çabalamış olsalar da, herhangi bırşey
düşünüyor oldukları sürece, kaçınılmaz olarak öylesine küçümsedikleri o metafîziksel
önesürümlere geri düşmektedirler. Gene de, kendini tüm bilimlerdeki çiçeklenmenin
ortasında gösteren ve özellikle bilgileri—eğer onlara erişilebilmişse—tümü arasında en
[A xi] son gözden çıkarılacak olan bilimleri ilgilendiren bu ilgisizlik üzerine dikkatle düşünül­
mesi gereken bir fenomendir. Açıktır ki bir hafifliğin değil ama bundan böyle yüzeysel
bilgiyle oyalanmayan bir çağın olgunlaşmış yargı gücünün* etkisi, ve usa tüm görevleri
içinde en güç olanım, kendini-bilme görevini yeniden üstlenmesi ve bir mahkeme kur­
ması için bir çağrıdır—bir mahkeme ki ona haklı savlarında güvence verirken, buna
!a xıi] karşı tüm temelsiz istemlerini zora dayalı bir hükümle değil ama kendi bengi ve değiş­
mez yasalarına göre dışlayabilecektir. Ve bu mahkeme an usun eleştirisinin kendisinden
başka birşey değildir.
Gene de bununla kitapların ve dizgelerin bir eleştirisini değil, ama genel olarak us yeti­
sinin tüm deneyimden bağımsız olarak kendileri için çabalayabildiği2 tüm bilgiler açısın­
dan bir eleştirisini anlıyorum; öyleyse bu eleştiri genel olarak bir metafiziğin olanağı ya
da olanaksızlığı üzerine karar verecek, ve, herşey ilkelere uygun olmak üzere, kaynağını
olduğu gibi alan ve sınırlarını da belirleyecektir.
Geriye kalan ve girebileceğim biricik yol bu yoldu, ve orada şimdiye dek usu deneyim­
den özgür kullanımında kendi kendisi ile bozuşmaya götüren tüm yanılgıları gidermenin
bir yolunu bulmuş olmakla övünebilirim. Onun sorularını insan usunun yeteneksizliği
gibi bir gerekçeyle geçiştirmedim; tersine, bunları ilkelere göre tam olarak belirledim ve,
[A xni] usun kendini yanlış anladığı noktaları ortaya çıkardıktan sonra, bunları ona tam doyum
verecek bir yolda çözümledim. Hiç kuşkusuz bu soruların yanıtları inakçı bir esrime
içindeki bilme merakının bekleyebileceği gibi çıkmadı, çünkü böyle bir beklentinin
benim beceri alanıma girmeyen büyücülükten başka bir yolda doyurulması olanaksızdır.
Ama usumuzun doğal belirlenimi açısından da amaç hiç kuşkusuz bu değildir; ve felse­
fenin görevi yanlış anlamadan doğan aldanmacaları ortadan kaldırmaktır, üstelik bu
öylesine övülüp değer verilen kuruntuların yitmesine yol açsa bile. Bu uğraşta herşeyi
enine boyuna irdelemek en büyük amacım oldu, ve şunu söylemeyi göze alabilirim ki,
burada çözülmemiş ya da çözümü için en azından bir anahtar sunulmamış tek bir metafi-
ziksel sorun yoktur. Gerçekte arı us öylesine eksiksiz bir birliktir ki, eğer ilkesi ona kendi
öz doğası tarafından yöneltilen tüm sorulardan biri için bile yetersiz olsaydı, bu ilkeyi
bir yana atmaktan başka yapacak birşey kalmazdı, çünkü o zaman geri kalan sorulardan
hiç birinin tam bir güvenle ele alınması beklenemezdi.

*Arada bir zamanımızın düşünme yolunun sığlığı ve sağlam bilimin bozuluşu üzerine yakınma­
lar duyarız. Ama matematik, doğa bilimi vb. gibi sağlam birer zemini olanların bu suçlamayı en
küçük bir biçimde hak ettiklerini düşünmüyorum; tersine, bunlar sağlamlıkları konusundaki eski
ünlerini sürdürmekte, giderek fizik durumunda bunun bile ötesine geçmektedirler. Eğer başka
bilgi türleri de ilkelerinin aklanması konusunda kaygı duymuş olsalardı, aynı tin kendini onlarda
da etkin olarak gösterirdi. Bu olmadıkça, ilgisizlik, ikircim ve en sonunda sıkı eleştirinin kendileri
sağlam bir düşünme yolunun tanıtlarıdırlar. Çağımız herşeyi kendine altgüdümlü alması gereken
gerçek eleştirinin çağıdır. Kutsallığı yoluyla din, ve yüceliği yoluyla yasama kendilerini genellikle
ondan bağışık tutmayı isterler. Ama sonra yine kendilerini haklı bir kuşkunun altına düşürür, ve
usun yalnızca özgür ve açık sınamaya dayanabilene gösterdiği dürüst saygıyı kendi hakları olarak
ileri süremezler.
Birinci Yayıma Önsöz 19

Bunları söylerken sanırım okurun yüzünde görünürde böylesine övüngen ve kendini


beğenmiş bir tutuma karşı küçümsemeyle karışmış bir içerleme belirmektedir; ve gene IA XIV)
de bunlar söz gelimi ruhun yalın doğası ya da evrenin başlangıcının zorunluğu gibi şeylerin
tanıtlarını verdikleri ileri sürülen en sıradan izlencelerin yazarlarının önesürümleri ile
karşılaştırılamayacak denli ölçülüdürler. Çünkü bu yazarlar insan bilgisini olanaklı
deneyimin tüm sınırlarının ötesine genişletecekleri sözünü verirlerken, ben, daha alçak­
gönüllü bir tutumla, bunun gücümü bütünüyle aştığını kabul ediyorum. Benim işim
yalnızca usun kendisi ve arı düşüncesi iledir; ve bunların kapsamlı bilgilerini çok öteler­
de aramam gerekmeyecektir, çünkü onlarla kendi içimde karşılaşırım ve bu konuda sıra­
dan mantık bana daha şimdiden usun tüm yalın eylemlerinin tam ve dizgesel olarak sıra­
lanışının bir örneğini verir. Burada bana kalan yalnızca deneyimin tüm gereç ve yardımı
uzaklaştırıldığında us ile ne ölçüde başarılı olmayı umabilirim sorusunu yanıtlamaktır.
Her sorunun karşılanmasında eksiksizlik ve tüm ereklere erişmede kapsamlılık konusun­
da daha öte konuşmak gereksiz olacaktır—sorular ve erekler ki, rasgele saptanan amaçlar
değildirler, tersine bize eleştirel araştırmamızın gereci olan bilginin kendi doğası tarafın­
dan dayatılmışlardır. >v
AraştırmamızınJbiçimine gelince, pekinlik ve duruluk ;özsel istemler olarak böylesine IA XV]
incelikli bir görevi üstlenmiş yazardan haklı olarak beklenebilecek iki şeydir.
Pekinlik ile ilgili olarak benim için geçerli olan yargı bu araştırma türünde hiçbir yolda
sanılara izin verilemeyeceği, ve burada bir varsayımla herhangi bir benzerliği görülen
herşeyin en küçük ederle bile satışa çıkarılamayacak yasak mal olduğu ve bulunur
bulunmaz el koyulması gerektiğidir. Çünkü a priori kurulmuş olması gereken her bilgi
saltık olarak zorunlu sayılma ıstemindedir; ve bu tüm arı a priori bilginin herhangi bir
belirlenimi açısından da en az eşit ölçüde böyledir, çünkü böyle bir belirlenimin tüm
belgitli (felsefi) pekinliğin bir ölçünü ve böylece bir örneği olması gerekecektir. Burada
üstlendiğim görevi yerine getirip getiremediğim bütünüyle okurun yargısına kalan bir
noktadır, çünkü yazarın görevi yalnızca zemin ve nedenleri ortaya koymaktır, bunların
yargılama konumunda olanlar üzerindeki etkilerine ilişkin değerlendirmelerde bulun­
mak değil. Ama gene de herhangi birşeyin salt dikkatsizlikten ötürü söz konusu neden­ [A XVI]
lerin zayıflamasına yol açmaması için, hiç kuşkusuz yazara ikincil noktalar olmalarına
karşın kimi yanlış anlamalara neden olabilecek yerlere dikkati çekm e izni verilebilir ve
böylelikle okurun gösterecek olduğu en küçük duraksamaların bile ana amaçlar konu­
sundaki yargısı üzerinde yaratabilecek olduğu etki zamanmda uzaklaştırılabilir.
Anlak adını verdiğimiz yetinin temellerine inm ek ve aynı zamanda kullanımının kural
ve sınırlarını belirlemek için benim Aşkmsal Çözümlemin ikinci bölümünde A n Anlak-
Kavramlanmn Çıkarsaması başlığı altında yerine getirmiş olduğumdan daha önemli
hiçbir araştırma bilmiyorum—-bir araştırma ki emeğin en yoğununu isterken, karşılıksız
kalmayacağı umudunu da getirmiştir. Biraz derinde tem ellenmiş olan bu irdelemenin iki
yanı yardır.CBirincisl arı anlağın nesneleri ile ilgilidir ve onun a priori kavramlarının nes­
nel geçerliğini açımlaması ve kavranabilir kılması amaçlanmıştır; tam bu nedenle amaç­
larım için özseldir.(İkincisi ise arı anlağın kendisi, olanağı, ve üzerine dayandığı bilişsel IA XVII]
güçler ile ilgilidir, ve böylece onu öznel bağlamda irdelemektedir. Ve bu açımlamanın
ana amacım açısından büyük bir önemi olsa da, özsel olarak amacın kendisine ait değil­
dir; çünkü her zaman başlıca soru Anlak ve U s, tüm deneyimden bağımsız olarak, neyi
ve ne denli bilebilir? sorusudur, Düşünme yetisinin kendisi nasıl olanaklıdır? sorusu
değil. İkincisi bir bakıma verili bir etkinin nedeninin araştırması olduğu ve bu düzeye
dek kendinde önsava benzer bir yan gösterdiği için (gerçi, başka bir yerde göstereceğim,
20 A n Usun Eleştirisi

gibi gerçekte böyle olmasa da), öyle görünmektedir ki burada kendime ortaya bir sam
sürmek için izin verebilirim, ve bu yüzden okur da özgürce bir başka bir sanı ile bunun
karşısına çıkabilir. Bu nedenle okura önceden anımsatmam gerek ki, öznel çıkarsamam
onda um udettiğim tam kanıyı yaratmayı başaramasa bile, burada beni ilgilendiren başlı­
ca nokta olan nesnel çıkarsama tüm gücünü korumaktadır. Bu noktada yalnızca [A] 92
ve [A] 9 3 ’üncü sayfalarda söylenenler yeterli olabilir.
Son olarak, duruluk konusuna gelince, okurun ilk olarak kavramlar yoluyla diskursif
[Axvııi] (mantıksal) duruluk, ve sonra sezgiler, e.d. örnekler ya da başka in concreto açımlamalar
yoluyla sezgisel (estetik) duruluk isteme hakkı vardır. Birincisi konusunda elim den geleni
yapmaya çalıştım. Bu amacımın özünü ilgilendiriyordu; ama çok iveğen olmamasına
karşın gene de haklı olan ikinci isteme yeterince karşılık veremememin raslantısal nedeni
de o oldu. Çalışmamın ilerleyişi sırasında bu noktanın nasıl ele alınacağı konusunda
sürekli olarak kararsız kaldım. Örnekler ve açıklamalar her zaman zorunlu göründüler
ve bu nedenle ilk taslağımda gerektiği gibi yerlerini aldılar. Ama çok geçmeden görevi­
min büyüklüğünü ve ilgilenm em gerekecek konuların çokluğunu anladım; ve en kuru,
en skolastik yolda bile verilecek olsa, çalışmanın kendi başına bile oldukça geniş olacağını
anladığım için, onu yalnızca halksal bakış açısından zorunlu olan örnek ve açıklamalarla
dalıa da şişirmenin uygunsuz olacağını gördüm. Herşeyden önce bu çalışma ne olursa
olsun halksal kullanıma uyarlanamaz. Öte yandan böyle bir kolaylaştırma bilim in gerçek
öğrencisi için hiç de gerekli değildir, ve ne denli çekici görünse de burada amaca aykırı
[A xıx] olabilir. Keşiş Terrasson’un dediği gibi, insan bir kitabın büyüklüğünü sayfa sayısı ile
değil ama onu anlamak için gereken zamanla ölçerse, birçok kitap üzerine şu söylenebi­
lir: denli kısa olmasaydı daha kısa olurdu. Ama öte yandan geniş kapsamlı olmasına
karşın tek bir ilkede biraraya toparlanmış kurgul bilgi bütününün kavranabilirliği göz
önünde tutulursa, eşit hakla şu da söylenebilir: O denli dyru olmalan istenmeseydi, birçok
kitap çok daha duru olurdu. Çünkü duruluk konusunda, getirilen yardımcı gereç parça­
larda yardımcı3 olsa da, bütünde çoğu kez dağınıklık yaratır, çünkü okuru bütünün
gözlemine götürecek yolu yeterince çabuk açmaz ve örneklerin parlak renkleri dizgenin
eklem lenişini ve örgensel yapışım gizleyerek anlaşılmaz kılar ki, eğer dizgenin birlik ve
sağlamlığı üzerine yargıda bulunacaksak, bizi herşeyden çok ilgilendiren bunlardır.
Bana öyle görünüyor ki, yazar büyük ve önem li bir çalışmayı burada ortaya koyulan
tasara göre bütünlüğü içinde ve kalıcı bir yolda yerine getirme amacında olduğu zaman,
[A xx] çabasını onunkiyle birleştirmek okur için hiç de önemsiz bir kazanç olmayacaktır.
Metafizik, burada ona ilişkin olarak vereceğimiz kavrama göre, tüm bilim ler arasında
kısa bir zaman içinde ve küçük ama yeğin bir çaba ile bir tamamlanmışlık düzeyine eriş­
me sözünü verebilen biricik bilimdir, öyle ki bu durumda gelecek kuşaklar için geriye
didaktik bir yolda herşeyi kendi bakış açılarına göre düzenlemekten ve bunu bu nedenle
içeriği en küçük bir biçim de arttırmaksızın yapmaktan başka birşey kalmayacaktır. Çün­
kü metafizik a n us yoluyla kazanılmış tüm iyeliğimizin dizgesel olarak düzenlenmiş
dökümünden başka birşey değildir. Burada hiçbirşey bizden kaçamaz, çünkü usun bütü­
nüyle kendi içinden ürettiği birşey kendini gizleyemez; tersine, ortak ilkesi ortaya çıkarı­
lır çıkarılmaz us yoluyla açığa serilir. Bu tür bilgilerin tamamlanmış birliği, ve dahası
yalnızca an kavramlardan elde edilmiş olm alan ve böylece deneyimden ya da herhangi
bir belirli deneyim e götürebilecek salt tikel sezgiden gelebilecek birşeyin etkisi altında
genişletilmiş ya da arttırılmış olmamaları olgusu bu koşulsuz tamamlanmışlığı yalnızca
yerine getirilebilir değil ama zorunlu da kılar. Tecum habite et noris, quam sit tibi curta
supellex*—Persius.
Birinci Yayıma Önsöz 21

Arı (kurgul) usun böyle bir dizgesini D oğanın M etafiziği başlığı altında kendim üret­ [A XXI]
meyi umuyorum; bu çalışma, genişlikte bu E leştiri’m n yarısı denli bile olmasa, içerikte
onunla karşılaştırılamayacak ölçüde varsıl olacaktır, çünkü E leştiri herşeyden önce onun
olanağımn kaynak ve koşullarını ortaya serecek, bütünüyle bakımsız bir toprağı tem izle­
yip düzeltecektir. Bu çalışmada okurumdan bir yargıcın dayanç ve yansızlığını bekliyo­
rum; ama ötekinde bir yardımcının istenç gücünü ve desteğini; çünkü bu E leştiri’de
dizgenin tüm ilkeleri ne denli tam olarak ileri sürülmüş olursa olsun, dizgenin kendisinin
tamamlanmışlığı hiçbir türevsel kavramın eksik olmamasını da gerektirir. Bu kavramlar
herhangi bir a priori sıralama altına getirilemezler; tersine, adım adım araştırılmaları
gerekir. Bu yüzden bu E leştiri’de kavramların bütün bir bireşiminin inceden inceye geliş­
tirilmesi gerekirken, bunun yamsıra aym şeyin çözümleme açısından da yerine getirilmesi
gerekecektir ki, en kolayı odur ve bir çalışmadan çok bir eğlence olacaktır.
Burada baskı konusunda belirtmem gereken noktalar var. Baskının başlangıcı gecik­
miş olduğu için, provaların ancak yansım gözden geçirebildim ve bunlarda [A] 374’üncü [A XXII]
sayfa alttan dördüncü satırda skeptisch yerine basılan spezifisch dışında anlamı karıştır­
mayan birkaç baskı hatası buldum . [A] 425 ile 461’inci sayfalar arasında yer alan arı
usun çatışkılan tabulasyonlu bir yapıda düzenlenmiştir ve böylece Sav a ait herşey her
zaman solda dururken Karşısava ait olanlar ise sağda durmaktadır. Bu düzenlemenin
nedeni Sav ve Karşısavm birbirleriyle kolayca karşılaştınlmasını sağlamaktır.
[B VII] İkinci Yayıma Önsöz

U sun alanına ait olan bilginin irdelemesinin bir bilimin güvenilir yolunu izleyip izleme­
diği sonuçtan kolayca saptanabilir. Pekçok kez yapılan inceden inceye hazırlıklardan
sonra hedefine yaklaşır yaklaşmaz durdurulduğu zaman, ya da, ona erişmek için sık sık
geriye dönmesi ve yeniden başka bir yola düşmesi gerektiği zaman, benzer olarak, çeşitli
katkıların ortak bir amaçta anlaşmalarım sağlamak olanaklı olmadığı zaman, o zaman
böyle bir incelemenin henüz bir bilimin güvenilir yolunun çok uzağına düştüğü, tersine
ancak karanlıkta el yordamıyla yapılan bir arama tarama olduğu kanısına varılabilir.
Öyleyse bu yolu bulmaya çalışmak usa bir hizmet olacaktır, üstelik böylelikle üzerine
düşünmeksizin önceden kabul edilen amaçlarda kapsanan pekçok şeyden yararsız diye
vazgeçmek zorunlu olsa bile.
[B vıııj Mantığın en eski zamanlardan bu yana bu güvenilir yolu izlediği olgusu Aristoteles’ten
bu yana geriye doğru tek bir adımın bile gerekmemiş olmasından açıktır, eğer kimi
vazgeçilebilir safsataların uzaklaştırılmasını ya da bildirimlerin daha duru belirlenimler­
le sunulmasını bilim in güvenilirliğini olmaktan çok inceliğimi ilgilendirmeleri ölçüsünde
iyileştirmeler olarak saymazsak. Ayrıca belirtmeye değer kn mantık bugüne dek ileriye
doğru da hiçbir adım atamamıştır, ve bu yüzden tüm görünüşe karşın kapanmış ve
tamamlanmış olarak durmaktadır. Çünkü kim i yeniler bir yandan değişik bilgi-yetileri
(imgelem gücü, kavrayış gücü) üzerine ruhbilimsel bölümler, öte yandan bilginin kökeni
üzerine ya da nesnelerin ayrımına göre değişik pekinlik türleri üzerine metafiziksel
bölümler (idealizm, kuşkuculuk vb.), ve bir başka yandan da önyargılar (bunların
nedenleri ve çareleri) üzerine insanbilimsel bölüm ler katarak onu genişletmeyi düşün­
müşlerse de, bu ancak bu bilim in kendine özgü doğası konusundaki bilgisizliklerinden
doğmuştur. Eğer bilimlerin birbirlerinin sınırları ötesine geçmelerine izin verilirse,
|B ıx) sonuç genişlemeleri değil ama biçimsizleşmeleri olacaktır; buna karşı mantığın sınırları
bütünüyle sağın olarak belirlenmiştir, çünkü o öyle bir bilimdir ki biricik işlevi tüm
düşüncenin (ister a priori isterse görgül olsun, kökeni ya da nesnesi ne olursa olsun, anla­
rımızda ister olumsal isterse doğal hangi engellerle karşılaşırsa karşılaşsın) biçimsel
kurallarını ayrıntılı olarak açımlamak ve tam olarak tanıtlamaktan başka birşey değildir.
Mantık böylesine başarılı olmuşsa, bu üstünlüğünü yalnızca sımrlanmışlığına borçlu­
dur, çünkü böylelikle tüm bilgi nesnelerini olduğu gibi bunların ayrımlarını da soyutla­
masında aklanır, giderek böyle bir soyutlamayı yapma yükümlülüğü altında durur, ve
dolayısıyla onda anlak kendi kendisinden ve kendi biçim inden öte hiçbirşeyle ilgilen­
mez. Ama usun bilim in güvenilir yoluna girmesi doğallıkla çok daha güç olacak, çünkü
yalnızca kendi kendisiyle değil ama nesnelerle de ilgilenmesi gerekecektir; buna göre bir
ön-öğreti olarak mantık bir bakıma yalnızca bilime açılan bir penceredir; ve bilgiler söz
konusu olduğu zaman bunlar üzerine herhangi bir yargıda bulunabilmek için bir

22
İkinci Yayıma Önsöz 23

mantığın gerekli olmasına karşın, gene de bu bilgilerin kazanılması için bakılacak yer
sözcüğün tam ve nesnel anlamıyla bilimlerin kendileri olacaktır.
Bu bilimlerde usun da yer alması gerektiği ölçüde, onlarda a priori bilmen birşey
olmalıdır, ve bu bilgi nesnesiyle ikili bir yolda ilişkili olabilir—ya bu nesneyi ve kavramı­
nı (ki başka bir yerden veriliyor olmalıdır) yalnızca belirlemek, ya da o denli de edimsel
IBX] kılmak. Birincisi kuramsal, İkincisi kılgısal us bilgisidir. Her ikisinde de an bölüm —
kapsamı ne denli büyük ya da küçük olursa olsun—, eş deyişle, usun nesnesini bütünüy­
le a priori belirlediği yer, öncelikle ve kendi başına ele alınmalı ve başka kaynaklardan
gelmiş olanlar onunla karıştırılmamalıdır; çünkü eğer işler kötüye gidecek olursa, hangi
gelir bölüm ünün giderleri kaldırabileceğini ve hangilerinde kesinti yapılması gerektiğini
saptamaksızın her içeri girene körükörüne ödemede bulunmak kötü bir ekonomi ola­
caktır.
Matematik ve F izik nesnelerini a priori belirlemeleri gereken iki kuramsal us bilimidir.
Ama birincisi bütünüyle arı iken, İkincisi ise ustan daha başka bilgi kaynaklarına dayan­
makla ancak bölümsel olarak arıdır.
(Matematik)daha insan usunun tarihinin eriştiği en erken zamanlardan bu yana o hay­
ranlık verici Yunan ulusunda bir bilim in güvenilir yoluna girmişti. Ama matematik için
İB xıj o krallara yaraşır yolu bulmanın, ya da daha doğrusu onu kendi için üretmenin, usun
salt kendi kendisi ile ilgilenmesini gerektiren mantık durumunda olduğu denli kolay
olduğu düşünülmemelidir. Tersine, inanıyorum ki, özellikle Mısırlılar arasında, uzunca
bir süre el yordamıyla ilerleme aşamasında kalmıştır ve dönüşüm yalnızca arayış içindeki
tek bir insanın şanslı düşüncesi tarafından üretilen bir devrime yüklenmelidir; onun tara-
fmdandır ki insanın tutması gereken yol bundan böyle kalıcı bir kazanım olmuş ve bili-
' min izleyeceği güvenilir yol tüm zamanlar için ve sonsuz bir uzam içersinde açılmış ve i
gösterilmiştir. Düşünm e yolundaki bu devrimin—ki ünlü Ü m it Burnunu dönen deniz i/\ A çi
(
yolunun bulunuşundan çok daha önemliydi—ve onu ortaya çıkaran talihli bireyin tarihi
bize dek ulaşmış değildir. Gene de Diogenes Laertius tarafından bize iletilenlerde geom et­
rik belgitlemelerin en önemsiz olan ve sıradan yargı için bir tanıtlama bile gerektirmeyen
temellerinin ünlü bulucularının adlarının verilmesi bu yeni yolun ilk görüntüleri tarafın­
dan ortaya çıkarılan değişimin anısının matematikçilere olağanüstü önemde görünmüş
olması gerektiğini ve böylelikle unutulmuşluğu aştığını göstermektedir. İkizkenar üçge­
nin özelliklerini belgitleyen ilk insanın (bu Tales ya da başka biri olabilir) kafasında bir
IB xııj ışık çakmış olmalıdır; çünkü şekilde gördükleriyle ya da şeklin yalın kavramının kendi­
sini izlem ek ve bir bakıma bundan özelliklerinin bilgisini kapmakla yetinmediğini, ama
kavramların kendilerine göre a priori düşünüp çıkardıklarını ve (çizim yoluyla) betim ­
lediklerini5 ortaya koyması gerektiğini, ve birşeyi a priori bir güvenilirlikle bilmek için
o şeye zorunlu olarak ortaya çıkanlardan, kavramı ile uyumlu olarak kendisinin ona ver­
miş olduklarından başka birşey yüklem emesi gerektiğini bulm uştu.
Doğa-biliminü gelince, onun bir bilim olma yoluna çıkması çok daha yavaş oldu;
çünkü ancak bir buçuk yüzyıl önceydi ki bilge Bacon’ın önerileri bir yandan bu buluşun
ortaya çıkmasına neden olm uş, öte yandan daha şimdiden onun yolunda olanları esinlen-
dirmişti. Bu durumda da buluş düşünme yolunda hızla yer alan devrim yoluyla açıklana­
i i, >l
bilir. Burada doğa bilim ini yalnızca görgül ilkeler üzerine dayanmakta olduğu ölçüde
irdeleme altına alacağım.
Galileo ağırlıkları önceden kendisi tarafından belirlenen küreleri eğik düzlemde
yuvarlanmaya bıraktığı zaman, ya da Torricelli havaya kendisi tarafından önceden bilinen
bir su sütununa eşit bir ağırlığı taşıttığı zaman, ya da daha yakın zamanlarda Stahl
}
24 A n Usun Eleştirisi

metalleri onlara birşeyler ekleyerek ve sonra bunları geri çekerek oksitlediği ve sonra
[B xıi] yeniden metale dönüştürdüğü zaman,*—bütün bunlarla tüm doğa araştırmacıları üze­
rinde bir ışık çaktı. Usun ancak kendi tasarına göre kendi ürettiklerini bilebildiğini
kavradılar; kendini doğanın gösterdiği ipuçlarını izlemeye bırakmak yerine, değişmez
yasalara dayanan yargısının ilkeleri ile önden gitmesi ve doğanın zorunlu olarak onun
sorularım yanıtlaması gerekiyordu; çünkü önceden saptanmış bir tasara göre yapılmayan
olumsal gözlemler hiçbir biçimde zorunlu bir yasa ile bağdaşmayacaklardır, ve gene de
usun aradığı ve gereksindiği bu yasadan başka birşey değildir. Us bir elinde ilkeleri—ki
yalnızca bunlar çakışan görüngülere bir yasanın geçerliğini verirler—ve ötekinde bu ilke­
lere göre tasarladığı deney ile, doğaya hiç kuşkusuz ondan öğrenmek için yaklaşmalıdır,
ama kendini öğretmenin söylemek istediği herşeyi dinlemeye bırakan bir öğrencinin
değil, tersine tanığı kendi ortaya sürdüğü soruları yanıtlamaya zorlayan bir yargıcın nite­
liği içinde. Böylece giderek Fizik bile kendi düşünme yoluna çok büyük kazanımlar
[b xıv] getiren devrimi öyle ilginç bir düşünceye borçludur ki, buna göre us doğadan öğrenmesi
gereken ve kendi içinden üzerlerine hiçbirşey bilemeyeceği şeyleri doğada aramak (yan­
lışlıkla ona yüklememek), ve gene de bunu doğaya kendisinin koymuş oldukları ile
uyum içinde yapmak zorundadır. İlk kez böylelikledir ki doğa bilimi yüzyıllar boyunca
yalnızca el yordamıyla ilerlemeye çalıştıktan sonra bir bilimin güvenilir yoluna girmiştir.
Baştan sona yalıtılmış kurgul bir us bilimi olarak Metafizik kendini bütünüyle dene­
yimden öğrenmenin üzerine yükseltir, ve dahası, bunu yalnızca kavramlar yoluyla başar­
dığı için (matematik gibi kavramların sezgi üzerine uygulanmaları yoluyla değil), onun
alanında usun kendi kendisinin öğrencisi olması gerekir. Ama tüm geri kalan bilimler­
den daha eski olmasına karşın, ve üstelik bunlar herşeyi yokeden bir barbarlığın dipsiz
uçurumunda yutulacak olsalar bile varlığım sürdürecek olmasına karşın, Metafiziğin
yazgısı bugüne dek ona bir bilimin güvenilir yolunda olmanın doyumunu .verememiştir.
Çünkü us onda sürekli olarak takılıp kalır, üstelik en sıradan deneyimin doğruladığı
yasaları (kendi ileri sürdüğü gibi) a priori anlamayı istediği zaman bile. Onda yolun bite­
viye baştan alınması gerekir, çünkü bizi istediğimiz yönde ilerletmediği görülür. Ve yan-
]B xv] daşlarmın ileri sürdükleri noktalarda anlaşıp anlaşmadıklarına gelince, bundan henüz
öylesine uzaktırlar ki, tersine, metafizik güçlerini baştan sona kendilerine özgü bir savaş
oyununda tüketmeyi isteyenlerin bir kavga alanı olmaya yazgılanmış görünmektedir.
Orada henüz hiç kimse herhangi bir kavgada en küçük bir toprak parçası bile kazanama­
mış, utkusunu kalıcı bir iyelikle taçlandıramamıştır. Böylece, tüm ikircimin ötesinde,
metafiziğin yöntemi bugüne dek bir el yordamından, ve hepsinden de kötüsü, salt kav­
ramlar arasında bir el yordamından başka birşey olamamıştır.
Öyleyse, bugüne dek bu alanda bilim için hiçbir güvenilir yolun bulunamamış olması­
nın nedeni nerede yatar? Acaba onu bulmak olanaksız mıdır? Öyleyse doğa niçin usumu­
zun başına bu yatıştırılamaz çabayı dolamıştır, sanki o yolu araştırması en önemli sorun­
larından biriymiş gibi? Dahası, eğer usumuz bizi bilgiye susamışlığın en yeğin olduğu
yerde yalnızca bırakmakla yetinmeyip bir de oyalamalarla geciktiriyor ve en sonunda
aldatıyorsa, ona güvenmek için nedenlerimiz olduğunu düşünebilir miyiz! Ya da, eğer
yol şimdiye dek yalnızca kaçırılmışsa, o zaman yenilenecek araştırma çabalarında bizi
öncelemiş başkalarından daha şanslı olacağımızı ummak için işe yarayacak herhangi bir
belirti var mıdır?

♦Burada ilk başlangıçları ile hiç kuşkusuz çok iyi tanışık olmadığımız deneysel yöntemin tarihini
sağın sürecinde izlemiyorum.
İkinci Yayıma Önsöz 25

Birdenbire ortaya çıkan bir devrim yoluyla bugünkü yapılarım kazanmış olan matema­
tik ve doğa bilimi örneklerinin onlara o büyük üstünlüğü sağlamış olan düşünme yolu­ [B XVI]
nun dönüşümündeki özsel noktaları irdelemek için yeterince dikkate değer olduklarım
düşünüyorum; ve öyle görünüyor ki, yine aynı nedenle, us-bilgileri olarak metafizik ile
andırmalarının izin verdiği ölçüde burada hiç olmazsa bir deneme olarak onlara öykün­
me girişiminde bulunabiliriz. Bugüne dek tüm bilgim izin kendini nesnelere uydurması
gerektiği varsayılmıştır; ama onlara ilişkin herhangi birşeyi kavramlar yoluyla a priori
saptama ve bu yolla bilgim izi genişletm e girişimleri bu varsayım altında boşa çıkmıştır.
Öyleyse, bir kez de nesnelerin kendilerini bilgim ize uydurmaları gerektiği varsayımı
altında metafiziğin görevinde daha iyi sonuç alıp alamayacağımızı sınayabiliriz. Bu iste­
nilen şey ile, e. d ...nesnelerin bir a priori bilgisinin olanağı ile, e.d. onlar daha bize veril­
meden üzerlerine birşeyler saptama amacı ile çok daha iyi uyuşmaktadır. Burada durum
öyleyse Kopernik’in ilk düşüncesi durumunda olduğu gibidir. Gök cisimlerinin devim­
lerini bütün bir yıldızlar kümesinin gözlemcinin çevresinde döndüğü varsayımı altında
açıklamada iyi bir sonuç alamadığını görünce, Kopernik gözlemcinin kendisini döndü­
rüp, buna karşı yıldızları dingin tuttuğu zaman daha başarılı olup olamayacağını araştır­
mıştı. Metafizikte de, nesnelerin sezgisi açısından benzer bir yol denenebilir. Eğer sezgi [B XVII]
kendini nesnelerin yapılarına uydurmak zorundaysa, bunlar üzerine herhangi birşeyin
nasıl a priori bilinebilecek olduğunu anlamak güçtür; ama nesne (duyu nesnesi olarak)
kendini sezgi yetimizin yapısına uyduracaksa, o zaman bu olanağı kolayca anlayabilirim.
Ama, eğer birer bilgi olacaklarsa, bu sezgilerde durup kalamayacağım için, tersine bun­
ları tasarımlara dönüştürüp nesne olarak herhangi birşeyle ilişkilendirmem ve bu nesne­
yi onlar yoluyla belirlemem gerektiği için, ya bu belirlenimi ortaya çıkarmamı sağlayan
kavramların nesneye uyduklarını varsaymalıyımdır—ki bu durumda yine nesneler üzeri­
ne herhangi birşeyi a priori bilmenin yolunda yatan aynı güçlükle karşılaşırım; y a da
nesnelerin, ya da yine aynı şey, deneyimin—ki nesneler (verili nesneler olarak) yalnızca
onda bilinirler—bu kavramlara uygun düştüklerini varsaymalıyımdır—ki bu durumda
daha kolay bir çıkış yolu hemen görünmektedir, çünkü deneyimin kendisi kuralları
benim kendimde olan anlağın gereksindiği bir bilgi türüdür. Bu kurallar daha bana nes­
neler verilmeden bende oldukları için a priori varsayılmalıdırlar ve anlatımlarım a priori
kavramlarda bulurlar. Buna göre tüm deneyim nesneleri kendilerini zorunlu olarak bu
kavramlara uydurmalı ve onlarla bağdaşmalıdırlar. Nesnelere gelince, yalnızca us yoluy­ [B XVIII]
la ve dahası zorunlu olarak düşünülüyor oldukları ama (en azından usun onları düşün­
düğü yolda) deneyimde verilemedikleri sürece, onları düşünme girişimi (çünkü gene de
düşünülmelerine olanak vermelidirler) buna göre yeni düşünme 'yöntemi olarak varsay­
dığımız şey için, eş deyişle, şeylere ilişkin olarak ancak onlara itendi koyduklarımızı
a priori biliriz yolundaki yaklaşımımız için bulunmaz bir denek taşı olacaktır*

*Doğa araştırmacısının yöntemine öykünen bu yöntem öyleyse arı usun öğelerini bir deney tara­
fından doğrulanmayı ya da çürütülmeyi kabul eden birşeyde araştırmaktan oluşur. Şimdi, arı usun
önermeleri, özellikle olanaklı deneyimin tüm sınırlarının ötesine geçmeyi göze aldıkları zaman,
(doğa biliminde olduğu gibi) n e s n e l e r i ile herhangi bir deneyin sınaması altına getirilemezler;
öyleyse a priori saydığımız kavram ve ilkeler ile yapılabilecek tek şey bunların nesneleri iki ayrı
yandan görmeye olanak verecek bir yolda düzenlenmeleridir—üryandan, deneyim için, duyuların [B XIX]
ve anlağın nesneleri olarak, ve öteyandan, yalıtılmış ve deneyim sınırlarının ötesine geçmeye çalışan
us için, salt düşünce nesneleri olarak. Eğer şeyler bu çifte bakış açısından görüldüklerinde arı usun
ilkesi ile bağdaşmanın yer aldığı, ama tek bir bakış açısı durumunda usun kendi kendisi ile kaçınıl­
maz bir çatışmaya düştüğü bulunursa, o zaman deney bu ayrımın doğruluğundan yana karar verir.
26 A n Usun Eleştirisi

Bu girişim dilediğimiz ölçüde başarılıdır, ve metafiziğe ilk bölümünde--ki a prıon


kavramlarla ilgilidir ve deneyimde bunlara karşılık düşen nesneler onlarla uyumlu ola-
[B xıx] rak verilebilirler—bir bilimin güvenilir yolu için söz vermektedir. Çünkü bu yeni düşün­
me yoluna göre a priori bilginin olanağı bütünüyle açıklanabilecek, ve daha da ötesi,
deneyim nesnelerinin toplamı olarak doğanın temelinde a priori yatan yasalar için yeterli
tanıtlar sağlanabilecektir—ki bunların her ikisi de daha önceki yöntemlere göre olanak­
sızdı. Ama a priori bilme yetimizin bu çıkarsamasından metafiziğin ilk bölüm ünde tuhaf
olan ve metafiziğin ikinci bölüm de ele alman bütün bir amacı açısından oldukça zararlı
görünen bir sonuç doğmaktadır: onunla hiçbir zaman olanaklı deneyimin sınırını aşa­
mayacak olmamıza karşın, bu bilimin özsel sorunu bu sınırı aşmaktan başka birşey
Ib xx | değildir. Ama tam burada a priori us bilgim izin o ilk değerlendirmesinin sonuçlarının
doğruluğunu sınayabilecek bir deney yatar, çünkü bu bilgi yalnızca görüngülere ulaşır­
ken, buna karşı kendi için edim sel olmasına karşın bizim için bilinemez olan kendinde
şeyi öte yanda bırakır. Çünkü bizi zorunlu olarak deneyimin ve tüm görüngülerin sınır­
larının ötesine geçmeye iten şey koşulsuzun kendisidir ki, us koşullular dizisini tamamla­
yabilmek için bunu kendilerinde şeylerde zorunlu olarak ve tam bir hakla ister. Eğer
deneyim bilgim izin kendisini kendilerinde şeyler olarak nesnelere uydurduğu sayılası
üzerine koşulsuzun çelişki olmaksızın düşünülemeyeceğini bulursak, ve buna karşı, bize
verildikleri biçim iyle şeylere ilişkin tasarımlarımızın kendilerinde şeyler olarak onlara
uygun düşm edikleri, tersine bu nesnelerin görüngüler olarak kendilerini tasarım kipi­
mize uydurdukları varsayılırsa, o zaman çelişki yiter, ve buna göre koşulsuz ile onları bil­
diğimiz ölçüde (bize verili oldukları ölçüde) şeylerde değil, ama onları bilmediğimiz
ölçüde kendilerinde şeylerde karşılaşılacaksa, o zaman açıktır ki başlangıçta salt bir
[B xxi] deneme olarak varsaydığımız şey doğrulanmış olur* Ama kurgul usa duyulurüstünün
bu alanında tüm ilerleme böylece yadsındıktan sonra, gene de her zaman usun kılgın
bilgisinde koşulsuza ilişkin o aşkın us-kavramını belirlemek için veriler bulunup bulun­
madığını, ve böylece, yalnızca kılgısal açıdan olanaklı a priori bilgilerimizle, metafiziğin
dileğine uygun olarak, olanaklı tüm deneyim in sınırlarının ötesine geçip geçemeyeceği­
mizi araştırma görevi önüm üzde kalır. Böyle bir süreçte kurgul us bize en azından belli
bir genişlik için her zaman bir yer sağlamıştır; ve eğer bunu boş bırakması gerekmişse,
gene de bunu usun kılgısal verileri yoluyla—eğer yapabiliyorsak—doldurma yolu önü-
[B xxıi] müzde açık durmakta, giderek onun tarafından bunu yapmaya çağrılmaktayızdır.**

*An usun bu deneyi kimyagerin kimi zaman indirgeme deneyi ya da genel olarak bireşimli süreç
dediği şeye büyük bir benzerlik gösterir. Metafizikçinin çözümlemesi arı a priori bilgiyi görüngüler
olarak şeylerin ve kendilerinde şeylerin bilgileri olmak üzere oldukça değişik türde iki öğeye ayırır.
Eytişim bunları yeniden koşulsuza ilişkin zorunlu us-ideası ile uyum içine birleştirir, ve bu uyumun
o ayrıştırma yoluyla olmaksızın hiçbir zaman ortaya çıkamayacağını ve böylece doğru uyum oldu­
ğunu bulur.
**Böylece gök cisimlerinin deviminin özeksel yasası Koperriik’in başlangıçta salt bir önsav olarak
aldığı şeye tam bir pekinlik sağlamış ve aynı zamanda evreni birarada tutan görülmez kuvveti
(Newton’un çekimi) tanıtlamıştır. Bu sonuncusu eğer Kopernik gözlenen devimleri duyulara aykırı
ama gene de doğru bir yolda gök nesnelerinde değil ama onları gözleyende arama gözüpekliğini gös­
termemiş olsaydı hiçbir zaman açığa çıkarılamazdı. Düşünme yolunun Eleştiri’de açımlanan ve bu
önsava andırımlı dönüşümünü, bu tür bir dönüşüme yönelik ilk girişimlerin her zaman bir önsav
doğasında olan ıralarına dikkati çekebilmek için, bu önsözde salt bir önsav olarak ortaya koyuyo­
rum. İncelemenin kendisinde ise uzay ve zaman tasarımlarımızın yapılarından ve anlağın öğesel
kavramlarından çıkılarak hipotetik değil ama apodiktik olarak tamtlanaçaktır.
İkinci Yayıma Önsöz 27

Metafizikte bugüne dek süregelen işleyiş yolunu dönüştürmeye yönelen ve bunu geo-
metricilerin ve doğa araştırmacılarının örneklerine göre tam bir devrim yoluyla yerine
getirmeyi üstlenen bu girişim arı kurgul usun bu E leştiri’sinin görevini oluşturur. Bu
bir yöntem incelemesidir, bilim in kendisinin bir dizgesi değil; ama gene de sınırları açı­
sından olduğu gibi bütün bir iç eklem lenişi açısından da bilim in tam bir taslağını çizer.
Çünkü arı kurgul usun öylesine kendine özgü bir yanı vardır ki, yetilerini kendi düşünce [B XXIII]
nesnelerini seçme yollarındaki türlülüğe göre ölçer, giderek sorunlarına çeşitli eğilme
yollarının tam bir sayımını yapabilir ve böylece bütün bir ön-taslağı bir metafizik dizgesi
olarak saptayabilir ve saptaması gerekir. Çünkü, ilk noktaya gelince, a priori bilgide nes­
nelere düşünen öznenin kendisinden türettiğinden başka hiçbirşey yüklenemez; ve ikin­
ci noktaya gelince, arı us bilginin ilkeleri açısından bütünüyle yalıtılmış, kendi için kalıcı
bir birliktir ki, onda, tıpkı örgensel bir cisimde olduğu gibi, her bir üye tüm başkaları
uğruna ve tümü her biri uğruna vardır, ve hiçbir ilke aynı zamanda bütün bir arı us kul­
lanımı ile tüm bağıntısı içinde yoklanmış olmaksızın güvenilir olarak bir bağıntı içinde
alınamaz. Bu yüzden metafiziğin nesnelerle ilgilenen başka hiçbir us bilim i ile paylaşma­
dığı ender bir üstünlüğü daha vardır ki (çünkü Mantık yalnızca genel olarak düşüncenin
biçimi ile ilgilenir), eğer bu E leştiri tarafından bir bilim in güvenilir yoluna çıkarılacak
olursa, kendine ait bilgilerin bütün bir alanım tam olarak kucaklayıp işini tamamlayabi­ |B XXIV]
lecek ve bunu gelecek kuşaklar için hiçbir eklem enin yapılamayacağı bir temel çerçeve
olarak kullanıma bırakabilecektir, çünkü yalnızca ilkeler ve bunların kullanımlarının
yine kendisi tarafından belirlenen sınırları ile ilgilenmektedir. Buna göre, temel bilim
olarak bu eksiksizliğe ulaşmak zorundadır ve ona ilişkin olarak şu sözler söylenebilir
olmalıdır: nil actum reputans, si quid superesset agendum [geriye yapılacak şeyler kaldıkça,
hiçbirşeyi yapılmış saymayın].
Ama ne tür bir hazinedir bu, diye sorulacaktır, gelecek kuşaklara bırakmayı düşündü­
ğümüz? Nedir bu böyle E leştiri yoluyla arıtılarak kalıcı bir duruma getirilmiş Metafizik?
Bu çalışma üzerine yüzeysel bir gözlem sonucunda öyle görünebilir ki yaran yalnızca
olumsuzdur, çünkü bizi kurgul usu hiçbir zaman deneyim sınırlarının ötesine zorlama­
mamız gerektiği konusunda uyarır. Gerçekte ilk yaran da budur. Ama bu o denli de
olumludur, çünkü kurgul usu sınırlarının ötesine geçmeye götüren ilkeler gerçekte kaçı­
nılmaz olarak us kullanımının genişlemesine değil ama, daha yakından bakıldığında,
daralmasına yol açarlar, çünkü gerçekte ait oldukları duyarlığın sınırlarını herşeyi kapla­ [B XXV]
yacak denli genişletir ve böylece arı (kılgın) us-kullanımını yerinden etme gözdağmı
verirler. Buna göre, kurgul usu sınırlayan bir Eleştiri o düzeye dek hiç kuşkusuz olum­
suzdur; ama bu yolla aynı zamanda kılgın usun kullanımını sınırlayan ya da giderek onu
hiçe indirme gözdağmı veren bir engeli ortadan kaldırdığı için, gerçekte olumlu ve olduk­
ça önemli bir yararı da vardır. Bu böyle olunca hemen inanırız ki, arı usun saltık olarak
zorunlu bir kılgısal (ahlaksal) kullanımı vardır ve bunda kaçınılmaz olarak duyarlığın
sınırlarının ötesine geçer. Bunun için kurgul ustan hiçbir yardım gereksiniminde olma­
masına karşın, gene de onun karşı-etkisi göz önüne alındığında kendisi ile çelişkiye düş­
meyeceği yolunda bir güvence verilmelidir. Eleştirinin bu hizm etinin sağladığı olumlu
yararı yadsımak böylece söz gelimi polisin de hiçbir olumlu yarar sağlamadığını, çünkü
başlıca işinin yalnızca yurttaşları karşılıklı korku içinde tutan şiddeti önlemek ve böylece
herkesin işini barış ve güvenlik içinde sürdürmesini sağlamak olduğunu söylemekle bir
olacaktır. Uzay ve zamanın yalnızca duyusal sezginin biçimleri ve böylece yalnızca
görüngüler olarak şeylerin varoluşu için koşullar oldukları, ve, dahası, kavramlara karşı­
lık düşen sezginin verilebiliyor olması dışında hiçbir anlak kavramımızın ve dolayısıyla
28 A n Usun Eleştirisi

[B XXVI] şeylerin bilgisi için hiçbir öğenin olm adığı, buna göre hiçbir nesnenin kendinde şey ola­
rak değil ama ancak duyusal sezginin nesnesi olarak,6 e.d. görüngü olarak bilgisini
taşıyabildiğimiz—tüm bunlar E leştiri’nin çözüm sel bölüm ünde tanıtlanacaklardır. Ve
bundan hiç kuşkusuz usun olanaklı tüm kurgul bilgisinin yalnızca deneyim nesnelerine
sınırlı olduğu sonucu çıkar. Ama aynı zamanda belirtmek gerek ki, bu nesneleri gerçi
|B XXVII] kendilerinde şeyler olarak bilemiyor olsak da, gene de en azından onları düşünebilmemiz
gerektiği olgusu saklı kalmalıdır* Yoksa bunu görünecek hiçbirşey olmaksızın görüngü
gibi saçma bir önerme izleyecektir. Şimdi deneyim nesneleri olarak şeyler ve kendilerin­
de şeyler olarak aynı şeyler arasında E leştiri’miz tarafından zorunlu kılınan ayrımın
yapılmamış olduğunu varsayalım. O zaman nedensellik ilkesi ve dolayısıyla onun belir­
lenimi içindeki doğa-düzeneği etker nedenler olarak alındıklarında genel olarak tüm
şeyler açısından geçerli olacaktır. Bu durumda bir ve aynı varlık, söz gelimi insan ruhu
söz konusu olduğunda, onun istencinin özgür olduğunu ve gene de aynı zamanda doğa-
zorunluğuna altgüdümlü olduğunu, e.d. özgür olmadığını açıkça bir çelişkiye düşm ek­
sizin söylemek olanaklı olmayacaktır; çünkü ruh her iki önermede de bir ve aynı anlam­
da, eş deyişle genelde şey olarak (kendinde şey olarak) alınmıştır, ve önceleyen bir Eleşti­
ri olmaksızın başka türlü alınamazdı. Ama eğer Eleştiri nesnenin bir görüngü olarak ve
bir kendinde şey olarak ikili bir anlamda alınması gerektiğini öğretmede yanılmıyorsa,
eğer anlak kavramlarının çıkarsaması doğruysa, ve buna göre nedensellik ilkesi yalnızca
ilk anlamdaki şeyler üzerinde, eş deyişle deneyim in nesneleri oldukları ölçüde şeyler
|B XXVIII] üzerinde işliyorsa (bu nesneler ikinci anlamda alındıklarında bu ilkeye altgüdümlü
değillerse), o zaman bir ve aynı istencin görüngüde (görülebilir eylemlerde) zorunlu ola­
rak doğa-yasasına uygun olduğu ve bu düzeye dek özgür olmadığı, ve öte yandan bir ken­
dinde şeye ait olarak o yasaya altgüdümlü olmadığı ve dolayısıyla özgür olduğu hiçbir
çelişkiye düşülmeksizin düşünülebilir. Bu son yandan bakıldığında, ruhum kurgul us
yoluyla (ve hiçbir biçimde görgül gözlem yoluyla) bilinemez-, ve öyleyse duyulur evrende
kendisine etkiler yüklediğim bir varlığın özelliği olarak özgürlük de bilinem ez, çünkü
böyle birşeyi varoluşuna göre belirlenm iş, ve gene de zamanda belirlenmemiş olarak bil­
mem gerekecektir ki, kavramımı hiçbir sezgi desteklemediği için, olanaksızdır. Ama
tüm bunlar bir yana, gene de özgürlüğü düşünebilirim, e.d. en azından tasarımı kendi
içinde hiçbir çelişki kapsamaz, yeter ki iki tasarım türü (duyusal ve anlıksal) arasındaki
eleştirel ayrımımız ve buna bağlı olarak arı anlak kavramlarının ve onlardan doğan ilke­
lerin sınırları saptanmış olsun. Şimdi, eğer ahlakın zorunlu olarak özgürlüğü (sağın!
anlamda) istencim izin bir özelliği olarak öngerektirdiğini kabul edersek, eğer usumuzda
yatan kökensel kılgın ilkelere onun a priori verileri olarak götürdüğünü ve bunların
özgürlük varsayımı olmaksızın saltık olarak olanaksız olacaklarını kabul edersek, ve
IB XXIX] aynı zamanda kurgul usun bu özgürlüğün hiçbir biçim de düşünülmesine izin vermedi­
ğini tanıtlamış olduğunu kabul edersek, o zaman zorunlu olarak o ilk varsayım—eş
deyişle ahlaksal varsayım—karşıtı açık bir çelişki kapsayanın önünde geri çekilm eli ve
buna göre özgürlük ve onunla birlikte törellik7 (önceden özgürlük varsayılmadıkça

*Bir nesneyi bilmek için onun olanağını (ister deneyimin kanıtına göre edimselliğinden olsun,
isterse us yoluyla a priori olsun) tanıtlayabilmem gerekir. Ama istediğimi düşünebilirim, yeter ki
kendimle çelişkiye düşmeyeyim, e.d. yeter ki kavramım olanaklı bir düşünce olsun, üstelik tüm
olanaklar toplamında buna bir nesnenin karşılık düşüp düşmediğini saptayamasam biİe. Ama böyle
bir kavrama nesnel geçerlik (olgusal olanak, çünkü ilki yalnızca mantıksal olanaktır) yükleyebil-
mem için daha öte birşey gerekir. Gene de bu ‘daha ötesi’nin kuramsal bilgi kaynaklarında aranması
gerekmez; o da kılgısal olanlarda yatıyor olabilir.
İkinci Yayıma Önsöz 29

karşıtı hiçbir çelişki kapsamadığı için) yerini doğa-düzeneğine bırakmalıdır. Ama ahlak
için gereksindiğim tek şey özgürlüğün yalnızca kendi ile çelişmemesi ve bu yüzden onu
daha öte anlamak zorunlu olmaksızın en azından düşünülebilmesine izin vermesi oldu­
ğu için, ve böylece doğa-düzeneğine göre yer alan aynı eylemin (bir başka ilişki içinde
alındığında) yoluna engel çıkarmadığı için, törellik öğretisi ve doğa öğretisi her biri ken­
di yerlerini ileri sürebilirler. Ama bu ancak Eleştiri bize daha önce kendilerinde şeyler
açısından kaçınılmaz bilgisizliğimizi gösterdiği ve kuramsal olarak bilebileceğimiz herşeyi
yalnızca görüngülere sınırladığı için olanaklıdır. Arı usun eleştirel ilkelerinin olumlu
yararları üzerine bu tartışma Tanrı ve ruhumuzun yalın doğası kavranılan açısından da [B XXX]
geliştirilebilir; ama kısalık uğruna bu noktaların üzerinden atlayabiliriz. Böylece Tanrı,
özgürlük ve ölümsüzlüğü usumun zorunlu kılgın kullanımı amacıyla varsaymam bile ola­
naksızdır, eğer kurgul us için aynı zamanda aşkın içgörü gibi bir boşsavı yoksaymayacak
olursam; çünkü usun böyle bir içgörüye ulaşabilmek için öyle ilkelerden yararlanması
gerekir ki, gerçekte yalnızca olanaklı deneyimin nesnelerine eriştikleri için, eğer bir
deneyim nesnesi olamayacak olana uygulanacak olurlarsa, bunu edimsel olarak her
zaman görüngüye dönüştürecek ve böylece arı usun tüm kılgın genleşmesini olanaksız
kılacaklardır. Bu yüzden inanca yer açabilmek için bilmeyi bir yana atmak zorunda kal­
dım.-Metafiziğin inakçılığı, e.d. arı usun eleştirisi olmaksızın metafizikte derlenebilece­
ği önyargısı ahlaka ters düşen ve her zaman inakçı olan tüm inançsızlığın gerçek kaynağı­
dır.—Öyleyse, gelecek kuşaklara kalıt bırakmak üzere arı usun bir eleştirisine göre
dizgesel bir metafizik yazmak çok güç olmasa da, hiç de hafife alınmayacak bir beceri
gerektirecektir. O zaman eleştiriden yoksun bir el yordamının rasgele arayışları yerine,
genelde bir bilimin güvenilir yolu içersinden usun ekini üzerine bakılabilecektir; ve [B XXXI]
araştırmacı gençlik onları üzerlerine hiçbirşey anlamadıkları ve dünyadaki hiç kimse
gibi kendilerinin de hiçbirşey bilemeyecekleri şeylerin çevresinde gevşek kurgulara
gömülmek için öylesine erken ve öylesine çok yüreklendiren ve sağlam temellendirilmiş
bilimlerin öğrenilmesini gözardı ederek yeni düşünceler ve görüşler bulmaya yönelten
sıradan inakçılıktan koparak zamanını daha iyi değerlendirebilecektir. Ama, herşey bir
yana, ahlak ve din açısından paha biçilmez bir yarar daha getirecektir ki, bunlara yönelik
tüm karşıçıkışları Sokratik yolda, eş deyişle karşıçıkanların bilgisizliklerinin en duru
tanıtlanışı yoluyla sonsuza dek susturacaktır. Dünyada her zaman belli bir metafizik
olmuştur, ve hiç kuşkusuz her zaman olacaktır; ama onunla birlikte bir de arı usun eyti­
şimi bulunacaktır, çünkü bu ona doğaldır. Öyleyse felsefenin ilk ve en önemli görevi
yanılgının kaynağını kapayarak metafiziği tüm zararlı etkilerinden sıyırmaktır.
Bilimler alanındaki bu önemli değişime ve kurgul usun imgesel iyeliklerini kaçınılmaz
olarak yitirmesine karşın, genel insanlık ilgileri açısından herşey olduğu gibi durmakta
ve dünyanm arı usun öğretilerinden sağladığı yararlar her zamanki düzeylerim koru­ [B XXXII]
maktadırlar, Yitiş yalnızca Okulların tekelini etkiler, ama hiçbir biçimde insanların ilgile­
rini değil. En katı inakçılara soruyorum, ruhumuzun ölümden sonra sürmesine ilişkin
olarak tözün yalınlığından türetilen tanıtlama, ya da evrensel düzenekselliğe karşı isten­
cin özgürlüğünün öznel ve nesnel kılgısal zorunluklar arasındaki ince ama gene de güç­
süz ayrımlardan türetilen tanıtlaması, ya da Tanrının varoluşunun en-olgusal bir varlık
kavramından türetilen tanıtı, (değişebilir olanın olumsallığının ve bir ilk devindiricinin
zorunluğunun tanıtı,)—tüm bunlar acaba Okullardan çıkıp ta hiç kamuya ulaşmış ve
onun kamları üzerinde en küçük bir etki yaratabilmişler midir? Bu olmamıştır, ve sıra­
dan insan anlağının böylesine incelikli kurgular için elverişsizliği göz önüne alınacak
olursa, olması da hiçbir zaman beklenmemelidir. Tersine, ilk nokta açısından, her
30 A n Usun Eleştirisi

insanın doğasının dikkate değer yatkınlığı, zamansal olanla (bütün bir belirleniminin
gizil yatkınlığı için yetersiz olduğundan) hiçbir zaman doyum bulamaması bir gelecek
[B XXXIII] yaşam umudunun kaynağı olmuştur; İkinciye gelince, eğilimlerin tüm istemleri ile kar­
şıtlık içinde ödevlerin açıkça sergilenişi özgürlük bilincini yaratır; ve son olarak üçüncüye
gelince, doğada her yerde kendini gösteren görkemli düzen, güzellik ve özen, bilge ve
büyük bir evren Yaratıcısına inancı doğurmuştur. Kendilerini kamu bilincinde yaygınlaş­
tıran bu kamlar, ussal zeminlere dayandıkları ölçüde, bu yollarda ortaya çıkarlar. Okulla­
ra bundan böyle evrensel insan ilgisi olan bir noktada büyük (bizim için saygıya değer)
bir çoğunluğun eşit ölçüde kolayca ulaşabileceğinden daha yüksek ve yaygın hiçbir içgö-
rü ileri süremeyecekleri, ve böylece kendilerini yalnızca bu evrensel olarak kavranabilir
ve ahlaksal amaçlar için bütünüyle yeterli tanıtlama zeminlerinin ekinine sınırlamaları
gerektiği öğretildiği için, o söz konusu iyelikler yalnızca rahatsız edilmemekle kalmaz,
ama bu yolla daha da büyük bir saygınlık ve yetke de kazanırlar. Değişim böylece yalnız­
ca Okulların kibirli istemlerini ilgilendirir—Okullar ki, kendilerini bu tür gerçekliklerin
biricik yargıç ve koruyucusu sayarlar ve bunların anahtarlarını kendilerine saklayarak
kamuya yalnızca yararlarını iletirler {quod mecum nescit, solus vult scire videri). Öte yandan
[B XXXIV] ı kurgul) filozofun daha ılım lı istemlerine gereken saygı gösterilmelidir. O her zaman
kamuya onun tarafından bilinm eksizin yararlı olan bir bilim in, eş deyişle usun eleştirisi­
nin biricik sorumlusu olarak kalır; çünkü bu eleştiri hiçbir zaman halksal olamaz, gide­
rek böyle olması gerekli de değildir. Çünkü yararlı gerçekliklerden yana inceden inceye
dokunmuş uslamlamalar da kamunun kafasında her zaman ancak onlara yönelik eşit
ölçüde ustaca karşıçıkışlar denli anlamlıdırlar. Öte yandan, her ikisi de kendilerini kaçı­
nılmaz olarak kurgunun yüksekliklerine ulaşmış her insana sundukları için, Okullar,
kurgul usun haklarını köklü bir yolda araştırarak, çekişmelerin er geç halk arasında bile
" kaçınılmaz olarak yaratacağı skandali kalıcı bir yolda önlem ekle yükümlüdürler. Yoksa,
metafizikçiler (ve hiç kuşkusuz metafızikçiler olarak dinadkmları da)“eleştiri olmaksızın
kaçınılmaz olarak bu çekişmelere karışacaklar ve sonuç öğfetilerinin çarpıtılması olacak-
, tır. Yalnızca E leştiri yoluyladır ki o evrensel olarak zararlı özdekçilik, yazgıcılık, tanntanı-
mazcılık, özgür-düşünme inançsızlığı, bağnazlık ve boşirıanç, ve son olarak daha çok
Okullar için tehlikeli ve kamuya aktarılması oldukça güç olan idealizm ve kuşkuculuk
[B XXXV] köklerinden kazmabilecektir. Eğer hükümetler aydınların işlerine karışmayı uygun
görecek olurlarsa, o zaman usun emeğinin biricik sağlam dayanağı olan böyle bir Eleşti-
rf’nin özgürlüğünden yana çıkm ak onların insanlık için olduğu gibi bilimler için de gös­
terdikleri bilgece kaygıya Okulların gülünç despotluklarını desteklemekten çok daha
uygun düşecektir—Okullar ki örümcek ağlarının yokedilmesi üzerine gürültülü bir
kamu tehlikesi çığlığı koparsalar da, kamu bunlara hiçbir zaman dikkat etm ediği için,
yitişlerini de hiçbir zaman duyamayacaktır.
Eleştiri bilim olarak an bilgisi içindeki usun inakçı işlem yoluna karşı değildir, çünkü
bilim her zaman inakçı olm alı, e.d. güvenilir a priori ilkelerden sağın tanıtlamalar ver­
melidir; eleştiri yalnızca inakçılığa, e.d. usun çoktandır uygulama alışkanlığında olduğu
gibi yalnızca (felsefî) kavramlardan türetilen arı bir bilgi ile ilkelere göre ilerlenebileceği
ve bunun usun bu kavramlara hangi yolla ve hangi hakla ulaştığı sorgulanmaksızın yapı­
labileceği «ayıltısına karşıdır. İnakçılık böylece arı usun kendi yetilerinin bir ön eleştirisi
olmaksızın inakçı işleyiş yoludur. Karşıt tutum bu yüzden kendine popülerlik adını
[B XXXVI] yakıştıran bir gevezeliğin yüzeyselliğine ya da bütün bir metafiziği kırpılmış bir süreçe
indirgeyen kuşkuculuğu destekleme durumuna düşmemelidir. Tersine, Eleştiri bir bilim
olarak köklü bir metafizik, için zorunlu ön hazırlıktır, ve bu metafizik zorunlu olarak
İkinci Yayıma Önsöz 31

inakçı bir yolda ve en sıkı dizgesel istemlerle uyum içinde, ve dolayısıyla popüler değil,
ama skolastik kurallara göre geliştirilmelidir; çünkü bu karşılamayı üstlendiği ve bütü­
nüyle a pnon, ve dolayısıyla kurgul usun tam doyumuna yerine getirmeyi gözardı ede­
meyeceği bir istemdir. Öyleyse E leştiri’nin ortaya sürdüğü tasarın yerine getirilmesinde,
«Sç îj M-' ' '
e.d. gelecek metafizik dizgesinde, tüm inakçı filozofların en büyüğü olan ünlü W olff un
katıyöntemini izlememiz gerekecektir—W olff ki, ilkelerin düzenli saptanışları, kavram­ k # Â f”
ların açık belirlenişleri, sağın tanıtlamaların üretilişleri yoluyla ve sonuçlarda atak sıçra­
malardan kaçınarak bir bilim in güvenilir yoluna nasıl erişilebileceğinin ilk örneğini ver­ çy ' M e
miş, bu örneğiyle Almanya’da henüz sönmemiş olan o derin ve kapsamlı araştırma c >'VW;
tininin dirilticisi olmuştu. Metafiziği bir bilim konumuna getirmede özellikle başarılı ( " -jH i hJ\,
olabilirdi, eğer örgenin, eş deyişle arı usun kendisinin bir eleştirisi yoluyla alanı önceden
hazırlamayı düşünmüş olsaydı; bir eksiklik ki, onun kendisinden çok zamanının inakçı [B XXXVII]
düşünme yoluna yüklenmelidir ve bu konuda çağının ya da tüm önceki çağların filozof­
larının birbirlerini kınamaya hakları yoktur. W olff’un yöntemini ve aynı zamanda arı
usun eleştirisinin yöntemini yadsıyanlarm bilimin zincirlerini atarak çalışmayı oyuna,
pekinliği sanıya ve filo-sofiyi filo-doksiye çevirmekten başka amaçları olamaz.
Bu ikinci yayım a gelince, bu uygun fırsattan yararlanarak bu kitabın yargılanmasında
keskin kavrayışlı olanları bile belki de belli bir ölçüde benim sorumlu olabileceğim yan­
lış anlamalara düşürebilecek güçlük ve bulanıklıkları olanaklı olduğunca gidermeye
çalıştım. Önermelerin kendilerinde ve onları destekleyen tanıtlamalarda, tasarın biçi­
minde olduğu gibi bütünlüğünde de değiştirilecek hiçbirşey bulamadım; bu bir yandan
onları8 kamuya sunmadan önce uzun uzadıya yoklamış olmama, öte yandan olgunun
kendisinin yapısına, eş deyişle arı kurgul usun doğasına yüklenmelidir; çünkü us öyle
bir eklem li yapıdır ki, orada herşey bir örgendir, eş deyişle, hepsi biri ve biri hepsi uğru­ [B XXVIII]
nadır, öyle ki en küçük bir bozukluk, ister bir yanlışlık (yanılgı) isterse eksiklik olsun,
kendini kullanımda kaçınılmaz olarak ele verecektir. Bu dizge, umarım, gelecekte de
kendini bu değişmezlik içinde sürdürecektir. Beni bu güvende aklayan şey kendini-
beğenmişlik değil, ama yalnızca sonuçların özdeşliğinden deneysel olarak doğan
kanıttır—ister en küçük öğeden arı usun bütününe, isterse, evrik olarak, bütünden
(çünkü bu da kendi,için usun kılgısal alandaki son amacı olarak verilidir) her bir parçaya
ilerliyor olalım. En küçük bir parçayı değiştirme girişimi bile hemen yalnızca dizgede
değil ama evrensel insan usunda çelişkilere yol açar. Ama açımlama konusunda henüz
yapılması gereken çok şey vardır; ve bu yayımda ilk olarak Estetik ile ilgili olarak doğan
yanlış anlamaları, özellikle Zaman kavramını ilgilendirenleri, ikinci olarak anlak kav­
ramlarının çıkarsamasındaki bulanıklığı, üçüncü olarak arı anlak ilkelerinin tanıtları
açısından yeterli kanıt eksikliği olduğu sanısını, ve son olarak ussal ruhbilimi önceleyen
bozukvargılar konusunda getirilen yanlış yorumlan uzaklaştırmada yardımcı olacağım
umduğum noktalan geliştirmeye çalıştım. Açımlama yolumdaki değişiklikler bu nokta­
dan öteye (eş deyişle, yalnızca Aşkınsal Eytişimin ilk bölüm ünün sonundan öteye) [B XXXIX]
geçmediler* çünkü zaman kısaydı, ve geri kalanlar açısından uzman ve yansız eleştir- [B XL]

*Yalnızca tanıtlama türünde de olsa, sözcüğün gerçek anlamıyla biricik eklemeler ruhbilimsel
idealizmin yeni bir çürütülmesi ile dışsal sezginin nesnel olgusallığına ilişkin katı bir (ve inanıyorum
ki, olanaklı biricik) tanıtlamadır (s. [B] 273). İdealizm metafiziğin özsel erekleri açısından ne denli
zararsız görülse de, (ki gerçekte böyle değildir,) dışımızdaki şeylerin (ki giderek iç duyumuz için
bile bilginin bütün bir gerecini bunlardan türetiriz) varoluşlarının yalnızca inanç üzerine kabul edil­
mesi ve bundan kuşku duyabilecek birinin doyurucu hiçbir tanıtlama ile karşılanamaması felsefe

' -Atf;.. Av SİA ^.Ay


32 A n Usun Eleştirisi

(B x l i] menler arasında hiçbir y a n lış anlama ile karşılaşmadım. Bu eleştirmenleri burada hak
[B x u i ] ettikleri övgülerle birlikte adlandıramayacak olsam da, anımsatmalarına yönelik ilgile­
rim yeri g e ld ik ç e kendilerini göstereceklerdir. Öte yandan, bu geliştirmeler okur payına
küçük bir yitiğe yol açmışlardır ki, önlenmesi kitabı daha da kahnlaştırmaksızın olanak­
sız olacaktı. Çünkü özsel olarak bütünün eksiksizliğini ilgilendirmiyor olsalar da, birçok
okurun k a ç ır m a y ı istemeyebileceği ve başka bakımlardan yararlı bulabileceği birçok
noktayı ya atmak ya da kısaltmak zorunda kaldım. Ancak bu yolla daha anlaşılabilir ola­
cağım umduğum bir sunuş biçimine y er açabildim, çünkü bu yeni sunuşun önermeler
ve giderek tanıtlamalar açısından temelde saltık olarak hiçbirşeyi değiştirmemiş olması­
na karşın, açıklama yönteminde kimi noktalarda önceki yöntemden öyle bir yolda uzak­
laşır ki, aralara yerleştirilecek eklemeler yoluyla yerine getirilmesi olanaksızdı. Eğer
dilenirse ne olursa olsun ilk basımla karşılaştırma yoluyla giderilebilecek bu küçük yitik
umuyorum ki yeni metnin daha anlaşılır yapısı tarafından büyük ölçüde dengelenecek­
tir. Yayımlanmış çeşitli yazılarda (hem kitap eleştirileri durumunda hem de özel incele­
melerde) Almanya’da tam ve kapsamlı araştırma tininin kendine bir dahilik havası veren
bir düşünme özgürlüğünün yöntemleri tarafından yalnızca kısa bir süre için bastırılmış
[B x l iii ] ama sönmemiş olduğunu, ve Eleştiri’n in dikenli yolunun, arı usun yöntemli ama yalnız­
ca böyle olmakla kalıcı ve buna göre en yüksek düzeyde zorunlu bilimine götüren bu
yolun gözüpek ve parlak kafaları onu özümleme çabalarında engellememiş olduğunu
minnettar bir hoşnutlukla gördüm. İçgörüde tamlığı ve duru bir sunuş yeteneğini (ki
bende olduğunu sanmıyorum) mutluluk verici bir yolda birleştiren bu değerli insanlara
şurasında ya da burasında henüz biraz kusurlu olan düzenlememi tamamlama görevini
bırakıyorum; çünkü bu bakımdan tehlike çürütülme değil ama anlaşılmamadır. Bana
gelince, gerçi kendimi bundan böyle tartışmalara bırakamayacak olsam da, hiç kuşkusuz
ister dostlarımdan isterse karşıtlarımdan gelsinler, tüm telkinleri dizgenin gelecekteki
gelişiminde onlardan bu ön-öğreti ile uyum içinde yararlanabilmek için dikkatle kabul
edeceğim. Bu ç a lışm a n ın gidişinde yılların akışında da oldukça ilerlediğim için (bu ay
altmışdördüme basıyorum), kurgul ve kılgın Usun Eleştirilerinin doğruluklarının tanıtı

ve evrensel insan usu için her zaman bir skandal olarak kalacaktır. Tanıtlamanın anlatımında üçün­
cü satırdan akıncıya dek belli bir bulanıklık olduğu için bu tümceleri şöyle değiştirmek isterim
[bkz. B 275]: ‘Ama bu “halıcı” tendeki bir sezgi olamaz. Çünkü dışvarlığımın bende karşılaşılabilecek
tüm belirlenim-zeminleri tasarımlardırlar, ve, böyle olarak, kendileri onlardan ayrı bir “kalıcı”ya gereksi­
nirler ki, bu tasarımların değişimleri, ve dolayısıyla içinde değiştikleri zamandaki dışvarlığım, onunla
ilişki içinde belirlenebilirler.’ Bu tanıtlamaya karşı m uhtem elen şu söylenebilecektir: Ben yalnızca
kendimde olanın, e.d. dışsal şeylere ilişkin tasanmımın dolaysızca bilincindeyimdir; ve buna
[B XLJ göre dışımda ona karşılık düşen birşeyin olup olmadığı her zaman belirsiz kalır. Ama iç deneyim
yoluyla zamandaki dışvarlığımın (ve dolayısıyla ayrıca bunun ondaki belirlenebüirliğinin) bilincin­
deyimdir; bu ise yalnızca tasarımımın bilincinde olmamdan daha çoğu, ama gene de dışvarlığımın
görgul bilinci ile türdeştir, ve bu sonuncusu ise ancak varoluşuma bağlı ama dışımda olan birşey ile
ilişki yoluyla belirlenebilir. Zamandaki dışvarlığımın bu bilinci öyleyse dışımdaki birşey ile ilişki­
nin bilincine özdeş olarak bağlıdır ve buna göre dışsal olanı iç duyu ile ayrılmamacasma bağlayan
şey uydurma birşey değil ama deneyimdir, imgelem değil ama duyudur. Çünkü dış duyu daha şim ­
diden kendinde sezginin dışımdaki edim sel birşey ile ilişkisidir, ve imgelemden ayrı olarak dış
duyunun olgusallığı yalnızca burada yer alan şeye, eş deyişle, olanağının koşulu olarak iç deneyimin
kendisi ile ayrılmamacasma bağlı olmasına dayanır. Eğer tüm yargılarıma ve anlama edimlerime
eşlik eden ‘Varım’ tasarımında dışvarlığımın anlıksal bilincine aynı zamanda anlıksal sezgi yoluyla
dışvarlığımın bir belirlenimini bağlayabilseydim, o zaman onun için dışımdaki birşey ile bir ilişki-
İkinci Yayıma Önsöz 33

olarak birer Doğa ve A h la k Metafiziği y a zm a tasarımı yerine getirmede za m a n ım ı iyi


değerlendirmem gerektiği açıktır. Bu çalışmada kaçınılması b a şta n pek olanaklı olma­
yan bulanıklıkların durulaştırılmasım ve bütünün savunulmasını bu yüzden onu kendi [B XLIV]
öz çalışmaları bilen o değerli insanlardan bekliyorum. H er felsefi söylem tek tek nokta­
larda karşıçıkışlara açık olsa da (çünkü matematiksel bir çalışma gibi her noktada silah­
lanmış olarak ortaya çıkamayacaktır), dizgenin eklem li yapısı birlik olarak görüldüğün­
de onun için en küçük bir tehlike bile söz konusu değildir. Çok az insan yeni bir dizgenin
genel gözlem i için yeterli ansal beceri ile donatılıdır; ama tüm yenilikleri uygunsuz bul­
dukları için, daha da a z ı bunu yerine getirme eğilimindedir. Tekil bölümleri bağlamla­
rından koparıp birbirleriyle karşüaştırarak görünürde çelişkiler yakalamak oldukça
kolaydır, özellikle özgür bir anlatım biçimiyle yazılmış bir çalışma durumunda. Başkala­
rının yargılarına güvenenlerin gözlerinde bu tür çelişkiler çalışmayı duygudaş olmayan
bir ışık altına düşürürler; ama bunlar bütündeki düşünceyi yakalamış olanlar tarafından
kolayca çözülürler. Bu arada, eğer yeni bir kuram kendinde kalıcılık taşıyorsa, başlangıç­
ta onun için büyük bir tehlike yaratıyor gibi görünen etki ve tepkiler zamanın akışı için­
de yalnızca ondaki pürüzleri düzeltmeye yarayacaklardır; ve eğer yansız, kavrayışlı ve
gerçekten popüler insanlar onunla ilgilenecek olurlarsa, kısa bir zamanda kendisine
gereken anlatım güzelliğini de kazanmış olacaktır.

Königsberg, Nisan 1787

nin bilinci zorunlu olmazdı. Ama o anlıkşal bilinç önceden geliyor olsa da, dışvarlığımı yalnızca
kendisi belirleyebilecek olan iç sezgi duyusaldır ve zaman-koşulu ile bağlıdır. Gene de bu belirleni­
min, ve dolayısıyla iç deneyimin kendisi, bende olmayan ve buna göre yalnızca dışımdaki birşeyde
olan ve kendimi onunla ilişki içinde görmek zorunda olduğum kalıcı birşey üzerine bağımlıdır. Dış [B XLI]
duyunun olgusallığı böylece genelde bir deneyimin olanağı için zorunlu olarak iç duyunun olgusal-
lığı ile bağlıdır; eş deyişle, dışımda kendilerini duyularımla üişkilendiren şeylerin var olduklarının
bilinci tıpkı kendimin zaman içinde belirli olarak varolduğumun büinci denli pekindir. Hangi verili
sezgilere dışımdaki nesnelerin edimsel olarak karşılık düştükleri, ve öyleyse hangilerinin dış duyuya
ait oldukları ve imgelem yetisine değil ama duyuya yüklenecekleri her bir tikel durumda genelde
deneyimin (ve giderek iç deneyimin bile) imgelemden ayırdedilmesini sağlayan kurallara göre sap­
tanmalıdır (dış deneyim edimsel olarak vardır önermesi her zaman temel olmak üzere). Burada bir
nokta daha belirtilebilir: Dışvarlıkta kalıcı birşeyin tasarımı kalıcı tasarım üe avnı sev değildir; çün­
kü birincisi9 tıpkı tüm tasarımlarımız gibi ve giderek özdek tasarımı gibi oldukça geçici ve değiş­
ken olabüse de, gene de kalıcı birşeyle ilişkilidir. Bu sonuncusu öyleyse tüm tasarımlarımdan ayrı
ve dışsal bir şey olmalıdır ki, varoluşu benim kendi dışvarlığımm belirleniminde zorunlu olarak kap-
sanmalı ve onunla tek bir deneyim oluşturmalıdır—bir deneyim ki, eğer (bölümsel olarak) aynı
zamanda dışsal da olmasaydı içsel olarak yer alamazdı. Burada Nasıl? sorusu açıklamaya pek izin
vermez, tıpkı genel olarak zamanda kalıcı olanı düşünmemizin olanaksız olması gibi—“ kalıcı”
olan ki, “değişen” ile eş-zamanlılığı başkalaşım kavramını üretir.
İçindekiler* [A XXIII

Giriş 37
I. Aşkınsal Öğeler Öğretisi 49

Birinci Bölüm. Aşkınsal Estetik 51


1. Kesim. Uzay 52
2. Kesim. Zaman 56

İkinci Bölüm. Aşkınsal Mantık 66


1. Altbölüm. İki Kitapta Aşkınsal Çözümlem ve
Bunların Çeşitli Anakesim ve Kesimleri 71
2. Altbölüm. İki Kitapta Aşkınsal Eytişim ve
Bunların Çeşitli Anakesim ve Kesimleri 176

II. Aşkınsal Yöntem Öğretisi 331 [AXXVI

1. Anakesim. Arı Usun Disiplini 333


2. Anakesim. Arı Usun Kanonu 364
3. Anakesim. Arı Usun Arkitektoniği 377
4. Anakesim. An Usun Tarihi 383*

*Bu İçindekiler tablosu yalnızca A yayımında bulunuyor.

35
Giriş|A) [B 1]
[B Yayımına göre]

1. An Ve G ö r g ü l B i l g i l e r A r a s ı n d a k i A y n m

TÜM bilgimizin: deneyim ile başladığı konusunda hiçbir kuşku olamaz; çünkü bilgi
yetisi eğer duyularımızı uyararak bir yandan kendiliğinden tasarımlar yaratan, öte
yandan bunları karşılaştırmak ve bağlayarak ya da ayırarak duyusal izlenimlerin ham
gerecini nesnelerin deneyim denilen bir bilgisine işlem ek için anlak etkinliğim izi devime
geçiren nesneler yoluyla olmasaydı başka hangi yolla uygulamaya geçirilebilirdi? Öyleyse
zamana göre bizde hiçbir bilgi deneyimi öncelem ez ve tüm bilgi deneyimle başlar.

|A|A yayımında iki kesime bölünen ‘Giriş’ B yayımında beş kesim oldu. A’dan aşağıda verüen
ilk kesim başlığı ve ilk iki paragrafı ile atılarak yerlerine B(’de yeni I. ve II. kesimler getirüdi.

[A 1]
[A Yayımına göre]

I. A § k ı n s a l F e ls e f e î d e a s ı

D eneyim Iıiç kuşkusuz anlağımızın duyusal izlenimlerin ham gereci üzerinde çalış­
mada ortaya çıkardığı ilk üründür. Tam bu nedenle ilk öğretimdir ve ilerlemesinde yeni
şeyleri öğretme konusunda öylesine tükenmez bir kaynaktır ki, tüm gelecek kuşakların
kendi aralarında bağıntılı yaşamlarında bu alanda toparlanabilecek yeni bilgiler açı­
sından hiçbir zaman eksiklik olmayacaktır. Gene de burası hiçbir biçim de anlağımızın
kendini sınırlayacak olduğu biricik alan değildir. D eneyim hiç kuşkusuz bize neyin
varolduğunu söyler, ama zorunlu olarak başka türlü değil de öyle olması gerektiğini
değil. Bu yüzden bize hiçbir gerçek evrensellik vermez, ve bu tür bilgi üzerinde öylesine [A 2]
direten us onun tarafından doyurulmaktan çok uyarılır. Böyle aynı zamanda iç zorunluk
ırasını da gösteren evrensel bilgiler deneyimden bağımsız olarak kendilerinde açık ve
pekin olmalıdırlar; buna göre a priori bilgiler olarak adlandırılırlar; ama, karşıt olaraljt,
yalnızca deneyimden ödünç alınmış olan ise, söylenegeldiği gibi, yalnızca a posteriori ya
da görgül olarak bilinir.
Şimdi, özellikle belirtmeye değer ki giderek deneyimlerimize bile kökenleri zorunlu
olarak a priori olan ve belki de yalnızca duyusal tasarımlara bir tutarlık vermeye hizmet
eden bilgiler karışırlar. Çünkü deneyimlerimizden duyulara ait herşeyi uzaklaştıracak
olursak, gene de geriye belli kökensel kavramlar ve onlardan üretilmiş yargılar kalır ki,
bunlar deneyimden bağımsız olarak bütünüyle a priori ortaya çıkmış olmalıdırlar, çünkü
duyulara görünen nesnelere ilişkin olarak yalnızca deneyimin öğretcbileceğinden daha
çoğunu söyleyebilmemize olanak verir ya da en azından bizi buna inanmaya götürürler;
ve önesürüınlere gerçek evrensellik ve sağın zorunluk verirler ki, bunlar salt görgül bilgi
tarafından sağlanamazlar.
38 A n Usun Eleştirisi

Ama tüm bilgim izin deneyim ile başlamasına karşın, bundan tümünün de deneyim­
den doğduğu sonucu çıkmaz. Çünkü pekala olabilir ki deneyim bilgimizin kendisi bile
izlenimler yoluyla aldıklarımızın ve kendi bilgi yetim izin (duyusal izlenimlerin yalnızca
[B 2] vesile olmalarıyla) kendi içinden sağladıklarının bir bileşimidir, ve bu son eklentiyi o
temel gereçten ancak uzun alıştırmalar sonucunda kazanılan dikkat ve beceri yoluyla
ayırdedebiliriz.
Şu öyleyse daha yakından araştırılması gereken ve hemen ilk bakışta yanıtlanamayacak
bir sorudur: Deneyim den ve giderek tüm duyu izlenim lerinden bağımsız bir bilgi var
mıdır? Bu tür bilgi a priori olarak adlandırılır ve kaynağını a posteriori, e.d. deneyimde
. ') ' bulan görgül bilgiden ayırdedilir.
Bu ‘a priori’ anlatımı gene de yukarıdaki sorunun bütün anlamını gösterebilmek için
yeterince belirgin değildir. Çünkü sık sık giderek görgül kaynaklardan türetilen pekçok
^9/
bilgi açısından bile onlara a priori yetenekli olduğum uz ya da olabileceğimiz, çünkü
onları dolaysızca deneyimden değil ama evrensel bir kuraldan türettiğimiz söylenir—bir
, i: ri-N,
kural ki gene de kendisini deneyim den ödünç almışızdır. Böyiecc kendi evinin temelleri­
nin altını kazan biri için evin yıkılacağını a priori bilebilirdi, e.d, edim sel yıkılışının
deneyimi için beklem esi gerekmezdi denebilir. Ama gene de bunu bütünüyle a priori
bilemezdi, çünkü daha önceden cisimlerin ağır olduklarım ve buna göre destekleri uzak­
laştırılınca düştüklerini deneyim yoluyla öğrenmiş olması gerekirdi.
IB 3] Öyleyse bu noktadan sonra a priori bilgilerden şu ya da bu değil, ama saltık olarak tüm
deneyimden bağımsız olan bilgileri anlayacağız. Ve bunlara karşıt olarak görgül bilgiler,
ya da yalnızca a posteriori, e.d . deneyim yoluyla olanaklı olan bilgiler dururlar. A priori
bilgiler görgül hiçbirşeyle karışmamış oldukları zaman arı olarak adlandırılırlar. Böylece
örneğin Her değişim in bir nedeni, vardır önermesi a priori bir önermedir, ama arı değil,
çünkü değişim yalnızca deneyim den türetilebilen bir kavramdır.

II. B e lli A Priori B i l g i l e r i m i z V a rd ır,


v e S ır a d a n A n l a k B ile H iç b ir Z a m a n O n la r s ız D e ğ ild ir

Burada gereken şey an bir bilgiyi görgül olandan güvenle ayırdetmemizi sağlayacak bir
smasaldır. D eneyim hiç kuşkusuz birşeyin şu ya da bu doğada olduğunu öğretir, başka
türlü olamayacak olduğunu değil. Öyleyse, ilk olarak, düşünüldüğünde aynı zamanda
zorunluğu ile düşünülen bir önerme varsa, bu bir a priori yargıdır; ve eğer, bundan başka,
kendisi de yine zorunlu olarak geçerli olan bir önerme dışında başka bir önermeden türe”
tilmem işse, o zaman saltık olarak a pnonâri. İkinci olarak, deneyim yarg'larına hiçbir
zaman gerçek ya da sağın değil ama yalnızca varsayımlı ve karşılaştırmalı evrensellik vere­
li) 4| bilir (tümevarım yoluyla), öyle ki gerçekte ancak şimdiye dek algılamış olduklarımıza
göre şu ya da bu kurala aykırı hiçbir durum yoktur diyebiliriz. Buna göre, eğer bir yargı
sağın evrensellik içinde, e.d. hiçbir kuraldışına olanak tanımayacak bir yolda düşünülü­
yorsa, o zaman deneyimden türetilmiş değildir ve saltık olarak a priori geçerlidir. Görgül
evrensellik öyleyse birçok durumda işleyen bir geçerliğin keyfi olarak tüm durumlarda
işleyen bir geçerliğe genişletilmesidir... örneğin, T üm cisimler ağırdır önermesinde oldu­
ğu gibi. Buna karşı, sağın evrensellik bir yargıya özsel olduğu zaman, bu özel bir bilgi
kaynağım, e.d. bir a priori bilgi yetisini gösterir. Zorunluk ve sağın evrensellik böylece
bir a priori bilginin güvenilir unsallarıdırlar ve hiçbir biçim de birbirlerinden ayrılamaz­
lar. Ama bu ölçütlerin kullanımında zaman zaman görgül sınırlanmışlık yargıların
Giriş 39

olumsallıklarından10 daha kolay gösterildiği için, ya da, zaman zaman olduğu gibi, bir
yargıya yüklediğim iz sınırsız evrensellik onun zorunluğundan daha açık olarak gösteril­
diği için, her biri kendi başına yanılmaz olan bu her iki ölçütün ayrı olarak kullanılmala­
rı salık verilebilir.
Şimdi, böyle zorunlu ve en sağın anlamda evrensel, ve dolayısıyla an a priori yargıların
insan bilgisinde edim sel olarak bulunduklarını göstermek kolaydır. Eğer bilimlerden bir
örnek isteniyorsa, vainızca matematiğin tüm önermelerine bakmak yeterlidir; eğer en ib 5]

sıradan anlak kullanımından bir örnek isteniyorsa, Tüm değişimlerin birer nedeni olma­
lıdır önermesi bu amaç için işe yarayacaktır. Bu son durumda bir neden kavramının ken­
disi bir etki ile bağıntının zorunluğu ve bir kuralın sağın evrenselliği kavramını öylesine
açıkça kapsar ki, kavram eğer onu, Hume’un yaptığı gibi, olmakta olanın önceden olanla
yineleyerek birleştirilmesinden, ve bundan kaynaklanan o tasarımları birbirleri ile bağ­
lama alışkanlığından (ve buna göre yalnızca öznel zorunluktan) türetecek olsaydık, bütü­
nüyle yiterdi. Bilgilerimizdeki arı a priori ilkelerin edim selliğini tanıtlamak için bu tür
örnekler gerekmeksizin de, bu ilkelerin deneyimin kendisinin olanağı için vazgeçilmez
oldukları gösterilebilir ve dolayısıyla varoluşları a priori tanıtlanabilir. Çünkü deneyimin
kendisi pekinliğini nereden alabilirdi, eğer ilerlemesinde bağımlı olduğu tüm kurallar
her zaman görgiil, ve dolayısıyla olumsal olsalardı; ve o zaman tüm bu kuralları ilk ilke­
ler olarak geçerli saymak zor olurdu. Ama burada bilgi yetimizin arı kullanımını bir olgu
olarak göstermiş ve böyle bir kullanımın ölçütlerini ortaya koymuş olmakla yetinebiliriz.
Öte yandan, yalnızca vargılarda değil ama giderek kavramlarda bile bunların a priori , ^
kökeni kendini gösterir. Bir cisme ilişkin deneyim kavramımızdan onda görgtil olan her-
şeyi tek tek uzaklaştıracak olursak—, örneğin renk, sertlik ya da yum uşaklık, ağırlık,
giderek11 içine-işlenemczJik--, gene de geriye cismin (ki şimdi bütünüyle yitmiştir)
kaplamış olduğu ve uzaklaşıınlamayacak olan uzay kaiır. Benzer olarak, cisimsel olan [B 6]
ya da olmayan herhangi bir nesneye ilişkin görgiil kavramımızdan deneyimin bize öğret­
tiği tüm özellikleri uzaklaştıracak olursak, gene de ondan onu töz olarak ya da bir töze
bağlı olarak düşünmemizi sağlayanı alamayız (üstelik bu töz kavramı genelde bir nesne
kavramından daha çok belirlenim kapsıyor olsa bile). Öyleyse bu kavramın kendini bize
dayatışındaki zonınluk yoluyla a priori bilgi yetimizde yeri olduğunu kabul etm eliyiz.

II I. F e ls e fe T ü m A Priori B ilg in in
O la n a k , İ lk e le r Ve A l a n ı n ı B e lir le y e c e k B i r B i li m G e r e k s in im in d e d ir

Tüm öncekilerden12 çok daha önem li olan şey belli bilgilerin tüm olanaklı deneyim le­
rin alanını bırakmaları ve deneyimde kendilerine karşılık düşen hiçbir nesnenin verile- [a 3]
mediği kavramlar yoluyla yargılarımızın alanını deneyim in tüm sınırlarının ötesine
genişletme görünüşünü almalarıdır.
Tam olarak duyulur dünyanın ötesine, deneyimin hiçbir yönlendirme ya da düzeltme
yapamadığı alana geçen bu son bilgilerdedir ki usum uzun önemlerinden ötürü anlağın [B 7]
görüngüler alamnda öğrenebileceği herşeyden çok daha eşsiz ve son amaçlarında çok
daha yüce gördüğümüz araştırmaları yatar. Giderek böylesine önemli araştırmalardan
herhangi bir sakınca görerek ya da küçümseme ve ilgisizlikten ötürü vazgeçmektense
tüm yanılma tehlikelerini bile göze alırız. 13Arı usun kendisinin bu kaçınılmaz sorunla­
rı Tanrı, Özgürlük ve Ölümsüzlüktür. Tüm hazırlıkları ile son amacında aslmda yalnızca
bunların çözümüne yönelen bilim ise Metafizik olarak adlandırılır; bunun yöntemi
40 A n Usun Eleştirisi

b a şla n g ıçta in a k çıd ır , e .d . u s u n b ö y le sin e b ü y ü k b ir g ir işim iç in y e te n e ğ in in o lu p o lm a ­


d ığ ı konusunda herhangi bir ön sınama olm aksızın görevi güvenle üstlenir.
Şimdi, d e n e y im in toprağım arkada bırakır bırakmaz, nereden geldiklerini bilm eksi­
zin iye olduğum uz bilgilerle ve kökenleri bilinm eyen ilkelerin güvencesi üzerine hemen
bir yapı kurmaya başlamamamız, ve temelleri dikkatli araştırmalar yoluyla önceden sağ­
lama bağlanmış olmaksızın bu işin yapılamayacağı bütünüyle doğal görünür. Ve yine eşit
ölçüde doğaldır ki daha önceden anlağın tüm bu a priori bilgilere nasıl ulaşabildiği ve
[A 4] bunların hangi alan, geçerlik ve değerde olabilecekleri sorusu getirilmelidir. Gerçekte
başka hiçbirşey daha doğal değildir, eğer doğal sözcüğü14 ile uygun ve ussal bir yolda
[B 8] yer alması gerekeni anlarsak; ama eğer sözcükle olağan bir yolda yer alanı anlarsak, o
zaman tersine bu araştırmanın çoktandır gözardı edilmiş olmasından daha doğal ve daha
anlaşılabilir hiçbirşey yoktur. Çünkü bu bilgilerin bir bölüm ü, matematiksel bilgi ola­
rak, çoktandır güvenilir bir kazanım olduğunu göstermiştir ve bu yüzden çok ayrı doğa­
da olsa da öteki bölüm için yüreklendirici beklentiler yaratır. Bundan başka, bir kez
deneyimin çem berinin ötesine geçtiğimiz zaman, deneyim tarafından çürütülmeyeceği-
mizden eminizdir. Bilgimizi genişletm enin çekiciliği öylesine güçlüdür ki, ancak karşıla­
şılacak açık bir çelişki yoluyla ilerleyişimizde durdurulabiliriz. Ama bundan kaçınmak
olanaklıdır, eğer uydurmalarımızda biraz dikkatli olursak—ki gene de bu nedenle daha
az uydurma olmayacaklardır. Matematik bize deneyim den bağımsız olarak a priori bilgi­
de ne denli ilerleyebileceğimizin parlak bir örneğini verir. Gerçekten de, matematik nes­
neler ve bilgilerle ancak bunların sezgide sergilenmelerine izin vermeleri ölçüsünde ilgi­
lenir. Ama bu durum kolayca gözden kaçırılır, çünkü söz konusu sezginin kendisi
a priori verilebilir ve bu yüzden arı bir kavramdan güçlükle ayırdedilebilir. U sun gücüne
[A 5] ilişkin böyle bir tanıtlama tarafından ayartılarak,15 genişleme dürtüsü hiçbir sınır tanı­
maz. H afif güvercin özgür uçuşunda direncini duyumsadığı havayı yararken bunu hava-
[B 9] sız uzayda daha iyi başarabileceğini im gelem iş olabilir. Benzer olarak, Platon anlağa çok
dar sınırlar koyduğu16 için duyu dünyasını bırakarak ideaların kanatlarında onun ötesi­
ne, arı anlağın boş uzayına geçm eyi göze alm ıştı. Çabalarıyla hiç yol alamadığım göreme­
miş, çünkü anlağa bir ilerleme yaptırabilmek için bir bakıma üzerine dayanabilmek ve
güçlerini uygulayabilmek için bir destek olabilecek hiçbir dirençle karşılaşmamıştı.
Ama yapılarım olanaklı olduğunca erken bitirmek ve ancak daha sonra temellerinin sağ­
lam olup olm adığım yoklamak kurgul insan usunun olağan yazgısıdır. Bu yüzden bizi
bunların sağlamlıkları konusunda rahatlatmak için ya da üstelik böylesine geç ve böylesi­
ne tehlikeli bir sınamayı bütünüyle bir yana bırakmamız için her tür göz boyama yoluna
başvurulacaktır. Ama yapıyı kurma sırasında bizi t ü m endişe ve kuşkudan özgür tutan
ve görünüşte bir sağlamlıkla sırtımızı okşayan şey usum uzun işinin büyük, belki de en
büyük bölüm ünün nesnelerini şim diden bildiğim iz kavramların ayrıştırılmasından17
oluşması olgusudur. Bu ayrıştırma bize bir bilgiler çokluğu sağlar ki, kavramlarımızda
[A 6] (gerçi karışık bir türde olsa da) daha şim diden düşünülm üş olanları aydınlatma ya da
açıklamadan daha öteye gitmiyor olsalar da, en azından biçim açısından yeni içgörüler
[B 10] olarak değerlendirilirler; ama, özdek ya da içerik söz konusu olduğunda, taşıdığımız
kavramlar genişlemez, tersine yalnızca ayrıştırılırlar. Bu işlem güvenilir ve yararlı bir
ilerleyişi olan gerçek bir a priori bilgi verdiği için, us bu aldatmaca altında bilm eden el
altından bütünüyle başka türde önesürümler getirir ve bunlarda verili kavramlara onlara
bütünüyle yabancı başkalarım ekler ve dahası bunu a priori yapar.18 U sun bunlara nasıl
ulaştığı bilinm ez ve giderek böyle bir19 sorunun düşünülm esi bile söz konusu edilmez.
Buna göre hem en bu iki bilgi türünün ayrımını ele almaya geçeceğim.

>>
Giriş 41

20I V . Ç ö z ü m s e l Ve B ir e ş i m s e l Y a r g ıla r ın A y r ı m ı

İçinde bir öznenin yüklem ile ilişkisinin düşünüldüğü tüm yargılarda, (yalnızca olumlu
yargıları irdeliyorum, çünkü daha sonra21 olumsuz olanlara uygulaması kolay olacak­
tır) , bu ilişki iki türde olanaklıdır. Ya B yüklem i Aya bu /I kavramında (gizli olarak) kap­
sanan birşey olarak aittir; ya da B bütünüyle A kavramının dışında yatar, gerçi hiç kuş­
kusuz onunla bir bağlantı içinde duruyor olsa da. İlk durumda yargıyı çözümsel,
İkincisinde bireşimli olarak adlandırıyorum. Çözümsel yargılar (olumlu yargılar) öyleyse IA 7]
içlerinde yüklem in özne ile bağlantısının özdeşlik yoluyla düşünüldüğü yargılardır; ama
içlerinde bu bağıntının özdeşlik olmaksızın.düşünüldüğü yargıları bireşimli yargılar ola­ |B II]
rak adlandırmak gerekir. Birinciler açıklayıcı-,1>İkinciler ise genişletichyargılar olarak
adlandırılabilirler, çünkü birinciler yüklem yoluyla öznenin kavramına hiçbirşey ekle-
meyip, tersine onu yalnızca ayrıştırma yoluyla onda daha şimdiden (karışık bir yolda da
olsa) düşünülmüş olan bileşen kavramlarına çözerler; buna karşı İkinciler öznenin kav­
ramına onda hiçbir yolda düşünülmemiş ve onun herhangi bir yolda ayrıştırılmasıyla
çıkarılamayacak bir yüklem i eklerler. Örneğin, Tüm cisimler uzamlıdırlar dediğim
zaman, bu çözürnsel. bir yargıdır. Çünkü uzamı cisme bağlı olarak bulabilmek için
cisim22 ile ilişkilendirdiğim kavramın ötesine geçm em gerekmez; tersine, bu yüklemi
onda bulabilmek için yalnızca kavramı ayrıştırmam, e.d. yalnızca her zaman onda
düşündüğüm çoklunun bilincinde olmam gerekir. Yargı öyleyse çözümsel bir yargıdır.
Buna karşı, Tüm cisimler ağırdırlar dersem, yüklem genelde bir cism in yalın kavramın­
da düşündüğümden bütünüyle başka birşeydir. Böyle bir yüklem in eklenm esi öyleyse
bireşimli bir yargı verir.
|A,Deneyim yargıları, genel olarak alındığında, tümü de bireşimlidirler. Şu nedenle
ki, çözümsel.bir yargıyı deneyim üzerine dayandırmak saçma olacaktır, çünkü yargıyı
oluşturmak için kavramımın ötesine gitmem gerekmez ve bunun için hiçbir görgül kanıt
zorunlu değildir. Bir cisim uzamlıdır önermesi a ûriori anlaşılması gereken bir önerm e­
dir,,,hir deneyim yargısı değil. Çünkü deneyime başvurmadan önce, yargım için gereken IB 12]

1A)A’da bu paragrafın yerine şu ikisi bulunuyor:


Şimdi açıktır ki: 1. Çözümsel yargılar yoluyla bilgim iz hiçbir biçim de genişlemez, ter­
sine daha şim diden taşımakta olduğum kavram ayrıştırılır ve benim kendim için anlaşılır IA 8]
kılınır. 2. Bireşimli yargılar durumunda özne kavramının dışında bende bir başka şey
(X) daha olmalıdır, çünkü anlak bu kavramda kapsanmayan bir yüklem i gene de ona
ait olarak bilmek için buna dayanacaktır.
Görgül yargılar ya da deneyim yargıları durumunda bu açıdan hiçbir güçlük yoktur.
Çünkü bu X bir A kavramı yoluyla düşündüğüm nesnenin tam deneyimidir—bir kav­
ram ki bu deneyimin salt bir bölüm ünü oluşturur. Çünkü genel olarak bir cismin kavra­
mına ağırlık yüklem ini katmasam da, kavram gene de bir bölümü yoluyla tam deneyimi
belirtir, ve bu bölüm e ona ait olarak aynı deneyimin daha başka bölümleri eklenebilir.
Bir ön çözümleme yaparak cisim kavramını tümü de bu kavramda düşünülen uzam,
içine-işlenemezlik, şekil vb. ırasalları yoluyla bilebilirim. Bilgimi genişletm ek için geri­
ye ondan bu cisim kavramını türettiğim deneyime baktığımda, ağırlığın her zaman
yukarıdaki ıra sallar ile bağıntılı olduğunu bulurum. Öyleyse deneyim A kavramının
dışında yatan o Xtir ve ağırlık yüklem inin (B) kavram (A) ile bireşiminin olanağının
zeminidir.
42 A n Usun Eleştirisi

tüm koşullar daha şimdiden kavramda bulunurlar ve yapmam gereken tek şey çelişki
ilkesine göre kavramdan yüklem i çekmektir. Bu yolla aynı zamanda yargının zorunluğu-
nun bilincinde de olabilirim ki, deneyimin bana hiçbir zaman öğretemeyeceği şey budur.
Buna karşı, genel olarak bir cism in kavramına ağırlık yüklem ini katmıyor olsam da, bu
kavram bölümlerinden biri yoluyla bir deneyim nesnesini belirtir ve bu bölüm e bu aynı
deneyimin başka bölümlerini kavrama ait olarak ekleyebilirim. Cisim kavramını tümü
de bu kavramda düşünülen uzam, içine-işlenem ezlik, şekil vb. ırasalları yoluyla önce­
den çözümsel olarak bilebilirim. Ama şim di geriye, ondan bu cisim kavramını türetti­
ğim deneyime bakarak ağırlığın her zaman yukarıdaki ırasallarla bağlı olduğunu buldu­
ğumda ve böylece bunu yüklem olarak o kavrama bireşimli olarak eklediğim de, bilgimi
genişletmiş olurum. Öyleyse ağırlık yüklem inin cisim kavramı ile bireşiminin olanağı­
nın zemini deneyimdir, çünkü biri hiç kuşkusuz ötekinde kapsanmıyor olsa da, her iki
kavram bir bütünün, eş deyişle kendisi sezgilerin bireşimli bir bileşimi olan deneyimin
bölümleri olarak gene de birbirlerine (ama olumsal bir yolda) aittirler.
(A 91 Ama a priori bireşimli yargılar durumunda bu yardım bütünüyle ortadan kalkar. Eğer
(B 13] A kavramının ötesine23 geçerek bir başka B kavramım onunla bağlı olaraklbilmeyi
istersem, o zaman üzerine dayanacağım ve bireşimi olanaklı kılacak olan şey nedir? Çün­
kü burada artık istediğimi deneyim alanında arama gibi bir üstünlük yoktur. Olan herşe-
yin bir nedeni vardır önermesini alalım. Burada, olan birşeyin kavramında hiç kuşkusuz
bir zaman vb. tarafından öncelenen bir dışvarlığı düşünürüm ve bu kavramdan çözüm ­
sel yargılar elde edilebilir. Ama bir nederi kavramı o ilk kavramın bütünüyle, dışında
yatar24 ve ‘olan’dan ayrı birşeyi gösterir, öyleyse25 bu son tasarımda hiçbir biçimde kap­
sanmaz. O zaman nasıl olmaktadır da olan herhangi birşey üzerine ondan bütünüyle ayrı
birşey ileri sürebilir ve neden kavramını onda kapsanmıyor olmasına karşın gene de ona
ve üstelik zorunlu bir yolda26 ait olarak kabul ederim? Burada A kavramının dışında
ona yabancı ama gene de onunla bağlı olarak düşünülen27 bir B yüklem ini bulduğuna
inanan anlağa destek olan bu bilinmeyen = A 28 nedir? Bu deneyim olamaz, çünkü
ortaya sürülen ilke bu ikinci tasarımı29 birinciye yalnızca daha büyük evrensellik ile3®
değil ama ayrıca zorunluk anlatımı ile, öyleyse yalın kavramlar temelinde ve Bütünüyle
a priori bağlamıştır. Şimdi, a priori kurgul bilgim izin bütün bir son amacı böyle bire-
[A 10] şimli, e.d. genişletici ilkeler üzerine dayanır; çünkü çözümsel yargılar31 çok önemli ve
[B 14] zorunlu olsalar da, yalnızca gerçekten yeni bir kazanım olarak güvenilir ve geniş bir bire­
şim için gerekli olan kavramsal duruluğa ulaşmak için böyledirler.|A)

|A1A’daki şu bölüm B ’de atıldı:


Burada öyle bir giz yatar ki,** ancak bunun aydınlatılması arı anlak bilgisinin sınırsız
alanına ilerlemeyi güvenilir ve emin kılabilir. Bunun için yapılması gereken şey uygun
bir evrensellikle a priori bireşimli yargıların olanağının zeminini ortaya çıkarmak, tüm
bu tür yargıları olanaklı kılan koşulları saptamak, ve bu bütün bilgiyi (ki kendi başına
bir cinstir) kökensel kaynaklarına, bölüm lerine, erim ve sınırlarına göre bir dizge içinde
belirtmek, üstünkörü bir çevreleme yoluyla değil ama tam olarak ve her tür kullanıma
elverişli bir yolda belirlemektir. Bireşimli yargıların kendilerinde gösterdikleri bu
özgünlükler konusunda şim dilik bu kadar.

*Eskilerden biri kafasına esip bu soruyu yalnızca ortaya sürmüş olsaydı, o zaman bu bile kendi
başına tüm arı us dizgelerine karşı zamanımıza dek sürecek güçlü bir direnç yaratır ve bizi ne yapıl­
ması gerektiği bile bilinmeksizin körü körüne üstlenilen pekçok boş araştırmadan bağışlardı.
Giril 43

V"
12V. U s u n T ü m K u r a m s a l B i li m le r i n d e
Sr~J-
B i r e ş i m l i A P riori Y a r g ıla r İ l k e le r O l a r a k K a p s a n ı r ...

1. Tüm matematiksel yargılar bireşimlidir. Bu önerme insan usunu çözümleyenlerin dikka­


tinden bugüne dek kaçmış gibi, daha doğrusu tüm sanılarına doğrudan doğruya karşıt
gibi görünür, üstelik karşı çıkılamayacak denlifpekin ve sonuçlarında oldukça önemli
olmasıny karşın. Çüııkü matematiksel çıkarsamaların tüm ünün de çelişki ilkesine (ki bu
her bçlgitlipekiniiğin doğası tarafından gerektirilir) göre ilerlediği bulunduğu için, [fel­
sefi] temel ilkelerin de çelişki önermesinden çıkarak bilineceklerine inanılıyordu; bu
noktada yanılmışlardır, çünkü bireşimli bir önerme hiç kuşkusuz çelişki ilkesine göre
saptanabiliyor olsa da, bu hiçbir zaman kendinde değil ama ancak onu sonuçlandırabile-
cek bir başka bireşimli önermenin varsayılmasıyla olanaklıdır.
Herşeyden önce belirtmek gerek ki, gerçek matematiksel önermeler görgül değil ama
her zaman a priori yargılardırlar, çünkü deneyimden türetilemeyecek olan zorunluğü
kendilerinde taşırlar. Eğer buna karşı çıkılacak olursa, o zaman pekala önermemi arı IB 151
matematiğe sınırlayabilirim, çünkü kavramının kendisi daha şimdiden onun görgül değil
ama yalnızca arı a priori bilgi kapsadığını imlemektedir.
Başlangıçta hiç kuşkusuz 7 + 5 = 12 önermesinin çelişki önermesine göre yedi ve
beşin bir toplamı kavramından gelen salt çözümsel bir önerme olduğu düşünülebilir.
Ama, daha yakından irdelendiğinde, 7 ve 5 ’in toplamı kavramının her iki sayının tek
bir sayıya birleştirilmesinden daha öte birşey kapsamadığı bulunur ve burada ikisini
birarada kapsayan bu tek sayının ne olabileceği konusunda hiçbirşey düşünülmez, Oniki
kavramı hiçbir biçimde yalnızca yedi ve beşin o birleşmesini düşünm em le düşünülmüş
olmaz, ve böyle olanaklı bir toplam kavramımı ne denli ayrıştırsam da onda oniki ile kar­
şılaşmam. Bu kavramların ötesine geçip bunlardan birine karşılık düşen sezgiyi, söz geli­
nil beş parmağı, ya da (A ritm etik ’inde33 Segner’in yaptığı gibi) beş noktayı yardıma
çağırmak ve böylece sezgide verilen beşin birimlerini tek tek yedi kavramına eklemek
gerekir. Çünkü ilkin 7 sayısını alıp 5 kavramı için elim in parmaklarını sezgi olarak
yardıma çağırarak daha önce 5 sayısını oluşturmak için birarada aldığım birimleri şimdi [B 16]
o imgemde tek tek 7 sayısına ekler ve böylece 12 sayısının ortaya çıktığım görürüm. 5 ’in
7’ye34 eklenmesini hiç kuşkusuz toplam = 7 + 5 kavramında düşünmüşümdür, ama
bu toplamın 12 sayısına eşit olduğunu değil. Aritmetiksel önerme öyleyse her zaman
bireşimlidir; ve bu daha büyük sayılar aldığımızda daha da kolay görünür, çünkü bütü­
nüyle açıktır ki kavramlarımızı ne denli evirip çevirsek te, sezgiyi yardıma almaksızın
yalnızca kavramlarımızın ayrıştırılması yoluyla toplam hiçbir zaman bulunamaz.
Arı geometrinin herhangi bir ilkesi de çözümsel olmaktan eşit ölçüde uzaktır. İki nok­
ta arasındaki doğru çizgi en kısa çizgidir anlatımı bireşimli bir önermedir. Çünkü doğru
kavramım büyüklük ya da nicelik ile ilgili hiçbirşey kapsamaz; tersine, kapsadığı salt bir
niteliktir. En kısa kavramı öyleyse bütünüyle bir eklemedir ve hiçbir çözümleme yoluyla
doğru çizgi kavramından çıkarılamaz. Burada da sezgiden yardım alınmalıdır ve bireşim
ancak onun aracılığıyla olanaklıdır.
Geometricinin varsaydığı kimi temel ilkeler hiç kuşkusuz gerçekten çözümseldirler ve
Çelişki önermesi üzerine dayanırlar; ama özdeş önermeler olarak yalnızca yöntemin
zincirinde halkalar olarak hizm et ederler, ilkeler olarak değil; örneğin a = a, bütün ken­ [B 17J
di kendisine eşittir, ya da (a + b)> a, e.d. bütün parçasından büyüktür. Ve bu önermele-
rın kendileri bile, salt kavramlara göre geçerli olsalar da, matematikte yalnızca sezgide
sergilenebildikleri için kabul edilirler.35 Burada bizi genellikle böyle belgitli/yargıların
44 A n Usun Eleştirisi

yüklemlerinin kavramlarımızda önceden kapsandıklarma ve dolayısıyla yargının çözüm­


sel olduğuna inanmaya götüren şey yalnızca anlatımdaki ikircimdir. Bizden verili bir
kavrama belli bir yüklem in eklenm esini düşünm em iz istenir, ve bu zorunluk kavramla­
rın kendilerine özünlüdür. Oysa soru verili kavrama düşüncede neyi yüklem em iz gerekti­
ği değil, ama onda gerçi bulanık da olsa edimsel olarak neyi düşündüğüm üzdür; yüklem
hiç kuşkusuz o kavrama36 zorunlu olarak bağlı olsa da, kavramın kendisinde düşünül­
müş olarak değil, ama kavrama eklenm esi gereken bir sezgi aracılığıyla böyledir.
2. Doğa bilimi (fizik) a priori bireşimli yargılan ilkeler olarak kendi içinde taşır. Örnek
olarak yalnızca bir iki önermeye değineceğim: Cisimsel dünyanın tüm değişimlerinde
özdek niceliği değişm eksizin kalır; ve, T üm devim iletimlerinde etki ve tepki her zaman
birbirlerine ..eşit olmalıdırlar. İki önermenin de yalnızca zorunlu ve dolayısıyla a priori
IB 1 8 ] kökenli olmakla kalmadıkları, ama bireşimli de oldukları açıktır. Çünkü özdek kavra­
mında onun kalıcılığını değil ama yalnızca kapladığı uzaydaki bulunuşunu düşünürüm.
Öyleyse gerçekte özdek kavramının ötesine geçer ve ancak böylelikle onda düşünm edi­
ğim birşeyi ona a priori eklenm iş düşünürüm. Önerme öyleyse çözümsel değildir, tersi­
ne bireşimlidir ve gene de a priori düşünülür, ve doğa bilim inin arı bölümlerinin geri
kalan önermeleri açısından da aynı şey geçerlidir.
3. Metafiziğe gelince, eğer ona şimdiye dek sonuçsuzca çabalamış olmasına karşın gene
de insan usunun doğasından ötürü vazgeçilmez bir bilim olarak baksak bile, a priori
bireşimli bilgiler kapsaması gerekir. îşi yalnızca kendimiz için şeylere ilişkin olarak a priori
ürettiğimiz kavramları ayrıştırmak ve bu yolla çözümsel açıklamalarını vermek değildir;
ondan a priori bilgim izi genişletm esini de isteriz. Bu amaçla verili kavrama onda kapsan­
mayan birşey ekleyen temel ilkelerden yararlanmak zorunda kalırız ve a priori bireşimli
yargılar yoluyla öylesine ötelere açılırız ki, deneyimin kendisi artık bizi izleyemez olur,
örneğin D ünyanın bir ilk başlangıcı olmalıdır önermesinde olduğu gibi. Böylece.metafi­
zik en azından ereğine göre arı a priori bireşimli yargılardan oluşur.

[B 19] V I. A n U su n E v re n se l Soru n u

Açıktır ki, eğer bir dizi araştırma tek bir sorunun formülü altına getirilebilirse, bununla
daha şim diden çok şey kazanılmış olacaktır. Çünkü sorunun sağın olarak belirlenmesi
yalnızca kendi işimizi kolaylaştırmakla kalmayacak, ama onu sınayacak başka herkes
için de üstlendiğim izi doyurucu bir yolda yerine getirip getiremediğimizi yargılamayı
kolaylaştıracaktır. Arı usun asıl sorunu şu soruda kapsanır: A priori bireşimli yargılar
nasıl olanaklıdır?
Metafiziğin şimdiye dek öylesine zayıf bir pekinsizlik ve çelişki durumunda kalmış
olmasının nedeni yalnızca bu sorunun, ve belki de çözümsel ve bireşimsel yargılar arasın­
daki ayrımın daha önce düşünülm em iş olmasına yüklenebilir. Bu sorunun çözümü, ya
da açıklanmış olarak bilmek istediği olanağın gerçekte hiçbir zaman yer almamış oldu­
ğunun yeterli tanıtı, şimdi metafiziğin ayakta kalmasını ya da düşmesini belirleyecek
olan noktadır. Tüm felsefeciler arasında bu soruna en çok yaklaşanın D avıdH um e olma­
sına karşın, henüz onu yeterince belirli olarak ve evrenselliği içinde düşünmekten çok
uzaktı ve yalnızca etkinin nedeni ile bağıntısını (Principium causalitatis) ilgilendiren
[B 20] bireşimli önermede durup kaldı, böyle bir a priori önermenin bütünüyle olanaksız oldu­
ğunu gösterdiğine inandı. Onun vargılarına göre metafizik dediğimiz herşey gerçekte
kendini yalnızca deneyimden ödünç alınmış ve alışkanlık yoluyla zorunluk görünüşünü
Giriş 45

kazanmış şeyler üzerine sözde ussal içgörülerden kaynaklanan bir kuruntu olarak göste­
riyordu.Eğer sorunumuzu evrenselliği'"içinde göz önüne almış olsaydı, hiçbir zaman
bütün bir arı felsefeyi yokeden bu tutum u öne sürme durumuna düşmeyecek, çünkü o
zaman kendi uslamlamasına göre bir arı matematiğin bile açıkça a priori bireşimli öner­
meler kapsadığı için olanaklı olamayacağını görecekti—bir konum ki, onu ileri sürmek­
ten hiç kuşkusuz sağlam sağduyusu tarafından kurtarılmış olmalıdır.
Yukarıdaki sorunun çözümünde aynı zamanda nesnelerin kuramsal bir a priori bilgisi­
ni kapsayan tüm bilimleri temellendirme ve geliştirmede arı us-kullanımmın olanağı da
ele alınmaktadır ve buna göre şu soruların yanıtlarını irdelemek gerekir:

A n matematik nasıl olanaklıdır? ı


A n doğa bilimi nasıl olanaklıdır? j

Edimsel olarak varoldukları için, bu bilimler açısından şu soruyu sormak hiç kuşku­
suz yerindedir: nasıl olanaklıdırlar? Çünkü olanaklı olmaları gerektiği edimsellikleri
tarafından tanıtlanır* Ama metafiziğe gelince, şimdiye dek gösterdiği ilerlemenin yeter- (B 2 ij
sizliği, ve özsel amacı ile ilgili olduğu ölçüde bugüne dek ortaya sürülen hiçbirşeyden
edimsel olarak varolduğunun söylenemeyeceği onun olanağı konusunda herkesi haklı
olarak kuşku içinde bırakmaktadır.
Ama bu bilgi türü belli bir anlamda, gene de verili olarak görülmelidir, ve metafizik
bilim olarak olmasa da doğal bir eğilim olarak (metaphysica naturalis) edimseldir. Çünkü
irisâîTüsü, hiçbir biçimde çokbilm işlik gibi bir kibirin etkisi olm aksızın, salt bir iç
gereksinimin durdurulamaz dürtüsü altında herhangi bir görgül us-kullanımmın ya da
buna göre türetilen ilkelerin yanjtlayamayacağı sorulara ilerler. Bu yüzden tüm insanlar­
da, us kendini kurgul düşünce düzeyine dek genişletir genişletm ez, herhangi bir metafi­
zik her zaman olmuştur ve her zaman olmayı sürdürecektir. Ve böylece soru şudur:

Metafizik doğal eğilim olarak nasıl olanaklıdır? [B 2 2 ]

e.d., arı usun kendine yönelttiği ve kendi öz gereksiniminin dürtüsü altında elinden gel­
diğince iyi bir yanıtla karşılamaya çalıştığı sorular evrensel insan usunun doğasından
nasıl kaynaklanırlar?
Ama bugüne dek şu doğal soruları—örneğin, Evrenin bir başlangıcı var mıdır, yoksa
sonsuzdan beri mi vardır? vb.—yanıtlamaya yönelik tüm girişimler her zaman kaçınıl­
maz çelişkilerle karşılaştığı için, yalnızca metafiziğe doğru doğal bir eğilimle, e.d. her
zaman nasıl olursa olsun bir tür metafizik yaratan arı us yetisinin kendisiyle yetinem eyiz.
Usun metafiziğin nesnelerini bilip bilmediğimiz konusunda bir pekinliğe ulaşması, e.d.
sorularının nesneleri üzerine ya da onlara ilişkin herhangi bir yargıda bulunabilme yetisi
ya da yetisizliği üzerine bir karara varması olanaklı olmalıdır. Ancak o zaman usumuzun
güvenle genişletilmesi mi, yoksa belirli ve güvenilir sınırlar içersine alınması mı gerekti­
ği açıkça anlaşılabilir. Yukarıdaki genel sorundan doğan bu son soru haklı olarak şöyle
bildirilebilir:

M e ta fizik b ilim olarak n a sıl ola n a k lıd ır?

^Birçokları arı doğa bilimi açısından bu son noktada henüz kuşku içinde olabilirler. Ama yalnız­
ca sözcüğün olağan anlamında (görgül) fiziğin başında bulunan değişik önermelere—örneğin aynı
özdek niceliğinin sakinimi, süredurum, etki-tepki eşitliği vb.—bakmak hemen bunların bir physi-
cam puram (ya da rationalem) oluşturdukları kanısına varmak için yeterlidir, ve bu hiç kuşkusuz özel
bir bilim olarak ister dar ister geniş olsun bütün bir alanında bağımsız olarak ele alınmayı hak eder.
46 Art Usun Eleştirisi

Usun eleştirisi öyleyse sonunda zorunlu olarak bilime götürür; buna karşı, eleştiriden
[B 23] yoksun inakçı kullanımı ise temelsiz önüsürümlere götürür ki, bunların karşısına eşit
ölçüde açık görünüşlü karşıt önesürümler çıkarılabileceği için, gerçekte kuşkuculuğa
götürür.
Bu bilim çok ürkütücü bir yayılım gösteremez, çünkü usun sonsuz türlülükteki nes­
neleri ile değil ama yalnızca kendi kendisi ile ve bütünüyle kendi içinden doğan ve ona
ondan ayrı olan şeylerin doğası değil ama kendi öz doğası tarafından dayatılan sorunlarla
ilgilenir. U s bir kez kendi öz yetisini ona deneyim de sunulabilen nesneler açısından tam
olarak tanıyabildiği zaman, tüm deneyim sınırlarının ötesine zorlanan kullanımının alan
ve.sınırlarını tam olarak ve güvenle belirlem ek kolay olmalıdır.
Öyleyse bugüne dek inakçı bir yolda bir metafizik ortaya çıkarmaya yönelik tüm giri­
şimlere olm amış gözüyle bakılabilir, ve böyle bakılmalıdır; çünkü şu ya da bu girişimde­
ki çözümleme, eş deyişle, usum uza a priori özünlü olan kavramların yalnızca ayrıştırıl­
ması, hiçbir biçim de asıl metafizik için erek değil ama salt bir hazırlık, e.d ., onun
a priori bireşimli bilgisinin genişletilm esi için bir düzenlem e olmuştur. Böyle bir amaç
için ayrıştırma yararsızdır, çünkü bu yalnızca kavramlarda neyin kapsandığmı göstere­
cektir, onlara a priori nasıl varıldığım değil; ve bu son görev söz konusu olduğunda, kav-
[B 24] ramlar için genel olarak tüm bilginin nesneleri açısından geçerli bir kullanım yolunu
belirleyebilmesi gerekir. Ama tüm bu yersiz istemlerden vazgeçmek gene de kendini çok
fazla yadsımayı gerektirmeyecektir, çünkü usun kendi kendisi ile o yadsınamayacak ve
inakçı yönteminde o denli de kaçımlamayacak çelişkileri çoktandır bugüne dek ortaya
sürülmüş her metafiziğin saygınlığını yıkmıştır. Kendilerini ileri süren tüm dallan
kesilse bile kökleri sökülemeyecek ve insan usu için vazgeçilmeyecek bu bilim i tüm
öncekilerden ayrı ve onlara bütünüyle karşıt bir yöntem yoluyla en sonunda başarılı ve
verimli bir gelişm e noktasına getirmek için, ve bunu güçlükler tarafından içerden ve
direnç tarafından dışardan durdurulmaksızm yapabilmek (için daha büyük bir dayanç
gerekecektir.

V II. A n U s u n E l e ş ti r i s i
A d ı A l t ı n d a T ik e l B i r B i l i m i n İ d e a s ı Ve B ö l ü m l e r i 37

Tüm bunlardan şimdi A n Usun E leştirisi olarak adlandırılabilecek38 tikel bir bilim
[A ii] ideası ortaya çıkmaktadır. |A>Çünkü us a priori bilginin ilkelerini sağlayan yetidir. Buna
göre arı us birşeyi saltık olarak a priori bilm e ilkelerini kapsayandır. Arı üsüii bir organo-
nu tüm arı a priori bilgilerin kazanılabilmelerini ve edim sel olarak ortaya çıkarılabilme-
(B 25] lerini sağlayan ilkelerin bir toplamı olacaktır. Böyle bir organonun tam olarak uygulan­
ması arı usun bir dizgesini yaratacaktır. Ama bu çok fazla şey istemek olacağı için, ve
üstelik burada39 genel olarak bilgim izin bir40 genişlemesinin olanaklı olup olmadığı ve
olanaklıysa hangi durumlarda böyle olduğu henüz ortada kaldığı için, arı usun, kaynak
ve sınırlarının salt bir değerlendirmesini konu alan bilimi arı us dizgesi için bir ön-öğreti

|A1A’daki şu iki tümce B ’de atıldı:


Yabancı birşeyle karışmamış her bilgiye arı denir. Ama özel olarak bütününde hiçbir
deneyim ya da duyum ile karışmamış ve dolayısıyla bütünüyle a priori olanaklı olan bir
bilgiye saltık olarak arr denir.
Giriş 47

olarak görebiliriz. Böyle bir ön-öğretinin arı usun bir öğretisi değil ama yalnızca bir eleş­
tirisi olarak adlandırılması gerekecektir, ve yararı kurgu açısından" edim sel olarak salt
olumsuz olacak, usum uzun genişlemesine değil ama ancak durallaştırılmasına ve onu
yanılgılardan özgür tutmaya hizm et edecektir—ki daha şimdiden büyük bir kazanımdır.
Nesneler ile olmaktan çok a prion olanaklı olduğu ölçüde nesnelere ilişkin bilgi türümüz
ile ilgilenen4* tüm bilgiyi aşkınsal olarak adlandırıyorum. Böyle bir kavramlar dizgesi [A 12]
Aşkmsal Felsefe olarak adlandırılabilir. Ama bu da yine başlangıç için henüz43 çok faz­
ladır. Çünkü böyle bir bilim çözümsel a prion bilgiyi olduğu gibi bireşimli a prion bilgi­
yi de tam olarak kapsamak zorunda olduğu için, amacımız söz konusu olduğu ölçüde,
çok geniş kapsamlıdır. Buna karşı, a priori bireşimin yalnızca kendileriyle ilgilendiğimiz
ilkelerini bütün alanları içinde anlayabilmek için çözümlemeyi yalnızca vazgeçilmez ola­
rak gerekli olduğu noktaya dek sürdürmemiz yeterlidir. Bu araştırma, ki bilginin kendi­ |B 26]
sinin bir genişletilm esini değil ama yalnızca düzeltilmesini amaçladığı için, ve tüm a pri­
ori bilginin değer ya da değersizliğini saptayacak bir denek taşı vermesi gerektiği için,
sözcüğün sağın anlamında bir öğreti değil ama yalnızca aşkmsal eleştiri olarak adlandırı­
labilir,—bu araştırma şimdi üstleneceğim iz görevdir. Böyle bir eleştiri öyleyse olanaklı
olduğu ölçüde bir organon için hazırlıktır; ve eğer bu başarılamayacak olursa, en azın­
dan an usun bir kanonu için hazırlık olabilecek ve ona göre gerektiğinde bir gün arı usun
felsefesinin tam dizgesi, ister usun bilgisinin genişletilm esinden isterse yalnızca sınırlan­
masından oluşsun, çözümsel olduğu gibi bireşimsel olarak da ortaya koyulabilecektir.
Çünkü bunun olanaklı olması, daha doğrusu böyle bir dizgenin onu bütünüyle tamam­
lama umudunu kıracak denli büyük bir alana yayılamayacak olm ası, burada konu olarak
şeylerin tükenmez bir ırada olan doğalarını değil, ama şeylerin doğası üzerine yargıda LA 13]
bulunan anlağı almamızdan, ve üstelik onu da yalnızca a priori bilgisi açısından alma­
mızdan çıkarılabilir. Anlağın bu a priori verileri onları dışardan araştırmamız gerekme­
diği için bizden gizli kalamazlar ve büyük bir olasılıkla düzeyleri tam olarak incelenm e­
lerine, değer ve değersizliklerine göre yargılanabilmelerine ve doğru bir değerleme altına
getirilebilmelerine izin verecek denli sınırlıdır. 44Gene de burada okur kitapların ve arı [B 27]
us dizgelerinin bir eleştirisini beklememelidir. Burada ilgilendiğimiz biricik şey arı us
yetişinin, kendisinin eleştirisidir. Ancak bu eleştiriyi temel ildiğim iz zamandır ki bu
alandaki eski ve yeni tüm çalışmaların felsefi içeriklerini değerlendirebilecek bir denek
taşımız olabilir; bu olmaksızın beceriksiz tarih yazarı ve yargıç başkalarının temelsiz
önesürümlerini kendilerinin eşit ölçüde temelsiz önesürümleri ile yargılamaktan öte bir-
şey yapmamaktadır.
"Aşkmsal Felsefe bir bilim in ideasıdır46 ki, arı usun eleştirisinin onun için bütün bir
tasarı mimari olarak, e.d. ilkelerden çizmesi gerekir—bu yapıyı oluşturacak tüm parçala­
rın tamamlanmışlık ve sağlamlıklarının tam bir güvencesi ile. AşkınsglJFelşefe arı usun
tüm ilkelerinin dizgesidir.47 Bu eleştirinin kendisinin Aşkmsal Felsefe olmaması yaldız­
ca onun tam bir dizge olabilmek için henüz bütün a priori insan bilgisinin tam bir
çözümlemesini kapsaması gerektiğini imler. Eleştirimiz hiç kuşkusuz düşünsel arı bilgi­
yi oluşturan tüm kök kavramların tam bir sıralanışını göz önüne almalıdır. Ama kavram­
ların kendilerinin kapsamlı bir çözümlemesinden olduğu gibi onlardan türetilebilecek
olanların tam bir değerlendirmesinden de haklı olarak kaçınır, çünkü bir yandan bu ]A 14]
ayrıştırma bütün eleştiriyi üstlenm em izin biricik gerçek nedeni olan bireşim durumun­ [B 28]
da karşılaşılan o belirsizlikten bağışık olduğu için amaca uygun olmayacak, öte yandan
böyle bir çözümlemenin ve türetmenin tamlığı için sorumluluk almak, amacımız açısın­
dan bundan kaçınılabileceği için, tasarın birliğine aykırı olacaktır. Daha sonra verilecek
A n Usun Eleştirisi

a prıon kavramların ayrıştırmasını olduğu gibi onlardan başka kavramların türetilmesini


de bütünlüğü içinde yerine getirmek, eğer bunlar herşeyden önce kapsamlı bireşim ilke­
leri olarak saptanmışlar ve bu özsel amaç açısından hiçbir eksiklik kalmamışsa, gene de
güç olmayacaktır.
Arı usun eleştirisi buna göre Aşkmsal Felsefeyi oluşturan herşeyi kapsamı içine alır;
kendisi Aşkmsal Felsefenin tam ideasıdır, henüz bu bilimin kendisi değil; çünkü çözüm­
lemede yalnızca a priori bireşimli bilginin tam bir yargılanışının gerektirdiği denli ileri
gider.
Böyle bir bilim in bölüm lenişinde göz önüne alınacak başlıca nokta görgül herhangi
birşey kapsayan hiçbir kavramın içeri girmesine izin verilmemesi, ya da a priori bilginin
bütünüyle arı olmasıdır. Buna göre, en yüksek ahlak ilkeleri ve temel kavramları, a priori
Ia 15] bilgiler olmalarına karşın, gene de Aşkmsal Felsefeye ait değildirler, çünkü48 gerçi
|B 29j tümü de görgül kökenli olan haz ve acı, istek ve eğilim vb. kavramlarını onun kuralları­
nın temeline koymuyor olsalar da, gene de bir arı törellik dizgesinin kurulmasında bu
görgül kavramlar üstesinden gelinmesi gereken birer engel olarak ya da eylem güdüsü
yapılmaması gereken birer dürtü olarak zorunlu olarak ödev kavramına alınmalıdırlar.
Bu yüzden Aşkmsal Felsefe arı ve yalnızca kurgul usun bir felsefesidir. Çünkü dürtü
kapsıyor oldukları, duygularla ilişkili oldukları ölçüde herşey kılgısaldır, ve dürtüler ve
duygular görgül bilgi kaynaklarına aittirler.
Eğer şimdi genel olarak bir dizgenin bakış açısından bu bilim i bölümlendirecek olur­
sak, kapsamında ilk olarak arı usun bir Öğeler Öğretisi, ve ikinci olarak bir Yöntem
Öğretisi bulunmalıdır. Bu anabölümlerden her birinin kendi altbölümleri olacaktır; ama
bunların zeminlerini açıklamak için henüz erkendir. Giriş olarak ya da bir öncelem e ola­
rak şu kadarı belirtilebilir ki, insan bilgisinin belki de ortak ama bizim için bilinmeyen
tek bir kaynaktan doğan iki kökü vardır—duyarlık ve anladı. Bunlardan ilki yoluyla bize
nesneler verilir, İkincisi yoluyla ise düşünülürler. Şimdi,, duyarlık bize nesnelerin veril -
[b 30] me koşulunu49 oluşturan a pnori tasarımlan kapsıyor olması ölçüsündç Aşkmsal Felse-
[A 16 ] feye ait olacaktır. Ve nesnelerin insan bilgisine verilme koşullarının onları düşünme
koşullarını öncelemekte olması ölçüsünde aşkmsal duyu-öğretisi Öğeler Biliminin ilk
bölümüne ait olacaktır.
Arı Usun Eleştirisi

Aşkmsal Öğeler Öğretisi

You might also like