You are on page 1of 26

ARKEOLOJİK ŞEYLER

ARCHAEOLOGICAL THINGS

AYRIBASIM / OFFPRINT
TAG-Türkiye Serisi / TAG-Turkey Series
TAG - Türkiye Toplantısı Bildirileri 2 / Proceedings of the 2nd TAG - Turkey Meeting

ARKEOLOJİK ŞEYLER
ARCHAEOLOGICAL THINGS

Yayına Hazırlayanlar / Edited by


Güneş Duru – Kenan Eren – Elif Koparal
TAG-Türkiye Serisi / TAG-Turkey Series
TAG - Türkiye Toplantısı Bildirileri 2 / Proceedings of the 2nd TAG - Turkey Meeting

Arkeolojik Şeyler
Archaeological Things

Yayına Hazırlayanlar / Edited by


Güneş Duru – Kenan Eren – Elif Koparal

Kapak tasarımı / Cover design


Adnan Elmasoğlu

İletişim bilgileri / Contacts


tagturkey@gmail.com

© 2017 Ege Yayınları


ISBN 978-605-9680-45-5
Yayıncı Sertifika No: 14641

Baskı / Printed by
Dijital Düşler Basım San. ve Tic. A.Ş.
Seyrantepe M. Nato C. Çınarlı S. No.: 17
Kağıthane-İstanbul
Tel: +90 (212) 279 64 44
Kültür Bakanlığı Setrifika No: 12922

Yapım ve Dağıtım / Production and Distribution


Zero Prodüksiyon
Kitap-Yayın-Dağıtım San. Ltd. Şti.
Abdullah Sokak, No: 17, Taksim
Beyoğlu 34433 İstanbul
Tel: +90 (212) 244 7521 Fax: +90 (212) 244 3209
E.posta: info@zerobooksonline.com
www.zerobooksonline.com
İçindekiler

Neden Arkeolojik Şeyler? ....................................................................................................................................................................................................................... VII

Ian HODDER
İnsan-Şey Dolanıklığı: Uzun Vadeli Bir Bakış ............................................................................................................................................................................ 1

Güneş DURU
Geçmiş Geleceğin Çıkmazında .............................................................................................................................................................................................................. 17

Zeynep TURAN
Enchantment or Entanglement? An Archaeology of the Displaced: The Material Objects of Diasporas ................. 41
Çiler ÇİLİNGİROĞLU
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş .................................................................................................................................................. 51

Melis UZDURUM
Şeyler, Değişen Zaman ve Arkeolog ................................................................................................................................................................................................. 67
Sera YELÖZER
Şey-Özne-Arkeolog: Geçmişin Cinsiyetlendirilmesi ve Eril Önyargılar ....................................................................................................... 83

Bartu DİNÇ
Arkeolojiyi Harlatmak: Dünü Bugüne Taşıyan Yangınlar ........................................................................................................................................... 97

Kenan EREN
Arkaik Dönem İonia’sında Kutsal Alanların Organizasyonu ve “Tanrı(ça) İmgeleri” ................................................................ 105

Esen ÖĞÜŞ
A Mind of its Own: Agency of Ancient Images and Challenges in Archaeological Interpretation ............................... 117

Gül IŞIN
Lykia’da Mezar Sahipliği ve Kültürel Kimlik Algısı ....................................................................................................................................................... 129

D. Burcu ERCİYAS
Komana’da 3 Sikke, 3 Bağlam, 3 Özne ...................................................................................................................................................................................... 143

Zeynep AKTÜRE
Akdeniz’deki Antik Tiyatrolar Ağı / Fernand Braudel’in Üç Tarihsel Zaman Düzleminden Esinlenen
Yapısalcı Bir Yorum ....................................................................................................................................................................................................................................... 153

Ahmet UHRİ
Asamblaj Kavramına Türkçe Karşılık Bulma Denemesi ........................................................................................................................................... 179
VI İçindekiler

Deniz KAPLAN – Murat ÖZYILDIRIM


Arkeolojik Şeyler Bütünü ve Ortadoğu: Savaşlar İçinde Arkeolojik Çıkmazlar ................................................................................ 187

İ. Banu DOĞAN
Toplumsal Belleğin Aktarılmasında Ritüellerin, Mitlerin ve Törenlerin Rolü ................................................................................... 195

Mehmet Kaya YAYLALI


Bir Bilme, Anlama ve Anlatma Çabası Olarak Arkeoloji .......................................................................................................................................... 211
Neden Arkeolojik Şeyler?

Türkiye arkeolojisinde kuram uzunca bir süre marjinalleştirilmiş, anlamlandırılamamış,


arkeoloji dinamikleri dışında varolan politik ve kültürel iklimlere de bağlı olarak arkeoloji
pratiğine sirayet edememiştir. İngiltere’de 1979’da düzenlenen ilk TAG toplantısından bu
yana neredeyse kırk yıl geçmiş olmasına karşın Türkiye arkeolojisinde büyük bir çoğun-
luk halen kuramsal arkeolojinin gerekliliğini tartışmaktadır. Kuram adeta arkeolojik saha
pratiğinin ve maddi kültür değerlendirilmesinin alternatifi olan bir alanmış gibi algılan-
makta, kuram ve pratiğin sıkı bağı göz ardı edilmektedir. Öyle ki çoğu zaman son derece
yanlış bir yaklaşımla kuramın “yazılı belgenin olmayışından” ötürü tarihöncesi dönemlerin
anlaşılmasında araç olabileceği düşünülmüş, bu nedenle sadece Prehistoryenler’in tekelinde
bir “alan”mışcasına algılanmıştır. Türkiye gibi ülkelerde Klasik Arkeoloji bu konumlanmadan
rahatsız olmamıştır. Bilakis beslendiği Alman ekolünün arkeolojinin sarsılmaz “geleneğinin”
bir parçası olduğu bahanesinin ardına sığınıp kuramsal arkeolojiye mesafeli yaklaşır. Oysa
Türkiyeli Klasik arkeologların parçası olduklarını iddia ettikleri Alman ekolü 1980-1990’lar-
dan bu yana (Smolla 1980; Harke 1995; Harke 1991) kuramsal arkeoloji ile olan bağlarını ve
kendi politik geçmişlerinden kaynaklanan anlaşılabilir mesafenin nedenlerini tartışarak çok
yol katetmiştir (Bintliff 2013).
Dünyada arkeoloji uzun süredir kuram ile bağdaşık bir biçimde uygulanmakta ve
üretmektedir. Arkeolojik bilginin üretimi ve yorumlanmasında, dahası arkeoloji biliminin
gelişmesinde kuram anahtar bir rol üstlenerek pratiğin içerisinde; verdiğimiz kararların,
yaklaşımın, bilgi, teknoloji ve yöntemlerin kullanılması, yorumlaması aşamalarında bizimle-
dir. Türkiye’de bazı arkeoloji çevrelerinin “kuram” rahatsızlığı, kuramı ve kuramla ilgilenen-
leri ötekileştirme alışkanlığı aslında kuramsal arkeolojinin tam olarak neyi temsil ettiğinin
ne yazık ki pek çok meslektaşımız tarafından bilinmeyişinden kaynaklanmaktadır.
Bu umutsuz girişin ardından üzerinde durmamız gereken ise bu yolda sarfedilen çaba-
lar ve bu çabaların sürdürülmesinin ne denli değerli olduğudur. 2003 yılında Toplumsal
Arkeoloji Platformu’nun (Erdur ve Duru 2003; 2013) düzenlediği toplantının üzerinden
on yıl geçtikten sonra bu sefer Teorik Arkeoloji Grubu adı altında biraraya gelenler İzmir,
Ege Üniversitesi’nde ilk TAG toplantısını gerçekleştirmişlerdir. Uzun, faydalı tartışmaların
ve hatta münakaşaların ardından ilk toplantının Türkiye arkeolojisinin temel sorunlarına
odaklanan, geniş bir şemsiye altında tartışma olanağı sağlayan bir konuyla yapılmasına karar
verilmişti (Çilingiroğlu ve Özgüner 2015). Ardından, yeniden uzun tartışmalar sonucunda
VIII Neden Arkeolojik Şeyler?

bu sefer dünyada arkeolojik kuramın güncel konularından birine değinme kararı alınarak
2015’te düzenlenen toplantının konusunun “Arkeolojik Şeyler” olmasına karar verilmiştir.
“Şey” teriminin Türkçedeki hafifliği her ne kadar evrensel felsefede önemli bir ağırlığı olan
“thingy” temasına gölge düşürse de, toplantıya ilgi beklenenden çok daha fazla oldu.
5-6 Şubat 2015 tarihlerinde Mimar Sinan Üniversitesi’nde düzenlenen 2. TAG-Türkiye top-
lantısında 8 farklı oturumda, Türkçe ve İngilizce olmak üzere 32 sunum yeraldı. Arkeolojik
“Arkeolojik Şeyler” teması altında “Somut ve Soyut Şeyler”, “Şeyler ve Nesne Grupları”,
“Şeyler ve Bellek”, “Nesneler ve Özneler”, “Şeyler ve Ağlar” olmak üzere beş farklı oturum
konusu belirlendi.1 Toplantı Ian Hodder (Stanford Üniversitesi) tarafından “Entangled: An
Archaeology of the Relationships between Humans and Things” başlıklı konuşma ile açılmıştır.
İki gün süren toplantının dinleyici sayısı 400’e ulaşmıştır. Ian Hodder’ın arkeolojinin günde-
mine, açılış konuşması ile aynı başlığa sahip kitabıyla (Hodder 2012) yeniden soktuğu dola-
nıklık ve şeyler meselesi, son zamanlarda Bjorn Olsen, Micheal Shanks, Timothy Webmoor,
Christoph Witmore gibi bilimadamlarının da (2012) çalışmalarıyla kuramsal arkeolojinin
popüler meselelerinden biri haline gelmiştir. Kuşkusuz toplantı için bu konuyu seçmemi-
zin yegane nedeni güncelliği ve popülerliği değildi. Toplanmanın, bir araya gelmenin, tar-
tışmanın, aykırılıklara kulak kabartmanın, çok sesliliğin, çeşitliliğin en çok da sürdürülebi-
lirliğin sorunlu olduğu mevcut ortamda “Arkeolojik Şeyler” başlığı riskli bir seçimdi. Zira
Türkiye arkeolojisi uzun yıllar boyunca kuram ile arasına lüzumsuz bir mesafe koyduğundan
bu denli güncel bir tartışmanın ne denli karşılık bulacağı şüpheliydi. Bazı meslektaşlarımız
konunun fazla spesifik ve güncel olmasından dolayı toplantıya katılımın düşük olacağından
ve seçilen konunun Türkiye arkeolojisi ile kuram arasındaki mesafeyi azaltacağına bilakis
açacağından endişe duydular. Oysa, bir yandan da Türkiye arkeolojisinin kuram açısından
evrensel eksenin neresinde durduğunu ortaya koymak ve anlamak önemliydi. TAG oluşumu,
doğası gereği özeleştirel bir yapılanmaya sahip olduğundan tartışma ortamının ve çabanın
devamlılığını sağlamanın yanısıra belli kırılma noktaları yaratmakla da yükümlü olduğuna
inandığımızdan güncel ve tartışmalı bir konuyu seçmeyi tercih ettik.
Toplantıda konuşmaların bir kısmı seçilen temayla birebir bağıntılı iken bir kısmı da
Türkiye’de kuramsal arkeoloji adına kat edilmesi gereken çok uzun bir yolun varlığını ve
bu tür toplantıların tüm engellere karşın sürdürülmesi gerektiğini düşündürmüştür. Yine
de TAG’da sunulan bildirilerin alışılmış olandan farklı olarak, arkeolojik kazılardan elde
edilen verilerin yorumlanmaksızın tanıtıldığı yaklaşımlardan uzaklaşmaya başlamış olması
sevindiricidir. İkincisini düzenlediğimiz “Arkeolojik Şeyler” temalı TAG-Türkiye toplantısına
gösterilen yoğun ilgi TAG’ın devamlılığının ülke arkeolojisi için ne derece önemli olduğunu
göstermiştir. Zira arkeoloji bölümlerinin ve öğrencilerinin sayıca Türkiye’den çok daha
fazla olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde de katılımcı sayısı 400 civarındadır. Bu neden-
le TAG’ın ikinci yılında almış olduğu ivmenin canlı tutulması, oluşan ilginin sürekliliğinin
sağlanması ve zaman içerisinde daha nitelikli bir zemine oturması için çaba gösterilmesi
önemlidir.

1 Teorik Arkeoloji Grubu’nun Türkiye’deki ikinci toplantısını gerçekleştirmemiz için çeşitli şekillerde
destekte bulunan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri
Araştırma Merkezi’ne, Electrolux firmasına, bu kitabın basılmasını mümkün kılan Ege Yayınları’na ve
elbette tüm katılımcılara içtenlikle teşekkür ederiz.
Neden Arkeolojik Şeyler? IX

Dünyada neredeyse kırk yıldır Prehistorya, Protohistorya, Klasik Arkeoloji gibi ayrımların
ötesinde; pek çok başka arkeolojilerden söz ediliyor. Etnoarkeoloji’den, Tarihsel Arkeoloji’ye,
Davranışsal Arkeoloji’den, Bilişsel’e, Sosyal ve Toplumsal Arkeoloji’den, Deneysel ve Çevresel
Arkeoloji’ye, Yerli Halkların Arkeolojisi’nden Feminist Arkeoloji’ye disiplin hem kendi bile-
şenlerini ve toplumsal dinamikleri parçalarına ayırarak anlamaya çalışıyor. Bunu yaparken
de düşünme biçimlerinin zaman içinde geçirdiği dönüşümlerden, sosyal ve fen bilimlerin-
deki üretimlerden, yeni teknolojik icatlardan, yeni keşiflerden ve politik söylemlerden etki-
leniyor ve faydalanıyoruz. İçinde farklı yaklaşımlar ve yöntemler barındırsa da arkeoloji
ölçerek, çizerek, kayıt altına alarak ve en mühimi yorumlayarak “şeyler”i disipline etmeye
çalışıyor.
Bu yıl Kanada’da gerçekleştirilecek TAG toplantısının konusu “The Medium is the Message:
Media and Mediation in Archaeology: Aracı mesajın kendisi: Arkeolojide araçlar ve aracılık”
olacak. Kırk yıla yakın bir süredir TAG grupları arkeolojinin güncel, dokunulmamış, teşvik
ve tahrik edici konularını tartışmak üzere toplanıyor. Bu toplantılar, kuramsal ve yöntem-
bilimsel arayışların bilimin doğası gereği olduğuna inanan; arkeolojiyi dünyayı ve toplum-
ları iyi yönde dönüştürme gücüne sahip bir disiplin haline getirmek için çabalayan en az
iki nesilin oluşmasına olanak sağladı. TAG-Türkiye toplantıları biraz geç de olsa kuramsal
tartışmalar bağlamında Türkiye arkeolojisi için bir niş açmıştır. Bundan sonraki dileğimiz
bu nişin kalıcı hale gelmesi, genişlemesi ve içinde bulunduğumuz koşullar üzerinde olumlu
etki yaratma gücünü edinmesidir.
Umarız ki Türkiye’de arkeolojinin farkında ya da farkında olmaksızın kendini hapsettiği
Kültür Tarihçilik kalesinin artık sadece kapanması gereken bir dönemi yansıtan bir kalın-
tı olduğu algılanır. Anahtarı kuşaktan kuşağa aktarılan, mevcut sistem ve hakim düzenle
sürdürdüğü yakın ilişkileri sayesinde burçları sürekli onarılan bu kale arkeolojinin çağdaş,
çok sesli ve eleştirel bir zemin üzerinde yükselmesi önündeki  en büyük engeldir. Türkiye
arkeolojisindeki ana arterlerde yer alan kurumlar ve bireyler çoğunlukla arkeolojinin deği-
şimi karşısında korumacı bir tavır takınarak kale dışında cereyan eden en küçük gelişme-
yi dahi, uzun yıllardır kendi kendini üretmekten öteye gidemeyen mevcut ve sabit düzene
karşı tehdit olarak görmektedirler. Sunduğu faydalar kadar ihtişamıyla da kendine taraftar
toplamaya devam eden bu köhne kaleye ilişkin rahatsızlıklar menfaatler döngüsünde sineye
çekildiği sürece Türkiye arkeolojisinin yeni bir söylem üretmesi, gelişmesi ve özgün bir ter-
minoloji oluşturması mümkün olmayacaktır.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap Türkiye’de var olmaya çalışan, yeterince ilgi görmeyen, kurum-
sallaşmaya çalışan kuramsal arkeolojiye ilişkin bir çabanın ürünüdür. Dileriz ki bu çaba
yakın gelecekte karşılığını bulur ve Türkiye arkeolojisi artık kuramın arkeolojideki gerekli-
liğini tartışmayı bir tarafa koyarak, “yorumun malanın ucunda” olduğunu bilerek kuramın
arkeoloji pratiğine sirayet etmesine olanak tanır. Türkiye kadar dünyanın da yeni bir sistem
değişiminin eşiğinde durduğu, akademik özgürlüklerin, siyasal tahakkümlerin bilimi diledi-
ği gibi şekillendirdiği, pek çok bilim insanının üniversitelerden uzaklaştırıldığı şu günlerde
umarız arkeoloji toplumla ve insanla olan doğal bağını anımsar ve dönüştürme gücünün
farkına varır.

Güneş Duru – Kenan Eren – Elif Koparal


X Neden Arkeolojik Şeyler?

Kaynakça
BINTLIFF, J. 2013. Review Articles. Archaeological Theory: Back To The Future? Antiquity 87, 1214-1216.
ÇİLİNGİROĞLU, Ç. ve P. ÖZGÜNER (der.) 2015. Değişen Arkeoloji: 1. Teorik Arkeoloji Grubu - Türkiye Toplantısı
Bildirileri / Changing Archaeology: Proceedings of the 1st TAG-Turkey Meeting. İstanbul: Ege Yayınları.
ERDUR, O. ve G. DURU (der.). 2013 [2003], 2. Baskı. Arkeoloji: Niye, Nasıl, Ne İçin?. İstanbul: Ege Yayınları.
HARKE, H. 1991. All Quiet on the Western Front? Paradigms, methods and approaches in West German
archaeology. I. Hodder (ed.) Archaeological Theory in Europe: the last 3 decades, 187-222. London.
Routledge.
HARKE, H. 1995. The Hun Is A Methodıcal Chap: Reflections on the German tradition of pre- and protohistory.
P. Ucko (ed.) Theory in Archaeology, A world perspective. Routledge, 47-61.
HODDER, I. 2012. Entangled: An Archaeology of the Relationships between Humans and Things. Wiley Blackwell.
OLSEN, B., M. SHANKS, T. WEBMOOR ve C. WITMORE. 2012. Archaeology: Discipline of Things. University of
California Press: Berkeley.
SMOLLA, G. 1980. Das Kossinna-Syndrom. Fundberichte aus Hessen 19/20, 1-9.
Teorik Arkeoloji Grubu / Theoretical Archaeology Group, TAG 2 (2015) 51–65

Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler:


Bir Giriş

Çiler ÇİLİNGİROĞLU *

ÖZET
Bu yazı, 2000’lerden itibaren ortaya çıkan İlişkisel ve Simetrik yönelimleri kuramsal
arkeolojiye kattığı özgün yönleriyle ele almaya çalışmaktadır. İlk olarak, tarihi yapa-
nın kim olduğu sorusuna verilen yanıtın değişmesiyle arkeolojik paradigmanın deği-
şimi arasında bir örtüşme olduğu, bu durumun İlişkisel Arkeoloji açısından da geçerli
olduğu anlatılmaktadır. Bu çerçevede, İlişkisel Arkeoloji’nin tarihin değişen failleri
bakımdan arkeoloji yazımına getirdiği yeni potansiyel tartışılmaktadır. Bu bölümde
amacım farklı teorisyenlerin çalışmalarına ve ürettikleri kavramlara eğilerek, İlişkisel
ve Simetrik yönelimlerin arkeolojide daha önceden görmezden gelinenleri görünür
kıldığını gösterebilmek. Metnin sonunda, İlişkisel Arkeoloji’nin günümüzün sosyal
adaletsizlik, emek sömürüsü, kölelik ve savaş gibi insan kaynaklı “sistem” sorunlarına
kayıtsız kaldığı üzerinde durularak, bunun ahlaksız değil ama belki de ahlak dışı (amo-
ral) bir kuramsal arkeolojiye yol açabileceği ileri sürülmektedir.
Anahtar kelimeler: Post Süreçsel Arkeoloji, İlişkisel Arkeoloji, Simetrik Arkeoloji, dola-
nıklık, ağ analizleri, nesne yönelimli ontoloji

Bir bilim dalı olarak ortaya çıktığı zamandan bu yana, arkeoloji, hem içinde geliştiği tarihi
bağlamlar içinde ortaya çıkan düşünsel akımların etkisi altında kalmış, hem de bilim alanın-
daki gelişmelerin sağladığı olanaklar ve yenilikler doğrultusunda kendi yöntem ve teknikle-
rini iyileştirmiştir. Bu yazıda, tarihin değişen failleri bakımından arkeolojik düşünce tarihini
incelemeye ve arkeolojinin bu hikâyedeki yeni ve özgün yerini tanıtmaya çalışacağım.

Arkeolojik Düşüncede Tarihin Değişen Failleri


Arkeolojinin bir bilim dalı olarak 160 yıllık geçmişine göz atacak olursak, arkeolojinin iki
koldan bilimselleşmeye doğru ilk adımlarını attığını görürüz. Bunlardan birincisi nesne-
nin tipine, hammaddesine ve arkeolojik bağlamına dayanarak göreli kronolojileri oluşturan

* Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi. E-posta: cilingirogluciler@hotmail.com


52 Çiler Çilingiroğlu

C.J. Thomsen ve O. Montelius’un çalışmaları; diğeri de jeoloji ve paleontolojiden etkilenen


Paleolitik arkeolojisinin stratigrafik teknikleri geliştirmesi olarak özetlenebilir (Kristiansen
2014; Trigger 2006). Zamanı göreli olarak sıraya koymaya yarayan ve olayların öncelik, çağ-
daşlık ve sonralık ilişkilerini gittikçe daha güvenilir şekilde kavrayan metodolojik temelle-
rin üzerine G. Childe’ın Avrupa kıtası geneli için ortaya koyduğu ve Doğu Akdeniz’in mut-
lak kronolojileriyle birbirine bağlanan kronolojik sistemler ve büyük kültür şemaları gelir.
“Kültür tarihçiliği” akımı, esasında arkeolojinin en önemli iki boyutu zaman ve mekân ilişki-
sine dair temellerin tipolojik yöntemlerle inşa edildiği bir düşünce biçimidir. Bu akım içinde,
sonradan güçlü eleştirilerin yöneltileceği geçmiş toplumların doğasına yönelik çeşitli sorun-
lu varsayımlar vardı. Sözgelimi, toplumsal değişimlerin hep dışarıdan gelen etmenlerle (göç
ve difüzyon gibi) açıklanmaya çalışılması, tüm yeniliklerin ve icatların kaynağının değişme-
yen bir “çekirdek bölge” olarak görülmesi, periferilerin (çeperlerin) pasif olarak tasarlanma-
sı, kültürle etnisite arasında zorunlu bağıntılar kurulması veya bir kültürün sadece çanak
çömlek özellikleriyle tanımlanması kültür tarihçiliğinin yoğun eleştiriye maruz kalan bilim-
sel yaklaşımlarıdır (Trigger 2006: 309-312). Kültür tarihçiliğinin söz konusu “varsayımları”
şüphesiz içinde geliştiği kolonyal dünyanın düşünce biçimlerini ve Batı’nın tarih kavrayı-
şını yansıtmaktaydı. Arkeolojik düşünce biçiminin bu aşamasında tarihin failleri güçlüler,
sömürgeciler, çekirdek bölgelerde yaşayanlar ve keşiflere çıkanlardı. Çekirdek bölgeler dışın-
da yaşayanlar, kolonileştirilen, kontrol edilen, yenilik ve icatların götürüldüğü toplumlar
edilgen ve pasif karakterdeydiler; yani onlar henüz tarihin failleri (aktörleri) olarak tasar-
lanmıyordu.
Kültür tarihçiliğinin kolonyal perspektifine karşı çıkan arkeolojik düşünce biçimleri ilk önce
Sovyet arkeolojisinde, daha sonra Yeni Arkeoloji akımında karşımıza çıkar. Sovyet arkeo-
lojisi olarak tanımlanan alan, 1917’den itibaren Sovyetler Birliği’nde gelişen Marksizm ve
Leninizm etkili arkeoloji pratiğidir. Sovyet arkeologlarına rehberlik eden Marx’ın (1906:
200) doğrudan arkeolojiyle ilgili olan ender pasajlarından birinde şöyle denir:
“Eskiden kullanılmış aletlerin kalıntıları, tıpkı fosillerin soyu tükenmiş türler hakkında bilgi
verdiği gibi, günümüzde soyu tükenmiş ekonomik formlar hakkında bilgi vermek konusun-
da büyük bir öneme sahiptir. Farklı ekonomik devirleri ayırt etmemiz için önemli olan hangi
aletlerin yapıldığı değil, bunların nasıl ve hangi araçlarla yapıldığının anlaşılmasıdır. İş alet-
leri sadece insan emeğinin hangi gelişim aşamasında olduğunu göstermez, aynı zamanda,
bu emeğin ortaya konduğu sosyal koşulları da yansıtır.”
Yukarıdaki pasajdaki gibi ender örneklerin dışında, Marx ve Engels’in arkeoloji biliminin
nasıl olması ve uygulanması gerektiğiyle ilgili görüşleri yazılarında bulunmaz, bu neden-
le, Sovyet arkeologları devlet ideolojisine uygun bir arkeoloji pratiğini doğaçlama olarak
yaratırlar. Sovyet arkeolojisinin yenilikçi yönleri şöyle özetlenebilir: Dönemin Avrupa arke-
olojisinin aksine, kültürlerin ne kadar eskiye gittiklerine değil, toplumların nasıl yaşadık-
larına odaklanılmıştır. Bu nedenle dikey kazı yerine yatay ve geniş kazıyı tercih etmiştir.
Böylece eski toplumların yaşayışlarına ilişkin sosyal, ekonomik, siyasi izler geniş alanlar-
da kazılar yapılarak incelenebilmiştir. İkinci olarak, Marksizm bir düşünce biçimi olarak
toplumların ancak ve ancak çatışan iç dinamikleriyle ve kendi yapıp etmeleri sonucunda
değişebileceğini savunduğu için, arkeolojik malzemeye de bu gözle bakılmaya çalışılmıştır.
Göç ve difüzyon neredeyse tamamen reddedilmiş, dışarıdan bir etki olsa bile, esas değişi-
min o etkinin toplumda oluşturduğu harekete göre değerlendirilmesi gerektiği savunulmuş,
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 53

böylece toplumların tarihi yapabilme yetisi ve gücü ön plana çıkarılmıştır. Her ne kadar göç
ve difüzyonun tarihte topyekûn reddi tarihsel gerçeklerle kimi zaman çatışsa da, toplumsal
değişimlerin içsel dinamiklerle açıklanma çabası o dönem Avrupa arkeolojisi için büyük bir
yeniliktir. Ne yazık ki, bu dönemde Avrupa ve Sovyet arkeoloji pratiği arasında çok az etkile-
şim gerçekleşebildi. Sözgelimi, S. A. Semenov’un (1898-1978) prehistorik taş ve kemik alet-
lerin üzerindeki izlerin nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik Deneysel Arkeoloji çalışmaları
ancak 1964 tarihinde İngilizce olarak yayımlandı (Trigger 2006: 336).
Soğuk savaş dönemi içinde, ABD ve Sovyetlerin iki kutuplu ve gerilimli dünyasında bilim
adamları arasında çok fazla etkileşim mümkün değildi. Kaldı ki 1950’lerin McCarthy
Amerika’sında Marksizm’den etkilendiğini açık edecek cesarette bilim insanları bulmak
zordu (Trigger 2006: 396). Yeni Arkeoloji, 1950’lerden itibaren dillendirilen kültür tarih-
çiliği karşıtı bir söylemin, yeni evrimci ve ekolojik yaklaşımların sistematik olarak arkeo-
loji düşüncesine ve pratiğine uygulanması olarak hayat bulur. Sovyet arkeolojisi gibi, göç
ve difüzyon gibi açıklamalara karşı çıkar; ancak toplumların içsel dinamiklerine yönelmek-
ten çok, toplumların içinde yaşadığı ekolojik koşullara ve bunların değiştirici-dönüştürücü
gücüne vurgu yapar. Binford’un (1962; 1968) kuramsal çerçevesini çizdiği Yeni Arkeoloji’ye
göre, değişen çevre, nüfus ve iklim koşulları içinde prehistorik toplumlar en rasyonel seçim-
leri yapabilme kapasitesine sahipti. Doğal ve sosyal ortamın yarattığı “sistem” içinde kişiler
eylemlerini kurallara uygun bir birlik içinde gerçekleştirmekteydiler (Barrett 2001: 146). Bu
düşünüş, Amerikan yerli halklarına o zamana kadarki bakışı şekillendirmiş olan kolonyalist
ve ırkçı perspektiften kopuşu getirdiği için iyi yönde bir değişimdi; ancak ekolojik faktör-
lere ve sistem düşüncesine olan aşırı bağlılığı nedeniyle, insanın yenilik yapma ve toplu-
mu dönüştürme kapasitesine olan inancı kültür tarihçiliğinde olduğu gibi zayıftı (Trigger
2006: 396, 440). Çok kabaca söylersek, kültür tarihçiliğindeki göç ve difüzyonun yerini,
Yeni Arkeoloji’de iklim, nüfus baskısı ve doğal çevrenin hâkimiyetindeki “sistem” almıştı.
İnsanlar, doğal çevrelerinin onlara dayattığı koşullar içinde kalan bir hareket alanına sahip;
ancak onları aşacak kapasitesi olmayan güçsüz failler olarak görülüyordu. Bu haliyle, Yeni
Arkeoloji, tarihin tasarlayan, eyleyen, dönüştüren failleri olarak yalnızca insanı tanıyan
Sovyet arkeolojisinin epey uzağına düşer.
İnsanın failliğini, postkolonyalist bir tutum içinden kavrayan arkeoloji akımı, 1980’lerden
itibaren Anglo-Sakson geleneğinde kendine yer edinen, ancak kıta Avrupa’sında ve dünya-
nın diğer bölgelerinde etkileri zayıf kalan Post Süreçsel Arkeoloji veya Yorumlamalı Arkeoloji
olarak bilinen düşünce akımıdır. Marksist yapısal antropoloji, post-modern düşünce ve
Frankfurt Okulu gibi 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sında etkin rol oynayan sol eğilim-
li düşünce biçimlerinden etkilenen Post Süreçsel Arkeoloji akımı, Yeni Arkeoloji’nin doğal
çevre, ekoloji, nüfus gibi kültür dışı etmenlere verdiği aşırı önemi eleştirmekle kalmamış,
onun pozitivist bilim anlayışını ve dolayısıyla egemen ideolojinin araçsallaştırmasına karşı
savunmasız oluşuna da eleştirmiştir (Johnson 1999: 102-104). Post Süreçsel Arkeoloji,
işe kültür kavramını yeniden arkeolojik literatüre sokarak başlamış, onu “doğal çevreye
uyumun bir sonucu” olarak gören indirgemeci ekolojist yaklaşımdan kurtarmıştır. Kültürü
benimseyen bakış açısıyla, aynı zamanda, kültürlerin çeşitliliğine vurgu yapmış, kültürle-
rarası genel-geçer yasaların varlığını toptan reddetmiştir. Bu duruşuyla, sadece ekolojik
yaklaşımla değil, yeni evrimci düşünceyle de hesaplaşmaya girişmiş, tarihin çizgisel hare-
ket ettiği fikrine karşı çıkmış; ilerleme nosyonunun Avrupa-merkezci, teknoloji-odaklı, ırkçı
54 Çiler Çilingiroğlu

ve kolonyalist tutumları içinde barındırdığını açıkça vurgulamıştır (Johnson 1999; Trigger


2006). Bu çabasıyla, 18. ve 19. yüzyılların aydınlanmacı ve kolonyalist düşüncesinden tam
kopuşunu yaşayamamış olan arkeolojiyi, gerçek anlamda 20. yüzyıla taşımıştır.
Peki Post Süreçsel Arkeoloji’ye göre tarihin failleri kimdir? Her şeyden önce, Post Süreçsel
Arkeoloji, “birey”i (individual) arkeolojinin çalışma alanı içine sokarak arkeolojinin kuram-
sal bakışında yeni bir çığır açar. Eyleyen, yapıp eden ve bu sayede kültürel değişimi geti-
ren birey, Post Süreçsel Arkeoloji için tarihin gerçek failidir (agent). Bireyi ön plana çıka-
rıp sosyal kuralları, sistemi ve yapıları geri plana atarak, Post Süreçsel Arkeoloji, şimdiye
kadar arkeolojide görmezden gelinen bağımsız bireyi görünür alana almış oluyordu. Tarih,
sistemler ve yapılar içinde “piyon” olarak tasarlanan pasif insanların tarihi değildi; tarih, bu
kural ve yapılar içinde aktif olarak hareket eden ve onları bilinçli bir şekilde manipüle eden,
değiştiren ve yeniden kuran faillerin tarihiydi (Johnson 1999: 105; Barrett 2001: 141).
Post Süreçsel Arkeoloji, Batı’nın kolonyalist, ırkçı ve emperyalist düşünce ve uygulamala-
rına, genel olarak aydınlanmacı fikrin ilerlemeci ve akıl temelli düşüncesine, kapitalizmin
ve devletlerin anlatageldiği “büyük anlatılara” karşı çıkan postmodernizmden etkilendiği
için, tarihin faili olarak tam da büyük güçlerin karşısında susturulmuş olanları, ezilmişleri
ve yenilmişleri görmek arzusundadır. O halde, Post Süreçsel Arkeoloji sesi egemen ideolo-
jiler tarafından kesilmiş olan tüm “öteki”lerin sesi olma çabasına girer. Bu alanda özellik-
le Amerikan yerli halklarının mücadelesinde, görmezden gelinen tüm etnik, dini, sınıfsal
azınlıklara ses verilmesinde önemli bir rol oynar. Sözgelimi, World Archaeological Congress’in
(WAC) kuruluş felsefesi bu düşünce akımında temellerini bulur. Failliği sürekli görmezden
gelinen kadını (ve genel anlamıyla toplumsal cinsiyeti, gender) tarihin ve toplumun önemli
bir bileşeni olarak tanınmasını sağlayan arkeolojik çalışmalar gerçekleştirir (Sørenson 2000:
2. Bölüm). Arkeolojide, toplumsal değişimin iç dinamiklere bağlı olduğunu kabul eder; göç,
difüzyon, ekoloji gibi faktörlere az önem verir; onun yerine toplumun ideolojisini (mentali-
tesini, düşünce-inanç biçimlerini) anlamaya çalışır. Bu doğrultuda, arkeolojik kayıtlar için-
de sembolizmin, sembolik dışavurumun, ayinlerin, törenlerin, fikri değişimlerin izini sür-
meye başlar. Arkeolojik malzemeye bir “metin” olarak eğilir; onun farklı okumalarına karşı
çıkmaz, aksine farklı, hatta birbiriyle çelişkili okumaların yapılmasını destekler (Hodder
1989). Sonuç olarak, insanın failliğine ve değiştirme kapasitesine inancı güçlü olduğu için,
tarihin faili olarak “birey”i görür; ancak Marksizm’den farklı olarak, toplumsal yaşamın
genelini açıklayan “büyük anlatılara” inanmadığı için, kendisi de büyük bir anlatı oluştur-
maz. Biraz daha açacak olursak, Post Süreçsel Arkeoloji insanlık tarihini belli mekanizmala-
rın (sınıf çatışması gibi) diyalektik bir hareketi olarak kurmaz ve insanlık tarihinin geneline
ilişkin yorum ve modellemelerde bulunmaktan dikkatle kaçınır. Bunun yarattığı sonuç ise,
insanların, kültürlerin ve toplumların aşırı tikel (biricik, karşılaştırılamaz) olarak kavranma-
sı; dolayısıyla dünyayı etkileyen gerçek ve küresel sorunlara toplum ve tarih temelli bütün-
cül bir açıklama ve eleştiri getirememesi olur (Toker Kılınç 2004). Postmodern düşünce,
içine doğduğu küresel dünyada, anti-emperyalist ve anti-kolonyal bir ses olarak kabul görür;
ancak kapitalist düzenin yarattığı sosyal adaletsizlik ve emek sömürüsüne odaklanmadığı
için, son tahlilde, istemeden de olsa, liberal ideolojinin entelektüel bir bileşeni olmaktan
kendini kurtaramaz. Bu yönüyle, kanımca, ses verdiği tüm öteki ve azınlıkların gözünden
bakıldığında, iyi niyetli ama devrimci olmayan, dolayısıyla kolonyal ilişkilerin varlık nedeni-
ni ortadan kaldırmayan, yalnızca onları biraz daha çekilir kılan bir görüntüye kavuşturan bir
ideolojidir postmodernizm. Buna bağlı olarak, Post Süreçsel Arkeoloji de, geçmiş toplumları
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 55

tikel, biricik kültürler olarak incelediği için, onları geniş tarihsel ve coğrafi bağlamları için-
de değerlendirmekten uzak durmuş, tarihin büyük hareketlerine ilişkin hiçbir öneride ve
yorumda bulunmamıştır. Bu yönüyle, arkeolojinin büyük kadim sorunlarına bilerek ve iste-
yerek sırt çevirmiş, onları değerli çalışma alanları olarak görmemiş, görenleri de “eski moda”
arkeoloji yapmakla itham etmiştir.

İlişkisel Arkeoloji’de Tarihin Failleri


Kristiansen’ın (2014: 14) deyişiyle, son birkaç yıldır Post Süreçsel Arkeoloji’nin “sessiz çökü-
şüne” tanıklık ediyoruz. Şimdilerde arkeolojide yeni bir hayalet dolaşıyor. Bu hayaletin adı
tam konmuş değil. Watts ve Hodder’a göre “İlişkisel Arkeoloji” (Watts 2013; Hodder 2014)
kabul edilebilir bir isimken, Thomas’a göre bu yeni akıma “Yeni Materyalist Arkeolojiler”
(Thomas 2015) adını vermek daha uygun. Olsen, Shanks, Webmoor ve Witmore’dan oluşan
Stanford çevresinde gelişen grup ise “Simetrik Arkeoloji” tanımlamasını seçmiş1 (Olsen vd.
2012).
İlişkisel Arkeoloji’yi, insan eylemlerini diğer insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle ve nesnelerle
olan hiyerarşik/asimetrik olmayan ilişkileri içinde kavramaya çalışan yeni bir paradigma ola-
rak tanımlayabiliriz. Bu bölümde, İlişkisel Arkeoloji’yi bilimsel düşünüş ve pratiğe getirdiği
yenilikler bakımından incelemeye ve tartışmaya çalışacağım. Bu tartışmayı J. E. Terrell’in
sözünü ettiği ölçüte göre yapmak istiyorum. Terrell’e göre, arkeolojide yeni bir fikrin iyi
olup olmadığını test etmenin en doğru yolu, bu fikrin arkeolojide daha önceden görmezden
gelinmiş veya az önem verilmiş şeylerin görülmesine yardımcı olup olmadığının tespitidir2.
İlişkisel Arkeoloji’yle birlikte arkeolojide oyunun kurallarının yeniden yazıldığını söylesek
yanlış olmaz. 1990’lardan bu yana başlayan ama 2000’lerden sonra ağırlığı hissedilen, fel-
sefe ve sosyolojide etkin kuramsal ve metodolojik yönelimlerin tetiklediği yeni bir kuramsal
çerçeve İlişkisel paradigma. Sosyal bilimlerdeki ilişkisellik vurgusunun ve materyale dönü-
şün (material turn) 2000’lerin tarihsel ortamı ve felsefi akımlarıyla yakından ilgisi vardır.
Aşağıda görüleceği gibi, İlişkisel Arkeoloji’nin tarihsel arka planında tekno-kapitalizm,
küresel iklim değişikliği, uzay araştırmaları, internet ve küreselleşme gibi büyük tarihsel
gelişme ve hareketlerin rolü büyüktür. Çok kabaca söylersek, tekno-kapitalizm nesnelerin
failliğini ve insanların giderek daha fazla nesnelerin “kölesi” haline geldiği düşüncesini bes-
leyen tarihsel koşulları yaratır. Bu düşünce, insanların yanında nesnelerin de günlük yaşam-
da aktif roller üstlendikleri bilincini doğurur, hatta onların kimi durumlarda insanlardan
bile daha önemli tarihi aktörler olduğunu savunur. Uzay araştırmaları ve iklim değişikliği
insan-merkezciliğinden ahlaki anlamda vazgeçilmesi gerektiği düşüncesini destekler. İnsan,
doğanın hükmedeni veya ayrıcalıklı bir varlığı değildir, hiçbir zaman da olmamıştır; tam
tersine insan, her şeyi kapsayan doğanın eşit bir parçasıdır. İnternet ve küreselleşme ise
hepimizin bilinçli veya bilinçsiz olarak dâhil olduğu veya edildiği karmaşık ağların önemini
anlatır. Faillik gücünü kişinin kendisinden, ağı oluşturan bağlara kaydırır. Tüm bu olgular

1 Bkz. http://humanitieslab.stanford.edu/23/Home
2 Trigger’ın (2006: 529) aktardığı özgün ifade şu şekildedir: “The test of any good idea in archaeology,
whatever its source, is whether it helps archaeologists look for things in the archaeological record that they
might otherwise overlook or underrate.”
56 Çiler Çilingiroğlu

ve gelişmeler, insanın “ne”’liği sorusuna verilecek cevabı etkilediği ve değiştirdiği için, ken-
dine yeni gözlerle bakan insanın, tarihi de yepyeni bir perspektiften görmesi kaçınılmazdır.
Özellikle yeşil hareketin savunduğu, insanı doğanın hükmedeni değil, eşit bir parçası ola-
rak gören ve türcülüğe karşı çıkan yeni bir ahlak tasarımının filizlendiği çağımızda insanla
ilişkili bilim dallarının bu yeni kavrayışın dışında kalması beklenemez. Tüm insani bilimler
içinde, belki de arkeoloji yeni insan-doğa tasarımını en hızlı yakalayan dallardan biri olmuş-
tur. Bu bölümde, İlişkisel Arkeoloji’ye göre tarihin faillerini tanıtmaya ve bu değişimin arke-
olojik düşünceye getirdiği yenilikleri göstermeye çalışacağım.
İlişkisel Arkeoloji’nin en önemli yeniliği, insan ve toplumu, tarihin merkezi failleri olmak-
tan çıkarmaya çalışması; sözgelimi hayvanların, bitkilerin, mikro-organizmaların ve eşya-
ların faillik kapasitelerinin tanınması, diğer bir deyişle, onların tarihi yönlendirme gücü-
nün kabul edilmesi, hatta insan olmayan faillerin yer yer tarihsel olayların içinde insandan
daha fazla eyleme kapasitesinin olduğunun vurgulanmasıdır (Watts 2013; Hodder 2014).
Thomas’a (2015: 1288) göre İlişkisel Arkeoloji’nin bu tutumu, bir yönüyle arkeolojide özel-
likle 1990’larda moda olan Heidegger felsefesi etkisinde gelişen fenomenolojik bakış açı-
sının bir mirasıdır. Bu düşünce biçimi, araştırmacıyı Kartezyen ikiliklerden ve insan mer-
kezciliğinden özgürleştirerek, tarihi, insan olan ve olmayan tüm aktörleriyle kavramamıza
izin verir (Hodder 2014: 93). Bu düşünsel yönelim köklerini son zamanların etkin felsefi
akımlarından biri olan “Object-Oriented Ontology” (kısaca OOO; Nesne Yönelimli Ontoloji,
kısaca NYO) içinde ve özellikle Graham Harman’ın “Tool-Being” ve sonrasında yazdığı kitap-
larında bulur (Harman 2002; Bryant 2011). O nedenle, bu düşüncenin gelişimine kısaca
bakmakta fayda var kanısındayım. NYO, modern düşüncenin Kartezyen ikiliklerine, özel-
likle Doğa-Kültür, Özne-Nesne ve Fail-Yapı ayrımına, modernizmle birlikte yükselen “bilen
özne” tahakkümüne, bu düşünceye sonradan eklenen Kantçı “kuran özne”nin ayrıcalıklı
konumuna karşı tavır alır. Unutulmamalı ki, Kant felsefesinin en önemli yönlerinden biri,
dış dünyayı kendi zihinsel kapasiteleri ve duyu organlarıyla algılayan, ve böylece şeyleri
fenomen (kendini görünür kılan şey) olarak bilen özneyi evrenin merkezine yerleştirmesi-
dir. Dış dünya, bir özne tarafından “bilinmediği” sürece, nesnesi bile olmayan bir belirsizlik
alanı olarak kalır (Albayrak 2015: 3). Bunun yarattığı en önemli sorun, öznenin bilme kapa-
sitesinin her şeyin üzerine çıkması, özneye ayrıcalıklı bir konum verilmesi ve nesnenin bilen
bir özne olmadan bir öneminin olamayacağı, dolayısıyla öznesiz bir nesne tasarımına karşı
oluşudur. NYO’da, bilen bir özne olmadan da nesnenin bağımsız varlığı kabul edilir, yani
öznenin karşısına dikilen bir nesne (Gegenstand) olmadan da, ondan tamamen bağımsız
olarak nesne kendi içinde otonom ve eyleme kapasitesi olan bir varlıktır. NYO’ya temel oluş-
turan düşünce, Heidegger’in “Varlık ve Zaman” eserinde çeşitli aletlerin varlık durumlarını
tartıştığı bir pasajda saklıdır. Heiddegger, nesnelerin kendine çekilmiş (withdrawn) ve bili-
nemez gerçekliklerini onların insana olan faydalı varlık durumundan (elönünde-bulunma;
Vorhandenheit) ayırmak için “Zuhandenheit” (elaltında-bulunma; readiness-to-hand) kavra-
mı altında inceler (Heidegger 1996 [1927]: 63-67). Harman’a göre, bu elaltında-bulunma
varlık durumu sadece insanlar ve nesneler için değil, tüm nesneler arasındaki ilişkiler için
geçerlidir, yani, her nesne kendini göstermeyen, karanlık ve yüzeyin altında gizli kalan içsel
bir varlığa sahiptir (Harman 2002). NYO, böylece, şeyleri, insanın bilme gücü ve isteğinin
bir parçası olmaktan çıkarmakla, nesnelere tarihte geniş bir hareket alanı sağlamış olur.
NYO’da bu görüş nesneyi ön plana çıkarırken insanı arka plana itmek şeklinde bir düşünceyi
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 57

yansıtmaz; onun yerine insanları da “nesneler” (şeyler) alanına dâhil ederek, onların üstün
konumuna son verir (Harman 2015: 401). Böylece eski felsefelerin özne ve nesne olarak
ayrı olarak ele aldığı entiteleri kapsayan tüm “şey”leri birbirinden bağımsız, birbirine indir-
genemez ve eşit parçalar olarak görmek niyetindedir (Bryant 2011: 19-20; Morton 2011:
165). Aynı zamanda, sürekli bilmeyle haşır neşir olan bir felsefenin (Epistemoloji) yerine
varlıkbilimle (Ontoloji) uğraşan yeni bir felsefe getirmenin faydasına inanır. Böylece, “bilen
ve kuran özne”nin hâkimiyeti ve felsefi düşüncede en az Descartes’tan bu yana baskın olan
insan merkezci yaklaşım (anthropocentrism) son bulacaktır. Bunun yerine insanın merkez-
den çekildiği, insan olmayan her şeye faillik alanın açıldığı, dolayısıyla onların da bağımsız ve
görünür kılındığı, yeni bir dünya tasarımı ortaya çıkacaktır (Bryant 2011: 14-16). Böyle bir
post-humanist evren tasarımında nesneler, insanlardan bağımsız olarak var olmakla kalma-
yacak, buna ek olarak insanlar olmadan da eyleme kapasitesine sahip olacaktır. Sözgelimi,
bir sıvı insanlar olmadan da akabilir, yıldızlar ve kara delikler oluşur, toprak erozyona uğrar,
dalgalar kıyıyı aşındırır, bir gemi batığı durdukça bozulur ve başka bir şeye dönüşür. Tüm
bunlar felsefede nesneyi merkeze çekmenin gerekliliğini gösterir. O halde, arkeolog için,
bir zanaatkâr kafasındaki tasarımı malzemeye dayatan kişi olmaktan çıkar, bunun yeri-
ne, malzemenin özelliklerine göre maddeyle “müzakere” etmek zorunda olan biri olarak
görülmeye başlanır (Thomas 2015: 1289). Kaçınılmaz olarak, bu yeni dünya tasarımı tari-
hin yeniden yazımına olanak sunar. İşte İlişkisel Arkeoloji’nin arkeolojiye veya daha geniş
tanımıyla tüm insani bilimlere getirdiği özgün yenilik budur. Bu düşünce biçimini benimse-
yen arkeologlar, yapacakları yeni araştırmalarla şimdiye kadar anlatılan tüm hikâyeleri sil
baştan ve bambaşka bir kurguyla anlatabilir. Bu yeniden yazım, arkeolojinin çok iyi “bildiği”
düşünülen konular için bile geçerlidir. Nesne-odaklı bir yönelimle, neolitikleşme, kentleşme
ve devletleşme gibi büyük konular yeniden ele alınabilir. Nitekim, 2012 tarihli kitabında
dolanıklık kuramıyla Ian Hodder’ın Çatalhöyük’ten seçtiği örneklerle yapmaya çalıştığı tam
da budur. Benzer şekilde, hayvanları insanın işine yaraması bakımından incelemeye değer
gören görüş yerine, hayvanları insanla olan simetrik ve aktif ilişkisi içinde ele alan çalışma-
sıyla arkeolojide yeni bir hayvan-insan ilişkisi kurmanın gerekliliğini anlatan Hill’in (2013)
yapmak istediği de budur.
İlişkisel Arkeoloji’nin en öne çıkan özelliklerinden bir tanesi arkeolojik odağı, eyleyen veya
etkide kalan insan/toplum gibi entitelerden alıp ilişkinin kendisine (niteliğine, niceliğine)
yoğunlaşmasıdır. Böylece birbirine ağlarla bağlı kültürler ve toplumların niteliği yerine,
onların içinde bir aktör olarak yer aldığı karmaşık ağların kendisinin nasıl işlediği, değiştiği
veya çöktüğü incelenmektedir. Bu yönelim sosyolojide Bruno Latour (2005) önderliğinde
geliştirilen “Actor-Network Theory” (kısaca ANT; Aktör Ağ Kuramı, kısaca AAK) sonra-
sında arkeolojiye etki etmiştir. Son zamanlarda özellikle çeşitli bilgisayar yazılımlarıyla
(Pajek, Gephi, Ariadne vb.) oluşturulan ağ modelleri sosyolojide olduğu kadar arkeolojide
de etkisini yoğun olarak göstermeye başlamış, birçok arkeolog çalıştığı bölgedeki ekono-
mik, kültürel ve siyasi ilişkileri gösteren ağ haritaları yayınlamaya başlamışlardır (Knappett
2011). Ağ haritaları, genellikle ağların içindeki aktörleri hiyerarşik olarak göstermeye çalı-
şırlar, böylece belli bir zaman ve mekân dilimi içinde etkin rol oynamış, ikincil rol üstlenmiş
veya çeperde kalmış aktörlerin ortaya çıkarılması sağlanır. Benzer biçimde, arkeolojik veri-
lere bakıldığında kolaylıkla görünür olmayan önemli aktörlerin (mesela bağlayıcı aktörler,
merkezi aktörler, çeperde kalan aktörler vs.) rollerinin anlaşılması sağlanabilir. Zamansal
58 Çiler Çilingiroğlu

boyutuyla uygulandığı takdirde, bir çağ boyunca belli bir bölgedeki değişen ağlar ve aynı
aktörlerin değişen rolleri görselleştirilebilir. Örnek olarak Tunç Çağı’nda Ege’deki denizel
ağların incelendiği çalışmayı verebiliriz (Knappett vd. 2008). Bu çalışmada, Knappett vd.
Ege’de Orta Tunç Çağı’na tarihlenen 34 yerleşmeden edinilen arkeolojik verileri belli sabit
ve değişkenler bazında incelemiş, bu değerleri bir çekim modeli (gravitational model) içinde
inceleyerek, dönemin ekonomik ve siyasi merkezlerini bulmaya çalışmışlardır. Bu doğrul-
tuda, bir yerleşimin ağ içindeki büyüklüğü, onun sahip olduğu kaynaklarla orantılı olarak
hesaplanmıştır. Daha sonra coğrafi bilgilere ait değişkenler programa girilmiştir (iki yer
arasındaki mesafe, günlük seyahat mesafesi, akıntı ve rüzgârlar vb.). Son aşamada fayda-
maliyet analizini (Cost-Benefit Analysis) temel alan değişkenler tanımlanmıştır. Sabit ve
değişkenler programa girildikten sonra çıktı olarak coğrafi ve coğrafi olmayan ağ haritaları
oluşturulur. Ortaya çıkan sonuç, tüm Orta Tunç Çağı için geçerli statik bir ağ modeli ola-
rak okunmamalıdır. Yıldan yıla değişen çevresel, ekonomik, siyasi ve teknolojik faktörlerin
hesaba katılması gereklidir (Knappett vd. 2008: 1014). Modeli farklı değişken değerleriyle
işlettiğinizde, farklı sonuçlar almak beklenebilir; ancak Ege’de Tunç Çağı’nda belli örüntü-
lerin değişmeden kaldığı gözlenmiştir. Sözgelimi, Kikladlar, On İki Ada ve Girit kendi içine
kapalı güçlü ağlar oluştururken, dışarıyla ilişkiler zayıf bağlarla sürdürülür. Tüm ağ modeli
içinde, hiç değişmeyen Santorini’nin tüm organize ağları birbirine bağlama özelliğidir. Öyle
ki, Santorini’nin olmadığı bir ağda Kikladlar, On İki Ada, Girit ve Kıta Yunanistan’ı birbirine
bağlayan bir bağ kalmayacaktır. Ağ modeli içinde “ticaret getirisi” (benefits of trade) değeri
arttıkça ortaya yeni ağ modelleri çıktığı gözlenir. Ticaret getirisi düşük haldeyken (1.0 iken)
Kikladlar, On İki Ada ve Girit arasında bağ yokken; ticaret getirisi yükselince (3.0, 4.0 gibi
değerlerde), Kikladlar’dan Girit’e bağların ortaya çıktığı, hatta son raddede bağın güçlendi-
ği (kalınlaştığı) görülür. Bu aşama tam da arkeolojik verilerle Orta Tunç Çağı’nın sonunda
gözlenen ağ durumuna denk gelir (Knappett vd. 2008: 1015-1017). Başka ilginç bir sonuç,
yerleşmelerin boyutlarıyla onların ağ içindeki ağırlıklarının her zaman birbirine doğru oran-
tılı olmamasıdır. Bazen birbirine çok yakın ve büyüklükleri aynı olan iki merkezin ağ için-
de çok farklı ağırlıkları olduğu ortaya çıkabilir (Knappett vd. 2008: fig.6). Sonuç olarak, ağ
modelleri, arkeolojik verilerden tahmin ettiğimiz ağ ilişkilerini görselleştirmekte kullanıla-
bilir. Farklı değişkenlerin ve onlara ait değerlerin ağları nasıl etkilediği test edilebilir. Çekim
modellerinde, bir ağ içindeki çekim güçleri veya çeperler daha iyi anlaşılabilir. Zaman içinde
ağlardaki artan ve azalan bağların yarattığı etki test edilebilir ve bu çıkan sonuçlar arkeolo-
jik veriyle karşılaştırılarak yorumlanabilir (Knappett 2011).
İlişkiselliğin incelendiği ve Hodder tarafından arkeolojik terminolojiye sokulan başka bir
kavram da dolanıklıktır (Entanglement). Entanglement, bir kavram olarak arkeolojiye adımını
atmadan önce, ilk olarak kuantum fiziğinde kullanım görmüş ve Türkçe’ye hali hazırda “dola-
nıklık” olarak çevrilmiştir. Kuantum fiziğinde, eğer bir parçacık diğer parçacıklarla etkileşim
halindeyse ve bu nedenle kuantum durumu diğer parçacıklardan bağımsız olarak tanımla-
namıyorsa buna “kuantum dolanıklığı” ismi verilmiştir.3 Felsefe kuramlarında en etkin kul-
lanımını “Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and
Meaning” (2007) adlı kitabında Amerikalı teorisyen Karen Barad sağlamıştır. Barad, şeylerin
(entitelerin) birbirinin karşısında ve birbirinden ayrı olarak var oldukları nosyonuna karşı
çıkarak, şeylerin insan-merkezci ve hiyerarşik olmayan dolanıklığına vurgu yaptığı görülür.

3 https://en.wikipedia.org/wiki/Quantum_entanglement
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 59

Arkeolojide dolanıklık kavramının kullanımı aslında Barad’ın kullandığı tanımla benzeşir.


Dolanıklık kuramında, şeylerin (insan, eşya, hayvan, bitki) arasındaki diyalektik ilişkiler
hiyerarşik olmayan bağlar olarak tasarlanır ve bir “şey”i bilmenin yolu onun içinde yer aldığı
bağlılık ve bağımlılıkları (dependence, dependency), ağını bilmekten geçer. Hodder’ın (2012:
17-20; Hodder ve Mol 2015) dolanıklık kuramında, “dependence”, insanlar ve şeylerin birbi-
rine mecburiyetini; “dependency” ise insanlar ve şeylerin birbirine uyguladığı sınırlamaları
(constraints) tanımlar. Hodder (2014: fig. 3.2) kitabında, Çatalhöyük’te “sıva” ile ilişkili olan
her şeyi bir ilişkiler ağı içinde göstererek, onun üretimini, kullanımını, anlamını, topluluk
açısından yarattığı görevleri ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini görselleştirmiş, onun
insan davranışlarını ve hareketlerini etkileyen faillik gücünü kanıtlamaya girişmiştir. Bu
diyagramda “sıva” tüm ilişkilerin ortasında merkezi bir konumda gösterilmiştir. Hodder,
böylece sıvanın nasıl bir karmaşık ilişkiler ağının içinde bir aktör olduğunu kanıtlamakla
kalmamış, aynı zamanda, insanı merkezden çekerek olaylara insan-merkezci olmayan bir
perspektifle bakmıştır. “Tanglegram” adı verilen dolanıklık ilişkilerinin görselleştirildiği
başka bir diyagramda Çatalhöyük’te “kil” ile ilişkili tüm “şeyler” hiyerarşik olmayan bir iliş-
ki içinde görselleştirilmiştir. Burada kilin; sulak alanla, burada yaşayan balıklarla, yetişen
otlarla, külle, ocakla, tarlalarla, yabani hayvanlarla, sıvayla, mezarla, boya maddesiyle, ker-
piç tuğlayla, tezekle, figürinle vs. olan ilişkileri birbirine bağlanarak çizilmiş, böylece müthiş
karmaşık ve takip etmesi zor, aynı zamanda hiyerarşik olmayan bir dolanıklık ilişkisi göste-
rilmeye çalışılmıştır (Hodder 2014: fig. 9.2). Dolanıklık diyagramı, şeyler arasındaki bağlılık
ve bağımlılık ilişkilerini gösteren tek ve iki yönlü oklara sahiptir. Sözgelimi, atık alanları kile
ve marla bağlıdır çünkü kil ve marl atık alanlarını düzlemek veya temizlemek için kullanı-
lır; ancak kil, atık alanlarına bağlı değildir. İki yönlü bağımlılıklar da vardır. Atık alanları
köpeklere bağlıdır; çünkü köpekler buraları haşarattan korur ve köpekler de atık alanına
bağlıdır; çünkü buralarda yatarlar, evlere alınmazlar (Hodder 2012: 182). Hodder, II. TAG-
Türkiye toplantısının açılış konuşmasında özellikle bu dolanıklık mevzusunun altını çizmiş,
Çatalhöyük’te çanak çömlek kullanımının zaman içinde geçirdiği evrimden yola çıkarak
kuramını ampirik yönden desteklemiştir (ayrıca bkz. Hodder ve Mol 2015). Hodder’ın yeni
düşüncesinden çıkan en önemli kıssadan hisse belki de şudur: İnsan ilk aleti ürettiğinden
bu yana, artan biçimde daha fazla ürettiklerine dolanmış, dolanıklıklardan kurtulmak için
yeni şeyler ve yeni pratikler üretmiş, ancak her yenilik onu daha fazla şeylerle olan ilişki-
lerinde dolamıştır. Bugün geldiğimiz noktada, insanın dolanıklığı onu neredeyse tuzakla-
mış (entrapment) ve zincirlemiş (enchainment) durumdadır. İşte tam bu noktada, Hodder’ın
düşüncesinin Post Süreçsel Arkeoloji’den kopuşuna tanıklık ederiz. Şimdiye kadar “büyük
anlatılara” ve tarihin evrimsel kavranışına karşı çıkan bir teorisyen arkeoloğun, dolanıklık
kuramıyla birlikte evrimsel düşünüşü kucaklayışını görmüş oluyoruz.
Sonuç olarak, İlişkisel Arkeoloji’nin, yukarıda özetlemeye çalıştığım perspektifiyle kuramsal
arkeolojide yeni bir sayfa açtığını söyleyebiliriz. Post Süreçsel Arkeoloji’nin “sessiz çöküşün-
den” doğan paradigmal boşluğu İlişkisel Arkeoloji dolduracak gibi gözükmektedir. Nitekim,
I. Hodder, J. Thomas, M. Shanks, K. Kristiansen ve B. Olsen gibi günümüzün önde gelen
teorisyenleri bu alanda önemli çalışmalar vermeye çoktan başladılar bile. İlişkisel Arkeoloji,
arkeolojiye dışarıdan etkiyle gelmiş bir paradigma olarak görülebilir; ancak arkeolojinin
malzeme odaklı “doğası” gereği bu alana yapacağı önemli ve büyük katkılar mutlaka olacak-
tır. İnsan-odaklı bakış açısıyla arasına mesafe koyması nedeniyle İlişkisel Arkeoloji, arkeolo-
jinin büyük soru ve sorunlarına yepyeni bir bakış getirme potansiyelini taşır. Bu potansiyeli,
60 Çiler Çilingiroğlu

birçok sorunu baş aşağı ederek, hiyerarşik ilişkileri bozarak, insan olmayan failleri ön plana
çıkararak ve materyale daha fazla yönelerek gerçekleştirecektir. Yeni Arkeoloji’den bu yana
“nesnenin arkasındaki insanı” (“the Indian behind the artifact”) görmeye çalışan arkeoloji-
nin, “materyal dönüş”le şimdi “nesnenin içindeki gücü” bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Arkeoloji tarihini göz önüne aldığımızda, tarihin faillerinin değişmesi önemli bir yeniliktir.
Şimdiye kadar görmezden gelinmiş veya hak ettiği önem verilmemiş olan her “şey” yeniden
bir değerlendirmeye tabi olacak, bu da tarihin yeni bir yazımına fırsat verecektir. Bu anlam-
da, Terrell’ın sağladığı ölçütlerle değerlendirildiğinde, İlişkisel Arkeoloji, arkeoloji açısından
faydalı, iyi bir gelişmedir; çünkü daha önceden görmezden gelinen şeyleri görünür alana
almaktadır.

İlişkisel Arkeoloji’nin Eleştirisi


NYO’nun ve AAT’nin idealist, mistik ve sorumsuz eğilimlerine yönelik eleştiriler çoktan baş-
lamış olsa da (Preucel 2012; Cole 2013; 2015), NYO ve AAT etkisindeki İlişkisel Arkeoloji,
benim tarayabildiğim literatür içinde, çoğunlukla olumlu, hatta coşkuyla karşılanmış görün-
mektedir (Russell 2013; Thomas 2015). Her ne kadar “İlişkisel Arkeoloji” olarak genel bir
şemsiye kavram altında tüm bu yönelimleri sanki birbirleriyle çatışık görüşleri yokmuş gibi
ele almak yanlışsa da, genel olarak, insan merkezcilikten uzaklaşma ve şeylere odaklanma
arkeoloji gibi malzeme zengini bir disiplinin kendini diğer sosyal bilimler içinde öne çıkar-
ması için müthiş bir fırsat olarak okunmaktadır (Olsen et al. 2012). Diğer yandan, ilişkisel-
lik ve ağ modelleri üzerine ise artan bir şekilde hem yurtdışında hem de Türkiye’de litera-
tür üretildiğini görüyoruz (Knappett 2011; Baysal 2015). Bu bölümde İlişkisel ve Simetrik
Arkeoloji’ye şimdiye kadar yöneltilen eleştirileri tartışmak ve bu kuramsal yönelime kendi
bakış açımı sunmak istiyorum.

Felsefeye/ Arkeolojide
Çağdaş Dünya Sosyolojiye Etkisi Arkeolojiye Etkisi Eleştirisi
HODDER (dolanıklık kuramı): Şeylerin BINTLIFF 2013:
Nesne yönelimli hiyerarşik olmayan diyalektik ilişkisi, “yeni ambalajında eski
ontoloji (NYO) ve dolanıklık, bağlılık ve bağımlılıklar, konu ve kavramlar”
Aktör Ağ Kuramı tanglegram diyagramları
(AAK):
OLSEN, SHANKS, WEBMOOR, PREUCEL 2012:
Yeni Doğa ve Evren WITMORE (Simetrik Arkeoloji): Doğaya “Radikal giysisinin
Teknokapitalizm Tasarımı; tahakküm eden insan tasarımının terk içinde muhafazakâr
edilmesi; Kartezyen ikiliklerin terk neoliberal duruş gizli”
Küresel İklim Bilen ve kuran edilmesi; şeylerin ontolojik eşitliğinin
Değişikliği, Uzay öznenin terk vurgulanması; insan olmayan entitelerin
Araştırmaları, edilmesi; faillik gücünün önplana çıkarılması
Çevre Hareketi, Şeylerin bağımsız, WATTS (İlişkisel Arkeoloji): -
İnternet, indirgenemez,
kendinde varlığı; İnsan-şey-hayvan ilişkisini simetrik
Küreselleşme olarak kavrama, hayvan odaklı
Şeylerin içsel (zoocentric) yaklaşım, olay ve şeylerin
eyleme kapasitesi; akışkanlığı

Failler ve yapılar KNAPPETT (Arkeolojide ağ analizleri): BRUGHMANS


yerine ilişkiler ve İletişim, etkileşim ve ticaret ağlarına 2010: Arkeolojideki
ağlara yoğunlaşma yeniden ilgi duyulması. Bilgisayar yazılımı uygulamayla ilgili 4
destekli ağ modelleri. önemli sorun.
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 61

İlişkisel Arkeoloji’ye, özellikle Hodder’ın dolanıklık kuramına, literatürde denk geldiğim en


sert eleştiri, J. Bintliff tarafından yapılmıştır. Bintliff (2013: 1215), Hodder’ın “dolanıklık”
kuramını tanıttığı 2012 tarihli kitabında kuramsal arkeolojiye hiçbir yenilik getirmediğini,
eski fikirleri yeni ambalajlarında sunarak yeniymiş gibi gösterme peşinde olduğunu iddia
eder. Bintliff, bir bakıma haklı görülebilir. Nesnelerin faillik kapasitelerinin olduğu gerçek-
ten uzun zamandır sosyal bilimlerde tanınmış ve üzerine çalışılmış bir nosyondur. Daha
20. yüzyılın ortalarına gelmeden, Merleau-Ponty (2006) “Algılanan Dünya” adlı kitabın-
da “Nesnelerle ilişkimiz mesafeli değildir, her nesne vücudumuza ve yaşamımıza seslenir, uysal
olur, tatlı olur, düşmanca olur, bize karşı koyar…” şeklinde nesnelerin pasif entiteler olarak
kavranamayacağını vurgular. Gordon Childe 1944’te “Progress and Archaeology” adlı çalış-
masında “materyal kültür; sosyal ilişkileri yansıtır ve bunların oluşumunda rol oynar; bu yüzden
biz sosyal ilişkileri materyal kültür aracılığıyla inceleyebiliyoruz” diye yazarak şeylerin aktifli-
ğini tanır. Ian Hodder’ın 1980’lerde arkeolojiye getirdiği en önemli teorik katkılardan biri
belki insan ilişkilerinde ve eylemlerinde nesnelerin oynadığı aktif rolün altının çizilmesidir
(Hodder 1982, 1986). Bu örnekler ışığında bakıldığında, Bintliff eleştirisinde haklı görün-
mektedir. Ne var ki, yukarıda ifade ettiğim gibi, Hodder, Olsen ve İlişkisel Arkeolojinin diğer
teorisyenleri, NYO’nun ve AAK’nın etkisiyle, şimdiye kadar arkeolojide denenmemiş yeni
bir kuramsal kapıyı aralamış durumdalar. Bu nedenle, İlişkisel Arkeoloji’nin savunucuları-
nın kuramsal tartışmalarını “yeni ambalajında eski mevzular” olarak görmek haksızlık olur.
Yukarıda değindiğimiz ağ modelleri de hali hazırda eleştirilmektedir. Her şeyden önce, sos-
yolojide gözlenebilir insan ilişkileri üzerine inşa edilen ağ modellerinin, arkeolojide doğru-
dan gözlemlenemeyen sosyal ilişkilere arkeolojik materyal ve yardımcı çalışmalar aracılığıy-
la uygulanması dikkate alınması gereken önemli bir farka işaret eder (Brughmans 2010).
Ayrıca, ağ modelleri gerçek ilişki ve etkileşimlerin karmaşık niteliğini aktarmaktan yok-
sundur. AAK, sosyal olanın ötesine geçtiğini iddia eden, sosyali tüm şeylerin biraradalığı
ve birbiriyle bağları olarak tanımlayan bir görüşe sahip. Bir ağ içinde, sadece insanlar
değil, nesneler, hayvanlar, bitkiler, hatta doğaüstü varlıklar da eyleyen (actant) olabilirler
(Thomas 2015: 1292). Ancak tarihsel olayları, nodlarından bağımsız ilişkilere indirgemek
eleştiri getirilebilecek başka bir yaklaşım olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, her şeyi eşit bir düz-
leme yerleştirdiğinizde, bütün ağlar birbirine benzemekte, zaten bilinen bir ilişkiler evrenini
görselleştirmekten öteye geçememektedir (Thomas 2015: 1293). Arkeolojik verinin ken-
dine özgü doğasına vurgu yapan Brughmans (2010), bu nedenle, sosyoloji için geliştirilen
ağ modellerinin arkeoloji için kullanılmasının sakıncalarına değinir ve arkeoloji için özel ağ
analizlerinin geliştirilmesinin zorunluluğunu vurgular.
Bana göre, İlişkisel Arkeoloji’nin zayıf karnı onun materyali ve ilişkileri ön plana çıkarma-
ya çalışırken, insan ilişkilerinin ve insanın kendisinin yarattığı eşitsiz ve adaletsiz tarihsel
koşullara sırtını dönmesidir. Bu görmezden geliş, aslında her şeyi görünür kılmaya çalışan
bir ahlaki tutumun, üzerine pek konuşulmayan ahlak dışı (amoral) duruşudur. NYO ve AAK
etkili arkeoloji, istemeden de olsa, tarihte insanı kenara iterek, insanlığın en acil soru ve
sorunlarına gözünü yummaktadır (ya da en azından kayıtsız kalmaktadır). En başta bahset-
tiğimiz gibi, tüm düşünce biçimleri içinde geliştiği tarihsel bağlamın insan bilincinde yarat-
tığı yeni etkiyle ortaya çıkar. O halde soralım: Günümüz dünyasının apaçık gerçeği nedir?
Günümüz dünyasının, yani içinde büyüdüğümüz ileri kapitalist dünyanın apaçık gerçeği
sosyal eşitsizlik ve adaletsizliktir. Holding patronlarının bile kapitalizmden şikâyet ettiği
62 Çiler Çilingiroğlu

bir çağda, insanın her gün maruz kaldığı eşitsizlik ve adaletsizlik duygusunun, sosyal bilim-
lerde bir sorun olarak tarif edilmeye son verilmesi, ironik bir ifadeyle, kendini bilmezliktir.
Her şeyden önce, insan merkezcilikten uzaklaşma çabasından başlayalım. İnsan bilincinin
bugün geldiği noktada, insan merkezcilikten uzaklaşma alınacak en ahlaklı tutumlardan
biri elbette. Ne var ki, insanı merkezden çepere alma, insanın önemli bir fail olmaya devam
ettiği dünyada, onun ahlaksız ve adaletsiz eylemlerinin de çepere alınmasına yol açıyor ne
yazık ki. Belki burada yapılan hata, insanı topyekûn ve homojen bir entite olarak görme
hatasına düşmek olabilir. İnsan; hayvanlar ve bitkilerin karşısına konduğunda homojen
bir entite olarak görülebilir; ancak tüm olayların gerçekleştiği tarihsel bağlamında insan-
lar, etnik kökenlerine, sınıflarına, cinsiyetlerine, yaşlarına, inançlarına ve karakterlerine vs.
göre birbirinden ayrılan heterojen bir gruptur. Toplumlar ve bireyler arasında herhangi bir
hiyerarşik ayrım, çatışma yokmuş ve bu dinamiklerin tarihsel olaylara etkisi yokmuş veya
azmış gibi varsaymak, tarih biliminde yapılacak en büyük metodolojik hatalardan biri olur.
Dünyanın durumu ortada. Dünya nüfusunun en zengin %20’si dünya kaynaklarının %80’ini
tekeline almışken, dünya nüfusunun geriye kalan %80’i dünya nimetlerinin sadece %20’sin-
den faydalanabilir durumdadır (Kaynak: makewealthhistory.org). Uluslararası Çalışma
Örgütü’ne göre, kölelik 19. yüzyılda sonlanmış bir tarihsel olay olarak görülemez; çünkü
günümüzde dünyada 21 milyondan fazla köle vardır (Kaynak: antislavery.org). Kölelik çeşit-
leri, zorla çalıştırmadan, seks köleliğine, insan kaçakçılığına ve çocuk köleliğine kadar fark-
lı kategorilerde değerlendirilmekte ve özellikle dünyanın yoksul kesimleri için önemli bir
sorun olarak tanınmaktadır. Dünyanın nispeten varsıl yerlerinde çalışanlar (beyaz yakalı,
mavi yakalı veya pembe yakalılar), ileri kapitalizmin, yoksullaştırıcı ve yalnızlaştırıcı etki-
lerine her gün maruz kalırlar. İş yerleri, düşük ücretlerle yüksek çalışma saatleri uygular.
Kişiler bankalara borçlandırılır, gelecek güvencesizleştirilir. Çalışanlar, iş yerlerindeki aşırı
rekabetçi uygulamalar nedeniyle yalnızlaştırılır ve değersiz hissettirilirler. Kendi emeğine
yabancılaştırılan bireyler için geleceğe dair güvensizlik ve umutsuzluk en sık hissedilen duy-
gular halini alır. Tam da bu duygular kişilerde “karakter aşınması”na yol açar, rekabetçi ve
bireyci ortamda, doğal olarak, kısa süreli ve samimiyetsiz ilişkiler, türlü sosyal angajmanların
olmazsa olmazı haline gelir (Sennett 2010). Depresyon ve tükenmişlik (burn-out) sendromu,
ki içinde yaşadığımız performans toplumunda kişilerin kendilerini gönüllü olarak sömür-
melerinin bir sonucudur, toplumun tüm katmanlarını saran çağ hastalıkları olarak belirir
(Han 2016). İnsanlık, küresel anlamda ve bireysel olarak herkesin deneyimlediği ve etkileri
altında ezildiği bir “sistem” sorunuyla karşı karşıyayken, sosyal bilimlerin, veya bizim için
önemli olan, İlişkisel/Simetrik Arkeoloji’nin sosyal eşitsizlik, emek sömürüsü, ekonomik
adaletsizlik, kölelik ve savaş gibi apaçık sorunlarla ve bunların tarihsel tezahürleriyle ilgi-
lenmemesi üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Böyle bir kayıtsızlık, ancak dünyanın
realitesiyle yüzleşmeyen, ona dokunmayan ve onu bir sorun olarak tanımlamaktan uzak
duran (ahlaksız değil ama) ahlak dışı bir kuramsal düşüncenin ürünü olabilir. Stanford’da
oturan dört beyaz adamı dünyanın realitesi ahlak-içi bir teoriye çağırmıyor olabilir (ve bir
teorisyen için ahlak dışı olmak meşrudur); ancak Türkiye, Orta Doğu ve dünyanın diğer yer-
lerinde yoksulluk, adaletsizlik, işsizlik, savaş ve kölelikle boğuşan toplumlar için ahlak dışı
bir öğreti fazla “lüks” ve steril kalmaktadır. Açıkçası, benim bu yeni felsefi yönelimle ilgili
yegâne sorunum budur.
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 63

İlişkisel Arkeoloji’nin, en önemli politik tutumu kanımca ekolojik fikirlerden etkilenmiş


olmasıdır; ancak çoğu ekolojik düşünce, aynı zamanda, anti-kapitalisttir de. Ne var ki, şim-
diye kadar gördüğüm kadarıyla, İlişkisel Arkeoloji’nin kendini açık eden anti-kapitalist bir
tutumu yoktur. Hodder’ın insanın şeylerle olan dolanıklığına ve zincirlenmiş haline eleş-
tirel yaklaştığı ve dünya tarihi içinde bunu bir perspektife yerleştirdiği doğrudur; ancak
kendisinin de belirttiği gibi, bu kuram içinde insan-insan bağlılıklarına (Human-Human
Dependencies) ve “güç ilişkilerine” pek bir hareket alanı kalmamaktadır (Hodder 2012:
210-212). Hodder’ın bu eleştiriye cevabı insan-insan ilişkilerinin hemen hemen her zaman
insan-şey, şey-insan ve şey-şey ilişkileriyle ortaya çıktığı, çoğu zaman şeyler olmadan insan-
insan ilişkilerinin bütün olarak anlaşılamayacağı yönünde. Güç ve tahakküm ilişkilerinin
dolanıklık kuramı içinde nasıl bir yere oturduğu sorusuna ise Hodder kanımca doyurucu
bir argüman bulmakta güçlük çekmekte (bkz. Hodder 2012: 213-216). Her ne kadar köle-
efendi ilişkisi içinde, iki türlü failin farklı dolanıklıklara ve zincirlenmelere maruz kaldığını,
efendinin kaynaklara, ağlara ve bağlılıklara erişiminin çok daha fazla olduğunu vurgulasa
da, Hodder, bunu ahlaki bir sorun olarak tanımlamadığı için, soruya doyurucu bir cevap
vermekten uzakta kalıyor. Benzer bir sorun Latour etkisindeki “Simetrik Arkeoloji” akımın-
da da göze çarpmakta. Preucel Simetrik Arkeoloji’nin etik ve siyasi duruşunu eleştirdiği bir
konuşmasında, arkeolojinin neden şu dönemde “sosyal” olanla ilgilenmeye son verdiğini
anlamadığını söyleyerek, AAK’nın radikal görünümünün altında muhafazakâr neoliberal
politik tavrın yatıyor olabileceğini önerir (Preucel 2012: 17-18).
Eleştirel kuramın önde gelen teorisyenlerinden M. Horkheimer (1982: 244), sosyal kuramın
gerçek misyonunu “insanların köleleşmesine yol açan koşullardan onları özgürleştirmek”
olarak tanımlar. Horkheimer (1982: 215), sosyal kuramın tarihteki görevini şu pasajda işler:
“Eğer teorisyenin ve nesnesinin ezilen sınıfla dinamik bir bütünlük oluşturduğu görülebilirse,
çalışmalarının sadece somut tarihsel durumun tanımlanmasından ibaret olmayıp o durum
içinde onu değişmeye zorlayan etkenlerden birini oluşturduğu da anlaşılabilir: bu onun asıl
işlevidir.”
Bu perspektiften İlişkisel Arkeoloji’ye baktığımızda, onun şimdiye kadar içinde yaşadığımız
tarihsel bağlamı tanımlayan bir yönünün olduğunu; ancak bu tarihsel koşulları değiştirmeye
zorlayacak ve ezilen toplumsal kesimlerin özgürleşmesini sağlayacak koşulları yaratmak gibi
bir uğraşı olmadığını söyleyebiliriz. İlişkisel Arkeoloji, insan olmayan faillere verdiği önem-
le hayvan ve bitkilerin insan tahakkümünden kurtulmasının aracı olabilir; ancak, insanı
topyekûn çepere itmesiyle insanın insan tahakkümünden kurtulmasının bir aracı olamaz.
Onun yerine, şeylere odaklanarak, insan-insan ilişkilerinin hiyerarşik, eşitsiz ve adaletsiz
görünümlerini görünmez kılan bir yöne doğru kayma tehlikesi bulunmaktadır. Hatta eleşti-
riyi bir doz artırıp şeylerin (materyalin) bu kadar ön plana çıkarılmasının ileri kapitalizmin,
neoliberallerin ekmeğine yağ sürdüğünü bile önerebiliriz. Şeylerin sorgusuz-sualsiz çılgınca
tüketimine dayanan bir ekonomik sistemde, insani bilimlerin de nesnelere ve onların biz-
den bağımsız, içsel kapasitelerine yönelmesi ilginç bir tesadüf değil mi? Ontolojik olarak
(yani varlık bakımından) tüm şeyleri eşit düzlemde gördüğünü ilan etmek, ne yazık ki, onla-
rın gerçek hayattaki eşitsiz ve asimetrik konumlarını eşitlemeye yetmemektedir. Cole’un
ironik bir biçimde belirttiği gibi, günün sonunda, Hiroşima ve Nagazaki’ye düşen atom
bombalarıyla bir kapı tokmağı “eşit” değildir (Cole 2013). Reel dünyada karşılığı olmayan
64 Çiler Çilingiroğlu

eşitlikler kurmasının dışında, NYO ve AAT’de, şeylerin otonomluğuna, içsel bağımsızlığına


ve canlı eyleme güçlerine olan “inanç” da eleştirilebilir. Harman’a (2011: 103) göre, kayalar
ve elektronlar gibi bilinçsiz entitelerin bile ilkel psikeleri onlara bir deneyim alanı açmakta-
dır. Cole (2015: 321), şeylerin NYO’da bu şekilde kişileştirmesini (personification), Marx’ın
Kapital’de sözünü ettiği “metanın mistik karakteri”yle karşılaştırır. Marx, nesne fetişizmini
anlatırken, bir masanın yalnızca biçim değiştirmiş bir ağaç olarak kalmadığını, bizim için
aşkın bir şeye dönüştüğünü söylemektedir. Marx şöyle ifade eder: bir masa “yalnız ayakla-
rı üzerinde durmakla kalmaz, tüm öteki metalarla ilişki içerisinde amuda kalkar ve o ağaç
beyninden kendi ayakları üzerinde dönmekten de daha güzel, öyle grotesk fikirler çıkar ki..”
(Marx 1906: 47).4 Cole (2015: 322) NYO’nun da şeyleri kişileştirerek mistik bir karaktere
büründürdüğünü, bunun da dünyanın gerçek meselelerine odaklanmayı engellediğini savu-
nuyor. Görünen o ki, hem NYO ve AAT, hem de İlişkisel ve Simetrik Arkeolojiler bu eleştiri-
lere maruz kalmaya devam edecekler.
Sonuç olarak, İlişkisel Arkeolojinin kuramsal arkeolojiye, arkeolojik metodolojiye ve arke-
oloji pratiğine yepyeni ve özgün bir soluk getirdiğini görüyoruz. Arkeoloji, bundan sonraki
belki 20-30 yılda olasılıkla bu kavramlarla ve yöntemlerle çalışarak, bilim nesnesine yepye-
ni bir yönelim gösterecek, arkeolojinin büyük konularını sil baştan inceleyebilecek. İlişkisel
Arkeoloji’nin tek eksikliği belki de sosyal adaletsizliği ahlaki bir sorun olarak tanımlama-
ması ve en azından şimdilik dünyanın apaçık realitesiyle ilişki kurmayan bir kuram olarak
kalmayı tercih etmesi.

Kaynakça
ALBAYRAK, M.B. 2016. Kant’ın Kopernik Devrimi. Bilim ve Gelecek 143, 2-9.
BARRETT, J. 2001. Agency, the
Duality of Structure, and the Problem of the Archaeological Record. I. Hodder (ed.), Archaeological
Theory Today, 141-164.
BAYSAL, A. (der.) 2015. İletişim Ağları ve Sosyal Organizasyon. Tematik Arkeoloji Serisi 2, İstanbul: Ege Yayınları.
BINFORD, L. 1962. Archaeology as Anthropology. American Antiquity 28, 2, 217-225.
BINFORD, L. 1968. Archaeological Perspectives S.R. Binford, L. Binford (der.), New Perspectives in Archaeology.
Chicago, 5-32.
BINTLIFF, J. 2013. Review Articles. Archaeological Theory: Back To The Future? Antiquity 87, 1214-1216.
BRUGHMANS, T. 2010. Connecting The Dots: Toward Archaeological Network Analysis. Oxford Journal of
Archaeology 29.3, 277-303.
BRYANT, L. R. 2011. The Democracy of Things. Ann Arbor: Open Humanities Press.
COLE, A. 2013. The Call of Things. A Critique of Object-Oriented Ontologies. Minnesota Review 80, 106-118.
COLE, A. 2015. Those Obscure Objects of Desire. Artforum Summer 2015, 318-323.
HAN, B.C. 2016. Şiddetin Topolojisi. Metis: İstanbul.
HARMAN, G. 2002. Tool-Being: Heidegger And The Metaphysics of Objects. Peru: Carus Publishing.
HARMAN, G. 2015. Object-Oriented Ontology. M. Hauskeller, C.D. Carbonell, T.D. Philbeck (eds.) The Palgrave
Handbook of Posthumanism in Film and Television, 401-409.

4 Pasajın İngilizce çevirisi şu şekilde: “The form of wood, for instance, is altered, by making a table out of it. Yet,
for all that, the table continues to be that common, every-day thing, wood. But, so soon as it steps forth as a
commodity, it is changed into something transcendent. It not only stands with its feet on the ground, but, in
relation to all other commodities, it stands on its head, and evolves out of its wooden brain grotesque ideas,
far more wonderful than ‘table-turning’ ever was.”
Arkeolojide İlişkisel ve Simetrik Yönelimler: Bir Giriş 65

HEIDEGGER, M. 1996 [1927] Being and Time. New York: State University of New York Press.
HILL, E. 2013. Archaeology and Animal Persons. Toward a Prehistory of Human-Animal Relations. Environment
and Society: Advances in Research 4, 117-136.
HODDER, I. 1982. Symbols in Action. Cambridge: Cambridge University Press.
HODDER, I. 1986. Reading The Past. Cambridge: Cambridge University Press.
HODDER, I. 1989. This is not an article about material culture as text. Journal Of Anthropological Archaeology
8.3, 250-269.
HODDER, I. 2012. Entangled: An Archaeology of the Relationships Between Humans And Things, West Sussex:
Wiley-Blackwell.
HODDER, I. ve A. MOL. 2015. Network Analysis and Entanglement. Journal of Archaeological Method and
Theory. Online First Articles. Doi 10.1007/S10816-015-9259-6, 1-29.
HORKHEIMER, M. 1972. Critical Theory: Selected Essays. New York: The Continuum.
JOHNSON, M. 1999. Archaeological Theory. An Introduction, Oxford: Blackwell.
KRISTIANSEN, K. 2014. Towards A New Paradigm? The Third Science Revolution and its Possible Consequences
in Archaeology. Current Swedish Archaeology 22, 11-71.
KNAPPETT, C. 2011. An Archaeology of Interaction. Network Perspective on Material Culture And Society. Oxford:
Oxford University Press.
KNAPPETT, C., T. EVANS ve R. RIVERS. 2008. Modelling Maritime İnteraction in The Aegean Bronze Age.
Antiquity 82, 1009-1024.
LATOUR, B. 2005. Reassembling The Social: An Introduction to Actor-Network-Theory. Oxford: Oxford University
Press.
MARX, K. 1906. Capital: A Critique of Political Economy. The Modern Library: New York.
MERLEAU-PONTY, M. 2014. [1948] Algılanan Dünya. İstanbul: Metis Yayınları.
MORTON, T. 2011. Here Comes Everything. The Promise Of Object-Oriented Ontology. Qui Parle. Critical
Humanities and Social Sciences 19:2, 163-190.
OLSEN, B., M. SHANKS, T. WEBMOOR ve C. WITMORE 2012. Archaeology. The Discipline Of Things. Berkeley:
University of California Press.
PREUCEL, R.W. 2012. Archaeology and the Limitations of Actor Network Theory. Paper Presented to The
Department Of Anthropology, Harvard University, October 10, 2012.
RUSSELL, N. 2014. Review: Relational Archaeologies: Humans, Animals, Things, edited by W. Christopher,
2013. London: Routledge. Cambridge Archaeological Journal 24:1, 185-187.
SENNETT, R. 1998. Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri. İstanbul: Ayrıntı.
SØRENSON, M.L.S. 2000. Gender Archaeology. Cambridge: Polity Press.
THOMAS, J. 2015. The Future of Archaeological Theory. Antiquity 89 (348), 1287-1296.
TOKER KILINÇ, N. 2004. İnsanın Kurtuluş Hikâyesi Olarak Marx’ın Felsefesi. Felsefe Yazıları. Karl Marx.
İstanbul: Hil Yayın, 7-16.
TRIGGER, B. 2006. A History of Archaeological Thought, Cambridge: Cambridge University Press.
WATTS, C. (ed.) 2013. Relational Archaeologies: Humans, Animals, Things, New York: Routledge.

You might also like