You are on page 1of 196

T.C.

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2630


AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1598

SİYASAL İLETİŞİM

Yazarlar
Öğr.Gör. Bilge SANDIKÇIOĞLU (Ünite 1)

Öğr.Gör.Dr. Atılım ONAY (Ünite 2)


Arş.Gör. Fuat ÖZDİNÇ (Ünite 3, 4)
Prof.Dr. Nejdet ATABEK (Ünite 5)
Arş.Gör. Ömer KUTLU (Ünite 6, 7)
Yrd.Doç.Dr. Yasemin ÖZGÜN (Ünite 8)

Editörler
Prof.Dr. Ferruh UZTUĞ

Yrd.Doç.Dr. Yasemin ÖZGÜN


ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

 i
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2012 by Anadolu University


All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted
in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without
permission in writing from the University.

UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ

Genel Koordinatör
Doç.Dr. Müjgan Bozkaya

Genel Koordinatör Yardımcısı


Doç.Dr. Hasan Çalışkan

Öğretim Tasarımcıları
Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar
Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan

Grafik Tasarım Yönetmenleri


Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız
Öğr.Gör. Nilgün Salur

Kitap Koordinasyon Birimi


Uzm. Nermin Özgür

Kapak Düzeni
Prof. Tevfik Fikret Uçar
Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız

Grafiker
Gülşah Yılmaz

Dizgi
Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi

Siyasal İletişim

ISBN
978-975-06-1298-5

1. Baskı

Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 1.500 adet basılmıştır.


ESKİŞEHİR, Temmuz 2012


ii
İçindekiler

Önsöz ..... iv

1. Tarihsel Gelişim Süreci içinde Siyasal İletişim .. 2


2. Siyasal İletişimin Tanımı ve Temel Kavramları .................................. 30
3. Siyasal İletişim ve İdeoloji ....................................................................... 52
4. Siyasal İletişim, Siyaset ve İktidar ............................................................................ 74
5. Kamuoyunun Oluşumu ................................................................................................. 98
6. Siyasal Kampanya Süreci................................................................................................ 124
7. Türkiye’de Siyasal Kampanyalar ve Seçmen Analizi ........................ 146
8. Yeni Medya ve Siyasal İletişim .......................................................................... 172

iii
Önsöz
Siyaset, insanlık tarihinin tüm birikimlerine etki eden bir olgu olarak her zaman düşünce ve uygarlık
tarihinin temel bir parçası oldu. Günümüz dünyasında da bu etkin ve belirleyici rolü çok boyutlu olarak
sürüyor. İnsan ve toplum etkileşiminin, yöneten ve yönetilenler ilişkisinin her açıdan ilgilendiği bir
alandan söz ediyoruz.
Siyaset tarihi kitle iletişimin gelişimine paralel farklı bir seyir izledi. Matbaanın keşfiyle başlayan süreçte
iletişimin toplumsal hayat üzerinde etkisi farklı bir görünüm kazandı. Bugün, yöneten yönetilen ilişkisi
bağlamında demokrasi bilincinin hayata geçmesinden, seçim kampanyalarına kadar uzanan çok geniş bir
yelpazede iletişim olgusu siyasetin merkezine yerleşti.
Günümüzde haber medyası, internet, sosyal medya gibi kavram ve olgular toplumsal hayatın içindeki
işlevini artırdıkça siyasetin fikri ve uygulama biçimleri de değişiyor. Bu açılardan bakıldığında iletişimin
yönetilmesi ve sürdürülmesi siyasetin ayrılmaz bir parçası haline geldi.
Siyaset ve iletişim ilişkisini farklı boyut ve biçimlerde çok yönlü tanıtmayı amaçlayan kitap, günümüz
dünyasını anlamlandırma konusunda da bakış açılarımızı zenginleştirmeyi hedefliyor. Siyasal iletişim;
insanın toplumsaldaki varlığı ve iletişimin kendisi kadar uzun bir geçmişe sahiptir. Yüzyıllardır toplumsal
ilişkilerde, yönetenler kendi başarılarını vurgulamak, pekiştirmek için çeşitli yollar denemişlerdir. Bu
yöntemlerin hepsi yönetilenleri yönetirken, yöneten konumunu sürdürmek amaçlı yönetilenlerin ikna
edilmesi için yapılan faaliyetlerdir. Hiç kuşkusuz kitle iletişim araçlarının gelişimi ve bu araçların çok
sayıdaki insana mesaj taşıması, iletişim, ikna, yönetim yaklaşımlarını ve kullanılan yöntemleri de
derinden etkilemiştir.
Elinizdeki kitap uzaktan eğitim ilklerine göre kendi kendinize öğrenme açısından tasarlandı. Üniteler
içindeki yönlendirmeler, kitap dışı kaynaklar, farklı okumalar konulara ilişkin kavrayışlarınızı daha da
zenginleştirecektir. Bu çalışma biçimiyle hem akademik anlamda daha başarılı hem de entelektüel
birikiminizi güçlendireceksiniz.
Bu kitabın ortaya çıkmasında başta yazarları olmak üzere farklı farklı bir çok kişinin emeği var.
Yazarlarımızın özverili katkılarının yanı sıra burada ismini anamadığımız bir çok çalışana teşekkür
ederiz.

Editörler
Prof.Dr. Ferruh UZTUĞ
Yrd.Doç.Dr. Yasemin ÖZGÜN

iv
1






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Siyasal iletişim kavramını tanımlayabilecek,
Siyasal iletişimle ilgili ifadeleri anlatabilecek,

Siyasal iletişimin gelişim dönemlerini sırasıyla aktarabilecek,

Her bir siyasal iletişim döneminine ait özgün koşulları betimleyebilecek,

Siyasal iletişimin her bir dönemindeki gelişmeyi açıklayabilecek,

Elektronik iletişim mecralarıyla siyasal iletişim dönemini yorumlayabilecek


bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
İdeoloji Propaganda

Yöneten-Yönetilen Aday İmajı

İktidar Seçmen

Meşrutiyet Seçim Sistemi

Devletin İdeolojik Aygıtları İletişim Kampanyası

Kitle İletişim Araçları Siyasal Parti

Kamuoyu Baskı Grupları

Parlamenter Sistem Sivil Toplum

Tüketim Toplumu

İkna

İçindekiler
 Giriş
 Siyaset ve Siyasal İletişim
 Siyasal İletişimin Gelişim Dönemleri
2

 
Tarihsel Gelişimi İçinde
Siyasal İletişim
GİRİŞ
İnsanlar temelde dil aracılığıyla etkileşim ve iletişim ortamları yaratırken; bulundukları ortamda da bu
şekilde var olmaktadırlar. İnsanlar diğerleriyle bir araya gelerek maddi ve manevi anlamda çeşitli
üretimler gerçekleştirirler. Gerek maddi gerekse manevi anlamda gerçekleştirilen bu üretimler insanların,
dolayısıyla da toplumların yaşamlarının biçimlenmesine yön verirken aynı zamanda da onların
kültürlerinin oluşmasına temel oluşturmaktadır.
İnsan yaşayışına değinen, hemen her türlü yayında, yöneten ve yönetilen ilişkisi temel konu olarak yer
almaktadır. Siyaset bilimi dilinde, yönetenlere, “iktidar” adı verilmektedir. İktidar, yönetme gücünü
meşru kılar, yönetilenlere uygular. Sözkonusu gücün niteliği, nasıl meşru hale geldiği, nasıl uygulandığı,
siyasal sistemin ne olduğu kadar oradaki insanların, o sistemi nasıl algıladığıyla da ilgilidir. Bugün,
“insanın yaşam hakkı” adına yapılanlara ve söylenenlere bakıldığında; “yaşama hakkı” adına insanın
yaşam hakkının önemsenmediği durum ve olayları görebilmemizin nedenlerinden biri de, bizlerin
algılama biçimlerinden yani; değer yargıları, inançları, geçmişi, inanışları, deneyimi, eğitimi, kültürü,
zekâ düzeyi, kişilik tipi,” gibi özelliklerimizdir. Dolayısıyla, yöneten ya da yönetilen olsun ya da olmasın;
içinde bulunduğu yer ve koşulları her ne olursa olsun her insanın bakışı, görüşü, davranışları şu ya da bu
şekilde birbirinden farklıdır. Siyaset bilimi dilinde, her insanın hayatını kendi algılama biçimine göre
yaşadığını; kendine has özne ile kurduğu iletişim şekli, onun gücünü meşru bir şekilde devamlı kılan bir
araç işlevini görmektedir.
“İdeoloji kuramları, her türlü iletişimin ve tüm anlamların toplumsal-siyasal bir boyutu olduğunu ve
bunların toplumsal bağları dışında anlaşılamayacaklarını vurgulamaktadır. Bu ideolojik işleyiş, daima
verili düzeni kayırır; çünkü iktidarı elinde bulunduran sınıflar, yalnızca malların değil aynı zamanda
fikirlerin ve anlamların da üretimini ve dağıtımını kontrol etmektedirler” (Fiske, 2003;226).
Demokrasi, yönetenlerin siyasal kararlara katılımını sağlayacak yöntemlerin bulunmasını gerekli
kılmaktadır. Demokrasi kuramına göre siyasal katılım, her türlü toplumsal hedefi ve bunları
gerçekleştirmek için kullanılacak yolları belirleyen bir süreci temsil etmektedir.
Siyasal iletişim; insanın toplumdaki varlığı ve iletişimin kendisi kadar uzun bir geçmişe sahiptir.
Yüzyıllardır toplumsal ilişkilerde, yönetenler kendi başarılarını vurgulamak, pekiştirmek için çeşitli yollar
denemişlerdir. Bu yöntemlerin hepsi yönetilenleri yönetirken, yöneten konumunu sürdürmek amaçlı
yönetilenlerin ikna edilmesi için yapılan faaliyetlerdir. Hiç kuşkusuz kitle iletişim araçlarının gelişimi ve
bu araçların çok sayıdaki insana mesaj taşıması, iletişim, ikna, yönetim yaklaşımlarını ve kullanılan
yöntemleri de derinden etkilemiştir. Özellikle, siyasal iletişimin ağırlığı ve yoğunluğu artmıştır. Endüstri
Devrimi sonrasından itibaren siyasal partilerin yapılanması nasıl zaman içinde değişiklik geçirdilerse,
iktidara gelme çabalarında önemli rol oynayan yöntemlerde de değişiklik görülmüştür. Siyasal partilerin,
yönetime talip olarak halk tarafından oy kulanarak seçilerek, iktidar olabilme ve yönetme etkinliklerinde,
siyasal iletişimle gerçekleştirilen ikna önce propaganda yaklaşımıyla uygulanmış daha sonra,
propagandaya, reklamcılık, halkla ilişkiler, lobi gibi farklı yaklaşım ve yöntemler eklenmiştir. Siyasal
mesajları seçmenlere ve yönetilenlere ulaştırmak isteyen siyasal partiler, iletişim aracı olarak, partizan
gazeteler, gazete ve broşürler, afişlerle kamuoyu oluşturmak ve bayraklar, filamalar, rozetler, düğmeler,
eşarplar, fularlar dağıtarak seçmenlere ulaşmak yoluna gitmişlerdir. Siyasal partilerin seçmenleri
3

 
kendilerine oy vermeye ikna etme bakımından, yemek vermeleri, sohbet toplantıları düzenlemeleri,
mitingler, törenler düzenlemeleri, seçmenlerin partileri desteklemeleri için eğlendirici ortamlar sunmaları;
siyaset anlayışından siyasal iletişime yansıyan, temelinde insanın toplumda, toplumdaki kişilerin
organizasyonunda etkili unsurlardaki farklılaşmadan kaynaklanmaktadır.
Kitabımızın ilk ünitesinde Siyasal İletişimin başlangıcından bugüne kadar olan yolculuğunu; siyaset,
toplum temelinde, yöneten ve yönetilenler ekseninde, ikna, ikna yöntemleri, iletişim, ikna edici iletişim,
kitle iletişim araçları, iletişim kuramları, ikna kampanyaları, ikna edici iletişim kampanyaları; kampanya
yöntemleri, ilgili kavramlar, örnek olaylarla birlikte açıklayacağız. İnsan-toplum ilişkisinde, siyasetin
gerçekleştirilme biçiminde de, iletişim olmazsa olmaz, temel unsurdur.

SİYASET VE SİYASAL İLETİŞİM


Eskiçağdan günümüze kadar düşünürler toplum hayatı, yönetim biçimleri ve en iyi yönetim biçiminin
hangisi olduğu gibi konularda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu düşünürlerin toplum hayatının
esasları, çeşitli yönetim sistemleri, en iyi yönetim şeklinin hangisi olduğu ya da olabileceği konularında
sistemli bir şekilde ortaya koydukları değişik görüşler, bugün “siyaset felsefesi” olarak adlandırılan
disiplini meydana getirmiştir ve bu felsefe altında toplanan siyasal fikirler ve siyaset teorileri uzun süre
politika biliminin başlıca konusunu ve temelini oluşturmuştur (Kapani,2002;22-23).
Şimdiki zamanın ufku dil aracılığıyla kurulur. Bu dil geçmişin izini taşır. Dil şimdiki zamanda olan
geçmişteki yaşamdır ve geleneğin var olmasını kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlamaktadır. Aslında
herhangi bir topluluğu meydana getiren; ,insanların bir araya gelme nedeninin temelinde yer alan dil
oyunları; dilin bir yandan geleneği sürekli kılarken bir yandan da gelenek temelinde bir araya gelen
topluluğun hem kendisini hem de geleneği yaşatmasının nedenidir.
Wittgenstein’a göre dil oyunları, dilsel kurallar, nesneler, durumlar ve yaşam tarzları arasındaki
birbirinden ayrılamaz birliktir (Wittgenstein, 1953; akt. Mouffe, 2010;35). Bu bakış açısıyla, siyaset, söz
konusu bir geleneğin anahtar terimlerine uygun yeni kullanımlar yaratması ve bu yaratılmış olanların;
yeni, farklı yaşam tarzlarını olanaklı kılan yeni dil oyunlarındaki kullanımları aracılığıyla anlaşabilen
imaların izlenmesidir (Mouffe, 2010;35).
Habermas’a göre: Her türlü medya ile 20.yy da şekillenen dünya, yalnızca görünüşte bir kamusal
alandır. “Burjuva kamusal alanı yapıları değiştiğinden, siyasal işlevleri de değişime uğramıştır. Siyasal
partiler, kamuoyunu medya teknikleriyle güdüp yönlendirerek, seçmenleri görüşler arasında değil, parti
liderleri arasında bir seçim yapmaya zorlamışlardır”(Tokgöz, 2008;151).
Seçmen tercihlerinin belirlenmesinde önemli bir etmen olan bir diğer husus da hiç şüphe yok ki,
siyasal iletişim ve politik psikoloji çalışmalarının kesişme noktalarından biri olan kamuoyudur. Siyaset
bilimcilerin kamuoyunu, kanıların toplanması ve açığa çıkması ya seçim sonuçları ya da kamu siyasasının
isteği doğrultusunda belirlenmesi şeklinde açıkladıkları görülmektedir. Buna karşılık sosyal bilimciler,
psikologlar, sosyologların kamuoyunu açıklamak bakımından ortak noktaları, kanıların biçimlendirilmesi,
yoğunluğu ve etkisidir. Kamuoyu ise, iletişim bilimcileri de ilgilendiren bir kavramdır. Siyaset bilimciler
için kamuoyu demokrasi bakımından ön planda yer alırken; sosyologlar kamuoyuna bir grup olarak,
sosyal psikologlar ise kişisel olarak bakmaktadırlar (Tokgöz, 2008;182).
İktidarın sürekliliğinin sağlanması için, iktidar kavramıyla birlikte gelen güç, otorite, kontrol gibi
yetkilerin ve bizatihi iktidarın kendisinin yeniden üretilmesi gerekmektedir. Althusser’in (2006) iddia
ettiği gibi iktidar, ‘baskı aygıtları’ ile zor kullanarak bu işlevi yerine getirebileceği gibi ‘ideolojik
aygıtlar’la ve bir anlamda ‘rıza’ üretimine dayalı olarak da iktidarın devamlılığını sağlayabilir.
Enformasyonla örülü post-endüstriyel toplumlarda, bilgi ve bilginin dağıtımına bağlı olarak kurulan
iktidar ve güç ilişkileri günümüzde baskıdan ziyade ikna etme stratejisini gerektirmektedir. Çünkü
bilginin dağıtımına hükmetmek ve bilginin içeriğinde belirleyici olmak neticede bilgiyi kontrol edenlerin
‘bilgi’sinin güvenilir ve geçerli olmasında etkili olmaktadır. Böylelikle bilginin kontrolü, beraberinde
gücün elde bulundurulmasının teminatı haline gelmektedir.

 
Burada bilgi; ‘ikna’nın, bilinç ve rıza üretiminin bir aracı/parçası olmaktadır. İktidar ve güç
ilişkilerinin/çatışmalarının insanlığın var olduğu günden beri toplumsal hayatın bir parçası olduğu göz
önünde tutulursa sosyal yapı itibariyle değişen bir şey yoktur. Değişen sadece yöntemler ve elde edilen
neticelerdir. Tarihsel olarak bakıldığında iktidarı elde etmek ve sürekliliğini sağlamak adına çeşitli
yöntem ve stratejiler geliştirilmiştir. Günümüzde ise, özellikle enformasyonun hayatın akışını
yönlendirdiği bir çağda, enformasyona ve dolayısıyla kitle iletişim araçlarına dayalı siyasal iletişim
stratejileri belirleyici bir rol oynamaktadır. Siyasal iletişimin bir alt yöntemi/uygulaması olarak kabul
edilen ve propaganda ile reklamcılık anlayışlarının bir bileşkesi olarak ortaya çıkan siyasal reklamcılık,
bu anlamda değerlendirildiğinde hem iktidar üreten bir etkinlik hem de iktidarın sürekliliğinde rol
oynayan bir iletişim faaliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü siyasal reklamlar, hem bir fikrin
tanıtılmasında, açıklanmasında ve topluma yayılmasında işlevsel bir öneme sahipken aynı zamanda
ideolojik bir araç olarak; meşrulaştırma, örtme, doğrulama, kınama, rasyonalize etme, ötekileştirme,
yandaş kazanma ve yol gösterme gibi bazı işlevleri de taşımakta ve yerine getirmektedir.
Demokrasi, yönetenlerin siyasal kararlara katılımını sağlayacak yöntemlerin bulunmasını gerekli
kılmaktadır. Demokrasi kuramına göre siyasal katılım, her türlü toplumsal hedefi ve bunları
gerçekleştirmek için kullanılacak yolları belirleyen bir süreci temsil etmektedir. Siyasal katılım yollarının
bireysel düzleminde ortaya çıkan haklardan biri oy kullanmadır. Halk egemenliği kavramına dayanan oy
hakkı, halkın kendi iradesini aracısız ve doğrudan açıklama olanağı sağlamaktadır. Bireyler, yöneticilerini
seçme ve doğrudan ya da dolaylı yönetim kararlarında etkili olabilme olanağını oy hakkı ile elde
edebilmektedir. Yöneticilerin, yönetilenlerce belirlenmesini sağlayan hukuki bir işlem olarak seçim, oy
hakkının kullanılmasının temel aracını oluşturmaktadır. Seçimler sadece yönetim erkinin liderlere ya da
partilere devredilme aracı olmayıp aynı zamanda yönetim biçiminde duyulan güveni artırıcı ve pekiştirici
bir işlevi de yerine getirmektedir.
Seçimler yönetilenlerle yöneticiler arasında bir iletişim biçimi olarak da kabul edilebilir. David
Easton’un siyasal sistem modeli içinde yer alan geri besleme süreci, bu tür bir değerlendirmenin temelini
oluşturmaktadır. Geri besleme, iletişim sürecinde kaynağın gönderdiği iletiye hedef kitlenin verdiği tepki
ya da cevap olarak kavramsallaştırılabilir. İletişimin başarısı geri beslemenin gözetlenip; doğru şekilde
kullanılması ile doğrudan ilgilidir. İletişim sürecindeki temel kavramsal siyasal sistem içinde de
karşılıklarını bulur. Bu süreç kabaca yönetenlerin kaynak, yöneticilerin alıcı olduğunun kabul edilmesine
dayanır. Easton’un siyasal sistem modelinde kullandığı temel kavaramlar girdi, çıktı ve geri beslemedir.
Siyasal sistemin çıktıları olarak siyasal otoriteler tarafından gerçekleştirilen faaliyetler gösterilebilir.
Siyasal otoritelerin karar vermelerini tesadüfi olmaktan çıkararak, siyasal faaliyetlere sistematik bir
görüntü kazandıran en önemli değişken ise geri beslemedir. Geri besleme süreci, sistemin varlığını
sürdürebilmesinde son derece yaşamsal bir öneme sahiptir. Bu durumda seçim, iki taraf arasında iletişim;
değiş-tokuş kavramlarıyla çözümlenebilir hale gelmekte ve yöneticilerle yönetenler arasında iletişimi
sağlayarak, siyasetçilere siyasaları ve uygulamalarıyla ilgili seçmenlerin tepkilerini ulaştıran bir geri
besleme süreci olarak değerlendirilmektedir (Cotteret ve Emeri, 1995).
Siyasal partiler, ortak görüşü paylaşan insanların örgütlü olarak halk adına iktidarı kullanması
bakımından; seçimler ise oy verme davranışlarını, oyların güvenilirliğini, siyasal adayların belirlenmesini
ve demokratik ortamın geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır (Kavanagh, 1983: 76,9).
Halkın işlevi, demokratik değerlere bağlı, yetenekli, uzman liderler ile seçkinleri seçmek, kararları
alacak ve tercihleri yapacak olan azınlığı oylarıyla iş başına getirmektir. Politik kadrolar da, politikalarını
meşrulaştırmak ve halka onaylatmak amacıyla çeşitli ikna metotlarına başvurmaktadırlar (Oktay,
1993;77). Halk adına, ülkeyi yönetecekleri ve kitleleri temsil edecekleri belirlemede başvurulan bir yol
olan seçim, oy hakkının kullanılmasının da temel amacını oluşturmaktadır (Kışlalı, 2000;220).
Seçimler sırasında kullanılan bilgilerin önemli bir gövdesi de “siyasal kampanya”lardır. Çağdaş
demokratik sistemlerde seçimler, siyasal faaliyetlerin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilir. Seçim
dönemleri, yönetilenler ile siyasal otorite arasında etki-bilgi akışının yoğunlaştığı ve geri besleme
çemberlerinin genişlediği dönemlerdir. Bu dönemlerde üretilen çıktıların seçmenlere, seçmenlerin ürettiği
çıktıların da siyasal otoriteye iletilmesinde ve yorumlanmasında aracı çevre kuruluşları diyebileceğimiz
siyasal birimler, siyasal iletişim kanalarını oluşturmaktadır (Nedimoğlu, 1990). Yönetenler ve
5

 
yönetilenler arasında etki-bilgi akışını, diğer bir değişle iletişimi sağlayan birimler olarak haber medyası,
profesyonel iletişim ajansları vb. çağdaş demokrasilerde yaşamsal bir öneme sahiptirler. Bu bağlamda,
her zaman siyasal süreçte bulunan iletişim, seçim dönemlerinde daha da yoğun olmaktadır. Siyasal
iletişim kampanyalarıyla siyasi partiler daha fazla oy toplayabilmek ve kararsız seçmenleri kendilerine
çekebilmek için en etkili yöntemleri kullanmaya çalışmaktadırlar. Amaç, hedef kitleyi istenilen noktada
eyleme geçirmeye yöneliktir.
Yeni siyaset koşullarının eskisine göre, iki temel farklılığı içerdiği belirtilmektedir: Bu farklılıklardan
ilki, siyasetin bir sanat olmasından çok bir bilim olmasıdır. Siyasi partiler ya da adaylar seçmenlerinin
kendilerinden neler beklediklerini masa basında yapılan tahminlerle belirleme kolaylığını yitirmislerdir.
Bu ve benzer konularla ilgili kararların ancak sağlıklı araştırmalar sonucunda elde edilmis bilgilerden
yararlanılarak alınması gerekmektedir. Günümüz siyasi kosullarının, geçmişteki koşullarla
karsılaştırıldığında ortaya çıkan ikinci farklılığı, siyasi parti ya da adayların seçmenleriyle iletişim
kurmada kitle iletisim araçlarını yoğun bir sekilde kullanmalarıyla açıklanmaktadır (Uztuğ, 2002: 155-
156). 20. yüzyılın kitle iletişim araçlarında tür ve sayı bakımından artış, siyasal iletişimde önemli
değişikliklere neden olmuştur.
Tarihsel açıdan 1950’li yıllara kadar egemen olan propaganda tabanlı seçim stratejileri, hızlı bir
değişimle siyasal iletişim mantığı içerisindeki siyasal kampanyalara dönüşmüş, adaylardan partiye,
ideolojiden inanca geniş bir yelpazede değerlendirilen, seçim stratejileri ve taktikleriyle üretilen
kampanyalarla şekillendirilmiştir (Aktaş, 2004: 17).
Bu boyutuyla yönetilenlerle yöneticiler arasında bir iletişim biçimi olarak değerlendirilen seçim,
geliştirilecek ve uygulanacak olan siyasaların onayının yönetilenlerce verilmesi sürecinde temel bir rol
oynamaktadır. Karar verici olarak seçmenler, seçenekleri değerlendirmede bilgiye gereksinim duymakta;
kararlarını oluşturtururken, farklı kaynaklardan gelen bilgileri değerlendirmektedirler. Sözkonusu bilgiler,
seçim döneminin öncesinden başlayarak seçim dönemine kadar uzanan uzun bir iletişim zinciriyle
seçmenlere ulaşmaktadır. Farklı mecralarda, başta iktidar ve muhalefet partileri olmak üzere, seçime
katılan partilerin birbirlerine yönelik eleştirileri yer almaktadır.. Bu nedenledir ki “basın”, denetleyici bir
rolü de üstlenerek “dördüncü kuvvet” nitelendirilmesi ile demokrasinin vazgeçilmez bir ön koşulu olma
rolünü farklı sosyal mecra kanallarına rağmen kısmen korumaktadır.
Siyasal partiler nasıl zaman içinde değişiklik geçirdilerse, iktidara gelme çabalarında önemli rol
oynayan yöntemlerde de değişiklik görülmüştür. Siyasal partilerin iktidar olma çabalarında günümüzde
önemli bir konumda olan siyasal propaganda ve reklamcılık da zaman içinde evrim geçirmiştir. Siyasal
mesajları seçmenlere ulaştırmak isteyen siyasal partilere, partizan gazeteler, gazete ve broşürlerle destek
verirken, siyasal partiler bayraklar, flamalar, rozetler, düğmeler, eşarplar, fularlar dağıtarak seçmenlere
ulaşmak yoluna gitmişlerdir. Siyasal partilerin seçmenleri kendilerine oy vermeye ikna etme bakımından,
yemek vermeleri, sohbet toplantıları düzenlemeleri, mitingler, törenler düzenlemeleri, çeşitli şarkıları
eğlendirici olmanın ötesinde siyasal açıdan önem taşır.
Demokrasiler, vatandaşlarla siyasi adaylar arasında kurulan bir diyalogdur. Seçim kampanyaları ise bu
diyalogun en bariz ve en sesli kısmını oluştururlar. Renkli ve büyük bir çekişmeye sahne olan
kampanyalar vasıtasıyla adaylar; seçmenleri, kendilerine oy vermeleri ve davalarını desteklemeleri için
ikna etmeye çalışmaktadırlar (Lau & Pomper, 2002: 47).
Kitleleri iknaya dayalı bu iletişim şekli öncelikle propaganda olarak adlandırılırken, kitle iletişim
araçları ve uygulamalarının giderek yaygınlık kazanmasıyla birlikte siyasal reklamcılığa dönüşmüştür.
Siyasal iletişim, bir ikna stratejisi olarak hem propagandanın tarihsel deneyiminden faydalanmakta hem
de reklamın tüketiciler nezdinde elde ettiği başarıları ve yöntemleri kullanmaktadır. Siyasal iletişim
yöntem ve yaklaşımları, günümüzde özellikle de seçim dönemlerinde giderek yaygınlaşırken, siyasi çıkar
odaklarının uygulamalarının haklılaştırılmasında ve meşrulaştırılmasında ideolojik bir araç olarak
kullanılmaktadır. Günümüzde özellikle, siyasi partiler tarafından seçim dönemlerinde gerçekleştiren
siyasal iletişim, pazarlama iletişimindeki, kampanya yaklaşımıyla gerçekleştirilmektedir. Buna göre;
siyasal iletişim kampanyası, “sayı, yaşanan coğrafya gibi demografik ya da psikografik özelliklere göre
saptanmış hedef kitleye (siyasal parti için seçmen), kitle iletişim araçları yoluyla belirli bir amaçla ve

 
program dâhilinde, konusunda uzman kişiler tarafından hazırlanan mesajların, yine bir plan dâhilinde,
belirli bir zaman aralığında, aktarıldığı/uygulanarak geribildirimin takip edilip- ölçüldüğü, hedef kitlenin
ikna olması için yürütülen, iletişim faaliyetleri” dir. İçinde yaşadığımız yüzyıl bakımından siyasal iletişim
yazılı, basılı, elektronik ortamlardaki uygulamalarla sürdürülmeye devam edilmekteyken; aynı zamanda
da, “bilgisayar ve internet teknolojisi; internet ve internetteki sosyal mecralar”daki uygulamaların yer
aldığı; “sanal ortam”daki iletişim faaliyetlerini de eklemek gerekmektedir.

SİYASAL İLETİŞİMİN GELİŞİM DÖNEMLERİ


Belirli bir toplumsal ortama doğan insanın orada toplumsallaşması ve içine doğduğu toplumun
koşullarına hazırlanmasında temel araçlardan biri yine dildir. İnsanın, içine doğduğu toplumun
koşullarına uyumlanması demek, o toplumda geçerlilik gösteren kuralları, simgeleri, imgeleri algılaması,
öğrenmesi ve kavramasıdır. Bu da ancak dil aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Buna göre dil ile
toplumsallaşma süreci arasında doğrudan bir ilişki vardır. Daha doğrusu dil, toplumsallaşmanın önemli
bir öğesidir.
Basit şekillerde gerçekleştirilen anlatımlarla birlikte insanoğlu, yaşamında kullanmaya başladığı
simgelerle unutkan, kapasitesi sınırlı olan belleğini genişletmeye yönelmiştir. Hiç kuşkusuz, bu süreç,
insanoğlunun artan ulaşım ve iletişim olanaklarına bağlı olarak, daha sonraları mekânın sınırlayıcı
engellerini kırmaya doğru yol almıştır. İletişim teknolojileri olarak yazı, basım teknikleri, kitle iletişim
araçları, bilgisayar ve internet, yazılı, basılı, elektronik ve sanal ortamda kendilerine zamanla yer
bulurlarken, aynı zamanda güç/iktidar, pazar ve piyasa ilişkilerine de yön vermişlerdir.
İnsan topluluklarında, savunma ve güvenlikle ilgili toplumsal düzeni sağlamak, temel ihtiyaçtır.
Ticaret bunlardan sonra yer almaktadır. Söz konusu, üç ihtiyacın karşılanması için din/inançla ilgili tanrı
ve tanrıların söylediklerini kutsal bir niteliğe kavuşturarak; bunları insanların kolayca benimsemesi ve
nesilden nesile aktararak; kalıcı hale getirmekle ilgili çeşitli yaklaşımlar sergilenmiştir. İnsanoğlunun
hayatını sürdürmesine ilişkin tecrübeleri; topluma yön veren kişiler -yöneticiler- ve bunlara bağlı kayıtlar;
insanoğlunun doğa ile kurduğu ilişkide merkezi bir rol oynayan insanüstü ve doğaüstü varlıklar, tanrılar
ile kurulan ilişkileri anlatan efsaneler, yazı ile kayıt altına alınır olmuştur. Yazının bulunması ile kültür
aktarımı için, “bilgi”nin, kaydedilmesi mümkün hale gelmiştir.
Yazının, MÖ 3000’ li yıllarda bulunduğu varsayılmaktadır. Toplumsal yaşamda, tarım ve
hayvancılıkla ilgili kayıtların tutulması gerçeğinden hareketle, yazıya ve sayılara gereksinim artmıştır
Siyasal iletişimin rolü ve önemi işte bu dönemlerde belirlenmiştir. Çünkü insanlar ve topluluklar
dâhilinde de olsa güç/iktidar ilişkilerinin nasıl yapılanacağı sorunu ön plana çıkmaya başlamıştır.
Adam Ferguson’un unutulmaz sözünde tarih, “insan eyleminin bir sonucudur ama insan tasarımı
sonucu meydana gelmemiştir”. Çağdaşı olan Adam Smith, beşeri olayları şekillendiren “görünmez bir
el”den söz etmektedir. Yarım yüzyıl sonra Hegel, tarih içinde özgürlüğün ilerleyişini açıklamak için
“aklın kurnazlığı”na başvurmaktadır. Yaklaşık aynı dönemde Tocqueville benzer bir iddia ortaya koyarak
demokrasinin ilerleyişinde, “demokrasinin başarısı için çalışanlar kadar demokrasinin hizmetinde asla
hayal etmeyenler, demokrasi için savaşanlar kadar onun düşmanı olduğunu ilan edenler, yani herkes rol
almıştır” demektedir. Birkaç yıl sonra Marx, insanların kendi eylemlerine “yabancılaşma”sından söz
etmiştir: “Kendi üzerimizde maddi bir güç olarak ürettiğimiz bu birlik kontrolden çıkmakta,
beklentilerimizi önlemektedir, hesaplarımızı sıfıra çekmekte olan sosyal etkinliğin bu katılaşması bugüne
kadarki tarihi gelişmelerin baş faktörlerinden biridir” (Elster, 2010: 360-361).
Siyasal iletişim uygulamaları, insanoğlunun toplum yaşamında kendini ve çevresini savunması,
toplumdaki ilişkileri düzenlemesi; “din”le ilgili kutsal söylemi oluşturması, ticaretin işleyişi ve ticareti
yapılan ürünlerin belirlenmesi bakımından kayıt tutması, paranın kullanımı ve bunlarla bağlı diğer
faaliyetlerle ilişkilendirerek değerlendirilebilecek bir kavramdır. Siyasal iletişim faaliyetleri asker, din,
ticaret zeminlerinde yükselen; üçlü saç ayağı üzerinde konumlanmaktadır.

Siyasal iletişim uygulamaları ile anlatılmak istenen nedir?


7

 
Siyasal iletişim uygulamaları, insanoğlunun toplum yaşamında kendini ve çevresini savunması,
toplumdaki ilişkileri düzenlemesi; “din”le ilgili kutsal söylemi oluşturması, ticaretin işleyişi ve ticareti
yapılan ürünlerin belirlenmesi bakımından kayıt tutması, paranın kullanımı ve bunlarla bağlı diğer
faaliyetlerle ilişkilendirerek değerlendirilebilecek bir kavramdır.

Siyasal iletişimin ön plana çıkması ile ilişkili gelişme ve bunun


siyasal iletişim açısından önemini açıklayınız.

Bir toplumun var olmasının ön koşulu dilin varlığıdır. Nitekim insanlar toplumsal bir ortam içerisinde
bir araya geldiyse ve böylece toplumsal dediğimiz büyük yapının oluşması mümkün olduysa, kaynağı;
“dil”dir. Sözcüklerle konuşmanın gelişimi bilgilerin bellekte saklanması ve toplumun üyeleri tarafından
paylaşılmasını olanaklı hale getirmiştir.

Sözel İletişim, Konuşma


İnsanın toplumsal ortamdaki varlığını sözel ve sözel olmayan biçimlerde gerçekleştirmesi, “iletişim”i
belirlemektedir. Sözel olan iletişimle kastedilen, insanın, “konuşması”dır. Yazının bulunmasından önce
insanoğlu, kültür aktarımını sesle-konuşma yoluyla sağlamaktaydı. Sonradan kâğıda geçireceği
sözcüklerle konuşması; insanları, toplumla birlikte yaşayan varlıklar olarak ileriye taşımış ve onlara
toplumu oluşturarak, birlikte üretme/yok etme olanağını sağlamıştır. İnsanlık, konuşması sayesinde,
“kültür”ünü; tarihini hikâyeler, masallar, mitler ya da efsaneler biçiminde nesilden nesile aktarmayı
başarmıştır. Böylece, her nesil ateşi yeniden keşfetmek zorunda kalmamıştır.

Resim 1.1: İnsanoğlu konuşan sözcükle kendini ifade etme ve toplumdaki insanlarla ilişki kurma olanağı sağlamıştır.

İletişim açısından ideoloji: geniş ve kapsamlı iletişim ağları içinde biçimlendirilen simgeler ve
simgeleştirme kümesidir. Belli, ortak bir kültürel çevreden gelen bireylerin, belirli bir nesneyi, olayı
algılama ve tanıma biçimlerinde, belli bir yakınlık vardır. Bir başka deyişle, paylaşılmış yaşam ortamları
(bireylerin nesneleri, olayları tanımlamakta kullandıkları zihinsel haritalar arasında da benzerlik
yaratmaktadır. Bu aynı zamanda ideolojinin de bir paylaşımıdır (İnceoğlu, 2010;90).
Toplumun üyeleri olarak; bir arada yaşayan insanların oluşturduğu köyde/kabilede hayatta olan en
yaşlı kişi; topluluğun geçmişini ve deneyimlerini yeni nesle aktarma görevini üstlenmektedir.
Yaşanmışlık bilgisine sahip olan, yaşı en büyük olan kişi olduğundan; uzun yaşamak kişiye güç sağlayan
bir araç olmuştur. Toplumlar, yaşlı üyelerine itaat davranışı geliştirmişler ve onlara farklı biçimlerde
saygı göstermişlerdir.
8

 
İletişimin yazının bulunmasından önce; sözel olarak, konuşma
yoluyla sağlandığı topluluklarda, “güçlü” ve “itaat edilen” insan neye göre
belirlenmektedir?

Walter J. Ong’ın 1982’de söylediği gibi konuşulan sözcük bugün de vardır ama geçmişteki sözlü
kültürlerde olduğu gibi değildir. Sözlü kültürler ve daha sonrası için konuşulanlar birer deneyimdir, birer
olaydır. Bugün ise, bu sadece insan zihninde ve hafızasında bir devamlılık göstermekte ve sadece tekrar
edildiğinde yeniden yaşama imkânı bulmaktadır.
İnsanoğlunun simgesel düşünme ve mantık yürütme yeteneğini geliştirmesi, kendileri için önemli
buldukları doğa olaylarını, bu olaylarla ilgili inançları, belki de büyüyle karışık bir şekilde korkularını
ifade etme yollarını aramasıyla mümkün olmuştur. Yaşadığı dönemin teknolojisini kullanma yönünden
sözden yazıya geçiş ise, insanoğlunun kendi sözlerini, korkularını, sevinçlerini paylaşmak, toplumsal
yaşamı derleyip toplamak, düzene koymak, deneyimlerini geleceğe aktarmak için gerçekleştirilmiştir.

“Yazı” nın Bulunması ve Yazılı Dil


İnsanoğlunun yaşamında yazı, aslında söz uçtuktan sonra kalan tortuya benzetilebilir. Resimle anlatımın
temelini oluşturan simgelerin kullanımı, insanoğlunun sözlü iletişim aşamasına resim ise daha sonra
yazıyla iletişim aşamasına taşınmasını beraberinde getirmiştir. MÖ 3000’ den itibaren yazı, hiç kuşkusuz,
insanoğlunun yaşamında önemli bir toplumsal gelişim çizgisini oluştururken; yazıyı yazabilme, “yazıcı”
diye adlandırılan aracıların toplumsal yaşamda varlıklarının tanınmasıyla mümkün olabilmiştir. Resimle
anlatım ya da görsel nitelikli ilk metinlerin içerikleri, yazıcıların kendilerine göre, doğada bulunan
nesneleri bir anlam bütünlüğü oluşturabilmek bakımından yan yana getirmeleriyle ortaya çıkmıştır.
Resimle anlatım temeli, anlamının ne olduğu şekillere ve simgelere dayanırken, yazıcılar tarafından
sahip oldukları bilgi, beceri üzerinden ayrıcalık kazanma, belki de “ bilgi tekeli ” diye adlandırılabilecek
bir depolama mekanizmasının oluşturulmasını beraberinde getirmiştir. Yazıcılar, adı konmayan siyasal
iktidarın bir parçası olurken siyasal iletişim açısından önemli roller üstlenmeye yönelmişlerdir. Eski Mısır
uygarlığında mısırlı yazıcıların başı ve aynı zamanda Yazı Tanrısı Thot’ un yazıcılara okuma yazma
yeteneğini bahşetmesiyle, yazıcıların konumu daha açık hale gelmiştir. Aslında, bu durum Eski Mısır’ da
rahip sınıfının iktidarlarını nasıl uzun süre koruduğuna da açıklık getirmektedir (Törenli, 2005, 24).
Yazı hem iktidarın taşıyıcısıdır hem de iktidarın kuruluşuna hizmet etmektedir. İktidarın kuruluşuna
temel oluşturan yazı, aynı zamanda egemenlik ilişkilerinin sündürülmesinde ve meşru gösterilmesinde rol
oynamaktadır. Siyasal iletişim bakımından güç/iktidar ilişkisinin hangi yönde olduğunu göstermesi
bakımından “yazı” önemli bir göstergedir. Güçlü olan, “bilgi” kaynaklarına da sahiptir. “Bilgi
kaynaklarını ve bilgiyi, herkesin kullanımına sunuyor mu, yoksa bilgi kaynaklarını denetimi altına alarak,
sadece belirli bir zümrenin mi bunlara erişimine olanak tanıyor”, vb. sorular; iktidar ve niteliği hakkında
görüşlerimizin temelini oluşturmaktadır.

Yazılı dilin kullanımının siyasal iletişim açısından önemini açıklayınız.

Bugün alfabe adını verdiğimiz simgeler fonetik yazının temelini oluştururken alfabe MÖ. 1000
yıllarından itibaren yaşama geçirilmiştir. Alfabe, yazılı dilin öğrenilme sürecini hızlandırmış, anlatım
sınırlarını genişletmiş, içerik kaydetme ya da taşıma kapasitesini artırma konusunda arayışlara önemli bir
adım oluşturmuştur (Törenli, 2005; 25-26).
Alfabe, hiyeroglifte olduğu gibi görsel özellikler taşımaz. Alfabe ile kişi bilgiyi toplamakta ve
saklamaktadır. Biriktirilen farklı niteliklerdeki bilgiler ile daha öncekilerin ne yapmaya çalıştıkları ve
nasıl yapmaya çalıştıkları anlaşılmaya çalışılmaktadır. Yazılı sözcükler daha karmaşık yasal sistemler
geliştirmemizi ve gücü merkezileştirmemizi sağlamıştır. Bilginin sahibi olmak günümüzde olduğu gibi,
geçmişte de “güç” ün sahibi olmak anlamına geliyordu. Batı Uygarlıkları özelinde; söz konusu “güç”
sadece ve sadece yazılı sözcükleri kullananların elinde birer araç olma özelliklerini uzun süre
korumuşlardır. Bu araçları kullanma hakkına sahip olanlar, Batı Uygarlığı’nda, krallar, imparatorlar,
feodal lordlar ve kilise olmuştur.
9

 
Eski Yunanistan ve Roma’da az sayıda insan okuma ve yazma bilmekteydi ve bunlar kaynakları
geniş, her türlü imkâna sahip, zengin insanlardı. Günümüzde de hala tartışılmakta olan sorunların temeli o
günlerde atılmıştır. Maddi kaynaklara sahip olan, bilgiye de sahip olur ve onu da kendi özel mülkiyeti
sınırları içine alarak istediği şekilde kullanır. Dolayısıyla, bilgi, “sahip olunan ve diğerleriyle
paylaşılmayan bireysel mülk”tür düşüncesi çoğunluk tarafından da kabul edilir hale gelmiştir. Elbette,
çoğunluktan kastımız; bilgiyi özel mülkü haline getirenlerin oluşturduğu çoğunluktur.

Bilgi, güçtür. Tarihin her döneminde, düzeyi ve kullanma yöntemi


birbirinden farklılık göstermekle birlikte, “bilgi”, yönetenin, hükmedenin hakimiyetinde ve
kontrolündeki diğer maddi kaynaklardan birisi olmuştur. Çünkü, geçmişe dönük olarak,
bu durumla ilgili tavır araştırıldığında, bilgiyi özel mülkü haline getirenlerin çoğunluğu
oluşturduğu gözlenmektedir. Dün olduğu gibi bugün de “bilginin, sahip olunan ve
diğerleriyle paylaşılmayan bireysel bir mülk” olması devam etmektedir.

Krallar iktidarlarını, kendi kurallarını, yasalarını sözlü olmaktan çıkararak, yazılı hale getirerek
kurmuşlardır. Bu şekilde, yazıda sadeleşme sürecini başlatmışlardır. Özellikle, krallar yazıcılarla, din
adamları sınıfı arasındaki kesimlerden, askerlerden, özgürleşmiş kölelerden yeni üyelerin eklenmesini
sağlamışlardır. Din adamları arasında yer alan yazıcıların egemenliğini kurabilmişlerdir (Törenli, 2005,
29).
Yazı nesneleşmiş sözün yerini alırken Eski Roma’ da iktidarın dikilen anıtlarla somutlaştırılması
bakımından kullanılmıştır. Bu bağlamda yazı, kamu yöneticilerinin ilk ve güçlü biçimleriyle,
imparatorluklarda yer alan kayıt altına alma, bürokratik kuralları bir sonraki döneme aktarma, insan
belleğinin kısıtlamalarını aşma, zamanın mekânın denetimini ele geçirme, ekonomik ve siyasal yönetimde
denetimi etkinleştirme gibi amaçlarla kullanılagelmiştir. Siyasal iletişim uygulamaları olarak
nitelenebilecek yukarıdaki uygulamalar, günümüzde de farklı biçimlerde süregelmektedir.
Harold Innis, yazının, iletişim tarihi bakımından yapılan değerlendirmelerde önemli bir yeri olan
iktidarın bir parçası haline geldiğine değinerek böylece yazının iktidarın kuruluşuna temel oluşturduğuna
işaret etmektedir. Aynı zamanda, egemenlik ilişkilerinin sürdürülmesi ve meşru gösterilmesinde yazının
oynadığı rolü dikkatten uzak tutmamaktadır. Nitekim erken dönemlerden itibaren, yazıyla birlikte,
kültürel malzemenin elle çoğaltılması siyasal iktidarın korunmasına ilişkin olarak, din ve hukuk
açısından, içerik açısından denetim mekanizmasına yönelmeyi de beraberinde getirmiş bulunmaktadır.
Sansür uygulamasının ilk örneğine MÖ 443 tarihinde Roma’da rastlanılmaktadır (Törenli, 2005, 31).
Eski Roma’ da Senato’nun aldığı kararların halka duyurulması bakımından, şehrin en işlek yerlerine
yazılı kitabeler halinde ilan edilmesiyle birlikte yazı, Roma iktidarların meşrulaştırılması aracı olarak da
kullanılmaya başlanmıştır. Roma’ da resmi gazete niteliğindeki Acta Diurna ile Senato tutanaklarından
olan Acta Senatus’un MÖ 50’li yıllarda, Konsül sıfatıyla Jul Sezar tarafından yayınlattırılması, MÖ 443’
ten itibaren başlayan gelişmelerin bir devamı niteliğinde görülebilir.
Eğitim ve eğlence aracı olarak okuma yazmanın yaygınlaşmasına kitaplar katkıda bulunmuşlardır.
Kitapların hazırlanmasında kullanılan parşömenin rolünden de söz etmek gerekir. Parşömen yazı yüzeyi
olarak, merkezi yönetim dışındaki yerel nitelikteki yapılanmalarda, dini oluşumlar olan manastırlarda
birbirinden kopuk birimlerin iletişimine özgü sorunları aşarak bütünleşmelerine katkıda bulunmuştur.
Henüz, bir deneyim olarak sözcük, yazının bulunduğu toplumlarda sürüyor. Ong’un (1967) söylediği
gibi:
“Eski İbraniler ve Hıristiyanlar sadece konuşulan sözcüğü değil alfabeyi de biliyorlardı...Fakat
onlara ve ilk zamanlardaki bütün insanlara göre, sözcük, yazılı olduğunda bile, normal olarak
20.yy teknoloji insanına göre konuşulan sözcüğe daha yakındı. Bugün, sözcüğün hala konuşulan
sözcüğün kökünde olduğunun farkındalığını yeniden kazanmak için çoğu kez uğraşmak
zorundayız. Eski insanların böyle bir problemi yoktu: Sözcüğü yazılı olduğunda bile sesteki
başlıca bir olay olarak hissetti. Böylece, sözcük, yazılı olduğunda bile, deneyimsel bir fenomen
olarak kalarak; yine fenomen olarak algılanmaya devam etti.”

10

 
Yazılı Dil: Kâğıda Geçirilen Sözcük
Yazıyı çoğaltmak için kalıpların hazırlanmasında kâğıdın kullanılması siyasal iletişim açısından önemli
bir aşamayı gösterir niteliktedir. Kâğıt ilk kez MÖ 105’ te Çin’ de kullanılmaya başlanırken,
merkezîleşmeyi hedefleyen bir bürokrasinin gereksinimlerini karşılamak amacıyla devreye girmiştir.
Aynı zamana kâğıt, Çin’ de imparatorluk döneminde sözlü kültür yerine daha basit ve anlaşılır bir iletişim
sistemi olan yazılı kültüre geçiş sürecini de hızlandırmıştır. Bununla birlikte Çin’ de kâğıdın bulunuşu
rastlantı değildir.
Kâğıt, önce Çinliler tarafından üretilirken; zaman içinde Müslüman Araplar üretici konuma
gelmişlerdir. Semarkand’da başlayıp zamanla Avrupa’ya kadar uzanacak olan İpek Yolu aracılığıyla,
kâğıt talebi karşılanmış; kâğıt değerli bir mal olarak talep görmüştür. Müslüman dünyasının Uzakdoğu ile
coğrafi yakınlığı, ticari ilişkileri, İslam dininin öğrenmeye verdiği değer gibi nedenlerle, Müslümanlar
kâğıt üretimini kendilerine göre yönlendirmişlerdir.
Bağdat’ ta kurulan kâğıt değirmenlerinin kâğıt üretiminde aşama kaydetmesinin ardında çeşitli
nedenler bulunmaktadır. Bağdat bir kere parşömen yapılan kaynaklara uzakta yer alırken, ikinci önemli
neden parşömen yapımında kullanılan domuz derisinin İslamca haram sayılmasıdır. Moğol istilasından
sonra Bağdat’ ın kâğıt üretimi bakımından üstünlüğü kırılmıştır. Bu durum, kâğıt üretiminde
uzmanlaşmış işgücünün Avrupa’ nın hem kâğıt üretimiyle tanışmasını hem de kâğıt üretimini ele
geçirilmesini beraberinde getirmiştir.
Kâğıt üretiminin Avrupa’da yaygınlaşması, yaklaşık olarak 1275’ te başlayan ticaret devrimi yanında
birçok alanda görülen gelişmelere de yön vermiştir. Bugün dahi kâğıt kullanımı bankacılılıkta sigorta ve
poliçe için kullanılan belgelere duyulan güvenin artmasına katkıda bulunurken, yerel dillerde yazılmış
dini kitapların temin edilmesinde, posta pullarının devreye girmesinde kolaylık sağlamıştır.
Avrupa’da manastırlarda kâğıdın devreye girmesi el yazmacılığına ivme kazandırırken, dini kurumlar
yanında eğitim kurumlarının sayısının artmasını beraberinde getirmiştir.

Yazılı Dil: Basım ve Basım Tekniklerinin Devreye Girmesi


Kâğıt ve elyazmaları yanında ayrıca yine Uzakdoğu’ da Çin ve Kore’ de devreye giren basım işlemlerinin
öneminden söz etmek gerekir. Basım teknikleri, elle çoğaltma işlemlerini mekanik hale getirerek üretim
süresini kısaltırken emek yoğunluğunu azaltmıştır.
Baskı teknikleri, MS 11. yüzyılda Çin’ den sonra Kore ve Japonya’ da da yaygınlık kazanmıştır. On
üçüncü yüzyılda Çin’ de çeşitli geziler yapan gezgin Marco Polo, 1295’ te Çin’ den dönerken blok
baskıda kullanılan tahta kalıpları beraberinde getirmiştir.

Resim 1.2: İnsan yazıyla kültürü nesilden nesile aktararak, güçlü konuma gelebilmiştir.

11

 
Blok baskının Avrupa’ da 16. yüzyıla kadar kullanıldığı söylenebilir. Jan Gutenberg ise, üzüm sıkmak
için kullanılan tahta baskı makinesinden geliştirdiği baskı makinesiyle kâğıt üzerinde baskı almayı
başarmıştır.
Kimine göre 1450, kimine göre 1456’ da Gutenberg’in devreye soktuğu tahta baskı makinası, insan
gücü yanında mekanik gücün basım işinde kullanımını sağlamıştır. Gutenberg’in gerçekleştirdiği baskı
makinesi, belirli bir zaman süresinde Avrupa’da yaygınlık kazanmıştır. Yazı insanoğlunun yaşamında
nasıl önemli bir kültürel olguysa, siyasal iletişim açısından basım insanoğlu için o denli önemlidir. Basım
teknikleri, insanın düşüncelerinin, fikirlerinin çoğaltılarak kalıcı hale gelmesine, saklanabilmesine yeni
bir boyut eklemiştir.
Yazı insanın örgütlenmesi ve toplumsal düzenleme yönünden temel değişikleri beraberinde getirmiş,
toplumda işbölümünün hızlanmasına neden olmuştur. Yeni sınıflar ve meslekler toplumsal yaşamda
yazıyla birlikte oluşmaya başlarken, basım işlemleriyle elle yazılmış metinleri elinde bulunduranların
önemini azaltmıştır. Baskı işlemleri, yazılı metinler bakımından denetimin artık yazarın kendisine ait
olmasını sağlamıştır. Yazıcı yerine artık yazar ön plana çıkarken, baskı teknikleriyle birlikte siyasal
iletişim açısından yeni açılımlar görülmeye başlanmıştır.
Yazının hiç kuşkusuz en temel özelliği iletişim sürecindeki iki temel özelliği değiştirebilmesidir.
Yazardan zaman ve mekân olarak uzak olana “izleyici” öğesini yazı oluştururken, soyut kavramları
özümleme ve değerlendirme bakımından deneyim sahibi olmayan toplumların katmanlarına bilgiyi
enformasyon olarak iletilebilmiştir. “Bir şey yazılı hale gelince, bunun birleşimi ne olursa olsun, artık her
tarafa yayılmaya başlamakta, eşit olarak anlayanların da, anlamayanların da eline geçebilmektedir” diyen
Socrates’i anmak belki bu noktada yerinde olacaktır.
Basım işlemleri, toplum katmanları arasında okuryazarlığın yayılmasında en önemli aracı olan yazılı
metinlerin kolaylıkla hazırlanmasında ve dağıtılmasında fazlasıyla işlevsel olmuştur.
Rönesans ve Reform hareketleri birlikte insanlığa yeni bir yön verirken, Avrupa’da yeni bir görünüm
de ortaya çıkmaya başlamıştır. Baskı teknolojileri kullanarak toplanmış bilgiyi basma ve dağıtma
işlemleri, kral, prens, imparator ve kilisenin halkın neyi bilmesi gerektiği konusunda denetim
uygulamalarına başvurmalarına neden olmuştur. Daha doğru deyişle, halkın üzerinde yönetimi elinde
tutanlar, kendi siyasal iktidarları için basımevini ve burada basılan metinleri tehlikeli olarak görmeye
başlamışlardır. Uyguladıkları denetim yöntemleriyle, kendilerine göre halkın düşünce ve inanç açısından
uyanması yönünde engeller getirmeyi uygun görmüşlerdir. Getirilen engeller, uygulanan denetimler, daha
sonraları halkın halklar ve özgürlükler mücadelesini gündeme getirecektir.

Gazetenin/Yazılı Basının Doğuşu


On dördüncü yüzyıldan başlayarak Avrupa’da Hollanda, Almanya İtalya’da tüccarlar ve bankerler
kendileri için istihbarat sağlamak için haber mektuplarının yayınlanması yolunu seçmişlerdir. Buna
karşılık Avrupa’ da krallar ve prensler kendi durumlarıyla ilgili haberleri halka duyurmak için haber
kâğıtları dağıtmak yoluna gitmişlerdir.
Haber mektuplarında genelde ticaret, savaş haberleri yer almakta ve parayla satılmaktadır. Haber
kâğıtları, kralın tahta çıkması, evlenmesi, ölümü, çocuğunun olması, salgın hastalıklar, cadıların
yakılması, turnuvalar hakkında yayınlanmışlardır.
17. yüzyılda haber kâğıtları ve haber mektupları ilk gazetelerin yayınlanmasına kadar işlevlerini
sürdürmüşlerdir. Yazı, baskı makinesi, yönetim/yönetilen ilişkilerinde olduğu gibi, kilise gelişen ticaret
üzerinde etkili olmuştur. Görülen bu etki ise, siyasal iletişim uygulamaları bakımından gelişmeleri ve
yenilikleri beraberinde getirmiştir (Tokgöz, 2006, 59-61).
Yüzyıllar boyunca düzenli iletişimi kendi denetiminde ve tekelinde tutan merkezi yönetimler;
prenslikler, krallıklar, imparatorluklar ve kilise, aydınlanma geleneği içinde biçimlenen yeni iletişim
araçları olan kitap, gazete, dergiyi denetim altına almak için büyük çaba göstermişlerdir.

12

 
Aristokrasinin yanında ekonomik iktidara aday olan burjuvazinin gelişmesi, Amerikan Bağımsızlık
Savaşı, Fransız Devrimi, aristokrasi, hatta kilise için demokratik yönetim seçeneğinin kabulünün
zorunluğunu beraberinde getirmiştir. Endüstri devrimiyle birlikte ekonomik gücü elinde bulundurmaya
başlayan, daha sonra kapitalist diye adlandırılacak tüccarların siyasal iktidara aday olma istekleri, basın
üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, basına daha fazla özgürlük tanınması yönünde olmuştur.
19. yüzyılın başından itibaren İngiltere’de Endüstri Devriminin yanında ulaşım, iletişim, gazetecilik
yönünden devrimler, 17. yüzyıldan beri seçkinci bir anlayışla yayınlanan gazeteler bakımından önemli
değişikliklerin gerçekleşmesine ön ayak olmuştur. Gazeteler endüstri devrimiyle birlikte 1830’lardan
itibaren her türlü katmana dönük haber verme/yapma anlayışını benimsemişlerdir. Halka dönük
gazetecilik anlayışı devreye girerken gazeteler kitle gazetesine dönüşmüşlerdir.
İletişimde devrimi simgeleyen telgraf, telefonla birlikte gazetecilik bugün de kullanılan haber yazma
kurallarını kullanmaya yönelmiştir. Vurgulanması gereken diğer bir önemli nokta ise, gelişen iletişim
teknolojisinin gazetecilik bakımından günümüzde önemi yadsınmayacak olan haber ajanslarını yaşama
geçirmesidir.
Gelişen iletişim teknolojileri, gazetenin teknolojik kurum olarak toplumda yer almasını sağladığı gibi
gazeteciliğin öne çıkan bir meslek olmasını da gündeme getirmiştir. Böylelikle gazete toplumda hem
teknolojik hem de toplumsal bir kurum olarak yerini almıştır.
Endüstri devrimi sadece kapitalist sosyo-ekonomik yapılanma açısından üretim teknolojisini elinde
bulunduran sermayedar sınıfın yükselişini değil, aynı zamanda toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerin
değişmesini hızlandırmıştır. Bileşenleri arasında girişimcilik, yönetim, teknoloji becerilerinin bulunduğu
beceriler kümesini kullanan sermayedar sınıf, güçlü sermaye gereksinimi nedeniyle, üretim araçlarının
tekeller bünyesinde toplanmasına, nüfusun büyük kentlerde yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Üçüncü temel iletişim yeniliği, 1400’lerin sonunda Gutenberg’in buluşu olan, baskıda kullanılan
hareketli harflerdir. Sıradan insanlar için yazılı kelimelerin gücünün dağılmasının büyük etkileri oldu.
Kısa bir zaman içinde bu gücün ortaya çıkmasını Rönesans izledi. Çünkü bilgi yayılabildi ve
paylaşılabildi, bilim hızla ilerledi. Bilim insanları birbirlerinin yazdıklarını okudu ve bu kişilerin
yaptıkları üzerine kendi çalışmalarını inşa etti.
Din, baskı makinesiyle büyük oranda etkilendiği halde, bilgi papazlar için sınırsızdı. Baskı
makinesinden önce, kilise dışından birkaç insan okuyup yazabiliyordu. Kitaplar çok pahalıydı ve bilgi
kilisenin içine aldığı bir güçtü. İncil, diğer kitaplar, broşürler ve dini makaleler ucuz ve doğru olarak
yeniden basıldığı zaman bu güç yayıldı. Rönesans gibi Reform da bu güç ve bilginin yayılmasının
kaçınılmaz bir sonucudur. O dönemde insanlar Martin Luther’in yazdıklarını okuyabilirdi ve baskı
makinesi olduğundan, Luther’in kilise uygulamasının belli özelliklerine karşı itirazları çoğaltıldı ve
birçok insana dağıtıldı. Bu süreç Protestan dininin çeşitli biçimleri için grup bölümlemeleri ile devam etti.
Hükümetler bilginin yayılması konusunda hazır değildi ve yakın zamanda çoğu, gücü kontrol etmede
ve bilgiyi korumada kendilerine yardım etmesi için bir sansür politikası oluşturdu. Amerikan
kolonilerinde yer alan bir Alman matbaacı olan John Peter Zenger, basın özgürlüğü fikrini oluşturan
Britanya Kolonisi Valisi hakkında bir makale eleştirisi basarak kargaşa yaratmaya çalıştı. Tuhaf olan,
Zenger eleştirinin yazılması için değil, basılması için çalıştı. Britanya Hükümeti her matbaacıyı gayri
resmi bir sansürcü haline sokacak bir etki içinde, matbaacıları yayınladıklarından şeylerden sorumlu
tuttu. Zenger, bir daha kışkırtıcı broşürleri bile okuyamadı.
Politik kampanya iletişiminde televizyon radyo ve gazete dışında mesaj içeriklerinin taşındığı bir
diğer medya seçeneği olarak açık hava, temel olarak afiş ve bilboard gibi araçlarını kullanımı karşımıza
çıkmaktadır. Televizyonun çok vurucu ve etkileyici olmasına karşılık, açık hava reklam aracı olarak
nitelendirilen afişte hem vuruculuk hem de bir ölçüde süreklilik bulunmaktadır. Televizyon belirli bir
zamanın kendisine ayrılmasını gerektirirken, afiş seçmene kendini zorla kabul ettirmektedir. Hiç
beklenmeyen anda, bir otobüs ya da dolmuş beklerken karşılaşılmaktadır (Topuz, 1977:102).
Konuşulan kelimelerin gücü gibi, yazılı kelimelerin gücü de belli oranda azalmıştır.

13

 
Basılı sözcüğü, yöneten ve yönetilen açısından farklı açılardan değerlendirmek mümkündür. Basılı
sözcük; bir yandan; insanların fikir ve düşüncelerini önceki dönemlere nazaran, göreceli olarak daha açık
olarak belirtebilme ve paylaşabilme yolunu etkileyen, okur yazarlığa katkı sağlamıştır. Böylece insanlar
düşünebildiği, sorgulayabildiği ve düşüncelerini yazabildiği, bunları diğer insanlarla daha kolay
paylaşabildiği için; Rönesans ve Reform Hareket’lerinin etkisine benzer ama ondan daha üst düzeyde;
insanın yaratıcı dehasını gözler önüne sermiştir: Bilim adamları bilgili toplumlarla deneylerinin
sonuçlarını paylaşabilmişlerdir. Sanatçılar enerjilerini artık yalnızca dini konulara ayırmaya ihtiyaç
duymuyordu müzikal konular ucuz ve doğru olarak basılabildi ve bir başkasının çalışmalarından öğrenen
besteciler arasında değiştirilebildi.
Özellikle birinci Dünya Savaşı öncesinden itibaren işlerlik kazanarak; günümüze kadar uzanan;
kitlesel kültür ortamında, bir toplum, topluluk ya da grup içindeki bireylerin benzer kültürel göstergelere
maruz bırakılması, buna bağlı olarak da algılamalarının büyük ölçüde benzeşmesi söz konusu olmaktadır.
Adorno ve Horkheimer’in deyimiyle kültürün kitlesel nitelikte üretilmesine ve tüketime sunulmasına
elverişli bir ortam olan “kültür endüstrisi” ve “bilinç endüstrisi” ortamında asıl amaç, insanların
bilinçlerinin belli bir doğrultuda ve yönde biçimlendirilmesidir. Bu da genelde kitlesel nitelikteki kültür
endüstrisinin de içinde biçimlendiği piyasa ekonomisinin egemenliğini elinde bulunduranların istek, amaç
ve beklentileri doğrultusunda bir yönlendirme olmaktadır. Dolayısıyla da kitle kültürü ortamında ortaya
çıkan kültürel göstergeler genelde bu amaca uygun yapısal ve işlevsel özellikler taşırlar. Öyle ki kültür
endüstrisinin üretim ve tüketim ilişkileri ortamında biçimlenen ve gündelik yaşamın, beslenmeden,
giyinmeye, çalışmadan eğlenceye hemen tüm kesitlerini kuşatmış bulunan kitle kültürü, toplumdaki
insanların tümünü belli beğeni düzeylerinde, belli haz arayışlarında ve algılayışlarında, belli tüketim
alışkanlıklarında, kısacası belli bir yaşam biçimi içerisinde buluşturma, dolayısıyla da aynılaştırma
amacına uygun bir ortamdır. Bu da beraberinde, insanların birbirlerinden farklı yaşam deneyim
alanlarının zamanla kesişmesi ve benzeşmesi, buna bağlı olarak da onların algılama biçimleri arasındaki
farklılıkların zamanla azalması, hatta ortadan kalkması sürecini getirmektedir. Bu durum da yukarıda
belirtildiği gibi piyasa ekonomisini, dolayısıyla da kültür endüstrisini elinde bulunduran kesimlerin bu
yöndeki iktidar alanlarını genişletme amaçlarına uygun bir yönelim olarak değerlendirilebilir (İnceoğlu,
2010: 90-91).

Elektronik İletişim Teknolojilerinin Devreye Girmesi


Yazılı ve basılı ortamda sürdürülen siyasal iletişim uygulamaları yanında, on dokuzuncu yüzyıldan
itibaren; elektronik ortam sunan teknolojiler de söz konusu uygulamaları nitelik ve nicelik yönünden
etkilemiştir. Elektronik iletişim teknolojileri, yirmi birinci yüzyılda da kitle iletişimin de etkinliğini
korumaktadır. Bu uygulamalara günümüzde sanal ortamda gerçekleşenleri eklemek yanlış olmayacaktır.
Elektronik sözcük, ilk kez,1844 yılında telgrafla birlikte doğmuştur. Telgraf gönderilirken çizgi ve
nokta olarak kodlanan, telgrafçının anahtarına çeşitli sinyallerle harf ve boşluklar halinde gelip giden
elektriksel iletilerle kullanılmaktadır. Bunun yerini daha sonra, 1876’da konuşulan kelimeleri elektronik
iletilere dönüştüren telefon almıştır. Kısaca, bundan sonra radyo ya da yazılan ve daha sonra da söylenen
sözcükleri elektronik olarak ses dalgalarına dönüştüren telsiz telgraf geldi.
Telgraf, radyo, telefon gibi elektronik sözcüklerin yaşam tarzlarında nasıl etki ettiğini kavrayabilmek
için bu gelişmelere yüz yıllık bir perspektiften bakarak incelemek gerekmektedir. Telgraf uzak mesafeler
arasındaki iletişim sürecini oldukça hızlandırmıştır. Telgraftan önce, başka bir ülkeden bir mesajı en
erken on gün içinde alabiliyorken; bu süre, telgrafla birkaç dakikaya inmiştir. Bir anlamda elektronik
sözcükler uzaklığı yok etmekle kalmamış, aynı zamanda süre, zaman kaybı sorununu da kısmen ortadan
kaldırmıştır.
Telgraf kapitalist sistemin askeri üstünlük kurma, askeri araştırma-geliştirme gereksinimleri yoluyla
askeri-endüstri işbirliğini besleme, sivil kullanıma uygun ürünlerinde zamanı geldiğinde (telsiz, uydu,
internet ve diğerlerini) ticari kullanıma açma ve bu yolla endüstriyel ticari başarı sağlama ilkesi
çerçevesinde el ele yürüyen yapılanmaları olanaklı kılan bir teknoloji olarak karşımıza çıkmaktadır.

14

 
Telgraf, telefon, bunlara ait yerüstü ve denizaltı kablolar pazar/piyasa mekanizması üzerinde etkili
olmuştur. Aynı zamanda telgraf ve telefon, gazete, dergi, yirminci yüzyılda radyo gibi habercilik yapan
kitle iletişim araçlarının etkinliğini artırırken; toplanan haberlerin basım yerlerine hızla iletilmesini
sağlamışlardır. Bu durum, ayrıca, günümüzde de hâlâ önemini koruyan haber ajanslarının toplumda
yerlerini alması bakımından da önemlidir.
Avrupa’ da Havas, Reuter, Wolff, ABD’ de Assosiated Press gibi haber ajanslarının devreye
girmesinde, kurumsal anlamda haberlerin toplanmasında, dağıtılmasında, ulusal/uluslararası ölçekte haber
dağıtımının gerçekleşmesinde telgraf ve telefonun katkıları yadsınamaz.
Telgraf, telefon, telsiz, telsiz telefon yanında daktilo, hesap makinası, klişe işlemleri, asansör gibi
çeşitli bürolara özgü yeni buluşlar, sadece gazetecilerin değil, haber ajanslarının daha etkin bir biçimde
çalışmalarına katkıda bulunmakla kalmamış, ulusal, uluslararası şirketlerin gereksinim duyduğu zaman ve
mekâna olduğu kadar işgücünün esnek kullanımına dayalı örgütsel uygulamalara da kapıların açılmasını
sağlamıştır.
1890’lardan itibaren radyo yoluyla iletişim açısından denemeler sürmekle birlikte, radyonun bir kitle
iletişim aracı olarak devreye girmesi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmiştir. Fazlasıyla can ve
mal kaybının olduğu Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’da Almanya’ya tamirat borçları
ödettirilirken maddi ve manevi bakımından yıkılmış bulunan insanlara eğlence amaçlı yayın yapan
radyonun devreye girmesi ilaç gibi gelmiştir. Halka eğlence içerikli yayınlar sunan radyonun yayınında,
1930’ lu yıllarda hem sözlü hem de yazılı yayın yapabilecek televizyonun deneme yayınları başlamıştır.
20. yüzyılın kitle iletişim araçlarında tür ve sayı bakımından artış, siyasal reklamcılıkta ve propaganda
da önemli değişikliklere neden olmuştur. Gazetelerde parti ve adaylar için siyasal reklamların
kullanılması, radyonun propaganda amaçlı kullanımı, gazeteler yanında siyasi haberlerin önce radyoda
daha sonrada televizyonun siyasal reklamlara ve siyasal tartışmalara açılması, siyasal kitle iletişim
açısından seçmenlerin karşılaştıkları mesajların artışını göstermektedir.
Radyo söylenmiş sözcükleri elektronik ortamda çoğaltmaya yönelirken televizyon hem sözel hem de
görsel bir kitle iletişim aracı olarak devreye girmiştir. Radyonun sözlü kültür bağlamında, yazılı kültür
karşısında önemli olması bir yana, ilk kez deneme aşamasındaki radyo yayınları 1904-1905 Rus-Japon
Savaşı’ nda kullanılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra radyo, eğlence amaçlı olarak kullanılması bir yana, propaganda aracı
olarak kullanılagelmiştir. Radyo reklam ve halkla ilişkiler uygulamalarının, seçim kampanyalarının hem
arananı hem de vazgeçilmezi olmuştur. Radyo, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, ABD’ de başkanlık
seçimleri kampanyalarında da kullanılmıştır.
Almanya’ da Nazilerin iktidara gelmesinde, Latin Amerika’ da ABD’nin CIA örgütü tarafından solcu
liderlere karşı yürütülen siyasal karalama kampanyalarında radyo önemli rol oynamıştır. Ayrıca radyo, bir
yandan eğlence kültürüne hizmet etmekle kalmamış hem Nazilerce Almanya’da, hem de ABD’ de reklam
ve halkla ilişkiler uygulamalarının temel araçlarından biri olmakta gecikmemiştir.
Radyo yayınlarında, siyasal aday ses özelliğiyle ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda adayın kendi
sesini kullanması, seçmenlerle daha samimi iletişim kurulmasını sağlamaktadır. Ancak, adayın sesinin
mikrofona uygun olmaması istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Sözsüz iletişim içinde dilin sözsüz
yönlerinden en önemlisi olan sesin, adayın inanılırlığını, güvenirliğini, kendine duyduğu güveni ya da
güvensizliği, heyecanlarını alıcılara geçirebileceği unutulmamalıdır (Uztuğ, 1999: 185).
1936 yılında İngiltere’ de BBC tarafından gerçekleştirilen ilk düzenli televizyon yayınları, İkinci
Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla fazla ilerleme ve ivme kazanamamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
televizyon yayınları düzenli olma yolunda önemli aşamalar kat etmiştir.
1950’den itibaren dünyada televizyon yayınlarının yaygınlık kazandığını söylemek mümkündür.
Böylelikle, radyo yayıncılığı yapan kuruluşlara yönelen reklamlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
ağırlıklı olarak televizyon yayınlarına kaymıştır. Gazete, dergi, radyo, televizyon birlikte çalışıp
birebirleri ile rekabet eder hale gelmişlerdir.

15

 
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren gazeteler teknolojik olanakları kullanarak, gün içerisinde
birden fazla gazete basarak halkın üzerindeki zaman sorunun aşmaya çalışmışlardır. Hafta sonu ekleriyle
okuyucu kitlesi çeşitlendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca gazetelerin dağıtımı bakımından coğrafi engelleri
aşmak, pazar ölçeğini genişletme çabaları hızlandırılmıştır. Bütün bunlar yapılırken on dokuzuncu
yüzyıldan başlayarak gazetecilikte sermaye/teknoloji yönünden ticari tekeller oluşmuştur. Tekellerin
oluşması, kâr sağlamak noktasında gazetelerin kapitalist sistemdeki konumunu belirlemiştir.
Tekelci yapılanmanın giderek artması gazetelerin ekonomik endişelerin ya da çıkarların ön planda
olduğu bir alan olarak görülmesini beraberinde getirmiştir. Gazetecilik günümüzde halen tekellerle
birlikte kârlılık ölçüsüne göre yoluna devam ederken, eğlence mecrası olarak düşünülen, fakat zamanla
habercilik yapmaya yönelen radyo ve televizyonda tekeller egemen olmaya başlamıştır.
Çağdaş toplumların medya demokrasilerinde, bireyin algılamalarının kendi haline bırakılamayacağı
gerçeği, daha 1930’lu yıllarda fark edilmiştir. Walter Lippmann 1922’de yayınladığı kitabında kamuoyu,
imaj, demokrasi gibi kavramlardan söz ederken birilerinin, küçük azınlıkların çoğunluklar adına
düşündüklerinden, birtakım imgeler ve imajlar oluşturarak onlara sunduklarından ve onların da bunları
aynen alıp kullanmaya yönlendirildiğinden söz etmektedir. Lippmann, özellikle de o yıllarda kitlesel bir
niteliğe bürünmeye başlamış olan gazete, radyo ve sinema gibi kitle iletişim araçları yoluyla insanlara,
kendilerinin olmayan, kendi yaşamlarında yeri bulunmayan birtakım gerçekliklerin, başkalarının
yaşamlarına ilişkin birtakım kesitlerin sunularak insanların, bunları, kendi gerçeklikleri gibi
algılamalarının sağlanmasına çalışıldığına dikkat çeker. Lippmann’ın dikkat çektiği ve çoğunlukla da
kitle iletişim araçları yoluyla aktarılan yaşamların, yaşam deneyimlerinin, pratiklerin, onları ancak bu
araçlar yoluyla tanıyan, algılayan insanların yaşamında gerçek anlamda bir yerleri yoksa temsili
gerçeklikler olmaktan öte bir anlam taşımaları mümkün değildir. Bu da söz konusu yaşam kesitlerinin,
pratiklerin ve deneyimlerin simgesel bir algı ortamında ve temsili anlamda paylaşılması demektir
(İnceoğlu, 2010: 74).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasal iletişim alanında yapılan uygulamalar, gerçekleşen olayların
temasının, ilk olarak gazete ve radyo arasındaki karşılıklı olarak gerçekleşen, daha sonra aralarına katılan
televizyon ile üçü arasında gerçekleşen bir rekabetten kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Yaşanan
kapışmaların ise siyasal iletişim açısından değerlendirilmesinin yapılması gerçekten önemlidir (Innis,
1986).
Gazeteler, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasına, hatta 1920’lerin
sonlarına kadar halkı haberli kılma, bilgilendirme hakkını, olanağını, hatta ayrıcalığını elinde tutan
toplumsal ve teknolojik kurumlar olagelmişlerdir. Önce radyo, daha sonra televizyon gazeteciliğin tahtını
sarsmış olmakla birlikte, gazetecilik bir kurum olarak toplumdaki konumunu ve siyasal iktidarla olan
ilişkisini sürdürmüştür. Gazete; televizyonla mücadelesini sürdürürken kablolu televizyonun, uydu
teknolojisinin, bilgisayarların, internetin devreye girmesine tanık olmuştur/olmaktadır. Buna karşın, yeni
teknolojilerin kapitalizmin verimlilik ve birikimi artırma yönündeki arayışlarıyla ilişkili olarak
uygulamalarda ortaya çıkan gereksinmeleri gidermek amacıyla devreye sokulduklarını, gazeteninse,
ortaya çıkış nedeninin muhalefet etmek, yönetilenlerin çıkarlarını korumak amaçlı olduğu
unutulmamalıdır.
Televizyon gerek gündem belirlemesi, insanların tutum ve düşüncelerine yön vermesi; gerekse de
adayların görüntülerini seçmenlerin oturma odasına kadar götürmek suretiyle aday imajı oluşturması
özelliğiyle (Kaid, 1997: 1085-1094; Atkin ve ark, 1973: 211; Oktay, 2002: 163), siyasal iletişim
kampanyaların en vazgeçilmez aracı olarak kabul edilmektedir (Kalender, 2003: 31).
Televizyonlarda siyasal reklamcılığın yapılması hem yeni bir aracın siyasal reklamcılığa açılması hem
de siyasal reklamcılıkta tercih edilen kitle iletişim aracının televizyona olması açısından önemlidir.
Televizyon sahipliği ve kullanımı yaygınlaştıkça, gerek siyasal reklamcılık, gerekse gazetecilikte görülen
değişim bakımından, siyasal iletişimle televizyon ilişkisi üzerinde durulmaya başlamıştır.
1950’ li yıllarda Amerikan televizyonundaki gelişmelerle birlikte, siyasal partiler de bu yeni iletişim
aracından yararlanmaya başlamışlardır. Ne var ki özel TV ortaklıkları adaylara ancak ücret karşılığı
konuşma imkânını tanımışlardır. Partiler piyasaya yeni çıkmış bir ürünü tanıtır gibi ücret ödeyerek
16

 
adayları tanıtmışlar, onlar da ücret karşılığı seçim konuşmaları yapabilmişlerdir. Partiler ve adaylar
fiyatların oldukça yüksek çıkması karşısında reklam ücretlerini ödeyememişler, ancak ikişer üçer
dakikalık konuşmalarla yetinmek zorunda kalmışlardır. Amaç; bağımsız ve kararsız seçmenleri ve
değişken oyları kazanmaktı, yoksa adaylar kendi üyelerine ve yandaşlarına seslenmeyi planlamıyorlardır.
ABD’de TV’de siyasal reklam yapmak “Communication Art” denen yasa ile sınırlandırılmıştır.
Haberleşme yasasında siyasal partilere ve adaylara eşitlik ilkesi öngörülmüştür. Yani, bir TV istasyonu
bir adaya 5 dakikalık seçim konuşma olanağı tanıdı mı, öteki adaylara da aynı sürede ve aynı saate
konuşma hakkını tanımak zorundadır. Bu durum özel TV istasyonlarının tepkisine neden olmuştur.
Fransa’da televizyonun siyasal açıdan verimli bir şekilde kullanılmaya başlaması ilk kez 1956 yılında
olmuştur. Bu, siyasal kampanyalar için değil, seçim haberlerinin verilmesi şeklindedir.
İngiltere’de televizyonların ilk defa kullanılması 1951 seçimlerinde olmuştur. Bu seçimlerde partilere
15’er dakikalık birer konuşma hakkı tanınmıştır. Ama haber programlarında seçimlerden söz edilmesi
yasaklanmıştır. Bu dönemde televizyonlar, parti liderlerinin toplantılarını ve çeşitli parti çalışmalarını
gazetelerden önce yansıtmaya başlamışlardır. Seçmenler birdenbire parti liderleriyle, adaylarla içli dışlı
olmuşlardır. Parti liderleri televizyon programlarının en sevilen, en aranan yıldızları haline gelmişlerdir.
İzleyiciler dizi film gibi her akşam parti liderlerinin günlük konuşmalarını beklemeye başlamışlar,
seçimlerle ilgili hazırlıklar seçmenlerin günlük yaşamına girmiştir. Televizyon, olayları doğrudan
doğruya seçmenin karşısına çıkınca durum değişmiş, seçmen olayların hangi açılardan seçilip televizyona
yansıtıldığını düşünmeden tüm olaylara doğrudan tanık oluyormuş gibi değerlendirmeye yönelmiştir.
Televizyon böylece seçim kampanyalarının en önemli ve etken aracı olmuştur. Siyasal iletişimin önem
kazanmasından sonra Muhafazakâr Parti, ilk kez 1978’de kendi tanıtımını Saatchi - Saatchi Reklam
firmasına vermiştir. Böylece İngiltere’de ilk olarak bir siyasal pazarlama stratejisi saptanmıştır.
Watts (1997) siyasal iletişimi radyo ve televizyonun siyasal mesaj ve reklamın iletilmesi olarak
tanımlamaktadır. Televizyonun ve diğer kitle iletişim araçlarının siyasal süreçlerde belirleyiciliği kabul
edilmesi gereken bir gerçek olmasına rağmen, siyasal süreci televizyon tartışmaları ve siyasi reklamla
sınırlama bir tür indirgemecilik olarak tanımlanabilir. Bu tür yaklaşımlara Scammell’in (1995) ve Crewe,
Gosschalk ve Bartle’nin (1998) çalışmalarında da gözlemlenmektedir. Scammell’in (1995) çalışmasında
siyasal başarı televizyon reklamları ve televizyonda adayların tartışmalarına bağlanmaktadır. Crewe,
Gosschalk ve Bartle’ın (1998) çalışmasında İngiltere’de 1997 seçimlerinde İşçi Partisi’nin zaferi
televizyon taştışmaları ve televizyonda siyasal içeriğin düzenlenmesi ile ilgili muhtelif yazarların
yaklaşımı yer almaktadır.
Siyasi Partiler, yeni iletişim teknolojilerine erişmek ve kamunun ilgisini çekebilmek için artan sayıda
etkinlikte bulunurken; geleneksel siyasal seçkinlerin otoritelerine, inanırlıklarına ve sözlerine duyulan
güven ve ilgi azaldığından bu güveni yeniden kuracak olan gruplar öne çıkmıştır. Örgütlerde ve yönetim
katının bütün görünümlerinde artan rasyonelleşme ile birlikte, siyasal alanda siyasal danışmanlardan
oluşan yeni bir uzmanlar kadrosu kurulmuştur. Yeni kamunun bu profesyonelleri halkın akılcı tekniklerle
ikna edilmesini sağlamışlardır (Blumer, Kavanagh, 1999: 210).
Kitle iletişim araçları gösterilmeye değer bulunan ve toplumun geniş bir kesimindeki insanlar
tarafından seyredilecek olan hayat tarzları, dikkate alınmaya ve taklit edilmeye hazır bir yapıya sahiptir
(Bauman, 1999: 43). Politik kampanyalar açısından değerlendirildiğinde kitle iletişim araçlarının gelişimi
ve büyük bir alana yayın yapma imkânına sahip olması, seçmenlerle kurulacak iletişimi bir yandan
kolaylaştırırken; diğer yandan ise daha profesyonel ve uzmanlık isteyen kampanya ve mesaj stratejisi
hazırlamayı zorunluluk haline getirmiştir.

Yeni İletişim Teknolojileriyle Siyasal İletişim


Günümüzde mevcut iletişim teknolojilerinin toplumdaki, toplumlar arasındaki rolünü anlamak için çaba
gösterilmesi; yalnızca teknolojilerin toplumda ve bireylerin hayatlarındaki etkisini anlamak için değil;
toplumdaki insan, insan toplulukları ve farklı toplumlar arasındaki güç ve iktidar ilişkilerinin
düzenlenmesine etkisi bakımından da anlaşılmaya çalışılması önemli ve gereklidir. Endüstrileşmiş, hala
endüstrileşmekte olan ve endüstri ötesi toplum biçimlerinde, aynı dönem içinde varlık gösteren insanlar;
artık güç ve iktidar tarafından alınan kararlardan, önceki dönemlere göre daha uzak ve bilgi sahibi
olmadan yaşamaktadırlar.
17

 
Kamusal tartışmalar bireylerin karar alma süreçlerine katılmalarına ve karşılıklı düşünce
alışverişinden yalıtılmış olmaları doğrultusunda yapılabilmektedir. Bu durum tüketince var olan,
bireylerin yeni kimliklerine uygun düşen “ yatıştırıcı ” ve “ uyumlaştırıcı ” bir iletişim ortamını
simgelemektedir. Daha öz bir ifadeyle, insanoğlu, etrafında olup biteni medya ve yeni iletişim
teknolojileriyle algılayabilmekte, öğrenebilmektedir.
Martin Heidegger’e göre modern çağda var olmak algılamaktır. Modern çağın en temel özelliği
dünyanın resim haline gelmesi olgusudur. Yani modern çağın teknolojisi, dünyamızı görselleştirerek,
resim-görüntü haline getirmiştir. Gombrich, “çıplak göz kördür” der. Bilme, anlama, bakma ve görmenin
sadece sabitleştirilen görme eylemine hasredilmesi ve hapsedilmesi, insanın fizik ötesi özelliklerinin,
diğer anlama, bilme, görme biçimlerinin marjinalleşmesine ve olumsuzlaşmasına neden olmaktadır.
Görme artık günlük yaşamımız içinde anlama ile özdeş hale gelmiştir. Bir noktayı görürüz, bir soruna
bakarız, bir bakış açısı benimseriz, bir soruna odaklanırız. Dünya artık bize gösterilen dünyadır. Dünya
bildiğimiz, tanıdığımız bir dünya değildir. Hissettiğimiz bir dünya değildir. Dünyayı bize gösterilen
biçimde algılamamız, kavramamız, tanımlamamız, yaşamamız “gerçek” ve “doğru” olan tek ölçüt haline
gelmiştir (İnceoğlu, 2010: 88-89).
Günümüzde yeni iletişim teknolojileri melez özellikler taşımaktadır. Yeni iletişim teknolojileri bir
yandan bilgi işleme özgü işlemler yapan bilgisayarları, diğer yandan iletişim, telekomünikasyon ve
yayıncılığa özgü yapıları içinde barındırmaktadır. Yeni medyanın geleneksel kitle iletişim araçlarına
eklemlenen teknolojik özellikler anlamında, kitle iletişim araçlarının kendi içlerindeki birleşimini de
değiştirdiğini söylemek gerekir.
Geleneksel kitle iletişim araçları, gazete, dergi, radyo, televizyon, gazetecilik bakımından önemli olan
ve siyasal iletişimde büyük rolü olduğu iddia edilen tek yönlü iletişimde etkisi güçlüyken yeni iletişim
teknolojileri sayısal teknolojiyle üretilmiş teknolojilerdir.
Yeni iletişim teknolojileri arasında televizyon, internet, GSM, WAP, GPRS, CD, VCD, DVD,
etkileşimli CD, çift taraflı CD ve benzeri yeni iletişim teknolojileri sayılabilir (Törenli, 2005, 87).
Törenli bu durumu şöyle değerlendirmektedir: “Yeni medya sayısal ağlara bağlanabilme, bu
bağlantının, yani karşılıklı işleyen akışkan bir ağın sağladığı çoklu ortam özelliklerini kullanmasına, yeni
hizmet seçenekleri olarak sunabilme olanağına sahiptir ”
Yeni iletişim teknolojileriyle birlikte anılan yeni medya, 1970’ li yıllarda özellikle bilgisayar ve bilgi
işlem alanında kaydedilen gelişmelerin iletişim alanında uyarlanmalarıyla oluşmuştur. Yeni medya,
pazara ve tüketime sunularak, iletişim etkinliğindeki sosyoekonomik değerine koşut olarak, günlük
yaşamın ayrılmaz birer parçası haline gelmiş bulunan araçlardır. Bu nedenle, yeni medya toplumsal
yapının ve üretim ilişkilerinin yeniden tasarlanmasında, toplumsal modeller bakımından verimli, işlevsel
roller üstlenmeye yönelmişlerdir.
Yeni medyanın gelişmesi sadece teknolojik faktörlerle sınırlı değildir. Törenli’ nin de vurguladığı
gibi, “ Bu olanakları sunulanların, okurların-izleyicilerin iletişim ve iletişim temelinde karşılanan diğer
kişisel/toplumsal gereksinimlerine ne ölçüde karşılık verebileceklerine, sundukları seçeneklerin ne kadar
uygun ya da esnek olduğuna daha çok bağlıdır ” (Törenli, 2005, 87 ve devamı).
1970’li yıllarda yazılı basının bilgisayar destekli elektronik iletişim araçlarını kullanmaya
başlamasıyla yazılı basın kendini tekrar tanımlamak durumunda kalmıştır. Özellikle bilgisayardan sonra
gelişen yeni iletişim teknolojileriyle birlikte, hızın ve kapsama alnının büyüklüğü öne geçerken uzak
mesafelerle iletişim sorun olmaktan çıkmıştır.
Yeni bir iletişim biçimini ortaya çıkaran yeni medya, kişilerin ve gruplar ölçeğinde mesajların
seçilebilmesinin sağlanmasına ön ayak olmuştur. Yeni medyayla birlikte, sanal ortamda iletişim söz
konusu olurken yazılı, basılı, elektronik ortamlara ek olarak artık sanal ortamın da katıldığından söz
edilmeye başlanmıştır.
Sanal ortamda iletişim yüz yüze iletişimin yerini alabilecek düzeyde olmasa bile, sanal topluluklar
arasında gerçekleşmeye yönelmiştir. Sanal iletişimle birlikte, görüntü ve ses iletişim ortamında eşzamanlı,
anında taşınabilirken haberi oluşturan malzemenin toplandığı, değerlendirildiği, işlendiği ve dağıtıldığı
bir akış yaratabilmektedir. Daha öz bir deyişle, sanal ortamda gazete okuyucusu radyo, televizyon
izleyicisinin okur-izler konumunda tutabildiği, bir yazınsal, görsel-işitsel iletişim ortamı
oluşturulabilmektedir.
18

 
Yeni medyada geri-besleme, etkileşim gibi tepkide bulunabilmek olanakları, sözlü iletişim kadar
yansımasa bile mümkündür. Sanal ortamda yeni medyanın yarattığı ana içerik yanında ses kayıtları,
çeşitli başka web sayfalarına bağlanabilme olanaklarının bulunması, geleneksel kitle iletişim araçlarına
göre daha zenginleştirilmiş bir içeriğin göstergesi olmaktadır. Yeni medya, aynı zamanda bireysel olarak
önemli bir başvuru kaynağı işlevi de görmektedir. E-ticaret, E-seçim gibi olanaklarla, yeni medya bilgi
toplama, tercih bildirme ve seçim yapma ortamını sağlayabilmektedir. Geleneksel medyada yer alan
kitap, gazete, dergi, vb. kitle iletişim araçlarının sağladığı başvuru kaynaklarının yerini, yeni medyada
internet üzerinde yer alan arama motorları, veri tabanları, veri bankaları, teletext, videotext, audiotext gibi
sabit bilgi sorma hizmetleri almaktadır. Cep telefonundan bilgi sorma, bilgi alma hizmetleri, kablolu veya
etkileşimli televizyon gibi yeni medya hizmetleri kullanılabilmektedir. Bu nedenle, yeni medya sağladığı
çoklu ortam bakımından multimedya olarak da adlandırılmaktadır.
Yeni iletişim teknolojileri bilgi işlem yetenekleri yanında, kullanan gruplar arasında veya tek tek
kullanıcılar arasında karşılıklı etkileşimi olanaklı kılmaktadır. Aynı zamanda, bu teknolojiler, tek tek
bireyler ya da belirli gruplara genel veya özel mesajların alışverişini sağlama, mesaj değişimine olanak
sağlama, aynı mesajı farklı kişilere ve gruplara gönderme, farklı parçaları bir araya getirme özelliklerini
içlerinde barındırmaktadırlar. Bu durum ise kitleselleştirmeyi sağlamaktadır. Yeni iletişim teknolojileri
asenkron olabilme özelliklerine de sahiptirler. Bu özellikleriyle iletişimi istedikleri zaman
başlatabilmekte, dondurabilmekte ya da bitirebilmektedirler (Rogers, 1986, 4-5).
İnternet önce askeri amaçlarla geliştirilmiş, daha sonra ticari amaçla kullanıma açılmıştır. Uydu
teknolojisi kendi içinde sorunsuz ve tarafsız gibi duran bir teknoloji olmakla birlikte, uygulamada
toplumsal güç iktidar yapılanmasının amaçları açısından kullanılabilecek hale gelmektedir. Yeni iletişim
teknolojileriyle birlikte kullanılan sayısal teknolojiyle toplumsal kullanım bakımından ortam
oluşturulmaktadır. Aynı zamanda sayısal teknolojiyle birlikte enformasyon üreticileri ürünlerini ender ve
sınırlı bir şekilde tutmakta zorluk çekmemektedirler. Enformasyona gelince, izin alınmadan geniş çapta
tekrar iletildiği gibi, çoğaltılmakta ve yeniden biçimlendirilmektedir. Uydulardan gelen sinyallerin
güvenli VCII sistemiyle şifrelendirilerek korunduğu ABD’de kullanılan şifre çözücülerin yarısı yasadışı
niteliktedir ve iletişimin denetimini kırmaktadır (Törenli, 2005, 164).
Dünyada ve Türkiye’ de geleneksel kitle iletişim araçlarının olduğu kadar, yeni iletişim
teknolojilerinin gerek biçimsel açıdan, gerekse içerik açısından değişimden geçtiğini söylemek
gerekmektedir. Teknoloji, bu değişimde tek başına belirleyici değildir. Asıl belirleyici olan toplumların
gelişme düzeyleri, yapıları, örgütlenişleri, sosyo-ekonomik güç dengeleridir. Siyasal iletişim yönünden
bilim, politika, kültür ve hoşgörü ortamının rolü ve öneminin vurgulanması ise zorunludur.
Yeni bir kitle iletişim aracı olarak internetin toplumsal yapı ile etkileşimi bağlamında internet ve
siyasal katılım başlığı altında tartışmalar sürmektedir. Bu tartışmaların başlangıcında geleneksel
medyanın demokratik potansiyelinin değerlendirildiği bir alan yer almaktadır. İnternetin bu alana yeni
argümanlarla girerek ilgi odağında olmasında ‘sayısal devrim’ kavramının önemli bir yeri vardır
(Demircan, 2006: 20).
Bugün, siyasi parti ya da adaylar oluşturdukları web siteleri ile parti programlarını ve propaganda
içerikli politik mesajlarını hedef kitlelere ulaştırabilmekte, böylelikle politik kampanya faaliyetlerine yeni
bir boyut kazandırmaktadırlar. “Politik kampanyalardaki diğer çalışmaları gerçekleştirmede tamamlayıcı
olduğu dile getirilen internetin, en büyük avantajları arasında; geniş bir izler kitleye mesajların ucuz bir
şekilde ulaştırılması, gönüllülerin organize edilmesi, filtre edilmeden mesajların seçmenlere iletilmesi,
izleyicilerle doğrudan konuşma ve sohbet odaları aracılığıyla seçmenlerle iletişim kurma” (Willis ve
Perra, 2000: 29-30, aktaran, Kalender, 2003: 31-32) gibi faktörler sayılabilmektedir.
Yeni teknolojilerin önceden var olmayan sosyal ve ekonomik örgütlenmelere fırsat tanıdıkları su
götürmez bir gerçektir (Castells, 1999: 151-157). Dijital teknoloji özellikle internet, küresel pazarda ürün
fiyat ve dağıtıma ilişkin bilgilere ulaşımı eşit hale getirmektedir. İnternet müşterinin ürünü ya da hizmeti
daha rahat görmesini ona ulaşmasını, ulaşması sonucunda kıyaslama yapmasını, edindiği fikirler
doğrultusunda algılarını değiştirmesini kolaylaştırmaktadır (Pires ve Arkadaşları, 2006: 936-949).

19

 
Siyasal İletişimin Günümüzdeki Doğası: İkna Edici İletişim ve Siyasal
İletişim Kampanyalar
Sosyal Bilimler temelinde; kampanya terimi, savaşta belirli bir amaca ulaşmak için düzenlenen bir dizi
eylemi ifade etmek için kullanılmaktadır (Albright, 1922;40). Siyasal iletişim kampanyaları, iktidara
sahip olma, iktidarı elde tutma; iktidarı yıpratma vb. amaçlı siyasal yönelimli kampanyalar ve ürün
yönelimli reklam ya da pazarlama kampanyaları ve ideolojik konu ya da nedenlere dayalı toplumsal
hareketler (sosyal kampanyalar) olarak üç temel türde karşımıza çıkmaktadır. (Larson 1989; 260). Bu
kampanyaların ortak özelliği, “hedef kitleyi kampanya sahibinin istediği yönde harekete geçirmek” tir.
Dolayısıyla siyasal iletişimin tarihçesine yer verdiğimiz ünitemizde; dünden bugüne gelindiğinde; siyasal
iletişim adı altında yürütülen faaliyetlerin, zaman içerisinde; gerek siyasal iletişim adını alana kadar
yapılanlar; gerekse bu adı aldıktan sonra yapılan etkinliklerin; kullanılan strateji, yöntem ve yönteme
dayalı araçların, yaklaşımların, dönemsel olarak farklı görünümler sergilediğini ve değiştiğini, ancak,
değişmeyen ve belirleyici olanın “ikna” kavramı olduğunu vurgulayabiliriz. Siyaset Bilimi ile ilgili
gerçekleştirdiğiniz okumalarda, yöneten yönetilen ilişkisinin, iknanın gerçekleştirilme, anlayışındaki
değişimin, sadece siyasal iletişimin değil; siyaset biliminin de tarihçesini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Bugün iknanın gerçekleşmesi için gerekli olan en temel olgunun iletişim olduğu benimsenmektedir.
Hedeflenen kitleye iletişimin ulaştırılması ve ikna edilmesinde iletişim kanalları ve araçlarından
yararlanılmak zorundadır. Bu nedenle gerçek anlamda kampanyalar kitle iletişim araçlarının gelişmesi ile
mümkün olabilmektedir.
Siyasal iletişim kampanyaları, temelde; sosyal ve siyasal iletişim kampanyaları olarak iki bölümde ele
alınmaktadır. Bunun yanı sıra, iletişimi gerekli kılan, konu başlığı, iletişim kampanyasının amacı, o anki
durum vb. unsurlara göre birbirine göre farklı yaklaşımları içeren alt türleri de içerebilmektedir. Özellikle,
siyasal kampanyalar denildiğinde, seçim dönemlerinde; siyasi partiler tarafından yürütülen, siyasal
iletişim kampanyaları akla gelmektedir. Bir iletişim kampanyası, “sayı, yaşanan coğrafya, gibi
demografik ya da psikografik özelliklere göre saptanmış hedef kitleye (siyasal parti çin seçmen), kitle
iletişim araçları yoluyla belirli bir amaçla ve program dahilinde, konusunda uzman kişiler tarafından
hazırlanan mesajların, yine bir plan dahilinde, belirli bir zaman aralığında, aktarıldığı/uygulanarak
geribildirimin takip edilip-ölçüldüğü, hedef kitlenin ikna olması için yürütülen, iletişim faaliyetleri” dir.
Kampanyanın başarılı olması için kaynağın, hedef kitleyi dinlemesi, anlaması şarttır. Sadece, kampanyayı
yapan tarafın konuştuğu değil; hedef kitlenin de görüşlerini aktarabileceği ortamların da yer aldığı;
karşılıklı tanıma ve tanıtma”nın olduğu, çift yönlü bir iletişim yürütülmesi esastır. Kaynak, hedef kitlenin,
dilini öğrenmelidirki kendi mesajını aynı dili kullanarak iletsin ve ikna gerçekleşsin.
Hangi kapsamda olursa olsun bir iletişim kampanyasının temelinde şu dört özellik bulunmaktadır.
Bunlar: Bir iletişim kampanyasını/nın amacı bulunmaktadır, hedef kitlesi bulunmaktadır, belirli bir zaman
aralığını kapsamaktadır ve son olarak, amaca, hedef kitleye, içinde bulunulan koşullara göre planlanmış
ve o plana göre uygulanan faaliyetleri içermektedir (Rogers ve Stanley, 1987).
Siyasal kampanyaları gerçekte insanların eylemlerini etkilemeyi tasarlayan bir ikna edici iletişim
biçimi olarak tanımlayan, yaklaşım; iletişim kampanyaları için tanımlanan, dört özelliğin; siyasal
kampanyalar için de geçerli olduğunu belirtmektedirler. Dolayısıyla siyasal kampanyaların, yürüttükleri
iletişim etkinliğinin merkezinde, seçmenlerin istenen aday/parti ya da konuya yönelik ikna edilmesi yer
almaktadır.
Siyasal İletişime yönelik yaklaşım ve uygulamaların farklılaştığı dönem olarak; 1980’li yıllar önem
kazanmaktadır. Özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından sonra, siyaset kurumları, özellikle siyasal
partiler, iletişimlerini pazarlama iletişimi bakış açısıyla, ürün, hedef kitle sınıflandırmasına göre ve
profesyonel olarak hizmet veren kişi/kurumlar tarafından yürütülen, “iletişim kampanyaları” çerçevesinde
gerçekleştirme anlayışını tamamen benimsemiş durumdadırlar. Robert Agranoff (1985), siyasal iletişim
kampanyalarının, dört temel değişim alanını içerdiğini belirtmektedir. Değişimin gerçekleştiği alan, konu
ve durumlar aşağıda listelenmektedir. Bunlar:
Siyasal İletişim Kampanyalarında, mesajın vurgusu, söz konusu “siyasal parti’den, “aday”a
yönelmiştir. Buna bağlı olarak ikinci değişim alanı, adayın ağırlıklı olduğu bu kampanyalarda, parti

20

 
örgütlerinin, profesyonel uzmanların ya da kampanya danışmanlarının yerlerinin ve işlevlerinin
farklılaşmasıyla ilgilidir.
Üçüncü değişim alanı, seçim stratejilerinin geliştirilmesi, siyasal aday ya da parti, rakip parti ya da
adaylar ve seçmenler gibi kampanya değişkenlerine ilişkin sistematik araştırmalara ağırlık verilmesidir.
Bunun sonucunda, bilgi toplamanın temel yöntemi olarak, seçmen ve konu araştırmaları için uzmanlaşmış
kuruluşlardan hizmet alınmaya başlanmış; bu kuruluşlar, araştırma için görev yapan parti örgütü
çalışanlarının yerini almıştır.
Son değişim alanı ise, siyasal kampanya iletişimde önem kazanan kitle iletişim araçlarının ve özellikle
televizyondaki programların; adayların imajının ve konularını tartışıldığı programların, parti örgütünden
daha aktif rol oynamaya başlamasıyla; kişisel iletişim yöntemlerinin yerini kitle iletişim araçları almıştır
Kitle iletişim araçlarının gelişimi ve toplumsal düzeyde etkinliğini arttırması, siyasal kampanyaların
yapısına ve işleyişine etki etmiştir. Bir kitle iletişim aracını en etkin şekilde kullanmak, araçların güçlü ve
zayıf noktalarını ve diğer özelliklerini bilmeyi gerektirmektedir. Bu gereklilik, siyasal kampanyaların
profesyonelleşmesinin en önemli nedeni olarak kabul edilmektedir. Siyasal kampanyalarda, kitle iletişim
araçlarından yararlanıldığı, ilk dönem siyasal iletişim kampanyalarında, kampanyayı yöneten uzmanlar,
daha çok; televizyondan yer satın alma, siyasal reklamların yapım, çekim süreçleri gibi; işin teknik yönü
ile ilgilenen; düşünsel alt yapı/temel ile sınırlı bağlantıları olan bir görünüm sergilemekteydi. Kitle
iletişim araçlarının gelişimi ve toplumsal düzeyde oynadığı rol yerine oturunca; aracın özelliklerine
dayanan siyasal kampanyalar yerini; araçlarla anlatılan içeriğe, bunun düzenlenmesine ilişkin strateji ve
yaklaşımlara ağırlık veren kampanyalara; daha sonra da kampanyadaki biçimsel ve biçimsel olmayan
özelliklerin; çevresel, zamansal ve durumsal özelliklerin hep birlikte; iletişim amacının gerçekleşmesine
yönelik bir sinerji yaratacak şekilde seçimi ve düzenlenmesine odaklanmıştır. Kitle iletişim araçlarının
gittikçe daha etkili bir şekilde kullanılmasıyla birlikte, bu alanda görev yapan uzmanların nitelikleri
çalışma alanı, çalışma koşulları ve işlevleri, kampanya stratejisine ilişkin gerçekleştirilen çalışmalarla
birbirini etkilemiştir.

Siyasal İletişim- 1980 ve Sonrası Dönem


Siyasal parti ya da adaylar ile seçmenler arasında karşılıklı iletişimin kurulmasını sağlama ve
yönlendirmede siyasal parti ya da adayların gereksinim duyduğu bilgilendirici ve etkileyici iletişim
çabalarının günümüzde dayandığı temeli belirleyen en önemli özellik “profesyonelleşme” olarak
karşımıza çıkmaktadır. Seçmenlerle kurulacak iletişimin özellikleri, biçimi birkaç önemli değişimle
ilgilidir. Bu değişimlerin en önemlisi, büyük bir uzlaşma ile kabul edilen kitle iletişim araçlarının gelişimi
ve oynadıkları toplumsal rol ile açıklanmaktadır.
Siyasal iletişimin profesyonelleşmesinde kitle iletişim araçlarının rolünün dışında başka durumlardan
da söz edilebilir. Siyasal iletişimin profesyonelleşmesinde oldukça yol kat etmiş olan ABD’ de bu sürecin
bir diğer önemli unsuru olarak Muhalif Eylem Grupları gösterilmektedir. Muhalif Eylem Grupları
(Protest Action Commitee), çağdaş demokrasilerde siyasal katılımın yollarının açılmasıyla sivil örgütler
ya da baskı gruplarının siyaset sahnesinde oynadığı önemli roller paralelinde genelleştirmek olasıdır. Bu
tür örgütlerin ve oluşumların verecekleri ekonomik ve siyasal destek siyasal parti ya da adaylara güçlü
dayanaklar oluşturabilmektedir.
Bu doğal gelişimlerin doğal bir sonucu olarak rekabetin yapısı değişecektir. Kitle iletişim araçlarının
etkisi ve siyasal katılımın yeni yolları “adayları” geleneksel parti örgütlerinden göreceli olarak
“bağımsız” kılmıştır. Siyasal partilerin siyasal rekabet içindeki bildik ideolojik konumları ve buna bağlı
olarak sundukları temel vaatler arasında farklılaşmaların önemi günümüz koşullarında git gide
azalmaktadır. Bu da siyasal adayların kişisel özelliklerini ve niteliklerini ifade eden aday ya da lider
imajlarını çıkarmaktadır.
Günümüzde siyasal rekabetin geçmişe oranla daha karmaşık ve dağınıklaşmış bir seçmen kitlesine
ulaşma çabaları içinde gerçekleştiği söylenebilir. Seçmenlere ulaşmak eskisine oranla daha da zorlaşmış,
günümüz iletişim çerçevesinde bilginin dolaşımı, siyasal etkinin araçları değişmiştir. Sözü edilen gelişme
ve değişimlere karşı siyası parti ve adayların gereksinim duyduğu hizmetlerin niteliklerinin ve bu
21

 
hizmetleri verecek profesyonellerin konumlarının yeniden tanımlanması gereği ortaya çıkmıştır. Çağdaş
siyaset bu boyutta profesyonel kampanya danışmanlarının önemli roller üstlendiği bir görünüm
kazanmaktadır.
Seçim dönemlerinde parti örgütü ve ileri gelenleri geleneksel olarak, kampanya konuları ve bunları
nasıl işleyecekleri bilgisine ulaşmakta gelişmiş araştırma tekniklerinden çok öznel değerlendirme ve
yargılara başvurmaktaydılar. Oysa günümüz koşullarında seçmenlerin tutum ve davranışları, inanç ve
değerleri gibi bilgilerin bilimsel yöntemlerle ölçülerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çalışmalar da
ancak, parti kadroları dışındaki profesyonellerce gerçekleştirilebilir. Siyasal parti ya da adayların çok
boyutlu ve yönlü olarak karşımıza çıkan bu uzmanlık alanlarında yeterlilik sahibi olmalarını beklemek
gerçekçi olmadığı gibi bu faaliyetlere harcayacak zaman ve enerjileri de yoktur.
Siyasal kampanya yaklaşımları, profesyonellik ve iletişim biçimleri olmak üzere iki temel etkenin
bileşiminde tanımlanabilir. Bu bağlamda profesyonellik, kampanya yönetiminde sistematik analiz
yöntemlerinin kullanılmasını ifade ederken, profesyonel olmayan yaklaşım, öznel değer, yargı ve
sezgilere dayalı bir yaklaşımı içermektedir.
Siyasal adayların ya da partilerin siyasal kampanya çalışmalarının oldukça geniş bir zaman alması ve
özellikle uzmanlık gerektirmesi nedeniyle siyasal adayların ya da partilerin bu işi meslek edinmiş kişilere,
diğer bir değişle profesyonellere yaptırmaları bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu
profesyonel hizmetler, reklamcılık, strateji geliştirme ve kamuoyu araştırmalarını içermektedir (Denton
ve Woodward, 1990). Siyasal kampanyalarda profesyonel hizmetler, iki biçimde ele alınabilir. Bunlardan
ilki, kampanyanın tüm aşamalarında aday ya da partiye genel öneride bulunan ve alınan profesyonel
hizmetler arasında eşgüdüm sağlayan danışman tipidir. Diğeri ise kampanyanın herhangi bir aşamasında,
reklamcılık gibi “spesifik” bir faaliyete yoğunlaşan uzmanlardan oluşmaktadır. Kitle iletişimi ve siyasal
etkinin ya da iknanın daha “rafine” hale gelmesi ve daha önce söz edilen teknolojik gelişmeler nedeniyle
siyasal kampanya çalışmalarının uzmanlık alanlarına bölünme eğilimi günümüzde geçerlilik kazanmaya
başlamıştır. Siyasal kampanya çalışmalarının ortaya çıkışını kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle –kitle
iletişiminin doğrudan etkisi olduğuna ilişkin inancın yaygınlığının da –etkisiyle açıklayan görüşlerle çok
sık karşılaşılmaktadır. Bu görüşler temelde siyasal kampanyaları reklam, halkla ilişkiler gibi birer ikna
edici iletişim kampanyaları olduklarını ileri sürmektedirler (Nimmo, 1970; Trent ve Friedenberg, 1983).

22

 
Özet

Siyasal iletişim kampanyası, “sayı, yaşanan İnsanın toplumsal ortamdaki varlığını sözel ve
coğrafya, gibi demografik ya da psikografik sözel olmayan biçimlerde gerçekleştirdiği,
özelliklere göre saptanmış hedef kitleye(siyasal “iletişim”i belirlemektedir. Sözel olan iletişimle
parti çin seçmen), kitle iletişim araçları yoluyla kastedilen, insanın, “konuşması” dır. Yazının
belirli bir amaçla ve program dâhilinde, bulunmasından önce, insanoğlu, kültür aktarımını
konusunda uzman kişiler tarafından hazırlanan sesle-konuşma yoluyla, sağlamaktaydı. Sonradan
mesajların, yine bir plan dâhilinde, belirli bir kâğıda geçireceği sözcüklerle konuşması;
zaman aralığında, aktarıldığı/uygulanarak insanları, toplumla birlikte yaşayan varlıklar
geribildirimin takip edilip- ölçüldüğü, hedef olarak ileriye taşımış ve onlara toplumu
kitlenin ikna olması için yürütülen, iletişim oluşturarak, birlikte üretme/yok etme olanağını
faaliyetleri” dir. sağlamıştır. İnsanlık, konuşması sayesinde,
kültürünü; tarihini hikâyeler, masallar, mitler ya
Siyasal iletişim adı altında yürütülen faaliyetlerin,
da efsaneler biçiminde nesilden nesile aktarmayı
zaman içerisinde; gerek siyasal iletişim adını
başarmıştır. Böylece, her nesil ateşi yeniden
alana kadar yapılanlar; gerekse bu adı aldıktan
keşfetmek zorunda kalmamıştır.
sonra; yapılan etkinliklerin, kullanılan strateji,
yöntem ve yönteme dayalı araçların, Yazı hem iktidarın taşıyıcısıdır hem de iktidarın
yaklaşımların, dönemsel olarak farklı görünümler kuruluşuna hizmet etmektedir. İktidarın
sergilediğini ve değiştiğini, ancak, değişmeyen ve kuruluşuna temel oluşturan yazı, aynı zamanda
belirleyici olanın “ikna” kavramı olduğunu egemenlik ilişkilerinin sündürülmesinde ve meşru
vurgulayabiliriz. gösterilmesinde rol oynamaktadır.
Geçmişten bugüne, siyasal iletişimin gelişim Kâğıt üretiminin Avrupa’ da yaygınlaşması,
dönemleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır. Bunlar: yaklaşık olarak 1275’ te başlayan ticaret devrimi
Sözel İletişimle, Konuşmayla Siyasal İletişim yanında birçok alanda görülen gelişmelere de yön
Dönemi; “Yazı”nın İcadı’ndan Sonra Siyasal vermiştir. Bugün dahi bankacılılıkta sigorta ve
İletişim Dönemi; Kâğıdın İcadı’ndan Sonra poliçe için kullanılan belgelere duyulan güvenin
Siyasal İletişim Dönem; “Matbaa”dan Sonra artmasına kâğıt kullanımı katkıda bulunurken,
Siyasal İletişim Dönemi; Yazılı İletişim yerel dillerde yazılmış dini kitapların temin
Mecralarıyla Siyasal İletişim Dönemi; Elektronik edilmesinde, posta pullarının devreye girmesinde
İletişim Mecralarıyla Siyasal İletişim Dönemi; kolaylık sağlamıştır. Avrupa’ da manastırlarda
Yeni İletişim Teknolojileri Kullanımıyla Siyasal kâğıdın devreye girmesi el yazmacılığına ivme
İletişim Dönemi. kazandırırken, dini kurumlar yanında eğitim
kurumlarının sayısının artmasını beraberinde
Siyaset Bilimi ile ilgili gerçekleştirdiğiniz
getirmiştir.
okumalarda, yöneten yönetilen ilişkisinin,
iknanın gerçekleştirilme, anlayışındaki değişimin, Yazı insanın örgütlenmesi ve toplumsal
sadece siyasal iletişimin değil; siyaset biliminin düzenleme yönünden temel değişikleri
de tarihçesini oluşturduğunu söyleyebiliriz. beraberinde getirmiş, toplumda işbölümünün
Bugün iknanın, gerçekleşmesi için gerekli olan hızlanmasın neden olmuştur. Baskı işlemleri,
en temel olgunun iletişim olduğu yazılı metinler bakımından denetim artık yazarın
benimsenmektedir. Hedeflenen kitleye iletişimin kendisine ait olmasını sağlamıştır. Yazıcı yerine
ulaştırılması ve ikna edilmesinde iletişim artık yazar ön plana çıkarken, baskı teknikleriyle
kanalları ve araçlarından yararlanılmak birlikte siyasal iletişim açısından yeni açılımlar
zorundadır. Bu nedenle gerçek anlamda görülmeye başlanmıştır.
kampanyalar kitle iletişim araçlarının gelişmesi
Yüzyıllar boyunca düzenli iletişimi kendi
ile mümkün olabilmektedir. Gazetelerde parti ve
denetiminde ve tekelinde tutan merkezi
adaylar için siyasal reklamların kullanılması,
yönetimler; prenslikler, krallıklar,
radyonun propaganda amaçlı kullanımı, gazeteler
imparatorluklar ve kilise, aydınlanma geleneği
yanında siyasi haberlerin önce radyoda daha
içinde biçimlenen yeni iletişim araçları olan
sonrada televizyonun siyasal reklamlara ve
kitap, gazete, dergiyi denetim altına almak için
siyasal tartışmalara açılması, siyasal kitle iletişim
büyük çaba göstermişlerdir.
açısından seçmenlerin karşılaştıkları mesajların
sayısı artmıştır.
23

 
Yeni iletişim teknolojileri bilgi işlem yetenekleri
yanında, kullanan gruplar arasından veya tek tek
kullanıcılar arasında karşılıklı etkileşimi olanaklı
kılmaktadır. Aynı zamanda, bu teknolojiler, tek
tek bireyler ya da belirli gruplara genel veya özel
mesajların alışverişini sağlama, mesaj değişimine
olanak sağlama, aynı mesajı farklı kişilere ve
gruplara gönderme, farklı parçaları bir araya
getirme özelliklerini içlerinde
barındırmaktadırlar. Bu durum ise
kitleselleştirmeyi sağlamaktadır. Yeni iletişim
teknolojileri asenkron olabilme özelliklerine de
sahiptirler. Bu özellikleriyle iletişimi istedikleri
zaman başlatabilme, dondurabilmekte ya da
bitirebilmektedirler.
İçinde yaşadığımız yüzyıl bakımından siyasal
iletişim yazılı, basılı, elektronik ortamlardaki
uygulamalarla sürdürülmeye devam
edilmekteyken; aynı zamanda da, “bilgisayar ve
internet teknolojisi; internet ve internetteki sosyal
mecralar”daki uygulamaların yer aldığı; “sanal
ortam”daki iletişim faaliyetlerini de eklemek
gerekmektedir.

24

 
Kendimizi Sınayalım
1. İletişimin “sözel, konuşma”yla sağlandığı 4. Aşağıdakilerden hangisi, radyonun siyasal
siyasal iletişim dönemiyle ilgili, aşağıdaki iletişimde üstlenmiş olduğu işlevler arasında yer
ifadelerden hangisi yanlıştır? almaz?
a. Topluluktaki en genç üyelere itaat edilerek; a. Radyo, insanların sadece bilgilenmesine ve
onlara farklı biçimlerde saygı gösterilmiştir. haberdar edilmesine yönelik bir araç olarak
b. Sözel olan iletişimle kastedilen, insanın kullanılmıştır.
“konuşması”dır. b. Adayın inanırlılığını, güvenirliğini, kendine
c. Bu dönem yazının bulunmasından önceki duyduğu güveni ya da güvensizliği,
dönemdir. heyecanları, radyodan alıcılara
yansıyabilmektedir.
d. Konuşmak, insanlara birlikte üretme/yok etme
olanağını sağlamıştır. c. İlk deneme, radyo yayınları Rus-Japon
Savaşı’nda yapılmıştır.
e. “Kültür”, hikâyeler, masallar, efsanelerle,
nesilden nesile aktarılmıştır. d. Radyonun bir kitle iletişim aracı olarak
devreye girmesi Birinci Dünya Savaşından
2. Aşağıdaki ifadelerden hangisi, siyasal sonra gerçekleşmiştir.
iletişim tarihinde iktidarın yazı ile
gerçekleştirdikleri arasında yer almamaktadır? e. Radyo yayınlarında, siyasal aday ses
özelliğiyle ön plana çıkmaktadır.
a. İnsan belleğinin elverdiği ölçüde kültür
aktarımı sağlamak 5. “Siyaset ile bir geleneğin anahtar terimlerine
uygun yeni kullanımlar yaratılması ve
b. Kamu yöneticilerinin ilk ve güçlü böylece yeni, farklı yaşam tarzlarını olanaklı
biçimleriyle, imparatorluklarda yer alan kayıt kılan dilsel kurallar, nesneler, durumlar ve
altına almak, yaşam tarzları arasındaki birbirinden
ayrılamaz birliğin var edilmesini”
c. Bürokratik kuralları bir sonraki döneme
tanımlayan siyasal iletişimle ilgili kavram
aktarmak, aşağıdaki seçeneklerin hangisinde yer
d. Zamanın, mekânın denetimini ele geçirmek, almaktadır?

e. Ekonomik ve siyasal yönetimde denetimi a. Dil Oyunları


etkinleştirmek b. Kitle İletişimi
3. Aşağıdakilerden hangisi siyasal iletişimin c. Kamuoyu
üzerinde yükseldiği üçlü saç ayağındaki
unsurlarla doğrudan ilişkili konular arasında yer d. Demokrasi
almaz?
e. Siyaset Felsefesi
a. Hava sıcaklarının mevsim normallerinin
6. Siyasal iletişim tarihinde, aşağıdakilerden
üzerinde olması
hangisi, televizyonun bir siyasal iletişim aracı
b. Ülkenin savunmasıyla ilgili konular olarak tercih edilmesinin nedenleri arasında yer
almaz?
c. Vergi Düzenlemesi ile ilgili Konular
a. Etkileşimli bir iletişim ortamı sunması.
d. Din adamlarının eğitimi ile ilgili konular
b. Gündem belirleme özelliği
e. İthalat ile ilgili uygulamalar
c. İnsanların tutumlarına etki etmesi.
d. Adayların görüntülerini, ses ve hareketlerini
yansıtması.
e. Aday imajı oluşturması.

25

 
7. Siyasal iletişim tarihinde, siyasal iletişim Kendimizi Sınayalım Yanıt
aracı olarak kullanılan haber kağıtları”nın Anahtarı
içeriğini oluşturan konu başlıklarından biri
değildir? 1. a Yanıtınız yanlış ise, “Sözel İletişim,
Konuşma” başlıklı konuyu yeniden gözden
a. Ticareti yapılan ürünler geçiriniz.
b. Salgın hastalıklar 2. a Yanıtınız yanlış ise “Yazı ve Yazının
c. Cadıların yakılması kâğıda geçmesi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
d. Turnuvalar
3. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişimin
e. Kralın çocuğunun olması Gelişim Dönemleri” başlıklı konuyu yeniden
8. Siyasal iletişim tarihinde, insanların gözden geçiriniz.
toplumsal olarak bir araya gelmesi ve toplumsal 4., a Yanıtınız yanlış ise “Elektronik İletişim
dediğimiz büyük yapının oluşmasının kaynağı Teknolojilerinin Devreye Girmesi” başlıklı
olarak nitelendirilen kavram aşağıdaki konuyu yeniden gözden geçiriniz.
seçeneklerden hangisinde yer almaktadır?
5. a Yanıtınız yanlış ise “Elektronik İletişim
a. Dil Teknolojilerinin Devreye Girmesi” başlıklı
b. Gelenek konuyu yeniden gözden geçiriniz.

c. Evrim 6. a Yanıtınız yanlış ise “Elektronik Sözcük”


başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
d. Siyaset
7. a Yanıtınız yanlış ise “Gazetenin Doğuşu”
e. Hoşgörü başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
9. Siyasal İletişimde araştırma yöntemlerinin
8. a Yanıtınız yanlış ise ünitenin başında yer
kullanılmaya başlamasıyla ilgili olarak alan ilk iki konuyu başlıklı konuyu yeniden
aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? gözden geçiriniz.
a. Seçim Kanunları, siyasal partileri buna 9. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişimin
zorunlu kılmıştır. Günümüzdeki Doğası: İkna Edici İletişim ve
b. Araştırma Şirket ve Kuruluşlarından hizmet Siyasal Kampanyaları” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
alınmıştır.
10. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişimin
c. Seçmen ve Konu araştırmalarıyla bilgi
Günümüzdeki Doğası: İkna Edici İletişim ve
toplanmıştır.
Siyasal Kampanyaları” başlıklı konuyu yeniden
d. Seçim stratejilerinin geliştirilmesinde, gözden geçiriniz.
sistematik veri elde etmek amaçlıdır.
e. Bu araştırmalar için görev yapan parti örgütü
çalışanlarının etkinliği azalmıştır.
10. Aşağıdakilerden hangisi siyasal iletişim
uygulamalarında, 1980’li yıllardan sonra
gözlenen değişim unsurlarından biri değildir? Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
a. Kampanyalarda kişisel iletişim yöntemleri Sıra Sizde 1
ağırlık kazanmıştır. Siyasal iletişim uygulamaları, insanoğlunun
b. TV programlarından yansıyan aday imajı toplum yaşamında kendini ve çevresini
önem kazanmıştır. savunması, toplumdaki ilişkileri düzenlemesi;
“din”le ilgili kutsal söylemi oluşturması, ticaretin
c. TV programları, parti örgütünden daha aktif işleyişi ve ticareti yapılan ürünlerin belirlenmesi
bir rol üstlenmiştir. bakımından kayıt tutması, paranın kullanımı ve
d. Kampanya mesajının vurgusu, “siyasal bunlarla bağlı diğer faaliyetlerle ilişkilendirerek
parti’den, “aday”a yönelmiştir. değerlendirilebilecek bir kavramdır.

e. Kitle iletişiminin vurgusu artmıştır.


26

 
Sıra Sizde 2
Siyasal iletişimin ön plana çıkması ile ilişkili Bauman, Z. (1999) Sosyolojik Düşünmek, (Çev.
gelişme, MÖ. 3000’lü yıllarda yazının Abdullah Yılmaz), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
bulunmasıyla; toplumsal yaşamda, tarım ve
Cotteret, J. M. ve C. Emeri (1995). Seçim
hayvancılıkla ilgili kayıtların tutulması
Sistemleri. (Çev: Ahmet Kotil) .İstanbul İletişim
gerçeğinden hareketle, yazıya ve sayılara
Yayınları.
gereksinim artmıştır. Siyasal iletişimin rolü ve
önemi işte bu dönemlerde belirlenmiştir. Çünkü Denton, R ve Garry W. (1990). Political
insanlar ve topluluklar dâhilinde da olsa Communication in America. Preager Series in
güç/iktidar ilişkilerinin nasıl yapılanacağı sorunu Political Communication.
ön plana çıkmaya başlamıştır.
Elster, J. (2010). Sosyal Davranışı
Sıra Sizde 3 Anlamak:Sosyal Bilimler için Daha Fazla
Pratik Ayrıntı (Çev.: Olcay Sevimli-Macide Ö.
Yazı hem iktidarın taşıyıcısıdır hem de iktidarın
Karaduman). Ankara: Phoenix Yayınevi.
kuruluşuna hizmet etmektedir. İktidarın
kuruluşuna temel oluşturan yazı, aynı zamanda Fiske, J. (2003). İletişim Çalışmalarına Giriş
egemenlik ilişkilerinin sündürülmesinde ve meşru (Çev. Süleyman İrvan), Ankara: Bilim ve Sanat
gösterilmesinde rol oynamaktadır. Siyasal Yay.
iletişim bakımından güç/iktidar ilişkisinin yönünü
Joslyn. R. A. (1990). “Election Campanies as
göstermesinde yazı önemli bir gösterge olarak
Occasion for Civic Education İçinde David
karşımıza çıkmaktadır.
Swanson ve Dan Nimmo (editör). New Direction
Sıra Sizde 4 in Political Communication. London: Sage
Publication
Toplumun üyelerini olarak; bir arada yaşayan
insanların oluşturduğu köyde/kabilede hayatta Innis H. (1986). Empire and Communications.
olan en yaşlı kişi; topluluğun geçmişini ve Toronto: Press Porcetic.
deneyimlerini yeni nesle aktarma görevini
Innis H. (2006). İmparatorluk ve İletişim
üstlenmektedir. Yaşanmışlık bilgisine sahip olan, Araçları (Çev: Nurcan Törenli). Ankara: Ütopya
yaşı en büyük olan kişi olduğundan; uzun Yayınları.
yaşamak kişiye güç sağlayan bir araç olmuştur.
Toplumlar, yaşlı üyelerine itaat davranışı Kapani, M. (2002). Politika Bilimine Giriş, 14.
geliştirmişler ve onlara farklı biçimlerde saygı Basım Ankara: Bilgi Yayınevi.
göstermişlerdir.
Kışlalı, A. T. (2002). Siyaset Bilimi, Ankara:
İmge Kitabevi Yayınları.
Larson, C. (1989). Persuasion:Reception and
Responsibility. Belmont: Woodsworth
Yararlanılan Kaynaklar Publishing Company.

Albright, J (1992). Creating the Advertising Lau, R. R. & Pomper, G. M. (2002).


Message. California: Mayfield Publishing Effectiveness of Negative Campaigning
Company. in US Senate Elections. American Journal of
Political Science. 46 (1), 47-66
Ateş, T (1994). Siyasal Tarihimiz Nerele
Gidiyor: İstanbul, Der Yayınevi. Mouffe, C. (2010). Siyasetin Dönüşü(Çev.:
Fahri Bakırcı, Barış Çolak). Epos Yayınları-58,
Atkin, C. K; L. Bowen, Nayman, O. B. ve birinci basım. Ankara: Sözkesen Matbaası.
Sheinkopf, K. G. (1973) “Quality Versus
Quantity in Televised Political Ads”, Public Nedimoğlu, M. O. (1990). Siyasal İletişimde
Opinion Quarterly, sayı: 37, s. 209-224. Dönüşümler; Yeni bir Olgu: Siyasal
Reklamlar. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Atkin, C ve Heald, G. (1976). “Effects of Tezi) Ankara A.Ü.S.B.E.
Political Advertising”, Public Opinion
Quarterly, sayı: 40, sf.:216-228. Nimmo, D (1970). The Political Persuader.
New Jersey: Prentice-Hall Englwood Cliffs.
27

 
Oktay, M. (2002). Politikada Halkla İlişkiler,
İstanbul: Derin Yayınları.
Rogers M. E (1986) Communication
Technology. New York: Free Press.
Trent, J. ve R. Fridenberg (1983). Political
Campain Communication. New York: Preager.
Tokgöz O. (2006). Temel Gazetecilik. 6. Basım,
Ankara: İmge Kitapevi Yayınları.
Topuz, H. (1977) Televizyon, Radyo, Basın ve
Afişle Seçim Savaşları, İstanbul: Milli-yet
Yayınları.
Topuz, H (1991) Siyasal Reklamcılık
Dünyadan ve Türkiye’den Örneklerle,
İstanbul: Cem Yayınevi.
Törenli N. (2005) Bilişim Teknolojileri
Temelinde Haber Medyasının Yeniden
Biçimlenişi: Yeni Medya, Yeni İletişim
Ortamı. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Uztuğ, F. (1996) “Siyasal Pazarlama, Kamuoyu
Oluşumu ve Kamuoyu Araş-tırmaları”, Yeni
Türkiye Dergisi Medya Özel Sayısı, Sayı.11:
844-853.
Uztuğ, F. (1999) Siyasal Marka Seçim
Kampanyaları ve Aday İmajı, Ankara:
Mediacat Yayınları.

28

 
 
2






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Siyasal iletişimi tanımlayabilecek,
Siyasal iletişimin temel kavramlarını açıklayabilecek,
Siyasal iletişim çalışmalarının sınırlarını ifade edebilecek,
Siyasal iletişim ve medya ilişkisini açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Siyasal iletişim Kamuoyu
İdeoloji Politik psikoloji
İktidar Halkla ilişkiler
Meşruluk Dil
Propoganda Siyasal reklamcılık

İçindekiler
 Giriş
 Siyasal İletişimi Tanımlamak
 Siyasal İletişim ve Bağlantılı Kavramlar

30

 
Siyasal İletişimin Tanımı
ve Temel Kavramları
GİRİŞ
Siyasal iletişim, çoğunlukla siyasetçilerin seçim dönemlerinde yaptığı iletişim çalışmaları olarak dar
kapsamlı bir şekilde algılanıyor. Bunu yanında siyasal iletişimi günlük hayatımızın hemen hemen her
yönüne nufuz eden bir kavram olarak düşünmek hem yaşadığımız dünyayı hemde toplumu
anlamlandırmamız için önemli bir adımdır. Tabii ki 21.yüzyılda siyasal iletişim konusunu ele almaya
çalıştığımızda medyayı da göz ardı etmememiz gerekiyor. Çünkü medya, siyasal aktörlerin geniş kitlelere
ulaşmak için kullandıkları en önemli araç ve siyasal iletişim çalışmalarının büyük bir kısmı medya
üzerinden yürütülüyor.
Medya günümüzde ideoloji üreten bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Medyanın üstlendiği sosyal
rol bunu gerekli kılmaktadır. Bu ideolojilerin izini medyada haberlerin sunuluş şekillerinde, üretilen
programlarda sürmek mümkündür. Medya bizlere artık nasıl yaşamamız, nasıl düşünmemeiz gerektiğini
söylemektedir. Siyasal iletişimin ayrılmaz bir parçası haline gelen medyayı anlamak aslında siyasal
iletişimi anlamakla gerçekleşiyor.
Bu üniteye siyasal iletişim kavramının bir tanımını yapmaya çalışarak başlıyoruz. Siyasal iletişimi
kavramsal olarak tanımlamak oldukça güç bir iş; sosyal bilimler alanında çalışan ve söz söylemeye
niyetlenen hemen hemen her araştırmacı benzer güçlüklerle karşılaşıyor. Çünkü siyasal iletişim gibi
kavramlar ilk olarak kullanılmaya başlandıkları zamankinden çok farklı anlamlarda kullanılabiliyor.
Aslında bu kaçınılmaz bir durum. Zaman değiştirkçe toplumlar, insanlar değişiyor; kavramların bu
değişime ayak uydurmaya çalışması da beklenen bir sonuç.
Siyasal iletişim ve bağıntılı kavramlar başlığı altında siyasal iletişimi anlayabilmek için gerekli
olgulara değinmeye çalışıyoruz. Bu başlık altında ideoloji, iktidar, meşruluk, propoganda, kamuoyu,
politik psikoloji, halkla ilişkiler, dil ve siyasal reklamcılık kavramları ele alınıyor. Eğer siyasal iletişimi
büyük çatılı bir ev olarak düşünecek olursak bu kavramlar evin “yaşam alanın”ndaki temel eşyaları
oluşturuyor.
Kavramların çoğu en çok kullanıldıkları anlamları verilmeye çalışılarak tanımlanmaya çalışılıyor.
Kitabın ilerleyen ünitelerinde bazı kavramları daha derinlemesine inceleme fırsatı bulacaksınız.

SİYASAL İLETİŞİMİ TANIMLAMAK


Siyasal iletişim hala tanımlanması çok zor bir kavram olarak karşımızda durmaktadır. Günümüzde siyaset
bilimciler, iletişim bilimciler, siyasetçiler, devlet adamları, gazeteciler, reklamcılar siyasal iletişimden sık
sık söz etmekten kendilerini alamamaktadırlar. Bununla birlikte siyasal iletişimin tanımını ancak
kendilerine gore yapmaya çalışmaktadırlar (Tokgöz, 2008).
Siyaset bilimciler, siyasal iletişimin önemini, siyasal sistemlerin işleyişi bakımından vurgularlarken,
diğer yandan iletişim bilimciler, siyaset ve iletişim arasındaki yakın ilişki ve iletişimin siyasetteki rolüne
işaret etmektedirler. Siyasetçileri, devlet adamlarını, gazetecileri ve diğer medya mensuplarını siyasal
iletişimin kamu yönetimindeki önemi ve rolü daha fazla ilgilendirmektedir. Asıl ilgilendikleri ise
iletişimle ne yapıldığıdır (Tokgöz, 2008).

31

 
Siyasal iletişimi sadece seçim iletişimine indirgememek gerekir; çünkü siyasal iletişim hem teorisi
hem pratiği oldukça geniş bir yelpazeye yayılır. Bu nedenle tanımlanması zor bir alandır. Tanımlanması
zor olsa bile, toplumdaki iletişimin siyasal boyutu genellikle siyasal iletişim olarak ele alınır. Buradan
yola çıktığımızda da siyasal iletişimin neden sadece seçim sürecine indirgendiğini daha kolay anlarız.
Siyasal iletişimi sadece seçim sürecine indirgeyen yaklaşım Pozitivist-Ampirik yaklaşımdır. Bu yaklaşım
siyasal iletişimi seçim süreçleri ve oy verme davranışları içine sıkıştırır ve sadece o çerçevede inceler.
Siyasal iletişim sadece seçim dönemlerinde yapılan iletişim ya da sadece siyasal iletilerin gönderilmesi
değildir. Bu nedenle siyasal iletişimin tanımının da oldukça geniş kapsamlı yapılması gerekir. Bu
anlamda en geniş kapsamlı tanımın Aziz tarafından yapıldığı görülür. Aziz’e göre “siyasal iletişim
kavramı, belli ideolojik amaçları, toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek
ve gerektiğinde eyleme dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler” tarafından çeşitli
iletişim tür ve tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim olarak tanımlanır (Kılıçaslan, 2008).

Siyasi partiler siyasal iletişimin önemli bir ayağı olarak


düşünüldüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hangi siyasi partiler bulunmaktadır?

SİYASAL İLETİŞİM VE BAĞLANTILI KAVRAMLAR


Ünitenin bu bölümünde, siyasal iletişimi anlayabilmek için, bazı temel kavramları tanımlamaya
çalışacağız. Sırasıyla ideoloji, iktidar, meşruluk, propaganda, kamuoyu, politik psikoloji, halkla ilişkiler,
dil ve siyasal reklamcılık konularını kısaca açıklamaya çalışacağız. Unutulmamalıdır ki sosyal bilimler
alanında bir kavramı tanımlamaya çalışmak oldukça güç bir iştir. Aşağıdaki kavramlar birçok düşünür
tarafından farklı yorumlanabilmekte ve farklı tanımlamalar ortaya çıkabilmektedir. Buna rağmen
kavramlar en çok kabul gören anlamları ile ele alınmaya çalışılacaktır.

Siyasal İletişim ve İdeoloji


İdeoloji sözünün çokanlamlılığına, olumlu ve olumsuz arasındaki salınışına, kullanımındaki kararsızlığa
karşın, etimolojisi (kökenbilim) dikkate alındığında belirgin bir tarihi vardır. İdeolojinin etimolojik
tarihine baktığımızda, bugünkü anlamını besleyen iki kaynak belirleyebiliyoruz. Terim, ilk kez Fransız
Devrimi sonrasında yazılmış olan Fransızca metinlerde karşımıza çıkıyor. Eğitsel ve toplumsal
reformların niteliğine ve yaygınlaştırılmasına yönelik tartışmaların egemen olduğu bu dönemde, Fransız
materyalistleri kendi felsefelerini ve ideallerini tanımlamak üzere ideoloji terimini kullanmaya
başlıyorlar. O günkü anlamıyla ideoloji sözüyle karşılanması önerilen düşünce, bilimin amacı,
düşüncelerimizin doğal kökenlerini araştırmak, yanılsamaları ve yanılgıları açığa çıkartarak toplum
hakkındaki doğruları toplumsal reformların hizmetine sunmaktı (Çelik, 2005).
İdeoloji kavramının tarihi, kavramın aynı zamanda din eleştirisiyle koşut ya da onu izleyen bir gelişim
izlediğini de göstermektedir. İdeoloji, esas olarak seküler bir kavramdır. İlk ideologların veya Marx gibi
ideoloji kuramcılarının seküler öğretilerinde, insanın cehaleti ve kendi gerçekliği hakkında sahip olduğu
yanılsamalar, bilinçli ya da bilinçsiz insan eyleminin sonucu kabul edilmektedir. Yanılsamalar veya
yanlış fikirlerin tarihselliğine yapılan bu vurguyla, bilginin önündeki engellerin ortadan kaldırılabileceği
varsayılmaktadır (Çelik, 2005).
İdeoloji kuramcıları, siyasal eylemin hataya son verebilecek güce sahip olduğuna ve seküler devletin,
en sonunda, insanlara kendilerini geliştirebilmeleri için gereken bilişsel açıklığa kavuşabilecekleri bir
ortam sunduğuna dair Aydınlanma filozoflarının inancını paylaşırlar. Filozoflar, Tanrıları ve onların
papazlarıyla rahiplerini eleştirinin gücüyle yerinden etmekte kararlıydılar. Ancak, eleştirinin dili aslında
tanrıtanımazlığın değil, bilginin diliydi. Bunun anlamı şuydu: Filozoflar, dinin gerçekte ne olduğunu
biliyorlardı. Sahip oldukları bu bilgi onlara, dinin toplumsal ve tarihsel anlamı üzerine konuşma hakkını
veriyordu. Din, örneğin, Marx’ın hiç kuşkusuz onaylayacağı gibi, basitçe kapitalizmin sürekliliğini
sağlayan bir ideolojiydi (Çelik, 2005).
Marx ve Engels, ideologları, dünyayı akılla iyleştirmeyi seçtikleri için değil, bunu gerçekleştirmek
için seçtikleri araç nedeniyle eleştiriyorlardı. Esas olan, insanların fikirlerini düzelterek onları doğru ve
32

 
uygun bir eyleme yöneltmek olamazdı, çünkü maddi koşullar değiştirilmedikçe fikirlerin akla uygun hale
getirilmesi olanaksızdı. O halde yapılması gereken, yanlış fikirleri doğuran yanlış bir kuruluşa sahip
olması nedeniyle insanın gerçekliğinin değiştirilmesi olmalıydı (Çelik, 2005).
Marx, egemen sınıfın nesnel çıkarları ile egemen fikirler arasında doğrusal bir ilişki kurar. Çünkü
maddi üretim araçlarını kontrol eden egemen sınıf aynı zamanda bu konumunun sağladığı dolayım ile
ideolojik aygıtları da kontrol eder. Diğer bir deyişle, egemen sınıfın çıkarlarını temsil eden düşünceler, bu
sınıfın yapısal avantajları nedeniyle toplumun egemen düşünceleri haline gelir. Egemen sınıfın
düşüncelerinin egemen düşünceler haline gelebilmesi aynı zamanda egemen sınıfın kendi nesnel
çıkarlarını bilen ve kolaylıkla ideolojik olarak tanımlayabilen bir sınıf olarak da kabul edildiğini
göstermektedir.Marx, ideolojiyi, üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümüne paralel olarak
açıklanabilecek, insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir
mücadele içinde konumlandıkları alan olarak tanımlamaktadır. Ideolojinin bireylerin kişisel kanaatleri
olarak değil, maddi yaşamın çelişkilerinin oluşturduğu toplumsal bilinç olarak kavranması söz konusudur
(Çelik, 2005).

İdeoloji konusunda daha ayrıntılı bilgi sahibi olmak için Nur Betül
Çelik’in Bilim ve Sanat Yayıncılık’tan çıkan “İdeolojinin Soykütüğü” (2005) adlı kitabına
bakabilirsiniz.

İdeoloji teriminin gücü, bütün bir toplumsal yaşam biçimi için bir biçimde merkezi önem taşıyan
iktidar mücadeleleri arasında ayrım yapabilme kapasitesinde yatar. Karı koca arasında, kızartma
makinesindeki ekmeklerin kimin yüzünden yandığı konusunda çıkıveren bir kahvaltı kavgasının ideolojik
olması gerekmez; fakat bu kavga, örneğin, cinsel iktidar meseleleriyle, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin
inançlar ve benzeri sorunlarla ilgili bir yön kazanmaya başladığında ideolojik bir hal alır. Bu tür bir
ihtilafın ideolojik olduğunu söylemek bir fark yaratır; bizlere, söz konusu sözcüğün “genişlemeci”
anlamının yapamayacağı şekilde, bilgilendirici bir şeyler söyler. “Her şey ideolojiktir” ya da “her şey
siyasidir” demek oldukça tartışma yaratan bir konuyu beraberinde getirir. Bu tür sloganlar, ideoloji ve
siyasetin, egemen iktidarın toplumsal yaşamın bütün kesimlerini depolitize etme niyetine uygun
düşebilecek ölçüde aşırı dar bir biçimde tanımlanmasını reddederek iyi bir şey yapıyor olabilirler. Ancak
bu tür terimlerin tanımını her şeyi kapsayacak şekilde genişletmek, bunların gücünü yok etmek demektir
ki bu da aynı ölçüde egemen düzenin yararına olan bir durumdur (Eagleton, 2005).

“Her şey İdeolojiktir” ve “her şey siyasidir” demek bizlere ne


kazandırır, ne kaybettirir? Tartışınız.

Siyasal İletişim ve İktidar


İktidar, genel anlamda, “başkalarının davranışlarını etkileyebilme, kontrol edebilme olanağı” olarak
tanımlanabilir. Bir kimse, başka kimseleri kendi istediği yönde davranmaya sevk edebildiği takdirde onlar
üzerinde bir iktidara sahip bulunuyor demektir (Kapani, 2007).
Max Weber’in tanımına gore, iktidar, “toplumsal ilişkiler çerçevesi içinde bir iradenin, ona karşı
gelinmesi halinde dahi yürütülebilmesi olanağı”dır. İnsanlar asında düşünce ve çıkar ayrılıkları doğaları
gereği hep var olmuştur ve var olacaktır. Aynı zamanda, bu ayrıcalıkların doğurduğu çatışma da
kendileriyle birlikte var olmaya devam edecektir. Böyle bir süreç içerisinde de siyasetle olan birlikteliğin
sona erme şansı düşüktür. Herşeyden önce siyaset, “zaman ve mekân bakımından evrensellik ve süreklilik
niteliklerine sahiptir. Siyasetin özü, toplumdaki değerlerin dağıtımı ile ilgili bir görüş ve çıkar çatışması,
bir iktidar mücadelesidir. Siyaset, yalnızca bir çatışma değil, aynı zamanda bir uzlaşmadır (Yavaşgel,
2004).
Bugün iktidar kavramı, siyaset biliminin ana konusu olarak devletin yerini almış durumdadır. Ancak,
kavramın açık bir şekilde tanımlanması halen tartışma konusudur. Geniş anlamıyla, “başkalarının
davranışlarını etkileyebilme ve denetleyebilme yeteneği” olarak anlaşılan iktidar, yalnız siyasal ilişkilerde
33

 
değil, toplum yaşamının çeşitli alanlarında görülen bir olgudur. Devlet dışı kurumlarda da, örneğin,
derneklerde ve meslek kuruluşlarında da iktidar olgusuna rastlanır. İşte, iktidar olgusunun bu geniş
anlamıyla ortaya çıkardığı karışıklığı gidermek amacıyla siyasal bilimciler siyasetin temel konusunun
toplumsal iktidar değil, daha dar ve belirli anlamıyla siyasal iktidar olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir
(Yavaşgel, 2005).
Siyasal iktidar konusunda siyasal bilimciler arasında önemli bir görüş ayrılığı belirir. Bazılarına göre,
nerede insanların davranışlarını etkileyen bir iktidar olayı vardır, orada bir siyaset ilişkisi vardır ve
dolayısıyla, siyaset biliminin inceleme alanına giren bir konu vardır. Bu görüşe göre, her türlü insan
toplulukları içinde bütün görünümleri ve bütün beliriş şekilleriyle iktidar olgusu tüm olarak siyasal
analizin kapsamına girer (Kapani, 2007).
Modern siyasal bilimcilerin çoğunluğunu oluşturan ikinci bir grup ise iktidar kavramını bu genişlikte
almanın doğru olmayacağı görüşündedirler. Sınırları belirsiz bir alanın dolaşık ve belki de çıkmaz
yollarına sapmanın faydasız ve verimsiz olacağı inancını taşıyan bu ikinci görüşün temsilcilerine göre,
siyaset biliminin temel kavramı olan iktidar, herhangi bir iktidar değil, fakat sadece siyasal iktidardır
(Kapani, 2007).

Siyasal İletişim ve Meşruluk


İletişim meşruluğun temel dayanaklarından bir tanesidir. İletişim olmadan meşruluğun olmasını beklemek
pek mümkün değildir. Bu nedenle, her iktidar sürekli kendi varlığını meşru kılmak zorundadır. Bu
bağlamda, iktidarda kalabilmenin ön koşullarından birini meşruluk olarak belirtebiliriz. Max Weber’e
göre, var olması haklı görülen bir durum meşrudur. Bu tanım şu şekilde açıklanabilir: Doğal olan, yani
doğaya uygun olan etkinlikler meşrudur. Bu etkinliklerin toplumsal kurumlara uygunluğuna bakılır.
Bunların yasaların kapsamına girmesi araştırılmaz. Bu nedenle, sözgelimi, halk tarafından kabul edilmiş
bir iktidar meşrudur. Halkın o iktidarı hangi nedenlerle kabul ettiğine bakılmaz. Bir toplumdaki değer
çerçevesi içinde kabul edilmiş olan herşeyin meşru olduğunu söylemek gerekir. Özellikle, meşrulukta bir
inanç arayışı göze çarpar (Yavaşgel, 2004).
İktidardaki siyasal parti meşru olduğunu halka inandırmaya aralıksız çalışmak durumundadır. Siyasal
iletişimde günlük bir meşruluk arayışı vardır. Ancak, siyasal iletişimin seçimlerin ertesi günü sona
ereceği üzerine yanlış bir kanı da yerleşmiş bulunmaktadır. Oysa siyasal iletişim, ister iktidardaki parti
için isterse de muhalefettekiler için olsun, seçim dönemi sonrasında da sürdürülmek zorunda olunan de
facto bir durumdur. İktidar seçmenlerine her fırsatta iyi bir seçim yaptıklarını inandırmaya çalışırken
muhalefetteki partiler de kendilerini gelecek seçimlerde seçerlerse ne kadar iyi bir seçim yapmış
olacaklarını iktidarın icraatıyla karşılaştırarak halkı inandırma gayreti içerisindedirler. İşte bu meşruluk
arayışıdır (Yavaşgel, 2004).
Genelde meşruiyet sorunu, sadece hukiki bir sorun olarak değerlendirilebilir. Aslında, meşruiyet
sorunu hukuk alanını aşan, hukukun ötesinde bir sorundur. Yasallık kavramı ile meşruiyet kavramını
birbirinden ayırmak gerekir. Yasal bir yönetim yürürlükteki hukuk kurallarına uygun bir yönetimdir. Ama
sosyolojik ve siyasal açıdan her zaman meşru olmayabilir. Meşru iktidar yönetilenler tarafından meşru
olarak kabul edilen, toplumda yaygın ve hâkim olan ‘meşruluk’ inancına uygun olan iktidardır. Yasallık
ise, sosyopolitik meşruluğun temelini sağlamak bakımından yeterli olmamakla birlikte, genellikle onun
karinesi sayılabilir. Meşru iktidar, yalnızca iktidarın kaynağı bakımından değil, kullanılması bakımından
da ortaya çıkmaktadır (Tokgöz, 2008).
Siyasal iktidarın (belli bir siyasal sistemin) meşruluğu problemi ilk bakışta belki sadece hukuki bir
problem olarak gözükebilir. Fakat aslında meşruluk sorunu hukukun ötesinde bir sorundur. Yasallık
(kanunilik) kavramı ile meşruluk kavramlarını birbirinden ayırmak gerekir. Yasal bir yönetim, pozitif
hukuka, yürürlükteki hukuk kurallarına uygun olan bir yöntemdir. Fakat pozitif hukuka uygun olan
“yasal” bir yönetim, sosyolojik ve politik açıdan her zaman “meşru” olmayabilir. Burada, sosyo-politik
meşruluktan ne anlaşılması gerektiği şu şekilde açıklanabilir: Meşru iktidar, ona tabi olanlar
(yönetilenler) tarafından meşru olarak kabul edilen, toplumda yaygın ve hâkim olan “meşruluk” inancına
uygun olan iktidardır (Kapani, 2007).

34

 
Siyasal İletişim ve Propaganda
Siyasal iletişim ve propaganda birbiriyle çok karıştırılan alanlardır. Bu iki alanın kesişme noktaları
çoktur. Bunun yanında birbirlerinden ayrıldıkları noktalar oldukça azdır. Bu nedenle birbirleriyle
karıştırılmaları doğaldır. Hem siyasal iletişimin hem de propogandanın temelde ortak noktaları siyasal
arenada siyasal aktörler tarafından sık sık kullanılmalarında yatmaktadır. Propaganda terimi yüzyıllardan
beri çeşitli dinlerin yayılma faaliyetlerini, sayısal grupların oy kazanma kampanyalarını, savaşan
devletlerin dış destek ve yardım arayışında olan programlarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Devlet
adamlarının, siyasetçilerin generallerin, piskoposların, ajitatörlerin rakipleriyle mücadelelerinde verdikleri
çabalara şairler, yazarlar, besteciler, sanatçılar ve aktörler de kendi çabalarını katmışlardır. Propaganda
bir düşünceyi ya da bir inancı tek taraflı bir şekilde ve sistemli biçimde yaygınlaştırarak yandaş sağlamayı
amaçlayan bir alandır (Kılıçaslan, 2008).
Kökenlerine bakıldığı zaman, propagandanın, bir etkinlik alanı olarak neredeyse insanlık tarihi kadar
eski bir geleneğe sahip olduğu görülebilir. İnsanlık tarihi, Roma lejyonlarının davullu yürüyüş
düzenlerinden iktidarın görkemini yansıtan Mısır piramitlerine, yaklaşılan şehri felç eden Moğol
barbarizminden Hıristiyan haçına, görkemli saraylardan taht ve hükümdarlık alametlerine, propaganda ve
siyasal iletişimin sayısız örnekleri ile doludur. İbn Haldun, daha 1300’lerde, “çok sayıda bayrak
kullanmak, renklerini çoğaltmak ve yükseklere kaldırmaktan maksat da kalplerde korku yaratmaktır,
başka hiçbir sebebi yoktur” diye yazıyordu. Bu anlamda siyasal iletişimin, iktidar mücadelesinin var
olduğu tüm tarihi dönemler boyunca, ülkeden ülkeye sonsuz bir çeşitlilik içinde ama sürekli var olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır (Çankaya, 2008).
Propaganda terimi yüzyıllardan beri çeşitli dinlerin yayılma faaliyetlerini, siyasal grupların oy
kazanma kampanyalarını, savaşan devletlerin dış destek ve yardım arayışında olan programlarını
tanımlamak için kullanılmaktadır. Devlet adamlarının, siyasetçilerin, generallerin, piskoposların,
devrimcilerin ve ajitatörlerin rakipleriyle mücadelelerinde verdikleri çabalara şairler, yazarlar, besteciler,
sanatçılar ve aktörler de kendi çabalarını katmışlardır. Propaganda bir düşünceyi ya da bir inancı tek
taraflı bir şekilde ve sistemli biçimde yaygınlaştırarak yandaş sağlamayı amaçlayan bir alandır. Siyasal
söylemde propaganda sözcüğü sıklıkla kullanılmaktadır. Atabey’e göre, propaganda bir amacı, bir fikri
yaymak, hedef kitleyi fikren kazanmak, karşı tarafın fikir ve psikolojisini arzu edilen yöne doğru
çevirmektir. Bu nedenle teşkilatlı ve devamlı telkinlerde bulunmaktır (Kılıçaslan, 2008).
Propaganda da mesajlar yoğun bir şekilde ve tek taraflı olarak hedef kitleye aktarılır. Propaganda
kavramında, verilen mesajlar tartışılamaz, yorumlanamaz. Burada gönderilen siyasal mesajların, olduğu
gibi, verildiği biçim ve içerikte kabul edilmesi, onaylanması beklenmektedir. Bunun sonucunda da tutum
ve davranış değişikliği oluşmaktadır. Bu nedenle, propagandanın tek yönlü mesaj göndermesi söz konusu
olduğu için iletişimden değil tek taraflı bir iletimden söz edebiliriz. Propaganda kitleleri kısa sürede
harekete geçirmeyi hedeflemektedir. Verilmek istenen tüm mesajlar kısa zamanda verilerek hemen
sonuca ulaşılmak istenmektedir. Hitler “Kavgam” kitabında propagandanın olabildiğince yalın ve basit
olması gerektiğini anlatmıştır. Sistemli, yalın ve tekrarlanan iletişim çabaları olarak görebileceğimiz
propaganda bu şekilde kitleler üzerinde ikna edici olmaktadır. Aslında propaganda ve siyasal iletişimin
amaçları aynıdır: kamuoyu oluşturma yani yandaş sağlamak. Ancak yandaş sağlama ya da kamuoyu
oluşturmada gidiş yolları farklıdır. Örneğin siyasal iletişim uzun süreli ve güvene dayalı bir iletişim
biçimi iken propaganda kısa süreli, hemen sonuç almaya yönelik ajite edici bir iletişim biçimine sahiptir.
Aziz’e göre, “propagandada kullanılan yöntem ve teknikler siyasal iletişimde de kullanılır, ancak burada
söylemde farklılık vardır. Propagandada kullanılan, örneğin kaynağın güvenilir olması, kitleyi mesajları
almaya hazır duruma getirme, çoğunluktan söz etmek, sayılar yerine yuvarlak rakamlar ve oranlar
vermek, bilinen ortak noktalardan hareket etmek, mesajları yineleme, geniş kitlelere ulaşmak için kitle
iletişim araçlarını kullanmak gibi özellikler siyasal iletişimde de kullanılmaktadır. Propagandada
kullanılan dil farklıdır. Ve “düş” yaratmaya yöneliktir. Propaganda tüm gücünü mesajları kullanacağı
dilden alır (Kılıçaslan, 2008).
Propagandayı incelemenin en etkin yollarından biri onu, bir iletişim süreci olarak ele almaktır.
Propaganda, bireyleri etkilemeyi ve bireylerin davranışlarını kontrol etmeyi amaçlayan bilinçli bir
manipülasyondur. Varsayıma göre propaganda sırasında bir ikna süreci bireylerin duyguları/heyecanları
35

 
üzerine yönlendirilir ve izleyici kitleler içindeki bireyler, gazete, radyo veya televizyonda yer alan
heyecan verici iletilerden etkilenebilirler. Söz konusu bu iletiler izleyici bireylerin ilkel duyguları,
nefretleri ve geleneksel düşmanlıkları üzerinde iş görmektedir. Siyasi propaganda ise “hükümet, parti,
yönetim ve baskı gruplarının kamuoyunun davranışını kendi paralelinde değiştirmek için kullandıkları
etkileme tekniklerini içerir” (Atabek, 2003).
İnsanların fikirlerini değiştirme ve davranışlarını yönlendirme çabaları insanların topluluk halinde
yaşamaya başladığı tarih öncesi çağlara dek uzanmaktadır. Bir başka deyişle propagandanın tarihi yazılı
tarihten daha eskidir ve konuşmanın gelişmesiyle birlikte başladığı kabul edilir. Siyasal propaganda ise
siyasal rekabetin ortaya çıkışından beri fiilen vardır. Tarihte ilk kez iktidarın kendini meşrulaştırdığı,
yöneten ile yönetilen farklılaşmasının ortaya çıktığı toplumlarda görülen siyasal propaganda, iktidarı
elinde tutan ya da tutmak isteyenlerin ilgi odağı haline gelmiştir. Siyasal propagandanın özgün bir
çalışma alanına dönüşmesi M.Ö. 5000 yıllarında Antik Yunan’da ortaya çıkan, görüşleri inandırıcı bir
biçimde sunma ilkesi üzerine kurulu retorik çalışmalarına dayandırılabilir. Kurumsal olarak siyasal
propagandanın tarihi ise 17. yüzyıla kadar uzanmaktadır (Atabek, 2003).
19. yüzyıla gelindiğinde propaganda artık, kitleleri siyasal amaçlar doğrultusunda etkileme amacıyla
hükümetler tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Ne var ki 20. yüzyılda radyo ve televizyonun icadından
sonra çok daha fazla sayıda, milyonlarca insana ulaşmak mümkün olmuş, modern medyanın gelişimi,
dünya çapındaki savaşlar ve aşırı uçtaki siyasal partilerin yükselişi propagandanın kullanımını arttırmıştır.
Propaganda kavramının zaman içinde bir değişim geçirdiği görülmektedir (Çankaya, 2008).
Propaganda terimi once Birinci Dünya Savaşı sırasında her iki tarafın kullandığı ikna taktiklerini
tanımlamak için kullanılmaya başlanmış, daha sonra propaganda 20. yüzyıldaki bütün diktatörlük
rejimlerinin kitle manipülasyonunda en büyük silah olmuştur. Propaganda, savaş sırasında ülkede morali
yüksek tutmak amacıyla ve düşmana karşı psikolojik bir silah olarak kullanıldı. Savaş propagandasını
geliştirip sistemleştiren İngilizlerdir. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Haber Alma Servisi,
hükümetin Propaganda çabalarını oluşturup biçimlendirdi. Bu konu üzerine yapılan araştırmaları derleyen
incelemeler ülke içindeki ve dışındaki tüm birimlere dağıtıldı. İngilizlerin propaganda üzerine yaptıkları
çalışmalar o kadar gizliydi ki bu sözcüğün Britanika Ansiklopedisine ilk kez girişi ancak 1922’de Birinci
Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra olmuştur (Çankaya, 2008).
Propoganda çalışmaları, bir yandan Birinci Dünya Savaşı’nda ilk kez askere alınan sivilleri
savaştırabilmek, diğer yandan savaş endüstrisini sürdürebilmek için kullanılmıştır. Bu konuda kiliselerde
verilen vaazlar önemli yer tutmuştur. Vaazların yanında, savaşan ülkelerin askerlerinin ve sargılar içinde
yaralıların konuşturulduğu mitingler, gazetelerde ve dergilerde yer alan savaşta yaşanılanları anlatan
acımasız hikâyeler, değiştirilen fotoğraflar vb. kullanılan propaganda malzemeleri arasındadır. Bu
propoganda malzemelerinin Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan Almanlara karşı büyük bir başarı
sağladığından söz etmek gerekir (Tokgöz, 2008).
Özellikle anlatılan acımasız hikâyelerin ve gazetelerde yer alan fotoğrafların çoğunun gerçek
olmadığını dikkate almak zorunludur. Sunulan hikâyeler ve fotoğraflar insanları siyasal iletişimin ve
ideolojilerin katkısı, rolü ve önemiyle tanıştırmıştır. Bu hikâyeler insanların inanmaları nedeniyle, savaş
sırasında propaganda açısından başarı sağlanmıştır. Özellikle propaganda amacıyla kullanılan simge ve
sloganların benimsenmesiyle birlikte, siyasal propagandanın insanları etkilemek yönünden önemli roller
üstlendiği bir gerçektir (Tokgöz, 2008).
Propagandanın İkinci Dünya Savaşı sırasında yükseliş devrini yaşamasına neden olan Adolf Hitler’e
göre propagandanın görevi, bir doktrini milletin bütün fertlerine duyurmaya ve nüfuz ettirmeye
çalışmaktır. Hitler, partisinin propaganda şefiyken yaptığı çalışmayı şu şekilde değerlendirmiştir: “O
kadar şiddetle ve sert çalıştım ki, propagandamız korku ve dehşet saçtı”. Nasyonal Sosyalistlerin
propagandası kitle psikolojisi düşüncesi sermayesini temel almaktaydı ve pratikteki uygulamada
Amerikan halkla ilişkiler faaliyetlerine benzerlikler göstermekteydi. Bu şekilde Adolf Hitler her etkili
propagandanın çok az noktaya yoğunlaşması gerektiğini ve bunların slogan türünde uzun süreli bir
biçimde en son insan anlayana kadar tekrar edilmesi gerektiğini ifade etmekteydi (Okay ve Okay, 2002).

36

 
Resim 1.1: Birinci Dünya Savaşı’nda Amerikalıları orduya çağıran ünlü propaganda afişi

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman hükümetinin Nasyonel Sosyalizmi duyurmak amacıyla geniş
ölçüde propagandayı kullanması bu terime olumlu bir anlam vermemiş ve propagandanın etkinliği
konusunda bir hayli önem verilmesine neden olmuştur. Propaganda “her ne pahasına olursa olsun” ikna
etmeye önem verdiği için iyi bir iletişim biçimi olarak düşünülemez (Okay ve Okay, 2002).

Propaganda tek yönlü bir iletişim biçimi olduğundan ve ne olursa


olsun ikna etmeyi amaçladığından sağlıklı bir iletişim biçimi olarak değerlendirilemez.

Siyasal propaganda, yönetim, bir siyasi parti vb. bir kurum tarafından, kitlenin kendisine karşı olan
davranışını gereken yönde değiştirmek için uygulanan bir propoganda türüdür. Hedefler açık seçik
şekilde ortaya konmakla birlikte, belirli alanla sınırlanmıştır. Özelleştirme idaresi, vatandaşları
özelleştirmenin gereğine inandırmaya çalışırken; Doğru Yol Partisi (DYP) Avrupa Birliği’ne dahil
olmamız, Refah Partisi (RP) de Avrupa Birliği’ne karşı olmamız üzerine politikalarını inşa etmişlerdir
(Taş ve Şahım, 1996).

“Din elden gidiyor!” sloganını propoganda kavramı çerçevesinde


tartışınız.

37

 
Siyasal İletişim ve Kamuoyu
Bugünkü anlamda kamuoyu tarihte ilk kez 18. yüzyıl Avrupa’sının tarihsel koşullarında ortaya çıkmıştır.
18. yüzyıl Avrupasının en büyük kentleri olan Londra ve Paris’teki kahvehane ve salonlarda başlayan
sosyal etkileşim bugünkü anlamda kamuoyunun ilk örneğini ortaya çıkarmış ve toplumdan saraya yönelik
eleştirilere zemin oluşturmuştur. Kamuoyu olgusunun daha önce ortaya çıkmaması çeşitli sosyal ve
siyasal nedenlerden kaynaklanmaktadır (Atabek, 2003).
Çağdaş anlamda kamuoyu olgusunun ortaya çıkabilmesi için öncelikle bireylerin fikirlerini serbestçe
ifade edebilecekleri demokratik bir ortama ve birbirlerinin görüşlerini öğrenebildikleri toplumsal düzeyde
yaygın bir iletişim ağına gereksinim vardır. Kamuoyu sadece toplumdaki bireylerin kendi aralarındaki
etkileşimle değil, siyasal iktidarın, çeşitli toplumsal güç odaklarının, çıkar çevrelerinin, sivil toplum
örgütlerinin ve medyanın etkileriyle çeşitli toplumsal sorunlar etrafında ortaya çıkan bir olgudur. Bilginin
serbestçe dolaşımı ve ona özgürce ulaşabilme, kamuoyunun etkili bir şekilde ifade edilebilmesi ve
dolayısıyla demokratik sürecin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için vazgeçilmez öneme sahiptir.
Kamuoyu kuramcılarına göre kamu ancak gelişmiş iletişim altyapısı ve serbestçe ulaşılabilen bilgi
sayesinde rasyonel değerlendirmelerde bulunma ve böylece siyasal iktidarları toplumsal çıkarlar
doğrultusunda yönlendirme olanağına sahip olabilir (Atabek, 2003).
Kamuoyu kavramı günlük kullanımda çok sayıda bireylerden oluşan toplulukların birleşik kanılarını
açıklamak için kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekliyle kamuoyu kavramına
bakıldığında, kitlenin kanaatiyle eş anlamlı olduğu görülür. Türk Dil Kurumu’nun yayınlamış olduğu
Tükçe Sözlükte, kamuoyu, “bir sorun üzerinde halkın düşüncesi” şeklinde tanımlanmaktadır (Tokgöz,
2008).
Günümüzde kamuoyunun ne olduğu ve nasıl öğrenilebileceği hakkında iki hakim görüş
bulunmaktadır. Birinci bakış açısına göre kamuoyu daha çok “bireysel düşüncelerin bir yığını” veya
“kamuoyu araştırmacılarının ölçmeye çalıştığı şey” olarak algılanmaktadır. Bu görüşü savunanlar,
kamuoyu araştırmaları ile kamuoyunun çeşitli konulardaki görüşlerinin öğrenilebileceğine
inanmaktadırlar. Bir başka deyişle bu görüşü paylaşan araştırmacılar için anket yöntemi kullanarak
örneklemede yer alan bireylerden bireysel düzeyde veriler toplayarak çeşitli sorunlar hakkındaki
kamuoyu görüşlerinin öğrenilmesi mümkündür (Atabek ve Dağtaş, 1998).
İkinci bakış açısını savunanlar ise çeşitli sorunlar hakkındaki kamuoyu görüşünün anket yöntemleriyle
tam olarak ortaya konulamayacağını, bunun için birey düşüncelerinin/kanaatlerinin biçimlendiği ve ifade
edildiği kollektif süreçlerin incelenmesinin gerekliliğini dile getirmektedirler. Çünkü kamuoyu, “karşılıklı
etkileşimin ve iletişimin bir ürünü”dür. Kamu kavramı nasıl bireylerin şekilsiz bir toplamını ifade
etmiyorsa, kamuoyu da bireysel görüşler toplamı değildir. Bu görüşü savunanlara göre kamuoyu
konusundaki çalışmalar çeşitli sosyal ve siyasal süreçler üzerine yoğunlaşarak bunları açıklama çabası
içinde olmalıdır. Bu doğrultuda, sorunların nasıl ortaya çıktığı, sorunların etrafında kamuoyunu meydana
getiren bireylerin nasıl bir araya geldiği, sorunun çözümüne ilişkin tartışmalarda izlenecek nihai kararın
nasıl belirlendiği gibi sorular yanıtlanmalıdır (Atabek ve Dağtaş, 1998).
Kişinin siyasal değer, inanç ve tutumları zaman içinde oluşmakta, kendisi de bu süreçte önemli bir rol
oynamaktadır. Kişi bir anlamda, içinde yaşadığı siyasal kültürün içerdiği değer yargıları, anlayışlar,
davranış kuralları çerçevesinde ‘siyasal bir insan’ olarak şekillenmektedir. Birey, doğuştan sahip olmadığı
siyasal değer yargılarını, inançlarını ve tutumlarını bir öğrenme süreci içinde zamanla
gerçekleştirmektedir. Kişinin toplumun bir üyesi haline gelmesine “toplumsallaşma”, bu öğrenme
sürecine ise “siyasal toplumsallaşma” denmektedir. Siyasal toplumsallaşma, siyasal kültürün aktarılması
ya da siyasal yaşamın yeniden üretilmesi süreci olarak ifade edilmektedir.
Siyasal toplumsallaşmayla kişi, siyasal sistem hakkında geçerli değerler ve görüşler edinmektedir.
Bunu da çevresiyle kurduğu toplumsal ve siyasal ilişkiler sayesinde elde etmektedir. İşte kamuoyunun
oluşumu da bu süreç içinde siyasal toplumsallaşmayla gerçekleşmektedir. Siyasal toplumsallaşma,
kamuoyu oluşumunda önemli roller oynayan siyasal değerlerin ve kanıların biçimlenmesinde de büyük
önem taşımaktadır.

38

 
Kamuoyunu oluşturan unsurlara bakıldığında; kişisel tutumların, çevresel etkenlerin, ideolojinin,
nüfusun, kültürün, yasal ve siyasal kurumların, dinin, toplumsal grupların ve kitle iletişim araçlarının
etkin roller taşıdığı görülmektedir.
Kamuoyunun oluşumunu açıklayan çok çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Konunun daha iyi anlaşılması
açısından bu yaklaşımlardan birini vurgulamak yararlı olacaktır. Buna göre kamuoyunun oluşumunda
birinci aşama; “kitle davranışı” dönemidir. Kanaatler bu dönemde birincil gruplar içinde oluşmaktadır.
İkinci aşama, “kamusal tartışmalar ve çelişkiler” dönemidir. Bu dönemde biçimlenen kanaatler ikincil
gruplara aktarılmaktadır. Son aşama ise, “kurumsallaşmış karar verme” aşamasıdır. Bu aşama sonucunda
da olumlu ya da olumsuz bir eylem ortaya konulmaktadır.
Bu üç aşama, kamuoyunun oluşumunu sağlarken şu şekilde bir yol izlemektedir:

• Bireyler tek tek sorunlarla ilgilenirler ve çeşitli kaynaklardan topladıkları bilgileri özümserler.

• Bir örgütlü grup, soruna bir çözüm önerir ve bu çözüm çerçevesinde bir kamu oluşur.

• Daha sonra ise örgütlenmiş bir karşıt görüş oluşur.

• Karşıt görüşler örgütlenmelerini tamamladıktan sonra tarafsızları kendi yanlarına çekmeye


çalışırlar.

• Bu yolda yapılan tartışma ve çelişkiler kamuoyunu oluşturur.

• Kamuoyu oluşunca, devlet kurumları eyleme geçme durumunda kalırlar.

• Sorumlular, yetkililer eyleme geçerler ve kamuoyunun eğilimi doğrultusunda sorunu


çözebilecek kararları alırlar.
Kamuoyunu oluşturan unsurlar iyi bilindiği takdirde, siyasal iletişimde çok önemli bir yere sahip olan
kamuoyunun etkilenmesi konusunda da başarılı sonuçlar elde etmek mümkün olacaktır.
Kamuoyunun oluşumunda birey ve grupların yanısıra, kitle iletişim araçları da büyük rol
oynamaktadır. Bireyler, kitle iletişim araçları vasıtasıyla siyasal olaylar hakkında bilgi sahibi
olabilmektedirler. Kitle iletişim araçları siyasal olarak da büyük önem taşımakta; halk, politikacıları ve
onların icraatlarını kitle iletişim araçları aracılığıyla izleyerek siyasal kararlarını olgunlaştırmaktadır.
Kamuoyunun iletişim ve toplumsal etkileşim süreci içinde oluştuğu dikkate alınırsa, kitle iletişim
araçları vasıtasıyla görülen, işitilen, okunan mesajların, kanaatlerin oluşumunda etkin bir rol oynadığı
görülecektir. Kitle iletişim araçlarından siyasal içerikli mesajları alan birey, mesajın içeriğine göre ya
sahip olduğu kanaati pekiştirmekte ya da eğer kararsız bir durumda ise karar vermesi kolaylaşmaktadır.
Çünkü kitle iletişim araçlarıyla tüm siyasal partilerin mesajları kitlelere ulaşmakta, tercih yapma imkânı
böylelikle daha da kolay olmaktadır.
Kitle iletişim araçları bir yandan özellikle siyasal mesajların özgür ve doğru olarak kitleye iletilmesi
görevini üstlenirken, diğer yandan da kitlenin, siyasal seçkinlere duyduğu ilgiyi artırmak, kamuoyunun
fikir, kanaat ve faaliyetlerini açıklamak, dolayısıyla toplumu oluşturan bireylerin etkilenmelerini
sağlamak işlevi görmektedirler. Modern sanayi toplumlarında kitle iletişim araçları halka yönetim ve
siyaset hakkında bilgi aktarmak, yönetimin dördüncü kuvveti olmak, kriz anında kitleleri hızla uyarmak,
bireylerin rahatlamasına ve onların boş zamanlarını değerlendirmelerine yardımcı olmak gibi çok sayıda
işlevi de yerine getirmektedirler.
Kitle iletişim araçlarının “gündem oluşturma” gücü de kamuoyunun oluşumunda etkilidir. Kitle
iletişim araçları “istedikleri” haberleri önemseyip büyütmekte, yine “kendi istedikleri” haberleri de
küçülterek “önemsizleştirmektedirler.” Kitle iletişim araçlarının bu politikası, kamuoyunun
yönlendirilmesinde, etkilenmesinde sıkça kullanılan bir yöntemdir.
Ülkemizde de bunun örnekleri siyasi tarihimizde sıkça görülmüştür. Ülkemizin ilk kadın başbakanı
olan Tansu Çiller, kitle iletişim araçlarının “gündem oluşturma” yöntemiyle kamuoyuna sunulmuş ve
günlerce sayfalar dolusu haber, yazı ve yorumlarla desteklenerek siyasette kendisine bir yer bulabilmesi
39

 
sağlanmıştır. Yine aynı kitle iletişim araçları, ilişkileri bozulunca, daha önce övdükleri Çiller’i çok sert
bir biçimde eleştirmiş, kamuoyunu da bu yönde yönlendirerek seçimlerden beklenilenin altında bir oy
almasına neden olmuştur. Siyasal gündem oluşturan kitle iletişim araçları, yaptıkları yayınlarla
kamuoyunun büyük bir kısmını kendi görüşleri doğrultusunda yönlendirebilmektedirler.
Kitle iletişim araçlarının bu yönlendirme fonksiyonlarına “başarısız bir örnek” ise, ünlü işadamı Cem
Boyner’in kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi’dir. Bu siyasi parti, kitle iletişim araçlarında aylarca
kendisine çok geniş yer bulmuştur. Medyanın yoğun desteğini alan YDH’nın seçimlerde önemli bir başarı
elde edeceği sanılıyordu. Ama sonuç tam bir fiyasko oldu. Yüzde 1 bile oy alamayan YDH, sonunda
siyaset sahnesinden de silinmek zorunda kaldı. Görüldüğü gibi kitle iletişim araçlarının yönlendirmeleri
bazen de ters etki yapabilmektedir.
Elisabeth Neumann, kamuoyu ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiyi incelerken, “suskunluk
sarmalı” prensibinden sözetmektedir. Suskunluk sarmalı; “anonim bir toplumda bağlılığın, değerler ve
hedefler üzerindeki yeterli bir anlaşma düzeyi aracılığıyla sürekli olarak sağlanmak zorunda olduğu
varsayımı” üzerine kuruludur.
Bu “anlaşmayı”, kamuoyu olarak ifade eden Neumann, suskunluk sarmalı’nın kapsamını ve işleyişini
şöyle ifade etmektedir:
“Bu tür bir anlaşma sadece siyasal konularda değil, gelenekler ve moda gibi dış etkenler açısından da
aranmaktadır. Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca üyelerinin birbirlerini tanıdıkları grupların değil,
toplumun da uzlaşmanın dışında kalan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanmaktadır. Toplum bunları
dışlama ve ihraç ile tehdit etmekte, bireyler de belki genetik olarak belirlenen bilinçaltı bir dışlanma
korkusu taşımaktadır. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış
biçimlerinin benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin
taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açmaktadır. Suskunluk
sarmalı kuramı bu tür değerlendirmeleri yapmakta kullanılan istatistik benzeri bir duyunun varlığını da
kabul etmektedir. Bu değerlendirmelerin sonuçları, insanların kamu önünde konuşma ve davranışta
bulunma isteklerini etkilemektedir. Eğer insanlar kendi fikirlerinin kamuoyundaki uzlaşma içinde yer
aldığına inanırsa, özel ve kamusal tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Ama
insanlar azınlıkta olduklarını hissederlerse, suskun ve temkinli davranırlar. Böylece kamu önünde kendi
taraflarının zayıflığı hakkındaki izlenim daha da pekişir. Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya
sarılan kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan kaybolana kadar ya da bir tabu
haline gelene kadar sürer...”
Suskunluk sarmalı kuramı, “bireylerin sürekli olarak dışlanma korkusu duyduğu ve bu korku
nedeniyle her an fikirlerini yeniden değerlendirmeye tabii tuttuğunu” varsaymaktadır. Bu
değerlendirmeler sonucu da kişi ya fikirlerini kamuoyu önünde açıkca ifade etmektedir ya da
gizlemektedir. Eğer bireyin fikri, kamuoyunda genel kabul görüyorsa, o zaman birey fikrini açıklamakta
bir sakınca görmemektedir. Ancak kamuoyunun genel görüşünden farklı düşünüyorsa işte o zaman fikrini
gizlemeyi tercih etmektedir.
Bireyler de kendi fikirlerini oluştururken en çok da kitle iletişim araçlarından sağlanan bilgi ve
haberleri kullanmaktadır. Bir yerde bireyler, kitle iletişim araçlarının topluma sundukları bilgileri
değerlendirmekte, bu bilgilerin kamuoyunda nasıl algılandığına, kamuoyunun hangi yönde oluştuğuna
dikkat ederek, buna göre bir pozisyon almaktadırlar. Eğer kitle iletişim araçlarının oluşturduğu
kamuoyuna aykırı bir düşünceleri varsa da dışlanma korkusuyla bu düşüncelerini açıklamaktan
çekinmekte, hatta çoğu zaman hiç açıklamamayı tercih etmektedirler. Çünkü toplum, genel kabul gören
düşüncelerin dışında farklı bir düşünceyi kabul etmekte zorlanmakta, hatta dışlamaktadır. Oysa
demokratik toplumun temel unsurlarından biri de farklılıklara saygı gösterilmesi ve çok sesliliktir.
Başkalarının fikirlerine tahammül göstermek, demokratlığın gereğidir. Demokrasi kültürünün yerleştiği
ülkelerde bu karşılıklı saygı ve tahammül gösterilse de azgelişmiş ve demokrasisi gelişememiş
toplumlarda suskunluk sarmalı kuramı işlemektedir.
Kitle iletişim araçlarının oluşturduğu ve hatta yönlendirdiği kamuoyu, toplumun büyük bir çoğunluğu
tarafından kabul görmekte, sorgulanmadan, tartışılmadan olduğu gibi algılanmaktadır.
Bu yönlendirilmiş kamuoyunun bakış açısından farklı düşünen, en azından genel kabul görmüş
fikirlere katılmayanlar ise, toplumun geneli tarafından “uyumsuz” olarak nitelenerek dışlanmaktadır.

40

 
Siyasal İletişim ve Politik Psikoloji
Politik psikoloji en pragmatik hali ile uygulamacılara yönelik olarak aslında siyaset ve diplomaside
başarıyı arttırmak üzere bu alanda hizmet veren politikacılara ve diplomatlara, toplumsal olaylara
bakışlarında ve değerlendirmelerinde psikolojik bir pencere açarak hizmet vermektedir. Politik
psikolojinin sorunlara yaklaşım yöntemi bütünleyici bir anlayışla, analitik psikolojinin temeline
dayanmaktadır. Çok disiplinli ve bütünleşik anlayışla çalışan bir alan olarak aynı zamanda psikolojik
perspektifle bir tarih değerlendirmesi de ortaya koymaya çalışmaktadır (İnan, 2011).
Politik Psikoloji; büyük grupların, kitlelerin ve ulusların birbirleriyle olan ilişkilerini ele alarak bu
ilişkilerde rol oynayan psikolojik etmenleri değerlendirmektedir. Bununla birlikte, politik psikoloji büyük
gruplar ve uluslarla, bunların liderleri ve liderler arasındaki ilişkilerin psikolojik boyutlarını da
incelemektedir. Politik psikoloji, psikolojik kanıları sosyal uygulamaya bağlayan ve psikolojik süreçleri
sosyal olaylarla ilişkilendiren bir kaynak olarak ve görülebilir. Politik psikoloji, psikolojiyi ve toplumu
birleştiren bir kesişim noktasıdır. Bir diğer anlatımla, yönetim biçimleri her ne olursa olsun tüm toplum
ve topluluklarda, sağlıklı bir yöneten-yönetilen fotoğrafı çekebilmek için, birey/vatandaş/üye/zümre/grup
ya da tüm ulus gibi farklı katmanlarda politik psikoloji açısından bilimsel bir çözümleme yapmaya
çalışmak gerekiyor. Hele ki, siyaset gibi tüm varlığını “ilişki yönetimi” üzerine konumlandırması gereken
bir sahada, bu ilişkileri yönlendirecek, yönetecek, kriz anlarında çözüm sunabilecek olan güç iletişim
olduğundan; iletişim ortamının mükemmelliği için, yapılan bu psikolojik tahlil, çözümleme ve
değerlendirmelerin etkililiği kaçınılmaz olacaktır (İnan,2011).

Siyasal İletişim ve Halkla İlişkiler


Halkla ilişkileri tanımlamaya çalıştığımızda tanımlamalar üç noktada toplanmaktadır (Peltekoğlu, 2001):
Halkla ilişkiler bir yönetim görevidir: Pazarlama karmasında ürün satışına katkı gibi bir işlevinin
yanında, halkla ilişkiler, kuruluş felsefesinin oluşturulması, amaçlarının saptanması, kuruluşun değişen
çevre koşullarına uyum sağlaması gibi, önemli yönetim görevlerini de üstlenmektedir. Giderek tüm
yöneticiler, hatta tüm çalışanlar tarafından yerine getirilmesi gereken bir faaliyet haline dönüşen halkla
ilişkiler, toplam kalite anlayışının kabul görüp yerleşmesiyle artık bir bölümün yönetiminde ama tüm
çalışanların sorumluluğundadır. Örneğin; yapılan son araştırmalara gore, ürün yöneticileri, halkla
ilişkileri, kendi faaliyet alanları içinde önemli bir yer tutan, ancak en az nitelikli oldukları alan olarak
tanımlamaktadır. “Kuruluşun politikası ne olmalıdır, toplum ne beklemektedir?” gibi soruların
cevaplandırılmasında önemli bir rol üstlenen halkla ilişkiler alanında çalışan uzmanlar, nadiren son karar
mercii olmakla birlikte, modern örgütlerde karar mekanizmasının önemli bir üyesidir. Teknolojik
gelişimler, yeni yasal düzenlemeler, işletmelerin diğer ülke hükümetleri ve kültürleriyle muhatap olma
zorunluluğu, üçüncü dünya ülkelerinde yatırımın cazibesi, kuruluşlar açısından değişimi ve yeni
düzenlemeleri zorunlu kılarken, halkla ilişkiler kuruluşun çevreye adaptasyonunu sağlamak gibi bir
yönetim görevini yüklenmektedir.
Halkla ilişkiler iletişim çabasıdır: İletişim, halkla ilişkiler tanımına dört açıdan etkide bulunur;
halkla ilişkiler uzmanının sahip olması gereken yetenek, üstlenilen görev, kurulan system ve sistemin
uygulanması. Kurulan system ve sistemin uygulanması aşamalarında ise iletişim; bilgi toplama, medya,
tüketici ve hedef kitleyle iletişimi içerir.
Kamuoyunun etkileme aracı olarak halkla ilişkiler: Kamuoyunu etkilemek halkla ilişkilerin
tartışmalı işlevleri arasında değerlendirilmektedir. Bir kısım uzmana gore, halkla ilişkiler, kurumsal
saygınlığı arttırmak, geliştirmek için yapılan basit planlardan çok karmaşık reçetelere kadar geniş bir
uygulama alanını kapsar.
Halkla ilişkiler ister uygulamada var olan ama önemi son yıllarda iyiden iyiye hissedilen pazarlama
iletişimindeki yeri, isterse, yönetim fonksiyonu olarak değerlendirilsin, ortak nokta iletişim sürecinin
vazgeçilmezliğidir. İletişim, kimi zaman tüketiciyi hedeflemekte, kimi zaman hedef kitle çalışanlar
olmaktadır, ama iletişim her zaman vardır. Bu nedenle, halkla ilişkilere yeni isimler aransa da, faaliyet
alanı genişlese de iletişim değişmeyen öğe olarak varlığını sürdürecektir (Peltekoğlu, 2001).

41

 
Öyleyse halkla ilişkiler, “kişi veya kuruluşun amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olan, önem
sırası kimi zaman tüketici, kimi zaman dağıtımcı ve çalışanlar gibi, kuruluşun yapısına göre değişkenlik
gösteren hedef kitlelerle gerçekleştirilen stratejik iletişim araç ve yöntemleridir (Peltekoğlu, 2001).
Siyasal iletişim aslında bir çeşit halkla ilişkiler olayıdır. Çünkü günümüzde siyasal iletişim aynı halkla
ilişkiler gibi günlük hayata ilişkin, sosyal, ekonomik ve siyasal boyutları içeren geniş bir alanda faaliyet
göstermektedir. Siyasal iletişim bu yelpaze genişliğinden dolayı tanımlanması zor bir alan olsa da
toplumdaki iletişimin siyasal boyutu genellikle siyasal iletişim olarak ele alınır. Halkla ilişkiler bu açıdan
daha geneldir. Siyasal iletişim çoğunlukla seçimler, seçim propogandası, adayların ve partilerin
“mesajlarının” etkililiği siyasal tutumlar ve oy verme, aday seçme tutumları ve davranışların incelendiği,
tartışıldığı bir disiplindir. Bu şekilde siyasal iletişim, seçim süreci içine indirgenir. Böylece sistemi
meşrulaştırma amaçlı siyasal üst yapı faaliyetleri egemen gündemde tutulur. Siyasal ideoloji, sistem
sürdürme, siyasal karşılık ve mücadele gibi seçim dışındaki faaliyetler gündem dışı alanı önemsenmez,
bir kenara itilir (Kılıçaslan, 2008).
Genellikle siyasal iletişimi belirleyen ve yönlendiren halkla ilişkiler birimleridir. Siyasal iletişim ile
halkla ilişkilerin faaliyet alanlarında benzerlikler ve farklılıklar söz konusudur. Siyasal iletişim ve halkla
ilişkilerin benzer yönlerinden en önemlisi tüm halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanmasıdır. Halkla
ilişkiler faaliyetlerinde olduğu gibi siyasal iletişim de uzun vadelidir, plan yapmayı gerektirir, araştırmaya
dayanan yönü vardır, ikna etme ve etkili iletişim kurma ön plandadır. Aralarındaki farklar oldukça
sınırlıdır. En temel farklılık siyasal iletişimin siyasal söylemler kullanması ve faaliyet alanının sınırlı
olmasıdır. Halkla ilişkilerin geniş bir faaliyet alanı vardır (Kılıçaslan, 2008).

Siyasal iletişim ve halkla ilişkiler konusunda daha ayrıntılı bilgi sahibi


olmak için D. Emine Çakmak Kılıçaslan’ın “Siyasal İletişim” adlı kitabından
yararlanabilirsiniz.

Günümüzde geleneksel halkla ilişkilerin kurumsal iletişime dönüşme eğilimi içinde olduğu
söylenebilir. Tecimsel alanda işletmelerin bilgilenme ve bilgilendirme çabalarında kitle iletişim
araçlarında haber yayınlatma olanağı duyurum (publicity) aracılığı ile gerçekleşir. Duyurum, reklam
karşısında çeşitli üstünlüklere sahiptir. Bu üstünlükler, reklam mesajlarının ulaşamayacağı kitlelere
ulaşma olanağı sağlaması, mesajın kaynağının tarafsız algılanması ile inanırlığının artması ve maliyetinin
düşüklüğü noktalarında toplanabilir. Genel olarak halkla ilişkiler ve duyurumun siyasal kampanya
iletişimiyle ile ilgili işlevleri şu şekilde açıklanabilir (Uztuğ, 2007):

• Haber değeri olan öykülerin ve kurgusal olayların planlaması ve duyurum çabalarını örgütlemek
• Siyasal kampanya etki-bilgi akışı içinde önemli bir araç olan haber medyası ve yayıncıları ile
ilişkilerin düzenlenmesi
• Hedeflenen aday imajının yaratılmasında köşe yazarlarına bilgi akışı sağlamakta etkin olmak, bir
anlamda haber akışını denetlemek
• Aday ya da partinin gündemi yakalaması ve oluşturulmasına yönelik çabaları gerçekleştirmek
• Aday tartışma oturumları, basın toplantıları, seçim gezileri ve mitinglerin medyada aday ya da
parti lehine yer almasını kolaylaştırıcı haber değeri içeren öyküleri oluşturmak

• Adayın kitle iletişim araçlarının doğasına uygun olarak sunumunu tasarlamak


Kitle iletişim araçlarının gelişimi geleneksel siyasetçilerin tavırlarını, duruşlarını doğrudan
etkilemiştir. Siyasetçilerin medyaya uyumlaştırılması gereğinin bir sonucu olarak siyasal kampanyalarda,
halkla ilişkiler uzmanlarının işlevleri artmış ve bazı yeni görevler üstlenmelerini gerektirmiştir. Halkın ve
medyanın ilgisinin yoğunlaştığı seçim dönemlerinde siyasal kampanyalar, aday ya da partilerin karşılıklı
olarak görüşlerini açıklayarak çalıştığı ve seçmenlerin kendi siyasal parti ya da aday lehine heyecanlı
olaylara katıldığı birçok dramatik öğeyi içerir (Uztuğ, 2007).

42

 
Lobicilik
Lobicilik, hükümette kanun yapan ve düzenleyici kararları alanları etkileme amacı taşımaktadır. Hatta
bazıları lobiciliği hükümeti bencil amaçları için manipüle etmek için bir girişim olarak görmektedirler.
Sinema filmleri ve televizyon ekranları, sigara içilmiş odaları gösteren, özel ve güçlü kurumsal çıkarlar
için çalışan lobicilerin ücret ödemeleri, lobiciliğin bile bile ahlak ve namus kurallarını çiğneyen
görüntüsünü daimi hale getirmektedir. Ara sıra suistimal ve kamunun paylamasına ragmen lobicilik,
vatandaşların, derneklerin, sendikaların, kuruluşların ve diğer kamu ve özel çıkar gruplarının hükümetin
karar almasını etkilemek amacıyla yapılan yasal ve kabul edilmiş bir uygulama biçimidir (Okay ve Okay,
2002).
Kişilerin ve özel çıkar gruplarının siyasal karar alma süreçlerini etkilemek amacıyla başvurdukları
girişimler olarak ifade edilen kavramın kaynağı, İngilizce lobby sözcüğü ile tanımlanan meclis
koridorlarında, yasa koyucuların belli yönde oy kullanmasını sağlamak için yürütülen kulis çalışmalarına
dayanmaktadır (Peltekoğlu, 2001).
Lobicilik kelimesinin kaynağı Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin hemen karşısında bulunan ve
yönetim memurlarıyla politikacıların sık sık uğradıkları Washington’daki bir otelin lobisine
dayanmaktadır. Lobi kelimesi “koridor” anlamına gelmekte ve sözcükte “çoğu zaman bazı yolsuz çıkarlar
sağlamak amacıyla bir araya gelerek, parlamento koridorlarında, nüfuzlu çevrelerde, basında çıkarcı bir
siyaseti geçerli kılmaya çalışan kimselerin oluşturduğu topluluk” olarak tanımlanmaktadır. Bir başka
tanıma gore de lobicilik çeşitli çıkar gruplarınca yapılan ve hükümet kararlarını etkilemeyi amaçlayan
faaliyetlere verilen addır (Okay ve Okay, 2002).
Lobicilik, yasamayı ve kanunları etkilemek amacıyla hükümetle ilişkiler kurmak ve bunları
sürdürmek için yapılan halkla ilişkilerin uzmanlaşmış kısmı olarak nitelendirilmektedir. Lobicilik
çalışmalarında etkilenmeye çalışılan taraf çoğunlukla parlamento üyeleriyken, bunu yapan taraflar ise
parlamentodan çıkarı bulunan kuruluşlar ve yabancı devletlerdir (Okay ve Okay, 2002).
Yasaları yapanları hedef alan lobicilik çalışmalarının mutlaka meclis koridorlarında gerçekleştirilmesi
gerekmez. Düzenlenen bilimsel toplantılarla, kamuoyu önderlerinin seslerini yükseltmesiyle, yasa
koyucuyu etkilemeyi hedefleyen çalışmalar da bu kavram içinde değerlendirilebilir. Halkla ilişkiler
açısından, doğrudan yasa koyucuları etkilemeye yönelik kamusal ilişkilerin, daha fazla uzmanlık
gerektiren biçimi olarak da tanımlanan lobicilik, bazı halkla ilişkiler uygulayıcıları tarafından, hükümeti
bireysel çıkarlar için manipüle etme anlamı içeren, hoşa gitmeyen sözcük olarak anılmaktadır
(Peltekoğlu, 2001).
Türkiye’nin lobicilik tarihine bakarsak, aslında lobicilik faaliyetleri Osmanlı döneminde başladı
diyebiliriz. II. Abdülhamit’in Avrupa kamuoyunu Osmanlı lehine yönlendirmek için bazı girişimlerde
bulunduğu bilinmektedir. Bugünkü anlamda lobicilik çalışmaları ise ilk kez Cumhuriyetin ilanından sonra
1924 yılında Türk Teavün Cemiyeti tarafından başlatılmıştır. Bu cemiyetin kuruluşuna bakarsak, 1860'lı
yıllarda Osmanlı topraklarından Amerika’ya göçler başladı. Göç edenler arasında Rumlar, Ermeniler ve
Türkler vardı. Aynı dönemde iş bulmak, para kazanmak için Türkler de Amerika’ya göç etmişti. Bu
cemiyetin kurulduğu dönemde Birinci Dünya Savaşı sona erdi ve savaş yüzünden kopuk olan Türk-
Amerikan İlişkileri yoğunlaşmaya başladı. Ancak özellikle Ermeni ve Rum lobileri Amerikan ve Türk
yakınlaşmasından rahatsız olmaya başladılar. Buna bağlı olarak iki ülke ilişkilerinin ilerlemesini
engellemek için çalışmalar yaptılar. Ermeni ve Rum lobileri Türkler aleyhine propaganda yaparak,
Amerikan kamuoyunu etkiliyor, bunun yanında Amerika’da yaşayan Türkleri de hedef olarak
görüyorlardı. Ermeni ve Rum baskısı karşısında kalan Türkler, bu ülkede iş bulmakta ve çevre kurmakta
da zorlanıyordu. İşte böyle bir dönemde kendi aralarında sosyal dayanışmayı güçlendirmek, Ermeni-Rum
lobilerinin faaliyetlerine göğüs gerebilmek ve Anadolu’daki savaş mağdurlarına yardım yapabilmek
amacıyla New York’ta yaşayan bir avuç Türk, bir araya gelerek, bir dernek kurmak fikri etrafında
birleştiler. Amerika’da kurulan bu dernek, Amerika’da ilk Türk lobisi olma özelliğini kazanmıştır. Bu
kurum Amerika ve Türkiye arasında 1923 yılında imzalanan Dostluk ve Ticaret Anlaşması’nın iptal
edilmesi için Ermeni ve Rum lobilerinin başlattıkları “Lozan’a Hayır” kampanyasına karşı olarak çalışma
yapmıştır. Cemiyet bu tepkiye karşı 1924 yılında Türkiye’nin bilinen ilk modern lobicilik çalışmasını

43

 
yaparak bir broşür hazırlamış ve ABD kongre üyelerine dağıtmıştır. Osmanlı göçleri konusunda detaylı
araştırmaları bulunan Kemal Karpat’a göre 1869-1915 yılları arası için Osmanlı topraklarından 319.545
Türk, Amerika’ya göç etmişti. Ancak Prof. Dr. Sait Hamlan ise 1899-1924 yılları arasında Amerika’ya
göç eden Türklerin % 86’sının geri döndüğünü belirtmektedir. Amerika’ya ilk giden Türklerin önemli bir
çoğunluğu memleketlerine geri dönmüş olduklarından, bugün ABD’de Ermeni veya Museviler kadar
güçlü bir Türk lobisinin olmayışının sebebi olarak bu geri dönüşler gösterilebilir (Yılmaz); 2012).
Cumhuriyet döneminden bugünkü döneme kadar geçen süreçte Türkiye’nin yürüttüğü aktif bir lobi
çalışması görülememektedir. Dünyada etkili bir Türk lobisi olduğu da söylenemez. Prof. Dr. Tayyar
Arı’ya göre; Türk lobisini üç kısma ayırarak incelemek gerekir. Birincisi yabancı temsilci lobiler
aracılığıyla yürütülen siyasal ve kültürel amaçlı lobi faaliyetleri, ikincisi Türk-Amerikan dernekleri eliyle
yürütülen siyasal ve kültürel amaçlı lobi faaliyetleri, diğeri ise yine Türk-Amerikan iş dünyasının
oluşturduğu dernekler aracılığıyla yürütülen ticari amaçlı lobi faaliyetleridir. Türkiye genel olarak bu
faaliyetler için ABD’deki profesyonel şirketleri kullanmaktadır. Örneğin, Ermeni soykırımının Amerika
tarafından kabul edilmemesi için Türkiye ABD’de yaptığı lobicilik faaliyetlerine yılda yaklaşık özel
sektör de dâhil olmak üzere 3,5 milyon dolar harcamaktadır (Yılmaz, 2012).
Özel sektörün 1998-2004 yılları arasında ABD’de yaptığı harcama ise 280 bin dolardır. Özellikle
Amerika’da siyaset, lobicilik üzerinden şekillenmektedir. Türkiye’nin izlediği lobicilik faaliyetine bir
başka örnek, Ermeni iddialarına karşı “Türk ve Ermeni tarihçilerin ortak çalışma yaparak gerçekleri
ortaya çıkarma” fikrine destek sağlamak için Amerika’nın ünlü gazetelerine tam sayfa ilan vererek ortak
bir komisyon kurulması ve gerçekleri beraber ortaya çıkarma teklifidir. Bu ilanda bütün arşivlerin açık
tutulacağı ve üçüncü taraflara da komisyonun açık olacağı vurgulanmıştır. Ancak izlenen bu yolun aktif
lobicilik faaliyeti kadar etkili olduğunu söylememiz maalesef mümkün değildir (Yılmaz, 2012).

Siyasal İletişim ve Dil


Siyasal iletişimin algılara sunumu ancak bir dil çerçevesinde gerçekleşebilir. Bu sebeple, ilkin siyasal
iletişimin dilinin oluşturulması gerekir. Siyasal iletişim sosyolojisinden bahsediyorsak bu dilin, kendisine
siyasal iletişim iletileri sunulan toplumun oluşturduğu siyasal değerleri ifade edebilen bir dil olması
gerekir. Bu bağlamda seçmen davranışından hareketle hem etkileyici etmenler hem de belirleyici
etmenler üzerinden bir siyasal iletişim dili oluşturma yöntemi önerilebilir. Hangi toplumsal olguların
(toplumbilimin konusu olan konular) siyasal olguya dönüştüğü ve bunlardan hangilerinin üzerinden bir
siyasal iletişim dili oluşturulabileceği yeni bir siyasal iletişim dili oluşturma süreçlerinde çok önemlidir.
Bu yeni dilin hangi kavramlarının hangi göstergelerle seçmen üzerinde etkili olan ama seçmen olmayan
kişilerin algılarına, hangi düzeyde ve hangi sıklıkta iletişim süreçlerine dâhil edecekleri belirlenmelidir.
(Şen, 2012).
Siyasal söylemin nasıl bir iletişim diliyle ifade edileceği ve bunun toplumda nasıl bir karşılık
bulacağı, toplumun bu ifadeleri kendi siyasal tepki verme diline nasıl tercüme edeceği çok önem arz
etmektedir. Bu çalışmaların tamamının nitel ve nicel araştırma yöntemleriyle test edilmesi gerekir (Şen,
2012).
Seçim sürecine özel yapılacak siyasal iletişim çalışmalarında, eğer seçim ülke genelinde yapılacaksa,
siyasal iletişimde yatay ve dikey ayrıştırmalara gidilmelidir. Bu çerçevede, ülke geneli için oluşturulan
üst siyasal iletişim dilinin yatayda bölgesel dillerinin, dikeyde alt dillerinin oluşturulması lazımdır. Seçim
il ya da daha küçük seçim alanlarında olacaksa yine benzeri süreçler takip edilmelidir (Şen, 2012).
Siyasal iletişimin dili kurgulanırken aşağıdaki beş parametre üzerine temellendirme yapılabilir (Şen,
2012):
• Toplumsal-siyasal algılama: Siyasal iletişimde algı yönetimi süreçleri. Bu süreçlerde, esas olarak
varlık felsefesinden ödünç alınarak “var olmak, algılanmaktır” düsturundan hareket edilebilir.
İlkin, varolmak algılanmaksa, algılanmıyorsanız yoksunuz demektir yani varlığınız bir şey ifade
etmiyor demektir. İkinci olarak, yanlış algılanıyorsanız yanlış varsınız yani yanlış
konumlandınız demektir. Üçüncü olarak, eksik algılanıyorsanız tam var değilsiniz demektir.
Dördüncü olarak, ters algılanıyorsanız varlığınız terslik ifade ediyor demektir. Bütün bunlar
hedef kitlenin algı yönetimini üstlenmek anlamına gelmektedir.
44

 
• Toplumsal-siyasal kavrama: Siyasal iletişimde toplumsal derinleşme süreçleri. Kalıcı ve çözüm
getirici siyaset bir yanıyla bir siyaset felsefesine diğer yanıyla da bir tarih felsefesine yaslanmak
zorundadır. Ortaya konulacak olan siyasal dil, yaslanılan ve dolayısıyla beslenilen siyaset
felsefesi ve tarih felsefesinden süzülerek oluşturulan bir siyasal söylem üzerine kurulmalıdır. Bu
dil oluşturulurken hangi toplumsal derinliklere kadar inilebileceği ilintilenilen siyaset felsefesi
ve tarih felsefesinin derinliği ile ilgilidir.
• Toplumsal-siyasal anlamlandırma: Siyasal iletişimde toplumsal düzey derecelendirme süreçleri.
Anlamlandıran varlık olarak insan ve anlamlandıran toplum üzerinde anlamlandırma
derecelendirmelerine gidilmelidir. Siyasal iletişim dili bu derecelendirmeler üzerinden
kurgulanmalıdır.
• Toplumsal-siyasal değerlendirme: Siyasal iletişimde toplumsal değer yargısı oluşturma süreçleri:
Değerlendiren ve değer yargısı oluşturan varlık olarak insanın, siyasal kültür içinde yeni algılarla
ne gibi yeni siyasal üretimlere kaynaklık edecek değer yargıları oluşturacağına dair malzeme
sağlayacak bir siyasal iletişim dili oluşturulmalıdır.
• Toplumsal- siyasal hafıza: Siyasal iletişimde toplumsal hafıza yönetimi süreçleri. Siyasal
iletişimin hangi unsurlarının toplumsal hafızada yer alması gerektiği, bu unsurların hangilerinin
ne tür yeni kodlara dönüşmesi ve hangi siyasal süreçlerde etkin olması gerektiği irdelenmelidir.
• Toplumsal-siyasal cevaplama: Siyasal iletişimde toplumsal karşılık verme süreçleri. Siyasal
iletişimde özne konumuna geçen toplumun iletişim süreçlerine nasıl karşılık verdiği
ölçümlenerek iletişim süreçleri yenilenmeli ve siyasal iletişim dili düzeltilmelidir.

Siyasal İletişim Dilinde Anlam Sorunu: Siyasal Anlam Evreni ve Toplumsal


Anlam Evreni
İnsan gündelik en basit tercihlerden siyasal tutum belirlemeye kadar açılan bir yelpazede oylama yapan
bir varlık olarak siyasal kararını oy verme biçiminde gösterdiğinde bir anlamlandırma ediminden sonra bu
siyasal davranışını sergilemiş olmaktadır. Anlamlandırma edimi, algılayan, anlamlandıran, değerlendiren,
değer yargısı oluşturan, yargıları karara dönüştüren ve sonunda bir siyasal oylama yapan insanın yani
seçmenin siyasal davranış sürecinin ilk halkasını oluşturmaktadır. Bu bakımdan, seçmenin
anlamlandırması kadar, iletişime konu olan siyasal dilin anlam evreninin neler içerdiği de önem
taşımaktadır. İnşa edilen siyasal dilin anlam evreni ile seçmenin anlam evreni çakışmıyorsa, daha doğrusu
ayniyet arz etmiyorsa –ki Türkiye’de buna çok sık rastlanılır- seçmenin anlamlandırma edimi ile siyasal
dilin anlamlandırılma hedefi örtüşmeyecektir. Bu durum, siyasal dilin anlam sorunu olarak siyasal
iletişimcilere geri dönecektir (Şen, 2012).
Siyasal iletişim sosyolojisinin en canalıcı noktalarından biri toplumsal anlam evreni ile siyasal anlam
evreninin belli bir ölçüde özdeş olması gerektiğidir (Şen, 2012).
Bir anlamlandırma aracı olarak dil bir göstergedir ve siyasal dile dönüştüğünde bir başka gösterge
halini alır. Bu bağlamda bir siyasal göstergenin, kendisinde anlam aradığımız bir gösterge mi yoksa
kendisini anlamlandırmaya çalıştığımız bir gösterge mi olduğu önemlidir. Bu ikisi arasında bir
anlamsızlık anlamı üretme ihtimali her zaman mevcuttur. Anlamsızlık anlamı ile anlam karmaşası siyasal
dilde anlam sorununun en önemli yanlarından birini oluşturmakta ve günlük dile kavram karmaşası olarak
yansımaktadır. Her yeni anlam mevcut anlam ilişkileri ağından doğmaktadır. Her farklı anlam da, anlam
ilişkileri ağındaki farklılaşmadan doğar ve yeni bir farkındalık yaratır. Siyasal iletişimin dilinin kendi
toplumsal karşılığını bulması bu farkındalığın topluma algılatılmasıyla mümkün olmaktadır.
Bizi saran ve bizim de aklımızca kuşatılan bir göstergeler alemi vardır. Bu meyanda;
• Harfler bir göstergeler alemidir,
• Diller bir göstergeler alemidir,
• İşaretler bir göstergeler alemidir,
• Sesler bir göstergeler alemidir,
• Bedenler bir göstergeler alemidir.

45

 
Siyasal iletişim dili bu göstergeler aleminin dili olarak bir üstdil mertebesinde inşa edilmelidir (Şen,
2012).
Toplumsal ilişkilerimizi nasıl kuracağımızı belirleyen bir araç olarak ve doğruluk ve geçerlilik iddiası
taşıyarak; siyasal iletişimde dilin kullanımı oldukça önemlidir. Eğer dil başarılı ve doğru kullanılırsa
siyasal iletişim de başarılı olacaktır. Bu nedenle siyasal iletişimde bulunacak tüm siyasal aktörlerin ana
dillerini ya da mesajlarını gönderecekleri dili çok iyi bilmeleri ve etkili olarak kullanmaları gerekir
(Kılıçaslan, 2008)
Günümüzde, siyasal iletişimde ideolojik dilin kullanımı ile ilgili tartışmalar artış göstermiştir.
Özellikle kitle iletişim araçlarının okuyucuyla belli bir iletişim kurma tarzına dönüştüğü söylenen bu tür
bir kullanımın belirsizlik taşıması ideolojik olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kitle iletişim
araçları siyasal iletişimin en önemli araçlarından bir tanesidir. Kitle iletişim araçları siyasal iletişimi dili
kullanarak gerçekleştirir. Bu şekilde var olan kültürün yerine yenisini yaratır; yaratılan bu kültür egemen
ideolojinin oluşmasını sağlar. Kitle iletişim araçlarının dili kullanarak yeniden kültür oluşturmasının yeni
bir ideoloji yaratmak için olduğu söylenebilir ve kitle iletişim araçları dili kullanarak ürettiği ideolojinin
taşınmasını ve yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Kitle iletişim araçlarının ürettiği bu döngüsel siyasal
iletişim biçimi ile topluma ideolojik bir yön verme gerçekleşmiş olur. Kitle iletişim araçları bunu ürettiği
her program ile yapmaktadır ama özellikle haber metinleri bu konuda en önemli işlevi görmektedir.
Haber metinleri aktardığı metni çarpıtarak insan zihninde farklı algılamalar yaratmaktadır (Kılıçaslan,
2008).

Bir olayın farklı gazetelerde farklı biçimlerde anlatıldığına şahit


olabilmekteyiz. Bu durumu nasıl açıklarsınız? Tartışınız.

Siyasal İletişim ve Siyasal Reklamcılık


Seçim dönemlerinin vazgeçilmez araçlarından biri olan siyasal reklam, “aday ya da parti tarafından
medyadan yer ve zaman satın alınarak, seçmenlerin tutum ve davranışlarını söz konusu aday veya parti
lehine oluşturmak amacıyla geliştirilen mesajların hazırlanması ve yayınlanması ile ilgili bir siyasal
kampanya iletişim faaliyeti” olarak tanımlanmaktadır. Bir başka anlamda ise siyasal reklamcılık, “bir
adayın potansiyel seçmenlerine uygunluğunu ortaya koymak, adayı en yüksek sayıdaki seçmen kitlesinin
ve kitledeki her bir seçmenin tanımasını sağlamak, rakiplerle ve muhalefetle farkını yaratmak ve
minimum araçla, bir kampanyayı kazanmak için gerekli olan oy sayısını elde etmek için kullanılan
tekniklerin tümü” şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca siyasal reklam; yapılan suçlamalara muhatap olan
adayın bu suçlamalardan arındırılması, adayın imajının yaratılması –ki bunun gerçekle ilgisi olmayabilir-
düzleminde yapılan girişimler olarak da anlamlandırılmaktadır. Siyasal reklamcılık faaliyetleriyle
olabildiğince kısa sürede zihinsel ve duygusal etkide bulunulmak istenmektedir. Yine siyasal reklam
mesajlarının birçok kanalda tekrarlanarak yayınlanma olanağı mesajın akılda kalıcılığını da
sağlamaktadır. Bu tanımlarda üzerinde önemle durulması gereken nokta ise; seçmenlerin tutum ve
davranışlarını istenilen yönde değiştirme ya da mevcut tutumun derecesini artırmanın yanında iletişim
sürecinde paralı olma niteliğinin bulunmasıdır. Siyasal reklamda reklam yapanın, reklamın paralı olması
nedeniyle, reklam mesajının içeriğini ve biçimini de denetlemesini beraberinde getirmektir. Bu durum,
siyasal reklamların en önemli özelliği olarak dikkat çekmektedir (Balcı, 2012).
Siyasal iletişimin özellikli bir türü olan; bu iletişimin reklam profesyonellerince oluşturulup
gerçekleştirilmesi, siyasal mesajların modern reklamcılık strateji ve tekniklerine uygun olarak
hazırlanmasından başlayıp medyada para ödenerek yayınlatılması edimine uzanan siyasal reklamcılık,
modern dünyamızdaki siyasal iktidar mücadelelerinin başılıca araçlarından biridir. Reklamcılığın
pazarlama iletişimi olduğu gerçeğinden hareketle, siyasal reklamcılığın da siyaset alanının problemlerini
çözmeye yarayan bir iletişim tekniği olduğu söylenebilir; bu nedenle siyasal reklamcılık, çoğu zaman
siyasal pazarlama terimiyle anılmaktadır (Çankaya, 2008).
Siyasal reklam, aday ya da parti tarafından medyada yer veya zaman satın alınarak, seçmenlerin tutum
ve davranışlarını söz konusu aday ya da parti lehine oluşturmak amacıyla geliştirilen mesajların
46

 
hazırlanması ve yayınlanması ile ilgili siyasal kampanya iletişim faaliyetidir. Siyasal reklamın
bilgilendirme gücü, hem kaynağından hem içeriğinden kaynaklanır. Çünkü siyasal reklamlar aday ya da
partiler ile kampanya yaratıcıları tarafından oluşturulduğu için mesajın denetleme olanağı da sunar.
Planlanmış ve tam bir denetimin söz konusu olmasının anlamı, adayların kendilerini medyanın
konumlandırdığı gibi değil, kendi planladıkları gibi konumlandırma olanağıdır. Bu özelliklerin yanı sıra
siyasal reklamlar, seçmenlere doğrudan vaatleri ulaştırırken mesajları açık ve etkileyici bir biçimde sunar
(Uztuğ, 2004).
Türkiye reklam tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan TÜSİAD reklamlarının 1979 Mayıs’ında
yayınlanması Bülent Ecevit hükümetinin istifasına yol açan süreçte başrol oynamıştı. İlanlar muhalefet
partileri açısından birçok olanak yaratmıştı. Süleyman Demirel şöyle diyordu: “Gazetelerde hükümetin
cenaze ilanları çıkıyor”. Bu tarihi örnek reklamların gündem oluşturma açısından sahip olduğu
üstünlükleri göstermektedir. Kampanya iletişimi içinde de reklamlar stratejik ve taktiksel olarak
kampanyanın seyrini beliryebilmektedir (Uztuğ, 2004).
Siysal reklamcılık pahalı bir iştir; bir Amerikan politikacısının “para, siyasetin ana sütüdür” deyişini
hatırlamak yerinde olacaktır. Televizyonun vazgeçilmez hale dönüşmesi ve siyasetin profesyonelleşmesi,
seçim kampanyalarını gittikçe daha pahalı hale getirmektedir. 2000 yılı seçimlerinde, Amerika Birleşik
Devletleri’nde, başkanlık adayları 607 milyon dolar, kongre adayları ise 1 milyar dolardan fazla para
harcamışlardır. ABD Senatosu’nu kazanan ortalama bir aday 7,4 milyon dolar, Temsilciler Meclisi’ni
kazanan bir ortalama aday ise 849.000 dolar harcamada bulunmuştur. Partiler ve çıkar grupları doğrudan
seçmen iletişiminde daha önemli bir rol oynadıklarından, adaylar tarafından seçimleri etkilemek için
yapılan harcamalar, toplamın içinde gittikçe daha az pay tutmaktadır (Çankaya, 2008).

47

 
Özet

Siyasal iletişimi sadece seçim dönemlerinde Kamuoyu kavramı günlük kullanımda çok sayıda
yapılan bir takım iletişim faaliyetlerine bireylerden oluşan toplulukların birleşik
indirgememek gerekmektedir. Siyasal iletişim kanılarını açıklamak için kullanılan bir kavram
hem teorik olarak hem de pratikte oldukça geniş olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekliyle
bir alana yayılır. Siyasal iletişim sadece seçim kamuoyu kavramına bakıldığında, kitlenin
dönemlerinde yapılan iletişim ya da sadece kanaatiyle eşanlamlı olduğu görülür. Türk Dil
siyasal iletilerin gönderilmesi değildir. Siyasal Kurumu’nun yayınlamış olduğu Tükçe Sözlük’te,
iletişim kavramı, belli ideolojik amaçlarını, “kamuoyu, bir sorun üzerinde halkın düşüncesi”
toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da şeklinde tanımlanmaktadır.
bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme
Genellikle siyasal iletişimi belirleyen ve
dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal
yönlendiren halkla ilişkiler birimleridir. Siyasal
aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve
iletişim ile halkla ilişkilerin faaliyet alanlarında
tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim
benzerlikler ve farklılıklar söz konusudur. Siyasal
olarak tanımlanır.
iletişim ve halkla ilişkilerin benzer yönlerinden
İdeoloji kavramının tarihi, kavramın aynı en önemlisi tüm halkla ilişkiler tekniklerinden
zamanda din eleştirisiyle koşut ya da onu izleyen yararlanmasıdır.
bir gelişim izlediğini de göstermektedir. İdeoloji,
Lobicilik, yasamayı ve kanunları etkilemek
esas olarak seküler bir kavramdır. Filozoflar,
amacıyla hükümetle ilişkiler kurmak ve bunları
Tanrıları ve onların papazlarıyla rahiplerini
sürdürmek için yapılan halkla ilişkilerin
eleştirinin gücüyle yerinden etmekte
uzmanlaşmış kısmı olarak nitelendirilmektedir.
kararlıydılar. Eleştirinin dili aslında
Lobicilik çalışmalarında etkilenmeye çalışılan
tanrıtanımazlığın değil, bilginin diliydi.
taraf çoğunlukla parlamento üyeleriyken, bunu
İktidar, genel ve geniş anlamda, “başkalarının yapan taraflar ise parlementodan çıkarı bulunan
davranışlarını etkileyebilme, kontrol edebilme kuruluşlar ve yabancı devletlerdir.
olanağı” olarak tanımlanabilir. Bir kimse, başka
Siyasal reklam, aday ya da parti tarafından
kimseleri kendi istediği yönde davranmaya sevk
medyada yer veya zaman satın alınarak,
edebildiği takdirde onlar üzerinde bir iktidara
seçmenlerin tutum ve davranışlarını söz konusu
sahip bulunuyor demektir.
aday ya da parti lehine oluşturmak amacıyla
Doğal olan, yani doğaya uygun olan etkinlikler geliştirilen mesajların hazırlanması ve
meşrudur. Bu etkinliklerin toplumsal kurumlara yayınlanması ile ilgili siyasal kampanya iletişim
uygunluğuna bakılır. Bunların yasaların faaliyetidir.
kapsamına girmesi araştırılmaz.
Propoganda, bireyleri etkilemeyi ve bireylerin
davranışlarını kontrol etmeyi amaçlayan bilinçli
bir manüpülasyondur. Varsayıma gore
propaganda sırasında bir ikna süreci bireylerin
duyguları/heyecanları üzerine yönlendirilir ve
izleyici kitleler için bireyler gazete radyo ve
televizyonda yer alan heyecan verici iletilerden
etkilenebilirler.

48

 
Kendimizi Sınayalım
1. Siyasal iletişimi sadece seçim sürecine 5. “Başkalarının davranışlarını etkileyebilme,
indirgeyen yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir? kontrol edebilme olanağı” cümlesiyle anlatılmak
istenen kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a. Eleştirel Yaklaşımlar
a. Meşruluk
b. Postmodern Yaklaşımlar
b. Propaganda
c. Yapısökümcü Yaklaşımlar
c. İdeoloji
d. Pozitivist-Ampirik Yaklaşımlar
d. Kamuoyu
e. Sosyalist Yaklaşımlar
e. İktidar
2. Aşağıdakilerden hangisi “ideoloji” kavramının
kökeni düşünüldüğünde doğru bir yargıdır? 6. Aşağıdakilerden hangisi “meşruluk” için doğru
bir yargıdır?
a. İdeoloji kuramcıları din eleştirisi ile
ilgilenmemişlerdir. a. Doğal olmayan etkinlikler meşrudur.
b. İdeoloji seküler bir kavramdır. b. Toplumsal kurumlara uygun olmayan
etkinlikler meşrudur.
c. İdeoloji kuramcıları tanrıları ve onların
papazlarını savunmuşlardır. c. Yasaların kapsamına girmesi araştırılmaz
d. Marx ve Engels ilk ideologlardan değildir. d. Meşrulukta bir inanç arayışı göze çarpmaz.
e. İdeoloji kuramcıları seküler devleti e. Meşru bir iktidar için halkın iktidarı hangi
savumamışlardır. nedenlerle kabul ettiğine bakılır
3. “İdeoloji” kavramını aşağıdaki düşünürlerden 7. “………….., bireyleri etkilemeyi ve bireylerin
hangisi “üretimin ekonomik koşullarının maddi davranışlarını kontrol etmeyi amaçlayan bilinçli
dönüşümüne paralel olarak açıklanabilecek, bir manüpülasyondur”. Cümlesinde boş olan yere
insanların yaşadıkları çelişkilerin bilincine aşağıdaki kavramlardan hangisi getirilmelidir?
vardıkları ve bu bilincin yarattığı bir mücadele
a. İktidar
içinde konumladıkları alan olarak” tanımlamıştır?
b. İdeoloji
a. Adorno
b. Althusser c. Meşruluk

c. Gramsci d. Dil
e. Propaganda
d. Marx
8. Çağdaş anlamda kamuoyu olgusunun ortaya
e. Mouffe
çıkabilmesi için aşağıdakilerden hangisinin
4. Aşağıdakilerden hangisi iktidar ve meşruluk oluşması gerekir?
düşünüldüğünde doğru bir yargıdır?
a. Bireylerin fikirlerini serbestçe ifade
a. Her iktidar sürekli kendi varlığını meşru edebilecekleri demokratik bir ortam
kılmak zorundadır.
b. Bireylere anket uygulanabilme olanağının
b. Seçim, iktidarın meşruluğunun kaynağı bulunması
olamaz
c. Seçme ve seçilme özgürlüklerinin
c. İktidarda kalabilmenin ön koşulu meşruluk kısıtlanması
değildir.
d. Bireylerin anketlere doğru yanıtlar vermesi
d. Meşruluğun mutlaka yasalarla belirlenmiş
e. Bireylerin yolsuzluklara karşı çıkması
olması gerekir
e. Meşruluğun yasaların kapsamına girip
girmediği araştırılır

49

 
9. Siyasal iletişim ve halkla ilişkilerin en temel Kendimizi Sınayalım Yanıt
farklılığı aşağıdakilerden hangisidir? Anahtarı
a. Halkla ilişkiler tüm iletişim kanallarını 1. d Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişimi
kullanır Tanımlamak” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
b. Halkla ilişkiler çalışmaları para ödemeden de
gerçekleşebilir 2. b Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
İdeoloji” başlıklı konuyu yeniden gözden
c. Siyasal iletişim siyasal söylemler kullanır ve geçiriniz.
faaliyet alanı sınırlıdır.
3. d Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
d. Siyasal iletişim sadece seçim dönemleriyle İdeoloji” başlıklı konuyu yeniden gözden
sınırlı değilidir geçiriniz.
e. Siyasal iletişim sadece milletvekilleri 4. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
tarafından yapılır Meşruluk” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. Aşağıdakilerden hangisi siyasal reklam için
doğru bir yargı değildir? 5. e Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
İktidar” başlıklı konuyu yeniden gözden
a. Aday ya da parti medyada yer satın alır geçiriniz.
b. Aday ya da parti medyada zaman satın alır 6. c Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
c. Seçmenlerin tutumlarını aday ya da parti Meşruluk” başlıklı konuyu yeniden gözden
lehine değiştirmeye çalışır geçiriniz.

d. Siyasal mesajların hazırlanmasını ve 7. e Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve


yayınlanmasını içerir Propoganda” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
e. Aday ya da partiler medyaya para ödemez
8. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
Kamuoyu” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
9. c Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
Halkla İlişkiler” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. e Yanıtınız yanlış ise “Siyasal İletişim ve
Siyasal Reklamcılık” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.

50

 
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Sıra Sizde 1
2011 yılı sonu itibarı ile TBMM’de bulunan Eagleton, T. (2005). İdeoloji. Muttalip Özcan
partiler Şu şekildedir: Ak Parti (AKP), (çev.), İstanbul: Ayrıntı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi
Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak.
Hareket Partisi (MHP), Barış ve Demokrasi Ankara: İmge yayınları
Partisi (BDP).
Çelik, N. B. (2005). İdeolojinin Soykütüğü.
Sıra Sizde 2 Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları
“Her şey ideolojiktir” demek ideoloji ve siyasetin Okay, A. Ve Okay, A. (2002). Halkla İlişkiler,
dar kalıplar içerisine hapsedilmesine bir tepki İstanbul: Der
olarak kullanılabilir. Bunun yanında bu tür
terimlerin tanımını genişletmek içlerini Yavaşgel, E. (2004). Siyasal İletişim. Ankara:
boşaltmak anlamını da beraberinde getirebilir. Babil.

Sıra Sizde 3
“Din elden gidiyor” sloganı Türkiye tarihinin bir
dönemine damgasını vurmuş ve muhafazakâr Yararlanılan İnternet Kaynakları
kesimlerin kitleleri manipüle etmek ve kışkırtmak
Balcı,Ş.(2012).
üzerine kurulu propoganda çalışmalarının
http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articl
görünen bir yüzüdür.
es/2006/16/SBALCI.PDF Erişim tarihi:
Sıra Sizde 4 10/01/2012

Bir olayı farklı gazetelerde faklı okumak ancak o Şen,M.(2012).


gazetelerin kullandıkları dil ile açıklanabilir. http://www.siyasaliletisim.org/index.php/haber-
Kullandığımız dil de bir ideoloji taşıyıcısıdır; ve-yorum-arsivi/137-makale/328-syasal-letm-
sosyolojs-.html Erişim tarihi: 10/01/2012
dolayısıyla aynı olay farklı gazetelerde farklı
ideolojilere bağlı olarak farklı şekilde yer İnan,E.(2011),
alabilmektedir. http://www.aktuelpsikoloji.com/haber.php?haber
_id=9238. Erişim Tarihi: 22/12/2011
Kılıçaslan, E. (2008). Siyasal İletişimde İdeolojik
Dil. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
TrakyaÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Edirne.
Yararlanılan Kaynaklar
Atabek, N. (2003). Propoganda ve Toplumsal Yılmaz,T.(2012).
http://www.siyasaliletisim.org/pdf/Turkiyeninkull
Kontrol. Selçuk iletişim. Cilt:2.
anamadigiguclobicilik.pdf Erişim tarihi:
Atabek, N. ve Dağtaş, E. (1998). Kamuoyu ve 10/01/2012
İletişim, Eskişehir: Etam.
http://www.siyasaliletisim.org/index.php/sie-
Peltekoğlu, F. B. (2001). Halkla İlişkiler Nedir. modul/128-sie-modul/303-kamuoyu.html Erişim
İstanbul: Beta tarihi: 10/01/2012.
Taş, O. ve Şahım, T. Z. (1996). Reklamcılık ve
Siyasal Reklamcılık.Aydoğdu Ofset
Çankaya, E. (2008). İktidar Bu Kapağın
Altındadır. İstanbul: Boyut.
Uztuğ, F. (2004). Siyasal İletişim Yönetimi.
İstanbul: MediaCat.
ÇakmakKılıçaslan, E. D. (2008). Siyasal İletişim
İdeoloji ve Medya İlişkisi. İstanbul: Kriter.

51

 
3






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İdeolojinin tanımlarını ve farklı çağrışımlar yapan anlamlarını sıralayabilecek,
Modern siyaseti etkileyen başlıca ideolojilerin iletişim alanına ilişkin önermelerini
açıklayabilecek,
Liberal ideolojide iletişim alanına ilişkin söylemin temel dayanaklarını ve ana yaklaşımlarını
listeleyebilecek,

Marksist ideolojide iletişim alanına ilişkin yaklaşımları açıklayabilecek


bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
İdeoloji Eleştirel kuram

Çoğulculuk Kültür Endüstrisi

Toplumsal sorumluluk anlayışı İletişimsel eylem

Davranışsalcı Yaklaşım Kültürel çalışmalar

Sistem Yaklaşımı

İçindekiler
 Giriş
 Liberalizm, İdeoloji ve İletişim
 Marksizm, İdeoloji ve İletişim

52

 
Siyasal İletişim ve
İdeoloji
GİRİŞ
Sosyal bilimlerde üzerinde çok tartışılan diğer terimlerin (demokrasi ya da özgürlük gibi) aksine ideoloji
sözcüğünün kısa bir geçmişi vardır. Terim için, Sanayi Devrimine eşlik eden toplumsal, siyasal ve
entelektüel alt üst oluşların, demokrasi düşüncesinin yayılmasının ve kitle hareketine dayanan politikanın
ürünüdür demek yanlış olmayacaktır. İdeoloji sözcüğü Fransızca kökenlidir; ilk olarak 1797'de çok
tanınmayan bir Fransız filozof olan Antoine Destutt de Tracy (1754-1836) tarafından kullanılmıştır.
Terimin ilk ortaya çıkışı, görüldüğü gibi 1789 Fransız Devriminin hemen sonrasındadır. Sözcüğü ilk
kullanan Destutt de Tracy, devrim sonrası kurulan yönetimin, özel olarak Aydınlanma düşüncesinin
yayılması için kurduğu enstitüde görevlendirilmiş filozoflar grubunun bir üyesidir. Bu haliyle sözcük
Fransız aydınlanmasının doğrudan bir ürünü gibi görünse de, kavram olarak kökenleri Orta Çağ dünya
görüşünün yıkılmasıyla Batı Avrupalı entelektüellerin karşısına dikilen genel felsefi sorularda
yatmaktadır. İdeoloji kavramının işaret ettiği soruları ilk soranlar Francis Bacon ve Thomas Hobbes gibi
düşünürlerdir (McLellan, 1999: 14).
İdeoloji sözcüğünü ilk kullanan Destutt de Tracy, bu sözcüğü geliştirilmesini öngördüğü bir
“tasarımlar (ideler) bilimi”ni anlatmak üzere türetmişti. Bilindiği gibi böyle bir bilim gelişmemiş, ancak
zaman içinde özellikle Napolyon sonrası Fransa'daki ve Romantizm akımının etkili olduğu Almanya'daki
düşünürler bu sözcüğü aynı anda iki şeyi temsil edecek şekilde kullanmaya başlamıştır. Yüklenilen ilk
anlama göre, ideoloji dünyaya ilişkin sistematik bir bakış açısıydı. Bu haliyle bir mantık ve/veya duygu
uyumu gösteren kuram ve program anlamına gelmiştir. İkinci anlamı ise pozitivist nesnellikten
uzaklaşmış, tutku, korku, arzu gibi duyguları ya da ideoloğun hatalarını kapsayan çarpık bir bakış açısı
demekti. Böylece, sözcüğün ikinci anlamı, ilk anlamıyla bağlantılı olarak, dünyanın yanlış, çarpıtılmış
terimlerle sunumu ve çarpıtan kişinin zihninde ve ifadesinde oluşan çarpıtma olarak yerleşmeye
başlamıştır (Bogdanor, 1999: 347-348).
Başlangıç öyküsünden de belli olduğu üzere, ideoloji her zaman sosyal bilimlerin en belirsiz ve
üzerinde en çok tartışılan kavramlarından biri olmuştur. Bunun başlıca nedeni, en temel fikirlerimizin
dayanaklarını ve geçerliliklerini bile sorgulanır hale getirmesidir. Böyle olduğu için de zorunlu olarak
tartışmalı, yani tanımında ve bu yüzden kullanılışında çelişkiler bulunan bir kavramdır. Bazı önemli
istisnalara rağmen, ideoloji kelimesi genelde aşağılayıcı çağrışımlarla yüklüdür. Bu nedenle, çoğunlukla
ötekinin düşüncesini “ideoloji”olarak nitelendirir, nadiren “bizim” düşüncemizin “ideoloji” olduğunu
kabul ederiz. Bir başka deyişle, kendi düşüncemizin ideolojik olabileceğini kabul etmek, en değerli
kavrayışlarımızın temellerini hiç hoşumuza gitmeyecek biçimde daha kaygan bir zemine oturtacağı için,
korkarak ve neredeyse içgüdüsel olarak karşı çıktığımız bir durumdur. Dolayısıyla, ideolojiye yönelik her
türlü tartışmada, ideoloji hakkındaki tüm görüşlerin kendilerinin de ideolojik olduğu şeklindeki talihsiz
çıkarsamadan kaçınmak mümkün olmamaktadır. Bu sonuçtan kaçınmak için, en azından bazı görüşlerin
diğerlerinden daha ideolojik olduğu şeklinde bir düzeltme yapmak gerekmektedir. Üstelik bütün
görüşlerin ideolojik olduğu fikri, hem neredeyse anlamsız olacak kadar kapsayıcı bir önerme olduğu hem
de Giritli Epimenides'in “Bütün Giritliler yalancıdır” önermesiyle aynı mantıksal saçmalığı taşıdığı için,
konuyu üzerine hiçbir şey konuşulamaz bir hale getirmektedir (McLellan, 1999: 11-12). Kısaca açıklarsak
bu cümleyi kuran da bir Giritli olduğuna göre onun söylediğinin de yalan olması mümkündür. Sonuç

53

 
olarak, bu haliyle ikilemleri kaçınılmaz görünen ideoloji teriminin artık kuyruğunu ısıran bir yılana
dönüştüğünü kabul etmek gerekir (Bogdanor, 1999: 348).
Modern toplumsal ve siyasal yaşamı etkilemiş olan büyük düşünce okullarının her biri temelde bir
siyasal ideolojiye dayanmaktadır. Sözü geçen ideolojilerin iletişim alanına ilişkin yaklaşımları belirleyici
bir öneme sahiptir. Şimdi bu yaklaşımları ele alabiliriz.

LİBERALİZM, İDEOLOJİ VE İLETİŞİM


Liberal düşüncenin kökenleri Aydınlanma felsefesine dayanmaktadır. Aydınlanma, dinsel inanç yerine
bilimsel bakışı öne çıkartmış ve düşüncenin laikleşmesini getirmiştir. Buna göre, Tanrı evreni yarattığı
gibi evrenin sonu da bir gün tanrısal irade ile gerçekleşebilir. Aydınlanma düşüncesi kimi zaman aksi
söylense de tanrı tanımaz (ateist) değildir. Bununla beraber, düşüncenin temel öğesi, Tanrının yarattığı ve
düzen verdiği evrende her şeyin akla uygun gerçekleşmekte olduğudur. İnsan dünyaya gelme kararını
kendisi vermemektedir, sonunu engelleyebilecek bir güce ya da iradeye de sahip değildir. Ancak, doğum
ile ölüm arasındaki yaşam süresince insan aklı olup biten her şeyi kavramaya yeterlidir. Bir başka deyişle,
akılla yaratılan insanların akla dayanarak yaşamı yönlendirmesi olanaklıdır Bu yeterlilik nedeniyle
insanlar, yaşamlarını düzenleyecek kuralları akıl yoluyla kendileri belirleyip uygulayabilirler. Sonuç
olarak, aklın bu şekilde altının çizilmesiyle, egemenlerin tanrısal bir iradenin belirlemiş olduğu kuralları
yansıtıp uygulanmasını sağladıkları ve gözettikleri savı ile topluma hükmetmelerinin dayanakları
düşünsel düzeyde ortadan kaldırılmış olmaktadır. Böylece liberal ideolojinin temeli olan doğal hak ve
özgürlükler fikrine ulaşılmaktadır (Kaya, 2009: 76).

İletişim Alanında Liberal İdeoloji: Çoğulculuk, İletilerin Serbest Dolaşımı


ve Serbest Girişim
Liberal felsefeye göre gerçeğin ancak akıl yoluyla kavranıp bulunabileceği ve insanların akıl sahibi
olduğu kabul edilmektedir. Öte yandan, tek tek insanların kendi perspektiflerinden gerçekliğin sadece bir
boyutunu görüp yansıtabileceği düşünülmektedir. Bir başka deyişle, gerçekler gözlemleyene göre farklı
olabileceğinden, bir kişi ya da topluluğun gözlemlerinin tek gerçeklik olarak kabul edilmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla, toplumsal yaşam gerçekler üzerinden kurulmak isteniyorsa, değişik gözlemler
yaparak bunları dile getirebilecek kaynakların çeşitlenmesi ve sayılarının artması tek yol olarak
kalmaktadır. Buna bağlı olarak gerçeğin ne olduğunun, tek bir irade ya da otorite tarafından tek başına
belirlenmesi kabul edilemez bulunmaktadır. Böyle bir noktadan hareket edildiğinde, gerçeğin farklı
ifadeleri olarak her düşüncenin özgürce dile getirilmesi ve iletişimin özgürce gerçekleşmesi liberal
düşüncenin özü olmaktadır. Toplumsal yaşamın akışı içinde bunu sağlayabilmenin yolu ise iletişimin
çoğulcu bir çerçevede gerçekleşmesidir. Sonuç olarak, özgürlükçü bir liberal duruşun ancak çoğulculuğun
güvence altına alındığı bir ortamda söz konusu olabileceği söylenebilir (Kaya, 2009: 77).
Liberal görüşün kuşkucu bir felsefi yaklaşımı ifade ettiği görülmektedir. Bunun ardında, pozitivist
düşünce zemininde gelişen sosyal bilim anlayışının etkisi vardır. Kuşkuya yer bırakmayan nesnel
bilgilere ulaşmanın olanağının olmadığı kabul edildiğinde, gerçeği ortaya çıkartabilecek tek ve nesnel bir
ölçü bulunması da mümkün değildir. Bu durumda gerçeğin ortaya çıkışına katkı sağlaması için her türlü
düşünce ve görüşün serbest olması ve özgürce ifade edilmesi gerektiği düşüncesine ulaşılmaktadır (Kaya,
2009: 76-77). Bu yaklaşımın en özlü anlatımı, liberal anlatının önde gelen savunucularından J. S. Mill'in
artık klasikleşen ve sıklıkla atıf verilen şu sözleridir: “Eğer bir teki dışında bütün insanlar aynı düşüncede
olsalar ve yalnız bir kişi karşıt düşüncede olsa, nasıl bu kişinin elinde güç olması halinde diğer insanları
susturmaya hakkı yoksa insanların da bu tek kişiyi susturmaya daha fazla hakları yoktur” (Mill'den akt.
Kaya, 2009: 78).
Liberal ideolojinin düşünce ve ifade özgürlüğü söylemi, erken tarihlerden itibaren liberal
demokrasinin ilk kurumlarının oluştuğu Avrupa ülkelerinde yankı bulmuştur. Doğal haklar ve özgürlükler
kapsamında yer alan düşünce ve ifade özgürlüğünden yola çıkarak gelişen basın özgürlüğü çağrısı, en
güçlü biçimde, Ortaçağ'a özgü feodal öğelerin yeni düzenin devlet kurucularına karşı mücadeleyi yavaş
ve isteksizce bıraktıkları Batı Avrupa'da ortaya çıkmıştır. Bütün mutlakiyetçi Avrupa devletleri
tebaalarına söz geçirmeye ve onları zapturapt altında tutmaya çalışırken, Batı Avrupa'nın hiçbir yerinde
54

 
henüz ne negatif özgürlükler ne de yerel özerklikler ortadan kalkmıştır. Ancak İngiltere'de ve Hollanda'da
mutlakiyetçi devletlerin ömrü görece kısa, basın özgürlüğü çağrısı ise Avrupa ölçülerine göre belirgin
biçimde güçlü olmuştur. Gene de basının rolüne ilişkin kamusal tartışmalar okuryazarlık oranının en
düşük olduğu ve yönetimleri en baskıcı olan ülkelerde (İspanya ve Rusya gibi) bile kök salmıştır (Keane,
1992: 31).
Liberal öğretinin kurucularının çeşitlilik ve çoğulculuk yoluyla gerçeğe ulaşılacağını, gerçek dışı ve
yanlış görüşlerin toplumca benimsenmeyeceğini ve bunları aktaran iletişim kuruluşlarının da başarılı
olamayacağını varsayan bakış açıları belli bir iyimserlik taşımaktadır. Bu bakış açısıyla özgürce açıklanan
görüşlerin bir tür toplumsal arenada (kamusal alan) birbirleriyle serbest rekabet edeceği dolaylı olarak
ifade edilmiş olmaktadır. Böylece serbest rekabet koşulları iyinin kötüden, yararlının zararlıdan, yanlışın
doğrudan, gerçek olmayanın gerçekten ayrışmasını sağlayacaktır. Özetle doğru iletinin yanlış iletiyi
kovacağı dile getirilmektedir. Buradan, liberal öğretiden kaynaklanan bir iletişim düzeninin, serbest
rekabet koşullarının geçerli olduğu bir laissez-faire (bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) anlayışı
üzerinden kurulması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. İlk bakışta, bu bakış açısı pazar
mekanizmalarının iletişim alanında da geçerli olmasını savunanlara çok önemli bir dayanak sunmaktadır.
Ancak liberal düşüncenin kurucularının vurguladıklarının, bugün gösterilmek istendiği gibi yayın
sayısının çokluğuna dayalı bir çeşitlilik değil, farklı ve/veya karşıt görüşlerin serbestçe yaşama ve ifade
yaşama olanakları bulacakları bir çoğulculuk olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla, liberal düşüncenin
kurucuları tekelleşmeye yönelecek her türlü oluşumu, gerçeğe götüren yolu tıkadığı için kesinlikle
reddeder konumdadır. Günümüzde liberallik iddiası ile iletişim özgürlüğü ve piyasa kavramları etrafında
yürüyen kuramsal ve siyasal tartışmalarda bu noktanın unutulmaması gerekmektedir (Kaya, 2009: 77-78).
Yukarıda temel dayanakları anlatılan liberal ideolojiye uygun olarak düzenlenen bir iletişim
sisteminin, ne gibi ilkeler etrafında kurulacağını ele almamız gerekir. Bu ilkelerden ilki iletişim
araçlarıyla iletilecek her şeyin serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Bu ilke yayınlayan ile alıcı arasına
hiçbir engel, yasak ya da sansür uygulamasının olmaması anlamına gelir. Haber ya da düşüncenin serbest
dolaşımı sağlanamazsa olay ve düşünceler kimsenin haberdar olmadığı olgular olarak kalacak; bu onların
yok sayılması anlamına gelecektir. Ayrıca haber ve bilgiler dolaşıma sokulmadan bazılarının tekeli
altında olursa, bu onlara başkalarına karşı kullanabilecek haksız bir güç de sağlayacaktır. Bu durum,
liberal düşüncenin baştan reddettiği toplumsal gerçekliğin tek bir kaynak tarafından tanımlanıp
belirlenmesi soncunu kaçınılmaz bir durum haline getirir (Kaya, 2009: 77-78). İletişim alanında işleyecek
olan serbest dolaşım ilkesi içinde üç öğe yer almaktadır: bunlardan ilki olaya, habere, bilgiye serbestçe
ulaşma; ikincisi edinilen bilgi ve haberleri serbestçe aktarabilme; üçüncüsü ise toplumda yaşayan
herkesin iletileri serbestçe alma ve iletiye kavuşma özgürlüğüne sahip olmasıdır. Bu üçüncü öğenin
modern toplumsal yaşamda daha çok biçimsel bir ön kabul olduğu ve sadece simgesel bir anlam taşıdığı
açıktır (Kaya, 2009: 78).

Düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne dair tartışmalar Türkiye'de de


çoğu zaman siyaset ve medya alanının gündeminde yer almaktadır. Türkiye'de bu
özgürlüklerin durumuna ilişkin olarak Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumlardan Sınır
Tanımayan Gazeteciler gibi mesleki örgütlenmelere dair birçok kurum ve kuruluş çeşitli
değerlendirmeler yayınlamaktadır. Bunlara bir örnek olarak Avrupa Konseyi İnsan Hakları
Komiseri Thomas Hammarberg tarafından hazırlanan 2011 tarihli Türkiye'de İfade
Özgürlüğü ve Medya Özgürlüğü başlıklı raporu internet kaynaklarından indirerek
inceleyebilirsiniz.

Liberal ideolojinin öngördüğü medya düzenine ilişkin ikinci temel ilke özel (serbest) girişimciliktir.
Bu ilkenin kaynağı modern basının daha başından itibaren bir ticari etkinlik olarak gelişmiş olmasında
aranabilir. Bu ilkenin dört önemli düşünceyi içerdiği görülür. Bunlardan ilki kitle iletişim kuruluşlarının
kurulmasında herhangi bir ön izin alma koşulunun olmamasıdır. Bir başka deyişle, kamusal alana yönelik
bir iletişim etkinliği amacıyla haber ve bilgilerin üretimini ve dağıtımını iş olarak seçen herkes, bir izin
gerekmeksizin bu alanda etkinlikte bulunabilmelidir. İkincisi, gazeteciliği meslek olarak seçmek için
hekimlikte, avukatlıkta ya da mimarlıkta olduğu gibi belirli bir diplomaya sahip olmak ve bir meslek
odasına kayıtlı bulunmak gibi koşullar olmalıdır. Üçüncüsü, kimse isteği dışında yayıncılık yapmaya
55

 
zorlanmamalıdır. Son olarak, yayınların önceden denetimi olamayacağı gibi, yasalarla belirlenmiş
sınırlamalar dışında resmi görüş ya da iktidarların eleştirisi de dahil olmak üzere hiçbir yayın nedeniyle
ceza soruşturması da söz konusu olmamalıdır (Kaya, 2009: 78-80).
Liberal yaklaşımda basın özgürlüğünün temeline yerleştirilen her türlü düşüncenin serbestçe ifade
edilmesi ile girişim serbestliği ilkesinin bir arada yer bulması sürekli bir gerginlik kaynağıdır. Çünkü
birincisi, tekelleşmeyi açıkça reddederken, diğeri ise kapitalist gelişme sürecindeki tekelleşme
eğilimlerine zemin hazırlamaktadır. Gerçek yaşamda hangi öğenin ağır basacağını siyasal olarak egemen
olan koşullar belirlemektedir. Liberal ideolojide iletişim alanındaki faaliyetlerin bir yönüyle iktisadi
olduğu hiçbir zaman yadsınmasa da, 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde bu alanda faaliyet
göstermenin, temel amacı ortak iyiyi ve kamusal yararı sağlaması gereken bir kamu hizmeti anlamına
geldiği liberal düşüncenin demokratik bir çerçeve bağlamında benimsenen esas ilkesi haline gelmiştir.
Böyle bir kabulün anlamı, kitle iletişim araçlarının işleyişinin başka sektörlerdeki ticari faaliyetlerle aynı
kefeye konulamayacağıdır. Dolayısıyla iletişim alanı düzenlenirken söz konusu olabilecek kamu yararı
gözeten müdahaleler liberal öğretide meşru bir temel kazanmıştır (Kaya, 2009: 76-82) .

Türkiye'de medya sektöründe mülkiyet sahipliğini, şirketleşmeyi ve


denetim mekanizmalarını anlatan detaylı bir çalışma için Gülseren Adaklı'nın Türkiye'de
Medya Endüstrisi Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve Kontrol İlişkileri adlı kitabını
inceleyebilirsiniz.

Düşünsel temelin yukarıda ifade edildiği şekilde gelişmesinin, alanda faaliyet göstermek isteyecek
girişimciler için önemli ve çok açık bir içermesi vardır: Medya kuruluşlarının amacının kendi görünür kar
amacı dışında bir kamu hizmeti olarak belirlenmesi, bu alanda mülkiyet hakkını mutlak bir hak olmaktan
çıkartmaktadır. Böylece mülk sahiplerinin basın işletmelerini yönetirken tasarrufta bulunma hakkının
kamu yararı uyarınca sınırlanıp yönlendirilebilir olması, büyük sermayenin medya alanına uzun yıllar
boyunca ihtiyatlı yaklaşımını beraberinde getirmiştir. Öte yandan, iletişim alanının yüksek oranlı kar
getirisi yanı sıra siyasal etkileme olanağı da sunması sermayeyi çekmiş, kapitalist ekonominin işleyişinin
bir sonucu olarak basın alanında da büyük sermaye grupları, hatta özellikle ABD'de tröstler oluşmuştur.
Yine de, 20. yüzyıl boyunca demokrasi rüzgarlarının hızlı estiği elverişli kimi siyasal koşullarda
çıkartılan anti tröst yasaların en etkili olduğu alanların, basın ve sinema gibi iletişim sektörleri olduğunu
unutmamak gerekir (Kaya, 2009: 76-82).

Liberalizm ve İletişim Alanında Kuramsal ve Güncel Tartışmalar


İkinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, 1930'lu yıllarda toplumsal bir olgu olarak görülen iletişim,
disiplinler arası sınırlara meydan okumuş ve sosyoloji, ekonomi, siyaset bilimi ve psikolojinin yanı sıra
felsefe de dahil birçok perspektiften hareketle yapılan araştırmaların konusu olmuştur. Bu dönemde
ABD'de eleştirel bir bakış açısı, toplumsal muhalefetin ve toplum biliminin içinde yer alanların sık sık
hedef aldıkları Amerikan basınına ilişkin analizlerle en açık haliyle ortaya çıkmıştır. Basının rolüne
duyulan ilgi yaygınlaşmış; bu ilgi gazetecilik eğitiminden basın ahlakına ve haberlerin etkilerine dek
uzanan çalışmalarda yansımasını bulmuştur. Böylece, medyanın Amerikan toplumundaki konumuna dair
soruların düzenli ve sistematik bir şekilde ele alınmasına duyulan ihtiyacı yansıtan eleştirel bir literatür
gelişmiştir. Bu eleştirel bakışın gücü, reform isteyen toplumsal unsurlar ile toplum bilimleri çalışan
akademik çevrelerin reformların bilimsel olarak haklılaştırılması ihtiyacına dayanan ittifakından
kaynaklanmaktadır. Reform isteyenler toplum biliminin bilgisini eyleme tercüme etme kapasitesine
inanmaktadır. Böylelikle, toplum biliminde yalnızca toplumun bir tasvirinin değil, demokratik amaçlara
dönük toplumsal değişmenin araçlarının bulunması umulmuştur (Hardt, 1994: 7).
Bu erken dönem sosyolojik düşüncelerden zamanın ‘bırakınız yapsınlar, buırakınız geçsinler’
bireyciliğinin ve Marksist kuramın sunduğu sosyalizmin potansiyel aşırılıklarına alternatif olarak görülen
çoğulcu bir toplum modeli ortaya çıkmıştır. Aslında bu modelin ortaya çıkışı, ABD'de demokrasinin
yerleştirilmesine yönelik bir değişme sürecine denk düşmektedir. John Dewey'in teorik önermelerinden
Chicago sosyologlarının Amerikan toplumunun koşullarına dair yürüttükleri toplumbilim araştırmalarına
kadar ilgili literatür, demokrasi kavramını geliştirme bağlamında bir sorunsal olarak medyanın somut
56

 
analizlerinin yapılmasını önermiş olsa da, iletişimin soyut bir düşünce olarak ele alındığı görülmektedir.
Bu bakış açısı, teknoloji denetimini elinde tutanlar ile mesajları alanlar arasında fark gözetilen bir iletişim
süreci tasvir etmiş, ancak iletişim sürecinin kültürel ya da ekonomik farklılıklarının toplumun işleyişi
üzerindeki etkilerinin anlaşılmasında başarısızlığa uğramıştır. Anlaşılacağı gibi, bu eleştirel çalışmaların
temelinde çıkarları, yetenekleri ve ilgileri cemaatin özüyle çakışan bireylerden oluşan bir “büyük cemaat”
ya da ideal demokrasi algısı vardır. Sözün özü, anlatılan yaklaşım kapsamında iletişim demokratikleşme
sürecinde hayati, bütünleştirici ve toplumsallaştırıcı bir güç olarak ele alınmış ve buna bağlı olarak
toplumsal teori ve araştırma çabalarında önemli bir kavram haline gelmiştir (Hardt, 1994: 10).

Liberal ideolojiye uygun olarak düzenlenen bir iletişim sistemi, ne


gibi ilkeler etrafında kurulabilir, tartışınız.

20. yüzyılda iki büyük savaş arası dönemin birçok başka konu ve alanda olduğu gibi kamusal iletişim
üzerine de düşüncenin sorgulanmasına ve yeni değerlendirmelere ihtiyaç duyulmasına yol açan
değişimlerle dolu olduğu açıktır. Bu bağlamda, sınır ve mesafe tanımaksızın düşünce ve ve görüşleri çok
uzaklara kadar iletebilen, savaş öncesinde ve savaş sırasında ideolojilerden bağımsız olarak tüm
devletlerin yararlanmaya uğraştığı radyonun gücü, yeni düşüncelerin yolunu açmıştır. Radyonun sadece
dış güçlere karşı kullanılabilecek bir silah olmadığı, bir ülkenin karşı karşıya kalabileceği siyasal, sosyal
ve kültürel sorunları aşmada da önemli bir rol oynayabileceği yaygın bir düşünce halini almıştır. Bu ikinci
eğilim, radyonun yaygınlaşmaya başladığı ülkeler olarak Batı Avrupa ve ABD'de yaşanan büyük
ekonomik çöküş ve bunalım koşullarında ortaya çıkmıştır. Devletin bunalım koşullarında yeni hizmetler
sunarak krizin üstesinden gelecek önlemleri gündeme getirmesi beklenmektedir. İşte böyle bir ortamda
kitle iletişim olanaklarından, ortak değerler yaratma ve gereken toplumsal seferberlik için yararlanma
fikri güç kazanmıştır. Bu koşullarda başta ekonomi olmak üzere birçok konuda devletim müdahalesi
liberal öğreti ile bağdaşmaz olarak nitelendirilmemiştir. Böylece, kamusal iletişim alanında da radyo ile
televizyonun doğrudan kamu tekeli olarak işletilmesine kadar uzanan devlet müdahaleleri dayanak
bulmuştur. Üstelik radyo (sonraları televizyon) frekanslarının kıt doğal kaynaklar olarak
değerlendirilmesi gibi çok kişiye “rasyonel” gelen bir teknik gerekçe de bulunmaktadır (Kaya, 2009: 91).
Yukarıda anlatılan düşünsel ortam içinde İkinci Dünya Savaşı'nın basına zorunlu olarak dayattığı
kısıtlamaların ortadan kaldırılması zamanı geldiğinde, basının sermayenin denetimine geçmiş olduğu
düşünülmeye ve bir kaygı nedeni olarak sorgulanmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sırasında, artık büyük
bir kültür endüstrisi boyutuna ulaşan kitle iletişim kuruluşlarının faaliyetlerinin, toplumun beklediği kamu
hizmetinin gerekleri ile bağdaşmadığı ve beklentileri yeterince karşılamadığı ortaya konmuştur. ABD'de
medyanın kendisine ve Amerikan toplumunda büyük cemaat arayışına katılmadaki başarısızlığına yönelik
kapsamlı ve nitel bir eleştiri girişimi, Basın Özgürlüğü Komisyonunun 1947 yılında sunduğu raporda
yansımasını bulmuştur. Savaştan sonra yayınlanan bu raporun reformist ruhu ve tavsiyeleri daha erken
dönem eleştirel yazıların konumunu yansıtmakla birlikte, Amerikan toplum bilimlerindeki bir eleştirel
söylem çağının sona erişinin işaretlerini de vermektedir. Komisyon raporu önceki yılların eleştirilerini
özetlerken, enformasyonun akışına ve düşüncelerin çeşitliliğine olan liberal inancı yeniden
onaylamaktadır. Aynı zamanda basında mülkiyete sahip olanların ve basını ekonomik ya da siyasal
araçlar yoluyla denetleyenlerin düşüncelerinin egemenliğine giren bir basının tehlikelerini de
yinelemektedir. Rapor çağdaş medyanın eleştirisi anlamında dikkate değer bir belge olmakla birlikte,
geniş ilkelere ve genel doğrulara dayanarak basına sorunlu bir özgürlük çağrısında bulunmaktadır. Yine
de rapor medyayı ikna edememiş ve “kendi konumlarının siyasal gerçekliği karşısında kültür endüstrinin
ticari çıkarlarıyla baş etmeye muktedir olmayan bir grup insanın düşünceli ve zarif bir çağrısı olarak”
iletişim tarihinin içinde yerini almıştır (Hardt, 1994: 11).

Davranışsalcı Yaklaşım
İkinci Dünya Savaşı, demokratik toplum idealinin toplumdaki sınıf ve katmanlarca yeterince
benimsenmediği ve kurulan temsili demokrasilerin meşruiyetinin sağlam olmadığı teşhisinin
güçlenmesine neden olmuştur. Temsili demokrasinin zaaflarının giderilmesi yönünden yurttaşlarla devlet
arasında yeni bir uzlaşmanın kaynağı olabilecek bir anlaşmanın arayışı içinde, sosyal refah devleti
57

 
çerçevesinde yürütülecek daha geniş katılımlı bir yurttaşlık eğitiminin ilkeleri de siyaset bilimciler
tarafından oluşturulmaya başlanmıştır (Hardt, 1994: 11).
Böylece, katılımcı ve çoğulcu demokrasinin Soğuk Savaş döneminde taçlandırılmasıyla birlikte, daha
önce siyasal yaşamın dışında varsayılan ailede, okulda ve işyerinde demokratik ilkelerin
yerleştirilebilmesi için bireylerin tutumlarında demokratik eğilimlerin ortaya çıkarılmasına yönelik bir
çalışma alanı yaratılmıştır. Bu alanın ortaya çıkması, ancak bireylerin davranışlarının altında yatan
psikolojik nedenlerin gözlemlenmesi ve ayrıştırılmasıyla mümkün olabilirdi. Anlatılan arayış içinde
siyaset doğrudan bireylerin davranışları ile ilişkilendirilmiştir. Böylelikle siyaset bilimi içinde araştırma
yapabilmek için psikoloji ile işbirliğine gidilmesinin zorunlu olduğunun altı çizilmiştir. Bu bağlamda
geliştirilen politik psikoloji ile siyaset bilimini birbirine bağlayan politik toplumsallaşma araştırmaları,
iletişimi bireylerin davranışlarıyla ilişkilendiren ilk araştırmalar olarak ortaya çıkmıştır (Köker, 1998:
1998: 31-32). Böylece, ABD'de 1950'li yıllarda iletişim sürecine dayanan bir kültür ya da toplum
anlayışının mevcut olmasından ötürü, iletişim kavramı öncelikli bir teorik sorun ve demokratik bir
toplumun başarısının ölçütü haline gelmiştir (Hardt, 1994: 3-4).
Anılan dönemde toplumsal olgularla bilimsel etkinlik arasında yeterince düzenli ve güçlü bağlantılar
kurulamadığı varsayımı etkili bir bakış açısı haline dönüşmüştü. Bu varsayımı öne süren davranışsalcı
yaklaşım, doğa bilimlerinin yöntemine benzer özellikler taşıyan ve bütün sosyal bilimler için geçerli olan
bir üst yöntem arayışına yönelmiştir. Ancak bu yöntem arayışı daha çok araştırma tekniklerinin
geliştirilmesinde etkili olmuştur. Aynı zamanda, sosyal bilim araştırmalarına sağlanan mali desteklerin
artması da araştırma tekniklerinin geliştirilmesini mümkün kılmıştır. Toplumsal olguların yeni
ölçümlerinden çıkan soyut modeller etrafında inşa edilen bilim anlayışı, yalnızca 50'li yıllarda değil, onu
izleyen on yıl boyunca da etkili olmuştur. Bu dönemde, özellikle iletişim ve siyasal iletişim çalışmaları
davranışsalcı yaklaşımlara can veren çalışma alanları görünümündedir (Köker, 1998: 32-33).
İlk siyasal iletişim araştırmalarının konuları, insanların siyaset alanındaki bilgilerinin
değiştirilebileceği ve onlara yeni düşünceler kazandırılabileceğine ilişkin savaş yıllarında biriken
deneyimin demokratik değerlerle yeniden yoğrulması çerçevesinde geliştirilmiştir. Örneğin, Harold
Lasswell'in propagandayı konu alan çalışması, insan eylemini etkileme teknikleri üzerinedir.
Propagandanın siyasi iktidarı ele geçirmek ve etkilemek isteyen birey ve grupların, diğerlerinin düşünce
ve görüşlerini etkilemek amacıyla önceden tasarlanmış ikna ve telkin tekniklerini kullanarak yaptıkları
eylem olarak tanımlandığı araştırma sonucunda geliştirilen modelde iletişim, iletilerin aktarımını içeren
doğrusal bir süreç olarak anlaşılmıştır. Bu sürecin işleyişinde insanların siyasal görüşlerinin nasıl
etkilendiğini açıklayabilmek için “kim ne söylüyor, hangi kanaldan kime, hangi etkiyle” gibi soruların
araştırılması ve çözümlenmesi öngörülmüştür (Köker, 1998: 34-35).
Lasswell'in modeli değişikliklerle birçok araştırmada kullanılmıştır. Bunların içinde belki de en
önemlisi olan Elihu Katz ve Paul Lazarsfeld'in geliştirdiği “iki aşamalı akış” modeliyle yapıla
incelemede, kitle iletişim araştırmalarının kam oyu oluşturmadaki etkisinin sınırlı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Kamuoyunun, asıl olarak, medyadan kanaat önderlerine aktarılan bilgi aracılığıyla
şekillendiği ileri sürülmektedir. Kanaat önderlerinin işlevi, aynı yıllarda geliştirilen diğer modellerde de
tartışılmış, haberlerin akışı üzerinde çalışan iletişim bilimciler “eşik bekçisi” kavramı etrafında haber
akışına müdahale edenlerin işlevini gözden geçirmiştir. Anlaşıldığı üzere, bu araştırmalarda demokratik
sistemin sürdürülmesinde etkin güç, liderlik olarak görülmektedir. Kanaat önderlerinden başlayarak parti
liderlerine ve hükümet üyelerine kadar uzanan bir yelpaze içinde seçkinlerin demokratik değerler
üzerinde uzlaşma sağlaması sorunu modern demokrasilerin temel sorunu olarak kabul edilmiştir. Böylece
davranışsalcı yaklaşımın bilimsel yöntem ve tekniklerin geliştirilmesi yönündeki çabalarının yanına
demokratik değerlerin pekiştirilmesi için yol gösterme görevi de eklenmiştir (Köker, 1998: 35)

Sistem Yaklaşımı
Davranışsalcı yaklaşımın on yıl içinde kendine bir toplumsal sorumluluk alanı inşa etmesinde sistem
analizi yaklaşımının katkısı olmuştur. Sistem analizi yaklaşımı ABD'deki Sosyal Bilimler Araştırma
Konseyi Karşılaştırmalı Politikalar Komitesinin mali ve düzenleyici katkılarıyla bir grup siyaset
bilimcinin Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki sosyal ve siyasal değişimlerin kavramsal şemasını
58

 
çıkartmak amacıyla giriştikleri çabaların içinden doğmuştur. Bu yaklaşımın kavramsal çerçevesinin
gelişimine katkıda bulunan Gabriel Almond, siyasal sistemi az ya da çok meşru biçimde fizksel zor
kullanma ya da kullanma tehdidi aracılığıyla hem kendi içindeki topluluklara hem de diğer toplumlara
karşı olarak bütünleştirme işlevini yerine getiren ve bütün toplumlarda bulunabilecek bir etkileşimler
sistemi olarak tanımlamıştır. Bu etkileşim sistemi içinde girdi ve çıktı işlevlerinin anlaşılmasıyla siyasal
etkinliklerin kavranabileceğini ileri sürmüştür. Almond'un kullandığı kavramsal çerçeve içinde girdi
işlevleri politik toplumsallaşma ve kaynak devşirilmesi, çıkarların eklemlenmesi, bir araya getirilmesi ve
siyasal iletişimden oluşmaktadır. Çıktı işlevleri ise kural konulmasını, uygulanmasını ve
haklılaştırılmasını içermektedir. Sonuç olarak, Almond siyasal sistemde bütün işlevlerin iletişim
aracılığıyla ortaya çıktığını belirtmektedir. Öte yandan, modern siyasal sistemlerin diğer işlevlerini yerine
getiren yapılardan uzak, farklılaşmış iletişim araçları geliştirdiğini de ileri sürer. Modern siyasal iletişim
yapıları kümesinde, sistem yararına sınırların konulmasıyla formel olanların yanında informel iletişim
araçları da gelişmiştir (Köker, 1998: 35-37).
Sistem analizi yaklaşımının kavramsal çerçevesi kurulurken politik iletişimin işlevlerinin
belirlenmesindeki pay daha çok David Easton'a aittir. Easton politik sistemin talepler ve destekler
şeklinde çevreden gelen girdileri, toplum üyeleri arasındaki değerlere yerleşen otoriter çıktılara
dönüştüren süreçlerden oluştuğunu söylemektedir. İletişim bu işleyişin bütün aşamalarında sürece dahil
olacaktır. Easton, özellikle taleplerin sisteme dahil edilmesi, sistemden çevreye geri besleme ve geri
besleme sonrasındaki tepkilerin sunulması ile ilgili olarak iletişim yapıları ve süreçlerinin altını
çizmektedir. Bu bakış açısında iletişim yapıları ve süreçleri doğal ya da biyolojik alt sistemler olarak
kabul edilmektedir. Sonuç olarak, Easton'ın biyolojik sistemlere gönderme yaparak siyaset dışı, nötr bir
bilimsel etkinlik tasarlama yolundaki çabaları sonuçsuz kalacaktır (Köker, 1998: 40).
Savaş sonrasında sosyal bilimlerde davranışsalcı yaklaşım ve sistem yaklaşımının etkisinde kurulan
yeni disiplinler olan karşılaştırmalı siyaset bilimi ya da karşılaştırmalı sosyoloji çalışmaları da, kitle
iletişim araçlarını demokrasi teorisi içinde merkezi bir konuma yerleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Bu
çerçevede kamusal bir hizmet sunduğu varsayılan kitle iletişim araçlarının, demokratik toplumlarda
dayanışmanın ve bütünleşmenin sağlanmasına yardımcı olarak düzenin korunmasına, toplumsal gelişme
ve değişmenin istikrar içinde gerçekleşmesine doğrudan bir katkıda bulunduğu bilim dünyasınca
kuramsal düzeyde kabul ve ilan edilmiştir. Dolayısıyla, liberal bakıştan kalkarak, iletişim alanına
dördüncü güç olarak nitelenmesini güçlendiren ve tanımlayan yeni bir sıfat eklenmiş, basına toplumun
demokratik işleyişinin bekçi köpeği görevi ve unvanı verilmiştir (Kaya, 2009: 108).
Sistem analizi, farklı siyasal sistemlerde farklı siyasal iletişim yapılarının geliştiği ve ancak bunların
karşılaştırılması yoluyla modern siyasal iletişim yapılarının bütünsel olarak kavranabileceği düşüncesine
dayanmaktadır. Bu bakış açısıyla, bir yandan modern siyasal iletişim yapılarını diğer yandan o yapıların
içinde barındırdığı siyasal kültürleri irdeleyen araştırmalar ön plana çıkartılmıştır. Sözü geçen
araştırmalarda iletişim araçlarına ulusal bütünleşmeyi sağlama işlevini yüklenmiştir. Siyasal harcı yayan,
ulusal topluluğun empati sağlamasına aracı olan kitle iletişim araçları, aynı zamanda modern siyasal
kültüre sahip olmanın bir ölçütü haline getirilir. Böylece, modernleşme kuramcıları, batıya doğru evrilen
kültürlere bakarken, kitle iletişim araçlarının ve kullanıcılarının sayısına, verici kapasitelerine bakarak
gelişmişliğin orantısını belirlemeye başlamıştır (Köker, 1998: 38).
1969'da ilan edilen “davranışsalcılık sonra devrim” yıllarında sistem analizleri ile beslenen
davranışsalcı yaklaşımlar, artık kamu politikalarının belirlenmesini toplumsal sorumluluk alanlarına
bırakmıştır. Bu süreç normatif yargılardan arındırılmış bir sosyal bilimin yapılandırılmayacağı anlayışını
güçlendirmiştir. Aynı dönemde siyasal iletişime liberal-çoğulcu toplum tasarımını arkasına alarak
yeniden güç kazandıran görüşleri de anmak gerekir. Söz konusu görüşler hem sistem analizi
yaklaşımından izler taşımakta hem de kurumsal bir siyasal iletişim anlayışının örneklerini
oluşturmaktadır. Bu kapsamda, 1970'lerde siyasal meşruiyetin sağlanmasının öne çıkan bir konu
olmasıyla, oy verme davranışlarını inceleyen siyasal iletişim araştırmaları da meşruiyetin ya da güvenin
tesis edilmesi sorununa ağırlık vermiştir. Seçim kampanyalarının incelenmesi ABD'de gündem belirleme
yaklaşımı içinde, Batı Avrupa'da ise bir yandan seçmenle medya arasındaki ilişkiye diğer yandan daha
demokratik bir siyasal iletişimin kurucuları olarak gazetecilerin geleneksel demokratik rollerini yüklenme

59

 
koşullarına odaklanılarak ağırlık kazanmıştır. Batı Avrupa'da kurumsal siyasal iletişim çalışmaları içinde
kabul edilen bu çalışmalar, zamanla tartışmaların ana eksenlerinden birini oluşturacaktır. Bu gelişmede
ABD kaynaklı yaklaşım ve modellerin etkisi olsa da siyaset bilimiyle iletişim araştırmaları arasında bağ
kurmak eğilimine sahip çıkan Avrupalı araştırmacılar, 70'ler ve onu izleyen yıllarda kurumsal siyasal
iletişim alanını geliştirmiştir (Köker, 1998: 40-42). Sonuç olarak, hem Avrupalı siyasal iletişim
araştırmalarının kurumsallık üzerindeki ısrarı hem de davranışsalcı ve sistem analizi yaklaşımlarının
toplumsal sorumluluk almadaki çaresizlikleri, sosyal bilimlerin olgu bağımlılığından kendisini kurtarıp
kuramsal bilgiye gözlerini çevirmesine neden olmuştur. “Teorinin geri dönüşü” olarak adlandırılan
gelişmeler sonucunda, siyasal iletişim çalışmalarının beslendiği kaynaklar da felsefeden ahlaka
dilbilimden antropolojiye uzanan bir çeşitliliğe ulaşmıştır (Köker, 1998: 42-43).

Toplumsal Sorumluluk Anlayışı


1980'li yıllarda teknolojik sıçrama ve toplumsal-siyasal gelişmelerin etkisiyle olumsuz yönde büyük bir
değişime uğrayana kadar kitle iletişim araçlarının toplumdaki konumunu düzenleyen liberal anlayışın,
yukarıda anlatılan gelişmeler ve kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde, temelde iki temel varsayım üzerinde
kurulduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, çok sayıda ve birbirinden bağımsız yayın kuruluşunun
toplumda faaliyette bulunmakta olduğu, ikincisi de bu kuruluşların içerik ve üretimleri açısından
mülkiyeti elinde tutanlar karşısında özerk, devlet karşısında tamamen bağımsız oldukları düşüncesidir.
Dolayısıyla, her bir kuruluşun özgürce ve değişik içeriklerle üretim yapması ve bu üretime sadece
mesleğin en iyi, en yetkin biçimde yerine getirilmesi arzusunun (profesyonellik ideolojisinin) yön
vermesi beklenmektedir. Hedef kitlenin taleplerinin ve arzularının da içeriğin belirlenmesinde bir rolünün
olacağı, dolayısıyla izleyicilerin ya da okuyucuların rasyonel davranabilen aktif yurttaşlar oldukları
varsayımı da bir başka temel ön kabul olmaktadır (Kaya, 2009: 108-109).
Devletin işlevlerini genişleten refah devleti anlayışı, bu düşünce iklimi çerçevesinde gelişerek kamu
adına siyasal müdahaleleri yaygınlaştırmanın zeminini sağlamıştır. Bu ortamda medya endüstrisinin
gösterdiği gelişmeler de, bu alanda yeni bir bakış açısına ve kamusal müdahalelere açık bir alan
yaratmıştır. Basın işletmelerinin karlarını artırmak için aldıkları önlemler ve izledikleri yayın politikaları,
hem tekelleşme eğilimlerini hızlandırmış hem de yayın içeriklerini liberal yaklaşımın felsefi temellerinde
yer alan çoğulculuktan hızla uzaklaştırmıştır. Böylece, fark edilmemesi mümkün olmayan çelişkiler
ortaya çıkmıştır. Bu durum, kitle iletişim kuruluşlarının mülkiyeti ve denetimi konularını büyük ölçüde
tartışılır hale getirmiştir. Temel soru, yukarıda da bahsedildiği gibi, nasıl bir anlayışla görev yapılırsa
basının çoğulcu bir topluma katkısının olabileceği üzerine gelişmiştir. Tartışmaların odak noktasında
iletişim alanında mülkiyeti elinde tutanların basın özgürlüğününün içeriğini anlamsız kılacak biçimde
belirlemesine nasıl sınırlama getirileceği yer almaktadır. Aslında, tartışılan konu, mülkiyeti ellerinde
tutanların basın özgürlüğünü ortadan kaldırmasına nasıl engel olunacağıdır. Bu can alıcı soruna çözüm,
liberal düşüncenin bir gereği de olarak basının topluma karşı sorumluluğu bulunduğu ana fikrinin
kamusal iletişim sistemlerinin temel ikesi olduğunun kabul ve ilanı ile bulunmak istenmiştir (Kaya, 2009:
101-104).
Basının toplumsal sorumluluğu anlayışının esas olarak liberal ideoloji tarafından biçimlendirilmiş
olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan, anılan yaklaşım içinde özel mülkiyetten vazgeçilmesi elbette söz
konusu değildir. “Sadece artan tekelleşme eğilimlerinin, basın sektöründe ciddi yoğunlaşmaların, önüne
geçilmez bir görünüm almakta olan ticarileşmenin sakıncalarını önlemeye yönelik yeni değerlendirmeler
ve önlemler söz konusudur” (Kaya, 2009: 107). Bu değerlendirmelerin arkasında ise temel ve
vazgeçilemez bazı önermeler bulunmaktadır. Bunlardan ilkine göre, kitle iletişim alanında yapılan
üretimin diğer sektörlerdeki üretimden ayrı, kültürel içerikli bir sektör olduğu unutulmamalıdır.
Dolayısıyla bu sektörde üretim yapmak, yani kamusal iletişim kuruluşu sahibi olmak, aslında kamusal bir
emanetin (mülkiyetin) kullanılmasıdır. Yani özel mülkiyet kitle iletişim alanında mutlak bir hak değil,
verilmiş ve tanınmış bir ayrıcalık olmaktadır. Bu ayrıcalıklarını kullanmak isteyenler mutlaka kamusal
çıkar doğrultusunda hareket etmeli ve bir kamu hizmeti yerine getirmelidir. Sözün kısası, kamusal
iletişim alanında faaliyet gösterenler topluma karşı sorumluluk ilkesinin, kar elde etmek de dahil her
şeyden öncelikli bir kaygı olduğunu içlerine sindirmek durumundadır (Kaya, 2009: 107).

60

 
Liberal ideoloji içinde toplumsal sorumluluk, sadece basın kuruluşunun sahip olması gereken bir
nitelik olarak ele alınmaz. Toplumsal sorumluluğun yaşama geçirilmesi önemli ölçüde gazetecilik
mesleğinin icra edilmesine bağlı sayılmıştır. Bu anlamda, meslek ahlakına uyulmasını sağlamak üzere,
yayın kuruluşu ve gazeteciler için ayrı ayrı ve aynı anda birlikte geçerli olacak bir takım kurallar
geliştirilmiştir. İdeal anlayış çerçevesinde, kamusal bir hizmet gören gazetecinin mesleğini icra ederken
doğruluktan ve dürüstlükten asla sapmaması ve yalnızca gerçeği aktarması temel alınır. Toplumsal
sorumluluk anlayışı, yansız ve eşit davranmayı, kişilik haklarına ve özel yaşama saygıyı gerektirmektedir.
Yerleşik çıkar çevrelerinden bağımsız olmak ve sadece genel (kamusal) çıkarı gözetmek yayın kuruluşu
kadar gazetecinin de sorumluluğundadır. Dolayısıyla, gazetecilik bir hukuk devletinde yasaların
bağlayıcılığına ve genel adaba uygun davranmayı herkesten daha fazla bir titizlikle önceden kabullenen
ve her zaman buna göre davranabilen insanların mesleği olmalıdır (Kaya, 2009: 108).

MARKSİZM, İDEOLOJİ VE İLETİŞİM


Marx ve Engels'in ideoloji kavramı, kendilerinden önce var olan, iki eleştirel felsefi düşünce çizgisinden
doğrudan doğruya etkilenmiştir. Bunlar Fransız materyalizmi özellikle Feurbach'ın geliştirdiği din
eleştirisi ve Alman bilinç felsefesinin (idealizm) ve özellikle Hegel'in yürüttüğü geleneksel
epistomolojinin eleştirisi ve öznenin etkinliğinin yeniden değerlendirilmesidir. Sözü geçen eleştirel
yaklaşımlar dinsel veya metafizik çarpıtmaları özgül toplumsal koşullarla ilişkilendirmezken, Marx ve
Engels bilincin bu ters yüz olmuş biçimleri ile insanların maddi varoluşları arasında zorunlu bir bağ
olduğunu göstermeye çalışmıştır. Marx ve Engels'e göre toplumsal çelişkilerden kaynaklanan ve aynı
zamanda bu çelişkileri gizleyen düşünce çarpıklığına göndermede bulunan ideoloji kavramının ifade
ettiği ilişki işte budur. Marx'ın ilk eserlerinde ideoloji terimi henüz ortaya çıkmamış olsa da, başlangıçtan
itibaren ideolojinin yalın ve eleştirel bir çağrışımı vardır. Kavramın daha sonra ifadesini bulacak maddi
unsurları, Marx'ın din ve şeylerin gerçek niteliklerini gizleyen ters yüz etmeler olarak tanımladığı Hegelci
devlet anlayışının eleştirilerinde içerilmektedir (Marksist Düşünce Sözlüğü, 1993: 280)..
Marx'ın ve Engels'in topluma ve tarihe yaklaşımlarının genel öncüllerini ve tarihsel materyalizmin
temellerini geliştirdikleri ikinci aşamada, ideoloji kavramı ilk olarak yine yukarıda anlatılan bağlamda
kurulur. Marx, bu dönemde genç Hegelcileri maddi gerçeklik yerine bilinçten hareket ettikleri yönünde
eleştirerek, insanlığın gerçek sorunlarının yanlış düşünceler değil, gerçek toplumsal çelişkiler olduğunu
ve yanlış düşüncelerin toplumsal çelişkilerin bir sonucu olduğunu belirtmiştir. İnsanlar bu çelişkileri
pratikte çözmeye muktedir olmadığı sürece, ideolojik bilinç biçimlerinde bu çelişkilerin varlığını ve
niteliğini etkili bir şekilde gizleyen ve yanlış temsil eden tamamen zihinsel ve güdümlü çözümlerde
yansıtmaya eğilim göstermektedir. Marx ve Engels ideolojik çarpıtmanın çelişkileri gizleyerek yeniden
üretilmelerine ve bundan dolayı yönetici çıkarlarına hizmet ettiğini söyleyerek, ideolojinin olumsuz ve
sınırlı bir kavram olduğunun altını çizerler (Marksist Düşünce Sözlüğü, 1993: 280-281).
Marksist felsefenin kurucularının ideolojiye yaklaşımında üçüncü aşama, kapitalist toplumsal
ilişkilerin somut analizini içeren iki eserden Grundrisse'le başlayan ve Kapital'le sonuçlanan bir döneme
denk düşer. Bu metinlerde ideoloji terimi ortadan kalkmıştır, ancak tersyüz etme kavramının kullanımı ve
yeniden işlenmesi Marx'ın temel ekonomik analizlerine uygun olduğunu göstermektedir. İdeoloji
ekonomik ilişkilerin yüzeyde görünüş tarzına yoğunlaşarak temeldeki gizli örüntülerin çelişkili niteliğini
gözden uzak tutmaktadır. Bu bağlamda pazar mekanizmasının aynı zamanda burjuva siyasal ideolojisinin
kaynağı olduğu vurgulanırken, burjuva özgürlük ve eşitlik ideolojisinin yüzeydeki değişim süreci altında
olup biteni, “bireysel eşitlik ve özgürlüğün yok olarak eşitsizlik ve özgürlüksüzlüğün hüküm sürdüğü
gerçekliği” gizlediği öne sürülmektedir. Sonuç olarak, ilk din eleştirisinden gizemli ekonomik
görünüşlerinin ve görünüşteki özgürlükçü ve eşitlikçi ilkelerin maskesinin düşürülmesine kadar Marx'ın
ideoloji anlayışında dikkate değer bir tutarlılık olduğu görülmektedir (Marksist Düşünce Sözlüğü, 1993:
281).

1930'lar: Frankfurt Okulunun Kültür Endüstrisini Keşfi


Toplum, siyaset, kültür üzerine etkili olmuş görüşleriyle tanınan Frankfurt Okulu iletişim alanına da
önemli katkılarda bulunmuştur. 1923 yılında Almanya'da Frankfurt Üniversitesine bağlı olarak Toplumsal
Araştırmalar Enstitüsü kurulur. Frankfurt Okulu bu enstitüde toplanan bilim insanlarının çalışmalarından

61

 
doğmuştur. Aynı dönemde etkili olan Anglo-Amerikan ana akım iletişim kuramcılarının yanı sıra
görüşlerini ortaya koymaya çalışan Frankfurt Okulunun önde gelen isimleri arasında Max Horkheimer,
Theodor Adorno, Leo Löwenthal, Herbert Marcuse sayılabilir. Çoğu zaman bu isimlerle birlikte anılan
Walter Benjamin'in okula katkısı olmakla birlikte, uzun süreli değildir. Tümü Marksist yönelimli olan
Frankfurt Okulunun üyeleri, Hitler iktidara gelene kadar çalışmalarını Almanya'da sürdürmüştür. Hitler
iktidara geldiğinde ise en önemli hedeflerinden biri Frankfurt Okulu ve Yahudi asıllı üyeleri olmuştur.
Karşılaşılan baskıya bağlı olarak, 1933'ten sonra Frankfurt Okulunun üyeleri çeşitli biçimlerde ABD'ye
göç etmişlerdir. Savaş sonrası 1949 yılında Horkheimer ve Adorno Batı Almanya'ya dönerlerken
Löwenthal ve Marcuse ABD'de bilimsel çalışmalarını sürdürmeyi tercih etmiştir ( Tokgöz, 2008: 133).
Frankfurt Okulunun iletişim çalışmalarıyla ilişkisinin ilk ayağını, 1930'lardan 1960'lardaki iletişim
alanının kuruluş aşamasında doğrudan yer alması, hatta ampirik araştırmalar yapması oluşturmaktadır.
Muhalif ve eleştirel olsa da alanın kuruluş çalışmaları içinde yer almış olması sorunlu bir durum
oluşturmaktadır. Frankfurt Okulunun iletişim alanıyla ilişkisinin ikinci boyutu ise başından itibaren
iletişim alanında ama damarın ya da ana akım çizgisinin dışında kalması ve eleştirelliğinin öne çıkmasıdır
(Kejanlıoğlu, 16-18). Bu özellikleriyle Frankfurt Okulunun iletişim alanındaki çalışmalarda farklı
değerlendirmelere tabi olduğu görülmektedir. Örneğin, son otuz yılda iletişim araştırmaları tarihini yazma
ve bu bağlamda bir sınıflamaya gitme girişimlerinde Frankfurt okulunu iletişim alanına farklı biçimlerde
yerleştirme biçimleri karşımıza çıkmaktadır (Kejanlıoğlu, 16-18). Bir başka örnek, Okulun
çalışmalarındaki eleştirellik, uzun bir süre, ABD'deki siyaset ve iletişim ilişkisini inceleyen araştırmalarda
yer bulmasa da, son dönemde ana akım Anglo-Amerikan iletişim kuramında önemli bir isim olan Paul
Lazarsfeld'in Frankfurt Okulu üyelerinden bazılarıyla ortak çalışmasına dair değerlendirmeler yapıldığı
görülmektedir (Tokgöz, 2008: , 137)
Frankfurt Okulunun ilk dönem çalışmalarında, gerek sermaye sahipliği gerekse 20. yüzyıl başında
politik görünüm ve biçimlerini kazanamamış politik aktörler ve kitleye ilişkin olarak geliştirdikleri
eleştirel kavramsal çerçeve ortaya çıkmaktadır. 1930'larda Frankfurt Okulunun kurucuları Adorno ve
Horkheimer kapitalist üretim tarzının geçirdiği değişimlere koşut olarak yeniden çözümlenebilmesi için,
geleneksel bilimsel disiplin sınırlarının ihlal edilmesi gereği üzerinde durarak ekonomiden psikolojiye
kadar uzanan geniş inceleme alanları içinde kavramsal bir çerçeve üretmeye girişmiştir. Frankfurt
Okulunun bu kuramsal çalışmaları Eleştirel Kuram adıyla anılır. Bu kapsamda, Okulun kurucularının
eğildikleri temel sorunlar bir yandan Almanya'da Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra demokratik ortamın iyi
işlememesi, diğer yandan kapitalist üretim biçimin geçirdiği değişimler ve buna paralel olarak aranılan
yeni çözümlerin üretilmesi olmuştur. Temelde kapitalizmin tahakküm ve otorite ilişkileri üzerine
yaptıkları çalışmalarla normatif siyasal kuramlar ile ampirik siyaset bilimi ayrışmasına bir karşı çıkış
geliştirmişlerdir. Sanat ve iletişim alanında ise en büyük katkıları kültür endüstrisi kavramını literatüre
yerleştirmeleri olmuştur. Frankfurt okulunun çalışmaları, Marksist ideolojiye dayanarak, bilginin tarihsel
olarak koşullandığı ve toplumsal sınıfların çıkarları ile bağlantılı olduğu vurgusunu taşımaktadır (Köker,
1998: 47).
Adorno ve Horkheimer'ın otoriter kişilik üzerine çalışmaları bir yanıyla kapitalizmin araçsal-ussal
mantığına ilişkin belirlemelere diğer yanıyla bu tasarımın kişisel düzeyde içselleştirilmesi süreçlerine
gönderme yapmaktadır. Yazarlara göre, kapitalizmin araçsal-ussal örgütlenmesi yalnız ekonomik politik
ilişkiler alanında değil, tüm toplumsal ilişkilerin örgütlenmesine yayılmıştır. Bu yayılmada kültür
endüstrisinin rolü çok önemlidir. Kültür endüstrisi kültürel ürünlerin üretiminin standartlaşması,
farklılıkların silikleştirilmesi ya da marjinalleştirilmesi, tanıtım ve dağıtım etkinliklerinde rasyonel
örgütlenme ile tanımlanmaktadır. İnsanların ortak aklının ortaya çıkmasını kültür endüstrisi
engellemektedir. Sıradan insanların günlük yaşamdaki engellenişlerini fark etmeleri önünde bir duvar
oluşturmaktadır. Böylelikle kültür endüstrisi ile toplumsal eşitsizliklerden kaynaklanan asimetrik ilişkiler
gizlenebilmektedir. Kültür endüstrisinin yarattığı ürünlerin verdiği haz ve zevk bu asimetrik ilişkilerin
yeniden üretiminin meşrulaştırma amacı haline gelmektedir. Böylece Horkheimer'ın kavramlaştırdığı
“akıl tutulması” bu ürünler sayesinde sağlanabilmektedir (Köker, 1998: 47-48).
Frankfurt okulunun çalışmalarında, insanın zihnini tahakküm altına almaya yönelen kapitalist üretim
ilişkilerinin kültürel üretim alanına damgasını 19. yüzyılın ortalarından itibaren vurduğunun altı

62

 
çizilmektedir. Bu dönemden itibaren insanın kendi hakkındaki tasavvurlarının üretildiği ilişkiler alanı
olarak kültür, endüstrileşerek politik ve ekonomik iktidarla eklemlenen bir siyasal iktidar alanı haline
dönüşmüştür. Bu tarihsel betimlemelerle birlikte Frankfurt Okulu, kapitalist üretim tarzının basitçe insan
zihninin ürettiği nesnel yapılar olarak anlaşılmasını önleyen karmaşık ilişkilerin ve dolayımların açığa
çıkarılmasına katkıda bulunmuştur. Okulun çalışmalarında, aynı zamanda, ekonomik altyapı tarafından
yönlendirilen tarihsel gelişmenin tersine çevrilmez aşamalarını vurgulayan tarihsel materyalimizin
'determinist' ve 'pozitivist' yöntemi vurgulanmıştır (Marksist Düşünce Sözlüğü, 1993: 283; Köker, 1998:
47-48).
Frankfurt Okulunun Avrupa'da tutunmaya çalıştığı yıllarda Walter Benjamin, hem modern
kapitalizmin dayattığı iletişim örüntülerini hem de bunları kuşatan siyasal dayatmaların niteliklerini
irdelemiştir. Benjamin (1993), Birinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin toplum tasarımının
“deneyimi” değersizleştirmek üzere inşa edildiğini anlatmaktadır. Bu inşa sırasında, “yalnızca yeni
olduğu için değer taşıyan”, “tümüyle şimdiki zamana teslim olan”, “kendinde ve kendisi için anlaşılır”
olan, “olayların ardındaki psikolojik bağı kabul etmeyen, görmeyen ve ayrıntılandırmayan” bir
enformasyon önem kazanmıştır. Benjamin (1993, 78-82), bu enformasyon tarzının, “uzakların bilgisiyle
geçmişin bilgisini” birleştiren, “kolektif deneyimin imgesi ruh, el ve göz arasındaki o eski işbirliği”nin
anlatımı olan hikâye anlatıcılığını gözden düşürmesinin, deneyimin ortak hafızadan çıkarılmasında etkili
olduğunu ileri sürmektedir. Zaten Birinci Dünya Savaşı sonrası yıllar “stratejik deneyimin siper savaşı,
iktisadi deneyimin enflasyon, bedensel deneyimin mekanik savaş, ahlaki deneyimin iktidar sahipleri
tarafından boşa çıkarıldığı” bir dönem olarak deneyimin bütünüyle unutturulduğu yıllar olmuştur
(Benjamin, 1993: 78).
Benjamin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yerleştirilen faşizmin ise kendine hikâye anlatma yeteneği
ellerinden alınmış insanların, kendilerini ifade etme çabalarını estetize etmek üzere örgütlendiğini ileri
sürmüştür: “Günümüz insanlarının giderek proleterleşmesi ve kitle oluşumlarının çoğalması aynı olayın
iki ayrı yüzünden başka bir şey değildir. Faşizm yeni oluşan proleterleşmiş kitleleri, bu kitlelerin ortadan
kaldırılmasını istediği mülkiyet ilişkilerine dokunmadan örgütleme çabasıdır. Faşizm kurtuluşu kitlelerin
kendilerini ifade edebilmeleri (elbet haklarını tanımaya asla yanaşmaksızın) sağlamakta bulmaktadır.
Kitlelerin mülkiyet koşullarının değiştirilmesini isteme hakları vardır; faşizm ise bu koşulların konserve
edilişini, sözü edilen kitlelerin ifadesi kılmak peşindedir. Faşizm kendi içinde tutarlı olarak, politik
yaşamın estetize edilmesini amaçlar.” (Benjamin, 1993: 69). Sonuç olarak, Benjamin faşizmin politikayı
estetize etme çabalarının sonlandırılması için sanatın politize edilmesi gerekliliğini öne sürmektedir.

1968 ve Sonrası: Toplumsal Muhalefetin Eleştirel Kurama Çağrısı


1970'li yıllardaki toplumsal ve siyasal hareketlilik Frankfurt Okulunun ürettiği yapıtlar ve ileri sürdüğü
tezlerin yeniden yaygın bir biçimde tartışılmasının yolunu açacaktır. 1968'deki öğrenci hareketleri kısa
sayılabilecek bir süre içinde işçi sınıfını da içine alarak büyümüştür. Batı Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da
kapitalist toplumun mağdurları yeni başkaldırılara girişmiştir. Bu bağlamda, üniversite öğrencilerinin
bilimsel çalışma pratikleri ile toplumsal sorumluluk arasındaki mesafenin uçurumlaştığına ilişkin
tespitleri bir yandan akademik çalışma pratiklerine yönelik eleştirilerden beslenirken, diğer yandan
kapitalizmin toplumsal eşitsizlikleri ve bağımlılıkları yeniden kuran güç ilişkilerini de tartışmaya
açmıştır. Üniversite reformu ve bilimde sürekli devrim çağrıları, yüksekokul öğrencilerinden başlayarak
siyahları, kadınları, göçmenleri, işçileri, üçüncü dünyalıları içine alarak genişleyen toplumsal
muhalefetin, siyasal iktidarın yeni biçimlerini çözmek ve görünür kılmak yönündeki çabalarının
biçimlenmesi yönünde etkili olmuştur (Köker, 1998: 48).
Toplumsal muhalefetin siyasal iktidarın görünmez biçimleri üzerinde yoğunlaşması, gündelik yaşam
deneyimlerini tartışma alanının içine çekmiştir. Toplumsal muhalefetin içinde yer alan hareketler, politik
olan ile kişisel olanın iç içe geçmişliğinin çeşitli görünümlerini sorgulamıştır. Bu sorgulama, politik
ilişkilerin toplumsal ve kişisel alanın ya tamamen dışında ya da seçim dönemlerinde olduğu gibi zaman
zaman kurulduğuna ilişkin liberal varsayımların son kalıntılarını da yok etmiştir. Aynı zamanda, bilgi
üreten ve yayan tüm toplumsal örgütlenmelere sinmiş olan eşitsizlikçi ilişkilerin ve baskıcı tutumların
“irrasyonel mantığı” deşifre edilmiştir. Düzeni koruma zihniyeti ile özgürce yaşama ve onu ifade etme

63

 
zihniyeti arasındaki gerilimin ikiyüzlülükle nasıl örtbas edildiği ortaya çıkarılırken, bu sürece aracı olan
toplumsal aktörler ve onların çalışma pratikleri, bu arada sözü geçen örtbas işlemine taraf olan medyanın
aktörleri ve pratiklerine vurgu yapılmıştır. 1970'li yıllarda hükümetler ve bilim insanları kitle iletişim
araçlarının istikrar sağlayıcı ve bütünleştirici konumlarına ilgi duyarken, bunun karşısında toplumsal
muhalefetin ilgisi medyanın toplumsal anlamları yeniden kurucu işlevlerine ilişkindir. Bu eğilim,
medyanın toplumdaki mevcut iktidar dağılımının pekiştirilmesinde bir güç odağı olduğu iddiası üzerinden
yükselmektedir. Muhalefetin ilgisi, kitle iletişim araçlarının egemen siyasal çıkarların bütünleşmesindeki
katkısının görülmesini amaçlamıştır (Köker, 1998: 48-50).
Toplumsal muhalefetin iddialarının akademik çevrede yankılanması 70'ler boyunca sürmüştür. Aynı
dönemde akademi dışındaki toplumsal muhalefeti akademinin içine taşıma girişimi, belli bir sorunu
irdeleyen, sosyal bilimlerde var olan birçok disiplinde birden çalışan, farklı disiplinlerin yöntem ve
tekniklerinden yararlanan araştırma alanlarının oluşturulmasının yolunu açmıştır. Bu yeni alanlara Siyah
çalışmaları, kadın çalışmaları ve çevre çalışmaları örnek verilebilir. Akademik alandaki söz konusu
gelişmeler 1950'ler ve 1960'lar boyunca melez bir alt disiplin niteliği taşıyan siyasal iletişimin kendine
daha geniş bir yer açmasını sağlamıştır. Yeni siyasal iletişim araştırmalarında siyaset sadece seçilmişlerin
etkileşim alanı olarak ele alınmamış, farklı toplumsal sınıflardan, etnik kökenlerden, ırklardan sıradan
kadın ve erkeklerin gündelik yaşamlarında yer kaplayan bir etkinlik olarak değerlendirilmiştir. Bu
çalışmalarda, insanların kolektif karar almalarının önünde duran engellerin ya da gündelik yaşam içindeki
engellenişlerinin kültürel hikayesi içinde, aynı zamanda bu engellenişlere karşı çıkma tarzları da ele
alınmaktadır. İletişim araçlarındaki gündelik yaşam görünümlerinin irdelenmesi sonucunda, karşı çıkma
tarzlarının ortaya konulması ve yeniden anlamlandırılması ile siyasal olan biçimleneceği görüşü ağırlık
kazanmıştır (Köker, 1998: 51-52).
Toplumsal muhalefetin akademik çevredeki etkileri sadece yeni çalışma alanlarının ortaya çıkması ile
kalmamış, aynı zamanda Marksist bakış açısının çeşitli yorumlarına akademik dünya içinde yer açılmıştır.
Bu durum iletişim ve siyasal iletişim çalışmalarını iki doğrultuda etkilemiştir. Bunlardan ilki, iletişim
etkinliklerinin ekonomi politiğini çözümleyen araştırmaların çoğalmasıdır. İletişim çalışmalarında
ekonomi politik incelemeler, ekonomi politiğin politik olanı önemsizleştirdiği yönündeki iddialarla baş
etmek adına, dünya ekonomisi ölçeğinde iletişim araçları sahipliğinin konumu ile kapitalist devlette kitle
iletişim araçlarının devletin ideolojik aygıtlarına dönüşmesinin mekanizmaları üzerinde yoğunlaşmıştır.
Ekonomi politik çalışmaların modern kapitalist devleti incelemelerinin analiz birimi haline getirmesi, ulus
devletin dünya ekonomik sistemi içindeki yerinin tartışmaya açılmasına da ön ayak olmuştur. Ulus
devletin ve devletler arasındaki ilişkilerin, siyasal iletişimin odak noktasına oturtulması çabası,
uluslararası ilişkiler alanı ile siyasal iletişim arasındaki mesafeyi kısaltmıştır (Köker, 1998: 1993).
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD'ye göç eden Adorno ve Horkheimer ile siyasal iletişimin
davranışsalcı kurucusu sayılan Lazarsfeld'in karşılaşmalarıyla, eleştirel yaklaşım ile davranışsalcı
yaklaşımın birbirini etkilemesi beklenebilirdi. Ancak onların aynı projede kısa süreli bir çalışma ortaklığı
yapmaları dışında, 1950'lerde bu iki yaklaşım tarzı arasında kuramsal ve yöntemsel hiçbir alış veriş
olmamıştır. Eleştirel ya da Marksist yönelimlerin ana akım iletişim araştırmalarını etkilmesi, ABD'de
ancak 1970'lerde kitle iletişim araçlarının ekonomi politiği üzerine çalışan ve uluslararası iletişim
mekanizmalarının içerdiği iktidar ilişkilerini sorgulayan çalışmaların yapılmasıyla mümkün olmuştur.
“ABD örneğinden yola çıkarak iletişim alanında yayılmacılığın ve sömürgeciliğin işleme biçimlerini
gösteren araştırmalar, 70'lerin başkaldırı duyarlılığı içindeki akademik çevrede yankı yapmıştır” (Köker,
1998: 52). Bu kapsamda iletişim alanında uluslararası şirket ve ulus devlet ilişkisini irdeleyen Herbert
Schiller'in çalışmaları önemlidir. Schiller, bilgi endüstrisini düzenleyen gücün ulus devlet olduğunu
vurgulayarak, ulus devletlerin çok uluslu şirketlerin çıkarlarına bekçilik yapabilmek için kendilerini
donattıklarını ileri sürer. Bu çerçevede bilgi teknolojileri ile iletişim uzmanlarının gücü artmaktadır.
Schiller, ABD'de yeni bilgi teknolojilerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasında yaşanan ordu devlet
işbirliği üzerinde durarak, bu işbirliğinin temel amacı olan ele geçirme ve yeni kaynakları sömürme gibi
hedeflerin iletişim alanına da taşındığını vurgulamaktadır (Köker, 1998: 53). Böylece, bilgi endüstrisi
çok uluslu şirketlerin Amerikan devletiyle iç içe geçmiş çıkarlarının arttırmak için “zihinleri
yönlendirmeyi” kendine hedef seçmiştir. Schiller'e göre, bu yönlendirme ulusal düzeydeki siyasette daha
etkili olmaya başlamıştır. Özellikle kamuoyu oluşturmaya yönelik kamuoyu araştırmaları pazar
64

 
ekonomisinin kurallarına bağlanan bir seçim endüstrisi haline gelmiştir. Kamuoyu araştırmaları için talep
ve mali destek ordu-endüstri-üniversite üçlüsünden gelmekte, elde edilen bilgi devletin çıkarlarını
sağlamlaştırma yolunda kullanılmaktadır. Kamuoyu araştırma şirketleri diğer büyük şirketler gibi dünya
üzerinde yaygınlaşma eğilimine girmiştir. Sonuçta kamuoyu araştırmaları “...demokrasiye hizmet
etmemiştir, tam tersine zararı dokunmuştur. Süslü giysilerin, renkli maskelerin gerisinde yansızlık ve
objektiflik kavramlarını gizlemiştir. Ne kadar yan tutuluyorsa, onu yansız, ne kadar objektif değilse, onu
objektif olarak takdim etmiştir. Katılımcı bir demokrasinin ve seçme özgürlüğünün mevcudiyeti ile ilgili
yanılgıları pekiştirmeye, manipülasyona, beyin yıkama mekanizmasına alet olmuşlardır” (Schiller'den
akt. Köker, 1998: 29).

Türkiye'de Frankfurt Okulu entelektüel ve akademik dünyada hangi


dönemde etkili olmaya başlamıştır?

Schiller'in çalışmalarının açtığı yol, 1980'lerin sonunda Naom Chomsky tarafından geliştirilir.
Chomsky'e göre “medya, haberlerin ve çözümlemelerin çatısını yerleşik ayrımcılıkları destekleyen bir
çerçevede kurarak ve bu doğrultuda her türlü tartışmayı sınırlayarak, birbiriyle kaynaşmış olan devletin
ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir” (Chomsky'den akt., Köker, 1998: 29). Edward Herman ile
birlikte yaptığı çalışmada Chomsky bir “propaganda modeli” geliştirmiştir. Bu model ile ayrıcalıklı
olanların söylemin öncüllerini saptama, halkın neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verme
ve düzenli propaganda kampanyalarıyla kamuoyunu yönetme yetisine sahip olduklarını savunmuştur.
ABD'nin medya örgütlenmesini şirket oligopolü olarak tanımlayan Chomsky, bu durumu kapitalist
demokrasinin doğal bir sonucu olarak görmektedir. Bu demokrasi içinde medya “ayrıcalıklı kesimleri
halkın kavrayışı ve katılımı tehdidinden koruyacak uyanık bekçi” rolündedir. Chomsky ABD'nin medya
örgütlenmesi üzerine geliştirdiği savları, ABD'nin uluslararası ilişkilerde ulusal çıkarları ve sermaye
gruplarının savunulması adına, haber akışını ve medya çalışanlarını kontrol ettiğine ilişkin sayısız örnekle
güçlendirir. Böylece uluslararası sömürü düzeninde ABD'nin oynadığı etkin rol bağlamında, haber
medyasının bağımlılığı gösterilmiş olmaktadır.
Schiller ve Chomsky'nin çalışmalarının ardından iletişim çalışmalarında, ekonomi politiğin eleştirel
tavrı ekseninde medya sahipliği konumu üzerinden kapitalizmde iktidar ilişkilerinin tartışılması ağırlık
kazanmıştır. Kapitalizmin gelişmesiyle kültürel ürünler karlı bir yatırım aracı haline gelmiştir. İletişim
sektöründe çalışan şirketler, sermaye ve para piyasalarını kontrol eden uluslararası şirketlerin şemsiyesi
altına girmiş, yatay, dikey ve çapraz tekelleşme eğilimleri artmıştır. Bu noktada sermaye sahipliğinin
oligarşik bir yönetim anlayışı belirmiştir. Hatta ulus devletlerin anti tröst ve tekel yasalarının
bağlayıcılığından kurtulmak üzere sektörün üretim ve işletme birimleri ayrılmıştır. Böylece, uluslararası
şirketlerin kontrol gücü artarken, bir yandan bilgi toplamak, haber vermek gibi etkinliklerin kamuyla ve
toplumsal olanla ilişkisi zayıflamış, diğer yandan iletişim sektöründe yer alan kuruluşlar reklam almaya
ilişkin düzenlemelerin egemenliği altına girmiştir (Köker, 1998: 72).
1970'lerden başlayarak iletişim ve siyasal iletişim çalışmalarında toplumsal ve siyasal yaşamdaki
egemenlik ilişkilerini görünür kılmak ve eleştirmek, bilimsel çabanın politik hedefi olarak ortaya
çıkmıştır. Eleştirel kuramcılar bilginin tarihsel olarak koşullandığını ve bilginin toplumsal çıkarlardan
bağımsız bir biçimde değerlendirilmeyeceğini ileri sürmektedir. Bu bağlamda tarihin toplumu anlama
çabasının merkezine yerleştirilmesiyle birlikte, kapitalizmin çeşitli dönemlerinde iletişim etkinliklerinin
ilişkin çalışmalar da çoğalmaya başlamıştır. İngiliz üniversitelerinde Marksist tarih yazımı kapsamı
altında yapılan bir dizi çalışma, kapitalist üretim tarzı içindeki siyasal iletişim mekanizmalarının
anlatımını da içermektedir. Örneğin Eric Hobsbawm Devrim Çağı ve Sermaye Çağı adlı kitaplarında
kültürel ürünlerin üretim ve kullanma biçimlerine ilişkin çeşitli verilerle birlikte, bir yandan siyasal
iktidarın kültürel ürünlerin dolaşımı ve yayılımı üzerinde hangi denetim mekanizmalarını kurduğunu,
diğer yandan iktidarda olmayan toplumsal sınıfların bu denetim mekanizmaların karşı direniş mevzilerini
kültürel ürünler üzerinden nasıl geliştirdiklerini anlatır. E.P. Thompson'un İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu
adlı kitabında da Fransız ve İngiliz sosyal tarihine ilişkin anlatımlar ekseninde, geleneksel halk
kültüründen modern iletişimin koşulları altında kendi örgütlenme biçimlerine ve pratiklerine sahip yeni

65

 
bir siyasal kültürün nasıl doğduğu anlatılmıştır. Genel olarak kapitalist üretim tarzı içinde dayatılan
kültürel formlara karşı direnmenin sınıfsal ve toplumsal cinsiyetle kesişmelerini gösteren bu çalışmalarda,
direnmenin tarihi ve modern iletişim örüntüleri içinde kırılgan bir ortak akıl ve duygu dili oluşturma
anlayışının varlığı anlatılmış olmaktadır (Köker, 1998: 58-59).
Sonuç olarak, Marksist bakış açısının akademik dünyaya girmesi, iletişim ve siyasal iletişim
çalışmalarında eleştirel kuramın kenarda kalan bir düşünce geleneği olmaktan çıkarmış, ana akım
yaklaşımlarına karşı bir konuma yerleştirmiştir. Özelikle felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi ile birlikte
iletişim çalışmalarında eleştirel kuramın kök salması bu alanlardaki temel eğilimleri değiştirmiştir.
İletişim alanında eleştirel kuramın bu denli etkili olmasının en büyük nedenlerinden biri, kurucu
sayılabilecek Sartre, Adorno, Benjamin, Althusser, Marcuse, Lukacs, Bloch gibi düşünürlerin ilgilerinden
kaynaklanmaktadır. Bu isimler genel olarak siyasal ve iktisadi yapı üzerinde çok durmazken, kültürel
süreçlere ilişkin araştırmalara öncülük etmiştir. Böylece sanat ve ideoloji çalışmaları Marksist gelenekten
beslenen bu düşünürlerin adeta imtiyaz alanı olmuştur. Bu imtiyaz alanının içine iletişimi alan ortam ise
İngiliz ve Amerikan üniversitelerinde doğmuştur (Köker, 1998: 72-73).

Marcuse ve Habermas: Tek boyutlu İnsana İletişimsel Eylem Önerisi


Toplumsal muhalefetin yükseldiği 1970'li yıllarda kapitalizmin geçmişinde var olan tahakküm ve direnme
biçimlerinin kültürel olanla iç içe geçmişliğini anlatan çalışmaların, kapitalizmin bugününe ilişkin
saptamalarla zenginleştirileceği bir ortam vardır. Bu noktada toplumsal muhalefetle daha doğrudan
ilişkisi kurulan Herbert Marcuse, karşımıza çıkmaktadır. Marcuse, geç kapitalizmin yarattığı tek
boyutluluğu tahakküm ilişkilerine gömülü duran kültürel ürünlerle ilişkilendirirken, kapitalizmin
meşruluğunu refah devletinin sunduğu daha çok zevk ve hazza dayalı bir yaşam biçimi içinden
kurduğunu ileri sürer. Kapitalizmin bu evresinde teknolojik ussallık öne çıkarak sadece ekonomiyi ya da
siyaseti değil, aynı zamanda insanların günlük yaşam deneyimlerini kuşatmaktadır. Marcuse'e göre bu
kuşatma kitle iletişim araçları ile geliştirilir. “Kitle ulaşım ve iletişim araçları, konut, besin ve giysi
türündeki metalar, eğlence ve bilişim işleyişinin (kapitalizmin) direnilmez ürünleri kendileri ile birlikte
buyurulan tutum ve alışkanlıkları, belli anlık ve duygusal tepkileri de iletir, bunlar tüketicilere üreticilere
ve bunlar aracılığıyla bütüne bağlarlar. Ürünler beyin yıkayıcı ve bilinç ayarlayıcıdır; kendi yanlışlığına
karşı bağışık olan yanlış bir bilinci geliştirirler. Ve bu yararlı ürünler daha çok toplumsal sınıf ve daha
çok birey için erişilebilir olurken, beyin yıkama reklam olmaya son verir, bir yaşam yolu olur” (Marcuse,
1986: 22). Marcuse'nin en önemli yapıtı olan Tek Boyutlu İnsan'da kitle iletişim araçlarından “efendilerle
onlara bağımlı olanlar arasında aracılık yapan”, “yerleşik düzenin yayın organları” türünden, bir yaşam
tarzının ideolojik örüntüsünü dokuduklarını gösteren belirlemelerle bahsedilir. Kitle iletişim araçlarının
siyasal alanda varlık göstermesiyle birlikte siyasal konuşmanın zayıfladığının altını çizen Marcuse,
iletişim araçlarının kendini doğrulayıcı ve çözümlemeci önermelerden oluşan, genellemelere dayalı bir
dil kullandıklarını, bu dilin sürekli tekrarlarla kendisini konuşulur kıldığını anlatmaktadır. Marcuse
iletişimcilerin siyasal konuşmanın içeriğine sürekli müdahale ettiklerini, kısaltmalarla ve benzetmelerle
kavramların ve siyasal değerlerin içini boşalttıklarını, reklamcılığın dilinin siyasetin dili haline
getirildiğini vurgular. Böylelikle içeriği yok edilmiş ya da bastırılmış politik dil kullanımı ile
kamuoyunun ve kişisel vicdanın üstünün örtülmesi mümkün olmaktadır (Marcuse, 1986: 72-77).
Marcuse'nin öğrencisi olan Habermas ise aynı damarı izleyerek geç kapitalizm aşamasında siyasal
meşruluğun yeniden inşası sorununu tartışmaktadır. Ekonomik ve bilimsel ilerlemenin kültürel ve politik
özgürlüğü beraberinde getirmediği ve “açlık ve yoksulluktan kurtuluşun zorunlu olarak kölelik ve
aşağılanmadan kurtuluşu sağlamayacağı” görüşünden yola çıkan Habermas toplumsal etkileşim ya da
iletişimsel eylemin özgüllüğünün altını çizer. İletişimsel eylem, topluma genel anlamda kılavuzluk eden
normları korumaya yönelen insani anlama ve bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları anlamına
gelmektedir (Çiğdem, 1997: 99). Habermas'a göre bilinç ve düşünce dil tarafından yapılaştırılmaktadır;
öyleyse toplumsal ve bireysel etkinliklerin ve anlamlandırmaların konusu olan iletişim toplumsal mekana
dahil edilmelidir. Bu, toplumsal rollerin öğrenilmesi, toplumsal kimliğin kazanılması, kültürel bilginin
aktarılması, kutsal olanın dillendirilerek pratik hayatta eyleme geçirilmesi, grup dayanışmanın
oluşturulması ve yaşam dünyasının kurumsal ilişkilerinin tanımlanması çerçevesinde olmaktadır. İletişim

66

 
toplumsal olanın içine taşındığında, yaşam alanının tümüne yayılmış, yaşam alanını ören bir eylemler
bütünü halindedir (Köker, 1998: 60).
Habermas'ın oluşturduğu iletişimsel eylem ve söylem etiği teorisinde anlam ve rasyonalite, dil ve
eylem ilişkisi üzerinden araştırılır. Bu bağlamda, ahlaki yargıların haklılaştırılmasının, bu yargıların
verili bir önceliğe, üstünlüğe ya da ayrıcalığa dayanmasıyla mümkün olduğu ileri sürülür. Habermas'a
göre iletişimsel bir biçimde ortaya çıkan etkileşim, genel olarak kabul edilen olgular ve ve paylaşılan
ilkeler temelinde oluşan bir uzlaşmaya/ oydaşmaya bağlı olarak işlemektedir. Sözü geçen oydaşma
anlaşılabilirlik, dürüstlük, doğruluk ve adil olma konusunda nelerin geçerli olduğunun müzakere edilmesi
süreci olarak tanımlanmaktadır. İddiaların hakikati ya da doğruluğu ile ilgili anlaşmazlıklar ortaya
çıktığında etkileşim süreci kopar. Sadece tartışılan konulara bağlı oydaşma canlandığında etkileşim
yeniden başlar. Habermas'a göre, iletişimsel eylem sadece ortak normlar ve ilişkiler ile ilgili değildir,
içinde barındırdığı iktidar ilişkileri ile siyasal olana bağlanmıştır. Habermas'ın “iktidar iletişimsel eylem
içinde biçimlenir” ve “iletişimsel eylem bir toplumsal bütünleşme temeli olarak para ve iktidara alternatif
sunmaktadır” iddiaları, iktidarın kurumsallaşmamış yanını da kapsayarak genişleyen iktidar tarzları
üzerine bir açılım sağlamaktadır. Bu yaklaşım, aynı zamanda, toplumdaki iletişim olanaklarının eşitsiz
dağılımının eleştirisi üzerinden yükselen çarpıtılmamış iletişim ya da ideal konuşma durumunun, yani
baskı ve zor ile kısıtlanmayan iletişimsel durumun normatif ilkelerini tartışılabilir hale getirmektedir.
Habermas'a göre her toplumun doğaya meydan okumak ve onu tahakküm altını almak için geliştirdiği
maddi iletişim ilişkilerinin işleyiş biçiminin gerektirdiği kontrol ve düzenlemeler, kapitalist üretim
tarzında yaşamın tümüne yayılmıştır. Yaşamın bütünselliğini parçalayarak ve her köşesine yönelerek
özneler arasındaki iletişimi çarpıtan, insanların birbirlerinin amaç ve niyetlerini anlamlandırmaları
önünde barikatlar oluşturan kontrol mekanizmaları, yeni iktidar biçimleri yaratarak insan emeğinin
metalaştırılması ve insani iletişimin imkânlarını sınırlamasında belirleyici olmuştur (Köker, 1998: 61-
64).
Habermas, modern kapitalizmde kitle iletişim araçlarının yeni kamusal birliktelik biçimleri için bazı
olanaklar sunduğunu ileri sürer. Kitle iletişim araçları bir arada yaşamak zorunda kalan insanlar için
mekânsal ve zamansal sınırlamaları kaldırarak, geniş katılımlı bir müzakereye imkân veren yeni
kamusallık ya da iletişim biçimleri yaratma potansiyeli taşımaktadır. Ancak bu potansiyel, kapitalist
üretim tarzında kitle iletişim araçlarının özel çıkarlarla eklemlenmeleri sonucunda etkisizleşmekte ve
ortak bir konuşulabilirlik hali yaratamamaktadır. Habermas, bu noktada ortak bir konuşulabilirlik
durumunun yaratılmasının ön koşulları üzerinde durmaktadır. Bunu varsayımsal bir ideal konuşma
durumu tasarımı tanımlamaya çalışarak yapar. İdeal konuşma durumu tahrip edilmemiş iletişime
dayalıdır. Tahrip edilmemiş iletişim konuşmacıların tüm geçerlik iddialarını savunabilecekleri bir dil
kullanmaları anlamına gelmektedir. Bu dil kullanımında söylenilen şey anlamlı, doğru, doğrulanmış ve
samimi olmaktadır.. Öte yandan, Habermas bir ideal konuşma tasarımının peşinde iken, eleştirel kuramın
varlık nedeni olan doğa üzerinde ve toplumsalın içinde kurulan tahakküm ve baskıya dayanan egemenlik
ilişkilerinin dönüştürülmesine katkı sağlamak yükümlülüğünü de vurgulamaktadır.
Habermas'ın Weber ve Frankfurt Okulunun teorik birikimine dayanarak geliştirdiği ve daha sonraki
yapıtlarının başlıca konusu olan “bilinç felsefesi” üzerinden geliştirdiği bu savlar, teorik ilgisinin
bilinçten toplumsal bir kurum olarak dile kaydığı bir zeminde değişime uğramıştır. Klasik sosyal ve
politik teoride kavramsallaştırıldığı haliyle toplumsal bütünün parçalandığı ve popüler dilde tarihin/
ideolojinin/ toplumsalın sonu olarak adlandırılan sürecin sonucu olarak iletişimsel eylem teorisini
kurmaya yönelmiştir. Böylece bilimsel disiplinlerin parçalara ayırdığı toplumsal bütünü iletişimsel eylem
ve iletişimsel rasyonalite kavramıyla yeniden oluşturmayı denemektedir. Habermas bu çaba içinde
iletişimsel eylemi merkezi bir konuma yerleştirmiş ve ideal konuşma durumuna büyük bir önem atfetmiş
olmaktadır. Bunun iki nedeni vardır: “Birincisi Habermas için ideal konuşma durumu keyfi olarak
oluşturulmuş bir ideal değildir. Dilin doğasında asli olarak bulunmaktadır. Dili kullanan herkesin bu
yolla, doğruluk iddiası da, dahil geçerlilik iddiasını doğrulayabileceğini varsayar. Tekil bir konuşma,
bireylerin bir diğeriyle özgür, açık ve eşit bir iletişimde yaşayabileceği bir toplumsal hayat biçiminin
olasılığına dayanır. İkincisi, durum böyle olunca ideal konuşma durumunun etkileşim ve toplumsal
kurumların hâlihazırda var olan iletişim biçimlerinin yetersizliğine ilişkin eleştirel bir ölçüt sağladığı
ortaya çıkar. İster geleneğin isterse de iktidarın ya da egemenliğin kullanımına dayansın, herhangi bir
uzlaşım, rasyonel bir uzlaşımdan sapan (bir uzlaşım) olarak açıklanacaktır. Böylece ideal konuşma
durumu, farz edildiği gibi, nesnel olarak verili bir temelini sağlar.” (Giddens’dan akt. Köker, 1998: 66).

67

 
Resim 3.1: Frankfurt Okulunun önde gelen düşünürlerinden Jurgen Habermas

Habermas Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü başlıklı çalışmasında, burjuva kamusal alanını hem
tarihsel bir eleştiri içinde ele alır hem de günümüzün eleştirisi için normatif bir kategori olarak sunar. Bir
başka deyişle burjuva kamusal alanı tarihsel olarak eleştirilmek üzere ele alınırken, aynı zamanda modern
demokrasinin politik eleştirisi için normatif bir kategori olarak değerlendirilir. Habermas tarihsel süreç
içinde ideal konuşma durumuna yaklaşılan zamanların olduğunu ileri sürer. Amaç, bu dönemlerin
barındırdığı toplumsal eleştiriyi yeniden biçimlendirerek politik alana taşmak olmalıdır. Bu yeniden
biçimlendirme girişiminde, Habermas'ın geç kapitalizmde siyasal meşruiyetinin krizi saptamasının büyük
etkisi vardır. Habermas, kapitalist devletin ekonomik gücü elinde tutan işverenlerle girdiği işbirlikleri
içinde yönetilebilir olması nedeniyle ekonomik krizlerin politik krizlere dönüşme eğilimlerinin meşruiyet
sorununa yol açtığını ileri sürmektedir. Bu yüzden, modern siyasetin üzerine kurulduğu akılcılık içinde
barındırdığı akıl dışılığı örtme girişiminde uzun vadede başarılı olamamaktadır. Çünkü kapitalizmin
toplumsal bütünlüğü geçici ve sınırlı ilişkiler üzerinden kurulmuştur. Bunun gereği olarak siyaset
pragmatik bir iş olunca, her ekonomik krizde birlikte yaşamaya ve birbirini anlamaya yönelen siyasal
topluluk da krize girmektedir. Siyasal krizle birlikte devletin var olma nedeni ve birlikte yaşamanın temel
ilkeleri de sorgulanmaktadır. Bu meşruiyet krizi 20. yüzyıl kapitalizminin gelişimi içinde kronikleşme
eğilimindedir. Dolayısıyla, insanlar arası ilişkilerin içine sızan para ve iktidarın gücünün tahrip
ettiklerinin onarmak isteyen toplumsal hareketler önemlidir. Ancak Habermas, toplumsal hareketlerin
sistemin meşruluğuna ilişkin konuşmalarının ortak hale gelebilmesi için yeni bir kamusal alan ve kamusal
mekânın gerekli olduğunu vurgular (Köker, 1998: 66-67).

Kültürel Çalışmalar Okulu ve Yapısalcılığa Etkileri


1964 yılında İngiltere'de Birmingham'da kurulan Kültürel Çalışmalar Merkezi iletişim alanında Marksist
bakış açısının geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmuş ve çalışmaları genel olarak Kültürel
Çalışmalar Okulu olarak adlandırılmıştır. Okul yeni kültürel biçimler, pratikler ve kurumlar ile toplumsal
değişim arasındaki ilişkilerin kavramsallaştırılmasında katkı sağlayacak araştırma politikaları geliştirmeyi
hedeflemiştir. Aynı amaçla hareket eden Raymond Williams da kültürün yeniden tanımlanması
gerektiğini ileri sürmüştür. Williams kültür kavramının modern kullanımını sorgularken, modern
toplumsal düşüncenin en önemli gelişmesini, “insan kendi yaşam araçlarını üreterek kendi kendini
yaratır” yargısına ulaşılması olarak kaydetmektedir. Ancak modern toplumsal düşünce bu yargının arka
planını oluşturamamıştır. Buna “toplumun bilimsel yasalarını” keşfetme isteği ile akılcılığın korunması
68

 
yolundaki çabaların, kültürel tarihi maddi olarak ele almak yerine, salt düşüncelerin, inançların, sanatların
ve göreneklerin yer aldığı bir alana dönüştürmesi neden olmuştur. Dolayısıyla, “kültür kavramının özgül
ve farklı yaşam biçimleri yaratan oluşturucu bir toplumsal süreç olarak ele alınması uzun süre ertelenmiş”
olmaktadır. Sözün özü, Williams kültürü toplumsal biraradalığın pekiştirilmesi ve sağlanması yönünde
zihinsel ve bilişsel çabalar olarak tanımlayan eğilimlerin, toplum içinde sınıf farklılıklarına dayalı yaşam
biçimlerinin birbirleriyle mücadelesini görmezden geldiklerini, böylece kültürü maddi toplumsal
süreçlerden ve toplumsal olandan ayırdıklarını vurgulamaktadır (Köker, 1998: 70).

Raymond Williams’ın kültürel çalışmalara olan temel katkısını


açıklayınız.

Birmingham Kültürel Çalışmalar Merkezinin 1968-1979 yılları arasında yöneticiliğini yapan Stuart
Hall, doğrudan medya aygıtlarının konumu ve onların meşruluk sağlama girişimleri üzerine çalışmıştır.
Hall bu aygıtların sistemin temel uzlaşımına katkıda bulunma biçimindeki özgünlüğüne vurgu yapar:
Kapitalist toplumlarda “medya, sınıflar boyunca yaygın bir biçimde dağılmakla kalmayıp, sınıfları
toplumsal iletişim şebekeleri içine sokarak, kendi popüler meşruluklarını sürekli yeniden üretmek
zorunda olmalarından ötürü yönetici sınıf iktidarından görece özerkliğe” sahiptir. Bu görece özerklik,
yayıncılığın ilkelerinde, nesnellik, yansızlık ve dengenin kutsallaştırılması biçimini almıştır. Örneğin
denge ilkesi ele alınırsa, bu, her zaman iki yanlı bir diyaloğun olacağı ve böylece izleyicinin karşısında
her zaman birden fazla durum tanımının bulunacağı anlamına gelmektedir. Siyasal alan içinde ele
alındığında, yayıncılığın, sistemin öbür bölümlerinin oluşturulduğu parlamenter demokrasi ve demokratik
tartışma biçimlerini dikkate değer bir kesinlikle yeniden ürettiği görülmektedir.. Öyleyse, bu koşullarda
medyanın yerine getirdiği ideolojik iş, düzenli ve alışılageldik bir biçimde, egemen söylemi başat
ideolojiler içindeki haliyle yeniden üretmek ve biçimlendirmektir (Köker, 1998: 74-75).
Kültürel Çalışmalar Okulunun ve Williams'ın çalışmalarından etkilenen Marksist yapısalcı yöntemin
özellikle ideoloji temelinde iletişim süreçleri üzerine katkıları önemlidir. Marksist yapısalcı yöntem ile
kapitalist devlet sorununa bakan Louis Althusser toplumu bir bireyler toplamı olarak ele almaz, onu hep
birlikte birbirine bağlı bir bütün oluşturan farklı bütünlerin yani ekonomik, ideolojik ve politik pratiklerin
bir koleksiyonu olarak algılar. Ona göre, kapitalist örgütlenme ekonomik pratiklerin nedensel olarak
birinci olduğu, öteki pratiklerin görece özerk olmakla birlikte kendilerine özgü bir etkinliğe ve bir ölçüde
bağımsız tarihlere sahip olduğu, birbirinden gerçekten ayrı pratiklerin ve yapıların oluşturduğu bir
bütündür. Kapitalist devlet bu yapıların bütünü olan toplumu baskı aracılığıyla bir arada tutmaktadır,
ancak bu baskı sadece kaba güç kullanımına dayanmaz. Devlet, baskı aygıtlarını işletirken, aynı zamanda
bireyleri özneler olarak oluşturmaya ilişkin tanımlayıcı bir özelliğe sahip olan ideolojik pratikten
yararlanır, ideolojik aygıtları yaratmaktadır. Althusser'in devletin ideolojik aygıtları olarak tanımladığı
aile, dinsel örgütlenmeler, eğitim sistemi gibi kurumsallaşan yapıların içine medyayı da dahil eder. Bu
yapılar özneleri doğrudan manipüle etmekten ziyade onları oluşturan zeminlerde, insanları, kendi
çıkarlarını yansıtmayan fikir ve rollerde bir biçimde “kandırır”. Böylelikle kapitalist devletin ideolojik
aygıtları aracılığıyla biçimlendirdiği ideolojisi, üretiminin toplumsal ilişkilerini yeniden üretmektedir
(Köker, 1998: 72-73).

69

 
Özet

İdeoloji sözcüğü Fransızca kökenlidir; ilk olarak burjuva özgürlük ve eşitlik ideolojisinin
1797'de Fransız filozof Antoine Destutt de Tracy yüzeydeki değişim süreci altında olup biteni,
tarafından kullanılmıştır. Sözcük, Fransız “bireysel eşitlik ve özgürlüğün yok olarak
Devriminin ve aydınlanmasının doğrudan bir eşitsizlik ve özgürlüksüzlüğün hüküm sürdüğü
ürünü gibi görünse de, kavram olarak kökenleri gerçekliği” gizlediği öne sürülmektedir. Marksist
Orta Çağ dünya görüşünün yıkılmasıyla Avrupalı ideoloji içinde iletişim üzerine ilk derin
entelektüellerin uğraştığı felsefi sorularda araştırmalar kültür endüstrisi kavramını alana
yatmaktadır. Yüklenilen ilk anlama göre, ideoloji kazandıran Frankfurt Okulundan gelmiştir.
dünyaya ilişkin sistematik bir bakış açısıydı. Bu Frankfurt Okulunun asıl etkisi 1968 ve
haliyle bir mantık ve/veya duygu uyumu gösteren sonrasında toplumsal muhalefetin yükseldiği
kuram ve program anlamına gelmiştir. İkinci yıllarda olmuştur. Bu etki Marcuse’un “tek
anlamı ise ilk anlamıyla bağlantılı olarak, boyutlu insanın” yaratılmasında iletişim ve kültür
dünyanın yanlış, çarpıtılmış terimlerle sunumu ve araçlarının rolünü vurgulayan çalışmalarıyla
çarpıtan kişinin zihninde ve ifadesinde oluşan genişlemiştir. Habermas’ın insanların topluma
çarpıtma olarak yerleşmeye başlamıştır. genel anlamda kılavuzluk eden normları
korumaya yönelen insani anlama ve bireylerin
Aydınlanma felsefesine dayanan liberal ideoloji,
karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları anlamına
insanların akla dayanarak yaşamı
gelen iletişimsel eylem kavramı üzerine kurduğu
yönlendirmesinin mümkün olduğu düşüncesine
teorisi de toplumsal muhalefet için bir ideal
dayanır.. Böylece liberal ideolojinin temeli olan
konuşma durumu önerisi ile etkili olmuştur.
doğal hak ve özgürlükler fikrine ulaşılmaktadır.
İngiltere’de ortaya çıkan Kültürel Çalışmalar
Buna dayanarak, gerçeğin farklı ifadeleri olarak
Okulu içinde yer alan Williams, kültürü bir
her düşüncenin özgürce dile getirilmesi ve
yandan yaşam biçimini oluşturan sürecin maddi
iletişimin özgürce gerçekleşmesi liberal
ve sembolik anlamlarını, diğer yandan gündelik
düşüncenin özünü oluşturur. Toplumsal yaşamın
yaşamın barındırdığı anlatım olanakları önündeki
akışı içinde bunu sağlayabilmenin yolu ise
engellerin yani ideolojik örüntülerin
iletişimin çoğulcu bir çerçevede
etkisizleştirilmesine yönelik tecrübe ve
gerçekleşmesidir. Liberal ideolojiye uygun olarak
girişimleri kapsayan bir alan olarak tanımlarken,
düzenlenen bir iletişim sistemi, iletişim
iletişim süreçleriyle ilgili kuramlara da katkı
araçlarıyla iletilecek her şeyin serbest
yapmıştır. Althusser ise devletin ideolojik
dolaşımının sağlanması, yayınlayan ile alıcı
aygıtları olarak tanımladığı aile, dinsel
arasına hiçbir engel, yasak ya da sansür
örgütlenmeler, eğitim sistemi gibi kurumsallaşan
uygulamasının olmaması, tekelciliğin
yapıların içine medyayı da dahil etmiş ve bu
engellenmesi, serbest girişimciliğin önünde
yapıların özneleri doğrudan manipüle etmekten
engellerin olmaması gibi ilkelere dayanmaktadır.
ziyade onları oluşturan zeminlerde, insanları,
Bu bakış açısı davranışsalcı yaklaşımın siyaseti
kendi çıkarlarını yansıtmayan fikir ve rollerde bir
insan davranışlarının değiştirilebilirliği ve sistem
biçimde kandırdığını ileri sürmüştür. ABD’de ise
yaklaşımının siyaseti bir girdi-çıktı analizi ile ele
kitle iletişim araçlarının ordu ve siyaset
alan kuramsal ve ampirik araştırmalarıyla
kurumlarıyla ile iç ve dış siyasetteki yakın
güçlenmiştir. Liberal ideolojide başlıca sorun,
işbirliğini anlatan Schiller’in ve ayrıcalıklı
mülkiyet ve serbest girişime dayanan temeller ile
olanların söylemin öncüllerini saptama, halkın
iletişim alanına yüklenen demokratik ve kamusal
neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine
rollerin birbiriyle çelişmesinden kaynaklanmıştır.
karar verme ve düzenli propaganda
Bu çelişki iletişim alanına yönelik olarak
kampanyalarıyla kamuoyunu yönetme yetisine
toplumsal sorumluluk anlayışının gelişmesini
sahip olduklarını savunan Chomsky’nin eleştirel
sağlamıştır.
görüşleri ekonomik politik yaklaşımlar olarak
Marksist düşüncede, İdeoloji, ekonomik etkili olmuştur. Sonuç olarak Marksist ideolojiye
ilişkilerin yüzeyde görünüş tarzına yoğunlaşarak dayanan çalışmalar kitle iletişim araçlarının
temeldeki gizli örüntülerin çelişkili niteliğini egemen siyasal çıkarların bütünleşmesindeki
gözden uzak tutmaktadır. Bu bağlamda pazar katkısının görülmesini sağlamıştır.
mekanizmasının aynı zamanda burjuva siyasal
ideolojisinin kaynağı olduğu vurgulanırken, 

70

 
Kendimizi Sınayalım
1. İdeoloji kavramı hangi anlamıyla tartışmalara 5. Frankfurt Okulunun yaklaşımlarında,
yol açmaktadır? insanların ortak aklının ortaya çıkmasını
engelleyen, günlük yaşamdaki engellenişlerini
a. Bir mantık ve/veya duygu uyumu gösteren fark etmemelerinin yolunu açan ve “akıl
kuram veya program tutulmasının” yayılmasını sağlayan alan hangi
b. Dünyaya ilişkin sistematik bir bakış açısı adla anılır?

c. Hayat felsefesi a. Sanat endüstrisi


b. Endüstriyel sanat
d. Nesnellikten uzaklaşmış, tutku, korku gibi
duyguları kapsayan çarpık bir bakış açısı c. Kültürel Çalışmalar

e. Bilimsel ya da sanatsal bir eserin dayandığı d. Kültür Endüstrisi


düşünce e. Kitle kültürü
2. Liberal ideolojide iletişim alanınının 6. Frankfurt Okulunun iletişim, kültür ve günlük
düzenlenmesine ilişkin temel ilke nedir? hayat üzerine yaklaşımları kendi döneminden
daha çok hangi yıllarda ilgi görmüştür?
a. Tekelcilik
a. İkinci Dünya Savaşı yıllarında
b. Sansür
b. 1968 ve sonrasında toplumsal muhalefetin
c. Çoğulculuk yükseldiği dönemde
d. Kamu yayıncılığı c. Savaşın hemen sonrasında 1950'li yıllarda

e. Kamu yararı d. Küreselleşmenin etkilerinin tartışıldığı 1980'li


yıllarda
3. Easton'ın geliştirdiği siyasal süreçleri bir girdi- e. Medya demokrasisinin tartışıldığı 2000'li
çıktı analizi çerçevesinde açıklayan ve iletişimi yıllarda
bu sürecin bütün aşamalarına dahil eden model,
hangi yaklaşımı temsil etmektedir? 7. Marksist gelenekten beslenen İngiliz tarih
yazarları iletişim ve kültür alanına ilişkin
a. Sistem Yaklaşımı olarakaltını çizdiği konu nedir?
b. Davranışsalcı yaklaşım a. Kültür endüstrisinin etkileri
c. Girdi-çıktı analizi b. Pembe diziler gibi iletişim ürünlerinin nasıl
bir yaşam tarzı yarattıkları
d. Geri besleme
c. Geçmişten bugüne kamuoyu araştırmalarının
e. Siyasal sistem analizi yarattığı seçim endüstrisi
4. Liberal ideolojinin serbest mülkiyete dayanan d. Refah devleti döneminde gelişen kültür ve
temeliyle çelişecek ölçüde medya alanında kamu zevk endüstrisinin yarattığı tek boyutluluk
yararını ve devlet müdahalesini üstün tutan
e. Kapitalizmin geçmişindeki tahakküm ve
yaklaşım genelde hangi adla anılmaktadır?
direnme biçimlerinin kültürel olanla iç içe
a. Serbest girişimcilik geçmişliği

b. Profesyonellik anlayışı 8. Habermas'ın teorisinin merkezinde yer alan ve


genel anlamda topluma kılavuzluk eden normları
c. Toplumsal sorumluluk anlayışı korumaya yönelen insani anlama ve bireylerin
karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları anlamına
d. Çoğulculuk gelen kavram nedir?
e. Kamu hizmeti yayıncılığı a. Kamusal alan
b. Kitle kültürü
c. İletişimsel eylem
d. Söylem etiği
e. Kamusal alanın yapısal dönüşümü
71

 
9. Raymond Williams'ın analizinin merkezine Kendimizi Sınayalım Yanıt
koyduğu ve hem yaşam biçiminin kuruluşuna Anahtarı
ilişkin maddi unsurları hem de ona karşı
çıkmanın araçlarını sağlayan olanakları 1. d Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu
barındıran karmaşık bir süreç olarak tanımladığı yeniden gözden geçiriniz.
alan nedir?
2. c Yanıtınız yanlış ise “İletişim Alanında
a. Antropoloji Liberal İdeoloji: Çoğulculuk, İletilerin Serbest
Dolaşımı ve Serbest Girişim” başlıklı konuyu
b. Sanat yeniden gözden geçiriniz.
c. İdeoloji 3. a Yanıtınız yanlış ise “Sistem Yaklaşımı”
d. Kültür başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.

e. Kamusal alan 4. c Yanıtınız yanlış ise “Toplumsal Sorumluluk


Anlayışı” başlıklı konuyu yeniden gözden
10. Althusser iletişim ve medya kurumlarını geçiriniz.
hangi kapsama yerleştirir?
5. d Yanıtınız yanlış ise “1930'lar: Frankfurt
a. Devletin zor aygıtları Okulunun Kültür Endüstrisini Keşfi” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
b. Devletin ideolojik aygıtları
6. b Yanıtınız yanlış ise “1968 ve Sonrası:
c. Siyasal iletişim
Toplumsal Muhalefetin Eleştirel Kurama
d. Kültürel alan Çağrısı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
e. Sanat endüstrisi
7. e Yanıtınız yanlış ise “1968 ve Sonrası:
Toplumsal Muhalefetin Eleştirel Kurama
Çağrısı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
8. c Yanıtınız yanlış ise “Marcuse ve Habermas:
Tek boyutlu İnsana İletişimsel Eylem Önerisi”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
9. d Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Çalışmalar
Okulu ve Yapısalcılığa Etkileri” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
10. b Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Çalışmalar
Okulu ve Yapısalcılığa Etkileri” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.

72

 
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 1 Benjamin, W. (1993). Son Bakışta Aşk, Yayına
Hazırlayan: N. Gürbilek, İstanbul: Metis
Bu ilkelerden ilki iletişim araçlarıyla iletilecek Yayınları.
her şeyin serbest dolaşımının sağlanmasıdır. Bu
ilke yayınlayan ile alıcı arasına hiçbir engel, Bogdanor, V. (1999). Blackwell’in Siyaset
yasak ya da sansür uygulamasının olmaması Bilimi Ansiklopedisi. Çev: B. Peker, Ankara:
anlamına gelir. Haber ya da düşüncenin serbest Ümit Yayıncılık.
dolaşımı sağlanamazsa olay ve düşünceler Bottomore, T. (Der.) (1993). Marksist Düşünce
kimsenin haberdar olmadığı olgular olarak Sözlüğü, İstanbul: İletişim Yayınları.
kalacak; bu onların yok sayılması anlamına
Hardt, H. (1994). “’Eleştirel’in Geri Dönüşü ve
gelecektir. Ayrıca haber ve bilgiler dolaşıma
Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel
sokulmadan bazılarının tekeli altında olursa, bu
Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amerikan Kitle
onlara başkalarına karşı kullanabilecek haksız bir İletişimi Araştırması”, içinde Der. ve Çev:
güç de sağlayacaktır. Bu durum, liberal Mehmet Küçük, Medya İktidar İdeoloji,
düşüncenin baştan reddettiği toplumsal Ankara: Ark Yayınları, 1-55.
gerçekliğin tek bir kaynak tarafından tanımlanıp
Kaya, R. (2009). İktidar Yumağı, Ankara: İmge
belirlenmesi soncunu kaçınılmaz bir durum
Kitabevi.
haline getirir.
Keane, J. (1992). Medya ve Demokrasi, Çev: H.
Sıra Sizde 2 Şahin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Türkiye'de Frankfurt Okulunun eleştirel
Köker, E. (1998). Politikanın İletişimi
yaklaşımı akademik ve entelektüel dünyada Batı
İletişimin Politikası, Ankara: Vadi Yayınları.
Avrupa'ya göre geç bir tarihte 1980'lerin sonu ve
1990'ların başında etkili olmaya başlamıştır. Marcuse, H. (1986). Tek Boyutlu İnsan, Çev: A.
Öncelikle Frankfurt Okulu yazarlarının Yardımlı, İstanbul: İdea.
eserlerinin çevirileriyle başlayan süreç, zaman
içinde okulu konu alan tezlerin ve kitapların McLellan, D. (1999). İdeoloji, Çev: E. Özkaya,
çoğalmasıyla üzerinde çok konuşulan ve atıf Ankara: Doruk Yayınları.
yapılan bir kuramsal yaklaşım haline gelmiştir.
Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak,
Sıra Sizde 3 Ankara: İmge Kitabevi.
Williams, temelde edebiyat eleştirisi alanında
geliştirdiği yöntemden yola çıkarak işçi sınıfının
geleneksel kültürlerinin içerdiği kolektif
deneyimleri ve bu deneyim üzerinden biriktirilen
ifade biçimlerini ortaya çıkarmıştır. Bu
çalışmalarla birlikte günümüzde yaşayan
kültürlere bakma tarzı antropolojik bir yönelim
içermiştir. Kültür, bir yandan yaşam biçimini
oluşturan sürecin maddi ve sembolik anlamlarını,
diğer yandan gündelik yaşamın barındırdığı
anlatım olanakları önündeki engellerin yani
ideolojik örüntülerin etkisizleştirilmesine yönelik
tecrübe ve girişimleri kapsamaktadır. Böylelikle,
Williams kültürün farklı yaşam biçimlerinin
gerilimli biraradalığına dayandığını belirtirken,
toplumu karmaşık ilişkilerin yalın bir toplamı
olarak ele almadığını vurgulamış olmaktadır.
Toplum ve onun kendini anlamlandırma tarzı
olarak kültür, karmaşık bir yapıdır ve birbirine
karşıt duran ve mücadele içinde olan farklı yaşam
biçimlerinin biraradalığını kapsamaktadır (Köker,
1998: 70-71).
73

 
4






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;

Siyaset ve iletişim ilişkisi; bu ilişkiden siyasal iletişim alanının doğuşunu ve tarihçesini


açıklayabilecek,

Siyasal iktidarı elinde tutan siyasal aktörlerin siyasal iletişim süreçlerinden nasıl yararlandığını
listeleyebilecek,
Toplumsal muhalefeti oluşturan kesimlerin siyasal iletişim süreçlerinden nasıl yararlandığını
açıklayabilecek,

Medya demokrasisi kavramı etrafında medyanın demokrasinin gelişimindeki rolüne ilişkin farklı
görüşleri değerlendirebilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Siyaset Siyasal Aktör

Siyasal İktidar Medya Demokrasisi

Kitle İletişimi Toplumsal Muhalefet

İçindekiler
 Giriş
 Siyaset, Siyaset Bilimi ve Siyasal İletişim
 Siyaset ve Kitle İletişimi: Tarihsel Çerçeve
 Siyasal Kurumlar/Aktörler ve Siyasal İletişim
 Demokrasi ve Siyasal İletişim

74

 
Siyasal İletişim, Siyaset
ve İktidar
GİRİŞ
Siyaset insanlar arasında yöneten-yönetilen ayrımının oluştuğu, buna dayalı egemenlik ve iktidar
ilişkilerinin ortaya çıktığı andan beri var olan bir olgudur. İnsanların yerleşik topluluklar halinde
yaşamaya başlamalarına denk düşen bu gelişmelerden itibaren, siyaset var olmuştur. Siyaset, siyasal
egemenliğin ve yönetsel gücün sınırlarının tanımlanması ile yöneten ve yönetilen arasında ilişkilerin
düzenlenmesi gibi bir çerçevede gelişme göstermiştir. Bu süreç içinde insanlar arasında ilişkilerin temeli
olan iletişim, her zaman önemli bir rol oynamıştır. Siyasetle çok yakın ilişkide bulunan iletişimi en basit
haliyle insanlar arasındaki ilişkilerin her türlü biçiminin temeli olarak tanımlayabiliriz. Geniş bir tanımla,
iletişim belirli bilgilere, düşüncelere, tutumlara ya da duygulara sahip olanların, bu düşünce, bilgi, duygu
ya da tutumu başkalarına aktarmasıdır. Daha yalın bir biçimde iletişim haberin, bilginin ya da en genel ve
geniş anlamıyla kültürün insan toplulukları arasında dağıtımı olarak da tanımlanabilir (Kaya, 2009: 24).
Bu tanımlardan hareket edersek, iletişimin toplumsal olguların hemen her alanında karşımıza çıkması son
derece doğal olmaktadır. Dolayısıyla, siyasal iletişimin tarihinin, bu şekilde tanımlanması çok yeni olsa
da, siyasetin tarihi kadar eski olduğunu kabul etmek gerekir.
Siyaset sahnesinde yer alan aktörler, yönetilenler üzerinde etkili olabilmek ve egemenliklerini
sürdürebilmek için kitleler ile iletişim kurmak zorundadır. Çünkü siyasal süreç doğrudan bir iletişim
sürecidir. İletişim kurmadan hedef kitlelere mesajınızı göndermeniz mümkün değildir. Siyasal süreçlerin
tümünde çeşitli iletişim teknikleri kullanılır. İletişim kurularak toplumsal çatışmalar da düzenlenir. Genel
anlamıyla, siyasal sürecin işlediği bu alan siyasal iletişim olarak adlandırılmaktadır (Kılıçaslan, 2008: 8-
9). Öte yandan, daha geniş bir perspektiften bakıldığında, siyasal iletişim, esasen iletişime sadece politik
bir boyut katmaktan daha öteye geçmektedir. Bir başka deyişle, sadece iletişimin siyasal boyutu ya da
siyasetin iletişimsel boyutu değildir. Çünkü yöneten yönetilen ilişkileri bir toplumda yaşayan insanların
önüne "nasıl bir arada yaşarız" sorusunu da çıkarmaktadır. Bu bir aradalığı başaran süreç, iletişimdir.
Yöneten ve yönetilenler arasındaki iletişimdir ki, toplumu bir arada tutar. Bu anlamda iletişim hem bir
düşünüm hem de bir pratiktir. İnsanlar birlikte olurlar, iletişime geçerler ve bir topluluğa bağlanırken
belirli pratikleri sergilerler; tüm bunları siyasal iletişim araştırır. Yine tüm bunlarla ilişkilendiği için
iletişim ister istemez siyasal olmak zorundadır. Eğer ve özellikle iktidar ilişkilerinin yoğun olarak söz
edildiği, yöneten yönetilen ilişkisinin önemli bir pratik olduğu bir yapıdan, yani insanlardan oluşan ve bir
ilişkiler sistemi olan topluluktan söz ediyorsak, topluluğun doğasını belirleyen bir süreç, düşünüm ve
pratik olarak da iletişim, siyasal olacaktır (Köker, 2007: 10).
Bu ünitede siyasal iletişimin, siyaset süreci içinde siyasal iktidar ve toplumsal muhalefetle ilişkisi ve
bu eksende demokrasi sürecinde iletişimin rolü anlatılacaktır.

SİYASET, SİYASET BİLİMİ VE SİYASAL İLETİŞİM


Siyaset ve onunla aynı anlamda kullanılan politika sözcüğünün sözlük karşılıkları günlük hayatta
kullanılan anlamlarından çok farklıdır. Siyaset Arapça kökenli bir kelimedir; at terbiyesi, eğitimi, talimi
anlamına gelmektedir. Osmanlı devlet geleneği içinde siyaset sözcüğü ceza, özellikle de ölüm cezası
anlamında kullanılmıştır. Eski Yunan siyasal yaşamında ise politika sözcüğü, kent anlamına gelen polise
veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır. Yunanca poli çok, tika yüz anlamına gelen eski

75

 
Yunanca köklerden oluşur. Batı dillerinde de sözcük bu şekilde yerleşmiştir. Türkçede hem Arapçadan
alınan siyaset hem de batı dillerinden alınan politika sözcüğü kullanılmaktadır.
Siyaset, önceki başlıktaki tanımlarının yanında, genel olarak belli bir toplumda çatışma halinde olan
çıkarların uzlaştırılması faaliyeti olarak da tarif edilmektedir. Bu uzlaştırma faaliyeti yönetim erkinin elde
edilmesi ve tutulması ile ilişkilendirilmektedir. Günümüzde ise siyasetin günlük yaşantımızın neredeyse
bütün ayrıntılarına sızdığı genel kabul görmektedir. Ancak, yukarıda ifade edildiği gibi, siyaseti öz olarak
halk üzerinde etkili olma ve egemenlik kurma faaliyeti şeklinde tanımladığımızda, siyasal iletişimin
neden çok önemli olduğu da ortaya çıkmaktadır. Siyaset ve iletişim dolaysız bir ilişkidir. Siyasetin
topluma ya da belirli hedefe hedef kitleye ulaşmasında iletişimin kaynağı, doğrudan siyasetin kendisidir.
Bir başka deyişle, siyaset olgusu ve süreci siyasal iletişimin de olgu ve sürecini oluşturur. Siyasal
iletişimde bulunan herhangi bir siyasal aktörün faaliyeti, doğal olarak siyasaldır. Bilimsel olarak sözü
geçen sürecin incelenmesi siyaset biliminin konusunu oluşturur. Dolayısıyla, siyaset biliminin konuları ile
siyasal iletişimin konuları ve işleyişi yakından ilgilidir (Aziz, 2007: 10).
Siyaset bilimi, genel olarak, siyasal güç ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve
işlemesinde rol oynayan davranışların bilimi olarak tanımlanmaktadır. Siyasal yönetim sürecinde, halkın
(yönetilenlerin) yönetenlerden beklediği tutum ve davranışlar ile yöneticilerin onlardan bekledikleri
birbirinden farklıdır. Bu farklılık zaman ve mekân içinde değişmiştir. Bir başka deyişle siyasal süreçler
toplumdan topluma dönemden döneme değişiklikler göstermektedir. Bu durum ise siyaset biliminin
çeşitli dar ve geniş anlamları ile yorumlanmasına sıkı sıkıya bağlıdır. Bir kez daha vurgularsak, siyasetin
yukarıda sözü geçen süreçleri içinde, siyasal iletişim iletişime ait olan herşeyin ön plana çıkarılmasıyla
anlaşılabilir. Bu anlamda, siyaset iktidar olmak ve sürdürmek için yapılıyorsa, siyasal iletişim bu yolda
kullanılan iletişim yöntemlerinin tümüdür demek yanlış olmaz (Kılıçaslan, 2008: 31-32).
Siyasal iletişim alanında, karmaşık bir toplumsal süreç olan siyasetin niteliğini anlayabilmek ve
aktarabilmek bakımından iletişim olanaklarından yararlanma yolları arandığını söylemek gerekir. Bu
bakımdan, siyasal iletişimin rolü ve önemi siyasal düşünürlerin daima dikkatini çekmiştir. Ancak, asıl
olarak siyasal iletişim üzerine çalışmaların yoğunluk kazanması, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasal
arenada görülen büyük değişikliklere paralel olarak ortaya çıkmıştır. Bu değişiklikler arasında, Avrupa
ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülkede genel oy ilkesinin kabul görmesini, seçmenleri seferber
edebilen kitlesel siyasal partilerin, baskı ve çıkar gruplarının çoğalmasını, kitle iletişim araçlarının
çeşitlenmesini ve yaygınlaşmasını ve sömürgelerin tasfiyesini saymak gerekir. 1930’lara kadar daha çok
felsefeden ve sosyolojiden beslenen siyaset bilimi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kamu politikalarının
bilimselleştirilmesi doğrultusunda kendine yeni bir uygulama alanı yaratmaya yönelmiştir. Bu alan,
savaşa zemin hazırlayan faşist ve nazi rejimlerinin geri dönüşünü ortadan kaldıracak bir toplum düzenin
kurulmasına zemin hazırlamak kaygısı ve bu çerçevede siyasetin kişilerin davranışlarıyla
ilişkilendirilmesi çabasıyla güçlenmiştir. Sosyal psikoloji ve siyaset bilimi arasında ilişki kurularak yeni
bir yapılanmaya gidilirken, bilimselleştirme girişiminin bir parçası olarak araştırma teknikleri ve
modelleri geliştirilmeye başlanmıştır (Tokgöz, 2008: 97-99). Bu yeniden tanımlanma sürecinde özellikle
ABD’de siyaset bilimi ile iletişim arasında köprü kurulmaya çalışılarak, siyasal iletişimin kavram olarak
ortaya çıkması açısından çaba gösterilmiştir. Siyasal iletişim alanına akademik ilginin, siyasetin
bilimselleşmesi sürecinde ortaya çıktığını söylemek yanlış değildir. Bir başka deyişle, siyasetin
bilimselleşmesi ile iletişimin disiplinlerarası bir bilim dalı haline gelmesi kısmen eş zamanlı bir süreç
olarak 1950'lerde başlamıştır. Bununla birlikte siyasal iletişime yönelik çalışmaların görece çok yeni
olduğunu söylemek de yanlış olmaz (Tokgöz, 2008: 94).
Başlangıçta siyasal iletişim araştırmalarıyla, siyasal topluluğun düşünme ve inanma biçimleri,
etkilenme tarzları ve karşı koyma davranışları ile kamuoyunun yeniden canlandırılmasının yolları üzerine
gidilmiştir. Siyasal iletişim bilimsel bir tanımlama biçimi olarak kullanılırken, siyaset bilimi ile iletişim
arasında köprü kurmaya çalışılmıştır. Siyaset bilimi ile iletişimi birlikte ele alan araştırma yöntem ve
teknikleri kullanılarak, siyasal iletişim bakımından temel kavramsal yaklaşımlara ulaşılmaya
yönelinmiştir. Bu süreçte, çeşitli bilimsel araştırmalarla planlar, programlar üreten, bir tür pazarlama
stratejisine denk düşen bir uzmanlık alanı olarak siyasetin algılanması yaygınlık kazanmıştır. Bir başka
deyişle, yapılan içerik çözümlemeleri, kamuoyu araştırmaları, kurulan araştırma enstitüleri ile birlikte

76

 
bilimsel siyaset anlayışının oluşturulmasına da katkıda bulunulmuştur. Siyasal toplumda çeşitli
düşüncelerin, çatışan görüşlerin nicel yöntemler kullanılarak tahmin edilebilmesi ve bunların çeşitli
şekillerde doğrulanması siyasal iletişim çalışmalarında, ticari amaçlı araştırmalara benzer bir yöntem
izlenmesini beraberinde getirmiştir. Bir başka deyişle, siyasal iletişim araştırmalarının artık bir piyasası
oluşmaya başlamıştır. Bu şekilde yapılan seçim araştırmaları yanında, reklam ve halkla ilişkiler sektörü
tarafından sürdürülen çalışmalarda edinilen deneyimler de siyasal alana taşınmıştır (Aziz, 2007: 99-100).
Siyasal iletişim bakımından yapılan bilimsel araştırmalarda kullanılan nicel yöntemlerle tutumların
belirlenmesi, tahminlerde bulunulması, siyasal iletişimin ölçülmesine yönelik diğer çalışmaları
beraberinde getirmiştir. Seçim kampanyaları sürecinde ortaya çıkan tutumların siyasal dile aktarılması
olarak bilimselliğin gücü, önce ABD’de sonra Avrupa’da kurumsallaşmıştır Nitekim seçim kampanyaları
sırasında yapılan bilimsel çalışmalar, siyasal iletişim araştırmalarında, seçmeni ikna etme zihniyetinin
egemenliğinde olan evre” olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan, siyasal iletişimin kurucu aktörleri
arasında yer alan araştırma şirketlerinin ve bu şirketlerde çalışan bilim insanlarının, siyasal iletişimin
uzmanlık etkinliği olarak tanımlanması üzerindeki rolü inkâr edilemeyecek düzeydedir (Tokgöz, 2008:
106-108).
Zamanla siyasal iletişim, disiplinlerarası çalışma alanlarından beslenerek akademik örgütlenmede
kendine bir yer edinmiştir. Bu çabalar doğrultusunda ABD’de 1960'lardan itibaren ilk kez siyasal
iletişime ilişkin tanımlar geliştirilmeye başlanmıştır. Sosyal olguların ele alındığı bütün bilim alanlarında
olduğu gibi, siyasal iletişim alanında zamanla farklı bakış açıları gelişmiştir. Örneğin, günümüzde siyaset
bilimciler, iletişim üzerinde çalışanlar, siyasetçiler, devlet adamları, medya mensupları, siyasal iletişim
yanında siyasal sistem/devlet, siyasal alan/kamusal alan/özel alan, medya ve demokrasi, teledemokrasi,
medya toplumu gibi kavramları sıkça kullanmaktadır. Bu kavramların popülerlik kazanması, kavramların
bir yandan siyasetle diğer yandan iletişimle olan yakın ilişkisinden kaynaklanmaktadır (Tokgöz, 2008:
127). Hangi kavramın kullanıldığı siyaset ve iletişim ilişkisine hangi boyuttan bakıldığı ya da siyasal
iletişimin hangi yaklaşımla değerlendirildiğine ilişkin ipuçları vermektedir.

SİYASET VE KİTLE İLETİŞİMİ: TARİHSEL ÇERÇEVE


Modern siyaset ve demokrasinin gelişme tarihi, büyük ölçüde kitle iletişim araçlarının tarihiyle
örtüşmektedir. Ana hatlarıyla modern siyaset biçimlerinin ve demokrasi düşüncesinin oluşumuna
baktığımızda kitle iletişim araçlarının önemli rolü öne çıkmaktadır.
Modern demokrasi kuramlarının, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da mutlakiyetçi yönetimlere getirilen
eleştirilerle ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. 16. Yüzyıl öncesi Avrupa’da mutlakıyetçi
monarşilerin ve feodalizmin siyasi yapısına bakıldığında gücün/iktidarın kralda veya kraliçede toplandığı
görülür. Kralın/kraliçenin iktidarı veya egemenliğinin dini ağırlığı da vardır; papa tarafından
kutsanmaktadır. Alt sınıflar, köylüler, esnaf, tüccar ve diğerleri mevcut kutsal düzene uymak zorundadır;
hiçbir siyasal hakları yoktur. Toplumun alt kesimleri üzerinde egemen olan asiller ise hükümdara
sadakatle bağlı olmak durumundadır. Devletin kurumları da bu siyasal düzen içinde hiyerarşik olarak
yönetilir (Tokgöz, 2008: 171). Liberal demokrasinin söylem ve kurumları bu mutlakiyetçi düzene karşı
yapılan eleştiriler ve gelişen mücadelelerden doğmuştur.
Liberal demokrasi doruk noktasına ise Fransız devrimindeki eşitlik, özgürlük ve kardeşlik
sloganlarıyla erişmiştir. Böylece, kapitalist sınıfın veya burjuvazinin Avrupa’da egemen sınıf olarak
doğuşuyla birlikte, siyasal gücün tek elde toplandığı eski düzen yıkılmaya başlamıştır. Bu çerçevede
düşünce özgürlüğünün gelişmesi girişimciliğin oluşması ve sermaye birikimi sürecinde sınırlamaların
kaldırılmasını sağlayan bir zemin hazırlamıştır. Sermaye mantığının benimsenmesi ve bunun piyasa
ilişkileri içinde işlemesiyle birikimin miras yoluyla değil, kazanılarak elde edilmesi yönündeki görüşler
öne çıkmış; bu da asil sınıfa ilişkin eleştirileri güçlendirmiştir. Siyasal planda ise bir yandan yasama,
yürütme ve yargının ayrılması temelinde kuvvetler ayrılığı ilkesi ortaya çıkarken, diğer yandan çeşitli
düşünürlerin mutlakiyetçiliği eleştiren yaklaşımlarıyla birlikte temsili demokrasiye ilişkin görüşler
gelişmeye başlamıştır. Birey ve yurttaşlık hakları, burjuva ekonomik ve siyasal gücün gerçeklerini ve
ideolojisini yansıtan şekilde öne çıkarken, temsili demokrasi görüşüyle birlikte oy verme hakkının
öneminden söz edilmeye başlanmıştır. Oy verme hakkı önce sadece uygun nitelikleri taşıyan erkeklere
77

 
verilirken, daha sonra toplumun diğer kesimlerine yaygınlaştırılmıştır. İlk gazeteler de demokrasi
kurumlarının ortaya çıkmasını sağlayan bu siyasal süreçler içinde Avrupa’da yayınlanmaya başlamıştır
(Tokgöz, 2008: 172-173).
Temsili demokrasinin gelişimi açısından Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile 1776’da yayınlanan
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesinin etkisinden söz etmek gerekir. Amerikan yaklaşımı bir yandan
yurttaşların seçmen olarak siyasal yaşama katılmaları gerektiğinin altını çizerken, diğer yandan siyasal
partilerin siyasal yaşamdaki rolü ve önemini de öne çıkarmıştır. Aynı zamanda siyasal parti liderlerine,
onlara oy vermemiş seçmenlerin de saygı duymalarını bekleyen bir siyasal kültürün oluşmasının önü
açılmıştır. Bütün bu gelişmeler, çeşitli siyasal alternatifler arasından anlamlı bir seçim yapabilen,
haklarını kullanabilen, bilgili bir seçmen kitlesinin oluşmasına işaret etmektedir (Tokgöz, 173).
İlk gazeteler demokrasi kurumlarının ortaya çıkmasını sağlayan siyasal süreçler içinde Avrupa’da
yayınlanmıştır Daha 16. yüzyılın başlarında Avrupa'da haberler sistematik bir biçimde yayılmaya
başlamıştır. Avrupa'nın egemen sınıfı aristokrasi ve yükselen burjuvazi mensupları arasında okuryazar
sayısının artması da kitlesel bir üretim sürecinin oluşumuna zemin hazırlayan önemli bir kültürel
ilerlemedir. Yayın süreklilikleri olmayan, haber veren kimi basılı ürünler, İtalya ve Fransa'da
yaygınlaşmaya başlamıştır. 17. yüzyılda Hollanda'da Anvers'de yayınlanmaya başlayan Nieuwe
Tydinghen adlı gazeteyi Avrupa'nın farklı kentlerinde yayınlanmaya başlayan çok sayıda, gazete olararak
adlandırılabilecek, haber veren süreli yayınlar izlemiştir (Kaya, 2009: 40).
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, endüstri devriminin etkisiyle birlikte sermayenin yoğunlaşması
ve tekelleşmenin yanında, bir yandan sömürgeciliğin ve emperyalizmin yaygınlaştığı diğer yandan ulus
devletlerin yükseldiği göze çarpmaktadır. Bu süreç içinde iki temel öğenin, siyaset ve medyanın öne
çıktığı görülecektir. Kapitalizmin gelişimi ve burjuvazinin iktidarı sahiplenme biçimi, siyasal yaşamı
yeniden düzenleyecek kurumsallaşma eğilimlerini şekillendirmektedir. Temsili demokrasilerde siyasal
iletişimin, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyaset hakkında konuşma, siyasal tartışmalara girme,
parlamentoda siyasal konuşmalar yapma gibi etkinlikler haline geldiği görülmektedir. Böylece, siyasal
yaşam siyasal partilerin gelişimi ve parlamentoların oluşması etrafında şekillenmektedir. İngiltere ve
ABD'de 18. yüzyılın sonundan başlayarak siyasal partilerin iktidara gelme çabaları ve parlamentoların
oluşumu etrafında, oy vermenin ve buna bağlı olarak seçim kampanyalarının önemi dile getirilmeye
başlanmıştır. Bu süreçte, kitle iletişim araçlarının kamuoyunu güdümleyen bir araç olma rolü ön plana
çıkarken, aynı zamanda siyaseti bir gösteriye dönüştürme ve kamuyu edilgin tüketiciler haline getirmede
önemli rol oynadığı bir ortam oluşmaktadır. Öte yandan, gerek Kıta Avrupasında gerek ABD’de siyaset
yapmanın gelişmesi yönünden çeşitli uygulamalara gerek duyulduğu gibi, aynı zamanda düşünce, inanç,
basın hak ve özgürlüklerinin yazılı hale gelmesine önem verildiği gözden uzak tutulmamalıdır Seçim
kampanyaları, sözü geçen dönemde karşımıza çıkmaktadır. Başından beri ABD’de Kıta Avrupasına göre
bireysel siyasal katılmanın önemli bir öğesi olan siyasal kampanyaların, 19. Yüzyıldan günümüze kadar
çeşitli aşamalardan geçtiğini söylemek gerekir (Tokgöz, 205-207). Bu yüzyılda seçim kampanyaları
yaygınlık kazanırken, siyaset ve kitle iletişim araçları arasındaki ilişki olumlu ve olumsuz yönleriyle çok
tartışılmıştır.
20. yüzyılın ilk yarısında geçirilen iki dünya savaşı, bir yandan sömürgelerin tasfiyesiyle birlikte yeni
ulus-devletlerin ortaya çıkmasının yolunu açarken, diğer yandan dünyanın iki siyasi bloğa ayrıldığı Soğuk
Savaş sürecini beraberinde getirmiştir. Bu gelişmelerle birlikte medya-siyaset ilişkilerindeki değişimin
yönünü dikkatle irdelemek gerekir. Öncelikle, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni iktidar ilişkileri
kurulurken, gazetelerin sınırlı bir kitleye hitap eden seçkinci yayın organları olmaktan çıkarak
kamuoyunu yönlendiren bir kitle iletişim aracına dönüştüğünü vurgulanmalıdır. Gazetelerde her
kesimden insanın haber konusu olmasının önü açılırken, gazeteler siyaseti bir bütün olarak tanımlamaya
yönelmiştir. Haber yapılan konuların çeşitlenmesiyle birlikte halka dönük gazetecilik anlayışı gelişirken,
gazeteler kitle gazetesi şekline dönüşmüştür.
Gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse İkinci Dünya Savaşı iki topyekun savaş olarak çok sayıda sivil
insanın ölümüne, maddi kayıplara, ülke topraklarının el değiştirmesine yol açarken, asıl tahribatı
demokrasi ve demokratikleşme üzerinde yapmıştır. Siyaset açısından açısından iki savaş arasında
Avrupa’da faşist ve nazi ideolojilerin yükselişinin demokratikleşmenin önünü büyük ölçüde kestiğini
78

 
vurgulamak gerekir. Bir başka deyişle, bu ideolojilerin yükselişiyle birlikte Avrupa’da demokrasi ve
siyasal yaşam açısından büyük bir tahribatın yaşandığı söylenebilir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra
temsili demokrasilerin meşruiyetinin yeniden sağlanması ve demokrasinin toplum idealinin toplumsal
sınıf ve katmanlarca benimsenmesi, Batı blokunda sosyal refah devleti çerçevesinde sağlanmıştır. Bu
bakımdan katılımcı ve çoğulcu demokrasi Soğuk Savaş döneminde baştacı edilerek kurumsallaşmıştır
(Tokgöz, 2008: 248-50).
20. yüzyılın başından itibaren, radyonun devreye girmesiyle birlikte devletin düzenleyici ya da
denetleyici mekanizmaları eşliğinde kamu hizmeti yayıncılığının oluşmaya başladığı görülmektedir.
İngiltere’de yaşanan British Broadcasting Company (BBC) deneyimi, kamu hizmeti yayıncılığının, devlet
tekelinin özerk bir kamu kuruluşu olarak yönetilmesi şeklinde gerçekleşmesinin somut bir örneği olarak
ortaya çıkmıştır. Finansmanı vergilerle karşılanan, kar amacı gütmeyen bir limited şirket olarak 1922'de
kurulmuş ve bilgi, eğitim ve eğlence sunmakla görevlendirilmiştir (Kaya, 2009: 94). BBC örneği devlet
müdahalesi ve denetimine açık medya iletişimi alanının kurumsallaşmasına da katkıda bulunmuştur.
1950'li yıllardan itibaren de televizyon, kamu hizmeti yayıncılığının başlıca aracı haline gelmiştir.
Televizyon, özellikle siyasal kampanyalarda kullanıma girmesiyle birlikte, siyasal ve toplumsal yaşamda
merkezi bir konuma gelmiştir. Gerçekten de televizyon insanlar için temel haber ve bilgi kaynağı olmaya
başlayınca, başta ABD’de olmak üzere siyaset ve siyasal iletişim deneyimlerini de büyük ölçüde
etkilemiştir. Zamanla siyasal kampanyalar, adayların medya pazarında bir medya kuruluşundan diğerine
hareket ettiği ve toplayabildiği tüm dikkat ve ilgiyi seçim çıkarları için kullandığı bir arenaya
dönüşmüştür. Çağdaş teknolojinin değişik olanaklarının bu etkinliklerde çok farklı seçenekler yarattığı
söylenebilir. Seçmenlerin oyunu alabilmek için yemekler, konuşmalar, ev ziyaretleri, şarkılarla başlayan
ABD’deki ilk seçim kampanyalarının, günümüzde hem içeriğinin hem de görünümünün çok değiştiğini
özellikle vurgulamak gerekir (Tokgöz, 2008: 229).
Soğuk Savaşın bitmesi ve neoliberal küreselleşme olarak anılan siyasal, ekonomik ve toplumsal
değişimlerin ortaya çıkmasıyla birlike, ulus devlet ekseninde siyasetin geçirdiği değişim demokrasi
bunalımına da denk düşmektedir. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçişle birlikte, küresel
olarak örgütlenmiş bulunan dev medya şirketlerinin 1980'lerden itibaren giderek yükselmesi ve sayıca
giderek azalmasıyla birlikte güçlerinin artması, ulus devletlerin ve iç pazarın sınırlamalarını
etkisizleştiren bir durumun yolunu açmıştır. Ulus devletler neoliberal sistemde ulusüstü yasal ve siyasal
düzenlemeler ile içerdeki politikaları bütünleştirmenin getirdiği sorunlarla yüz yüzedir. Sosyal refah
devleti modelinin krizi üzerine, devlet-endüstri ilişkilerini düzenleyen yeni bir devlet modelinin inşası ve
arayışının sürmesi, siyaset-medya ilişkileri ve iletişim özgürlüğü yönünden önemli sonuçlar
doğurmaktadır. Medyada mülkiyet, finansman, örgütlenme, üretim, dağıtım, içerik, yasal düzenlemeler
bakımından uluslararası finansman şirketlerinin konumu önemli boyutlara ulaşmaktadır. Yeni medya
tekonolojilerinin kullanımı ve küresel düzlemde şekillenen düzenlemeler sonucunda küresel bir medya
piyasasının ortaya çıkması 1990'larda dikkat çeken gelişmelerden biridir. Bu medya piyasası, hakim
şirketler, küresel sistemlerin maliyetini verimli kılan teknolojiler ve Dünya Bankası, IMF ve
DünyaTicaret Örgütü ile küresel ticari medyanın düzenleyici engellerini ortadan kaldıran neo-liberal
ekonomi politikalarının sonuçlarından biridir (McChesney, 1999: 20). Dev medya tekelleri ve medya
patronları, medyada sermaye birikiminin rolü ve konumunu artık yadsınamaz bir biçimde göstermektedir.
Bu durum, özellikle de medya tekellerinin egemenliği, artık medyayı devletin ve güçlü kesimlerin
etkisinden özerk kılma anlamında değil, aksine medyanın bu etkilerden kurtularak meydan okuyuşuyla
demokratik kurumların varlığını tehdit eder bir konuma gelmesi bağlamında tartışmalara yol açmıştır
(Chomsky, 1993).
Gerek batı ülkelerinde, gerek Doğu Avrupa ve eski Sovyet ülkelerinde, egemen görünüm piyasa
liberalizmi içinde medyanın bazen kendi içinde, bazen devlet ya da hükümetle çatışması şeklindedir. Bu
bağlamda, Batı Avrupa’da kamu hizmeti yayıncılığı kuralsızlaştırma ve özelleştirme politikalarıyla
zayıflamaya başlamıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra eski Doğu Blokunda ve Doğu
Avrupa’daki medya sistemlerinde bir değişim görülmekle birlikte henüz piyasa koşullarının tam
anlamıyla hakim olmaması önemlidir. Bu ülkelerde medya sistemi yeni düşünceler ve arayışlar içine
girmiştir. Öte yandan, sözü geçen ülkelerde yeni bir medya sisteminin oluşturulması için piyasa
ilişkilerine dayalı yatırım kaynakları bulma arayışı vardır. Batılı “medya baronları” için bu durum yeni bir
79

 
açılım alanı oluşturmaktadır. Kısaca, Batı Avrupa’daki kapitalist medya kuruluşları sermaye ve devletle
ilişkilerin getirdiği bunalımla karşı karşıya iken, Doğu Avrupa’da kapitalist devlet-medya ilişkisi ön plana
çıkarılmıştır (Tokgöz, 2008: 269-271).

Osmanlı İmparatorluğunda yayımlanmış ilk Türkçe gazetenin adı


nedir, ne zaman yayımlanmıştır?

SİYASAL KURUMLAR/ AKTÖRLER VE SİYASAL İLETİŞİM


Siyaset süreçleri içinde yer alanlar, bir başka deyişle siyasal aktörler, siyasal iletişimde bulunan kurumlar,
kuruluşlar, gruplar ve kurumsallaşmış kimliği bulunan kişiler, örgüt liderleri, önderleri, yöneticileridir.
Yöneticilerin topluma verilecek mesajlarla belli bir politikanın uygulanmasını hedeflemesini, siyasal
iletişimin en doğal durumu olarak nitelemek gerekir. Sözü geçen bütün aktörlerin tümü için siyasal
iletişimin rolü çok önemlidir. Bu bölümde başlıca siyasal aktörlerin siyasal iletişim sürecinden nasıl
yararlandıkları anlatılacaktır.

Siyasal İktidar ve Siyasal İletişim


Bir ülkede siyasal iletişimde bulunan en üst organ, o ülkenin en üst yöneticisi, yönetim biçimlerine bağlı
olarak devlet başkanı ya da imparator, kral, prens vb. gibi yöneticilerdir. Demokratik ülkelerde devlet
başkanları ve diğer seçilmiş yöneticiler yetki ve sorumluluklarına giren konularda çeşitli siyasal mesajları
halka iletmek gereğini duyarlar. Örneğin ülkenin ekonomik, siyasal durumu, güvenliği ile ilgili temel
konularda, dar boğazda olduğu durumlarda ya da güncel politika alanında, devlet başkanı siyasal iletişim
süreci içinde mesajlarını çeşitli araçlar kullanarak geniş kitlelere duyurmaya çalışır. Kimi zaman ise iç
veya dış kamoyuna verilecek bir siyasal mesaj yıldönümü, anma, açılış gibi herhangi bir törende, bir
konferansta ya da örneğin bayram mesajlarında da verilebilir. Bu durumlarda, genelde mesajların nasıl
hazırlanacağı, neleri kapsayacağı gibi hususlar, konuyla ilgili görevli uzman, danışman gibi kişilerce
düzenlenerek yöneticilere verilir. Ancak burada önemli olan, bu mesajların geniş kitlelere ya da hedef
kitlelere hangi yollarla, hangi yöntem ve teknikle ulaştırılacağıdır. Bu bakımdan kitle iletişim araçları
önem kazanmaktadır. Bütün ülkelerde, siyasal düzene bağlı olarak, siyasal mesajları geniş kitlelere
duyurmak amacıyla devletin ya da hükümetlerin elinde, yönetim ya da denetimleri altında bulunan kitle
iletişim araçları ve özellikle de radyo ve televizyon kanalları bulunur. Örneğin devlet başkanı mesajını ya
doğrudan bu amaca yönelik basın açıklaması, basın bildirisi veya basın toplantısı yoluyla açıklar ya da bir
toplantıda, açılışta, gezide yapacağı açıklamalar dolaylı olarak kitle iletişim araçları yoluyla topluma
aktarılır. Dolayısıyla, hangi yol ile yapılırsa yapılsın, siyasal amaçlı mesajların aktarılmasında devletim
elinde ya da denetiminde radyo televizyon kanalları ile yazılı basın araçlarının bulunmasının çok önemli
olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü özel kitle iletişim kanallarının devlet ya da hükümet başkanının her
istediği anda ve koşulda halka ulaştırılması için istenilen mesajları verme gibi bir yükümlülüğü yoktur.
Bu durum, genelde, ancak devletin iç ve dış savaş tehlikesi ile karşı karşıya olduğu ya da devletin yüksek
yararlarının bulunduğu durumlarda görülür (Aziz, 2007: 22-23).
Bir ülkenin yönetimini elinde tutan siyasal iktidar, aslında siyasal partilerin bir devamıdır. Demokratik
ülkelerde, belli sürelerde yapılan genel seçimler sonrası seçimlerde çoğunluğu kazanan tek bir parti, bir
partinin siyasal erki eline alacak kadar çoğunluğu olmaması durumunda ise siyasal partilerin bir araya
gelmesi ile oluşan koalisyon hükümetleri siyasal iktidara sahip olur. Demokrasi ile yönetilmeyen
ülkelerde, diğer bir deyişle yönetenleri yönetilenlerin seçmediği, oligarşi ve monarşi türü yönetimlerde
oluşan siyasal iktidarların da içerde halkla, dışarda diğer ülkelerle bir iletişim içerisinde bulunması
gerekir. Bu tür bir iletişim de yapısı gereği siyasaldır. Çünkü siyasal iktidarlar, ne olursa olsun, kendi
çalışmalarını yönettikleri topluma anlatmak, açıklamak, bir ölçüde hesap vermek zorundadır. Özellikle
demokratik ülkelerde bu zorunluluğu yerine getirmeyen, seçmen kitlesiyle diyaloğu yeteri kadar olmayan
hükümetlerin gelecek seçimde seçmenlerinden aynı oyu alamayacakları açıktır. Bu bakımdan hükümetler
ister tek başına isterse koalisyon şeklinde olsun, ülkeyi yönetirken siyasal iletişimde bulunan önemli
siyasal aktörlerdendir.

80

 
Siyasal kurumlar ile iletişim araçları arasındaki ilişkiler temelde iletişim kurumlarının siyasal
etkilerden ne kadar korunduğu ve özerk olduğu sorusu etrafında gelişmektedir. Bir başka deyişle, iletişim
kurumlarının ne kadar özerk olduğu ve bu özerkliğin nasıl sağlandığı, ne tür yöntemlerle ve ne ölçüde
kısıtlandığı sorunu konunun düğüm noktasıdır. Genel olarak bakıldığında siyasal aktörler arasında, kitle
iletişim araçları üzerinde en çok denetim kurmaya çalışan aktörlerin iktidar partileri olduğu
görülmektedir. Hükümetler uyguladıkları politikaların halka aktarılmasında olumlu rol üstlenmeleri için
kitle iletişim araçlarını kontrol altına almak isterler. Tarihsel gelişimi içerisinde kitle iletişim araçları ve
siyasal iktidarlar arasındaki ilişkilere bakıldığında, hükümetlerin, hangi yolla olursa olsun, medyanın
kendi yanlarında ya da denetimlerinde olmalarını sağlamak için büyük çaba harcadıkları dikkat
çekmektedir. Bu konuda yazılı basın ile elektronik basın arasında mülkiyet yapılarına dayanan bir
farklılık olmuştur. Başından beri, çoğunlukla özel girişimin elinde olan yazılı basına müdahale –belirli
durumlar dışında- olanaksız iken, ilk dönemlerinde devlet ya da hükümetlerin elinde bulunan radyo ve
televizyon yayınlarında siyasal müdahaleler her zaman olmuştur. Bugün hükümetin elinde olmasına
rağmen özerk bir yayın kuruluşu gibi hareket eden İngiliz radyo ve televizyon kurumu BBC de, kuruluş
yıllarında hükümetlere karşı tarafsız yayın için mücadele etmiş ve bugünkü konumunu kazanmıştır.
Hemen hemen bütün Batı Avrupa ülkelerinde de benzer aşamalardan geçilmiştir (Aziz, 2007: 103).
Kitle iletişim araçlarının özel girişimin elinde olması, siyasi müdahalelerin dışında bir yayın
politikasının yürütüldüğü izlenimi vermektedir. Ancak, özel kesimin kontrolünde olan kitle iletişim
araçlarında, kendi ekonomik ve toplumsal zorunluluklarının getirdiği çıkar ilişkileri çerçevesinde
özellikle iktidar yanlısı bir tutum izlendiği tüm ülkelerde gözlemlenen bir durumudur. Özellikle
günümüzde medya patronlarının aynı zamanda büyük holdinglerin de sahibi olmaları ve ellerinde bulunan
kitle iletişim araçlarını kamu hizmeti anlayışı ile yayın yapmaktan çok, asıl uğraşı alanındaki işlerin
yürütülmesi, desteklenmesi için yönlendirmeleri, bu olanakları kendi çıkarları için kullandıkları
düşüncesini doğurmaktadır. Dolayısıyla yayınlarında, toplum adına siyasal yaşamı yönetenlerin
gözlenmesi, yaşanan olayların tarafsız olarak aktarılması beklenirken, çoğu kez iktidar yanlısı yayınlar
yapıldığı, en azından iktidar ile ilgili eleştirilerin çok yumuşatarak verildiği gözlemlenmektedir (Aziz,
2007: 104).

Türkiye’de siyaset ve iletişim kurumları arasındaki ilişkiler


Avrupa’dakinden daha farklı boyutlarda gelişmiştir. Ancak, öncelikle Türkiye’de de yakın
zamanlara kadar pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi yazılı ve sözlü-görüntülü basının
mülkiyet ve yönetim biçimlerinin farklı olduğu ikili bir yapının bulunduğunun altını
çizmek gerekir. Yazılı basın özel kesimin elinde iken, yakın zamana kadar önceleri radyo,
daha sonra televizyon yayınlarının yönetimi devlet denetimi altında ve hükümetlerin etki
alanı içinde olmuştur.

Türkiye'de devlet konrolünde televizyon yayıncılığı ne zaman


başlamıştır?

Siyasal Partiler ve Siyasal İletişim


Siyasal partilerde içeride ve dışarıyla yapılan iletişim doğası gereği siyasaldır. Siyasal partiler belirli
siyasal görüşleri, ideolojileri, yöntemleri savunan ve seçimler yoluyla iktidarı kazanarak hedeflerini
gerçekleştirmek üzere bir araya gelen örgütlerdir. Nihai amaçları iktidara gelmek ve ülkenin yönetiminde
söz sahibi olmaktır. Siyasal partiler iktidarda olmadıkları durumda muhalefette kalarak, iktidarın politika
ve eylemlerine, uygulamalarına, parti görüşleri doğrultusunda çoğunlukla eleştiride bulunur (Aziz, 2007:
87)
Siyasal iletişimin belki de en çok kullanıldığı yer, siyasal partilerdir. Siyasal partiler siyasal bir
amaçla halkı yönetmek üzere ortaya çıkan örgütlü gruplardır. Dolayısıyla siyasal partilerin yaptıkları tüm
faaliyetlerde, kurdukları tüm ilişkilerde siyasal çıkar aranır. Siyasal partilerin yapacakları her türlü
iletişim, siyasal iletişimin en dar anlamı ile siyasal iletişim tanımı içerisinde yer alır. Bir başka deyişle,
siyasal partilerin halka yönelik olarak yaptıkları her türlü faaliyet siyasal iletişim içeriklidir. Bu anlamda,
81

 
seçimler sırasında yapılan iletişimin ise siyasal niteliği itibarıyla en üst noktaya çıktığı söylenebilir.
Sonuç olarak, siyasal partilerin her türlü faaliyetinin bir siyasal iletişim boyutu olduğu ileri sürülebilir
(Aziz, 2007: 24).
Siyasal partiler, 17. yüzyılın sonları ve 18. yüzyılın başlarında, Avrupa’da mutlak monarşiye dayanan
yönetimlerin son bulması ve siyasal temsil sisteminin kabul edilmesi ile hükümdarların yetkilerini sınırlı
da olsa paylaşmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Siyasal partilerin seçimler sonucu halkın temsilcileri
olarak ortaya çıktıkları süreçte çalışacakları yer ülkelerinin parlamentolarıdır. Bu bakımdan siyasal
partilerin varlığı, o ülkede bir meclisin ya da parlamentonun varlığını gösterir. Ancak tek partili
parlamentolarda, bu temsiliyetin tam demokratik bir toplumu temsil etmediği kabul edilir. Tarihsel
gelişim içerisinde tek parti yönetimlerinin varlığına sık rastlanmıştır (Aziz, 2007: 88). Dolayısıyla, siyasal
partilerin, genel olarak, seçimle yönetilen demokratik yönetimlerin olduğu ülkelerde gerçek anlamıyla var
olduğu kabul edilir. Bu bakımdan diktatörlüklerde, otokratik yönetimlerin olduğu ülkelerde tam
anlamıyla siyasal partilerin olmadığı söylenebilir. Tek partili yönetimlerde ise tam anlamıyla demokrasi
ve siyasal partilerden söz edilememektedir.

Resim 4.1: Siyasal partilerin iletişim çalışmalarına seçimlerde asılan afişler.

Siyasal partilerin iletişim olgu ve sürecinin nasıl işlediğini görebilmek için öncelikle örgüt yapısının
bilinmesi gerekir. Siyasal partilerde örgüt yapısı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte temel olan
değişmeyen yanlar da vardır. Ancak her ülkenin yönetim yapısı, tarihsel ve siyasal gelenekleri siyasal
partilerin örgüt yapılarını da etkiler. Örneğin ABD’de ve Avrupa ülkelerindeki siyasal parti yapıları ya da
Japonya ve Türkiye'deki siyasal partilerin özellikleri önemli farklılıklar gösterir. Örneğin ingiltere’deki
siyasal partilerin yapısı, özellikleri, parlamentoya ilişkin gelenek ve teamüller diğer Avrupa ülkelerine
göre farklıdır.
Siyasal partiler çoğu kez ülkenin tümüne yayılmış olan ve birbirine benzemeyen insanları içinde
barındıran kuruluşlardır. Siyasal partilerin, özellikleri ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, çeşitli parti
elemanlarını içinde barındıran bir yapıları olduğu söylenebilir. Siyasal partilerdeki bu yapının bilinmesi,
iletişim olgu ve sürecinin işleyişinin anlaşılması açısından önemlidir. Fransız siyaset bilimci Maurice
Duverger parti içi çalışan elemanları temel unsurlar adı altında dört grupta toplar ve bunları komite, ocak,
hücre ve milis olarak adlandırır. Bu dört unsurda bulunanların görev ve yetkileri birbirinden farklılık
gösterir. Bu temel unsurlar seçim dönemlerinde ve diğer zamanlarda partinin geniş halk kitleleri ile
ilişkisini kurmak ve güçlendirerek sürdürmek için çaba gösterir. Bu anlamda, Duverger'in kullandığı
haliyle bu grupları tanımlayabiliriz: Komite daha çok seçim zamanı faaliyet gösteren sınırlı sayıda kişinin
oluşturduğu gruplardır. Ocak, bir bütünün parçası niteliğindedir ve yöreseldir. Bunlar, tek başlarına var
olamayan ve sürekli sayılarını artırmak isteyen gruplardır. Ne kadar çok ocak sayısı olursa parti taraftarı
82

 
ve parti için kararlı seçmen sayısı o kadar çoğalacaktır. Hücreler ise siyasal partilerin mesleksel
örgütleridir. Bunlar komiteler ve ocaklar gibi yönetsel değil, mesleki gruplardır. Örneğin aynı yerde
çalışanların aynı parti tarafında olmaları durumunda bir hücre oluşmaktadır. Bu bakımdan daha homojen
gruplardır. Son olarak, milisler partiye en bağlı ve disiplinli kişiler olarak tanımlanır. Giyim kuşamları,
hareketleri, selamları, kullandıkları parti simgeleri ile tam bir partizan görünümü çizerler. Duverger
siyasal iletişim açısından bu temel unsurların kendi aralarındaki ve parti ile olan ilişkilerindeki iletişimi
dikey ve yatay olarak ikiye ayırmaktadır. Dikey iletişim hiyerarşik bir yapı özelliği göstermesine karşılık
yatay iletişim ağının daha demokratik ve esnek bir iletişim modelini çağrıştırdığı söylenebilir. Bu
unsurların hem birbirleriyle hem de parti ile yürüttükleri iletişimlerde her iki tür iletişim modeli de
görülebilir (Duverger, 1974).
Duverger’in siyasal parti içi yaptığı bu dörtlü gruplandırmanın yanında, siyasal partileri en dıştaki
seçmenden başlayarak en ortada bulunan parti liderine kadar giden yedi katmanlı bir yapı halinde anlatan
ayrıntılı bir sınıflandırma daha kullanılmaktadır. Bu katmanlar seçmen, taraftar, üye, militan, il ve ilçe
örgütleri, merkez yönetim ve parlamento grubu, liderin yakın çevresi ve lider şeklindedir. Bunların bir
kısmı örneğin taraftarlar, militanlar ve liderin yakın çevresi gibi gruplar parti içindeki çalışma
biçimlerine, parti ile ilişkilerine bağlı olarak meydana gelen gruplardır. İl ve ilçe örgütleri, lider ve
merkez yönetim kurulları gibi diğerlerinin oluşumu ise farklı ülkelerdeki yasal düzenlemelere bağlı
olmuştur. Bu grupların aralarındaki ilişkileri ve iletişimi görmek için bunların tanımlarını, özelliklerini ve
parti içi işlevlerini genel hatları ile bilmek gerekmektedir (Aziz, 2007: 95).
Siyasal partilerin kamuoyu ve özellikle seçmen kitleyle, seçim dönemlerinde daha farklı boyutlarda,
farklı yöntem ve tekniklerle iletişim halinde bulunmaları doğaldır. Ancak, bunun dışında, seçim öncesi ve
sonrası dönemlerde de iletişimin olması gerekir. Bir başka deyişle, siyasal partilerin kamuoyu ile
doğrudan ve sürekli olarak iletişimde bulunmaları bir zorunluktur. Siyasal iktidarda bulunan partilerin bu
konuda zorluk çekmedikleri ve yönetimlerinden kaynaklanan olayların haber değeri olması durumunda
bunun çeşitli yollarla kamuoyuna yansıyacağı açıktır. Burada daha geniş kitlelere ulaşmak için en uygun
iletişim kanallarının kullanılması doğaldır. Mecliste muhalefeti oluşturan siyasal partilerin ise bu tür
olanakları daha sınırlıdır. Muhalefetteki partilerin toplumdaki çeşitli olaylara duyarlılık göstererek, bu
konularda ya da bu konular aracılığıyla partinin savunduğu düşünce, tutum ve davranışları topluma
aktarmaları beklenir. Özellikle siyasal iktidarların faaliyetlerini, söylemlerini yakından izleyerek
kamuoyuna sık sık eleştirel ve yapıcı mesajlar iletmeleri talep edilir. Bir başka deyişle, muhalefette
olmanın sorumluluğunu yerine getirirken, bunu hem mecliste göstermeleri hem de çeşitli iletişim
yollarıyla kamuoyuna aktarmaları gerekir. Meclise giremeyen ya da mecliste temsilci bulundurmayan
küçük siyasal partilerin ise kamuoyuna seslenme olanakları daha sınırlıdır. Bu tür partilerin kamuoyu ile
iletişimleri diğerlerine benzerlik göstermekle birlikte, kitle iletişim araçlarından yararlanmada onlar kadar
şanslı değillerdir. Bu bakımdan, kendi medyalarına sahip olmaya ya da en azından onları destekleyen
radyo, televizyon veya gazeteye sahip olmaya çalışırlar (Aziz, 2007: 101).
Siyasal partilerin yoğun siyasal iletişim faaliyetlerinde bulundukları seçim zamanlarına hazırlıklı
gelebilmeleri için, seçim öncesi dönemlerde çeşitli sosyal faaliyetlere katılmaları ve bu faaliyetlerin
kamuoyuna ya da daha özel bir grup olan partinin seçmenlerine duyurulması gerekir. Siyasal partilerin
seçim öncesi zamanlarda çeşitli sosyal etkinliklere katılmaları elbette siyasal amaçlıdır. Bunlar ülkeden
ülkeye farklılık göstermekle birlikte, genel olarak kurum ve kuruluşların açılış törenlerine,
yıldönümlerine, anma toplantılarına, ünlü kişilerin ya da toplumun duyarlık gösterdiği kişilerin evlenme
ve cenaze törenlerine katılma gibi faaliyetlerdir. Ayrıca parti başkanı ya da önde gelen üyelerinin fabrika,
işyeri, eğitim kurumu gibi yerlerin hizmete açılması ile ilgili törenler ve toplantılara, çeşitli seminer ve
konferanslara katılarak konuşma yapması ya da en azından orada bulunarak konuyla ilgili görüş
yansıtması da önemlidir. Çoğunlukla siyasal parti temsilcilerinin bu tür törenlerde biraz da
gelenekselleşen bir durumla konuşma yapmaları beklenir. Bu durumlarda çoğu siyasetçi bulunulan
etkinliğe ilişkin kısa bir konuşma yapmayı değil, siyasal kimliklerini ve partilerinin görüşlerini yansıtan
uzun konuşmalar yapmayı tercih eder. Aslında amaç kamuoyuna ve seçmene mesaj göndermektir ve
bundan ötürü konuşmaları siyasal iletişim yüklüdür. Bu durum olayın ev sahipleri sayılan düzenleyiciler
tarafından bilinmekle birlikte, siyasal kimliği olan kişilerin toplantıya gelerek bir konuşma yapması –hele
başbakan, bakan ya da parti başkanı ise- medyanın gelmesini sağlayacağından toplantılarda bu tür
83

 
protokol konuşmalarına özellikle olanak tanınır. Özellikle devlet ve hükümet üst yetkilerinin kamuya
açıklamak istedikleri bir mesajın olması gibi durumlarda, bu tür konuşmalar önceden hazırlıklı bir
biçimde de gerçekleşebilir. Gerçekten de, bu tür hazırlıklı konuşmalara daha çok rastlanır. Burada,
toplantıya gelen medya mensuplarının siyasetçilerin yaptıkları, bazen durumla ilgisi olmayan siyasal
amaçlı konuşmaları izleyip mekândan ayrılmaları ilginç bir görünüm ortaya çıkarmaktadır. Toplantının
konusuna ilişkin olarak daha çok basın bülteni ile yetinilirken, asıl olarak siyasilerin toplantıda
söyledikleri öne çıkarılmaktadır. Daha ilginç olan ise, çoğu zaman siyasetçilerin de, medya mensuplarıyla
birlikte, konuşmalarını yaptıktan hemen sonra ya da kısa bir süre sonra toplantıyı terk etmeleridir (Aziz,
2007: 102).
Partilerin siyasal söylemlerinin yansıtıldığı diğer faaliyetler, toplumun çeşitli katmanlarının
sorunlarına eğildikleri daha çok sosyal içerikli eylemlerdir. Bu anlamda, siyasal partilerin veya onlara
bağlı belediyelerin yoksul halka yiyecek, giyecek hatta yakacak yardımı yapmaları, Ramazan ayında aş
evlerinin açılarak bu ay boyunca parasız iftar yemeği vermeleri, ucuz halk ekmek fırınları çalıştırmaları,
bayramlarda parasız kent içi ulaşım sağlamaları, tanzim satışları yapmaları, halk konserleri
düzenlemeleri, toplu sünnet düğünleri yapmaları siyasal iletişişm yüklü faaliyetlere örnek olarak
verilebilir (Aziz, 2007: 103).

Yerel Yönetimler ve Siyasal İletişim


Tüm dünya ülkelerinde, siyasal ve tarihsel koşullara bağlı olarak değişen yapısal özelliklere ve özerklik
derecelerine sahip yerel yönetimler bulunmaktadır. Yerel yöneticiler belli bir bölge içerisinde yaşayan
halkın yönetimi için çoğunlukla seçimle işbaşına gelen siyasal aktörlerdir. Yerel yönetimlerin en belirgin
siyasal aktörleri belediye başkanları olmakla birlikte, yerel yönetim yapısı içerisinde yer alan ve seçimle
gelen başka siyasal aktörler de vardır. Türkiye'de olduğu gibi belediye meclis ve encümen üyeleri ile il
genel meclis üyeleri de siyasal aktörler olarak kabul edilir. Yerel yönetim yapılarındaki farklılıklara bağlı
olarak sözü geçen yöneticilerin siyasal nitelikleri de ülkeden ülkeye farklılık gösterir.
Yerel yönetimlerin genelde siyasal partilerle doğrudan bağlantılı olduğu söylenebilir. Bu bakımdan
yerel yöneticilerin seçimlerinin parti sistemine bağlı olması doğaldır. Yerel yöneticilerin seçim
kampanyaları çoğunlukla bağlı oldukları siyasal parti tarafından yürütülür. Özellikle büyük ölçekli yerel
yönetimlerin seçimlerinde parti desteği olmazsa olmaz bir koşul halindedir. Ancak küçük ölçekli yerel
yönetimlerde bağımsız güçlü adayların ortaya çıkması ve seçimi kazanması söz konusu olabilmektedir.
Yerel yöneticiler ister siyasal partilerle bağlantısı olsun, ister bağımsız olarak yönetime gelsin, gerek
seçimler sırasında gerekse halka hizmet verirken her türlü siyasal iletişim sürecinin içerisindedir.
Günümüzde Türkiye'de de belediyelerin yaptığı faaliyetlerde siyasal bir iletişim söz konusudur. Son
zamanlarda özellikle büyük şehirlerin belediyelerinde kurulan halkla ilişkiler ve tanıtım birimleri
aracılığıyla yapılan ve siyasal iletişim kapsamına giren faaliyetlerin yoğunluğu dikkat çekicidir. Örneğin
belediyelerin klasik yerel yönetim hizmetlerinin dışına çıkarak halkın eğlenmesine ve kültürel ihtiyaçların
karşıklamasına yönelik konser, sergi, toplantı gibi faaliyetleri düzenlemelerinin altında yatan gerçek,
siyasal söyleme malzeme çıkarmak, yani siyasal iletişimde bulunmaktır (Aziz, 2007: 24-25).

Günümüzde Türkiye’de TBMM’nin, siyasal partilerin ve belediyelerin


neredeyse tamamının internet siteleri bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli sosyal medya
araçlarını kullanmaktadırlar. Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki oturumların
tutanakları, günlük olarak www.tbmm.gov.tr adresinde yayımlanmaktadır.

Toplumsal Muhalefet ve Siyasal İletişim


20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, öncelikle Batı toplumunda yeni kuramsal yaklaşımların ortaya
atılması ve yeni yönetim biçimlerinin iktidara gelmesinin yanında, aykırı sayılan bazı siyasal muhalefet
hareketlerinin ve olayların görülmeye başlandığı söylenebilir. Öğrenci protestoları, kadın, çevre, göçmen,
siyah ve işçi hareketleri gibi çeşitli alanlarda ve biçimlerde ortaya çıkan bu siyasal eylemlilikler,
toplumsal muhalefet hareketleri ya da yeni toplumsal hareketler olarak anılmaktadır. Bu olayların
84

 
dünyanın çehresini değiştirmedeki rolleri tartışılmazdır. 1960’lı yılların sonlarından itibaren, toplumsal
muhalefet hareketleri ile birlikte, modern siyasal yaşamın kurumsallaşması içinde yer almayan pek çok
konu tartışmaya açılmıştır.
1968’de ortaya çıkan, kısa sürede geniş bir coğrafyaya yayılan ve bütün dünyayı etkileyen öğrenci
hareketleri, işçi sınıfını yanına alarak büyürken bu hareketleri siyah, kadın, çevre ve göçmen hareketleri
izlemiştir. Genel olarak, toplumsal hareketlerin kapitalist toplumun mağdurları arasında yaygınlık
kazandığı kabul edilmektedir. Bu hareketlerin siyasal ve akademik çevrelerdeki yankıları, 1970’li yıllar
boyunca ve daha sonra da sürmüştür. Toplumsal hareketler, özellikle sosyal bilimlerde farklı disiplinlerin
yöntem ve teknikleri kullanılarak araştırma yapılan yeni çalışma alanlarının oluşturulmasına neden
olmuştur. Toplumsal muhalefet hareketlerinin akademide kendine bir yer bulması, yeni çalışma
alanlarının örgütlenmesinin yanında, aynı zamanda eleştirel ve Marksist yaklaşımlara akademide yer
açılmasını sağlamıştır. Siyasal iletişim alanında da, bir yandan ekonomi politik yaklaşımı kullanan
araştırmaların çoğaldığı görülürken, diğer yandan eleştirel kuram iletişim çalışmalarında etkisi olmayan
bir düşünce geleneği olmaktan çıkarak ana damar yaklaşımlara paralel karşı bir konuma yerleşmiştir
(Tokgöz, 2008: 341-342).
Toplumsal muhalefet hareketleri medyanın toplumsal anlamları ve işlevlerine ilişkin yeni sorulara yol
açmıştır. Hükümetlerin ve bilim insanlarının medyanın istikrar sağlayıcı ve bütünleştirici konumuna
duyduğu ilginin karşısında, toplumsal hareketlerin bu eğilimi önemli olmuştur. Aslında toplumsal
muhalefet hareketlerinin medyaya ilgisi, temelde medyanın egemen siyasal çıkarların bütünleşmesindeki
katkısının görülebilmesine yöneliktir. Siyasal iletişimin, bu gelişmelerle birlikte daha geniş bir alanda
ifadesini bulduğu açıktır. Örneğin, kadın çalışmaları alanında kadın ve siyaset ilişkisinin sorgulanmasına
yönelinmesi, gündelik yaşamdaki siyasal iletişim şekillerinin farklı bir gerçekleşme biçimini göstermiştir.
Seçim kampanyalarında kadınların oy verme biçimlerindeki farklılıkları belirlemek bakımından yeni
tekniklerin kullanılmasının gerekli olduğu görülmüştür. Kadın çalışmaları alanında bilgi üretilmesi,
eğitimde ve oy vermede eşitliğin sağlanması, özgürlüklerin kullanımı gibi kaygılarla gerçekleştirilmiştir
(Tokgöz, 2008: 341).
Toplumsal muhalefet hareketlerinin yükselmesiyle birlikte, siyasal iletişim araştırmalarının siyaseti
sadece seçilmişlerin etki alanı olarak değil, farklı toplumsal sınıflardan, etnik gruplardan ve ırklardan
gelen sıradan kadın ve erkeklerin gündelik yaşamlarını etkileyen bir etkinlik türü olarak kabul etmeye
yöneldiğini söylemek gerekir. Özellikle Amerikan toplumu için, televizyonda gösterilen beyaz diziler,
soap operalar (sabun köpüğü diziler) ve komedi programlarında farklı toplumsal gruplardan sıradan
insanların temsil edilmesinin, kuşkusuz bu yönelişte katkısı bulunmaktadır. Medyadaki temsillerde
görülen karşı çıkma biçimlerinin nasıl çözülebileceği ve nasıl yeniden anlamlandırılarak siyasal olanın
biçimlendirilebileceği sorusu, iletişim araştırmalarında gündelik yaşam örüntülerinin irdelenmesi
sonucunda ağırlık kazanmıştır (Tokgöz, 2008: 342)
Yukarıda anlatılanlar ışığında, siyasal iletişimin giderek genişleyen kapsamını görmek bakımından,
toplumsal muhalefet hareketlerinin siyasal aktörleri olarak kabul edilen kurum, grup ve oluşumların neler
olduğunu bilmek gerekmektedir.

Sivil Toplum Örgütleri


Sivil toplum örgütleri/kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ya da üçüncü sektör olarak anılan gruplar,
demokratik sistem içinde ortaya çıkan kuruluşlardır. Sivil toplum örgütlerinin tarihçesi eski olmakla
birlikte, toplumsal çalışmalarda etkili olmaya başlamaları, siyasal iktidarları denetleyici rolü
benimsemeleri ve farklı sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek olaylar karşısında birlikte tepki
göstermeleri gibi olgular oldukça yenidir. Günümüzdeki anlamda sivil toplum örgütlerinin kökenleri,
Avrupa'da 12. yüzyılda kendini göstermeye başlayan ticaret kesimine dayanmaktadır. Ancak kavram
olarak sivil toplumun kullanımı çok daha eskidir; ilk olarak Yunan filozof Aristoteles kullanmıştır.
Bugünkü anlamda sivil toplum örgütlerinin ilk örnekleri olarak meslek grupları verilebilir. Zanaat ya da
meslek loncaları gerek Avrupa’da gerekse Osmanlı İmparatorluğu’nda oldukça yaygın ve itibarlı
örgütlerdi. Yürürlükteki yasalara dayanmaktan çok, kendi içlerinde belli düzen ve gelenekleri olan bu
topuluklara üye olma, üyelik görev ve yetkileri kullanma ile üyelikten çıkma belli kurallara bağlıydı.
85

 
Sivil toplum düşüncesi 20. yüzyılda özellikle Avrupa'da yaşanan diktatörlük ve savaş deneyimleri
sonrasında daha fazla önem kazanmıştır. 1950'li yıllardan itibaren sivil toplum örgütleri güçlenmeye ve
seslerini duyurmaya başlamıştır. Günümüzde meslek odaları, birlikler, vakıflar, dernekler, sendikalar,
bunların oluşturduğu daha geniş örgütlenmeler sivil toplum örgütlerine örnek olarak verilebilir. Her
ülkede yasal koşulların belirlediği çerçevede bu örgütlerin kurulması, gelişmesi, yaygınlaşması ve toplum
yaşamında etkili olması söz konusudur. Sivil toplum örgütleri önceleri daha çok ulusal hatta yerel
nitelikte iken, giderek uluslararası etkileri olan bazı örgütler de ortaya çıkmıştır.

Sivil toplum örgütleri tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek


ses getiren çalışmalar yapmaktadır. Bu örgütlerin pek çoğunun ilgi alanı ile ilgili görece
kapalılıkları varsa da bu durumun giderek esnediği görülmektedir. Son yıllarda bu
örgütlerin tek başına ya da aralarında birleşerek ve kendi kuruluş amaçlarının dışına
çıkarak, ulusal ve uluslararası düzeyde kamuoyunu ilgilendiren siyasal içerikli konularda
da faaliyette bulundukları görülmektedir. Özellikle 2000’li yılların başlarında Türkiye’nin
AB’ye üyelik sürecine ilişkin girişimlerde, sivil toplum örgütlerinin tek başlarına ya da
birlikte görüş bildirdikleri ve bu yolda AB ülkelerinde de önemli girişimlerde bulundukları
bilinmektedir.

Baskı/ Çıkar Grupları


Dernekler, vakıflar gibi sivil toplum örgütleri yanında yasal herhangi bir dayanakları olmayan ancak belli
amaçlar için bir araya gelen kişilerin oluşturduğu başka siyasal nitelikli oluşumlar da vardır. Baskı ya da
çıkar grupları, platformlar, güç birlikleri bunlara örnek verilebilir. Bu gruplar daha az kurumsallaşmıştır
ve çoğu kez tek bir konu için bir araya gelirler. Amaçlarına varmak, kamuoyuna, devlete, ilgili kurum ve
kuruluşlara seslerini duyurmak için çeşitli iletişim yöntem ve teknikleri kullanmaya çalışırlar. Bu tür
oluşumların nitelikleri ve sayıları toplumdan topluma ve zaman içerisinde değişir. Üzerinde çalıştıkları
konular maddi nitelikli olabileceği gibi manevi değerlerle ilgili de olabilir. Zaman zaman bu tür
topluluklar bazı siyasal aktörler –örneğin bir siyasal parti ya da sendika, yerel yönetimler, dernekler,
çeşitli meslek örgütleri- tarafından da güdümlü olarak oluşturabilir ya da bu tür örgütlerce desteklenebilir.
Tarihsel gelişimi içinde ilk baskı grubunun, 1834 yılında İngiltere’de ticaret birliği şeklinde ortaya
çıktığı kabul edilir. 1887 yılında da, ABD’de patronlara karşı birleşen işçilerin oluşturduğu baskı grupları
görülmeye başlanmış; bu grupların etkisiyle işçilerin durumunu iyileştiren adımlar da atılmıştır. 20.
yüzyılda baskı grupları daha farklı yapılarda örgütlenmeye başlamıştır; bir kısmı yasal biçimde
örgütlenerek sivil toplum örgütü niteliğini kazanırken, bir kısmı zaman zaman ortaya çıkan baskı grupları
olarak kalmıştır. Tarihsel gelişimi içerisinde ele alınacak olursa, baskı gruplarının farklı ülkelerde bilim
insanları tarafından farklı kıstaslarla sınıflandırıldıkları görülmektedir. Genel olarak bakıldığında, baskı
grupları mesleksel, ideolojik, politik, ekonomik, sınıfsal temellere dayalı olarak geniş bir yelpazede yer
alırlar. Hatta bazı sınıflandırmalarda, daha önceki başlıklarda anlatılan bazı siyasal aktörlerün de baskı
grubu olarak değerlendirildiğine rastlanmaktadır (Aziz, 2007: 27-28).
Platformlar çoğu zaman baskı gruplarının içinde ele alınır, ancak çalışma biçimleri açısından bazı
farklı özellikler gösterebilir. Platformlar çoğunlukla daha uzun sürelidir ve belli bir amaç için bir araya
gelir, fikir alışverişinde bulunur, görüşlerini kamuoyu ve ilgili yerlere açıklarlar. Platformlar çoğu zaman
kişilerin veya sivil toplum örgütlerinin bir araya gelmesi ile oluşur. Zaman içerisinde baskı grubu olarak
da faaliyet gösterebilirler. Sivil toplum örgütlenin bir araya gelerek oluşturdukları bir diğer oluşum güç
birliği adı altındaki örgütlenme biçimidir. Alanları farklı olan dernek, vakıf, birlik gibi sivil toplum
örgütlerinin bazıları bir araya gelerek ya içerde siyasetçilere ve kamuoyuna kendi seslerini duyurmak
amacıyla ya da uluslararası ilişkilerde belli ulusal politikalara destek vermek üzere faaliyet gösterir. Bu
konular silahsızlanma, doğal ve tarihi çevreyi koruma, çocuk hakları gibi konular olabilir (Aziz, 2007:
28-29).

Lobicilik
Lobicilik ya da kulis faaliyeti, çıkar/baskı gruplarının belli konularda hedeflerine ulaşma çabası içinde,
siyaset yapma sürecinde özellikle de yasama ve yürütme üzerinde etki yaratmayı amaçladıkları
faaliyetleridir. Çoğu zaman sivil toplum örgütleri tarafından bir siyasal iletişim yolu olarak da kullanılır.
Tarihsel gelişimi içinde ilk lobicilik gruplarının İngiltere ve ABD’de baskı grupları şeklinde ortaya çıktığı

86

 
söylenebilir. Zaman içerisinde lobicilikte farklı örgütlenme, yöntem ve teknikler ortaya çıktığından
siyasal iletişim alanında da ayrı bir biçimde ele alınmaya başlamıştır. ABD’de lobi faaliyetleri vatandaşın
ya da ilgili grupların doğal hakkı olarak kabul edilir ve lobi faaliyetleri bir çeşit hukuk danışmanlığı gibi
yasal olarak kurulan lobi şirketlerince yapılır. Bu tür faaliyetler gerçekte baskı grupları adı altında yapılan
faaliyetlerin daha yasal olan biçimidir. ABD’de lobicilik ya da kulis faaliyetlerinde bulunmak üzere
yazılan kitaplarda, baskı gruplarının Amerikan Kongresinde yasa hazırlayıcıları nasıl etkileyecekleri ile
ilgili olarak öğütlerde bulunulmaktadır.
Lobicilik, en çok kurumsallaştığı ülke olan ABD'de hedeflere ulaşmada kullanılan yöntemler
bakımından doğrudan lobicilik, halka dayalı lobicilik, kolektif lobicilik ve başkan tarafından yürütülen
lobicilik şeklinde gruplandırılmaktadır. Doğrudan lobicilik, kanun yapıcıları üzerinde en etkili yöntem
olarak nitelendirilmektedir. İç lobicilik olarak da adlandırılan doğrudan lobicilikle ifade edilmek istenen
meclis/kongre üyelerine yönelik olarak sürdürülen tüm parlamento içi faaliyetlerdir. Aynı yöntem diğer
ülkelerde de karar alma sürecindeki yetkili kişiler ile iletişim kurma şeklinde uygulanmaktadır. Halka
dayalı lobicilik, ABD'de 1950’li yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Doğrudan lobiciliğe katkı olarak,
ilgili konunun kendini ifade eden bir halk kitlesi tarafından desteklenmesi anlamına gelir. Böylece daha
etkili olunabilmekte, aksi takdirde bazı dar çerçeveli konular dışında başarı sağlamak zorlaşmaktadır. Bu
amaçla çeşitli organizasyonlarla seçmenler harekete geçirilerek meclis/kongre üyeleri üzerinde etkili
olunması hedeflenmektedir. Dolayısıyla bu tür lobicilik seçim bölgesi baskısı olarak da adlandırılır. Dış
lobicilik ya da doğrudan olmayan lobicilik olarak adlandırılan yöntemde, halka dayalı lobicilik yöntemi
kullanılarak seçim bölgesindeki kişilerin çeşitli yollarla merkezdeki siyasal karar alma mekanizmalarına
ulaşmaları sağlanır. ABD’de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde lobicilik faaliyetlerinde görülen hızlı
artış, kongrede etkin olabilmek diğer lobi gruplarıyla rekabete giren birçok grubun oluşmasına yol
açmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan kolektif lobicilik basamak basamak sürdürülen bir çalışmadır. Lobiciler
ilk aşamada tek başlarına çalışırlar, kendi örgütlerini ya da grup üyelerini kendilerine yardım etmeleri
konusunda ikna etmeyi hedeflerler. Daha sonra sıra, doğal ittifakı oluşturacak diğer baskı gruplarının
belirlenip onların desteğinin sağlanmasına gelir. Kolektif lobicilikte oluşturulan koalisyonlar, genellikle
belirli bir sorunun çözümlenmesi amacıyla kısa süreler için bir araya gelmiş federasyon halindeki
lobicilerden ve baskı gruplarının üyelerinden oluşur. Başkan tarafından yürütülen lobicilik ise, adından
anlaşılacağı üzere başkanın karar alma sürecinde destek arayışı için sürdürülen lobicilik faaliyetleridir.
Lobiciliğin meşru olarak kabul edildiği bir diğer önemli yer Avrupa Birliği'dir. Bu amaçla AB
merkezinin bulunduğu Brüksel’de 1970 yılına kadar diplomatik lobicilik varken, bu tarihden sonra
Birliğin genişlemesine bağlı olarak lobicilik faaliyetleri gelişmiştir. Özellikle ilk AB Parlamentosunun
seçimi sırasında lobicilik faaliyetleri artmıştır. Günümüzde Brüksel’de farklı amaçlarla lobicilik yapan
danışman, avukat, dernekler, şirketler ve sivil toplum örgütlerinden oluşan binlerce lobi grubu
bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmının Brüksel’de sürekli ofisi bulunmaktadır. Bu lobi gruplarının amacı,
AB’nin çıkardığı, üye ülkelerde de uygulanan düzenlemeler üzerinde etkili olarak kendi çıkarları
açısından olumlu sonuçlar verecek bir çerçevenin oluşmasını sağlamaktır.

Türkiye’de lobi faaliyetleri ABD'de olduğu gibi yasal ve


kurumsallaşmış olmamakla birlikte zaman zaman TBMM’de ve çeşitli bakanlıklarda
benzer lobicilik faaliyetlerine raslanmaktadır.

Sivil İtaatsizlik Hareketleri


Son yıllarda siyasal iletişim açısından ortaya çıkan diğer bir siyasal aktör, sivil itaatsizlik grupları anılan
kesimlerdir. Bu tür gruplar yukarıda sözü edilen baskı gruplarının bir türü olmakla beraber, biçim ve
içeriği açısından diğerlerinden farklılık gösterir. Toplumun ve yasaların suç saymadığı, sonucu itibarıyla
şiddete yol açması beklenmeyen, amacına ulaşıncaya kadar süreklilik gösteren eylemler ve toplantılar
olarak tanımlanabilen bu tür oluşumlar, çoğunlukla bir yasal düzenlemeye eleştiri, siyasal iktidarın
yapması beklenenleri yerine getirmemesine tepki ve ilgili konudaki taleplerin yapılmasına yönelik etki
yaratılması gibi amaçlarla ortaya çıkmaktadır. Tüm dünyadaki dereceleri ve nitelikleri farklı olmakla
birlikte öğrenci hareketleri ile çevreci hareketler sivil itaatsizlik olaylarına örnek olarak verilebilir.
Zamanla bu tür oluşumlar yasal dayanağı olan sivil toplum örgütlerine, platformlara hatta siyasal partiye
dönüşebilir (Aziz, 2007: 32-33).
87

 
Yasa Dışı Örgütler ve Siyasal İletişim
Yasa dışı örgütler yukarıda anlatılan siyasal aktörlerin dışında ulus devletlerin hukuk sistemleri açısından
konumları farklı olan aktörlerdir. Belli bir siyasal amacı gerçekleştirmek için faaliyet gösteren bu gruplar,
hukuki zeminlerinin olmaması bakımından önceki örgütlerden ayrılırlar. Bir başka deyişle, faaliyet
gösterdikleri ülkelerin yasalarına aykırı (illegal) konumları vardır. Siyasal aktör olarak yasa dışı gruplar
hemen hemen her ülkede zamanla ortaya çıkmaktadır. Yasadışı grupların en önemli özelliği, siyasal
amaçlı iletişimlerini ne zaman, nerede ve nasıl yapacaklarının bilinememesi, tersine her şeyin büyük
gizlilik içerisinde yapılmasıdır (Aziz, 2007: 33-37). Son yıllarda çıkan bazı siyasal iletişim kitaplarında,
siyasal iletişimin öğeleri arasında yer alan siyasal örgütlerin içinde hükümetler, siyasal partiler,
sendikalar, tüketici örgütleri, baskı grupları, meslek gruplarının yanında yasa dışı gruplarından söz
edilmesi dikkat çekicidir. Bu tür örgütler medyada taleplerini iletirken, bu arada hedeflerini de medya
yoluyla yurttaşlara sunmayı amaçlamaktadır.
Zaman zaman yasa dışı örgüt ya da gruplardan bazıları şiddet eylemleri ile siyasal mesaj vermektedir.
Bu anlamda şiddet olaylarının medyadaki yansıması çeşitli tartışmalara konu olmaktadır. Medya bir
yandan şiddet eylemlerine yer vererek habercilik görevini yerine getirirken, diğer yandan bunlara yer
vererek destek olduğu şeklinde eleştirilerle günah keçisi ilan edilmektedir. Özellikle, ABD’deki 11 Eylül
saldırıları bu tartışmaları sıradan insanın gündemine taşımıştır.
11 Eylül olayları olarak anılan saldırılar ve benzerlerinde, eylemi gerçekleştirenlerin en önemli hedef
ve stratejisinin, eylem yoluyla kamusal dikkat ve ilginin çekilmesi, uyanık tutulması ve böylece sistem ve
toplum tarafından tanınmaları, varlıkları ve taleplerinin kabul edilmesi olduğu söylenebilir. Bu tür
saldırının televizyon aracılığıyla aktarımında, medyanın yasa dışı örgütlerin kendilerini göstermelerine
olanak sunduğu ve böylece şiddet gösterilerinin eylem arenasına dönüştüğü şeklindeki bir ikilem su
yüzüne çıkmıştır. 11 Eylül saldırılarının medya tarafından anında aktarılması bu ikilemin bir göstergesi
olmuştur. Aynı zamanda, saldırının medya aracılığıyla aktarılması sırasında ortaya çıkan çarpıtma ve
bozulmalar, dünyaya tüm çıplaklığıyla aktarılmıştır. Bu durum olup bitenleri algılamakta zorlanan
izleyicileri, görüntüler üzerinde yorum yapmaya itmiştir. Öte yandan “aynı görüntülerin devamlı olarak
değişik perspektiflerden değişik ölçeklerde gösterilmesi, terör görüntülerinin görüntü terörüne
dönüşmesine yol açmıştır” (Tokgöz, 358-359).
Medya ve yasa dışı eylemler/örgütler arasındaki ilişkinin 11 Eylül saldırılarıyla birlikte ulusal
olmaktan çıkarak uluslararası arenaya taşınmasının etkileri hala sürmektedir. Sorgulanan olgular arasında
televizyonun şiddet eylemlerini nasıl gündeme taşıdığı, bu tür görüntülerin medyaya nasıl yansıdığı,
izleyiciler bakımından yasa dışı örgütlerden etkilenmenin düzeyi, medya profesyonellerinin yasa dışı
örgütleri nasıl algıladıkları ve görüntülere nasıl yaklaştıkları gibi konular yer almaktadır. Yasa dışı
örgütlerin görsel medyada yararlanmadaki istekliliği ve medyanın özellikle televizyonun bu talebe aynı
isteklilikle yanıt vermiş olması, şiddet eylemlerinde yeni yaklaşımların ve tekniklerin geliştirilmesine
zemin hazırlamıştır. Böylece, şiddet eylemlerinin televizyonların ulaşabileceği yerler seçilerek
gerçekleştirilmeye başlaması, eylemlerin medyatikleştirilmesine yöneliş olarak da tanımlanabilir. Artık
şiddet eylemlerinin ortaya çıktığı anda, çoğu zaman güvenlik güçlerinden önce televizyon kameraları
orada yer alır hale gelmiştir. Bir başka deyişle, eylemlerinden ilk haberdar olanın kameralar, haberciler
vb. olması istenmektedir. Özellikle televiyon yayınlarıyla, gerçekte bir kez meydana gelmiş bir olay
izleyicinin karşısına sınırsız sayıda hem de görsel olarak zenginleştirilmiş bir şekilde gelmektedir
(Tokgöz, 2008: 363-64). Bu durum, aslında olayın kendisinin mi yoksa televizyonda sunulmasının mı
eylem sayılması gerektiği ya da eylem etkisi yarattığı yönünde sorulara yol açmıştır.
Medya ve şiddet olaylarına ilişkin tartışmaların bir başka yönü, medyanın bu tür olayların ortaya
çıkmasındaoynadığı rol hakkındadır. Sessiz sinemadan başlayarak medyada şiddet gösterimi ve korku
salmanın izleyenler üzerinde yarattığı kaygı ve rahatsızlık sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, eğitim
gibi alanlarda çeşitli araştırmaların konusu haline gelmiştir. Televizyon ise sinemadan daha hızlı bir
şekilde izleyici kitleye şiddet ve korkuyu sunduğu yapımları gündeme getirmiştir. Televizyon
yayınlarının yanında bilimkurgu filmlerinin, çizgi romanların ve diğer iletişim araçlarının siyasal iletişim
açısından güç/iktidar, korku, şiddet öğelerini içinde barındırdığını ve bunları yarattığı karakterle
sunduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Bu yaklaşımlardan en fazla etkilenen kesim olduğu genel kabul
88

 
gören çocukların izlediklerine ilişkin yapılan medya araştırmalarının, çoğunlukla toplumdaki şiddet
üzerine kuram ve yaklaşımlara odaklandığı söylenebilir. Ayrıca iletişim araştırmalarında medyadaki
şiddeti açıklamak bakımından psikolojik ve sosyolojik kuramların geliştirildiğini eklemek gerekir
(Tokgöz, 2008).

DEMOKRASİ VE SİYASAL İLETİŞİM

Demokraside Medyanın Rolü


Liberal düşüncede medyaya demokrasi sürecinde üç rol verilmektedir: Kamusal bekçi köpeği (public
watch dog), temsiliyet (represantation) ve haber verme (information). Medyanın kamusal bekçi köpeği
rolü yasama, yürütme ve yargının yanında dördüncü güç olarak nitelendirilmesiyle ilgilidir. Temsiliyet
rolü ile temsili demokrasilere yönelen eleştirilere bir yanıt oluşturması da amaçlanmaktadır. Medyanın
haber verme rolüne ise genel anlamda kişinin kendini ifade etmesini ve seçimlerini yapmasını sağlamak
bakımından önem verilmektedir. Medyanın bu üç demokratik rolünü gerçekleştirebilmesi ise serbest
piyasa süreçlerinin iyi işlemesine bağlanmaktadır. Çünkü serbest piyasanın ideal olarak kişinin
düşüncelerini serbest bir şekilde ifade etmesini desteklediği varsayılır. Piyasa düzeni içinde kendiliğinden
var olan düşünce özgürlüğü de yayın yapabilme hakkını koruma altına almaktadır. Ayrıca serbest
piyasanın yöneten ile yönetilen arasındaki iletişim kanallarını açık tutarak kamuoyunun oluşması için
tarafsız bir bölge yarattığı öne sürülmektedir.
Medyanın bekçi köpeği rolü, ulus devlet politikaları içindeki izleyici konumuna ilişkin olarak çeşitli
tartışmalara konu olmuştur. Özellikle ABD ve İngiltere’de çok tartışılan bekçi köpeği rolünün öncelikle
yazılı basına biçilmesinin, diğer yayın organlarının dışarıda bırakılmasının yanında, günümüzde kamu
hizmeti yapan medyalar ile ticari medyalar arasındaki bu rolün yerine getirilmesine ilişkin farklılıklar da
pek çok tartışmayı beraberinde getirmektedir. Artık, genel ve eşit oy ilkesine dayanan temsil veya basının
dördüncü güç olması seçim dönemleriyle sınırlı kalmaktadır. Bir kez seçildikten sonra yöneticiler
seçmenlerinin doğrudan denetiminden uzakta olmaktadır. Burada basına biçilen demokratik rol ise
hükümet uygulamalarını denetlemesi ve halkı olan bitenden haberli kılmasıdır. Aslında bu anlamda
medyanın temsil rolünün çeşitli yaralar almış olduğunu kabul etmek gerekir. Bunlar arasında, medya ve
izleyiciler arasında ilişkilerin 19. yüzyıldan bu yana değişime uğraması çerçevesinde izleyici kitlenin
siyasi seçimlerde bulunmaya ve kamusal denetime ilgisinin azalması, medya endüstrilerinin giderek
büyüyen kapitalist kuruluşlar haline gelmesi, medya tekellerinin medyada çeşitliliği artırması, ulusal
pazarı yeni medya kuruluşlarının engellemesi, medya tekellerinin denetiminin tek bir kişide ya da ailede
olması nedeniyle ideolojik yaptırımların piyasa koşullarına terk edilmiş olması, piyasa liberalizminin
ticari reklamcılığın merkezi finansman rolünü artık önemsememesini sayabiliriz (Tokgöz, 273-276).
Medyanın haber verme rolünün günümüzde çeşitli eksikliklerinin olduğu ve bunların üstünün
örtüldüğü söylenebilir. Medya haber verme sürecinde modern siyasal yapıların rolünü ihmal ederken,
çözümleme birimi olarak kişi üzerinde yoğunlaşmaktadır. İdeal olarak, haber vermenin kişiyi devlete
karşı koruduğu ve seçmen olarak bilinçli kıldığı varsayılmaktadır. Siyasal gündem bakımından medyada
sunulan içeriğin çeşitlenmesinden de kaynaklanarak artık medyanın habercilik rolünün salt haber aktarma
şeklinde olmadığını söylemek gerekir. Medyanın haber verme sürecinde eğlencenin rolü öne çıkmakta,
bir tür magazinleşme yaşanmaktadır (Tokgöz, 273-276).

Türkiye’de son dönemde medyadaki değişimi incelemek için Raşit


Kaya’nın İktidar Yumağı: Medya, Sermaye Devlet kitabının ilgili bölümlerini
okuyabilirsiniz.

Medya Demokrasisi
21. yüzyıla girerken demokrasi konusunda öne çıkan tartışma konuları arasında temsili demokrasinin
dönüşümü, siyasal partilerin gerilemesi, parlamentonun öneminin azalması ve bunların yanında iletişime
ve siyasal katılmaya önem veren bir kültürün korunması yer almaktadır. Bunların yanında özellikle
89

 
televizyon ve internet üzerinden medyanın demokratikleşmeye katkısının ne kadar ve nasıl olacağı,
yurttaş iletişimini mümkün kılmak için bireyin ulaşması gerekli olan asgari bilgi düzeyinin nasıl
sağlanacağı ve bu yeni süreçlerde medyanın asli rolü ve öneminin ne olacağı soruları sorulmaktadır.
Aslında bunların tümü siyasal alanda bir yandan medya iletişimi, diğer yandan ise demokrasi ve
demokratikleşmeye ilgili durum değerlendirmesi yapma bakımından sürdürülen tartışmalar olarak
değerlendirilebilir. Bu tartışmalar içinde medya demokrasisi kavramı ön plana çıkmıştır. Medya
demokrasisi kavramının içeriğinin medya, medyada sıkça boy gösteren siyasal aktörler ve sürekli
gündeme gelen kamuoyu yoklamalarından meydana geldiğini söylemek gerekir. Medya demokrasisinin
bu üç boyut içinde oluştuğunu dikkate aldığımızda, medya ve siyaset ilişkilerinin yarattığı sonuçlarının
yerleştiği bu üçgende kişilerin tümünün birbirini etkilediğini söylemek mümkündür. Özet olarak, medya
demokrasisi yaklaşımı içinde siyaset yapma medyanın iletme biçimine içerilmiş bir etkinlik olarak yer
almaktadır. Bir başka deyişle, üretilen politikalar medya sisteminde içselleşmiş olarak yer alırken daha
kapsamlı bir siyasal sürecin parçası olarak formüle edilmektedir (Tokgöz, 2008: 288; Meyer, 2002).
1990’lı yıllar boyunca Soğuk Savaş'ın bitmesi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Batı
Avrupa ülkelerinde siyasal partilerin bir tür gerileme süreci yaşadığı açık bir şekilde görülmektedir. İlk
olarak, siyasal partilerin iktidar mücadelesindeki temel öğe olarak rolleri azalmıştır. İkincisi, toplumsal
gündem üzerindeki etkilerinin eskisi kadar olmadığı görülmektedir. Üçüncüsü, siyasal partilerin üye
tabanlarında küçülme yaşanmaktadır. Son olarak, seçimlere gösterilen siyasal katılmanın azlığı, gerek
Avrupa’da gerekse ABD’de giderek dikkat çeken boyutlara ulaşmaktadır. Bir başka deyişle seçmen
sandıktan giderek uzaklaşmaktadır. Bunlara siyasal partilerin gücünün ve etkisinin azaldığına dair başka
göstergeler de eklenebilir. Parti demokrasisinden medya demokrasisine geçiş tartışmaları, siyasal
partilerin gerileme süreciyle medyanın ve iletişim araçlarının artan etkisi ve yaygınlaşmasının birlikte ele
alınmasıyla başlamıştır. Siyasal gündeme dair medyadaki haber ve bilgi üretiminin hızı ve güncelliği
siyasal partiler ile seçmen tabanı arasındaki ilişkilerin daralmasına yol açmıştır. Adeta siyasal parti
liderliğinin parti tabanına danışmasına gerek ve fırsat bırakmayan bir durum oluşmuştur. Bu anlamda
siyasal partilere yönelik medya baskısının ağırlığının arttığını da belirtmek gerekir (Meyer, 2002;Tokgöz,
2008).
Avrupa’da yaşanan temsili demokrasinin gerilemesi sürecinin yanında, ABD’de de siyasal alanda bazı
önemli değişikliklerin olduğunu vurgulamak gerekir. Öncelikle, ABD’deki seçim sisteminin, özellikle
başkanlık seçimlerinin, öteden beri adayın savunduğu programdan çok, medyada yansıyan şahsına göre
oy vermeye yönelten bir nitelik taşıdığı açıktır. Bu sistem medya demokrasisi tartışmalarından önce
kurulmuştur ve büyük ölçüde ABD’nin adem-i merkeziyetçi ve parçalı seçim sistemiyle ilişkilidir.
ABD'de sistem içinde siyasal partiler kalıcı işlevlerini yitirmiştir. Halen ABD’de yürürlükte olan önseçim
sistemi önceliği siyasal partilerin iç kurullarından medyaya doğru kaydırırken, süreç içinde siyasal
partilere küçük roller verme eğilimini beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Medya demokrasisi süreciyle
bu eğilim daha çok artmış görünmektedir (Meyer, 2002)
Temsili demokrasinin dönüşümüyle ortaya çıkan medya demokrasisinde iktidar yapısının geleneksel
çok partili demokrasilerden farklı olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Daha önce belirtildiği gibi, medya
demokrasisinde, siyasal iktidar medya karizmasına sahip üst düzey siyasal aktörler, medya ve sürekli
yapılan kamuoyu yoklamaları arasında var olan üçlü ilişkide belirlenme eğilimi göstermektedir. Bu
şekilde, siyasal tartışma ve katılımın giderek gereksiz hale gelmesi şeklinde bir eğilim ortaya çıkmaktadır
(Tokgöz, 2008: 293). Böylece, medya demokrasilerinde parlamentoların siyasal süreç üzerindeki
etkilerini büyük ölçüde kaybetmesi eğilimi sürmektedir. Bu durum Avrupa’da parlamenter demokrasiler
için daha çok geçerlidir. ABD’deki başkanlık ve Fransa’daki yarı başkanlık sistemlerinde yönetime dair
başka sorunlarla karşılaşılmaktadır. Devlet başkanlarının, programlarını yürürlüğe sokabilmek için
yasama organında seçimde çoğunluğu kazanmış bulunan çoğunluk partisinin liderleri ile pazarlığa
girmesi gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Avrupa’daki parlamenter demokrasilerde ise kısmen siyasal
partilerin etkisiyle daha farklı bir görünüm vardır. Artık yasama organının yürütmenin etkisinden uzak
olduğu ve onu denetlediği, hükümet ile muhalefet partisi ya da partiler koalisyonu olarak karşısına
dizilmiş bir tek birim gibi hareket eden muhalif partiler arasındaki çekişmenin belirlediği siyasal süreçler
yok olmuş durumdadır. Kuvvetler ayrımı modeli çoktan yerini yasama, yürütme, yargı arasında daha
zayıf boşlukların olduğu bir modele teslim etmiş gibidir. Özetle, medya demokrasisinde siyasal partilerin
90

 
marjinalleşmesi parlamentonun gölgede kalmasına neden olmuştur. Artık, siyasal liderler, medya
sistemine uyumlu mekanizmaların onların yararına çalışacağını bilerek iktidara gelme mücadelesi
yürütmektedir. Dolayısıyla, medyayla ilişkilerine dikkat etmeyen siyasal aktörler, süreç içinde nüfuzlarını
ve merkezi konumlarını kaybetme durumuyla karşı karşıya kalabilecektir (Tokgöz, 2008: 293-294).

Demokrasilerde medyanın rolü, esasen medyanın bekçi köpekliği,


temsiliyet ve haber verme işlevleri ile tanımlanmaktadır. Medyanın verdiği haberlerin
devlete karşı bireyi koruduğu ve demokrasiyi güçlendirdiği öne sürülür. Medya
demokrasisi ise siyasal aktörler, kamuoyu araştırmaları ve medya üçgeni içinde kamusal
kararların katılım olmadan alınmasını ifade eder ki bu da demokrasiyi zayıflatır.

Medya Demokrasisi ve İnternet


Soğuk Savaş döneminde ABD’de askeri amaçlı olarak geliştirilen ve kullanılan internetin 1990’lı yılların
ortalarından itibaren halkın kullanımına açılarak ticarileşmesi medya demokrasisi tartışmalarına yeni
boyutlar eklemiştir. Gerçekten de özelikle televizyon ve internetin iletişim teknolojileri olarak
demokrasiyle ilişkileri hem demokrasinin işleyişi bakımından önemlidir, hem de toplumsal yaşamı
etkilemesi yönünden incelemeye değerdir. Demokrasi adına internet kullanımından çok şey beklenirken,
internetin gerçekten demokratik bir alternatif olup olmayacağı üzerinde durulmaktadır. İnternetin
sağladığı olanaklarla Eski Yunandaki kent devlete özgü doğrudan demokrasinin diriltilebileceği
umulmaktadır. Ayrıca internetin sunduğu yatay iletişim biçiminin kamusal alanı tüm yurttaşlara açık olan
bir meclis demokrasisi idealine yaklaştırabileceği de öne sürülmektedir. Bu beklentilerin gerçek olup
olmayacağı sorusu, medya demokrasisinin değişmesi yönündeki açıklamalarla birleşerek, iletişim
araçlarının gelişmesiyle var olan sorunların üstesinden gelinebileceği umutlarını yükseltmiş
bulunmaktadır. Öte yandan, 1950’li yıllardan itibaren etkili olan televizyon çağının ve yerleştirdiği
demokrasi anlayışının, internetin şekillendirdiği yarının medya demokrasisiyle öneminin azalacağı
düşünülmektedir. İnternetle birlikte yeni bir siyaset dünyasının kapıları açılacaktır. Böylece halihazırdaki
sorunlarla boğuşan temsili demokrasinin sonlanacağı ve internetin yarattığı kamusal alanının koşulları
içinde bir yarı doğrudan demokrasi sisteminin inşa edileceği beklenmektedir. Bu sistem gerçek olduğunda
yeni kamusal alanda yer alan her yurttaşı, kamuoyunu eğitmeyi ve kamusal tercihe yol göstermeyi
amaçlayan tartışmalara katılmaya teşvik edecektir. Yarı doğrudan demokrasinin bu nitelikleri ise
yönetimin ve siyasal liderliğin merkezi kararlarına daha geniş bir yurttaş katılımını getirecektir.
Yukarıda sözü geçen beklentiler ışığında, siyasal iletişim ve katılma bakımından internetin üç
işlevinin öne çıktığı görülmektedir. Bunları interneti bilgi/ enformasyon kaynağı, iletişim aracı ve sanal
kamusal alan olarak ele almak şeklinde sıralayabiliriz. İnternet bilgi kaynağı olarak ele alındığında,
ücretsiz ya da çok az maliyetle sunduğu bilgi zenginliğinden yararlanan insanların çoğalmasıyla giderek
bir bilgi toplumunun yaratılacağı beklenmektedir. İnternetin çoğulcu yapısı nedeniyle her türlü konuda
çeşitli kaynaklardan bilgi sağlayabildiği düşünüldüğünde, önemli bir kaynak olduğu ortadadır. Öte
yandan, geleneksel medyaya kıyasla internet izleyici kitlenin bölünmüşlüğünü bireysel bilgilenme
aracılığıyla büyütmektedir. İkinci boyuta baktığımızda, internetin iletişim aracı olarak işlevi, ucuzluğu ve
ulaşılabilirliği nedeniyle öne çıkarılmaktadır. Bununla birlikte siyasal katılmayı artırıp artırmayacağı ve
buna yönelik yeni iletişim kanalları açıp açmayacağı gibi sorulara yanıt aranmaktadır. Son olarak,
internetin sanal kamusal alan işlevi hakkında hem bir kamusal alan yaratması, hem de siyasal katılma ve
tartışma için sanal bir platform oluşturması üzerinde durulmaktadır. Ancak, internetin sağladığı kamusal
alanın eşitsiz katılım sağladığı, fazlasıyla parçalanmış yapısı ve artan ölçüde ticarileşmesinin sınırlı bir
etki yarattığı görülmektedir. Dolayısıyla, bu sıralananlar ışığında internetin siyasal katılmayı artırma
yönünden büyük bir potansiyele sahip olduğunu söylemek pek kolay değildir (Tokgöz, 2008: 296)
Medya demokrasisi ya da medya ile siyasetin bu derece iç içe geçmiş olması çeşitli yönlerden
tartışılmaktadır. İlk olarak, siyasetin alanının medya sisteminin etkisi altına girdiği anda büyük ölçüde
değiştiği yönündeki tartışmalardır. Bu süreçte siyaset kendi niteliklerini kaybetmemekte, ancak medya
sisteminin kurallarına bağımlı hale gelmektedir. Medya sisteminin mantığı siyaseti belirlerken, siyasalın
ifadesini, diğer sistemlerle ilişkisini ve siyasal sürecin ortaya çıkış sürecini etkilemektedir. Böylece,

91

 
medya mantığının, siyasal mantık içindeki olgulara yeni anlamlar vererek ve yeni öğeler ekleyerek onları
başka bir kalıba döktüğü ileri sürülmektedir. Yine de bu medyanın siyasetin mantığını tamamıyla ortadan
kaldırdığı anlamına gelmemektedir. Bu düşünceye karşı ise medyanın siyaset üzerindeki
belirleyiciliğinin ne kadar büyük olduğunu gösteren çeşitli tespitlerle eleştiriler getirilmektedir. Bu
eleştirilerde, medyanın belirleyiciliği altına girmiş siyasal kurumların halkla ilişkiler bürolarının
büyütülerek basın danışmanları ordusuyla donatılması örnek gösterilmektedir. Aynı zamanda haber
yönlendirme uzmanlığı üzerinde durulmaktadır. Artık parti örgütlerinin yerine basın danışmanları
geçmiştir. Belirli bir parti adına savunulan politikalar ve program konusunda karar alma yetkisi kademeli
olarak parti organlarından çok, güçleri ve konumları nedeniyle medyayla kişisel ilişkileri olan üst düzey
siyasetçilerin etrafındaki danışmanlarca kullanılmaktadır. Kamuoyu araştırmalarının sonuçlarını amaca
uygun düzenlenmiş imajlarla, simgesel eylemlerle, medyanın görüş açıklama biçimleriyle bağdaştırarak
yaptıkları girişimler yoluyla, danışmanlar partilerin kamusal siyaset alanlarında güç kaybetmelerini
önlemeye çalışmaktadır. Böylece, danışmanların siyasal süreçlerde giderek daha faza nüfuz sahibi olduğu
ortaya çıkmaktadır (Tokgöz, 2008: 313)
Bütün bunların ışığında, siyasetin ve siyasal iletişim sürecinin günümüzde artık eğlenceli, canlı,
parıltılı hatta abartılı bir gösteri olma eğiliminde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu gösteride
televizyon, internet gibi görsel ve elektronik kitle iletişim araçları olarak büyük pay sahibi olurken,
gösteri elektronik sahnede gerçekleşmektedir. Elektronik teknolojisi eliyle üretilen siyaset kültürü, bizleri
sarıp sarmalayarak siyasal yargılarımızı biçimlendirmektedir.

Türkiye’de siyasal gündemi oluşturan konularda, kamu veya özel


niteliği taşıyan çeşitli kurumlar, zaman zaman telefon, televizyon ya da internet olanakları
kullanılan çeşitli kamuoyu araştırmaları yapmaktadır. Çoğu zaman bir sorunun etrafında
evet ya da hayır, katılıyorum ya da katılmıyorum gibi yanıtlarla bir tür oylama yapılmasına
dayanan kamuyou araştırmalarına örnekler düşününüz.

92

 
Özet

Siyaset insanlar arasında yöneten-yönetilen parlamentoda siyasal konuşmalar yapma gibi


ayrımının oluştuğu, buna dayalı egemenlik ve etkinlikler haline geldiği görülmektedir. İlk seçim
iktidar ilişkilerinin ortaya çıktığı andan beri var kampanyaları da, sözü geçen dönemde karşımıza
olan bir olgudur. Siyaset alanında insanlar çıkmaktadır. 20. yüzyılın ilk yarısında geçirilen
arasında ilişkilerin temeli olan iletişim, her iki dünya savaşı, bir yandan sömürgelerin
zaman önemli bir rol oynamıştır. İletişim, yalın tasfiyesiyle birlikte yeni ulus-devletlerin ortaya
haliyle haberin, bilginin ya da en genel ve geniş çıkmasının yolunu açarken, diğer yandan
anlamıyla kültürün insan toplulukları arasında dünyanın iki siyasi bloğa ayrıldığı Soğuk Savaş
dağıtımı olarak tanımlanırsa, toplumsal olguların sürecini beraberinde getirmiştir. Bu süreç içinde,
hemen her alanında karşımıza çıkması son derece radyonun devreye girmesiyle birlikte devletin
doğaldır. Genel olarak, siyasal sürecin işlediği bu düzenleyici ya da denetleyici mekanizmaları
alan siyasal iletişim olarak adlandırılmaktadır. eşliğinde kamu hizmeti yayıncılığının oluşmaya
Asıl olarak siyasal iletişim üzerine çalışmaların başladığı görülmektedir. 1950'li yıllardan itibaren
yoğunluk kazanması, İkinci Dünya Savaşı’ndan ise televizyon, kamu hizmeti yayıncılığının
sonra siyasal arenada görülen büyük başlıca aracı haline gelmiştir. 1980'lerde Soğuk
değişikliklere paralel olarak ortaya çıkmıştır. Savaşın bitmesi ve neoliberal küreselleşme olarak
1930’lara kadar daha çok felsefeden ve anılan siyasal, ekonomik ve toplumsal
sosyolojiden beslenen siyaset bilimi, savaş değişimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, ulus
sonrasında yeni bir toplum düzenin kurulmasına devlet ekseninde siyasetin geçirdiği değişim
zemin hazırlamak kaygısı ve bu çerçevede demokrasi bunalımına da denk düşmektedir.
siyasetin kişilerin davranışlarıyla Siyaset süreçleri içinde yer alanlar, bir başka
ilişkilendirilmesi çabasıyla güçlenmiştir. Bu deyişle siyasal aktörler, siyasal iletişimde
süreçte özellikle ABD’de siyaset bilimi ile bulunan kurumlar, kuruluşlar, gruplar ve
iletişim arasında köprü kurulmaya çalışılarak, kurumsallaşmış kimliği bulunan kişiler, örgüt
siyasal iletişimin kavram olarak ortaya çıkması liderleri, önderleri, yöneticileridir.
açısından çaba gösterilmiştir. Zamanla siyasal
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, öncelikle
iletişim, disiplinlerarası çalışma alanlarından
Batı toplumunda ortaya çıkan bazı siyasal
beslenerek akademik örgütlenmede kendine bir
muhalefet hareketleri ve örgütlenme biçimlerinin
yer edinmiştir.
etkisi zamanla artmıştır. Toplumsal muhalefet
Modern siyaset ve demokrasinin gelişme tarihi, hareketleri medyanın toplumsal anlamları ve
büyük ölçüde kitle iletişim araçlarının tarihiyle işlevlerine ilişkin yeni sorulara yol açmıştır. Bu
örtüşmektedir. Modern demokrasi kuramlarının, sorular, temelde medyanın egemen siyasal
16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da mutlakiyetçi çıkarların bütünleşmesindeki katkısının
yönetimlere getirilen eleştirilerle ortaya çıkmaya görülebilmesine yöneliktir. Siyasal aktör olarak
başladığı söylenebilir. Liberal demokrasi doruk hemen hemen her ülkede ortaya çıkan yasa dışı
noktasına ise Fransız devrimindeki eşitlik, örgütler yukarıda anlatılan siyasal aktörlerin
özgürlük ve kardeşlik sloganlarıyla erişmiştir. dışında ulus devletlerin hukuk sistemleri
Böylece, kapitalist sınıfın veya burjuvazinin açısından hukuki konumları hukuk dışı sayılan
Avrupa’da egemen sınıf olarak doğuşuyla gruplardır. Yasadışı grupların en önemli özelliği,
birlikte, siyasal gücün tek elde toplandığı eski siyasal amaçlı iletişimlerini ne zaman, nerede ve
düzen yıkılmaya başlamıştır. Bu çerçevede nasıl yapacaklarının bilinememesi, tersine her
düşünce özgürlüğünün gelişmesi, girişimciliğin şeyin büyük gizlilik içerisinde yapılmasıdır Bu
oluşması ve sermaye birikimi sürecinde tür örgütler medyada taleplerini iletirken, bu
sınırlamaların kaldırılmasını sağlayan bir zemin arada hedeflerini de medya yoluyla yurttaşlara
hazırlamıştır. Temsili demokrasinin gelişimi sunmayı amaçlamaktadır. Zaman zaman yasa dışı
açısından Amerikan Bağımsızlık Savaşı ile örgüt ya da gruplardan bazıları şiddet eylemleri
1776’da yayınlanan Amerikan Bağımsızlık ile siyasal mesaj vermektedir. Bu anlamda şiddet
Bildirgesi de önemlidir. İlk gazeteler demokrasi olaylarının medyadaki yansıması çeşitli
kurumlarının ortaya çıkmasını sağlayan siyasal tartışmalara konu olmaktadır. Medya bir yandan
süreçler içinde Avrupa’da yayınlanmıştır. Temsili şiddet eylemlerine yer vererek habercilik görevini
demokrasilerde siyasal iletişimin, 19. yüzyılın yerine getirirken, diğer yandan bunlara yer
ikinci yarısından itibaren siyaset hakkında vererek destek olduğu şeklinde eleştirilerle günah
konuşma, siyasal tartışmalara girme, keçisi ilan edilmektedir. Özellikle, ABD’deki 11
93

 
Eylül saldırıları bu tartışmaları sıradan insanın
gündemine taşımıştır.
Liberal düşüncede medyaya demokrasi sürecinde
üç rol verilmektedir: Kamusal bekçi köpeği
(public watch dog), temsiliyet (represantation) ve
haber verme (information). Medyanın kamusal
bekçi köpeği rolü yasama, yürütme ve yargının
yanında dördüncü güç olarak nitelendirilmesiyle
ilgilidir. Medya demokrasisi kavramının
içeriğinin medya, medyada sıkça boy gösteren
siyasal aktörler ve sürekli gündeme gelen
kamuoyu yoklamalarından meydana geldiğini
söylemek gerekir. Medya demokrasisi yaklaşımı
içinde siyaset yapma medyanın iletme biçimine
içerilmiş bir etkinlik olarak yer almaktadır. Parti
demokrasisinden medya demokrasisine geçiş
tartışmaları, siyasal partilerin gerileme süreciyle
medyanın ve iletişim araçlarının artan etkisi ve
yaygınlaşmasının birlikte ele alınmasıyla
başlamıştır.
Soğuk Savaş döneminde ABD’de askeri amaçlı
olarak geliştirilen ve kullanılan internetin 1990’lı
yılların ortalarından itibaren halkın kullanımına
açılarak ticarileşmesi medya demokrasisi
tartışmalarına yeni boyutlar eklemiştir.

94

 
Kendimizi Sınayalım
1. Siyasal iletişimin doğuşu, insanlık tarihindeki 5. En çok ABD'de kurumsallaşan ve çıkar/baskı
hangi siyasal gelişmeyle paralel kabul edilir? gruplarının belli konularda hedeflerine ulaşma
çabası içinde, özellikle yasama ve yürütme
a. Yazının bulunuşu ve yazılı iletişim araçlarının üzerinde etki yaratmayı amaçladıkları
gelişimi faaliyetlere ne ad verilir?
b. Yöneten-yönetilen ayrımının ve buna dayalı a. Sivil toplumculuk
iktidar ve egemenlik ilişkilerinin ortaya çıkışı
b. Siyasal kampanya
c. Büyük topraklara hükmeden ilk
imparatorlukların kuruluşu c. Lobicilik

d. İlk parlomentoların ve siyasal partilerin ortaya d. Sosyal iletişim


çıkışı e. Sivil itaatsizlik
e. Uzun mesafeleri kısaltan ilk ulaşım 6. Devlet eliyle radyo yayıncılığı yapılmasına ne
araçlarının kullanılmaya başlanması ad verilir?
2. Liberal demokrasinin doğuşunda etkili olan a. Kamu hizmeti yayıncılığı
ilk kitle iletişim aracı nedir?
b. Kitle iletişimi
a. Telgraf
c. Siyasal kampanya
b. Televizyon
d. Medya demokrasisi
c. Gazete
e. Temsili demokrasi
d. İnternet
7. 11 Eylül olayları siyasal iletişim açısından
e. Radyo hangi konunun dünya çapında tartışılmaya
başlamasına neden olmuştur?
3. Siyasal iletişimin bilimsel bir şekilde ele
alınması sürecinde, seçim kampanyalarının a. Siyasetin bir gösteri alanına dönüşmesinin
önemli bir araştırma konusu haline geldiği ilk nedenleri
ülke hangisidir?
b. Medyada tekelleşmenin sonuçları
a. İngiltere
c. Toplumsal muhalefetin siyasal iletişim
b. Fransa yollarından yararlanma biçimleri
c. Türkiye d. Yasa dışı örgütlerin şiddet eylemlerinin
d. Sovyetler Birliği medyada aktarılma biçimleri

e. ABD e. İnternetin demokrasinin geliştirilmesi


açısından sağladığı olanaklar
4. Aşağıdakilerden hangisi siyasal iletişim
yöntemlerinden yararlanan bir siyasal aktördür? 8. Aşağıdakilerin hangisi demokrasi süreçlerinde
medyaya verilen rollerden biridir?
a. Şirketinin performansını bir basın
açıklamasıyla değerlendiren bir iş adamı a. Yetişkin eğitimine ilişkin programlar
hazırlama
b. Bir alışveriş merkezinde imza günü
düzenleyen bir yazar b. Bekçi köpeği gibi kamu politikalarını izleme

c. İkametgah belgesi hazırlayan bir mahalle c. Ulusal kültürü tanıtma


muhtarı d. İletişim teknolojisini geliştirme
d. Kendi dönemindeki parlamento harcamalarını e. Eğlence sunma
değerlendiren bir meclis başkanı
e. İletişim Fakültesi öğrencilerinin katıldığı bir
yarışmanın sonuçlarını açıklayan ünlü bir
gazeteci

95

 
9. Aşağıdakilerden hangisi medya demokrasisi Kendimizi Sınayalım Yanıt
kavramını açıklamak için örnek olarak Anahtarı
kullanılamaz?
1. b Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu
a. Belediyenin bir parka ne isim verileceğine yeniden gözden geçiriniz.
ilişkin internet üzerinden oylama yapması
2. c Yanıtınız yanlış ise “Siyaset ve Kitle
b. Bir üniversiteye ait olan radyo kanalında, İletişimi: Tarihsel Çerçeve” başlıklı konuyu
dinleyicilerin telefonla kararlarını bildirmeleri yeniden gözden geçiriniz.
yoluyla, üniversite kütüphanesinden
3. c Yanıtınız yanlış ise “Siyaset ve Kitle
yararlanılan saatlerin belirleneceği bir oylama
İletişimi: Tarihsel Çerçeve” başlıklı konuyu
yapılması yeniden gözden geçiriniz.
c. Seçimlerden önce siyasal parti başkanlarının 4.d Yanıtınız yanlış ise “Siyasal
televizyonda propaganda konuşmasıyapmaları Kurumlar/Aktörler ve Siyasal İletişim” başlıklı
d. Mahalle muhtarlığı adaylarının ev ev konuyu yeniden gözden geçiriniz.
dolaşarak vaat ettikleri hizmetleri anlatması 5. c Yanıtınız yanlış ise “Lobicilik” başlıklı
e. Radyolardan partilerin seçim şarkılarının konuyu yeniden gözden geçiriniz.
yayınlanması 6. a Yanıtınız yanlış ise “Siyaset ve Kitle
İletişimi: Tarihsel Çerçeve” başlıklı konuyu
10. Hangi iletişim aracının yaygınlaşması Eski
yeniden gözden geçiriniz.
Yunan demokrasine benzer, bir tür yarı doğrudan
demokrasinin yeniden oluşturulabileceği yönünde 7. d Yanıtınız yanlış ise “Yasa Dışı Örgütler ve
düşüncelerin gelişmesine zemin hazırlamıştır? Siyasal İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
a. Gazete
8. b Yanıtınız yanlış ise “Demokraside Medyanın
b. İnternet
Rolü” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
c. Elektronik kitap
9. d Yanıtınız yanlış ise “Medya Demokrasisi”
d. Dijital fotoğraf makinesi başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz.
e. Televizyon 10. b Yanıtınız yanlış ise “Medya Demokrasisi
ve İnternet” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.

96

 
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 1 Aziz, A. (2007). Siyasal İletişim, Ankara: Nobel.
Osmanlı İmparatorluğunda yayımlanmış ilk Chomsky, N.(1993). Medya Gerçeği, Çev: A.
Türkçe gazete aynı zamanda devletin resmi Yılmaz, İstanbul: Tümzamanlar.
gazetesi de olan Takvim-i Vekayi’dir ve 1831
Çakmak-Kılıçaslan, E. (2008). Siyasal İletişim
yılında haftalık olarak yayımlanmaya başlamıştır. İdeoloji ve Medya İlişkisi, İstanbul:Kriter.
Sıra Sizde 2 Duverger, M. (1974). Siyasi Partiler, Ankara:
Türkiye’de devlet kontrolünde televizyon Bilgi.
yayıncılığı ilk olarak 1968 yılında başlamıştır. Kaya, R. (2009). İktidar Yumağı Medya, -
1964 yılında kurulan Türkiye Radyo Televizyon Sermaye-Devlet, Ankara: İmge.
Kurumu (TRT) stüdyolarında başlayan yayınlar
once haftada üç gün ve üçer saat, bir yıl sonra ise Köker, E. (2007). İletişimin Politikası,
dört gün olmuştur. Politikanın İletişimi, Ankara: İmge.
McChesney, R. (2003) “Küresel İletişimin Politik
Ekonomisi”, Çev: Nil Senem Çınga vd.,
Kapitalizm ve Enformasyon Çağı içinde, (Ed:
Robert McChesney vd.), Ankara:Epos.
Meyer, T, (2002). Medya Demokrasisi, Medya
Siyaseti Nasıl Sömürgeleştirir?, İstanbul:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak,
Ankara: İmge.

Yararlanılan İnternet Kaynakları


www.trt.gov.tr
www.tbmm.gov.tr

97

 
5
Amaçlarımız






Bu üniteyi tamamladıktan sonra;


Kamuoyunun oluşumunu açıklayabilecek,
Kamuoyunun oluşumunu etkileyen çevresel unsurları açıklayabilecek,
Kamuoyunun tarihsel süreçte ortaya çıkışını açıklayabilecek,
Kamuoyu hakkındaki kuramsal yaklaşımları açıklayabilecek,
Kamuoyu ve demokrasi arasındaki ilişkiyi tanımlayabilecek
Kamuoyunun gücünü açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Kamu Baskı grupları
Kanaat Demokrasi
Kitle Medya
Kamuoyu

İçindekiler
 Giriş
 Kamuoyu Nedir?
 Kamu Kavramı
 Kamu ve Kitle Arasındaki Farklılıklar
 Kanaat
 Kamuoyunun Ortaya Çıkışı
 Kamuoyunun Tanımı
 Kamuoyunun Oluşumunu Etkileyen Çevresel Unsurlar
 Kamuoyu ve Baskı Grupları
 Medya ve Baskı Grupları
 Medya ve Kamuoyu
 Tarihsel Süreçte Kamuoyunun Ortaya Çıkışı
 19. Ve 20. Yüzyıl Düşünürleri ve Kamuoyu
 İktidar ve Kamuoyu
 Siyasal Rejimler ve Kamuoyu
 Kamuoyu Hakkındaki Kuramsal Yaklaşımlar
 Kamuoyunun Gücü
98

 
Kamuoyunun Oluşumu
GİRİŞ
Kamuoyu, çağdaş demokratik rejimlerin en önemli unsurlarından biridir. Kamuoyunun toplumsal
işlevlerini yerine getirebilmesi için serbest bir biçimde oluşması ve sesini ilgili yerlere duyurabileceği
uygun bir ortamın sağlanması gerekir. Güçlü bir kamuoyunun varlığı bir ülkedeki demokratik siyasal
sistemin gelişmişliği, sivil toplum örgütlerinin gücü ve ekonomik refah düzeyinin yüksekliği hakkında
ipuçları verir. Çünkü kamuoyu ancak demokratik hakların serbestçe kullanılabildiği örgütlü toplumlarda
ve orta sınıfın güçlü olduğu gelişmiş ülkelerde serbest bir biçimde ortaya çıkar. Demokratik rejimlerde
kamuoyunun özgürce oluşabilmesi için siyasal iktidarlar gerekli önlemleri alırlar.
Kamuoyu toplumu oluşturan bireylerin katılımıyla gerçekleşen sosyal bir olgudur. Kuşkusuz
kamuoyunu oluşturan bireylerin, mesleği vb. kişisel özelliklerinin yanı sıra çeşitli çevresel unsurlar da
kamuoyunun oluşumunda son derece önemlidir. Söz konusu çevresel unsurlar arasında kırsal ve kentsel
yaşam, birincil ve ikincil gruplar, yasal ve siyasal kurumlar, kültür, din, ideoloji ve medya sayılabilir.
Kamuoyunun oluşmasında en belirleyici unsurlardan birisi hiç şüphesiz medyadır. Haber verme,
eğitme, eğlendirme, mal ve hizmetlerin tanıtılması medyanın başlıca toplumsal işlevleri arasında yer alır.
Medya bu işlevlerini yerine getirirken toplumdaki çeşitli sorunlarla ilgili olarak ortaya çıkan görüşlerin ve
kanaatlerin iletilmesi rolünü de üstlenir. Böylece izleyicileri belli görüşler doğrultusunda etkiler. Medya
bu şekilde bir taraftan kamuoyu kanaatlerinin oluşmasına katkı sağlarken diğer taraftan da toplumda
oluşan kamuoyu görüşlerini siyasal iktidara, ilgili kurum ve kuruluşlara ileterek demokratik sistemin
sağlıklı işleyebilmesi için önemli bir görevi yerine getirir.
Demokratik toplumsal yaşamımızda böylesine önemli bir yere sahip olan kamuoyu hakkında daha
derinlemesine bilgi sahibi olabilmek için şunları bilmemiz gerekir:
1. Kamuoyu nedir?
2. Kamuoyu nasıl oluşur?
3. Siyasal rejimlerin kamuoyu oluşumu üzerine etkileri nelerdir?
4. Kamuoyu oluşumu ve medya arasında nasıl bir ilişki vardır?
Kamuoyu çağdaş toplumlarda siyasal ve toplumsal yaşamın en önemli aktörlerinden biridir.
Demokratik rejimlerde hiçbir siyasal aktör kamuoyunun görüşlerini ve potansiyel tepkisini dikkate
almadan harekete geçmek istemez. Demokratik rejimlerde iktidarlar seçmenlerin oylarıyla işbaşına
gelirler. Bir başka deyişle halkın rızası ile halk adına ülkeyi yönetirler. Dolayısıyla demokratik rejimlerde
kamuoyunun görüşlerine gereken değeri vermeyen iktidarların uzun süre iktidarda kalabilmeleri söz
konuş değildir.
Toplum olarak kamuoyunun görüşlerinden yararlanmak, ondan beklenen toplumsal yararı ortaya
çıkarabilmek için kamuoyunun ne olduğunu ve nasıl bir güce sahip olduğunu bilmek gerekir. Güçlü bir
kamuoyunun oluşabilmesi için gerekli siyasal, sosyal ve ekonomik koşulları sağlamak başta siyasal
iktidarlar olmak üzere medya, sivil toplum örgütleri vb. tüm toplumsal aktörlerin temel görevidir.
Serbestçe oluşmasına olanak sağlanan kamuoyu, bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için en önemli
güçtür.

99

 
KAMUOYU NEDİR?
Kamuoyu kavramı batılı ülkelerden dilimize geçmiştir. İlk zamanlar kamuoyu kavramının karşılığı olarak
efkarı umumiye, halk efkarı, amme efkarı, kamu efkarı gibi kavramlar kullanılmıştır. Günümüzde ise
kamu ve oy sözcüklerinin bileşimiyle kamuoyu olarak tek bir sözcük halinde dilimize yerleşmiştir.
Kamuoyu kavramı Latince'deki publicus ve opinion sözcüklerinden türetilerek batı dillerine girmiş bir
kavramdır. İngilizcede public opinion, Almancada öffentliche meinung ve Fransızcada opinion publique
sözcükleri ile ifade edilmektedir.
Kamuoyu olgusunun toplumsal yaşamımızda nasıl bir öneme sahip olduğunu anlayabilmek için
kamuoyunun ne olduğunu bilmemiz gerekir. Kamuoyu olgusunu kavrayabilmek için de kamuoyunun
tarihsel süreçte nasıl ortaya çıktığını, hangi çevresel unsurların kamuoyu oluşumunda önemli olduğunu,
siyasal rejimler ve kamuoyu ilişkisini incelemek gerekir. Öncelikle, kamu ve oy sözcüklerinden meydana
gelen kamuoyu kavramını bu iki sözcüğü ele alarak inceleyelim.

KAMU KAVRAMI
İşaret ettiği sosyal kesim bakımından kamu sözcüğü geçmişte bugünkünün tam tersi bir anlam
taşımaktaydı. Kamu kavramının kullanımı tarihsel süreçte çeşitli değişikliklere uğramıştır. Kamu, antik
Yunan’da ve Roma’da belirli haklar tanınmış ve üstün sayılan bir toplumsal kesim olan yurttaşları
tanımlamak için kullanılıyordu. Ortaçağda ise kamu sözcüğü soylular ile eş anlamlı olarak kullanılıyordu.
16. Yüzyıldan itibaren de kamu sözcüğü hükümdarlar ve ona hizmet edenler ile devlet daireleri için
kullanılmaya başlanmıştır. Bir başka deyişle bu dönemde kamu sözcüğü saray ile eşanlamlı olarak
kullanılıyordu. 18. Yüzyıl başlarında ise kamu sözcüğü sadece aile ve yakın arkadaş çevresinin dışında
kalan toplumsal yaşam bölgesini değil görece çok çeşitli insanları içine alan, tanıdıkların ve yabancıların
oluşturdukları kamusal alan anlamına da geliyordu.
Günümüzde sosyal bilimciler kamu kavramını grup ile eşanlamlı olarak kullanmaktadırlar. İki veya
daha fazla kişi birtakım ilişkiler içine girdiğinde, karşılıklı tutum ve davranışları birbirini etkilediğinde bir
toplumsal gruplaşma söz konusudur. Bu insanların oluşturduğu birlikteliğin süreklilik de göstermesi
gerekir. Bu iki unsur, grubu gelişigüzel veya tesadüfen bir araya gelmiş insan topluluğundan ayırır. Bir
grubun varlığından söz edebilmek için grup içinde yer alan bireyler arasında belirli bir etkileşimin olması
ve bunun sonucunda da bazı değerlerin ve görüş açılarının paylaşılması gerekir. Kamuoyu kavramı içinde
ifade edilen grup, ortak menfaat ya da ilgileri nedeniyle aynı konu üzerinde dikkatleri toplanmış, bu konu
ile ilgili fikir ayrılığı gösteren ve tartışan sosyal bir gruptur.
En küçüğünden en büyüğüne kadar tüm topluluklar sosyal sınıflar, ekonomik koşullar, dini inançlar,
ideolojik yapılanmalar vb. bakımdan farklı özelliklere sahiptir. Kamu, bireylerin belirli deneyimleri,
gelenekleri, görenekleri ve yaşam koşullarını paylaşmalarından doğan bir birlikteliktir.
H. Blumer’in Kolektif Davranış adlı çalışmasında işaret ettiği gibi kamuoyu kavramı içinde yer alan
kamunun özelliklerini şöyle sıralayabiliriz (Atabek ve Dağtaş, 1998:198):
1. Kamu, bir sorun etrafında geçen iletişim sayesinde var olur.
2. Kamuyu oluşturan bireyler her zaman sıkı bir biçimde organize olmazlar.
3. Kamu, aktif ve pasif üyelerden oluşan katmanlara sahiptir.
4. Kamu geliştikçe içerdiği kişi sayısı ve bu kişilerin temsil ettiği toplumsal kesimlerin ağırlığı da
artar.
5. Kamu, sorunla birlikte ortaya çıkar ve sorunla birlikte kaybolur.
Kamuyu, karşılaştıkları bir sorunun üstesinden nasıl geleceklerine ilişkin farklı fikirlere sahip olan ve
sorunun çözüm yolları üzerine tartışan insan grubu olarak tanımlayabiliriz. Belirli bir sorun etrafındaki
anlaşmazlık ve tartışma kamuyu meydana getirir. Kamunun görüşü oluşurken yaşanan tartışma süreci
rasyonel görüşlerin ortaya çıkmasına yol açar. İnsanları birlikte hareket etmeye zorlayan bir sorun
karşısında kamuyu oluşturan bireyler, nasıl hareket edilmesi gerektiğini belirten kurallara ve geleneklere
sahip değildir.
100

 
Kamu, büyüklüğü ve üyelerinin kimliği soruna göre değişen amorf bir gruptur. Kamunun ortaya
koyduğu tartışma çok heyecan yüklü ve önyargılarla dolu olabileceği gibi çok rasyonel ve düşünce yüklü
de olabilir. Kamu dayanışma içinde olma ve bir sorunla karşılaştığında bunu tartışma özelliğine sahiptir.
Bu süreçte düşünce farklılıklarının ortaya çıkması doğaldır.
Kamuyu oluşturacak grup üyelerinin birbirlerini tanımaları ve ilişkide bulunmaları da
gerekmemektedir. Toplumsal yaşamda sorunlar daima değiştiği ve çok çeşitli olduğu için bunlara tepki
olarak oluşacak kamular da o kadar çeşitli olacaktır. Başka bir deyişle her sorun kendi kamusunu da
yaratır. Belli bir sorun karşısında oluşan kamunun üyelerinden bazıları başka bir sorun karşısında oluşan
kamunun üyeleri arasında da yer alabilir.
Toplumsal yaşamda insanlar hayat pahalılığı, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi, eğitimde kalitenin
yükseltilmesi gibi çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalabilirler. Söz konusu sorunlar aynı zamanda bu
sorunlarla ilgili bireylerin bir araya gelmesini ve çeşitli çözüm yolları konusunda fikirler ileri sürmelerini
de tetikler. Kamu, belirli bir sorun ile karşılaşmış, bu sorun etrafında toplanmış bireylerden oluşan bir
gruptur.
Bir sorunla ilişkili olarak kamu görüşünden söz ettiğimizde her zaman çoğunluk ya da fikir
birliği/oybirliği anlaşılmaz. İnsanlar pek çok konu hakkında değişik görüşlere sahiptir. Zaten herhangi bir
konuda kamuoyu görüşünden söz edebilmek için söz konusu görüşün bir çoğunluk görüşü olması da
gerekmemektedir. Kamu, az sayıda katılımla ve özel konularda oluşabileceği gibi bazen de toplumun
genelini ilgilendiren konularda geniş katılımla oluşabilir. Örneğin, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi,
hayat pahalılığı, genel seçimde hangi siyasi partinin daha başarılı olacağı gibi konular toplumun genelini
ilgilendirdiğinden kamuoyu adına geniş bir katılım söz konusudur. Bir kentteki trafik sorunu, bir
mahalledeki yeşil alan ve oyun parkı sorunu sadece o kentteki veya mahalledeki kişileri
ilgilendirdiğinden bu sorunlara ilişkin kamuoyu daha az sayıdaki kişinin katılımıyla oluşur. Diğer
taraftan, çevrecilik, barış, insan hakları gibi genel konular etrafında oluşan uluslararası ya da dünya
kamuoyundan söz etmek de mümkündür. Dolayısıyla kamuoyu, ülke genelinde ya da küçük bir yerleşim
biriminde oluşabileceği gibi farklı uluslardan insanları içine alarak dünya genelinde de oluşabilir.

KAMU VE KİTLE ARASINDAKİ FARKLILIKLAR


Kamuoyu, 1900’lü yılların başında toplumdaki bireylerin kolektif davranışı gibi algılanıyordu.
Kamuoyunun sosyolojik anlamda geçici ve gevşek olarak oluşturulmuş gruplardan meydana geldiği
üzerinde duruluyordu. Bu değerlendirmelere göre kamuoyu daha geniş olan toplumsal sürecin bir
parçasıydı ve toplumu tartışmalar yoluyla değiştirebilecek bir güce sahipti. Kamuoyu olgusunu gerektiği
gibi kavrayabilmek için kamu diye adlandırılan toplumsal kategorinin kitleden hangi bakımdan
farklılaştığını bilmek gerekir.
Kitle, gevşek olarak organize olmuş, uyumlu olarak hareket edemeyen, farklı özelliklere sahip
insanlardan meydana gelmiş büyük bir topluluktur. Kitle içindeki insanlar ortaklaşa hareket etme,
dayanışmada bulunma gibi kaygılar göstermeden kendi gereksinimleri doğrultusunda hareket ederler.
Kitle aralarında çok az iletişim bulunan bireylerden oluşur. Kitle içinde ekonomik, siyasal, kültürel vb.
bakımdan farklılıklar gösteren çeşitli yaşam biçimlerine sahip bireyler yer alır. Coğrafi anlamda da geniş
bir alana yayılmış olan kitle uyumlu hareket edemez. Kolektif olarak ilgilerini çeken bir konu etrafında
bir araya gelebilen kitleyi oluşturan bireyler, kamuya göre daha gevşek olarak organize olmuşlardır.
Bireyler tarafından bir konuya duyulan ilgi, kitleyi oluşturanlar arasındaki tek bağlantıdır. Kitle içinde
yer alan bireyler bir istek doğrultusunda fikir birliğine varamazlar ve birlikte hareket edemezler.
Birbirleriyle iletişim kuramazlar veya kurmak istemezler. Bunun bir sonucu olarak da ayrı ayrı hareket
ederler. Kitle, kendi gereksinimleri doğrultusunda hareket eden birbirinden ayrı ve isimsiz bireylerin
yığın halinde bir araya gelmelerinden oluşmuştur. Tamamen kitleden oluşan ya da tamamen kamulardan
oluşan bir toplum var olmamakla birlikte bu iki toplum türünü soyut olarak varsayarak bir karşılaştırma
yapabiliriz (Mills, 1974:416-474).
Demokrasi ilkelerinin geçerli olduğu ve tamamen kamulardan oluştuğu varsayılan bir toplumda şu
özellikler bulunur:
101

 
1. Kamuyu oluşturan bireyler kanaat ve görüşlerini rahatça dile getirebildikleri gibi diğerlerinin
düşüncelerini de rahatça öğrenebilirler.
2. Kamulardan oluşan bir toplumda bireyler, kendilerine yöneltilen görüş ve eleştirilere karşı kendi
kanaatlerini etkin bir şekilde açıklayabilirler. Böylece kamuoyunun açık tartışmalarla
oluşmasına olanak sağlanır.
3. Kamulardan oluşan ve demokratik ilkelere sahip bir toplumda ortaya çıkan kamuoyu mevcut
siyasi otoriteye ters bile düşse, söz konusu kamuoyu görüşü uygun bir şekilde dile getirilebilir.
4. Toplumdaki mevcut siyasi otorite serbestçe oluşmasına saygı gösterdiği kamuoyu üzerinde
örtülü veya gizli yöntemlerle nüfuz kurmaya ya da onu yönlendirmeye kalkışmaz.
Kitle toplumunda ise şu özellikler bulunur:
1. Kitle toplumunda başkalarının görüş ve kanaatlerini dinleyenler çok, buna karşılık kendi
düşünce ve kanaatlerini dile getirebilenlerin sayısı ise azdır.
2. Tamamen bireyler yığını durumuna indirgenen toplum, kitle iletişim araçları tarafından
etkilenip biçimlendirilir.
3. Kitle iletişim araçlarının örgütlenme biçimi bireylerin anında ve etkin bir şekilde yanıt
vermelerine olanak tanımaz.
4. Kitle toplumunda kamuoyunun kendisini ifade etme, eylemde bulunma yolları iktidar
çevreleri tarafından çeşitli yollarla engellenir ve etkili bir kamuoyu oluşturulamaz.
H. Blumer ve C. W. Mills, modern toplumsal yaşamda kitlenin kamunun yerini aldığını dile
getirmektedirler. Blumer kitle davranışının modern şehir yaşamında daha etkili ve belirleyici hale
geldiğini belirterek kamunun giderek kitle tarafından ele geçirildiğini ileri sürmüştür. Bu bilim adamına
göre bireylerin yerel yaşamlarından giderek koparılması, kentleşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal
sorunların karmaşıklığı ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, insanları kamusal tartışmalara
yönelmekten alıkoymakta ve artan bir şekilde bireysel seçiciliklerine göre davranmalarına yol açmaktadır.
Bunun bir sonucu olarak da kamu ve kitle karışarak giderek birbirinden ayırt edilmesi zor bir hale
gelmektedir.
Mills’e göre kitlede dinleyici konumunda olanlar çoktur, düşüncelerini dile getirebilenler ise azdır.
Toplumda kamuları oluşturan bireyler, izlenimlerine veya düşüncelerine temel oluşturan bilgileri
birbirleriyle etkileşime girerek değil de daha çok kitle iletişim araçlarından edinirler. Modern toplumsal
yaşamda hakim iletişim biçimi o kadar örgütlüdür ki bireyin hemen veya etkili bir biçimde yanıt vermesi
olanaksız denecek kadar zordur. Toplumdaki düşüncelerin yayılmasına veya geliştirilmesine olanak
sağlayan kanallar yöneticiler tarafından kontrol edilmektedir. Bu nedenlerden dolayı Mills, modern
toplumsal yaşamda gerçekten kamunun kendi görüşlerini ortaya koyan tartışmaların çok az olduğunu,
yapılan pek çok tartışmanın da çerçevesinin kitle iletişim araçları tarafından belirlendiğini savunmaktadır.
Blumer ve Mills’e göre kamu, modern toplumsal yaşamda kitle içinde sahip olduğu özellikleri
kaybetmekle karşı karşıyadır. Bunu önlemenin yolu demokratik bir toplum yapısına sahip olmak ve
bireyleri toplumsal sorunlara duyarlı olma konusunda teşvik edici önlemler almaktan geçmektedir. Kısaca
belirtmek gerekirse, bir toplumsal kategori olarak kitle kütlesel oluşuyla, kamu ise fikir tartışması
özellikleri ile birbirinden ayrılır.

KANAAT
Kanaat kavramı ve ona bağlı olarak tutum kavramı kamuoyunu anlamamızda büyük bir öneme sahiptir.
Tutumlar kanaatlere göre daha genel ve daha kalıcı olarak kabul edilir. Tutum, bireyin çevresindeki
herhangi bir canlı veya cansız nesneye karşı sahip olduğu tepkisel bir ön eğilim olarak tanımlanmaktadır.
Bireyin tutumları, kazanılan deneyimle ve edinilen bilgilerin örgütlenmesi ile oluşur. Tutumlar bilişsel,
duygusal ve davranışsal olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır. Bireyin bir nesneye ilişkin düşünce,
duygu ve davranışlarına bir bütünlük ve tutarlılık veren tutum, bireyin davranışlarına genellenebilir temel
bir eğilimdir. Tutumlar öğrenme yoluyla sonradan edinilirler. Tutumların oluşmasında ve şekillenmesinde

102

 
rol oynayan başlıca unsurlar arasında aile, arkadaş çevresi, kitle iletişim araçları vb. sayılabilir. İnsanlar,
bazı sosyal ve siyasal baskılar nedeniyle tutumlarını gizleyebileceği gibi gerçekte savunduklarına karşı
kanaatler de ifade edebilirler. Bugüne kadar tutumların değişmesi ile ilgili olarak yapılan çalışmalardan şu
sonuçlar elde edilmiştir:
1. Tutum değişiminde yüz yüze ilişki, kitle iletişiminden daha etkili olmaktadır.
2. Tutum değişiminde grup önemli bir etkendir.
3. Gerçeklere dayanan bilgi sonucu elde edilen tutum, bu bilginin değişmesi ile kolayca
değişmektedir.
Kanaatler ise tutumların sözlü ifadeleridir ve tutumları yansıtırlar. Kanaatler belirli bir zaman birimi
içinde belirli olay, davranış ya da konu hakkında bireyin yorumunu ya da diğer bir deyişle düşüncesini
yansıtırlar. Birey düşüncesi değer yargıları ve tercihlerle ilgilidir. Bir düşünceye sahip olabilmek için
mutlaka doğrulanabilir kanıtlara sahip olmak gerekmez. Her hangi bir konuda bir düşünceye ya da
kanaate sahip olabilmek ile o konu hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmek arasında doğrudan bir ilişki
yoktur.
Kamuoyu kavramında yer alan “oy” sözcüğünün anlamı, bir konuda tutulacak yolu belirlemek için
ileri sürülen görüştür. Bu sözcük, kamuoyu kavramı içinde rasyonel, kesin, pozitif bilgiye dayanan bir
fikirden daha çok tartışmalı bir konuda ifade edilen görüşleri, düşünceleri ve kanaatleri ifade etmektedir.
Sahip olunan bilgi düzeyi birey kanaatinin önemli özelliklerinden biridir. Yapılan araştırmalar
göstermektedir ki insanlar bildiklerini zannettikleri pek çok konuda bilgi eksikliklerine sahiptirler.
Örneğin, bireyler hükümetin aldığı kararları ve yaptıkları işleri ancak medyadan izleyebildikleri kadarıyla
bilmektedir. Bir sorunla ilgili olarak medyada yer alan her ayrıntıyı öğrenmek veya sorunun medyada yer
almayan kısımları hakkında bilgilenmek, günlük yaşamın koşuşturması içindeki birey için çoğu zaman
mümkün değildir. Buna karşın insanlar hükümetin çalışmalarına ilişkin çeşitli kanaatlere sahiptir.
Bireyler bazı kanaatlerini uzun süre korurken bazılarını da karşıt bir kanıtın sunulması durumunda hemen
değiştirebilirler.
Kamuoyu, bireylerin veya grupların tartışmalı sorunlar karşısında ifade ettikleri ortak kanaatlerdir.
Dolayısıyla kalıplaşmış değerler ve inançlarla ilgili konularda bir kamuoyu kanaatinin oluşmasından söz
etmek mümkün değildir. Bunun nedeni toplumda bu değerler ve inançlar hakkında zaten oluşmuş bir
kanaatin var olmasıdır. Kamuoyu kavramı içindeki ‘oy’ sözcüğünü belirli somut bir sorun etrafında,
grubun çoğunluğu tarafından desteklenen ve benimsenen kanaat olarak tanımlamak uygundur. Ancak
kamuoyu kavramı içerdiği anlam bakımından halkın kanaatlerinden daha fazlasını ifade eder.
Bir kanaatin kamuoyu görüşü olarak ifade edilebilmesi için şu koşulların bulunması gerekir:
1. Bir grubu ilgilendiren bir sorunun var olması.
2. Bu gruptaki kişilerin iletişim içinde olması, sorun hakkında düşünüp tartışmaları.
3. Tek tek kişilerin değil grubun ortaklaşa sahip olduğu düşüncenin ifade edilmesi.
4. Dile getirilen düşüncenin bir karar mekanizmasını, bir kuruluşu veya değişik toplumsal
kesimleri harekete geçirme arzusu olmalıdır.
Kamuoyu görüşü olarak ortaya çıkan grup kanaati, grup içindeki bireylerin karşılıklı etkileşimleri ve
tartışmaları süreci sonunda ortaya çıkar. Bir grup içindeki hakim kanaatin nasıl belirlendiğine ilişkin
olarak iki farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüşe göre grup içindeki hakim kanaat grup üyelerinin
sayısal çokluğu tarafından belirlenir. Bir başka deyişle, karşılaşılan bir sorunla ilgili olarak grup
üyelerinin çoğunluğu nasıl fikir beyan ederse, hangi görüşü desteklerse kamuoyu görüşü de o yönde
ortaya çıkar. Diğer bir görüşe göre de grup kanaatinin belirlenmesinde grup üyelerinin çoğunluğu her
zaman belirleyici olmaz. Bazen çoğunluğun desteklediği görüşten farklı bir görüşü destekleyerek
azınlıkta kalan grup üyelerinin de söz konusu görüşlerini güçlü ve ikna edici bir şekilde savunduklarında
grup kanaatini değiştirebilmeleri mümkündür.

103

 
KAMUOYUNUN ORTAYA ÇIKIŞI
Kamuoyunu, siyasi partiler, sendikalar ve çevre korumacı kuruluşlar gibi örgütlenmiş ya da bir
mahallenin sakinleri, gazete okurları veya tüketiciler gibi örgütlenmemiş gruplar da oluşturabilir.
Kamuoyunun konusu da küçük bir topluluktaki sorunlardan bir ulusun genelini hatta dünyadaki pek çok
insanı ilgilendiren sorunlara kadar uzanabilir. Ayrıca, bir soruna ilişkin olarak oluşturulan kamuoyu
onlarca yıl değişmeden kalabileceği gibi çok kısa süreler içinde de ortaya çıkıp kaybolabilir. Örneğin,
uluslararası düzeyde sık sık yaşanan gerilimler ve çatışmalar dolayısıyla barış yanlısı bir kamuoyu dünya
genelinde sürekli vardır. Yine aynı şekilde endüstrileşmenin bir sonucu olarak yaşanan çevre kirliliği ve
bunun getirdiği tehditler çevreye karşı duyarlı bir kamuoyunun uzun yıllar boyunca etkin olmasına neden
olmaktadır. Kamuoyunun bir sorun etrafında oluştuğunu ve sorun ortadan kalkınca kamuoyunun da
dağıldığını göz önünde bulundurmalıyız.
İlk zamanlar belirli bir sorunla karşılaşan insanların mevcut verileri tartarak, bilinçli ve rasyonel bir
şekilde kamuoyunu oluşturdukları düşünülüyordu. Ancak daha sonra yapılan araştırmalar, kamuoyunun
kaynağında çoğu zaman bu nitelikte rasyonel bir değerlendirmenin bulunmadığını, somut sorunlar
karşısında beliren kanaatleri önceden biçimlenmiş kanaatlerin tayin ettiği ortaya konmuştur.
Kamuoyu bir sorunla ilgili olarak ortaya çıkar. Kamuoyu başlangıçta sorunun çözümüne yönelik
olarak her çeşit görüş, inanış ve arzular yığınıdır. Sorun hakkında vatandaşlar tarafından açıkça
benimsenen ve savunulan belli bir görüş ortaya çıkıncaya kadar tartışma aşaması devam eder.
Kamuoyunun bireysel görüşlerden farkı da burada ortaya çıkmaktadır; bireysel amaç ve faydadan
toplumsal amaç ve faydaya geçiş vardır. Kamuoyunun topluma hakim bir kanaat olduğu ve içinde değişik
fikirleri, karşıt görüşleri, kararsızları ve hatta ilgisiz insanları barındırdığı göz ardı edilmemelidir.
Kamuoyu görüşü olarak ortaya çıkan bir görüşün mutlaka çoğunluğa dayanması gerekmez. Örneğin,
toplumun genelini ilgilendiren bir konuda ifade edilen kamuoyu görüşü çoğu zaman toplumun
çoğunluğundan destek alınarak veya onlara sorularak değil, grup içindeki bazı aktif bireylerin ve
örgütlerin çabalarıyla ifade edilir. Başka bir deyişle, iyi örgütlenmiş bir azınlık veya çıkar grubu çeşitli
etkinlikler düzenleyerek, basın açıklamaları yaparak ve medyadan yararlanarak kamuoyunun görüşlerinin
kendi ifade ettikleri görüşler doğrultusunda olduğu izlenimini yaratabilirler.
İnsanlar gündelik yaşamlarında meydanlarda, toplantı salonlarında, kahvehanelerde vb. yerlerde bir
araya gelerek bir sorun hakkında ortak bir kanaate varabilirler. Sınırlı sayıda kişiyi ilgilendiren ve daha
çok yerel sorunlar hakkında bu şekilde oluşturulan kamuoyunu anlamak güç değildir. Böyle ortamlarda
çoğu zaman grup içindeki etkin kişiler ve fikir önderleri yönlendirici bir rol oynar. Kamuoyunun ülke
genelinde oluştuğu durumlarda ise sorun çok sayıda kişiyi ilgilendirmektedir. Böyle durumlarda
kamuoyunun ne yönde oluşacağı noktasında siyasal iktidar, sivil toplum örgütleri, baskı gruplarının etkisi
ve medyanın tutumu belirleyici olur.

KAMUOYUNUN TANIMI
Bilim insanlarını uzun yıllardır ilgilendiren bir konu olmasına rağmen kamuoyu kavramının üzerinde
uzlaşılan bir tanımı bulunmamaktadır. Bunun nedeni, kamuoyu kavramının sosyoloji, psikoloji, sosyal
psikoloji, iletişim ve siyaset bilimi gibi pek çok sosyal bilim dalını ilgilendirmesi ve her bilim dalının da
bu kavramı tanımlarken kamuoyu olgusunun belirli yanlarına vurguda bulunmasıdır. Aşağıdaki tanımlar
kamuoyunun ne olduğunu daha iyi anlayabilmemizde ufuk açıcı olacaktır:
Kamuoyu, bir grup insanın ortaklaşa ilgisini çeken sorunlar hakkında belirli karar mekanizmalarını
veya çeşitli toplumsal kesimleri harekete geçirmek amacıyla ifade edilen görüşleridir.
Kamuoyu, belirli bir zamanda, belirli bir tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla ilgilenen kişiler
grubuna veya gruplarına hakim olan kanaattir.
Kamuoyu, kamusal alanda kendini temsil ve ifade etme imkanı bulabilen hakim çoğunluklar ile
muhalif azınlıkların kamusal ve özel yaşam alanlarında güncelleşen tartışmalı konularla ve ortak
çıkarlarla ilgili olarak geliştirdikleri düşünce, kanaat ve edimlerdir. Bu tanım, kendini ifade bakımından
avantajsız durumda bulunan azınlık kanaatlerinin de ifade ve temsil edilebildiği ideal bir demokratik
104

 
toplumu varsaymaktadır. Bu tanımı geleneksel kamuoyu tanımlarından ayıran özellikler şöyle
sıralanabilir (Alankuş-Kural, 1995:11-12):
1. Çoğunluk kavramı taşıdığı muğlaklıktan kurtarılmaktadır. Çoğunluk zannedilen topluluk
gerçekte kamusal alanda örgütlenebilmiş, medya gibi kendini ifade edebilme kanallarına sahip
az sayıda kişi olabilir.
2. Resmi ideolojiyle, yerleşik geleneklerle ve inançlarla uyumlu görüşlerin yanı sıra bunların tam
tersi muhalif görüşler de kamuoyu tanımı içinde yer almaktadır.
3. Sadece ifade edilen ve ifade edilebilen görüşler değil, yaygınlaştırılamayan görüşler ve bu
düşüncelere uygun olarak girişilen eylemler de kamuoyu tanımı içinde yer alır.
4. Sadece devletle ya da kamusal alanla ilgili işler değil, özel yaşam alanına dahil sayılan bazı
tartışmalı konular da zamanla kamuoyunun tartışma konuları içine girebilir. Dolayısıyla,
kamuoyunu ilgilendiren tartışma konuları kamusal ve özel alanda olabilir.
5. Demokratik olsun ya da olmasın hiçbir toplumsal yapıda yekpare bir kamuoyundan söz etmek
mümkün değildir.

Kamusal alan nedir?

Kamuoyunu sadece yukarıdaki tanımlardaki gibi algılarsak bazı şeyleri gözden kaçırıyoruz demektir.
Çünkü insanlar belli konularda düşüncelerini oluştururken pek çok etkiler altındadır. Bunlar arasında
bireyin kişisel özellikleri, bireyin içinde bulunduğu gruptaki etkin kişiler, fikir önderleri ile toplumun
siyasal ve kültürel önderleri sayılabilir. Kamuoyunun daha kapsamlı bir tanımı belki de onun ne olmadığı
tanımlanarak yapılabilir (McBride, 1993:218-219):
Kamuoyu doğal olarak değil, toplumsal ve kültürel yapılara kök salmış olarak var olabilir. Kamuoyu
‘halkın isteği’ olarak kısaltılamaz ve kamu kavramına bağlı olmasına rağmen onunla aynı anlama gelmez.
Öğrenilmemesi veya bir bütün olarak saygın bir otorite tarafından empoze edilmemesi bakımından
ideolojiden ayrılır. Sonuç olarak kamuoyu salt bilgiden oluşan bir gövdeden ibaret değildir ama var
olabilmesi de deneyimle üreyen bilgisel veriler ve fikirler sayesinde olanaklıdır. Bilgisel veriler kamunun
bir konuyu onaylama veya reddetme yönünde yargılama yapacağı alanlarda kullanılır. Çünkü kamuoyu,
karar merkezlerinde özel yetenek ve bilgilerinden dolayı kararlar üretmek üzere bulundurulan kişilerin
dışında kalanlar tarafından belirlenen bir olgudur.

KAMUOYUNUN OLUŞUMUNU ETKİLEYEN ÇEVRESEL


UNSURLAR
Kamuoyunun oluşumu toplumsal katmanlar göz önünde bulundurularak genellikle üç tabakalı piramite
benzetilir. Piramitin tabanını meydana getiren alt ve en geniş tabakada halk yığınları yer alır. Bu kesim,
kamuoyunun oluşumu bakımından ‘pasif’ bir özelliğe sahiptir. Çünkü kamu sorunları karşısında bu
kesimin ilgi ve bilgi derecesi düşüktür. Bu gruba girenlerin genel nüfusun % 75-90’ını oluşturduğu ifade
edilir. Piramitin orta tabakasını ilgililer ya da ilgili azınlık denen ‘aktif’ kişiler oluşturur. Bu gruba giren
bireylerin özelliği ülkenin iç ve dış sorunlarına karşı ilgi duymalarıdır. Bu kesimin nüfusa oranı ise % 10-
15 civarındadır. Piramitin tepesinde ise ‘kamuoyu yaratıcıları’ denen bireyler ve gruplar yer alır.
Kamuoyu yaratıcıları toplum içinde çok küçük bir grup oluşturmalarına rağmen kamuoyunun
oluşturulmasında çok önemli bir rol oynarlar. Kamuoyu, bir başka deyişle hem pasif bireylerin hem de
aktif bireylerin sahip oldukları ve ifade ettikleri kanaatler, çoğu zaman kamuoyu yaratıcılarının önce
kendi kafalarında şekillendirdikleri, daha sonra da toplum içinde dolaşıma sunarak yaydıkları
kanaatleridir (Sezer, 1972).
Kamuoyu çağdaş demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bu nedenle başta siyasi
aktörler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin, örgütlerin ve kuruluşların kamuoyuna karşı duyarlı
olmaları, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşabilmesi için üzerlerine düşen katkıyı yapmaları gerekir.

105

 
Ergin (2010:219) kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşabilmesi için gerekli toplumsal ortamın şu
unsurları içermesi gerektiğini belirtmiştir:
1. Fikirlerin özgürce tartışılabildiği, ifade edilebildiği bir ortam olmalıdır. Bu ancak demokratik
yönetimlerde mümkündür.
2. İnsanlar asgari müşterekler etrafında birleşmiş olmalıdır. Birbirlerine taban tabana zıt ve çatışan
gruplar arasında kamuoyunun oluşmasını beklemek imkansızdır.
3. İnsanların belli bir sosyal, kültürel ve ekonomik seviyeye ulaşmış olmaları gerekmektedir.
Temel gereksinimlerini karşılamakta zorlanan insanlar, sorunlar hakkında bağımsız fikirlere
sahip olamazlar.
4. İletişim araçlarına erişim ve onları kullanım yaygın ve sınırsız olmalıdır. Kısaca haberleşme
özgürlüğü mevcut olmalıdır.
5. Dışarıdan gelen etkilere açık olmakla beraber, rasyonel fikirler etrafında toplanacak bir insan
topluluğu olmalıdır.
6. İnsanların yaşayış biçimleri ve örgütlenme yapıları serbest etkileşime müsait olmalıdır. Aşiret,
dini cemaatler veya tarikatler gibi kapalı grupların güçlü olması, buna karşılık sosyal
gruplaşmaların ve sivil örgütlenmelerin zayıf olması, kamuoyunun serbestçe oluşmasını
engeller.
Bir sorunla karşılaşan insanların bu sorunla ilgili verileri tartarak, bilinçli ve rasyonel bir
değerlendirmeye tabi tuttuktan sonra bir sonuca vardıkları; bu yolla ulaşılan kanaatlerin de kamuoyunu
oluşturduğu düşünülüyordu. Ancak yapılan araştırmalar kamuoyunun oluşumunun öncelikle bireyin, bir
kısmı da kalıtımla edinilen, kişilik özellikleriyle başladığını ortaya çıkarmıştır. Daha sonra ise bireyin
içinde yer aldığı sosyal çevre belirleyici olur. Bu unsurlar çok çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilse de
temel olarak birkaç önemli unsurdan söz edebiliriz. Bunlar arasında kırsal ve kentsel yaşam, birincil ve
ikincil grupların etkisi, yasal ve siyasal kurumlar, kitle iletişim araçları, kültür, din ve ideoloji sayılabilir.

Kırsal ve Kentsel Yaşam


Nüfus hareketleri ve nüfus yapısındaki değişmeler kamuoyunun oluşumunu etkileyen önemli bir etkendir.
Özellikle ekonomik gelişmeler nedeniyle büyük kentlere ya da ekonomik bakımdan gelişmiş bölgelere
doğru yaşanan nüfus kaymaları kamuoyu kanaatlerinin oluşumunda da etkili olmaktadır.
Birey kanaatlerinin oluşumu bakımından kırsal kesimde yaşayan insanlar ile nüfusun yoğun olarak
bulunduğu kentlerde yaşayan insanlar arasında önemli farklılıklar mevcuttur. Kırsal kesimde yaşayan
insanların eğitim düzeyleri genelde daha düşüktür. Geleneklere bağlılıkları daha fazladır. Buralarda
yaşayan insanlar arasında dayanışma duygusu daha yüksektir, kaderci eğilimler fazladır ve yüz yüze
iletişim egemendir. Tüm bu nedenlerden dolayı da çevrenin ya da başka bir deyişle toplumun, bireyin
kanaatleri üzerinde önemli etkisi vardır. Kırsal kesimde yaşayan insanların toplumsal sorunlara ilişkin
olarak fikir yürütürken sözü edilen çevresel etkilerden sıyrılabilmeleri mümkün değildir.
Kentlerde yaşayan bireyler için ise durum daha farklıdır. Nüfusun yoğun olduğu büyük yerleşim
birimlerinde yaşayan insanlar yeni düşünceler işitme ve çağdaş fikirler hakkında bilgilenme olanağına
sahiptirler. Kent yaşamının birlikte getirdiği karmaşıklık bireyleri sürekli yeni durumlar ve yeni insanlarla
karşı karşıya getirir. Bireyler yeni durumlar karşısında sürekli fikir üretmek, görüş açıklamak durumunda
kalırlar.

Birincil ve İkincil Gruplar


Bireyin içinde yaşadığı toplumdan ve içinde yer aldığı toplumsal gruplardan etkilenmesi kaçınılmazdır.
Yapılan araştırmalar grupların birey kanaatlerinin yönlendirilmesinde büyük bir öneme sahip olduğunu
göstermiştir. Bireyin içinde yer aldığı gruplar nitelikleri ve üyeleri arasındaki ilişkilerin yoğunluğu
bakımından birincil ve ikincil olmak üzere ikiye ayrılırlar. Birincil gruplarda grup üyeleri birbirleriyle
sürekli, kolay ve samimi bir biçimde ilişki kurabilirler. Aile, okul ve arkadaş çevresini birincil gruplara
örnek olarak gösterebiliriz.
106

 
Bireyler toplum içinde belirli sosyal, ekonomik ve siyasal amaçlar etrafında birleşip örgütlenerek
çeşitli ikincil gruplar meydana getirirler. İkincil gruplar grup içindeki üyelerin birbirleri arasında genelde
sözleşmelerle kurdukları resmi ya da gönüllü gruplardır. İkincil grupların üyeleri arasındaki ilişkiler
duygusallıktan uzaktır ve sınırlı alanları kapsar. Belirli amaçlar doğrultusunda kurulan ikincil gruplarda
üyeler zaman içinde değişirler. Bireyler bu tür gruplara katılmaya kendi özgür iradeleri ile karar verirler.
Üyelerin gruptan beklentileri, gruba üye olma nedenleri ve bireylerin gruba katkısı sözleşme ile
belirlenmiştir. İkincil gruplar arasında dernekler, siyasal partiler ve sendikalar sayılabilir.
Çağdaş toplumlarda bireyler görüşlerini çeşitli gruplar ya da örgütlenmeler aracılığıyla dile getirirler.
Daha açık bir ifade ile günümüz toplumlarında kamuoyu tepkisi daha çok ikincil grupların oluşturduğu
örgütlenmeler aracılığıyla ortaya konur. Çağdaş toplum da bu tür gruplara ve birlikteliklere kendi yapısı
içinde yer veren toplumdur. Devlet de işlevlerini yerine getirirken toplumda bu tür grupların varlığını her
zaman hesaba katmak ve onların haklı isteklerini göz önünde bulundurmak durumundadır.
Demokratik toplumlarda bireyler devletle yalnız başlarına kalmazlar. Bireyler kendileri gibi düşünen
ve kendileriyle aynı ortak çıkarlara sahip insanlarla çeşitli örgütlenmeler aracılığıyla bir araya gelirler.
Oluşturdukları örgütlenmelerle hem siyasal iktidar karşısında hem de rakip diğer örgütlenmeler karşısında
toplu olarak haklarını daha iyi bir şekilde koruyabilme olanağına kavuşurlar.

Yasal ve Siyasal Kurumlar


Kamuoyunun oluşumunu etkileyen önemli unsurlardan biri de yasal ve siyasal kurumlardır. Siyasal
kurumlar, belirli politikalar doğrultusunda kamuoyunun oluşumunu yönlendirmek ve denetlemek
durumundadırlar. Yasal ortamı öncelikle anayasa ve diğer yasalar, siyasal ortamı ise yönetimi elinde
bulunduran siyasal kurumlar ve onların yönetiminde örgütlü bir yapı olan devlet sağlamak durumundadır.
Anayasa ve diğer yasalar, siyasal iletişimin sınırlarını belirler ve kamuoyunun bu sınırlar içinde
oluşturulmasını temine çalışır. Örneğin, demokratik bakımdan gelişmemiş toplumlarda siyasal yönetime
yönelik en küçük eleştiriler dahi hoşgörü ile karşılanmaz, çeşitli yollarla engellenmeye çalışılır, medyaya
baskı ve sansür uygulanır. Böylece, haberlerin ve bilgilerin dolaşımı engellenerek kamuoyunun serbestçe
oluşmasına olanak sağlanmaz. Yasal düzenlemeler ve siyasal kurumların tutumları, bireylerin ve
grupların serbestçe kanaatlerini ifade edebilmelerine, kamuoyunu özgürce oluşturabilmelerine olanak
sağlayacak biçimde olmalıdır.

Kitle İletişim Araçları


Günümüz toplumlarında siyasetçilerle geniş halk yığınları arasındaki iletişim büyük oranda medya ya da
başka bir deyişle kitle iletişim araçları aracılığıyla sağlanmaktadır. Gazete, televizyon, radyo ve dergiler
başlıca kitle iletişim araçları olarak belirledikleri öncelik sırasına göre başta siyasal iktidarın çeşitli
konularda uyguladığı politikalar olmak üzere tüm gelişmelerden toplumu haberdar ederler. Toplumun
yöneticilerden ve çeşitli kuruluş ve örgütlerden beklentileri de yine medya sayesinde dile getirilir.
Dolayısıyla medya, bir taraftan toplumun haberdar edilmesi, belirli sorunlara ve gelişmelere dikkatinin
çekilmesinde diğer taraftan da ortaya çıkan kamuoyu görüşünün ilgili birimlere iletilmesinde önemli bir
rol oynar.

Kültür
Kültür de ideoloji gibi bireyin yaşamına, değerlerine yön verir. Kültür, insanın, bir toplum üyesi olarak
edindiği bilgi, inanç, sanat, hukuk, ahlak, töre ve tüm diğer yetenek ve alışkanlıkları içeren karmaşık bir
bütündür. Sosyal bir varlık olan insan içinde yaşadığı toplumun bir ürünüdür. Benzer koşulları paylaşan
insanlar genellikle benzer değer yargılarına ve düşüncelere sahiptirler. Bir toplumdaki hakim kültür o
toplumdaki bireylerin düşünüş biçimleri, olayları ve sorunları değerlendirme, tepki gösterme tarzlarını da
etkiler.

107

 
Din
Sosyolojik anlamda kamuoyunun oluşmasını etkileyen önemli unsurlardan biri de dindir. Toplumsal
yaşamda çok önemli bir yere sahip olan din kişinin yaşamına yönelik olarak emirler vererek belirli
tutumlar kazanmalarına neden olur. Tarihsel olarak bakıldığında, dinin bireyler ve toplumsal gruplar
üzerinde büyük bir etkisinin olduğu, onların yaşam tarzlarına yön verdiği ve olayları değerlendirme
biçimlerini önemli ölçüde etkilediği görülür. Bundan dolayı din kanaatleri etkilemede ve kamuoyunun
oluşmasında önemli unsurlardan biridir.

İdeoloji
İdeoloji kavramının içeriği göz önünde bulundurulduğunda tek ve yeterli bir tanımını yapmak mümkün
değildir. Konumuz açısından ideoloji kavramını “belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikir kümesi”
ya da “toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimi” şeklinde tanımlayabiliriz. Kamuoyunun
oluşmasında toplumun büyük bir etkisi vardır. Dolayısıyla, topluma hakim olan ideoloji bireyin oyunu
etkilemekte ve şekillendirmektedir.

KAMUOYU VE BASKI GRUPLARI


Demokrasilerin en önemli unsuru olan halk iradesinin egemen olmasının sağlanması için sadece seçimler
yeterli değildir. Seçimler arasında iktidarın denetlenmesi için çeşitli yollara başvurulur. Katılımcılığın
giderek önem kazandığı ve değişik biçimlerde kökleştiği günümüz demokrasilerinde, baskı ve çıkar
grupları kamuoyu gibi siyasi etki mekanizmalarından biri olarak görülür. Baskı ve çıkar grupları
arasındaki başlıca bir yöntem ve davranış farkı olarak kendini gösterir. Aralarında ortaklaşa çıkarlar
bulunan insanların meydana getirdikleri çıkar grupları, belirli amaçları gerçekleştirmek için örgütlenerek
sistemli bir propagandaya giriştikleri ve siyasal karar organları (yasama ve yürütme) üzerinde çeşitli
yollarla etki yapmaya çalıştıkları zaman baskı grupları haline gelirler.
Günümüzde baskı ve çıkar grupları siyaset sahnesinin en önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Siyasal
alanda siyasi partiler ile birlikte bulunmalarına, onlarla sıkı iletişim içinde olmalarına rağmen ayrı bir
çerçevenin içinde değerlendirilirler. Baskı ve çıkar grupları, çoğu zaman birbirlerinin yerine kullanılan
kavramlardır. Ancak aralarında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Çıkar grubu kavramı, bir araya gelen
insanların ortak maddi ve manevi çıkarlarını korumak için oluşturdukları birliktelik için kullanılır. Baskı
grubu kavramı, ise ortak çıkarlar etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için siyasal otoriteler
üzerinde etki yapmaya çalışan örgütlenmiş gruplar için kullanılır. Toplumdaki tüm gruplar kendilerini
ilgilendiren konularda baskı grubu olma potansiyeline sahiptirler. Bazılarına göre baskı grupları, iktidarı
kendi talepleri doğrultusunda politikalar izlemeye zorladıkları için demokrasiyi işlemez hale getiren
engellerdir. Oysa çoğulcu demokrasilerde o kadar çok baskı grubu vardır ki, farklı bakış açıları ve
taleplerle ortaya çıkan bu gruplar çatışan çıkarlar arasında bir denge yaratarak bir grubun siyaset üzerinde
egemen olmasını engellerler. Baskı gruplarını ortak çıkarlara sahip insanlardan oluşan ve siyasal iktidara
yönelik talepleri bulunan gruplar olarak dört başlık altında inceleyebiliriz (Ergin, 2010:336-338):

Örgütlenmemiş Gruplar
Bu tür gruplar özel bir amaçla bir araya gelmiş insanlardan daha çok doğumla kazanılan üyelikle oluşur.
Din, dil, ırk, aile, kabile temelindeki bu gruplar, biçimsel bakımdan bir örgüte sahip olmadıkları halde
içinde bulundukları şartlardan doğan ortak çıkarlar için siyasi baskı oluşturmaya çalışırlar. Özellikle az
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde etkin olan bu gruplar sanayileşmeyle birlikte günümüz modern
toplumlarında varlıklarını sürdürmekle birlikte etkinliklerini giderek kaybetmektedirler.

Kurumsal Baskı Grupları


Bu gruplar siyasal amaçla kurulmadıkları, işlevleri çok farklı olduğu halde, iktidarın kendileri ile ilgili
kararları konusunda baskı yapabilen, üyelerinin çıkarlarını koruyabilen üniversite, bürokrasi, ordu gibi
kuruluşlardır. Ordu ve bürokrasinin baskı grubu olarak rolü, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte az
gelişmiş ülkelerde ve antidemokratik rejimlerde belirleyici hale gelebilir.
108

 
Sektörel Baskı Grupları
Ekonomik çıkarları doğrultusunda bir araya gelen kişilerden oluşan bu gruplar, belli bir kesimin
çıkarlarını savunmayı ve geliştirmeyi hedeflerler. Sektörel baskı grupları sürekli ve kurumlaşmış bir örgüt
yapısına ve sıkı bir üyelik tabanına sahiptirler. İşçi ve işveren sendikaları ile meslek örgütleri bu grubun
en somut örneklerini oluşturur. Sektörel baskı gruplarının kitlesel temsil gücü ne kadar yüksek ise siyasi
iktidarlar tarafından o derece dikkate alınırlar.

Dava Grupları
Ortak bir davayı sürdürmek amacıyla bir araya gelen kişilerden oluşan bu grubun hedefi belli bir görüşü
savunmaktır. Bu grupların sürekliliği, savunulan davanın niteliğine göre kısa veya uzun ömürlü olabilir.
Bu tip gruplar, sektörel grupların aksine herkese açık olmakla birlikte ekonomik amaçlı değildir. Dava
gruplarının etkinliği kitle desteğine bağlı olarak değişirken, hedefi siyasi partiler yerine kamuoyuna
yöneliktir. Çevreci kuruluşların ilk sırada yer aldığı bu tip gruplarda, grup çıkarından çok toplum çıkarı
gözetilmektedir.

Sivil toplum kuruluşları (STK”lar) ile baskı grupları arasında ne fark


vardır?

MEDYA VE BASKI GRUPLARI


Günümüzde medya baskı gruplarına amaçlarını gerçekleştirebilme yolunda önemli olanaklar sağlar. Kitle
iletişim araçları olarak adlandırdığımız gazete, dergi, radyo ve televizyonlar aracılığıyla verilen mesajlar
çok geniş halk kitlelerine ulaşır. Bu nedenle medya, kamuoyunu etkilemek isteyen baskı grupları için
büyük bir öneme sahiptir. Medya aracılığıyla bu gruplar, kendi grup çıkarlarının aslında toplumun genel
çıkarlarıyla nasıl uyumlu olduğunu ve toplum refahının nasıl iyi yönde etkileneceğini anlatırlar. Örneğin,
çevreci gruplar çeşitli etkinliklerde bulunarak çevre kirlenmesini ekranlara taşırlar ve tüm toplumsal
kesimlerin ilgisini bu konu üzerine çekerler. Baskı gruplarının stratejisi önce medyanın belirli bir konuya
ilgisini çekmek, konuyu ekranlarda görünür kılmak; daha sonra da medya sayesinde kitleleri sorundan
haberdar etmek ve kendi görüşleri doğrultusunda harekete geçirmektir. Medya, bu şekilde çeşitli çevreler
ve gruplar tarafından kullanılarak kamuoyunu oluşturmanın önemli bir aracı haline getirilir.
Baskı gruplarının nihai amacı yasama organını etkilemektir. Bunu için de önce kendi görüşleri
doğrultusunda bir kamuoyu oluşturma gereği duyarlar. Bu yüzden baskı grupları ikili bir strateji izleyerek
medya aracılığıyla hem kamuoyunu hem de siyasal iktidarı aynı anda etkilemeye çalışırlar. Medya,
kurumsal altyapısı ve çok sayıda çalışanıyla tabii ki bu süreçte tamamen bir aktarıcı durumunda değildir.
Medya da toplumu ilgilendiren konularda yaptığı araştırmalar ve sunduğu yorumlarla kamuoyunun
oluşmasında önemli bir işlevi yerine getirir.

MEDYA VE KAMUOYU
Toplumun diğer kurumları gibi medya da içinde yaşadığı ortam, siyasal, hukuki, sosyoekonomik düzen
ve kültürel gelenekler tarafından etkilenir ve onları etkiler. Bu karşılıklı etkileşim süreci medyayı
toplumdan bağımsız bir kurum olarak ele almayı olanaksızlaştırır. Medya sektörü, yatırım ve üretim
maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle sadece büyük sermayenin yatırım yapabildiği bir alandır ve medya
kuruluşları yayın yaşamlarını sürdürebilmek için yine büyük sermayenin verdiği reklam gelirlerine
duymaktadır. Bu nedenle, toplumda siyasal ve ekonomik güce sahip kişi ve gruplar kitle iletişim
araçlarından görüşlerini daha çok ve daha etkili bir şekilde duyurabilmektedirler. Ayrıca her toplumda var
olan hukuki düzenlemeler ifade ve basın özgürlüğünün sınırlarını belirlemiştir. Bir ülkedeki siyasal
rejimin niteliği öncelikle medyada ne tür görüşlerin yer alacağına, sorunlara nasıl yaklaşılacağına ve
çözümlerin nasıl sağlanacağına ilişkin genel bir çerçeve çizer.
Medya demokratik rejimlerde iki temel işleve sahiptir. Birincisi, medya kamu adına gözetim rolü
üstlenir. Daha çok siyasal iktidarların gözetimi biçiminde algılanan bu işlev medyanın dördüncü güç
109

 
olarak nitelendirilmesini de beraberinde getirmektedir. Dördüncü güç kavramıyla medyaya, demokratik
siyasal sistem içinde kendi başına halkın gözü ve kulağı olan, doğruyu ve haklıyı temsil eden, siyasal
iktidarı denetleyen ve gözetleyen, toplumun üretim ilişkilerinin belirleyiciliğinden bağımsız ideal bir
görev atfedilir (Erdoğan, 1999:34). İkincisi, medya yayınlarında farklı görüş ve düşüncelere yer vererek
toplumun bilgilenmesine ve dolayısıyla kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunur. Medya bir taraftan
kamuoyunun düzenleyicisi, hatta kamuoyunu oluşturan en önemli güç durumundadır. Diğer taraftan
medya, kamuoyunun sesidir. Bir başka deyişle, ortaya çıkan kamuoyuna medya içeriklerinde yer vererek
kamuoyu görüşlerinin yansıtıcısıdır. Medya kamuoyu görüşlerine içeriğinde çeşitli biçimlerde yer verir.
Bazen vatandaşlarla yapılan röportajlarda, bazen sivil toplum örgütlerinin aracılığıyla, bazen uzmanların
yaptığı değerlendirmelerle, bazen de kamuoyu araştırması sonuçlarının medyada yayınlanması ile çeşitli
konulara ilişkin kamuoyu görüşlerinden haberdar oluruz. Kısaca belirtmek gerekirse, demokratik
rejimlerde medya, kamuoyunu oluşturma ve oluşan kamuoyunu yansıtma biçiminde iki önemli işlevi
yerine getirir.

Kamuoyu araştırması sonuçları medyada niçin yayınlanmaktadır?

TARİHSEL SÜREÇTE KAMUOYUNUN ORTAYA ÇIKIŞI


Kamuoyu, uzun yıllardır bilim insanlarının ilgisini çeken tartışmalı bir kavramdır. Sosyoloji, psikoloji,
siyaset bilimi, tarih ve iletişim gibi sosyal bilim alanlarında önemli bir yere sahip olan kamuoyu, pek çok
bakımdan incelemelere konu olmuştur. Kamuoyu olgusu ve kamuoyu kavramı hakkındaki düşüncelere
asıl olarak 18. yüzyıl felsefesinde rastlanılmaktadır. Geriye doğru gidildiğinde bu kavram, Rönesans
literatüründe hatta bugünkü anlamını taşımamakla birlikte Antik Yunan’da Plato ve Aristoteles’in
çalışmalarında da görülmektedir.
Kamuoyunun tarihte ilk kez Antik Yunan (İ.Ö. 500-300) döneminde yaşanan demokrasi ortamında
ortaya çıktığı söylenebilir. Antik Yunan bir özgür yurttaşlar demokrasisine sahipti. Nüfusun büyük bir
çoğunluğunu oluşturmasına rağmen kölelerin ve yabancıların siyasal hakları yoktu. Seçilebilme kamusal
sorunlara ilişkin oy kullanabilme hakkı toplumda küçük bir azınlığı oluşturan yurttaşlara aitti. Antik
Yunan’da demokrasi özgür yurttaşlar için bir demokrasiydi. Antik Yunan’da insanlar “kent devleti”
olarak tanımlanan ‘polis’lerde oturuyordu. Polis, çeşitli tapınakları, spor alanları ve açık hava tiyatrosuyla
düzenli bir yapılanmaya sahipti. Antik Yunan’da kentlerin merkezinde yer alan, halkın siyasal toplanma
yeri anlamına gelen agoralar, hem alışveriş hem de özel buluşma alanları işlevini görüyordu. Agora,
siyasal ve ticari yaşamın yanı sıra kamusal yaşamın da sürdürüldüğü bir alandı. Buralarda yapılan
kamusal sorunlarla ilgili tartışmalara yurttaş statüsüne sahip kişiler katılabiliyordu. Dönemin siyasal
yaşamına egemen olan yurttaşlar arasındaki genellik ve açıklık ilkeleri, bu toplumsal kesim içinde yer
alan bireylere ve gruplara ait görüşlerin birbirleriyle etkileşime girerek ortaklaşa bir ifadeye dönüşmesine
olanak vermiştir.
Antik Yunan’da gelişen temaşa sanatları da insanları bir araya getirdiğinden o dönemde kamuoyunun
ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Ancak oyun yazarlarının tümü Sophokles”in Antigone adlı
eserinde yaptığı gibi mevcut kamuoyu eğilimlerinin dile getirilmesine gayret göstermiş ancak hiçbir
zaman siyasal iradenin temsil ettiği hakim görüşlere karşı cephe almaya cesaret edememişlerdir (Abadan
Unat, 1956: 3). Antik Yunan döneminde yaşayan Platon kamuoyunun değerinin tartışmalı olduğunu
savunmuştur. Ona göre sıradan insanların dünyada olup bitenleri algılamaları mümkün değildir ve bu
nedenle de kendilerine gerçeği gösterecek ve aydınlığa kavuşturacak filozofları izlemelidirler. Platon,
gerçeğin sadece filozofların rasyonel düşünce sistemlerinde bulunduğunu savunmuştur. Kamuoyunun
kanaatleri ise gerçeklere dayanmaz, bu nedenle de yanıltıcıdır (Platon, 1980). Platon’un öğrencisi
Aristotales ise insanların toplu halde daha doğru kararlar verebileceklerine işaret ederek kamuoyuna üstün
bir değer vermiştir.
İ.Ö. 1. Yüzyılda Roma’da Antik Yunan döneminde Atina’da yaşanan demokrasinin bir benzeri vardı.
İnsanlar Antik Yunan’daki polis’lere karşılık gelen kent kültürünün egemen olduğu civitas denen
yerleşim birimlerinde oturuyorlardı. Toplumun en üst katmanını oluşturan özgür yurttaşlar kent
110

 
merkezlerinde bulunan ve forum adı verilen açık alanlarda bir araya gelerek devlet işleri hakkında
konuşurlardı. Roma kentlerindeki kamusal mekanları oluşturan gösterişli kamu binaları, tiyatrolar, alış
veriş yerleri, spor alanları ve forum, Antik Yunan dönemindekinden daha da abartılıydı. O dönemde
Roma Senatosu’nun görüşme tutanakları Acta Diurna adıyla yayınlanıyor ve bu tutanakların halk
tarafından okunması sağlanıyordu. Bu gelişmeler o dönemde kamuoyu olgusunun ortaya çıkmasına
zemin hazırlamıştır.
Roma İmparatorluğu’nun İ.S. 476’da yıkılışının ardından kurulan feodal krallıklar güçlü merkezi
yönetimler oluşturamadılar. Derebeyleri ve imtiyazlı şehirler kendi başlarına buyruk oldular.
Hıristiyanlığın ve feodalite rejiminin Avrupa kıtasına yayılmasıyla birlikte kamuoyunun siyasal etkinliği
çok zayıfladı. Halk siyasi alanda mutlakiyetçi sistemlere, dini bakımdan da skolastik doğmalara boyun
eğdi. Ortaçağ karanlığı diye adlandırılan bu dönemde kamuoyunun varlığından da söz etmek mümkün
değildi (McNeill, 1994:284-289).
Burjuva sınıfının ortaya çıkışı ve kentlerin canlanması Rönesans (1300-1600) ve Reform (1520-1660)
hareketleri ile ortaya çıkan zihinsel aydınlanmanın önünü açmıştır. Aydınlanma Dönemi’nin (1650-1800)
getirdiği kazanımlar ve hazırladığı zemin üzerinde ortaya çıktığı için kamuoyunu bu dönemin bir ürünü
olarak görmek gerekir. Aydınlanma Dönemi’nin toplumsal koşullarını birkaç yüzyıl öncesinden
hazırlayan unsurlar arasında nüfus artışı, matbaanın icadı, şehirlerin büyümesi, eğitimin yaygınlaşması,
ticaret ve sanayinin gelişmeye başlaması, gazetelerin yaygınlaşmaya başlaması, üretim ilişkilerinin
değişmeye başlaması, ücretli emeğin ve para ekonomisinin ortaya çıkması sayılabilir. Tabii ki 18. yüzyıl
Avrupa’sının toplumsal koşullarını hazırlayan nedenler arasında burjuva sınıfının esas olarak kendisi için
verdiği bireysel hak ve özgürlükler mücadelesi de göz ardı edilemez. Burjuvazinin mücadelesini verdiği
başlıca hak ve özgürlükler arasında mülk edinme ve onu koruyabilme, ticaret yapabilme, yerleşme ve
seyahat edebilme, ticari ayrıcalıklardan yararlanabilme ve en önemlisi de oy kullanabilmedir.
Avrupa’daki bu gelişmeler 17. ve 18. Yüzyıllarda batı uygarlığının modern çağa geçişini simgeleyen
önemli bir zihinsel devrim sürecinin ortaya çıkmasına yol açtı. Böylece, Aydınlanma Dönemi’nin en
belirleyici iki unsuru olan hümanizma ve demokratik ideoloji bireylerin ve toplumun gündemine yerleşti.
Bu dönemde toplumsal ve bilimsel yaşamda akılcılık, laiklik, özgürlük gibi değerler; bilimsel
yöntemlerin kullanılması, hurafelerle savaş, hukuk reformu, yaygın eğitim gibi uygulamalar önemli hale
gelmiştir. Böylece oluşan toplumsal koşullar ortamında bugün anladığımız türden bir kamuoyunun ilk
belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştır.
18. yüzyılda dünyanın en büyük kentleri Londra ve Paris’ti. Kentlerin gelişmesi sarayın ve kralın
denetiminden ayrı olarak toplumsal yaşam içinde bir hareketlilik ortaya çıkardı. Merkezini büyük
kentlerin oluşturduğu kamusal alanda çok çeşitli toplumsal gruplar bir araya gelme olanağı buldu. Bu
dönemde Fransa’da salonlar, İngiltere’de kahvehaneler ortaya çıktı. Londra’daki kahvehaneler gazetelerin
okunduğu, edebi eserlerin ve diğer sanatsal etkinliklerin tartışıldığı başlıca bilgilenme ve haberdar olma
yerleriydi. 18. yüzyılın başında Londra’da kahvehane sahipleri gazeteleri kendileri basıp yayınlamaya
başladılar. 1729’da da gazete yayıncılığı alanında tekel hakkı elde edebilmek için İngiliz hükümetine
başvuruda bulundular (Price, 1992:9). Kahvehanelere sadece okumuş kesimler ve aristokratlar değil, orta
sınıfa mensup insanlar, sanatkarlar ve küçük esnaf da gidebiliyordu. Bu mekanlarda insanlar sohbet eder,
gazete okur ve çeşitli konularda tartışırlardı. Bu ortamlarda insanlar arasında mevki farkı gözetilmezdi;
bireyler bir konuda yetkin olsun ya da olmasın, birbirlerini tanısın ya da tanımasın çeşitli konularda
tartışırlardı. 18. yüzyıl insanların toplumsal konumlarının son derece önemli olduğu bir çağ olmasına
rağmen, salonlarda ve kahvehanelerde oturan insanlar arasında böyle bir ayrım söz konusu değildi
(Sennet, 1996:111).
18. yüzyılın Paris’inde büyük yazarların hepsi temel düşüncelerini öncelikle akademik ortamlarda ve
salonlarda tartışmaya açıyordu. Salonlar, müzik alanında olanlar da dahil olmak üzere eserlerin ilk
sunulduğu ve kabul gördüğü mekanlar durumundaydı. O dönemde Almanya’da gelişmiş kentler yoktu.
Londra ve Paris’te çeşitli toplumsal kesimlerin bir araya gelerek oluşturduğu toplulukların benzerini
Almanya’da ise yemek davetlerinde bir araya gelen topluluklar oluşturuyordu. Sözü edilen mekanlarda
bir araya gelen toplulukların bileşimi, büyüklüğü, davranış tarzı, akıl yürütme ortamı ve onlara yön veren
konular birbirinden ne kadar farklı olsa da hepsi özel şahıslar arasında süreklilik kazanma eğilimi taşıyan

111

 
bir tartışmayı örgütlediler (Habermas, 1997:103-106). Bu özellikleriyle 18. yüzyılda İngiltere’de
kahvehaneler, Fransa’da salonlar ve Almanya’da yemek davetleri bugünkü anlamda kamuoyunun ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Kamuoyu kavramının ortaya çıkmasında dönemin önemli düşünürleri Hobbes, Locke ve Rousseau’un
da önemli katkıları olmuştur. Kamuoyu kavramını ilk kez 1741'de "halkın düşüncesi" anlamında
İngilizler kullanmışlardır. Fransa'da ise bu kavramı ilk kez 1744'de Rousseau "toplumun tavrı" anlamında
kullanmıştır. Bu dönemin liberal düşünürleri kamuoyunun, sürekli ve katılımcı tartışma platformlarında
siyasal-sosyal eşitliği ve rasyonel çözüm yollarını ön planda tutarak toplumun ortak iyiliğini ayırt
edebileceğine inanıyorlardı. 18. yüzyıl yazarları yeni ve önemli bir güç olarak ortaya çıkan kamuoyunun
siyasal iktidarlar üzerinde bazı etkileri olabileceğini seziyorlardı ancak bunun nasıl işlediğini açık bir
şekilde ortaya koyamıyorlardı.

19. VE 20. YÜZYIL DÜŞÜNÜRLERİ VE KAMUOYU


18. yüzyılın sonlarından itibaren İngiltere ve Fransa’da kamuoyunun önemli bir toplumsal güç olarak
kabul görmesi Almanya’da da George W. Friedrich Hegel, Immanuel Kant ve Karl Marx gibi
düşünürlerin bu kavram üzerine eğilmelerine yol açmıştır. Hegel’e göre “Kamuoyunda çok sayıda kişinin
görüş ve düşünceleri genel olarak dile gelir. Kamuoyunun bünyesinde adaletin ebedi ana prensipleri,
gerçek mahiyeti ve en sağlam ifadesi saklı bulunmaktadır.” Kant ise kamuoyunu kamusal mutabakat
olarak adlandırır. Ona göre kamuoyu, devlet ile toplum arasında arabuluculuk işlevi görür. Bu nedenle de
siyasetin ahlaki ilkelere dayanmasının güvencesidir. Burjuva ve işçi sınıfları arasındaki temel çelişkiden
hareketle çeşitli fikirler ileri süren 19. yüzyılın önemli düşünürlerinden Marx da kamuoyunu yanlış bilinç
olarak görür. Ona göre kamuoyu burjuva sınıfı çıkarlarının bir maskesidir (Habermas, 1997:230).
Özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kamuoyunun siyasal yaşamda büyük bir öneme sahip
olduğu konusundaki fikirler yaygınlık kazanmıştır. Demokrasi ve halk egemenliği kavramlarının
gelişmesi ile birlikte kamuoyu olgusu da toplumsal yaşamda halk egemenliğinin bir unsuru olarak
görüldü. Pek çok düşünür de devlet gücünün denetimini sağlayacak ve iktidarın kötüye kullanılmasını
önleyecek tek gücün “aydın bir kamuoyu” olduğunu belirtmişlerdir.
Alexis de Tocqueville, kamuoyu egemenliğinin doğurabileceği tehlikelere işaret eden ilk
düşünürlerden biridir. Amerika’da Demokrasi adlı eserinde demokratik bir ülkede kamuoyunun işleyişi
üzerine detaylı açıklamalarda bulunan düşünür, ABD’de basın özgürlüğü sayesinde siyasal ve toplumsal
yaşamın tüm sorunlarının kamuoyu mahkemesi önüne çıkarıldığını ileri sürmektedir. Ancak kamuoyunun
bu kadar etkili olması çoğunluğun azınlık üzerine baskı oluşturmasına, onların özgürlüklerinin
kısıtlanmasına hatta bu özgürlüklerin ortadan kalkmasına bile yol açabilmektedir. Tocqueville’den
etkilenen John Stuart Mill de Özgürlük Üzerine adlı kitabında devleti ve kamuoyunu, bireysel özgürlükler
üzerine baskıda bulunan en önemli iki unsur olarak belirtmiştir. Mill’e göre kamuoyu, birey düşüncesini
baskı altında tutan toplumsal bir güçtür. Çoğunluğun bir sorun hakkındaki düşünceleri yanlış ve yetersiz
olduğu zaman bu görüşler toplumu da tehlikeye sürükleyebilir. Bu yanlışı görebilen azınlıkta kalan
gruplar ise çoğunluğu temsil eden kamuoyu karşısında susmak zorunda kalacaktır. Oysa düşünüre göre
bütün insanlık bir araya gelse bile tek bir kişinin savunduğu farklı düşünceyi susturma hakkına sahip
olmamalıdır (Bektaş, 1996:24).
Kamuoyu kavramı asıl olarak 20 yüzyılın başından itibaren bilim adamlarının üzerine eğildikleri bir
konudur. Bunun nedeni, 18. ve 19. yüzyıllarda belirginlik kazanmaya başlayan sanayileşme, şehirleşme,
demokratikleşme, kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ve okuryazarlık oranındaki artışın çağdaş
anlamda kamuoyu olgusunu da beraberinde getirmesidir.
Kamuoyu konusunda çalışmalar yapan W. James (1890) ve J. M. Baldwin (1893) adlı bilim adamları
sosyal bir varlık olan insanın tutumlarının ve düşüncelerinin, iletişim ve toplumsal yaşam aracılığıyla
biçimlendirildiğini dile getirdiler. James ve Baldwin kamuoyunu çok sayıda bireysel düşüncenin
kamunun tartışma alanına girmesi durumuna asla indirgenemeyecek, “geniş bir zihin” içinde biçimlenen
karşılıklı etkileşimlerin bir ürünü olarak tanımlardılar. Başka bir deyişle düşünceler bireyler kadar
gruplara da aitti ve sadece tek tek birey düşüncelerinin bir yığını değil, karşılıklı iletişimin ve etkileşimin
ortak bir ürünüydü.
112

 
C. H. Cooley (1909) de grupların düşüncelerini bireyinkine çok benzer bir şekilde oluşturduklarını
ileri sürdü. Birey bir sorun ile karşılaştığında sorun hakkındaki gerçek düşüncesinin ne olduğuna karar
vermeden önce soruna ilgi gösterir, zaman ayırır; ilgili fikirleri, duyguları için zihnini yoklar. Kamuoyu
da sorunun ne olduğuna birlikte karar veren, sorunun niçin kamuyu ilgilendirdiğini soran ve ne
yapılabileceğini araştıran insan gruplarının içinde oluşur (Price, 1989:782-783).

İKTİDAR VE KAMUOYU
İktidarlar için halkın onayını almak genel oy hakkının yaygınlaşması ve demokratik kurumların
oluşmasıyla önemli hale gelmiştir. Demokratik rejimlerin ortaya çıkmasından önce de iktidar sahipleri
belirli bir oranda da olsa yönettikleri halkın mutlu olmasını, dolayısıyla onları kendi rızalarıyla yönetmeyi
isterlerdi. Bunun bir nedeni ülkede yaşayan insanlar arasındaki çıkar farklılıkları ve maddi
olanaksızlıklardır. Daha önemli olan diğer neden ise yönetimde bulunan kişi veya kişilerin ellerindeki,
yönettikleri halkı denetleme ve yönlendirme mekanizmalarının yeterince gelişmemiş olmasıdır.
Dolayısıyla geçmiş dönemlerdeki iktidar sahipleri, halkın genelinin onayını veya rızasını çoğu zaman
almadan ve bu nedenle de zorbaca yöntemeler kullanarak geniş coğrafyalara hükmedebilmişlerdir.
18. yüzyıla gelinceye kadar Avrupa’daki yönetimler için halkın desteğini almamak önemli sorunlar
yaratmıyor, mevcut siyasal düzeni tehdit etmiyordu. Bu nedenle de yöneticiler halkın desteğini ve rızasını
kazanmak için ciddi bir çaba içerisine girmediler. Hükümdarların kendilerini haklı çıkarmak için ileri
sürdükleri ideolojileri yalnızca toplumun aristokrat, asker, burjuva, ruhban gibi ayrıcalıklı kesimlerinin
var olan düzene inançlarını pekiştiriyordu. Ulaştırma ve iletişim hizmetlerinin yetersizliği halkın
yöneticileri nadiren görebilmesine onların çeşitli sorunlara ilişkin düşüncelerini öğrenememelerine neden
oluyordu. Gerçekten de o dönemde halk yöneticileri genellikle idareciler, jandarmalar, vergi toplayıcılar
ve icra memurları aracılığıyla tanıyordu ve yöneticileri baskıcı olarak görüyordu.
Siyasal rejimler ve hükümetler halkın rızasına dayandığı sürece daha güçlü olurlar. İktidarlar ve
yönetilen halk kitleleri arasındaki ilişki 18. yüzyıldan sonra değişmeye başladı. Zaman içinde demokratik
gelişmelerin ortaya çıkması ve yavaş yavaş yayılması vatandaşların görüşleri ve yöneticilerin davranışları
arasındaki ilişkiyi esaslı bir şekilde değişime uğrattı. 19. yüzyıl boyunca pek çok ülkede genel oy hakkı
için mücadeleler verildi. 20. yüzyıl başından itibaren dünyanın pek çok yerinde seçimler, parlamento vb.
sistemler vasıtasıyla halka danışmanın resmi mekanizmaları kuruldu ve toplumun tüm kesimlerini
kapsayacak şekilde oy verme hakkı sağlandı. Bu gelişmeler tarihte ilk kez toplumun tümüne, kamu
sorunlarıyla ilgili olarak resmen ve periyodik biçimde fikir beyan etme olanağı verdi. Genel oy hakkının
tanınmasıyla birlikte hükümetler artık programlarını ve politikalarını oluştururken kamuoyunun
görüşlerini dikkate almak durumunda kaldılar. Böylece 20. yüzyıl ile birlikte batıda kamuoyunun önemsiz
olduğunu söylemek olanaksız hale geldi. Gerçekten de demokratik kurumların ortaya çıkışı ve
yaygınlaşması batılı ülkelerde kamuoyunun yöneticiler tarafından mutlaka göz önünde bulundurulması
gereken bir olgu haline getirdi. Çünkü demokratik sistemlerde adaylar ve siyasal partiler seçimle iktidara
gelebilirler ve seçimi kazanmak için de kamuoyunun ikna edilmesi gerekir (Ginsberg, 1986:11).

SİYASAL REJİMLER VE KAMUOYU


Kamuoyunun biçimlenmesi ve etkinliği içinde yer aldığı siyasal sistemin özelliğine göre büyük
farklılıklar gösterir. Kamuoyu ile siyasal sistemler arasındaki ilişkiyi inceleyebilmek için siyasal rejimleri
üç grupta ele alabiliriz:
1. Demokratik rejimler
2. Totaliter rejimler
3. Gelişmekte olan ülke rejimleri

Demokratik Rejimler
Gerçek anlamda serbest bir kamuoyu haberlerin ve fikirlerin serbestçe yayılabildiği bir ortamda oluşur.
Düşünce ve ifade özgürlüğü demokratik rejimlerin en belirgin vatandaşlık hakları arasındadır. Bu
özgürlüklerin sağlanabilmesi için söz konusu ülkelerde hükümetler 19. ve 20. yüzyıllar boyunca yoğun
113

 
bir şekilde eğitim, iletişim ve hukuk alanlarında önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Hukuk alanında
yapılan düzenlemelerle başta düşüncenin açıklanması olmak üzere basın özgürlüğü, toplanma,
örgütlenme, dernek kurma, sendikalaşma gibi bütün temel hak ve özgürlüklerin sağlandığı bir ortam
yaratılmıştır. Bu sayede bir taraftan bireylerin uzak çevreleri hakkında bilgilenmelerinin ve haberdar
olmalarının yolu açılırken diğer taraftan kendi aralarındaki iletişimin ve etkileşimin önü açılmıştır.
Kuşkusuz bunda teknolojik ilerlemelere paralel olarak gelişen ve yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının da
büyük payı vardır.
Demokrasilerde herkes kamuoyunun oluşumuna hür ve eşit şekilde katılır. Kamuoyu ancak böyle bir
rejimde, çeşitli fikirlerin, karşıt görüşlerin, değişik yorumların, karşıt tezlerin açıkça ortaya döküldüğü ve
tartışıldığı özgür bir ortamda olgunlaşabilir. Demokratik rejimlerde haber ve bilgilenme kaynaklarının
görece çeşitliliği, siyasal kararların alınmasında belirli bir güce sahip olan kamuoyunun doğru ve rasyonel
düşünceler etrafında oluşabilmesine olanak sağlar. Bu düzeni ve ortamı getiren çoğulcu demokratik
sistemin, kamuoyunun kayıtsız ve baskısız belirlenmesini sağlayan en elverişli sistem olduğunu
söyleyebiliriz. Bu nedenle, kamuoyunun görüşlerinin özgürce oluşabilmesi ve ifade edilebilmesi
bakımından en uygun rejimler demokratik rejimlerdir.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu, kamuoyu tarafından sisteme gösterilen rızadır. Demokratik
rejimlerde rızanın baskıya başvurulmadan kazanılması ancak yönetenler ve yönetilenler arasındaki
iletişim kanallarının açık olması ile mümkündür. Demokrasi, toplumsal rızanın dile getirilmesini sağlayan
serbest seçimleri kendisine temel alır. Bu sayede yurttaşlar seçimler aracılığıyla kendilerini yönetecek
olanları seçerek yönetime katılmış olurlar. Demokrasilerde seçmenlerin oy verme sırasında en akılcı ve
rasyonel kararları verebilmeleri, seçtiği yöneticileri denetleyebilmeleri, onların uyguladıkları
politikalardan ve yaptıkları işlerden haberdar olabilmeleri ancak medya sayesinde mümkündür (İrvan,
1994-95:76).
Demokratik rejimlerde halkın yöneticileri denetlemesi sadece düzenli aralıklarla yapılan seçimler ve
medya ile sağlanmaz. Bunların yanı sıra sivil toplum örgütleri ve dolayısıyla kamuoyu aracılığıyla da
siyasal iktidarlar üzerinde sürekli bir denetim söz konusudur. Gelişmiş demokratik ülkelerde kamuoyu
düşüncesinin önem taşıdığı, kamuoyunun siyasal yaşamda kendisini bir güç olarak hissettirdiği,
hükümetlerin siyasal kararlarını etkilediği, yöneticilerin kamuoyuna karşı sorumluluk taşıdığı görülür
(Bektaş, 1996:241-251). Demokratik sistemlerde siyasal iktidarlar kamuoyuna büyük önem verir ve onun
özgürce oluşumuna olanak sağlar.

Totaliter Rejimler
Resmi bir ideolojiye, mutlak bir dünya görüşüne sahiptirler. Tek ve mutlak gerçek olarak kabul edilen bu
ideolojinin tartışılması ve eleştirilmesi söz konusu değildir. Kamuoyu siyasal iktidarın sahip olduğu resmi
ideoloji ve görüşler doğrultusunda oluşturulmaya çalışılır. Bu ülkelerde medya, tamamen siyasal iktidarın
tekeli veya kontrolü altında bulunur. Yönetici kadrolar medya sayesinde sistemli, tek yönlü ve yoğun
propaganda yaparak kamuoyunu istedikleri yönde oluşturma olanağına sahiptir. Totaliter rejimlerde tek
yönlü propaganda ile oluşturulan güdümlü bir kamuoyundan söz edilebilir. Ancak, uygulamada her
zaman bu sonucun ortaya çıktığı ileri sürülemez. Totoliter rejimlerde gerçekte resmi ve örtülü olmak
üzere iki tür kamuoyunun varlığından söz edilir (Daver, 1968:233-255):
1. Resmi kamuoyu: Açıktan açığa ifade edilen, iktidarı elinde bulunduranların görüşleri
doğrultusunda oluşturulan kamuoyudur.
2. Örtülü kamuoyu: Fısıltı halinde gelişen, siyasal iktidara muhalif olarak oluşan kamuoyudur.

Gelişmekte Olan Ülke Rejimleri


Siyasal sistemleri ne olursa olsun az gelişmiş ülkeler genellikle bazı ortak özelliklere sahiptir. Az gelişmiş
ülkelerde kamuoyunun oluşumunu olumsuz yönde etkileyen başlıca sosyoekonomik, siyasal ve kültürel
nitelikler şöyle sıralanabilir (Kapani, 1989:152-158):

114

 
1. Azgelişmiş toplumlar genellikle henüz milli bütünleşmelerini tamamlayamamış toplumlardır.
Bir siyasal bütünün (devletin) üyesi olma bilincine ulaşamamışlardır. Nüfusun büyük çoğunluğu
kırsal bölgelerde kabile, klan, etnik-dinsel grup gibi küçük üniteler halinde kendi içlerine dönük
ve kapalı çevrelerde yaşarlar. Ülke ve toplumsal sorunlar hakkında kanaat sahibi olma bir yana
bunlara karşı tamamen yabancı ve ilgisizdirler.
2. Azgelişmiş toplumların geleneksel yapılarında sosyal gruplaşma ve örgütlenme olgusu çok
zayıftır. Ortak menfaatler, fikirler ve amaçlar etrafında birleşmiş, bunların gerçekleşmesi için
aktif çaba gösteren örgütlenmiş gruplara da ülkede pek rastlanmaz. Rastlananlar da cılız ve
etkisizdirler.
3. Azgelişmiş ülkelerde okuma-yazma oranı ve eğitim düzeyi düşüktür.
4. Azgelişmiş ülkelerde kitle haberleşme araçları da yaygınlaşmamıştır.
5. Azgelişmiş ülkelerde siyasal rejim otoriter bir niteliğe sahiptir. Gelişmiş ülkelerde normal kabul
edilen toplumsal talepleri dile getirmek için otaya konan tepkiler ve gösteriler bile baskı ve
şiddet kullanılarak bastırılır.
6. Ekonomik gelişmişlik düzeyi düşük olduğundan ve gelir dağılımındaki büyük dengesizlikler
nedeniyle orta sınıflar gelişmemiştir. Gelişmiş ülkelerde kamuoyu geniş orta sınıflara dayanır.
Kamuoyunu etkilemek amacıyla sadece baskıcı rejimlerin propagandaya başvurduğunu sanmak
yanlıştır. Baskıcı rejimler gibi demokratik rejimlerin de propagandaya gereksinimi vardır. Baskıcı
rejimler tek yanlı propaganda yaparak robotlaşmış, her söyleneni itirazsız, düşünmeden benimseyen
bireyler yaratmak ister. Demokratik rejimler ise sorumluluk duygusuna sahip, düşünen ve tartışan
yurttaşlar yetiştirmek arzusundadır. Çünkü siyasal kararların alınmasında belirli bir güce sahip olan
kamuoyunun doğru ve rasyonel düşünceler etrafında oluşabilmesi için vatandaşlara bu niteliklerin
kazandırılması gerekir.
Kamuoyu, iletişim ve ifade özgürlüğüne bağlı olduğundan, bu özgürlük en fazla nerede ise
kamuoyunun etkinliği de orada daha büyüktür. Fiziksel, sosyal ve psikolojik nedenler yüzünden iletişim
sınırlandırılmışsa, kamuoyunun biçimlenmesi ya da değişmesi de daha zordur. Öyleyse kamuoyu, özgür,
açık ve gelişmiş toplumlarda gelişmekte olan veya kapalı toplumlarda olduğundan daha güçlüdür
(Kapani, 1989:152:158). Gerçek anlamda bir kamuoyuna daha çok gelişmiş ve orta sınıfın güçlü olduğu
ülkelerde rastlanır. Baskıcı siyasal rejimlere ve ekonomik bakımdan az gelişmiş ülkelerde sağlıklı bir
kamuoyundan söz edilemez. Böyle ülkelerde kamuoyu, çok küçük bir çevrede ve elitlerle sınırlı bir
yapıda olabilir. Kamuoyunun oluşumu, yapısı ve niteliği ile içinde bulunulan siyasal sistem arasında
yakın bir ilişki vardır. Serbestçe oluşan kamuoyu demokratik sistemin temel taşlarından biridir.

KAMUOYU HAKKINDA KURAMSAL YAKLAŞIMLAR


Siyaset bilimciler, sosyologlar ve sosyal psikologlar kamuoyu olgusu ile 19. yüzyılın sonundan itibaren
ilgilenmeye başlamışlardır. 20. yüzyılda ilerleme gösteren kamuoyu konusundaki çalışmalar üç temel
yönde gelişmiştir (Atabek ve Dağtaş, 1998:210-212):
1. Lowell’in Etkili Çoğunluk Kuramı
2. Lasswell’in İktidar Kuramı
3. Albig’in Sosyolojik Kuram
Etkili Çoğunluk Kuramının öncülüğünü yapan Lawrence A. Lowell’e göre bir sorun hakkında belirli
bir kamuoyunun var olduğunu ileri sürebilmek için hem çoğunluğun hem de azınlığın kanaatlerinin ifade
edilebilmesi gerekir. Düşünüre göre herkesi içeren bir kamuoyu olamaz. Bir görüşün kamuoyu görüşü
haline gelebilmesi için vatandaşların büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmesi gerekir. Kamuoyu
görüşü haline gelen bir kanaate toplumdaki herkesin katılması zorunlu değildir. Ancak bu kanaati
paylaşmayan azınlık da baskı altında kalmadan çoğunluğun kararına uyabiliyorsa kamuoyundan söz
edilebilir. Bir rejimin demokratik olduğunu söyleyebilmek için azınlığın çoğunluğun görüşüne itaati
gönüllü bir şekilde olmalıdır.
115

 
Harold D. Lasswell’in öncülüğünü yaptığı siyaset bilimiler psikolojiyi esas alan İktidar Kuramına
göre siyasal güç ile bireylerin değer yargıları arasında bir ilişki vardır. Lassweell, kamuoyunu yaratan
düşüncelerin temellerini kişilerin psikolojilerinde aramaktadır. Ona göre önemli olan psikolojik süreçler
sonucunda meydana gelen kamuoyu kanaatinin, toplum ve dolayısıyla iktidar üzerine etkisidir. Düşünüre
göre kamuoyu üç toplumsal işleve sahiptir: 1- Kanaatlerin uyumuna, 2- Kanaatlerin gevşemesine, 3-
Kanaatlerin şiddet yoluna dökülmesine. Araştırmacı, kamuoyunun bu üç işlevini şöyle açıklar. Aleni
tartışmalar sonucu yönetim sisteminde bir değişiklik meydana gelirse kamuoyu kendi lehine bir uyum
yaratmış demektir. Olumlu bir sonuç elde etmeksizin kişiler duygu ve düşüncelerini kamunun önünde
ifade etme olanağı buluyorlarsa, kamuoyu gevşetici etki yapmış demektir. Son olarak, demokratik
tartışmalar derin hayal kırıklığı yaratır ve memnuniyetsizlik artarsa, toplumsal bunalımı yoğunlaştıran
kamuoyu şiddete başvurma yolunun açılmasına neden olabilir.
Kamuoyunu sosyolojik açıdan açıklayan bilim adamları arasında öncelikli bir yere sahip olan William
Albig’e göre kamuoyu, herhangi bir gruba dahil bireylerin tartışmalı bir konuda birbirleri üzerindeki
karşılıklı etkileşimleri sonucu ortaya çıkan kanaatlerdir. Grup içinde her an için egemen bir kanaat var
olmakla birlikte grup üyelerinin ileri sürdükleri başka fikirler de vardır. Grupta bir sorunla ilgili olarak
var olan ya da tartışmalar sonucu ortaya çıkan kanaat durağan değildir. Tartışmayla ilgili yeni gelişmeler
oldukça, yeni bilgiler ortaya çıktıkça gruba hakim olan kanaat de değişebilir.
Bir başka bakış açısından kamuoyunun ne olduğu ve nasıl öğrenilebileceği hakkında iki hakim görüş
bulunmaktadır: 1- Sosyolojik Model, 2- Yığın Modeli. Sosyolojik Model bakış açısına sahip bilim
adamları kamuoyu kavramının geçirdiği değişiklikleri ve kamuoyunun oluştuğu sosyal, siyasal ve
psikolojik süreçleri incelerken Yığın Modeli bakış açısına sahip diğer bazıları da kamuoyu
araştırmalarının ölçüm teknikleri üzerinde yoğunlaşmışlardır (Price, 1992:34).
Sosyolojik modeli savunan Blumer’e göre kamuoyu toplumsal yapı içinde karşılıklı etkileşim ile
üretilir. Çeşitli toplumsal gruplar içinde bir araya gelen bireyler ortaya çıkan sorunlar hakkında yaptıkları
tartışmalar ve fikir alışverişleriyle kamuoyu görüşünün ortaya çıkmasına katkıda bulunurlar. Söz konusu
etkileşimler sonucu ortaya çıkan kamuoyu görüşü siyasal iktidarı, konuyla ilgili çıkar gruplarını, lobileri
ve dolaylı bağlantısı olan bazı kesimleri ilgilendirir. Sosyolojik modele göre kamuoyunun neyi ifade
ettiğini, nasıl oluştuğunu anlayabilmemiz için birey kanaatlerinin biçimlendiği ve ifade edildiği kolektif
süreçlerin incelenmesi gerekir. Çünkü kamuoyu, “karşılıklı etkileşimin ve iletişimin” bir ürünüdür. Bu
görüşü savunanlara göre kamuoyu konusundaki çalışmalar çeşitli sosyal ve siyasal süreçler üzerine
yoğunlaşarak bunları açıklama çabası içinde olmalıdır. Bu doğrultuda sorunların nasıl ortaya çıktığı,
sorunların etrafında kamuyu meydana getiren bireylerin nasıl bir araya geldiği, sorunun çözümüne ilişkin
tartışmalarda izlenecek son kararın nasıl belirlendiği gibi sorular yanıtlanmalıdır. Bunun için de
araştırmacıların önce bireyi anlaması, bireysel düzeyde kanaatlerin nasıl oluştuğunu açıklayabilmesi
gerekir. Blumer’e göre birbiri ile tamamen ilişkisiz bireyleri kendi toplumsal konumlarından soyutlayarak
her birini eşit ağırlıkta değerlendiren bir örneklem biçimi, kamuoyu kavramının “gerçekçi” herhangi bir
anlamıyla alay etmektir (Herbst, 1990:144).
Yığın modeli bakış açısı, kamuoyunun çoğunluk görüşü olduğu şeklindeki görüşle ve popülist
demokratik ideallerle tutarlıdır. Kamuoyu araştırmalarında yığın modeline dayanmak büyük kolaylıklar
sağlar. Bu model sayesinde araştırmacılar örneklem üzerinde çalışarak çeşitli konularda kamuoyu
araştırmaları yapabilmişlerdir. Başka bir deyişle, bu görüşü paylaşan araştırmacılar için anket yöntemi
kullanarak örneklemde yer alan bireylerden bireysel düzeyde veriler toplayarak çeşitli sorunlar
hakkındaki kamuoyu görüşünün öğrenilmesi mümkündür. Günümüzde pek çok kişi kamuoyunu anket
çalışmalarıyla anlaşılabilecek, birey düşüncelerinin basit bir yığını olarak görmektedir.

KAMUOYUNUN GÜCÜ
Kamuoyunun siyasal iktidarlar karşısında herhangi bir gücünün olup olmadığı tartışma konusudur. Genel
olarak demokratik rejimlerde kamuoyunun büyük bir gücü olduğu ve kamuoyunun karşı çıkmasına
rağmen hükümetlerin çeşitli sorunlara ilişkin politikalarını uygulamaya koymalarının güç olduğu dile
getirilmektedir. Kamuoyunun gerçekte güçlü olabilmesi onun en doğru fikirler etrafında bir araya gelmesi
ve sesini duyurmasıyla mümkündür. Ancak günümüz toplumlarında kamuoyunu oluşturan bireylerin
116

 
toplumsal gelişmeler hakkında doğru veya yeterli bilgiye ulaşmalarının çoğu zaman mümkün olmadığı
fikri genel olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, kamuoyunu oluşturan bireylerin iktidarın, medyanın ve
çeşitli çıkar gruplarının görüşleri doğrultusunda yönlendirilebileceği de bir gerçektir. Bugüne kadar
yapılan tartışmalar, ortaya konan görüşler ve yaşanan gelişmeler, kamuoyunun güçsüz olduğu ve güçlü
olduğu yönünde iki farklı görüş ortaya çıkartmıştır.
Kamuoyunun etkinliği konusunda ortaya çıkan bu fikir ayrılığı temelde, kamuoyunu oluşturan
bireylerin toplumda ortaya çıkan sorunlar hakkında ne oranda bilgili oldukları, sorunlarla ilgili bilgilere
ne ölçüde ulaşabildikleriyle ilgilidir. Çünkü doğru bilgiye ulaşamayan insan gruplarının sorunların
çözümü yönünde güçlü görüşler ortaya koyabilmeleri, dolayısıyla güçlü bir kamuoyu oluşturabilmeleri
mümkün değildir. Bazı düşünürler demokratik rejimlerde kamuoyunun sanıldığı gibi güçlü olmadığını
ileri sürerken bazı bilim adamları da kamuoyunun önemli bir güce sahip olduğunun altını çizmektedirler.
En etkin olduğu demokratik rejimlerde dahi kamuoyunun herhangi bir etkileme gücünün olup olmadığı
tartışma konusudur. Kamuoyunun yeterince güçlü olamamasının nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
1. Kamuoyunu oluşturan gruplar içinde yer alan bireylerin siyasal olaylara ilişkin ilgi noksanlığı.
2. Sosyal ve siyasal gelişmelere ilişkin bilgilerin doğru, güncel ve tam olarak hazır olmaması ya da
kolayca elde edilememesi.
3. İletişim ve haberleşme olanaklarının coğrafi, teknolojik ve ekonomik nedenlerden dolayı
toplumun tüm kesimlerine aynı ölçüde ulaşamaması.
4. Kamuoyunu oluşturan bireylerin toplumsal olayları ve sorunları genellikle birinci elden değil de
daha çok medya aracılığıyla öğreniyor olması.
Doğru ve yeterince bilgilenmiş bir kamuoyunun ortaya koyacağı görüşler daha güçlüdür. Böyle bir
kamuoyunun görüşleri doğrultusunda harekete geçirmek istediği karar merkezleri üzerinde etkisinin daha
fazla olması kaçınılmazdır. Kamuoyunu oluşturan bireylerin pek çok olayı ve sorunu bizzat yaşayarak
doğrudan değil de okuyarak, izleyerek veya duyarak öğreniyor olması kamuoyunun güçsüzlüğünün
nedenleri arasındadır. Walter Lippmann (1965 ve 1993) Kamuoyu ve Hayal Kamu adlı eserlerinde
kamuoyunun güçsüzlüğünün nedenlerini belirtirken yaptığı ”sıradan yurttaşı” tanımlamasıyla şu görüşleri
belirtmiştir: Sıradan yurttaş kendi günlük yaşamındaki olayların ve sorunların üstesinden gelmeye
uğraşır. Bunun için de genellikle kendi günlük gereksinimlerine yakın olmayan ülkenin daha genel
kapsamlı siyasal sorunlarına karşı ancak geçici olarak ve gelişigüzel bir şekilde ilgi gösterebilir. Sıradan
yurttaş siyasal ve sosyal sorunlara karşı genellikle ilgisiz ve dikkatsiz olduğu için bu konularda kapsamlı
bilgi sahibi olması da nadiren görülen bir durumdur. Onun ülke sorunlarına ayıracak çok sınırlı bir
zamanı vardır. Hayatını kazanırken enerjisini tüketen sıradan yurttaş eve döndüğünde bir taraftan kendini
dinlendirmeye çalışırken diğer taraftan da başkenti ilgilendiren ağır ülke sorunları yerine daha hafif
eğlence programlarını veya dizi filmleri izleme eğilimindedir. Zaten boş zamanını kamu sorunlarını
incelemeye ayırsa bile ulaşabileceği bilgiler hem yetersiz hem de çoğu zaman aydınlatıcı değildir.
Lippmann, sıradan yurttaş hakkındaki bu görüşleriyle kamunun, ülke sorunlarına ilişkin karar vermede
her şeye gücü yettiği ve her şeyi bildiği yolundaki yanlış inanışı ortadan kaldırmıştır.
Günümüz toplumlarında herkesin olup bitenleri doğrudan öğrenmesi mümkün değildir. İnsanlar çeşitli
toplumsal sorunlar ve gelişen olaylar hakkında bir kanaate varırken genellikle gazetelerde okuduklarına,
radyoda duyduklarına ve televizyonda izlediklerine dayanmaktadırlar. Bir başka deyişle, sadece
kendilerine ulaşan enformasyon ile yetinmek zorunda kalmakta, olayların ve sorunların başka
boyutlarından ve arka planındaki gelişmelerden haberdar olamamaktadır. Lippmann’a göre olayların
geçtiği mekanlarda ve sorunların tartışıldığı ortamlarda bulunmayan insanların kanaatleri de uzun yıllar
boyunca yetersiz bilgilenmeye dayanarak oluşmuş olan “kendi kafalarının içindeki resimlerden” ibarettir.
Birey, yaşamı boyunca uzak çevresindeki gelişmeler ve toplumsal sorunlar hakkında eksik ve hatalı
gözlemlerde bulunmakta böylece de katı düşünce kalıplarına ve yanlış kanaatlere sahip olmaktadır.
Düşünüre göre bunun nedeni bireylerin önyargıları, duygusal tutumları ve toplumsal sorunlar hakkında
yüzeysel bilgiye sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Lippmann’a göre sıradan yurttaş siyasal ve
toplumsal sorunlar hakkında rasyonel bir yargıda bulunmak için yeterli bilgiye sahip olmadığından, bu
konularda kanaatlerini oluştururken daha bilgili ve insanları yönlendirme konusunda daha yetenekli kişi
117

 
ve grupların etkisi altında kalacaktır. Düşünürün 20. yüzyıl başlarında ortaya attığı bu fikirler, insanların
zihnindeki kanaatlerin nereden kaynaklandıklarına ilişkin çalışmaları hızlandırmıştır. Bu dönemde
sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji ve istatistik gibi disiplinlerdeki gelişmeler de kamuoyu konusundaki
çalışmalara büyük katkı sağlamıştır.
Kamuoyunun güçsüzlüğünün kamusal iletişimin yetersizliğinden kaynaklandığı da ileri sürülmektedir.
Bireyler her bilgiye kendileri ulaşamayacağından bu işi kendileri için yapacak kitle iletişim araçlarına ya
da kısaca medyaya gereksinim duyarlar. Ayrıca bireylerin eğitim düzeyleri de yükseltilmelidir. Çünkü
eğitim eksikliği medyadan gelecek bilgilerin ve haberlerin doğru yorumlanmasını engeller. Başka bir
deyişle, kamuoyunun daha doğru ve rasyonel görüşler etrafında oluşabilmesi için kamusal tartışmanın
koşullarının iyileştirilmesi zorunludur. Herkesin sürekli olarak tüm toplumsal gelişmeleri ve haberleri
izleyememesi doğaldır. Ancak bir konuda bilgilenmek veya haberdar olmak istediğimizde de doğru
bilgiye ve habere ulaşabilmeliyiz. Bu da ancak daha tarafsız, nesnel vb. haber kaynaklarının kamunun
hizmetinde olmasıyla sağlanabilir.
Toplumsal yaşamda ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik olarak izlenecek politikaların
belirlenmesinde kamuoyunun önemli bir güç olduğunu savunan görüşler de vardır. Çağdaş demokratik
rejimlere sahip toplumlarda oluşan toplumsal ve siyasal koşullar iktidarların ülke sorunlarını çözmeye
yönelik politikalarını izleyen güçlü bir kamuoyunun ortaya çıkmasını mümkün kılar. Kamuoyunun hem
siyasal iktidarlar hem de toplumda iyi bir imaj edinmek isteyen çeşitli kuruluşlar ve örgütler tarafından
dikkate alınması, onun önemli bir güce sahip olduğu yönündeki görüşlerin temelini oluşturur. Demokratik
rejimlerde siyasal iktidarlar seçimle iş başına geldiklerinden, kamuoyunun çeşitli toplumsal sorunlara
ilişkin görüşlerini dikkate almak zorunluluğu duyarlar. Bu nedenle de kamuoyu duyarlılığı, çeşitli
toplumsal sorunların çözümü yolunda uygulanacak politikaları oluştururken ve öncelikler saptanırken
dikkate alınır. Aynı şekilde çalışanlarına veya üyelerine çıkar sağlamak, hizmet götürmek gibi çeşitli
amaçlar etrafında oluşturulan kuruluşlar ve örgütlenmeler de söz konusu amaçlarına daha kolay
ulaşabilmek için kamuoyunun desteğine gereksinim duyarlar. Bundan dolayı söz konusu kuruluşlar
kamuoyunu kendi görüşleri doğrultusunda sürekli bilgilendirirler. Demokratik rejimlerde kamuoyunun
gücü, siyasal iktidarlara, sivil toplum örgütlerine, ekonomik ve siyasal çevrelere ait karar alma
süreçlerinde dikkate alınmasından ve bu süreçleri denetleyebilmesinden kaynaklanır. Gelişmiş
demokratik rejimlerde kamuoyunun en önemli siyasal ve toplumsal aktör olduğu, kamuoyunun onayını
almadan hayata geçirilecek kararların kalıcı olamayacağı açıktır.
Kamuoyunun gücüne ilişkin olarak genel bir dizi çıkarımlarda bulunmak bazı detayların gözden
kaçmasına neden olabilir. Çünkü gerek siyasal iktidarlar gerekse diğer kuruluşlar ve örgütlenmeler
doğrudan kamuoyunun genel çıkarlarına hizmet etmeyen çeşitli politikalarını (vergilerin arttırılması,
zamlar, istihdam azaltıcı politikalar vb.), kamuoyunun tepkisini çekmeyecek şekilde medyanın sağladığı
olanaklardan da yararlanarak sunabilir ve uygulamaya koyabilirler. Kamuoyu ile siyasal iktidarlar ve
diğer toplumsal güçler arasındaki bu karşılıklı etkileme ve ikna sürecinin nasıl sonuçlanacağı daha çok
karşılaşılan sorunun özelliklerine, toplumsal koşullara, iktidarın ve kamuoyunun söz konusu dönemdeki
gücüne ve etkinliğine bağlıdır.

118

 
Özet

Kamuoyu, uzun yıllardır bilim insanlarının ilgisi Kamuoyu, toplumsal yaşamda ortaya çıkan
çeken tartışmalı bir kavramdır. Kamuoyu olgusu sorunlar etrafında yürütülen tartışmalarla ortaya
ve kamuoyu kavramı hakkındaki düşüncelere çıkar. Kamuoyunu oluşturan grupların büyüklüğü
Rönesans literatüründe hatta bugünkü anlamını sorunun özelliklerine göre değişiklik gösterir.
taşımamakla birlikte Antik Yunan’da Çeşitli grupların ortaya koyduğu görüşlerin
rastlanmaktadır. Avrupa’da yaşanan kentleşme, kamuoyu görüşü olarak değerlendirilebilmesi için
sanayileşme, eğitimin yaygınlaştırılması vb. söz konusu görüşlerin grubun ortak kanaati
gelişmelerin ardından gelen Aydınlanma olması gerekir. Ayrıca, dile getirilen düşüncenin
Dönemi’nin (1650-1800) getirdiği kazanımlar ve bir karar mekanizmasını, bir kuruluşu veya
hazırladığı zemin üzerinde ortaya çıktığı için değişik toplumsal kesimleri harekete geçirme
kamuoyunu bu dönemin bir ürünü olarak görmek arzusu olmalıdır.
gerekir. Aydınlanma Dönemi’nin en belirleyici
Siyaset bilimciler, sosyologlar ve sosyal
iki özelliği hümanizma ve demokratik ideolojinin
psikologlar kamuoyu olgusu ile 19. yüzyılın
bireylerin ve toplumun gündemine yerleşmesi
sonundan itibaren ilgilenmeye başlamışlardır.
bugünkü anlamda kamuoyunun ortaya çıkmasını
Kamuoyu oluşumunda bireyin sahip olduğu
sağlamıştır.
sosyal ve siyasal olaylara duyarlılık gibi kişilik
18. yüzyıl sonlarından itibaren İngiltere ve Paris özellikleri önemlidir. Bunun yanı sıra bireyin
dünyanın en büyük kentleri durumundaydı. içinde yer aldığı sosyal çevre de kamuoyu
Kentlerin gelişmesi sarayın ve kralın oluşumunda büyük bir öneme sahiptir. Bu
denetiminden ayrı olarak toplumsal yaşam içinde unsurlar çok çeşitli biçimlerde sınıflandırılabilse
bir hareketlilik ortaya çıkardı. Özellikle 19. de temel olarak birkaç önemli unsurdan söz
yüzyılın ikinci yarısından itibaren kamuoyunun edebilir. Bunlar arasında kırsal ve kentsel yaşam,
siyasal yaşamda büyük bir öneme sahip olduğu birincil ve ikincil grupların etkisi, yasal ve siyasal
konusundaki fikirler yaygınlık kazandı. kurumlar, kitle iletişim araçları, kültür, din ve
Demokrasi ve halk egemenliği kavramlarının ideoloji sayılabilir.
gelişmesi ile birlikte kamuoyu olgusu da
Toplumsal sorunlar karşısında görüşünü güçlü bir
toplumsal yaşamda büyük bir önem kazandı.
şekilde ifade edebilen kamuoyu, demokratik
Kamuoyunun etkinliği, içinde yer aldığı siyasal rejimlerin en büyük güvencesidir. Demokratik
sistemin özelliğine göre büyük farklılıklar rejimlerde kamuoyuna siyasal iktidarlar
gösterir. Demokratik rejimlere sahip toplumlarda tarafından her zaman büyük bir önem verilir.
oluşan toplumsal ve siyasal koşullar kamuoyunun Kamuoyunun güçlü bir şekilde oluşabilmesi için
güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına olanak sağlar. demokratik rejimlerde iktidarlar toplumun eğitim
Demokratik hak ve özgürlükler kamuoyunun düzeyini yükseltmek, iletişim ve haberleşme
güçlü bir şekilde oluşması için vazgeçilmezdir. olanaklarını arttırmak, basın özgürlüğü, ifade
Ancak, demokratik rejimlerin sağladığı hak ve özgürlüğü alanlarını genişletmek yolunda gayret
özgürlükler sayesinde kamuoyu en doğru şekilde gösterirler. Kamuoyu, öncelikle iletişim ve ifade
ve farklı kaynaklardan bilgilenme ve haberdar özgürlüğü sağlandığında ortaya çıkabilir.
olma olanaklarına sahip olur. Demokratik rejimler sesini güçlü bir şekilde
duyurabilen kamuoyunun ortaya çıkabilmesi için
Totaliter rejimlerde kamuoyu siyasal iktidarın
en uygun koşulları sağlar.
sahip olduğu resmi ideoloji ve görüşler
doğrultusunda oluşturulmaya çalışılır. Totaliter
rejimlerde tek yönlü propaganda ile oluşturulan
güdümlü bir kamuoyundan söz edilebilir.
Azgelişmiş ülkelerde de kamuoyunun oluşumu
bakımından sosyal, siyasal ve ekonomik
bakımlardan çeşitli zorluklar söz konusudur.

119

 
Kendimizi Sınayalım
1. Kamuoyu kavramı hangi ülkelerden dilimize 6. Kamuoyunun çok etkili olduğu ülkelerde
geçmiştir? çoğunluğun azınlık üzerinde baskı oluşturacağına
dikkati çekerek kamuoyu egemenliğinin
a. Doğudaki ülkeler doğurabileceği tehlikelerden söz eden düşünür
b. Batılı ülkeler kimdir?

c. Ortadoğu ülkeleri a. Walter Lippmann

d. Asya ülkeleri b. Alexis de Tocqueville

e. Asya Pasifik ülkeleri c. Immanuel Kant

2. “Kamu, modern toplumsal yaşamda kitle d. Lawrence A. Lowell


içinde sahip olduğu özellikleri kaybetmektedir.” e. Harold D. Lasswell
görüşünü hangi bilim insanları söylemiştir?
7. Kamuoyunun görüşlerine ve desteğine en
a. W. Albig ve W. Lippmann çok önem verilen siyasi rejim hangisidir?
b. L. A. Lowell ve H. D. Lasswell a. Demokratik rejimler
c. I. Kant ve K. Marx b. Az gelişmiş ülke rejimleri
d. W. F. Hegel ve I. Kant c. Otoriter rejimler
e. H. Blumer ve C. W. Mills d. Totaliter rejimler
3. Aşağıdakilerden hangisi kamuoyunun e. Gelişmekte olan ülke rejimleri
oluşumunu etkileyen çevresel unsurlardan biri
değildir? 8. Aşağıdakilerden hangisi bir toplumda
kamuoyunun güçlü bir şekilde ortaya çıkabilmesi
a. Ekoloji için zorunlu değildir?
b. Din a. İletişim özgürlüğü
c. İdeoloji b. İfade özgürlüğü
d. Kültür c. Hızlı kentleşme
e. Kitle iletişim araçları d. Demokratik haklar
4. Kamuoyu kavramı “halkın düşüncesi” e. Basın özgürlüğü
anlamında tarihle ilk kez hangi ülke tarafından
kullanılmıştır? 9. Kmauoyunun oluşumunu açıklarken
psikolojiyi esas alan kuramın adı nedir?
a. ABD
a. Etkili Çoğunluk Kuramı
b. Almanya
b. Toplumsal Kuram
c. İngiltere
c. Sosyolojik Kuram
d. İtalya
d. Kitle İletişimi Kuramı
e. Norveç
e. İktidar Kuramı
5. Bilim isanları kamuoyu kavramı ile asıl
olarak hangi yüzyılda ilgilenmeye başlamıştır? 10. Bugünkü anlamıyla kamuoyu ilk kez nerede
ortaya çıkmıştır?
a. 17. yüzyıl
a. ABD
b. 18. yüzyıl
b. Çin
c. 19. yüzyıl
c. Mısır
d. 20. yüzyıl
d. Avrupa
e. 21. yüzyıl
e. Asya
120

 
Kendimizi Sınayalım Yanıt Sıra Sizde 2
Anahtarı Literatürde sivil toplum kuruluşları (STK’lar)
1. b Yanıtınız yanlış ise “Kamuoyu Nedir?” kavramı yerine daha önce baskı grupları kavramı
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. kullanılıyordu. Baskı grubu ya da menfaat grubu
2. e Yanıtınız yanlış ise “Kamuoyu ve Kitle kavramları daha çok siyasal iktidarın örgütlü bir
Arasındaki Farklılıklar” başlıklı konuyu yeniden şekilde baskı altına alınması olarak ifade
gözden geçiriniz. edilebilir. Baskı grubunun temel amacı, siyasal
iktidarı üyelerinin çıkarlarının kamu yararı ile
3. a Yanıtınız yanlış ise “Kamuoyu Oluşumunu
Etkileyen Çevresel Unsurlar” başlıklı konuyu uyumlu olduğuna ikna ederek yönlendirmek ve
yeniden gözden geçiriniz. karar mekanizmalarının bu yönde harekete
geçmesi için çaba göstermektir. Yasalar
4. c Yanıtınız yanlış ise “Tarihsel Süreçte
tarafından üye olmanın mecburi olduğu meslek
Kamuoyunun Ortaya Çıkışı” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz. kuruluşları birer baskı grubu örgütü olmalarına
rağmen sivil toplum kuruluşu sayılamaz. Sivil
5. d Yanıtınız yanlış ise “19. ve 20. Yüzyıl toplum kuruluşlarının temel özelliği gönüllülük
Düşünürleri ve Kamuoyu” başlıklı konuyu
esasına dayanan bir örgütlenme olmasıdır. Sivil
yeniden gözden geçiriniz.
toplum örgütü, resmi kurumlar dışında ve
6. b Yanıtınız yanlış ise “19. ve 20. Yüzyıl bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal,
Düşünürleri ve Kamuoyu” başlıklı konuyu kültürel, hukuki ve çevresel amaçları
yeniden gözden geçiriniz. doğrultusunda çalışmalar yapan, üyelerini
7. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Rejimler ve gönüllülük esasına göre kabul eden, kar amacı
Kamuoyu” başlıklı konuyu yeniden gözden gütmeyen ve gelirlerini bağışlar ve üyelik
geçiriniz. aidatlarıyla sağlayan kuruluşlardır. Sivil toplum
8. c Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Rejimler ve örgütleri oda, sendika, vakıf ve dernek adı altında
Kamuoyu” başlıklı konuyu yeniden gözden faaliyet gösterirler. Kamuoyu oluşumunda sivil
geçiriniz. toplum kuruluşları çok önemli işlevlere sahiptir
9. e Yanıtınız yanlış ise “Kamuoyu Hakkındaki toplumsal aktörlerden biridir.
Kuramsal Yaklaşımlar” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3
10. d Yanıtınız yanlış ise “Kamuoyu Kamuoyu araştırması, toplumun bir sorun
Hakkındaki Kuramsal Yaklaşımlar” başlıklı karşısında sahip olduğu tutumları ve kanaatleri
konuyu yeniden gözden geçiriniz. ortaya çıkarmak için yapılır. Kamuoyu
araştırmaları modern toplumların gündelik
yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. İnsanlar
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı içinde yaşadıkları toplumla ilgili pek çok şeyi
Sıra Sizde 1 kamuoyu araştırmaları sayesinde öğrenirler.
Kamuoyu araştırmaları merak edilen konularda
Kamusal alan kavramı Avrupa’da 1960’lı yıllarda
yapılır ve elde edilen bulgular haber değeri
irdelenmeye başlanmıştır ve günümüzde de
taşıdığından medya kuruluşları kamuoyu
kişilerin bakış açılarına göre bu kavrama çeşitli
anlamlar yüklenmektedir. Kamusal alan araştırmalarının en önemli müşterileri
kavramının tanımı ilk kez 1962 yılında Jülger arasındadır. Kamuoyu araştırmaları belediye
Habermas’ın Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü otobüslerinin renginin belirlenmesi, üniversite
adlı kitabında ele alınmıştır. Habermas’a göre öğrencilerinin sorunları, Türk halkının Avrupa
kamusal alan, özel şahısların kendilerini Birliği’ne üyelik konusunda ne düşündüğü gibi
ilgilendiren ortak sorunlar etrafında akıl toplumsal, yerel ve uluslar arası pek çok konu ile
yürüttükleri, rasyonel bir tartışma içine girdikleri ilgili olarak yapılabilir. Özellikle genel seçimler
ve bu tartışmanın sonucunda da söz konusu sorun öncesinde hangi siyasi partinin hangi oranda oy
hakkında ortak kanaati, diğer bir deyişle
alacağını ortaya çıkarmaya yönelik yapılan
kamuoyunu oluşturdukları alandır. Düşünüre
kamuoyu araştırmaları okuyucuların büyük
göre kamusal alan, toplumun ortak yararını
belirlemeye ve gerçekleştirmeye yönelik ölçüde ilgisini çeker. Türkiye’de medya
düşünce, söylem ve eylemlerin üretildiği ve kuruluşları 1980’li yıllarla birlikte özellikle seçim
geliştirildiği ortak toplumsal etkinlik alanına dönemlerinde yapılan kamuoyu yoklamalarına
işaret etmek için kullanılan bir kavramdır. sayfalarında büyük oranda yer vermeye başladılar
121

 
ve bu araştırmaları finansal olarak desteklediler. Habermas, J. (1997). Kamusallığın Yapısal
Medyada sonuçları yayınlanan kamuoyu Dönüşümü. Tanıl Bora ve Mithat Sancar (Çev.),
araştırmalarının araştırma yapılan konu ile ilgili İletişim, İstanbul.
olarak kamuoyunu çeşitli biçimlerde etkilemesi Herbst, S. (Winter 1990). Assessing Public
kaçınılmazdır. Opinion In The 1930s-1940s: Retrospective
Vievs Of Journalists. Journalism Quarterly.
67:943-949
Yararlanılan Kaynaklar İrvan, S. (1994-95, Aralık/Ocak). Demokratik
Abadan-Unat, N. (1956). Halk Efkarı Mefrumu Sistemde Medyanın Rolü. Birikim, 68-69.
ve Tesir Sahaları. Ankara Üniversitesi SBF
Yayınları N0: 50, Ankara. Kapani, M. (1989). Politika Bilimine Giriş.
Bilgi, Ankara.
Alankuş-Kural, S. (1995). Temsili Kamuoyu. Y.
Eser, Ankara. McBride, S. (1993). Birçok Ses Tek Bir Dünya.
Ed. Ertuğrul Özkök. UNESCO Türk Milli
Atabek, N. ve Dağtaş E. (1998). Kamuoyu ve Komisyonu, Ankara.
İletişim. Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırmalar
Vakfı Yayınları, Eskişehir. McNeill, W. H. (1994). Dünya Tarihi. İmge,
Ankara.
Bektaş, A. (1996). Kamuoyu, İletişim ve
Demokrasi. Bağlam, İstanbul. Mills, C. W. (1974). İktidar Seçkinleri. Çev:
Ünsal Oskay, Bilgi, İstanbul.
Daver, B. (1968). Siyasal Bilime Giriş. Ankara
Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara. Price, V. ve Roberts, D. F. (1989). Public
Opinion Process. İçinde Charles R. Berger ve
Erdoğan, İ. (1999). Dördüncü Gücün İlettiği: Steven H. Chaffee. (Eds), Handbook of
Amerikan Örneği. İçinde K. Alemdar (Ed.), Communication ScienceSage. London.
Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar. Afa,
İstanbul. Price, V. (1992). Public Opinion. Sage, New
York.
Ergin, Ç. (2010). Kamuoyu ve Baskı Grupları.
İçinde Mümtaz’er Türköne (Ed.), Siyaset. Opus, Sennett, R. (1996). Kamusal İinsanın Çöküşü.
İstanbul. Ayrıntı, İstanbul.

Gingsberg, B. (1986). The Captive Public. Basic Sezer, D. (1972). Kamuoyu ve Dış Politika.
Books, New York. Sevinç, Ankara.

122

 
 
6






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
İkna edici iletişim sürecini açıklayabilecek,
Siyasal seçim kampanyalarını tanımlayabilecek,

Siyasal kampanya planlamasındaki aşamaları sayabilecek,

Siyasal kampanya iletişim biçimlerini ve özelliklerini açıklayabilecek


bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Siyasal Kampanya Siyasal Kampanya Planlama

Siyasal Reklamcılık Seçmen

İkna Edici İletişim Seçmen Tercih Modeli

Seçim Kampanyaları Yaratıcı Strateji

İçindekiler
 Giriş
 İkna Edici İletişim Kampanyaları
 Siyasal Seçim Kampanyaları
 Siyasal Kampanya Planlaması
 Seçmen Tercih Modeli
 Siyasal Kampanya Yaratıcı Stratejisi
 Seçim Kampanyalarında Mesaj Stratejisi
 Siyasal Kampanya İletişimi
 Siyasal Kampanya İletişim Biçimleri
 Bütünleşik Kampanya İletişimi

124

 
Siyasal Kampanya Süreci
GİRİŞ
Demokrasi, yönetilenlerin siyasal kararlara katılımını sağlayacak yöntemlerin bulunmasını gerekli kılar.
Bu yöntemler arasında seçimler ilk sırada gelir. Bireysel siyasal katılım yollarından biri olarak halk
egemenliği kavramına dayanan oy hakkı, halkın kendi iradesini aracısız ve doğrudan açıklama olanağı
sağlar. Yönetilenler, yöneticilerini seçme ve doğrudan ya da dolaylı yönetim kararlarında etkili olabilme
olanağını oy hakkı ile elde edebiliyor. Yöneticilerin, yönetilenlerce belirlenmesini sağlayan hukuki bir
işlem olarak seçim, oy hakkının kullanılmasının temel aracını oluşturur. Seçimler sadece yönetim erkinin
liderlere ya da partilere devredilme aracı değildir; aynı zamanda yönetim biçimine duyulan güveni artırıcı
ve pekiştirici bir işlevi de yerine getirirler. Hiç kuşkusuz demokrasi seçim yapmak ile
sınırlandırılamayacak kadar geniş bir kültürel ve kurumsal bir yapıyı gerektirir (Uztuğ, 2004).
Demokrasilerde seçimi, sivil toplum, kamuoyu, haber medyası ve diğer birçok kurum ve oluşum gibi
yönetilenlerle-yöneticiler arasındaki bir iletişim olarak değerlendirebiliriz. David Easton'un siyasal sistem
modeli içinde yer alan geri besleme süreci, bu tür bir değerlendirmenin temelini oluşturur. Geri besleme,
iletişim sürecinde kaynağın gönderdiği iletiye hedef kitlenin verdiği tepki ya da cevaptır. İletişimin
başarısı geri beslemenin gözetlenip, doğru şekilde kullanılması ile doğrudan ilgilidir. İletişim sürecindeki
temel kavramlar siyasal sistem içinde de karşılıklarını bulur. Yönetenleri kaynak, yönetilenleri alıcı
olarak kabul edebiliriz. Easton'un siyasal sistem modelinde kullandığı temel kavramlar girdi, çıktı ve geri
beslemedir. Buna göre siyasal sistemin çıktıları siyasal otoriteler tarafından gerçekleştirilen faaliyetleri
açıklar. Siyasal otoritelerin karar vermelerini tesadüfî olmaktan çıkararak, siyasal faaliyetlere sistematik
bir görüntü kazandıran en önemli değişken ise geri beslemedir. Geri besleme süreci, sistemin varlığını
sürdürebilmesinde son derece yaşamsal bir öneme sahiptir. Bu durumda seçim, iki taraf arasında iletişim;
değiş-tokuş kavramlarıyla çözümlenebilir hale gelmekte ve yöneticilerle yönetilenler arasında iletişimi
sağlayarak; siyasetçilere siyasaları ve uygulamalarıyla ilgili seçmenlerin tepkilerini ulaştıran bir geri
besleme süreci olarak değerlendirilmektedir (Cotteret ve Emeri, 1995).
Siyasal adayların ya da partilerin siyasal kampanya çalışmalarının oldukça geniş bir zaman alması ve
özellikle uzmanlık gerektirmesi nedeniyle siyasal adayların ya da partilerin bu işi meslek edinmiş kişilere,
diğer bir deyişle profesyonellere yaptırmaları bir zorunluluk olarak değerlendirilmektedir. Söz konusu
profesyonel hizmetler, reklamcılık, strateji geliştirme ve kamuoyu araştırmalarını içeren çok sayıda
uzmanlık gerektiren hizmetleri içermektedir (Denton ve Woodward, 1990).
Siyasal kampanya çalışmalarının ortaya çıkışını kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle -kitle
iletişiminin doğrudan etkisi olduğuna ilişkin inancın yaygınlığının da etkisiyle- açıklayan görüşlerle çok
sık karşılaşılmaktadır. Bu görüşler temelde siyasal kampanyaların reklam, halkla ilişkiler gibi ikna edici
iletişim kampanyaları olduklarını ileri sürmektedirler (Trent ve Friedenberg, 1983). Dünyada ilk siyasal
reklam 1952 yılında Amerika başkanlık seçimlerinde kullanılmıştır. Reklam dünyasının en büyük
dehalarından biri olarak kabul edilen Rosser Reeves, 1952 başkanlık seçimlerinde General Dwight
Eisenhower için siyasal reklam tasarlamıştır. Böylece siyasal iletişime profesyonel yaklaşım başlamıştır.

Türkiye’de ilk profesyonel seçim kampanyası ne zaman ve nasıl


gerçekleşmiştir? Araştırınız.
125

 
İKNA EDİCİ İLETİŞİM KAMPANYALARI
Antik Yunanda iknanın temel anlamı gücü elde etme ve mahkemelerde kazanmaktı. Aristotales, retorik
çalışmalarında iknanın kaynağın kişinin ün ya da güvenilirliğine (ethos) bağlı olduğunu ileri sürüyordu.
Ayrıca mantıksal savların (logos) kullanılması ve duygusal çekiciliğe sahip heyecanlı bir belagatin
(pathos) önemini vurguluyordu (Larson, 1989).
Erken dönem tanımlamalar, doğal olarak konuşma üzerine odaklanıyordu. Kitle iletişimin gelişmesi
ile ilerleyen dönemlerde ikna çalışmaları değişim göstermeye başladı. İkna, "ikna amaçlı bir mesajın
alıcılarda neden olduğu etkilerin kaynağı” olarak tanımlanır. Bu tanımda iknayı belirleyen odak alıcıdır.
Niyeti ikna olmayan iletişimler dahi eğer alıcıların tutum, inanç ya da eylemlerinde bir değişikliğe neden
oluyorsa ikna edici iletişim olarak kabul edilir. İkna bir süreç olarak tutumları, inançları, fikirleri,
davranışları değiştiren şeydir. İkna, kaynak ve alıcı arasındaki işbirliğinde oluşur. İknada odak alıcı,
mesaj ve kaynak ögelerinin tümünde eşit ağırlıktadır (Larson, 1989).
İkna edici iletişimin propaganda ile kitlelere yönelik sistemli etkinliklerinin günümüzdeki en temel
karşılığı kampanyalar olarak görülür. Kampanya terimi, ilk olarak savaşta belirli bir amaca ulaşmak için
düzenlenen bir dizi eylemi ifade etmek için kullanılmıştır. İletişim kampanyaları terimi ise iktidar amaçlı
siyasal (parti ve aday), ürün yönelimli reklam ya da pazarlama kampanyaları ve ideolojik konu ya da
nedenlere dayalı toplumsal hareketler (sosyal kampanyalar) olarak üç temel türde karşımıza çıkmaktadır.
Bu çerçevede iletişim kampanyalarının ticari, siyasal ve toplumsal bağlamlardaki ortak özelliği,
hedeflenen kitleyi kampanya sahibinin istediği yönde harekete geçirmek olarak özetlenebilir.
Demokratik bir kültürde bireyleri ve bireylerin tercihlerini değiştirmek ve istendik bir yönde
yönlendirmek için kullanılan yöntem iknadır. Bu nedenle demokratik bir sistemde insan davranışı ve
tutumlarını yönlendirmeyi hedefleyen iletişim faaliyetler ikna edici iletişim olarak tanımlanmaktadır. Hiç
kuşkusuz herhangi bir iletişimin ya da bilgi sunumunun herhangi bir amaç taşımadığı, tarafsız, nesnel
olması neredeyse mümkün değildir. Kitle iletişimi söz konusu olduğunda ikna amaçlı olmayan, sadece
bilgi aktarımı amacındaki bir iletişim olası değildir. Bu iddia çok yönlü bir tartışmayı tetikleyici
niteliktedir. Ancak iletişim süreçlerinde sadece bilgi akışının pek mümkün olmadığını; temel amaç olarak
kaynağın etkileme niyeti olmasa bile ister istemez bir etkinin ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu tip ikna edici iletişim süreçleri, planlı ve düzenli uygulandıklarında ikna edici iletişim kampanyası
olarak tanımlanırlar. En genel tanımıyla iletişim kampanyaları, belirli bir hedef kitleye, kitle iletişim
araçları yoluyla bir dizi ikna edici mesajın aktarılması olarak tanımlanabilir. Hedeflenen kitleye iletinin
ulaştırılması ve ikna edilmesinde iletişim kanalları ve araçlarından yararlanılmak zorundadır. Bu nedenle
kitle iletişim araçlarının gelişmesi ile gerçek anlamda iletişim kampanyalardan söz edilebilir. İletişim
kampanyalarının çeşitli özelliklerini tarihsel bir süreçte inceleyen bir araştırma dört karakteristik özelliği
işaret eder (Rogers ve Storey, 1989):
• Kampanya amaçsaldır.
• Kampanya geniş bir alıcıyı hedefler.

• Kampanya tanımlanmış, belirli bir zaman aralığında gerçekleşir.

• Kampanya örgütlenmiş bir dizi iletişim faaliyetini içerir.


İkna edici iletişim kampanyalarında iletişim hedefleri daha çok hedef kitlenin zihninde tanınırlık, vaat
ya da konumlandırmanın öğrenilmesi, olumlu tutum ve satın alma niyeti olarak karşımıza çıkar.
Larson'un ikna edici iletişim için kullandığı deyimle bu, "izlenimlerin yönetilmesidir". İzlenimlerin
yönetilmesi, yönlendirilmesi tanımı, iletişim hedefleri açısından anlamlıdır. İzlenim yönetimi iletişim
kampanyalarının tüm bağlamlarında öne çıkan imaj kavramı ile birlikte düşünülmelidir. Ticari bağlamda,
kurum imajı, marka imajı, siyasal ve kişisel pazarlamada aday-lider imajı, turizm pazarlamasında kent-
yöre-ülke imajı örneklerinde olduğu gibi (Larson, 1989).

126

 
SİYASAL SEÇİM KAMPANYALARI
Siyasal seçim kampanyaları aracılığıyla gerçekleştirilen iletişim, adayların amaçları ile seçmen
davranışları arasında bir bağ oluşturmakta ve seçmenlerin umutları, hayalleri ile adayların faaliyetleri
arasında bir köprü görevi görmektedir (Uztuğ, 2004).
Seçmen tercihini değiştirmeyi veya güçlendirmeyi amaçlayan seçim kampanyaları, özellikle parti
bağlılığı zayıf olan ve kararsızlar sınıfında olan seçmenler üzerinde daha etkili olmaktadır. Günümüzde
parti bağlılığının her geçen gün daha da zayıfladığı düşünüldüğünde seçim kampanyalarının da önemi
giderek artmaktadır.
Siyasal seçim kampanyalarının üç temel amacı vardır. Bunlar bilgilendirmek, ikna etme ve kamu
seferberliğidir. Seçim kampanyalarında partiler ve adaylar siyasi konu ve sorunlara yönelik duruşları,
icraatları seçmenin tercih yapmasında gerebilecek tüm bilgileri seçim kampanyaları aracılığıyla iletirler.
Bu bilgileri iletirken seçmenleri istendik yönde oy vermesi için ikna etmek amaçlanmaktadır. Ayrıca oy
vermenin dışında seçmenlerin partiye veya adaya yönelik kampanyaları desteklemesi ve çevresini de aynı
oy verme davranışına ikna etmeleri için onları seferber etmek de amaçlanmaktadır (Kalender, 2005).
Siyasal seçim kampanyalarının fonksiyonları şunlardır (Özkan, 2007):
• Kampanyalar eğitim işlevi görmektedir. Kampanya süresince ülke meseleleri gündeme
getirilerek toplum bu sorunlar konusunda bilinçlendirilir.

• Seçmenleri oy kullanmaya ve kampanyalara destek vermeye teşvik eder.

• Siyasi parti ve liderleri adayları seçmenlere tanıtır.


• Kampanyalar, seçmenlerin kafalarında önceden yaptıkları parti ya da aday tercihlerini yeniden
sorgulamalarına veya kendi destekledikleri parti ve aday ile özdeşleşmelerini sağlar.

• Seçim kampanyaları her türlü düşüncenin paylaşılmasına ve tartışılmasına olanak sağlar.


Seçmenlerin bu farklılıklar içerisinde tercihlerini yapmalarına yardımcı olur.

• Kampanyalar adaylar arasındaki farklılıkları ve onların kişisel özelliklerini seçmenlere tanıtır.

Siyasal Seçim Kampanyalarının fonksiyonları daha detaylı öğrenmek


için Abdullah Özkan’ın Nesil yayanlarından çıkan Siyasal İletişim isimli kitabını
okuyabilirsiniz.

Yukarıdaki ilk maddede açıklandığı gibi siyasal seçim kampanyalarının bir fonksiyonu da eğitimdir.
Siyasal kampanyalar bir tür eğitim işlevini de yerine getirir. Siyasal öğrenme kuramı açısından seçim
kampanyaların eğitim işlevlerini şu noktalarda toplayabiliriz (Joslyn, 1990):
• Adayların farkındalığı: Bir öğrenme süreci olarak siyasal kampanyalar, adayların halk tarafından
fark edilip tanınmasını sağlar.
• Gündem belirleme: Siyasal Kampanyalar, siyasal adayları popülerleştirerek, farkındalıklarını
artırır. Ayrıca, siyasal kampanya süresince haber medyası, ülkenin temel sorunlarını gündeme
getirerek seçmenlerin bunları öğrenmesini sağlar.
• Adayların siyasal tercihleri: Demokrasi kuramcılarının bazıları seçimleri demokratik
öğrenmenin merkezine koymaktadır. Bu açıdan seçim kampanyası boyunca gündeme gelen
konulara ilişkin adayların aldığı tavır ve dolayısıyla siyasi konulara yönelik tercihleri
öğrenilebilmektedir.
• Adayların kişisel özellikleri: Siyasal kampanya sürecinde diğer rakip adaylar, gazeteciler ve
halk, adaylarla ilgili oluşan kanılar üzerine yoğunlaşır. Bu kanılar, adayların yetenek ve
becerileriyle doğrudan ilgilidir. Haber medyası da ilgi çekmek için adayları bu açılardan
dramatik bir üslupla betimleme eğilimi göstermektedir.

127

 
Günümüz gelişmiş Batı demokrasilerinde gerçekleştirilen siyasal kampanyaların, geçmiştekilerle
karşılaştırdığında, iletişim açısından dört temel değişim alanını içerdiğinden söz edilebilir (Joslyn, 1990) :
• Kampanya iletişiminde ağırlık partiden adaya kaymaktadır. Adayın ağırlıklı olduğu bu
kampanyalarda, parti örgütlerinin, profesyonel uzmanların ya da kampanya danışmanlarının
yerleri ve işlevleri farklılaşmaktadır.
• Kampanya çalışmalarında işlevleri artan profesyonellerin, seçim stratejilerinin geliştirilmesinde
siyasal aday ya da parti, rakip parti ya da adaylar ve seçmenler gibi kampanya değişkenlerine
ilişkin yaptıkları sistematik araştırmaların yoğunluğu artmaktadır.
• Bilgi toplamanın temel yöntemi olarak, seçmen ve konu araştırmaları parti örgütü çalışmalarının
yerini almıştır.
• Siyasal kampanya iletişiminde önem kazanan kitle iletişim araçları ve özellikle televizyon,
adayların imajını ve konularını halka iletmede parti örgütünden daha aktif rol oynamaya
başlamıştır.

SİYASAL KAMPANYA PLANLAMASI


Siyasal kampanyalar sınırlı zaman ve insan kaynağının söz konusu olduğu, siyasal rekabetin yoğunluğunu
artırdığı bir dönemde gerçekleşir. Kampanyanın birçok açıdan incelikli ve titiz bir şekilde planlanması
gerekir. Siyasal kampanya planlaması, temelde şu aşamalardan oluşmaktadır (Uztuğ, 2004):

• Hazırlık: Araştırmalar, stratejik marka analizi ve bilgi kaynakları.

• Stratejinin geliştirilmesi: Kampanya yaratıcı stratejisi (konum, vaat, iddialar, kampanya tonu)
• Örgütlenme ve siyasal kampanya iletişimi: İletişim stratejisi, stratejinin yürütülmesi

Siyasal Pazar Analizi


Stratejinin geliştirilmesinden önce siyasal pazar yapısı, rekabet koşulları ve seçmenler büyük önem taşır.
Doğru bir strateji ve ürün politikası için her şeyden önce etkin ve sağlıklı bir pazar konumlandırma
zorunluluğu söz konusudur. Daha önce siyasal marka konumlandırma özelindeki tanımlama
çerçevesinden bahsetmekte fayda var. Seçmenlerin zihinlerinde rakiplerinin elde ettiği konum
çözümlenmek durumundadır. Bu çözümleme siyasal parti ve adaylar için yaşamsaldır. Siyasal ürünün
tasarlanmasında pazar koşullarının ne olduğunu, beklentileri ve pazar boşluklarını değerlendirmek
farklılığın yaratılmasında birçok olanak sunmaktadır. Siyasal Pazar bölümlemesi ve konumlandırması
için hedef ve amaçlar doğrultusunda “pazara” ait güçlerin analizinin yapılması bir zorunluluktur. Siyasal
pazara ve rekabete dair değerlendirmelerde kullanılacak çerçeveyi şu başlıklarda özetleyebiliriz (Uztuğ,
2004):
• Geçmiş seçim sonuçları

• Rakip siyasal aday ve partilerin marka mirası –geçmişi-


• Seçim öncesi izlenen siyasalar, oluşturulan söylemler
• Seçim kampanyası sırasında rakiplerce oluşturulacak stratejilere ilişkin senaryolar

128

 
Şekil 6.1: Siyasal Kampanya Planlaması

Seçim dönemine yaklaştıkça yukarıda tartışmaya çalıştığımız konumların “taktiksel” açıdan anlamlı
bir yol göstericiliği olmayabilir. Seçim kampanya planlaması öncesinde durumu daha açık gösterebilecek
çeşitli analizlerin geliştirilmesi gerekir. Bu noktaları şu başlıklar altında özetleyebiliriz (Uztuğ, 2004).
• Seçim bağlamı: Genel veya Yerel. Seçimin bağlamı geçmiş seçim sonuçları açısından
farklılıklar gösterebilir. Ülke ve yerel gündemlerin farklılaşması da son derece önemli bir etkiye
sahiptir.
• Geçmiş seçim sonuçları: Genelden mahallelere kadar uzatılmış olarak. Ulusal bir kampanya ile
yerel bir kampanyanın seçim sonuçları verisi farklılık gösterecektir. Yerel bir seçimde
mahallelere kadar inmek en doğrusu olacaktır.

129

 
• Sonuçlara göre anlamlı ve belirli bir “lider” var mı? Bu 80 öncesi seçimlerde kolaylıkla
yorumlanabilir bir veri iken son seçimlerle daha farklı analizlere gereksinim duyulan bir konu
olmuştur. Son seçimlerde yaşanan oy kaymalarının sosyolojik temelde yorumlanması.
• Araştırma olanağı var mı? Kampanya bütçelerinin oluşmasında medya harcamaları kadar
düşünülmeyen bir bütçe kalemi olması nedeniyle olanak sözcüğünü tercih ettim. Çeşitli
niteliksel ya da niceliksel araştırmalar kampanya stratejisinin etkinliği artıracaktır. Mevcut
eğilimlerin geçmiş seçimlerle karşılaştırılması.
• Siyasal kampanya sahibi aday ya da partinin konumun bu analizlerle belirlenmesi.
• Buna göre birincil ve dolaylı rakiplerin belirlenmesi.
• Rakiplerin kampanya stratejilerine yönelik senaryoların oluşturulması. İlerleyen bölümde söz
edeceğimiz iktidar ve muhalefet konumu, siyasal aday ya da partilerin marka mirası bu konuda
önemli ipuçları barındırır.
Kampanya stratejisini oluşturan yardımcı bilgiler, araştırmalar, geçmişe dair değerlendirmeler, içsel
analizler kampanya stratejisini oluşturmada fayda sağlamaktadırlar.

Seçmen Analizi
Siyasal pazar ve rekabete dair analizlerin en temel unsuru hiç kuşkusuz seçmenlerdir. Etkili bir kampanya
için ön koşul, seçmen beklenti ve özelliklerine uygun ve geçerli siyasal mesaj geliştirilmesidir.
Pazarlama yönetim sürecinde ve pazarlama karması kararlarında önemli bir değişken olan “tüketici”
siyasal pazarlama içinde seçmen olarak değerlendirilebilir. Ticari alanda tüketicinin sahip olduğu rol aynı
şeklide seçmenler için de geçerlidir.
Bu aşamada seçmenler siyasal iletişim açısından çeşitli açılardan önem taşımaktadır. İlk olarak,
siyasal ürünün tasarlanmasında pazar koşullarının ne olduğunu, beklentileri ve pazar boşluklarını
değerlendirme gerekliliğidir. Siyasal ürünün pazar bölümlemesi ve konumlandırmasında hedef ve
amaçlar doğrultusunda seçmen gereksinimleri önemli bir yer tutar. Özellikle yeni bir siyasal ürün için bu
ön koşuldur. Farklı gereksinimler özellikler ya da davranışlarla birlikte seçmenlerin gruplar halinde
sınıflandırılması olarak adlandırılabilecek olan siyasal pazar bölümlemesi, en iyi tepkinin alınacağı hedef
pazarın seçilmesi sürecidir.
İkinci olarak seçmenler, iletişim sürecinde alıcı konumları ile hedef kitle olarak karşımıza çıkarlar.
İletişim sürecinde kaynağın temel sorunu, kodladığı iletinin hedeflediği kesime ulaşması ve istediği gibi
çözümlenmesidir. Bu göründüğü kadar kolay olmayan bir süreçtir. Günümüz koşullarının iletişim
ortamında hızlı haber akışı, parçalanan medya ortamı ve değişen izleyici profilleri iletişimcilerin işini
oldukça zorlaştırmıştır (Uztuğ, 2004).
Hedef kitlenin ne söyleneceğinin belirlenmesine olan etkisi kadar İletişim karması kararlarında da
önemlidir. Hedeflenen seçmen kitlelerinin tanımlanmasıdır. Burada özellikle araştırmaların verileri
ışığında seçmenlerin aday ya da partiye sempati duyan ya da sadık gruplar, kararsızlar ya da rakipleri
destekleyen gruplar olarak bölümlenmesi ile ilgili kararlar önem kazanmaktadır. Söz konusu bu kararlar,
hedeflenen kitlelere ulaşmayı sağlayacak iletişim araçların da seçimini etkiler.
Kampanya stratejisine bağlı olarak hedef kitleye ilişkin üç temelden söz edilebilir.:
• Siyasal parti ya da adayı destekleyenler
• Oyunu nasıl kullanacağı konusunda tereddüdü olan kararsızlar
• Rakip parti ya da adayı destekleyenler

SEÇMEN TERCİH MODELİ


Siyasal katılım yolları içinde oy kullanma, bireylerin kendilerini yönetenleri seçmesi ve doğrudan
doğruya ya da dolaylı olarak yönetim siyasalarında etkili olması olarak tanımlanır. Siyasal davranışın bir
alt eylemi olarak oy verme, sosyo-ekonomik (yaş, gelir, meslek, cinsiyet, eğitim, yerleşim) ve psikolojik
etmenlerden etkilenerek, siyasal kültür ve siyasal toplumsallaşma içinde biçimlenir (Sarıbay, 1994).
Yukarıdaki değerlendirmelerimiz ve bir sonraki bölüm bu etkenleri farklı bir dille de olsa ele alıyordu.
130

 
1940'larda Columbia Üniversitesi'nde gerçekleştirilen konuyla ilgili ilk çalışmalardan günümüzdeki
çalışmalara kadar, seçmen tercihlerinde rol oynayan süreçler, modellerle açıklanmaya çabalandı. Söz
konusu modellerde en çok karşılaşılan beş öğe şunlardır (Boiney ve Paletz,1991):
• Partililik kimliği: Partilerden birine yönelik olarak oluşan psikolojik bağlılık,
• Konu Konumu: Adayın ya da partinin siyasal konular karşısında takındıkları tavır ve aldıkları
konumun seçmen tarafından değerlendirilmesi. Adayın ya da partinin ekonomik ve toplumsal
sorunlar hakkında ne yaptığı ve ne önerdiği,

• Aday imajı: Seçmenin seçim yarışında adaylara ilişkin geliştirdiği tutumları ve duygular,
• Seçmen grup üyeliği: Irksal, dinsel ya da ekonomik özellikler açısından oluşan grup ve
üyelerinin aidiyet duygularının düzeyi ya da niteliği,
• Geçmişte kullanılan oy: Seçmenin önceki seçimlerdeki tercihlerinin karar üzerindeki etkisi oy
verme kararlarını etkilemektedir..
Son yıllarda seçmenlerin karar alma süreci ile ilgili araştırmalar, insanların siyasal bilgi
bombardımanı altında kendi ön yönelimleri ile birlikte kararlarını nasıl verebildikleriyle ilgili sorunsal
üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çalışmaların sonucunda siyasal iletişim ile siyasal tutum, davranış konularıyla
ilgili geniş bir araştırma alanı oluşmuştur. Seçmen tercihi modelleri ve siyasal iletişim araştırmalarının
karşılıklı etkileşimi içinde seçmen karar alma süreçleri de değişime uğramıştır. 1940'lardan günümüze
kadar geliştirilen seçmen tercihi modelleriyle ilgili önemli saptamalar şu şekilde özetlenmektedir (Boiney
ve Paletz, 1991):
• Oy verme kararını etkileyen merkezi bir değişken olma özelliğini korumasına karşın partililik
kimliğinin önemi sürekli azalmaktadır.
• Parti önemini kaybederken, aday imajı dikkat çekici bir gelişim göstermektedir. Seçmen tercihi
modelleri, adaylar açısından oluşturulmaya başlanmıştır ve imajın oyu etkilemede temel bir rolü
olduğuna dair güçlü kanıtlar ileri sürülmüştür.
• Adayın konular karşısında aldığı tavır, aday değerlendirmesinde katkıda bulunmaktadır. Aday ve
konu -fikir- değerlendirmelerini birbirinden ayırmanın zorluğuna karşın, konuların aday imajını
–kimliğini- etkilemede önemli bir rolü olduğu açıkça ortaya çıkmıştır.
• Seçmenlerin karşılaştırmalı oy verme kararında olası tercihlerini oluşturmada geçmişe ait
değerlendirmeleri kullandığına dair sağlam bulgular vardır.
• Birçok modelin varsayımında, seçmenler birey olarak ele alınarak değerlendirilmektedir. Bu
nedenle seçmen, göreceli olarak hem partililikten, hem de grup etkisinden bağımsız olarak ele
alınmaktadır. Grubun oy verme kararında seçmen üzerindeki etkisi açık bir şekilde
tanımlanmamaktadır.

SİYASAL KAMPANYA YARATICI STRATEJİSİ


Strateji, belirlenen hedeflere ulaşmak için çizilen yol olarak tanımlanabilir. Siyasal iletişim açısından
bakıldığında, doğal olarak en önemli hedef, seçim yarışından başarıyla ayrılmaktır. Siyasal kampanya
stratejisi, adayın ya da partinin tüm kampanya faaliyetlerini bütünleştirme ve yürütmede bir ana plan
işlevi görür. Siyasal kampanyalarda strateji teriminin kullanılabileceği iki temel alandan söz edilebilir
(Mauser, 1983).
• Kampanya yaratıcı stratejisi- iletişim sorunu, hedef kitle ve kampanya mesajlarının belirlenmesi
boyutlarını içeriyor (Neyi Nasıl Kime Söyleyeceğiz).
• İletişim stratejisi hangi iletişim araçlarının (kişisel ve kitle iletişim, reklam halkla ilişkiler) bütçe,
zaman planı gibi etkenleri dikkate alarak oluşturulması ve medya planlamasını kapsıyor.
Yaratıcı strateji iletişim mesajının tasarlanması ve oluşturması ile ilgili kararları içerir. Yaratıcı
strateji, iletişimi yapılacak mal ya da hizmet hakkında “neyin, nasıl söyleneceği ile ilgili çeşitli kararları
131

 
içeren bir yöntem” olarak tanımlanabilir (Gürgen,1990). Yaratıcı strateji, iletişim etkisini belirleyen en
önemli etkendir.
Shultz ve Tannenbaum yaratıcı stratejiyi, reklamı yapılacak ürün ya da hizmetin sorun çözücü
özellikleri ya da yararını ileten bir satış mesajının düzenlenmesi şeklinde tanımlar. Strateji, ürün ya da
hizmet hakkında ne söyleneceği ile ilgili bir çalışmadır (Yılmaz,1999).Yaratıcı strateji mesajın kendisine,
ne söyleneceğine ve nasıl söyleneceğine odaklanır (Moriarty, 1991). Ne söyleneceği mal ya da hizmetin
hedef tüketiciye sağlayacağı yararlara ilişkin vaadin saptanmasıyla, nasıl anlatılacağı ise bu vaadi en iyi
sunacak yöntemin belirlenmesiyle ilgilidir (Baldwin,1982).
Siyasal kampanyalar temelde ikna edici iletişim kampanyalarının bir türüdür. Her tür ikna edici
iletişim kampanyasında iletişim hedeflerinin belirlenmesi ilk aşamadır. İletişim kampanyaları tek
başlarına, bağımsız bir planlama çerçevesine sahip olmakla birlikte pazarlama disiplinine bağlı bir
çalışma sistematiği içinde yer alırlar.
Siyasal Kampanyaların seçmenler üzerinde etkilerine her dönemde kuşkuyla bakanlar olmuştur.
Siyasal kampanyalar birbirlerinden çok da farklılaşmayan, benzeşmiş birçok siyasal parti arasında bir fark
yaratmaya çalışır. Desteklediği parti hakkında kararını pekiştirme etkisi kolaylıkla ölçülemez. Ancak
iletişim hedeflerine bağlı olarak bu etkinin yapısı ve düzeyi konu edilebilir. Doğaldır ki ticari
reklamcılıkta sıklıkla tartışılan bu konuya yönelik yine reklamcılıktan bir cevap verilebilir
Bu tartışmalar, ticari markalar tarafından yapılan birçok reklam kampanyası açısından da gündeme
getirilir. Düşük ilginlik ya da az çaba gösterilen satın alma karar süreçlerinde durum, her iki kefesindeki
markanın ağırlığı eşit olan bir terazi gibi dengededir. Ancak markalardan biri lehine dengenin bozulması
için markanın bulunduğu kefeye bir tek kuş tüyü eklenmesi yeterlidir. Tüketicilerin aralarından seçim
yapmaları gereken markalar genellikle birbirine çok benzer. Reklam etkilerine baktığımız zaman ağır
yüklerden ziyade kuş tüyü hafifliğinde farklara bakarız. Bu etkiyi bir kuş tüyü nitelendirmek onun
önemini azaltmaz. Aksine tüketicilere reklamların üzerimizdeki etkileri hakkında iç gözlem yapmakta
neden bu kadar zorlandıklarına dair sezgisel bir duygu vermelidir (Sutherland ve Sylvester, 2002).
Bu kuş tüyü etkisi siyasal kampanyalar için de geçerlidir. Özellikle, yukarıdaki alıntıyı dikkate
aldığımızda oy verme davranışındaki seçime dair bilgi arayışı çabaları ve marka farksızlıkları düşünülürse
bu kuş tüyünün seçim sonuçlarında önemli bir denge bozucu olduğu söylenebilir.
Siyasal kampanya yaratıcı stratejisinin geliştirilmesinde iletişim hedeflerinin tanımlanması son derece
önemlidir. Bu hedefler siyasal aday ya da partinin seçime özgü pazarlama hedeflerini tanımladıktan sonra
iletişim aracılığıyla ulaşılması gereken noktaları işaret eden bir kılavuzdur. Genel anlamda iletişim
kampanya hedefleri algı, eğitim, ikna ya da farkındalık yaratma, imaj yapılandırma, tutum oluşturma ve
geliştirme olarak özetlenebilir. Görüldüğü gibi bunlar arasında satışları artırma, oy sayısını artırma,
seçimi kazanma gibi hedefler yoktur. Ancak iletişim hedefleri bu tür hedeflere ulaşmak için seçmenin ya
da tüketicinin zihninde adaya ya da partiye yönelik algılamaları, tutumları ve oy verme niyetlerini
etkilemekle ilgilidir (Uztuğ, 2004).
Siyasal kampanya iletişiminin hedefi doğaldır ki parti ya da adayın seçim yarışından önde
ayrılmasıdır. Ancak bu hedefe ulaşmak için stratejik olarak iletişime düşen görevlerin tanımlanması
gerekir. Siyasal kampanya iletişiminin hedefleri, parti ya da adayın temel hedefine bağlı olarak şu
noktalarda örneklendirilebilir (Bowler ve Farell,1990):
• Kampanya gündemini oluşturarak, rakipleri ve kitle iletişim araçlarını tepkisel bir havaya
sokmak.
• Seçmenlerin parti ve adaylar ve tartışılan güncel konular hakkında bilgi düzeyini artırmak.
• Elde edilmiş olan seçmen tavrını pekiştirmek.
• Rakipleri destekleyen seçmenlerde şüphe uyandırmak.
• Adayı ya da partiyi avantajlı bir konuma taşıyarak; uygun ve geçerli aday imajını oluşturmak.
Yukarıda sıralananlar en sık rastlanan örneklerdir. Her seçimin ve her seçim içerisindeki parti veya
adayların kendilerine özgü özel koşulları vardır. Bu özel koşullar içerisinde iletişim hedefleri yeniden
tanımlanmalıdır. Burada, kampanya öncesi çeşitli araştırma ve analizlere göre belirlenmiş sorunların
132

 
kampanya iletişim hedeflerine uyarlanması bir seçenektir. Örneğin, yerel bir seçimde adaya ilişkin genç
ve deneyimsiz algılamasının olduğu bilgisi, kampanya iletişimi hedeflerinde genç ama konusunda çok
bilgili bir aday olduğu fikrinin seçmenlere aktarılması olarak iletişim hedefine dönüştürülebilir.
Kampanya yaratıcı stratejisi kavramı, siyasal marka kimliğine bağlı seçime özel stratejik aday
konumlandırma kampanya iletişimine konu olacak her tür etkinlikte ne söyleneceğini ve nasıl
söyleneceğini açıklar. Yaratıcı strateji, aday ya da partinin siyasal kampanya iletişimi içinde
gerçekleştireceği siyasal reklamlar, mitingler, çeşitli haber yaratma çabalarında hangi mesajları
vereceğinin üst stratejik çerçevesidir. Kampanya mesajlarının belirlenmesine yönelik çeşitli analiz ve
araştırmaların yapılması bir zorunluluktur. Reklamcılıkta yaratıcı stratejinin geliştirilmesine yönelik
stratejik bilgi kaynakları siyasal kampanyalar için de uyarlanabilir niteliktedir.
İletişim ve reklam literatüründe son derece önemli bir deyiş vardır: Nasıl söylediğiniz ne
söylediğinizden daha önemlidir. Reklamcılığın ilk dönemlerinde reklamcılar “nasıl söylendiğinden“ çok
“ne söylendiğinin” üzerinde durmaktaydılar. David Ogilvy’nin reklam yazarlığı kurallarından biri olan
“ne söylediğiniz, nasıl söylediğinizden daha önemlidir” sözüne cevap olarak Bernbach “Yaratıcı yapım,
ne söylediğinizden daha önemli olabilir. Hasta bir adam bir şeyler söyleyebilir ve sonucunda bir şey
olmaz; ama sağlıklı ve mühim biri aynı sözleri söylediğinde dünyayı sallayabilir” diyerek, bu görüşünü
örneklendirmiştir. Gerçekten de mesajın belirlenmesinin ardından mesaj sunumuna dair temel bir
yaklaşımın benimsenmesi yerinde olur. Bu kampanyanın tonunu ifade etmelidir. Ayrıca bir siyasal parti
ya da adaylar arasında söyleme dayalı farklılaşma sorununon çözümü iletişim anlayışı ile birlikte “nasıl
söylediğimiz” ile ilgilidir. İletişim bombardımanı altındaki seçmenlerin ilgi ve dikkatini çekecek mesaj
sunumun geliştirilmesi de bu bağlamda düşünülmelidir.
İkna edici iletişimde çekicilik, mesaj sunumunu ve iknaya yönelik yaklaşımı ifade eder. Siyasal
kampanya özelinde çekicilik (reklamcılık alanındaki tanımından yola çıkarak), seçmenlerin siyasal
beklentilerini-arzularını uyandıracak gereksinimleri mesajlara taşıyarak onların ilgilerini, güdülerini
harekete geçiren kışkırtıcı öge olarak tanımlayabiliriz. Bu tanımdan yola çıkarsak çekicilik kampanya
mesajlarının geliştirilmesi ve sunumunda seçmen beklenti ve gereksinimlerine ilişkin içgörünün
kampanyaya yaratıcı bir şekilde yansıtılması olarak görülebilir.

SEÇİM KAMPANYALARINDA MESAJ STRATEJİLERİ


Seçimin genel veya yerel olması, yürütülen kampanyanın ulusal ya da yerel olması kampanya stratejisine
dair kararları etkiler. Bu anlamda partilerin yürüteceği kampanyalar ile milletvekili ya da belediye başkan
adaylarının yürüteceği kampanya stratejileri farklılıklar gösterir. Bu farklı seçim türlerine göre farklılık
gösteren mesaj stratejisi yaklaşımları aşağıda açıklanmıştır (Uztuğ, 2004).

Genel Seçim
Genel seçime ilişkin çerçeve, siyasal pazar analizinde söz ettiğimiz iktidar ve muhalefet konumu ile pazar
konumlarına bağlı olarak geliştirilir. Buna göre temelde iktidar olarak geçmiş icraatlarını ve başarısını,
süreklilik ve istikrarı öne çıkarması; muhalefetin ise iktidarın başarısızlıklarını, değişim gerekliliğini ve
umudu vurgulaması beklenir. Aşağıda genel ve yerel seçimlere ilişkin stratejiler temel başlıklar halinde
gösterilmektedir. Ulusal ve yerel temelde yürütülecek kampanyaların birbirlerini tamamlayıcı ve
derinleştirici bir uyum içinde olmaları kampanya etkililiğini artıracaktır.

Genel Seçimde Ulusal Kampanya (Parti Genel Merkezi ve Profesyonel


Kampanya Yönetimi)
• Parti imajı: Parti mirasına bağlı olarak ideolojik konum, kadro zenginliği.
• Parti+Lider: Siyasal pazar bölümünün (merkez sağ ya da solun) gerçek adresi.
• Lider imajı: Rakip parti liderlerine göre önemli üstünlükler, seçmen zihninde ideal lider
özellikleri ile örtüşen imajı (devlet adamı, gençlik, dinamizm, dürüstlük, cesaret vb.)

133

 
• Konu-toplumsal sorun: Seçmen beklenti ve gereksinimlere göre öncelikli konulara vurgu
yaparak, çözüm önerileri, projeler. Kadro ve liderin nitelikleri ve parti imajı ile kanıtların
sunulması (Ekonomi, yolsuzluk, eğitim, dış politika)
• Rakip: Rakiplere yönelik konumlandırma. Rakiplerin belli olumsuz özelliklerine yönelik vurgu
ile kendi konumunu oluşturma.

Genel Seçimde Yerel Kampanya (Milletvekili adayı ve Profesyonel


Kampanya Yönetimi)
• Parti Aday Uyumu ve Gücü: Ulusal kampanya stratejisine uygun aday ve parti uyumu, parti
gücünün adaya yansıtılması.
• Aday imajı: Yerel seçmen beklentilerine uygun nitelikler (Yöreyi tanıma, uzmanlık, yeterlilik,
parti gücünün kullanma becerisi, kişilik özellikleri)
• Diğer adayların imajı ve gücü
• Rakip: Rakiplere yönelik konumlandırma. Rakiplerin belli olumsuz özelliklerine yönelik vurgu
ile kendi konumunu oluşturma.

Yerel Seçim
Parti ulusal kampanyası genel seçime benzer bir şekilde iktidar ve muhalefet konumuna bağlı olarak
şekillenecektir. İktidar: İktidarın gücünü, hizmet alımında kolaylığı, yönetimde sürekliliği öne çıkarması
beklenirken; muhalefetin iktidarın icraatlarına yönelik bir sınama gündem yaratması, değişimi ve yeniliği
öne çıkarması beklenir. Yerel yönetim iktidar ve muhalefet konumları da genel seçime benzer bir stratejik
açılıma sahiptir. Buna göre iktidar adayının icraatlarının başarısını süreklilik, istikrar vurguları ile
şekillendirmesi, muhalefet adayının ise iktidardaki adayın icraatlarına yönelik olumsuzluklar ile birlikte
değişime, yeniliğe yönelmesi beklenir. Hiç kuşkusuz bu değerlendirmeler, genel stratejik eksenlerin doğal
açılımlarıdır. Seçim koşullarına özgü farklı stratejiler de söz konusudur.
Yerel seçimde ulusal kampanya (Parti Genel Merkezi+ Profesyonel Kampanya Aktörleri)
• Parti imajı: Yerel yönetimde etkinlik, başarı ve deneyim
• Parti+adaylar: Genel seçimdeki kadroya benzer şekilde etkin, güçlü adaylar
• Konu yerel sorunlar: Yerel yönetim anlayış farklılığı ve projeler.
Yerel seçimde yerel kampanya (Belediye Başkan Adayı+ Profesyonel Kampanya Aktörleri)
• Parti imajı-Ulusal Seçim Gündemi: İktidar ve muhalefet konumuna göre adayın dayandığı
parti gücü ve imajı. Parti stratejisinin yerel temelde rakip adaya- adaylara karşı kurulması.
• Aday imajı: Seçmen beklentilerine uygun nitelikler. Yerel duyarlılık, bilinç, sorunları bilme
(özdeşleşme). Kişisel özellikler: Dürüstlük, uzmanlık, yeterlilik, kariyeri, vb.
• Konu, yerel sorun: Yerel sorunlara yönelik proje ve çözüm önerileri
• Aday ve kadrosu: meclis üyelikleri ile birlikte belediye bürokratları. Güçlü ekip.
• Büyükşehirlerde Büyükşehir belediye başkanı -ilçe belediye başkanları aday imajı birlikteliği
güçlü ekip.
• Rakip: Rakiplere yönelik konumlandırma. Rakiplerin belli olumsuz özelliklerine yönelik vurgu
ile kendi konumunu oluşturma.

Türkiye’de siyasal iletişim kampanyaları ile ilgili pek çok makale ve


araştırmaya www.siyasaliletisim.org adresinden ulaşabilirsiniz.

134

 
SİYASAL KAMPANYA İLETİŞİMİ
Siyasal kampanya stratejisinin geliştirilmesinden sonra en yoğun emek ve para harcanan aşama
uygulamadır. Siyasal kampanya iletişimi temelde mesajların hedeflenen seçmen kitlelerine iletilmesini ve
seçmenler üzerinde istendik yönde davranış değişikliğini hedefler. Hedeflenen kitleye ulaşmada
kullanılacak olan iletişim araçları ve ortamları temelde kişisel ve kitle iletişim süreçlerinden oluşur. Şekil
6.2, siyasal kampanya iletişimine dair genel yapıyı özetlemektedir (Uztuğ, 2004):

Şekil 6.2: Siyasal Kampanya İletişim

Kişisel ve kitle iletişim süreçleri içinde çok yönlü ve çok boyutlu iletişim olanakları söz konusudur.
Bu süreç içerisinde pek çok iletişim aracı yer almaktadır (kişisel ikna, reklam, halkla ilişkiler, vb). Tüm
bu ortam ve araçları iletişim karması olarak adlandırılmaktadır. Siyasal kampanya, iletişim karması
öğeleri ve iletişim biçimlerinin denetim alanları iletişim yönetimi açısından son derece önemlidir. Çünkü
kampanya sırasında her tür iletişim kampanya sorumlularının denetiminde gerçekleşmez. Tablo 6.1.
siyasal kampanya iletişim biçimleri ve ilgili denetim alanlarını birlikte gösteriyor.

135

 
Tablo 6.1: Siyasal Kampanya İletişim Biçimleri ve Denetim Alanları

İletişim Biçimi İlgili Denetim Alanı

Kişisel iletişim Siyasal kampanya Haber medyası Kampanya örgütlenmesi.


sorumluları

Aday ya da Miting ve seçim bölgesi Aday ya da partinin Miting ve gezilere katılım.


liderin halkla ve gezileri, seçmen görüşlerinin ve Ağızdan ağıza kampanya
diğer özel ziyaretleri etkinliklerin medyada etkinliklerinin ve temanın
gruplarla kişisel yer alması aktarılması.
iletişimi Basın toplantıları,
-doğrudan- röportaj, özel gruplara (Gönüllüler, seçim büroları
ziyaret, toplantı. vb. kişisel iletişim )

Seçim büroları.
-dolaylı-

Kitle İletişim

Görsel medya Siyasal reklam. Stratejiye ve reklam Ağızdan ağıza mesajların


( basın ilanı, reklam kampanyasına dair dolaşımı. Kitle iletişim
(TV-sinema) filmi) haberler. Aday ya da araçlarına yorum ve eleştiri
partiye medyada yer mektupları.
Basılı medya Halkla ilişkiler ve verilmesi
(Gazete, dergi) duyurum. (Kurgusal ve
özel olaylar. Haber
İnternet hikayeleri.)

Web sitesi

Açıkhava ve Siyasal reklam Medyada haber olması Afişlerin belli noktalara


Sergileme asılması.
medyası Afiş, billboard. Arabalarında ya da
üstlerinde taşıma.

Parti logosu ya da aday


ismini, sloganları
taşıyan hediyelikler
rozet vb.

Doğrudan Mektup, broşür, vb. Seçim bölgelerinde dağıtım.


postalama kampanya basılı
malzemeleri

SİYASAL KAMPANYA İLETİŞİM BİÇİMLERİ


Tablo 6.1 kampanya stratejisinin uygulanması ve yürütülmesine ilişkin tüm siyasal kampanya iletişim
biçimleri ve ilgili denetim alanlarını göstermektedir. Şekil 6.1’de görülen iletişim etkinlikleri temel olarak
bu iki tür iletişim ortamı içinde yer alıyor.

Kişisel İletişim
Kişisel iletişim, yüz yüze ya da bireylerarası iletişim gibi adlar da alır. Kitle iletişime göre önemli
farklılıkları söz konusudur. Bu noktada kişisel iletişime dair değerlendirmelerimizi bir giriş olarak
okumak gerekiyor. Kişisel iletişimin özellikle kişisel ikna bağlamında sahip olduğu psikolojik üstünlükler
şu noktalarda toplanabilir (Lazarsfield ve Gaudet, 1963):
• Kişisel iletişimde, seçici algı daha az işlediğinden, bu tür iletişim yalnızca belli bir görüşe
sempati duyanlara seslenmekle sınırlanmaz.
• Direnç ile karşılaştığı zaman daha esnektir.
136

 
• Geri besleme ya da tepki anında alınabilmektedir. Söylenene uyulma, söyleneni doğru bulma
halinde ya da tersinde hoşnutluk ya da hoşnutsuzluk anında dışa vurulabilmektedir.

• Güvenilir ya da yakın bilinen bir kaynak aracılığı ile mesaj iletilmektedir.


• Bir ön etkilemeye gereksinim duyulmadan da etkili olabilmektedir. Örneğin araştırma
sonuçlarında çalışma arkadaşlarının oy verme kararını belirlemede doğrudan etkili olduğunu
göstermektedir.
Kişisel iletişim, kitle iletişime göre yukarıda özetlenen üstünlükleri ile hem gönüllüler hem de parti ya
da adayı destekleyen seçmenler (bir tür marka elçisi) aracılığıyla kampanya etkinliğini sağlayan önemli
bir unsurdur. Marka elçisi deyimi, ticari pazarda markalara sadakatle bağlı ve her ortamda markasını
geliştiren, yaygınlaştıran birer sözcü olarak kullanılır. Bu açıdan gönüllüler ve destekleyen seçmenler
diğer seçmenleri kitle iletişime göre daha rahatlıkla etkileyebilmektedir.
Gündelik yaşamlarında alıştıkları ve güvendikleri haber kaynaklarından yeterince haber
alamadıklarında ya da haber kaynaklarını güvenilir bulmadıkları zamanlarda insanların kişisel iletişime
başvurdukları gözlenmiştir. Her ne kadar bu konudaki araştırmalar örneğin savaş, doğal afet gibi
olağanüstü durumlarda bu tür iletişimi daha sık gözlemlese de, genellikle insanların söylenti ya da fısıltı
gazetesinden bilgi edinme eğilimi içinde oldukları kabul edilir. Bu nedenle, kişisel iletişim söylentiler ya
da kişilerarası görüşme ve tartışmalar aracılığı ile bilgi dolaşımında etkin bir rol oynar (Uztuğ, 2004).
Seçmenlerin kendi aralarında yaptıkları tartışmaların ya da görüşmelerin temel konuları, haber
medyasında yer alan öykülerden oluşur. Diğer yandan kitle iletişim araçlarından gelen bilgilerin
birbirleriyle çelişir olması durumunda kişisel iletişimin oy verme davranışı üzerinde daha büyük etkisi
olduğu saptanmıştır. Bu araştırma sonuçları kitle ve kişisel iletişim arasındaki ilişkiyi ortaya koymakta.
Yeniliğe ait bilgilerin yayılımında kitle iletişim araçlarının etkili olduğu, söz konusu yeniliğin kabulünün
sağlanmasında ise kişisel iletişimin etkili olduğu belirlenmiştir. Seçmenlerin kendi aralarındaki
iletişimlerinin, oy verme kararlarını pekiştirme amacıyla gerçekleştirildiği belirtilir. Bu nedenle siyasal
kampanyaların, özellikle söz konusu adaylara ya da partilere sempati duyan seçmenlere etkin ve
kullanılabilir bilgi iletmesi önem taşımaktadır. Bu açıdan kişisel iletişim sürecinin yönlendirilmesinde
kitle iletişimi önemli bir rol oynamaktadır (Trent ve Friedenberg, 1983).

Kitle İletişimi
Kitle iletişim araçlarının gelişimi, siyasal kampanya çalışmalarında profesyonel hizmetlere gereksinim
duyulmasının en önemli nedeni olarak kabul edilir. Kitle iletişim araçlarının gelişimine bağlı olarak
siyasetin yapısında önemli değişiklikler ortaya çıkmış ve adaylar, bu araçların işleyiş biçimine uyum
sağlamak zorunda kalmışlardır. Bu nedenle de kitle iletişimin işleyişi ve özellikleri siyasal kampanyalar
için yaşamsal bir önem taşır.

Seçmenler (kendi özelinizde de düşünebilirsiniz) siyasal iletişimde


kişisel iletişim ile mi yoksa kitle iletişimi ile mi daha kolay ikna edilebilirler.

Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile siyasal kampanya iletişimi doğrudan etkilenmiştir. Hükümetler,
muhalefet partileri seçim dışı dönemlerde kitle iletişime ilişkin çeşitli sorunları, şikâyetleri sürekli
gündeme getirirler. Kitle iletişim araçları siyasal gündemi oluşturma, biçimlendirme, aday ve partilere
yönelik algılamaları oluşturmada önemli bir rol oynar. Kampanya iletişimi açısından da bu önem
geçerlidir. Siyasal reklam ve halkla ilişkilerin iletişim kanalları kitle iletişim araçlarıdır.
Kitle iletişimin kişisel iletişimden farklılıklarından biri, kaynağın tek bir kişi değil, bir kuruluş
oluşudur. Kişisel iletişimde tek kişinin iletiyi kodlarken yaptığı simge seçimi, sentaks arama, oluşturma,
iletişimde etkinlik artırmak için kuramsal bilgilerden yararlanma gibi işleri kitle iletişiminde gazete,
radyo, ya da televizyon gibi bir kuruluş yapar (Oskay, 1992).

137

 
Kitle iletişimi hızlıdır, seçmenlere kişisel iletişime nazaran çok daha
hızlı ulaşır. Kamusal yapısından dolayı tüm seçmen gruplarına ulaşabilir.

Siyasal Reklamlar
Bir partinin savunduğu düşüncelerin özünü yansıtan siyasal reklam (O’Shaughnessy, 2001); “aday ya da
parti tarafından medyadan yer zaman satın alınarak, seçmenlerin tutum ve davranışlarını söz konusu aday
ya da parti lehine oluşturmak amacıyla geliştirilen mesajların hazırlanması ve yayınlanmasıyla ilgili bir
siyasal iletişim faaliyeti” (Kaid, 1981) olarak tanımlanmaktadır. Bir başka tanımlamayla da siyasal
reklamcılık, “bir siyasal aday, kuruluş ya da görüşün toplumda etkinlik kazanmasını sağlamak amacıyla
yürütülen ve ticari reklamcılık yöntemleriyle çalışan, ondan belli noktalarda ayrılan çabalar”
(Karahan,1995) olarak ifade edilmektedir. Bongrand (1992) ise siyasal reklamı, “bir adayın potansiyel
seçmenlerine uygunluğunu ortaya koymak, adayı en yüksek sayıdaki seçmen kitlesinin ve kitledeki her
bir seçmenin tanımasını sağlamak, rakiplerle ve muhalefetle farkını yaratmak ve minimum araçla, bir
kampanyayı kazanmak için gerekli olan oy sayısını elde etmek için kullanılan tekniklerin tümü” şeklinde
tarif etmektedir.
Kaid ise siyasal reklamcılığı, “siyasal adayları, partileri, siyasi davaları ve/veya fikirleri kitle iletişim
kanalları aracığıyla tanıtmak için kullanılan, bir iletişim kaynağının denetimindeki her türlü mesajı”
kapsayan bir süreç olarak tanımlamaktadır. (Kaid, 2004).
Siyasal iletişim içerisinde siyasal reklam mesaj denetiminin yüzde yüz olduğu tek alandır. Siyasal
reklamcılıkta reklam yapanın (reklamın paralı olması nedeniyle), reklam mesajının içeriğini ve biçimini
de denetlemesini beraberinde getirmektedir (Kaid, 2004; Görgün 2002). Denetim sayesinde medyada
aday ya da parti hakkında olumsuz, yanlış veya eksik bilgilerin düzeltilmesi olanağı elde edilmiş
olmaktadır. Ayrıca planlanmış ve tam denetimin söz konusu olmasının anlamı, adayların kendilerini
medyanın konumlandırdığı gibi değil, kendi planladıkları gibi konumlandırma olanağıdır.
Siyasetçilerle yönetmek istedikleri kitleler arasındaki hâkim iletişim biçimi olarak siyasal reklamcılık
(Ansolabehere vd. 1994; Benoit vd. 1997); çoğunlukla siyasal adaylar tarafından seçim sonuçlarını
etkilemek için kullanılmaktadır. Bazı araştırmalar (kullanımlar ve doyumlar yaklaşımını benimseyerek
yapılan), seçmenlerin seçim kampanyalarında adaylar, parti ve konular hakkındaki bilgilerinin
çoğunluğunu televizyonda yayınlanan siyasal reklamlardan sağladıklarını ileri sürmektedir.
Televizyondaki siyasal reklamların seçmenlerin siyasete ve seçime ilgisini artırdığını, adayları daha iyi
tanıttığını, seçimler hakkında bilgisi olmayanları ikna ettiğini, oy vermeye geç karar verenleri karar
vermeye ittiğini, “erken karar verenlerin” oy verme kararlarını ise pekiştirdiğini belirtmektedirler
(Tokgöz, 2008).
Literatürdeki siyasal reklamın etkisi üzerine yapılan araştırmalar incelendiğinde siyasa reklamların üç
tür etkisi olduğu söylenebilir (Kaid 1999):
• Seçmenlerin bilgi düzeyi üzerindeki etkiler,
• Seçmenlerin adayı algılamaları üzerindeki etkiler
• Seçmenlerin oy tercihleri üzerindeki etkiler

Bilgi Seviyeleri Üzerine Etkileri


Siyasal bilgi, seçmenlerin adayların isimlerini, kişisel özelliklerini ve niteliklerini hatırlama yeteneği
olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca siyasal bilgi, seçim meselelerini ve kampanyadaki gelişmeleri kavrama,
adaylarla onların gündem konularına karşı tutumları arasındaki bağlantıyı fark etme olarak da karşımıza
çıkmaktadır (Atkin ve Heald, 1976). Bu anlamda siyasal kampanyalarda siyasal reklamların doğrudan
etkileri hakkındaki ilginin tazelenmesi, büyük ölçüde bilişsel etkilere yönelik ilginin artmasından ortaya
çıkmaktadır. (Balcı, 2006) Atkin ve Heald (1976) de, 1974 Michigan Kongre Seçimi sırasında
gerçekleştirdikleri alan araştırmasında, radyo ve televizyon reklamlarını izleme/dikkat etmeyle, adaylar
ve konular hakkında bilgi sahibi olma arasında güçlü ilişkiler tespit emişlerdir. Ayrıca yazarlara göre
siyasal reklamlar, siyasal toplumsallaşmada da önemli bir role sahip bulunmaktadır.
138

 
Seçmenlerin Adaylara İlişkin Algılarına Yönelik Etkileri
Siyasal reklamların sıklıkla onaylanan etkilerinden biri de, bu reklamları izlemenin adayların imajlarına
yönelik değerlendirmeleri etkilediği şeklindedir. Siyasal reklam filmlerinin türü ve şekli, aday imajının
değerlendirilmesi açısından önem taşıyan faktörler arasında yer almaktadır (Devran, 2003). Siyasal
reklamların seçmenlerin adayları değerlendirmedeki etkisi üzerine yapılan pek çok araştırma, pozitif ve
negatif siyasal reklamların değişik yollarda işlediğini göstermiştir. Şöyle ki; reklama maruz kalmadan
önce, çoğu insan, siyasi adayın kişilik olarak nasıl olduğu hakkında genel bir bilgiye sahiptir. Bu genel
bilgi, sıradan bir adayla ilgili olumlu vasıflarla birlikte olumsuz vasıfları da içermektedir. Rakiplerine
saldırı içeren ya da çamur atan reklamları izlerken seçmenler olumsuz duygular yaşar ve muhtemelen
kızarlar. Olumsuz etkileme durumunda seçmenlerin zihninde saldıran ya da saldırılan adaylara yönelik
daha olumsuz düşüncenin ortaya çıkması sağlanır. Öte yandan seçmenler adayın kendisini veya
savunduğu fikirleri övdüğü reklamları gördüklerinde olumlu duygular beslerler ve zihinlerinde adaylar
hakkında olumlu bir imaj oluşur (Balcı,2006).

Seçmen Tercihleri ve Davranışları Üzerindeki Etkileri


Siyasal reklamların seçmen tercihi ve davranışları üzerinde de etkili olduğuna dair güçlü kanıtlar
bulunmaktadır. Deneysel ve saha araştırmalarıyla da desteklenen bu etki, özellikle kararını son aşamada
veren seçmenlerin tercihlerinde belirgin bir biçimde rol oynamaktadır (Bonen, 1994). Özellikle negatif
siyasal reklam filmleri, tekrar hatırlama ve aday imajının değerlendirilmesi açısından güçlü olduğu gibi,
seçmen tercihleri açısından da oldukça etkili sonuçlar verebilmektedir (Devran, 2003).
Cwalina ve arkadaşları (2000); siyasal reklamcılığın seçmen davranışları üzerindeki etkileri
konusunda yaptıkları çalışmalar sonucunda şu genellemelere ulaşmışlardır:
1. Siyasal reklamlar mevcut seçmen tercihini güçlendirici bir etkiye sahiptir. Reklam mesajlarına
maruz kalan belirli bir adayın taraftarlarının, adaylarına verdikleri destek konusunda
kararlılıkları artarken; muhalif taraftakilerin de muhaliflikleri konusundaki kararlılıkları
güçlenmektedir. Başka bir deyişle seçmen kanaatlerindeki kutuplaşma artmaktadır.
2. Siyasal reklamlar, mevcut seçmen tercihlerini zayıflatmakta ve ileri durumlarda değiştirilmesine
bile yol açabilmektedir. Burada kimi destekleyecekleri konusunda kararsız olan seçmenlerin
kararsızlıklarını artıran bir etki söz konusudur. Bu durum genellikle aday imajının yeniden
düzenlenmesinin söz konusu olduğu durumlarda görülmektedir. Reklamlar izledikten sonra
adayın, evvelce önemli olarak görülen özellikleri dışında belli bazı özellikleri ön plana
çıkmaktadır. Böylece seçmenler, karar vermedeki nedenlerini tekrar gözden geçirmek zorunda
kalmaktadır.
3. Siyasal reklamlar, seçmenlerin siyasi tercihlerini ne zayıflatır ne de güçlendirir. Reklamlar
sadece adayın, seçmenlerin zihnindeki imajının yeniden düzenlenmesine yol açar. Bu etki
türüne, bilişsel etki denebilir. Çünkü siyasal reklamların sonucunda önceki kararın nedenlerinin
değişmesine rağmen, kararın yönü ve kesinliği değişmemektedir.

Siyasal Reklam Mesaj Stratejisi


Siyasal reklam özelinde mesaj stratejilerinin sınıflandırılması ise ticari reklamlardakilerden
farklılaşmaktadırlar. Siyasal reklamlar taşıdıkları mesaja göre şu şekilde sınıflanabilir (Uztuğ, 2004);
• Lider imajı,
• Lider artı parti,
• Parti imajı,
• Konu,
• Toplumsal grup,
• Olumlu reklam,
• Olumsuz reklam,
• Karar ver reklamı
139

 
Türkiye’deki son siyasal seçimlerde kullanılan reklamları mesaj
stratejisi açısından değerlendiriniz.

BÜTÜNLEŞİK SİYASAL KAMPANYA İLETİŞİMİ


İletişim açısından siyasal ürünün öğrenilme ve algılanma sürecinde seçmenlere gerekli olan bilgiler
siyasal kampanya iletişim karması öğeleri aracılığıyla iletilir. Kampanya iletişimin bütünleştirilmesi
seçmenlerle kurulacak her bir temas noktasındaki çabaların birleştirilerek kampanya mesajlarının
seçmenlere sağlıklı olarak ulaştırılmasını sağlayacaktır. Bütünleşik pazarlama iletişimi, tüketicilerle her
noktadaki iletişimi bütünleştirerek (tek ses), kendi aralarındaki etkileşimden sinerji yaratma
hedeflemektedir. Kampanya iletişimi dâhilinde tek bir eksenin belirlenmesi ve tüm iletişim araçlarının
ortak amaca hizmet edecek şekilde tutarlı bir biçimde kullanılması kampanyanın başarıya ulaşmasındaki
anahtar öğedir. Kampanya iletişiminde bütün mesajların mesajın siyasal parti ya da adaya ilişkin bütünlük
taşımaması durumunda imajın tutarlı ve güçlü bir şekilde oluşması mümkün olmayacaktır.
Bütünleşik Pazarlama İletişimi Mesaj Tipolojisi olarak adlandırılan ve kurumun denetleyebildiği ve
denetleyemediği çeşitli mesaj tipinden söz edilir. Bunlar planlanmış, çıkarsamaya dayalı, bakım, satış
sonrası hizmetten kaynaklanan ve planlanmamış mesajlar olarak sınıflandırılır (Moriarty, 1994).
• Planlanmış mesajlar: Doğrudan denetlenebilir nitelikte olan siyasal reklamlardır (Gazete,
dergi, açıkhava). Siyasal reklamlara ek olarak çeşitli açıkhava toplantıları (mitingler),
televizyondan halka seslenme gibi örnekler de kampanya iletişimin denetimindedir.
• Çıkarsamaya dayalı mesajlar: Siyasal parti ya da adayın dolaylı mesajlarıdır. Burada
gönüllülerin davranışları, seçim büroları, mitinglerin tasarımı, destekleyen seçmenlerin kişiliği
gibi unsurlardır. Bu tür mesajlar çeşitli kampanya iletişimlerine bağlı olarak seçmenlerin genel
algılamalarını etkiler.
• Planlanmamış mesajlar: Tam olarak denetlenemeyen çeşitli araştırmalara, haberlere,
dedikodulara dayanan mesajlardır. Haber medyasında yer alan haberler en somut örneğidir.
Planlanmış mesajlar siyasal kampanya iletişimi içinde denetimin tam olarak siyasal pazarlamada
olduğu iletişimde ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan haber medyasında yayınlanan haberler, seçmenler
arası iletişim gibi siyasal ürün hakkında denetlenmesi oldukça güç mesaj akışı söz konusudur. Bu
mesajların denetiminde özellikle halkla ilişkilere önemli görevler düşmektedir. Kurgusal olaylar, özel
olaylar bu yönde bir denetleme çabası içinde değerlendirilmelidir.
Bütünleşik iletişim kurumun ya da kişinin tümüne odaklanır. Dolayısıyla sözü edilen mesaj tiplerinin
hepsinin denetlenmesi ve eş güdümlü olarak kullanılması zorunluluğu vardır. Mesajlar arsında yaratılacak
sinerji bu anlamda çok önemsenir. Sinerjinin, çeşitli mesajların eşgüdümlü ve tutarlı olması durumunda
tek başlarına yaratılmış ya da oluşturulmuş mesajlara oranla iletişime güç ve etkinlik katacağı anlamına
gelir. Kampanya reklamları ile aday ya da partinin kişisel iletişim çalışmaları, gönüllülerinin
iletişimlerinde gücü ve etkinliği artıracak bir derinlik ve tamamlayıcılık dikkate alınmalıdır. Bu, aynı
zamanda mali kaynakların verimli ve etkin kullanılması açısından son derece önemlidir (Moriarty,1994).
Siyasal kampanya iletişiminde çeşitli medyalar aracılığı ile seçmenler birçok mesaja maruz
kalmaktadır. Bütünleşik iletişim yaklaşımı iletişimde “tek ses”liliği merkeze alır. Bunun anlamı tüm
iletişim programlarında ve iletişim ortamlarında aynı mesajın, belirlenmiş marka kimliği-kampanya
ekseni paralelinde işlenmesi ve denetlenmesidir. Seçmenlerin aldığı mesajlar tutarlı olmalıdır. Bir
kampanya sırasında seçmenler reklamları, haberleri izleyebilir, doğrudan postalamaya maruz kalabilir,
seçim bürolarına konuk olabilir, kampanya gönüllüleri ile sokakta ya da evinde karşılaşabilir. Amaçlanan
”güçlü ve birleştirilmiş” kimliği sunmak için sözü edilen her uygulamada yaratıcı üsluptan, mesajlara ve
görsel yeknesaklığa bir tutarlılık ve sinerji yaratılması kampanya etkinliğini artıracaktır (Uztuğ, 2004).
Siyasal kampanya iletişiminde uygulamalar arasında bir tutarlılık sağlanamazsa, arzulanan etki azalır
ve oluşan karışıklık nedeniyle tek ve güçlü bir kimlik yaratılamaz. Bu durumda hedef kitle tüm bu
iletişimlerin aynı kaynaktan gelip gelmediğini sorgulayacaktır. Kampanyanın her bir öğesi birbirini
140

 
pekiştirici ve tamamlayıcı nitelikte olmalıdır. Bunun için de bütünleşik iletişimi tüm iletişim
uygulamalarını tek bir merkez etrafında kurgulamalıdır. Kampanya sırasında seçmenlerle karşılaşan her
“şey” bir mesaja sahiptir ve siyasal parti ya da adayın genel algılanmasını etkilemektedir.
Bütünleşik iletişimin kampanya iletişimine sağlıklı bir şekilde yansıtılması için dikkat edilmesi
gereken hususlar vardır. Siyasal iletişimde bütünlük için dikkat edilmesi gereken bu noktalar şunlardır:

• Tüm iletişim ortamlarında yaratıcı bütünlük sağlanmalı.


• Seçim öncesi kimliğin kampanya özelinde geliştirilen mesaj ile tutarlılığının yanı sıra kampanya
içinde eksen ve temanın dışına çıkılmamalı
• Görsel üslup ve yaratıcı çözümlerde yeknesaklık dikkate alınmalı.
• Her bir medya aynı profesyonel tavırla kullanılmalı
• Parti içi ya da kampanya örgütlenmesinde çalışanlar ve gönüllüler bütünleştirilmiş eksen
konusunda bilgilendirilmeli, olanak varsa eğitimlerden geçirilmeli ve kampanya ile ilgili olumlu
duygulara ve düşüncelere (aidiyet ve sahiplenme) sahip olmaları yönünde çalışmalarda
bulunulmalı.
• Farklı hedef kitlelere de yönelirse kullanılan medyanın özelliklerine göre aynı tema ve eksen
izlenmeli.

141

 
Özet

Antik Yunanda iknanın temel anlamı gücü elde Siyasal kampanyalar sınırlı zaman ve insan
etme ve mahkemelerde kazanmaktı. Aristotales, kaynağının söz konusu olduğu, siyasal rekabetin
retorik çalışmalarında iknanın kaynağın kişinin yoğunluğunu artırdığı bir dönemde gerçekleşir.
ün ya da güvenilirliğine (ethos) bağlı olduğunu Kampanyanın birçok açıdan incelikli ve titiz bir
ileri sürüyordu. Ayrıca mantıksal savların (logos) şekilde planlanması gereği vardır. Siyasal
kullanılması ve duygusal çekiciliğe sahip kampanya planlaması, temelde üç aşamalardan
heyecanlı bir belagatin (pathos) önemini oluşmaktadır. Hazırlık: Araştırmalar, stratejik
vurguluyordu. marka analizi ve bilgi kaynakları. Stratejinin
geliştirilmesi: Kampanya yaratıcı stratejisi
Erken dönem tanımlamalar, doğal olarak
(konum, vaat, iddialar, kampanya tonu).
konuşma üzerine odaklanıyordu Kitle iletişimin
Örgütlenme ve siyasal kampanya iletişimi:
gelişmesi ile ilerleyen dönemlerde ikna
İletişim stratejisi, stratejinin yürütülmesi.
çalışmaları değişim göstermeye başladı. İkna,
ikna amaçlı bir mesajın alıcılarda neden olduğu Siyasal kampanya stratejisinin geliştirilmesinden
“etkilerin kaynağı” olarak tanımlanır. Bu tanımda sonra en yoğun emek ve para harcanan aşamada
iknayı belirleyen odak alıcıdır. Niyeti ikna uygulamadır. Siyasal kampanya iletişimi temelde
olmayan iletişimler dahi eğer alıcıların tutum, mesajların hedeflenen seçmen kitlelerine
inanç ya da eylemlerinde bir değişikliğe neden iletilmesini ve seçmenler üzerinde istendik yönde
oluyorsa ikna edici iletişim olarak kabul edilir. davranış değişikliğini hedefler. Hedeflenen
İkna bir süreç olarak tutumları, inançları, fikirleri, kitleye ulaşmada kullanılacak olan iletişim
davranışları değiştiren şeydir. İkna, kaynak ve araçları ve ortamları temelde kişisel ve kitle
alıcı arasındaki işbirliğinde oluşur. İknada odak iletişim süreçlerinden oluşur.
alıcı, mesaj ve kaynak ögelerinin tümünde eşit
Kişisel ve kitle iletişim süreçleri içinde çok yönlü
ağırlıktadır.
ve boyutlu iletişim olanakları söz konusudur. Bu
Siyasal seçim kampanyaları aracılığıyla süreç içerisinde pek çok iletişim aracı yer
gerçekleştirilen iletişim, adayların amaçları ile almaktadır (kişisel ikna, reklam, halkla ilişkiler,
seçmen davranışları arasında bir bağ vb). Tüm bu ortam ve araçları iletişim karması
oluşturmakta ve seçmenlerin umutları, hayalleri olarak adlandırılmaktadır. Siyasal kampanya
ile adayların faaliyetleri arasında bir köprü görevi iletişim karması öğeleri ve iletişim biçimlerinin
görmektedir. Seçmen tercihini değiştirmeyi veya denetim alanları iletişim yönetimi açısından son
güçlendirmeyi amaçlayan seçim kampanyaları, derece önemlidir. Çünkü kampanya sırasında her
özellikle parti bağlılığı zayıf olan ve kararsızlar tür iletişim kampanya sorumlularının
sınıfında olan seçmenler üzerinde daha etkili denetiminde gerçekleşmez.
olmaktadır. Günümüzde parti bağlılığının her
geçen gün daha da zayıfladığı düşünüldüğünde
seçim kampanyalarının da önemi giderek
artmaktadır.

142

 
Kendimizi Sınayalım
1. Siyasal iletişime profesyonel yaklaşımı 6. Seçmen tercih modelinde seçmenin bir
başlatan ve aynı zamanda ilk siyasal reklam olma partiye yönelik sahip olduğu psikolojik bağlılığa
özelliğini taşıyan reklam Amerika’da ne zaman ne ad verilir?
yayınlanmıştır?
a. Konu konumu
a. 1852 başkanlık seçimlerinde
b. Aday imajı
b. 1912 başkanlık seçimlerinde
c. Partililik kimliği
c. 1932 başkanlık seçimlerinde
d. Seçmen grup üyeliği
d. 1952 başkanlık seçimlerinde
e. 1972 başkanlık seçimlerinde e. Geçmişte kullanılan oy

2. Aşağıdakilerden hangisi iletişim 7. Aşağıdakilerden hangisi genel seçimde


kampanyalarının karakteristik özelliklerinden biri kullanılan ulusal kampanya stratejilerinden
değildir? biridir?

a. Amaçsaldır a. Parti aday uyumu ve gücü

b. Geniş bir alıcıyı hedefler b. Aday imajı

c. Tanımlanmış bir zaman aralığında gerçekleşir c. Konu- yerel sorun

d. Örgütlenmiş bir dizi iletişim faaliyetini içerir d. Parti+Lider

e. Marka mirasını içerir e. Diğer adayların imajı ve gücü

3. Aşağıdakilerden hangisi siyasal seçim 8. Aşağıdakilerden hangisi kampanya


kampanyalarının üç temel amacından biridir? iletişiminde kullanılan Kişisel iletişim
araçlarından biridir?
a. İkna etmek
a. Duyurum
b. İndirim yapmak
b. Reklam
c. Rakibi kötülemek
c. Gazete
d. Örgütlenmek
d. İnternet
e. Hazırlık yapmak
e. Açıkhava toplantıları (miting)
4. Aşağıdakilerden hangisi siyasal kampanya
planlamasının aşamalarından biridir? 9. Aşağıdakilerden hangisi siyasal iletişimde
kitle iletişim araçlarının özelliklerinden biridir?
a. Adayların kişisel özellikleri
a. Esnektir
b. Örgütlenme ve siyasal kampanya iletişimi
b. Hızlıdır
c. Tanımlanmış belli bir zaman dilimi
c. Anında geri bildirim alınır
d. Marka mirası
d. Güvenilirdir
e. Seçim bağlamı
e. Ön etkilemeye gerek duyulmaz
5. Aşağıdakilerden hangisi siyasal pazara ve
rekabete dair değerlendirmelerden biri değildir? 10. Aşağıdakilerden hangisi siyasal reklam
mesaj türlerinden biri değildir?
a. Stratejini geliştirilmesi
a. Lider imajı
b. Geçmiş seçim sonuçları
b. Olumlu reklam
c. Rakip aday veya partilerin marka mirası
c. Karar ver reklamı
d. Seçim öncesi oluşturulan siyasalar,
oluşturulan söylemler d. Konu reklamı

e. Rakiplerin stratejilere karşı senaryolar e. Hayattan kesitler

143

 
Kendimizi Sınayalım Yanıt Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Anahtarı Sıra Sizde 1
1. c Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu
Türkiye’de ise ilk profesyonel seçim kampanyası
yeniden gözden geçiriniz.
1977 genel seçimleri sırasında yürütülmüştür. İlk
2. e Yanıtınız yanlış ise “İkna Edici İletişim defa bu seçimler sırasında bir reklam ajansı
Kampanyaları” başlıklı konuyu yeniden gözden siyasal kampanya yürütme görevi üstlenmiştir.
geçiriniz. Bu seçimler sırasında Cenajans Adalet partisi için
3. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Seçim afiş tasarlama, slogan üretme, ses kasetleri ve
Kampanyaları” başlıklı konuyu yeniden gözden basın ilanları üretme görevlerini
geçiriniz. üstlenmiştir(Özkan,2004).

4. b Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Kampanya Sıra Sizde 2


Planlaması” başlıklı konuyu yeniden gözden
Kişisel iletişim her zaman daha etkilidir. Ancak
geçiriniz.
kişisel iletişim maliyeti yüksektir. Buradaki
5. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Pazar Analizi” maliyet daha çok zaman ve uygulanabilirlik
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. açısından düşünülmektedir. Tüm seçmenlere
kişisel iletişim yoluyla ulaşmak neredeyse
6. c Yanıtınız yanlış ise “Seçmen Tercih Modeli”
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. imkansızdır.

7. d Yanıtınız yanlış ise “Seçim Sıra Sizde 3


Kampanyalarında Mesaj Stratejileri” başlıklı 2011 yılında gerçekleşen genel seçimlerde
konuyu yeniden gözden geçiriniz. siyasal partiler 52 adet televizyon reklam filmi
8. e Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Kampanya yayınlamışlardır. Bu filmlere internet aracılığıyla
İletişimi” başlıklı konuyu yeniden gözden ulaşmaya çalışarak, filmlerin hangi mesaj
geçiriniz. stratejilerine sahip olduğunu değerlendirmeye
çalışın.
9. b Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Kampanya
iletişim Biçimleri” başlıklı konuyu yeniden
gözden geçiriniz.
10.e Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Reklam Mesaj
Stratejisi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.

144

 
Yararlanılan Kaynaklar
Ansolabehere, Stephen, Shanto Iyengar, Adam Joslyn, Richard. (1990). “Election Campaigns as
Simon ve Nicholas Valentino (1994). “Does Occasion for Civic Education” içinde: David
Attack Advertising Demobilize the Electorate?”, Swanson ve Dan Nimmo (ed). New Direction in
American Political Science Review, Vol. 88, Political Communication. Sage Publication
No. 4, pp. 829-838.
Kalender, Ahmet. (2005).Siyasal İletişim:
Atkin, Charles ve Heald, Gary (1976). “Effects of Seçmenler ve İkna Stratejileri. Konya: Çizgi
Political Advertising”, Public Opinion Kitabevi
Quarterly, Vol. 40, No. 2, pp. 216-228.
Lynda Lee Kaid (2004). “Political Advertising”,
Balcı, Şükrü. (2006). “Negatif Siyasal içinde, Handbook of Political Communication
Reklamlarda İkna Edici Mesaj Stratejisi Research, Lynda Lee Kaid (Ed.), New Jersey:
Olarak Korku Çekiciliği Kullanımı” Lawrence Erlbaum Associates, Publishers, pp.
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk 155-202 .
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Larson, Charles (1989). Persuasion. Belmont:
Benoit, William L., P. M. Pier ve Joseph R. Woodsworth Publishing Comp.
Blaney (1997). “A Functional Approach to
Televised Political Spots: Acclaiming, Attacking, Lazarsfield, Berelson ve Gaudet, (1963) ”Değişik
Defending”, Communication Quarterly, Vol. Haberleşme Araçlarının Karşılaştırmalı Etkileri”.
45, No. 1, pp. 1-20. Içinde: (Çev: Ünsal Oskay). Kitle
Haberleşmesine Giriş. İstanbul: Der, 1992
Boiney, John ve Paletz, David (1991). “In Search
of the Model: Political Science versus Political Mauser, Gary (1983). Political Marketing: An
Advertising on Voter Decision Making”. İçinde Approach to Campaign Strategy. Prager Series.
Franc Biacco (ed). TV Political Advertising. Moriarty, Sandra (1994). “Pr and IMC: The
N.J: Hİllsade Assc Benefits of Integration”. Public Relations
Bowler, Shaun ve Farell, David (1992). Electoral Quarterly, Fall
Strategies: Political Marketing, NewYork: Özkan, Abdullah. (2007). Siyasal İletişim
Palgrave McMillan Stratejileri. İstanbul: Tasam YayınlarıRogers, E.
Cotteret, J. M. ve Emeri, Claude (1995). Seçim M. Ve Storey, D., 1989)
Sistemleri. (çev: Ahmet Kotil). İstanbul: İletişim Sutherland, Max ve Sylvester, Alice. (2002).
yayınları. Reklam ve Tüketici Zihni. (Çev: İnci Berna
Cwalina, Wojciech, Andrzej Falkowski ve Lynda Kalınyazgan). İstanbul, Mediacat
Lee Kaid (2000). “Role of Advertising in Tokgöz, Oya. (2008). Siyasal İletişimi
Forming the Image of Politicians: Comparative Anlamak. Ankara: İmge Kitabevi
Analysis of Poland, France and Germany”,
Media Psychology, Vol. 2, pp. 119-146. Trent, Judith and Robert Friedenberg. (1983).
Political Campaign Communication. New
Denton, Robert ve Woodward, Garry (1990). York: Preager
Political Communication in America. Preager
Series in Political Communicaiton. Uztuğ, Ferruh. (2004). Siyasal İletişim
Yönetimi. İstanbul: MediaCat Kitapları
Devran, Yusuf (2003). Siyasal Kampanya
Yönetimi: Mesaj, Strateji ve Taktikler, Yılmaz, R. Ayhan. (1999). “Duygusal
İstanbul: AND Yayınları. Çekicilikli Reklamların İletişim Etkileri.
“Yayınlanmamış Doktora Tezi, Anadolu
Görgün, Ayten (2002). Çamurda Dans -Negatif Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Politik Reklam-, İstanbul: BasHaş Yayınları.
Gürgen, Haluk. (1990). Reklamcılık ve Metin
Yazarlığı. Birinci Basım. Eskişehir: Açıköğretim
Fakültesi Yayınları

145

 
7






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Seçimleri sınıflandırabilecek,
Türkiye’deki seçim kampanyaları tarihini irdeleyebilecek,

Muhalefet ve iktidar seçim stratejilerini tanımlayabilecek,

Türk seçmen davranış türlerini açıklayabilecek


bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Seçim Kampanyası Stratejik Bilgi Kaynağı

Genel Seçim Muhalefet Konumu

Yerel Seçim İktidar Konumu

Seçmen Davranışı Yabancılaşmış Seçmen

Siyasal Pazar

İçindekiler
 Giriş
 Türkiye Siyasal Pazar Analizi
 Stratejik Bilgi Kaynağı Olarak Seçmenler
 Türkiye Seçmen Analizi

146

 
Türkiye’de Siyasal
Kampanyalar ve Seçmen
Analizi
GİRİŞ
Siyasal pazarlamayı seçim dönemi kampanyalarında belli iletişim yöntemlerinin planlanmasının çok
ötesinde anlamak gerekiyor. Pazarlama, ürün geliştirme, tasarım, sunum ve iletişimi de kapsayacak daha
genel ve geniş birçok karar alanını içerici niteliktedir.
Siyasal adayların ya da partilerin siyasal kampanya çalışmalarının oldukça geniş bir zaman alması ve
özellikle uzmanlık gerektirmesi nedeniyle siyasal adayların ya da partilerin bu işi meslek edinmiş kişilere,
diğer bir deyişle profesyonellere yaptırmaları bir zorunluluktur. Söz konusu profesyonel hizmetler,
reklamcılık, strateji geliştirme ve kamuoyu araştırmaları gibi uzmanlık gerektiren hizmeti kapsar.
Türkiye’nin kendine ait koşulları sözü edilen sürecin hem gecikmeli hem de birçok açıdan sorunlu
yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye’deki seçim kampanyaları çok partili döneme geçiş ile başlar.
Ancak seçim kampanyalarından önce siyasal pazar koşullarını analiz etmek gerekmektedir.

Resim 7.1: Geçmiş Seçim Afişleri

147

 
TÜRKİYE SİYASAL PAZAR ANALİZİ
Siyasal pazar analizini yaparken seçimler ve sonuçları siyaset bilimi açısından önemli bir temel
sunmaktadır. Siyaset bilimcilerin seçimleri karşılaştırırken kullandıkları yöntem, belirli bir zamanda
sistem içinde çoğunluğu elinde tutan parti ve azınlıkta kalan parti ya da partilerin bulunduğu varsayımı ile
şekillenir. Bu düşünce bir seçim dönemini değil uzun bir zaman dilimini dikkate alarak geliştirilmiştir
(Tosun, 2003).
Angus Campbell seçimleri üçe ayırarak normal ya da devam eden seçimler, normalden sapan seçimler
ve kritik seçimler olarak sınıflandırmıştır. Norris ve Evans ise seçmen tercihlerindeki değişimin
sürekliliği, büyüklüğü ve yönüyle hükümet partisinin yol açtığı sonuçlar bakımından seçimleri analitik bir
sınıflandırmaya tabii tutar. Buna göre:
• Normal ya da devam eden seçimler,

• Seçmenlerin parti bağlarının zayıfladığı seçimler ve


• Yeni seçmen gruplaşmaları ya da mevzilenmelerinin oluştuğu seçimler olarak sınıflandırırlar.
Seçmenlerin parti bağlarının zayıfladığı seçimler ise normalden sapan seçimler ve seküler seçimler
olarak ikiye ayrılmaktadır. Yeni seçmen gruplaşmalarının oluştuğu seçimler de kendi içinde seküler ve
kritik olarak ikiye ayrılmıştır. Normal seçimlerde her parti kendi normal taban desteğini harekete geçirir.
Statükoyu yansıtır. Partiler arasında var olan güç dengesinin geniş ölçüde değişmediği seçimlerdir
(Tosun, 2003).
Türkiye açısından seçmenlerle partileri arasındaki aidiyet bağının aşınmaya başladığı, partilerin
çözülme sürecine girdikleri 1990’lı yıllardan itibaren ancak sınırlı sayıdaki seçim normal sınıfa
girmektedir. Dolayısıyla tek partinin sürekli hâkimiyetinin mümkün olmadığı seçimler dizisi ile
karşılaşılmaktadır. 1980’li yıllarla birlikte bu değişim şu noktalarda toplanır (Tosun, 2003).

İdeolojilerde Yaşanan Gevşeme


Geleneksel sosyal bölümlemelerin parti sistemlerini biçimlendirme etkisinin zayıflaması (batı
toplumlarında) yeni değerlerin ve buna bağlı sosyal bölünmelerin devreye girmesi ile 1980 sonrasında
2007 yılına kadar gerçekleşen seçimlerden sadece 1987 seçimlerini normal seçim sınıfına girmektedir.
1983 seçimlerinde iktidarı alan ANAP, 1987 seçimlerinde oy kaybetmesine rağmen iktidarını
korumuştur. Bu sınıflama paralelinde 1991 seçimlerinden günümüze normal seçim sınıfına sokulabilecek
bir seçim bulanamadığı ortadadır. Her seçimde birinci parti konumuna yükselen partiler değişirken,
partilere yönelen seçmen desteğinin tabanı büyük ölçüde erozyona uğramaktadır. Bu durumda farklı
seçim tipleriyle karşılaşılmaktadır. 1990’larda yaşanan her seçimin normal seçim sınıfından uzak olarak
değerlendirilmesi, Türkiye siyasal pazarının son derece hareketli ve zor ön görülebilir yapıda olduğunu
gösterir.

Türkiye çok partili döneme geçtiği ilk genel seçimi ne zaman


yapmıştır? O tarihten itibaren toplamda Türkiye’de kaç genel seçim gerçekleşmiştir?

1980 Öncesi Seçim Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları İlişkisi


Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçişi ile birlikte temelde iki kampta toplanan bir siyasal pazar
ortamının ortaya çıktığı söylenebilir. İkinci Dünya Savaşı ardından Batı blokunda yer alma kararı ve
özgürlükçü anlayışların geçerlilik kazanması, Türkiye siyasetinde demokratikleşmeyi gündeme getirdi.
1946 seçimleri ile birlikte siyasal rekabetin yaşadığı yapısal değişim CHP’nin uzun süre sürdürdüğü
iktidarını 1950 seçimlerinde yitirmesi ile sonuçlandı. Bu iki parti arasındaki rekabet, zaman içinde
Türkiye siyasetinin temel belirleyicisi olma niteliğine kavuşmuştur. Siyasal rekabetin yapısının bu iki ana
eksen üzerine şekillendiği söylenebilir.

148

 
1950 seçimleri ardından DP ve CHP arasındaki mücadelede belirlenen siyaset, 1960 tarihinden sonra
benzer bir yapıda devam etmiştir. Bu iki gelenek her askeri müdahalenin ardından bir şekilde yeniden
belirmiş görünmektedir. Ancak 1987 “siyasi yasaklar referandumu” sonrası ortaya çıkan siyasal durumun
bu kaba ikilikle açıklanmayacak bir şekilde karmaşıklaştığı görüldü. Seçimlerin sınıflandırılması
bölümünde sözü edilen normal seçimlerden uzaklaşma eğilimi de bu bağlamda görülmelidir. Bu iki ana
eksen etrafından beliren siyasal pazar özellikleri, temelde liderlerin iddia ettikleri-sahip çıktıkları- tarihi
mirası “temsil” krizleri ile birlikte karmaşıklaşmıştır. Bu temsil krizlerinin aktörleri olarak Özal-
Demirel, Baykal-Ecevit, Yılmaz–Çiller sonraları da Erdoğan-Erbakan sıralayabiliriz.
Bu dağınık ortamda uzun yıllar, Mart 2004 yerel seçimlerinde sol özelinde yaşanan birleştirilme
çabaları siyasette dengelerin yeniden kurulmasını hedefliyordu. Türkiye siyaseti askeri müdahalelerin
ardından farklı ve dağınık bir tablo ile karşı karşıya kalmıştır. Her müdahale sonrası siyasal pazarda
dalgalanmalar, yeni temsil krizleri ve miras kavgaları sorunu ortaya çıkmıştır. Sözgelimi 1960 askeri
müdahalesi ardından kapatılan DP’nin yerini Adalet Partisi almıştır. 27 Mayıs ihtilalinden sonra
Demokrat Parti’nin hukuki varlığı Milli Birlik Komitesi tarafından sona erdirilmişti. Komite kurulacak
siyasi kuruluşlarda “demokrat” adının kullanılmasını yasakladığı için parti Adalet adını seçmişti.
(Kahraman, 1997). Adalet Partisi, Demokrat Parti’nin mahkeme kararıyla kapatılmasının ardından yeni
bir parti kurma girişimlerinin sonucunda ortaya çıkacaktı. Amaç, Demokrat Parti oylarını ve seçmen
kitlesini sahipsiz bırakmamak, bir “mirası” devam ettirmekti. Bu yönde başka girişimler de söz konusu
oldu. Eski milletvekillerinden Tahsin Demiray İstanbul’da “Köylü Parti”sini, Fehim Eran da “Birlik
Parti”sini kurmak için çalışırken Ankara’da “Memleketçi Parti” kurma girişimleri sürdürülmekteydi. 11
Şubat 1961’de kuruluş dilekçesinin Ragıp Gümüşpala tarafından valiliğe teslim edilmesinden iki gün
sonra Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi de aynı amaçla kurulacak ve aynı mirasa iki parti
sahiplenmeye çalışacaktı. Fakat bu iki parti arasındaki mirasa kavgasından Adalet Partisi galip ayrılacak,
1965 seçimlerinde DP oylarının adresi AP olarak belirecekti. (Oyların %52,9’unu milletvekillerinin
256’sını alacaktı.) Bu süreç içinde de Süleyman Demirel parti genel başkanlığını ve Demokrat Parti
misyonunun liderliğini pekiştirdi.
Geleneğin, bir “mirasın” ortada kalmaması 1980 asker müdahalesi sonrası da gündeme gelmiş ANAP,
MDP ve HP’nin katıldığı 83 seçimleri de sözü edilen iki ana eksenin hala hüküm sürdüğü bir siyasal
ortamda gerçekleşmiştir. Mirasa aday olan partiler daha sonraları ANAP, DYP olarak karşımıza
çıkacaktı. Bu, özellikle 1987 referandumu ile birlikte kendini gösterdi. İki ana eksende bir dağılmanın
alametleri bu süreçte ortaya çıktı. DP geleneğini kim temsil ediyordu? Demirel’in Yeni Partisi, (DYP)
buna en büyük adaydı. Ancak Türkiye’nin yakın tarihinde çok belirleyici olan Turgut Özal’ın partisi de
kendisine bir yer edinmiş ve mirastan pay talebinde bulunmaktaydı. Erbakan da bu mirası talep edenler
arasına katıldı. Özellikle Aydın Menderes’in Refah Partisi içinde aldığı önemli roller bu miras talebinin
gücünü artırmaktaydı. 2002 seçimlerinin mutlak galibi olarak Adalet ve Kalkınma Partisi de benzer bir
mirasa gönderme yapmaktadır.
CHP ve DP geleneklerinin 1995 seçimlerine kadar uzatıldığında ve 1994-1995 seçimlerinde öne çıkan
Refah Partisi’ni de DP geleneği içinde kabul edildiğinde; bu iki geleneğin seçim yıllarına göre dağılımı
Tablo 7. 1’de görüldüğü şekilde çıkarılmaktadır (Tüzün ve Kardam, 1998).
Tüzün ve Kardam, seçmenlerin CHP geleneğinden gelen partilere verdikleri oyların oranının son 45
yılda fazla bir değişiklik göstermediğini, buna karşılık DP geleneğinden gelen partilere verilen oyların
seçimden seçime önemli farklılıklar gösterdiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, bu önemli farklılığı
seçmeyenlerin oyları ile ilişkili olarak görmekte ve bu oyların temelde DP geleneğinin oyları olduğunu
belirtmektedir. Bu blok –seçmeyenler- kendi partilerine küstüklerinde CHP blokuna yönelmeyip
sandıktan uzak durmayı tercih etmektedir. Bu değerlendirme sonunda, Tüzün ve Kardam bu iki geleneğin
yanı sıra seçmeyenlerin de bir kutup oluşturduğunu, pasif ya da aktif bir davranış biçimi olarak seçmeme
gibi siyasi bir seçim yaptıklarını ileri sürmektedirler (Tüzün ve Kardam, 1998).

149

 
Tablo 7.1: DP CHP Geleneğinin Yıllara Göre Dağılımı

Seçim yılı CHP Seçmeyen DP


1950 % 35.7 % 12.9 % 50.4
1954 % 30.8 % 14.2 % 55.0
1957 % 31.1 % 24.4 % 44.5
1961 % 28.8 % 22.2 % 49
1965 % 21.6 % 34.1 % 44.3
1969 % 24.2 % 42 % 33.8
1973 % 25.3 % 38 % 36.7
1977 % 30.6 % 31.8 % 37.6
1983 % 26.7 % 13.3 % 60
1987 % 30.3 % 9.4 % 60.3
1989 % 29.7 % 21.6 % 48.7
1991 % 26 % 18.7 % 55.3
1994 %24.3 % 12 % 63.7
1995 % 24.5 % 18 % 57.5

Demokrat Parti hangi yıllar arasında var olmuştur? Ne zaman


kapatılmış ve sonrasında nasıl yoluna devam etmiştir?

Tablo 7.2: 1950- 1977 Seçim Yılları Partilere Göre Oy Dağılımı

Yıllar Partiler Oy dağılımı


1950 DP %53.3
CHP %39.3
1954 DP %56.6
CHP %34.8
DP %47.3
1957 CHP %40.6
CKMP %7
H.P % 3.8
CHP % 38.4
1961 AP % 34.6
CKMP % 24.2
YTP % 12
AP % 52.9
CHP % 28.7
MP % 6.3
1965 YTP % 3.7
Bağımsızlar % 3.2
TİP % 3.0
CKMP % 2.2

150

 
AP % 46.5
CHP % 27.4
CGP % 6.6
1969 Bağımsızlar % 5.6
MP %3.2
MHP
%3
BP
TİP % 2.8
YTP % 2.8
% 2.2
AP % 33.3
CHP %29.8
DP % 11.9
1973 MSP % 11.8
CGP % 5.3
MHP % 3.4
BAĞIMSIZLAR % 2.8
TBP % 1.1
CHP % 41. 4
AP % 36.9
MSP % 8.6
1977 MHP % 6.4
BAĞIMSIZLAR % 2.5
CGP % 1.9
DP % 1.9
TBP % 0.4
TİP % O.1

1950 ve 1977 yılları arasındaki seçim sonuçları, Tüzün ve Kardam’ın değerlendirmelerine paralel bir
şekilde Türkiye siyasetinin iki ana eksene bağlı bir seyir çizdiğini göstermektedir. Bu iki geleneğin
temsilcisi olan partiler askeri müdahaleler sonrası da konumlarını koruyabilmişlerdir. Ancak seçim
sonuçları DP geleneğinin büyük bir üstünlüğe sahip olduğunu göstermektedir. 27 Mayıs 1960 askeri
müdahalesi ardından gerçekleşen 1961 ve 1977 seçimleri dışında CHP geleneği seçimlerden birinci parti
çıkamamıştır.

1980 Sonrası Seçim Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları İlişkisi


1983 sonrası gerçekleşen seçimlerde DP ve CHP geleneğinin sürdüğünü kabul etsek dahi siyasal rekabet
açısından çok anlamlı çıkarımlara sahip olamayız. Bir ölçüde Türkiye seçmenleri tarihsel kutuplaşma
içinde günümüze kadar sözü edilen iki ana geleneğe bağlı kalmış olabilir. Bu, dünya demokrasilerinin
hemen hepsinde rastladığımız klişe sağ- sol ikiliği içinde de anlamlıdır. Daha önce 1987 sonrası yaşanan
tüm seçimlerin normal olamayan seçimler sınıfına sokulabileceğini belirtmiştik. Gerçekten her birinde
farklı seçmen tercihleri ile kolaylıkla analiz edilemeyen bir kırılmanın izlerini bugün de tartışıyoruz.
Pazar payları açısından 1977’ye kadar olan dönemde DP, sonraları bu geleneğe bağlı AP’nin liderliği
sürmektedir, muhalefet konumunda görünen CHP geleneği, temelde CHP aracılığı ile sürmektedir. 12
Eylül 1980 askeri müdahalesi ile tüm siyasi partilerin kapatılması ile yine siyasal rekabetin doğal
işleyişinde bir kesinti söz konusu oldu. Kurulan yeni partilerin algılanışı seçmen özelinde iki ana geleneği
151

 
sürdürse de, değişen Türkiye, yeniden yapılanan devlet, dünya siyasal konjonktüründeki değişim,
sosyolojik ve kültürel farklılaşmalar hızlı bir şekilde ülkemizi sarmıştır. 1983’de kurulan partilere,
1987’de yasakların ardından siyasete dönen “eski liderler” ve partilerle iki ana gelenekte bir parçalanma
yaşandı. 1999 ve 2002 seçimleri için merkez sağ ve sol tanımlama çerçevesinde oy dağılımlarını
yerleştirmek pek de kolay değil. Özellikle radikal parti tanımlamasının merkeze göre konumunun
bulanıklaştığı seçimlerin yaşanması bu durumu daha da zorlaştırıyor. Bu nedenle Tablo 7. 3 için
geliştirilen tanımları 1999 ve sonraki seçimlerine uyarlamayı doğru bulmadık.

Tablo 7.3: 1987-1999 Seçimleri Merkez Sağ ve Sol Oy Dağılımları.

1987- 1999 yılları arasında Merkez Sağ Partilerin (ANAP+DYP)


oy oranları

1987 Genel Seçimleri %54.01

1991 Genel Seçimleri %51.04


1995 Genel Seçimleri %38.09

1987- 1999 yılları arasında Merkez Sol Partilerin


(SHP+CHP+DSP) oy oranları

1987 Genel Seçimleri %32.41


1991 Genel Seçimleri %31.50

1995 Genel Seçimleri %25.37

1987- 1999 yılları arasında Radikal Partilerin oy oranları

1987 Genel Seçimleri % 13.58 ( % 6.98 R.P)


1991 Genel Seçimleri % 17.46 (%16.88 R.P)

1995 Genel Seçimleri %35.73 (%21.32 R.P)

1987 sonrası seçim sonuçlarında yukarıdaki tabloda(tablo 7.3) da açıkça görüldüğü gibi merkez sağ ve
sol oyların düşüşüne, radikal partilerin özelde de Refah Parti’sinin yükselişine tanık olduk. Tüzün ve
Kardam’ın DP ve CHP geleneği ayrımı içinde RP’sini de DP geleneği içine alması, bir anlamda merkez
sağın, ve onu temsil eden partilerin “kimlik” bunalımının boyutunu ortaya koymaktadır. Eğer bu görüşe
katılır, yani RP’sini de DP geleneği içinde kabul edersek, partilerin stratejik yönelimleri açısından verimli
bir noktaya ulaşamayız. Bu görüş temel de Türkiye seçmen davranışı açısından anlamlıdır. Biz ise daha
çok pazar konumları ve siyasal ürün politikası geliştirme açılarından hareket edeceğiz. Bu anlamda 80
sonrası Türkiye siyasetinde başlayıp ağırlığını 90’lı yıllarda daha da artıran bir merkez arayışı üzerinde
duracağız.
Necat Erder (1998), 1980’lerin ortalarından itibaren siyasetin bir kavram kargaşası ortamında
sürdüğüne dikkat çeker. Bunun temel nedenleri Türkiye’nin dünya kapitalizmi ile bütünleşme süreci,
toplumdaki sınıfsal dengelerin önceki dönemde olduğundan daha büyük boyutlarda bozulması
görülmektedir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kurallar kökten değişmiş yeni bir dönem başlamıştır.
Böylesi bir ortamda
• Toplumsal tabanın yeni arayışlara yönelmesi ve
• Siyasal partilere ve giderek çok partili sisteme güvensizliğin artması sonuçlarını ortaya
çıkaracağını söylenmektedir.
Toplumsal tabanın arayışları dinsel ve etnik kimlik eksenleri etrafında toplanmaya başlamıştır.
Temelde 1995 seçim sonuçları ile birlikte ortaya çıkan tablo şu şekilde özetlenmektedir (Necat Erder,
1998):
• Kendi içinde bölünmüş ve giderek güçsüzleşen bir merkez sağ;
• Siyasal misyonunun ne olduğu konusunda tam bir kavram kargaşası içinde bulunan ve bölünmüş
bir merkez sol
152

 
• Karmaşık bir yapı içinde, dinsel temalarla, siyaset sahnesinde yer almaya çalışan, ancak
kendisini bir sistem partisi olarak kabul ettiremeyen RP ve onun yerini alacak diğer parti(ler)

• Bunların marjında kendisine yer bulmaya çalışan radikal sağ partiler.


Geçmişi ile hesaplaşmaya ve Yeni Dünya Düzeni içinde solun yükselmesini tanımlamaya çalışan
grupların oluşturduğu Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP).
Merkez sağ ve solda kronikleşen ikili rekabetin, Tüzün ve Kardam’ın DP ve CHP geleneği olarak
adlandırdığı kutuplaşma içindeki iç hesaplaşmanın bir başka parti ya da partilere yaradığı açıkça
görülmektedir. Ülkemizde gittikçe artan bir merkez endişesinden sıkça söz ediliyor. “Merkez kan
kaybederek erimeye mi başlıyor?” Mümtazer Türköne’nin (1996) sorusuyla başka bir yere mi taşınıyor?
Kapatılan Refah Partisi ardından kurulan Fazilet Partisi’nin Genel Başkanı Recai Kutan’ın bu tartışmaya
verdiği yanıtla iş daha da karmaşıklaştı. Buna göre Fazilet Partisi merkez, diğerleri marjinaldi. Ortalıkta
dolaşan merkez efsanesi pazar konumları açısından oldukça muğlak bir analiz çerçevesini ortaya
çıkarmaktadır.
Pazar konumları açısından tarihsel süreçte hep muhalefet konumunda yer alan merkez sol, pazar lideri
olarak görünen merkez sağ siyasal rekabetin temel aktörleri olarak kabul edilebilir. 1950-1960, 1960-
1980 yılları arasında bu kutuplaşma, iki ana gelenek ekseninde oluşmuştur. Bu dönemlere ait seçim
sonuçlarında bunu gözlemlemek olasıdır. Ancak, 1973 ve 1977 seçimleri ile izleyici ve gedik
yaklaşımlarını benimsemiş partilerin öne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. 90’lı yıllar itibariyle mevcut
siyasal partileri siyasal pazar içinde nasıl konumlandıracağız sorusu ağır bir sorudur. Pazar lideri bir parti
ve onun izlediği gelenek-eksen- nasıl tarif edilecek? Geleneksel olarak 1950 seçimlerinden itibaren lider
olarak görünen DP ekseni ve izleyici partisi artık liderliğini hem aynı eksen içinde hem de yeni bir rakiple
paylaşmaktadır. 1995 sonuçları ANAP, DYP ve RP’sini neredeyse eşit bir payda göstermektedir. Tarihsel
muhalefet olarak kabul edeceğimiz CHP ve geleneği lider gibi kendi içinde bölünerek ve eriyerek izleyici
konumuna doğru gerilemiş görünmektedir. Gedik bir strateji izlediği düşünülen RP (sonraları Fazilet ) her
ne kadar Tüzün ve Kardam tarafından DP geleneği içinde değerlendirilse de pazar payı açısından liderliğe
aday olmuştur. 2002 seçimleri sonrası bu hattın içinden gelen –kendileri artık böyle olmadıklarını söylese
de ) AKP’nin aldığı oy oranları ortadadır (Uztuğ, 2004).
CHP ve geleneğinin muhalefet konumundan uzaklaşması sonucunda pazar lideri hakkındaki
muğlaklık muhalefet için de geçerli hale gelmiştir. RP ve çizgisi 90’lı yılların başında etkin bir meydan
okuyucu olarak karşımıza çıkmış, önce muhalefet, sonra da liderliği paylaşır bir noktaya gelmiştir.
Radikal sağ ve sol tarihsel olarak aldıkları gedik konumda dengesiz bir büyüme göstermektedir.
Milliyetçi sağ radikal sola göre daha büyük bir pay elde etmiştir. Radikal sol içine düştüğü kavram
bulanıklığını aşma yönünde özellikle ÖDP çatısı altında gedik stratejisini şekillendirmeye çalışmaktadır.
Radikal sağ RP çizgisi dışında Türkiye’deki yeni laiklik eksenli kutuplaşmada izleyici konumuna
yükselebilmenin yollarını bulmakta güçlük çekmektedir. Ancak yine de lider ve muhalefetlerin pazar
paylarına baktığımızda MHP kendi potansiyelini zorlamaktadır.
Türkiye siyasetinde 90’lara kadar hâkim olan lider ve muhalefetin artık tartışılır hale gelmiş bir pazar
yapısını ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Kimin lider, kimin muhalefet kimin izleyici, kimin gedik -
stratejik- bir konuma sahip olduğu belirsizdir. Adalet ve Kalkınma Partisinin marka mirasını temel (Milli
Görüş) alan bir yorum AKP’yi hala izleyici konumunda değerlendirme çabası içindedir. Bu da aldığı oy
ve toplumsal taban desteği açısından zorlayıcı bir yorum olmaktadır. AKP’nin Demokrat Parti mirasını
biraz da Özal- ANAP tadıyla hissettirme çabaları (bir tür savunma halini da alabiliyor) kendilerini
merkeze ve liderliğe oturtma çabası değil midir?
Partiler böylesi bir pazar yapısı içinde pazar konumlarına bağlı strateji ve mesaj tasarımı konusunda
ciddi sıkıntılar çekmektedir. 1995 seçimleri öncesi anti- Refah cephenin seçim sonrası yaşadığı koalisyon
denemeleri ve daha sonraları yaşanan koalisyonlar durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Evrensel
anlamda liberal, sosyalist, sol, muhafazakâr kavramların da benzer şekilde belirsizleşmesi söz konusudur.
Türkiye’deki bulanıklığın dünyaya bağlı bir seyri de elbette vardır. Ancak bu evrensel boyutta daha çok
solun karşılaştığı bir sorundu. Türkiye’de merkez sağ da benzer bir sıkıntı içindedir. RP çizgisinin
evrensel bir karşılığının bulunmaması da Türkiye siyasal pazarını biricikleştirmektedir. Fazilet Partisinin
153

 
kuruluş aşamalarında bu kendilerine evrensel bir karşılık bulma çabası gündeme geldi. Hristiyan
Demokrat’ları dikkate alan “Müslüman Demokrat” bir kimlik tasarımıydı bu. Bu çerçevenin
“muhafazakâr demokrat” kimliği ile AKP özelinde yürüdüğünü söylemek çok da iddialı olmaz.
Türkiye siyasal pazar konumlarında yaşanan bu bulanıklık hiç kuşkusuz siyasal ürünlerin kimlik
tasarımlarına da yansımaktadır. Laçiner (1996), 1995 seçimleri ardından Birikimde yaptığı
değerlendirmede merkez sağ ve sol partilerin ne birbirleriyle ne de aralarında ciddiye alınır bir fark
olmadığı, ciddi gibi görünen farkların da hızla silikleştiği, hepsinin neredeyse standart bir parti-siyaset
şirketi formuna dönüştüğü vurgular. Laçiner (1996), Türkiyeli seçmenin bunları tıpkı benzer alet edevat
takımını ayrı marka adları, reklam oyunlarıyla pazarlamaya çalışan şirketler gibi algılaması, 1980’lerin
sonlarından itibaren giderek bu algılama tarzına daha fazla intibak ederek artık seçmen düzeyinde parti
tartışmalarına girmeye bile gerek duyulmamaya başlandığını ileri sürmektedir (Laçiner,1996).
Mümtaz’er Türköne (1996), merkezin dağılması ve erimesi sürecine yönelik değerlendirmelerinde
seçmen düzeyinde siyasete yönelik bir yabancılaşmadan çok toplumsal bir özerkleşmeye dikkat
çekiyordu: “Bu bir depolitizasyon süreci, bir siyasal yabancılaşma süreci değil. Toplum özerkleşiyor ve
kalınlaşan sırtını siyasete dönüyor.” Ona göre bu özerkleşme mevcut ve tarihsel iktidar ilişkiler ağı
dışında yer alan bir partiye, Refah Partisi ve onun çizgisine yol açan bir gelişmeye dönüşmektedir. Kendi
deyimiyle ekonomik anlamda kendi kendine yeten toplumdan, bu toplumun merkezlerinden güçlenen bir
siyasal çizgidir Refah (Türköne, 1996). Bu değerlendirme siyasal merkez kavramının yanına toplumsal
merkez kavramını getirmektedir. Daralan ve yapaylaşan siyaset ortamında siyasetin merkezinde yer
alamayan RP çizgisinin toplumsal merkez olarak karşımıza çıktığını söylemektedir. Pazar
konumlarındaki bulanıklıkla beraber kafası karışmış ve siyasete, çok partili hayata karşı güvenini yitirmiş
bir kitle arayışlarını sürdürmektedir. Türkiye çok partili yaşam içinde siyasal ve toplumsal merkezler
arasındaki uyumu kaybetmiş görünmektedir. Bu nedenle de merkez kim ve neresi soruları 2003 yılının da
gündemleri dolaylı bir şekilde işgal ediyor (Uztuğ, 2004).

1999-2002-2007 Seçim Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları İlişkisi


1999 ve 2002 genel seçimleri şimdiye kadar kabaca özetlemeye çalıştığımız seçim sonuçları ile birlikte
siyasal pazara ilişkin değerlendirmelerimize nasıl bir katkı yapabilir? Her şeyden önce bu iki seçimin
öncesinde yaşanan 28 Şubat süreci siyasal rekabetin yapısını belli açılardan etkilemiştir. Yakın
tarihimizde yer alan üç müdahale arasında ayrıcalıklı bir yeri işgal eden bu sürecin bir müdahale ya da
askeri darbe niteliği taşıyıp taşımadığı bile tartışma konusudur. Burada siyaset bilim tartışmalarını
yapmaktan çok bu süreçle birlikte oluşan siyasal pazar koşullarını tartışmayı amaçlıyoruz. 1999 ve 2002
seçim sonuçlarını gösteren iki tablo aşağıda görülebilir. Bu sonuçlar aradan geçen üç yılda yaşanan
değişimin boyutlarını açıkça gösteriyor.

Tablo 7.4: 18 Nisan 1999 Genel Seçim Sonuçları

Parti Alınan oy- Oran Milletvekili Sayısı

ANAP %13.22 (4.122.929) 86


CHP %8.71 (2.716.094) -

DYP %12 (3.745.417) 85


DSP %22.19 (6.919.670) 136

FP %15.41 (4.805.381) 111


MHP %17.98 (5.606.583) 129

154

 
Tablo 7.5: 3 Kasım 2002 Genel Seçim Sonuçları

Parti Alınan oy- Oran Milletvekili Sayısı

AKP %34.28 (10.808.229) 363


ANAP % 5.13 (1.618.465) -

CHP %19.39 (6.113.352) 178

DEHAP %6.22 81960.660) -

DYP %9.54 (3.008.942) -


Genç P. %7.25 (2.285.598) -

MHP %8.36 (2.635.787) -

1994 yerel seçimleriyle 1999 genel ve yerel seçim seçimleri arasındaki dönem siyasal açıdan
Türkiye’nin yaşadığı son derece hareketli bir dönemi işaret eder. 1995 genel seçiminde Refah Partisinin
(%21,38) oy oranı büyük bir sürpriz yaşatmıştır. Seçimin ardından kurulan DSP’nin dışarıdan
desteklediği ANAP-DYP koalisyonu uzun ömürlü olmamış, ardından Necmettin Erbakan
başbakanlığında Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi (Refahyol) koalisyonu oluşmuştur. Bu koalisyon,
Türk siyaset hayatının en tartışmalı süreçlerinden birinin yaratılmasında önemli bir yer aldı.
28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu ile somutlaşan bu süreç, 1999 seçimleri ve ardından gelen 2002
genel seçimleri üzerinde belirgin bir etki yaratmıştır. Daha önce 1960, 1971 ve 1980 yıllarında yaşanan
müdahalelerdeki kadar açık olmasa da (bu yüzden kimilerince post-modern sıfatı ile nitelendirilmiştir)
siyasal pazarın yeniden biçimlenmesini şekillendirmiştir.
28 Şubat süreci birçok açıdan tartışıldı. Siyasal rekabete yönelik bir kırılma noktası olarak da
önemlidir. Bu süreçle birlikte siyasal parti konumlarını şekillendiren ve Türkiye siyasetinde belli bir
geçmişi de olan birçok nokta gündeme geldi. Türkiye siyaset tarihi içinde birikmiş birçok konu, Avrupa
Birliği süreci ile birlikte farklı bir boyutta tartışılmaya devam ediyor.
Bu tartışma noktaları Kemalizm, İslamcılık, Batılılaşma, Ulusalcılık bağlamlarında özetlenebilir. Hiç
kuşkusuz bu çok kestirme bir özettir. Kültürel kimliklerin de 90’larla birlikte siyasal pazara taşınması
farklı konumların, farklı sorunlara karşı yeni duruş gereksinimlerini de ortaya çıkardı. Sonuçta merkez
sağ ve solun klişe söylemlerinin yetemediği, toplumsal sorunları bütünlükçü bir şekilde karşılamadığı ya
da tüm partilerin hemen hemen aynı söylemleri üretmesi farklılaşma sorununun boyutlarını giderek
artırdı.
28 Şubat süreci safların kimi zaman 1950 ya da 1960’ları hatırlatırcasına Kemalizm-İslam, Batı-Doğu,
İleri-Geri gibi ikilikler temelinde sıkışmasını gündeme getirdi. Diğer yandan siyasal partiler, bu saflara
göre konumlarını belirlemede belki de daha önce kaygısı pek taşınmayan yeni bir ayırıcı nokta ile karşı
karşıya kaldı: Avrupa Birliğine bağlı olarak demokrasi. Bu durumda muhafazakâr, liberal, demokrat,
milliyetçi, sağcı, solcu, sosyal demokrat gibi kimlik tanımlarının içeriği siyaset bilim kavramları
açısından anlamsızlaşmaya başladı.
Sol partilerin demokratik açılımları, ulusalcılık ve Kemalizm bağlamında Avrupa normları karşısında
ciddi bir sınav vermek durumunda kaldı. Bu durum, 2002 seçimleri ile birlikte CHP’nin içine düştüğü
kararsızlıkta açıkça görülebiliyor. Ya da 80 öncesi düşman olan Ülkücü hareket ile şimdilerde ulusalcı sol
olarak anılan sol hareketlerin iş birliği hiç de alışkın olmadığımız bir manzarayı karşımıza çıkarıyor.
1990’lı yıllar boyunca Demokrat Parti mirasını paylaşamayan merkez sağ partilerin (ANAP-DYP)
muhafazakârlığı da bulanıklaşmış durumda.
Siyasal pazara dâhil rekabet analiz unsurlarının kolaylıkla ele alınamayacağı ortadadır. Şimdiye kadar
çok temel bazı noktaları kısaca tanımlamaya çalıştık. Siyasal partilerin kurumsal marka kimliklerinin
planlanması sürecinde küresel etkilerden, Türkiye siyasal tarihi ve mirasının etkilerine birçok konu
partilerin ideolojik konumlandırmalarının “stratejik” arayışlarını belirleyici niteliktedir. Yeni
muhafazakârlık, yeni-sol gibi nitelendirmelerin sıklıkla tartışılması, partilerin geleneksel konumlarını
155

 
yeniden tanımlama zorluklarının da bir göstergesidir kanımızca. Siyasal pazarlama açısından yaşanan
birçok kırılma siyasal rekabetteki farklılaşmanın daha da zorlaşması anlamına geliyor. Seçmen
tercihlerinin biçimlenmesinde ideolojik konu-sorun konumlarına yönelik genel duruşlardan çok lider ya
da aday imajlarının belirleyicilik kazanması bu sürecin bir sonucu olarak görülebilir (Uztuğ, 2004).
2007 Seçimlerine iktidar partisi olarak giren AKP’yi rakipleri konumlandırdı. Bu da müthiş bir fırsat
yaratıyordu. 2002 seçimlerinde de benzer bir şekilde Milli Görüş’ten Merkez Sağa kolaylıkla
konuşlanmışlardı. 2007’de daha da güçlü bir şekilde konumlandırıldılar. Bu konum kendi hedef pazarları
olmayanlar nezdinde hala şüphelidir. Ancak bu şüphenin onlara yararı vardır. Devlet-Millet, Darbe-
Demokrasi, Sivil-Bürokrasi gibi karşıtlıklar ile şekillenen bir cetvelde tarihi ve geleneksel DP konumu
kendilerine hazırlandı. Onlara da bu koltuğa oturmak kaldı.
CHP’nin 2007 seçimlerindeki iletişim stratejisini değerlendirdiğimizde her hangi bir yön bulmakta
güçlük çekiyoruz. CHP, 22 Temmuz öncesi siyasal gündemde kendi konumunu netleştirirken AKP’yi de
konumlandırdı. Liderin marka mirasının da çağrışımları nedeniyle olumlu bir stratejik yönelim özellikle
değişim gerekliliği ve değişimin taşıyacağı iyimserliğin ifadeleri ortaya çıkamadı. CHP, temelde iktidara
yönelik yetersizliği ve şüpheyi dile getirmeyi seçti. Bu da olumsuz reklamların yeşerdiği bir zemini
ortaya çıkardı. Olumsuz (negative) reklamcılık, genel hatlarıyla rakiplerin yetersizliklerini, siyasi
hatalarını, ideolojik duruşlarını eleştirmek ve yermeyi içerir. CHP stratejisinin özeti de buydu. Ancak bu
olumsuz strateji iktidar icraatı ya da seçmen memnuniyetsizlikleri ile ilgili temalarla ilişkilendirilmedi.
Daha çok ideolojik şüphelerin gündeme getirilmesiyle şekillendi.
D(Y)P -DP’den gelen sürekliliği vurgulamak açısından bu şekilde yazıldı- 2007 seçimi sonuçları
üzerinde tayin edici bir etkiye sahipti. Fakat bu tayin edici etki seçimler öncesi önemli fırsatların heba
edilmesiyle kendileri açısından olumlu sonuçlar getirmedi. DYP-ANAP birleşmesinin yönetilememesi,
hatta birleşmenin gündeme gelmesi dâhil birçok konuda tam iletişim karmaşası yaşandı. Birleşme öncesi
süreçte DYP önemli bir seçmen tabanını sandıkta harekete geçirebilecek şanslara sahipti. D(Y)P,
kampanya iletişim stratejisinin değerlendirmesini yapmak güçlükler taşıyor. Öncelikle iki kutuplu (AKP-
CHP) siyasal konumlanış seçim öncesinden D(Y)P’yi kitledi. Birleşmede yaşanan sorunlar hem örgütte
hem de kamuoyunda yükseltilen beklentilere bağlı olarak hayal kırıklığının dozunu artırdı. Tüm bu
olumsuzluklara aday seçim süreci, parti içi sıkıntılar eklenince durum daha da kötüleşti. Sonuçta D(Y)P,
bu iki kutuplu siyasete farklı bir alternatif olarak konumlanabilirdi. Zaten reklamlar özelinde izlenen
strateji bu konumu ifade ediyordu. Reklamların işçiliği iyi, ancak anlaşılırlığı sorunluydu. D(Y)P’ye olan
ilginin azalması nedeniyle mesajın kitlelere ulaşması pek mümkün olamadı.
MHP, özellikle AKP’ye karşı üslubunu sertleştirerek yol almayı uygun gördü. Bu da AKP karşı
cephede MHP’nin, CHP’nin alternatifi olarak güçlenmesini kolaylaştırdı. MHP’nin kampanya
iletişiminde AKP’ye karşı olumsuz reklam stratejisi CHP’den farklılaşıyordu. Daha genel ve ulusalcı
duyarlılıkları öne çıkaran bir yaklaşım benimsendi.

Siyasal Kampanyalar Açısından İktidar ve Muhalefet Konumu


Seçim kampanyalarında adına siyasal kampanya düzenlenen parti ya da adayın iktidarda ya da
muhalefette bulunması, kampanya stratejisine ilişkin kararların alınmasında önemli etkenlerden biri
olarak değerlendirilir. Bir başka deyişle, kampanya stratejisi adayın ya da partinin muhalefette veya
iktidarda olma durumuna göre değişir. Bu etkinin hem genel seçimler hem de yerel seçimler üzerinde
belirgin bir etkisi vardır. Stratejinin geliştirilmesinde sözü edilen bu konumların analizi çeşitli fırsatlar ve
tehditleri değerlendirme olanağını sunar. Daha önce de söz ettiğimiz gibi bu konumlar rakiplere dair olası
stratejilerin de ön görülebilmesine yardımcı olacaktır. Parti ya da adayların iktidarda olmaları durumunda
geliştirilen siyasal kampanya stratejileri sembolik ve yararcı olmak üzere iki başlık altında incelenir
(Trent ve Friedenberg, 1983).
Sembolik stratejiler, genel olarak iktidarın gücü ve önemi üzerine kurulur. Görkemli geziler, kesilen
trafik, tatil edilen okullar iktidar gücünü gösteren sembollere örnek olarak verilebilir. Bunun dışında
iktidardaki adayın genellikle unvanı ile örneğin “Sayın Başbakan” ya da “Sayın Başkan” gibi anılmasına
karşın, muhalefetteki adayların ismiyle anılması, iktidardaki adayının mantıksal ve doğal bir lider olarak

156

 
algılanması sonucunu doğurur. Çünkü insanlar genellikle yöneticilerinin yeterli olduklarına inanmak
isterler. Ayrıca adayın iktidarda olması onun bu görevi yerine getirmede yeterliliğini gösterir. Oysa
muhalefetteki aday için bu anlamda bir belirsizlik söz konusudur. Genel olarak sembolik stratejilerin özü,
iktidarın adaya sağladığı karizmaya dayanır.
Yararcı olarak tanımlanan iktidar stratejilerinin en temel özelliği, adayların yeniden seçilebilmesinin
iktidarları dönemindeki başarılarının sergilenmesine bağlı olması nedeniyle bu dönemdeki icraatlarının
anlatılmasıdır. Genellikle kullanılan iktidar stratejilerinden birisi de atamalardır. Adayların yerel ya da
ulusal devlet görevlerine ya da parti içi komitelere yandaşlarını atamaları, hem kendilerini destekleyenleri
ödüllendirme hem de bu kişilerin kendilerine duyacakları minnettarlık duygularından gereğinde
yararlanma olanağı sağlar. Diğer yandan iktidar, seçmenlere ya da seçim bölgelerine kaynak ayırarak,
yatırımları artırma ya da hızlandırma veya borçları erteleme gibi çok önemli şanslara da sahiptir.
Ülkemizde muhalefetin "Seçim rüşvetleri" olarak adlandırdığı bu stratejiler, en çok bilinen iktidar
stratejilerinin örnekleri arasında görülmektedir. Az gelişmiş demokrasilerde ve devletin ekonomik ve
toplumsal yaşamda etkinliğinin fazla olduğu durumlarda seçime iktidarda girmek çok önemli bir üstünlük
olarak görülür. Yerel seçimlerde bu iktidar konumu daha da belirleyicidir.
Ülkemizde de seçim dönemlerinde iktidar partisinin il yapma, faiz ertelemeleri devlet bankalarının
çeşitli kesimlere kredi olanakları sağlaması, taban fiyatlarında beklenenin üstünde artışlar gibi seçmene
yönelik vaatlerin dışında kitle iletişim araçlarına yönelik bir iktidar stratejisinden söz edilebilir. Bu durum
elbette yeni bir şey değildir. Ancak, çeşitlenen televizyon kanallarına verilen devlet kuruluşu reklamları
muhalefet tarafından gündeme getirilmektedir.
Bunların dışında iktidar, dış politika konularını ve uluslararası krizleri de kullanma olanağına sahiptir.
Dış politika sorunları, seçmenlerde vatanseverlik duygularını harekete geçirmek için elverişli fırsatlar
sağlamaktadır. Diğer yandan, uluslararası kriz dönemlerinde iç politikada istikrarın öneminin artması,
iktidar tarafından çok sık dile getirilen bir konu olmaktadır. Bu durum, iktidardaki partinin ya da adayın
yeniden seçilmesi için önemli bir gerekçe olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca iktidarda olmak, adayın dünya liderleri arasında saygı değer bir lider olarak kabul edildiğini
seçmenlere gösterme fırsatını da sağlar. Öyle ki, dünya lideri ülkelerin liderleri ile birlikte göründüğü
resimler ya da görüntüler reklamlara taşınabilmektedir. İktidar stratejileri içinde bir diğer önemli strateji
de adayın/liderin "devlet adamı” kimliğinin öne çıkarılması ile ilgilidir. Bu strateji genel olarak üç değişik
programla uygulanır. Siyasal çekişmenin hır-gürünün dışında ülke sevgisi ve görev bilinci içinde
görünme, devlet adamı olarak rakiplerin gücünü azaltma (çünkü adayın rakibi olabilir ama devlet
adamının rakibi olmaz) ve son olarak partililik tartışmalarının ötesinde bir siyasetçi olarak deneyim ve
uzmanlığını öne çıkarma. Bu stratejinin bir gereği olarak, iktidar koltuğundaki adayın, rakipleriyle aynı
düzeyde algılanmamak için rakiplere cevapları yakın çevresindeki üst düzey yöneticiler ya da kabine
üyeleri verir. Böylece adaylar devlet adamı kimliğine uygun bir ağırbaşlılık izlenimini yaratmış olur.
Ülkemizde siyasal ahlakın sınırlarını zorlayan tartışmalarda genel başkan yardımcılarının üstlendiği rolün
anlamı da budur. Oldukça geçerli bir taktik olarak değerlendirilebilir.
Muhalefet Stratejileri: Muhalefetin öncelikli iki zor görevi söz konusudur. Seçmenleri değişimin
gerekliliğine inandırmak ve bu değişimi sağlayacak en uygun adayın kendisi olduğuna ikna etmek.
Muhalefet stratejileri genellikle iktidarın icraatlarına saldırı şeklinde yürütülür. Muhalefet, iktidarın
icraatlarının önemini en az düzeye indirgemeye çabalar. İktidarın ne tür konularda ne tür çözümler
ürettiğini ya da üretemediğini sorgulayarak, iktidarın kendisini savunmaya yönlendirir.
Bir diğer önemli strateji de değişimin gerekliliğinin anlatılmasıdır. Değişim, özellikli toplumsal
konuları kapsadığı gibi yönetime ya da siyasal felsefeye dair genel değişimleri de içerebilir. Değişim
söylemi, yerleşik düzene meydan okuyarak yaşam koşullarının daha iyi olacağına ilişkin bir gelecek
umudunu ortaya çıkarır. Genellikle bu stratejide gelecek için iyimserlik özelliği ağır basar.
Muhalefetin kendisine bağlı bir seçmen grubu yaratması bu stratejilere bağlı bir diğer önemli
unsurdur. Bu seçmen grubu unutulmuş sessiz bir çoğunluğu ifade eder. Muhalefet bu sessiz grubun
sözcülüğünü üstlenme iddiasındadır (Denton ve Woodward,1990). Ülkemizde hemen, hemen her
siyasal partinin kullandığı "ortadirek" tanımlaması bu stratejinin tipik bir örneğini oluşturur. Bunun
157

 
dışında partiyi ya da adayı belli bir sınıfın çıkarlarının temsilcisi olarak göstermek de bu paralelde
değerlendirilebilir.
Kampanya stratejisinin belirlenmesinde iktidarda ya da muhalefette olma durumu önemli bir rol
oynar. Bu önemli rol, sadece yukarıda ana hatlarıyla özetlenen stratejik fırsatları içermez. Kampanyanın
yürütülmesi sırasında, medyanın kampanyaya ilgisinin yaratılmasında, kampanya bütçesinin
oluşturulmasında ve kampanya stratejisinin yürütülmesinde gösterilecek çabanın yoğunluğunu da belirler
ve etkiler.
Siyasal kampanya stratejisinin geliştirilmesinde parti ya da adayın iktidar ya da muhalefet konumunda
olmasının etkilerini genel hatlar ile özetlemeye çalıştık. Siyasetin çok kutuplu yeni rekabet yapısında,
değişen ve parçalanan seçmen kimlikleri ile birlikte dünyada ve ülkemizde koalisyon hükümetlerine
oldukça sık rastlanılmaktadır. Bu durumu ülkemizde de 1995 ve bir ölçüde 1999 seçimlerinin ardından
koalisyon hükümetlerinde de gözlemek olası. Bu anlamda koalisyon hükümetleri ardından seçim
kampanyalarında iktidar ve muhalefet konumları bir bulanıklık ve belirsizliği ortaya çıkarmaktadır.
1995 seçimlerinde koalisyon ile girilmesi iktidar ve muhalefet açısından belirgin bir stratejik tutarlılığı
tartışmamıza olanak verir. Sözgelimi başbakanlığın sahibi ve koalisyonun büyük ortağı olmamasına
rağmen icraatları savunan CHP olmuştur. Bu, bir anlamda DYP’nin icraatlara Gümrük Birliği dışında
sahip çıkmadığını göstermektedir. Koalisyon iktidarı içinde DYP bu yargımızı destekler bir nitelikte “bizi
tek başına deneyin” sloganını kullanmaktadır. Koalisyon iktidarlarının en temel açmazını bu
oluşturmaktadır. “İcraatlar, başarılar kime ait olacak”, “savunulacak icraatların sahibi kim olacak”,
soruları iktidar partilerinin siyasal kampanya stratejilerinin geliştirilmesinde önemli bir sorunu
oluşturacaktır. CHP ve DYP’nin siyasal reklamları koalisyon hükümetlerinin siyasal kampanya
stratejilerinin belirgin zorluğunu görmemiz için bir örnek oluşturmaktadır. Merkez sağ ve sol ve diğerleri
arasındaki rekabetin yapısı özel bir seçim bağlamından çok pazarın genel yapısına yönelik bir rekabeti
çağrıştırmaktadır.
1995-1999 ve 2002 seçimleri öncesi koalisyonların varlığı, seçim kampanya stratejilerinin iktidar ve
muhalefet konumları açısından ne derece önemli olduğunu gösterdi. Koalisyonların yarattığı
belirsizliklerin 2002 seçimlerinde görülen iradenin ortaya çıkışının önemli bir nedeni olduğu görülebilir.
Ayrıca koalisyonlarda yer alan parti ve liderlerin kendilerini ifade etme güçlükleri, belirsiz, tutarsız
algılamaların oluşmasına da yol açtığı düşünülebilir. Bu durum Türkiye siyasetinin ve kültürün uzlaşmacı
olmama niteliğinin ve birlikte çalışamama eksikliğinin de bir sonucudur. Koalisyonlar yapıcı bir rekabet
içinde, anlama ve uzlaşmaya dayalı bir iktidar sürecini yaratamadığı gibi ardından gelen seçim sürecinde
de etkili bir iletişim stratejisini ortaya çıkaramamaktadır.

İktidar ve Muhalefet Konumunun Yerel Seçimler İle İlişkisi


İktidar ve muhalefet konumun genel yerel seçim stratejilerini oluşturmada belirgin bir etkisi vardır. Bu
etki yerel seçimlerin ulusal siyasal gündem ve rekabet açısından bir tür “sınav” olarak algılanması ya da
bu yönde kullanılmasında kendini gösterir. Tablo 7.6 1961 ve 1995 arası genel ve yerel seçim
sonuçlarının iktidar ve muhalefet partileri açısından nasıl bir seyir izlediğini göstermektedir.
Tablo 7.6’da yerel seçim ve genel seçim sonuçları birlikte görülmektedir. 1973 ve 1977 yıllarında
yerel ve genel seçimler aynı yıl içinde gerçekleşmiştir. İktidar ve muhalefet konumlarının kampanya
stratejisi üzerindeki etkilerini daha önce tartışmıştık. Yerel seçimler söz konusu olduğunda bu konum iki
açıdan ele alınabilir. İlki ulusal-genel seçim sonuçlarına göre şekillenen parlamento-hükümet oluşumunu
temel alır. İkincisi ise mevcut belediye başkanı ve partisi (iktidar) ve muhalefet (aday ve partileri) olarak
tanımlanabilir.

Türkiye siyasal siteminde kaç tür seçim vardır? Milletvekili, belediye


başkanı ve muhtarlar hangi seçimler ile görevlendirilmektedir?

158

 
Bunlardan ilki genel seçimlere göre oluşan resmin yerel seçimler üzerindeki olası etkilerini konu alır.
Partilerin yerel seçime ilişkin genel seçim stratejilerini etkiler. Yerel seçimler bu anlamda mevcut ulusal
hükümet ve muhalefet partilerinin seçmen desteklerinin sınandığı bir araç olarak görülebilir. Diğer
yandan merkezi hükümetin yerel yönetimlere sağlayacağı destek yerel seçimler üzerinde belirli bir etkiyi
gündemde tutmaktadır. Tablo 7.6’dan yola çıkarak genel ve yerel seçim sonuçlarının bu açıdan
yorumlanması olası. Tablo 7.6, 1999 yerel ve genel seçimleri hariç toplam 7 seçimi temel alıyor. Bu yedi
yerel seçimde genel seçimde muhalefet konumunda olan partilerin yerel seçim genel oy oranında belli bir
artışa sahip olduğu görülüyor.
Yedi seçimin beşinde muhalefet partileri, genel seçimlere göre yerel seçimlerde genel oy oranlarını
artırmış görünmektedir. İktidarın çok az da olsa (%1’lik) bir artış yaşadığı seçim 1977’de AP’nin iktidar
olarak girdiği seçimdir. 1984 ve 1994 seçimlerindeki düşüş farklı nedenlerle açıklanabilir. 1984 yerel
seçimleri 1983 genel seçimlerinden hemen bir yıl sonra gerçekleşmiş, 1980 müdahalesinin sıcaklığının
sürdüğü bir dönemdi. Ayrıca genel seçimlere katılamayan SODEP yerel seçimlere katılmış ve % 24,86
oranında oy almıştır. Halkçı Parti, CHP mirasını SODEP ile paylaşmak durumundaydı. ANAP genel
seçimde aldığı oy oranından (45,15) çok az da olsa bir oy kaybı ile (42,3) ile yerel seçimden de birinci
parti çıktı. 1994 yerel seçimlerinde ise ANAP bir önceki genel seçime göre oy oranı yaklaşık %1,5
oranında yitirmiştir. Ancak DYP ve SHP koalisyon iktidarı olarak daha büyük oranda oy kaybı yaşamış
görünmektedir.

Tablo 7.6: 1961-1994 Genel ve Yerel Seçim Sonuçları

Genel Seçim Yerel Seçim Kazanılan Belediye


Parti Adı
Oy Oranları Oy Oranları Başkanı

15 Ekim 1961 17 Kasım 1963


AP 34.8 45.39 500
CHP (Koalisyon-İ) 36.7 35.66 337
CMKP (Koalisyon-İ) 4.0 1.53 8
YTP (Koalisyon-İ) 13.7 3.63 55
MP - 2.47 6
Bağımsızlar 0,8
10 Ekim 1965 2 Haziran 1968
AP(İ) 52.9 46.61 669
CHP 28.7 30.75 287
CMKP 2.2 0.97 6
MP 6.3 1.81 12
YTP 3.7 0.49 9
TİP 3.0 1.67 1
Bağımsızlar 5.6 13.58
12 Ekim 1969 9 Aralık 1973
AP (İ) 46.5 33.93 619
CHP (M) 27.3 39.31 531
TBP 2.8
CGP (İ) 6.6 1.38 36
YTP 2.2
MHP 3.0 0.82 5
TİP 2.8
DP 6.89 104
159

 
MSP 3.83 32
Bağımsızlar 13.72
14 Ekim 1973 11 Aralık 1977
AP (İ) 36.9 37.63 699
CHP (M) 41.3 46.14 694
TBP 0.4 0.41 8
CGP 1.9 0.64 5
DP 1.9 3.86 55
MSP (İ) 8.5 4.86 38
Bağımsızlar 2.5
6 Kasım 1983 25 Mart 1984
ANAP (İ) 45.15 43.24 865
HP 30.46 7.78 92
MDP 23.27 5.45 105
DYP 11.80 233
RP 3.74 15
SODEP 24.86 281
Bağımsızlar 3.14 106
29 Kasım 1987 26 Mart 1989
ANAP (İ) 36.31 23.74 569
SHP 24.74 32.76 646
DYP 19.14 23.48 549
RP 7.2 8.74 73
DSP 8.5 6.46 37
MÇP 2.9 3.02 24
Bağımsızlar 0.4 1.30 71
20 Ekim 1991 27 Mart 1994
ANAP 24 22.87 790
SHP (Koalisyon-İ) 20.8 16.73 434
DYP (Koalisyon-İ) 27 18.85 883
DSP 10.8 8.30 23
RP 16.9 19.20 323
CHP 4.30 63
MHP 7.62 118
BBP 1.07 11
Bağımsızlar 0.11 44

Bu sonuçlar iktidar partilerinin yerel seçimlerde iktidar konumun görece üstünlüğünün oy oranlarına
yansımadığını gösteriyor. Ancak iktidar partilerinin oy oranlarını değil de kazandığı belediye başkanlığını
dikkate alırsak bu yorum ve çıkarsamamız değişecektir. Aşağıdaki Tablo 7.8’de görüldüğü gibi yedi
seçimin beşinde en fazla belediye başkanını iktidar partileri kazanmıştır.

160

 
Tablo 7.7: Muhalefet Partilerinin Genel Seçime Göre Yerel Seçim Oy Oranları

Muhalefet Partisi Yıl- Genel Seçim Oy Yıl-Yerel Seçim Oy Oranı


oranı

AP (1961) 34,8 (1963) 45.39

CHP (1965) 28,7 (1968) 30,75

CHP (1969) 27,3 (1973) 39.31

CHP (1973) 41,3 (1977) 46.14


HP (1983) 30,46 (1984) 7.78

SHP (1987) 24,74 (1989) 32.76

ANAP (1991) 24 (1994) 23.48

Tablo 7.8: İktidar Partilerinin Oy Oranı ve Kazandığı belediye Başkanı Sayısı

İktidar Partisi Yıl- Oy oranı Kazanılan Belediye


CHP (1963) 35.66- 337 (2. PARTİ)
YTP 3,63 55
CKMP 1,53 8
AP (1968) 46.61 669 (1. Parti)
AP (1973) 33.93 619 (1. Parti)
CGP 1,38 36
AP (1977) 37.63 699 (1. Parti)
MSP 4,86 38
ANAP (1984) 43.24 865 (1. Parti)
ANAP (1989) 23.74 569 (2. Parti)
SHP (1994) 16.73 883 (1. Parti)
DYP 18,85 434

1999 seçimlerinin diğer seçimlerden en belirgin farklılığı, genel ve yerel seçimlerin aynı gün
gerçekleşmesidir. İktidar ve muhalefet konumu açısından karmaşık bir tablo söz konusudur. 28 Şubat
öncesi ve sonrası farklı koalisyonların gerçekleşmesi, seçim döneminde DSP azınlık iktidarının iş başında
olması tanımlamalarımızı etkilemekte. Diğer bir deyişle iktidar ve muhalefet algılamalarının çok açık
olmadığı bir seçim dönemiydi.
1999 seçim sonuçlarını daha önceki tanımlama çerçevesini dikkate alarak (1995 genel seçimlerine
göre) yorumladığımızda iktidar partisi olarak DSP’nin, CHP ve meclis dışı muhalefette MHP’nin yerel
seçimlerde oylarını artırdıkları görülüyor. ANAP’ın kazanılan belediye başkanlığı sayısında birinci parti
olması, DYP’nin ikinciliği daha önceki seçimlerde görülen iktidar partisi baskınlığından farklılık
göstermektedir. 18 Nisan 1999 seçimleri genel ve yerel seçim sandıklarının birlikte kurulması ile farklı
bir şekilde değerlendirilebilir. Bu değerlendirme de ilk göze çarpan özellik, siyasal partilerin genel ve
yerel seçim oy oranlarındaki farklılıktır. ANAP, CHP ve FP yerel seçim genel oy oranlarında genel
seçimlere göre daha fazla oy alırken, DSP, MHP, gibi partilerin daha düşük oy aldıkları görülüyor.

161

 
Tablo 7.9: 18 Nisan 1999 Yerel ve Genel Seçimleri

24 Aralık 1995 18 Nisan 1999 18 Nisan 1999 Yerel Kazanılan


Genel Seçim Genel Seçim Seçim Belediye

ANAP 19,6 13.22 17.43 777- %24,28


DSP (İ) 14.6 22.19 15.19 185- %5.77

DYP 19,2 12.2 12.75 736-% 23


CHP 10.7 8.71 13.83 370- %11,56

RP 21.5 - -
FP 15.41 18.4 484- %15,13

MHP 8.2 17,98 15.14 498-%15,56

HADEP 4.2 4.75 3.37 38-%1,16

Bağımsız 0.48 0.87 0,65 61-%1,91

Mediacat yayınlarından çıkan Necati Özkan’ın yazdığı “ Seçim


Kazandıran Kampanyalar” isimli kitabı okuyarak 1946’dan itibaren Türkiye’de yürütülen
seçim kampanyalarından örneklere ve stratejik analizlere ulaşabilirsiniz

STRATEJİK BİLGİ KAYNAĞI OLARAK SEÇMENLER


Seçmenlere yönelik değerlendirme ve araştırmalar, tüketiciler için de geçerli olan bir şekilde onların
hayat stratejilerine yönelik bir bilgiyi hedeflemek durumundadır. Tüketici veya seçmen davranışlarını
yorumlayabilmek, toplumu, o toplum içindeki insanı anlamak için çok sayıda bilim dalı işe koşulmuş
durumdadır. Galiba düğüm de buradadır; bu bilgi ve bulguların nasıl "okunacağındadır". Tüketici
davranışı araştırmalarında sosyal bilimlerdeki tüm alanların ürettiği bilgi birikimi dikkate alınır. Son
dönem bu alanlardaki bilimsel yaklaşımların ve anlayışların çok çeşitlendiği ve değiştiği gözleniyor.
Seçmen davranışı da tüketici davranışı gibi açıklanması zorlu bir doğaya sahiptir. Bu nedenle araştırma
ve analizlerde çeşitliliği artırma ve anlayışları sürekli geliştirme zorunluluğu vardır.
Pazarlama yönetim sürecinde ve pazarlama karması kararlarında önemli bir değişken olan “tüketici”
siyasal pazarlama içinde seçmen olarak değerlendirilebilir. Tecimsel alanda tüketicinin sahip olduğu rol
aynı şeklide seçmenler için de geçerlidir. Daha önce de kullandığımız siyasal pazar, pazarlama, ürün ve
marka gibi terimler rahatsızlık yaratabilir. Bu kadar ticari pazarlama benzetmesi siyasetin faziletini,
büyüsünü dağıtan bir etki yaratabilir. Ancak, bu terimler ve yaklaşımlar siyasal rekabet sürecinin tümüne
yönelik işlevsel bir çerçeve arayışı içinde görülmelidir.
Seçmenlerin siyasal iletişim açısından taşıdığı önem iki açıdan incelenebilir. İlki, siyasal ürünün
tasarlanmasında pazar koşullarının ne olduğunu, beklentileri ve pazar boşluklarını değerlendirme
gerekliliğidir. Siyasal ürünün pazar bölümlemesi ve konumlandırmasında hedef ve amaçlar doğrultusunda
seçmen gereksinimleri önemli bir yer tutar. Özellikle yeni bir siyasal ürün için bu ön koşuldur. Farklı
gereksinimler özellikler ya da davranışlarla birlikte seçmenlerin gruplar halinde sınıflandırılması olarak
adlandırılabilecek olan “siyasal pazar bölümlemesi”, en iyi tepkinin alınacağı hedef pazarın seçilmesi
sürecidir.
Pazarlama felsefeleri içinde pazarlama ekseni ve toplumsal pazarlama ekseni olarak adlandırılan son
dönem yaklaşımlar, örgütlerin amaçlarını gerçekleştirmesini hedef kitlelerinin gereksinim ve isteklerinin
belirlenmesine ve arzulanan tatminin rakiplerden daha etkili ve etkin dağıtılmasına dayandırılmaktadır.
Siyasal bağlamda sözü edilen pazarlama kavramları, seçmenlerin isteklerinin tanımlanması ve bu
isteklere göre siyasal ürünün tasarlanması anlamına gelir. Yeni bir siyasal ürün için pazar bölümlemesi ve
konumlandırması yaşamsal bir önem taşımaktadır. Yeni siyasal partiler, hem pazar profilini, yani siyasal
sistem içeresinde yer alan diğer partileri hem de seçmenlerin eğilimlerini ve beklentilerini, yani seçmen
162

 
profillerini çıkararak kendilerini tasarlamalıdırlar. Bu anlamada siyasal sistemdeki boşluk ile seçmenlerin
beklentileri arasında yakalanacak bir örtüşme başarılarının temel anahtarını oluşturacaktır. Bu da özenli
pazar ve seçmen araştırmaları anlamına gelir.
İkinci olarak seçmenler, iletişim sürecinde alıcı konumları ile hedef kitle olarak karşımıza çıkarlar.
İletişim sürecinde kaynağın temel sorunu kodladığı iletinin hedeflediği kesime ulaşması ve istediği gibi
çözümlenmesidir. Bu göründüğü kadar kolay olmayan bir süreçtir. Günümüz koşullarının iletişim
ortamında hızlı haber akışı, parçalanan medya ortamı ve değişen izleyici profilleri iletişimcilerin işini
oldukça zorlaştırmıştır.

TÜRKİYE SEÇMEN ANALİZİ


Türk Seçmen Davranışları
Daha önce siyasal pazar bölümünde 1991 ile birlikte normal seçim yaşanmadığı üzerinde durmuştuk.
Tablo 7.10, üç seçim özelinde tercihlerin nasıl değiştiğini açıkça gösteriyor.

Tablo 7.10: Genel Seçimde Partilerin Oy Sayıları

Parti 1995 1999 2002


Aldığı Oy Aldığı Oy Aldığı Oy
ANAP 5.527.288 4.122.992 1.610.207

CHP 2.301.343 2.716.096 6.114.843

DSP 4.118.025 6.919.668 383.609

DYP 5.396.000 3.745.417 3.004.949

MHP 1.171.623 5.606.634 2.629.808

RP RP- FP- SP-784.087


6.012.450 4.805.384
AKP 10.848.704

Genç 2.284.644
Parti

Üç genel seçimde milyonlarca seçmen tercihlerini değiştirmiş durumdadır. Yeni seçmenlerin varlığını
öne sürerek büyük oranda tercih değişiklikleri olmadığı söylenebilir. Ama bu çok da gerçekçi olmaz.
Yeni seçmenler daha önceki dönemlerde “belirgin tercihleri” radikal şekilde değiştirememişti. Sonuçta
yedi yıllık bir süre içinde seçmenler parti tercihlerini sürekli değiştirmiş görünmektedir. 1999 seçiminde
on milyon seçmenin oylarını değiştirdiği görülüyor. 2002 seçimlerinde sadece iki yeni partinin aldığı oy
on üç milyonu aşıyor.

Türkiye’deki seçmen sayısı kaçtır?

Seçmenlerin oy verme karar sürecinin anlamak hayatımızdaki tüm karar ve değerlendirmeler ile
karşılaştırılabilir. Alternatifler arasından birini seçmek durumunda kaldığımızda, seçimimize giden yolda
bir değerlendirme yapmak durumundayızdır. Bir şeyi değerlendirmek tek başına zor bir süreçtir. İdeal
olarak her kararımızda, seçimimizde bir tür cetvel kullanma eğilimi söz konusudur. Yine bu cetvelin
kişisellikten, sezgilerden, duygusallıktan arınmış bir zihinsel model içinde yer alması umulur. Nesnel
ölçütler ile doğru karar için yol gösterici, kolaylaştırıcı bir zemin arayışı her daim söz konusudur. Bu
163

 
ölçütlerin geçerli ve gerçekçi dayanakları tartışılmış ve en az şüphe payı ile kabul edilmiş olması da
beklenenler arasındadır.
Bir futbol takımının taraftarı olma sürecinde kişinin taraftarı olunan kulüp ile geçmişten gelen
duygusal bağa sahip olduğu, çeşitli sosyalleşme ve öğrenme süreçlerinde bu ilişkinin geliştiği görülür.
Türkiye’de 90’lı yıllara kadar seçmen aile-grup üyeliği önemli bir değişen olarak kabul ediliyordu.
Taraftarlığa dönersek Türkiye ve dünyada semt ya da şehirlerle kurulan özdeşleşme, çeşitli kimlik
ifadelerinin futbol takımları ile ilişkilendirilmesi sonucunu getirmiştir. Siyasal partilerin de kurumsal
marka olarak seçmenin kendini ifade etme aracı olduğu düşünülebilir. Okuduğunuz gazetenin dünya ve
siyasal görüşüne dair izlenim oluşturmasına benzer bir “benlik-kimlik ifadesi” olarak görülebilir.
Parti bağlılıkların yüksek olduğunu belirtmek ve partileri değerlendirmenin akıl dışılığını göstermek
için takım tutar gibi parti tutulmaz denir. Yani futbol takımlarını seçme sürecimiz, akılcılıktan uzak bir
seçim olarak körü körüne bir partiye bağlanma ile aynı anlama getirilir. Ülkemizin her daim önemli bir
konusu “dönekliktir”.
İdeolojik dönüşler hiç kuşkusuz futbol takım tercihlerinden farklıdır. Solcuların Solcu, İslamcıların
İslamcı olarak ölmesi gerekiyor. Birçok kararımız sanki Katolik nikâhına dönüşüyor. Tutarlılık bilişsel bir
gerekliliktir. Ancak hayatın bin bir türlü hali karşısında, çeşitli kararlarımıza dair cetveller değişemez mi?
Seçmenlerin de parti ya da aday tercihlerini belirleyen zihinsel ve duygusal cetvelleri değişecektir. Bu
değişim sadece kendilerindeki değişim ile açıklanamaz. Siyasal partilerin kendileri, dünyadaki gelişmeler,
zamanın ruhu onların cetvellerini etkiler. En basitinden siyasal partilerin, siyasetçilerin yaptığı stratejik
hatalar onların tercihlerini yeniden gözden geçirmeye yeter.
Her karar belli sonuçlar yaratacaktır. Bu da tüm kararlarımıza açık ya da gizli bir risk analizinin eşlik
etmesi anlamına gelir. Sonuçlarının neler olacağını düşünür olumlu ya da olumsuz etkilerini hesaplarız.
Riskler çok çeşitli boyutlarda ve türlerde sınıflandırılabilir. Eş ya da iş değiştirme kararımıza yönelik
riskler ile bir ev satın alma kararımız arasında farklı risk tanımları söz konusudur. Kararlarımızda
akılcılık arama nedenimiz de budur. Seçenekler arasında değerlendirmelerimizi çeşitli karşılaştırmalarla
geliştirmeye çalışırız. Tüketici davranışı araştırmalarında satın alma karar süreçlerinde ilginlik
(involment), algılanan risk gibi kavramlar sözünü ettiğimiz karar sürecinde son derece önemli bir yer
tutar.
İlginlik, kişinin değerleri, gereksinimleri ve benlik kavramlarına bağlı olarak bir olaya, ya da mesaja
verdiği kişisel önem olarak tanımlanabilir. Kişinin önem derecesini birçok unsur etkiler. Kişisel
özellikler, yetenekler, durumsal etkiler, toplumsal-kültürel etkenler ilk elde sayabileceklerimiz. İlginlik
kavramının katılım olarak da Türkçeleştirildiğini belirtelim. Bu durumda katıldığınız erozyon ile ilgili bir
sosyal sorumluluk kampanyasına bağış yapmanız, soruna verdiğiniz önem ve kişisel duyarlılığın bir
sonucudur. Sizi bu davranışa güdülüyen etkenler ilginlik ile özetlenebilir.
Bu durum siyasal katılım için de geçerlidir. Siyaseti anlama ve yorumlama biçimi, kişiyi aktif siyasete
(partiye üye olmaktan-aday olmaya) yönlendirebileceği gibi, oy verme günü sandığa bile gitmemeye
götürebilir. Oyumuza ilişkin kararlarımızda algıladığımız risk son derece belirleyicidir. 2002 seçimleri
öncesi kişisel iletişim ortamlarında laiklik ve takiye eksenli tartışmalar, AKP rüzgârını engellemede riskin
boyutlarını gösterme çabasıydı. Kendini laik ve cumhuriyetçi olarak tanımlayan seçmenler, oy vermeye
gitmeyecek olanları ya da CHP dışındaki partilere oy vermeyi düşünenleri Cumhuriyet’e ihanetle ve
çağdaş hayat biçimlerine dair tehditle ikan etmeye çalışıyordu. Burada hem oy verme hem de parti
tercihlerini yönlendiren ana unsur, riski büyüterek, katılımı ortaya çıkarmaktı.
İlginlik ve algılanan risk kavramlarını kampanya iletişiminde bölümünde hedef kitle olarak seçmenler
başlığı altında daha geniş ele alacağımız bir kavram. Çünkü ilginlik, siyasal kampanya iletişiminde ikna
ve tutum ilişkisinde merkezi bir yerdedir.

Türkiye’deki seçimleri düzenleyen Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığın


resmi internet sitesi olan www.ysk.gov.tr adresinde seçimler ile ilgili seçmen sayıları,
seçim sonuçları gibi pek çok detaylı veriye ve YSK kararlarına ulaşabilirsiniz.
164

 
Yabancılaşmış Seçmen Tavrı
Bireyler, siyasal katılım sürecine başta siyasal partiler olmak üzere, gönüllü kuruluşlar, dernekler vb.
aracılığıyla katılıp yöneticileri etkileyebilir. Robert Dahl, siyasal katılımın boyutlarını ilgilenme,
önemseme, bilgilenme ve eylemde bulunma şeklinde dörde ayırır. Katılımın en yalın biçimi olan
ilgilenme boyutunda vatandaş siyasal olaylara ilgi duymakla yetinir. İkinci aşamada kendi yaşamıyla da
yakından ilgili olduğu düşüncesinden hareketle siyasal olayları önemser. Üçüncü aşama olan
bilgilenmede ise vatandaş artık siyasal olayların bir takipçisi durumuna gelmektedir. Olaylarla yakından
ilgilenmekte; konuyla radyo, televizyon ve gazete gibi haber kaynaklarını izlemektedir. Katılımın son
aşaması olan eylem boyutunda ise vatandaş siyasal olayların içinde yer almakta ve siyasal yaşamın etkin
bir öğesi haline gelmektedir (Toprak ve Dalmış,1996).
Siyasete yüklenen anlamlar, siyasal sisteme ve siyasetçilere yönelik genel değerlendirmeler hiç
kuşkusuz siyasal kampanya stratejisinde de dikkate alınmak durumundadır. Siyasete yabancılaşmış
seçmenleri yukarıda değinilen değerlendirmelerle birlikte kampanya stratejisi özelinde kabaca üç temel
boyutta ele alabiliriz:
• Kendi oyunu değersiz bulan ve oyu ile hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inanmış seçmen
• Seçimleri anlamsız bulan ve aday ya da partiler arasında temel bir farklılık olmadığını düşünen
seçmen

• Siyasetçileri kendi çıkarlarını düşünen fırsat düşkünleri olarak tanımlayan seçmen


Siyasal kampanya stratejileri olarak yabancılaşmış seçmen tavrına yönelik kimi öneriler geliştirmek
olasıdır. Örneğin, seçmenlerin vatandaşlık hakkı vurgulanarak; aday ya da parti, seçmene kaybettiği
siyasal üstünlüğü yeniden kazandırmada yeterince duyarlı ve ilgili olduğunun işlemek ve doğal olarak
seçmenlerin arzuladığı kampanya bilgilerini sağlamada daha özenli olmak dikkate alınabilir. Ya da
siyasetçilerin kendilerini düşünen, para ya da şöhret düşkünü insanlar olduğuna inanan seçmen tavrına
karşı aday, bir siyasetçi olarak değil de örneğin, bir iş adamı, mühendis ya da avukat gibi vatandaş
konumu vurgulanarak konumlandırabilir (Nimmo, 1970).
Bir diğer açıdan aday ya da partinin destekleyicilerinin seçim günü sandığa gitmemeleri durumunda
kampanya çalışmaları tüm anlamını yitirir. Etkili bir kampanya örgütlenmesi, destekleyicilerinin seçime
katılmalarını sağlayacak taktikleri geliştirmelidir. Örneğin, ABD'de seçim günü seçmenlerin
gereksinimlerini dikkate alarak; bebek bakıcılığı, danışma servisleri kurulabilmektedir. Seçimi can sıkıcı
bulan seçmenlere yönelik katılımı cazip kılacak piknikler, heyecanlı aktiviteler tasarlanmaktadır
(Mauser,1983). Ülkemizde de 1990 yıllar boyunca Refah Parti'sinin kendi seçmenlerini sandıklara
kampanya içinde örgütlediği ulaşım araçları ile taşıması bu duruma örnek olarak verilebilir.
Yabancılaşmış seçmen tavrına dair yaptığımız değerlendirmeler, seçim ve oy vermenin nasıl
algılandığını etkiler. Ancak, şunu da belirtmek isteriz. Demokrasisi, siyasal katılım yolları (sivil toplum)
ağır aksak, etkin ve tarafsız kamuoyu oluşturucularına sahip olmayan (medya) ve yargı gibi temel
sorunlarını hala aşmaya çalışan bir ülkede yaşıyoruz. Seçmenlerin yönetilenlere sesini, tepkisini
gönderebilecekleri birçok yol sorunlu. Bu durum oylarının değerini çok artırıyor. Çünkü onların kral
olabildiği nadir anlardan biri ancak sandık ortaya konulunca gerçekleşiyor. Bu birçok sorunu anlatma,
çözme olanakları da getiriyor. Dolayısıyla seçimler onlar için birçok alanda yönetenlerle hesaplaşma
anlamına geliyor. Onların oyunu isterken son derece değerli bir şey istendiği unutulmamalı.
Seçmen davranışı ya da karar modellerini ele alan kuramsal yaklaşımlar bu karmaşık doğalı süreci
basitleştirmeye ve somutlaştırmaya çalışır. Bu modeller, seçmenlerin karar alma süreçlerinin rasyonel
temelde açıklama gayretinin ötesinde onların zihinlerindeki cetveli bir ölçüde soyutlamak amacı taşıyor.

Türkiye’den Seçmen Tercihlerine Yönelik Araştırmalar


Ülkemizde oy verme davranışı ile ilgili çalışmaların çoğunlukla seçim sonuçlarına dayalı yorumlar
şeklinde olduğu ve bu yolla oy verme davranışını belirleyen etkenlerin saptanmaya çalışıldığı
söylenebilir. Biz de siyasal pazar analizinde bu yöntemi kullanmış bulunuyoruz. Daha çok makro
165

 
seviyede kalan çalışmalar birey düzeyindeki etkenlerin araştırılmasına çok az yönelmiş görünüyor. Buna
rağmen az sayıda araştırmada cinsiyet, dindarlık, eğitim gibi etkenler saha araştırmaları ile incelenmiştir.
Ülkemiz siyaset yazınında siyasal davranışın özellikle parti tercihi ve oy verme kalıpları açısından
1960 seçimlerine kadar kültürel ayrışımı esas aldığı gözlenir (Özcan,1998). Sözü edilen kültürel
ayrışım, temelde (yerleşim birimi açısından) merkez – taşra yaklaşımını dikkate almaktadır. Bu boyutuyla
merkez daha çok liberal / sol partilere, taşra ise tutucu / sağ partilere oy vermektedir. Bu yaklaşım
toplumun farklı kesimleri tarafından desteklenen iki partinin siyasi güç için rekabet ettiği iki parti
dönemini açıklamak için uygun bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Kimin hangi partiye oy verdiğini
bilmek için merkeze ya da taşraya mensup olduğunu bilmek uzunca bir süre yeterli bulunmuştur
Bir diğer farklılaşma boyutu, ekonomik konularda sosyalist-liberal, dini konularda dindar-laik ve
kültürel konularda ılımlı-saldırgan milliyetçilik başlıklarında toplanabilir. Bu farklılaşmayı. 1980 askeri
müdahalesi ardından değişen siyasal rekabet hiç kuşkusuz seçmenler özelinde de bir dağılmaya ve
yeniden yapılanmaya neden oldu. 80 sonrası dönemin “Özalizm” olarak da adlandırılan siyasi ve
ekonomik uygulamaların sonucunda toplumsal ve ekonomik bir değişim, seçmen profili ve özellikleri
açısından dikkate alınması gereken bir etken olarak karşımıza çıktı. Siyasal pazar analizi bölümünde bu
dağılmanın boyutlarını tartışmaya açmıştık.
Merkez-taşra çatışmasının hala genel olarak politik davranışın, özel olarak da parti tercihlerini
etkileyip etkilemediğini sorgulayan bir araştırmada 1920 ve 1930’lardekinden çok farklı ve değişik bir
kompozisyona rağmen bu uçlara bağlılığın parti tercihlerini etkilediği sonucu ortaya konulur. Bağımlı
değişkeni parti tercihi olan bir çalışmada ise bağımsız değişkenler olarak yerleşim yeri tipi, cinsiyet,
eğitim, sosyo-ekonomik statü ve merkez –taşra çatışmasını ölçmek için dindarlığı seçmiştir. Ayrımsal
analiz kullanılarak test edilen hipotezlerin sonuçları şöyledir (Kalaycıoğlu,1994 aktaran Özcan,
1998):
• Bireyin yaşadığı yerin tipi onun parti tercihi üzerinde zayıf bir etkiye sahiptir.
• Cinsiyet, parti tercihini önemli ölçüde etkilemektedir.
• Eğitim, parti tercihi için kritik bir role sahiptir.
• Sosyo-ekonomik statünün parti tercihi ile bir ilişkisi yoktur.
• Parti tercihini belirleyen ana etken dindarlıktır.
Kalaycıoğlu, beklentilerin aksine 90’larda sınıfa dayalı bir politikanın ortaya çıkamamasını,
seçmenlerin büyük bir çoğunluğunun ılımlı ideolojik eğilimlere sahip olması nedeniyle merkez sağ ve
solda tercihlerin her an değişebildiğini belirtir. Bu, değerlendirme sınıfa dayalı bir seçmen tercihinden
kültürel ayrımlaşmaları eksen alan bir çerçeveyi ortaya koymaktadır. Seçmenlerin sosyo-ekonomik
statülerinden çok kültürel olarak ifade edebileceğimiz etkenlerle tercihlerini şekillendirme eğiliminin
giderek ağırlık kazandığı söylenebilir.
Seçmen tercih modelindeki ABD merkezli değerlendirmelerin, ülkemiz koşullarında geçerliliğini
koruyup korumadığı sorunu akıllara gelebilir. Türkiye seçmenin karar alma mekanizmaları içinde aday ya
da lider imajlarının benzer şekilde önemini artırdığı iddiası seçmen tercihlerine ilişkin temel değişkenleri
ülkemiz özelinde irdelemeyi gerektiriyor. Türkiye seçmenlerinin tercihlerinde tarihsel olarak en önemli
unsurun partilik kimliği olduğu söylenebilir. Ancak lider imaları ile partililik kimliği arasındaki güçlü
ilişkiyi de dikkate almak gerekir. Daha önce Tüzün ve Kardam’ın (1998) analizlerinde karşımıza çıkan
DP ve CHP geleneği tartışmaları da bu boyutuyla anlamlı görünüyor. Ancak, 1991 seçimleri ile birlikte
normal olmayan seçimler döneminde bu bağın giderek zayıfladığı görülüyor.
1980 sonrası Türkiye partilerinin kapatılması ve buna bağlı olarak aile içi siyasal iletişimde geleneksel
aile partililiğinin zaaflara uğraması aday ya da lider özelliklerini önemini artırmaktadır. Kalaycıoğlu
(1995), bu değerlendirmelere ek olarak üç- beş kuşaktır aynı partiyi tutan aileler geleneğinin
zayıflamasının seçmenlerde “dindarlık ölçüsünün” gündeme getirdiğini belirtir. 1990’larda parti
değerlendirmesini belirleyen en önemli değişken seçmenin kendinin ne ölçüde dindar olarak gördüğü ve
partileri ne ölçüde kendi dindarlık anlayışına yakın olarak algıladığının tercihleri etkilediğini belirtir
(Kalaycıoğlu,1995).
166

 
Türkiye’nin 80’lerin ortalarından itibaren yaşadığı toplumsal hareketlilik içinde değişen toplumsal
dengelerde bireyin kaygıları, siyasetle ilişki biçimleri de değişime uğradı. Bu değişim küresel ve ulusal
birçok etkenle birlikte temelde kimlik sorunu ağırlıklı bir yapıyı öne çıkarmaktadır. Etnik ve dinsel
kimliklerin bireyin ben kimim sorusuna vereceği cevaplarda “post-modern” tartışma gündeminde de yer
bularak belirleyici olmaya başlandığından söz edilmektedir.
Kimlik sorunun tartışıldığı siyasal ortamda, Kürt, Sünni, Alevi gibi kategoriler belirgin bir biçimde
siyaset sahnesine çıkmıştır. Böylesi bir değerlendirme kimlik bağlamında öne çıkan tinsellik ve dinin
karşı modern bir tavırda seçmen tercihlerini tüm dünyada etkilediği gözlemlenebilir. Daha çok milliyetçi
ve dine dayalı siyasal kimliklerin ve bunların sözcülüğünü yapan parti ve adayların sürpriz sonuçlar elde
ettiği bilinmekte.
Türkiye siyasal pazar analizinde siyasal partilerimiz arasında pazar konumlarında gedik strateji
izleyenlerin çoğunun bu tür bir kimlik ile pazar bölümlemesi yaptıklarını görebiliriz. Kürt kimliğine
vurgu yapan HADEP-DEHAP, BDP tarihsel olarak İslamcı kimliği sürdüren Milli Görüş (MNP, MSP ve
Refah, Fazilet, Saadet) çizgisi, Alevi kimliği vurgulayan BTP ve siyasal pazarda etkin bir konuma
taşınamamış küçük İslam vurgulu partileri örnek olarak verebiliriz. Ancak kimlik sorununun öne çıktığı
siyasal ortamda lider ve muhalefet konumundaki partilerin de bu arayışlara yönelik mesaj ve kimlik
tasarımlarına gitmeleri bir zorunluluk haline gelmiştir.
Merkez sol partilerin 12 Eylül sonrası yaşadığı konum krizleri, birleşme serüvenleri, ittifaklar,
seçmenlerin zihnini daha da bulandırdı. Siyasal pazarda sözünü ettiğimiz gibi muhafazakârlık,
milliyetçilik, sosyal demokratlık, liberallik gibi parti kimlikleri ile seçmenlerin bu tanımlara yüklediği
anlam farklılıkları ciddi stratejik yanılgılar yaratabiliyor.

167

 
Özet

Seçimleri üçe ayırarak normal ya da devam eden Seçim kampanyalarında adına siyasal kampanya
seçimler, normalden sapan seçimler ve kritik düzenlenen parti ya da adayın iktidarda ya da
seçimler olarak sınıflandırabiliriz Ayrıca seçmen muhalefette bulunması, kampanya stratejisine
tercihlerindeki değişimin sürekliliği, büyüklüğü ilişkin kararların alınmasında önemli etkenlerden
ve yönüyle hükümet partisinin yol açtığı sonuçlar biri olarak değerlendirilir. Bir başka deyişle,
bakımından seçimleri analitik bir sınıflandırmaya kampanya stratejisi adayın ya da partinin
tabii tutulabilir. Buna göre; normal ya da devam muhalefette veya iktidarda olma durumuna göre
eden seçimler, seçmenlerin parti bağlarının değişir. Bu etkinin hem genel seçimler hem de
zayıfladığı seçimler ve yeni seçmen yerel seçimler üzerinde belirgin bir etkisi vardır.
gruplaşmaları ya da mevzilenmelerinin oluştuğu Stratejinin geliştirilmesinde sözü edilen bu
seçimler olarak sınıflandırılır. konumların analizi çeşitli fırsatlar ve tehditleri
değerlendirme olanağını sunar. Daha önce de söz
Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçişi ile
ettiğimiz gibi bu konumlar rakiplere dair olası
birlikte temelde iki kampta toplanan bir siyasal
stratejileri de ön görülebilmesine yardımcı
pazar ortamının ortaya çıktığı söylenebilir. İkinci
olacaktır. Parti ya da adayların iktidarda olmaları
Dünya Savaşı ardından Batı blokunda yer alma
durumunda geliştirilen siyasal kampanya
kararı ve özgürlükçü anlayışların geçerlilik
stratejilerini sembolik ve yararcı olmak üzere iki
kazanması, Türkiye siyasetinde
başlık altında incelenir.
demokratikleşmeyi gündeme getirdi. 1946
seçimleri ile birlikte siyasal rekabetin yaşadığı Seçmenlerin oy verme karar sürecinin anlamak
yapısal değişimde CHP’nin uzun süre sürdürdüğü hayatımızdaki tüm karar ve değerlendirmeler ile
iktidarını 1950 seçimlerinde yitirmesi ile karşılaştırılabilir. Alternatifler arasından birini
sonuçlandı. Bu iki parti arasındaki rekabet zaman seçmek durumunda kaldığımızda, seçimimize
içinde Türkiye siyasetinin temel belirleyicisi giden yolda bir değerlendirme yapmak
olma niteliğine kavuşmuştur. Siyasal rekabetin durumundayızdır. Bir şeyi değerlendirmek tek
yapısının bu iki ana eksen üzerine şekillendiği başına zor bir süreçtir. İdeal olarak her
söylenebilir. kararımızda, seçimimizde bir tür cetvel kullanma
eğilimi söz konusudur. Yine umulur ki bu cetvel
1950 seçimleri ardından DP ve CHP arasındaki
kişisellikten, sezgilerden, duygusallıktan arınmış
mücadelede belirlenen siyaset, 1960 tarihinden
bir zihinsel model içinde yer alsın. Nesnel
sonra benzer bir yapıda devam etmiştir. Bu iki
ölçütler ile doğru karar için yol gösterici,
gelenek her askeri müdahalenin ardından bir
kolaylaştırıcı bir zemin arayışı her daim söz
şekilde yeniden belirmiş görünmektedir. Ancak
konusudur. Bu ölçütlerin geçerli ve gerçekçi
1987 siyasi yasaklar referandumu sonrası ortaya
dayanakları tartışılmış, en az şüphe payı ile kabul
çıkan siyasal durumun bu kaba ikilikle
edilmiş olması da beklenenler arasındadır.
açıklanmayacak bir şekilde karmaşıklaştığı
görüldü. Seçimlerin sınıflandırılması bölümünde Ülkemizde oy verme davranışı ile ilgili
sözü edilen normal seçimlerden uzaklaşma çalışmaların çoğunlukla seçim sonuçlarına dayalı
eğilimi de bu bağlamda görülmelidir. Bu iki ana yorumlar şeklinde olduğu ve bu yolla oy verme
eksen etrafından beliren siyasal pazar özellikleri, davranışını belirleyen etkenlerin saptanmaya
temelde liderlerin iddia ettikleri-sahip çıktıkları- çalışıldığı söylenebilir. Biz de siyasal pazar
tarihi mirası “temsil” krizleri ile birlikte analizinde bu yöntemi kullanmış bulunuyoruz.
karmaşıklaşmıştır. Daha çok makro seviyede kalan çalışmalar birey
düzeyindeki etkenlerin araştırılmasına çok az
1983 sonrası gerçekleşen seçimlerde DP ve CHP
yönelmiş görünüyor. Buna rağmen az sayıda
geleneğinin sürdüğünü kabul etsek dahi siyasal
araştırmada cinsiyet, dindarlık, eğitim gibi
rekabet açısından çok anlamlı çıkarsamalara
etkenler saha araştırmaları ile incelenmiştir.
sahip olamayız. Bir ölçüde Türkiye seçmenleri
tarihsel kutuplaşma içinde günümüze kadar sözü
edilen iki ana geleneğe bağlı kalmış olabilir. Bu,
dünya demokrasilerinin hemen hepsinde
rastladığımız klişe sağ sol ikiliği içinde de
anlamlıdır.

168

 
Kendimizi Sınayalım
1. Hangisi 1980’li yıllarla birlikte Türkiye 6. 1987- 1999 yıları arasındaki seçimlerde
seçimlerinde yaşanan değişimlerden biridir? merkez sağ partilerin (DYP+ANAP) toplam en az
oy aldığı seçim yılı hangisidir?
a. Seçmen sayısında azalma
a. 1987
b. İstikrarlı hükümetler
b. 1990
c. İdeolojilerde yaşanan gevşeme
c. 1991
d. Parti bağlarının güçlenmesi
d. 1994
e. Medya kanallarının azalması
e. 1995
2. 1980-2007 yılları arasında yapılan hangi
seçimler normal seçim sınıflamasında 7. 1987- 1999 yıları arasındaki seçimlerde
sayılmaktadır? merkez dışı partilerin (radikal) toplam en fazla oy
aldığı seçim yılı hangisidir?
a. 1983
a. 1987
b. 1987
b. 1990
c. 1989
c. 1991
d. 1991
d. 1994
e. 1994
e. 1995
3. Türkiye’de çok partili döneme geçiş ile
birlikte kaç kutuplu bir siyasal pazar ortamı 8. Hangisi iktidar olan partilerin seçim
oluşmuştur? kampanyaları stratejilerinden biridir?
a. Tek a. Yararcı Stratejiler
b. İki b. Tehditkar Stratejiler
c. Üç c. Sorgulayan Stratejiler
d. Dört d. Muhalif Stratejiler
e. Beş e. Negatif Stratejiler
4. 1950 seçimleri ve sonrasında siyasi 9. Aşağıdakilerden hangisi muhalefet
mücadele hangi iki parti arasında geçmiştir? partilerinin stratejilerinden biri olamaz?

a. AKP-CHP a. Değişimin gerekliliğinin anlatılması

b. CHP- ANAP b. Yolsuzlukların vurgulanması

c. AP-DYP c. İcraatların anlatılması

d. DP-AKP d. Sessiz grubun sözcülüğünü üstlenme

e. CHP-DP e. İktidara yönelik saldırı stratejisinin izlenmesi

5. 1950-1995 yılları arasındaki CHP-DP 10. Kendi oyunu değersiz bulan seçmenlere ne
geleneğindeki iki kutuplu seçimlerde CHP’nin en ad verilir?
yüksek oranda oy aldığı seçim yıldadır?
a. Parti Bağımlısı seçmen
a. 1950
b. Duyarsız seçmen
b. 1954
c. İlgili seçmen
c. 1961
d. Yabancılaşmış seçmen
d. 1969
e. Fanatik seçmen
e. 1991

169

 
Kendimizi Sınayalım Yanıt Sıra Sizde Yanıt Anahtarı
Anahtarı Sıra Sizde 1
1. c Yanıtınız yanlış ise “Türkiye Siyasal Pazar
Türkiye çok partili sisteme geçiş ile birlikte ilk
Analizi” başlıklı konuyu yeniden gözden
seçimini 1946 yılında yapmıştır. O tarihten
geçiriniz.
günümüze 17. Kez(en son 2011) genel seçimler
2. a Yanıtınız yanlış ise “Türkiye Siyasal Pazar yapılmıştır.
Analizi” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz. Sıra Sizde 2
3. b Yanıtınız yanlış ise “1980 Öncesi Seçim Demokrat Parti 1946 yılında kurulmuş ve 1960
Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları İlişkisi“ darbesiyle kapatılmıştır. 1961 yılından itibaren
başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. Adalet Partisi adıyla yeniden açılmıştır.

4. e Yanıtınız yanlış ise “1980 Öncesi Seçim Sıra Sizde 3


Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları Seçimler, genel seçim ver yerel seçim olmak
İlişkisi“ başlıklı konuyu yeniden gözden üzere ikiye ayrılır. Genel seçimlerde
geçiriniz.
milletvekilleri yerel seçimlerde ise muhtar ve
5. a Yanıtınız yanlış ise “1980 Öncesi Seçim belediye başkanları seçilmektedir.
Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları
İlişkisi“ başlıklı konuyu yeniden gözden Sıra Sizde 4
geçiriniz. 2011 Türkiye genel seçimleri itibariyle seçmen
6. e Yanıtınız yanlış ise “1980 Sonrası Seçim sayısı 50 milyon 189 bin 930’dur.
Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları
İlişkisi“ başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
7. e Yanıtınız yanlış ise “1980 Sonrası Seçim
Sonuçları ve Siyasal Pazar Konumları
İlişkisi“ başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
8. a Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Kampanyalar
Açısından İktidar ve Muhalefet Konumu” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
9. c Yanıtınız yanlış ise “Siyasal Kampanyalar
Açısından İktidar ve Muhalefet Konumu” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
10. d Yanıtınız yanlış ise “Yabancılaşmış
Seçmen Tavrı” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.

170

 
Yararlanılan Kaynaklar
Cotteret, J. M. ve C Emeri (1995). Seçim Özkan, A. (2007). Siyasal İletişim Stratejileri.
Sistemleri, (çev: Ahmet Kotil), İstanbul: İletişim İstanbul: Tasam Yayınları
Yayınları.
Özkan, N. (2004). Seçim Kazandıran
Devran, Y (2003). Siyasal Kampanya Kampanyalar, İstanbul: Medicat Yayınları.
Yönetimi: Mesaj, Strateji ve Taktikler,
Rogers, E M. ve D. Storey (1989).
İstanbul: AND Yayınları.
“Communicaiton Campaign” içinde R.Charles ve
Dan, N. (1991). The Political Persuader. H. Steven. Handbook of Communication
Belmont: Woodworth Publishing Scienses

Kalaycıoğlu, E. (1996) . “Türkiye’de Siyasal Toprak, M. ve İ. Dalmış (1996). “Siyasi Parti


Üyelerinde Siyasal Katılım Düzeyi: Kırıkkale
Değişim”. Yeni Türkiye, Mayıs-Haziran.
Örneği” Yeni Türkiye Dergisi. Yıl 2 Sayı 9.
Kalender, A. (2005). Siyasal İletişim:
Trent, J ve R Friedenberg. (1983). Political
Seçmenler ve İkna Stratejileri, Konya: Çizgi
Campaign Communication. New York: Preager
Kitabevi
Tosun, T. (2003). Siyasette Yeniden
Laçiner, Ö (1996). “Seçim Sonuçları
Mevzilenmeler. İstanbul: Büke
Üzerine”. Birikim. No. 81
Türköne, M. (1996) “Merkez Nereye Taşındı?”.
Lynda L. H (2004). “Political Advertising”, Yeni Türkiye, Yıl 2 Sayı 9
içinde, Handbook of Political Communication
Research, Lynda Lee Kaid (Ed.), New Jersey: Tüzün, S ve Kardan, A. (1998). Türkiye’de
Lawrence Erlbaum Associates, Publishers, ss. Siyasi Kutuplaşmalar ve Seçmen Davranışları.
155-202 Ankara: Veri Araştırma.

Özcan, Y. Z. (1998). “Siyasi Parti Uztuğ, F. (2004). Siyasal İletişim Yönetimi.


Tercihlerini Belirleyen Etmenler: İstanbul İstanbul: MediaCat Kitapları
Örneği” Toplum ve Bilim, No 76. Bahar.

171

 
8






Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Yeni Teknolojiler ve yeni medyanın yaşamımızda hangi araçları kullanarak hangi rolleri
edindiğini açıklayabilecek,
İnternet ve dijital oyunların günümüzdeki anlam ve kullanım olanaklarını listeleyebilecek,
Küreselleşen dünyada yeni medyanın sunduğu olanaklar ve yarattığı sorunları sıralayabilecek,

Türkiye’de yeni iletişim teknolojilerinin gelişim ve sorunlarını açıklayabilecek


bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz.

Anahtar Kavramlar
Dijital oyun Bilgi-işlem

Küreselleşme Hipermetinsellik

İnternet Çoklu medya

Uzam Sanal topluluk

İçindekiler
 Giriş
 Yeni Teknolojiler ve Yeni Medya
 İnternet
 Dijital Oyunlar
 Küresel Dünyada Yeni Medya: Olanak ve Sorunlar
 Türkiye’de Yeni İletişim Teknolojileri

172

 
Yeni Medya ve Siyasal
İletişim
GİRİŞ
İnternet’ e erişerek, e-posta yoluyla iletişim kurmak, sohbet sitelerini ziyaret etmek, web sitelerinde
enformasyon aramak, e-alışveriş yapmak, çevrimiçi veya çevrim dışı dijital oyunlar oynamak vb. sanal
dünyada gerçekleşen edimler gündelik yaşamımızda geleneksel medyanın kapladığı yeri ve zamanı
almakta ve yaşamın doğal bir parçası haline gelmektedir. Yeni medya artık yaşamın her anında yer
almakta ve kişilerarası iletişim, ticaret, siyaset, sağlık, kariyer ve oyun gibi alanlarda kullanılmaktadır.
Yeni medya kavramsallaştırmasıyla, geleneksel medyadan (gazete, radyo, sinema, televizyon) farklı
olarak, dijital kodlama sistemine temellenen, iletişim sürecinin aktörleri arasında eş anlı ve çok yoğun
kapasitede, yüksek hızda karşılıklı ve çok katmanlı etkileşimin gerçekleştiği multimedya biçimselliğine
sahip iletişim araçları kastedilmektedir (Binark, 2007: 5).
Tarih boyunca insan iletişim araçlarıyla aynı zamanda kendi belleğinin sınırlarını genişletebilme
olanağını elde etmiş, böylelikle de öğrendiği her şeyi kapasitesi sınırlı olan aklında tutma zahmetinden
kurtulmuştur. Bir başka deyişle insan düşüncesi zamanın ve mekânın çizdiği sınırların ötesine geçmek
için gerekli maddi bir ortama ve olanağa kavuşmuştur.
Kuşkusuz tarih boyunca kullanıma sokulmuş bulunan bütün iletişim araçlarında olduğu gibi, yeni
medya da toplumsal gerçeklerden bağımsız değildir. Bu araçlara olan gereksinim farklı dönemlerde farklı
niteliklere bürünmüş olsa da sonuçta yeni medya da belli bir toplumsal yapı içerisinde ve belli bir zaman
diliminde üretilmiş, bu toplumsal yapı içerisinde işlev görmüş ve görmeye de devam etmektedir. Yeni
medyanın içinde yer aldığı uluslararası kapitalizm ya da bir başka deyişle Yeni Dünya Düzeni evresinde,
yeni iletişim ortamı da yeni bir yapılanma süreci geçirmektedir. Bu yapılanmanın temel özelliği
sermayenin uluslararasılaşması çerçevesinde teknolojik gelişmelerin yeni örgütlenme modellerini
birbirleriyle çok daha uyumlu olma yönünde zorlamalarıdır. Telgraftan denizaltı kablolarına, telefondan
radyoya, televizyondan uydu iletişimine, internetten cep telefonlarına kadar yeni medyanın araçsal
boyutundaki temel dinamik, toplumsal dokunun zamana ve mekâna ilişkin sınırlandırıcı yapılanmasının
aşılması, sorun yaratan engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak süreç, sadece bu araçlar özelinde
belirlenip gerçekleşen bir oluşum değildir. Yeni medya daha kapsamlı bir boyutta Yeni Dünya
Düzeni’nin biçimlendirilmesi sürecinde merkezi bir rol oynamaktadır. Yeni medyanın araçsal katkısının
iş başında olduğu bu süreç üç yönelim içinde belirginlik kazanmaktadır. Bu üç boyut, üretimin,
sermayenin akışının ve hizmetlerin küreselleşmesidir. Sonuç olarak hem dünyada hem de Türkiye’de
medya gerek biçimsel gerekse içerik açısından bir değişimden geçmektedir ve yeni medya teknolojileri
boyutunda bu süreç devam edecektir. Ancak bu değişim sürecini belirleyecek güç, tek başına teknoloji
olmayacak gibi gözükmektedir. Bu süreçte asıl belirleyici olan, toplumların genel gelişmişlik düzeyleri,
yapıları ve örgütleniş biçimleri; sosyo-ekonomik güç dengeleri, bilim, politika, kültür ve hoşgörü ortamı
olacaktır (Törenli, 2005: 219).

YENİ TEKNOLOJİLER VE YENİ MEDYA


Yeni medya, bir bölümü bilgi işlem denilen bilgisayarlara özgü işlemleri ve bir bölümü ise haberleşme-
telekomünikasyon ve yayıncılık vb. iletişim araçlarına özgü yapıları barındıran iki yönlü bir medyadır.
Bir başka deyişle yeni medya kavramı, iletişim araçlarının daha çok günümüze ve sürekli yenilenme
süreci anlamında geleceğe özgü olanlarını nitelendirmek için kullanılmaktadır. Günümüzde geleneksel
173

 
iletişim araçlarından ayrı duran televizyon, internet, GSM, WAP, GPRS, CD, VCD, DVD vb. yeni medya
teknolojileri kitle iletişim araçlarından nicel anlamda farklı bir teknolojiyle, yani sayısal teknolojiyle
üretilmişlerdir. Bundan dolayı yeni medya teknolojileri sayısal ağlara bağlanabilme, bu bağlantının, yani
karşılıklı işleyen akışkan bir ağın sağladığı çoklu ortam özelliklerini kullanıcısına yeni hizmet seçenekleri
olarak sunabilme olanağına sahiptir. Ancak görüldüğü üzere nicel açıdan farklılık yaratan bu durum, yeni
medyanın kitle iletişim araçlarından nitel anlamda, yani haber, haber içeriği üretimi ve bu içeriği üretenle
tüketen arasındaki ilişkinin niteliği anlamında farklı olmasını gerektirmemektedir (Törenli, 2005: 87).
Ayrıca günümüzdeki iletişim uygulamalarının kitle iletişimine ya da “geleneksel” iletişime özgü
yanları bütünüyle ortadan kalkmamış, aksine geleneksel iletişim araçlarıyla yeni medya iç içe geçmiş
durumdadır.
Yeni medya, son dönemde, çoklu medya, eğlence ve internet dünyasını da kapsayan uçucu nitelikteki
kültür ve teknoloji endüstrisinin kısa adı gibi kullanılmaya başlandı. Ne var ki, yeni medya teriminin
tarihsel olarak uzun bir geçmişi olduğu söylenebilir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin (BİT) biçimleri,
kullanımları ve etkileri üzerine çalışan araştırmacılar yeni medya terimini 1960’lardan itibaren
kullanmaya başlamışlardır.
Esas olarak yeni medya, 1970’ler sonrasında özellikle bilgisayar ve bilgi-işlem alanında kaydedilen
gelişmelerin iletişim alanına uyarlanmasıyla biçimlenmeye başlamıştır. Bundan dolayı yeni medya Bilgi
ve İletişim Teknolojileri ya da Bilişim Teknolojileri olarak da adlandırılmaktadır. Bu anlamda yeni
medya, süreklilik kazanmış teknolojik dönüşüm sürecinin birbirleriyle ilişkili yeniliklerinin laboratuar
ortamından çıkartılıp pazara ya da tüketime sunulmuş; haberleşme etkinliğinin sosyo-ekonomik değerine
koşut olarak günlük yaşamın ayrılmaz birer parçası olarak tanımlanabilir. Esas olarak zaman-mekân
etkileşimi içinde, teknik araçlar kullanılarak büyük sayıda tekrarlanabilen belirli mesajları, homojen
olmayan ve farklı mekânlarda bulunabilen büyük izleyici gruplarına iletebilen kitle iletişimiyle, telefon,
telgraf, mektup gibi iletişim araçlarında ifadesini bulan ve bir noktadan başka bir noktaya yapılan iletişim
arasındaki iletişim farklılıklarını olduğu kadar araç- ortam farklılıklarını da bir potada eriterek ortadan
kaldıran da yeni medya olmuştur (Törenli, 2005: 88).
Yeni iletişim teknolojileri, sahip olduğu hız, erişilebilirlik ve ucuzluk gibi özelliklerle toplumsal
yaşamın kurucu unsurlarında önemli dönüşümler yaratma potansiyeline sahiptir. İletişim teknolojilerinin
üç önemli özelliğinden söz edilebilir: Karşılıklı etkileşim, kitlesizleştirme ve eşzamansızlık. Karşılıklı
etkileşim, tek yönlü işleyen geleneksel kitle iletişim araçlarına göre kullanıcılar ve enformasyon
arasındaki karşılıklılığı ifade eder. Kuşkusuz gazete, televizyon ve radyoda da geri besleme kanallarının
(okuyucu mektupları, telefon-mektup- faks ya da cep telefonundan çekilen mesajlar yoluyla iletilen
okuyucu ya da izleyici görüşleri, tirajlar ya da izlenme oranları vb. ) kullanılmasıyla belirli bir etkileşim
süreci yaşanmaktadır. Ancak yeni medya geleneksel iletişim araçlarından farklı olarak, bu karşılıklı
etkileşime doğrudan olanak veren, alıcı ile verici arasındaki iletişim kanalında etkileşimi sağlayan bir
özelliği barındırmaktadır. Yeni medya sistemi bu özellik üzerine kurulmuştur, oysa televizyonumuza
yanıt verme olanağımız yoktur. Bir başka deyişle kitle iletişimindeki geri besleme ancak başka bir
iletişim aracına (mektup ya da telefon gibi) gereksinim duyarken, yeni medyada bu süreç aynı kanalda
gerçekleşmektedir (Törenli, 2005: 160). Kitlesizleştirme, büyük bir kitle yerine her bireyle özel
enformasyon paylaşımına gidebilmeyi belirtir. Eşzamansızlık ise bir iletişim sisteminde kontrolün iletişim
kaynağından alıcıya doğru kaymasıdır. Alıcı iletişime kendisi için en uygun zamanda ulaşabilir (Yücesan-
Özdemir, 2008: 16).
Karşılıklı etkileşim (interactivity) ideolojik düzeyde yeni medyanın ‘değer yüklü’
karakteristiklerinden biridir. ‘Eski’ medya pasif tüketim önerirken yeni medya karşılıklı etkileşim önerir.
Genel olarak kullanıcıların medya metinleriyle çok daha güçlü bir ilişki içinde olmalarından, bilginin
kaynağı ile çok daha bağımsız bir ilişki kurulmasından, medya kullanımının bireyselleşmesinden ve daha
geniş kullanıcı seçeneğinden yanadırlar. Karşılıklı etkileşimin değeri konusundaki bu tür fikirler
kullanıcıyı herşeyin üstünde bir tüketici olarak gören neoliberalizmin popüler söyleminden beslenmiştir.
Neoliberal toplumlar her türlü deneyimi metalaştırmayı amaç edinerek tüketiciye çok geniş yelpazede
seçenekler sunarlar. İnsanlar, piyasanın önerdiği sonu gelmez olasılıklar dizisinden bireyselleştirilmiş

174

 
yaşam biçimi seçenekleri oluşturan varlıklar olarak görülürler. Bu tür bir ideolojik bağlam dijital
medyada karşılıklı etkileşim hakkındaki düşüncelerimizi de etkiler (Lister vd, 2009: 21).
Yeni medyanın etkileşimsel özelliği, iletişim sürecine iletişim uzamında karşılıklılık ve çok katmanlı
iletişim olanağı kazandırmıştır. Karşılıklı etkileşimin ya da etkileşimsellik sürecinin iletişim sürecine
ilişkin diğer bir dönüştürücü etkisi de, iletişimin zamanında eş anlı olma derecesine yönelik yaptığı
açılımdır. Yeni medyanın bu özelliği, geleneksel medyaya göre kullanıcının iletişim sürecindeki rolünü
ve katılımını da çeşitli şekillerde etkilemektedir. Yeni medyanın sahip olduğu multimedya biçimselliği
göstergelerin, simge sistemlerinin, iletişim çeşitlerinin, farklı veri türlerinin tek bir araçta toplanmasıdır.
Multimedya biçemselliği, telekomünikasyon, veri iletimi, kitle iletişimi gibi iletişimin farklı boyutları ile
imge, ses, metin ve sayısal veri gibi farklı veri türlerinin bir arada bulunmasıdır. Yeni medyanın
depolama kapasitesinin de yüksek olması, kullanıcının seçiciliğini desteklemektedir. Her iki özellik bir
arada düşünüldüğünde geleneksel medyaya göre yeni medya kullanım pratikleri ile iletişim sürecinde
zaman ve uzamın yeri ile iletişimin biçeminin yeniden şekillendiğini görmek olanaklıdır, bu da bilgisayar
donanımlı iletişim anlamına gelir (Binark, 2007: 22).
Hipermetinsellik, ağ üzerinden başka alternatif mecralara erişimin kolayca gerçekleşmesidir. Yeni
medyanın gündelik yaşamın vazgeçilmez bir unsuru haline gelmesinde bir başka olgu da iletişim
teknolojilerindeki yöndeşme olgusudur. Yöndeşme; telekomünikasyon, veri iletimi ve kitle iletişiminin
internet, 2. veya 3. kuşak cep telefonları ve etkileşimli yayıncılık dolayımıyla tek bir iletişim alt yapısında
buluşmasıdır (Binark, 2007: 22).
Esas olarak yeni medyanın gelişmesi sadece teknolojik faktörlerle sınırlı değildir. Yeni medyanın
gelişmesi daha çok bu olanakları sunanların, okurların- izleyicilerin iletişim ve iletişim temelinde
karşılanan diğer kişisel-toplumsal gereksinimlerine ne ölçüde karşılık verebileceklerine, sundukları
seçeneklerin ne kadar uygun ya da esnek olabileceğine bağlıdır. Yeni medyayla birlikte hızın ve kapsama
alanının büyüklüğünün coğrafi ve demografik anlamda öne geçtiği, iletişimde uzak mesafelerin sorun
olmaktan çıktığı, mesajların kişiler ve gruplar ölçeğinde seçilebildiği ya da adreslenebildiği, insan aklıyla
karşılaştırılmayacak ölçüde büyük bir bellek kapasitesinin söz konusu olduğu bir iletişim biçimi ortaya
çıkmıştır. Yeni medyayla birlikte, yüz yüze iletişimin yerini alabilecek düzeyde olmasa da ya da bunu
“sanal” olarak “sanal topluluklar” içinde gerçekleştirse de görüntünün ve sesin iletişim ortamına
taşınabildiği, bunun da anında gerçekleştirilebildiği, iletişimin oluşum seyrinin (haberi oluşturan
malzemenin toplanabildiği, incelenebildiği, işlenebildiği ve dağıtılabildiği) tamamlanmış olduğu yani
okuyucunun- izleyicinin bir görsel-işitsel iletişim ortamı ya da biçimi belirginleşmektedir. Baskı
makinesinin icadı nasıl yazının çoğaltılmasında devrim niteliğinde bir gelişme ise, kablo üzerinden ya da
havada yayılan ses dalgalarıyla uzun mesafeli iletişim bağlantısının kurulması ya da ses, konuşma, metin,
veri ya da görüntü olsun sonuçta tüm bu enformasyon biçimlerinin doğrudan aktarımının gerçekleşmesi
anlamında yeni bir duruma, bir başka deyişle devrim niteliğinde bir gelişmeye işaret etmektedir.
Geleneksel iletişim araçları bağlamındaki bellek; fotoğraf, film, gramofon kaydı ya da ses kayıt cihazı
örneklerinde olduğu gibi “analog” yani enformasyonun içinde bulunduğu doğal haliyle taşındığı
belleklerdi. Oysa yeni medyadaki yenilik ise “sayısal” yapay belleğin, “sayısal” işleme ya da çoğaltmanın
gerçekleştirilmiş olmasıdır (Törenli, 2005: 159).

Günümüzde iletişim teknolojilerini en çok kullanan kesim


hangisidir? Tartışınız.

Yeni medya ortamı farklı iletişim boyutlarının aynı anda ve eş zamanlı olarak gerçekleşmesine olanak
sağlamaktadır. Örneğin, çoğuldan çoğula veya tekilden çoğula eşzamanlı iletişim sohbet hizmeti
biçiminde iletişim gerçekleşebilmektedir. Aynı zamanda tekilden tekile eş zamansız (aynı anda olmayan)
iletişim e-postası iletisi biçiminde ya da çoğuldan çoğula eş zamansız grup iletişimi biçiminde ya da
sunucudan çoğula veya tekile ya da bir diğer sunucuya web yayıncılığı biçiminde eş zamansız iletişim
gerçekleşmektedir (Dağtaş ve Derelioğlu, 1999: 90).

175

 
Yeni medya çeşitleri içinde, konsol aracılığıyla oynananlar, çevrimiçi veya çevrimdışı PC oyunları,
çok oyunculu devasa çevrimiçi rol canlandırma oyunları gibi dijital oyunları da saymak mümkündür.
Yeni medya olanakları bir yandan kullanıcıyı bireyselleştirirken diğer yandan sanal uzam da bir biçimde
toplumsallaştırmaktadır. Maria Bakardijieva bu toplumsallaşma biçimine “hareketsiz toplumsallaşma”
adını vermiştir. Buna göre hareketsiz toplumsallaşma, kullanıcının sanal uzamdaki toplumsal ilişkilerini
gerçek yaşamdan bildiği ve güvenilir bulduğu toplumsal ağlar üzerinden yeniden kurması veya
geliştirmesidir (Binark, 2007: 23).
Yeni iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte eğlence ve enformasyonun üretim ve dağıtımında
devrimci değişiklikler olduğu yönünde tartışmalar başladı. Son yıllarda ABD’de sinema filmlerinin
üretiminde ve dağıtımında kullanılan en yeni teknolojiler konusundaki bir araştırmadan söz etmek
konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ve yeni iletişim teknolojilerin yaratığı sonuçlar konusunda
bizlere ışık tutacaktır.

Resim 8.1: Yeni Medya düzenini betimleyen bir görsel

Video teknolojisi, bilgisayarlar ve uydu sistemleri vb. yeni dağıtım kanallarının ortaya çıkmasının,
bağımsız yapımlar, daha yüksek kalite ve daha çok görülmeye değer ürün, dağıtım kanallarının
çeşitlenmesi ve iletişim kaynaklarına daha çok tüketicinin erişmesi için daha fazla fırsatlar sunduğu iddia
edilmektedir. Ancak bu iddialara yakından bakıldığında birtakım soruları sormak gerekiyor. Örneğin bu
yeni teknolojiler sonucunda Hollywood’un holding yapıları ve politikalarında değişim olmuş mudur? Ya
da bütün bu teknolojik değişimler kimlerin denetiminde gerçekleşiyor, hangi yeni teknolojilerin icat
edileceğine ve ortaya çıkarılacağına ve bu yeni teknolojiler aracılığıyla hangi ürünlerin dağıtılacağına
ilişkin kararlar nasıl alınıyor? Filmlerin üretim ve dağıtımındaki bu değişiklikler diğer medya ürünlerini
nasıl etkiliyor? Sözü edilen teknolojik gelişmeler sonucunda kamuya daha çok seçenek ve daha kaliteli
eğlence sunma olanağı mı yakalanıyor yoksa öncerden varolanın daha fazlası mı sunulmaktadır? (Wasko,
2006: 194).
Wasko bu sorulara şu şekilde yanıt veriyor: Üretim sektöründe, yapım öncesi ve yapım sonrası
aşamalarında video ve bilgisayar teknolojisinin kullanımı son yıllarda hızlandı ve hızla gelişmeye de
devam ediyor. Sözgelimi, öykülü filmleri tamamen videoda çekmek henüz çok yaygın olmasa da video
teknolojisi üretim sürecinin farklı aşamalarında kullanılıyor. Bu ve bezeri değişiklikler film üretim
biçimiyle ilgili önemli sonuçlar doğursa da esas üretim sürecinin ve bu sürecin kontrolüne ilişkin bir
değişme olmamıştır. En son teknolojileri kullanma olanağına sahip olanlar genellikle yeni ekipmanlara
176

 
yatırım yapacak mali güç ve olanaklara sahip olmayı gerektiriyor. Buna göre ancak sermaye bulma
yeteneğinde olan yapımcılar gelişimin hızını belirleyebiliyorlar. Öte yandan ise daha ucuz olan video
teknolojisi daha fazla çeşitte bağımsız yapımnların üretilmesine olanak sağlıyor. Ne var ki; yapımcılar
hala izleyicilere ulaşmak için dağıtımcılara fazlasıyla bağımlılar. Ortaya çıkan manzara ise büyük
dağıtımcıların küçük bütçeli filmlerle ilgilenmedikleridir. Günümüzde geçmişte olduğu gibi büyük
şirketler, ancak en çok satılabilir olduğunu düşündükleri, pahalı özel efektler, göz alıcı mekânlar ya da
ünlü ve pahalı yıldız oyuncular ya da yönetmenleri ya da bunların hepsini içeren filmlerle ilgilenmekteler
(Wasko, 2006: 196).
Törenli, teknolojide ve buna bağlı olarak iletişim teknolojisinde ortaya çıkan beş önemli gelişmenin
yeni medyanın da teknolojik temelini oluşturduğunu ileri surer. Bu gelişmeler; sayısal (dijital) teknoloji
ya da sayısallaşma, bilgi-işlem (mikro işlemciler), uydu, veri sıkıştırma- saklama ve fiber optik kablo
teknolojileridir. Bu gelişmeleri sırasıyla inceleyeleyeceğiz.

Sayısal (Dijital) Teknoloji ya da Sayısallaşma


Sayısal (dijital) teknoloji, veri, ses, müzik, metin, fotoğraf, görüntü biçiminde her tür enformasyonun
“bit”lere (0 ve 1’lere) ya da bilgisayar diline, mikro işlemciler yardımıyla dönüştürülmesidir. Bu biçimde
sayısal teknolojiyle tümünün elektronik ortamlarda sistematik denetim gibi çeşitli amaçlara dönük olarak
üretilmesi, saklanması, iletilmesi ve dağıtılması önceki dönemlere kıyasla çok kolaylaşmıştır. Aynı
zamanda işlem yeteneği ve hızı da büyük oranda artmıştır. Sayısal teknolojiyle üretilmiş sistemlerin ses,
müzik, metin, fotoğraf, görüntü biçimlerinde kayıplara yol açan analog sistemlerin yerini almasıyla
birlikte, hem önceden bu teknolojiden yararlanan bilgisayar üreticileri hem de telekomünikasyon
yayıncılık araçlarını ve sistemlerini üretenler hükümetlerin de teşvikiyle hızlı bir gelişme ortamı
bulmuşlardır. Genelde grafiksel tanımlamaya dayanan ADSL- SDL (asimetrik sayısal abone hattı) ve IN
(akıllı ağ) gibi uygulamaları devreye sokabilmek için geliştirilen dördüncü kuşak bilgisayarlar ve işletim
sistemleri, telekomünikasyon alanında ortaya çıkan bu yönelime uygun olarak geliştirilmişlerdir.
Bu gelişmelere paralel olarak dünyanın dev telekomünikasyon şirketleri güçlü sermaye birikimine
sahip olma avantajlarıyla bilgisayar şirketlerini satın almaya başlamışlardır. Dolayısıyla bilgisayar
teknolojisi üreticileri ile iletişim ağları üzerinden hizmetlerini pazarlayanlar arasında yeni bir işbirliğinin
oluştuğunun altını çizmek gerekiyor. Öyle ki, bu döneme kadar ulusal ölçekte ve kendi iç pazarında
tekelci karakterlerini korumakta olan yerli kamu telekomünikasyon işletmecileri, bu yeni yapılanma
ortamında faaliyetlerini artık bilişim teknolojileri ya da yeni medya desteğinde hızla kendi ulusal
sınırlarının ötesine yaymaya başlamışlardır. Böylelikle merkez ülkelerdeki kamuya ait PTT işletmeleri
özelleştirilmiş ve ticari bere işletmeye dönüşmüşlerdir. Bu biçimde bir yandan teflon, adsl gibi temel
hizmetler, diğer yandan haberleşme alt yapısındaki yeni olanaklar ve yeni hizmetler kürsel bir nitelik
kazanmıştır. Medya ve yayıncılık, telekomünikasyon, müzik ve sinema, turizm, reklamcılık, pazarlama,
bankacılık, hatta enerji alanındaki birleşmeler yoluyla yapılanan yeni üretim ilişkileri ve bu ilişkileri
işlevsel kılacak yeni medya teknolojileri enformasyonun çok daha hızlı üretilmesine ve dağıtılmasına
olanak sağlar. Dahası, daha fazla oranda farklılaştırılmış enformasyonun, farklılaştırılmış fiyatlar ve daha
fazla kontrol edilebilir kanallar üzerinden üretilip dağıtılmasına, bir başka ifadeyle medya ürünlerinin
akışkanlık kazanmasına da olanak sağlamıştır (Törenli, 2005: 100).

Bilgisayar Dolayımlı İletişim


Bu teknoloji insana özgü düşünce yapısına ve içgüdüsel tepkilere başvurmadan, zindcirleme mekanik
eylemlerin yeniden üretimini sağlayacak “akıllı makineleri” yapma, insan beyni gibi çalışacak bir
“elektronik beyin” oluşturma idealinin bir ölçüde gerçekleştiği elektronik makinenin- bilgisayarın
dayandığı teknolojidir. Her ne kadar bilgisayara dayalı iletişim kişilerarası iletişimi hedefleyerek icat
edilmemişse de internetin yükselişe geçmesi bu teknolojinin esasen “toplumsal” bir yanının olduğunu
ortaya koymuştur. Elektronik posta (e- posta) özellikle kişiler arası iletişim için kullanılır ve internetin
can alıcı noktası sayılabilir, zira yeni kullanıcının çevrimiçi kalıp kalmayacağının en iyi göstergesidir
(Baym, 2006: 35). İnternetteki çevrimiçi dergiler, bilgi ve ticaret siteleri pek de sosyal yerler gibi
görünmeseler de zaman içinde sitelerine sohbet ve duyuru panolarını ekleyerek sosyalleşme yönünde
fırsatlar yaratmışlardır.
177

 
Bilgisayara dayalı iletişim üzerine araştırmalar 1970’lerde ağ bağlantılı bilgisayar sistemlerinin geniş
örgütlerde kullanılmasıyla başlanmıştır. Bilgisayara dayalı iletişimin erken dönem çözümlemeleri medya
niteliğinin iletişim üstünde kalıcı etkisi olduğu önermesine dayanır. Geniş ölçüde sosyal psikolojinin
küçük-grup araştırmalarından beslenen bu araştırmaların pratik birtakım hedefleri vardı. Bu
araştırmalarda özellikle yüz yüze çalışma gruplarının internet yoluyla iletişim kurduklarında nasıl
sonuçlar doğacağı üzerineydi. Bilgisayara dayalı iletişimin grup kararlarının, liderliğin, katılımın ve karar
verme zamanın niteliğini nasıl etkileyeceği gibi sorular öne çıkıyordu. Karşılaştırmanın temelinde, yüz
yüze iletişimde katılımcıların izlenimleri ve toplumsal statülerinin görünür oluşu yatıyordu. Yüz yüze
küçük gruplarla bilgisayara dayalı iletişim kuran küçük grupların karşılaştırmasını yapan deneylerde,
bilgisayara dayalı iletişimde bulunanların görevlerini daha uzun sürede tamamladıkları, tek tek liderlerin
ortaya çıkmasının zor olduğu, katılımın daha eşit ve davranışların çok daha teklifsiz olduğu sonucuna
ulaşmışlardır. Bu çalışmalara yöntemsel ve kavramsal anlamda çeşitli eleştiriler yöneltilmiştir. Bunlardan
yönteme ilişkin olanına göre laboratuvar çalışmalarının çoğunda 30 dakikalık zamanlar için birbirini hiç
tanımayan gruplar bir araya getirilmişlerdir (Baym, 2006: 38).
Günümüzde sayısal ve bilgi işlem teknolojilerindeki gelişmelerin büyük bir hızla sürdüğü
söylenebilir. Cam- elyaf kanal kapasitesi, yazılımların niteliği, rastgele erişim bellek (RAM) kapasiteleri,
yonga yoğunluğu ve işlem sürelerinde sağlanan hız, aynı anda iki farklı işi, yani video seyretme ile
bilgisayar oyununu tek bir bilgisayar bünyesinde çalıştırabilen çift çekirdekli işlemciler gibi farklı
alanlara da itici güç olan gelişmeler devam etmektedir. Bu teknolojiler, söz, metin, video, grafik vb. her
türlü enformasyonu sayısal olarak işlemekte ve böylece aynı verilerin bir ortamdan diğerine aktarılmasını
kolaylaştırmaktadır. Böylece de hem bilgi işlemenin kendi içinde hem de kullanıma sokulduğu alandaki
üretimin görece de olsa maliyetini düşürmektedir (Törenli, 2005:102).
Bilgisayarlar sistem- işletim birimi, monitör ve klavye olarak adlandırılan üç ana öğeden oluşurlar.
Ayrıca bilgisayarların iş yapma yeteneklerini artıran ve bilgisayarlara eklemlenebilen diğer yardımcı
araçlara da “çevre birimleri” adı verilmektedir. Bunlardan bazıları yazılımlar, görüntü tarayıcısı, yazıcılar,
CD, DVD –ROM’lar harici bellekler, flash diskler ve MP3 gibi müzik depolayıcılarıdır. Yeni medya
açısından özel bir yer ve öneme sahip olan bilgi, işlem teknolojisinin artan talepleri doğrultusunda hem
özellikleri hem de kapasite ve işlevleri giderek artmakta olan araçlar olan bilgisayarlar aynı zamanda
bütünleşik ağ yapısının kurulmuş olduğu en küçük çoklu ortam olma özelliği taşırlar. Esas olarak bilgi-
işlem teknolojisi, tüm dünyada enformasyon iletiminde maliyet-yeterlilik dengesi, güvenilirlik ve hız
açısından yeni alanlar ve olanaklar yaratarak, uydu ya da uzay teknolojisini desteklemiş; enformasyonun
depolanması, işlenmesi ve geri alınması sırasındakullanılan geleneksel, yavaş yöntemlerin ortadan
kaldırılmasına yardımcı olmuştur. Eğitim yöntemleri açısından birçok olanaklar yaratmış, ses iletimi ve
posta işlemlerinin elektronik olarak gerçekleşmesine katkıda bulunmuş; insanların bilgilerini genişletip
geliştirmelerini sağlama yönündeki çabalarına yeni olanaklarıyla destek olmuş, onların ufuklarını
genişletmiştir. (Törenli, 2005: 103).

Uydu Teknolojileri
Dünyanın her yerinden yapılan telefon konuşmaları, teleks yazışmaları, internet bağlantıları, yayıncılık,
fotoğraf alış- verişi, tam sayfa gazete nakli gibi uygulamaları olanaklı kılan, bir başka deyişle uzayı tele,
veri ya da kitle iletişimi amacıyla kullanılabilecek bir araç- ortam haline getiren sistemler, uydu
teknolojileridir. Dünyada en yaygın kullanım oranına sahip uydu sistemi olan İntelsat yaklaşık 110 ülke
tarafından kullanılmaktadır.
Uydular yörüngelerine göre LEO (Low Earth Orbit) ve GEO (Geostationary Earth Orbit) olmak üzere
ikiye ayrılırlar. LEO uyduları yerden 200- 3000 km yükseklikte bir uyduya gereksinim duyulan cep
telefonu gibi iletişim biçimleri için kullanılırlar ve eliptik yörüngeye sahiptirler. GEO uyduları ise ekvator
üzerinde dünyadan ortalama 36000 km. yükseklikte konumlandırılırlar. Dünyanın kendi çevresindeki
dönüş hızında hareket eden ve bu nedenle de hareketsiz gibi duran GEO uyduları, yerden sabit bir çanak
antenle erişimi mümkün olan telefon, faks, veri ve TV yayıncılığı gibi her türlü iletişim için 1960’lardan
itibaren yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Uydu iletişim sistemi açısından frekans bantlarının yanı sıra
iki önemli kavram da bulunur. Bunlar kapasite ve güvenliktir. Kullanılan modülasyon tekniği ile ilişkili

178

 
olan uydu kapasitesi, üzerinde çalıştığı frekans bandının yaklaşık yüzde 10 u kadardır. Uydu iletişim
sisteminin güvenirliliğine gelince, meteor yağmurları dışında çıkacak sorunları gideren yedekleme
sistemleri sayesinde oldukça güvenilir bir yapıda olan uyduların güvenlikle ilgili olası sorunları iletişim
trafiğini tamamlamak için gerekli olan kablolara, yer terminallerine ve sistem yazılımına bağlıdır
(Törenli, 2005: 106).

Veri Sıkıştırma Teknolojileri


İletilecek verilerin kayıpsız ya da en az kayıpla taşınabilmesi açısından veri sıkıştırma teknolojileri yeni
medyanın önemli bir ayağını oluşturur. Vericiden alıcıya gönderilen mesajların verici- alıcı arasındaki
kanaldan en az kayıpla geçebilmesi büyük ölçüde veri sıkıştırma teknolojilerinin belirleyici olduğu bir
süreçte gerçekleşmiştir. Özellikle kanalın bant genişliğinin ya da alıcı-verici taraflarda veri iletimini
sayısal teknolojiyi kullanarak yapan modemlerin işlem hızlarının sınırlı olduğu veya birbirine uymadığı
durumlarda mesaj trafiğindeki kayıp oranı daha da artacaktır. Bu bağlamda veri sıkıştırma teknolojileri,
basit bir anlatımla, aynı alfabedeki sadeleşme sürecinde ya da Mors alfabesi’ne özgü özel işaretlerde
olduğu gibi, sinyalin, onların yerine geçecek belirli sembollere dönüştürülmesi, kodlanarak yeniden
oluşturulmasıdır.

Fiber Optik Kablo Teknolojisi


Fiber optik teknolojisi yeni medyanın etkileşim özelliğinin etkin bir biçimde işlemesi açısından çok
uygun bir aktarım ortamı oluşturmaktadır. Fiber optik kablolar, görüntü ve sesin eşzamanlı olarak
devrede olmasının istendiği, görüntü ve sesin akışında atlamaları mümkün olan en alt düzeyde tutmak
gerektiği ve bunun için de yüksek veri akışına gereksinim duyulduğu iletişim biçimlerinde kullanılır.
Örneğin internet bağlantıları, görüntülü telefon gibi sistemlerde fiber optik kablolar karşılıklı etkileşime
ve aynı hat üzerinden her türlü veri ve mesaj alışverişine olanak tanımaları nedeniyle kullanılırlar. Fiber
optik kablolarda veriler- sinyaller önceki bakır tel kablolarda taşındığı gibi elektron parçacıkları olarak
değil, veri taşıma kapasitesi çok daha yüksek olan foton parçacıkları yani kızılötesi ışınlar halinde, ışık
hızında taşınmaktadırlar. Bunun yanı sıra fiber optik kablolar çok daha hafiftir, çok daha fazla sayıda veri
trafiğini kaldırabilecek kapasitededir. Öyle ki diğer kablolar üzerinen aktarılan sinyallerin 3-5 km.’de bir
güçlendirilmesi gerekirken, fiber optik kablolarda bu mesafe 20- 30 km’ye kadar çıkmaktadır. Sonuç
olarak bu özelliklerin hepsi fiber optik kablolarla oluşturulan ağların işletim ve bakım masraflarını büyük
oranda düşürmektedir (Törenli, 2005: 110).

İNTERNET
İnternet, basitçe bilgisayarlarla sunucuları birbirine bağlayan ağlar toplamına verilen isimdir. ABD’deki
Federal Ağ Konseyi’nin 1995’de yaptığı resmi tanıma göre ‘İnternet’ Internet Protokolünde (IP) ya da
sonraki uzantılarında yerleşik olan küresel bir özel adres aracılığıyla mantıksal bağa sahip küresel
enformasyon sistemidir. İnternet Aktarıcı Kontrol Protokolü/İnternet Protokolü (TCP/IP)nü kullanarak
iletişimi destekleme yeteneğine sahiptir. İnternet için yapılan bu teknik tanım bilgisayarların
bağlanmalarına izin veren küresel anlaşmalarla uygulamaya konan protokollerle veri gönderip
alabileceklerini öne sürer. Böylesi bir tanımlamada verilerin nasıl ve nereden geldiğine ilişkin bir
açıklama yoktur. Gazete, film ya da TV gibi eski medya mesajları merkezden çevreye göndermek üzere
tasarlanmışlardır. Burada ise sistem en başından enformasyonun dönüşümünü sağlamak üzere
tasarlanmıştır (Lister vd, 2009: 164).
İnternetin evlere kadar uzanmasını sağlayan yeni teknolojilerden birisi olan ADSL’le (Asymmetric
Digital Subscriber Line), kablolu ya da yüksek hızlı kablosuz bağlantılarla hızlanan, bütünüyle
sayısallaşmış telekomünikasyon altyapısı üzerinde, kalitesi ve taşıma kapasitesi artan katma değerli
(genel ağ taşıyıcılarından sağlanan) hizmetler kapsamında sayısal telefonun devrede olduğu sesli bilgi
verme hizmetlerini (900’lü hatlar), sesli mesaj hizmetlerini, kablo TV, internet, uydu telefonu, veri
aktarımı, arayan numaranın görüntülenmesi, telefonun yurtdışı aramalara kapatılması, çağrı yönlendirme,
rahatsız edilmeme ya da uyandırma hizmetleri sayılabilir (Törenli, 2005: 118).

179

 
Günümüzde geleneksel kitle iletişim araçlarının önüne geçen İnternet gündelik yaşamı ve kültürel
alanı hızlı bir biçimde dönüştürmektedir. Günümüzde gündelik yaşamın örgütlenmesinde İnternet
dolayımıyla gerçekleşen toplumsal etkileşim ağırlık kazanmaktadır. İnternet, yeni zamanların belki de en
etkili iletişim aygıtı olarak nitelendirilebilir. Çünkü internet teknik özellikleri sayesinde küresel ölçekte
çok kolay, hızlı ve kapsamlı bir yayılma gücüne sahiptir. Bundan dolayı da İnternet diğer kitle iletişim
teknolojileriyle birlikte küreselleşmeyle ortaya çıkan yeni egemen kültürel değerlerin taşıyıcısı ve
dağıtıcısı konumuna gelmiştir. Öyle ki internette gezerken karşımıza çıkan reklamlar, bütün internet
kullanıcılarını tüketici olarak algılamanın ötesinde onları metaya da dönüştürmekte ve ticarileşmenin
sadece bir ayağını oluşturmaktadır. Nitekim internet sitelerinin kaç kişinin siteye uğradığını gösteren
sayaçları aynı zamanda o siteye verilen reklamların bedelini de belirlemektedir. İnternet ya da yeni medya
ortamının kendini diğer medyalardan ayıran başlıca özellikleri, etkileşim ve izleme kapasitesi küresel
ekonominin hizmetindedir ve böylece kapitalizm Pazar erişiminde etkin ve derinleştirici yeni bir ortama
kavuşmuş olur. Dolayısıyla küresel ölçekte ve yerel düzlemlerde kapitalist pazar ekonomisi ile neoliberal
ideoloji ve kültürel değerlerinin oluşturulmasıyla toplumsal alanda belli bir hegemonyanın kurulmasında
yeni medyanın oynadığı rol ve işlev önemlidir (Güzel, 2007: 184).

22 Ekim 2010 tarihinde Wikileaks web sitesi 400.000 adet gizli evrağı
kamuya açtı. Son birkaç yıldan beri ara ara bu tür açıklamalar yapan site, bilginin ne
kadar korumasız bir emtia olduğunu gözler önüne sermiş oldu. Bu olay ABD ve pek çok
ülke için sıkıntılı bir deneyim olmuştur. Kirli işlerin ortaya çıkması elbette önemli, yararlı
ve hatta gereklidir. Bunların araştırılıp, ortaya çıkarılması herkesi ilgilendirir mi? Herkes
bu konuyla ilgilenebilir ve anlayabilir mi? Bir yaptırım uygulanmadığı sürece ortaya
çıkarılması yeterli mi? Görüldüğü gibi pek çok soru kaldıran bir mevzu. Ancak aşikar olan
bir şey var ki, bu burada kalmayacak. Bu bir trenddir. Artan şiddet devam edecektir. Yani
gelecekte bu site ve benzerleri tarafından daha çok ve daha sık bilgi sızıntıları olacak ve
mahrem ve gizli işler açığa çıkacak, çıkarılacak (Aksu vd, 2011: 71).

İnternet’in demokrasinin gelişmesinde oynadığı rolün olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu üzerine
sayısız tartışma vardır. İnternet’i demokrasiye katkısı anlamında olumlayan bu çalışmalardan bir kısmı,
İnternet ortamını, Atina demokrasi anlayışının doğrudan katılımcı modeline benzetmekte ve yurttaşların
tıpkı agoralardaki gibi siyasal sürece dolaysız katılabilme olanağına sahip olduğunu öne sürmektedir
(Göker, 2007: 205).
Önceki bütün iletişim teknolojilerinin zamanında yaptığı önemli toplumsal dönüşümler gibi
İnternet’in de böylesi bir dönüşüm için potansiyel gücü vardır. Ne var ki, bugün internet için söylenen
pek çok şeyin bir dönem radyo hatta çok daha gerilere giderek matbaa için söylendiğini hatırlayalım.
Bugüne kadar dünya üzerinde gerçekleşen pek çok teknolojik yeniliğe çok fazla güç ve önem atfedildiği
görülmüştür. Öyle ki, bir dönem ulusal kalkınma sorunlarının çözümünün büyük ölçüde radyo ve
televizyon yayınlarına bağlayan ülkeler de vardır. Sözgelimi; Hindistan bütün ulusal kalkınma
programlarında radyo/televizyona büyük önem vermiş ve geri kalmışlıktan kurtuluşun yolunun bu
araçlarla yapılacak eğitim programlarından geçtiği öngörüsüyle bu alana çok yatırım yapmıştır. Ancak bir
süre sonra bütün bu yeni teknolojilerin kendilerine atfedildiği kadar yetkin ve güçlü olmadıkları hatta yeni
ve başka bir takım sorunlara yol açtıkları anlaşılmıştır. Asıl önemlisi ise bu teknolojilerin nasıl ve hangi
amaçla kullanıldığıdır (Atabek, 2003: 60).

İnternet sansürünün olası yolları nelerdir ve bunlar ne kadar etkili


olabilirler, tartışınız.

İçinde bulunduğumuz çağda internet ve yeni bilgi ekonomisinin yükselişini memnuniyetle karşılayan
yazarlar da bu gücün yarattığı demokratikleşme potansiyelini vurgularlar. Fiske başta olmak üzere kimi
yazarlar yerel aktörlerin küresel medyayı kendi direniş amaçları için kullanabilecekleri görüşünü
tartışırlar. Castelles ve Tomlinson gibi kimi yazarlar ise yeni iletişim teknolojilerinin kültürü
ticarileştirdiğini ve kamusal iletişimin olduğu gibi insan hakları ve demokrasinin de bu nedenle
180

 
zedelendiğini belirtirler. Buna karşın bazı yazarlar ise günümüzde internet gibi yeni iletişim teknolojileri
ile birlikte gözetim ve denetimin çok daha belirgin hale geldiğini belirterek interneti, özgürlüklerin
kısıtlandığı bir alan olarak değerlendirmektedir.
Esas olarak Eski Asurlulardan itibaren imparatorlukların birçoğu kendi tebaası hakkında enformasyon
toplama ve depolamakla ilgilenmiştir. Çünkü iktidarın sürdürülmesi her dönemde yönetim amaçları için
gerekli olan enformasyonun toplanarak depolanmasını gerektirir. Peter Burke, Bilginin Toplumsal Tarihi,
isimli kitabında gözetim devleti fikrinin 1650’lerden itibaren belirgin hale geldiğini, hükümetler için
enfpormasyon birikiminin artması yönünde istatistiklerin ve tabloların yine bu dönemde ortaya çıktığını
belirtmektedir. Yeni teknolojiler üzerine yazan Daniel Bell gibi kuramcılar enformasyon toplumu
tartışmalarının “sanayi sonrası toplum” tartışmalarıyla beraber 1950’lerde başladığını belirtirler. Buna
göre sanayi dönemi bitmiş ve sanayi sonrası toplumda bilgi ve enformasyon sanayi toplumunun mal ve
üretiminin yerini almıştır. Bu dönemde uyduların, televizyonların, fiber optik kabloların ve mikroelektrik
bilgisayarın bir araya gelmesiyle dünya “birleşik bir bilgi ağı” biçiminde bir araya gelmiştir (Aydoğan,
2010: 6).

İnternetin gelişmesi kağıda basılı gazeteleri ortadan kaldırabilir mi?


Tartışınız.

Bütün bu gelişmelerle birlikte İnternet 20. yüzyılın sonunda ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki
nükleer başlıklı füzelerin kontrolünü sağlamak üzere, ABD Savunma Bakanlığı’nın kurduğu ARPA NET
isimli bir bilgisayar ağına dayanır. İnternet kullanımının yayılmasını sağlayan faktörlerin başında
internetin bireysel, grup ve çoklu iletişimi bir arada barındırması gelir. İkinci olarak İnternet yayıncılık
için düşük tamamlanmış maliyet ve düşük marjinal maliyet yaratmaktadır ve maliyeti az olan küresel
çoklu iletişime olanak sağlamaktadır. Ayroca internet düşük maliyetli küresel, metin temelli, kişiler arası
iletişime izin vermektedir. İnternetin belki de en önemli özelliği ise iletişimde sınır tanımazlığıdır.
İnternet bu özelliğiyle kendi coğrafyasını kendisi yaratmaktadır. İnternet kendi zamanını ve uzamını
yaratarak kendi yasalarını yürürlüğe koymuştur. Bunların en önemlilerinden biri sahip olmanın sembolik
olarak yaygınlaşmasıdır. Birbaşka deyişle İnternette diğer iletişim araçlarında olduğu üzere tek bir sahip
yoktur. Bilgisayarı olan her internet kullanıcısı bu yapılanmanın sahiplerinden biridir. Bu şekilde erk ve
tekel kavramları, internet evreni yasa ve kavramları içerisinde anlamsızlaşmış ve adeta dış dünyanın
gerçeklikleri olarak dışlanmıştır (Bulut, 2006: 22).
İnternet’in bir başka özelliği sansür edilememesidir. Her medya gibi İnternet de sansür edilebilir
elbette ama İnternet’i sansür edebilmek için İnternet kullanıcısını ortadan kaldırmanız gerekir. Ancak bir
bilgisayar açık, çalışır ve ağ olarak bir yere bağlıysa artık orada İnternet’in varlığından söz edilebilir ve
sansür etmek çok olanaklı değildir. Her ne kadar egemen grupların ya da egemen medyanın alternatif
içerikleri sınırlandırmaya yönelik girişimleri olsa da diğer iletişim teknolojileriyle kıyaslandığında
İnternet’in sansür eğilimine karşı son derece dirençli bir medya türü olduğu söylenebilir (Atabek, 2003:
60).
İnternet’in bir diğer özelliği ise birleşik bir medya olmasıdır. Bununla kastedilen İnternet’in bütün
iletişim ortamlarını kendinde barındırabilecek bir medya oluşudur. Bir başka deyişle İnternet, radyoyu,
gazeteyi, televizyonu ve diğer medya türlerinin hepsini tek bir medya olarak paketlemek, bir araya
getirmek yeteneğine sahip bir medyadır. İnternet’in bu yönü diğer medya sektörlerinde çalışanlar
açısından bir tehdit oluşturabilir. Ne var ki, esas olarak hiçbir yeni teknoloji geldiğinde genellikle
korkulan olmamış ve eski teknolojiler tamamen ortadan silinmemiştir. Ama bunu belirtmek İnternet’in
yeni bir medya dili yarattığını da görmezden gelmemizi sağlamıyor. İnternet’te aynı anda hem görüntü
izleyebiliyor hem ses dinlenebiliyor hem de metin sunulabiliyor.
İnternet’in bir başka özelliği ise hem senkron (eş anlı) hem de asenkron (başka anlı) bir medya olanağı
sunmasıdır. Radyo, televizyon gibi diğer iletişim teknolojileri birden fazla yayınlama olanağı sunsa da
erişim internet’e göre yine de kısıtlı olacak ve bir programı isteyen istediği anda izleyemeyecektir.
İnternet’teki iletişim ise dilerseniz eşanlı dilerseniz başka anlı biçimlerde izlenebilir. Dolayısıyla İnternet,

181

 
sunmak istediğiniz içeriği herhangi bir ortamda eş zamanda ve gerçek zamanda sunmaya olanak
sağlarken aynı zamanda o iletişimi izleyemeyen insanlara saklanmasına olanak veren bir teknolojidir.
İçeriğinizi bir sunucuya yerleştirdiğinizde isteyenler istedikleri zaman izleyebiliyorlar (Atabek, 2003: 62).
Özgürlük alanı olması açısından tüm dünyada geniş kitleler tarafından kullanılan internetin bir
kamusal alana dönüşüp dönüşmeyeceği üzerine geniş tartışmalar yapılmaktadır. Esas olarak internet ve
toplum arasındaki ilişki üzerine iki yaklaşımdan söz edilebilir. Bunlardan birincisi internetin ulusal
sınırları aşarak bütün dünyada bilgi akışını destekleyen küresel bir mecra oluşudur. İkincisi ise siber-uzay
alanında her zaman her yerde olan çevrimiçi reklamlar ve diğer görsel elemanları ile giderek ticarileşen
yüzüdür. Bir başka deyişle internet ya da iletişim teknolojileri yoluyla ortaya çıkan yeni iletişim biçimleri
ticari medyanın hedeflerini genişleten bir büyüme göstermiştir. Öyle ki, günümüzde reklamcılar ve
medya şirketleri ticari zaferlerini kurumsallaştırmada interneti ticari televizyonlara benzetmeye
çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu görüşe göre internetin de kamusal çıkarlara hizmet etmeye yarayacak
katılımcı bir alan yaratmasından çok şirketlerin tüketici merkezli bilgileri sunduğu bir yayıncılık
düzlemine dönüştüğünü söylemek mümkündür (Aydoğan, 2010: 13).

DİJİTAL OYUNLAR
Genellikle oyun, çocukluk dönemine özgü temel bir etkinlik olarak değerlendirilmiştir. Buna göre oyun,
çocuğun kurmaca bir evren içinde gerçek dünyaya hazırlandığı, çeşitli rolleri, toplumsal cinsiyeti ve onlar
arasındaki farklılıkları tanıdığı bir öğrenme alanı olarak tanımlanır. Zimmerman ise oyunu “daha katı bir
yapı içindeki özgür hareket alanı” olarak tanımlar. Dijital oyunların çoğunluğunun bir özelliği olan kurallı
oyun ise bir ya da daha çok oyuncunun davranışlarını sınırlayan kuralları izlediği, ölçülebilir bir sonuca
ulaşan yapay bir çatışmayı canlandırarak gerçekleştirdikleri gönüllü etkileşimsel bir etkinliktir.
Zimmerman’ın yaklaşımında gönüllülük, etkileşimsellik, davranışı sınırlandıran kurallar, yapaylık
(gerçek yaşamdan farklı olmak anlamında), çatışma içerir (Akbulut, 2009: 41).
İnsanın, insanlığın temel özelliklerinden biri olan oyunun elektronik alanlarda ortaya çıkması yirminci
yüzyılın ikinci yarısından sonrasına rastlar. İlk etkileşimli elektronik oyun 1962 yılında Steve Russel ve
arkadaşlarının MIT’de yapmış oldukları ‘Spacewar’ (Yıldız Savaşı) dır. Günümüzde milyonlarca
oyuncunun buluştuğu sanal ortamlar, üzerinde pek çok araştırmanın yapılmasını beklemektedir.
Türkiye’de Atari salonlarından İnternet kafelere uzanan süreçte dijital oyunlar, her zaman çocuk ve
gençlerin ilgisini çekmiş kişisel bilgisayarların yaygınlaşmasıyla birlikte günlük hayatın bir parçası haline
gelmiştir. Başlangıçta bilgisayara hevesi olan yetişkinlerin ve gençlerin oynadığı bilgisayar oyunları
1990’lardan itibaren bütün dünyada esas olarak çocukların günlük yaşamlarının bir parçası haline
gelmiştir.
Bilgisayar dolayımlı yeni iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle beraber ortaya çıkan dijital oyun
kültürü bu alandaki yazında edebiyat, roman, film gibi metinler olarak görülmüş ve anlatıbilim
kapsamında incelenmiştir. Anlatıbilimin en temel kavramı ise “anlatı”dır. Anlatı, bir başlangıcı, ortası ve
sonu olan, neden-sonuç zindiriyle kurulmuş olay ya da olayların, uzamsal ve zamansal bir biçimde
düzenlenmesi olarak tanımlanabilir. Bir başka deyişle bir olay yeniden sunulduğu, biri tarafından yeniden
aktarıldığı zaman bir anlatı olur. Oyun söz konusu olduğunda ilk akla gelen oyunun öyküsü olan bir anlatı
olup olmadığıdır. Bazı yazarlar oyunun da öyküsü olan bir anlatı olarak incelenebileceğini söylerken, son
dönem tartışmalar, anlatıbilimin verilerinin oyunu incelemede yetersiz kaldığını iddia eder (Akbulut,
2009: 47).
Oyun araştırmacısı Janet Murray oyunların, hatta tetris ve dama gibi daha soyut oyunların bile daima
öykü olduğunu söyler. Murray’a göre “yarışmak ve bulmaca” oyunla ve öykülerin iki ortak özelliğidir.
Postmodern dünyada bütün anlatılarımızın kurulduğunun farkında olduğumuzu belirten Murray
bilgisayarın öykülerimizi anlatacak yeni bir ortam sunduğunu belirtir. Murray ayrıca yeni öykü anlatma
türlerinin önemli görünümlerinden birinin yeniden oynama (reply) olduğunu belirtir. Ona göre yeniden
oynama bilgisayar temelli oynamanın en haz verici ve önemli özelliklerinden biridir (Akbulut, 2009: 67).
Esas olarak oyun ister geleneksel ister dijital olsun, insanın hayatı anlamlandırdığı bir özgür zaman
etkinliğidir. Günümüzde sokakta oynanan oyunların türünde büyük bir azalma olduğu, geleneksel oyunlar
182

 
giderek ortadan kalkmış ve yerini bireylerin kapalı alanlarda oynadığı dijital oyunlar almıştır. Dijital
oyunların yaygınlığı, çeşitliliği, çocuk ve yetişkin arasındaki ayrımları da belirsizleştirmiş ve böylelikle
de farklı bir insan ve toplum kavrayışı dolaşıma girmiştir. Dijital oyunlarda oyuncu, imgelemin yaratıcı
gücüyle rakipleriyle savaşarak, engelleri aşarak yaratılan sanal evrende başasrılı olmaya çalışır. Yeni
gelişmelerden biri bilgisayar oyunlarının başlı başına sanat olarak değerlendirilmesidir. Ancak dijital
oyunların sanat ürünü olmaları, onların kapitalist tüketim kültürünün bir ürünü olduğu gerçeğiyle de
çelişmez. Dolayısıyla başlangıçta çocuk çocuğa ait kültürle birlikte düşünülen oyun, günümüzx kapitalist
üretim ve tüketim koşullarında bir serbest zaman etkinliği olarak görülmekltedir. Serbest zamanı kar
amacıyla kullanan kapitalist piyasa, bu çerçevede tüketimciliği artırmak için, açtığı oyun /eğlence
merkezleriyle, piyasaya sürdüğü oyun ve oyuncaklarla oyunu da alınıp satılabilen bir metaya
dönüştürmüştür. Böylelikle oyun başlangıçta bir serbest zaman etkinliği iken tüketim kültürüne
eklemlenmiştir (Akbulut, 2009: 77).

KÜRESEL DÜNYADA YENİ MEDYA: OLANAKLAR VE


SORUNLAR
İletişim araçları 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’ne koşut olarak büyük bir gelişim göstermiştir. Bu gelişim
özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra kapitalist sistemin kendini var etme koşullarını yaratması ve
sistemin yapısal krizlerinin atlatılması açısından önemli bir rol üstlenmiştir. Yeni medyanın toplumsal
yaşamımızın her alanına yayılma hızı ve genişliği göz önünde bulundurulursa bu rolün kilit bir önemi
olduğu söylenebilir. Bilgi toplumu, bilgi ekonomisi gibi söylemlerle ifade edilen dönemin belirgin
özelliği yeni medyanın uzun süreli hazırlık dönemlerinin geçtiği laboratuar ortamından ya da yalnızca
askeri kullanımla sınırlı kalmaktan çıktığı, günlük yaşam pratiğine girdiği dönemdir. Enformasyonun
toplanması, işlenmesi ve dağıtımı süreçlerinde devreye giren yeni medya teknolojilerinin ortaya çıkardığı
dönem, aynı zamanda “düzenlenmiş ve iletilmiş çok sayıda veri” anlamında enformasyonun üretimi ve
dağıtımı ile ilgili etkinliklerin sayısal veriler halinde dökümünün yapılabileceği, bir başka deyişle
sayısallaştırılabileceği bir dönemdir.
Günümüzde yaşanan bu dönüşümle içi içe geçmiş bir değişim de serbest piyasa ekonomisinin tüm
dünyada kutsanmasıyla beraber serbest dış ticaret ve serbest sermaye hareketlerinin de alabildiğine
gelişmesidir. Haberleşmede yaşanan gelişmeler sermayenin akışkan bir biçimde bir yerden diğerine
aktarılmasını kolaylaştırmıştır. Günümüzde milyonlarca dolarlık fonlar saniyeden daha az bir sürede bir
yerden diğerine akabilmektedir. Bütün bu dönüşümle beraber kitlelere ve çıkar gruplarına yönelik siyaset
anlayışı da dönüşüme uğramıştır. Yerli işletmelerin çıkarları uluslararası şirketlerin çıkarlarının
egemenliği altına girmekle kalmamış aynı zamanda küçük ve orta işletmeler de hem hammadde hem de
yedek parça ve temel tüketim maddeleri, deniz aşırı emek gücü ve yatırımcı sermayenin kayıt dışı
kaynakları için dış piyasalara, dış kaynaklara ihtiyaç duymaya başlamışlardır. İnsanlar artık uluslararası
ekonomik koşulların faizler, tüketici fiyatları, değişen emek piyasaları üzerindeki etkilerinin farkında
olarak yeni talepler ve oy verme eğilimleri içine girmiştir. Esas olarak, bugüne kadar siyasi kararlar
üzerinde etkili olabilen baskı grupları, sendikalar, üretici gruplar vb, çok daha geniş tabanlı ve çok daha
yaygın bir tüketici çıkarları tarafından etkisiz hale getirilmişlerdir. Artık tüketiciler ekonomik
küreselleşme ve siyasi liberalleşmenin en önemli etmenlerini oluşturmaya başlamıştır (Cerny, 2009: 25).
Küreselleşmenin hız kazanması ve kapitalizmin buna paralel olarak yeniden yapılanması sürecinde
yeni iletişim teknolojileri ekonomik, siyasal ve kültürel alanların dönüşmesinde birtakım önemli etkilerde
bulunmuştur. Özellikle İnternet’in hem yeni bir kültürel mekân, özgürlük alanı hem de ekonomik bir
pazar olarak ortaya çıkması, birtakım yeni küresel değerlerin, kültürel biçemlerin, kimliklerin,
alışkanlıkların hızlı bir şekilde dolaşıma girmesine olanak sağladı. Bir başka deyişle internet küresel
sistemin kültürel mecrası halini almıştır. Sınırları aşma konusunda son derece başarılı olan internet,
kültürel alanı da hızlı bir biçimde küreselleştirmeyi başarmıştır. İnternet’in kültürel alanda oynadığı bu
rol, bir yandan yeni toplumsal ve bireysel ilişki biçimlerinin, yeni kimliklerin, yeni kültürel biçemlerin
oluşmasını olanaklı kılarken bir yandan da küresel ölçekte öne çıkmış ve aynı zamanda homojenleşmiş
bir küresel kültürün inşasına yol açmıştır (Güzel, 2007: 177).

183

 
Yerinden yönetim, internet demokrasisi, ulus devletin sonu gibi söylemlerin egemen olduğu yakın
dönemde de yeni medya ile bağlantılı sanal âlem, enformasyon otobanları gibi çok da açık olmayan
kavramlar sıkça kullanılmaktadır. Bu dönemde artık “bilişim” ya da Bilgi Toplumu Teknolojileri’nin
araştırma nesnesi yapılabileceği yeni bir döneme girilmiştir. Bu söylemlerde enformasyonun kilit
önemdeki rolünün esas öğesi, enformasyonun bir mal ya da ürün olmakla birlikte onun ‘dokunulabilir’
diğer kapitalist mallara göre farkıdır: Enformasyon paylaşıldıkça çoğalır. Bol, ucuz, kullanıldıkça çoğalan
bu yeni girdi sayılan enformasyon ile kapitalizme özgü iktidar ilişkileri aşılmış ve sermayenin yerini
enformasyon almıştır.
Ne var ki, enformasyon toplumu gibi söylemlerde bilginin her isteyenin, istediği zaman kolayca
ulaşabileceği bo bir kaynak olduğunu sürekli dile getiren düşünceler, günümüz dünyasının eşitsiz
koşullarını, ülkeler arasındaki ekonomik ve teknik düzey farklılıklarını dikkate almayan ‘hayalci’ akıl
yürütmelerden öteye geçememektedir. Gerek ülkeler gerekse o ülkede yaşayan yurttaşlar ve toplumsal
gruplar arasındaki eşitsizlilerin (özellikle de gelir dağılımı ve bilgiya erişme bakımından yaşanan
eşitsizliklerin) altında, kullanım ve mülkiyet hakları konusunda parası olanların öncelikli olacaklarını
sabitleyen “piyasa” matığı yer almaktadır. Bu mantığın sorgulanmaksızın kabulü ise, halkının büyük bir
çoğunluğu yoksul olan, gelir dağılımının son derece bozuk olduğu, nüfusunun yüzde 12’sinin okuma
yazma bilmediği, ancak yüzde 9’unun internet kullanıcısı olduğu ve bunların da toplumun iyi eğitimli ve
iyi kazanan kesimlerini oluşturduğu Türkiye gibi toplumlarda, yeni ‘yoksullar-yoksun bırakılanlar’
yaratacağını bilmek gerekir. Enformasyon toplumu olarak adalndırılan bu yeni toplumsal düzen de artık
ilk ortaya atıldığı halinden farklı bir biçimde tanımlanmakta; yeni medyanın toplumsal kalkınmanın
araçları olarak devreye sokulduğu “bilgi tabanlı ekonomi”nin işlerlik kazandığı toplumlar başlığı altında
ülkeler arasında yeni bir ikilik üretilmektedir: Bilgi toplumu olanlar ile bilgi toplumu olamayanlar
(Törenli, 2005: 221).
Küreselleşmiş ekonominin kendisini sürekli yenileyebilmesi için gerekli olan tüketim olgusu, tüketim
kültürünü ve onun zihinsel örüntülerini beslemektedir. Tüketim kültürünün temel işlevi küresel
ekonomiye ve onun akışına hizmet etmektir. Kitle iletişim araçlarına yerel, ulusal ve küresel düzeyde her
an ulaşılabilmesi için haber ve imge akışlarını yoğunlaştırmış, ülke sınırları, iletişim ağlarında taşınan
görüntü ve imgeler için belirleyici bir sınır olmaktan çıkmıştır (Güzel, 2007: 183).
Öyle ki; nesnelleşen, ölçülebilir hale gelen, bir başka deyişle toplumsal bağlamından koparılıp alınan
enformasyon, emeğin yerini alabilecek, böylelikle de bütün iktidar ilişkilerinin bittiği yanılsamasını
besleyecek hale gelmiştir. Öte yandan sermayenin yerini alan enformasyon metaforu nicel verilerle
kanıtlanan yeni modelde bu yeni kaynakla yani enformasyonla gelişmenin mümkün olduğu yanılsamasını
beslemektedir (Törenli, 2005: 10).

Yeni medya üzerine yapılan çalışmalar nelerdir, açıklayınız.

Yücesan- Özdemir’e (2008: 17) göre 1960’lar ve 1970’ler sonrası, iletişim teknolojileri, yeni
toplumsal yapıya iki kanaldan dâhil olur. İletişim ve enformasyon, dijital uydu ve iletişim teknolojilerinde
meydana gelen olağanüstü gelişmelerle birlikte kapitalist toplumsal yapılarda oldukça geniş ve önemli bir
rol oynamaya başlamıştır. İkinci olarak, e- paradigma olgusunu hazırlayan telekomünikasyon pazarı hızla
küreselleşmektedir. Dolayısıyla, yeni iletişim teknolojilerinin, kapitalist toplumu içinde bulunduğu
krizden çıkaracak ve toplumsal yaşamın her alanını kökten dönüştürecek bir doğaya sahip olduğu iddiası
oldukça sorgulanabilir bir paradigma haline dönüşmüştür
Merkezine iletişim teknolojilerini alan bu paradigma, toplumsal gerçekliğin paylaşılan ortak terimlerle
algılanması ve anlaşılması için kavramsal bir çerçeve sunmaktadır. Bu paradigma, kendisini
“enformasyon toplumu”, ya da “bilgi toplumu” olarak adlandırmaktadır. “Bilgi” kavramının
“enformasyon” sözü yerine kullanımı oldukça kritiktir. Zira bilgi, enformasyon ya da verinin işlemden
geçirilmiş halidir. Bu anlamda bilgi enformasyon ya da veriye göre daha ileri bir bilinç düzeyini işaret
etmektedir. Bu paradigmanın “bilgi toplumu” olarak adlandırılmasındaki tercih ise, toplumu tüm
bireyleriyle, elde ettikleri enformasyonu işleyen, işlemden geçiren ve daha ileri bilinç düzeyine ulaşan bir
yapıda görmesi veya görmek istemesiyle ilişkilidir (Yücesan- Özdemir, 2008: 18).

184

 
Son dönemde egemen olan paradigma, toplumsal yaşamın ekonomik yapısına dair analizlerinde,
“üretim faktörü”, “işçi” ve “ekonomik sektörler” gibi kavramları baş aşağı ederek yeniden
yapılandırmaktadır. Paradigma, ekonomik yapıdaki dönüşümü açıklarken, yeni bir “rönesans” çağının
başladığı ve ekonomide temel yasaların kökten dönüştüğü iddiasını da taşımaktadır. Öncelikle bilgi, bir
üretim faktörü olarak ekonomik yapıyı bütünüyle dönüştürmüştür. Bilginin nesnel bir varlık haline
gelmesiyle alınıp- satılabilecek bir mal –ürün olabileceği ve toprak, emek, sermaye, girişim gibi üretim
faktörleri arasında yerini alabileceği iddia edilmektedir (Törenli, 2005).
Yerinden yönetim, internet demokrasisi, ulus devletin sonu gibi söylemlerin egemen olduğu yakın
dönemde de yeni medya ile bağlantılı sanal âlem, enformasyon otobanları gibi çok da açık olmayan
kavramlar sıkça kullanılmaktadır. Bu dönemde artık “bilişim” ya da Bilgi Toplumu Teknolojileri’nin
araştırma nesnesi yapılabileceği yeni bir döneme girilmiştir. Bu söylemlerde enformasyonun kilit
önemdeki rolünün esas öğesi, enformasyonun bir mal ya da ürün olmakla birlikte onun ‘dokunulabilir’
diğer kapitalist mallara göre farkıdır: Enformasyon paylaşıldıkça çoğalır. Bol, ucuz, kullanıldıkça çoğalan
bu yeni girdi sayılan enformasyon ile kapitalizme özgü iktidar ilişkileri aşılmış ve sermayenin yerini
enformasyon almıştır. Öyle ki; nesnelleşen, ölçülebilir hale gelen, bir başka deyişle toplumsal
bağlamından koparılıp alınan enformasyon, emeğin yerini alabilecek, böylelikle de bütün iktidar
ilişkilerinin bittiği yanılsamasını besleyecek hale gelmiştir. Öte yandan sermayenin yerini alan
enformasyon metaforu nicel verilerle kanıtlanan yeni modelde bu yeni kaynakla yani enformasyonla
gelişmenin mümkün olduğu yanılsamasını beslemektedir (Törenli, 2005: 10).
20. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren çokuluslu ve dev ekonomik
kuruluşlar olağanüstü büyüme göstermişlerdir. Küresel özel girişimin piyasa ekonomisinin gerekleri
doğrultusunda dev boyutlarda gelişmesi, bu kuruluşların faaliyet alanlarıyla bağlantılı olarak ürettikleri ya
da gereksinim duydukları malların ve hizmetlerin yeni iletişim kanallarıyla akışkanlık kazanması
yaşamakta olduğumuz 20. yüzyıl kapitalizminin işleyişine temel oluşturan yapılanma örneklerindendir.
İşbirliği ve daha sonra birleşmeler yoluyla giderek güçlenen çokuluslu şirketler merkez ülkelerde
özelleştirme öncesinde telekomünikasyon alanında tekel konumundaydılar. Sonrasında çok uluslu
şirketler özelleştirme ve kurallardan arındırma politikalarının çevre ülkelere ihracı yoluyla, bu ülkelere de
birer telekomünikasyon işletmecisi olarak ve aynı zamanda kullanıma hazır bir iletişim altyapısı bularak
girmişlerdir (Törenli, 2005: 12).
Bu dönemi adlandırmaya yönelik “iletişim çağı”, “küresel çağ”, “ağ toplumu”, “sayısal kapitalizm”,
“enformasyon/bilgi toplumu”, “sanayi sonrası toplum”, “denetim toplumu” vb. kavramlar, hem bu
alandaki temel aktörün kimliğine (çokuluslu şirketler) hem de bu aktörün ekonomik-politik
faaliyetlerinde kullandığı bilişim teknolojileri veya yeni medya gibi temel araçlara açıklık
kazandırmaktadır. Bir başka çarpıcı gelişme de son dönemde bilişim teknolojileri ve uydu yayıncılığı,
bilgisayar teknolojisi, sayısal televizyon, fiber optik teknolojisi, sayısal ağlar ya da internet gibi yeni
medya alanındaki gelişmelerin hizmetler alanında yaşanan üretim- tüketim patlamasında önemli bir payı
olduğudur (Törenli, 2005: 13).

Yeni medya konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek için Nurcan


Törenli’nin Bilim ve Sanat Yayınları’ndan çıkan Bilişim Teknolojileri Temelinde Haber
Medyasının Yeniden Biçimlenişi: Yeni Medya Yeni İletişim Ortamı kitabına
başvurabilirsiniz.

Sanayileşmiş bir toplum içinde birey, içinde yaşadığı toplum tarafından alınan başlıca kararların
çoğundan uzak, “habersiz” kalmakta, bunlar üzerinde etkili olamamaktadır. Kamusal tartışma, karar alma
süreçlerine katılma ve karşılıklı düşünce alışverişi süreçlerinden yalıtılmış bulunmaktadır. İletişim
alanında gerçekleştirilen ve tek tek bireylerden çok kolektif bir bilimsel çabanın ürünü olan bu
yeniliklerin şekillendirilip laboratuarlardan piyasaya taşınmasıyla görünür hale gelen “yararlarında”
bireylerden çok çokuluslu şirketlerin, bir başka deyişle bu yararı talep edenlerin beklentileri büyük ölçüde
belirleyici olmuştur. Basılı sözcükten elektronik sözcüğe geçiş bağlamında, gerek telefonun ve radyonun
sunduğu sesli iletişim olanağı, gerekse televizyonun sunduğu görsel iletişim olanağı belirli fiziki bir
varlığa sahip olmayan iletişim anlamında sanayi kapitalizminin yabancılaşmış tüketim ve üretim
ilişkilerine yerleşmiştir. Dolayısıyla iletişim alanında gerçekleştirilen ve tek tek bireylerden çok çokuluslu
185

 
şirketlerin bir başka deyişle bu yararı talep edelerin beklentileri büyük ölçüde belirleyici olmuştur. Basılı
sözcükten elektronik olarak üretilmiş sözcüğe geçiş bağlamında, gerek telefonun ve radyonun sunduğu
sesli iletişim ortamı gerekse televizyonun sunduğu görsel iletişim olanağı belirli, fiziki bir varlığa sahip
olmayan iletişim anlamında sanayi kapitalizminin yabancılaşmış üretim ve tüketim ilişkilerine
yerleşmiştir (Törenli, 2005: 85).

TÜRKİYE’DE YENİ İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ


İnternet’in Türkiye’ye girişi ve yaygın bir biçimde kullanılmaya başladığı yıllar sermayenin
uluslararasılaştığı bir başka deyişle kapitalizmin küresel olarak yeniden yapılandığı 1980’lere denk düşer.
1980’li yıllarda Türkiye’de küresel kapitalizme eklemlenme süreci içinde neoliberal politikalar
uygulamaya konulmuş, ekonomik, kültürel ve siyasal alanda önemli değişimler yaşanmaya başlanmıştır.
Serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte tüketimin ön plana çıktığı kültürel bir ortama da geçiş
yapılmıştır. 24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte serbest piyasa ekonomisine geçiş, devlet müdahalesinin
sınırlandırılması ve kamuya ait işletmelerin özelleştirilmesi ve piyasaya açılması gibi yapısal dönüşümler
gerçekleşmiştir. İzleyen yılarda sermaye akışının serbestleşmesi ve ulusaşırı sermaye akışını teşvik eden
düzenlemelerle birlikte Türkiye'de neoliberalleşme süreci daha da hızlanmıştır. 12 Eylül sonrasının
insanı, siyasal alanda etkin yurttaş olmaktan kopartan siyasal koşullar nedeniyle kendini, tüketmekle
biçimlenen yeni kimliklere hapsetmiş, toplumsal ve bireysel varoluşunu bu temel üzerinden
biçimlendirmeye başlamıştır. Öyle ki, 1980 sonrası gençliği toplumsal yaşamındaki sıkışmışlığı,
yalnızlığı, durağanlığı, sanal evrenin sınırsız görünen dünyasında gidermeye başladı. Gençlik, eğlenmeye,
arkadaşlık kurmaya, alışveriş yapmaya, tüketmeye ve özgürce hareket etmeye başladığını düşündüğü bu
mecrada aynı zamanda küresel sistemin kültürel mantığının pazarlanması sürecine de eklemlenmeye
başladı (Güzel, 2007: 178).
1980’ler boyunca uygulanan politikalar ve özellikle de Özal’ın ekonomi alanındaki projeleri
medyanın mülkiyet yapısının yeniden inşasına yol açtı. 1980 sonrası kamusal alanın hem bireysel hak ve
özgürlükler hem de ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler açısından daraltılmaya başlandığı bir sürece
girilmiştir. 1980’lerde iş başına gelen İngiltere’de Margaret Theacher ve Amerika’da Ronald Reagan
yönetimleri 1970’lerden bu yana süre giden durgunluğun nedenini kamu harcamalarının fazlalığında
görerek kamusal mal ve hizmetlerin hızla özelleştirilmesi gerektiğini vurguladılar ve bu yönde çalışmaya
başladılar.
Neoliberalizm ile neomuhafazakârlığı eklemleyen yeni sağın söylemi, neoliberallerin sınırlı devlet,
pazar ekonomisi, ekonomik verimlilik, birey özgürlüğü gibi talepleriyle, neomuhafazakarların otorite ve
geleneklere dayalı kanun ve düzen arayışının özgün bir biçimde birbirine eklemlenmesi ile oluşan
karmaşık bir nitelik taşıyordu. Yeni sağ söylem refah devletini hem sosyal adalet adına ekonomiye
müdahale ettiği için verimsizliğe yol açan, hem de ütopik bir eşitlikçilik uğruna toplumda
karşılayamayacağı kadar çok beklenti yaratarak asi hareketlere zemin hazırlayan bir tür sapkınlık olarak
nitelendirir. Çözüm ise ekonomik olarak küçülmüş, siyasi olarak güçlenmiş bir devlet yapısının
kurulmasında aranır. Devlet, klasik liberalizmde öngörüldüğü gibi küçülmeli, toplumu serbest piyasa
ekonomisinin dinamiklerine bırakmalıdır.
Bu döneme özgü uygulanan politikalar, üretim- tüketim ve aşırı kara dayalı holdingleşmeler medyayı
da içine alarak genişledi. 1990’lı yıllarda giderek genişleyen şirket kültürünün etkilediği medya sektörüne
bu kültürün öngördüğü ilkeler egemen olmaya başladı. Bu dönemde birçok faktörün etkisiyle ekonomik
ve politik sıkıntıların yoğunlaştığı ve yeni bir bireycilik anlayışına denk düşen yeni sağ ideoloji ortaya
çıkmış ve hegemonyasını topluma dayatmıştır. O dönemden bu yana Türkiye medyasının söylemini ve
kurduğu evrenin kalıplarını belirleyen faktörlerden öne çıkanlar: modernleşme, küreselleşme, yeni
muhafazakârlık ve sağ düşüncedir.
Kapalı ekonomiden tüketim ve serbest piyasanın öne çıktığı ekonomi anlayışına geçişle birlikte artan
satış ve pazarlama faaliyetleri reklam sektörünü yeni arayışlara itmiştir. Tüketimi artırmak için arayışlara
girilirken 1980’lere kadar “basın” olarak bilinen yapı gelişen ve serbestleşen ekonomiyle beraber
“medya” haline dönüştü. Yeni reklam alanlarının ortaya çıkarılması, gazetelerin sayısının artması, devlet
tekelinde olan radyo ve televizyon yayıncılığının özel sektöre açılışı medyanın yeni yüzünü de
biçimlendiren bir işlev gördü. Bu yeni anlayışın özellikle seçtiği hedef kitlesi ise kadınlar ve gençlerdir
(Yağlı, 2006: 17).
186

 
Türkiye’de bir yandan e-ticaretin hız kazanması, diğer yandan e-devlet çalışmaları günümüzün temel
tartışmaları olarak gündemdeki yerini almıştır. Türkiye’de, alt yapı tamamlama süreci devam eden e-
dönüşüm çalışmalarının büyük bir kısmı hayata yeni geçirilmiş ve bir kısmı da gerçekleşme aşamasında
olduğundan yeni iletişim teknolojilerinin etkilerini etkilerini rakamsal ifadelerle açıklamak mümkün
olamamaktadır. Türkiye’de internet kısa bir geçmişe rağmen gerekli olan teknolojik altyapının sürekli
gelişmesiyle büyük bir hızla yaygınlaşmaktadır. Türkiye’deki elektronik ticaret uygulamaları 2000 yılına
kadar işletmeden son kullanıcılara satış biçimiyle gerçekleşmekteydi. 2000 yılı itibariyle dünyada
elektronik ticaretin büyük bir kısmını oluşturan işletmeden işletmeye satış, Türkiye’de de büyük
firmalardan başlamak üzere birçok şirketin tedarikçileri ve bayileri arasındaki işlemlerin internete
taşınmasıyla işletmeler arası elektronik ticaret artmıştır. İşletmeden işletmeye satış modelinin ilk
örneklerinden biri, Arçelik’in bayilerinden siparişleri internet yoluyla almasıdır (Barışık &Yirmibeşcik,
2006: 46, 47).

https://www.turkiye.gov.tr/ adresinden ulaşılabilecek olan e-


Devlet Kapısı (www.türkiye.gov.tr), tüm kamu hizmetlerine tek bir noktadan erişim
olanağı sağlayan büyük bir internet sitesidir.

Türkiye’de 1983 yılında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) oluşturularak, Türk Bilim ve
Teknoloji Politikası 1983–2003 ve daha sonra 1993–2003 belgeleri hazırlanmıştır. TÜBİTAK’ın işlevleri
genişletilmiş, başkanlığını başbakanın yapmaya başladığı Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu
etkinleştirilmiş, Patent Yasası 1995 yılında yenilenmiş, 1996 yılında Rekabet Kurulu oluşturulmuş ve
Fikri Mülkiyet Hakları Kanunu çıkarılmıştır. 2003–2005 yılları arasında ise dünyadaki gelişmelere paralel
olarak Türkiye'de de bilgi ve iletişim teknolojileri bilinci ve kullanımı giderek yaygınlaşmaya başlamıştır.
AB'nin gelecek 10 yılda dünyanın en rekabetçi, dinamik ve bilgi tabanlı ekonomisi haline gelmesini
hedefleyen Lizbon Stratejisi ve bu Stratejiyi hayata geçirmek amacıyla geliştirilen e-Avrupa Girişimi ve
Eylem Planına paralel olarak Türkiye, e-Avrupa adı altında aday ülkeleri de kapsayacak şekilde
genişletilen girişime 2001 yılında taraf olmuştur. e-Avrupa 2002 Eylem Planını başarıyla uygulayan AB,
bu girişimi yeni hedeflerle 2005 yılına taşımıştır. Türkiye, e-Avrupa 2005'e de taraf olmuştur. Türkiye’de
bilgi toplumuna geçiş sürecinin hızlandırılması ve koordinasyonu amacıyla, Acil Eylem Planında e-
Dönüşüm Türkiye Projesi’ne yer verilmiştir. Projenin yürütülmesiyle görevlendirilen DPT
Müsteşarlığı’nda bu amaçla Bilgi Toplumu Dairesi kurulması bilgi ve teknoloji politikaları alanında
atılan adımların son ayağını oluşturmuştur. 2003/12 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile Projenin amaçları ve
uygulama esasları belirlenmiştir. e-Dönüşüm Türkiye Projesinin başlıca hedefi, Türkiye’nin bilgi
toplumuna geçiş sürecinin hızlandırılması, daha kaliteli ve hızlı kamu hizmeti sunabilmek amacıyla;
katılımcı, şeffaf, etkin ve basit iş süreçlerine sahip bir devlet yapısının oluşturulmasıdır (Resmi Gazete,
28.10.2003:202) Türkiye’de elektronik ticaret yasal altyapısını oluşturmak amacıyla ilk olarak “İnternet
Üst Kurulu” ile “Elektronik Ticaret Koordinasyon Kurulu” oluşturulmuştur. MEBSİS Projesi (Milli
Eğitim Bakanlığı Bütünleşik Yönetim Sistemi), çalışmalarına 1987 yılında başlanmıştır. Milli Eğitim
Bakanlığı’nın tüm bakanlık birimleri, il ve ilçe eğitim müdürlükleri ile okulların birbirlerine bağlanacağı
bu projede, bakanlığın tüm bilgi akışının bu yolla sağlanması, internet ve bilgisayar kullanımının
okullarda yaygınlaştırılması amaçlanmıştır. Genellikle e-devlet kapsamında değerlendirilebilecek olan bu
çalışmalar 2002 yılı itibariyle e-Dönüşüm Projesi çerçevesinde daha yoğun ele alınmış ve yeni alt kurum
ve kurumlar oluşturmak yerine tüm kamu kurum ve kuruluşlarına görevler verilerek aralarındaki bilgi
akışı hızlandırılmıştır (Barışcık ve Yirmibeşçik, 2006: 48).
Türkiye’de e-ticaret küresel rekabet düzeyine henüz ulaşamamasına rağmen, etkinliklerin ve
uygulamaların son yıllarda hızla artmakta olduğu gözlenmektedir. Türkiye’de e-ticaretin işletmeler
arasında olan biçiminde en iyi bilinen ve en yaygın uygulama örneği EFT'dir. EFT’ye geçiş ile birlikte
sistemin geliştirilmesi çalışmaları da paralel olarak yürütülmüş ve EFT II projesi adı altında, elektronik
menkul kıymetlerin sisteme entegrasyonu için çalışmalar yapılmıştır. Bu sistem, 1999 yılının ikinci
yarısında hizmete açılmıştır (Barışık &Yirmibeşcik, 2006).

187

 
Özet

Yeni medya, bir bölümü bilgi işlem denilen internet ya da iletişim teknolojileri yoluyla ortaya
bilgisayarlara özgü işlemleri ve bir bölümü ise çıkan yeni iletişim biçimleri ticari medyanın
haberleşme- telekomünikasyon ve yayıncılık vb. hedeflerini genişleten bir büyüme göstermiştir.
iletişim araçlarına özgü yapıları barındıran iki
Günümüzde milyonlarca oyuncunun buluştuğu
yönlü bir medyadır. Bir başka deyişle yeni medya
sanal ortamlar, üzerinde pek çok araştırmanın
kavramı, iletişim araçlarının daha çok günümüze
yapılmasını beklemektedir. Türkiye’de Atari
ve sürekli yenilenme süreci anlamında geleceğe
salonlarından İnternet kafelere uzanan süreçte
özgü olanlarını nitelendirmek için
dijital oyunlar, her zaman çocuk ve gençlerin
kullanılmaktadır. Yeni medya, süreklilik
ilgisini çekmiş kişisel bilgisayarların
kazanmış teknolojik dönüşüm sürecinin
yaygınlaşmasıyla birlikte günlük hayatın bir
birbirleriyle ilişkili yeniliklerinin laboratuar
parçası haline gelmiştir. Başlangıçta bilgisayara
ortamından çıkartılıp pazara ya da tüketime
hevesi olan yetişkinlerin ve gençlerin oynadığı
sunulmuş; haberleşme etkinliğinin sosyo-
bilgisayar oyunları 1990’lardan itibaren bütün
ekonomik değerine koşut olarak günlük yaşamın
dünyada esas olarak çocukların günlük
ayrılmaz birer parçası olarak tanımlanabilir. Yeni
yaşamlarının bir parçası haline gelmiştir.
iletişim teknolojileri, sahip olduğu hız,
erişilebilirlik ve ucuzluk gibi özelliklerle Yeni medyanın toplumsal yaşamımızın her
toplumsal yaşamın kurucu unsurlarında önemli alanına yayılma hızı ve genişliği göz önünde
dönüşümler yaratma potansiyeline sahiptir. bulundurulursa bu rolün kilit bir önemi olduğu
İletişim teknolojilerinin üç önemli özelliğinden söylenebilir. Bilgi toplumu, bilgi ekonomisi gibi
söz edilebilir: Karşılıklı etkileşim, söylemlerle ifade edilen dönemin belirgin özelliği
kitlesizleştirme ve eşzamansızlık. yeni medyanın uzun süreli hazırlık dönemlerinin
geçtiği laboratuar ortamından ya da yalnızca
Teknolojide ve buna bağlı olarak iletişim
askeri kullanımla sınırlı kalmaktan çıktığı, günlük
teknolojisinde ortaya çıkan beş önemli
yaşam pratiğine girdiği dönemdir.
gelişmenin yeni medyanın da teknolojik temelini
Enformasyonun toplanması, işlenmesi ve
oluşturduğu söylenebilir. Bu gelişmeler; sayısal
dağıtımı süreçlerinde devreye giren yeni medya
(dijital) teknoloji ya da sayısallaşma, bilgi-işlem
teknolojilerinin ortaya çıkardığı dönem, aynı
(mikro işlemciler), uydu, veri sıkıştırma- saklama
zamanda “düzenlenmiş ve iletilmiş çok sayıda
ve fiber optik kablo teknolojileridir.
veri” anlamında enformasyonun üretimi ve
İnternet, basitçe bilgisayarlarla sunucuları dağıtımı ile ilgili etkinliklerin sayısal veriler
birbirine bağlayan ağlar toplamına verilen halinde dökümünün yapılabileceği, bir başka
isimdir. ABD’deki Federal Ağ Konseyi’nin deyişle sayısallaştırılabileceği bir dönemdir.
1995’de yaptığı resmi tanıma göre ‘İnternet’
İnternet’in Türkiye’ye girişi ve yaygın bir
Internet Protokolünde (IP) ya da sonraki
biçimde kullanılmaya başladığı yıllar sermayenin
uzantılarında yerleşik olan küresel bir özel adres
uluslararasılaştığı bir başka deyişle kapitalizmin
aracılığıyla mantıksal bağa sahip küresel
küresel olarak yeniden yapılandığı 1980’lere
enformasyon sistemidir. İnternet Aktarıcı Kontrol
denk düşer. 12 Eylül sonrasının insanı, siyasal
Protokolü/İnternet Protokolü (TCP/IP) nü
alanda etkin yurttaş olmaktan kopartan siyasal
kullanarak iletişimi destekleme yeteneğine
koşullar nedeniyle kendini, tüketmekle
sahiptir. Özgürlük alanı olması açısından tüm
biçimlenen yeni kimliklere hapsetmiş, toplumsal
dünyada geniş kitleler tarafından kullanılan
ve bireysel varoluşunu bu temel üzerinden
internetin bir kamusal alana dönüşüp
biçimlendirmeye başlamıştır. Öyle ki, 1980
dönüşmeyeceği üzerine geniş tartışmalar
sonrası gençliği toplumsal yaşamındaki
yapılmaktadır. Esas olarak internet ve toplum
sıkışmışlığı, yalnızlığı, durağanlığı, sanal evrenin
arasındaki ilişki üzerine iki yaklaşımdan söz
sınırsız görünen dünyasında gidermeye başladı.
edilebilir. Bunlardan birincisi internetin ulusal
Gençlik, eğlenmeye, arkadaşlık kurmaya,
sınırları aşarak bütün dünyada bilgi akışını
alışveriş yapmaya, tüketmeye ve özgürce hareket
destekleyen küresel bir mecra oluşudur. İkincisi
etmeye başladığını düşündüğü bu mecrada aynı
ise siber-uzay alanında her zaman her yerde olan
zamanda küresel sistemin kültürel mantığının
çevrimiçi reklamlar ve diğer görsel elemanları ile
pazarlanması sürecine de eklemlenmeye başladı.
giderek ticarileşen yüzüdür. Bir başka deyişle
188

 
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi yeni medyanın 5. İletişim teknolojilerinin kullanıcılar ve
içerdiği iletişim araçlarından biri değildir? enformasyon arasındaki karşılıklılığı ifade eden
özelliğine ne ad verilir?
a. Dijital kodlama sistemine temellenen iletişim
araçları a. Eşzamansızlık
b. İletişim sürecinin aktörleri arasında eş anlı b. Kitlesizleştirme
etkileşime sahip iletişim araçları
c. Karşılıklı etkileşim
c. Çok yoğun kapasitede çalışan iletişim araçları
d. Tek yönlü etkileşim
d. Karşılıklı etkileşime sahip iletişim araçları
e. Çift yönlü etkileşim
e. Düşük hızda çalışan iletişim araçları
6. Veri, ses, müzik, metin, fotoğraf, görüntü
2. İnternet, GSM, WAP, GPRS, CD, VCD, biçiminde her tür enformasyonun “bit”lere (0 ve
DVD vb. yeni medya teknolojileri hangi 1’lere) ya da bilgisayar diline, mikro işlemciler
teknolojiye üretilmişlerdir? yardımıyla dönüştürülmesine ne ad verilir?

a. Sözel a. Sayısal teknoloji


b. İletişim b. Veri teknolojisi
c. Sayısal c. Mikro teknoloji
d. Analog d. Bilgisayar teknolojisi
e. Elektronik e. Enformasyon teknolojisi
3. Yeni medya terimi hangi yıllardan itibaren 7. Bütünleşik ağ yapısının kurulmuş olduğu en
kullanılmaya başlanmıştır? küçük çoklu ortam olma özelliği taşıyan araçlara
a. 1940’lar ne ad verilir?

b. 1950’ler a. Uydu teknolojileri

c. 1960’lar b. Veri sıkıştırma teknolojileri

d. 1970’ler c. Bilgisayarlar

e. 1980’ler d. İnternet

4. Yeni medyaya verilen diğer isim e. İletişim teknolojileri


aşağıdakilerden hangisidir? 8. İletilecek verilerin kayıpsız ya da en az
kayıpla taşınabilmesini sağlayan teknolojilere ne
a. Bilgi ve İletişim Teknolojileri
ad verilir?
b. Yeni İletişim
a. Veri sıkıştırma teknolojileri
c. Yeni Bilgi Çağı
b. Veri depolama teknolojileri
d. İletişim Dönemi
c. İnternet
e. Uzay Çağı
d. Uydu teknolojileri
e. Yeni medya teknolojileri

189

 
9. Aşağıda internet ile ilgili verilen ifadelerden Kendimizi Sınayalım Yanıt
hangisi yanlıştır? Anahtarı
a. İnternet sansür eğilimine karşı güçsüzdür. 1. e Yanıtınız yanlış ise “Giriş” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
b. İnternet bütün iletişim ortamlarını kendinde
barındırabilecek birleşik bir medyadır 2. c Yanıtınız yanlış ise “Yeni Teknolojiler ve
Yeni Medya” başlıklı konuyu yeniden gözden
c. İnternet yeni bir medya dili yaratmıştır. geçiriniz.
d. İnternet’te aynı anda hem görüntü 3. c Yanıtınız yanlış ise “Yeni Teknolojiler ve
izlenebilir hem ses dinlenebilir hem de Yeni Medya” başlıklı konuyu yeniden gözden
metin sunulabilir geçiriniz.
e. İnternet hem eşanlı hem de başka anlı bir 4. a Yanıtınız yanlış ise “Yeni Teknolojiler ve
medya olanağı sunar Yeni Medya” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
10. İletişim araçları 19. yüzyılda hangi olguyla
birlikte büyük bir değişim göstermiştir? 5. a Yanıtınız yanlış ise “Yeni Teknolojiler ve
Yeni Medya” başlıklı konuyu yeniden gözden
a. Rönesans
geçiriniz.
b. Reform
6. a Yanıtınız yanlış ise “Sayısal (Dijital)
c. Sanayi Devrimi Teknoloji ya da Sayısallaşma” başlıklı konuyu
yeniden gözden geçiriniz.
d. Büyük göçler
7. c. Yanıtınız yanlış ise “Bilgisayar Dolayımlı
e. Yayılmacı politikalar İletişim” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
8. a Yanıtınız yanlış ise “Veri Sıkıştırma
Teknolojileri” başlıklı konuyu yeniden gözden
geçiriniz.
9. a Yanıtınız yanlış ise “İnternet” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.
10. c Yanıtınız yanlış ise “Küresel Dünyada
Yeni Medya: Olanaklar ve sorunlar” başlıklı
konuyu yeniden gözden geçiriniz.

190

 
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı kullanıcının izlenmesi yoludur. Kullanıcıları IP
adı verilen İnternet Protocol numaralarından
Sıra Sizde 1 izleyerek de kimliğin belirlenmesi yoluyla da bir
Toplum farklı nesillere bölünebilir. Buna göre tür sansür uygulamak mümkündür. Ancak bu
aynı anda yeryüzünde yaklaşık 3-4 nesil bir arada girişimi de engellemek mümkündür. Sanal IP’ler
yaşamaktadır. Günümüzde 1985- 1990 yılları çıkabilir ve bunlarla hangi bilgisayarda
arasında doğanlara kısaca “doğuştan sayısallar” olduğunuzu kolayca gizleyebilirsiniz. Böylelikle
deniyor. Bu gençler internetin olduğu ve her sansür girişimine karşı çok becerikli
kullanıldığı dönemde dünyaya gelmişlerdir. teknolojik çözümler önerilebiliyor ve pratik
İnternetsiz ve cep telefonsuz bir dünyayı anlamda İnternet sansür edilemez bir medya
bilmezler. Bu neslin teknolojiye bakış açıları, olarak kabul ediliyor (Bak: Atabek, 2003: 66).
teknoloji kullanım biçimleri önceki nesilden çok
farklıdır. Bir üst neslin, sayısal göçmenlerin Sıra Sizde 3
teknoloji olarak algıladıkları pek çok cihaz ve Esas olarak yazının taşıyıcısı yüzyıllardır kâğıt
servisi bu nesil yaşam standardı olarak olmuştur. Sadece yazının demek de doğru değil:
görmektedir. İnternet, cep telefonu, MP3 çalar, Kâğıt uzun yıllar boyu kültürün taşıyıcısı
dokunmatik ekranlar ve daha pek çok gelişmiş olmuştur. Bugün için gazetenin, haberin taşıyıcısı
teknoloji bu kişilerce standart araçlar olarak, da hala kâğıttır. Önceleri ise deri, taş, tablet,
yaşamın bir parçası olarak görülmektedir. papirüstü. Belki de şu soruları sormak yerinde
Böylece bu nesil yeni gelişen teknolojileri çok olacaktır: Bir gazeteyi gazete yapan nedir? Kağıt
daha hızlı, çok daha iyimser bir ön yargıyla, çok üzerinde yer alması mı? Taşıyıcı dijital bir ortam
daha az korkuyla, çok daha pratik bir biçimde olursa, gazete, gazete olmaktan çıkar mı? Şu anda
hayatlarına katmaktadır. Bu insanlar, kullanım İnternet’te var olan gazeteler bize geleceğin
klavuzu okumadan, deneyerek, arkadaşlarına gazetesine ilişkin ipuçları veriyor zaten. Ayrıca
sorarak, çok hızlı ilerlemekte ve yenilikleri çok başka teknolojiler de var (Kara, 2003: 116).
hızlı bir biçimde hayatlarına dahil etmekteler.
Diğer yandan bu nesil, teknolojileri ne kadar hızlı Sıra Sizde 4
hayatlarına alıyorlarsa, bir o kadar da hızlı Yeni medyanın yaşamın doğal ve ayrılmaz bir
tüketiyorlar. Trendi olmak, yani güncel parçası haline gelmesine koşut olarak sosyal
eğilimleri yakalamak, modayı takip etmek, son bilimlerin farklı disiplinlerinde, özellikle de
derece önemli. Teknolojik cihazlar ve servisler iletişim bilimleri ve kültürel çalışmalar alanında
sadece bir araç değil aynı zamanda yaşam “yeni medya çalışmaları” ismi altında
tarzının bir parçası. Bundan sonraki nesillerde bu toplanabilecek araştırmaların sayısı giderek
yaklaşım giderek daha belirgin ve baskın olacak artmaktadır. Bunların yanı sıra yeni medya,
gibidir. Giderek gelişen teknolojilerin kullanım internet, siber uzam, siber kültür, dijital kültür vb.
yaşı oranı düşecek ve iletişim teknolojilerinin adlandırmalar altında da çalışmaktadır. Yeni
hayattaki rolü daha merkezi olacaktır (Bak: Aksu medya çalışmalarının esas olarak üç aşamadan
vd, 2011: 51-52). geçtiği ileri sürülür. Buna göre ilk aşama
“popüler siber kültür” dönemi olarak
Sıra Sizde 2 nitelendirilir. Bu dönem wired gibi çeşitli
İnternet’e girdiğinizde orada her türlü içeriğe dergilerde siber uzamla ilgili çıkan yazılar ve
ulaşabilirsiniz. Bu ulaşımı engellemek için bazı araştırmalardan oluşur. İkinci aşamayı
birtakım teknolojik girişimler söz konusudur. “siberkültür çalışmaları” oluşturur. Bu dönemde
Bunlardan biri Proxy yöntemiyle bazı sitelere Howard Rheingold’un 1993’de yazdığı Virtual
girişimin engellenmesidir. Böylece sansür etmek Community (Sanal Cemaat) gibi çalışmalar
istediğiniz sitelerin adlarını filtreleyen bir erişim ortaya çıkmıştır. Üçüncü dönem ise “eleştirel
sağlamış olursunuz. Bu tür bir engellemeyi ana siber kültür çalışmaları”ndan oluşur. Bu
geçiş noktalarında ya da ayrı ayrı İnternet servis çalışmalar siber kültürü eleştirel bir bağlamda
sağlayıcıları tarafında yapmak da mümkündür. değerlendirirler (Bak: Binark, 2007: 5).
Bu şekilde hazırlanan listedeki içerik sansür
edilmiş olur. Ne var ki bu listeler kolaylıkla
değiştirilebildiği için bu sansürü aşmak
olanaklıdır. Bir başka sansür çabası ise

191

 
Yararlanılan Kaynaklar
Akbulut, H (2009), “Geleneksel Oyundan Sanal Binark, M (2007). “Yeni Medya Çalışmalarında
Uzama Oyun ve Dijital Oyun Tasarımı”, içinde Yeni Sorular ve Yöntem Sorunu”, içinde der.
Dijital Oyun Rehberi, Der: Mutlu Binark, Mutlu Binark, Yeni Medya Çalışmaları,
Günseli Bayraktutan Sütçü, Işık Barış Fidaner, Ankara: Dipnot Yayınları.
İstanbul: Kalkedon Yayınları
Güzel, Mehmet (2007). “Küreselleşme, Tüketim
Aksu, H. vd. (2011) Herşey Çıplak: Bildiğiniz Kültürü ve İnternet’teki Gençlik Siteleri”, içinde
İnternetin Sonu, İstanbul: MediaCat Kitapları. Mutlu Binark, Yeni Medya Çalışmaları
Atabek Ü. (2003). “İletişim Teknolojileri ve Kara, H (2003). “Bilgisayar/İnternet Teknolojisi
Yerel Medya için Olanaklar”, içinde der. Sevda ve Değişen Gazetecilik” içinde der. Sevda
Alankuş, Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya, Alankuş, Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya,
İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları.

Aydoğan, F. (2010). “İkinci Medya Çağı’nda Lister, M. vd (2009). New Media: A Critical
Gözetim ile Kamusal Alan Paradoksunda Introduction, London: Routledge.
İnternet”, içinde İkinci Medya Çağında
İnternet, der. F. Aydoğan & A Akyüz, İstanbul: Özdemir G. Y (2008), İletişim, Emek ve
Alfa Yayınları. Kalkınma- Ekonomi Politik Yaklaşım, Gazi
Üniversitesi, İletişim Fakültesi Kırkıncı Yıl
Barışık, S ve O. Yirmibeşçik (2006). “Türkiye’de Kitaplığı, No: 18.
Yeni Ekonomi Oluşum Sürecini Hızlandırmaya
Yönelik Uyum Çabaları”, ZKÜ Sosyal Bilimler Törenli, Nurcan (2005). Yeni Medya, Yeni
Dergisi, cilt 2, sayı 4, ss. 39- 62. İletişim Ortamı, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları
Baym. N. K. (2006). “Interpersonal Life Online”,
içinde The Handbook of New Media, London: Yağlı S. (2006). “Gündelik Hayatımızda Akıl
Tutulması: Medya Uygulamalarında Tüketim
Sage Publications.
İdeolojisinin İzlerini Sürmek”, içinde, Gündelik
Cerny, P. G (2009). “Neoliberalism and Place: Hayat ve Medya, Edt: Selda İçin Akçalı,
Deconstructing and Reconstructing Borders” Ankara: Ebabil Yayıncılık.
içinde The Disoriented State: Shifts in
Governmentality, Territoriality and
Governance, Springer Science and Business
Media.

192

 

You might also like