You are on page 1of 4

Küresel Oligarşi ve Yaşamın Gaspı Toprak

Biterken, Erhan Ünal

Kitap Değerlendirmesi

Eda Coşkun
Künye
Erhan Ünal
Asi Kitap
3.Baskı, Ocak 2017
455 Sayfa

“Küresel Finans Oligarşi”si kavramının pek çok açıdan ele alındığı kitapta, tarım,
hayvancılık, enerji kaynakları ve su konusuna ilişkin hem dünyadan hem de Türkiye’den
örnekler yer alıyor. ABD’nin çok büyük bir küresel güç olduğu herkes tarafından açıkça
ortada olan bir gerçektir. Ünal, ABD’yi sadece kapitalist bir güç olmasının ötesinde
yorumlamamız ve anlamamız gerektiği üzerinde duruyor. ABD’nin en büyük küresel planı,
tarımı kullanarak dünyadaki gelişmemiş ülkeleri etkisi altına almaktır. Özellikle 1944 yılında
gerçekleştirilen çoğunluğu ABD’den katılımcı ülkelerin oluşturduğu Bretton Woods
Konferansı, ülkeleri istedikleri ekonomik model çerçevesinde oluşturma hedefi taşıdıkları bir
toplantıdır. Aynı şekilde, 1963 yılında düzenlenen Dünya Gıda Konferansı’nda geri kalmış
ülkelerdeki teknisyenlere endüstriyel tarımın faydalarını anlatılmıştır. Amaç; bu ülkeleri
geleneksel tarım yönteminden uzaklaştırarak bağımlı kılmaktır. İnsanlığın en büyük korkuları
savaş ve açlık korkusudur. Geleneksel tarım yapan, toprağı işlemeyi bilen, sarsılmaz
yöntemlere sahip olan insan, doğada aç kalmayacaktır. “Küresel Finans Oligarşi”si toplumları
savaş ve açlıkla mücadele etmekten yoksun topluluklar haline getirmeyi hedeflemektedir.

Erhan Ünal Batı’nın ahlak ve etik anlayışını da tartışmaya açmıştır. Angola bölgesinde
yaşanan siyasi istikrarsızlıklar sonucu bölgeye AB müdahalede bulunmuş ve adeta komünist
kıyımı gerçekleştirmiştir. Buradan Batı’nın ahlak tepkisi kendi çıkarları söz konusu olduğunda
açığa çıkmaktadır desek yanlış olmaz. Örneğin; Hindistan’da küçük çocuklar özel şirketler
tarafından zorla çalıştırılmak için kiralanıyor ama Batı buna ses çıkarmıyor çünkü Hindistan
pamuk bakımından oldukça zengin bir bölgedir. Çıkarlar söz konusu olduğunda özel şirketler
vicdan nedir asla bilmezler.

Bir diğer önemli endüstriyel tarım girişimi ise Tohum Bankaları’dır. Svalbard Tohum
Bankası Projesi, bir tohumun dünyanın çeşitli bölgelerinde ekilebilmesini hedefleyen bir
projedir. Örneğin; normalde bölgenin iklim koşullarında yetişmesi mümkün olan buğday, bu
koşullardan yoksun Mexico’da bile yapılabilir ancak hiçbir zaman o yörenin koşullarındaki
gibi verimli olmayacaktır. Öyle ki bugün yediğimiz domatesten, karpuza hiçbir sebze ve
meyvenin tadı yoktur. Modern dünya artık biyolojik bir terörü dayatmaktadır. Artık tarım
ürünleri üzerinden gerçekleşen ekolojik bir savaş söz konusudur. Örneğin; A ülkesi B
ülkesi’nden buğday ithal etmektedir. B ülkesi, o yıl için elinde A ülkesine yetecek miktardan
daha az buğday tohumu elde ettiğini söyleyebilir. Daha az buğday verdiği takdirde, üretim
yapamayan çiftçi, alışveriş yapamayan vatandaş suçu B ülkesi hükümetinde arayacaktır.
“Küresel Finans Oligarşi”si toplumun kargaşaya sürüklenmesini ister ve kaostan beslenir.

1980 yılında ABD’de bir yüksek mahkeme mikroplara patent hakkı tanımıştır. 2000
yılında ise canlı organizmalar üzerinde patent hakkı tanınmıştır. İnsanlık için ihtiyaç olan
şeyler hakkında birilerinin patent tekelini elinde bulundurması büyük bir tehlikedir. Bu durum
insanlığı besinden mahrum edecek sonuçlara bile yol açabilir.

Türkiye açısından bakacak olursak, tohum politikasına ve geleneksel tarıma en büyük


darbe “ Sonora 64” isimli tohumun Türkiye’ye gelmesidir. 2006 yılında yapılan yasal
düzenleme ile köylünün yerel tohumları satması yasaklanmıştır. Köylü geçimini nasıl
sağlayacaktır? Üretim sorununa nasıl çözüm bulacaktır? Çareyi kentlere gitmekte bulan
köylü, kentlerde geçim derdinin kıskacına düşmektedir. Vahşi kapitalizmin çirkin yüzü olan
kentler, köylüyü iyice yalnızlaştırmaktadır.

Bir diğer önemli sorun ise petrol savaşlarının yerini fosfor savaşlarının almasının yakın
gelecekte mümkün olmasıdır.

“Küresel Finans Oligarşi”sinin hedefi tüm insanlığa sömürü ve bağımlılık paketini


yaymaktır.

DDT, doğaya salınan bir çeşit insektisittir ve ağır bir kimyasaldır. Sadece bazı hastalık
taşıyan böceklerin öldürülmesinde kullanılması gerekirken, Hindistan’da tarımda kullanılıyor.
Bu insanların sağlığı için ciddi bir tehdittir. Sağlıklı bir yaşam herkesin hakkı iken bu hakka
erişim kapitalist dünyada mümkün değildir. DDT’nin benzeri olan Temik ise Çukurova’da
ortaya çıkan Beyaz Sinekler üzerinde kullanılmıştır. Bir türlü bu sinekten kurtulamayan çiftçi,
mecbur kalmıştır. Beyaz sineklerin ortaya çıkmasının arka planında kimlerin ve neyin olduğu
ise oldukça tartışmalıdır. KFO’nun bir diğer yüzü de toprak gaspıdır. Örneğin; Afrika’nın Sub
Sahara bölgesinde küresel tarım kuruluşları hükümetler ile 99 yıllık kiralama sözleşmeleri
imzalamakta ve toprak üzerinde her türlü söz hakkına sahip olmaktadırlar. Bir tarafta böyle
bir tablo varken, Dünya Bankası verilerine göre 4 milyon kilometrekarelik alan dünyanın
kullanım dışı topraklarını oluşturmaktadır. İnsanları kendi topraklarını işlemekten yoksun
bırakarak, küresel planın işleyişi sağlanmaktadır. Ekim 2012’de Etiyopya’da topraklarından
beyaz adam yüzünden uzaklaştırılan Guarani yerlileri hükümete yazdıkları açık mektupta
böyle yaşamaktansa onurlu şekilde ölmeyi tercih ettiklerini ve öldürülmenin kendileri için
kurtuluş olduğunu dile getirmişlerdir. İnsanları yaşam alanından kopararak, kamplarda
işkencelere maruz bırakarak toplumları kendi bünyesine dahil etmek istemektedirler.
Ukrayna,Liberya ve Filipinler’de de benzer uygulamalar söz konusudur. Peki Türkiye toprak
gaspı bakımından ne durumdadır? Toprak gaspı, federalizm, sosyal yabancılaştırma ve
özelleştirme unsurları üzerinden şekillenmektedir. Türkiye’de toprağın temel sorunları;
meraların, yaylak ve kışlak alanların kiralama yöntemiyle kentsel dönüşüm kapsamında imara
açılması ve küçük çiftçiliğin tamamen tasfiye edilmesidir.

Dünya’nın en büyük problemlerinden biri de tatlı sudur. Tarımsal ilaçlar bugün artan
oranda kullanılıyor ve bu ilaçlar yağmur suyu ile birleştiğinde, göllerimize akıyor. Göllerde
ciddi bir kirlilik meydana geliyor. Aynı zamanda bu durum, tatlı suda yaşayan türler için ciddi
tehlike demektir. Bir otomobilin üretimi için 400.000 litre su gerekmektedir bugün. Çok
uluslu şirketler, petrol çıkarma faaliyetleri ile gittikleri bölgelerde kıyıma neden oluyorlar.
Shell, Nijerya’nın Ogoniland bölgesinde petrol sızıntısından kaynaklanan kirliliği
temizlememiştir. İnsanlar o suya muhtaç durumdadır. Göldeki tatlı suda yıkanıyor ve
çamaşırını yıkıyor ve neticede kanser olup ölüyor. Bu şirketler bu sorumsuz uygulamalarına
hesap vermeden devam ediyorlar. Kim hesap soracaktır? Adalet mekanizması söz konusu
mudur? İnsanlar nerede adalet arayacaktır? Tüm küresel örgütler KFO, çıkarına hizmet
ediyor. Bölgede hükümet bile Shell’i desteklemiş, dokuz aktivistin ölümüne neden olmuştur.
Gelişmemiş ülke toprakları üzerinde böl-parçala-yönet stratejisi işlemektedir.

You might also like