• İnsan çevresiyle bütün halindedir ve çevreden ayrı bir insan hayatı
düşünülemez. • İnsanlar doğumlarından ölümlerine kadar çevrenin içinde yaşarlar ve ölünce de toprağa gömülerek, yakılıp küllerinin savrulması veya suya atılması şeklinde yine doğaya geri dönmekte doğayla bütünleşmektedirler. • İnsanlar doğdukları günden itibaren bir çevrenin içindedirler. • Çevre insanlar için önemlidir. Bu önem günümüzde daha da artmıştır çünkü çevre konusu önceleri sorun olarak çok fazla dile gelmemiştir. • Özellikle modern teknolojinin artmasıyla birlikte çevre konusu önem kazanmıştır. • Çünkü daha önceleri çevre ile iç içe yaşayan çevresiyle uyumlu insan, teknolojinin gelişimi ile birlikte değişmiştir. • Teknolojinin gelişmesiyle insanların çevreleriyle olan uyumları bozulmuştur. Bu uyum bozulunca da çevre konusu daha fazla gündeme gelmiştir. • Özellikle 1970’li yılların başında çevre sözcüğü yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. • Çevre kavramı karmaşık bir yapıdadır. • Günümüzde çevre sorunlarının önü alınamaz şekilde artmış olması nedeniyle çevre kavramının tanımları kullanıldığı bilim dallarına göre farklılık göstermektedir. • Günümüzde çevre ile ilgili mühendislik alanında, biyolojide, kimyada, coğrafyada, felsefede, sosyolojide, kamu yönetiminde ve iktisatta vb. birçok alanda çalışmalar yapılmıştır. • Dolayısıyla çevre sorunları sadece bir bilim dalını değil birçok bilim dalını ilgilendirmekte ve her bilim dalı da kendine özgü bir yöntemle konuya yaklaşmaktadır. • Çevre sorunları hakkında her bilim dalının kendine özgü bir yöntemle çalışmasının nedeni insanların çevre sorunlarından birçok alanda etkilenmesinden dolayıdır. • Bu bilim dallarının hepsinin ortak amacı insanların temiz bir çevre de yaşamasıdır • Günümüzde birçok bilim dalı çevre konusunda çalışmaktadır, fakat yine de çevre sorunları devam etmektedir. • Çevreyi temiz tutmak günümüzde çok zordur. • Kirliliğin önü alınamaz hale gelmiş ve bu durum insanların hayatını olumsuz etkilemektedir. • Temiz bir çevrede yaşamak insanların ruh ve beden sağlığı açısından önemlidir ve temiz bir çevrede yaşamak sadece insanların değil tüm canlıların hakkıdır. • Kirli bir çevre bitkiler hayvanlar da dâhil tüm canlılara zararlıdır. • Çevre sorunlarında bir takım problematik noktalar vardır. • Çevre problemlerinin çözülemeyişinin altında bu problematik noktaların aşılamayışı veya bazen farkına varılamayışı yatmaktadır. • Bu nedenle bu problematik noktalar iyi anlaşılmalıdır. • Bu problematik noktaları ele alıp değerlendirecek olursak, şöyle sıralayabiliriz: • I. Doğa ile İnsanın Arasının Bozulması: • Doğa ile insanın arası girişte de ifade ettiğimiz gibi sanayi faaliyetlerinin gelişmesiyle bozulmuştur. • Sanayileşme insan hayatına olumlu birçok şey getirse de kimi zaman da insanların hayatından pek çok şeyi götürmüştür. • Sanayileşmenin insan hayatına getirdiği yenilikler ile insanlara yeni iş olanakları doğmuş, sanayileşmenin sonucu olarak insanlar daha rahat bir yaşama kavuşmuşlardır. • Sanayileşmenin olumsuz bir sonucu olarak da çevre kirliliği ortaya çıkmıştır. • Sanayileşmenin amaç haline gelmesiyle kirlilik ve doğal kaynakların tükenmesiyle karşı karşıya kalınmıştır. • Çünkü dünya insanın sonsuz arzusunu karşılayamayacak kadar sınırlıdır. • İnsanlar ihtiyaçları olmamasına rağmen doyumsuzluk göstermektedir. • Sınırları olan dünyada insanlar sınırsız ilerlemeye, büyümeye inanmakta ve bunu gerçekleştirmek için büyük çabalar sarf etmektedirler. • Buradaki asıl sorunun insanların rahat yaşamak, feraha kavuşmak için çabalamaları değil; insanın sınırsız isteklerine cevap bulma çabaları olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. • Bilimle doğaya karşı egemen olmaya başlayan insan, isteklerine bir sınır getirememiştir. • Teknolojik gelişmeler olumlu yönde insanlara güç, imkân ve fırsat vermiştir. • Olumsuz olarak doğurduğu kötü sonuçlarla da bir hayal kırıklığı yaratmaktadır. • Teknoloji insanlık tarihinde özgürlüğün bir aracı olarak geliştirilmiştir ama bu zamanla özgürlükten ziyade insanların teknolojiye köle olmasına neden olmuştur. • İnsan teknoloji geliştikçe makineyi dizginleyemez hale gelmiştir. • Sınırsız ilerlemeye duyulan bu ihtiyaç tehlike kendisini gösterinceye kadar sürmüştür. • İnsanlar, tabi kaynakların yavaş yavaş tükendiğinin, canlılarla birlikte tabiatın öldüğünün farkına varmışlardır. İnsanlığın geleceği tehlike altındadır. • İnsanın elindeki en güvendiği güç olan teknoloji, insanın kendi varlığını yok etmeye başlamıştır. • Burada insanların aslında özgürleşip, daha rahat yaşama isteğinin doğaya karşı yanlış davranışlar sonucunda tam tersi bir hal aldığını görmekteyiz. • II. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nden Kaynaklanan Çevre Sorunları: • Üçüncü Dünya Ülkesi olarak adlandırılan ülkeler hem çevre sorunlarına neden olurken hem de çevre sorunlarından kaynaklı yeni problemlerle karşılaşmaktadırlar. • Üçüncü Dünya Ülkeleri öncelikli olarak kendi çevrelerini kirletmektedirler çünkü bu ülkelerin öncelikleri çevre değil ekonomik kalkınmadır. • İkinci olarak az gelişmiş başka ülkeler tarafından kirletilmektedirler çünkü daha az maliyetle gelişmiş ülkeler atıklarını bu ülkelere bırakmaktadırlar. • Üçüncü Dünya Ülkesi olarak adlandırılan bu ülkelerin savaş, iç çatışma, açlık, doğal kaynakların kirliliği, adaletsiz gelir dağılımı gibi birçok problemleri bulunmaktadır. • Peki Üçüncü Dünya Ülkeleri ile ne kastedilmektedir? • Kuzey Amerika, Avrupa ek olarak Uzakdoğu ülkelerinin birkaçı haricinde kalan ülkeler Üçüncü Dünya Ülkeleri olarak adlandırılmıştır. • Kavram olarak bu ülkeleri ele alacak olursak; üçüncü dünya ülkeleri kavramı ekonomik, sosyo-kültürel, siyasi faktörler açısından bu ülkelerin ortak özelliklerini belirtmek amacıyla kullanılır. • Hâlbuki Üçüncü Dünya Ülkeleri kendi aralarında farklılık göstermektedirler ve bu kavramın ortak bir tanımı yoktur. • Günümüzde bu ülkeler hakkında az gelişmiş ülkeler, sanayileşmemiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler gibi kavramlar kullanılmaktadır. • Bu kavramlar İkinci Dünya Savaşından sonra kullanılmıştır; çünkü İkinci Dünya Savaşıyla birlikte sömürgecilik sona ermiş yüz civarında ülke bağımsızlığına kavuşmuştur • Bu ülkeler her ne kadar bağımsız olsalar da ellerindeki mevcut kaynakları kullanacak güçte değildirler. • Kalkınmak için yeterli teknolojiden mahrum ülkelerdir. Bu yoksunluk onları yine gelişmiş ülkelere mahkûm etmektedir. • Endüstrileşmiş ülkeler doğanın sınırsız bir şekilde kirlenmesiyle çevre koruyucu sıkı önlemler almıştır. • Bu önlemler nedeniyle üretim maddelerinin maliyetinde önemli artışlar meydana gelmiştir. • Bu maliyet artışından dolayı gelişmekte olan ülkelerde fabrikalarını kurmaya başlamıştır • Üçüncü Dünya Ülkelerinde yeraltı kaynakları yabancı firmalar tarafından işlenir; çünkü bu ülkelerin kendi yeraltı kaynaklarını işleyecek teknolojik güçleri yoktur. • Bu firmalar genel olarak birinci dünya ülkelerinin firmalarıdır, hammaddeyi çıkarıp satışını yaparak gelirin çoğunu elde etmekte ve üçüncü dünya ülkeleri kendi ham maddelerinden neredeyse hiç faydalanamamaktadır. • Yukarıda Üçünü Dünya Ülkesi olarak adlandırdığımız bu ülkeler ham maddelerini kullanmak ve ekonomik kalkınma sağlamak için gelişmiş ülkelerin sermayesine ihtiyaç duymaktadır. • Bu ihtiyacı kendileri karşılayamadıklarından ekonomik kalkınma için buna göz yummak zorunda kalmaktadırlar. • Daha önce bir nedenle ifade ettiğimiz gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin tek gelir kaynağı tabiattır. • Tek kaynakları olmasına rağmen tabiatı tahrip etmekte ve doğal kaynakları tüketmektedirler. • Sömürgecilik faaliyetlerinin bitmesine rağmen Üçüncü Dünya Ülkeleri gelişmiş ülkeler tarafından sömürülmeye devam edilmektedirler. • Bunun nedeni Üçüncü Dünya Ülkelerinin sağlığa zararlı ve ekosistemi tehdit eden sanayi dalları için ucuz ve güvenli yerler olarak görülmesidir. • Gerçi Batılı toplumlarda 1960’lı yıllarda başlayan çevre bilinci hareketiyle hükümetlerin büyüme politikalarına tepkiler gösterilmiştir • Ellerinde tek kaynak olan doğayı gelişme uğruna tüketen bu üçüncü dünya ülkeleri üstelik bir de gelişmiş ülkelerin atıklarıyla uğraşmaktadırlar. • Gelişmiş ülkelerdeki yasaklanmış kimyasal maddeleri üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmektedir ve yine gelişmiş ülkelerin tehlikeli atıklarını üçüncü dünya ülkelerine göndermektedirler. • Fakir olan ülkelerin bir yandan kalkınmak için tabiatı tahrip etmeleri, bir yandan çevreyi koruma masraflarını üstlenememeleri, gelişmiş ülkelerin ekonomik ve çevresel sömürüsü, bu ülkelerde çevre sorunlarının gittikçe artmasına neden olmaktadır. • Üçüncü dünya ülkelerinin ekonomik sorunları çözülmeden, bu ülkelerin ekolojik sorunlarını ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ekolojik krizlerin nedeni yoksulluk ve eşitsizliktir diyebiliriz. • Her ne kadar kirlilik Üçüncü Dünya Ülkelerinin sorunu gibi görünse de kirlilik zamanla küresel boyutlara ulaşarak dikkatleri üzerine çekmiştir. • Nitekim çevre kirliliğinin küresel bir sorun haline gelmesiyle birçok sivil toplum kuruluşu tarafından zehirli atıkların bu ülkelere bırakılması eleştiri konusu edilmiştir. • Atıkların bu ülkelere bırakılmasının yanı sıra nüfus sorunu bu ülkelerdeki ciddi sorunlardan birisidir. • Üçüncü Dünya ülkelerindeki nüfus artışı beraberinde yoksulluğu getirmektedir. • Çok sayıda çocuk toplumsal güvenlik açısından iyi gibi görünse de beraberinde bir yıkım getirmektedir. • Nüfus fazla olduğu için kişi başına düşen milli gelir de düşmektedir. Ekonomik yapı, toplumsal adaletsizlik de bu soruna eklenince üçüncü dünya ülkelerinin gelişme umudu yok olmaktadır. • Artan nüfus ve hammadde ihtiyacı nedeniyle bu ülkelerde ağaçlar hızla kesilmekte, aşırı avlanma meydana gelmekte, tek ürüne dayalı tarımsal üretim, mineral ve fosillerin aşırı tüketimi türü bir takım olumsuzlar ortaya çıkmaktadır. • Öte yandan havanın ve suların zehirli atıklarla kirletilmesi bu ülkelerde yıkımı beraberinde getirmektedir. • Yetersiz alt yapı, estetik kaygılardan uzak olma, sağlıksız kentleşme, köylerde mülkiyet eşitsizliği ve tek ürün tarımının yapılması nedeniyle insanlar kentlere akınla göç etmektedir. • Alt yapı sorunlarının çözülemeyişinin nedeni alt yapı sisteminin yüksek maliyete neden olmasından kaynaklanmaktadır. • Bu nedenle birçok ülkede bu altyapı kurulmadan sanayileşmeye gidilmiştir bu nedenle biraz maliyetle çözülebilecek sorunlar çevre kirliliğine neden olmuştur. • Ayrıca üçüncü dünya ülkelerinde çevreye zararı önlemek için sözgelimi arıtma tesisi kurma çabası ve maddi cezalar uygulama yoluna gitme pek mümkün görülmemektedir. • Durum bu olmakla birlikte çevre sorunlarının çözümünde üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarının çözümü önemli bir rol üstlenir. • III. İnsanın Sınırsız Arzusu: • İnsanların sınırsız arzularından insan ve doğanın arasının bozulması probleminde bahsetmiştik. • Bu problemli noktalar birbiri içinde sıkça karşımıza çıkmaktadır; çünkü çevre sorunlarının problemleri birbirine bir zincir halkası gibi bağlıdır. • Çevre sorunlarına sadece üretim faaliyetleri değil, tüketim faaliyetleri de sebep olabilmektedir. Sanayileşme sürecinde tüketim de üretim gibi gelişmiştir. • Çağdaş ekonomik düzen üretim yerine tüketim biçimini beraberinde getirmiştir. • Önceden sadece zorunlu ihtiyaçlar için yapılan üretim daha sonra çok da zorunlu olmayan hatta lüks sayılabilecek şeyler için yapılmaya başlanmıştır • Bu şekilde bir üretim düşüncesi, kaynak israfı başta olmak üzere beraberinde çevre kirlenmesini getirmiştir. • İnsanların sürekli tüketmeye yönlendirilmesinden dolayı kaynakları kıt olan dünyada yaşayan insanlar sonsuz bir tüketim arzusu duymaktadırlar ve egemen ekonomik sistem de bunu teşvik etmektedir. • Oysa günümüzde faaliyet gösteren sanayi kuruluşları gereken miktarda üretim yapmalıdır. • Eğer bu miktarda üretim yapamazsa, sanayileşmiş bir ekonominin ayakta kalması için tüketim kaçınılmaz olarak teşvik edilir hale gelecektir. • tüketim toplumunun oluşması bu şekildedir. • İnsanlar daha rahat yaşamak ve daha fazla gelir elde etmek için doğayı düşüncesizce tüketmektedirler. • Bu düşüncesizlik sonucunda doğaya zarar gittikçe büyümüştür. • Nüfusun artması, daha rahat yaşama isteği ve bunun sonucunda bilinçsizce kullanılan doğanın etkilerinin kötü bir şekilde geri dönmesi ekolojik düşünceyi beraberinde getirmiştir. • İnsanların ve ekosistemdeki canlıların kendi aralarındaki ve fiziksel çevreleriyle olan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesiyle doğal denge sağlanır. • Bunun aksi ise bu dengenin bozulduğuna işaret etmektedir. • Ekolojik dengeyi oluşturan zincirin halkalarından birisi kopunca bundan bütün ekosistem etkilemektedir. • İnsan ekolojik zincirde bir parça olmasına rağmen bunun bilincinde olmayıp bu zinciri bozmaktadır. • Bu zincirin bozulmasının nedenlerinden birisi de hızlı nüfus artışıdır. • Ekolojik dengenin bozulmasında tüketim algısının değişmesi de etkilidir. • Örneğin önceleri dayanıklı ve tamir edilebilen ürünler varken günümüzde onların yerini tek kullanımlık eşyalar almıştır. • Bu özellikle büyük endüstri kuruluşlarının ortaya çıkmasıyla olmuştur. • Geçiciliğe dayalı ekonomi piyasada yerini almıştır. • Günümüzde üretim maliyetleri onarım maliyetlerinden daha azdır bu nedenle yenilemek onarmaktan daha çok tercih edilir hale gelmiştir. • Bu üretici için büyük bir avantajdır. • Endüstri de bir ürün ne kadar kısa ömürlüyse o kadar iyidir; çünkü bozulan eşyanın yerine yeni ürün satışı yapılacaktır. • Bundan dolayı girişimciler, yeni mallar üretmek, eski modeller üstünde oynayarak yeni pazarlar bulmak, yeni modalar üretmek ve eski ürünlerin modasının geçmesini sağlamak gibi yöntemlerle insanları tüketime daha fazla yönlendirmektedirler. • Aslında buradaki sorun sadece tüketim sorunu olmamakla birlikte esas sorun, kaynakların ihtiyacı karşılayabileceğinden daha çok tüketilmesidir. • İnsanlar dünya kaynaklarının karşılayabileceğinin çok üstünde tüketime teşvik edilmekte hem de tabiat korunmaya çalışılmaktadır. Burada birisinin yapılması diğerine engel olmaktadır. • Tüketimin ihtiyaç olmaktan çıkıp insanların bunun üzerinden zevk almaya başlamasıyla daha fazla zevk almak isteyen insan, daha fazla tüketime yönelmiştir. • Tüketimin fazla olması da doğanın sınırlı kaynaklarını büyük ölçüde yetersiz hale getirmiştir. • Kaynakların yetersiz kalmasının bir nedeni de daha önceki problematik noktalarda da geçtiği gibi nüfus sorunudur. • Artan nüfus doğadan daha fazla ihtiyaç sağlamaya yönlendirmektedir. Ekolojik toplumlarda doğa kendi dengesini sağlayabilmektedir. • Doğanın dengesinin bozulmasında insanların dışarıdan müdahalesinin büyük etkisi vardır. • Ekolojik toplumların nüfusu rekabet, avlanma, parazitlik gibi faktörlerle kontrol altında tutulmaktadır. • Diğer varlıklardan farklı olarak zekâya sahip olan insan bu doğal nüfus kontrol mekanizmalarıyla baş etmenin yollarını bularak, kendi nüfusunu aşırı şekilde artırmıştır. • Elbette bu durum diğer canlıların aleyhine işlemiştir. İnsanların ekolojik toplumlara müdahalesi sonucunda hayvanların nüfusu azalmakta, insan nüfusu sürekli artmaktadır. • İnsan nüfusunun sürekli artıyor olması ve doğadaki canlıların sayısı ile ters orantılı bir hale gelmiştir. • Başka bir deyişle insan nüfusu diğer canlılara oranla daha fazla artış göstermektedir. • Günümüzde canlıları kendinden bir parça olarak görmeyen insan gelecekte o varlıklara muhtaç hale gelecektir. • İnsan nüfusunun tarihteki gelişimine kısaca göz atacak olursak miladi takvimin başladığı tarihte dünyada 250 milyon insanın yaşadığı, Hindistan ve Çin yine bugünkü gibi en kalabalık ülkeler iken Avrupa kıtasında 30 milyon insanın bulunduğu tahmin edilmektedir. • Dünya nüfusunun XVII. Yüzyıl ortalarından başlayarak artmış, 1650 yılında bütün dünyada toplam olarak 465 milyon kadar insana ulaşmıştır. • 1750 yılında dünyanın toplam nüfusu 660 milyon iken bu sayı 1825 yılında 1 milyara ulaşmıştır. • 1975 yılında 3 milyar, 1985 yılında ise 5 milyar, 2000 yılında 7 milyara ulaşmış ve XXI. Yüzyılın sonlarında bu rakamın ikiye katlanması tahmin edilmektedir. • Bu şekilde artışın nedeni doğumların ölümlerden daha fazla olmasıdır. Açlık, salgın hastalıklar, savaşlar, doğal afetler nüfus artışını önlerken XXI. Yüzyılla birlikte ölüm oranlarının düşmesi, beslenme şartlarının eskiye göre iyi olması, sağlık koşullarının ve yaşam standardının yükselmesi, tıp teknolojisinin gelişmesi nüfus artışını hızlandırmıştır. • Özellikle az gelişmiş ülkeler nüfusu askeri güç olarak görmektedirler. • Nüfus ne kadar çok olursa o kadar güvende yaşayacakları düşüncesi vardır. • Böyle bir düşünce daha önceki zamanlarda geçerli olsa da artık günümüzde ateşli silahların ve nükleer silahların gelişmesi nedeniyle geçersiz kalmıştır. • Fazla nüfus fakir ülkelerin omzuna daha fazla yük binmesine neden olmaktadır. • Nüfus artışına bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun da kentleşmedir. Kentleşme sorunu dünya nüfusunun hızla artmasıyla ortaya çıkmıştır. • Az gelişmiş ülkelerde kentleşme daha hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Büyük kentlerde oluşan nüfus yığılmaları içinden çıkılamayacak derecede büyük sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. • Ayrıca bu sorunlara ek olarak fazla nüfustan kaynaklanan atıkların tabiat tarafından yok edilememesi sorunuyla da karşılaşmaktayız. • Nüfus meselesi teknoloji gelişmeden önce devletlerin elindeki en büyük güçtü belki de. • Teknolojinin gelişmesiyle insan işgücüne ihtiyaç azalmıştır. • İnsanların yaptığı işleri makineler alınca da insanların iş olanakları azalmış işsizlik gibi sorunlar ortaya çıkmıştır. • Böyle bir durumda nüfus yarar olmaktan çıkıp devletlere külfet olmaya başlamıştır. • Yeni nüfus yeni yerleşim alanlarını zorunlu kılmakta, ya da göç olgusunu beraberinde getirmektedir. • Kısıtlı imkânlarla hem bu ihtiyaçların karşılanması hem de sağlıklı bir ortam sağlanması çok zordur. • Nüfus artışının kentleşmeye etkisine yine bir örnek verecek olursak, artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için ormandan ağaçların kesilmesi, ev yapmak için ormanlık alanların tarlaya dönüştürülmesi, doğal kaynakların zorlanmasına yol açmaktadır. • Ayrıca içme suları ve sulama suları kentleşmenin getirdiği aşırı tüketim sonucundan etkilenmektedirler • Nüfus artışının bir sonucu olarak kentleşme insanların tarım devrimiyle yerleşik düzene geçişiyle başlamıştır. • Bu yerleşik düzen özellikle sanayi devriminden sonra doğal kaynakların zengin olduğu yerlerde yoğunlaşmıştır. • Bu şekilde yoğun bir kentleşme sürecine gidilmiştir. • Kentleşmenin ve sanayileşmenin bu şekilde hızlı ve düzensiz gelişmesi, zamanla insan sağlığını bozmuştur ve toplum yaşamını güçleştirmiştir. • Böyle bir hızlı büyüme ile kentler yeşil örtüsünü kaybetmiş, betonlaşma, alt yapı ve sosyal donanım sorunları ortaya çıkmış ve kentler zamanla daha sağlıksız bir hale gelmiştir. • Nüfusun artmasına bağlı arazi azlığı çok katlı binalarda yaşamaya neden olmuştur. • Bu insanlar, toplu yaşamdan kaynaklanan sorunlarla, gürültüyle, mahremiyet duygusunun yok olmasıyla, yabancılaşmayla ve birçok olumsuz durumla karşılaşmışlardır. • Nüfus artışı insanların sosyal hayatlarını da önemli ölçüde değiştirmiştir. • Önceleri müstakil evlerde yaşayıp komşularını tanıyan, etrafındaki insanlarla ilişki içinde olan insanların apartman hayatıyla sosyal ilişkileri de zayıflamıştır. • Önce çevresine yabancılaşan insan, sonra kendisine de yabancılaşmıştır. • Kentleşme ile sosyal ve psikolojik birçok sorun ortaya çıkmıştır. Kentleşmeyle ilgili bir başka sorun ise sanayinin kentin içine ya da kente yakın yerlere kurulmasıdır. • Her ne kadar sanayi şehir dışına kurulsa da zamanla kentlerin büyümesi sonucu olarak sanayi şehir içinde kalabilmektedir. • Plansız bir şekilde gerçekleşen kentleşme sonucu çarpık kentleşme, gece kondu mahalleleri, alt yapı sorunları ve eğitim sorunları gibi sorunlarla insanlar karşılaşmıştır. • Bu gibi sorunlar devletlere maddi manevi birçok yükümlülük getirmektedir. • İş nedeniyle köyden kente göç eden insanlar gittikleri şehirlerde barınma ihtiyaçlarını karşılamak için gecekondu yapmaktadırlar. • Bu gecekondular alt yapı eksikliği, çöplerin toplanmaması gibi gerekçelerle çevre kirliliğine neden olmaktadırlar. • Çevre kirliliği beraberinde bulaşıcı hastalıkları getirmektedir. Köyden gelen insanlar şehir yaşamına yabancı kalmakta, uyumsuzluk yaşamaktadırlar. • Şehirler de yaşayan insanlar da nüfus arttıkça yalnızlaşmaktadırlar. • Görüyoruz ki nüfus artışı insanları birçok yönden olumsuz etkilemektedir • IV. Çevre Koruma Faaliyetlerinin ve Büyük Endüstri Kuruluşlarının Çelişkili İlişkileri: • Çevre koruma ile ilgili yapılan teknik çalışmalarda büyük bir çelişki vardır. • Günümüzde bu çelişkiyi çözmek oldukça zordur. • Bunun nedeni çevre kirliliğini önleyen ve kirliliği temizleyen teknikler büyük endüstri kuruluşları tarafından üretilip, satılmaktadır. • Bu kurumların daha çok satış yapabilmesi için kirliliğin olması gerekmektedir. • Bu kirliliğin önlenmesi ve temizlenmesi konusunda bir çevresel bilince ihtiyaç vardır. • Çevre bilincinin yaygınlaşması için büyük sermaye güçlerinin katkısı çoktur. • Çevreyi tahrip ederek büyük karlar elde eden büyük sermaye güçleri aynı zamanda da çevrenin korunmasını temin ederek de büyük karlar elde etmenin peşindedir. • Bu şekilde çevre sorunları bir çıkmazın içine girmiştir. Hem doğayı kurtarmak için endüstri kuruluşlarına ve büyük sermaye güçlerine ihtiyaç vardır hem de doğayı endüstri kuruluşlarından ve büyük sermaye kuruluşlarından korumak gerekmektedir. • Burada böyle bir paradoksla karşılaşmaktayız. • Hem tahrip edip hem korurken çevre üzerinden büyük paralar kazanılmaktadır. • Çevre sorunlarının kökten çözümü büyük sermaye güçlerinin çıkarlarıyla çatışmaktadır. • Bu çıkar ilişkisi de çevre koruma faaliyetleri ve büyük endüstri kuruluşları arasında beliren bir diğer problematiktir • Böyle bir problemin nedeni dünyadaki insanların çoğunun temel ihtiyaçlarını karşılaması bakımından giderek yoksullaşırken sadece elit bir azınlığın sınırsız bir refahta yaşaması içindir. • Sanayileşmenin getirdiği zenginlik her zaman bir azınlığa hitap etmiştir ve kirlilik sorunundan her ne kadar azınlık faydalansa da kötü sonuçlarından bütün insanlar etkilenmişlerdir. • Çevre sorunlarının çözülememesinin nedenlerinden biri olarak belli bir azınlığın gücü elinde bulundurması ve bu kişilerin ferah içinde yaşaması için diğer insanlar çevre konusunda ağır bedeller ödemekte ve yine bu azınlık kirlilik sonucunda bile zarar verdikleri insanlar üzerinden kazanç elde etmeye devam etmektedirler. • V. Eğitim Düzeyinin Düşük Olması: • Çevre problemlerinden birisi de eğitim düzeyinin düşük olmasıdır. • İlerleyen sayfalarda çevre eğitimi altında bu konuyu ele alacağımızdan dolayı burada ayrıntıya girmeyeceğiz. • VI. Çevreyi Korumanın ve Temizlemenin Maliyetini Kimin Üstleneceği Problemi: • Kirleten mi, yoksa bunun bedelini tüm toplum mu ödeyecektir? • Sanayi kuruluşlarının olduğu bir bölgede kirlilikten etkilenen insanlardan başka, kirlilikle muhatap olmayan insanlar da bu sanayi kuruluşlarının getirdiği gelirden yararlanıyorsa nimet-külfet dengesinde eşitsizlik vardır. • Ayrıca çevreyi kirleten kuruluşların çevreyi kirlettikleri için ödedikleri vergilerin maliyetini fiyatlar aracılığıyla halka yansıtabilmektedir. • Ayrıca kirlilik gibi bir durumda kimin ne kadar kirlettiği de belirlenememektedir. • Bu nedenle temizleme ücretinde kimin ne kadar ücret ödeyeceği de tespit edilememektedir. • Kirlilik meselesini şimdiye kadar hep sanayi kirliliği olarak ele aldık. Bunun nedeni sanayi kuruluşlarının diğer kirleticilere göre daha fazla kirliliğe neden olmasıdır. • Kirlilik konusunda kamuoyunun dikkati sanayiye odaklansa da, sanayi haricinde günümüz modern yaşamında haneler, tarım ve ormancılık sektörü, endüstri kuruluşları gibi tüm sektörler birer kirleticidir. • Haneler olarak bizim etkimiz büyük miktarda çöp üretmek, kaloriferlerden çıkan atıklar, araba ve kamyon egzosları gibi kirliliklerdir. • Doğa ile insanın arasının bozulması, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nden kaynaklanan çevre sorunları, insanın sınırsız arzusu, çevre koruma faaliyetlerinin ve büyük endüstri kuruluşlarının çelişkili ilişkisi, eğitim düzeyinin düşük olması, çevre kirliliğinin temizlenmesinin maaliyetini kimin üstleneceği problemi gibi çevre sorunlarının problematikleri doğal sorunlarla ilgili potansiyel nedenlerdir. • Bir problemi çözmek için öncelikle onu anlamamız gerekmektedir, sonrasında da o problemi doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. • Çevre sorunlarında da sorunun nereden kaynaklandığı iyi bilinmelidir • Çevre sorunlarını anlama ve çözümlemede ilgili sorunu doğa teolojisinin bir alt konusu olarak görme, ahlaki sorumluluk türü olarak ekolojik sorumluluğun bütünüyle doğal olanı korumadaki işlevini göz önünde bulundurma da doğa teolojisine atıfla anlamlı hale gelir. • Ekolojik sorumluluğun hem ekoloji hem de doğa teolojisi açısından ortak noktalardan birini oluşturduğu gerçeği iyi algılanmalıdır. • Ayrıca çevre konusunu sorun yönüyle ele almak doğanın hem aşkın hem içkin açılımının var olduğunu özümsemeye dayanır. • Çevreyle ilgili sorunların çözülmesi için aşkın yönünün iyi bir seçicilikle değerlendirilmesi gerekir. • Günümüzde özellikle Batı’da kozmoloji zemininde din-bilim-felsefe arasında yaşanan karşılıklı diyalog ve etkileşim süreci, bilim adamlarının dine yönelmesine neden olmuş ve ayrıca teologların da bilime ilgisini arttırmıştır. • Amerikalı teolog Ian Barbour, vahiy kaynaklı geleneği esas alan ve ilgili bilim dalında da uzmanlaşmayı hedefleyen bir çözüm bulmuştur. • Bu çözümü "Doğa Teolojisi” olarak isimlendirmiştir. • Doğa teolojisi vahiy kaynaklı geleneği başlangıç olarak kabul eden, geleneksel teolojiden ayrı bir oluşum olmayan, geleneksel teolojinin dâhili bir parçasıdır ve ona bağlıdır. • Doğa teolojisinde, kontrol vahiy ve gelenektedir. • Dolayısıyla, çevre konusu sorun yönüyle ele alındığında, Tanrı-doğa ilişkisine özel bir atıf yapılabilir. • Şu halde çevre konusunu sorun yönüyle ele almak, Tanrı’yı anlamaya gereken önemi vermeyi öne çıkarır ve ekolojik sorunları anlamaya çalışmak, aynı zamanda Tanrı’nın dışa açılımını da anlamak anlamına gelir. • Çevre konusu sorun yönüyle ele alındığında yalınızca Tanrı-doğa arasındaki ilişkiye değil ayrıca insan-doğa arasındaki ilişki de göz önünde bulundurulmalıdır. • İnsanın da bu karmaşık sistemin bir parçası olduğu unutulmamalıdır. İnsanlar ekolojik düşünceye, canlılara ve canlılarla kendi arasındaki karşılıklı ilişkiler türü kavramlara yabancı kalmamalıdır. • Sadece Tanrı ve doğa arasındaki ilişki değil, Tanrı, doğa ve insan arasındaki ilişki bir bütün olarak ele alınmalıdır. • Ekolojik sorunların kaynağında insanın doğaya yabancılaşması ve onu kendinden bir parça olarak görmemesi yatmaktadır. • Bu sebeple ilişkilerin sağlam temellendirilmesi gerekmektedir. • Çevre sorununu sorun yönüyle ele almak, doğa ve çevrenin giderek kirleneceği endişesini engellemek içindir. • Doğa ve çevreyi kullanma, kirletmeye karşı çözüm içerikli bir strateji belirlenmesi gerekir. • Bu da doğa ve çevrenin bir bütün olarak ele alınmasıyla, insanlara çevre bilinci verilmesiyle ve özlem duyulan işlevsel bir doğa teolojisinin geliştirilmesiyle mümkündür. • Doğadaki kirlilik o kadar artmıştır ki artık kirlilik özümseme kapasiteleri aşılmış, doğal ortamdaki dengelerin geri dönüşü neredeyse imkânsız bir hale gelmiştir. • Bu şekilde ortaya çıkan ekolojik kriz, çevre sorunlarına farklı çözüm arayışlarına insanları yöneltmiştir. • Biz de tezimizle alakalı olarak çevre kirliliğini küresel ve yerel boyutlarda olmak üzere iki şekilde ele alacağız. • Bunlar yerel boyutlardaki çevre sorunları ve küresel boyutlardaki çevre sorunlarıdır. • 1.1.1. Yerel Boyutlardaki Çevre Sorunları • Yerel boyutlardaki çevre kirliliği ise su, hava, toprak, gürültü, erozyon, ötrofikasyon gibi sadece o bölgenin insanını etkileyen kirliliktir. • Yerel boyutlarda olması kirliliğin önlenebilirliği açısından kolay görünse de önlenemeyince daha büyük sorunlara yol açabilir. • Bu tür kirlilikler önlenmediği takdirde yerel bir sorun olmaktan çıkıp küresel bir sorun haline gelebilir. • Yerel boyutlardaki çevre sorunlarını kısaca ele alalım. • Hava Kirliliği • İnsanların sağlıklı bir şekilde yaşaması için en önemli kaynağı havadır. • Çünkü insanlar günlük ortalama iki buçuk kilo su, bir buçuk kilo besin alırken yaklaşık on beş kilo hava alır. • İnsan ihtiyaçları içinde hava en önde gelmektedir. • İnsanlar açlığa altmış gün, susuzluğa altı gün dayanabilmektedir, havasızlığa ise en fazla altı dakika dayanabilmektedirler. • Hava insanlar için bu kadar önem arz etmesine rağmen maalesef insanlar tarafından havaya gereken özen gösterilmemektedir. • Yaşamın ana kaynağı olan hava genel olarak insan eylemleri sonucu kirlenmiştir ve kirlenmektedir • Genel olarak insan eylemleri dedik çünkü doğal nedenlerle de hava kirliliği ortaya çıkabilmektedir ama insan eylemleri kadar etkili olmamaktadır. • Hava kirliliğinin tanımlanması zordur. Hava kirliliğinin insanların petrol ürünlerini yakmaya başlamasıyla ortaya çıktığını iddia edenler olabilir ama bu iddia eksik bir iddiadır. • Yıldırım düşmelerinin neden olduğu orman yangınları, volkan patlamaları ve bunun sonucunda ortaya çıkan gazlar, doğal emisyonlar hava kirliliği olarak göz önünde bulundurulmazlar ama doğal emisyonlar da hava kirliliği olarak değerlendirilmelidir. • Bu nedenle hava kirliliğini havaya yayılan antropojenik madde olarak tanımlayabiliriz. • Hava kirliliği, atmosferde bulunan kirleticilerin oranının insanlara, canlılara ve eşyaya zarar verecek şekilde yükselmesi olarak ifade edilebilir. • Hava kendi kendisini temizleyebilmektedir. İnsan eylemlerinin sonucunda havaya salınan kirleticilerin fazla olması sonucu havan kendi kendini temizleme kapasitesini aşar. • Bunun sonucunda kirleticiler havada birikerek hava kirliliğini oluşturur. Kirleticilerin havada belli bir miktarın üzerine çıkması kendi kendisini yenileyememesi olayına hava kirliliği denir. • Başka bir tanım da şu şekildedir: “Belirli bir şehir veya bölgenin havasının çeşitli kaynaklar tarafından doğal bünyesinin bozulması olayına hava kirliliği denir.” • Hava kirliliğinin canlı yaşamını birçok yönden olumsuz etkilediği ortadadır. • Hava kirliliğinin tanımlarında da gördüğümüz gibi hava kirliliğinin nedenleri arasında birçok insan eylemi sayılabilir. • Bu insan eylemlerine örnek verecek olursak hava kirliliğinin sebepleri arasında endüstri tesisleri, taşıtlardan çıkan egzos gazları, kalorifer, soba gibi ısıtma sistemlerinden çıkan dumanlar, büyük yangınlar, termik santrallerden çıkan gazlar, çöplerin yakılması sonucu ortaya çıkan gazlar… gibi atmosfere zarar veren gazlar gibi bir çok etmen vardır. • Endüstri kuruluşlarından çıkan kötü gazlar daha çok üst hava tabasını kirletirken, yangınlar ve taşıtlardan çıkan gazlar havanın alt tabakasını kirletmektedir. • Atmosfer kirleticilerini doğal kaynaklı ve doğal kaynaklı olmayan şeklinde ikiye ayırdığımızda küfler, çeşitli tozlar, bitki lifleri, polenler doğal kaynaklı kirleticiler iken; motorlu taşıtlardan ve endüstriden çıkan zehirli ve kirletici maddeler doğal kaynaklı olmayan kirleticilerdir. • Hava kirliliğine neden olan sebeplerden bahsettikten sonra hava kirliliğinin neden olduğu zararları ele almak faydamıza olacaktır. • Hava kirliliğinin birçok zararı vardır. • Bunlardan sadece üçüne değinecek olursak, öncelikli olarak ekonomik zararı vardır. • Ekonomik zarara örnek olarak bazı yakıtlar kalitesiz olduğundan dolayı tam yanmamakta ve gereğinden çok is yapmakta bu da çevreyi kirletmektedir. • İnsanların giysileri, ev eşyaları çabucak kirlenmekte ve bunların temizliği için daha çok deterjan kullanılmakta, emek ve para harcanmaktadır. • Ayrıca bu kirlilikten tarihi eserler de büyük tahribata uğramaktadır. İkinci olarak biyolojik etkiye örnek verecek olursak bakır, alüminyum, kükürt ve asit gibi artıklara karşı bitkiler hassasiyet göstermektedirler • Bu hassasiyet tarımda verim kaybına sebep olmaktadır. • Üçüncü olarak insan sağlığına etkisinden bahsedecek olursak kirli havada yaşayan kişiler sağlıksız olur. • Yedikleri gıdaları hazmedemez, parazitsel rahatsızlıklar yaşar ve solunum yolu hastalıklarına maruz kalırlar. • Bütün bunlardan görüyoruz ki hava kirliliği maddi yönden zarar vermekteyse de biyolojik ve sağlık yönüyle insan dâhil tüm canlıları etkilemektedir. • Tarihte ilk olarak 1909 yılında Glasgow’da yerel hava kirliliği yaşanmıştır. • Bu olayı takiben 1930 yılında Belçika’nın Meuse Vadisi’nde, 1948 yılında Pennsylvania Donova bölgesinde yoğun hava kirlilikleri yaşanmıştır. • 4000 kişinin ölümüne neden olan Aralık 1952 yılında Londra’da hava kirliliği insanlık tarihinin en büyük hava kirliliklerinden birisi olmuştur. • Londra’daki bu kirliliğin nedeni o dönemde kullanılan ısınma yöntemlerindeki yanlışlardır. • Bu yanlış yöntemler sonucunda hava kirliliği artmıştır ve şehri sis ve duman kaplamıştır. • Sonuç olarak nefes darlığı ve astım hastası olan 4000 kişi hayatını kaybetmiştir. • Böyle bir olayın bir daha yaşanmaması için yoğun önlemler alınmıştır. • Bu önlemlerin başında odun, linyit ve taşkömürü ile ısınılması yasaklanmış, sülfürden arınmış kömürlerin kullanılması zorunlu hale getirilmiştir • Hükümet ile yerel yönetimlerin çalışmaları ve çabalarıyla bu sorun ortadan kaldırılmıştır. • Hava kirliliğinden kurtulmak için günümüzde de hükümet ve yerel yönetimler gereken çabaları harcamalıdırlar. • Hükümet ve yerel yönetim ve yanı sıra halk da üzerine düşen görevi yerine getirmelidir. • Hava kirliliğine önlem olarak endüstri tesislerinden çıkan gazlar ve tozlar kontrol altına alınmalı, ısınma amaçlı kullanılan yakıtlarda sağlığa zararsız olanlar tercih edilmeli, termik santral vb. gibi havaya zarar veren bütün gazlar denetim altına alınmalıdır. • Su Kirliliği • Yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan ana nedenlerin başında gelen etmenlerden birisi sudur. • Vücudumuzun büyüklüğüne göre değişmekle birlikte vücudumuz ortalama yüzde elli-yüzde altmış oranında sudan oluşmuştur. • Ayrıca yeryüzünün yüzde altmışı yine sularla kaplıdır. • Su hem hayatımızın devamını sağlamakta hem de vücudumuzdaki gerekli minerallerin teminini sağlamaktadır. • Su canlılar için önemli bir yaşam ortamıdır • Yeryüzünün dörtte üçünün sularla kaplı olması yeryüzündeki suyun çok olduğu gibi bir izlenim oluştursa da içilebilir su oranı aslında sadece 0.74 civarındadır. • Dünya nüfusunun hızla artması, sanayi ve teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi, içilebilir su kaynaklarının kirletilmesi içecek suların azalmasına neden olmaktadır. • Günümüzde suya erişemeyen ya da yeterli hijyen koşullarından yoksun milyarlarca insan bulunmaktadır. • Hijyenik ve temiz suya ulaşım çok zor olduğu için kirli suların tüketilmesinden kaynaklı hastalıklar, salgınlar meydana gelmektedir. • Su kirliliğinden dolayı her yıl başta yaşlılar ve çocuklar olmak üzere çok sayıda kişi yaşamını yitirmektedir. • Kirli su içinde bulunan mikroorganizma çeşidine göre ishal, tifo, kolera, sarılık gibi hastalıklar canlılara bulaşır. • Yine sıtma ve sarıhumma gibi hastalıkların taşınmasında suların önemli bir yeri vardır. • Yeryüzünün çoğunu sular oluştursa da insanların tüketilebileceği su oranı oldukça azdır. • Mevcut tüketilebilir su kaynaklarının da kirletilmesi sonucu bu oran daha da aşağılara düşmekte ve canlı yaşamını tehdit eder hale gelmektedir. • Suların kirlenmesiyle hem tüketilebilecek su oranı azalmakta hem de bu suların tüketilmesi sonucu ölümcül hastalıklar yaygınlaşmaktadır. • Su öncelikle içme suyu olarak, tarımda, taşımacılıkta, enerji üretiminde ve birçok alanda kullanılmaktadır. • Su, kıtalara şeklini verir, iklimi düzenler ve organizmaların yaşamasını sağlar. • İnsan nüfusunun üçte birinden daha fazlasının 2025 yılında içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılayamayacağı tahmin edilmektedir. • Su kirliliğinin tanımlarını inceleyecek olursak: • “Su kirliliği bir nehrin, gölün, okyanusun yeraltı su kaynağının kalitesini kötü yönde etkileyen insan faaliyetlerinin neden olduğu herhangi bir durum olarak tanımlanabilir. • Su kirliliği; yeryüzündeki su kaynaklarını bozacak veya kalitesini düşürecek şekilde suyun içerisine organik, inorganik, radyoaktif veya biyolojik maddenin karışması şeklinde tanımlanabilir. • Bizde bu tanımlardan yola çıkarak suyun insan faaliyetleri sonucunda özelliğini yitirerek içinde canlı yaşamına zararlı maddeleri bulundurması su kirliliğini oluşturur diyebiliriz. • Kirli su içme suyu olarak kullanılmasa da yine tarım ve enerji alanında kullanılabilir ama içecek temiz su bulma günümüzde sıkıntılıdır gelecekte daha da sıkıntılı bir hale gelecektir. • Kirli su ve içme suyu ile ilgili şöyle bir ayrım yapılabilir: Kirli su, kullanım amacına uygun olmayan sudur. • Su kirlenmesinde bahsedildiği zaman “saf su” kelimesiyle karşılaşırız. Saf su içilebilir su anlamındadır. • İnsanların su ile ilgili asıl sıkıntısı da saf su kaynaklarının azalması ve kirlenmesidir. • Su kirliliğine neden olan faktörleri inceleyecek olursak bu kaynaklar kapladıkları alana göre noktasal ve noktasal olmayan kaynaklar olarak ikiye ayrılırlar. • Kimyasal ve petrol ürünlerinin dökülüp suya karışması, kanalizasyon atıkları, belediye çöplükleri noktasal kaynaklardır. • Kirli havada yer alan gazların yağış yoluyla su tanklarına girmesi, tarımda kullanılan gübrelerin ve böcek ilaçlarının yeraltı sularına karışması noktasal olmayan kaynaklara örnektir. • Böyle bir ayrımın yapılma nedeni ‘noktasal’ olarak adlandırılan kaynaklar daha çok bulundukları bölgeyi kirletirlerken ‘noktasal olmayan’ kaynaklar sadece bulundukları bölgeyi etkilemekle kalmayıp daha geniş bir bölgeye yayılarak daha fazla alanı kirletmekte daha fazla canlı yaşamına etki etmektedir. • Su kirliliğinde dikkat edilmesi gereken bir nokta da sentetik organik kirleticiler olarak adlandırılan kirleticilerdir. • Çünkü bu kirleticiler her yıl ikiye katlanarak artar. • Sentetik organik kirleticiler çevrede kolayca parçalanamadığı için hem su hem çevre için büyük bir sorundur. • Petrol kökenli yakıtlar, deterjanlar, plastikler, pestisitler, ilaçlar, yağlı boyalar bunlara örnektir. • Sentetik organik maddeler doğal sularda bulunan su bakterileri tarafından sularda uzun süre kalırlar. • Hatta bu maddeler atık madde işleme sürecinde de sulardan ayrılmamaktadırlar. • Suların rengini ve kokusunu bozmaktadırlar. • Özellikle petrol atıkları ve pestisitlerin çok azı bile su hayatı için çok zararlıdır. • Sentetik kirleticilerden sonra ikinci olarak dikkat edilmesi gereken inorganik madde atıklarıdır. • • İnorganik madde atıkları da suları önemli derecede kirletmektedirler. • Tuzlar, metaller, mineral asitler ve mineraller, inorganik madde atıklarına örneklerdir. • Bu inorganik maddeler asitliğin, toksikliğin ve tuzluluğun artmasına neden olur • Kirliliğin etkilediği yaşam alanlarından öncelikli olarak su canlılarının yaşamı etkilenmektedir. • Sularda yaşayan balıkların sayısı azalırken, kirleticilere dayanıklı başka canlılar sayıca artış gösterir, göllerin kurumasına neden olan ötrofikasyon hızlanır. • Sanayi atıkları, böcek ilaçları ve zehirli madde atıkları, sudaki çözünmüş oksijeni tüketerek su içindeki balıkların kitle halinde ölmesine neden olur. • Görüyoruz ki suyu korumak canlı yaşamını korumak anlamına gelmektedir. • Su kaynaklarının azalması bir bakıma iklim değişikliğiyle de ilgilidir. Kirlilikle ilgili problemlerin zincir gibi birbirine bağlı olduğunu daha önce de dile getirmiştik. • İklim değişikliği sonucunda kuraklıklar artmış su kaynakları kurumuş özellikle birçok Afrika ülkesi susuzlukla mücadele edemez hale gelmiştir. • Susuzluk sorunu karşısında ülkeler bir takım çalışma yollarına gitmişlerdir. • Su kirliliğini önlemeye yönelik modern arıtma tesisleri Birinci ve İkinci Dünya savaşları arasındaki zaman diliminde kurulmuştur ve 1950’li yıllarda bazı sanayileşmiş tatlı sular için düzenli olarak kirlilik azaltma programları başlatılmıştır. • 1960’lar da ise birkaç ülke kıyı suları için benzer programlar başlatmıştır. • Sanayi devriminin başlangıcı ile önlem alınmaya başlamasının arasında neredeyse yüz elli yıllık bir zaman vardır. • Bu tarihler su kirliliğine müdahale etmede geç kalındığını ortaya koymaktadır. • Yakın gelecekte, belki de içilebilir su bulmak mümkün olmayacaktır. • Bu sebeple insanların bağışıklık sistemi zayıflayacak, salgın hastalıklar daha da artacak, insanların gerek büyüme gerek üreme gibi fizyolojik olaylarında yaşamsal problemler yaşayacağı tahmin edilmektedir. • Birçok canlı türünün tükenmesine ek olarak ülkeler arası savaşların sebebi haline gelmesi kaçınılmazdır. • Su kirliliği önlenip temiz su kaynakları korunmadığı sürece su kaynaklarına sahip olmak amacıyla yapılacak savaşların yakın tarihte gündemimize girmesi beklenmektedir • Böyle bir durum da savaşlar sonucu sadece insanlar ölmemekte, doğal çevre zarar görmekte ve bütün canlılar savaşlardan etkilenmektedir. • Bu şekilde bir çevre felaketi peşinden birçok felaketi beraberinde getirmektedir. • Bütün bunlardan korunmak için su kirlenmelerini önlemeli, toplumlar bilinçlendirilmeli, endüstri kuruluşları denetim altında tutulmalı, suları temizlemek için de arıtma tesisleri kurularak temiz su sağlanmalıdır. • Kirliliğin bütün olduğu, sadece su kirliliğiyle değil bütün kirliliklerle mücadele edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.