You are on page 1of 71

• Çevre Sorunları ve Görünen Bilimsel Boyutlar

• İnsan çevresiyle bütün halindedir ve çevreden ayrı bir insan hayatı


düşünülemez.
• İnsanlar doğumlarından ölümlerine kadar çevrenin içinde yaşarlar ve
ölünce de toprağa gömülerek, yakılıp küllerinin savrulması veya suya
atılması şeklinde yine doğaya geri dönmekte doğayla
bütünleşmektedirler.
• İnsanlar doğdukları günden itibaren bir çevrenin içindedirler.
• Çevre insanlar için önemlidir. Bu önem günümüzde daha da artmıştır
çünkü çevre konusu önceleri sorun olarak çok fazla dile gelmemiştir.
• Özellikle modern teknolojinin artmasıyla birlikte çevre konusu önem
kazanmıştır.
• Çünkü daha önceleri çevre ile iç içe yaşayan çevresiyle uyumlu insan,
teknolojinin gelişimi ile birlikte değişmiştir.
• Teknolojinin gelişmesiyle insanların çevreleriyle olan uyumları
bozulmuştur. Bu uyum bozulunca da çevre konusu daha fazla
gündeme gelmiştir.
• Özellikle 1970’li yılların başında çevre sözcüğü yaygın olarak
kullanılmaya başlanmıştır.
• Çevre kavramı karmaşık bir yapıdadır.
• Günümüzde çevre sorunlarının önü alınamaz şekilde artmış olması
nedeniyle çevre kavramının tanımları kullanıldığı bilim dallarına göre
farklılık göstermektedir.
• Günümüzde çevre ile ilgili mühendislik alanında, biyolojide,
kimyada, coğrafyada, felsefede, sosyolojide, kamu yönetiminde ve
iktisatta vb. birçok alanda çalışmalar yapılmıştır.
• Dolayısıyla çevre sorunları sadece bir bilim dalını değil birçok bilim
dalını ilgilendirmekte ve her bilim dalı da kendine özgü bir yöntemle
konuya yaklaşmaktadır.
• Çevre sorunları hakkında her bilim dalının kendine özgü bir
yöntemle çalışmasının nedeni insanların çevre sorunlarından birçok
alanda etkilenmesinden dolayıdır.
• Bu bilim dallarının hepsinin ortak amacı insanların temiz bir çevre de
yaşamasıdır
• Günümüzde birçok bilim dalı çevre konusunda çalışmaktadır, fakat
yine de çevre sorunları devam etmektedir.
• Çevreyi temiz tutmak günümüzde çok zordur.
• Kirliliğin önü alınamaz hale gelmiş ve bu durum insanların hayatını
olumsuz etkilemektedir.
• Temiz bir çevrede yaşamak insanların ruh ve beden sağlığı açısından
önemlidir ve temiz bir çevrede yaşamak sadece insanların değil tüm
canlıların hakkıdır.
• Kirli bir çevre bitkiler hayvanlar da dâhil tüm canlılara zararlıdır.
• Çevre sorunlarında bir takım problematik noktalar vardır.
• Çevre problemlerinin çözülemeyişinin altında bu problematik
noktaların aşılamayışı veya bazen farkına varılamayışı yatmaktadır.
• Bu nedenle bu problematik noktalar iyi anlaşılmalıdır.
• Bu problematik noktaları ele alıp değerlendirecek olursak, şöyle
sıralayabiliriz:
• I. Doğa ile İnsanın Arasının Bozulması:
• Doğa ile insanın arası girişte de ifade ettiğimiz gibi sanayi
faaliyetlerinin gelişmesiyle bozulmuştur.
• Sanayileşme insan hayatına olumlu birçok şey getirse de kimi zaman
da insanların hayatından pek çok şeyi götürmüştür.
• Sanayileşmenin insan hayatına getirdiği yenilikler ile insanlara yeni iş
olanakları doğmuş, sanayileşmenin sonucu olarak insanlar daha rahat
bir yaşama kavuşmuşlardır.
• Sanayileşmenin olumsuz bir sonucu olarak da çevre kirliliği ortaya
çıkmıştır.
• Sanayileşmenin amaç haline gelmesiyle kirlilik ve doğal
kaynakların tükenmesiyle karşı karşıya kalınmıştır.
• Çünkü dünya insanın sonsuz arzusunu karşılayamayacak kadar
sınırlıdır.
• İnsanlar ihtiyaçları olmamasına rağmen doyumsuzluk göstermektedir.
• Sınırları olan dünyada insanlar sınırsız ilerlemeye, büyümeye
inanmakta ve bunu gerçekleştirmek için büyük çabalar sarf
etmektedirler.
• Buradaki asıl sorunun insanların rahat yaşamak, feraha kavuşmak için
çabalamaları değil; insanın sınırsız isteklerine cevap bulma çabaları
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
• Bilimle doğaya karşı egemen olmaya başlayan insan, isteklerine bir
sınır getirememiştir.
• Teknolojik gelişmeler olumlu yönde insanlara güç, imkân ve fırsat
vermiştir.
• Olumsuz olarak doğurduğu kötü sonuçlarla da bir hayal kırıklığı
yaratmaktadır.
• Teknoloji insanlık tarihinde özgürlüğün bir aracı olarak geliştirilmiştir
ama bu zamanla özgürlükten ziyade insanların teknolojiye köle
olmasına neden olmuştur.
• İnsan teknoloji geliştikçe makineyi dizginleyemez hale gelmiştir.
• Sınırsız ilerlemeye duyulan bu ihtiyaç tehlike kendisini gösterinceye
kadar sürmüştür.
• İnsanlar, tabi kaynakların yavaş yavaş tükendiğinin, canlılarla birlikte
tabiatın öldüğünün farkına varmışlardır. İnsanlığın geleceği tehlike
altındadır.
• İnsanın elindeki en güvendiği güç olan teknoloji, insanın kendi varlığını
yok etmeye başlamıştır.
• Burada insanların aslında özgürleşip, daha rahat yaşama isteğinin
doğaya karşı yanlış davranışlar sonucunda tam tersi bir hal aldığını
görmekteyiz.
• II. Üçüncü Dünya Ülkeleri’nden Kaynaklanan Çevre Sorunları:
• Üçüncü Dünya Ülkesi olarak adlandırılan ülkeler hem çevre
sorunlarına neden olurken hem de çevre sorunlarından kaynaklı yeni
problemlerle karşılaşmaktadırlar.
• Üçüncü Dünya Ülkeleri öncelikli olarak kendi çevrelerini
kirletmektedirler çünkü bu ülkelerin öncelikleri çevre değil ekonomik
kalkınmadır.
• İkinci olarak az gelişmiş başka ülkeler tarafından kirletilmektedirler
çünkü daha az maliyetle gelişmiş ülkeler atıklarını bu ülkelere
bırakmaktadırlar.
• Üçüncü Dünya Ülkesi olarak adlandırılan bu ülkelerin savaş, iç çatışma,
açlık, doğal kaynakların kirliliği, adaletsiz gelir dağılımı gibi birçok
problemleri bulunmaktadır.
• Peki Üçüncü Dünya Ülkeleri ile ne kastedilmektedir?
• Kuzey Amerika, Avrupa ek olarak Uzakdoğu ülkelerinin birkaçı
haricinde kalan ülkeler Üçüncü Dünya Ülkeleri olarak adlandırılmıştır.
• Kavram olarak bu ülkeleri ele alacak olursak; üçüncü dünya ülkeleri
kavramı ekonomik, sosyo-kültürel, siyasi faktörler açısından bu
ülkelerin ortak özelliklerini belirtmek amacıyla kullanılır.
• Hâlbuki Üçüncü Dünya Ülkeleri kendi aralarında farklılık
göstermektedirler ve bu kavramın ortak bir tanımı yoktur.
• Günümüzde bu ülkeler hakkında az gelişmiş ülkeler, sanayileşmemiş
ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler gibi kavramlar kullanılmaktadır.
• Bu kavramlar İkinci Dünya Savaşından sonra kullanılmıştır; çünkü İkinci
Dünya Savaşıyla birlikte sömürgecilik sona ermiş yüz civarında ülke
bağımsızlığına kavuşmuştur
• Bu ülkeler her ne kadar bağımsız olsalar da ellerindeki mevcut
kaynakları kullanacak güçte değildirler.
• Kalkınmak için yeterli teknolojiden mahrum ülkelerdir. Bu yoksunluk
onları yine gelişmiş ülkelere mahkûm etmektedir.
• Endüstrileşmiş ülkeler doğanın sınırsız bir şekilde kirlenmesiyle çevre
koruyucu sıkı önlemler almıştır.
• Bu önlemler nedeniyle üretim maddelerinin maliyetinde önemli
artışlar meydana gelmiştir.
• Bu maliyet artışından dolayı gelişmekte olan ülkelerde fabrikalarını
kurmaya başlamıştır
• Üçüncü Dünya Ülkelerinde yeraltı kaynakları yabancı firmalar
tarafından işlenir; çünkü bu ülkelerin kendi yeraltı kaynaklarını
işleyecek teknolojik güçleri yoktur.
• Bu firmalar genel olarak birinci dünya ülkelerinin firmalarıdır,
hammaddeyi çıkarıp satışını yaparak gelirin çoğunu elde etmekte ve
üçüncü dünya ülkeleri kendi ham maddelerinden neredeyse hiç
faydalanamamaktadır.
• Yukarıda Üçünü Dünya Ülkesi olarak adlandırdığımız bu ülkeler ham
maddelerini kullanmak ve ekonomik kalkınma sağlamak için gelişmiş
ülkelerin sermayesine ihtiyaç duymaktadır.
• Bu ihtiyacı kendileri karşılayamadıklarından ekonomik kalkınma için
buna göz yummak zorunda kalmaktadırlar.
• Daha önce bir nedenle ifade ettiğimiz gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin
tek gelir kaynağı tabiattır.
• Tek kaynakları olmasına rağmen tabiatı tahrip etmekte ve doğal
kaynakları tüketmektedirler.
• Sömürgecilik faaliyetlerinin bitmesine rağmen Üçüncü Dünya Ülkeleri
gelişmiş ülkeler tarafından sömürülmeye devam edilmektedirler.
• Bunun nedeni Üçüncü Dünya Ülkelerinin sağlığa zararlı ve ekosistemi
tehdit eden sanayi dalları için ucuz ve güvenli yerler olarak
görülmesidir.
• Gerçi Batılı toplumlarda 1960’lı yıllarda başlayan çevre bilinci
hareketiyle hükümetlerin büyüme politikalarına tepkiler gösterilmiştir
• Ellerinde tek kaynak olan doğayı gelişme uğruna tüketen bu üçüncü
dünya ülkeleri üstelik bir de gelişmiş ülkelerin atıklarıyla
uğraşmaktadırlar.
• Gelişmiş ülkelerdeki yasaklanmış kimyasal maddeleri üçüncü dünya
ülkelerine ihraç etmektedir ve yine gelişmiş ülkelerin tehlikeli atıklarını
üçüncü dünya ülkelerine göndermektedirler.
• Fakir olan ülkelerin bir yandan kalkınmak için tabiatı tahrip etmeleri,
bir yandan çevreyi koruma masraflarını üstlenememeleri, gelişmiş
ülkelerin ekonomik ve çevresel sömürüsü, bu ülkelerde çevre
sorunlarının gittikçe artmasına neden olmaktadır.
• Üçüncü dünya ülkelerinin ekonomik sorunları çözülmeden, bu
ülkelerin ekolojik sorunlarını ortadan kaldırmak mümkün değildir.
Ekolojik krizlerin nedeni yoksulluk ve eşitsizliktir diyebiliriz.
• Her ne kadar kirlilik Üçüncü Dünya Ülkelerinin sorunu gibi görünse de
kirlilik zamanla küresel boyutlara ulaşarak dikkatleri üzerine çekmiştir.
• Nitekim çevre kirliliğinin küresel bir sorun haline gelmesiyle birçok
sivil toplum kuruluşu tarafından zehirli atıkların bu ülkelere bırakılması
eleştiri konusu edilmiştir.
• Atıkların bu ülkelere bırakılmasının yanı sıra nüfus sorunu bu
ülkelerdeki ciddi sorunlardan birisidir.
• Üçüncü Dünya ülkelerindeki nüfus artışı beraberinde yoksulluğu
getirmektedir.
• Çok sayıda çocuk toplumsal güvenlik açısından iyi gibi görünse de
beraberinde bir yıkım getirmektedir.
• Nüfus fazla olduğu için kişi başına düşen milli gelir de düşmektedir.
Ekonomik yapı, toplumsal adaletsizlik de bu soruna eklenince üçüncü
dünya ülkelerinin gelişme umudu yok olmaktadır.
• Artan nüfus ve hammadde ihtiyacı nedeniyle bu ülkelerde ağaçlar
hızla kesilmekte, aşırı avlanma meydana gelmekte, tek ürüne dayalı
tarımsal üretim, mineral ve fosillerin aşırı tüketimi türü bir takım
olumsuzlar ortaya çıkmaktadır.
• Öte yandan havanın ve suların zehirli atıklarla kirletilmesi bu ülkelerde
yıkımı beraberinde getirmektedir.
• Yetersiz alt yapı, estetik kaygılardan uzak olma, sağlıksız kentleşme,
köylerde mülkiyet eşitsizliği ve tek ürün tarımının yapılması nedeniyle
insanlar kentlere akınla göç etmektedir.
• Alt yapı sorunlarının çözülemeyişinin nedeni alt yapı sisteminin yüksek
maliyete neden olmasından kaynaklanmaktadır.
• Bu nedenle birçok ülkede bu altyapı kurulmadan sanayileşmeye gidilmiştir
bu nedenle biraz maliyetle çözülebilecek sorunlar çevre kirliliğine neden
olmuştur.
• Ayrıca üçüncü dünya ülkelerinde çevreye zararı önlemek için sözgelimi
arıtma tesisi kurma çabası ve maddi cezalar uygulama yoluna gitme pek
mümkün görülmemektedir.
• Durum bu olmakla birlikte çevre sorunlarının çözümünde üçüncü dünya
ülkelerinin sorunlarının çözümü önemli bir rol üstlenir.
• III. İnsanın Sınırsız Arzusu:
• İnsanların sınırsız arzularından insan ve doğanın arasının bozulması
probleminde bahsetmiştik.
• Bu problemli noktalar birbiri içinde sıkça karşımıza çıkmaktadır; çünkü
çevre sorunlarının problemleri birbirine bir zincir halkası gibi bağlıdır.
• Çevre sorunlarına sadece üretim faaliyetleri değil, tüketim faaliyetleri
de sebep olabilmektedir. Sanayileşme sürecinde tüketim de üretim
gibi gelişmiştir.
• Çağdaş ekonomik düzen üretim yerine tüketim biçimini beraberinde
getirmiştir.
• Önceden sadece zorunlu ihtiyaçlar için yapılan üretim daha sonra çok
da zorunlu olmayan hatta lüks sayılabilecek şeyler için yapılmaya
başlanmıştır
• Bu şekilde bir üretim düşüncesi, kaynak israfı başta olmak üzere
beraberinde çevre kirlenmesini getirmiştir.
• İnsanların sürekli tüketmeye yönlendirilmesinden dolayı kaynakları kıt
olan dünyada yaşayan insanlar sonsuz bir tüketim arzusu
duymaktadırlar ve egemen ekonomik sistem de bunu teşvik
etmektedir.
• Oysa günümüzde faaliyet gösteren sanayi kuruluşları gereken
miktarda üretim yapmalıdır.
• Eğer bu miktarda üretim yapamazsa, sanayileşmiş bir ekonominin
ayakta kalması için tüketim kaçınılmaz olarak teşvik edilir hale
gelecektir.
• tüketim toplumunun oluşması bu şekildedir.
• İnsanlar daha rahat yaşamak ve daha fazla gelir elde etmek için doğayı
düşüncesizce tüketmektedirler.
• Bu düşüncesizlik sonucunda doğaya zarar gittikçe büyümüştür.
• Nüfusun artması, daha rahat yaşama isteği ve bunun sonucunda
bilinçsizce kullanılan doğanın etkilerinin kötü bir şekilde geri dönmesi
ekolojik düşünceyi beraberinde getirmiştir.
• İnsanların ve ekosistemdeki canlıların kendi aralarındaki ve fiziksel
çevreleriyle olan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesiyle doğal
denge sağlanır.
• Bunun aksi ise bu dengenin bozulduğuna işaret etmektedir.
• Ekolojik dengeyi oluşturan zincirin halkalarından birisi kopunca
bundan bütün ekosistem etkilemektedir.
• İnsan ekolojik zincirde bir parça olmasına rağmen bunun bilincinde
olmayıp bu zinciri bozmaktadır.
• Bu zincirin bozulmasının nedenlerinden birisi de hızlı nüfus artışıdır.
• Ekolojik dengenin bozulmasında tüketim algısının değişmesi de
etkilidir.
• Örneğin önceleri dayanıklı ve tamir edilebilen ürünler varken
günümüzde onların yerini tek kullanımlık eşyalar almıştır.
• Bu özellikle büyük endüstri kuruluşlarının ortaya çıkmasıyla olmuştur.
• Geçiciliğe dayalı ekonomi piyasada yerini almıştır.
• Günümüzde üretim maliyetleri onarım maliyetlerinden daha azdır bu
nedenle yenilemek onarmaktan daha çok tercih edilir hale gelmiştir.
• Bu üretici için büyük bir avantajdır.
• Endüstri de bir ürün ne kadar kısa ömürlüyse o kadar iyidir; çünkü
bozulan eşyanın yerine yeni ürün satışı yapılacaktır.
• Bundan dolayı girişimciler, yeni mallar üretmek, eski modeller
üstünde oynayarak yeni pazarlar bulmak, yeni modalar üretmek ve
eski ürünlerin modasının geçmesini sağlamak gibi yöntemlerle
insanları tüketime daha fazla yönlendirmektedirler.
• Aslında buradaki sorun sadece tüketim sorunu olmamakla birlikte
esas sorun, kaynakların ihtiyacı karşılayabileceğinden daha çok
tüketilmesidir.
• İnsanlar dünya kaynaklarının karşılayabileceğinin çok üstünde
tüketime teşvik edilmekte hem de tabiat korunmaya çalışılmaktadır.
Burada birisinin yapılması diğerine engel olmaktadır.
• Tüketimin ihtiyaç olmaktan çıkıp insanların bunun üzerinden zevk
almaya başlamasıyla daha fazla zevk almak isteyen insan, daha fazla
tüketime yönelmiştir.
• Tüketimin fazla olması da doğanın sınırlı kaynaklarını büyük ölçüde
yetersiz hale getirmiştir.
• Kaynakların yetersiz kalmasının bir nedeni de daha önceki
problematik noktalarda da geçtiği gibi nüfus sorunudur.
• Artan nüfus doğadan daha fazla ihtiyaç sağlamaya yönlendirmektedir.
Ekolojik toplumlarda doğa kendi dengesini sağlayabilmektedir.
• Doğanın dengesinin bozulmasında insanların dışarıdan müdahalesinin
büyük etkisi vardır.
• Ekolojik toplumların nüfusu rekabet, avlanma, parazitlik gibi
faktörlerle kontrol altında tutulmaktadır.
• Diğer varlıklardan farklı olarak zekâya sahip olan insan bu doğal nüfus
kontrol mekanizmalarıyla baş etmenin yollarını bularak, kendi
nüfusunu aşırı şekilde artırmıştır.
• Elbette bu durum diğer canlıların aleyhine işlemiştir. İnsanların
ekolojik toplumlara müdahalesi sonucunda hayvanların nüfusu
azalmakta, insan nüfusu sürekli artmaktadır.
• İnsan nüfusunun sürekli artıyor olması ve doğadaki canlıların sayısı ile
ters orantılı bir hale gelmiştir.
• Başka bir deyişle insan nüfusu diğer canlılara oranla daha fazla artış
göstermektedir.
• Günümüzde canlıları kendinden bir parça olarak görmeyen insan
gelecekte o varlıklara muhtaç hale gelecektir.
• İnsan nüfusunun tarihteki gelişimine kısaca göz atacak olursak miladi
takvimin başladığı tarihte dünyada 250 milyon insanın yaşadığı,
Hindistan ve Çin yine bugünkü gibi en kalabalık ülkeler iken Avrupa
kıtasında 30 milyon insanın bulunduğu tahmin edilmektedir.
• Dünya nüfusunun XVII. Yüzyıl ortalarından başlayarak artmış, 1650
yılında bütün dünyada toplam olarak 465 milyon kadar insana
ulaşmıştır.
• 1750 yılında dünyanın toplam nüfusu 660 milyon iken bu sayı 1825
yılında 1 milyara ulaşmıştır.
• 1975 yılında 3 milyar, 1985 yılında ise 5 milyar, 2000 yılında 7 milyara
ulaşmış ve XXI. Yüzyılın sonlarında bu rakamın ikiye katlanması tahmin
edilmektedir.
• Bu şekilde artışın nedeni doğumların ölümlerden daha fazla olmasıdır.
Açlık, salgın hastalıklar, savaşlar, doğal afetler nüfus artışını önlerken
XXI. Yüzyılla birlikte ölüm oranlarının düşmesi, beslenme şartlarının
eskiye göre iyi olması, sağlık koşullarının ve yaşam standardının
yükselmesi, tıp teknolojisinin gelişmesi nüfus artışını hızlandırmıştır.
• Özellikle az gelişmiş ülkeler nüfusu askeri güç olarak görmektedirler.
• Nüfus ne kadar çok olursa o kadar güvende yaşayacakları düşüncesi
vardır.
• Böyle bir düşünce daha önceki zamanlarda geçerli olsa da artık
günümüzde ateşli silahların ve nükleer silahların gelişmesi nedeniyle
geçersiz kalmıştır.
• Fazla nüfus fakir ülkelerin omzuna daha fazla yük binmesine neden
olmaktadır.
• Nüfus artışına bağlı olarak ortaya çıkan bir sorun da kentleşmedir.
Kentleşme sorunu dünya nüfusunun hızla artmasıyla ortaya çıkmıştır.
• Az gelişmiş ülkelerde kentleşme daha hızlı bir şekilde ilerlemektedir.
Büyük kentlerde oluşan nüfus yığılmaları içinden çıkılamayacak
derecede büyük sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır.
• Ayrıca bu sorunlara ek olarak fazla nüfustan kaynaklanan atıkların
tabiat tarafından yok edilememesi sorunuyla da karşılaşmaktayız.
• Nüfus meselesi teknoloji gelişmeden önce devletlerin elindeki en
büyük güçtü belki de.
• Teknolojinin gelişmesiyle insan işgücüne ihtiyaç azalmıştır.
• İnsanların yaptığı işleri makineler alınca da insanların iş olanakları
azalmış işsizlik gibi sorunlar ortaya çıkmıştır.
• Böyle bir durumda nüfus yarar olmaktan çıkıp devletlere külfet
olmaya başlamıştır.
• Yeni nüfus yeni yerleşim alanlarını zorunlu kılmakta, ya da göç
olgusunu beraberinde getirmektedir.
• Kısıtlı imkânlarla hem bu ihtiyaçların karşılanması hem de sağlıklı bir
ortam sağlanması çok zordur.
• Nüfus artışının kentleşmeye etkisine yine bir örnek verecek olursak,
artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için ormandan ağaçların kesilmesi,
ev yapmak için ormanlık alanların tarlaya dönüştürülmesi, doğal
kaynakların zorlanmasına yol açmaktadır.
• Ayrıca içme suları ve sulama suları kentleşmenin getirdiği aşırı
tüketim sonucundan etkilenmektedirler
• Nüfus artışının bir sonucu olarak kentleşme insanların tarım
devrimiyle yerleşik düzene geçişiyle başlamıştır.
• Bu yerleşik düzen özellikle sanayi devriminden sonra doğal
kaynakların zengin olduğu yerlerde yoğunlaşmıştır.
• Bu şekilde yoğun bir kentleşme sürecine gidilmiştir.
• Kentleşmenin ve sanayileşmenin bu şekilde hızlı ve düzensiz gelişmesi,
zamanla insan sağlığını bozmuştur ve toplum yaşamını güçleştirmiştir.
• Böyle bir hızlı büyüme ile kentler yeşil örtüsünü kaybetmiş,
betonlaşma, alt yapı ve sosyal donanım sorunları ortaya çıkmış ve
kentler zamanla daha sağlıksız bir hale gelmiştir.
• Nüfusun artmasına bağlı arazi azlığı çok katlı binalarda yaşamaya neden
olmuştur.
• Bu insanlar, toplu yaşamdan kaynaklanan sorunlarla, gürültüyle,
mahremiyet duygusunun yok olmasıyla, yabancılaşmayla ve birçok olumsuz
durumla karşılaşmışlardır.
• Nüfus artışı insanların sosyal hayatlarını da önemli ölçüde değiştirmiştir.
• Önceleri müstakil evlerde yaşayıp komşularını tanıyan, etrafındaki
insanlarla ilişki içinde olan insanların apartman hayatıyla sosyal ilişkileri de
zayıflamıştır.
• Önce çevresine yabancılaşan insan, sonra kendisine de yabancılaşmıştır.
• Kentleşme ile sosyal ve psikolojik birçok sorun ortaya çıkmıştır.
Kentleşmeyle ilgili bir başka sorun ise sanayinin kentin içine ya da
kente yakın yerlere kurulmasıdır.
• Her ne kadar sanayi şehir dışına kurulsa da zamanla kentlerin
büyümesi sonucu olarak sanayi şehir içinde kalabilmektedir.
• Plansız bir şekilde gerçekleşen kentleşme sonucu çarpık kentleşme,
gece kondu mahalleleri, alt yapı sorunları ve eğitim sorunları gibi
sorunlarla insanlar karşılaşmıştır.
• Bu gibi sorunlar devletlere maddi manevi birçok yükümlülük
getirmektedir.
• İş nedeniyle köyden kente göç eden insanlar gittikleri
şehirlerde barınma ihtiyaçlarını karşılamak için gecekondu
yapmaktadırlar.
• Bu gecekondular alt yapı eksikliği, çöplerin toplanmaması gibi
gerekçelerle çevre kirliliğine neden olmaktadırlar.
• Çevre kirliliği beraberinde bulaşıcı hastalıkları getirmektedir. Köyden
gelen insanlar şehir yaşamına yabancı kalmakta, uyumsuzluk
yaşamaktadırlar.
• Şehirler de yaşayan insanlar da nüfus arttıkça yalnızlaşmaktadırlar.
• Görüyoruz ki nüfus artışı insanları birçok yönden olumsuz
etkilemektedir
• IV. Çevre Koruma Faaliyetlerinin ve Büyük Endüstri Kuruluşlarının Çelişkili
İlişkileri:
• Çevre koruma ile ilgili yapılan teknik çalışmalarda büyük bir çelişki vardır.
• Günümüzde bu çelişkiyi çözmek oldukça zordur.
• Bunun nedeni çevre kirliliğini önleyen ve kirliliği temizleyen teknikler
büyük endüstri kuruluşları tarafından üretilip, satılmaktadır.
• Bu kurumların daha çok satış yapabilmesi için kirliliğin olması
gerekmektedir.
• Bu kirliliğin önlenmesi ve temizlenmesi konusunda bir çevresel bilince
ihtiyaç vardır.
• Çevre bilincinin yaygınlaşması için büyük sermaye güçlerinin katkısı çoktur.
• Çevreyi tahrip ederek büyük karlar elde eden büyük sermaye güçleri aynı
zamanda da çevrenin korunmasını temin ederek de büyük karlar elde
etmenin peşindedir.
• Bu şekilde çevre sorunları bir çıkmazın içine girmiştir. Hem doğayı
kurtarmak için endüstri kuruluşlarına ve büyük sermaye güçlerine ihtiyaç
vardır hem de doğayı endüstri kuruluşlarından ve büyük sermaye
kuruluşlarından korumak gerekmektedir.
• Burada böyle bir paradoksla karşılaşmaktayız.
• Hem tahrip edip hem korurken çevre üzerinden büyük paralar
kazanılmaktadır.
• Çevre sorunlarının kökten çözümü büyük sermaye güçlerinin çıkarlarıyla
çatışmaktadır.
• Bu çıkar ilişkisi de çevre koruma faaliyetleri ve büyük endüstri kuruluşları
arasında beliren bir diğer problematiktir
• Böyle bir problemin nedeni dünyadaki insanların çoğunun temel
ihtiyaçlarını karşılaması bakımından giderek yoksullaşırken sadece elit
bir azınlığın sınırsız bir refahta yaşaması içindir.
• Sanayileşmenin getirdiği zenginlik her zaman bir azınlığa hitap
etmiştir ve kirlilik sorunundan her ne kadar azınlık faydalansa da kötü
sonuçlarından bütün insanlar etkilenmişlerdir.
• Çevre sorunlarının çözülememesinin nedenlerinden biri olarak belli
bir azınlığın gücü elinde bulundurması ve bu kişilerin ferah içinde
yaşaması için diğer insanlar çevre konusunda ağır bedeller ödemekte
ve yine bu azınlık kirlilik sonucunda bile zarar verdikleri insanlar
üzerinden kazanç elde etmeye devam etmektedirler.
• V. Eğitim Düzeyinin Düşük Olması:
• Çevre problemlerinden birisi de eğitim düzeyinin düşük olmasıdır.
• İlerleyen sayfalarda çevre eğitimi altında bu konuyu ele alacağımızdan
dolayı burada ayrıntıya girmeyeceğiz.
• VI. Çevreyi Korumanın ve Temizlemenin Maliyetini Kimin Üstleneceği
Problemi:
• Kirleten mi, yoksa bunun bedelini tüm toplum mu ödeyecektir?
• Sanayi kuruluşlarının olduğu bir bölgede kirlilikten etkilenen
insanlardan başka, kirlilikle muhatap olmayan insanlar da bu sanayi
kuruluşlarının getirdiği gelirden yararlanıyorsa nimet-külfet
dengesinde eşitsizlik vardır.
• Ayrıca çevreyi kirleten kuruluşların çevreyi kirlettikleri için ödedikleri
vergilerin maliyetini fiyatlar aracılığıyla halka yansıtabilmektedir.
• Ayrıca kirlilik gibi bir durumda kimin ne kadar kirlettiği de
belirlenememektedir.
• Bu nedenle temizleme ücretinde kimin ne kadar ücret ödeyeceği de tespit
edilememektedir.
• Kirlilik meselesini şimdiye kadar hep sanayi kirliliği olarak ele aldık. Bunun
nedeni sanayi kuruluşlarının diğer kirleticilere göre daha fazla kirliliğe
neden olmasıdır.
• Kirlilik konusunda kamuoyunun dikkati sanayiye odaklansa da, sanayi
haricinde günümüz modern yaşamında haneler, tarım ve ormancılık
sektörü, endüstri kuruluşları gibi tüm sektörler birer kirleticidir.
• Haneler olarak bizim etkimiz büyük miktarda çöp üretmek, kaloriferlerden
çıkan atıklar, araba ve kamyon egzosları gibi kirliliklerdir.
• Doğa ile insanın arasının bozulması, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nden
kaynaklanan çevre sorunları, insanın sınırsız arzusu, çevre koruma
faaliyetlerinin ve büyük endüstri kuruluşlarının çelişkili ilişkisi, eğitim
düzeyinin düşük olması, çevre kirliliğinin temizlenmesinin maaliyetini
kimin üstleneceği problemi gibi çevre sorunlarının problematikleri
doğal sorunlarla ilgili potansiyel nedenlerdir.
• Bir problemi çözmek için öncelikle onu anlamamız gerekmektedir,
sonrasında da o problemi doğuran sebeplerin ortadan kaldırılması
gerekir.
• Çevre sorunlarında da sorunun nereden kaynaklandığı iyi bilinmelidir
• Çevre sorunlarını anlama ve çözümlemede ilgili sorunu doğa
teolojisinin bir alt konusu olarak görme, ahlaki sorumluluk türü olarak
ekolojik sorumluluğun bütünüyle doğal olanı korumadaki işlevini göz
önünde bulundurma da doğa teolojisine atıfla anlamlı hale gelir.
• Ekolojik sorumluluğun hem ekoloji hem de doğa teolojisi açısından
ortak noktalardan birini oluşturduğu gerçeği iyi algılanmalıdır.
• Ayrıca çevre konusunu sorun yönüyle ele almak doğanın hem aşkın
hem içkin açılımının var olduğunu özümsemeye dayanır.
• Çevreyle ilgili sorunların çözülmesi için aşkın yönünün iyi bir seçicilikle
değerlendirilmesi gerekir.
• Günümüzde özellikle Batı’da kozmoloji zemininde din-bilim-felsefe
arasında yaşanan karşılıklı diyalog ve etkileşim süreci, bilim
adamlarının dine yönelmesine neden olmuş ve ayrıca teologların da
bilime ilgisini arttırmıştır.
• Amerikalı teolog Ian Barbour, vahiy kaynaklı geleneği esas alan ve ilgili
bilim dalında da uzmanlaşmayı hedefleyen bir çözüm bulmuştur.
• Bu çözümü "Doğa Teolojisi” olarak isimlendirmiştir.
• Doğa teolojisi vahiy kaynaklı geleneği başlangıç olarak kabul eden,
geleneksel teolojiden ayrı bir oluşum olmayan, geleneksel teolojinin
dâhili bir parçasıdır ve ona bağlıdır.
• Doğa teolojisinde, kontrol vahiy ve gelenektedir.
• Dolayısıyla, çevre konusu sorun yönüyle ele alındığında, Tanrı-doğa
ilişkisine özel bir atıf yapılabilir.
• Şu halde çevre konusunu sorun yönüyle ele almak, Tanrı’yı anlamaya
gereken önemi vermeyi öne çıkarır ve ekolojik sorunları anlamaya
çalışmak, aynı zamanda Tanrı’nın dışa açılımını da anlamak anlamına
gelir.
• Çevre konusu sorun yönüyle ele alındığında yalınızca Tanrı-doğa
arasındaki ilişkiye değil ayrıca insan-doğa arasındaki ilişki de göz
önünde bulundurulmalıdır.
• İnsanın da bu karmaşık sistemin bir parçası olduğu unutulmamalıdır.
İnsanlar ekolojik düşünceye, canlılara ve canlılarla kendi arasındaki
karşılıklı ilişkiler türü kavramlara yabancı kalmamalıdır.
• Sadece Tanrı ve doğa arasındaki ilişki değil, Tanrı, doğa ve insan
arasındaki ilişki bir bütün olarak ele alınmalıdır.
• Ekolojik sorunların kaynağında insanın doğaya yabancılaşması ve onu
kendinden bir parça olarak görmemesi yatmaktadır.
• Bu sebeple ilişkilerin sağlam temellendirilmesi gerekmektedir.
• Çevre sorununu sorun yönüyle ele almak, doğa ve çevrenin giderek
kirleneceği endişesini engellemek içindir.
• Doğa ve çevreyi kullanma, kirletmeye karşı çözüm içerikli bir strateji
belirlenmesi gerekir.
• Bu da doğa ve çevrenin bir bütün olarak ele alınmasıyla, insanlara
çevre bilinci verilmesiyle ve özlem duyulan işlevsel bir doğa
teolojisinin geliştirilmesiyle mümkündür.
• Doğadaki kirlilik o kadar artmıştır ki artık kirlilik özümseme
kapasiteleri aşılmış, doğal ortamdaki dengelerin geri dönüşü
neredeyse imkânsız bir hale gelmiştir.
• Bu şekilde ortaya çıkan ekolojik kriz, çevre sorunlarına farklı çözüm
arayışlarına insanları yöneltmiştir.
• Biz de tezimizle alakalı olarak çevre kirliliğini küresel ve yerel
boyutlarda olmak üzere iki şekilde ele alacağız.
• Bunlar yerel boyutlardaki çevre sorunları ve küresel boyutlardaki
çevre sorunlarıdır.
• 1.1.1. Yerel Boyutlardaki Çevre Sorunları
• Yerel boyutlardaki çevre kirliliği ise su, hava, toprak, gürültü, erozyon,
ötrofikasyon gibi sadece o bölgenin insanını etkileyen kirliliktir.
• Yerel boyutlarda olması kirliliğin önlenebilirliği açısından kolay
görünse de önlenemeyince daha büyük sorunlara yol açabilir.
• Bu tür kirlilikler önlenmediği takdirde yerel bir sorun olmaktan çıkıp
küresel bir sorun haline gelebilir.
• Yerel boyutlardaki çevre sorunlarını kısaca ele alalım.
• Hava Kirliliği
• İnsanların sağlıklı bir şekilde yaşaması için en önemli kaynağı havadır.
• Çünkü insanlar günlük ortalama iki buçuk kilo su, bir buçuk kilo besin
alırken yaklaşık on beş kilo hava alır.
• İnsan ihtiyaçları içinde hava en önde gelmektedir.
• İnsanlar açlığa altmış gün, susuzluğa altı gün dayanabilmektedir,
havasızlığa ise en fazla altı dakika dayanabilmektedirler.
• Hava insanlar için bu kadar önem arz etmesine rağmen maalesef
insanlar tarafından havaya gereken özen gösterilmemektedir.
• Yaşamın ana kaynağı olan hava genel olarak insan eylemleri sonucu
kirlenmiştir ve kirlenmektedir
• Genel olarak insan eylemleri dedik çünkü doğal nedenlerle de hava kirliliği
ortaya çıkabilmektedir ama insan eylemleri kadar etkili olmamaktadır.
• Hava kirliliğinin tanımlanması zordur. Hava kirliliğinin insanların petrol
ürünlerini yakmaya başlamasıyla ortaya çıktığını iddia edenler olabilir ama
bu iddia eksik bir iddiadır.
• Yıldırım düşmelerinin neden olduğu orman yangınları, volkan patlamaları
ve bunun sonucunda ortaya çıkan gazlar, doğal emisyonlar hava kirliliği
olarak göz önünde bulundurulmazlar ama doğal emisyonlar da hava kirliliği
olarak değerlendirilmelidir.
• Bu nedenle hava kirliliğini havaya yayılan antropojenik madde olarak
tanımlayabiliriz.
• Hava kirliliği, atmosferde bulunan kirleticilerin oranının insanlara,
canlılara ve eşyaya zarar verecek şekilde yükselmesi olarak ifade
edilebilir.
• Hava kendi kendisini temizleyebilmektedir. İnsan eylemlerinin
sonucunda havaya salınan kirleticilerin fazla olması sonucu havan
kendi kendini temizleme kapasitesini aşar.
• Bunun sonucunda kirleticiler havada birikerek hava kirliliğini oluşturur.
Kirleticilerin havada belli bir miktarın üzerine çıkması kendi kendisini
yenileyememesi olayına hava kirliliği denir.
• Başka bir tanım da şu şekildedir: “Belirli bir şehir veya bölgenin
havasının çeşitli kaynaklar tarafından doğal bünyesinin bozulması
olayına hava kirliliği denir.”
• Hava kirliliğinin canlı yaşamını birçok yönden olumsuz etkilediği
ortadadır.
• Hava kirliliğinin tanımlarında da gördüğümüz gibi hava kirliliğinin
nedenleri arasında birçok insan eylemi sayılabilir.
• Bu insan eylemlerine örnek verecek olursak hava kirliliğinin sebepleri
arasında endüstri tesisleri, taşıtlardan çıkan egzos gazları, kalorifer,
soba gibi ısıtma sistemlerinden çıkan dumanlar, büyük yangınlar,
termik santrallerden çıkan gazlar, çöplerin yakılması sonucu ortaya
çıkan gazlar… gibi atmosfere zarar veren gazlar gibi bir çok etmen
vardır.
• Endüstri kuruluşlarından çıkan kötü gazlar daha çok üst hava tabasını
kirletirken, yangınlar ve taşıtlardan çıkan gazlar havanın alt tabakasını
kirletmektedir.
• Atmosfer kirleticilerini doğal kaynaklı ve doğal kaynaklı olmayan
şeklinde ikiye ayırdığımızda küfler, çeşitli tozlar, bitki lifleri, polenler
doğal kaynaklı kirleticiler iken; motorlu taşıtlardan ve endüstriden
çıkan zehirli ve kirletici maddeler doğal kaynaklı olmayan kirleticilerdir.
• Hava kirliliğine neden olan sebeplerden bahsettikten sonra hava
kirliliğinin neden olduğu zararları ele almak faydamıza olacaktır.
• Hava kirliliğinin birçok zararı vardır.
• Bunlardan sadece üçüne değinecek olursak, öncelikli olarak ekonomik
zararı vardır.
• Ekonomik zarara örnek olarak bazı yakıtlar kalitesiz olduğundan dolayı
tam yanmamakta ve gereğinden çok is yapmakta bu da çevreyi
kirletmektedir.
• İnsanların giysileri, ev eşyaları çabucak kirlenmekte ve bunların
temizliği için daha çok deterjan kullanılmakta, emek ve para
harcanmaktadır.
• Ayrıca bu kirlilikten tarihi eserler de büyük tahribata uğramaktadır.
İkinci olarak biyolojik etkiye örnek verecek olursak bakır, alüminyum,
kükürt ve asit gibi artıklara karşı bitkiler hassasiyet göstermektedirler
• Bu hassasiyet tarımda verim kaybına sebep olmaktadır.
• Üçüncü olarak insan sağlığına etkisinden bahsedecek olursak kirli
havada yaşayan kişiler sağlıksız olur.
• Yedikleri gıdaları hazmedemez, parazitsel rahatsızlıklar yaşar ve
solunum yolu hastalıklarına maruz kalırlar.
• Bütün bunlardan görüyoruz ki hava kirliliği maddi yönden zarar
vermekteyse de biyolojik ve sağlık yönüyle insan dâhil tüm canlıları
etkilemektedir.
• Tarihte ilk olarak 1909 yılında Glasgow’da yerel hava kirliliği yaşanmıştır.
• Bu olayı takiben 1930 yılında Belçika’nın Meuse Vadisi’nde, 1948 yılında
Pennsylvania Donova bölgesinde yoğun hava kirlilikleri yaşanmıştır.
• 4000 kişinin ölümüne neden olan Aralık 1952 yılında Londra’da hava kirliliği
insanlık tarihinin en büyük hava kirliliklerinden birisi olmuştur.
• Londra’daki bu kirliliğin nedeni o dönemde kullanılan ısınma
yöntemlerindeki yanlışlardır.
• Bu yanlış yöntemler sonucunda hava kirliliği artmıştır ve şehri sis ve duman
kaplamıştır.
• Sonuç olarak nefes darlığı ve astım hastası olan 4000 kişi hayatını
kaybetmiştir.
• Böyle bir olayın bir daha yaşanmaması için yoğun önlemler alınmıştır.
• Bu önlemlerin başında odun, linyit ve taşkömürü ile ısınılması yasaklanmış,
sülfürden arınmış kömürlerin kullanılması zorunlu hale getirilmiştir
• Hükümet ile yerel yönetimlerin çalışmaları ve çabalarıyla bu sorun
ortadan kaldırılmıştır.
• Hava kirliliğinden kurtulmak için günümüzde de hükümet ve yerel
yönetimler gereken çabaları harcamalıdırlar.
• Hükümet ve yerel yönetim ve yanı sıra halk da üzerine düşen görevi
yerine getirmelidir.
• Hava kirliliğine önlem olarak endüstri tesislerinden çıkan gazlar ve
tozlar kontrol altına alınmalı, ısınma amaçlı kullanılan yakıtlarda
sağlığa zararsız olanlar tercih edilmeli, termik santral vb. gibi havaya
zarar veren bütün gazlar denetim altına alınmalıdır.
• Su Kirliliği
• Yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan ana nedenlerin başında gelen
etmenlerden birisi sudur.
• Vücudumuzun büyüklüğüne göre değişmekle birlikte vücudumuz
ortalama yüzde elli-yüzde altmış oranında sudan oluşmuştur.
• Ayrıca yeryüzünün yüzde altmışı yine sularla kaplıdır.
• Su hem hayatımızın devamını sağlamakta hem de vücudumuzdaki
gerekli minerallerin teminini sağlamaktadır.
• Su canlılar için önemli bir yaşam ortamıdır
• Yeryüzünün dörtte üçünün sularla kaplı olması yeryüzündeki suyun
çok olduğu gibi bir izlenim oluştursa da içilebilir su oranı aslında
sadece 0.74 civarındadır.
• Dünya nüfusunun hızla artması, sanayi ve teknolojinin hızlı bir şekilde
gelişmesi, içilebilir su kaynaklarının kirletilmesi içecek suların
azalmasına neden olmaktadır.
• Günümüzde suya erişemeyen ya da yeterli hijyen koşullarından
yoksun milyarlarca insan bulunmaktadır.
• Hijyenik ve temiz suya ulaşım çok zor olduğu için kirli suların
tüketilmesinden kaynaklı hastalıklar, salgınlar meydana gelmektedir.
• Su kirliliğinden dolayı her yıl başta yaşlılar ve çocuklar olmak üzere çok
sayıda kişi yaşamını yitirmektedir.
• Kirli su içinde bulunan mikroorganizma çeşidine göre ishal, tifo,
kolera, sarılık gibi hastalıklar canlılara bulaşır.
• Yine sıtma ve sarıhumma gibi hastalıkların taşınmasında suların
önemli bir yeri vardır.
• Yeryüzünün çoğunu sular oluştursa da insanların tüketilebileceği su
oranı oldukça azdır.
• Mevcut tüketilebilir su kaynaklarının da kirletilmesi sonucu bu oran
daha da aşağılara düşmekte ve canlı yaşamını tehdit eder hale
gelmektedir.
• Suların kirlenmesiyle hem tüketilebilecek su oranı azalmakta hem de
bu suların tüketilmesi sonucu ölümcül hastalıklar yaygınlaşmaktadır.
• Su öncelikle içme suyu olarak, tarımda, taşımacılıkta, enerji
üretiminde ve birçok alanda kullanılmaktadır.
• Su, kıtalara şeklini verir, iklimi düzenler ve organizmaların yaşamasını
sağlar.
• İnsan nüfusunun üçte birinden daha fazlasının 2025 yılında içme ve
kullanma suyu ihtiyacını karşılayamayacağı tahmin edilmektedir.
• Su kirliliğinin tanımlarını inceleyecek olursak:
• “Su kirliliği bir nehrin, gölün, okyanusun yeraltı su kaynağının kalitesini
kötü yönde etkileyen insan faaliyetlerinin neden olduğu herhangi bir
durum olarak tanımlanabilir.
• Su kirliliği; yeryüzündeki su kaynaklarını bozacak veya kalitesini
düşürecek şekilde suyun içerisine organik, inorganik, radyoaktif veya
biyolojik maddenin karışması şeklinde tanımlanabilir.
• Bizde bu tanımlardan yola çıkarak suyun insan faaliyetleri sonucunda
özelliğini yitirerek içinde canlı yaşamına zararlı maddeleri
bulundurması su kirliliğini oluşturur diyebiliriz.
• Kirli su içme suyu olarak kullanılmasa da yine tarım ve enerji alanında
kullanılabilir ama içecek temiz su bulma günümüzde sıkıntılıdır
gelecekte daha da sıkıntılı bir hale gelecektir.
• Kirli su ve içme suyu ile ilgili şöyle bir ayrım yapılabilir: Kirli su, kullanım
amacına uygun olmayan sudur.
• Su kirlenmesinde bahsedildiği zaman “saf su” kelimesiyle karşılaşırız. Saf su
içilebilir su anlamındadır.
• İnsanların su ile ilgili asıl sıkıntısı da saf su kaynaklarının azalması ve
kirlenmesidir.
• Su kirliliğine neden olan faktörleri inceleyecek olursak bu kaynaklar
kapladıkları alana göre noktasal ve noktasal olmayan kaynaklar olarak ikiye
ayrılırlar.
• Kimyasal ve petrol ürünlerinin dökülüp suya karışması, kanalizasyon atıkları,
belediye çöplükleri noktasal kaynaklardır.
• Kirli havada yer alan gazların yağış yoluyla su tanklarına girmesi,
tarımda kullanılan gübrelerin ve böcek ilaçlarının yeraltı sularına
karışması noktasal olmayan kaynaklara örnektir.
• Böyle bir ayrımın yapılma nedeni ‘noktasal’ olarak adlandırılan
kaynaklar daha çok bulundukları bölgeyi kirletirlerken ‘noktasal
olmayan’ kaynaklar sadece bulundukları bölgeyi etkilemekle kalmayıp
daha geniş bir bölgeye yayılarak daha fazla alanı kirletmekte daha
fazla canlı yaşamına etki etmektedir.
• Su kirliliğinde dikkat edilmesi gereken bir nokta da sentetik organik
kirleticiler olarak adlandırılan kirleticilerdir.
• Çünkü bu kirleticiler her yıl ikiye katlanarak artar.
• Sentetik organik kirleticiler çevrede kolayca parçalanamadığı için hem
su hem çevre için büyük bir sorundur.
• Petrol kökenli yakıtlar, deterjanlar, plastikler, pestisitler, ilaçlar, yağlı boyalar
bunlara örnektir.
• Sentetik organik maddeler doğal sularda bulunan su bakterileri tarafından
sularda uzun süre kalırlar.
• Hatta bu maddeler atık madde işleme sürecinde de sulardan
ayrılmamaktadırlar.
• Suların rengini ve kokusunu bozmaktadırlar.
• Özellikle petrol atıkları ve pestisitlerin çok azı bile su hayatı için çok
zararlıdır.
• Sentetik kirleticilerden sonra ikinci olarak dikkat edilmesi gereken inorganik
madde atıklarıdır.

• İnorganik madde atıkları da suları önemli derecede kirletmektedirler.
• Tuzlar, metaller, mineral asitler ve mineraller, inorganik madde
atıklarına örneklerdir.
• Bu inorganik maddeler asitliğin, toksikliğin ve tuzluluğun artmasına
neden olur
• Kirliliğin etkilediği yaşam alanlarından öncelikli olarak su canlılarının
yaşamı etkilenmektedir.
• Sularda yaşayan balıkların sayısı azalırken, kirleticilere dayanıklı başka
canlılar sayıca artış gösterir, göllerin kurumasına neden olan
ötrofikasyon hızlanır.
• Sanayi atıkları, böcek ilaçları ve zehirli madde atıkları, sudaki
çözünmüş oksijeni tüketerek su içindeki balıkların kitle halinde
ölmesine neden olur.
• Görüyoruz ki suyu korumak canlı yaşamını korumak anlamına
gelmektedir.
• Su kaynaklarının azalması bir bakıma iklim değişikliğiyle de ilgilidir.
Kirlilikle ilgili problemlerin zincir gibi birbirine bağlı olduğunu daha
önce de dile getirmiştik.
• İklim değişikliği sonucunda kuraklıklar artmış su kaynakları kurumuş
özellikle birçok Afrika ülkesi susuzlukla mücadele edemez hale
gelmiştir.
• Susuzluk sorunu karşısında ülkeler bir takım çalışma yollarına
gitmişlerdir.
• Su kirliliğini önlemeye yönelik modern arıtma tesisleri Birinci ve İkinci
Dünya savaşları arasındaki zaman diliminde kurulmuştur ve 1950’li
yıllarda bazı sanayileşmiş tatlı sular için düzenli olarak kirlilik azaltma
programları başlatılmıştır.
• 1960’lar da ise birkaç ülke kıyı suları için benzer programlar
başlatmıştır.
• Sanayi devriminin başlangıcı ile önlem alınmaya başlamasının
arasında neredeyse yüz elli yıllık bir zaman vardır.
• Bu tarihler su kirliliğine müdahale etmede geç kalındığını ortaya
koymaktadır.
• Yakın gelecekte, belki de içilebilir su bulmak mümkün olmayacaktır.
• Bu sebeple insanların bağışıklık sistemi zayıflayacak, salgın hastalıklar
daha da artacak, insanların gerek büyüme gerek üreme gibi fizyolojik
olaylarında yaşamsal problemler yaşayacağı tahmin edilmektedir.
• Birçok canlı türünün tükenmesine ek olarak ülkeler arası savaşların
sebebi haline gelmesi kaçınılmazdır.
• Su kirliliği önlenip temiz su kaynakları korunmadığı sürece su
kaynaklarına sahip olmak amacıyla yapılacak savaşların yakın tarihte
gündemimize girmesi beklenmektedir
• Böyle bir durum da savaşlar sonucu sadece insanlar ölmemekte, doğal
çevre zarar görmekte ve bütün canlılar savaşlardan etkilenmektedir.
• Bu şekilde bir çevre felaketi peşinden birçok felaketi beraberinde
getirmektedir.
• Bütün bunlardan korunmak için su kirlenmelerini önlemeli, toplumlar
bilinçlendirilmeli, endüstri kuruluşları denetim altında tutulmalı, suları
temizlemek için de arıtma tesisleri kurularak temiz su sağlanmalıdır.
• Kirliliğin bütün olduğu, sadece su kirliliğiyle değil bütün kirliliklerle
mücadele edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

You might also like