You are on page 1of 169

Joel Kovel

Doğanın Düşmanı
KAPİTALİZMİN SONU MU, DÜNYANIN SONU M U?
Jo el Kovel
Doğanm Düşmanı
Kapitalizmin Sonu mu, Dünyanın Sonu mu?
Joel Kovel 1988'den beri Annandale'del<i (New Yorl<)
Bard College'in Topiumsai Çalışmalar Bölümünde Alger
Hiss l<ûrsüsünde ders veriyor. 1987'de John Guggen­
heim Foundation'dan araştırma bursu keizandı. 1998’de
ABD Senatosu için New York'tan aday oldu. 2000'de
ABD Başkanı seçimi için adaylığını koydu; her iki aday­
lık başvurusuna Yeşil Parti'yi temsilen katılmıştı. Kovel
birçok alanda ders veriyor; ABD, Kanada, Ingiltere, Gü­
ney Afrika ve Avustralya'da radyo ve televizyon prog-
ramlanna katıldı. 1960'lardan beri psikanaliz ve psiki­
yatri (asıl eğitim alanı) konulannın yanı sıra siyaset ve
ekolojiyle ilgili konularda da birçok dergide yazılan ya­
yımlandı. Kitaplanndan bazılan şunlardır: Red Hunting
in the Promised Land (Cassell, Londra, 1997); Histor/
and Spirit (Essential Books, 1998; Tarih ve Tin, Aynnti,
1994); In Nicaragua (Free Association Books, Londra,
1988); The Radical Spirit: Essays on Pschoanalysis and
Society (Free Association Books, Londra, 1988); White
Racism: A Psychohistory (Columbia University Press,
New York, 1984); The Age of Desire (Columbia Univer­
sity Press, New York, 1981; Arzu Çağı, Aynntı, 2000).
Metis Yayınları
İpek Sokak 9, 34433 Beyoğlu, İstanbul Joel Kovel
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: lnfo@metiskitap.com
www.metiskitap.com Doğanın Düşmanı
Doğanın Düşmanı
Kapitalizmin Sonu mu, Dünyanın Sonu mu? KAPİTALİZMİN SONU MU, DÜNYANIN SONU MU?
Joel Kovel
İngilizce Basımı: The Enemy of Nature
The End of Capitalism or the End of the World? Çeviren:
Zed Books & Femwood Publishing, 2002
Gürol Koca
© Joel Kovel, 2002
© Metis Yayınlan, 2004
© Türkçe Çeviri: Gürol Koca, 2005
Birinci Basım: Haziran 2005

Yayıma Hazırlayan: Tuncay Birkan


Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kapak Fotoğrafı: Christo ve Jeanne-Claude,
Sarmalanmış Kıyı, 1969, Little Bay, Avustralya (Kumaş
ve ip ile sahil şeridinin örtüldügü sanatsal gösteri).

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazıriık: Metis Yayıncılık Ltd.


Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd.

ISBN 975-342-526-0

m metis
İçindekiler

Önsöz 7

I SUÇLU
1 Giriş 19
2 Ekolojik Kriz 31
3 Sermaye 49
4 Kapitalizm 75

II DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM


5 Ekolojiler Üzerine 121
6 Sermaye ve Doğa Üzerindeki Tahakküm 152

III EKOSOSYALİZME DOĞRU


Giriş 193
7 Reel Ekopolitikaların Eleştirisi 196
8 Ön Tasarı 241
9 Ekososyalizm 279

Sonsöz 319
Kaynakça 323
Önsöz

KAPİTALİZMİN İçinde bulunduğum uz ekolojik krize yol açan de­


netlenm esi im kânsız bir güç olduğunu fark edenlerin sayısı gün
geçtikçe artıyor, am a bu kişiler farkına vardıkları bu gerçeğin ne­
lere delalet ettiğini görüp dehşete kapılm anın dışında bir şey yap­
mıyor. B ir geleceğim iz olup olm ayacağının bile bu fikre bağlı ol­
duğunu düşündüğüm den onu aynntısıyla incelem eye, doğru olup
olm adığm ı, doğruysa nasıl ortaya çıktığını araştırm aya, hepsinden
önemlisi de bu konuda neler yapabileceğim iz sorusunun cevabını
aram aya karar verdim.
Bu kitabı yazmaya nasıl başladığımı anlatayım biraz. Hayatımı
sürdürdüğüm New York eyaletindeki Catskill dağlannda yazlar ge­
nelde çok hoş geçer. Ama 1988 yılında, hazirân ortalanndan ağus­
tosun ortalarına kadar korkunç bir kuraklık kasıp kavurdu buralan.
Haftalar geçer, bitkiler kavrulmaya, kuyular kurumaya devam
ederken, yakın zamanlarda okuduğum bir yazı üzerinde düşünme­
ye başladım; o yazıda sanayi tesislerinden havaya kanşan gazların
yoğunluğu arttıkça, güneşin atmosfer içinde hapsolan radyoaktif
ışınlannın oranınm da arttığı, bunun da dünyadaki iklim dengesini
her geçen gün daha fazla bozduğu belirtiliyordu. Böyle bir şeyin
gerçekleşmesi başlarda bana çok uzak bir ihtimal gibi göründüyse
de, bahçemin perişan hah tehlikenin kapıda olduğunu gösteriyor­
du. Bu kuraklık havanın bir azizliği miydi, yoksa bizi yanlış yolda
olan bir uygarlığı ithama davet eden tehlike çanları mı? Ben artık
İkincisinin daha doğm olduğunu düşünmeye başlamıştım. Kurak­
lıktan kavrulan bitkiler gözüme artık son derece korkunç bir şeyle­
rin habercisi, bir eylem çağnsı gibi görünmeye başlamıştı. Böyle­
ce bu kitabı hazırlayan yola ilk adımı attım. Yazıp çizmeyle, öğret­
menlikle, örgütçülükle geçen on üç yılın ardından, Yeşiller'le bir­
likte çalışıp 1998'de senato seçimlerine, 2000 yılında da parti için-
8 DOĞANIN DÜŞMANI ÖNSÖZ 9

deki başkan adayı seçimlerine katıldıktan, birçok taslak metinden Bu açıdan bakıldığmda, ekosistemlere yapılan tek tek kötü mu­
ve yanlış çıkıştan sonra Doğanın Düşmanı nihayet okura sunula­ amelelerin bir araya gelerek oluşturduğu daha büyük bir "ekolojik
cak hale geldi. kriz" çıkıyor karşımıza. Bunun başka içerimleri de var. Zira insa­
Kuraklığı havanın bir cilvesi kabul edip önemsemeyebilirdim noğlu doğanın bir parçası, bu rolden hoşlansın hoşlanmasın, bu
de (gerçekten de o zamandan beri o bölgede ciddi herhangi bir şey böyle. Dolayısıyla, orman ve göl ekolojilerinin yanı sıra bir insan
olmadı). Ama bir süredir muktedirlerle ilişkili her şey karşısında en ekolojisinden de söz edebiliriz. Buradan büyük ekolojik krizin,
kötü olasılığı düşünmeyi âdet edinmiştim; sanayi faaliyetleri de ekolojisi hastalıklı bir toplumun ürünü olduğu ve böyle bir toplu­
sistemin kalbi gibi bir şey olduğu için bu faaliyetlerin iklim üzerin­ mun içine iyice nüfuz ettiği sonucunu çıkarabiliriz. Konuyu bu açı­
deki etkileri beni ziyadesiyle kuşkulandu-ıyordu. Bunda ABD em­ dan değerlendirmek daha geniş bir görüş açısı sağlar bize. Dar bir
peryalizminin de payı vardı; iktidardakilere kuşkuyla yaklaşmaya ekonomik determinizmin dışına çıktığımızda, sermayenin maddi
Vietnam olayıyla başladım; ABD'nin Orta Amerika politikasıyla bu bir düzenleme olmanm yanı sıra, daha derinlerde, insanın ruhuna
tutumum iyice pekişti; kuraklık ortalığı kasıp kavurmaya başladığı kanser gibi yerleşmiş patolojik bir varlık tarzı olduğunu da görü­
sıralarda, Nikaragua'daki devrimi Sam Amca'ya karşı savunmak rüz. Bütün bir varlık tarzınm baştan aşağı değişmesiyse söz konusu
için verilen müthiş mücadele kötü bir biçimde sonuçlanmak üze­ olan, o zaman "ne yapmalı?" şeklindeki önemli soru yeni boyutlar
reydi. Nikaragua'da devrimcilerin yenilgisi çok acı oldu ve öfkemi kazanır. Ekoloji politikası bu durumda dış çevrenin denetlenmesin­
bir kat daha artırdı; ama önemli dersler de çıkarmamı sağladı; en den ibaret bir politika olmaktan çıkar, düpedüz devrimci bir çehre­
başta da, sistemin demokrasi ve insan haklarına saygı iddialarının ye bürünür. Bu, doğanm düşmanı olan sermayeye karşı yapılacak
cilası kazındığında ne kadar amansız olabileceğini gördüm. bir devrim olacağı için, ekolojik bakımdan adil ve rasyonel bir top­
Bu kitapta, sermayenin sürekli büyümek için yaptığı korkunç lum kurma mücadelesi, yüz elli yıl boyunca dünyayı salladıktan
baskının etkileri değerlendiriliyor. Emperyalizm tam da böyle, sü­ sonra rezil bir biçimde sona eren sosyalizmin mantıksal halefi ola­
rekli genişleyen bir örüntüydü, varlığını siyasi ve uluslararası her caktır. Ama bu sefer de bu "sonraki çağ"ın, yani ekolojik sosyaliz­
alanda belli ediyordu. Ama büyüdükçe büyümek isteyen bu serma­ min, eski sosyalizme tebelleş olan, yıkımını hazırlayan kusurların
ye aynı zamanda, atıklanyla güneş enerjisini atmosferde hapseden üstesinden gelip gelemeyeceği sorusuyla karşı karşıya kalınz.
sanayi sisteminin hem denetçisi hem de düzenleyicisiydi. Bu ne­ Bu fikirleri pek kimsenin kaale almaması gibi büyük bir sorun
denle, imparatorluk bağlamında sermaye hakkmda söylenen ve da var ortada yalnız. Bu kitabı yazmaya başlarken yukandaki tez­
doğruluğu kanıtlanmış şeyler doğa alanı için de geçerliydi; yani lerin ana akım olarak adlanduilan ortalama fikirlerin çok uzağında
imparatorluk kurbanı insanlarla ekolojik dengenin bozulması ko­ olduğunun tümüyle farkmdaydım. Kapitalizmin zafer kazandığı,
nusu aynı başlık altmda incelenebilirdi. İklim değişikliği aslında sağduyu sahibi insanlann bile piyasa mekanizmalannda yapılacak
emperyalizmin başka bir türüydü. İklim değişikliği, sermayenin ufak tefek düzeltmelerle ekolojik zorlukların üstesinden gelebile­
amansız büyümesinin neden olduğu yegâne tehlikeli ekolojik etki ceğimizi düşünmeye sevk edildikleri böyle bir zamanda aksi düşü­
de değildi üstelik. Biyosferin, organoklorinlerle ve zararlı olduğu nülebilir miydi? Sonra, eski moda düşüncelerden kurtulmuş bir in­
kadar analizi de zor olan başka zehirli maddelerle doldurulması. san, bırakın sosyalizmin hatalannı gidermeye çalışmayı, böyle an­
Yeşil Devrim yüzünden toprakların ziyan edilmesi, canlı türlerin tika bir konu üzerinde neden kafa yorsundu ki?
hızla yok olması, Amazon'lardaki orman arazilerinin parsellenme­ Bütün bu zorluklar, parçalanmış, bölünmüş sol düşüncenin ge­
si gibi daha bir sürü şey de vardı; insanlıkla doğa arasmdaki ilişki­ neli için, gerek işçi sınıfına tutkuyla bağlı sosyalist düşünceyi mi­
de meydana gelen büyük bir krizin sarmallar çizerek her yere nü­ ras almış "kızıl" sol, gerekse ekolojik krize dikkat çekmeyi amaç­
fuz eden duyargalanydı bunlar. layan "yeşil" sol için aynen geçerlidir. Sosyalizm, sermayenin do­
10 DOĞANIN DÜŞMANI
ÖNSÖZ 11

ğanın düşmanı olduğu fikrini tereddütsüz kabul etse de, kendisinin


mi senaryodan şüphe duyulmasmı sağlayacağı düşünülebilirdi bel­
doğanm dostu olduğundan pek o kadar emin değildir. Çoğu sosya­
ki. Gelgelelim son derece etkili propaganda aygıtlan ve iktidann
listin, daha temiz bir çevreden yana tavır koymasına rağmen işin
düşünsel alanda neden olduğu tahribatlar sayesinde bugüne kadar
ekolojik boyutunu pek ciddiye almadığmı belirtmek gerek. Sosya­ böyle bir şey olmamıştır.
listler, çevre kirliliğini işçi devletinin gidermesi gibi bir stratejiden
Değişim olacaksa egemen konsensüsün dışmdan gerçekleştiri­
yanalar, ama ekolojik bir bakış açısınm insani ihtiyaçlann karak­
lecektir. Böyle bir uyanışın varhğma işaret eden belirtiler mevcut.
terinde, sanayinin kaderinde ve doğanın içsel [intrinsic] değeri so­
Dev küresel binada çatlaklar oluşmaya başladı; bu çatlaklann ara­
rununda gerçekleştirilmesini gerekli gördüğü radikal değişimleri
sından yeni bir protesto çağı doğuyor. Dünya Ticaret Örgütü, top-
benimsemeye pek gönüllü değiller. Yeşiller ise, her ne kadar ken­
lantılannı herhangi bir engellemeye maruz kalmamak için Katar'da
dilerini bu radikal değişimler üzerinde düşünmeye adamışlarsa da,
yapmak veya kendini etrafı surlarla kaplı Quebec'in içine hapset­
sermayeyi sorunun merkezine yerleştirmeye yanaşmıyorlar. Yeşil
mek zorunda kalıyorsa, çiçeği burnunda başkan George W. Bush
siyaset, sosyalistten ziyade popülist veya anarşist bir çizgi izliyor.
resmen göreve başladığı gün, aleyhinde yapılan protestolar nede­
Zaten Yeşiller, iyi yönetilen, boyutu küçültülmüş ve başka üretim
niyle Pennsyivania caddesinden, halkı selamlayarak geçmek yeri­
tarzlarıyla harmanlanmış bir kapitalizmin toplumsal üretimi yönet­
ne, kurşun geçirmez limuzininin içinde adeta bir kaçak gibi geçi­
meye devam ettiği, ekolojik açıdan sağlıklı bir gelecek tahayyül
yorsa, o zaman yeni bir ruhun doğduğu, kendi tercihleri bu olma­
ediyorlar. Kazanamayacağımı bile bile, sırf sorunun kökünün bi­
dığı halde kendilerini ekolojik krizin damgasını vurduğu bir dün­
zatihi sermaye olduğunu göstermek için katıldığım 2000 yılı baş­
yada bulan ve bugün artık orta yaşlara doğru yol almaya başlamış
kan adaylığı seçimlerindeki rakibim Ralph Nader esasen böyle bir
olan kuşağm ayaklanmaya ve tarihi kendi elleriyle şekillendirme­
tavır sergiliyordu.
ye başladığı pekâlâ söylenebilir. Doğanın Düşmanı onlar için ya­
Egemen düzene altematifler düşünenlerin nezih entelektüel ce­
zıldı; onlar ve ancak verili gerçeklerden kurtularak bir gelecek el­
maatten ihraç edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir zaman­ de edebileceklerini fark etmeye başlayanlar için.
da yaşıyoruz. Gençliğimde ve benden birkaç kuşak önce, kapitaliz­
Benimsediğim muhalif tavu- 1988'deki kuraklığı, ekolojisi ha­
min köşeye sıkışmış olduğu ve ayakta kalıp kalamayacağının hiç
rap olmuş bh- toplumun habercisi olarak görmeye koşulladı beni.
de belli olmadığı konusunda bir fikir birliği vardı. Son yirmi yıl
Ama etkilendiğim tek şey bu değildi. O sıralarda Tarih ve Tirile uğ­
içinde ise neoliberalizmin yükselişi ve Sovyetler Birliği'nin çökü­
raşıyordum, Sandinistalarm, özellikle de radikal rahiplerinin inanç-
şüyle birlikte, kapitalist sistemin çevresi bir olmazsa olmazlık, hat­
lanndan çok etkilenmiş, heyecanlanmıştım; bir reddin bir onayla
ta ölümsüzlük halesiyle kaplanıverdi. Entelektüel sınıfların, hiçbir
birleşmediği sürece değersiz olduğunu, verili gerçeklerin ötesine
şeyin sonsuza kadar sürmediği, bütün imparatorluklann bir gün
geçmek için gerekli cesaretin ancak eşyanın bütününe ilişkin bir ta­
çöktüğü ve yirmi yıllık bir yükseliş döneminin tarihte çok küçük
savvur geliştirdikten sonra toplanabileceğini onlar sayesinde fark
bir zaman dilimine tekabül ettiği şeklindeki tecrübeyle sabit ger­
etmiştim. Bizi bekleyen zor günlerde bize kılavuzluk edecek,
çekleri görmezden gelip bu tür absürd çıkanmlarm peşinden koyun
1968'lerden kalma harika bir deyiş var: Gerçekçi ol, imkânsızı iste.’
gibi gitmeye bu kadar meraklı oluşlan hayret verici. Yakm zaman­ O halde, haydi ayağa kalkalım ve imkânsızı isteyelim.
larda biten şu nokta.com manyaklığında sergilenen zihniyetin ay­
nısı kapitalizmi tann vergisi, ölümsüzlüğe yazgılı bir şey olarak al­
Bu kitabın yazılmasına kadar geçen uzun yolculuk sırasında birçok
gılayanlarda da görülür. Sürekli büyüme mantığı üzerine kurulmuş
kişinin yardımım gördüm; adlannı buraya sığdıramayacağım kadar
bir toplumun bir gün doğal kaidesini parçalamasının kaçınılmaz
çok kişinin hem de; hele kitabın büyük bir bölümünün arka planı­
olduğu şeklindeki bas bas bağıran gerçeğin, bir an için de olsa res­
nı oluşturan siyasi kampanyalar sırasmda tanıştığım yüzlerce insa-
12 DOĞANIN DÜŞM ANI ÖNSÖZ 13
m da bu listeye katarsak, ki katmalıyız bence. Ama kitabı düşünsel 1988'den beri akademik yuvam olan Bard College'e ve yöneti­
açıdan etkileyenlerin adlannı sıralamak hiç de güç olmayacak. cilerine, özellikle de Leon Botstein ile Stuart Levine'a, fakülteye,
Ekolojik krizle ilgilenmeye karar verdikten kısa bir süre sonra Ca­ çalışanlanna (özellikle Jane Dougall'a), öğrencilere, yıllarca ben­
pitalism, Nature, Socialism dergisinin ve en anlamlı bulduğum den esirgemedikleri her türlü -maddi, manevi, entelektüel- destek
ekolojik Marksizm okulunun kurucusu James O'Connor'la temasa için bu vesileyle teşekkür etmek isterim. Muhalif görüşlere hoşgö­
geçmeye karar verdim. Bu kararm, meslek hayatımm en isabetli rünün iyice azaldığı bir zamanda Bard'ı bulmak müthiş bir şanstı
kararlanndan biri olduğu çok kısa bir zaman içinde anlaşıldı ve hâ­ benim için. Bard College olmasaydı bu kitabı ortaya çıkarırken çok
lâ süren bir işbirliğinin başlamasma vesile oldu. Ekonomi politik daha yalnız kalacak, çok fazla zahmet çekecektim.
konulanndaki akıl hocam ve en acımasız eleştirmenim olmakla Son olarak, bana destek olan aileme teşekkür ederim. Eşim ve
birlikte daha çok değerli bir dost olarak gördüğüm Jim’in bu kita- hayat arkadaşım DeeDee ile başlayıp bu mücadeleyi kendileri için
bm her yerinde emeği var (ama kitaptaki hatalann tümünün sade­ verdiğimiz geleceğin çocuklannı temsilen adlannı sayacağım to-
ce bana ait olduğunu mutlaka belirtmem gerekir). CNS camiasma, runlanma. Solmana, Rowan, Liam, Tolan ve Owen'a kadar ailem­
kitabın ortaya çıkış süreci boyunca bana entelektüel faaliyetlerim deki herkese müteşekkirim.
için bir yuva ve forum sağladıklan, sayısız kereler dostça yardım­
larını esirgemedikleri için çok teşekkür ederim. Benden yardımla-
nnı esirgemeyen dostlarım arasmda Barbara Laurence'i, New York
editöryel grubunu (Paul Bartlett, Paul Cooney, Maarten DeKadt, Kasım 2001
Salvatore Engel-Di Mauro, Costas Panayotakis, Patty Parmalee,
Jose Tapia ve Edward Yuen), Boston grubundan Daniel Faber ile 11 Eylül 2001'de geleceğimizin üzerine çöken uğursuz gölge, D o­
Victor Wallis'i ve Alan Rudy'yi sayabilirim. ğamn Düşmaninm dizgisinin tamamlanıp yayımlanma hazırlıkla-
Kitabın oluşum döneminin çeşitli evrelerinde taslak metinleri nnın yapıldığı dönemlere rast geldiği için kitaba dahil edilemedi.
birçok kişi dikkatie okudu; Susan Davis, Andy Fisher, DeeDee Ama olaym önemi, üzerinde birkaç şey söylemeyi zorunlu kılıyor.
Halleck, Jonathan Kahn, Cambiz Khosravi, Andrew Nash, Walt Öncelikle, bu kitabın büyük bir bölümü büyük bir ekonomik
Sheasby ve Michelle Syverson. Hepsme minnettanm. Michelle büyümenin yaşandığı bir dönemde yazıldığı için, ana teması, yani
Syverson’a aynca kitabm yayımlanma aşamasmdaki aktif destekle­ sermayenin amansız genişleme baskısı teması, dünya ekonomi sis­
rinden dolayı da teşekkür borçluyum. teminin bugün yaşadığı feci düşüş trendi içinde pek önemli görün­
Kitabın ortaya çıkışını hazırlayan çeşitli evrelerde çeşitli şekil­ meyebilir. Ancak aym temel ilkeler geçerliliklerini hâlâ koruyor.
lerde yardımlarmı gördüğüm Roy Morrison, John Clark, Doug Burada asıl önemli olan sermayenin yaptığı baskı, sonunda büyü­
Henwood, Harriet Fraad, Ariel Salleh, Brian Drolet, Leo Panitch, me gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş, önemli değil. Kapitalizm
Berteli Ollman, Fiona Salmon, Finley Schaef, Don Boring, Starle- krizlerle işleyen bir sistem; ekonomideki krizlerle ekolojideki kriz­
ne Rankin, Ed Herman, Joân Martinez-Alier, Daniel Berthold- ler arasında net bir bağıntı kurmak asla mümkün olmasa da ekono­
Bond ve Nadja Milner-Larson'a teşekkür ederim. Mildred Marmur, mi döngüsünün her iki ucunda da ekosistemlerin bütünlüğünün kö­
hiç üstesinden gelemediğim dünya işlerinde her zamanki gibi bana tü etkilendiğini söyleyebiliriz. Ekonomi büyürken salt nicelik orta­
çok yardımcı oldu ve pratik fikirler verdi. Roberto Molteno ile Zed ma hâkim olur; bugünkü gibi baş aşağı indiği zamanlarda ise bü­
çalışanlarına, bana da ortaya çıkardıklan değerii eserler Üstesine yümenin azalması, tekrar gerekli birikimi oluşturmak için çevrey­
katılma fırsatı sunduklan ve yardımlarını esirgemedikleri için çok le ilgili olarak alınmış önlemleri gevşetmek gerektiğini gösteren
teşekkür ederim. bir işaret olarak algılanır.
14 DOĞANIN DÜŞMANI ÖNSÖZ 15

İkinci olarak, köktendinci terörünün yol açtığı kriz ile küresel cağmı düşünmek yanılsamadan başka bir şey değildir. İster petrole
ekolojik bozulmanın yol açtığı kriz arasında belli temel ortaklıklar dayalı olsun ister başka şeylere, emperyalizmin boyunduruğundan
var. İleriki sayfalarda da göreceğimiz gibi, ekolojik kriz karabasan bugünkü düzen içinde kurtulmak mümkün değildir. Dolayısıyla,
gibi bir şey; doğayı tedricen tahakküm altma almak için dünyanm küresel ısınma ile ekolojik krizin diğer veçhelerinin üstesinden gel­
dört bir yanına salıverilmiş iblislerin sonunda efendilerine musal­ mek için gereken şeyler terörü yok etmek için de gereklidir. Fosil
lat oldukları bir karabasan. Ama aşağı yukan buna benzer şeyler yakıt ekonomisine ihtiyaç duymayan, yani kitapta da belirtildiği
terörizm için de söylenebilir. Köktendinciliğin başkaldınsı çoğun­ üzere, sermayeyle ihşkisi olmayan bir dünya kurmamız gerekiyor.
lukla modernliğe başkaldırı gibi algılanır, ama bu sadece emperya­
lizm bağlammda, yani dünya genelinde insanlık üzerindeki tahak­
kümün sürekli artması bağlammda önem kazanan bir şeydir. Küre­
selleşme adıyla bilinen emperyalizm türünde, bütün eski varlık bi­
çimlerinin yok edilmesi, zorla dayatılan "serbest ticaret"in ayrıl­
maz bir parçasıdır. Köktendincilikler, kıyıda köşede kalmış (perip­
heral) toplumlarda, tahrip olmuş topluluklarm bütünlüğünü yeni­
den sağlamak amacıyla ortaya çıkarlar. Ancak bu amaç, güçsüzlü­
ğün beslediği nefret yüzünden irrasyonel bir hal alır; böyle bir hal
alınca da bir intikam döngüsü içinde bir terör ve karşı-terör mode­
line dönüşür.
Terör ile ekolojik bozulmanın diyalektikleri petrol rejiminde
buluşur. Petrol, bir yandan ekolojik krizin temel maddi dinamiği ol­
ma özelliğini korurken, öte yandan onun adına amansız mücadele­
lerin verildiği topraklar üzerinde kurulan emperyalist tahakkümün
itici gücü olma özelliğini sürdürür. Petrol sanayi toplumunu körük­
ler; Batı'nm büyümesi de zorunlu olarak, petrolün en stratejik bi­
çimde konumlandığı topraklar üzerindeki sömürü ve denetimin art­
masıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu topraklarm büyük bir bölümü
müslüman ülkelere ait olduğu için bugün gözümüzün önünde cere­
yan eden büyük mücadelenin sahnesi de İslam ülkeleri.
Burası bu mücadelenin nasıl yürüdüğünün tartışılacağı bir yer
değil, o yüzden bunun asıl köklerinin araştırılması gerektiğini söy­
lemekle yetinelim. Bu açıdan bakmca, ekolojik krizi sona erdirmek
ile insanlığı terörden kurtarmanın (elbette buna süper gücün kur-
bimlan üzerinde uyguladığı terör de dahil) aynı sürecin iki yüzü ol­
duğu görülür. İkisi de imparatorluğu alt etmeyi, imparatorluğu alt
etmek de doğa ve insan üzerindeki emperyalizmi yaratan şeyi yok
etmeyi gerektirir. Bunun sanayi sistemimizi, dolayısıyla da bütün
varlık biçimimizi baştan aşağı yeniden yapılandırmadan başanla-
Zira yaşayan her şey kutsaldır.
WILLIAM BLAKE I
Kutsal olan her şey küfürden nasibini almıştır. SUÇLU
KARLMARX

Torunlanm Owen, Tolan, Liam,


Rowan ve Solmaria için.
Giriş

1970'TE, DÜNYA EKOLOJİSİNİN bütünlüğünün bozulduğuna ilişkin


kaygılann artması yeni bir politikanın doğmasını sağladı. 22 Ni-
san'da ilk "Dünya Günü" ilan edildi; o tarihten sonra da her yıl bu­
gün çevrenin korunması ve geliştirilmesi için çağrılarda bulunul­
maya başladı. Bir şeylerin farkına varmaya başlamış olan yurttaş­
lara seçkin kesimden kişiler de katıldı; "Roma Kulübü" adı altmda
örgüüenip daha önce hiçbir iktidar sahibinin dillendirmediği bir
konuyu 1972'de "Büyümenin Sınırlan"* başlıklı bir manifestoyla
gündeme getirmeye bile cüret eden kişilerdi bunlar.
Otuz yıl sonra kutlanan Dünya Günü 2000, Leonardo di Caprio
ile Başkan Bili Clinton arasmda geçen ve doğanın kurtarılmasıyla
ilgili bolca hoş lafın edildiği bir konuşmaya tanık oldu. Bu yıldö­
nümü, otuz yıllık "sınırlandırılmış büyüme"nin sonuçlarının değer­
lendirilmesine elverişli bir platform vazifesi de gördü. Otuz yıl
sonra yeni bir binyılm eşiğinde şu noktalar göze çarpıyordu:

• İnsan nüfusu 3.7 milyardan 6 milyara çıktı (%62);


• Petrol tüketimi günde 46 milyon varilden 73 milyon varile çıktı;
• Çıkarılan doğalgaz miktan yılda 32 milyar metre küpten 91 mil­
yar metre küpe çıktı;
• Çıkanlan kömür miktan 2.2 milyar tondan 3.8 milyar tona çıktı;
• Dünya genelinde motorlu taşıt sayısı neredeyse üçe katlanarak
246 milyondan 730 milyona çıktı;
• Hava trafiği altı kat arttı;
• Kâğıt sanayiinde kullanılan ağaç miktan ikiye katlanarak yılda

1. Meadows vd. 1972.


20 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 21

200 milyon tona ulaştı; • 1999 yılmda ABD'de 7.3 milyar ton kirletici madde doğaya sa-
• İnsan kaynaklı karbon emisyonu yıllık 3.9 milyon tondan yakla­ lmdı.3
şık 6.4 milyon tona çıktı (üstelik, 1970'te hesaba katılmayan kü­
Bu temayüllerin çoğunun hızı artıyor. Bunlarm hepsi, her yet­
resel ısmma faktörünün farkına varıldıktan sonra emisyonlann
kili ve etkili kaynağın müjdeli bir habermiş gibi verdiği gelişme­
azaltılmasına yönelik çabalarda bulunulmasma rağmen);
nin, yani dünya genelinde ekonomik üründen elde edilen gayri sa­
• Küresel ısınmaya gelince, ortalama ısı 0.37 °C arttı; bu çok dü­
fi gelirin "Büyümenin Sınırlan"nın ilan edilmesinden beri geçen
şük bir ısı değişimine tekabül etse de, ısı değişiminin dünya ge­
otuz yıllık dönem içinde 16 trilyon dolardan 39 trilyon dolara yük­
neline farklı oranda yayıldığı düşünülürse, bunun kaotik hava
selerek yüzde 250 artmasının tezahürleridir.
olaylarıyla (yazılı tarihin en yıkıcı on fırtınasından yedisi son on
Bu tabloya insani maliyetleri de eklemeliyiz, zira bu eşi benze­
yılda gerçekleşmiştir) tahmin edilemez, denetlenemez ekolojik
ri görülmedik refah döneminde:
travmalarm birbirini izleyeceği anlamına geldiği söylenebilir;
buna aynca 2000 yazında Kuzey Kutbu'ndaki buzullann 50 mil­ • Üçüncü Dünya'nın borç miktan sekiz kat arttı;
yon yıldan sonra ilk kez erimesini, bir yıl sonra da "Klimanjaro' • Birleşmiş Milletler'in araştırmalanna göre, zengin ülkelerle yok­
nun karlan"nm yok olma sinyalleri vermesini ekleyebiliriz; sul ülkeler arasındaki farkın oranı, 1820'de 3 kat, 1950'de 35 kat,
• Canlı türleri 65 milyon yıldan beri görülmemiş bir oranda yok 1973'te (çevre duyarlılığmm artmaya başladığı dönem) 44 kat
oluyor; iken otuz yıllık dönem içinde bu oran 72 kata yükselmiş; başka
• Avlanan balık sayısı 1970'ten beri iki kat arttı; bir deyişle, üçte iki oranında artmış; bu sarsıcı oranm günümüz­
• Tanm topraklarmm %40'ı verimsizleşti; de daha da arttığına şüphe yok;
• Ormanlann yarısı yok oldu; • 1990 ile 1998 yılları arasmda 50 ülkede kişi başma düşen gelir
• Bataklıklann yarısı doldurulmak veya kurutulmak suretiyle yok azaldı. Bu ülkelerden biri olan Rusya, savaşta istilaya uğrama­
edildi; mış bir ülkede o güne kadar hiç görülmemiş fecaatte gelişmele­
• Bugün ABD karasularmm yansı yüzmeye veya balıkçılığa uygun re tanık oldu; bu gelişmeler sonucu Rusya'da ortalama insan öm­
değildir; ründe öyle düşüşler ve sakat doğum oranlannda öyle artışlar ya­
• Ozon tabakasının incelmesine neden olan emisyonlann denetim şandı ki, bu oranlar devam ederse yüz yıl kadar sonra ülkede in­
altına alınmasına yönelik ortak girişimlere rağmen, 2(KK) yılında san kalmayabilir;
ozon tabakasmın Antartika üzerindeki kısmında meydana gelen • her yıl 18 yaşından küçük 1.2 milyon kız küresel fuhuş sektörü­
delik o güne kadar kaydedilmiş en büyük delikti; delik, ABD'nin ne giriyor;
Kuzey Amerika'daki topraklannın üç katı büyüklüğündeydi; bu • 100 milyon çocuk evsiz ve sokaklarda yaşıyor.
arada bu deliğe neden olan 2000 tonluk madde her gün havaya
Elbette daha birçok veri mevcut. Amacım okuru istatistiğe boğ­
salınmaya devam ediyordu;^
mak değil; sadece her sağduyu sahibi insanın rahatça anlayabilece­
ği, buna rağmen sürekli olarak hem ihmal edilmiş hem de yanlış
2. Buradaki bilgilerin çoğu Donella Meadows'un Nisan 2000’de internette ya­ anlaşılmış şeylere dikkat çekmek. Daha açık söyleyeyim.
yımlanan "Earth day plus thirty, as seen by the Earth" başlıklı yazısından alınmış-
tu-. M aalesef yakınlarda vefat eden M eadows aynı zamanda The Limits to Growth'
un (Meadows vd. 1972) 1992'de yayımlanan devamı niteliğindeki çalışmanın da 3. Bu bilgi Daniel Faber'den alınmıştır. Bu sayı, bu tür ölçümlerin yapıldığı
ortak yazarlanndan biridir. Bu çalışmada önemli çevre krizleri içinde ozon taba­ on yıllık bir dönem içinde ulaşılan en yüksek sayıdır (Faber, ölçümler şirkederin
kasının incelmesi sorununun, uluslararası işbirliğini harekete geçirerek çözülmüş gönüllü raporlarına dayanılarak yapıldığı için bu sayının aslından çok daha dü­
tek sorun olduğundan söz edilir, ama bu sorunun çözüldüğü fikri yanlıştır. şük olduğunu belirtiyor).
22 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 23

Dünya, daha doğrusu Batılı sanayi dünyası, önceki kuşaklann işi şansa, iç dinamiklerin zorlamasıyla gerçekleşecek bir değişim
hayal bile edemeyeceği büyük bir refah düzeyine sıçrarken, aynı olasıhğına havale etmek yerine kanserli hücreyi tespit edip tedavi
zamanda kendine hayal edilmesi daha da güç muazzam bir kuyu da yöntemlerini ortaya koyacak) bir plan geUştirildi mi?
kazmıştı. Bugünkü dünya sisteminin büyümesini sınırlamak için Bütün bunların bu kitapta yapılacağmı umuyorum. En azından
önünde otuz yıl gibi bir zamanı vardı, ama bunda o kadar başansız bunu yapmak amacmdayım; söyleyeceklerim her yönüyle doğru
oldu ki, büyümenin sınırlandıniması fikri bile resmi söylemden ih­ olmasa da, hatta fena halde yanlış da olsa, hiç olmazsa temel so-
raç edildi. Aynca, mevcut sistemin iç mantığında "büyüme"nin runlann gündeme getirilmesine vesile olur. Son zamanlarda ortaya
azınlık için zenginliğin, çoğunluk için de sefaletin sürekli artması konan ciddi ve akla yatkın çevre planlanyla bir alıp veremediğim
anlamma geldiği kanıtlanmış bir şey. Bu nedenle araştırmamıza, bu yok. Ama yapılması gereken tek şeyin bir-iki reformdan ibaret ol­
şekilde tasarlanan "büyüme"nin uygarlığın doğal temelinin yıkımı duğu şeklindeki yargıyla var. Soruna bir bütün olarak bakmayı ve
anlamma geleceği şeklindeki ürpertici gerçekten yola çıkarak baş­ radikal demişim imkânı üzerinde düşünmeyi reddetme tavrından şi­
lamalıyız. Dünya canh bir organizma olsaydı, aklı başmda herkes kâyetçiyim. Zira yukanda dile getirdiğim şeylerin az da olsa ger­
bu "büyüme"nin kanserli bir büyüme olduğu, tedavi edilmediği çekleşme ihtimali varsa (yinelemekte fayda var; mevcut kanıtlar o
takdirde bunun insan toplumunun sonu anlamma geldiği, hatta in­ kadar çok ki onlan çürütmek varlıklannı inkâr edenlerin yükümlü­
san türünün yok olması sorununu gündeme getireceği sonucuna va- lüğü) bu şeylerin içerimleri, artık rağbet görmüyor olmalarına ve
nrdı. Büyümenin denetlenemez olduğunu öğrendikten sonra basit rahatsız edici oluşlanna bakılmaksızın bütünüyle ortaya konmalı­
bir genelleme bile bize aynı şeyleri söyler. Aynntılar önemli ve il­ dır. Ortada sistemin büyüme mantığıyla ilgili etkili bir söylem yok­
ginç elbette, ama tüm bunlardan çıkanlan şu temel sonuç kadar de­ sa ve dünya bugün tatlı bir inkânn içinde huzurlu huzurlu yaşayı­
ğil: Karşı konmaz biçimde büyüme ve bu büyümenin insanın varo­ şını sürdürüyor veya marazi bir huzursuzluk içinde diken üstünde
luşu için gerekli doğal ortamı apaçık bir biçimde bozup yok ediyor duruyor, ekolojik krizle açık açık yüzleşmek yerine sözde yeşilci-
olması, en yalın ifadeyle, mevcut toplumsal düzende yok olmaya lerle sahtekârlann sözüne kulak veriyorsa, tam da böyle bir söyle­
mahkûm olduğumuz ve varlığımızı sürdürmek istiyorsak, bu düze­ mi ortaya çıkarmaya uğraşan bir esere ihtiyaç var demektir. Bu ne­
ni en kısa zamanda değiştirmemiz gerektiği anlamma gelmektedir. denle, Doğanm Düşmam'm çevre felaketlerine yeterince işaret
İnsanın bu bariz ve korkunç hakikati haykırası geliyor. Aslında edilmediği için değil, konuyla ilgili sayısız çalışmanın yukarıda
bu hakikat bütün gazetelerin manşetlerinde, her medya kuruluşu­ bahsi geçen durumdan aşağıdaki sonuçlan pek çıkarmadığı için
nun logosunda yer almalı, Meclis'in ve bütün devlet örgütlerinin yazdığımı söyleyebilirim:
ana gündem maddesi, her toplantının odak noktası ve eğitimin her
düzeyinde müfredatın en önemli dersi, vb. olmalı, ama öyle değil "Mevcut sistem" kapitalizmin; yani sağduyuyla anlaşılmayan ve
işte. Evet, ekolojik krizle bir hayli ilgilenildiği doğru; ki bu ilginin bildik ekonomik içerimlerinin çok ötesine uzanan tuhaf bir cana­
genelde yararlı olduğu söylenebilir ama, kimi zaman düpedüz za­ var olan sermayenin dinamiğinin ta kendisidir;
rarlı etkileri olmuş, bazen de çok yüzeysel kalmıştur. Peki ama bu Söz konusu "büyüme" esasen sermayenin en iç varlığını ifade et­
zalim hakikat (insanlığın, kendisini yok edebilecek bir konumda me şeklidir;
olan ve temelden değiştirilebileceğini veya değiştirilmesinin yerin­ Sermayenin büyümesi ıslah edilemez; dolayısıyla bu büyümeyi
de olduğunu kimsenin pek düşünmediği bir intihar rejiminin elin­ ciddi bir biçimde sınırlandırmak sistemi derin bir krizin içine sü­
de olduğu hakikati) üzerinde ciddi ciddi düşünüldü mü hiç? Bu sis­ rükler. Sermayenin düstura her zaman "Ya Büyü Ya Öl!"dür. Bu­
temin doğaya tecavüzü rasyonel bir biçimde tahlil edildi ve bunun radan sermayenin reformdan geçirilemeyeceği sonucu çıkar: Ya
sonucunda bu sistemi değiştirecek (sağını solunu iyileştirmek veya bizi yönetip mahvımıza sebep olur ya da yok edilir, böylece biz
24 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 25

de yaşama şansı elde ederiz. toplum yaratmayı düşünmeye hazu- mıyız? Bu krizin mevcut sis­
• Çıkarılan bu sonuçlar bizden, artık genelde tarihin çöp teneke­ tem dahilinde çözümlenemeyeceği bilincinden hareketle, bu siste­
sine atılmış olduğu düşünülen devrim sorununu yeniden düşün­ mi bütün yönleriyle yeniden değerlendirmeye ve gerçekten değiş­
memizi talep eder. Oysa ben sermayenin çevreyi tahrip edici ve tirmeye hazır mıyız? Bu geniş kapsamlı sorular ve bu somlardan
ıslah edilemez kuvvetlerinin topyekûn bir devrim ihtimalini gün­ kaynaklanan sayısız meselelerden bazılan kitabm çeşitli bölümle­
deme getirdiğini ileri süreceğim; geçen yüzyılın sosyalizmleriy­ rinde ele alınıyor.
le bağlan olmasma rağmen onlardan ayn ekososyalist bir devrim Kitap üç kısımdan oluşuyor. "Suçlu" başlıklı birinci kısımda ser­
olacak bu. maye, ekolojik krizin "etkin nedeni" olmakla itham ediliyor. Ama
• Her ne kadar radikal kuvvetler halihazırda sefil bir durumda ol­ öncelikle bu krizin kendisinin tanımlanması gerekiyor, ki bu da
sa da, böyle bir devrimin ana hatlannı tahayyül ve telaffuz etmek ikinci bölümde, krizin boyutlarmm anlaşılmasını sağlayacak belli
bizlerin görevidir. ekolojik kavramlar tanıtılarak ve nedensellik konusu gündeme geti­
rilerek yapılıyor. "Sermaye" başlıklı üçüncü bölümde, Bhopal'de
Zaman değişiyor olabilir. Küreselleşme düzeyine ulaşan serma­ meydana gelen felaketle başlayıp sermayenin ne menem bir şey ol­
ye, doğa ile insanlık üzerindeki tahakkümünden kaynaklanan çeliş­ duğu ve ekosistemler üzerinde üretim koşullannı kötüleştirmek su­
kileri artık dizginleyemediği için, sisteme karşı gösterilen direnişin retiyle tek bir noktada yoğunlaşmış bir biçimde, acımasızca geniş­
uzun zamandan beri devam eden düşüş trendi sona eriyor, dünya­ lemek suretiyle de yaygm bir biçimde nasıl muazzam olumsuz bir
nm her tarafmda insanlar sistemden kurtulmaya çalışıyor olabilir. etkiye sahip olduğu anlatılarak iddianamenin asli unsurları ortaya
Bu tür gelişmelerin yaşandığına dair birçok belirti mevcut, bunla­ konuyor. "Kapitalizm" başlıklı sonraki bölümde, sermaye etrafında
nn en belirgini de küresel sermayenin cenabet üçlüsüne (IMF, Dün­ ve sermaye üretimi için inşa edilmiş özgül toplum biçimi irdelene­
ya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü) karşı dünya genelinde yapılan rek önceki bölümde ele alınan konular daha aynntılı inceleniyor.
gösteriler.'* Bu bölümde, sermayenin genişleme tarzlan, toplumla ilişkileri,
Doğanın Düşmam'm. yazmaya 1999'da Seattie'da meydana ge­ sermayeyi yöneten smıfm karakteri, daha çok da sermayenin uyar-
len ve dünyayı sarsan olaylardan epey önce başladıysam da kitabın lanabilirliği sorunu araştınhyor. Bu bir sorun, çünkü kapitalizm
aynı tarihsel güçlerden etkilendiği görüşündeyim. Kitap, küresel­ ekolojiyle ilgili temel tavrmı değiştiremiyorsa, o zaman radikal bir
leşme karşıtiarını eylemlerinin mantığının neye işaret ettiğini sor­ biçimde dönüştürülmesi gerektiğini savunan tez güçlenecektir.
gulamaya çağırıyor. Başka bir deyişle, sistemle girişilecek müca­ Bütün bunlann üstesinden gelmek son derece güç elbette. Eko­
delenin ilk safhalannın ötesine nasıl geçeceğiz? Tıpkı insanm ne­ lojik kriz, kavranması zor, dehşet verici bir şey, sonuçları ise asla
fes alıp vermeyi isteyerek bırakamadığı gibi amansızca genişleme­ bilimsel kanıtlarla yetinmemeyi gerektirecek kadar vahim. Üstelik,
yi bırakamayan sermaye rejimi nasıl denetim altına alınabilir? Ser­ burada izlenen muhakeme, son derece zor ve bilinmedik siyasi ter­
mayeyi alaşağı edip yerine yeni bir üretim tarzına dayalı yeni bir cihleri beraberinde getiriyor. Bu muhakemenin üstünkörü bir şekil­
de de olsa kabul edileceğini düşünsek bile, bazı korkunç boyutiar
4. Başka bir belirti daha: 2000 yılının Ekim aymda Meksika'nın Chiapas şeh­ da banndırması, insanlann bu muhakemenin pratik içerimlerine di­
rinde Amerika kıtasındaki yerii topluluklanndan 222 delegenin katıldığı toplan­ renmesini kaçmılmaz kılıyor. Burada geliştirilen sav birçok kişiyi,
tıda "neoliberalizm, küresel kapitalizmin nüfuz alanını genişletme stratejisinden çok güvendikleri, hayran olduklan bir vasinin (hayatları üzerinde
ibaret olduğuna göre... genel hedef 'Amerika kıtasında kapitalizmi, özellikle de
büyük bir güce sahip olem bir vasinin hem de) aslında hayatta kal­
bugünkü tezahürü olan neoliberalizmi yenilgiye uğratmak' olmalıdır" (ACERCA
2001) gibi bir karar alınmıştı. On yıl önce bir toplantıdan böylesi fikri bir olgun­ maları için derhal yere sermeleri gereken soğukkanlı bir katil oldu­
luğa ve militanca bir duruşa sahip bir kararın çıkması hayal bile edilemezdi. ğunu öğrenmişçesine şaşkınlığa ve dehşete düşürecek. Ne kadar
26 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 27

gerekli de olsa, böyle bir sonuca ulaşmak ve böyle bir yolu izlemek rel düşünce karışımı bir yapıya bürünüyor. 7. Bölüm'de işe mevcut
hiç de kolay bir şey değil. Ama bu benim sorunum; duaya inansay- ekopolitikalan gözden geçirmekle başlıyor, doğayla ilişkilerimizi
dım, bu işi yapabilecek gücü kendimde bulayım diye dua ederdim. onarmak için bugüne kadar neler yapıldığını, mevcut ekopolitika-
"Doğa Üzerindeki Tahakküm" başlıkh II. Kısım'da, davayı lann sermayeyi kökünden söküp atacak yapıda olup olmadığmı in­
doğrudan kovuşturmayı bir kenara bırakıp hangi zemine oturduğu­ celiyoruz. Bu eleştirinin âdet haline gelmiş olmasma rağmen ge­
nu saptamaya çahşıyomz. Bunu yapmak birçok nedenden dolayı, nelde değeri pek anlaşılmayan bir yönü de var. Bu bölümde serma­
ama daha çok da dar bir ekonomist yorumdan kaçınmak için gerek­ yenin, üretim gücümüzün onu gerçekleştirme imkânlanndan aynl-
li. Bu kısmın birinci bölümünde (toplamda beşinci bölüme tekabül masıyla birlikte ortaya çıktığını vurguluyoruz. Sermaye, özünde
ediyor) tartışmayı doğa ve insan doğası felsefesinin derinliklerine emeğin hapsedilmesi ve insanın yeteneklerinin (ekolojik açıdan
taşıyarak temellendirmeyi amaçlıyorum. Tartışma bu düzeye ulaş­ sağlıklı bir toplumda sonuna kadar ve özgürce geliştirilmesi gere­
tığında, salt çevresel bir yaklaşımdan sahiden ekolojik bir yaklaşı­ ken yeteneklerin) budanmasıdır. Bu nedenle, mevcut ekopolitika-
ma geçmek icap ediyor; bunun için de insan ekosistemlerinden ve lann hepsi emeği, yani dönüştürme gücümüzü özgürleştirmeyi ba-
insanm ekosistemlere uygunluğundan (yani, insanın doğasından) şanp başaramadıklanna bakılarak değerlendirilmelidir. Bu bölüm­
da bahsetmek zorunludur. Doğaya uyumlu özgür bir toplum kur­ de, nispeten iyi bilinen politikalardan bir kenara itilmiş politikala­
mak amacındaysak eğer, o zaman sermayenin hem genelde doğayı ra kadar geniş bir alan taranıyor ve genelde mevcut stratejilerin ek­
hem de insan doğasını ihlal ettiği gerçeğini teslim etmemiz ve do­ sik olduğu savunuluyor. Bölümün sonunda, pek farkında olunma­
ğayla nasıl daha bütünlüklü bir ilişki kurabileceğimizi anlamamız yan bir tehlikeye, ekolojik hareketlerin gerici, hatta faşist bir hal
gerekiyor. 6. Bölüm'de bu fikirler daha da geliştirilerek tarihsel bir alabileceği tehlikesine dikkat çekiliyor.
çerçevede ve diğer ekofelsefe türleriyle ilişkili olarak inceleniyor. Neler olduğu bu şekilde gözden geçirildikten sonra, son iki bö­
Bu bölümde, sermayenin doğadan yabancılaşmanm çeşitli türleri­ lümde neler olabileceği sorusuna cevap aranıyor. "Ön Tasan" baş­
nin en sonunda yer aldığını ve bunları kendi içinde bütünleştirdiği­ lıklı 8. Bölüm'de, sermayeden kurtulmak için neler gerektiği şek­
ni görüyoruz. Buradan yola çıkarak sermayenin, sadece ekonomik linde genel bir soru soruluyor. Bu da ekonomik sistemin ekolojik
bir düzenleme olmak şöyle dursun, insanla doğa arasında çok eski­ dönüşüm sürecine kapı aralayan yeri olarak Marksist "kullanım
den beri varolan ve "doğa üzerindeki tahakküm" kavramında ifade değeri" kavramına bir göz atmayı gerekli kılıyor; aynca, geçen
bulan bir lezyonun had safhaya ulaşmış hali olduğunu söyleyebilir, yüzyılda emeğin özgürleşmesi için verilen (ve esas itibariyle başa-
sermayenin bir dizi kurumdan ibaret olmadığı, başlı başına bir var­ nsız olan) uğraşlann siciline, yani sosyalizmin karmakanşık tari­
lık biçimi olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Dolayısıyla, ekolojik kri­ hine de şöyle bir uzanıyoruz. Son olarak bakışımızı son derece
zin üstesinden gelmek için radikal bir biçimde dönüştürülmesi ge­ önemli ekolojik üretim meselesine çeviriyoruz; bu amaçla da, top­
reken şey tam da bu varlık biçimidir; bu dönüşüm, "ekonomik ser­ lumsal cinsiyetin özgürleşmesi ile doğanm özgürleşmesini bir ara­
maye" ile onu besleyen kapitalist devletin yıkılması sürecinden ya getken ekofeminizm doktriniyle ekolojik üretimi sentezlemeyi
geçmeyi zorunlu kılsa bile gerçekleştirilmelidir. Bu bölüm, şu ele deneyeceğiz. Mevcut ekolojik hareketlerin temel noktalarının, iç­
avuca gelmez "diyalektik" kavramının oynadığı rolle ilgili biraz lerinde dönüştürme tohumlan barmdırmalan dolayısıyla "ön tasa-
kesif bir izahın da yer aldığı bazı felsefi düşüncelerle bitiyor. n" niteliğinde, kapitalist toplumun geneline yayıldıklan için de her
Sonra, "Ekososyalizme Doğm" başlıklı Üçüncü Kısım'a geçi- yere nüfuz eder nitelikte [interstitial] olduğu gözlemiyle bölümü
yomz. Bu kısımda "Ne yapmalı?" sorusuna yöneliyomz. Burada bitiriyoruz. "Ekososyalizm" başlıklı son bölümde, kapitalizmi dö­
tartışma artık siyasileşiyor ve son zamanlarda toplumu dönüştürme nüştürmeyi amaçlayan bugünkü direnişin dağınık yapısını ve güç­
düşüncesinden iyice uzaklaştığımızdan dolayı da ütopik ve eleşti­ süzlüklerini ortaya koymaya çahşıyomz. Ekososyahzm terimi, de­
28 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 29

mokrasinin rahatça gelişip güçlenme imkânı bulduğu bir ortamda oramm gerektiği gibi ayarlayacak güce de sahip olacakları görü­
üreticilerle üretim tarzlannm yeniden bir araya geldiği, bu neden­ şündeyim. Bana göre meselenin esası, insanlara bu gücü vermek;
le de sosyalist olduğu her halinden belli olan bir toplumu niteler; bunun için de artık altsmıflann olmadığı, insanlann kendi hayatla-
"büyümenin smırlan"na nihayet saygı gösterildiği, doğanın sade­ rmı kendilerinin tayin ettiği bir dünya kurmamız gerekiyor.
ce ihtimam gösterilmesi gereken bir şey olmayıp başlı başma içsel Doğanın Düşmanı, Marksist gelenek içinde hareket ettiği, sos­
bir değeri olduğunun da kabul edildiği ve böylece o bünyevi mey- yalizmin emeğin özgürleştirilmesinin zomniu olduğu gibi temel il­
dana-getirme özelliğini kaldığı yerden devam ettirmesine izin ve­ kelerine sadık kaldığı için hiç kimseye herhangi bir özür borçlu de­
rildiği için bu toplum her yönüyle ekolojik bir toplumdur da aynı ğil. Ancak kitabın yaklaşımı geleneksel Marksizminki değil. Marx
zamanda. Böyle bir ekososyalizm tasavvuru, geleceği tanrılara öz­ bize belli bir tarihsel dönemin kendine özgü biçimlerine sadık kal­
gü bir biçimde bütün aynntılanyla öngörme arzusunu taşımıyor; mayı şart koşan bir yöntem ile bir bakış açısı ve tarih evrildikçe
böyle bir toplumu tasavvur ederken, ölüm taciri sermayeye karşı kendi kendini dönüştürebilen bir vizyon miras bıraktı. Marksizm
güçlü altematifler düşünebileceğimizi ve düşünmemiz gerektiğini ekolojik krizin olgunlaşmasından yüz yıl önce ortaya çıktığı için,
göstermeyi amaçlıyor. Bu amaçla, konuyla alakalı birçok soru so­ bizimkisi gibi ekosistemi son derece bozulmuş bir toplumu ele alu--
ruluyor ve bütün anlatılanlar kısa, spekülatif bir düşünce halinde ken Marksizm'in geleneksel biçiminin hem yetersiz hem de falso­
toparlanıyor. lu kalacağı aşikâr. Bu nedenle, insanlık adına olduğu kadar doğa
Kitaba başlamadan önce birkaç noktaya açıklık getireyim. Ki­ adına da konuşma potansiyelini harekete geçirmek için Mark­
tapta nüfus sorununa gerekli önemin verilmediğine dair eleştiriler sizm'in daha ekolojik bir yapıya kavuştumiması gerekiyor. Pratik­
geleceğini tahmin ediyomm. Ömeğin, kitabın hiçbh- bölümünde te bu, kapitalist üretim tarzmm yerine ekolojik bakımdan sağlık­
aşın nüfus artışını ekolojik krizin temel veya etkin nedenleri ara­ lı ¡sosyalist bh- üretim tarzını getirmek, bunu da doğanın kendinde
smda saymadım. Bunu nüfus sorununu önemsemediğimden değil içkin olan değeri gözeten kullanım değerlerini yeniden hayata ge­
(aksine çok ciddi bir somn bence), tali bir dinamik olarak gördü­ çirmek suretiyle yapmak anlamma gelir.
ğümden yaptım; tali derken önem bakımından tali olduğunu söyle­ Doğanın Düşmanı'ndaki görüşleri fazlasıyla tek taraflı bulanla-
miyorum, nüfus artışmm sistemin başka unsurlan tarafından belir­ nn çıkacağmı da tahmin ediyorum. Kitapta kapitalizme karşı nef­
lenmesini kastediyorum.5 Alt sınıflar uçkurlanna bir hâkim olabil­ ret beslendiği, bu yüzden kapitalizmin bütün o parlak başanlarmm
se her şeyin güllük gülistanlık olacağını savunan ve temcit pilavı azımsandığı, sahip olduğu müthiş iyileştirici güçlerin hafife almdı-
gibi ısıtıp ısıtıp önümüze sürülen neo-Malthusçuluğun en sadık ğı söylenecektir. Kapitalizmden nefret ettiğim, başka insanlann da
muhaliflerinden biriyim; insanlann toplumsal varoluş şartlannı ondan nefret etmesini istediğim doğru. Hatta, izlenmesi zor bir ha­
kendi kendilerine belirleyecek güce sahip oldukları takdirde nüfus kikatin peşinden gidip bir şeyleri dönüştürmem için gerekli şevki
bana, kapitalizme karşı beslediğim bu düşmanlığın verdiğini zan-
nediyoram. Her neyse, bu kitapta dile getirilen görüşleri katı ve ta­
5. Meadows vd. 1992. Yazarlar (Marksist falan da değiller üstelik) biraz kas­
raflı bulanlara bir tek şey söyleyebilirim: Sermaye Tannsı'nın yü­
vetli bir edayla şu sonuca vanyorlar: "... nüfusun kendi kendini sınırlamasını
sağlayan bir etken söz konusu. Kişi başına düşen sanayi çıktısı miktan yeterli celiğine düzülen methüsenalar duymak ve onunla ilgili daha "ustu-
büyüklüğe ulaştığında nüfus en sonunda sabit bir seviyeye ulaşacaktır. Ancak bu mplu" (kendi deyimleri) görüşler edinmek istiyorlarsa bunun için
modelde sermayenin kendi kendini sın ırlan d ım sağlayan herhangi bir etken önlerinde zaten bol bol fırsat var. Şunu da hemen belirteyim, ser­
yok. 'Gerçek hayatta,' zengin insanlann veya ülkelerin artık daha fazla zengin o l­
mak istemedtklerinin örneklerine pek rastlayamıyorsunuz. Dolayısıyla biz de
mayeden nefret etmekle kapitalistlerden nefret etmek aynı şey de­
sermaye sahiplerinin zenginliklerini sürekU katlamak, tüketicilerin de tüketimle­ ğildir; bunu, kapitalistlerin içinde adi suçlu muamelesini hak eden­
rini sürekli artırmak isteyeceklerini varsaydık.." lerin sayısının bir hayli fazla olduğunu ve hepsinin mhlannı çürü-
30 DOĞANIN DÜŞM ANI

ten, uygarlığın doğal zeminini tahrip eden bu vasıtanın ellerinden


alınması gerektiğini düşündüğüm halde söylüyoram. Bu ikinci
gruba, hayatın kapitalizm potasına ittiği milyonlarca insanla birlik­
Ekolojik Kriz
te ben de dahilim (peki buna nasıl dahil oluyoruz? Mesela benim
yaptığım gibi özel emeklilik sigortası fonu satm alarak ya da her­
kesin yaptığı gibi, bankada hesap açtırarak veya kredi kartı kulla­
narak). Kapitalist sistemin en şaşılacak yönlerinden biri de herke­
se entrikalarma ortak olduğu duygusunu yaşatması; daha doğrusu,
entrikalarma ortak etmeye çalışıp bunda genelde başanlı olması.
Ama başanlı olması gerekmiyor; başanlı olmasmı önlemenin yol-
lanndan biri, sermayenin egemenliğinden kurtulmuş, ekolojik açı­
İNSANLIKLA DOĞA arasmdaki ilişkilerde bir şeyler çok yanlış gitti;
dan sağlıklı bir toplum için mücadele ederken sadece hayatta kal­
1999'da Guardian Weekly'âe.^ yayımlanan aşağıdaki makalede an­
ma mücadelesi vermediğimizi, aynı zamanda, hatta ondan da
latılanlar gibi (makaleyi olduğu gibi aktanyorum):
önemlisi, daha güzel bir dünya ve bu dünya üzerinde bütün yara­
tıklar için daha güzel bir hayat kurma mücadelesi de verdiğimizin Kızıl Haç’ın belirttiğine göre, geçen yıl kuraklık, sel, ormanlann yok
farkma varmaktır. edUmesi ve topraklann verimsizleşmesi gibi çevreyle Ugili nedenler yü­
zünden göç edenlerin sayısı 25 milyona yükselerek savaşta göç etmek zo­
runda kalan insanlann sayısını iUc kez geride bırakmıştır.
Her yıl insani yardım trendleriyle ilgili olarak yapılan World Disasters
(Dünyadaki Felaketler) adlı araştırmanın 1999 yth raporunda, önceki yıl
meydana gelen "doğal felaketler"in rekor düzeye ulaştığı ve doğal felaket­
ler nedeniyle yerini yurdunu terk etmek zorunda kalanlann sayısının dün­
ya genelindeki mültecilerin %58'ini oluşturduğu belirtUmektedir.
Araştırmayı yapan uluslararası federasyonun başkanı Astrid Heiberg,
"Küresel ısınma ve ormanlann yok edilmesinden kaynaklanan çevre so­
runlan ile yoksulluk ve gecekondu sayısının sürekli artmasıyla kendini
gösteren toplumsal sorunlardan herkes haberdar; ancak bu iki faktör bir
araya gelince felaket yepyeni boyutlara ulaşıyor," diyor.
Geçtiğimiz yıl çevre somnian nedeniyle 25 milyon kişi hızla büyüyen
şehirlerin kenarlarındaki, yine doğal felaketlere her zaman açık olan gece­
kondu mahallelerine göç etti. Dr. Heiberg, "insan kaynaklı iklim değişik­
liği ile hızla değişen toplumsal ve ekonomik koşulların bir arada çok da­
ha büyük boyutlu felaketlere yol açacak zincirleme bir reaksiyon" başla­
tacağı görüşünde.
Raporda Mitch kasırgasının Orta Amerika'daki sonuçlan ile "belalı
ikizler" El Nifto ile La Niña kasırgalannın neden olduğu yıkımlar incele­
niyor. Pasifik ve Atlantik okyanuslarında deniz ısısının değişmesine yol
açarak bu okyanuslann her iki kıyısındaki kıtalarda kuraklığa ve sellere

I. P. Brown 1999.
32 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJÎK KRİZ 33

neden olan El Niño ve La Niña kasırgalanran küresel ısınma nedeniyle da­ mediği yer yok gibidir ve de doğa dediğimiz şeyin bir tarihi vardır.
ha da şiddetlendiği düşünülmektedir. Önceki yıl kayıtlara geçen en sıcak Ancak, şimdi bu tarih yepyeni bir evreye giriyor.
yıldı.
İnsani faaliyetlerin ürünü olduğu nihayet kabul edilen küresel
Raporda El Niño’nun Endonezya'da son elli yıl içinde yaşanan en bü­
ısınmanın fırtmalan iyice korkunçlaştırdığı bu zamanda Mitch ka­
yük kuraklığa neden olduğu belirtiliyor. Rapora göre, kuraklığa bağlı ola­
rak ülkede art arda krizler yaşanmış, önce pirinç üretimi azalmış, ardından sırgası "Tannnın işi" olabilir miydi? Bu kasırganm korkunç etkile­
ithal pirinç fiyatlan dörde katlanmış, paranın değeri %80 azalmış ve ayak­ ri, ormanlarm yok edilmesiyle ve yoksul insanlann tekin olmayan
lanmalar baş göstermiş. Aynca taşrada meydana gelen ve önü alınamayan yamaçlara ve diğer tehlikeli yerleşim yerlerine göç etmeleriyle ne
orman yangmlan nedeniyle çevredeki bölgeler zehirli duman tabakalany- ölçüde alakalıydı? Bir depremin yıkıcı etkilerini en hızlı büyüyen
la kaplanmış. 50 şehrin 40'mm fay hatlan üzerine düzensiz bir biçimde kurulmuş
El Nifio'nun 1998 yılında 21 bin kişinin ölümüne yol açtığı, Çin'in
olmasmdan soyudayabiln miyiz? El Niño ile La Niña, küresel ısm-
Yangtze nehri çevresindeki ormanlann yok edilmesinin ise 180 milyon ki­
şinin hayatım etkileyen sellere neden olduğu tahmin ediliyor. madan etkilenmiş miydi, yani bir ölçüde toplum kaynaklı mıydı­
Bugüne baktığımızda gidişatın, daha milyonlarca insanın muhtemel lar? Bunlarm dışında, kendileri de küresel ekonomik ve siyasi dön­
felaketlerin insafına kalacağı yönünde olduğunu görüyoruz. Dünya gene­ gülerin ürünü olan hükümet politikalan ile yolsuzluğun neden ol­
linde bir milyar insan plansız gecekondu mahallelerinde yaşıyor ve en hız- duğu etkiler de söz konusu. Ömeğin, Endonezya'da orman yangm-
h büyüyen 50 şehirden 40'ı deprem bölgesi üzerinde bulunuyor. 10 milyon larmm "denetíenemez" oluşunun en büyük nedeni, o sıralarda ül­
insan ise sürekli sel tehdidiyle karşı karşıya olan bölgelerde yaşıyor.
keyi yöneten ve uluslararası ticaret topluluğunun gözdesi olan dik­
Yangtze'de meydana gelen sellerin bir daha tekrarlanmaması için mil­
yonlarca ağaç diken Çin, son kırk yıl içinde sellerin denetlenmesine 3 mü- tatör Suharto'nun ormanlık arazinin büyük bir bölümünü ahbapla-
yar dolar harcamış. Çin hükümeti, sellerin denetim altma alınmasının ül­ rma peşkeş çekmesiydi. Nihayet, yetkiUler verdikleri tepkilerde
ke ekonomisine 13 milyar dolar katkı sağladığını belirtiyor. yetersiz kalmış olamazlar mı? Kızıl Haç yeticilisi felaketleri önle­
Kızıl Haç'm felaket politikası direktörü Peter Walker şunlan söylüyor; mek için kesenin ağzının açılması çağnsmda bulunurken ihtiyatlı
"Uluslararası meseleler hakkmda da ülke genelindeki meşeler hâikkında mı davranıyor, yoksa bürokrasiden bihaber mi? Çözüm bekleyen
nasıl düşünüyorsak öyle düşünmeliyiz. İtfaiye teşkilatına para yardımı somnlara para akıtılmasından ziyade yapılacak daha esaslı şeyler
yapmak için bir evin yanmasını beklemeyiz. Felaket kapımızı çalmadan
önce şimdikinden daha fazla para harcamalıyız."
yok mu? O bilinen tabirle söyleyecek olursak, hükümet de somnun
bir parçası değil mi?
Çevre kaynaklı yıkıcı etkilerin büyüyerek doğrudan insan kay­ Mesele toplum ile doğanm birbirini dışlayan iki bağımsız unsur
naklı saldırganlığın yıkıcı etkilerini kat be kat aşacağı kasvetli bir olması değil. Asıl mesele, insanlığın doğayla ilişkisinde çok eski­
dönüm noktasını işaret ediyor bunlar gerçekten de. Ama bu dikka­ lerden beri varolan bir hastalığm müthiş bir hızla evrimleşmesi.
te değer tespit, meselenin temel mekanizmalannı ortaya koymak­ Uzun zamandan beri içten içe devam eden bu hastalığın iltihabının
tan ziyade onu bir muhasebeci gibi kayda geçirmekle yetiniyor. Zi­ tanığı olduk (tanığı ve kurbanı; zamanmda uyanırsak, iyileştiricile­
ra muhasebe defterlerindeki hesaplar gibi, bir tarafta çevre felaket­ ri de olacağız).
lerini öbür tarafta da insanlann saldırganlıklannı sıralamak müm­ Bu arada, doğanın istikrarsız unsurlannm (bunlara ekosistem
kün değildir. İnsanın saldırganlığı toplumun doğal zemininin bo­ diyelim isterseniz) aralanndaki sonu gelmez ve tahmin edilemez
zulmasıyla her zaman çok yakından bağlantılı olduğu gibi (toprak etkileşimler çeşit çeşit tatsız sürprize meydan verir. Nitekim, ısıyı
azlığı nedeniyle çıkan savaşlar buna örnektir), çevrenin bozulma­ tutan gazlann birikimi sonucu oluşan sera etkisinin sadece bu fırtı­
sında neredeyse her zaman insanların faaliyetlerinin parmağı var­ nalarda değil, ölümcül nitelikteki bulaşıcı hastalıklann çoğalma­
dır ve bildiğimiz gibi bu faaliyetlere genellikle "saldırganlık" hâ­ sında (hem sıtma ve tüberküloz gibi uzun sürede öldüren hastalık­
kimdir. Aslında "çevre"nin bizatihi kendisinde de insan elinin değ­ ların hortlamasında hem de Ebola, Hanta ve Batı Nil virüsü gibi ye­
34 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİK KRİZ 35

ni ve egzotik virüslerin ortaya çıkmasında) da dahli vardır.^ Tıp bi­ bulaşıcı hastalıklar kaçınılmaz bir biçimde bu koşullara refakat
liminin kendinden emin bir şekilde bulaşıcı hastalıklarm sonunun ediyor. Nitekim, AIDS bugün Afrika'nın aşağı Sahra bölümünde
geleceğini beklediği dönemden sadece bir nesil sonra vebanm hü­ tam bir katliam yaşatacak gibi görünüyor; Güney Asya ile eski
küm sürdüğü on dördüncü yüzyılla boy ölçüşecek bir salgın hasta­ Sovyetler Birliği de bundan nasibini alacağa benzer. Peki ya moral
lıklar çağma giriyoruz. Bunun birçok nedeni var; bunlardan biri de, bozukluğunun pek fark edilmeyen, ama derin sonuçlar doğuran et­
iklimi istikrarsız hale getirerek havanın gittikçe daha kaotik hale kilerine; bayatlan üzerinde gerçek anlamda söz sahibi olmayan in­
gelmesine ve habitatın değişmesine neden olan küresel ısınma. Kü­ sanlann bir sürü derdin içinde ümitlerini yitirmelerine veya daya-
resel ısmma, patojenlerle onlann taşıyıcılarının geri beslemeli de­ namadıklan, akıllannın almadığı bir hakikatten kurtulmak için ir­
netim mekanizmasından kurtulmalanna neden olur. Ama bu daha rasyonel inançlara ve kendilerine zarar veren uygulamalara yönel­
hikâyenin başlangıcıdır: İklimin etkilerinin dışında habitatın başka melerine ne demeli? Moral bozukluğunu da ekolojik bir fenomen
bozulma süreçleri de ortaya çıkar; ömeğin, ağaç kesimi, yoksulla- olarak düşünemez miyiz?^
rm yakacak odun bulabilmek için çaresizlikle kestiği ağaçlar nede­ Bu değişimler doğanın bütününe yayılır. Okyanusların devasa
niyle ormanlann tahrip edilmesi veya geçim ekonomisinden bü­ ekosistemi belli bir derinlikle veya sahille, akıntılarla, mercan re­
yükbaş hayvancılığa veya ithal gıda ürünlerine dayalı bir ekonomi­ sifleriyle, vb. ve buralarda veya buralar arasmda yaşayan organiz­
ye geçiş gibi. Bu unsurlar iklim kaynaklı değişimlerle önceden he- malarla tanımlanan ve birbirleriyle etkileşim halinde olan sayısız
saplanamayan bir etkileşim içine girer, öyle ki, bizatihi ormanların ekosistemi içinde barındırır. Bu altsistemlerin bütünlüğüyle ilgili
yok edilmesinin kendisi de iklimi etkiler hale gelir. Bu patojenlerin değerlendirmeler yapılabildiği gibi okyanusun geneline ilişkin, ok­
taşıyıcılanna yönelik doğrudan etkiler de aym derecede önemlidir; yanusun başka veçhelerde meydana gelen değişikliklerle (ömeğin
zira bu etkiler bir araya gelerek enfeksiyona karşı direncin büyük iklim değişikliğiyle) olan ilişkileriyle ilgili değerlendirmeler de ya­
ölçüde azalmasına neden olur. pılabilir. Nitekim 1990'larm sonlarında yapılan böyle bir araştır­
Ekolojik krizin hem nesnesi hem de öznesi olan "doğa", insan mada aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir:
bedeni olarak bilinen ekosistemi de içerir. Bu seviyede, kötü bes­
lenme, işsizlik, toplumsal yabancılaşma, kimyasal atıklar tarafm­ • Yirminci yüzyıl boyunca okyanus suları ortalama 1°C ısınmıştır.
dan sistemli olarak zehirlenme, radyoaktif tortulann sinsi etkileri Bu çok yüksek bir artışmış gibi görünmeyebilir. Ancak, sular ısın­
ve hatta iklim değişiminin kendisi, bütün bunlar enfeksiyonların dıkça oksijen oranlan azaldığından sıcaklık enerjisindeki küçük
ortaya çıkma ve aym zamanda hem ölümcül hem de yaygın hale bir artış organik üretkenlikte büyük düşüşlere karşılık gelebilir.
gelme ihtimalini artırır. Son zamanlarda sağlık sisteminde yaşanan • Yapılan araştırmalar Pasifik Okyanusu'nun Kalifomiya açıkla-
ve tıbbi kaynaklann hiçbirinden yararlanamayan inanılmaz dene­ nnda vareklerin büyük oranlarda azaldığını, daha da kötüsü, son
cek kadar çok insanı (yakın zamanlarda yapılan tahminlere göre
800 milyon kişiyi) olumsuz etkileyen çöküş de artırıyor bu ihtima­
li elbette. Bugünkü küreselleşme düzeninde dünya karmakarışık 3. "Bütün ekolojik bozulmalar... insanlarla mikroplar arasındaki dengeyi
mikroplar lehine bozar." Platt 1996. Ayrıca bkz. Mihili 1996. Bu durum özellik­
bir insan, işaret ve madde dolaşımına tabi iken, sivil toplum ve ce­
le çocukları etkiler; dummun kendisi de zengin ülkelerin yoksul ülkelere yaptık­
maatler birçok yerde darmadağın oluyor. Ölüme neden olabilen tan yardımlann aniden azalması gibi birbiriyle ilintili bir sürü sorunun bir sonu­
cudur. 1990'lann sonlannda, on altı Afrika ülkesi ile Bangladeş, Nepal, Hindis­
tan, Vietnam ve Pakistan’da sağlık harcamaları kişi başına yılda 12 dolardan da­
2. Epstein 2000. Epstein, "birçok iklim mcxlelinde, atmosferin ve okyanus- ha azdı. Zaptedilmez bir iç savaşın kıskacındaki Kongo'da ise sağlık harcamala-
lann ısınmasıyla biriikte E l Niüo'lann daha yaygınlaşacağı ve daha şiddetli ola­ n yılda 40 sent, Tanzanya'da (askeri harcamalar kişi başına yılda 105.30 dolar ol­
cağı tahmininin" yapıldığını belirtir. masma rağmen) 70 sentti.
EKOLOJİK KRtZ 37
36 DOĞANIN DÜŞMANI

kırk yıl içinde zoo-plankton üremesinin yüzde 40 azaldığını gös­ 1er ise bu şekilde ambalajlanamaz, aralanndaki smırlar aktif dönü­
teriyor. şüm alanlandır ve içerisi ile dışansmı birbirinden aynan sabit bir
• Bu gelişmeler nedeniyle okyanustaki birçok canlı türü kuzeye hat yoktur. Özellikle, insanlık ile doğa arasmdaki smır bayağı di­
göç ederek açık deniz kuşlarının 1987'den beri yüzde 40 oranm­ namikleşir, tarihsel olarak anlaşılması, siyasi açıdan dönüştürülme­
da azalmasına neden olmuştur (bu kuş türlerinden birinin, yelko- si gereken bir mesele haline gelir. Ekolojik kriz sorununu da işte bu
vankuşunun sayısı ise yüzde 90 azalmıştır). ruh içinde ele alacağız.
• Bu değişimler, muazzam sayıda canimm (büyük çoğunluğu bili­ Ekolojik kriz, sık sık tekrar eden bir dizi olguya dayanılarak ya­
min bilgisi dışında kalan yaklaşık on milyon türün) habitatı olan pılan bir soyutlamadır: "Çevresel" sorunlarm her yerde yaşandığı,
derin okyanus tabanmdaki besin kaynaklannm yüzde 50'sinin bunun günümüz koşullanyla yakmen alakalı olduğu ve bu sorunla-
yok olmasına neden olmuştur. nn gelecekte toplum ile doğanm bütünlüğüne karşı açıkça büyük
• Dünyanm çeşitli yerlerindeki mercanların yüzde lO'u sulann bir tehdit oluşturduğu gibi. Mantıksal açıdan değerlendirildiğinde
ısınması sonucu ölürken yüzde 20-30 kadarı da tehdit altındadır. bu zorluklann tesadüf olduğu düşünülebilir veya bunların kendi
Bu mercanlar, okyanus bilimcisi James Porter'm belirttiği gibi, kendini smırlayıcı nitelikte olduğuna ve kısa bir süre sonra kendi­
"maden ocaklarmdaki kanaryalar gibidir. Bize yaşadıkları sula­ liklerinden yok olacaklarına inanılabilir. Ancak, bu önermelerin
nn yaşamalan için elverişli olup olmadığmı söylerler." Hint ve hiçbiri hüsnükuruntu olmanm ötesine geçemez. Geriye daha karan­
Pasifik okyanuslarmın bazı kesimlerinde mercanlann sayısı yüz­ lık, ama aynı zamanda daha rasyonel iki önerme kalıyor: Birincisi,
de 80-90 azalmıştır. ekolojik kriz kendi kendine yok olmayacak; İkincisi, ekolojik kriz
• Horida sahilleri boyunca uzanan 160 mercan bölgesinde lağım­ insani faaliyetlerin bir ürünüdür. Buradan bu faaliyetlerin neler ol-
lardan salman bakteri ve virüs sayısı dörde katlanmıştır. Florida duğtmu ve ekolojiler üzerindeki etkilerinin giderilip giderilemeye­
kumsallannı ziyaret edenlerin yaklaşık yüzde 25'i bu nedenle ceğini, hangi koşullar altmda giderilebileceğini inceleyebiliriz.
hastalığa yakalanmaktadır. Aynca, New York açıklarındaki ka­ Ömeğin, doğuştan gelen bir hastalık, astım, sel gibi yerel bir fe­
buklu deniz hayvanlannm yüzde 40'ınm mikroplu olduğu ortaya nomen sayesinde ekolojik bozulmayı bire bir yaşayabiliriz, ama bu
çıkmıştu-. fenomenlerin herhangi birine dayanarak, gerek doğrudan nedenle­
• Tüm bunlann, aşın avlanma nedeniyle (o kadar aşın ki, dünya­ rine gerekse küresel sürece yönelik açık seçik bir genellemede as­
nm en önde gelen 17 balık yuvasından 13'ü ya yok olmuştur ya la bulunamayız. Ara sıra Love Canal, Çemobil veya Exxon Valdez
da buralarda yaşayan deniz canlılanmn sayısında büyük bir dü­ gibi kötü olaylar meydana gelir. Ne var ki, bu olayların münferit
şüş yaşanmaktadır) varlıklan zaten tehdit altmda olan balık po- veya bazı karşı-önlemler alınmak suretiyle giderilebilir mahiyette
pülasyonu üzerinde tehlikeli etkileri var hiç şüphesiz; bunun da olduğu söylenerek her zaman bir bahane ileri sürülebileceğinden
toplum üzerinde büyük etkileri olmaktadır.'* bunlardan doğrudan küresel bir krize, hatta bir görev ihmaline gi­
den net bir yol çizilemez.
Bu sayısız çevre olayından küresel boyutta bir ekolojik kriz el­ Küresel ısınma veya sperm sayısmm azalması gibi fenomenler­
de ederiz. Çevre, tanımı gereği bizim dışımızda kalan, belli bir ya­ de olduğu gibi, ekosistemdeki hasarı tespit etmek genelde zordur.
pısı olmayan şeylerden oluşur; ekoloji ise iç ilişkilerce tanımlanan Bu düzeyde, ampirik kanıt bulanıklaşma eğilimi gösterir, böylece
bir bütündür Çevreler listelenebilir, numaralandınlabilir. Ekoloji- özgül, hatta bazı durumlarda algılanabilir bir şey öne süremez olu­
ruz. Ozon tabakasmm incelmesinin ekosistemle ilgili bir lezyon ol­
duğu konusunda genelde bir fikir birliği mevcut. Ama isim yapmış
4. Kaynak belirtilmediği sürece bu bölümdeki bilgiler Montague 1999'dan
alınmıştır.
bilim adamlan küresel ısınmanın varlığına bile karşı çıkıyor ya da
38 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİK KRİZ 39

bu olaym karbondioksit veya metan emisyonlanndan kaynaklandı­ yüzüne ihtimam gösterilmesi, daha "bütüncü" bir yaklaşım benim­
ğım veya kalıcı, kötü bir şey olduğunu kabul etmiyor. Bunlar ge­ senmesi veya doğayla duygusal bir bağ kurulması gerektiği gibi
nel görüşün yanmda azınlıkta kalıyor ve söylemek gereksiz belki, düşüncelere hürmette kusur edilmez. Sonra da herkes evine çekilir
ama bu kitapta tartışılan görüşle uzaktan yakmdan ilgisi yok. Ama ve doğa harap olmaya devam eder.
mesele bu değil. Bilim bir popülerlik yarışması değildir, azınlıkta Eldeki verilerden hareketle öngörüde bulunmak gibi bir şey
kalanların, hatta tek bir bireyin bile hakikat mahkemesinde zafer yokmuş gibi davranılıyor. Evet, El Niño tesadüften ibaret, insani
kazandığı bilinmektedir. Taraflar hangi saikle hareket ederse etsin, etkenlerle ilgisi de 70 milyon yıl önce Jura çağmı birden sona er­
her biri nihai olarak kanıtlanamayan şeylerle cebelleşirler. diren göktaşının yeryüzüne düşmesi kadar uzak olabilir. Bütün
Ömeğin, çok geniş bir zaman aralığında ve yer ve etnik bileşim bunlar sonuçta iyi bir gelişmeye işaret ediyor da olabilir. Ama eko­
faktörlerini göz önünde bulundurarak (üstüne üstlük araştırmacıla- lojik krizin coğrafi-tarihsel standartlara göre son derece hızlı bir
nn ne yaptıklan üzerinde birbirleriyle hiç müzakerede bulunma­ şekilde ortaya çıktığı veya bariz bir biçimde sürekli arttığı, böyle­
dıkları durumlarda) sperm sayılan arasmda işe yarar karşılaştmna- ce her geçen gün daha fazla ekosistemin varlığmı tehlikeye soktu­
1ar yapılabilir mi? Aynı şey diğer tıbbi-epidemiyolojik veri türleri ğu ve istikrarsızlığın katlanarak artmasmm yolunu açtığı nasıl in­
için de geçerlidir. Evet, şehirlerde astım oranlan artmıştır; evet, el­ kâr edilebilir? Bizler tek başına bunlan doğmdan göremeyebiliriz;
malarda kullanılan Alar adlı tanm ilacına manı/, bırakıldıklannda karşımızdaki değişimin boyutu göz önünde bulundumiduğunda ve
fareler kanser olur; evet, sıtma tekrar ortaya çıktı. Ama bunlar, iler­ krizin jeolojik açıdan ne kadar geçici olursa olsun, şaşırtıcı bir bi­
lemenin bedelleri olduğundan başka neyi kanıüar ki? çimde insanm hayatını pek etkilemediği, etkilese de, en dehşetli
Hooker Chemical Company, Love Canal'dan, Exxon da tanker­ fırtınalardan sonra bile güneş doğmaya devam ettiği için, etkileri­
lerinden birinin petrol sızdırmasından sommiu tutulabilir. Ozon ta­ nin pek önemsenmediği düşünüldüğünde, bunları göremememiz
bakasının incelmesi gibi bazı durumlarda, ekosistemin bozulma­ gayet doğaldır. Ama tüm bu gelişmelerin son 30 yıl içinde hızlan­
sından kloroflorokarbon üretimi, vb. sorumlu tutulabilir. Ama eko­ ması insanı hayrete düşürecek bir şeydir, insanlan hayrete düşür­
sisteme yönelik tehditlerin çoğunda, daha küresel çaplı bir analize meyi pek başaramasa da. Evrenin genelinden bakıldığında varolu­
kalkışıldığında, fikir çatışmalan ve şüphe artar. Bu duramda insan, şumuz "püf deyince sönüveren Roma kandili gibidir, arkasında iz
nasıl olur da, insanlıkla doğa arasmdaki ilişkiyi baştan başa etkile­ bırakmadan yok olur, gider.
yen daha büyük çaplı bir "ekolojik kriz" yaşandığı iddiasında bu­ Gelgelelim, küresel ekolojik krizi anlama konusunda çekilen
lunabilir? düşünsel ve duygusal zorluklara karşın, krizin varlığını kabul ettir­
Aslında böyle büyük çaplı bir krizden pek söz edilmemiştir; mek herhangi bir ekosistemsel lezyonun varlığını kabul ettirmek­
hatta sistemi hiç acımadan, hiç taviz vermeden yerden yere vuran­ ten daha kolaydır. Zira biz verili bir fenomene bakmıyomz, bütün
lar bile böyle bir şeye deginmemiştir. Sorun daha çok biyolojik çe- fenomenler üzerinde etkisi olan bir krizle ilgileniyomz. Belli bir
şidiliğin yok oluşu veya iklim değişikliği gibi ekosistemsel bir dü­ fenomeni, özellikle de ömeğin, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi
zeyde ele alınır, daha sonra da hükümetlerin veya "halkm" temel son derece soyut bir fenomeni, ampirik teste tabi tutmak için mu­
değişiklikler yapması gerektiği ısrarla vurgulanır. Bu değişiklikle­ azzam sayıda somut verinin toplanması, analiz edilmesi ve yomm-
rin "büyük ölçekli", hatta "derin" ekonomik düzenlemeler gerektir­ lanması gerekir. Genel olarak ekolojik krizin ampirik teste tabi tu­
diği, Kuzey'in zengin insanlarının daha az tüketeceği Güney'in tulması ise çevreyle ilgili çeşitli hasarları kapsayan soranların ge­
yoksul insanlannm da daha az çocuk dünyaya getireceği yeni bir lişigüzel değil, sadece ve sadece şimdiki âna ait tarihsel bir kreşen­
hayat tarzını zorunlu kıldığı kabul edilir. Vergi politikalan, ulusla­ do halinde arttığı şeklindeki son derece açık gerçeğe bağlıdır. Top-
rarası yönetişim, vb. konularda çeşitli tavsiyelerde bulunulur. Yer­ lumlarm, daha önce kendi çanaklarına tükürdüğü, genellikle bunun
40 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJÎK KRİZ 41

bedelini yok olmayla ödedikleri doğrudur elbette.^ Ancak, karşı­ yani, hepsinin tarihin belli bir anmda ortaya çıkması ve bu âna ait
mızdaki krizin inkâr edilemez küresel karakteri yepyeni faktörleri olmasıdır. Voltaire'in Dr. Pangloss karakteri rolünü oynayan ve kri­
de gündeme getirir: Atmosfer ile okyanuslar gibi gezegene ait eko­ zin ekosisteme ait şu veya bu veçhesinin nahoş içerimlerini redde­
sistemler arasmdaki etkileşim; türlerin eskisine göre 10.000 kat da­ derek dünyalıklannı düzen sayısız uzman mevcut. Ama bu uzman-
ha hızlı yok olduğunun gözlenmesi; gezegen çapında ozon deliği lann veya Pangloss'ların hiçbiri krizin neden ortaya çıktığına dair
gibi yeni hasarların ortaya çıkışı veya endokrin dengesizliğinin herhangi bir açıklama getiremiyor.®
yaygmlaşması ve pratiğimiz için özel önem taşıyan bir şeyin, yeni
toplumsal bütünleşme ve ayrışma düzenlerinin belirmesi gibi. Tek­
İnsan Ekolojisi ve Ekolojik Krizin Yörüngesi Üzerine
rar etmek gerekirse, bu yeni bir düzeyde ortaya çıkan eski bir lez-
yon; tıpkı söndü samlan bir ateşin alev alev yanmaya başlaması ve­ İnsanlann da doğanın bir parçası olduğu ve diğer canlılar gibi ha­
ya iyi huylu bir kitlenin kötü huylu bir tümöre dönüşmesi gibi; o yatta kalmak ve çoğalmak için bir ilişki modeline ihtiyaç duyduğu
nedenle tümüyle yeni önlemler gerektiriyor. düşünülürse, bir insan ekolojisinden de söz edilebilir. Her canlının
Dolayısıyla ekolojik kriz, küresel ısınma, canlı türlerin yok olu­ ekolojik bir imzası vardır; insanm imzası da toplumsallık, dil, kül­
şu, kaynaklann azalması veya biyosfere salman yeni kimyasallarm tür gibi türümüze özgü özelliklerdir. Bu özelliklerin (yani, insan
(ömeğin, organoklorlu bileşimler) neden olduğu yaygın zehirlen­ doğasının) bir dışavurumu olan toplum, diğer doğal ekosistemler-
meler gibi ekosistemdeki verili hasarlardan herhangi biriyle ilgili le içten içe bir ilişki halinde olduğu ve dinamik smırlarla onlara
değildir. Bu tür şeylerin tümünün bir arada meydana gelmesidir; bağlandığı için, açık bir biçimde bir ekosistemdir. Bu konuyu II.

5. Ponting 1991'de konuyla ilgili güzel bir özet yer alır. den söz ediyor, hava kirliliğinin çocuklarda görülen astımla ilgisini kesin bir dil­
6. Hudson Institude'un kıdemli üyelerinden Michael Fumento’nun Wall St­ le reddediyor, sonra da bu hastalık sanki tümüyle hayal ürünüymüş (veya aynı
reet Journal'y a y ım la n a n bir makalesi (Fumento 1999) işi bizatihi krizin var- şekilde "parazitler"in bir ürünü, dolayısıyla çevreyle alakası olmayan bir hasta­
hğını inkâra vardıran bir yeni-Panglossçuluk örneği. Makalenin başlığı bile ya- lıkmış) gibi kendinden memnun bir ifadeyle işin içinden sıynlıveriyor. Makale­
zınm içeriğini yansıtır: "With Frog Scare Debunked, It Isn't Easy Being Green" nin yayımlandığı dönemlerde New York Times'tz yayımlanan ve son 20 yılda as­
(Kurbağalarla İlgili Gereksiz Korkunun Nedeni Anlaşılınca Yeşil Olmak Zorlaş­ tım oranlannın ikiye katlandığını, New York şehrinin yoksul ve azınlık topluluk­
tı). Eskiden zihinlerde soru işaretleri doğuran bir fenomenle, birçok kurbağanın lanna mensup çocuklann daha zengin bölgelerdeki çocuklardan 20 kat daha faz­
yok oluşunun ve çoğu kurbağanın eciş bücüş doğmasının nedenleriyle ilgili ye­ la hastanelik olduğunu anlatan haberin onun gözünde bir önemi yok anlaşılan.
ni bulgulardan söz eden bir makale bu. Bu fenomenin ortaya çıkış nedeni olarak Daha genelde, Fumento YeşUler ile çevrecileri ekolojik denge bozukluğunun sa­
pestisitlerden ozon tabakasının incelmesine kadar çeşiüi hipotezler ileri sürül­ yısız tezahürünü kafadan atmakla suçlamak gibi iyice gülünç bir konuma sürük­
müştü; yeni bulgular ise asıl suçlunun "Doğa Ana Şti.'ye ait fabrikalarda üretilen leniyor; sanki ekolojinin bozulmasını dile getiren sayısız hikâye. Yeşillerin iler­
küçük parazitler" olduğunu ortaya koyuyordu. Buradan harekede (ve çocuk sağ- leme makinesine çomak sokmayı amaçlayan bir komplosundan ibaretmiş gibi.
hğıyla ilgili güzel haberler verdikten, küresel ısınmanın, vb. varlığım reddettik­ 1991'de küresel ısınmayla ilgili yaptığı araştırmada Wilfred Beckermann (Bec-
ten sonra) Fumento, ekolojik krizin çevrecilerin kızgın ve oportünist beyinlerin­ kermann 1991: 73), "soruna hangi veçhesinden bakılırsa bakılsın karşımıza ko­
den başka bir yerde varolmadığını iddia ediyor. Fumento, dağınık haldeki örün- ca bir belirsizlikler yığını" çıktığını belirttikten sonra eldeki kanıtlarm küresel ik­
tülere ve ve onlann dolayımlı etkilerine bakmak yerine bir sorunu "çevre" soru­ lim değişikliğinin neden olduğu hasann "birçok kişinin sandığı kadar büyük ol-
nu haline getiren şeyin münferit kirleticilerin saptanması olduğunu düşünüyor madığmı ve felaketin, çoğu çevre hareketinin, çevrecilik modasından nasiplen­
gibi. Ekosistem düzeyinde ise Fumento parazitlerin ekolojiye son derece bağım­ meye çalışan siyasetçilerin veya korku hikâyelerine bayılan bazı medya kuruluş­
lı canlılar olduğunu göremiyor ve bu parazitlerin ekolojideki dengesizlik nede­ larının etrafa yaydığı yıkım senaryolarında belirtildiği kadar büyük olmadığını"
niyle ortaya çıkmış olup olamayacağı (ki başka hastalıklann ortaya çıkma nede­ sağlam bir biçimde ortaya koyduğu sonucuna varu-. Ona göre yapılacak en doğ­
ni tam da budur) sorusunu bile sormuyor. Onun o ucube D oğa Ana Şti.'nin fab- ru şey, çözüm yollarını engelleyen "mevcut piyasa kusurlarını" ortadan kaldır­
rikalan metaforu bunun aklına neden gelmediğini anlamamıza yardımcı olabilir; maktır; "hükümetlerin de ekolojiyle ilgili korku hikâyelerinin ellerini kollannı
zira bir fabrika tam da belli metalar üretmek ve saha etkilerini asgariye indirmek bağlamasına [sera gazlan emisyonlarını azaltmalanna engel olmasına] izin ver­
için kurulur. Fumento, benzer bir saflıkla, çocuk sağlığıyla ilgili güzel haberler- memeleri gerekir" (a.g.e., 83). Beckermann’ın uygulamaya yönelik önerileri ara-
42 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOLOJİK KRİZ 43

Kısım'da daha aynntıh inceleyeceğimiz için burada daha çok top­ kestirilemeyen, ama birbiriyle etkileşim halinde olan ve sürekli ge­
lumun nasıl ekolojik krizin faili haline geldiği konusu üzerinde du­ nişleyen bir dizi çöküşü başlatan yapısal güçlerin tarihin içinde bu­
racağız. lunduğumuz aşamasma damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. Bu
İstikrarsızlık ve dağılma dahil ekosistemin bütün özellikleri evreden söz ederken ekolojik krizi kastediyoruz. Bu evrede hayat
toplumlar için de geçerlidir. Ama insan toplumu, insan doğasının döngülerinin birbirleriyle uyumlu işleyişlerinin aksadığını, canh
türe-özgü ifadesi niteliğinde benzersiz bir özelliğe sahiptir: İnsani türleriyle bireylerin ilişkilerinin bozulduğunu, böylece insani eko­
ekosistemler ile doğal ekosistemler arasındaki smır, tümüyle insa­ sistemlerin olduğu kadar diğer ekosistemlerin de parçalandığım
na özgü olan ve doğanın insanın amaçları doğrultusunda bilinçli gözlemleriz. Zira insanlık krizin sadece faili değil, aynı zamanda
olarak dönüştürülmesi anlamına gelen faaliyet alanmm, yani üreti­ kurbanıdır da. Krizle mücadele etmede yetersiz kalmamız, hatta
min gerçekleştirildiği yerdir. Her canlı diğer canhian dönüşüme varlığının bilincine bile varamayışımız onun kurbanı olduğumuzun
uğratır (bu, ekosistemler arasındaki dinamik ilişkileri ifade etme­ emareleridir.
nin başka bir yoludur sadece). Ama yalnızca insanlar bunu kelime­ Ekolojik kriz temelde niteliksel ilişkilerden kaynaklanıyorsa
nin tam anlamıyla bilinçli olarak yapar. Bu kitabm diğer bölümle­ da, sonuçlan niceliksel olacaktır. İnsanlarm yeryüzünün tamponla-
ri, bu tür üretim yöntemleriyle bu yöntemlerin doğayla ilişkilerinin ma kapasitesini zorlamaya devam etmeleri halinde sonunda dünya­
(doğayı değişime uğratma biçimlerimiz ile doğanm bizi değişime nm iflas edeceğini, bunun mantıken insanhğm yok oluşunu bile
uğratma biçimlerinin, ayrıca biraz da doğanm üretim faaliyetleri­ içeren çeşitli sonuçları olacağını söylemek için o meşhur hikâyede­
mizin etkileriyle başa çıkma yollannm) bir eleştirisi niteliğini taşı­ ki roket bilimcisi gibi biri olmaya gerek yok. Bu tamponlamanm
maktadır. Bu noktadan bakıldığında, ekolojik krizin insani üreti­ işleyiş mekanizmalannı veya ekosisteme yönelik kötü muamelele­
min kötüleşmesinden ibaret olduğu söylenebilir. rin çeşitliliği karşısında bu mekanizmalann nasıl aciz kaldığını in­
Daha usturuplu bir ifadeyle, doğanm insani üretimi tamponla- celemek bizim harcımız değil. Söylemek istediklerimi kıyamet tas­
ma kapasitesini sistemli bir biçimde tahrip eden ve en sonunda da virlerinden yararlanarak söylemek veya kıyamet gününe kadar kaç
aşan, böylelikle de ekosistemlerde nelere neden olacağı önceden yılımız kaldığını hesaplamak arzusunda da değilim; çünkü esrime,
intikam, vb. temalann bolca bulunduğu ani ve mutlak sonlarla do­
sında deniz seviyesinin yükselmesi durumunda sular altmda kalması beklenen lu kıyamet senaryolannm gerçekleşmesinden çok, ekosistemin
ülkelerden biri olan Bangladeş'te halkm HollandalIlar gibi setler inşa etmesi, bu
da başanlı olmazsa göç etmesi gibi öneriler de yer alır. Dünya genelinde kitlesel aşmmasının düzenli olarak ve son derece tehlikeli bir biçimde de­
göç hareketine karşı bugün takınılan ve ileride de takınılacağa benzeyen tavra vam etmesi ve bunun da hesaplanamayacak etkiler yaratmasıdır
bakıldığında, Beckermann'ın bu önerisi ilginç. İnsan, Bangladeş'ten göç etmek söz konusu olan. Ne olursa olsun, işimiz krizin toplumsal dinamik­
zorunda kalacak bir sürü insanı hocalık yaptığı Oxford şehrine buyur eder miy­
lerini anlamak ve bunlar konusunda bir şey yapılıp yapılamayaca­
di acaba diye merak etmekten alıkoyamıyor kendini doğrusu.
On yıl sonra, İskoç sigorta endüstrisinden bir temsilci, 1997 tarihli Kyoto ğına bakmak olmalıdır. Bu noktada toplumu ekosistemsel bir bakış
Protokolü'nü onaylamakla görevli (bildiğim iz gibi, bu görevi yerine getirmeyi açısıyla değerlendirmek ve küresel ekolojinin durumu son otuz yıl
başaramamıştı) Lahey Konferansı'nda, mevcut oranda artmaya devam ederse, içinde bariz bir biçimde kötüleşmiş olsa bile, seçkin kesimin çevre
küresel ısınmanın yarattığı, gittikçe artan tahribatın 2065 yılına gelindiğinde
dünya genelindeki ekonomik sistemin çökmüş olacağını belirtiyordu; 2001 Oca­
duyarlığının zaman geçtikçe daha da körelmiş olması gibi bulgula­
ğında ise İklim Değişikliğiyle İlgili Hükümetlerarası Panel'de 420 ayn ekosis- rın anlamı üzerinde kafa yormak yararlı olacaktır.
temde değişim olduğunu kesin olarak kanıtlayan 3000 civarı bilimsel çalışma Çevreye zararlı etkilerin ortaya çıkma potansiyeli en azından
zikredilmiş ve yüzyıl sonuna gelindiğinde ısının 5.5°C artmış olacağı düşünüldü­
Platon'un zamanından beri gözlemlenmektedir; 1864'te George
ğünde gelecekte "ekolojik korku hikâyeleri"nin en korkunçlannı banndıran se-
naryolann gerçekleşmesinin muhtemel olduğu, belirtilerek tartışmalara "resmen" Perkins Marsh'm Man and Nature (İnsan ve Doğa) adlı kitabının
son verilmiştir. yayımlanmasından sonra da bütün ekolojik sistemi etkileyebilecek
44 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOLOJÎK KRİZ 45

bir hasar ihtimalinden söz edilmeye başlanmıştır. Ne var ki Marsh kendine iş edinmiş, ortayolcu bir örgüt olan Worldwatch Institute'a
zamanının çok ilerisinde bir bakış açısına sahipti ve o iç kapatıcı göre, dünya ekonomisi 1900'de 2.3 trilyon dolarken, 1990'da 20
olasıhğın, yani ekosistemin küresel çapta bir bozulmaya mamz ka­ trilyon dolar olmuş, 1998'de ise 39 trilyon dolara çıkarak şaşırtıcı
labileceği olasılığının genel bilmce yerleşmesi ve seçkin kesimin bir yükselme göstermiştir. "Ekonomik çıktıda üç yıl içinde (1995'
kaygısı haline gelmesi için aradan yüzyıllık bir zaman geçmesi ge­ ten 1998'e) kaydedilen artış, tanmm başlangıcmdan 1990 yılına
rekti. 1970'te "büyümenin smırlan" kavramı genel lügate dahil ol­ kadarki 10.000 yıllık zaman dilimi içinde kaydedilen toplam artışı
du ve zaman içinde "sürdürülebilirlik" ve "işlem hacmi" gibi diğer geçmiştir. Dünya ekonomisinde 1997'de kaydedilen büyüme de tek
gözde terimlerin yanmda yer aldı.’ başına bütün on yedinci yüzyılda kaydedilen büyümeyi aşmıştır."®
Bir süre insanlık kendi yol açtığı tahribatm farkma varmış gibi Bu veriler, son kırk yıl içinde dünya ticaretinin 15 kattan fazla art­
görünüyordu. Ama sonra tuhaf bir şey gerçekleşti. Ekolojik kaygı­ mış olmasıyla uyum içindedir; bütün bu hesaplar, 1997'de yapılan,
lan dile getiren kelime dağan, bu kaygılan uygulamaya geçirmeye dünya genelindeki gayri safi hasılanın önümüzdeki 20 yıl içinde
yönelik, hem devlete hem de sivil topluma ait büyük bir bürokrasi ikiye katlanacağı, yani 80 trilyon dolara ulaşacağı şeklindeki tah­
aygıtıyla birlikte genişlerken, bir anlam kayması meydana geldi ve minleri desteklemektedir.'O
"büyümenin smu'lan" kavrammm modası geçiverdi. Hiç de uzak Nüfusun katlanarak artacağını (bu, bilinçli canlılann kaba bir
olmayan bir geçmişte, nüfus artışı ile sanayi alanındaki genişleme­ biçimde temel cebir yasalanna itaat eden makinelere indirgenme­
nin yeryüzünü uygarlık üzerinde yıkıcı etkileri olabilecek unsurlar­ sidir) söyleyen Malthusçu ilke bugün teorik açıdan olduğu kadar
la dolduracağına ilişkin hatırı sayılır bir kaygı varken, bugün bu tür ampirik açıdan da çürütülmüştür. Dünya üzerindeki yükün, son de­
kaygılar, tümüyle ortadan kalkmadıysa bile, epey eskimiş sayıl­ rece istikrarsızlaştmcı bir biçimde katlanarak artışı ille de yaşana­
maktadır. caksa, ekonomi alanında yaşanacaktır. Bu dumm az önce aktardı­
İşin ilginç yanı, daha önce de gördüğümüz gibi, gerek nüfus ğımız rakamlar tarafmdan, özellikle de yerleşik kanaat mercileri­
alanındaki gerekse smai üretimdeki "büyüme"nin bu dönemde ya­ nin bu rakamlara biçtikleri değerler tarafından da doğrulanmakta-
vaşlamadığı kesin. Smai üretim özellikle belalı bir konu; zira nü­ dır. Nüfusun önümüzdeki 20 yıl içinde ikiye katlanacağı şeklinde­
fus her ne kadar kabul edilemeyecek denli fazla olsa da bundan ki bir duyuranun nasıl bir korku ve dehşete yol açacağmı hayal et­
sonra dünyanın birçok yerinde aynı seviyelerde seyredeceği sin­ mek hiç de zor değildir. Buna karşılık, ekonomik faaliyetlerle ilgi­
yalleri vermektedir (hatta Japonya ile bazı Batı Avmpa ülkelerinde li benzer bir duyuru eleştirilere neden olmak şöyle dursun, adeta
sıfır seviyelerinde veya negatif seviyelerde seyretmekte, eski Sov­ Tann'nm bir lütfü gibi algılanır. Büyümeyle ilgili tahminler ger­
yet bloğunda büyük düşüşler göstermektedir). Nasıl ölçülüyor çekleşebilir de gerçekleşmeyebilû- de. Aslında bu tahminlerin hızı,
olursa olsun, smai üretimle veya genel olarak üretimle ilişkili diğer daha duyurulduklan sırada bile Asya'da çoktan başlamış olan mali
büyüme için aym şey söylenemez.* Dünya ekolojisini gözlemeyi
runlar var. Dolayısıyla, kişinin psikiyatriste 100 dolar harcaması ile bahçesinde­
ki zararlı otlan yok etmek için lOO dolarlık ilaç satın alması, ikisi de GSMH'yi ay­
7. Marsh 1965, Andrew Goudie, bu çalışmanın, "insanlann yeryüzünün şek­ nı meblağda artırmasma rağmen, ekolojik açıdan aynı şey değildir. Birçok kişi­
lini şemailini değiştirmeleriyle ilgili araştırmalann tarihi içinde belki de en nin işaret ettiği gibi, ekolojik açıdan sağlıklı bir toplumda, artık politikayı GSMH
önemli mihenk taşı" olduğunu söyler (Goudie 1991: 3). Aynca bkz. Meadows vd. gibi göstergeler yönlendirmeyecektir. Bugün içinse bu göstergelerin soruna işa­
1972. On yıl sonrasının mihenk taşı Brundtland Raporu'dur (Brundtland 1987). ret etmek gibi bir yararlan var. Daha fazla bilgi için. bkz. kitabm 7. Bölüm'ü.
8. Şimdiki amaçlanmız açısından, gayri safı milli (veya dünya genelindeki) 9. Brown 1999: 10. Aynca bkz. Brown vd. 1991: 23.
hasıla gibi paraya dayah ölçütlere, kaynak azalması gibi doğrudan fiziksel ölçüt­ 10. Bütün bunlar gayet yetki sahibi bir kişinin, o sıralarda Dünya Ticaret Ör-
lerle eşitmiş ve aynı işi görüyormuş gibi bakabiliriz. Ancak burada GSMH'yi eko­ gütü'nün müdürü olan Renato Ruggiero'nun sözleridir; 23 Nisan 1997 V/all St­
nomik refahın göstergesi saymak v e ekolojik süreçlerle eşitlemek gibi büyük so- reet Journal. Daha aynntıh bilgi için bkz. kitabın bir sonraki bölümü.
46 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİK KRİZ 47

çöküş yüzünden biraz kesilmiştir; küresel ekonominin bütün kap­ niden ortaya çıkması ve bu hastalıklarda patlama görülmesi sonu­
risleri bu tahminlerin gerçekleşmesinde rol oynayacaktu-. Ama asıl cu yaşanacak ki halihazırda terörist grupların bunu yapabilmesi
önemlisi, dünyayı büyümenin sınırlanmasını lanetli bir şeymiş gi­ mümkün görülmekte. Belki Antartika'daki buz kütlesinden aniden
bi algılayanlarm yönetiyor olmasıdır. büyük bir parçanm kopması sonucu denizlerin seviyesi birkaç met­
Ekolojik çöküş senaryosu, esasen, büyümenin kümülatif etkile­ re yükselecek, yüz milyonlarca insanı yerinden edecek ve daha
rinin ekosistemlerin bütünlüğünü en sonunda dünya genelinde bo­ vahşi iklim değişikliklerinin daha kısa zamanda gerçekleşmesine
zarak peş peşe bir dizi şoka neden olacağmı savunur. Gerçi bilgi­ neden olacak. Belki de bu kadar dramatik şeyler olmayacak, sade­
sayarda bir sürü yararh model geliştirilmesine rağmen, bu çöküşün ce ekosistemde yavaş ve sabit bir bozulma, onunla birlikte de oto-
tam olarak nasıl gerçekleşeceğini kesin olarak söylemek mümkün ritarizmde bir artış gözlenecek. Bugün filmlere, çok satan roman­
değil.” Genel bir ifadeyle, uygarhğm temel maddi katmanlannı lara, karikatür kitaplanna, bilgisayar oyunlanna ve televizyona sık
(yiyecek, su, hava, habitat, vücut sağlığı) ele geçirip parçalayan, sık konu olan kıyamet senaryolan geleceğin habercileri olmaktan
birbiriyle ilişkili kötü olaylann meydana gelebileceği tahmininde ziyade mevcut ekolojik krizin yetersiz birer yorumundan ibarettir­
bulunabiliriz. Bu fiziksel katmanlann her biri halihazırda baskı al­ ler. Havada esmekte olan terör rüzgârlarıyla birlikte bu kitle fanta-
tmda zaten ve krizin mantığı bu baskılann daha da artacağmı gös­ zileri yeni bir faşist düzenin (yeryüzünü yaşanabilir kılmak adına
teriyor. Devamında kaynaklarm azalması devreye girdiğinde ise insani ekolojileri daha da parçalayacağı için sadece krizin daha da
(ki, bir süre belli bir düzeyde seyredeceği, önümüzdeki on yılın ar­ kötüleşmesine neden olacak bir faşizmin) logos'u haline gelebilir.
dmdan da azalacağı tahmin edilen petrol arzında böyle bir durum Belki de işler yolunda gidecek ve hepimiz bir şekilde bu krizin
söz konusu) başka şok ve rahatsızlıklann arka arkaya sökün etme­ üstesinden geleceğiz. Büyümenin sınırlan kavramı rafa kaldınimış
si muhtemel. Yahut ekonomideki bazı öngörülemez şoklann den­ olsa da sistem bu süre zarfında uyumadı. Son derece karmaşık iyi­
geyi bozması da pekâlâ mümkün: Belki iklim felaketleri dünya ge­ leştirici önlemler, ekolojik dengeyi ekonominin ana motorlanna
nelindeki toplam 2 trilyon dolarlık sigorta sanayiinin çökmesini te- zarar vermeden yeniden kuracak çareler uygulamaya kondu. Proje
tikleyip Jeremy Leggett'in belirttiği gibi, "iklim değişimiyle ilgili için seferber edilen beceri ve kaynaklara bakılırsa, iyi haberler yol­
analizlerin çoğunda tamamen göz ardı edilen bir dizi ekonomik so­ dadır herhalde. Gelgelelim, önemli olan uygunluk: Bütün o kirlilik
nuca" neden olabilir.'^ Belki, kıtlık savaşlar çıkmasma neden ola­ denetimleri, randıman artınmı, kredi mübadelesi, altematif kaynak
cak, nükleer güce sahip zorba ülkeler ortada terör estirecekler. Bel­ arayışlan, enformasyon açısmdan zengin metalar, biyo-mühendis-
ki aynı kargaşa, çiçek hastalığı gibi bazı bulaşıcı hastalıklann ye- lik ürünleri, "yeşil ticaret", vb. şeylerin, tam da hayat damarlan sı­
nırsız büyümeden geçen bir sistemin varlığını korumayı başanp
başaramayacağı. Bu karşı önlemlerin hepsinde amacm aslen eko­
11. Meadows vd.’de belirtildiği gibi (1992).
12. Bu mutlak bir rakam değil tabii, ama kuyudan çıkarma maliyeti düşünül­ lojik bozulmanın önüne geçmek değil, yeni büyüme kaynaklanm
düğünde bu süre zarfında petrolden vazgeçileceği söylenebilir. Burada, yaklaş­ devreye sokmak olduğu unutulmamalı. Hal böyle olunca, duvarla­
makta olan bu krizin (veya tarım arazisi gibi diğer zorunlu kaynaklarda yaşana­ rının arkasında ekoloji bütün hızıyla bozulmaya devam ederken,
cak olan krizin) kesin sınırlarını belirlemeye çalışmak gereksiz. Durum böyle bir
şeye kalkışamayacağımız kadar karmaşık ve tahmin edilemez nitelikte. Sonra
yeşil ve tertipli façasıyla bu yıkımı gizleyerek insanlara güven ve­
çok yönlü. Birçok sera gazmın kaynağı olduğu için petrolün kaynak olarak daha ren dev bir Potemkin köyü haline gelmiş bir dünya hayali canlanı­
az kullanılacak olmasının ekosfere daha az yük bindireceği v e belki de yeni, eko­ yor gözümüzde.
lojik enerjilerin yolunun açabileceği gibi bir hipotez ileri sürülebilir. Ancak, bu­
Tüm bunlar "büyüme" rejiminde büyüyenin tam ne olduğu şek­
günkü yerleşik piyasa sisteminin bu ve buna benzer baskılarla rasyonel olarak
baş edip edemeyeceği gibi bir sorun var ortada. lindeki daha büyük bir soruyu gündeme getirir. Bu sorunun birkaç
13. Alıntı, Goldsmith v e Henderson 1999: 99. katman barındıran bir cevabı gerektirdiğini hemen görebiliriz.
48 DOĞANIN DÜŞM ANI

Ekosistemler cenahmdan bakıldığında, bozulmanm somut failleri


sınai aygıtımız tarafmdan doğaya atılan maddi kuvvetlerdir, ki
bunlar ister organoklorlu bileşikler olsun, ister karbondioksit, ister­
se bir testerenin metal kısmı, bu bozulma tümüyle moleküllerle ve Sermaye
enerji akışlarıyla ilgili bir sorundur. Bu katman büyüse de, bu bü­
yüme başka çeşit bir büyüme sayesinde gerçekleşir. Burada toplu­
mun gerçek tannsmı ve yöneticilerinin kendisinden asla taviz ver­
meyecekleri büyümenin asıl öznesini buluruz. Bu katmanda büyü­
yen şey, hayali ve tümüyle insana ait bir varlık olan paradır; ama
başh başma para değil, hareket halindeki para, yani Sermaye. Eko­
lojik kriz meselesi asıl bu gizemli varlıkta ve onu besleyip yeniden Bir Vaka Analizi
üreten toplumsal güçlerde saklıdır. Kendimize, Sermaye'nin üste­
Doğada bulunmayan, sanayi tesislerinin geçen yüzyıl ekosfere sal­
sinden gelmeden ekolojik krizin üstesinden gelip gelemeyeceğimi­
dığı metil izosiyanit (MIC) diye bir madde var. Çok basit, basit ol­
zi sormamız gerekir. Bu soruya verilecek cevap olumsuzsa, o za­
duğu kadar da etkili bir molekül (CH3NCO) olan MIC tepkime gü­
man geleceğin haritasının yeniden çizilmesi şarttır.
cü ve canh organizmalar üzerindeki ölümcül etkilerinden dolayı
pestisitlerle herbisitlerin yapımında sık sık kullanılıyor. ABD Çev­
re Koruma Ajansı'nm intemet sitesinde MIC için şunlar yazıyor:
MIC... izosiyanik asitin (HNCO) bir esteridir. Ebeveyn durumundaki
izosiyanik asit zayıf bir asittir ve siyanik asitle (HCNO) denge içindedir
[iki HNCO arasındaki fark, atomlarının konumlanışlanndan kaynaklanır],
MlC'in kaynama noktası henüz tam olarak saptanamamıştır. MIC son dere­
ce uçucu ve yanıcı bir gazdır; buharı havadan daha yoğundur; oda sıcaklı­
ğında, kuru ve nötr bir ortamda kararlıdır, ama asit, alkali ve benzeri mad­
delerle şiddetli bir tepkimeye girebilir. İzosiyanit grubunun karbon atomlu
merkezi elektron yönünden fakirdir (elektrofıl), bu nedenle su, alkol, fe­
nol, alkali gibi elektron açısından zengin nükleofıllerle tepkimeye girer.

Havadan daha yoğun olduğu için MIC buharı dağılmaz, yakı­


nında ne varsa üzerine çöker. Sulu dokularla şiddetli bir tepkime­
ye girerek dokularda organizmanın normal koruma aygıtlarının en­
gel olamadığı değişimlere neden olurlar. Tepkime sırasmda açığa
çıkan enerji vücudun ısıyı tamponlama yeterlilik seviyesini hızla
aşar. Bunun sonucunda organizmaya hizmet eden birçok molekül
bozulur ve/veya düzensizleşir, bu arada başka toksik moleküller
oluşur. Daha basit bir ifadeyle vücutta, özellikle de akciğer ve göz
gibi su yönünden zengin dokularda ciddi yanıklar meydana gelir.
Hemen ardından göğüste ağn, nefes almakta güçlük çekme ve ağır
astım şikâyetleri başlar. MlC'e yoğun bir biçimde maruz kalmdıysa
50 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 51

körlük, a şın bakteriyel ve eosinofilik pnöm oni veya gırtlak ödem i da ne işleri olduğu sorulannı sormamız icap ediyor.
ve ani kalp durm ası görülebilir. Okur buraya kadar benim belli bir ekolojik felaketten, 4 Aralık
Buraya kadar anlatılanlar, m esela uyurken MIC solum uş olan 1984'te, ulusüstü bir Amerikan şirketi olan Union Carbide'm Hin­
bir kişinin neden ölüm cül derecede hastalandığı som suna fizyolo­ distan'ın Bhopal şehrindeki pestisit üretim tesisinden 46.3 ton me­
jik düzeyde bir açıklam a sağlayacaktır. Bu çerçevede, MlC'in yu­ til izosiyanitin sızması olayından söz ettiğimi anlamıştır. Gaz gece-
kandaki hastalıklara ve ölüm e "neden" olduğunu söyleyebiliriz. yansı sızmış, fabrika yakınlannda yaşayan çok sayıda Bhopalliyi
Söylem eye bile gerek yok, böyle bir açıklam a diğer sorular, yani uykusunda yakalamıştı. Bu olaym neden olduğu ıstu-abı kelimeler­
insanlar MlC'in bulunduğu ortam a neden bu kadar yakın b ir m e­ le anlatmak imkânsız belki, ama neden olduğu sonuçlann bazılan-
kânda uyuyorlardı, daha doğm su, insanlann vücutlarm a zarar ve­ nı sayılarla ifade etmek mümkün. Yaklaşık 8000 kişi anında, bir o
recek m esafede m etil izosiyanitm işi neydi gibi şom lar konusunda kadar kişi de sonradan ölmüş, 500.000'den fazla insan yaralanmış­
bize hiçbir şey söylemez. Tekrar edeyim , MIC doğada bulunmaz; tı; yaralılar arasmda 50.000 ila 70.000 kişinin yaralan tamamen
volkan gibi doğal kaynaklardan havaya salınıyor olsaydı bile o dil­ iyileşmeyecek türden yaralardı.* On beş yıl sonra bile ayda 10-15
lere destan tepkim e gücü nedeniyle çok kısa öm ürlü olacağı kesin­ kişi olmak üzere insanlar ölmeye, fabrikanm enkazı şehrin görünü­
di. O halde, MIC nasıl varlığını koram uştu da insanlar onun o şid­ şünü bozmaya ve çevreye toksik maddeler sızdırmaya devam edi­
detli kim yasal tepkim eye girm e eğilim inden etkilenm işlerdi? B aş­ yordu.
ka bir ifadeyle, MIC hastalığa neden olabilir, am a tek başına değil. Sanayide yaşanan en kötü kaza olarak tarihe geçen Bhopal ka­
MIC'i var edecek ve onun yayılm asını sağlayacak, daha genel bir zası, sanayi sürecinin insanın karşısma çıkardığı tehlikelerle eşan­
nedene ihtiyaç var. İşte bir nedenin "etkin" olm asm dan söz ederken lamlı hale gelmiş ve bizatihi ekolojik krizin simgesi olup çıkmıştır.
bu diğer nedenleri harekete geçirebilm e kudretini kastediyom z. Bhopal kazasının nedenini anlamak, ekolojik krizin nedenini ucun­
MlC'in varlığının "nedeni" üretiliyor olması, doğanm insanın dan da olsa görmemizi sağlayacak bir kapı aralayacaktır; bununla
amaçları doğrultusunda bilinçli bir biçim de değişim e uğratılarak ekolojik krizin ille de bunun gibi devasa kazaları içereceğini kas-
üretilm esi (bu örnekte, tarım ın kalkınm asıyla ilgih smai am açlar tetmiyomm, Bhopal'deki gibi büyük bir kazada ekolojik krizin bü­
söz konusu). A ncak, sanayi büyük m iktarlarda tuhaf m addeler tün unsurlannm mevcut olduğunu kastediyomm.
üretm enin çok daha ötesinde şeyler yapar: insan ekolojisini de de­ Gelgelelim, Bhopal kazasını kavramak için, düşüncelerimizin
ğişim e uğratır, kim ini kendine hizm et ettirir, kim ine hizm et eder. açısını genişleterek işin fizyolojik boyutunun ötesine geçmemiz,
MlC'in canlı dokuyu nasıl etkilediğini anlam am ız için kim ya bili­ kazada insan faktörünün oynadığı rolü ve kazanın ideolojik içerim­
mi gereklidir. N e var ki, sm ai üretim bilim ile doğayı MIC gibi cev­ lerini kavramaya çalışmamız gerekiyor. Bir değil binlerce kişinin
herleri dünyaya getirm ek ve onları kendi yaranna bir araya getir­ hayatını kaybettiği bu olayı anlamak, farkh iddiaların, gerçeklikle
m ek için (bu vakada, m odem tarım ın am açlan doğraltusunda pes- ilgili farklı görüşlerin değerlendirilmesini gerektirir. Vücutta doğ­
tisitler imal etm ek için) anlam aya çalışır. O halde, organizma üze­ mdan hasara neden olan metil izosiyanit, hiçbir amaç gütmeksizin,
rindeki patolojik etkilerle yetinm eyip olayı başından sonuna kadar kimyası gereği sessizce öldürür. Ancak, Bhopal'deki kazanın ne­
anlam ak için üretim in tarihiyle toplum sal ilişkilerini, sanayideki denlerini anlamak için moleküler düzeyin ötesine geçip olaya daha
üretim şeklini, pestisit im alatının kendine özgü özelliklerini bilm e­ geniş bir perspektiften bakmamız gerekir. O zaman işin içine öme-
miz; bu dum m da, b u kadar ölüm cül bir m addenin üretim inin ya-
saklanm ayıp insanların vücu tlan n a neden bulaştığı, bir anda birçok
1. Tahmini ölü sayısı 2000'den 20.000'e kadar değişiyor. Buradaki sayısal
kişinin akciğerinde zehirlenm e baş gösterdiyse, o insanlann kendi­
bilgiler Kurzman’dan alınmıştır (1987: 130-3). Olayla ilgili özet bilgiler için bkz.
lerini bir anda ölüm cül kucağında bulacak kadar MlC'in yakmların- Montague 1996; aynca bkz. www.corporatewatch.org/bhopal/.
52 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE 53

ğin, para unsuru girer. Sadece, telaffuz edilen büyük meblağlarda re, bahsettiğimiz, tüm diğerlerini düzenleyen neden, etkin neden
paralar değil söz konusu olan -Hindistan hükümeti meydana gelen haline gelir.
hasarlar için en başta 3 milyar dolar talep etmiş, sonunda Carbide İşçilerin üretken hayat faaliyetlerini kendilerinin denetlediği
470 milyon dolar ödemeyi kabul etmiştir (aynca hukuki tazminat veya ilk, kabile toplumundaki gibi bütün topluluk bireylerinin bir
bedeli olarak 50 milyon dolar ve Bhopal'de bir hastane kurulması şeyi hep beraber yaptığı farklı bir toplumda olsaydı, fabrikanm in-
için 20 milyon dolar teklif etmiştir^)- paranm insanm varoluşu şaatmda bizzat yer almış kişilerin adlannı sıralayıp meseleye nok­
üzerinde mutlak bir iktidara sahip olması: Kısacası, iktidarıyla, an­ tayı koyardık. Ama bizimki gibi bir toplumda, sermaye rejimi al­
lamıyla ve toplumun failleri arasmdaki ilişkileriyle bütün bir top­ tında işçiler kendi faaliyetlerini kendileri belirleyemedikleri için,
lumsal düzen söz konusu. Aynca, tümüyle insan-ekolojisine özgü böyle bir ifade yanlıştır. Çok sayıda insanm faaliyetlerinin toplum­
bu meseleleri en iyi şekilde kavramamızı sağlayacak bir nedensel­ sal örgütlenişini anlamak için, dikkatimizi hepsini üretimde yön­
lik de anyoruz. lendiren ve denetleyen şeye yöneltmeliyiz; bu vakada, yönetim
Ama öncelikle somut şeylere bakalım ve 1984'te o ölüm gece­ merkezi bmlerce kilometre uzakta olsa ¿a, bırakm Bhopal'e, Hin­
sinde Bhopal'de neler olup bittiğini değerlendirmeye çalışalım. distan'a bile ayak basmamış kişilerin çıkarlarma hizmet ediyor ol­
Esasen her şey şu sorulara gelip dayanıyor: Bir kere, MIC Bhopal' sa da, söz konusu fail Union Carbide şirketidir.
de ne anyordu? Neden bu şekilde havaya kanşmıştı? Neden insan­ O halde, işçiler vs. Bhopal'deki fabrikanm araçsal nedenleriy­
lar MlC'e bu şekilde maruz kalmışlar, sonrasmda neden böyle hak­ ken, Union Carbide şirketi etkin nedeniydi. Başka bir deyişle, Car­
sız bir muamele görmüşlerdi? Bu olaydan sorumlu failler için de şu bide fabrikanm üretimi için gerekU bütün faktörleri örgütleyen ve
sorulabilir: Hangi saiklerle bu şekilde hareket etmişlerdi? verimh bir biçimde bir araya getiren, fabrika kurulduktan sonra da
İlk sorunun cevabı şudur: onu oraya kendi amaçlan doğrultu­ ara ürün olan MIC dahil bütün ürünlerin imalatmı, dağıtımmı ve sa­
sunda Union Carbide koydu, yani, fabrikayı istediği yere ve iste­ tışını gerçekleştiren faildi. Karmaşık her fenomende birçok neden­
diği zamanda şirket inşa ettirdi. Düzanlamda ele alırsak bu absürd sel süreç işbaşmdadır. Ama fenomen bir bütün halinde faaliyet gös­
bir ifadedir. Union Carbide bir şahıs değil ki bir şeyi bir yere ko­ terdiği sürece, araçsal nedenleri belli bir amaç doğrultusunda hare­
yabilsin; Bhopal'de MIC fabrikası kurulmasına neden olanlar, as­ kete geçiren, onlan düzenleyen ve belli bir amaç doğrultusunda
len çoğu şirketle doğrudan ilişkisi olmayan, müteahhitler tarafm­ yönlendiren (fenomenin bir bütün halinde değişmesi için onun da
dan işe alınmış işçilerden, mimarlardan, malzemecilerden, vb. olu­ değişmesi şart olan) kapsayıcı, bütünleyici bir neden tanımlayabi­
şan büyük bir kitleydi. Ama, tıpkı ellerindeki aletlerin gerekli ama liriz. Etkin nedenle kastedilen şey de işte böyle bn şey.^
kısmi teknolojik aletler olması gibi onlar da gerekli ama kısmi ni­ Her nedenin kendine özgü bir etki düzeyi vardır. Metil izosiya­
hai insani araçlar olduklan için fabrikayı bu işçilerin inşa ettiğini nit, nefes alındıktan sonra vücutta meydana gelen yıkımın etkin ne­
söyleyemeyiz. O halde, bir fabrikanm veya herhangi bir toplumsal denidir, tıpkı Union Carbide'm Bhopal'deki fabrikanm etkin nede-
ürünün inşasına neden olan şey nedir sorusunun cevabı şu şekilde
olmalıdn: Bir şeyin inşasmı mümkün kılan toplumsal emeği etki­
3. Bu kavram Aristo'nun Metafizik adlı kitabından alınmıştır Metafîzik’te et­
li bir biçimde örgütleyen şeydir. Emek, insanm bir şeyleri var et­ kin neden dört ana nedenden biridir; diğer nedenler, bir şeyin biçimsel özü (Pla-
me, yani o şeyin ortaya çıkışma neden olma yeteneği olduğuna gö- ton'un kastettiği anlamda), o şeyin mutlak maddi doğası ve bir şeyin yöneldiği
nihai neden veya amaçtır. Bütün bunlara karşılık, etkin neden bir şeyin hareketi­
nin kaynağıdır ve söz konusu şeyin dışında olabildiği gibi içinde de olabilir. Bu
2. Montague: "Avukatların ve Hindistan hükümeti yetkililerinin hepsi ücret ve okuması son derece güç metin (ders notlanndan oluşuyordu) etkin nedeni hesa­
rüşvetlerini aldıktan sonra, tazminat talep edenlerin eline ortalama 300 dolar geç­ ba katmadıktan için Platon ile diğer felsefecileri eleştirmek üzere kaleme alın­
ti, ki bu para çoğu kurbanın hastane masraflaflnı karşılamaya bile yetmiyordu." mıştı. Aristo 1947: 238-96.
54 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 55

ni olduğu gibi. Peki ama Carbide'ı o fabrikayı inşa etmeye sevk nin anlayışsızlığı ve düşüncesizliği de cabası. Açılabilecek dava­
eden saik neydi? Aralık 1984'te meydana gelen olay nasıl meyda­ lardan ve bunların doğurabileceği önemli mali sonuçlardan duyu­
na gelmiş, toplumsal sonuçlan ne olmuştur? Bu olaya ne neden ol­ lan (şirketin kendini savunmak için 50 milyon dolar harcadığını
muştur ve bunun "etkin neden" sorunuyla nasıl bir alakası vardır? hatırlayalım) geçmek bilmez paniğin şekillendirdiği bu anlamlar
Birçok unsur söz konusu olduğu için gerçeklikle ilgili farklı ve bir­ evreninde nedensellik suçlama ile eşdeğerdir, suçlamanm geçerli­
biriyle çatışan görüşler en çok burada yoğunlaşır. Carbide, Bho- liği de hukuk yoluyla belirlenecektir. Benzer bir söylem ekolojik
pal'in fabrikasının bulunduğu yer olduğunu veya orada MIC üretil­ krizde de mevcut; ekolojik kriz suçlamanın (suçlamaya dayalı ola­
diğini yadsımamıştır; aksine, bundan ve Güney ülkelerinin yiyecek rak da mali tazminat taleplerinin) geçerli tek kriter olduğu bir dizi
üretiminde artışı sağlayan sözde Yeşil Devrim'de oynadığı rolden bireysel faaliyete indirgenmeye çahşıhr.
dolayı kendisiyle bayağı gurur duyuyor. Şirketin internet sitesinde Kurbanlara belli bir adalet ve tazminat dağıtmak gerektiğinde
şunlar yazar: "Ne ironiktir ki, Bhopal'deki fabrika insani bir ama­ ille de suçlama, hata veya yasal sorumluluk söyleminden medet
ca hizmet etmek için kurulmuştu: Hindistan'ın tanmsal üretimini umulur. Yapılmış olan sabırlı soruşturma sonucunda o ölümcül ge­
korumak, daha genel anlamda da, büyük bir istekle elindeki uz­ cede olan bitenin anlaşılmasını sağlayacak yığınla kanıtın ortaya
manlık bilgisini Hindistan halkma sunma, Hindistan'daki yasalara çıktığı düşünülürse, bu olayda suçlulan veya sorumlulan belirle­
uyumlu hareket etme, Hindistan'ın tüketici piyasasının tedricen mek hiç de zor değildir. Bu korkunç ekolojik felaketi ayrıntısıyla
kalkmmasmı sağlama suretiyle ülkede sanayinin 'Hindistan'a özgü' incelemek ve daha geniş bir perspektif geliştirmek için olayla ilgi­
hale getirilmesi sürecini hızlandırmak amacıyla pestisit üretmek li özet bilgiler vereyim:
için. Union Carbide'ın yatırımı geniş bir kitlenin sempatisini ka­
zanmıştı veya bize öyle geliyordu." Güvenlik standartlarmın ve ka­ • Carbide ne sabotajcının adım verdi, ne de sabotaj iddialarını hu­
lite kontrollerinin sağlam olduğunda ısrar eden ("1930'lardan beri kuki kanıtlarıyla birlikte bir mahkemeye sundu. Böyle bir sabo­
kendi kendine koyduğu standartlanndan ödün vermeyerek... iş gü­ tajcının varlığı sonucuna sadece fabrikanın yapısını analiz ede­
venliğine azami özen gösteren...") şirket "Hint halkını ve Hindis­ rek varmıştı [bu yapıda bir anzaya ancak bir sabotajcının yol
tan'ın kaynaklanm sömüren tipik bir çokuluslu kötü adam olarak açabileceği kanısındaydı] ve konunun böylece kapanmasını bek-
tanımlanmaktan" son derece rahatsız; sitede yazılanlara bakılacak liyordu.4
olursa, "Union Carbide'ın mali kaynaklarmı kurutmak amacıyla ta­ • Şirket, yetkililere fabrikanın deposunda yüksek miktarda MIC
sarlanmış bir karikatürden başka bir şey değil [şüphesiz]" bu ta­ bulunduğunu bildirmedi. Dahası, fabrikanın tasarımmı neredey­
nım. "Olayı haber aldığımız ilk günden beri bize büyük bir üzüntü se kazaya davetiye çıkaracak şekilde yapmışlardı, ömeğin, asit
ve keder veren" sözleriyle aktanlan trajik olay için şirket kendi temas ettiğinde aşınan karbon çeliği vanalar kullanmışlardı.
araştırmalanm yürütmüş ve felaketin nedeninin "kesinlikle sabo­
taj" olduğu sonucuna varmış. "Kanıtlar Bhopal'deki fabrikada bir • 1978'den önce Carbide, Sevin adlı pestisitini doğrudan MIC kul­
işçinin içinde metil izosiyanit bulunan tanklardan birine kasten su lanmadan üretiyordu. O tarihten sonra üretimi daha ucuz olduğu
döktüğünü gösteriyor. Tanka su döküldükten sonra zehirli gaz açı­
ğa çıkmıştır." Ne yazık ki, Hindistan hükümetinin "Bhopal kurban- 4. Bu paragraf ve bu bölümde sunulan kanıtlann çoğu Kurzman 1987'den
lannın çektikleri karşısındaki bariz kayıtsızlığı" yüzünden bu ger­ alınmıştır. Ancak bir sonraki maddede aktanlan bilgi 1999’un sonlannda Hindis­
çek göz ardı edilmişti. tan'da görülen kamu davalarındaki tanıklıklardan alınmıştır. Carbide'ın üst dü­
zey yöneticileri lehinde ifadelerle dolu bazı paragraflarda da açıkça görüldüğü
Tutarlı bir açıklama: Bhopal'deki felaket Union Carbide'ın ha­ gibi, Kurzman'ın kimseyi kayırmaya çalışmayan bir gazetecilik yaptığını ekle­
tası değildi, kafası bozulmuş bir işçinin halasıydı, Hint hükümeti­ mek gerekir.
56 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 57

İçin Ölümcül MIC'li üretime geçti ve 1980'de Bhopal'de MIC üreti­ İşçiler normalde güvenlik ekipmanı kullamyor olmalanna rağ­
mine başladı. Oysa, Alman ilaç fîmiası Bayer Sevin'i daha güven­ men, fabrikada gün geçtikçe artan laçkalaşma bu ekipmanm ıs­
li, ama daha pahalı bir yöntemle, MIC kullanmadan üretmekteydi. kartaya çıkanimasma neden olmuştu. Zorunlu güvenlik rutinle­
rinden ödün vermek istemeyen işçilerin yüzde 70'inden fazlası-
• Yerel yetkililer fabrikanın Bhopal'in başka bir bölgesinde, mes­
nm maaşında kesinti yapıldı. Bu arada, şirket yetkilileri MlC'in
kenlerin uzağındaki bir sanayi bölgesine kurulmasmı istediler.
mümkün olduğunca hızlı ve ucuz üretilmesi için baskılarmı sür­
Carbide çok pahalı olacağı gerekçesiyle bunu reddetti.
dürdüler.
• Pestisitlere talep azaldığı için fabrika para kaybediyordu. Bu
Kaza gecesi karbon çeliği vanalardan birinin sızdırdığı ve MIC
yüzden Carbide'm elinden çıkaramadığı kadar çok miktarda MIC
tanklarma su sızmasına neden olduğu anlaşıldı. Vana çok zaman
üretilmeye başlandı.
alacağı (başka bir deyişle, pahalı olacağı) gerekçesiyle onanlma-
• Bu nedenle 1982'den itibaren şirket maliyetleri düşürmeye baş­ mıştı.
ladı. Kurzman (1987: 25) şunlan yazıyor: "Maliyetlerdeki bu in­
Aynca, tanktaki alarm dört yıldır çalışmıyordu ve ABD'deki ben­
dirim... kalite kontrolünün daha baştan savma yapılmaya, dola­
zer fabrikalarda kullanılan dörtlü otomatik yedek sistem yerine
yısıyla güvenlik kurallarının gevşemeye başladığı anlamına geli­
elle devreye sokulan bir yedek sistem vardı. Kaçak gazlann ya­
yordu. Bomlardan biri sızdmyor muydu? Değiştirmeyin, diyor-
kıldığı alev kulesi beş aydan fazla bir zamandu- hizmet dışıydı,
larmış işçilerin belirttiğine göre. Yamayın gitsin. MIC işçilerinin
gaz yıkama menfezi de öyle. MlC'in buharlaşmasını önlemek
daha fazla eğitilmeye ihtiyaçları mı vardı? Az bilgiyle de idare
amacıyla kumlan soğutma sistemi de elektrikten tasarmf etmek
edebilirlerdi [aynca işçilerin elinde çok azının okuyabildiği İngi­
amacıyla çalıştınimıyordu. Aynı nedenle, çalışma sırasında bom-
lizce kullanım kılavuzlan vardı]. Primlere son verilmişti; bu iş­
lann temizlenmesini sağlayan buharlı yıkama sistemi de çalış­
çilerin moralini olumsuz yönde etkilemiş, en vasıflı elemanlann
maz dummdaydı. Kapatma aygıtlanndan kontrol aletlerine ve ısı
bazılanmn başka yerde iş aramasına yol açmıştı." MlC'le çalışan
ayarlanna kadar neredeyse güvenlikle ilgili bütün aletler ya ye­
operatör sayısı on ikiyken 1984'ün sonlannda bu sayı altıya düş­
tersizdi, ya çalışmıyordu ya da kendilerinden beklenen işi yapa­
müştü. Ustabaşı sayısı da yanya düşmüştü ve gece vardiyasında
mayacak kadar kötü tasarlanmıştı. Kılavuzda 4.5 °C'ta tutulması
tamir ustası yoktu. Bu nedenle, saat başı yapılması gereken sa­
gerektiği yazdığı halde MIC 20 ^C'ta tutuluyordu (söylemek bile
yaç okuması iki saatte bir yapılabiliyordu.
gereksiz, kılavuzda belirtilen düşük sıcaklık Bhopal'deki ortala­
• 1981 'in sonlarmda fabrikada zehirli buhar soluma kazalan görül­ ma sıcakhkdan çok daha düşük, dolayısıyla sürdürülmesi daha
meye başladı. Fabrikaya ABD'den uzmanlar geldi ve bir MIC de­ pahalıya mal olacak bir sıcaklıktı). Dahası, "Carbide'm Bhopal'
po tankınm içinde bir "kaçak tepkime" olabileceği uyansında bu­ deki fabrikası öyle bir tasarıma sahipti ki, o ölümcül gaz sızıntı­
lundular. Bu uyarıdan önce 1979 ile 1980'de de uyan yapılmıştı. sı başladığmda ana güvenlik sistemi (böyle bir sızmtıyı 'bastır­
Hintli yetkililerin uyanlanna ise kulak asılmadı. Ekim 1982'de mayı' amaçlayan su spreyi sistemi) suyu kaçak gaz istiminin
meydana gelen MIC sızıntısı beş işçiyi hastanelik etti. yüksekliğine ulaştıramamıştı. Özetle, fabrikanm güvenlik sis­
• Yerel yetkililerin elinde fabrikanm yakınındaki hava kirliliğini temleri baştan savma tasarlanmıştı. Şirkete ait belgeler de şirke­
denetleyecek bir araç yoktu. tin bunlardan felaketten önce haberdar olduğunu, ama bu konu­
da hiçbir şey yapmadığını ortaya koyuyor"du.^
• Fabrikadaki işçiler sendikalan aracılığıyla iş kazası tehlikeleriy­
le ilgili protesto gösterisinde bulundular, ama protestolan dikka­
te almmadı. On beş gün açlık grevi yapan bir işçi işten atıldı. 5 . M ontague 1 996, Lepkow ski'den alıntı 1994.
58 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 59

• Nihayet, patlayan tank bir haftadan beri hata veriyordu. Fabrika kıldığında kâr etmesi) için ona sürekli baskı yapan sistemi de kap­
yetkilileri tankm hatasını gidermek yerine başka tanklan kullan­ sar. Carbide pestisit üretmek için Hindistan'da olduğunu söylüyor.
mışlar, bunu bekletmişlerdi, başka bir deyişle, için için kaynama­ Ama pestisitleri para kazanmak için yapıyor. Modem tarzda kapi­
ya bırakmışlardı. Yemek pişiren herkesin bilebileceği gibi, "için talist şirketin mükemmel bir örneği olan Union Carbide, efendisi
için kaynama"nın sonuçlanndan biri basıncın ve ısmm artması­ olan sermayenin biçimlendirdiği bir dünyada varlığını sürdürebil­
dır, ki bu iki şey de uygun maddelerde başka tepkimeleri tetikler. mek için para kazanmak (her geçen gün daha hızlı bir biçimde pa­
ra kazanmak) zorunda.
Kısacası, Bhopal'deki korkunç olay yüzünden kimin suçlanması Bir "kaza" bir dizi koşulun istatistikle tahmin edilemeyen bir
gerektiği konusunda kuşkuya yer yok. Timsah gözyaşlanna ve ku­ sonucundan ibarettir. Bu nedenle kazalar, onlar kadar göze batma-
ru gürültüden öteye gidemeyen protestolanna rağmen, Union Car­ sa da onlar kadar yıkıcı olan dengesizlikler dizisinin bir devamı ni­
bide her ne kadar aksini iddia etse de "tipik çokuluslu kötü adam" teliğindedir. Nerede yeterli sayıda "kâr amaçlı maliyet kesintisi"
olduğu apaçık ortada. Bu noktada geriye bir tek soru kalıyor, o da yapılırsa orada kaza geliyorum der. Zaman zaman kazalar insanlar
şirketin suç niteliğindeki bu ihmalkârlığından neden sorumlu tutul­ (muhtemelen aynı kompleksin bir ürünüdür bu da; ömeğin, eğitim­
madığı. Fakat suçlama, Bhopal'deki kazanın anlamını kavramada siz, moralsiz, işine yabancılaşmış bir işçi) tarafmdan da tetiklenir.
gerekli olsa da yeterli değildir, aynca nedensellik sorununu da Ancak, insanlar kâr kompleksi tarafmdan şekillendirilip bozulma-
açıklığa kavuşturmaz. dıklan sürece "insan faktörü" kendi başına bir neden teşkil etmez.
MlC'in, canlı bir ekosistemin hassas dengesini yok eden denge Carbide'm açıklamasını, ne kadar sahtekârca olursa olsun, bir an
bozucu bir güç olduğu için, bedensel hasarın etkin nedeni olduğu için doğru kabul edelim. Fabrikanm tahrip olmasma hatanın neden
söylenebilir. Benzer biçimde Carbide da Bhopal'deki fabrikanın in­ olmadığını, bunun o gece gazı bilerek dışarı salan bir sabotajcının
şasının etkin nedenidir. Ne var ki konu kazaya gelince, Carbide'm işi olduğunu düşünelim. Peki ama onu bunu yapmaya iten şey ney­
da başka güçlere tabi olduğunu, etkin nedensellik kavramının bu di? Nedeni belli olmayan bir kötülük yapma ihtiyacı mı? Yoksa kâr
güçlerin bu olaydaki payının da değerlendirilmesini gerektirdiğini talebinin güç alanı dahilindeki bir dizi belirleyici unsurun zorlama­
görürüz. Burada anlaşılmayacak bir şey yok: Yukarıda sıralanan sıyla mı yapmışti bunu? İşi rasgele yapmayı reddettiği için "disip­
hemen her noktada Carbide'm maliyetlerini azaltmak için şunu bu­ lin cezası verilen" işçilerden biri miydi, yoksa greve katildığı için
nu yaptığım; hatta, bu "şu bu"lann son derece tehlikeli MlC'in (ki işinden olan biri (veya beter bir insan ekolojisinden miras kalan bir
bu da maliyetleri azaltmak için seçilmiş bir üründü) sızma tehlike­ nedensel faktörler silsilesinden nasibini alıp gözü dönmüş biri) mi?
sini artırdığını ve insanlan hiçe sayıp sırf kendini düşünerek, mali­ Delinin teki mi yoksa (eğer öyleyse, bu delilik genetik bir prog­
yeti düşürmek amacıyla Bhopal'i tehlikenin kucağına attığı için, ramlamanın bir sonucu mu, yoksa o da işçinin yaşam dünyasmı
sırf bu nedenle bile Carbide'm suçlanmayı hak ettiğini görürüz. kapsayan yabancılaşmalar kitlesinden, egemen toplumsal sistemin
Carbide'm yasal sorumluluktan kurtulması, bu asli zorunluluğun, her yerde işgal edecek bir alan bulabilmeyi onlar sayesinde başar­
yani maliyetleri azaltma zorunluluğunun etrafmda kümeleşen an­ dığı yabancılaşmalardan miras mı kalmış)?
lam evreni dahilinde; belirli hukuki manevralar ile halkla ilişkiler Bir araya gelip bir kazaya, hatta ekolojik krizin bizatihi kendi­
alanındaki manevralardan, Hindistan gibi eski ve onurlu bir ülkeyi sine neden olan nedensel süreçler ağında başka faktörler de yok de­
kendi halkının haklarını savunamayacak hale getiren uluslararası ğildir. Aksine, kompleks olayların üstbelirlendiği düşünülürse, bu
duruma kadar çeşitli anlamlar çerçevesinde ele alınmalıdır. faktörler de mevcut olmalıdır. Ama bu faktörler dağınık ve tekil
O zaman buradaki etkin neden sadece bu şirketin açgözlülüğü­ halde mevcuttur, bu arada ise içlerindeki ve etraflarındaki büyük
nü değil, aym zamanda maliyeti azaltması (veya öteki taraftan ba­ bir kuvvet alanı onlan bir araya getirerek dünyanın etrafında dön-
60 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE 61

düğü etkili olaylar biçimine sokar. Bu şeylere ne kadar küresel bir Wall Street (daha doğru bir ifadeyle, "finans kapital") sistemin
biçimde ve bütünün bir parçası olarak bakarsak, bireysel suçlama­ komuta ve kontrol merkezidir. Borsasmda kuşak halinde geçen kü­
lara o kadar az meylederiz veya aksi takdirde rasyonel bir süreç çük rakamlar egemen düzenin çeşitli enerji noktalannda gerçekle­
olarak algılanacak bir süreci bozan "kazalar"la o kadar az ilgileni­ şen sermaye genişlemesinin potansiyelini gösteren kısaltmalardır.
riz. Şimdi öncelikle bu sürecin rasyonel olup olmadığmı ve mese­ Bu anlamda, tek tek fabrikalar daha büyük ve kapsamlı bir varlık,
leye bu açıdan bakıldığmda "kaza çıkmasmm an meselesi" olup ol- nüfuz alanı dahilindeki her olayı, bu alanı sürekli genişletmeye ça-
madığmı soracağız. Aynca sistemin normal ve kazasız işlemesinin lışu"ken bile kutuplaştıran devasa bir güç göz önünde bulundurula­
kendi içinde ekolojiye zarar verici bir nitelik taşıyıp taşımadığı (ki rak inşa edilir ve kaderlerim belirleyen idari kararlar buna göre alı­
taşıyorsa şu ya da bu ekolojiye sürekli zarar veren şey sistemin ta nır. Oyunun kuralı böyle işler. Buradan Carbide'm yöneticilerinin
kendisi demektir ve dönüştürülmesi gerekir) şeklindeki daha geniş bireysel saiklerinin halkla ilişkiler malzemesinden başka bir an­
çaplı soruyu sorma aşamasma da geldik. Dikkatlerin sadece tekil lamlan olmadığı sonucu da çıkar. Bhopal’deki olayla ilgili olarak
olaym belli unsurlanyla smırh kalması daha geniş çaplı örüntünün, Ward Morehouse şunlan yaznuş: "[Carbide'ın yöneticileri] sahiden
pestisitlerin meziyetlerinin, daha genelde de pestisitlerin esaslı bir eh açık davranmış ve felaketin büyüklüğüne eşdeğer büyüklükte
parçasmı oluşturduklan Yeşil Devrim'in^ ve dünya sisteminde Hin­ karşılıksız yardım tekliflerinde bulunmuş olsaydı, şirketin hisse-
distan gibi Güney ülkelerinin maruz kaldığı bitmez tükenmez ce­ darlannın şirket fonlanm kötü kullandıklan gerekçesiyle açacakla-
fanın izini yitirmemize neden olur. n davalarla karşı karşıya kalmalan işten bile değildi."^
Sonra borçlan temizleme zamanı geldi. Hindistan hükümetinin O halde Carbide'm elini kolunu bağlayan sermayeydi. Ama işin
geri adım atıp Carbide aleyhindeki kovuşturmayı daha fazla sür­ bunu "kanatlan olsaydı domuzlar uçardı" türünden bir argümana
dürmeme karan aldığı gün adeta mucize eseri şirketin New York çeviren başka bir yüzü de var. Sahiden eli açık ve insanlara karşı­
borsasmdaki hisselerinin değeri 2 dolar yükseldi. Küçük gibi görü­ lıksız yardım eden kişiler büyük kapitalist şirketlerde yönetici ol­
nen bu rakamm önemi, yatmlan 470 milyon dolardan Carbide'ın muyor. Yufka yürekliler, bu tür iktidar mevkilerine çıkan merdive­
hissedarlanna düşen maliyetin hisse başma sadece 0.43 dolar ol­ nin en alt basamaklarma itilirler. Zira sermaye, bu tür olaylan ya­
masmdan kaynaklanıyor. Deyim yerindeyse, şirket Bhopal halkma ratan insanları seçmekle kalmayıp aynı zamanda onlan biçime de
yaşattığı kâbusun sonuçlanna "katlandıktan" sonra ellerinde Car­ sokar.
bide hissesi olanlar, hisse başına 1.57 dolar daha zengin olmuştu. Bhopal'in ve onun adını lekeleyen şirketin hikâyesi devam edi­
Peki ama Carbide'm hisse fiyatı neden yükselmişti? Bu sorunun yor. Carbide pestisit işinden çıktı, ama 7 Şubat 2001'de pestisit üre­
cevabı her şeyi acımasızca gözler önüne seriyor: Çünkü şirket ten (ve Vietnam Savaşı sırasmda savaşta kullanılmak üzere Agent
("Üçüncü Dünya" veya Güney denilen bölgede faaliyet gösteren Orange üretmiş olan) Dow Chemical adlı şirketle birleşti. Bu yeni
ulusaşın bir şirket aleyhine açılmış bu ilk büyük çaplı sanayi kaza­ kimya devi 168 ülkede faaliyet gösteriyor ve yıllık geliri 24 milyar
sı davasmda) şimdi ve gelecekte işleyeceği cinayetlerden yakasını dolar civannda. Dow'un başkanı ve genel müdürü şirketin yılda en
kurtarabileceğini kanıtlamıştı. Wall Street o zaman işlerin pürüz az 5(X) milyon dolar tasarruf edebileceğini, ancak ne yazık ki 20(X)
çıkmadan ilerleyebileceğini, Güney'den düzenli bir biçimde elde kişinin işinden olacağını belirtmişti. Bhopal'deki kazada ihmali
edilen kârların daha güvenli hale geldiğini anlamıştı. olanlann hiçbiri adalet önüne çıkarılmadı, bana öyle geliyor ki,
ömürleri boyunca da çıkarılmayacak.
6. Shiva 1991. Bugün çok sayıda insan, Carbide'm bu dönüşümün matah bir
şey olduğu görüşünü reddediyor; zira bu dönüşüm başka olumsuzluklannm ya­
nı sıra birçok Hintliyi intihar etmek için pestisitleri seçm eye de sevk etmiştir. 7. M orehouse 1993: 487'den aktaran M ontague 1996.
62 E>OĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 63

yaşayan insanlar, sermayenin kişileşmiş halleri haline gelmiş olan


Büyümenin Sırrı Çözülüyor insanlar tahrip eder.
Bu tür bir varoluşa neden olan bu Faustvari sözleşme önce pa­
"Dev kuvvet alanı", sermaye için, yani toplumumuzu devindiren o ra kazanarak muazzam bir zenginlik elde edileceğinin, sonra da pa­
her yerde hazu- ve nazır, kudretli ve çok yanlış tanman dinamo için rayla istenilen şeylere ulaşılabileceğinin keşfedilmesiyle birlikte
kullanılan bir metafor. Geleneksel görüş sermayeyi yatınmm ras­ ortaya çıkar. Kapitalist üretimin kullanım için değil, kâr elde etmek
yonel bir faktörü, parayı ekonomik faaliyetin çeşitli özelliklerini için olduğunu henüz bilmeyenler, kârlılık standartlanna erişmeyi
verimli bk biçimde bir araya getirecek şekilde kullanmanın bir yo­ başaramamış olan şirketleri Wall Street'in nasıl adam ettiğini sey­
lu olarak görür. Kari Marx'a göre sermaye, emeği açgözlü bir bi­ rederek hemen öğrenebilirler. Sermaye sahipleri, bu standartlann
çimde tüketen, işçiyi sakatiayan bir "canavar"dı, bir "vampir"di. dur durak bilmez dinamizmini, yenilik, verimlilik ve yeni piyasa
Her iki fikir de doğru, İkincisi ise, emekle birlikte doğaya da uygu- arayışlarına girme arzulannı memnuniyetle karşılar. Bir taraftan
landığmda, ekolojik krizin bütün esas özelliklerini açıklıyor. Eko­ beceriklilik ve esneklik gibi görünen şeyin başka bir taraftan bakıl­
lojik kriz açısından bakıldığında, Union Carbide gibi şirketler ser­ dığında bir iptila ve unutkanlık değirmeni olarak görüldüğünü gö­
mayenin askerleri, borsa, IMF ve Amerikan Merkez Bankası, Ma­ remezler; çünkü bir çeşit idrak etme güçlüğü varlıklannın bir par­
liye Bakanlığı gibi sistemin içinde daha yüksek bir konuma sahip çası haline gelmiştir.
kurumlar da onun genelkurmayıdu-. Bu ilişkiler anlaşıldıktan son­ Meta, ekonomik faaliyetin ortaya çıkışıyla birlikte doğmuş, me­
ra, Bhopal daha net görülür; yani, sanayinin yeterince dikkatli ol­ ta üretimi de sermayenin zuhur edişiyle birlikte yaygınlaşmıştır.
ması durumunda tekran önlenebilecek bir kaza, daha ziyade de, Sermaye mikrobu her metanın içine zerk edilmiştir ve bu mikrop
sermayenin toplumsal üretimi düzenlemeyi sürdürmesi durumunda ancak mübadele yoluyla, dolayısıyla da arzulanan şeylerin paraya
şu ya da bu tarihte galebe ç^lmalan mukadder olan, sermayeye iç­ çevrilmesi yoluyla açığa çıkanlabilir. Marx'm kullandığı türden bir
kin ekoloji karşıtı eğilimlerin bir tezahürü olduğu anlaşılır. Bu eği­ biçimcilikten yararlanacak olursak (ki bu biçimciliğin, kitabm iler­
limler iki katmanlıdu-; leyen bölümlerinde fikirlerimizi ifade etmede bize yardımcı olaca­
ğını düşünüyoruz), her metanm bir "kullanım değeri" ile bir "müba­
1. Sermaye kendi üretiminin koşullarmı bozmaya meyillidir
dele/değişim değeri"nden meydana geldiğini söyleyebiliriz.* Kul­
2. Sermaye varlığını sürdürmek için sınırsız büyümek zorundadır.
lanım değeri, metanm sürekli gelişen insani ihtiyaç ve istekler ska-
Sermaye dizginleri elinde tuttuğu sürece, bu kombinasyon, bir ve­ lası içindeki yerini işaret ederken, mübadele değeri metanm "meta-
ya birkaç yeri hale yola sokmak için ne kadar önlem alınırsa alın­ oluşunu", yani mübadele edilebilirliğini temsil eder; bu sadece ni­
sın, sürekli büyüyen bir ekolojik krizi kaçınılmaz bir zorunluluk celiksel olarak ve para cinsinden ifade edilebilen bir soyutlamadır.
haline getirir. Genel ifade edecek olursak sermaye, meta üretiminde mübadele de­
Sermayeden neden rasyonel işlevinin sınırlarını hızla aşıp eko­ ğerinin kullanım değerine galebe çaldığı bir rejimi temsil eder (ser­
sistemleri tüketerek kanser hücresi gibi büyüyen, kendine ait bir mayeyle ilgili sorun, bir kere hayata geçirildikten sonra bu sürecin
hayatı olan bir canlıdan söz eder gibi söz ettiğimizi incelememiz kendi kendini sürdürür hale gelmesi ve sürekli genişlemesidir.
gerekiyor. Sermayenin canlı bir varlık olmadığı malum. Sermaye, Üretim kâr için yapılıyorsa (yani, onun için yapılmış yatınmm
daha ziyade insanların vücudunu ele geçiren, onlan ekolojik bü­ içindeki para değerinin genişlemesi için yapılıyorsa) o zaman fi-
tünlüğe zarar vermeye zortayan, kendi kendine çoğalan yapılar ge­
liştiren ve dev kuvvet alanını kutuplaştıran kanser yapıcı bir virü­ 8. Bu terimler Marx'ın K apitarinin ilk sayfasında yer alır; bu da onun bun­
sün başlattığı türden ilişkilere benzer. Ekosistemleri, sermaye gibi lara ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir.
64 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 65

yatların mümkün olduğunca yüksek, maliyetlerin de mümkün ol­ hizmetleri için para ayırmaya, vb. zorlanma gibi idari önlemlerle
duğunda düşük tutulması gerekir. Fiyatlan sistemin özgün özellik­ çevreye yüklenen maliyetlerin yeniden içselleştirilmesinde olduğu
lerinden biri olan rekabet nedeniyle aşağı tutmak gerektiği için, uy­ gibi dolaylı olacaktır.® Bhopal'deki vakada bunun gibi sayısız çev-
gulamada maliyetleri kısmak sermayedarların en büyük kaygısı re-tacizi etkileşime girmiş ve korkunç bir "kaza"nm matrisi haline
haline gelir. Maliyet de neyin maliyeti? Açıkçası, meta üretiminin gelmişti. Bhopal'de bozulma tek bir yerde yoğun olarak gerçekleş­
kapsamına giren her şeyin diyebiliriz. Bunun büyük bir kısmı baş­ mişti. Genel anlamda ekolojik krizi bu bozulmanm bu kadar yoğun
ka metalardır (ömeğin, yakıt, makine, inşaat malzemeleri, vb. ve olmamakla birlikte daha geniş bir alanda gerçekleşmesi olarak ka­
en önemlisi, kapitalist sistemin kalbinde işçilerin ücret karşılığı bul edebiliriz; dolayısıyla bu felaket şimdi daha yavaş ve dünya ge­
sattığı işgücü). Ancak aynı analiz işgücü için yapıldığmda, bir nok­ nelinde gerçekleşiyor.
tada meta şeklinde üretilmedikleri halde kapitalizmi tanımlayan Üretim koşullannın bozulmasmı engellemeye çalışan veya hat­
büyük piyasada meta muamelesi gören varlıklara ulaşmz. Bunlar ta bundan kâr sağlayan karşı tekniklerin sürekli geliştirildiği (kirli­
yukanda sözü edilen "üretim koşullan"dır ve altyapı ve işçiler gi­ liği önleyen cihazlar, kirletici maddeleri meta haline getirmek gibi)
bi kamusal olarak üretilen imkânlan ve doğayı kapsar (gerçi bu do­ söylenerek buna pekâlâ karşı çıkılabilir. Bir dereceye kadar bu tek­
ğa, neredeyse her zaman olduğu gibi, daha önceki insan faaliyetle­ nikler etkilidir de. Hatta, bütün sistem dengede olmuş olsaydı,
rinden çoktan payını almış bir doğadır). İkinci Çelişki’nin etkileri önlenebilirdi ve biz bundan yola çıkarak
Meta üretimi süreci mübadele değerinin kullanım değerinden ekolojik krizin varolduğu çıkarımında bulunmazdık. Ama bu bizi
daha fazla önem kazanmasının bir tezahürüdür ve iki yönlü bir bo­ sermayeyle ilgili diğer büyük somna, onun her türlü sınırlamaya
zulmaya yol açar. Bir kere, doğanın metalaştıniması söz konusu­ düşman gözüyle bakması sorununa götürür.
dur, ki bu metalaşmaya insanlar ve vücutlan da tabidir. Ancak do­
ğa, II. Kısım'da daha aynntılı bir biçimde incelerken göreceğimiz
Birikim
gibi, bu şekilde işlemez. Sermayenin ideologlan ne derse desin,
doğanın yasalan parasallaştırmayı asla içermez; doğa yasalan var- Bu bağlamda Grundrisse'de Marx şunlan yazmıştu-:
lıklannı daha ziyade para biçimine dönüştürüldüğünde iç ilişkileri
Gelgelelim, zenginliğin genel biçiminin (paranın) temsilcisi sıfatıyla
bozulan ekosistemler bağlammda sürdürürler. Bu nedenle, parasal- sermaye, aslen kendisini sınırlayan engelleri aşmaya yönelik sonsuz ve sı­
laştuma ve mübadele yoluyla sürekli metalaştırma, ekosistemlerin nırsız dürtüdür. Her sınır onun için bir engeldir, engel olmak zorundadır.
özgüllüğünü ve giriftliğini bozar. Buna bir de, geride kalan veya Yoksa sermaye (kendi kendini üreten para) olmaktan çıkar. Belli bir sını-
kârlı olmayan şeyleri değersizleştirme veya bunlara yönelik bariz n engel olarak algılamaz da bir engel olarak onun sınırlan dahilinde rahat
özensizlik de eklenir. Burada "dış unsurlar" [externalities] diye ad- ederse, mübadele değerinden kullanım değerine, zenginliğin genel biçi­
minden zenginliğin özgül, ana tarzına indirgenir. Böyle bir sermaye bir
landınlan şeyler ortaya çıkar; bunlar kirlenmenin ambarlandırlar.
anda sonsuz değer yaratamadığı için belli bir artıkdeğer yaratır; ama aslen
Sermaye ilişkisinin (o amansız rekabetçi kâr etme saikiyle birlikte) sürekli aynı şeyden daha fazla yaratma hareketidir. Artıkdeğerin nicel sı­
varlığını devam ettirdiği sürece, nihayet bir noktada üretim koşul- nın ona doğal bir engel olarak, sürekli alaşağı etmeye çalıştığı, sürekli aş­
larmm bozulacağı, dolayısıyla doğal ekosistemlerin dengesinin bo­ maya çalıştığı bir zorunluluk olarak görünür.
zulup yok olacağı muhakkak. James O'Connor'ın bu fenomenle il­
gili öncü çalışmalannda gösterdiği gibi, bu bozulmanm bizatihi 9. O'Connor'dan (1998) almmıştır. "Birinci Çelişki," işçilerin maaşlannda
kârlılık üzerinde çelişkili bir etkisi olacaktır ("Sermayenin İkinci kesinti yapmanın, ürettikleri metalarm satın alınmasını güçleştirdiği klasik "ta­
hakkuk krizi"nden kaynaklanan çelişkidir.
Çelişkisi"); bu etki ya üretimin doğal zeminini tamamen yıkacak
10. Marx 1973; 334. Çevirmen ve editör Martin Nicholaus bu paragrafla He-
şekilde kirletmek suretiyle doğrudan ya da işçilere verilecek sağlık gel'in Mantık Bilimi (Hegel 1969) arasında bir bağlantı kuruyor.
66 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 67

Marx'ın kavrayış derinliğini takdir etmemek imkânsız: Serma­ bunlara hizmet edecek teknolojiler ve bunlann devamını sağlaya­
ye, özünde niceldir ve nicellik rejimini dünyaya dayatır: Bu serma­ cak bir kültür aygıtı (modada ömeğin, çeşitli dergiler, fotoğraf
ye için bir "zorunluluk"tur. Ama sermaye aynı zamanda zorunlulu­ stüdyoları, reklam ajanslan, halkla ilişkiler firmalan, psikoterapi­
ğa karşı hoşgörüsüzdür; kendi dayattığı smırlann ötesine gitmek ler, vb.) yaratır.
ister sürekli, bu yüzden de ne duralur ne de bir dengeye oturur; İf­ Sermayenin kârlılık rejimi daimi bir istikrarsızlık ve huzursuz­
lah olmaz biçimde kendi kendiyle çelişir. Her nicel artış yeni bir sı­ luk rejimidir. Yönetici smıfta bile hiç kimse kendini sürekli kanıt­
nırdır, hemen yeni bir engel haline gelen bir smır. Sonra bu sı­ lamadığı sürece "yönetemez"; CEO şirkete kâr sağlamakla yetin­
nır/engel bileşimi yeni değer alanı ve yeni sermaye oluşumunun memeli, çok daha önemli bir şey yapmalı, yani kâr oranını artırma-
potansiyeli haline gelir; derken bu da bir başka sınır/engel bileşi­ lıdu", yoksa hemen kenara itiliverir. İnsan elindekiyle yetinemez,
mi haline gelir ve bu böyle sonsuza kadar devam eder (en azmdan onu sürekh artırmaya çalışmalıdır. Kapitalist için büyüme hayatta
sermayenin mantık şemasında). Her şeyden önce sermaye adına kalmayla eşanlamlıdır, zira büyüyemeyenler yok olup giderler ve
üretim yapacak şekilde biçimlenmiş olan toplumun huzursuzluk yerlerini bir başkası alır. Ne kadar şeye sahip olursanız olun, aslın­
verecek kadar dinamik olmasında, yeni zenginlik biçimleri yarat­ da hiçbir şeye sahip değilsinizdir: Ertesi gün her şeyin varlığım ye­
masında, geçmiş zenginlik biçimlerini sürekli olarak miyadı dol­ ni baştan kanıtlamak gerekir. Burjuvazinin o meşhur özelliği de bu­
muş hale getirmesinde, değişim ve mal mülk delisi olmasında (ve radan gelir: Ne kadar zengin olurlarsa olsunlar daha da zengin ol­
bunun ekolojiler için bir felaket olmasında) şaşılacak bir şey yok. mak zorundadırlar. Son on yılda kaydedilen o dillere destan "büyü­
Her smır/engel bileşimi metanın biçimlenmesi için uygun bir me" daha fazla birikim elde etme güdüsünü bir nebze olsun azah-
yer olduğundan, bu bileşim sermayenin alameti farikalanndan olan madı, sermaye egemenliğini sürdürdüğü sürece de azaltacağa ben­
"genel meta üretimi"nin reçetesi haline gelir. Söylemeye bile gerek zemiyor. Elde etme ve sahip olma duygusunun diğer bütün duygu­
yok, bu süreç sermayedarlar bir araya gelip yeni meta yerleri seçi- lara galebe çalmasının nedeni tam da gerçekliğinin asla güvence al­
yorlarmış gibi net bir biçimde gerçekleşmiyor. Bir dereceye kadar tına ahnamamasıdır. İnsanlar bu çarkm içinden çıkabilirler elbette
böyle bilinçli yapılan şeyler oluyor tabii (televizyon kanalı yöneti­ (dünyalıklannı yaptıktan sonra emekliye aynlıp midilli veya laha­
cilerinin yeni durum komedileri yaratmaya, otomobil üreticilerinin na yetiştirmeye başlayabilirler). Ama bunu yaptıklarında sermaye­
yeni dört çekerli araba modeli tasarlamaya çalışmalarım düşüne­ nin kişileşmiş hali olmaktan çıkarlar ve hemen başkalan ortaya çı­
lim). Ama en ilgi çekici ömekler, sistemin planlanmamış veya az kıp onlann rollerini kapar.
çok kendiliğinden gerçekleşen faaliyetlerinin yeni kesişim yerleri Para (kapitalist değer biçimi) bütün ilişkileri soyutlaştu-ıp dağı­
yaratması ve buralann da hemen kâr faaliyetlerinin yeni alanı ol­ tır, yerlerine nakit rabıtasını koyar. Bu da sermayenin bünyesinde­
masıdır. Kirlilikten yararlanıp bunun ticaretini yapmak veya biza­ ki acımasız rekabetçiliğin işlemesini sağlar, çünkü para gerçek tek
tihi ekolojinin dengesinin bozulmasından kaynaklanan yeni hasta- bağ ise, o zaman gerçek anlamda hiç bağ yok demektir ve evrensel
lıklann tedavisi için ilaç sanayiinin yeni antibiyotikler bulmaya ça­ kıskançlık, şüphe ve güvensizlik her yere hâkimdir. "Sistem işler",
lışması gibi kapitalistlerin çok sevdiği olasılıklar bu türden örnek­ zira bu şekilde teşvik edilen rekabet, hayatta kalmanın bedeli ola­
lerdir. Sistemin dur durak bilmeyen hareketinin devamlı yarattığı rak sürekli büyümenin motora haline gelir. Para, maddi altyapısı
kaygılar ve ihtiyaçlar sürekli olarak yeni meta faaliyeti döngüleri­ doğa yasalanna bağlı olduğu halde çaba sarf etmeden büyümeye
ne kanalize edilir. Kapitalizm, varlığı bir piyasa içinde yer almaya devam ettiği için, hiç bitmeyen iş faaliyetlerinin yarattığı büyük
bağlı olan yalıtılmış, kaygılarla boğuşan bir benlik mi yaratır? sermaye havuzlan büyümenin göstergeleridir; sermaye toplandık­
Böyle bir benlik yaratan sermaye bu son derece narsisist varlık du- ça daha fazla büyümek için baskı yapar. Bu nedenle kapitalist bü­
ramuna hizmet edecek metalar da yaratır: Moda ve imaj nesneleri, yümenin baskısı üslü bir büyüme baskısıdır, yani faaliyete geçmek
68 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE 69

İçin baskı yapan birikmiş sermayenin toplam büyüklüğüyle doğru Bu hareketin sonunda para bir kez daha başlangıç noktası olarak orta­
ya çıkar. Bu nedenle her ayn döngünün bir satın alma ve sonrasında satı­
orantılıdır. Marx'm aynı kitabm başka bir paragrafında ortaya koy­
şın gerçekleştiği nihai sonucu, kendi kendine, yeni bir döngünün başlan­
duğu gibi: gıç noktasını oluşturur. Basit meta dolaşımı (satın almak için satmak) do­
Engel fethedilmesi gereken bir kaza olarak görülür. Bu en yüzeysel in­ laşımın dışında yer alan bir amaca, yani kullanım değerlerinin temellük
celemelerde bile kendini gösterir. Sermaye 100 iken 1000 olduysa, artık edilmesi, ihtiyaçlann karşılanması amacına ulaşmanın bir aracıdtr. Para­
kalkış noktası, artışın başlangıç noktası lOOG'dir; on katı; bunun sonucun­ nın sermaye olarak dolaşımı ise, aksine, başh başına amaçtır, zira değerin
da kâr ile çıkar da sermaye haline gelir. Daha önce artıkdeğer olarak gö­ kıymet kazanması ancak bu sürekli yenilenen hareket içinde mümkündür.
rünen şey şimdi, basit bileşimi içinde varolan basit bir önkabulden vs. baş­ Bu nedenle, sermayenin hareketi sınKsızdır.*^
ka bir şey değildirM
Sermayenin smırlan hiçe sayması, onlan sadece aşılması gere­
Bu son derece sıkıştınimış paragrafı {Grundrisse Marx'm çalış- ken engeller olarak görmesi bu asli nitelikten kaynaklanmaktadır.
malannda kullanmak üzere kendisi için tuttuğu notlardan ibarettir, Gerçek dünyada, parasallaşıp birbirini izleyen bir P-M-P' döngüsü
okur düşünülerek yazılmamıştır) açarsak, Marx sermaye rejiminde içinde yer almadığı sürece her sınır sermaye için gereksizdir. Bu
her ilk kânn sadece bir başlangıç noktası olduğunu söylüyor. Aym akışta meydana gelebilecek her gecikme veya yavaşlama ölümcül
işlem ikinci bir döngüde devam ettirilirse aynı genişletici güç gö­ bir tehdit olarak kabul edilir. Bir yatmm döngüsü tarafmdan bir sı-
rülür, ancak bu işlem bu sefer daha yüksek düzeyde gerçekleşir. 10 nu-, bir geri besleme süreci veya bir ekolojik uyan sinyali üretildi­
olan bir para birimi ilk döngüde 100 olursa, ikinci döngüde bu bi­ ğinde, bu bir sonraki döngü için bir başlangıç noktası oluşturur. Sı­
rimin 1000 olma eğilimi vardır Bu nedenle kapitalist üretim sade­ nırlardan sadece engel olarak söz etmek biraz yanıltıcıdır. Serma­
ce genişleme eğilimli değildir (çünkü sermaye olabilmesi için pa­ ye hareketini sürdürmek ve kendisini sınırlayan her şeyi reddetmek
ranm dolaşıma girmesi ve bir artıkdeğer elde edilmesi gerekir), ay­ istediğinde öyledirler Ama engel-smn- aynı zamanda yatınm, me-
nı zamanda üslü genişleme özelliğine de sahiptir. Marx'm Kapital talaşma ve mübadele noktasıdır da. Dolayısıyla, sermaye büyüme
de belirttiği gibi: yeri olarak engel-smırlara ihtiyaç duyar ve onlan arar. Bu bir mid­
Satın almak için satma fiilinin tekran veya yenilenmesi [yani, M-P- yenin kum tanesinden inci yapmasına benzer, ne var ki, yumuşak­
M'] ölçüsünü ve amacını... kendi dışında bulunan nihai bir amaçta, yani çalar ve ekosistemlerde yaşayan diğer canlılar hassas iç kaidelerle
tüketimde, bariz ihtiyaçlann tatmininde bulur. Buna karşılık satmak için tanımlanırken, sermayenin büyümesi, kişileri kapitalist komuta ya­
satın alırken [yani, P-M-P'] son ile başlangıç aynıdır, yani para veya mü­ pısı dahilindeki mevkileriyle doğru orantılı olarak ele geçiren per­
badele değeri, işte bu durum hareketi sonsuz bir hareket haline getirir.'^ vasız bir iptila gibidir. Bir ölçüde ihtiyatlı hesaplar yapmadan da
Zira daha fazla para, üzerinde daha büyük bir rakam olan bir olmaz elbette. Ama birikim sürecine böyle bir şey içkin değildir;
paradır, bu yüzden, [asıl] tutkunun önünü açmak amacıyla dışandan uygulanır. Nite­
kim bütün reformlar büyüme sürecinin yoluna denetimsiz devam
etmesine imkân tanımak üzere yapılır.
Bu büyülenmeden kuşkusu olan varsa, 1997'nin başlarında dün­
11. Marx 1973: 335, italikler özgün metne ait.
12. İlk döngüde, basit meta dolaşımında, M belli bir para (P) karşılığında sa­ ya sisteminde yaşanan baş döndürücü genişleme anmı hatırlasın.
tılan, sonra da eşit değerde başka bir metayla (M') mübadele edilen bir metaya Bu genişleme haberi İsa'nın yeryüzüne ikinci gelişi gibi karşılandı.
karşılık gelir. Sermayenin dolaşımı olan ikinci dolaşımda, bir miktar para (P) bir Wall Street JournaMe 13 Mart 1997'de yayımlanan başmakalesin­
meta (M) için ödeme yapmak üzere dolaşıma sokulur, sonra bu meta başka bir
miktar para (P') karşılığı satılır. (P) eğer (P')den, sermayedann ihtiyacından bü­
de G. Pascal Zachary ekonomi sisteminin en önde gelen uzmanla-
yükse, geriye artıkdeğer olarak P'-P veya AP kalır. Marx "değer" terimini müba­
dele değeriyle eşanlamlı olarak kullanır. 13. Marx 1967a: 252 -3 .
SERMAYE 71
70 DOĞANIN DÜŞMANI

rmın görüşlerinin bir özetini veriyor ve sermayenin dünya genelin­ sayısı ABD'dekinin dört katıdır; bu arada dünyada öyle bir tüketim
de kalıcı bir zafer kazandığı konusunda hepsinin hemfikir olduğu­ genişlemesi hissediliyordu ki tek bir ömek vermek gerekirse, 1990'
nu belirtiyordu (tek istisna, bu büyümenin "yalnızca yüz yıl" süre­ da sıfırdan başlayan Citicorp'un 1997'de Asya'da yedi milyon, La­
bileceğini düşünen George Soros'tu). "Olumlu taraflan müthiş de­ tin Amerika'da da iki milyon kredi kartı sahibi bulunmaktaydı.
recede fazla," diyordu Harvard'dan ekonomist Jeffrey Sachs; Ar­ "Kamu mülklerinin büyük çaplı satışlan gibi büyümeyi daha da
jantin'in neoliberal yeniden inşasınm mimarı Domingo Cavallo, hızlandıracak sürpriz ve olumlu gelişmeler bekleniyor. 'Özelleştir­
"Altm bir çağa adım attık," diye ekliyordu. "Altın çağ" deyimi ye­ me konusunda daha bk şey yapmış sayılmayız' diyor Citicorp'un
ni BM Genel Sekreteri Kofi Annan'm da duygularmı yansıtıyor­ planlama bölümünün genel müdürü Shaukat Aziz."'*
du;*“* Dünya Bankası'nm baş ekonomisti Joseph Stiglitz ise, ileriki Hatırlayalım: Daha 1970'te, yani zaman ölçüsü olarak önemsiz,
yirmi yıl içinde dünya büyüme oranmda ulaşılması beklenen yüzde ama sennaye için sonsuz sayılabilecek bir zaman dilimi olan otuz
4'lük "yeniden üretilebilir" artışla birlikte, "ekonomik büyümenin yıl kadar önce, "büyümenin sınırlan" kavramı dünyanm seçkin in-
sanayileşmiş ülkelere yeni bir ufuk açacak tarihsel bir düzeye ula- sanlannı, en azından bu seçkin tabakanm "Roma Kulübü" imzasıy­
şacağı"nı belirtiyordu. la yayımlanan aynı adlı rapom hazırlayan önemli bir bölümünü et­
Aynı gazetenin 28 Nisan tarihli baskısında Dünya Ticaret Örgü- kilemişti. Bir kuşak kadar sonra ise "büyüme"yi smırlandırma, bir
tü'nün o zamanki direktörü Renato Ruggiero'nun iyi haberlerle ilgi­ başka deyişle, sermayeyi dizginleme kavramı yönetici smıfm ko­
li görüşleri yer alıyordu. Bu nimeti bize, son kırk yıl içinde 15 kat lektif bilincinden tamamen atılmıştır.
artan dünya ticareti bahşetmişti. Son yirmi yılda büyüme oranmda Son birkaç yılın "büyüme" açısmdan pek canlı geçtiği söylene­
gerçekleşen yüzde 4'Iük artış mucizesini, basit bir cebir işlemi ya­ mez; hatta, bu satırlar yazılırken ekonomi uzun zamandır ertelenen
pıp mal ve hizmetlerin ikiye katlandığı şeklinde bir ifadeye tercüme bir iniş trendinin kıskacı altında. Yine de, somut özellikler sürekli
ettiğimizde, daha iyi anlayabilirdik. Bu durumda kabaca söylersek, değişse bile, büyüme açısından iyi geçen zamanlarda da kötü ge­
2020 civarmda bugün üretilen her şeyden bir yerine iki tane olacak: çen zamanlarda da, esas zihniyet ile dinamikler aynı kalmıştm
Bugün üretilenden iki kat daha fazla araba, jet uçağı, böcek ilacı, Ekolojik krizin en önemli örneği olduğu iddia edilebilecek kü­
Çin ve Hindistan'da bugün varolanm iki katı maddi zenginlik. DTÖ resel ısınma cephesinden baktığımızda, olasılıklarm ne kadar ölüm­
direktörüne göre bütün bunlar, ticaret (1970-89 yıllan arasmda cül olduğunu şimdi daha iyi anlar hale geldik. Ancak, kaotik dünya
"açık ekonomiler" yılda ortalama yüzde 4.5, "kapalı" olanlarsa sa­ sistemi, tepkilerin olayların hızının çok arkasında kalmasma neden
dece yüzde 0.7 büyüme kaydetmişti - artık dünyada kapalı ekono­ oluyor. Şiddetli fırtmalann sıklıklan ve etkilerini düşünmek bile
mi yok denecek azdır) ve sermayeye açık pazarlar bulunması saye­ yeterli. Bu fulmalar, vücudu parçalayan metil izosiyanitin fizyolo­
sinde gerçekleşmiştir; bu gelişmeler Amerikan çokuluslu şirkederi- jik düzeyde yaptığını iklim düzeyinde yapıyorlar. Her ikisi de, ka­
nin "adeta başım döndürüyor." Ömeğin, Boeing yirmi yıl içinde 1.1 otik ve yıkıcı sonuçlar doğuran, ekosistem tamponunun engelleye­
trilyon dolar harcanarak yolcu uçaklan filosunun iki katma çıkaca­ meyeceği kadar büyük ve zaptedilmez bir enerjiyi temsil eder. Son
ğını, yolcu uçağı talebinin dörtte üçlük kısmının da yurtdışından birkaç yıl içinde Honduras ile Nikaragua'yı yerle bir eden Mitch
geleceğini tahmin etmektedir. Çin'de inşa edilen yürüyen merdiven Kasırgası ile Çin, Hindistan, Mozambik ve Venezuela'yı vuran ve

15. Zachary 1997; Ruggiero 1997. Dünya Bankası'nm politikalarına karşı


14. BBC'nin gerçekleştirdiği binyıl sonu araştırmalanndan birinde sorduğu
çıktığı için işine son verilen, bu yüzden de kahraman haline gelen Stiglitz hak­
son bin yılın en büyük insanı kimdir sorusuna, Annan birinci sırada Adam
kında daha fazla bilgi için bkz. 8. Bölüm. Her ne kadar bu yaptığı hayranlık ve­
Smith'i zikrederek cevap vermiş. Dag Hammerskjöld veya U Thant'ın aynı şeyi
rici bir hareketse de, Stiglitz burada büyümenin içerimleri konusunda karakteris­
yaptığını düşünebilir miydik? Annan ise ulusaşm sermayeye olan sorgusuz sual­
siz bağlılığı için ödüllendirilmiştir. tik bir körlük içinde.
72 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE 73

on binlerce insanın ölümüne neden olan diğer yıkıcı fırtınalara şa­ Bunun açıklaması birikim mantığmın içindedir. Mesele, sera
hit olduk. Venezuela'daki fırtınada, Caracas yakınlanndaki bir da­ gazı üretimiyle ciddi bir biçimde baş etmeye yönelik her girişimin
ğın rüzgâr almayan kuytu tarafma kurulmuş bir gecekondu mahal­ sermayenin görüş ufkunu meydana getiren kısa ve orta vadeli kâr­
lesi, yağan yağmurlann etkisiyle oluşan toprak kayması sonucu da sorun yaratacağı şeklindeki bariz gerçek değil sadece. Şimdi,
yerle bir olmuş; toprak kayması diri diri gömdüğü ya da denize sü­ burada başka bir güdü daha söz konusu: Küresel ısmmanm, şimdi
rüklediği 20.000 kişinin (hakkaniyetli veya aklı başında bir toplum­ ve burada, i§ için iyi olduğunun fark edilmesi. Ömeğin, Fransa'da
da olmuş olsalar oraya yerleşmeyi akıllannm ucundan bile geçir­ 1999 yılında yaşanan korkunç fırtmalarm makro-ekonomik etkile­
meyecek olan bu insanlann) ölümüne neden olmuştur. Bu felaket­ rinin küçük olduğu anlaşılmakla kalmamış, bunlann, Fransız Si­
lerin her biri, dikkat edin, Bhopal büyüklüğünde olmasma rağmen gorta Şirketleri Federasyonu başkanı Denis Kessler'in belirttiğine
hiçbiri sanayi sisteminin sorumlu tutulması gereken bir olay olarak göre, "GSMH için iyi olduğu" da ortaya çıkmıştı. Bunun nedeni, bu
kabul edilmemiştir, çünkü ortada ne üzerine eğilinmesi gereken bir tür olaylarm neden olduğu hasarlarm gelişmiş bir ülkede görece
kaza vardır ne de suçlanacak bir Union Carbide, sadece ekosistem- düşük olması (Fransa'da gecekondu mahallelerinin bulunmaması,
den kaynaklanan sayılamayacak kadar çok ve yaygm olaylar ile birçok ilkyardım ekipmanına sahip olunması gibi) ve onanmlar
tahmin edilemeyen, ama yapılması kaçınılmaz olan hesaplar. için harcanan ve hasar görmüş mülkün daha çağdaş bir tarzda ye­
MlC'in neler yaptığını ve Bhopal'deki felakete nasıl neden oldu­ nilenmesini sağlayan fonlar sayesinde parasal değerin artmasıdır.
ğunu kesin olarak biliyoruz, ama fırtmalarm durumu belirsizdir. Makalenin yazarı Hervé Kempf şunlan belirtir:
Ancak, toplumun ortada ekolojiye yıkıcı etkileri olan ilişkilerin Dünya ekonomisinin karar alıcılan, hiçbir değişim olmazsa sera etki­
varlığına dair nihai bir kanıt olmasa bile (ki bu tür olaylann doğa­ sini yoğunlaştırmaya devam edecek olan bu büyüme biçiminin faydasını
sı gereği böyle bir kanıt asla ortaya çıkmayabilir) önemli belirtile­ görürüz düşüncesiyle iklim değişimi konusunda hiçbir şey yapmamaya
rin olması durumunda ihtiyatı elden bırakmaması gerektiğini vaze­ karar vermiş gibiler; böyle bir şey olursa da, kendimizi bundan koruyabil­
den "önlem ilkesi" diye bir şey vardu-. Güneş enerjisinin atmosfer meliyiz (bunun küresel ekonomiye olumlu bir etkisi de olabilir pekâlâ).'*
içinde büyük miktarlarda hapsedildiğine ve yıkıcı fntmalann eski­ Buradaki "biz" zamiri bütün insanlığa işaret etmiyor, "geliş­
ye oranla daha sık yaşandığına dair elde yeterli veri olduğu açık­ miş" ülkelerin sakinlerine (daha doğru bir deyişle, onlann aynca-
tır. ı« Zaten futmalar da atmosferin zaptetme kapasitesinden daha lıklı smıflanna) işaret ediyor. Geri kalanlara gelince, n'apahm on­
fazla enerjinin açığa çıkmasmdan başka nedir ki? Karşı karşıya bu­ lar da çamur yesinler. Bu fırtınalar yüzünden telef olan kuşlarla di­
lunduğumuz tehlikenin büyüklüğüne rağmen dünya sisteminin ya­ ğer hayvanlann sayısı gibi yoksullann kaderleri de birikimin bü­
nıtı Carbide'ın Bhopal'e takmdığı tavır gibi umursamaz bir tavır ta­ yük resmi geçidinde önemsizdir, bu yüzden konu haricinde kal­
kınmak olmuştur.*^ maktadır. Kempf şunları söyler: "Venezuela'nm petrol çıktısı etki­
lenmediği sürece, ekonomik açıdan ülkedeki sel mağdurlarınm pek
bir önemi yoktur." Sonuçta, onliuın kaderleri de milyarlarca ben­
16. Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin belirttiğine göre, ABD'nin tari­
hindeki en ağır bedelli on fırtına, ki buna dört de kasırga dahildir, 1990'larda ger­ zerleri gibi göz ardı edilmişti.
çekleşmiştir. Taub 2000: D 10. Kempf in ortaya koyduğu bu düşünce biçimi hem dünyanm
17.2000 Ağustosu'nda Kuzey Kutbu'nun suya dönüştüğü (50 milyon yıl için­ zenginleriyle yoksullan arasmdaki gittikçe açılan uçurumun bir te­
de ilk kez) haberleri yönetimdeki seçkinlerin ilgisizliği ve alaycı tavırianyla kar­
şılaşmıştı. Wall Street JournafdsL yayımlanan bir okur yazısının başlığı -"N e ya­
zahürüdür hem de bu uçurumun açılmasının bir nedeni. Aynı za­
palım yani?"- bu tavnn tipik bir örneğiydi. Burada bu sonınun peşinden gideme­ manda sermayeye özgü akıl yürütme tarzının, birikimin uygun gös-
yiz belki, ama Kyoto Protokolü'nün küresel ısınmayı kontrol altına almak için
gereken şartlan yerine getirmede çok yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. 18. K em p f 2000; 30.
74 DOĞANIN DÜŞMANI

tergeleri olduğu için gayn safı milli hasıla (GSMH) gibi tümüyle ni­
celiksel göstergelere başvuran bir akıl yürütme tarzmm en iyi öme-
ğidir. Yaşayanları da ölüleri de onlann metalaştmimasmdan ne el­
de edilebileceği ortak paydasına indirgeyen bu rakamlann budala­ Kapitalizm
ca zalimliği, ekolojik krizle ilgili eleştiriler geliştiren hemen herke­
sin dikkatini çekmiştir. Ama GSMH üzerinden düşünmeyi basit bir
hata olarak değil de egemen iktidarm fiili mantığı olarak görmek
gerekir; bu iktidar yerinde kaldığı sürece, onu insani ve ekolojik
yargılan yansıtacak şekilde gözden geçirmek gerektiğinden dem
vuran feryatlar gülünçtür.
Ama yine de bu bir hatadır, geleceği tehdit eden büyük bir ha­ SERMAYENİN ekolojik krizdeki sorumluluğu ampirik olarak, eko-
ta. Dünyanın değere, ekonominin GSMH'ye indirgenmesi sırasında sistemle ilgili hasarlann izi sürülüp sermayenin kuvvet alanının et­
hem bir soyutlama hem de bir daraltma meydana gelir. Sermaye­ kisi altmdaki şirketlerin ve/veya hükümet kurumlarınm faaliyetle­
nin merceğinden görülen her şey, ekolojiye duyarlı somut bağları rine bağlanarak ortaya konabilir. Sermayenin bir taraftan üretim
artık niceliklerden ibaret olan metalara dönüşür. Bu yüzden birbir­ koşullannı bozma (İkinci Çelişki) diğer taraftan da kanser hücresi
lerinden koparlar ve ayn ayndırlar. Küresel ısınma konusunda he­ gibi yayılma eğilimleri toplu halde değerlendirilerek de ortaya ko­
saplar yapan burjuva, konuyu bir dizi fırtınaya ve kâr üzerindeki nabilir. İkinci Çelişki, münferit durumlarda, geridönüşüm, kirUhği
etkilerine indirger. "Çok güzel, hâlâ para kazanıyoruz," der, sonra denetim altma almak, verilecek krediler, vb. sayesinde dengelene-
kitabını kapatır, dünyayı, Blake'in dediği gibi, "zihninin hapishane­ bilse de sermayenin sürekli yayılma zorunluluğu, gittikçe daha ge­
sindeki dar çatlaklardan" görmeye başlayacak hale gelinceye kadar niş bir alanı etkileyerek ekolojileri kenarlarmdan aşındıru-, iyileş­
görüş açısını daraltır ve küresel ısınmanın bütün ekosistemlerin da­ tirme çabalanm hükümsüz veya etkisiz kılarak istikrarsızlığın hızı­
hil olduğu, etkileşim halinde bh-birleriyle ilişki kurduklan bütün­ nı artmr. Duruma göre, sermayenin yayılma gücü doğrudan görü­
lüklü bir düzeyde gerçekleşen bir süreç olduğunu unutur. O parası­ lebilir; Başkan George W. Bush'un 2(X)1 Martında, borsa serbest
nı sayıp rahat rahat sera gazlarını üfürürken, her yerde olaylar bü­ düşüşe geçtikten sonraki gün, gittikçe şiddetlenen birikim krizi yü­
tün hızıyla devam eder. Sermaye, sınırlann tümüyle kendi sonsuz zünden CO2 emisyonlannı denetim altına alma sözünden aniden
birikim mantığı çerçevesinde yok edilmesini ister, ama yok olma­ caymasında olduğu gibi. Kısaca belirtmek gerekirse, sermayenin
sından hoşlanmayacağı başka sınırlar da vardır. Kutup buzulu eri­ yayılması, dev birikim makinesinde, yani kapitalist toplum içinde
yor ve okyanuslardaki akıntılar değişiyor. Bir gün ihmal edilen bu gömülü birçok aracının yardımıyla gerçekleşir.
küçük değişimler dev bir Bhopal gibi bir araya gelip bize çok kötü Bu toplumun temelde nasıl işlediğini daha yakmdan inceleme­
bir sürpriz yapabilir. Kimbilû-, bakarsmız bir gün Fransız burjuva­ miz gerekir. Tartışmayı soyut yasaları tek tek sıralayarak kapata­
zisi uyanır ve o narin ülkelerinde Gulf Stream akıntısından eser mayacağımız kadar çok şey söz konusu burada. Sermaye otomatik
kalmadığını, Gulf Stream'in sıcaklığını ısı farkı kalmamış bir de­ çalışan bir mekanizma değildir, uyduğu, bilincin dolayımmdan ge­
nizde heba ettiğini görür. Bunun GSMH'ye etkisi ne olur acaba? çen yasalar eğilimlerden ibarettir. "Sermaye şunu yapar" veya bu­
"Çamur yesinler" sözüyle kraliçenin sözlerini biraz değiştirerek nu yapar derken, insanlann sermayenin himayesi altında bulun­
kullanmıştık, bu paragrafı ise kralın geleceği gören ve hem düm­ dukları belli eylemleri kastederiz. O halde, bu eylemlerin neler ol­
düz hem de metafor olarak yorumlanabilecek şu sözleriyle bitire­ duğu ve bunlann nasıl değiştirilebileceği konusunda öğrenebildiği­
lim: "Après moi, le deluge." [Benden sonra tufan!] miz kadar çok şey öğrenmemiz gerekiyor.
76 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPİTALİZM 77

■ Sermaye, emek sömürüsüyle birlikte ortaya çıkmış ve emeğin söz konusu. Sermaye topluma nüfuz ederken ve topluma nüfuz et­
sömürüsünün paraya özgü güçlere maruz kalmasıyla biçimlenmiş­ mesinin şartı gereğince hayatm bütün yapısı değişir.
tir. İnsanm dönüştürücü gücünün piyasada satışa sunulan işgücü Her canhnm bir "yaşam dünyası" vardır, evrenin ikamete ya da
şeklinde soyutlanmış hali onun çekirdeğini oluşturur. Rüşeym ha­ yaşantıya açık bir parçasıdır bu.^ Başka bir deyişle yaşam dünyası,
lindeyken kapitalist ekonomiyi feodal devlet beslemiş, sonra kapi­ bir ekosistemin onun içinde yer alan varlıklar tarafmdan görülen
talist ekonomi bu devleti ele geçirmiş (genellikle devrimlerle) ve halidir. Dolayısıyla, metalann sahip olduğu yararlan temsil eden
merkezine sermaye birikimini yerleştirmiştir. Kapitalist üretim tar­ kullanım değerleri yaşam dünyalanna girmiştir; giriş noktalan da
zı böylece yerleştikten sonra sermaye, toplumu kendi imgesine dö­ öznel olarak istek veya arzu, nesnel olarak da bir dizi ihtiyaç şek­
nüştürmeye ve ekolojik krizin koşullannı hazırlamaya başlamıştır. linde kaydedilir. Sermaye yaşam dünyalanna nüfuz ederken onlan
Haklı olarak ekolojiye zarar veren kuruluşlar diye tanımladığımız kendi birikimini artıracak şekilde değişime uğratır; birikimini artır­
dev şirketler sermayenin tamamını oluşturmazlar, sadece onun ana ma işini de çoğunlukla tatminsizlik veya eksiklik duygusu yarata­
ekonomik araçlarıdırlar. Dolayısıyla sermaye, faaliyetini şirketler rak gerçekleştirir; bu nedenle, kapitalizmde mutluluğun yasak ol­
aracılığıyla sürdürür, ama aynca toplumun her yanında ve insanm duğu, onun yerini duyumsalhğm ve yatıştmlamayan arzunun aldı­
ruhunda da faaliyettedir. ğı rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamda, çocuklar kafeinli, bol şeker­
Genel bir ifadeyle, bu faaliyet üç boyutta (varoluşsal, zamansal li veya yapay tatlandıncılı içeceklere o kadar büyük bir arzu duyar­
ve kurumsal) gerçekleşir. Başka bir deyişle, insanlar hayaüarmı lar ki, onlarm bu içeceklere ihtiyaçları olduğu (vücutlanna bu tür
her geçen gün sermayeye daha bağımlı bir biçimde sürdürüyorlar; içecekler almadıklannda davranış bozukluklan gösterdikleri) pe­
bu şekilde yaşarlarken hayatlannm zamansal hızı sürekli artıyor ve kâlâ söylenebilir; büyükler de spor ciplere karşı benzer bir ihtiyaç
sonunda da, kurumlarm bu yaşayış tarzının sürekli daha geniş bir hissedecek veya benzinle çalışan yaprak püskürtme aletlerini ha­
alana yayılmasına hizmet etmek için varolduğu bir dünyada yaşar yatlannm aynlmaz bir parçası olarak görecek, hayatlarım pasif bir
hale geliyorlar; Yani, küreselleşme dünyasmda. Ekosistemlerin bü­ biçimde televizyonun karşısında geçirecek ya da alışveriş merkez­
tünlüğüne düşman bir toplum ve bütün bir varlık biçimi bu şekilde lerini ve onlarm geniş otoparklarını toplumun "doğal" yaşam alan-
yaratılıyor. lan olarak görecek hale gelmişlerdir.
Burada ikili bir değişiklik olduğuna dikkat edin. Bu şekilde su­
Sermayenin Yaşam Dünyalarına Nüfuzu nulan metalar, mesela dört-çekerliler, hem ekolojik açıdan yıkıcı­
dır hem de kârlıdu-; bunlan kullanan ve arzulayan insanlar, ihtiyaç-
Kapitalist dünya, metalarla yayılan devasa bir üretim, dağıtım ve lan değiştiği için, kendileri de "ekoloji karşıtlığı" yönünde değişir­
satış aygıtıdır. Ortalama bir Wal-Mart mağazasının stoğunda 100 ler, yani ekolojik krizin oluşumunda suç ortağı olurlar ve krizin gi­
bin kalem mal var (şirketin intemet sitesinde ise 600 bin kalem derilmesi için eylemde bulunamazlar. Dikkatim bizim dışımızdaki
mal bulunuyor); ABD'yi baştan aşağı dolaştığınızda Wal-Mart'larm şeylere çeviren "çevreci" bakış açısının aksine ekolojik bakış açısı,
(2000 yılının başlannda mağaza sayısı 2500, her hafta bu mağaza- dışandaki doğayı kapsamakla kalmaz, toplumu da kapsar, özellik­
lan ziyaret edenlerin sayısı 100 milyon civanndaydı) yol boyunca le de, hayatm gelenek, topluluk veya daha genel anlamda geçmiş
dev zehirli mantarlar gibi her yerde pırtlamış olduğunu, kasabala- gibi içinde "doğa benzeri" unsurlar taşıyan bütün bileşenlerini. Bi­
nn bütünlüğünü bozup onların çürümelerinden beslendiğini üzüle­ rikimin devam edebilmesi için bütün bunlar paramparça edilir. Ser­
rek görürsünüz.' Burada insanlara mal taşımanın ötesinde şeyler mayenin sürekli ileriye bakma alışkanlığı ve modernlik mantığı

1. Slatella 2000: D 4 2. Bu terim fenom enoloji felsefecisi Edmund Husserl'den alınmıştır.


78 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 79

Üzerine kilit vurması bundan kaynaklanır. sma rağmen, köylerde beslenme yetersizliği veya yoksulluk olarak
Bu sürecin farkına ilk kez, sermaye hakkında henüz tutarlı bir adlandınlabilecek bir durum yoktu, yine de gençler ellerine fırsat
fikre sahip olmadığım dönemlerde, Hollanda'nın sömürgeciliğin­ geçer geçmez köylerini terk ediyorlardı. İş karşıhğı alacaklan pa­
den yeni kopmuş olsa da hâlâ büyük ölçüde Batı ekseninde yer ranm cazibesi, Coca-Cola'nm cazibesi, kasabanın ötesindeki şehrin
alan Surinam'da 1961'de seçmeli tropikal hastalık dersleri aldığım cazibesi, bütün bunlar onlan kendine çekiyordu.
sıralarda vardım.^ Orada geçirdiğim süre içinde çok çeşitli yerler Orada çok kısa bir süre bulundum, çok iyi bir gözlemci de sa­
görme imkânı buldum: Başkenti Paramaribo'yu, şehrin dışmda yer yılmam, dolayısıyla, 1961'de Surinam'm yerli halkmın dengesini
alan kasabalan gördüm ve yerli kılavuzlar eşliğinde, içi oyularak nelerin bozduğu konusundaki düşüncelerim spekülasyondan öteye
yapılmış kütük kanolarla üç haftalık bir yağmur ormanı gezisine geçemez. Tahmin edileceği üzere, kabile toplumunun yaşam dün­
katıldım. O sıralarda henüz görece bozulmamış yağmur ormanlan- yasını bozan şey kabile topraklanna yapılan tecavüzdü. Toplumun
mn ekosistemindeki kabile yaşantısı ile kısmen de Üçüncü Dünya üretken temeline müdahale edildiği zaman, karmaşık ve parçalayı­
kentleşmesini ilk elden gözlemleme imkâmm oldu. Tercihimin ilk cı bir dizi olay birbirini izler. Artık "eski âdetler" anlammı yitirdi­
sözünü ettiğim yaşam biçiminden yana olduğunu, İkincisinden hiç ği için, bir çeşit arzu serbest bırakılır, bu arzu henüz görece şekil­
hoşlanmadığımı duymak okuru şaşırtmayacaktu-. Satıhlara özgü siz ve sınırsız olduğu için de, sermaye virüsü o smu-sız zenginlik
eski bir arzuya kapılmıştım, bunlar gibi ülkelere gittiklerinde her­ vaadiyle ortama hâkim olmayı başarır. Buna daima, sermayenin lo-
halde Melville veya Humboldt'un da hissettikleri bir arzuya. Ge­ goi'ımu meta biçiminde kodlayan kitle kültürü istilası eşlik eder.
zerken doğanın ihtişamından ve nehir kıyılan boyunca rastladığım "Hayatm gerçek tadı Coca-Cola" geleneksel gerçekliğin yerini alır
canlı, soylu kültürlerden, yerli sanatıyla ışıl ışıl süslenmiş, parlak almaz, çevredeki toplumlann ele geçirilmeleri sürecininin kusur­
ve temiz köylerden çok etkilenmiş, kendimden geçmiştim. Orada suz biçimde gerçekleşmesini sağlayan iç kolonizasyon süreci tüm
hayatm tamamı törenseldi, müzik ve dansla yoğrulmuştu, şenlik­ hızıyla başlar.
liydi ve tam bir bütün gibi görünüyordu. Bütünsel insan ekosiste­ Yayılmakta olan kapitalizm, tıpkı eskiden fetihlerle yayılan Ka­
mi terimi 1961'de kullanımda olsaydı nehir kıyısmdaki bu köyü bu toliklik gibi, kendi âdetlerini bütünüyle dayatmaz, daha ziyade sö­
şekilde adlandmrdmız. Buna karşılık, kışla gibi apartmanlanyla, mürgeleştirilmiş yaşam dünyalanyla asgari müşterekte birleşir.
her köşesine sinmiş Beyaz Adam kültürüyle, alüminyum şirketinin Bunun sonucu genellikle, yerli biçimlerin ağırlığım koruduğu bir
denetimi altındaki tozlu, iç karartıcı kasaba, gördüğüm en itici yer­ karmadu-. Postmodemizme düşkün olanlar bunu "direnişin", "çeşit­
di. Korkunç bir yerdi, daha da korkuncu, bu bağımlı kültürün ne­ liliğin", vb. bir onaylaması olarak görür ve genellikle bu tür karma-
hir boyunca uzanan köylerdeki gençleri bariz bir biçimde cezbet- lan memnuniyetle karşılarlar. Ama memnuniyetleri ne kadar bü­
mesiydi. Bize göre değeriendirildiğinde ellerinde çok az şey olma- yük olsa da, çeşitliliği yeni kullanım değerleri için bir kaynak ola­
rak gören sermayeninki kadar olamaz.
3. Ders Columbia Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin Tropikal Hastalıklar Bölü- 2000 yılı itibariyle 119 ülkede 26.996 restoranı bulunan McDo­
mü'nün katkılanyla gerçekleştirilmişti. Tropikal Hastalıklar Bölümü'nün, Moen- nald's şirketi, sermayenin küresel nüfuzunun en güzel örneğidir.'*
go kasabasında büyük bir boksit madeninin sahibi olan Aluminium Company of
America şirketiyle bir iş anlaşması vardı. Surinam kabaca Ekvator’un 5° kuze- McDonald's, eski sofra alışkanlıklarının yerine "fast-food" alışkan­
yindedir ve Karayip denizine dökülen nehirleriyle tam anlamıyla bir Amazon lığını getirerek yeme-içmeyi bir sanayiye dönüştürme sürecine
ekolojisine sahiptir, tç kesimlerdeki ormanlık arazide sayılan gittikçe azalan Ga­
ribe Yerlileri; denize yakın olmasma rağmen yağmur ormanlarıyla kaph kesim­
lerde de, köle tüccarlannın veya sahiplerinin elinden kaçan Afrikalı kölelerin to- 4. Bkz. Kovel 1997a McDonald's Coca-Cola'yla olduğu kadar küreselleşmiş
runlannın oluşturduğu ve "Orman Zencileri" adıyla bilinen bir topluluk yaşıyor­ kapitalist kültürün Olimpiyat oyunlan gibi diğer ikonlanyla da piyasa bağlantı-
du. Buradaki gözlemlerim işte bu toplulukla ilgili. lan kurmuştur.
80 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPİTALİZM 81

1955'ten beri öncülük etmektedir. Yukanda sözü edildiği gibi bura­ Öve bitirilemeyen, pek bir gıpta edilen sistemin normal işleyişidir,
da da eski âdetler anlamlanm yitirir, araya yeni ve karma arzular, Bhopal gibi kazalann sonucu değil. Bu rakamlar, "çevre" ile ilgili
ihtiyaçlar ve metalar sokulur. McDonald's, sayılan gün geçtikçe ar­ sıradan değerlendirmelerde yer almazlar, ama bunlar da, ömeğin
tan Asya ve Latin Amerika'daki müşterilerine sığu- etli burger da­ diyoksin kirlenmesi (bu arada diyoksinin vücutta birikme oranmm
yatmaz, onun yerine, ömeğin Hindistan'daki müşterilerine sebzeli yiyeceğin içinde ne kadar yağ bulunduğuyla doğrudan ilgili oldu­
McNugget'lar, Japonya'dakilere Teriyaki Burger, Umguay'dakilere ğunu da belirtelim) kadar ekolojik krizin bir parçasıdırlar.
McHuevo'lar, vb. sunarak yerli kültür biçimlerini yıpratır, sığır eti Benzer bir aynlık toplumsal cinsiyet alanmda da mevcuttur.
kültürüne karşı varolan direnci zayıflatır. Ticarette ne kadar numa­ Ekosistemler kapitalizmin egemenliği altında parçalanıp tekrar bir
ra varsa hepsi seferber edilir (palyaçolar, çocuk oyunlan, çocuk araya getirilirken, metropol bölgelerinde yaşayan kadmlann bir
bahçeleri, eşi görülmemiş bir reklam bütçesi). Sermaye metalarmı bölümü hatın sayılır bir özerklik ve fırsat elde etmektedir, ama
alır, insanlara ise yaşam dünyalarmı yıkıp yeni arzular, yeni ihti­ dünya genelindeki kadmlann çoğunluğunun koşullan keskin bir
yaçlar yaratan bir sahte-cemaat kaly. biçimde bozulmaktadır. Dünya genelinde (el becerilerine ve ataer-
Sermayenin istilası, hem kültürü hem de doğayı kaplayan, her killiğin dayattığı itaatkârlığa değer verilen yerlerde) kötü çalışma
yerinde meta oluşum noktalan bulunan bir çeşit ekosistem tertibi koşullanna sahip işyerlerinde çalışan kadmlann sayısmm yüksek
{manifold) boyunca gerçekleşir. Bu noktada artık olaylann simge­ oranlara ulaşmasında; bugün, bu serbest ticaret çağmda, sayısız ka-
sel ve maddi yönlerini birbirinden ayırmak yapay olacaktır (ama dınm kelimenin tam anlamıyla köle olarak çalıştığı seks sektörü­
yeme-içmenin sanayileştirilmesinin toplum üzerinde somatik etki­ nün (aynı şekilde kötü çahşma koşullanna sahip işyerlerinin) ço­
leri olduğu da gözden kaçmlmamalı). 1997 yılmda dünya genelin­ ğalmasında ve bozulmakta olan toplumsal düzenle birlikte anılan
de en çok satış yapan 50 dükkânından 25'inin Hong Kong'da bu­ tecavüzler ve evliliklerde görülen suiistimallerde yaşanan genel ar­
lunduğuna, faaliyete geçtiğinden bu yana geçen yirmi yıllık süre tışta (o kadar artmıştır ki, UNICEF'in yakın zamanlarda yayımlanan
içinde, kendisi gibi fast-food hipermarketlerinin civannda yaşayan rapomnda dünyadaki kadınların yansının kendilerine en yakın ki­
gençlerin kilolannın ortalama yüzde 13 oranmda arttığına, kızlann şilerin saldınsına maruz kaldığı belirtilir) bu dumm açık bir şekil­
âdet görme yaşının 12'ye düştüğüne (Çin anakarasında ise âdet de görülür.’
görme yaşı 17'dir) bakılırsa McDonald's'ın Hong Kong'daki faali­ Sermaye nüfuz ederken, ekolojiler üzerindeki parçalayıcı etki­
yetlerinin ne kadar büyük bir öneme sahip olduğu daha iyi anlaşı­ leri en çok sınırlarda görülür. Kuzey Amerika Serbest Ticaret An-
lır. Hong Kong bugün dünyada çocuklarda yüksek kolesterol dü­
zeylerinin en fazla görüldüğü ikinci yerdir (Finlandiya birinci sıra­
6. Crosette 2000a; Gardner ve Halweil 2000. Worldwatch'a göre, günümüz­
da yer alır). Bu arada, McDonald's Japonya'ya ilk girdiği tarihten
de 1.2 milyar insan aşın kilolu, ki bu sayı aç insanlann sayısına denk düşüyor. 2
bu yana geçen 28 yılda 2000 dükkânıyla (1997 yılı itibariyle) Ja­ milyar insansa kötü beslenen, "gizli açlık çekenler" grubunu oluşturuyor. 1999'
ponya'nın hamburger piyasasının yüzde 60'ını denetimi altmda bu­ da, ABD'de 400.000 yağ aldırma ameliyatı yapıldığı, kötü beslenen çocuklann
lundurmaktadır; bu süre içinde ülkenin kişi başma düşen yağ tüke­ yüzde 80'ini yiyecek fazlası olduğu belirtilen ülkelerde yaşayan çocuklann oluş­
turduğu bildirilmişti.
tim oranı üç kat artmıştır.^ Bu etkiler Amerika v e dünya genelinde 7. Crossette 2000b. Bu fenomen hakkmda yapılmış ilk kapsamlı araştırma
de paralel bir seyir izler; obezite ile açlıkta bugüne kadar görülme­ olan UNIGEF'in bu raporu dişi ceninlerin alduilmasından kız bebeklerin öldü­
miş bir artış söz konusu, öyle ki fazla kilolularla açlık çeken insan- rülmesine, kız çocuklanmn az beslenmesinden tıbbi bakım görmemelerine, cin­
sel tacizlerden kadmlann öldüresiye dövülmelerine kadar hayat döngüsünün her
larm sayısı hemen hemen aynıdır.® Tekrar söylüyomm, bu o öve
yönünde, özellikle de yoksullar arasında daha da ağır yaşanan şiddet olaylannı
aynntısıyla sıralar. Geleneksel toplumdaki düzeyine göre büyük bir artış kaydet­
5. W atson 1997; Jenkins 1997; F id d es 1991. tiği şüphesiz olan bu yaygın şiddet, kadınlara en yakınlanndaki kişiler tarafmdan
82 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 83

laşm ası (NAFIA) gibi araçlar ABD-Meksika sm m boyundaki sınır Friedrich Engels buralan görseydi, arazi yapısının, havasınm ve
kasabalanna bu yüzden felaket getirmiştir. Çevre kirliliği gayet iyi kültürünün bütün farkhlıklarma rağmen Juârez'deki yoksulluk ona
belgelenm işse de,« insan ekosistem lerini etkileyen kirlilik, özellik­ pek yabancı gelmezdi herhalde. Gelgelelim şehrin köksüzlüğünden
le de toplum sal cinsiyetlere yönelik kirliliğin etkileri pek biliıunez; (köksüzlük Manchester'deki işçilerde de görülen bir özellik olma­
bunu sınır boylarındaki en büyük şehirlerden birinin üzerinde ör­ sına rağmen) ve şehirdeki şiddet unsurlanndan etkilenirdi kesinlik­
nekleyerek gösterebiliriz. le (şiddet on dokuzuncu yüzyıl Manchester'inde ve hızlı bir deği­
Meksika'da, El Paso'nun karşısında yer alan Juárez şehrinin çö­ şim süreci içinde olan her toplumda bilinen bir özellik olmasma
lün ortasına atılmış gibi bir hali vardır. Bu gibi yerler dünyanın en rağmen hem de).
büyük piyasasına bu kadar yakın olmasalar kalabalık olmazlardı, Ama Juárez çok daha başka bir şey. Oralı bir işportacının deyi­
hatta varolmaları da beklenmezdi. Ama insanlar buraya güneyden miyle, "Şeytan bile burada yaşamaktan korkar." Charles Bowden,
akm akm gelir, gecekondu mahallelerinde, yani co/on/a'larda yaşa­ smndaki cehennemle ilgili ilk elden tanık olduğu şeyleri şu sözler­
yıp geçimlerini maquiladora'lsada, yani montaj fabrikalannda ça- le ifade ediyor:
hşarak sürdürürken NAFTA'nın tanıdığı imkânlardan yararlanmaya Juârez'in [aynı ölçüde yoksul diğer yerlerden] farkı, ücret tablolarıyla
çalışırlar. İşçilerin çoğu genç, on yedi yaşın altında ve ağırlıklı ola­ ekonomi araştırmalannm yakalayamayacağı unsurlarda yatıyor: Juârez'de
rak kadın; Juârez'deki 170.000 maquiladora işçisinin yüzde 60 ka­ umudu ayakta tutamazsınız... Amerikan şehirlerinde çetelerin olduğunu,
darı kadın; bu işçiler fıyatlann ABD'deki fiyatların yüzde 90'ma ya­ cinayetlerin işlendiğini söyler dururuz. Bunlar doğru, ama bunların Ju­
kın, işten çıkarma oranlannın yılda yüzde lOO'ün üzerinde olduğu ârez'in gerçekliğiyle bir ilgisi yok. Şehrin kenar mahallelerindeki karanlık
olaylardan veya kötü mahallelerden söz etmiyoruz burada. Tamamı şid­
bu yerde haftada (cumartesileri de çahşarak) 20-25 dolar gibi bir detle örülü bir şehirden söz ediyoruz.®
para kazanmaktadır.
Juârez'de, aşağı yukan 2 milyon insan yaşıyor; bunlann büyük Şehrin kumaşı, on dokuzuncu yüzyıl kapitalist toplumuna ya­
bir kısmı, şehrin içindeki 1.7 km.'lik toprak yol boyunca snalanan bancı birtakım unsurlardan oluşur: dini yozlaşma, uyuşturucu tra­
karton veya oluklu saç levhalardan yapılmış barakalarda oturuyor; fiği, her türlü saldın silahını kolayca elde etme imkânı, kendi baş­
kaçak elektrik kullanıyoriar ve şehre su kamyonlarla taşınıyor (şeh­ larına buyruk çeteler (Juârez'de 250 çete olduğu tahmin ediliyor)
rin yaklaşık beş yıl içinde tamamen susuz kalacağı hesaplanıyor), ve Juárez gibi yerlerde, bir süpergücün NAFTA ve maquiladora gi­
aynca şehirde kanalizasyon yok (maquiladora yöneticilerinin her bi araçlar sayesinde toplumun kanını emmesi sonucu ahlak sistem­
sabah Lexus marka otomobilleri içinde geldikleri o diğer ülkenin lerinde meydana gelen çöküş. Aşuı yabancılaşmış koşullarda yeti­
burnunun dibinde hem de). 1844'te İngiltere'nin Manchester şeh­ şen insanlarda insafsızca öldürme potansiyelini ortaya çıkaran bir
rindeki işçi sınıfıyla ilgili çalışmalanyla sanayi kapitalizmi içinde çeşit nihilizm var orada.
sürdürülen proleter hayatının ilk kez farkına vanimasını sağlayan Juârez'de işlenen cinayetlerin oranı tıpkı nüfusu gibi bilinmi­
yor, ama 1991'den, yani NAITA'dan beri cinayet oranlarının en az
iki katına çıktığı konusunda genelde herkes hemfikir. Her yıl yüz­
uygulanmakta ve komünal yapısı sermayenin nüfuzu v e bununla yakmdan iliş­
lerce insan kayboluyor, ama bu kişilerin çoğu oradan geçmekte
kili olan kitlesel göçler sonucu bozulmuş olan bir dünyada özel hayatta yaşanan
genel parçalanmayı yansıtmaktadır. Buna karşılüc, örneğin Kuzey Amerikan Yer- olan ve bölgedeki insanlarm tanımadığı kişiler olduklan için çoğu-
lilerininki gibi geleneksel toplumlarda kadınlara tecavüz etmek ve onlan taciz et­
mek en kan biçimde cezalandırılan ve çok ender rastlanan olaylardandı. Ameri­
kan kolonilerindeki birçok kadın yerleşimcinin Yerlilerin saffına katılmasının 9. Engels 1987; Bowden 1996. Bu olağanüstü tasvir, oradaki çılgmiığı bel­
nedenlerinden biriydi bu. geleyen fotoğrafçılarla televizyon muhabirlerinin altkültürleri üzerinde yoğun­
8. Public Citizen 1996. laşır.
84 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPÎTALİZM 85

nun akıbeti bilinmiyor. Çoğunun çöplüklerde veya çölün ortasında tında yanşmalar düzenler. Talihsiz kadınlar, cellatlanyla işte böyle
kimliği belirlenemeyecek, tanmmayacak derecede bozulmuş ceset­ karşılaşırlar; ama cellatlannm bizatihi kendileri de, buralarda işle­
leri bulunuyor. Bulunan cesetlerin çoğu yetişkin kızlara ait; üzerle­ nen cinayetlerin sayısınm kapitalist nihilizmin korkunç bir göster­
rinde genellikle tecavüz izlerine rastlanıyor, bazılannm cinsel or- gesi haline geldiği Juárez gibi yerlerde hâkim olan maço barbarlı­
ganlarmm kesildiği görülüyor. Bu tür cesetler bulunduktan sonra ğının etkisi altmdadır.*“
toplu cinayet işleyen birileri aranır (zaman zaman bir çete veya çe­
teci mimlenir, tutuklamalar olur), ama bir süre sonra tekrar ceset­ Verim Artışı veya Sermayenin Dolaşım Süresinin
lere rastlanmaya başlanır. Sürekli Azalması
Debbie Nathan bu cinayetlerde bir kalıp belirlemiş. Maquila-
dora'larda ödenen maaşlar insanlarm hayatlarına paradan başka Sermayenin durmadan genişlemesi aslen zaman'la. alakalıdır; za-
şeyler de getirir; bunlar aym zamanda aileler ile topluluklar arasm­ manm parayla eşdeğerliliği metafor olmanm ötesindedir. Bunu, ha­
daki bağlan eritip yok eden çözücülerdir. Bu bağlar kadınlara yö­ yata nüfuzunu daha önce incelediğimiz "fast-food" ömeğinde çok
nelik ataerkil baskılarla dolu olduğunda, kadmlar eve uzak bir fab­ canlı bir biçimde görürüz. Gayet makul bir varsayımla, bu yiyecek
rikada çalışmayı özgürleştirici bir şey gibi yaşayabilir. Burada ya­ türündeki "fast"in (hızlının). Wall Street Journal'de yakm zaman­
şananlar Carmen operasındaki gibidir, erkekler bu fabrikalarda iş­ larda yayımlanan bir başmakaleden alman aşağıdaki paragrafta da
çi güzeli fantazilerini doyururlar, güçsüz işçi kızlar da bu fantazi- gördüğümüz gibi, üretim süreciyle ilgili olduğu söylenebilir:
lere seve seve cevap verirler. Ergen maquiladora işçi kızlan tele­ "H oşgeldinizSiparişiniziA labilirm iyim Lütfen?" diyor W endy's'in Eski
vizyonlardaki "pembe diziler"den, "fotoromanlar"dan oluşan bir M oda [aynen b ö y le y a zıy o r] Hamburger lokantasının arabalara servis ya­
kültür diyetiyle, yaşlı ve zengin bir adamla karşılaşıp bin bir zah­ pan elem anı. Selam lam ası bir san iye sürüyor (W endy's'in tanıtım rehbe­
met ve eziyetten sonra onun kalbini kazanan yoksul, ama onurlu rinde söylenenden iki san iye gibi m uazzam bir farkla). K arşılam a cü m le­
kız temasının sonsuz çeşitlemeleriyle büyürler. Maquiladora'\arâ& sinin hızı, W endy's lokantalanna bu yılın ocak ayında yerleştirilen yüksek
teknoloji ürünü bir zam an ayarlayıcısıyla ayarlanıyor. Ü ç ay gibi kısa bir
bu anlatının unsurları yeniden düzenlenir ve tümüyle erotik hale
zam an içinde bu zam an ayarlayıcısı (ki, arabalara yapılan servisin nere­
getirilir. Genellikle yalın iş önlüklerinin altına en iyi giysilerini gi­ deyse bütün evrelerini san iyesi san iyesin e hesaplıyor) bu restorandaki or­
yen kadm işçiler, erkek ustabaşlannın ilgisini çekmek için birbir- talam a servis süresinin sek iz san iye daha azalm asına yardım cı olm uş.
leriyle yanş eder. Ustabaşlan da onlarla flört eder, onlara çıkma A m a müdür Ryan T om ney daha fazlasını istiyor. "Her san iye bir iş kaybı
teklif eder ve türlü numaranm döndüğü, entrikalarla dolu bir düze­ dem ek," diyor.
neği harekete geçirirler. Bu süreç, kasvetli işyerlerini romantik Reklamlannda Dave Thomas'ın nazik, ağır kanlı, biraz da şaş­
duygularm tatmin edildiği bir masal diyanna dönüştüren güzellik kın patron havasındaki babacan görüntüsünü kullanan Wendy's,
müsabakalan ve mayo defileleriyle devam eder. fast-food zincirleri içinde en hızlısıdır ("O hıza ulaşmak için çoğu
Bu fantazi çalışma saatlerinin dışına da taşar. Carmen adaylan, fast-food zinciri sahibi ilk göz ağrısı çocuğunu bile satar," diyor bir
karanlık çöktükten sonra gittikleri buram buram cinsellik kokan araştırmacı). Bu başarısı, bu tür ticari işletmelerin genişleyecek yer
gece kulüplerinde, işgüçlerinden başka satabilecekleri yegâne de­ bulmakta zorluk çektiği bir zamanda daha fazla kâr anlamına gelir;
ğeri satmak için bol fu-sat buluriar. Böylece, fabrika işçiliğiyle bir­ zira, arabaya servis bölümlerinde tasarruf edilen her altı saniyede
likte veya tek başma fahişelik, adlı adınca veya üstü örtülü bir bi­ satışlar yüzde 1 oranında artar. Kânn artması, arabaya servis bö-
çimde alır başını gider. Kulüpler ortalığı daha da şenlendirmek
için, genellikle haftalık işçi ücretinden daha yüksek para ödülleri
olan "En Cüretli Sutyen" veya "Islak Tanga Bikini" gibi adlar al­ 10. Nathan 1997.
KAPİTALİZM 87
86 EM3ĞANIN DÜŞMANI

lümlerine talebin arttığını (bu talebin de tıpkı paket servis satışları Sermayenin hızlı büyümesine paralel olarak teknoloji de hızlı
gibi üç kat arttığını), dolayısıyla her türlü atığın miktannın artma­ bir değişim geçirir, erken sanayi döneminin mekanik teknolojile­
sına neden olmasının yanı sıra otomobil dünyası kültürünü körük­ rinden hatalı bir adlandırmayla "bilgi çağı" denilen çağın elektro­
lediğini (aşağıya bkz.) gösterir. Sonra, bu düzenlemenin anzi un­ nik teknolojilerine (yukanda sözü edilen zaman ayarlayıcısı gibi)
surlar, yani insanlar üzerindeki etkileri de söz konusu. ve bugün ilk dönemlerini yaşayan biyoteknolojiler ile nano-tekno-
lojilere kadar. Bu dünyanm metalan sermaye için sadece birer
Arabaya servisi b ilim e dönüştürme girişim inin önünde ister istem ez
değer haznesidir; bu değerler o mallar dolaşıma girene, parayla
iki şey vardır: işçiler v e müşteriler. B üyük fast-food zincirlerinde yön eti­
ciler, işlerini oyuna dönüştürdüğü için (her birine yedi san iyeden a z bir sü­
mübadele edilene ve tüketilene kadar, yani tahakkuk edene kadar
re tanıyarak art arda 300 sandviç yapabilir m iyim ?) işçilerin zam an ayar- serbest bırakılmaz. O halde, sermayenin "büyümesi" için mahn ta­
la yıcılan n ı sevdiklerini iddia ediyor. A m a sensör v e alarmh bu yen i dün­ hakkukunun hızlanması şarttır; bu da üretim aşamasmda yapılan
yada çalışm ak her zaman e ğ le n c eli değildir. yatınmdan işçilerin üretim sürelerinin hızlandınimasma (yani "ve­
rim artışına"), malın bir sonraki döngü için serbest bırakıldığı tü­
Değildir gerçekten de. Bay Tomney, sektörde bugün 150 sani­
ketim aşamasına kadar geçen dolaşım süresinin kısaltılması anla­
ye olan servis süresini 90 saniyeye indirmek istiyor. "Yeni zaman
ayarlayıcısı bu konuda işimize yarayacak. Servis 125 saniye için­ mma gelir.
Sermaye için zamanm önemi, zamanm doğadan kopanimasıyla
de yerine getirilmediğinde arka arkaya yüksek bir düdük sesi çıka­
yakından ilgilidir. Mübadele değeri ile paranm doğal bir zemini
rıyor." Bu, fast-food şirketlerinde (iş değiştirme oranı yılda ortala­
yoktur; bu ikisi bir şeyin başka bir şeyle eşdeğerli hale getirilmesi­
ma yüzde 200 olan bir sektör) çalışmanın eğlencesini biraz azalta­
ni sağlayan şeyin soyutlaması olabilirler sadece. Emeğe uygular­
cağa benzer.
sak, bunun anlamı şudur ki, farklı insan emeklerinin parasal karşı­
Ö ğle yem eği sırasında arabaya servis bölüm ünde çalışan yed i perso­ laştırmalarını mümkün kılan tek bir standart vardır, o da üretimde
nel m uazzam bir konsantrasyon ö m e ğ i gösterdi, m üthiş çalıştı. Izgaracı
harcanan zamandır. Bu işlev ile onun kadar önemli olan bir diğer iş­
kare şeklindeki 25 k öfteyi aynı anda pişiriyor ("Yetmez," diyor B a y T om ­
n ey) v e bunlan m üşterinin siparişinden sonra geçen b e ş saniye için d e ek ­ lev, yani karmaşık, teknik koordinasyonla sağlanan üretim aygıtını
m eklerinin içine yerleştiriyor. K öfteler ekm ekleri ısıtır ısıtm az ızgaracı yönetme işlevi arasmda kapitalizm aklını zamanla bozmuş bir top­
bu nlan sandviç yapan personele gönderiyor. Onlar da her birini en fazla lum haline gelir. Zamansallıkta önemli sıçramalar yaşanmasaydı,
yedi saniyede m üşteriye hazu-lamak zorunda. böyle bir toplum asla ortaya çıkmaz, ekosistemlerin karmaşık ve iç
Ç alışm ayı seyreden B ay T om ney zam andan tasarruf etm enin yo lla n n ı içe geçmiş zamansallıklannm idaresi altındaki bir dünya, gerçekli­
arıyor. Ekm ekçi k ız müşterinin g e çtiğ i siparişi kulaklığından duyar duy­
ğe tekil, tektip ve doğrusal bir zaman standardının dayatıldığı ve bu
m az ısıtıcıdan ekm ekleri kapıyor. A m a, kızın müşterinin siparişini b ek le­
yişin i seyrederken B ay T om ney [bir şe y fark ediyor]. K ızın elleri olm ası
standart zaman tarafmdan yönetilen bir dünya haline g e lm e z d i.'^
gereken pozisyonda değil.
"Sipariş verilirken iki el birden ekm ek ısıtıcısın ın önünde olacak, tıp­ 12. "Nano," makinelerin molekül düzeyinde küçültülmesi karşılığında kulla­
kı üst araması yapıldığındaki gib i bir pozisyonda," diyor kızın müdürü, nılmaktadır; kelime "mikron"un binde birine, başka bir deyişle milimetrenin mil­
nasıl yapm ası gerektiğini kıza gösterirken, eller duvara, ayaklar h a fif iki yonda birine, yani moleküler faaliyet düzeyine karşılık gelir. Bkz. Drexler 1986.
Elektronik hesap makinesinin sürmeli hesap cetveline ihtiyacı ortadan kaldırma­
yana açık vaziyette."
sında olduğu gibi, çoğunlukla bir teknolojide sonraki evre bir öncekinin yerine
Bugünün telaş toplumunu gayet özlü bir biçimde tasvir eden geçse de, genel etki birikim ve bileşim etkisidir. Bu nedenle devasa jet uçaklan
elektronik teknolojiye sahip olsalar da cüsselerinden hiçbir şey kaybetmezler;
güzel bir imge doğrusu. veya bilgisayarlar önceleri moleküler ölçekteki teknolojilerin gelişimini yönlen­
dirirken sonradan bu tür teknolojilerin içine yerleştirilirler
11. Ordonez 2000. 13. Debord 1992.
88 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPİTALİZM 89

Dolayısıyla, doğal zaman ile işyeri zamanı arasındaki eşzamansız- yediği haltı espri konusuna dönüştürme ihtiyacı hissedecek derece­
lık insanlık ile doğa arasmda bir bağlaşıksızlığa dönüşür. Sermaye­ de pervasızca yalan söyleyebildiği sermaye düzeninde, müşterile­
nin zamanı bağladığı'm, doğrusal zamansallık ile toplumsal dene­ rin avlanmasmı sorgulamak, nefes almayı sorgulamak gibi bir şey­
timi bir araya getirip onlan saatlerin ve Wendy's'in Bay Tomney'si dir. Budweiser şirketi bunu iyice ileri götürenlerden, özellikle de
gibi saatin kişileşmiş hallerinin yönettiği bir rejimin hizmetine alkolizmin ahlaki evreninin satış noktasma dönüştürüldüğü "Lite"
koştuğunu söyleyebiliriz.''* Marx'm müthiş bir kederle ortaya koy­ bira reklamında: Ayyaşm biri sırf bu birayı içebilmek için babası­
duğu gibi: na, kardeşlerine, kız arkadaşına "Seni seviyorum, ya," diyor ya ha­
ni, o reklam işte (bu arada bu biranm asimin son derece berbat bir
Niteliğine bakılmaksızın, emeğin salt niceliği bir değer ölçüsü işlevi
görüyorsa... o zaman her türlü emeğin insanın makineye tabi kılınması ve­ kopyası ve tatsız bir şey olduğunu da söylemeden geçmeyeyim).
ya aşın işbölümü yoluyla eşitlendiği; insanın kendi emeğinin etkisiyle si­ Sermayenin smıf sistemi, aynlmaz parçası olan adaletsizliği
lindiği; saatin sarkacmın iki işçinin faaliyeti konusunda iki lokomotifin hı- gizlemek için envai çeşit hileye başvurur. Kişiler personel haline
zınm ölçüsü kadar hassas bir ölçü haline geldiği varsayılıyor demektir. O gelince, geleneksel toplumun organik bağlannm yerini yapay bağ­
halde, bir adamın bir saati diğer adamın bir saatine denktir demek yerine lar alır. Buradaki ethos "yönetim ethosu", teknikler ise manipüla-
bir saat çalışan bir adamın bir saat çalışan başka bir adama denk olduğu­
tiftir; çağımızın insan ilişkilerini mühendislik konusu haline geti­
nu söylemeliyiz. Zaman her şeydir, insansa hiçbir şey; insan olsa olsa za­
manın hurdasıdır. Niteliğin artık bir önemi yok. Her şeye tek başına nice­ ren dev bir aygıta sırtını dayamış olduğunun alametidir bu. Yakm
lik karar verir; saat be saat, gün be gün.'^ zamanlarda okuduğum, böyle bir teknisyenin kaleminden çıkma
yazının başlığı "İşçilere Kapıyı Gösterirken İnsanlık da Göster"
Tutuklu zaman, zorlanarak yaşanan, doğal döngülere yabancı­
şeklindeydi. Şirketlerin dikkat etmeleri gereken en önemli şey,
laşmış ve saldın altındaki ekosistemlere karşı kayıtsız bir hayata "personel azaltırken bile kültürlerini güçlendirmeleri ve güvenleri­
işaret eder. Bu zamanm hız artışı birçok sınırda sonuna kadar de­
ni sürdürmeleri"ydi. Ne olduğu her halinden belli olan bu ikiyüz­
vam eder:
lülük yönetici zihniyeti için sorun oluşturmaz.'® İnsanlara bu ahla­
Satış zihniyetinin yoğunlaşması, benlik dahil her şey gibi, meta
kın benimsetilebildiğini söylemeye bile gerek yok tabii; öyle olma­
biçimine indirgenir. Bununla birlikte hakikat karşısındaki küçüm­
saydı, şimdiye kadar isyanlar çoktan başını almış yürümüştü. İşlet­
seme tavn toplumun geneline yayılır. Kâr etme baskısı yalanı da
me bilimi, bir yandan işçileri atılabilir şeylere indu-geyip bir yan­
içinde barındırır, zira kâr elde etmek için, birini ihtiyaç duymadığı
dan da insanlık numaralan icat etmekle kalmaz, işçileri de müşte­
bir şeyi satıcının yaranna olan bir fiyattan satın almaya ikna etmek
rilere aynı şekilde muamele etmeye alıştınr; onlara neşeli görün­
gerekir. Bir keresinde telefon şirketleriyle kablolu televizyon şir­
meyi, müşteriyle uzun göz teması sağlamayı ve her biriyle ayn ay-
ketleri arasındaki bir mesele hakkında Kongre'de yapılan bir ko­
nuşma sırasında zapping yapıp arada laf olsun diye C-Span'i sey­
16. Kanter 1997: A22. Harvard Üniversitesi İşletme Bölümü'nde öğretim
rediyordum. Tanıklardan birine çalışma saaüeri dahilinde ne yaptı­ üyesi olan yazar, o dönemlerde ekonomideki iyi gidişata rağmen "alttan alta bir
ğı soruldu. Sorunun neden sorulduğunu hatırlamıyorum şimdi, kinizmin (artan iş yükü nedeniyle de bezginliğin)" yaygınlaştığını doğm bir bi­
ama tanığın cevabındaki dürüstlük unutulacak gibi değildi: "Her çimde gözlemliyor (gerçekten de, 1997'de KKK) büyük şirketin işçilerinin yüzde
46'sı işten çıkanima korkusu yaşarken, bu oran 1992'de yüzde 31'di). Bu arada
zaman yaptığımız şeyi," dedi, "müşteri avlıyordum." Hiç kimsenin
geride kalan işçiler, öfke, depresyon, korku, suçluluk duygusu, risk almaktan ka­
dikkatini çekmedi; neden çeksindi ki? Adam yalnızca sistemin çınma, güvensizlik, hassasiyet, güçsüzlük duygusu ve motivasyon eksikliği şek­
mantığını dışa vurmuştu. Reklamcılığın kendi kendisiyle alay edip linde kendini gösteren (stresle ilgili şikâyetlerin de artmasına yol açan) "işsiz
kalma tehlikesini atlatma hastalığı" olarak adlandınlabilecek başka bir zihinsel
hastalıktan mustaripler. Bunlar "olabilecek en iyisi" olduğu düşünülen bir eko­
14. Thom pson 1967; W hite 1967. 15. Marx 1963: 41. nomide gerçekleşmişti.
90 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPİTALİZM 91

n ilgilenmeyi öğretir. Bu dersi çoğu işçi iyice içselleştirir. Safe- lan ve ölüleri inkâr eden kapitalizmde uzun zamandır bilinen bir
way'in çalışanlarmdan birinin belirttiği gibi: "Herkese kendimize şey bu elbette. Ama bu eğilimin, sermayenin hız kazanmasıyla bir­
davranılmasmı istediğimiz gibi davranmayı içimize iyice işlemiş likte hızını artırması dikkate değer. 31 yaşındaki bir işadamı şunla­
olmalan gurur verici bir şey. Daima olumlu olmaktan bahsediyo­ rı söylüyor: "Hepsi hepsi üç yılım kaldı... yanıp kül olmama üç yı­
ruz. Olumsuzluğu yok edip coşku [edinmemizi] sağlayan dersler lım var... Bu bir yanş; her şey eskisine göre beş-on kat daha hızlı
alıyoruz."’’ Coşku dersleri! Bu derslerin sadece işte alınmadığını şimdi... önünde çok küçük bir pencere var, marka oldun oldun"
da belirtmek gerek tabii: Okullardaki derslerde de aynı şeyler öğ­ (burada hayatm "marka olmaya" çalışmaktan ibaret olduğu varsa­
retiliyor, sonra tabii kiliselerde, televizyonda ve beyazperdede de. yılıyor).
Satın alma ve satma süreçlerinin hızlandırılması metalardan Zamanın sıkıştırılmasının yanı sıra mekânın da homojenleştiği­
faydalanma zamanının kısalmasına, ekolojik açıdan daha uygun ni ve sıkıştırıldığını görüyoruz; zaman ve mekân bu şekilde hazır­
bir terimle ifade edecek olursak, sistemik atık üretimine, yani at- landıktan sonra sermayenin kişilerin ve toplulukların yaşam dün­
gitsin toplumunun ortaya çıkmasına neden olur. Atılanlar arasında yalarının her yönüne nüfuz etme hızı artar.^"^ En göze çarpan özel­
ilk su-ada insanlan anmamız gerekir. Geleneksel toplumda erdem, liği gözetlemenin ve davranış denetiminin artması olsa da, bu sü­
hayat döngüsünün bütün evrelerinde mevcutken ve yaşlılarm bil­ reç halka baskı yapmanın bir işlevi sayılmaz. Bütünüyle yönetilen
geliği bu hayatm aynimaz bir parçasıyken, kapitalizmin hükmü al­ toplum sermayenin telos'udm ve onun hızınm artma sürecinin ay­
tındaki toplumlarda verim artışı insanlan etkilemekle kalmaz, ha­ rılmaz bir parçasıdır.
yatın kendisini de etkiler. Bu anlamda, yakın zamanlarda New York Bilgi teknolojisinde kaydedilen ilerlemeler sayesinde gerçekle­
dergisinde yayımlanan "35'te Tertemiz" başlıklı makale çok şey şen sürekli hız artışı nedeniyle iş ile ev hayatı arasındaki sınır ol­
söyler. Makale şu sorularla devam ediyor: "Hâlâ yapamadın mı? duğu kadar vücut ile makine arasındaki sınır da hızla ortadan
Yandaki ofiste ilk halka arzını hazırlamaya çalışan 23 yaşındaki kalkmaktadır. Bu Cesur Yeni Dünya'da mikrobilgisayarlar ve cep
heyecanlı genç yüzünden paranoyak duygular içinde misin?"... telefonlan vücudun, işçilerle üretim sistemi arasında yarı-kalıcı
"Hepsi de yaşlanmaktan korkuyor," diyor bir "yaşlanmayı durdur­ bağlann oluşumunu hızlandıran uzantılan haline gelirler. Eskiden
ma uzmanı" doktor, şirket çalışanı hastalan için. "Şirketlerin artık ev, "kalpsiz bir dünyada sığınılacak bir liman"dı; bugün bu iki ku­
çahşanlanndan çok genç bir görünüm talep ettiklerini, bu görünü­ tupluluk tersine dönmediyse bile büyük oranda yok olmuştur: Ya­
me sahip olamazlarsa terfi edemeyeceklerini söylüyorlar. Hatta iş­ kın geleceğin ilkömeğini oluşturacak olan günümüz insanı, serma­
lerini bile kaybedebilirlermiş. Bunları söyleyenler de yirmili yaşla- yenin yeniden üretimi için gecesiyle gündüzüyle tamamen bir za-
nn sonlannda olan insanlar." Özetle, "gençlik eskiye göre çok da­ man-mekân sürekliliği içine emilmiştir.
ha değerli bir meta haline geldi." Yeniyi kült haline getiren, yaşlı- Sermaye döngüsündeki sürekli artış oranı, gittikçe daha endi­
şeli, daha kalabalık ve daha çılgın bir hıza sahip olan bir varolu­
17. Bass 2000. Penn State Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya dayanan şa neden olur. Sıradan insan, üzerine tüketici hayatı sürmenin ma­
makalede bu eğitimin yarattığı tek bir anlaşmazlıktan söz ediliyor: Kadın tezgâh- li baskıları da bindiğinden ayakta kalmak için her geçen gün daha
tarlann yapay dostane yaklaşımlannı erkek müşteriler kendilerine ilgi duydukla-
n şeklinde algılayarak onlara cinsel tacizde bulunuyorlardı. Bunun dışmda bu
fazla çalışmak zorundadır. Kişisel borç hayaleti Mahşer'in beşinci
hareketler gayet başanh bir biçimde içselleştirilmişti. Altm Kural'm nasıl bozul­ atlısı haline gelir; ortalama bir işçinin arabasıyla evini kaybetmesi­
duğuna dikkatinizi çekerim: İşçi kız herkese kendisine davranılmasmı istediği nin iki maaşlık boşluğa baktığı söylenir. İnsanlar her geçen gün da-
gibi davranmak istiyor. Onlara tıpkı kendisine muamele edildiği gibi, yani biri­
h3 fazla hayat mücadelesi verir, para takıntıları gittikçe artar ve sis-
kimin araçlan muamelesinde bulunuyor. Ama ahlak yasasının tek bir tutarlı yo­
rumu vardır, o da, Kant’ın da vurguladığı gibi, kişilere başh başma birer amaç
muamelesi yapmaktır, bir araç veya bir şey muamelesi değil. 18. V/illiam s 2 0 0 0 . 19. Harvey 1993.
i
92 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALtZM 93

teme her zamankinden daha fazla köle olurlar. Sonsuz fırsatlar su­ yız. Hollywood’da yıldızlan, San Fransisco Körfezi'nde ayı seyretmek is­
tediğinizde yanınızdayız. Shakespeeıre'i parkta, Mozart'ı açık havada, bas­
nuyor diye övülüp duran kapitalist ekonomi ise yaşam dünyalarını
ketbolü da Garden'da görmek istediğinizde yanınızdayız. Futbol ya da
emen bitimsiz bir kazan haline gelir. beyzbol maçlanna ve yardım amaçlı toplantılara yer ayırtmak istediğiniz­
Bu durumun propaganda aygıtı tarafından memnuniyetle karşı- de yanınızdayız. Evsizlere yardım etmek istediğinizde size yardımcı ol­
lanmasma şaşmamah: Yoksa insanlann buna katlanm aları nasıl mak için yanınızdayız. Kıedi kartına, alışveriş kartına veya ikisinin kan-
sağlanabilirdi? Büyük medya kuruluşlanndan The New York Times’ şımı bir karta olan borcunuzu ödemenizde yardımcı olmak için yanınızda­
ta 26 Haziran 1996'da tiim sayfa yayımlanmış, American Express yız. Ödemelerinizi zamana yaymak veya borcımuzu bir seferde kapatmak
şirketine ait, uzun ve sabuklamalarla dolu, ama yine de paradigma- istediğinizde yanınızdayız. İntemetten ödeme yapacağınız zaman bile ya­
nınızdayız. En sevdiğiniz rock grubunu görmenize yardımcı olmak için
tik bir numune sayılabilecek bir reklam ilanı var elimde. Reklam yanınızdayız. Grubu bir sonraki gece de görmek isterseniz yine yanınız­
ilanı, bütün bir sayfayı kaplayan aşağıdaki reklam metninden olu­ dayız. Ondan sonraki gece de. Daha sonraki gece de. Yeni bir hobi edin­
şuyor: mek veya küllenmiş bir ateşi yeniden canlandumak istediğinizde yanınız­
Nerede olursanız olun, ne yapıyorsanız yapın, çocuklarınızın eğitimi­ dayız. Sizi yeni alacağınız evin depozitinden kurtarmak için yanınızdayız.
ni planlarken yanınızdayız. Onlar üniversiteye giderken bile emekli olma Eski evinizi yenilemenizde yardımcı olmak için yanınızdayız. Özel emek­
lüksünü nasıl bulabileceğinizi göstermek için yanınızdayız. İkinci emlağı- liliğin nasıl bir şey olduğunu anlamanıza yardımcı olmak veya en avantaj­
mz için kredi alırken, ikinci arabanızı satın alırken veya ikinci halayına çı­ lı özel emeklilik yollannı göstermek için yanmızdayız. Geleceğinizi plan­
karken hep yanınızdayız. Müşterek bir fon, bir emekli maaşı ve tasarruf lamanızda size yardımcı olmak için yanınızdayız. Sizi anılannıza doğru
planı seçerken yanınızdayız. Vergi beyanınızı düzenlerken yanınızdayız. çıkacağınız yolculuğa hazırlamak için yanınızdayız. "İnceldiği yerden
Fikrinizi işe dönüştürürken yanınızdayız. Primlerinizi tatile dönüştürür­ kopsun!" diyebilmeniz için yanınızdayız. Rahat rahat "Yetti artık!" diye­
ken yanınızdayız. Gideceğiniz yere karar vermenize yardımcı olmak için bilmeniz için yanınızdayız. Daha fazla golf, daha fazla tenis, daha fazla ne
yanınızdayız. Avukat, muhasebeci, doktor ve bankacıya ihtiyaç duyduğu­ oynamak istiyorsanız onu oynamanız için yanınızdayız. Daha az kırtasiye
nuzda yanınızdayız. Seyahat acente görevlileriyle, tiyatro görevlileriyle işi, daha az iş yapmanız, yani istemediğinizi yapmamanız için yanınızda­
ve araba kiralama servis elemanlanyia işiniz olduğunda yanınızdayız. Ki­ yız. Çocuklarınızın yanında daha fazla zaman geçirmeniz için yanınızda­
ralık arabanızla kaza yapüğınızda veya başkasının arabasını çarpnğmızda yız. İnsanlardan uzakta daha fazla zaman geçirmeniz için yanınızdayız.
size yardımcı olmak için yanınızdayız. Yıldönümü kutlaması için haftaso- Yabancı bir ülkenin sokak tabelasını okumak, sizin adınıza yabancı dil ko­
nu Paris'e gitmeyi planlarken yanınızdayız. Restoranların en romantiğini, nuşmak ve yabancı para birimini tanımak için yanınızdayız. Karşılaştığı­
otellerin en rahatını bulmanızda yardımcı olmak için yanınızdayız. Dolar- nız ufak bir yerel anlaşmazlığı çözmek için yanınızdayız. Pavlov’un köpe­
lannızı franka, franklannızı sterline, sterlinlerinizi liraya, liralanmzı dün­ ğini incelemek istediğinizde de yanınızdayız, Schrödinger'in kedisini in­
yadaki hangi para birimine istiyorsanız ona çevirmek, isterseniz tekrar do­ celemek istediğinizde de. Rahat bir emeklilik dönemi geçirmeniz için ya­
lar yapmak için yanınızdayız. Odessa Steplerini tmnanu-ken [step merdi­ nınızdayız. Paraya sıkıştığınızda dünya genelindeki 118.000 ATM'mizle
ven zannedilmiş herhalde ve orijinalinde böyle kullanılmış] ve eğik Pisa size nakit yardımında bulunmak için yanınızdayız. Dünya genelindeki
Kulesi'nden aşağıya bakarken yanmızdayız. Vizelerinizde, pasaportlan- 1700 seyahat acentalanmızla yanınızdayız. Milyonlarca restoranda, ma­
mzda ve her türlü gümrük işlerinizde yardımcı olmak için yanınızdayız. ğazada ve otelde hesap öderken yanınızdayız. Size günde 24 saat, haftada
Siz yurtdışmdayken kocanız, kannız veya ortağınız hastalandığında size yedi, yılda 365 gün boyunca yardım etmek için yanmızdayız. Dünyanın
yardım etmek için yanmızdayız. Arabanızın deposunu doldurmak istediği­ neresinde, hangi kasabada, hangi şehirde, hangi ülkede olursanız olun yar­
nizde maliyetlerinizi azaltmak için yanmızdayız. Deli gibi para harcamak dım için hep yanınızdayız. Bu andan yararlanmanıza, bir sonraki andan da
istediğinizde yanınızdayız. Para harcamak istemediğinizde de yamnızda- yararlanmanın planını yapmanıza yardımcı olmak için yanınızdayız. İste­
yız. İşleriniz yığıldığında onlan azaltmak için yanınızdayız. Dünyayı gör­ diğinizi yapmanız, nerede ve ne zaman isterseniz yapmanız için yanınız­
mek istediğinizde size yardımcı olmak için yanınızdayız. Havayolu şirke­ dayız. Daha fazla şey görmeniz, daha fazla şeyden kaçmanız, d ^ a fazla
ti bagajınızı kaybetmiş de yeni giysiler almanız gerekiyorsa yanınızdayız. şey öğrenmeniz, daha fazla şey bulup daha fazla tasarruf etmeniz için ya­
Meksika sombrerosu, Hint takkesi veya mantarlı Avustralya şapkası satın nınızdayız. Daha fazla şey yapmanız için yanınızdayız.
alırken yanınızdayız. Seyahat çekiniz çalındığında yardım için yiinınızda-
94 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 95

Reklam ilanı, bugünün baş döndürücü spekülasyon sarhoşluğu de, az ve fazla maliye burcu altında bütünleşir. Ama bu hesapta, az
çağının adeta çaba sarf etmeden, sihirli bir biçimde gerçekleşmiş ve fazla eşdeğer değildir. Az, dolar işaretinin altında bütünleştiği
birikimlerini ortaya döküyor ve bunu bize yeni bir demiurgos tanı­ için (zira American Express -sıkı durun!- bunu sizin kara kaşınız
tarak yapıyor: Her yerde bulunan, her şeyi bilen ticari teşebbüs. kara gözünüz için yapmayacaktır, borcunuzu zamanmda ödemez­
Tüketicinin yaptığı tek şey oturup American Express'in (= para = seniz size rahat vermeyecekler, sizi bulacaklar, cüzzamlıymışsmız
mali sermaye = sermayenin kendisi) her şeyi kendisine sonu gel­ gibi size sırt çevirecekler, sizi mali şubeye teslim edeceklerdir) faz­
mez bir bolluk içinde tedarik etmesine izin vermek. Böyle tuhaf bir laya, değeri artıştan ibaret olan fazlaya tabidir. Dolayısıyla az, baş­
fikrin ortaya çıkması, mâliyenin reel, reel olduğu kadar da hayali ka bir fazla biçimidir: American Express size daha fazla az getire­
gücünün bir tezahürüdür. Her gün elektronik ortamda sermaye pi- cektir, daha az fazla değil. Ama fazla sizi daha da fazlaya götürür.
yasalarmdan abartısız trilyonlarca dolar para geçerken, sırf sayılar Bu nedenle fazlanın sonu yoktur, kendmi çoğaltarak yayılır, serma­
üzerinde yapılan manipülasyonlar sayesinde servetler kazanılır­ ye sisteminin o sonu gelmez büyümesine katkıda bulunur. Hali
ken, her gün milyarlarca dolar kumar oynamak için, en başta da vakti yerinde olanlara saf bir güç mantığı, akla hayale sığmayacak
kumann dik alası borsa işlemlerinde kullanılırken, bütün o serma­ nicelik ve genişleme imkânı sunulur. Zenginler ödüllerini bol bol
ye dünyasmm, çaba ile sonuç arasmdaki bağm koptuğu, yerine salt alırlar, öyle ki günümüzün en zengin tipleri tarihteki hükümdarlar­
şans olarak yaşanan şeyin geçtiği kumarhaneden bir farkı kalmaz. dan bile daha iyi bir hayat sürerler. Diğerlerine ise molozlar kalır.
Bu dünya, varoluşun maddiliğinin bile sonradan akla gelen uygun­ İleri sermaye kültürü, toplumu meta tüketimi bağımlılarından
suz bir düşünceymiş gibi görünebildiği bir dünyadır. oluşan bir topluluğa dönüştürmeye çalışır; "iş yapmak için iyi",
Uğur melekleri yanılsama ve sihirdir. Çölün ortasında taklitler­ ama ekolojiler için o oranda da kötü bir durumdur bu. Burada kö­
le dolu karmakarışık bir kitleden inorganik bir biçimde ortaya çı­ tülük çift başlıdır; aman vermez tüketim, kirlilik ve çöplere neden
kan Las Vegas'm zamanımızın şehri haline gelmesi bu yüzdendir. olurken, meta bağımlılığı da ekolojik krize direnmek şöyle dursun,
Bir zamanlar gangsterlerin bölgesi olan Vegas, Disneyvari bir dü­ onu kavramaktan bile aciz bir toplum yaratır. Zaman kapitalist üre­
zenlemeden geçerek hızla muhteşem bir aile eğlence mekânı hali­ time bağımlı hale geldikten sonra, ekolojik duyarlılık için gerekli
ne gelmektedir. Sfenks, Luxor Tapmağı, Coca-Cola şişesi biçimin­ olan yeti, yani doğal ritimler karşısında incelikli bir duyarlılık ge­
de bina, Manhattan Adası, New York Borsası, Empire State binası, liştirme yetisi engellenir. Birikimin bizatihi kendisi doğal bir şey­
Brooklyn Köprüsü, hatta Halk Kütüphanesinin büyük okuma salo­ miş gibi görünmeye başlar. Kumarhane zihniyetii insanlar sınır ve
nunun kopyası, ne ararsanız var. Hepsi de birer işaret, temsil, bir o dengeler üzerinden veya bütün varhklan gözeterek düşünmeye­
biçimi, bir bu biçimi aydınlatan değer akışlan; burası tilt makinesi ceklerdir. Bu, önümüzdeki 20 yıl içinde ekonomik ürün miktarının
gibi bir şehirdir. iki katına çıkacak olması gibi korkunç bir olasılığı, yetkililerin
Kumarhane kapitalizminde kilit kelime "fazla"dır; artış, biri­ içinde zeki oldukları söylenenlerin bile neden şükür nidalarıyla
kim sürecinin öznel olduğu kadar nesnel yönünü de ifade eder. karşıladıklarını biraz olsun açıklıyor.
American Express reklamında bu gösteren gayet güzel vurgulanır. Sermaye bu şekilde sonu gelmez bir zenginlik, ama aynı za­
Güzel şeyler listesinde bir tek şey yoktur, o da kendini kısıtlamak. manda da, ekosistemleri parçalama sürecine bağlı olarak da yok­
Daha açık bir ifadeyle, kendini kısıtlamak, her yerde hazır ve nazır sulluk, güvensizlik ve çöp üretir. Bütün bunlara otomobil kadar bu­
şirketin yardımda bulunabileceği kalemlerden biridir: Kendini kı­ laşmış bir meta olmadığı için (üstelik devasa bir meta sistemi söz
sıtlamanın bizatihi kendisi bir metadır. Zaman ile mekân şimdi şir­ konusudur burada), bu bölümü "otomobil hastalığı"^*) ve yenilerde
ketin hizmetkârıdır. Sermaye her şeyi dikkate alır; American Exp­
ress kurallannı belirlediği sürece "kaçış"a da izin vardır. Bu şekil­ 20. Terim Freund ve Martin'in değerli çalışm alanndan alınmıştır (1 9 9 3 ).
96 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 97

keşfedilmiş bir hastalık olan Yol Cinneti dahil onunla ilgili send- Otomobil hastalığmın yıkıcılığı, küresel ekonomide son derece
romlara yönelik düşüncelerle bitirebiliriz. Otomobil hastalığı, par­ önemli bir rol oynamasıyla (aym şekilde petrol, kauçuk, çimento,
çada rasyonel olanm bütünde nasıl irrasyonel hale geldiğirıe iyi bir inşaat, tamir sektörü gibi yakından ilgili sektörlerle biraradalığıyla
ömek. Tek tek bakıldığmda arabalar bir kuşak öncesine göre çok ve yine canlı hayatm bütün alanına, hatta benliğin bütün inşa süre­
daha iyi şimdi: Daha emniyetli, daha güvenilirler, yakıtı daha ikti­ cine gömülü obuasıyla) yakmdan ilgilidir. İhtiyaçlarda yaşanan de­
satlı kullanıyorlar, daha uzun ömürlüler ve daha rahat bir sürüş rin değişimler otomobil hastalığma eşlik eder. Bunaldığında araba­
özelliğine sahipler. Hayli gelişmiş bir arabanın içine baktığınızda sına atlayıp kendisini bunaltan şeyden kaçması, bu kaçış sıkışık
"evde bulunabilecek her türlü konfor"la karşılaşırsınız: Ayarlanabi­ trafdcli yerlerde dolanıp durmaktan (ve trafik sıkışıklığına katkıda
lir lüks koltuklar, cep telefonu, mükemmel bir ses sistemi, dikkatle bulunmaktan) öteye geçmese de, insanı rahatlatır. Otomobil devle­
denetlenen hava; satıcılann dediği gibi, hepsi bir arada. Bir araba- rinin, tam da kendilerinin fiilen harap ettikleri arazilerin içinden in­
nm içi teknoloji Ütopyasından bir imge yansıtır, ki bu da anlaşılır sanlan bomboş yollarda, etrafta hiç başka araba görünmeksizin ra­
bir şeydir, zira birçok insan arabalann içinde epey bir zaman geçi­ hat rahat geçerken gösteren veya yeni üretilen arabalardaki ekolo­
rir. Ancak, diyelim benzin almak için kalabalık bir yolda, arabanm jik özellikleri (bu özellikler her ne kadar kendi içinde rasyonel ol­
dışına çıktığmızda içerideki düzenle taban tabana zıt bir düzensiz­ sa da, üretilen arabalann niceliği karşısında bunlann bir önemi kal­
lik kendini hemen belli eder. Korkunç bir kakofoni insanm vücudu­ mamaktadır) tasvir eden yeşil-soslu reklamlannı böyle rahat rahat
na ve ruhuna hücum eder. Şelaleden, hatta insani manzarayı taciz yayımlatabilmelerinin nedenlerinden biri budur.
etmeyen trenden farklı olarak arabaların homurtulan hiç bitmez; Kapasitenin üzerinde üretim tehlikesi genelde kapitalist üretimi
ortada ne bir örüntü vardır ne de anlatılmaya değer aynntılı, farklı olduğu kadar otomobil sanayilerini de tehdit eder; yılda 80 milyon
bir hikâye. Bütünlüklü bir ekolojisi de yoktur; bitmek bilmeyen, in­ araba üretilebileceği halde, bunlann sadece 55 milyonu satılabil­
sanı tüketen trafikten başka bir şey yoktur ortada (suf insanlar ka­ mektedir. Tahakkuk ettirilemeyen bu 25 milyon araç, kapitalizmin
pitalist özgürlük içinde istediklerini yapabilsinler diye depolanmış ruhuna saplanmış bir hançer, otomobilli yaşam değerlerinin durma­
haldeki muazzam miktarda güneş ışığı atıl momentuma dönüştürü­ dan pompalanmasının itici gücüdür. 1970'ten beri ABD'nin nüfusu
lür). Her gün, her gece binlerce yerde bu olay tekrarlann-; Karbon­ yaklaşık yüzde 30 artmış, buna karşılık ehliyetlilerin oranı yüzde
dioksit havaya kanşarak küresel ısınmaya katkıda bulunur, başka 60 artarken, ruhsatlı arabalann sayısı hemen hemen iki katına çık­
maddeler fotokimyasal sise veya ozon tabakasmm bozulmasına ne­ mış, kat edilen toplam kilometre miktan da iki katından fazla art-
den olan reaksiyon zincirine katılu-lar; gözle görülemeyecek kadar mıştır.^' Bu dönem içinde eklenen yollann uzunluğu sadece yakla­
küçük partiküller (asfalta sürten yüz milyonlarca tekerlek lastiğini şık yüzde 6 oranında artmıştır. Bu sayı bir dizi talihsiz seçimin bir
düşünün) akciğerlere girerek dünya genelinde yaygın bir hastalık sonucudur: Ya kâbus gibi bir trafik içinde kahrolacaksın ya da de­
olan astıma neden olur; yukanda bahsedilen gürültü başka bir kirli­ vasa yollar yapıp yaşam alanlarmı daha da fazla tahrip edeceksin
lik boyutu yaratır; araziler parçalanıp üzerleri asfaltla kaplanır, bu (ve sonuçta, yeni yapılan otoyollan, gazm vakumu doldurduğu gi­
sayede şehir ile taşra arasındaki tarihsel sınır yok edilirken şehir de bi büyük bir hızla dolduran daha da fazla trafik içinde kahrolacak­
taşra da alışveriş merkezleri, kocaman hantal tabelalar (onlar da ol­ sın). Yüzde 6 gibi bu görece daha düşük oran bile belli stratejik
masa sürekli hareket halinde olan insanlar nerede alışveriş yapabi­ noktalarda büyük bir değişime tekabül eder. Örneğin, Los Angeles'
leceklerini nasıl bilebilirlerdi ki?) ve üzerinde sermaye dolaşımının taki otoyollara eklenen şeritlerin sayısı karşısında insan sürekli
alyuvarlan gibi oradan oraya hızla gittiğimiz vızır vızır işleyen oto­ hayrete düşüyor (bazı noktalarda her iki tarafta da sekiz şerit vardı
yollar tarafmdan perişan edilir; bütün bu unsurlar bir arada insan
ekolojisinin dokusunun parçalanmasında en büyük rolü oynar. 2 1 . Purdom 2000.
[
98 DOĞANIN DÜŞM ANI KAPİTALİZM 99

en son sayabildiğim kadanyla, şu sıralarda da yenileri e k le n iy o r ).22 hayallerine" kapılan, "yaralanmaya karşı son derece 'kontrollü' bir
Otomobil hastalığmm mantığı kendini belli ettikçe, yeni aynş- kişilik tipi. Söz konusu kişilik tipinin bizatihi kendisinin kapitalist
ma düzeyleri ortaya çıkar, hatta motorlu araç kültüründen derin bir piyasaya uyarlanmanın ürünü olduğuna, diğer faktöriin, yani araba
biçimde etkilenmiş insanlar bile günümüzdeki araçlı hayatm ger­ kullanırken kendini her şeyi yapacak güçte hissedip hüsran duygu­
ginliği altında perişan olurlar. Yeni bir zihin hastalığı olan Yol Cin­ sundan kurtulmanm ise otomobillerin -filmlerdeki kovalamaca
neti böyle bir hayatm sonuçlanndan biridir; bir yıl içinde trafikte sahneleriyle, otomobil reklamlannm romantikleştirilmesiyle Haha
meydana gelen 28.000 ölüm vakası doğrudan veya dolaylı bir bi­ da pekiştirilen—kullanım değerinin temel bileşenlerinden biri oldu­
çimde "araçlar arasında takip mesafesi bırakmamak, yoğun bir tra­ ğuna dikkatinizi çekmek isterim. Kısacası, Yol Cinneti zihinsel bk
fikte şeritler arasmda zikzak çizerek ilerlemek, diğer şoförlere kor­ hastalık olabilir, ama tamamen kapitalizmin otomobil hastalığı ev­
na çalmak veya bağırmak, onlarla küfürleşmek, hatta silahla ateş reni içinde ortaya çıkmış bir h a s ta lık tır 23
etmek gibi saldırgan davramşlann" bir sonucudur. Federal otoyol
güvenliği şefi Ricardo Martinez tarafından sunulmasına rağmen bu
Küreselleşme ya da Genişleme Sürecini
ölü sayısı spekülatif olabilir; yakm zamanlarda yapılmış başka bir
Yönetmek Amacıyla Oluşturulan Dünya Rejimi
araştırmada ise bir yılda doğrudan trafik temelli 1500 cinayet işlen­
diği belirtilir. Havaili psikolog Leon James'e göre, "Araba kullan­ Nüfuz kelimesi genelde sermayenin kültürel genişlemesini, serma­
mak ile alışkanlık haline gelmiş yol cinneti artık birbirinden aynl­ yenin zamanı, mekânı ve özel hayatı sömürgeleştirme hızının artı-
maz hale geldi. Bu çağ cinnet zihniyeti çağı." James, böyle bir cin­ şmı İfade ediliyorsa, küreselleşme süreci de bunu mümkün kılan
net geçirmeye eğilimli kişilik tipini tarif ederken bu cinnete katkı­ siyasi/iktisadi düzenlemeleri yansıtır. Buraya kadar (ekolojik kri­
da bulunan faktörleri de sıralar; Araba kullanmca "normal, hüsran zin üstesinden gelmek için gidermemiz gereken) toplumsal ve eko­
yaratan yaşam biçimlerinden" kurtulan ve "her şeye kadir olduğu lojik etkilerinden söz ettiğimiz maddi rejimin adıdır küreselleşme.
Son yıllarda küreselleşme terimi, teknik, kültürel, hatta metafizik
çağnşımlanyla birlikte moda haline geldi. Burada ise daha dar bir
22. ABD'de durum kötü olsa da, "sanayileşmekte olan Ulkeler"in şehirlerin­ kapsamda ve sermayeyle, onda her zaman mevcut olan emperyal
deki trafiğin yarattığı kâbuslann yanmda önemsiz kalır. Sanayileşmekte olan ül­
kelerde, ABD'ye oranla çok daha az düzenlemeye tabi olan sermaye Brezilya'nın arzular bağlamıyla sınırii olarak kullanılıyor. O halde, bir düzeyde,
Sâo Paulo şehrindeki gibi senaryolar üretir. Sâo Paulo'da zenginler "hep feci bir sermayenin bugüne kadar her zaman bir dünya sistemi olageldiği­
trafik sıkışıklığı yaşanan" ve "üst düzey görevlerde çahşanlann arabalanyla bir­ ni, dolayısıyla küreselleşmenin aslında yeni bir şey ifade etmediği­
likte veya tek başlanna kaçınidığı ve parası olduğu düşünülen herkesin günlük
ni söyleyebiliriz. Ama öte yandan, yeni kurumsal biçimleriyle ve
hayatta karşılaşabileceği tehlikelerden biri haline gelen yol soygunlannm yaşan­
dığı" yollardan kaçınmak için helikopter kullanmaya başlamıştır. Gökyüzü Kral- tabii aynca siyasi olduğu kadar ekolojik içerimleriyle küreselleşme
hğı'na girmek kolay olmasa da, Sâo Paulo'da bir zenginin helikopter alması, bir sürecinin yeni bir düzeye ulaştığını da kabul etmek gerekir.
yoksulun araba almasından daha kolaydır; birçok zenginin oturduğu kale kapılı Mantıksal olarak, sermaye asla dinlenmez, hangisine daha faz­
binalar iniş için ideal yerler sunduğundan park da büyük bir sorun oluşturmaz.
400 kadan aynı anda havada uçup ortalama yurttaş için daha da beter bir kâbus
la yükleneceği belli olmasa da, sürekli mücadele etmek zorunda ol­
ortamı yaratan bu gürültücü canavarlar, bekleneceği üzere, statü simgeleri hali­ sa da insanlığı ve doğayı sonu gelmez bir biçimde sürekli alt etmek
ne gelmiştir; "Aynı paraya helikopter alabilecekken zırhlı BMW almanm ne ge­ zorundadır. Bu, asla yerinde duramayan, sınıdan aşıp yenilerini
reği var?" diye yazar bir reklam sloganında (Romero 2000). Özel güvenlik gö­
oluştururken yeni düzeylere ulaşmak zorunda olan bir dinamizmin
revlisi, vb. olan kale kapılı yerler, otomobil hastalığı çağında kentsel alanı etki­
lediği için, ekolojik krizin önemli eşlikçilerinden biridir. Bir yerlerde ABD'de in­ varlığına işaret eder. O halde küreselleşme çağı, sermayenin insan
sanlann yüzde 30'unun parçalayıcı, başka insanlardan uzaklaştırıcı yerleşimler­
de yaşadığını okuduğumu hatırlıyorum. 23. Wald 1997; Tum er 2000.
KAPİTALÎZM 101
100 DOĞANIN DÜŞMANI
yillidir. Toparlayacak olursak, küreselleşme, hantal insani ve me­
ve doğayla mücadelesinin dünya genelinde gerçekleşeceği belli bir
kanik malzemeyle karşılaştığında onlan gittikçe genişleyen bir öl­
evreye ulaşılmış olduğunu ve bu mücadelenin sürmesini sağlaya­
çekte harekete geçirmeye çabalayan para-halindeki-sermaye fazla­
cak yeni araçlarm inşasım yansıtır. Sahip olduğu tüm o güce rağ­
sının sınır yıkıcı etkilerinin bir tezahürüdür. Sonuç olarak, ekono­
men, sermayenin hâlâ zaferini ilan etmek içm kat etmesi gereken
mi ve toplum genelinde daha fazla baskı hissedilir ve bu baskı yu­
epey yol, dünyada hâlâ ele geçireceği birçok yer vardu-; örneğin,
kanda taslak halinde söz edilen eksenler üzerinde ekolojik istikrar­
hâlâ geleneksel, pre-kapitalist üretim yöntemlerine bağımh olan
sızlığa dönüşür.
köylüler ile sermaye birikiminin kısmen gerçekleşebildiği "kayıt-
Finans kapital, toprakta, makinede veya insanda cisimleşen ser­
dışı" denilen türden ekonomiye bağımh olanlarm yaşadıkları yer­
maye gibi diğer sermaye biçimlerine oranla hem daha likittir, hem
ler. Küreselleşmiş sistemin temel görevi, dünya ekonomisinin hâlâ
de çabuk ödüle daha aç. Mübadele-edilebilirliğin özelliklerinden
birikim motorunun kısmen dışında yer alan kabaca yansmı, ma-
biridir bu ve sermayenin mali biçimindeyken kendi özüne diğer bi-
dunlann da tam manasıyla katılacağı bir ekonomiye dönüştürmek­
çimlerindeyken olduğundan daha yakm ve daha saf halde olduğu­
tir: Dağınık yerlerden faydalanarak üretim yapmanın yeni, "ince­
nu gösterir. Tekrar etmek gerekirse, sermaye şey değildir, şu veya
likli" yollanna ulaşmak, doğal kaynaklan ele geçirmek, işgücünü
bu türden şeylerin içine yuvalanan ("yatınlan") bir ilişkidir. O hal­
ucuza tüketmek ve içlerindeki değerler tahakkuk edebilsin diye
de sermaye, saf ilişki halini almaya en çok para biçimine büründü­
metalan döndürmeye devam ettirmek.
ğünde yaklaşır: Kendine gelmektedir... ama henüz oraya varma­
Küreselleşme evresi, iktidann merkezinin yeriyle ilgili önemli
mıştır: asla oraya varamaz, yine de daima hareket etmeye ve dün­
soruları gündeme getirir. Örneğin, şirketlerin ulus devletlerin yeri­
yayı peşinden sürüklemeye devam eder. Zira paranm bile ataleti
ni aldığı, artık dünyayı onlarm yönettiği şeklinde ortak bir görüş
vardu-; bu atalet deniz kabuğu veya altm gibi maddi şeylere bağlı
mevcut. Bu görüş hayli önemli bazı konulara dikkati çekse de (ör­
olduğu eski dönemlerde daha fazlaydı, maddiliğini kaybedip elekt­
neğin, General Motors'un elinde Filipinler'in sahip olduğunun iki
ronik araçlarla dolaşmaya başladığmda azaldıkça azaldı. Sermaye,
katı varlık olduğunu fark etmeye yardımcı olur), vanlan sonuç bi­
bu yükten ebediyen kurtulmak ister; ama kurtulmaya çalışırken,
raz incelendiğinde geçersiz olduğu görülür. Her şeyden önce, şir­
dolayısıyla maddiliğini kaybederken, maddi toprak üzerindeki et­
ketler küreselleşmenin öznesi olduklan kadar nesnesidirler de.
kisi daha da artar. Sürekli daha hızlı ve daha uzağa yayılır, dünya­
Bhopal ömeğinde de gördüğümüz gibi, şirketin kendisi de, içinde
nın daha fazla kısmmı kendine doğru çeker, üretimi, dolaşımı ve
asıh olduğu sermayenin devasa kuvvet alanı tarafından yönlendiri­
tüketimi kendi sürekli artan baskısına uyum sağlayacak şekilde ye­
lir ve kendisine birikimi hızlandırdığı ölçüde yaşama hakkı tanmır.
niden inşa eder; bunlan da bütün yeryüzünü hâkim ekonomik dü­
Sonra, devleüer sennaye birikimi sürecinde şirketier kadar önemli
zenin yörüngesine çekmeyi güdüleyen bir mantık içinde yapar.
bir rol oynar; bu süreç tümüyle şirketlerin denetimi altına girdiğin­
Bu dumm mevcut devletleri aralannda yeni örgütlenme tarzla-
de, ortada düzenleme yapacak ve yaptınm sağlayacak hükümet ol­
n geliştirmeye sevk eder. Avrupa, Asya ve Batı Yarıküre'de bölge­
madığında neler olabileceğini bir düşünün.
ler halinde büyük bloklann ortaya çıkmasına neden olur ve deyim
Sorunlar aslen sermayenin değişen biçimleriyle ve devlet erki­
yerindeyse bir Hegemon mevki yaratır; bugün bu mevki, dünyanın
nin değişen konfigürasyonlarıyla da ilgili. Değişen sermaye biçim­
jandarması rolünü üstlenecek kadar güçlü bir devlet olduğu için
leri konusunda şunlan söyleyebiliriz; Küreselleşme çağı, kısmen
ABD işgal etmektedir. Ama aynı zamanda, özellikle şimdi daha ge­
finans kapitalin, yani sermayenin para halinin sürekli daha fazla
niş bir alana yayılmış olan yüksek nüfus yoğunluklu yerleri ticare­
önem kazanmasının bir sonucudur. Sermayeye daima en fazla pa­
ti denetleme yoluyla nizama sokmak amacıyla yeni devlet-a§ın bi­
ra yakın olmuştur ve kapitalizm rejimi altında paranm rolü, şeyle­
çimleri de hayata geçirir.
rin veya insanların rolüne kıyasla daima daha hızlı büyümeye me­
102 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 103

Böylece üçlü bir devlet-aşm yapı oluşur. Birincisi, ticaretin bi­ rinin başmı çeken borçlu ülke sıfatıyla genişlemesini finanse etme
zatihi kendisi, doğrudan denetim gerektiren bir ölçeğe ulaşmıştır. imkânı bulmuştu. Kamu varlıklarını satarak, hükümet harcamalan-
İkincisi, ticaret ve sermayenin diğer araçlan harekete geçirebilsin m keserek ve ekonomiyi ihracata yönlendirerek sivil toplum ile ye­
ve düzgün bir biçimde dolaşabilsin diye bağımlı "çevre ülkeleri"ne rel ekonomiyi yıkan, kenarda köşede kalmış toplumlan DTÖ'nün
gerekli fonlan verecek borç kurumlanna ihtiyaç vardır. Üçüncüsü, desteklediği ticaret rejimine tabi kılan çekicin, yani IMF'nin borcu
borçlann ve bu düzenlemede kaçmılmaz olarak ortaya çıkacak az olan ülkelere uyguladığı "yapısal uyum programlan" ABD'ye
olan diğer mali düzensizliklerin polisliğini yapacak ve bu devasa uygulanmıyordu. Aslan için ayn, öküz için ayn yasa uygulaması
makinenin bütün parçalarmm düzenli bir biçimde çalışmasmı sağ­ hâlâ geçerliliğini koruyor. Küreselleşmenin ulus-devletin düşüşü­
layacak bir kurumun (mermiyle iş yşpan kanlı canlı polis ve ordu nü simgelediği şeklindeki safdil düşünce hakkında söyleyecekleri­
güçlerinden önce olaya müdahale edecek bir mali polisin) varlığı miz bu kadar. Burada hangi ulus-devletin düşüşünden söz edildiği­
gereklidir. Özetle: Bir ticaret örgütü, bir dünya bankası ve mali iş­ ni sormak lazım: Patron ve sözünü geçiren ulus-devletin mi, yok­
lerin yapılmasmı zorla sağlayacak bir yapı (Dünya Ticaret Örgütü, sa madun ve itaatkâr ulus-devletin mi?
Dünya Bankası ve IMF) birleşip demirden bir ulus-aşm birikim üç­ Her halükârda, sermayenin mantığının doğrudan bir ifadesi
geni oluşturmuş, ulus-aşm burjuvaziye hizmet etmektedir.^^ olan ticaret her şeye egemendir. 1971'de Bretton Woods sabit dö­
Her yönetici sınıfta olduğu gibi, bu aygıt içinde ve devlet siste­ viz kuru rejiminin kaldınimasmdan önce, ülkeler arasmdaki gün­
minin farklı unsurlan arasmda da önemli aynlıklar var elbette. lük mali akış 70 milyar dolar civanndaydı. Otuz yıl sonra bu rakam
İkinci Dünya Savaşı'nm sona ermesiyle birlikte başlayan "Ameri­ yirmi kattan fazla artış göstererek 1.5 trilyon dolar civarma çıktı;
kan Yüzyılı"nın başından beri ABD genellikle istediğini yapmış ABD'de ise ticaretin GSMH'deki payı. Demokrat ve Cumhuriyetçi
(Clinton yönetimi sırasında, özellikle Amerikan Merkez Bankası liderlerin yürüttüğü ortak politikalarm da etkisiyle iki kat arttı.
ve Maliye Bakanlığı üzerinden) ve sözünü geçirmiştir. 1971'de tek Kürtaj ve kuponlu eğitim söz konusu olunca bu iki parti mangalda
taraflı olarak dünyayı altın standardından uzaklaştınp dalgalı döviz kül bırakmadan kavgalar ederken, iş sermayenin serbest dolaşımı­
kuruna geçiren, yani döviz kurunu dünyanm en güçlü para birimi na gelince akan sular durur.
olan dolara rapteden Richard Nixon oldu. Vietnam'daki emperyal Küreselleşme dünya genelinde birikim mekanizmalarmı çoğal­
gayretkeşlikleri nedeniyle borçlu bir ülke haline gelen ABD bu sa­ tırken, toplumlar da birer birer ekolojik yıkım girdabına kapılır.
yede ceza yemeden borçlu bir ülke olmayı sürdürmüş, hatta göste- Kitlesel borçlann refakat ettiği bağımlı ve eşitsiz kalkınma, bu sü­
recin doğumuna vesile olur. Nerede olursa olsun bir yerde borç­
lanma varsa, orada borcun ödenmesi için ekolojik bütünlüğü feda
24. 1944 Bretton Woods konferansında IMF ile birlikte kurulan Dünya Ban- etme konusunda baskı mutlaka olur. Küreselleşmenin en önde ge­
kası'nm kuruluş amacı savaş sonrası Avrupası'nm yemden inşasına yardımcı o l­
maktı. Sonra Üçüncü Dünya'ya yönelm iş, altyapı çalışmaları için (Bhopal'deki
len savunuculanndan biri olan Endonezya Cumhurbaşkanı Suhar­
fabrikanın inşaatı da buna dahil) büyük meblağlarda borç vermiş ve çevre konu­ to, bir yapısal uyum programının uygulamaya geçirilmesi vesile­
mundaki ekonomilerin küresel sermayenin ihtiyaçlanyia daha iyi bütünleşmele­ siyle yaptığı bir konuşmada bunu açıkça dile getirmişti. Dünyanm
rini sağlamak amacıyla bu ekonomilerde gerçekleştirilen "uyum" çalışmalanna
en büyük dördüncü ülkesinin bu dostane lideri, endişeye mahal
katılmıştır. IMF ise İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan sabit faiz oranı stan­
dardını sürdürmek amacıyla kurulmuştu. 1971'den sonra faiz oranlan dalgalan­ yok, demişti, Endonezya bankalara borçlu olduğu paralann karşı­
maya başlayınca, sorunlu ekonomilere borç verme ve Banka'nm sonraki serma­ lığında ormanlarını vermeye her zaman hazırdır. Küresel borçların
ye yatmmlan için bunlan temizleme işine yöneldi; adı çıkmış yapısal uyum Güney ülkeleri üzerindeki yıkıcı etkileri^s küresel sermayeyi ra-
programlanyla ilgisi bu yüzdendir. DTÖ ise selefi olan Genel İthalat-lhracat Ver­
gisi ve Ticaret Anlaşması'nın ilk örgütlenmesini tamamladıktan sonra kozasın­
dan nihayet 1995'te çıkabilmişti. 25. George 1992.
104 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 105

hatsız eder; hakikaten de, Jesse Helms de bu etkilere tanıklık eder­ dünyanın büyük bir bölümünde Yahudi Soykırımı büyüklüğünde
ken tıpkı Deniz Aslanı ve Marangoz* gibi, gözyaşlarına boğulmuş­ kötülüklere neden olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmaz. Ne
tu. Bu skandal, borçlan aşağı çekmek için çeşitli çarelere başvu- var ki, Stiglitz'in bütünüyle kapitalist sistemi sorgulamak gibi bir
mlmasına yol açtı, 2000 yılında 50 milyar dolar civarmda borç si­ niyeti yoktur; bu felaketin IMF ve Hazine Bakanlığı'ndaki kötü ka­
lindi. Ne var ki o dönemlerde Güney'in borcu yaklaşık 2.3 trilyon pitalistlerin suçu olduğuna ve günahlannın daha üstün ekonomist­
dolardı (silinen meblağdan yirmi altı kat daha fazla), affm şartla- lere, iyi kapitalistlere sahip Dünya Bankası'nm tavsiyelerine kulak
rmm da bu borcu birikim çarkından kurtardığı söylenemezdi. Ya­ asmamak olduğuna inandırmaya çalışır bizi.^*
km zamanlarda bir yazıda belirtildiği gibi, "IMF, Dünya Bankası, Bir yerlerde erdemli ve her şeyi bilen bir kapitalistin, kötü yö­
ABD ve başka ülkeler, borçtan kalıcı bir biçimde kurtulmak isti­ netilen küresel ekonomiyi kurtaracak bir peri padişahmm oğlunun
yorlarsa Afrika ülkelerinin küresel ekonomiye açılmalannm ve ge­ bulunacağı masalı yaygındır. Dünya Bankası bu hikâyede "iyi po-
reksiz iç harcamalarla enflasyonu denetim altma almalanmn şart Us"i oynasa da ve çalışanlan arasmda şüphesiz iyi niyetli kişiler ol­
olduğu görüşündeler."^^ Başka bir deyişle: Bize başka şeylerin ya­ sa da (her bankada veya Monsanto'da, Chevron'da vs. vs., hatta
nında ormanlarmızı ve ucuz işgücünüzü verin, biz de sizin hiçbir IMF'de olduğu gibi) insanlann çoğu dünyanın Stiglitz'lerinin o üs­
koşulda ödeyemeyeceğiniz borçlarmızı affedelim. tün teknik bilgileri sayesinde bizi kurtarabileceklerine inanmaya
Borcun adaletsiz oluşu nedeniyle IMF genellikle küreselleşme dünden hazırdm Entelijansiya, mucizevi iyileşme beklentileri içe­
rejimindeki en büyük musibet muamelesi görür. Time dergisinde risinde Lourdes'e giden alelade insanlan batıl inançlı olmakla suç­
yakın zamanlarda yayımlanan bir yazıda, IMF "Doktor Ölüm" ola­ lar. Buna karşılık bir çoğu, teknik bilgisini birikimin hizmetine su­
rak adlandmlmıştı; seçkinlerin fikirleri arasında çok ciddi ayrılık­ nan kârlı bir bankaya, Union Carbide'm Bhopal'daki fabrikası gibi
lar oluşmaya başladığım gösteren etkileyici bir işaretti bu.^’ En az teşebbüsleri finanse eden, Bhopal'daki fabrikanın da kuruluş amacı
90 yoksul ülkeyi etkisi altma almış olan örgüt için bu makul bir de­ olan ekoloji-zararhsı Yeşil Devrim'i hayata geçiren, Suharto'nun en
ğerlendirmedir. Ama IMF, yani küreselleşmenin "kötü polisi", büyük destekçilerinden olan, bir yandan Güney'in dört bir yanmda
1996'dan 1999 Kasımına kadar Dünya Bankası'nm baş ekonomist- fosil yakıt tüketimine dayalı büyük projeler inşa ederken bir yan­
liği görevinde bulunan Joseph Stiglitz'in son makalelerinden birin­ dan da küresel ısınmanın denetim altma almmasının gerekli oldu­
de belirttiğinin aksine, tek başma sorunun kaynağı olarak görülme- ğundan dem vuran bir bankaya güvenmeye daha dünden hazırdır.
mehdir. Hatu-larsanız Stiglitz'e bundan önceki bölümde, smırsız Yakın zamanlarda yürütülen propagandaya inanıp bu kurdun
büyümenin mucizelerine övgüler yağdıran dünya ekonomisinin li­ kuzulaştığını düşünenler Güney Amerika'nm en yoksul ülkesi Bo­
derler korosunda rastlamıştık. Şimdi ise onun bir çeşit muhbir ha­ livya'da olup bitenler hakkında biraz düşünseler iyi olacak. Bu ça­
line geldiğini ve New Republic'âe yayımlanan, IMF'nin ketumluğu, resiz ülke, Dünya Bankası'nm yönlendirmesiyle havayolunu, elekt­
antidemokratikliği ve her şeyden çok kısa vadeli kârlılığa önem rik idaresini ve ulusal demiryolu işletmelerini özel sektöre sattık­
vermesiyle ilgili ne kadar kuşku varsa hepsini doğrulayan makale­ tan sonra, nihayet su sisteminin büyük bir kısmını ABD'nin dev in-
siyle sansasyon yarattığını görüyoruz. Stiglitz 1997-99 yıllan ara­
sında Asya ve Rusya'daki mali krizlerin ele alınışından örnekler
28. Stiglitz 2000: "IMFnin kadrosu... genellikle birinci sınıf üniversitelerin
vererek o bilinen deyimle, "kânn insanlann önüne geçmesi"nin üçüncü sınıf öğrencilerinden oluşur. (Bu konuda bana güvenebilirsiniz, çünkü
Oxford Üniversitesi, MIT, Stanford Üniversitesi, Yale Üniversitesi ve Princeton
Üniversitesi'nde ders verdim, IMF'nin bu üniversitelerin en iyi öğrencilerini al­
* Lewis Carroll'm Aynanın İçinden eserindeki bir bölüme atıf, (ç.n.) mayı başardığını hiç görmedim)." Demek asıl ihtiyacımız olan şey buymuş, Vi-
26. Murphy 2000. etaam Savaşı döneminde söyledikleri gibi, "en iyisi ve en zekisi" bütün sorunla-
27. Pooley 2000, Tanzanya'daki vaka üzerine yazılmış bir yazıdan. nm ızı çözermiş.
106 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 107

şaat şirketlerinden Bechtel şirketinin başım çektiği ve bir İtalyan, myla yan yana koyar; hepsinin geldiği yer aynıdır. O halde küre­
bir İspanyol ve dört Bolivyah şirketin ortak olduğu (hayati ihtiyaç- selleşme aygıtmm smın nerededir?
lann önemli bir kısmmı metalaştıran küreselleşmenin işbaşmdaki Küresel kapitalizm, kır saçlı iyi huylu Alan Greenspan ve onun
halini gösteren ibretlik bir seyirlik) bir konsorsiyuma satmak zo­ Merkez Bankası'ndan en habis ruhlu Rus mafyasma ve Kolombiya­
runda kaldı. Dünya Bankası sayesinde yatmmcı şirketler milyon­ lI uyuşturucu baronlanna kadar uzanan fasılasız bir çizgide yer alır.
larca dolarlık bir su sistemine 20.0(X) dolardan daha az bk giriş ser­ Hepsi de büyük kuvvet alanı tarafmdan ve onun etkisi altmda yön­
mayesi koymuşlardı. Banka'dan aldığı kredilerle konsorsiyum bir­ lendirilir. Yakın zamanlarda yayraılanmış insanı afallatan bir ma­
çok nehrin yönünü değiştirmiş (bunun gibi teşebbüslerin ekolojiye kalesinde Fransız yorumcu Christian de Brie, "modem kapitaliz­
gösterdiği ihtimamdan da imtina edilmeyerek elbette), sonra da min yayılmasıyla yakından bağlantılı ve üç ortak arasmdaki (hükü­
maliyeti karşılamak için, yine Banka'nm yardımıyla, ayda 20 dolar metler, ulusüstü şirketler ve mafya arasmd^i) işbirliğine dayah bir
gibi fiyat artışlannı zorunlu kılmıştı (orta halli bir ailenin aylık ge­ sistem... mali suçun her şeyden önce, yapısmı arz ve talebin oluş­
lirinin 100 dolar olduğu bir ülkede hem de). turduğu, arz ve taleple gelişen ve arz ve taleple yönetilen bir piya­
Sonunda büyük protestolar oldu, yerli direnişi arttıkça arttı ve sa olduğu tutarlı bir sistem"den söz eder. Ortaklann her biri diğeri­
Dünya Bankası ile Bechtel'e geri adım attınidı. Bu durum aynca ne muhtaçtır, ama bu ihtiyacm varlığı kesinlikle reddedilir elbette.
sekiz kişinin ölümüne neden olan ve Dünya Bankası Direktörü Ja­ Kısacası, sistemi dürüstçe incelemek bizi neoliberalizmin parlak
mes Wolfensohn'u kamu hizmetlerinin elden çıkanimasınm kaçı­ vaatlerinden çok uzaklara götürür. Halihazırdaki şirket kültürü, res­
nılmaz bir biçimde israfa neden olduğu ve Bolivya gibi ülkelerin mi imgelemin tersine, bünyesinde bir sürü patojen banndmr:
"doğru dürüst bir tahsilat sistemine" ihtiyaç duyduğu şeklinde söz­ Sınırlayıcı uygulamalar, karteller, nüfuzlu mevkileri kötüye kullanma,
ler sarf etmek zorunda bırakan askeri eylemlere de yol açtı. Banka damping, metazori satışlar, yetkililerin kendi aralannda gerçekleştirdiği
1999 Temmuzunda "su tarifelerinde meydana gelebilecek artışlan danışıkh alım-satımlar ve spekülasyon, hisselerini satın alarak rakip şirket­
hafifletmek için hiçbir sübvansiyon yapılmaması" ve çok yoksul­ leri parçalama, düzmece bilançolar, sahte banka hesaplan ve havale ücret­
lar dahil bütün abonelere yerel su sisteminin yayılmasmm maliye­ leri, vergiden kaçmak ve muaf olmak için yurtdışındaki şubelerden ve pa­
tinin tamamının yansıtılması gerektiği açıklamasında bulunmuş ol­ ravan şirketlerden yararlanmak, kamu fonlanm zimmete geçirmek, sahte
sözleşmeler, rüşvet ve rüşvetçiler, haksız kazanç ve şirket varlıklannı kö­
masına rağmen, bu son derece kültürlü eski Wall Street maliyecisi, tüye kullanmak, gözetleme ve casusluk, şantaj ve ihanet; işçi haklan ve
su kaynaklarmm özelleştirilmesinin hiçbir surette yoksulların aley­ sendücal özgürlükler, sağlık ve güvenlik, toplumsal güvenlik, kiriilik ve
hinde olmadığım iddia ediyordu. çevreyle ilgili tüzüklere uymamak. Avrupa ve Fransa da dahil olmak üzere
Daha fazla yoruma lüzum yok gerçi, ama şunu eklemeden de dünyanın çeşitli yerlerinde her geçen gün artan serbest bölgelerde, özellik­
geçmeyelim: Bechtel eskiden, Ronald Reagan döneminde dışişleri le de toplumla, vergiyle ve mali konularla ilgili normal yasalann geçerli ol­
bakanlığı yapmış olan George Schultz'un çalıştığı şirketti, aynca madığı serbest bölgelerde neler olup bittiğini söylemeye bile gerek yok.
protestoculara ateş açan askerlerden birinin de ABD Ordusunun, Bir yandan devletin bütün bu olup bitenlere göz yumması, bir
Georgia'da bulunan ve Batı Yanmküre'de asayişi muhafaza etmeyi yandan da işin bir ucunun yeraltı dünyasma giriyor oluşu "ne bo­
amaçlayan Amerika Ülkeleri Okulu'nda eğitim gördüğü ortaya çık- yutlara ulaştığı hep meçhul kalacak bir yağma"mn ortaya çıkması­
tı.29 Bu durum bu askeri, Bolivya Cumhurbaşkanı, bölge valisi ve nın şartlarını hazırlar. Dünyanm her yerinde, ama özellikle Güney'
olaym meydana geldiği şehrin (Cochabamba'nm) belediye başka- de "işçiler, patronların kiraladığı haydutlarla, san sendikalarla, grev
kıncılarla, gizli polislerle ve ölüm mangalarıyla mücadele etmek
29. Barlow 2000; aynca bkz. http//www.brain.net.pk/diama ve egroups.com/ durumunda." Özetle, şirket sermayesinin şaibeli uygulamaları ile
groups/waterline. çetelerin işlediği örgütlü suçlar arasmda gizli bir sinerji vardır:
108 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 109

Bankalarla büyük işletmeler, örgütlü suçlardan elde edilen (aklanmış) bile gerektirdiği şeylerden, yani bir meşruiyet aracmdan yoksun­
hasılata el koymaya dünden hazırdır. Uyuşturucu satışı, dolandırıcılık;,
dur. Modernliğin post-aristokratik, post-teokratik dünyasında de­
adam kaçırma, kumar, seks ticareti (kadın ve çocuk ticareti), kaçakçılık
(alkol, tütün, ilaç kaçakçılığı), silahlı soygun, kalpazanlık ve naylon fatu­ mokratik ilerlemeler, son günlerde normal karşılanan sözde-de-
ra, vergi kaçırma ve kamu fonlarım zimmete geçirme gibi bildik faaliyet­ mokrasiler bile, toplumlan bir arada tutmaya yarayan tutkaldır.
lerin dışında yetü piyasalar gelişiyor. Bımlar, işçi ve göçmen kaçakçılığı, Sermayenin küresel toplumda tam manasıyla gerçekleşmeye doğ­
bilgisayar korsanlığı, sanat yapıtları ve antika kaçakçılığı, çalıntı araba ve ru adım atarken bunlan tedarik edememesi, faaliyetinin her geçen
araba parçalan kaçakçılığı, koruma altmdaki hayvan kaçakçılığı, yasadışı gün daha fazla küresel bir hükümet darbesi gibi görünmesine yol
organ ticareti, evrak sahtekârlığı, silah, zehirli atık ve nükleer ürün kaçak­ açar. Bu, zamanımızın en büyük siyasi çelişkisidir ve bugünkü di­
çılığı vs. şeklinde sıralanabilir.
reniş dalgasını tahrik eder.
Yardım kampanyalannda, yaşanan skandallarda, Çin'den gelen
kaçak göçmenlerin bulunduğu gemilerin batması veya mafyanm
Işbaşmdakiler
görevini suiistimal eden deniz subaylarmdan denizaltı satın alması
gibi olaylarda bu tür şeyler kendilerini zaman zaman belli ederler Aramızda kalsın. Dünya Bankası'mn kirli sanayilerin AGÜ'lere [az geliş­
Buzdağmm görünen yüzünün altmda hangi büyüklükte bir kütlenin miş ülkelere] gitmesini teşvik etmesi gerekmiyor mu? Dünyanın en düşük
olduğu asla tam anlamıyla kestirilemese de, yılda bir trilyon dolar ücretle insan çalıştmlan ülkelerine büyük miktarlarda zehirli atık boşaltıl­
civannda bir "gayri safi suç hasılası" olduğu tahmin ediliyor.^o masının ardındaki iktisadi mantığın kusursuz olduğunu ve onunla yüzleş­
memiz gerektiğini düşünüyorum... Afrika'daki nüfuslan son derece düşük,
Ahlaki içerimleri bir yana, bu dev gölge diyannın varlığı kapi­
gelişmemiş ülkelerdeki çevre kirliliğinin çok az olduğunu, havalannın Los
talizmin kökten denetimsizliğine, dolayısıyla da ekoloji ve demok­ Angeles veya Mexico City'yle kıyaslandığmda son derece düşük ["yük­
rasi krizleriyle baş edebilme yeteneğinin olmadığma delalet eder. sek" demek istiyor - J.K.] kalitede olduğunu düşünmüşümdür. (Lawrence
Bu açıdan, dev sermaye dalgalannm ekolojik savunma hatlannı Summers, Dünya Bankası'ndayken)
dövüp onlan aşındırdığma sürekli tanık olunan ekosistemlerin açı-
Bazı insanlar beceriksizdir. Beceriksiz ülkeler de vardır. Onlann borçlan-
smdan bakıldığmda, ekolojik kriz küreselleşmenin bu- sonucudur. m affetseniz de pek bir şey fark etmez. (James Wolfensohn, Dünya Ban­
Yine aynı bakış açısıyla değerlendirildiğinde, küreselleşmenin en kası Başkanı)
büyük kurbanı hükümet değil demokrasidir. Küresel sermaye ken­
Maliyeti hiç acımadan yüzde 50 ila 60 azaltmak gerekiyor. Nüfusu azalt­
di yolunu çizerken, sistemden sürekli daha fazla sermaye çıkarma­
mak lazım. İnsanlardan kurtulmak. İşe engel oluyorlar. (Jeffrey Skilling,
ya çalışılır, bu arada halkm iradesine itibar azaldıkça azalır. Bu sü­ Enron Corporation'm BaşkanO^ı
reçte küresel sermaye araçlan siyasi işlevler kazanmaya başlar, ye­
rel yönetimleri yıkıp bir çeşit dünya çapında yönetim organı olarak Kapitalist toplumun geniş ekolojik smırlannı çizmek başka bir
yapılanırlar. Ama rejim normal devletlerin, hatta despot olanlann şeydir, sermaye alt edilmediği sürece bunun kaçınılmaz bir biçim­
de ekolojik yıkıma yol açacağını kanıtlamak başka bir şey. Burada
sermayenin gerek insani gerekse doğal ekosistemlere neler yaptığı
30. De Brie, bu meblağın üçte biri ila yansının uyuşturucudan, geri kalanı-
nm ise bilgisayar korsanlığından, kalpazanlıktan, bütçe dolandıncılığmdan, hay­
van kaçakçılığından, beyaz kadın ticaretinden, vb. elde edildiği tahmininde bu­ "il. Multinational Monitor, Haziran 1997, s. 6. Summers artık ünlü olan bu
lunur. Başka bir deyişle, bu tür suçlardan elde edilen paranm dünya ticaretinin sözlerini, 1991'de henüz alelade bir ekonomist olarak çalıştığı Dünya Bankası'n-
yüzde 20'sine denk düştüğü gibi bir tahmin rahatlıkla yapılabilir. Bunlann sade­ da yapılan bir memorandum sırasında söylemişti. Sözleri öyle bir öfkeyle (!) kar­
ce yansının kâra dönüştüğü, onun da üçte birinin aklama işlemleri için harcandı­ şılanmıştır ki, Summers önce hazine bakam, sonra da Harvard'ın rektörü olmuş­
ğı varsayılu-sa, uluslararası suçtan bir yılda elde edilen net kânn 350 milyar do­ tur. ■yVolfensohn ise bu sözlerini. Dünya Bankası'mn gehşmekte olan ülkelerin
lar civannda olduğu söylenebilir. D e Brie 2000; aynca bkz. Bergman 2000. kendisine olan borcunu silme önerilerine cevaben söylemişti.
110 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 111

sorusundan ziyade, doğal zemininin gün geçtikçe daha fazla tahrip Yönetici sınıf (mülkiyet ve/veya denetimle sistemin dizginleri­
olduğu göz önünde bulundurulduğunda, sermayenin kendini yeni ni elinde bulunduranlar) ne kadar büyük bir belanın içinde olduğu­
yollara uyarlayıp uyarlayamayacağı veya yolunu değiştirip değiş­ muzu anlayabilme basiretini gösterebilirse, zaman içinde belki ge­
tiremeyeceği (veya daha açık bir ifadeyle, doğayla ilişkilerinde bir rekli değişiklikleri yapar. Ama krizle baş etme konusunda yapısal
onanma izin verecek şekilde tam zamanmda kendini yeni koşulla­ bir ac 2 içindeyse, o zaman burada dile getirdiğimiz iddialar daha
ra uyarlayıp uyarlayamayacağı) sorusu sorulmalıdır. Sermayenin da güçlenir. Yapısal dedim, çünkü seçkinlerin davranışlan, gerçek­
dillere destan uyum sağlayabilme özelliğini herkes takdir ediyor. te ne kadar açgözlü veya mütehakkim olurlarsa olsunlar, açgözlü­
Her defasmda yıkımdan başanyla sıynidı, o yüzden de ekolojik yı­ lük veya tahakküm gibi alelade güdülere indirgenemez. Sımf çı-
kıma uyum sağlama kabiliyetine sahip olduğu fikri gayet doğal karlanndan ve insanlann büyük kurumsal güçlerin kişileşmiş hal­
karşılanıyor. leri haline gelişinden söz ettiğimizde, insan ruhunu ilginç kılan bü­
Piyasa toplumu zenginlik yaratmada inanılmaz derecede başan- tün o sayısız varyasyon birkaç temel kurala tabi olur ve tektip in­
h olmuştur. Standart muhakeme yürütülerek "niye," diye soruluyor; san davranışı büyük ölçüde yaygmlaşu-. Seçkin sınıftan birileri baş-
ekolojik bütünleşme sağlama konusunda da aym şekilde niye başa- kaldmp diğerlerinden aynlabilir elbette. Ama fikirleri, mensup ol­
nlı olmasm? Ama bu muhakeme, bu sefer lezyonun bizatihi kapita­ duklan sınıfın fikrinin hâkim gücü tarafmdan bastınlıyorsa, birkaç
list üretimden kaynaklandığını fark edemediği için konudan uzak­ kapitalistin diğer kapitalisüerden farklı düşünüyor olmasının ne
laşır. Önceki krizlerde sorun şu ya da bu cinsten bir baskı altındaki önemi olabilir ki? Gerçekte, olaylan farklı açıdan görmeye başla­
bir büyüme modelinin nasıl yeniden işler hale getirileceğiydi. Şim­ yan seçkin sınıfa mensup biri ya tekrar hizaya girer veya iktidardan
di ise sorunu yaratan bizatihi büyüme modelinin kendisidir. Evet, dışlanu-; seçkin sınıftan biri olmaz artık ve yerine sermayenin ihti-
sermaye "yeşil metalar" veya kirliliği önleyici aygıtlar üretebilir; yaçlanna daha Uyumlu biri getirilir. Geri kalanlar için ise, sistem
hatta, enerjiyi olduğu kadar kaynaklan da geridönüşüm sürecme bir dizi güçlü ve tektip smırlamalar getirir, egemen toplumsal güç­
sokup depolayabilir. Ama bütün bunlan sermaye olarak yaptığı ler kimi psikolojik unsurlan teşvik edip kimilerine de engel olur­
için, bunlan her şeyden önce kendi kendini üreterek yapar; bu şekil­ ken idealler, rasyonalizasyonlar ve davranış normlan (kısacası,
de toplanan sermaye de yukanda sıralanan etkilere sahip olacak, davranışın biçimlendirilip yapı kazandmidığı bir tür ahlaki evren)
özellikle de iyileştirme çabalan sonucu elde edilmiş tek tük kaza- meydana getirir.
mmlan da yok edecektir. Bu önermenin doğmiuğunun kanıtlanma Her toplum kendi ihtiyaçlanna hizmet edecek psikolojik tipleri
olasılığı karşıt önermenin, yani sermayenin ekolojik krizin üstesin­ seçer. Bu yolla çok farklı bir dizi karakteri birleşik bir amaca, tek
den geleceği fikrinin kanıtlanma olasılığmdan daha fazla değildir. bir smıfm amacına uygun bir biçimde kalıba dökmek mümkündür.
Burada sorun daha çok, böyle bir şeyin makul olup olmadığıdır, bu Kapitalist piyasada başanh olup en tepeye yükselmek için sert, so­
nedenle başka bir muhakeme biçimi daha öne sürebiliriz. ğuk ve hesapçı bir zihniyete, kendini satma kabiliyetine ve çokça
Kapitalist üretim, metalann genel üretim sürecine dahil olan da iktidar arzusuna ihtiyaç vardır. Bu niteliklerin hiçbiri ekolojik
bütün güçleri içerir. Ama bu güçler, üretime dahil olan genel insa­ hassasiyet veya özenle ilgili değildir, hepsi yatınm kararlanna bi­
ni özelliklerden oluşur. Kapitalizmin doğayı tanımaktan uzaklaş­ çim veren aynı kuvvet alanı tarafmdan teşvik edilir.
mış bir zihniyetin ortaya çıkmasına neden olduğu doğruysa, bu Yukarıda yer verilen seçkin sınıftan o üç kişinin ifadeleri, yöne­
zihniyetin ekolojik krizi daha ele avuca sığmaz hale getiren unsur­ tici sınıflann halkın karşısında takındıklan tavırlan temsil etmiyor
lardan biri (Marksist tabiriyle, bir "üretim gücü") şeklinde anlaşıl­ elbette. Hatta, Summers ifadelerinin "ironik" olduğunu iddia et­
ması gerekir. Daha açık bir ifadeyle, kapitalizmdeki en büyük eko­ mişti. Eğer öyleyse, o zaman bu ironi olgusal bir gerçeği zevahiri
lojik sorunlardan biri kapitalisttir. kurtaran bir manevrayla ifade eder, zira Wolfensohn'la Skilling'in
112 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 113

İfadelerinin yanı sıra Summers'ın ifadelerinin özü, sermayenin mahallelerinden uzak durmasına dikkat ederler. Bu durum seçkin­
mevcut yörüngesine ayna tutar. Bütün o acımasız hesapçılığıyla, leri, kapitalist üretimin istikrarsızlaştırma etkilerine doğrudan ma­
kâr getirmeyen şeylerden kurtulmaya can atışıyla, doğayı kaynak­ ruz kalmaktan uzak tutar. Aynca, dengesi bozulmuş bir doğaya
lara ve çöp havzalanna indirgeyişiyle sermaye bu güçlü kişilikle­ karşı kendilerini her zaman koruyabilecekleri hayalini de besler.
rin ağzmdan konuşur. O nedenle bu kişilerin söyledikleri inkâr Seçkinler başansız olsa bile ödülleri garantidir. Gerçekten de,
edilse bile gerçektir. Konuyu bu şekilde ortaya koyunca, kapitalist başansız olan yöneticilere teselli armağanlan verilir; bu durum
seçkinleri "açgözlülüğün" veya içsel psikolojik duramlann güdüle- 1997'de basmm da dikkatinden kaçmamıştır. New York Times'ta
diği düşüncesinden kurtuluruz. Elbette açgözlülüğün de bunda ro­ şunlar yazar: "Üst düzey yöneticilerde başansızlık (eskiden şirket­
lü vardır. Oyunun kurallanna itiraz etmeme karşılığında muazzam lere özgü o çapraşık dille örtbas edilen veya hakkmda tek bir keli­
servetler elde edilebildiğine göre, olmaması düşünülebilir mi? Bu­ me dahi edilmeyen utanılacak bir şeyken) şimdi para ediyor. Özel­
rada sorun, açgözlülüğün, yani iktidar dürtüsünün veya soğuk ve likle bu çabuk gelen bir başansızlıksa." AT&T, Disney, Apple
hesaplı düşünme biçimlerinin körlüğe ve katılığa nasıl yol açtığı­ Computer ve Smith Bamey'de başansız olan üst düzey yöneticile­
dır. Bunlar göze çarpan özellikler ve bunlar kapitalistin psikolojik rin işlerine, sırasıyla 26 milyon, 90 milyon, 7 milyon ve 22 milyon
eğilimlerinin onun somut yaşam dünyasıyla kesiştiği noktalardan dolar ödeme yapıldıktan sonra son verilmiş; bundan sonra ne yapa-
ortaya çıkar. Bunun ekoloji-karşıtı bir işleyişe sahip olmasma ne­ caklan konusunda endişelenmelerini gerektirmeyecek bir teşvik
den olan bazı durumlan inceleyelim. primi doğrusu. Bunun yapısal nedeni, üst düzey yönetimde iş de­
Bir kere, sistem ne kadar büyürse (başka bir deyişle, kaderi ğiştirme oranmm her geçen gün artmasıdır (ki bu da zaten serma­
olan genişleme sürecinde ne kadar yol alırsa) kapitalist düşünce ye dolaşımının hızlanmasmın bir sonucudur); bu durum üst düzey
biçimi de o oranda heybetli bir hal alır; heybet kazandıkça da çev­ yöneticilerin güvence talep etmelerine sebep olurken, şirkete duy­
resine o oranda uzaklaşır. Dünyanm finans merkezlerinde oturu­ duklan sadakatin, bağlıhğın azalmasına ve görüş ufuklannm daral-
yor, jet uçaklanyla yolculuk yapıyor, el bilgisayannızm bir tuşuy­ masma yol açar.^^
la milyarlarca dolan yönetebiliyor ve nehirlerin yönünü değiştirip Bunun yanı sıra, kapitalist şirketlerin sürekli artan büyüklükle­
Mars'a uzay araçlan göndertecek kudrette bir üretim aygıtım de­ ri onlan doğayla özen gösterilmesi gereken bir nesne olarak temas
netiminiz altında bulunduruyorsanız. Aziz Francis'in tevazusunu kurmaktan alıkoyar. Yoğun ve sonsuzmuş gibi görünen bürokrasi
veya Rachel Carson'm sabulı azmini tecrübe etmeniz pek müm­ ağı içinde yalıtılmış olan, çoğunlukla akla gelebilecek her şeyi ya­
kün değildir. Bu duygulardan yoksun olduğunuz için bırakın etra- pan şirketleri yöneten, tali şirketleri Imelda Marcos'un ayakkabı
fmızdaki hayat ağma yakmiık duymayı, Afrika'daki yoksul insan­ değiştirmesi gibi değiştiren kapitalist patronlann, ekolojik varlık
lara bile yakınlık duyamazsmız. Kısacası, yönetici sınıf mevkii biçimleri için elzem olan dolaysızlığa ve karşılıklı anlayışa aldınş
ekoloji bilincinin gelişmesini engeller. etmemek için ellerinde her türlü neden mevcuttur. Patronlann kar­
Bu heybetliliği büyük oranda, kapitalistleri eylemlerinin sonuç- şılıklı ilişki düzenlerine tümüyle ekoloji-karşıtı bir ilke hâkimdir:
larmdan (kârlarım etkileyenler hariç elbette) yalıtan bir çeşit "bana Mübadele yasası. Para-sermaye ne kadar çok yönetirse, doğa o
bir şey olmaz" duygusu ayakta tutar. Alelade insanlar böyle korun­ oranda salt soyutlamaya indirgenir, Lawrence Summers gibilerinin
mazlar. Ömeğin, genelde renkli tenli insanlann yaşadıklan mahal­ geveledikleri laflar da o oranda rasyonelleşir. Maliye rejimine gö­
lelerde zehirli atık çöplüklerinin bulunması (yüzde 60 gibi yüksek re, yoksul ülkelere daha fazla zehirli atık gönderen ekonomi man­
bir orana tekabül ettiği tahmin ediliyor) bu insanlann çevreyi kir­ tığı gerçekten de "kusursuz"dur, çünkü daha fazla para kazanmanm
leten şirketlerin komuta yapılannda yer almadıklanm açıkça gös­
terir. Komuta yapılannda yer alanlar ise yaptıkları zehirlerin kendi 32. Dobrzynski 1997.
114 DOĞANIN DÜŞMANI KAPİTALİZM 115

yolu budur, para kazanmaksa "önemli olan" yegâne şeydir. taleplerin sürekli artmasını şart koşar. Bugünkü rejimde küresel
Kapitalistin diğer önemli özelliği teknoloji fetişidir. Teknoloji ısmma konusunda köklü bir çözüm geliştirilmeyecek oluşunun ana
artı değer elde etme oranmı artırdığından kârlılık için kilit öneme nedeni de budur. Doğru, her türlü yapısal önlem kâğıt üzerinde ha­
sahiptir, bu nedenle ona sermayenin neredeyse tanrısal gücüyle ya- zır. Ama bunlan ciddiye almak kısa vadeli kârlardan vazgeçmek
tmm yapılır. Dolayısıyla, kapitalist, teknolojik olanın değerini gibi düşünülmesi bile imkânsız önlemleri gerektirir. KapitaUstlerin
abartmakla kalmaz, bizatihi kendisi makineye benzemeye başlar. hepsi bir araya gelip birlikte plan yaparsa, böyle bir şey mümkün
O katı, soğuk hesapçılığıyla "araçsal" düşünür, yani indirgemecidir olabilir. Ama bu da rekabet yasasma aykın bir şeydir zaten.
ve bütünden ziyade parçalar üzerinden düşünür. însanm davranış- Kapitalistlerin ekolojik krizle gereği gibi ilgilenmelerini engel­
lanyla ilgili hazır rasyonalizasyonlara izin veriyor olması ve eko­ leyen bir eğilim daha var ki, değinmeden edemeyiz. Mantık tarzla-
lojik farkmdahk yaratma ihtimali taşıyan bazı özellikleri yalıtıp n veya kişisel arzularmın yanı sıra bu yönetici smıfm hüküm vere­
onlan birbirinden ayırabilmesi nedeniyle bu düşünme biçimi iki bilme kapasitesini de değerlendh-ebilmeliyiz. Söylemeye bile ge­
kat yararlıdır. rek yok, bir kişinin kapitalist hiyerarşide üst katmanlara çıkabilme­
Kapitalist sadece düşünmez elbette; aynı zamanda tutkulu, ar­ si için belli açılardan bu kapasitenin son derece sağlam olması şart­
zu dolu bir canlıdır. Ama buradaki sorun, sermayenin seçimini, tır. Yani, kalantor, kendi heybeüi ve saldırgan arzuları ile gerçek
ekolojik açıdan son derece yıkıcı sonuçlar doğurabilecek tutkular­ durumun getirebileceklerini birbirinden ayırabilmedir. Gelgelelim,
dan, özellikle de ne pahasma olursa olsun kazanma arzusundan ya­ bu ilke sadece kriterin kârlılık olduğu alanlar için geçerlidir. Kapi­
na yapmasıdır. Bunun ana mekanizması, sistemin kalbine yerleşti­ talistin sahip olduğu güçler bu alanlara seferber edilir, sonuç genel­
rilmiş olan amansız rekabettir; bu rekabet anlayışına göre, serma­ likle etkileyicidir. Ama, ekolojik krizde olduğu gibi, kapitalistin
yenin en üst katmanlannda devriye gezme ayncalığma sadece her aklı bir kanş havada olduğunda ve benimsediği araçsal düşünme
şeyi kendine yontan, acımasız kişiler sahip olur. Bunda anlaşılma­ biçimi ve mekanik materyalizm yüzünden gerçek durumu kaçınıl­
yacak bir şey yok, ama kapitalist kültürün maço dünyasmda bunun maz bir şekilde yanlış değerlendirdiğinde, kapitalist özellikle bü­
önemi kolayca göz ardı edilir. Sermayenin ekoloji-karşıtı rejimin­ yük tahrifatlar yapmaya teşnedir. Bu durum, onun büyüklük sevda­
de açgözlülükten çok daha önemli bir etkendir bu. Bu tavn-, Coca- sından, "danışıklı haberler yayımlatarak denetleme" söyleminin,
Cola'nın yakınlarda görevinden alman başkanı ve CEO'su Douglas halkla ilişkilerin ve diğer manipülasyon türlerinin içine boğazına
Ivester tarafından özetlenmişti. Dostluk, hayranlık ve saygı, diyor­ kadar batmış olmasından ve piyasayla içli dışlı olanlarda sıkça gö­
du Ivester, "önceliklerim arasmda yer almaz. Benim asıl istediğim rülen indirgenmiş bir karakter özelliğinden, yani bir çeşit "iyimser
şu: Ben sizin müşterilerinizi, raflannızdaki boş yerleri, müşterinin inkâr"dan kaynaklanır. Kapitalist bir noktada tümüyle gerçekçi ol­
midesindeki boş yerleri istiyorum ve de meşrubat tüketim potansi­ mak zorundadır, ama boğazına kadar meta mübadelesine batmışlı-
yelindeki her bir parçayı."^^ Nasıl ki sermaye genişlemesini asla ğından kurtulmadığı sürece çoğunlukla hüsnükuruntularla yaşama­
durduramazsa, kişileşmiş halleri de dur durak bilmez. Bu tür insan­ sı da kaçınılmazdır. Ne idüğü belirsiz piyasada başarıh olmak bü­
lardan ekolojik krizi fark etmeleri nasıl beklenir? yük oranda bir şeyin satacağına güven duymaya ve emin olmaya
Finans kapital rejimi kısa vadeli kârlılığa önem verdiği sürece bağlıdır, zira bir şeyin gerçekten satıp satmayacağı kısmen insan­
ekolojik kriz etkisini korur. Sermayenin arzu ettiği akışkanlık, kâ­ lann o şeye inanıp inanmamasıyla yakmdan ilgilidir. İnsanlara bir
nn hemen veya kısa bir zaman içinde tahakkuk etmesine yönelik şeyi kapılanna dayanıp zorla satma davranışının temelini oluşturan
bu tavır normalde her türlü kurnazlıkla dengelenir. Gelgelelim,
33. Deogun 1997. N e var ki, zavallı Ivester'in hayalleri suya düştü, meşru- ekolojik kriz gibi anlaşılmazlığı nedeniyle kurnazlığa yer olmayan
batlan oralara dağıtamadığı için işinden oldu. durumlarda gerçeği inkâr etmek ve hüsnü kuruntulardan medet
KAPİTALİZM 117
116 DOĞANIN DÜŞMANI
de her türlü çelişkiyi emme yönünde müthiş bir esneklik ve kabili­
ummak gibi tümüyle insani zaaflar öne çıkar. Ekolojik krizin so-
yet göstermiştir; çeşitli isyan tarzlannm ortaya çıktıktan sonra ar-
nuçlarmı veya krizi oluşturan ekosistemle ilgili bileşenlerin her­
kalarmda acı anılar bırakarak yok olmalarmm, Che Guevara'nm bi­
hangi birini hiç kimse tahmin edemeyeceği için iyimser inkârm
ra markası haline gelmesinin ana nedenlerinden biri budur. Ne var
önü açılır; özetle, tehlikelerin boyutu küçültülür ve sorun gerçek
ki, ekolojik krizde mübadele mantığının bizatihi kendisi istikrarsız-
haliyle ele almacağı yerde oportünist güdülerle hareket edilerek
lığm kaynağı haline gelir ve bu mantık genel manzaraya ne kadar
yetersiz tepkiler verilir.
hâkim olursa, doğayla ilişki o oranda bozulur ve istikrarsızlaşır.
Sermaye ekolojik krizi iyileştiremez, çünkü "ya büyü ya öl" send-
İddianame romunda kendini belli eden asli varlığı zaten böyle bir kriz üretir;
nasıl yapılması gerektiğini bildiği bir şey varsa, o da mübadele de­
Kapitalizm, o muazzam zenginlik yaratma (ve insan doğasmm
ğerine göre üretim yapmaktır ki krizin kaynağı tam da budur.
zenginlik yaratma yönünü kışkutma) kabiliyeti nedeniyle bütün
Bu argümanın mantığı, büyük felaketlerin birden ortaya çıkaca­
dünyayı kaplar. Sonuçta bugüne kadar insanm oluşturduğu en güç­
ğı ihtimaline veya yıpratıcı özellikte çok sayıda küçük darbenin bir
lü ve de en yıkıcı organizasyon biçimi ortaya çıkmıştır. Sermaye
araya gelip doğayı yok edeceği şeklindeki gerçekleşmesi daha
yandaşlan onun yıkıcılık özelliğinin kontrol altma almabileceğini
muhtemel bir fikre, hatta sistemin bu felaketlerden bir şekilde se­
ve sermayenin olgunlaştıkça, tıpkı İsveç'in Viking geçmişinden ge­
lametle çıkabileceği ihtimaline dayanılarak oluşturulmadı. Kapita­
lişerek bugünlere gelmesi gibi, ilkel birikim evrelerinde görülen
lizmin uygarlığı, kanserli hücre misali yayılırken yarattığı krizden
zorbalığm üstesinden banşçıl bir biçimde geleceğini iddia ederler.
kurtarmaktan tümüyle aciz olduğunu göstermek amacıyla oluştu-
Bize biraz daha zaman tamym, derler, göreceksiniz küreselleşme
mldu. Yukanda sözü edilen muhtemel felaketler öyle veya böyle
sadece zenginlerin yatlannı değil, bütün tekneleri havaya kaldıran
meydana gelebilir veya bazdan, hatta hiçbiri meydana gelmeyebi­
bir gel-git dalgası olacak, zenginlikte yaşanacak genel artış da bu
lir de; ama meydana gelmeleri için ortamın müsait olduğunu ve ka­
teknelere liman olacak olan karanın komnaklı ve müreffeh olması­
pitalizmin bu felaketlere çare .bulmak şöyle dursun, doygunluğa
nı sağlayacak.
ulaştığı oranda onlann meydana gelme ihtimallerini artırdığmı
Bense tam tersi bir sonuç olacağı iddiasmdayım. Kapitalist zen­
açık ve net bir şekilde ortaya koymalıyız.
ginliğin üretilmesiyle birlikte ve bu sürecin aynlmaz bk parçası
Sermaye ve kapitalizmin özelliklerinden bahsederken, kapita­
olarak, yoksulluğun, ebedi çatışmalann, güvensizliğin, ekolojik yı-
list üretimin ekolojik krizle olan ihşkilerinm aynntılanna girmek­
kımm ve nihayet nihilizmin de üretildiği kamsındayım. Üretim ye­
ten ziyade bu üretim tarzmm ekoloji-karşıtı özelliklerini vurgula­
rel ve kısıth olduğu sürece, üretime eşlik eden bu unsurlar dışsal-
mamın nedeni buydu. Çevreye yönelik sayısız tecavüz örneğiyle
laştmlıp ihraç edilebilir belki. Ama sermaye olgunlaşıp küresel ha­
ilgili en bariz fikirlere yer verdim sadece: Büyük propaganda sis­
le gelince kaçış yollan mühürlenir ve kansere benzer karakteri ye­
temi ve bu sistemin kapitalizme yeşil bir cila çekme kampanyası;
niden kendini göstermeye başlar; insan varoluşunun bütün alanla-
düzen medyasının ekolojiyle ilgili sorumluluklarına ihanet edişi;
nna nüfuz eder, zaman ve mekân ekolojilerinin istikrannı bozar ve
politikacılarla partilerin bireysel ihanetleri; çevreci gmplannm saf
dünyayı gittikçe daha otoriter bir hal alan ve bozulan bir rejime
değiştirmeleri; bilim kurumunun ve kanşık hukuk sisteminin suç
mamz bırakır. Ondan sonra da artık her şey birikime kurban edilir
ortaklığı ve çevrecileri bastırma ve onlara gözdağı verme girişim­
ve küreselleşme çemberinin kapanmasıyla birlikte dışsallaştmla-
leri. Bunlann her biriyle ilgili iyi kitaplar yazılmıştır. 7. Bölüm'de
cak yer kalmaz.
mevcut ekoloji politikalîinnın yeterliliğini tahlil ederken bu kitap­
Ekolojik kriz, küresel birikime refakat eden küresel çaplı ekolo­
lardan bazılanna döneceğim.
jik istikrarsızlığın bir başka adıdır. Sermaye mübadele mantığı için­
118 DOĞANIN DÜŞM ANI

Ama aynntılar üzerine eğilirken resmin bütününü de gözden


kaçırmamalıyız: Dünyaya hâkim tek bir düzen vardır ve henüz her
yere el atamadıysa da bu düzen reforma gelmez, her şeyi ister, da­
ha azıyla tatmin olmaz ve kurumlan kendi amacma uygun hale ge­
tirir. Tekil reformlann hiçbiri sermayenin niyetinin ne olduğunu
kavrayamaz veya sermayeyi kökünden söküp atamaz. Dolayısıyla,
ne kadar değerli ve gerekli reformlar yapılırsa yapılsın, cesaret ki­
II
nci olacak belki ama, asıl uğraşılması ve alaşağı edilmesi gereken DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM
şeyin bir bütün olarak sermaye olduğu gerçeği geçerliliğini korur.

34. Krizin aldığı çeşitli somut biçimlerin izini sürerken yararlı olacağını dü­
şündüğüm bazı yapıtlar şunlar: Athanasiou 1996; Karliner 1997; Beder 1997; To-
kar 1997; Steingraber 1997; Fagin ve Lávele 1996; Colbum ve diğ. 1996; Pring
ve Canan 1996; Rampton ve Stauber 1997; Lappé ve diğ. 1998; Shiva 1991;
Gelbspan 1998; Gibbs 1995; Ho 1998; Thornton 2000.
5

Ekolojiler Üzerine

SERMAYENİN ekolojiye yönelik yıkıcı etkileri olduğunu söylemek,


sermaye rejimi altmda doğal dünyanm büyük bir kısmmm tahrip
edilmekte olduğunu iddia etmek demektir. Bu ifade sorunlu olsa da
son derece açıktır. Ama birçok yerde sermayenin "ekoloji karşıtı"
olduğunu da söyledik, ki bu önceki ifadede dile getirilenle aynı şey
değildir. Ekoloji karşıtı terimi yeni bir anlayış ortaya koyar, "eko­
loji" sözcüğünün, doğayla olan ilişkimiz içerisinde değer verilme­
si gereken bir şeye işaret ettiğini, sermayenin doğanm bir parçası­
na zarar vermekle kalmayıp evren duygusunun tamamma tecavüz
ettiğini öne sürer. Bu da söz konusu duygunun ne olduğu konusun­
da bir-iki şey söylemeyi, daha genel olarak da, doğadan söz etme­
nin ne anlama geldiği hakkmda biraz açıklama yapmayı elzem ha­
le getiriyor elbette.
Doğa kavramı, düşünce dağarcığı içindeki bütün diğer kavram­
lar gibi kolay kolay ele avuca gelmez. Doğa onun hakkında söyle­
diklerimizden bağımsız olarak varlığım sürdürür sürdürmesine,
ama bizim için ancak onun hakkında bir şeyler söylediğimiz sürece
vardır. Doğa hakkında öne sürülen bütün fikirler, kozmoloji alanm­
da yapılan en ezoterik araştırmalardan çöp boşaltma yönetmelikle­
rine ve solcu, sağcı ve orta yolcu ideologlann yazılarına kadar (bu
satırlarda dile getirilen düşünceler de buna dahil elbette) kadar hep­
si dilin aracılığıyla aktanlır; dil gerçeği yanm yamalak yansıtan bir
ayna olmasmın yanı sıra, yoğun bir biçimde toplumsal ve tarihsel
bir şeydir. Daha pratik bir ifadeyle, doğa üzerinde bıraktığımız iz
iki katlıdır: birincisi, doğal dünya insani etkiler tarafmdan büyük
ölçüde yeniden düzenlenmiştir, öyle ki, yer yüzeyinde, hatta bu yü­
zeyin epey üstünde ve altmda da, türümüzün faaliyetlerince deği-
122 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 123

şikliğe uğramamış bir maddeye rastlamak neredeyse imkânsızdır;' neğin, atmosfer veya evrimin yüksek basamaklarmda yer alan
İkincisi, doğal dünyayla ilgili bütün önermeler, her şeyden önce, hayvanlarm salgı bezleri sistemi gibi. Bu seçilen konunun sis­
toplumsal sözcelerdir. "Doğa" denen şeyden bahsederken veya temli özellikleri vardır; yani, hem mekânsal hem de zamansal
onun farkına varırken, aynı zamanda tarihi de olan bir şeyi kavrarız, olarak tanımlanmış birbiriyle ilişkiü unsurlardan meydana gelen
çünkü her şeyden önce, ondan bahsetme yollan da toplumsal pra­ bir yapıdır; araştırmamızm ana konulanndan birini tanımlamak
tiklerdir, aynca, bizi ilgilendiren ömeklerin büyük bir bölümünde için ekosistem adını da bu yapıya karşılık olarak kullanıyoruz.
"doğal" varlığın bizatihi kendisi insanın, tarihin izini taşır. Ekosistemlerin belli sınnlan vardn, ama aynı zamanda birbirle-
"Ekoloji" terimi ile onun çeşitli anlamlannm da bir tarihi vardır; riyle etkileşim içindedirler (ömeğin, salgı bezleri sistemi dola­
ama onun adım taşıyan ve yaklaşmakta olan krizin koşullandırdığı şım sistemiyle ilişki içindedir, okyanuslar da atmosferle). Aslın­
bir tarihtir bu.^ Doğal dünyanın bütünlüğü sürekli artan bir tehdit da başlı başma ekosistem diye bir şey yoktur; hepsi birbiriyle et­
altına girdiğinde, bu bütünlüğü ve bu bütünlüğün bozulmasmı ta­ kileşim halindedir, bizi fazlasıyla ilgilendiren bir etkileşim halin­
nımlamak için kullanılan kavramlarm ön plana çıkması gayet man­ de. Ekolojinin ilkelerine göre değerlendirilen dünyaya atıfta bu­
tıklı. Entelektüel manzarada ilk ortaya çıktığından bu yana geçen lunurken ekosfer terimini kullanıyoruz, başka bir deyişle ekosfer,
yüz yirmi beş yıllık süreçte ekoloji büyük bir önem kazanmışin. dünyanın "ekosistemsel" bakış açısıyla görülen halidir. Daha da
Bu kitapta ekoloji terimi dört farklı anlamda kullanılmaktadır: soyut bir düzeyde ise doğanın bizatihi kendisini tüm ekosistem­
lerin integrali olarak düşünebiliriz. Bu integral nosyonu, aynı
• Doğabilimlerinden biyolojinin içinde yer alan, canlılann kendi zamanda bizim parçalardan oluşan, ama o parçalarm toplanan­
aralanndaki ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen teknik bir dan farkh bir "bütün" tasavvur ettiğimiz anlamma gelir. Felsefe
araştırma disiplini olarak. Burada en önemli değişkenler genel­ diliyle söyleyecek olursak, biz hiyerarşik bir sistem teorisi geliş-
likle, doğanm diğer parçalanyla etkileşim içinde olan farkh ya- tirmiyomz, bir ortaya-çıkış diyalektiği geliştiriyoruz.
şam-biçimlerinin popülasyonlandır. İnsan dünyasının bir boyutu olarak. İnsanlığın doğanın dışmda
• Ekolojik çalışma için seçilmiş bir konu olarak; ama burada seçi­ yer aldığı gibi anlamsız bir düşünceye sahip değilsek eğer, bu ta­
len kendi başına popülasyonlar değil, yeryüzünün bütünselliği nım elzemdir. Söylemek bile gereksiz belki, toplumsal bir ekolo­
içindeki beUi yerlerdir. Bunlann, ömeğin, belli bir gölün veya ji görüşü geliştirilmesi her doğabilimcinin hoşuna gitmeyebilir.
Amazon havzasmın ekolojisi gibi, aşağı yukan belirli yerler ol­ Aynca böyle bir bakış açısı bizden her dummda, dil, anlam ve ta­
duğunu söyleyebiliriz (ki bu yerler belli ölçeklere ulaştıklarmda rih gibi insan dünyasına özgü boyutlan içine alan geniş kapsam­
"biyo-bölge" adını alabilirler). Bu yerleri doğal dünyanm birta­ lı bir araştırma yöntemi geliştirmemizi talep eder. Doğal tür kim­
kım iç ilişkilere sahip bir alt-kümesi olarak da düşünebiliriz: Ör- liğini bize bu vasıflar kazandmr. Aynca, şeylere bu şekilde bak­
maya başladıktan sonra, şehirlerin, mahallelerin, ailelerin ve hat­
ta zihinlerin ekolojisinden söz etmemek için hiçbir sebep yoktur.^
1. Bkz. ömeğin, Goudie 1991. Görünür ve dolaysız etkilerin yanı sıra, hava
Değerler tümüyle insani fenomenler olduğu için, mantıksal ola­
ve su akımlanyla taşınan maddelerin dünyanın her yerine yayılması gibi daha
yaygın ve incelikli etkiler de var. Bu nedenle, kutup ayılannın vücutlarında, bu rak bakış açısmı, ekolojik içerikle ilgili etik fikirleri de dahil ede­
yolla binlerce kilometre ötelere taşınan pestisit artıklarından yüksek oranlarda rek genişletiyoruz; etik fikirler dünyadaki eylemlere yön veren
bulunduğu (hatta dünya genelinde en yüksek oranda onlann vücutlarında bulun­ veçhelerden biri olduğu için ekoloji politikasından da söz ediyo­
duğu) ortaya çıkmıştu-. Oranı da hesaba katmalıyız elbette: Evrendeki maddele­
ruz. Sermayeyi bu anlamda "ekoloji karşıtı" olmakla suçladık;
rin sadece çok küçük bir parçası insanların faaliyetleri tarafından değişikliğe uğ­
ratılmıştır. Ne var ki, bu küçücük parça varoluşumuzu belirlemektedir.
2. Ekolojik düşünce tarihiyle ilgili en iyi kaynak Worster'm kitabıdır (1994). 3. Bkz. B ateson 1972.
124 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 125

sermayenin "ekolojiye zarar verdiği" suçlaması da aynı şekilde, menzilinin her yanmda görülen ince, lifi andıran bir bağlantıdır bu
terimin ikinci anlamma, yani ekosistemsel anlamına atıfta bulu­ elbette; bilimin belki de hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamaya­
nur. Ekolojiye uygun davranmanm veya "ekosantrik" değerleri cağı bir bağlantıdır, ama vardır, doğadaki elementier arasmdaki
benimsemenin ne anlama geldiği ekolojinin bütün boyutlarmı il­ bağlantılan ciddiye alıyorsak elbette. Bu noktada doğayı, her yöne
gilendiren bir soran; bu sorunun "ekososyalizm" olarak adlandı- ve yerkürenin smırlannm dışma uzanan tüm ekosistemlerin bir in-
nlacak olan çözümü ise bu çalışmanm amacını oluşturmaktadır. tegrali olarak düşünüyoruz. İntegralden kasıt, organizmalar ve bü­
tünlerdir - başka bir deyişle, ekolojiyle ilgili bir vizyonu sistemli
Ekolojik düşünce ilişkilerle, yapılarla ve bunlann arasmdaki bir şekilde ortaya koymak, gerçekliği birbirine bağlı düğümlerden
akışlarla ilgilidir. Bir düzeyiyle bu düşünme biçimi sağduyudan oluşan bir ağ şeklinde, sayısız düğümü mucizevi bir biçimde sürek­
ibarettir; bir düzeyde de dünyayı tersine çevirir ve egemen sişte- li (yani sermaye onlan zaptedene kadar) büyüyerek bütünsel var­
minkine taban tabana aykın bir dünya görüşü ve doğa felsefesi be­ lıklar meydana getiren bir ağ şeklinde koyutiamaya zorlar bizi.
nimsemeye zorlar bizi. Böyle bir doğa, hayat fenomenlerini kat be
kat aşar, ama yine de hayat aynı zamanda hem doğanm özel bir du-
Hayat Nedir?
ramu, hem de onun (gerçekliğini bir şekilde ancak yarım yamalak
sezinlediğimiz) bir potansiyeli olarak kabul edilebilir pekâlâ; yani Canlı ile cansız arasmdaki smu- keskin değildir, ki hayatm doğa ta­
doğanm belli koşullar altmda ortaya çıkardığı bir şey olarak.'' İn­ rafından meydana getirilen potansiyel bir biçim olduğu kabul edi­
sanlan, kızılağaçlan ve cıvık mantarlan (Myxomycetes) meydana liyorsa, öyle de olması gerekir zaten. Doğa biçimlendiricidir, yani
getiren temel moleküllerin hepsinin ortak bir atayı işaret etmesi do­ belli varoluş düğümleri geUştirme konusunda dinamik bir potansi­
layısıyla hayat tektir. Buna karşılık hayat aynı zamanda akıl almaz yele sahiptir; hayat da onun bu biçimlendiriciliğinde bir ara istas­
derecede (o zavallı farkmdalık kapasitemizle algılayamayacağımız yon görevi görür. Doğa, "Büyük Patlama" anmdaki gibi paramet­
kadar) çokbiçimlidir de; canlılann kendi aralannda ve çevrelerin­ releri arasmda farklılaşma olmayan dağınık bir süreklilik olsaydı
deki cansız ortamla 3.5 milyar yıl boyunca süregelen ilişkilerinin ve sonrasmda "ısı ölümü"ne dönseydi, ortada hiçbir şey kalmazdı;
sonucunda bu biçim zenginliği inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bu­ ne bir birleşme, ne zaman ve mekân aynmı, ne toz, ne enerji fark-
radan, içinde canlı barmdu-an bütim ekosistemlerin doğanm diğer lan, ne galaksi, ne yıldız, yıldızlann etrafmda dönen gezegenler,
kısımlanyla da (gerek diğer canlılarla, gerekse dünyanm makro-fi- gezegenler üzerindeki deniz ve karalar, karalardaki kayalar, su bi­
ziksel ortammm yakm çevresiyle: yani, "çevre"yle, moleküler, rikintileri, hava ve sudaki kimyasal bileşikler, sıcaklık ve ışık dön­
atomsal veya atom altı ortamlanyla veya doğanm kozmozdaki güleri, kısacası, alfa ve omega noktalan arasmdaki o sonsuz bü­
uzantısıyla) ilişki halinde olduğu sonucu çıkar. Doğanın muazzam yüklüğü içinde kozmozu meydana getiren farklılaşmalann hiçbiri
olmazdı. O halde, varoluş kategorisine varolan "bazı-şeyler" girer.
Bu şeyler, varoluşlarmı içselleştirdikleri sürece varlık kazann-lar,
4. Bkz., örneğin, de Duve 1995. Nobel ödülü sahibi de Duve, tümüyle ma-
yani "olmak-lık"lanm [li-neis] kendi parçalan haline getirdikleri
teryaUst bir referans çerçevesi içinde sürdürdüğü çaiışmasmda, hayatm ortaya
çıkması için zorunlu olan birbiriyle bağlantıh ardıl basamakların çok sayıda ol­ sürece. Aynı şekilde, her-şey ancak başka-şey olmadığı sürece var­
ması sebebiyle, hayatın ortaya çıkışının acayip veya rasgele bir olay olamayaca­ lık kazanm Bu "varlıklar varlığı" başka-şeylerle bağlantılıdır ve bir
ğını, "aksine, evrenin hayata gebe olduğu"nu ve "bugün de gebe olmaya devam dereceye kadar da onlan kapsar, nesne haline geldiklerinde bile on­
ettiği"ni iddia eder (1995: 9). Aynca bkz. Fortey 1997. De D uve atom düzeyin­
den başlayıp konuyu canlı biçimin sürekli artan o karmaşıklık düzeyinin en son
lan içselleştirir. Varlıklar zamansaldy: Varoluş duramuna girip çı­
basamağına kadar getirirken, Fortey bütün evrim sürecinin panaromik bir görü­ karken evrilirler ve evrimleriyle birlikte daha tam bir içselleştirme
nüşünü sunar. meydana gelir. Başka bir ifadeyle, öznelliğe doğru gerçekleştirilen
126 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 127

içedönme hareketine çok daha farkhlaşmış bir nesnel varoluş eşlik de" eriyerek, görece olanaksız durumun yerine gerçekleşme olası­
eder. Gelişimin bir çizgisinde, bu süreç bilincin ve zihnin ortaya lığı daha yüksek bir durum getirir, yani fizikçilerin "faz uzayı" ola­
çıkmasıyla sonuçlanır. "Gelişim" adını verdiğimiz şey (ister bir ço­ rak adİ£mdu-dığı, daha fazla sistem olasılığma imkân veren bir du-
cuğun olgunlaşması olarak ifade edilsin, isterse hayatın evrimleş­ rum.6 Benzer şekilde, öldüğümüzde, bu canh biçimde varolan muh­
mesi olarak) bir varlık alanında ve daha büyük bir özne-nesne fark­ teşem molekül kombinasyonlan evrenin büyük akışına geri döner.
lılaşması sayesmde gerçekleşir. Bu muhteşem kombinasyonun sürekliliğini sağlayan canlı biçim­
Hayat, kendi kendini besleyen ve kopyalayan (belli bireyler, dir; kendisi üzerinde düşünen canlı varlıklar, yani bizler bu biçime
ama üreme yeteneğine sahip bireyler sayesinde kendi biçimini ço­ estetik karşılıklar veririz.
ğaltan) bir varlık biçimi gösterir. Ama doğa sadece biçimlendirici Burada biraz açıklanmaya muhtaç birkaç konu var. Bir kere ha­
değildir: Biçimi dağıtır da aynı zamanda (asimda, öyle olmasaydı, yatı, ona varlık kazandıran evrenle belli bir gerilim içinde olmak
biçimin bizatihi kendisi de varolmazdı). Bu nedenledir ki, evreni­ şeklinde algılıyoruz. Evrenin veya doğanm içinde, kozmozun "do­
mizde alfa ile omega noktalan arasında, farklılaşmamış bir ortaya ğal" potansiyeli gereği, hayat doğurma özelliği vardır. Ama aynı
çıkış anı ile bütün varlıklann yok olduğu (farklılaşmanm bizatihi zamanda ve İkinci Yasa'nm işleyişi gereği, hayat evrenin belli ya-
kendisi sona erdiği için yok olduğu) bir son arasında (ki bu iki nok­ salanna karşı da durur. Hayat varolmak zorundadır... ve hayat de­
ta arasmdaki mesafe akla hayale sığmayacak ölçüde büyüktür^) bir vam edemez. Bu iki kutup arasında kalan hayat, varoluşu için sü­
yörünge vardır. Bu büyük halkanm ölümü o ünlü termodinamik ya- rekli mücadele etmek zorundadır; etmezse ölür.
salannda kayıtlıdır, ama bu yasalar bu durumu açıklamakta yeter­
siz kalır. Birinci Yasa, antik doğa felsefesinin içgörüsünü (mesela 6. Matematik fizikçi Roger Penrose, Termodinamiğin İkinci Yasası'nın koz­
Epikuros'ün "hiçbir şey yoktan varolamaz" doktrininde olduğu gi­ molojik düzeydeki ilişkileriyle ilgiU sorunu, konuya son derece ilginç katkılarda
bi) ifade eder, fiziksel sistemlerde madde ile enerjinin korunduğu bulunarak gündeme getirir. Entropi ilkesi zaman okunu belirler - yani, kapalı bir
sistemde hangisinin daha büyük entropiye karşılık geldiğine bağlı olarak, o sis­
görüşünü savunur. İkinci Yasa, biçim ile biçimin dağılması kav-
temde t zamanının mı, yoksa t' zamanmm mı sonra geldiğini belirler. Penrose,
ramlarmı ortaya koyarak Birinci Yasa'nm üstüne çıkar. "Entropi"yi entropinin zamanla birlikte arttığı, zaman okunun yönünü de entropinin artış
verili bir fiziksel sistemin düzensizlik olasılığının logaritma cinsin­ gösterdiği yönün belirlediği şeklindeki tanımın nasıl olup da döngüsel bir tanım
den ifadesi olarak düşünürsek, İkinci Yasa der ki, böyle bir sistem olamayacağmı sorar. "Geçmişte bir şey entropiyi düşük olmaya zorlam ış olma-
h," diye düşünür. "Verili düşük bir entropi dummunun ileride yükselmesi bizi şa-
(bu ister bir odanm içindeki hava olsun, ister bir canlınm vücudu, şutmamalı. B izi asıl şaşırtması gereken şey, entropinin geçmişe gittikçe gülünç
isterse yeryüzünün tamamı), ona enerji ve madde eklenmediği sü­ denecek ölçüde küçülmesi olmalıdır!" Penrose, yaşamak için gerekli olan düşük
rece (yani sistem "kapalı" olduğu sürece) entropisi zaman içinde entropiyi korumak için düşük entropili gıdalar aldığımızı belirtir. Peki ama, "bu
artar. Dolayısıyla, enerji girdisi yoksa onu meydana getiren unsur- düşük entropi nereden geliyor?" Nihayetinde, bildiğimiz gibi, fotosentezden,
yeryUzündeki yaşamın sürmesini sağlayan temel kimyasal olaydan. Ama bu ay­
lann düzensizliğinde bir artış, başka bir deyişle, bir biçim kaybı nı zamanda, bizim düşük entropiyi güneşten aldığımız anlamına da gelir (gerek,
kaçmılmaz olacaktır. Aynca, bu değişimin yönü "zaman oku"nu ta­ güneş enerjisini canlı biçim içinde saklayan bitkileri yiyerek, gerekse o bitkileri
nımlar. Bu nedenle, bir buz kübü su dolu bir bardakta "zaman için- yiyen hayvanlan yiyerek). "Yaygın izlenimin aksine," diye devam ediyor Penro­
se, "yeryüzü (üzerindeki varlıklarla birlikte) güneşten enerji almazi Yeryüzünün
yaptığı, enerjiyi düşük entropi şekliyle almak ve onu tümüyle tekrar uzaya, fakat
5. Paul Davies'e (1983) göre, bunun için önümüzde daha yaklaşık 10'“ yıl, bu kez yüksek entropi biçiminde [ışın ısı, yani yüksek frekanslı görünür foton-
yani gönlümüzü ferah tutabileceğimiz kadar uzun bir zaman var. Üzerinde insan lann yerine geçen kızıl ötesi fotonlar biçiminde] püskürtmektir." Dolayısıyla
olsun olmasın, dünyayı silip süpürecek en yakm kozmolojik felaket, 5 milyar yıl yeryüzüne yüksek enerjili az foton gelir, görece daha çok fotonla az enerji çıkar;
sonra (hemen hemen dünyanm şu anki yaşı da bu kadardır) güneşin, boyutu dün­ yani entropi yükselir. Bunun nedeni, "güneşin gökyüzünde bir sıcak nokta olma­
yanın yörüngesine ulaşan bir kızıl-dev yıldıza dönüşecek olmasıdır. Yani bu ba­ sıdır;" enerjinin güneş içinde korunmasıdır. Güneşin gökyüzünde sıcak bir nok­
kımdan yolun yarısındayız. ta olmasmın nedeni ise, "daha önceki düzgün gaz (temel olarak hidrojen olmak
128 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 129
Günümüzde hâkimiyet kazanmış görüşte "mücadele" terimine üstte, "kâğıt kadar ince" bir tabaka halinde yer alan bakteriler foto­
Hobbescu ve Sosyal Danvinci anlamlar yüklenir; buna göre, mü­ sentez yapar, onun altındaki tabakalarda üst tabakadan gelen atık
cadele herkesin herkesle savaşı, karşılıklı saldırının sürekli olduğu maddeler fermantasyon yoluyla parçalamr; stromatolitlerin öbek
bir rejimde en dayanıklmm hayatta kaldığı bir ölüm-kalım savaşı- şeklindeki yapısı yakalanan mineral parçalan sayesinde oluşturu­
du-. Bu kavram Darwin'e ait değildir; bu, ideolojik tahrifatlara uğ­ lur ve yapı yine bu minerallerle beslenir.
ramış bir kavram olduğu gibi, gerçekle de alakası yoktur. Canlıla­
D ayanıkh bir sistem di bu, m inyatür bir ekosistem . Eğer bu sistem ,
rın hepsi bu şekilde davranmaz. Hatta hiçbir canlı, "ormanlar kra­ oluşum halindeki b iyolojik dünyayı gerçekten yansıtıyorduysa, o zam an
lı" bile, hayatmı tümüyle diğer canlılan avlayarak sürdürmez; dün­ işbirliği v e ortak yaşam anın, ilk dönem lerinde, hayatın ayn lm az bir par­
yanm en basit canh türlerinde, bütün biyosferin varlığmı borçlu ol­ çası olduğu açıktır. Varoluşun tem elde rekabetçi olm aktan ziyad e karşılık­
duğu o mikroskobik tek hücrelilerde ise Sosyal Darwinci anlayışm lı ilişk iy e dayandığı düşünülebilir... B u m ütevazı yapılar ekolojin in d oğu­
hiçbir anlamı yoktur. Britanyalı paleontolog Richard Fortey'nin de şudur.^

belirttiği gibi, ilk "dayanıklı" sistemler olan, geçmişleri 3 milyar Dünya üzerinde varolduğu zamanın büyük bir kısmında haya­
yıl öncesine. Kambriyen öncesi döneme (daha karmaşık çokhücre- tm, doğanm diğer kısmıyla biyokimyasal mübadele halindeki mik­
li organizmalann ortaya çıkışından yaklaşık 2.4 milyar yıl öncesi­ roorganizmalardan oluşan durağan tabakalar şeklinde varolduğu
ne) dayanan ve bugün belli korunaklı yerlerde varlıklannı hâlâ sür­ düşünülürse, "mücadele"nin anlamı rekabet ve yntıcılığı olduğu
düren stromatolitler, prokaryot bakteri tabakalanndan oluşur; en kadar işbirliği biçimlerini de içerir; hatta, işbirliği diğerlerinden
daha temel bir öneme sahiptir. Stromatolitlerin organlan yoktu,
üzere) dağdımmdan meydana gelen kütleçekimi sıkışması"dır. Güneş, diğer yıl­ toplayıcılık yapmıyorlardı, avlanmıyorlardı, onlan avlayan da yok­
dızlar gibi, gaz içeriğinin kütleçekimle sıkışması sonucu ısmdıkça ısınır, sonun­ tu ve bu durumlanm yüksek yaşam biçimleri olarak adlandmlan
da termonükleer reaksiyonlar başlar ve bu reaksiyonlar onun daha fazla sıkışıp
yanarak kendi kendine yok olmasını önler. Buradan güneşin enerjisinin, dolayı­
canh biçimlerinin dünya üzerinde bulundukları zamandan daha
sıyla dünya üzerindeki hayatın (ve elbette fosil yakıtlarm) nihai kaynağının küt­ uzun bir zaman sürdürmüşlerdi. Buna rağmen yaşamışlardı ve
leçekimi olduğu sonucu çıkar. Bunun yanı su-a kütleçekimi nükleer enerjinin, "ekolojileri" vardı. Dolayısıyla, stromatolitler için (ve temelde biz-
nötron yıldızlarının kütleçekimiyle sıkışmış iç kısımlarmda ortaya çıkan ağu-
1er için de) mücâdele etmek, İkinci Yasa uyannca belli bir biçimsel
uranyum izotoplannın, vb.nin de nihai kaynağıdır aynı zamanda; yeryüzündeki
hayatın devamı için önem taşıyan enerjilerden jeotermal enerji ile gel-git enerji­ düzeni sürdürmek için gerekli madde ve enerji transferlerine gir­
sinin de elbette. Derin denizlerdeki sıcak koridorlar fotosenteze bağımh olmayan mek anlamım taşır. Ölünce, özümüzü oluşturan sayısız atom te­
yaşam biçimlerinin yaşam alanı, bir görüşe göre de yeryüzündeki hayatın beşi­ melde değişmeden kalır, ama karşılıklı konumlanışlan (daha kar­
ğidir. Gel-git dalgalan, aynı zamanda birçok önemli ekosistemin, özellikle de
mercan resiflerinin aktif bileşenleridir. Özetle, kütleçekimine dayalı öbekleşme
maşık moleküller halinde konumlanışlan da dahil) baştan başa ye­
("Büyük Patlama"yla birlikte uzaym her tarafına madde ve eneıjinin dağılmasın­ niden düzenlenir. Hayatm yokluğu, gelişigüzellik ve düzensizlik
dan sonra bu madde ve enerjinin kütleçekimiyle yeniden bir araya gelmesi anla­ yönünde bir yeniden düzenlenmeye, bu aşamada esasen, özlerini
mında) Termodinamiğin İkinci Yasası'm belirler. (Tektipliliğin yüksek entropiye
karşılık geldiği termal sistemden farkh olarak kütleçekimli sistem, tektip oldu­
ğunda en düzenli, entropisi en düşük durumdadır. Bu biçimin ortaya çıkışı, do- 7. Fortey 1997; 65. Fortey, sonraki milyarlarca yıl içinde evrimleşen çok çe­
ğamn, kütleçekimsiz enerji tarzlannm kütleçekimli eneıji tarzlanyla temas kurup şitli stromatolit biçime (resifler gibi biçimlere, yani, büyüklüğü yüzlerce kilo­
ilişkiye girdiği gelişim aşamasına rahatlıkla atfedilebilir.) B u noktada argüman metreyi bulan canhlara) dikkati çeker. Hayvanlann ortaya çıkışı, atmosferik ok­
kuantum kütleçekiminin belirsiz alanına kayarak konumuzun dışına çıkıyor. Bu­ sijen üreterek daha karmaşık biçimlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan stro-
rada vurgulanması gereken nokta, kozmolojik kuvvetler ile hayatm ve yeryüzün­ matolitik oluşumlann dengesini bozmuştu. Stromatolitler bugün hayatlannı on­
deki ekosistemlerin büyük yönetim ilkeleri arasında nihai bir bağ olduğudur, ya­ lan yiyecek hiçbir canlının bulunmadığı özel çevrelerde sürdürüyorlar. Evrim bi­
ni doğanm mutlak birliğidir. Penrose 1990, s. 410-7. Aynntı için bkz. 7. Bölüm. yologu Lynn Margulis de "endosimbiyoz" teorisinde benzer, ama çok daha cesur
İtalikler yazara ait. bir düşünce izliyor. Bkz. Margulis 1998.
130 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 131

eski Özün unsurlarından inşa eden canlıların aracılığıyla gerçekle­ bir dizi anzi koşula bağlı olarak ortaya çıkar. Burada doğa hayatı
şen bir yeniden düzenlenmeye işaret eder. ortaya çıkarır, hayat da mücadele yoluyla ve ekosistemsel yerleri
O halde hayat, düzenin sürekliliğini ayakta tutan şeydir; daha dahilinde evrimleşir. Ama evrim her adımında ekosistemlerin deği­
açık bir ifadeyle, düşük entropideki düzenin sürekliliğini. Bu dü­ şimine tabidir. Hayatm bizatihi kendisinin ekosistemlerdeki faali­
zenlenme için gerekli enerji ve biçimle ilgili süreçler, hep bir ara­ yetleri (göktaşlan veya güneşteki patlamalar gibi diğer doğal et­
da, verili bir canlının veya türün özgül yaşam faaliyetini oluşturur. kenlerin yanı sua) canlılan harekete geçirir, varolma mücadelesi­
"Yüksek" organizmalarm avcılığı, toplayıcılığı, vb., daha incelikli nin koşullannı değiştirir ve evrimsel gelişime yol açar. Bu neden­
biçimsel yapılara sahip olmalannın getirdiği zorunluluklardan do­ ledir ki ekoloji, evrime kopmaz bağlarla bağlıdır; hatta bir ekosis­
layı, yaşam faaliyetinin daha incelikli bir biçimde sürdürülmesin­ temin evrim zamanmm eşzamanlı bir kesidi olduğu söylenebilir.
den başka bir şey değildir. Her canh biçimini korumak, yani varh- Temel özelliği biçimini korumak ve biçim yaratmak şeklinde orta­
ğmı sürdürmek yolunda mücadele etmek için enerji çekmek zorun­ ya konduğu sürece hayat, entropiye aykm bir biçimde tanımlanır.
dadır; ki bu da her canlının kendi içinde yetersiz olduğu anlamma Canlı sistemler, ortalama bir aklın idrak edemeyeceği çeşitlilikte
gelir, zira tekilleştiğinde aynı zamanda diğerlerinden aynimış olur, düzen örnekleri sergiler. İster organizmalarm gözle görülür oranla-
ama aynidığı canlılarla bu aynlık dolayısıyla ilişki içindedir, onlar­ rma ve simetrilerine bakalım, isterse her atomun küçük bir atölye­
la bağlantılı olduğu halde onlardan farklıdır. Bu şekilde bir araya deki gibi düzenli bir biçimde konumlandığı (ve organizmalann
gelemeyenler varolmayanlarda-. gözle görülür taraflarından çok daha etkileyici olan) çıplak gözle
Bütün canhlarm parçadan bütüne doğru gerçekleşen iç ve dış görülmeyen moleküler bir yapıya; hayat ikinci Yasa'ya karşı gel­
ilişkileri vardm Bu nitelik, yani hayatın, İkinci Yasa gereği, varlı­ mekle kalmıyor, onun aksine hareket ediyor gibidir. Varolma mü­
ğını diğer hayatlarla ve bütün olarak da doğayla ilişki içinde sür­ cadelesi tam da böyle bir şeydir işte. Bir canlı öldükten hemen son­
dürmesi zorunluluğu, ekosistem kavrammı tanımlar; bu tanım salt ra bedeni entropinin sürekli artması ilkesine tabi olur. Hayatm iş­
yapılann bir aradalığı şeklindeki tanımdan daha derin bir tanımdır. leyişi ve onun bir parçası olan enerjiyle biçim arasmdaki hassas
Ekosistemler "bir araya koyma" yerleri meydana getirir. Bunlar, dans, esasen İkinci Yasa'yı uzaklaştırmak ve tersine çevirmek ama­
canlılann birbirleriyle, üremelerine ve beslenmelerine olanak yara­ cını taşıyan girişimlerdir. Demek ki hayat, İkinci Yasa'ya karşı mü­
tacak etkileşimlere girdikleri yerlerdir. Ekosistemler doğanm bi- cadele verirken onun yanlışlığını kanıtlamak bir yana onun iktida­
çimleyiciliğinin yeri, varlığın ortaya çıktığı aktif bileşimlerdir. Da­ rını doğrular.®
ha genel anlamda ekoloji, bu tür bileşimlerin söylemidir ve en kü­ Hayatm entropiye karşı verdiği mücadele İkinci Yasa'yı hü­
çük mikroorganizmadan, şu anda istikrarsızlaştmlmakta olan eko- kümsüz kılmaz, çünkü canlılar hiç de kapalı sistemler değillerdir.
sistemlere kadar yeryüzündeki tüm hayatın dokusunun aynlmaz Ortamdaki güneş ışığını kendileri için kullanışlı bir biçime ister
parçasıdır.* bitki alemindeki fotosentez sayesinde, isterse fotosentez faaliyeti
Hayat bu gezegende (diğer gezegenlerde hayat olup olmadığı sonucu ortaya çıkan ürünü hayvanlardan alarak dönüştürsünler, her
sorusunu bir kenara bu-aku-sak) kozmik olasılık alanı dahilindeki halükârda hayat, biçimini korumak için sürekli düşük entropili
enerji alır. Canlı varlıklann evrimleşmiş biyokimyasal faaliyetleri­
nin büyük bir bölümünü, küçük paketler halinde enerji yakalama.
8. Burada kozmolojik doğanm biçimsel düzeni sorununu bir kenara bırakıyo­
ruz. Kozmolojik doğada enerji düzeyleri ile maddenin aldığı biçim yeryUzünde-
kinden o kadar farklıdır ki, ekoloji kavramı pek anlam ifade etmez. Ekosistem te­ 9. Bu konudaki klasik metin Schrödinger 1967. İlk 1944'te, moleküler biyo­
rimi zaten Yunanca oikos, yani yuva sözcüğünden türemiştir. Sözün kısası, koz- lojinin bulgulanndan önce yazılmış olan bu kitap, iyi bir teorinin ileriyi görme­
mozda "ekosistem"e karşılık gelecek başka bir terim türetmemiz gerekecektir. ye muktedir olduğunu gösteren o ilham verici sıçramalardan biridir.
132 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 133

Özellikle de yüksek enerji içeren fosfat bağlan yakalama kapasite­ nesi gibidir. Ama bu, ipleri ötelerdeki Tann'nın elinde olan teleolo-
si oluşturur ve bu kapasite hayatm çıplak gözle görülemeyen atöl­ jik bir süreç olarak -veya daha ideolojik anlamda anlaşıldığı şek­
yesinin işleyişini sürdürmesini sağlar. Burada, hücrenin bu hayran­ liyle, yani evrimin, mevcut yönetici smıfm veya amir ırkın kılavuz­
lık uyandıran nano-fabrikalarmda, öncelikle hayatm ortaya çıkışı­ luğunda sağlanan bir denge ortamı içinde tamamlanmayı bekledi­
na izin veren ilke kurumsallaştmlır: Tepkimeye giren maddeler bir ği şeklinde- yorumlanmamalı. Doğadaki biçimleyicilik kavramı
arada tutulur, enerji küçük ve kullanışlı miktarlara dönüştürülür ve daha dinamik bir okumaya ihtiyaç duyar. Zira, ekoloji hep bir ka­
hayat kendi kendini inşa edip kendini çoğaltırken, bütün bu küçük rarda olmuş olsaydı, ortada evrimleşmeyi sağlayacak hiçbir baskı
mimari işlemler trilyonlarca kez tekrarlanır. bulunmaz, canlı biçimin güzelliği ve giriftliği diye bir şey olmaz­
Bütün bu işlemler boyunca net entropi örüntüsü İkinci Yasa'yla dı. Hayatın evrimini belirleyen şey eksiklik ve çatışmadu-, aynca
uyum içinde kalır: Hayat (görece) kapalı bir sistem konumuna ge­ canlı varlıklar ile çevreleri arasmdaki kesintisiz etkileşimdir. Den­
tirilebildiği sürece, kendisini ve çevresini kapsayan bütünlüğün ge kendi başma hayata ait bir özellik değildir; ama genel anlamda,
entropisini artıracaktır. Genel olarak yeryüzü için durum bu kadar bir çeşit denge kurmayı sağlayan işlevlerin orta karar bir denge
açık değildir. Hayatm güneşten (ve ondan daha az ölçülerde gel-git sağlama, yani maddeleri yaratıcı bir biçimlenme içinde "bir arada
dalgalan ve jeotermal bölgeler gibi el altmdaki kütleçekimsel kay­ tutma" çabası olarak görülmeleri daha yerinde olur: Herakleitos,
naklardan) enerji çekme kapasitesinin kapalı sistemlerin kısıtlılığı­ bazen var edici bazen de yok edici olan daimi hareketi evrenin ku­
nın üstesinden gelip yeryüzündeki entropide fiili bir düşüş yaşan- ralı olarak ortaya koyarken konuyu can damarmdan yakalamış."
masma neden olmuş olması kuvvede muhtemel; en azmdan bugü­ Dolayısıyla, ekosistemlerin "kararlıhğı"ndan söz ederken dura­
ne kadar, yani ekolojik kriz bu örüntüyü tersine çevirene kadar. ğan bir durumu, hatta basit bir denge durumunu kastetmiyoruz.
Yeryüzünün kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olduğu, hat­ Daha ziyade, içinde "hayatm ilerlediğinin" söylenebileceği indir­
ta bir çeşit bilinçliliğin belirtilerini gösterdiği iddiasında bulunan genemez bir belirlenemezliğe sahip bir varlık durumunu kastedi­
ve yeryüzünün bizatihi kendisini bir süper-organizma olarak kabul yoruz: Yani, yeni ("yüksek" değil) türlerin evrimleştiği ve ekosfe-
eden Gaia ilkesini en azından ben böyle algılıyorum.'o
11. "Karşıtlık birleştirir. En güzel uyum birbirinden ayrılanlardan doğar. Her
Küresel ekosistemin gösterdiği Gaiacı eğilimler evrimin dünya
şey çatışmadan doğar" (Nahm 1947: 91, 46. Fragman). Edward Hussey, Herak-
üzerindeki kümülatif etkilerinin (hayatın dünyayı kendi düzenleyi­ leitos'la ilgili olarak şunlan yazar: "Karşıtlann birbirleriyle sürekli mücadelesi
ci etkilerine maruz bırakma dehasının bir ürünü olan bu etkilerin) ile onlan dengeleyen uyum birbirine aynlmaz bir biçimde bağlıdır ve her iki un­
tezahürleriymiş gibi görünüyor. Bu şemada "kapah" sistem dün- sur her olayda mevcuttur" (Hussey 1972: 49). Günümüz biyolojisinde denge ve
mücadele sorunuyla ilgili hararetli tartışmalar yaşanmaktadır. "Tuhaf cezbedici-
ya+uzay'dır, bununla bağlantılı olarak ele almdığmda entropideki
1er" doktriniyle, doğrusal olmayan süreçleriyle ve kelebeklerin kanat çırpışlany-
genel artış düşük güneş enerjisinin uzaya zararsız ışmımlar halin­ la tayfun yaratabilecekleri şeklindeki tezleriyle kaos teorisi bu değişim duru­
de yeniden gönderilmesiyle izah edilir. Bu arada, organik evrim mundan bir şeyler yakalar. Oxford Sözlüğü'nde belirtildiği üzere: "Bilimsel ola­
yeryüzünün genelinde, yaşam sürecinin her bir varlığa yaptığı şeyi rak, kaos determinist yasalarca işleyen ama başlangıç koşullanna karşı aşın has­
sasiyeti yüzünden gelişigüzelm iş gibi görünecek ölçüde tahmin edilemez olan
yapar, yani düzende ve dinamik biçimde bir artış sağlar. bir sistemin davranışlanna işaret eder." Glieck 1987 konuya popüler bir giriş ya­
Ekoloji, hayatm biçimsel düzeninin zamanın herhangi bir nok- par. Botkin 1990 bunun bizatihi ekoloji üzerindeki etkisinden söz eder. Bu teori­
tasmdaki durumunun bir göstergesiyse, evrim de onun zamanda lerde diyalektik kavramlar (aşağıda, bir sonraki bölümde bunlara yer vereceğiz),
özellikle de insan ekolojileriyle tutarh bir ilişki eksiktir. Genel olarak Richard
ileriye doğru hareketidir. Dolayısıyla, şeylerin herhangi bir andaki
Levins ile Richard Lewontin’in (Levins 1985) görüşlerine katılıyorum, özellikle
ekolojik durumları, gerçekleşmek üzere olan evrimin bir enstanta­ de "Evolution as theory and ideology" başlıklı yazıda belirtilen görüşlere, s. 9-
64. Gerek ilerleme gerekse denge kavramı bu iki seçkin biyolog tarafından acı­
10. L ovelock 1979. masızca eleştirilir.
134 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 135

re biçimli şekillerin ve dinamik süreçlerin katıldığı bir varlık duru­


munu; kaldı ki hayatm yeryüzündeki işi de budur. Ekosistemlerin İnsan Hakkmda
doğasında hareket etmek ve evrimleşmek olduğu için, onlann ka-
rarlılıklarmdan ziyade bütünlüklerinden dem vurmamız daha iyi­ İnsan şüphesiz doğal bir canlıdır; diğer canlılarla aynı temel mole­
dir. Bütünlük kavramı kararlılığı, her türlü ekosistemin işleyişiyle kül dizilerine, aynı temel DNA yapısına sahiptir, aynı temel plana,
uyumlu bir değişim ve ortaya çıkış oranı olarak kabul eder. Evrim­ yani entropi ilkesine aynı şekilde bağımlıdır, aynı şekilde evrim za­
sel gelişiminin "doruğunda" bile orman evrimleşmeye devam eder. manıyla smırh ve ekosistemlere bağımlıdır. Bütün doğal canlılar
Fizyolojik düzeyde ise, bağışıklık sistemi ancak yeni durumlara gibi insanm da kendine özgü bir izi vardır. Yarasanın senan, bali­
uyum sağlayacak yeni antikorlar üreterek değişebildiği zaman ka­ nanın denize dalmak için özel yöntemleri (ve kendine özgü sona-
rarlıdır. Aynı şey, mevcut damarlannı korumak ve travma görmüş n), armm kendine özgü kuantum dansı, sinekkapanın etoburluğun-
bölgelerde yenilerini oluşturmak zorunda olan dolaşım sistemi için dan kaynaklanan benzersiz bir biçimi vardır. Doğadaki her canlı-
de geçerlidir. nm kendi "doğası", kendine özgü bir varlık biçimi, ekosistem şe­
Bir şeyin bütünlüğünden söz etmek, o şeyin parçalannm bütü­ bekesi üzerinde kendine ait bk giriş yeri, kendine özgü mücadele
nü olarak varolduğunu kabul etmektir. Başka bir deyişle, o şey bir tarzı vardır. "İnsan doğası"nı, "ankuşu doğası"nı, "an doğası"nı ve­
Bütün'dür. Dolayısıyla, ekolojik bütünlüğü korumak, Bütünler'i ya "çınar ağacı doğası"nı bu minvalde ele alıyoruz (bk ekosistem
korumak ve ortaya çıkışlanna, gelişimlerine yardımcı olmak de­ dünyasmda entropi ilkesiyle belklenen türe özgü mücadele biçim­
mektir. "Yardımcı olmak" derken bunu yapıp yapmamak konusun­ leri bağlamında, hem bütünsel olarak, hem de, daha somut bir dü­
da seçeneğe sahip olduğumuzu kastediyorum, kısmen ekosistemle­ zeyde, bu mücadele biçiminin ifade bulmasına yardımcı olan güç­
rin bütünlüğüne değer verip vermediğimizle alakalı bir seçeneğe. ler, potansiyeller ve kapasitelerin bk aradalığı bağlammda). Belli
Bunu neden yapmamız gerekiyor diye sorulursa, cevap olarak, ha­ bir tür-doğasınm gizemli bir tarafı yoktur: Basit mantıktan ibaret.
yatta kalmamızm buna bağlı olduğu, ama bunun, aynı zamanda ve Varolmak mücadele etmektk ve varlıktaki her farklılık noktası,
zorunlu olarak, kendi doğamızın gereklerini yerine getirmek, ayn­ farklı bir mücadele tarzıdır. Aynı şekilde, canh biçimler ortaya çı­
ca bütünlüğünü bulmasını sağlamak anlamma geldiği söylenebilir. kar ve ekosistem şebekesinde yerlerini alır, her biri kendine özgü
Yeryüzündeki hayatm düzenleyici etkileri entropiyle baş etmekten bir biçimde, daha doğrusu her bki kendi özgüllüklerine göre.
ibaret değildir. Aym zamanda, bizim güzel bulduğumuz varlık ve İnsan doğası kavramı ilericiler arasında genellikle rağbet gör­
örüntülerin oluşmasını da sağlarlar; buradaki güzellik duygusu mez. Onlar bu kavramda bk özcü fıkkler silsilesi görürler; Erkek-
hüsnükuruntu değildir, varlığın ortaya çıktığı doğaya katılımda bu­ ler özünde şöyledir (Mars'tan gelirler); kadın/ar böyledk (Ve­
lunmaktır. Doğanm güzelliği ve zarafetinden huşu duyuyorsak, o nüs'ten gelkler); siyahlar şöyledk, Chicanolar böyle gibi; istikrarlı
zaman biz kendini takdir eden doğayızdır, duyduğumuz huşu da bk toplumsal düzen içinde bu insanlann hep bu şekilde, genellikle
doğamn biçimmin bir parçasıdır. Elimizde hayatm devamma yar­ hep madun durumda kalacakları şeklindeki, pek açıkça ifade edil­
dımcı olup olmamak gibi bir seçenek var. Burada "yardımcı olma­ meyen bir kayıtla birlikte dile getirilir bunlar. Bu görüşe göre doğa
ma" yolunu seçersek, yani seçimimizi ekolojik bozulmayla sonuç­ (ve insan doğası) özlerden, insanlığm ne olduğuyla ilgili yanlış in-
lanacak bir yaşam biçiminin devammdan yana kullanırsak, o za­ dkgemelerden oluşur, dolayısıyla insanlığın ne olabileceğinin an­
man aynı zamanda kendimize karşı bir seçimde bulunmuş oluruz. laşılmasını güçleştkk. Ama bu görüş, ne kadar iyi niyetli olsa da,
Bu da bizi kim olduğumuz sorusunu sormaya sevk eder. hatalıdır. Özcülük hiç kuşkusuz yanlıştır, gerek ahlaki gerekse fel­
sefi açıdan, çünkü nesneye, onun potansiyel varlık alanma zarar
veren şey-benzeri bir atalet atfeder; bunun bir çeşit şeyleşme oldu­
136 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 137

ğunu söylesek yalan olmaz. Ama doğa fikri konusunda suçu özcü- doğa arasındaki bağlar da insanlar ile "çevreleri" arasında cereyan
lüğe atmanm a priori bir nedeni de yoktur. Doğa kategorileri, bün- eden fiziksel transferler şeklinde nitelendirilemez. Canlılar orga­
yevi özellikleri nedeniyle, insanm özgürlüğünü ve potansiyelini nizmalardan oluşan bütünlükler olarak mücadele ederler, yani eko­
mutlaka smu-lar diye bir kaide yoktur, her ne kadar bu amaca hiz­ sistem dünyasmda hareket eden ve dünyanm edimlerine maruz ka­
met etmeleri sağlanabilse de - otorite ve gericilik yanlısı ideolog­ lan tam varlıklar olarak, içi ruhsuz maddeyle dolu delik deşik bir
lar tarafmdan daima bu şekilde kullanılacaklardır. Başka bir deyiş­ kese gibi değil.
le, insanlan ille de filleri ankuşlanyla bir tutar gibi diğer canlılar­ Bütün canlılar çevreleriyle birlikte evrimleşir; bu süreç içinde
la bir tutmalan gerekmez. de çevrelerini aktif bir biçimde dönüştürürler. Doğa biçimi ortaya
Toplumsal ve kültürel belirtenim fikri, onda özgürlük içkin bir çıkarır, canlılar da biçimleri dönüşüme uğratan biçimlerdir. Ekolo­
özellikmiş, özgürlük garantisi varmış gibi düşünülür ve çoğunluk­ ji yerine çevreden söz etmek bu yüzden eşyanın tabiatma aykındır.
la doğanm belirlenimi fikriyle çatışu". Ama bunun bu şekilde olma­ Hayat dünyayı aktif bir biçimde değişime uğratır, canlılardan tutun
sı için ortada hiçbir sebep yoktur. Özcülerin, örneğin siyahlar ve da kayalarm en küçük konfigürasyonlarma ve havanm içeriğine
Latin Amerikalı göçmenlerle ilgili görüşleri, ırkçı terimlerle ifade kadar. Soluduğumuz atmosfer canlılar tarafmdan yapılmıştu-, top­
edilebildiği gibi kültürcü terimlerle de ifade edilebilir. Klasik ifa­ rak da öyle. Her canimm biçimi diğer canlılar tarafmdan belirlenir.
deyle, ırkçılık biyolojik bir özcülüktür, nesne insan tipinin (aşağı) İnsanlar da biçim-dönüştürücü varlıklardır, ama insan doğasını
bir alt türü olarak kabul edilir. Ama bu öz, etnik azınlıklara veya di­ tanımlayan önemli bir farkla: Bizler, potansiyel olarak bütün var-
ğer kültürel yapılara da pekâlâ aktanlabilir; o zaman bu öz, "yok­ lıklann bünyevi parçalan olan içedönüklüğü, hayal gücüne -içte
sulluk kültürü", "siyah aile" veya (bu da son moda kurnazlık) insa­ temsil edilen bir dünyaya- sahip bir öznelliğe veya benliğe dönüş-
nın ait olduğu grubun ukçı bir baskıya maruz kaldığına inanması türmüşüzdür; gerçekliği bu hayal gücü aracılığıyla yaşar, onun ara­
kültürü gibi ifadelere dönüşür, ki bu ifadelerin hepsi, söz konusu cılığıyla dönüştürürüz. Sadece hayallerde yaşanz diye bir şey söy­
gruplan, kendi kendini çürüten bir toplumsal varsayımlar evrenine lemiyorum, zira böyle bir şey hiç yaşamamak demek olurdu; haya­
hapseder.'2 li dünyanm temsil ettiği dünyadan daha önemli olduğunu da kas­
Ne olursa olsun, insan doğası kavramı, ekolojik krizle ilgili de­ tetmiyorum: Dünyayı içimizde temsil etme, dünyayı düşünceleri­
rinlemesine yapılacak her değerlendirmede zorunludur; onun ek­ mizde işleme, onun içinde fiili olarak bir yer işgal etmenin yanı sı­
sikliği bizatihi bir kriz işaretidir. Böyle bir görüşün yokluğu duru­ ra onu hatırlayıp onunla ilgili ileriye yönelik taşanlarda bulunma
munda, insanlık doğanm kalan kısmından kopanlır ve gerçek an­ kabihyetimizin bizi insan yapan şeyler olduğunu ifade ediyorum
lamda ekolojik bir görüşün yerini sah çevrecilik alır. Doğamız sadece. Tümüyle insana özgü olan şey, iç ve dış dünyalan içeren ve
yoksa, o zaman doğa daima bizim dışımızdadır, içi kaynak ve araç­ her ikisini de karşılıklı olarak dönüşüme uğratan bütünlüklü bir ha­
larla dolu bir tombala kesesinden ibarettir. Bu durumda insanlık ile rekettir. İnsan doğasının imzası bütünüyle bu harekettedir, doğamı­
zı oluşturan çeşitli güçler ise bu hareketin gerçekleşmesi için zo­
runlu bileşenlerdir. Bu güçler ile onlarm çeşitli alt katmanlan, tıp­
12. Sahte tür-olarak-ırk'm biyolojikleştirilmesinin özellikle beyazm-siyah-
tan-üstün olduğunu savunan ırkçılıkta nasıl bir gelişim gösterdiğiyle ilgili tartış­ kı doğanm geri kalanı gibi, ekosisteme bağlı olarak evrimleşir, ama
malar için bkz. benim White Racism (K ovel 1984). Bugünlerde ırkçı özcülük bir son derece önemli bir farkla: Gayri insani varoluş sahasının yanı
söylem biçimi olarak hâlâ revaçta, yalnız bir farkla, yükünü tutmuş allameler ar­ başında bir de hayali dünyanm aracılığıyla evrimleşen bir insani
tık "Siyah Sorunu"nun biyolojik bir çerçeveden ziyade külürel bir çerçeveye
oturtulduğu tuğla gibi araştırma kitaplan yazıyorlar. Ama, adı ne olursa olsun bir saha ortaya çıkar - önce yanı başındadır, sonra ona nüfuz eder, der­
öz, tarihsel zamanın dışında donmuş bir şeyleşme olarak kalu-. Bkz. örneğin, ken gayri insani düzeni sömürgeleştirir, ekolojik kriz zamanında da
Hermstein ve Murray 1996; Themstrom ve Themstrom 1997. gayri insani düzeni yıkacak etkilerde bulunmaya başlar. Bu, doğa-
138 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 139

nm zıddına gittiğimiz ve aklımıza eseni yaptığımız veya nasıl ol­ den maddi doğaya, doğadan da bedene gerçekleşen aktanmlarm
mak istiyorsak öyle olduğumuz (ki patolojik bir hayal gücünü dışa giriş çıkış noktalandır Teknoloji daima toplumun belirleyiciliği
vuran bir yanılsamadır bu) anlamma gelmez. Hayatımız doğanm altındadır ve dil aracıhğıyla inşa edilen anlamlann taşıyıcısıdır.
gerçekliklerine (kuantum akışlanndan en kaba Newton mekaniği­ Bir aletler toplamı değildir, toplumsal ilişkilerle, tek tek hepsi
ne, entropi ilkesinin hegemonyasma kadar) bağımh olmaya devam araçlara dönüşmüş doğa olan iplerle dokunmuş bir kumaştır.
eder. Doğayı ne kadar zekice şekillendirirsek şekillendirelim (bu­ İnsan yeni bir öznellik düzenini beraberinde getirir. Daha önce
na genomlan manipüle etmek ve yeni hayat çeşitleri yaratmak da de gördüğümüz gibi, her varlık diğer varlıklarla arasındaki fark­
dahil) bu yaptığımız, insanm amaçlan doğrultusunda kullanmak lılıklarla (onlann diğerleri gibi olmadığmı, bir-şey olduklannı
üzere doğa yasalannı öğrenmekten başka bir şey değildir. Aynca gösteren) kendini belli eden potansiyel bir içedönüklüğe sahiptir.
şunu da belirtmek gerekir ki, bu dikkate değer yetenek bizi evrimin İnsan doğası bu içedönüklüğün, dilin etkisiyle bilincimizin aldı­
en üst noktasma veya son noktasma yerleştirmez, zira evrimsel ge­ ğı biçimler sayesinde bir iç yapı kazandığı gelişim sürecinin ta
lişim çizgisinin sonunda yer alan her canlı, doğanm soyağacı kar­ kendisidir. Her canlı birbirine göre mevcuttur. Dil temsil etmeyi
şısında, diğerleri kadar yüksek bir türdür. Gelgelelim, bu yetenek içerir, yani tekrar vücuda getirmeyi: Mevcut olanın dille anlam
herhangi bir canlınm hiç sahip olmadığı bir iktidar sağlar bize, bu kazandınlarak tekrar vücuda getirildiği bir içsellik sahası ortaya
iktidarla birlikte de envai çeşit sabuklama ve fırsat. çıkar. Böylece gerçek, deyim yerindeyse, çift hale gelir. Bu tem­
İnsan doğasının bazı özelliklerini aynştırdığımızda aşağıdaki­ sil etme, öznelliğin muhayyel mekânını biçimleyen şeydir. Bu
leri buluruz: muhayyel dünya insan ekolojisinin aynlmaz bir parçasıdır, kim­
yasal habercilerin köpek ekolojisi veya güve ekolojisinin aynl­
• İnsan doğasından gelen tescilli seçilim avantajı sayesinde hızla maz bir parçası olmalan gibi.
evrimleşen, somatik unsurlann meydana getirdiği bir birlik: Di­ Bu içsel temsil mekânı kimlik kazanmca benlik haline gelir.
ğer hayvanlara kıyasla daha büyük bir beyin, ses üretme kapasi­ Kendine ilişkin bir bilinçlilik derecesi ona biçimini verir, dil ta­
tesi gelişkin bir guilak, güçlü bir başparmak, dik duruş gibi insa­ rafından "ben" (özne halindeyken) ve "bana" (nesne halindey­
na özgü niteliklere maddi altyapı sağlayan özellikler. ken) sözcükleriyle giydirilip kuşatılmış bir biçimdir bu. İnsan tü­
• Özel öneme sahip bir şey vardı: İnsana özgü bir dünyayla ileti­ rünün diğer türlerle karşılaştmlamayacak ölçüdeki gücü işte bu­
şim kurma ve onu temsil etme tarzı olarak dilin ortaya çıkması. rada, dünyanm benlik içinde yaratıldığı, sonra da dünyaya etki­
Dilin işlevleri arasmda, evrimleşen beyne donanım hazırlamak de bulunan toplumsal bir kolektivitenin tanımlandığı bu mekân­
{hard wiring), evrimleşen konuşma aygıtıyla işbirliği yapmak ve da ortaya çıkanlır.
elbette, evrimleşen toplumsallık biçimleriyle bütünleşmek, bü­ ' Burada işin içine birçok ilişki girer (sadece zekâ ve pratik bece­
tün bunlann sonucunda da tek tek insanlann güçlerinin birleşti­ riler değil, pratik zekâyı belirleyen ve yönlendiren arzu da). Bu
rilmesi yer almaktaydı. durum, insanm kültür tarafından yeniden şekillendirilen içgüdü­
• İnsan toplumsallığı, ortak anlamlar sistemi olarak kuşaklar bo­ sel yapılannm son derece biçimsiz oluşundan kaynaklanm Ço­
yunca nakledilebilen bir kültüre sahip bir çeşit üst-bedene, toplu­ cukluk matrisinde meydana gelen aynima ve bireyselleşme sü­
ma delalet eder. Toplum ve onun kültürü, insani düzeni doğayla reçleri de bununla bağlantılıdır. Kültür, kuşaklararası aktanma
olan değişken ilişkileriyle birlikte kapsayan o paralel, hayali ev­ delalet eder, ki bu aktarım da çocukluk olgulanna dayanır; baş­
renin yeri haline gelir. ka hiçbir türde rastlanmayan bir durumdur bu.*^
• O üst-bedenin önceki doğayla arasındaki sınır teknoloji araçlan
tarafından çizilir. Aletler bedenin uzantılan olduğu kadar beden­ 13. Bu hayli sıkıştınitnış izaha bir-iki şey daha eklemek gerekirse: Ellerin
140 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 141

İnsanlann toplumsallığı benzersizdir; ama anlann, kırkurtlan- İldir, diğer taraftan, benliği doğadan ayu-an, hatta doğal olana karşı
nm, babunlann, yunuslann, vb. toplumsallığı kadar benzersiz. çıkma yolunu seçen inatçı, kibirli, dediğim dedik bir yaratıktn. O
Ne var ki, arada ne kadar çok paralellik bulunsa da insanm top­ halde, insanm doğasında doğayla kavga etmenin, hatta tümüyle do­
lumsallığı başka bir toplumsal hayvamn toplumsallığma indirge­ ğal olam reddetmenin potansiyel olarak varolduğunu söyleyebili­
nemez. Çünkü, insanın varoluşunda benlik merkezi bir önem ta­ riz. Baştan aşağı diyalektik olan bu kavram, insan doğasmı kapsa­
şır ve bu benlik, daima ve zorunlu olarak, gelişmekte olan kişi ile yıp onu bütünüyle imleyebilir. İnsanm doğasındaki bu özellik ye­
başkalan arasmdaki karşılıklı tanıma ve dil sayesinde biçimle­ mek pişirmek ve bedeni süslemek gibi yaygm ve teknoloji gibi as­
nen toplumsal bir üründür. Bu temel, insan benliğine daimi bir li fenomenlerde de bariz biçimde görülür - zira her alet, bedenin bir
diyalektik nitelik kazandınr; yani, benlik önce başkalanyla gir­ uzantısı olmakla, doğal bedenin smırlanna karşı bir çeşit protesto­
diği karşılıklı tanıma süreci dahilinde karşılaştığı, daha sonra da dur aynı zamanda. Hayatm sonuyla ilgili konular ruhumuzun en
bireysel çıkarlar ile toplumsal bağlar arasmda yaşadığı bir dizi derin katmanlarma dokunur. Her canlı hayatını sürdürmek için mü­
çelişkinin içinde biçimlenir ve bu çelişkilerle yaşar. Ötekinin işa­ cadele verir, ama bencil olarak tanımlanan bir canh var ki, bir tek o
reti daima benlik üzerindedir, kaybetmeye ve yalnızlık korkusu­ ölüm hakkmda düşünür, ölümden korkar, ölümü inkâr eder veya
na (doğayla ilişkimizde önemli birer yeri olan durumlardır bun­ varoluşun algılanan smırlanna karşı bir tepki olarak dinleri yaratm
lar) karşı savunmasızlığı da öyle.'^' Bu nedenle, arkeolojik kayıtlarda insanlığm en ayırt edici özelliği­
İnsanm benzersizliği ve arzuyla olan ilişkisi, aynca benlik ile ta­ nin cenazeyle ilgili kanıdar olduğu söylenebilir. En basit gömme
nımanın diyalektiği, aynı zamanda, cinsellikle toplumsal cinsi­ işlemiyle ilgili izler bile tümüyle insana özgü bütün nitelikleri için­
yetin insanm varoluşunda başka canlılarla karşılaştınlamayacak de banndmr: Ölümle ilgili, yani benliğimizin sonlu oluşuna ilişkin
derecede büyük bir rol oynadığı anlamma da gelir. Bunun ekolo­ bir farkmdalık; ölüme isyan etme; ölen kişiye ihtimam gösterme
jik kriz açısından önemi bir sonraki bölümde incelenecektir. (buna o kişi için duyulduğu tahmin edilebilecek kederi ve o kişinin
yokluğunu hissetmeyi de eklemek gerek); anlamlama, yani temsil
Bütün bunlann toplammm ortak bir özelliği, insanlık ile doğa etme ve teknoloji; ve de bütün bunlann koşulu olarak toplum ve
arasmda gelişen benzersiz bir gerilimdir. İnsan bir taraftan evrenin kültür. Başka canlılarda böyle bir şey söz konusu d eğild ir.'^
bütün yasalanna itaat eden, tam anlamıyla tecessüm etmiş bir can- İnsan doğasım, insanm doğayla arasmdaki bir gerilim olarak ta­
nımlamak özcü fikirlerden veya insanı kural koyucu bir deli göm­
serbest kalması için zorunlu olan büyük beyin ve dik duruş evrimsel bir çelişki­ leği içinde hapsetmekten alıkoyar bizi. İnsanm acayipliklerine,
yi içinde barmdınr, zira dik duruş pelvisin sabit olmasma neden olurken pelvi-
oyuncul ve estetik yanma izin verir. O durulmak bilmeyen dünya-
sin sabit oluşu da doğumda büyük beynin dışan çıkmasım güçleştirir. Bu "sorun"
beynin gelişimini tamamlamadan doğması, gelişiminin önemli bir kısmını rahim
dışında tamamlamasıyla "çözülmüş"tür. Bu durum, içgüdünün yerine kültürel
öğrenmenin geçmesinde ve insanlarda çocukluk döneminin özel bir önem kazan­ 15. Bir not: Fillerin ölülerine gösterdikleri ihtimam veya balinalann dili, vb.
masında merkezi bir rol oynar. Bir zamanlar güçlü olan (neonatologlann aşina ileri sürülerek bu noktalann hemen hemen tamamına karşı çıkanlar olacaktır. Bir
olduğu Babinski refleksindeki gibi artık varlığmı sadece iz biçiminde sürdüren) yanlış anlamaya mahal vermemek için, izninizle burada tür şovenizmi yapmak
içgüdülerin kaybı nedeniyle uzun bir süre bakıma ihtiyaç duyan, yavaş olgunla­ niyetinde olmadığımı ifade edeyim. İnsan doğasmm niteliklerini bir araya getir­
şan bir canlı olan insanda uzun süreli çocuk bakımının zorunlu hale gelişinin kül­ mek, bu nitelikleri belli türlere atfetmek demek değildir, bunlara sahip olacak
türel mirasımız üzerinde ölçülem eyecek büyüklükte etkileri olmuştur. güçte olan her canlının insanın içinde bulunduğu çift-değerli konumda olacağmı
14. Hegel, Nietzsche, Freud, Lacan ve diğerleri -hepsi de bu kitabın kapsa­ belirtmektir. Köpeğim Max beni tanıyorsa, bu ona bir derece insani bir nitelik ka­
mı dışında kalıyor- Batı düşüncesinde bu ilişkiyi ortaya çıkaran başlıca isinnler- zandırır; aynı şekilde, birçok akıl hastası bu vasfı yitirmiştir. Ama bu şeylerin, di­
dir; ama manevi geleneklerimizin tamamınm bu ilişkiyi anlamaya çahşmaya da­ ğer canhlardan, belki de insandan daha duyarlı olan canlılardan çok farklı, tü­
yandığı da söylenebilir. müyle insana özgü bir biçimde bir araya getirilmesi gibi bir şey de söz konusudur.
142 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 143

yi yeniden yapma ve başka dünyalar kurma isteği olarak insan ya­ Benliği daima gölgeleyen boşluk ile insan doğasınm verdiği in­
ratıcılığı ve insan türünün benzersiz nişanı olan güzellik duygusu sani güçler, insanlık için doğada başka hiçbir yerde görülmeyen
hakkmda da bir şeyler söyler. Üstelik bunu, bir yandan kökümüzü bir kabiliyet, yani kendini aşma kabiliyeti, aynca (hiç şüphesiz
yine doğaya yerleştirirken, bir yandan da bizi karakterize eden mu­ her seferinde kendini dışa vuran) evrensel bir bakış açısı kazan­
azzam çeşitlilikteki ekolojik varlık tarzlanna (gerek ekolojik krize ma ve Bütün'e uzanma potansiyeli yaratır. Genel anlamda bu,
neden olanlan, gerekse bu krizden kurtulmamızı sağlayabilecek manevi hayatımızla ilgilidir, yani varlığı veya yokluğu ekolojik
potansiyele sahip olanlan da dahil olmak üzere) izin vererek yapar. krizle yakmdan ilgili olan biçimlerle.
Tasvir etmekte olduğumuz genel işlev, doğanm insani dünyanm Bununla birlikte, benliğin özel konumunun, entropi ilkesi ile
aracılığıyla gerçekleşen biçimleyiciliğini vurgulamak için, insanla­ üretimin ileri-bakışı arasmdaki konumunun, kayıp nesnelere du­
nn doğanm birer parçası olarak yaptığı şeyler karşılığı kullanılan yulan arzu, gelecekle ilgili tasavvurlar ve evrensel olma arzula-
bir terimle, yani üretim olarak tanımlanabilir. Üretimde bulundu­ nnm, bunlann hepsinin bizi, her toplumun kendine özgü, top­
ğumuzda doğayı dönüştürürüz, yani onun biçimini değiştiririz. lumsal koşullarma bağlı olan ve o toplumun mitleriyle anlatıla-
"Emek" terimini burada, genel anlamda insanm üretme eğilimini nnda üretilen özel bir zamansallığa taşıdığını fark ederiz. İnsan
ifade etmek için kullanıyoruz, bu anlamı, aşağıda da inceleyeceği­ doğası, verili olanı reddedip kendi dünyasını meydana getirerek
miz tahakküm ürünlerini karakterize eden rezil (veya "yabancılaş­ kendisiyle ilgili zamana bağlı bir izah geliştirir: Yani tarih üre­
mış") angarya anlammdan ayn tutmaya özen göstererek. Benzer tir}^ Kapitalizmin özel zamansal koşullanndan (zamanı hızlan-
şekilde, üretim toplumsal bir örgütlenmeye tabi olduğunda bu res­ dumasmdan ve bağlamasmdan vs.) daha önce söz etmiştik; gel­
me ekonomi de dahil olur ve insani güçlerin daha iyi ifade edile­ gelelim, her toplumun, entropi ilkesiyle belirlenen oktan çekip
bilmesini sağlayan bir işbölümü ortaya çıkar. çıkanlan ve doğayla arasındaki gerilimi (her zaman insanın te­
Hayal gücüyle, insani bütün güçlerle ilişkiye girerek doğayı dö­ mel veçhelerinden biri olacaktır bu gerilim) yansıtan kendine öz­
nüştürdükleri için, toplumsal üretim ve tüketimin her ikisi de insan gü bir zamansallığı vardır.
doğasının doğrudan uzantılandır. Üretim (ve insanın emek kapasi­ İnsanlığın sahip olduğu, maddi ve manevi bütün güçler toplum­
tesi), Mani'm belirttiğine göre, bir ileriye bakma meselesidir: Yapı­ sal düzene hitap etmeye hazu-dır ve onu, gerekirse devrimle dö­
lan her nesne, gerçekte varolmadan önce hayalde varolur. Daha ön­ nüştürmeye muktedirdir. Doğada hiçbir şey sabit değilse, bu ku­
ce de gördüğümüz gibi, her meta böyle tanımlanır, yani kullanım ral en çok insanlar ve toplum için geçerlidir! Her şeyin bir sonu
değerine göre, ki kullanım değeri zorunlu olarak ihtiyacm bir so­ vardır; burada bizi ilgilendirense, kapitalist düzenin insanlığın
nucudur, ihtiyaç da isteğin, istek ise arzunun bir sonucu olabilir. sonunu hazırlamadan önce sona erip ermeyeceği sorusudur. Ama
Tümüyle mekanik veya faydacı hiçbir tarif metalann kullanım de­ sermaye kendi kendine sona erdiremez, ekolojik açıdan sağlıklı
ğerlerine, dolayısıyla ekonominin bizatihi kendisine bir anlam ve­ bir topluma doğru bir dönüşüm gerçekleştirilerek defedilebilir
remez: Bunun için hayal gücünün devreye sokulması gerekir.'^ ancak.
Ama insan doğasıyla işimiz daha bitmedi. Kayıt düşülmesi ge­
reken başka, daha karmaşık nitelikler de var:

17. Bkz. benim Tarih ve Tin (Kovel 1998b).


18. "Dolaysız olarak ne nesnel doğa ne de öznel doğa insana yeterli bir bi­
16. Andan farklı olarak mimar, "bir yapıyı gerçekte dikmeden önce onu ha­ çimde verilmiştir. Doğal olan her şeyin bir başlangıcı olması gerektiğinden, in­
yalinde diker. Her iş sürecinin sonunda, daha işin başında işçinin hayalinde san da kendi var-olma [coming-to-be] edimine sahiptir - yani tarihe... Tarih, in­
varolan bir sonuç elde ederiz" (Marx 1967a: 178). sanın gerçek doğa tarihidir" (Marx 1978b: 116, italikler özgün metne aittir).
144 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 145

goi'tur; bu zekâ, ekosistem içindeki tekil varlıklardan gelir, biz in­


Ekosistemsel Bütünlük ve Ayrışma sanlarda ise sonunda bilinç haline gelir. Biz veya başka bir canh
gerçek anlamda düşünürken, Bütün’e göre düşünürüz; Bütün'ün bi­
Ekosistemsel smırlar, bir organizmanm içindekiler ("organlar" ve zim aracılığımızla düşündüğünü söylemek de yanlış olmaz.
diğer iç ekosistemler - sinir sistemi, endokrin sistemi, bağışıklık Bh- ekosistemin unsurlan arasmdaki smır-süreçleri o ekosiste­
sistemleri, vb.) için yapı iskelesi, ekosistemler arasmda da farklı­ min bütünlüğünü belirler. Bu süreçler yaşam biçimleri kadar çeşit­
laşma noktası görevi görür. Belli bir ekosistem içindeki organiz­ lilik arz eder ve biçimleyicilik ile entropi ve diğer temel fizik ya-
malar arasmdaki bağlann doğası, her varlığın özgül faaliyeti tara- salannm kısıtlamalan arasmdaki etkileşimin ötesinde başka her­
fmdan belirlenir ve asla münferit değildir. Bir ormandaki ağaçlar hangi bir ortak özelliğe indirgenemez. Yine de, bir ekosistemin bü­
sayısız canlı aracılığıyla, yiyecek, barınak veya yuva ihtiyaçlannı tünlüğünün veya "sağlığı"nın, bu sınır süreçlerinin (ne türden olur­
karşılamak için onlara bağlı olan canlılar aracılığıyla ve su, hava sa olsun) organizmalarm içte birbirleriyle, dışta diğer ekosistem-
ve güneş ışığına erişimleri sayesinde birbiriyle iUşki kurarlar; bü­ lerle ve bütünle kurmasmı sağladığı ilişkinin sonucu olduğunu
tün ağaçları bir süper organizma halinde birleştiren yeraltı mantar­ söyleyebiliriz. Bir ekosistemin bütünlüğü ilişki bağlamında ifade
ları ağı, kıl kökler, vb. sayesinde birbirleriyle de dolaysız bir ilişki edilebilir; farklılaşma terimini hem tekilliği hem de bağlılığı koru­
içindedirler. yan bir varlık durumu anlamında kullanacak olursak, ekosistemin
Enformasyon teorileri dahil, halihazırda mevcut olan sistem te­ bütünlüğünün, unsurlan ıtrasmdakifarklılaşmamn derecesine bağ­
orileri, ekosistemsel unsurlar arasında mekanik ve son derece hiye­ lı olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, organizmalı varlıklar
rarşik ilişkiler varsaymaya meyillidir. Bu durum, insanlık ile doğa birbirlerini tamdıkları oranda, hem birbirlerinden ayndır hem de
arasmdaki ilişkide iflah olmaz çelişkilere neden olur; bu çelişkiler, birbirlerine bağlı: Ötekiyle olan aktif ilişkileri sayesinde kendileri
bugüne kadar bütünlüklü bir görüşün ortaya çıkmasmı önlemiş, in­ haUne gelirler. Terimin buradaki kullanımında, tanımanın tanım­
sanlığı doğadan ayn düşünenlerle onu doğanm içine katıştıranlan lanmış öznel bir unsura işaret etmesi şart değildir. Aynı zamanda
ayırmıştır. Mekanik indirgemecilik hâkimiyetini sürdürdüğü müd­ hem bağlılığı hem de tekilliği koruyan her türlü karşılıklı işaretleş­
detçe, ekosistem kümeleri, her sistem marş motoru veya tekerlek me tanımadır. Farklılaşma da her zaman ahenk veya dengeye kar­
gibi bir parçaya denk gelmek suretiyle, motorlu bir taşıt gibi bir şılık gelmez. Organizmalar arasmda, birinin veya daha fazlasının
araya getirilecektir. Halbuki, hayatm biçimleyiciliğinin son derece ölümüyle sonuçlanan etkileşimlere izin verebilk; ama, Bütün'ün
farklı bir unsuru; ekosistemlerin içinde ve ekosistemler arasında korunmasını sağlayan ölümlerdir bunlar.'^ Ekosistem, bütün bile­
kazandığı dinamik akışkanlık halinde tezahür eden, burada basitçe şenlerinin geliş ve gidişlerini içerir; bu bitimsiz hareket Bütün'ü
Bütün diye tabir ettiğimiz bir unsuru ortaya koyduğunu teslim et­ oluşturur, ki bu Bütün içinde, bireylerin ölümleri yaşamlan kadar
memiz gerekir. Canlı ekosistemleri oluşturan unsurlar birbirinden önemlidir.
aynlabilir parçalar halinde değildir; aynı zamanda Bütün'le ilişki Farklılaşma ekosistemin bütünlüğünü anlamanın kilit unsuruy­
halindedirler, yani parçalanna indirgenemez olan, kendisini oluştu­ sa, ekosistemin aynşmasına ne neden olur? Burada tekillik ve bağ-
ran parçaları belirleyen ve onlarsız varolamayan Bütün'le. Dolayı­ lantılılık diyalektiğini kesintiye uğratan ve unsurlann ayrılmasına
sıyla, tekil olan Bütün'le ilişkisine göre vardır ve bu ilişki şeylerle veya başka bir deyişle, bölünmesine neden olan biçimsel bir süreç
ilgili her somut açıklamada yer almalıdır. Varlığımızın temeli bu söz konusudur. Bir ekosistemi meydana getiren unsurlann bölün-
şekildedir; yoğun bir içselliği haiz olan biz insanlarda bu Bütün, tin
olarak ortaya çıkar. Bütün, ekosistemi biçimleyen, meydana geti­ 19. İnsan toplumlannda bu, birçok yananlamıyla birlikte, kurban edilme ola­
ren kavramdır: Ekosistemin zekâsını meydana getiren bir çeşit lo- rak ifade edilmiştir.
146 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 147

melerine neden olan şey (ister birbirinden, isterse Bütün'den - ki işlevsel birliğini böler; doktor kınk parçalan doğanm yeniden bü­
bu da aynı kapıya çıkar) o Bütün'ün gelişimini önler, yeni biçimle­ tünleyici sürecini başlatabilecek şekilde bir araya getirerek kınğı
rin evrimini engeller ve sonunda içindeki bireyleri yok eder. Bö­ onarır. Hasara uğramış ekosistemlerde de durum aynıdır: Ekosis­
lünme, tanımada bir tahribata neden olur. Bir ekosistemi parçala­ temi oluşturan unsurian, serpilip büyüyen bir ekosistem bağlantı-
yan, bileşenlerini birbirinden aymp onlan karşılıklı etkileşim ala­ lılığı yaratacak şekilde onanp bir arada tutmanın yollan bulunma­
nından mahrum eden şey Bütün'ün oluşumuna engel olur, bu yüz­ lıda-. Doğanın olağan işleyişinde bunun önemli benzeşikleri [ho-
den de, o bütünün içinde yer alan organizmalann gelişimlerini za­ mologies] mevcuttur; örneğin, hücrenin yapısal dinamikleri: Mito-
yıflatır, içsel durumlarmm bozulmasma, hatta yok olmalanna ne­ kondri içindeki ribozomlarm zarif düzenlenişleri sayesinde enerji
den olur. paketçikleri her yere dağıtılır ve düşük entropili bileşimlerden olu­
Bu, fiziksel bir aynima süreci (ekosistemlerin büyüklüklerinin, şan sentezler (ve bu bileşimlerden oluşan yapılar) yollanna devam
organizmik unsurlan arasmda optimal düzeyde etkileşimin gerçek­ edebilsin diye girift molekül snalan "bir arada tutulur". Bu koşul­
leşmesi için gereken büyüklük sınınnm altma düştüğü "ada etkisi" lann, hayatm kökenlerinin koşullarmı biçimsel olarak yeniden
denen şey^o) olarak görülebileceği gibi, aym zamanda ekosisteme ürettiğini ileri sürmek hiç de abartılı bir iddia değildir. Herkese na­
bozucu maddelerin, yani ya yeni organizmalann ("zararlılar"m ve sip olmasını umduğum başka bir ömek de, çocuklan koruyup kol­
patojenlerin) ya da yaşam süreçlerine engel olarak ekosistemsel va­ lamak, onlarla canlı bir iletişim kurmak, kendi başlanna hareket
roluşu yok eden yeni maddelerin girmesi şeklinde de görülebilir. edecek hale gelince de onlan zorunlu olarak kendi haline bırak­
Bhopal'e metil izosiyanitin girmesi, yok eden bölünmeye bir örnek­ maktır. Bireysellik ile bağlantılılık insan hayatında bu şekilde bir
ti. Biyosfere sokulan kirleticilerle; örneğin, hormonlan taklit edip araya gelir. Çocuk yetiştirmeyle ilgili diğer ayrmülar bu basit te-
salgı bezi ekosisteminin bütünlüğünü parçalayan organoklorinler manm çeşitlemeleridir; maddeler arasmda entropik açıdan gerçek­
yüzünden,2i aynı zamanda da, aşağıda inceleyeceğimiz gibi, üre­ leşme olasılığı düşük olan bir etkileşimin gerçekleşebilmesi için
tenleri üretim araçlanndan ayıran sermaye ve paranm etkileri nede­ güvenli yerler tedarik edilmesi gibi bir şeydir bunlar. Uçukluk ol­
niyle oluşan kirleticilerle ilgili olarak benzer bir tartışma daha ay- sun diye söylemiyorum, üç milyar yıldan fazla bir zamandır süren
rmtılı bir düzeyde tekrar gerçekleştirilebilir. Bütün bu kiplikler eko­ evrim de bu sürece dahil olur.
sistemleri, aynşmalarma neden olan ve kendi kendine devam eden Umutsuzluğun hâkim olduğu böyle bir zamanda insanlığın, do­
bölünmelerle tanıştım. Bölünmüş olan şey varlığın yenilenmesine ğadaki bu en zararlı canlının ille de zararlı olmak zorunda olmadı­
neden olmaz, hem fiziksel hem de öznel olarak, boşluğa ve yok ğını hatırda tutmak önemlidir. Bütün üretimler (doğaya biçim ver­
olup gitmeye neden olur; tıpkı travmatik anılann bölünmesinde ve­ melerimiz) düzen ile düzensizliğin bir birleşimi, bir entropi oyunu­
ya benliğin bir kısmmm yabancı haline gelmesinde olduğu gibi.22 dur. Ekolojik olarak "üretim üretmekle", o üretimi ekosistemsel
Ekolojik kriz hem doğal hem insani, öznel olduğu kadar nes­ bütünlük doğrultusunda yönlendirmiş oluruz. Sanatçının verili ola­
nel, büyük ve doğurgan bir ekosistemsel bölünmeler dizisidir - nı yeniden düzenlerken gösterdiği hiddet, bahçıvanın toprağı kaz­
ekosferin kumaşının aşınmasıdır. Ama aşınan şey onanlabilir, tıp­ masına benzer. "İkiye bölünmüş solucan sabanı affeder," diye ya­
kı kmk bir kolun onanlabildiği gibi. Kol kemiğindeki kınk, kolun zar Blake, yıkmanın ve üretmenin bir diyalektiğin birbirine yapışık
iki yüzü olduğunu bildiği için.
Genel olarak bahçecilik, kapitalist tüketimciliğin kaba bir te­
20. Quammen 1996. 21. Bkz. Colbum vd. 1996.
22. Buna karşılık, benliğin bölünmüş parçalannın temellük edilmesi ve bu­
mellükünden (pestisiüer, ağır ekipmanlar vs.) bahçeleri tam bir
nun yanı sıra arzuların salıverilmesi (arzuların bölünmesinin tersine) insanm ge­ ekosistem şeklinde bilinçli olarak düzenlenmeye çalışan "perma-
liştiğinin bir işareti ve iyileşmenin en temel jestidir. kültür" gibi yaratıcı "organik" müdahale tarzlarma kadar çok çeşit­
148 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 149

li biçimlere bürünebilir.^^ Bütün iyi bahçecilik pratikleri, birbirin­ Kapitalizm öncesi, ama esasen piyasa öncesi (yani, özel mülki­
den farkh maddelerin (tohum, su, iyi toprak, kompost, gübre, ışık) yet unsurlan, para ve mübadelenin tali olduğu) üretim biçimlerine
bir araya getirilip ekosistemin gehşmesini sağlayarak önceden va­ baktığımızda, düşüncesizliğe olduğu kadar yaratıcılığa da dayalı
rolan verili bir şeyi farklılaştırmayı kapsar. Bunun için bilinçli ha- olabilen her türlü ekolojik ilişkiye muktedir bir insanlık buluruz.
zu-hk ve kültür aracılığıyla taşınmış bir bilgi birikimi elzemdir. Do­ Birçok şeyin yok olmasında ve yapılmış olan yanlış başlangıçlarda
layısıyla bahçecilik, tam anlamıyla gerçekleştirilmiş bir ilişkiyi de düşüncesizlik örneklerini görmek zor değil, ama yaratıcılık şu şe­
kapsayacak kadar genişletilebilen toplumsal bir süreçtir. Aslında, kilde özetlenebilir: Belli koşullar altında, insan "doğayla uyum
komün bahçeleri, daha sonra üzerinde duracağımız gibi, ekolojik içinde" yaşamaya muktedir olduğu gibi, çok daha önemlisi, yaban­
bir topluma giden yolda yapılması gerekenler için mükemmel bir cılaşmamış bir insan zekâsı da kendisi evrimleşirken bile doğanın
modeldir. evrimini etkileyecek güçtedir. Bu anlamda, "doğa" dediğimiz şeyin
Tarihin tamamı her bahçe arazisine girer ve orada devamlı ola­ bizatihi kendisi de bir dereceye kadar insani bir üründür, öyle ki,
rak gözler önüne serilir. Bu lifler insanlığın kökenine kadar uzanır ekoloji ile tarih ortak köklere sahiptir. Evrim, canlılann ekosistem-
ve doğamızın gerçek özünü ifşa eder: Doğaya yaratıcı bir biçimde lerde gerçekleştirdikleri faaliyetierin aracılığıyla gerçekleşiyorsa,
müdahale etmektir bu öz. Neolitik devrimin hiyerarşik topluma gi­ insanm alameti farikası olan bilinçli dönüştürme faaliyetinin de ev­
den yolu açmasından çok önce, insanlık doğanın kitabını okumayı rimsel bir kuvvet olması gerekmez mi?
ve onun üretken yolunu izlemeyi öğrenmişti. Zor bir öğrenimdi bu; Ekolojik krizle ilgili hararetli tartışmalara konu olan Amazon
ama buradan almabilecek ders o sığ "ilk insanlar" romantikleştir- havzasın) ele alalım. Bu dev rahimde mebzul miktarda canlı türü
mesi içinde kaybolmuştur. Zira ilk insanlar doğaya karşı her zaman (bunlara son derece yararlı türlerin yanı sıra henüz keşfedilmemiş
saygılı değillerdi, aynca onlardan böyle bir şeyi de beklemememiz sayısız tür de dahildir) olduğu kabul edilmektedir. Bu muazzam çe-
gerekir. Ömeğin, başka türlerin yanı sıra büyük bir ihtimalle mas- şitliUğin nedeni nedir peki? Genel olarak ekolojik krize yol açacak
todon neslinin tükenmesinden ilk yağmacı gruplar sorumluydu. anlamda tek bir "etkin neden" yok, ama birbirinden ayn etkin ne­
Neden olmasın ki? İnsanın kolektif eylem ve teknoloji sayesinde den örüntüleri mevcut, bunlann en önemlisi de insani müdahaley­
elde ettiği güçler Paleolitik çağdan bu yana tekrar tekrar sapıttıysa, le ilgili olanı. Temel tür farklılaşması tarzı "alopatrik türleşme"
o zamanın koşullannda neden sapıtmasın? Bunda şaşılacak bir şey (özetle, ortak gen havuzlannm, bu genlere sahip canlılann değişik
yok. Şaşılması gereken bir şey varsa, o da bu canlılardan en azm­ ekosistem koşulları altında birbirinden aynlıp farklı gelişim gös­
dan bazılannın hatalanndan ders çıkarması, doğaya ihtimam gös­ termeleri sonucu farklı yollara sapması) adıyla bilinir. En ünlü ör­
termeyi ve ekomerkezli bir varlık biçiminin esaslannı ortaya çıkar­ nek, Darwin'in keşfettiği, Galapagos adalanndaki ispinozlann baş­
mayı öğrenmesidir. kalaşmış evrimidir. Kök türe ait farklı popülasyonlar farklı adalara
göç ettiği için, popülasyonlar arası üreme sona ermiş ve farklı ada
koşullannda aynimalar başlamış (tür faaliyetleri nedeniyle deği­
şim daha da artmış) ve sonunda yeni türler ortaya çıkmıştır.
23. Tasmanyah B ili Mollison'ın fikri olan permakültür, canlı çevreleri mima­ Sıcak ve nemli Amazon havzasmm altı milyon kilometre kare­
ri ilkelerden yararlanarak ve küreselden yerele karşılıklı bağımlılığa dayalı iliş­
kileri gözeterek düzenlemeye çalışır. Bu yöntem sayesinde, Hindistan'ın güney lik alanını kaplayan, çeşitlilik arz eden ama görece kesintisiz, uç­
bölgesi gibi belli yerlerde nesiller boyu süren ekolojik bozulmayı tersine çeviren suz bucaksız arazi, rekombinasyon için muazzam bir gen havuzu
mikro-iklimsel değişimler gerçekleştirilmiş, bazı kentsel bölgelerde ise önemli oluşturur. GelgeleUm, arazinin kesintisizliği türleşme tasarısına
derecede yiyecek üretimi sağlanmıştır. Bkz. M ollison 1988. http://www.ken-
karşı çalışıyormuş gibi görülebilir. Zira, büyük toprak ve habitat
yon.edu/projects/permaculture/ adresinde bu hareketin inanılmaz derecede çok
sayıdaki faaliyet alanının bir dökümünü bulabilirsiniz. çeşitliliğine rağmen bu arazide, alopatrik türleşmenin "doğal" sey­
150 DOĞANIN DÜŞMANI EKOLOJİLER ÜZERİNE 151

rini İzlemesi için gerekli ekosistemsel farklılığa imkân tanıyacak lundurulduğunda bu kaçınılmaz bir şey) ve hızlı türleşmeye imkân
çok az ada, dağ sırası veya geçişe izin vermeyen su kütlesi vardır. tanıyan mikro-ekosistemler ortaya çıktı.
İnsanda, yağmur ormanının büyük ölçekli oluşunun akraba gen ha- Burada insanlık yaptığı işle Amazon havzasma imzasını atarak
vuzlarmm sürekli kanşmasma neden olduğu, böylece yeni türlerin yeni ve zengin bir çeşitliliğe sahip canlı biçimleri ortaya çıkarmış­
çoğalmasmı engellediği kanısı oluşabilir. tır. O halde insanlar, doğuştan doğamn düşmanı olmak bir yana,
Ne var ki, böyle bir kam yeni ekosistemler yaratmaya ve onla- doğanın bolluğuna bolluk katan bir parçası olabilirler. Gelgelelim,
n akıcı, değişken bir yolla diğer ekosistemlerden ayırmaya mukte­ ekolojik açıdan yaratıcı olan bu faaliyet, insani ekolojileri, konfi-
dir bir canlıyı hesaba katmaz. Bu canlı bütün bunlan yapmakla da gürasyonlan etkileşim halinde olduklan çeşitli doğal ekolojilere
kalmaz, kendi başına kaldığmda birkaç bin yıl küçük topluluklar çok benzeyen (o ekolojilerden aynşmış ve bölünmüş olmaktan zi­
halinde yaşar, bunun sonucunda çok sayıda mikro-ekosistem mey­ yade onlarla bütün ve farklılaşmış bir insani-doğal ekosistem birli­
dana getirir. 24 Amazon'un yerh halklan yeni ekosistemler yarat­ ği oluşturacak derecede benzeşen) insanlarla smırlıdır. Bu tür bir
makla kalmamış, bunlan bilinçli olarak (ömeğin, çeşitli av hay- davranışın, yeryüzüne özel mülk muamelesi yapmamayı veya bu
vanlannı cezbeden farklı konfigürasyonlarda ağaçlar yetiştirerek) faaliyeti üstlenen emeğin özgürce farklılaşmasını (ki aynı şey de­
türlerin farklılaşmasını teşvik edecek şekilde yaratmışlardır. Ayn­ mektir) gerekli kıldığı akıldan çıkanimamalıdır. İnsan zekâsı ve bi­
ca, diğer birçok Amerikan Yerlisi'nin yaptığı gibi, arazide kontrol­ linci ekosantrik bir biçim almayı bu tür "özgün" koşullarda öğren­
lü yangınlar çıkarmışlardu-. Oranm yerlisi olmayan çaresiz işçi ve miştir. Böyle bir varlık tarzı, doğayı farklılaştıran ve tek tek her bit­
köylülerin çıkardığı ve son iki kuşak boyunca yağmur ormanlannı ki türünü bilen insanlar ortaya çıkanr;^® alopatrik türleşme için mu­
tahrip eden kitlesel yangmlarla hiç alakası olmayan bu yangınlar azzam bir fırsat imkânı yaratan küçük, kolektif yönetimli topluluk­
küçük ölçülerde, dikkatle gözlenen zaman ve oranlarda ve toprağın larda yaşayan ve bizim tarafımızdan öğrenilmeyi bekleyen dersler­
asıl sakinleri tarafından gerçekleştiriliyordu. Susanna Hecht ile le dolu o varoluşsal açıdan canlı kültürü yaratan insanlan.^’
Alex Cockbum'ün Kayapâ yerlileri (bu yerliler en gelişkin dönem­
lerinde kabaca Fransa büyüklüğünde bir arazinin bakımıyla ilgile­
niyorlardı) konusunda söylediği gibi, yakma işlemine "yangmm
muhtemel yıkıcı etkilerini dengeleyecek faaliyetler eşlik ediyor-
du."25 Bütün bunlann sonucunda, verimlilikte somut bir artış ger­
çekleşti (yağmur ormanının kendine özgü koşullan göz önünde bu-

24. Bu konu temel olarak Hecht ve Cockbum'den (1990) alınmıştır. Bir baş­
ka önemli etken de, arazi parçalannı darmadağın eden, daha doğrusu birbirine
katan sel baskınlannm sık sık yaşanmasıdır. Hecht ile Cockbum'Un de belirttiği
gibi, insanlar sel baskınlarını takip etmiş, dolayısıyla alopatrik türleşme için ye­
ni alanlann ortaya çıkarılmasında doğayla sinerjik bir biçimde çalışmışlardı.
25. Hecht ve Cockbum 1990: 44. Yangın söndükten hemen sonra tanm ça- 26. Etnobotanikçi William Balée, Brezilya'nın kuzeydoğusunda yaşayan Ka'-
lışmalannm başlayabilmesi, ardından döngüsel çeşitlilik sağlayacak başka ürün­ apor yerlilerinin yüz dönümlük bir arazide yetişen bitki türlerinin yüzde 97'sinin
ler ekilerek zengin ve karmaşık bir ekosistemin hızla yeniden oluşturulabilmesi adını bildiklerini ve bunlardan yararlandıklannı göstermiştir. Bu aşm bir oran.
için, zamanlama ve ateşten önce ekim yapılması son derece önemlidir. Küllerin, Ama orman halklannın çoğu (sadece Yeriiler değil) bitki türlerinin yüzde 50'sini
vb. geridönüşümüne ve zararhları denetim altına alırken istenen bitkilerin büyü­ tanımakta ve bunlardan yararlanmaktadu-. Aktaran Hecht ve Cockbum 1990: 59.
mesine olanak tanıyan "soğuk yakma" tekniğine de aynca büyük bir dikkat gös­ 27. Bu varlık tarzmı araştıran ve öven yazarlar Stanley Diamond (Diamond
terilir. 1974) ve Pierre Clastres (Clastres 1977).
SERMAYE VE D O Ğ A ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 153

sermaye madem doğal bir şey, o zaman yüz binlerce yıllık bir tarih
kaydmm neden son 500 yıllık döneminde yer alıyor? Daha önem­
lisi, kendi yasalarmı koyduğu her yerde neden şiddet kullanarak
Sermaye ve Doğa Üzerindeki kabul ettirilmek durumunda kalıyor? En önemlisi, neden sürekli
Tahakküm olarak şiddet aracılığıyla ayakta tumiması ve neden devasa bir be­
yin yıkama aygıtına başvurarak her kuşağa tekrar tekrar dayatılma-
si gerekiyor? Neden çocuklan kendi hallerine bırakıp da (tıpkı yi­
yecek, su ve bannak sağlandığmda tavuk ve horoz olacağından
emin olduğumuz civcivler gibi) kapitalist veya kapitalistler için ça­
lışan işçi haline gelmelerini beklemiyoruz? Sermayenin insana iç­
kin olduğuna inananlarm polisin veya kültür endüstrilerinin de or­
Bir Kanserin Doğa Üzerindeki Etkisinin Patolojisi tadan kalkmasını istemeleri gerekir; istemiyorlarsa, o zaman argü-
manlan ikiyüzlüdür.
Sermayenin acımasız ekoloji-yıkıcılığının kökeni nedir? Bu soru­ Ama bu tür sorular sermayenin ne olduğu, neden bu yolun se­
yu cevaplandırmanın yollarmdan biri, konuyu kesintisiz birikim te­ çildiği ve insanlann neden bir ekonomiye teslim olup her şeyden
melinde işlemeye ayarlı bir ekonomiden yola çıkarak ele almaktn. önce zenginliği düşündüğü şeklindeki sorulann daha da keskinleş­
Buna göre, her sermaye birimi, amiyane tabirle, "ya büyüyecek, ya mesine neden olurlar sadece. Bunlar son derece pratik kaygılar. Ör­
ölecek”tir; aynı şekilde, her kapitalist de sürekli olarak piyasayı ve neğin, dünyanın ayakta kalabilmesi isteniyorsa, sanayi toplumun-
kârmı genişletmenin yollarmı araştırmak zorundadır, yoksa hiye­ daki tüketim alışkanlıklarının kökten değişmesi gerektiği geniş bir
rarşideki mevkiini kaybeder. Böyle bir rejimde ekonomik boyut kesim tarafmdan fark edilmiş durumda. Gelgelelim böyle bir deği­
her şeyi tüketir, smırları hiç durmadan genişleyerek devam eden şim, insani ihtiyaçlann temel yapısmm, dolayısıyla doğadaki ika­
kâr arayışı sırasında doğa sürekli değer kaybeder ve sonunda kaçı­ met biçimimizin temelden değişmesi gerektiği anlamma gelir. Ser­
nılmaz bir biçimde ekolojik kriz baş gösterir. mayenin insanlara bu değişikliklere direnmeyi zorla aşıladığmı bi­
Bu akıl yürütme kanımca geçerlidir ve sermayenin bu krizin et­ liyoruz; ama ancak kötü ve yüzeysel bir analiz lafı burada keser ve
kin nedeni haline nasıl geldiğini anlamamız açısından zorunludur. bu aşılama sürecinin nasıl işlediği, nasıl ortaya çıktığı konusunda
Ne var ki, eksiktk ve sermayenin ne olduğu gizemini, dolayısıyla herhangi bir şey söylemez. Sermayenin ekolojik krizde oynadığı
onunla ilgili olarak neler yapılması gerektiği sorununun esrarını etkin nedensel rol onu doğanm düşmanı olarak tesis eder. Ama bu
ortadan kaldırmayı başaramaz. Örneğin, genelde kapitalizmin in­ düşmanlığm kökleri hâlâ araştınimayı bekliyor.
san türüne içkin olduğu, bu yüzden de kaçınılmaz bir sonuç oldu­ Doğaya yabancılaşmamızm özünün ne olduğu konusunda karar
ğu düşünülür. Durum böyleyse, o zaman insanın evrim basamağı, vermeye çalışılnken epey mürekkep harcanmıştır, ama bu çabala-
Olduvai Gorge'dan New York Borsası'na doğru zorunlu bir seyir nn pek azı gerçek anlamda açıklayıcılık değeri taşır. Örneğin, De­
izliyor demektir ve sermayenin olmadığı bir dünya tasavvur etmek, rin Ekologlar’m yaptığı gibi, doğayla patolojik bir ilişkiyi tanımla­
havanda su dövmekten farksızdır. yan belli merkezi ve egemen fikirleri, özellikle de, bütün o muaz­
Bu genel kanıyı yok etmek için üzerinde biraz düşünmek yeter- zam giriftliğine rağmen doğayı, insan denen güneşin etrafında dö­
lidir. Sermaye elbette insan doğasının bir gücüllüğüdür [potenti­ nen gezegenler gibi gören "insanmerkezci" sabuklamayı teşhis et­
ality] ve ideologlarm onun doğal bir kaçınılmazlık olduğu yönün­ mek pekâlâ mümkündür, hatta bu gayet arzu edilebilir bir şeydir.
deki tüm iddialarma rağmen, bunun ötesinde bir şey değildir. Zira, Böyle bir boyutlandırma yapılmadan ekolojik krizle ilgili hiçbir
154 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 155

kavrayış tamamlanmış olmaz. Ne var ki, işin nesnel tarafıyla hiç­ hakkümün kökenlerine biraz daha yaklaşınz.
bir bağlantı kurmadan ekolojiye zararlı bir kompleksin sadece öz­ Bilim, teknoloji ve sanayi bugün tamamen kapitalist sisteme
nel şeklinin taslağını veren ve bu kompleksin nasıl ortaya çıktığı dahildir. Ama kapitalizm bildiğimiz haliyle dünya üzerinde birden
(dolayısıyla, nasıl üstesinden gelinebileceği) konusunda hiçbir ipu­ bitivermemiştir. Belli kültür topraklannda kök salan birçok selefi
cu vermeyen bir boyuttan başka bir şey değildir bu. Zihinsel bir ta­ vardır. Ortaya çıkan ekonomiler, belli bir öze sahip değillerdi, tıp­
vır bir fenomenin iç çevriminin bir kısmmı açıklamaktan öteye git­ kı bireylerin kişilikleri gibi, özgül bütünleşmeleri, bazıları ekoloji­
mez ve bu fenomenin kökenleri ve dünyayla ilişkileri dile getirile­ ler için diğerlerinden daha ölümcül etkiler yaratmış olan bütünleş­
ne kadar boş ve belirsiz bir soyutlamadan ibarettir. meleri yansıtıyorlardı. Ömeğin, ekolojiye zarar veren bildiğimiz
Aynı şekilde birçok yazar "teknoloji" ve "sanayileşme"den eko­ kapitalizm çeşidi tümüyle Avmpa kanşımlıdır, dolayısıyla baskm
lojik krizin aktif unsurlan diye söz etmeye dünden hazırdır, çünkü Hıristiyan dininden, yani son derece güçlü ve hiç de ekoloji dostu
doğanm bu tür araçlarca kirletildiği aşikârdır. Ama bu noktada bi­ olmayan bir dünya görüşünün manevi ucundan derin bir biçimde
tirmekle sadece tartışmayı yanm bırakmış olmayız, aynı zamanda etkilenmiştir.2 Hıristiyanlığın doğaya yönelik tavn kapitalizmden
kulağımızm üstüne yatmış ve siyasi açıdan oportünist bir yaklaşım çok önce şekillenmiştir ve Yahudi köklerine kadar uzanır; zira Ki­
sergilemiş de oluruz; zira söz konusu sanayinin ve kullandığı alet­ tabı Mukaddes'in Tekvin bölümünde (1:26) Tann'nın insana "Deni­
lerin sermaye birikimi araçlan olduğu, bu özelliğini modem dünya­ zin balıklanna, ve göklerin kuşlarma, ve sığırlara, ve bütün yeryü­
nın başlangıcından beri sürdürdüğü gün gibi ortadadu-.* Hiçbir alet, züne ve yerde sürünen her şeye hâkim olsun" dediği söylenir; ki bu
hiçbir büyük çaplı teknolojik örgütlenme kendi başına varolamaz: söz "Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah'ın suretinde ya­
Sanayi ve ona içkin bütün nitelikler verili bir toplumsal örgütlenme rattı," (1:27) sözünde dile getirilen inançla uyumlu olmakla kal­
tarzının ürünleri, onun dışavurumudurlar ve ondan ayrı düşünüle­ maz, aynı zamanda bu inancm güdümü altmdadır.
mezler. Uygulamaya geçirildiğinde ekolojik krizi durdurabilecek Dünya üzerinde başka hiçbir din, elbette kabile dinleri de buna
nitelikte olan, ama birikimin gereklerine karşı işledikleri için kulla­ dahil, doğayı tahakküm altına almayı kendi Logos'\xn& bu kadar
nıma sokulmayan müthiş yeniliklerle doludur dünya. Aynı şey, sık dolaysız bir biçimde dahil etmemiştir. Hıristiyanlık içinde bu tav­
sık "bilimsel olarak" bir teşrih numunesine indirgendiği belirtilen ra karşı müthiş bir mücadele verildiğini vurgulamak da lazım; hat­
doğaya yabancılaşmamızın sorumlulanndan biri olarak öne çıkan- ta, aralarmda ünlü Francis ve Avilalı Teresa'nm da bulunduğu bir­
lan "bilim" için de söylenebilir. Böyle bir şey olduğu doğru, ama çok büyük aziz ve azize bu tavra karşı isyan etmeleriyle tanınır;
aynı soruyu burada tekrar sormak icap ediyor: Hangi çıkarlara hiz­ kihsenin bizatihi kendisi de kapitalizm canavannı, daha Avrupa
met eden, hangi toplumsal kuvvetlerce şekillenen, hangi bilim? topraklannda yeni ortaya çıktığında zaptetmeye çalışmıştır. Dinler
Doğanın tahakküm altına girmesinde yabancılaşmış bir bilim çok diyalektiktir: Tahakküm yanlısı bir tavır kadar tahakküme karşı bir
önemli bir rol oynar şüphesiz. Ama bu tür yabancılaşmanm bizati­ itirazı da dile getirirler, zaman zaman da tahakkümden kurtulmay-
hi kendisinin de açıklanması gerekir; bu açıklamayı yaparken ta-

2. Bu Avrupa istisnacılığı doktrinini savunmak değildir; James Blaut ve


1. Marx Kapital'As (1967a), teknoloji ile sınai örgütlenme tarzının, elde edi­ Andre Gunder Frank (Blaut 1933; Frank 1998) kapitalist dünyaya komuta eden
len artıkdeğeri azamileştirmenin gerekleri, sermaye üretiminin olmazsa olmazla- Avrupa'ya içkin bir deha falan olmadığım kesin bir biçimde göstererek bu dokt­
n olduğunu açıkça dile getirir. Bu noktada, sanayileşmenin suçlu olduğu tezini rini tamamen yıkmıştır. Gelgelelim, modem çağın başında, Avrupa ile Çin ve
desteklemek amacıyla genelde öne sürülen bir noktayı, yani, ekolojinin, tEihmi- Hindistan gibi daha gelişm iş devletler arasında kültürel farklılıklar vardı, Hıris­
nen kapitalizme muhalefet edeceğim derken sanayileşmeye tam gaz hız vermiş tiyanlığın bariz bir biçimde dahil olduğu bu farklıhklann, Batı'nın üstün erdem­
olan SSCB rejimi sırasında büyük oranda hasar gördüğü yönündeki iddiayı dik­ lerinin değil de patolojisinin, dolayısıyla sermayenin patolojisinin gelişiminde
kate alsak iyi olur. 8. Bölüm'de bu sorunu ele alacağım. rol oynayıp oynamadığı somsu yerinde bir sorudur.
156 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 157

la İlgili ifadelere de yer verirler. Ne var ki, burada belli bir kuvvet­ çok soruyu içermediğini söylemeye bile gerek yok sanınm. Açık-
ler dengesi söz konusudur ve Hıristiyanlıkta bu kuvvetler ağırlıklı lamalann, konuyu ele ahş biçiminin kısalığmdan kaynaklanan açı­
olarak ekoloji karşıtı diyebileceğimiz yönde ifade edilmiştir. Bu en ğı kapatıp kapatmadığına okur kendisi karar verecek.
iyi, Hıristiyanlık tarihine damgasını vurmuş olan o müthiş beden
nefretinde ve Huistiyanlığm takmtılı bir biçimde suçluluk duygu­
Doğanın Toplumsal Cinsiyet Yoluyla
su üzerinde yoğunlaşmasında görülür.^
İki Kola Ayrılması
On beşinci yüzyılda Avrupa'dan çok daha gelişmiş olan Çin ve
Hindistan gibi ülkelerin toplumlan dahil birçok toplum, kapitalizm İnsan türünün ilk haritası "erkeğe" ve "kadma" göre çizilmiş, böy­
çağına doğaya daha yakm bir anlayışla adım atabilirdi. Bu toplum- lece toplumsal cinsiyet adıyla tanman cinsiyet biçimlenimini orta­
lann kapitalizme girişleri ekolojiyle dost bir kapitalizm yaratır ya çıkarmışü. Toplumsal cinsiyet, insanlık içindeki ilk aynm çizgi­
mıydı, biUnmez. Ama şans, seyrüsefer yollan o zamanlar henüz sidir; İnsanlığın, gerek insanlık içinde gerekse insanlık ile doğa
"keşfedilmemiş" olan Amerika kıtasına kadar uzanan ticaret rüz­ arasmda kurduğu bütün yapılar toplumsal cinsiyetin izini taşır.
gârları üzerinde bulunan Avrupa'dan yanaydı. Önceki gelişimi sa­ Bundan daha maddi bir şey yoktur (İngilizcedeki "material" [mad­
yesinde doğayı tahakküm altma almaya yönlenen uygarlık, bildiği­ di] ve "mother" [anne] sözcükleri aynı kökten gelir). Cinsiyet dün­
miz canavara dönüştü, yani tanıdığımız anlamda kapitalist oldu, yevidir, toplumsal cinsiyetler arasındaki ana aynm çizgileri ise,
özellikle de hayatı inkâr eden katı Kalvinizm'in ortaya çıkışından dünyayı-dönüştüren emek arasmda çizilmiştir. Tahakkümün baş­
sonra.“* langıcı bu matristen (bu da aynı kökten!) tahakküm başlangıçlan
Yine de bu ilişki bize, Hıristiyanlığı her şeyin sorumlusu ilan ortaya çıkar ve sermayeden etkilenmiş olanı da dahil, geleceğe ait
etme hakkını vermez; zira, ekolojik kriz o olmadan da tekrar orta­ bütün tahakkümler, erkeğin kadm üzerindeki tahakkümünün göl­
ya çıkabilecek yapıdadır; hatta, bugünkü evresinde, sermayenin gesini taşır.
dinsel kökenlerinin neredeyse bütün izleri silinmiştir. Son tahlilde, Bu, siyaseten doğru davranmak adma erkek dayakçılığma so­
bir dinin bizatihi kendisi de belli bir toplumun çiftdeğerli bir ürü­ yunmak demek değildir; tahakküm tarihinin, eril cinsiyetin inşası­
nüdür. Böylece, Hıristiyanlıkla ilgili düşünceler köken sorununu nın bu tarih içindeki rolü anlaşılmadığı sürece, tamamlanmamış
tekrar gündeme getirir ve köken araştırmasmı insanm başlangıcı­ kalacağım tesUm etmek demektir. Bu tahakkümün kökenleri ulaşıl­
nın sisi içinde kaybolana kadar geriye taşm Gelgelelim burada, do­ ması imkânsız bir geçmişte gömülü kalmak durumunda. Yine de,
ğanın tahakküm altma alınmasmm nasıl ortaya çıktığı ve bunu ne­ insan türüyle ilgili bilinen (ama ideolojik olarak sık sık inkâr edi­
yin kapitalizme dönüştürdüğüyle ilgili son derece tutarlı (hayli ha­ len) her şey, temel noktalannı belirlemek amacıyla özetle aktardı­
fifletilmiş ve şematik olsa da) bir imge sunabilen bir zemine ulaş­ ğımız ve insan doğasıyla ilgili mevcut fikirlerden yola çıkarak be­
mış bulunuyoruz. Bundan sonraki bölümün bu kitabın amaçlanna lirlediğimiz aşağıdaki noktalann yeniden inşasını zorunlu kıhyor:^
uyarlandığını ve konunun tam bir yoramunu ve ona bağlı olan bir-
• Toplumun ilk, avcılık-toplayıcılık evresinde, ilk emek/iş farklı­
3. DeLumeau 1990, bedensel yabancılaşma örneklerinin son derece aynntı- laşması cinsiyetle bağlantılı olarak gerçekleşti, yani erkeklerin
h bir dökümünü yapar. Hıristiyanlıkla ilgili, burada yer alan argümanlara paralel avcılık, kadmlann da toplayıcılık yapmaya (üreme işlerinin yanı
bir görüş için bkz. Ruether 1992. sıra elbette) başlamasıyla birlikte. Üreme işinin kendisinin top-
4. Needham 1954'te, Joseph Needham Çin bilimiyle ilgili yetkin araştmna-
lannı özetler. Kalvinizm ve kapitalizmle ilgili o ünlü tartışmayı ise buraya taşı­
mamız mümkün değil. Elbette, bkz. Weber 1976, Tawney 1998 ve aynca Leiss 5. Bu temanın bildiğim en etkili yorumlanndan biri ve bu izahı sunarken en
1972 ve Glacken 1973. çok yararlandığım yapıt, M ies 1998'dir.
158 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 159

lumsal cinsiyet ürettiğine ve kökenlerinin, karşılıklı onayıyla, sürgün etmek, ele geçirilen kadm ve çocuklann kendi kaderleri­
akıcı toplumsal ilişkileriyle ve kendi kaderini tayin hakkıyla ha­ ni tayin haklannı kabul etmemek ve tutsaklara cinsel şiddet uy­
lis bir farklılaşma olduğuna dikkat edin. Bu tür farklılaşmalar, bu gulamak.
halklann bize ulaşan kültürel kalmtılannda ve bu kalmtılardan Bu edim insanda derin bir mutasyonun ortaya çıkması demekti.
çıkarsanan benlik-deneyimlerinin niteliğinin yeniden inşasında Zaman içinde bir yapı haline gelen yepyeni bir konjonktür ya­
hâlâ görülebilmektedir: Avustralya'nm ilk halklarmm "rüya za- rattı. Birincisi, başkasının emeğini sömürme ihtimalleri ortaya
manlan"nda, gezgin ruhlarda, masallardaki düzenbaz tiplemele­ çıktı; daima erkeğin kadmm emeğini sömürmesi şeklinde. İkin­
rinin tezahürlerinde, vb.® cisi, toplumsal gnıplarm varlıklannı sürdürme güçleri de bu sö­
• Bu evre, insanm tarihöncesi döneminin büyük bir bölümünü mürü üzerinde temellendirildi, yine erkeğin kadım sömürmesi
oluşturur ve hayvanların evcilleştirilmesi, tarımın kökenleri gibi temelinde; bu gruplar avcı gruplarmdan savaşçı gruplarma, yö­
insani-doğal dönüşümlerin büyük bir kısmmı kapsar. Tahakküm netici sınıftan Vatikan Meclisi (Curia), NFL (Ulusal Amerikan
olmasa da, ilk işbölümü, erkekleri hayat alıcılar, kadmlan da ha­ Futbol Ligi) Superbovvl şampiyonlan, şirket Yönetim Kurullan,
yat vericiler olarak öne çıkarmaya yol açmıştır. Aynca, avm ölüm Personel Şefleri Birliği, Politbüro gibi onlann orta ve modem
aletleriyle ve genellikle başıboş gruplarca gerçekleştiriliyor ol­ çeşitlemelerine, Yale'in Skull and Bones’u gibi gizli topluluklara
ması, bu aynmın daha da kötüye gitmesine zemin hazırlamıştı. kadar geniş bir yelpazede yer alır. Bir bakıma, tarihin başlangı­
• Her ne kadar ortaya somut bir ilk ömek sunulamasa da varlığm- cından beri bütün dünya erkek gruplan tarafından yönetilmiştir.
dan emin olabileceğimiz bir olayın ara sıra meydana geldiğini Üçüncüsü, toplumsal cinsiyetler ve köle-efendi ilişkisiyle oluşan
varsayabiliriz. Bu olayın faili erkekti, hem de tekil bir avcı ola­ birbirine taban tabana zıt kimlikler de bu gruplar tarafmdan üre­
rak değil, kolektifm bir altkümesi olarak: Bir avcı grubu veya tildi. Dördüncüsü, şiddet (fiziksel kuvvet ile bu kuvveti yücelten
topluluğu. Gelgelelim, iç ve dış kuvvetlere bağlı olarak uyaranı kültür) çalınmış şeyleri korumak için kurumsallaşmak durumun­
değişiyordu; dış kuvvetler örneğin, hastalık, kuraklık gibi yeni da kaldı.
kaynak arayışını zorunlu kılan, topluluğun varoluşunu tehdit Kadm emeğine ilk el konmasmm dayattığı yapılann son derece
eden unsurlardı; iç kuvvetler ise, erkek grubunun psikodinamik- büyük yayılma imkânlan vardı. Toplumlann maruz kaldığı teh­
lerinin bir sonucuydu. Her iki durumda da avm yağmaya dönüş­ likeler listesine toplumsal şiddet de dahil oldu. Şiddet, misilleme
mesi söz konusuydu; hedef yiyecek ve hayvan derisi elde etmek­ ve/veya savunmayı davet etti ve her grup diğer gruba oranla da­
ten ziyade artık diğer insanlarm üretken işgücüne el koymak, ha fazla güç elde etmek zorunda kaldığı için, bu şiddet zamanla,
başka bir canlının hayatını almaktan ziyade insanm kendi türü­ genişleme dinamiklerine sahip ve gittikçe daha çok büyüyen top­
nün hayat verici, inşa edici gücünü almaktı.’ lumsal kümeleri tanımlar hale geldi. İktidar dürtüsü, içte liderlik
• Bu akınlar elbette komşu bir topluluktan kadm ve çocuk ele ge­ ve toplumsal denetim için mücadeleye neden oldu. Burada aynn-
çirmeyi içeriyordu. Üç katlı bir şiddet olduğunu varsayıyoruz: tısını veremeyeceğimiz sayısız gelişmeden sonra Büyük Adam,
Erkekleri öldürmek veya onlan saldın altmdaki toplumlarmdan Kabile Reisi, Kral, İmparator, Papa, Führer, Generalissimo ve
CEO ortaya çıktı.
6. Bu varlık tarzı konusunda en iyi kılavuzum Stanley Diamond oldu (Di­
amond 1974).
Bu ilkelerin çeşitli durumlarda çeşitli şekillerde uygulanabile­
7. Bugün, fiili toplumsal üretimin kabaca üçte ikisi kadınlar tarafından ger-
çekleştirilmektedir. Bu oran, kadim avcı-toplayıcı toplumlarındaki kadınların fi­ ceğini tekrar vurgulayalım. Dışa doğru yayılarak bütün insanlığı
ili üretim çabalan konusunda da yürütülebilecek en iyi tahmin olsa gerek (Mies kapsayan böyle tek bir olay tasavvur etmeye de gerek yok aynca.
1998). Ama burada özellikle altı çizilmesi gereken bir şey varsa, o da bu
160 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 161

olayın mutlak bir dinamizme sahip olduğu ve insan toplumunda kınır, hem de onu tanımayı reddeder hale gelir. Saflaştınimış bir er­
genetik alanmdaki kadar güçlü bir mutasyona tekabül ettiğidir. İlk kek Egosu, benliğin aldığı baskm biçimi tanımlamaya başlar, bu
erkek şiddetinin rabıtasmdan, ele geçirilen şeyi elde tutmanm bir benlik, yeni yeni palazlanan uygarlığı oluşturan katmanlı bölünme
yolu olarak, kodlanmış mülkiyet ilişkileri doğdu: Meşruiyet kavra­ sistemine dahil olur. Öznel olarak, bu yabancılaşma bedenden ve
mı da bu nedenle cebir yoluyla el koyma kavrammı izler. Keza, bedenin işaret ettiği şeyden, yani doğadan gittikçe artan oranda ay-
ataerkillik kurumu, kadmlan paylaşmayı sağlayan ve çocuklara sa­ nlma olarak kayda geçmeye başlar.®
hip olmayı, onlan denetim altma almayı garantileyen (tam da Bü­ Ardmdan insan ile doğal dünyalar arasmda bir kutuplaşma baş-
yük Adam'm yapması gerektiği gibi tohumlarını saçıp yoluna de­ gösterir; insan (=entelektüel, ileriyi gören, manevi, güçlü ve aktif)
vam eden erkek için sonu hiç gelmeyen bir ikilemdir bu) bir sistem kutbunu erillik, doğa (=içgüdüsel, smırh ve beden temelli, sürek­
olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamdaki mülkiyet tam olarak, elbise siz, zayıf ve pasif) kutbunu da dişilik işgal eder. Doğanın toplum­
veya mücevher gibi kişiye sonradan eklenen bir şey değildir (ger­ sal cinsiyet yoluyla iki kola ayrılması süreci, cinsiyetler ile insan­
çi, katmanlaşmış ve zengin toplumlarda, kişisel tüketim üzerinde­ lık ve doğa arasmdaki ilişkileri şekillendirerek ekolojik krize kadar
ki denetim son derece önemlidir), daha ziyade, hayatı ve hayat devam etmiştir.
araçlannı üretme (ve yeniden üretme) gücüdür. Emek üzerindeki Emeğe şiddet yoluyla ilk el konduğu dönemlerden başlayıp ser­
denetim uygarlığı doğurur ve bu denetim, kadmlar üzerinde zorla mayenin doruğa çıktığı dönemlere kadar uzanan yol, mülkiyetin
sağlanan denetimden ortaya çıkar. yerinin sağlamlaştırılmasından ve toplumun tanımlayıcı bir unsuru
Buradan tahakküm ile mülkiyetin daha başlangıçtan toplumsal olarak sınıfın ortaya çıkışından geçer. Smıf, mülkiyeti kurumlaştı­
cinsiyet sahibi olduğu sonucu çıkar.* Bunun anlamı, daha toplu­ rır ve insani ekosistemlerin bölünmeyle tamşmalanyla beraberce
mun kuruluşu sırasında temel bir yabancılaşmanm ortaya çıktığıdır ortaya çıkar. Şiddet yoluyla el koyma tahakkümde zorunlu bir
(bu yabancılaşma insani düzeyde, ekosistemsel bölünmeye karşı adım olsa da, hayatı üretme ve yeniden üretme konusunda tek ba­
bir refleksti). Baskm erkek kimliği bu kazanda biçimlenmiştir. Ba­ şına yetersiz bir yöntemdir. Toplumsal ekosistemi bir arada tutmak
şından beri bu kimliğin referans noktası, avcı/savaşçı grubun iliş­ ve kuvvetlerini belli amaçlarla yönlendirmek için ikincil tanıma bi­
ki içinde olduğu ve tanımladığı diğer erkekleridir; bununla bağın- çimleri zorunlu hale gelir. Sınıf bunlardan biridir, ataerkillik yeni­
tıh olarak uyruk haline getirilmiş kadmdan aynı zamanda hem sa- den üretim alanmda iş görürken, smıf da üretim alanmda iş görür.
Sınıf, üretim mülkiyetinin sahipliğiyle ve emek üzerindeki dene­
timle ilgili biçimsel düzenlemeleri kodlar. Hukukun üstünlüğü şid­
8. Mies'in (1998) de belirttiği gibi, bu izah, üretici emeğin sömürüsüne mer­ detin üstünlüğü üzerine inşa edilmiştir ve şiddeti içselleştirir.
kezi rol biçmesiyle, klasik Marksizmin çerçevesi dahilindedir. Aynı zamanda,
Engels'in nedene öncelik veren anlayışma bir itiraz getirir. Engels'in kanonik gö­
Emek, özgürlüğünü yitirmiştir.
rüşüne göre, toplumsal üretim, deyim yerindeyse, toplumsal cinsiyet bakımmdan Sınıf, cinsiyet gibi fiziksel farklılık veya biyolojik plan üzerine
nötr bir şekilde gelişmiş, ihtiyaç fazlası toplanmaya başladıktan sonra şiddet yo­ değil, insanm üretici çekirdeğinin biçimselleştirilmesi üzerine te-
luyla ona el konmuş, sm ıf ve cinsiyet tahakkümüne de bu neden olmuştur. Gel­
gelelim, kadının üretici emeğinin şiddet yoluyla denetlenmesini ilk örselenme
olarak ortaya koymak daha ikna edicidir. Engels'te (1972) mülkiyet gaspının, 9. Burada verilen izah, erkek egemen toplumlardaki temel bir çelişkiden, ya­
sonradan kuvvet sistemlerinin gelişim i sayesinde tahakküm şeklinde tarihsel bir ni yetişkin erkeğin tahakkümü altındaki kadının, bir zamanlar o erkeğin tümüy­
genellemeye dönüşecek bir olaydan ziyade, doğuştan gelen saldırganlığın sonu­ le bağımlı konumda olduğu ve ileride yararlanacağı bütün o güçlere henüz sahip
cu olduğu düşüncesi sezilir. Bunun içerimi önemlidir, zira doğuştan gelen saldır­ olmadığı çocukluk döneminde annesi tarafından temsil edilmiş olması çelişki­
ganlık, ihtiyaç fazlasının ele geçirilmesinin ardındaki motorsa, o zaman bütün sinden gelen birpsikanalitik zenginliği içinde barmdınr. Bu rabıtanın insanlık ta­
Marksist proje yıkılır ve Freud'un Uygarlık ve Huzursuzluğu'ndaki (Freud 1931) rihi boyunca yankılandığını, arzunun diyalektiğine hakkedildiğini tahmin etmek
izahına hak verir hale bile gelûiz. hiç de zor değil. Bkz. Chodorovv 1978; Kovel 1981; Benjamin 1988.
162 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 163

mellenmiştİT. İnsan doğası dönüştürücü gücün özgürce kullanılma­ re öncelikli diye sormamız gerekir. Zamana göre bir öncelikse me­
sıyla ifade edildiğine göre, sınıf, fiziksel beden içinde temellenme­ ramımız, o zaman cinsiyet başı çeker (tarihin geçmişin yerine geç­
miş olsa bile, insan doğasına, dolayısıyla bizatihi doğanın kendisi­ mekten ziyade onun üzerine daima bir şeyler eklediği düşünülürse,
ne yönelik bir tecavüzdür. Gelgelelim, smıf ilişkileri asla saf, su bütün diğer tahakkümlerde en azından bir iz olarak görünecektir).
katıhnamış biçimde ortaya çıkmaz, öyle olsaydı dayattıklan bölün­ Eğer varoluşsal öneme göre bir öncelikten söz ediyorsak, o zaman,
meler toplumu parçalardı. Bu ilişkiler varlıklarını, daha çok, daha halk kitlelerinin yaşayışlanm uydurmak zorunda kaldıklan dolay­
sonra ortaya çıkıp devlet biçimini alacak olan-kurumsal yapı için­ sız tarihsel kuvvetler hangi kategorileri öne çıkanyorsa öncelik on-
de gömülü olarak sürdürür. Arkaik toplumdan uygarlık adını verdi­ lardadır: Dolayısıyla, 1930'larda Almanya'da yaşayan bir Yahudi
ğimiz şeye doğru yapılan nihai sıçrama, sınıf/devlet rabıtasının için antisemitizm fena halde önceliklidir, tıpkı bugün İsrail'in hâki­
kapsamı dahilinde gerçekleşmiştir. Bildiğimiz anlamdaki tarih bu­ miyeti altında yaşayan bir Filistinli için Arap karşıtı ırkçılığın ve­
nunla başlar ve ilk toplumun döngüsel, farklılaşmış zamanı, sınıfın ya ömeğin Afganistan'da yaşayan kadınlar içm acımasız, vahim
hiyerarşik zemin planma göre dönüşüme uğrar. Toplumun kendi boyutlardaki cinsiyetçiliğin öncelikli olduğu gibi. Siyasete göre,
öyküsünü kendi kendine anlatmasına olanak tanıyan denetleyici yani hangi şeyin dönüşümünün pratik açıdan daha acil olduğuna
bir faili vardır artık; gelgelelim bu öykü, smıfm kurumsallaştırıl­ göre yapılan bir değerlendirmede ise, öncelik, somut bir durumda
ması yüzünden çatışmalarla dolu bir hal almıştır. Devletler, teknis­ aktif olan bütün kuvvetler içinde hangisinin daha önce ortaya çık­
yen kadrolan aracılığıyla yazıyı dayatu-; rahip kadrolan aracılığıy­ tığına, ama aynı zamanda bu kuvvetierin dağılımına göre değişir;
la Hıristiyanlık gibi evrenselleştirici dinleri; yargıç ve mahkemele­ bu konuya kitabın son bölümünde, krizin üstesinden gelme politi-
ri aracılığıyla yasaları; orduları aracılığıyla da şiddeti ve fethi da­ kalannı ele alırken tekrar döneceğiz.
yatır, bunlan meşrulaştmrlar. Bundan som-a her şeye çelişkinin, Gelgelelim, etkililik sorusundan, yani hangi bölünmenin diğer­
devletin ilk ikileminden, yani tüm toplumun üstünde yer alırken lerini harekete geçirdiği sorusundan yola çıkarsak, o zaman önce­
toplumun yönetici sınıflanndan yana olması ikileminden doğan çe­ liği sınıf alır ki bunun gayet basit bir nedeni vardır: Sınıf ilişkileri
lişkinin damgası vurulur. bir icra ve denetim aracı olarak devleti beraberlerinde getirir ve in­
Devletler "ilerleme" adını verdiğimiz bütün kavramları uygula­ sani ekosistemlerde ortaya çıkan bölünmeleri bizatihi devlet şekil­
maya geçirirler. Ne var ki, aynı zamanda bütün biçimleriyle doğa­ lendirip örgütler. Dolayısıyla, sınıf hem mantıksal, hem de tarihsel
nm (elbette başta kadmlann, ama aynı zamanda imparatorluk sta­ olarak diğer dışlama biçimlerinden ayndır (bu nedenle, "cinsiyet-
tüsünü kazanmış devletler tarafmdan dize getirilmiş diğer halkla- çilik", "ırkçılık" ve "türcülük"ün yanında "sınıfçılık" gibi bir şey­
nn da) tahakküm altma alınması faaliyetini de yürütürier. Köleleş­ den söz etmememiz gerekir). Bunun nedeni, her şeyden önce sını­
tirilmiş ve tahakküm altma alınmış halklar devletin alanına dahil fın esasen insan yapımı bir kategori, mistifiye edilmiş bir biyoloji
edildikten sonra Öteki statüsünü kazanırlar: Barbarlar, ilkeller, içinde dahi kökleri bulunmayan bir kategori olmasıdır. Toplumsal
hayvandan farksız insanlar ve zemıanla (bilimin gelişmesiyle bir­ cinsiyet ayrımı olmayan insani bir dünya tahayyül edemeyiz (top­
likte) etnik halklar ve ırklar, hepsi de insanlık içindeki çatallaşma­ lumsal cinsiyet üzerinden gerçekleştirilen tahakkümün olmadığı
nın "doğa" kolunda kadınlarla aym kümede yer alırlar. bir dünya tahayyül edebilsek de). Ama sınıfsız bir dünya pekâlâ ta­
Bu tartışma, sol cenahda artık gına getirecek ölçüde tartışılmış hayyül edilebilir (hatta, türümüzün dünya üzerindeki varoluşunun
bir konuya, "tahakküme dayalı bölünme" olarak adlandırılabilecek büyük bir bölümünde insani dünya böyleydi ki bütün bu aynı dö­
şeyin farkh kategorilerinin (başta da cinsiyet, sınıf, ırk, etnik ve nem boyunca toplumsal cinsiyet üzerinde epey gürültü kopuyor­
ulusal dışlama, ekolojik krizle birlikte de tür) hangisinin öncelikli du). Tarihsel olarak, "sınıf, yaptığı fetih ve düzenlemelerle ırkları
öneme sahip olduğu konusuna açıklık getirebilir. Burada neye gö­ yaratan ve cinsiyet ilişkilerini şekillendiren bir devlet aygıtını da
164 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VB DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 165

İçeren daha büyük bir yapının bir tarafına karşılık geldiği için or­ kişiyle baş etmek, devletin faaliyet alanı dahilindedir - ordular ku­
taya çıkar bu fark. Bu nedenle, sınıflı toplum varolduğu, ırk baskı­ rup bunlan fetihlerde kullanır (böylece ataerkil ve şiddet içeren de­
sı altmdaki bir toplum sınıfı savunan bir devletin faaliyetlerini bün­ ğerleri güçlendirir), mülkiyeti kurala bağlar, mülkiyet ilişkilerini
yesinde barmdu-dığı sürece, u-kçılığm gerçek anlamda çözüme ka­ ihlal edenleri cezalandırmak ve oyunu kuralma göre oynayanlar
vuşturulmasından asla söz edilemez.*® Smıflı toplum ve bu toplu­ arasmdaki sözleşmeleri düzenlemek için gerekli yasalan uygula­
mun devleti, kadın emeğinin üst derecede sömürüsünü talep ettiği maya sokar, bu yasalan takviye etmek için polisi, mahkemeleri ve
sürece cinsiyet eşitsizliğine son vermek de imkânsızdu-. hapishaneleri kurumsallaştırır, gençlerin eğitiminde veya farklı
Sınıflı toplum sürekli olarak toplumsal cinsiyete, u-ka, etnikliğe cinsiyetler arası evliliklerde nelerin uygun ve doğru olduğunu sap­
dayalı, vb. baskılar yaratu-, bunlar da kendi başlanna bir hayat sür­ tar, Tann'mn kullan için koyduğu kurallan onaylayan dinleri kurar,
meye başlayıp bizatihi smıfm kendi somut ilişkilerini derinden et­ bilim ve eğitimi kurumsallaştmr - özetle, smıf yapısını düzenler ve
kilerler. Buradan, smıf siyasetiyle, tüm o aktif toplumsal bölünme sağlamlaştınr ve tarihin akışmm seçkinlerin lehinde sürmesini sağ­
biçimlerini hesaba katarak mücadele edilmesi gerektiği sonucu çı­ lar. Devlet, sınıfı olduğu kadar ataerkilliği de kurumsallaştırır, böy­
kar. Devlet toplumunu işlevsel kılan da bu bölünmelerin yönetimi­ lece doğanm toplumsal cinsiyet yoluyla iki kola ayniması için ge­
dir. Nitekim, bir smıflı toplum içindeki herkes maruz kaldığı indir­ rekli toplumsal zemini muhafaza eder. Aynca, modem devletin ay­
gemeler yüzünden olabileceği şey olamasa da, bu çeşitli indh-ge- nı zamanda «/lis-devlet olduğu düşünülürse, devlet bir halkın üze­
meler tarihin tabakalaşmış büyük rejimleri halinde bir araya getiri­ rinde yaşadığı toprağa bağhlığmı bir meşruiyet kaynağı olarak kul­
lebilirler (şu kişi korkunç bir savaşçı olur, bu kişi rutinden hoşla­ lanır, böylece doğa tarihini bütünlük ve bütünleşmişlik mitlerinin
nan bir memur, öteki uysal bir terzi, vb., sermayenin günümüzde­ içine katar. Doğa üzerindeki tahakkümün bütün veçheleri aslında,
ki kişileşmiş hallerine ve sanayi liderlerine böyle böyle ulaşılır). devletin toplumu bir arada tutmak için kullandığı araçlann yardı­
Bir sınıflı toplum ne kadar işlevsel olsa da, içerdiği ekolojik şidde­ mıyla bu kumaşın dokusuna dahil edilmiştir, ki buradan, bu anlatı­
tin derinliği, tarihi ileri götüren temel bir antagonizmayı teminat ya tutarlılık kazandırmak ve ondaki bir şeyleri değiştirmek için
altma alır. Tarih, smıflı toplumun iasMdir - çünkü, bu kadar güç­ devlete ve onun sınıf yapısını korumak konusundaki nihai bağım­
lü bir bölünme, ne kadar yumuşatılysa yumuşatılsın, ille de su yü­ lılığına eğilmemiz gerektiği sonucu çıkar. Bir sonraki bölümde ele
züne çıkarak direnişi ("sınıf mücadelesi"ni) körükler ve birbiri ar­ alacağımız gibi, bütün bunlar, günümüzdeki ekolojiyle ilgili müca­
dına iktidarlann ortaya çıkmasına yol açar. Sınıf ilişkisini gizemli delelerin açımlanmasmda temel bir rol oynayacaktır.
hale sokmanın sonu yoktur (dinin varlığını sadece bu amaç için
sürdürür hale geldiğini düşünmek veya televizyonda polisi yücel­ Sermayenin Yükselişi
ten bir şovu seyretmek bile bunu anlamak için kâfidir); ve eğer in­
sanm doğasına karşı bir saygımız varsa, bir kişinin yaşamsal kuv- K apitalizm , ancak devletle özd eşleştirilm eye başladığında, bizatihi d e v le ­
tin kendisi haline geld iğin d e, zafer kazanmıştır. (Braudel 1977; 64)
vetmin başka birinin yaşamsal kuvvetini zenginleştirmek adına ça­
lınmasına yol açacak kadar köklü bir antagonizmanm öyle bir çır­ Sınıf ilişkileri insanlan yaşamsal güçlerinden ayırm Sermaye
pıda ortadan kalkmayacağını anlamamız gerekir. daha da ileri gider: Yaşamsal gücümüzü kendinden ayınr ve çifte
Devlet, yönetici sınıf toplumun parçalanmasına neden olmaya­ bir yabancılaşma dayatm Bunun meydana geldiği arena emek pi­
cak şekilde yoluna devam edebilsin diye bu çatışmayı yönetmek yasasıdır, meydana gelmesini sağlayan araç ise, insan aklınm en
üzere öne çıkan şeydir. Sayısız şekillerde ortaya çıkan sınıf çeliş- tuhaf, en ilginç tertibi olan paradır.
Amiyane tabiriyle, dünya paranm üzerinde döner. Ne var ki,
10. Bkz. K ovel 1984. paranın gizemi gittikçe daha çok artan, ama gerçekte hepsi de bir-
166 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 167

birine bağlı üç veçhesi vardır.ıı En basit, en eskisi olduğu kadar en mahluk doğada olsa da doğada değer yoktur. Georg Simmel'in pa­
rasyonel olan ilk veçhesi, bir mübadele ve ticaret aracı olarak pa­ rayla ilgili o muhteşem çahşmasmda ortaya koyduğu gibi:
radır. "Rasyonel" dedik, çünkü mallann birbiriyle kıyaslanmasına D o ğ a l fenom enlerin h ep si, şeylerin değerinden hiç sö z etm eden tü­
olanak tanıyan bağımsız bir unsur olmadan ekonomik faaliyet, hat­ m üyle tanımlanabilir; değer b içilen şeylerin gerçeklikte sık sık ortaya ç ı­
ta toplumun bizatihi kendisi taş devrinde kalmaya mahkûmdur. Bu kıp çık m am ası v ey a h iç çıkm am ası da değer verm e ö lçeğ im izin anlam lı
seviyede, para-işlevi hammaddelerin, üretim aletlerinin ve bitmiş oluşunu hiçbir şekilde etkilem ez... G erçek bir psik olojik oluşum olarak
değer verm e, d oğal dünyanın bir parçasıdır; am a değer verm eden kastetti­
mallann çeşitli kaynaklardan bir araya getirilmesini sağlayarak da­
ğim iz şey , onun kavram sal anlam ı, bu dünyadan bağım sız bir şeydir; onun
ha geniş bir insani ilişkiyi mümkün kılar. bir parçası değildir, daha ziyad e, belli bir nirengi noktasından görüldüğü
Paranm bildiğimiz ikinci veçhesi, metaliği'âa\ onun satm alına­ şek liyle bütün dünyadır.’“
bilir, mübadele edilebilir, daha da önemlisi, biriktirilebilir olması­
dır. Bu açıdan bakıldığında, büyükbaş hayvanlar’^ gibi mübadele Farklı değer evrenleri vardır ve bunlann hepsi de ekonomiyle
edilebilir mallar veya deniz kabuğu şeklindeki bilinen somutlaştır- ilgili değildir. Bebek memeye değer verir, çocuk oyuncak bebekle­
malarmdan başlayıp daha sonra sürekli artan derecelerde soyutlaş- rine, Buda tefekküre, ekoloji merkezli bir zihniyete sahip biri bi­
tırmalarla metal sikke ve çeşit çeşit banknotlar haline gelişine ve yosfere, fetişist yüksek topuklu ayakkabılara vs. Aynca, her soyut­
bugün, dijital çağda, küreselleşmiş dünyayı elektronik rakamlar sa­ lama da kötü değildir, öyle olsaydı, matematiği veya Marx'ın eme­
ğanağı halinde kaplamasına kadar süren bir para tarihinden söz ği özgürleştirmek adına değer kavrammı geliştirirken yaptığı so­
edilebilir. Paranın bu veçhelerim incelemeye kalkarsak konumuz­ yutlamayı suç saymamız gerekirdi. En verimli bilimlerde gördüğü­
dan uzaklaşınz. Gelgelelim, bunlardan biri, yani paranın soyutlaş­ müz üzere, tekrar duyumsal-somut olana dönen farklılaşmış bir yol
ma eğilimi, bizi paranın üçüncü ve en şaşırtıcı, konumuzla da en bulunduğu veya "saf' matematikteki gibi soyutlamalar dış dünya
alakalı veçhesine götürdüğü için çok önemlidir. paranteze alınarak yapıldığı sürece, soyutlamalar (ve de nicelikler)
Sistemimize doğanm düşmanı olarak yerleşen şey, paranm de­ patolojik olmak zorunda değildir. Yani, matematikçi soyutlamala-
ğer deposu olma özelliğidir. Kavranması son derece güç, ama uy­ rmı gerçeklikle kanştumaz (tabii psikotik değilse ya da öyle olsa
garlık için bir o kadar zorunlu olan değer kavramı, iktidann pato­ bile, gerçekliği soyutlamalarının hâkimiyetine bu-akmasını önleye­
lojisine açılan bir penceredir. Paranm söz konusu olduğu yerde de­ cek araçlardan yoksun değilse). Duyumsal dünyayı değer elde et­
ğer, mübadele işlevinin bir soyutlamasıdır: Böylece, bir malın baş­ me amacıyla soyutlamaya dönüştüren sermaye için aynı şey söz
ka bir malla mübadelesi özelinden "genel anlamda mübadele edi­ konusu değildir. Duyumsal dünya duyumsal, yani ekosistemsel ol­
lebilirliğe" ulaşınz. Ama değer aynı zamanda mübadele edilebilir­ mayı sürdürdüğü için, bu dönüştürme büyük çaplı bir bölünme ha­
liğin arzuyla çakışmasıdu-. Değer, insanın ihtiyacmm doğaya (aynı line gelir ve yeni bir tahakküm düzenine yol açar.
zamanda insani doğa ile benliğin niteliklerine) yansıtılmasıdır. Asıl Üretilen her şey bir amaca hizmet eder ve bir ihtiyacı karşılar,
dünyayla sabit bağlan olmayan altematif, parasallaştmlmış bir bu ihtiyaç önemsiz, yıkıcı veya gerçekle alakasız olsa da. Nitekim,
dünyanm k u r u l m a s ı d ı r . Dolayısıyla, her ne kadar değeri icat eden bütün yapılmış nesnelere, karşıladıkları ihtiyaçlara göre, başka bir

11. Marx'in bu fikirleri nasıl geliştirdiğiyle ilgili nitelikli bir çalışma için yani benliğin taleplerini kaale almaz ve solunuma devam eder. Gelgelelim, ret
bkz. Rosdolsky 1977'de (s. 109-66). içinde yaşadığımız anlar olduğunu gösteren sayısız örnek mevcuttur. On doku­
12. İngilizcede parasal, nakdi anlamına gelen "pecuniary" sözcüğü, büyük­ zuncu yüzyıl uygarlığın kriz halinde olduğunu gün geçtikçe daha açık olarak
baş hayvan anlamına gelen Latince pecu s sözcüğünden türetilmiştir. gözler önüne sererken Hegelci rasyonalizmin çöküşünü temsil eden bu durum
13. Yani, yaşamak için ona ihtiyacım olmasmdan ötürü havaya değer vere­ Kierkegaard, Nietzsche ve Dostoyevski'nin kafalanm çok meşgul etmiştir.
bilirim, ama vermeyebilirim de. Hava söz konusu olduğunda beyin sapı "Ben"in, 14. Simmel 1978: 60.
168 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 169

deyişle, yararlanna uygun bir değer yapışır. Yapılmış şeyler için kamın cisimleşmesi haline gelir. Dolayısıyla para temelde nicelik­
kullanım değeri, emek ile doğanın birleşmesini temsil eder ve in­ tir, ki nicelik onun kullanım değeri haline gelir. Tekrar Simmel'e
sani doğa ile genel doğa arasmdaki sının işgal eder. İnsani doğa, dönelim; "Paranın niceliği onun niteliğidir. Para, somut ve sonu
hayal gücünün işin içine katılmasmı gerektirdiği için, öznel ve mu­ gelmez çeşitlilikteki amaçlarm tarafsız aracmdan başka bir şey ol­
hayyel bir boyut (bu iyi bir battaniyenin verdiği keyif de olabilir, madığı için, bizi ilgilendirdiği kadanyla, tek önemli belirlenimi ni­
şarabm tadı da, bir tohumda saklı duran hayatm ortaya çıkacağı celiğidir. Para söz konusu olduğunda, ne ve nasıl diye sormayız,
beklentisi de vs.) taşımayan tek bir kullanım değeri dahi yoktur. kaça diye soranz."**
Kullanım değeri esasen somuttur; dünyanm diğer veçhelerine, Evrende paranm eşi benzeri yoktur. Kullanım değerleri doğanm
hatta diğer kullanım değerlerine göre duyusal ve entelektüel fark­ katılımım talep eder, ama mübadele değerleri doğayı nicelleştire­
lılıklara sahip niteliksel bir işlevdir. Niteliksel olduğu için, farklı­ rek oluşturulur. Kapitalizmde olduğu gibi, değer işlevi toplum sah­
laştırmanın farklı unsurlann birbirlerini tanıyabilmelerine, birbir­ nesinin ortasma ilerlediğinde, niceliğin niteliğin üstüne çıkması,
leriyle bağ ve ilişki kurabilmelerine olanak tanıyan asli özelliğini bu ilişkilere kötücüllük potansiyeli kazandırır. Duyusal ve somut
içinde banndınr. Kullanım değerleri, yabancılaşmış varlık tarzlan- olanın bu şekilde kaybedilmesi sırasında, soyutlama işlevi iktida­
nı ifade ettiklerinde biçimleri bozulabilir (televizyon programların­ nn sabuklamalanna terk edilir. Tam da doğa, sınu- ve karşılıklı iliş­
da ifade edilen kullanım değerleri veya sahte ihtiyaçlar yansıtan kileriyle, yani ekosistemleriyle birlikte uzaklaştınimış olduğu için,
metalar -spor araçlan, light bira, moda dergileri, tabancalar vs.- değer işlevinde artık iç smu- diye bir şey kalmaz. Çaba harcamadan
için fazla söze ne hacet). Ama somut olduklan için tekrar yenilene­ genişleyebilir. Saf nicelik, dış dünyadan tamamen bağımsız bir bi­
bilirler de, tıpkı "kullanılmış" bir eşyanın tamir edilebildiği veya çimde sonsuza kadar çoğalabilir, ama nicelik kullanan mahluk tü­
parlatılabildiği gibi. Ekolojik krizin tamir edilmesi tam da böyle müyle o dünyada kalacaktır. Bu değer işlevini kendi kendine yara­
bir yenilemeyi gerektirir. tan mahlukta, geleneksel tahakküm tarzlanndan devralınmış bh-
Kullanım değerlerinin hepsi de metalarla bağlantılı değildir. güç istemi varsa, bu istem de sonsuza kadar devam edebilir.
Gelgelelim, her metanın bir kullanım değeri vardır, zira bir yaran Bu süreç içinde tanıma imkânlan paramparça olur. Simmel iki
olmadığı sürece hiç kimse hiçbir şeyi satın almaz veya yaran olma­ veçheye dikkati çeker: Değer vermenin insanda, yani "doğal dün­
yan bir şeyi hiçbir şeyle mübadele etmek istem ez.A m a , bütün yanın bir parçası"nda meydana geldiğine ve bunun kendi başına bir
metalarda görülen mübadele edilebilirlik durumundan dolayı, me- dünya olmayıp "beUi bir nirengi noktasından görüldüğü şekliyle
talann başka tür bir değeri daha vardır: mübadele değeri. Burada, bütün dünya" olduğuna. Fara şeklinde soyutlama, değerin biçimsel
kullanım değeriyle taban tabana zıt bir biçimde, duyusal ve somut olarak birbirinden ayn bu iki parçasınm kendi ayn yollarmda hare­
olan daha baştan elenir. Mübadele edilebilirliğin nişanı olarak elde ket etmelerine neden olur (ve bu her iki yolu içinde ihtiva eden
tutulan tek şey niceliktir: Şu x malı birçok y malıyla mübadele edi­ mahluk, Homo economicus, yani kapitalizmin kişileşmiş hali, ken­
lebilir, o da birçok z malıyla mübadele edilebilir vs. bu böyle uzar di içinde bölünmüş ve dünyadan kopmuştur). Dolayısıyla, ekono­
gider. Her somut nitelik bu zinciri kırar; rakam kâfidir ve para o ra- mide öne çıkan değer, aynı zamanda doğadan farklılaşmamızı bir
bölme rejimine, yani kendi kendine süren ekolojik bozulma düze­
15. Özel olabildiği gibi (ömeğin dostlar arasmda) paylaşılmaya da müsait nine dönüştüren güzergâhtır.
olan gündüz düşleri bu bakımdan yararhdu-. Ama maddi bir nesne içine yerleş­ Sermayenin, ekonomik sistemin kadim bir parçası olmaktan çı­
medikleri sürece ekonomiye dahil olamazlar. O durumda bile mübadele değeri­
ne sahip olmalan gerekmez - ömeğin, bir armağan ekonomisinde veya başka bir
kıp kapitalizm tarafmdan yeniden üretilen, dünyayı yiyip bitiren
somut malla takas edildikleri veya sırf kişisel tatmin için hayal edildikleri yerler­
de olduğu gibi. 16. Simmel 1978: 259.
170 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 171

bir canavara dönüşmesi, değer işlevinin emeğin bizatihi kendisine haline gelebileceği önsezisinin sonucuydu. Ne olursa olsun, orta­
bağlarmiasmdan sonra gerçekleşir. Bunun gerçekleşebilmesi için, çağ monetarizminin ekonomik faaliyeti en sonunda hızlandırdığı
öncesinde emeği olduğu kadar paranm tarihini de etkileyen çok sa­ ve kapitalizme kapı araladığı şüphesiz. Para, mübadeleyi hızlandır­
yıda gelişmenin yaşanması zorunluydu. makla kendi değerini yükseltmiş, tamahkârlığı artırmış, tefeciliğe
Kapitalizmin bilinen haliyle ortaya çıkmasından çok önce, yö­ neden olmuş ve kendi birikimi için talep yaratmıştı. Paramn üreti­
netenler paranın gücünü takdir etmiş ve onu kitlelere yamamıştı, mi birden artmıştı; böylece 9(X) yılmda İngiltere'nin on olan darp­
ama kitlelerin bu zokayı yutmaya hiç de istekli olmadıkları ortaya hane sayısı yüz yıl sonra 70'e çıkmış, insanlann ilk kez antik çağ­
çıkmıştı. Adam Smith'in insan türünde doğal bir mübadele, trampa larda karşılaştığı bankacılık Avrapa'ya 1171'de Venedik Bankası'
ve değiş tokuş eğiliminin içkin olduğunu (başka bir deyişle, kapi­ nın kurulmasıyla birlikte girmişti.
talizmin insan doğasının bir parçası olduğunu) savunan ideolojik Ticaretin, banka işlevlerinin ve kentselliğin genişleyip merkezi
anlayışınm aksine paranın kullanımı, açık bir şekilde sonradan ka­ hale gelmesi rasyonelleşmeyi ve teknolojik ilerlemeyi beslemişti.
zanılmış, hatta sık sık zorla benimsetilmek durumunda kalınan bir Avrupa'nm ilk bankasının Venedik'te kurulmuş olmasmdan da an­
alışkanlıktı. Kapitalizmin beşiği olması dolayısıyla özel bir ilgiyi laşılacağı üzere, sürecin bu tarafı Akdeniz, daha çok da İtalyan şe­
hak ettiğini bildiğimiz Avrupa konusunda Alexander Murray, birin­ hir devletlerinde ilerlemişti. Venedik'in yanı sn-a Cenova ve Floran­
ci binyılda meydana gelen ve paraya aşina olmamak bir yana, ona sa, mâliyenin ilk tezahürlerinin önde gelen merkezleri haline gel­
karşı direnmiş olan bir toplumun, çarkları her geçen gün parayla mişlerdi. Daha sonra, Portekiz ve Ispanya'nın yaptığı, (Cenevizli
daha fazla yağlanan bir topluma dönüştüğü bir dönüm noktasına Columbus tarafından başlatılmış olan) Batı Yarıküre yağmalan fi­
dikkati çeker.*’ Karolenj döneminde, sikkeler, mübadele değeriyle nans kapitale nema sağlamış, bu da, on sekizinci yüzyılın ortalan-
hiç işi olmayan bir matrise yukandan dahil edilmişti ve bu sikke­ na kadar Asya'daki mahye merkezlerinin gerisinde kalmış olan Av­
ler esasen ikinci işlevlerine göre, yani diğerleriyle birlikte mübade­ rupa'nm yavaş yavaş hegemonya kazanmasma olanak tanımıştı.'*
leye girecek bir meta muamelesi görüyorlardı. Birçok sikke eritilip Emek ilişkisi ise en ileri düzeyde Kuzey Avrupa'da, özellikle
külçe haline getirilmiş, kimi doğrudan yoksullara verilmiş, kimiy­ İngiltere'deki tarımsal dönüşümler sayesinde gelişti. Burada,
le süs eşyası ve ayin kadehi yapılmıştı; bunlardan bazılan, arkeolo­ Marx'm işçinin üretim araçlanndan (pre-kapitalist toplumda top­
jik kazılarda ortaya çıkarılan çeşitli ambarlarda hâlâ kullanılmamış rak, genel olarak ise doğa anlamına geliyordu) ayniması olarak söz
vaziyette bulunmaktadır. "Karanlık Çağ" halkının mübadelenin ettiği şey kritik etken haline geldi. Bununla ilgili yazdığı birçok
görkemine nail olması için kn-baçlama gibi cezaların devreye gir­ özetten birinde Marx şöyle der:
mesi gerekmişti. Murray, paranm "tuhaf ve şaibeli" bir şey olarak
Ücretli em eğin ön şartlanndan v e serm ayenin tarihsel koşullarından
karşılandığını söyler ve bundan "ruhsal ataleti" sommiu tutar. Ama biri serbest em ek v e serbest em eğin , parayı yeniden üretip onu değerlere
bence söz konusu atalet, değerin tuhaf işlevinde içkin olan enkazın dönüştürm ek, para tarafından z ev k için kullanım değeri olarak d eğil para
sezilmesinin ürünüydü; bir süre Katolik Kilisesi'nin de paylaştığı, için kullanım değeri olarak tüketilm ek üzere para ile m übadele ed ilm esi­
paranın ortak yaşam dünyalannın bütünlüğünü bozacak bir hançer dir. B ir başka ön şart da, serbest em eğin kendini gerçekleştirm esini sağla­
yacak n esn el araçlardan -e m e ğ in araç v e m alzem elerin d en - ayrılmasıdır.
B u her şeyden önce işçin in toprağından, onun doğal laboratuvarı işle v i g ö ­
17. Murray 1978. Buna karşılık îslam i toplum (Çin, Hindistan ve diğerleriy­
ren toprağından ayn lm ası anlam ına gelir... işçin in kendi em eğinin nesn el
le birlikte) paranın kullanımına bayağı aşinaydı ve bu konuda Haçlı Seferleri'ne
k oşu llan yla ilişk isi, sahiplik ilişkisidir: B u , em eğin maddi ön şartlarıyla
kadar Avrupa'nın gerisinde kalmamışü. Dünyanın yüzyıllar soılra kapitalizme
hâkim olacak olan bölgesinin, yani Avrupa'nın o dönemlerdeki geriliği çarpıcı­ oluşturduğu doğal birliktir. [Bu koşulliir altında] kişi kendisi ile kendi ger-
dır. Paranın o zamanlar bir çeşit tabuyu veya yasak bir arzuyu temsil ettiği pekâ­
lâ ileri sürülebilir. 18. Arrighi 1994; Frank 1998.
172 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE YE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 173

çeldik k oşullannm sahibi, o n lan n efen d isi olarak ilişk i kurar. A ynı şey, bi­ Aynlma/yabancılaşma/bölünme sermayenin temel hareketidir.
reyin diğerleriyle olan ilişk isin d e de geçerlidir.*’ Köylülerin mallannm müsadere edilmesinde görülür bu hareket,
İşçinin üretim araçlanndan ayniması, cebir yoluyla el koymayı ama teknolojinin değeri-yayma sürecine hizmet eden üstün yete­
gerektirmiştir.20 Amerika kıtasından Avrupa'ya altın ve gümüş kül­ neklerinin doğanın tahakkümüne son rötuşlannı yaptığı sanayi sis­
çelerin gelmeye başladığı on altıncı yüzyılm ortalanndan itibaren teminde de güçlü bir biçimde görülür. Sanayi Devrimi, bireyin in­
mülksüzleşme oranı hızla artmaya başladı. Aynima en sistemli şe­ sani emeğinin makineyle bütünleşmesi ve gittikçe daha büyük bir
kilde İngiltere'de, ortak yerlerin, yani ortak kullanılan topraklann ölçekte onunla eşgüdümlü hale getirilmesi gerektiği için, iş disip­
etrafınm çitlerle çevrilmesi biçiminde gerçekleşti; kapitalizmin ge­ linini de beraberinde getirdi. Nasıl ki, erken ortaçağ dönemi insan­
lişinin bir önkoşulu olarak Avrupa'nm başka yerlerinde de gerçek­ lan paranm mantığını kabule zorlandılarsa, erken modem dönem
leşti; "Yeni Dünya" ve Afrika'nm her yerinde gerçekleşti, büyük insanlan da sınırlı birikim zamanı mantığını kabule zorlanmıştır.
kapitalist girişimler ve köle ticareti palazlansın diye milyonlarca Ücretler ancak katı bir çizgisel zamansallık şeması içine kondukla-
insan mülksüzleşti; bugün de gerçekleşmeye devam ediyor, kamu­ rmda, işgücünün mübadele değerini hesaplamanın veya ondan çı-
ya ait bahçe ve parklann istimlak edilmesi şeklinde New York şeh­ kanlan artıkdeğeri ölçmenin tek yolu soyut bir zaman aralığı oldu­
rinde veya köylülerin birikimin gerekleri karşısmda yaya kaldıkla- ğu sürece, sermayeye dönüştürülebilirler. Bu hesaplama için, saat
n her yerde, ömeğin, NAFTA'nın ucuz mısır ithal ederek köylüleri biçimine bürünmüş bir teknoloji, onun yanında da yeni toplumsal­
eyWo'lardan^* çıkıp maquiladoralar'a veya sınır ötesine gitmeye laşma tarzlan ve bunlann hepsini bir arada tutup bütün düzeni Tan-
mecbur ettiği Meksika'da ve, aynı zamanda dünyanın küreselleşme n'nın gözünde haklı çıkaracak dini ve ahlaki bir kültür gerekliydi.^^
karşısmda savunmasız olan yansında. İnsanlann üretim araçlann­ Bu nedenle bilim, teknoloji ve sanayi, hepsi bir araya toplandı
dan ve komünal miraslarından kopanlmalan mülkiyet kavramının ve sermayenin himayesi altında onun bölme güçlerini ifade etme­
biçimini değiştirir ve kapitalist üretim tarzınm toplumsal temelini ye başladılar. İlk evresinde, sermaye ile doğanın cinsiyetçi bir bi­
yaratır; sermaye yaşam dünyalanna nüfuz ederken sürekli yeniden çimde iki kola ayniması arasındaki iç bağlantı, cadı avı çılgmlığı-
üretilen bir harekettir bu. Bu anlamda aynimanm iki veçhesi var­ nın yol açtığı kan gölünde ve Francis Bacon gibi bilim ideologla-
dır: Üretenlerin kendi hayatlannm temellüklerinden fiziksel ve ya­ rmın görüşlerinde çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmişti. Sis­
sal tedbirlerle uzaklaştmimalan; ve bunun yanı sıra, işçi ile imal tem olgunlaştıkça, ekolojiye zarar verici gizli güçleri sanayileşme­
ettiği ürün, yapılan işin yöntemi, diğer işçilerle olan ilişkileri (da­ nin himayesi altında öne çıkacaktı.^'*
ha geniş anlamda, bütün toplumsal ilişkiler), son olarak da kendi O halde, sanayileşme, bağımsız bir kuvvet değildir, sermayenin
insani doğalan arasmdaki yabancılaşma. Yabancılaşmış emeğin selameti adına doğayı döven çekiçtir. Tomruk sanayii ormanlan
dört katlı anlamını Marx ilk felsefi yazılannda tasvir etmiştir; da­ tahrip eder; sanayi haline gelmiş balıkçılık balık yuvalannı tahrip
ha sonra, KapitaT'm olgun sentezi içinde, bunu daha da geliştirerek
ünlü meta fetişizmi kavramına, yani değer-odakh üretimin imal
22. Marx 1978b; Sheasby 1997. 23. Thompson 1967.
edilen şeylerin doğasını gizemli hale nasıl getirdiği, böylece çılgın­ 24. Cadı avı çılgınlığı, kadın cinsine karşı girişilmiş, tarihte ömeğine başka
ca bir yabancılaşma içinde metalann nasıl kişi, kişilerin şey mu­ hiçbir uygarlıkta rastlanmayan türden bir saldırıydı. Bu saldın kısmen, "pagan"
amelesi gördüğünü ortaya koyan bir içgörüye dönüştürmüştür.22 dinlerini, yani Hıristiyan ataerkisinin önünde duran toprak-ve-kadm-merkezli
dinleri bastırmak amacıyla, özellikle de o zamanlar daha rüşeym halinde olan er­
kek egemen bir tıp kurumunun kurulması adına kadın şifacılar ile doğal sağal-
19. Marx 1964: 67. 20. Bkz. özellikle Polanyi 1957. • tımcılann defedilmesi amacıyla gerçekleştirilmişti. Bkz. Ehrenreich ve English
21.1919 ile 1920 arasmdaki dönemde Devrim sayesinde elde edilmiş bir ka­ 1974. Bacon'm bilimi fallusun bir icrası (dolayısıyla, Doğa Ana'nın tecavüzü)
zanım olan ejido’laı NAFTA'nm şiddetli saldmlanna maruz kalmıştır. haline getirmesi, Carolyn Merchant'ın çığır açıcı kitabı The Death o f Nature'da
174 DOĞANIN DÜŞM ANI SERMAYE V E DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 175

eder; sanayi haline gelmiş kimya canavar gıdalar yaratır; fosil ya­ kilerinin tezahüründen ibaret olmadığı, aynı zamanda kapitalist ya­
kıtların sanayide kullanılması sera etkisi yaratır vs. - bunlann hep­ bancılaşmanın ekosfere kadar uzandığmı ortaya çıkardığı sonucu­
si de değeri-yayma adma yapılır. En önemUsi de, sanayi düzeninin na ulaşınz. Bu yabancılaşma ve sistemin bütün yapısı sermaye ile
teknik temelli üretimi, genişlemiş bir enerji arzı talep eder; amaca emek arasmdaki ilişkide temellendiğinden, buradan ekolojik kriz
en uygun adaylarsa kömür, doğalgaz ve petroldür. Bu tür yakıtlar ile sermayenin emek sömürüsünün aynı fenomenin iki veçhesi ol­
geçmişteki ekolojik faaliyetlerin ürünüdür: Canlılann yüz milyon­ duğu sonucu da çıkar.
larca yıl güneş ışığıyla tepkimeye girerek ürettiği kimyasal bağla­ Bunun tarihsel matrisi, oluşum halindeki yönetim smıfma men­
nn sayısız artığı şimdi sanayi toplumunun araçlannı işletmek ama­ sup kişiler, emeği mübadele değeri sistemine tabi kılıp emekçilerin
cıyla kullanılan ısı enerjisine dönüştürülmektedir. Fosil yakıtlardan doğayı dönüştürme güçlerini ücret karşılığı satılan bir metaya dö­
üretilmiş plastik çerçöp satın almak için alışveriş merkezine ara­ nüştürdükleri sırada oluştu. Bir kişinin çalışma kapasitesinin ona
bayla her gidiş geliş, sayısız ekolojik düzeni bozarak ısıya ve za­ eşdeğer bir para karşılığında piyasada satılması şeklindeki ücret
rarlı dumanlara dönüştürür. Bir yerlerde, sanayi dünyasmm bir gün ilişkisi, kapitalizmden çok daha eskidir; ne ortaya çıkan kapitalist
içinde on bin yıla tekabül eden biyo-ekolojik faaliyeti tükettiğini piyasalar içindeki tek emek biçimiydi,“ ne de, söylemeye bile ge­
okumuştum; bu yaklaşık bire 3.000.000 ila 4.000.000'luk bir oran. rek yok, ortaya çıktığı her durumda ille de kötü bir şeydir. Ama bi­
Bu israf ve ona bağh olarak her türlü maddenin doğaya atılması zatihi sermayeyi de üreten araçlara genellenmesi, insanm manzara-
yüzünden, toplumsal üretimin bünyesinde mevcut olan entropik smı kalıcı olarak ekoloji karşıtı yönde değiştirir.
potansiyeller, ekolojik dengesizlik düzeyini sürekli artırır. Entropik Siyasi, ekonomik, yasal ve kültürel koşullar nihayet, insanlan
bozulmanın şaşırtıcı hızı ancak yakın zamanlarda fark edilir hale emek piyasalannm bereketli ovalarmda ücretli işçilere dönüştüren,
geldi, zira dünya bozulmanın etkilerini tamponlamayı başarabile­ kendi kendine genişleyen bir makine halinde bir araya getirildikten
cek büyüklükteydi, ta ki son otuz yıla kadar; ondan sonra sürekli sonra, kapitalizm dört başı mamur bir sisteme dönüştü. Bu yolda
artan bir üretim seviyesinin yanmda birçok tıkanmayla karşılaşma­ birçok viraj vardı, ama en keskin olanı, sermayedarlardan oluşan
ya başladık. sınıfın çeşitli burjuva devrimleri sırasında devletin denetimini ele
Aynima fenomeni, ekolojik bozulmanın çekirdek hareketini geçirmesiydi. Ondan soma devletin yukanda sözü edilen bütün iş­
ifade eder, zira fiziksel ve toplumsal anlamdaki aynima ontolojik levleri sermayenin amaçlanna dahil edildi. Üretimin amacı değerin
anlamdaki bölünmeye karşılık gelir. Bölünme, ekosistemlerin un- birikimi haline geldi, kullanım değerleri mübadele değerlerine tabi
surlarmm aynlmalan sürecini yeni Bütünler oluşturacak bir etkile­ oldu, artıkdeğer üretimi, ekonominin alfa ve omegası oldu ve eko­
şim içine girmeye başladıklan noktaya kadar (başka bir deyişle, lojik ilişkiler, karşılıklı farklarından soyutlanarak parçalandı. Artan
ekosistemleri oluşturan diyalektiğin parçalandığı noktaya kadar) toplumsal cinsiyet sömürüsü en son, neoliberal-küreselleşmiş evre­
götürür. Buradan, ekolojik krizin, sermayenin makro-ekonomik et- sinde, metropolde yaşayan üst smıfa mensup kadmlann burjuva
düzeni içinde önemli kazanımlar elde etmesine rağmen, büyük in­
san kitleleri için kural haline gelmiştir. İrkçı ve etnik hizipleşme,
(Merchant 1980) İncelenmektedir. Bilim sel ilerlemenin kapitalizmin aynlmaz
bir parçası olduğu şeklindeki tanımlamada Bacon'm büyük rol oynadığını da be­
kapitalizmin telosu olan mutlak atomlaşma ile yan yana, ona karşı
lirtmek gerek - aynca, her iki gelişmenin de aynı madalyonun iki yüzü olduğu
düşünülürse, Bacon aynı zamanda, 1660'ın Royal Society'sinin, yani devlet des­
tekli ilk araştırma enstitüsünün, Merchant'ın sözleriyle, "esin kaynağı" (s. 160) 25. KapitaUzmin ilk gelişim döneminin rezil özelliklerinden kölelik bugün
olduğu da unutulmamalı. O halde, sanayi kapitalizmini doğuran bilimsel devrim- de devam etmektedir, hatta tırmanışa geçmiştir. Ama kölelik esnek emek piyasa­
leri örgütleyen ve bunu doğanın toplumsal cinsiyet yoluyla iki kola ayrılması an­ lan yaratmaktan acizdir ve tüketim ânını kısıtlar. O nedenle, tıpkı ücretli emek
layışı içinde kapsamlı bir biçimde gerçekleştiren kurum devletin ta kendisiydi. gibi, kölelik de kapitalizm içinde genelleştirilemez.
176 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE V E DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 177
bir savunma yolu olarak gelişmiştir. Her yerde farklılıklar (zengin­ Fikirleri maddi çıkarlara indirmek saçma olsa da (çünkü mad­
lik, statü, değerle ilgili farklılıklar) artarak homojenleşme tabaka- di çıkarlar fikirler içerir ve fikirlerce şekillendirilirler), bütün dü­
sınm üzerini kaplayan bir tabaka oluşturmuştur. TUrdaşlann birbi­ şünme edimlerini konjonktürel kabul etmek zorunludur, zira hiç­
rini tanımaması toplumun aynlmaz parçası haline gelmiş, bu yüz­ bir felsefeci dünyayı onun içine fırlatıldığı haliyle anlamlandırma­
den toplum nihilizme kaymaya başlamıştır. İnsan doğası kendin­ ya çalışmaktan başka bir şey yapmaz. Her düşünür bir konuma sa­
den ayn hale gelmiş ve eskiden mantıksal bir gücüllükten ibaret hiptir ve konum alu-, ki felsefeleri zorunlu olarak konumlanmn bir
olan şey tarihsel bir gerçekliğe dönüşmüş, bunun mantıksal sonu­ dışavurumudur. Yeni Platonculuktan önce, özler fikrini ilk kez ay-
cu olarak da dünya değer rejimine tümüyle tabi olmuştur. nntılı bir biçimde ele almış olan Platonculuk vardı; ve biz Platon'u,
düşüncelerinin ardında, felsefecileri yönetici yapma, bu arada sı­
radan insanlan, sınıf ilişkilerini soyut ilkeler halinde sıkıştıran, bu­
Felsefe Arası nu yaparken de bu ilkeleri propaganda aracılığıyla gizemli hale ge­
tiren güçlü bir devlete tabi kılma itkilerinin bulunduğunu fark ede­
Bu bölüm birkaç uzun nottan başka bir şey olmayacak asimda, bilecek kadar iyi tanıyoruz. O halde, nerede salt gerçekliğin üze­
çünkü bu konu kitap uzunluğunda bir açıklamayı hak ediyor, onu rinde "yüksek bir gerçeklik" koyutlanıyorsa, bunu yapan düşünü­
tamamen görmezden de gelemezdik, zira bu da argümanı bir arada rün aklınm bir köşesinde, kendisinin (söylemek bile gereksiz) yö­
tutan birçok bağın açıkta kalmasına neden olurdu. Aslında buraya neticilerin tarafında olduğu bir smıf sistemi kurma niyeti bulundu­
kadar böyle açık açık söylemesek de zaman zaman felsefi tartışma­ ğunu düşünebiliriz. Bu Platon için de geçerlidir, yakm zamanlarda
lar araya girdi; burada, kapitalizmi nasıl dönüştürürüz sorusuna da geliştirdiği ontolojiyi, açıkça ortada olan Nazizminden ayıra-
geçmeden önce konuyu toparlamak için biraz daha fazla şey söy­ mayacağımız (daha da önemlisi, ayırmamamız gereken) ünlü Mar­
leyeceğiz. tin Heidegger için de.^’
AvustralyalI eko-felsefaci Arran Gare, uygarlığm girdiği bir çe­ Heidegger çok önemli, zira düşünceleri, özellikle de, işi etkin
şit "yanhş sapak" kavramı geliştirmiştir; salt madde dünyasmm neden kavramını itham etmeye vardırdığı teknoloji eleştirisiyle il­
üzerinde daha yüksek bir varlık alanı koyutlanması bu sapağm te­ gili olanlan, derin ekologlar tarafından çok ciddiye alınmaktadır.^»
zahürlerinden biridir. Bunu doğa üzerindeki tahakkümün felsefi Şunlan soruyor Heidegger: Etkin neden kavrammm bizatihi kendi­
refleksi olarak adlandu-abiliriz; bunun Hıristiyanlığm beşiğinde ön­ si teknolojik tahakküme eşlik etmiyor mu? Bu nedenle doğaya kar­
ce Yeni Platonculuk şeklini almış olması, böyle bir fikrin kendini şı yabancılaşmayı, nihayetinde ekolojik krizi sürekli hale getirmi­
tarihsel özgüllüklere göre yeniden üretmiş olması kadar önemli de­ yor mu? Heidegger'e göre, etkin neden, bizim iddia ettiğimiz gibi,
ğildir bizim için. Huistiyanlığm bedenden kaçışma neden olan mu- araçsal nedenden çok da ayn bir şey değildir, esasen büyük harfle
tasyondu bu; bu mutasyon dolayısıyla sermayeye doğru giden hat­ yazılması gereken araçsallığın ta kendisidir.
tın çizilmesini sağlayan bir soyutlamaya yer açılmıştı. Gare'in iza­ Niye, der Heidegger, "etkiye, yani bitmiş [ürüne] neden olan"
hından açıkça anlaşıldığma göre, bu tavn destekleyenler, düşünce­ ve "bütün nedensellikler için bir standart" haline gelen, ama aynı
yi birçok gayri dini kisveyle de zehirlemişlerdir; örneğin, doğanın
biçimleyiciliğini dikkate almayarak maddeye ölü bir şey muamele­
si eden mekanik maddecilik veya kapitalist rekabeti doğallaştıran, 27. M anevi/felsefi sistemler ile tarihsel yapılarla ilgili tartışma için bkz. Ko­
onu hayatm köklü bir ilkesi olarak gören Sosyal Darvincilik gibi.^® vel 1998b.
28. Heidegger 1977. Bu bölümdeki bütün alıntılar bu metindendir [Biz de
esasen Doğan Özlem'in çevirisinden yararlandık - ç.n.] Aynca bkz. Zimmerman
26. Gare 1996a. 1994.
178 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE V E DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 179

zamanda Aristoteles'in diğer nedenlerini (causa materialis, yani, yöntem ini belirler. D olayısıyla, techne'Ae. belirleyici olan şey, ne yapm ak­
bir şeyi meydana getiren madde; causa formalis, yani, o şeyin al­ ta ne m anipüle etm ekte n e de araç kullanımmdadır, daha ön ce sözü edilen
gizini-açm adadır. Techne, im al etm ekten d olayı d eğil, gizini-açm aktan do­
dığı şekil veya biçim; ve causa fınalis, yani, o şeyin gözettiği erek)
la y ı bir öne-çıkm adır. (s. 2 95)
safdışı bu-akan bir "causa efficiens", yani etkin neden, aramak ni­
ye? Otantik teknolojik tavır nedenselliğin hiçbir veçhesine aynca- Yabancılaşmamıza neden olan koşullar altında işler bu şekilde
lık tanımaz, onlann dördünü de "başka şeyleri ortaya çıkarmanın, yürümemiştir: "Modem teknolojiye baştan aşağı hâkim olan gizini-
biri diğerinden ayn olmayan yollan" olarak görür. Başka bh- deyiş­ açma, kendini poiesis anlamında bir öne-çıkma şeklinde göster­
le, Heidegger, neden ile sonuç arasmda, dünyanm arkasında durap mez." Buradaki gizini-açma "doğadan, çıkanlıp depolanabilecek
onu hareket ettiren bir çeşit yan tann gibi görülen etkin neden kav­ bir enerji tedarik etmesini istemek gibi makul olmayan bir talepte
ramının varsaydığmdan çok daha yakın ve çizgisel olmayan bir bulunan... bir meydan okumadır." Yeryüzü artık bir kaynak deposu­
ilişki olduğunu varsayar. na indirgenir; bu da hem madencilik, hem de tarım pratiğinin değe­
Bu fikir, ayin kadehi yapılan bir gümüş külçeden yola çıkılarak rini düşürür. Bu, "en az harcamayla en yüksek mahsûl elde etmeyi"
geliştirilir. "Borçluluk", "ele almak" ve "bir araya getirmek" gibi te­ hedefleyen bir "çabuklaştırma"dır. "Burada bir garabet söz konusu"
rimler kullanan Heidegger, alet kullanan insanm, yeni varlık "öne- sözündeki "garabet" sözcüğünü açıklarken Heidegger, meydan
çıkarma" [bringing-forth], yani poiesis konusunda nasıl sorumlu­ okumanın yanı sıra bir dizi başka ontolojik terim ortaya koyar: "Sal-
luk üstienebileceğini aktarır. Daha sonraki döneminde (bu makale­ dumak", "emretmek" ve "el-altmda-duran" (bu, "her şeyin yedekte
si 1950'lerin başlarında önce bir konferans metni olarak hazırlan­ beklemesinin, her an el altmda olmasınm, yani bir sonraki emre ka­
mıştı) Heidegger varlığın hakikatini bir "mevcudiyet-kazanış" dar orada bulunmasının emredildiği" bir çeşit hipostasis'Aıv).
[presencing] olarak görür; dolayısıyla, "Bir şeyin mevcut olmayı­ Heidegger bu eleştiriyi "çerçevelemek" [Ge-stell] teriminde bü­
şın ötesine geçip mevcudiyet kazandığı her vesile poiesis’ür, öne- tünleştirir. Modem teknolojinin fizik bilimine bağımlı oluşuna kar­
çıkarmadır." O halde Heidegger, teknoloji karşıtı olmak şöyle dur­ şılık gelen bu terim, daha derinde varlığın modemitenin manevi
sun, teknolojiyi, ideal anlamda, "varlık haline geçme"nin [coming bakımdan iç kapatıcı koşullan altmda donuk ve kısıtlı bir durumda
into being] ilksel biçimi olarak, yani insanm gerçeğe bir katkısı ola­ olduğunu ima eder. Heidegger, bu teknik varlık tarzmda içkin olan
rak görür; bunun, doğanm meydana getirme özelliğiyle, yani, onun birçok fenomeni bu noktadan türetir, Tann'nm salt causa efficiens'e
"bir çiçeğin çiçek açması" gibi "bir şeyin kendisinden hareketle or­ indirgenmesinden, "insanoğlunun" kendine yabancılaşmasına ka­
taya çıkması" anlamındaki physis'iyle beraber anılması gerekir. dar. "Bu düzenleme hâkim olduğu her yerde her türlü gizini-açma
Öne-çıkarma, dört nedensellik tarzını bir araya getirir, dolayı­ olasılığım dışlar." Böylece, çerçeveleyici teknoloji hegemonyacı
sıyla gizini-açma, yani mevcudiyet kazandırma, teknolojinin en bir hal alır ve hakikat imkânmm kendisi yok olup gider.
yüksek tarzıdır. Heidegger, sözcüğün Yunancadaki anlammdan yo­ Ama Heidegger makalesini iyimser bir havada sona erdirir:
la çıkarak bu anlamı techne sözcüğüyle karşılar ve tekniğin gerçek­ Çerçevelemenin yarattığı tehlikenin ortasmda gelişen "koruyucu
liğe yaklaşımını "zihin sanatlan ve güzel sanatlar" başlığı altına bir güç" vardu-. Zira, teknolojinin göbeğinde bir "ihsan" da vardır,
yerleştirir. bu da kurtancı bir güç olarak düşünülebilir. Nasıl? "Bu ortaya çı­
kan şeyi zihinde tartarak" ve hatırlarken ona "nezaret ederek". Bu
Bir e v veya gem i in şa eden v ey a ayin kadehi yapan herkes, vesile-o l-
şekilde, bir araç olarak teknolojinin ötesine geçebiliriz, ama "insa­
manm dört tarzı gereği, öne-çıkarılm ış-durum da-olan-şeyin gizini-açar.
Bu gizini-açm a, gem in in v ey a ev in görünüm ü ve m addesini, tam am lan­
ni faaliyetlerle" değil, "tefekküre dalarak": "Bütün koruyucu gü­
m ış olarak tasarlanan bitm iş şey i g ö z önünde bulundurarak önceden bir cün, tehlikede olan güçten daha yüksek bh- öze sahip olduğunu, ay­
araya getirir v e bu bir araya getirm eden yararlanarak o şeyin inşasının nı zamanda onunla yakm benzerlikler taşıdığını düşünebiliriz."
180 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE V E DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 181

Heidegger, özellikle sanatsal bir boyutun artınlması çağnsmda bu­ Heidegger'in sadece Kuzey Avrupa'nın egemen smıflarma hitap
lunur, ama bu çağrısı sadece estetik amaçlar içermez, onun sevgili ettiğini nereden biliyoruz? Bu makalesini yazdığı sıralarda kaça­
Yunanlılannda olduğu gibi, ortaya çıkarma amacını da içerir: "Teh­ mak bir tavırla geçiştirildiği halde asla inkâr edilmeyen kişisel geç­
likeye ne kadar yaklaşırsak, koruyucu güce giden yollar o kadar mişi meselesinden dolayı biliyoruz. Genç Heidegger, felsefi sen­
parlar ve biz de o kadar sorgulayıcı hale geliriz. Zira düşünce için, tezlerin gerçek mücadelelerin bir yansıması olduğunun ve felsefe­
sorgulamak imandan gelir" (s. 317). ci bu mücadelelere katılmadığı sürece bu sentezlerin tamama er­
Biz de onun dediğini yapıp Heidegger'i sorgulayalım. Evrensel­ meyeceğinin gayet farkmdaydı. Bu ruhla, modem toplumun hasta-
lik sorunuyla başlayalım. Heidegger çapında bir düşünürün, yir­ lığmı iyileştirmeye yönelik felsefi projesini Nasyonal Sosyalizm'le
minci yüzyıl felsefesinin parlak isimlerinden birinin, insanda say­ birleştirdi; zira ona göre Nasyonal Sosyalist Partisi Almanya'da ik­
gı uyandırması için, bütün insanlığın tarafmda olması gerekir diye tidan ele geçirerek bu hastahğı iyileştirebilecek güçteydi.^® Hei­
bir düşünce beliriyor kafalarda. O da zaten böyle yaptığını iddia degger'in Nazi kariyeri, yirminci yüzyılın en büyük entelektüel
ediyor, söyleminin özne ve nesnesi olarak ikide bir "insanoğlu"na skandallanndan biridir ve bunun ayıbınm onun sonraki düşüncele­
göndermede bulunması bu anlama geliyorsa tabii; örnek: "Adına rine, belli bir özlü söz düşkünlüğü şeklinde katkıda bulunduğu şüp­
gerçek dediğimiz şeyin el-altında-durma şeklinde ortaya çıkanl- hesiz; Heidegger'in bu düşkünlüğünü yakınen gözlemlediğimiz de­
masmı sağlayan o zorlu saldırıyı kim gerçekleştiriyor? Elbette ki nemelerinde eksiltili deyimler, uydurma terimler ve sahici olaca­
insanoğlu. İnsanoğlu böyle bir gizini-açma işini yapmaya ne kadar ğım diye antik dillerin derinliklerinde yapılan kazılar herhangi bir
muktedirdir?" (s. 299). Bunu şu şekilde tercüme edebiliriz: Ekolo­ özgül dönüştürme programının dile getirilmesine gerek olmadığı
jik krize neden olan, teknolojiyle kurulmuş bu patolojik ilişkinin yanılsamasını besler. Oysa Nazizm, hiçbir şey değildiyse bile öz­
faili kimdir? Bunun cevabı kendi içinde saklıdır... insan. Gelgele­ gül bir projeydi. Üçüncü Reich için başka ne söylenirse söylensin,
lim, Heidegger'in sorgulanması bu noktada başlayabilir. Zira, tek­ kesin olan bir şey var, o da onun ilkelerinin altma kim imza attıy­
nolojinin bozulmasının failinin farklılaşmamış bir "insan" katego­ sa (Heidegger parti üyesiydi) radikal bir ırkçı dünya görüşüne sa­
risi olduğunu söylemek, ekolojik krizle hesaplaşmanın son derece hip olduğunu teyit etmiş demektir, ki bu konuda başrolü şüphesiz
şüpheli bir yoludur. Kuzey Avrupalı seçkinler oynamıştır.
Bu "insanoğlu" kimdir? Mantıksal olarak, ya birileri ya da her­ Heidegger'in kriz için özgül bir fail tanımlamayı nasıl reddetti­
kestir, eğer herkes ise, o zaman ya farklılaşmamış bir kitle olarak ğini bu metinden (her ne kadar metnin mantığı aksini talep etse de)
hepimizdir ya da bir çeşit iç ilişki (daha önce de sözünü ettiğimiz doğrudan görebiliriz; aynca, etkin neden sorununu niçin nahoş
gibi, ataerki veya smıf gibi bir hiyerarşi: başka bir deyişle, toplum­ karşıladığım da, zira bu metodoloji, doğru bir biçimde kullanıldı­
sal dünyanın bir eklemlenmesi) içindeki hepimiz. ğında, Heidegger'in o korkunç tarafgirliğini açığa çıkanrdı. Böyle­
Eklemlenme görüşü, krizle ilgili etkili bir kavrayışa açılu-. Ama ce Heidegger, gümüş ayin kadehinin yapımında dışavurulan gizini-
Heidegger bu görüşü seçmez, zira o insanlığm gerçek karakterini açmadan heyecanla söz ederken, zanaatkârlığı aşağılamış olan ta­
dile getirmek yerine, onu eşit derecede yetersiz iki kısma ayınr. Be­ rihi örtbas eder (veya tanımlandığı şekliyle zanaatkârlığm manevi
lirgin bir biçimde farklılaşmamış bir "insan" kavrammdan söz ed­ bağlantılannı). Zira hâlâ ayin kadehi yapan var mı? Barbie bebek­
er; gelgelelim, somut ve pratik olarak sadece Kuzey Avrupalı seç­ lerini, metil izosiyaniti, pahalı spor ayakkabılarmı veya misket
kinlerden bahsediyordun Heidegger gerçekten de belli insanlar adı­ bombalannı yapanlardan neden söz edilmesin (ve açlık çekmeye,
na konuşur, ama bu, söyleminin ruhuna ve kullandığı dilin yüce so­ sağlık sigortalarından olmaya veya evlerinin ipotek ödemelerini
yutluğuna mutlak anlamda zarar vereceği için, yanlış bir biçimde
evrenselleştirilmiş bir öznenin belirsiz alanına çıkar konuşurken. 29. Farias 1989.
182 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE V E DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 183

yapamayacak hale düşmeye bayılmıyorlarsa, böyle bir şeyi yap­ ken, eleştirisinin siyasi iktisattan alman şuadan içgörülerin ötesine
maktan onlan kim alıkoyabilir)? Yaptıklan işin gerçek koşulları, geçtiğini inkâr ediyor değiliz. Heidegger'in içgörüleri, kendisinin
techne'lenrân bozulmasma etki eden unsurlar değil midir? de amaçladığı gibi, kapsamlıdır: Neyin yanhş olduğu, bu yanhşı
Heidegger, başka bir yerde, "bugün artık ticari odun üreten sa­ düzeltmek için neler yapılması gerektiği konusundaki görüşlerimi­
nayinin emri altmda olduğu", dolayısıyla "selülozun sipariş edile­ zi, ekolojik krizle ilgili hiçbir siyasi iktisadın yapamadığı kadar ge­
bilirliğine tabi olduğu" için "orman yolunda büyükbabasmın bir liştirir. Ama salt kapsamlı olan bu içgörüler, ulaşılmaz ve anlamsız
zamanlar yürüdüğü gibi yürümeyen" bir "ormancı"dan söz eder. bir derinlikte yüzer. Dahası, kötü amaçlar için kullanılabilir nitelik­
Evet, iyi söylüyor, hoş söylüyor da, sözü niçin "sanayi"nin (sahip tedirler. Heidegger üzerinde durmamızın sebebi sadece seçkin bir
olduğu "sanayileşme" özünden dolayı değil, ağaçlan selüloza in­ felsefeci olması değildir, daha çok, onun söz konusu makalesinde
dirgeyen sermaye tannsma hizmet etmeye ayarlı olduğu için) ne­ yaptığı gibi akıl yürütmelerin sık sık kötü amaçlara alet olmasıdır.
densel amil olma özelliğine getirmiyor? Bunun üzerinde sadece Dolayısıyla, "ekoloji" söyleminin arkasında bir faşizm hayaleti pu­
metaforik anlamda da konuşulmamalı: Yani bu sanayi denilen şey suda bekliyor olabilir. Bu konuya III. Kısım'da tekrar döneceğiz.
nedir? Bunda, kapitalist sistemin büyük güçlerini kişiliklerinde Felsefe, siyasi iktisadın alanmı genişleten aktif bir kuvvet ola­
temsil eden gerçek insanlann da payı var, ki bu insanlann da bun­ bilir, olmalıdır da. O nedenle, o öncelikli ekosistemleri tekrar bü­
dan, tıpkı Union Carbide'm yöneticilerinin Bhopal'den sorumlu tu­ tünleştirme amacına sahip metodolojik bir ilke koyutlamak zorun­
tulması gerektiği gibi ahlaken, siyaseten ve yasal olarak sorumlu luymuş gibi geliyor bana. Sermaye dünyasının bölünmeyi izleyen
tutulmalan gerekir. arazlarca nasıl delik deşik olduğunu, ekosistemsel bütünleşmişli­
Benzer düşüncelerin, Heidegger'in çöküşlerine kederlendiği ğin farklılaşmaya nasıl son derece bağımlı olduğunu gördük. Bura­
köylüler (aynı kâr güdüsünün tecavüzüne maruz kaldıkları için dan, bölünmenin üstesinden (pratikte olduğu kadar düşüncede de)
dünyanm dört bir yanında çöken ve çökmeye devam eden köylü­ farklılaşma sayesinde gelmemiz gerektiği sonucu çıkar. Dolayısıy­
ler) için de geçerli olduğunu görürüz. Tabii, aynı şey Heidegger'in la, farklılaşma kavrammı kapsayan bir yönteme ihtiyacımız vardu.
en önemli içgörülerinden biri, yani dünyada "doğadan, çıkanlıp Bunun için gerekli bazı koşullan hatırlayalım. Farklılaşmış bir
depolanabilecek bir enerji tedarik etmesini istemek gibi makul ol­ ilişki, bir ekosistemin unsurlarmın, birbirlerinin bütünlüklerine ve
mayan bir talepte bulunan" aktif bir şeyin işbaşmda olduğu fikri bütünleşmişliklerine saygı gösterdikleri bir karşılıklı tanıma süreci
için de geçerlidir. Bu şey, Athena gibi, babasmm başmdan mı orta­ içinde bir araya getirildikleri bir ilişkidir. Burada açıklanmaya
ya çıkıyor? Yoksa, ancak sermayenin korkunç gücüyle anlaşılabi­ muhtaç üç terim mevcut. Unsurlann birbirinden farklı, ama bir iliş­
lir olan devasa bir dönüşümün bir ürünü mü? Kökendeki bir yaban- kiye girebilecek kabiliyette olduğu kabul edilir; bu ilişkiye girmek,
cılaşmanm, gerçek dünyadan hiçbir aracının dahli olmadan kendi bir failin özgül faaliyetini gerektirir; ve son olarak, karşılıklı tanı­
kendine dal budak salması mı? Durum böyleyse, o zaman borsa, ma, farklılıktaki-özdeşliğe/aynılığa delalet eder: Kendilikler [enti-
petrol boru hattı, kredi kartı, polis ve ordu gibi söz konusu birçok ties] varhklan neyse odur, ama bu varlık ötekiyle olan ilişkide ta­
aracı simulakrasının varlığına bir açıklama getirilmesi gerekir. nımlanır. Bu durumda, farklı fikirleri bir araya getirmekten ve fark­
Bir kişi böyle bir sonuca işaret eden bütün uygun çıkanmlarda lılaşmış üretimin bahçecilik gibi diğer veçhelerinde gördüğümüz
bulunuyor, ama bunları adlı adınca dile getirmeyi reddediyorsa, o üzere, onlan içlerindeki hayat kendisini bölünmez bir bütünün olu­
zaman o kişi meseleyi mistifiye ediyor ve bütün mistifikasyonlar- şumu gibi dışavuracak şekilde bir arada tutmaktan söz ediyoruz.
da olduğu gibi, statükoyu destekliyor demektir. Heidegger'in tek­ Üzerinde biraz düşününce, burada bizim genelde diyalektik ola­
noloji eleştirisinin sermaye sistemine de pekâlâ uygulanabilir ol­ rak tanımlanan bir süreçten söz ettiğimiz anlaşılacaktu-. Soyumu­
ması, ama bu bariz kerteye asla ulaşmaması çarpıcıdır. Bunu der­ zun bir parça Eski Yunanlılara da uzandığını iddia edebileceğimiz
184 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 185

İçin, felsefeninin bu öncülerine göre diyalektiğin, tartışmak ama­ Son olarak, bu feci sıkış tıkış izahın bir bölümünde de "doğa­
cıyla ve hakikate ulaşmak kaygısıyla farklı görüş açılarının bir ara­ nm diyalektiği"ni sorgulamamız gerekiyor.32 Bir kere, böyle bir
ya getirilmesi anlamma geldiğini hatırlayabiliriz.3o Diyalektik salt kavramın salt varlıktan ziyade onun üzerinde yer alan "yüksek bir
bir çoğulculuk değildi, safi bireysel akıl veya egonun kökten yeter­ gerçekliğe" ayncalık tanıyamayacağı, zira, böyle bir şeyin ekosis­
sizliğine ve farklı görüş açılan arasmda gizli ilişkiler olduğuna iliş­ temsel bölünmeyi büyütüp bir metafizik haline getireceği açıktır.
kin bir bilinçti. Diyalektik, aklın hem smırlarmı, hem de güçlerini Diyalektik kavramı, doğanın biçimleyiciliğinde temellenmiştir; di­
tanır: Yani, doğanm, en iyi ihtimalle sezgisel olarak idrak edilebi­ yalektiğin, doğanm biçimleyiciliğinin insan zihninin kesafeti için­
len ulaşılmaz taraflan yüzünden ve insanm ayırma ve birleştirme de kmimış hali, doğanm akışmm, onun yokluk-ve mevcudiyet-ka-
"diyalektiği"ne sahip kişiliğinin tuhaflıklarmdan dolayı bilgimizin zanışmm kelimelere dökülmüş hali olduğu söylenebilir. Nasıl ki
sınırlı olduğunu... ama hayal gücünün görünür kılma, verili olanın farklılaşmış ekosistemler hayat meydana getiriyorlarsa, diyalektik
ötesini görme ve gerçek olanı dönüştürme yeteneği sayesinde aynı de insan yaratıcılığmm yeridir. Ama diyalektik mantığm yasalanm
zamanda güçlü olduğumuzu bilir. Dolayısıyla, pratik olarak diya­ şu iki nedenle doğaya yansıtmayız: Bu yasalar insani pratikten so­
lektik, zihinleri diyalojik bir açık söyleşi ruhu içinde birleştirmek­ yutlama yoluyla elde edilmişlerdir ve insanın pratik faaliyeti, dü­
tir - bu sürecin gerçekleştirilmesi için birbirleriyle bağlantı içinde­ şünce faaliyeti de dahil, evrenin nihai faaliyetlerinin çok uzağında
ki üreticilerden meydana gelen özgür bir toplumun, yani başta sı­ gerçekleşir. Bilim evrenin bu faaliyetlerini öğrenmeye ne kadar ya­
nıf, toplumsal cmsiyet veya ırk tahakkümü tarafından dayatılan bö­ kınlaşırsa yakmlaşsm, insani pratiğin kozmozdan veya madde ve
lünmeler olmak üzere her türlü bölünme biçiminin ötesinde duran enerjinin suTina erişilmez taneciklerinden işine geldiği gibi yarar­
bir toplumun ortaya çıkması gerekir. Bu olmazsa, madun konuma lanması mümkün değildir - olsa olsa onlann görkemi karşısmda
itilmiş olanlann dehası kurur gider, efendilerin mantığı ise iktidar huşu duyar.
tarafmdan ölümcül derecede yozlaştınirr. Doğaya karşı ekolojik açıdan rasyonel bir tavır geliştirmenin ön
Pratik olarak diyalektiğin yanı su-a mantık olarak, yani teori şartı, doğanm bizden kat be kat üstün olduğunu ve bizim pratiği­
olarak diyalektik sorunu da var, ki burada üzerinde pek duramaya­ mize indirgenemeyecek, kendine özgü bir değeri olduğunu kabul
cağız; bunun pratiğin, onunla temasını sürdüren bir soyutlaması etmektir. Doğadan farklılaşmayı böyle başarmz. Pratiği ekolojik
(yani pratikten farklılaşmış ama ondan aynlmamış) olması gerek­ açıdan (veya, aynı şey olduğunu anladığımıza göre, diyalektik açı­
tiğini söylemekle yetineceğiz. Burada temel diyalektik kategorisi, dan) dönüştürme sorununu işte bu ışık altında ele alacağız.
aynı zamanda hem kendisi olan hem de olmayan şey olarak olum-
suzlama'du. Aynı şekilde, diyalektik pratiği de yönlendirebilecek
Kapitalizmin Reforme Edilebilirliği Üzerine
kabiliyette olmalıdır, hem de öyle yönlendirmelidir ki, diyalektiğin
gerçekleştirilmesinde, teori pratik, pratik de teorik haline gelsin Şimdi dünyanm her yerini kaplamış olan canavar, değer ile tahak­
(genelde praksis adıyla bilinen durumdur bu).3i küm altmdaki emeğin birleşmesinden doğmuştu. Değerden gerçek­
liğin nicelleştirilmesi doğdu, onunla birlikte de ekosistemsel bü­
tünleşmişlik için esas olan farklılaşmış tanıma yitirildi; tahakküm
altındaki emektense bu buzlu sularda yüzebilen bir çeşit benlik or­
30. Kovel 1998a. taya çıktı. Buradan yola çıkarak, kapitalizme bir "ego rejimi" de­
31. Çağdaş Marksistler içinde Raya Dunayevskaya, teori ile praksisi birleş­
nebilir, yani kapitalizmin himayesi altında, bir çeşit yabancılaşmış
tirmek için felsefi bir uğrağın gerekliliği fikrinin en sadık savunuculanndandır.
En büyük başansı, Marx'ı Hegel'in M antık BiUmi'ne. (Hegel 1969) yeniden bağ­
lamasıdır. Bkz. Dunayevskaya 1973, 2000. 32. Engels'in ünlü yapıtından alınma; bkz. Engels 1940.
186 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 187

bir benlik, semayenin yeniden üretim tarzı olarak ortaya çıkar an- Her şeyi sermayenin büyüsü altma alan değer-terimi, üretimden
lammda. Bu benlik salt gururlu değildir ("egoist"in sıradan yanan- tüketime, sonra da tersine işleyen bir çeşit birikim çarkınm dönme­
lamındaki gibi), daha ziyade, bir taraftan doğanın üzerindeki ta­ sini sağlar; atıl sermaye kütlesi büyüdükçe bu çark daha da hızla­
hakkümü içeren, diğer taraftan sermayenin yeniden üretimini gü­ nır ve kendi kuvvet alanını yaratır, tıpkı dönen bir mıknatısm elekt­
vence altına alan ilişkilerin bütünüdür. Bu ego, ilk cinsiyetçi tahak­ rik alanı yaratması gibi. Bu fenomenin sistemin reforme edilebilir­
kümün massedilip kârlılık ve benliğin azamileştirilmesi olarak ras- liği üzerinde önemli içerimleri vardır. Sermaye son derece hayale-
yonalize edilmesinden çok sonra ortaya çıkan saflaştırılmış eril il­ timsi bir şey olduğu ve gerçek doğasını ideolojik olarak gizemli
kenin (uygun "iktidar-kadmlannm" da bu dansa katılmalanna izin hale sokmakta çok başanlı olduğu için, dikkatleri sürekli olarak
veren) son versiyonudur. Saf bir bölünme ve tanımama kültürüdür: ekolojik istikrarsızhğm fiili kaynağı yerine bu kaynağı faaliyete
Yani, kendini, doğanın ötekiliğini ve ötekilerin doğasım tanımama geçiren araçlara çevirmede başanlı olur. Gelgelelim asıl sorun, kü­
kültürü. Önceki tartışmanın bağlammda bu, salt bireysel ve yalıtıl­ resel olarak biriken sermaye kütlesinin tamamı, onun yanı sıra da
mış ego-olarak-zihnin hâkim bir ilke haline terfi etmesidir.^^ sermayenin dolaşım hızı ve buna destek olan smıf yapılandu". Ken­
Sermaye egosal ilişkiler üretir, bu ilişkiler de sermayeyi yeni­ di ölçeğiyle orantılı bir kuvvet alamnın oluşmasını sağlayan şey
den üretir. Kapitalist düzenin yalıtılmış benlikleri sermayenin kişi­ budur; ekosferi oluşturan sayısız giriş noktasında faaliyet gösteren,
leşmiş halleri olmayı seçebilir veya kendilerine zorla bu roller yük­ daha büyük sermaye yığmlan yaratan, ekolojik krizin sürmesine
lenmiş olabilir. Her iki durumda da, her şeye kadir dolann bütün neden olan ve krizin çözülmesine engel olan da bu kuvvet alanıdır.
deneyimlere (dünyadaki her şeye, bütün diğer kişilere ve benlik ile Zira şunu kesin olarak kabul edebiliriz: Kenarını köşesini düzelt­
dünyası arasmdaki her şeye: Zira her şey ancak parasallaşma için­ mek yerine ekolojik krizi tamamen çözmek ile devasa sermaye ha-
de ve parasallaşma yoluyla varolabilmektedir) sızıyor olması onla- vuzlannın, bu havuzlann ortaya çıkardığı kuvvet alanının, bunla­
n bu tanımama örüntüsüne mahkûm eder. Bu yapı, rekabet basili rın bağlantılı olduğu yeraltı suç dünyasının ve bütün bunlara ek
ile acımasız benlik-azamileşmesi için ideal bir kültür ortamı sunar. olarak ulus-ötesi burjuvaziyi oluşturan seçkinlerin varlığı birbiriy­
"Önemi olan" her şey para demek olduğu için, tuhaf bir kalpsizlik, le hiçbir biçimde bağdaşmaz. Krizi tümüyle çözmeyince de, başka
türleri, koca bir kıtayı (yani Afrika'yı) veya halkm, artıkdeğerin bü­ bir mitik yaratığın hayaletinin, başlan kesildikçe çoğalan dokuz
yük yürüyüşüne çok az katkıda bulunan veya onun önünde engel başlı yılanın hayalinin bize musallat olmasma izin vermiş oluruz.
oluşturduğu düşünülen uygunsuz altkümelerini (yani siyahi şehirli Bunu anlamak, sermayeyle uzlaşmanın asla mümkün olmadığı­
erkekleri) kolayca kurban eden sert ve soğuk bir soyutlama dam­ nı, onu daha yeşil veya daha verimli bir faaliyet içindeymiş gibi
gasını vurur kapitalistlere. Değerin varlığı, samimi dostane duygu­ göstererek yaptığı haltları temizleyebilecek tek bir reformizm şe­
ları veya şefkati perdeler, onlann yerine kâr hesabını koyar. Hiç bu masının bile bulunmadığını fark etmek demektir. Bu tezin pratik
kadar gayri şahsi bir soykınm uygulanmamıştır. Naziler kurbanla- içerimlerini III. Kısım'da inceleyeceğiz; burada sonucu açık bir bi­
nnı ırkçı bandolann çaldığı davullar eşliğinde öldürürlermiş; küre­ çimde ifade etmekle yetineceğiz: Yeşil sermaye, yani kirletici ol­
sel sermaye için ise kayıplar istenmeyen zorunluluklardır. mayan sermaye kısa vadede, ekolojiye dolaysız olarak zarar veren
sermayeye göre daha tercih edilebilir durumdadır. Ama bu o kadar
33. Bu terimin elbette birçok psikolojik içerimleri var; en ünlüsü, egonun da önemli bir nokta değildir ve başarı kazandıkça daha da önem-
"id"i veya dünyanın "şeylik"ini, yani doğayı tanımamasının sermayenin psikolo­ sizleşir. Zira yeşil sermaye (veya "toplumsal/ekolojik sommIuluğa
jik bir refleksi olarak görülmek yerine ona normallik statüsünün verildiği Freud'
un üçe bölünmüş ruh tanımlamasıdır. Burada egoyu ontolojik bir şey olarak, ya­ sahip yatınm"), tam da sermaye-doğası gereği, esasen daha fazla
ni varlık açısından görürüz, ruhun değil. Konuyla ilgili diğer kaynaklar: Kovel değer yaratmak için vardır, bu nedenle devasa havuza katılmak için
1981; 1998b; aynca Lichtman 1982; Wolfenstein 1993. somut yeşil güzergâhından uzaklaşu-, havuzun kuvvet alanını takip
188 DOĞANIN DÜŞMANI SERMAYE VE DOĞA ÜZERİNDEKİ TAHAKKÜM 189

ederek daha büyük birikimlerin, daha geniş kârlılığın (ve daha bü­ ekolojik sorunlar da (ekoloji hareketlerinin etkileri de buna dahil­
yük ekolojik yıkımın) olduğu bölgelere gider. dir) ekonomik sorunlarla. Bütün bunlar tek tek ağaçlar düzeyinde
Kapitalizm içinde krizler vardır, kapitalizm hem bu krizleri ya­ geçerli tabii. Zira, bütün bunlar olurken, orman düzeyinde, bütün
ratu- hem de onlara bağımlıdır. Krizler, birikim sürecindeki kopuş­ olarak sistemin büyümesinin dünya ekolojisi üzerinde yarattığı et­
lardır, çarkm yavaşlamasına neden olurlar, ama aynı zamanda yeni kileri görürüz. Burada kara melek, artan entropinin ekosistemsel
çevrimleri harekete geçirirler; birçok şekil alırlar ve uzun veya kı­ bozulma olarak kendini gösterdiği termodinamik yasasıdır.^s Bu­
sa döngülere ve ekolojiler üzerinde birçok girift etkiye sahiptirler. nun hayat üzerindeki ivedi etkileri, çevre ve ekoloji hareketlerinde
Ekonomideki bir durgunluk talebi düşürebilir, böylece kaynaklar ete kemiğe bürünen direnişe enerji verir. Bu arada ekonomi, ekosis­
üzerindeki yükün bir kısmmı azaltabilir; ekonominin canlanması temsel bozulmanın birikim üzerindeki etkilerine bağışıklık kazan­
talebi artırabilir, ama aynı zamanda randımanda bir artış sağlayabi­ mış vaziyette büyüme çılgınlığı yolunda ilerlemeye devam eder ve
lir, dolayısıyla yine yükü azaltabilir. Bu nedenle, ekonomik kriz yalpalaya yalpalaya körlemesine uçuruma doğru gider.
ekolojik krize koşul hazırlar, ama üzerinde zorunlu bir etkisi yok­ Buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Şu veya bu ekonomik
tur. Her durum için geçerli bir genelleme yoktur. James O'Connor ilişkinin özel koşullan değil, bir bütün olarak sistemdir kendi eko­
bu karmaşık durumu şöyle özetler: lojik temellerine telafi edilemez zararlar veren; üstelik, bunu da
tam büyürken yapar. Sermayenin her veçhesinin temel özelliği
K apitalist birikim norm alde belli tipte ek olojik krizlere neden olur;
ekonom ik kriz, kısm en farkh, k ısm en benzer, şiddeti de d eğişen ekolojik
amansız büyüme baskısı olduğu için, kapitalist sistemi tamamıyla
sorunlarla ilişkilidir; serm ayenin kaynak, kentsel m ekân, sağlıklı v e disip­ yıkmamız ve onun yerine ekolojik bakımdan sağlıklı bir sistem
lin li ücretli em ek kıtlığı v e diğer üretim koşullannd a görülen kıtlık şeklin­ kurmamız şart, sayısız türle birlikte kendi türümüzü de kurtarmak
de kendini gösteren dış sınırlan, m aliyetleri artırmak v e kârlan tehdit et­ istiyorsak tabii.
m ek gib i sonuçlar yaratabilir; son olarak, hayat k oşu llan n ı, orm anlan,
toprak kalitesin i, sağlık k oşu llan n ı, kentsel m ekânı, vb. savunan çevreci
harekeüer v e diğer toplum sal hareketler de m aliyeti yükseltebilir v e ser­
m ayenin esn ek liğin in azalm asm a ned en olabilir.^'*

Ama sermaye yukarı tırmanu-ken de aşağı düşerken de doğaya


zarar verir. ABD'de, hızlı ekonomik gelişmenin yaşandığı Clinton
dönemi, ekosfere zehirii kimyasallar saçılması gibi konularda kor­
kunç artışlara tanık olmuş,^^ George W. Bush'un başkanlığı döne­
mine eşlik eden ekonomideki keskin düşüşün hemen ardından
Kyoto protokolleri reddedilmişti. O halde, ekosistemler açısından,
ticaret döngüsünün hangi evrede olduğu, bu konuda, ortada tic^et
döngüsü diye bir şey olması gerçeği ve onun ifade ettiği denetim­
siz ekonomik sistem kadar önemli bir rol oynamaz.
Ekonomik sorunlar ekolojik sorunlarla etkileşim halindedir. 36. Bu düşünce çizgisi, "bütün iktisadi hayatımız düşük entropiden geçini­
yor" diyebilecek bir vukufa sahip Rumen kökenli Amerikah iktisatçı Nicholas
Georgescu-Roeger tarafından geliştirilmiştir (Georgescu-Roegen 1971: 211 \ ita­
34. O'Connor 1998; 183. likler özgün metinden). Her ne kadar Georgescu-Roegen vurgulamamış olsa da
35. Ömeğin, sennaye için güzel bir yıl olan 1999'da, EPA'mn izlediği 644 buradan, denetimsiz, stirekli genişleyen bir ekonominin entropik bozulmayı hız­
zehirli kimyasal, 1998'den beri yüzde 5 artarak 3.6 milyar kg.'a çıkmıştır. landıracağı sonucunu çıkarabiliriz.
Ill
EKOSOSYALlZME DOĞRU
Giriş

Argümanın nerede bulunduğunu bir özetleyelim:

• Ekolojik kriz geleceği büyük bir tehlikeye atmaktadır.


• Sermaye, hâkim üretim tarzıdır ve kapitalist toplum sermayeyi
yeniden üretmek, onu güvence altma almak ve genişletmek için
vardır.
• Sermaye, ekolojik krizin etkin nedenidir.
• Sermaye, bugünkü ulusötesi burjuvazinin sorumluluğu ve tü­
müyle olmasa da aslen ABD'nin güdümü altmdayken reforme
edilemez. Bu haliyle ya büyür ya da ölür, bu nedenle, kendisini
kısıtlayacak veya yavaşlatacak her şeyi ölümcül bir tehdit olarak
algılar.
• Sermaye büyürken kriz de büyümeye devam eder: Uygarlık ve
doğanm büyük bir bölümü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Bunun türümüzün bu şekilde yok olacağı anlamma gelip gelme­
diği sorusu hiç de yersiz bir soru değildir.
• Dolayısıyla, iki seçeneğimiz var: ya sermaye ya da geleceğimiz.
Önemli olan geleceğimiz ise, o zaman kapitalizm alaşağı edilme­
li ve yerine ekolojiye değer veren bir toplum getirilmelidir.

Bu değerlendirmeye iki madde daha ekleyeyim; birincisi çok


iyi biliniyor, ama kimsenin içinden dile getirmek gelmiyor; İkinci­
si ise üzerinde pek durulmayan, ama son derece önemli bir durum.

• Sermaye dünyayı bugüne kadar hiç görülmemiş bir biçimde yö­


netiyor; hiçbir altematif, sadakatle savunulmak bir yana, çok sa­
yıda insanm ilgisini bile çekmiyor artık.
• Sermaye, birçok insanın zannettiği gibi bir şey değildir. İnsanla­
nn özgürce girip sağlıklı bir rekabet ortamı içinde zenginlik ya-
194 DOĞANIN DÜŞMANI GİRİŞ 195

rattıklan rasyonel bir piyasa sistemi değildir. Eski tahakküm halde olan var mıdır acaba diye merak ederken). Ne kadar yol al­
tarzlarını, özellikle de toplumsal cinsiyetle ilgili tahakküm tarz- mamız gerektiğinin dehşet verici gerçeğiyle yüz yüze gelince (sa­
lannı bünyesine katan ve bütün insani faaliyetleri kutuplaştmp dece sistemin doğrudan gücünü değil, aym zamanda basımlarının
emen, kâr arayışına dayalı devasa bir kuvvet alanı yaratan haya- zayıflığından kaynaklanan dolaylı gücünü ve krizin zihni nasıl çö­
letimsi bir aygıttır. Sermaye hayaletimsidir, çünkü elde ettiği kâr, kerttiğini, iradeyi nasıl körelttiğini görünce) her şeyi olduğu gibi
yabancılaşmış insan gücünden çıkanlan bir "değer"in gerçekleş­ bırakıp temel ihtiyaçlarmdan başka bir şey düşünmeyesi geldiği
tirilmesidir. Bu da, üretim araçlannm özel mülkiyete dahil olma­ oluyor insanın.
sı ve kişilerin kendi içlerinde, birbirlerinden ve doğadan kopuş Ama sonra işin boyutlannı tartınca, bizi sermayenin doğanın
yaşadıklan özel bir tahakküm sistemi (ücretli emek sömürüsü) düşmanı olduğu suçlamasma götüren o karşı konulmaz argüman
esası üzerine kuralmuştur. Bunun içerimi son derece basittir. üzerinde düşününce, devam etmemek gibi bir seçenek olmadığı
Sermayenin üstesinden gelmek için iki asgari koşulun karşılan­ anlaşılıyor. Bugünkü kuvvet dengesizliğinin zihnimize şüphe to­
ması gerekir: İlk olarak, üretim kaynaklarmın mülkiyetinde, yer­ humlan ekmesine, konulan anlaşılmaz hale getirmesine veya hü­
yüzünün artık özel bir mülk olmaktan kurtulmasını sağlayacak kümsüz kılmasına da izin vermemeliyiz. Bir doktor ciddi bir has­
temel değişiklikler yapılmalı; İkincisi, üretim güçlerimiz, yani talıkla uğraşırken elindekinin ne kadar zor bir vaka olduğundan ya­
insan doğasının çekirdeği özgürleştirilmeli, bu sayede de insan­ kınıp durmak yerine elinden geldiğince somnun ne olduğunu, ne­
lar kendi üretim güçlerini kendileri belirleyebilmelidir. ler yapılabileceğini görmeye çalışmalıdır. Kısacası, elinden geleni
yapmalıdır.
Bu iki koşul birbirinden aynlmaz: Sermayenin gücü rakipsiz­ Bir değişim gerçekleştirmek üzerine yoğunlaşmanın zamanıdır
dir, çünkü onu ciddi anlamda değiştirmenin koşullan, bırakın des­ artık; önce halihazırda varolan şeylerin geniş menzilinde, sonra da
tek görmeyi, halkm büyük bir çoğunluğuna üzerinde düşünüleme­ radikal dönüşüm imkânlannda. Ahlanıp vahlanmanm ve bu görev­
yecek kadar radikal bir şey gibi gelir. Ne olursa olsun, her türlü ya­ den el çekmenin bir anlamı yok; bu görevi layıkıyla yerine getiribi-
nılsamadan uzak durmalıyız: Tahayyül edilen değişimlerin çapı ve lirsek birçok şey, kelimenin tam anlamıyla bir dünya kazanılabilir.
bunun için neler gerektiğiyle ilgili en küçük bir farkmdahk ile bu­ Aynca, zaman bunun için elverişli bir hal almaya başladı. Özel­
günkü hâkim siyasi bilinç arasındaki uçummun boyutu insanı bü­ likle küreselleşme karşısısında, mücadele mhu büyüyor. Kendili­
tün bu işten vazgeçmeye itecek kadar kadar korkunç. Bu fikirler ğinden gelişen ademi merkezi hareketleri, büyüdükçe büyüyen ka­
toplumun menzilinden, bunlan gündeme getirmenin bile delilik gi­ pitalizmin sorunun bizatihi kendisi olduğu bilinciyle birleştiren
bi algılanabileceği kadar uzaksa, ne demeye bunlarla vaktimizi alı­ yepyeni bir siyasi yönelimin varlığına dair işaretler artıyor. Zama­
yorsunuz ki diye bir soru da makul olacaktır. nm kriziyle yaratıcı bir biçimde baş edecek yeni bir nesil doğuyor.
Bu tür bir muhakemeye duyarsız değilim. Ekolojik bir dönüşü­ Bundan sonraki bölümlerde, ekolojik krizin üstesinden gelmek
mün son derece imkânsız olduğunu benim de sık sık düşündüğüm için kapitalist toplumu dönüştürmenin zomniu ve yeterli olduğu
oldu (ömeğin, şirket sermayesinin "bulut şapkalı" kulelerinin, kud­ fikrine ekososyalizm adı veriliyor.
retli bankalann heyûla gibi yükseldiği, taş, çelik ve camdan müte­
şekkil bütün bu devasa senfoninin kâr tannsına perestiş ettiği Man-
hattan'ın merkezinde dolaşırken veya o büyük kuvvet alanı tarafm­
dan birikim oyunundaki kurma oyuncaklar gibi harekete geçiril­
miş, oradan oraya koşuşturan yüz binlerce insanın ortasında kala­
kaldığımda, içlerinde burada sözünü ettiğimiz gibi düşünebilecek
REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 197

leşine geniş ve karmaşık bir aygıtı sürekli izlemenin insan ömrü


kadar uzun bir zaman gerektiren bir iş olduğu ve tartışmak için
bunlann belli temel ilkelerini ortaya koymaktan başka bir şey ya­
Reel Ekopol iti kalan n Eleştirisi pamayacağımız ortada.
Şirketlerle siyasetçilerin yediklerinin içtiklerinin ayn gitmedi­
ğini, devletin ekosistemlere yeterli ihtimamı göstermediğini tekrar
ayrmtısıyla anlatmak gereksiz.' Ama bu olgular bir değişim ger­
çekleştirmek üzere bunlarm içinde faaliyet göstermenin işe yarayıp
yaramayacağı konusunda hiçbir şey söylemez. Hem sonra, kapita­
list toplumda her şey sermaye tarafmdan belirlenir, çocuklann na­
BU BÖLÜMDE ekolojik krizle ilgili, doğayla ilişkilerimizi onarma­
sıl yetiştirileceğinden bu kitabın yazılışına kadar. Keza, sermayeye
ya çalışırken, şu ya da bu nedenle, kapitalizmin ortadan kaldmiıp
direnme biçimleri farklı derecelerde en olmadık yerlerde bulunabi­
yerine üretim araçlannın özgürce bir araya gelmiş üreticilere yeni­
lir. Yasal sistemin zengin ve güçlüye arka çıktığı sonucuna vararak
den iade edilmesi temeline dayalı bir sistem konması çağnsmda
hareket etmek garantili bir yolsa da, ne yasanın iktisadi çıkarlara
bulunmayan yaklaşımlan inceleyeceğiz. Kapitalizmin sürekliliği
indirgenebilir olduğu doğrudur, ne de mahkemeler sayesinde esas­
geniş bir kabul gördüğü, ama ekolojiye zarar verme ve kendi ken­
lı kazanımlar elde etmenin imkânsız olduğu. Aynı mantıkla düşü­
dini düzeltememe gibi asli özellikleri geniş bir kesim tarafmdan
nürsek, şirket yöneticileri ile sermayenin diğer kişileşmiş halleri,
kabul edilmediği için, burada daha çok bugünün bütün ekopoliti-
sermaye tarafından bütünüyle tüketilmiş değillerdir. Dolayısıyla,
kalan ve dolayısıyla gelecekteki ekopolitikalann kalkış noktası
bunlann her ikisinde de vicdan kmntılan, o olmasa bile, en azm­
tartışılacak. Bu bölümdeki yazılar buna göre okunmalıdır; yazılar­
dan bir sağduyu olabilir. ABD'nin, içinde ekosantrik bir felsefe to­
da ara su-a dikkatinizi çekecek olan keskin ton ise mevcut söylem­
humu olduğunu söyleyebileceğimiz ilk yüksek rütbeli hükümet
de radikal bir değişim gerektiğini vurgulamak amacım taşıyor.
yetkilisi olan Al Gore'u ele alalım. Gore'un küresel ısınma konu­
Mevcut yaklaşımlann çoğu durumda hayranlık verici yaklaşımlar
sundaki hassasiyeti, 1997 Aralığında Kyoto Protokolleri'nin sena­
olduğuna ve gerçek saldın noktalan içerdiğine şüphe yok. Ama
toda kabul edilmesi yolunda önemli bir rol üstlenmesini sağladı;^
asıl sorun sermayeyse, o zaman bugünkü faaliyet hatlannın ötesini
dolayısıyla, Kyoto, ne kadar smu-lı olsa da, genel anlamda iyi bir
gören yeni bir stratejiye acilen ihtiyacımız var.
şeyse, o zaman Gere ve tanım gereği "sistem", ekolojik açıdan ak­
Ekopolitikanın birçok yönü hakkında düşünmenin bir sürü yo­
lı başmda şeyler yapmaya muktedir demektir, bu nedenle de hemen
lu var. Çoğu çakışan farkh soyutlama düzeyleriyle uğraştığımızı
gözden çıkanlamaZ.
düşünürsek, konuyu dört açıdan ele almakta fayda var: Değişim
Yüksek mevkide bulunan birinde ekosantrik bir farkmdalık
mantıklan, iktisat modelleri, ekofelsefeler ve hareket yapılan, bir
oluşması önemlidir. Ama salt farkmdalık müphem bir şeydir ve ya­
de ekososyalizm kavrayışına nasıl gidileceğini gösteren birkaç ge­
pıcı eylemler için olduğu kadar insanlan aldatmak için de kullanı­
nelleme. labilir. Gore, Clinton, dolayısıyla işbaşma gelmeden bir süre önce

Değişim Mantı İdari 1. Konuyla ilgili iyi araştırmalsır için bkz. Tokar 1997; Karliner 1997, Atha-
nasiou 1996.
Sistem içinde çalışmak - Buradaki "sistem"le, yasal ve adli kuru­ 2. Aynı hassasiyet. New Age'e özgti içgörüleri kapitalizm inancıyla birleşti­
luşlar gibi devletin çeşitli uzantılan, çeşitli yerleşik sivil toplum ren, ekolojik krizle ilgili bir kitabın ortaya çıkmasında da rol oynadı: bkz. Gore
kuruluşlan ve bizatihi sermayenin bazı unsurlan kastediliyor. Böy- 2000.
REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 199
198 DOĞANIN DÜŞMANI

İŞÇİ sınıfına mensup seçmenlerine fiilen ihanet etmiş olan Demok­ mak üzere, kirliliği rasyonalize edip onu taze bir kâr kaynağı hali­
rat Parti için bunu kesinlikle söyleyebiliriz.^ 1984'te Clinton'm ne getirmekte beis görmeyen belli başlı STK'lara da tabii.’
kendini "Yeni Demokrat" olarak tanımlaması, komünizm karşıtlı­ Bu hikâye, ana akım çevre hareketinin düzenin saflanna geç­
ğının solu sakatladığı ve emeğin uzun bir düşüş dönemine girdiği mesiyle ilgili yararlı dersler barındırır, zira bu hareket yurttaş ta­
on yıllardır süren süreci pekiştirmişti. Demokrat Parti'nin merkez­ banlı bir eylemlilikten "masada kendine bir yer" edinmek için ara­
ci hareketi, 1970'lerdeki birikim krizinin sermayeyi işçiyle "For- ya sıkışmaya çalışan hantal bürokrasilere geçmiştir. Sermaye, ana
dist" bir uzlaşma içinde olduğu evreden çıkanp neoliberalizm akım hareketini, doğanm idaresinde bir ortak olarak yanına almak­
adıyla bilinen sürekli artan bir birikim ve küreselleşme yoluna sok- tan son derece mutludur. Büyük çevre gruplan sermayeye üç çeşit
masmdan sonra yüksek bir ivme kazandı. ABD'nin siyasi manzara­ yarar sağlar: Dünyaya sistemin işlediğini hatırlatması bakımından
sında bunun bayrak taşıyıcılığmı Reagan yapmış, Clinton yerleşik meşruiyet; halkm geneline hâkim olan ekolojik kaygılan emip
siyasi yelpazenin sosyal demokrat ucuna taşımış, Thatcher ile Bla­ bünyesinde tutan bir çeşit sünger görevi görerek halk muhalefetini
ir aynı şeyi Britanya'da gerçekleştirmişti. denetleme imkânı; ve, sisteme denetim olanağı tanıyıp onu kendi
Neoliberalizmin smırsız piyasa güçlerine yönelik tutkusu, ilk en beter eğilimlerine karşı korumanın yanı sıra düzenli kâr akışını
kez 1989'da I. Bush tarafmdan zehirli sanayi emisyonlarına uygu­ da güvence altma alan rasyonalizasyon.
lanan, şimdi de sera gazı emisyonlan bağlamında önerilen kirlilik Zenginler, çelişkileri yumuşatmak üzere vakıflar kurar, ki bu
kredilerinin rağbet görmesinde kendini dışavurur. Tıpkı II. Bush'un vakıflar her şeyden önce zenginin zengin olmasını sağlamış olan
reddetmesine rağmen Kyoto'nun faziletlerine destek vermeyi sür­ kurumlardır ve sermayeye devlet ne kadar uzaksa o kadar uzakta­
düren "sorumluluk sahibi" demokratik sanayi devletleri gibi Clin- lar. Vakıf da devlet gibi, daha evrensel bir çıkan ifade etmede nis­
ton/Gore da bu tasarının ateşli savunuculanydı. Ne var ki, kredile­ peten özgürdür - ve bazılan, tıpkı Marx'm din için söylediği gibi,
rin alınıp satılması esasen bir kapitalist üçkâğıdıdır. Bunlar şirket­ "kalpsiz bir dünyanm kalbi"dirler ve marjinal, hatta radikal taşan­
lerin elini rahatlatmakla kalmaz, Chicago Ticaret Odası gibi yerler­ lara bile destek verebilirier. Gelgelelim, bütün olarak ele almdıkla-
de alınıp satılabilir yeni bir meta yarattığı için daha fazla değerin nnda, vakıflann temel işlevi verili toplumu devirmek değil, onu
biriktirilmesine olanak da tanır. Alınıp satılabilir kredi fikri, Clin- rasyonalize etmektir. Aynı şey, sermayenin kendisinin yeniden üre­
ton'ın Anayasa Mahkemesi üyesi koltuğuyla ödüllendirdiği Step­ timini sağlayacak fikirler üretmeleri için cömertçe mali destek ver-
hen Breyer'e çok şey borçludur;"^ en başta Çevre Savunma Fonu ol-
5. Bu tasannın küresel ısmmayı denetim altına alacağına herkesin inanması,
3. II. Bush'un barbar yönetiminin yarattığı kasvet ortamı içinde Clinton-Go- bugünlerde süren beyin yıkama faaliyetlerinin ulaştığı yoğunluğun bir alameti­
re nostaljisi anlaşılabilir bir şeydir. Ama Clinton/Gore yönetimi sırasında Adalet dir. Alınıp satılabilen emisyon izni jargonu, ticaretin pastadan payına düşeni al­
Bakanlığı, çevre suçlanyla ilgili kovuşturmalan birinci Bush yönetimi suasmda- masına ve onu afiyetle midesine indirmesine fırsat tanıyacak olan son moda ras­
ki kovuşturmalara göre yüzde 30 oranında azaltmıştı. Konuyla ilgili belki de en yonel terimleri kullanıyor elbette. Bu iyi bir fikir de sayılır, ama şu iki somn ol­
bilgili kişi olan Dr. Sidney Wolfe, Amerikan yurttaşlannın sağhgınm yılmaz bek­ masa: Bunun özellikle küresel ısınma konusuna bir faydası olmayacaktır; fayda­
çileri olan Yiyecek ve İlaç Kurulu ile İş Güvenliği ve Sağlık Kurulu'nun, Clinton sı olsa bile, bize her şeyden önce ekolojik kriz vermiş olan bir dünyayı daimi ha­
yönetimi sırasında moral ve yeterlilik açısından, kendisinin bu kurumlar hakkm­ le getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Birincisini ele alırsak, bu kavramın,
da çahştığı 29 yıl içindeki en düşük düzeye indiklerini belirtiyor (kişisel sohbet). zengin ülkelerin sera gazlannı havaya salma hakkı için yoksul ülkelere para öde­
Aynca bkz. Cockbum ve St. Clair 2000. Yönetimde yalancı ve dolandıncılann diği rasyonel bir piyasa alanının varolduğu gibi bir önkabulü vardır. Ama böyle
olması mı daha iyidir, yoksa en azmdan sermayenin üzerindeki yanılsama örtü­ bir piyasa, ülkeleri işbirliği içinde olan düzenli bir dünya toplumunu gerektirir,
sünü kaldıran dürüst bir gericinin olması mı? yani tam da küreselleşmenin imkânsız kıldığı şeyi. Aynca, emisyon kredilerinin
4. Breyer 1979. Bu yazı H arvard Law Review'Aa "Yasal zaaflann, uygunsuz­ alınıp satılmasının "gelişmekte olan" ülkeleri aslında gelişmekten alıkoyduğu
lukların, bu denli kısıtlayıcı olmayan alternatiflerin ve reformlann anahzi" baş­ Hindistan ve Çin gibi ülkelerin gözünden kaçmamıştır. İkinci noktaya gelince,
lığıyla yayımlanmıştı. Konuyla ilgili tartışmalar için bkz. Tokar 1997: 35-45. tasan mevcut sistemi iyice pekiştirir, sommsuz fınans kapitali daha da güçlendi-
200 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 201

diği "beyin takımlan" ve de maalesef üniversiteler, yani sayılan git­ sis etme veya üniversitelerin evrenselliklerini ifade etmelerini sağ­
tikçe artan çevre çalışmalan derslerinin insanlara doğayı yönetme­ lama konusunda mücadele vermek, genel anlamda, sisteme yerine
yi öğrettiği o sözde özgür araştırma merkezleri için de geçerlidir. getirmediği vaatleri hatırlatmak, bu vaatlerin yerine getirilmesinde
O halde "sistem" önümüzdeki şeydir, bu zamana ve yere aittir, ısrar etmektir. Bu potansiyeli belki de en iyi, vaat ile gerçeklik ara­
sermayenin pervasız küreselleşme atılımıdır. Evet, "sistem işliyor", smdaki çelişkiyi çok güzel bir biçimde kullanan radikal avukatlar
ama yönetenlerin ekolojik krize neden olan çıkarlannm lehinde; ve hayata geçirirler. Ama aynı şeyler seçim siyaseti için de geçerlidir;
bu sistemin çevresel vicdanı olan kanadı, yapısal olarak statükoyu aşağıda bununla ilgili daha aynntılı şeyler bulacaksmız.
yeniden üretmek durumundadır, bunu yaparken ne kadar erdemU
eylemlerde bulunursa bulunsun. Bugün kitaplarda yer alan yasala- Gönüllülük - Gönüllü bir edim, iyi niyetten, diyelim atıklan ge-
nn ilkesel olarak çok daha iyi bir dünyaya, hatta ekolojik bir top­ ridönüştürme veya ortak kullamma açık bir bahçede çalışma arzu­
luma çok yakm bir topluma hazırlık niteliği taşıdığma bakmayın. sundan kaynaklanır ve ekolojik krizle bilinçli bir biçimde özel bir
Stalin yönetimi sırasmda SSCB Anayasası da aynı şekilde Rus hal­ bağlantı kurmaksızın iyi kötü aynı şekilde sürer. Dolayısıyla, gö­
kının bütün demokratik haklannı güvence altma alıyordu. Özetle, nüllü bir edim, krizin müstakil bir tezahürüne karşı bulunulan, esa­
sistemin kendi içinde değişeceğine inanmak için ortada hiçbir se­ sen ahlaki veya estetik temelli bir eylemdir.
bep yok. Kitle piyasasına sunulmuş "gezegenimizi kurtarmak için yapa­
Bu, her şeyi tümüyle reddetmek değildir, radikal değişimin, sis­ bileceğiniz filanca şeyler" listelerinden oluşan literatürde envai çe­
temin içindeki ve dışındaki kuvvetlerin eşgüdümünü gerektirdiği­ şidine rastlayabileceğiz tür eylemler, metroya yardım kutusu koy­
ni (ve bu amaçla eşgüdümlenecek sistem içindeki kuvvetlerin bir mak yoksulluğu yok etmede ne kadar başanlıysa ekolojik krizi yok
yandan bugünkü dünyanm işlerini yaparken bir yandan da onun etmede o kadar başanlıdır. Bunu, gönüllülüğün faziletlerini sorgu­
dönüşümü için gerekli zemini hazırlamak, bu işleri bu ruhla yap­ lamak için değil, gönüllülüğün ötesine geçip etkili eylemin oluş­
mak gibi bölünmüş bir biUnçlilik durumunu benimsemeleri gerek­ masında gerekli bağlantıların kurulmasmı teşvik etmek için böyle
tiğini) hatırlatmaktır. Ekolojik açıdan rasyonel bir dünya yaratma sert bir dille ifade ediyorum. Gönüllü bir edim bir potansiyel me­
mücadelesi devlete yönelik bir mücadeleyi de kapsamalıdır; devlet selesidir, diğer edimlerle ve başka referans çerçeveleriyle bağlantı­
demokrasiyle ilgih birçok umudun toplandığı bir hazne olduğun­ ya hazırdu-. Kendi başma kalırsa, bireyciliğe doğru kayma eğilimi
dan, aynı zamanda devleti demokratikleştirme mücadelesidir de bu gösterir, yani ayn, yalıtılmış ve geçici kalmaya mahkûmdur. Buna
- aynı şekilde, bencillik ilkesi karşısında hukukun üstünlüğünü te- karşılık, daha geniş bir tasarıya bağlanırsa, o zaman bir farklılaşma
sürecine, ekosistem oluşumunun ve bütünleşmişliğinin kalbini
rir, zengini daha zengin yapar ve Brian Tokar'ın yazdığı gibi, "en büyük 'oyun-
meydana getiren bir bir-araya-getirme sürecine katılabilir.
cular'a... 'oyun'un tamamı üzerinde önemli bir denetim imkânı verir" (1997: 41). İyi niyetle ve dünyayı iyileştirme amacıyla yapıldığı sürece
Kirliliğin pazarlanması, kredilerin maliyetini aşağı çekecek ve emisyonlann ekolojik amaçlı gönüllü edimlerde herhangi bir sorun yoksa da, bu
azaltılmasını özendirmek yerine sahtekârlığı özendirecektir. "'Kirlilik haklan'nm
edimlerin bünyesinde, bizi belli bir yere götüren bir şey de yoktur.
pazarlandığı uluslararası bir piyasanm ülkeler arasındaki mevcut eşitsizlikleri
daha da büyüteceği ve ellerindeki varlıklan mali piyasalann günlük dalgalamna- Ahlaki ikazlar daha geniş amaçlar yaratıyormuş gibi bir his verebi­
lanna göre ülkeden ülkeye kaydırabilmeyi en iyi başaranlann egemenliğini artı­ lir, ama bu bir yanılgıdır. Ahlaki itkide dayamşma yoktur ve daya­
racağı şüphesiz," diye devam ediyor Tokar, "... sanayi politikasında varolan öl­ nışmayı sağlayacak bir şey eklenmediği sürece de gönüllülük ken­
çülemez büyüklükteki manipülasyon potansiyeli, çoğunlukla acımasız olan ulus­
di sınırlan dahilinde kalır. Geridönüşüm sayesinde dünya elbette
lararası tüccarlann hisse senetlerinde, tahvillerde ve poliçelerde zaten neden ol­
duklan kanşıklıkları kolayca katmerlendirecektir" {a.g.e., 42 ). Ayrıca bkz. Bader bugün daha iyi bir durumda, ama olması gerektiği kadar değil ve
1997: 102-5. kaydedilen ilerlemelerin alanı bu edimlerin hayata geçirildikleri
202 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 203

yörelerin dışına pek taşmıyor. Bu, yeşil hareketlerin o çok değer mu dönüştürmeyi amaçlayan büyük çaplı taşanlara boş verelim)
verdikleri yerelliğin sorgulanmasını gündeme getirir. Yerel hare­ öğüdü, baskın kuvvetleri dini mutlakiyetçilik ile fanatiklik olan bir
ketler kendi kendilerini çoğaltıp bütün ekosferi kuşatacak kadar dünyada anlamlıydı. Küresel sermayenin kuvvet alanı tarafmdan
yayılabilecek güçtedir, doğru. Ama böyle bir ifade, bu evrenselleş­ örgütlenen bir dünyada ise kulağa bozgunculuk tınısı veriyor.
tirmeyi neyin gerçekleştireceği sorusunu da beraberinde getirir, ki Sonuç olarak, gönüllülüğün mihenk taşı şudur: Mücadelesiz bir
bunu gerçekleştirecek olan şey hiçbir biçimde gönüllü bir eylem ekopolitikadır gönüllülük, yani insanın içindeki atalete ve korkuya
değildir. karşı, dışarıdaki kapitalist rasyonalizasyon ile baskmm ağu-hğma
Aksine, piyasa güçleri gönüllülüğü sermayenin talepleri doğ­ karşı bir mücadelenin verilmediği bir ekopolitikadır. İnsanlardan
rultusunda biçimlemeye başlamıştır. Dolayısıyla, geridönüşüm çe­ kendini kurban etmelerinin ve kahramanlık yapmalannın talep
şitli yaptınm ve ödüllerle desteklenir, ömeğin. New York şehrinde edildiği bir zamanda kolay bir yoldur.
yasalarla veya küçük yerleşim yerlerinde çöp boşaltma maliyetle­
rinden kaçınmak için yapılan teşviklerle. Bu şekilde yurttaşlar, Teknolojik cevaplar - Ekolojik krizle başa çıkmak için gerekli
"atık yönetimi"nden kazanç sağlayan dev ve gün geçtikçe büyüyen .teknolojik araçlann el altında olduğu şeklinde yaygın kabul gören
sanayilere bedava emek sağlamaya teşvik edilirler ve gönüllülük bir varsayım var. Genomun çözülmesi, bilgi teknolojisi ve teleko­
doğanın sermayeleştirilmesine yardımcı bir unsur haline gelir.® münikasyonun muazzam başanlan, yakıt pilleri (yakılmca su bu-
Bireysel yardım çalışmalan veya ekolojik açıdan sağlıklı faali­ han çıkaran bir ürün) gibi çevreyi son derece az kirleten aygıtlann
yetler ne kadar takdire şayan olsa da, bunlar ya bir şekilde düzenin ortaya çıkması, bilimin kaydettiği sınırsız gelişme (ve de propa­
saflanna dahil edilir ya da yerel düzeyde kalır ve etkili kolektif ey­ ganda makinesinin o güzel destekleri) sayesinde insanlık ile doğa
lemle bağını yitirir. Güzel bir bahçe muhteşem bir şeydir ve türü­ arasmdaki çelişki belirgin bir biçimde çözülebilirmiş gibi gösteri­
müzün ekosistemin gelişimini, hatta dünyaya yeni hayat getirmeyi lebilir. Bir anlamda ve önemli bir anlamda bu mutlak doğru olma­
teşvik edecek güce sahip olduğuna delalet eder. Ama içinde bulun­ sa da en azmdan işletim açısından mümkündür; zira teknoloji va-
duğumuz kötü durumu göz önünde bulundurduğumuzda, bu başh rolmasaydı veya varolamasaydı, o zaman ekolojik açıdan rasyonel
başma bir amaç değil, bir yol göstericidir. Voltaire'in "Ilfaut culti- bir dünya için plan yapmanın da bir anlamı olmazdı.
ver nos jardins" [Hepimiz kendi bahçemizle ilgilenelim] (yani, her Ama bu, malumun ilanı yalnızca. Atom çağmın başlangıcını
birimiz tek tek dolaysız ve somut tatminlere meyledelim ve toplu- hatırlayacak yaşta olanlar o zamanlar, tıpkı antibiyotiklerle ilgili

6. Katı aüklarla ilgili bir not. Çöp konusunda hiçbir şey yapmadığımızda kri­
zin çok daha vahim bir hal alacağı muhakkak, tıpkı kurşunlu benzinlerin kullanıl­ ğirmenidir, zira tüketim toplumunun dev molozlan taşıma bandıyla işçilerin
maya devam etmesi halinde olacağı gibi. Ama kriz, ekosistemsel bozulmalan önünden geçerken işçiler bütün dikkatlerini bunlann üzerinde toplamak zorunda­
belli oranlarda tutan, bu bozulmalan dinamiklerini bir nebze bile değiştirmeden dır, "ve gün boyunca... şunu alıp bunu atar dururlar. Maddeler,” sonradan topla­
yavaşlatan bu hafifletme girişimlerine rağmen etkisini hâlâ sürdürüyor. Atık yö­ nıp son derece kararsız bir piyasada yeniden satılmak üzere, "çukurlara atılır ve
netimine gelirsek, gösteriyi yöneten büyük şirketler başka birikim, emek sömü­ orada yığınlar halinde toplanır." Peki ama bunun emek sömürüsünden daha fazla
rüsü, cürüm ve ihtisaslaşma kaynaklan sunuyor - ve de başka bir sanayi ortamı, para elde etmenin haricinde ne yaran var? "Geridönüşümün kirli sırrı çöptür. Te­
yani geridönüşüm tesisi. "[New York'un çöplerini geri dönüştüren] birçok geridö­ sise gelen atıklann üçte biri kurtanlabilir nitelikte değildir, bunlar özel atık depo-
nüşüm tesisinin sahibi büyük atık şirketleridir, küçük olan birkaçı da muhteme­ ianna gönderilir" (çevreyi o nahoş kanşıma maruz bırakan yerlere). Tahmin edi­
len bir süre sonra bu şirketler tarafından yutulmak suretiyle yok olacak," diye ya­ lebileceği gibi. New York bu konuda en kötü örneklerden biridir; burada her gün
zıyor New York Times (Stewart 2000: Bl). "Büyük çoğunluğu göçmenlerden olu­ 13.000 tonluk atığın 2400 tonu geri kazanılır, bunun 800 tonu da, atık depolan-
şan düşük gelirli" bu işçiler, memleketindeki ailesine para göndermek için uzun nm yolunu tutar. Ama ekolojik açıdan en sağlıklı şehirlerde bile atığın ancak yüz­
saatler boyunca çalışan Senegalli bir işçinin söylediği gibi, "bazen sıkıcı, bazen de ellisi geri kazanılır, ki her yerde bitip çöp adayı bir sürü maddeyi etrafa saçan
de tehhkeli" işlerde çalışıyor. Aslında bu tesisler tam anlamıyla birer Şeytan de- Wal-Mart gibi mağazalara bakınca bu oran insana hiç de güven vermez.
204 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 205

keşiflerin bulaşıcı hastalıklan yok edeceğinin düşünüldüğü gibi rektörü ne düşünürse düşünsün, "büyümenin sınırlan" var ve bugün
nükleer enerjinin de "ölçülemeyecek kadar ucuz" bir enerji olaca- ortalığı birbirine katan enerji tantanası da bu smırlann gittikçe da-
ğınm düşünüldüğünü hatırlayacaklardu'. Bugün bir şeyleri eskisine raldığımn alametidir. Bunun sonucunda, daha randımanlı yakıt kul­
göre daha iyi biliyor olmamız, doğadaki olaylann karşılıkh oldu­ lanan arabalar yapmaya çalışmak gibi (her ne kadar ardmdaki temel
ğu, çok yönlü belirlendiği ve asla net bir biçimde tahmin edileme­ güdü yollardaki araba sayısmı artırmak olsa da) belli bazı iyi şeyler
yecek kadar geniş bir ölçekte gerçekleştiği yönündeki ekolojik bi­ gündeme getirilir. Keza, yeni kaynak arayışlan da daima gündem­
lincin arttığmın bir göstergesidir. Teknolojinin toplumla ilişkileri­ dedir, ama bu da büyük enerji girdilerine, plastik ve diğer sentetik­
nin dışmda asla değerlendirilemeyeceği fikri ise hâlâ pek kabul lerde ise petrol ve kömürün doğrudan dönüştürülmesine ihtiyaç du­
görmüyor. Ross Perot'un "Kınidıysa onar" biçimindeki kampanya yar. Modem, "sanayi sonrası" kapitalizminin başanyla kullanmayı
sloganı, toplumsal sorunlan esasen mekanik ve onanlabilir sorun­ öğrendiği enformasyon metalanmn dünyanm üzerinde öbürleri ka­
lar olarak, arabanm vites kutusunu onaran bir tamirci gibi tarafsız dar ağırlık yapmadığı düşüncesi yanılsamadan ibarettir.* Enformas­
bir uzmanm dışandan müdahalesiyle düzeltilebilecek sorunlar ola­ yon çağmm altyapısı demiryollan kadar etkileyicidir ve geridönü-
rak gören kaba bir anlayışm göstergesidir. Teknolojiyi topluma ek­ şüme onlar kadar uygun değildir (basit bir nedenle, enformasyon
lenmiş bir şey olarak gören, onu toplumun aynlmaz bir parçası ola­ metalan, eski smai işlemlerin görece daha homojen temellerinin
rak kabul etmeyen mekanik materyalizmin kaba bir biçimidir bu. aksine, birçok maddeyi içeren hayli karmaşık bileşimlerin minyatür
Kapitalizmin kendine özgü durumunda ise teknolojik yenilik, hale getirilmelerini gerektirdiği için). Bilgisayarlar daha yapıldık-
büyümenin vazgeçilmez bir unsuru, emek maliyetini düşürdüğü lan gün eski moda sayılırken, en ortalama kişisel bilgisayarlarda bi­
için de artıkdeğer elde etme sürecinin aynlmaz bir parçası olagel­ le kullanılan az bulunur metalleri ekonomik olarak nasıl geri kaza­
miştir. Kabaca söylemek gerekirse, kapitalist rejimde, ne kadar nacağız? Onlan yığınlar halinde yakıp (duyduğuma göre Çin'de öy­
teknoloji o kadar büyüme demektir (ve kapitalist tarzı büyüme le yapılıyormuş) ekosfere daha fazla diyoksin salarak mı?®
ekolojik krizin etkin nedeni olduğuna göre, krize getirilen teknolo­ Dolayısıyla, büyüme ekonominin alfa ve omegası olmaya de­
jik çözümlerin ne kadar müphem olduğunu anlamak için dahi ol­ vam ettiği sürece, gittikçe genişleyen bir birikim dairesinin etrafın­
maya gerek olmadığı açıktır). Ömeğin, enerji birden bedava ve sı­ da kuyruğumuzu sonsuza kadar takip etmeyi sürdürürüz. Bu arada
nırsız hale gelip de bugünkü haliyle kapitalist sisteme sokulsa so­
nuç, bir alkoliğe smırsız içki vermek kadar yıkıcı olabilir. Böyle bir 7. Manning 1996, Yeni Enerji hareketine övgüler düzüyor. Manning'in müt­
durumda bedava enerji, motorlu araçlann üretim ve işletme mali­ hiş bir coşkuyla ele aldığı bütün enerji türlerini reddetmek istemem, ama sırf on­
yetlerini öyle düşürecektir ki dünya hızla Los Angeles'teki kadar lann üzerine oynayıp uygarlığın geleceğiyle kumar oynamak da istemem. Bu tür
bir akıl yürütmeyle sürekli gündeme gelen konulardan biri de eneıjiyi toplama,
arabayla dolacak, altyapıyı çökertecek, kaynak azalmasını muaz­
biriktirme ve dağıtmanın ekonomisidir. Tamam, "uzay enerjisi" diye bir şey ola­
zam ölçülerde artıracak, doğanm kalan kısımlan da asfaltla kapla­ bilir, ama onu kim nasıl toplayacak? Küçücük bir kara deliğin enerjisinin bile bi­
nacak ve insanhğın araba çılgınlığı spazmı içinde kendi kendini öl­ ze sonsuza kadar yeteceği muhakkak, ama N ew York Times'ı yine bir dolara al­
dürmesine neden olacaktır. Bu anlamda, enerji ve malzeme sınırla- maya devam edeceğiz.
8. Yakın zamanlarda elde edilmiş korkunç bir bulgu; Associated Press 10
malan azgın büyümeyi frenler, ama sermaye, doğanın kanseri, ne Temmuz 2000'de, A B D Balık ve Yaban Hayatı Dairesi'nin bir yılda 40.000.000
sınırlama tanır ne de sınır. Kâr neredeyse oradadır, yani ne kadar kuşun Amerika'yı kuşatan 77.000 (bu sayı o döneme ait) mikrodalga iletim ku­
araba o kadar kâr. lesine çarparak öldüğü, her gün bu sayının arttığı tahmininde bulunduğunu bil­
dirmişti. Bu da "ekolojiye zarar vermeyen" teknoloji işte (gerilim hatlarının, cep
Yukandaki ömek açıklayıcıdır, ama aynı zamanda bu tahmini
telefonlarının vs. elektromanyetik alanlarının etkilerinden söz etmiyoruz bile).
enerji hesaplamasının iyi bir hesaplama olmadığını ve bütün uçuk 9. Enformasyon ekonomisinin çevreye getirdiği külfetle ilgili harika bir tar­
kehanetleri tartışmalı hale getirdiğini gizler.^ Kısacası, IMF'nin di­ tışma için bkz. Huws 1999.
206 DOĞANIN DÜŞM ANI REELEKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 207

sanayi sistemi, hiçbir biçimde yenilenemez olan fosil yakıt girdile­ aynı nedenle de geridönüşümün onaylandığım söylemeye bile ge­
rine tümüyle bağh olmaya devam eder. Kapitalist toplumun tama- rek yok. Bu önlemlerin tek başlatma ekolojik yıkıma doğru giden
mınm canhlarm bıraktığı ve yüz milyonlarca yıl boyunca yığınak seyri (ki, kaçınılmaz olan gerçekleşip de fosil yakıüann topraktan
oluşturmuş yüksek enerjili kimyasal bağlar sayesinde işlediğini çıkanima maliyetleri onlardan vazgeçilmesini gerektirecek kadar
vurgulamak için "hiçbir biçimde" diyorum. Böyle yaparak geçmi­ yükseldiğinde, yani önümüzdeki elli yıl içinde gerçekleşmesinin
şi yağmalıyoruz. İhtiyaç duyulan bu yığınaklann yerine konabile­ beklendiği gibi tükendiklerinde, bu seyir bayağı keskin bir hal ala­
cek tek şeyse uzaklaştınlamayan atıklan nedeniyle hiçbh- biçimde bilir) geciktirmenin ötesinde şeyler yapabileceği yanılsaması ise
altematif olarak kabul edilemeyecek olan nükleer enerjidir. Diğer hiçbir biçimde desteklenemez.*^
kiplikler, özellikle de o öve öve bitirilemeyen güneş enerjisi, günü­ Ekolojiye uygun teknolojilerin yararlı etkilerinin kendilerini
müz toplumuna hizmet edemeyecek kadar dağınık ve pahalıdır, he­ gösterebilmeleri ancak üretim ve kullanım örüntülerinde temel de­
le kapitalist seçkinlerin planlan doğrultusunda büyümeye devam ğişiklikler yapılırsa mümkündür. Ama bu, ihtiyaç örüntüleri ile bü­
eden bir topluma hiç mi hiç hitap etmez. Güneş enerjisini kullan­ tün yaşam biçimlerinde temel değişim anlamma gelir, ki bunun da
makla, işe doğanın bugün benzin istasyonlarından aldığımız düşük anlamı toplumun tümüyle farklı bir temel üzerinde tesis edileceği­
entropili yakıtlarda uzun zaman önce yoğunlaştırmış olduğu şeyle dir. Teknolojik onanmlardan beklentilerimiz bunu görmemizi en­
sil baştan başlanıyor olduğu çok çabuk unumluyor. Sanayi sistemi­ gelliyorsa, teknolojinin ekolojik krizin çözümlenmesinin önünde
nin zorunlu ihtiyacı, hayatın armağanı olan düşük entropidir ve bu­ bir engel olduğu söylenebilir.
nun yeri fahiş miktarda enerji tüketilmeden doldurulamaz. Elekt­ Ama aslında, teknoloji bu yolda bir engel değildir: Yolun bir
rikli arabalar çevreyi kirletmiyor olabilir, ama elektrik üretimi öy­ parçasıdu-. Teknoloji teknik ve aletlerin toplammdan ibaret değil­
le değil; motorlu araç filomuzu döndürmek için elektrik üretiminde dir, bedenin yeteneklerini doğayı dönüştürecek bir alet şeklinde ge­
gerekli olan muazzam artış daha sağlanmamışken bile, Kaliforniya nişletmeye odaklanmış bir toplumsal ilişkiler örüntüsüdür. Gıda
gibi yerlerde anzalar göstermeye başlayan yüksek gerilim besleme ürünleri üretim modellerini karşılaştırırken (hüküm süren sermaye-
ağlanm genişletme yönünde müthiş bir baskının halihazırda varol­ yoğun sınai çiftlikleri ile onun sözde "organik" altematiflerini) bu­
duğunu da unutmayalım. Tekrar söylüyorum, hidrojen yakıt pilleri nu görmek mümkündür.
büyük gelecek vaat eden, çevreyi kirletmeyen bir enerji kaynağı Organik çiftlik, ticari çiftlik ne kadar "doğal"sa o kadar doğal­
sunuyor, ama metan veya su moleküllerini aynştırmanm dışında dır, ama sermayeye bariz biçimde mesafeli ve kendiliğinden evri­
(ki bu işlem de çok miktarda elektriğe ihtiyaç duyar) nasıl hidrojen len ekosistemlerin halleriyle uyumlu belli ilişkiler üzerine kurulu­
elde edeceğiz?'O Bush yönetiminin sahiden de korkunç enerji tasa- dur. Ömeğin, haşaratı denetim altına almak için kimyasal girdiler
rılarmı kötüleyeceğim diye acele eden çevreci liberaller çoğunluk­ kullanmak veya büyümeyi hızlandırmak yerine başka organizma­
la, başkanın talep ettiği şeylerin kapitalizmin talepleri olduğunu di­ lar devreye sokulur veya kompost yapılır - her iki dummda da ye­
le getirirken dürüst davrandığını gözden kaçınyorlar. rine başka bir şey koymaktan ziyade en baştaki işlemin bilinçli bir
Enerji kaynaklannm yenilenebilirliği ile verimliliğini artırmak biçimde artmiması yoluna gidilir. Bir taraftan, bu yöntem tarım uy-
ve kirlenmelerini azaltmak konusundaki bütün önlemlerin (yani gulamasma belli bir belirlenemezlik ve karmaşıklık katar. Daha
bütün "yumuşak enerji adımlan"nın") onaylanması gerektiğini, küçük ve daha karmaşık bir biçimde bir araya getirilmiş, toprağm

10. Büyümenin maddi smırlanyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Sarkar 1999: 12. Fosil yakıtların aynntılı durumlanna ilişkin yakın dönemde yapılmış bir
93-139. Sarkar fazlasıyla iyimser olabilir ama güttüğü mantık son derece sağlıklı. araştırma ve hidrojen temelli bir ekonominin inşasına vurgu yapan bir yazı için
11.Lovins 1977. (10 numaralı dipnottaki çalışmanın yanı sıra) bkz. Dunn 2001.
208 DOĞANIN DÜŞMANI REELEKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 209
somut sınır çizgilerine uydurulmuş sistemler, arazileri homojenleş­ dığmı. Ama yeşil iktisat bunu, sistemin kendini yenileyebilme gü­
tiren monokültürlerin yerini alırlar. Böylece, arazinin özgüllükleri, cü olduğu varsayımmdan hareketle yapar. Yeşil iktisadı benimse­
sermayenin yönetimi altında olduğu gibi görmezden gelinmek ye­ yenlerin sistemin bir parçası olduğunu söylemek haksızlık olur,*'*
rine geliştirilir. Son olarak burada, güçlü estetik, hatta manevi po­ zira bu kişilerin eleştirileri katıdır ve çoğunlukla yaptmmlarla kar­
tansiyele sahip son derece yoğun bir kişisel taahhüt söz konusudur. şılaşırlar. Gelgeldim yeşil iktisat gerçekten sistemin dışında da de­
Bu, organik tanmm, yüksek oranda fosil yakıt girdilerine ve ya­ ğildir. Yandaşlan, sistemi çekiştirip yeniden örgütleyerek ekosant-
bancılaşmış emeğe dayalı ticari tanmm homojenleştirilmiş ve ni­ rik potansiyelleri hayata geçirmek arzusundadır ve bunu gerçekleş­
celleştirilmiş monokültürlerini aşıyor olmasının bir sonucudur.ı^ tirmenin araçlannın elde hazır olduğuna inanırlar, yeter ki toplu-
Organik tarım, derin ve kalıcı bir taahhüdü yansıttığı (bir başka lukçu bir anlayışla ve "küçük" düşünülsün.
deyişle, hayli gelişkin bir toplumsal üretim gösterdiği) sürece gö­ Bu temayüle dahil dört ayak tespit edebiliriz. İlki, yani ekoloji
nüllülüğün de bir hayli ötesine geçer. Ama aynı olgu, organik tan­ iktisadı, ana akım iktisadının ekolojik kanadını temsil eder: Do­
mm sermayenin türlü hallerine karşı çok savunmasız olduğuna da ğayla kurulan iktisadi ilişkilerin tümüne ilişkin olarak otoriter ve
işaret eder. Organik tanmcılar büyük oranda, fiyat yapılannm, faiz teknik bir sesle konuşur. Ekolojik iktisat, hakemli bir dergiyle iliş­
oranlannın vs. büyük iş girişimlerince belirlendiği piyasa koşulla- kili bir meslek birliği olarak, paket halinde gelir. Yakm zamanlar­
nna itaat etmek durumuyla karşı karşıyalar, gönüllülüğün piyasaya da yayımlanmış yan resmi bir yazıda sorulduğu gibi:
kafa tutmama, onu dönüştürmeye çabalamama hatasmı tekrarla­
Y ık ıcı bir etkiden kaçınm ak için toplum u çabucak yeniden örgütleye­
dıktan sürece de karşı karşıya kalmaya devam edecekler. Piyasaya bilir m iyiz? B üyü k belirsizlikleri tanıyacak kadar alçakgönüllülük gösterip
kafa tutmak ve onu dönüştürmeye çalışmak, elbette diğer mücade­ kendim izi on lan n en tehlikeli sonuçlanndan koruyabilir m iyiz? O basit
lelerden ayn gerçekleştirilemez. "daha fazla büyüm e" m azeretinin artık geçerli olm adığı bir dünyada refa­
Bütün bunlar bizi ekonomik sistemi yeniden biçimlendirme hın paylaşım ı, nüfus team ülleri, uluslararası ticaret v e enerji arzı gibi neta­
amacmı taşımakla birlikte sosyalist olmayan çabalara göz atmaya m eli konularla baş e d ecek etkili politikalar geliştirebilir m iyiz? Uluslarara­
sı, ulusal v e yerel dü zeydeki yönetişim sistem lerim izde, bu v e y en i, daha
zorluyor.
zor m eydan okum alara uyum sağlayacak d eğişiklik ler yapabilir m iyiz?*’

Ekoloji iktisadının toplumsal dönüşümle ilgilenmediği ve mev­


Yeşil İktisat
cut sistemin krizi massetme, yani onu "uyarlama" gücüne sahip ol­
Yirminci yüzyıl sosyalizminin çöküşünün ardından, sermayenin duğunu kabul ettiği açık. Ekolojik iktisatçılar, aslında bu nihai
devrilmesi ve tümüyle terk edilmesi gerekmeden ekolojik krizden amaçla çok çeşitli araçsal önlemler kullanu-lar, "özendirme temel­
çıkılmasını sağlayacak bir yol bulunabileceğini iddia eden etkili ve li" uygulamalardan (yukarıda sözünü ettiğimiz almıp satılabilir
muhtelif fikirler gündeme geldi. Bu "yeşil iktisat", burada dile ge­ emisyon kredileri gibi) çeşidi ekoloji vergilerine, "doğal sermaye"
tirilen birçok ekonomik noktayı yankılar; yani, sistemimizin bir çe­
şit devleşmeden mustarip olduğunu, sistemin savunduğu değerle­
14. Çoğunlukla akademisyenlik gibi güvenli ve cazip işleri olsa da. Nitekim
rin, özellikle de nitelikten önce niceliğin tercih edilmesinin, vahim
bu kitabın yazanmn işi de öyledir.
bir zaaf olduğunu, kaynaklan yanlış tahsis ettiğini, eşitsizliğe prim 15. Costanza vd. 1997:5. Kitabın beş yazanndan Robert Costanza ile John
verdiğini ve küresel ekolojiye karşı genellikle dikkatsizce davran- Cumberland Maryland Üniversitesi'nden; Herman Daly (aşağıya bkz.) ile Robert
Goodland, Dünya Bankası'yla ilişkili, beşincisi olan Richard Norgaard ise UC
Berkeley'de ve krize bir "birlikte evrim" paradigmasından yaklaşan D evelop­
13. Lappe ve diğ. 1998. Organik üretimin popülerliği arttıkça sermaye de ment B etrayed (Norgaard 1994) kitabının yazan. Tarihsel açıdan daha derin ve
onu sahiplenmeye çalışır ki bu da akıbetimiz kötü demektir. buradaki perspektife yakın bir yaklaşım Martinez-Alier 1987'de de görülebilir.
210 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 211

tüketim vergisine ve kirleticilere karşı cezai müeyyideler uygulan- cinsiyet veya başka tahakküm kategorileriyle ilgili sorunlara yoğun
masma kadar. bir eleştiri getirmeden dile getirir. Temel lezyonu, felsefi veya dini
Ana akım ekolojik iktisatçılar, ekonomik birimlerin büyüklük­ açıdan tarif eder, ansızm ortaya çıkmış büyük bir hata olarak, be­
lerine karşı görece daha ilgisizdirler. Gelgeldim, yeşil iktisadın nimsediği "materyalizm" hayatı "anlammdan" soyup "cömertlik ve
ikinci ayağmı oluşturan diğerleri, büyüklüğü birincil derecede ihtimam" ruhunu yok eden ve "Bilimsel Devrim" olarak tanımlana­
önemli bir sorun olarak kabul eder. Bu iktisatçılar kabaca neo- bilen bir hata olarak. Korten bunu cafcaflı bir tavırla ifade eder:
Smithçi olarak tarif edilebilir; buradaki Smith, modem siyasi ikti- Bütün [insanlığa karşı] sorum luluklannı fark etm eyip b u n lan üstlen ­
satm babası olan şu meşhur Adam Smith'ten geliyor. Adam Smith' m em eleri yüzünden, m uazzam yetenekleri, hayatın tam am ım tahrip eden,
in serbest piyasa yandaşlığı, bugünkü neo-liberalizminkinden son ortaya ç ık ışı m ilyarlarca yıllık bir evrim sürecinde m üm kün olm u ş canlı
derece farklı bir amaçtan kaynaklanıyordu. Smith'in vizyonu (ki bu doğal serm ayenin büyük bir kısm m ı 100 yılda yok eden son derece yık ıcı
aynı zamanda Thomas Jefferson'm da vizyonu olmuştur) birbirle- am açların hizm etine girmiştir.*^

riyle serbestçe mübadele eden küçük üreticilerin kapitalizmiydi. "Doğal sermaye" göndermesine dikkat, sanki doğa bin bir güç­
Tekellerden korkuyor, hatta tiksiniyordu ve küçük satıcı ve alıcılar­ lükle sermaye hediyesini insanın eline vermiş, insan da yanlış bi­
dan oluşan rekabetçi piyasanın (bir kişinin tek başma fiyatları be- lim ve materyalizm yüzünden mirasını kötüye kullanmış gibi. Ser­
lirleyemediği bir piyasanın) özyönetimle tekelleri denetim altında maye (veya sınıf veya kapitalist devlet) öyle aman aman büyütüle­
tutacağını düşünüyordu. Smith, devlet müdahalesinin, yani neo-li- cek şeyler olmadığı, hatta doğa ürettiğine göre, iyi şeyler olduğu
beralizmin bu en nefret ettiği şeyin, tekelciliğe ve ekonomik dev­ için. Korten bunlann, hayvanlan kısıtlayıp onlan etkili bir biçim­
leşmeye neden olacağı kanısmdaydı. Söylemeye bile gerek yok, de evcilleştirecek ve insanlan neo-Smithçi Vadedilmiş Topraklar'a
neo-liberalizmin son söylenen bu amaçlarla bir alıp veremediği taşıyacak olan "küreselleşen sivil toplum" tarafından denetlenme­
yoktur. sinde bir sakınca görmez. Bu esasen, tarihin yerine geçen iyimser
Neo-Smithçi düşünce küçük, bağımsız sermayelerin üstünlü­ bir peri masalı; böyle bir şey olsaydı, dünya değiştirilmesi çok da­
ğünü tekrar tesis etmek arzusundadır. Bu amaçla, bu görüşün ön­ ha kolay bir yer olurdu.
de gelen destekçilerinden David Korten'in ortaya koyduğu gibi, Neo-Smithçilik ile topluluk temelli iktisat arasındaki mesafe o
Smith'in "sermayenin belli bir yerde kök salacağı" varsayımı ha­ kadar kısadır ki, onlan aynı başlık altında toplamak işten bile de­
yata geçirilmelidir.*® Korten'in, özünün "demokratik çoğulculuk" ğildir. Ama topluluk temelli iktisadı ekoloji iktisadmm üçüncü aya­
olacağını belirttiği ekolojik toplumu, kapitalist firmaların yayılma ğı olarak ortaya koymak, neo-Smithçileri, "Budist iktisat"** çağn-
ve merkezileşme eğilimlerini dengelemek için (şimdi sayılan azal­ sında bulunan E. F. Schumacher'in takipçilerini veya The Ecologist
mış olan bu firmalar ekonominin ana kaynağı olmaya devam etse dergisi etrafında toplanan ve Güneyli veya yerli topluluklar arasm-
de) hükümet ile sivil toplumun ittifak ettiği "tanzim edilmiş piya­
salara" dayalıdır. 17. Korten 2000.
Korten, birçoğu burada tartışılanlarla paralellik gösteren bu gö­ 18. Schumacher'in Budist emek görüşü, "bir insana kabiliyetlerinden yarar­
lanma ve onlan geliştirme fusatı verilmesi" gerektiği, işin eğlenceden [leisure]
rüşleri nedeniyle bayağı şöhret kazanmıştır. Gelgelelim, bu görüş­
aynlmasmm doğru olmadığı, ikisinin de yaşam sürecinin iki tarafı olduğu fikirle­
lerini bizatihi sermayenin kendisine, özellikle de smıf, toplumsal rini içerir. Burada, işin hayatın bir ifadesi ve karakterin saflaştmiması olduğu üze­
rinde vurgu yapılır; aslında bu görüş Marx'in görüşlerine çok yakındır, özellikle
de erken felsefi yazılanndaki görüşleriyle yabancılaşma teorisine. Gelgelelim,
16. Korten 1996; 187. Neo-Smithçilerden biri de The Ecology o f Commerce' Schumacher sınıf mücadelesiyle ilgili ne somut bir kavram sunar, ne genel olarak
in (Hawken 1993) yazan Paul Hawken’dir. Hawken’le ilgili düşüncelerim için failler hakkında bilgi verir, ne bir sermaye teorisi vardır, dolayısıyla ne de serma­
bkz. Kovel 1999. yeyi aşmanın nelere mal olacağıyla ilgili bir teorisi. Schumacher 1973:50-9.
212 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 213

daki küçük üreticileri öne çıkaran "Ortak Arazi" taraftarlarını veya Kooperatiflerin özel olduğu, yani toplumun tamamma değil sa­
Yeşil hareketin önemli kısımlanm ve toplumsal ekoloji taraftarla- dece işçilerine ait olduğu, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kabul
rmı (aşağıya bakmız) kapsayan topluluk ekonomisi hareketinin ge­ edilir. Ama bu anlam, mülkiyet kurallannı inşa eden bir sistemin
nişliğini göstermek açısından işe yarar bir şeydir. Topluluk ekono­ koşullarma göre düzenlenmelidir. Yeşil iktisadın sınırlan işte tam
misinin genel eğiliminin kökleri, modernlik ve devleşme kuvvetle­ da bu noktada açığa çıkar. Zira, kooperatifler hem çekicidirler, hem
rine karşı savunma amacıyla karşılıkçılığa vurgu yapan Proudhon de, toplumun ekolojik bir doğrultuda dönüştürülmesi bakımmdan,
ile Kropotkin'in anarşist geleneğine dayanır. Bu bakış açısmı des­ duraklatıcı ve yalıtılmış bir ilk adımdan başka bir şey değildirler.
tekleyenler genellikle sosyalizme düşman oldukları için, kamunun Morrison'ın yukandaki sözlerinden yola çıkarsak, işbirliği ilkesi­
üretim araçlarma sahip olmasına karşı çıkar, çeşitli ekonomi biçim­ nin kapitalist toplumun kooperatif kurumlan içinde ancak kısmen
lerinden oluşan bir karışımı tercih ederler. gerçekleştirilebilir olduğunu söyleyebiliriz. Aslında, çiftçi koope­
Topluluk ekonomilerinin unsurları olarak kooperatiflerden sık ratiflerinden işçilere kredi veren kuruluşlara, hatta bazı sağlık ör­
sık söz edilir. Ama, ister tüketicilerin olsun, (daha önemlisi) ister gütlerine kadar, ekonominin önemli bir kısmı zaten kooperatiflerin
üreticilerin, kooperatif hareketi, emeğin örgütlenmesi ve demokra­ elindedir. Ama bu, ekolojik krizin büyümesini durduramamıştır,
sinin ilerlemesiyle ilgili içerimlerinden dolayı, yeşil iktisadın ayn, tıpkı kurşunsuz benzin, geri-kazanılmış kâğıtlarla basılan gazeteler
dördüncü ayağı olarak söz edilmeyi hak ediyor. Özünü üreticilerin ve diğer değerli hafifletme çabalarmın durduramadığı gibi. Bütün
mülkiyeti oluşturduğu için, işbirliğinde bulunma kavramı kapita­ ekonomi kooperatiflerin elinde olsaydı durum bugün daha farklı
list toplumsal ilişkileri temelden sarsar, hiyerarşi ile yukandan de­ olurdu şüphesiz; ama böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi için serma­
netimin yerine özgürce bir araya getirilmiş emeği koyar. Roy Mor­ yenin bizatihi kendisinin bertaraf edilmesi ve yerine başka bir şey
rison şöyle yazar: getirilmesi gerekirdi, ki bu, mevcut kooperatif hareket sayesinde
gerçekleştirilmesi imkânsız, çok daha farkh ve devrimci bir konu.
İşbirliği... hem toplu m sal y a ra tıc ılık tır (yen i yaşam y ollan n m , m ahal­
Kooperatiflerin (veya topluluk iktisadınm veya yeşil kapitaliz­
lelerin v e toplulukların artması) hem de ik tisa d i y a ra tıc ılık (topluluk te­
m elli iş girişim lerinin bü yüm esi sayesind e g eçim in i sağlam ak)... B ö y le bir
min veya kendi içinde herhangi bir reformun) krizi durduracağını
işbirliği zorunludur. M odernliğin krizlerine karşı kilit bir cevaptır. Bu an­ farz etme yanlışı, sermayeyle ilişkilerinin yanlış anlaşılmasından
lam da, sanayi devleti, karşıtınm yani işbirliği içinde bulunan dinam ik bir kaynaklanır. Sermaye, temel yayılması güvence altında olduğu sü­
ortaklığm ortaya çıkm asını hızlandıran bir katalizör haline gelir, rece her tür gelişmeye ve rasyonelleşmeye izin verir; gerçekten de,
Marx da ilk zamanlar kooperatifler hakkında iyi şeyler söyle­ birçok reform tam da bunu yaptığı için başanlı olmuş ve burjuva sı­
mişti: nıfının gerici unsurlanmn karşı çıkışlanna rağmen bu sınıfın ilerici
unsurlan ile devlet tarafmdan teşvik edilmiştir. Dolayısıyla, bazı
[Kooperatifler, işçiler için] em eğin siyasi iktisatm ın m ülkiyetin siyasi
kooperatifler ile yeşil kapitalizm, birikime mütevazı katkılarını
iktisatı üzerinde kazandığı [çahşm a saatinin günde o n saate ulaşm asıyla
sürdürdükleri veya en azından birikimin önünde durmadıkları süre­
kıyaslandığında] daha büyük bir zaferdir... B u büyük toplum sal d en eyle­
rin değeri ne kadar vurgulansa azdır... bir am ele sın ıfım çahştıran bir e fen ­ ce, kulübe alınmakta, hatta kulübe girmeleri teşvik edilmektedir.
diler sınıfı olm adan da m od em b ilim in b u ynıklann a uyarak geniş çaplı
üretim yapm anın pekâlâ m üm kün olduğunu gösterm işlerdir..
[1864]). Marx'ın o dönemlerde Engels'e yazdığı bir mektupta konuşmanm "gö­
rüşümüzün işçi hareketinin mevcut bakış açısından kabul edilebilmesini sağlaya­
19. The Ecologist 1993; Proudhon 1969; Kropotkin 1975. cak bir çerçeveye oturtulmasının..." (s. 512) zor olduğunu ifade ettiğini belirt­
20. Morrison 1995: 151. İtalikler özgün metinden. mekte yarar var, zira bu, daha militan bir özelliğe sahip Komünist Manifesto'mn
21. Kari Marx, "Uluslararası İşçiler Birliği A çılış Konuşması" (Marx 1978d yazıldığı 1848'den sonra devrim umutlannm azaldığının bir kabulüdür.
214 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 215

Gelgelelim, ekolojileri parçalayan (aynı zamanda, kooperatifler le kaleme aldığı bir yazısmda belirttiği üzere) ne kadar iyi niyetii
ile diğer yeşil sermaye biçimlerine baskı yapan) tam da "dev kuv­ olurlarsa olsunlar, kapitalizm dahilindeki kooperatifler işçileri,
vet alanı" biçimindeki bu yayılmadır. Bu "kuvvet alanı"nı daha ya­ "kendi kendilerinin kapitalisti olmaya zorlayarak... onlan kendi
kından incelediğimizde, onu toplumun bütün yüzeyine yayılmış bir emeklerinin istihdamı için üretim araçlarmı kullanmaya teşvik
talep olarak, kâr artışı talebi olarak görürüz. îlk bakışta bu baskı ederek" (ki bunun standartlan daha sonra kapitalist Piyasa tarafm-
son derece açıkmış gibi görünür, ama incelendiğinde birtakım şa- dan belirlenir) "hâkim sistemin noksanlannı" ister istemez yeniden
şntıcı özellikler ortaya çıkar. Kârm fıyatm bir işlevi olduğu açıktır, üretirier. Dolayısıyla, kooperatiflerin hoşuna gitsin gitmesin, ser­
ama fiyatlar değişken ve kararsızken, kârlar çok daha belirgin ol­ maye bütün o atomlaştırma özelliği ve rekabet baskısıyla hepsini
mak durumundadır. Ömeğin, ekonomide fiyatlardaki büyük değiş­ kuşatır ve onlan diğer kapitalist girişimler gibi bir gkişim haline
kenlik işaretlerini (hisse senedi kotaları, faiz oranlan, döviz kurla- gelmeye zoriar, tıpkı özel sağlık örgütleri veya büyük bir bölümü
n, meta fiyatlan vs.) kapitalist piyasalardaki ekonomi failleri nasıl işçilerin mülkiyetinde olan en büyük şirketierden United Airlines'
yorumlar? Parasal meblağlarına bakarak elbette. Ama paranm han­ ın başına gelen kötü olaylann gösterdiği gibi.^^
gi işlevini temel alarak (paranm saf mübadele edilebilirliğini mi, Her halükârda, değerin baskısıyla mücadele etmek gerekir ve
alınıp satılabilir bir meta olma özelliğini mi, değerin cisimleşmiş bir kooperatifin, hatta kapitalist toplum içindeki her ekonomik olu­
hali olmasmı mı)? Elbette üçüncüsünü: Kârlılığın ekonomik değer- şumun ekoloji konusundaki başansı, bu baskının ne kadar etkisiz
lehdirmelerinde değer öne çıkar. Mübadele edilebilirlik olarak pa­ hale getirildiğiyle veya üstesinden gelindiğiyle yakmdan ilgilidir.
ranın esaslı bir varlığı yoktur; bu su üstüne yazı yazmak gibi bir Peki ama kapitalizm içindeki değerin gerçek gücü nedir? Önceki
şeydir, meta olarak paranın kendisi ise alınıp satılmak içindir, bu­ tartışmamıza dönersek, değer ancak insan emeği (bütün ekonomik
nun ötesinde bir şeyi ifade edemez. Halbuki değer, kapitalizmin faaliyetler için elzem olan üretim gücü) üreticilerin üretim araçla-
bütün muamelelerine yayılan aktif bir ilişkidir. nndan ayniması yoluyla ücret ilişkisi içinde metalaştmidığında
Kuvvet alanı, toplumun bütün yüzeyine yayıldığmda, değer, dünyayı tahrip edebilecek canavarsı bir sermaye biçimi halinde or­
kuvvet alanmı kendine çekmek için toplumun bütün yüzeyi boyun­ taya çıkar. Bu genel bir hal alır, zira kapitalizmin hâkimiyeti altm-
ca, deyim yerindeyse, ekilir; mübadele değeri nereye eklenirse, da sömürüye açık emek, yeşil ekonominin de uyması gereken genel
orada bir meta ortaya çıkar. Kapitalizm, genelleşmiş meta üretimi­ piyasa uygulamalarmı belirlediği için, yeşil olsun, başka cinsten ol­
dir, değer de her şeyi kaplayan vektördür, kapitalizmin fiili işlevi sun bütün iktisadi faaliyetlerin zeminini oluşturur. Sermayenin ana
değeri tesis etmek ve devamlılığını sağlamaktır. Kârlar, değerlerin kurumlan piyasanm temel koşullannı belirleyecek kadar dayandık-
artışıdu- (parada görüldüğü üzere), değerler ise kapitalizmin bütün lan sürece, sürekli olarak üreticileri, yani insanlığı, üretim araçla-
unsurlannı kârlılığa yönlendirir; yani, her şeyden önce, kapitaliz­ nndan ve de doğadan ayırmaya, emeği de sömürülmeye zorlar.
min Piyasa adıyla bilinen büyük kalesiyle kastedilen şey budur. Sermayenin gerçekliğinden bakıldığında, başlı başına bir amaç
Her kooperatif yöneticisinin bildiği gibi, özgürce bir araya gelmiş olarak görülen topluluk iktisadı tutarsızlaşır. Hatta mantıksal ola­
emeğin kendi içinde işbh-liği yapması ebediyen, Piyasa'nın bünye­ rak tutarsızdır. Zira her iktisadi faaliyet hem yereldir (birilerinin bir
sinde varolan değerin kuvvet alanı tarafından kuşatılmıştır ve onun
hükmü altındadır; bu kendini banka işlemlerinde gösterdiği gibi,
ayakta kalabilmek amacıyla emeği sömürme yönünde biteviye 22. Marx 1967b: 440. Aklıma gelen tek istisna, Ispanya'nın kuzeyindeki
Mondragon kooperatif sistemi; bu kooperatif sistemi, kooperatif hareketinin bel­
baskı yapılması şeklinde veya hiyerarşi, bürokrasi ve bunun gibi ki de en büyük başarısıdır; gerçi, maruz kaldığı sistemsel kısıtlamalar göz önün­
yüzlerce başka aracıyla da kendini gösterir. Marx'ın sözleriyle (ko­ de bulundurulursa, Mondragon muhtemelen artık smırlanna dayanmıştı, kapita-
operatiflerin sınırlarının daha açık hale geldiği bir durum vesilesiy­ hst rejimin tamamını hiçbir biçimde tehdit etmeden hem de. Morrison 1991.
216 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 217
yerlerde bir şeyler yapmalarını içerdiği için) hem de küresel. En pimi metalara dayalı bir geçiş dönemi kapitalizminin bağlamı da­
yerel durumlarda bile, örneğin, Güney Kaliforniya'da birtakım ço- hilinde yapmıştı.^“* Smith'in dönüşümü gerçekleştireceğini düşün­
cuklann arka bahçelerindeki limon ağaçlanndan limon toplayıp düğü failler, işlevsel özgürlüklerini topraklan üzerindeki denetim­
yaptıklan limonataları evlerinin önünde satmasında olduğu gibi, lerinden alan aydın küçük toprak sahiplerinden oluşan bir smıfa
nihai, yerel edim derin ve yaygm bir temele dayanır. Limon ağaç­ mensuptu. David Korten'in yaptığı gibi, "sermayenin belli bir yer­
lan, bugün San Diego adıyla anılan yerde ezelden beri mi yetiş­ de kök salacağı" hayalini kurmak bile ancak bu şartlar altmda bir
mektedir? Limon ağaçlan veya gıda üreten herhangi bir varlık do­ anlam ifade eder. Yeni sınıf oluşumlan birikimi genişleyen bir öl­
ğada mı bulunmuş, yoksa yüzyıllar boyunca dönemin insanlannm çekte mümkün kıldığı için, bu gerçekleşmeden kalan bir hayaldi.
emeğiyle mi meydana getirilmiştir? Ağacı büyüten ve limonatada Bugün, sermayeyi sabitlemeye çalışmanın cıvayı sabitlemeye ça­
kullanılan su nereden gelmektedir ve bu kadar ucuz satılması için lışmakla eşanlamlı hale geldiği bir zamanda, bu nostaljik bir hayal­
ne gibi mücadeleler vermek gerekmiştir? Peki ya şeker nereden den ibarettir. Smith'in siyasi İktisadı tarihselleştirilmeye muhtaç ol­
gelmektedir?23 Evde mi yapılmıştır, yoksa daha büyük olasılıkla, duğu gibi, temel kategorileri de tarihdışıdır ve özcü hale getirilmiş­
parayla satın mı almmıştır, satm almdıysa nereden almmıştır? Ya tir. İnsanlann, Smith'in şu meşhur iddiasmdaki gibi, ticaret ve mü­
piyasa haline gelen ev, nasıl alınmış ve inşa edilmiştir? O yörede­ badeleye doğal bir eğilimleri varsa, bu eğilimlerini hayata geçirme
ki malzemelerle mi yapılmıştır? işini kapitalist şirketlere vermeleri gerekir. Peki ama, kapitalizmin
Saf bir topluluk, hatta "biyobölgesel" (aşağıya bakmız) ekono­ itkileri ne zamandan beri doğrudan insan doğasmm doğuştan gelen
mi hayalden ibarettir. Katı yerelcilik, toplumun ilk evrelerinde ol­ özelliklerinden türemektedir? Sermayenin iktidan ele geçirişinden
muştur: Bugün tekrar edilemez, edilse bile, bugünkü nüfus düzey­ beri, hepsi bu. Bugün, büyük sermaye kadar ölümcül olmasa bile
lerinde ekolojik bir kâbus olacaktır. Dağınık yerlerin çokluğu ne­ ekolojik tecavüzler içinde en ciddisi olan emeğin sömürüsünü de­
deniyle yaşanacak ısı kayıplannı, heba edilecek kıt kaynaklan, ge­ vam ettiren, dolayısıyla sermayenin kanserli büyümesini sağlayan
reksiz yere sarf edilecek çabalan ve yaşanacak kültürel yoksullaş­ virüsü kapmış küçük sermaye modeline neden boyun eğelim?
mayı düşünün. Bu ifade asla küçük çaplı ve yerel girişimlerin de­ O halde paranm, ücretli emeğin ve meta mübadelelerinin, on­
ğerinin inkâr edildiği şeklinde yorumlanmamalı: Ne de olsa, geli­ larla birlikte de bütün piyasa ilişkileri ile ticari girişimlerin hemen
şen her ekosistem farklılaşmış, yani tikel faaliyetler sayesinde iş­ ortadan kaldınlması çağnsmda mı bulunuyoruz? Kesinlikle hayır:
ler. Bu ifade daha çok yerel ile tikelin küresel bütün içinde ve onun Bu tür önlemler Pol Pot veya Stalinist çözümlere bir geri dönüştür
sayesinde varolduğunu, her ekonomide, duvarlan hiçbir kasaba ve­ ve bunlann insanlık ile doğa üzerinde kölelik kadar ağır etkileri
ya biyobölgeyle sınırlı olmayan karşıhkh bir bağımlılık ilişkisinin vardır. Bunlar, gerek insani gerekse doğal ekosistemleri parçalayan
zorunlu olduğunu, bunun aslen parçalann bütünle ilişkisi meselesi şiddet biçimleridir. Ekosantrik bir halk sermaye birikimini bastır­
olduğunu vurgulamaktadu-. mak zorunda kalmaz, çünkü böyle bir halk sömürüden uzak olacak
Dolayısıyla, bir ekolojik toplum vizyonu tümüyle yerel olamaz, ve özgürce bir araya gelmiş emeğin zemininden birikim dürtüsü or­
küçük sermayedarlardan oluşan neo-Smithçi bir sistem de olamaz. taya çıkmayacaktır. Mesele bu zemine ulaşmaktır; bu yolda bugün­
Zira Smith bu muhakemeyi (Jefferson'ınki gibi) oluşum aşamasın­ kü üretim yöntemlerini yıkmak değil, onlan aşmak ve dönüştürmek
da, sanayileşmenin toplum haritasmı yeniden çizip büyük insan icap edecektir. Ama bütün bunlann önce hayal edilmesi gerekiyor.
kitlelerini dünyadan ve üretim faaliyetleri üzerindeki denetimlerin­ Bu vizyonu oluşturmak için, kapitalist yöntemlerin radikal bir bi-
den uzaklaştırmasından önceki dönemde ve aslen tanmsal ve el ya-
24. "Smith'in çözümü sanayi İcapitalizmine geçiş Icoşuiiannda iıayatta İcaia-
23. Mintz 1995. mazdı" (İVİcNaliy 1993: 46).
218 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 2 19

çimde reddedilmesi zorunludur. Dolayısıyla, yeşil iktisadm kapita­ değil, elbette kadmlann ev işleri yaparken yaşadıkları yabancılaş­
list şirketlere önemli bir rol veren bir sözde "çeşitliliği" koruma ma ve çocuklarm okullarda sıkboğaz edilmeleri dahil, yaratıcıhğı-
hoşgörüsünü reddetmeliyiz. Tavuklarla sansarlan aynı kümeste ye­ mızm her türlü zorlayıcı biçimlerinin ortadan kaldınlması mesele­
tiştirmeye çalışmaktan farksız bir şeydir bu. Gerçek dünyada ise sini de. İşin aslı, insanlığın büyük bir bölümünün insanlığı kısıtlan­
sözde bizi kurtaracak olan şu üci zıt sözcüklü "doğal sermaye" de maktadır, bunun üstesinden gelmek, yukanlarda bir yerde mevzi
dahil sermayenin her biçimi, birikim seline kapılıverir hemen. alıp kokuşmuş bir ekonomiyle uğraşmaktan çok daha önemlidir.
Küçük iktisadi birimlerin veya topluluk birimlerinin faziletleri­ Bu hakikat ekoloji iktisatçılarmda ya hiç yoktur ya da su- olup git­
ni küçümsemek niyetinde asla değilim. Aksine: Son bölümde de miştir. Ekolojik İktisada Giriş gibi temel metinlerde gerçek halkın
göreceğimiz gibi, küçük ölçekli girişimler, ekolojik bir topluma gi­ ve gerçek halk mücadelesinin esamisi okunmaz. Tamam, kitabın
den yolun önemli bir parçası ve o toplumun yapı taşlarıdırlar. Bu­ yazarlan "yaşayan bir demokrasi" çağrısında bulunuyorlar, ki bu
rada daha çok perspektifle ilgili bir sorun var: Küçük birimler ka­ elbette iyi bir şeydir. Ama hayat mücadeledir, özellikle de antago-
pitalist yönelimli mi yoksa sosyalist yönelimli mi olacak ve başlı nizmalarm toplum sürecinin aynimaz bir parçası haline geldiği sı­
başma birer amaç olarak mı görülecekler, yoksa daha evrensel bir nıflı bir toplumda. Yine de Ekolojik îktisat'a göre, yaşayan demok­
vizyonla bütünleşmiş olarak mı? Ben şahsen bu her iki seçenek di­ rasi, "bu önemli konular üzerinde tartışılıp mutabakata varılan...
zisinin de ikinci kısımlarmdan yanayım: Birimler kararlı bir biçim­ büyük bir süreçtir. Bu süreç, bugün birçok ülkede hâkim olduğu
de antikapitalist ve şeylerin bütünlükleriyle diyalektik bir ilişki görülen polemikçi ve kavgacı siyasi süreçten farklıdır." Bu neden­
içinde olmalı. Zira insanlar deliklerde yaşayan kemirgenler değil­ le, "toplumun bütün üyelerini arzu ettikleri gelecek ve bu geleceği
ler. İskelet, akciğer veya daha büyük organizmalar için gerekli olan mümkün kılacak politikalar ve araçlarla ilgili esaslı bir diyalog içi­
diğer organlara sahip olmadıklan için küçük ölçekli bir hayatla ye- ne sokmamız" gerekir.^^ Bu ifadenin kafalarda yarattığı imge, pos-
tinebilen böcek benzeri yaratıklar da değiller. İnsanlar, doğaları ge­ tahanelerdeki duvarlarda bulunan ve ortak konular hakkında ko­
reği, büyük, genişlemeye uygun, evrenselleşmeye meyilli yaratık­ nuşmak üzere toplanmış olan Kızılderililer'in Avrupalı yerleşimci­
lardır. Varlığımızı, ihtişamımızı olduğu kadar mahremiyetimizi, en leri/işgalcileri ciddi bir tavırla karşılamalannı tasvir eden resimler-
göze çarpan vasıflarımızı olduğu kadar fark edilmeyen vasıflarımı­ dekilere benzer. Sağlıksız çalışma koşullarma sahip işyerleri kapi­
zı dışavurmak için farklı gerçekleştirme derecelerine ihtiyaç duya- talist sistem içinde köleliği yeniden dayatır, orta sınıfa mensup mil­
nz biz. Bizi koruyacak iskelet benzeri yapılara ve türümüze özgü yonlarca insan mağaza kültürüne ve hayhuyun içine havale edilir­
ihtiyaçlanmızı karşılamamız için özelleşmiş organlara ihtiyaç du­ ken, mutabakat aydınlatıcı bir terim değildir; düşünüp taşınılarak
yarız. Bu nedenle, ekolojik hale gelmiş bir dünyada büyük ölçekli oluşturulmuş, iyi seçilmiş ve uygun faaliyetlerle takviye edilmiş
faaliyetlerin önemli bir kısmının, ömeğin demiryolu ile iletişim bazı polemikler bayağı yararlı olabilir. Sahte uzlaşmalar bunun gi­
sistemlerinin ve yüksek gerilim ağlarının varlığmı sürdüreceğini, bi adaletsiz bir dünyadan çıkış için uygun yol değil. Adalet talebi,
şehirlerin de evrenselliğin mekânları olarak serpileceğini düşünü­ emeği özgürlüğüne kavuşturacak olan mihverdir; ekolojik krizin
yorum. Burada affınıza sığınarak, ekolojik bir toplumda New York, üstesinden gelme konusunda da temel vazifesi görmelidir.
Paris, Londra ve Tokyo'nun yıkılmayıp daha dört başı mamur bir
biçimde gerçekleştirilmesi, küresel sermayenin kâbus şehirlerinin
de (Cakarta ve Meksiko gibi) iyileştirilerek bu şehirlerin düzeyine 25. Costanza vd. 1997:177,180. Kitabın yazarlan Marx'm ifadelerini hurda­
getirilmesi gerektiğinde ısrar edeceğim. haşa da çevirirler, onun fiziksel kaynaklann mülkiyeti ve dağıtımıyla ilgili katkı-
lannı küçültürler ve komünist toplumlarm sebep olduğu ekolojik tahribattan "do­
Bu iyileştirme konusu birçok biçimiyle, emeğin özgürleşmesi ğanın katkılannı göz ardı eden emek-değer teorisi"ni sorumlu tutarlar. Marx'm
meselesini tekrar gündeme getirir; hem de sadece ücretli emeğin tezleri bundan fazla nasıl tahrif edilebilirdi acaba?
220 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 221

Bu bölümü bitirmeden önce, bana göre ana akım ekoloji iktisat- masıyla etkisini yitirir; ona göre, sermaye ile emek arasmdaki kar­
çılan içinde en iyisi olan Herman Daly hakkmda da birkaç söz ek­ şıtlık "geçmişe egemen olan bir durumdur... emeğin çıkarlanyla
lemek gerek. Dünya Bankası'mn eski çalışanlanndan ve Georges- yönetimin çıkarlannm uyum içinde olmaktan ziyade karşıtlık için­
cu-Roegen'in öğrencilerinden Daly, sisteme içkin olan patolojik de olduğu geçmişe. Sermaye emeğe meta muamelesi yaparken de
büyümeyi herkesten daha çok sorgulamıştır. Seçkinlerin kanaatle­ aynı şeyler geçerliydi... Bugünse bu o kadar da geçerli değildir" -
rinin aksine, büyümenin smu'lan tezine sıkı sıkı sanimış ve ekono­ şaşırtıcı bir fikir. Sonuç olarak, "amaç, emek ile yönetim arasmda­
miyi buna göre yeniden tanımlamaya girişmiştir. Köklü bir deği­ ki iletişimin, bu ikisi için de daha yararlı bir durum yaratılana ka­
şim çağnsmda bulunmaktan ve bu çağrıyı yaparken güçlü, teknok- dar, artmiması olmalıdır." Daly burada, 1970'lerdeki krizlerden
ratik olmayan bir dil kullanmaktan da kaçınmamıştır.^® Daly'nin, sonra ıskartaya çıkanlan ve zaten esasen bir mistifikasyondan iba­
budalaca olduğunu gayet iyi bildiği yerleşik düşünce tarzı ile bura­ ret olan Fordizm ideolojisini tekrarlıyor.
da yer verdiğimiz daha radikal yaklaşım arasmda bir köprü kurdu­ Aslında, Daly de buna inanmaz. Ömeğin, o ve Cobb "[ticaret
ğunu düşünüyorum. politikasına] Amerikah üreticiler arasındaki artan rekabetin eşlik
Dolayısıyla, Daly sermayeyle ilgili temel bir eleştiri geliştirme­ etmesi gerektiğinde" ısrar eder. Rekabetçiliği artırma amacıyla el­
ye doğru epey bir yol almıştu- (David Korten'den daha fazla mese­ bette sermaye emeğe her zamanki gibi muamele edecektir, yani
la). Ücretlere bir üst smır konmasını savunmaktan korkmamış, bu ona, maliyeti acımasızca indirilmesi gereken (veya küreselleşme­
yüzden de bekleneceği üzere ziyadesiyle hor görülmüştü.^^ Marx' nin mümkün kıldığı yurtdışmdaki sudan ucuz kaynaklara kaydın-
m kullanım ve mübadele değeri çerçevesi ile sermaye oluşumunun lan) bir meta muamelesi yapacaktır. Sermayenin emeğe meta mu­
temelini oluşturan dolaşım süreci kavrammı seve seve kullanır.^* amelesi yapmadığı gün yeni, sosyalist bir çağın başlangıcı olacak­
Kapitalist sistemin ayrılmaz bir parçası olan emeğin gayri insani­ tır zaten. Bu arada Daly, kendi inşa etmekte olduğu köprüden geç­
leştirilmiş olduğunun son derece farkındadn-; buna çare olarak ge­ meyi başaramayıp ancien regime'in yanında saf tutar. "Sermaye ile
niş tabanlı bir işçi mülkiyeti çağnsmda bulunur. Sosyalizm mese­ halkm karşısında onlann pastasından aldığı payı büyütmek isteyen
lesine bile sıcak bakar, sosyalizm içindeki demokratik potansiyel­ işçi militanlığının yeniden ortaya çıktığını görmek" istemez (sanki
ler konusunda gözlerini açan Kari Polanyi ile Michael Harrington'a işgücü halktan ayrı bir şeymiş gibi). Öte yandan, ne o ne de Cobb,
hayranlık duyar. sağ olsunlar âlicenaplık gösterip "küresel tahakkümün sürmesini
Ama bu içgörüler praksise tercüme edilmez, özellikle, hepsin­ teşvik etmek istemiyoruz" diyorlar, kendilerine minnettanz (!).^^
den önemli olan emek konusunda bu böyledir. Evet, Daly işyerle­
rinin işçilerin mülkiyetine geçmesinden yanadır, ama sadece kapi­
talist bk piyasada olmak şartıyla. Emeğin içinde bulunduğu müş­
Ekofelsefeier
kül vaziyete karşı duyduğu hassasiyet, tarihi tuhaf bir biçimde oku-
Bir "ekofelsefe", doğayla olan ilişkilerimizle ilgili idrakimizi, eko­
lojik krizin dinamiklerini ve toplumu ekoloji doğrultusunda yeni­
26. Daly ve Cobb 1994: 21'de akademik standartlara saygı duyulduğu belir­
tildikten hemen sonra şu ifadelere yer verilir: "Ama varlığımızın en derininde den inşa etmenin temel ilkelerini içeren kapsamlı bu- yön tayini be­
kederle haykırmaktan, korku dolu çığlıklar atmaktan (vahşi gerçeklikleri bastır­ yanını temsil eder. Bu konumlar sadece metinlerle sınırlı kalmaz,
mak için bu vahşi sözcükler gerekli) kendimizi alamayız. Biz insanlar ucunda aynı zamanda toplumsal hareketlere de ilham verirler. Burada bi­
ölüm olan çıkmaz bir sokağa doğru gidiyoruz, kelimenin tam anlamıyla. Ölüm
ideolojisiyle yaşıyoruz, bu yüzden insanlığımızı yok ediyor, gezegenimizi öldü­
raz üstünkörü biçimde ele almak zorunda kalacağım pratik ve siya-
rüyoruz."
27. Daly 1991. 28. Daly 1996: 39. 29. Daly ve Cobb 1994: 299, 370. İtalikler bana ait.
222 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 223

Sİ içerimleri vardır. Daha önce sözü edilen noktalarla ilgili gerek­ ğı [aşağıya bakmız] sorusunu gündeme getiren, ama bu arada ger­
siz tekrarlardan kaçınıp ekofelsefelerin toplumsal dönüşüm ilkesi çek dünyada sistemin karşısmda durmayan bir şeyin onun aracı ha­
özellikleri üzerinde odaklanmaya çahşacağım, yani nasıl bir top­ line geldiğini unutan bir slogan) bir pohtika olduğu şeklindeki ap­
lum tahayyül ettikleri üzerinde. talca bir açıklamanm ardmda saf tutmuş insanlardır. Her halükâr­
da, derin ekoloji ekofelsefesi kendini tutarlı bir hareket olarak bi-
çimleyemeyecek kadar gevşektir ve adeta tanımı gereği parti olu­
Derin Ekoloji
şumunu veya herhangi bir örgütlü iktidar iddiasını dışlar. Hakika­
Kapitalizm egonun rejimi olduğu ve "İnsan"ı her şeyin üstünde, el­ ten, şu tür fikirlere sahip gevşek bir doktrinden nasıl bir toplum ge­
bette doğanm da üstünde tuttuğu için, derin ekolojinin insanı mer­ liştirilebilir ki:
kezi yerinden etme ilkesi antikapitalist tasanyla başmdan beri İlk ilk em iz [kaynaklann korum asıyla ilg ili olarak] kurum lan, yasa ko-
uyumluymuş gibi görünür. Ama böyle bir şey söz konusu bile de­ yuculan , m ülk sahiplerini v e yöneticileri doğal süreci zorlam ak yerine
ğildir. Bu iki taraf birbirine, bu karşılaştırmaya dahil edilebilecek onunla birlikte akm aya teşvik etm ek. İkincisi, pratik durumlarla karşı kar­
her şeyden daha uzaktır: Reel sosyalizm ile reel derin ekoloji ara­ şıya olduğum uzda azın lık g elen eği içind e, yerel topluluk, özellik le de bi-
sında radikal bir engel vardu-. Sosyahst cephenin, sonraki bölümde yo b ö lg e içind e çahşm aktan yanayız.^^
de göreceğimiz gibi, bunda önemli bir sorumluluğu vardır, ama de­ Derin ekolojinin cazibesine kapılmış pek faziletli olmayan ki­
rin ekoloji cephesinin sorumluluğu da daha az sayılmaz. şiler de var. Derin ekolojinin zaafı, insanlığı doğa içinde merkez-
Aslında, sosyalizmle derin ekoloji arasındaki yakınlaşma po­ sizleştirmesindedir, zira bu değerlendirme çok ileri gidip bizi vah­
tansiyelini fark etmiş olan, tek bir derin ekolog var, derin ekologla- şi doğadan koparabilir, "doğa"nın, kavramı kullandığımız haliyle,
nn en ünlüsü ve en etkileyici olanı. Bu tasarmm babası sayılabile­ her şeyden önce toplumsal bir inşa olduğunu bize unutturabilir. Bu
cek Norveçli felsefeci Ame Naess, "ekolojik amaçlar için çalışan da kolayca istenmeyen insanlann dışlanmasma dönüşebilir.
en değerli işçilerin sosyalist kamplardan geldiği aşikâr," diye ya- Derin ekoloji perspektifinin politika üzerindeki en rezil etkile­
zar.3ö Ama Naess'in müstesna bir şahsiyet olduğu açık (ilgileri, ada­ rinden biri, "vahşi doğa"yı korumak adına, ezelden beri bu yerler­
let duygusu, açık fikirli oluşu ve komünizm karşıtlığı ile neoliberal de yaşayan, dillerinde doğa için ayn bir sözcüğe gerek duymaya­
ideolojinin siyasi zekâyı sosyalizm nefretiyle boğmadığı bir Avru­ cak kadar doğayla iç içe olan, vahşi doğa için de ayn bir sözcükle­
pa ülkesinden geliyor olması nedeniyle). ABD'de derin ekolojiden ri bulunmayan insanlann bu yerlerden kazmmalandır. Her yerde
etkilenen pek az insan Naess'i okuma zahmetine katlanır veya yu- vahşi doğa gören, gücünü yabancılaşmasından alan, insanlann do­
kandaki gibi ifadelere kulak verir. Derin ekolojik konum, keşme­ ğal yaratıklar olduğunu unutan yabancılaşmış biri çıkagelir ve vah­
keş içindeki mücadele dünyasına mesafeli duran felsefi ve/veya şi doğayı korumak adına insan müsveddelerini oradan kovar. Gü­
ruhani düşünce yapışma sahip kişiler^* ile vahşi ve engellenmemiş nümüz ekopolitikasmm çalkantılı ikliminde, ABD Dışişleri Bakan­
doğa yanlıları tarafından benimsenmiştir. Burada birçok faziletli lığı ile Dünya Bankası'nm sallantılı meşruiyetlerini sağlamlaştırma
insan var, ama kapitalizm eleştirisiyle veya emeğin özgürleştiril- ihtiyacıyla bu durum daha da karmaşık bir hal almıştır. Ekolojik
mesiyle bütünlüklü bir bağlantıdan eser yok. Bunlar, yeşil politika­ krizdeki rolleriyle ilgili eleştirileri savuşturmak için bu iki kurum
nın "ne sağa, ne sola, ileriye bakan" (bu "ilerisi"nin neleri kapsadı- sık sık, vahşi bölgelerin koranması şartıyla yardım paketleri hazır­
lar, ki bu da bu bölgelerin ekoturizm açısından değerlerini artırır
30. Naess 1989: 157. (iktisadi fazlayı geridönüşüme sokmanın iyi bir yoludur bu). Böy-
31. Daha kapsamlı araştırma için bkz. Zimmerman 1994, gerçek dünya tara­
fından kirlenmemiş bir çalışmadır bu. 32. Deval ve Sessions 1985:145.
224 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 225

lece derin ekoloji, gelişmiş kapitalizmin seçkinlerinin, doğayı tak­ siyasi varlığm kapsamı altındaki farklı uluslar şeklinde tanımlar­
vimlerde iyi resim veren bir şey olarak algılayanların stratejisi ola­ ken, biyobölgeciler bunu bir adım daha ileri götürüp kendilerini
rak yuvasına geri döner. ulus olmanın, bir halkın paylaştığı yer anlammda ulus olmanm,
Bu arada, 1986-96 yıllan arasmdaki on yıllık dönemde, kalkın­ ekolojik önşartlannda temellendirirler (kelimenin tam anlamıyla).
ma ve koruma projeleri yüzünden üç milyondan fazla insanm ye­ Gelgeldim bu salt yer değildir, yeryüzünün bir kısmmm somut
rinden edildiğini belirtelim. Bu politika derin ekolojiyle değil, on ekolojik faaliyetleridir: Nehir havzalannm akışı, tepelerin durum-
dokuzuncu yüzyıl koruma hareketiyle birlikte başlamıştu". ABD'de lan, toprak çeşitleri, bir biyobölgede bulunan biyota, kendini dün­
bu hareketle Kızılderililerden kurtulma hareketi arasmda yakın bir ya üzerinde dünyayı incitmeden, onun üzerine çıkmaya çalışmadan
bağ kurulmuştu. Ömeğin, büyük ulusal park sistemimizin keyfini yaşamaya adamış insan topluluğunun organik ortamı olarak kabul
çıkarırken, Yosemite Parkı'nm geliştirilmesi sırasmda 300 Shosho- edilir. Bu perspektiften bakıldığmda, biyobölge, sürdürülebilir-ya-
ne yerlisinin öldürüldüğünü (ki bu münferit bir olay değildi) hatn- şam ilkeleri ile bu ilkelerin ekolojik teknoloji ve iktisada bağımlı-
layıp kendimizi toparlasak iyi olur. O halde, derin ekoloji, sınır po­ lığmm uygulamaya geçirildiği temel zemindir.
litikası, yerli halklann katli ve ekoturizm aynı paketin bir parçası. Elbette, gerçekleşmiş her ekofelsefede yere vurgu yapmak zo­
Nüfus krizi baskısı nedeniyle bu kapan sürekli dolar, bu da dışla- runludur. Böyle bir zemin olmadan, yeterli ve bütünlüklü bir eko-
manm rasyonalize edilmesini kolaylaştırır. Bu nitelik kesinlikle de­ sistem kavramı oluşturmak mümkün değildir. New York eyaletin­
rin ekolojiyle sınırlı değildir, genelde bütün çevre hareketine, göç de bulunan Catskill dağlan ve Hudson vadisinde yaşamayı seçmiş
gibi sorunlarla yoğun bir biçimde ilgilenmeyen, yanlış ve içten içe ve toprağa dönüş hareketine mensup kişilerle iyi ilişki içinde olan
ırkçı bir arayış olan sınırlanmızı "temiz" tutma arayışında sık sık biri olarak bu bakış açısına şahsen kendimi çok yakın hissettiğimi
gericilerle ittifak eden çevre hareketinin geneline de musallat olan belirtmek isterim. Ne var ki, bunu genişletip bir ekofelsefe biyo­
bir eğilimdir. Bazı derin ekoloji yanlıları, AIDS gibi bulaşıcı hasta- bölgecilik haline getirme çabasına, bu fikir toplumsal dönüşümle­
lıklann doğanın, yani "Gaia"nın, zararcı Homo sapiens türünden re kılavuzluk etmekten aciz olduğu için karşı çıkılmalı ve bu tür gi­
kurtulmak için kullandığı bir yöntem olduğunu iddia ederek, hem rişimler reddedilmelidir.
kendilerinin hem de hareketin itibannı iyice azaltmışlardır. Ama Biyobölge için bir kendi kendine yeierlilik rejimi önerisinde bu­
bildiğim kadanyla, bu kişiler kendileri veya ailelerinden biri böy­ lunan biyobölgeci Kirkpatrick Sale'in bir makalesinde bu güçlük­
le bir hastalık kaptığında aynı mantığı gütmezler. Bu düğümü bu lerden bazılannı görmek mümkün. Tutarlı bir biyobölgeci, görüş­
bölümün son kısmında sökeceğiz.33 lerini ekofelsefeye uygun oluşturmak için bunu yapmak zorunda­
dır. Gelgelelim, işin içine "bölge" girince, smırlann tanımlanması
ihtiyacı baş gösterir. Bu konuda Sale şunları söylüyor:
Biyobölgecilik Sonuçta, uygun b iy o b ö lg esel sınırlan b elirlem e görevi (v e bunlann ne
kadar ciddiye alınm ası gerektiği karan) daim a o sahanın sakinlerine ait
Topluluk iktisadının bazı ilkelerini toprağa dönüş hareketiyle bir­ olacaktır. Bu durum, K uzey Am erika kıtasının ilk sakinleri olan A merikan
leştiren bu doktrinin neden cazip olduğu açık. Biyobölgecilik tam Yerlileri'nde açıkça görülür. Topraktan geçindikleri için, yerleştikleri yer­
da bugünkü ulus devletlerin parçalanması hareketinin ekolojiye ler dikkate değer d ereced e, bugün b izim b iyob ölge olarak b ild iğim iz hat­
lar üzerindedir. 3''
çevrilmiş halini temsil eder. Aynlıkçılar kendilerini daha geniş bir
Bu ifadelerde üç temel sorun var.
33. Stille 2000. Aynca bkz. Cronon 1996; Hecht ve Cockbum 1990: 269-
76'da Yerlilerin Yosemite'ten çıkarılmalanyla ilgili bir tartışma yer alır. 34. Sale 1996: 4 7 7 .
226 DOĞANIN DÜŞMANI REELEKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 227

Bir kere, "saha" nedir? Terim kendi içinde muğlaktır, ama biyo- toplumu "komünizm" yönünde, bir halkm o olmadan biyobölgesi-
bölgenin smırlanna karar verilecekse bu şekilde kalmamalıdır, tıp­ ni tek başına demokratik bir biçimde denetleyemeyeceği "komü­
kı kendi kendine yeterlik olacaksa ortada bir "kendilik" olması ge­ nizm" yönünde dönüştürmek gerektiğini işaret ettiğini görmezden
rektiği gibi. Peki ama, kimin nerede yaşayacağına kim karar vere­ gelen son derece kaba bir yaklaşımdır bu). O halkın böyle bir de­
cek? Üretimi geliştirme imkânlan konusunda bölgelerin uygunluk- netimi eline geçirmek üzere ayaklanması halinde, kapitalist devle­
lannın farklı farklı olacağı düşünülürse, bunun herhangi bir anlaş­ tin tepkisinin ne olacağını hayal etmek hiç de zor olmasa gerek.
mazlık çıkmadan yapılması mümkün mü? Ve büyük çaplı kamulaş- Bu sorunlar mucizevi bir şekilde giderilse bile, Sale'in otarşik
tırmalan da beraberinde getirebilecek muhtemel anlaşmazlıktan biyobölge kavramım kabul etmek mümkün değildir. Her biri eko­
kim giderecek? Yaşadığım yerde New York şehrinin su havzasmın lojisinin özelliklerine uygun olarak kendi enerjisini üreten -"Great
bir bölümü bulunuyor. Catskill dağı biyobölgesinin üyeleri şehrin Plains'de rüzgâr; New England'da su; Kuzeybatı'da odun" (s. 482)-
susuz kalabileceğini ilan edebilir mi ve biyobölgenin bütünlüğünü kendi kendine yeten bölgelerin oluşturulması çağnsmda bulunu­
korumak için savaşmaya hazırlar mı? yor. Ama bu kaynaklar amaca uygun hale nasıl getirilecek? New
İkincisi, Yerliler biyobölgesel bir yaşam sürmüşlerdi, çünkü England'ın nehirleri burasmın enerji ihtiyacının onda birini karşı­
Avrupa'nın istilası sırasında bugün ABD'nin üzerinde bulunduğu larsa şaşanm; yeterli olmasa da su gücünün daha fazla olduğu Ku-
topraklardaki nüfuslan yalnızca 6 ila 10 milyon civanndaydı. O zeybatı'daki odunlara gelince, ömeğin Seattle, ormanlan tahrip
günlere göre sayıları epey fazla olan günümüz insanlan, üzerinde eden, etrafa duman yayan, odun yakan bacalarla dolunca. Sale çev­
bulunduğu yerle basit bir ilişki içinde değildir, birbirine bağımlı bir recilere (veya iktisatçılara veya aklı başında insanlara) ne cevap
şebeke içinde yaşarlar. Avrupahlann işgaliyle birlikte topraklarının verecek? Ekolojik bir toplum enerji verimini büyük oranda artıra­
istikran bozulduğunda Yerlilerin şiddetli savaşlara girdiğini de cak, enerji ihtiyacını azaltacaktır elbette, ama bu reçetelerde ger­
unutmayalım. çeklikte temellenmek yerine doğallaştmimış bir ideolojiden çıka-
Üçüncü ve en önemli soruna gelince. Yerlilerin biyobölgesel nlmış duygusu veren bir baştan savmalık söz konusu.
yaşam-dünyaları topraklann ortak kullanımına dayanıyordu (başka "Fazla yanlış anlaşılmaya mahal vermeden önce hemen belirte­
bir deyişle, bu ilkel bir komünizmdi). Yerlilerin işgalcilerle girişti­ yim," diye ekliyor Sale, "'Kendi kendine yeterlik' kendini yalıt­
ği soykırım savaşlan işgalcilerin kapitalizmiyle, toprağm mülk makla aynı şey değildir, sürekli olarak her türlü ticareti de dışla­
olarak temlik edilmesini gerektiren kapitalizmle yakından ilgiliydi, maz. Dışarısıyla bağlantılı olmayı gerektirmez, ama katı sınırlar
ki Yerli halk böyle bir şeyi kabul etmektense ölmeyi tercih ederdi dahilinde (bağlantılar bağımlılık yaratmayacak, parayla ilgili ol­
(nitekim çoğunlukla öyle de oldu). Bu anlamda kapitalizm kesin­ mayacak ve zarar vermeyecek şekilde olmalıdu) bağlantılara izin
likle değişmedi ve verimli topraklar meta olmaya, o yörede yaşa­ verir" (s. 483). Fazla veya hiç yanlış anlamamalıyız tamam da bir
mayanların mülkiyetinde olmaya, bir birikim olarak elde tutulma­ kere buradan bir şey anlamak güç. Biyobölgeler arasında bağlantı
ya, kiraya verilmeye, gittikçe daha az kişinin elinde bulunmaya ve gerekmeyecek mi? Diyelim kızınız komşu bölgede yaşıyor (veya
genelde sömürülmeye devam ettiği sürece hiçbir tutarlı biyobölge- daha da kötüsü bir sonrakinde) ve siz onu ziyaret etmek istiyorsu­
cilik tasansı ayakta kalamaz. Sale, Yerlilerin başına gelenlerin tü­ nuz. Onu telefonla arayabilir misiniz, aradığınızda görüşme ücreti­
müyle farkındadır, ama kapitalizmi dönüştürmenin içerimlerini ni kime ödeyeceksiniz? Yollar, demiryolları veya bu ziyaretler için
görmezden gelir. Biyobölgesel kurum oluşturma işinin "biyobölge­ uçak olmayacak mı? Diğer ulaşım araçlan için parasal ilişki gere­
sel hassasiyetlerini keskinleştirme görevini yerine getirmeleri ve keceği için insanlar biyobölgelere çalılıklar arasındaki patikalar­
biyobölgesel bilinçlerini canlı tutmaları şartıyla orada yaşayanlara dan yayan mı gidecekler?
gönül rahatlığıyla teslim edilebileceğini" (s. 476) yazar (tarihin Daha fazla uzatmanın âlemi yok. Katı bir biyobölgecilik anla­
REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 229
228 DOĞANIN DÜŞMANI
olmak zorunda değildir. Diğer ekofeministler, doğayla aracısız bir
yışı bir sürü çelişkinin arasında yok olur gider, çünkü bu anlayışta
ilişkiyi bir çeşit sığmma aracı olarak kullanır, yani kadmlann do­
doğa tarihten soyutlanmıştır. Bu anlayış kendi içinde, krizin çözül­
ğaya yakmiığını özselleştirirler ve işe o noktadan başlarlar, bu sü­
mesi için gerekli olan bütün toplumun dönüştürülmesi aşamasına
ulaşamaz. reç içinde de tarihi doğanm içine gömerler. Bunun sonucunda
"sonsuz kadmsılık" ortaya çıkar: Toprağa yakm arketip ana, daha
ileri hallerinde ise Tannça temelli tinselliklerin kaynağı.^^
Ekofeminizm Bu ekofeminizm çeşidi feminist aynhkçıhğı kategorisine ya­
kındır. Özcülük nesnesini tarihin dışından aldığı için, bölünmüş
Ekofeminizm, iki büyük mücadelede, kadın özgürlüğü ve ekolojik
olanm zayıf, taklit kabilinden bir yeniden birleştirilmesi söz konu­
adalet mücadelesinde temellenmiş, güçlü bir ekofelsefe. Gelgele­
su olabilir en iyi ihtimalle. Tarihsel aşağılanmışlık içindeki kadın­
lim, toplumsal bir hareket olduğu şüphe götürür. Bir ekofelsefe
lığa yüklenen vericilik ve sarmalayıcılık işlevleri kapitalist/ataer-
olarak, daha önce doğanın toplumsal cinsiyet yoluyla iki kola ay­
kil toplumu dönüştürme işinde işe yaramaz. Dolayısıyla, ekofemi­
rılması olarak ortaya koyduğumuz tematiği teorileştirir. Bu aynl-
nizm olsun, diğerleri olsun, özcü feminizm esasen temelinde bur­
ma, kadınların bedenleri ve emekleri üzerinde denetim kurulma­
juva olarak kalır. Bu nedenle, mücadelenin sürdüğü barikatlardan
sıyla başlamıştır; ataerki ile smıfm kökünde de o vardır. Sınıflar,
ziyade New Age Gelişim Merkezi'nin rahat ortamını mesken tutar­
toplumsal cinsiyetler ve "İnsan" ile doğa arasındaki bölünmeler,
lar. Bu bakış açısınm yaygın oluşu da ekofeminizmi tutarlı bir top­
farklı gelişim yollanna sapar ve karmaşık örüntüler halinde iç içe
geçerler. Kapitalizmin tarihine temelinden girerler; doğanın atıl lumsal hareket olmaktan alıkoyar.
kaynaklara indirgenmesinde; soğuk soyutlamaya yüklenen değer
ile bu eril niteliğin insanın hakiki nitelikleriyle özdeşleştirilmesin­ Toplumsal Ekoloji
de; ve kadınların ücretsiz ev işiyle başlayıp çevre bölgelerdeki
ucuz işlerde çalıştınimalanna ve seks endüstrisi için malzeme mu­ Bu doktrin, ele alacağımız bu son ekofelsefe, ekolojik sorunların
amelesi görmelerine kadar uzanan aşın derecede sömürülmelerin- toplumsal sorunlar olarak, özellikle de hiyerarşilerin sonucu olarak
de hep bu bölünmeler vardır. O tuhaf kapitalizm kültürü çorbasın­ görülmesi gerektiği şeklindeki merkezi içgörü üzerine inşa edil­
da, para fallusun gizli simgesi, iktidann göstereni ve rekabetin ni­ miştir. Derin ekoloji, biyobölgecilik ve özcü ekofeminizmin aksi­
şanı haline gelir (ve yarış devam eder). ne toplumsal ekoloji, bünyesi gereği radikaldir: Toplumsal eleşti­
Buradan kapitalist tahakkümün daima toplumsal cinsiyet ta­ riyle başlar ve bu eleştiriyi siyasi bir dönüşüm tasavvuruna kadar
hakkümünü beraberinde getirdiği ve izini sürdüğümüz doğa düş­ sürdürür.
manlığının onun toplumsal cinsiyet ayrımcılığıyla bütünsel bir iliş­ Peki bu kitap neden toplumsal ekoloji geleneği içinde değil?
ki içinde olduğu sonucuna vanrız. Dolayısıyla, kapitalizmden çık­ Bana göre, bunun nedeni kısmen teorik, kısmen de siyasi hareket­
mayı sağlayan her yol aynı zamanda ekofeminist olmak zoranda- lerin kendilerini nasıl ortaya koyduklarıyla ilgih. Teorik farklılık,
dır. Mantıksal olarak, ekofeminizm aynı zamanda antikapitalist de toplumsal ekolojinin hiyerarşiyi kendi içinde hem bir çeşit ilk gü­
olmalıdır, zira sermaye ile onun devleti, iktidarın dizginlerini ka­ nah gibi hem de ekolojik krizin etkin nedeni olarak görmesinden
dınlarla ekolojileri alçaltan araçlar sayesinde elinde tutar. Aslında,
çok sayıda ekofeminist teori ve pratiği bu koşulu k a rşıla m a k ta d ır. 36. Örneğin Hisler 1988'deki argümanlarla karşılaştırın; bu argümanlar, ta­
Ama ekofeminizm, tıpkı salt feminizm gibi, ille de antikapitalist rihsel bir kavrayışa da ağırlık vermeye çalışır, ama sonunda tarihselliğin yerine
New Age sloganlannı ikame eder ve bir "Tannça" varlığı koyütlar; ki bu "Tann­
ça” nosyonu erkek egemenliğinin yerine kadın merkezli bir hiyerarşi getirir.
35. Mies 1998; Shiva 1988; Salleh 1997'de olduğu gibi.
230 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 231

kaynaklanıyor. Bu kitapta toplumsal cinsiyet tahakkümüyle başla­ doğmdan eyleme vurgu yapar, ki bu her radikal ekopolitikanm zo­
yıp sınıfa, oradan da tedricen sermayeye doğru takip edilen yol, runlu bir unsurudur, ama tek başma yeterli değildir, zira sermaye­
toplumsal ekolojide olduğu gibi a kişisinin b kişisi üzerinde otori­ nin ötesinde bir ekolojik toplum inşa etme sorunu üzerinde durmaz.
te kurduğu her türlü insan ilişkisini toptancı bir tavırla reddetmek Toplumsal ekoloji, doğrudan eylemden ziyade anarşizmin bün­
adına takip edilmiş değildir. Bu anlayış, öğretmen-öğrenci ilişki­ yesinde varolan toplulukçu değerlerin temellüküyle ilgilenen bir
sinde olduğu gibi, bebeklerin dünyaya savunmasız geldikleri ve in­ harekettir. Bu değerler, anarşizmin, özellikle de onun toplumsal
san olmak için kültür aktanmma ihtiyaç duyduklan gibi temel bir ekolojik biçiminin yaşamsal bir rol oynadığı çeşitli yeşil hareketle­
insani-doğal olguda temellenen rasyonel otorite biçimleri olduğu­ rin de aynlmaz bir parçası haline gelmiştir. Ama ekolojik krize sos­
nu unutur. Bir hiyerarşiyi devrilmeye değer kılan şey onun, kendi yalist ve Marksist yaklaşım biçimlerinin reddedilmesi çok fazla şe­
kendine büyümek amacıyla insan gücüne el koymaya işaret eden yi kurban eder. Toplumsal ekoloji oluşum evresindeyken, muaz­
tahakküm karakteridir. Tahakküm ilişkilerinin karşılıklı ve ortak zam bir katılığa sahip olan ve yaşam-dünyalanna nüfuz eden kapi­
olan değişken otorite ilişkilerinin karşı kutbuna konması gerekir talist dünya sistemiyle mücadele etme amacmı pek önemsememiş-
(ki öğrenci de bir gün öğretmen olacağını düşünebilsin). Pratikte tir. Anarşistlerle toplumsal ekologlar genelde antikapitalist olduk­
bu, adil olup olmadıkları anlaşılabilmesi için hiyerarşiler ile otori­ larını iddia ederier, ama kapitalizmin emek üzerindeki tahakküm­
telerin somut bir biçimde incelenmeleri gerektiği anlamına gelir; de yatan köklerini analiz etmezler. Keza, devlet içinde yer etmiş ta­
böyle somut bir biçimde incelenmeleri içinse, farklı tarihsel ko­ hakkümün üstesinden gelinmesi gerektiği konusu üzerinde haklı
numlarda görülen, insanın yaratıcı gücünün özgül yabancılaşması olarak dururiar, ama (korkarım ki suf Marksizme düşman oldukla­
bağlammda değerlendirilmeleri gerekir. Gerçek bireyleri tarihe ve rı için) devletin ana işlevinin smıf sistemini güvence altına almak
doğaya bağlayan toplumsal cinsiyet ile sınıf kavramlan bu amaca olduğunu, asimda bu iki yapının, sınıf ile devletin, birbiriyle mut­
çok uygundur, tıpkı üretimin insan doğasınm tanımlayıcı özelliği lak bir bağımlılüc iUşkisi içinde olduğunu, dolayısıyla biri olmadan
olduğu fikri gibi. diğerine atıfta bulunamayacağımızı görmezden gelirler. Nitekim,
Bu epey soyut noktalar, toplumsal ekoloji gibi bir ekofelsefenin devlet temel bir sorunsa, smıf sistemi de öyledir ve sınıf sistemiy­
reel siyasi hatlanna dönüşünce elle tutulur hale gelirler. Toplumsal le yüz yüze gelmekten kaçınmak (ki pratikte, emeğin özgürleşme­
ekoloji, içinde çok sayıda saygm kişinin yanı sıra birkaç düzenba- sine merkezi önem atfetmemek anlamma gelir bu) anarşist okuma­
zm da yer aldığı ve temel hareket noktası topluluğu savunmak ve yı hükümsüzleşmeye ve somutluğunu yitirmeye iter.
devlet erkine saldumak olan bir geleneği, anarşist tasarıyı devam Bu kadar şey söyledikten sonra, toplumsal ekolojinin, hatta
ettirir.37 Anarşizm, toplulukçu değerlerin yanı sıra kendiliğindenli- herhangi bir anarşist oluşumun benimsediği konumlarla burada
ği ve doğrudan eylemi içerir ve on dokuzuncu yüzyılda Marksist ileri sürülen fikirler arasında hasmane bir çelişki olduğu anlamı çı­
sosyalizme altematif olarak ortaya çıkmıştu-, hâlâ ona muhalif ol­ karmadığımı özellikle belirtmek isterim. Kumlu düzeni radikal bir
mayı sürdürür. Yirminci yüzyıl sosyalizminin merkezci, bürokratik biçimde reddetmekle yola çıkan her şey bu reddiyeyi her yaratığın
ve otoriter yönleri açığa çıktıktan ve ardmdan gelen dağılmadan özgürlüğünün onaylanmasına bağlar,^« bütün hareketlerin önü-
(bir sonraki bölümde ele alınacak) sonra anarşizm solda yeni bir
güç kazandı. Seattle sonrasında yeni yeni palazlanan küreselleşme 38. İnsanlar, bütün yaratıkların kendi kaderini tayin hakkını onaylamadıkla­
karşıtı yeni hareketlerde, bu hareketlerin gösterilerinde önemli bir rı sürece özgür olamaz. A slen Budizmden geldiği söylenebilecek bu içgörü hay­
van haklan hareketinin temelini oluşturur ve aklı başmda her ekopolitikanm ve
rol üstlenen, etkili bir eğilim olarak kendini gösterdi. Bu eğilim ekofelsefenin aynlmaz bir parçası olmalıdır. Söylem eye bile gerek yok, bu somn
bir yaratığın "doğası"nın çoğunlukla başka bir yaratığı yemeyi içermesi yüzün­
37. Tarihi için bkz. W oodcock 1962. den bayağı karmaşıktır.
232 DOĞANIN DÜŞM ANI REELEKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 233

müzdeki görevle ilgili eksikliklerini ağırbaşlılıkla kabul etme yü­


kümlülüğünü üsüenir ve ekolojik krizle mücadele etmekle mükel­
Demokrasi, Popülizm ve Faşizm
leftir. Bu smu-lar dahilinde fikir mücadelesi ilerler. Aslında hepi­
miz, eski mücadeleler başlığı altmda toplanmış bütün vizyonlar­ "Demokrasi", General Pinochet ile Olimpiyat Organizasyon Komi-
dan daha derin ve geniş, dönüştürücü bir vizyon arayışı içindeyiz- tesi'nin solunda saf tutmuş olan herkes için insanlığı örgütlemenin
dir. Bu nedenle, üzerinde mutabık kalmamız gereken tek düşman en gözde yoludur. Komünizme karşı kutsal bir savaşta olan bizim
hizipçiliktir. tarafı demokrasi sayan ve gelişmekte olan ülkelerin Batı kampma
Bu sorunlar, 1960'larda anarşizm ile ekolojik farkmdalığı bir­ geçişini denetlemek için Ulusal Demokrasi Vakfı gibi kuruluşlar
leştirmiş ve o mahsulü bol on yıllık dönemde toplumsal ekolojiyi kuran rejimin ideologlan için bundan daha değerli bir sözcük yok­
geliştirmiş olan Murray Bookchin’in şahsında ete kemiğe bürün­ tur. Endonezya ve Guatemala gibi ülkeler generallerin yönetimleri
müştür. Zeki olduğu kadar karizmatik, ama aynı zamanda iflah ol­ sırasında demokrasi olarak kabul edilmişlerdir (bazen "daha olgun­
maz şekilde dogmatik ve hizipçi olan Bookchin, hem toplumsal laşma halinde olan demokrasiler" şeklinde), tıpkı ortada özgürlük­
ekolojiyi yaratmış hem de onu çıkmaza sürüklemiştir. Bireysel za- ten ve katılımdan eser olmamasına rağmen Sandinista sonrası yıl­
aflarm ötesinde, bunun yapısal nedenleri vardı. Bookchin toplum­ larda Nikaragua'ya demokrasi dendiği gibi. Bugün, sermayenin kü­
sal ekolojiyi ilk duyurduğunda (ki o sn-alarda radikal ve liberal çev­ resel anlamda eriştiği bu en son noktada, Amerika kıtasındaki ül­
re hareketleri devam ediyordu) 1945-70 yıllannm müreffeh, yaygın keleri kapsayan Serbest Ticaret Anlaşması, Batı yarımkürede de­
ve Fordist kapitalizmi ile bugün tüm şiddetiyle devam eden neoli- mokrasinin hâkimiyetini pekiştireceği vaadiyle meşrulaştınlmak-
beral dönem arasındaki dönüm noktasmdaydık. Bookchin 1970'te tadır. Düzenin vazettiği şekliyle demokrasi, seçkinlerin, bir yandan
yayımlanan Post-Scarcity Anarchism (Kıtlık Sonrası Anarşizmi) bazı meşruiyetler tahsis ederken, bir yandan da altsınıflann sınırlı
adlı kitabıyla toplumsal ekolojiyi gündeme taşıdı; kitabın hem baş­ katılımma ve yine çok smırlı olarak yolsuzluğun denetlenmesine
lığı hem de yayımlanma tarihi her şeyi söylüyor zaten. Ekolojik izin veren bir seçim mekanizması kullanarak ülkeyi sermaye adına
İmzin boyutu henüz fark edilmemişti, ortam görece daha sakin yönettiği bir rejimdir. Piyasasında işgüçlerini satmak için özgürleş­
Ütopyacı bir anlayışa olanak tanıyordu. Ne Sovyet komünizminin miş yurttaşlar zorunlu olduğundan bu model, kapitalizm tarihinin
yıkılışı vardı ortada ne de küreselleşme; sermaye dünyanın acıma­ en derinlerinden gelir. Daha önce de gördüğümüz gibi, özgürlüğün
sız hâkimi konumuna bunlar sayesinde iyice yerleşmemişti daha. her zaman sınırlandmiması gerekmiştir, burjuva haliyle demokrasi
Bugün her şey apaçık ortada; bugün olup bitenler toplumsal ekolo­ de mülk sahiplerine bir iktidar aracı sunarken bünyesi gereği, alt­
jiyi gittikçe antikapitalist bir yöne götürüyor, işin daha yeni yeni sınıflara karşı smn-layıcı olmuştur.
ortaya çıkmakta olan "ne yapmalı" yönü ise bütün ekofelsefeleri Gelgelelim, demokrasi ideolojisini değerlendirirken, ona biraz
yeni bir radikal senteze sürüklüyor. şüpheci yaklaşmaktan daha fazlasını yapmak istiyorsak, bunun yo­
lu sadece kavramın doğru anlamı için mücadele etmekten geçer;
çünkü bu kavramın bünyesinde barındırdığı özgürlük için sürekli
39. Bookchin 1970. Bookchin'in başyapıtı Özgürlüğün Ekolojisi'diı (Bookc­
hin 1982). Kovel 1997b’de bu karmaşık kişilik üzerinde ayrıntısıyla durmuştum. mücadele etmek, bizim türümüzün bütün güçlerine (yani, burjuva-
Aynca bkz. Light 1998 (bu kitapta makalem de yer alıyor) v e Watson 1996. Ka­
tı bir biçimde antiMarksist olmasının yanı sıra katı bir tinsellik karşıtı ve hayli ekolojiyi antikapitalist bir yolda ilerletmeyi başarabildiğini kanıtlamış kişiler
Avrupamerkezci olan Bookchin'in yaklaşımmdaki sorunlu yanlar, tahayyül ede­ arasında John Clark ile Brian Tokar yer alır. Bkz. Clark 1984, 1997; aynca bkz.
bildiği tek siyasi yolun "özgürlükçü belediyecilik," toplumu tabandan devrimci- 1997 basımında yer alan Sempozyum ve benim, Kate Soper'ın ve Mary Mel-
leştireceği düşünülen, toplumsal ekolojik küçük şehirlerden oluşan bir konfede­ lor'un bu sempozyumla ilgili yorumlarımız ile bunlara Clark'ın cevabının yer al­
rasyon olmasından da anlaşılabilir. Bookchin'den çok etkilenen, ama toplumsal dığı Kovel vd. 1998; Tokar 1992.
234 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 235

nın mülk kavrammm ötesinde, erkek ve kadm, hepimizin gücüne) set topraklannda böyle bir talep pek gündeme gelmez. Genelde bu­
sahip olma mücadelesi vermekten başka bir şey değildir. İdeolojik danmış türevlerini görürüz, iyi niyetli insanlann belirsiz bir biçim­
demokrasi için değil de gerçek, tözel demokrasi için mücadele ver­ de "ilerici" olarak tanımlanmasında olduğu gibi. Şunu sormak la­
mek bu yüzden ekolojik krizin üstesinden gelmenin zorunlu önko­ zım: Nereye doğru ilerleme? Şirket iktidannı denetleyen, dokuz
şuludur; basit bir nedenle, bu mücadele adil bir topluma ulaşmayı başlı yılanm birdenbire bir baş daha vermesiyle irkile irkile başın­
gerektirdiği için. da nöbet tutan erdemli yurttaşlar topluluğuna doğru mu? Sermaye­
2000 yılmda Yeşil Parti'nin başkanlık kampanyasmda yaptığı nin tüketim rejiminin tuzağma düşen altematif bir "yaşam tarzı"na
bir konuşmada Ralph Nader, Çiçero'nun bir sözünden almtı yapa­ doğru mu? Yoksa bu ilerleme, kurulu düzenin smu-lannm ötesine
rak, siyasetin en temel ilkesinin "özgürlük, iktidara katılımdır" il­ doğru bir ilerleme mi? İlericiliğimiz "ötesi"nin nasıl bir şey olabi­
kesi olduğunu belirtmişti. Buna ben de katılmm, ama şu şartla: Bu­ leceğini dile getirmeyi beceremediği için değil, bu soruya ilgisiz
radaki iktidar sözcüğü türümüzün yaratıcı dönüştürme potansiyeh- kaldığı, dolayısıyla ekolojiye zarar veren sistemin zeminini sağ­
nin yeniden kazanılması anlamında kullanılıyorsa. Bu evrenselleş­ lamlaştırdığı için başansızhğa uğrar.
tirici bir şey olduğu için, demokrasi de iktidan evrenselleştirici bir İlericilik bugün genelde popülizm ¡halkçılık olarak tanımlanır.
yönde kullanmak (ve bunu mümkün kılan kurumsal biçimleri inşa Sözcükten de anlaşılabileceği gibi, popülizmde/halkçılıkta siyasi
etmek) demektir. Demokrasi bizatihi halk tarafından inşa edilmeli­ fail, ayaklanıp kendi tarihinin öznesi haline gelen dev bir kişi ola­
dir ve bu daima devam eden bir inşa sürecidir. Bulunduğumuz ye­ rak kabul edilen "Halk"tır. Popülizm dolaysız bir cazibesi olan et­
rin ötesini işaret eder ve verili olanla asla yetinmez. kili bir siyasi kurgudur. Şartlarmı kabul eden her kişiyi tarihin ey­
Demokrasinin gerçekleştirilmesi daha fazla insanın oy kullan­ lemlilik gücüyle doldurur ve tarihi kişileştirdiği için, ikna edici ve
ması demek değildir, her ne kadar böyle bir şey, katılım konusun­ hemen kavranabilen bir anlatı sunar. Halk acı çekiyorsa, bu acı
daki umutlarm arttığım göstermesi bakımmdan, bugünkünden da­ çektirme işini başka bir kişi, zalim ve gayri ahlaki iktidann kişileş-
ha demokratik bir durum olsa da. Seçmenlere oy verilebilecek da­ miş hali yapıyordur. Bir ibret oyunu yürürlüğe konur. Ortada bir
ha iyi partiler sunmak da değildir. Her ne kadar bu da kat edilmesi adaletsizlik, bir kötü adam ve beklemede olan bir kahraman vardn:
gereken bir dönüm noktasıysa da, kurulu devletin sınırlan dahilin­ Halk ayaklanıp kendisine baskı yapana gününü göstermeye veya
de, oy kabinlerinde ifade edilen iktidar, tanımı gereği bodur kala­ en azmdan ondan adalet talep etmeye davet edilir. Bu model çok
cağı için sınırlıdır. Halkın ısrarlı talepleriyle, örneğin küçük parti­ çeşitli durumlarda ve tarihsel anlarda yankılanır. Ortaçağ'da köylü,
lerin anlamlı bir şekilde katılımda bulunmalanm sağlayacak nispi Fransız Devrimi’nde sans-cullotes, on dokuzuncu yüzyıl İngiltere-
temsile ulaşılarak daha güçlü bir seçim temeli inşa edilirse, o za­ si'nde Luddite ve Chartist isyanlannı canlandırmış, Amerika'da bi­
man, iktidar ileride bir dereceye kadar kendi tabanını oluşturmak zatihi popülizm adını alarak hatırı sayılır bir güç haline gelmişti.
durumunda kalacağı için demokratik iktidarın ilerleme kaydettiği­ Amerika'daki popülist hareketlerin, rüşvetçi ve yabancılaştıncı ik­
ni söyleyebiliriz; ama bu düzeyde de kalmayız. Aynı mantıkla, iş­ tisadi gücün büyük halk kitlelerini (Ovalar ve Güney'deki çiftçile­
yerlerinin işçilerin mülkiyetine geçmesi de, şirket kapitahst piya­ ri, bankalann kurbanı olan küçük işletme sahiplerini, işten çıkanl-
sanın kurallarına göre oynamak zorunda kalacağı, dolayısıyla bu dıklan için mağdur olan şehirdeki işçileri) ezdiği her yerde önem-
durum başansızlığa daha baştan kapı aralamak anlamına geleceği h katkılan olmuştu. WilUam Jermings Bryan ile onun "Altm Haç"
için, göreceli bir demokratikleşme olacaktır. ajitasyonunun arkasında popülist hareketler vardı ve bu hareketler,
Demokrasi pusulası tür olarak sahip olduğumuz gücün seferber birçok alanı derinden etkileyen küreselleşmenin yarattığı musibet­
edilmesine işaret ettiği için, kapitalizmin üstesinden gelmeden tam lerin direnişi kışkırttığı günümüze kadar da ara ara tekrar ortaya
demokrasi mümkün olmayacaktır. Ne var ki, bugünün çorak siya­ çıkmaya devam etti. Yeşiller ilerici popülistler olmaktan gurur du-
236 DOĞANIN DÜŞM ANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 2 37

yuyorlar ve çevrenin korunmasından hapishane reformuna, uyuştu- şartlarda olduğumuz (ve şirketlerin gücü bir denetlenebilse o güzel
racu politikasındaki değişikliklerden topluluk ekonomisine kadar koşullann yeniden oluşturulabileceği) mitini inşa etmek kolaydır.
çeşitlilik gösteren taleplerinin heterojen karakteri, kolayca popülist Şirket-öncesi altın çağ fikrinin doğru olup olmamasının bir önemi
anlatıya tercüme edilebilir niteliktedir. Ortalama yurttaşlarla şirket­ yoktur: Bu fikir, neo-Smithçiler'in pek sevdiği, küçük sermayenin
lerin açgözlülüklerinin kurbanı olan tüketicilerin sıkıntılarını gi­ hâViın olduğu o mutlu dönem efsanesine uygundur, böylece hüsnü-
dermek için mücadele etmiş olan Ralph Nader'in şahsında, saygın kuruntuya dayalı bir yamisama hükmünü sürdürmüş olur.'“
bir popülizm savunucusu kazandılar. Popülizm mitosunun daha kötü bir zaafı vardu-. Salt kendisi
Ama popülizmin "Halk"ı bir toplanma noktası olmanın dışında olarak kalan popülizm, iktidarın gerçekliklerine dikkat çekemediği
yoktur; bu noktanm ötesinde parçalanır. Bir kere, her insan eziliyor için başansız olmaya mahkûmdur. Bu durumda mite ne olur? Bu
değildir, zira ezenler de insandır. Ezilenler de homojen bir kitle de­ sorunun cevabı maalesef genelde, mitin kişileşmiş halinin zararlı
ğildir, zira ezme süreci anlamlı bölünme hatlan inşa etmiştir. Bü­ ve zulmedici hale geldiği şeklindedir. Şirket iktidarmm ve mali ik-
tün bunlar bir sloganla yok olabilseydi keşke! Tamam, işçilerle kü­ tidann sü re k liliğ in in nedenlerini uğursuz komplolann açıkladıkla-
çük girişimciler birlikte gösteri yapabilir ve birlik duygusu yaşaya­ n farz edilir; hatta dahası, suç yabancı ötekilere, farklı ten rengin­
bilir; hatta, siyahlarla beyazlann, Latin Amerika kökenliler ile As­ de veya etnik kimliğe sahip olanlara yüklenir. Gerçek tarihte hep
ya kökenlilerin de (veya başka bir münferit durumda Amerika'da­ kötü yola sapmış popülizmle iç içe geçmiş olan u-kçıhğın kumaşı­
ki Afrika kökenli siyahlar ile Karayip kökenli siyahlarm veya çift­ dır bu. Yirminci yüzyılın başındaki taşra popülizmi, militanlığı
çiler ile tüketicilerin veya nasıl bir ayrım oluşturulmuşsa bu ayn- sosyalizmle bağlanm yitirdikten sonra başarısız oldu; ondan sonra
mm her iki tarafında yer alan topluluklann) bunu yapabileceğini siyahlara karşı tehlikeli bir biçimde ırkçı hale geldi.“** İlerici popü­
düşünebiliriz. Ama olay bittikten sonra bu onlan "Halk" haline ge­ listler savunduklan dava ile Peder Coughlin arasmda bir bağ kurul­
tirmez; ancak zahmetli bir çaba ve sabu- gerektiren o iş, yani bölün­ masını pek istemez, ama 1930'larda sık sık radyo yayınlanna çıkan
me hatlarını bulma, ezme-ezilme ilişkilerini kurumsallaştu-an sınıf bu demagog peder kapitalizme karşı uyanan kitlesel öfkeden fay­
ve devlet yapılannm üstesinden gelecek karşı kurumlan inşa etme dalanmış, bu öfkeyi bankalara karşı mitleştirilmiş bir haçlı seferi­
işi bittikten sonra "Halk" olurlar. Popülizm kendi içinde, bir halkın ne dönüştürmüş, iktidar mücadelesini kaybettikten sonra da doğru­
parçalanmasına neden olan yapılan ortadan kaldırmaya yönelik ca antisemitizme ve faşizme yönelmiş özgün bir popülistti.''^ Bu­
hareketler inşa etmeye başlanacak noktadan başka bir şey olamaz. gün, bu tür ırkçı dışlamalar, hem ABD'nin hem de Avrupa'nın mus­
Hareket daha ötelere taşınmadığı takdirde, herkes evine, kendi so- tarip olduğu göçmenlikle ilgili çatışmalar bağlammda özellikle da­
runlanna çekilir ve hiçbir şey daha ileri gitmez. ha mümkün hale gelmiştir.
Hatta kötüye de gidebilir. Popülizm, baskıyı kişileştirerek, ça- Sonuç, geçen yüzyılın o büyük kâbusunu yeniden uyandırır:
ğırıcı gücüyle bölünmüş bir halkı bir araya getiren bir mitoloji ha­ Faşizmi, daha çok da Mazilerin faşizm biçimini. Bu acı ilişki özel
line gelir: Popülizmin çağmcı gücü bu kadar büyüktür. Ama ciddi bir nedenden, Nazizmin hem bir popülizm hem de kendilerinin be­
tuzaklar da vardır. Bir kere, popülist mit, Kötü Baskıcı'nın sahne­ yan ettikleri gibi, ekolojik bir hareket olmasından kaynaklanır.'*^
ye girip Halk'ın hayatını zindan etmesinden önce bir çeşit "altın
çağ" olduğu fikrini teşvik eder. Son zamanlarda şirket, özellikle on 40. Marx'm K apitaf inm birinci cildi 1867'de, büyük şirketler ve 14. değişik­
dokuzuncu yüzyılda ABD Anayasası'nda yapılan 14. Değişiklik'le likten önce yayımlandı; başka ne hakkında yazabilirdi ki?
ilgili bir yorum yüzünden şaibeli bir kişilik kazandığı için, kötü 41. Sheasby 2000. Ku Klux Klan'ın kökenlerinin benzer bir biçinnde taşra­
daki hoşnutsuzluklara uzandığını unutmayalım.
adam rolü için biçilmiş kaftandır. Buradan yola çıkıp şirketlerin aç­
42. Coughlin'le ilgili özet bilgi ve başka atıflar için bkz. Kovel 1997a.
gözlülüğünün dünyaya girdiği 1865'ten önce bir şekilde daha iyi 43. Bramwell 1989 Nazi-Yeşil bağlantıları hakkında genel bir bilgi içerir.
238 DOĞANIN DÜŞMANI REEL EKOPOLİTİKALARIN ELEŞTİRİSİ 2 39

Nazilerin asla "ilerici” bir hareket olmadığı, bunun aksinin doğru bir hayli örneğe rastlandı. Rudolf Bahro gibi organikçi düşünürle­
olduğu su götürmez bir gerçek. Şiddetli bir birikim krizinin arife­ rin, Heidegger'in ardmdan, Nazi ideolojisine karşı bir yakınlık
sinde ortaya çıkarken büyük firmalan eleştirmişler ve o günlerde duyduklannı itiraf ettiğini. Alman Yeşiller'in kuruculanndan ve
sosyalizmin bir prestiji olduğu için kendilerini Nasyonal Sosyalist 1975'te çoksatan Bir Gezegen Yağmalanıyor kitabımn yazan Her-
olarak adlandırmışlardı. Ama Nazi tasansı, gerçek sosyalizmi ke­ bert Gruhl'ün de aynı şeyi yaptığım hatırlayalım. Hatta Gruhl, par­
sin olarak karşısına alan, onu işçiler dahil, Alman halkmı toprakla tinin "sol bir özgürleşme ideolojisi adına ekolojiye ilgisini kaybet­
mitik bir biçimde birleştirmeye çalışan organik bir ideolojinin kar­ tiği" gerekçesiyle Yeşiller'den aynhp alternatif bir parti kurmuştu.
şıtı sayan bir popülizmdi. Bir kaynaştırma ekolojisiydi, sonra bir Gruhl'ün, yukanda bahsettiğimiz, Yeşiller'in "ne sağa, ne sola, ile­
bölünme ekolojisine dönüştü. Bu tür bir birleşme, hâlâ belli ekolo­ riye bakan" bir parti olduğu sözünü söyleyen kişi olduğunu da ha­
jik çevrelerde, özellikle de, insanı "hayat ağmda"ki türlerden biri tırlamakta fayda var.'*^
statüstme indirgeyen derin ekolojide revaçta olan doğa mistisizmi­ Neo-faşist ekolojik düşüncenin birçok çeşidi var; ama hepsinin
ni bayağı andırır. Biyolojik indirgeme ırkçı düşünceyi besler, ki bu, ortak özelliği, ekolojik krizin bir yönünü dikkate almak ve "ne sa­
entelektüel bir ifadeyle, insanlık içinde bir alt tür bulmayı amaçla­ ğa, ne sola, ileriye bakma" kisvesi altmda sağa kaymaktır. Bunlan
yan çılgınca bir çabadır. Ekolojiyle ilgili konularda ciddi olan her­ ortaya çıkaran şey, genelde halk baskısı ve göçle ilgiU anlaşmazlık­
kes Hitler'in veya SS lideri Heinrich Himmler'in Almanlann hay­ lar, ki sürekli olarak refah eşitsizliğinden kaynaklanan bir durum­
vanlara "nazik" davrandığı, dolayısıyla Slavlar gibi (ki Yahudiler, dur bu (eski Doğu Almanya ile Batı Almanya veya Güney Kalifor­
Çingeneler ve homoseksüeller gibi haşaratın temizlenmesi işinde niya ile Meksika'nın Baja şehri arasmdaki gibi) ve temelde dünya­
onlara da güvenilebilirdi) "insan hayvanlar"ın himayesinin de üs­ nın büyük bir kısmmın sermayenin kaotik koşullan altmda sarsıcı
tün u-ka bu-aküabileceği şeklindeki açıklamalanm çok iyi bilmeli­ bir biçimde bozulmasıdır. Ekofaşizm halen az sayıda entelektüel
ler.'*^ Bu yozlaşmış bir ekofelsefe hiç kuşkusuz, ama yine de eko­ seçkinle sınırlıdır, tıpkı sokak kavgalanna katılan faşistlerin isyana
felsefe ve bu yozlaşmanın, insana özgü olan şeylerin doğanın çok- meyilli gençler içinde küçük bir gruba tekabül ediyor olması gibi.
çeşitliliği içinde (üzerinde değil) taşıdığı değeri reddeden her şey­ Ama bu hareketlerin potansiyelini küçümsememek lazım.
de içkin olduğuna dikkati çekiyor. Faşizm, kapitalizmin bünyesinde bulunan bir bozukluk örüntü-
Hiç kimse bu düşünce tarzının sadece tarihçilerin inceleyeceği südür. "Burada öyle şeyler olmaz," demek, kapitalist sistemin içi­
bir konu olduğuna inanacak kadar saf olmamalıdır. İlerici popüliz­ ne inşa edilmiş tahripkâr gerilimleri yanlış okumaktır. Bütün gere­
min sağa kayması pek mümkün değildir; daha çok kapitalist ana ken, belli miktarda bir krizdir, ondan sonra faşizm, sistemin ana iş­
akım içinde massedilmesi gibi bir risk vardır. Ama habis bir eko- levlerini korumak adına otoriter bir rejim kurmak için yukarıdaki­
faşizmin başka kaynaklan da vardır. Hatalı bk biçimde oluşturul­ ler tarafından bir devrimmiş gibi dayatılabilir. Daha sonra da, meş­
muş ekolojik düşünce şemsiyesi altmda yer alan yeşil hareketler­ ruiyeti yeniden sağlamanın ve anlaşmazlığı gidermenin yollan ola­
de sık sık iç kapatıcı bir aşın-sağcılık görülür. İngiltere ve Kuzey rak ortaya gerici ideolojiler ile ırkçılık sürülür. Son yüzyıldan çok
Avrupa'da, hatta 1999'da yapılan ve antisemitik dazlak gruplarınm şey öğrendik; bu yüzyılda ise, ekolojik bir krizle karşı karşıya olan
da boy gösterdiği o müthiş Seattie protestolannda bile bu konuda kapitalist bir sistemin faşizm potansiyellerini öğrenecekmişiz gibi
görünüyor. Bu ekolojik krizi salgın hastalıklar, terör saldınlannın
44. Himmler, 1943'te Polonya'da Einsatzgruppen'e, yani seyyar cinayet tim­ neden olduğu tahribatlar, kıtlık, küresel ısınma, ozon tabakasının
lerine hitaben yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Hayvanlara karşı nazik davra­
nan dünyadaki tek halk olan biz Almanlar, bu insan hayvanlara da nazik davra­
nacağız, ama onlar için kaygılanmak ve onlara idealler getirmek kanımıza karşı 45. Biehl ve Staudenmaier 1995. Aynca bkz. muhteşem web sitesi http://
işlenmiş bir suçtur." Aktaran Fest 1970: 115. www.savanne.ch/right-left.html.
240 DOĞANIN DÜŞMANI

delinm esi, petrol kaynaklannın azalm asıyla birlikte bu kaynaklan


çıkarm a işinin ekonom ik olm aktan çıkm asınm ve yerine hâlâ uy­ 8
gun kaynaklann bulunam am ış olm asınm kaçınılm az faturası veya
dünya çapında m eydana gelebilecek doğrusal olm ayan ekosistem-
Ön Tasarı
sel yıkım lar bağlam ında tahayyül edebiliriz; şu korkunç deh dana
hastalığı (BSE) ihtim alini ve hastalığm yol açabileceği anom alile­
rini düşünm ek bile yeter.'*«
Gelişmekte olan krizin gidişatı ekosistemlerin yıkılması yönün­
de değildir sadece, bu gidişatın yönü ekosistemlerin yıkılmasmm Bruderhof
siyasi tepkilerle sürmekte olan etkileşimiyle belirlenecektir. İhti­
maller çok, burada üzerinde konuşulmasma da gerek yok. Gelgele­ ABD'nin doğusunda olduğu gibi, Kanada'ya komşu Dakota eyalet­
lim, birikim sistemini kurtarmak için yukandan zorla dayatılacak lerinde ve İngiltere'de de, Anabaptistlerin pasifist kolunun kumcu­
olsa bile, faşizmin çözeceğinden daha fazla sorun yaratacağım su Jacob Hutter'm (ö. 1536) Hıristiyan takipçilerinden oluşan top­
unutmamak gerekir. Faşist bir düzen ekolojiye, yerine geçeceği li­ luluklar vardır. Radikal Reform hareketinin bu kolu çeşitli zulüm­
beral düzenden daha fazla zarar verecektir çünkü ekolojik rasyona- lere katlandıktan sonra Yeni Dünya'ya göç etmiş, orada tanm ko­
litenin zorunlu bir koşulu olan insan gücünün demokratik bir bi­ münleri kurmuş ve refaha ulaşmış. Yirminci yüzyılda, Almanya'da
çimde gerçekleştirilmesi sürecine izin vermekten çok uzaktu- ve da Eberhard ve Emmy Amold'un liderliğinde, önce Hıristiyan pa­
buna bağlı olarak, toplum içinde dayanılmaz ve tahripkâr gerilim­ sifist kolektifi olarak benzer bir kol ortaya çıkmış, sonra uluslara­
ler yaratır. Ekofaşizmin ulusal, en sonunda da küresel ölçekte yer­ rası Hutterci bir topluluk haline gelmiş. Nazilerden zulüm gördük­
leştirilmesi, doğanm, kendisine evrimi yönlendirecek güç bahşe­ ten sonra topluluk Paraguay'a göç edip orada bir tarım komünü
dilmiş türle yaptığı o kendine özgü deneye son verecek çığ dizisi­ kurmuş. 1950'lerde ABD'ye gitmişler, "Bmderhof adını alarak
nin harekete geçmesini tetikleyecek unsur olabilir. New York eyaletinin Hudson nehri vadisindeki Rifton kasabasına
Sırf bu güç adına bu kadere karşı çıkma yolunu seçebiliriz. yerleşmişler. O sıralarda Bmderhof ("kardeşler topluluğu" anlamı­
Ama bunu başarmamız ancak varoluşumuzu yaratıcı bir biçimde na gelen Hutterci bir terim), onlan çok fazla dünyevi bulan özgün
dönüştürmekle mümkündür. Popülizm de denendi, toplumsal eko­ Huttercilerden aynimış. Bmderhofun dünyeviliği, teknolojiyi be­
loji, yeşil politika, topluluk ekonomisi, ekofeminizm, biyobölgeci­ nimseyerek tanmsal üretimden sınai üretime geçmelerinden geli­
lik, kooperatifler (aşağıdan gelen, üst üste çakışan, iç içe geçen ve yordu. Sonra epey kazanç getiren bir işe, okullara ve özürlü mer­
ekolojik krize ilerici karşılıklar olarak öne sürülen bütün ideoloji kezlerine eğitimde kullanılacak yardımcı araçlar üretme işine gir­
ve hareketler) de denendi. Bunlar birçok şey keşfettiler, bize çok diler. Bu şekilde üretilen metalar bu piyasadan küçük bir pay alma­
şey öğrettiler, ama en çok da daha fazla ilerlemek gerektiğini öğ­ nın ötesine asla geçemiyorduysa da, tahakkuk eden kâr tatminkâr­
rettiler. Bugün, sokaklar çığnndan çıkmış küreselleşmeye karşı dı ve topluluğun büyümesine olanak tanıdı. Bir Bmderhof toplulu­
gösterilerde bulunan yeni kuşak aktivistlerle dolup taşıyor. Neye ğu belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra (300-400 kişiye mesela),
karşı olduklannı keşfetmişler. Peki ama neden yanalar! Buna eko- "bünyeden ihraç edilir" ve başka yerde yeni bir birim oluşturulur.
sosyalizm adının verilip verilmeyeceğini öğrenmenin zamanıdır. Bu şekilde, ABD'de bugün altı, İngiltere'de de iki Bmderhof oluş­
muştur; bu sekiz Bmderhof, kendilerine ait bir telefon hatlıyla bir­
birine bağhdır; ahizeyi kaldırıp bir tuşa dokunmak suretiyle birbir-
4 6 . Rampton v e Stauber 1997. leriyle anında temasa geçebilmektedirler. Fikirlerini yaymak için
24 2 DOĞANIN DÜŞMANI Ö N TASARI 243

Plough Books adında bir de yayınevi kurmuşlar ve duyduğuma gö­ kotlan ne de Self ve Connoisseur dergilerine abonelikleri. Toplu­
re, yaptıklan işten elde ettikleri kârlarla satın aldıklan uçaklardan luk bütün ihtiyaçlannı kolektif kârlardan karşılar: Komün yemek­
oluşan küçük bir uçak filoları bile var.* leri, eğitim ve sağlık hizmetleri de bu ihtiyaçlara dahildir; zira ço­
Bruderhof hakkında daha söylenecek çok ilginç şeyler var; bu cuklar için kendi okullan ve çoğu sağlık sorununu kendi imkânla-
arada, birçok vesileyle onlan ziyaret ettiğimi ve birçok projede on­ nyla çözebilen kendi doktorlan vardır. Yüksek öğrenim için veri­
larla birlikte çalıştığımı da eklemeliyim. len yardımlar^ (ömeğin, doktorlan için verilenler) gibi dışanda ya­
Bir kere, Bruderhof kapitalist piyasada başarıyla gelişimmi sür­ pılması gereken harcamalan aynı şekilde fabrikalanndan elde et­
dürüyor. Gelişmiş makineler, bilgisayarlar ve iyi işleyen bir dağı­ tikleri kârlarla karşılarlar. Aynı nedenle, Bruderhofçulann maddi
tım ve satış ağının yardımıyla katalog, kamyon gibi güzel ve kul­ ihtiyaçlan tipik Amerikalılardan çok daha azdır, hem birçok şeyi
lanışlı şeyler yapıp satıyorlar. Kısacası, ekonomiyle başanlı bir bi­ (bir yerden bir yere gitmek için kullandıklan az sayıdaki motorlu
çimde bütünleşmişler. taşıtlan da) ortak kullandıklan için, hem de dünyalanndaki her şey
İkincisi, Bruderhof kesinlikle kapitalist değil. Eğitim araçları­ tüketim kültürünü tamamen reddettiği için. Dolayısıyla, Bruder-
na kattıklan ve bunlardan elde ettikleri "değer" genelde kapitalist hofun ekolojiye bindirdiği yük halkm diğer kesimlerinin yükün­
piyasadan gelir. Ama üretim noktasında artıkdeğer diye bir şey den bir hayli azdır. Sanayileşmiş ülkelerin bütün insanlanmn dün­
yoktur. Kendi emeklerinin üzerine başka bir değer eklenmez, bu­ yaya böyle pek fazla yük olmadan yaşamalarını bir şekilde sağla-
nun da nedeni basit, çünkü Bruderhof üyeleri komünisttir. Para el­ yabilseydik, bugünkü gibi hepimizi kaygılandnacak ölçekte bir
de ettikleri girişimlerden herkes aynı meblağı alır: Yani hiçbir şey kriz yaşanmazdı.
almaz. Fabrika içinde hiyerarşi de yok; işbölümü elbette var, ama Bruderhof bir örnek teşkil ediyorsa eğer, buradan ne sanayileş­
patron yok. Fabrika yöneticileri farklılaşmış görevleri dışında her­ menin ne de teknolojinin ekolojik krizm etkin nedeni olmadığını
hangi bir otoriteye sahip değiller. Fabrikayı ziyaret eden bir kişi teyit edebiliriz. Bruderhofçular hem sanayileşmede hem de tekno­
orada standart bir kapitalist işyerinde bulunmayan, bambaşka bir lojide ileri düzeydeler ve az tüketiyorlar, herhangi bir büyüme bas­
atmosferle karşılaşır. İşçiler kendi kendilerini yönlendirirler, işe kısı belirtisi de göstermiyorlar. Bunun nedeni, emeğin toplumsal
farklı saatlerde gidip gelirler ve fabrikaya giriş ve çıkışlarda kart örgütlenmesi, ki bu komünist koşullar altmda bu örgütlenme ser­
basmazlar. Zaman sınırı yoktur, iş verimlilik kaygısının belirleyi­ mayenin birikim azgınlığının kökünün kurutulmasmı sağlar. ,
ciliği altmda değildir. Yedisinden yetmişine herkes yan yana, iste­ Ama bu bulgular yeni sorulan da beraberinde getirir. Böylesine
diği gibi çalışıp işi paylaşır. Bu görece lakayt verimlilikle fabrika- radikal bir geçişe izin veren iç ve dış koşullar nelerdir? Bu durum
lannm kârlılığı arasmda bir çelişki yoktur, çünkü Bruderhofçular ekolojik açıdan sağlıklı bir toplumdaki piyasalar için ne ima eder?
biriktirmek ve piyasa paylarını artırmak gibi bir dürtüyle hareket Sosyalizm açısından neler söyler? Herkesin bu şekilde yaşamasını
etmezler, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir kârla yetinirler ve bü­ sağlayabilir miyiz? Sağlamalı mıyız?
tün bunlar ellerinin altındaki teknoloji sayesinde gerçekleşir. İş gü­ İlk sorunun gizemli bir yanı yoktur. Bruderhofçular koyu Hıris-
zel nesneler yapma ve bu sayede daha büyük hedeflere ulaşma ar­ tiyandırlar, onlann deyimiyle Hmstiyan-komünist. "Her şeyi or­
zusuyla yapılır. taklaşa paylaşmak" fikri Kari Marx'tan değil, ilk Hnistiyanların İn-
Üçüncüsü, komünist oldukları için Bruderhofçular "her şeyi or­
tak" sayar. Birkaç ufak tefek şahsi eşyanın dışında hiçbir özel 2. Gençlerin hepsinden liseyi bitirdikten sonra ya üniversiteye gitmek ya da
mülkleri yoktur; ne arabalan vardır, ne DVD oynatıcılan, ne marka topluluğun nezaretindeki, doğru dürüst işler yapem işyerlerinde çalışmak suretiy­
le iki yıl topluluktan uzakta yaşamalan istenir. İki yıl sonunda gençler topluluğa
tekrar dönüp dönmemek konusunda karar vermek zorundadır. Bana söyledikle­
1. Zablocki 1971. Aynca Plough yaymlanndan daha fazla bilgi edinilebilir. rine göre, dörtte üçü dönüyormuş.
24 4 DOĞANIN DÜŞMANI Ö N TASARI 245

cil'deki kayıtlanndan gelir: Elçilerin İşleri, 2. Bab, 44-45: "İmanlı- ğerlere eşit ölçüde ayarlı olduğunu ve hepsinin aynı mantık ve ne­
lann tümü bir arada bulunuyor, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. dene itaat ettiğini varsayar (veya mevcut konudan hareketle ifade
Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasmı herkese ihtiyacma edersek, Bruderhof olmadıklarını). Zira, bütün iktisadi faillerin da­
göre dağıtıyorlardı." Sürekli ihanete uğramış olsa da, komünizm hil olduğu piyasa "kân ve piyasa paymı azamileştir!" komutunu
fikri Hıristiyanlık içinde hâlâ temel bir yere sahiptir. Bunun, verdiğinde, bu iktisadi failler, farklı bir davulun sesiyle hareket et­
Manc'm da dahil olduğu (ki komünizmle ilgili en bilinen tanımla­ tikleri için, bu komutu duymaz ve pratik yetileri artık sermayenin
masında, "herkese ihtiyacına göre" ifadesine yer vermiştir) uzun ve kuvvet alanmı yankılamaz olur. İş girişimlerine o kadar da "değer"
çetrefil bir tarihi vardır.^ Bruderhofçular komünizmi asimda sade­ vermezler. Bruderhofçular, bir seçim yapmak zorunda kalırlarsa
ce ortodoks oldukları için onaylarlar. Gelgelelim, bunu epey ileri (ömeğin, siyasi faaliyetleri hepsinin hapse girmesini gerektirirse
taşıdıklarmı da belirtmek gerek. Zira Huistiyan komünizmini uy­ veya yaptıklan ticari işler bir nedenle çok çelişkih olmaya başlar­
gulamakla kalmazlar, bunu büyük bir şevkle de vazederler, ki on­ sa) işi seve seve bırakabileceklerini söylemişlerdi bana. Böyle ya­
lan bizim açımızdan özellikle ilgi çekici kılan da budur. pacaklarına eminim. Zira Bruderhof için, verimliliğin anlamı ve
Bugün solda. Radikal Reform'un bu torunlan kadar militan bir verimliliği artırmak için zorunlu olan çalışma düzenlemeleri, inan-
grup yok muhtemelen. Ölüm cezasma karşı yürümüşler, dayanış­ cm çok daha güçlü parladığı bir dünya görüşü perdesindeki soluk
ma için çocuklannı ambargo uygulanan Küba ve Irak'a göndermiş­ birer noktadan başka bir şey değildir. Bruderhof maksadı olan [in-
ler ve Mumia Abu-Jamal'm manevi danışmanlığmı yapmışlar. Bu tentional\ bir topluluk ve maksatlar, iyi anlaşıldığında, maddi kuv­
eylemlerin teması daima zulme karşı koymaktır, zira İsa ve bir za­ vetler haline gelebilir.
manlar kendileri de zulüm görmüşlerdi. Hıristiyan logos'unun ken­ Kooperatiflerin, organik çiftliklerin vs. sermayenin kuvvet ala­
dini tarihsel gerçeklik içinde ortaya koyup Bruderhof komünizmi­ nına yenilmelerinde, kârlılıktan feragat etmelerine olanak tanıya­
nin de aynimaz bir parçasmı oluşturduğu yeni bir tarih yaratması­ cak telafi edici bir inanç sisteminden yoksun olmalan önemli bir
dır bu. Bruderhof için komünizm iktisadi veya siyasi bir doktrin neden teşkil ediyor olmalı. Ama, sırf buradan kooperatiflerimizin
değil, evrenselleştirici bir tinsel kuvvetin bir veçhesidir. Topluluk, ekososyalizmin vaatler ülkesine girebilmeleri için radikal Hıristi­
başkalarına komünist olmalannı komünizmin iktisadi, hatta top­ yan olmaları gerektiği sonucunu çıkarmaktan kaçmmak adına, bu
lumsal üstünlüğüne inandığı için değil, komünist olmak Huistiyan sonucun başka bir düzleme taşınması gerekiyor. Böyle bir şeym
olarak yaymayı arzuladıklan "müjde"nin bir parçasmı oluşturduğu söz konusu olmadığı açık: Bir kere, ekososyalist bir toplum tümüy­
için söyler. Manevi bir bütünlüğün aynimaz bir unsurudur bu. în- le demokratik olmalıdır, herhangi bir dini yorumun alanı değil;
sanlarm sırf komünizm adına komünist olmalannı istemezler; on­ sonra, konumuz özelinde ele alırsak, Bruderhof un yönelimi aslm-
lann İsa gibi olmalannı isterler, ki bu yolda komünizm asli bir uy­ da ekolojik değildir. Ne özellikle ekolojik kaygılan benimserler, ne
gulama biçimidir. de pratikleri ekosantrizmle, özellikle de bir hayU ataerkil olan bu
O halde, Bruderhof un dünyevi pratiği içine manevi bir an yer­ yapının ekolojik dönüşümün gerektirdiği değerlerle çatıştığı top­
leştirmek suretiyle kapitalist piyasayı telafi etmenin bir yolunu lumsal cinsiyet alanıyla uyumludur.'* Bu dönüşüm sürecinde işin
bulduğunu söyleyebiliriz. İktisatçılar, piyasalann bütün iktisadi fa­
illeri birbirine bağlayan fiyatlan meydana getiren güçlü sinyal sis­ 4. Bruderhof son derece homofobik; öm eğin, yakın çevrelerindeki gay har­
temleri olduğunu söylerler. Ama bu, her failin fiyat ve parasal de- lan kapatmak için ellerinden geleni yapmışlar, ölüm cezalanna karşı oluşturulan
ama eşcinsel haklannı savunan grupların da katıldığı koalisyonlara katılmayı
reddetmişler. Komün içinde kadınların bayağı bir söz hakkı olmasına rağmen, er­
3. Bu ifade "Gotha Programının Eleştirisi"nden; Marx 1978e: 531. Bu iko­ keklerle kadınlar arasında büyük bir eşitsizlik vardır; ömeğin, giysi tarzında: Er­
nuyla ilgili literatür çok geniş. Bkz. Cort 1988. Marx için bkz. Miranda 1974. kekler istedikleri gibi giyinebilirken kadınlar geleneksel patiska elbiseler giymek
2 46 DOĞANIN DÜŞMANI Ö NTASAR I 247

tinsel boyutu çok köklü bir rol oynasa da, ekososyalizm dini ola­ asli temellük edilme biçimi olduğunu düşünebiliriz: Çocuklukta
maz, en başta da din, tini, ekolojik dönüşüme giden yolun ağzını tı­ şeyleri ve iUşkileri ilk anlamlandırma biçimimizdir; hayat boyunca
kayacak şekilde zapturapt altına alma biçimi olduğu için. da, gerçekliğe, ona ne yaptığımızdan bağımsız olarak verdiğimiz
Ama burada asıl mesele bu değil; asıl mesele Bmderhofun değerdir. "Hayret", "huşu" gibi kelimelerle aktanlan ya da günlük
"maksadı olan" bir topluluk olduğu için, kapitalist piyasanm kuv­ gerçekhği ondan ne elde edilebileceğinden (para kazanmak da bu­
vet alanına direnme konusunda alelade bir kooperatiften daha ba- na dahildir elbette) bağımsız olarak sessizce takdir ettiğimiz anlar­
şanlı olması. Dolayısıyla, ekososyalist bir toplum yaratmak için da yaşanan dünya hissidir. İçsel değerler, eşyanın tinsel tarafıyla,
sermayenin kuvvet alanının önünde durabilecek bh- çeşit kolektif aynı zamanda da oyuncul şeylerle ilgilidir ve doğaya karşı "aktif
"maksat"ın geliştirilmesi zorunlu olacaktır ve bu maksat, Bruder- duyarlılık" diye adlandırabileceğimiz bir tavrm tezahürleridir.
hofun her şeyi kapsayan inancının "ahlaki dengi" olmalıdır. Bru- Kullanım değerleri, emeğin doğaya veya üretime tatbiki için
derhofçular piyasanm ayartmalanna direnirken, yaptıklan metala- (bu ister suf fayda amaçlı yapılsın, ister mübadele edilebilir bir
nn burjuva toplumunun kabule zorladığı anlamdan tümüyle farklı meta olarak) uygun değer biçimini temsil eder. Kullanım değerle­
bir anlam taşıdığını söylüyorlardı. Bruderhof sermayenin verdiği ri, doğayla "dönüşümsel açıdan daha ak tif bir ilişkiye işaret eder
sinyallere değil, metanın anlamının içine yerleştirilmiş bütün nite­ (fayda ve mübadeledeki dönüşümden farklı bir dönüşüm söz konu­
liksel ilişkilere karşılık verir. Aynca, bu anlamlar Bruderhofçulann sudur burada). Kullanım değerinin insan hayatı için zomniu oldu­
ihtiyaçlarının yeniden düzenlenmesi sürecinin bir parçasını oluştu­ ğu ortada; hatta daha da ileri gidip gerçekleştirilmiş, ekolojik açı­
ruyordu. Metanın kullanım değerinin onlarda nasıl bir hale geldi­ dan bütünleşmiş bir hayatın, fayda-olarak-kullanım değerinin içsel
ğini anlatmanın başka bir yoludur bu, zira kullanım değeri, ihtiyaç- değerle girdiği zengin bir etkileşim sayesinde mümkün kılınabile­
lann karşılanmasıyla ve bu ihtiyaçları açığa çıkaran isteklerle ilgi­ ceği bile söylenebilir, başka bir deyişle, doğayla aynı anda hem du­
li bir anlamlar evrenidir. Bmderhofun yaptığı metalara özgü bir yarlı hem de dönüştürücü bir ilişki kumiması sayesinde.
şey değildir bu sadece, söz konusu metalan yapmak için girdikleri Meta üretimi insanın kabiliyetlerini artmr, ama değişim/müba­
üretim ilişkilerinde de aynı şey söz konusudur; ama metalann fi- dele tohumunu devreye sokmakla, aynı zamanda yukanda sözünü
yatlan üretim maliyetlerinden ibaret olduğu sürece; Yani makine­ ettiğimiz cennetsi düzenin yılanı haline de gelir.^ Bu kaymayla bir­
ler, makineleri çalıştıracak enerji, malzeme gh-dileri ve en önemli­ likte doğa "kendisi için" olmaktan (doğanm bir parçası olduğumu­
si "mallarını" yaparken harcadıklan emek. Bmderhof için, ürettik­ za göre, bu aynı zamanda bizim için anlamına da gelir) çıkıp bir
leri her şey, İsa'nın yolundan gitmek için gerekli araçlan tedarik et­ ekonominin çerçevesi dahilindeki bir nesneleşme dummuna geçer.
meyi amaçlayan bir kullanım değerine tabidir. B h başka deyişle, Bununla da kalmaz, bu nesneleşme dummu, ekonomi ve onun için­
bu onlann "maksat"ıdır. de gömülü olduğu toplumun farklı değer türlerini tanzim etme bi­
Maksatlar değerlerin açılımlandır; galiba bu ibareyi biraz aç­ çimine göre değişiklik gösterir. Kullanım değeri artık bir mübade­
makta fayda var. Kullanım değerleri, çok daha özgün bir değer biçi­ le değerinin varlığına işaret ettiğinden, o mübadele değeriyle bir
mi ile bir ekonominin içerdiği türden değerler arasındaki değerler­ ilişki içinde olacaktır. Mübadele değeri, tıpkı kullanım değeri gibi,
dir. Bu özgün, yani içsel değerin iki bakımdan, herkes için dünyanın zihinsel bir kaydı gerekli kılar. Doğada bu sıfatla varolmasa da, do­
ğal bir yaratığın zihninde vardır ve her fikir gibi çeşitli değerlikler-
zorundadır. Dahası, boşanma yasaktır. Hatta, topluluğun ahlaki otoritesi kuşak­
lar boyunca Am old ailesinin ataerkil hükmündedir. Gelecek kuşağın farklı bir
bakış açısına sahip olacağına dair belirtiler var; bu gelişim i izlemek ilginç olaca­ 5. Düşüş'ün gizli anlamı olabilir mi bu? Acele karar vermemek gerek, zira
ğa benzer. Ama genel olarak, radikal dinlerin sınıf tahakkümünden vazgeçebil- sırf faydaya dayalı arkaik bir ekonomi-öncesi hayat, genişlemeci ve kanserojen
seler de ataerkil tahakkümden vazgeçmeleri zor görünüyor. içerimlerden yoksun olsa da, saldırganlıktan veya ikirciklilikten azade değildir.
248 DOĞANIN DÜŞMANI ÖNTASARI 2 49

le yoğunluklara sahip olabilir. Bu yüzden mübadele değeri bazı in­ Bu tür bir formülasyonun "yaran", sermayeyi dönüştürme ihti­
sanlara çok çekici gelir, hatta onların "mübadele değerine değer mallerinin üzerindeki ağır kayayı kaldıracak, böylece daha geniş
verdikleri" söylenebilir. Gerçekten de mübadele değeri, kullanım ve farklılaşmış bir eylem alanına açılmayı mümkün kılacak potan­
değerine sahip olabilir; öyle ya, para mübadelenin kullanılabilirli­ siyele sahip olmasından gelir. Normal kapitalist koşullarda, müba­
ğinden başka nedir ki? Kullanım değerleri aynı zamanda içsel de­ dele değeri ortama hâkim olur, kullanım değerleri de, gerek ayak­
ğerlerle mübadele değeri arasında yer alır ve doğaya yabancdaş- ta kalmak için direnirken, gerekse sürekli çoğaltüıp kirlilik yara­
manın çeşitli derecelerini ifade eder. Belirli kullanım değerleri tan, tahrip edici sonsuz sayıda metaya hizmet ederken tabi konuma
farklılaşma konumundadu-; bu konumda olan kullanım değerleri geçer ve itibarı düşürülür. Bunu anlamak için, ömeğin insanlann
içkin değerlere yakındır ve onları onarmaya çalışırlar; diğerleri ise, "kullandıktan" sonra eşyalan kayıtsızca atmalanna bakmak yeter-
paranm kullanım değerinde olduğu gibi, içsel değere yabancıdır, lidh-: Plastik bardak hayaletleri (ekoloji gruplann toplantılannda
yani bizim deyişimizle, ondan kopmuştur. bile bunlan görmek mümkün); Toys 'R Us'm pillerini bekleyen
Ekoloji politikası bir değerler çerçevesine tercüme edilebilir. plastik oyuncaklarla dolu raflan ve bunlann hızla çöpün yolunu
Bruderhof mübadele değerine pek önem vermez, radikal Hıristi- tutması. Bilenerek sürekli kullanılan usturadan bir poşet dolusu tek
yanhğm içsel değerini tercih eder. Ekonominin kendi yasaları var­ kullanımlık traş makinelerine geçişte olduğu gibi, hayatın kendisi
dır; ama bu yasalara uyup uymamak kişilerin içindeki öznel den­ de kullanılıp atılu hale gelmiştir. Büyükbabam, New York'taki yüz­
geye, ondan sonra da onlann toplumsal ilişkilerine bağlıdır. İki tür lerce, belki de binlerce saat tamircisinden biriydi. Bugün onun işi­
iktisadi değer arasındaki oran olarak tarif edilebilir bu. Kullanım ni yapanlann sayısı kar leopannm sayısı kadar az, üstelik tüketimi
değerini kd, mübadele değerini de md diye kısaltırsak, kd/md ora­ çok fazla olan (o kadar ki, kayışı koptu diye Casio marka saatimi
nı kabaca kapitalist kuvvet alanının kabulü yönündeki kuvvetlerle atıp yenisini alsam mı acaba diye düşünüyorum mesela) bir kalem
reddi yönündeki kuvvetlerin dengesini verir. "Kabaca" tabirini bu üzerinde çalıştıklan halde. Düşük maliyetli ne demektir? Kapita­
unsurlar kararsız olduğu için değil, nitel ve son derece siyasi ol- lizmin "olmak ya da olmamak" sorusu haline gelmiştir bu; düşük
duklan için kullandım. Bunlar ölçüp grafiğini çıkarabileceğimiz maliyet, artıkdeğerin peşinde giderken, duyumsal bakımdan yara­
halde değil, kolektif pratikler ve üzerinde mücadele edilmiş ve in­ tıcı olan emeği piyasadan kovar, el emeğinin yerine otomatik tek­
sanların sadakatlerini çeşitli derecelerde yönlendirmiş olan anlam nik hüneri koyar.
kümeleri halinde varolurlar. Kullanım (ve mübadele) değerlerinin Özgürleşmiş ve ekolojik açıdan sağlıklı bir dünyada, kullanım
daha çok ya da daha az olduğundan söz ederken, bu laflan "daha değerleri mübadele değerinden bağımsız bir karaktere bürünecek,
tam gerçekleştirilmiş" anlammda kullanıyoruz. Bu açıdan bakar­ insan doğası ile doğanın ihtiyaçlannı yönetmek için değil, onlara
sak, kapitalizm, md » kd olmasını teminat altına alan, insanlann hizmet etmek için varolacaktır. Başka bir deyişle, kullanım değer­
piyasanın sinyallerini içselleştirip bunlara tann kelamı gibi itaat et­ leri içsel değere yönleneceklerdir. Böyle bir şeyin olmaması için
melerini, metalann kullanım değerlerinin, doğanın içsel değerinin hiçbir sebep yoktur; gerçi, demokrasiyi genişletecek, insanm geniş
ve de gerçekleştirilmiş bir insan doğasının ihtiyaçlanna göre değil, çaplı güçlerinin ifade edilmesine ve pekiştirilmesine olanak tanıya­
mübadele değeri ile artıkdeğerin ihtiyaçlarına göre biçimlenmesini cak ve sermayenin kuvvet alanmı etkisiz hale getirmek için gerekli
sağlayan toplumu kapsar (ki dört çekerli araçları, kafeinli meşru­ büyük, karşı-maksatlan bir araya getirecek toplumsal bir dönüşüm
batları, Roundup Ready marka soya fasulyeleri, Huey helikopter­ olmadan böyle bir şeyin olması imkânsızdır. Etrafta, salt gönüllü­
lerini, küreselleşmeye boyun eğmeyi -bununla beraber doğayla te­ lükten ibaret olmayan, uluslararası büyük bir eylem sahnesiyle
ması kaybetmeyi ve doğanın salt madde ve enerjiye indirgenmesi­ bağlantılı da olan tutarlı bir praksise göre örgütlenmiş yeterli sayı­
n i- buna borçluyuz). da ekoloji mihtanı olsaydı, o zaman kapitalist düzen aşılırdı. Yeter­
2 50 DOĞANIN DÜŞMANI Ö NTASAR I 251

li sayıda insan bangır bangır ona hayır dese, bir gün bile ayakta ka­
lamaz. Burada büyük bir sınırlama söz konusu elbette: Teier/i sayı­
Sosyalizm
da insan karar verirse, ki bu insanlara polis ve asker de dahildir.
Ekososyalizm şimdi kullanım değeri (gerçekleştirilmiş kulla­ Bu kederli dünyada doğanm içsel değerini yeniden ortaya çıkar­
nım değeri sayesinde de içsel değer) lehinde verilen bir mücadele mak istiyorsak, sermaye ile onun mübadele değerinin iktidannı yı­
olarak çıkıyor karşımıza. Şeylerin niteliksel yanlanyla ilgili bir karak kullanım değerlerini özgürleştirmeli ve içsel değerle farklı­
mücadele olduğu anlamına gelir bu: Bu mücadele sadece çalışma laşmayı başlatmalıyız. Ama kullanım değerinin mübadelenin pen­
saatleri, saat başı ücretier ve menfaatler üzerinde denetim kurulma­ çesinden kurtanlmasına yönelik sürekli talep, kaçınılmaz olarak
sıyla değil, işin ve ürünlerinin üzerinde, salt zorunluluğun ötesin­ içine sermayenin özünün, yani işgücünün sıkıştınidığı kullanım
deki şeyler üzerinde denetim kurulmasıyla da ilgili bir mücadele­ değerine götürür bizi: Saplanıp kaldığımız yer burası işte, bundan
dir; bu denetim, yeni ekosistemlerin yaratılmasını ve bütünlenme- kaçmaya çalışmanın da bir anlamı yoktur.
sini sağlar, aynı zamanda öznelliği, güzelliği, hazzı ve tini birleşti­ Ekososyalizm, geleneksel sosyalizmden daha ileri bir şeydir,
rir. Bu talepler emek geleneğinin bir parçasmı oluşturuyordu, zira ama kesin olarak sosyalizmdir aynı zamanda. Sermaye, ekolojile­
işçiler sadece ekmek değil, gül de talep ediyorlardı. Bunu içerim- rin mustarip olduğu krizin etkin nedenidir, ama sermayenin olmaz­
lerinin smırına kadar taşıyacağız: Ekososyalist talep, bir taraftan sa olmazı, dinamiğini diğerlerinden daha fazla tanımlayan özelliği,
maddi şeyleri (ekmek), diğer taraftan da estetik şeyleri (gül) kap­ işgücünün metalaştıniması ve piyasada satılmak üzere soyut top­
samakla kalmaz. Ekmek ve güle aynı perspektiften, artmış ve ger­ lumsal emeğe indirgenmesidir. Ekolojik kriz için başka bir açıkla­
çekleştirilmiş kullanım değerlerinin perspektifinden bakar (veya ma yolu tercih ediliyorsa edilsin, ama başka bir açıklama tutmaya­
daha iyi bir ifadeyle, onlan ekonomi-sonrası içsel değerler olarak caktır. Sermaye hakikaten de doğanın düşmanıysa, o zaman emek
görür): Ekmek ve ekmek yapımı, içinde bir anlam evreninin sıkış- özgürleşmeden onun üstesinden gelemeyiz. Sosyalizmin (ekosos­
tırıldığı tekil bir ekosistemin veçheleri haline gelir; zira kaç laf yalizmin veya bir başka türünün) özünü meydana getiren bu talep
"ekmeğini kazanmak" kadar zengin çağnşıma sahiptir? Güller de şu anlama gelir: Üreticilerin üretim araçlarından aynlmalanna son
dışsal güzel şeyler değildir; onlann da emekle büyütülmeleri gere­ vermek. Bu da mülkiyet ilişkilerinde temel bir değişim olacağı an­
kir. Onlann da anlam evreni vardır, mübadele yüzünden kör olmuş lamına gelir, bütün kullanım değerleri ile ekosistemlerin kaynağı
gözlere kapalı olan, gözleri açık olanlar için de dehşet ve güzellik olarak görülen yeryüzünün "ortak üreticiler"in tasarrufuna geçme­
anlamına gelen bir evreni: siyle sonuçlanacak bir değişim. Aksi takdirde, üreticilerin üretim
araçlanndan aynimalannm üstesinden gelmek imkânsızdır. Bu ay-
Ah Gül keyifsizsin sen. nlığın üstesinden gelindiğinde, emeğin kullanım değeri mübadele
Görünmez solucan değerine tabi olmaktan kurtulur: Emek, sermayenin zincirlerinden,
Uğuldayan fırtınada insani güç de sahte, alışkanlık yapıcı ihtiyaçlardan kurtulur ve po­
Geceleyin uçan: tansiyel güçlerini geri kazanabilecek hale gelir.
Bulmuş senin Ekososyalizmde bundan daha fazlası söz konusu, ama içerim-
Kızıl neşe içindeki tarhını: leri yeşil politikanın standart kompleksinden önemli ölçüde farklı
Onun meşum gizli aşkı olduğu için, temel tema üzerinde durmamız gerekiyor. Ömeğin,
Senin hayatının mahvı.^ ABD'deki yeşillerin, her biri değerli "on kilit değer"i var. Yine de
bunlann hiçbiri bu talebi gündeme getirmez, getirse bile dolaylı
6. "The Sick Rose," "Songs o f Experience"dan, Blake 1977: 123. getirir, uygulamaya gelince de Yeşillerin hemen hepsi popülist ko­
2 52 DOĞANIN DÜŞMANI Ö NTASARI 253

numdan yana tavır alarak bunu reddedecektir^ Bunun, kelimenin şansız oldular ve tam anlamıyla gerçekleştirilmiş sosyalist bir top­
tam anlamıyla sermayenin şoför koltuğunda kalmasma izin ver­ lum aynı uçuruma düşer mi?
mek demek olacagmı daha önce söylemiştik. Şimdi bizatihi sosya­ İlk soruyu ele alırsak, "reel sosyalizm"in üreticilerin üretim
lizmin amacıyla, ilk önce de, onun adı üstündeki tabuyla, en azm­ araçlan üzerinde denetim kurmasını sağlamanm eşiğinden bile
dan ABD'deki tabuyla yüzleşmemiz gerekiyor. geçmediğini lafı dolandırmadan söylemek gerek. Bir başka deyiş­
Sosyalizm sözcüğünü siyasi söylemde kullanmanın iyi bir şey le, Komünist Manifesto'nan toplumun amacı "tek tek her kişinin
olmadığı (amaç insanlan bir düşmana karşı ayaklandırmaksa, o özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir
başkaydı tabii) konusunda bana yapılan her dostça uyarıda bir do­ birlik"® haline gelmektir şeklindeki tahrik edici sözlerinin hakkını
lar alsaydım şimdi zengin olmuştum. İnsanlann, iktisadi başarısız­ verememiştir. Sosyalizmin geleneksel tanımını, yani üretim araçla-
lık, siyasi baskı ve çevre felaketiyle özdeşleştirdikleri bu sözcüğü rmm kamusal mülkiyetinden ibaret olduğu şeklindeki tanımı, doğ­
duyar duymaz köşe bucak kaçtıklannı sayısız kereler duydum. O ru tanımıyla, yani üreticilerin özgürce bir araya gelmelerinden
gözden düşmüş sosyalist gelenekle özdeşleştirildiği sürece ekosos- ibaret olduğunu ifade eden tanımla kanştırmamak gerekir. İkinci
yalizmin tabandan tek bir kişiye bile ulaşamayacağı söyleniyor. ifade birinciyi kapsar şüphesiz, ama tersi ille de böyle olmak zo­
Bu itirazlarla doğrudan ilgilenmek, aynı şey için başka bir söz­ runda değildir. Özgür birlik, sahiden kolektif olan ve her kişinin
cük uydurup bu itirazlan dile getirenleri kandırmaya çalışmamak* değişime katkıda bulunduğu kamusal bir alana ve kamusal mülki­
ve siyasi zekâya antikomünistlerin verdiği zararlara işaret edip bu yete sahip tam kapsamlı bir demokrasiye işaret eder. Ama "kamu"
itirazlan yok saymamak önemlidir. Zira, geçen yüzyılda kendileri­ sözcüğü biraz nazik bir sözcüktür ve başka tür bir yabancılaşmaya
ni "sosyalist" olarak adlandıran ülkeler bu üç kusurun üçünü de işaret edebilir, yani, devletin, Parti'nin, Lider'in veya üreticilerin
göstermiştir; aynca Sovyet sisteminin bir çağı sona erdiren çöküşü yerine geçip üretim araçlarını onlann adına sahiplenen ve/veya de­
ile kendilerine sosyalist diyen veya bu ad verilen toplumlann kor­ netleyen kim varsa onun yabancılaşmasına. İşte bahsi geçen bu son
kunç bir biçimde gerilemesi sonucu sosyalist dava darbe üstüne olaylar geçmişteki sosyalizmin kaderini tayin etmiştir.
darbe almış ve son on yılda yok olmanın eşiğine gelmiştir. Üreticilerin özgürce bir araya gelip birlik kurmalan fikrinin,
Burada cevaplandıniması gereken birçok soru var; en başta da Marx'in sosyalizm kavrammm özünü oluşturduğu tartışma götür­
şunlar: Söz konusu toplumlar gerçekten sosyalist miydi, neden ba- mez. Marx'in hayatı ve çalışmalan üzerine yapılacak bir incele­
meyle böyle olduğunu, ama "reel sosyalizmlerde", özellikle de
7. Bu "on kilit değer" taban demokrasisi, toplumsal adalet, ekolojik bilgelik, SSCB'de ve onun Doğu Avrupa'daki uydularında, Çin, Vietnam ve­
şiddetten uzak durmak, ademi merkeziyetçilik, topluluk temelli ekonomi ve ik­ ya Kuzey Kore'de böyle olmadığını göstermek mümkündür; aynı
tisadi adalet, feminizm, farklılıklara saygı, kişisel ve küresel sorumluluk, gelece­ şey kısmen Latin Amerika, Küba ve Nikaragua'daki sosyalizmler
ğe odaklanmak ve sürdürülebilirlikten oluşuyor. Bunlann içinde sosyalizme en
yakın olanı, yani iktisadi adalet, işçilerin haklannı koruma ve "bağımsız şirket­
için de geçerlidir.'« Bu son sıraladığımız ülkeler, devrimi yönlen­
lere sahip olmak" da dahil, çeşitli ekonomi biçimlerinden oluşan bir karma eko­ diren aktif kuvvet olarak bir çeşit yabancılaşmış "kamu"ya, daha
nomi kurma çağnsmdan öteye gidemiyor; kısacası, önceki bölümde eleştirdiği­ genel bir ifadeyle Parti-Devleti'ne dayanırlar. Bu önermenin iki ta­
miz konum içinde kalıyor.
rafı (yani, Marx'in asıl niyeti ile sosyalizmde fiilen neler meydana
8. Daha yeni geride bıraktığımız yüzyılda Amerikah sosyalistler "işbirliği
topluluğu" terimini kullanıyorlardı. SosyaUzmi tanımlamak için iyi bir yol hiç
kuşkusuz, ama bizim aklımızdaki şeyi "eko-işbirliği topluluğu" diye adlandıra­
bilir miyiz? Bu tür dolambaçh lafların kısa vadeli taktik kazanımlan ne olursa 9. Marx 1978c: 491.
olsun, genelde hiçbir kazanım elde etmedikleri açıktır. Sosyalizm sözcüğü bu ka­ 10. Marx için bkz. Draper 1977 vd.; Sovyet blokunun zaaflanyla ilgili yet­
dar nahoş karşılanıyorsa, o zaman bundan kaçınmak yerine üzerine gidilmesin­ kin bir izah için bkz. M&zaros 1996; bu görüş doğmltusunda bütün sosyalist ge­
de fayda vardır. lenekle ilgili genel bir değerlendirme için bkz. Bronner 1990.
2 54 DOĞANIN DÜŞMANI ÖN TASARI 255

geldiği konusu) ayın evreleri kadar şüphe götürmez bir gerçektir; lammda kullanılıyor) bir gelişimin ivmesi haline gelecektir.
ama yine de bu başarısız deneyleri Marx'm sosyalizm kavramıyla Reel sosyalizmler eski rejimlerinin çoğunlukla savaşlar sonu­
özdeşleştirme hatası hâlâ yapılıyor. cunda artan yolsuzluklan ve zayıflıklan yüzünden ortaya çıkmıştı
Hepsinin neden bu şekilde başansız olduğunu ve bu genel ba­ (veya Sovyetlere bağlı uydu ülkelerde olduğu gibi, güçlü bir nüfuz
şarısızlıkta bizatihi temel sosyalist kavramın suçlu olup olmadığı­ merkezine yakın oluşlarından dolayı). Bu nedenle, devrimin ilk iki
nı sormalı, ardmdan üreticilerin özgürce bir araya gelmelerine da­ evresi, ne kadar kanlı ve çekişmeli geçmişse de, kazanılmaya mü­
yanan ve ekolojik rasyonaliteye sahip bir sosyalizm kurma ihtima­ saitti. Ama her durumda, devrimin üçüncü ve en önemli evresini
linin olup olmadığmı değerlendirmeliyiz. Sosyalist devrimleri ya­ oluşturan toplumsal dönüşüm evresi çeşitli güçlerin ipoteği altm-
pan (ve gerçekleştirmeyi başaramayan) toplumlarda çeşitli özellik­ daydı; bu güçler ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de, sosyaliz­
ler göze çarpar. Bir kere, hepsi kapitalist güçler içinde önemsiz bir min bir türlü demokratik hale getirilememesi kabiliyetsizliği hep­
yere ve bağımlı bir statüye sahiplerdi. Yani, daha işin başmda iki sinin ortak özelliğiydi.
darbe yemişlerdi bile: Her şeyden önce, iktisadi açıdan zayıftılar, Demokrasi mirasınm neredeyse hiç olmadığı Rusya'da Çar'ın
halklannın en temel ihtiyaçlannı bile karşılayacak durumda değil­ polisi Bolşeviklere antidemokratik, komplocu baskı yöntemleri uy­
diler; devrimin iktidara geçtiği andan itibaren kendilerinden güçlü gulamış, Bolşevikler devrimden sonra ("çoğunluk" anlamına gelen
olan hasımlannın düşmanlığıyla yüzleşmek durumunda kalmışlar­ isimlerinin aksine) seçkin bir azınlık olarak iktidan ele geçirmişti.
dı. Bu darbelere, sosyalizmin gerçekleştirilmesi konusundaki bu Birinci Dünya Savaşı sayesinde devrim Bolşeviklerin kucağma
girişimleri çığırmdan çıkaran bir darbe daha ekleyebiliriz: Bunla- düşmüştü, ama aynı savaş toplumu daha da fazla sakatlamıştı. Son­
rm hiçbirinde, bir tanesinde bile, demokrasi geleneği ve bu gelene­ ra, büyük oranda Batı'nın müdahaleleri ve işgalleri sonucu patlak
ği besleyecek sivil toplum kuruluşlan yoktu. veren son derece vahşi bir karşı-devrim sırasında, kargaşanın en
Bir devrimin oluşum aşamasında, önce gerilimin tırmandığı, üst düzeylerde yaşandığı bir durumda "savaş komünizmi"nin ola­
yerleşik otoritenin meşruiyetinin ortadan kaldınidığı ve devrimci ğandışı ihtiyaçlan, bu sürece otoritarizm mührünü bastı. Lenin ile
bir hareketin büyüdüğü bir devrim-öncesi döneme girilir. Sonra, az Troçki çare olarak teröre başvurmuş, emeğin özgür gelişimine en­
veya çok şiddet kullanılarak devlet erkinin ele geçirilmesini hedef­ gel olmuş, işçi konseylerini, yani "Sovyetier"i kapatmış ve sendi-
leyen ve daha ileride icabına bakılması gerekecek çelişkilerin dev­ kalan sakatlamıştı. Bu arada ayakta kalma aracı olarak kapitaliz­
reye girdiği devrim ânı gelir. Son olarak toplumun dönüşümü baş­ min randıman ve verimliliğini taklit etmeyi benimsemişlerdi. Sos­
lar; esas devrim budur; kaçınılmaz olarak uzun bir mücadele döne­ yalizmin mayasının tutmamasında (veya Stalin'in barbarlığına ze­
midir bu. Zaferden sonraki ilk gün elde edilen yegâne şey yeni min hazırlanmasında) şaşılacak bir şey var mı?“
devlet aygıtıdu: Devletin bir baskı ve yönlendirme aracı olarak ta­ Demokrasi mirasının fiilen bir hiçten ibaret olduğu bu- başka
şıdığı önem düşünülürse, hiç de azımsanacak bir başan değildir bu, ülke olan Çin'de zaferden önce hareket çok daha uzun bir içsel dö­
ama yine de toplum üzerinde zorunlu bir etkisi yoktur. Daha açık nem geçirmişti. Gelgelelim, orada hareket çok daha büyük oranda
konuşursak, her etki devrim hareketinin karakterine bağlıdır, ki bu­ bir savaş ortamında yoğrulmuştu. Komünist Partisi'nin 1927'de
rası bizim için çok önemli. Hareket komploculuğa dayalı veya top­ mamz kaldığı katliamlar, yirmi yıldan fazla süren gerilla savaşına
lumun gelişiminden kopuk olursa, kazanılacak zafer toplumu yu­ zemin hazırlamış, Japon işgali ve Uzun Yürüyüş'le birlikte milita-
karıdan yönetilmeyi bekleyen atıl bir kitle olarak bulacaktu; dev­ rizasyon daha da derinleşmişti. Aşağılanmışlığın kötü anılan ve
rim sürecine geniş halk tabakalan katılır da bir çeşit dev bir okul emperyalizmin sızmaları dünyanın bu en eski (ve bir zamanlann
haline gelirse, zafer de sosyalizmin demokratik potansiyellerinin
serbest bırakıldığı organik (burada "ekosistemsel açıdan bütün" an- l l .F i g e s 1997.
256 DOĞANIN DÜŞMANI ÖN TASARI 257

üstün) toplumunda kapitalistlere yetişme arzusunu körüklemişti. haysiyet ve cömertlik gibi değerlerden söz ediyorum elbette.ı^
Bu kazandan çıkan devlet, sosyalist demokrasiden çok Çin'i iki bin Oxfam'a göre, Nikaragua devrimi katledilmeliydi, çünkü ABD'
yıl kadar yönetmiş olan merkezi bürokrasiyi andırıyordu. Rusya ve nin nüfuz alanı dahilindeki diğer ülkelere "iyi örnek olma tehdidi"
ABD'yle kıyasıya girilen mücadeleler ve Mao Zedung'a imparator taşıyordu. Küba'ya gelince, raflannm boş olması, orasının Güney'
statüsünün verilmesi, ancak ülkenin otoriter eğilimlerinin artması­ deki insanlann çoğuna bir gün kendilerini orada bulduklannda
na yaramıştı. Bu eğilimlerin birden büyük bir ivme kazanması so­ cennete gitmiş gibi hissettirecek eğitim ve sağlık bakımı olanakla-
nucunda Büyük Adım'ın, onunla birlikte de kıtlığm korkunçlukları n sunuyor olmasmı hiçbir biçimde hükümsüz kılmaz. Küba'nm or­
ve Kültür Devrimi baş göstermişti. Özellikle de kırsal kesimde bel­ ganik tarımı ulusal düzeyde benimsemiş dünyadaki ilk ve halen tek
li önemli ve parlak ilerlemeler kaydedildiyse de, yine soranm size, ülke olduğu da unutulmamalı; ABD'nin ambargosu ve Sovyetlerin
burada da sosyalizmin maya tutmamasmda (veya Deng Ziya- yıkılması dolayısıyla yaşanan katı zorunluluklar yüzünden bu ça­
oping'in kapitalizm yoluna zemin hazırlanmış olmasında) şaşılacak reye başvurulduğu şüphesiz, ama orada rasyonel planlamanın önü­
bir şey var mı?'^ nü tıkayacak herhangi bir tarım sanayiinin olmaması sayesinde de
Benzer şeyler, kuşaklar boyu sömürgecilik, ABD işgali ve savaş elverişli bir yöntemdi bu.*'*
sonrasmda süpergücün verdiği cezalarla karşı karşıya kalmış olan Yine de sosyalizme doğru yanm adım atmak yeterli değildir; bu
Vietnam için de geçerlidir. Yüzyıllar boyu bağımlılığın boyundu­ modeller ihraca uygun olmamanm yanı sıra kendi kendilerini yıka­
ruğunda kalmış olan Küba'nın smırlayıcı etkeni süpergüçlerin ma­ cak özellikteydiler de. Atılım olmaktan ziyade sonuna kadar geril­
kası altında kalmış olmasıydı; Nikaragua'da çok daha büyük bir az­ miş bir lastik gibiydiler. Kuşaklar boyunca süren ataerki ve otokra­
gelişmişlik ve aniden sona erip burjuvazinin büyük bir bölümünü sinin yardımıyla ruhun içinde tortulanmış olan toplumsal ve kültü­
olduğu gibi bırakan yanm kalmış bir devrim söz konusuydu; dev­ rel kuvvetler reel sosyalizmi geriye çeken vektörlerdi. Gelgelelim,
rim, intikam arzusuyla yanan Kuzey'deki Büyük Birader'in önüne üretim sisteminin eski rejimi aşmadaki, özellikle de kapitalizmin
atılmıştı. Doğu Avrupalılar için yukarıdan dayatılmış ve Stalinist üstesinden gelmedeki başarısızlığı olmasa bunların hiçbirinin bir
Rusya'nın sürekli gölgesi altmda olan bir devrim söz konusuydu. etkisi olmazdı. Reel sosyalizmler Batı'mn kapitalist yapılannı ye­
Her durumda, devrimin zaferinden sonraki dönemde sosyalist ge­ niden üretmemişti elbette. Geleneksel kapitalizmin iktisadi saikle-
lişimin en temel koşullan ya yoktu ya da hurdahaş edilmişti. rinden ziyade devlet aygıtıyla siyasi araçlanndan yararlanarak di­
Buradan bu rejimlerin elde ettikleri başanlann topyekûn redde­ ğer birikim lokomotiflerini devreye sokmak için sermayeyi yeni­
dildiği sonucu çıkanimasın sakın; zira sosyalizm istendiğinde açı­ den düzenlemişlerdi. Bunun sonucu, birikimin amaçlan bakımın­
lıp kapanan bir düğme değildir, aynca sosyalist ethosa doğru yarım dan, eski moda piyasaların merkezi devlet denetiminden daha iyi iş
da olsa atılmış bir adım ileri atılmış bir adım sayılır. Bugün savaş­ gördüğünü kanıtlamak olmuştu. Bunun çok büyük bir keşif olarak
ta işgale uğramamış uluslann hiç karşılaşmadığı ölçekte toplumsal kabul edilmemesine kimsenin bir itirazı olmaz herhalde. Sermaye­
bir çözülme yaşayan eski SSCB halkının Sovyet dönemmin kültü­ nin lügatinden yararlanarak söyleyecek olursak, burada iş gelip yi­
rel kazammlanna, tam istihdamına ve dayanışmasına. Nazizme ne birikime dayanır; birikimin önşartı, her zamanki gibi, hiyerarşik
karşı yapılan kahramanlıklara gururla bakmaya yerden göğe kadar işbölümü ve sömürü yoluyla artıkdeğer elde edilmesidir. Bu ölüm­
hakkı var. Küba ve Nikaragua'da ilk elden edindiğim tecrübeler, cül çelişkinin reel sosyalizm yönetimindeki devleti neden özellik-
oralarda filizlenen şeylerin insanlığın geleceği için paha biçilmez
değerde olduğuna ikna etti beni; burada parasal değerden değil,
13. Bu tecrübelerimden bazılanm yazıya da dökmeye çalıştım. Bkz. Kovel
1988.
12. H inton 1967; M eisner 1996. 14. Rosset ve Benjamin 1994.
258 DOĞANIN DÜŞMANI ÖN TASARI 2 59

le baskıcı olmaya ve demokratik olmamaya zorladığım veya dev­ loji üzerinde büyük bir kaygıyla duran bir radikal yenilik geleneği­
let aygıtı üzerinde denetim kuran yeni bir hâkim sınıfın neden or­ ne dayanır. Bu gelenek, Rus kültürünü demokratik itkilere açma
taya çıktığmı (veya işçilerin önceleri gizliden gizliye, sonra da amacını taşıyan Proletkul't hareketini başlatan Aleksandr Bogda-
açıkça o eski, güzel liberal kapitalizme, ücret mekanizması daha nof gibi radikal yenilikçiler tarafından beslenmekte ve bizatihi Le-
fazla fırsat yaratan, devleti belli sınırlı demokratik haklar sunabi­ nin tarafmdan kısmen de olsa desteklenmekteydi; Allan Gare'in
len ve daha akışkan olan üretim sistemi sürekli olarak yüksek kali­ sözleriyle, Lenin "Marksizmi, çevrenin sınu-lannı [ve] doğada in­
teli daha fazla ürün yaratan liberal kapitalizme neden özlem duy­ sanın uyum sağlamak zorunda olduğu dinamikler olduğunu tanı­
duğunu) anlamak zor değil. Kapitalizm altmda yaşanacaksa, bari yan bir anlayışla yorumlamıştı".*®
hakkıyla yaşanmalı. Ama Bolşevizm'in önde gelen şahsiyetlerinin hepsinde ve dokt­
Reel sosyalizm olarak adlandmlan devlet kapitalizminin temel rinin bizatihi kendisinde karşı yöndeki kuvvetler işbaşındaydı.
çelişkilerinin karmaşık ekolojik etkileri vardı, gerçi nihai sonucu Ekolojiyle ilgili içgörülerine rağmen Lenin 1908'de yayımlanan
piyasa kapitalizmindekinden daha kötüydü. Daha açık ifade etmek Materyalizm ve Ampiriyokritisizm adlı kitabmda "idealizm" oldu­
gerekirse, genel olarak verimliliğin düşük olması dolayısıyla, etki­ ğunu ileri sürdüğü bir tavn benimsemesi nedeniyle Bogdanov'a
leri yoğunluk bakımından daha kötüydü, geniş ölçekte ise daha az. acımasızca saldınr. Lenin bunun karşısına. Kartezyen madde-bi-
Tekrar söylüyorum, bunlar nihai sonuçlardı; bu sona doğru gider­ linç aynmına epey benzeyen ve yine Kartezyencilik gibi ölü, ruh­
ken reel sosyalizmler ekoloji sorunuyla ilginç bir biçimde uğraştı­ suz maddenin insan eli tarafından aktif bir biçimde işlendiğinden
lar. Örneğin, Sovyet sisteminin ilk on yılında doğal kaynaklan ko­ dem vuran keskin bir ikici materyalizmi çıkanr.'’ Bunun bir işlevi,
rumaya müthiş önem verilmiş olduğundan, üretimin doğa yasalan entelijansiyaya da musallat olmuş o ulusal "gerikalmışlık" ve tem­
ve doğanın sımrlanyla bütünleştirilmeye çalışılmış olduğundan belliği, iliklerine kadar votkaya batmış vaziyette hiçbir işe yarama­
pek bahsedilmez. Bu çabaların ardındaki itki, devrimden önceki yan Rusya Ana hülyalanna dalıp gitme alışkanlığmı aşmak ve,’*
bir çevre hareketi ile Bolşevizm'in ilk yıllarma eşlik eden ve eko- böylece sanayileşmeye ve modernliğe doğru tam gaz ilerlemek ol-

15. Sosyalizmin çöküşünden sonra, devlet varlıklannm hızlı satışından elde yabileceğimiz, on dokuzuncu yüzyılda yaşamış mühendis Sergey Podolinski'ye
edilen paranın en acımasız ve en denetimsiz birikim biçimini finanse etmek için de geniş yer verir. Gare de Sovyetler'i aynntılı olarak ele alır: bkz. s. 233-80 çe­
kullanıldığı, IMF ve ABD Maliyesi'nin gözetimindeki özel bir kapitalizm çeşidi şitli yerlerde. Tartışmanın daha kısa ve kolay ulaşılır versiyonu için bkz. Gare
geçti ellerine elbette. Rusya'nm milli hasılası SSCB'nin yıkılışından beri yan ya­ 1996a. Benzer değerlendirmeler Komünist Çin için de yapılabilir. Görünürdeki
rıya düştü, bu durum kirliliğin etkilerini sınırlamış olsa da, Sovyet yıllannın kir­ ideoloji ilk dönem sosyalist değerlere ve geleneksel Çin'in ekosantrik felsefesi­
lilikle ilgili feci sicilini düzeltmek için bugüne kadar hemen hiçbir çaba harcan- ne göre hayli prodüktivist idiyse de, "çevre sorunları açısından şimdiye kadar ge­
mamıştu-. Ekonominin birçok bölümünde, mübadele değeri bile çökmüş durum­ leneksel Çin'den çok daha iyi bir sicile sahipti. Komünistler, en azından Mao Ze-
da, ödemeler takas usulü yapılıyor veya hiçbir ödeme yapılmıyor. 2000 Mayısın­ dung döneminde, ülkeyi yeniden ağaçlandırmak, kaynaklan korumak ve çevre­
da Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, bir yandan ulusaşm sermayeyi mem­ yi başka yollarla geliştirmek için çok çaba sarf etmişti." (Gare 1996b: 36). Gare
nun edip bir yandan da demir yumruğu yeniden yerleştirmeye çalışırken, Rusya' iddiasını desteklemek için Orleans ve Suttmeier 1970 ile Geping ve Lee 1984'
nm Devlet Ekoloji Komitesi ile Orman İşleri Bakanlığı'nı feshetmiş, bunun üze­ ten alıntı yapar.
rine Dünya Bankası Rusya'ya verilecek bir milyar dolarlık krediyi onaylamıştı. 17. Lenin 1967. Lenin, daha sonraki felsefi yazılannda, özellikle de Hegel'in
Dolayısıyla, Rusya'da çekilen eziyetin son bölümü için "kötünün de kötüsü" baş­ M antıki hakkmdaki yazısında (Lenin 1976) karmaşıklığım yhirince hiçbir değe­
lığı atılabilir. ri kalmayan bu yaklaşımdan çark eder. Yine de, Lenin'in bu iki arada bocalarken
16. Gare 1996b: 266, 211-28. Devrimin ilk zamanlarındaki en şaşaalı döne­ Sovyet pratiğinde onun o daha kaba ve mekanist yanının daha fazla yer ettiği ra­
minde Proletkul't'm 400.000 üyesi vardı, 20 dergi yayımlamıştı ve çok sayıda hatlıkla söylenebilir.
sanatçı ve entelektüeli kendine çekmeyi başarmıştı. Bogdanov'la ilgili bilgi için 18. Bu tembellik, Gonçarov'un Oblomov adlı kitabında yatağından kalkama-
bkz. Martinez-Alier 1987 ve aynca Gare. Martinez-Alier, termodinamikle Mark­ yan bir adam olarak tasvir edilir. Lenin "oblomovculuğa" yenik düşmenin tehli­
sist teorinin birleştirilmesine öncülük etmiş olan ve ekolojik iktisadın babası sa- keleri konusunda takipçilerine sık sık uyarılarda bulunmuştur.
260 DOĞANIN DÜŞMANI ÖN TASARI 261

muştur. Bu açıdan bakınca, Rusya'nm modem tarihine Batı'ya kar­ kinizm ve sahtekârlık, son olarak da, muhalefetin son kınntılanm
şı tutkulu bir arzu ve ikircikU bir tavır egemendir. Bolşevizm her da yok etmeyi gözüne kestiren bir terör yönetimi olmuştu. Bu re­
iki özelliği de taşır. Başından beri dünya görüşü müthiş bir Batı'yı jimde, Troçki'nin kendisi sınır dışı edilip bir süre sonra da öldürül­
yakalama dürtüsüyle şekillenmişti ve bu dürtü devrimin ilk yılla- mesine rağmen yukanda aktardığmıız düşüncelerine resmi onay
nnda yaşanan şiddedi krizler yüzünden daha da artmıştı. Bu eğilim veriliyordu. "Birkaç yıl içinde SSCB'nin bütün haritalannm yeni­
karşı-devrim sırasında Kızıl Ordu'yu kurmuş ve komutanhğını den çizilmesi gerekecek," diye yazar Stalinist bir planlamacı; bir
yapmış olan, son derece kozmopolit ve modernleştirici biri olan, başkası, doğanın sırf doğa olduğu için korunmasmm "doğanm tan-
Lenin'in zeki yoldaşı Leo Troçki'de özellikle belirgindir. Son dere­ nlaştırıldığı eski kültlerden farksız bir yaklaşım" olduğunu belirtir;
ce kararlı bir ateist olmasına rağmen Troçki'nin teknoloji tapıncı bir diğeri de, "bütün canlılar dünyasının bütünüyle yeniden düzen­
putperestlik derecesindeydi. Troçki'nin teknoloji tapıncı, Sovyetle- lenmesi" gibi bir hedef ilan eder: "Bütün canlı doğa, sadece ve sa­
rin zaferinden sonra, nehirlerle dağlara yeni bir şekil verileceği, dece insanın isteği ve planlan doğrultusunda yaşayacak, gelişecek
hatta bizatihi insan bedeninin o büyük entropik denkleştiriciyi, ya­ ve ölecektir." Bir tanesi de biyoloji kitaplanndaki "bitki toplulukla-
ni ölümü yenen Üstinsan biçiminde yeniden şekillendirileceği bir n"na ilişkin bütün referanslan çıkarmayı önerir. Başka bir deyişle,
gelecek hayal ettiği, Komünist İnsan'a yazılmış destansı zafer şar­ Stalinizm geliştikçe ekolojilerin yanı sıra ekoloji kavramının biza­
kısında dile getirilir. Sovyet Ütopyası'nda, kahraman Bolşevizm tihi kendisi de saldınya maruz k a l ı r . Lisenko'nun edinilmiş özel­
düşmüş insanlığı kurtarmaktadu".'® liklerin miras almabileceğini ileri süren resmi doktrinini yaratan ve
Sonucunda olan korkunç şeyler herkesin malumu, ama kısaca gerçekten de Rusya haritasının yeniden çizilmesine ön ayak olarak
değinmek gerekiyor yine de. 1927'de Stalin iktidara geçtikten son­ nehirlerin yollannı değiştiren, bir gecede şehirler yaratan, devasa
ra, süreklilik arz eden iktisadi durgunluk ikinci bir devrimi, bu se­ hidroelektrik santralleri kurduran, böylece kapitalizm yönetimi al­
fer yukarıdan dayatılan bir devrimi tetikledi. Bolşevik rejimin ilk tmda yapılması üç yüz yıl alan şey bir kuşak içinde gerçekleştirile­
dönemlerinde ayakta kalabilmiş az sayıda demokratik itkiden bütü­ rek toprağın dönüşümüne neden olan çerçeve buydu işte.
nüyle kurtulundu ve Sovyet toplumunun tamamı topyekûn birikim Stalin'in canavarlığı hâlâ devam ediyor olsaydı, doğa düşman­
için gerekli üretim güçlerini inşa etmek üzerine odaklandı. Sonuç lığı alanında altm madalya alırdı; Stalinizmde doğaya karşı piyasa
tam anlamıyla tepeden aşağıya doğru bir denetim kurulması, insan­ kapitalizminde olandan daha ileri düzeyde, doğrudan bir düşman­
lann üretim sürecine azami ölçüde tabi olmalan, artıkdeğeri devle­ lık söz konusuydu; hatta Stalin öldükten ve rejim teröre başvurma­
tin alması, büyük amaç uğruna milyonlarca insanın hiç düşünülme­ yı kestikten sonra bile devam etmiş olan bir düşmanlıktı bu. Stali­
den ölüme terk edilmesi, mesihçi meşruiyet biçimlerini seferber et­ nizm devam etmediyse bu bir parça da son derece ekoloji karşıtı
mek amacıyla yöneten ile parti devletinin tannlaştınlması, derin bir karakteri yüzündendir. Boğazma kadar kirliliğe batan, tanmsal
ürünlerin sürekli azalmasının sıkmtılannı çeken ve Aral Denizi'nin
tam anlamıyla yok oluşu gibi kâbuslara gark olan Sovyet sistemi,
19. "Nehirleri ve dağlan hareket ettirmeyi, Mont Blanc'm tepesine, Atlan­ bu olumsuzluklan giderecek araçlardan yoksundu ve ekolojik fe­
tik'in dibine halk saraylan inşa etmeyi öğrenecek olan insan, kendi hayatma zen­
laket dar boğazma saplandı. Bu uyum yeteneksizliği büyük oran­
ginlik, ihtişam ve yoğunluk katmakla kalmayacak, aynı zamanda en yükseğin­
den dinamik bir nitelik de katacaktır. Hayat kabuk bağlamaya zaman bulamadan da, birikim amacı üzerine sabit bir şekilde programlanmış, kendi
yeni teknik ve kühürel buluşlarla başanlann baskısı altında tekrar açılacaktu-... sürekliliğini kendi sağlayan katı bir bürokratik rejimden kaynakla­
Kurtulmuş insan, organlarının işleyişinde daha fazla denge elde etmek, ölüm nıyordu. Verimsizlik arttıkça ve tüketilebilir mallann yokluğu ne-
korkusunu azaltmak için de dokulannm daha uygun bir biçimde gelişmesini ve
yıpranmasını isteyecektir... yeni bir düzleme yükselecek, daha yüksek bir biyo­
lojik tip, tabiri caizse, bir üstinsan yaratacakta" (Troçki 1960: 253). 20. Gare 1996b; 267 -9 .
262 DOĞANIN DÜŞM ANI ÖN TASARI 263

deniyle iç piyasa kurudukça, birikim gitgide güçleşti. Bu krize ve­ tirasla da yaklaşılmaz. Bunlara, kuşaklar boyu kapitahst üretimle
rilen ilk tepki doğanm daha da şiddetli sömürülmesi biçiminde ol­ ta n ım la n m ış bir İŞÇİ sınıfında ekolojik duyarlılık kapasitesi olabi­
du. Ekolojiyle ilgili kaygılar rafa kaldmidı, bir kısırdöngüye giril­ leceği yönündeki safdilce inanç eşlik eder. Karakteristik sosyalist
di ve ABD politikasmm kışkırtmasıyla da yıkım an meselesi hali­ düşünce yapışma göre, sermayenin hapishanesinden kurtulduktan
ne geldi. sonra emek, üretimi sorunsuz bir şekilde ekolojik açıdan sağlıklı
bir yolla yeniden düzenleyecektir.
David McNally'nin emeğin özgürleştirilmesine dayanan tam
Bizim Marx
bk sosyalizmi savunan ve asimda takdir edilecek bir çalışma olan
Sosyalizmin ekolojik potansiyelleriyle bunu nasıl bağdaştırırız? Against the Market adh kitabından bir örnek vereyim. McNally,
Bazılarına göre cevap basittir: SSCB temelde sosyalist olmadığı "sosyahst ekonominin içinde üretimin verimliliğini artıracak bir
için arada bir bağ kurulamaz. Emeği kıskaca alıp da sermayeyi tak­ dürtünün (serbest, istendiği gibi harcanabilir zamanı azami ölçüde
lide başladıkları anda Sovyetlerin sosyalizmle yollarmı ayırdıklan artıracak dürtünün) yerleşik olduğunu" ikna edici bir biçimde gös­
söylenir. Dünyanm gidişatı göz önünde bulundurulduğunda, gerisi terdikten sonra, nasıl ki sermaye insanlann ihtiyaçlarım artmp,
kendiliğinden gelmişti: Devleşme, bürokratik devlet kapitalizmi, "bunlann gerçekleştirilme fu-satlanm kısıtlıyorsa", sosyalizmin de
demokrasinin boğulması (bütün bunlar, 1935'te Moskova'da olsay­ "sermayenin olumlu olan kendi kendine genişleme yanını buna eş­
dı Marx'i pekâlâ infaz edebilecek olan son derece ekoloji karşıtı bir lik eden yabancılaşma ve sömürüden" kurtaracağı gözleminde bu­
rejime katkıda bulunmuştu). Bu açıdan bakıldığmda, Stalinizme lunur. Bu ifadeyi şu şekilde açar: "Buradan üç şey çıkar. İlk olarak,
damgasını vurmuş olan aşın doğa düşmanhğı, yüce bir idealin, yo­ zorunlu toplumsal emeğin azaltılması insani tatmin alanının har­
lundan saptınidığında, önceleri Tann'nm en gözde meleklerinden canması pahasına yapılamaz. Aksine, üretim güçlerinin geliştiril­
biri olan Şeytan'm sonradan O'nun en büyük düşmanma dönüştüğü mesinden elde edilen verimlilik kazançlannı büyük bir olasılıkla
gibi, karşıtma dönüşebileceğine bir örnektir. iki yolla paylaştırmak mümkün olacaktu-... tüketim seviyelerini
Ama çok basit bir değerlendirmedir bu; Gerçekle yüzleşmeyi yükseltmek için toplumsal çıktının artırılmasıyla... ondan sonra da
değil, kendini avutmayı çağnştmr. Zira hakikatte, sosyalist gele­ zorunlu toplumsal emeğin azaltılmasıyla." İkinci ve üçüncü ilkeler,
neğin tamamı, Stalinizmin ağırlığı altında ezilmeyen kollan da da­ toplumsal emeğin azaltılmasınm "işin kendi koşullarmm" veya "iş­
hil, ekolojik bir tavır benimsemeyi büyük oranda başaramamıştır. yeri dışındaki doğal ve toplumsal çevrenin harcanması pahasma
Rosa Luxemburg ile William Morris gibi birkaç önemli istisna ve yapılamayacağı"na işaret eder.^'
son zamanlarda ciddi iyileştirme çabalan vardır varolmasma, ama Bu ifade, artan tüketim seviyeleriyle "işyeri dışındaki doğal
bu ümit verici işaretler bizi, genelde ciddi bir ihmal denebilecek çevrenin" korunması arasındaki ciddi bir çelişkiyi gizler. İşçilerin
bu durumu izah etme zorunluluğundan kurtarmaz. Sermayenin baş (sadece sanayileşmiş Batı'daki işçilerin değil, sosyalizmin enter-
sorumlusu olduğu küresel bir doğa krizinin varlığı kabul edilmek­ nasyonalist etiıosunun talep ettiği üzere, aynı zamanda Çin, Hindis­
le birlikte, doğaya ihtimam göstermek tipik bir sosyalistin sonra­ tan, Endonezya, vb. ülkelerdeki işçilerin de) ekolojilere daha fazla
dan düşündüğü bir şeydir hâlâ, gerek doğa sosyalistin ilk akima zarar vermeden arabalan, hatta ekoloji dostu arabalan olacak mı?
gelen şey olmadığı için, gerekse doğaya ihtimam göstermek varo­ Ahlaki ve iktisadi bakımdan sermayenin kat be kat üstüne çıkmış
lan sosyalist doktrinin aynimaz bir parçası olmaktan ziyade ona olsa da, sermayenin ölümcül büyüme iptilasını aşmada epey sıkın­
sonradan eklenen bir şey olduğu için. Doğamn içsel değerini bü­ tı yaşayan sosyalist söylemde bu tür sorular pek gündeme gelmez.
tünüyle takdir etmek sosyalist varoluşun merkezi bir unsuru değil­
dir, doğaya emeğin özgürleştirilmesine duyulan kadar güçlü bir ih­ 2 1 . M cN ally 1993: 206-8. İtalikler bana ait.
264 DOĞANIN DÜŞMANI ÖN TASARI 265

Sermayenin kendi kendine genişleme özelliğinde kurtarılacak tirilmesi ilkesi üzerine inşa edilen, özgürleşmiş üreticilerin yardı­
olumlu bir yan olduğunu iddia ediyor McNally. Ama ekolojik açı­ mıyla içsel değerin yeniden kazanılmasını hedefleyen ekolojik bir
dan bu bayağı şüphelidir. Gazlann kendi kendine genişlemesi bek­ sosyalizmin yakınına bile götürmez.
lenebilir. Ama insanlar, ekosistemler içindeki organizmalar olduk­ Reel sosyalizm tarih tarafından yanlış biçimlendirilmiş olduğu
ları için, kendi kendilerine ancak ekosistemin aleyhine genişleye­ için bu göreve uygun değildi. Sanayileşme anmda şekillendiği için,
bilirler ve/veya kendi kendilerine genişlemeleri, bir göldeki alg dönüştürme itkisi doğa üzerindeki sanayi tahakkümü dahilinde
oluşumunun o gölün ekosistemsel açıdan parçalandığma işaret et­ kalmaya meyilliydi. Bu nedenle, sınai dünya görüşünün teknolojik
mesi gibi, ekosistemin bozulduğuna işaret eder. Yabancılaşma ile iyimserliğiyle ona eşlik eden verimlilik mantığmı (hepsi de büyü­
sömürünün üstesinden gelineceği için, insan hayatının genişleye­ me çılgınlığını besleyen şeyler) açığa vurmaya devam etti. Nükle­
ceğini değil, gittikçe daha incelikli hale gelen, birbirleriyle etkile­ er atıklardan dirençli bakterilere kadar belli alanlarda yaşanan bir­
şim halinde, karşılıklı tanımaya dayalı, güzel ve tinsel açıdan doy­ çok felaket nedeniyle sınırsız teknolojik ilerleme inancı darbe aldı,
muş varlık biçimleri geliştireceğini ummak gerekir. Sosyalizm ama bu aksilikler sosyalist iyimserliğin, tarihsel misyonunun sana­
içinde daha geniş olmaya değil, daha gerçekleşmiş olmaya çalış­ yi sistemini alaşağı etmek değil, onu mükemmelleştirmek olduğu
malıyız. Bach, kapitalist ilişkileri yansıtan rock müziğinin bozul­ şeklindeki özüne hiç dokunmadı bile. Verimlilik yanlılarmm man­
muş formları gibi müziği daha yüksek sesli ve zorlayıcı hale geti­ tığı, doğal dünyayı bir "çevre" olarak kabul eden, yarar açısından
rerek niceliksel olarak genişletmiş değildi; müziğin imkânlarını değerlendirdiğinde de onu bir üretim gücü olarak gören bir doğa
daha derinden görmüş ve gerçekleştirmişti. Sırf büyümek adına görüşü üzerine kuruludur. İşte tam da bu noktada sosyalizm doğa­
büyüme idealinin ıskartaya çıkaniması gereken ekolojik bir top­ yı kaynaklara indirgeme ve eşgüdümlü olarak, doğa içinde kendi­
lumdan da bu beklenmelidir. Yeterlik daha anlamlıdır, yani hiç mizi, kendi içimizde de doğayı tanımakta gönülsüz oluşumuz ba­
kimsenin aç olmadığı, soğukta kalmadığı, sağlık yardımından yok­ kımından kapitalizmle ortak çok şey paylaşır. McNally sosyaliz­
sun olmadığı veya yaşlılığında muhtaç durumda olmadığı bir dün­ min "insani tatmin alanının harcanması pahasına" hareket edeme­
ya inşa etmek. Bunu dünyanın bugün sahip olduğu çıktmm küçük yeceğini söylerken, bu tatminlerin, tarihsel olarak doğa üzerindeki
bir kısmıyla bile yapmak mümkündür; böyle bir şey ekolojik ger­ tahakkümle şekillendiğinden, doğa konusunda sorunlu olabilecek­
çekleştirme için temel oluşturacaktır. lerine dikkat etmiyor; aynca, devrimden sonra işçilerin eline geçen
Yeterlik terimi, ekoloji alanında moda bir terim olan sürdürüle­ araç ve tekniklerin bu tarihin bir tortusu olduğunu da görmüyor.
bilirlikten daha iyidir, çünkü sürdürülecek olanın mevcut sistem Dolayısıyla, sosyalist devrim doğanm üzerindeki tahakkümü yok
olup olmadığı sorusunu havada bırakır. Ama her halükârda insan­ etmediği, yani ekososyalist olmadığı sürece, sunduğu tatminler (ve
lık yeryüzünün ekosistemleri üzerindeki yükünü büyük oranda bunlann temellendiği ihtiyaç ve kullanım değerleri) doğanın üze­
azaltmalıdır. Çevreciliğin geleneksel tepkisi tüketimin sınırlandı­ rindeki tahakkümü yeniden üretmeye meyillidir. Mübadele değeri­
rılması üzerinde düşünmek biçimindedir. Ama böyle bir odaklan­ nin iktidannı bertaraf etmek olsa olsa bunun zorunlu bir koşulu
ma baskıcıdır, birtakım piyasa güçlerinden yararlanmayı gerektirir, olabilu- ancak. Başka bir deyişle, ekolojik dünya görüşüne göre bi­
insanlan çok benzin tüketen araçlardan, tedricen de bizzat araba­ zim dışımızdaki bir çevre olarak doğa fikri geçerliliğini kaybede­
lardan soğutmak için petrol fiyatının artırılmasını talep etmek gibi; ceği için, ekososyalist çevrecilik diye bir şey olamaz.
ayrıca karneye bağlamak ve hapis cezası vermek gibi yasal yaptı­ Doğanın içinde kendimizi, kendi içimizde de doğayı tanımak,
rımlar uygulanmasını talep eder. Bu tür önlemler kısa vadede zo­ bir başka deyişle, ekosistemler içinde nesnel olduğu kadar öznel
runlu olabilir, ama bunlar hiçbir zaman arzulanır şeyler değildir ve bir katıhm halinde olmak, doğanın üzerindeki tahakkümün ve
bizi "ilk dönem" sosyalizminin peşinde koştuğu emeğin özgürleş­ onun araçsal üretim ve alışkanlık yaratıcı tüketim patolojilerinin
266 DOĞANIN DÜŞMANI Ö NTASARI 2 67

üstesinden gelmenin zorunlu koşuludur. Örneğin yukanda, tabiri me doğru gidecek olursak, sanayileşmeye yönelik, Unabomber la­
caizse, sahici bir "ekosantrik varlık biçimi" gösteren birkaç sosya­ kaplı Theodore Kascznski'yle özdeşleşen derin ekolojik bir saldın-
listten biri olarak söz ettiğimiz Rosa Luxemburg'a tekrar dönelim. yı da içermez. Reel sosyalizmin smırlannı aşmak için, insanlığın
Bu tabiri varoluşsal anlamda kullanıyorum, zira Luxemburg'un doğayla ekosistemsel bir farklılaşma içinde olduğu bir sentez ge­
sosyalizmin nasıl olması gerektiğiyle ilgili görüşleri (ekosantrizm reklidir. Luxemburg örneğini izlersek, böyle bir sentez, diğer yara­
terimini kullanmamış olsa da, düşünceleri bilinçli bir biçimde eko­ tıklara duyulan varoluşsal yakınlığı adalet duygusuyla birleştirecek
santrik olan William Morris'in aksine^^) ekoloji merkezli değildi. ve her şeyi onun üstüne inşa etmeye başlayacaktır. Başka bir deyiş­
Ama insan olmayan mahlukata karşı bir yakınlık duyduğunu (bu le, geleneksel sosyalizmin emeğin ihtiyaçlanyla ilgili güçlüklerin
onun cinsiyetiyle bağlantılı bir şey) ifade ediyordu, ki Marksist ge­ çözümü için sunduğu seçenek, doğa için sunulacak eşdeğer bir va­
lenekte bayağı istisnai bir şeydi bu. Savaşı protesto ettiği için atıl­ roluşsal tercihle birleştirilmeli ve bunlar diyalektik olarak iç içe ge­
dığı hapishanedeki hücresinden dışanyı seyrederken Luxemburg çirilmelidir. Birinin ıstıraplanna duyulan üzüntü, başkasının ıstı-
bir sığınn dövüldüğünü görmüş ve bir mektubunda şu satırlan ka­ raplanna da aynı şekilde duyulmalıdır. Varlığımızın yüzünü doğa­
leme almıştı: ya dönmesi gerekiyor, ama her şey olup bittikten sonra ve üretim
Kara suratında v e yum uşak kara gözlerinde, çok kötü dayak yem iş, İçin araçsal bir zorunluluk olarak değil, duyumsal olarak yaşanan
neden, ne için cezalan d ın id ığım , bu eziyetten, zulüm den nasıl kaçacağını bir gerçeklik olarak. Saf bir gönüllülük sloganına dönüşmemesi
bilm eyen ağlayan bir çocu ğunk ine benzer bir ifade, kanlar içind e karşıya için bunun da özellikle ekolojik üretim ilişkileri üzerinde temellen-
baktı durdu bütün bu süre içind e... Durdum , hayvana baktım , o da bana dirilmesi gerekir.
baktı; G özlerim den yaşlar süzülüyordu - onun g ö zy a şla n y d ı bunlar. İnsan Kari Marx'a gelirsek, onun ekolojik iyi niyeti konusunda şaşır­
en değer verdiği kardeşinin kederi karşısında bile benim bu se ssiz ıstırap
tıcı fikirlerle karşılaşınz. Bir tarafta, Marx'm Bolşevikleritı doğaya
karşısında çaresizlik içind e sarsıldığım kadar acıyla sarsılam az... A h b e­
nim zavallı sığm m ! Z avallı, canım kardeşim ! İkim iz de g üçsü zlük v e m ut­ karşı takındıklan düşmanca tutumu benimsediğini veya en azmdan
suzluk içinde bekliyoruz burada, bizi birleştirense sad ece acı, güçsüzlük onlann genel olarak izledikleri ekoloji karşıtı yolun hazu-layıcısı
v e özlem.23 olduğunu ileri süren bayağı güçlü bir gelenek var. "Prometeci" yo­
rum olarak adlandınlabilecek bu görüşte, insanlığa ateşi veren, bu
Böyle bir ethos tek başına ekososyalizm için yeterli değildir;
gözüpekliği nedeniyle Zeus tarafmdan cezalandınlarak bir kayaya
bunun için Luxemburg'un yapmadığı bir şey, yani sosyalist prati­
zmcirlenen ve karaciğeri bir kartal tarafından sürekli olarak didik­
ğinde bilinçli olarak ekolojik bir çizgi geliştirmek gerekir. Hayvan
lenen tannyla sık sık özdeşleştirilmesini haklı çıkarmak için, tarih­
haklanyla ilgili köktenci bir konuma da işaret etmez bu, zira söz
sel m a te r y a liz m in kurucusu, doğa üzerindeki tahakkümün unsurla-
konusu konum bütün yaratıklarm, her ne kadar tanınsalar da, fark-
nnm çoğunun sorumlusu olarak gösterilir. Bu suçlama esasen,
lılaşmışlıklannı koruduklannı ve diğer yaratıklardan yararlanma­
Marx'i teknolojik belirlenimcilikten, prodüktivizmden, ilerleme
mızın bizim insani doğamızm bir parçası olduğunu unutur. Söyle­
ideolojisinden ve ku hayatıyla ilkelciliğe karşı düşmanlıktan so­
mek bile gereksiz belki, ama derin ekolojinin vahşi olanı insandan
rumlu tutar; özetle, onu Aydmlanma'nm en sanayici biçiminin de­
ayıran, kısa bir süre sonra da insanı tümüyle bir kenara atmaya baş­
diğim dedik havarilerinden biri yapar.^^
layan "vahşi doğa" onayına da işaret etmez; daha da ileri, nihiliz-

22. Bu ünlü Britanyalı sosyalist, zanaat ile estetik boyutu birleştiren bir üre­ 24. Bu suçlamada bulunan davacılarm listesi Ted Benton ve (Prometeci ta­
tim biçimi tasarlamış, böylece kullanım değerinin özgürleştirileceğim tasavvur vırdan yana olan) Reiner Grundmann gibi sosyalist ve Marksist geleneğin için­
etmişti. Özellikle bkz. ütopik romam N ews From Nowhere (Morris 1993). de yer alanlardan John Clark gibi anarşist/toplumsal ekologlara, Robyn Eckers-
23. Bronner 1981: 75. İtalikler özgün metinden almmıştır ley gibi ekosantrik felsefecUere kadar uzar. Marksist cepheden gelen suçlamala-
268 DOĞANIN DÜŞM ANI Ö NTASARI 269

John Bellamy Foster ve Paul Burkett gibi Marksistlerin yakın Yalnız şunu da gözden kaçırmamakta fayda var, Marx Prome­
zamanlarda geliştirdiği karşı görüş, bu suçlamayla sonuna kadar teci olmamış olsa da, eserlerinde doğanm içsel değerine gereken
mücadele eder ve Marx'm Prometeci olmak bir yana, ekolojik dün­ önem verilmez. Evet, Marx'a göre insanlık doğanm bir parçasıdır.
ya görüşünün asıl yaratıcısı olduğunu savunur. Argümanlarım Ama aktif parçasıdır, bir şeylerin olmasmı sağlayan parçasıdır, do­
Marx'm materyalist temelleri, Danvin'e duyduğu bilimsel yakınlık ğaysa edilgen hale gelir. Özellikle de 1844 Elyazmaları'nda yer
ve insanlık ile doğa arasında olduğunu iddia ettiği "metabolik ay­ alan giriş niteliğindeki birkaç yerde söylediklerini saymazsak,
rılık" kavramı üzerine kuran Foster ile Burkett, özgün Marksist ka­ Marx doğayı doğrudan kullanım değeri olarak görür, kullanım de­
nonu doğayı kapitalizmden kurtaracak hakiki ve yeterh rehber ola­ ğerinin geride bıraktığı şey olarak görmez, yani doğayı kendi için­
rak kabul eder.25 de ve kendisi için tanımaz.^»
Bu tartışmanın aynntılarma biz de girersek, mevcut argümanın Marx'a göre doğa, deyim yerindeyse, başından beri emeğe tabi­
ipinin ucunu kaçınnz. Yalnız şunu söyleyelim: Böylesine diyalek­ dir. İşin bu yanı, onun bir çeşit doğal bir alttabaka haline gelmiş
tik bir düşünürün incelikliğini herhangi bir yaftaya veya tekil bir olan şeyle tümüyle aktif hır ilişkiyi içeren emek kavrammdan çıka-
yoruma indirgemek aptalcadır. Yakm bir okuma Manc'm Promete­ nlabilir.
ci olmadığını gösterecektir.2« Hiçbir türden tanrı da değildi, sadece Şimdi aktif olmamanm iki yolu vardır. Ataleti içeren pasiflik; ki
insanlığın tarihinde gördüğü gelmiş geçmiş en iyi yorumcuydu; bu Marx sermayenin tahakkümü altmdaki emeğin yabancılaşmış ger­
büyük erdem de, adalet tutkusuyla entelektüel gücün ve diyalektik çekliklerini işte bu koşuldan özgürleştirmeyi amaçlar. Ama aynı
kabiliyetin birleşmesinden doğmuştu. Marx'm düşüncesi, ne kadar zamanda, pasif veya atıl olmayan, başka tür bir aktiflik sayılan du­
üstün olsa da, insan ürünüdür, dolayısıyla zamanla smırlıdır ve ek­ yarlılık da söz konusudur; işte Marx'm (genellikle de sosyalist ge­
siktir. Bu nedenle, en gerçekleşmiş hali en özgür olduğu zamandır, leneğin) göremediği şey de budur. Rosa Luxemburg sığır için üzü­
yani onun kendi ifadesiyle, "varolan her şeye karşı acımasızca lürken onun ıstırabına karşı duyarlıdır. Burada bir tanıma söz ko-
eleştirel" olduğu zaman.^’ Söylemek bile gereksiz, kendine karşı
eleştirel olmayı da kapsar bu. Dolayısıyla, bugün Marksizmin 28. Marx'm kullanım değeriyle ilgili en önemli açıklaması, az okunan The-
önünde, Marx'ı kendisinin tanımadığı o tarihin, yani ekolojik kri­ ories o f Surplus Value (Artık Değer Teorileri) (Marx 1971: 296-7) adlı kitabında
zin tarihinin ışığında eleştirmekten daha büyük bir amaç olamaz. yer alır. Burada değer terimlerinin "başlangıçta şeylerin insanlar için taşıdığı kul­
lanım değerinden, onlan insanlar için yararlı, uygun, vb. yapan niteliklerinden
başka bir şey ifade etmediklerini" öğreniriz. "'Değer,' 'valeur,' 'Wert' kelimeleri­
nin bundan başka etimolojik kökeni olmaması eşyanın tabiatmdandır. Kullanım
ra ilişkin genel bir değerlendirme için bkz. Benton 1996; aynca bkz. Clark 1984; değeri, nesnelerle insan arasındaki doğal iUşkiyi, aslında nesnelerin insan için
Eckersley 1992. Buna bağlı olarak, bu konularda Marx'la Engels arasında bir varoluşunu ifade eder. M übadele değeri ise, onu yaratan toplumsal gelişimin bir
fark olup olmadığı, Engels'in de bizatihi kendisinin bu konulardaki düşünceleri­ sonucu olarak, kullanım değeriyle eşanlamlı olan değer sözcüğüne daha sonra
nin neler olduğu sorusu gündeme gelir. Burada ele alamayacağımız kadar önem­ eklenmiştir. Mübadele değeri nesnelerin toplumsal varoluşudur. [Bunu etimolo­
li bir konu bu. Berteli Ollman'm Alienation (Ollman 1971) adh kitabının ciltli jiyle ilgili bir paragraf izler, yani: "Sanskritçede Wer kaplamak, korumak, bura­
baskısmm kapağmda, Marx'm henüz 24 yaşmda olduğu 1842 yılma ait olan ve dan yola çıkarak da onur ve sevgiye saygı göstermek anlamına gelir..." gibi; son­
onu doğrudan Promete olarak tasvir eden bir illüstrasyon yer alır. Marx'm daha ra şöyle devam eder;] Bir şeyin değeri aslında onun kendi vırt«i'udur [erdemi],
sonra çektiği fiziksel ıstıraplar (çıbanlan yüzünden çektikleri mesela) bu özdeş­ mübadele değeri ise maddi özelhklerinden bağımsızdır." İtalikler özgün metne
leştirmeyi güçlendirmiştir. Bkz. Wheen 2000. ait. Bu paragrafa işaret ettiği için Walt Sheasby'ye minnettarım; bu paragraf,
25. Bkz. Burkett 1999; Foster 2000. Benim Foster'ın kitabıyla ilgili değer­ Marx'm, kullanım değerinin doğal ekolojiler içinde gömülü olduğunu düşündü­
lendirmelerim için bkz. Kovel 2001. ğünü ve aynı zamanda kullanım değerini doğadaki herhangi bir içsel değer kav­
26. Parsons 1977, ilgili paragraflardan oluşan iyi bir antolojiye sahip. Bu te­ ramından farklılaştırma gereği duymadığım açıkça gösterir. Yani, iktisadi söyle­
mayla ilgili eski bir yazım için bkz. Kovel 1995. me ait bir terim, doğanın insanlar için ifade ettiği anlamı bütünüyle kapsamaya
27. Gençliğinde Arnold Ruge'ye yazdığı bir mektuptan. Marx 1978a. yeterli olmuştur.
270 DOĞANIN DÜŞM ANI ÖN TASARI 271

nusudur; sığırın varlığını kendi içine kabul etnıek ve onun kendi


içinde yeniden uyanmasına izin vermek anlamına gelir bu. Peki ka­
Ekolojik Üretim
dınlığa özgü bir konum mudur bu? Bunun aynı anda hem kadmla-
rm gücü hem de onlann erkek egemen toplumdaki düşüşlerinin öl­ Doğa hiçbir şey üretmez. Ekosistem admı verdiğimiz takımlar ha­
çüsü işlevi gören inşa edilmiş, indirgenmiş bir kadınlık konumu ol­ linde birbirleriyle etkileşime giren yeni biçimler geliştirir, bunlar
duğunu unutmazsak, evet. da evrimin sonraki aşamalannm yeri haline gelir. Yeryüzünde bu
Tam duyarlılık hem kimliği/özdeşliği hem de farklılığı kapsar. durum, doğayı önce üretimle, sonra ekonomilerle, sımf ekonomi­
Dünya içe alınır, ama benlikle asla kaynaştmimaz. Dilin bir bece­ leriyle ve kanserli bir şekilde yayılarak içinde bulunduğumuz eko­
risidir bu, verili olanı temsil eder, ama asla sabit durmayan hayali lojik krizi yaratan kapitaliznüe tanıştu-an bir yaratık ortaya çıkar­
gösteren olarak yapar bunu. Dolayısıyla, emekteki duyarlılık anım mıştır. O halde üretim, doğanın insani doğanın dolayımıyla ifade
yeniden yakalamak, varlığın aktif bir biçimde açılmasını gerektirir. edilen biçimleyiciliğidir.
Dünyayı emip öznel olarak kayda geçirmekten ibaret değildir bu. Üretimi doğal evrimden ayn-an şey, dil ve toplumsal düzenle
Varlığı dünyaya, dünyanın dönüşümüne bir girizgâh şeklinde açar; şekillenmiş bilinç boyutudur. İnsanlar zihinlerinde oluşturduklan
sonra, şiir yazmayı, şarkı bestelemeyi güneş fınnian inşa etmeye bir doğa imgesiyle çalışırlar; doğanm önümüzde duran parçasını
bağlar. Hem emeğin özgürleştirilmesi hem de ekolojik olarak dö­ temsil ederiz (bu hareketin kendisi de her zaman tamamen önceki
nüştürülmesi için zorunlu olan bir doyumdur bu; emek bu sayede emekle biçimlenir), sonra kafamızdaki bir amaca göre dönüştür­
gerçekliği ekolojik bir bütünlük içinde dönüştürebilir. Benliğin mek üzere onun üzerinde faaliyet yürütürüz. Her durumda, önce
dünyaya açılması, duyumsal muhayyileyi ve varlığunızm tamamı­ bir önceden düzenlenmiş emek-tarafmdan-dönüştürülmüş-doğa
nı harekete geçirir. Emekte duyarlılık ânı olmazsa, benlik kapanır, konfigürasyonu zihinde hayali olarak temellük edilir, sonra bir pla­
kendi içine çekilir, diğer varlıklardan ve doğadan kendini yalıtu-. na göre gerçekleştirilir. Dolayısıyla, üretim bünyesi gereği zaman-
Sermayenin kutsadığı ekoloji-karşıtı âna dönelim tekrar: Yani sallaştmcıdır ve geleceği kapsar; üretim sözcüğü geleceğe dair bir
egonun tarzına. Büyüme bilmecesiyle tüketim çılgmiığınm surı bakışı içerir.*
buradadn-. Egemen düzenin bu çifte zorlantısı, iç ve dış dünya ara­ İnsanlar üretip üretmemek konusunda tercih yapacak durumda
sındaki hareketin engellendiğinin bir ifadesidir. Kapatılmış olan ve değillerdir, ama üretimin birçok yolu vardır. Sermaye, mübadele
tam bir hayat yaşamaktan aciz olan insan, metalan biteviye öğüt­ değerini bir sömürü aracı olarak araya katarak ekosistemin bütün­
mek ve aynı iştahla tüketmek zorunda kalır. Mübadele değeri, ka­ lüğünü bozan bir üretim örgütlenmesidir. Mübadele değerinin böy­
pitalist ego içinde yuvalanan görünmez sınu-, kapitalist devletle le araya katıldığı her an, bütünleşmiş bir ekosistemi tanımlayan öz­
kültür aygıtmm devasa iktidanyla beslenen bir soyutlama zan ola­ gül etkileşimin kesilmesi demektir.
rak devreye girer. Sosyalizmin umudu, sömürünün üstesinden gelip mübadele de­
İşte bu yüzden bunlar alaşağı edilmeli, bu yüzden emek gerçek ğeri rejimini alaşağı etmektir. Ekososyalizm, kullanım değerlerinin
anlamda, hakikaten özgürleştirilmelidir. Ama ancak üretim faaliye­ gerçekleştirilmesi ve içsel değerin temellükü sayesinde bu umudu
tini ekolojik olarak dönüştürdüğünde özgürleşebilir. İçsel değerin daha da ileri taşır. Üretim açısından bakıldığında, ekosistemsel bü-
geri kazanılması, kullanım değeri için mücadele vermekten, hede­ tünleşmişliği inşa etmek anlamma gelir bu. Bütünleşmiş bir şey
fin gidilecek yolun içinde gömülü olduğu bir mücadeleden geçer. bütün olduğuna göre, ekolojik üretimin öncelikli koşulu bütünlü-

* Yazar burada bu ilişkiyi, sözcüğün İngilizce'deki karşılığı olan "produc­


tion" sözcüğünü pro: ön, duct: mecra sözcüklerine ayırarak açıklıyor, (ç.n.)
2 72 , DOĞANIN DÜŞM ANI Ö N TASARI 273

ğün oluşturulmasıdır.29 Ekosistemler metalar gibi düşünülmemeli, değerlerden geri çektirilerek olumsuzlanır; bu bağlamda, bunu kul­
yani sayılabilir ve yalıtılması mümkün şeyler olarak. Onlar daha lanım değerinin gerçekleştirilmesi izler, böylece sermayenin meş­
ziyade karşılıklı inşa edici özelliktedirler, birbirlerini etkiler ve dö­ ruiyetinin geçersizleştirilmesi ve kopuş süreci daha da ileri taşmır.
nüştürürler. Bir "çevre" fikrinin ekolojik bir bakış açısıyla uyuşma- San Fransisco ve New York gibi şehirlerdeki "Bomba Yerine Yiye­
masmm nedeni de budur. Doğada "dışansı" yoktur, her varlık bir cek" projeleri buna bir örnektir; görünüşte masum olan bu faaliye­
arada yaşar ve birbirini dönüştürür, incelikli kuvvet alanları ger­ tin üzerinde ciddi bir baskı oluşması ise bu kavramın ne kadar yı­
çekliğe nüfuz eder ve bunlann bilinçte kayda geçmesi mümkündür. kıcı olabileceğinin bir göstergesidir.^«
Keza, ekosistemsel bütünleşmişliği üretmek, biçimi gerek zaman- Karşılıklı tanıma, ürün için olduğu kadar üretim süreci için de
sal gerekse mekânsal bütün boyutlarla birleştirir. Ekolojik açıdan gereklidir, ekosistemsel bütünleşmenin koşuludur bu. Bunun en
(ve sermayenin yenilik fetişinin aksine) geçmiş varlık şimdiki var­ önemli içerimi, emekle kurulan hiyerarşik ve sömürgen ilişkileri
lıkla bütünleşmiş haldedir. Ayrıca, yabancılaşmış emeğin, yabancı- ortadan kaldırması ve tüm üretim seviyelerinde, gerekli değişiklik­
lann ve sahte sınır çizgilerinin yaratıcısı sermaye dışında, ekolojik ler yapıldıktan sonra da tüm toplumda demokratikleşmeyi besle­
üretime kendi içinde yabancı hiçbir varlık yoktur. mesidir.
Birbirinin içine geçmiş hayli fazla sayıda örüntü söz konusudur Üretim, doğal evrimin entropik ilişkilerinin kapsamı dahilinde,
burada; somut durum içinde bunların bazılarının diğerlerinden da­ güneşin her tarafa yayılan ışmlanyla düzenin oluşumuna yardımcı
ha fazla öne çıktığı kabul edilir. olduğu entropik ilişkilerin kapsamı dahilindedir. Termodinamiğin
Ekolojik üretim süreci ürünle aynı düzeyde yer alır, böylece bir İkinci Yasası'nm geçerli olduğu "kapalı" sistemler yeryüzü + çev­
şeyin yapımı yapılan şeyin bir parçası haline gelir. Üretimin ama­ redeki kozmoz olduğu için, doğa güneş enerjisinin tutularak düşük
cı tatmin ve haz olduğuna göre, diyelim güzel yapılmış bir yemek entropi oluşturulması için belli bir mekân sunar (sürekli olacaksa,
veya giyside, yemeğin yapımından veya giysinin tasarımı ve diki- belli sınırlar gerektiren bir mekândır bu). Ekolojik üretimin asıl
minden de haz alınacaktır. Süreçten alman bu tür hazlar kapita­ amacı, sermayenin tam tersine, işleyen ekosistemlere sınırlar koy­
lizmde genellikle hobilere has bir şeydir; ekolojik üretim üzerine maktır. Dolayısıyla, ekolojik üretimin bütün koruma tarzlanndan
kurulu bir toplumda ise bu hazlar gündelik hayatın bütün dokusu­ ve yenilenebilir enerjilerden yararlandığını söylemeye bile gerek
nu oluşturacaktır. yok. Entropi yasası dahilinde yaşamanın bir başka içerimi de, uzun
Böyle bir şeyin olabilmesi için emeğin özgürce seçilmesi, yani, yıllar birikerek fosil yakıt haline gelmiş ve havaya bırakılmalan
işgücüne indirgenmemiş, aksine tam anlamıyla gerçekleştirilmiş entropiyi istikrarı bozacak seviyelerde artu-an geçmişteki düşük
bir kullanım değeriyle birlikte geliştirilmesi şarttır. Öncelikle ve entropi tüketiminin yerine mümkün olduğunca dolaysız insan eme-
bir süre, antikapitalist niyetler oluşturmak amacıyla kd/md oranını
paydanm değil payın lehine değiştirme meselesidir bu. Kullanım 30. Kullanım değerinin artmasının ille de ekolojik bir sonuç doğurmadığı
değeri ile mübadele değeri birbiriyle hemen karşılaştu-ılabilir nite­ birçok durum göz önünde bulundurularak kullanım değerleriyle mübadele de­
likte olmadığı için, böyle bir şey diyalektiğin "olumsuzlamanm ğerleri arasındaki bağlantının akıldan çıkanlmaması gerekir. Dolayısıyla, bir
mübadele rejimi içinde, lüks eşyaların üretiminde olduğu gibi, güzel ve yüksek
olumsuzlaması" işlemini yapmayı gerektirir: Mübadele, kapitalist kullanım değerleri zaman zaman ortaya çıkar, ama buna karşılık, üretimin parça­
landığı, her iki değer biçiminin de bozulduğu durumlarla karşılaşırız. Yakm za­
manlarda bunun bir örneği SSCB'de yaşanmıştı; işçilerin moralsizliği artarak "eli
29. Enrique Leff, Green Production (Leff 1995) adlı kitabında bu kavrama kulağında kazalar"a (Kursk denizaltı faciası gibi) neden olmuş, bu arada nüfusun
önemli bir katkıda bulunur. Gelgelelim, burada geliştirilen öznel unsurlara onun büyük bir bölümü için mübadele işlevleri bozulmuş ve çoğu, yolunda giden bir
yaklaşımında rastlayamayız, ayrıca sermayenin üstesinden gelmek gibi bir amaç ekolojik toplumda olacağı gibi, mübadelenin ötesine geçmek yerine, hayatta kal­
da belirlemez. mak için takas gibi dolaylı yollara başvurmak zorunda kalmıştı.
274 DOĞANIN DÜŞMANI Ö NTASAR I 275

ğini getirmektir. Ama bu "mümkün olduğunca", insan eylemliliği­ jik üretim arasmda çok sayıda teknolojik çakışma bölgesi olacağı­
nin doğaya aktif müdahalesiyle tanımlanır. Pasif bir hayat sürmek, nı bekleyebiliriz. Ömeğin, bir vakada gelişmiş tıbbi görüntüleme
hatta fosil yakıtlarda depolanmış olan negentropinin üzerinden ge­ aygıtları kullanıldığmda, her uygulama bilişim teknolojisiyle elekt­
çinerek yaşamak yerine insanlık artık daha dolaysız ve duyarlı bir ronik biliminin bütün yapılanm kapsar. Ama bir teknolojinin tıpta
biçimde doğanm içine gömülü halde yaşayacaktır; dolayısıyla, el kâr amaçlı kullanılmasıyla bir insani ekosistemin organizmasının
ve kafa emeğini birbirinden ayu-an eski işbölümünün üstesinden bir yönünün bakımı için kullanılması arasmda dağlar kadar fark
gelmiş, zanaati geliştirmiş olarak daha duyumsal bir hayat da süre­ vardır. Sermaye teknolojiyi, unsurlarmdan biri olduğu toplumsal
cektir. Başka bir deyişle, özne düzeyinde, bir kullanım değeri/eko- ilişkilerin bütününden yalıtmak ister. Ekolojik üretimse işin içine
sistem gerçekleştirimine, bir tatmin, neşe ve estetik gerçekleştirme teoriyi de katar ve en büyük kaygısını karşılıkh bağlantı alanlan-
kuantumu eşlik eder. Bütün bunlar "erdem"^ı kavramında özetlenir nm tamamı oluşturur. Dolayısıyla, bir makinenin veya tekniğin
ki bu kavram da, diyalektik bütünlüklerin özgür bir insanın içinde ekosistemlerin hayatına tümüyle katıldığmı görmeye başlamak de­
bir araya gelmesinden ibarettir. mek, onu mübadeleden aymnaya ve gerçekleşmiş bir kullanım de­
"Büyümenin sınırlan", insani ihtiyaçların artan duyarlılık saye­ ğeri oluşturmaya başlamak demektir. Ekolojik söylemde buna "uy­
sinde yeniden düzenlenmesi üzerinden dile getirilecektir. Yüksek gun teknoloji" denir; doğayı insani yollarla sahiplenmemizi sağla­
oranda gelişmiş bir üretimin, ille de enerjinin istikrarsızlaştmcı yan bir teknolojidir bu.
girdilerine bağımlı olmasının gerekmediği açıktır. Şarkı söylemek İnsani ekosistemler kavramını ciddiye alırsak, içlerini tama­
kesinlikle üretken bir edimdir, şarkı yazmaksa daha da üretkendir. mıyla bilinçle doldurma yoluna gideriz. Burada tamamıyla sözcü­
Rüya yorumlamak bile üretkendir, çünkü insani ekosisteme yeni ğündeki tamlık, duyarlı varlık tarzmm gelişimine işaret eder. Bir
bir biçimlenim getirir. Böylece, nasıl vakit geçirildiği meselesi üre­ insani ekosistemin içindeki karşılıklı ilişkilerin, öznel tanımayı
tim biçiminin ve zorunlu olduğu kabul edilen şeylerin aynimaz bir kendisinin bir unsuru olarak (fiziksel bağlantılarla birlikte varolan
parçası haline gelir. Büyümenin sınırlarmı değişen ihtiyaçlar bağ­ değil, o bağlantılarla bütünlüklü bir ilişki içinde olan bir unsuru
lamında ele aln-ken "sürdürülebilirlik" sorununa atıfta bulunmaya olarak) içerdiğini ileri süren ilke gereği, doğanın bilincinde olma­
devam ederiz. Ama onunla ilgili olarak teknokratik bir yaklaşım yı gerektirir bu.^^ Organik tanm, organizmaların basitçe bir araya
sergilemekten ziyade onu temel emek örgütlenmesiyle ve tatmin gelmesinden ibaret değildir; ilgili organizmalann çiftçinin yardı­
sorunuyla bağlantılı olarak düşünürüz, yani ona niteliksel açıdan mıyla bir anlamlı tanıma evreninde birbiriyle karşılıklı ilişki içine
yaklaşınz. girmesidir. Bu durum çiftçiyi çiftUğin veya bahçıvanı bahçenin
Teknoloji, bir kere kâr ve verimlilik kaygılanna tabi "teknik" efendisi yapmaz. Çiftliğin ve bahçenin (ve bağlandıkları bütün ev­
bir mesele olarak görülmemeye başladıktan sonra, yukandaki gibi renin) onlann aracılığıyla üretim yapan insan benliğinin aynlmaz
kaygılar teknoloji sorununa da uygulanacaktır. Ekolojik üretimde bir parçası olduğu anlamma gelir bu. Bir akrabam elleriyle balık
teknoloji meydana getirmek ve teknolojiyi kullanmak, daha çok, yakalayabiliyordu. Bu hüner, balıkla kaba fiziksel bir temastan öte
ekosistem oluşturma ve ekosistemlere katılma hedefiyle yürütülen bir teması, insanla hayvan arasında bir çeşit karşılıklı tanımanın da
işlerdir. Teknolojinin toplumsal düzenleyicisi, sermayenin iktida- eşlik ettiği bir teması gerektirir. Böyle bir tanıma, üretimde gerçek­
nnda olduğu gibi, zamanın artıkdeğere ve paraya dönüştürülmesi leştirilmiş olsaydı, tamamıyla aktif ve canh bir bilinç olarak bütün
değil, kullanım değerlerinin artırılması, buna bağlı olarak da ihti­ evrene sirayet ederdi.
yaçların yeniden inşa edilmesidir artık. Kapitalist üretimle ekolo-

31. Bkz. 28. not. 32. Kidner 2000 ve Fisher 2001, bu konuyu hakkıyla ele alır.
276 DOĞANIN DÜŞMANI ÖNTASARI 277

Sözünü ettiğim akrabam erkekti, ama tanuna işlevi erkeklere dan yutulma tehdidi olarak okunur. Gaia, ego için bir Medusa ve­
olduğu kadar kadmlara da açıktır. Ne var ki, uygarlığımızın tama­ ya Harpi'dir. Bunun yarattığı dehşet, ciddi bir ölüm korkusuyla be­
mında ekolojik bir bilincin sistemli gelişimi, insanlık ile doğa ara­ raber zihinsel baskıya, uzaklaşmaya, doğanm indirgenmesine ve
sındaki smu-larm ortadan kaldınimasma bağlıdır, ki daha önce de karşı saldırganlığa, zorlantılı üretim ve tüketime neden olur: Bu şe­
gördüğümüz gibi, bu da kadın = doğa/erkek = akıl yaklaşımının kilde insan doğası, doğayı parçalayıp onu her defasmda daha uzak
dayattığı ikiliğin ortadan kaldınimasmı gerektirir; bunun içinse mesafelerde yeniden inşa etmekle sınırlandırılır. Bütün bunlar ay-
ataerkinin ortadan kaldınlması şarttu-. Eminim ki, Rosa Luxem- nlmayı kolaylaştırır ve doğa üzerindeki tahakkümün korkunç bir
burg'un söz konusu yazısını okuyanlann yüzde 95'i, onun bir kadın enerjiyle prodüktivizm şeklinde yüzeye çıkarken gösterdiği tavnn
olduğunu bilmese bile, yazan kişinin kendini acı çeken sığınn ye­ özünü oluşturur; bu tavır kapitalist zihniyeti (ve devlet kapitalizmi
rine koyabildiği için bir kadm olduğu sonucuna varırdı. Erkekler zihniyetine) o kadar sızmıştu- ki, bir aksiyom olarak okunur.
böyle şeyler hissedecek şekilde sosyalleşmezler, oysa kadmlar ge­ Burada örtülü olan daha kapsamlı ve pratik erdem, kadınlara at­
nelde onlan böyle duygular hissetmekle sınırlayan şekillerde sos­ fedilen ezeli rolün, yani hayatı besleme ve ona ihtimam gösterme
yalleşir. Luxemburg gibi bir kadının kendi cinsiyeti üzerindeki en­ rolünün yayılmasıdır. Bu rolde içkin olan derin rasyonalite, doğa­
telektüel sınırlamaların baskısından elbette kurtulacağmı söylersek nın toplumsal cinsiyet yoluyla iki kola ayrılmışlığmda hem gözden
müthiş bir şey söylemiş olmayız herhalde. Ama egemen toplumsal düşürülmüş hem de bölünmüştür. Bunun üstesinden gelmek, üreti­
cinsiyet sisteminde bu türden şeyler, ne kadar sık olursa olsun, me özgül bir ekolojik biçim verir. Böylece, bir zamanlar daha dü­
ayakta kalmak istiyorsak mutlaka ortadan kaldırmamız gereken bir şük bir toplumsal seviyede tecrit edilmiş olan açık olma, tedarik et­
ikiliğin münferit istisnaları olarak kalmaya mahkûmdur. me ve özen gösterme işlevleri yaygınlaşu", bu sayede üretimin dü­
O halde, ekolojik üretimi inşa etmek, ekosistemsel karşılıklı zenleyici ilkeleri haline gelir. Bunun sonucunda ekolojik üretim,
ilişki ve tanıma kapasitesini yeniden tesis etmek, temel olarak da, kadınlara biçimsel eşitiik tanımak veya onlann ağır sporlar gibi da­
doğayı bir mucize kaynağı şeklinde yeniden oluşturmak ve doğaya ha önce sadece erkeklere ait olan alanlara girmelerini sağlamak gi­
açık olmak anlamma gelir. Kısıtlanmamış bir dünyanm ihtişamı bi erdemlerin ötesine gider. "Kadm işi" olarak tecrit edilmiş şeyle­
bunun zorunlu bir yönüdür, tamamı değil. Hatırlarsanız, vahşi do­ rin aşağı işler olarak kabul edilmesini yadsır ve bu durumu, onun­
ğa kendi kullanım değeri olan inşa edilmiş bk kategoridir, fiili do­ la bağlantılı kullanım değerlerini gerçekleştirerek dönüştürür.^'*
ğa ise, ister Grand Canyon'da yaşansın, isterse nefes alınırken, pek Ekolojik üretimde nasıl ki geçmiş varlık şimdiki varlıkla bir bü­
fark edilmese de, her zaman dolaysız bir biçimde "el altmda"dır. tünlük içindeyse, gelecek varlık da öyledir. Burada önemli bir siya­
Kimi Grand Canyon'ı ziyaret ederken bile hisse fıyatlannı düşü­ si ilke ortaya çıkar, hayatın devamını sağlayan kullanım değerleri­
nür; kimi ağacı, Blake'in belirttiği gibi, yoluna çıkmış yeşil bir şey nin üretimiyle, bir de sermayenin dışındaki yöntemlerin üretimiyle
olarak görür. Ama hâlâ bol miktarda ağaç vardır ve her biri bir mu­ ilgili bir ilke. Mevcut şeylerin olacak olan şeylerin ayırt edici özel­
cizedir, her ot tanesi veya terliksi hayvan da öyle.^3 Doğaya açık liklerini içerme potansiyelini ön tasarı [préfiguration] olarak ad-
olmak, erkek egosunun mirası olan yok olma korkusu olmadan landu-abiliriz. Ekofeminizmin vericiliğini [provisioning] Ütopik bir
ekosistemsel varlığa karşı duyarh olmak demektir. Varlığın eril in­ ânın önsezisi haline getiren ekolojik üretimin ayrılmaz bir parçası­
şası duyarlılığı, dişiliğin iğdiş edilmiş hali olarak yorumlar. Duyar­ dır ön tasan.
lılık, pasiflik şeklinde, simgesel bir tehdit, yani dünya ana tarafın- Ekososyalist bir yöntemle sermayenin hakkından gelecek olan
önceden tasarlanmış praksisler aynı zamanda hem çok uzaktır hem
33. Hatta sümüklüböcek bile; gerçi bunun için belli bir tanıma eşiği gerekti­
ğini itiraf etmeliyim. 34. M ellor 1997.
2 78 DOĞANIN DÜŞMANI

de el altındadır. Bütün sennaye rejiminin gerçekleştirilmelerinin


önünde engel teşkil ediyor olması anlamında uzak, geleceğe yöne­
lik bir ânm, toplumsal organizmanın bir ihtiyacın ortaya çıktığı her
Ekososyalizm
noktasmda üstü örtülü halde bulunması anlamında da el altındadır­
lar. Birçok uygulama başansızlığa mahkûmdur; bir kere, Wal-
Mart'a yapılan bir ziyaretten kurulu düzene öfke duymanm ötesin­
de ekososyalist bir esinin ortaya çıkacağmı hayal etmek çok zor­
dur; elektronik reklam postalarmı \junk mail] çöp kutusuna atmak
gibi bazı uygulamalar yaygmiık kazanacaktu-, ama bununla çok da
mesafe kaydedilmiş olmaz; bazılan ise yayılacak, hatta dönüştürü­ Rekabetten kurtulmak için gerekli tek şeyin k a r ^ a m e
cü yanlan kuvvet kazanacaktır, ama yanlış yöne sapacaklardır, ör­ olduğunu zannedersek, ondan asla kurtulamayız. Ü cretle­
ri muhafaza edip rekabeti ortadan kaldırma önerisinde
neğin faşizme yöneleceklerdir; ama ekososyalist bir yolda ilerleye­ bulunacak kadar ileri gittiğim izde ise hükümdar ferma­
cek olanlan da çıkacaktır. Gerçek dünyada bütün olasılıklan içeren nıyla saçm a bir öneride bulunmuş oluruz. Uluslar hüküm­
net bir kategorinin mümkün olmadığını kesinlikle söyleyebiliriz. dar ferm anıyla ilerlem ez. Bu tür emirler tasarlamadan ön­
Her şeyde bir ön tasan potansiyeli varsa eğer, o zaman ön tasan ce, en azmdan sınai ve siyasi varoluşlarının koşullannı,
sonuç olarak da bütün varlık tarzlarını baştan aşağı değiş­
dünyanın bütün o düzensiz yüzeyine yayılacaktır. Bu durum eko­
tirmiş olmaları gerekir. (Marx, Felsefenin S efaletiy
sosyalist politikanın bir başka ilkesini ortaya çıkanr: Önceden ta­
sarlanabilir olmasının ve olaylann mevcut konfigürasyonlarınm
dönüştürücü potansiyellerine dayanıyor olmasmın yanı sıra her ye­ Devrimler, bir halk mevcut toplumsal düzenin katlanılmaz olduğu­
re nüfuz etme [interstitial] özelliğine de sahiptir; bu yüzden faille­ na karar verdikten, daha iyi bir altematife ulaşabileceğine inandık­
ri hemen her yerde bulunabilir. tan ve o halk ile sistem arasındaki kuvvet dengesi halkın lehine de­
Bir nimet bu, çünkü ekolojik dönüşümün ayncahklı bir faili ol­ ğiştikten sonra uygulanabilir hale gelir. Ekososyalist devrim için
madığına işaret eder, ama aynı zamanda büyük bir sorumluluk da bu koşullann hepsi de çok uzaktır, ki bu durum yapmayı planladı­
dayatır. Zira, bugünkü halleriyle ekolojik üretim örnekleri hem da­ ğımız çalışmanın akademik bir çalışmaymış gibi görülmesine ne­
ğınıktır hem de sermayenin deliklerinde tahriş edici maddeler gibi den olabilir. Ama bugün bugündür, yann da yann. Sermayenin if­
hapsolmuş durumdadır. Yapılacak iş onlan oradan kurtanp bir ara­ lah olmaz şekilde ekoloji zararlısı ve yayılmacı olduğu argümanı
ya getirmek, böylece içlerindeki potansiyelin fiiliyata geçmesini doğruysa, o zaman burada gündeme getirilen konularm büyük bir
sağlamaktır. Ekolojik üretim, ekolojik bir üretim tarzı haline gele­ aciliyet kazanması an meselesidir. Karşı karşıya olduğumuz tehli­
ne kadar onlardaki bu potansiyele bel bağlayamayız. Ekolojik bir keyi ve bu koşullar altmda olayların ne kadar hızlı değişebildiğim
üretim tarzı gerçekleştiğinde (ki bunun için yaygm bir mücadele­ düşünürsek, ekososyalizm meselesini yaşayan bir süreç olarak ele
nin olacağı muhakkak) toplumu yönetme İktidan ekososyalistlerin almanın, onun toplum vizyonunun ne olduğunu ve bunu gerçekleş­
elinde olacaktır. tirmek için nasıl bir yol izlemek gerektiğini düşünüp taşmmanın
tam zamanıdır.
Bu bölüm, kitabın en pratik, aynı zamanda da en spekülatif bö­
lümüdür. Ütopyacı ve sosyalist ideallerin aldığı ağır yenilgilerden

l.M arx 1963:107. Bu paragraftan Meszâros 1996 sayesinde haberdar oldum.


2 80 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 281

ağızlan yananlar bugün, mevcut toplumun yerine ekolojik rasyo­ başarısızlığı olmaktan kurtarmaz. Burada sunulan ekososyalizm
nelliğe sahip bir toplumun geçmesi üzerine kafa yorma zahmetine vizyonu bir işe yarayabilir de yaramayabilir de, ama buradan geliş­
bile girmezler; bu tür spekülasyonların çoğu, sermaye rejimi konu­ miş bir toplum örgütlenmesi için sermayeden başka yol olmadığı
sundaki değerlendirmeleri yetersiz kalan ve gerçek anlamda bir de­ fikrine ulaşılamaz. Hiçbir şey ebedi değildir, insanın yaptığı her
ğişim için gerekli derinliğe sahip olmayan yeşil bir paradigma için­ şey teorik olarak bozulabilir. Onu değiştirme işi çok zor olabilir
de yapılır. Yeşiller daha ziyade, parlamento seçimleri ve çeşitli ver­ şüphesiz ve sermaye insanlık varolduğu sürece varlığını sürdüre­
gi politikalan gibi, özellikle mevcut sistemin sürekliliğini sağla­ cektir belki de; o zaman kaderimize razı olmak ve sonuçlannı iyi­
mak için oluşturulmuş araçlan kullanarak topluluğun düzenli bir leştirmeye çalışmaktan başka bir şey gelmez elimizden. Ama bunu
biçimde genişletilebileceğini tahayyül eder. Gelgelelim, bu tür ön­ bilmiyoruz, bilemeyiz de. Durumun böyle olduğunu gösteren her­
lemler ancak daha radikal şeylerin ön taşanları olarak (tanım gere­ hangi bir kanıt yok elimizde; toplumun örgütlenmesi için sermaye­
ği, henüz ufukta görülmeyen şeyler olarak) görüldüklerinde dönü- nin dışında bir altematif olamayacağı gibi köhne bir fikre duyulan
şümsel açıdan bir anlam ifade ederler. Buradaki işimiz, henüz gö­ inancm tek açıklaması atalet, değişim korkusu veya oportünizm
rülmeyen bu şeyleri tasvir etme sürecini başlatmak olacak. Kesin olabilir olsa olsa.
olan tek bir şey var ki o da bu sürecin sonunda olsa olsa, ortaya çı­ Mantık tek başma ne insanlan ikna eder ne de umut verir; daha
kabileceklerin kaba ve şematik bir modelini çıkartmış olacağımız. elle tutulur ve maddi bir şeyler gerekir bunun için, insanın içinde
Son nokta ne kadar belirsizse de, bu yolda atacağımız ilk iki sermayenin krizi çözmekten ne kadar aciz olduğuna dair bir içgö-
adım bellidir ve vicdan sahibi her insanın yapabileceği bir şeydir. rü gelişmesi ve sisteme intibak etmesini sağlayan atıl ümitsizlik ve
Bunlardan biri insanlann kapitalist sistemi "baştan aşağı" acıma­ kinizm kabuğunun arasından birtakım kıvılcımların sızması gere­
sızca eleştirmeleri, diğeri de, bu eleştiriyi yaparken kapitalizmin kir. Bir noktada (sermaye etkin neden ise bunun olması gerekir) ör­
alternatifinin olamayacağı yönündeki yaygm inanışa sürekli saldı- neğin, kimya sanayilerini kurallara bağlamak, orman ekosistemle-
nda bulunmalandır. Sermayenin temelde adaletsiz olmakla kalma­ rini korumak, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan türler, küre­
yıp aynı zamanda kesinlikle sürdürülemez olduğuna kanaat getiril­ sel ısınma veya hangi türden bir ekosistemsel bozulma söz konu­
diğinde temel yükümlülük bu bilgiyi herkese söylemektir; insanın suysa onun için ciddi bir şeyler yapmakla ilgili bütün makul fikir­
ciddi önlem alınmadığında her an yıkılabilecek bir binada oturan­ lerin, kendi içlerinde yerel değişimlere dayanılarak veya Demokra­
lara içinde bulunduklan durumu açıklamak zorunluluğunu hisset­ tik Parti'ye, Çevre Koruma Dairesi'ne, mahkemelere, vakıflara,
mesine benzer bu. Aynı analojiyle devam edersek, işe yaraması ekofelsefelere veya bilinç değişimlerine bel bağlanarak gerçekleş­
için eleştirinin, yanlış fikri, yani evi onarma veya evden dışan çık­ tirilemeyeceğini anlayacağız; her şeyden önce, devleti ve ekono­
ma umudumuzun kalmadığı, evin içinde adeta hapsolduğumuz fik­ miyi denetimi altmda bulunduran bir rejimde yaşadığımız için, ge­
rini hedef alan bir sâldınyla birleştirilmesi gerekir. leceğimizi kurtarmak istiyorsak eğer, bu rejimi kökünden hallet­
Sermayenin alternatifi olmadığı inancı yaygın bir inanç; bunun memiz gerektiği için böyle bir şey mutlaka olacak.
hâkim ideoloji için ne kadar elverişli bir fikir olduğu ise şüphesiz.^ Amansız bir eleştiri sistemin meşruiyetini sorgulanabilir hale
Ama öyle olması onu saçma olmaktan, bir vizyon ve siyasi irade getirip insanlan mücadeleye .götürebilir. Mücadele geliştikçe, ken­
di başlanna tedrici olmaktan öteye gidemeyen zaferlerin (IMF'nin
bir toplantısını iptal ettirmek; Ralph Nader'in 2000'de yaptığı gibi
2. "Alternatifi yok" Ç'There is no alternative") çoğunlukla "TINA" kısaltma­
sıyla Margaret Thatcher'a atfen kullanılmış bir tabirdir ve bu tabire belagat alna­
bir kampanyayla umutlan canlandırmak gibi) dışsal sonuçlanndan
cıyla sık sık başvurulur. Kadın düşmanlığı içerimlerinden dolayı burada bu tabi­ çok daha büyük bir simgesel etkileri olabilir ve sermayeyle kopma
ri kullanmaktan imtina ediyorum. noktalan oluşturabilir. Bu kopmalar dünyayla ilgili bilgilerimize
28 2 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 283

eklenmiş bir dizi olgu şeklinde gerçekleşmez, dünyayla ilişkimiz­ Bir organik çiftlik.
deki değişimlerdir. Bu kopmalann etkileri tedrici değil, dinamiktir Dünya Bankası'na karşı doğrudan eylemde bulunan bir grup
ve her gerçek içgörü gibi kuvvet dengelerini değiştirebilir, çok ça­ Tüzel kişiliği olan küçük bir kredi kooperatifi
buk yayılabilirler. Nitekim, ataletten kurtulmak bir dizi değişimi Seyircisi olan, canh icra edilen bir kültür yapıtı
tetikleyebilir, öyle ki, radikal değişim için bastuan kuvvetlerin Belli bir maksadı olan bir topluluk
doğrusal ve tedrici olmak zorunda olmadıklan, katlanarak artma Bir siyasi parti
özelliğine sahip olabilecekleri söylenebilir. Dolayısıyla, verili ola­ Bir derslik ve içindeki bir çocuk
nm vicdani ve radikal eleştirisi, bu eleştiri henüz bir altematif plan Du Pont şirketi
geliştirilmeksizin yapılıyor olsa bile, halk kitlelerinin zihinlerini Manhattan'daki bir semt veya Manhattan'ın kendisi. New York
ele geçirebileceği için, maddi bir kuvvet haline gelebilir. Entelek­ Eyaleti veya ABD.
tüeller için bundan daha büyük sorumluluk olamaz.
Bölümün devammda ne ayrıntılı planlar göreceksiniz ne de her Bu liste sonlara doğru saçmalamaya başhyor gibi görünür. Bir­
şeyi biliyor olma gibi bir iddia, daha çok Îikirleri çerçevelemek çok kişi Du Pont veya ABD'nin ekososyalizm potansiyelleri açısın­
için belli varsayımsal durumlar ortaya koyacağun. Görevin genel dan organik çiftlikle aynı yerde yer almasmın saçma olduğunu söy­
halini basitçe şöyle ifade edebiliriz: Amaç ekolojik bir üretim tar­ leyecektir. Peki bir çocuğun bütün bunlarla ortak neyi olabilir?
zıysa, bu amaca ulaşmak için ne tür pratik adımlar tanımlanabilir? Dünya Bankası da, onu dize getirmek amacıyla yolu trafiğe kapa­
Ekososyalist bir toplum neye benzeyecek? Temel değişimin büyük tan eylem grubuyla aynı listeye pekâlâ sokulabilir o zaman.
olduğu kadar soyut da olan koşullan nasıl olup da yaşanan hayatm Tabii ki sokulabilir, zira insani dünya, doğanm ekosistemsel
işlevleri olarak ifade edilecek? Ekososyalizme giden ve keskin bir varlığını üretim aracıhğıyla kazanan bir altkümesi olduğu ve bütün
biçimde tanımlanmamış olan yol, hedeflediği amaçla nasıl birleşti­ üretimler evrensellik yönünde baskı yapan bir uğrağı içerdiği için,
rilebilir? Dünya Bankası da bir ekosistemdir. Bu açıdan, bir çocuk, daha
doğrusu insani ve duyumsal dünyayla ilişki içindeki bir çocuk, tıp­
Ekolojik Biriikler ve Ekososyalist Gelişimin kı insani dünyanın her örgütlü parçasmm olduğu gibi, kesinlikle
bir ekosistemdir. Buradan, en kasvetli kapitalist girişimin bile eko­
Modellenmesi
sosyalist bir potansiyele sahip olduğu sonucu çıkar. Böyle bir giri­
Ekolojik politika önceden tasarlanabilir ve her yere nüfuz eder ni­ şimin kasvetliliğiyle, bu gmşimin gelişim biçiminin ekosistemsel
telikte olacaksa, işe eldeki şeylerden başlamalı ve bunlann bütün­ bütünlük yolundan ayrılıp kapitalist birikimin kanserli büyüme bi­
leşmiş ekosistemleri gerçekleştirme potansiyeline göre hareket et­ çimini alması kastediliyor. Sözünü ettiğimiz şey Du Pont ve Dün­
melidir. Bu tür birimlere ekolojik birlik adını verelim. Ekolojik bir­ ya Bankası için geçerli olduğuna göre, bunlann çok düşük içsel
lik, ekolojik üretim potansiyeline göre değerlendirilen bir insani ekososyalist potansiyele sahip ekolojik birlikler olduğunu söyleye­
ekosistemden ibarettir. Burada, ekolojik birliklerin büyümesini ve biliriz; bunlann ekososyalist potansiyelleri örneğin, Du Pont'ta,
birbirlerine kenetlenmelerini, yani sermaye denizinde bir ada ola­ şirket yöneticilerinin sera gazı emisyonlarını azaltmak için verdiği
rak başlayıp takımada haline gelişlerini ve birleşmeye devam edip taahhütlerle veya Dünya Bankası ömeğinde, hepsi de hizmet ettik­
nihayet ekososyalizm kıtasına dönüşmelerini inceleyeceğiz. leri sermayenin güçlü kuvvet alanı tarafından kuşatıldıklanndan
Ekolojik birlik kavramı, aşağıda sıralananların her birini kapsa­ ona tabi olan, bu yüzden de esasen yeşil cila çeiane işlerinde ve
yabilecek şekilde kasten geniş tutuldu: halkla ilişkilerde kullanılan banka personelinden bazı kişilerin vic­
dani itkileriyle sınırlıdır. Bu potansiyel kendiliğinden gelişmez; bu
284 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 285

kurumlara karşı gerçekleştirilecek son derece çetin ve uzun süreli yük ekoloji tahribatı havuzuna süzülmesine engel olmaya meyilli­
eylemlerden sonra gelişebilir ancak. Bu tür eylemler dayanışma dir; aynı zamanda, öznel olarak da, insanlan sermayenin kuvvet
gruplan [affinity groups] tarafından yapılır, ki bu nedenle bu tür alanından çıkarmaya ve ekolojik üretimi gittikçe daha fazla teşvik
ekolojik birliklerin yüksek bir ekososyalist potansiyele sahip oldu­ etmeye teşnedirler.^ İki geniş işlev tipi kendini bu matristen farklı­
ğunu söyleyebiliriz; aslında bu potansiyel sadece etkin değildir, et- laştım ve farklılaşmışlığmı muhafaza ederek onunla temasını sür­
kinle§tiricidir de (gerçi, bu potansiyelin bugün görece zararsız bir dürür: Ekolojik kullanım değerlerinin kendilerine özgü üretimle­
şekilde siyasi manzaraya dağılmış gevşek yapüı noktalar halinde riyle ilgili olan işlev tipleri, sözgelimi organik ilkelere göre yiye­
varolduğunu da eklemek gerek). cek üretmek gibi; ve doğayla ilişkiye girdiğinde bütün kullanım
Ekososyalist gelişimin genel modeli, başka ekolojik birliklerin değerlerinin kaynağı olan emeğin kendisinin etkinleştirilmesi, ya­
ortaya çıkmasını kolaylaştırmak, böylece yukanda bahsedilen nok­ ni dönüştürülmesiyle ilgili olan işlev tipleri. Dayanışma gruplan
talan daha dinamik gruplar halinde bir araya getirmek amacıyla gibi etkinleştirici grupların üretimlerinin ekososyalist imkânlann
ekolojik birliklerin etkinleştirici potansiyellerini harekete geçir­ üretimi haline geldiği söylenebilir. Belli bir seviyede başlayıp bi­
mektir. Bunlann meydana geldiği praksis diyalektiktir, yani, öme­ zatihi mücadeleyle birlikte daha dolu, daha radikal bir anlama ye­
ğin bir dayanışma grubu Dünya Bankası'nm karşısına çıktığı veya tisine ulaşan teori üretimlerinde bunu önceden görmek mümkün­
bir kişi acı bir hakikatle karşılaştığında olumsuzlamalarm etkin bir dür. Söylemek bile gereksiz, bu aynm katı bir aynm şeklinde de-
biçimde bir araya getirilmesi, bir arada tutulmalan diyalektiktir. ğerlendirilmemeli, zira tasvir ettiğimiz süreç hem grup içinde hem
Siyasi yüzleşmelerde olumsuzlama, mücadele etmenin ne anlama de insanın içinde aynı derecede mümkündür. Mücadele geliştikçe,
geldiğini tarif eder ve çok yönlüdür: Grup kendini bir karşı-kurum etkinleşme bütün toplumsal alana yayılacak ve yönlendirici nite­
olarak, iç işleyişi bakımmdan daha demokratik ve gelişmiş eko- likte bir dizi yeni ilkeyi tanımlar hale gelecek, bu ilkeler de "parti
santrik potansiyellere sahip bir örgüt olarak sunar; Dünya Banka- benzeri" bir formasyon halinde birleşecektir yavaş yavaş. Bu şekil­
sı'yla ilgili doğrudan eleştiri ortaya koyar ve diğerlerine de aynı de, şimdi tahmin etmesi imkânsız birtakım kombinasyonlar halin­
şeyleri öğretmeye çalışır, böylece acı bir hakikatin yükünü onlara de iç içe geçmiş, sürekli büyüyen görece ekolojik üretim adaları
da aktanr; nihayet, toplantılarma engel olarak, bir süreliğine de ol­ ortaya çıkacak, bunun dışında başka boyutların yanı sıra, belirme­
sa, Banka'nm kapanması için uğraşır. Bir insani ekosistemin geli­ ye başlayan örgütlerde (çalışmalan üretim birliklerinin bir araya
şimi büyük oranda elde ettiği saygmhğa bağlıdır, yani örneğimiz­ gelmelerini, kararlıhklannın pekişmesini sağlayacak örgütlerde)
deki dayanışma grubunun Dünya Bankası (ve bankayı destekleyen ete kemiğe bürünen yol gösterici bir siyasi ruh ortaya çıkacaktır.
polis, siyasetçiler, medya vs.) tarafmdan ne derecede idrak edildi­ Bütün bunlar, ekolojik krizin etkin nedeninin sermaye olduğu idra­
ğine; tabii bir de grubun sadakatine, iç tutarlılığına vs. (kısacası, kinin sürekli artacağı varsayımından hareketle yapılmış tahminle­
yüzleşme boyunca diyalektik bir etkinlik içinde bir arada oluşuna). re dayanıyor.
Yüzleşme ne kadar uzun ve dayanıklı olursa, diyalektik daha da Bu gelişimdeki bir sonraki adımın daha biçimsel örgütlerin, ya­
gelişir, birlikteliğin devingenliği daha da artar (ekofeminist değer­ ni sermayeye direnme, sermayeye karşı ekolojik/sosyalist bir al­
lerin ekososyalist pratiğe giriş noktasıdır bu) ve bu şekilde üretilen tematif üretme ve bunlann yan-özerk mevzilerinin, ortak bir amaç
ekosistem daha bütünlüklü bir hale gelir.
Bu model, iktisadi faaliyetlerde bulunan birliklere uygulanabi­
3. Yerel ekonomUerin antikapitalist yönde nasıl inşa edileceği konusu için
lir; ömeğin, kullanım değeri/mübadele değeri oranının (kd/md) bkz. Gunn ve Gunn 1991 ve Meeker-Lovvry 1988. Gare 2000 ekososyalizm yö­
büyütülebileceği kredi kooperatiflerine. Bu tür topluluk girişimle­ nünde aulmış ön tasınya dayalı önemli bir adım olduğu gerekçesiyle bu tür ku-
ri nesnel olarak sermayeyi mahalli çevrede tutmaya ve onun o bü­ rumlann inşasını destekler.
286 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 287

vizyonu sayesinde karşılıklı ilişkiye girmelerini sağlama işlevleri­ davaya hizmet eder hale gelmesi anlamında en sahici tmsellik sa­
ne hizmet eden mikro-topluluklar şeklini alacak olan örgütlerin or­ yılabilecek olan bir tinselliktir.^
taya çıkışı olacağı tahayyül edilebilir. Tahmini bir imkândan söz Böyle bir gelişim bayağı düzensiz olacaktır şüphesiz. Belli böl­
edersek, dayanışma grubu bir noktada "yerleşir", biçimsel olarak geler (organik tanm veya permakültür gibi) ekolojik olarak gerçek­
daha üretken hatlar üzerinde bağlar inşa eder ve hayatlarını bu bağ­ leştirilmiş kullanım değerleri üretme kabiliyeti bakımmdan daha
lar etrafında düzenler. Bunlan önceki bölümde sözünü ettiğimiz iltimaslıdır; nitekim, onlarda kd/md oranınm payı görece daha ba­
Bruderhof tarzı bir yapılanma, mübadeleden değeri çekip onun ye­ ğımsız bir şekilde yükseltilerek sermayeden kurtulma potansiyeli
rine dönüşüme uğratılmış kullanım değeri üretimini getiren, anti­ artmlabilir. Diğer bölgeler (yeni yeni ortaya çıkan küreselleşme
kapitalist bir amaca sahip bir yapılanma örneği üzerinde düşünebi­ karşıtı hareketler gibi) siyasi pratik sayesinde paydayı, yani müba­
liriz. Bu dini komünde de gördüğümüz gibi, sermayenin kuvvet dele değerini küçültmek, böylece aynı genel etkiyi sağlamak konu­
alanmı etkisiz kılmak ve ekosistemsel gelişime imkân tanıyacak sunda görece daha başanlıdır. Gelgelelim, her iki durumda da sü­
koruyucu şemsiyeyi tedarik etmek için güçlü bir tinsel hareket zo­ reçlerin ancak kuvvet alanınm tuzağma düşene kadar (organik ta-
runludur. Belli miktarda radyasyonun girmesine izin verip dışan nmcı, kendisine borç, rekabet ve emeği sömürme zarureti dayatan
salmayan, böylece kış boyunca genç filizlerin soğuktan korunma­ piyasa güçlerinin acımasız müdahalesiyle; genellikle öğrenciler­
sını sağlayarak bitkilerin büyümesine imkân tanıyan seralara ben­ den oluşan dayanışma grubu üyeleri de geçimlerini sağlama ihtiya­
zer bir yapıdır bu. Böyle bir yapının Hıristiyan bir yapı olmaması cı yüzünden, bu ihtiyaca eşlik eden tavizlerle ve devlet baskısmm
için hiçbir sebep yoktur; ama ekolojik üretimin amaçlanm gerçek­ güçlü kuvvetleriyle karşılaşana kadar) süreceği aşikârdır.
leştirebilmesi için ataerkillik-sonrası bir Hıristiyanlık olacaktır bu. Aynı hareket içinde hem kullanım değerlerini artıran, hem de
Aynı nedenle, bunun ataerkillik-sonrası, kapitalizm-sonrası mahi­ mübadele değerlerini düşüren pratikler, ekososyalist potansiyel
yette olduğu ve ekolojik üretim mantığıyla tinsel bir uyum içinde açısından ideal olanlandır. Söylemeye bile gerek yok, radikal öğ­
olduğu sürece Hıristiyan veya dini bir yapı olması için de bir sebep renci ancak o zaman hukuk fakültesine girip insanların ve yeryüzü­
yoktur. Tinsellikler dini yapılanmalarından önce ortaya çıkarlar. nün savunucusu olmak için okur; aynı şekilde, organik tarımcı da
İnsanın verili olanın ötesine geçme gayretiyle biçimlenirler ve do­ ancak o zaman kendini "doğal" bir biçimde Yeşil politika değerle­
ğanm üzerindeki tahakkümü yadsıyan bu varlık biçûnlerinde yeni rini benimseyip buna göre örgütlenecek konumda bulabilir; her iki
yeni gelişen ekolojik tinselliğe içerik kazandıracak mebzul miktar­ durumda da, bütün bunlar olurken kolektif bir biçimde ortaya çık­
da kaynak mevcuttur; Ütopik imgelem üzerinde hakiki iddialarda mayı sağlayacak birleşmiş bir ekososyalist pratik imkânı mevcut­
bulunduğu zamanlarda şanlı bir tinselliğe sahip olan sosyalist ge­ tur. Ama, kd/md oranının her iki yönünün karşılıklı ilişkisinin ora­
lenek içinde de bu tür kaynaklarm bulunduğunu da eklemek ge­ nı doğrudan değiştirebileceği ideale yakm faaliyet tipleri de vardır;
rek.'* Bu tinselliğin ille de bu sıfatla duyurulması gerekmez. New eğitim gibi mesela. ABD'deki mevcut eğitim politikası yaşayan ço­
Age madrabazlığından geçilmeyen bir zamanda en iyisi, kendini cuğu öğüterek o dev kapitalizm makinesinin değiştirilebilir parça­
ilan etmeye çalışmayan ve egonun kendini aşarak daha büyük bir sına dönüştürürken, vicdan sahibi öğretmenler için direnme imkân­
lan hemen ortaya çıkar. Sisteme karşı örgütlenip onun eğitim poli­
4. Britanyalı sosyalistlerin, "Eski zamanlarda o ayaklar/Yürüdü mü İngilte­ tikası eleştirildiğinde, eğitim zorunlu olarak kapitalizmin standart­
re'nin yeşil dağlannda?" dizelerinden sonra o ölümsüz "Ne akıl savaşından çeki­ laştırma, nicelleştirme ve çocuklara uysal işçi ve tüketiciler olarak
nirim/ N e de kılıcım uyur ellerimde/ Ta ki Kudüs'ü kurana kadar/ İngiltere'nin o
yeşil, güzel illerinde," (Blake 1977: 514) sözleriyle biten Blake'in Aiı7/on ilahisi­
ni kullanmalan buna en iyi örnektir, özellikle de ekososyalizmin terimlerine he­ 5. Meister Ecldıart'm buraya tam oturan bir deyişi vardır: "'Tann'dan kurtul­
men tercüme edilmesi bakımından. mak için Tann'ya dua edelim." Genel bir tartışma için bkz. Kovel 1998.
288 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 289

şekillendirilecek pasif hazne muamelesinde bulunma girişimlerine Bu başanlar başımızı döndürmemeli. Medya çalışanlan, eko­
maruz kaldığı için mübadele rejimi de protesto edilmiş olur. Ama sosyalist imkânlar yaratmaya müsait yapıda olan emek yelpazesi­
kişinin eğitimci olarak sürdürdüğü pratikleri bir modele göre, şekli nin bir ucunu işgal eder. Gelgelelim, emeğin özgürleştirilmesi, bü­
ne olursa olsun, çocuğu karşılıklı tanıma sürecinden geçen, aktif, tün uluslararası işbölümünü aşmayı gerektirir, ki bu, zorluğu pek
kendi kaderini tayin edebilen bir varlık olarak kabul eden bir mode­ hafife ahnamayacak bir sorandur. Sermayenin emek üzerindeki ta­
le göre yeniden şekillendirmesini de gerektirir bu. Böylece öğretim hakkümü, işçileri üretim araçlanndan ve birbirlerinden ayırmak
süreci, bir yandan siyasi koluyla mübadele değerinin hâkimiyetine üzerine kumludur. Zaferinin temelini oluştumr bu aynm ve bizati­
saldmrken, bir yandan da bizatihi ekosistemsel kullanım değerleri­ hi işçi hareketi içinde tortulaşmıştır; mevcut kapitalist işyerleri da­
nin üretimi haline gelir. Bunun sermayeye karşı açık bir saldmdan hilindeki işlere bağımlı olan işçi hareketi çoğunlukla sermayeyle
önce ve daha ziyade sermayenin yaşam dünyalanna nüfuz ettiği birlikte çevrenin komnmasına karşı direnir veya ulusal ya da bölge­
noktada gerçekleşebileceğine dikkatinizi çekerim.® sel olarak bölünmüş dummdadır (Kuzey'deki işçi hareketieri ile
Son derece dikkat çekici bir örnek de, kapitalist meşruiyet ve Güney’dekiler birbirinden ayn birçok gündeme sahiptir). Ama,
denetimin Arşimet noktasında yer alan altematif medya topluluğu­ emeği hiçe sayarak sadece doğal habitatlann komnması üzerine
dur. Burada, son zamanlarda "Indymedia" merkezleri biçiminde, yoğunlaşan mevcut çevrecilik de bu somnda eşit pay sahibidir.
küreselleşme karşıtı protestolanmn ziyaret ettiği şehirlerdeki radi­ İçinde bulunduğumuz çıkmaz, emek ile doğa arasında hiçbir çeliş­
kal medya eylemcileri kolektifi şeklinde yeni toplumun ön tasan- kinin olmadığı, herkese yaratıcı iş imkânmm sağlandığı bir ekolo­
lan ortaya çıkmıştır. En başta şirket medyalarmın görmezden gel­ jik üretim sentezinin gerekliliğini haykınyor. Ama bu amaçtır ve
diği protestoları belgelemek amacıyla kumimuş olan bu bağımsız ona ulaşmak uzun bir yol katetmeyi gerektirir; buradaki ve şimdiki
merkezler, sokak protestosu dalgalan çekildikten sonra da faaliyet­ görevimiz, bunun için ön tasarı niteliğinde birlikler geliştirmektir.
lerini sürdürmeye devam etmiştir. Yeni bir medya eylemcileri ku­ Bu tür birlikler için en iyi adaylar, içinde ekosantrik potansiyellerin
şağı tarafından yolu açılmış olan bu merkezler esnek ve açık bir geliştirilebildiği özerk üretim bölgeleridir. Bugün için bunlar son
yapı arz ederler, intemet gibi yeni teknolojilerin kullanım değerle­ derece ütopik ve çoğu sanayinin erişemeyeceği şeyler gibi görünü­
rini demokratik bir biçime büründürme ve gittikçe genişleyen mü­ yor. Örneğin, radikal medya çalışanlarının kurduğu gibi üretim top­
cadeleye sürekli katkıda bulunma özellikleri gösterirler. Bu mer­ lulukları kurmak, mevcut koşullarda araba işçileri için bir fantazi-
kezler büyüyüp ulusal ve uluslararası kolektifler halinde bir araya den ibarettir. Böyle bir şeye kalkıştıkları zaman, kuşaklar boyunca
geliyor, gittikçe antikapitalist bir vizyon etrafında birleşen, sürekli işçi hareketlerinin maruz kaldığı sakat bırakıcı darbelerle yüzleş­
büyüyen bir ağ üzerinde önemli düğüm noktalan oluştumyorlar. mekle kalmazlar, aynı zamanda, motorlu taşıtlann bugün dünyanın
Demokratik medya hareketini birleştiren güç aynı zamanda onun her yerinde üretildiği, işin şirketin iç çemberine dahil olanlar dışın­
ekosistemsel özelliğini, yani demokratik komüniter özelliğini ko- da hiç kimsenin izini bile süremediği derece bölünmüş olduğu kü­
ramasını, dolayısıyla muktedirlerle uzlaşma isteksizliğinin sürekli­ resel üretim sistemiyle de yüzleşmek dummunda kalırlar.
liğini sağlar. Böylece kendiliğinden gelişen kolektif, bir direniş Özetle, örgütlü emeğin kullanım değerine sahip çıkma potansi­
topluluğuna, yer yerine praksisle tanımlanan ve geleneksel Yeşil yeli bugünkü haliyle düşüktür, hatta uluslararası işbölümü gelişti­
teorinin planmın aksine, köküne kadar kozmopolit olan bir toplu­ rilebilecek kapsamlı bir ön tasannın en geri noktasında bile olabi-
luğa dönüşür.’
7. 2000 Ağustosunda Los Angeles'tan Kongo'ya kadar çeşitli ülkelerde bu
6. Bütün "ilerici" eğitim, Paulo Freire'nin (Freire 1970) ortaya koyduğu bu merkezlerden toplam 28 tane vardı. Altematif medya hareketinin çeşitli veçhele­
ünlü modeli izler bana göre. ri için bkz. Halleck 2001.
2 90 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 291

lir. Ama burada bile ekosistemsel gelişimi mümkün kılacak önem­ tan'da sayılan 20 milyonu bulan grevciler çiftçilerle fabrika işçile­
li açıklıklar vardır. Burada üçünü belirleyebiliriz; bunlardan ikisi rinden oluşuyordu), ülkeler arasında da bu ufuk genişlemesi söz
temayül, biri de zorunlu bir imkân niteliğindedir. konusudur, en önemlisi de, emek politikasma doğanm ekolojik ola­
İlk olarak, sermayenin kuvvet alanmm etkilerini körelten ko­ rak dahil edilmesine doğru adımlar atılmaktadır. Sermayenin aracı,
münist toplumsal örgütlenmeleri sayesinde son derece sanayileş­ el konan değeri azamiye çıkanp maliyetleri düşürmeye çalışan tek
miş bir piyasada ayakta kalmayı çok da iyi becerebilen Brader- tek şirketler değil de, küreselleşmenin smırlan yok eden araçlan
h of u tekrar hatırlayalım. Böyle bir model, sanayi sisteminin kısıt­ olduğunda, hakiki bir küresel direniş için de zemin hazırlanmış de­
lı bir bölümünde yaygm olarak kopya edilebilir. Hayur, otomobil, mektir. Zira IMF, Dünya Bankası ve DTÖ baskılannı ülke bazmda
yolcu uçağı, füze, telekomünikasyon ağlan vs. yapmu şimdilik bu uygular, ki bu bağlamda bir ülke, üzerindeki toplumla birlikte top­
kapsamm içine dahil edilmeyecektir. Ama yine de, hatm sayılır rağı kapsar. Sınırlan yıkmak küreselleşmenin kaderidir, ama küre­
miktarda sınai üretim gelişmekte olan ekolojik birliklerin istilasına sel sermaye rejiminin klasik ulus-devlet gibi kendini meşrulaştıra-
açıktu-, bunlar güçlendirilmiş bir antikapitalist yönelim sayesinde mayacağı, doğa alanmı muhalif güçler tarafmdan tekrar ele geçiril­
kuvvet alanından korunduklan sürece tabii. O öve öve bitirileme­ mek üzere açık bıraktığı anlamma da gelir bu. Hastaneler ve sen­
yen yeşil ticaret hareketinde genelde eksik olan, zamana ve piyasa­ dikalar kadar ormanlar da sermayenin tasallutuna maruz kaldığın­
nın kötü etkilerine yenik düşmesine neden olan şey budur. Dolayı­ da, emeği olduğu kadar doğayı da kapsayan direniş başlar.
sıyla, emek sömürüsünün, piyasadan pay kapma rekabetinin vs. eş­ Aslında emeğin baş tacı edilen değerleri zaten içkin olarak eko-
lik ettiği "yeşil kapitalizm"e dönüşmediği sürece "yeşil girişim"de santriktir. İşçiler "Ebediyen dayanışma" şarkısını söylerken insan­
yanlış bir şey yoktur. lığın bütünlükle ilgili en derin arzulannı dile getirirler. Sendika
Binekleriyle kapitalist dünyayı ayakta tutan büyük proletarya [Union] kavramının kendisi de çalışan insanlann daha büyük bir
kitleleri hakkmda pek bir şey söylemez bu. Gelgelelim, sınıf mü­ varlık halinde bir araya gelmesi süreci demek olan dayanışmayı ön­
cadelesi küreselleşme karşısında uluslararası hale geldiği, hatta ceden tasarlar. Dayanışma, nesnel bir bağlantı olduğu kadar öznel
ekolojik bir bilinç edinmeye başladığı için burada bile heyecan ve­ bir tecrübedir de. Öznel olarak, dayanışma egosal varlık tarafmdan
rici gelişmeler yaşanmıştır. 2000 yılmın ilk altı aymda dünya gene­ dayatılan haşin aynlığm kısmi çözülmesine tekabül eder; onun ye­
linde, bazılan genel olmak üzere büyük grevler gözlendi: Bunlann rine bir kolektiflik içinde birleşmeyi koyar, daha önce bastınimış
en büyükleri Nijerya, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, Uru­ olan bir gücü kendine mal eder ve tarihsel fail özelliği kazanır. Ser­
guay ve Arjantin'de gerçekleştirildi. Argümanımız açısmdan bunu mayenin yönetimi altmda katı olan her şey buharlaşıyorsa, emeğin
önemli kılan şey, bu grevlerin küreselleşmiş sermayeye, aslen kendi kendine örgütlenmesiyle birlikte daha önce yabancılaştınl-
IMF'nin yönettiği, ama ulusal burjuvazilerin hayata geçirdiği ser­ mış olan şey de etkili bir katılık, yani ekosistemsel bütünleşmişlik
mayeye karşı ayaklanma noktalarını temsil etmesidir.* Bu durum kazanır. Dayanışmanın neden olduğu karşılıklı duyarlılık, insanla­
emek politikasına evrenselleştirici bir ivme katar, emeğin gözleri­ nn yaşayabileceği en yoğun, en yüce tecrübelerden biridir.
ni daha geniş ufuklara çeker - her ülke içinde de (ömeğin, Hindis- Bunun nereye kadar genişleyebileceği, henüz ufukta olmayan.

8. Moody 2000. Ömeğin, IMF Nijerya hükümetini, 2 milyar dolarlık ödene­ to etmişti. Hindistan'da ise, grev liderlerinin birinin deyişiyle, "ülkenin iktisadi
ğini kesip yakıt fiyatlarını serbest bırakmaya zorlamış, sonucunda meydana ge­ özerkliğinin Dünya Ticaret Örgütü ile Uluslararası Para Fonu'na teslim edilme­
len fiyat artışı genel bir grevin patlamasına neden olmuştu. Kore'deki grevler, sine karşı" gerçekleştirilen bir greve kaulmak için 20 milyon kişi sokağa dökül­
IMF’nin ülkenin 1998'de içine girdiği maU krizden kurtulması için şart koştuğu müştü. Benzer örüntüler, yeni işbaşına gelen başkanlannın görevi teslim alır al­
acımasız derecede uzun çalışma saatlerine karşı yapılmıştı. Güney Afrika'da 4 maz IMF'nin kemer sıkma önlemlerini dayatmaya giriştiği Uruguay ve Arjan­
milyon işçi, IMF'nin 1990'ların ortalarından beri dayattığı sert önlemleri protes­ tin'de de görüldü. Ayrıca bkz. Moody 1997.
292 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOSOSYALİZM 293

ama ekososyalizmin ilerlemesi için zorunlu olan üçüncü bir gelişi­ Önce ihanete uğramış özgürlük vaadiyle başlanır ve ne inşa edile­
me bağlıdır. Ekolojik birliklerde ortaya çıkan etkinleştiricilik po­ cekse bunun üzerine inşa edilir. Dönüşümü gerçekleştirmek için
tansiyellerinden söz etmiştik. Bu birlikler önce dağmık haldedirler başvumlan araçların amaçlar kadar özgür olması gerektiği sonucu­
ve sosyalizm talebinde bulunacak ileri bir gelişim sürecine uygun nu çıkannz buradan. Bu nedenledir ki, partinin halkm önünde ol­
olmak bir yana, bugünkü entelektüel iklime bakarak söyleyecek duğu kadar ondan ayn da olduğu öncülük anlayışı, bugünkü iklim­
olursak, antikapitalist bir yönelimden bile uzaktırlar. Bunlar dire­ de başlangıç için uygun bir adım değildir. Ancak özgürce evrilen
niş topluluklan halinde gelişirken etkinleştiricilik potansiyelleri bir katılım praksisi muhayyileyi harekete geçirebilir ve antikapita­
de, bu mücadeleyi ülkeden ülkeye ve ulusötesinde bilinçli bir bi­ list mücadelenin ortaya çıktığı sayısız noktayı bir araya getirebilir.
çimde örgütleme işini üstlenecek olan bilinçli bir "Ekososyalist Ve bunu "kalıcı bir dayanışma" halinde örgütleme ve iktidara doğ­
Parti"nin bir tohumu halinde bir araya gelebilir. ru bastırma işini, tepeden inme zorlamalarda bulunmadan bütün
mücadelelere ortak bir amaç koyacak "parti benzeri" bir formasyon
gerçekleştirebilir ancak. Nitekim, parti kendi diyalektiğiyle biçim­
lenir; hem nesnel hem de öznel anlamda bir "bir arada tutma"dır bu
Ekososyalist Parti ve Onun Zaferi
(nesnel bir aradalık maddi koşullarm tedarikidir, öznel bir aradalık-
Geçen yüzyılda iki parti kurma modeli hâkimdi: Burjuva demok­ sa öznelerarası ve ilişkisel nüanslara uyumla ilgilidir; bütün bunlar,
rasilerinin parlamenter partileri ve Bolşevik geleneğin "öncü" Le- diyalektiğin ustalık ve incelik isteyen bir şey olduğu fikrinin alt-
ninist partisi. Seçimle iktidara gelemeyecek, iç demokrasi büyü­ başlıkları sayılabilir).
mesinin aynlmaz bir parçası haline gelmediği sürece (Leninizmin Her ne kadar bireylere açıksa da ekososyalist partinin direniş
de kanıtladığı gibi) hemen yok olabilecek olan ekolojik tasarıya topluluklannda temellenmesi gerekir. Bu topluluklardan gelecek
bunlann ikisi de uygun değildir. Leninist partilerin ilk dönem sos­ heyetler partinin eylemci kadrosunu oluşturacak, partinin stratejik
yalizmini yerleştirmeyi başarmalannın en büyük sebebi, devrimle- ve istişari bölümünü meydana getiren meclislere kadro desteği
rin başarıyla gerçekleştirildiği, genelde pre-kapitalist toplumlara sağlayacaktır. Parti, üyelerin katkılanyla mali olarak içeriden des­
göre şekillenmiş olmalanydı. İlk dönem sosyalizminin galebe çal­ teklenecek, bu yapı herhangi bir yabancılaştıncı gücün mali dene­
dığı o kapitalizmler ya metropol sermayesinin emperyal kollanydı, timi eline geçirmesine izin vermeyecek şekilde düzenlenecek. He­
ya da büyük oranda pre-kapitalist olan bir topluma aşılanmış geri yetler ve bu yapı içinde oluşacak muhtemel yönetim birimleri dü­
kalmış rejimlerdi. Bunlar ne içe nüfuz etmeyi başarmışlardı ne de zenli aralıklarla görev değişimi yapacak ve bunlar gerekirse feshe­
sermayenin mevcut düzeninin küresel erişimine benzer dışsal bir dilebilecek. Meclis müzakereleri, hatta, belli taktik sorular (doğru­
erişim gerçekleştirebilmişlerdi; ki ikisi de devrim tasansım kökten dan gerçekleştirilecek bir eylemin aynntılan gibi) hariç partinin
değiştirecek şeylerdir. bütün faaliyetleri açık ve şeffaf olacak. Partinin amacının ne oldu­
Modem kapitalizm, kendini "demokratik değerler"e başvurarak ğunu bütün dünyanm görmesine izin vermek gerekir (bu değerli bir
meşmlaştınr. Daha önce de gördüğümüz gibi, bir gösterişten iba­ amaçsa, daha fazla katılımcıyı çekecektir; değilse de, bunu geç öğ-
rettir bu, ama ne kadar karşılanmamış olsa da, kesin bir temele da­ renmektense erken öğrenmek daha iyidir).
yanan gerçek bir vaattir. Sermaye, yaşam dünyalanyla geleneksel Dünyanm her yerinde (bunlan yazdığım sırada 80 kadar ülke­
hiyerarşileri parçalayarak insanlığı biçimsel özgürlüğün, özgür ol­ de) ortaya çıkmış olan çeşith yeşil partiler bu yönde önemli bir ha­
mayan bir özgürlüğün ve bodur kalmış bir gelişimin içine salar. rekettir. Gelgelelim, yeşillerin kendilerini burjuva demokrasisi çer­
Kapitalist kuramlar içinde kararsız denge sürer durur, ki bu durum çevesi içindeki ilerici bir popülizm olarak tanımlamakla, dönüşüm
birikimin işine yarar. O halde, sermayenin ötesine geçmek için işe için gereken şeylere bayağı uzak kalan bir çeşit ortayolcu formas­
294 DOĞANIN DÜŞM ANI EKOSOSYALİZM 295

yon halini aldıklan da tecrübeyle sabittir.’ Yeşil eylemciler değerli dirilmesi şarttır. Bu iki tema, kapitalizmin renkli tenli, çoğunlukla
katkılarda bulunmaya devam ediyor, ama partileri yerleşik toplu­ da kadınlardan oluşan topluluklara nüfuz etmesine ve onlan kirlet­
mu aşacak bir ön tasan vizyonundan yoksun. Yeşil partiler bu yüz­ mesine karşı koymak üzerine temellenmiş "çevresel adalet" hare­
den dar bir reformizmin ve anarşik çekişmelerin içine saplanmaya keti içinde doğrudan kesişir.’<>
meyillidir. Avrupa'da olduğu gibi, bir parça devlet iktidarı elde et­ Ekososyalizm uluslararası olmahdır, yoksa bir hiç olur. Bir gün
tiklerinde ise sermayeye bir ekolojik sorumluluk kisvesi giydirip ekososyalizmin tarihi yazılırsa eğer, başlangıç tarihinin 1 Şubat
ona bağlı kaldıklarını kanıtiamışlardu:. 1994 (NAFTA'nm uygulamaya geçtiği ve Zapatista Ulusal Kurtuluş
Avrupa kökenli olmayan topluluklara ulaşmada gösterdiği aşın Ordusu'nun Meksika'nın Chiapas bölgesinde ezilenlerin devrimini
zaafıyet, bugün uygulamada olan yeşil politikanın smırlannm bir başlattığı tarih) olduğu kaydı düşülecektir. Zapatistalar, biyobölge­
göstergesidir. Beyazlardan oluşan bir grup görüntüsü verdikleri ge­ sel ölçekli bir devrim hareketinin belki de ilk modelini gerçekleş­
rekçesiyle sık sık eleştirilen yeşiller buna zaman zaman şiddetle tirmişlerdir. Ateş gücü çok üstün bir ordunun sürekli tacizlerine
karşı çıkar ve bu sorunu halletmeye çalışır. Ama yine de pek bir şey rağmen Zapatistalar bir çeşit ekosistemsel bir bütünlüğü korumayı
değişmez. Bunun nedeni yeşil ikilemin özündedir: Yani yerelcilik­ başarmışlardır. Devlet içinde direniş sayesinde birliğini üretken bir
lerinden kaynaklanan bölgesel, dar kapsamlı değerlerde. Evrensel­ biçimde muhafaza eden devletsiz bir toplum kurmuşlardır. Marx'in
leştirici bir biçimde gelişmediği sürece topluluk fikri dönüştürücü Paris Komünü'nü kastederek söylediği, "proletarya diktatörlüğü"
gücünü yitirir ve bütün iyi niyetlere rağmen etnosantrizme doğru fikrini yaşattıklan sözüne benzer bir söz Zapatista hareketi için de
sürüklenir. Dolayısıyla, yeşillerin göç ve hapishane reformu gibi söylenebilir ve denilebilir ki, onlann yaptıklan, bütün halklar için
meselelerdeki ağırkanlılıklan, siyahlarla Latin kökenlilere simge­ geçerli tek bir yol olmadığını, daha ziyade küresel sermayeye kar­
sel jestlerin dışmda bir yaklaşım göstermekteki genel yeteneksiz­ şı ortak bir muhalefet etrafında birleşmiş somut toplumlann tanım­
likleri gözden kaçmimaması gereken şeyler. Bunlar sermayenin ladığı çeşitli yollar olduğunu bize öğretmiştir.“
ötesini görmeyi başaramamanın tezahürleridir, yeşil politikayı, Daha tanımlı ve daha az saldınya maruz kalmış bir başka örnek
modası geçmiş, ama canlı bir terimle ifade etmek gerekirse, küçük de Kolombiya'nın yüksek ovalannda yer alan Gaviotas kasabası­
burjuva haline getiren şeylerdir. dır. Burada, 1971'den itibaren ekolojik açıdan rasyonel teknoloji
Antikapitalizm referans noktası alındığında, toplumun tamamı kullanılarak verilen yaratıcı emek sayesinde dünyanın en sert çev­
olduğu kadar somut işleyişleri de bütünüyle görülebilir. Ekolojik relerinden biri dönüşüme uğratılmıştır. Bir zamanlar kurak ve ço­
kriz ve emperyal yayılma artık, aynı dinamiğin (doğayı ve insanlı­ rak, toprağı doğal yollarla açığa çıkan alüminyum nedeniyle zehir­
ğı parçalayan istilacı, kanserli büyümenin) belirgin ve birbiriyle lenmiş olan ova üzerinde bugün Kolombiya'daki diğer ağaçlandır­
derinden bağlantılı tezahürleri olarak görünür gözümüze. Günü­ ma projelerinin toplamından bile daha büyük bir ağaçlandırma
müzün moda sözcüğü olan "küreselleşme" emperyalizmin şimdiki projesi yürütülmektedir: Altı milyon ağaçlıklı bir orman, reçine ve
en belirgin tezahürüdür. Ama imparatorluk tarihi, bizatihi halkların müzik aletleri imal etmek için kullanılabilecek müthiş bir kaynak.
ve ırklarm (Güney'de ikamet eden madunlar dahil) ortaya çıkışına Bunlar ve diğer metalar kapitalist döngülerin dışmda ve bir kapita­
dair bir anlatıdır. Bu perspektiften baktığımızda, sermayeye karşı list devlet olmadan üretiliyor, başka bir deyişle, artmimış kullanım
ve onu aşan bir siyasetin ekolojik onanm üzerine olduğu kadar ırk­ değeri ve azaUılmış mübadele değeriyle; burası, bir antikapitalist,
çılığın hakkından gelmek üzerine de sağlam bir şekilde temellen- ekolojik üretim takımadasının parçası haline gelebilecek bir kapi-

9. Rensenbrink 1999 bu eğilimin örneğidir. ABD'deki yeşil politikanın bir 10. Faber 1998.
ekofeministin gözünden aynntılı izahı için bkz. Gaard 1998. 11. Marcos 2001'de güzel bir giriş bölümü var. Marx 1978f.
296 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 2 97

talist-olmayan, ekolojik üretim adasıdır.’^ de soyut em eğ e) hâkim olduğu bir dünya yaratmak için pek bir şe y yapa-
Muhalif güçler yeterince güç kazanırsa daha geniş bir tasarıyla m ıyom z. IMF'nin, D ü nya Bankası'mn vs. Uluslararası H idrografi Örgütü,
Uluslararası İşçi Örgütü v e "uluslararası halklar devleti"nin diğer k ollan -
uluslararası bir halkm ekososyalist partisi şeklini alabilir veya ben­
na indirgendiğini v e bu örgütlerin bugünkü D ü nya B ankası v e IMF'nin gü­
zer yapılanmış gruplardan oluşan etkili bir koalisyon meydana ge­ cüne denk bir g ü ce sahip olduğunu bir düşünün. K ayda değer bir şey olur­
tirebilir. O zaman bir gün, küresel sermaye araçlan üzerine 1999- du bu, d eğ il m i? S om n elbette teknik, pratik bir som n d eğil, siyasi bir so-
2000 dönemindeki büyük kalkışmalarla birlikte uygulanmaya baş­ m n, p iyasalan n içind e v e dışındaki kapitalist iktidar som n u v e hiçbir ha­
lanan baskı daha da artmlabilir. James O'Connor yakm zamanlar­ reket, kendine ait siy a si am aç v e sosyo-ek on om ik altem atifler ben im se­
da buna benzer şeyler tahayyül etmişti: m ediği sürece kapitalist iktidara m eydan okuyam az.

Üzerinde düşünürseniz, siyasi irade ile iktisadi ve ek olojik kaynakla- Evet, kayda değer bir şey olurdu gerçekten de. Böyle bir hare­
n n bu yön d e kullanılacağı varsayım ıyla, yoksulluk birkaç ay içind e orta­ ket popülist değil de ekososyalist olacağı için, bu değişimleri tah­
dan kaldm labilir. İlk adım olarak, yoksulluğun giderilm esin i uluslararası rik edecek, ama aynı zamanda onlan önceden tasarlayacak ve on­
siyasetin tem el am acı haline getireceksiniz. İkinci olarak. D ünya Bankası,
larla yetinmeyecek bir ruhtan ilham alacaktır. Bugünün haritasın­
IMF, b ö lg e se l kalkınm a bankası v e başka yerlerden g e le ce k milyarlarca
dan çok daha ileride bir amaç koyutlamamızm nedeni de bu: Çün­
d o la n eld ek i görev için tahsis ed eceksin iz. Ü çün cü sü , bu paralann kulla­
nım yetkisini insani serm ayeye veya başka tür bir serm ayeye d eğil, ev, kü bu amaç, bugünü dönüştürme umudu, vizyonu ve enerjisi sunu­
okul, vb. şeylerin inşası v e halk sağlığı ile tıp teknisyenlerine, "ezilenlerin yor bize.
pedagojisi" türü eğitim veren öğretm enlere, Panon tipi psikologlara, K e- O'Connor'ın tahayyül ettiği türden olaylar gerçekleşmiş olsay­
rala'nm '3 v ey a G aviota türü yerlerin p lan layıcılann a v e bugün küresellik dı, bunlar henüz ekososyalizm olmazdı, ama ekososyalizme yöne­
karşıtı harekette rastladığım ız türden örgütçülere (STK 'cılara da tabii) ya­ lik hareketi hızlandırabilecek, kendi kendine oluşan, doğrusal ol­
pılacak ödem eler için yerel biyo-k itleye vereceksin iz... Sonra yatm m pro­
mayan bir çeşit diyalektik meydana getirirdi. Bir kere, böyle bir şe­
jeleri seçecek sin iz, am a yerel v e y a b ö lg esel ek olojilere verilen hasarı as­
gariye indirm eyi am açlayan türden projeleri [Ç evresel Etki Raporlan] de­ yin gerçekleşebilmesi için öncelikle "on binlerce yerel ve bölgesel
ğil, ek olojik değerleri, topluluk değerlerini, kültürel değerleri, halk sa ğ lı­ deney ve pratiğin" etkinleştirme topluluklanyla buluşması ve bu
ğı değerlerini, vb. azam iye çıkarm ayı am açlayan türden projeleri: Yani sayede güçlerini artırmalan gerekecektir. Bu şekilde güçleri arttık­
m evcut kapitalist değerler ile yatırım kriterlerini basit bir biçim d e tersine tan sonra da Zapatistalar, Gaviotistalar, onlan birbirine bağlayan
çevirecek projeleri. "Güvenli gıda" yerine "besleyici gıda." "Yeterli barı­ Indymedia merkezleri, dünyanm her yerinden siyasi çiftçi kolektif­
nak" yerine "m ükem m el barınak." "Toplu taşıma" yerine "kullanımı insa­
leri, öğretmen demekleri, işçi hareketinin ekolojik açıdan radikal­
na haz verecek farklı toplu ulaşım türleri." Elbette, "kim yasal madde kat­
kılı" tanm yerine "pestisit kullanılm ayan b ilim sel tanm ." "Gıda tekelleri"
leşmiş fraksiyonları, yerel kredi kooperatiflerinin yardımıyla eko­
yerine "çiftçiden-halka küresel dağıtım." İşin üzüntü verici tarafı, su dağı­ lojik açıdan sağlıklı ürünler imal eden Braderhof benzeri küçük
tım ından ç eliğ in üretimi v e dağıtım ına (II. D ü n ya Savaşı sırasında imalat kolektifleri ve yerel kökenli ama evrenselleşme arzusu taşı­
ABD'deki durum m esela) kadar yap ılm ış olan on binlerce yerel v e b ö lg e ­ yan on binlerce topluluk formasyonu, hepsi böyle bir olay yarat­
sel deneylere, uygulam alara bakarak bunca insan "ne yapılm ası gerekti- mak ve sonrasında dönüşümün daha da ileri taşınması konusunda
ği"ni bildiği halde serm aye, serm aye p iyasalan , kapitalist devlet ve ulus­
bastırmak için bir araya gelecektir.
lararası kapitalist ku nıluşlan n bugün tek başm a iktidarı elinde bulundur-
m alan yüzünden, kullanım değerinin m übadele değerine (som ut em eğin
Bunun nasıl genişleyeceğiyle ilgili bir senaryo geliştirmenin
gereği yoktur; sadece sermayenin ekolojik krizi hale yola koymak­
tan aciz olması bağlamı içinde gerçekleşeceğini söylemek yeterli-
12. Weisman 1998.
13. Hindistan'ın güneyinde bulunan, uzun bir komünist yönetim geçmişine dir. Bu süreçte ortaya çıkacak topluluklann, bu gelişim hızı içinde
ve kadınlara yetki verilmesi dahil, harika bir ekolojik gelişim siciline sahip bir
eyalet. Bkz. Parayil 2000. 14. O'Connor 2 0 0 1 .
298 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALtZM 299

bir ara, eylemcilere maddi destek, eylem üsleri, (yiyecek, yün, ke­ tilerin içinde ve onlann devlet içindeki çeşitli ceplerinde devri­
nevir, güneş teknolojisi vs. üreten çok sayıda topluğun olacağı da me verilen destekle de kuyuları her geçen gün daha derin kazıl­
dikkate alınırsa) devrim için mücadele eden insanlara da geçimle­ maktadır. Devrime verilen destek orduya ve polise kadar yayılır.
rini sağlayacak araçlar vermeye başlayacaklannı tahayyül edebili­ Bunlardan biri silah bırakıp devrime katıldığında dönüm nokta-
riz. Aynı zamanda bu insanlann, amaçlan doğrultusunda yollanna sma erişilir.
devam etmelerini sağlayacak olan manevi ve psikolojik gücü geliş­ • Devrimcilerin davranışlan tinsel açıdan üstündür ve oluşturduk­
tirmiş olacaklannı da (geniş kapsamlı, ama uygulanabilir bir dü­ lan örnekler, krizin katı gerçeklerinin de yardımıyla güvenilirlik
zen) varsaymamız gerekiyor. Zira şunu unutmamak gerekir ki, ve inandıncılüc kazanır, buradaki amacm, zenginliği yeniden
ekososyalizm mücadelesi teknik veya gönüllülük esasına dayanan taksim etmek değil, hayatın kendisinin sürekliliğini sağlamak ol­
bir süreç değildir, dünyayı olduğu kadar benliği de radikal bir bi­ duğunu insanlann giderek daha iyi anlaması sağlanır.
çimde dönüşüme uğratıp bu dönüşümü gerçekleştirmiş olan başka
insanlarla birlikte sürekli genişleyen ve derinleşen bir dayanışma Nitekim, keşmekeşin sürekli arttığı bir dönem içinde milyon­
bağı kurmaktır. Ataerkillik sonrası değerler işte burada öne çıkacak larca insanm sokaklara dökülüp küresel dayanışmaya (birbirleriy­
ve mücadele edecek insanı radikalleştirecektir. le, direniş topluluklanyla ve diğer ülkelerdeki yoldaşlanyla daya­
Olaylann hareketi kendi kendini besler, hızlı ve gerilim dolu bir nışmaya) katılması, normal toplumsal faaliyetleri durdurup devle­
hal almıştır şimdi. Yer ve praksis topluluklan minyatür toplumlar te "hayır" cevabmı asla kabul etmeyeceği bir talimat vermesi ve
halinde birleşmeye başlıyor gittikçe; bunlar ulusal smırlann için­ sermayeyi gittikçe daha çok köşeye sıkıştuması mümkündür. Gi­
deki ve dışındaki benzer toplumlarla ilişkiye geçiyorlar. Sermaye­ derek artan saf değiştirmelerle, insanlann yeryüzünün ekolojisini
nin bu olanlara baskıyı artırarak tepki vermesi beklenebilir. Birçok kurtarmak için yeni bir başlangıç talep ettiklerinin iyice anlaşılır
fedakârlık yapılmasını gerektirecek bir kahramanlık evresi başlı­ hale gelmesiyle birlikte devlet aygıtı el değiştirir, el koyuculara el
yor. Sermaye sisteminin korkunç kudreti, daha önce hiç karşılaş­ konur ve 500 yıllık sermaye rejimi yıkılır.
madığı bir dizi faktörle muhatap artık:
Yeryüzünün intifa Hakkı
• Ona karşı olan kuvvetier hem sayısız denecek derecede fazla
hem de dağınıktır. Daha y ük sek bir iktisadi b içim e sahip bir toplum un gözünd e, dünyanın tek
• Bu kuvvetler işleyişlerini, varlığını küçük girdilerle, emek yoğun tek bireylerin ö z el m ülkiyeti altında olm ası, bir insanın başka bir insanın
ö z e l m ülkiyetinde olm ası kadar saçm a olacaktır. Bütün bir toplum , bir
teknolojilerle koruyabilen bir üretim türü temelinde ve farklı ih­
ulus, hatta varolan toplum lann tümü bile yeryüzünün sahibi değildir.
tiyaçlar duyarak sürdürürler; aynca, artık ulusal smırlann dışma Onun tasarm f sahibi, intifa hakkının sahibidirler y aln ızca v e bu hak, tıpkı
taşmış olan, belli maksatlar güden [intentional] direniş topluluk­ aile reislerinin m allan gibi, k oşullan daha da iyileştirilerek sonraki kuşak­
lan onlara emniyetli üsler ve "güvenli evler" sunmaktadır. lara devredilmelidir.'^
• Söz konusu kuvvetlerin ana akım toplumun çatlaklannda yer Kapital'in üçüncü cildinde böyle yazmış Kari Marx. İntifa hak­
alan birçok müttefiki, destek gruplan ve "yeraltı demiryollan" kı kavramı, efendi ile köle arasındaki mülkiyetle ilgili belirsizlik­
oluşturacak güçtedir. lere atfen kullanılan bir sözcük olarak ilk Roma hukukunda karşı­
• Her başanlı devrimci protesto biçiminde olduğu gibi, burada da mıza çıksa da, kökleri Hammurabi Yasalan'na kadar uzanan eski
muhalif kuvvetler grev, boykot ve kitle hareketi sayesinde nor­ bir kavramdır. Sonra İslam hukukunda ve Azteklerin yasal düzen-
mal üretimi durduracak güce sahiptir.
• Sermaye kuvvetleri kendine güvenini yitirmiştir; altematif par- 15. Marx 1967b: 776.
300 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 301

İçmeleriyle Napoleon Yasalan'nda (aslında, mülkiyet kavrammm, se, kişi o kadar verici olur ve o kadar zenginleşir. Bunu kuvveden
bünyesindeki çelişkileri açığa vurduğu her yerde) tekrar karşımıza fiile çıkarmak sosyalizmin görevidir.
çıkar. İlginçtir, intifa hakkmın Latincesi olan "usufructuarius" söz­ Kullanım değeri alanı mücadele yeri olacaktır. Kullanım değe­
cüğü hem kullanmak (kullanım değerindeki gibi) hem de keyif al­ rini yeniden tesis etmek, şeylere somut ve duyumsal olarak yaklaş­
mak (özgür bir birlik oluşturmuş emekte ifade edilen keyif gibi) maktır, tam da sahici bir mülkiyet ilişkisine yaraşır şekilde (ama
anlamlarım içerir. Bugünkü genel anlamıyla intifa hakkına dayah aynı zamanda, hafif şekilde yaklaşmaktır, zira şeylerin kendilerin­
ilişki, insanm başkasına ait bir mülkü kullanması, o mülkten keyif den keyif almır, zayıf bir egonun istinat duvan değildirler. Bilindi­
alması (bu sayede de o mülkü geliştirmesi) ilişkisidir; örneğin, ce­ ği üzere Marx'm da gördüğü gibi, sermaye rejimi altmda, üretilen
maat gmplan şehirdeki boş bir arsaya bahçe yapıp orasmı kullanır, şey mübadele değeri örtüsü tarafmdan fetişleştirilir, uzak ve sihirli
oradan keyif alır ve orasını geliştirir. bir şey haline getirilir. Fetişleşmiş dünyada, hiçbir şeye gerçek an­
Doğayla yaratıcı ilişki kurduğumuz derecede insan olduğumu­ lamda sahip olunamaz, çünkü her şey mübadele edilebilir, uzaklaş-
za göre, benlik maddi dünyaya olan uzantılarıyla tammlanu-. Doğa­ tınlıp soyutlaştınlabilir. Kapitalist yönetim altında daha da kudur­
yı temellük ederek, onu dönüştürüp kendimize dahil ederek oldu­ gan hale gelen sahip olma açlığını harekete geçirir bu. Şeylere (ve
ğumuz kişi olumz, mülkiyet fikri de mantıksal olarak bu çerçeve bu şeylere ulaşmak için gereken paraya) duyulan yatıştınlamaz ar­
dahilinde gündeme gelir. Dolayısıyla, hiçbir mülkü olmayan bir ki­ zu, birikimin zomniu temeli, ekolojik krizin de öznel dinamiğidir.
şi, doğa içinde belli bir yeri olmayacağı için, birey olmayacaktır. Kapitahst toplumun sınırlan, sahip olmak'la (ve başkalannı sahip
Buradan, ekolojik açıdan gerçekleştirilmiş bir toplumda herkesin olmaktan alıkoymakla) tanımlamr, ta ki her biri birbirinden, atom-
mülkiyet hakkı (zevkine uygun dekore edilmiş kendine ait bir ye­ laşmış benlikler de doğadan kopmuş, yalnız egolann ikamet ettiği
ri, kitap, giysi, güzellik malzemeleri gibi kişisel eşyalan), en kale kapıh topluluklardan oluşan bir topluma dönüşünceye kadar. ı®
önemlisi de, insan doğasmm yaratıcılığım ifade etmek için zomn- Bu açlığın yok olup gitmesini sağlayacak bir toplumda çözülebilir
lu olan üretim araçlanm kullanma ve onlara sahip olma hakkı ola­ bunlar ancak; bunun olabilmesi içinse emeğin, mübadele değerinin
cağı sonucuna varırız. Üretim araçlarına insan bedeni de dahildir dayattığı kölelikten kurtulması gerekir.
kesinlikle (böylece, kadmlann üreme haklan ile cinselliklerini öz­ Ekososyalist toplum, kendini başkalanna vermekle ve doğayla
gürce ifade etme haklan da mantıksal olarak güvence altına alın­ duyarlı bir ilişkinin yeniden tesis edilmesiyle ulaşılan varhk'la ta­
mış olur). nımlanacaktır. Ekosistemsel bütünleşmişlik, iç içe geçmiş insani
Tek tek herkes bir toplumsal ilişki dokusu içinde ortaya çıktığı katılım çemberlerinin (aile, topluluk, ulus, uluslararası topluluk ve­
ve Donne'un sözleriyle, asla bir ada olmadığı için, mülkiyet kavra­ ya insanlık/doğa sınınnm ötesine geçtiğimizde, dünya gezegeni,
mı kendisiyle çelişik hale gelir. Dolayısıyla her benlik diğer bütün daha ötesinde de evren) her tarafında yeniden tesis edilecektir. Ser­
benliklerin bir parçasıdır ve mülkiyet diğerleriyle kaçınılmaz bir mayeye göre, müstakil egonun mülkiyet hakkı kutsaldır ve bu hak
şekilde diyalektik bir ilişki içindedir. Bunu iç içe geçmiş çember­ sınıf yapıları içinde katüaşır, bu sayede insan kitlelerini, bünyele­
ler şeklinde tahayyül edebiliriz. Merkezde benlik yer alır, burada rinde bulunan ve yaratıcı üretim için gerekh araçlann mülkiyetin­
her kişide içkin bir mülk olan bedenle başlayan mülkiyet şartları den mahrum etmede başarılı olur. Bir fetişleşmiş ilişkiler rejiminin
görece mutlaktır. Çember büyüdükçe erken çocukluk döneminden yalnızca yasal yönüdür bu. Ekososyalizm içinde, kullanım değeri
itibaren paylaşım meseleleri gündeme gelmeye başlar ki bu mese­ mübadele değerinin hakkından gelip de içsel değerin gerçekleşti­
lelerin her biri benliğin aslen almaktan ziyade vermekle çoğaldığı rilmesinin yolunu açtığında, müstakil egonun sınırları aşılır. Yeni
ilkesi gereğince çözülebilir. Zira gerçekleştirilmiş bir varlık cö­
merttir. Benlik üzerindeki maddi mülk yükü ne kadar hafif çeker­ 16. 1844 elyazmalannda Marx tarafından tahayyül edilmiştir. Marx 1978b.
302 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 303

toplumda, kişinin kendini ifade etme araçlannı özgürce elde etme talep eder. İnsanlıkla doğa arasındaki, ekososyalizm adı verilen,
hakkı en üst düzeydedir. Toplum, mülkiyeti birey ile kolektivite metabolizmanın gelişimine yardım edecek olan müstakil düzenle­
arasmda farklılaştu’arak bu önceliği tanıyacak şekilde yapılanmış­ meler bu üstün ilkeden çıkanlabilir. Üretim araçlannm smıfsal
tır. Her kişinin (ve kişiliğin üreme alanmdaki uzantısı olarak her ai­ mülkiyetinin bir kutupta, kişinin benliğiyle ilgili mutlak mülkiye­
lenin) iyi bir evde ikamet etmeye kayıtsız şartsız hakkı olsa da, tinin diğer kutupta yer alması gibi bir şey söz konusu değildir; zi­
evin ve onun üzerinde bulunduğu arazinin mülkiyeti ortaktır ve ko­ ra benlik, yeryüzünün tek bir tekillik noktasında bilinçte ortaya çı­
lektivite tarafmdan bağışlanır. Böylece, bireylerin denetimi altm- kan halidir; ekososyalist toplumun kummlan ise altında yaşadığı­
daki mülkiyetin miktanna (hem evin kullanımı hem de üretim kay­ mız gökkubbeden yararlanma, onun keyfini sürme ve onu geliştir­
nakları üzerindeki denetim konusunda) belli bir sınırlama getiril­ me yollarmm sürmesini sağlamak için varolacaktır.
mesi gündeme gelir. Dolayısıyla, üretim araçlannm yabancılaşma- Devrim fırtınasından ortaya çıkacak olan toplum başlangıçta bu
sma izin vereceği için, hiç kimsenin bu tür kaynaklan kendi mül­ tasanyı çok zor gerçekleştirebilecek güçte olacaktır. En büyük ön­
kiyetine geçirmesine izin verilmeyecektir. Bir milyardan fazla top­ celiği, ekososyalist yönde ilerlemeyi sağlayacak düzenlemeleri
raksız insana, hayatta kendilerine ait tek bir çöp bile bulunmadığı yapmak, ilk amacı da "üreticilerin özgürce bir araya gelmesi"ni gü­
için kendilerini satmak zorunda kalan milyarlarca insana karşılık vence altına almak olacaktır. Burada her iki koşula da saygı göste­
zenginlik üreten dünyanm neredeyse tamamma sahip küçük bir rilmelidir. Bu birlik özgür bir bkliktir, çünkü içinde insanlar kendi
azmlığm bulunduğu bugünkü düzenin esamisi bile okunmayacak­ kaderlerini kendileri belirler; bu nedenle toplum üretim araçlannı
tır. İç içe geçmiş çemberlerden dışa doğru ilerledikçe, toplumsal herkesin erişebileceği hale getirmelidir. Bu birlik özgür bir birlik­
üretim için zorunlu olan şeylerin bir azınlığın mülkiyetinde olma­ tir, çünkü hayat müşterektir; dolayısıyla, ilgili siyasi birim, bir ara-
ması, herkes tarafından paylaşılması gerektiğini görürüz. dalığın karşılıklı üretim faaliyetiyle sağlandığı bir kolektivitedir.
Çemberlerin uzantısı, Marx'ın da farkına vardığı gibi, gezegen Ve bu birlik üreticilerden oluşan bir birliktir; buradaki üreticilik
düzeyine kadar gider ve oradan aşağıya doğru intikal ederek eko­ ekonomistik değil, insani-doğal anlamda bir üreticiUktir. Mübade­
sosyalist toplumun kendine özgü yasalanm yönetir. Bütün olarak le değerine katkıda bulunan veya onu denetimi altmda bulunduran
değerlendirildiğinde, içinde ikamet ettiğimiz yeryüzü ortak mülki­ şeylerden ziyade insani dünyanm bütün oluşumunun dikkate alm-
yetimiz olarak değil, ortaya çıktığımız ve tekrar döndüğümüz hari­ ması gerektiği anlamına gelir bu. Ekososyalizmin temel amaçlann-
ka bir matris olarak kabul edilmelidir. Yönetici sınıfın kanserli dan biri mübadele değeri alanını küçültmek olduğuna göre, üretim
mülkiyetinden söküp atma işini, mülkiyeti "halka" veya ona vekâ­ faaliyeti biçimlerine ekosistemsel bütünlüğü beslemeleri ölçüsün­
let eden bir vekile aktarmak amacıyla yapmadığımızı kendimize de değer biçecektir; bunlar güzel çocuklar yetiştirme olabildiği gi­
hatırlatu-sak, bu işi belki de daha kolay gerçekleştirebiliriz. Geze­ bi, organik bahçecilik, yaylı dörtlülerinin muhteşem performansla­
geni mülk edinmek aslında acıklı bir yanılsamadır. Yeryüzüne ve­ rı, sokakların temizlenmesi, kompost üreten tuvaletlerin yapımı
ya doğaya sahip olunabileceğini düşünmek kibirden başka bir şey veya güneş enerjisini yakıt pillerine dönüştüren yeni teknolojilerin
değildir (onu talan etmekse aptalcadır, sanki bize varlığımızı veren, keşfi de olabilir.
bizim de onun oluşunu ifade ettiğimiz bir şeye sahip olabilirmişiz Bu birliği güvence altına almak için, yabancılaştıncı faillerin
gibi). Yeryüzüne sahip olmak amacıyla onun üstünde ve ona karşı ortaya çıkmasmı önleme yollanna ihtiyacımız vardu-. Sermaye re­
durma fikri, doğa üzerindeki tahakkümün merkezi fikridir. Yeryü­ jiminde bu faillerin en önde geleninin üretim araçlannm özel mül­
zünden talep edebileceğimiz tek şey intifa hakkıdır. Ama bu da biz­ kiyeti olduğu görülmüştü, ama Sovyetler devletin de bu rolü pekâ­
den, türümüzün evimiz olan dünyadan yararlanabilecek, onun key­ lâ yerine getirebileceğini göstermiştir. Toplumu yeniden yönlendir­
fini sürecek ve onu geliştirecek değerde olduğumuzu kanıtlamayı mek için devrimin devlet iktidannı ele geçirmesi zorunlu olduğu­
304 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 305

na göre, devletin toplum için bir canavara dönüşmesini engelleme­ Açıktır ki, böylesine geniş bir topluluk içinde üretim faaliyeti­
nin yollarmı inşa etmek devrimin en büyük önceliği olmalıdır. Bu­ ni yeniden tahsis etmek hiç de kolay olmayacaktır. Aşağıdaki ge­
nun kilit ilkelerinden biri, içeride demokrasinin, eksikliği önceki nel ilkelerin bir yaran olabilir:
bütün sosyalizmleri sakatlamış olan hakiki demokrasinin gelişme­
sini sağlamaktır. Devrim öncesi dönemde altematif parti kurmak • Devrimci direniş topluluklanndan geçici bir meclis, toplum­
bu yüzden önemlidir; şimdi ve burada devlet iktidannı ele geçir­ sal rollerle varlıklann yeniden dağıtımını gerçekleştirecek, herke­
mek için değil, ki böyle bir şey söz konusu dahi edilemez, devleti sin temel ihtiyaçlannın ortak kaynaklardan karşılanmasını güven­
olabildiğince demokratikleştirmek ve devrim gerçekleştirildikten ce altına alacak ve toplumu yeniden örgütlemede gerekirse güç
sonra demokratik gelişimin devamını sağlayacak bir konumda ol­ kullanacak bir vekalet gmbu oluştumlacaktır. Meclis geniş bölge­
sunlar diye insanlara özyönetim yollannı öğretmek için. Asli ilke­ leri kapsayacak şekilde oluşturulacak ve bölgesel, ülkesel ve ulus­
lerden biri de, üretken topluluklara ayncalık tanımaktır ki bu da, lararası düzeyde çalışan kuraluşlara heyetler gönderecektir. Her
iktidann üreticilere (daha doğmsu, herkes ürettiğine ve çeşitli üre­ düzeyin dönüşümlü çalışacak, aşağıdan gelecek oylarla görevden
tim ortaklıkları içinde bulunduğuna göre, özgür birlikteliklerini ve alınabilecek bir icra kumlu olacaktır.
ekosistemsel bütünlüklerini en iyi ifade eden kolektivitelere) tes­ • Yer veya praksis temelli üretim topluluklan (bunlar sahiden
lim edilmesini sağlayacaktır. "kooperatif olarak adlandınlabilir artık) toplumun iktisadi birimi­
Devrim çalışmalanna başlayınca, toplumun dört kısımdan oluş­ ni olduğu kadar siyasi birimini de oluştumr. Devrimi gerçekleşti­
tuğunu görürüz. Birincisini, siyasi fail olarak ve/veya direniş top- ren gmplann öncelikli işi, diğer gmpları örgütleyip başka işçileri
luluklannın üyeleri olarak devrimci pratikte yer alanlar oluştumr. üretim topluluklan ağma hızla asimile etmek olacaktır. Ekososya­
İkincisi, devrime doğrudan katılmamış, ama üretim faaliyeti eko­ list bir dünya inşasına sermayenin eski suç ortaklan dahil (çok fe­
lojik üretimle doğmdan uyumlu olanlann oluşturduğu kısımdır (ev ci suçlar işlemiş olanlar hariç) bedensel engeli bulunmayan herkes
kadınlan, hemşireler, öğretmenler, kütüphaneciler, teknisyenler, dahil edilecekth-.
bağımsız çiftçiler vs., aynca çok yaşlılar, küçük yaştakiler, hasta­ • İsteyen istediği birime katılabilecek (gerçi sağlık alanında ça­
lar ve bakıma muhtaç olanlar veya mahkûmlar dahil, toplumdan lışacaklarda olduğu gibi bazı standartlar belirlenecektir) ve diğer
uzaklaştınimış olanlar). Üçüncü kısımda, devrim öncesi pratikleri­ birimlere de üye olabilecektir (mesela aynı zamanda çocuk sahibi
ni sermaye yönünde kullananlar (tam anlamıyla burjuva olanlar, olan bir doktor yerel sağlık hizmetleri topluluğuna üyeyken, aynı
ekososyalist açıdan değersiz işlerde çalışmış kişiler - halkla ilişki zamanda çocuk yetiştirme topluluğuna, topluluğun tiyatrosuna vs.
uzmanlan, araba satıcılan, reklamcılar, süper modeller, "Survivor" üye olabilecektir). Geçici meclis, yaşamsal işlevlerin devam etme­
gibi gösterilerde görev alanlar, tefeciler, güvenlik görevlileri, vizi­ sini güvence altına almak için teşvikler tasarlayacaktır. İlk dönem­
teleri kabank psikologlar vs.) yer alır. Son kısımda, ikinci ve üçün­ lerinde, yani ekososyalist değerler tam olarak içselleştirilmeden
cü kategoriler arasmda, faaliyetleri kapitalist metalara artıkdeğer önce, bu teşvikler arasmda fark tazminatları da olacaktır (bu tazmi­
katanları (sanayi proleterleri, rençberler, kamyon şoförieri gibi) nat, ömeğin, en yüksek maaşla en düşük maaş arasında en fazla üç
görürüz. Bu son kısımda yer alanlarm çoğu çevreyi kirleten, eko­ kat fark olacak şekilde belirlenecektir).
lojiyi tahrip eden yerlerde, diğerleri de silah fabrikası veya diyet • Her mahalli bölgede böyle bir topluluk yetki bölgesini doğ­
meşrubat üreten fabrikalar gibi ekolojik açıdan rasyonel bir top­ mdan yönetecektir. Ömeğin, kasaba yönetimi, ekolojik açıdan sağ­
lumda pek veya hiç yeri olmayan sanayilerde çalışmıştır. Toplum lıklı yönetim temin edecek bir kolektif olarak (aynı zamanda o böl­
yeniden kurulacaksa eğer, bütün bu kişiler yeniden eğitilmeli ve gede ikamet eden herkes tarafından seçilmiş bir meclis olarak) ka­
donatılmalıdır. bul edilecektir. Dolayısıyla her bölgenin birkaç meclisi olabilecek­
30 6 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 3 07

tir, biri yönetim, diğeri de daha geniş yönetim sahaian için. sürecine doğru hızla yol alacaktır. Geçiş süreci içinde, artık devri­
• Her üretim topluluğu, ekososyalist ilkelere bağhlığmı göste­ min tasarrufu altında olan rezervlerden yararlanılarak, herkesin bir
rir göstermez sürece tamamıyla katılacaktır. Sürece katıldığında gelir sahibi olması garanti altma almacaktır. Bu süreç, çocuk bakı­
yerel meclis içinde siyasi bir rol oynayacak, kendinden sonra gelen mı gibi, sermayenin değer üreten ekonomisinin dışmda kabul edi­
yönetim düzeyine heyet ve oy gönderecektir. len diğer yerlerin üretim topluluklanna dönüştürülmesi ve böylece
• Yaşamsal önem taşıyan iki işlev daha merkezi meclislere üreme işine üretken emek ayarmda bir statü kazandıniması süre­
devredilecektir. Bu işlevlerden birincisi kendi yetki alanı içindeki ciyle birleştirilecektir. Önceleri eski para kullanılacak, ama yeni
topluluklann ekosistemsel bütünlüğe ne derecede katkıda bulun- değer koşullan oluşturulacaktu-; yani, paranm değeri kullanıma gö­
duklarmı denetlemek ve topluluklara katkılan oranında ağırlık ver­ re ve bir üretimin ekosistemsel bütünlük meydana getirip geliştir­
mek olacaktır. Bu denetleme organının potansiyel olarak kayda de­ diği oranda artacaktır. Böylece, soyut emek zamanından ziyade iç­
ğer bir gücü vardır, ama bu güç söz konusu organın bizatihi üretim sel değerin belirlenimi nihai standart haline gelecektir.*’ Ekososya­
topluluklannın emrinde çalışıyor olmasıyla smırlanır. list toplumda da hiç kimse parasız bir şey yapmayacaktır belki,
• İkinci işlev, toplumsal faaliyetlerin genel koordinasyonunu, ama kullanım değerinin gerçekleşmesi, somut ödülleri, daha da
demiryolu sistemi gibi toplumun geneline hitap eden hizmetlerin önemlisi, onaylanma, değer ve gurur duygusunu beraberinde geti­
tedarikini, kaynakların tahsisini, toplumsal ürünün yeniden yatı­ recektir.
rımda kullanılmasını ve uluslararası dahil her düzeydeki bölgeler Yeni çerçeve dahilinde, kapitalist piyasanm fiyat sinyalleri "alı-
arasmdaki ilişkileri ahenkli hale getirmeyi kapsar. Devlet benzeri cılannı" yitirecektir. Bu durum ekososyalizmde piyasa fenomenini
bir işlevden kaçınmak söz konusu değildir; bu işlev er geç geçici (mesela kaynak tahsisini, kişisel mübadeleleri vs. kolaylaştırmak
meclisten, demokratik duyarlılığa sahip uygun komiteler aracılı­ için) ille de geçersiz kılmaz. Küçük ölçekli bir faaliyette bulunan
ğıyla bütün topluma devredilecektir. Bu sürecin (ve genel olarak bir kişinin birilerini (evini taşımaya yardımcı olacak birilerini me­
bütün sistemin) başansı, demokrasinin toplum içinde canlı bir var­ sela) kiralaması da yasak değildir, bunun geçici bir faaliyet oldu­
lık haline gelmesiyle doğru orantılıdır. ğu, emek sömürüsünden kâr elde edilmediği, bu faaliyet sürekli ve
örgütlü bir hale geldiğinde de işin işbirliğiyle ve ekosantrik bir bi­
Bazı Sorular çim içinde yürütüldüğü açıkça ortaya koyulduğu sürece tabii. Ama
piyasa fenomeni başka bir şeydir, toplumun büyük harfli Piyasa ta­
Piyasaların akıbeti ne olacak ve bununla sermayenin üstesinden gel­ rafından yönetilmesi başka şey. Topluluk ve meclis üyelerinin üre­
mek arasında nasıl bir bağlantı var? Devrimin zafer kazanmasıyla tilecek değer fazlasının miktanm tespit etmek, yürütülecek faali­
birlikte, doğrudan üreticilere hızlı bir varlık transferi, yeni döneme yetlerin koordinasyonu ve yeni tesislere yapılacak yatmmlar konu­
ekososyalist olmadan gireceği tahmin edilen girişimlerin çoğunlu­ sunda kararlar almak amacıyla kendi aralarmda standartlar geliştir­
ğu için de ekososyalist üretime doğru hızlı bir değişim söz konusu mesi makul görünüyor. Ama bu konular üzerinde demokratik ola­
olacaktır. Öncelikle, işyerinde ekosistemsel bütünleşmişliğin sağ­ rak ve ekosistemsel bütünlüğe değer verecek şekilde düşünülme-
lanacağı ve diğer üretim yerleriyle karşılıklı bir ilişkinin yeniden
tesis edileceği anlamına gelir bu. Örneğin, bir araba fabrikasında­
ki ilk değişim, fabrikanın işçilerin mülkiyetine ve denetimine geç­ 17. Istvân M6szâros şöyle yazar. "Sosyalist girişim, aym zamanda ürünlerin
mesi olacaktır. Yeni yapı fabrikanın üretimini, öncelikle hafif raylı mübadelesinden... sahiden planlanm ış ve özyönetimli üretim faaliyetlerinin (bü­
rokratik bir biçimde yukarıdan planlanmış olan faahyetlerden bahsetmiyoruz)
taşımacılığa veya randımanı çok yüksek araçlar yapmaya vs. geçiş mübadelesine geçişi başarıyla tamamlamadan temel hedeflerini gerçekleştirme­
gibi toplumsal olarak geliştirilmiş planlara göre yeniden tasarlama ye bile başlayamaz." Möszâros 1996: 761, italikler özgün metinden.
308 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 3 09

mesi için hiçbir neden yok, kapitalist atalet dışında tabii.ı* Eko- mayenin jandarmasıdır ve güvenlik aygıtı sağlam durduğu müd­
santrik üretim tarzı yerine oturduktan sonra her şeyin temel aldığı detçe sermayeye karşı her türlü ciddi tehdidi hurdahaş edecektir.
"akıl" haline gelecek ve kapitahst Piyasa smırh bir araçsal rasyo- Aynca şu ilkeler de önemlidir: Yönetimin açık olması için ge­
nalite dışmda her şeyini yitirecektir. Bununla birlikte zamanm bağ­ tirilecek katı standartlar teminat altma almmalı, aktif ve eleştirel
layıcılığı sona erecek ve bireyler ekolojik bütünlüğün kendi kade­ medya bunun bekçiliğini yapmalıdır. Tıbbi kayıtlar veya karalayı-
rini kendileri tayin edebilen failleri haline gelecektir. cı, yalancı şahitliğin söz konusu olabileceği mahkeme tutanakları
gibi, kamusal işlevlerin bireylerin meşru mahremiyet ihtiyaçlarıy­
Yeni toplum baskı ve şiddet meseleleriyle nasıl başa çıkacak? Ya­ la kesiştiği ara yüzey istisnadır. O halde kural şudur: Kamusal iş­
ni, yürütme rolü devlete toplumun üzerinde başka bir iktidar haline levler ifşaatı, kişiye özel işlevler de bireylerin dolaysız benlikleri­
gelmesi için tehlikeli bir fırsat tanımaz mı? Ekososyalizme doğru ne/mülklerine tecavüz edilmemesi hakkını talep eder. Ekososya­
gerçekleşecek muhtemel düzensiz geçiş süreci içinde bir miktar, lizm, kapitalist gözetleme biçimlerinin kişisel mekâna sürekli daha
belki de çok şiddet olacaktır. Bu şiddetin hemen hepsine devrimci fazla nüfuz etmesi sürecini tersine çevirir. Bu işlevi teminat altına
kuvvetler maruz kalacaktır, çünkü efendi her zeıman madundan da­ almak için yurttaşlann doğrudan erişebileceği önemli kurulların
ha vahşidir (şiddet efendinin hayat tarzmm aynlmaz bir parçası- oluşturulması gerekir.
du-), çünkü ekososyalist mücadelenin araçlan amaçlanyla uyumlu Ölüm cezasma karşı çıkmak her ekososyalist programın önem­
olmalıdır. Ekosistemlerin birbirinden kopması demek olduğu için li bir bileşenidir ve devrim sonrası dönemde, özellikle de yenilgi­
şiddet, ekososyalist değerlere kökünden aykındm ye uğramış sınıflara yapılacak muamelelerin öne çıktığı dönemde,
Devrim-sonrası devletin baskıcı ve otoriter olabileceği korkula­ buna sıkı sıkıya bağlı kalınmalıdır. Diğer kötü muamelelerden ay­
rı zaferden sonra, yaraların henüz taze olduğu ve birçok anlaşmaz­ rı olarak, ölüm cezasının başlı başına kötü bir şey olduğu resmen
lığın süreceğinin tahmin edildiği dönemde hissedilecektir özellik­ ifade edilmelidir, çünkü devlete öldürme hakkını vermek, şiddeti
le. Bu olasılığı geriye hiçbir şüphe bn-akmaksızm devre dışı bıra­ aşmak için gidilecek yolun önünü tıkar ve insani doğanın gerçek­
kabilecek biri var mı? Yine de bu riski asgariye indirecek önlemler leştirilebileceğini inkâr eder. Dolayısıyla, en menfur, en inatçı düş­
alınabilir. Her şeyden önce demokratik sahanın geliştirilmesi zo­ mana karşı bile resmi cinayet işlenmeyecektir. Çoğunlukla, eko­
runlu koşuldur, hatta şiddet içermeyen idealler benimsemekten bi­ sosyalist bir yolda ilerlemeyi, ve uygun kooperatiflerde veya top­
le daha önemlidir bu. İnsanlar kendi kendilerini yönetecek düzeye luluklarda görev almayı kabul etmiş herkese önce koşulsuz genel
eriştikleri oranda şiddetten ve cezalandırmadan uzak duracaklar­ af getirilecektir. Ama sahip oldukları üretken varlıkları \productive
d ır.A yrıca devrim nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, ABD'de de asscii] havale etmeyi reddedenler veya daha önce insanlığa v e/ve­
gerçekleşmesi veya oraya hızla yayılması elzemdir, zira ABD ser- ya doğaya karşı suç işlemiş olanlar bu aftan yararlanamayacaktır.
Ama hapis cezası verilerek icabına bakılamayacak hiçbir suç olma­
18. David McNally bu argümanlan güzel özetler: "Emeğin komünal olduğu yacak; mahkûm edilenler hapishanenin parmaklıkları arasından dı-
ve dağıtımının önceden belirlendiği yerde, sertifika veya senet para değildir; şanda serpilip büyüyen organik çiftlikleri veya sokaklardaki festi­
emeğin toplumsal karakterine hakkını veren bir mekanizma değildir, parayı da
valleri seyrederken yaptıkları üzerinde düşünmeye bolca zaman
senete dönüştürmez." (McNally 1993: 195). Mevcut piyasa çelişkileri için bkz.
Altvater 1993. bulabileceklerdir.
19. Gandi'nin sömürgecilik sonrası Hindistan'ı şiddeti dışlayan güçlü bir ide­ Genel anlamda, otoriter devlete karşı korunma, ekososyalist
olojiye sahipti, ama aynı zamanda demokratik olmaktan son derece uzak kurum- üretimin başarısının bir işlevi olacaktır. Ekososyalizm, tanm ko­
lara (özellikle de kast sistemi) ve ülkeyi parçalayan dini-etnik milliyetçilik heyu­
lasına da. Bu koşullar altında, sonrasında bölünmeyi getiren korkunç şiddet olay-
operatiflerinden ulusötesi bilimsel ekiplere, yönetim işini gören
lan kaçınılmazdı. meclislere kadar, bireyin kendini gerçekleştirmesi için gerekli ko-
310 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 311

şulları yaratan her çeşit ortamı içinde banndıran büyük bir üretken m sıra zorlantılı üretim ve tüketim dahil her türlü zorlantıdan da
topluluklar ağı olacaktır. İnsanlar bunun gerçekleştirilebildiği oran­ muaftırlar.
da kendi kendini yönetecek hale gelecektir; kendi kendini yönete­ Nitekim, ekososyalizmin amacı angaryanm üstesinden gelmek­
bilen insanlarıysa hiçbir yabancı hükümet itip kakamayacaktır. tir, ona teslim olmak değil. Kullanım değerinin gerçekleşmiş oldu­
ğu bir dünyada iş ve kültür alanları yeniden bütünleşecektir, tıpkı
Burada başka bir tür baskı yok mu? İkide bir üretimi vurguladığı için on sekizinci yüzyılda, imparatorluk onlann topraklan üzerinde hak
zaman zaman ekososyalizmin dev bir atelye olacağı izlenimine kapılı­ iddia edene kadar Cizvitlerin önderliğinde örgütlenerek yüz yıldan
yor insan. Bu da bir tür yeni Püritanizm değil mi? "Üretim" teriminin fazla bir dönem boyunca, özerk bir gelişme gösteren ParaguaylI
kullanımı böyle bir izlenimin doğmasına neden olabilir, ama son Yerli topluluklannın yaptığı gibi. Gaviotas topluluğunun ileriyi gö­
derece yanlış bir izlenimdir bu. Aslında tam tersi amaçlanmaktadır. ren kurucusu Paolo Lugari bu yerlilerin dünyası hakkında şunları
Yerleşik din, işçinin smıflı toplumda çektiği ıstırabı pekiştirmişti. söylemişti: "Herkes... şarkı söylemeyi veya bir müzik aleti çalma­
Püriten zihniyet daha da ileri gitmişti: Bu zihniyet, sermayenin te­ yı öğrenmişti. Müzik, topluluğu dokuyan ilmekti. Okullarda, ye­
mellerinin ayrılmaz bir parçasıydı, bedeni makine, benliği de ser­ meklerde müzik vardı, hatta çalışırken bile. Müzisyenler işçilere,
mayenin çalışma disiplininin motoru haline getirerek sermayenin mısır ve yerba mate tarlalannda bile eşlik ediyordu. Rol değiştiri­
temellerinin teminat altına alınmasına yardım etmişti. yorlar, kimi çalıyor, kimi de ekin biçiyordu. Tam anlamıyla daimi
Sermayenin temel ilişkisi olan para-olarak-zaman, Kalvinizmin bir ahenk içinde yaşayan bir toplumdu. Şimdi bizim tam burada,
projesini borç biçimi altmda devam ettirmektedir. Tükettiği şeyle­ ormanın içinde yapmak istediğimiz şey de bu işte."^° ParaguaylIla­
rin borcu altmda harap olmuş, sağlık hizmeti alamayacağım endi­ rın yaptıklan, çocuklann (ömeğin, iyi bir anaokulundaki çocukla­
şesiyle sürekli panik içinde, evini veya arabasını kaybetmesi bir rın) hayatında oyun, müzik ve bir şeyler yapmanın keyifli bir kar­
maaşlık gecikmeye bakan ortalama bir işçi ailesi için özel hayat, şılıklı ilişki içinde bir araya getirilmesini hatırlatır. Bu karşılaştır­
dev birikim fabrikasındaki bir montaj bandı haline gelir. Püritaniz- mayı büyüklerin işyerleri için yaparken bıyık altından gülüyorsak,
min bekçi köpeği haline gelen Kalvinist tann, binlerce gözetleme ekososyalizmin ana noktasını kavrayamamışız demektir. Zira ço­
noktasına, kredi çekleri ve son ödeme tarihinin geciktiğini hatırla­ cuklar için de büyükler için de şarkı söylemek, dans etmek, oyun
tan dostça mesajlara yayılmıştır. İnsanlar, sermayenin borsadaki oynamak içsel bir ihtiyaçtır. Kullanım değerlerini yeniden hayata
veya televizyon reklamlanndaki yüzünü görürler. Ama sadece bir geçirmek, insan doğasını doğaya ihtimam göstermenin ayrılmaz
yüzünü, hem de dalgın gözlerle görürler ve onun gözü dönmüş bir bir parçası olarak ifade etmenin koşullannı yeniden inşa etmektir.
şekilde onlara paralan sökülmelerini söyleyen bir canavar olduğu­ Kapitalist üretim makinesi, bedeni zamansal olarak bağlamak­
nu fark etmezler. la kalmaz; erkek egemenliğinin hayatı inkâr edici karakterini de
Ekososyalizm bu yananlamı infilak ettirip yok eder. Emeği öz­ ifade eder. Baskıyı dayatan, yaşam kuvvetlerinin akışım engelle­
gürleştirmek, insanlığı saatin dayattığı iş disiplininin kısıtlayıcılı- yen ve insanoğlu Cennet'ten kovulduğundan beri üretmeyi acıyla
ğından kurtarmak demektir. Ekososyalizm, birikimi toplumun mo­ birleştirerek lanetleyen, Baba'nın-iktidarıdır. Erkek egemenliğinin
toru olmaktan çıkarmaya, böylece borca ve kör bir koşuşturmaca- hakkından gelmek, üretimin bünyevi hazzını da yeniden tesis eder
nın içine batmış insanlan bu beladan kurtarmaya dayanır. Emeğin aynı zamanda. Yapılacak birçok zor iş olacaktır, ama özgürce seçil­
kullanım değerini özgür bir birlik şeklinde yeniden tesis ederek za­ miş ve kolektif bir şekilde yapılan zor iş büyük bir keyiftir.
man = para denklemini havaya uçurur. Ekososyalizm üretimi tam
bir hayatın bir parçası yaparak ona haysiyet kazandmr. Gerçekleş­
tirilmiş bireyler kendi kendini yönetecek düzeyde olmalannın ya- 20. W eisman 1998: 10.
312 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 3 13

Ekososyalizm nasıl uluslararası hale getirilecek? Sermayenin kü­ ya gelip sennaye araçlannın yerine ekososyalizmi mümkün kıla­
resel ekonomi üzerindeki hâkimiyetini ortadan kaldırmak, kulla­ cak araçlan getirir. Küresel ticaretin yeniden şekillendirilmesi ive­
nım değerlerinin yeniden tesisi ve ekosantrik üretim yolunu açmak di bir öncelik haline gelir. Bu şekillendirmenin, küresel temel üze­
için ulusötesi sermaye akışlarmm dizginlenmesi şarttır. Söylemeye rinde örgütlenmiş halk gruplanndan oluşacak bir konfederasyon
bile gerek yok, küresel sermaye sistemi tek taraflı olarak ortadan tarafmdan denetlenecek ve ona karşı sorumlu olacak bir "Dünya
kaldınimaz; altematifı veya altematifinin pilot projeleri ve ön tasa­ Halklannın Ticaret Örgütü" (DHTÖ) biçiminde olacağmı düşünebi­
rıma dayalı yapılan monte edilir, hatta bu işleme henüz eski duvar­ liriz; bu örgüt, ticareti ekosistemlerin geliştirilmesine uygun şekil­
lar yıkılırken başlanır. Parasal mübadele değeri işlevlerinin yerine de düzenleyecek parametreler oluşturacak, aynı zamanda da halk-
hızla kullanım değeri işlevlerinin getirilmesi bu sürecin zorunlu bir lann işbirliği ve birliği için uluslararası bir forum oluşturacaktır.
parçasını oluşturur. Ticaret üzerindeki denetimin derecesi, üretime katılım oranıyla
Daha önce (6. Bölüm'de) paranın üç işlevi olduğunu görmüştük doğru orantılıdır şimdi; yani, çiftçiler gıda ticareti, otomobil işçile­
(mübadelelere izin verir, kendi başına bir metadır ve bir değer de­ ri otomobil ticareti üzerinde özel bir söz hakkma sahip olacak, ti­
posudur). Geçiş döneminin amacı, birinci işleve dokunmayıp diğer careti doğrudan gerçekleştiren taşıma işçileri de gördükleri işleve
ikisini yok etmektir. Böylece bir yandan kapitalist kurumlar zayıf­ tekabül eden özel rollere sahip olacaktır, tüketici ve "hisse sahibi"
latılırken, bir yandem da para kullanım değerlerinin yaratılmasma olarak sahip olduklan ağırlığa göre her yurttaşın özel bir rolü ola­
ve özgürce çoğaltılmasına yönlendirilecektir. Dolayısıyla, kulla­ cağı gibi. Halk tarafından seçilecek ve ona karşı sorumlu olacak bir
nım değerlerine parasal destek sağlanmakla toplum hem ekonomi­ kurul, genel koordinasyonun sağlanması ve gümrük tarifelerinin
nin iş gören özünü korumuş, hem de onu ekolojik olarak yeniden belirlenip toplanması işleriyle meşgul olacaktır.
inşa etmek için zaman ve yer kazanmış olur. DHTÖ'nün temel işlevlerinden biri altematif bir fiyat hesabı
Alınacak pratik önlemlerden biri, paranm metahk işlevini yok yapmak olacaktır. Mallar nasıl ki şimdi kapitalistlere kâr getirecek
etmek ve fonları kullanım değerlerine yönlendirmek için dolaşım­ bir biçimde alınıp satılıyorsa, o zaman da fiili kullanım değeri ile
daki parayla ilgili spekülasyonlan gidermek olacaktır. Bununla bir­ tam anlamıyla gerçekleştirilmiş kullanım değerleri arasmdaki far­
likte alınması gereken diğer bir önlem, ivedi bir biçimde Güney ül­ ka göre belirlenecek bir "ekolojik fiyat"a (EF) göre alınıp satılacak­
kelerinin borçlannı hemen iptal etmekth-; böylece değer işlevinin tır; almacak vergi aradaki farkla doğru orantılı olacaktır. Ekolojik
beli kınlacak, ekolojik açıdan sağlıklı gelişimin önü açılacaktır. Bu çizgide yapılan üretim, organik tarım mesela, ticaret yaparken dü­
süreçte yaşanacak kayıplar tümüyle sermayenin sorunudur: Temel­ şük oranda vergilendirilecektir. Aynca bu tür üretimler, EF'leri
de sahte değerlerden oluşan dev bir rezerv birden ortadan kalka­ normlan aşan üreticilerden almacak vergilerle sübvanse de edile­
caktır; büyük bankalarla yatırım kunıluşlan için ağır bir darbe ola­ cektir. Yüksek EF uygulanacak metalara örnek olarak, öncelikle
cak bu. Bu arada bu rezerv kullanıma açılacaktn; ayrıca kapitaliz­ mevcut haliyle çevreyi müthiş derecede kirleten ve olmaması ge­
min inşasının bütün yükünü sırtlamış olan kişilere tazminat verile­ rektiği kadar müsrif olan otomobil sanayiini verebiliriz. Düşük
cektir. Basit mübadele mübadele değerine hâkim olduğu için, kul­ ekolojik fiyatlar bu şekilde bizatihi sanayilerin dönüşümü için bir
lanım değerlerinin inşası temel amaç haline gelmiştir artık. Güney' standart olarak kullanılacaktır.
deki komprador seçkinlerin hayat damarları birden kuruyacaktır; Bugün maliyetlerin çevre üzerine dışsallaştınimasmı kapsayan
bunun ve metropol kapitalist güçlerden gelen askeri ve diğer des­ şeyler (kirlilik gibi) EF'nin hesaplanmasına dahil edilecektir. Gön­
teklerin anında kesilmesinin kısa sürede bunlann yıkılmasını sağ­ derilecekleri uzaklığa bağlı olarak metalar ekolojik açıdan zararlı
layacağı beklenebilir. etkilere de sahip olacağından (taşımanın yakıt maliyeti, fazladan
Halk güçlerinin ayaklanmasıyla birlikte küresel toplum bir ara­ paketleme ihtiyacı, boya maddeleri gibi) EF'ler aynca, ticaret yapı­
314 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 315

lan yerin uzaklığına göre de belirlenecektir. Yani, DHTÖ "serbest bir seçkinler tabakasmın çoğunluğun emeğini sömürdüğü sınıf ya-
ticaret"in pervasız, çevreyi tahrip edici büyümesini tazmin edecek, pılannın genişleme dinamiğinin yansımalan olduğunu genellikle
aynı zamanda da halklar arasındaki karşılıklı ilişkinin ve mallann unuturuz. Büyüme bu ilişkinin ortak özelliği, doğrudan zaptetmek­
mübadelesinin sürekliliğini sağlayacaktır. ten sömürgeleştirmeye ve küreselleşmenin iktisadi araçlanna ka­
Yeni sistem, bugün dünyayı saran ve gittikçe büyüyen mevcut dar her imparatorluk biçimi de sonucudur. Ekolojik üretim, patolo­
ırkçılık ve neo-faşizmle büyük ölçüde ilişkili olan göç krizini radi­ jik büyüme dinamiğini yok ederek imparatorluğun kalbini söküp
kal bir biçimde değiştirecektir. Göç baskısı, ülkeler arasındaki zen­ atar ve ülkeler arasında gerçek bir işbirliği için gerekli zemini ha-
ginlik farklanyla, daha genel olarak da emek sabitken sermayenin zu-lar. Ülkeler arasmdaki mevcut sınırların, onunla birlikte de biza­
hareketli olmasıyla doğrudan ilgilidir. Ekososyalist düzen, serma­ tihi ulus-devlet yapısının bu süreç içinde hakiki bir küresel toplu­
yenin yoluna taş koymakla göçün temel nedenlerinden birini orta­ ma dönüşüp dönüşmeyeceği tartışmalıdır; gerçi böyle bir toplu­
dan kaldırırken, zenginlik konusundaki eşitliğin gittikçe artması ve mun biçim-siz ve farklılaşmamış (gerçekleşmiş bü- insan doğası
bir zamanlann çevre konumunda olan toplumlannın serpilip geliş­ için akla hayale sığmayacak bir toplum) olmayacağı, dünyanın bü­
mesi diğer nedenini yok eder. İnsan yurdunda rahat ediyorsa, göç tün eko-topluluklannın yeri ve praksisi olacağı, karşılıklı ilişki
etmesi için toplumsal bir baskı da olmaz. içindeki kültürlerin zenginliğine sahip olacağı söylenebilir.
Bununla yakından ilişkili başka bir sorun olan nüfus krizine
baktığımızda, ekososyalist küresel toplum düzeninin nüfus krizinin Bütün bu imkânlardan uzak bir vaziyette çalışmalar yürüten bugü­
tek rasyonel çözümü olduğunu görürüz. Dünya nüfusu yatay bir nün eylemcileri için pratik yol göstericiler nelerdir? Burada geliştiri­
seyir izleyecek olsun olmasın ya da şu anda bile zaten umut kinci len fikirlerden, ekososyalizme giden tek bir kestirme yolun olma­
derecede yüksek görülsün görülmesin, nüfus artışını denetim altı­ dığı ve bu yolda seçkin bir failin bulunmadığı anlamı çıkar. Yani,
na almak için optimal koşulların sağlanması öncelik su-alamasının buradan hareketle, günümüz siyasetine tevazu ve esnekliğin yol
başında yer almayı sürdürecektir. Şu temel ilke ekososyalizmin ay­ göstermesi gerektiğini söyleyebiliriz. Ekososyalist direnişin her
nlmaz bir parçasıdır zaten: İnsanları, özellikle de kadınlan kendi yere nüfuz etme özelliği büyük bir protesto demokrasisine delalet
hayatlan üzerinde söz sahibi yapmak. Karşılıklı işbirliğine dayalı eder. Kirlilik yaratan bir fabrikaya karşı yazılan dilekçeye imza
bir dünya toplumu, hayatın serpilmesini sağlayacak ekosistemsel atan biri potansiyel bir ekososyalisttir, organik tanm yapmaya ve­
koşullan yeniden tesis edecektir; nasıl ki popülasyonlarınm kendi ya belli bir topluluğa hitap eden kablolu bir televizyon kanalında
kendilerini yönetmesi ekosistemlerin doğasında varsa, nüfuslann çalışmaya karar veren kişi de öyle. Genel kural, bildik çevreci var­
kendi kendilerini yönetmesi de ekososyalist toplumun doğasmda sayımlardan hayli farklıdır ama. Çevrecilik her şeyden önce dış
bulunan bir özellik olacaktır. dünyayı tecavüzden korumayı amaçlarken, ön tasansı olan bh- eko­
Yeni ticaret düzeni, meta üretiminin yok olacağı bir duruma ge­ sosyalizm bu amacı antikapitalist faaliyetle birleştirir; antikapita­
çişten bir önceki aşamadır. Bildiğimiz haliyle paradan kurtulmuş list faaliyet, daha önce de gördüğümüz gibi, antiemperyalist faali­
olan bu durumda, kullanım değerleri mübadele değerine artık tabi yetle ırkçılık karşıtı faaliyeti ve bunlardan ortaya çıkan her türlü fa­
değildir, içsel değerle uyumlu hale gelmiştir. Bu mübadele ve da­ aliyeti kapsar. Her yere nüfuz etme imkânlarmm çeşitliliği içinde
ğıtım işlevlerinin planlanlanmasıyla ilgili aynntılan o uzak çağm genel kural, meta biçimim yok etmeyi vaat eden her şeyi araştmp
yurttaşlanna bırakıyoruz artık. Bu arada DHTÖ, sınıflı toplumun geliştirmektir. Bu kural emeğin örgütlenmesinden (işgücünün kul­
başlangıcından beri hâkim olan emperyal sistemin ayrışmasını ifa­ lanım değerinin yeniden şekillendirilmesi) koofjeratif kurmaya
de eder. Hatta, dayatılmış sınırları bulunmayan bir dünya toplumu- (aynı şekilde, görece özgür bir emek birliğinin oluşturulması), al­
nun tohumunu oluşturur. Bugün haritada çizili olan hatlann aslen. tematif yerel para birimlerinin yaratılmasına (paranm değer-teme-
316 DOĞANIN DÜŞMANI EKOSOSYALİZM 317

linin altınm kazılması), radikal medya faaliyetlerine (metalann fe­ etmek gibi temel araçlarla meydan okumaktır. Standart seçim kam­
tişizminin yok edilmesine) kadar genişletilebilir. Her durumda ya­ panyası bir dizi taviz verip siyasi merkeze doğra yol alırken, bura­
pılması gereken şey, küçük köprü başlan, yani direnişin odak nok­ da aday, halkın gerçek çıkarlarmm söz konusu olduğu (ömeğin
tası haline gelebilecek ve bir araya gelip daha büyük birlikler mey­ sağlık hizmeti almayı insan haklan konusu haline getkerek bedava
dana getirebilecek özgürleştirilmiş bölgeler kurmaktır. sağlık hizmetini yerleştirecek veya askeri-smai kompleksi yerle bir
Altematif siyasi partiler kurarak devleti demokratikleştirmeyi edecek), ama tam da sermayenin iktidanna köklü bir darbe indire­
düşünenler için kaba hatlanyla şu kurallar uygun olabilir: Öncelik­ ceği için icra edilemeyecek yasaya uygun, uygulanabilir ve gayet
le, yerleşik mekanizmanm partileriyle diyaloğa girilmeli, ama on­ rasyonel talepler dile getirir. Aynca bu önlemler belli konularla sı­
lara asla taviz verilmemelidir. ABD’den örnek verirsek, her ne ka­ nırlı kalmayacak, geniş bir toplumsal ve ekolojik ihtiyaç yelpaze­
dar içinde iyi insanlar yer alsa da, Cumhuriyetçiler'e oranla ehven- sine göre etraflıca belirlenerek hazırlanacak, böylece bunlara şu
i şer sayılsa da. Demokrat Parti kuşaklar boyunca olduğu gibi bu­ veya bu çıkar grabunun değil, genel olarak şirket düzeninin pek iyi
gün de radikal siyasetin mezandır. Dolayısıyla, altematif siyasi tanıdığı sermayenin karşı olduğu ifşa edilecektir. Sonrasında yurt-
parti kurarken yapılması gereken ilk şey yerleşik bir partinin safla- taşlann aklında, bu önlemlerin her biri hem adil hem de rasyonel
rma çekilmekten kaçınmaktır. Seçim çalışmalanyla hareketle ilgili olduğuna ve toplumsal varoluşun her cephesi için bu tür önlemler
çalışmalar arasında kesintisiz bir ilişki kurmayı, seçim çalışmalan- önerildiğine göre, o zaman bunlann hepsini gerçekleştirebilecek
nm sistem tarafından emilmesini engellemeyi gerektirir bu. Netice altematif bir toplum meselesini gündeme getmnek lazım, fikri olu­
itibariyle, bir süre seçimleri kaybetmekten ve küçük kalmaktan go­ şacaktır. Sonra iş böyle bir toplum olmalıdıra gelecek, derken bu
cunmamak gerek. Sıradan seçim koşullannda almacak yenilgi, neden böyle bir toplum olmasın? sorasuna dönüşecek, ardmdan
ekososyalizm perspektifinden hiç de yenilgi sayılmaz; ekososya­ böyle bir toplum tasavvuranu nasıl gerçekleştirebiliriz ve bu tasav­
lizmin kazanımlan oy sayısıyla değil, bir seçim çalışmasının eko­ vura geliştirmek için ne yapmalıl soralan gelecektir. Başka bir ifa­
lojik açıdan değerli demokratik birliklerin kurulmasına ne gibi kal­ deyle, seçimlerdeki rakip, her biri az çok sermayenin aleti olan şu
kılan olduğu gibi daha incelikli şeylerle ölçülür. Yerleşik kurallara Cumhuriyetçi veya bu Demokrat değil, sağduyu zannedilen umut­
uyarak, bir başka deyişle, tümüyle oportünist davranarak kazanma­ suzluk olacaktır.
ya çalışmak, ekososyalist davayla tamamıyla aykmdır. Amiyane
tabiriyle, zafere ulaşana kadar kaybetmeye, sürekli kaybetmeye Böyle bir toplum olabilir mİ? Hemen harekete geçersek, evet.
hazırlıklı olmak gerek. Hareket faaliyetlerinin zorunlu olmasının Her şey ekososyalizmin inşasının ekolojik yıkımdan önce ilerle­
bir başka nedeni de budur; kazanmakla kaybetmek niteliksel açı­ mesine bağh; ekolojik yıkım bir noktada bütün umutlanmızı suya
dan, oy sayılarından ziyade birlikler kurma açısmdan değerlendiri­ düşürecektir. İşlerin daha da sarpa sarmasını beklersek, krizin
lebilir bu sayede. mantığı işlerin daha da kötüye gideceği, hem bizatihi ekolojik yı­
Bu tür seçim zaferleri, siyasi sistemin daha yerel basamakları­ kımdan hem de ekofaşist felaket tellallarından bizi hiçbir şeyin
nı işgal eder. Devleti demokratikleştirmeye başlamak için iyi bir kurtaramayacağı fikrini zihinlere yerleştirir. Kaybedecek zamanı­
yerdir burası; bu proje dahilinde, vicdani gereklere uyulduğu süre­ mız yok, kazanacağımız bir dünya var.
ce kaydedilen hiçbir ilerleme küçük değildir. Ekososyalizmin daha
uzun menzilli amaçları da gündeme getirilmeli, bu amaçla ulusal
kampanyalar düzenlenmelidir aynı zamanda. Kabinede bir koltuk
kazanmak değildir burada amaç, çok saçma bir hedef olurdu bu.
Amaç daha çok, mevcut sisteme, yerine getirmediği vaatleri ifşa
Sonsöz

Doğanın Düşmanı gibi birçok iddiada bulunan bir kitap bir sonsöz-
le bitirilmeyi hak ediyor. Ama itiraf etmeliyim ki, bu hiç de kolay
bir iş değilmiş. Bu bölümü birkaç kez yazmaya giriştim, sonfa be-
ğenmeyip bıraktmı. Sorun, böyle ciddi bir konuyu okuru çok fazla
boğmadan bitirmemi sağlayacak etkiyi, tonu bir türlü yakalayama­
maktı. Ama o boğucu hava sürekli musallat oldu, sonunda ümitsiz­
lik içinde bu yazıdan tamamen vazgeçmeyi düşünmeye başladım.
Sonra bir öğrencimin, ekolojik kriz ve sermayenin o korkunç
iktidannın varoluşumuzu avucunda tutması gibi feci şeylerle ilgi­
lenirken insanm ümitsizliğe kapılmamasma imkân var mı sorusu
geldi aklıma. O zaman üstün körü laflar etmiştim, ama ondan son­
ra o soru zihnime ara ara takıldı ve bambaşka bir değer kazandı. Zi­
ra ben ümitsizlik hissetmedim; krizi incelerken ve bu kitabı ortaya
çıkaran fikirleri geliştirirken, ne olursa olsun, kendimi gayet iyi
hissettim. İçinde bulunduğumuz durumun vahametine bakınca, ön­
celeri buna bir anlam veremedim, ama böyle hissetmemin bir man­
tığı da vardı sanki. Sonra, Önsöz'deki, insanların sermayenin eko­
lojiyi radikal bir biçimde tahrip ettiğini fark ettiklerinde dehşetle
donakaldıklannı belirttiğim ilk cümlemi düşündüm ve Sonsöz'ün
izleyeceği en iyi yolun bu ikileme işaret etmek, bu kitapta tartışı­
lan perspektif içinde umutlu olmak için geçerli nedenlerin bulun­
duğunu, ihtiyatlı bir biçimde de olsa, göstermek olduğunu anladım.
Bu kitabın yazılmasına neden olan tez, yani sermayenin hem
ekolojiyi tahrip edici özelliğe sahip olduğu hem de reforme edile­
meyeceği tezi, ya doğrudur ya da yanlış. Yanlışsa, o zaman ben ha­
talıyım, sermaye yanlılan da haklı demektir. Ama haklılıkları ser­
mayede büyük bir değişim, tarihsel bir uyarlama gerçekleştirmele­
rini, onun kötü eğilimlerinin üstesinden gelmelerini gerektirecektir
ki bu da büyük, harika bir haber olacaktır. Zira sermaye, ekolojiyle
320 DOĞANIN DÜŞMANI SONSÖZ 321

İlgili sıkmtılarmuı üstesinden geldiği için, artık bütünüyle daha iyi zaman tanınmış olmasınm smırlanyla ve bu sınırlar dahilinde ya­
bir sistem olacaktır. Doğanın düşmanı değil, dostu olacaktır artık. şayabildiğimiz kadar iyi yaşama fırsatlanyla çerçevelenmiştir.
Kendi kendini tanzim edebileceği için insanlığm da en sadık dostu Ama bu iyinin nasıl olması gerektiği bu çerçeve tarafından şekil­
olacaktır. Yükselen sular bütün tekneleri kaldıracak, yoksulluk, sö­ lendirilir ve krizi sona erdirmeye çalışmanın o büyük erdemi bura­
mürü ve baskı, türümüzün puslu prehistoryasma ait şeyler sayıla­ da ortaya çıkar. Zira başka hangi kuşağa insanlık ile doğa arasında­
caktır. Gerçek anlamda altm bir çağa adım atmış olacağız o zaman. ki ilişkiyi dönüştürme ve böyle eski bir yarayı iyileştirme fırsatı ta­
Yani, Doğanın Düşmanı hatalı çıkarsa, sevineceğimiz çok şey nınmıştır ki? Ne müthiş bir meydan okuma! Her yaratığın bir sonu
olacak. Ama ya ben haklıysam, önümüzde ya sermayenin sultasına vardır, her türün de. Hatta yeryüzü, zaman ve mekân da yok ola­
son vermek veya dünyamızın yıkılışıyla karşı karşıya kalmak gibi caktır. Ama bizim canlılar olarak sahip olduğumuz kaderin, sonu­
bir seçenek varsa? Düşmanımızla yüzleşmeye kalkıştığımızda işler muzu bir dereceye kadar belirleyebilme seçeneğinin olması gere­
daha netameli, daha karmaşık bir hal almaya başlar. Ama gerçek­ kir. Bu sonun sermayenin soğuk, acunasız elinden olmasına izin
ten de öyle midir? Bu kitapta, büyük bir krizle mücadele ederken vermemeliyiz; böyle bir son dünyanm güzelliğine yakışmayacak
bize yardımcı olacak bir muhakeme tarzı öneriliyor sadece. Bu bir sondur.
öneri benimsensin benimsenmesin (bu kitap yazılmış olsun olma­
Tanımh bütün İnsan Biçim leri, A ğaç M aden Toprak ve Taş bile; bütün
sın) sermayenin ekolojik tahribatı gerçekleşecektir. Bu kitapta her
İnsan B içim leri tanımlı, yaşam ak ilerlem ek ve dönm ek bezgince
şeyle dosdoğru yüzleşilmeye çalışıldı; yakmda olması muhtemel Yeryüzü hayaüanna Y ıllan n Ayların Günlerin & Saatlerin uyuyarak
bir felaketin algılanış biçimini değiştirmek; egemen sistemin önü­ Ve sonra Uyanarak Koynunda, Ebedi Hayatta.
müze sürdüğü anlayışa pasif bir biçimde boyun eğmekten ziyade,
bu felaketle aktif bir biçimde yüzleşmek gereği vurgulanmaya ça­
lışıldı. İnsanın kendisini yok edecek şeyin mantığma yumuşak baş­
lılıkla boyun eğmesindense aktif bir biçimde onu kavraması daha
iyidir elbette. Acımasız kapitalist sistemin temelde bize oynanan
bir oyun olduğunu fark etmek özgürleştirici bir şey değil midir? Bu
sistemin mübadele ilkesinin gayri meşrulaştmiması, insani imkân-
lann onun rejimi altmda nasıl engellendiğinin ifşa edilmesi, bütün
bunlar dünyanm içsel güzelliğine bir kapı aralar ve benzer düşün­
cedeki diğer insanlarla birleşmemizi sağlar.
Sermaye bir yanılgıdan ibaretse, o zaman dünyanın özel mülki­
yeti de bu yanılgının bir parçasıdır. Bunu iyice anladığımızda inti­
fa hakkı ilkesi devreye girer. Bu ilke, başkasına ait olan, ama bize
ait hale gelen bir şeyi geliştirmemizi, onun keyfini sürmemizi söy­
ler. Bunu yapmak için devrim sonrasını beklemek niye? Aslında bu
idrak edildikten sonra devrim çoktan başlamış sayılır; intifa hakkı
ilkesi yeryüzünün keyfini sürmemiz gerektiğini söylüyorsa, aynı
zamanda yeryüzünü kölelikten kurtarmamız da gerekmiyor mu?
Ekolojik krizin büyük temaları varoluşsal konumumuzu değiş­ 1. Jerusalem'in (Blake 1997: 847) sondan bir önceki dizeleri. (Bu dizeleri
tirmez; varoluşsal konumumuz, her birimize yeryüzünde sınırlı bir çevirdiği için Aslı Biçen'e teşekkürler, ç.n.)
Kaynakça

Altvater, E. (1993), The Future o f the M arket, çev. Patrick Camiller, Lon­
dra: Verso.
A ristoteles (1947), Introduction to A ristotle, der. R. M cK eon, N ew York:
M odem Library.
Arrighi, G. (1994), The Long Twentieth Century, Londra: Verso (Türkçesi:
Uzun Yirminci Yüzyıl, çev. R ecep Boztemur, İm ge, Ankara, 2000).
Athanasiou, T (1996), D iv id e d Planet, Boston; Little Brown.
Bader, S. (1997), G lo b a l Spin. Dartington; Green Books.
Barlow, M. (2000), "The World Bank m ust R ealize Water is a B asic Human
Right", Toronto G lobe an d M ail, 9 M ayıs.
Bass, C. (2000), "A Sm ile in Conflict with I t s e lf , Sacram ento B ee, 28 Şu­
bat; D l .
Bateson, G. (1972), Steps to an E cology o f M ind, N ew York; Ballantine
B ooks.
Beckermann, W. (1991), "Global Warming: A Sceptical E conom ic A ssess­
ment", E conom ic P o lic y Towards the E nvironm ent içinde, D . H elm (der.),
Oxford; B lackw ell, s. 52-85.
Beder, S. (1997), G lo b a l Spin, Dartington; Green Books.
Benjamin, J. (1988), The B onds o f L ove, N ew York: Pantheon.
Benton, T. (der.) (1996), The G reening o f M arxism , N e w York; Guilford.
Bergman, L. (2000), "U.S. Com panies Tangled in Web o f Drug Dollars",
N ew York Times, 10 Ekim; A l.
B iehl, J. v e P. Staudenmaier (1995), E cofascism : L essons fro m the Germ an
Experience, Edinburgh ve San Francisco; AK Press.
Blake, W. (1977), "The Sick Rose", "Songs o f Experience" ve M ilton'dan,
The C om plete P o em s içinde, A licia Ostriker (der.), Harmondsworth;
Penguin (Türkçesi: W illiam B lake / Bütün E serlerin e D oğru D izisi, çev.
Suat K em al A ngı, Altıkırkbeş, İstanbul, 2003).
Blaut, J. (1993), T he C o lo n ize r’s View o f the W orld, N ew York: Guilford.
Bookchin, M. (1 970), P ost-S carcity Anarchism , Palo A lto, Kaliforniya:
Ramparts Press.
------- (1982), The E co lo g y o f Freedom , Palo A lto, Kaliforniya: Cheshire
Books (Türkçesi; Ö zgürlüğün E kolojisi, çev. A lev Türker, Aynntı, İstan­
bul, 1994)v
Botkin, D. (1990), D iscordan t H arm onies, f ie w York; Oxford University
Press.
324 DOĞANIN DÜŞM ANI KAYNAKÇA 325

Bow den, C. (1996), "While You Were Sleeping”, H arpers, Aralık: 44-52. Debord, G. (1992), S ociety o f the Spectacle, N ew York: Zone B ooks (Türk­
Bram well, A . (1989), E cology in the Twentieth C entury: A H istory, N e w Ha­ çesi: G österi Toplumu, çev. Ayşen Ekm ekçi, Okşan Taşkent, Aynntı, İs­
ven: Yale University Press. tanbul, 1996).
Braudel, F. (1977), A fterthoughts on M aterial C ivilization a n d C apitalism , de Brie, C. (20CK)), "Crime, the World's B iggest Free Enterprise", L e M onde
Baltimore: Johns Hopkins University Press. D iplom atiqu e, Nisan.
Breyer, S. (1979), "Analyzing Regulatory Failure, M ism atches, Less Rest­ de D u ve, C. (1995), Vital D u st, N ew York: B asic Books.
rictive Alternatives and Reform", H arvard L aw R eview , 9 2 (3): 597. DeLum eau, J. (1 990), Sin an d F ear: E m ergence o f a W estern G u ilt Culture
Bronner, S. (1981), A R evolutionary F or O u r Tim es: R o sa Luxemburg, 13th-18th C enturies, çev. Eric N icholson, N ew York: St. Martin's Press.
Londra: Pluto Press. D eogun, N . (1997), "A C oke and a Perm? Soda Giant is Pushing into Unu­
------- (1990), S ocialism Unbound, Londra: Routledge. sual Locales", Wall S treet Journal, 5 Mayıs: A l .
Brown, L. ve C. Flavin (1999), "A N ew E conom y for a N ew Century", D evall, B. ve G. Session s (1985), D eep E cology, Salt Lake City: Peregrine
S tate o f the W orld 1999 içinde, N ew York: W W . Norton. Sm ith Books.
Brown, L., C. R avin ve S. Postel (1991), Saving the P lan et, N ew York: Diam ond, S. (1974), In Search o f the P rim itive, N ew Brunswick: Transac­
W.W. Norton. tion B ooks.
Brown, P. (1999), "More R efugees F lee from Environm ent than Warfare", Dobrzynski, J. (1997), "Big Payoffs for E xecutives W ho Fail Big", N ew
G uardian Weekly, 1-7 Temmuz: 5. York Times, 21 Temmuz: D l .
Brundtland, G. (der.) (1987), O ur Com m on Future: The W orld Com m ission Draper, H. (1977, 1978, 1985, 1990), K a rl M a rx ’s T heory o f Revolution, 4
on the Environm ent a n d D evelopm ent, O xford ve N ew York: Oxford c., N ew York: M onthly R eview Press.
U niversity Press. Drexler, K. (1986), Engines o f Creation, N ew York: Doubleday.
Burkett, P. (1999), M arx an d N ature, N ew York: St. Martin's Press. D unayevskaya, R. (1973), P hilosophy arul R evolution, N ew York: D ell.
Call, W. (2001), "Accelerating the D ecom position o f Capitalism", ACERCA ------- (2000), M arxism an d F reedom , N ew York: Humanity Books.
N otes, #8, ilk Çeyrek. Dunn, S. (2001), H ydrogen Futures: Toward a Sustainable E nergy System ,
Chodorow, N . (1978), The R eproduction o f M othering, Berkeley: University Worldwatch Paper 157, Washington: Worldwatch.
o f California Press. Eckersley, R. (1 992), Environm entalism an d P o litic a l Theory, Albany:
Clark, J. (1984), The A narchist M om ent, Montreal: B lack Rose. SÜNY Press.
------- (1997), "A Social Ecology", C apitalism , N ature, Socialism , 8 (3). The E co lo g ist (1993), W hose Com m on Future? R eclaim ing the Com m ons,
Clastres P. (1977), S ociety A gainst the State, îng. çev. Robert Hurley, N ew Philadelphia: N ew Society Publishers.
York: U rizen (Türkçesi: D e vlete K arşı Toplum, çev. M ehm et Sert, Nedim Editorial (1999), N e w York Times, 29 Temmuz.
Demirtaş, Ayrıntı, İstanbul, 1991). Ehrenreich, B. ve D . E nglish (1974), W itches, M idw ives a n d N urses, Lon­
Cockbum , A . ve J. St. Clair (2000), A l G ore: A U ser's M anual, N ew York: dra: Com pendium (Türkçesi: Cadılar, Büyücüler, H em şireler, Kavram,
Verso. İstanbul, 1992).
Colburn, T., D. Dum anoski ve J. P. M yers (1996), O ur Stolen Future, N ew Eisler, R. (1987), The C halice an d the B lade, San Francisco, CA: Harper
York: Dutton-Penguin. and Row.
Cort, J. (1988), C hristian Socialism , N e w York: Orbis. E ngels, F. (1940), D ia lec tic s o f N ature, N ew York: International Publishers
Costanza, R., J. Cumberland, H. Daly, R. G oodland ve R . Norgaard (1997), (Türkçesi: D oğan m D iyalektiği, çev. A rif G elen, Sol, Ankara, 1996),
An Introduction to E cological E conom ies, B oca Raton: St. Lucie Press. ------- (1972) [1884], O rigins o f the Fam ily, P rivate P roperty, an d the State,
Cronon, W. (der.) (1996), C on tested G round, N e w York: W.W. Norton. der. Eleanor L eacock, N ew York: International E^iblishers (Türkçesi: A i­
Crossette, B. (2000a), "In Numbers, the H eavy N ow M atch the Starved", lenin, Ö zel M ülkiyetin ve D evletin K ökeni, çev. Kenan Somer, S ol, Anka­
N ew York Times, 17 Ocak: A l . ra, 1992).
------- (2000b), "U nicef Issues Report on W orldwide V iolen ce Facing W o­ - (1987) [1845], The C ondition o f the W orking C lass in E ngland, der.
men", N e w York Times, 1 Haziran 1: A 15. Victor K iem an, Harmondsworth: Penguin.
Daly, H. (1991), Steady-S tate E conom ies, Washington: Island Press. Epstein, P. (2000), "Is G lobal Warming Harmful to Health?", Scientific A m e­
-------(1996), B eyon d G rowth, Boston: B eacon Press. rican, 283 (2): 50-7.
Daly, H. ve J. Cobb (1994), F or the C om m on G o o d , Boston: Beacon Press. Faber, D. (der.) (1 998), The Stru ggle fo r E colo g ica l D em ocracy, N ew York:
D avies, P. (1983), G o d a n d The N ew P h ysics, Harmondsworth: Penguin. Guilford.
326 DOĞANIN DÜŞM ANI KAYNAKÇA 327

Fagin, D . v e M. L avelle (1996), Toxic D eception , Secaucus: Birch Lane Press. Gore, A. (2000), E arth in the B alance, Boston: H oughton-M ifflin.
Farias, V. (1989), H eid eg g er an d N azism , der. Joseph M argolis ve Tom G oudie, A . (1991), The H um an Im pact on the N atu ral Environm ent, Cam­
R ockm ore, Philadelphia: Temple University Press. bridge, MA: M IT Press.
Fest, J. (1970), The F ace o f the Third Reich, N e w York: Pantheon. Gunn, C. ve H. Gunn (1991), R eclaim ing C apital, Ithaca: C om ell Univer­
Fiddes, N . (1991), M eat - A N atural Sym bol, Londra: Routledge. sity Press.
F iges, O. (1997), A P eople's Tragedy, Londra: P im lico. H alleck, D . (2001), H and-H eld Visions, N ew York: Fordham University
Fisher, A . (2001), R a d ica l E copsych ology: P sych ology in the S ervice o f Press.
L ife, Albany: SUNY Press. Harvey, D . (1993), The C ondition o f P ostm odernity, Oxford: B lackw ell
Fortey, R. (1991), Life: An U nauthorized B iography, Londra: HarperCollins. (Türkçesi: P ostm odern liğin Durumu, çev. Sungur Savran, M etis, İstan­
Foster, J. (2000), M arx's Ecology, N ew York: M onthly R eview Press. bul, 1997).
Frank, A . (1998), ReORIENT: G lo b a l Econom y in the A sian A ge, Berkeley: Hawken, P. (1993), The E co lo g y o f Com m erce, N ew York: HarperCollins.
University o f California Press. Hecht, S. ve A . C ockbum (1990), The F ate o f the F orest, N ew York: Har­
Freire, P. (1970), P ed a g o g y o f the O ppressed, N ew York: Continuum (Tiirk- perCollins.
çesi: E zilenlerin P edagojisi, çev. Erol Özbek, D ilek Hattatoğlu, Aynntı, H egel, G. (1969), H egel's Science o f L ogic, çev. A. M iller, Londra: George
İstanbul, 1995). A lien & Unwin (Türkçesi: M antık B ilim i, çev. A ziz Yardımlı, İdea, İstan­
Freud, S. (1931), "Civilization and Its Discontents", The S tan dard E dition o f bul, 2004).
the C om plete P sych ological Works o f Sigm und F reud içinde, Strachey, J. H eidegger, M. (1977), "The Question Regarding Technology", B asic W ri­
(der.), Londra: ITie Hogarth Press, 21: 59-148 (Türkçesi: U ygarlığın H u­ tings içinde, der. D avid Farrell Krell, N ew York: Harper and Row, s. 283-
zursuzluğu, çev. Haluk Banşcan, M etis, İstanbul, 2000). 317 (Türkçesi: Tekniğe Yönelik Soru, çev. D oğan Ö zlem , A fa, İstanbul,
Freund. P. v e G. Martin (1993), The E cology o f the A utom obile, Montreal: 1997)
Black R ose B ooks (Türkçesi: O tom obilin E kolojisi, çev. Gürol K oca, Ay­ Hermstein R. ve C. Murray (1996), The B ell C urve, N ew York: The Free
rıntı, İstanbul, 1996). Press.
Fumento, M. (1999), "With Frog Scare Debunked, It Isn't Easy B ein g Green", Hinton, W. (1967), Fanshen, N ew York: M onthly R eview Press.
Wall S treet Journal, 12 M ayıs. H o, M. (1998), G enetic Engineering: D ream o r N ightm are?, Bath: Gateway
Gaard, G. (1998), E co lo g ica l P olitics, Philadelphia: Tem ple U niversity Press. ^ooks.
Gardner, G. ve B. Halvyeil (2000), "Underfed and Overfed", Washington: H|iissey, E. (1972), The P resocratics, N ew York: Charles Scribner's Sons.
W orldwatch Institute, Mart. liu w s, U ., (1999), "Material Worid: The M yth o f the W eightless Economy",
-Gare, A . (1996a), "Soviet Environmentalism: The Path not Taken", The Socialist R e g iste r 1999, L. Panitch ve C. L eys (der), Suffolk: Meriin
G reening o f M arxism içinde, T. Benton (der.). N ew York: Guilford. Press, s. 29-55.
------- (1996b), Nihilism Inc., Sydney: E co-L ogical Press. Jenkins, Jr., H. (1997), "Who N eed s R&D W hen Y ou Understand Fat?", Wall
------- (2000), "Creating an E cological Socialist Future", C apitalism , N ature, Street Journal, 25 Mart: A 19.
Socialism , 11 (2): 23-40. Kanter, R. (1997), "Show Humanity W hen You Show Em ployees the Door",
Gelbspan, R. (1998), The H ea t is On, Reading, M A: Perseus B ooks. Wall Street Journal, 21 Temmuz: A22.
George, S. (1992), The D e b t B oom erang, Londra: Pluto. Karliner, J. (1997), The C orporate Planet, San Francisco, Kaliforniya: Sier­
G eorgescu-R oegen, N . (1971), The E ntropy L aw a n d the E con om ic P rocess, ra Club.
Cambridge: Harvard University Press. Kempf, H. (2000), "Every Catastrophe has a Silver Lining", G uardian Week­
G eping, Q. ve W. L ee (der.), (1984), M anaging the E nvironm ent in China, ly, 20-26 Ocak: 30.
Dublin: Tycooley. Kidner, D. (2000), N ature a n d P syche, Albany; SUNY Press.
Gibbs, L. (1995), D yin g From D ioxin, Boston: South End Press. Korten, D. (1996), "The M ythic Victory o f Market Capitalism", The C ase
Glacken, C. (1973), T races on the R hodian Shore, Berkeley: University o f A gainst the G lo b a l E conom y içinde, J. Mander ve E. Goldsmith (der.),
California Press. San Francisco: Sierra Club B ooks, s. 183-91.
G lieck, J. (1987), C haos, N ew York: Penguin (Türkçesi: K aos, çev. Fikret ------- (2000), "The FEASTA Annual Lecture", Dublin, İrlanda, 4 Temmuz.
Üçcan, Tübitak, Ankara, 1995). K ovel, J. (1981), The A ge o f D esire, N ew York: Random H ouse (Türkçesi:
G oldsm ith, E. v e C. H enderson 0 9 9 9 ) , "The E conom ic Costs o f Climate Arzu Ç ağı, çev. F. Lekesizalm , A . Yılm az, Ayrıntı, İstanbul, 2000).
Change", The E cologist, 29 (2). ------- (1984), W hite R acism , N ew York, Colum bia University Press.
328 DOĞANIN DÜŞMANI KAYNAKÇA 329

------- (1988), In N icaragua, Londra: Free A ssociation Books. tional Publishers (Türkçesi; Felsefenin Sefaleti, çev. A hm et Kardam, Sol,
------- (1995), "Ecological M arxism and Dialectic", C apitalism , N ature, S o­ Ankara, 1999).
cialism , 6 (4): 31-50. — (1964) [1858], P re -C a p ita list E conom ic F orm ations, çev. Jack Cohen,
------- (1997a), "Bad N ew s for Fast Food", Z , Eylül: 26-31. der. E. J. H obsbawm , N ew York: International Pubhshers.
------- (1997b), R e d H unting in the P rom ised Land, Londra: C assell. - (1967a) [1867], C apital, Vol. I, der. Frederick E ngels, N e w York: In­
------- (1997c), "Negating Bookchin", C apitalism , N ature, Socialism , 8 (1). ternational Publishers (Türkçesi: K a p ita l, çev. Alaattin B ilg i, Sol, Anka­
------- (1998a), "Dialectic as Praxis", Science a n d Society, 6 2 (3): 474-82. ra, 1975).
------- (1998b), H istory a n d Spirit, Warner: Essential B ooks (Türkçesi: Tarih — (1967b) [1894], C a p ita l Vol. 3, der. Frederick E ngels, N e w York; In­
ve Tin, çev. Hakan Pekinel, Ayrıntı, İstanbul, 1994). ternational Publishers.
------- (1999), "The Justifiers", C apitalism , N ature, Socialism , 10 (3): 3-36. — (1971) [1863], T heories o f Surplus Value Vol. HI, M oskova: Progress
(2001), "A M aterialism Worthy o f Nature", C apitalism , N ature, S o­ Publishers.
cialism , 12 (2). — (1973) [1858], G rundrisse, çev. v e der. Martin N icolaus, Harmonds­
K ovel, J., K. Soper, M. M ellor ve J. Clark (1998), "John Clark’s 'A Social E co­ worth: Penguin (Türkçesi; G rundrisse E konom i P olitiğin E leştirisi İçin
logy': C om m ents/R eply", C apitalism , N ature, Socialism , 9 (1): 25-46. Ön Ç ahşm a, çev. Sevan Nişanyan, Birikim, İstanbul, 1979).
Kropotkin, P. (1902), M utual A id, Londra: Heinem ann (Türkçesi: K arşılıkb — (1978a) [1843], Letter to Arnold Rüge, Eylül 1843, Tucker 1978 için-
Yardımlaşm a, çev. Işık Ergüden-Deniz Güneri, K aos, İstanbul, 2001). de, s. 13.
------- (1975), The E ssen tial Kropotkin, der. E. Capouy ve K. Tompkins, N ew - (1978b) [1844], E conom ic an d P h ilosophic M anuscripts o f 1844, Tu-
York: Liveright. ^ e r 1978 içinde, s. 66-125 (Türkçesi; 1844 E lyazm alari Ekonom i P oli-
Kurzman, D (1987), A K illing Wind: Inside Union C a rb id e a n d the B hopal I tik ve Felsefe, çev. Kenan Somer, Sol, Ankara, 1993).
C atastroph e, N ew York: M cGraw-Hill. N^arx, K. ve F. E ngels (1978c) [1848], The Com m unist M anifesto, Tucker
Lappe, F., J. C olling v e P. R osset (1998), W orld H unger: Twelve M yths, N ew 1978 içinde, s. 4 6 9 -5 0 0 (Türkçesi: K om ünist M anifesto, çev. Levent K a­
York: Grove Press. vas, İthaki, İstanbul, 2003).
Leff; E. (1995), G reen P roduction, N ew York: Guilford. ------- (1978d) [1864], "Inaugural Address o f the Working M en’s Internati­
Leiss, W. (1972), The D om ination o f N ature, Bostan: B eacon Press. onal Association", Tucker 1978 içinde, s. 517-18.
Lenin, V (1967), M aterialism an d E m pirio-C riticism , M oskova; Progress - (1978e) [1875], "Critique o f the Gotha Program", Tucker 1978 içinde.
Publishers (Türkçesi; M ateryalizm ve A m piryokritisizm , çev. İsm ail Yar- s. 525-41 (Türkçesi; G otha Program ının E leştirisi, M arx, E ngels ve L e­
kın, inter, İstanbul, 1998). nin'in A lm an S osyal D em okrasisinin P rogram larına İlişkin Yazıları,
------- (1976), P h ilosoph ical N otebooks, M oskova; Progress Publishers. M ektupları, çev. İsm ail Yarkın, ínter, İstanbul, 1999).
L epkow ski, W. (1994), "Ten Years Later; Bhopal", C hem ical & E ngineering (1 9 7 8 0 [1871], The C ivil War in F rance, Tucker 1978 içinde, s. 618-
N ew s, 19 Arahk; 8-18. 52 (Türkçesi; F ransa'da İç Savaş, çev. Kenan Somer, Sol, Ankara, 1991).
Levins, R. ve R. Lew ontin (198S), The D ia lec tic a l B iologist, Cambridge; M cNally, D . (1993), A gain st the M arket, Londra; Verso.
Harvard University Press. M eadow s, D , D M eadow s ve J. Randers (1992), B eyon d the L im its, Londra;
Lichtman, R. (1982), The P roduction o f D esire, N e w York: The Free Press. Earthscan.
Light, A . (der.), (1998), Social E cology A fter Bookchin, N e w York: Guilford. M eadows, D , D M eadow s, J. Randers ve W. Behrens (1972), The L im its to
Lovelock, J. (1979), G a ia : A N ew L ook a t Life on E arth, Oxford; Oxford Growth, Londra: Earth Island.
University Press. M eeker-Lowry, S. (1 988), E conom ics as i f the Earth R ea lly M attered, Phi­
Lovins, A . (1977), Soft E nergy P ath s, San Francisco, Kaliforniya: Friends o f ladelphia; N ew Society Publishers.
the Earth International. M eisner, M. (1996), The D en g X iaopin g E ra, N ew York: H ill and Wang.
M anning, J. (1996), The C om ing o f the Energy R evolution, Garden City M ellor, M. (1997), Fem inism a n d E cological P olity, Cambridge v e N ew
Park, N ew York, Avery. York; N e w York University Press.
M argulis, L. (1998), Sym biotic P lan et, N e w York; B asic Books. Merchant, C. (1980), The D eath o f N ature, San Francisco, Kaliforniya: Har­
Marsh, G. P. (1965) [1864], M an an d N ature, der. D Lowenthal, Cam­ per and Row.
bridge; Belknap Press. M6szâros, I. (1996), B eyon d C apital, N ew York: M onthly R eview Press.
M artinez-Alier, J. (1987), E cological E conom ics, Oxford: Blackwell. M ies, M. (1998), P a tria rch y a n d A ccum ulation on a W orld Scale, 2. Basım ,
Marx, K. (1963) [1847], The P o verty o f Philosophy, N e w York: Intema- Londra; Z ed B ooks.
330 DOĞANIN DÜŞM ANI KAYNAKÇA 331

M ihili, C. (1996), "Health Plight o f Poor Worsening", Guardian Weekly: 5. Parsons, H. (1977), M arx and Engels on E cology, Westport, CT: Green­
M intz, S. (1995), Sw eetness an d Power, N ew York: Viking. w ood Press.
Miranda, J. (1974), M arx a n d the B ible, Maryknoll: Orbis. Penrose, R. (1990), The Em peror's N ew M ind, Londra: Vintage (Türkçesi:
M ollison, B. (1988), P erm aculture: A D esigner's M anual, Tygalum, Avus­ K ralın Yeni Usu, 6. Basım , çev. Tekin D ereli, Tübitak, Ankara, 2003).
tralya: Tagari Publications. Platt, A . (1996), Infecting O urselves, W orldwatch Paper 129, Washington,
M ontague, P. (1999), "Wrecking the Oceans", R achel's Environm ent and DC: W orldwatch Institute.
H ealth Weekly, #65 9 , 15 Temmuz, ww w.rachel.org Polanyi, K. (1957), The G reat Transform ation, Boston, M A: B eacon Press
M ontague, P. (1996), "Things to Come", R achels' E nvironm ent an d H ealth (Türkçesi: B üyük Dönüşüm , çev. Ayşe Buğra, İletişim , İstanbul, 2000).
Weekly, #52 3 , 5 Aralık. Ponting, C. (1991), A G reen H istory o f the W orld, Harmondsworth: Pen-
M oody, K. (1997), W orkers in a Lean World, Londra ve N ew York: Verso. guin.
------- (2000), "Global Labor Stands up to G lobal Capital", L abor N otes, Pooley, E. (2000), "Doctor Death", Time, 2 4 Nisan.
Temmuz: 8. Pring, G. ve P. Canan (1996), SLAPPs: G etting Sued f o r Speaking Out, Phi­
M orehouse, W. (1993), "The Ethics o f Industrial Disasters in a Transna­ ladelphia: Tem ple University Press.
tional World: The E lusive Quest for Justice and Accountability in B ho­ Proudhon, P. (1 969), S elected W ritings, çev. E. Fraser, der. S. Edwards, Gar­
pal", A /ier/iaiivei, 18: 487. den City, NY: Anchor Books.
Morris, W. (1993), N ew s From N ow here, Harmondsworth: Penguin (Türk­ Public Citizen (1996), NAFTA's Broken P rom ises: The B order B etrayed,
çesi: G elecekten A nılar, çev. Ekin Bodur, Aynntı, İstanbul, 2002). W ashington, DC: Public Citizen.
M orrison, R. (1991), We B u ild the R o a d a s We Travel, Philadelphia: N ew Purdom, T. (2000), "A G am e o f N erves, with N o Real Winners", N ew York
Society. Times, 17 M ayıs: H I.
------- (1995), E cological D em ocracy, Boston, M A: South End Press. Quammen, D . (1996), The Song o f the D odo, N ew York: Scribner.
Murphy, D (2000), "Africa: Lenders Set Program Rules", L o s A ngeles Ti­ Rampton, S., ve J. Staubcr (1997), M ad C ow U.S.A., Monroe: C om m on C o­
m es, 27 Ocak: A l . urage Press.
Murray, A . (1978), R eason an d S ociety in the M iddle A g es, Oxford: Claren­ Rensenbrink, J. (1999), A gain st A ll O dds, Raymond: L eopold Press.
don P r e ss .. Rom ero, S. (2000), "Rich Brazilians rise above rush-hour jams". N ew York
N aess, A . (1989), E cology, Com m unity an d L ifestyle, çev. ve der. D avid Ro- Times, 15 Şubat: A l .
thenberg, Cambridge: Cambridge University Press. R osdolsky, R. (1 977), The M aking o f M arx's C apital, çev. Pete Burgess,
Nahm, M. (der.) (1947), Selection s fro m E arly G reek P hilosophy, N ew York: Londra: Verso.
Appleton Century Crofts. R osset, P. ve M. Benjam in (1994), The Greening o f the R evolution: Cuba's
Nathan, D (1997), "Death Com es to the M aqu ilas: A Border Story", The N a ­ E xperim ent w ith
tion, 264 (2), (13-20 Ocak): 18-22. O rganic Farm ing, M elbourne: Ocean.
Needham , J. (1954), Science a n d C ivilization in China Vol. 1, Introduction Ruether, R. (1992), G aia an d G od, San Francisco, Kaliforniya: HarperSan
an d O rientations, Cambridge: Cambridge University Press. Francisco.
Norgaard, R. (1994), D evelopm en t B etrayed, Londra: R outledge. Ruggiero, Renato (1 997), "The H igh Stakes o f World Trade", Wall Street
O'Brien, M. (1981), The P o litics o f R eproduction, Londra: Routledge and Journal, 28 Nisan: A l 8.
Kegan Paul. Sale, K. (1996), "Principles o f bioregionalism", J. Mander ve E. Goldsm ith
O'Connor, J. (1998), "On Capitalist Accum ulation and E conom ic and Eco­ (der.). The C ase A gain st the G lo b a l E conom y içinde, San Francisco, Ka­
logical Crisis", J. O'Connor, N atu ral C auses içinde. N e w York: Guilford. liforniya: Sierra Club Books, s. 471-84.
------- (2001), "House Organ", C apitalism , N ature, Socialism , 13 (1): 1. Salleh, A. (1997), E cofem inism a s P olitics, Londra: Zed Books.
Oilman, B. (1971), A lienation, Cambridge: Cambridge U niversity Press. Sarkar, S. (1999), E co-socialism or E co-capitalism ? Londra: Zed Books.
Ordonez, J. (2000), "An E fficiency Drive: Fast Food L anes are Getting Even Schrodinger, E. (1 967), W h at is Life?, Cambridge: Cambridge University
Faster", Wall Street Journal, 18 M ayıs: 1. Press.
Orleans, L. ve R. Suttmeier (1970), "The M ao Ethic and Environmental Qu­ Schumacher, E. F. (1973), S m all is Beautiful, N ew York: Harper and Row
ality", Science, 170: 1173-6. (Türkçesi: Küçük G ü zeldir, çev. Osman D eniztekin, Cep, İstanbul, 1995).
Parayil, G. (der.), (2(X)0), K erala: The D evelopm en t E xperien ce, Londra: Sheasby, W. (1997), "Inverted World: Karl Marx on Estrangement o f N a­
Zed Books. ture and Society", C apitalism , N ature, Socialism , 8 (4): 3146.
3 32 DOĞANIN DÜŞM ANI KAYNAKÇA 333

------- (2000), "Ralph Nader and the Legacy o f Revolt", üç kısım , A gain st the Web adresi: www.kenyon.edu/projects/perm aculture/
Current, 88 (4): 17-21; 88 (5): 29-36; 88 (6): 39-42. Web adresi: www.corporatewatch.org/bhopal/
Shiva, V. (1991), The Violence o f the G reen R evolution, Penang, M alezya: W eh adresi: www.brain.net.pk/diama; v e egroups.com /groups/waterline
Third World Network. Weistrtan, A . (1998), G aviotas, White R iver Junction: C helsea Green.
------- (1988), Staying A live, Londra: Zed B ooks. Wheen,]F. (2000), K a rl M arx: A Life, N e w York: W W Norton.
Sim m el, G. (1978), The P hilosophy o f M oney, çev. Tom Bottom ore v e D a­ White, L . (1967), "The Historical Roots o f Our E cological Crisis", Science,
vid Frisby, Londra: R outledge and Kegan Paul. 155 (1 0 Mart): 1203-7.
Slatella, M . (2000), "Boxed in: Exploring a B ig -B o x Store Online", N ew ------- (1978), M ed ieva l R eligion a n d Technology: C o lle c te d E ssays, Berke­
York Tim es, 27 Ocak: D4. ley: University o f California Press.
Steingraber, S. (1997), L iving D ow nstream , N ew York: A ddison Wesley. W illiam s, A. (2 000), "Washed up at 35", N ew York, 17 Nisan: 28ff.
Stewart, B. (2000), "Retrieving the Recyclables", N e w York Times, 27 Hazi­ W olfenstein, E. (1993), P sych oanalytic M arxism , Londra: Free A ssociation
ran: B l . B ooks.
Stiglitz, A . (2000), "What I Learned at the World E conom ic Crisis", N ew R e­ W oodcock, G. (1 962), Anarchism , N ew York: N e w A m erican Library (Türk­
p u b lic, 17 Nisan. çesi: A narşizm , çev. A lev Türker, K aos, İstanbul, 1997).
Stille, A . "In the 'Greened' World, it isn't E asy to be Human", N ew York Ti­ Worster, D . (1 994), N ature's Econom y, Cambridge: Cambridge University
m es, 15 Temmuz: A 17. Press.
Subcomandante M arcos (2001), O ur Word is our W eapon, der. Juana Ponce Zablocki, B. (1971), The Joyful Community, Baltimore: Penguin.
de León, N ew York: Seven Stories Press (Türkçesi: Sözüm üz Silahim iz- Zachary, G. Pascal (1997), "The Right Mix: Global Growth Attains a New,
dir, çev. Ebru Erek, Aynur Arslan, Bakış, 2001). H igher L evel That Could be Lasting", Wall S treet Journal, 13 Mart: A l.
Summers, L„ J. W olfensohn ve J. Skilling (1 997), M ultinational Monitor, Zimmerman, M. (1994), Contesting Earth's Future, Berkeley; University o f
Haziran: 6. California Press.
Taub, E. (2000), "Radios Watch Weather so You Don't H ave to", N ew York
Times, 30 Mart: DIO.
Tawney, R. H. (1998) [1926], R eligion a n d the R ise o f C apitalism , N ew
Brunswick, Nj: Transaction.
Themstrom, A . ve S. Them strom (1997), A m erica in B lack a n d W hite, N ew
York: Sim on and Schuster.
Thom pson, E. P. (1967), "Time, Work D isciplin e, and Industrial Capita­
lism", P a st a n d P resent, 38: 55-97
Thornton, J. (2000), P andora's P oison, Cambridge: MIT Press.
Tokar, B. (1992), The G reen A ltern ative, San Pedro: R. & E. M iles.
------- (1997), Earth F or Sale, Boston: South End Press.
Troçki, L. (1960), L iterature a n d R evolution, A nn Arbor: University o f M i­
chigan Press, s. 253 (Türkçesi: E d eb iya t ve D evrim , çev. Hüsen Portakal,
Kabalcı, İstanbul, 1989).
Tucker, R. (der.) (1978), The M arx-E ngels R eader, N ew York: W.W. Norton.
Turner, A. (2000), "Tempers in Overdrive", H ouston Chronicle, 8 Nisan: 1A .
Wald, M. (1997), "Temper Cited as Cause o f 28,0 0 0 R oad Deaths a Year",
N ew York Times, 18 Temmuz: A 14.
Watson, D. (1996), B eyon d B ookchin, N e w York: Autonom edia.
Watson, J. (der.), (1997), G olden A rches E ast: M cD on ald's in E ast A sia,
Stanford, Kaliforniya: Stanford University Press.
Weber, M. (1976), The P rotestan t E thic a n d the S pirit o f C apitalism , çev.
Talcott Parsons, Londra: A llen and U nw in (Türkçesi: P rotestan A hlakı ve
K apitalizm in Ruhu, çev. Zeynep Aruoba, H il, İstanbul, 1997).
Joel Kovel
Doğanın Düşmanı
Tutkulu, inançlı bir dille yazılmış "iddialı" bir kitap Doğanın Düşma­
nı. Bir yandan kapitalizmi tutkuyla eleştirerek ona karşı alternatif
üretmenin artan ekolojik kriz yüzünden tarihte hiç olmadığı ölçüde
hayat-memat meselesi haline geldiğini gösteriyor. Diğer yandan,
çağdaş fizik ve biyolojinin verilerinden yararlanarak, doğanın ayrıl­
maz bir parçası olması anlamında "insan"ın ne demek olduğuna dair
iddialı bir "antropoloji" kuramı geliştiriyor.
Marksizm, ekofeminizm ve doğa felsefesini bir araya getiren ufuk
açıcı bir sentez: Bu teorik serimlemeyle yetinmeyen yazar, "ne yap­
malı?" diye soruyor, cevaplar geliştiriyor, alternatif bir "siyaset" pra­
tiğini yönlendirecek ilkeler belirliyor, sol siyaseti felç etmiş pratik
siyasi sorunlara çözüm yolları öneriyor. Kapitalist üretim tarzının
yerine geçebilecek ekolojik bir üretim tarzı vizyonunu gündeme
getirerek, küreselleşme karşıtı politikalar temelinde bu vizyonu
hayata geçirecek bir "ekososyalizm" tahayyülü geliştiriyor: Dünyayı
sahip olunacak, sömürülecek bir nesne olarak görmeyip onu başlı
başına bir değer olarak kabul edenlerin hür iradeleriyle oluşturacak­
ları bir toplumun anahatlarını çiziyor.
Doğanın Düşmanı, o müthiş "gerçekçi ol, imkânsızı iste!" şiarıyla
yazılmış bir kitap. Şu iki alternatiften birini seçmek zorunda olduğu­
muzu bütün açıklığıyla gösteriyor: Ya kapitalizmin barbarlığını
ve neden olduğu ekolojik yıkımı kabulleneceğiz, ya da insanlığa ve
doğaya yaraşır bir toplum kuracağız.
Bu kitabı mutlaka okumalısınız - yine Metis'ten yayımlanmış, başka
bir yazarın, Val Plumvvood'un Feminizm ve Doğaya Hükmetmek
kitabıyla birlikte...

Metis Tarih Toplum Felsefe


ISBN 975-342-526-0
Metis Yayınları
www.metiskitap.com
14 500 000 TL
14.50 YTL

You might also like