You are on page 1of 4

İslam Düşüncesine Giriş

İslam düşüncesi, İslam’ın bir din olarak dünya tarihi içinde aktif rol oynayabilmesine katkı
yapan bir entelektüel gelenektir. Ayrıca o, en temelde, insan bilincinin İslam’ın Kur’an ve hadisler
gibi temel metinleriyle farklı ortamlarda diyalojik ilişkiye girme biçimleri olarak tanımlanabilir. Bu
bağlamda İslam düşüncesi, İslam’ın ana metinleri olan Kur’an ve hadisleri yorumlanması gereken bir
entelektüel ya da bilimsel nesne olarak görmemekte, bilakis onlara insan varlığını yorumlayan ve
topyekün sorgulayan bir faaliyet olarak yaklaşmaktadır.
İslam düşüncesini tarihsel, zamansal ve diyalojik düşüncemizin bir asli partneri haline
getirmek, onu modern dünyada karşılaştığımız problemleri anlama noktasında bir eşik haline
getirmektir. Bununla birlikte İslam düşüncesi inanç bakımından kendisini benimseyenler için dahi,
çağdaş dünyanın sunduğu farklı düşünce ufuklarının değerini ve zaaflarını irdeleme noktasında kritik
bir anlam ufku olarak varlığını devam ettirmektedir.
İslam düşüncesi hakkında giriş yazısı yazan bir kimse, potansiyel okurlarına kendileriyle farklı
bir şekilde yüzleşmelerine imkan verebilecek ucu açık bir anlam dünyasını gösterebilmesidir. Burada
ifade edilen gösterme kelimesi İslam düşüncesinin salt tarihsel gerçekliğini teşhir etmekten ziyade,
onun bizler önüne açtığı işaret etme çabasını temsil etmektedir. İslam düşüncesi hakkındaki giriş
yazısı okurlarına sürekli cağrı yapabilmesi ve onları ortak düşünme sürecine davet edebilmesiyle bir
giriş yazsısı olabilmektedir. Bu bağlamda giriş yazısının en can alıcı rolü, okurlarına kendi suallerini
sordurabilmesidir.

1) Bölüm İslam Düşüncesinin Hermenötik Yapısı


a) Kur’an Yorum Geleneği Olarak İslam Düşüncesi
İslam düşüncesi, her şeyden evvel varlığını ve manasını Kur’an metnine referansla kazandığı
için, bu düşüncenin temel karakterini anlayabilmek ancak Kur’an metni ile İslam düşüncesi arasındaki
temel bağlantıları olabildiğince açığa çıkarmakla mümkündür.

Kuran vahyi; bir beşer dil içinde ortaya çıktığı için aynı anda metafiziksel ve tarihsel
iki ayrı ufka sahip olmak gibi paradoksal bir görünüm sunar. Bununla birlikte Kur’an vahyi ne
tümüyle tarihsel ne de tümüyle metafiziksel ufka indirgenebilmesi anlamında tarih ufku ile
metafiziksel ufku arasında ayrımın eşiğinde durur. O aynı anda metafiziksel ve tarihsel ufka
sahip olması nedeniyle ne salt tarihin kurucu sözü ne de salt tarih yatağında akan bir süreçtir.
Kur’an, kendisini anlayan insanların zihinlerinde, dillerinde, davranışlarında, sosyal gerçeklik
alanında bir şekilde varlık kazanarak kendi tarihselliğine erişir. Bu varlığı sayesinde Kur’ân vahyi
tarih ufku içinde kendi anlam alanını açarak tarihe yeni imkanlar ve bakış açıları sunar. Kur’an vahyi
tarihselliği sebebiyle tarihin dönüşüm sürecinde kendi rolünü oynar. Onun yaptığı en temel şey, tarihe
yeni anlama, düşünme, inanma ve var olma imkanlarını sunmasıdır. Kur’an vahyi sunduğu bu
imkanlar ve imkanların zaman içinde çeşitli şekillerde ya da yorumlarla gerçekliğe dönüştürülmesi
anlamında tarihselliğini devam ettirir. Ayrıca tarih, Kur’an vahyinin yeniden yorumlanması için açık
alan teşkil etmeyi sürdürür. Yine tarih, özel olarak Kur’an yorumlarına ve genel olarak İslam
düşüncesine dinamiklik kazandıram ve yorumun gerçekleşmesi için gerekli açık alanı sağlayan bir
zemindir. İslam düşüncesi ancak tarihin bilinç önünde açtığı bu imkanı kullanarak meydana çıkabilir.
İslam düşüncesi temelde Kur’an vahyi ile tarihin birbirlerinin imkan alanlarını karşılıklı dönüştürme
sürecinin genel ismidir. İslam düşüncesi, bir yorum geleneği olarak, Kur’an vahyi ve tarih arasındaki
zamansal kesişme ve ayrşma noktasına dikkatleri çeker.
b) Kur’an’ın Muhatabı Olarak İslam Düşüncesi
Kur’an, en azından onu kutsal metin olarak benimseyen ve kendisine inananlara
doğrudan seslenmesi anlamında ‘Ben-Sen diyaloğu’ formuna yaklaşan bir ilişkiyi var
saymaktadır. O, doğrudan bir şey hakkında konuşan değil; beşeri anlama yeteneklerine
seslenerek insanları belli konu ya da sorunlar üzerinde iletişime geçmeye sevk gönderen bir
metindir. Bu açıdan bakıldığında Kur’an metni belli bir konu ya da sorunun temel noktalarına
işaret ederek düşünen insanları karşılıklı tartışmaya zorlayan bir rol üstlenir. İslam düşünce
tarihine kısa bir göz atıldığında Kur’an’ın bu temel işlevi fark edilebilecektir.
c)Kur’an’ın Varlık Tarzlarının Açılımı Olarak İslam Düşüncesi
Kur’an metnini, Ehli Sünnet’in Kur’an’a yaklaşımını göz önünde tutarak, kendi başına
ve muhataplarına yönelmiş haliyle olmak üzere iki grupta ela almak mümkündür. Ehli Sünnet,
Kur’an’ı her şeyden evvel Allah’ın kelam sıfatı olarak anlamış ve kendisine levh-i mahfuz
sembolü ile işaret edildiğini düşünmüştür. Bu haliyle Kur’an, henüz muhataplarına
yönelmemiş anlamında kendi başına bir şey olarak ele alındığı için metafiziksel metin olarak
isimlendirmek mümkün görünmektedir.
Kur’an’ın muhatplarına yönelmişliği içinde ortaya çıkan varlık tarzlarını, zihni, şifahi,
yazılı, fiili ve sembolik metin formları şeklinde ayır edilebilir. Bu bağlamda Kuran, ezberlenip
anlaşıldığında ‘zihni metin’ haline gelmektedir. O, şifahi olarak topluma aktarıldığı ve kırat
edildiği sürece ‘şifahi metin’ formunu alır. Kur’an muhtelif nesneler üzerine yazılarak
korunduğunda ‘yazılı metin’ formunu almaktadır. Kur’an toplumun hayat tarzında ve bireysel
eylamler aracılığıyla somutlaştığında ‘fiili metin’ haline gelir. Müslüman kimliğin
oluşumunda, müslümanların birbirlerini anlamalarında, birbirlerini ayırt etmelerinde ve
kendilerine özgü iletişim tarzı geliştirmelerinde Kur’an rol aynadığı zaman ‘sembolik metin’
formunu almaktadır.
ç) Kur’an’a Yönelik Şiddet Politikaları Olarak İslam Düşüncesi
İslamdüşünce tarihinde Kur’an’ın farklı açılardan ideolojik yorumlamaya ya da şiddet
politikalarına maruz kaldığı bilinmektedir. İslam tarihinde Kur’an’a dayalı olarak meşruluk
kazanmaya çalışan tüm despot rejimleri ile batınilik, hurufilik gibi akımlar Kur’an’ın temelde
karşılıklı etkileşim ve iletişim ortamı olarak işlev gördüğünü inkar ederek ve hatta bu
etkileşim ve ilişki ortamının Kur’an’ın gerçek manasının üzerini örttüğünü öne sürerek
meydana çıkmışlardır.
Şiddet politikaları, ideolojik yorumlamada olduğu üzere, belli bir mefhumun bizzat
Kur’an’ın diline uygulanan baskı sonucu Kur’an’ın gerçek anlamı şeklinde
meşrulaştırılmasından, Kur’an adına halka ya da yöneticilere karşı girişilen silahlı eylemlere
varıncaya değin farklı formlar alabilir. Bununla birlikte Kur’an metnine uygulanan şiddet
politikaları arasında ayrım yapılabilir. Bu despot rejiminin kendi meşruiyetini sağlamak
amacıyla Kur’an’a uyguladığı şiddet politikasaı ile bir tasavvuf yorumunun uyguladığı şiddet
politikası arasında hedef ve araçlar açısından farklılıklar mevçuttur. İlki topluma yöneltilen
şiddeti meşru kılmayı hedeflerken ikincisi radikal bir siyasi rejimin ya da fanatik bir dini
topluluğun dayattığı zahiri manaya karşı koymayı amaçlayabilir.
2. Bölüm İslam Düşüncesinin Kuramsal Karakteri
a) Kuramsal Akıl Geleneği Olarak İslam Düşüncesi
İslam düşüncesi, kuramsal aklı temellendirmeye çalışan Meşşai filozoflar ve bu filozoflara
eleştiri getiren düşünürler sayesinde, kendi içinde kuramsal akıl geleneğini oluşturabilmiştir. Bu konu
bağlamda kuramsal akıl, kainat düzeninin ilkelerini ve buna bağlı olarak aklın kendi düzenini
kavramaya çalışana akıldır. Pratik akıl ise beşer hayatının en iyiye yönelerek ahlaki bir ortam içinde
mutlu şekilde gerçekleşmesini sağlayan akıldır. İnsan aklı kuramsal ve eylemsel düzeyde hakikatleri
kendi başına keşfedebilecek bir güçte değildir. Başka bir deyişle insan aklı sıfır noktasında bulunamaz.
O daima kendini sıfır noktadan ileriye doğru fırlatmış bir konumda bulur. Kendisini sıfır noktanın
ilerisine fırlatarak potansiyel veya imkan halindeki durumundan aktif hale geçmesini sağlayan dış etki
veya uyarıcı güç, ezeli bir düşünme faaliyeti içinde olan etkin akıldır. Meşşai filozoflar için etkin akıl,
hangi noktaya yönelmesi gerektiğini insan aklına sürekli olarak hatırlatan evrensel bir referans
noktasıdır.

b) Zamansallık /Mekansızlık Felsefesi Olarak İslam Düşüncesi


İslam düşüncesi içinde tevhid inanacını sarsacak şekilde Tanrı karşısında gerçek bir öteki için
mekan tasarlanmamıştır. Bu doğrultuda İslam inancı içinde Tanrı-alem, Tanrı- şeytan, ilahi alem-
dünya hayatı, inanç-küfür, iman-şirk gibi kavram çiftleri birbirlerinin mutlak ötekisi şeklinde
dualistik bir varlık veya değer formatında konumlanmazlar. Örneğin şirk veya küfür İslam inancına
nispetle öteki olarak gerçek bir mekana sahip değildir ya da kafir veya müşrik asla Tanrı karşısında
kendi başına bir yer tutmaz. İslam inancında şirk veya küfür ilahi gerçeklikten veya hakikatten
yoksunluk anlamında bilinçsizliği, unutkanlığı yani beşeri düşüncenin kendisini Allah’ın vechine
nispetle doğru olarak algılayamamasını ifade eder. Bununla birlikte İslam’ın dışındaki diğer inançlara
bağlı insanlar İslam dini ve müslümanlar için bir öteki değildir. Sadece onların tek Tanrı karşısında bir
öteki oluşturma çabaları İslam’ın ve müslümanların kabul etmediği bir konudur. Bu husus bağlamında
Aynulkudat Hemedani, Tanrı karşısında gerçek anlamda uzaklık veya yakınlık gibi kavramların
kullanılmayacağını ya da ötekine zemin teşkil edebilecek bir hakiki mekan bulunmadığını ifade eder.
c) Paradoksal Düşünme Tarzı Olarak İslam Düşüncesi
Hz. Peygamber’in Mekke döneminde dini inancın mahiyet sorusu daha çok onun meşruluğu ve
doğruluğu; varlığı sorusu da varoluşsal ve siyasi boyutu açısından kavranmıştır. Ayrıca dini inancın
kendi pratik düşünme sorunlarını model sorulara dönüştürmesiyle birlikte kendi mahiyet ve varlığında
gerçekleştirdiği köklü değişimi yansıtan kavramlardan biri mucize kavramıdır. Dini inanç mucizeyi
daima zaman ve mekan algılarımızın köklü bir eleştirisi olarak kabul etmiştir. Bu doğrultuda mucize,
algılanan zaman ve mekanın parçalanması ya da yarılması şeklinde bir mana ifade etmektedir.
Temel İslam bilimlerinin temelinde dini inanacın paradoksal düşünme tarzı bulunur. Dini
inanç, bir takım ana unsurlara dayanmakla birlikte anlamı bu unsurlara indirgenemeyen ve daima söz
konusu unsurların ötesine giden paradoksal düşünme tarzına sahiptir. Klasik İslam düşüncesi
paradoksal düşünmenin gerisinde duran zahir, bu unsurların ötesine giden batın kavramıyla işaret
etmiştir. Dini inancın paradoksal yapısını yeterince anlamayan bazı müslüman düşünürler zahir ve
batın kavramlarına birbirlerini tümüyle dışlayan anlamlar yükleyerek bir gerilimin içine sokmuşlardır.
d) Metaforik/Alegorik/Karikatüristik Algı Tarzı Olarak İslam Düşüncesi
Müslümanların Mekke’de ve Medine’de zaman zaman karşılaştığı topyekün tehdit durumu ya
da varoluş sorunu ve Kur’an’ın nihai doğruluk iddiasının gerek müşrikler gerekse Yahudi ve
Hristiyanlar tarafından sık sık genel bir meydan okuma ile yüzleşmesi Kur’an’ın bu karşıt kesimleri
bütüncül bir resim olarak sunmasına vesile olmuş görünmektedir. Bununla birlikte Kur’an,
Müşriklerin içinde bulunduğu genel deformasyon veya çarpıklık durumunu geneli sembolize edecek
imgeler eşliğinde sunmaktadır. Bu bağlamda Tebbet sûresinde geçen Kur’an imgeleri,(elin kuruması,
yaptıklarının yararsızlığı, alebli ateş, boyunda asılı duran ip ve sırtta odun taşıma) bütüncül
deformasyonu bize sunan karikatürizi ifadelerdir.
Kur’an gayri Müslimlere karşı Müşriklere verdiği bütüncül tepkinin benzerini vermektedir.
Onların Kur’an’ın doğruluk iddiasına ve Müslümanların varoluşlarına bir köklü tehdit olarak
yöneldikleri zaman içinde bulundukları genel deformasyonu çeşitli imgeler, karikatürize ifadeler ya
da suçlamalar eşliğinde dikkalere sunmaktadır.
3. Bölüm İslam Düşüncesinin Bazı Varoluşsal Estetik Kaygıları
a) Şehir Flesefesi Olarak İslam Düşüncesi

You might also like