Professional Documents
Culture Documents
KONU:
BİR KADOŞ ŞÖVALYESİNE ‘KELAM’ IN SIRRI NE İFADE EDER.
Terim olarak teoloji (ilahiyat) iki farklı kelime olan; Teos (allah) ve Logos
(Kelam) kelimelerinin birleşmesinden oluşan bir kavramdır. Tanrı ve Tanrı sözü
üzerinde, çalışma anlamına gelmektedir.
O zaman ilahiyatı terim olarak, ALLAH’ ı ve onun var olan hakikatini, vahyinin
çalışması olarak tanımlayabiliriz. İlahiyat aslında; Allah’ ın biz insanlara kendini
açıkladığı ifşa ettiği gerçeklerin üzerinde, yapılan bir çalışmadır. Bu tanımda esas
şudur ki ancak ve ancak Allah’ ın kendi ifşasının sayesinde biz insanlar, O’ nun
hakkındaki gerçeklere ulaşabilmekteyiz. İnsanın önünde Allahı kavrama noktasında
öylesine büyük bir bilgi boşluğu vardır ki, kendi kişisel çabaları sayesinde bunu
kavrayamaz ve bu boşluğu da kapatamaz. Bu sebeple Allah bu boşluk için kendini
ifşa, vahiy ederek bir köprü kurmuştur. Tanrı bize kendi açıklamalarını yapmasaydı,
bizim onun hakkında bilgi sahibi olmamız mümkün olmayacaktı.
İslam dini çevresinde yoğunlaşan, islam dininin temel ilkelerini konu edinen
bütün dinci çığırların kendine göre ayrı bir kelam anlayışı vardır. Düşünmeden yalnız
akla dayanan Mu’ tezile çığırının bile belli bir kelam görüşü vardır. Ancak kelam
kavramı daha çok kuran yargılarına, buyruklarına, hadiselere dayalı mezheplerin
geliştirdiği bir düşünce ürünüdür. Kelam görüşü başlangıçta akıl ilkelerine dayanıyor.,
sorunlara aklın kurallarına göre bir çözüm getirmeye çalışıyordu. Bir süre sonra inancı
aklın kurallarından üstün tutma, aklın ancak inancın ışığı altında iş görebileceği
görüşünü benimseme yoluna koyuldu. Kelam akımı 7. yy sonlarına doğru ortaya çıktı,
zamanla gelişti, yayıldı.
Ana konusu Kur’ an olan kelam genellikle ikiye ayrılır. Biri Kuran’ ın önsöz
olduğu görüşünü savunur, öteki Kuran’ ın sonradan yaratılmış olduğu düşüncesine
inanır. İnanca dayanan, onun bilmede tek geçerli ölçü olduğunu savunan anlayışa
göre, insan aklı zaman-uzay ile sınırlıdır, onları aşan olayları, varlıkları bilemez. Bu
nedenle akıl Tanrı’ yı, yaratanla yaratılan arasındaki içten bağlantıyı kavrayamaz, ona
yalnız inanmakla yetinme gereği vardır. Aklın bilme yeteneği zaman-uzay sınırları
içindedir. Tin, Tanrı, ölümden sonra dirilme gibi aklın sınırlarını aşanlar, akılla
bilinemez tanrı aşkın bir varlıktır, onu yalnız düşünebiliriz, varlığını bütünlüğü ile akla
dayanıp kavrayamayız. Bu konuda aklın düşünme yeteneği vardır, kendini aşanı
kavrama gücü yoktur. Kelamın benimsediği bu görüş, varlık kavramı altında toplanan
bütün nesnelerin, akılla bilinebileceği düşüncesini savunan, akılcı deneyci felsefeye
karşı bir çıkıştır.
Genellikle Kuranın kimi ayetlerine, yargılarına dayanan kelam anlayışı “oluş” u
Tanrıya bağlar. Tanrı özü için ön-son kavramı geçerli değildir. Ön-son ancak zamanla,
uzayla sınırlandırılmış varlıklar içindir. Tanrı bir salt varlık olarak vardır. Geçmiş-şimdi-
gelecek gibi zaman boyutlarının, burada-orada gibi uzay sınırlamalarının üstündedir.
Kimi kelamcılara göre, kelam’ ın tek kaynağı kurandır, onun gösterdiği yolda
gitme, ona uygun düşen konular üzerinde düşünme gereği vardır. Kimi kelamcılar ise
felsefenin sınırları içine giren bütün sorunlara çözüm getirmenin gereği üzerinde
durarak ana bir felsefe düzeni vermeye çalıştılar. Bu nedenle kelamcılar ikiye ayrıldı.
Bir bölümü inanç-akıl yolunu, öteki bölümü aşk ile sezgi yolunu tuttular. İnanç ile akıl
yolunu tutanlar “uluhuyet”, aşk ile sevgi yoluna girenler “tasavvuf” anlayışını
benimsediler. Kelam konusu üzerinde, bu iki görüş yüzünden, üç türlü sorun ortaya
çıktı.
Kelam anlayışının bir bilgi dalı olarak gelişmesi, yayılması, genellikle üç kesime
ayrılır.
İlkin islam inançlarını kur’an’ la, hadislerle bildirilen bütün din ilkelerini savunmayı,
batıl inançlara karşı çıkmayı vazife edinen “Ehli Sünnet” kolu. Bu kolun kurucusu,
düşüncelerini “Fıkh’ ı Ekber” (Büyük Tüze) adlı yapıtında ortaya koyan Ebu Hanife’ dir.
(Mutezile akımı)
İkinci dönemde, gene Ehl’ i Sünnet geleneğine bağlı aydınlardan Apdullah Bin Sad-al
Kullab’ n Mu’tezile, inançlarına karşı çıkışı ile başlamıştır. Gerektikçe mantıktan
felsefeden yararlanan islam düşünürleri kelamda “Tevhid” diye nitelenen Tanrının
birliği inancını konu edinirler. Bunların felsefeden yararlanmalarına karşılık felsefeye
karşı çıktıkları, kelam anlayışının kaynağı sayılan Mu’tezile ile çatıştıkları, kiminin önce
Mu’tezile akımını benimsemişken, sonradan ondan ayrıldıkları görülür.
Üçüncü dönem, Gazzali ile başladı. Genellikle Kelam ve felsefeyi birleştirme yolunu
tuttular.
1. Yüce Allah sınırsız, insan ise sınırlıdır. Bizler sınırsız olanın genel düşüncesini,
sınırlı olan zeka yapımızda, sadece limitli olarak kavrayabiliriz.
1. Natural Teoloji:
Tanrının kendisini bütün yarattıklarında açıklamasıdır. Biz masonlar şunu çok iyi biliriz.
Görünen her şeyin görünmeyenin bir tezahürü olduğunu veya yukarıda ne varsa,
aşağıda da o vardır.
3. Sistematik Teoloji:
Tanrı vahyinin gerçeklerinin belli bir düzen içinde sunumudur. Şu bir gerçektir
ki, yapılan bütün bu çalışmaların amacı, Yüce Yaratıcımız Kainatın Efendisini bir kutu
içerisinde sunmak, anlatmak değildir. Allah ve onun kelamı, bizim ilahiyatımızın
üstünde olan bir mevzudur. Eğer ilahiyatımız, kutsal kitapla çelişkiye düşüyorsa onun
üzerinde düşünmemizde fayda vardır. İncile de baktığımızda, logos yani kelam,
tanrısal bir kimlik kazanmıştır. Aziz jean İncili, şu sözlerle başlar; Başlangıçta söz vardı
ve söz tanrı ile beraberdi ve söz (kelam) Tanrı idi.” Logos (kelam) kavramının felsefi
boyutu Hıristiyan dinine bu şekilde yansıtılır.
Tasavvufta din olgusu korku üzerine değil, sevgi üzerine kurulmuştur. Otoriteyi
ellerinde tutan hükümdarlar yada krallar, tarihte dini de korku unsuru olarak halklara
karşı kullanmışlardır. Onların din anlayışında, cehennem, mahşer günü ve ateş,
korkuyu ön plana çıkarmaktadır. Ancak tasavvuftaki tanrı sevgisi ve dostluğu bu
korkuları ortadan kaldırmaktadır.
Tasavvufa göre ise, canlı cansız bütün varlıklar Tanrının kendisidir. Hepsinin
ayrı ayrı kişilikleri vardır. Bir bütün olarak evren Tanrının kendisidir.
Güney BELENDİR
Faydanılan Kaynaklar: