You are on page 1of 275

ÖZGE KIRCA ERDEM

T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI


TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
YÜKSEK KIRGIZ DESTANLARINDA
HAYVAN MOTİFİ
LİSANS
TEZİ ÖZGE KIRCA ERDEM

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI


HAZİRAN 2015
TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI

HAZİRAN 2015
KIRGIZ DESTANLARINDA HAYVAN MOTİFİ

Özge KIRCA ERDEM

YÜKSEK LİSANS TEZİ


TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HAZİRAN 2015
iv

KIRGIZ DESTANLARINDA HAYVAN MOTİFİ


(Yüksek Lisans Tezi)

Özge KIRCA ERDEM

GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Haziran 2015

ÖZET

Kırgızlar, sözlü edebiyatları çok gelişmiş bir Türk boyu olarak dünyanın en uzun destan
metni olduğu bilinen Manas dâhil zengin bir destan mirasına sahiptir. Bu destanlar, Kırgız
kültürünü her yönüyle yansıtır. Kırgızların tarihsel gelişim sürecinde oluşturdukları ve geçmişten
günümüze taşıdıkları kültür unsurlarının tespitinde destan incelemeleri önemli bir yer tutar. Göçebe
bir geçmişe dayanan Kırgız kültürünün en önemli parçalarından biri hayvanlardır. Bu çalışmada,
Türk Dil Kurumu tarafından yürütülen bir projeyle Türkiye Türkçesine aktarılan Kırgız Destanları
serisinin sekiz cildi taranarak bu destanlarda sözü edilen hayvan motifleri taranıp incelenmiştir.
Destanlarda adı geçen hayvanlar genel özellikleriyle tanıtıldıktan sonra bu hayvanların hangi
özellikleriyle Türk kültürünün bir parçası olduğu ve Kırgız destanlarında hangi özellikleriyle söz
konusu edildiği açıklanmıştır. Hayvanların destanlara yansımalarından yola çıkılarak Kırgız
kültüründe sahip oldukları yer ve önem ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışma sonucunda
hayvanların beslenme, ulaşım, giysi ve çadır yapımı, eğlence, kurban, yardımlaşma, ödüllendirme
gibi çok farklı amaçlarla Kırgızların kültürünün ve kültürün doğrudan yansıdığı Kırgız
destanlarının vazgeçilmez unsurlarından olduğu görülmüştür. Bu çalışma, Kırgız destanları
konusunda yapılacak daha geniş kapsamlı incelemelere kaynaklık edebilecektir.

Bilim Kodu : 310 / 4.055


Anahtar Kelimeler : Kırgız destanları, Kırgız kültürü, Kırgız destan motifleri, hayvanlar,
destanlarda hayvan motifi, destan incelemesi
Sayfa Adedi : 260
Tez Danışmanı : Doç. Dr. Fatma Ahsen TURAN
v

ANİMAL MOTIFS IN KYRGYZ EPICS


(M.S. Thesis)

Özge KIRCA ERDEM

GAZİ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
June 2015

ABSTRACT

A Turkic tribe with sophisticated oral tradition, the Kyrgyz have a rich legacy of epics including
the Epic of Manas which is considered the longest epic text in history. These epics reflect the
Kyrgyz culture in every respect. Analysis of epics have an important place in identification of
cultural elements created and carried to the present by Kyrgyz people throughout their historical
development. Animals make one of the most significant parts of the Kyrgyz culture that is based on
a nomadic history. In this study, eight volumes of Kyrgyz Epics translated into Turkish through a
project by Turkish Linguistic Society were reviewed and the animal motifs in such epics were
analyzed. After a general introduction of the animals mentioned in the epics, the aspects of these
animals, which make them a part of the Turkish culture and in what ways they are mentioned in
Kyrgyz epics are explained. Based on the reflections of animals on epics, this study tries to give an
account of their place and importance in Kyrgyz culture. This study reveals that animals constitute
an indispensible part of Kyrgyz culture, and epics which feeds on this culture, for various purposes
such as nutrition, transportation, clothing and tent-making, entertainment, sacrifice, cooperation,
and rewarding. This study may constitute a source for more exhaustive analyses that can be
conducted on Kyrgyz epics in the future.

Code of Science : 310 / 4.055


Key Words : Kyrgyz epics, Kyrgyz culture, Kyrgyz epic motifs, animals, animal
motifs in epics, review of epics
Page : 260
Supervisor : Assoc. Prof. Dr. Fatma Ahsen TURAN
vi

TEŞEKKÜR

Benim için oldukça keyifli geçen tez hazırlama sürecimde tüm sevgisi, anlayışı ve
tecrübesiyle yolumu aydınlatan çok değerli danışmanım Doç. Dr. Fatma Ahsen TURAN’a;
çalışmalarım boyunca ihtiyaç duyduğumda yardımını esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. Murat
ERSÖZ’e; tezimi hazırlarken gösterdiği manevî destekle beni hiçbir konuda yalnız
bırakmayan sevgili eşim Atilla ERDEM’e, attığım her adımda bana güç ve cesaret veren,
en değerli varlığım olan aileme; her zaman yanımda olacaklarını bilerek kendimi mutlu ve
güvende hissetmemi sağlayan çok değerli arkadaşlarım Durdane ÇAVUŞOĞLU, Serap
BULAK GİRDAP ve Nuran MALTA MUHAXHERİ’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
vii

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET .......................................................................................................................................... iv

ABSTRACT .............................................................................................................................. v

TEŞEKKÜR .............................................................................................................................. vi

İÇİNDEKİLER .......................................................................................................................... vii

KISALTMALAR ....................................................................................................................... xi

1. GİRİŞ .............................................................................................................................................. 1

2. KIRGIZ DESTANLARINA GENEL BİR BAKIŞ ........................................................................ 5

2.1. Er Eşim Destanı ………………………………….………………………………………….7

2.2. Kozuke ve Bayan Destanı …………………………………………………………………..8

2.3. Munduk ve Zarlık Destanı …………………………………………………………….…….9

2.4. Şırdakbek Destanı …………………………………………………………………….……11

2.5. Kocacaş Destanı …………………………………………………………………….……. 12

2.6. Mendirman Destanı ………………………………………………………………...…….. 15

2.7. Eşimkul Menen Zuura Destanı ………………………………………………………..…...16

2.8. Manas Destanı ……………………………………………………………………………..17

2.9. Boston Destanı ………………………………………………………………………..….. 21

2.10. Kız Darıyka Destanı …………………………………………………………………...…23

2.11. Er Soltonoy Destanı ………………………………………………………………………25

3. TÜRK KÜLTÜRÜNDE HAYVAN MOTİFİ .............................................................................. 29

4. KIRGIZ KÜLTÜRÜNDE HAYVAN MOTİFİ............................................................................ 33

5. KIRGIZ DESTANLARINDA ADI GEÇEN HAYVAN MOTİFLERİ VE ELE ALINIŞ


BİÇİMLERİ ...................................................................................................................................... 35

5.1. At .......................................................................................................................................... 35

5.1.1.Genel özellikleriyle at ...................................................................................................... 35


viii

5.1.2.Atın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ........................................................... 36

5.1.3.Kırgız destanlarında at ..................................................................................................... 37

5.2. Deve ...................................................................................................................................... 89

5.2.1. Genel özellikleriyle deve ................................................................................................ 89

5.2.2. Devenin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi .................................................... 90

5.2.3. Kırgız destanlarında deve ............................................................................................... 90

5.3.Sığır (İnek, Boğa) ................................................................................................................ 100

5.3.1.Genel özellikleriyle sığır ................................................................................................ 100

5.3.2.Sığırın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ...................................................... 101

5.3.3.Kırgız destanlarında sığır ............................................................................................... 101

5.4.Koyun/Koç........................................................................................................................... 108

5.4.1.Genel özellikleriyle koyun/koç ...................................................................................... 108

5.4.2.Koyunun/Koçun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ...................................... 108

5.4.3.Kırgız destanlarında koyun/koç ..................................................................................... 109

5.5.Keçi...................................................................................................................................... 117

5.5.1.Genel özellikleriyle keçi ................................................................................................ 117

5.5.2.Keçinin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi .................................................... 117

5.5.3.Kırgız destanlarında keçi ............................................................................................... 118

5.6.Geyik................................................................................................................................. 123

5.6.1.Genel özellikleriyle geyik .............................................................................................. 123

5.6.2.Geyiğin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi .................................................... 124

5.6.3. Kırgız destanlarında geyik………………………………………….…………………124

5.7. Domuz ................................................................................................................................ 130

5.7.1.Genel özellikleriyle domuz ............................................................................................ 130

5.7.2.Domuzun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................. 130

5.7.3.Kırgız destanlarında domuz ........................................................................................... 131

5.8.Kurt ...................................................................................................................................... 134


ix

5.8.1. Genel özellikleriyle kurt ............................................................................................... 134

5.8.2. Kurdun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................... 134

5.8.3. Kırgız destanlarında kurt .............................................................................................. 135

5.9.Tilki ..................................................................................................................................... 143

5.9.1.Genel özellikleriyle tilki ................................................................................................ 143

5.9.2.Tilkinin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi .................................................... 143

5.9.3.Kırgız destanlarında tilki ............................................................................................... 143

5.10.Aslan (Arslan).................................................................................................................... 147

5.10.1. Genel özellikleriyle aslan............................................................................................ 147

5.10.2. Aslanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................. 147

5.10.3. Kırgız destanlarında aslan ........................................................................................... 148

5.11.Kaplan................................................................................................................................ 157

5.11.1. Genel özellikleriyle kaplan ......................................................................................... 157

5.11.2. Kaplanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ............................................... 158

5.11.3. Kırgız destanlarında kaplan ........................................................................................ 158

5.12. Pars (Leopar) .................................................................................................................... 170

5.12.1.Genel özellikleriyle pars .............................................................................................. 170

5.12.2.Parsın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ..................................................... 170

5.12.3.Kırgız destanlarında pars ............................................................................................. 170

5.13. Köpek................................................................................................................................ 173

5.13.1.Genel özellikleriyle köpek ........................................................................................... 173

5.13.2.Köpeğin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................. 173

5.13.3.Kırgız destanlarında köpek .......................................................................................... 174

5.14. Yılan ................................................................................................................................. 178

5.14.1.Genel özellikleriyle yılan ............................................................................................. 178

5.14.2.Yılanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................... 179

5.14.3.Kırgız destanlarında yılan ............................................................................................ 179

5.15. Ejderha ……………………………………………………………… ……………..…182


x

5.15.1.Genel özellikleriyle ejderha ......................................................................................... 182

5.15.2.Ejderhanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ............................................. 182

5.15.3.Kırgız destanlarında ejderha ........................................................................................ 183

5.16.Kuşlar................................................................................................................................. 188

5.16.1.Genel özellikleriyle kuşlar ........................................................................................... 188

5.16.2.Kuşların Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi ................................................. 189

5.16.3.Kırgız destanlarında kuşlar .......................................................................................... 189

5.17. Diğer Hayvanlar ............................................................................................................... 233

15.17.1. Ayı ............................................................................................................................ 234

5.17.2. Fil ................................................................................................................................ 235

5.17.3. Kunduz........................................................................................................................ 236

5.17.4. Maymun ...................................................................................................................... 237

5.17.5. Samur .......................................................................................................................... 238

5.17.6. Sırtlan .......................................................................................................................... 239

5.17.7. Tavşan ......................................................................................................................... 239

5.17.8. Eşek............................................................................................................................. 241

5.17.9. Kedi............................................................................................................................ 241

5.17.10. Ceylan ....................................................................................................................... 242

5.17.11. Akrep ........................................................................................................................ 243

5.17.12. Fare ........................................................................................................................... 244

5.17.13. Kurbağa..................................................................................................................... 245

5.17.14. Örümcek ................................................................................................................... 245

5.17.15. Sinek ......................................................................................................................... 246

5.17.16. Kene .......................................................................................................................... 247

5.17.17. Kelebek ..................................................................................................................... 248

5.17.18. Karınca ...................................................................................................................... 249

5.17.19. Yarasa ....................................................................................................................... 250

5.17.20. Balık.......................................................................................................................... 251


xi

6. SONUÇ ....................................................................................................................................... 253

KAYNAKLAR ............................................................................................................................... 255

ÖZGEÇMİŞ .................................................................................................................................... 259


xii

KISALTMALAR

Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.

Kısaltmalar Açıklamalar

TDK Türk Dil Kurumu


age. Adı geçen eser
s. Sayfa
1

1. GİRİŞ

Destanlar, tüm toplulukların uluslaşma sürecinde yarattıkları en eski edebiyat


ürünleridir. Toplumun genelini ilgilendiren ve çoğu zaman da toplumda korku ve endişe
yaratan olayların bir kahraman tarafından çözüme kavuşturuluşunu olağanüstülük
çerçevesinde aktarır. Ulusların geçmişinde önemli bir yeri olan tarihî gerçekler; toplumun
ruhuyla renklenip gelişerek destan hâlini almakta ve daha sonra da sözlü gelenekte dilden
dile aktarılarak günümüze kadar ulaşmaktadır.

Destan, bir milletin tarihinin masallaştırılmış şeklidir. Tarih geçmişe ait olayları
aynen yaşattığı hâlde, destan bu olayları zaman ve mekân kavramları dışında millî
şuur ve gururun beslenmesine yarayacak şekilde içine alır. Bu nedenledir ki millî
destanların millî ruhun doğuşu, gelişmesi üzerinde oynadığı yüceltici rol
tarihinkinden daha önemlidir (Demirel, 2010: 9).

“Destan; tarihin de tarihi değiştirmenin de hayal ile gerçeğin de sanatsal sistem ile
büyüyen büyük değeridir” (İbrayev, 1998: 187).

Türk ulusunun zengin bir destan mirası bulunmaktadır. Türkler tarih boyunca
yaşadıkları savaşlar, göçler, kıtlıklar ve diğer büyük güçlükler karşısında sergiledikleri
kahramanlıkları ulusal bir gururla destanlaştırmışlardır. Zamanla büyüyerek kültürel
farklılıklar oluşturan her Türk boyu kendi destan geleneğini ve edebî hazinesini
yaratmıştır. Bu hazinelerin en önemlilerinden biri kuşkusuz Kırgız destanlarıdır. Kırgızlara
ait olan Manas Destanı, dünyanın en uzun destan metni olması dolayısıyla önemini hiçbir
çağda yitirmeyecektir. Kırgızlara ait diğer birçok destan da hâlâ canlılığını ve önemini
korumaktadır. Bu destanlar Kırgız kültürünü her yönüyle ortaya koymakta ve edebiyatın
yanı sıra tarih, sosyoloji gibi bilim dallarına da kaynaklık etmektedir.

“Türk destanları tamamiyle edebiyata dair de olsa halk edebiyatı ve folklorunu,


halkın psikolojisini ve toplumun türlü aşamalarını aydınlatması bakımından önemlidir”
(Demirel, 2010: 9).

Tezimizin konusu; en büyük Türk boylarından biri olan ve zengin bir destan mirası
bulunan Kırgızların destanlarında hangi hayvanlardan söz edildiğinin, sözü geçen
2

hayvanların Kırgız kültüründe nasıl anlamlar taşıdığının ve bu destanlarda hangi


özellikleriyle yer aldığının belirlenerek açıklanmasıdır.

Ulusların ilk ortaya koydukları sözlü anlatım ürünlerinden olan masal ve destanlarda
hayvanlara sıkça yer verilir. Bu ürünlerde hayvanlar, hem gerçek yaşamdaki rolleri hem de
benzetme unsuru olmaları bakımından söz konusu edilir. Diğer Türk boyları gibi göçebe
bir yaşam süren Kırgızların da günlük yaşamlarının her noktasında hayvanlara rastlanır.

Türklerin, en eski zamanlardan beri bozkırda yaşadıkları bilinmektedir. Bozkırdaki


hayat tarzında hayvan şüphesiz en önemli ekonomik unsurdur. Aynı zamanda
bozkırın coğrafya ve iklim şartları da hayvan besleyiciliğini gerekli kılmıştır.
Hayvanların, Türklerin ekonomisinde, günlük yaşayışında, askerî sisteminde ve
mitolojisinde çok önemli bir yeri olduğu kesindir (Karadoğan, 2003).

Bu tez hazırlanırken Kırgız destanlarında sözü edilen hayvan motiflerini belirlemek,


sözü edilen hayvanların Kırgız destanlarına yansımalarını ortaya koymak; Türklerde
hayvan sevgisini, hayvanlara verilen değeri, insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkiyi tespit
etmek; Türklerin sosyal yaşamında önemli yer tutan hayvan motifinin Kırgız destanlarında
hangi özellikleriyle yer aldığını ortaya koymak, Kırgız destanlarında hayvanlara yüklenen
görevleri ve hayvanların hangi kişilik özellikleriyle özdeşleştirildiğini tespit etmek ve
yapılan bütün bu tespitler ve karşılaştırmalar sonucunda Kırgızların destanlarında,
dolayısıyla Türklerin ve özellikle de Kırgızların kültür hayatında hayvan motifinin
önemini, hangi duygu ve düşüncelerle ele alındığını ortaya koymak amaçlanmıştır. Ayrıca,
bu alanda daha önce herhangi bir araştırma yapılmamış olması ve Kırgız destanlarındaki
unsurların tespit edileceği çalışmalara ihtiyaç duyulması da bu konunun seçilme
nedenlerinden biridir.

Tezimizin hazırlanmasında araştırma, inceleme, fişleme, karşılaştırma, çözümleme,


açıklama, tanımlama, anlatım ve tümdengelim yöntemleri kullanılmıştır. Öncelikle Türk
kültüründe hayvan motifi hakkında bilgi toplanmış, tezimizin konusuyla ilgili daha önce
yapılmış olan çalışmalar incelenmiş, bu çalışmalarda hayvan motifi ile ilgili unsurlar
fişlenerek nasıl bir yöntem izlendiği tespit edilmiştir. Daha sonra Kırgız destan metinleri
taranarak hayvan motifi ile ilgili unsurlar fişlenmiştir.
3

Fişleme yöntemiyle Kırgız destanlarında yer aldığı tespit edilen hayvanlar önce genel
hatlarıyla tanıtılmış, bu hayvan motiflerinin Türk kültüründeki önemi hakkında bilgi
verilmiş, sonra bu hayvan motiflerinin Kırgız destanlarında hangi yönleriyle yer aldıkları
açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çalışma yöntemi, daha önce kullanılmış yöntemlerle konuyu
en geniş açıdan ele alarak en nesnel değerlendirmeleri elde edebilmek amacıyla
kullanılmıştır.

Eski Türk destanlarının bugün elimizde bulunan parçaları çeşitli kaynaklardan


derlenmiştir. Bunlardan bir kısmı, Türk araştırıcılar tarafından, doğrudan doğruya
halk dilinde yaşayan destanların derlenip yazılmasıyla elde edilmiş, bir kısmına
eski Çin kaynaklarında; Arap, İran tarih ve edebiyatına ait el yazması eserlerde
rastlanmış, bir kısmı ise Bizans tarihleri gibi Batı kaynaklarında bulunmuştur.
Destanlarımızın diğer önemli kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından, tarihin
çeşitli devrelerinde türlü sebep ve vesilelerle; çeşitli dil ve yazılarla, yazılı
edebiyata geçirilmiştir (Demirel, 2010: 43, 44).

Türk Dil Kurumu, “Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine


Aktarılması ve Yayımlanması Projesi” ile yukarıda sözü edilen destan derleme
çalışmalarına çok büyük ve değerli bir katkıda bulunmuştur. Proje kapsamında derlenerek
Türkiye Türkçesine aktarılan birçok Kırgız destanı çalışmamızın temelini oluşturmaktadır.

Çalışma konumuzun kapsamı, Kırgız destanlarında yer alan hayvan motiflerine ait
tüm unsurlardır. Bu unsurlar, elde edilen verilere göre alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir.
Bu çalışmada incelediğimiz destanlar, Türk Dil Kurumu Yayınları içinde yer alan Kırgız
Destanları adlı bir seri eserin çalışmamıza başladığımız dönemde basılmış olan sekiz
cildinde yer alan on bir destan ile sınırlıdır. Bu destanlar Er Eşim, Kozuke ve Bayan,
Munduk ve Zarlık, Şırdakbek, Kocacaş, Mendirman, Eşimkul Menen Zuura, Manas,
Boston, Kız Darıyka ve Er Soltonoy destanlarıdır. Eserin henüz basılmayan birinci cildi ile
çalışmamıza başladıktan sonra basılan ciltleri inceleme kapsamına alınmamıştır.

Çalışmamızda kullanılan veriler için öncelikle Kırgız Destanları adlı eserin TDK
Yayınları tarafından basılmış olan sekiz cildi temin edilmiştir. Kırgız Destanları hakkında
yapılan çalışmalar tespit edilerek taranmış, gerekli görülen bilgiler fişlenmiştir.
4

Kırgız Destanlarında sözü edilen hayvanların Türk kültüründe ne şekilde ele alındığı
da genel hatlarıyla araştırılarak gerek duyuldukça elde edilen bilgilere tezimizde yer
verilmiştir.

Tezimizle paralel konularda yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri, makaleler ve


yayımlanmış eserler incelenerek bu eserlerden tezimizle ilgili unsurlar ve gerekli görülen
bilgiler fişlenmiştir.

Bazı terim ve kavramların açıklanabilmesi için çeşitli sözlük ve ansiklopedilerin yanı


sıra tezimizin konusunu teşkil eden kavramlarla ilgili yayımlanmış her türlü eserden de
faydalanılmıştır.

Destan incelemesi alanında yapılan sınırlı sayıdaki çalışmalar göz önünde


bulundurulduğunda Kırgız destanlarının bir yönüyle ele alınıp incelendiği bu çalışmanın,
Kırgız destanlarında adı geçen hayvanları tespit etmenin yanı sıra bu hayvanların Kırgız
kültüründe ve genel olarak Türk kültüründe taşıdığı anlam ve önemin açıklanmasına;
destanlarımızın dolayısıyla da halk edebiyatımızın ve kültürümüzün lâyık olduğu öneme ve
ilgiye ulaşmasına katkıda bulunabileceği; bu konuda yapılacak olan karşılaştırmalı
çalışmalar için de malzeme oluşturabileceği düşünülmektedir.
5

2. KIRGIZ DESTANLARINA GENEL BİR BAKIŞ

Türk edebiyatı destanlar bakımından oldukça köklü ve zengin bir mirasa sahiptir. En
büyük Türk boylarından biri olan ve dünyanın en hacimli destanı Manas’a sahip olmak
gururunu taşıyan Kırgızların oldukça gelişmiş bir destan geleneği bulunmaktadır. Gerek
Türk destanları gerekse daha özele inilerek Kırgız destanları hakkında günümüze değin
birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar sadece edebiyatın değil kültürün zenginliğini ve
çok yönlülüğünü de ortaya koymaktadır.

Birçok Türk boyu gibi asırlardır Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşayan
Kırgızlar, bağımsız bir devlet oldukları döneme kadar birçok destan metni vücuda
getirmişlerdir. Tarihsel süreçte gerek dinî inançları, gerek yaşadıkları bölgenin siyasî ve
kültürel koşulları gerekse bilim ve teknolojideki gelişmeler nedeniyle Kırgızların çoğu
yerleşik hayata geçmiş olsa da günümüzde çadırlarda göçebe yaşantısını sürdürenler de
vardır. Kırgızlar, başka devletlerin hâkimiyeti altında uzun yıllar yaşamalarına rağmen
göçebe bir toplum olarak yaşadıkları döneme ayna tutan destanları sayesinde millî
bilinçlerini ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.

“Destanlar, milletlerin büyük işler yapmak için kendilerine güven duymalarında,


türlü sosyal ve tarihî sebeplerle uzaklaştıkları millî benliklerine dönmelerinde; yeniden
büyük millet olmak, özgürlük ve bağımsızlıklarını korumak için davranıp kalkınmalarında
da rol almıştır” (Demirel, 2010: 27).

Birçok milleti kıskandıracak sayı ve çeşitlilikte destana sahip olan Kırgızlar, sözlü
gelenekte yaşattıkları bu ürünlerle kültürlerini oluşturan her bir ögeyi kuşaktan kuşağa
aktarabilmiştir. Kırgız destanlarında Kırgız Türklerinin tarih sahnesine ilk çıktıkları andan
itibaren verdikleri var oluş mücadelesi gözler önüne serilir. Kırgız destanları, varlıklarını
ve bağımsızlıklarını korumak uğruna verdikleri bu çetin mücadelede Kırgızların en büyük
düşmanının Kalmuklar olduğunu gösterir. Hemen bütün destanlarda Kalmuklarla savaşıp
galip gelen bir Kırgız kahramanının hayatı anlatılır. Destan kahramanlarının olağanüstü
güçleri daha doğmadan bellidir. Destan kahramanını karnında taşıyan anne adayı gücü ve
saldırganlığıyla tanınan vahşi hayvanların etine ya da yüreğine aş erer. Birçok Kırgız
destanında yer alan bu motif, doğacak kahramanın gücüne ve cesaretine işarettir.
6

“Destanlar, tarihleri bu ölçüde eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize birtakım
mitolojik hikâyeler hâlinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar
bile, milletlerin geçmişleri hakkında neler bilip düşündüklerini bildirmek bakımından
önemlidirler” (Demirel, 2010: 28).

Kırgız destan metinleri sadece destan kahramanlarını hayatları çevresinde


şekillenmez. Kırgız halkının geçmişteki duyuş ve düşünüş biçiminin, gelecek hayallerinin,
dinî ve batıl inançlarının, doğayla olan mücadelelerinin de destanları oluşturan her bir
dizeyle geçmişten günümüze yansıdığı görülür. Bu metinler aile yaşantısı, dostluk ve
sadakatin önemi, doğum ve düğün gibi kutlama törenleri, beylerin toy düzenleyip ziyafet
vererek zenginliğini halkıyla paylaşması, toylarda düzenlenen yarışma ve oyunlarla
eğlencenin sosyal hayatın önemli bir parçası oluşu, beslenme alışkanlıkları, geçim
kaynakları ve hayatın ve kültürün önemli bir parçası olan hayvanlar gibi birçok konuda
bilgi aktarmaktadır.

Kırgız destanlarında Kalmuklara karşı verilen kahramanlık mücadelesinin yanı sıra


Kırgızların kendi iç sıkıntıları da dile getirilir. Bu iç sıkıntılar, genellikle aile içinde
yaşanan kıskançlıklar ve adaletsizliklerle ilgilidir. Mendirman Destanı’nın temelinde
dokuz üvey kardeşinin Mendirman’a karşı düşmanlık konusunda birleşmesi yatmaktadır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda ise Karmış adlı bey, bütün varlığını küçük oğlu
Köçörbay’a bıraktığı için kardeşi zenginken büyük oğlu Eşimkul fakir olur; destanın çıkış
noktası bu adaletsizliktir. Bazı destanlarda ise ailesine yeterince bağlı olmayan,
gerektiğinde onu desteklemeyen kadın tiplerinin yol açtığı olumsuzluklar göze çarpar.
Boston Destanı’nda Boston’un ikiz kız kardeşi Karaçaç, çok akıllı biri olmasına rağmen
kötü niyetlidir; ailesinin ve yurdunun zenginliğine tek başına sahip olmak istediği için
düşmanla birlik olur.

“Destanlarda milletlerin dinleri, türlü inanışları, Tanrı veya tanrılar karşısındaki


davranışları, yaşadıkları bölgenin özellikleri ile birleşmiş duygu ve düşünceleri vardır.
Yine destanlarda insanların iyilikleri, faziletleri yanında kötülükleri, fesat ve ihtirasları,
kıskançlıkları, aşkları vardır” (Demirel, 2010: 28).
7

Kırgız destanlarının çoğunda Şamanist geleneklerle İslâmî inançlar bir aradadır.


Geyiğin kutsal sayılması gibi hayvanlarla ilgili batıl inançlar da Kız Darıyka Destanı’nda
Hz. Ali’nin destan kahramanı olarak yer alması da Kırgız destanlarının içeriksel
zenginliğini ortaya koyar.

Tüm bunlardan yola çıkılarak Kırgız destanlarında kahramanın halkın sevgisini ve


güvenini kazandığı, bu güveni boşa çıkarmayarak sorunların üstesinden geldiği böylece
halkını her zaman mutluluğa, huzura ve zenginliğe kavuşturduğu görülür. Bu durum
Kırgızların geleceğe umutla bakmasında, zorluklar karşısında yılmamasında, kararlı
şekilde ayakta kalmasında şüphesiz önemli bir role sahiptir. Kırgız halkı, yaşam
serüveninde kendisine yoldaş olan destanlarına olan borcunu onları yaşatarak ve geleceğe
taşıyarak ödemektedir.

Şakir İbrayev’in Destanın Yapısı adlı eserini Türkiye Türkçesine aktaran Ali Abbas
Çınar, eserin ön sözünde “Kırgızistan’da günümüzde bile bazı hastaları sağaltmak için
Manas destanından parçalar okunması, destanın toplum hayatı içindeki yerini vermesi
bakımından dikkat çekicidir.” der. Yazarın sözünü ettiği bu durum, başta Manas olmak
üzere destanların Kırgızlar tarafından hâlâ yaşatıldığının, adeta kutsallık taşıyan bir ayet
gibi önemsendiğinin ve onların ruhlarını beslediğinin önemli bir göstergesidir.

Tezimizin daha iyi anlaşılabilmesi ve ele alınan unsurların daha doğru


değerlendirilmesi için incelediğimiz destanlardaki olay örgüsünü kısaca açıklamak gerekli
görülmüştür. Bu amaçla tez çalışmamızın kapsamını oluşturan destanların özetleri aşağıda
verilmiştir.

2.1. Er Eşim Destanı

Kırgız halkının Kalmuklarla kahramanca mücadelesini yansıtan halk eserlerinden


biri 1941 yılında Togolok Moldo tarafrından meydana getirilen Er Eşim Destanı’dır
(Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 15). Bu destan Togolok Moldo tarafından söylenmiş,
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev ve Murat Mukasov tarafından hazırlanmış ve Caştegin
Turgunbayev tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.
8

Er Eşim, Kalmuklarla yapılan mücadelelerde, kendi ilini düşmanlardan koruyan bir


yiğittir. Destanlara ait geleneksel motiflerin yer almadığı, Kırgızların hayatını ve yiğitlik
ruhunu yansıtan küçük bir destandır.

Destan, hayvan sürüleri sayılamayacak kadar çok olan Tügöl adlı zengin beyin mal
varlığından bahsedilerek başlar. Kıpçak boyundan çıkan Er Eşim, Tügöl Bey’in atlarından
Şarp Kula adlı atı seçer ve savaşlarda bineceği savaş atı olarak eğitir. Bu at, doğaüstü
güçlere sahiptir ve Er Eşim’in atı olmadan düşmanlarına karşı çıkması mümkün değildir.
O zamanlarda Acaan adlı Kalmuk yiğidi, sık sık Kırgızlara saldırır, Er Eşim’e mektup
göndererek onunla savaşmaya hazır olduğunu söyler. Er Eşim, Katagan boyunun hanı ve
kendisinin yakın dostu olan Tursun’u çağırarak halkını ve malını ona teslim eder, kendisi
ordu toplayarak Kalmuk Hanı Acaan’la savaşmaya gider. Üç yıl kadar süren savaşı
kazanan Er Eşim, yurduna döndüğünde dostu olan Han Tursun’un kendisine ihanet ettiğini,
Kıpçak halkını kendi topraklarına sürdüğünü öğrenir. Er Eşim, hileyle Han Tursun’un
kalesine girer, ondan intikamını alır ve halkıyla birlikte eskiden yaşadığı Talas’a döner.
Eserin sonunda kahramanlık ruhu zayıflar, Er Eşim düşmanlarını yendikten sonra hayatının
kalanını halkının arasında hekimlik ve üfürükçülük yaparak geçirir.

2.2. Kozuke ve Bayan Destanı

Kuzuke ve Bayan Destanı, konusu bakımından hem lirik hem de epik nitelikler
taşır. Kazak, Altay, Başkurt ve diğer Türk boylarının sözlü edebiyatlarında da geniş
yer tutan bir anlatımdır. Kırgızistan’ın güney bölgesinde söylenen bu eser, Barpı
Alıkulov’un dikkatini çeker ve onun yeteneğiyle işlenerek yeni bir hâl alır. Bu eser
ilk olarak Barpı Alıkulov’un kızı Burulkan tarafından yazıya geçirilerek 1948
yılında Millî Bilimler Akademisi El Yazmalar Arşivine teslim edilir. Tezimizde ele
aldığımız bu destan, Barpı Alıkulov tarafından söylenmiş, Bekmuhamedova Nelya
tarafından hazırlanmış, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev tarafından incelenmiş ve
Caştegin Turgunbayev tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır (Akmataliyev ve
diğerleri, 2007: 137).

Destanın olay örgüsü şöyledir: Birbirlerine komşu olan, birlikte göç edip, aynı yere
yerleşip barış ve dostluk içinde yaşayan Karabay ve Sarıbay adlı iki zengin bey vardır.
İleride akraba olabilmek için doğacak çocuklarını evlendirmeye karar verirler. Bir süre
sonra Karabay’ın Kozuke adını verdiği bir oğlu, Sarıbay’ın ise Bayan adını verdiği bir kızı
olur. Karabay erken yaşta ölür, kızını bir yetime vermek istemeyen Sarıbay sözünden
döner ve kızını alıp başka bir yere göç eder. Aradan zaman geçer, Kozuke yetişkin bir
9

erkek olur ve bu durumu öğrenir, Bayan’ı aramaya karar verir. Annesinin karşı çıkmasına
rağmen yola koyulur ve Sarıbay’ın köyünü bulur, Sarıbay’ın yanında çoban olarak işe
başlar, bir yandan da Bayan hakkında bilgi toplar. Bayan’ın anne ve babası kızlarını
Godolkul adlı bir gençle evlendirmeye karar verir. Kozuke, bu durumu Bayan’a anlatır ve
ailesinin köyde olmadığı bir gece buluşurlar. Buluştuklarını öğrenen Godolkul, Kozuke’yi
öldürür. Kozuke’nin ölümüne çok üzülen Bayan, Godolkul’dan intikam almak ister.
Evlenmeden önce gölde birlikte yüzmek istediğini söyleyip Godolkul’u göle yüzmeye
götürür. Godolkul gölde boğulup ölür, Kozuke olmadan yaşamak istemeyen Bayan da
kendini göle bırakır ve o da boğularak ölür.

2.3.Munduk ve Zarlık Destanı

Munduk ve Zarlık, Türk boyları içinde çok yaygın bir destandır… Kırgızlar
arasında sözlü olarak yayılan bu destan, 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın
başında Ufa, Orenburg ve Kazan şehirlerinde Arapça basılmıştır. Kırgızca
yorumlamaları Muratalı Kurenkeyev, Ümöt Moldo, Barpı Alıkulov ve Kaçkanak
Salibayev’den yazıya aktarılmıştır. Bunun dışında masal türündeki örnekler Bübü
Baysınova ve Nurdöölöt Samsaliyev’den yazıya geçirilmiştir. Bunların tümü Kırgız
Bilimler Akademisi tarafından oluşturulan halk edebiyatı eserleri toplama ve
araştırma heyeti tarafından halktan derlenerek el yazmaları bölümüne devredilmiştir
(Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 189).

Destanın birçok varyantı, içerik bakımından aynıdır, olaylarda önemli değişiklikler


yoktur ve kahramanların isimleri de aynıdır ancak Kaçkanak Salibayev’in varyantı
diğerlerinden oldukça farklıdır, bu varyantta destana pek çok olay eklenir.

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Barpı Alıkulov tarafından söylenmiş, Gülbara


Orozova tarafından hazırlanmış, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev tarafından incelenmiş
ve Caştegin Turgunbayev tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. Barpı Alıkulov’un
anlattığı varyant, en eski ve görkemliliği en yüksek olarak bilinen varyanttır.

Munduk ve Zarlık Destanı’ndaki olaylar Türk destanlarında sıkça rastlanan


çocuksuzluk, çocuk bekleme motifi etrafında gelişir. Kazan şehrinde yaşayan Nogay
halkından Çançarkan adlı bir han vardır. Altmış eş almış ancak çocuğu olmamıştır.
Çançarkan bu duruma çok üzülür, üzüntüsünden ağlarken bir derviş gelir, halkının içinden
güzel bir kız bulup evlenmesini söyler. Çançarkan bu durumu vezirlerine danışarak
10

halkından genç ve güzel bir kızla evlenir ancak yine çocuğu olmaz. Çançarkan
üzüntüsünden ölümü göze alır ve bir çukura girer. Çukurdaki kırkıncı gününde Hızır
Aleyhisselam gelir, halkına ziyafet verip yeni bir eş alırsa bir kızı bir de oğlu olacağını
söyler. Çançarkan’ın verdiği ziyafete gelen ve çok fakir bir adam olan Cobdur’un
Kançayım adlı kızını hana uygun görürler. Kançayım gördüğü bir rüyayı han ile evlenip bir
kız bir de oğlan çocuk dünyaya getireceği şeklinde yorumlar. Çançarkan, Kançayım’la
evlenir ve Kançayım hamile kalır. Hanın önceki altmış karısı Kançayım’ı çok kıskanır.
Kötü niyetli kocakarı Mastan, altmış tabak dolusu altın verirlerse Kançayım’ın çocuğunu
yok edeceğini söyler. Doğum sırasında ebelik yapan kocakarı Mastan, Kançayım’ın ikiz
bebeklerini saklar. Bu bebeklerin göğsü gümüşten, poposu altındandır ve perçemleri
vardır. Mastan, hanın karısının biri dişi diğeri erkek iki köpek yavrusu dünyaya getirdiğini
söyler, bebekleri de nehire atar. Kayıptan uzanan el, bebekleri nehirden kurtarır ve geyik
sütüyle besleyerek onları büyütür, bir geyik çocuklara annelik yapar. Çançarkan, karısının
köpek yavrusu doğurduğunu öğrenince çok öfkelenir, Kançayım’ı köpek yavrularıyla
birlikte ölsünler diye ormana gönderir. Çocukları pirler terbiye edip Şükürlük Dağı’na
bırakır. Çiltanlar, babasının yüzünü görmedi diye erkek çocuğa Zarlık, annesinin yüzünü
görmedi diye kız çocuğa Munluk adını koyarlar. Yetmiş yüzyıllık hünerleri öğrettikleri
Zarlık’a kırk kaplanın gücünü verirler. Munluk’a da otuz iki şehrin hünerlerini öğretirler.

Çançarkan bir gün ava çıktığında olağanüstü nitelikleri olan çocuklarıyla karşılaşır
ve oradan uzaklaşır. Çançarkan’ın Munluk ve Zarlık’ın kendi çocukları olduğunu anlayıp
kendisini cezalandırmasından korkan kocakarı Mastan, Zarlık’ı kandırarak erkek kardeşi
Munluk’un Külmöskan’ın şehrine gitmesini söyler. Munluk’u bu tehlikeli yolda Hızır
Aleyhhisselam koruyup kollar. Zarlık, ava çıkan Külmöskan’a rastlayınca ondan yardım
ister. Külmöskan, Zarlık’ı tanır ve ona atını, hanlık sarayını ve kızı Kuralay’ı verir. Zarlık
bir gün ava çıkar, av sırasında karşılaştığı karaca kılığındaki Kırk Çiltan Piri, babasına
gidip kendisini tanıtmasını söyler. Zarlık önce babasını, sonra Kırk Çiltan’ın koruduğu
annesini bulur. Munluk babasının yakalattığı kocakarı Mastan’ı öldürür, babasının önceki
altmış eşini de uzaklara sürer. Çançarkan, Kançayım’a yeniden nikâh kıyar, böylece hepsi
tekrar bir araya gelip mutlu bir hayat sürerler.
11

2.4. Şırdakbek Destanı

Kırgız halk biliminin farklı dönemlerinde Şırdakbek’in destan mı yoksa daha kısa
bir tür olan poema mı olduğu konusunda farklı görüşler ortaya konmuştur.
Şırdakbek adlı eserin iki varyantı olan I. Abdırahmanov ile Togolok Moldo’nun
yazıp bıraktığı örnekler Tarih ve Arşiv Enstitüsü El Yazmaları Bölümünde
korunmuştur. Togolok Moldo’nun söylediği varyant 1973 yılında yayımlanmıştır.
T. Sırdıkbekov ise Şırdakbek adlı bir dram kaleme almıştır (Akmataliyev ve
diğerleri, 2007: 245).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Togolok Moldo tarafından söylenmiş, Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev tarafından hazırlanmış ve Caştegin Turgunbayev tarafından
Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Togolok Moldo’nun varyantına göre Kırgız yurdu Kalmuklu yağmacıların


elindeyken Seyitbek’in karısı hamile kalır. Kırgız destanlarında yaygın şekilde görüldüğü
gibi Şırdakbek’in annesi hamileyken yabanî hayvan yüreğine aş erer, üç parsın kalbini
yiyince aş ermesi geçer. Şırdakbek çok güçlü bir bebek olarak doğar, sekiz yaşına
geldiğinde babası Seyitbek ölür. Rüyasında gördüğü aksakallı Şırdak’a uzak bir yola
gitmesini, orada kayıptan olan ve kır kısraktan doğan kır tayı bulacağını, Boz Corgo
adındaki bu ata binerse tüm düşmanlarını yeneceğini ve ölmeyeceğini söyler. Boz
Corgo’yu bulduktan sonra güçlenen Şırdak, düşmanlarının varlıklarını çabucak ele geçirir.
Kırgızlara uzun yıllar azap çektiren Kalmukların üzerine yürümeye karar verir. Kalın
duvarlı bir kale yaptırarak halkının güvenliğini sağlar. Yaptırdığı gizli kanallar yoluyla
kaleye su getirir. Şırdakbk’ten korkan Kalmuk Hanı Saltan kaçıp gider, daha güçlü bir
Kalmuk olan Çagayhan’a durumu anlatır. Çagayhan, Şırdakbek’i yenmek için yollar
ararken karısının şımarık biri olduğunu öğrenir. Karısının aklını çelerek Şırdakbek’in
sırlarını öğrenebileceğini ve böylece onu yenebileceğini düşünür. Kadına mektup yazarak
onu sevdiğini söyler, kocası Şırdakbek’i nasıl yenebileceğini sorar. Şırdakbek’in karısı,
kaleye su getiren gizli kanallardan bahseder ve kanalları tıkamasını söyler. Kalmuklar,
kadının söylediğini yapıp kaleyi kuşatırlar. Şırdakbek ve halkı susuzluğa birkaç günden
fazla dayanamayınca Şırdakbek, Kalmuklara teslim olur. Çagayhan, Şırdakbek yaşarken
karısını elinden almak istemez ve hırsının geçtiğini söyleyerek Şırdakbek’i bırakır. Asıl
planı onu, karısına öldürtmektir ve bu nedenle karısıyla haberleşmeye devam eder. Fakat
bir gün Şırdakbek’in karısı Boz Corgo’ya binerek kaçar ve Çagayhan’a gelir, kocasının
kendisine çok iyi baktığını, Çagayhan’ın daha iyi bakıp onu şımartması gerektiğini söyler.
12

Çagayhan kadının bu açgözlülüğü ve nankörlüğüne çok kızar, kadına birçok kötülük eder
ve kocasına ihanet ettiği için en sonunda onu öldürtür. Çagayhan, Şırdabek’e durumu
anlatır, dost olmak istediğini söyler, böylece iki halk arasında barış olur.

2.5. Kocacaş Destanı

Kocacaş Destanı’nın üç ayrı varyantı bulunmaktadır. Bunlardan ilki; Kırgız şifahî


yaratma örneklerini ilk toplayıp derleyenlerden biri olan Kayum Mitfakov, Kocacaş
Destanı’nı 1923’te Talas bölgesinin kenkol köyündeyken Sulayman
Konokbaev’den dinleyerek Arap harfleriyle yazıya geçirmiştir. Destanı Sulayman
Konokbaev, ilk önce babası Konokbay’dan dinlemiştir. Diğer bir varyantı, filoloji
doktoru Z. Ç. Mamıtbekov’un 1949’da Isık-Göllü şair Tölömüş Ceentaev’den
yazıya geçirmiştir. Üçüncüsü ise Alımkul Üsönbayev’in varyantıdır. Bu varyantın
el yazması yoktur, 1938 yılında M. Elebaev tarafından hazırlanan bir nüshası
mevcuttur. Konokbaev ve Ceentaev varyantları, Manas Tanıma, Araştırma ve Sanat
Millî Merkezinin arşivindedir. Konokbaev’in varyantı Arap alfabesinden Kiril
alfabesine aktarılmıştır.

Kocacaş Destanı’nın varyantları anlatım teknikleri, sanatsal özellikleri, hacimleri ve


içerikleri bakımından bazı farklılıklar gösterir. Alımkul Üsönbayev’in varyantı,
diğerlerine göre uzundur. Bu varyantta Kocacaş’ın ölümünden sonra olay örgüsü
devam eder, Kocacaş’ın karısı Zulayka oğlu Moldocaş’ı dünyaya getirir ve çocuk,
babasının intikamını almak üzere Sur Eçki’nin peşine düşer. Ceentaev varyantında
olaylar Kocacaş’ın ölümüyle biter, bu varyantta Kocacaş evlenmemiştir fakat bir
sözlüsü vardır. Konokbaev’in varyantı da Kocacaş’ın ölümüyle son bulur fakat bu
varyantta Kocacaş, Zulayka ile evlenmiştir. Tüm varyantların ortak tarafı,
Kocacaş’ın halkının totemik ve animistik inançlarını dikkate almadan Kayberen Sur
Eçki ile mücadeleye girişmesi ve yaşadığı trajik sondur (Akmataliyev ve Kırbaşev,
2007: 14, 21).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Alımkul Üsönbayev’in varyantından Prof. Dr.


Abdıldacan Akmataliyev ve Prof. Dr. Keneş Kırbaşev tarafından hazırlanmış; Prof. Dr.
Fikret Türkmen, Dr. Gülsine Uzun ve Baki Bora Hança tarafından Türkiye Türkçesine
aktarılmıştır.

Kıtay boyundan Karıpbay’ın oğlu olan Kocacaş, on beş-on altı yaşlarına geldiğinde
usta bir avcı olur. Kıtay halkından yirmi hanelik halk bölünüp Kocacaş’ın himayesinde
Talas’ın başında Karakol denen yere yerleşir ve Kocacaş’ın avcılığı ile geçinirler. Bir gün
Karakoco adlı bey bir mektup gönderir ve kızı Zulayka’yı beğeneceği bir yiğitle başlık
parası istemeden evlendireceğini haber verir. Haberi duyan bütün gençler Karakoco’nun
şehrine gider ancak Kocacaş altı aydır avdan dönmediği için bu durumdan haberdar
13

olamaz. Zulayka, gelen yiğitlerin hiçbirini beğenmeyince Kıtaylardan birisi Kocacaş’tan


söz eder. Kocacaş köyüne dönünce olan biteni öğrenir ve Zulayka’ya gitmeye karar verir.
Zulayka’nın evlenmek için fakir biri olan Kocacaş’ı seçmesi üzerine Karakoco’nun halkı
durumdan rahatsız olup dedikodu yapar ancak düğün için düzenlenen toyda bütün oyunları
kazanan Kocacaş’ın avcılığını görünce halk mutlu olur.

Kocacaş, Zulayka ile evlendikten sonra uzun süre ava çıkmayınca iyi beslenemeyen
halkı bu durumdan rahatsız olur. Düğünden bir yıl sonra Kocacaş üç gece arka arkaya aynı
rüyayı görür, rüyasını karısına anlatır. Rüyasında avlanmak için Ala Too’ya çıktığını ancak
avlayacak hayvan bulamayınca başka yerlere gittiğini, bir dağın başında sakince avlanan
otuz oğlak ile kırk keçi görüp tüfeğiyle hepsini vurduğunu, daha sonra bir kayanın
yamacında tek başına kaldığını, sonra dümdüz bir ovada tek başına namaz kıldığını görüp
korktuğunu söyler.

Kocasının avcılık yapmasını istemeyen Zulayka, rüyasını Kocacaş’ın öleceğine yorar


ve artık ava gitmemesini söyler. Kocacaş, Zulayka’nın söylediklerinden hoşlanmaz ve
rüyasını yaşlı akrabalarına da anlatır. Onun ava çıkıp et getirmesini isteyen bir akrabası,
ava çıkmasını söyler ve Kocacaş ava gitmeye karar verir.

Kocacaş’ın rüya gördüğü gece Kayberen Sur Eçki de aynı rüyayı görüp Alabaş adlı
tekesine anlatır. Kocacaş’ın hepsini öldüreceğini, oradan kaçmaları gerektiğini söyler
ancak Alabaş buna razı olmaz, kendileri için en güvenli yerin Kara Ünkür adlı bu yer
olduğunu söyler.

Kocacaş; Kayberen Sur Eçki, Alabaş ve oğlaklarının yaşadığı Kara Ünkür’e gelir.
Önce oğlakları öldürür, ardından Alabaş’ı yaralayıp yakalar. Sur Eçki’ye nişan aldığında
keçi konuşur ve “Avcı, evlatlarımın hepsini öldürmüşsün, ben artık tek başıma nasıl
yaşarım, ben senin gerçek kayberen annenim, senden bir dileğim var, Alabaş’ı ver, yalnız
kalmayayım.” der. Kocacaş, Alabaş’ı vermeyi kabul etmeyince Sur Eçki kötülüklerinin
hesabını soracağını söyler. Sur Eçki’ye defalarca nişan almasına rağmen onu vuramayıp
barutu biten Kocacaş öfkelenir ve Alabaş adlı tekeyi de öldürür. Yanına gelen Kayberen
Sur Eçki, intikamını alıp onun ölümüne neden olacağını söyler. Kocacaş da Sur Eçki’yi
tüfek ya da ok kullanmadan yakalayacağına yemin eder.
14

Kocacaş, avladığı oğlakları ve Alabaş’ı alıp köyüne döner, halkına ziyafet vererek
onları sevindirir. Aradan bir zaman geçtikten sonra topal keçi Sur Eçki, Kocacaş’ın köyüne
gelir. Herkes, Kocacaş’ın onu avlamasını ister. Kocacaş, durumu karısına danışınca
Zulayka keçinin peşinden gitmemesini söyler ancak Kocacaş keçiyi öldürmeye yemin
ettiğini söyleyerek keçinin peşinden gider. Sur Eçki, Kocacaş’ı oldukça tehlikeli yerlere
götürür ve en sonunda Kocacaş’ı mahsur kalacağı sarp bir kayalığa çıkarır. Bu sırada
Karıpbay, Zulayka ve diğer akrabaları Kocacaş’ı aramaya gelirler, onu ulaşılması imkânsız
bir kayalıkta bulurlar. Kocacaş oradan inemediği gibi kimse de yardım etmek için oraya
tırmanmayı başaramaz. Kocacaş, doğacak çocuğuna Moldocaş adını vermelerini ve
tüfeğini ona emanet bıraktığını söyleyerek tüm akrabalarının önünde kendini kayalıklardan
boşluğa bırakır ve orada ölür. Tüm akrabaları acı ve çaresizlik içinde köyüne döner.

Bir süre sonra Zulayka bir erkek çocuk dünyaya getirir ve ona Moldocaş adını verir.
Moldocaş biraz büyüyünce çok iyi bir avcı olur ve babasının başna gelenleri öğrenir.
Babasının kemiklerini bulmaya ve Kayberen Sur Eçki’den intikam almaya karar verir,
annesini ve dedesini zorla ikna ederek yola çıkar.

Uzun bir kovalamacanın ardından Sur Eçki, babası için bunca zahmete katlanan
Moldocaş’ın kendisini yakalamasına izin verir. Onu, babasının öldüğü kayalığa götürür,
Moldocaş kayalığa kolayca tırmanarak babasının kemiklerini toplar ve gömer. Sur Eçki,
Moldocaş’a kendisini öldürmezse Aşayran adlı kızını ona vereceğini söyler ve onu bir
mağaraya götürür. Burada insan kılığında geyikler yaşamaktadır. Moldocaş, Aşayran ile
evlenmeyi kabul eder, gece orada kalırlar, sabah uyandıklarında yanında Aşayran’dan
başkası ve mağara yoktur. Bu duruma çok şaşıran Moldocaş, Aşayran’ı alıp köyüne döner,
olanları anlatır. Halkı hem Kocacaş’ın kemiklerini bulup gömdüğü hem de köyüne sağ
salim döndüğü için Moldocaş’ı kutlar. Bir toy düzenleyip Moldocaş ile Kayberen kızı
Aşayran’ı evlendirirler, böylece bir insan ile bir geyik kızı evlenmiş ve Sur Eçki ile
aralarında barış sağlanmış olur.

2.6. Mendirman Destanı

Mendirman, Kırgızların iç ve dış ilişkilerini, sosyal yaşamlarını anlatan bir


destandır. Başkahramanın ismi ile adlandırılan bu destan nazım ve nesir karışık
olarak söylenmiştir. Destanın iki nüshası vardır. Birinci nüsha araştımacı
Esenbayev Keldibek’in Şapak Irısmendeyev’den dinleyerek 1939’da yazıya
15

aktardığı hacimli bir nüshadır. Bu nüsha çok hacimli olduğundan eksiksiz nüsha
olarak nitelendirirlir. İkinci nüsha ise halk bilimi araştırmacısı Ibırayım
Abdırakmanov’un Kaydu adında yaşlı bir anlatıcıdan yazıya geçirdiği nüshadır.
Ibırayım Abdırakmanov, Mendirman Destanı’nın Bokkötön adlı büyük kopuzcunun
ezgisiyle söylendiğini belirtir. Bu destana ait halk nüshası Kırgız halk yazarı
Kasımalı Cantöşöv tarafından yayımlanmıştır (Akmataliyev ve Caynakova, 2009:
13).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev ve Aynek


Caynakova tarafından hazırlanmış ve Ali Özgün Öztürk tarafından Türkiye Türkçesine
aktarılmıştır.

Mendirman Destanı’nın ana konusu adaletsizliğe ve ihanete karşı mücadeledir.


Destanda Kalmuklarla mücadeleye yer verilse de asıl konu Kırgızların kendi aralarındaki
birliğin bozulması ve akrabalar arasındaki sosyal ilişkilerin zorluğudur. Adik Han’ın dokuz
oğlu vardır. Mendirman, Adik Han’ın eşlerinden birinin tek oğludur ve diğer kardeşleri ona
karşı birleşerek düşmanlık ederler, onu öldürmeye karar verirler. Fakat en büyük ağabeyi
Asıl, bu planı öğrenir ve Mendirman’a haber vererek onu kurtarır. Mendirman bu olaydan
sonra eşi Kanış’ı da alarak yurdundan ayrılır, uzak bir yerde olan Adıl Han’ın ülkesine
gidip ona hizmet etmeyi kabul eder. Mendirman hiç durmadan çalışarak Adıl Han’ın
ülkesindeki huzuru ve refahı artırır, halkın da sevgisini kazanır.

Günün birinde büyücü bir kadın Adıl Han’ın aklını çeler ve Mendirman’ın karısı
Kanış’ın çok güzel olduğunu söyleyerek Adıl Han’ı onunla evlenmeye ikna eder. Büyücü
Kanış’ı da Adıl Han’la evlenmeye ikna eder. Aradan uzun bir süre geçer ancak Adıl Han,
Mendirman’ın karısıyla evlenemez. Adıl Han, kendisine yaptığı iyiliklerden dolayı
Mendirman’ı öldüremez fakat onu çok tehlikeli bir yolculuğa göndermek ister. Mendirman
olan biteni anlar ve Adıl Han’a sitem eder, bu durumu kabullenmez. Adıl Han, hatasını
anlar ve aklını çelen büyücü kadını ve kocası Mendirman’a ihanet eden Kanış’ı öldürtür.
Pişmanlığından dolayı kızı Bilerik’i Mendirman’la evlendirir ve tahtını ona bırakır.
Mendirman tahta oturmuş olsa da zorluk içinde yaşayan halkını aklından çıkaramaz. Adıl
Han’dan izin alır ve bir zamanlar kaçmak zorunda kaldığı yurduna çok sayıdaki askerle
birlikte güçlü bir kahraman olarak döner. Kırgız halkının bir kısmının açlıktan öldüğünü,
bir kısmının da göç ettiğini öğrenir ancak orada kendisini diğer kardeşlerinin hain
planından kurtaran en büyük ağabeyi Asıl’ı bulur. Dağılmış Kırgız halkını tekrar bir araya
toplayıp yurduna getirir ve ağabeyi Asıl’ı hanlık tahtına oturtur. Kırgız halkı da huzura ve
16

refaha kavuşmuş olur. Bir yıl sonra Adıl Han ölünce Mendirman hanlığın tek sahibi olur ve
güçlü ordusuyla Kalmuklara seferler düzenleyip düşmanlarını yener.

2.7. Eşimkul Menen Zuura Destanı

Eşimkul Menen Zuura Destanı, 1939 yılında Cumagül Naruzbayev tarafından yazıya
geçirilmiş, 7062 mısralık bir kahramanlık destanıdır. Destanın Latin alfabesi ile yazılmış
tek varyantı Kırgızistan’da El Yazmaları Arşivinde bulunmaktadır (Naruzbayev ve Çelebi,
2007: 13).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Cumagül Naruzbayev tarafından anlatılmış,


Fatma Çelebi tarafından hazırlanarak Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nın ana konusunu çocuk sahibi olmak için mücadele
etmek oluşturur. Bunun yanı sıra Kırgızların yaaşntısında önemli yer tutan halk hekimliği,
evlenme ve doğum merasimleri, miras gibi sosyal konuları da ele alır. Destanda Karmış
adlı zengin bir bey vardır. Bu bey, iki oğlundan büyük olan Eşimkul’u evlendirip evinden
ayırır; küçük oğlu Köçörbay’a ise malını mülkünü bırakır. Karmış ölünce Köçörbay zengin
ve itibarlı bir bey olur, Eşimkul ise iyice fakirleşir. Köçörbay’ın üç eşinden altı oğlu
olurken Eşimkul ve karısı Zuura’nın iyice yaşlanmalarına rağmen çocukları olmaz.
Köçörbay’ın çocuklarından birini isteyip büyütmeye karar verirler ancak Köçörbay hiçbir
çocuğunu vermediği gibi bir de onlarla alay edip fakirliklerini yüzlerine vurur.

Eşimkul ve Zuura, çocuk sahibi olabilmek için perişan halde birçok memleket
dolaşıp çocuk sahibi olmalarına yardım edeceklerine inandıkları pek çok şeyh ve evliyaya
hizmet ederler ancak her seferinde aldatılırlar. En sonunda bir halk hekimine rastlarlar,
hekimin çeşitli otlardan yaptığı ilaçlarla tedavi ettiği Zuura hamile kalır ve altın kâküllü bir
çocuk dünyaya getirir. Hekim, çocuğun büyüdüğünde bir kahraman olacağını söyleyerek
ona Altın Kökül Genç Aydar adını koyar. Eşimkul ve Zuura çocuklarıyla birlikte
memleketlerine dönerler. Çocuk için öyle çok hediye gelir ki Eşimkul ve Zuura
zenginleşir. Altın Kökül, hızla büyür ve on altı yaşına geldiğinde Temirkan adlı hanın çok
korkutucu bir savaşçı olan Kan İçme Karaç adlı oğlunu ve iki devini yenmeyi başaran
kişiye kızı Aruuke’yi vereceğini duyar, ailesinden gizlice Temirkan’ın şehrine gider. Kan
İçme Karaç’ı yenip Sur Koyon adlı tulpar atını alır, Temirkan’ın şehrine gelir. Temirkan’a
17

oğlunu yenmeyi başardığını söyleyerek kızı Aruuke ile evlenmek ister. Temirkan, kızını
vermek istemeyerek Altın Kökül’ü devine öldürtmeye çalışır ancak Altın Kökül devi de
öldürür. Aruuke, Altın Kökül’ü görüp ona âşık olur, Temirkan da kızını verir ve Altın
Kökül’ü de oğlu olarak kabul eder. Altın Kökül, temirkan’ın verdiği çeyizle birlikte
Aruuke’yi alıp memleketine döner, düğün yapıp evlenirler. Altın Kökül, yurdunu
düşmanlardan koruyan bir kahraman olur; Aruuke, Eşimkul ve Zuura ile birlikte mutlu bir
hayat sürer.

2.8. Manas Destanı

Kırgızların atalarından kalan en büyük edebî mirası ve gurur kaynağı olan Manas
Destanı, dünya medeniyetinde de önemli bir yere sahiptir. Onu diğer eserlerden
ayıran en önemli özelliği hacminin büyüklüğüdür. Manas, çok varyantlı bir eserdir,
Manas üçlüsünün 86 varyantı bilinmektedir. Bu varyantların uzunlukları
anlatıcısının yeteneğine bağlı olarak birbirinden farklıdır. Sagınbay
Orozbakoğlu’nun varyantı 180.378 satırdan oluşurken Sayakbay Karalaev’in
varyantı 83.830 satırdır. Manas üçlüsü diye adlandırılan “Manas”, “Semetey” ve
“Seytek” ünlü Manasçı Sayakbay Karalaev’den 1930-1940’lı yıllarda 500.553 satır
olarak yazılmıştır (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 15, 16).

Kırgız İlimler Akademisinin El Yazmaları Fonu’nda destanın araştırılmış birkaç


milyon satırlık kaydı vardır ancak eserin halk arasında anlatılan bazı bölümlerini derleme
çalışmaları devam etmektedir.

Manas’ı anlatmayı meslek edinmiş kişilere comokçu (masalcı) denir ancak 20.
yüzyılın başlarından itibaren bu kişiler Manasçı olarak anılmışlardır. Destanın bölümlerine
göre anlatıcılar Manasçı, Semeteyci gibi adlar da alırlar.

Manas Destanı, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazıya geçirilerek kitap
olarak basılmış, yabancı dillere çevrilmiştir. Bu konuda, Kazak bilgin Çokan
Valihanov ve Rus bilgin Wilhelm Radloff’un eserleri önemli yer tutar. W. Radloff,
Manas Destanı’yla ilgili ilk derlemeyi Kırgızistan’ın güneyinde yaşayan bir
Manasçıdan 1869’da yapmıştır. Bugün Manas metinleri, bilimsel olarak kısaltılmış
metinler hâlinde İngilizce, Çince, Almanca, Japonca gibi farklı dillerde
yayımlanmıştır. Manas’ın tüm dünyada değerli bir eser ve bir kültür mirası
olmasının en önemli göstergelerinden biri 1995 yılının UNESCO tarafından Manas
Yılı ilan edilmesidir (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 18).
18

Büyük Manasçılardan biri de Manas anlatmayı 15-16 yaşlarındayken meslek hâline


getiren Sagımbay Orozbakoğlu’dur. Sagımbay, Manasçılık mesleğinin sırlarını ilk
olarak dönmeim en iyi Semeteycisi sayılan amcası Alişer’den ve ünlü Comokçu
Conbagış’tan öğrenmiş; sonra dönemim ünlü Comokçuları Akılbek, Keldibek,
Balık, Çonbaş, Tınıbek gibi kişilerden Manas’ı dinleyerek kendini geliştirmiştir
(Musayev ve Akmataliyev, 2007: 19, 20).

Sagınbay’ın halk arasında anlatılan varyantı 1922-1926 yılları arasında Issık-


Köl’ün Ton bölgesinde Koyum Miftakov ve öğrencisi Saparbay Sooronbayev
tarafından yazıya geçirilmiştir. Bütün Manas araştırmacıları bu varyantın çok
nitelikli olduğunu ifade eder. Bu metin, birkaç deftere eski Arap alfabesi ile
kaydedilmiştir. Defterdeki el yazılarına göre ilk 3 sayfayı Miftakov, 4. sayfadan
305. sayfaya kadar olan kısmı ise İbrahim Abdırakmanov yazmıştır. Birinci defterin
iki nüshası vardır çünkü Miftakov ve öğrencisi Sooronbayev aynı anda yazmıştır
(Musayev ve Akmataliyev, 2007: 20).

Sagınbay’ın varyantını baştan sona kadar yazıya geçirenlerden biri de İbrahim


Abdırakmanov’dur. Abdırakmanov, Manas’ın diğer varyantlarını da yazıya geçirmiştir.

Manas Destanı’nın yayımlanmış bazı varyantları şunlardır:

“Manas’ın Çocukluğu” : Sagınbay Orozbakoğlu’nun anlatımından 1940 yılında


İbrahim Abdırakmanov tarafından Latin harfleriyle hazırlanan bu eserde Manas’ın
doğumundan han seçilmesine kadar geçen olayları çok kısa şekilde anlatır.

“Manas” : Sagınbay Orozbakoğlu’nun varyantından 1978’de S. Musaev tarafından


Kırgızca olarak yayına hazırlanan bu eserdeki olaylar asıl kaynaktaki gibidir ancak
dönemim politik şartları gereği İslâm dinine ait bazı bölümler kısaltılmıştır. Eserin
ikinci yayını da yapılmıştır.

“Manas. Kırgız Halkının Kahramanlık Destanı” : Sovyetler Birliği Halklarının


Destanları Projesi kapsamında 1984 yılında M. Yunsualiyev, S. M. Musaev ve K.
K. Kırbaşev tarafından yayına hazırlanan bu eser; Kırgızca ve Rusça olarak
yayımlanmıştır. Bu eser yayımlanırken asıl kaynak değiştirilmemiş ancak
kısaltılmıştır.

“Manas” : Sagınbay Orozbakoğlu’nun varyantından 1995 yılında S. Musaev ve K.


Kırbaşev tarafından yayına hazırlanmıştır. Olaylar en başından başlayıp manas’ın
han seçilmesine kadar devam eder (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 13, 14).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Sagınbay Orozbakoğlu’nun varyantının 1922


yılında yazıya geçirilmiş olan metninden S. Musayev ve Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev
tarafından hazırlanmış, Prof. Dr. Fikret Türkmen ve Dr. Şurubu Uraimova tarafından
Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.
19

Cakıp Bey, elli yaşına gelmesine rağmen ilk eşi Çıyırdı’dan da ikinci eşi
Bakdöölöt’ten de çocuğu olmaz. Cakıp Bey ve iki karısı bu duruma çok üzülür ve sürekli
olarak üzüntülerini dile getirirler. Bir gün Cakıp Bey ve karıları rüya görürler. Çıyırdı,
rüyasında bir elma yiyip hamile kaldığını, sonra bir ejderha doğurup ona at gibi bindiğini
görür. Cakıp Bey, rüyasında olağanüstü özellikleri olan bir akdoğan görürken Bakdöölöt
de rüyasında olağanüstü özellikleri olan bir ala doğan görür. Cakıp bir toy düzenleyip
ziyafet verir ve kendisiyle karılarının rüyalarını âlimlere anlatır, âlimler hepsinin rüyasını
çocukları olacağına yorar.

İki yıl sonra Çıyırdı hamile kalır ve kaplan yüreğine aş erer, iki kaplanın yüreğini
yiyince aş ermesi geçer. Dokuz ay sonra çok iri ve güçlü bir bebek dünyaya getirir.
Çocuğun doğumu şerefine Cakıp Bey çok büyük bir toy düzenleyerek ziyafet verir.
Âlimler çocuğa verecek ad bulamazlar, birden bire beliren bir derviş çocuğa Manas adını
verir.

Manas sekiz yaşına geldiğinde çok güçlü fakat şımarık, söz dinlemez bir çocuk olur;
halkın malına mülküne zarar verir. Halk, onun başlarına bela açmasından korkar. Cakıp,
biraz uslanıp olgunlaşması için Manas’ı Oşpur adlı çobanın yanına altı ay uşaklığa verir.
Manas koyunları otlatırken bir kurt gelip kuzulardan birini kapıp kaçar. Manas kuzunun
kanından iz sürüp bir mağaraya gelir. Orada kanatlı atlar ve insana benzemeyen kırk kişi
görür. Üstelik kurt ortalıkta yoktur ve kuzusu sağ salim orada durmaktadır. Kırk varlık,
Manas’ı İslâm’a ve Allah’a inanmaya çağırır.

Bir süre sonra Cakıp Bey, Manas’ı alıp köyüne dönerken Cakıp’ın atlarını alan
Kalmuklarla karşılaşırlar. Manas, babasına saldıran bir Kalmuk’u öldürüp babasını kurtarır
ancak Cakıp, Kırgızların Kalmuklar karşısında çok zayıf olduğunu, Manas’ın da henüz
onları yenecek güçte olmadığını söyler. Bu sırada Kırk Çiltan, Manas’ın gözüne görünür
ve gözlerini kapatmasını söyler. Manas yanında demir zırh giymiş çok sayıda asker görüp
bunların kim olduğunu sorunca Kırk Çiltan, hepsinin Manas’ın yardımcısı olduğunu
söyler. Manas gözlerini açtığında etrafta kimseyi göremez ancak kendisini artık daha güçlü
ve daha cesur hisseder.

Kalmuklar intikam almak için Cakıp’ın şehrini sararlar, Cakıp bütün dostlarına haber
gönderip yardım ister. Kalabalık Kalmuklar, Bey Cakıp’ın at sürüsünü ele geçirmek
20

isteyince Mançulu Kalmuklar buna karşı çıkar ve aralarında dövüş başlar, birbirlerini
öldürürler. Birlik olan Kırgızlar, Kalmuklara saldırıp yardım isteyen Mançulu Kalmukları
kurtarırlar, onları da aralarına alarak daha güçlü hâle gelirler.

Çin padişahı Esenkan, çok zengin bir bey olan Cakıp’ın oğlu Manas’ın Pekin’e
saldıracağını duyar. Duyduklarının gerçek olup olmadığını öğrenmeleri için Kırgızlara
birçok değerli hediyeyle birlikte elçiler gönderir. Elçiler yolda arkadaşlarıyla ordo oyunu
oynayan Manas’a rastlarlar. Manas, elçilerden develerini oyun oynadıkları yerden
çekmelerini söyleyince Çinliler çocuğu azarlarlayıp ona meydan okurlar. Manas öfkelenip
onlara saldırır ve elçilerin amirini öldürür, kırk beş deve yükü hediyeye el koyar.

Bey Cakıp olan biteni öğrendiğinde çok endişelenir. Pekin’in çok güçlü olduğunu,
onlarla savaşan kimsenin sağ kalmadığını söyler. Diğer taraftan Neskara adlı Çinli
komutanın kendisiyle konuşan atı Neskara’ya Cakıp’ın mallarını ele geçirip oğlu Manas’ı
öldürmesini söyler. Neskara, altı bin askerle yola çıkar. Cakıp’ın düşmanları tarafından
uzaklara sürüldüğü için uzun yıllardan beri görmediği ağabeyi Bay, olan biteni tesadüfen
öğrenir ve Cakıp’a haber verir. Cakıp, tüm dostlarından asker toplamaya başlar. İki ordu
savaşınca Kırgızlar, Çinlileri yener. Çinli komutan Neskara kaçar, kalan altı binden fazla
askeri af dileyip Manas’a tâbi olur.

Manas on dört yaşına geldiğinde abdest alıp namaz kılanların olduğu bir kervana
rastlar, ne yaptıklarını sorar. Aykoco adlı bir ihtiyar ona Hz. Muhammet’i İslâmiyet’in
gereklerini anlatır, “Gaza için hazır ol, Peygamberin verdiği emaneti al.” diyerek bir tüfek
verir.

Çin padişahı Manas’ı öldürmeleri için on bir elçi gönderir, Manas onları yakalayıp
gözlerini oyar, kulak ve burunlarını keser hatta atlarının kahkül ve kuyruklarını da kesip
elçileri geri gönderir. Böylece Çin hükümdarına üstünlüğünü gösterip meydan okur.

Manas yanına aldığı seksen dört kişiyle uzun bir ava çıkar. Ava çıkan gençler
günlerce avlanamaz ve aç kalırlar. İçlerinden biri atını kesmeye cesaret ederse o kişiyi
kendilerine han seçmeyi teklif ederler, böylece karınlarını da doyurmayı düşünürler. Manas
cesaret gösterip atı Akkula’yı kesip arkadaşlarını doyurunca diğerleri tarafından han ilan
edilir. Avlanmak için uzak yerlere giden Manas ve arkadaşları Çin hükümdarı Esenkan’ın
21

askerleri ile karşılaşıp onları yenerler, atlarını ve kürklerini ganimet olarak alırlar.
Yurtlarına döndüklerinde Manas tüm halkını ve komşularını davet ederek büyük bir ziyafet
verir. Cakıp Bey, gelen herkesi Müslüman olmaya çağırır. Çinlilerle hep birlikte mücadele
etmezsek onlar bizi yok edecek, der. Altaylılar, Kangaylılar, Mançulular, Tırgotlular,
Kazaklar ve Kırgızlar; Çinlilere karşı güçlü olabilmek için birleşip Manas’ı kendilerine han
seçerler. Cakıp Bey, ilk defa bir araya gelen doksan altı bin kişiye ziyafet verir.

2.9. Boston Destanı

Boston Destanı, hacim bakımından Kırgız destanları içinde önemli bir yere sahiptir.
Boston Destanı’nın El Yazmaları Arşivinde sadece bir varyantı bulunmaktadır. Bu
varyant, Akmat Toktogulov’dan 1985-1987 yılları arasında derlenerek arşive
alınmıştır. Akmat Toktogulov, destanın ön sözünde diğer pek çok Kırgız destanı gibi
Boston’u da babasından dinlediğini, okuma-yazma bilmeyen babasının anlattığı bu
destanları derlemediği için pişmanlık duyduğunu ifade eder (Akmataliyev ve
Kadırmambetova, 2009: 17, 18).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev ve Aynura


Kadırmambetova tarafından hazırlanmış, Prof. Dr. Naciye Yıldız tarafından Türkiye
Türkçesine aktarılmıştır.

Destan Karaça Dulay halkının hanı Buuba’nın çocuksuzluğu ile başlar. Han Buuba
yaşlandığını düşünür ve halkına üzüntüsünü anlatır, tüm halk Buuba Han’ın çocuğu olması
için dua eder. Gökyüzünde beliren beyaz bulut ikiye ayrılır ve arasından çıkan ak sakallı,
halkın duasına “Âmin, çocuk sahibi ol.” der. Buuba Han sevinip adak adar. Kısa süre sonra
Buuba Han’ın eşi Kanışa hamile kalıp aş erer; Buuba Han, tay ve kısrak kesip toy
düzenler. Kanışa, kayberen yüreğine aş erer; ayı ve kurt yüreği yese de aş ermesi geçmez,
kaplan yüreği yiyince geçer. Kanışa’nın doğum sancıları başladığında otağına ak saçlı yaşlı
bir kadın gelir. Umay Ana olduğu ifade edilen bu kadın, Kanışa’nın doğumuna yardım
eder ve sonra yok olur. Kanışa, biri kız biri erkek ikiz çocuk dünyaya getirir. Buuba Han,
çocuklarına ad vermesi için Hüda’ya yalvarır, gökteki bulutlar yere iner ve içinden Hızır
Aleyhisselam gelir. Erkek çocuğuna güçlü ve cesur bir savaşçı olacağı için Boston, kız
çocuğuna da aklı herkesten fazla olduğu için Karaçaç adını vermesini söyler ve kaybolur.
22

Boston büyüyüp güçlenir, diğer çocuklarla oynamaktan sıkılır, halkın çocuklarını


dövüp mal ve mülküne zarar verir. Bunun üzerine halk Buuba Han’a rahatsızlığını anlatır
ve ayrılma zamanı geldi der, Buuba Han çok üzülür. Çok akıllı bir kız olan Karaçaç bu
duruma bir çare bulur. Doğuda yaşayan Kadamış Han’ın Cezbilek adında çok güzel bir kızı
olduğunu, nişanlısı olması için Boston’a yüzük gönderdiğini söyler. Boston, gitmek için
babasından izin alır, Karaçaç gerekli hazırlıkları yapar. Boston, yola çıkmak için kendisine
at seçer ancak öyle heybetlidir ki bindiği tüm atların beli kırılır. Bunun üzerine Karaçaç,
ağabeyini Karadağ’ a gönderir; Boston bu dağda Karaboz adlı olağanüstülükleri olan atını
bulur. Boston, Kadamış Han’ın ülkesine varmak için büyük tehlikelerden geçer; Kadamış
Han’ın ülkesini koruyan bekçileri sınırın kızıl tilkisi ve alp karakuş ile savaşıp atının da
yardımıyla onları yener. Kadamış Han, kızı Cezbilek ile konuşur ve kızını Boston’la
evlendirmeye razı olur. Bir gün Kadamış Han’ın yurduna Kalmuklar saldırır ve Boston
düşmanları yenip halkı kurtarır, bunu gören Kadamış Han Boston’un artık oğlu olduğunu
söyler ve birlikte mutlu ve huzurlu yaşamaya başlarlar.

Bir zaman sonra Karaboz, Boston’a kendisi burada huzur içinde yaşarken yurdunun
düşman tarafından yok edildiğini ve geri dönmesi gerektiğini söyler. Boston yurduna
dönerken geçtiği tehlikeli yollarda Aykan ve Künkan adlı hanlara rastlar, onların kızlarıyla
da evlenir, erkek çocukları olmayan bu hanlar Boston’u oğulları olarak kabul edip
tahtlarını ve hanlıklarını ona verirler.

Boston yurduna döndüğünde yurdunun Fars beyi Ayşakan tarafından işgal


edildiğini, halkının çok eziyet görüp sürüldüğünü, kız kardeşi Karaçaç’ın Ayşakan’la birlik
olduğunu öğrenir ancak Karaçaç hasta olduğunu, öleceğini, kendisine ab-ı hayatı getirirse
iyileşeceğini söyleyerek Boston’u kandırır ve yer altına gönderir. Boston mamıtlar ve
devlerle mücadele eder, mamıtlar ve alp karakuş ile dost olur. Yer altına iner, oradaki
zalimlerle mücadele edip halklarını özgürlüğe kavuşturur. Mücadele ettiği düşmanlarından
birisi olan Çoyun Alp’in kızyla da evlenir. Düşmanlarını yener ve yeryüzüne çıkıp yurduna
döner. Ayşakan’ı yenilgiye uğratıp kız kardeşi Karaçaç’ı ailesine ve halkına ihanet ettiği
için cezalandırır. Daha sonra halkını bir araya toplar, dört hanlığın ortasında uzlaştırıcı biri
olarak yaşar. Dört hanlığa dört karısından doğan oğulları miraşçı olur.
23

2.10. Kız Darıyka Destanı

Kırgız destanları içerisinde konusunu Arap ve Fars edebiyatlarından alan aşk,


kahramanlık ve dinî konulu eserler de yer alır. Bunlar içinde en yaygın ve en çok
anlatıma sahip olanı Kız Darıyka Destanı’dır. Kırgız destan geleneğinin son
dönemlerine ait olan bu eser, konusu İslâmî olmasına rağmen Kırgız kültürüyle
yoğrulmuş ve millî bir nitelik kazanmıştır. Destanın dörtlükler hâlinde ve 11’li ya da
12’li hece ölçüsüyle yazılmış olması bu düşünceyi desteklemektedir (Orozova ve
Akmataliyev, 2010: 13).

Kız Darıyka Destanı’nın Kırgız Millî Bilimler Akademisinin Manas Araştırmaları ve


Millî Kültür Merkezinin El Yazmaları Arşivinde sekiz el yazması bulunmaktadır.
Bunlardan ilki Kıdık Sulaymanov’un meşhur kopuzcu Karamoldo Orozov’dan
dinleyerek 1941 yılında derlediği ve Latin harfleriyle yazdığı anlatmadır. Bir diğeri
destanı Karamoldo Orozov ve Çalakız İmankulov’dan öğrendiğini belirten Mamıt
Kangeldiyev’den 1964 yılında derlenen on iki sayfalık el yazmasıdır. Bir başka
çalışma, Kadırakun Cantayev’den nazım-nesir karışık olarak derlenen ve baş kısmı
bulunmayan daktiloda yazılmış dokuz sayfalık bir metindir. 1969 yılında Camaş
Sokubaşev’den nesir şeklinde on sayfalık bir el yazması derlenmiştir. Kadırkul
Alimanov, 1974 yılında daktilo ile yazarak bir nüsha teslim etmiştir. 1982 yılında
Mamacan Sopuyev’den 652 mısralık bir derleme yapılmıştır. 1990 yılında nazım-
nesir karışık on sayfalık bir el yazması nüsha da arşive teslim edilmiştir. Bu nüsha
Kayır Mukaşeva’nın anlatmasıdır. Anlatıcı destana “belek” adını vermiştir ve dine
karşı olan baskıcı tutum nedeniyle bu nüshada karakterlerin ismi değiştirilmiştir.
Ayrıca Kaçkanak Salibayev’in daktilo ile yazıp teslim ettiği bir anlatma da arşivde
yer almaktadır (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 15, 16).
.

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Kadırkul Alimanov tarafından anlatılmış,


Gülbara Orozova ve Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev tarafından hazırlanmış ve Ferah
Türker tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

K. Alimanov’un anlatması destanın nerede, ne zaman ve kimden öğrenildiğinin


anatılmasıyla başlar. Alimanov, bu destanı yaşlı bir adam olan Çaki’den dinlemiştir.
Alimanov, destanı yazıya geçirmek istediğini söyler ve anlatıcı Çaki’ye bazı sorular sorar.
Alimanov, destanı yeni nesillere aktarılsın ve adı kalıcı olsun diye yazıya aktardığını
söyler. Destanın asıl metni, Kırgız-Kıpçak halkının yaşamlarının anlatılmasıyla başlar.
Hayatını halkını düşmanlardan korumak için mücadeleyle geçiren Katıran, yaşlandığı ve
çocuğu olmadığı için üzülür fakat bir süre sonra karısı hamile kalır ve bir kızı olur. Kızın
doğumu şerefine düzenlenen toyda aksakallar kıza “Darıyka” adını verirler. Darıyka
büyüdükçe güçlenir ve kimsenin yenemediği bir pehlivan olur. Katıran, halkının da onayını
24

alarak yerine kızının geçmesini ister; ona adil, dürüst ve tok gözlü olması yönünde öğütler
verir.

Katıran iyice yaşlanır ve ölmeden önce kızının evlendiğini görmek ister. Darıyka
babasının bu isteğini kabul eder ancak kendisini güreşte yenebilecek biriyle evleneceğini
söyler. Bir süre sonra Katıran ölür, Darıyka bir süre yas tutar. Darıyka’nın pehlivanlığı ve
adaletiyle ilgili şöhreti dünyaya yayılır, herkes ondan “kaplan” diye söz eder. Darıyka,
kendisiyle evlenmek isteyen tüm yiğitlerle güreşeceğini, kendisini yenecek kadar güçlü
biriyle evleneceğini duyurur. Pek çok yerden yiğitler onunla güreşmeye gelir fakat Darıyka
hepsini yener. Kendine denk bir eş adayı bulamadığı için üzülür. Danışmanının önerisi
üzerine Arabistan’daki Hz. Ali’ye de ulaşması için bir davet mektubu yazar ve bütün
ülkelere gönderir. Güreşte kendisini yenebilen yiğitle evleneceğini ancak yenemeyeni
öldüreceğini söyler. Mektup, Hz. Muhammet’e ulaşır. Hz. Ali durumu Hz. Muhammet’e
danışır, Hz. Muhammet Darıyka’nın ününü bilir ve Hz. Ali’ye gitmemesini, yenilirse kötü
olacağını söyler. Hz. Ali, Kız Darıyka’nın kendisine meydan okumasını gurur meselesi
yapar ve tek başına yola çıkıp Semerkant’a gider. Darıyka ile Hz. Ali günlerce güreşirler
ancak birbirlerini yenemezler. Darıyka, Hz. Ali’nin kendisine denk olduğunu anlar ve
onunla evlenir, Kıpçak halkının yeni önderi Hz. Ali olur. Darıyka hamileyken Hz. Ali’ye
Hz. Muhammet’ten onu memleketine çağıran bir mektup gelir. Hz. Ali doğacak çocuğa
Şaysılda adını vermesini söyleyerek Kız Darıyka’ya veda eder ve memleketine döner.

Şaysılda on sekiz yaşına geldiğinde birçok pehlivanı yenebildiği için büyük


hayranlık kazanır. Şaysılda bir gün yaşlı bir kadının oğluyla oynarken çocuğu öldürür.
Yaşlı kadın, Darıyka’nın yasaklamasına rağmen Şaysılda’ya babasının yaşadığını anlatır.
Şaysılda, annesinden bütün gerçeği öğrenir ve annesini ikna ederek babasının kendisine
bıraktığı emanet kılıcı alarak babasını bulmak üzere yola koyulur.

Şaysılda zorlu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Bir grup çocuğun güreştiğini
görür ve güreşe katılmak için izin ister. Güreşen çocuklar kardeşleri, izin istediği kişi de
babası Hz. Ali’dir fakat Şaysılda bunu bilmez. Önce Hasan, sonra da Hüseyin’le güreşen
Şaysılda ikisini de yener. Hz. Ali oğullarını yendiği için Şaysılda’ya öfkelenir ve ona
meydan okur, Şaysılda güreşte babasını da yener. Şaysılda, Hz. Ali ve Darıyka gibi
yenilmez iki pehlivanın çocuğu olduğunu söyleyince Hz. Ali, çocuğun kendi oğlu
olduğunu anlar, Şaysılda’ya ağabeylerinden özür dilemesini söyler. Babası ve ağabeylerine
25

el kaldırdığı için utanan Şaysılda oradan kaçar. Yerin yarılıp kendisini saklaması için
Allah’a dua eder. Kaçarken kapısı olmayan bir mağara belirir ve Şaysılda mağaraya girince
yer yarılıp onu içine alır. Evlat acısına dayamanayan Darıyka ve Hz. Ali günden güne
güçsüzleşir ve ölür.

Kız Darıyka Destanı, diğer destanlardan farklı olarak mutsuz şekilde sona erer.
Alimanov, destanı eksiksiz olarak yazdığını belirtir ve kimsenin evlat acısı çekmemesi
dileğinde bulunur.

2.11. Er Soltonoy Destanı

Er Soltonoy Destanı, nazım ve nesir karışımı olarak anlatılan Kırgız destanlarından


biridir. Bu destanı tam olarak anlatanlardan biri Süyörkul Abdırahmanov’dur.
Abdırahmanov’un ifadesine göre zengin halk masallarına hâkim bir söz ustası olan
babası, bu destanı uzun kış gecelerinde birkaç gece toplanarak anlatmıştır.
Abdırahmanov, bu destanı 1945 yılından itibaren nazım şeklinde anlatmaya
başlamış, destanı üç defa düzeltmiş ve 1951 yılında bugünkü hâline getirmiştir
(Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 13).

Tezimizde ele aldığımız bu destan, Süyörkul Abdırahmanov’un anlatımından Prof.


Dr. Abdıldacan Akmataliyev, Aynura Kadırmambetova ve S. Zakirov tarafından
hazırlanmış ve Dr. İsmail Turan Kallimci tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Destana Er Soltonoy adı verilmesine rağmen olaylar Temirkan ve Bolotkan adlı iki
kardeş etrafında geçmektedir. Destan onların doğumlarıyla başlarken Soltonoy sadece bu
iki kardeşin en iyi komutanlarından biri olarak aktarılır. Bu durum, Soltonoy karakterinin
destana sonradan ilave edildiğini düşündürmektedir.

Kırgız hanlarından biri olan Colborskan’ın kırk yaşına kadar çocuğu olmaz. Bir süre
sonra karısı Gülaypa hamile olduğunu ve zehirli yılana aş erdiğini söyler. Dokuz ay on gün
sonra Gülaypa çok iri ve güçlü bir çocuk dünyaya getirir, ona Temirkan adını verirler.
Temirkan dört yaşına geldiğinde Gülaypa tekrar hamile kalır ve kartal etine aş erer.
Dünyaya getirdiği ikinci erkek çocuğa Bolotkan adını verirler.

İki kardeş hızla büyür; heybetli, dik başlı, güçlü ve cesur birer yiğit olur. Bir gün iki
kardeş halk içinde oturan Colborskan’a gelip Kalmuklarla savaşmaya gitmek istediklerini
26

söyler. Colborskan, oğullarının kendilerini tehlikeye atmasına razı olmaz ve onlara


Kalmukların çok kalabalık, güçlü ve acımasız olduklarını anlatır. Oğulları ısrar edince razı
olmak zorunda kalır. Temirkan, nam salmış tüm Kırgız baturlarına mektup yazarak onlara
birlik olma çağrısında bulunur. Kalmuklara karşı savaşmaya çağırdığı yiğitlerden biri de Er
Soltonoy’dur. Altı gün içinde tüm yiğitler Temirkan’ın şehrine gelir, kırk yiğit birlikte
savaşacaklarına dair ant içer.

Kırgızların Çınabat şehrinde yaşayan bir tüccar, Kalmuk pazarından mal almaya
gittiğinde bütün olanları anlatınca bu sözler, Kalmuk Hanı Korgoş Han’ın kulağına kadar
gider. Korgoş Han, 45 bin asker toplayıp Kırgızlara baskın yapmaya karar verir. Diğer
yandan Temirkan, babasından cesur savaşçılardan oluşan 3 bin kişilik bir ordu
hazırlamasını ister. Üç bin kişilik ordu, kırk yiğitle birlikte ihtiyar Karatal komutasında
düşmana doğru yola koyulur. Kalmuk ordusunu uzaktan gören Karatal, Togay Han’a haber
gönderip yardım ister. Togay Han, bin kişilik bir ordu gönderir. İki ordu bir ovada savaşır,
Kırgızlar Kalmukları bozguna uğratır. Savaşta sağ kalıp kaçmayı başaran Kalmuk askerleri
Talas’a gelerek güçlü Kırgız ordusunun onları yok etmek için geldiğini söyler, Kalmuk
halkı Çüy’e doğru kaçar.

Savaşta ölen bir Kalmuk beyinin kızı olan Orolkan, Kalmuk hanlarından ikisine
mektup yazarak savaşmalarını, hangisi kazanırsa onunla evleneceğini söyler. Orolkan
aslında Temirkan’a âşık olmuştur, amacı Kalmukları birbirine düşürüp yok olmalarını
sağlamaktır. İki Kalmuk hanı Çüy Ovasında savaşır ancak bir süre sonra Orolkan’ın
kendilerine oyun oynayıp Temirkan’a kaçtığını öğrenirler ve Kırgızlara karşı tekrar birlik
olurlar. Temirkan, beş bin kişilik bir ordu ile Çüy Ovasındaki Kalmuklara bir gece baskın
düzenler ve birçok Kalmuk’u öldürüp ganimet alır. İhtiyar Karatal, Kalmuk ordusunun çok
kalabalık olduğunu, onları yenemeyeceklerini ancak hanlarını öldürürlerse Kalmukların
dağılacağını söyler. Bir gece Kalmuk Hanı Tülömöt’ün çadırına gizlice giren Kırgız
yiğitleri hanı öldürür, Cediger’in boyunduruğunu kabul etmeyen Kalmuk halkı dağılır.
Cediger Han, ordusunu toplayıp Kırgızlara tekrar saldırır ancak yine yenilgiye uğrar.

Kurtulan Kalmuk komutanları, Moğolistan’ın Orgut şehrinin hanı Uyulkan’a sığınır.


Uyulkan bir gece rüyasında iki kaplanın kendisini öldürdüğünü görür, rüyasını
yorumlatınca o iki kaplanın Temirkan ve Bolotkan olduğunu öğrenir, onları ele geçirmek
için yollar arar. Madılbek bir yiğit ikisini de getireceğine dair söz vererek Talas’a gider.
27

Madılbek, Temirkan ve Bolotkan’a dostmuş gibi davranarak kırk yiğidin arasına katılır ve
hepsinin güvenini kazanır. Bir gün Madılbek, yılkıcıları toplayıp getirmeye gittiğini;
Temirkan ve Bolotkan ile buluşacakları yeri söyleyip gider. Oysa Uyulkan’dan aldığı 40
bin kişilik ordunun başına geçip iki kardeşi tuzağa düşürecektir. Buluşacakları yere gelen
Madılbek, kırk yiğidin sarhoş olup sızdığını görünce Temirkan ve Bolotkan’ı yılkıları
göstermek bahanesiyle tuzağa düşürerek esir alır. Dokuz gün sonra uyanan kırk yiğitten
Soltonoy bir terslik olduğunu anlar, Madılbek’in peşine düşer. Soltonoy önderliğindeki
kırk yiğit kırk bin kişilik Kalmuk ordusuyla birçok defa savaşır, onlara büyük kayıplar
verdirir ancak onları yenemeyeceklerini anlayınca yaralı ve bitkin olarak şehirlerine döner.

Uyulkan, Temirkan ve Bolotkan’ı öldürmek için defalarca asar ancak her seferinde
darağacı yıkılır, onları silahla vurmak ister ancak iki kardeşe de kurşunlar işlemez. Bunun
üzerine açlıktan zayıflayıp kendi kendilerine ölsünler diye onları bir hendeğe kapatır. Her
yerde onların öldüğüne dair haberler yayılır. Colborskan, yıllar önce karısı Gülaypa ile
evlenebilmek için Gülaypa’nın babasını öldürmüştür. Gülaypa’nın kin tutan kardeşleri
Temirkan ve Bolotkan’ın öldüğü haberini alınca bu durumu fırsat bilip kırk yiğide tuzak
kurup düzenledikleri toyda onları sarhoş edip yakalar ve Colborskan’ın savunmasız kalan
şehrini ele geçirirler. Colborskan’ı öldürüp Gülaypa ve gelini Orolkan’ı Çınabat’tan
kovarlar.

Temirkan ve Bolotkan’ın esaretinin on ikinci yılında onların hâlâ ölmediklerini


öğrenen Uyulhan, vezirlerinin önerisiyle onları kuyudan çıkarır, en ünlü ozanları ile
atışmayı kazanırlarsa serbest kalacaklarını söyler. Atışmayı kazanan kardeşler serbest kalıp
kendi yurtları olan Çınabat’a dönerken olan biten her şeyi öğrenirler. Babasını öldürüp
yurdunu ve şehrini ele geçiren dayıları Kögöyhan’ın kızını evlendirmek için düzenlediği
toya gizlice katılıp onu öldürürler ve topraklarını geri alırlar.
28
29

3. TÜRK KÜLTÜRÜNDE HAYVAN MOTİFİ

Türkler, uzun yıllar boyunca yarı göçebe bir toplum olarak yaşamışlardır. Tüm
toplumlar gibi Türkler de göçebe yaşadıkları dönemlerde ekonomik ve günlük
ihtiyaçlarının yanı sıra inançlarının etkisiyle hayvanlarla yakın ilişki kurmuşlardır. Bu
ilişki ilk olarak yaşadıkları çevredeki yabani hayvanları avlayarak başlamıştır. Türk
tarihinin en eski dönemlerinden itibaren avcılığın Türkler arasında beslenme, geçim ve
spor amacıyla yapıldığı bilinir.

İnsanlık tarihi kadar eski olan avcılık, başlangıçta insanların yabanî hayvanlardan
korunmak, karınlarını doyurmak amacıyla daha sonraları ise bu temel sebepler
yanında geçimlerini sağlamak, eğlence, spor amaçlı olarak yaptıkları bir iş, bir
uğraştı. Türk tarihinin en eski dönemlerinden itibaren avcılığın Türkler arasında
da beslenme, geçim ve spor amacıyla yapıldığını Türk dilinin en eski
metinlerinden öğrenmekteyiz. Tonyukuk Yazıtında “kiyik yiyü, tabışkan yiyü
olurur ertimiz. (yaban hayvanları yiyerek, tavşan yiyerek yaşıyorduk.)”
cümlesinde Türklerin geyik (yabanî hayvanlar / av hayvanları) ve tavşan
avladıklarını, onların etlerini yediklerini öğreniyoruz (İlhan ve Şenel, 2008).

Türkler, ormanda yaşayan vahşi hayvanların yanı sıra balıkları ve eti yenebilen
kuşları da avlamışlardır. Avcı kuşlar olan doğan, kartal, atmaca ve şahini eğiterek
avlanmayı kolay hâle getirmişlerdir.

Eski Türkçe dönemi metinlerine dayalı olarak hazırlanan sözlüklerde ve bunlardan


biri olan Ahmet Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde de Uygurlar
döneminde kullanılan hayvancılık ve avcılıkla ilgili pek çok kelime ve terim yer
almaktadır. “Adıg, adgar, at, avçı, avlamak, bars, balık, balıkçı, kuşçu, tor, torçı,
böri, kunduz, kurt, keyik vb.” (İlhan ve Şenel, 2008).

Beslenme ve giyinme ihtiyaçlarının bir bölümünü avlanarak karşılayan Türkler, bu


ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabilmek ve ulaşım sağlamak amacıyla bazı hayvanları da
evcilleştirmişlerdir. Türklerin evcil olarak besledikleri hayvanlar içerisinde at, sığır, keçi,
koyun, tavuk, ördek gibi bugün de insanların besledikleri hayvanlara rastlanmaktadır.

Kâşgarlı’nın ulaşabildiği Türk coğrafyasının, Türk dünyasının söz varlığını,


kelime hazinesini toplayan şaheseri Divânu Lugâti’t Türk’ünde de ortak kültürün,
ortak dünya görüşü ve sosyal hayatının izlerini takip edebilmekteyiz. Eserde ortak
kültür ve sosyal hayatın yansımaları olarak o dönemin Türk dünyasında bulunan
ve Türk toplumunun ekonomik ve sosyal hayatında etkili olan avcılık ve
30

hayvancılıkla ilgili kavramlar, nesneler, inançlarla ilgili kelimeleri, deyimleri


görmekteyiz. Bu kelime ve deyimlerin bir kısmı evcil hayvanlar ile ilgili
kullanılırken bir kısmının yabani hayvanlarla alakalı kullanıldığını gördük. İnsan
hayatı için ekonomik ya da besin değeri olmayan hayvanların da eserde yer alması
Kaşgarlının ve Türk toplumunun, dünyayı-yaşanılan hayatı bir bütün olarak
kavradıklarını ve günlük hayatlarında yaşattıklarını göstermektedir (İlhan ve
Şenel, 2008).

Türk kültüründe hayvanlar sadece insanların ihtiyaçlarını karşılayacak roller


üstlenmezler. Sahibine sadık oluşlarıyla tanınan at ve köpek gibi hayvanlar, Türk
kültüründe vazgeçilmez bir yere sahiptir. Ayrıca at, deve, oğlak gib hayvanların yer aldığı
Cirit, Gökbörü, Er Sayış gibi Türklere özgü birçok oyun ve spor bulunmaktadır.

İnsanlara zevk vermesi için süs balıklarının ve güzel sesli kuşların beslenmesi,
Türklerin hayvanlara olan sevgisinin ortaya koyan bir başka gerçektir.

İslamiyetten önceki dönemlerinde de İslamiyeti kabul ettikten sonra da Türklerde


kurban kesme inancının olması, hayvanlara verilen değeri arttırmış ve inanç sisteminde
hayvanlara yer vermiştir. Türklerin inanç sisteminde hayvanlar sadece kurban olarak yer
almaz. Şamanist kültürün etkisindeki Türkler, at, kurt, geyik, ayı gibi bazı hayvanların
soyundan geldiklerine inanmışlardır. Hayvan-ata şeklinde adlandırılan bu inanç, söz
konusu hayvanlara kutsiyet ve dokunulmazlık kazandırmıştır.

“Göktürklerin ve Uygurların kurttan türeyişi ile ilgili efsaneler, Türk mitolojisinde


yer alan türeyiş efsanelerinin temelini oluşturur. Türk mitololjisinde kurttan başka geyik de
hayvandan türeyiş unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır” (Karadavut ve Yeşildal, 2007).

Türk kültüründe hayvanlarla ilgili bir başka unsur ise hayvan adlarının insanlar için
sıfat olmasıdır. İnsanlar; kişilik özelliklerine göre bazı hayvanlarla özdeşleştirilirler ve
aslan, kaplan, kurt, tilki, atmaca, kuzu, keçi, tavşan gibi olumlu ya da olumsuz anlam
yüklenmiş sıfatlarla anılırlar. Bu konuda dikkat çekici bir başka durum ise insanlara
hayvan adlarının verilmesidir. Doğan, Şahin, Kartal, Aslan, Buğra gibi hayvan isimleri
gücü, cesareti, heybetli oluşu simgeledikleri için insanlara ad olarak verilir.
31

Tarih boyunca Türkler hayvan adlarını şahıs adı olarak kullanmışlardır. Şahıs adı
olarak kullanılan hayvanlar, Türklerin günlük hayatında yer alan at, boğa, buğra
ve koç gibi hayvanlar olabileceği gibi, mitolojik bakımdan önemli olan kurt ve
geyik gibi hayvanlar da olabilmektedir. Ayrıca günlük hayatlarında ve
mitolojilerinde çok fazla yer almayan aslan, kaplan gibi hayvanların adları da
çevikliği ve gücü sebebiyle şahıs adı olarak kullanılabilmektedir (Karadoğan,
2003).
32
33

4. KIRGIZ KÜLTÜRÜNDE HAYVAN MOTİFİ

Kırgız Türkleri de geçmişte diğer Türk boyları gibi göçebe bir yaşam sürmüştür.
Hatta günümüzde hâlâ atlı-göçebe kültürü devam ettiren Kırgız toplulukları olduğu
bilinmektedir. Göçebe bir toplum olarak yaşamanın ilk kuralı, yaşanılan çevreyle uyumlu
olmak ve o coğrafyayı sevip korumaktır. Kırgızların yaşadığı coğrafya birçok hayvan
türüne ev sahipliği yapmaktadır ve doğal olarak bu hayvanlar o bölgenin kültürünün temel
taşlarındandır.

“Eski Kırgız anlayışına göre, insan-hayvan-tabiat üçgeninde bir şuurlu yaratık olarak
insana belli bir üstünlük verilir. Yalnız insanın o üstünlüğünü tabiat dengesini
bozmayacak, sınırları aşmayacak şekilde kullanması icap eder” (Cumakunova, 2007).

Kırgız kültüründe evcil ve vahşi birçok farklı türden hayvan yer alır. Günlük
yaşantılarındaki beslenme, giyinme gibi birçok ihtiyacını hayvansal ürünlerden karşılayan
Kırgızlar, ulaşımda da hayvan gücünü kullanırlar. Şamanist bir temele dayanan Kırgız
kültüründe hayvanlara birçok mitolojik anlam yüklenmiştir. At, geyik, ayı gibi hayvanların
hayvan-ata anlayışıyla kutsallaştırıldığı görülür.

“Mitoloji; insanlık tarihinde uzun bir dönem tanrı olarak kabul edilmiş hayvanların
motifleri yönünden son derece zengin bir kaynaktır... Sonuçta her kültürün mitolojisinde,
hayvanların değişik biçimlerde ve oranlarda da olsa mutlaka yer aldığı görülür” (Armutak,
2002).

Avcılık ve hayvancılıkla geçinen Kırgızlar; at, deve sığır, koyun gibi evcil hayvanları
beslemişlerdir. Etinden ve derisinden faydalanacakları hayvanların yanı sıra kendileri için
tehlikeli olabilecek hayvanları da avlamışlardır.

Eğitilmiş tazı ve sungur, saklanan yabani hayvanı yerinden çıkartmak için salınır.
Sungur, göl civarından kuğu, kaz ve ördek avlamakta, tazı ise tepelerden dağ
koyunu, dağ keçisi ve geyik avlamakta kullanılır. Av hayvanı olarak bunların
sıkça tekrarlanması, bunların iyi avlar olduğunu gösterir. Av hayvanları arasında
bökön (bir karaca cinsi), maral (dişi geyik), arkar (dağ koyunu), kulca (dağ koçu),
geyik eti için; kara samur, kunduz, cambı kürkü için avlanan hayvanlardır. Kulan
(yabani eşek) ise tazının beslenmek için avladığı hayvandır ( Kaya, 2009).
34

Kırgızların kültüründe kurban, İslamiyeti kabul etmelerinden önce de çok önemli bir
yer tutmaktadır. At, koyun, deve, sığır gibi hayvanların kurban edildiği görülür.

İlkel insanların tabiat unsurlarını ve hayvanları kendileri gibi yaşayan, düşünen ve


konuşan varlık olarak algılamaları, korktukları veya gücün simgesi olarak
gördükleri hayvanları kutsallaştırıp onlarla akrabalık kurmaları hayvanlar
hakkındaki efsane ve masalların doğmasına zemin hazırlamıştır. Hayvan-insan
ilişkisi, bugün bile Kırgız folklorunda önemli bir yer tutmaktadır. Kococaş
Destanı bunun en güzel örneğidir (Karadavut, 2010).

Kırgızların yaşantısında hayvanlarla ilişki kurma daha çocuk yaşlarda başlar.


Çocukların hem eğlenmesi hem de avcılık, savaşçılık gibi hünerlerini geliştirmesi amacıyla
oynanan oyunların hemen hepsi hayvanlarla ilgilidir. Hayvanların hem bu oyunlarda
kullanılan araç hem de kazanan kişiye verilen ödül olması, Kırgızların çocuk yaştan
itibaren hayvanları sevip onlara değer vermesini, hayvanları hayatının vazgeçilmez bir
parçası olarak görmesini sağlamaktadır.

Hayvancılık Kırgızların hayatında çok önemli bir yer tutar. Bundan dolayı koyun,
inek, keçi, dağ keçisi, dişi dağ koyunu, dağ koçundan alınan bir kemik olan aşık
ile oynanan oyunlar da “aşık, çükö, ordo…” gibi çeşitli şekillerde ve isim altında
eğitim ve eğlenceye ortam hazırlamıştır… Çok önem verilen aşık oyununda,
zaman zaman kabileler arasında anlaşmazlık sonucu savaşların çıktığı bile
görülmüştür (Atabey, 1998).

Diğer Türk boyları gibi Kırgızlar da göçebe yaşantıları gereği iç içe yaşadıkları
hayvanların adlarını çocuklarına ad olarak vermişlerdir. Dünyaya gelen çocuğun kendisine
adı verilen hayvan kadar güçlü, cesur, heybetli olacağına inanmaları ya da olumsuz nitelik
taşıyan kişilerin bu özelliklerini belirtmek istemeleri bu durumu ortaya çıkarmıştır.

Koruyucu adlar: 1. Kötü ruhları dahi korkutan kudretli hayvanların adları yahut
bunlarla sıkı ilişki gösteren adlar. Bunların bir kısmı belki totemistik kökenlidir.
Alp Börü, Börü (Börü yavrusu, küçük börü), Bürktür Batır (Kartal gibi kuvvetli
yiğit),Er Bagış (Ceylan gibi er), Koyon Han (Tavşan han)… Destanda bu gruba
aldığımız isimlerin bir kısmının totemistik veya ruhları korkutan adları olmayıp
göçebe hayatta hayvanlarla iç içe geçen yaşantının sonucu kültürel geçmiş isimleri
olduğu anlaşılmaktadır… 2. Hor görülen hayvanların adları: Aganday (ayı gibi),
Çaganday ( Çıyan gibi), Kaman (Domuz), Karagaday (Karga gibi, küçük bebe)…
Bunlardan Aganday, Çaganday isimlerine sahip olan kahramanlar, destanda
olumsuz karakterdedir. Dolayısıyla isim-ruh bağlantısı sebebiyle bu adların
verildiği düşünülebilir. Diğerlerinde ise yine kötü ruhları aldatma amacı hâkim
olabilir (Yıldız, 1998).
35

5. KIRGIZ DESTANLARINDA ADI GEÇEN HAYVAN MOTİFLERİ VE ELE


ALINIŞ BİÇİMLERİ

Kırgızların destanlarında evcil ve vahşi birçok hayvanın adı geçmektedir. Kırgızların


günlük yaşantılarındaki beslenme, giyinme gibi ihtiyaçlarını karşıladıkları; eti ve derisi için
ya da kendilerini korumak için avladıkları; ulaşımlarını sağladıkları; keyifli vakit geçirmek
ve yaşantılarını güzelleştirmek için tamamen estetik anlayışla besledikleri; oyun ve
yarışmalarına kattıkları; çeşitli özellikleriyle benzetmelere konu ettikleri birçok hayvan
destanlarda söz konusu edilmiştir. Bu başlık altında, Kırgız destanlarında adı geçen
hayvanlar ve destanlara konu ediliş biçimleri, destan metinlerinden örneklerle açıklanmaya
çalışılmıştır.

“Bazı hayvanların koruyucusu olan ruhlarla ilgili Manas Destanı'nda çeşitli bilgilerle
de karşılaşırız: Oysul Ata, develerin; Kayberen, dağlı geviş getiren hayvanların; Babedin
(Bahaeddin Nakşıbendi), sığırların koruyucu ruhudur” ( Kaya, 2009).

“Manas Destanı'nda yırtıcı avcı hayvanlardan ayı, kaplan, vaşak, pars, küdörü
(büyükçe tilki), kahramanların kuvveti, cesareti ve fizikî yapısını ifade etmede benzetme
unsuru olarak kullanılırlar. Bu hayvanların ruhunun, onu avlayan avcılara geçtiğine
inanılması, av kültüyle ilgili yaygın inanışlardandır” ( Kaya, 2009).

5.1. At

5.1.1.Genel özellikleriyle at

Atgillerden; binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan otçul bir
hayvandır. Evcilleri olduğu gibi sürüler hâlinde yaşayan yabani atlar da vardır. Erkeğine
aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılıp iğdiş edilmiş olana da beygir
denir. Küçük başlı ve kısa kulaklıdır. Yelesi ve kuyruk ucu uzun kıllıdır. Ömrü yirmi ila
otuz yıldır. Otla beslenen atlar, geviş getirmez. Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla
çevrilmiş olup “ toynak” adını alır, bunun üzerine basarak yürür. Atlar ayakta uyurlar ve
uyurken yere hiç düşmezler çünkü bacak kemiklerinin kilitlenebilme özelliği vardır.
36

İnsanlara hizmet eden hayvanların en kabiliyetlilerindendir. Savaşta, yük taşımada,


yarışlarda, cirit ve çit atlama sporlarında, avcılıkta insanların yardımcısıdır. At, cesur ve
atılgan olduğu gibi sahibine son derece sadıktır. Sahibi dilerse dörtnala koşar, isterse aheste
yürür, isterse durur. Her durumda sahibini memnun etmeye dikkat eder.

Evcil atlar, tahminen dört bin yıldan beri insanlara hizmet etmektedir.
Evcilleştirilmiş atların birçok soyu vardır. Yük çekme ve taşıma atları, kalın bacaklı, iri
cüsselidir. Binek ve yarış atları ince uzun bacaklıdır. Saatte 60-70 km hızla koşanları
vardır. Atlar tüy renklerine göre ak, akçıl, kır, al, geyik kırı, çil yeşil, doru gibi çeşitli adlar
alırlar. Arap atı; çok dayanıklı, mükemmel bir binek ve yarış atıdır. İngiliz atı, iyi bir
binek ve yarış atıdır. Özellikle yarış için yetiştirilir. Arap atından daha uzun bacaklıdır.
Midilli atı; küçük, sakin ve dayanıklı bir at çeşididir. Keçi veya koç iriliğindedir. Çocuklar
için iyi bir binek hayvanıdır.

5.1.2.Atın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Göçebe bir yaşam süren Türklerin yaşantısında at, bir insanın en değerli
varlıklarındandır. Hayatın her alanında vazgeçilmez bir öneme sahip olan at; savaşçının en
önemli silahı, en güvenilir dostudur.

Destanlardaki alp kişi destan içindeki kaderini sahibi bulunduğu atla birlikte
yaşar. Destan kahramanının yanında bulunan at, bütün Türk destan rivayetlerinde
olağanüstü özelliklere sahip olarak su ruhundan türer. Türkler, atların denizden
çıkan, dağdan inen ya da gökten, rüzgârdan, mağaradan gelen kutsal aygırlardan
türediğine de inanırlardı (Yardımcı, 2007: 58).

At, mutluluk verici durumları kutlamak amacıyla düzenlenen ve Türklerin sosyal


yaşamının en önemli parçalarından biri olan toylarda bir eğlence aracı olarak da kendine
yer bulur. Gençlerin hem eğlenmek hem de yiğitliklerini kanıtlamak amacıyla at yarışlarına
katıldıkları görülür. At, aynı zamanda bu yarışmaların sonucunda verilen ödüllerden
biridir.

Atların mitolojik en ilkel şeklini Yakut, Tuva, Başkır, Altay ve diğer Türk
halklarının epik eserlerinde görmek mümkündür. Yakutlar arasında anlatılan
efsaneye göre at gökteki tanrıların buyruğu ile yerdeki adamlara (kahramanlara)
hizmet etmesi için gökten gönderilmiş ve Ürün Ay Toyon adlı tanrı tarafından
insana verilmiş kutsal bir hayvandır. Bunlar, kahramanı en kanlı savaşlarda
37

koruyarak can yoldaşı gibi hizmet eder. Yenilmezliğe, yorulmaz güce, adam gibi
akla ve konuşma özelliğine sahiptirler. Bunların doğumları da bazen destan
kahramanlarının doğumlarına benzer. Yani insan gibi doğarlar (Karadavut, 2010).

Göçebe bir hayat süren Türkler, kendilerini ve eşyalarını taşımak için ulaşım aracı
olarak atı kullanmışlardır. Tanrıya kurban edilen en önemli hayvan olarak büyük bir
kutsiyet taşır. Eti, sütü, sütünden elde edilen ve Türklere has bir içki olan kımız göz
önünde bulundurulduğunda atın Türklerin beslenme zincirinin önemli halkalarından biri
olduğu açıkça görülür. Türklerin yaşantısında avcılık önemli bir yere sahiptir ve avcının
ava çıkarken yanına alacağı ilk şeylerden biri de atıdır.

“Şamanist törenlerde at, Şaman’ın gökyüzüne çıkacağı bineği ve kurban hayvanı


olarak önem kazanmıştır. Şaman, at yardımıyla yer altına ya da öteki dünyaya
geçebildiğinden ölümün de sembolü olduğu için çoğu kez kanatlı olarak düşünülmüştür”
(Özkartal, 2012).

At, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde yedinci yıla adını verir.

“Atı ilk olarak Türkler ve Moğollar gibi Asyalı kavimlerin evcilleştirdiği çoğu
araştırıcılar tarafından kabul edilmektedir. Türklerin de yaşadığı topraklar, atın ilk
evcilleştirildiği yer olarak bilinmektedir. Bu topraklarda sekiz bin yıl öncesine ait evcil at
kemiklerine rastlanmıştır” (Karadoğan, 2003).

5.1.3.Kırgız destanlarında at

Kırgız destanlarında en çok yer verilen hayvan attır. Kırgızların yaşantısının her
alanında kendine yer bulan atın destanlarda en çok sözü edilen hayvan olması oldukça
doğaldır. Destan kahramanının en önemli varlığı atıdır. At; sahibine güç ve cesaret veren,
zaman zaman onunla konuşan, engelleri aşmasına yardım eden sadık bir dosttur. Aynı
zamanda halkın yaşantısında ulaşımı sağlayan, eti ve sütüyle beslenmede önemli yere sahip
bir hayvandır.
38

Ata ad verme geleneği

Kırgız destanlarında kahramanlarıyla bir bütünmüş gibi söz edilen atların özel adları
vardır. Bu adlar, atların niteliklerine göre seçilmiş anlamlı ifadelerdir.

Er Eşim Destanı’nda Tügölbay’ın atının adı Şarp Kula’dır. Bu at bir savaş atıdır.

“Zengin Bey Tügöl onu beğenir,


Şarp Kula dediğin budur,
Kemikleri sağlamlaşırsa bir zaman,
Yiğidin kuşu olur der.” (Akmataliyev, Mukasov ve Orozova, 2007: 23)

Şarp Kula’nı annesi olan atın adı ise Aç Buudan’dır.

“Cesur yüreklidir, işte bu,


Bindiğim at, kara kısrak.
Şarp Kula’nın annesidir.
Peşinizden geliyorum.
Aç Buudan’ın ta kendisiymiş.” (age. s. 105)

Er Eşim, Tügölbay’dan bir tulpar at ister. Bu isteğini açıklamak için geçmişteki


kahramanlardan ve onların atlarından söz eder.

“Bizden önce yaşamış,


Nice kahraman yiğit, nice han.
Onlarda birer birer
Varmış çevik yürük at.
Örneğin tulpar Ak Kula,
Manas bindiğinde ona uygun bir kula attı.
Semetey’de ise Tayburuul,
Bahtına doğmuş hayvanmış.” (age. s. 51)

Kozuke ve Bayan Destanı’nda, Sanam eşi Karabay ölünce eşinin atını oğlu
Kozuke’ye verir. Bu atın adı Ak Celke’dir.
39

“Kozuke sen tek göz bebeğimsin çocuğum,


Babandan kalan, Ak Celke çocuğum,
Taşlı yerde koştururken ayakları kaymaz, çocuğum,
Yol yürüyünce yol şaşırmaz, çocuğum.” (age. s. 149)

Şırdakbek Destanı’nın kahramanı olan Şırdakbek on beş yaşına geldiğinde rüyasında


ak sakallı bir ihtiyar görür. Ak sakallı ihtiyar, çöle gitmesini, oradaki boz kısrağı bulmasını
ve boz kısrağın tayını almasını söyler. O tayın kutsal olduğunu, “kayıp”ın yavrusu
olduğunu belirterek tayın olağanüstülüklerini anlatır. Bu tayın adı “Boz Corgo”dur.

“Boz Corgo’nun üzerine,


Binersen evlat ölmezsin,
Sana karşı gelen düşmandan,
Hiç kötülük görmezsin.” (age. s. 267)

Aynı destan metninde Aralbay adlı beyin “Konkul Coo” adlı atından da söz edilir.

“Bu Aralbay beyin


Konkul Coo adlı atı var.” (age. s. 275)

Şırdakbek’in atı Boz Corgo, uçan bir kuş kadar hızlı, sadık ve güçlü oluşu ile övülür.

“Kanatlı kuş gibi Boz Corgo,


Koruyup söylediği gerçek var.
Babası dağların Toburçak’ı,
Annesi çölün Muzburçak’ıdır.
Çok sadık bir kazanat atı,
Kalbur ciğerli, bakır kanatlı.” (age. s. 287)

Şırdakbek’in atı Boz Corgo, olağanüstü güçleri olduğuna inanılan Ak Kula ile
kıyaslanarak çok güçlü olduğu ifade edilir.

“Ak Kula dışında


Hayvanlar içinde rastlanmaz onun gibisine.” (age. s. 291)
40

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, oğluna Altın Kökül Genç Aydar adını
verir. Altın Kökül, büyüyünce Temirkan’ın oğlu Kan İçme Karaç ile savaşmaya gideceğini
söyler. Köydeki ihtiyarlar, Kan içme Karaç’ın tehlikeli olduğunu anlatırken bindiği Sur
Koyon adlı atının gücünden söz ederler.

“Sur Koyon(dur) bindiği tulparı


Koşmakla yorulmayan,
Uçan kuşu kaçırmayan,
İleri atıldığında yakalayan…
Er Kökül’ün erliğini
Kan İçme Karaç bilmedi.
Altındaki Sur Koyon
Balık gibi sıçratıyor bineni.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 193)

Kan İçme Karaç, Altın Kökül’le savaşırken atının bitmez tükenmez gücünden söz
eder. Bu durum savaşçının atından aldığı cesaret ve desteğin göstergesidir.

“Sur Koyon(dur) benim tulparım,


Altı ay koştursam yorulmaz.” (age. s. 211)

Munduk ve Zarlık Destanı’nda Külmöskan’ın kırk adamıyla ava çıktığı sırada altında
Külsaman adlı atının, elinde Ak Tuygun adlı alıcı kuşunun ve başında hanlık tacının
olduğu ifadesi yer alır. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 233)

Aynı destanda Külmöskan’ın kızı Kuralay bir dev tarafından kaçırılır, Zarlık adlı
yiğit devi öldürür ve Kuralay’ı kurtarır. Bunun üzerine Külmöskan, hanlığını, atını ve
kızını Zarlık’a verir. Kızına çeyiz olarak pahalı giysilerle yüklenmiş seksen deve ve
Surkoyon adlı atı verir. (age. s. 227)

Manas Destanı’nda da ata ad verme geleneği görülür. Manas’ın annesi Çıyırdı,


Tuuçunak adlı atı kendisinden kaçtığı için kocası Cakıp’ın ecelinin gelmiş olabileceğini
düşünür. Bu dizelerde hem ata ad verme geleneği hem de atın sahibinin yaşamındaki
önemli yeri göze çarpar.
41

“Helal olmazsın Tuuçunak


Tepeye doğru gitmiş mi?
Atın kaçması demek kendinin
Yoksa eceli gelmiş mi?” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 43)

Cakıp Bey’in Manas’ın doğumu için yaptığı düğünde çeşitli yarışmalar düzenlenir.
Bu yarışmalara katılacak yiğitlerin atlarının adları tek tek söylenir.

“Eştek’in atı Celtaman’ı,


Sürüklemiş Eleman.

Bağış’ın atı Surkiyik,

Kangayların Karasur’unun,
Nasıl koştuğuna bir bak!

Söz ustası Taz’ın Tookarası.

Altayların Narkaası.
Anciyan’ın Akelik’i.” (age. s. 137)

Manas’ın annesi Çıyırdı, takip edip arkasından gittiğinde oğlunun Boz Taylak adlı
ata bindiğini görür.

“Kamberboz’un sürüsünden
Yakalayıp Boz Taylak ata bindi.” (age. s. 219)

Manas’ın bindiği atlardan birinin adı da Aybomboz’dur.

“Şu günde Manas’ın


Yaşı on bire gelmiş,
“Atların doğuracak zamanı
Gidip göreyim onları!” diye,
Aybomboz’a binip yola çıktı.” (age. s. 263)
42

Manas Destanı’nda sözü geçen Makum’un atının adı Kuuçaldar’dır.

“Eskiden beri kurnaz olan Makum,


Soyundan çıkıp ayrılıp,
Altındaki Kuuçuldar,
Uçan kuş gibi gözüktü.” (age. s. 247)

Manas Destanı’nın bazı dizelerinden ata ad verme geleneğinin Türklerde olduğu gibi
Çinlilerde de olduğu anlaşılmaktadır. Çinli pehlivan Dan-dun’un atının adı Ularboz’dur.

“Ularbozuna binerek,
Şapkayı eline alarak,
Atını kırbaçlamış.” (age. s. 353)

Manas’la dövüşüp ölen Şanmusaar adlı Çinli pehlivanın atının adı Şalpan’dır.

“Şanmusaar dedikleri,
Yavaşça hareket eden yiğit,
Şaplan adlı atı var,
Şanı büyük idi.” (age. s. 357)

Çinli komutan Neskara’nın ok kadar hızlı koşan ve olağanüstü nitelikler taşıyan


atının adı ise Çabdar’dır.

“Ok gibi Çabdar’ın


Ağzı geniş açıldı.” (age. s. 365)

Boston Destanı’nda Boston’un atının adı Karaboz’dur.

“Karaboz tay doğdu,


Boston’a boynu bağlandı.
Dizgini başına taktı.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 55)
43

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgız savaşçı Şabek’in atının adı Şamalkök’tür.

“Kuvvetli hayvan Şamalkök,


Yiğit Şabek’in altında.” (Akmataliyev, Kadırmambetova ve Zakirov, 2010: 53)

Destan kahramanlarından biri olan Soltonoy’un atının adı Sartoru’dur.

“Birçok Kalmuk’u solduran,


Soltonoy, Şabek güçlü ya.
Atı Sartoru’yu koşturup,
Bir tepeye çıktı ya.” (age. s. 85)

Aynı destanda Han Uyul’un atının adının adı ise Bozdoru olarak anılır.

“Madılbek sözünü bitirdi. Han Uyul, Bozdoru adlı savaş atını verip Madılbek’i
Talas’a gönderdi.” (age. s. 118)

Kalmuk ordusuyla savaşan kırk yiğitten biri olan Aşırbek’in atının adı Cılcıma’dır.

“Aşırbek’in adı Cılcıma,


Açlığına dayanamadı.
Durup kaldı yürüyemedi.” (age. s. 175)

Kız Darıyka Destanı’nda Hz. Ali’nin atı Düldül’den söz edilir.

“Öyle diyerek gayretlenip o aslan,


Küçüklüğünden beri hiçbir şeyden korkmayan.
Düldül’ü bir ağaca bağlayıp,
Çıkar minareye korkmadan.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 54)

Destanın asıl kahramanı olan Darıyka’nın atının adı ise Kerik’tir.

“Düldül’e Ali bindi, Kerik’e kız,


Kapıştı at üstünde iki aslan.” (age. s. 58)
44

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgızların arasına sızan Kalmuk casusu Madılbek’in atının


adı Boz Doru’dur.

“Heveslendi Madılbek…
Dizginini çekmeden deh dedi,
Boz doru adlı atına.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 134)

Sadık bir dost olarak at

Kırgız destanlarında at; sahibini asla yalnız bırakmayan, düşmanın sahibini


yakalamasına ya da yenmesine izin vermeyen sadık bir dost olarak anlatılır.

Türk mitolojisine göre şamanı kutsal güçlerin yanına götüren, Tanrıların yanında
bulunan at ölümün ve sezginin sembolüdür, gökyüzünde de yeryüzünde de yeri
vardır. Tanrıların insanlara yardım etmesi için onun varlığı gerekmektedir.
Esrarengiz bir âlemi yeryüzünde temsil eden hayvandır. Şaman’ın ve insanların en
iyi dostudur. İnsanı cennete ulaştıracak yolu da at bilmektedir (Seyidoğlu, 1996).

Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, “aksak sarı at” ifadesini sözüne sadık olmanın
sembolü olarak kullanır.

“Andımdan sözümden dönersem


Aksak sarı at yerinden oynar.
Halkına fenalık düşünen
Nasıl dost olur.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 75)

Yiğit Eşim’in üç eşinden ortancası, Han Tursun’un kendileriyle evlenmeye


niyetlendiğini ancak kabul etmedikleri için kendilerine eziyet ettiğini söyler. Han
Tursun’un Er Eşim’e bu ihanetinden dolayı “aksak sarı atın lâneti”nin onu bulmasını diler.
Burada da “aksak sarı at” sadakatin sembolü olarak yer bulur.

“Üçünü de birlikte alacağım diye,


Emir vermişti Han Tursun.
Dost gibi davranıp da düşman olanı,
Aksak sarı atın lâneti başına gelsin.” (age. s. 121)
45

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç adlı büyük bir
savaşçıyı öldürüp Sur Koyon adlı atını ganimet olarak alır. At, Altın Kökül’ü sahibi olarak
kabul eder ve onu tehlikelerden korur. Atın insandan daha zeki bir hayvan olduğuna ve
sadakatine inanılır.

“Kökül’ün bindiği Sur Koyon


İnsandan zeki hayvan imiş.
Yakalatmadı düşmana,
Kökül’ün şansı var imiş.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 231)

“Ansızın elimizden aldı


İnsandan akıllı tulparı…
Gerçekten düşmana kaptırdık
Yılkıdan yürük tulparı.” (age. s. 259)

Manas Destanı’nda ava çıkan Manas ve genç arkadaşları günlerce avlanamazlar ve


acıkırlar. İçlerinden biri atını kesmeye cesaret ederse o kişiyi kendilerine han seçmeyi
teklif ederler, böylece hem en yiğitlerini seçmiş hem de karınlarını doyurmuş olacaklardır.
Diğerleri atını kesmeye cesaret edemezken Manas, atı Akkula’yı kesmeye razı olarak
yiğitliğini ortaya koyar ve han ilan edilir. Destanda bir yiğidin en değerli varlığı olan
atından arkadaşları için vazgeçmesi büyük bir cesaret örneği olarak nitelendirilir.

“Canınız çektiyse,
Bir atın etine
At binmezsem de olur.
Şimdi buraya getirin,
Akkula’yı keseyim.
Akkula candan daha mı önemli?
Açsanız bulayım
Emanet cana çareyi.
Bunu deyip genç Manas.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 453)
46

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgızların kırk yiğidinden biri olan Er Şabek, Kalmuk


askerlerinin arasında kalınca atı onu kurtarmak çin kuyruğuyla davul çalarak diğer yiğitlere
haber verir.

“Ortaya alarak çok düşman,


Er Şabek’i yokladı.
Kalabalık Kalmuk’u,
İki ayağıyla tekmeledi.
Yanına düşman yaklaştırmadan,
Yürük at sahibini korudu.
Sesi duyulmadan bağırıştan,
Çaresiz kalıp yürük at.
Davulu çalmak için,
Kuyruğunu oynattı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 164)

Aşırbek’in atı Cılcıma da sahibini Kalmuk askerlerinden korur.

“Cılcıma anladı ya,


Sahibinin gücünün bittiğini,
Davulu vurdu ya,
Boz at kuyruğunu oynatıp.
Çaresini bulamayıp Cılcıma,
Davulu çaldı ya.
İnsan akıllı hayvan,
Böyle bir çare buldu ya.
Bunu duyan Kırgız baturlar,
Haykırarak at sürdü ya.” (age. s. 177)

Atın savaşçılığı ve hızlı koşması

Destan kahramanının girdiği her savaşı kazanması, atının gücüyle ve hızlı


koşmasıyla doğrudan ilgilidir. Kırgız destanlarında adı geçen kahramanların atları, uçan
kuştan hızlı koşar ve günlerce hiç yorulmadan koşabilir.
47

Er Eşim Destanı’nda, bir hanın savaşlardaki başarısı iyi bir savaşçı atının olmasına
bağlanır. Er Erşim, büyük savaşlara çıkamamasını bir tulparı olmamasına dayandırır ve
Tügölbay’dan iyi bir tulpar olan Şarp Kula’yı ister.

“Hey Tügölbay, Tügölbay,


Ben er Eşim olalı,
Altı babamdan bu yana
Kahraman, yiğit şöhreti kazanalı.
Bir arzum içimde,
Tulpar ata ulaşamadım.
Gece uykumda üç defa uyanıp,
Kalbim fırlayacak kadar arzuladım.
Altımda bindiğim güvensizdir,
Bir tulparın yokluğundan,
Gerçek orduyu yönetip bir tarafa
Çıkamadım Kıpçakların arasından.

Sahibinin kadrini, nüfuzunu büyüten,
Başarılı atlar onlarmış.
Onların atları gibi
Mertebemi artırarak
Uçar gibi koşan,
Varmış sizde Şarp Kula.
Celenizde görmüştüm,
Mümkünse veriniz,
Gücü olsun kulanın.”(Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 49, 51)

Er Eşim, Tügöl Bey’e Şarp Kula’yı kendisine verirse savaşlarda başarılı olacağını
söyler. Bu dizelerde kahramanın ne kadar iyi bir savaşçı olursa olsun iyi bir atı olmadan
savaş kazanamayacağına olan inanış göze çarpar. Bu da kahramanın atı ile bir bütün gibi
algılandığının göstergesidir.

“Razıyım Tügöl Bey,


Seçip verdiğin ata.
48

Şarp Kula’nın gücünü ver,


Düşmanımdan koruyup,
Kendi isteklerime uygun hareket edip,
Çinli gelirse gideyim,
Kanlı katliam yapayım.
Kalmuk gelirse hazırlanıp,
Halkıma tam sahip çıkayım.

Tulpar atının gerçek gücünü göreyim.” (age. s. 51)

Er Eşim’in isteği üzerine sınçısı (atların özelliklerinden anlayan uzman kişi) Tügöl
Bey’in atlarını inceler ve ona dört yaşına basmış bir tayı almasını önerir. Bu ifadeden
atların yeteneklerine göre sınıflandırıldığı ve atın kahramana şans getireceğine inanıldığı
göze çarpar.

“Er Eşim ister sınçıdan,


Seçin der atlardan.
Koşu atı varsa benim için gözden geçir,
Yürük atı benim için dikkatle tespit et.
Savaşçı atı işaret ederek, dikkatimi çekiver.

Bunları bırakıp kulayı,
Alırsanız size uygun olabilir.
Bindiğinizde belki yolunuz açılıp,
Yüce Allah baht verir.” (age. s. 35)

Tügöl Bey, Şarp Kula’yı Er Eşim’e verdiğinde Er Eşim’in kanatları olmasını ve ona
şans getirmesini diler.

“Hayvanım Şarp Kula


İşlerin rast gitsin
Acımasız düşman gözlerine
Heybetli olsun görünüşün.
Yiğidin kanatları olan hayvan,
49

Talih getiren at ol Eşim’e


Hayvan olsan da bahtlı ol
Şerefini mahvetme.” (age. s. 61)

Tügöl Bey’in Er Eşim’e hediye ettiği Şarp Kula, üç yıl sonra iyice güzelleşir ve
güçlenir. Hanlarının böyle güçlü bir ata sahip olması halk için de çok önemlidir. Çünkü
destanda bu atın gücü ve savaşçılığı sayesinde hepsinin güven içinde uyuyabileceği ifade
edilir.

“İdman gördükçe endamlı hâle gelir,


Direğe sıkı bağlanır.
Güzelliği çıkıp dışına,
İhtişamına ihtişam eklenir.

Bahtına bulunmuş
Alnındaki yıldızı.
Rahat yatmaya devam etsin Er Eşim’in
Yurdu olan kalabalık Kırgız halkı.” (age. s. 65)

Er Eşim Destanı’nda Şarp Kula adlı atın çok hızlı koştuğu, kuyruğunun zurna çalar
gibi ses çıkardığı, bastığı yerlerin ocak yeri gibi oyulduğu ifadeleriyle övüldüğü ve savaş
atlarının en iyisi olarak ifade edildiği görülür.

“Acele edip er Eşim,


Şarp Kula’nın böğrüne vuruyor.
Deh deyince hayvan,
Kuş gibi daha da hızlı koşuyor.
Siyah gözlerinden yaş sıçrayıp,
Etekleri yenleri uğulduyor.
Dağ sırtında zurna çalar gibi,
Yele kuyruğu ese yapıyor.

Yer ocağı kadar yerleri,
Dört toynağı oyuyor.
50


Savaş atlarının en iyisi hızla koşuyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 93)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Şarp Kula hızlı koşması nedeniyle doğana


benzetilir.

“Hızla ileri atılarak koşuyor,


Ağzında köpük birikiyor.
Aşağıya inen
Doğan gibi hızlı ilerliyor.” (age. s. 99)

Şarp Kula öyle hızlı koşar ki onunla birlikte yola çıkan tüm atlar yorulup ölür, Şarp
Kula’nın hızına kuşlar bile yetişemez.

“Şarp Kula’yla birlikte yürüyemeyip,


Ölmüş altı at koşturmaktan.
Savaş atıyla nasıl yarışırlar,
O değil, kuşlar geçemez, sakınır.
Kökö Kulsun mola yerinde
Elinde ölmüş meğer.
Birlikte giden atların birçoğu,
Yolda kalmış meğer.” (age. s. 101)

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke’nin annesi Sanam, babasından ona miras


kalan Ak Celke adlı atın diğer atlardan üstün ve çok değerli olduğunu söyler.

“Yaratılmış tulpardan, çocuğum,


Onun gibi bir budan bulunmaz, çocuğum,
Dizlere kadar yele dökülüyor, çocuğum,
Atlardan daha güzel görünüyor, çocuğum,

Yorulmayan yürüyüşüyle, çocuğum,
Koşunca ok gibi gider, çocuğum …
O, gerçek bir koşu atıdır, çocuğum.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 149, 150)
51

Kocacaş Destanı’nda destan kahramanı Kocacaş’ın atı tasvir edilirken


korkusuzluğuyla iyi bir avcıya yakıştığı ifade edilir.

“Alaca toynaklı, çevik bilekli,


Atı avcıya yaraşır.
İnsanın geçemeyeceği kayalarda,
Dolaşıp durur korkusuzca.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 27)

Kocacaş, eşi Zulayka’ya rüyasını anlatırken atını över. Bu durum, kahramanın atına
duyduğu güveni, ondan aldığı cesareti ortaya koyar.

“Taşa sürsen etkilenmeyen,


Buza sürsen kederlenmeyen,
Atıma binip atlanıp,
Ala Too’ya doğru yola çıkmışım.” (age. s. 73)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atı, çok hızlı koştuğu için uçan
kuşa benzetilir.

“Altındaki Sur Koyon


Terledikçe güçlenip
Uçan kuş gibi ilerledi.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 233)

Altın Kökül atından övgüyle bahsederken atının kendisinin kanatları olduğunu,


yorulmadan çok uzun süre koşabileceğini söyler.

“Sur Koyon benim kanadım,


Sıçratıp bindim altıma…
Sur Koyon gibi tulparın
Fener gibi gözü açılmış.
Altmış gün koşunca
Ayağı yorulup uyuşmamış.” (age. s. 301, 303)
52

Boston Destanı’nın başkahramanı Boston çok iri yapılı olduğundan kendisini


taşıyacak bir at bulunamaz. Bindiği tüm atların beli kırılır ve atlar ölür. Kız kardeşi
Karaçaç, Boston’a kendisine uygun atı nasıl bulacağını anlatır. Boston’un atı
Kayberen’den doğan tay olacaktır.

“İşte bu Kara Dağ’ın önünde,


Kayberen’in mesken edindiği yerde,
Kara kısrak yaşıyor doğuramadan.
İpek gibi örülmüş büyük dizgini,
Beline sıkı bağlayın.
Hazırlayıp çıkıp varın,
Kara kısrak tay doğurduğunda,
Yere yatmadan sıçrar,
Kendi hâlinde yetişir,
O tay sana at olur,
Gönlüne uygun olur.
Dizgini alıp sen gidersen,
Yanına gelip canlı,
Başını kendisi uzatır ya.
Kayberenden tay doğdu,
Hüda’m sana nasip etti.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 54)

İkiz kız kardeşi Karaçaç, Boston’a atı Karaboz’un olağanüstü niteliklerinden


bahseder. Uçan kuşla yarışacak kadar hızlı koştuğunu, dünyada eşinin olmadığını ifade
eder.

“Koşusuna yel yetişmez,


Yayla atılan ok yetmez.
Koşturursan Karaboz,
Kanatlı kuşla yarışır,
Karaboz’a ulaşamaz,
Uçan kuşun hepsinin,
Kanatları uyuşur.
Dünyanın dört tarafını
53

Dört defa döndürüp baksam


Bunun gibi tulpar yok imiş.” (age. s. 57)

Boston’un kırk yiğidinden biri olan Ermek, Karaboz adlı üstün nitelikler taşıyan bir
atın kardeşiyle at koşturma yarışına katılır. At öyle hızlı koşar ki hızına ne uçan kuş ne de
atılan ok yetişebilir.

“Uçan kuş değil bu ata


Yaydan fırlayan ok yetişemez.” (age. s.157)

Aynı destanda Boston’un savaştığı devlerin atlarının çok büyük olduğundan, iki
devin tek ata binip Boston’u yakalamaya gittiğinden söz edilir.

“İki dev bir araya gelip,


Tek ata binmiş.
Arkasından kovalamış.” (age. s. 329)

Er Soltonoy Destanı’nda Bolotkan’ın atının kanadı varmış gibi koştuğundan söz


edilir.

“Altındaki bindiği atı,


Kara benekli savaş atı,
Kanadı varmışçasına,
Kudurmuş gibi koşuyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 65)

Bolatkan’ın kardeşi olan Temirkan’ın atı ise öyle güçlü koşar ki kuvvetinden yer
titrer.

“Altındaki bindiği,
Daha güçlü doğmuştu yılkıdan.
Teke doru at altında,
Yer titriyor kuvvetinden.
Temirkan Batur seçildi,
Beş yüz askerin içinden.” (age. s. 67)
54

Atın sahibini seçmesi

Er Eşim Destanı’nda Tügöl Bey, Şarp Kula adlı atını Er Eşim’e verir. Er Eşim, ata
bindiğinde huysuz, tembel ve çelimsiz bir at olan Şarp Kula’nın duruşu ve yürüyüşü
değişir; at uysallaşır. Tügöl Bey ve halkı, atın sahibini bulduğunu düşünerek sevinir. Bu
durum Kırgız destanlarında kahramanların atlarını seçmesinin yanı sıra atların da
sahiplerini seçtiğine dair inanışı ortaya koyar.

“Binerken eğilip,
Ayaklarını büküverir.
Şıp diye Er Eşim ata biner,
Tıkırdatarak kisesini
Hareket ettirince
Yorga çevikçe yürür.
Parıldayan gözleri ile etrafa bakarak
Yürüyüşünü değiştire değiştire,
Hayal kurup oynayarak yürür,
Renkten renge girip tüyleri parlar.

Hürmet göstermiş olan halk,
Gözlerini geniş açarak hayret eder
Dikkat eder Tügöl Bey.
At sahibini bulmuş diye.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 61)

Atın olağanüstülükleri

Kırgız destanlarında halkın yaşantısında çok önemli bir yere sahip olan atın uçmak,
sahibinin düşüncelerini okumak, sahibiyle konuşmak gibi birtakım olağanüstülükleri
olduğuna dair ifadeler görülür.

Atın uçması

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke’nin atı Ak Celke kanatlanıp uçar.


55

“Ak Celke gelir hızla koşarak,


Kanatları şakırdayarak.
Gökyüzünden iner Ak Celke,
Kozuke korkup şaşırır,
Rüzgârdan göl dalgalanır,
Kozuke yolunu kesip yetişti.

Üzerine eyer takınca, Ak Celke,
Tarla kuşu gibi hızlanır.”(Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 157)

Manas Destanı’nda Manas, kurdun kaptığı kuzuyu takip edince kanatlı bir at görür.

“Kuzunun kanından iz sürüp,


Ardından Manas gitmiş,
Gidip oraya bakınca
Kanatlı atlar varmış.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 161)

Destanda Çinli komutan Neskara, Manas’tan kaçarken atının uçtuğu dile getirilir.

“Diğerlerinden farklı olan Çabdar at,


Bulutlu göğün altından,
Uzun otların üstünden,
Havalanarak uçmuş.” (age. s. 365)

Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz’un uçtuğundan söz edilir.

“Bulutlu göğün altından,


Kaygılı otun üstünden,
Karaboz gibi yürük atın
Çok hızlı uçtu.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 76)

“İstendiğinde Karaboz
Yelesi kuyruğu dalgalanıp
Kanat bağlayıp uçar.” (age. s. 193)
56

Aynı destanın ilerleyen bölümlerinde Karaboz ve kardeşlerinin Kadamış Han’ın


zehir döktüğü yoldan geçmek için kanatlanıp uçtukları görülür. Karaboz, yiğitlere ve
kardeşi olan atlara bu yoldan sağ salim geçmenin tek yolunun uçmak olduğunu söyler.

“Şimdi hepiniz tedbir alın,


Tulparların hepsini
Kuyruğuma bağlayın.
Yiğitlerin hepsi
Tulparlara bağlansın.
Zehir kaplayan bu yoldan
Kanatlı uçup geçmezse
Yere basan can kırılır.
Basıp geçerse bu yoldan
Aralığı üç günlük.
Tulparları yedekleyip,
Ben bir müddet uçup geçeyim.
Beni takip eden tulparın
Hepsinde kanat var,
Bunda böyle ibret var.” (age. s. 105)

Kız Darıyka Destanı’nda Şaysılda, babası Hz. Ali’yi bulmaya giderken yolda birçok
tehlikeyle karşılaşır ancak kuş gibi uçan atının yardımıyla bu tehlikelerden kolayca
kurtulur.

“Ali’den uzak kalan Şaysılda’nın,


Altında kuş gibi uçan atı var.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 106)

Atın keramet göstermesi

Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz’un kar yağdırıp güneş açtırmak gibi
kerametler gösterdiği görülür.

“O zaman Karaboz söz söyler,


Kaygıya sebep oldun, der.
57

‘Zar zor güneşi açtırdım,


Tilkinin yolunu bağladım,
Karı çok yağdırdım,
Kendini üstün gören tilkinin
Böylece kuvvetini ben aldım.’” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 78)

Karaboz, benzer bir keramet daha gösterir ve şiddetli bir yağmur yağdırarak Kadamış
Han’ın zehir döktürdüğü yolu temizler. Böylece Boston’u ve kırk yiğidini ölmekten
kurtarmış olur.

“Geriye biraz yürüyüp


Ondan sonra Boston’a in, der,
Eyer takımını al, der
Dizginini sıyırıp al, der.
Havayı değiştireyim,
Sel akıtıp yeryüzünün
Zehirini akıtayım,
Diye Karaboz söyledi.” (age. s. 103)

Karaboz’un kerametlerinden biri de kılık değiştirip başka bir canlıya


dönüşebilmesidir. Tehlikeli bir düşman olan Alp Kara Kuş’tan saklanabilmek için fareye
dönüşüp yer altına girer.

“Alp Kara Kuş geldiğinde


Ben iri bir sıçan olurum,
Yer altına girerim,
Bekleyip bakıp dururum.” (age. s. 91)

“Karaboz’a bakarsan,
İri bir sıçan olmuş
Yar dibindeki çukura
Koşup girip gitmiş,
Emin olup örtünmüş.” (age. s. 92)
58

Destanın ilerleyen bölümlerinde ise Boston’la dost olan Kara Kuş, Boston’u ve
Karaboz’u rahatça taşıyabilsin diye Karaboz kılık değiştirip aşık kemiğine dönüşür.

“Hepsi ile vedalaşıp


Karaboz gibi yürük atı
Dizgininden tutup silkti.
Karaboz gibi senin yürük atın
Aşık kemiği oldu.
Boston cebine koydu.
Dağ gibi olan Kara Kuş,
Çöküp alçaldı.
Alp Boston sıçrayıp
Kara Kuş’a bindi.”

Kara Kuş onları yeryüzüne çıkarınca Boston kemiği yere atar, kemik tekrar
Karaboz’a dönüşür.

“Kara Kuş gitti vedalaşıp.


Boston kendini yalnız hissedip kaldı,
Cebine elini atıp,
Boston aşık kemiğini aldı.
Aşık oynar gibi yere attı.
Karaboz kalktı.” (age. s. 320)

Atın konuşması

“At, Türkler için bir ulaşım ve yük taşıma aracı; etinden, sütünden, derisinden
yararlanılan bir besi hayvanı ve bir savaş aracı olmakla birlikte ayrıca adeta bir arkadaş
gibi kendisine alışılan, hatta kendisiyle dertleşilen bir varlık olarak çeşitli durumlarda
karşımıza çıkmaktadır” (Güven, 2003).

Manas Destanı’nda, Çinli komutan Neskara’nın atının içinde şeytanlar olduğu ve


sahibiyle konuşup ona akıl verdiği ifade edilir.
59

“Kanal sahibi Neskara


İyi dinle, sözüne bak,
Al donlu atı varmış,
Sahibi ile konuşup,
Akıl veren hayvanmış.
Onun atı konuşurmuş.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 125)

Aynı destanın ilerleyen dizelerinde Neskara’nın atı şeytana benzetilir, içinde seksen
şeytan olduğundan söz edilir.

“Yorulmaz hayvanmış,
Al atın içinde
Seksen şeytan varmış.
At kılığında kışkırtan,
Şeytan gibi uçan hayvanmış.” (age. s. 361)

Boston Destanı’nda Karaçaç, Boston’a Karaboz’un düşüncelerini anlayıp kendisine


rehberlik edeceğini söyler. Bu dizelerde ata olağanüstü nitelikler yüklendiği, atın
yüceltildiği görülür.

“Karaboz senin yoldaşın,


Kederlenip tasalanırsan
Düşüncelerini bilecek rehberin.’
Karaçaç böyle sınadı,
Onu Boston dinledi.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 57)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Boston’un atının olağanüstü niteliklerinden söz


edilir. Karaçaç’ın Karaboz’un akıllı bir hayvan olduğunu, gerektiğinde konuşup Boston’a
akıl vereceğini nasihat ettiği dizelerde bir atın, sahibinden daha zeki ve öngörülü olduğu
vurgusu göze çarpar.

“Ağabeyciğim sözümü dinle


Bir aklın eksik imiş.
Bu tarafından bakarsam
60

Atın sana ilham verir,


Karaboz’un sözünü dinle,
Söylediği gibi yap.
Her vakit danışıp dur,
Aklına güven.” (age. s. 58)

Karaboz, sahibi Boston’un düşüncelerini anlar ve onunla konuşur, ona akıl verir.

“Uyanıp kalkıp baksa


Karaboz otluyor,
Boston’un o zaman
Karnı acıkmış.
Karaboz atı anlamış
Boston’un yanına gelmiş.
Karaboz dile gelip
Söz söylemeye başlamış.” (age. s. 67)

“Karaboz söz söyler


İnsan gibi konuşur.” (age. s. 72)

Karaboz, Kadamış Han’ın kızı Cezbilek ile evlenip orada kalan Boston’a yurduna
dönmesi gerektiğini, yurdunun düşman tarafından yok edildiğini anlatır.

“Rapşan-Dulay yerini Boston,


Vahşi hayvanlar sahiplenmiş Boston.
Tepelerin boş kalmış Boston.
Dağ koyunu, geyik sahiplenmiş Boston.

Dulay yurdunun ne olduğu belirsiz Boston
Düşmanlar yağma edip gitmiş Boston.” (age. s. 181)

Yurduna dönüp de halkını bulamayan Boston, atı Karaboz’a akıl danışır. Atın bilge
bir kişiymiş gibi görüldüğü ve düşüncelerine önem verildiğinin dile getirildiği bu dizeler,
Kırgızların yaşamında atın önemini ve değerini bir kez daha ortaya koyar.
61

“Horlanıp duran babamı


Nereden bulayım,
Diye Boston kederlenir,
Karaboz’u çağırır,
Ona akıl danışır.” (age. s. 197)

Başka bir bölümde ise Karaboz’un Boston’u eleştirdiği; onun ileriyi


görememesinden, sezgisinin zayıf oluşundan şikâyet ettiği göze çarpar.

“Endişelenip duran Karaboz


Söz söylediğinde kuvvetli söyler:
Benim kaderim yok imiş,
Söyle söyle söz anlamayan
Aptalla niye başımı birleştirdim?
Önünde düşmanı görmezse
Çaresizmiş diye söyledim.
Söyle söyle söz anlamayan
Kötüyle niye başımı birleştirdim?” (age. s. 73)

Boston’un atı Karaboz, buna benzer sözleri destan boyunca birçok defa yineler
çünkü Boston tehlikeleri sezemez, Karaboz kendisini tehlikelere karşı uyarsa da Boston
uyarıları dikkate almaz ve savaşçılığına güvenip düşmanlarının üstüne gider.

Destanda Karaboz, heybetli oluşu yönüyle dağa benzetilir.

“Bakıp duran kalabalık halk,


Boston’a dikkat etti.
Dağ gibi Karaboz
Eyer takımına teçhizatı yakışıp
Bir tarafında durdu.” (age. s. 64)

Birçok insanî nitelik taşıyan Karaboz adlı at, kardeşlik bağını da hisseder ve
Boston’a kardeşlerini bulmak istediğini söyler.
62

“Ben yaylayıp otlarım,


Biraz gücümü toplarım,
Ondan sonra ben gidip
Kardeşlerimi yoklarım.
Karaboz’un soyunun
Çevrilip yattığı yerler
Yakında diye düşünüyorum,
Onları bulmadan bırakmam.
Diye sözünü söyledi.” (age. s. 94)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Karaboz, babasını özler; yaşlandığı için bir an önce
babasına gitmek istediğini Boston’a söyler. Bu dizelerde bir atın yaşlılık hâlinin
insanlarınkine benzer şekilde ifade edildiği, insanla at arasında kurulan özdeşliğin güçlü
olduğu görülür. Ayrıca Karaboz’un babasına verdiği sözü tutmakta ısrarcı davranması, atın
tıpkı sahibi gibi sözünün eri, mert bir varlık olduğu düşüncesini uyandırır.

“Yerimi görüp kederlendim Boston,


Babamı görüp değiştim Boston.
Yaşlanıp babam kalmış Boston,
Yaşlılık ağrısı başlamış Boston.
Kaygı duyup zayıflamış Boston,
Ölüme yaklaşmış Boston.

Altı günde gelirim diye Boston,
Babama vaad verdim Boston,
Vaadimi tutayım Boston,
Babama doğru yola çıkayım Boston.
Diye Karaboz söyledi.” (age. s. 182)

Karaboz, sahibi Boston’a kendisinin nereden geldiğini anlatır. Bu dizelerde


Karaboz’un olağanüstülüklerinin babasının gaipten gelmesiyle başladığı ifade edilir.

“Söyle dersen Boston söyleyeyim,


Hikâyesine başlayayım.
63

Acayipten de acayip şey olmuş,


Yükselip duran kara dağda,
Kırk yıl evvel orada
Benim anam Karaboz
Gaipten gelen ata rastlayıp
Tay doğurmuş orada.
Doğurduğu tay yok olmuş,
Gökyüzünden inip kara kuş
Alıp gitmiş o zaman.
Kara dağın bağrında,
Kara kayanın dibinde,
Benim anam Karaboz
Mekân tutup yaşamış.
Kayıp(eren) beni kolla diye
Başka yere gitmemiş.
Her yıl tay doğurmuş,
Alp Kara Kuş yakalarmış.
Çok yıllar orada yaşayan
Kayıp ata tasalanmayıp
Kırk birinci tayını
Boston sana bağışladı.
Bu yüzden ben burada
Karşında duruyorum.” (age. s. 96)

İnsan ve at arasındaki dayanışma ve yardımlaşmanın çift yönlü olduğu Boston


Destanı’nda çok güzel dile getirilmiştir. Boston, Karaboz’un kardeşlerinin hapsedildiği
demir çiti ay baltasıyla kırarak bir kapı açar, böylece Karaboz, Boston’un yardımıyla
kardeşlerine kavuşmuş olur. Bu sefer roller değişir ve Boston, Karaboz’a yardım eder.

“Çitin içinde sesler yükselip


Kırk bir tulpar olmuş.
Hepsi ile koklaşıp
Karaboz şimdi düzelmiş,
Kıvançla dolmuş.” (age. s. 97)
64

Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile evlenip uzun yıllar gurbette kalan Hz. Ali,
vatanına dönerken atı Düldül bu durumu anlar ve memleket özlemiyle hiç durmadan koşar.
Atların da insanlar gibi birtakım duygular taşıdığına olan inanış ve ata duyulan güven bu
dizelerde göze çarpar.

“Düldül’e vatanın kokusu gelip,


Durmadan gidiyordu dörtnala.
Çok sevdiği o atı,
Ali’nin en güvendiği ortağı.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 78)

Atın beslenmedeki yeri

Kırgızların en önemli besin kaynaklarından biri de at etidir. Atın sütü ve sütünden


elde edilen Türklere özgü bir içki olan kımız da beslenmede önemli bir rol oynar.

Er Eşim Destanı’nda atların beslenmedeki önemli yeri birçok defa dile getirilir. Atın
hem eti yenir hem de sütünden elde edilen kımız içilir.

“Misafir gelirse hoşça karşılarım,


Bereketli evimde.
Çoluk çocuk yesin
Genç kısraklardan yakalatıp.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 39)

Misafirlere tay eti ve kımız ikram edilir.

“Dışarıdaki misafirler,
Eve girip yemek yer.
Kazanlara et koyup,
Şarkı söyleyerek kımız içerler,
Öğleyin tay yiyip,
Karın yağını keserek yerler.” (age. s. 49)

Munduk ve Zarlık Destanı’nda kız kardeşi Munluk’un isteği üzerine Külmöskan’a


gitmeye razı olan Zarlık yola çıkmadan altmış yabanî at vurup getirir. Otuzunu kardeşine
65

bırakır. Atların derilerini ip yapar, otuz atın etini bu iplerle bağlayarak sırtına yükleyip yola
çıkar. Burada atın hem beslenme zincirinin bir halkası olduğu hem de derisinin ip
yapımında kullanıldığı görülür. (age. s. 219)

Şırdakbek Destanı’nda, Şırdakbek’in karısına çok iyi baktığı anlatılırken zenginlik ve


huzur göstergesi olarak kımız içilmesi de söz konusu edilir.

“Yattığı ak pamuk,
Yediği hafif pirinç,
İçtiği kısrağın kımızı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 293)

Boston Destanı’nda Karaça Dulay halkının refah ve mutluluğu anlatılırken atlarının


çokluğu ve kımızlarının bolluğu dile getirilir.

“Namlı yürük atları bağladı,


Külük atları sürdü,
Tepelere kısrakları bağladı.
Kımız, nehir gibi coştu.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 23)

Er Soltonoy Destanı’nda da at etinin önde gelen besinlerden biri olduğu ortaya


konur.

“Çok sayıdaki atlardan kestiler,


Kalabalık düşmanı yenerek.
Yediler semiz etten,
Her yerini kızartarak.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 68)

Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile evlenip uzun yıllar sonra vatanına dönen Hz.
Ali, halkına Kırgızların yaşantısını anlatırken tay eti yiyip kımız içtiklerinden şaşkınlıkla
bahseder.

“Çiftçisi tarlada pamuk ekip,


Dağlarda ise hayvan yetiştirip.
Hayvan otlatıp yaşarlar kona göçe,
66

Yazın kısrak besleyip kımız içip.



Keserler koyun yerine taylarını,
Çağırırlar misafirliğe herkesi.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 87, 88)

Destanda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine bir toy
düzenlenir. Bu toyda yemek olarak kazı-karta (at sucuğu) da ikram edilir.

“Toplanan bütün halka aş verildi,


Önlerine kazı-karta ve et geldi.” (age. s. 94)

Er Soltonoy Destanı’nda yılkıcıların sütten kesilen tayları kesip yedikleri söylenir.

“Yılkıcılar tay keser,


Yılkı sürüsünün alıp kenarından.
Sütten kesilen taylardan,
Her gün kesip ikişerden.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 144)

Kurban olarak at

Bütün göçebe topluluklarda olduğu gibi Türkler için de at en değerli hayvanlardan


birisiydi. Savaşta ve barışta devamlı at üzerinde olan Türkler ayrıca atın etinden
ve sütünden de istifade ediyorlardı. Hâl böyle olunca Tanrı'ya sunulacak en
değerli kurban da at olmaktadır… Kurban edilen atlar çeşitli renklerdedir.
Bunların başında ak, boz, sarı renkler gelmektedir (Bekki, 1996).

Tüm Kırgız destanlarında hanların mutluluk verici olaylar olduğunda ve sevinçli


haberler aldıklarında kurban kesip halkına ziyafet verdiği görülür. Bu durum hanların
zenginliğinin bir göstergesi olmasının yanı sıra hanın sahip olduklarını halkıyla paylaşarak
birliği ve bütünlüğü pekiştirmesinin de işareti olarak değerlendirilebilir.

Kanlı kurbanların en önemlisi at kurbanıdır. Attan sonra koyun gelir. Sığır kurban
edildiği hakkında ancak Kazak-Kırgızlar’ın ve Kırgızların destanlarında
rastlanır… gerek Müslüman Türklerin folklor materyallarinden anlaşıldığına göre
eski devirlerde kurban için en makbul hayvan erkek hayvan olmuştur… Bilhassa
Manas destanındaki kahramanlar “ak boz kısrak” kurban ederler (İnan, 2000: 100,
101).
67

Er Eşim Destanı’nda Tügölbay, Şarp Kula adlı at doğup da kendisine şans


getirdiğinde kısrak ve koyun keserek köyüne ziyafet verir.

“Tırnağı bakanak olmayan kısrağı kesip,


Sarı başlı beyaz koyun kesip,
Ağa, kardeşlere kurban olsun diye
Tüm köye ziyafet çekip,
Öğleyin ocak dumanlarını yükselttim,
Dumanlara duman ilave ettim.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 55)

Munduk ve Zarlık Destanı’nda Çançarken, çocuğu olmadığı için üzüntüsünden bir


çukura girer. Kırk gün sonra Hızır Aleyhis-selam gelir, evine dönüp halkına kurban kesip
evlenirse çocukları olacağını söyler. Çançarken evine döner; sayısız at, inek, koyun ve
hörgüçlü deve keser. (age. s. 193)

Şırdakbek Destanı’nda Seyitbek’in karısı, doğum vakti geldiğinde günlerce sancı


çeker ancak çocuk bir türlü doğmaz. Bunun üzerine Seyitbek, karısı ölmesin diye kısrak ve
oğlak kurban eder.

“Kahrolsun çocuk
Baybiçem sağ salim kalsa keşke.
Beyaz kır kısrağı getirtip,
Kurban eder kestirir.
Sarı oğlaktan getirtip,
Kurban kestirir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 257)

Çocuğu sağlıkla doğunca kurban olarak yine kısrak keser.

“Kimseye sırrını söylemeden,


Söylediği sözden dönmeden.
Yedi kısrak keser çocuk için,
Kadınların hepsini doyurur.” (age. s. 259)
68

Seyitbek, oğlunun doğumundan sonra düzenlediği toyda dokuz deve, doksan kısrak
ve sayısız koyun keserek halkına ziyafet verir.

“Develerden dokuz hayvan kesip,


Atlardan doksan kısrak kesip,
Pek büyük ziyafet çeker,
Sayısızca koyun kesip,
Halkını toplayıp et verip,
Ziyafet yapar.” (age. s. 261)

At, Kırgız Türklerinin hayatını doğrudan etkileyen birçok işleve sahiptir. Bunlardan
biri de hiç kuşkusuz atın beslenmede sahip olduğu önemli yerdir. Atın eti, sütü, sütünden
elde edilen ve Türklere has bir içki olan kımız ile beslenmedeki rolü oldukça büyüktür.
Mendirman Destanı’nda Adil Han’ın zenginliği ve cömertliği anlatılırken koyun ve kısrak
kesip verdiği ziyafetten söz edilir.

“Adil Han’ın sarayında


İçki içip, koyun kesip,
Kısrak kesip, kımız içip
İnsanlar toplanıp kalabalıklaşıp
Bin kişi kadar oldular.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 34, 35)

Adil Han, kızı Bilerik’i Mendirman’la evlendirir ve toy düzenler. At etinden yapılan
sucuklar tüm halka dağıtılarak ziyafet verilir.

“At etinden yapılmış sucukları


Halkına tamamen dağıttırıp.” (age. s. 45)

Mendirman, en büyük ağabeyi Asıl’ı han ilan eder, ondan Kahraman Manas’ın
ruhuna dua etmesini ve beyaz dişi at kurban etmesini ister.

“Her Cuma günü bir koyun


Esirgemeden kurban et
Ak türbenin dibinde
69

Her ay beyaz dişi attan


Onun adına kurban et.” (age. s. 71)

Manas Destanı’nda kısrakların kurban edilmek için yaratıldığı ifadesi göze çarpar.

“Kısrakları her yerde,


Sıkıştırıyorlar dar yerlerde,
Korkak gibi çekinme
Kurban olmak için yaratılan.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 69)

Destanın başka bir bölümünde erkek atların savaşa gitmek için dişi atların ise kurban
edilmek için yaratıldığına olan inanç yinelenir.

“Bütün erkekleri
Savaş için yaratılan,
Dişilerin hepsi
Kurban edilmek için yaratılan,
Kamberboz’un sürüsünden
Bana üç atı yakalayıp ver.” (age. s. 441)

Aynı inanç, Çinlileri yenen Manas ve arkadaşları köylerine döndüğünde Manas’ın


kutlama için kısrak kurban ettirdiği bölümde de göze çarpar.

“Bütün erkekleri
Savaş için gerekli,
Dişilerinin hepsi
Kurban edilmek için yaratılan
Kamberboz’un sürüsünden
Dokuz kısrağı yakalayıp,
Hepsini bir anda kestirdi.” (age. s. 489)

Birçok Kırgız destanında olduğu gibi Manas Destanı’nda da çocuk doğduğunda


kurban kesip ziyafet verildiği görülür.
70

Manas Destanı’nda Cakıp Bey rüyasında olağanüstü bir akdoğan görür, karısı
rüyasının çocuklarının olacağına işaret ettiğini düşünerek Cakıp’a kurban kesip ziyafet
vermesi için ısrar eder. Koyun, sığır ve develerin yanı sıra dokuz at da kurban edilerek
halka ziyafet verilir.

“Dokuz at, doksan koyunla


Yapıldı bu ziyafet,
İki sığır kesti,
İki deve kesti.” (age. s. 71)

Karısı Çıyırdı’nın Manas’ın doğumu sırasında günlerce sancı çektiğini gören Cakıp
Bey, doğum çabuk gerçekleşsin diye kurban olarak kısrak, koyun, deve ve sığır keser.

“Getirip bey Cakıp


Ak sarı koyunu kesti,
Ak toynaklı kısrak kesti,
Ak boynuzlu sığır kesti,
Ayrı hörgüçlü deve kesti.
Sürekli kadıncağız
Hiç durmadan bağırdı.” (age. s. 89)

Karısı Çıyırdı’nın doğum sancısı yedi gün sürünce Bey Cakıp, koyu gri dört yıllık
atlardan kırkını alıp bir tepeye çıkar ve oğlu olursa kendisine haber vermelerini söyler. Bu
müjdeli haber karşısında atları hediye edecek, ayrıca oğlu olursa dişi atları kesecektir.

“Yaratan Allah’ım
Muradıma erdirir mi?
Yorga kır atını keseyim,
Kadınım erkek doğurursa
Bundan sonra aygırın adını
Kamber Boz koyayım,
Dişilerin hepsini kurban olarak keseyim,
Erkeklerin hepsini
Savaşa bırakayım.” (age. s. 95)
71

Cakıp Bey, oğlu Manas’ın doğumu için yaptığı düğünde birçok kısrak kestirip
halkına ve komşularına büyük bir ziyafet verir.

“Düğünü bugün başlattı,


O gün günlerden perşembeydi,
Doksan kısrak kestirdi.
Ertesi gün Cuma diye
Yüz kısrağı kesti en iyilerinden diye
Beş yüz kısrak keseyim
Hayvanları verdiyse Allah’ım diye.” (age. s. 127)

Manas Destanı’nda Kazak, Kırgız ve Kalmuklar birlik olmaya karar verince Bey
Cakıp kutlama için yirmi üç at keser.

“Yine Cakıp atlardan


Yirmi üç at ayırtıp götürüp,
Meclis şerefine kestiler.
Kazak, Kırgız, Kalmuk’u
Ziyafet çekerek keyif çattılar.” (age. s. 261)

Türk boyları, Çinlilere karşı güçlü olmak için birleşirler ve Manas’ı han seçerler.
Manas’ın babası Cakıp, hem oluşan birliği hem de oğlunun hanlığını kutlamak için toy
düzenler ve doksan kısrak kestirir.

“‘Han tacı bu’ diye,


Yiğit Manas’ın başına
Han kavuğunu giydirdiler.
O zaman Cakıp karar verdi,
Doksan kısrak kestirtip,
Dokuz gün boyunca ziyafet verdi.” (age. s. 509)

Boston Destanı’nda Buuba Han’ın karısı Kanışa hamile kalıp aş erince tay ve kısrak
kesilerek toy düzenlenir.
72

“İki ayı aşmış


(Yaşı) elliyi aşkın Kanışa
Hamile kalmış.
Aş ermesine tay kesip,
Bozkırdan seçip kısrak kesip,
Buuba Han dahi sevinip,
Duramayıp koşmuş.
Halk ete doymuş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 25)

Buuba Han, biri kız biri oğlan ikiz çocukları olunca kısrak ve koyun kurban edip
beşik toyu yapar.

“Buuba Han’a dönersek


Beşik toyu olsun diye,
Beş yüz kısrak kesmiş.
Halkım iyice doysun diye,
Beş bin koyun eklemiş.” (age. s. 36)

Boston, mektup yazıp kendisini çağıran Cezbilek’e gitmek için yola çıkmaya karar
verir. Babası Buuba Han, yalnız gitmesini istemez. Boston’a yol arkadaşı olmak üzere
halkının içinden kırk yiğit seçmek amacıyla çeşitli oyun ve yarışmaların yer aldığı büyük
bir toy düzenler. Kısrak ve koyun kurban edip halkına ziyafet verir.

“Han Buuba haber verdi.


Toplanıp halkı geldi,
Toyu başlayıverdi.
Doksan doksan kısrak kesildi.
Gelen halkın önüne,
Pişmiş etler konuldu.
Biner biner koyunlar kesildi,
Toplanan halkı doydu.” (age. s. 48)

Börübay-Sultan gelip babası Boston’u bulunca Buuba Han, toy verip bin at ve sayısız
koyun keser.
73

“Oyalanmayıp Buuba Han


Hizmetkârlarını çağırdı.
“Düzenleyin toyu” diye,
Yılkılara varın,
Semizini seçip alın,
Bin at alıp gelin,
Toy için onları kesin,
Koyun çobanlarına varın,
Ağıldaki koyunlardan
Saymadan kesin.
Eğlence düzenleyin,
Böylece toyu hazırlayın.” (age. s. 471)

Zenginlik göstergesi olarak at

Kırgız destanlarında kişilerin zenginlikleri ve cömertlikleri anlatılmak istendiğinde


hayvanlarının çokluğundan söz edilir. Er Eşim Destanı’nda da birçok hayvan gibi atlar da
zenginlik belirtisidir. Tügöl Bey’in zenginliği anlatılırken altmış ağıl dolusu atı olduğu
belirtilir.

“Sürünce gönül rahatlığıyla,


Oynar genç atları,
Yelesini kuyruğunu tekmeleyerek,
Coşkusu bitip tükenmez.
Otlağını vermeyen aygırlar,
Sürünce ele gelmeyen,
Altmış ağıl dolu atı var,
Her gün arpa yiyen koşu atı var.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 23)

Er Eşim’in sınçısı, Baybiçe’ye (Tügöl Bey’in eşi) ne kadar zengin olduklarını


sorarken hayvanlarının sayısını öğrenmek ister. Bu hayvanlardan biri de attır.

“Şimdi size sorayım,


At ne kadar, inek ne kadar?
74

Karınca gibi yayılıyor,


Koyunun ne kadar, para ne kadar?
Bereket evinden akıyor,
Çift hörgüçlü deve ne kadar?
Kırmızı kuyruklu tek hörgüçlü deve ne kadar?
Merak uyandıran insanda
Tüm hayvanların ne kadar?” (age. s. 41)

Baybiçe, hayvanlarının sayısını bilmediği ve çeşit çeşit atları olduğu cevabını verir.

“Atlar hakkında sorarsan,


Ok gibi uçan yürük çok.
Doru olanından siyahı çok,
Siyahından alacası çok.
Yağızı daha çok,
Çoğu koyu mavi,
Sarısından kula çok,
Baldaklısı daha çok,
Kısrakları yıkan yürük atlar daha çok,
Dolup dökülen mülk çok.” (age. s. 43)

Munduk ve Zarlık Destanı’ndan anlaşıldığına göre yelesi ve kuyruğu uzun atlara


binmek zenginliğin yanı sıra itibar sahibi olmanın da bir göstergesidir.

“Beyler kızıl atlara biner,


Yelesi kuyruğu uzun olanlara.” (age. s. 195)

Şırdarbek Destanı’nda Şırdakbek’in zenginliği anlatılırken Boz Corgo adlı atına altın
nal çaktığından söz edilir.

“Girişi altın kapılı olan yer,


Han Şırdak’ın sarayı.
Altın nallar çaktırılmış olan,
Han Şırdak’ın yorgasıdır.” (age. s. 295)
75

Güçlü ve soylu atlara sahip olmak nasıl zenginliğin göstergesiyse atı olmamak da
fakirliğin göstergesidir. Mendirman Destanı’nda Asıl, kardeşi Mendirman’a o köyünü terk
edip gittikten sonra halkının fakirleştiğini anlatırken savaş atlarının, avcı doğanlarının
olmadığından bahseder.

“Toynağı sağlam savaş atı yoktur


Kanadı sağlam doğan yoktur
Bazılarında çocuk yoktur
Bazılarının malı yoktur.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 52)

Manas Destanı’nın ilk bölümlerinde Manas’ın ailesinin zenginliği anlatılırken on


binlerce atlarının olduğu ifade edilir. Bey Cakıp’ın kaçan atını yakalamak için arkasından
gidip kaybolan on bir yaşındaki çocuğunun bulunmasını isteyen Kanımcan adlı kadın,
Manas’ın annesi Çıyırdı’ya sitem ederken oğlunu hiçbir zenginliğe değişmeyeceğini ima
eder.

“On binlerce atının


Kılını bile almayız,
Tepe dolusu atını
Tırnağım kadar göremem,
Kır dolusu atını
Ayağım kadar göremem.
Onu canlı bulup vermezsen,
Ölmeyip diri kalamam!” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 39)

Bey Cakıp, oğlu Manas doğduğunda toy düzenleyip herkesi çağırmaya karar verir ve
servetini, zenginliğini hayvanlarının sayısını söyleyerek anlatır.

“O zamanki atları,
Sayım yapıp sayarsa,
Otuz sekiz bin olmuş

Koyunum seksen bin imiş

76

En az orada altı binden fazla devem var.



Sadece bana ait
Yedi bin ineğim bulunuyor.” (age. s. 120, 121)

Ulaşım aracı olarak at

Atı evcilleştiren tüm toplumlarda olduğu gibi Kırgızlarda da atın ilk ve en önemli
işlevi ulaşım sağlamasıdır. Munduk ve Zarlık adlı destanda da atın bu yönü üzerinde
durulur; Cobdur kızı Kançayım’ı Çançarkan’a verdiğinde artık yürümekten yorulduğu için
mihr olarak bir at almak istediğini söyler.

“Yaya olmaktan bıktım,


Alayım mı hayvan olarak
Yağız kuyruksuz genç kısrağı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 199)

Türklerin yaşamında atlar farklı amaçlara hizmet eder. Savaşta önemli bir araçtır,
kurban edilir, ulaşımın hızlı olmasını sağlar. Manas Destanı’nda karısı Çıyrdı’nın bir oğlan
doğurduğunu Cakıp Bey’e haber vermek için köydekilerin koşu atlarına binip yola
çıktıkları ifade edilir.

“Bağlı atın sayısı kırk sekiz,


Hepsi de koşu atı imiş,
Köyün insanları
Acele ata binerek
Şaşkınlık içinde yola çıkmışlar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 101)

Manas Destanı’nda ayrıca uzaklığı ifade etmek için “tay koşturacak mesafe” ifadesi
yer alır.

“Gür sesi Akbalta’nın


Bir tay koşturacak mesafeden duyuldu.” (age. s. 111)
77

Ganimet olarak at

Göçebe bir hayat süren Kırgızların önemli geçim kaynaklarından biri de savaşlardan
elde ettikleri ganimetlerdir. Bir savaşı kazandıklarında elde ettikleri en önemli
ganimetlerden biri de yendikleri kişilerin atlarıdır.

Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, Kalmuklar’a karşı sefere çıkan Er Eşim’e onları
yenip atlarını ganimet olarak almasını söyler.

“Allah’a ısmarladık şimdiyse yiğit Eşim,


Hafif git, yüklü dön.
Erkekleri öldürüp, atlarına el koyup,
Sağ salim geri dön.
Deyip gönderir orduyu.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 75)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç’ı yenip öldürünce
onun tulpar atını ganimet olarak alır.

“Sur Koyon gibi tulparı


Ganimet alıp binerim.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 225)

Manas Destanı’nda, Manas ve arkadaşları, Çinli komutan Nuuker’in askerlerini


öldürüp eşyalarını ve atlarını ganimet olarak alırlar.

“Atına, kürküne, silahına,


Ganimet olarak el koydu

Tam o yere at kürkünü
Ganimet olarak aralarında paylaşmışlar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 469, 487)

Manas, Kalmuklardan birini öldürünce Kalmuklar toplanıp Cakıp ve Manas’a


saldırmayı, bütün atlarını kan parası olarak almayı planlarlar. Manas, seyisi Iyman’a
atlarını alırlarsa Kalmukların belaya uğrayacağını söyler.
78

“Alırlarsa hepsini alır,


Alsalar da atlarımı,
Belaya uğrar kendisi.” (age. s. 229)

Er Soltonoy Destanı’nda Kalmukları yenen Kırgızlar, öldürdükleri kişilerin atlarını


ganimet olarak alırlar.

“Birçok at ganimet alıp,


Kırgız buldu faydasını.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 93)

Ödül, hediye, çeyiz ve mihr olarak at

Kırgızların yaşantısında atın ödül, hediye ve çeyiz olarak verilmesi taşıdığı maddî ve
manevî değeri ortaya koymaktadır.

Er Eşim Destanı’nda Er Eşim, düşmana karşı birlik olmak amacıyla çağırdığı Han
Tursun’a hediye olarak dokuz yorga at verir; at ve tay yarışları düzenleyerek ödül dağıtır.

“Dostluğu için dokuz,


Yorga atı verir yiğit Eşim.
Oyrot’ları yağma edip gelmiş gibi,
Hediye verir yiğit Eşim.
Tay yarışı, at yarışı,
Ödülü çok olan cirit oyunu düzenler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 71)

Şırdakbek Destanı’nda Seyitbek’in karısı erkek çocuk dünyaya getirince bu güzel


haberi müjdeleyenlere elbise ve kaftanın yanı sıra at da hediye edilir.

“Her kişiye ikişer,


Endamlı güzel at verir.” (age. s. 259)

Şırdakbek Destanı’nda Han Tölök, Şırdak adına Alıpbek’in kızını istemeye gider.
Kızını Şırdakbek’e verecek olan Alıpbek’e mihir olarak yüz deve ve yüz at verilir.
79

“Danışmak için gelen hâkimlerden,


Söz ustası konuşanlardan.
Mihirden sözü başlatırlar:
Develerden yüzü versin,
Anlaşmaya kabul etsin.
Atlardan yüzü versin.
Han Tölök bunu kabul etsin derler.” (age. s. 307)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda kızı Aruuke’yi Altın Kökül ile evlendiren
Temirkan kızına düğün hediyesi olarak yorga (yumuşak, rahvan yürüyüşlü at) verir.

“Deyip öylece Temirkan


Aruuke’nin altına
Armağan olarak yorga verdi.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 325)

Manas Destanı’nda Cakıp, Çin ve Moğol halkı dâhil tüm komşularını oğlu Manas
doğduğu için yapacağı düğüne davet eder. Köyüne gelen ilk otuz kişiye at ve diğer
hayvanlardan oluşan büyük ödüller vereceğini söyler.

“Yarışı kazananlara ödül olarak


Beş yüz kırmızı devem var,

Beş yüz at, bin koyun,

Altı büyük baş hayvan, seksen koyun,
Az diyeceksen hiç gelme,
Karım çocuk doğurdu diye,
Bu halka verdiğim bir ziyafet.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 125)

Destanda Mançulu Kalmuklara karşı birlikte savaşan Kırgızlar ve Kalmuklar dost


olurlar. Kalmuklar savaşta büyük kayıplar verdiği için Bey Cakıp onlara yardım olsun diye
at ve kısrak verir.
80

“Seyisini çağırdı
Bey Cakıp karşısına aldı:
‘Etli kısraklardan,
Hadım edilmiş atlardan,
Dört yüzünü sürerek getir,
Babası ölmüş çocuğa
Arada ölen Kalmukların
Arasında paylaştır ver!’ dedi.” (age. s. 259)

Bey Cakıp, oğlu olduğunu kendisine müjdelemeye gelen kırk kişiye bindikleri atları
hediye eder.

“Kiminizi seçeyim,
Yakını var, uzağı var,
Herkes kendi alsın
Bindiği atı.” (age. s. 115)

Cakıp, kendisine müjde veren arkadaşı Akbalta’ya ise bir torba altının yanı sıra en
değerli sürüsünden dokuz at, deve ve büyükbaş hayvan verir.

“Kamberboz’un sürüsünden
Seçip dokuz at al,
Deveden dört tane al,
Dört baş maldan dört al.” (age. s. 115)

Çıyırdı, Manas’ı dünyaya getirdiğinde kısrak kesip açları doyurur.

“Çağırıp halka vermiş


Sekiz kısrak etini
Kutlamada aç olanlar karnını doyurmuş.” (age. s. 101)

Boston Destanı’nda Buuba Han, eşinin ikiz çocuk doğurduğunu kendisine haber
vermeye gelenlere armağan olarak at verir. Kırgızlarda at, çok değerli bir armağandır. Bu
81

davranış, Buuba Han’ın çocuğu olmasından kaynaklanan mutluluğunun yanı sıra


cömertliğinin de göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

“Yiğitlere bakmış,
Müjdeler olsun diye,
Bakıyor hanına.
‘Sürü ile at alın.
Aygırı fazla külük alın.
Tepeye çıkın,
Sürüp alın.’
Diye sözünü söylemiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 34)

Boston Destanı’nda, Boston ile Cezbilek’in düğünü için düzenlenen toyda çeşitli
oyun ve yarışmalar tertiplendiği, bu oyun ve yarışmaları kazananlara ödül olarak çeşitli
hayvanlar da verildiği ifade edilir. Kız kovalama oyununu kazanan kızlara verilen ödül
yüklü develer iken erkeklere verilen ödül attır.

“İmdi tellal bağırır;


Yenen kızlar
Yükü ile deve alacak.
Yenen yiğitler
Eğerli külük at alacak,
Diye ilan etti tellallar.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 143)

Gök börü oyununda kazananlara ödül olarak ise kısrak verilir.

“Toplanan halka tellallar


Şöyle ilan etmiş:
Yerden kapıp boğayı
At yelesine atanlar,
İşaretlenen sınıra
Dönüp gelip atarsa
Kısır kalan kısrak alacak,
Yerde yatan boğayı
82

Eğilip alan çobandesler,


At yelesine koyanlar,
Uzağa at koşturark varıp
İşaretli yere atarsa
Taylı kısrak alacak
Sevinip kalacak.” (age. s. 145)

Kırgızlar; ata binmeyi, güreşmeyi, savaş aletlerini kullanmayı vb. oyunların içinde
değerlendirmişler ve çocuklarına, gençlerine oyun şeklinde bunları
öğretmişlerdir… Kırgızların at üstünde oynadıkalrı birçok oyun vardır… Tekeyi
çekiştirerek almak suretiyle oynanan bir oyun olan “kök börü” adlı oyun da atlı
oyunlardan biridir… At üstünde oynanan oyunlardan bir başkası da “tay yarışı”
oyunudur… Yine bir tay yarışı olan “kız kovalamaca” da yaygın ve eski
oyunlardandır… Kırgız Türklerinin atla ilgili bir başka oyunu da “yaya tay
yarıştırma” adını taşımaktadır. Her ne kadar oyuna “yaya tay yarıştırma” dense de
bu younda çocukların kendileri koşmaktadır. At hayata o kadar hâkimdir ki
insanların koştukları bir yarış, bu hayvanın adını taşımaktadır (Atabey, 1998).

Toyda oynanan er sayış oyununda at üstündeki yiğitler mızrakla birbirini attan


düşürmeye çalışır. Kazanana ödül olarak külük tulpar verilir. Bu dizelerde atın hem
eğlenmek amacıyla düzenlenen yarışma ve oyunların bir parçası hem de sonuçta verilen
ödül olduğu görülür. Bu da atın Kırgızların yaşamında sahip olduğu yerin ve önemin en
kesin kanıtlarından biridir.

“Er sayış heyecanlı olmuş.


On gün sürmüş.
Galip olan yiğitler
Külük tulpar almışlar.
İtibarlı olmuşlar.” (age. s. 151)

Toyda oynanan bir diğer oyun at koşturmadır. Kazanan yiğide verilecek ödül ise
oldukça büyüktür. Bin at, dokuz deve, kurulmuş bir oba ve hizmetçilerden oluşan ödülü
kazanmak isteyen yiğidin atını herkesten hızlı koşturması gerekir.

“Baş ödülü bin at.


Süslenip koyulan
83

Dokuz devesi de var.


Süslenmiş develeri tutan,
Yükü ile örtülmüş,
Hizmet etmek için
Cariyelerle kullar var.
Kullar ile cariyelere
Hazırlanmış evi var,
Ak obası kurulmuş.” (age. s. 154)

Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine
bir toy düzenlenir. Dağıtılan hediyeler arasında yürük atlar da vardır.

“Kıymetli kumaştan kadınlara elbiseler dikilip,


Köyün aksakalı gitti, ata binip.
Yaşlı kadınlar gereğince kumaş aldı,
Delikanlının hissesine düştü yorga yürük at.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 91)
Şaysılda’nın doğumu şerefine düzenlenen toyda at yarışı da yapılır.

“Kaydedildi toya gelen atların hepsi,


Alındı atların üstünden çulları.
Düğümleyip kuyruklarını, bağlayıp kâküllerini,
Saklandı bütün özellikleri sır gibi.” (age. s. 92)

Boston destanında at, ödüllere olduğu gibi cezalara da araç teşkil eder. Boston,
yaptığı kötülükler nedeniyle ikiz kardeşi Karaçaç’ı cezalandırmak zorunda olduğunu
söyler. Türk masallarında sıkça rastlanan ve “Kırk katır mı, kırk satır mı?” şeklinde dile
getirilen ölüm cezası bu destanda benzer şekilde uygulanır.

“Kardeşim Karaçaç,
Kardeşim olsan da
Senin günahını affetmem.
Kırk kısrağa sürükleteceğim.
Öbür dünyaya göndereceğim.

84

Birbirine birleşik kırk kısrak


Karaçaç gibi güzeli
Sürükleyip gitmiş,
Tepelere sürüklemiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 356)

Benzetme unsuru olarak at

Kocacaş Destanı’nda at benzetme unsuru olarak da yer alır. Kocacaş, rüyasını


yorumlaması için eşi Zulayka’ya seslenirken yavru taylar gibi bir arada büyüdüklerini
söyler.

“Yavru tay gibi birlikte büyüdüğüm


Vahşi tay gibi sırdaşım.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 77)

Kocacaş, Kayberen Sur Eçki adı verilen keçiyi avlamak üzere köyünden ayrılır.
Keçiyi avlayacağına dair yemin etmiştir ve yeminini bozup köye dönmek istemez.
Kendisini almaya gelen eşi Zulayka’yı köye geri dönmesi için ikna etmeye çalışırken
kendisini yürük ata benzetir.

“Bilesin, Zulayka onu da


Bıkmam, yorulmam,
Soranlara selam söyle,
Avcın, yürük at gibi tavında.
Yakalamaya az kaldı,
Dermanı kalmayan Eçki’nin.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 177)

Mendirman Destanı’nda Mendirman’ın eşi Aykanış, güzel ve işveli bir kadındır.


Kardeşleri, Aykanış’ın güzelliği ve işveli davranışları nedeniyle Mendirman’ı kıskanırlar,
ona zarar vermek isterler. Mendirman, kardeşlerinden kaçarken karısının yine süzülerek
etrafa baktığını görünce Aykanış’ı bırakıp gittiği için pişman olup onu da yanında götürür.
Aykanış, kocasının kendisini öldüreceğini düşünüp Mendirman’a yalvarır ve övgü dolu
sözlerle onu kandırmaya çalışır. Yürük at gibi akıllı ve cesur olsa da kendisini dinlemesini
ister.
85

“Yürük at olsan (bile) kulak ver


Dertlerimi, sıkıntılarımı dinle
İyi tut aklında
Genç yaşıma kıyma.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 23)

Kardeşlerinden kaçarak yurdunu terk eden Mendirman, Adil Han’ın yanına yerleşir,
onun için çalışmaya başlar. Öyle çok çalışır ki halk kısa sürede zenginleşir. Çelimsiz
tayların kısa sürede güçlü atlara dönüşmesi zamanın geçtiğinin ve zenginleşmenin ifadesi
olarak görülür.

“Fakirler zengin oldu,


Çelimsiz taylar at oldu.
Bütün halk zenginleşti.” (age. s. 28)

Adil Han, Mendirman’ın karısı Aykanış’ı çok beğenir. Kendisine büyük iyilikleri
dokunmasına rağmen Mendirman’ı uzak ve tehlikeli yerlere göndererek ondan kurtulmak
ister. Bunu anlayan Mendirman, Adil Han’a cevabında yürük at gibi güçlü ve cesur
olduğunu söyleyerek kendisini över.

“Yürük at (gibidir) Mendirman


Fırtına gelse zarar vermez
Karanlık orman gibi erimdir
Uçmaya gelince kanadım
Her toplantıda örnek kişiyim
Konmak için kuyruğum…
Yedi gün koştuğumda
Rüzgârın yetişemeyeceği savaş atıyım.” (age. s. 38, 39)

Eşimkul Destanı’nda Eşimkul’un karısı Zuura, doğum sancısı çekerken bebeğini taya
benzetir.

“İçimde durup tayım


Niçin bu kadar eziyet ettin?” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 129)
86

Eşimkul ve Zuura, çocukları olmadığı için il il dolaşıp derman ararlar. Sonunda


çocukları olur ve memleketlerine dönerler. Yürüyerek yola çıktıkları için yorga ata
benzetilirler.

“Zuura ile Eşimkul


Yola düştü yorga at gibi yürüyüp.” (age. s. 147)

Yine aynı destanda Altın Kökül ile eşi Aruuke, Temirkan’ın şehrinden ayrılırken çok
üzülüp ağlar ve bu durumları kurt saldırmış yılkıya (at sürüsü) benzetilir.

“Kadın, erkek uğuldaşıp,


Kurt saldırmış yılkı gibi
Çoluk çocuk ağlayıp…” (age. s. 325)

Altın Kökül şehrini ele geçirdiğinde Temirkan’ın üzüntülü hâli kösteklenmiş ata
benzetilir.

“Kösteklenen at gibi vurulup,


Üzülüp Temirkan
Kapalı duruyor gözleri.” (age. s. 277)

Destanda Altın Kökül’ün Sur Koyon adlı atı hızlı koştuğu için çekirgeye benzetilir
ve çocuk yaştaki Kökül’ün Temirkan’ın şehrini yenmesini sağlayanın atı olduğu ifade
edilir.

“Altındaki Sur Koyon’un


Çekirge gibi sıçrayıp, atlayıp
Yere değmiyor tabanı…
Amacına ulaştırdı
Karga gibi yalnız balayı.
Sur Koyon yendi aslında
Parıldayan şehri.
Sur Koyon ele geçmese
Şehri Kököl vurur mu?” (age. s. 297)
87

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda at, farklı bir yönüyle de benzetme unsuru olur.
Altın Kökül’ün atı Sur Koyon yürüyüşündeki zarafet nedeniyle kıza benzetilir.

“Altındaki Sur Koyon


Kız gibi süzülüp…” (age. s. 329)

Manas Destanı’nda Bay, altmış yıl ayrı kaldığı kardeşi Cakıp’ı tekrar gördüğünde
ona çok değer verdiğini, ondan güç aldığını anlatmak için kardeşini atla özdeşleştirir.
Kırgızların yaşantısında insanların en büyük destekçisi ve dostu bindikleri attır. Bay,
kardeşi Cakıp’tan aldığı gücü şöyle ifade eder:

“Yorulduğumda bineceğim Burak atım,


Taşa bastığımda toynağım olan.
Savaşta giydiğim zırh yeleğim,
Benim için üzülür müydün?” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 323)

Manas’ın atı Aybomboz’un dört yaşına geldiğinde deve kadar heybetli oluşu övülür.

“Aybomboz’a binip yola çıktı


Dört yaşına gelmiş bir hayvanmış,
Deve kadar görünümü varmış.” (age. s. 263)

Kız Darıyka Destanı’nda bahsi geçen ihtiyar bilge kişi, Darıyka’nın hamile olduğunu
öğrenir ve ona güçlü olmasını söyler. Henüz doğmamış olan bebeği yürük ata benzetir.

“Hediyesini bırakıp gitti aslan sana,


Duyduğuma göre hamileymişsin yavrum.
Yürük atın işareti gibi o toynak,
Kutlu olsun hepimize inşallah.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 77)

Destanda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda, oyun olsun diye bir çocuğa vurur;
çocuk düşer, başını çarpar ve ölür. Çocuğun yaşlı annesi çok üzülür, ölen oğlunu süt emen
taya benzetir. Bu benzetme ile ölen çocuğun masumiyeti ve korunmasızlığı anlatılmaya
çalışılmıştır.
88

“Ayrıldım kulunumdan (tay), ne yaparım


Yalvarıp yemek için kime giderim.
Yaşamın bana ne anlamı var ki,
Yanımda olmadıktan sonra evladım.” (age. s. 97)

Şaysılda, babası Hz. Ali’yi bulmaya gideceğini annesi Darıyka’ya söylediğinde


yürük ata benzetilir.

“Yürük at gibi yerinde duramadan,


Kendi sürüsünü arayan aslan gibi.
Çocuğun şimdilik aklında ata yurdu,
Gitmek istedi bir an bile durmadan.” (age. s. 103)

Er Soltonoy Destanı’nda yedi bin kişilik Kalmuk ordusuyla savaşan Bolotkan’ın en


büyük yardımcısı olan atı çok hızlı koştuğundan kuşa benzetilir.

“Siyah akıtmalı savaş atı,


Gökyüzünde uçan kuş gibi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 100)

Destanda Colborskan, Kalmuklarla savaşa gidecekleri zaman cesur davranan


oğullarını taya benzetir.

“Kurban olayım sözüne,


Önümde duran iki tayım.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 40)

Temirkan, babası Colborskan’dan Kalmukları ülkesinden sürebilmek için cesur


savaşçılardan oluşan üç bin kişilik bir ordu kurmasını ister. Bu dizelerde Kalmuklar at
sürüsüne benzetilir.

“Kalkanı var arkasında,


Ardıç mızrağı kolunda,
Kalmuk’u sürüp yılkı gibi,
Saldırıp yürüsün sonunda.” (age. s. 46)
89

At motifinin Kırgız destanlarında bu sınıflandırmaların dışında da kullanıldığı


görülür. Kız Darıyka Destanı’nda Hz. Ali öz yurduna dönünce Darıyka çok üzülür, derdini
baba dediği ihtiyara anlatır. Babasının yakın bir arkadaşı olan bu ihtiyar Darıyka’yı teselli
etmeye çalışırken “Yürük atta olmaz toynak bütün.” deyimini kullanır. Güçlü insanların bir
tarafının hep eksik, yaralı olacağı anlamında kullanılan bu ifade atın Kırgızların yaşamında
olduğu kadar dillerinde de yer bulduğunu gösterir.

“O zaman ihtiyar der, yavrum düşün,


Yürük atta olmaz toynak bütün.
Hayatta karşına çıkar her türlü şey,
Dayanıklı yiğitler muhafaza eder gücünü.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 75)

Manas Destanı’nda ise Manas, Çin hükümdarının elçilerini döver, kulaklarını ve


burunlarını keser, sağ gözlerini oyar; elçilerin atlarının da kâküllerini ve kuyruklarını
keserek elçileri geri gönderir. Böylece Çin hükümdarına ordusunu toplayıp gelse de onu
yeneceği mesajını göndermiş ve meydan okumuş olur.

“Güçlü Manas bahadırın


Yanında duran kırk atlı adamı
Yap dediklerini yaparak
Atların kahküllerini,
Gözüne gelecek şekilde kesip,
Manas’ın emrini yerine getirdiler.
Dizlerine gelecek şekilde kestiler
Atların kuyruklarını.” (age. s. 437)

5.2. Deve

5.2.1. Genel özellikleriyle deve

Deve; çöl bölgelerinde uzun süre susuz yaşayabilen, geviş getiren, iri cüsseli bir
hayvandır. Uzun ve eğri boyunlu, uzun bacaklıdır. Sırtı hörgüçlüdür. Hörgüçlerinde yağ
depo ederek bu yağı yedek besin deposu olarak kullanır. Susuz zamanlarda hörgücündeki
yağı, su ve enerjiye çevirebilir. Bu sayede bir hafta hiç su içmeden normal yaşantısına
90

devam eder. Uzun yolculuklarda hörgüçleri eriyerek küçülür. Evcildirler. Çift hörgüçlülere
“Asya devesi”; tek hörgüçlülere “Afrika devesi”, “hecin devesi”, “hacı devesi” veya “çöl
devesi” denir. Develer yük ve binek hayvanları olduğu gibi sütünden, tüyünden ve
derisinden de faydalanılır. Eti yenilir, kurban olarak kesilebilir. Kum fırtınalarında uzun ve
sık tüylü, iki kat olan kirpikleriyle gözlerini koruması, burun deliklerini kapayabilmesi, bu
amaçla kulaklarını da sıkı sıkıya örtebilmesi, açlık ve susuzluğa günlerce dayanabilmesi
sebebiyle sıcak ve kurak memleketlerde atın yerini almıştır. Tarih boyunca özellikle
Sümerler, Hititler, İranlılar, Araplar ve Romalılar deveyi ordularında kullanmışlardır.
Büyük Sahra ve diğer çöl bölgelerinde bugün bile göçebe kavimlerin hayatında yük ve
binek hayvanı olarak önemlidir.

5.2.2. Devenin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Deve, Türk kültüründe eti yenen, kurban edilebilen, yük ve insan taşımacılığında
faydalanılan bir hayvan olmasına rağmen aynı amaçlarla beslenen at ve koyun kadar geniş
bir yere sahip değildir. Ancak Türklerin yaşadığı ülkelerden geçen İpek Yolu ve Baharat
Yolu gibi çok önemli tarihî ticaret yollarında yük taşımacılığının deve kervanlarıyla
yapılması, devenin Türk ekonomisinde önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir.

5.2.3. Kırgız destanlarında deve

Kırgız destanlarında deve birçok farklı yönüyle söz konusu edilir. Kişilerin
zenginliği hayvanlarının çokluğuyla ölçüldüğünden çok sayıda deveye sahip olmak da bir
zenginlik göstergesidir. İnsan ve yük taşımacılığında kullanılan en önemli ulaşım
araçlarından biridir. Ayrıca kurban edilebilen hayvanlardan biri olduğundan beslenmede de
önemli bir yere sahiptir.

Zenginlik göstergesi olarak deve

Er Eşim Destanı’nda Tügöl Bey’in zenginliği anlatılırken hayvanlarının


çokluğundan; sayısız inek, koyun ve deveye sahip olduğundan söz edilir.

“Sığmamış, hayvanları yayınca,


Bir kıyıdan öbür kıyıya.
91

Oktorkoy, Kızart, Sandık’ta,


İneklerle develer yatarmış.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 21)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han’ın yanına yerleşen Mendirman çok çalışır ve


halkını kısa sürede refaha kavuşturur. Halkın zenginlik ve mutluluğunu anlatmak için artık
deve sütü sağıldığı ifade edilir.

“İşte bu yiğit geleli


Gelinler deve sütü sağmaya başladı
Yaşlılar semiz et yemeye başladı.
Adıl Han’a bakınca
Gönlü mutlulukla doldu.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 27)

Manas Destanı’nda inek ve deve sahibi olmanın zenginlik sağlamasının yanı sıra bu
hayvanların çobanlığının da kişiye saygınlık kazandırdığı ifade edilir.

“Seyisi var, çobanı var,


İnekler ortalıkta keyif içinde geziniyor.
Deve, inek çobanlarınız da
Büyüklük taslayarak geziniyorlar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Cakıp, oğlu Manas doğduğunda herkesi çağıracağı bir düğün yapar ve zenginliğini
anlatırken develerinin çokluğundan da bahseder.

“En az orada altı binden fazla devem var.” (age. s. 121)

Kurban olarak deve

Kırgızlar; doğum, düğün, zafer gibi mutluluk verici olayları kutlamak için
düzenledikleri toylarda ya da çocuklarının olması gibi bir dileklerinin kabul edilmesini
istedikleri zamanlarda kurban kesip ziyafet verirler. Bu ziyafetlerde kesilen hayvanlar
arasında develer önemli bir yere sahiptir.
92

Sarı at veya sarı inekle sarı devenin kesilmesi de Türk mitolojisinin motiflerinden
biridir. Sarı renkte hayvanların etlerinin daha iyi vasıfta olduğundan mı yoksa
altın gibi sarı renklerin kutsal oluşundan veya soylu tabakayı gösterdiğinden
dolayı mı, büyük saygı ziyafetlerinde sarı hayvanların kesildiğini bilmiyoruz
(Bekki, 1996).

Munduk ve Zarlık Destanı’nda çocuğu olmasını isteyen Çançarkan, bu dileği


gerçekleşsin diye koyun, inek ve atların yanı sıra hörgüçlü develer de keserek bir ziyafet
verir. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 193)

Şırdakbek Destanı’nda Seyitbek, oğlunun doğumundan sonra verdiği ziyafette dokuz


deve de keser.

“Develerden dokuz hayvan kesip,


Atlardan doksan kısrak kesip,
Pek büyük ziyafet çeker.” (age. s. 261)

Manas Destanı’nda rüyasında doğan gören Cakıp Bey, çocuğu olabilir diye karısının
isteği üzerine kurban kesip ziyafet verir. At, koyun ve sığırdan başka iki de deve keser.

“Dokuz at, doksan koyunla


Yapıldı bu ziyafet,
İki sığır kesti,
İki deve kesti.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 71)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Bey Cakıp, doğum sancısı uzun süren karısı Çıyırdı
Manas’ı doğurabilsin diye kurban olarak deve de keser.

“Ayrı hörgüçlü deve kesti.


Sürekli kadıncağız
Hiç susmadan bağırdı.” (age. s. 89)
93

Devenin beslenmedeki yeri

Kırgızların yaşantısında devenin rollerinden biri de beslenmedeki önemli yeridir.


Deve, toylarda kurban edilip ziyafetin bir parçası olmasının yanı sıra sütüyle de beslenme
zincirinin önemli bir halkası durumundadır.

Munduk ve Zarlık Destanı’nda ise deve sütünün farklı bir amaçla kullanıldığı
görülür. Çançarkan, karısı Kançayım’ın iki köpek yavrusu değil biri kız diğeri erkek iki
çocuk dünyaya getirdiğini, açgözlü kocakarı Mastan’ın kendisini kandırdığını dokuz yıl
sonra öğrenir. Çocukları gibi Kançayım da bu dokuz yıl boyunca dağlarda yaşamıştır.
Çançarkan, karısını deve sütüyle yıkatır. Bu davranışın amacı hem karısını dokuz yıllık
kötülükten ve kirden arındırmak hem de karısına verdiği değeri göstermek olabilir.

“Bundan sonra Kançayım’ı kırk devenin sütünde yıkatıp tekrar nikâh kıyarak
evlenir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 239)

Ulaşım aracı olarak deve

Göçebe bir yaşam süren Kırgızların bir yerden başka bir yere göçleri sırasında ulaşım
aracı olarak atların yanı sıra develeri de kullandıkları destan metinlerinden anlaşılır.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda yeni otlaklara göç edilirken halkın yükünü develer taşır.

“Gürültülü kalabalık köy evlerini söker,


Yük yüklemek için havut vurup develeri getirirler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007:
177)

Kocacaş Destanı’nda Kocacaş ile evlenen Zulayka’nın çeyizi develere yüklenip


taşınır.

“Deveye çeyizini yükletip,


Saçını topuz yaptırmış,
İpek kilim dokutup.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 67)
94

Destanın başka bir bölümünde de Kocacaş’ı mahsur kaldığı sarp kayalıktan


kurtarmaya gelen halkı, onun ölümü üzerine köyüne dönerken yüklerini develerle taşır.
Kocacaş öldüğü için eşi Zulayka yas tutar ve yükünü kara deve ile taşır.

“Deveye havut vurup, yükleyip,


Köyü göçtü yerine.
Eşi Zulay yas edip.
Kara nara havut vurup, yükleyip,
Halkı göçtü yerine.” (age. s. 225)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile evlenen Aruuke’nin çeyizi
develerle taşınır.

“Aruuke’nin alacağını
Sarı deveye yükleyip,

Bir değil öylece
On deveye yükledi.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 325)

Er Soltonoy Destanı’nda Madılbek, tuzağa düşürdüğü Temirkan ve Bolotkan’ın


ellerini bağlar, onları deveye bindirip götürür.

“Atan deveye havut vurup bindirip,


Uzun yola koyuldular.
İkisi birlikte gidiyor,
Kum geçidini aşıp deve üstünde.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 147)

Destanda Kırgız şehrine gelen Kalmuk tüccarlarının yüklerini deve kervanlarıyla


taşıdıkları söylenir.

“Kalmuk’un Orgut şehrinin tüccarları on iki bin deveye yük yükleyerek Kırgız’ın
Çınabat şehrine gelip şu sözleri halk içinde yaydılar.” ( age. s. 180)
95

“Günlerden bir gün Kalmukların Orgut şehrinden çok büyük bir kervan gelip on beş
bin deve yüklü hâlde Çınabat şehrine gider.” (age. s. 185)

Ödül, hediye, çeyiz ve mihr olarak deve

Kırgızlarda ailenin evlendirdiği kızına çeyiz vermesi önemli bir gelenektir.


Konargöçer bir toplum olan Kırgızlar, çeyiz olarak çoğunlukla pahalı kumaşlar, kürkler ve
hayvanları verirler, bu hayvanlardan biri de devedir. Munduk ve Zarlık Destanı’nda
Külmöskan, kızını Zarlıkhan’la evlendirdiğinde pahalı giysilerle yüklenmiş seksen deveyi
çeyiz olarak verir. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 227)

Kocacaş Destanı’nda Zulayka, evleneceği kişinin getireceği çeyizin içinde deve de


olmasını ister.

“Çok mal verip gönderip,


Çift hörgüçlü deve verip,
Altın, gümüş, mücevher verip,
Sözleştiğim yârim gelmiş gibi.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 39)

Evlenen kıza çeyiz verildiği gibi Kırgız erkekleri evlendikleri kıza ya da ailesine de
mihr verirler. Şırdakbek Destanı’nda kızını Şırdakbek’e verecek olan Alıpbek’e mihr
olarak yüz deve de verilir.

“Danışmak için gelen hâkimlerden,


Söz ustası konuşanlardan.
Mihirden sözü başlatırlar:
Develerden yüzü versin,
Anlaşmaya kabul etsin.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 307)

Manas Destanı’nda Bey Cakıp, oğlu Manas doğduğunda yaptığı düğün için köyüne
gelen ilk otuz kişiye büyük ödüller vereceğini söyler. Bu ödüllerin başında develer vardır.

“Yarışı kazananlara ödül olarak


Beş yüz kırmızı devem var.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 125)
96

Boston Destanı’nda Cezbilek ile Boston’un düğünü için düzenlenen toyda deve
çözme oyunu oynanır. Dul kadınlar ve yoksulların katıldığı bu oyunda, değerli mallar
yüklenen develeri çözmeyi başaran kişi, ödül olarak deveyi ve üzerindeki malları kazanır.

“Deve çözme oyunu başladı.


Dokuz deveyi hazırlamış.
Birbirine burnundan zincirle bağlanıp
Ortaya çukur kazılmış,
Oraya kazık çakılmış...” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 149)

Düğünde oynanan at koşturma oyununun ödüllerinden biri de süslenmiş dokuz


devedir.

“Süslenip koyulan
Dokuz devesi de var.” (age. s. 154)

Buuba Han, Boston’un çocukları olan torunları, gelinleri ve dünürleri geldiği için bir
toy düzenler. Bu toyda deve yarışı da düzenlenir. Bu dizelerden devenin hem yarış yoluyla
eğlence aracı hem de ödül olduğu anlaşılır.

“Deve külüğü celmayan,


Bunlar da seçilip çıksın der,
Belirli yere varıp,
Uzak mesafe yarışıp,
Öne çıkıp gelenler,
Belirlenen ödülü aldılar.” (age. s. 477)

Ganimet olarak deve

Kırgız destanlarında savaşlarda alınan önemli ganimetlerden biri de devedir. Er Eşim


Destanı’nda Acaan ve diğer düşmanlarını yenen Er Eşim’in Kalmukların develerini
ganimet olarak aldığı görülür.
97

“Bir sürü Kalmuk’u tutsak alır,


Farklı develerden narı alır.
Geride kalanları nüfuzu altına alır,
Uzun bacaklı hayvanları alır.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 97)

Benzetme unsuru olarak deve

Kırgız destanlarında deve, farklı yönleriyle benzetme unsuru olarak kullanılır.


Kocacaş Destanı’nın başkahramanı Kocacaş, çok gezip dünyanın birçok yerini görmüş
olması dolayısıyla “deve tabanlı” diye nitelendirilir.

“Kıtayların Kocacaş,
Deve tabanlı avcı deyip,
Bütün dünyayı görmüş deyip.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 27)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han’ın muhafızları Mendirman’ın karısı Aykanış’ı


almak için gelirler, onu cezalandıracaklardır. Aykanış korkar ve ağlar. Onun bu zavallı hâli
yavrusu ölmüş bir deveye benzetilir.

“Acıklı acıklı konuşmaya başladı


Yavrusu ölen develer gibi
Hıçkırarak ağladı.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 43)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul ve karısı Zuura’nın çocukları olmadığı


için kardeşinin çocuklarından birini isterler. Köçörbay, ağabeyi Eşimkul’un teklifini kabul
etmez ve onları aşağılar. Eşimkul ile eşi Zuura çok üzülür ve deve yavrusu gibi ağlarlar.

“Üzülüp ihtiyarlar,
Kardeşinin sözüne
Deve yavrusu gibi bozlayıp ağlayıp,
Bir balanın yokluğundan.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 65)

Yaşlı çift, Allah’tan bir çocuk dilemeye karar verir ve türbeleri dolaşmak için yola
çıkar, çaresizlikten ağladıkları için deve yavrusuna benzetilir.
98

“Hayır isteyip, ne yapacağını bilemeyip,


Yorulduğunda yatıp dinlenip,
Görünene yalvarıp,
Deve yavrusu gibi ağlıyor garipler.” (age. s. 69)

Destanın ilerleyen bölümlerinde çok iri yapılı bir yiğit olan Kan İçme Karaç’ın Altın
Kökül ile güreşi kaybettiği çünkü Altın Kökül’ün rakibini deveye binercesine alt ettiği
ifade edilir.

“Deve gibi Kan İçme


Er Kökül’ün altında
Aklı gidip kalmış.” (age. s. 207)

Manas Destanı’nda atının arkasından gidip kaybolan çocuğu aramaya giden Bey
Cakıp çocuğu bulamayınca kendisini çaresiz ve üzgün hisseder. Onun bu hâli enenmiş
(hadım edilmiş) bir deveye benzetilir.

“Enemiş deve gibi hıçkırarak üzülüp,


Issız yerde Cakıp Bey
‘Mandibay!’ diye çağırdı.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 57)

Boston Destanı’nda deve güzellik unsuru olarak kullanılır. Gözün deve yavrusunun
gözü gibi parlaması; güzellik, zarafet ve masumiyetin ifadesidir. Cezbilek’in bakışlarındaki
masumiyet deve yavrusuna benzetilir.

“Davranıp Cezbilek
Yakasına sarıldı.
Eteğine yapıştı.
Boynuna kolunu doladı,
Deve yavrusu gibi gözü parlayıp,
Endamını zarfiçe kımıldatıp,
İki kaşına baksan
Üç günlük ay gibi eğilmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 122)
99

Manas Destanında hayvancılıkla geçinen göçebe toplumun hikâyesi


anlatıldığından gerek erkek gerekse kadın karakterler tasvir edilirken hayatlarının
doğal ve çok önemli ve etkili unsurlarından olan hayvanlarla ilgili benzetmeler sık
sık kullanılmıştır. Erkek karakterler aslan, kaplan, kurt gibi yırtıcı hayvanlara
benzetilirken kadınlar burada da görüldüğü gibi genellikle evcil ve güzel kümes
hayvanlarına ve sevimli küçük hayvan yavrularına benzetilmiş ve bazen bu
benzetmelerle isimlendirilmiş ve sıfatlandırılmıştır (Günay, 1998).

Destanın başka bir bölümünde Cezbilek’in güzelliği anlatılırken gözlerinin parlaklığı


yine deve yavrusunun gözlerine benzetilir.

“Karşısından baksan
Yuvarlak yüz, çekik göz,
Ay gibi parlak deve yavrusu gözlü,
Bunun gibi güzel hiç yok.” (age. s. 406)

Börübay-Sultan annesi Cezbilek’e babasının kim olduğunu ve nerede olduğunu


sorunca Cezbilek üzülür ve çaresizce gözleri dolar. Gözlerinin parlaklığı burada da deve
yavrusunun gözlerine benzetilir.

“Börübay-Sultan balası
Hepsini sorup durduğunda
Cezbilek üzüldü,
Hıçkırarak ağladı.
Deve yavrusu gibi gözü parlayıp,
Gözyaşı döktü.” (age. s. 422)

Boston Destanı’nda devenin farklı bir benzetmede daha kullanıldığı görülür. Künkan,
kızı Kümüşay’ı Boston’la evlendirir. Kısa bir zaman sonra Boston, kaybettiği deve
kervanını aramaya gideceğini söyler. Künkan, Boston’un deve kervanı sözüyle ailesini
kastettiğini anlar.

“Vatanını özleyen yedi erkek deve,


Soy ataların olur.
Koşup duran yürük deve,
100

Öz han baban olur.


Memesi sütlü, ak deve,
Seni bakıp büyüten,
Öz anan olur.
Burnu bakır halkalı taylak (iki yaşındaki deve),
Kardeşin olur.” (age. s. 221)

Kız Darıyka Destanı’nda Ali, Medine’ye dönmek için yola çıktığında Darıyka çok
üzülür. Onun bu üzgün hâli yavrusundan ayrılan deveye benzetilir.

“Kederlenir Darıyka aslan derdini söyleyip,


Hoşça kal, dedi Ali bahadır atını çevirip.
Yavrusundan ayrılan deve gibi,
Ağlayarak geliyor kız evine geri.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 74)

5.3.Sığır (İnek, Boğa)

5.3.1.Genel özellikleriyle sığır

Sığır; geviş getirenlerden, boynuzlu, büyük baş hayvanların genel adıdır. Çoğunlukla
evcil olan, kaba ve hantal yapılı, kuyrukları püsküllü hayvanlardır. Vücutları genellikle
kıllarla örtülüdür. Sığır kelimesi, halk arasında geniş manada geviş getiren, etinden,
sütünden ve hizmet hayvanı olarak faydalanılan “büyükbaş” evcil hayvanlar için kullanılır.
Dar manada ise evcilleştirilen ve etinden, sütünden veya gücünden faydalanılan ve birçok
soyu üretilen “evcil boğa”dır. Sığırın doğumundan altı aylığa kadar olan erkek ve dişi
yavrularına buzağı; altı aylıktan bir yıllığa kadar olanlarına dana; bir yaşını geçen dişisine
düve, erkeğine boğa; yavrulayan dişiye inek; işe koşulan tosuna öküz denir. Boğa damızlık
olarak, öküz ise iş ve besi hayvanı olarak kullanılır. Sığırların eti ve sütü insan için en iyi
besin kaynağı olduğu gibi derisinden de gön ve kösele yapılır. Boynuz ve kemikleri
sanayide, gübresi tarlalarda kullanılır. Müslüman ülkelerde kurban olarak kesilen
hayvanlardandır.
101

5.3.2.Sığırın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Sığır, tüm toplumlarda olduğu gibi Türklerde de insanların birçok ihtiyacına cevap
veren hayvanlardan biri olarak yer alır. Eti ve sütüyle beslenmede önemli bir yere sahip
olan sığırların derisi de ayakkabı ve giysi yapımında kullanılmıştır. Erkek sığırlar
(boğalar), yük taşımacılığında ve tarım alanlarını sürmekte insanların en büyük
yardımcılarından biri olmuştur. Sığır, kurban edilebilen bir hayvan olması nedeniyle de
önemlidir.

Eski Türklerde boğa veya öküz destanlarda önemli bir yer edinmiş ve Alplik
sembolü olmuştur. Kuvvet ve kudretin simgesi olarak hükümdarlığı temsil
etmiştir. Hint mitolojisinin etkisiyle Türklerde dünyayı taşıyan hayvanlar arasında
kabul edilmiştir. Dede Korkut hikâyelerinde boğa güç, kuvvet ve yiğitlik sembolü
olmuştur. Burç sembolü olan boğa, aynı zamanda Türk hayvan takviminde yıl
sembolüdür (Çatalbaş, 2011).

Sığır, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde ikinci yıla adını vermiştir.

5.3.3.Kırgız destanlarında sığır

Sığır, Kırgız destanlarında en çok sığır sürüleri olan kişilerin zenginliklerini ifade
etmesi bakımından söz konusu edilir. Bunun dışında çeyiz, kurban ve ganimet olması,
beslenmedeki yeri, erkek sığırların yük taşımacılığında kullanılması ve fiziksel gücü temsil
etmesi bakımından benzetme unsuru olması gibi ifadelere de rastlanır.

Zenginlik göstergesi olarak sığır

Er Eşim Destanı’nda Tügöl Bey’in zenginliği anlatılırken hayvanlarının çokluğundan


bahsedilir.

“Eski geçmiş zamanlarda,


Tügöl adında zengin bir bey varmış.
Hesapsızca hayvanı birikir,
Davar ve sığırın hepsi güçlenmişti.
Sığmamış, hayvanları yayınca,
Bir kıyıdan öbür kıyıya.
102

Oktorkoy, Kızart, Sandık’ta,


İneklerle develer yatarmış.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 21)

Er Eşim’in sınçısı, Tügöl Han’ın karısı Baybiçe’ye ne kadar zengin olduklarını sorar;
Baybiçe bu soruyu hayvanlarının çokluğundan bahsederek yanıtlar. Saydığı hayvanların
büyük bölümü tosunlardan (genç boğa) oluşur.

“Kara lekeli tosunlarından,


Bir günde üç yüzünü iğdiş ettirdim,

Alaca tosun bundan çok

Kırmızısından epey var,
Siyahından ne kadar var.
Sarımtırak on binden çok,
Alaca böğrü ondan çok,
Mor olanı bundan çok,
Kahverengi olanları kumdan çok.” (age. s. 43)

Çalışmamızın deve ile ilgili bölümünde de değinildiği gibi Manas Destanı’nda inek
ve deve çobanı olmanın kişiye saygınlık kazandırdığı ifade edilir.

“Seyisi var, çobanı var,


İnekler ortalıkta keyif içinde geziniyor.
Deve, inek çobanlarınız da
Büyüklük taslayarak geziniyorlar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Manas Destanı’nda oğlu Manas’ın doğumunu kutlamak için herkesi çağıracağı bir
düğün yapmaya karar veren Bey Cakıp’ın zenginliğinin bir ifadesi de ineklerinin sayısıdır.

“Sadece bana ait


Yedi bin ineğim bulunuyor.” (age. s. 121)
103

Destanda birçok Türk boyunun Bey Cakıp’ın idaresi altında birleşmesinden sonra
halkın inek ve deve besleyerek barış ve huzur içinde yaşadığı söylenir.

“Rüzgârsız yerlerde inekler böğürüyor,


Tepe arkasından develeri bağırıyor,
Genci yaşlısı herkes
Kendine has çağrılar çağırıyor.” (age. s. 439)

Benzetme unsuru olarak sığır

Er Eşim Destanı’nda inek bir benzetme unsuru olarak da kullanılır. Kalmuklarla


savaşmaya gitmeye karar veren Er Eşim, onları kalabalık olmaları bakımından ineğin
tüylerine benzetir.

“İneğin tüyü kadar çok olan Kalmukları,


Perişan edeyim ben gidip.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 73)

Destanda Er Eşim’in savaştığı Acaan adlı Kalmuk yiğidinin heybeti tasvir edilirken
baldırının bir öküzün beli kadar kalın olduğu ifadesi yer alır.

“Uzun boyu hep kas,


Tuttuğu zaman eli çelik gibidir.
Bastırarak biner kulaya,
Baldırı öküzün beli kadardır.” (age. s. 85)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile Kan İçme Karaç’ın güreşi
anlatılırken iki yiğit boğaya benzetilir.

“Gök Özön’ün kenarında


Gök boğa gibi toslaştılar.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 201)

Er Soltonoy Destanı’nda Nayman adlı Kırgız yiğidi savaş meydanına çıkar ve


kendisiyle teke tek savaşacak düşman ister, karşısına çıkan Kalmuklu ile güreşirken iki
savaşçı boğaya benzetilir.
104

“Biri Kalmuk, biri Kırgız,


Uzun bir süre savaştılar.
Meydanın orta yerinde,
Deli boğa gibi tepiştiler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 51)

Noygut adlı Kalmuk askeri Kırgızlarla savaşlarını anlatırken kendilerini sarhoş


boğalara benzetir.

“Büyüklenen Kırgız devi ile,


Sarhoş boğalar gibi çarpıştık.” (age. s. 108)

Aynı destanda Kalmukların soyunun kalabalık olduğu anlatılırken “inek soylu, öküz
soylu” ifadeleri kullanılır.

“İnek soylu kalabalık Kalmuk,


İşte böyle zulmederdi.” (age. s. 19)

“Uygun görürseniz kardeşler,


Hızlı yürük at binelim.
Öküz soylu Kalmuk’u,
İhtiyatla hemen vuralım.” (age. s. 35)

“Bu inek soyu gibi kalabalık olan Kalmukları kuvvet ile yenmek oldukça zordur.”
(age. s. 86)

Kalmuklara esir düşen Temirkan, yedi yıl sonra karısı Orolkan’a yazdığı mektupta
boğa gbi saldıran düşmanları olup olmadığını sorar.

“Azgın boğa gibi saldırıp,


Yan bakan var mı Orolkan?” (age. s. 184)

Temirkan ve Bolotkan’la atışan Kalmuk ozanı Şırgıy, onları öfkelenmiş boğaya ve


korkak buzağıya benzetir.
105

“Bu Kalmuk’a saldırıp,


Boğa gibi yeri süstünüz.” (age. s. 201)

“Pehlivan değil, buzağısın,


Batur değil korkaksın.”(age. s. 203)

Ulaşım aracı olarak sığır

Er Eşim Destanı’ndaki ifadelerden öküzün Kırgızların yük taşımacılığında kullandığı


hayvanlardan biri olduğu anlaşılır.

“Sabahın erken saatlerinde


Çift öküzlere yükleri yükleyin.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 97)

Kurban olarak sığır

“At kurbanının dışında; sığır, keçi, koç, kuzu ve öküz de Eski Türkler'e göre makbul
kurbanlıklardır. Sığır kurbanı yaygın olarak Kazak-Kırgızlar ve Kırgızlar arasında
yaygındır” (Bekki, 1996).

Munduk ve Zarlık Destanı’nda ineğin kurban olarak kesilen hayvanlardan biri


olduğu ifade edilir. Çocuğu olması umuduyla kurban kesen Çançarkan, inek de kurban
eder.

“Koyun, inek, at, hörgüçlü deve gibi çeşitli hayvanları keserek büyük bir ocak
hazırlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 193)

Manas Destanı’nda Manas’ın babası Bey Cakıp, karısı Çıyırdı’nın doğum


sancılarının sona ermesi için sığır da kurban eder.

“Ak boynuzlu sığır kesti.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 89)

Oğlu Manas’ın doğumu şerefine ziyafet düzenleyen Bey Cakıp, misafirlerine ikram
etmek için kısrak, deve ve koyunların yanı sıra elli sığır da kestirir.
106

“Elli besili öküz var,


Onları da kesiniz.” (age. s. 127)

Boston Destanı’nda Aykan Han, Börübay-Sultan için hazırlattığı ziyafette sığır ve


koyun kestirir.

“Uzaktan oğlum geldi diye,


Börübay-Sultan doysun diye,
Aykan Han’ın orada
On beş sığır kesmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 453)

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgız yiğitlerinin karnını sığır etiyle doyurduğu söylenir.

“Açlığa dayanamayıp,
Sıcak eti atıştırdılar.
Öküzlerin iliğini,
İçlerine çekerek yediler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 169)

Binlerce kişiden oluşan Kalmuk ordusundan kurtulmayı başaran kırk Kırgız yiğidi,
adak adayıp öküz keser.

“Ak sancaklı köylerine,


Zar zor varıp girdiler.
Adak kesip bir öküz,
Huda’dan medet dilediler.” (age. s. 178)

Mihr olarak sığır

Munduk ve Zarlık Destanı’nda kızını Çançarkan’a veren Cobdur, mihr olarak Targıl
adı verilen boynuzsuz sığırlardan ve kuyruksuz öküzlerden almak ister.

“Hesap doğru yapmayı bilmem


Almak istemiyorum parayı.
Hakk’tan çok azap çektim
107

Alayım mı hayvan olarak


Targıl boynuzsuz sığırı.

Alayım mı bir tanem,
Esmer kuyruksuz öküzü.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 199)

Eğlence aracı olarak sığır

Boston Destanı’nda Cezbilek ile Boston’un düğünü için düzenlenen toyda gökbörü
oyunu oynanacağı zaman yiğitlerin güçlerini kanıtlamaları için yerden alacakları hayvanın
keçi yerine boğa olduğu görülür.

“Kök börüde çekiştirmeye


Üç yaşında boğa kesiliyor.

Atik güçlü yiğitler
Yerden kapıp boğayı
At yelesine atıyor.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 145)

Boston Destanı’nda Buuba Han’ın torunları, gelinleri ve dünürleri şerefine


düzenlediği toyda oynanan oyunlardan biri de sığır yarışıdır.

“Sığır külüğü şüdünküt


Bunlara binip yiğitler
Yarışa çıksınlar der.
Uzak yerden koşturulur,
Öne çıkıp gelen
Pek çok ödül alır der.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 477)

Ganimet olarak sığır

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgızlar, kendilerine saldırmaya hazırlanan Kalmuklara bir


gece baskın yaparlar; birçok düşmanı öldürüp ganimet alırlar. Aldıkları ganimetlerin içinde
kesmek için sığırlar da vardır.
108

“Önlerine katıp yöneldiler,


Altı yüz kesmelik öküzü.

At, öküz, yük vurulmuş develeri,
Önüne katıp düştü yola.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 85)

5.4.Koyun/Koç

5.4.1.Genel özellikleriyle koyun/koç

Koyun; boynuzlugiller ailesinden, tıknaz vücutlu, çift tırnaklı, geviş getiren bir
hayvandır. Erkeğine koç, yavrusuna kuzu, bir yaşındakine toklu denir. Yabani veya evcil
olarak dünyanın hemen hemen her tarafında yaşar. Bitkisel besinlerle beslenirler, sürü
oluşturma eğilimleri çok yüksektir. Eti, sütü, postu ve tüyleri için evcil olarak yetiştirilir.
Evcil olanlarının postları yünlü ve kuyrukları uzundur. Yabanileri ise sert kıllı, kısa
kuyruklu, çeviktir. Tarihte göçebe kavimlerin geçim kaynağı olmuştur. Günümüzde de
besin ve dokuma sanayiinde önemli bir yer tutar. Yabani çeşitleri bugün yüksek dağlık
kısımlara çekilmiştir. Müslüman ülkelerde kurban hayvanı olarak da kesilirler.

5.4.2.Koyunun/Koçun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Koyun; etinden, sütünden, derisinden ve yününden faydalanıldığı için Türklerin


yaşantısındaki vazgeçilmez hayvanlardan biridir. İslami inanca göre kurban edilebilen
hayvanlardan biri olması, koyuna ayrı bir değer yüklemiştir. Kendi kararlarını veremeyen,
özgür düşünüp davranamayan, başkalarına bağımlı yaşayan insanların koyun sürüsüne
benzetilmesi, koyuna yüklenen olumsuz bir anlamdır. Zalimin yanında mazlumu temsil
eden koyun 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde sekizinci yıla adını vermiştir.

Koyun ve özellikle beyaz koç eski Türklerde Gök Tanrı’ya sunulan kurbandır.
Güç, kuvvet ve Alpliğin sembolü olan koç, kimi zaman hanedan arması olmuştur.
Ayrıca Koyun, Türk Hayvan Takvimi’nde yıl sembollerinden biridir.
İslamiyet’ten sonra koyun sakinliği, huzur, barış, bolluk ve bereketi temsil
ederken koç gücü, hâkimiyeti kuvveti ve yiğitliği temsil etmiştir. Hz. İsmail’in
kurban olarak Allah’a adanması ile koç, kurban ve ölümü de temsil eden bir
anlam kazanmıştır (Çatalbaş, 2011).
109

5.4.3.Kırgız destanlarında koyun/koç

Kırgız destanlarında adı en çok geçen hayvanlardan biri koyundur. Destanda kurban
edilmesinin yanı sıra eti ve sütüyle beslenmede teşkil ettiği önemli yer, yününün giysi ve
çadır yapımında kullanılması, güçlü ve tehlikeli insanların karşısında zayıf ve masum
insanları temsil etmesi gibi yönleriyle koyundan bahsedilir. Ayrıca bir kişinin koyun
sürülerinin çok oluşu, koyunlarının sayısını bilmiyor olması o kişinin zenginliğinin önemli
göstergelerinden biri olarak ifade edilir.

Zenginlik göstergesi olarak koyun

Kırgızlarda hayvanların çokluğunun zenginlik göstergesi olduğunu daha önce de


ifade etmiştik. Zenginliği övülen kişinin hayvanları sıralanırken çoğunlukla koyunlarının
sayısız olduğu ifadesine yer verilir.

Er Eşim Destanı’nda Tügöl Bey’in zenginliği hayvanlarının çokluğuyla ortaya konur.


Bu hayvanlardan biri de koyundur.

“Her oyuk yeri çevreleyip,


Koyunları otlanırmış.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 21)

Tügölbay’ın ne kadar zengin olduğunu öğrenmek isteyen biri, karısına diğer


hayvanları gibi koyunlarının sayısını da sorar. Baybiçe, ağıllar dolusu koyunları olduğu
cevabını verir.

“Karınca gibi yayılıyor,


Koyunun ne kadar, para ne kadar? …
Ağıl ağıl koyun var,
Kuzusundan enenmiş koç çok.” (age. s. 41, 43)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, oğlu Altın Kökül Genç Aydar
doğduktan sonra halkın hediye ettiği hayvanlardan sürü oluşturup zengin olur. Bu
dizelerden koyunun doğan bir çocuğu kutlamak amacıyla aileye hediye olarak götürüldüğü
de anlaşılır.
110

“Bir yıla kalmadan zengin olup


Koyunu teker teker saydı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 161)

Manas Destanı’nda zenginliğinden söz eden Cakıp Bey, seksen bin koyunu olduğunu
söyler.

Koyunum seksen bin imiş. (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 120)

Kurban ve adak olarak koyun

Munduk ve Zarlık Destanı’nda Çançarkan, çocuğu olacağı umuduyla çok sayıda


kurban keser, bu hayvanlardan biri de koyundur. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 193)

Şırdakbek Destanı’nda Seyitbek, oğlunun doğumundan sonra düzenlediği toyda


sayısız koyun keserek halkına ziyafet verir.

“Sayısızca koyun kesip,


Halkını toplayıp et verip,
Ziyafet yapar.” (age. s. 261)

Mendirman Destanı’nda Kırgızların dilekleri kabul olsun diye Allah’a yalvarıp


koyun adadıkları ifadesi yer alır.

“Bir Allah’a yalvarıp


Bildiğince çok söyleyip
Adak için koyun adayıp…” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 51)

Mendirman, ağabeyi Asıl’ı han ilan ettiğinde ondan her cuma bir koyun kurban
etmesini ister.

“Her cuma günü bir koyun


Esirgemeden kurban et.” (age. s. 71)
111

Manas Destanı’nda Cakıp Bey, rüyasını çocukları olabileceği şeklinde yorumlayan


karısının ısrarı üzerine verdiği ziyafette koyun da keser.

“Dokuz at, doksan koyunla


Yapıldı bu ziyafet.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 71)

Karısının doğum sancısı uzun sürünce Bey Cakıp, doğum bir an önce gerçekleşsin
diye koyun kurban eder.

“Getirip bey Cakıp


Ak sarı koyunu kesti.” (age. s. 89)

Oğlu Manas’ın doğumu şerefine toy düzenleyen Cakıp Bey, ziyafet için iki bin
koyun keser.

“İki bin kadar koyunum var,


Çoktan beri bu ziyafete
Kesmek için düşündüm.
Hiç bırakmadan kesiniz.” (age. s. 127)

Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, Er Eşim’i dönülmesi güç bir yola gönderip onun
tüm varlığının üstüne konar, her gün koçlarından birini kesip yer.

“Her gün yediği soyuştur,


Yiğit Eşim’in koçlarından.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 123)

Boston Destanı’nda Buuba Han, çocuğu olmadığı için üzülür. Halkına durumu
anlatır ve hep birlikte dua ederler. Gökyüzünde beyaz bir bulut görünür, ikiye ayrılan
bulutun arasından görülen aksakallı kişi dualarına “Âmin, çocuk sahibi ol.” der. Buuba
Han, buna çok sevinir ve adak adar.

“Buuba Han çok sevindi,


Sarı başlı beyaz koyun adadı.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 25)
112

Biri kız biri erkek iki çocuğu olan Buuba Han, kurban kesip beşik toyu yapar.

“Buuba Han’a dönersek


Beşik toyu olsun diye,
Beş yüz kısrak kesmiş.
Halkım iyice doysun diye,
Beş bin koyun eklemiş.” (age. s. 36)

Kadamış Han, doğum sancısı çeken kızı Cezbilek’in sağ salim doğurması için adak
adar.

“Hüda, doğumu kolaylaştır, diye,


Bala doğsun, diye,
Dileğimi Hüda versin, diye,
Ak sarı başlı koyun keseyim,
Ciğerini sıyırıp örteyim,
Cezbilek gibi kızım için
Allah rızası için ziyafet vereyim.” (age. s. 415)

Börübay-Sultan gelip babası Boston’u bulunca dedesi Buuba Han çok sevinir,
hizmetçilerine sayısız koyun kesip toyu başlatmalarını söyler.

“Koyun çobanlarına varın,


Ağıldaki koyunlardan
Saymadan kesin.
Eğlence düzenleyin,
Böylece toyu hazırlayın.” (age. s. 471)

Benzetme unsuru olarak koyun

Er Eşim Destanı’nda savaşa gidip üç yıl sonra yurduna dönen Er Eşim halkını ve
hayvanlarını yerinde bulamayınca çaresizliğinden dolayı kendini yetim kalmış kuzuya
benzetir.
113

“Başı döner, kendini yetim kuzu gibi hisseder,


Gözlerinin yaşı sel gibi akar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 105)

Mendirman Destanı’nda Adik Han’ın dokuz oğlundan biri olan Asıl, öz kardeşlerinin
üvey kardeşleri olan Mendirman’ı öldüreceğini öğrenince öz kardeşlerini kurda, üvey
kardeşini ise yalnız ve güçsüz olduğu için koyuna benzetir.

“Dokuz kurt bir koyunu


Yerse leşini bırakır mı?” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 20)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile savaşan Temirkan’ın halkı
ürkmüş olduğu için kurt saldırısına uğramış koyunlara, ölen insanlar ise ipe bağlanmış
kuzulara benzetilir.

“Doluşan kalabalık halk


Kurt saldırmış koyunlar gibi
Sakınıp başını sakladı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 227)

“Kurt saldırmış koyun gibi


Felaketten kaçması

İpe bağlı kuzu gibi
Ölen insanların yatması.” (age. s. 231)

“Kurttan ürken koyunlar gibi


Yan yana sokuluyor.” (age. s. 235)

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgızlara yenilen Kalmuk askerleri koyuna benzetilir.

“Birçok asker yatıyor,


Yayılan koyunlar gibi bir arada.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 63)

Destanda Bolotkan adlı Kırgız yiğidinin yedi bin kişilik Kalmuk ordusuyla tek başına
savaştığı anlatılırken Kalmuk askerleri koyuna ve kuzuya benzetilir.
114

“Kılıç ile vursa,


Parça parça dökülür.
Kırda, ovada, vadide,
Kırılmış koyun gibi çırpınır.

Önüne çıkanları kuzu gibi,
Boğazlayarak gidiyor.” (age. s. 100)

Kırgız yiğitlerinin yendiği Kalmuk askerleri koyuna benzetilir.

“Kalabalık ordunun askerlerini


Koyun gibi kesti kırk yiğit.” (age. s. 161)

“Bir tarafa yönelseler,


Koyun gibi ürker düşmanlar.” (age. s. 170)

“Altısı birden gelerek,


Kolayca birçoğunu öldürdüler.
Aşırbek’in üstünden,
Düşmanı koyun gibi sürdüler.” (age. s. 177)

Manas Destanı’nda Bey Cakıp yeni doğan oğlu Manas’ı inceler ve bebeği gücü,
cesareti, heybetli oluşu simgeleyen bazı hayvanlara benzetir; bunlardan biri de koçtur.

“Koç burunlu, çift kirpik



Kaplan boyun, kalın bilek.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 119)

Çeyiz ve ödül olarak koyun

Er Eşim Destanı’nda dostmuş gibi yaklaşıp Er Eşim’e ihanet eden Han Tursun, Er
Eşim’in karısını kendine eş olarak seçer ve iki bin koyunu da çeyiz olarak verir.
115

“Çeyizine iki bin,


İyilerini ayırıp koyun verdi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 121)

Manas Destanı’nda Bey Cakıp, oğlu Manas’ın doğumu şerefine düzenlediği toy için
köye gelen ilk otuz kişiye vereceği ödüllerden birinin de bin koyun olduğunu söyler.

“Yarışı kazananlara ödül olarak


Beş yüz at, bin koyun,
Altı büyük baş hayvan, seksen koyun.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 125)

Ganimet olarak koyun

Er Soltonoy Destanı’nda Kalmukları yenip bolca ganimet alan Kırgız hanı, halkına
koyun hediye ederek ganimeti paylaştırır.

“Er başına biner tane, koyun verdiler.



Her biri ellişerden
Bahtı açılan nice yiğit,
Yüz ellişer koyun güttü,
Irgat olup gezenler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 104)

Av hayvanı olarak dağ koyunu (arkar) / dağ koçu (kulca)

Kocacaş Destanı’nda babasının intikamını almak için keçinin peşine düşen


Moldocaş, ormanda arkar (dağ koyunu) ve kulca (dağ koçu) görür; onları avlar.

“Yavrusunu ardından sürükleyip,


Bir arkar geldi,
Önüne gelip durdu şimdi,
Vurayım diye arkarı,
Moldocaş karar verdi şimdi.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 243)
116

“Arkar, kulcanın dinlendiği,


Bembeyaz büyük taşlardan.
Gidip duru Moldocaş…” (age. s. 265)

Kırgız destanlarında evcilleşmemiş olan dağ koçu, derisinden elbise yapılması


yönüyle de söz konusu edilir. Boston Destanı’ndan anlaşıldığına göre Kırgız kültüründeki
av hayvanlarından biri de dağ koçudur. Değerli olduğu için dağ koçunun derisinden elbise
yapılır. Boston, kendisine mektup gönderen Cezbilek adlı güzele gitmek için yola çıkmaya
karar verir; kız kardeşi Karaçaç da yolculuk hazırlıklarından biri olarak Boston’a dağ koçu
derisinden elbise diktirir.

“Karadağ’ın tepesinden
Dağ koçunu seçip vurdurup,
Elbiseye layık olsun diye
Aldırıp dağ koçu derisini
Mayaya koydurup
Pehlivanlara sepiletmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 60)

Dağ koçu, derisinin yanında etinden de yararlanılan bir av hayvanıdır. Boston’un


acıktığını anlayan atı Karaboz, ona hem kendisini hem de arkasından gelen kırk yiğidi
doyurmak için teke ve dağ koçu avlamasını söyler.

“İşte bu dağa çık.


Tepeleri teke dolu.
Çukurlarda dağ koçu var.
Yiğitlerin gelene kadar
Onları vurup yığ.
Yiğitleri doyurup
Yola gitmeleri için dinlendir.” (age. s. 68)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Karaboz, Temirkan’ın zehir döktüğü yola basar ve


bir toynağı düşer. Boston ve kırk yiğidi, toynağın yeniden çıkması için gereken bir ayı dağ
koyunu, dağ koçu, geyik gibi hayvanları avlayarak geçirirler.
117

“Tepelere çıktılar,
Dağ koyunu, koçu avladılar.
İyice eğlendiler.” (age. s. 106)

5.5.Keçi

5.5.1.Genel özellikleriyle keçi

Keçi, çoğunlukla dağlık bölgelerde yaşayan, geviş getiren bir hayvandır. Çoğu
boynuzludur. Çenelerinde tipik sakalları vardır. Sarp yamaçlara rahat tırmanır, patika ve
uçurum kenarında rahatça dolaşır. Bundan dolayı zor geçitlere “keçiyolu” denir. Evcil
olanları sütü, derisi ve tiftiği için beslenir. Derisinden eldiven, çanta ve ayakkabı yapılır.
Tüyleri dokumacılıkta kullanılır. Sütü az yağlı ve besleyicidir. Eski çağlardan beri evcil
olarak insanoğlunun hizmetindedir. Taze filiz ve yaprakları severler. Otları kökleriyle
sökerek yediklerinden toprağın verimini azaltırlar. Yaşlı bir erkeğin önderliğinde, sürü
hâlinde gezerler. Yavrusuna “oğlak”, erkeğine “teke” denir.

5.5.2.Keçinin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Keçi, diğer toplumlarda olduğu gibi Türklerde de tıpkı koyun gibi eti, sütü, derisi ve
tiftiği için beslenen bir hayvandır. İnatçı olmak yönüyle insanlar için kullanılan bir
benzetme unsurudur.

Keçinin yavrusu olan oğlağın Türklerin tarihî ve millî sporlarından biri olan Gökbörü
oyununda önemli bir yeri vardır. Bu oyunda atlılar, kesilmiş bir oğlağı veya başka bir
hayvan yavrusunu birbirinin pençesinden almak için kurtlar gibi mücadele eder. Bugün
bile Türkistan Türklerinin en önemli atlı sporlarından birini teşkil eden gökbörü oyunu,
cirit gibi atlı bir spordur ve at üstünde koşarak oğlağı kapmak ve rakibin kalesinden
geçirerek sayı kazanmak üzerinedir.
118

5.5.3.Kırgız destanlarında keçi

Oğlak kapma (kök-börü) oyunu

Kocacaş Destanı’nda toylarda eğlenmek amacıyla oğlak kapma oyunu


oynandığından söz edilir. Kırgızların önemli ata sporlarından olan ve kök-börü de denen
bu oyunda at üstündeki yiğitler, kesilip içi boşaltılmış bir oğlağı birbirlerinin elinden almak
için mücadele ederler.

“Dağıtmadan toyu bir hafta


Eğlenceyi arttırıp,
Gayretli pehlivan, yürekli yiğit,
Şehre oğlak kapma oynatıp.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 57)

Er Soltonoy Destanı’nda Noygut adlı Kalmuk, Moğolistandaki Orgut şehrinin hanı


Uyulkan’a, Kırgızların kendilerini Gökbörü oyunundaki oğlakla oynar gibi kolayca
yendiklerini söyler.

“Colborskan’ın oğulları,
Temirkan Batur, Bolotkan
Nice güçlü devleri
Onlar yıkıp dağıttı.
Üzengiye sıkıştırıp sürüyerek,
Niceleri atından düşürdü.
Daha kolay geldik onlara,
Gökbörü oyunundaki oğlaktan.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 107)

Kögöykan’ın düzenlediği toyda da oğlak kapma oyunu oynanır.

“Her gün on oğlak,


Gökbörü’de değiştirildi.” (age. s. 192)
119

Av hayvanı olarak keçi

Göçebe bir toplum olan Kırgızların önemli geçim kaynaklarından biri de avcılıktır.
Çok sağlam olduğu için derisinden ve etinden fayda sağlanan keçi, değerli bir av
hayvanıdır.

Kocacaş Destanı’nda rüyasında ava çıktığı hâlde keçi ve tekeleri bulamayan


Kocacaş, sıkıntı duyar ve eşi Zulayka’dan rüyasını yorumlamasını ister.

“Öğleye kadar bomboş yürüsem,


Avcılığa yakışır mı diye.
Bu yerin keçisi, tekesi,
Kaçıp nereye gitti diye.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 75)

Boston Destanı’nda Karaçaç, düşmanlarıyla savaşmak üzere yola çıkacak olan


kardeşi Boston için teke derisinden pantolon diktirir.

“Dağdan teke vurdurup,


Teke derisi sağlam olur diye,
Doksan teke derisini,
Ustalara tabaklatıp,
Yuvarlatıp sepiletip,
Pantolon diye gereği gibi işletip,
Akıllı doğan Karaçaç
Pantolonu kendisi biçmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 60)

Boston’un karısı Cezbilek de oğlu Börübay-Sultan için kırk tekenin derisinden elbise
diktirir.

“Kırk tekenin derisini


Güderi yaptırıp sepiletip,
Deri sepilendiğinde,
İşlenmiş deri olduğunda,
Börübay-Sultan oğluna
120

Elbise ölçüp biçti,


Ustalara verdi,
Dikin bunu dedi.” (age. s. 431)

Tekenin derisi çok sağlam olduğundan giysi yapımının yanı sıra su taşımak amacıyla
tulum yapımında da kullanılır. Karaçaç, hasta olduğunu söyleyerek kardeşi Boston’dan ab-
ı hayatı bulup kendisine getirmesini ister. Ab-ı hayatı taşıması için teke derisinden tulum
yaptırır.

“Üç yaşında teke kestirdi,


Onun dersini sıyırtıp,
Tulum yaptırdı.” (age. s. 243)

Boston’un acıktığını anlayan atı Karaboz, ona hem kendisini hem de arkasından
gelen kırk yiğidi doyurmak için teke avlamasını öğütler.

“İşte bu dağa çık.


Tepeleri teke dolu.
Çukurlarda dağ koçu var.
Yiğitlerin gelene kadar
Onları vurup yığ.
Yiğitleri doyurup
Yola gitmeleri için dinlendir.” (age. s. 68)

İnatçılık bakımından keçi

Boston Destanı’nda atı Karaboz’un uyarılarını dikkate almayıp Ak Dev’i


öldürdükten sonra diğer devlerle dövüşmeye gideceğini söyleyen Boston, inatçılığı
nedeniyle keçiye benzetilir.

“Karaboz’a bakmayıp
Boston yola çıktı.
Kahırlanıp Karaboz,
“Ne hâlin varsa gör,
121

Söylenene uymadın,
Keçi gibi inat ettin.
Azabı sen çekersin,
Kaygıyı bana yüklersin…” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 287)

Keçinin olağanüstülükleri

Kocacaş Destanı’nda keçinin önemli bir yeri vardır. Sur Eçki (keçi) çok iyi bir avcı
olan Kocacaş’tan Alabaş adlı tekeyi öldürmemesini ister ancak Kocacaş bu isteğe
aldırmayıp keçinin tüm soyunu öldürür hatta keçiyi ok kullanmadan avlayacağına yemin
eder. Kocacaş ile konuşmak, düşünmek gibi insanî nitelikleri olan Kayberen Sur Eçki adlı
keçinin mücadelesi destan boyunca devam eder.

Sureçki’nin gücü, onun büyülü-sihirli marifetlerine değil, onun tanrısal kimliğine


bağlı gösterilir. O bir Kayberen’dir. Kayberen, hâlen Kırgızlar arasında yaşamakta
olan inanca göre bütün yabani geyik türünden hayvanların hamisidir ve kutsal
sayılan bir totemdir. Ona dokunulmaz, ona silah doğrultulmaz, kötü sözler
söylenmez (Cumakunova, 2007).

Rüyasında avcı Kocacaş’ın yaşadıkları yere gelip oradaki bütün tekeleri öldürdüğünü
gören Sur Eçki rüyasını Alabaş adlı tekeye anlatır ve oradan kaçmaları gerektiğini söyler.

“Uykulu gözle yattığında,


Sur Eçki gece rüya gördü,
Acayip bir şey gördü.

Zamanı yok Kocacaş,
Gelmez ki deyip durmaktayım,
Gece gördüğüm rüyada,
O gelmeyecek avcı gelmiştir,

Kıtayda avcı tek başına,
Boyumu tamamen yok etmiştir.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 83)
122

Kocacaş’ın avlamaya gittiği Sur Eçki’nin oğlaklarının konuşması da destandaki


olağanüstülüklerdendir.

“Bunlar tekenin yanına geldiklerinde,


Keçi bayılıp yatmaktadır.
İki oğlak gelip şöyle söylerler:
“Dikilip durduk biz, baba,
Anamızın söylediği yerde, diye.” (age. s. 105)

Sur Eçki, Kocacaş’tan Alabaş adlı tekeyi vermesini ister ve vermezse yavrularının
intikamını alacağını söyler. Hayatta kalma mücadelesi verip kendisini ve ailesini korumaya
çalışması, keçiye yüklenen bir başka insanî yöndür.

“O zaman Kayberen Eçki şöyle dedi:


Avcı, oğlaklarımın hepsini öldürmüşsün,
Acıyla doldu yüreğim.

Senden bir dileğim var idi.
Sence de uygun ise,
Kocasa da veriver,
Alabaş teke ortağımı.

Ama ricamı yapmazsan,
Bana ne dersen, karşılığını alırsın,
Vurup hepsini öldürdünüz,
Sonunda ben de senin
Kötülüklerinin hesabını sorarım.” (age. s. 109, 111)

Sur Eçki peşine düşen Kocacaş’tan kurtulmak için çok sarp bir kayalığa çıkar,
Kocacaş da arkasından tırmanır ancak kayalıktan inemez, ailesi ve köy halkı onu
kurtarmaya gelse de bunu başaramazlar. Kocacaş, kendini kayalıktan atıp ölür, böylece
keçi ile olan mücadeleyi kaybetmiş olur. Kocacaş’ın oğlu Moldocaş, babasının ölümüne
neden olan Sur Eçki’yi yakalayıp intikamını alır. Keçiyi hilekâr ve kurnaz olarak
nitelendirir.
123

“Alıp gelerek babacığımı,


Şu kayalığa hapsedip öldüren,
Hilekâr Eçki sen misin” deyip.

Yolunu bulup taşta öldüren,
Kurnaz Eçki olmalısın deyip.” (age. s. 285)

Dağ keçisi (yabanî keçi)

Manas Destanı’nda bir yerde dağ keçilerinin çok oluşunun orada insanların
yaşamadığına işaret ettiği ifade edilir.

“Tepenin otu uzayıp,


Dağ keçileri kum gibi,
Dağ keçileri kişi tanımaz.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 327)

Bütün bu kullanımların yanı sıra keçinin Er Eşim Destanı’nda günümüzde Türkiye


Türkçesinde de kullanılan bir atasözü içinde yer aldığı görülür.

“Kasap malın peşinde,


Kara keçi ise can derdinde.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 113)

5.6.Geyik

5.6.1.Genel özellikleriyle geyik

Geyik geviş getiren, toynaklı, otçul bir hayvandır. Dünyanın hemen hemen her
yerinde yaşayan ince bacaklı, kısa kuyruklu, çevik ve zarif bir hayvandır. Dişisine “Maral”
denir. Geyiklerin en tipik özelliği, dallı boynuzlarıdır. Birkaç cins dışında boynuzlar sadece
erkeklerde bulunur. Her geyik türünün kendine has boynuz şekilleri vardır. Boynuzlar,
geyikler arası kavgalarda ve savunmada kullanılır. Görme, koklama ve işitme duyuları
gayet güçlüdür. Yalnız veya küçük sürüler hâlinde dolaşarak yaprak, tomurcuk, sürgün ve
çimenle beslenirler. İnsanlar çok eski zamanlardan beri geyiklerden faydalanmayı
öğrenmişlerdir. Geyikler, insanların gıda, giyecek ve ulaşım ihtiyaçlarını karşılar. Eldiven,
124

ceket, pantolon ve ayakkabı yapımında kullanılan geyik derisi çok değerlidir.


Zamanımızda geyikler dünyanın her yerinde avcılık sporunun en büyük sürek avı
kurbanıdır.

5.6.2.Geyiğin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Geyik eskiden beri Türk kültüründeki en önemli av hayvanlarından biridir. Eti ve


derisi için avlanan geyiğin bir türü olan karaca, güzelliğin ve zarafetin simgesi olarak
kullanılır.

Türk mitolojisindeki önemli hayvanlardan biri de geyiktir. Orijinal hiçbir efsanede


Türklerin geyikten türediğine dair bir iz yoksa da geyik kutsal sayılmıştır… Türk
mitolojisinde geyiğin önemli bir yeri bulunmasnın yanı sıra av hayvanı olarak da Türklerin
hayatında geyik önemli bir yer işgal etmiştir. (Karadoğan, 2003)

Geyik Türk mitolojisinde de simgesel olarak geniş bir kullanıma sahiptir. Şaman
ve şaman ayinlerinde, giysilerinde ve şaman davulu üzerinde simgesel olarak yer
alan bir hayvandır. Türk topluluklarında totem olarak da kullanılmıştır. Geyik de
aslan gibi gök ve gök unsurları ile bağlı olarak değerlendirilmiştir. “Kurtta olduğu
gibi olasılıkla çok erken devirlerde totem sayılmış olan geyiğin bu özelliği,
Pazırık kurganlarının birinden çıkarılmış atların başlarında geyik masklarının
bulunuşundan da anlaşılmaktadır (Adıgüzel, 2006).

Anadolu'nun çeşitli yerlerinde geyik avlamanın uğursuzluk, hatta felaket getireceğine


inanılır. Geyiğin kutsallığı nedeniyle geyik boynuzunun kimi evlerde uğur için duvara
asıldığı bilinmektedir.

5.6.3.Kırgız destanlarında geyik

Kırgızlar, geyiği yarı insan yarı hayvan olarak tasvir ederler. Geyikler insan ya da
hayvan gibi ölmez, onların cesetleri olağanüstü bir şekilde ortalıktan kaybolur.
Boynuzlu anne bütün kabileleri korurmuş fakat kendisine karşı isteksiz ve
saygısızca davrananlara da mutsuzluk getirebilirmiş. Geyik, Kırgızlar arasında
totem gibi de kabul edilir. Bazı Kırgız şamanları kendi koruyucu ruhlarının geyik
veya ak maral olduğunu söylerler. Kırgızlara göre geyik etinin günahlardan
koruyucu özelliği varmış. Herkes az da olsa yılda bir defa geyik eti yemeliymiş.
Çünkü geyik etini yiyen insan günahlarından temizlenirmiş. Bunun için avcı
vurduğu geyikten bir parça aldıktan sonra köylülerine verirmiş. Kırgızlar geyik
derisinin kutsal özellikleri olduğuna inanırlar. Geyik derisinden yapılan seccadede
edilen duanın Allah’a çabuk ulaşacağına inanırlar (Karadavut, 2010).
125

Benzetme unsuru olarak geyik

Edebiyatta benzetme unsuru olarak geyiğin şu özelliklerinden yararlanılır:


Sevimli, çevik, hassas ve içli bir hayvandır. İnce zarif bir vücuda sahip ve
ürkektir. İnsandan kaçar, peşinden sürüklediği insanı dermansız bırakır. Tenha
yerlerde yaşar. Avlayan iflah olmaz, avlanmış geyiğin gittiği ev tarümar olur,
yerinde ot bitmez. Bedduası avcının soyuna da etki eder. Mukaddes bir hayvandır.
Kurt gibi aniden ortaya çıkar ve çoğu kere insanlara doğru yolu gösterir.
Birdenbire ortadan kaybolur. Mutlu sona erdiricidir. Sevgi perisidir. Totemdir,
ruhların üzerinde dolaştığı ilahi bir varlıktır. Tanrı’nın elçisidir. Gökte dolaşan
yarı ilahi yaratıktır (Aytaş, 1999).

Er Eşim Destanı’nda maralın (meral, dişi geyik) kibirli olmayı ifade ettiği görülür.
Uzun zaman sonra köyüne dönen Er Eşim, Han Tursun’un ihaneti sonucunda cariye hâline
düşen bir kadına rastlar. Kadına kim olduğunu sorar, kadın eskiden bir maral gibi kibirli
biri olduğunu ancak şimdi zor durumda kaldığını söyler.

“Ben memleketteyken,
Koyu kahverengi maral gibi gerilen,
Kibirli biri idim,
Konuşmaktan üşenen.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 115)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han, karısını elinden alabilmek için Mendirman’ı


tehlikeli yerlere göndermek ister. Adıl Han’ın niyetini anlayan Mendirman, ona cevabında
kendisini okla vurulmuş bir ala geyiğe benzeterek bu durumun kendisini yaraladığını ifade
eder.

“Vadiye girip otlayan


Ala geyiğim
Elime ok isabet edip
Can çekişiyorum.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 38)

Geyiğin beslenmedeki yeri

Munduk ve Zarlık Destanı’nda açgözlü kocakarı Mastan, Kançayım’ın dünyaya


getirdiği ikiz bebekleri nehre atar. Kayıp ( dağlı geviş getiren hayvanların koruyucusu)
bebekleri kurtarıp Şükürlük Dağı’na götürür ve bebekleri geyiklerin sütüyle besler.
126

“Kayıp’tan el uzanarak,
Çocukları götürür.
Şükürlük dağına ulaştırır.
Han çocuğu dedirtip,
Geyiklere emzirtip,
Kayberen, kırk Çiltan
Yardım eder.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 207)

Av hayvanı olarak geyik

Kırgızların yaşantısında önemli av hayvanlarından biri de geyiktir. Beslenmek için


eti, giysi ve çadır yapımında ise derisi kullanılır. Munduk ve Zarlık Destanı’nda geyik
avından söz edilir.

“Zarlık’ın gönlü rahatlar, atın yanına gelip biner, okluğu boynuna asarak rastladığı
geyikleri avlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 229)

Kocacaş Destanı’nda Kocacaş’ın avcılıktaki mahareti övülürken ava çıktığında


rastladığı bütün geyikleri vurduğundan söz edilir. Kocacaş’ın halkı da geyik derisi giyer ve
geyik eti yer.

“Giydiği geyik derisi,


İsterse yüz tane olsun
Birini sağ bırakmazdı.
Vurduğunda geyiği,
Köyüne haber verirdi.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007)

“Her gün geyik eti yiyip,


Halkının dinmişti kederi.” (age. s. 27)

Geyik, Mendirman Destanı’nda da av hayvanı olması yönüyle söz konusu edilir. Adıl
Han, karısı Aykanış’ı kendisine eş olarak almak istediği için Mendirman’ı geyik avına
gönderir.
127

“Her gördüğü yerde Adıl Han


Bunun düşüncesine daldı.
‘İki üç günlüğüne git
Ceylan, geyik vur
Sıkıntını giderip
İyice eğlenip gel’ dedi.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 32)

Manas Destanı’nda Manas ve onu han seçen seksen dört arkadaşı, çevredeki yerleri
dolaşmaya çıkarlar ve geyik ile karaca avlarlar. Bu dizelerden Kırgızların sadece ihtiyaç
karşılamak için değil can sıkıntısını giderip eğlenmek için de avlandıkları anlaşılır.

“Can sıkıntısından karaca avlayıp,


Orada yatıp dinlendiler.
Sıkılınca geyik avlayıp,
Sıkıldıklarında da öylesine yattılar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 459)

Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz’un zehirli yola değen toynağı düşer.
Toynağın yeniden çıkması için bir ay geçmesi gerekir. Boston ve yiğitleri bu süreyi geyik
avlayarak geçirirler.

“Gözleyip geyik avladılar.


Vurulan geyik toplandı,
Lezzetli geyik etini
Birbirlerine ikram ettiler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 107)

Manas Destanı’nda Cakıp, oğlu Manas’a soylarının nereden geldiğini anlatırken


amcalarının Çinlilerden kaçıp yerleştiği yerlerde geyiği evcilleştiren halklar olduğunu
söyler. Geyik sütünden, etinden ve derisinden fayda sağlanabildiği için evcilleştirilmiştir.

“Evcil hayvan olarak geyik yetiştiren


Çeşit çeşit halk var, derler.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 205)

Destanın bir başka bölümünde ise bir bölgede geyiklerin çok oluşu, orada insanların
yaşamadığının yani bölgenin ıssızlığının bir göstergesi olarak ifade edilir.
128

“Altay dağının göbeği,


Gökyüzüne yakın en yüksek tepesi,
İnsan tanımaz geyiği.” (age. s. 439)

Boston Destanı’nda da geyik, dağ koyunu gibi vahşi hayvanların Boston’un yurdunu
işgal etmesi; orada artık insan yaşamadığının, yurdunun dağılıp gittiğinin işareti olarak
ifade edilir.

“Rapşan-Dulay yerini Boston,


Vahşi hayvanlar sahiplenmiş Boston.
Tepelerin boş kalmış Boston,
Dağ koyunu, geyik sahiplenmiş Boston.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009:
181)

Kız Darıyka Destanı’nda Arap şehrine dönen Ali, oradakilere Semerkant’ı anlatırken
dağlarında geyiklerin yaşadığından söz eder.

“Geyikler yaşar dağları mesken edip,


Şaşırdım bu kişinin yaptıklarına.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 87)

Er Soltonoy Destanı’nda Temirkan, Madılbek’e inanmaması konusunda kendisini


uyaran dayısına kızar ve ona dağa gidip geyik avlamasını söyler.

“Avcı isen dayıcığım,


Dağa çıkıp geyik vur.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 131)

Destandaki ifadelerden geyik avcılığının Kırgızlar arasında yaygın olduğu anlaşılır.

“Hayatına bakarsam,
Geyik vuran br avcısın.
Sıfatına bakarsam,
Bu Kırgız halkındansın.” (age. s. 212)
129

Karaca kılığına girmek

Munduk ve Zarlık Destanı’nda Kayberen ve Kırk Çiltan pîrinin karaca kılığında


Çançarkan ve askerlerinin karşısına çıktığı görülür.

Çançarkan kırk askeriyle gelir. Göğsü gümüş, arkası altın, boynuzları cevher gibi
parlayan bir karaca Çançarkan’ın yoluna çıkar. … Zarlıkkan karacayı nişan alıp okla
vuracak olur. Karaca şekil değiştirip yaşlı adama dönüşür. “Ben, evladım, Gayberen ve
Kırk Çiltan pîriyim. Nice yıllar seni dağlarda korudum…” (Akmataliyev ve diğerleri,
2007: 229)

Geyik-insan evliliği

“İlkel Türk insanının hayvanları kendisi gibi yaşayan, düşünen ve konuşan varlıklar
olarak algılaması ve onları korktuğu veya gücün simgesi olarak gördüğü için kutsallaştırıp
onlarla akrabalık kurma isteği hayvandan türeyiş konulu çok sayıda anlatmayı meydana
getiren sebeplerin başında geldiği görülür” (Karadavut ve Yeşildal, 2007).

Kocacaş Destanı’nda destana özgü olağanüstülüklerden biri olarak insan-geyik


evliliği göze çarpar. Kayberen Sur Eçki (keçi), Kocacaş’ın ölümüne neden olur.
Kocacaş’ın oğlu Moldocaş, babasının intikamını almak isteyince Sur Eçki canını
bağışlaması karşılığında ona kızını verir. Böylece bir insan ile bir geyiğin evliliği söz
konusu edilir. Destanda Sur Eçki’den keçi diye söz edilirken Sur Eçki’nin kızı Aşayran
insan görünümündeki bir geyiktir.

“Benim ufak başım mı,


Sana gerekli yavrum?
Benimle beraber gel,
Aşayran denilen kızım var,
Nikâhlayıp vereyim.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 287)

“‘Aşayran denen kızım deyip,


Alıp gelip balanın,
Yanına oturtarak,
130

İşte senin dengin’ deyip.


Moldacaş dikilip baksa,
Görünüşü insanoğlu gibi,
Kendine göre bir halk imiş.” (age. s. 289)

“Geyikten kim kız almış?


Bu da benim yiğitliğim.
Yavaş yavaş sınayayım,
Geyiğin hısım akrabalığını.” (age. s. 291)

5.7. Domuz

5.7.1.Genel özellikleriyle domuz

Geviş getirmeyen, çift toynaklı otçul bir hayvan türüdür. Evcil domuz, Asya yaban
domuzunun evcilleştirilmesiyle elde edilmiştir. Özellikle Hıristiyan ülkelerde eti, derisi,
yağı ve kılı için beslenir. Başı kalın, boynu kısa, vücudu ağır ve şişmandır. Vücutları çok
seyrek, fırça gibi sert ve kısa olan kıllarla kaplıdır. Erkeklerin köpek dişleri, çoğunlukla
dışarı doğru uzamıştır. Pislik, leş, çürümüş, kokuşmuş, kurtlanmış et, bitki ve yemek artığı
gibi her şeyi yer. Islak ormanlar ve bataklıklarda yaşarlar. Domuzlar çok hızlı koşabilir ve
çok iyi yüzebilir. Tehdit edildikleri takdirde saldırgan savaşçılara dönüşür, düşmanlarına
uzun dişleri ile saldırır. Domuzlar çoğunlukla bir sürü içinde yaşar. Bu gruplar bir ya da
birkaç dişi domuz ile bunların yavrularından oluşur. Yetişkin erkekler yalnız yaşarlar.
İslamiyette ve Musevilikte domuz eti ve domuzden elde edilen ürünleri yemek haramdır.

5.7.2.Domuzun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

İslamiyeti kabul eden Türkler, haram olması nedeniyle domuz ürünlerini


tüketmezler. Leş yemesi ve pis kokan bir hayvan olması da domuzla ilgili olumsuz bakış
açısının bir başka nedenidir. Halk arasında inatçı, hain ve aksi huylu insanlar için benzetme
unsuru olarak kullanılır.

Domuzun eski Türk kültüründe olumlu ya da olumsuz anlam taşıdığına dair farklı
görüşler vardır.
131

“Türkler başlangıçtan beri domuz yemiyor ve geleneklerinde de bu hayvan iyi bir yer
tutmuyordu. Domuz kötü ruhları çağrıştıran bir hayvan olarak sembolize edilmiş ve
İslamiyet’ten sonra da bu devam etmiştir” (Çatalbaş, 2011).

“Eski Türklerin ‘tonguz’ adını verdikleri domuz, kötülenen ve yerilen bir hayvan
değildir. Tam tersine önem verilen bir hayvandır. Hatta domuz, 12 Hayvanlı Türk
Takvimi’nde 12. yılı simgelemektedir” (Armutak, 2002).

5.7.3.Kırgız destanlarında domuz

Mendirman Destanı’nda ağabeyi Asıl’dan diğer üvey kardeşlerinin kendisini


öldürmek istediğini öğrenen Mendirman, kırgın ve kızgın olduğundan kendisini yaralı bir
domuza benzetir.

“Ben yaralı yabanî domuz gibiyim


Saldırarak yıkıp gideyim.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 20)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda köyüne dönerken bir ihtiyara rastlayan Altın
Kökül, düşman ise onu yabanî domuz gibi öldüreceğini söyler. Bu dizelerde domuza,
düşmanlık gibi olumsuz bir niteliğin yüklendiği açıkça görülür.

“Düşmanın isen açıkça söyle


Yere çalarım şimdi yabanî domuz gibi.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 109)

Manas Destanı’nda Cakıp’ın ipini koparıp kaçan atı, çok zor yakalanıp bağlandığı
için domuza benzetilir.

“Bağlayacak kişi yoksa


Onun gibi domuzu

Domuz gibi Tuuçunak,
Durmadan nasıl kaçmış
Ya da dağa doğru gitmiş?” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 35, 43)
132

Manas, ürküp kaçan atına öfkesini anlatmak için domuz sözcüğünü kullanır. Bu iki
kullanımdan Kırgızlarda domuzun olumsuz anlamlar yüklenerek kullanıldığı anlaşılır.

“Akkula atını mahmuzlayarak,


Hareket etti çocuk.
Adım atmadan Akkula
Kaçmaya başladı.
Neden ürktü domuz? diye
Ön taraftaki adaya
Göz attı çocuk.” (age. s. 423)

Destanın ilerleyen bölümlerinde domuz, çıkılacak yoldaki bir tehlike belirtisi olarak
ifade edilir.

“Aslan çıkarsa kapmaz mı?


O zaman yolum kapanmaz mı!
Domuz saldırsa yere yıkmaz mı,
O zaman canım yanmaz mı!” (age. s. 41)

“Karanlıkta çocuğa
Saldırıp yabanî domuzlar öldürmüş mü?” (age. s. 57)

Domuz, Boston Destanı’nda da kızgınlık ifade etmek için kullanılan bir aktarma
olarak yer bulur. Boston’un atı Karaboz, tehlikelere karşı sahibini sürekli olarak uyarır
ancak Boston onu dinlemez. Boston, düşmanlarının gücünü övüp sahibinin gücünü
küçümsediği için Karaboz’a öfkelenir ve onu domuz olarak nitelendirir.

“Bundan önce sen domuz,


Devlerin hepsi kuvvetli diye
Hepsini övdün,
Yenemezsin, güçlü diye
Devlerin gücünü hesapladın.
Karaboz domuz onma,
133

İyilik gibi bana söylüyorsun…


Senin söylediğine inanmıyorum.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 296)

Boston Destanı’nda da birini domuza benzetmek, hakaret içeren bir anlam taşır.
Ailesinin başına gelen tüm kötülükler için kocası Ayşakan’ı suçlayan Karaçaç, ağabeyi
Boston’dan af dilerken kötülüklerinden dolayı kocasını domuz olarak nitelendirir.

“Bana eziyet etmeden,


Sözümü dinle ağabey,
Ayşakan gibi domuzu
Çağırmadım ağabey,
Kendi gelip yurduna
Esir etti halkını,
Tahrip etti şehrini,
Yağmalayıp aldı hazineni.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 350)

Er Soltonoy Destanı’nda oğullarını savaşa gitmesini istemeyen Colborskan,


Kalmukları domuza benzetir. Domuzun bu benzetmeye konu edilmesinin nedeni güçlü ve
acımasız bir düşman oluşudur.

“Domuz gibi sert vuran Kalmuklar var,


Gölgesi dağ gibi Alpler var.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 27)

Düşman, zalim oluşu yönüyle de domuza benzetilir.

“Halkını düşmana kaptırıp,


Otlattığı malları aldırıp,
Domuz düşman zulmederken,
Nasıl da buldun sabrı?” (age. s. 42)

Temirhan ve Bolotkan’la atışan Kalmuk ozanı Şırgıy, onların heybetini domuza


benzetir.
134

“Heybetinize bakarsam,
Eskilerdeki büyük domuz gibi.” (age. s. 202)

5.8.Kurt

5.8.1. Genel özellikleriyle kurt

Kurt, köpeğe benzeyen yırtıcı bir hayvandır. Genellikle ıssız bölgelerde yaşar.
Görme, işitme duyuları keskindir. Gece avlanmaya çıkar. Aç kaldığında insana da saldırır.
Köpekten farklı olarak kuyruğu daha uzun, kulakları daha büyük ve dik, postu daha tüylü,
boyu daha uzun, dişleri ve çenesi daha iri ve kuvvetlidir. Koyunlara düşmanlığı ile
ünlüdür. Her gece kendine has sesiyle ulur. Postu kürkçülükte değerlidir. Kurtlar çok
değişik şartlarda, karda, buzda, tundralarda, orman ve bozkırlarda yaşayabilir. Kışın sürü
hâlinde ava çıkar. Belli avlanma sahalarında dolaşan kurtlar, geyik, dağ koyunu, tavşan ve
küçük kemirgenleri avlar. Kurdun duyulduğu zaman hayvanları bile ürperten uluması çok
meşhurdur. Kış aylarında ava çıkacakları zaman sürüden biri uzun uzun ulur, sonra hepsi
birden ulumaya başlar. Birlikte ulumak; kurt sürüsünde birliği ve beraberliği gösterir. Ava
çıkan sürünün önünde en güçlü ve en iri olan reis bulunur. Karda sürüye yol açar ve bir
avla karşılaştıklarında ava önce kendisi saldırarak, diğerlerini cesaretlendirir. Zayıf ve
cılızlar sürünün son saflarında yer alır. Dişi kurtların insan yavrularını da besledikleri
hikâye edilmektedir.

5.8.2. Kurdun Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Kurt, Türk mitolojisinde ata, koruyucu, yol gösterici ve hatta bazı soy efsanelerinde
tanrısal vasıflar taşıyan hayvanlarından biri olarak önemli bir yere sahiptir.

Coğrafi şartlar hayvanlarla ilgili inançların oluşmasında etkili olan unsurlardandır.


Özellikle hayvancılık ve avcılıkla geçinen insanlar en çok kurttan korkmuştur.
Sonuçta ona tabiatüstü güçler atfedilmiştir. Kurt ile ilgili olarak zamanla gelişen
hayvan-ata kavramı devlet, hükümdarlık vb. gibi unsurların sembolü olmuştur.
Çin kaynaklarında egemenlik ve yiğitliği sembolize etmiştir. Türklerin kendi
hayat tarzları ile benzerlikler kurduğu kurt, Uygur Oğuz Kağan Destanı’nda ve
Başkurt Türklerinde, yol gösterici bir unsur olarak tasvir edilmiştir. Kurt, Türk
mitolojisinde gök unsuruna bağlı olarak aydınlığın sembolü olmuş, biçim
değiştirme temasıyla da ilgili olmuştur. Birçok hayvan sembolünde olduğu gibi,
135

kurtlar da İslamiyet’ten sonra, eski tanrısal konumlarını büyük ölçüde kaybetmiş,


yiğitlik veya güç sembolü olarak algılanmaya devam etmiştir (Çatalbaş, 2011).

Bozkurt, kahramanlık ve cesaret sembolü olarak Ergenekon, Oğuz ve diğer Türk


destanlarına geçmiştir. Hunların, Uygurların bayraklarında bozkurt resmi vardır. Eski Türk
bayraklarının sopalarının ucunda, kılıç kabzalarında tunçtan, bakırdan veya altından kurt
başları bulunurdu.

Kırgızlar arasındaki kurtla ilgili çok yaygın inanış ve törenler vardır. Bunlar
arasında çocuklarla ilgili olanı dikkat çekicidir. Anciyan bölgesinde yaşayan
Kırgızlar kurt tırnaklarından süs eşyaları yapar, bunları da hastalıklarından
kurtulmak için vücutlarında taşırlarmış At-Başı’nda yaşayan Kırgızlar ise
çocuklarını korumak için kurdun derisi ve diz kemiğinden nazarlık yaparmış.
Kırgızlar arasında kurt ile çocuk arasında yakın ilgi vardır. Kırgızlar yeni doğan
çocuğa sağlıklı ve uzun ömürlü olması ve de kötü ruhlardan korunması için kurt
salyası içirirlermiş. Kırgız anneler çocuklarını ölümden korumak için özellikle
kurdun ağız derisini saklarlarmış. Çocukları hastalık ve kötü ruhlardan korumak
için kıyafetlerine kurt dişi dikerlermiş, beşiklerine kurdun aşık kemiğini
asarlarmış. Bazen de çocuk düşüren hanımlar bunları kendi elbiselerine dikermiş.
Kırgızlar kurttan sadece sihirsel ve büyüsel olarak faydalanmamış, maddi olarak
da bazı hastalıklarına çare aramışlar. Bacakları ağrıyanı kurt derisinden yapılan bir
pantolon giydirerek tedavi etmeye çalışmışlar ve buna da börü-catış demişler
(Karadavut, 2010).

5.8.3. Kırgız destanlarında kurt

Benzetme unsuru olarak kurt

Türk destanlarında kurt, genellikle kurtarıcı ve yol gösterici olmak gibi olumlu
yönleriyle ön plana çıkarılırken bazı örneklerde insanların olumsuz niteliklerinin
yansıtılmasında kurt motifinin kullanılması dikkat çekicidir.

Er Eşim Destanı’nda Er Eşim, Kalmukların arasına girip onları dağıtmak istediğini


Han Tursun’a anlatırken bir kurt gibi davranacağını söyler. Kurnazlık ve cesaret yönüyle
kurtla benzerlik kurulur.

“Hiddeti büyük Kalmuklara


Kurt gibi aralarına girip” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 73)
136

Destanda Er Eşim’in düşman tarafından yağmalanan yurduna geri dönerken temkinli


davranması kurda benzetilir.

“Bütün gün sakin yatıp,


Akşamleyin gizlenip sessizce,
Karaltısını görür köyün,
Kurt gibi geceleyin gider.” (age. s. 109)

Mendirman Destanı’nda Adik Han’ın dokuz oğlundan biri olan Asıl, kardeşlerinin
birleşip tek üvey kardeşleri olan Mendirman’ı öldüreceklerini öğrenir. Bunun üzerine eline
kopuzu alıp kardeşine söylediği gazelin bir bölümünde öz kardeşlerini kurda, üvey
kardeşini ise koyuna benzetir. İçinde kötülük taşıyıp kendi kardeşine bile zarar verebilecek
insanlar aç kurtlara benzetilir.

“Dokuz kurt bir koyunu


Yerse leşini bırakır mı?
Yalnızım, sana doyar mı?
Yemin içmeye doymadı
Yapışıp seni rahat bırakmadı.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 20)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda çocukları olmadığı için her türlü çareye başvuran
Eşimkul ve Zuura’yı gibi daha birçok insanı kandırıp tüm varlıklarını alan sahtekâr şeyhin
aç gözlülüğünü anlatmak için aç kurda benzetildiği görülür.

“Yaz-kış yiyeceği
Halktan hileyle almışsın.

Aldatarak onların yanında


Aç kurt gibi kalmışsın.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 103)

Destanın ilerleyen bölümlerinde Temirkan’ın şehrine gelen Altın Kökül’ün herkesi


korkutan hâli aç kurda benzetilir.
137

“Soru soracağım diye çıkanı


Aç kurt gibi işaret eder.” (age. s. 215)

Temirkan’ın halkı Altın Kökül ile savaşırken halk koyun sürüsüne, Altın Kökül ise
koyunlara saldıran bir kurda benzetilir ve bu benzetme birkaç defa tekrarlanır.

“Doluşan kalabalık halk


Kurt saldırmış koyunlar gibi
Sakınıp başını sakladı.” (age. s. 227)

“Kurt saldırmış koyun gibi


Felaketten kaçması” (age. s. 231)

“Kurttan ürken koyunlar gibi


Yan yana sokuluyor.” (age. s. 235)

Temirkan’ın devi, Altın Kökül’le karşılaştığında onu aç bir kurda benzetir.

“Aruuke’yi almak için


Aç kurt gibi saldırdın.” (age. s. 245)

Manas Destanı’nda Cakıp’ın ağabeyi Bay, diğer ağabeyleri Oroz’un on oğlunun


kavgacılığından söz ederken onları aç kurda benzetir.

“İki üç gün rahat durmadan,


Birbirleriyle kavga ederler.
Aradan altı gün geçmeden,
Aç kurt gibi saldırırlar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 301)

Er Soltonoy Destanı’nda Madılbek’in kendilerine kurduğu tuzağı anlayan Soltonoy;


Kalmuk askerlerini koyuna, Kırgız yiğitlerini de onlara saldıran kurtlara benzetir.

“Bugün gece seçerek


On yiğit çıkın hazırlanıp.
138

Saldırıp koyunlara dalan,


Kurt gibi heveslenip.
Halinizi görünce
Kalmuklar şaşırıp kalsın.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 153)

Kalmuk askerlerine saldıran Kırgız baturları kurda benzetilir.

“Doğrudan Kalmuk’a saldırıp


Kurtlar gibi atılıp
Savaş atları koşuyor,
Ağızları kocaman açılıp.” (age. s. 161)

“Toz toprak içinde kaldı hepsi,


Kırk kurdun korkusundan.” (age. s. 170)

“Yılmayan yiğitler, boz kurtlar,


Sel gibi akıyorlar.

Aç kurt gibi kırk yiğit,
Hep birlikte varıyorlar.” (age. s. 175)

Temirkan, Kalmuk ozanı Şırgıy ile atışırken Kalmuk ordusunu koyun sürüsüne, kırk
yiğidini ise kurtlara benzetir.

“Kırk bin askerin ardından,


Haykırarak saldırdı kırk kurt.
Kırk kişi kırk bin Kalmuk’u,
Haykırarak koyun gibi sürdü.” (age. s. 204)

Güç ve cesaret simgesi olarak kurt

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç ile güreşirken
güçlü oluşu yönüyle bir kurda benzetilir.
139

“Tuttuğu yerden genç bala


Kurt gibi kan çıkardı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 205)

Temirkan’ın halkı ile tek başına savaşan Altın Kökül’ün gücü ve cesareti kurt
benzetmesiyle ifade edilir.

“Tek başına dışarı çıkanı


Gökbörü gibi sürükledi.” (age. s. 229)

Boston Destanı’nda Boston, Ak Dev ile savaşırken güçlerini ve cesaretlerini ortaya


koymak için birbirlerine kurt diye hitap ederler.

“Ak Dev kalkıp söz söyler:


‘Kovalayıp gelen ak kurt sensin, hamle yap’,
O zaman Boston söz söyler:
‘Koşup gelen al kurt sensin, hamle yap.
Sırayı sana verdim’, der.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 286)

Manas Destanı’nda Pekin padişahı Esenkan’a âlimler, Kırgızları ve Manas’ı


anlatırken Manas’ın büyüdüğünde Pekin’e saldıracağını söylerler. Kırgızların sayıca
çokluğunu ve saldırganlığını anlatmak için onları kara kurda benzetirler.

“Orta Asya Kırgızlar’ı diye,


Çokluğu kara kurt gibi,
Orta Asya Türk’ü diye,
Ortalığı alt üst eder gelip! diye.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 269)

Er Soltonoy Destanı’nda Temirkan, tüm Kırgız yiğitlerine mektup yazıp onları


Kalmuklarla savaşmak için birlik olmaya çağırır. Mektubunda Kırgız yiğitlerinin gücünü
ve cesaretini överken düşmanı bir anda yok ettikleri için onları kurda benzetir.

“Kara dağlar gibi devleri,


Kurtlar gibi kemiren.” (Akmataliyev ve dieğrleri, 2010: 31)
140

Destanda Temirkan, daveti üzerine gelen kahramanları ve halkını bir araya toplayıp
Kalmuklarla savaşmayı önerir; bu dizelerde kurdun gücünün yanı sıra çevik oluşu da
vurgulanır.

“Kurtlar gibi çevik hareketlerle,


Hızla erkenden çıkalım.” (age. s. 35)

“Kırk kurdu yanıma alıp,


Savaşayım düşmanla.” (s.36)

Tehlike unsuru olarak kurt

Manas Destanı’nda Kanımcan, kaybolan oğlu için endişelenir. Çıyırdı’dan kocası


Cakıp’ın oğlunu aramak için yola çıkmasını ister. Oğlunun başına kötü şeyler gelmesinden
korkan Kanımcan’a göre çevrede dolaşan tilki ve kurtlar tehlikelidir.

“Tilkisi var, kurdu var,


Zenginin yanında olacağım derken,
Çocuğum eğer kaybolursa
Bana alay edip gülerler.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Kurt kılığına girmek

Manas, koyun otlatırken bir gök kurt gelir, kuzularından birini alır ve bir mağaraya
kaçar. Manas kan izlerini takip edip mağaraya geldiğinde kanatlı atlar ve insana
benzemeyen kırk kişi görür. Kuzusunun sağ salim hayatta olduğunu görünce olup biteni
anlayamaz; oradaki kırk kişiye kim olduklarını ve kurdun nereye gittiğini sorar. Onlar da
kurt kılığına girip kendisini Allah’a inanmaya çağırmak için geldiklerini söylerler ve
ortadan kaybolurlar.

“Kırk varlık bunları anlatmış,


Silkinip birisi
Gök kurda dönüşmüş.
‘Bazen kurt, bazen de insan,
141

Çok güzelmiş gerçekten!’ diye,


Çocuk çok beğenmiş.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 169)

Destanın ilerleyen bölümlerinde de benzer bir durum görülür. Çoban Oşpur ve


köylüler, köye dönmeyen çocukları merak eder ve çocuklarla sürüyü aramaya çıkarlar.
Kuzularına altı kurdun saldırdığını, kuzuları öldürdüğünü görürler ancak yaklaştıklarında
orada kurt olmadığını altı çocuk olduğunu görürler.

“İhtiyarlar konuştu:
‘Bu nasıl söz?’ diye,
Altı kurt aralarına dalarak
Kuzuları kovalıyordu,
Bunu açıkça gördük,
Geldiğimizde altı çocukmuş meğer.” (age. s. 183)

Av hayvanı olarak kurt

Manas Destanı’nda ava çıkan Manas, arkadaşlarının kurt ve tilki avladığını görür.
Kırgızlar bu hayvanları av hayvanı olarak nitelendirirler çünkü kürklerini kullanırlar.

“Taldı-Su adlı nehrin yatağında


Arkadaşlarını görmüş.
Altı kurt, on tilki
Arkadaşları almış.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 421)

“Köpek ve kuşla av yaptık,


Kurt tilkiyi çok aldık.” (age. s. 443)

Kurt yüreğine aş erme

Kırgız destanlarının çoğunda kullanılan ortak motiflerden biri yırtıcı hayvan


yüreğine, ciğerine ya da etine aş ermedir. Uzun süre çocuğu olmayan anne hamile
kaldığında kurt, leopar, kaplan gibi yırtıcı hayvanlara aş erer. Hamile kadının yırtıcı
142

hayvan yüreğine aş ermesi, çocuğunun güçlü ve cesur bir savaşçı olacağının işareti olarak
değerlendirilir.

Boston Destanı’nda Buuba Han, eşi Kanışa Boston’a hamile iken aş ermesi
geçmeyince avcılardan kurt avlamalarını ister.

“‘Kurt vurup gelin’ dedi,


‘Yüreğini çıkarıp verin’ dedi.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 28)

Eğlence aracı olarak kurt

Kırgız destanlarında kurt motifi, eğlenmek amacıyla düzenlenen Kökbörü oyununda


da görülür. Er Eşim Destanı’nda Er Eşim’in Han Tursun şerefine düzenlediği toyda
kökbörü oyunu oynanır. Bu oyun, tekeyi veya kurdu çekiştirerek oynanır.

“Şan ve şevketi artırıp,


Kökbörüyü çekiştirir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 71)

Deyimlerde kurt

Er Eşim, halkını Han Tursun’a emanet edip düşmanlarının üstüne gidince Han
Tursun ona ihanet eder. Bu ihaneti ve güvenilmeyecek kişiye halkını emanet edişini
anlatmak için “kurda koyun güttürmek” deyimi kullanılır.

“Acaan’ın yolunu keseceğim diye,


Yiğit Eşim gittiği sefer işte bu.
Halkın hepsini emanet,
Han Tursun’a etmişti.
Kurda koyunu güttürüp,
Parçalara ayırtıp yağmaladı.
Yiğit Eşim artık gelmez diye,
Halkını talan edip Han Tursun…” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 117)
143

5.9.Tilki

5.9.1.Genel özellikleriyle tilki

Dünyanın hemen hemen her yerinde yaşayan, köpekgiller familyasından, etçil bir
hayvandır. Büyük kulakları, uzun bir kuyruğu ve sivri bir burnu vardır. Koku alma ve
işitme duyusu çok güçlüdür. Postu kıymetlidir. Çok hızlı koşar. En iyi av köpeği bile bir
tilkiyi yakalamakta zorluk çeker. Gece avlanır. Esas besin kaynağı fare olmakla beraber
kuş, küçük memeli, sürüngen, leş ve meyve de yer. Yalnız yaşamayı seven bir hayvandır.
Post tüyleri yaşadığı yere göre değişir. Çoğunun postu kızıl renklidir. Çok zeki ve kurnaz
hayvanlardır. Kurnazlığı masallara konu olmuştur.

5.9.2.Tilkinin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Türk kültüründe bir av hayvanı olan tilkinin kürkü çok değerlidir. Kurnazlığı temsil
eden tilki, bu yönüyle insanlarla ilgili benzetmelerde de kullanılır.

Japon Şintoizm’inde halkın sevdiği bir ilahtır. Çin’de iyi şansın, uzun ömrün ve
kurnazlığın sembolüdür. Altaylılar ve Yakutların tözleri arasında yer alır.
Türklerde hilekâr ve kurnaz özellikleriyle öne çıkmaktadır. Şaman başlığında tilki
postu yer almaktadır. İslamiyet’ten sonra Türk kültüründe korkaklık, kurnazlık ve
yalnızlık özellikleriyle öne çıkmıştır (Çatalbaş, 2011).

5.9.3.Kırgız destanlarında tilki

Av hayvanı olarak tilki

Tilki, Kırgızlar için önemli av hayvanlarından biridir. Kürkü sıcak tuttuğu için
oldukça değerlidir.

Kozuke ve Bayan Destanı’nda geçen “Godolkul’un karısı, güzel Bayan’ın tilki


kürkünü giyer.” ifadesi Kırgız kadınlarının soğuktan korunmak için tilki kürkü giydiklerini
gösterir. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 183)
144

Kız Darıyka Destanı’nda Arap şehrine dönen Ali, kendi halkına Semerkant’ı
anlatırken avlanacak yerlerin çokluğundan ve Kırgızların tilki avladıklarından söz eder.

“Avlanılacak yerler çok, ne kadar ilginç,


Tilkiye ala barçın ve kartalı salıvermek.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 86)

Darıyka ile Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu nedeniyle düzenlenen toyda at yarışı
yapılır ve yarışı kazananlara ödül olarak tilki kürkü de verilir. Bu tür eğlencelerde ödül
olarak verilmesinin gelenek hâline gelmesi, tilki kürkünün Kırgızlarda değerli kabul
edildiğinin göstergesidir.

“Ödül olarak her şey vardı; tilki kürkü,


Mücevher, her çeşit hayvan kürkü.
Bunları ikramiye olarak vermek öyle zamanda,
Başından beri âdetti halk arasında.” (age. s. 93)

Benzetme unsuru olarak tilki

Şırdakbek Destanı’nda Şırdakbek’in annesinin zor geçen aş erme döneminden sonra


rahatlayıp koşuşturması, çok hareketli olması nedeniyle tilkiye benzetildiği görülür.

“Aş ermesi geçtikten sonra


Hiçbir şeyi düşünmeden
Üç gün boyunca uyumuş.
Uykusu dağılıp uyanınca
Değişik şeyleri düşünüp
Tilki gibi koşturur dururmuş.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 255)

Kocacaş Destanı’nda tilkinin benzetme yoluyla güzellik bildirdiği görülür. Kocacaş,


eşi Zulayka’nın tilki gibi güzelleştiğini söyler.

“Bir parçamsın Zulayka


Tilki gibi gelişip güzelleşmişsin.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 129)
145

Kız Darıyka Destanı’nda büyüyüp genç bir kız olan Darıyka’nın güzelliği övülürken
saçları gür ve uzun olduğu için tilkinin kuyruğuna benzetilir.

“Kendisi de yetişkin olmuştur,


İnce belli yay kaşlı kız.
Zühre gibi parlayan kara gözleri,
Tilki gibi karda oynayan gür saçları.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 41)

Mendirman Destanı’nda Mendirman’ın karısı Kanışay (Aykanış) herkese göz süzen,


güzel ve kurnaz bir kadın olduğu için bakışları tilkiye benzetilir.

“Yine şöyle bir baktığında


Güzeller güzeli Kanışay
Tilki gibi kurnazca
Süzülerek kahrolası
Bakarak duruyormuş.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 22)

Aykanış, kendisini affetmesi için Mendirman’a yalvarırken şeytanın eskiden beri


kadınları kandıran kara bir tilki olduğunu söyler.

“Bir kere yanılmışım


Can dostum (beni) affet
Kızıl elma dalda var
Şeytanın kızı kandırması
Eskiden beri adettir.
Kara tilki dalda var
Şeytanın kadını kandırması
Halk içinde adet olmuş.” (age. s. 23)

Kız Darıyka Destanı’nın kadın kahramanı Darıyka, güreştiği herkesi yener. Onunla
güreşmek üzere Semerkkant’a giden Ali, yurduna döndüğünde övgüyle bahsettiği
Darıyka’yı halkına anlatırken onu karda oynayan bir kara tilkiye benzetir.
146

“Darıyka bir kara tilkidir karda oynayan,


Kaplan aslan sağ bırakmaz kaçırdığını.
Şimdiki insanoğlunun aslanı imiş,
Düşünüyorum öyle bahadır hiç olmadı.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 79)

Tehlike belirtisi olarak tilki

Manas Destanı’nda kaybolan oğlunun başına kötü şeyler gelmesinden korkan


Kanımcan’a göre çevrede dolaşan tilki ve kurtlar tehlikelidir.

“Tilkisi var, kurdu var,


Zenginin yanında olacağım derken,
Çocuğum eğer kaybolursa
Bana alay edip gülerler.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Kurnazlık bakımından tilki

Boston Destanı’nda tilki, Boston’un yoluna çıkan kurnaz ve tehlikeli bir düşman
olarak ifade edilir. Sınırın kızın tilkisi, kurnazlığıyla insanları tuzağa düşürür ve
düşmanların Kadamış Han’ın yurduna girmesini engeller. Avını kurnazca tuzaklar kurarak
ele geçirmesiyle tanınan tilki, bu destanda gerçekte olduğundan çok daha güçlü bir hayvan
olarak anlatılır. Sınırn kızıl tilkisi öyle güçlüdür ki bütün düşmanlarını yener.

“Sınırın kızıl tilkisi


Birçok alp ile tutuşup,
Düşmanı geçirmeden tarumar edip
Kurnaz olan bu imiş.
Karşı koyanın gücü yetmezmiş,
Dövüşenin gücü yetmezmiş,
Gördüğü diri gidemezmiş.
Kapışanı tersine çeviren
Dövüşeni kül eden
Kara yer ile denk kılan (imiş).” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 74)
147

Destanda tilkinin insanmış gibi anlatıldığı görülür. Tilki konuşur, Boston’a sorular
sorar, onun kim olduğunu anlamaya çalışır.

“Sınırın kızıl tilkisi


Böyle nerden geldin diye
Beni nerden bildin diye
Yerden çıkan bela mıydın?
Belalı celmaguz (cadı) sen misin?
Göremeyen ben miydim?
Sudan çıkan obur sen misin?
Obur cadı sen misin?
Gözden kaçıran ben miyim?
Sınırın kızıl tilkisi
Sözünü böyle söylemiş.” (age. s. 74)

5.10.Aslan (Arslan)

5.10.1. Genel özellikleriyle aslan

Aslan kedigiller ailesinden etçil, süper yırtıcı bir hayvan türüdür. Afrika aslanı,
dünyanın en büyük dört kedisinden (kaplan, aslan, jaguar, leopar) biridir. Postu
kahverengimsi sarıdır. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve
güzel bir yele ile süslüdür. Aslanların pençeleri ve dişleri çok keskindir. Genellikle Afrika
kıtasında yaşamlarını sürdürürler. Aslanlar büyük gruplar oluşturan tek kedi cinsidir.
Savunmada ve av sırasında birleşen aslanlar, avlarını kovalar ya da pusuya düşürür.
Genellikle gece avlanır. Fundalıklarda, gölge yaparak onları sıcaktan koruyan ağaçların
olduğu yerlerde, sazlıklarda yaşar. Aslanların nesli hızla tükenmekte ve dünya üzerindeki
yaşam alanları giderek daralmaktadır.

5.10.2. Aslanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Türk kültüründe aslan, güç ve kuvvetin sembolü olarak önemli bir yer tutar. Bu
nedenle aslan başı, bayrak ve sancaklarda sembol olarak kullanılmış, Orhun Kitabeleri’nin
148

bulunduğu alanda aslan heykelleri yapılmıştır. Gücü ve cesareti simgeleyen aslan, bu


yönüyle benzetme unsuru olarak da kullanılmaktadır.

“Arslan kelimesi tarih boyunca yaygın bir biçimde şahıs adı olarak kullanılmıştır”
(Karadoğan, 2003).

Hayvan mücadele sahnelerinde aslan gök unsuruna uygun olarak zafer kazanan
konumdadır ve iyi-kötü, aydınlık-karanlık gibi kavram çiftlerinden olumlu olan
tarafa karşılık gelmektedir. Dolayısıyla birçok hayvan için geçerli olduğu gibi
aslan da savaş, zafer, iyinin kötüyü yenmesi, kuvvet ve kudret simgesi olmuştur
(Adıgüzel, 2006).

5.10.3. Kırgız destanlarında aslan

Benzetme unsuru olarak aslan

Şırdakbek Destanı’nda çölde Boz Corgo adlı tayı yakalamaya çalışan Şırdakbek,
güçlü ve cesur oluşu bakımından avını yakalayan bir aslana benzetilir.

“Asil soylu Şırdakbek,


Aceleyle koşar, aç arslan gibi eğilip
Tayın üzerine saldırır,
Arslan niteliğini ortaya koyarak.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 269)

Kocacaş Destanı’nda da Moldocaş, babasının ölümüne yol açan keçinin peşine düşer;
çocuk, gücü ve cesareti bakımından aç bir aslana benzetilir.

“Aç aslan gibi saldırıp,


Öcüm var sende Eçki deyip,
Gidemezsin kurtulup.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 275)

Mendirman Destanı’nda kocası Mendirman’ın kendisini öldüreceğini düşünen


Aykanış, kocasına yalvarırken aslana benzediğini söyleyerek onu över.
149

“Boynumu eğdim kulak ver


Sultan isen beni dinle
(Önceden) çukurdaki arslandın
Söylediklerimi dinle.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 23)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Zuura ile Eşimkul’un oğulları Altın Kökül
doğduğunda hekim, bebeğin büyüdüğü zaman aslan gibi güçlü olacağını ve düşmanlarını
tek başına yeneceğini söyler.

“Karşı çıkan düşman olsa


Tek başına olan Kökül’e yem olacak.
Uzakta yaşasa ayrılıp,
Altın Kökül Genç Aydar
Ağabeyinden beter olacak.
Onun aklında ise Er Kökül
Aslan gibi olacak.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 147)

Temirkan’ın şehrine saldırmaya karar veren Altın Kökül, aslan gibi güçlü olabilmek
için dua eder.

“Yardımcı olsun yaradan


Temirkan’ın şehrine
Aslan gibi hücum edeyim.” (age. s. 189)

Şehre giren Altın Kökül, Temirkan’ın çok güçlü ve acımasız biri olan oğlu Kan İçme
Karaç ile karşılaşır, kendisinin düşmandan korkmayan bir aslan olduğunu söyleyerek ona
meydan okur.

“Kan İçme Karaç sen isen,


Kapışacağım diye gelen
Cesur Kökül benim.
Gürleyen havaya benzer,
Düşmandan kaçmayan aslan idim.” (age. s. 199)
150

Savaşa tutuşan bu iki yiğit, güçlü ve cesur olmaları bakımından aslan olarak
nitelendirilir.

“Çekişen iki aslan


Zor işe başladı.

Söyledikleri gizli sözleriyle
Aslanlar kinlendi.

Cesaretini toplayıp, yeri yumruklayıp,
Aslan gibi atılıp

Kapışırken iki aslan
Güçlerini deneyip anladılar.

Gök Özön’de kapıştı
Çekişen iki aslan.” (age. s. 201)

“Gösterdi iki aslan


Topladıkları dermanlarını” (age. s. 203)

Halkından biri Temirkan’a Altın Kökül’ü anlatırken aslandan heybetli olduğunu


söyler.

“Aslandan heybetli,
Kan İçme’den cesur
Görmedik böyle balayı.” (age. s. 215)

“Aslandan heybetli
Altın Kökül Genç Aydar
Sabredip durur mu?” (age. s. 223)

Er Kökül, Temirkan’ın halkıyla tek başına dövüştüğü için sürüye saldırmış yalnız bir
aslana benzetilir.
151

“Çokmuş diye korkmadı


Aslan gibi atılıp
Değnek değneğe çarpıştı.” (age. s. 227)

“Aslan gibi heybetli


Kökül düşmandan şaşmadı.

Aslan gibi yiğit
İsteyip geçirdi ömrü” (age. s. 231)

Altın Kökül, Temirkan’ın şehrini koruyan devle karşılaştığında da bir aslan kadar
cesur ve kararlı dövüşür.

“Arslan gibi Er Kökül


Sur Koyon’u sıçratıp
Bırakmıştı ellerini.

Cesaretli aslan
Bundan korkar mı?” (age. s. 241)

“Arslan gibi genç bala” (age. s. 243)

Temirkan’ın kızı Auuruke, ağabeyi Kan İçme Karaç’ı aslana benzetir ve babasına
onun kadar korkusuz ve güçlü birini kimin yendiğini sorar.

“Nasıl bir düşmanın elinde ölmüş


Tek erkek kardeşim aslan?” (age. s. 259)

Destanın ilerleyen dizelerinde Temirkan ve kızı Aruuke, Altın Kökül’den defalarca


aslan diye söz eder.

“Arslan gibi kükreyip


Karşısındakini sağ bırakmıyor.” (age. s. 263)
152

“Arslan gibi savaşan


Kızgın bala biraz sabret.” (age. s. 267)

“Ulaşmamış şimdiye kadar basiretli


Böyle bir arslanın birine

Arslan gibi heybetli,
İnsanoğlundan cesur.” (age. s. 273)

“Senin gibi gazaplı aslanların


Kanadı düşman elinden kırılır mı?” (age. s. 299)

Manas Destanı’nda da Manas’ın güçlü ve cesur bir savaşçı olması yönüyle aslana
benzetildiği görülür.

“Aslan Manas yönelip


Bağırarak ulaştı.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 359)

Manas, Çinli komutan Neskara’yı kovalarken avının peşinden giden bir aslan gibi
hızlı ve kararlıdır.

“Aslan gibi koşarak,


Gözleri ateş gibi kızarmış.” (age. s. 363)

Boston Destanı’nda Boston, çok iri yapılı olması bakımından aslana benzetilir.

“Baksa ki aslan Boston


Tay boynunu eğmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 55)

Aslan gibi alp Boston


Hiddetlenip sordu. (age. s. 352)

Destanda cadalozun yer altında yaşayan en güçlü çocuğu Çoyun Alp’in gücü ve
korkusuzluğu anlatılırken aslanları yakalayıp kuyruklarını birbirine bağladığı ifade edilir.
153

“Arslanları tepeden
Haydalayıp süren Çoyun Alp,
Kuyruklarını bir araya getirip,
Bağlayıp süren Çoyun Alp.” (age. s. 289)

Kız Darıyka Destanı boyunca destan kahramanı Darıyka kimseye yenilmeyen güçlü
bir pehlivan olması bakımından aslan olarak nitelendirilir.

“Dinle yavrum, senin sorduğun Darıyka aslan,


Pehlivan bir yiğittir, dünyaya adı yayılan.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 25)

“Vatanına yaklaştırmadan hiçbir düşmanı,


Kız alan kazanmıştır halkın saygısını.” (age. s. 26)

Destanda Kız Darıyka aslana benzetilirken onunla gurur duyan babası Katıran ise
kaplan olarak nitelendirirlir.

“Çocuğunu gözetliyor kaplan gizlice,


Beğenir paha biçip biricik kızını.
Ardımda aslan gibi çocuk kalsa,
Olmaz mı benim için baht, büyük kazanç.” (age. s. 35)

“Kocayan aslan Katıran inip attan,


Elindeki silahını teslim eder,
Darıyka isimli aslan kız çocuğuna.” (age. s. 36)

“İsteyip seçtiği halk içinden,


Kıpçak sana emanet aslan kız.” (age. s. 38)

“Katıran, rahatlar görerek çocuğunu,


Darıyka, ünlenmiş aslan diye.” (age. s. 39)

“Bunları duyunca aslan Darıyka kesip ağlamayı,


Kaldırdı yattığı yerden başını.” (age. s. 40)
154

“Hayatı sınayıp da görür Darıyka aslan,


Düşünür hepsini bilge kız.” (age. s. 42)

Destanda Darıyka ile güreşmeye cesaret edebilen ancak güçleri eşit olduğu için
Darıyka’yı yenemeyip onunla evlenen Hz. Ali de defalarca aslan diye anılır.

“Söyleyeyim eğer istersen gerçeği,


Bütün âleme yayılmış şöhreti.
Arap’ın aslanı diye ünlenmiş,
Kim bilmez bu zamanda o kişiyi.” (age. s. 44)

“Darıyka kuvvetli mi diye söz ederler,


Aslan gibi heybetli olan Ali’den bile.” (age. s. 46)

“İstediğini yerine getirip,


Aslan Ali, sağ salim dön yurduna.” (age. s. 48)

“Vedalaşıp gitti sonunda,


Yerinde zor duran aslan Ali.” (age. s. 49)

“Ne yapabilirdi, gelen adam şaşıp kaldı,


Aslan Ali’nin heybetinden titredi.” (age. s. 54)

Güreşe tutuşan Darıyka ve Ali birbirini yenemez çünkü ikisi de çok güçlü ve
cesurdur; bu nedenle güreşleri, evlenmeleri ve ayrı düşmeleri anlatılırken iki kahraman da
aslana benzetilir.

“Kapıştı at üstünde iki aslan” (age. s. 58)

“Övülecek kadar vardı kız pehlivan,


Kapışan kara kulak aslana benzeyen.” (age. s. 58)

“Ali aslan, gazaba gelip o gün,


Görenleri korkutur onun heybeti.” (age. s. 63)
155

“Aslanların hürmeti için gece gündüz,


Toyda çeşitli oyunlar gösterdiler.” (age. s. 67)

“Vedalaştı, ayrılmak zor oldu,


Acılarını anlatacak söz bulamadılar.
İki aslan birbirinden ayrılıp,
Gerçeği söylemek gerekirse kopamadılar.” (age. s. 73)

Darıyka ve Ali’nin oğlu Şaysılda da heybetli oluşu nedeniyle çocuk yaştayken halk
tarafından aslan yavrusu olarak adlandırılır.

“Aslan yavrusunun heybeti gibi,


Herkesten gayretli bir hâle geldi.” (age. s. 95)

Arap şehrine babasını bulmaya giden Şaysılda, oraya ulaştığında sokakta oynayan
çocukları görür. Bu çocuklar henüz tanışmadığı kardeşleridir ve onlar da aslan yavrusu
olarak ifade edilir.

“Yaklaştı görüp onların oyunlarını,


Hepsi aslanın yavruları gibi.
Görünce onları nasıl durur,
Arap’ın yeni gelen genç aslanı.” (age. s. 115)

Er Soltonoy Destanı’nda Temirkan ve Bolotkan, Kalmuklara aslan gibi saldırmaya


karar verdiklerini söyler.

“Ak kılıcı kuşanıp,


Aslan gibi atılıp,
Kalmuk adlı düşmana,
Atlanmayı doğru bulduk.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 23)

Temirkan, Kalmuklara karşı birlik olmak için çağırdığı yiğitleri düşmana boyun
eğmeyen aslanlara benzetir, sonra da Kalmukları katledeceklerini söyler.
156

“Boyun eğmeyen aslan idiniz.” (age. s. 32)

“Ala Dağ’ın başından,


Sivri kayalık taşın üstünden,
Aslanların katliamını,
Neşe içinde görün.” (age. s. 36)

Colborskan, Kalmuklarla savaşıp sağ kalan yiğitlerine dua ederken onları aslan
olarak nitelendirir.

“Sağ olsunlar diye dilerim,


Aslanlar sizin ardınızdan.” (age. s. 70)

Kırgız yiğitleri, geceleyin baskın yapan Kalmukları aslanların hayvan sürülerine


saldırıp onları dağıttığı gibi dağıtırlar.

“Aslan gibi saldırıp,


Öteye beriye koşuşturup,
İlerliyorlar çiğneyerek,
Kahramanlık göstererek.” (age. s. 84)

Uyul Han, gece yarısı yanına gelen Madılbek’e kim olduğunu sorarken onu
heybetinden dolayı aslana benzetir.

“Boyuna posuna baksam,


Aslan gibisin yiğit.” (age. s. 116)

Madılbek, kendini Uyul Han’a tanıtır ve kendisine silah verirse aslan gibi kükreyerek
korkusuzca Kırgızlarla savaşmaya gideceğini söyler.

“Atımı, pusatımı tam verirsen,


Aslan gibi kükreyerek,
Atlanıp yola çıkmaz isem,
Madılbek olan adım batsın.” (age. s. 118)
157

Kögöykan, öldüğünü zannettiği Temirkan ve Bolotkan’dan aslan diye bahseder.

“Uslanamz batur olmuştu,


Dengi olmayan iki aslan.” (age. s.189)

Tehlike belirtisi olarak aslan

Manas Destanı’ndaki ifadelerden Kırgızların yaşadığı bölgede aslanların da yaşadığı


ve insanlar için tehlike oluşturduğu anlaşılır. Kaybolan oğlu için endişelenen Kanımcan,
Cakıp Bey’in karısı Çıyırdı’dan yardım ister ve Cakıp Bey’in atının peşinden giden
oğlunun aslanla karşılaşırsa sağ kalmayacağını söyler.

“Aslanı var, ayısı var,


Karşılaşırsa bir anda
Eminim sağ bırakmaz.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Boston Destanı’nda oğluyla birlikte ilk karısı Cezbilek’in yurduna doğru yola çıkan
Boston’un geçtiği yolların tehlikesi, ormanlarda aslan ve kaplanların çok oluşuyla ifade
edilir.

“Arslanları yarışırlar,
Azı dişlerini gösterip
Geyik maral kovalarlar,
Kovalayıp yetişip yıkarlar,
Etini yiyip dinlenirler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 490)

5.11.Kaplan

5.11.1. Genel özellikleriyle kaplan

Kaplan, kedigiller ailesinin en büyük ve en yırtıcı hayvanıdır. Tarçın renkli postunda


siyah çizgiler bulaunan kaplanın kuyruğu püskülsüz ve karnı beyazdır. Çizgili yüzünde de
beyaz lekeler bulunur. Kaplanın memleketi Asya’dır. Kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan
ile Malakka Yarımadası arasındaki bölgede yaşar. Yalnız veya grup hâlinde dolaşır. Sık
158

çalılıklardan daha çok hoşlanan bu iri yapılı vahşi kediler, ağaca çok rahat tırmanır.
Geyik, antilop, dağ keçisi gibi yabanî hayvanları avlamasının yanında aç kalınca köylere
inerek koyun, at, inek gibi evcil hayvanlara ve insanlara da saldırır. Kaplan, aslana çok
benzemesine rağmen postunun çizgili ve yelesinin olmamasıyla ondan ayrılır. Su
kenarlarında su içmeye gelen hayvanlara pusu kurar, sıçrayarak üzerine atılır, ön pençeleri
ile yere yıkarak gırtlak ve boynundan ısırarak avını öldürür. Bir sıçrayışta altı metrelik
engelleri aşabilir.

5.11.2. Kaplanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Kaplan da tıpkı aslan gibi güçlü ve cesaretli insanlar için benzetme unsuru olarak
sıkça kullanılan hayvanlardan biridir.

Türklerde kaplan, Çin’dekine paralel anlam kazanmıştır. Kaplanlar, Türk


kabilelerinin ve yiğitlerinin (Alp) en eski tözlerindendir. Kaplanın güç ve yiğitlik
sembolü olduğuna işaret eden birçok sanat eseri, Orta ve İç Asya’daki kazılarda
ele geçirilmiştir. Kaplan postu, Budist devirlerde de Budizm’in gücünü ve
dolayısıyla hükümdarların kudretini ifade etmiştir. Aslan gibi kaplan da taht
sembolü olmuştur. İslamiyet’ten sonra da kaplanla ilgili semboller büyük oranda
anlamlarını devam ettirmiştir (Çatalbaş, 2011).

“Kaplanın güç ve yiğitlik sembolü olduğunu gösteren, Altay kurganlarından


çıkarılan sanat eserleri, bu hayvanın hayvan-ata olarak saygı gördüğünü işaret etmektedir.
Erken devir Türk sanatında olduğu gibi İslamiyet sonrası Türk sanatında, özellikle
minyatürlerde kaplan tasvirleri yaygın olarak kullanılmıştır” (Özkartal, 2012).

5.11.3. Kırgız destanlarında kaplan

Benzetme unsuru olarak kaplan

Kaplan, Kırgız destanlarında benzetme unsuru olduğunda çoğunlukla aslanla birlikte


kullanılır.

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Zarlık ve babası Çançarkan’ın tanıştıkları an


anlatılırken ikisi de kaplana benzetilir.
159

“Tanıştılar iki kaplan işte şimdi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 235)

Kocacaş Destanı’nda Moldocaş, babasının ölümüne neden olan Eçki adlı keçinin
peşine düşer; çocuk, intikam alma hırsıyla birlikte ortaya çıkan gücü ve cesareti
bakımından kaplana benzetilir.

“Kaplan gibi saldırıp,


Gayretlenip yiyeceklere uzanıp.
Sıkıntı veren bu Eçki,
Ne yapar da kaçar kurtulup.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 275)

Mendirman Destanı’nda kendisini geri dönülemeyecek kadar kötü bir yola


göndermek isteyen Adıl Han’ın kötü niyetini anlayan Mendirman, cesaretli biri olduğunu
anlatırken kendisini kaplana benzetir.

“Saldırgandan kaçmayan
Kara benekli kaplanım.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 39)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, Kan İçme Karaç adlı herkesi yenen
yiğidi yendiğinde cesaretinden dolayı kaplana benzetilir.

“Siyah benekli kaplan gibi


Düşmandan kaçmaz aslan oldu.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 213)

Kan İçme’yi yendikten sonra Temirkan’ın şehrine giren Altın Kökül, av arayan aç bir
kaplana benzetilir.

“Kaplan gibi av arayarak şehirde


Dağıttı halkın evlerini.” (age. s. 215)

Manas Destanı’nda Cakıp Bey’e karısının bir erkek çocuk dünyaya getirdiğini
müjdeleyen Akbalta, yeni doğan bebek Manas’ı aslana ve kaplana benzetir.
160

“Aslan Cakıp, müjde!


Yaşlandığında karın
Aslan buldu, müjde!
Üzüntü içindeyken karın
Kaplan buldu, müjde!” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 108)

Manas, gücü ve savaşçılığı bakımından kaplana benzetilir.

“Siyah, alaca kaplan gibi,


Saldırdığı sağ kurtulamaz.” (age. s. 361)

Ruhanî varlıklar olan Kırk Çiltan, farklı hayvan suretlerine bürünerek tehlikeli bir
yolculuğa çıkan Manas’a destek olup güç verir. Kılığına girdikleri hayvanlardan biri de
kaplandır.

“Kaplan oldu yoluna,


Ejderha olup bağırarak,
Kırk Çilten varlıktan birisi,
Leopar olup bağırarak,
Aslan olup gürleyip,
Alpkarakuş olup kocaman,
Gökte pençelerini sallayarak,
Manas’a yoldaş olmuşlar.” (age. S. 361)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın yurduna doğru yola çıkan Boston ve kırk yiğidi,
kaplana benzetilir.

“Kaplan gibi olan yiğitler


Yürük atlara bindiler,
Dönmeden yola giriştiler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 104)

Destanda Boston, yurdunu işgal eden Ayşakan’a hesap sorarken onu kaplana benzetir
ancak bu benzetme diğerlerinde olduğu gibi övgü anlamı içermez. Ayşakan, Boston’un
yurdunu hile ile ele geçirdiğinden olumsuz şekilde gizlice avlanan bir kaplana benzetilir.
161

“Rapşan Dulay yerimi,


Kaplan olup araştırmışsın.
Boston’u bilmemişsin,
Nefret edip halkıma sövmüşsün.” (age. s. 352)

Kız Darıyka Destanı’nın başkahramanı olan Darıyka, çok güçlü ve cesur bir kadın
pehlivan olduğu için destan boyunca birçok defa kaplan olarak nitelendirilir. Bu
ifadelerden bazıları şöyledir.

“Çaki dedi, Darıyka kız bir kaplandır,


Az bulunurdu zamanında öyle bir yiğit.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 24)

“Canım babam, gittin mi beni bırakıp


Kaplan kız iç çekerek ağlar.” (age. s. 39)

“Kaplan gibi düşman yaklaştırmaz Semerkant’a



Halkına adil hizmet ettiği için,
Adil kız, kaplan, diye adlandırıldı.

Söylemiş kaplan Darıyka, benim gücüm,
Bütün iyiliklere hizmet eder.

Öyle düşünüyordu aslan kaplan,
Ünlü Semerkantlı kız pehlivan.” (age. s. 41)

“Darıyka’nın kaplan gibi heybeti var,


Sırrını bilenler yaklaşmadan kaçarlar.” (age. s. 51)

Darıyka’nın tüm yiğitleri güreşe davet etiğini öğrenen Hz. Ali, kendisinden daha
güçlü olamayacağını söyleyerek kaplan diye nitelendirdiği Darıyka ile güreşmeye karar
verir.
162

“Gideyim de sınasın o kız beni,


Namlı Asya’nın aslan kaplanı.” (age. s. 47)

“Murtaza, talihini sınayıp gör,


Karşında kaplan kız Darıyka duruyor.

Sağına soluna dikkat et Hz. Ali,
Karşındaki doğu halkının kaplanı.” (age. s. 61)

Ali ile güreşen Darıyka kaplana benzetilir.

“Arapların gayretlenen Ali’si,


Alırım at üstünden seni, dedi.
Kız da saldırdı kaplan gibi,
Bilinmez kimin daha güçlü olduğu.” (age. s. 58)

Destanın ilerleyen dizelerinde Darıyka ile güreşen Hz. Ali de güçlü oluşu yönüyle
kaplana benzetilir.

“Aslan Ali saldıran bir kaplan gibi,


Darıyka ise karakulak aslan gibi.” (age. s. 59)

Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda 18 yaşına geldiğinde kaplana benzetilir.

“Kaplan gibi eğilerek gelen,


Yaklaşan Şaysılda’yı görür.” (age. s. 96)

Hz. Ali kendisini bulmaya gelen oğlu Şaysılda’yı görür ancak tanımaz. Kara kulaklı
bir kaplana benzettiği bu yiğidi çok beğendiğini ve kim olduğunu merak ettiğini söyler.

“Saldıran kara kulak kaplan gibi,


Kim görmüş insanların arasında böyle yiğidi.” (age. s. 116)

Kardeşi Hüsyin’le güreşen Şaysılda gücü ve cesareti bakımından kaplana benzetilir.


163

“Şaysılda da yakaladı gidip,


Cesaretle kaplan gibi saldırıp.” (age. s.117)

Birbirlerini tanıyamayan baba ve oğul güreşirken Hz. Ali kart kaplana Şaysılda ise
genç aslana benzetilir.

“Biri kart kaplana, diğeri genç aslana,


Benziyordu bu pehlivanların.” (age. s. 118)

Er Soltonoy Destanı’nda Bolotkan cesur oluşu bakımından kaplana benzetilir.

“Kendisi alp görünüşlü, kaplan yürekli, çınar bilekli kişi olur.” (Akmataliyev ve
diğerleri, 2010: 22)

Temirkan, tüm Kırgız yiğitlerine mektup yazıp onları Kalmuklarla savaşmaya


çağırır, onları cesaretlendirmek ve onurlandırmak için kaplana benzetir.

“Kuş eğitmeninden çıkan kaplanlar,


Soltonoy, Şabek kahramanlarsınız.” (age. s. 31)

Kalmuklarla savaşan Kırgız yiğitleri kaplana benzetilir.

“Kaplan gibi ileri atılıp,


Savaşanlar oldukça çok.” (age. 75)

“Kaplan gibi baturlar,


Kükreyip haykırdılar.
Saldırarak Kalmuk’u,
Karanlıkta yardılar.” (age. s. 84)

Destanda Kırgızlara yenilen Kalmuklu hanlardan bir olan Cediger’in heybeti ve


savaşmaktan vazgeçmeyen tavrı kaplana benzetilir.
164

“Cediger Han, son bir gayretle, kara kaplan gibi heybetle, yiğitlerini dört bir yana
gönderdi.” (age. s.88)

Kırgız pehlivanı Nar, Kalmuk pehlivanı ile teke tek dövüşürken ikisi de güçlü ve
cesur oluşları bakımından vahşi kaplana benzetilir.

“Vahşi bir kaplan gibi


Tekrar gelip vuruştular.” (age. s. 90)

Uyulkan Han, yiğitlerinin Temirkan ve Bolotkan ile savaşmaya gitmesini ister.


Cesaretinizi toplayın ve onlara kaplan gibi saldırın, der.

“Ulaşırsın maksadına,
Başın dertlerden arınıp.
Kendini göstermeye kim çıkar,
Boz kaplan gibi saldırıp.” (age. s. 114)

Madılbek’in Kalmuk casusu olmasından şüphelenen Kırgızlar onu sorgularlar,


kaplan gibi cesur olduğunu söyleyip asıl niyetini sorarlar.

“Gerçek fikrin bizimle mi?


Korkusuz batur halkta var,
Kaplan yürek yiğitte var,
Kalmuk’tan gelen er yiğit,
Ne tür hünerler sende var?” (age. s.123)

Kalmuklarla savaşan kırk Kırgız baturu, güçleri ve savaşçılıkları bakımından kaplana


benzetilir.

“Kaplan gibi baturlar,


Mücadele içinde.
Kalmuk bunu gerçekte değil,
Görmüş bile değil düşünde.” (age. s. 163)
165

Kaplan yüreğine aş erme

Kırgız destanlarında uzun zaman çocuğu olmayan kadınların hamile kaldıklarında


yabanî hayvan etine ve yüreğine aş erdiklerini daha önce de dile getirmiştik. Manas
Destanı’nda Cakıp Bey’in ilk eşi Çıyırdı hamileyken kaplan yüreğine aş erer. Bu durum
doğacak çocuk olan Manas’ın güçlü ve cesur bir savaşçı olacağının işaretidir.

“Yersem, kaplan yüreği yerim!


Ondan başkasını düşünmüyor.
Bulamayıp kaplan yüreğini,
Delirmiş büyük hatun
Aş ermekten yoruldu.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 85)

Boston Destanı’nda Buuba Han’ın eşi hamileyken kayberen (yırtıcı hayvan) yüreğine
aş erer. Kanışa’nın aş ermesini ayı ve kurt yüreği geçirmeyince Buuba Han, avcılardan
kaplan avlamalarını ister, karısının aş ermesi kaplan yüreği yiyince geçer. Bu durum
doğacak çocuk Boston’un kaplan yürekli olacağını gösterir.

“Sabırsızlanan Kanışa
Ağzını zar zor oynatıp,
Güçlükle söz söyledi.
Bana yürek gerek, der,
Kayberenin yüreği
Güçlüsünden olsa, der.
Onunla ağzım dolsa, der.

Elindeki yüreği
Çabucak doğratıp, kavurtup,
Kanışa’ya yutturdu,
Sıcak yüreğe doyurdu,
Kanışa’nın ağrısı durdu.
Aş ermesi şimdi geçmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 27, 29)
166

Boston’un ilk karısı Cezbilek de hamileyken yırtıcı hayvan yüreğine aş erer. Avcılar
kurt, ayı, pars, aslan ve kaplan avlayıp yüreğini Cezbilek’e getirirler fakat aş ermesi
geçmez. Avcılar son olarak kara kulaklı kaplanı yakalayıp yüreğini getirirler ve aş ermesi
geçer.

“Avcılar toplanıp,
Sık ormanı dolaşıp,
Tasalanıp gitseler,
Kara kulaklı kaplan
Ansızın önlerine çıktı,

Pek çok avcı vurup,
Kaplanı yıkıp,
Karnını yarmak için çekiştirip,
Yüreğine el atıp,

Yüreği yiyip Cezbilek,
Düzeldi şimdi.” (age. s. 404)

Deyim içinde kaplan

Boston Destanı’nda yurdunu Ayşakan’dan geri alan Boston, suçsuz olduklarını


söyleyerek Ayşakan’ın halkına çok iyi davranır. Halk, kendilerine zulmetmediği için
Boston’a dua eder ve tehlikelerden uzak kalmasını dileyerek “yoluna kaplan çıkmasın” der.
Bu deyim, kaplanın tehlike bildiren bir unsur olarak dile de yerleştiğini gösterir.

“Sevinip yüksek sesle


Hepsi dua etti.
Bundan sonra Alp Boston
İyi günde yaşa.
Kötülük görme,
Yoluna kaplan çıkmasın,
Düşmanlık güdüp düşman gelmesin.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 364)
167

Tehlike belirtisi olarak kaplan

Manas Destanı’nda Cakıp Bey’in atı kaçar ve Mendibay adlı çocuk atın peşinden
gider. Uzun zaman geçip de çocuk dönmeyince onu aramaya çıkan Cakıp Bey, uzaktan
atını görür. Atını üstünde beyaz kaplan kürkü vardır. Kaplanın çocuğa saldırmış
olabileceğini ya da bir avcının kaplanı avlayıp kürkünü bırakmış olabileceğini düşünür. Bu
dizelerden Kırgızlarda kaplanın değerli kürkü nedeniyle avlanan bir hayvan olduğu da
anlaşılır.

“At üstünden baktığında


Beyaz kaplanın kürkü,
Atının üstüne örtülmüş.
Onu gören Cakıp’ın
Kafası karıştı:
Çocuğu kaplan kapmış galiba,
Benim başıma iş düştü galiba,
Paramparça etmiştir
Yer iken çocuğu
Usta bir avcı vurmuştur.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 59)

Boston Destanı’nda Börübay-Sultan babası Boston’u bulmaya giderken dedesi


Kadamış; cesur ve şanslı olması için hayır dua eder, yoluna çıkacak kaplanı bile kolayca
yenmesini diler. Bu dilek, kaplanın tehlikeli ve güçlü bir düşman olduğunu ortaya koyar.

“Kurban olayım zürriyetim,


Alp babanı bul.
Yoluna kaplan çıksa,
Çekinmeden atıl.
Aradığın bulunsun,
Kapışan düşman yenilsin,
Diye dua etmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 438)

Boston, ilk karısı Cezbilek’in yurduna gitmek için gelip kendisini bulan oğlu
Börübay-Sultan’ı da yanına alıp doğuya doğru yola çıkar. Geçtikleri yolların tehlikeli ve
168

ürkütücü olduğunu, ıssız ormanlardan geçtiklerini anlatmak için yırtıcı hayvanların


çokluğundan söz edilir. Onlar için tehlikeli olan bu hayvanlardan biri de kaplandır.

“Burası ıssız bir vadi imiş,


Halkın olmadığı ürkütücü yer imiş.

Kaplanları düşmanlık ederler,
Geyik kovalayıp yakalarlar,
Kanını sorup haz alırlar.
Geyiklerin etini çkiştirip
Kaplanlar alırlar.
Güçlüleri yenerler,
Güçsüzleri kaçarlar.” (age. s. 490)

Er Soltonoy Destanı’nda Talas’a giderken yolda mola veren Madılbek’i ve atını takip
eden iki kaplan, tehlike belirtisi olarak ifade edilir. Madılbek uyurken onlara yaklaşan
kaplanı fark eden at, uyandırarak sahibini uyarır.

“Akşam parlak ay çıkıp,


Gece yarısı olmuştu.
Orada burada çok otlayıp, doru yorga doymuştu.
Ormanın iki kaplanı,
Bunları takip etmeye başladı.
Kaplanlardan şüphelenerek,
Doru yorga Madılbek’in,
Dişleyip çekti paçasını.
Hayvan da olsa insanı,
Uyandırmaya yaradı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 119)

Madılbek uyanır ve iki kaplanı avlar. Madılbek’in gücünü ifade etmek için kaplanlar
kediye benzetilir.

“Muhteşem pehlivan Madılbek,


İkisi saldırıp gelince,
169

Enselerinden tutup onları


Birbirine vurdu kedi gibi.” (age. s. 120)

Rüyada kaplan görmek

Boston Destanı’nda Cezbilek, kara kulaklı bir kaplan ve ala kuyruklu beyaz bir
kaplan görür. Rüyasını annesine babasına anlatarak yorumlamalarını ister. Babası
Kadamış, Cezbilek’e eşi Boston ve oğlu Börübay-Sultan’ın geleceğini söyler.

“Kadamış Han acele etmedi,


Durup düşünüp başladı:
Kara kulaklı kaplan

Yanına alıp babasını
Oğlun gelecek değil mi?

Alp Boston’un bulunup,
Börübay-Sultan’ı yanına alıp,
Beyaz kaplan gibi atılıp,
Boston gelecek değil mi?” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 489, 499)

Er Soltonoy Destanı’nda Uluykan Han rüyasında iki kaplan görür ve yorumlaması


için rüyasını bir mollaya anlatır. Molla, bu iki kaplanın yok etmeyi planladığı Temirkan ve
Bolotkan olduğunu ancak onların Uluykan Han’ı yeneceklerini söyler.

“Ormandan çıkar çıkmaz,


İki kaplan saldırdı,
Çaresiz kalıp telaşla,
Aklım tepemden çıktı.

Kükreyen kaplan sesiyle,
Kızıl kaya yankılandı.

Bu rüyanın gerçeği,
170

Başa gelecek beladır.


İki kaplan dediğin,
İki batur kişidir.
Bu ikisi kim dersen,
Temirkan ve Bolotkan’dır.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 111)

5.12. Pars (Leopar)

5.12.1.Genel özellikleriyle pars

Büyük ve yırtıcı bir hayvan olan pars; aslan, kaplan ve jaguardan sonra en büyük
dördüncü kedidir. Büyük kedilerin içinde ağaca en iyi tırmanabilen türdür. Geniş
pençelerinde sivri ve keskin tırnakları, kısa ve toparlak kulakları, göz alıcı parlaklıkta kısa
tüylü postu vardır. Post rengi sarımsıdır ve üstünde siyah benekler bulunur. Bu benekler,
insanların parmak izi gibi her bireyde farklılık gösterir. Gövdesinin üçte ikisi kadar da
kuyrukları vardır. Gündüz tehlike sezdiğinden gece avlanmayı tercih eder. Cüssesine göre
çok güçlü olduğu için yakaladığı geyik ve domuz gibi ağır avları bile ağaca çıkarabilir.
Afrika'nın sıcak bozkırlarından Hindistan ve Malezya Yarımadasının yağmur ormanları ve
Çin'in karla kaplı soğuk dağlıklarına kadar olan ormanlarda, çalılıklarda, fundalıklarda,
yarı çöl ortamında ya da kayalık dağ yamaçlarında yaşayabilir. Kürkü çok kıymetli
olduğundan önemli bir av hayvanıdır.

5.12.2.Parsın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Pars, diğer büyük yırtıcılar gibi güçlü ve cesaretli oluşu nedeniyle Türk kültür ve
edebiyatında benzetme unsuru olarak kullanılan bir hayvandır. 12 Hayvanlı Türk
Takvimi’nde üçüncü yıla adını vermiştir.

5.12.3.Kırgız destanlarında pars

Benzetme unsuru olarak pars

Er Eşim Destanı’nda Er Eşim’in savaştığı Acaan adlı Kalmuk yiğidinin heybeti tasvir
edilirken boynunun kalınlığı pars boynuna benzetilir.
171

“Avcı kartal yüzlü,


Uzanmış köpek kadar kaşı var,
Ensedeki büklümler pars boynu kadardır.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 85)

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke’nin babası Karabay, Bayan’ın babası


Sarıbay’a oldukça fazla başlık parası ödemiştir ancak Karabay ölünce Sarıbay dünürlüğü
bozar ve kızını alıp uzaklara götürür. Bunu öğrenen Kozuke, annesine ne olursa olsun
gidip Bayan’ı alacağını söyler. Annesinin endişesini gidermek için ise heybetini beyaz
parsa benzetir.

“Cam gibi yüzümde nur var, anne,


Beyaz pars gibi heybetim var, anne,
Kaçsa da gidip rahat bırakmam, anne,
Bayan gibi güzel yârimi, anne.” (age. s. 149)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han’ın kendisini tehlikeli bir yolculuğa göndermek


istediğini anlayan Mendirman; gücünü, cesaretini ve tehlikeli biri olduğunu anlatabilmek
için kendisini parsa benzetir.

“Tuttuğunu kaçırmaz
Mağarada yatan parsım.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 39)

Manas Destanı’nda seksen dört arkadaşı, atını kesmeyi kabul ettiği için Manas’ı
kendilerine han ilan edip ak kilime oturtur. Manas, sergilediği cesur tavır nedeniyle leopara
benzetilir.

“Kaçmasına rağmen,
Leopar Manas çocuğu,
Etrafını sardılar,
Bırakın demesine rağmen,
Getirip genç Manas’ı
Ak kilime oturttular.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 455)

Manas, Çinlilerle savaşırken gücü ve cesareti bakımından yine leopara benzetilir.


172

“Leopar Manas,
Hiddetle bağırarak…” (age. s. 483)

“Leopar Manas bahadırı


En güçlü ata bindirdiler.” (age. s. 489)

Manas’ı kendine han seçen halk da onu leopar diye nitelendirir.

“‘Hanlı halk olduk, diye,


Leopar Manas delikanlıyı
Han seçtik.’ diye” (age. s. 511)

Pars etine aş erme

Kırgız destanlarında sıkça rastlanan yırtıcı hayvan etine aş erme motifini teşkil eden
hayvanlardan biri de parstır. Şırdakbek Destanı’nda annesi, Şırdakbek’e hamileyken pars
etine ve kalbine aş erer.

“Annesi aş erer,
Kaplan ve pars etine

Parsın tek etine değil,
Aş erer kalbine.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 251)

Av hayvanı olarak pars

Kocacaş Destanı’nda Kocacaş’ın avcılığını öven babası oğlunun vurduğu av


hayvanlarından birinin de pars olduğunu söyler. Pars, kürkünün kıymetli olması nedeniyle
tercih edilen av hayvanlarından biridir.

“Kaplan, pars, aslan vuran,


Keçi, teke, kulcayı,
Hesapsız çok vuran.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 209)
173

Tehlike belirtisi olarak pars

Kozuke ve Bayan Destanı’nda annesi Sanam, Kozuke’ye yolculuğu sırasında


ormanda ayı, kaplan ve pars gibi tehlikeli hayvanlarla karşılaşabileceğini söyler.

“Köknar, huş ağaçları, çocuğum,


Arasında Sibirya parsı, kaplan, çocuğum,
Ayılar gezer, sivri dişleri olan, çocuğum.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 161)

5.13. Köpek

5.13.1.Genel özellikleriyle köpek

Köpek; evcil ve vahşi olarak dünyanın hemen hemen her yerinde yaşayan, keskin
koku alma ve işitme yeteneğine sahip etçil bir hayvandır. Sahibine bağlılığı ile ünlüdür.
Hızlı koşan ve yüzebilen bir hayvandır. Çok eski çağlardan beri evcilleştirilmiştir. Görünüş
ve büyüklükleri farklı, yüzden fazla evcil ırkı vardır. Zeki olduğundan kolayca terbiye
edilebilir. Koku alma ve iz sürme yetenekleri sayesinde av, bekçilik, polislik, arama-
kurtarma, çobanlık gibi işlerinde insanların işini kolaylaştıran önemli dostlardır. Bazı
insanlar da evlerinde süs köpekleri besler.

5.13.2.Köpeğin Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Köpek, Türk kültüründe insanların en iyi dostu olan hayvanlardan biridir. Güvenilir
bir bekçi olan köpekler, sadece yaşam alanlarının düşmanlardan korunmasında değil
hayvan sürülerinin vahşi hayvanların saldırılarından korunmasında da önemli bir rol
üstlenmiştir. Avcılık geleneğinin yaygın olduğu Türk kültüründe avcının en önemli
araçlarından biri de av köpekleridir. Köpek, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde on birinci yıla
adını vermiştir.

Türklerde köpek sembolü kurt veya kartal gibi ulusal bir sembol olmamıştır.
Şaman ayinlerinde güçlü şamanlar kurt, kartal gibi hayvanların biçimine girerken
zayıf şamanlar köpek şekline giriyordu. Köpek yer altına inerken kullanılıyor ve
bu olumsuz anlamı sebebiyle cenaze merasimlerinde kurban edilen bu hayvan
ölümü temsil ediyordu. Çin ve Moğol kültürlerinin etkisiyle köpekten türeme
174

Türklerde de görülmüştür. Genelde olumsuz anlamlarına rağmen köpek,


İslamiyet’ten sonra avcılığa verilen önem sebebiyle dostluk, sadakat ve sabır gibi
olumlu anlamlar yüklenmiştir (Çatalbaş, 2011).

5.13.3.Kırgız destanlarında köpek

Er Eşim Destanı’nda savaşa gidip üç yıl sonra yurduna dönen Er Eşim, halkının ve
hayvanlarının yerinde olmadığını, köpeklerinin sahipsiz kaldığını görür. Sahibine sadık
hayvanlar olan köpeklerin onlardan ayrı kaldığı için uluduğu ifade edilir.

“Sahiplerinden ayrı kalmış köpek uluyor,


Kimsesiz köpeklerin hepsi uluyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 103)

Uzun süre ayrı kalan Er Eşim ve karısı tekrar bir araya geldiklerine çok sevinirler, bu
mutlu hâlleri sahibini görmüş köpek yavrusuna benzetilir.

“Sahibini görmüş köpek yavrusu gibi


Bir süre duygulanıp kucaklaşır.” (age. s. 125)

Munduk ve Zarlık Destanı’nda açgözlü kocakarı Mastan, Çançarkan’ın önceki altmış


karısından altın alınca Kançayım’ın doğurduğu ikiz bebekleri saklar. İki köpek yavrusuna
kan sürer ve Kançayım’a bunları dünyaya getirdiğini söyler.

“Söz vererek evlendiğin hana iki köpek yavrusu doğurdun.” diyerek hile uydurur.
(age. s.205)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han’ın ve halkının zenginliği anlatılırken köpeklerinin


yemek yediği kapların bile bakırdan olduğu belirtilir.

“Köpeklerin kabını bakır yaptı


Çadırların örtüsünü kürk yaptı.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 29)

Köpeğin bu destanda bir deyim içinde olumsuz anlamda kullanıldığı görülür.


Mendirman, karısıyla evlenmek isteyen Adıl Han’a cevap verirken kullandığı bir deyimde
kadınları köpeğe benzetir.
175

“Sen eşinden bıkarsan


Bu nasihata kulak ver
Kadınlar it imiş
İçten yiyen kurt imiş.” (age. s. 40)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda kendisini evliya olarak tanıtan ancak çocukları
olmayan Eşimkul ve Zuura’yı kandırıp hizmetinde kullanan hilekâr kişi kudurmuş bir
köpeğe benzetilir.

“Açıkça gösteriyor
Bîçareye zararı.
Kudurmuş it gibi sürükleyip
Ahmak ediyor insanı.
Bırak evliya almıyorum
Senin vereceğin balayı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 73)

Çocuğu olmayan herkesi kandırıp ellerindeki bütün parayı ve malı alacak kadar
açgözlü olduğu için Zuura, bu sahtekâr evliyayı aç kalmış tazıya benzetir.

“Evliya söyler her türlü


Yıllığa salıp almış gibi
Açıldı kötü nefsi
Sabaha kadar aç kalmış tazı gibi.” (age. s. 77)

Manas Destanı’nda karısı Çıyırdı’nın bir oğlan doğurduğunu Bey Cakıp’a


müjdelemeye gitmek istemeyen Akbalta av kaçırmış köpek gibi koşamayacağını söyler.

“Avı kaçırmış köpek gibi


Nereye koşturayım?” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 105)

Gerek bu ifadeden gerekse Manas’ın av köpeklerini yanına alıp ava çıktığından söz
eden aşağıdaki dizelerden Kırgızların köpekleri avlanmak üzere eğittikleri anlaşılır.
176

“Köpeklerle avcı kuşları alarak ava çıktı,


Yedi yiğidi yanına alıp,
Gideli on bir gün oldu.” (age. s. 409)

Köpek, Manas Destanı’nda Moğollar için bir hakaret ifadesi olarak da kullanılır.
Cakıp’ın oğlunun doğumu için düzenlediği toyda Moğol pehlivan Çokan ile Kırgız
pehlivan Tügölbay güreşir.

“Tügölbay gibi pehlivana


Türklerin hepsi geldi.
‘Çirkin köpeklere
Şerefimizi ayak altında çiğnetme.
Diğer baban Capas destek olursa
Hiç acıma bu köpeğe
Gücün kuvvetin var ise!’” (age. s. 131)

Kız Darıyka Destanı’nın kadın kahramanı Darıyka yenilmez bir pehlivandır. Darıyka
ile Hz. Ali, güreşirler ancak birbirlerini yenemezler. Bunun üzerine Ali, Darıyka’yı
azgınlık ve uyanıklık timsali olarak anılan efsanevî köpek olan sırttan olarak niteler.

“Sen dişilerin sırttanı olan bir kaplansın,


Kısa zamanda olduk ikimiz yoldaş.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 70)

Er Soltonoy Destanı’ndan anlaşıldığına göre Kırgızlarda köpek güvenlik sağlamanın


önemli araçlarından biridir. Destanda Toskulu Bey’in köyünü yedi köpeğin koruduğu ifade
edilir.

“Bunlardan başka beyin kurtlara kaptırmayan beş tazısı ve hareket bile ettirmeyen iki
iti varmış. Bu itler yabancı kişilerin eselerini at sürmelik yerden duyarlarmış.”
(Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 76)

Destanda Orolkan, rüyasında çok değer verip baktığı iki atmacanın arkasından
gönderdiği kırk bir tazı görür. Rüyasında gördüğü iki atmaca Temirkan ve Bolotkan adlı
177

iki kardeş, ardından gönderdiği tazılar da onların en sadık yardımcıları olan kırk bir
yiğittir.

“Onu salıp ardından,


Kırk bir tazı göndermişim.

Gönderdiğim tazıların hepsi,
Onlara sadık er oldu.” (age. s.139)

Madılbek, Tamirkan ve Bolotkan’ın güvenini kazanıp onları tuzağa düşürür.


Madılbek’e inanıp yanlarına silah almadan atlarına binip onunla giderler ve Kalmuklar iki
kardeşe köpek gibi saldırır.

“Agışay’ın düzlüğünde
Kalabalık Kalmuk çevirdi.
Silahsız gelen gençleri,
Saldırıp it gibi daladı.” (age. s. 145)

Bir başka bölümde de Soltonoy, Madılbek’i takip edip Kırgızların peşinden giden
Kalmukları köpeğe benzetir.

“Gururum kırk yiğit,


Düşmana geldik yakınlaşıp.
Kalabalık Kalmuk kapanır,
Kancık it gibi peşini bırakmayıp.
Madılbek yönetmekte,
Zevkten dört köşe olup.” (age. s. 152)

Destanın ilerleyen dizelerinde Çoğoloy adlı Kırgız yiğidine saldıran Kalmuklar,


köpeğe benzetilir.

“Köpek dalaşı gibi,


Dört bir yandan geldiler ya.” (age. s. 171)
178

Kırgız hanı Colborskan, kayınbiraderleri Kögöykan’ı ve kardeşini hain ve kinci


oldukları için hırlayan köpeklere benzetir.

“Colborskan o sırada şöyle dedi:



Koyoşkan’ın oğulları,
Hırlayan bir it idi.
Eskilerden beri bilirim,
Onların içindeki kin büyük idi.

Buna karşın Şabek şöyle der:
Ecel başına gelmediyse,
İtler aslana dokunamaz.” (age. s. 193)

Kögölkan’ın halktan vergi toplaması için gönderdiği adam, Aşırbek adlı Kırgızı
havlayan köpeğe benzetir.

“Sen gibi bir havlayan it ile,


Boşa vakit geçiremem.” (age. s. 216)

5.14. Yılan

5.14.1.Genel özellikleriyle yılan

Yılan uzun vücutlu, bacaksız sürüngenlerin genel adıdır. Dünyada üç bin kadar yılan
türü bilinmektedir. Bunların çok azı zehirlidir. Sıcak bölgelerde yaşayan, soğukkanlı, etçil
hayvanlardır. Vücutları pul görümünde bir deriyle kaplıdır. Büyümeye engel olduğu için
zaman zaman deri değiştirir. Zehirli yılanlarda ön çenede uzun oluklu zehir dişleri de
vardır. Bunlarda tükrük bezleri, zehir bezine dönüşmüştür. Kış uykusuna yatan
hayvanlardan biridir. Böcek, karınca, fare, kuş, kertenkele gibi canlı hayvanları avlayarak
beslenir. Zehirlerinden panzehir yapılarak fayda sağlanır. Sıcakkanlı hayvanların
179

vücutlarından yayılan ısı dalgalarını tespit ederek avlarını karanlıkta bile kolayca bulur ve
takip eder. Yılanların renkleri ve boyları çeşitlidir. Yılanlar yumurtlayarak ürer.

5.14.2.Yılanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Türk kültüründe yılan çoğu zaman olumsuz nitelikleriyle ön plana çıkan bir
hayvandır. Zehirli oluşu nedeniyle tehlikeli bir hayvan olarak nitelendirilen yılan; hain,
sinsi, soğuk insanları anlatmak için kullanılan bir benzetme unsurudur.

Daha çok Güney, Orta ve Doğu Anadolu resminde, masallarında, hikâyelerinde


rastlanan, akıllı ve iyi olarak tanımlanan, bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklindeki
Şahmaran adı verilen ve hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık;
yılanın Türk kültüründe efsanelere de konu edildiğinin göstergesidir.

Kırgızlar yılanı hastalıkları iyileştirmede de kullanmışlardır. Beli ağrıyanlara


yılanın safrasını suyla karıştırarak verirlermiş. Kemik vereminde ise yılanı
kaynatır, suyunu hastaya içirirlermiş. Kırgızlar beyaz yılanı evlerin iyeleri olarak
görür, ona hiç zarar vermezler. Tam tersine ileride bir iyilik olacağının işareti
olarak kabul ederler. Onun önüne süt dökerek evden çıkarırlarmış. Bunu bilmeyen
biri yılanı öldürürse hemen evine gidip yedi tane ekmek pişirerek yılanı öldürdüğü
yere doğru gitmekte olanlara ikram edermiş. Ekmek yenildikten sonra yılandan
özür dileyip affetmesini beklermiş (Karadavut, 2010).

5.14.3.Kırgız destanlarında yılan

Munduk ve Zarlık Destanı’nda yılanın benzetme unsuru olarak kullanılır. Çançarkan


adlı hanın çocuğu olmadığı için ağlayışı tasvir edilirken “ok yılan gibi dönerek” ifadesiyle
yılana benzetildiği görülür. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 193)

Destanda Zarlık, çıktığı uzun yolculukta çok yorulur ve perçemleri yere değecek
şekilde sürünür, bu bakımdan yılana benzetilir.

“Ayaklarını ellerini uzatır,


Perçemleri yere kadar uzayıp
Yılan gibi sürünür.
Uzanır yere Zarlıkkan
180

Kara toprağın üzerine


Yüz üstü yatar Zarlıkkan.” (age. s. 221)

Mendirman Destanı’nda Aykanış’ın güzelliğini kıskanan cadı kadın ona bir kötülük
yapmak ister. Kadının kötü ve sinsi oluşu ok yılanına benzetilir.

“Bu cadı kadın kıvranıp


Oraya buraya koşturdu
Kadın durup düşündü
Ok yılanı gibi sinsi sinsi.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 30)

Destanda Asıl, kendisini Mendirman’dan ayırdığı ve uzak bir yere gönderdiği için en
küçük kardeşi olan Külteber’e sitem eder, onu yılana benzetir. Yılanın burada da kötülükle
özdeşleştirildiği görülür.

“Kırdı benim belimi


Belime dolanan yılan gibi

Bana çektirdiğin bu ızdırap


Göze oğlak çarpması gibi.” (age. s. 49)

Yılan, Kız Darıyka Destanı’nda da acımasız ve tehlikeli insanlar için benzetme


unsuru olarak kullanılır. Şaysılda, babasını bulmak için Arabistan’a giderken yolda bir
ihtiyara rastlar. Aksakallı ihtiyar, Medine’ye giderken yollarını kesen haramileri
merhametsiz oldukları için yılana benzetir.

“Onlar merhametsiz hayvan gibidirler,


Zehrini akıtan yılan gibidirler.

Gezerler yavrum hayvanlar gibi,
Gece gündüz leş arayanlar gibi.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 110)
181

Kırgız destanlarında yer alan yırtıcı hayvan etine ya da yüreğine aş erme motifi Er
Soltonoy Destanı’nda diğer destanlardan farklı olarak zehirli yılana aş ermek şeklinde yer
alır. Colborskan’ın karısı Gülaypa yılana aş erdiğini söyler.

“Bilmiyorum erkek mi kız mı,


Taşımaktayım bir bebek.
Benim söylediklerime,
Delili olmadan inanma!
Aşerip dolanıyorum,
Zehri güçlü yılana.”

Alaca yılan yiyen Gülaypa’nın aş ermesi geçer.

“Alaca yılan yedirip,


Giderdi aş ermesini.”

Gülaypa çok iri yapılı ve güçlü bir bebek dünyaya getirir, çocuğun kolları öyle
kaslıdır ki şekil bakımından kurbağa yutmuş yılana benzetilir.

“On beşindeki oğlanı,


Güreşse yıkacak gibi.
Kollarının kasları,
Kurbağa yutmuş yılan gibi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 21)

Destanda Temirkan ile Bolotkan’ın düşmanla karşılaştıklarında soğukkanlı oluşları


yılana benzetilir.

“Temirkan batur, Bolotkan,


Onların halini söylersem,
Yüz yüze gelse düşman ile,
Yüzleri soğuktur yılandan.” (age. s. 113)

“Yüzleri soğuk yılan gibi,


Yüreğe mızrak sokuyorlar.” (age. s.175)
182

Destanda Kögöykan adlı Kırgız hanı, toy düzenlemek için zengin fakir demeden tüm
halktan yüz altın sikke vergi toplar. Bu acımasız tavrı nedeniyle Aşırbek, onu kan içen
yılana benzetir.

“Alaca yılan gibi,


Halkın kanını içmiyor mu?” (age. s. 215)

5.15. Ejderha

5.15.1.Genel özellikleriyle ejderha

Ejderha, türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarıdır. Farsçada “büyük
yılan” anlamında kullanılan bu sözcük, dilimize “korkunç canavar” manasında geçmiştir.
Milletlerin mitolojisinde yer alan ejderhaların ortak özellikleri aslanpençeli, yılan
kuyruklu, pullu derili, kanatlı olması, ağzından veya burnundan ateş saçmasıdır. Yedi başlı
olanları vardır. Efsanelerde ejderha; hazineleri bekler, insanları esir eder. Bu korkunç
canavarlar her defasında bir masal kahramanı tarafından öldürülür, böylece zulümleri son
bulur. Efsanevi bir yaratık olan ejderha çoğunlukla büyüsel veya ruhanî güçlere sahip,
kuvvetli ve büyük bir kertenkele veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilir. Batı tasvirleri
genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine
benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha
Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Avrupada uğursuzluk getirdiğine inanılan
ejderha, Uzak Doğu’da uğur simgesidir. Çin’de on iki burçtan biri ejderhadır.

5.15.2.Ejderhanın Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Türkler için önceden bereket, refah, güç ve kuvvetin sembolü kabul edilen bu
hayvan, Ön Asya kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra bu anlamları zayıflayarak
alt edilen kötülüğün sembolü olarak algılanmıştır. Hunlar ejder festivali
düzenlemiştir. Bunun yanı sıra Çin’de imparatorluk sembolü olan ejderha,
Türkleri bu yönüyle etkilemiş ve Türk hayvan takviminde de yıl sembolü olarak
yer almıştır. Türkler arasında ejderin sembolik anlamları İslamiyet’ten sonra da
devam etmiştir (Çatalbaş, 2011).
183

5.15.3.Kırgız destanlarında ejderha

Mendirman Destanı’nda bir ihtiyar adam, Mendirman’ı ortadan kaldırmak isteyen


Adıl Han’a onu ejderhaların olduğu yere göndermesini önerir.

“Opyun gölü varmış


Gidilse gelinmez yermiş
İşte oraya gönderelim
Gidilse gelinmez çölmüş
Diri diri gömülen mezarlıkmış
Nice yolları böyleymiş
Korkunç ejderhalar varmış
Sihirli bir ejderhaymış
Gidip başına bir felaket gelsin
Gittiği gibi kaybolsun.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 35)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile Kan İçme güreşirken ejderhaya
benzetilir.

“Ejderha gibi boy ölçüştüler.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 201)

Temirkan’ın halkı ile dövüşü anlatılırken Altın Kökül’ün ejderha gibi ıslık çaldığı
dile getirilir.

“Ejderha gibi ıslık çıkarıp


Elindeki parlak çelik
Salladığını bırakmıyor.” (age. s. 229)

Temirkan, kızı Aruuke’ye Altın Kökül’den söz ederken onun gözüne ejderha gibi
göründüğünü söyler.

“Şu bala göründü


Ejderha gibi gözüme.” (age. s. 263)
184

Manas Destanı’nda Cakıp’ın çocuğu olmuyor diye ağlayan karısı Çıyırdı, rüyasında
aksakallı bir adam görür. Aksakallı adam ona kırmızı elmayı yemesini ve ejderhaya
binmesini söyler.

“Altmış kucak ejderhaya


At yerine bin! diye.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 35)

Çıyırdı’nın rüyasını yorumlayan Baycigit, kadının rüyada ejderhaya binmesini


çocuğunun heybetli olacağına yorar.

“Ejderhayı at olarak
Büyük hatunun binmesi
O çocuğun heybeti
Yeryüzünde sürecek.” (age. s. 79)

Kırgızlara yenilen Kalmuklar, güçlü olması bakımından Manas’ı ejderhaya benzetir.

“Altaylı Kalmuk’u
‘Ejderha çıktı diye,
Adı Manas güçlü!’” (age. s. 257)

Kırgız pehlivanı Künös ile Çinli pehlivan Dan-dun dövüşürken ejderhaya


benzetilirler.

“Yakalarına yapışarak,
Ejderha gibi dövüşerek,
İki pehlivan tutuşup
Çekişmeye geçtiler.” (age. s. 351)

Boston Destanı’nda Boston, kırk kızın başında beklediği Cezbilek’in odasına iki gece
gizlice girer ve onun saçından bir tutam keser. Cezbilek, kendisini koruyamadıkları için
seksen cariyeyi öldürtür. Ertesi gece Boston tekrar gelir ve Cezbilek, Boston’u gördüğü
gece ona öfkelenir, seksen cariyesini onun yüzünden öldürttüğünü söyleyerek Boston’a
kızar.
185

“Ejderha gibi hışırdadın,


Kılıcını tuttun
İki günün içinde
Seksen kızı yuttun.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 120)

Destanda bir ejderhanın varlığından ve her yıl Alp Kara Kuş’un dünyaya getirdiği
yavruları yediğinden söz edilir.

“Alp kara Kuş yumurtlar,


Üstüne yatıp yumurtasından
Yavrusunu çıkarır.
Obur ejderha,
Alp Kara Kuş yavrusunu
Her yıl yutup yer.” (age. s. 253)

Boston’un atı Karaboz, bu ejderhayı öldürmeyi başarabilirse bunun Allah’ın


Boston’u koruduğu ve dileğinin gerçekleşeceği anlamına geldiğini söyler ve ejderhayı nasıl
öldüreceğini anlatır.

“Çınar ağacını bekle


Ejderha geldiğinde,
Altı kez dolanıp çınara
Yarısına ulaştığında
Başına nişanlayıp at.
Okun yetişip doğruca değerse,
Ejderha yuvarlanıp çınardan,
Yere değip küt derse,
Seni Hüda’nın kollamasıdır.
İkbalinin yükselişidir,
Dileğinin gerçekleşmesidir.
Eğer sen saptırırsan,
Tam nişan alamazsan,
Hüda’nın seni çarpmasıdır,
Ejderhanın seni yutmasıdır.” (age. s. 254)
186

Karaboz, cadalozun yer altındaki çocuklarının en güçlüsü olan Çoyun Alp’in gücünü
ve korkunçluğunu Boston’a anlatırken Çoyun Alp’in ejderhayı bile yakalayabildiğini
söyler.

“Bütün vücudu demirden


Yaratılmış Çoyun Alp.
Ejderhayı besleyip,
Kamçı vurup koşturup,
Yakalayan Çoyun Alp.” (age. s. 289)

Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka, heybetinden dolayı ejderhaya benzetilir.

“Kılıcının keskin zamanıdır,


Güreşte yenilmez hiç kimseye.
Ejderha gibi olan heybetinden korkma,
Namlı Darıyka o, yenilmez insana.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 49)

Kendisiyle güreşmeye gelen Ali ile karşılaşan Darıyka, hiç kimseye yenilmediği için
kendisinden ejderha diye söz eder.

“Durumumu anlatıp izah ettim,


Yutmak isteyen ejderhaya doğru geldin.
Yanılıp beni bilmeden gelmişsindir,
İnsanın yenemediği pehlivan Darıyka benim.” (age. s. 56)

Darıyka ile Ali birbirlerini yenemezler, Darıyka kendine denk erkeği bulduğunu
söyler ve evlenirler. Ali bir süre sonra kendi yurduna döner ve oradakilere Darıyka ile
güreşinden söz ederken onu ejderhaya benzetir.

“Yalvardım Yaradan’a koru diye beni,


Yutmak isteyen ejderha gibi heybeti.” (age. s. 83)
187

Destanda ejderha saldırgan ve tehlikeli oluşu yönüyle de söz konusu edilmiştir.


Şaysılda, babası Ali’yi bulmak için Arabistan’a giderken çok tehlikeli yollardan geçer.
Yolda büyük kertenkeleler ve ejderhalar vardır.

“Koyu orman, içi dolu köknar ve söğütlerle,


Çok tehlikeli hayvanlar da var.
Ağzını açarak saldırır büyük kertenkele,
Yutmak isteyerek ıslık çalar ejderhalar.” (age. s. 106)

Ali, oğlu Şaysılda’yı görünce tanıyamaz ve ejderhadan bile korkmayacak kadar cesur
olan bu çocuğun kim olduğunu merak eder.

“Çocuğu takip edip sınıyordu Ali,


Kaçmadan cesurca davranan,
Bu kimin oğlu böyle, aslan gibi heybetli,
Ejderhanın yutmasından dahi korkmayan.” (age. s. 116)

Er Soltonoy Destanı’nda Talas’a giden Madılbek, yolda günde altı kişiyi yiyen bir
ejderhayla karşılaşır ve onu okuyla öldürür.

“Işıldayan çift yıldız,


Ejderhanın gözleriymiş.
Sallanarak yürüyen,
Ejderhanın kendisiymiş.

O ejderha her gün,
Altı kişi yer imiş.
Kalınlığına baksan,
Büyük öküzün beli kadar.
Uzunluğu kafirin
Otuz kulaç karar.

Madılbek ejderhayı,
İsabet ettirip vurdu.
188

Başını delip geçti oku,


Ciğerine oturdu.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 120)

Madılbek, Temirkan ve Bolotkan’ı kandırmak için Kalmuklara meydan okuyup


yılkılarını aldığını, heybetinin arkasından gelenlere ejderha gibi göründüğünü söyler.

“Ardımdan kovalayanlara,
Ejderha gibidir heybetim.” (age. s. 144)

Madılbek, kalabalık Kalmuk ordusundaki askerlere, Kırgız yiğitlerine yenildikleri


için kızar ve savaşçılıklarından dolayı Kırgızları ejderhaya benzetir. Kalmukların ise savaş
meydanı yerine köylerinde ejderha gibi olduklarını söyler.

“Altı Kırgız bizi,


Ejder gibi sordu ya.
Hepimizin cesetleri,
Ovada kalacak gibi oldu ya.

Ejder ve kaplan gibi
Köyde senin heybetin.” (age. s. 166)

5.16.Kuşlar

5.16.1.Genel özellikleriyle kuşlar

Omurgalı hayvanların bir sınıfıdır. Bulunan kuş fosillerinden ilk kuşların


günümüzden yüz kırk milyon yıl kadar önce yaşadıkları anlaşılır. Dünyanın her yanında
yaşamakla birlikte daha çok ılıman bölgeleri tercih eder. On binden fazla türü vardır.
Büyüklükleri, renkleri, biçimleri, yaşama biçimleri çok farklıdır. Boyca en büyük kuş,
kanatsız olan devekuşudur. En küçüğü ise kuştan çok bir böceğe benzeyen sinekkuşudur.
Öteki hayvan sınıflarına göre en önemli özellikleri vücutlarının tüylerle kaplı olması ve
uçmalarıdır. Kuşlar yumurtlayarak üreyen omurgalılardır. Ön ayakları kanat biçiminde
gelişen kuşların arka ayakları yürümeye yarar. Bazı kuşlar, ayakları perdeli olduğundan
yüzebilir hatta suya dalabilir. İskelet ve kas yapıları hareketli olmalarını sağlar. Yiyecekleri
189

yakalamaya ve kendini savunmaya yarayan gaga, kuşların en belirgin özelliklerinden


biridir. Etle, balıkla, böcekle ve bitkiyle beslenen kuş türleri vardır. Kuşların en gelişmiş
duyu organları gözleridir. Gözlerin genellikle kafanın sağında ve solunda yer alması, kuşun
görüş alanını genişletir. Örneğin atmaca, insana oranla on kez daha keskin görür. İşitme
duyuları da oldukça iyi gelişmiştir. Yuva yapımında kullandıkları malzeme çok değişiktir.
Saman, kuru ot, çalı çırpı, yaprak, tüy gibi maddelerden yararlanarak yaptıkları yuvalarını
çok değişik yerlere kurar. Bazı kuşlar da ağaç ya da kaya kovuklarında yuva yapmayı
tercih eder. Kuşların büyük çoğunluğu göçücüdür. Genellikle sıcak bölgelerde yaşayan
kuşlar, bu bölgelere kış gelince sürüler hâlinde öteki sıcak bölgelere göç eder.

5.16.2.Kuşların Türk kültür ve yaşantısındaki yeri ve önemi

Kuşlar, Türk kültüründe üç farklı şekilde yer alır. Bunlardan ilki Türklerin en eski
dönemlerinde mitolojik anlamlar yükledikleri kuşlardır. Bunların yanı sıra Türklerin
yaşantısında gerçek kimlikleriyle kendilerine yer edinen kuşlar diğer iki kuş türüdür.
Kartal, doğan, şahin, atmaca gibi avcı kuşların yanı sıra seslerinin ve görüntülerinin
güzelliği nedeniyle beslenen bülbül, kanarya, papağan gibi kuşlar Türk kültüründe önemli
bir yere sahiptir.

Genellikle kuşlar ruh sembolü olarak görülmüştür. Cenneti de temsil eden bu


hayvanların, şamanın biçimine girdiği ve onu koruduğu düşünülmüştür. Kuğu,
kaz, ördek, sülün, saksağan, turna, karga, ördek, tavus, güvercin ve bıldırcını bu
grupta sayabiliriz. Bunlardan bıldırcın, yiğitliği, sülün güzellik ve iyi şansı,
saksağan iyi haberi, turna ölümsüzlüğü zenginliği ve uzun hayatı, altın veya
kırmızı karga güneşin, kara karga şeytanın ve kötülüğün, ördek (Budist dönemde)
mutluluk ve refahın, tavus güzellik, itibar ve şerefi, güvercin uzun hayatı, kaz
erkeklik, evlilik ve başarının sembolü olmuştur. Kaz ve kuğu gibi kuşlar
Türklerde ayrıca kut ve beyliği temsil etmiştir. Bahsi geçen kuşlar eski Hint ve
Budist mitolojisinde önemli bir yer tutmakta bu da Budist Türklerin inançlarını
etkilemiştir. İslamiyet’ten sonra da kuşlarla ilgili bu anlamlandırmalar tanrılarla
ilgili olanlar dışında devam etmiştir (Çatalbaş, 2011).

5.16.3.Kırgız destanlarında kuşlar

Kırgız destanlarında farklı yönleriyle söz konusu edilen birçok kuş türü yer alır.
Eğitilerek av sırasında sahibine hizmet eden doğan, şahin, atmaca gibi alıcı kuşlar; sesinin
ve görüntüsünün güzelliğiyle yaşanan ortamları keyifli ve huzurlu hâle getirmek amacıyla
beslenen bülbül ve papağanlar, zarafeti simgeleyen kuğular, terk edilmişliğin ve ıssızlığın
190

ifadesi olan kargalar, alp kara kuş ve anka kuşu adıyla anılan efsanevî kuşlar ve daha
birçok kuş türü, Kırgız destanlarında kendine geniş yer bulmuştur. Bu kuşlar destanlarda
bazen benzetme unsuru olmuş, bazen günlük yaşantıda doğrudan rol almış, bazen
kahramana yol gösterip yardımcı olmuştur.

Kuş

Kırgız destanlarında türünün adıyla anılan kuşlar olduğu gibi hangi tür olduğu
söylenmeden genel olarak kuş diye adlandırılanlar da vardır. Destanda bu genel adlandırma
çoğunlukla zayıf, güçsüz ve küçük yapılı insanların anlatımında benzetme unsuru olarak
kullanılır.

Er Eşim Destanı’nda halkını Han Tursun’a emanet eden Er Eşim, ondan halkını
düşmanlardan ve saldırgan hayvanlardan korumasını istiyor. Burada kanatlı, gagalı, tırnaklı
hayvanlar hem gerçek anlamda hem de kötü niyetli insanları anlatmak için mecazî anlamda
kullanılmış olabilir.

“Kalmasın halkım başı boş.


Kanatlı hayvanlara çarptırma,
Düşmanlara yağmalatma.
Kadın, çocuk, hâlsizleri
Köle cariye olarak sattırma.
Gagalı hayvanlara gagalatma,
Tırnaklı hayvanlara dittirme.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 73)

Kocacaş Destanı’nda kuş tüyü yastıkta yatmak, zenginlik göstergesi oalarak ifade
edilir.

“Ak ipek yatak, kuş tüyü yastık,


Biraz yatıp uzanmış.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 69)

Sur Eçki’yi (keçi) avlamak için peşinden giden Kocacaş’ın babası, oğlunun kayalıkta
mahsur kaldığını, orada öleceğini anlar ve oğlunu ölüme uçmaya hazırlanan bir kuşa
benzetir.
191

“Kanadını bezeyen kuş gibi,


Hazırlandın mı Kocacaş,
Öbür dünyaya gitmeye?” (age. s. 209)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda doğum sancısı çeken Zuura, kuş yavrusuna
benzetilir.

“Doğum sancısıyla bana eziyet ettin.


Kuş yavrusu gibi acıttı.
Nice yıl isteyip ağladım.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 129)

Çocukları olmayan Zuura ve Eşimkul, çocukları olmasına yardım edeceğine


inandıkları şeyhlere ulaşmak için yurtlarından ayrılıp çok uzaklara giderler. Altın Kökül
doğunca Zuura, eşine yuvasını özleyen bir kuş yavrusu gibi çırpınarak yurduna dönmek
istediğini söyler.

“Kuş yavrusu gibi çırpınıp


Gidecek miyiz bir gün
Oynayıp gülüp memleketimize?” (age. s. 131)
Yeni doğan bebek Altın Kökül, annesinin kucağında bir kuş yavrusu gibi çırpınır.

“Kuş yavrusu gibi çırpınıyor


Elindeki balası.

Altın Kökül elinde
Bala kuş gibi çırpınıyor.” (age. s.149)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın şehrinin bağlarında yaşayan sayısız çeşit kuşun
varlığıyla daha da güzelleştiği söylenir. Kuşlardan övgüyle bahsedilen bu dizeler,
Kırgızların birçok hayvana olduğu gibi kuşlara da sevgiyle bağlı olduklarının, kuşların
varlığıyla günlük yaşantılarını daha eğlenceli ve huzurlu hâle getirdiklerinin bir
göstergesidir.
192

“Söyleyiversen bu bağda,
Türlü kuşlar çok imiş.
Guguk ile ishak kuşları
Karşılıklı ses verip ahenkle öter,
Seslerini nağmeye döndürür.
Kuşlarının türünü
Çıkardıkları ahenkli sesi
Saymaya sayı yetmez.
Daldan dala atlayıp
Kanatlarını gererler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 112)

Destanda adı geçen bir başka kuş “zımırık”tır. Karaboz’un Boston’a anlattığına göre
zımırık, ab-ı hayatı koruyan güçlü ve acımasız bir kuştur.

“Ab-ı hayatın özünde,


Akıp çıkan pınarında,
O pınarı koruyan,
Zımırık kuşu var.
Suya gelen canlıların
Hepsini yutup yer.
Hayvanlara acımaz,
İnsan gitse hesaba almaz.
Alp Kara Kuş gibi gücü var.
Bütün kuşlardan başka türlü
Üstünlüğü de var.” (age. s. 331)

Kız Darıyka Destanı’nda yaşlandığı için yurdunu kızına emanet eden Katıran, kızının
evlenmesini ister. Darıyka, babasına kendine uygun bir pehlivan seçip onunla evleneceğini
söyleyince Katıran kızını destekler ve seçilecek eşi baht kuşuna benzetir.

“Babası doğru buldu kızının sözünü,


Bu hayatın zevki dengini bulmak.
Her genç sınayıp gördükten sonra,
Yakalasın baht kuşunu, severek kendisi.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 39)
193

Destanda kişinin kendine uygun birine âşık olup onunla evlenmesi, talih kuşunu
yakalamak olarak ifade edilir.

Her kim eşini severek bulursa,


Kendinin adar hayatın güzel gidişatına.
Kendime layık birini bulsam,
O zaman ben de yakalardım talih kuşunu.” (age. s. 42)

Darıyka’nın hamile olduğunu öğrenen Ali, onu yavru kuşa benzetir.

“Evlat kokusunu almayan bir yavru kuşsun,


Sevgin artar yıldan yıla.” (age. s. 50)

Sekiz yaşına gelen Şaysılda kendinden güçsüz olan oyun arkadaşlarını dövünce
annesi Darıyka onu uyarır, diğer çocukları savunmasız oldukları için zararsız ötücü
kuşlara, Şaysılda’yı ise avcı kuşa benzetir.

“Düşün sana verildi kuvvet, gayret,


Çocuklar ise ağaçta öten kuş gibi.
Kuş gibi çığırtarak başını koparırsan,
Onların ana babası acıya boğulur.” (age. s. 95)

Darıyka, babasını bulmaya gitmek isteyen oğlu Şaysılda’nın henüz yeterince


büyümediğini anlatmak için onu yavru kuşa benzetir.

“İlk tüyleri, henüz dökülmeyen bir yavru kuşsun,


Uçmaya hazır değil kanatların.

Şimdilik demir kanatlı bir yavru kuşsun,
Bir gün gelecek ve kanat çırpıp uçacaksın.” (age. s. 100, 102)
194

Toy kuşu

Ürkek tabiatlı toy kuşu, çok iri olmasına rağmen uçabilen bir kuştur. İri oluşu
nedeniyle avcılar tarafından tercih edilen toy kuşunun nesli tehlike altındadır.

Er Eşim Destanı’nda Tügölbay’ın eşi Baybiçe doğduğu andan itibaren zengin


olmasına rağmen gözü doymayan bir insandır. Onun zenginliğe doymasını sağlayan şey,
kocasının avladığı ve büyüklüğü abartılmış olarak dile getirilen bir toy kuşudur.

“Vurup gelir bir toy kuşunu,


Göbek yağı bağlamış semirip.

Bacaklarından yağları,
Damlıyordu damla damla.
Dokuz karış leğeni,
Altına koydum merak edip.
Bu leğen üç defa doldu,
Bir toy kuşunun yağına.
O zaman gözüm bayağı doydu.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 47)

Turna

Turna; su kenarlarında yaşayan, leyleğe benzer bir kuştur. Boyun ve bacakları


uzundur. Sivri ve uzun gagası, leyleğin gagasından daha kısadır. Ayak parmakları
perdelidir. Tohum, böcek, balık, sürüngen, solucan ve küçük memelilerle beslenir.
Ağaçlarda yuva yapanı azdır. Renkleri yaşadığı bölgelere göre farklılık gösterir, beyazdan
koyu kahverengiye kadar değişir. Kuyruğunda aşağı sarkan süs tüyleri vardır. Toplu hâlde
yaşar ve sonbaharda Kuzey Afrika’ya göç eder. Değişik ve güçlü sesleri vardır.
Eşleşme dönemlerinde eşler birbirlerine ilginç gösteriler yaparlar. Sürü hâlinde göç
ederken çoğu “V” biçiminde uçar ve uçuş esnasında öter. Uçarken baş ve bacaklarını geren
turnalar, güzelliklerinden ve gösterişli uçuşlarından dolayı halk şiir ve türkülerine konu
olmuştur.
195

“Turna, halk hikâyelerinde, halk ve divan şiirinde, türkülerde, özellikle de Alevî-


Bektaşî inançlarında ve edebiyatında kendine has, önemli yeri bulunan bir kuştur. Onun
halk hikâyeleri ve türkülerdeki en belirgin yönü, haberleşmeyi sağlamasıdır” (Temizkan,
2014).

Kocacaş Destanı’nda eşi Zulayka’ya seslenen Kocacaş, boynunun inceliğini turnaya


benzetir. Bu benzetme turnanın güzellik ve zarafeti temsil ettiğini gösterir.

“Turna boyun, mahmur göz,


Zulayka tek akrabam sensin.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 125)

Kocacaş’ın peşinden günlerce yürüyen Zulayka, perişan hâli nedeniyle açlıktan


süzülmüş bir turnaya benzetilir.

“Yüzünün beyazlığı kaybolup,


Gitmiş idi Zulayka,
Aç turna gibi süzülüp.” (age. s. 171)

Mendirman Destanı’nda dokuz üvey kardeşinin birleşip kendisini öldürmek


istediğini söyleyen üvey ağabeyi Asıl’a cevap verirken özgürlüğüne düşkün ve güçlü
olması bakımından kendini turnaya benzetir.

“Dağlarda uçan turnayım


Doymadan konmayacağım
Dokuzunuz birsiniz, ben yalnızım
Fakat size baş eğmem.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 21))

Mendirman, kendisini tehlikeli bir yola göndermek isteyen Adıl Han’a cevap
verirken azimli ve hırslı olduğunu anlatmak için kendini turnaya benzetir.

“Kısa tüylü turnayım


Dokunduğum yeri koparırım.” (age. s. 38)
196

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda turna tüyünün kadınların saçlarına taktıkları bir
süs olduğu ifadesi yer alır.

“Aruuke gibi güzelin


Turna tüyünden süsü başında.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 317)

Doğan / Sungur

Tıknaz vücutlu, güçlü, kıvrık kısa gagalı, yırtıcı pençeli bir yırtıcı kuştur. Uzun, sivri
kanatları sayesinde saatte iki yüz kilometreye yakın bir hızla uçar. Dişileri erkeklerinden
daha iridir. Kuş, fare ve tavşan avlar. Yüksek bir ağaç veya kayanın üzerine konarak avını
bekler ya da yükseklere çıkarak belli bir alan üzerinde büyük daireler çizerek süzülür.
Gözleri çok keskindir. Göçmen ve yerli olanları vardır. Tarlalar çevresinde, suya yakın
yüksek ağaç veya dağ tepelerinde tüner.

“Kartal, doğan, tuğrul ve sungur gibi yırtıcı kuşlar da Türk mitolojisinde önemli yeri
olan hayvanlardır. Kırgız Türklerinin bir doğandan türediklerine dair bir efsane vardır”
(Karadoğan, 2003).

Er Eşim Destanı’nda Kalmuklarla savaşan Er Eşim’in savaştaki hâli tasvir edilirken


Kalmuklar güçsüz kuşlar olan kuğu ve kargaya, Er Eşim ise güçlü ve saldırgan bir avcı kuş
olan doğana benzetilir.

“Kuğuya saldıran doğana benziyor,


Kula atının üzerindeyken kılığı.

Doğanın saldırdığı kargalar gibi,
Kalmukları korkutup, kuşatarak kovalarlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 79)

Doğan bu destanda farklı bir özelliğiyle de öne çıkarılır. Er Eşim, yüksek sesle
seslenmesi bakımından doğana benzetilir.

“Kısa boylu yiğit Er Eşim,


Doğan gibi yüksek seslendi.” (age. s.33)
197

Kalmukların şehrine saldıran Er Eşim, yiğitlerini bir araya toplayıp Acaan adlı
Kalmuk hanını ele geçirene kadar bir doğan gibi saldırarak şehri tahrip etmelerini söyler.

“Yaz kış sıkılmadan,


Doğan gibi saldırın.” (age. s. 91)

Kozuke ve Bayan Destanı’nda beyaz sungur bir tür haberci kuş olarak ifade edilir.
Bayan’ı bulmak üzere yola çıkan Kozuke, annesine başına ne geleceğiyle ilgili beyaz
sungurun kendisine işaret vereceğini söyler. Bu dizelerden Kırgızlarda, avcı kuşların
kendisinden uzakta olsa bile sahibinin hayatta olup olmadığını anladığı yönünde bir inanç
olduğu anlaşılır.

“Kozuke büyük bir gayretle, beyaz tulpara binip, beyaz olpoğu giyip, beyaz sunguru
annesine bırakır. Kuş gökyüzüne uçup kayıp olursa, benim bu dünyadan ayrılmışım
demektir. Beyaz sungur kanatlarını büküp, tüylerini tarayıp, tünekte kanatlarını kısıp
oturuyorsa, eşim Bayan’ı alıp geleceğim demektir.” (age. s. 165)

Mendirman Destanı’nda Adıl Han’a güçlü bir savaşçı olduğunu anlatan Mendirman,
kendisini pençesinden hiçbir avın kurtulamadığı bir doğana benzetir.

“Saldırdığım kurtulamaz
Pençesi güçlü doğanım.” (age. s. 39)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Temirkan, kızı Aruuke’yle konuşurken değerli


sungurlarını Altın Kökül’ün ellerinden aldığını söyler. Bu sungurlar, Temirkan’ın Altın
Kökül tarafından öldürülen oğlu Kan İçme ve köyünü koruyan devidir.

“Köyümüzden kaçırdık
Altın bağ ile bağlı sunguru

Gök Özön’den kaçırdık
Gümüş bağ ile bağlı sunguru.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 257)

Sur Koyon adlı ata binen Er Kökül, sungura benzetilir.


198

“Sur Koyon’a er Kökül


Sungur gibi bindi şimdi.” (age. s. 327)

Manas Destanı’nda Cakıp Bey, avcı bir kuş olan doğanı eğitecek bir oğlu
olmamasından yakınır.

“Havalanıp uçan akdoğan


Eğitip uçuracak kimsem yok.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 27)

Bey Cakıp, rüyasında olağanüstü nitelikleri olan bir akdoğan görür ve karısı
Çıyırdı’ya bunun bir oğulları olacağına işaret olduğunu söyler.

“Hayırlı bir rüya gördüm,



Keskin, sert bakışı,
Kartal gibi heybeti var,
Tüyleri sarı altın,

Mahmuzu çelik demir der,
Üzerindeki tüyler demir yelek der,
Gagası çelik doğan der,

Ona konacak yer yaptım,
Ala boyun akdoğan
Onu da bağladım,
Anladım iyi bir şey olacağını.” (age. s. 45, 46)

Cakıp’ın ikinci karısı Bakdöölöt de rüyasında bir doğan görür.

“Boz ala doğan bağcığı bakır


Döşü kara, boynu bir arşın,
Sağ eline almışsın,
Yukarıya doğru salmışsın.

199

Tünekteki aladoğan
Turna boyun, bakır kanat,
Gagası çelik, bağcığı kadife.” (age. s. 49, 51)

Manas Destanı’nın ilerleyen dizelerinde rüyada akdoğan gören kişinin kız çocuğunun
olacağına işaret ettiği ifade edilir.

“Kış günü soğuk olur diye,


Akdoğan ise kız olur, diye.” (age. s. 81)

Cakıp Bey’in ve karısı Bakdöölöt’ün rüyasını yorumlayan Baycigit, rüyada doğan


görmenin çocuk sahibi olmaya işaret ettiğini söyler.

“Bu rüya gerçek ise,


Oyrotları yenecek kişi imiş
Kuş ise çocuktur,
Şimdi çocuk olmadığından
Bey Cakıp’ın kalbi kırıktır.

Bakdöölöt’ün evine
Bağlanan o iki kuş
Buna bakın nasıl bir iş diye,
Dambılda kalkıp konuştu:

Bakdöölöt doğuracak iki oğlan.” (age. s. 79, 81)

Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz, sınırın kızıl tilkisini yakalaması için
tavsiye verirken Boston’a sungur gibi çevik bir avcı olmasını söyler. Sungurun avını
kaçırmayan iyi bir avcı olduğu vurgulanır.

“Tilkiye ben yetiştiğimde


Tavşandan alçak olayım.
Sen sungurdan daha yakalayıcı ol.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 75)
200

Kız Darıyka Destanı’ nda en çok adı geçen kuş türü sungurdur. Darıyka ile güreşmek
üzere Semerkant’a gelen Hz. Ali görenler heybetinden dolayı onu çok iyi bir avcı olan
sungura benzetirler.

“Herkesin söylediği farklı farklı,


Eşsiz bir sungur, der, gören şehir halkı.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 50)

Uzun bir süre Semerkant’ta kalan Ali, Medine’ye dönmek istediğini söyleyince
Darıyka çok üzülür. Ali, onu ikna etmeye çalışırken kendisini sürüsünü düşünen bir yürük
ata, gökte uçmak isteyen bir sungura benzetir.

“Yürük at, yer tekmeleyip sürüyü düşünür,


Elindeki sungur da göğü arzu eder.
Aslan da kendi boyunu arar,
Olsa da gezdiği yer İran bahçesi.” (age. s. 70)

Ali gittikten sonra kendini çok yalnız ve mutsuz hisseden Darıyka, tuzağa düşmüş bir
sungur gibi olduğunu söyler. Çünkü Ali’yi tanımadan önce yüreği ve ruhu gökte uçan bir
sungur gibi özgürdür ancak şimdi ona bağlanıp kalmıştır.

“Gökyüzünde uçan sungur idim,


Çaresizce kanadım uyuşup, tuzağa düştüm.” (age. s. 75)

Yurduna dönen Ali, Darıyka’yı güreşte yenmesi için kendisini oraya gönderen
halkına yaşadığı olayları anlatırken Darıyka’yı tilkiye, kendisini de onu avlayan avcıya
benzetir.

“Bu halkın uçurduğu sungurum,


Tilkiyi kaçırırsam nasıl anlatırım.” (age. s. 79)

Darıyka ve Ali’nin oğlu Şaysılda, sekiz yaşına geldiğinde oyun oynadığı çocuklardan
çok daha güçlü olduğu için onları döver. Annesi bu durumun yanlışlığını anlatmak için
avcı kuşların bile savunmasız tarla kuşlarına saldırmadığını söylerken oğlunu sungura
benzetir.
201

“Düşün, insanların hepsi aynı olmaz,


Sen çocukların en cesurusun.
Kendinden güçlü olmayan tarla kuşlarına,
Barçın, sungur kuşları bile saldırmaz.” (age. s. 95)

Şaysılda, Medine’ye gittiğinde güreşte yendiği insanların kardeşleri ve babası


olduğunu öğrendiğinde çok utanır, kaçarken yer yarılır, içine girer ve kaybolur. Ali, yeni
kavuştuğu oğlunu kaybetmenin acısını anlatırken onu yavru sungura benzetir.

“Elimden kaçırdığım yavru sungur,


Geri dönmez oturduğu tüneğine.” (age. s. 122)

Oğlu Şaysılda’nın ölüm haberini alan Darıyka da onu elinden kaçırdığı bir sungura
benzetir.

“Altın ipli sungurum, elimden kaçıp,


Dertli hâlimle kedere boyun eğdim.” (age. s. 125)

Er Soltonoy Destanı’nda Kalmuklarla Kırgızlar savaşırken Kalmuklar kargaya, onları


yenen Kırgızlar ise doğana benzetilir.

“Doğanın saldırdığı karga gibi,


Can havliyle vuruşuyorlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 63)

Bir başka bölümde ise Kalmuklar serçeye, Kırgızlar doğana benzetilir.

“Kırk yiğit doğan, Kalmuklar


Serçe gibi görünüp.” (age. s. 162)

Şahin

Şahin, geniş kanatlara ve yanlara doğru açılan yuvarlak kuyruğa sahip bir yırtıcı
kuştur. Avrupa, Orta Asya ve Afrika’nın orman ve çayırlarında yaşar. Yüz yıl kadar yaşar.
Yüksek dağ veya ağaçlarda yuva kurar. Çok yükseklerde uçar. Saatlerce havada kanat
202

çırpmadan süzülebilir. İri şahinler çoğunlukla kuş öldürür; daha küçükleri orta boylu
memelileri, sürüngen, kurbağa solucan ve böcekleri yer. Keskin görüşlü olan şahin, avını
çok yükseklerden görür. Avını gözüne kestirince kendini hızla aşağı bırakır.
Evcilleştirilerek avcılıkta da kullanılır.

Kocacaş Destanı’nda Zulayka, Kocacaş’ı överken iyi bir savaşçı olması bakımından
şahine benzetir.

“Sonunda verdim gönlümü,


Şahin gibi yiğide deyip,
Ömrümü verdim isteyerek,
Beni seven yâre deyip.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 53)

Kız Darıyka Destanı’nda düşmanlarının saldırısına uğrayan Şaysılda, onları tek


başına yenince kargaya saldıran şahine benzetilir.

“Kargaya saldıran laçin gibi,


Onları dağıtıp tarumar etti.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 112)

Er Soltonoy Destanı’nda oğullarının savaşa gitmesini istemeyen Colborskan,


Kalmukların gücünü ve korkunçluğunu anlatırken onların şahin gibi keskin gözleri
olduğunu söyler.

“Uzun boyunlu, şahin gözlü,


Büyükleri var Kalmuk’un.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 27)

Tek başına yedi bin kişilik Kalmuk ordusuyla savaşan Bolotkan’ın savaşçılığı
anlatılırken düşmanına kara şahin gibi saldırdığı ifade edilir.

“Saldırıp vurur dönerek,


Kara şahin teper gibi.” (age. s. 100)

Madılbek’in Kırgız şehrine gelişinin anlatıldığı dizelerdeki ifadelerden evlerde kafes


içinde şahin beslendiği anlaşılır.
203

“Evin içinde kafeste,


Güçlenen şahinler,
Hepsi sezdi düşmanı.” (age. 122)

Madılbek, kırk Kırgız yiğidinden korkan Kalmuklara kızar; onları kartaldan kaçan
şahine benzetir.

“Baturlar gelse dönersiniz,


Karakuştan kaçan şahine.” (age. s. 167)

Kartal

Kartal, gündüz yırtıcı kuşlarının en irilerinden biridir. Kıvrık sivri gagalı, güçlü ve
keskin pençeli, büyük kanatlı kuşlardır. Görme duyuları keskindir. Çok yüksek sarp
kayalara veya ağaçlara yuva yapar. Memeli hayvanları, sürüngenleri ve kuşları avlayarak
beslenir. Balık ve leş yiyenleri de vardır. Yeryüzünün hemen her yerinde bulunan, birçok
türü vardır. Uzun ömürlü bir kuş olan kartallar yetmiş ila yüz yıl arasında yaşar. Kartallar
yüksek ve hızlı uçan, cesur, atılgan hayvanlardır. İri olanları antilop, maymun, tilki, tavşan
gibi hayvanları rahatça öldürebilir. Kuzu yavrularını kaldırıp kaçıranları vardır.
Evcilleştirilerek av için de kullanılır. Kartal eski çağlardan beri birçok milletin folkloruna
cesaret ve kuvvet sembolü olarak geçmiştir.

“Hayvan ata, ruh veya şaman atası olduğuna inanılan kuş kartaldır fakat diğer kuşlar
da Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptirler” (Adıgüzel, 2006).

“Kırgızlar doğum yapan hanımın bulunduğu yere kartal getirirlermiş. Çünkü kartalın
çocuğun doğmasını engelleyen albastıyı ve kötü ruhları kovduğuna inanırlarmış. Yine
bebekleri kötü ruhlardan korumak için beşiklere kartal tırnakları asarlarmış” (Karadavut,
2010).

Mendirman Destanı’nda kartal, ağzına takılan kafesin çıkarılması yönüyle söz


konusu edilir.
204

“Kartalın ağzındaki kafes atıldı


Garibanlar zengin oldu.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 28)

Tomoğo; avcı kartalların gagalarına takılan kafestir. Bu kafeslerin çıkarılması ile


halkın huzurlu ve güven içinde olduğunu anlatılmak isteniyor. (Akmataliyev ve
Caynakova, 2009: 73)

Manas Destanı’nda ava çıkan Manas ve kırk yiğidi, yanlarına av köpeği ve kartal
alırlar. Bu dizelerden Kırgızların kartalları avlanmak üzere eğittikleri anlaşılır.

“Onar beşer hâlde,


Kartallarını öttürüp,
Av köpeklerini havlatıp,
Kalabalık hâlde,
Birbirine gidelim diyerek,
Atlarına binip yola çıktılar.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 441)

Boston Destanı’nda Boston’un uçabilen atı Karaboz, düşman karşısındaki cesareti ve


gücü bakımından kartala benzetilir.

“Karaboz gibi külüğü


Şurada burada ilişip
Saldırgan kartal gibi
Uçup da gitmiş.
Önüne çıkan alpları
Tutuşamadan dağıttı.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 171)

Destanda Çoyun Alp adlı dev, kartala; Boston ise sungura benzetilir, Boston’un onu
yenemeyeceğini söylenir. İkisi de güçlü ve cesur savaşçılar olduklarından avcı kuşlara
benzetilmişlerdir.

“Dönüp sen ona ulaşırsan,


O görünür kartal gibi,
Sen görünürsün sungur gibi.
205

Çoyun Alp kartal, sen sungur


Kartala sungur denk!
Yanına yaklaştığında
Sungurun canı kalmaz
Avcı kartal, sunguru
Pençesine denk görür mü?” (age. s. 293)

Er Soltonoy Destanı’nda en çok adı geçen kuş kartaldır. Kırgız destanlarında yaygın
olarak işlenen motiflerden yabanî hayvan yüreğine aş erme, bu destanda Colborskan’ın
karısı Gülaypa’nın Bolotkan’a hamile iken kartal etine aş ermesi şeklinde yer alır.

“Gülaypa bir daha hamile kalır ve kartalın etine aş erer.” (Akmataliyev ve diğerleri,
2010: 22)

Tüm Kırgız yiğitlerine mektup yazıp onları Kalmuklara karşı birleşmeye davet eden
Temirkan, onları överken düşmana aç kartal gibi saldırdıklarını söyler.

“Adını duysa düşman,


Aç kartal gibi saldıran.” (a.g.e. s. 31)

Kalmuk ordusundaki savaşçılardan biri olan Kıyır, Kırgızların tarafına geçer ve


Kalmuklara meydan okur, onlarla kartal gibi savaşacağını söyler, kartalın pençesinin
kuvveti vurgulanır.

“Kartalın vurduğu pençe gibi,


Yapıştıracağım kara toprağa.” (age. s. 54)

Kalmuklarla savaşan Kırgız yiğitleri, güçlü ve cesur savaşçılar olmaları bakımından


kartala benzetilir.

“Baturlara bakarsan,
Aç kartal gibi dalarak
Bir başından girdiğinde,
Yukarıya doğru sürülüp…” (age. s. 84)
206

“Kırgızların Kıyır komutasında,


Altmış batur atlanıp,
Alıcı kartal gibi atılıp,
Düşmana doğru uçtular.” (age. s. 93)

Kalmuk ordusuyla tek başına savaşan Bolotkan, kartala benzetilir.

“Palazlanan kartal gibi,


Bozkırda geliyor haykırarak.

Kara kartal kuvveti,
Yanından kovup yetişir gibi.” (age. s. 96, 100)

Temirkan ve Bolotkan’ın Kalmuklar tarafından öldürüldüğünü düşünen ve bundan


cesaret alan Kögöykan, tuzak kurup kırk Kırgız yiğidini etkisiz hâle getirince kartal gibi
ses çıkarır.

“Sıkıca bağlayıp Kögöykan,


Aç karakuş gibi öttü.

Aç karakuş gibi ses çıkarıp,
Canlarını çok yaktı.” (age. s. 197)

Alp Kara Kuş

“Mitolojik simurg kuşunun Türklerdeki adıdır” ( Karadavut, 2010).

Kırgız destanlarında önemli bir yere sahip olan Alp Kara Kuş’un büyük bir kartal
olduğunu ifade eden kaynaklar bulunmaktadır. Alp Kara Kuş; olağanüstü nitelikleri olan,
konuşmak ve dostluk kurmak gibi insanî tarafları bulunan, çok büyük ve güçlü bir
mitolojik kuştur.
207

“Türk mitolojisinde de tuğrul, karakuş, kartal gibi isimlerle anılan ve diğer


milletlerinkilerle kısmen benzerlik kısmen de farklılık gösteren bir kuş vardır” (Duymaz,
1998).

Alp Karakuş tabiatın da koruyucusudur. Yer aldığı her masal ve destanda uçtuğu
zaman rüzgâr, yağmur ve şimşekle birlikte tasvir edilir. (Karadavut, 2010)

Alp Kara Kuş, Boston Destanı’nda çok önemli bir yere sahiptir. Destanda iki ayrı alp
kara kuştan söz edilir. Bunlardan biri, düşmanlık ettiği için Boston tarafından öldürülür;
diğeri ise Boston’un iyiliğine karşılık ona iyilik yaparak onun dostu olur.

Destanda alp kara kuştan ilk olarak Kadamış Han’ın güvendiği nöbetçisi olarak söz
edilir. Kadamış Han’ın şehrine yabancıların yaklaşmasına izin vermeyen bu büyük kuş,
dövüştüğü herkesi yenen iyi bir savaşçı olarak anlatılır.

“Kanatlılardan gözü dönmüş,


Kapışıp insanın yenemediği,
Gördüğü canlıların hepsini
İkiye parçalayıp yutan,
Dövüştüğü diri kalmayan,
Onun için bu taraftan
Kadamış Han’a (kimse) ulaşamayan,
Alp Kara Kuş heybetli,
Dönüp sınırı korudu.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 83)

Boston’un atı Karaboz, alp kara kuşun yuvası olan çınarı görünce korkar. Niçin
korktuğunu soran Boston’a bu kuşun olağanüstü güçte ve çok tehlikeli bir düşman
olduğunu söyler.

“Alp Kara Kuş’u gördüğünde


Kanatlılar kımıldamaz,
Kımıldaması iyi olmaz.
Dört ayaklı koşamaz.

208

Kanadını rüzgârına
Boran olup yer tozar,
Şiddetli toz olur …
Ev kadar taşı uçurur,
Koyun kadar taşı alt üst eder.” (age. s. 90)

Destanda Alp Kara Kuş’a düşünmek, konuşmak ve etrafındaki canlıları öldürmek


için kurnazca hilelere başvurmak gibi insanî nitelikler yüklenmiştir. Karaboz, bu konuda
da Boston’u uyarır.

“Alp Kara Kuş oturur.


Gece olduğunda söz söyler,
Beni dinleyin diye söyler,
Dev isen geçiver,
Düşman isen gidiver.
Ben uyudum görmüyorum,
Dikkat etmiyorum,
Diye Alp Kara Kuş söylediğinde
Sen ona inanma,
Hareketini bildirme.” (age. s. 91)

Destanda sözü edilen diğer alp kara kuşa ve yavrularına da insana ait bazı nitelikler
yüklenmiştir ancak bu kuş, Boston’un düşmanı değil dostudur.

Boston, alp kara kuşla dost olabilmek için kuşun yavrularını yiyen ejderhayı öldürüp
onları kurtarır. Alp kara kuşun yavruları, yuvanın olduğu çınara tırmanan Boston’la
konuşurlar.

“Tırmanıp Alp Boston,


Alp Kara Kuş’un yuvasına
Çıkıp vardı.
Yavrular söz söyler,
“Yaklaşma bize”, derler.

209

Yavrular dile gelip


İnsan gibi konuştular.” (age. s. 256, 257)

Yavrular, Boston’a annelerinin büyüklüğünü ve gücünü anlatırlar, saklanması


gerektiğini söylerler.

“O zaman yavrular söz söyler,


Av için her yeri dolaşıp,
Görünen canlıların hepsini,
Anamız toplayıp yiyip gelir.
Sen koynumuza yatmazsan
İyiliğini bilmeden,
Seni de yer.” (age. s. 259)

Alp kara kuşun birini yenilmez yapmak gibi olağanüstü güçleri vardır. Boston,
ejderhayı öldürdüğü için alp kara kuş, ona bir iyilik yapacağına söz verir ancak hemen
ardından Boston’u yutar. Yavruları Boston’u kurtarmaya çalışınca kuş Boston’u kusar. Alp
kara kuş, niyetinin olağanüstü güçlerini kullanıp Boston’u yenilmez bir savaşçı yapmak
olduğunu söyler.

“Alp Kara Kuş düzeldi.


Kustu Boston’u.
Kadersiz yavrularım,
Tam olarak tatmin olamadım,
Amacıma ulaşamadım,
Zar zor iki kere hazmettim,
Üç kere hazmetsem,
Ateşte yanmaz hâle getiririm.
Mızrak değse delmeyen,
Balta vursa kesmeyen,
Hiç kimsenin gücü yetmeyen,
Keskin çeliği çıkarayım,
Diye düşüncem var idi.

210

Ulu Boston’a baksan,


Gök demir olup çıktı.” (age. s. 263)

Alp Kara Kuş ile Boston arasında oluşan bu dostluk, Kırgızların hayvanları güvenilir
dostlar olarak gördüklerinin işaretidir.

“Kara Kuş ile dost olup,


Yavrular ile vedalaşıp,
Boston şimdi yola çıktı.” (age. s. 265)

“Hemen bütün masallarda bir yılan veya ejderha, ağacın üzerindeki yavruları her yıl
gelip yemektedir. Bu defa yavruların sesini duyan kahraman, yılanı öldürüp yavruları
kurtararak kuşun dostluğunu kazanır. Böylece kuş ona yardımcı olmaya karar verir”
(Duymaz, 1998).

Alp Kara Kuş, dostluğunu göstermek için Boston dönene kadar ailesine bakacağına
söz verir.

“Alp Boston’um senin için


Söylediğini yerine getireyim.
Evini-aileni bırak,
Onlara ben bakarım,
Gerekenlerin hepsini,
Kendim arayıp bulurum.” (age. s. 316)

Destanda alp kara kuşa yüklenen bir başka insanî nitelik ise kuşun mert olması ve
sözünü tutmasıdır. Verdiği sözü tutan kara kuş ve yavruları, Boston’un eşi Kunduzay’ı,
çocuğunu ve annesini yer altından çıkarıp getiriler.

“Kara Kuşlar yarışıp,


Uçup geldiklerinde,
Rüzgâr uğuldayıp,
Yeryüzü gümbürdeyip,
Kanatları uzayıp,
211

Alp Kara Kuş’un yavruları,


Geliyorlar hışırdayarak.” (age. s. 391)

Gerek mitolojide gerekse pek çok varyantta "olağanüstü kuş"un en önemli özelliği
kahramanın binek aracı ya da taşıtı olmasıdır. Kuş, hemen bütün varyantlarda
kahramanı yer altından (ya da yerin yedi kat dibinden, kara dünyadan veya
karanlıklar dünyasından) yeryüzüne (ya da ak dünyaya, ışık dünyasına) çıkarıcı
özelliğiyle ön plana çıkmaktadır (Duymaz, 1998).

Destanda kara kuşlarla ilgili bir başka olağanüstü durumdan söz edilir. Kunduzay’ın
Boston’a anlatığına göre Çoyun Alp adlı devin canı demir evde, yedi kat demir sandık
içinde sakladığı yedi karakuş imiş; Çoyun Alp’i yenmenin tek yolu o kuşları öldürmekmiş.

“Son sandık kaldığında,


İçini açıp bakarsan,
Yedi tane kara kuş yatar.
Kaçırmadan hepsini tut.
Birini bırakmayıp kara kuşların,
Başlarını koparıp at.
Avlanmakta olan Çoyun Alp
Dağ gibi devrilsin.” (age. s. 305)

“Eski Türklerde, insan ruhları genellikle ‘kuş’ biçiminde düşünülmüştür. İnsanlara


can vermeden önce bu ruhlari gökte kuş olarak yaşarlar. İnsanlar ölünce de göğe uçarlar”
(Artun, 2009: 4).

Kız Darıyka Destanı’nda Semerkant’a gelen Hz. Ali, karşılaştığı yaşlı bir kadına
Darıyka’yı nerede bulabileceğini sorar. Yaşlı kadın, Darıyka’yı çok güçlü olaması
bakımından alp kuşa benzetir ve onun pençesinden kurtulamayacağını söyler.

“Ey yavrum, Darıyka gibi pehlivan nerede,


Karşılaşmakla bulamazsın ondan fayda.
Alp kuşun pençesine yakalanacağına,
Sağ salim dön vatanına.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 51)
212

Anka kuşu

Anka, birçok ulusun mitolojisinde bulunan olağanüstü niteliklere sahip çok büyük bir
kuşun adıdır. Kırgız destanlarında adı sıkça geçen Alp Kara Kuş’la Anka kuşunun aynı
olduğunu söyleyen kaynaklar bulunmaktadır.

“Olağanüstü kuş”un adı, varyantların genelinde Zümrüdü Anka, Zümrüt Anka,


Zümrüt Halka gibi benzer şekildedir. Bu kuşun adı mitolojilere göre ise daha
farklıdır. Yunan mitolojisinde Phonix, İran'da Simurg, Araplarda Anka, Hint'te
Garuda gibi. Türk mitolojisinde ise bu gibi kuşların genel olarak Alp Kara Kuş
(kartal) ve tuğrul adlarını aldığı görülmektedir ( Duymaz, 1998).

Manas Destanı’nda Bey Cakıp, rüyasında gördüğü doğanı heybeti bakımından anka
kuşuna benzetir.

“Keskin sert bakışla baktığında


Anka kuşu gibi heybetli.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 75)

Atmaca / Tuygun

Atmaca, Kartalgiller familyasından bir yırtıcı kuştur. Avlarına yetişebilmek için kısa
sürede büyük hızlara erişebilir. Genel olarak ormanlarda yaşayan ve daha çok küçük
kuşlarla beslenen atmacalar, dünyadaki tüm ormanlık bölgelerde bulunmaktadır.
Yuvalarını büyük ağaçlara yaparlar. Evcil olarak da beslenebilen atmacalar eğitildikten
sonra avlarda rahatlıkla kullanılabilir. Ömürleri 11 yıl olan atmacalar yararlı kuşlar
arasında yer alır. Hızlı hareket etmesiyle ünlü göçmen kuş türlerindendir.

Kırgız detanlarında rüya motifi önemli yer tutar. Rüyada görülen şeylerin
yorumlandığı destanlar, Kırgızların yaşantısında rüyanın ve rüya yorumuna olan inancın
önemini ortaya koyar. Munduk ve Zarlık Destanı’nda Kançayım, rüyasında atmaca görür
ve bu rüyayı çocuğu olacağına yorar.

“Rüyasında uçarak bir atmaca kuşu gelir. Kançayım’ın başındaki baş örtüsünü kapıp
kaçar. Rüyasında bir kılıç ve kulak küpesi bulur. Rüyasının yorumuna dayanarak bir oğul
ve bir kız çocuğu dünyaya getireceğine söz verir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 197)
213

Şırdakbek Destanı’nda Şırdakbek yiğitliği bakımından beyaz atmacaya benzetilir.

“Tuygun Şırdak yiğit gibi,


Doğmaz bir daha insanoğlundan.” (age. s. 251)

Uzun bacaklı, uzun kuyruklu, küçük gagalı, ince ve uzun yapılı yırtıcı bir kuş olan
tuygun, bir tür atmacadır. Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke’nin babasından kalan Ak
Tuygun adında bir alıcı kuşunun olması, Kırgızlarda avcı olarak eğitilebilen kuşlardan
birinin de tuygun olduğunu ortaya koyar.

“Gökyüzünde hışıltılı ses duyar, gökyüzüne bakar, döne döne uçan Ak Tuygun gelip
koluna konar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 155)

Kocacaş Destanı’nda Zulayka, Sur Eçki adlı keçiyi avlamaya giden eşi Kocacaş’ın
tehlikede olduğunu düşünüp peşinden gider. Kocasını bulduğu an çok mutlu olup ona
sarılır, Zulayka’nın bu hâli avının üstüne atlayan dişi bir atmacaya benzetilir.

“Karaltısını görüp avcının,


Yanın yaklaştı der.
Dişi bir atmaca gibi saldırıp,
Zevkine varmıştır.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 171)

Babasının ölümüne neden olan keçiden intikamını almak için keçinin peşine düşen
Moldocaş, çevikliğinden ve cesaretinden dolayı atmacaya benzetilir.

“Yaklaştı Eçki’ye
Yakalamak üzere iken Moldocaş.
Atmaca gibi zıplayıp,
Cesurca atılır Moldocaş.” (age. s. 277)

Mendirman Destanı’nda kocasının kendisine zarar vermesinden korkan Aykanış,


Mendirman’a yalvarırken onu amansız bir avcı olan atmacaya benzeterek över.
214

“Atmaca olsan bile dur


Söylediklerimi dinle.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 23)

Mendirman, kendisini tehlikeli bir yola göndermek isteyen Adıl Han’a cevap
verirken eline düşmüş bir atmaca olduğunu söyleyerek onun sözünden çıkmayacağını ifade
eder. Çünkü avcı kuşlar, eğitimlidir ve sahibinin istediği ve öğrettiği şekilde avlanır.

“Aniden eline
Düşüvermiş atmacayım.” (age. s. 38)

Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine
düzenlenen toyda at yarışı düzenlenir. Yarışı kazananlara ödül olarak altın ve paranın
yanında atmaca da verilmesi, atmacanın Kırgızlar için ne kadar değerli bir hayvan
olduğunu gösterir.

“Ödül olarak koyulmuş birkaç hayvan,


Beyaz atmaca, altın para ve para.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 93)

Er Soltonoy Destanı’nda adı sıkça kullanılan alıcı kuşlardan biri de atmacadır.


Bolotkan, ağabeyi Temirkan ve kendisinin artık savaşa gidebilecek kadar büyüdüklerini
babasına anlatırken kendilerinden atmaca diye söz eder.

“Ona varan yaşımda,


Temirkan ağam karşımda,
Atmacaların büyüdü,
Düşmanından çekinme!” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 24)

Colborskan, halkına saldıran Kıtay ve Kalmukları atmacaya benzetir. Bu dizelerden


Kırgızların sadece kendi savaşçılıklarını değil düşmanın savaşçılığını da yücelttikleri
düşüncesine varılabilir.

“Kıtay, Kalmuk birlikte,


Atmaca gibi halkıma saldırdı.” (age. s. 40)
215

Kalmukları kaçırmayı başaran Kırgız baturları, savaşçılıklarının iyi olması


bakımından atmacaya benzetilir.

“İki yüz Kırgız batur,


Büyüklenen düşmanın,
Kanını su gibi akıttı.
Kalabalık Kalmuk’u atmaca gibi,
Kögöy’e doğru kovaladı.” (age. s. 59)

“Atmaca gibi hücum edip,


Kalmuk’u dermansız bıraktı.” (age. s. 63)

Atmaca, Er Soltonoy Destanı’nda rüyayla ilgili bir motif olarak da kullanılır.


Orolkan, beslediği iki atmacanın kargalar tarafından götürüldüğüve arkalarından kırk tazı
gönderdiği kötü bir rüya görür. Rüyasını atmacaların Temirkan ve Bolotkan, tazıların
onların sadık kırk yiğidi, kargaların ise düşman Kalmuklar olduğu şeklinde yorumlar.

“Gece yatınca bir düş gördüm,


Düşümde hayır olmayan iş gördüm.

İki koluma kondurup,
İki atmaca bakıyormuşum.

Kargalar alıp atmacayı,
Gökyüzüne uçtu ya.” (age. s. 139)

Karga, Kuzgun ve Saksağan

Karga; geniş kanatlı, kalın ve sivri gagalı, yarı yırtıcı, gezici ve ötücü kuşların genel
adıdır. Kuzgun (kara karga) en irilerindendir. Çoğunun tüyleri siyah ve parlaktır. Tohum,
böcek, leş ve avladıkları küçük kuşlarla beslenirler. Kuşların yuvalarından yumurta ve
yavrularını çalar, fare ve yavru tavşanları da avlayıp yerler. Kargalar hırsızlığı ile ünlü,
çirkin sesli hayvanlardır. Toplu hâlde yaşarlar. Yuvalarını eski kuleler, sarp kayalar ve
yüksek ağaçlar üzerine kurarlar. Soğuk ve sıcağa dayanıklı ve uzun ömürlüdürler, yüz yıl
216

kadar yaşarlar. Çoğu göçmendir. Saksağan da yerde sıçrayarak gezen, uzun kuyruklu bir
tür kargadır.

Kırgız destanlarında aynı aileden olan karga ve kuzgun çoğunlukta birlikte anılır.
Genellikle insanların yaşamadığı, terk edilmiş ve ıssız yerleri anlatmak için orada karga ve
kuzgunların çok olduğu ifadesi kullanılır. Kozuke ve Bayan Destanı’nda düğünden yemek
artıkları getiren Godolkul ıssız yollardan geçer, düşürdüğü et parçalarını karga kuzgun yer.

“Godolkul berbat atına binip geliyor, belinden düşen et parçalarını karga kuzgun
gelip topluyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 183)

Kocacaş Destanı’nda bir yerin ıssızlığını anlatmak için orada karga ve kuzgunun bile
yaşamadığı söylenir.

“Karga, kuzgun yürümeyen,


Çöl, nehir, bozkırda.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 79)

Kocacaş, Zulayka’yla tanıştığında onu tanıyana kadar karga gibi yalnız yaşadığını
söyler. Zulayka da onu severse artık ikisinin birlikte kumrular gibi yaşayacaklarını ima
eder.

“Karga gibi yalnız bala idim,


Sevgilim Zulay ne dersin,
Birbirini her isteyen denk midir.” (age. s. 127)

Boston Destanı’nda da büyükannesi Kanışa, babasını ve ailesini bulmak için çok


uzun bir yolu tek başına gittiği için Börübay-Sultan’ı kargaya benzetir.

“Karga gibi tek başına,


Arayıp bizi geldin mi?” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 470)

Sur Eçki (keçi), kendisini avlamak için peşine düşen Kocacaş’a sarp kayalıklarda
mahsur kalsın ve cesedini karga kuzgun yesin diye beddua eder. Karga ve kuzgun, bu
dizelerde leş yiyen ve insana düşman olan kuşlar olarak ifade edilmiştir.
217

“Yaşadığın yer kaya olsun,


Karga kuzgun birikip,
Ne zaman ölür avcı diye,
Eskisi gibi düşman olsun.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 189)

Keçinin peşinden gidip mahsur kaldığı kayalıktan inemeyeceğini anlayınca atlayıp


kendini öldürmeye karar verir. Yoksa orada ölecek ve cesedini kuşlar yiyecektir. Bu
dizelerde karga ve kuzgunun yanı sıra saksağan da leş yiyen bir kuş olarak ifade edilir.

“Ala karga, saksağan,


Dolaşıp dururlar kayada,
Etimi dikleyip doymak için.” (age. s. 221)

Kocacaş, kendini kayalıktan atar ancak kayalıklara takılınca kuzgunlar gelip cesedini
yer.

“Kasabın yüzdüğü et gibi,


Sarp yüksek kayaya,
Kemiği takılıp kaldı, der.
Kan içici kuzgunlar
Gecikmeden toplanıp geldiler.” (age. s. 225)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda da karga ve saksağan leş yiyen kuşlar olarak
anılır. Altın Kökül, oğlu Kan İçme’nin nerede olduğunu soran Temirkan’a kuşların
oğlunun leşini yediklerini söyler.

“Kalan leşe gark olup


Gök Özön’de yatar
Kuzgun ile saksağan.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 225)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda bebeklerin ve küçük çocukların anlatımında


“karga gibi” benzetmesine çok sık başvurulur.
218

“Benden dileyip gelmişsin


Karga gibi (küçücük) balayı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 71)

“Verirsek yazık eder,


Karga gibi küçük balaya.” (age. s. 47)

Zuura ve Eşimkul, çocukları olmadığı için çok üzülürler ve Allah’tan karga gibi
küçük bir çocuk isterler.

“Ey, Allah’ım! Nasıl açmadın


Sıkıntılı düşünceyi?
Bir karga gibi (küçücük) bala için sen
Gönüle saldın tasayı.” (age. s. 81)

Altın Kökül, düşmanlarla savaşacak kadar büyüyüp güçlendiği hâlde destan boyunca
“karga gibi bala” diye anılır. Bu benzetmenin geçtiği yerlerden bazıları şunlardır:

“Karga gibi (küçücük) bala


Talep edip yöneldi
Düşmanı arayıp uzağa.” (age. s. 181)

“Kan İçme ile güreşirken


Karga gibi (küçücük) bala yorulmadı.” (age. s.205)

“Er Kökül’ün cesareti


Deniz gibi coşarak,
Kan İçme’yi öldürüp
Karga gibi (küçücük) bala sevinerek.” (age. s. 215)

“Karga gibi (küçük) bala bir sürü insanı


Bağırarak tek başına kovaladı.” (age. s. 227)

Temirkan, şehrine gelen Altın Kökül’ü sesinden dolayı kargaya benzetir.


219

“Alaca kargadan kötü uğuldayıp


Ne söylediğiniz duyulmuyor
Anlamadım sözünü.” (age. s. 223)

Boston Destanı’nda ailesini ve halkını bulmak isteyen Boston’un geçtiği yolların


ıssız ve uzak olduğunu anlatmak için oralarda karga ve kuzgunun bile olmadığı ifade edilir.

“Gak eden karga bulunmayan,


Guk eden kuzgun uçmayan,
Sararmış çölde yürüdü.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 198)

Kız kardeşi Karaçaç’ın hastalığını iyileştirmek için Boston’un büyük güçlüklerle


aldığı ab-ı hayatı gizlice içen bir kuzgunun, kalan suyla yıkandığı, bu sırada suyun bir
bölümünün ardıç ağacının dibine döküldüğü ve kuzgunla ardıç ağacının bin yıldan fazla
yaşadığı söylenir.

“Bunlar uyuduğunda
Kuzgun geldi gak gak edip,
Yiyecek arayıp takıldayarak.
Tulumu buldu,
Suyu içti.
Dökülen suda,
Kanatlarını çırpıp
Vücuduna suyu saçtı,
İyice yıkandı.

Kuzgun ile ardıç ağacı
Bin yıldan fazla yaşamış.” (age. s. 335, 336)

Er Soltonoy Destanı’nda karga, toy kuşu ve kaz gibi göçmen kuşların yazın gelişinin
habercisi olduğu görülür.

“Gün uzadı yaz geldi,


Karga, toy kuşu, kaz geldi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 39)
220

Beş Kırgız baturunun Kalmukların kılığına girerek gizlice çadırına ulaşıp öldürdüğü
Tülömöt Han, kuzgun olarak nitelendirilir.

“Cesaret ile beş batur,


Çok güzel bir iş yaptı.

Kökünden yok ettiler,
Tülömöt adlı kuzgunu.” (age. s. 87)

Güvercinin mektup taşıyarak insanlar arasında haberleşmeyi sağladığı bilinir ancak


bu destanda haberleşmeyi sağlayan kuş kargadır. Kalmuklara esir düşen Temirkan ile
karısı Orolkan, karganın kanadına bağladıkları mektuplarla haberleşirler. Bu kargalar insan
gibidir, söylenenleri anlarlar.

“Ağlayarak duygularımı yazıp,


Karanın kanadına mektup koydum.

Kargalar gelirse sizlere,
Kâğıdın ak sayfasına cevap yazın.
Mektubu kargaların kanadına sağlam bir şekilde koyarak Temirkan ve Bolotkan
baturları bulup verin diyerek uçurdu.” (age. s. 182)

“Temirkan mektubu aldığı gibi karganın kanadına bağladı, onları doyurdu ve uçurup
gönderdi.” (age. s. 184)

Akbaba

Akbaba, leşle beslenen ve oldukça iri olan bir yırtıcı kuş türüdür. Gagaları leşlerin
etlerini ve derilerini koparabilecek kadar güçlüdür. Doğal yaşam alanları genellikle dağlık
bölgeler ve bitki anlamında çıplak arazilerdir. Yüksekten uçan bu kuşlar keskin gözleriyle
çok uzakları rahatlıkla görebilir. Akbabalar sarp kayalıklara ve yüksek ağaçların tepelerine
yuva yaparlar ve genellikle toplu hâlde yaşarlar. Akbabaların çoğu yiyecek seçmez; çöp,
leş, bazen de canlı hayvan yiyebilir. Akbabalar avlanacakları zaman sürülerin üzerinde
dönerek uçar ve saatlerce sürü içerisinde ölmek üzere can çekişen hayvanı bekler.
221

Akbabalardan bir tanesi bir leş bulduğunda grubun diğer üyeleri de kilometrelerce
ötelerden bunu fark ederek gelir.

İncelenen Kırgız destanları içinde akbaba adı sadece Er Soltonoy Destanı’nda geçer.
Kırgızlarla savaşırken ölen Kalmuk hanı Korgoş, akbabaya benzetilir.

“Düşman elinden Korgoş Han,


Hiç yoktan buldu ecelini.
Yol kenarına uzattı,
Akbaba gibi olan haramzadeyi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 61)

Destanda akbaba, leş yiyen bir kuş olarak da yer alır. Kırgızlar öyle çok Kalmuk
öldürürler ki akbabalar ve kuzgunlar doyar.

“Akbabalar ve kuzgunlar doydu


Ölen insanarın etinden.” (age. s. 162)

Papağan

Renkli ve parlak tüyleri, sözcükleri tekrar ederek insanlar gibi konuşmalarıyla ünlü
kuşlardır.

Er Eşim Destanı’nda Tügölbay tasvir edilirken görünüşü bakımından papağana


benzetilir.

“Tügölbay kendisi yaşlanmıştı,


Bir yıllık alıcı kuş gibi iyi beslenmişti.
Papağan gibi taranıp,
Pösteki örtünmüştü.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 37)

Kız Darıyka Destanı’nda Hz. Ali, kendi yurdu olan Medine’ye dönmeye karar
verince Darıyka çok üzülür. Ali’yi sungura, kendisini de bir papağana benzetir.
222

“Papağan gibi gül bahçesinde öterdim,


Elimde sungur gibi durduğunda.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 50)

Destanda papağanın renkli ve parlak tüyleriyle de bir başka benzetmede kullanıldığı


görülür. Ali, Darıyka’nın Fatma’ya gönderdiği hediyeyi överken bu benzetmeye başvurur.
İnci ve yakutlarla süslenen bir kadın kıyafetinin papağana benzetilmesi, papağanın
güzelliğini ve zarafetini ortaya koymaktadır.

“Yakasına yakıştırıp, inci yapıştırdı,


Yakuttan sıra sıra düğme yaptırdı.
Anama layık olsun, diye,
Papağanın tüyü gibi parlattırdı.” (age. s. 88)

Papağan, Er Soltonoy Destanı’nda da tüylerinin renkli oluşu nedeniyle benzetme


unsuru olarak söz konusu edilir.

“Papağan gibi rengârenk,


Giysiler yaraştı giymeye.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 35)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın övgüyle bahsedilen şehrini güzelleştiren


şeylerin başında kuşlar gelir. Şehrin bağlarında yaşayan birçok kuş türünden biri de insan
gibi konuşan papağanlardır.

“Papağanlarına baksan,
İnsan gibi onlar konuşur.
Yüzlerine baksan
Türlü türlü nakış görünür.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 112)

Destanda misafiri iyi ağırlamak için için nefis yemeklerle dolu bir sofra hazırlandığı,
eğlendirmek için ise bülbüller öttürülüp papağan konuşturulduğuna dair ifadelere yer
verilir.

“Künkan ile Kümüşay


Börübay-Sultan alp oğlu
223

Ağırlamaya başladı.
Sofrayı doldurup,
Türlü yemek getirtti.
Bülbülleri öttürüp
Tuti kuşunu konuşturup,
Hizmetkâr kızlar koşup
Hizmetini gördü.” (age. s. 461)

Bülbül

Bülbül, sesinin güzelliği ve gece ötüşüyle ün kazanmış olan ötücü bir kuştur. Eski
edebiyatımızda andelib ve hezar adlarıyla da anılmıştır. Türk kültür ve edebiyatında güzel
ve akıcı konuşan insanlar, sesinin güzel oluşu nedeniyle bülbüle benzetilir. Ayrıca sevgili
ve âşığı simgeleyen gül ve bülbül mazmunları, divan şiirinin vazgeçilmez sanatsal
unsurlarından biridir.

Munduk ve Zarlık Destanı’nda yolculuğa çıkan Zarlıkkan, şarkı söylediği için


bülbüle benzetilir.

“Genç bülbül gibi Zarlıkkan,


Şarkı söyleyip gidiyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 219)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda çocuğun küçüklüğü anlatılmak istenirken bülbül


benzetmesine başvurulur.

“Veririm deyip sevindirme


Küçük bülbül gibi çocuğu.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 47)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın şehrinin güzelliği övülürken bahçesindeki türlü


kuşlardan söz edilir. Bu kuşlardan biri de ezgili sesler çıkarıp insanlara keyif veren
bülbüldür.

“Bağ içinde yürüsen,


Bülbülleri ötüşür.
224

Makamlı ses çıkarıp,


Dilleri damaklarında bilenir.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 112)

Uzun yıllar yurdundan ayrı kalan Boston, geri döndüğünde yurdunun yok edildiğini
görür ve eski mutlu günlerini hatırlar. O eski günlerde meyve ağaçlarında neşeyle öten
bülbüller mutluluğun ve huzurun işaretçisi, insanların neşe kaynağıdır.

“Bu otağın içinde


Meyveli ağaçlar çokmuş,
Dallarına konup bülbüller,
Makamlı sesler çıkarıp
Durup dinlenmeden ötmüş.
Bülbül sesini dinleyip,
Babam ile anamın
Kulağı duyup hoşlanmış.” (age. s. 195)

Boston ve oğlu Börübay-Sultan’ın geçtiği ormanda yaşayan başta bülbül olmak üzere
farklı türdeki birçok kuşun çıkardığı sesler, onları mutlu eder. Bu dizelerde adı geçen
kuşlar, Kırgızların yurt edindiği bölgelerde birçok kuş türünün de yaşadığını gösterir.

“Sık ormanın içinde


Binlerce ses çıkarıp
Bülbülleri ötüşmüş,
Kanatlarını çırpıştırıp
Nice nağmeler çıkarmış,
Cıvıldayan seslerini
Alplar dinleyip haz duymuş.
Guguk kuşları ötüşmüş,
Tuti kuşları konuşmuş,
Çeşitli sesler yarışıp
Ormanın içini çınlatmış.” (age. s. 491)

Kız Darıyka Destanı’nda Semerkant, çiçekler ve kuşlarla dolu olması yönüyle


övülür. Bu şehri güzel kılan şeylerden ikisi papağanlar ve bülbüllerdir.
225

“Semerkant bir şehirmiş çiçeklerle dolu,


Bahçesinde papağanı, bülbülü öten.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 50)

Darıyka ile evlenip Semerkant’ta bir süre kalan Ali, kendi yurduna döndüğünde
oradan övgüyle bahsederken papağanları ve bülbülleri de anlatır.

“Görene itibar ettirip imrendiren,


Papağanı, bülbülü öter, dağdaki ulur.” (age. s. 88)

Ördek

Evcil ve yabanî türleri bulunan, perde ayaklı bir su kuşudur. Türk kültüründe
türkülerde kendine yer bulan ördek, paytak yürüyüşü nedeniyle de benzetme unsuru olarak
kullanılır.

Manas Destanı’nda Çinli komutan Neskara’yı kovalayan Manas ördeğe benzetilir.

“Ördek gibi boynu uzarmış,


Peşinden kovalıyormuş Manas.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 363)

Çin hükümdarı Esenkan’ın askerleri, Manas ve arkadaşlarını yakalamak için Caysan


Nehrine girince suda yüzen ördeklere benzetilir.

“Yüzü de bir anda


Suya doğru yöneldi.
Birer birer girdiler,
Her biri her yerde
Ördek gibi gözüktüler.” (age. s. 465)

Kaz

Suda ve karada yaşayabilen, uçabilen bir kuş türüdür. Yabanî kazların yanı sıra
evcilleştirilmiş olanlar da vardır. Kalın ve çirkin bir sese sahiptir.
226

Er Soltonoy Destanı’nda kaz, Kalmuk askerlerinden birinin çıkardığı sesin


anlatımında benzetme unsuru olarak kullanılmıştır.

“Biri daha geliyor,


Horoz gibi kaz gibi ses çıkararak.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 90)

Kalabalık Kalmuk ordusuyla günlerce savaşan Kırgız yiğitlerinin yorgun düşen


atları, boyunlarının uzun olması bakımından kaza benzetilir.

“Kaz boyunlu atlar,


Kan ter içinde kaldı.” (age. s. 175)

Kuğu

Çok uzun ve kıvrık boyunlu, geniş gagalı, geniş kanatlı, beyaz tüyleri olan bir su
kuşudur. Kuğu, güzelliğin ve zarafetin simgesidir. Eskiden eti için avlanan bir hayvanken
günümüzde güzelliği nedeniyle akarsu ve göllerde kuğu yetiştirilir.

“Türk mitolojisinde ve Şamanizm’de de akkuş (kuğu) göksel unsurlarla


alakalandırılan ve önemli tözlerden biridir. Şaman (ak şaman) gökyüzüne çıkarken kaz ya
da kuğuya biner ve onların uçuş hareketlerini taklit ederek gökyüzündeki tanrıların yanına
varır” (Adıgüzel, 2006).

Kozuke ve Bayan Destanı’nda kuğu, iyi yüzen bir kuş olması yönüyle benzetme
unsuru olarak kullanılır. Kozuke’nin Bayan’a ulaşmak için çıkmak istediği tehlikeli
yolculuğa izin vermek istemeyen annesi onu yoldaki tehlikelere karşı uyarır. Kozuke,
önüne çıkacak gölü kuğu gibi yüzerek geçebileceğini söyler.

“Balıkları dağ kadar olan göl gelirse, anne,


Ak kuğu gibi yüzerim, anne.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 163)

Kocacaş Destanı’nda Zulayka güzelliği ve zarafeti bakımından kuğuya benzetilir.


227

“Kuğu olup döne döne,


Gökyüzüne uçup çıksan bile,
Neticede bizler kadınız.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 39)

Destanda iyi bir avcı olan Kocacaş’ın geçtiği ıssız yollar anlatılırken oraların
kuğuların uğramadığı yerler olduğu söylenir.

“Yürüdü avcı bir zaman,


İnsan yürümez kayalıklardan,
Ak kuğu konmaz sazlıklardan.” (age. s. 147)

Manas Destanı’nda öldüğünü düşünüp kendisini gömen Çinli komutan Neskara’nın


adamlarından kaçmayı başaran Bay, etrafı gözetlerken kuğuya benzetilir.

“Onlardan kaçıp koşarak


Kuğu gibi boynunu uzatıp
Bay tepeye çıkmış.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 319)

Boston Destanı’nda kuğu, gölde yüzerken seyredilince insana zevk veren, huzuru ve
mutluluğu simgeleyen bir hayvan olarak ifade edilir.

“Akıllı yaratılan Karaçaç


Göl kıyısına gidermiş
Ak kuğular ile dost olup
Zevkle oynayıp yaşarmış.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 43)

Destanda kuğu; mektup taşıyan, haberci bir kuş olarak da yer alır. Cezbilek,
Boston’a yazdığı mektubu bir kuğunun kanadına bağlayarak gönderir. Güvercinin mektup
taşıdığı için posta güvercini diye adlandırılması yaygın olarak bilinir, Boston Destanı’nda
bu rolü kuğu üstlenmiştir.

“Kadamış’ın kızı Cezbilek


Dünyanın her şeyini o bilir.
Boston’u o bilmiş,
228

Bu yüzden Cezbilek,
Kanadına mektup bağlayıp,
Belgim bu olsun diye,
Ak kuğunun sağ bacağına,
Altın yüzük takmış.
Boston bana gel diye
Ak kuğuyla haber göndermiş.” (age. s. 43)

Yurdundan sürgün edilen ailesini ve halkını bulmak isteyen Boston’un geçtiği


çöllerin sıcaklığını anlatmak için kullanılan ifadelerden biri de sıcaktan kuğunun
kuyruğunun yanmasıdır.

“Sıcağı kaynayan
Kum çölleri geçmiş,
Taskara’nın damağı yanan,
Kel kişinin alnı yanan,
Tulpar atın toynağı yanan,
Kuğunun kuyruğu yanan,
Kuru çöllere rastladı.” (age. s. 211)

Keklik

Keklik; çalılıklarda ve orman kenarlarında çiftler veya topluluk hâlinde yaşayan,


göçmen olmayan bir av kuşudur. Eti lezzeli olduğundan keklik eti, av etleri arasında en
makbulü olarak nitelendirilir. Melodik olan ötüşü ile tanınır.

Er Eşim Destanı’nda Er Eşim, Kalmuk ordusuna saldırdığında kalabalık olan


Kalmuk ordusunun dağılışı bir avcıdan kaçan keklik sürüsüne benzetilir.

“Keklik gibi etrafa dağılır,


İnek tüyü kadar çok olan Kalmuklar,
Ufalanıp küçük gruplara ayrılırlar,
Soyu sağlam olan Kalmuklar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 89)
229

Boston Destanı’nda Cezbilek’in doğum sancısı hafiflesin ve doğum bir an önce


gerçekleşsin diye gelen şeyhlerin dua okuyuşu keklik ötüşüne benzetilir.

“Şeyhler okudu,
Sallayıp kellesini,
Oynatıp sarığını,
Keklik gibi öttü,
Derman olmadı bu da.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 412)

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgız yiğitlerine yenik düştükleri için Kalmuk askerlerine


kızan Madılbek; cesur ve güçlü oldukları için Kırgız yiğitlerini atmaca ve doğana
benzetirken korkak ve güçsüz oldukları için Kalmukları kekliğe benzetir.

“Gücünüzü kuvvetinizi sınasam,


Atmacanın kovaladığı kekliksiniz.
Önüne çıksanız ölürsünüz,

Kırk yiğitten kaçarken,
Doğanın kovaladığı kekliksiniz.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 166)

Güvercin

Hızlı ve uzun zaman uçabilen bir kuş türüdür. Günümüzde evcilleştirilmiş birçok
güvercin türü vardır. Evcilleştirilen güvercinler bir dönem heberleşme amacıyla
kullanılmıştır. Mektup taşıyan bu güvercinlere posta güvercini adı verilmiştir. Beyaz
güvercinler tüm dünyada barışın simgesi durumundadır.

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Bayan’a ulaşmak için tehlikeli bir yola çıkacak olan
Kozuke, annesini ikna etmek için karşısına çıkacak çölü beyaz güvercin gibi uçarak
geçebileceğini söyler. Günümüzde barışı simgeleyen beyaz güvercin, bu destanda iyi
uçabilmesi yönüyle söz konusu edilir.

“Bediyavan çölü uzanırsa, anne,


Beyaz güvercin gibi uçarım, anne.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 163)
230

Tarla kuşu

Tarla kuşu; bozkırlar ve tarlalarda çoğunlukla yerde yaşayan küçük, ötücü bir kuş
türüdür. Sürekli, yumuşak ve melodik bir ötüşü vardır.

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Godolkul, Kozuke’yi öldürmek ister. Godolkul’un


karısı Bayan’ın çadırına girip tarla kuşunu konuşturur ve Kozuke’nin yerini öğrenir. Tarla
kuşu, Kırgız destanlarında konuşmak gibi insanî özellikler taşıyan hayvanlardan biri olarak
yer alır.

“Kozuke’nin gizlendiği yer neresi diyerek tarla kuşunu tüylerini teker teker yolar,
tarla kuşu hiç ses çıkartmaz. Tarla kuşunun başındaki dik uzun tüylerini çekince tarla kuşu
çuk, çuk deyip ölür. Kozuke, Çuk kavaktaymış, deyip Godolkulonu öldürmek için tüfeğini
barutla doldurur.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 183)

Kocacaş Destanı’nda gökte tarla kuşlarının ötmesi, sabah olduğunun habercisi olarak
ifade edilir.

“Tan yeri ağardığında,


Terazi yıldızı battığında.
Yıldızlar seyrekleşip,
Şafak söküp ağarıp,
Sabahın işareti görünüp
Gökte tarla kuşları ötüp.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 99)

Zulayka, Sur Eçki adlı keçiyi avlamaya giden kocası Kocacaş’ı geri dönmesi için
ikna etmeye çalışırken çırpınan bir tarla kuşuna benzetilir.

“Koltuğuna girip,
Çırpınan tarla kuşu gibi,
Zulayka söyler kederlenip.” (age. s. 173)
231

Boston Destanı’nda Çoyun Alp adlı dev, kendisini yenemeyen Boston’a odun taşıtır.
Aradan aylar geçer, Boston iyice zayıflar. Onun bu zayıf ve güçsüz hâli çelimsiz bir kuş
olan turgay kuşuna (tarla kuşu) benzetilmesine neden olur.

“Alp Boston’a baksan,


Turgay kuşu gibi kalmış.
Boston ile Karaboz
Çoyun Alp’a kul olup,
Garip olup kalmış.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 299)

Baykuş

Geceleri ortaya çıkan ve avlanan yırtıcı bir kuş türüdür. Başları büyük ve tüylüdür.
Bir kısmının kanat açıklığı, bir adam boyuna ulaşır. Serçe kadar küçük olanları da vardır.
Gagaları kıvrık, pençeleri keskin, kanca tırnaklı ve döner parmaklıdır. Kuvvetli pençeleri
adeta avına kenetlenir. Baykuşlar tam bir sessizlik içinde avlanır. İri gözleri, başlarının
yanında değil önündedir. Aşırı büyüklükteki gözleri, göz oyuğunda hareket edemez,
yuvalarında sabittir. Baykuşlar boynunu geniş bir açıyla çevirip panaromik bir görüş
sağlayarak çevresini kontrol edebilir. Türk kültüründe baykuş konan evden cenaze
çıkacağına dair bir batıl inanç bulunmaktadır.

Şırdakbek Destanı’nda baykuşla ilgili batıl bir inanca yer verilir. Şırdakbek, atı Boz
Corgo’ya nazar değmesin diye baykuş tüyü taktırır. Bu dizeler, Kırgızlarda baykuş
tüyünün nazardan koruduğuna dair bir inanç olduğunu ortaya koyması bakımından
önemlidir.

“Nazar dokunur diye yürük ata,


Baykuşun tüyünü taktırır.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 289)

Kocacaş Destanı’nda da Zulayka oğlu Moldocaş’a bebekken baykuş tüyü taktığını


söyler. Destanda açıklanmasa da bebeğe baykuş tüyü takılmasının amacı onu nazardan
korumaktır.
232

“Elinden tutup, yanıma alıp,


Baykuş tüyü takıp bebeğim diye.
Türlü meyve yedirdiğim,
Kimin oğlu dedirdiğim,
Esirgemeden sütümü emzirdiğim.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 263)

Boston Destanı’nda uzun yıllar yurdundan ayrı kalan Boston, döndüğünde yurdunu
yağmalanmış ve terk edilmiş bulur. Köyünde gördüğü birçok yabanî hayvan gibi baykuşlar
da orada artık insanların yaşamadığının göstergesidir.

“İnsanlarından ayrılmış,
Baykuş yuvası olmuş

Han babasının otağı
Yıkılıp kötü dağılmış.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 196)

Sülün

Uzun kuyruklu bir kuş türüdür. Eti lezzetli olduğu için avlanan kuşlardandır. Uzun
boylu, zarif ve güzel yürüyüşlü kadınlarla ilgili benzetme yapmak için “sülün gibi” ifadesi
kullanılır.

Kocacaş Destanı’nda sabah saatleri tasvir edilirken sülünlerden söz edilir.

“Sülünler taş üstünde sekip,


Canlıların hepsi uyanıp.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 99)

Karıpbay, Sur Eçki’yi (keçi) avlamak için peşinden giden oğlu Kocacaş’ı sarp bir
kayanın yamacında, ulaşılması imkânsız bir noktada sıkışmış olarak bulur, çaresiz hâldeki
oğlunu sülüne benzetir.

“Kalmışsın, yavrum, sülün gibi,


Kara taşın yamacında.” (age. s. 197)
233

Zulayka da Kocacaş’ın bulunduğu kayalığa ulaşmanın zorluğunu anlatmak için oraya


sülünlerin bile çıkamayacağını söyler.

“Gördüm bugün gözünü


Duysana avcı sözümü,
Sülünlerin çıkamadığı kayalıktasın,
Hasretimi çeken sen misin?” (age. s. 203)

Manas Destanı’nda avcılar, karınlarını doyurmak için ava çıktıklarında geyik ve


karacanın yanı sıra sülün de avlarlar. Bu dizelerden sülünün eti için avlanan bir hayvan
olduğu anlaşılır.

“Bugün de geceleyin,
Büyük geyikler olmazsa
Sülün falan avlayın.
Hiçbir şey bulamazsanız,
Karaca falan avlarsınız.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 447)

Pelikan

Pelikan; pembeye çalan beyaz tüylü, kanatları gri renkli, alt gagasında deriden bir
kesesi olan iri kuştur.

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atı Sur Koyon öyle hızlı koşar ki
ağzı bir pelikan ağzı gibi açılır.

“Sur Koyon gibi tulparın


Anır (pelikan) gibi ağzı açıldı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 227)

5.17. Diğer Hayvanlar

Kırgız destanlarında yukarıda sözü edilen hayvanların dışında az da olsa yer tutan
bazı hayvanlar vardır. Bu hayvanlar ve destanlarda söz konusu edilen yönleri aşağıda
açıklanmaya çalışılmıştır.
234

15.17.1. Ayı

İri gövdeli, etçil, memeli bir hayvan olan ayı kalın postlu ve kısa kuyrukludur. İri ve
güçlü tırnaklara sahip olan pençeleri en güçlü silahlarıdır. Çoğunlukla etçil beslenmeyi
tercih eden ayılar; kurbağa, balık, yılan, böcek, kuş gibi hayvanların yanı sıra ot, meyve ve
bal yer. Temkinli ve ihtiyatlı bir hayvandır. Oldukça da cesurdur. Ayılar genellikle yağı ve
postu için avlanırlar. Postu kaba olsa da sıcak tutması sebebiyle çok makbuldur.

“Ayı da kaplan ve aslan gibi Türk mitolojisinde yer alan tözler arasındadır. Hatta
Başkurtlar onu ata olarak kabul etmektedirler. “Başkurtlar gibi bazı Türk toplulukları ata
saydıkları ayıdan türediklerine inanıyorlardı” (Adıgüzel, 2006).

“Ayı, Şaman inancına göre orman tanrısının ruhu kabul edilmektedir” (Güven,
2003).

“Eski Türklerin Şamanlık inançlarında da ayı kutsal bir hayvandır. Ayı, orman
ruhlarının temsilcisi ve ormanın tanrısıdır. Ayı-tanrı’ya Kıpçak Türkleri “Baba” derler ve
bir tabu olarak ormana girdiklerinde ayının adını anmazlar. Bazı Türk boyları gibi
Başkurtlar da atalarının ayı olduğuna ve ondan türediklerine inanırlar” (Armutak, 2002).

Kırgız destanlarının çoğunda hamile kadınların yırtıcı hayvan yüreğine aş erdikleri


görülür. Boston Destanı’nda da Buuba Han, eşi Kanışa’nın aş ermesi geçsin diye
avcılardan ayı vurmalarını ister ancak ayı yüreği işe yaramaz.

“Buuba Han o zaman telaşlandı,


Vezirini çağırdı,
Avcıları getirtti.
Dağa çıkınız,
Ayı vurunuz,
Yüreği çıkarıp sıcak sıcak
Kanışa’ya veriniz.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 27)
235

5.17.2. Fil

Karada yaşayan en iri ve güçlü hayvan fildir. Filler, nehir kıyılarındaki orman ve sık
otlu alanlarda sürüler hâlinde yaşar. Kırış kırış olan sert derileri adeta tüysüzdür. İki üst
kesici dişleri uzayarak tipik fildişlerini meydana getirir. Filler bu dişlerle kendilerini aslan,
kaplan gibi yırtıcı hayvanlara karşı korurlar. Çok kıymetli olan dişleri yüzünden insanlar
tarafından asırlarca avlanmışlardır. Günümüzde fil avcılığı yasaklanmıştır. Çok eski
yıllardan beri evcilleştirilerek insanlığın hizmetinde bulunmuşlardır. Yük hayvanı olarak
veya avda ve savaşlarda kullanılmışlardır. Eski zamanlardaki savaşların canlı tankları
olarak anılırlar.

“Türkler Budizm’in etkisiyle bu sembolü kullanmaya başlamıştır. Hindistan’da


birçok tanrının bineğidir. Beyaz fil Buda’nın sembolüdür. Hükümdarlığın ihtişamını ve
yiğitliği temsil etmektedir. İslamiyet’ten sonra güç, kuvvet, hükümdarlık ve hâkimiyetin
sembolü olmaya devam etmiştir” (Çatalbaş, 2011)

Mendirman Destanı’nda filden, taşımacılıkta kullanılan hayvanlardan biri olarak söz


edilir.

“Fil(ler)e teçhizatı yükleyip


Böylece Mendirman
Dönüp halkına gitti.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 72)

Boston Destanı’ndaki ifadelerden filin Kırgızlarda sadece yük taşımacılığında


kullanılmadığı, derisinden de yararlanıldığı anlaşılır. Destanda Karaçaç; kardeşi Boston’un
yayının ipini, sağlam olması için fil derisinden yaptırır.

“Fil derisini dildirmiş,


Otuz defa ördürüp
Eğilen yay taktırmış.
Güçlülüğünü bildirip
Alp Boston’a verdirmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 62)
236

Destanda fil, iriliği ile de söz konusu edilir. Boston’un savaştığı Çoyun Alp’in gücü
anlatılırken fili bile kaldırabileceği söylenir.

“Fil çıksa yoluna


Baldırından sıkıca tutup,
Yere vuran Çoyun Alp.” (age. s. 289)

Kız Darıyka Destanı’nda fil, benzetme unsuru olarak kullanılır. Oğlu Şaysılda’nın
öldüğünü öğrenen Darıyka’nın üzüntülü hâli çöküp kalmış bir file benzetilir.

“Kıpırdamadan bekledi, fil gibi çöküp,


Sararıp gücü tükendi yata yata.
Çocuğunun ardından o da gitti,
Ecelin sırası ona da gelince.” (Orozova ve Akmataliyev, 2010: 127)

Er Soltonoy Destanı’nda Kalmuklar, Kırgızlara yenildiği için öfkelenen Madılbek


onlara aslında fil kadar güçlü olduklarını söyler.

“Kırgız’dan gücünüz az değil.


Köyde gezip övünürken,
Filden daha güçlü kuvvetlisiniz.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 166)

5.17.3. Kunduz

Kunduz; akarsu yataklarında yaşayan kürklü, kemirici bir hayvandır. Şişman,


kamburumsu görünüşlü, yuvarlak başlı, kısa kulaklıdır. Kunduz kolonileri genellikle
ormanlık bölgelerde ağır akan ve zemini gözüken su kenarlarında yaşarlar. Sert odunlu
ağaçların kabukları, kök ve yaprakla beslenirler. Kunduzlar harika su mimarlarıdır.
Dünyanın en güzel yuva yapım ustalarıdır. Kubbemsi yuvalarını göl ve nehirlerde yaparlar.
Kış gelmeden önce yuvaların bitmesi için, kunduz aileleri birbirlerine yardım eder. Keskin
dişleriyle ağaçları kemirerek devirir, bent ve yuva yapımında kullanırlar. Kunduz kürkü
oldukça değerlidir. Halk arasında “samur kürk”ü olarak da bilinir. Kuyruğunun altında iki
salgı bezi vardır ve salgıları, ilaç ve parfümeride kullanılır.
237

Boston Destanı’nda kunduz, olumlu bir nitelik olan neşeli olmayı temsil eder.
Boston’a âşık olan Kunduzay, kunduza benzetilir. Bu benzetme kızın adıyla da uyumludur.

“Çoyun Alp’in biricik kızı


Sana âşık olmuş.
Onun adı Kunduzay,
Cıvıldaşır kunduz gibi.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 300)

Destandaki ifadelerden kunduzun bir av hayvanı olduğu ve kürkünün çok değerli


olduğu anlaşılır. Cezbilek’in günlerce doğum sancısı çektiğini gören annesi kızının kendisi
için çok değerli olduğunu anlatmak amacıyla onu kunduz kürküne benzetir.

“Cezbilek’in anası:
Başımdaki biricik yıldızım,
Yakama taktığım kunduz kürküm,
Koru Hüda’m koru, diye
Merhamet diledi.” (age. s. 411)

5.17.4. Maymun

Ağaçlarda yaşayan çok çevik ve zeki hayvanlardır. Hepsi otçuldur; ağaç filizleri,
yaprak, çiçek, tohum ve meyveler başlıca yiyecekleridir. Çoğu, gruplar hâlinde tecrübeli
bir erkeğin başkanlığında yaşar. Maymunlar oldukça meraklı hayvanlardır. Yüksekte
bulunan bir yiyeceğe ulaşmak için birkaç eşyayı üst üste koymayı akıl edebilirler. Bununla
beraber insanlara hizmet edebilecek derecede eğitilememektedirler. Hızlı hareket eden
maymunlar, esnek yapıları sayesinde daldan dala atlayarak ağaçlar arasında gezinebilirler.

“Hint mitolojisinin ve kültürünün malı olan maymun, Türk inançlarında yaygın bir
şekilde yer almamaktadır. Budist olan Türklerde görülmektedir. Türk Hayvan Takvimi’nde
yıl sembolüdür. İslamiyet’ten sonra maymunun sembolik anlamları genel olarak
kaybolmuş ve olumsuz özellikleriyle öne çıkmıştır” (Çatalbaş, 2011).

12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde dokuzuncu yıl maymun yılıdır.


238

“Bu yılda doğan erkekler ileri görüşlü, sokulgan, biraz kurnaz, hemen öfkelenen,
güçlü kişilerdir. Amaçlarını akılcı bir şekilde zekâlarıyla birleştirerek uygulamaya
koyarlar. Kadınlar ise çeviklikleriyle dikkat çekerler” (Biray, 2009).

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atına çevik şekilde binişi
maymuna benzetilir.

“Ata binip koşturduğunda


Altın Kökül genç Aydar
Maymun gibi koşturdu.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 247)

Boston Destanı’nda bir yerde maymunların yaşaması o yerde artık insanların


yaşamadığının, ıssızlığın göstergesi olarak ifade edilir. Boston, düşmanları tarafından
yağmalanan yurdunu maymunların işgal ettiğini görür.

“Boston ile Karaboz


Han Buuba’nın otağına
Ulaştı o zaman.
İki tarafına bakındı,
İşgal eden maymunu,
Aklı giderek gördü.
Halkı nereden bulayım diye
Düşünüp Boston arzu etti.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 194)

5.17.5. Samur

Samur, değerli kürkü nedeniyle avlanan bir hayvan türüdür. Ormanlarda gece yaşamı
sürdüğünden izi zor bulunur. Yer hayvanıdır ve mağaralarda yaşar. Bal, meyve ve bitki
yer. Parmakları perdeli olduğundan iyi yüzer. Tüyleri koyu kahverengi, gerdanı açık
sarıdır. Vizon adı verilen kürkü çok değerlidir. Ayrıca kollarındaki tüylerden iyi cins fırça
yapımında yararlanılır.

“Samurun çok kıymetli ve uzun tüylü derisi olduğu gibi kuyruğu da bir hayli uzun ve
tüylüdür. Kuyruğu o kadar uzun tüylüdür ki samurun bedeninin genişliğine sahiptir. Samur
239

kuyruğuyla birlikte uzunca ama yumuşak ve tüylü bir hayvan görünümündedir” (Güven,
2003).

Kocacaş Destanı’nda Zulayka, eşi Kocacaş’ın peşinden giderken erkek kılığına girer.
Topladığı saçları uzunluk ve renk bakımından samura benzetilir.

“Samur gibi olmuş siyah saç


Tepesine topladı der,
Erkek kıyafeti giydi der.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 163)

5.17.6. Sırtlan

Sırtlan; Avrupa, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan çok güçlü bir çeneye
sahip, etçil bir hayvandır. Gündüzleri toprak altı inlerinde veya mağaralarda barınır, gece
ortaya çıkar. Çok güçlü, fakat ürkek hayvanlardır. Tehlike anında ölü taklidi yapar, uygun
anda kaçar. Leş yiyicilik ve oburlukları meşhurdur. Aslan, pars gibi yırtıcıların artık
avlarını yer ancak yalnız leşle beslenmez; canlı hayvanlara da saldırır. Sırtlanların en irileri
benekli sırtlandır. Saldırgan ve yağmacıdır.

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün savaşıp yendiği Kan İçme; gücü,
cesareti ve saldırganlığı bakımından sırtlana benzetilir.

“Kan İçme gibi (bir) sırtlanı


Bu bala öldürmüştür.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 265)

5.17.7. Tavşan

Tavşan; uzun kulakları, uzun dişleri, kısa kuyrukları ve ürkekliğiyle tanınan, karada
yaşayan, otçul bir hayvandır. Dünyanın hemen hemen her yerinde bulunur. Sabahın erken
saatlerinde ve akşam vakitlerinde beslenmek için aktiflik gösterirler. Tarlalara büyük
ziyanlar verirler. Tilki, gelincik, puma, kartal gibi hayvanlar tavşanın en büyük
düşmanlarıdır. Yabanî tavşanların yanı sıra evcilleştirilmiş olanları da vardır. Tüyleri,
postları ve etleri için evcil olarak birçok tavşan ırkı yetiştirilmektedir.
240

Erken dönem Türk mitolojisinde beyaz tavşan gök unsurlarına, siyah tavşan yer
unsurlarına ait olmuştur. Altaylar ve Yakutlarda duvar ve sarıklara başka
hayvanların yanı sıra tavşan derileri asılmakta ve bir töz kabul edilmektedir.
Şamanın yardımcı ruhlarından birisi de tavşandır. Türk Hayvan Takvimi’nde yıl
sembolüdür. Göktürklerde av hayvanı olması sebebiyle uğurlu sayılmış ve
bolluğun simgesi olmuştur. İslamiyet’ten sonra Türk inanışlarında bolluk,
kurnazlık ve iyi şansın sembolü olmuştur. Alevi Türkler arasında ise uğursuz
kabul edilmektedir (Çatalbaş, 2011).

Tavşan, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde 4. yıla adını vermiştir.

“Tavşan tabiat olarak korkak bir canlıdır. Korktuğunda hızla kaçar. Bu yılda
doğanlar da bu özelliği kendilerinde taşırlar” (Biray, 2009).

Boston Destanı’nda tavşan korkaklık belirtmek amacıyla kullanılmıştır. Kadamış


Han, Boston’u yakalatmak için gönderdiği pehlivanlar Boston’un heybetinden korkup geri
dönünce öfkelenir ve onları tavşana benzetir.

“Pehlivan diye ben güvensem,


Alıp gelin diye göndersem,
Tavşan gibi korkup geldiler…” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 126)

Tavşan, Er Soltonoy Destanı’nda da korkaklık bildirmek amacıyla kullanılır.


Bolatkan, babası Colborskan’a artık büyüdüklerini ve tavşan gibi korkup düşmandan
saklanmayacaklarını söyler.

“Kılıcı kana bulamadan,


Haykırıp kovalayıp tavşan gibi,
Saklanarak tekrar düşmandan,
Kaçmak olmaz bizim için.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 25)

Destanda tavşanın ürkek bir hayvan olmasının dışında güçsüz oluşu da söz konusu
edilir. Kırgız yiğitlerine yenilen Kalmuklar, güçsüz olmaları bakımından tavşana
benzetilirler.

“Kalmuk’un tavşan kadar gücü yok.” (age. s. 169)


241

5.17.8. Eşek

Eşek, atgiller familyasının evcilleştirilmiş türlerinden biridir. İri kafalı, uzun kulaklı,
genellikle gri tüylü olan eşekler inatçılıklarıyla meşhurdur. Yabanî veya evcil olarak yaşar.
İnsan, yük ve eşya taşımada eşeklerden faydalanılır. Attan çok önce insanoğlunun
hizmetinde kullanıldıkları sanılmaktadır.

Mendirman Destanı’ndan anlaşıldığına göre Kırgızların ulaşım amacıyla


kullandıkları hayvanlardan biri de eşektir.

“Hızla giden eşeğe bindi


Hızlıca sürdü.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 30)

Er Soltonoy Destanı’nda da eşeklerin işlevi ulaşım sağlamak olarak ifade edilir.

“Sayısız yolda kaçanlar,


Yağır eşeklere binerek.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 108)

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda eşeğe binmek, kişinin ekonomik durumunun kötü
olduğunun işaretidir. Zuura ve Eşimkul’un yolda rastladıkları ihtiyar hekim,
çocukluğundan beri eşeğe bindiğini ifade eder.

“O zaman aksakal konuştu:


Çocukluğumdan beri
Eşek olmuş bindiğim.
Fakir ve kimsesiz garibi
Öz bedenim gibi sevmişim.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 109)

5.17.9. Kedi

Kediler hoş görünüşlü, yuvarlak başlı, sivri kulaklı, uzun bıyıklı küçük bir evcil
hayvandır. Genellikle gece avlanırlar. Avcılıkta en büyük özellikleri sabır, temkin ve
sürattir. Yüksek yerlerden düşerken ters dönerek dört ayağı üzerine gelme refleksi çok
242

güçlüdür. Türk kültüründe kedinin nankör bir hayvan olduğuna, kişinin önünden geçen
kara kedinin uğursuzluk getireceğine dair batıl inançlar bulunmaktadır.

Er Soltonoy Destanı’nda Kalmuk askerleriyle tek başına savaşan Bolotkan’ın gücü


karşısında düşmanlarının kedi gibi zayıf kaldığı anlatılır.

“Savaş görünüyor batura,


Heyecanlı Gökbörü oyunu gibi.
Birini vuruyor diğerine,
Enik ile kedi gibi.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 99)

Aynı destanda Madılbek’in gücünü ifade etmek için de iki kaplanı iki kediymiş gibi
kolayca avladığı ifade edilir.

“Muhteşem pehlivan Madılbek,


İkisi saldırıp gelince,
Enselerinden tutup onları
Birbirine vurdu kedi gibi.” (age. s. 120)

5.17.10. Ceylan

Ceylan; Afrika, Arabistan ve Asya’nın çöl steplerinde yaşayan; ince uzun bacaklı,
parlak iri gözlü, hızlı, zarif ve çevik bir hayvandır. Gazel ya da gazal da denir. İri ve güzel
gözleriyle Türk kültür ve edebiyatında “ceylan gözlü, ceylan bakışlı” gibi benzetmelere
konu olan bu hayvan sevimli oluşu ve hızlı hareket edişiyle de tanınır. Eti ve derisi için
avlanır.

Ceylan; gençliğin, zarafetin ve güzelliğin simgesi olarak anılan bir hayvandır. Manas
Destanı’nda ceylan bu yönleriyle benzetme unsuru olarak kullanılır. Kanımcan, Çıyırdı’ya
yaşlandığını ve önemini yitirdiğini, artık ceylan gibi süzülmesinin bir anlamı olmadığını
söyler.

“At bağlamaktan erinip,


Bunadığını bilmezsin,
243

Ceylan gibi süzülen,


Gitmiş senin haşmetin,
Eksildiğinin farkında değilsin.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 41)

Destanda bir bölgede ceylan ve dağ keçilerinin çok oluşunun orada insanların
yaşamadığının göstergesi olduğu ifade edilir.

“Tepelerdeki otlar uzayıp,


Ceylanları kum gibi,
Ceylanları kişi tanımaz.” (age. s. 327)

Manas’ın arkadaşlarının ceylan avlaması, Kırgızlarda ceylanın av hayvanlarından


biri olduğunu ve etinin yendiğini gösterir.

“İki ceylan üç dağ koçunu


Onlar vurmuşlar.” (age. s. 423)

5.17.11. Akrep

Akrep, genellikle sıcak ve nemli bölgelerde yaşayan, vücutları sert bir tabaka ile
örtülü, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehir iğnesi bulunan bir hayvandır. Karlı bölgeler hariç
hemen hemen her yerde, ormanlık bölgelerde, çöllerde, taşlık ve kayalık yerlerde yaşar.
Yırtıcı ve yağmacı tabiatlıdır. Avını, sabırlı bir şekilde pusuda bekleyerek avlar. Avlarını
kıskaçlarıyla yakalayarak sıkar ve zehirli kuyruğunu uzatarak avını sokar. Varlığı ve
zehirlilikleri çok eski çağlardan beri bilinen akrepler, kendilerini korumak amacıyla insan
ve hayvanları sokarak zehirlenme ve ölümlere neden olabilir.

Er Eşim Destanı’nda Kalmuklar’ın Acaan adlı komutanı acımasızlığı bakımından


akrebe benzetilir.

“İstila ettiği Kırgızların


Başlarını yarar baltalarla
Acaan denilen canavar
Azı dişleri keskin bir akreptir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 69)
244

Akrep, Kozuke ve Bayan Destanı’nda da benzetme unsuru olarak kullanılır. Sarıbay;


karısı Şekerkan’a yaşlandığı için koyunlara bakamadığını, Kozuke’yi evlat edineceğini,
bundan sonra koyunlara onun bakacağını söyler. Ancak karısı Kozuke’nin koyunları
çalacağını ileri sürer. Onun bu sözleri Kozuke’nin karısı Bayan’ın canını acıttığından akrep
sokmasına benzetilir.

“Yaşlı karının söylediği sözleri kızı akrep gibi ısırdı.” (age. s. 169)

5.17.12. Fare

Sivri burunlu, geniş kulaklı, ince kuyruklu ve kemirgen bir hayvan olan fare ve
sıçanların yüzlerce türü vardır. Halk arasında, fare ve sıçan terimleri birbirine karıştırılır.
Küçük olanlarına fare, büyük olanlarına sıçan denir.

“Eski Türkler ve Çinlilerce kutsal kabul edilir. Türklerin 12 hayvanlı takviminde ilk
yıl şıçan (şıçgan) yılıdır. Buna bağlı olarak da eski Asya toplumlarında kedi pek sevilmez”
(Armutak, 2002).

Fare, Er Soltonoy Destanı’nda küçük ve güçsüz bir hayvan olması dolayısıyla


benzetmeye konu edilir. Babasını Kalmuklarla savaşmalarına izin vermesi için ikna etmeye
çalışan Bolotkan, düşmanını küçümsediğini onları fareye benzeterek ifade ediyor.

“Çınar gibi heybetli devlerin,


Yakalayıp gövdesini,
Fare gibi yere çalarım,
Kuvvetlice elimi sallarsam.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 29)

Destanda kırk Kırgız yiğidine düzenlediği toyda kötülük planlayan Kögöykan fareye,
yiğitler ise onu avlayacak olan kediye benzetilir.

“Fare kediyle karşılaşırsa,


Ecelinin gelmesi demektir.” (age. s. 194)
245

5.17.13. Kurbağa

Suda, karada ve ağaçlarda yaşayan küçük bir hayvandır. Avustralya ve çevre adaları
hariç, bütün dünyaya yayılmışlardır. Vücutları çıplak ve tıknazdır, kuyrukları yoktur. Uzun
arka bacakları sıçramaya elverişlidir.

Kurbağa, Boston Destanı’nda terk edilmişliğin, yıkılmışlığın göstergesi olarak yer


alır. Boston, yurdunun yağmalanıp vahşi hayvanlara kaldığını gördüğünde eski günleri
hatırlar. Eskiden çok güzel balıkların yüzdüğü havuzları şimdi kurbağaların doldurduğunu
görür.

“Bu otağıma baksam,


Ortasında havuz var idi,
Renk renk türlü türlü balık
Havuz içinde yaşardı.

Şimdi havuza baksam
Pis kokulu su birikintisi kalmış,
Kurbağalar vıraklıyor.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 195)

5.17.14. Örümcek

Örümcek, hemen hemen dünyanın her tarafında yaşayan ve birçok çeşidi olan bir
hayvandır. Örümcekler, yırtıcı hayvanlardır. Birbirlerine saldırmaktan çekinmezler.
Karadul, zeytin tanesi gibi siyah ve parlak bir örümcektir. Genellikle karanlık yerlerde,
tavan aralarında yaşar. Ağ tuzakları kurarak avlanır. Çaprazvari tellerle ördüğü ağın
ortasında kısa bir tünel bulunur. Burada böceklere pusu kurar. Dişi, çiftleşmeden sonra
çoğu zaman erkeğini yediğinden karadul olarak tanınır. Dişisi, kuvvetli bir zehire sahiptir.

Er Eşim Destanı’nda Kalmuklar’ın Acaan adlı komutanı ve yanındakilerin tehlikeli


ve acımasız olduklarını anlatmak amacıyla karadul örümceğine benzetildiği görülür.

“Azı dişlerini bileyip


Karadul örümceği gibi her tarafa yayılırlar.
246

Hanlarını toplayarak,
En gaddarının etrafında toplanırlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 65)

Kalmuklar, kalabalık olup her tarafı sarmaları bakımından da karadul örümceğine


benzetilir.

“Yer kaplamış olan Kalmuklar


Karadul örümceği gibi her tarafı sararlar.” (age. s.79)

Er Eşim, yurdunu istila edip halkını yağmalayan Kalmukları kinci oldukları için
karadul örümceğine benzetir.

“Karadul örümceği gibi olan kinciyi


Gidip çevresinden sararak kuşatayım.” (age. s. 73)

Manas Destanı’nda örümcek ağlarının uçması, sonbaharın gelişinin göstergesi olarak


ifade edilir.

“Örümcek ağları uçarak sonbahar geldi,


Bakırdan kazanları,
Refah içinde hayatları.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 439)

5.17.15. Sinek

Sinek; çift kanatlı, uçucu, küçük bir böcek türüdür.

Pek çok anlatıda olduğu gibi destanlarda da iyiler-kötüler, güçlüler-zayıflar ya da


yiğitler-korkaklar vardır. Bunların ifade edilişinde hayvanların özelliklerinden
yararlanılmıştır. Bu hayvanlar genellikle sinek, koyun, çil ve tavşandır. Sürüye
giren kurt, kartalın kovaladığı tavşan… sinek canlı olmak, ölüm denen kazayı
sinek kadar görmek, çil gibi olmak acziyet ve zayıflık için kullanılan
ifadelerdendir (Yıldırım, 2012).

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda çocuğu olmayan Eşimkul, kardeşi Köçörbay’ın


çocuklarından birini isteyince onun ağır sözleriyle karşılaşır ve çok kederlenir. Kıyamadığı
canının küçüklüğünü anlatmak için sinek benzetmesine başvurur.
247

“Tatlı imiş sinek gibi küçük can.


Bundan sonra ölsem diye,
Ölüme canını kıyamadı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 59)

Altın Kökül, dev ile savaşmaya karar verdiğinde canının sinek kadar küçük olduğunu
söyler.

“Sinek gibi canımı


Ruhlara teslim edip
Düşman yolunu tutayım.” (age. s. 175)

Altın Kökül ile savaşan Kan İçme’nin sinek gibi canından umudu kestiği ifade edilir.

“Diye öylece Kan İçme


Sinek gibi (küçük) candan umudu kesti.” (age. s. 213)

Destanın bir başka bölümünde ise Zuura’nın zayıflığı, güçsüzlüğü canının sinek gibi
olmasına benzetilir.

“Sinek gibi canımı


Karga gibi (küçücük) bala yok etti,
Bütün gücümü kuvvetimi.” (age. s. 93)

5.17.16. Kene

Kene; koyun, köpek, at gibi hayvanların veya insanların dersinide asalak olarak
yaşayan; bulaşıcı hastalıklara sebep olan bir böcek türüdür.

Kırgız destanlarında kene adına sadece Er Soltonoy Destanı’nda rastlanır.


Kalmuklar, Kırgızlara sürekli saldırıp zulmettiği için yapıştığı yerden çıkmayan ve kan
emen bir keneye benzetilir.

“Kırgız halkım Kalmuk’tan,


Oldukça çok çekmişti.
248

Kene gibi yapışan,


Büyük bir bela oldu.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 19)

Er Soltonoy Destanı’nda Kırgız yiğitlerini yakalayan Kögöykan’ın askerleri, onları


çok sıkı tuttukları için keneye benzetilir.

“Ölse dahi çoğunluğu,


Aç kene gibi yapıştılar.

Kırk yiğidi Kögöykan,
Askerlerine buyurup yakalattı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 196)

5.17.17. Kelebek

Kelebekler; pullu kanatlarıyla güzel görünümleri olan, uçabilen böceklerdir. Birçok


farklı desen ve renkten oluşan kanatlarıyla şıklığın, güzelliğin simgesi olan kelebekler aynı
zamanda baharın gelişinin de habercisidir. Halk arasında kelebeklerin ömrünün bir gün
olduğuna dair yaygın olan inanç, kelebeğin ömrün kısalığını temsil etmesine neden
olmuştur. Geceleri ışığın etrafında dönen, küçük bir kelebek türü olan pervane ise Türk
kültür ve edebiyatında sevgilinin çevresinde dönüp onun aşkıyla yanmaya hazır olan âşığı
sembolize eder.

Kelebek, Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul ile kardeşi Köçörbay’ın


çocukluklarında oynadıkları bir eğlence aracı olarak ifade edilir.

“Kardeş olup
Gömlek giyseler beraber giymişler,
Kelebek kovsalar beraber kovmuşlar.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 27)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın iki oğlunun nişancılığı övülürken uçan kelebeği
kanadından vurabilmeleri ölçüt olarak gösterilir.

“Ağabey-kardeş bunların
Nişancılığı keskindir.
249

Uçar gördüğü kelebeği


Kanatlarından vurur.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 109)

5.17.18. Karınca

Karınca, çalışkanlığıyla tanınan bir tür böcektir. Birçok toplumun kültüründe


mutfakta, ilaçlarda ve ayinlerde kullanılır. Karıncalar, birkaç düzine bireyden oluşan küçük
topluluklar olarak yaşayabildikleri gibi çok büyük bölgeleri kaplayan ve sayıları
milyonlarca bireyi içeren koloniler şeklinde de yaşarlar. Bu koloniler bazen
"süperorganizmalar" olarak tanımlanır çünkü karıncalar tek bir vücut hâlinde koloniyi
desteklemek için bir arada çalışırlar. İnsanlar gibi ordu kurup kendi kolonilerini korurlar.
Bazen de koloniler arasında insanlar gibi savaşırlar. Türk kültüründe karınca, çalışkanlığın
simgesi olmasının yanı sıra küçüklüğü bakımından benzetme unsuru olarak da kullanılır.

Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Er Kökül’ün şehrine geldiğini öğrenen Temirkan


tüm halkını bir araya toplar. İnsanların kalabalığı, birkaç defa kullanılan karınca
benzetmesiyle ifade edilir.

“Karınca gibi çoğalıp


Sokağa sığmıyor insanları.
Temirkan’ın sözüne
Kulak verdi geleni.

Heyecanlanan Er Kökül
Topluluğun hâlini sordu.
Karınca gibi toplanmış
Kuru kalabalık neden?

Ucu bucağı olmayan kalabalık halk
Karınca gibi kaynaşıp…” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 223)

Er Soltonoy Destanı’nda da Kalmuk ordusu kalabalık olması bakımında karıncaya


benzetilir.
250

“Bunlar on dört gün yol gittikten sonra, Madılbek’in kırk binlik, toprağı örten
karınca gibi kalabalık ordusunu gördüler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 152)

Kazanlar kurulup, gün ağarmaya başladığında Er Şabek yer yaran haykırışıyla,


Kalmuk’un karınca gibi katar hâlinde gelmekte olduğu yolu kesti. (age. s. 168)

“Karınca gibi çok bunlar,


Ot mu çöp mü ya da ne?” (age. s. 170)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın iki oğlunun nişancılığı övülürken karıncayı


belinden vurabilmeleri ölçüt olarak gösterilir. Karınca, küçüklüğü anlatmak amacıyla
kullanılır.

“Ağabey-kardeş bunların
Nişancılığı keskindir.

Yerde yürüyen karıncayı
İnce belinden vurur.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 109)

5.17.19. Yarasa

Ön ayakları perdeli kanat biçiminde gelişmiş, vücudu yumuşak kıllarla kaplı,


uçabilen memeli bir hayvandır. Yarasaların büyük çoğunluğu mağaralarda, sarp
kayalıklarda ya da ağaçlarda yaşar. Yarasalar gündüz uyuyan, gece avlanan canlılardır.

Kocacaş Destanı’nda, babası Kocacaş’ın öldüğü sarp kayalığa ustaca tırmanan


Moldacaş yarasaya benzetilir.

“Kayaya çıkıp koşsa,


Suretine adam demezsin,
Sanki konuşan bir kuş, yarasa.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 285)
251

5.17.20. Balık

Balık; suda yaşayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanların genel
adıdır. Balık eti, yağı ve yumurtasının besin değeri yüksektir. Balığın önemli diğer bir
özelliği de fosfor bakımdan zengin bir besin maddesi olmasıdır. Deniz, akarsu ve göllerde
yaşayan ve önemli av hayvanlarından olan balıklar aynı zamanda su çevresinde yaşayan
insanlar için önemli bir geçim kaynağıdır. Yaşanan ortamı güzleştirmek amacıyla içinde
balık bulunan süs havuzlarının ve akvaryumların oluşturulması Türk kültüründe geçmişten
günümüze aktarılan unsurlardan biridir.

“12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin beşinci yılı balıktır. Kırgızlarda bu yıl, ‘uluu’ olarak
ifade edilir. ‘Bu yıl, bahtlı yıllardandır. Bu yılda doğanların malı mülkü çok olur’” (Biray,
2009).

Balık ve balık avlama Şamanizm’de de oldukça önemlidir. Geyikle birlikte balık


avlamanın da avlara uğur getireceğine inanılır. Ölen birinin ruhunu yer altı
dünyasına götüren şamanın yeryüzüne dönerken yaptığı işlerden biri de yolda
avlanmaktır. Şamanın dönüş yolculuğu sırasında avladığı hayvanların başında
balık gelmektedir (Adıgüzel, 2006).

Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke, yolculuğu sırasında karşılaşacağı tehlikeler


nedeniyle endişelenen annesine selden kurtulmak için alabalık gibi yüzeceğini söyler.

“Akımı şiddetli olan nehir gelirse, anne,


Uğultuyla ese gelirse, anne,
Yayılıp akmadan birden gelirse, anne,
Alabalık gibi geçerim, anne!” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 163)

Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın yurdu tasvir edilirken zenginlik, mutluluk ve


huzuru anlatmak amacıyla nehirlerindeki balıklardan ve kurbağalarından söz edilir.

“Arazisi çok geniş imiş,


Ortası nehir yatağı imiş,
Balıkları bol imiş,
252

Balıkları kaynaşıyor,
Kurbağaları ötüyor.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 111)

Boston, halkını Ayşakan’ın elinden kurtarır ve Kırgızları yurtlarına geri getirir.


Buuba Han’ın otağı yeniden kurulur, buraya bir havuz yapılır ve içine balıklar konur. Bu
balıklar Kırgızların mutlu, huzurlu ve güvende olduklarını gösterir. Süs havuzu yapılarak
içine balıkların konmasından Kırgızlarda estetik zevkin ve hayvan sevgisinin geliştiği
anlaşılır.

“Han ordosunun ortasına


Havuzlar yapıldı.
Türlü balık getirip,
İki havuza kondu.
Balıkları oynadı
Hanın gönlü şad oldu.” (age. s. 370)
253

6. SONUÇ

Kırgızlar, edebiyatları en zengin Türk boyları arasındadır. Dünyanın en uzun destan


metni Manas’a sahip olan Kırgızların edebiyatındaki en önemli ürünler, sözlü gelenekte
oluşup asırlar boyunca ayakta kalan destanlardır. Geçmişte tamamı konargöçer bir yaşam
süren Kırgızların bir bölümünün günümüzde de bu yaşam tarzını devam ettirdikleri
bilinmektedir. Orta Asya’nın bozkırlarında yaz ve kışları farklı bölgelerde geçiren
Kırgızlar, yaşadıkları çevrenin doğası ile kopmaz bağlar kurmuşlardır.

Göçebe yaşamın en vazgeçilmez unsuru olan hayvanlar, Kırgız kültüründe önemli bir
yere sahiptir. Kırgızların yaşantısında evcilleştirilmiş hayvanların yanı sıra vahşi hayvanlar
da rol oynar. Günlük yaşantılarındaki beslenme, giyinme gibi birçok ihtiyacını hayvansal
ürünlerden karşılayan Kırgızlar, ulaşımda da hayvan gücünü kullanırlar. Savaşa giden
kahramanın en vazgeçilmez silahı ve en sadık dostunun atı olması; bülbül, papağan gibi
güzel öten kuşların ve rengârenk pullarıyla insana zevk veren balıkların beslenmesi
Kırgızların hayvanları ihtiyaçlarını gidermenin yanı sıra keyifli vakit geçirmek amacıyla da
hayatlarına dâhil ettiğini ve Kırgızlarda hayvan sevgisinin geliştiğini gösterir.

Destanları incelendiğinde Kırgız kültüründe hayvanların önemine dair birçok


bulguya ulaşılır. Kırgızlar, destanlarını meydana getirdikleri dönemlerde avcılık ve
hayvancılıkla geçinmişlerdir. At, deve, sığır, koyun gibi hayvanları sürüler hâlinde
besleyerek bu hayvanların etinden, sütünden, derisinden, yününden faydalanmışlardır.
Aynı zamanda düzenledikleri toylarda bu hayvanları kurban edip ziyafet vererek
varlıklarını halklarıyla paylaşmışlar; halkın sevgi, saygı ve güvenini kazanmışlardır.
Yukarıda adı geçen hayvanlar, toylarda düzenlenen yarışmalarda ödül olarak verilmiş; kız
çocukları evlendirilirken çeyiz olarak hediye edilmiştir. At ve devenin o dönemin en
önemli ulaşım araçları olduğu destan metinlerinde sıkça ortaya konulan bir gerçektir.
Kazanılan savaşlarda düşmanın tüm hayvanlarının ganimet olarak alındığı ve halka
dağıtıldığı da Kırgız destanlarının dizeleri arasında yaşayan bilgilerden biridir.

At, Kırgız destanlarında en çok adı geçen hayvandır. Atın Kırgız kültüründe özel bir
anlamı olduğunun en önemli göstergesi destan kahramanlarının atlarına ad vermesidir.
Kahramanın yoldaşı, dostu, koruyucusu olan atlar zaman zaman sahibinin duygu ve
254

düşüncelerini anlayıp ona yol gösteren, akıl veren bir varlık durumundadır. Destanlarda
atlara yüklenen bazı olağanüstü nitelikler ise Şamanist inancın izlerini taşımaktadır.

Destanlarından yola çıkılarak Kırgızların geyik, tavşan, sülün, dağ koçu, dağ keçisi,
keklik, tilki, leopar, pars, ayı gibi hayvanları etinden, derisinden ya da kürkünden
yararlanmak için avladıkları söylenebilir. Kurt, domuz, aslan, kaplan gibi hayvanlar ise
tehlike oluşturdukları için avlanan hayvanlardandır. İncelenen destanların çoğunda sıkça
rastlanan bir başka durum ise hamile kalan kadınların kurt, leopar, kaplan, aslan gibi yırtıcı
hayvanların etine ve yüreğine aş ermesidir. Bu durum doğacak çocuğun güçlü ve cesur bir
savaşçı olacağının göstergesi olarak ifade edilir.

Avcılığın yaygın olduğu Kırgız yaşantısında doğan, şahin, atmaca, kartal gibi yırtıcı
kuşların av konusunda eğitildiği de destan metinlerinden anlaşılmaktadır. Akbabanın leş
yiyen bir hayvan olduğu herkes tarafından bilinir. İncelenen destanlarda atmacanın adı
sadece bir defa geçmesine rağmen karga, kuzgun ve saksağanın leş yiyen kuşlar oldukları
ifadesine defalarca yer verilmiştir.

Kırgızların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hayvan yetiştirmesinin yanı


sıra eğlenmek ve keyifli vakit geçirmek için de kuş ve balık gibi hayvanları besledikleri,
hayvanlarla ilgili birçok oyun ve yarışma düzenledikleri destanlarda açıkça ifade
edilmektedir.

Destan kahramanlarının fiziksel özelliklerinin, duygularının ve davranışlarının


açıklanmasında hayvanlarla ilgili benzetmelere sıkça başvurulması, destan metinlerine
anlamsal derinlik ve zenginlik kattığı gibi hayvanların destanlarda benzetme unsuru olarak
da yer bulması bakımından oldukça önemlidir.

Kırgız kültürünün önemli bir parçası olan hayvanlar, destanlarına da farklı şekillerde
yansımıştır. Yapılan tüm çalışmalar sonucunda hayvanların gerçek yaşamdaki
özelliklerinin yanı sıra benzetme yoluyla da Kırgız destanlarında söz konusu edildiği
görülür.
255

KAYNAKLAR

Acaloğlu, A.(2005). Türk destan geleneğinin tarihî kökenlerine dair. Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, 2(4), 144-157.

Adıgüzel, S.(2006, 15-16 Kasım). Ural Batır Destanı’nda av hayvanları ve bunların


sembolik özellikleri. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma ve Uygulama
Merkezi, Türk Kültüründe Av Uluslar Arası Sempozyumunda sunuldu, İstanbul, 6-
10.

Akmataliyev, A., Mukasov, M., Orozova, G. (2007) Kırgız destanları 2. (çev. C.


Turgunbayer). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 14-309.

Akmataliyev, A., Kırbaşev, K. (2007). Kırgız Destanları 3 Kocacaş Destanı. (çev. F.


Türkmen, G. Uzun, B. B. Hança). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 13-299.

Akmataliyev, A., Caynakova, A. (2009). Kırgız Destanları 4 Mendirman. (çev. A. Ö.


Öztürk). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 13-72.

Akmataliyev, A., Kadırmambetova, A.(2009). Kırgız Destanları 7. (çev. N. Yıldız).


Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 15-513.

Akmataliyev, A., Kadırmambetova, A., Zakirov, S. (2010). Kırgız Destanları 9 Er


Soltonoy. (çev. İ. T. Kallimci). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 13-226.

Akmataliyev, A., Orozova, G. (2010). Kırgız Destanları 8 Kız Darıyka. (çev. F. Türker).
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 15-128.

Armutak, A. (2002). Doğu ve Batı mitolojilerinde hayvan motifi. İstanbul Üniveristesi


Veterinerlik Fakültesi Dergisi, 28(2), 411-427.

Artun, E. (2009). Anonim Türk halk edebiyatı nesri. İstanbul: Kitabevi Yayınları, 4.

Aslan, N. (2010). Kurt motifinin Türk menşe efsanelerindeki anlamı üzerine. Millî Folklor
Dergisi, 87.

Atabey, İ. (1998). Manas destanında adı geçen Kırgız çocuk oyunları. Folkloristik Prof.
Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 313-316.
256

Atnur, G. (2005). Kozı körpeş ile bayan sulu destanında geyik motifi. Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 12(28).

Aytaş, G. (1999). Türk kültür ve edebiyatında geyik motifi ve haza destan-ı geyik. Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 12, 11-16.

Bekki, S. (1996). Türk mitolojisinde kurban. Akademik Araştırmalar Dergisi, 3, 16-28.

Biray, N. (2009). 12 hayvanlı türk takvimi, zamana ve insana hükmetmek. Atatürk


Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Prof. Dr. Hüseyin Ayan Özel
Sayısı, 671-683.

Çatalbaş, R. (2011). Türklerde hayvan sembolizmi ve din ilişkisi. Turan Stratejik


Araştırmalar Merkezi Dergisi, 3(12), 49-60.

Cumakunova, G. (2007). Kırgızların mitolojik içerikli destanlarından Kocacaş destanı.


Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 4(2), 40-55.

Cumakunova, G. (2009). Kırgız ve Türkmen Türkçelerinde atçılık terminolojisi. Modern


Türklük Araştırmaları Dergisi, 6(2), 36-46.

Çobanoğlu, Ö.(2003). Türk dünyası epik destan geleneği. Ankara: Akçağ Yayınları, 108-
110.

Dalkıran, A.(2008). İslamiyet öncesi Türk sanatında şamanizmin etkisi. Selçuk Üniversitesi
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, 25, 371-390.

Demirel, H. (2010). Türk destanlarında güzellik-destan-masal ve din unsurları ile yabancı


destanlarda türk kahramanları. İstanbul: Ötüken Yayınları, 9-93.

Doğan, L. (2002). Türk kültüründe hayvanlar ve hayvan isimleri. Türk Dünyası ve


Edebiyat Dergisi, 12(2), 615-659.

Duymaz, A. (1998). Anadolu ve balkan Türklerinin halk anlatmalarında mitolojik bir kuş:
zümrüdü anka. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 91-97.

Günay, U. (1998). Manas destanındaki kadın adları ile ilgili bir deneme. Folkloristik Prof.
Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 51.

Güven, M. (2003). Oğuz kağan destanında hayvanlar. Millî Folklor Dergisi, 57, 82-91.
257

İbrayev, Ş. (1998). Destanın yapısı (kazak destanlarında insan, zaman ve mekân). (çev. A.
A. Çınar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 187 .

İnan, A. (2000). Tarihte ve bugün şamanizm materyaller ve araştırmalar. Ankara: Türk


Tarih Kurumu Basımevi, 100-101.

Karadavut, Z. (2010). Kırgız masallarında mitolojik unsurlar. Millî Folklor Dergisi, 85, 71-
80.

Karadavut, Z., Yeşildal, Ü. Y. (2007) Anadolu-Türk folklorunda geyik. Millî Folklor


Dergisi, 76, 102-112.

Karadoğan, A. ( 2003). Türk şahıs adlarında hayvan kültü. Millî Folklor Dergisi, 57, 109-
116.

Nazurbayev, C., Çelebi, F. (2007). Kırgız destanları 5 eşimkul menen zuura. Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları, 13-335.

Orozbakoğlu, S., Musayev, S., Akmataliyev, A. (2007). Kırgız destanları 6 manas destanı.
(çev. F. Türkmen, Ş. Uraimova). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 13-511.

Özkartal, M. (2012). Türk destanlarında hayvan sembolizmine genel bir bakış (dede korkut
kitabından örneklerle). Millî Folklor Dergisi, 94, 58-71.

Öztürk, A. Ö. (2007). Bir kırgız destanı: mendirman. Millî Folklor Dergisi, 74, 34-37.

Seyidoğlu, B. (1996). Mitolojik dönemde at. Folkloristik Prof. Dr. Umay Günay
Armağanı, 51.

Tavkul, U. (2007). Kafkas nart destanlarında at motifi. Modern Türklük Araştırmaları


Dergisi, 4(3), 196-205.

Tavkul, U. (2008). Kırgız destanı kocacaş ile karaçay-malkar destanı biynöger arasındaki
ortak motifler üzerine. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 5(2), 89-104.

Tavkul, U. (2007). Kültürel etkileşim açısından on iki hayvanlı Türk takviminin yayılışı.
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 4(1), 22-45.
258

Temizkan, M. (2014). Türk kültüründe ve Alevî-Bektaşî inancında turna. Millî Folklor


Dergisi,101, 162-170.

Türk Dil Kurumu. (1998). Türkçe sözlük (yeni baskı), 1-2. Ankara: TDK.

Yardımcı, M. (2007). Destanlar. Ankara: Ürün Yayınları, 50-69.

Yıldırım, R. Y. (2012). Edigey destanında hayvanların fonksiyonları. Avrasya Uluslararası


Araştırmalar Dergisi, 1, 67-77.

Yıldız, N. (2009). Türk destancılık geleneği. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 6(1),
7-15.

Yıldız, N. (1998). Manas destanında yer alan erkek isimleri üzerinde bir değerlendirme.
Folkloristik Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 308.

İnternet: Günay, Umay. Türk destanları.


Web: http://www.dilbilimi.net/turk_destalari_umay_gunay.pdf adresinden 8 Ekim
2014 tarihinde alınmıştır.

İnternet: İlhan, N., Şenel, M. (2008). Dîvânu lugat’it Türk’e göre av ve hayvancıkla ilgili
kelimeler ve kavram alanları. Turkish studies ınternational periodical for the
languages, literature and history of turkish or turkic volume 3/1.
Web:http://www.turkishstudies.net/makaleler/483817782_21 adresinden 10 Ekim
2014 tarihinde alınmıştır.

İnternet: Kaya, M. (2009). Dede korkut kitabında ve manas destanlarında av. Acta Turcica,
Web:http://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/muharrem_kaya_dede_korkut
_manas_destani_av_kultu.pdf adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır.
259

ÖZGEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler

Soyadı, adı : KIRCA ERDEM, Özge


Uyruğu : T.C.
Doğum tarihi ve yeri : 27/05/1980 Samsun
Medeni hâli : Evli
e-mail : ozge-kirca@hotmail.com

Eğitim
Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans Gazi Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Devam ediyor.
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı / Türk
Halk Edebiyatı Bilim Dalı

Lisans Gazi Üniversitesi / Eğitim Fakültesi / Türkçe 2001


Öğretmenliği

Lise Ordu Atatürk Lisesi 1997

İş Deneyimi

Yıl Yer Görev


2001-2004 MEB Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

2004-2007 Bilgisel Dershanesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

2007-2011 Özel Bilim Koleji Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

2011- Devam ediyor. MEB Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yabancı Dil

İngilizce

Hobiler

Kitap okumak, müzik dinlemek, yürümek, yüzmek, yapboz yapmak, sudoku çözmek
260

GAZİ GELECEKTİR...
ÖZGE KIRCA ERDEM
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI


TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI
YÜKSEK KIRGIZ DESTANLARINDA
HAYVAN MOTİFİ
LİSANS
TEZİ ÖZGE KIRCA ERDEM

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI


HAZİRAN 2015
TÜRK HALK EDEBİYATI BİLİM DALI

HAZİRAN 2015

You might also like