Professional Documents
Culture Documents
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2015
KIRGIZ DESTANLARINDA HAYVAN MOTİFİ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2015
iv
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Haziran 2015
ÖZET
Kırgızlar, sözlü edebiyatları çok gelişmiş bir Türk boyu olarak dünyanın en uzun destan
metni olduğu bilinen Manas dâhil zengin bir destan mirasına sahiptir. Bu destanlar, Kırgız
kültürünü her yönüyle yansıtır. Kırgızların tarihsel gelişim sürecinde oluşturdukları ve geçmişten
günümüze taşıdıkları kültür unsurlarının tespitinde destan incelemeleri önemli bir yer tutar. Göçebe
bir geçmişe dayanan Kırgız kültürünün en önemli parçalarından biri hayvanlardır. Bu çalışmada,
Türk Dil Kurumu tarafından yürütülen bir projeyle Türkiye Türkçesine aktarılan Kırgız Destanları
serisinin sekiz cildi taranarak bu destanlarda sözü edilen hayvan motifleri taranıp incelenmiştir.
Destanlarda adı geçen hayvanlar genel özellikleriyle tanıtıldıktan sonra bu hayvanların hangi
özellikleriyle Türk kültürünün bir parçası olduğu ve Kırgız destanlarında hangi özellikleriyle söz
konusu edildiği açıklanmıştır. Hayvanların destanlara yansımalarından yola çıkılarak Kırgız
kültüründe sahip oldukları yer ve önem ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışma sonucunda
hayvanların beslenme, ulaşım, giysi ve çadır yapımı, eğlence, kurban, yardımlaşma, ödüllendirme
gibi çok farklı amaçlarla Kırgızların kültürünün ve kültürün doğrudan yansıdığı Kırgız
destanlarının vazgeçilmez unsurlarından olduğu görülmüştür. Bu çalışma, Kırgız destanları
konusunda yapılacak daha geniş kapsamlı incelemelere kaynaklık edebilecektir.
GAZİ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
June 2015
ABSTRACT
A Turkic tribe with sophisticated oral tradition, the Kyrgyz have a rich legacy of epics including
the Epic of Manas which is considered the longest epic text in history. These epics reflect the
Kyrgyz culture in every respect. Analysis of epics have an important place in identification of
cultural elements created and carried to the present by Kyrgyz people throughout their historical
development. Animals make one of the most significant parts of the Kyrgyz culture that is based on
a nomadic history. In this study, eight volumes of Kyrgyz Epics translated into Turkish through a
project by Turkish Linguistic Society were reviewed and the animal motifs in such epics were
analyzed. After a general introduction of the animals mentioned in the epics, the aspects of these
animals, which make them a part of the Turkish culture and in what ways they are mentioned in
Kyrgyz epics are explained. Based on the reflections of animals on epics, this study tries to give an
account of their place and importance in Kyrgyz culture. This study reveals that animals constitute
an indispensible part of Kyrgyz culture, and epics which feeds on this culture, for various purposes
such as nutrition, transportation, clothing and tent-making, entertainment, sacrifice, cooperation,
and rewarding. This study may constitute a source for more exhaustive analyses that can be
conducted on Kyrgyz epics in the future.
TEŞEKKÜR
Benim için oldukça keyifli geçen tez hazırlama sürecimde tüm sevgisi, anlayışı ve
tecrübesiyle yolumu aydınlatan çok değerli danışmanım Doç. Dr. Fatma Ahsen TURAN’a;
çalışmalarım boyunca ihtiyaç duyduğumda yardımını esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. Murat
ERSÖZ’e; tezimi hazırlarken gösterdiği manevî destekle beni hiçbir konuda yalnız
bırakmayan sevgili eşim Atilla ERDEM’e, attığım her adımda bana güç ve cesaret veren,
en değerli varlığım olan aileme; her zaman yanımda olacaklarını bilerek kendimi mutlu ve
güvende hissetmemi sağlayan çok değerli arkadaşlarım Durdane ÇAVUŞOĞLU, Serap
BULAK GİRDAP ve Nuran MALTA MUHAXHERİ’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET .......................................................................................................................................... iv
ABSTRACT .............................................................................................................................. v
TEŞEKKÜR .............................................................................................................................. vi
KISALTMALAR ....................................................................................................................... xi
1. GİRİŞ .............................................................................................................................................. 1
5.1. At .......................................................................................................................................... 35
5.4.Koyun/Koç........................................................................................................................... 108
5.5.Keçi...................................................................................................................................... 117
5.6.Geyik................................................................................................................................. 123
5.11.Kaplan................................................................................................................................ 157
5.16.Kuşlar................................................................................................................................. 188
KISALTMALAR
Kısaltmalar Açıklamalar
1. GİRİŞ
Destan, bir milletin tarihinin masallaştırılmış şeklidir. Tarih geçmişe ait olayları
aynen yaşattığı hâlde, destan bu olayları zaman ve mekân kavramları dışında millî
şuur ve gururun beslenmesine yarayacak şekilde içine alır. Bu nedenledir ki millî
destanların millî ruhun doğuşu, gelişmesi üzerinde oynadığı yüceltici rol
tarihinkinden daha önemlidir (Demirel, 2010: 9).
“Destan; tarihin de tarihi değiştirmenin de hayal ile gerçeğin de sanatsal sistem ile
büyüyen büyük değeridir” (İbrayev, 1998: 187).
Türk ulusunun zengin bir destan mirası bulunmaktadır. Türkler tarih boyunca
yaşadıkları savaşlar, göçler, kıtlıklar ve diğer büyük güçlükler karşısında sergiledikleri
kahramanlıkları ulusal bir gururla destanlaştırmışlardır. Zamanla büyüyerek kültürel
farklılıklar oluşturan her Türk boyu kendi destan geleneğini ve edebî hazinesini
yaratmıştır. Bu hazinelerin en önemlilerinden biri kuşkusuz Kırgız destanlarıdır. Kırgızlara
ait olan Manas Destanı, dünyanın en uzun destan metni olması dolayısıyla önemini hiçbir
çağda yitirmeyecektir. Kırgızlara ait diğer birçok destan da hâlâ canlılığını ve önemini
korumaktadır. Bu destanlar Kırgız kültürünü her yönüyle ortaya koymakta ve edebiyatın
yanı sıra tarih, sosyoloji gibi bilim dallarına da kaynaklık etmektedir.
Tezimizin konusu; en büyük Türk boylarından biri olan ve zengin bir destan mirası
bulunan Kırgızların destanlarında hangi hayvanlardan söz edildiğinin, sözü geçen
2
Ulusların ilk ortaya koydukları sözlü anlatım ürünlerinden olan masal ve destanlarda
hayvanlara sıkça yer verilir. Bu ürünlerde hayvanlar, hem gerçek yaşamdaki rolleri hem de
benzetme unsuru olmaları bakımından söz konusu edilir. Diğer Türk boyları gibi göçebe
bir yaşam süren Kırgızların da günlük yaşamlarının her noktasında hayvanlara rastlanır.
Fişleme yöntemiyle Kırgız destanlarında yer aldığı tespit edilen hayvanlar önce genel
hatlarıyla tanıtılmış, bu hayvan motiflerinin Türk kültüründeki önemi hakkında bilgi
verilmiş, sonra bu hayvan motiflerinin Kırgız destanlarında hangi yönleriyle yer aldıkları
açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çalışma yöntemi, daha önce kullanılmış yöntemlerle konuyu
en geniş açıdan ele alarak en nesnel değerlendirmeleri elde edebilmek amacıyla
kullanılmıştır.
Çalışma konumuzun kapsamı, Kırgız destanlarında yer alan hayvan motiflerine ait
tüm unsurlardır. Bu unsurlar, elde edilen verilere göre alt başlıklara ayrılarak incelenmiştir.
Bu çalışmada incelediğimiz destanlar, Türk Dil Kurumu Yayınları içinde yer alan Kırgız
Destanları adlı bir seri eserin çalışmamıza başladığımız dönemde basılmış olan sekiz
cildinde yer alan on bir destan ile sınırlıdır. Bu destanlar Er Eşim, Kozuke ve Bayan,
Munduk ve Zarlık, Şırdakbek, Kocacaş, Mendirman, Eşimkul Menen Zuura, Manas,
Boston, Kız Darıyka ve Er Soltonoy destanlarıdır. Eserin henüz basılmayan birinci cildi ile
çalışmamıza başladıktan sonra basılan ciltleri inceleme kapsamına alınmamıştır.
Çalışmamızda kullanılan veriler için öncelikle Kırgız Destanları adlı eserin TDK
Yayınları tarafından basılmış olan sekiz cildi temin edilmiştir. Kırgız Destanları hakkında
yapılan çalışmalar tespit edilerek taranmış, gerekli görülen bilgiler fişlenmiştir.
4
Kırgız Destanlarında sözü edilen hayvanların Türk kültüründe ne şekilde ele alındığı
da genel hatlarıyla araştırılarak gerek duyuldukça elde edilen bilgilere tezimizde yer
verilmiştir.
Türk edebiyatı destanlar bakımından oldukça köklü ve zengin bir mirasa sahiptir. En
büyük Türk boylarından biri olan ve dünyanın en hacimli destanı Manas’a sahip olmak
gururunu taşıyan Kırgızların oldukça gelişmiş bir destan geleneği bulunmaktadır. Gerek
Türk destanları gerekse daha özele inilerek Kırgız destanları hakkında günümüze değin
birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar sadece edebiyatın değil kültürün zenginliğini ve
çok yönlülüğünü de ortaya koymaktadır.
Birçok Türk boyu gibi asırlardır Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarında yaşayan
Kırgızlar, bağımsız bir devlet oldukları döneme kadar birçok destan metni vücuda
getirmişlerdir. Tarihsel süreçte gerek dinî inançları, gerek yaşadıkları bölgenin siyasî ve
kültürel koşulları gerekse bilim ve teknolojideki gelişmeler nedeniyle Kırgızların çoğu
yerleşik hayata geçmiş olsa da günümüzde çadırlarda göçebe yaşantısını sürdürenler de
vardır. Kırgızlar, başka devletlerin hâkimiyeti altında uzun yıllar yaşamalarına rağmen
göçebe bir toplum olarak yaşadıkları döneme ayna tutan destanları sayesinde millî
bilinçlerini ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.
Birçok milleti kıskandıracak sayı ve çeşitlilikte destana sahip olan Kırgızlar, sözlü
gelenekte yaşattıkları bu ürünlerle kültürlerini oluşturan her bir ögeyi kuşaktan kuşağa
aktarabilmiştir. Kırgız destanlarında Kırgız Türklerinin tarih sahnesine ilk çıktıkları andan
itibaren verdikleri var oluş mücadelesi gözler önüne serilir. Kırgız destanları, varlıklarını
ve bağımsızlıklarını korumak uğruna verdikleri bu çetin mücadelede Kırgızların en büyük
düşmanının Kalmuklar olduğunu gösterir. Hemen bütün destanlarda Kalmuklarla savaşıp
galip gelen bir Kırgız kahramanının hayatı anlatılır. Destan kahramanlarının olağanüstü
güçleri daha doğmadan bellidir. Destan kahramanını karnında taşıyan anne adayı gücü ve
saldırganlığıyla tanınan vahşi hayvanların etine ya da yüreğine aş erer. Birçok Kırgız
destanında yer alan bu motif, doğacak kahramanın gücüne ve cesaretine işarettir.
6
“Destanlar, tarihleri bu ölçüde eskilere uzanan milletlerin ilk çağlarını bize birtakım
mitolojik hikâyeler hâlinde anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar
bile, milletlerin geçmişleri hakkında neler bilip düşündüklerini bildirmek bakımından
önemlidirler” (Demirel, 2010: 28).
Şakir İbrayev’in Destanın Yapısı adlı eserini Türkiye Türkçesine aktaran Ali Abbas
Çınar, eserin ön sözünde “Kırgızistan’da günümüzde bile bazı hastaları sağaltmak için
Manas destanından parçalar okunması, destanın toplum hayatı içindeki yerini vermesi
bakımından dikkat çekicidir.” der. Yazarın sözünü ettiği bu durum, başta Manas olmak
üzere destanların Kırgızlar tarafından hâlâ yaşatıldığının, adeta kutsallık taşıyan bir ayet
gibi önemsendiğinin ve onların ruhlarını beslediğinin önemli bir göstergesidir.
Destan, hayvan sürüleri sayılamayacak kadar çok olan Tügöl adlı zengin beyin mal
varlığından bahsedilerek başlar. Kıpçak boyundan çıkan Er Eşim, Tügöl Bey’in atlarından
Şarp Kula adlı atı seçer ve savaşlarda bineceği savaş atı olarak eğitir. Bu at, doğaüstü
güçlere sahiptir ve Er Eşim’in atı olmadan düşmanlarına karşı çıkması mümkün değildir.
O zamanlarda Acaan adlı Kalmuk yiğidi, sık sık Kırgızlara saldırır, Er Eşim’e mektup
göndererek onunla savaşmaya hazır olduğunu söyler. Er Eşim, Katagan boyunun hanı ve
kendisinin yakın dostu olan Tursun’u çağırarak halkını ve malını ona teslim eder, kendisi
ordu toplayarak Kalmuk Hanı Acaan’la savaşmaya gider. Üç yıl kadar süren savaşı
kazanan Er Eşim, yurduna döndüğünde dostu olan Han Tursun’un kendisine ihanet ettiğini,
Kıpçak halkını kendi topraklarına sürdüğünü öğrenir. Er Eşim, hileyle Han Tursun’un
kalesine girer, ondan intikamını alır ve halkıyla birlikte eskiden yaşadığı Talas’a döner.
Eserin sonunda kahramanlık ruhu zayıflar, Er Eşim düşmanlarını yendikten sonra hayatının
kalanını halkının arasında hekimlik ve üfürükçülük yaparak geçirir.
Kuzuke ve Bayan Destanı, konusu bakımından hem lirik hem de epik nitelikler
taşır. Kazak, Altay, Başkurt ve diğer Türk boylarının sözlü edebiyatlarında da geniş
yer tutan bir anlatımdır. Kırgızistan’ın güney bölgesinde söylenen bu eser, Barpı
Alıkulov’un dikkatini çeker ve onun yeteneğiyle işlenerek yeni bir hâl alır. Bu eser
ilk olarak Barpı Alıkulov’un kızı Burulkan tarafından yazıya geçirilerek 1948
yılında Millî Bilimler Akademisi El Yazmalar Arşivine teslim edilir. Tezimizde ele
aldığımız bu destan, Barpı Alıkulov tarafından söylenmiş, Bekmuhamedova Nelya
tarafından hazırlanmış, Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev tarafından incelenmiş ve
Caştegin Turgunbayev tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır (Akmataliyev ve
diğerleri, 2007: 137).
Destanın olay örgüsü şöyledir: Birbirlerine komşu olan, birlikte göç edip, aynı yere
yerleşip barış ve dostluk içinde yaşayan Karabay ve Sarıbay adlı iki zengin bey vardır.
İleride akraba olabilmek için doğacak çocuklarını evlendirmeye karar verirler. Bir süre
sonra Karabay’ın Kozuke adını verdiği bir oğlu, Sarıbay’ın ise Bayan adını verdiği bir kızı
olur. Karabay erken yaşta ölür, kızını bir yetime vermek istemeyen Sarıbay sözünden
döner ve kızını alıp başka bir yere göç eder. Aradan zaman geçer, Kozuke yetişkin bir
9
erkek olur ve bu durumu öğrenir, Bayan’ı aramaya karar verir. Annesinin karşı çıkmasına
rağmen yola koyulur ve Sarıbay’ın köyünü bulur, Sarıbay’ın yanında çoban olarak işe
başlar, bir yandan da Bayan hakkında bilgi toplar. Bayan’ın anne ve babası kızlarını
Godolkul adlı bir gençle evlendirmeye karar verir. Kozuke, bu durumu Bayan’a anlatır ve
ailesinin köyde olmadığı bir gece buluşurlar. Buluştuklarını öğrenen Godolkul, Kozuke’yi
öldürür. Kozuke’nin ölümüne çok üzülen Bayan, Godolkul’dan intikam almak ister.
Evlenmeden önce gölde birlikte yüzmek istediğini söyleyip Godolkul’u göle yüzmeye
götürür. Godolkul gölde boğulup ölür, Kozuke olmadan yaşamak istemeyen Bayan da
kendini göle bırakır ve o da boğularak ölür.
Munduk ve Zarlık, Türk boyları içinde çok yaygın bir destandır… Kırgızlar
arasında sözlü olarak yayılan bu destan, 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın
başında Ufa, Orenburg ve Kazan şehirlerinde Arapça basılmıştır. Kırgızca
yorumlamaları Muratalı Kurenkeyev, Ümöt Moldo, Barpı Alıkulov ve Kaçkanak
Salibayev’den yazıya aktarılmıştır. Bunun dışında masal türündeki örnekler Bübü
Baysınova ve Nurdöölöt Samsaliyev’den yazıya geçirilmiştir. Bunların tümü Kırgız
Bilimler Akademisi tarafından oluşturulan halk edebiyatı eserleri toplama ve
araştırma heyeti tarafından halktan derlenerek el yazmaları bölümüne devredilmiştir
(Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 189).
halkından genç ve güzel bir kızla evlenir ancak yine çocuğu olmaz. Çançarkan
üzüntüsünden ölümü göze alır ve bir çukura girer. Çukurdaki kırkıncı gününde Hızır
Aleyhisselam gelir, halkına ziyafet verip yeni bir eş alırsa bir kızı bir de oğlu olacağını
söyler. Çançarkan’ın verdiği ziyafete gelen ve çok fakir bir adam olan Cobdur’un
Kançayım adlı kızını hana uygun görürler. Kançayım gördüğü bir rüyayı han ile evlenip bir
kız bir de oğlan çocuk dünyaya getireceği şeklinde yorumlar. Çançarkan, Kançayım’la
evlenir ve Kançayım hamile kalır. Hanın önceki altmış karısı Kançayım’ı çok kıskanır.
Kötü niyetli kocakarı Mastan, altmış tabak dolusu altın verirlerse Kançayım’ın çocuğunu
yok edeceğini söyler. Doğum sırasında ebelik yapan kocakarı Mastan, Kançayım’ın ikiz
bebeklerini saklar. Bu bebeklerin göğsü gümüşten, poposu altındandır ve perçemleri
vardır. Mastan, hanın karısının biri dişi diğeri erkek iki köpek yavrusu dünyaya getirdiğini
söyler, bebekleri de nehire atar. Kayıptan uzanan el, bebekleri nehirden kurtarır ve geyik
sütüyle besleyerek onları büyütür, bir geyik çocuklara annelik yapar. Çançarkan, karısının
köpek yavrusu doğurduğunu öğrenince çok öfkelenir, Kançayım’ı köpek yavrularıyla
birlikte ölsünler diye ormana gönderir. Çocukları pirler terbiye edip Şükürlük Dağı’na
bırakır. Çiltanlar, babasının yüzünü görmedi diye erkek çocuğa Zarlık, annesinin yüzünü
görmedi diye kız çocuğa Munluk adını koyarlar. Yetmiş yüzyıllık hünerleri öğrettikleri
Zarlık’a kırk kaplanın gücünü verirler. Munluk’a da otuz iki şehrin hünerlerini öğretirler.
Çançarkan bir gün ava çıktığında olağanüstü nitelikleri olan çocuklarıyla karşılaşır
ve oradan uzaklaşır. Çançarkan’ın Munluk ve Zarlık’ın kendi çocukları olduğunu anlayıp
kendisini cezalandırmasından korkan kocakarı Mastan, Zarlık’ı kandırarak erkek kardeşi
Munluk’un Külmöskan’ın şehrine gitmesini söyler. Munluk’u bu tehlikeli yolda Hızır
Aleyhhisselam koruyup kollar. Zarlık, ava çıkan Külmöskan’a rastlayınca ondan yardım
ister. Külmöskan, Zarlık’ı tanır ve ona atını, hanlık sarayını ve kızı Kuralay’ı verir. Zarlık
bir gün ava çıkar, av sırasında karşılaştığı karaca kılığındaki Kırk Çiltan Piri, babasına
gidip kendisini tanıtmasını söyler. Zarlık önce babasını, sonra Kırk Çiltan’ın koruduğu
annesini bulur. Munluk babasının yakalattığı kocakarı Mastan’ı öldürür, babasının önceki
altmış eşini de uzaklara sürer. Çançarkan, Kançayım’a yeniden nikâh kıyar, böylece hepsi
tekrar bir araya gelip mutlu bir hayat sürerler.
11
Kırgız halk biliminin farklı dönemlerinde Şırdakbek’in destan mı yoksa daha kısa
bir tür olan poema mı olduğu konusunda farklı görüşler ortaya konmuştur.
Şırdakbek adlı eserin iki varyantı olan I. Abdırahmanov ile Togolok Moldo’nun
yazıp bıraktığı örnekler Tarih ve Arşiv Enstitüsü El Yazmaları Bölümünde
korunmuştur. Togolok Moldo’nun söylediği varyant 1973 yılında yayımlanmıştır.
T. Sırdıkbekov ise Şırdakbek adlı bir dram kaleme almıştır (Akmataliyev ve
diğerleri, 2007: 245).
Tezimizde ele aldığımız bu destan, Togolok Moldo tarafından söylenmiş, Prof. Dr.
Abdıldacan Akmataliyev tarafından hazırlanmış ve Caştegin Turgunbayev tarafından
Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.
Çagayhan kadının bu açgözlülüğü ve nankörlüğüne çok kızar, kadına birçok kötülük eder
ve kocasına ihanet ettiği için en sonunda onu öldürtür. Çagayhan, Şırdabek’e durumu
anlatır, dost olmak istediğini söyler, böylece iki halk arasında barış olur.
Kıtay boyundan Karıpbay’ın oğlu olan Kocacaş, on beş-on altı yaşlarına geldiğinde
usta bir avcı olur. Kıtay halkından yirmi hanelik halk bölünüp Kocacaş’ın himayesinde
Talas’ın başında Karakol denen yere yerleşir ve Kocacaş’ın avcılığı ile geçinirler. Bir gün
Karakoco adlı bey bir mektup gönderir ve kızı Zulayka’yı beğeneceği bir yiğitle başlık
parası istemeden evlendireceğini haber verir. Haberi duyan bütün gençler Karakoco’nun
şehrine gider ancak Kocacaş altı aydır avdan dönmediği için bu durumdan haberdar
13
Kocacaş, Zulayka ile evlendikten sonra uzun süre ava çıkmayınca iyi beslenemeyen
halkı bu durumdan rahatsız olur. Düğünden bir yıl sonra Kocacaş üç gece arka arkaya aynı
rüyayı görür, rüyasını karısına anlatır. Rüyasında avlanmak için Ala Too’ya çıktığını ancak
avlayacak hayvan bulamayınca başka yerlere gittiğini, bir dağın başında sakince avlanan
otuz oğlak ile kırk keçi görüp tüfeğiyle hepsini vurduğunu, daha sonra bir kayanın
yamacında tek başına kaldığını, sonra dümdüz bir ovada tek başına namaz kıldığını görüp
korktuğunu söyler.
Kocacaş’ın rüya gördüğü gece Kayberen Sur Eçki de aynı rüyayı görüp Alabaş adlı
tekesine anlatır. Kocacaş’ın hepsini öldüreceğini, oradan kaçmaları gerektiğini söyler
ancak Alabaş buna razı olmaz, kendileri için en güvenli yerin Kara Ünkür adlı bu yer
olduğunu söyler.
Kocacaş; Kayberen Sur Eçki, Alabaş ve oğlaklarının yaşadığı Kara Ünkür’e gelir.
Önce oğlakları öldürür, ardından Alabaş’ı yaralayıp yakalar. Sur Eçki’ye nişan aldığında
keçi konuşur ve “Avcı, evlatlarımın hepsini öldürmüşsün, ben artık tek başıma nasıl
yaşarım, ben senin gerçek kayberen annenim, senden bir dileğim var, Alabaş’ı ver, yalnız
kalmayayım.” der. Kocacaş, Alabaş’ı vermeyi kabul etmeyince Sur Eçki kötülüklerinin
hesabını soracağını söyler. Sur Eçki’ye defalarca nişan almasına rağmen onu vuramayıp
barutu biten Kocacaş öfkelenir ve Alabaş adlı tekeyi de öldürür. Yanına gelen Kayberen
Sur Eçki, intikamını alıp onun ölümüne neden olacağını söyler. Kocacaş da Sur Eçki’yi
tüfek ya da ok kullanmadan yakalayacağına yemin eder.
14
Kocacaş, avladığı oğlakları ve Alabaş’ı alıp köyüne döner, halkına ziyafet vererek
onları sevindirir. Aradan bir zaman geçtikten sonra topal keçi Sur Eçki, Kocacaş’ın köyüne
gelir. Herkes, Kocacaş’ın onu avlamasını ister. Kocacaş, durumu karısına danışınca
Zulayka keçinin peşinden gitmemesini söyler ancak Kocacaş keçiyi öldürmeye yemin
ettiğini söyleyerek keçinin peşinden gider. Sur Eçki, Kocacaş’ı oldukça tehlikeli yerlere
götürür ve en sonunda Kocacaş’ı mahsur kalacağı sarp bir kayalığa çıkarır. Bu sırada
Karıpbay, Zulayka ve diğer akrabaları Kocacaş’ı aramaya gelirler, onu ulaşılması imkânsız
bir kayalıkta bulurlar. Kocacaş oradan inemediği gibi kimse de yardım etmek için oraya
tırmanmayı başaramaz. Kocacaş, doğacak çocuğuna Moldocaş adını vermelerini ve
tüfeğini ona emanet bıraktığını söyleyerek tüm akrabalarının önünde kendini kayalıklardan
boşluğa bırakır ve orada ölür. Tüm akrabaları acı ve çaresizlik içinde köyüne döner.
Bir süre sonra Zulayka bir erkek çocuk dünyaya getirir ve ona Moldocaş adını verir.
Moldocaş biraz büyüyünce çok iyi bir avcı olur ve babasının başna gelenleri öğrenir.
Babasının kemiklerini bulmaya ve Kayberen Sur Eçki’den intikam almaya karar verir,
annesini ve dedesini zorla ikna ederek yola çıkar.
Uzun bir kovalamacanın ardından Sur Eçki, babası için bunca zahmete katlanan
Moldocaş’ın kendisini yakalamasına izin verir. Onu, babasının öldüğü kayalığa götürür,
Moldocaş kayalığa kolayca tırmanarak babasının kemiklerini toplar ve gömer. Sur Eçki,
Moldocaş’a kendisini öldürmezse Aşayran adlı kızını ona vereceğini söyler ve onu bir
mağaraya götürür. Burada insan kılığında geyikler yaşamaktadır. Moldocaş, Aşayran ile
evlenmeyi kabul eder, gece orada kalırlar, sabah uyandıklarında yanında Aşayran’dan
başkası ve mağara yoktur. Bu duruma çok şaşıran Moldocaş, Aşayran’ı alıp köyüne döner,
olanları anlatır. Halkı hem Kocacaş’ın kemiklerini bulup gömdüğü hem de köyüne sağ
salim döndüğü için Moldocaş’ı kutlar. Bir toy düzenleyip Moldocaş ile Kayberen kızı
Aşayran’ı evlendirirler, böylece bir insan ile bir geyik kızı evlenmiş ve Sur Eçki ile
aralarında barış sağlanmış olur.
aktardığı hacimli bir nüshadır. Bu nüsha çok hacimli olduğundan eksiksiz nüsha
olarak nitelendirirlir. İkinci nüsha ise halk bilimi araştırmacısı Ibırayım
Abdırakmanov’un Kaydu adında yaşlı bir anlatıcıdan yazıya geçirdiği nüshadır.
Ibırayım Abdırakmanov, Mendirman Destanı’nın Bokkötön adlı büyük kopuzcunun
ezgisiyle söylendiğini belirtir. Bu destana ait halk nüshası Kırgız halk yazarı
Kasımalı Cantöşöv tarafından yayımlanmıştır (Akmataliyev ve Caynakova, 2009:
13).
Günün birinde büyücü bir kadın Adıl Han’ın aklını çeler ve Mendirman’ın karısı
Kanış’ın çok güzel olduğunu söyleyerek Adıl Han’ı onunla evlenmeye ikna eder. Büyücü
Kanış’ı da Adıl Han’la evlenmeye ikna eder. Aradan uzun bir süre geçer ancak Adıl Han,
Mendirman’ın karısıyla evlenemez. Adıl Han, kendisine yaptığı iyiliklerden dolayı
Mendirman’ı öldüremez fakat onu çok tehlikeli bir yolculuğa göndermek ister. Mendirman
olan biteni anlar ve Adıl Han’a sitem eder, bu durumu kabullenmez. Adıl Han, hatasını
anlar ve aklını çelen büyücü kadını ve kocası Mendirman’a ihanet eden Kanış’ı öldürtür.
Pişmanlığından dolayı kızı Bilerik’i Mendirman’la evlendirir ve tahtını ona bırakır.
Mendirman tahta oturmuş olsa da zorluk içinde yaşayan halkını aklından çıkaramaz. Adıl
Han’dan izin alır ve bir zamanlar kaçmak zorunda kaldığı yurduna çok sayıdaki askerle
birlikte güçlü bir kahraman olarak döner. Kırgız halkının bir kısmının açlıktan öldüğünü,
bir kısmının da göç ettiğini öğrenir ancak orada kendisini diğer kardeşlerinin hain
planından kurtaran en büyük ağabeyi Asıl’ı bulur. Dağılmış Kırgız halkını tekrar bir araya
toplayıp yurduna getirir ve ağabeyi Asıl’ı hanlık tahtına oturtur. Kırgız halkı da huzura ve
16
refaha kavuşmuş olur. Bir yıl sonra Adıl Han ölünce Mendirman hanlığın tek sahibi olur ve
güçlü ordusuyla Kalmuklara seferler düzenleyip düşmanlarını yener.
Eşimkul Menen Zuura Destanı, 1939 yılında Cumagül Naruzbayev tarafından yazıya
geçirilmiş, 7062 mısralık bir kahramanlık destanıdır. Destanın Latin alfabesi ile yazılmış
tek varyantı Kırgızistan’da El Yazmaları Arşivinde bulunmaktadır (Naruzbayev ve Çelebi,
2007: 13).
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nın ana konusunu çocuk sahibi olmak için mücadele
etmek oluşturur. Bunun yanı sıra Kırgızların yaaşntısında önemli yer tutan halk hekimliği,
evlenme ve doğum merasimleri, miras gibi sosyal konuları da ele alır. Destanda Karmış
adlı zengin bir bey vardır. Bu bey, iki oğlundan büyük olan Eşimkul’u evlendirip evinden
ayırır; küçük oğlu Köçörbay’a ise malını mülkünü bırakır. Karmış ölünce Köçörbay zengin
ve itibarlı bir bey olur, Eşimkul ise iyice fakirleşir. Köçörbay’ın üç eşinden altı oğlu
olurken Eşimkul ve karısı Zuura’nın iyice yaşlanmalarına rağmen çocukları olmaz.
Köçörbay’ın çocuklarından birini isteyip büyütmeye karar verirler ancak Köçörbay hiçbir
çocuğunu vermediği gibi bir de onlarla alay edip fakirliklerini yüzlerine vurur.
Eşimkul ve Zuura, çocuk sahibi olabilmek için perişan halde birçok memleket
dolaşıp çocuk sahibi olmalarına yardım edeceklerine inandıkları pek çok şeyh ve evliyaya
hizmet ederler ancak her seferinde aldatılırlar. En sonunda bir halk hekimine rastlarlar,
hekimin çeşitli otlardan yaptığı ilaçlarla tedavi ettiği Zuura hamile kalır ve altın kâküllü bir
çocuk dünyaya getirir. Hekim, çocuğun büyüdüğünde bir kahraman olacağını söyleyerek
ona Altın Kökül Genç Aydar adını koyar. Eşimkul ve Zuura çocuklarıyla birlikte
memleketlerine dönerler. Çocuk için öyle çok hediye gelir ki Eşimkul ve Zuura
zenginleşir. Altın Kökül, hızla büyür ve on altı yaşına geldiğinde Temirkan adlı hanın çok
korkutucu bir savaşçı olan Kan İçme Karaç adlı oğlunu ve iki devini yenmeyi başaran
kişiye kızı Aruuke’yi vereceğini duyar, ailesinden gizlice Temirkan’ın şehrine gider. Kan
İçme Karaç’ı yenip Sur Koyon adlı tulpar atını alır, Temirkan’ın şehrine gelir. Temirkan’a
17
oğlunu yenmeyi başardığını söyleyerek kızı Aruuke ile evlenmek ister. Temirkan, kızını
vermek istemeyerek Altın Kökül’ü devine öldürtmeye çalışır ancak Altın Kökül devi de
öldürür. Aruuke, Altın Kökül’ü görüp ona âşık olur, Temirkan da kızını verir ve Altın
Kökül’ü de oğlu olarak kabul eder. Altın Kökül, temirkan’ın verdiği çeyizle birlikte
Aruuke’yi alıp memleketine döner, düğün yapıp evlenirler. Altın Kökül, yurdunu
düşmanlardan koruyan bir kahraman olur; Aruuke, Eşimkul ve Zuura ile birlikte mutlu bir
hayat sürer.
Kırgızların atalarından kalan en büyük edebî mirası ve gurur kaynağı olan Manas
Destanı, dünya medeniyetinde de önemli bir yere sahiptir. Onu diğer eserlerden
ayıran en önemli özelliği hacminin büyüklüğüdür. Manas, çok varyantlı bir eserdir,
Manas üçlüsünün 86 varyantı bilinmektedir. Bu varyantların uzunlukları
anlatıcısının yeteneğine bağlı olarak birbirinden farklıdır. Sagınbay
Orozbakoğlu’nun varyantı 180.378 satırdan oluşurken Sayakbay Karalaev’in
varyantı 83.830 satırdır. Manas üçlüsü diye adlandırılan “Manas”, “Semetey” ve
“Seytek” ünlü Manasçı Sayakbay Karalaev’den 1930-1940’lı yıllarda 500.553 satır
olarak yazılmıştır (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 15, 16).
Manas’ı anlatmayı meslek edinmiş kişilere comokçu (masalcı) denir ancak 20.
yüzyılın başlarından itibaren bu kişiler Manasçı olarak anılmışlardır. Destanın bölümlerine
göre anlatıcılar Manasçı, Semeteyci gibi adlar da alırlar.
Manas Destanı, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yazıya geçirilerek kitap
olarak basılmış, yabancı dillere çevrilmiştir. Bu konuda, Kazak bilgin Çokan
Valihanov ve Rus bilgin Wilhelm Radloff’un eserleri önemli yer tutar. W. Radloff,
Manas Destanı’yla ilgili ilk derlemeyi Kırgızistan’ın güneyinde yaşayan bir
Manasçıdan 1869’da yapmıştır. Bugün Manas metinleri, bilimsel olarak kısaltılmış
metinler hâlinde İngilizce, Çince, Almanca, Japonca gibi farklı dillerde
yayımlanmıştır. Manas’ın tüm dünyada değerli bir eser ve bir kültür mirası
olmasının en önemli göstergelerinden biri 1995 yılının UNESCO tarafından Manas
Yılı ilan edilmesidir (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 18).
18
Cakıp Bey, elli yaşına gelmesine rağmen ilk eşi Çıyırdı’dan da ikinci eşi
Bakdöölöt’ten de çocuğu olmaz. Cakıp Bey ve iki karısı bu duruma çok üzülür ve sürekli
olarak üzüntülerini dile getirirler. Bir gün Cakıp Bey ve karıları rüya görürler. Çıyırdı,
rüyasında bir elma yiyip hamile kaldığını, sonra bir ejderha doğurup ona at gibi bindiğini
görür. Cakıp Bey, rüyasında olağanüstü özellikleri olan bir akdoğan görürken Bakdöölöt
de rüyasında olağanüstü özellikleri olan bir ala doğan görür. Cakıp bir toy düzenleyip
ziyafet verir ve kendisiyle karılarının rüyalarını âlimlere anlatır, âlimler hepsinin rüyasını
çocukları olacağına yorar.
İki yıl sonra Çıyırdı hamile kalır ve kaplan yüreğine aş erer, iki kaplanın yüreğini
yiyince aş ermesi geçer. Dokuz ay sonra çok iri ve güçlü bir bebek dünyaya getirir.
Çocuğun doğumu şerefine Cakıp Bey çok büyük bir toy düzenleyerek ziyafet verir.
Âlimler çocuğa verecek ad bulamazlar, birden bire beliren bir derviş çocuğa Manas adını
verir.
Manas sekiz yaşına geldiğinde çok güçlü fakat şımarık, söz dinlemez bir çocuk olur;
halkın malına mülküne zarar verir. Halk, onun başlarına bela açmasından korkar. Cakıp,
biraz uslanıp olgunlaşması için Manas’ı Oşpur adlı çobanın yanına altı ay uşaklığa verir.
Manas koyunları otlatırken bir kurt gelip kuzulardan birini kapıp kaçar. Manas kuzunun
kanından iz sürüp bir mağaraya gelir. Orada kanatlı atlar ve insana benzemeyen kırk kişi
görür. Üstelik kurt ortalıkta yoktur ve kuzusu sağ salim orada durmaktadır. Kırk varlık,
Manas’ı İslâm’a ve Allah’a inanmaya çağırır.
Bir süre sonra Cakıp Bey, Manas’ı alıp köyüne dönerken Cakıp’ın atlarını alan
Kalmuklarla karşılaşırlar. Manas, babasına saldıran bir Kalmuk’u öldürüp babasını kurtarır
ancak Cakıp, Kırgızların Kalmuklar karşısında çok zayıf olduğunu, Manas’ın da henüz
onları yenecek güçte olmadığını söyler. Bu sırada Kırk Çiltan, Manas’ın gözüne görünür
ve gözlerini kapatmasını söyler. Manas yanında demir zırh giymiş çok sayıda asker görüp
bunların kim olduğunu sorunca Kırk Çiltan, hepsinin Manas’ın yardımcısı olduğunu
söyler. Manas gözlerini açtığında etrafta kimseyi göremez ancak kendisini artık daha güçlü
ve daha cesur hisseder.
Kalmuklar intikam almak için Cakıp’ın şehrini sararlar, Cakıp bütün dostlarına haber
gönderip yardım ister. Kalabalık Kalmuklar, Bey Cakıp’ın at sürüsünü ele geçirmek
20
isteyince Mançulu Kalmuklar buna karşı çıkar ve aralarında dövüş başlar, birbirlerini
öldürürler. Birlik olan Kırgızlar, Kalmuklara saldırıp yardım isteyen Mançulu Kalmukları
kurtarırlar, onları da aralarına alarak daha güçlü hâle gelirler.
Çin padişahı Esenkan, çok zengin bir bey olan Cakıp’ın oğlu Manas’ın Pekin’e
saldıracağını duyar. Duyduklarının gerçek olup olmadığını öğrenmeleri için Kırgızlara
birçok değerli hediyeyle birlikte elçiler gönderir. Elçiler yolda arkadaşlarıyla ordo oyunu
oynayan Manas’a rastlarlar. Manas, elçilerden develerini oyun oynadıkları yerden
çekmelerini söyleyince Çinliler çocuğu azarlarlayıp ona meydan okurlar. Manas öfkelenip
onlara saldırır ve elçilerin amirini öldürür, kırk beş deve yükü hediyeye el koyar.
Bey Cakıp olan biteni öğrendiğinde çok endişelenir. Pekin’in çok güçlü olduğunu,
onlarla savaşan kimsenin sağ kalmadığını söyler. Diğer taraftan Neskara adlı Çinli
komutanın kendisiyle konuşan atı Neskara’ya Cakıp’ın mallarını ele geçirip oğlu Manas’ı
öldürmesini söyler. Neskara, altı bin askerle yola çıkar. Cakıp’ın düşmanları tarafından
uzaklara sürüldüğü için uzun yıllardan beri görmediği ağabeyi Bay, olan biteni tesadüfen
öğrenir ve Cakıp’a haber verir. Cakıp, tüm dostlarından asker toplamaya başlar. İki ordu
savaşınca Kırgızlar, Çinlileri yener. Çinli komutan Neskara kaçar, kalan altı binden fazla
askeri af dileyip Manas’a tâbi olur.
Manas on dört yaşına geldiğinde abdest alıp namaz kılanların olduğu bir kervana
rastlar, ne yaptıklarını sorar. Aykoco adlı bir ihtiyar ona Hz. Muhammet’i İslâmiyet’in
gereklerini anlatır, “Gaza için hazır ol, Peygamberin verdiği emaneti al.” diyerek bir tüfek
verir.
Çin padişahı Manas’ı öldürmeleri için on bir elçi gönderir, Manas onları yakalayıp
gözlerini oyar, kulak ve burunlarını keser hatta atlarının kahkül ve kuyruklarını da kesip
elçileri geri gönderir. Böylece Çin hükümdarına üstünlüğünü gösterip meydan okur.
Manas yanına aldığı seksen dört kişiyle uzun bir ava çıkar. Ava çıkan gençler
günlerce avlanamaz ve aç kalırlar. İçlerinden biri atını kesmeye cesaret ederse o kişiyi
kendilerine han seçmeyi teklif ederler, böylece karınlarını da doyurmayı düşünürler. Manas
cesaret gösterip atı Akkula’yı kesip arkadaşlarını doyurunca diğerleri tarafından han ilan
edilir. Avlanmak için uzak yerlere giden Manas ve arkadaşları Çin hükümdarı Esenkan’ın
21
askerleri ile karşılaşıp onları yenerler, atlarını ve kürklerini ganimet olarak alırlar.
Yurtlarına döndüklerinde Manas tüm halkını ve komşularını davet ederek büyük bir ziyafet
verir. Cakıp Bey, gelen herkesi Müslüman olmaya çağırır. Çinlilerle hep birlikte mücadele
etmezsek onlar bizi yok edecek, der. Altaylılar, Kangaylılar, Mançulular, Tırgotlular,
Kazaklar ve Kırgızlar; Çinlilere karşı güçlü olabilmek için birleşip Manas’ı kendilerine han
seçerler. Cakıp Bey, ilk defa bir araya gelen doksan altı bin kişiye ziyafet verir.
Boston Destanı, hacim bakımından Kırgız destanları içinde önemli bir yere sahiptir.
Boston Destanı’nın El Yazmaları Arşivinde sadece bir varyantı bulunmaktadır. Bu
varyant, Akmat Toktogulov’dan 1985-1987 yılları arasında derlenerek arşive
alınmıştır. Akmat Toktogulov, destanın ön sözünde diğer pek çok Kırgız destanı gibi
Boston’u da babasından dinlediğini, okuma-yazma bilmeyen babasının anlattığı bu
destanları derlemediği için pişmanlık duyduğunu ifade eder (Akmataliyev ve
Kadırmambetova, 2009: 17, 18).
Destan Karaça Dulay halkının hanı Buuba’nın çocuksuzluğu ile başlar. Han Buuba
yaşlandığını düşünür ve halkına üzüntüsünü anlatır, tüm halk Buuba Han’ın çocuğu olması
için dua eder. Gökyüzünde beliren beyaz bulut ikiye ayrılır ve arasından çıkan ak sakallı,
halkın duasına “Âmin, çocuk sahibi ol.” der. Buuba Han sevinip adak adar. Kısa süre sonra
Buuba Han’ın eşi Kanışa hamile kalıp aş erer; Buuba Han, tay ve kısrak kesip toy
düzenler. Kanışa, kayberen yüreğine aş erer; ayı ve kurt yüreği yese de aş ermesi geçmez,
kaplan yüreği yiyince geçer. Kanışa’nın doğum sancıları başladığında otağına ak saçlı yaşlı
bir kadın gelir. Umay Ana olduğu ifade edilen bu kadın, Kanışa’nın doğumuna yardım
eder ve sonra yok olur. Kanışa, biri kız biri erkek ikiz çocuk dünyaya getirir. Buuba Han,
çocuklarına ad vermesi için Hüda’ya yalvarır, gökteki bulutlar yere iner ve içinden Hızır
Aleyhisselam gelir. Erkek çocuğuna güçlü ve cesur bir savaşçı olacağı için Boston, kız
çocuğuna da aklı herkesten fazla olduğu için Karaçaç adını vermesini söyler ve kaybolur.
22
Bir zaman sonra Karaboz, Boston’a kendisi burada huzur içinde yaşarken yurdunun
düşman tarafından yok edildiğini ve geri dönmesi gerektiğini söyler. Boston yurduna
dönerken geçtiği tehlikeli yollarda Aykan ve Künkan adlı hanlara rastlar, onların kızlarıyla
da evlenir, erkek çocukları olmayan bu hanlar Boston’u oğulları olarak kabul edip
tahtlarını ve hanlıklarını ona verirler.
alarak yerine kızının geçmesini ister; ona adil, dürüst ve tok gözlü olması yönünde öğütler
verir.
Katıran iyice yaşlanır ve ölmeden önce kızının evlendiğini görmek ister. Darıyka
babasının bu isteğini kabul eder ancak kendisini güreşte yenebilecek biriyle evleneceğini
söyler. Bir süre sonra Katıran ölür, Darıyka bir süre yas tutar. Darıyka’nın pehlivanlığı ve
adaletiyle ilgili şöhreti dünyaya yayılır, herkes ondan “kaplan” diye söz eder. Darıyka,
kendisiyle evlenmek isteyen tüm yiğitlerle güreşeceğini, kendisini yenecek kadar güçlü
biriyle evleneceğini duyurur. Pek çok yerden yiğitler onunla güreşmeye gelir fakat Darıyka
hepsini yener. Kendine denk bir eş adayı bulamadığı için üzülür. Danışmanının önerisi
üzerine Arabistan’daki Hz. Ali’ye de ulaşması için bir davet mektubu yazar ve bütün
ülkelere gönderir. Güreşte kendisini yenebilen yiğitle evleneceğini ancak yenemeyeni
öldüreceğini söyler. Mektup, Hz. Muhammet’e ulaşır. Hz. Ali durumu Hz. Muhammet’e
danışır, Hz. Muhammet Darıyka’nın ününü bilir ve Hz. Ali’ye gitmemesini, yenilirse kötü
olacağını söyler. Hz. Ali, Kız Darıyka’nın kendisine meydan okumasını gurur meselesi
yapar ve tek başına yola çıkıp Semerkant’a gider. Darıyka ile Hz. Ali günlerce güreşirler
ancak birbirlerini yenemezler. Darıyka, Hz. Ali’nin kendisine denk olduğunu anlar ve
onunla evlenir, Kıpçak halkının yeni önderi Hz. Ali olur. Darıyka hamileyken Hz. Ali’ye
Hz. Muhammet’ten onu memleketine çağıran bir mektup gelir. Hz. Ali doğacak çocuğa
Şaysılda adını vermesini söyleyerek Kız Darıyka’ya veda eder ve memleketine döner.
Şaysılda zorlu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Bir grup çocuğun güreştiğini
görür ve güreşe katılmak için izin ister. Güreşen çocuklar kardeşleri, izin istediği kişi de
babası Hz. Ali’dir fakat Şaysılda bunu bilmez. Önce Hasan, sonra da Hüseyin’le güreşen
Şaysılda ikisini de yener. Hz. Ali oğullarını yendiği için Şaysılda’ya öfkelenir ve ona
meydan okur, Şaysılda güreşte babasını da yener. Şaysılda, Hz. Ali ve Darıyka gibi
yenilmez iki pehlivanın çocuğu olduğunu söyleyince Hz. Ali, çocuğun kendi oğlu
olduğunu anlar, Şaysılda’ya ağabeylerinden özür dilemesini söyler. Babası ve ağabeylerine
25
el kaldırdığı için utanan Şaysılda oradan kaçar. Yerin yarılıp kendisini saklaması için
Allah’a dua eder. Kaçarken kapısı olmayan bir mağara belirir ve Şaysılda mağaraya girince
yer yarılıp onu içine alır. Evlat acısına dayamanayan Darıyka ve Hz. Ali günden güne
güçsüzleşir ve ölür.
Kız Darıyka Destanı, diğer destanlardan farklı olarak mutsuz şekilde sona erer.
Alimanov, destanı eksiksiz olarak yazdığını belirtir ve kimsenin evlat acısı çekmemesi
dileğinde bulunur.
Destana Er Soltonoy adı verilmesine rağmen olaylar Temirkan ve Bolotkan adlı iki
kardeş etrafında geçmektedir. Destan onların doğumlarıyla başlarken Soltonoy sadece bu
iki kardeşin en iyi komutanlarından biri olarak aktarılır. Bu durum, Soltonoy karakterinin
destana sonradan ilave edildiğini düşündürmektedir.
Kırgız hanlarından biri olan Colborskan’ın kırk yaşına kadar çocuğu olmaz. Bir süre
sonra karısı Gülaypa hamile olduğunu ve zehirli yılana aş erdiğini söyler. Dokuz ay on gün
sonra Gülaypa çok iri ve güçlü bir çocuk dünyaya getirir, ona Temirkan adını verirler.
Temirkan dört yaşına geldiğinde Gülaypa tekrar hamile kalır ve kartal etine aş erer.
Dünyaya getirdiği ikinci erkek çocuğa Bolotkan adını verirler.
İki kardeş hızla büyür; heybetli, dik başlı, güçlü ve cesur birer yiğit olur. Bir gün iki
kardeş halk içinde oturan Colborskan’a gelip Kalmuklarla savaşmaya gitmek istediklerini
26
Kırgızların Çınabat şehrinde yaşayan bir tüccar, Kalmuk pazarından mal almaya
gittiğinde bütün olanları anlatınca bu sözler, Kalmuk Hanı Korgoş Han’ın kulağına kadar
gider. Korgoş Han, 45 bin asker toplayıp Kırgızlara baskın yapmaya karar verir. Diğer
yandan Temirkan, babasından cesur savaşçılardan oluşan 3 bin kişilik bir ordu
hazırlamasını ister. Üç bin kişilik ordu, kırk yiğitle birlikte ihtiyar Karatal komutasında
düşmana doğru yola koyulur. Kalmuk ordusunu uzaktan gören Karatal, Togay Han’a haber
gönderip yardım ister. Togay Han, bin kişilik bir ordu gönderir. İki ordu bir ovada savaşır,
Kırgızlar Kalmukları bozguna uğratır. Savaşta sağ kalıp kaçmayı başaran Kalmuk askerleri
Talas’a gelerek güçlü Kırgız ordusunun onları yok etmek için geldiğini söyler, Kalmuk
halkı Çüy’e doğru kaçar.
Savaşta ölen bir Kalmuk beyinin kızı olan Orolkan, Kalmuk hanlarından ikisine
mektup yazarak savaşmalarını, hangisi kazanırsa onunla evleneceğini söyler. Orolkan
aslında Temirkan’a âşık olmuştur, amacı Kalmukları birbirine düşürüp yok olmalarını
sağlamaktır. İki Kalmuk hanı Çüy Ovasında savaşır ancak bir süre sonra Orolkan’ın
kendilerine oyun oynayıp Temirkan’a kaçtığını öğrenirler ve Kırgızlara karşı tekrar birlik
olurlar. Temirkan, beş bin kişilik bir ordu ile Çüy Ovasındaki Kalmuklara bir gece baskın
düzenler ve birçok Kalmuk’u öldürüp ganimet alır. İhtiyar Karatal, Kalmuk ordusunun çok
kalabalık olduğunu, onları yenemeyeceklerini ancak hanlarını öldürürlerse Kalmukların
dağılacağını söyler. Bir gece Kalmuk Hanı Tülömöt’ün çadırına gizlice giren Kırgız
yiğitleri hanı öldürür, Cediger’in boyunduruğunu kabul etmeyen Kalmuk halkı dağılır.
Cediger Han, ordusunu toplayıp Kırgızlara tekrar saldırır ancak yine yenilgiye uğrar.
Madılbek, Temirkan ve Bolotkan’a dostmuş gibi davranarak kırk yiğidin arasına katılır ve
hepsinin güvenini kazanır. Bir gün Madılbek, yılkıcıları toplayıp getirmeye gittiğini;
Temirkan ve Bolotkan ile buluşacakları yeri söyleyip gider. Oysa Uyulkan’dan aldığı 40
bin kişilik ordunun başına geçip iki kardeşi tuzağa düşürecektir. Buluşacakları yere gelen
Madılbek, kırk yiğidin sarhoş olup sızdığını görünce Temirkan ve Bolotkan’ı yılkıları
göstermek bahanesiyle tuzağa düşürerek esir alır. Dokuz gün sonra uyanan kırk yiğitten
Soltonoy bir terslik olduğunu anlar, Madılbek’in peşine düşer. Soltonoy önderliğindeki
kırk yiğit kırk bin kişilik Kalmuk ordusuyla birçok defa savaşır, onlara büyük kayıplar
verdirir ancak onları yenemeyeceklerini anlayınca yaralı ve bitkin olarak şehirlerine döner.
Uyulkan, Temirkan ve Bolotkan’ı öldürmek için defalarca asar ancak her seferinde
darağacı yıkılır, onları silahla vurmak ister ancak iki kardeşe de kurşunlar işlemez. Bunun
üzerine açlıktan zayıflayıp kendi kendilerine ölsünler diye onları bir hendeğe kapatır. Her
yerde onların öldüğüne dair haberler yayılır. Colborskan, yıllar önce karısı Gülaypa ile
evlenebilmek için Gülaypa’nın babasını öldürmüştür. Gülaypa’nın kin tutan kardeşleri
Temirkan ve Bolotkan’ın öldüğü haberini alınca bu durumu fırsat bilip kırk yiğide tuzak
kurup düzenledikleri toyda onları sarhoş edip yakalar ve Colborskan’ın savunmasız kalan
şehrini ele geçirirler. Colborskan’ı öldürüp Gülaypa ve gelini Orolkan’ı Çınabat’tan
kovarlar.
Türkler, uzun yıllar boyunca yarı göçebe bir toplum olarak yaşamışlardır. Tüm
toplumlar gibi Türkler de göçebe yaşadıkları dönemlerde ekonomik ve günlük
ihtiyaçlarının yanı sıra inançlarının etkisiyle hayvanlarla yakın ilişki kurmuşlardır. Bu
ilişki ilk olarak yaşadıkları çevredeki yabani hayvanları avlayarak başlamıştır. Türk
tarihinin en eski dönemlerinden itibaren avcılığın Türkler arasında beslenme, geçim ve
spor amacıyla yapıldığı bilinir.
İnsanlık tarihi kadar eski olan avcılık, başlangıçta insanların yabanî hayvanlardan
korunmak, karınlarını doyurmak amacıyla daha sonraları ise bu temel sebepler
yanında geçimlerini sağlamak, eğlence, spor amaçlı olarak yaptıkları bir iş, bir
uğraştı. Türk tarihinin en eski dönemlerinden itibaren avcılığın Türkler arasında
da beslenme, geçim ve spor amacıyla yapıldığını Türk dilinin en eski
metinlerinden öğrenmekteyiz. Tonyukuk Yazıtında “kiyik yiyü, tabışkan yiyü
olurur ertimiz. (yaban hayvanları yiyerek, tavşan yiyerek yaşıyorduk.)”
cümlesinde Türklerin geyik (yabanî hayvanlar / av hayvanları) ve tavşan
avladıklarını, onların etlerini yediklerini öğreniyoruz (İlhan ve Şenel, 2008).
Türkler, ormanda yaşayan vahşi hayvanların yanı sıra balıkları ve eti yenebilen
kuşları da avlamışlardır. Avcı kuşlar olan doğan, kartal, atmaca ve şahini eğiterek
avlanmayı kolay hâle getirmişlerdir.
İnsanlara zevk vermesi için süs balıklarının ve güzel sesli kuşların beslenmesi,
Türklerin hayvanlara olan sevgisinin ortaya koyan bir başka gerçektir.
Türk kültüründe hayvanlarla ilgili bir başka unsur ise hayvan adlarının insanlar için
sıfat olmasıdır. İnsanlar; kişilik özelliklerine göre bazı hayvanlarla özdeşleştirilirler ve
aslan, kaplan, kurt, tilki, atmaca, kuzu, keçi, tavşan gibi olumlu ya da olumsuz anlam
yüklenmiş sıfatlarla anılırlar. Bu konuda dikkat çekici bir başka durum ise insanlara
hayvan adlarının verilmesidir. Doğan, Şahin, Kartal, Aslan, Buğra gibi hayvan isimleri
gücü, cesareti, heybetli oluşu simgeledikleri için insanlara ad olarak verilir.
31
Tarih boyunca Türkler hayvan adlarını şahıs adı olarak kullanmışlardır. Şahıs adı
olarak kullanılan hayvanlar, Türklerin günlük hayatında yer alan at, boğa, buğra
ve koç gibi hayvanlar olabileceği gibi, mitolojik bakımdan önemli olan kurt ve
geyik gibi hayvanlar da olabilmektedir. Ayrıca günlük hayatlarında ve
mitolojilerinde çok fazla yer almayan aslan, kaplan gibi hayvanların adları da
çevikliği ve gücü sebebiyle şahıs adı olarak kullanılabilmektedir (Karadoğan,
2003).
32
33
Kırgız Türkleri de geçmişte diğer Türk boyları gibi göçebe bir yaşam sürmüştür.
Hatta günümüzde hâlâ atlı-göçebe kültürü devam ettiren Kırgız toplulukları olduğu
bilinmektedir. Göçebe bir toplum olarak yaşamanın ilk kuralı, yaşanılan çevreyle uyumlu
olmak ve o coğrafyayı sevip korumaktır. Kırgızların yaşadığı coğrafya birçok hayvan
türüne ev sahipliği yapmaktadır ve doğal olarak bu hayvanlar o bölgenin kültürünün temel
taşlarındandır.
“Eski Kırgız anlayışına göre, insan-hayvan-tabiat üçgeninde bir şuurlu yaratık olarak
insana belli bir üstünlük verilir. Yalnız insanın o üstünlüğünü tabiat dengesini
bozmayacak, sınırları aşmayacak şekilde kullanması icap eder” (Cumakunova, 2007).
Kırgız kültüründe evcil ve vahşi birçok farklı türden hayvan yer alır. Günlük
yaşantılarındaki beslenme, giyinme gibi birçok ihtiyacını hayvansal ürünlerden karşılayan
Kırgızlar, ulaşımda da hayvan gücünü kullanırlar. Şamanist bir temele dayanan Kırgız
kültüründe hayvanlara birçok mitolojik anlam yüklenmiştir. At, geyik, ayı gibi hayvanların
hayvan-ata anlayışıyla kutsallaştırıldığı görülür.
“Mitoloji; insanlık tarihinde uzun bir dönem tanrı olarak kabul edilmiş hayvanların
motifleri yönünden son derece zengin bir kaynaktır... Sonuçta her kültürün mitolojisinde,
hayvanların değişik biçimlerde ve oranlarda da olsa mutlaka yer aldığı görülür” (Armutak,
2002).
Avcılık ve hayvancılıkla geçinen Kırgızlar; at, deve sığır, koyun gibi evcil hayvanları
beslemişlerdir. Etinden ve derisinden faydalanacakları hayvanların yanı sıra kendileri için
tehlikeli olabilecek hayvanları da avlamışlardır.
Eğitilmiş tazı ve sungur, saklanan yabani hayvanı yerinden çıkartmak için salınır.
Sungur, göl civarından kuğu, kaz ve ördek avlamakta, tazı ise tepelerden dağ
koyunu, dağ keçisi ve geyik avlamakta kullanılır. Av hayvanı olarak bunların
sıkça tekrarlanması, bunların iyi avlar olduğunu gösterir. Av hayvanları arasında
bökön (bir karaca cinsi), maral (dişi geyik), arkar (dağ koyunu), kulca (dağ koçu),
geyik eti için; kara samur, kunduz, cambı kürkü için avlanan hayvanlardır. Kulan
(yabani eşek) ise tazının beslenmek için avladığı hayvandır ( Kaya, 2009).
34
Kırgızların kültüründe kurban, İslamiyeti kabul etmelerinden önce de çok önemli bir
yer tutmaktadır. At, koyun, deve, sığır gibi hayvanların kurban edildiği görülür.
Hayvancılık Kırgızların hayatında çok önemli bir yer tutar. Bundan dolayı koyun,
inek, keçi, dağ keçisi, dişi dağ koyunu, dağ koçundan alınan bir kemik olan aşık
ile oynanan oyunlar da “aşık, çükö, ordo…” gibi çeşitli şekillerde ve isim altında
eğitim ve eğlenceye ortam hazırlamıştır… Çok önem verilen aşık oyununda,
zaman zaman kabileler arasında anlaşmazlık sonucu savaşların çıktığı bile
görülmüştür (Atabey, 1998).
Diğer Türk boyları gibi Kırgızlar da göçebe yaşantıları gereği iç içe yaşadıkları
hayvanların adlarını çocuklarına ad olarak vermişlerdir. Dünyaya gelen çocuğun kendisine
adı verilen hayvan kadar güçlü, cesur, heybetli olacağına inanmaları ya da olumsuz nitelik
taşıyan kişilerin bu özelliklerini belirtmek istemeleri bu durumu ortaya çıkarmıştır.
Koruyucu adlar: 1. Kötü ruhları dahi korkutan kudretli hayvanların adları yahut
bunlarla sıkı ilişki gösteren adlar. Bunların bir kısmı belki totemistik kökenlidir.
Alp Börü, Börü (Börü yavrusu, küçük börü), Bürktür Batır (Kartal gibi kuvvetli
yiğit),Er Bagış (Ceylan gibi er), Koyon Han (Tavşan han)… Destanda bu gruba
aldığımız isimlerin bir kısmının totemistik veya ruhları korkutan adları olmayıp
göçebe hayatta hayvanlarla iç içe geçen yaşantının sonucu kültürel geçmiş isimleri
olduğu anlaşılmaktadır… 2. Hor görülen hayvanların adları: Aganday (ayı gibi),
Çaganday ( Çıyan gibi), Kaman (Domuz), Karagaday (Karga gibi, küçük bebe)…
Bunlardan Aganday, Çaganday isimlerine sahip olan kahramanlar, destanda
olumsuz karakterdedir. Dolayısıyla isim-ruh bağlantısı sebebiyle bu adların
verildiği düşünülebilir. Diğerlerinde ise yine kötü ruhları aldatma amacı hâkim
olabilir (Yıldız, 1998).
35
“Bazı hayvanların koruyucusu olan ruhlarla ilgili Manas Destanı'nda çeşitli bilgilerle
de karşılaşırız: Oysul Ata, develerin; Kayberen, dağlı geviş getiren hayvanların; Babedin
(Bahaeddin Nakşıbendi), sığırların koruyucu ruhudur” ( Kaya, 2009).
“Manas Destanı'nda yırtıcı avcı hayvanlardan ayı, kaplan, vaşak, pars, küdörü
(büyükçe tilki), kahramanların kuvveti, cesareti ve fizikî yapısını ifade etmede benzetme
unsuru olarak kullanılırlar. Bu hayvanların ruhunun, onu avlayan avcılara geçtiğine
inanılması, av kültüyle ilgili yaygın inanışlardandır” ( Kaya, 2009).
5.1. At
5.1.1.Genel özellikleriyle at
Atgillerden; binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan otçul bir
hayvandır. Evcilleri olduğu gibi sürüler hâlinde yaşayan yabani atlar da vardır. Erkeğine
aygır, dişisine kısrak, yavrusuna tay, yumurtaları çıkarılıp iğdiş edilmiş olana da beygir
denir. Küçük başlı ve kısa kulaklıdır. Yelesi ve kuyruk ucu uzun kıllıdır. Ömrü yirmi ila
otuz yıldır. Otla beslenen atlar, geviş getirmez. Üçüncü parmakları geniş bir tırnakla
çevrilmiş olup “ toynak” adını alır, bunun üzerine basarak yürür. Atlar ayakta uyurlar ve
uyurken yere hiç düşmezler çünkü bacak kemiklerinin kilitlenebilme özelliği vardır.
36
Evcil atlar, tahminen dört bin yıldan beri insanlara hizmet etmektedir.
Evcilleştirilmiş atların birçok soyu vardır. Yük çekme ve taşıma atları, kalın bacaklı, iri
cüsselidir. Binek ve yarış atları ince uzun bacaklıdır. Saatte 60-70 km hızla koşanları
vardır. Atlar tüy renklerine göre ak, akçıl, kır, al, geyik kırı, çil yeşil, doru gibi çeşitli adlar
alırlar. Arap atı; çok dayanıklı, mükemmel bir binek ve yarış atıdır. İngiliz atı, iyi bir
binek ve yarış atıdır. Özellikle yarış için yetiştirilir. Arap atından daha uzun bacaklıdır.
Midilli atı; küçük, sakin ve dayanıklı bir at çeşididir. Keçi veya koç iriliğindedir. Çocuklar
için iyi bir binek hayvanıdır.
Göçebe bir yaşam süren Türklerin yaşantısında at, bir insanın en değerli
varlıklarındandır. Hayatın her alanında vazgeçilmez bir öneme sahip olan at; savaşçının en
önemli silahı, en güvenilir dostudur.
Destanlardaki alp kişi destan içindeki kaderini sahibi bulunduğu atla birlikte
yaşar. Destan kahramanının yanında bulunan at, bütün Türk destan rivayetlerinde
olağanüstü özelliklere sahip olarak su ruhundan türer. Türkler, atların denizden
çıkan, dağdan inen ya da gökten, rüzgârdan, mağaradan gelen kutsal aygırlardan
türediğine de inanırlardı (Yardımcı, 2007: 58).
Atların mitolojik en ilkel şeklini Yakut, Tuva, Başkır, Altay ve diğer Türk
halklarının epik eserlerinde görmek mümkündür. Yakutlar arasında anlatılan
efsaneye göre at gökteki tanrıların buyruğu ile yerdeki adamlara (kahramanlara)
hizmet etmesi için gökten gönderilmiş ve Ürün Ay Toyon adlı tanrı tarafından
insana verilmiş kutsal bir hayvandır. Bunlar, kahramanı en kanlı savaşlarda
37
koruyarak can yoldaşı gibi hizmet eder. Yenilmezliğe, yorulmaz güce, adam gibi
akla ve konuşma özelliğine sahiptirler. Bunların doğumları da bazen destan
kahramanlarının doğumlarına benzer. Yani insan gibi doğarlar (Karadavut, 2010).
Göçebe bir hayat süren Türkler, kendilerini ve eşyalarını taşımak için ulaşım aracı
olarak atı kullanmışlardır. Tanrıya kurban edilen en önemli hayvan olarak büyük bir
kutsiyet taşır. Eti, sütü, sütünden elde edilen ve Türklere has bir içki olan kımız göz
önünde bulundurulduğunda atın Türklerin beslenme zincirinin önemli halkalarından biri
olduğu açıkça görülür. Türklerin yaşantısında avcılık önemli bir yere sahiptir ve avcının
ava çıkarken yanına alacağı ilk şeylerden biri de atıdır.
“Atı ilk olarak Türkler ve Moğollar gibi Asyalı kavimlerin evcilleştirdiği çoğu
araştırıcılar tarafından kabul edilmektedir. Türklerin de yaşadığı topraklar, atın ilk
evcilleştirildiği yer olarak bilinmektedir. Bu topraklarda sekiz bin yıl öncesine ait evcil at
kemiklerine rastlanmıştır” (Karadoğan, 2003).
5.1.3.Kırgız destanlarında at
Kırgız destanlarında en çok yer verilen hayvan attır. Kırgızların yaşantısının her
alanında kendine yer bulan atın destanlarda en çok sözü edilen hayvan olması oldukça
doğaldır. Destan kahramanının en önemli varlığı atıdır. At; sahibine güç ve cesaret veren,
zaman zaman onunla konuşan, engelleri aşmasına yardım eden sadık bir dosttur. Aynı
zamanda halkın yaşantısında ulaşımı sağlayan, eti ve sütüyle beslenmede önemli yere sahip
bir hayvandır.
38
Kırgız destanlarında kahramanlarıyla bir bütünmüş gibi söz edilen atların özel adları
vardır. Bu adlar, atların niteliklerine göre seçilmiş anlamlı ifadelerdir.
Er Eşim Destanı’nda Tügölbay’ın atının adı Şarp Kula’dır. Bu at bir savaş atıdır.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda, Sanam eşi Karabay ölünce eşinin atını oğlu
Kozuke’ye verir. Bu atın adı Ak Celke’dir.
39
Aynı destan metninde Aralbay adlı beyin “Konkul Coo” adlı atından da söz edilir.
Şırdakbek’in atı Boz Corgo, uçan bir kuş kadar hızlı, sadık ve güçlü oluşu ile övülür.
Şırdakbek’in atı Boz Corgo, olağanüstü güçleri olduğuna inanılan Ak Kula ile
kıyaslanarak çok güçlü olduğu ifade edilir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, oğluna Altın Kökül Genç Aydar adını
verir. Altın Kökül, büyüyünce Temirkan’ın oğlu Kan İçme Karaç ile savaşmaya gideceğini
söyler. Köydeki ihtiyarlar, Kan içme Karaç’ın tehlikeli olduğunu anlatırken bindiği Sur
Koyon adlı atının gücünden söz ederler.
Kan İçme Karaç, Altın Kökül’le savaşırken atının bitmez tükenmez gücünden söz
eder. Bu durum savaşçının atından aldığı cesaret ve desteğin göstergesidir.
Munduk ve Zarlık Destanı’nda Külmöskan’ın kırk adamıyla ava çıktığı sırada altında
Külsaman adlı atının, elinde Ak Tuygun adlı alıcı kuşunun ve başında hanlık tacının
olduğu ifadesi yer alır. (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 233)
Aynı destanda Külmöskan’ın kızı Kuralay bir dev tarafından kaçırılır, Zarlık adlı
yiğit devi öldürür ve Kuralay’ı kurtarır. Bunun üzerine Külmöskan, hanlığını, atını ve
kızını Zarlık’a verir. Kızına çeyiz olarak pahalı giysilerle yüklenmiş seksen deve ve
Surkoyon adlı atı verir. (age. s. 227)
Cakıp Bey’in Manas’ın doğumu için yaptığı düğünde çeşitli yarışmalar düzenlenir.
Bu yarışmalara katılacak yiğitlerin atlarının adları tek tek söylenir.
Manas’ın annesi Çıyırdı, takip edip arkasından gittiğinde oğlunun Boz Taylak adlı
ata bindiğini görür.
“Kamberboz’un sürüsünden
Yakalayıp Boz Taylak ata bindi.” (age. s. 219)
Manas Destanı’nın bazı dizelerinden ata ad verme geleneğinin Türklerde olduğu gibi
Çinlilerde de olduğu anlaşılmaktadır. Çinli pehlivan Dan-dun’un atının adı Ularboz’dur.
“Ularbozuna binerek,
Şapkayı eline alarak,
Atını kırbaçlamış.” (age. s. 353)
Manas’la dövüşüp ölen Şanmusaar adlı Çinli pehlivanın atının adı Şalpan’dır.
“Şanmusaar dedikleri,
Yavaşça hareket eden yiğit,
Şaplan adlı atı var,
Şanı büyük idi.” (age. s. 357)
Aynı destanda Han Uyul’un atının adının adı ise Bozdoru olarak anılır.
“Madılbek sözünü bitirdi. Han Uyul, Bozdoru adlı savaş atını verip Madılbek’i
Talas’a gönderdi.” (age. s. 118)
Kalmuk ordusuyla savaşan kırk yiğitten biri olan Aşırbek’in atının adı Cılcıma’dır.
“Heveslendi Madılbek…
Dizginini çekmeden deh dedi,
Boz doru adlı atına.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 134)
Türk mitolojisine göre şamanı kutsal güçlerin yanına götüren, Tanrıların yanında
bulunan at ölümün ve sezginin sembolüdür, gökyüzünde de yeryüzünde de yeri
vardır. Tanrıların insanlara yardım etmesi için onun varlığı gerekmektedir.
Esrarengiz bir âlemi yeryüzünde temsil eden hayvandır. Şaman’ın ve insanların en
iyi dostudur. İnsanı cennete ulaştıracak yolu da at bilmektedir (Seyidoğlu, 1996).
Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, “aksak sarı at” ifadesini sözüne sadık olmanın
sembolü olarak kullanır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç adlı büyük bir
savaşçıyı öldürüp Sur Koyon adlı atını ganimet olarak alır. At, Altın Kökül’ü sahibi olarak
kabul eder ve onu tehlikelerden korur. Atın insandan daha zeki bir hayvan olduğuna ve
sadakatine inanılır.
“Canınız çektiyse,
Bir atın etine
At binmezsem de olur.
Şimdi buraya getirin,
Akkula’yı keseyim.
Akkula candan daha mı önemli?
Açsanız bulayım
Emanet cana çareyi.
Bunu deyip genç Manas.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 453)
46
Er Eşim Destanı’nda, bir hanın savaşlardaki başarısı iyi bir savaşçı atının olmasına
bağlanır. Er Erşim, büyük savaşlara çıkamamasını bir tulparı olmamasına dayandırır ve
Tügölbay’dan iyi bir tulpar olan Şarp Kula’yı ister.
Er Eşim, Tügöl Bey’e Şarp Kula’yı kendisine verirse savaşlarda başarılı olacağını
söyler. Bu dizelerde kahramanın ne kadar iyi bir savaşçı olursa olsun iyi bir atı olmadan
savaş kazanamayacağına olan inanış göze çarpar. Bu da kahramanın atı ile bir bütün gibi
algılandığının göstergesidir.
Er Eşim’in isteği üzerine sınçısı (atların özelliklerinden anlayan uzman kişi) Tügöl
Bey’in atlarını inceler ve ona dört yaşına basmış bir tayı almasını önerir. Bu ifadeden
atların yeteneklerine göre sınıflandırıldığı ve atın kahramana şans getireceğine inanıldığı
göze çarpar.
Tügöl Bey, Şarp Kula’yı Er Eşim’e verdiğinde Er Eşim’in kanatları olmasını ve ona
şans getirmesini diler.
Tügöl Bey’in Er Eşim’e hediye ettiği Şarp Kula, üç yıl sonra iyice güzelleşir ve
güçlenir. Hanlarının böyle güçlü bir ata sahip olması halk için de çok önemlidir. Çünkü
destanda bu atın gücü ve savaşçılığı sayesinde hepsinin güven içinde uyuyabileceği ifade
edilir.
Er Eşim Destanı’nda Şarp Kula adlı atın çok hızlı koştuğu, kuyruğunun zurna çalar
gibi ses çıkardığı, bastığı yerlerin ocak yeri gibi oyulduğu ifadeleriyle övüldüğü ve savaş
atlarının en iyisi olarak ifade edildiği görülür.
…
Savaş atlarının en iyisi hızla koşuyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 93)
Şarp Kula öyle hızlı koşar ki onunla birlikte yola çıkan tüm atlar yorulup ölür, Şarp
Kula’nın hızına kuşlar bile yetişemez.
Kocacaş, eşi Zulayka’ya rüyasını anlatırken atını över. Bu durum, kahramanın atına
duyduğu güveni, ondan aldığı cesareti ortaya koyar.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atı, çok hızlı koştuğu için uçan
kuşa benzetilir.
Boston’un kırk yiğidinden biri olan Ermek, Karaboz adlı üstün nitelikler taşıyan bir
atın kardeşiyle at koşturma yarışına katılır. At öyle hızlı koşar ki hızına ne uçan kuş ne de
atılan ok yetişebilir.
Aynı destanda Boston’un savaştığı devlerin atlarının çok büyük olduğundan, iki
devin tek ata binip Boston’u yakalamaya gittiğinden söz edilir.
Bolatkan’ın kardeşi olan Temirkan’ın atı ise öyle güçlü koşar ki kuvvetinden yer
titrer.
“Altındaki bindiği,
Daha güçlü doğmuştu yılkıdan.
Teke doru at altında,
Yer titriyor kuvvetinden.
Temirkan Batur seçildi,
Beş yüz askerin içinden.” (age. s. 67)
54
Er Eşim Destanı’nda Tügöl Bey, Şarp Kula adlı atını Er Eşim’e verir. Er Eşim, ata
bindiğinde huysuz, tembel ve çelimsiz bir at olan Şarp Kula’nın duruşu ve yürüyüşü
değişir; at uysallaşır. Tügöl Bey ve halkı, atın sahibini bulduğunu düşünerek sevinir. Bu
durum Kırgız destanlarında kahramanların atlarını seçmesinin yanı sıra atların da
sahiplerini seçtiğine dair inanışı ortaya koyar.
“Binerken eğilip,
Ayaklarını büküverir.
Şıp diye Er Eşim ata biner,
Tıkırdatarak kisesini
Hareket ettirince
Yorga çevikçe yürür.
Parıldayan gözleri ile etrafa bakarak
Yürüyüşünü değiştire değiştire,
Hayal kurup oynayarak yürür,
Renkten renge girip tüyleri parlar.
…
Hürmet göstermiş olan halk,
Gözlerini geniş açarak hayret eder
Dikkat eder Tügöl Bey.
At sahibini bulmuş diye.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 61)
Atın olağanüstülükleri
Kırgız destanlarında halkın yaşantısında çok önemli bir yere sahip olan atın uçmak,
sahibinin düşüncelerini okumak, sahibiyle konuşmak gibi birtakım olağanüstülükleri
olduğuna dair ifadeler görülür.
Atın uçması
Manas Destanı’nda Manas, kurdun kaptığı kuzuyu takip edince kanatlı bir at görür.
Destanda Çinli komutan Neskara, Manas’tan kaçarken atının uçtuğu dile getirilir.
“İstendiğinde Karaboz
Yelesi kuyruğu dalgalanıp
Kanat bağlayıp uçar.” (age. s. 193)
56
Kız Darıyka Destanı’nda Şaysılda, babası Hz. Ali’yi bulmaya giderken yolda birçok
tehlikeyle karşılaşır ancak kuş gibi uçan atının yardımıyla bu tehlikelerden kolayca
kurtulur.
Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz’un kar yağdırıp güneş açtırmak gibi
kerametler gösterdiği görülür.
Karaboz, benzer bir keramet daha gösterir ve şiddetli bir yağmur yağdırarak Kadamış
Han’ın zehir döktürdüğü yolu temizler. Böylece Boston’u ve kırk yiğidini ölmekten
kurtarmış olur.
“Karaboz’a bakarsan,
İri bir sıçan olmuş
Yar dibindeki çukura
Koşup girip gitmiş,
Emin olup örtünmüş.” (age. s. 92)
58
Destanın ilerleyen bölümlerinde ise Boston’la dost olan Kara Kuş, Boston’u ve
Karaboz’u rahatça taşıyabilsin diye Karaboz kılık değiştirip aşık kemiğine dönüşür.
Kara Kuş onları yeryüzüne çıkarınca Boston kemiği yere atar, kemik tekrar
Karaboz’a dönüşür.
Atın konuşması
“At, Türkler için bir ulaşım ve yük taşıma aracı; etinden, sütünden, derisinden
yararlanılan bir besi hayvanı ve bir savaş aracı olmakla birlikte ayrıca adeta bir arkadaş
gibi kendisine alışılan, hatta kendisiyle dertleşilen bir varlık olarak çeşitli durumlarda
karşımıza çıkmaktadır” (Güven, 2003).
Aynı destanın ilerleyen dizelerinde Neskara’nın atı şeytana benzetilir, içinde seksen
şeytan olduğundan söz edilir.
“Yorulmaz hayvanmış,
Al atın içinde
Seksen şeytan varmış.
At kılığında kışkırtan,
Şeytan gibi uçan hayvanmış.” (age. s. 361)
Karaboz, sahibi Boston’un düşüncelerini anlar ve onunla konuşur, ona akıl verir.
Karaboz, Kadamış Han’ın kızı Cezbilek ile evlenip orada kalan Boston’a yurduna
dönmesi gerektiğini, yurdunun düşman tarafından yok edildiğini anlatır.
Yurduna dönüp de halkını bulamayan Boston, atı Karaboz’a akıl danışır. Atın bilge
bir kişiymiş gibi görüldüğü ve düşüncelerine önem verildiğinin dile getirildiği bu dizeler,
Kırgızların yaşamında atın önemini ve değerini bir kez daha ortaya koyar.
61
Boston’un atı Karaboz, buna benzer sözleri destan boyunca birçok defa yineler
çünkü Boston tehlikeleri sezemez, Karaboz kendisini tehlikelere karşı uyarsa da Boston
uyarıları dikkate almaz ve savaşçılığına güvenip düşmanlarının üstüne gider.
Birçok insanî nitelik taşıyan Karaboz adlı at, kardeşlik bağını da hisseder ve
Boston’a kardeşlerini bulmak istediğini söyler.
62
Destanın ilerleyen bölümlerinde Karaboz, babasını özler; yaşlandığı için bir an önce
babasına gitmek istediğini Boston’a söyler. Bu dizelerde bir atın yaşlılık hâlinin
insanlarınkine benzer şekilde ifade edildiği, insanla at arasında kurulan özdeşliğin güçlü
olduğu görülür. Ayrıca Karaboz’un babasına verdiği sözü tutmakta ısrarcı davranması, atın
tıpkı sahibi gibi sözünün eri, mert bir varlık olduğu düşüncesini uyandırır.
Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile evlenip uzun yıllar gurbette kalan Hz. Ali,
vatanına dönerken atı Düldül bu durumu anlar ve memleket özlemiyle hiç durmadan koşar.
Atların da insanlar gibi birtakım duygular taşıdığına olan inanış ve ata duyulan güven bu
dizelerde göze çarpar.
Er Eşim Destanı’nda atların beslenmedeki önemli yeri birçok defa dile getirilir. Atın
hem eti yenir hem de sütünden elde edilen kımız içilir.
“Dışarıdaki misafirler,
Eve girip yemek yer.
Kazanlara et koyup,
Şarkı söyleyerek kımız içerler,
Öğleyin tay yiyip,
Karın yağını keserek yerler.” (age. s. 49)
bırakır. Atların derilerini ip yapar, otuz atın etini bu iplerle bağlayarak sırtına yükleyip yola
çıkar. Burada atın hem beslenme zincirinin bir halkası olduğu hem de derisinin ip
yapımında kullanıldığı görülür. (age. s. 219)
“Yattığı ak pamuk,
Yediği hafif pirinç,
İçtiği kısrağın kımızı.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 293)
Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile evlenip uzun yıllar sonra vatanına dönen Hz.
Ali, halkına Kırgızların yaşantısını anlatırken tay eti yiyip kımız içtiklerinden şaşkınlıkla
bahseder.
Destanda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine bir toy
düzenlenir. Bu toyda yemek olarak kazı-karta (at sucuğu) da ikram edilir.
Kurban olarak at
Kanlı kurbanların en önemlisi at kurbanıdır. Attan sonra koyun gelir. Sığır kurban
edildiği hakkında ancak Kazak-Kırgızlar’ın ve Kırgızların destanlarında
rastlanır… gerek Müslüman Türklerin folklor materyallarinden anlaşıldığına göre
eski devirlerde kurban için en makbul hayvan erkek hayvan olmuştur… Bilhassa
Manas destanındaki kahramanlar “ak boz kısrak” kurban ederler (İnan, 2000: 100,
101).
67
“Kahrolsun çocuk
Baybiçem sağ salim kalsa keşke.
Beyaz kır kısrağı getirtip,
Kurban eder kestirir.
Sarı oğlaktan getirtip,
Kurban kestirir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 257)
Seyitbek, oğlunun doğumundan sonra düzenlediği toyda dokuz deve, doksan kısrak
ve sayısız koyun keserek halkına ziyafet verir.
At, Kırgız Türklerinin hayatını doğrudan etkileyen birçok işleve sahiptir. Bunlardan
biri de hiç kuşkusuz atın beslenmede sahip olduğu önemli yerdir. Atın eti, sütü, sütünden
elde edilen ve Türklere has bir içki olan kımız ile beslenmedeki rolü oldukça büyüktür.
Mendirman Destanı’nda Adil Han’ın zenginliği ve cömertliği anlatılırken koyun ve kısrak
kesip verdiği ziyafetten söz edilir.
Adil Han, kızı Bilerik’i Mendirman’la evlendirir ve toy düzenler. At etinden yapılan
sucuklar tüm halka dağıtılarak ziyafet verilir.
Mendirman, en büyük ağabeyi Asıl’ı han ilan eder, ondan Kahraman Manas’ın
ruhuna dua etmesini ve beyaz dişi at kurban etmesini ister.
Manas Destanı’nda kısrakların kurban edilmek için yaratıldığı ifadesi göze çarpar.
Destanın başka bir bölümünde erkek atların savaşa gitmek için dişi atların ise kurban
edilmek için yaratıldığına olan inanç yinelenir.
“Bütün erkekleri
Savaş için yaratılan,
Dişilerin hepsi
Kurban edilmek için yaratılan,
Kamberboz’un sürüsünden
Bana üç atı yakalayıp ver.” (age. s. 441)
“Bütün erkekleri
Savaş için gerekli,
Dişilerinin hepsi
Kurban edilmek için yaratılan
Kamberboz’un sürüsünden
Dokuz kısrağı yakalayıp,
Hepsini bir anda kestirdi.” (age. s. 489)
Manas Destanı’nda Cakıp Bey rüyasında olağanüstü bir akdoğan görür, karısı
rüyasının çocuklarının olacağına işaret ettiğini düşünerek Cakıp’a kurban kesip ziyafet
vermesi için ısrar eder. Koyun, sığır ve develerin yanı sıra dokuz at da kurban edilerek
halka ziyafet verilir.
Karısı Çıyırdı’nın Manas’ın doğumu sırasında günlerce sancı çektiğini gören Cakıp
Bey, doğum çabuk gerçekleşsin diye kurban olarak kısrak, koyun, deve ve sığır keser.
Karısı Çıyırdı’nın doğum sancısı yedi gün sürünce Bey Cakıp, koyu gri dört yıllık
atlardan kırkını alıp bir tepeye çıkar ve oğlu olursa kendisine haber vermelerini söyler. Bu
müjdeli haber karşısında atları hediye edecek, ayrıca oğlu olursa dişi atları kesecektir.
“Yaratan Allah’ım
Muradıma erdirir mi?
Yorga kır atını keseyim,
Kadınım erkek doğurursa
Bundan sonra aygırın adını
Kamber Boz koyayım,
Dişilerin hepsini kurban olarak keseyim,
Erkeklerin hepsini
Savaşa bırakayım.” (age. s. 95)
71
Cakıp Bey, oğlu Manas’ın doğumu için yaptığı düğünde birçok kısrak kestirip
halkına ve komşularına büyük bir ziyafet verir.
Manas Destanı’nda Kazak, Kırgız ve Kalmuklar birlik olmaya karar verince Bey
Cakıp kutlama için yirmi üç at keser.
Türk boyları, Çinlilere karşı güçlü olmak için birleşirler ve Manas’ı han seçerler.
Manas’ın babası Cakıp, hem oluşan birliği hem de oğlunun hanlığını kutlamak için toy
düzenler ve doksan kısrak kestirir.
Boston Destanı’nda Buuba Han’ın karısı Kanışa hamile kalıp aş erince tay ve kısrak
kesilerek toy düzenlenir.
72
Buuba Han, biri kız biri oğlan ikiz çocukları olunca kısrak ve koyun kurban edip
beşik toyu yapar.
Boston, mektup yazıp kendisini çağıran Cezbilek’e gitmek için yola çıkmaya karar
verir. Babası Buuba Han, yalnız gitmesini istemez. Boston’a yol arkadaşı olmak üzere
halkının içinden kırk yiğit seçmek amacıyla çeşitli oyun ve yarışmaların yer aldığı büyük
bir toy düzenler. Kısrak ve koyun kurban edip halkına ziyafet verir.
Börübay-Sultan gelip babası Boston’u bulunca Buuba Han, toy verip bin at ve sayısız
koyun keser.
73
Baybiçe, hayvanlarının sayısını bilmediği ve çeşit çeşit atları olduğu cevabını verir.
Şırdarbek Destanı’nda Şırdakbek’in zenginliği anlatılırken Boz Corgo adlı atına altın
nal çaktığından söz edilir.
Güçlü ve soylu atlara sahip olmak nasıl zenginliğin göstergesiyse atı olmamak da
fakirliğin göstergesidir. Mendirman Destanı’nda Asıl, kardeşi Mendirman’a o köyünü terk
edip gittikten sonra halkının fakirleştiğini anlatırken savaş atlarının, avcı doğanlarının
olmadığından bahseder.
Bey Cakıp, oğlu Manas doğduğunda toy düzenleyip herkesi çağırmaya karar verir ve
servetini, zenginliğini hayvanlarının sayısını söyleyerek anlatır.
“O zamanki atları,
Sayım yapıp sayarsa,
Otuz sekiz bin olmuş
…
Koyunum seksen bin imiş
…
76
Atı evcilleştiren tüm toplumlarda olduğu gibi Kırgızlarda da atın ilk ve en önemli
işlevi ulaşım sağlamasıdır. Munduk ve Zarlık adlı destanda da atın bu yönü üzerinde
durulur; Cobdur kızı Kançayım’ı Çançarkan’a verdiğinde artık yürümekten yorulduğu için
mihr olarak bir at almak istediğini söyler.
Türklerin yaşamında atlar farklı amaçlara hizmet eder. Savaşta önemli bir araçtır,
kurban edilir, ulaşımın hızlı olmasını sağlar. Manas Destanı’nda karısı Çıyrdı’nın bir oğlan
doğurduğunu Cakıp Bey’e haber vermek için köydekilerin koşu atlarına binip yola
çıktıkları ifade edilir.
Manas Destanı’nda ayrıca uzaklığı ifade etmek için “tay koşturacak mesafe” ifadesi
yer alır.
Ganimet olarak at
Göçebe bir hayat süren Kırgızların önemli geçim kaynaklarından biri de savaşlardan
elde ettikleri ganimetlerdir. Bir savaşı kazandıklarında elde ettikleri en önemli
ganimetlerden biri de yendikleri kişilerin atlarıdır.
Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, Kalmuklar’a karşı sefere çıkan Er Eşim’e onları
yenip atlarını ganimet olarak almasını söyler.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç’ı yenip öldürünce
onun tulpar atını ganimet olarak alır.
Kırgızların yaşantısında atın ödül, hediye ve çeyiz olarak verilmesi taşıdığı maddî ve
manevî değeri ortaya koymaktadır.
Er Eşim Destanı’nda Er Eşim, düşmana karşı birlik olmak amacıyla çağırdığı Han
Tursun’a hediye olarak dokuz yorga at verir; at ve tay yarışları düzenleyerek ödül dağıtır.
Şırdakbek Destanı’nda Han Tölök, Şırdak adına Alıpbek’in kızını istemeye gider.
Kızını Şırdakbek’e verecek olan Alıpbek’e mihir olarak yüz deve ve yüz at verilir.
79
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda kızı Aruuke’yi Altın Kökül ile evlendiren
Temirkan kızına düğün hediyesi olarak yorga (yumuşak, rahvan yürüyüşlü at) verir.
Manas Destanı’nda Cakıp, Çin ve Moğol halkı dâhil tüm komşularını oğlu Manas
doğduğu için yapacağı düğüne davet eder. Köyüne gelen ilk otuz kişiye at ve diğer
hayvanlardan oluşan büyük ödüller vereceğini söyler.
“Seyisini çağırdı
Bey Cakıp karşısına aldı:
‘Etli kısraklardan,
Hadım edilmiş atlardan,
Dört yüzünü sürerek getir,
Babası ölmüş çocuğa
Arada ölen Kalmukların
Arasında paylaştır ver!’ dedi.” (age. s. 259)
Bey Cakıp, oğlu olduğunu kendisine müjdelemeye gelen kırk kişiye bindikleri atları
hediye eder.
“Kiminizi seçeyim,
Yakını var, uzağı var,
Herkes kendi alsın
Bindiği atı.” (age. s. 115)
Cakıp, kendisine müjde veren arkadaşı Akbalta’ya ise bir torba altının yanı sıra en
değerli sürüsünden dokuz at, deve ve büyükbaş hayvan verir.
“Kamberboz’un sürüsünden
Seçip dokuz at al,
Deveden dört tane al,
Dört baş maldan dört al.” (age. s. 115)
Boston Destanı’nda Buuba Han, eşinin ikiz çocuk doğurduğunu kendisine haber
vermeye gelenlere armağan olarak at verir. Kırgızlarda at, çok değerli bir armağandır. Bu
81
“Yiğitlere bakmış,
Müjdeler olsun diye,
Bakıyor hanına.
‘Sürü ile at alın.
Aygırı fazla külük alın.
Tepeye çıkın,
Sürüp alın.’
Diye sözünü söylemiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 34)
Boston Destanı’nda, Boston ile Cezbilek’in düğünü için düzenlenen toyda çeşitli
oyun ve yarışmalar tertiplendiği, bu oyun ve yarışmaları kazananlara ödül olarak çeşitli
hayvanlar da verildiği ifade edilir. Kız kovalama oyununu kazanan kızlara verilen ödül
yüklü develer iken erkeklere verilen ödül attır.
Kırgızlar; ata binmeyi, güreşmeyi, savaş aletlerini kullanmayı vb. oyunların içinde
değerlendirmişler ve çocuklarına, gençlerine oyun şeklinde bunları
öğretmişlerdir… Kırgızların at üstünde oynadıkalrı birçok oyun vardır… Tekeyi
çekiştirerek almak suretiyle oynanan bir oyun olan “kök börü” adlı oyun da atlı
oyunlardan biridir… At üstünde oynanan oyunlardan bir başkası da “tay yarışı”
oyunudur… Yine bir tay yarışı olan “kız kovalamaca” da yaygın ve eski
oyunlardandır… Kırgız Türklerinin atla ilgili bir başka oyunu da “yaya tay
yarıştırma” adını taşımaktadır. Her ne kadar oyuna “yaya tay yarıştırma” dense de
bu younda çocukların kendileri koşmaktadır. At hayata o kadar hâkimdir ki
insanların koştukları bir yarış, bu hayvanın adını taşımaktadır (Atabey, 1998).
Toyda oynanan bir diğer oyun at koşturmadır. Kazanan yiğide verilecek ödül ise
oldukça büyüktür. Bin at, dokuz deve, kurulmuş bir oba ve hizmetçilerden oluşan ödülü
kazanmak isteyen yiğidin atını herkesten hızlı koşturması gerekir.
Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine
bir toy düzenlenir. Dağıtılan hediyeler arasında yürük atlar da vardır.
Boston destanında at, ödüllere olduğu gibi cezalara da araç teşkil eder. Boston,
yaptığı kötülükler nedeniyle ikiz kardeşi Karaçaç’ı cezalandırmak zorunda olduğunu
söyler. Türk masallarında sıkça rastlanan ve “Kırk katır mı, kırk satır mı?” şeklinde dile
getirilen ölüm cezası bu destanda benzer şekilde uygulanır.
“Kardeşim Karaçaç,
Kardeşim olsan da
Senin günahını affetmem.
Kırk kısrağa sürükleteceğim.
Öbür dünyaya göndereceğim.
…
84
Kocacaş, Kayberen Sur Eçki adı verilen keçiyi avlamak üzere köyünden ayrılır.
Keçiyi avlayacağına dair yemin etmiştir ve yeminini bozup köye dönmek istemez.
Kendisini almaya gelen eşi Zulayka’yı köye geri dönmesi için ikna etmeye çalışırken
kendisini yürük ata benzetir.
Kardeşlerinden kaçarak yurdunu terk eden Mendirman, Adil Han’ın yanına yerleşir,
onun için çalışmaya başlar. Öyle çok çalışır ki halk kısa sürede zenginleşir. Çelimsiz
tayların kısa sürede güçlü atlara dönüşmesi zamanın geçtiğinin ve zenginleşmenin ifadesi
olarak görülür.
Adil Han, Mendirman’ın karısı Aykanış’ı çok beğenir. Kendisine büyük iyilikleri
dokunmasına rağmen Mendirman’ı uzak ve tehlikeli yerlere göndererek ondan kurtulmak
ister. Bunu anlayan Mendirman, Adil Han’a cevabında yürük at gibi güçlü ve cesur
olduğunu söyleyerek kendisini över.
Eşimkul Destanı’nda Eşimkul’un karısı Zuura, doğum sancısı çekerken bebeğini taya
benzetir.
Yine aynı destanda Altın Kökül ile eşi Aruuke, Temirkan’ın şehrinden ayrılırken çok
üzülüp ağlar ve bu durumları kurt saldırmış yılkıya (at sürüsü) benzetilir.
Altın Kökül şehrini ele geçirdiğinde Temirkan’ın üzüntülü hâli kösteklenmiş ata
benzetilir.
Destanda Altın Kökül’ün Sur Koyon adlı atı hızlı koştuğu için çekirgeye benzetilir
ve çocuk yaştaki Kökül’ün Temirkan’ın şehrini yenmesini sağlayanın atı olduğu ifade
edilir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda at, farklı bir yönüyle de benzetme unsuru olur.
Altın Kökül’ün atı Sur Koyon yürüyüşündeki zarafet nedeniyle kıza benzetilir.
Manas Destanı’nda Bay, altmış yıl ayrı kaldığı kardeşi Cakıp’ı tekrar gördüğünde
ona çok değer verdiğini, ondan güç aldığını anlatmak için kardeşini atla özdeşleştirir.
Kırgızların yaşantısında insanların en büyük destekçisi ve dostu bindikleri attır. Bay,
kardeşi Cakıp’tan aldığı gücü şöyle ifade eder:
Manas’ın atı Aybomboz’un dört yaşına geldiğinde deve kadar heybetli oluşu övülür.
Kız Darıyka Destanı’nda bahsi geçen ihtiyar bilge kişi, Darıyka’nın hamile olduğunu
öğrenir ve ona güçlü olmasını söyler. Henüz doğmamış olan bebeği yürük ata benzetir.
Destanda Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda, oyun olsun diye bir çocuğa vurur;
çocuk düşer, başını çarpar ve ölür. Çocuğun yaşlı annesi çok üzülür, ölen oğlunu süt emen
taya benzetir. Bu benzetme ile ölen çocuğun masumiyeti ve korunmasızlığı anlatılmaya
çalışılmıştır.
88
5.2. Deve
Deve; çöl bölgelerinde uzun süre susuz yaşayabilen, geviş getiren, iri cüsseli bir
hayvandır. Uzun ve eğri boyunlu, uzun bacaklıdır. Sırtı hörgüçlüdür. Hörgüçlerinde yağ
depo ederek bu yağı yedek besin deposu olarak kullanır. Susuz zamanlarda hörgücündeki
yağı, su ve enerjiye çevirebilir. Bu sayede bir hafta hiç su içmeden normal yaşantısına
90
devam eder. Uzun yolculuklarda hörgüçleri eriyerek küçülür. Evcildirler. Çift hörgüçlülere
“Asya devesi”; tek hörgüçlülere “Afrika devesi”, “hecin devesi”, “hacı devesi” veya “çöl
devesi” denir. Develer yük ve binek hayvanları olduğu gibi sütünden, tüyünden ve
derisinden de faydalanılır. Eti yenilir, kurban olarak kesilebilir. Kum fırtınalarında uzun ve
sık tüylü, iki kat olan kirpikleriyle gözlerini koruması, burun deliklerini kapayabilmesi, bu
amaçla kulaklarını da sıkı sıkıya örtebilmesi, açlık ve susuzluğa günlerce dayanabilmesi
sebebiyle sıcak ve kurak memleketlerde atın yerini almıştır. Tarih boyunca özellikle
Sümerler, Hititler, İranlılar, Araplar ve Romalılar deveyi ordularında kullanmışlardır.
Büyük Sahra ve diğer çöl bölgelerinde bugün bile göçebe kavimlerin hayatında yük ve
binek hayvanı olarak önemlidir.
Deve, Türk kültüründe eti yenen, kurban edilebilen, yük ve insan taşımacılığında
faydalanılan bir hayvan olmasına rağmen aynı amaçlarla beslenen at ve koyun kadar geniş
bir yere sahip değildir. Ancak Türklerin yaşadığı ülkelerden geçen İpek Yolu ve Baharat
Yolu gibi çok önemli tarihî ticaret yollarında yük taşımacılığının deve kervanlarıyla
yapılması, devenin Türk ekonomisinde önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir.
Kırgız destanlarında deve birçok farklı yönüyle söz konusu edilir. Kişilerin
zenginliği hayvanlarının çokluğuyla ölçüldüğünden çok sayıda deveye sahip olmak da bir
zenginlik göstergesidir. İnsan ve yük taşımacılığında kullanılan en önemli ulaşım
araçlarından biridir. Ayrıca kurban edilebilen hayvanlardan biri olduğundan beslenmede de
önemli bir yere sahiptir.
Manas Destanı’nda inek ve deve sahibi olmanın zenginlik sağlamasının yanı sıra bu
hayvanların çobanlığının da kişiye saygınlık kazandırdığı ifade edilir.
Cakıp, oğlu Manas doğduğunda herkesi çağıracağı bir düğün yapar ve zenginliğini
anlatırken develerinin çokluğundan da bahseder.
Kırgızlar; doğum, düğün, zafer gibi mutluluk verici olayları kutlamak için
düzenledikleri toylarda ya da çocuklarının olması gibi bir dileklerinin kabul edilmesini
istedikleri zamanlarda kurban kesip ziyafet verirler. Bu ziyafetlerde kesilen hayvanlar
arasında develer önemli bir yere sahiptir.
92
Sarı at veya sarı inekle sarı devenin kesilmesi de Türk mitolojisinin motiflerinden
biridir. Sarı renkte hayvanların etlerinin daha iyi vasıfta olduğundan mı yoksa
altın gibi sarı renklerin kutsal oluşundan veya soylu tabakayı gösterdiğinden
dolayı mı, büyük saygı ziyafetlerinde sarı hayvanların kesildiğini bilmiyoruz
(Bekki, 1996).
Manas Destanı’nda rüyasında doğan gören Cakıp Bey, çocuğu olabilir diye karısının
isteği üzerine kurban kesip ziyafet verir. At, koyun ve sığırdan başka iki de deve keser.
Destanın ilerleyen bölümlerinde Bey Cakıp, doğum sancısı uzun süren karısı Çıyırdı
Manas’ı doğurabilsin diye kurban olarak deve de keser.
Munduk ve Zarlık Destanı’nda ise deve sütünün farklı bir amaçla kullanıldığı
görülür. Çançarkan, karısı Kançayım’ın iki köpek yavrusu değil biri kız diğeri erkek iki
çocuk dünyaya getirdiğini, açgözlü kocakarı Mastan’ın kendisini kandırdığını dokuz yıl
sonra öğrenir. Çocukları gibi Kançayım da bu dokuz yıl boyunca dağlarda yaşamıştır.
Çançarkan, karısını deve sütüyle yıkatır. Bu davranışın amacı hem karısını dokuz yıllık
kötülükten ve kirden arındırmak hem de karısına verdiği değeri göstermek olabilir.
“Bundan sonra Kançayım’ı kırk devenin sütünde yıkatıp tekrar nikâh kıyarak
evlenir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 239)
Göçebe bir yaşam süren Kırgızların bir yerden başka bir yere göçleri sırasında ulaşım
aracı olarak atların yanı sıra develeri de kullandıkları destan metinlerinden anlaşılır.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda yeni otlaklara göç edilirken halkın yükünü develer taşır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile evlenen Aruuke’nin çeyizi
develerle taşınır.
“Aruuke’nin alacağını
Sarı deveye yükleyip,
…
Bir değil öylece
On deveye yükledi.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 325)
“Kalmuk’un Orgut şehrinin tüccarları on iki bin deveye yük yükleyerek Kırgız’ın
Çınabat şehrine gelip şu sözleri halk içinde yaydılar.” ( age. s. 180)
95
“Günlerden bir gün Kalmukların Orgut şehrinden çok büyük bir kervan gelip on beş
bin deve yüklü hâlde Çınabat şehrine gider.” (age. s. 185)
Evlenen kıza çeyiz verildiği gibi Kırgız erkekleri evlendikleri kıza ya da ailesine de
mihr verirler. Şırdakbek Destanı’nda kızını Şırdakbek’e verecek olan Alıpbek’e mihr
olarak yüz deve de verilir.
Manas Destanı’nda Bey Cakıp, oğlu Manas doğduğunda yaptığı düğün için köyüne
gelen ilk otuz kişiye büyük ödüller vereceğini söyler. Bu ödüllerin başında develer vardır.
Boston Destanı’nda Cezbilek ile Boston’un düğünü için düzenlenen toyda deve
çözme oyunu oynanır. Dul kadınlar ve yoksulların katıldığı bu oyunda, değerli mallar
yüklenen develeri çözmeyi başaran kişi, ödül olarak deveyi ve üzerindeki malları kazanır.
“Süslenip koyulan
Dokuz devesi de var.” (age. s. 154)
Buuba Han, Boston’un çocukları olan torunları, gelinleri ve dünürleri geldiği için bir
toy düzenler. Bu toyda deve yarışı da düzenlenir. Bu dizelerden devenin hem yarış yoluyla
eğlence aracı hem de ödül olduğu anlaşılır.
“Kıtayların Kocacaş,
Deve tabanlı avcı deyip,
Bütün dünyayı görmüş deyip.” (Akmataliyev ve Kırbaşev, 2007: 27)
“Üzülüp ihtiyarlar,
Kardeşinin sözüne
Deve yavrusu gibi bozlayıp ağlayıp,
Bir balanın yokluğundan.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 65)
Yaşlı çift, Allah’tan bir çocuk dilemeye karar verir ve türbeleri dolaşmak için yola
çıkar, çaresizlikten ağladıkları için deve yavrusuna benzetilir.
98
Destanın ilerleyen bölümlerinde çok iri yapılı bir yiğit olan Kan İçme Karaç’ın Altın
Kökül ile güreşi kaybettiği çünkü Altın Kökül’ün rakibini deveye binercesine alt ettiği
ifade edilir.
Manas Destanı’nda atının arkasından gidip kaybolan çocuğu aramaya giden Bey
Cakıp çocuğu bulamayınca kendisini çaresiz ve üzgün hisseder. Onun bu hâli enenmiş
(hadım edilmiş) bir deveye benzetilir.
Boston Destanı’nda deve güzellik unsuru olarak kullanılır. Gözün deve yavrusunun
gözü gibi parlaması; güzellik, zarafet ve masumiyetin ifadesidir. Cezbilek’in bakışlarındaki
masumiyet deve yavrusuna benzetilir.
“Davranıp Cezbilek
Yakasına sarıldı.
Eteğine yapıştı.
Boynuna kolunu doladı,
Deve yavrusu gibi gözü parlayıp,
Endamını zarfiçe kımıldatıp,
İki kaşına baksan
Üç günlük ay gibi eğilmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 122)
99
“Karşısından baksan
Yuvarlak yüz, çekik göz,
Ay gibi parlak deve yavrusu gözlü,
Bunun gibi güzel hiç yok.” (age. s. 406)
“Börübay-Sultan balası
Hepsini sorup durduğunda
Cezbilek üzüldü,
Hıçkırarak ağladı.
Deve yavrusu gibi gözü parlayıp,
Gözyaşı döktü.” (age. s. 422)
Boston Destanı’nda devenin farklı bir benzetmede daha kullanıldığı görülür. Künkan,
kızı Kümüşay’ı Boston’la evlendirir. Kısa bir zaman sonra Boston, kaybettiği deve
kervanını aramaya gideceğini söyler. Künkan, Boston’un deve kervanı sözüyle ailesini
kastettiğini anlar.
Kız Darıyka Destanı’nda Ali, Medine’ye dönmek için yola çıktığında Darıyka çok
üzülür. Onun bu üzgün hâli yavrusundan ayrılan deveye benzetilir.
Sığır; geviş getirenlerden, boynuzlu, büyük baş hayvanların genel adıdır. Çoğunlukla
evcil olan, kaba ve hantal yapılı, kuyrukları püsküllü hayvanlardır. Vücutları genellikle
kıllarla örtülüdür. Sığır kelimesi, halk arasında geniş manada geviş getiren, etinden,
sütünden ve hizmet hayvanı olarak faydalanılan “büyükbaş” evcil hayvanlar için kullanılır.
Dar manada ise evcilleştirilen ve etinden, sütünden veya gücünden faydalanılan ve birçok
soyu üretilen “evcil boğa”dır. Sığırın doğumundan altı aylığa kadar olan erkek ve dişi
yavrularına buzağı; altı aylıktan bir yıllığa kadar olanlarına dana; bir yaşını geçen dişisine
düve, erkeğine boğa; yavrulayan dişiye inek; işe koşulan tosuna öküz denir. Boğa damızlık
olarak, öküz ise iş ve besi hayvanı olarak kullanılır. Sığırların eti ve sütü insan için en iyi
besin kaynağı olduğu gibi derisinden de gön ve kösele yapılır. Boynuz ve kemikleri
sanayide, gübresi tarlalarda kullanılır. Müslüman ülkelerde kurban olarak kesilen
hayvanlardandır.
101
Sığır, tüm toplumlarda olduğu gibi Türklerde de insanların birçok ihtiyacına cevap
veren hayvanlardan biri olarak yer alır. Eti ve sütüyle beslenmede önemli bir yere sahip
olan sığırların derisi de ayakkabı ve giysi yapımında kullanılmıştır. Erkek sığırlar
(boğalar), yük taşımacılığında ve tarım alanlarını sürmekte insanların en büyük
yardımcılarından biri olmuştur. Sığır, kurban edilebilen bir hayvan olması nedeniyle de
önemlidir.
Eski Türklerde boğa veya öküz destanlarda önemli bir yer edinmiş ve Alplik
sembolü olmuştur. Kuvvet ve kudretin simgesi olarak hükümdarlığı temsil
etmiştir. Hint mitolojisinin etkisiyle Türklerde dünyayı taşıyan hayvanlar arasında
kabul edilmiştir. Dede Korkut hikâyelerinde boğa güç, kuvvet ve yiğitlik sembolü
olmuştur. Burç sembolü olan boğa, aynı zamanda Türk hayvan takviminde yıl
sembolüdür (Çatalbaş, 2011).
Sığır, Kırgız destanlarında en çok sığır sürüleri olan kişilerin zenginliklerini ifade
etmesi bakımından söz konusu edilir. Bunun dışında çeyiz, kurban ve ganimet olması,
beslenmedeki yeri, erkek sığırların yük taşımacılığında kullanılması ve fiziksel gücü temsil
etmesi bakımından benzetme unsuru olması gibi ifadelere de rastlanır.
Er Eşim’in sınçısı, Tügöl Han’ın karısı Baybiçe’ye ne kadar zengin olduklarını sorar;
Baybiçe bu soruyu hayvanlarının çokluğundan bahsederek yanıtlar. Saydığı hayvanların
büyük bölümü tosunlardan (genç boğa) oluşur.
Çalışmamızın deve ile ilgili bölümünde de değinildiği gibi Manas Destanı’nda inek
ve deve çobanı olmanın kişiye saygınlık kazandırdığı ifade edilir.
Manas Destanı’nda oğlu Manas’ın doğumunu kutlamak için herkesi çağıracağı bir
düğün yapmaya karar veren Bey Cakıp’ın zenginliğinin bir ifadesi de ineklerinin sayısıdır.
Destanda birçok Türk boyunun Bey Cakıp’ın idaresi altında birleşmesinden sonra
halkın inek ve deve besleyerek barış ve huzur içinde yaşadığı söylenir.
Destanda Er Eşim’in savaştığı Acaan adlı Kalmuk yiğidinin heybeti tasvir edilirken
baldırının bir öküzün beli kadar kalın olduğu ifadesi yer alır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile Kan İçme Karaç’ın güreşi
anlatılırken iki yiğit boğaya benzetilir.
Aynı destanda Kalmukların soyunun kalabalık olduğu anlatılırken “inek soylu, öküz
soylu” ifadeleri kullanılır.
“Bu inek soyu gibi kalabalık olan Kalmukları kuvvet ile yenmek oldukça zordur.”
(age. s. 86)
Kalmuklara esir düşen Temirkan, yedi yıl sonra karısı Orolkan’a yazdığı mektupta
boğa gbi saldıran düşmanları olup olmadığını sorar.
“At kurbanının dışında; sığır, keçi, koç, kuzu ve öküz de Eski Türkler'e göre makbul
kurbanlıklardır. Sığır kurbanı yaygın olarak Kazak-Kırgızlar ve Kırgızlar arasında
yaygındır” (Bekki, 1996).
“Koyun, inek, at, hörgüçlü deve gibi çeşitli hayvanları keserek büyük bir ocak
hazırlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 193)
Oğlu Manas’ın doğumu şerefine ziyafet düzenleyen Bey Cakıp, misafirlerine ikram
etmek için kısrak, deve ve koyunların yanı sıra elli sığır da kestirir.
106
“Açlığa dayanamayıp,
Sıcak eti atıştırdılar.
Öküzlerin iliğini,
İçlerine çekerek yediler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 169)
Binlerce kişiden oluşan Kalmuk ordusundan kurtulmayı başaran kırk Kırgız yiğidi,
adak adayıp öküz keser.
Munduk ve Zarlık Destanı’nda kızını Çançarkan’a veren Cobdur, mihr olarak Targıl
adı verilen boynuzsuz sığırlardan ve kuyruksuz öküzlerden almak ister.
Boston Destanı’nda Cezbilek ile Boston’un düğünü için düzenlenen toyda gökbörü
oyunu oynanacağı zaman yiğitlerin güçlerini kanıtlamaları için yerden alacakları hayvanın
keçi yerine boğa olduğu görülür.
5.4.Koyun/Koç
Koyun; boynuzlugiller ailesinden, tıknaz vücutlu, çift tırnaklı, geviş getiren bir
hayvandır. Erkeğine koç, yavrusuna kuzu, bir yaşındakine toklu denir. Yabani veya evcil
olarak dünyanın hemen hemen her tarafında yaşar. Bitkisel besinlerle beslenirler, sürü
oluşturma eğilimleri çok yüksektir. Eti, sütü, postu ve tüyleri için evcil olarak yetiştirilir.
Evcil olanlarının postları yünlü ve kuyrukları uzundur. Yabanileri ise sert kıllı, kısa
kuyruklu, çeviktir. Tarihte göçebe kavimlerin geçim kaynağı olmuştur. Günümüzde de
besin ve dokuma sanayiinde önemli bir yer tutar. Yabani çeşitleri bugün yüksek dağlık
kısımlara çekilmiştir. Müslüman ülkelerde kurban hayvanı olarak da kesilirler.
Koyun ve özellikle beyaz koç eski Türklerde Gök Tanrı’ya sunulan kurbandır.
Güç, kuvvet ve Alpliğin sembolü olan koç, kimi zaman hanedan arması olmuştur.
Ayrıca Koyun, Türk Hayvan Takvimi’nde yıl sembollerinden biridir.
İslamiyet’ten sonra koyun sakinliği, huzur, barış, bolluk ve bereketi temsil
ederken koç gücü, hâkimiyeti kuvveti ve yiğitliği temsil etmiştir. Hz. İsmail’in
kurban olarak Allah’a adanması ile koç, kurban ve ölümü de temsil eden bir
anlam kazanmıştır (Çatalbaş, 2011).
109
Kırgız destanlarında adı en çok geçen hayvanlardan biri koyundur. Destanda kurban
edilmesinin yanı sıra eti ve sütüyle beslenmede teşkil ettiği önemli yer, yününün giysi ve
çadır yapımında kullanılması, güçlü ve tehlikeli insanların karşısında zayıf ve masum
insanları temsil etmesi gibi yönleriyle koyundan bahsedilir. Ayrıca bir kişinin koyun
sürülerinin çok oluşu, koyunlarının sayısını bilmiyor olması o kişinin zenginliğinin önemli
göstergelerinden biri olarak ifade edilir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, oğlu Altın Kökül Genç Aydar
doğduktan sonra halkın hediye ettiği hayvanlardan sürü oluşturup zengin olur. Bu
dizelerden koyunun doğan bir çocuğu kutlamak amacıyla aileye hediye olarak götürüldüğü
de anlaşılır.
110
Manas Destanı’nda zenginliğinden söz eden Cakıp Bey, seksen bin koyunu olduğunu
söyler.
Mendirman, ağabeyi Asıl’ı han ilan ettiğinde ondan her cuma bir koyun kurban
etmesini ister.
Karısının doğum sancısı uzun sürünce Bey Cakıp, doğum bir an önce gerçekleşsin
diye koyun kurban eder.
Oğlu Manas’ın doğumu şerefine toy düzenleyen Cakıp Bey, ziyafet için iki bin
koyun keser.
Er Eşim Destanı’nda Han Tursun, Er Eşim’i dönülmesi güç bir yola gönderip onun
tüm varlığının üstüne konar, her gün koçlarından birini kesip yer.
Boston Destanı’nda Buuba Han, çocuğu olmadığı için üzülür. Halkına durumu
anlatır ve hep birlikte dua ederler. Gökyüzünde beyaz bir bulut görünür, ikiye ayrılan
bulutun arasından görülen aksakallı kişi dualarına “Âmin, çocuk sahibi ol.” der. Buuba
Han, buna çok sevinir ve adak adar.
Biri kız biri erkek iki çocuğu olan Buuba Han, kurban kesip beşik toyu yapar.
Kadamış Han, doğum sancısı çeken kızı Cezbilek’in sağ salim doğurması için adak
adar.
Börübay-Sultan gelip babası Boston’u bulunca dedesi Buuba Han çok sevinir,
hizmetçilerine sayısız koyun kesip toyu başlatmalarını söyler.
Er Eşim Destanı’nda savaşa gidip üç yıl sonra yurduna dönen Er Eşim halkını ve
hayvanlarını yerinde bulamayınca çaresizliğinden dolayı kendini yetim kalmış kuzuya
benzetir.
113
Mendirman Destanı’nda Adik Han’ın dokuz oğlundan biri olan Asıl, öz kardeşlerinin
üvey kardeşleri olan Mendirman’ı öldüreceğini öğrenince öz kardeşlerini kurda, üvey
kardeşini ise yalnız ve güçsüz olduğu için koyuna benzetir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile savaşan Temirkan’ın halkı
ürkmüş olduğu için kurt saldırısına uğramış koyunlara, ölen insanlar ise ipe bağlanmış
kuzulara benzetilir.
Destanda Bolotkan adlı Kırgız yiğidinin yedi bin kişilik Kalmuk ordusuyla tek başına
savaştığı anlatılırken Kalmuk askerleri koyuna ve kuzuya benzetilir.
114
Manas Destanı’nda Bey Cakıp yeni doğan oğlu Manas’ı inceler ve bebeği gücü,
cesareti, heybetli oluşu simgeleyen bazı hayvanlara benzetir; bunlardan biri de koçtur.
Er Eşim Destanı’nda dostmuş gibi yaklaşıp Er Eşim’e ihanet eden Han Tursun, Er
Eşim’in karısını kendine eş olarak seçer ve iki bin koyunu da çeyiz olarak verir.
115
Manas Destanı’nda Bey Cakıp, oğlu Manas’ın doğumu şerefine düzenlediği toy için
köye gelen ilk otuz kişiye vereceği ödüllerden birinin de bin koyun olduğunu söyler.
Er Soltonoy Destanı’nda Kalmukları yenip bolca ganimet alan Kırgız hanı, halkına
koyun hediye ederek ganimeti paylaştırır.
“Karadağ’ın tepesinden
Dağ koçunu seçip vurdurup,
Elbiseye layık olsun diye
Aldırıp dağ koçu derisini
Mayaya koydurup
Pehlivanlara sepiletmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 60)
“Tepelere çıktılar,
Dağ koyunu, koçu avladılar.
İyice eğlendiler.” (age. s. 106)
5.5.Keçi
Keçi, çoğunlukla dağlık bölgelerde yaşayan, geviş getiren bir hayvandır. Çoğu
boynuzludur. Çenelerinde tipik sakalları vardır. Sarp yamaçlara rahat tırmanır, patika ve
uçurum kenarında rahatça dolaşır. Bundan dolayı zor geçitlere “keçiyolu” denir. Evcil
olanları sütü, derisi ve tiftiği için beslenir. Derisinden eldiven, çanta ve ayakkabı yapılır.
Tüyleri dokumacılıkta kullanılır. Sütü az yağlı ve besleyicidir. Eski çağlardan beri evcil
olarak insanoğlunun hizmetindedir. Taze filiz ve yaprakları severler. Otları kökleriyle
sökerek yediklerinden toprağın verimini azaltırlar. Yaşlı bir erkeğin önderliğinde, sürü
hâlinde gezerler. Yavrusuna “oğlak”, erkeğine “teke” denir.
Keçi, diğer toplumlarda olduğu gibi Türklerde de tıpkı koyun gibi eti, sütü, derisi ve
tiftiği için beslenen bir hayvandır. İnatçı olmak yönüyle insanlar için kullanılan bir
benzetme unsurudur.
Keçinin yavrusu olan oğlağın Türklerin tarihî ve millî sporlarından biri olan Gökbörü
oyununda önemli bir yeri vardır. Bu oyunda atlılar, kesilmiş bir oğlağı veya başka bir
hayvan yavrusunu birbirinin pençesinden almak için kurtlar gibi mücadele eder. Bugün
bile Türkistan Türklerinin en önemli atlı sporlarından birini teşkil eden gökbörü oyunu,
cirit gibi atlı bir spordur ve at üstünde koşarak oğlağı kapmak ve rakibin kalesinden
geçirerek sayı kazanmak üzerinedir.
118
“Colborskan’ın oğulları,
Temirkan Batur, Bolotkan
Nice güçlü devleri
Onlar yıkıp dağıttı.
Üzengiye sıkıştırıp sürüyerek,
Niceleri atından düşürdü.
Daha kolay geldik onlara,
Gökbörü oyunundaki oğlaktan.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 107)
Göçebe bir toplum olan Kırgızların önemli geçim kaynaklarından biri de avcılıktır.
Çok sağlam olduğu için derisinden ve etinden fayda sağlanan keçi, değerli bir av
hayvanıdır.
Boston’un karısı Cezbilek de oğlu Börübay-Sultan için kırk tekenin derisinden elbise
diktirir.
Tekenin derisi çok sağlam olduğundan giysi yapımının yanı sıra su taşımak amacıyla
tulum yapımında da kullanılır. Karaçaç, hasta olduğunu söyleyerek kardeşi Boston’dan ab-
ı hayatı bulup kendisine getirmesini ister. Ab-ı hayatı taşıması için teke derisinden tulum
yaptırır.
Boston’un acıktığını anlayan atı Karaboz, ona hem kendisini hem de arkasından
gelen kırk yiğidi doyurmak için teke avlamasını öğütler.
“Karaboz’a bakmayıp
Boston yola çıktı.
Kahırlanıp Karaboz,
“Ne hâlin varsa gör,
121
Söylenene uymadın,
Keçi gibi inat ettin.
Azabı sen çekersin,
Kaygıyı bana yüklersin…” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 287)
Keçinin olağanüstülükleri
Kocacaş Destanı’nda keçinin önemli bir yeri vardır. Sur Eçki (keçi) çok iyi bir avcı
olan Kocacaş’tan Alabaş adlı tekeyi öldürmemesini ister ancak Kocacaş bu isteğe
aldırmayıp keçinin tüm soyunu öldürür hatta keçiyi ok kullanmadan avlayacağına yemin
eder. Kocacaş ile konuşmak, düşünmek gibi insanî nitelikleri olan Kayberen Sur Eçki adlı
keçinin mücadelesi destan boyunca devam eder.
Rüyasında avcı Kocacaş’ın yaşadıkları yere gelip oradaki bütün tekeleri öldürdüğünü
gören Sur Eçki rüyasını Alabaş adlı tekeye anlatır ve oradan kaçmaları gerektiğini söyler.
Sur Eçki, Kocacaş’tan Alabaş adlı tekeyi vermesini ister ve vermezse yavrularının
intikamını alacağını söyler. Hayatta kalma mücadelesi verip kendisini ve ailesini korumaya
çalışması, keçiye yüklenen bir başka insanî yöndür.
Sur Eçki peşine düşen Kocacaş’tan kurtulmak için çok sarp bir kayalığa çıkar,
Kocacaş da arkasından tırmanır ancak kayalıktan inemez, ailesi ve köy halkı onu
kurtarmaya gelse de bunu başaramazlar. Kocacaş, kendini kayalıktan atıp ölür, böylece
keçi ile olan mücadeleyi kaybetmiş olur. Kocacaş’ın oğlu Moldocaş, babasının ölümüne
neden olan Sur Eçki’yi yakalayıp intikamını alır. Keçiyi hilekâr ve kurnaz olarak
nitelendirir.
123
Manas Destanı’nda bir yerde dağ keçilerinin çok oluşunun orada insanların
yaşamadığına işaret ettiği ifade edilir.
5.6.Geyik
Geyik geviş getiren, toynaklı, otçul bir hayvandır. Dünyanın hemen hemen her
yerinde yaşayan ince bacaklı, kısa kuyruklu, çevik ve zarif bir hayvandır. Dişisine “Maral”
denir. Geyiklerin en tipik özelliği, dallı boynuzlarıdır. Birkaç cins dışında boynuzlar sadece
erkeklerde bulunur. Her geyik türünün kendine has boynuz şekilleri vardır. Boynuzlar,
geyikler arası kavgalarda ve savunmada kullanılır. Görme, koklama ve işitme duyuları
gayet güçlüdür. Yalnız veya küçük sürüler hâlinde dolaşarak yaprak, tomurcuk, sürgün ve
çimenle beslenirler. İnsanlar çok eski zamanlardan beri geyiklerden faydalanmayı
öğrenmişlerdir. Geyikler, insanların gıda, giyecek ve ulaşım ihtiyaçlarını karşılar. Eldiven,
124
Geyik Türk mitolojisinde de simgesel olarak geniş bir kullanıma sahiptir. Şaman
ve şaman ayinlerinde, giysilerinde ve şaman davulu üzerinde simgesel olarak yer
alan bir hayvandır. Türk topluluklarında totem olarak da kullanılmıştır. Geyik de
aslan gibi gök ve gök unsurları ile bağlı olarak değerlendirilmiştir. “Kurtta olduğu
gibi olasılıkla çok erken devirlerde totem sayılmış olan geyiğin bu özelliği,
Pazırık kurganlarının birinden çıkarılmış atların başlarında geyik masklarının
bulunuşundan da anlaşılmaktadır (Adıgüzel, 2006).
Kırgızlar, geyiği yarı insan yarı hayvan olarak tasvir ederler. Geyikler insan ya da
hayvan gibi ölmez, onların cesetleri olağanüstü bir şekilde ortalıktan kaybolur.
Boynuzlu anne bütün kabileleri korurmuş fakat kendisine karşı isteksiz ve
saygısızca davrananlara da mutsuzluk getirebilirmiş. Geyik, Kırgızlar arasında
totem gibi de kabul edilir. Bazı Kırgız şamanları kendi koruyucu ruhlarının geyik
veya ak maral olduğunu söylerler. Kırgızlara göre geyik etinin günahlardan
koruyucu özelliği varmış. Herkes az da olsa yılda bir defa geyik eti yemeliymiş.
Çünkü geyik etini yiyen insan günahlarından temizlenirmiş. Bunun için avcı
vurduğu geyikten bir parça aldıktan sonra köylülerine verirmiş. Kırgızlar geyik
derisinin kutsal özellikleri olduğuna inanırlar. Geyik derisinden yapılan seccadede
edilen duanın Allah’a çabuk ulaşacağına inanırlar (Karadavut, 2010).
125
Er Eşim Destanı’nda maralın (meral, dişi geyik) kibirli olmayı ifade ettiği görülür.
Uzun zaman sonra köyüne dönen Er Eşim, Han Tursun’un ihaneti sonucunda cariye hâline
düşen bir kadına rastlar. Kadına kim olduğunu sorar, kadın eskiden bir maral gibi kibirli
biri olduğunu ancak şimdi zor durumda kaldığını söyler.
“Ben memleketteyken,
Koyu kahverengi maral gibi gerilen,
Kibirli biri idim,
Konuşmaktan üşenen.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 115)
“Kayıp’tan el uzanarak,
Çocukları götürür.
Şükürlük dağına ulaştırır.
Han çocuğu dedirtip,
Geyiklere emzirtip,
Kayberen, kırk Çiltan
Yardım eder.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 207)
“Zarlık’ın gönlü rahatlar, atın yanına gelip biner, okluğu boynuna asarak rastladığı
geyikleri avlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 229)
Geyik, Mendirman Destanı’nda da av hayvanı olması yönüyle söz konusu edilir. Adıl
Han, karısı Aykanış’ı kendisine eş olarak almak istediği için Mendirman’ı geyik avına
gönderir.
127
Manas Destanı’nda Manas ve onu han seçen seksen dört arkadaşı, çevredeki yerleri
dolaşmaya çıkarlar ve geyik ile karaca avlarlar. Bu dizelerden Kırgızların sadece ihtiyaç
karşılamak için değil can sıkıntısını giderip eğlenmek için de avlandıkları anlaşılır.
Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz’un zehirli yola değen toynağı düşer.
Toynağın yeniden çıkması için bir ay geçmesi gerekir. Boston ve yiğitleri bu süreyi geyik
avlayarak geçirirler.
Destanın bir başka bölümünde ise bir bölgede geyiklerin çok oluşu, orada insanların
yaşamadığının yani bölgenin ıssızlığının bir göstergesi olarak ifade edilir.
128
Boston Destanı’nda da geyik, dağ koyunu gibi vahşi hayvanların Boston’un yurdunu
işgal etmesi; orada artık insan yaşamadığının, yurdunun dağılıp gittiğinin işareti olarak
ifade edilir.
Kız Darıyka Destanı’nda Arap şehrine dönen Ali, oradakilere Semerkant’ı anlatırken
dağlarında geyiklerin yaşadığından söz eder.
“Hayatına bakarsam,
Geyik vuran br avcısın.
Sıfatına bakarsam,
Bu Kırgız halkındansın.” (age. s. 212)
129
Çançarkan kırk askeriyle gelir. Göğsü gümüş, arkası altın, boynuzları cevher gibi
parlayan bir karaca Çançarkan’ın yoluna çıkar. … Zarlıkkan karacayı nişan alıp okla
vuracak olur. Karaca şekil değiştirip yaşlı adama dönüşür. “Ben, evladım, Gayberen ve
Kırk Çiltan pîriyim. Nice yıllar seni dağlarda korudum…” (Akmataliyev ve diğerleri,
2007: 229)
Geyik-insan evliliği
“İlkel Türk insanının hayvanları kendisi gibi yaşayan, düşünen ve konuşan varlıklar
olarak algılaması ve onları korktuğu veya gücün simgesi olarak gördüğü için kutsallaştırıp
onlarla akrabalık kurma isteği hayvandan türeyiş konulu çok sayıda anlatmayı meydana
getiren sebeplerin başında geldiği görülür” (Karadavut ve Yeşildal, 2007).
5.7. Domuz
Geviş getirmeyen, çift toynaklı otçul bir hayvan türüdür. Evcil domuz, Asya yaban
domuzunun evcilleştirilmesiyle elde edilmiştir. Özellikle Hıristiyan ülkelerde eti, derisi,
yağı ve kılı için beslenir. Başı kalın, boynu kısa, vücudu ağır ve şişmandır. Vücutları çok
seyrek, fırça gibi sert ve kısa olan kıllarla kaplıdır. Erkeklerin köpek dişleri, çoğunlukla
dışarı doğru uzamıştır. Pislik, leş, çürümüş, kokuşmuş, kurtlanmış et, bitki ve yemek artığı
gibi her şeyi yer. Islak ormanlar ve bataklıklarda yaşarlar. Domuzlar çok hızlı koşabilir ve
çok iyi yüzebilir. Tehdit edildikleri takdirde saldırgan savaşçılara dönüşür, düşmanlarına
uzun dişleri ile saldırır. Domuzlar çoğunlukla bir sürü içinde yaşar. Bu gruplar bir ya da
birkaç dişi domuz ile bunların yavrularından oluşur. Yetişkin erkekler yalnız yaşarlar.
İslamiyette ve Musevilikte domuz eti ve domuzden elde edilen ürünleri yemek haramdır.
Domuzun eski Türk kültüründe olumlu ya da olumsuz anlam taşıdığına dair farklı
görüşler vardır.
131
“Türkler başlangıçtan beri domuz yemiyor ve geleneklerinde de bu hayvan iyi bir yer
tutmuyordu. Domuz kötü ruhları çağrıştıran bir hayvan olarak sembolize edilmiş ve
İslamiyet’ten sonra da bu devam etmiştir” (Çatalbaş, 2011).
“Eski Türklerin ‘tonguz’ adını verdikleri domuz, kötülenen ve yerilen bir hayvan
değildir. Tam tersine önem verilen bir hayvandır. Hatta domuz, 12 Hayvanlı Türk
Takvimi’nde 12. yılı simgelemektedir” (Armutak, 2002).
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda köyüne dönerken bir ihtiyara rastlayan Altın
Kökül, düşman ise onu yabanî domuz gibi öldüreceğini söyler. Bu dizelerde domuza,
düşmanlık gibi olumsuz bir niteliğin yüklendiği açıkça görülür.
Manas Destanı’nda Cakıp’ın ipini koparıp kaçan atı, çok zor yakalanıp bağlandığı
için domuza benzetilir.
Manas, ürküp kaçan atına öfkesini anlatmak için domuz sözcüğünü kullanır. Bu iki
kullanımdan Kırgızlarda domuzun olumsuz anlamlar yüklenerek kullanıldığı anlaşılır.
Destanın ilerleyen bölümlerinde domuz, çıkılacak yoldaki bir tehlike belirtisi olarak
ifade edilir.
“Karanlıkta çocuğa
Saldırıp yabanî domuzlar öldürmüş mü?” (age. s. 57)
Domuz, Boston Destanı’nda da kızgınlık ifade etmek için kullanılan bir aktarma
olarak yer bulur. Boston’un atı Karaboz, tehlikelere karşı sahibini sürekli olarak uyarır
ancak Boston onu dinlemez. Boston, düşmanlarının gücünü övüp sahibinin gücünü
küçümsediği için Karaboz’a öfkelenir ve onu domuz olarak nitelendirir.
Boston Destanı’nda da birini domuza benzetmek, hakaret içeren bir anlam taşır.
Ailesinin başına gelen tüm kötülükler için kocası Ayşakan’ı suçlayan Karaçaç, ağabeyi
Boston’dan af dilerken kötülüklerinden dolayı kocasını domuz olarak nitelendirir.
“Heybetinize bakarsam,
Eskilerdeki büyük domuz gibi.” (age. s. 202)
5.8.Kurt
Kurt, köpeğe benzeyen yırtıcı bir hayvandır. Genellikle ıssız bölgelerde yaşar.
Görme, işitme duyuları keskindir. Gece avlanmaya çıkar. Aç kaldığında insana da saldırır.
Köpekten farklı olarak kuyruğu daha uzun, kulakları daha büyük ve dik, postu daha tüylü,
boyu daha uzun, dişleri ve çenesi daha iri ve kuvvetlidir. Koyunlara düşmanlığı ile
ünlüdür. Her gece kendine has sesiyle ulur. Postu kürkçülükte değerlidir. Kurtlar çok
değişik şartlarda, karda, buzda, tundralarda, orman ve bozkırlarda yaşayabilir. Kışın sürü
hâlinde ava çıkar. Belli avlanma sahalarında dolaşan kurtlar, geyik, dağ koyunu, tavşan ve
küçük kemirgenleri avlar. Kurdun duyulduğu zaman hayvanları bile ürperten uluması çok
meşhurdur. Kış aylarında ava çıkacakları zaman sürüden biri uzun uzun ulur, sonra hepsi
birden ulumaya başlar. Birlikte ulumak; kurt sürüsünde birliği ve beraberliği gösterir. Ava
çıkan sürünün önünde en güçlü ve en iri olan reis bulunur. Karda sürüye yol açar ve bir
avla karşılaştıklarında ava önce kendisi saldırarak, diğerlerini cesaretlendirir. Zayıf ve
cılızlar sürünün son saflarında yer alır. Dişi kurtların insan yavrularını da besledikleri
hikâye edilmektedir.
Kurt, Türk mitolojisinde ata, koruyucu, yol gösterici ve hatta bazı soy efsanelerinde
tanrısal vasıflar taşıyan hayvanlarından biri olarak önemli bir yere sahiptir.
Kırgızlar arasındaki kurtla ilgili çok yaygın inanış ve törenler vardır. Bunlar
arasında çocuklarla ilgili olanı dikkat çekicidir. Anciyan bölgesinde yaşayan
Kırgızlar kurt tırnaklarından süs eşyaları yapar, bunları da hastalıklarından
kurtulmak için vücutlarında taşırlarmış At-Başı’nda yaşayan Kırgızlar ise
çocuklarını korumak için kurdun derisi ve diz kemiğinden nazarlık yaparmış.
Kırgızlar arasında kurt ile çocuk arasında yakın ilgi vardır. Kırgızlar yeni doğan
çocuğa sağlıklı ve uzun ömürlü olması ve de kötü ruhlardan korunması için kurt
salyası içirirlermiş. Kırgız anneler çocuklarını ölümden korumak için özellikle
kurdun ağız derisini saklarlarmış. Çocukları hastalık ve kötü ruhlardan korumak
için kıyafetlerine kurt dişi dikerlermiş, beşiklerine kurdun aşık kemiğini
asarlarmış. Bazen de çocuk düşüren hanımlar bunları kendi elbiselerine dikermiş.
Kırgızlar kurttan sadece sihirsel ve büyüsel olarak faydalanmamış, maddi olarak
da bazı hastalıklarına çare aramışlar. Bacakları ağrıyanı kurt derisinden yapılan bir
pantolon giydirerek tedavi etmeye çalışmışlar ve buna da börü-catış demişler
(Karadavut, 2010).
Türk destanlarında kurt, genellikle kurtarıcı ve yol gösterici olmak gibi olumlu
yönleriyle ön plana çıkarılırken bazı örneklerde insanların olumsuz niteliklerinin
yansıtılmasında kurt motifinin kullanılması dikkat çekicidir.
Mendirman Destanı’nda Adik Han’ın dokuz oğlundan biri olan Asıl, kardeşlerinin
birleşip tek üvey kardeşleri olan Mendirman’ı öldüreceklerini öğrenir. Bunun üzerine eline
kopuzu alıp kardeşine söylediği gazelin bir bölümünde öz kardeşlerini kurda, üvey
kardeşini ise koyuna benzetir. İçinde kötülük taşıyıp kendi kardeşine bile zarar verebilecek
insanlar aç kurtlara benzetilir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda çocukları olmadığı için her türlü çareye başvuran
Eşimkul ve Zuura’yı gibi daha birçok insanı kandırıp tüm varlıklarını alan sahtekâr şeyhin
aç gözlülüğünü anlatmak için aç kurda benzetildiği görülür.
“Yaz-kış yiyeceği
Halktan hileyle almışsın.
Temirkan’ın halkı Altın Kökül ile savaşırken halk koyun sürüsüne, Altın Kökül ise
koyunlara saldıran bir kurda benzetilir ve bu benzetme birkaç defa tekrarlanır.
Temirkan, Kalmuk ozanı Şırgıy ile atışırken Kalmuk ordusunu koyun sürüsüne, kırk
yiğidini ise kurtlara benzetir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül, Kan İçme Karaç ile güreşirken
güçlü oluşu yönüyle bir kurda benzetilir.
139
Temirkan’ın halkı ile tek başına savaşan Altın Kökül’ün gücü ve cesareti kurt
benzetmesiyle ifade edilir.
Destanda Temirkan, daveti üzerine gelen kahramanları ve halkını bir araya toplayıp
Kalmuklarla savaşmayı önerir; bu dizelerde kurdun gücünün yanı sıra çevik oluşu da
vurgulanır.
Manas, koyun otlatırken bir gök kurt gelir, kuzularından birini alır ve bir mağaraya
kaçar. Manas kan izlerini takip edip mağaraya geldiğinde kanatlı atlar ve insana
benzemeyen kırk kişi görür. Kuzusunun sağ salim hayatta olduğunu görünce olup biteni
anlayamaz; oradaki kırk kişiye kim olduklarını ve kurdun nereye gittiğini sorar. Onlar da
kurt kılığına girip kendisini Allah’a inanmaya çağırmak için geldiklerini söylerler ve
ortadan kaybolurlar.
“İhtiyarlar konuştu:
‘Bu nasıl söz?’ diye,
Altı kurt aralarına dalarak
Kuzuları kovalıyordu,
Bunu açıkça gördük,
Geldiğimizde altı çocukmuş meğer.” (age. s. 183)
Manas Destanı’nda ava çıkan Manas, arkadaşlarının kurt ve tilki avladığını görür.
Kırgızlar bu hayvanları av hayvanı olarak nitelendirirler çünkü kürklerini kullanırlar.
hayvan yüreğine aş ermesi, çocuğunun güçlü ve cesur bir savaşçı olacağının işareti olarak
değerlendirilir.
Boston Destanı’nda Buuba Han, eşi Kanışa Boston’a hamile iken aş ermesi
geçmeyince avcılardan kurt avlamalarını ister.
Deyimlerde kurt
Er Eşim, halkını Han Tursun’a emanet edip düşmanlarının üstüne gidince Han
Tursun ona ihanet eder. Bu ihaneti ve güvenilmeyecek kişiye halkını emanet edişini
anlatmak için “kurda koyun güttürmek” deyimi kullanılır.
5.9.Tilki
Dünyanın hemen hemen her yerinde yaşayan, köpekgiller familyasından, etçil bir
hayvandır. Büyük kulakları, uzun bir kuyruğu ve sivri bir burnu vardır. Koku alma ve
işitme duyusu çok güçlüdür. Postu kıymetlidir. Çok hızlı koşar. En iyi av köpeği bile bir
tilkiyi yakalamakta zorluk çeker. Gece avlanır. Esas besin kaynağı fare olmakla beraber
kuş, küçük memeli, sürüngen, leş ve meyve de yer. Yalnız yaşamayı seven bir hayvandır.
Post tüyleri yaşadığı yere göre değişir. Çoğunun postu kızıl renklidir. Çok zeki ve kurnaz
hayvanlardır. Kurnazlığı masallara konu olmuştur.
Türk kültüründe bir av hayvanı olan tilkinin kürkü çok değerlidir. Kurnazlığı temsil
eden tilki, bu yönüyle insanlarla ilgili benzetmelerde de kullanılır.
Japon Şintoizm’inde halkın sevdiği bir ilahtır. Çin’de iyi şansın, uzun ömrün ve
kurnazlığın sembolüdür. Altaylılar ve Yakutların tözleri arasında yer alır.
Türklerde hilekâr ve kurnaz özellikleriyle öne çıkmaktadır. Şaman başlığında tilki
postu yer almaktadır. İslamiyet’ten sonra Türk kültüründe korkaklık, kurnazlık ve
yalnızlık özellikleriyle öne çıkmıştır (Çatalbaş, 2011).
Tilki, Kırgızlar için önemli av hayvanlarından biridir. Kürkü sıcak tuttuğu için
oldukça değerlidir.
Kız Darıyka Destanı’nda Arap şehrine dönen Ali, kendi halkına Semerkant’ı
anlatırken avlanacak yerlerin çokluğundan ve Kırgızların tilki avladıklarından söz eder.
Darıyka ile Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu nedeniyle düzenlenen toyda at yarışı
yapılır ve yarışı kazananlara ödül olarak tilki kürkü de verilir. Bu tür eğlencelerde ödül
olarak verilmesinin gelenek hâline gelmesi, tilki kürkünün Kırgızlarda değerli kabul
edildiğinin göstergesidir.
Kız Darıyka Destanı’nda büyüyüp genç bir kız olan Darıyka’nın güzelliği övülürken
saçları gür ve uzun olduğu için tilkinin kuyruğuna benzetilir.
Kız Darıyka Destanı’nın kadın kahramanı Darıyka, güreştiği herkesi yener. Onunla
güreşmek üzere Semerkkant’a giden Ali, yurduna döndüğünde övgüyle bahsettiği
Darıyka’yı halkına anlatırken onu karda oynayan bir kara tilkiye benzetir.
146
Boston Destanı’nda tilki, Boston’un yoluna çıkan kurnaz ve tehlikeli bir düşman
olarak ifade edilir. Sınırın kızın tilkisi, kurnazlığıyla insanları tuzağa düşürür ve
düşmanların Kadamış Han’ın yurduna girmesini engeller. Avını kurnazca tuzaklar kurarak
ele geçirmesiyle tanınan tilki, bu destanda gerçekte olduğundan çok daha güçlü bir hayvan
olarak anlatılır. Sınırn kızıl tilkisi öyle güçlüdür ki bütün düşmanlarını yener.
Destanda tilkinin insanmış gibi anlatıldığı görülür. Tilki konuşur, Boston’a sorular
sorar, onun kim olduğunu anlamaya çalışır.
5.10.Aslan (Arslan)
Aslan kedigiller ailesinden etçil, süper yırtıcı bir hayvan türüdür. Afrika aslanı,
dünyanın en büyük dört kedisinden (kaplan, aslan, jaguar, leopar) biridir. Postu
kahverengimsi sarıdır. Kuyruğunun ucu püsküllüdür. Erkek aslanın başının etrafı uzun ve
güzel bir yele ile süslüdür. Aslanların pençeleri ve dişleri çok keskindir. Genellikle Afrika
kıtasında yaşamlarını sürdürürler. Aslanlar büyük gruplar oluşturan tek kedi cinsidir.
Savunmada ve av sırasında birleşen aslanlar, avlarını kovalar ya da pusuya düşürür.
Genellikle gece avlanır. Fundalıklarda, gölge yaparak onları sıcaktan koruyan ağaçların
olduğu yerlerde, sazlıklarda yaşar. Aslanların nesli hızla tükenmekte ve dünya üzerindeki
yaşam alanları giderek daralmaktadır.
Türk kültüründe aslan, güç ve kuvvetin sembolü olarak önemli bir yer tutar. Bu
nedenle aslan başı, bayrak ve sancaklarda sembol olarak kullanılmış, Orhun Kitabeleri’nin
148
“Arslan kelimesi tarih boyunca yaygın bir biçimde şahıs adı olarak kullanılmıştır”
(Karadoğan, 2003).
Hayvan mücadele sahnelerinde aslan gök unsuruna uygun olarak zafer kazanan
konumdadır ve iyi-kötü, aydınlık-karanlık gibi kavram çiftlerinden olumlu olan
tarafa karşılık gelmektedir. Dolayısıyla birçok hayvan için geçerli olduğu gibi
aslan da savaş, zafer, iyinin kötüyü yenmesi, kuvvet ve kudret simgesi olmuştur
(Adıgüzel, 2006).
Şırdakbek Destanı’nda çölde Boz Corgo adlı tayı yakalamaya çalışan Şırdakbek,
güçlü ve cesur oluşu bakımından avını yakalayan bir aslana benzetilir.
Kocacaş Destanı’nda da Moldocaş, babasının ölümüne yol açan keçinin peşine düşer;
çocuk, gücü ve cesareti bakımından aç bir aslana benzetilir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Zuura ile Eşimkul’un oğulları Altın Kökül
doğduğunda hekim, bebeğin büyüdüğü zaman aslan gibi güçlü olacağını ve düşmanlarını
tek başına yeneceğini söyler.
Temirkan’ın şehrine saldırmaya karar veren Altın Kökül, aslan gibi güçlü olabilmek
için dua eder.
Şehre giren Altın Kökül, Temirkan’ın çok güçlü ve acımasız biri olan oğlu Kan İçme
Karaç ile karşılaşır, kendisinin düşmandan korkmayan bir aslan olduğunu söyleyerek ona
meydan okur.
Savaşa tutuşan bu iki yiğit, güçlü ve cesur olmaları bakımından aslan olarak
nitelendirilir.
“Aslandan heybetli,
Kan İçme’den cesur
Görmedik böyle balayı.” (age. s. 215)
“Aslandan heybetli
Altın Kökül Genç Aydar
Sabredip durur mu?” (age. s. 223)
Er Kökül, Temirkan’ın halkıyla tek başına dövüştüğü için sürüye saldırmış yalnız bir
aslana benzetilir.
151
Altın Kökül, Temirkan’ın şehrini koruyan devle karşılaştığında da bir aslan kadar
cesur ve kararlı dövüşür.
Temirkan’ın kızı Auuruke, ağabeyi Kan İçme Karaç’ı aslana benzetir ve babasına
onun kadar korkusuz ve güçlü birini kimin yendiğini sorar.
Manas Destanı’nda da Manas’ın güçlü ve cesur bir savaşçı olması yönüyle aslana
benzetildiği görülür.
Manas, Çinli komutan Neskara’yı kovalarken avının peşinden giden bir aslan gibi
hızlı ve kararlıdır.
Boston Destanı’nda Boston, çok iri yapılı olması bakımından aslana benzetilir.
Destanda cadalozun yer altında yaşayan en güçlü çocuğu Çoyun Alp’in gücü ve
korkusuzluğu anlatılırken aslanları yakalayıp kuyruklarını birbirine bağladığı ifade edilir.
153
“Arslanları tepeden
Haydalayıp süren Çoyun Alp,
Kuyruklarını bir araya getirip,
Bağlayıp süren Çoyun Alp.” (age. s. 289)
Kız Darıyka Destanı boyunca destan kahramanı Darıyka kimseye yenilmeyen güçlü
bir pehlivan olması bakımından aslan olarak nitelendirilir.
Destanda Kız Darıyka aslana benzetilirken onunla gurur duyan babası Katıran ise
kaplan olarak nitelendirirlir.
Destanda Darıyka ile güreşmeye cesaret edebilen ancak güçleri eşit olduğu için
Darıyka’yı yenemeyip onunla evlenen Hz. Ali de defalarca aslan diye anılır.
Güreşe tutuşan Darıyka ve Ali birbirini yenemez çünkü ikisi de çok güçlü ve
cesurdur; bu nedenle güreşleri, evlenmeleri ve ayrı düşmeleri anlatılırken iki kahraman da
aslana benzetilir.
Darıyka ve Ali’nin oğlu Şaysılda da heybetli oluşu nedeniyle çocuk yaştayken halk
tarafından aslan yavrusu olarak adlandırılır.
Arap şehrine babasını bulmaya giden Şaysılda, oraya ulaştığında sokakta oynayan
çocukları görür. Bu çocuklar henüz tanışmadığı kardeşleridir ve onlar da aslan yavrusu
olarak ifade edilir.
Temirkan, Kalmuklara karşı birlik olmak için çağırdığı yiğitleri düşmana boyun
eğmeyen aslanlara benzetir, sonra da Kalmukları katledeceklerini söyler.
156
Colborskan, Kalmuklarla savaşıp sağ kalan yiğitlerine dua ederken onları aslan
olarak nitelendirir.
Uyul Han, gece yarısı yanına gelen Madılbek’e kim olduğunu sorarken onu
heybetinden dolayı aslana benzetir.
Madılbek, kendini Uyul Han’a tanıtır ve kendisine silah verirse aslan gibi kükreyerek
korkusuzca Kırgızlarla savaşmaya gideceğini söyler.
Boston Destanı’nda oğluyla birlikte ilk karısı Cezbilek’in yurduna doğru yola çıkan
Boston’un geçtiği yolların tehlikesi, ormanlarda aslan ve kaplanların çok oluşuyla ifade
edilir.
“Arslanları yarışırlar,
Azı dişlerini gösterip
Geyik maral kovalarlar,
Kovalayıp yetişip yıkarlar,
Etini yiyip dinlenirler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 490)
5.11.Kaplan
çalılıklardan daha çok hoşlanan bu iri yapılı vahşi kediler, ağaca çok rahat tırmanır.
Geyik, antilop, dağ keçisi gibi yabanî hayvanları avlamasının yanında aç kalınca köylere
inerek koyun, at, inek gibi evcil hayvanlara ve insanlara da saldırır. Kaplan, aslana çok
benzemesine rağmen postunun çizgili ve yelesinin olmamasıyla ondan ayrılır. Su
kenarlarında su içmeye gelen hayvanlara pusu kurar, sıçrayarak üzerine atılır, ön pençeleri
ile yere yıkarak gırtlak ve boynundan ısırarak avını öldürür. Bir sıçrayışta altı metrelik
engelleri aşabilir.
Kaplan da tıpkı aslan gibi güçlü ve cesaretli insanlar için benzetme unsuru olarak
sıkça kullanılan hayvanlardan biridir.
Kocacaş Destanı’nda Moldocaş, babasının ölümüne neden olan Eçki adlı keçinin
peşine düşer; çocuk, intikam alma hırsıyla birlikte ortaya çıkan gücü ve cesareti
bakımından kaplana benzetilir.
“Saldırgandan kaçmayan
Kara benekli kaplanım.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 39)
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Eşimkul, Kan İçme Karaç adlı herkesi yenen
yiğidi yendiğinde cesaretinden dolayı kaplana benzetilir.
Kan İçme’yi yendikten sonra Temirkan’ın şehrine giren Altın Kökül, av arayan aç bir
kaplana benzetilir.
Manas Destanı’nda Cakıp Bey’e karısının bir erkek çocuk dünyaya getirdiğini
müjdeleyen Akbalta, yeni doğan bebek Manas’ı aslana ve kaplana benzetir.
160
Ruhanî varlıklar olan Kırk Çiltan, farklı hayvan suretlerine bürünerek tehlikeli bir
yolculuğa çıkan Manas’a destek olup güç verir. Kılığına girdikleri hayvanlardan biri de
kaplandır.
Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın yurduna doğru yola çıkan Boston ve kırk yiğidi,
kaplana benzetilir.
Destanda Boston, yurdunu işgal eden Ayşakan’a hesap sorarken onu kaplana benzetir
ancak bu benzetme diğerlerinde olduğu gibi övgü anlamı içermez. Ayşakan, Boston’un
yurdunu hile ile ele geçirdiğinden olumsuz şekilde gizlice avlanan bir kaplana benzetilir.
161
Kız Darıyka Destanı’nın başkahramanı olan Darıyka, çok güçlü ve cesur bir kadın
pehlivan olduğu için destan boyunca birçok defa kaplan olarak nitelendirilir. Bu
ifadelerden bazıları şöyledir.
Darıyka’nın tüm yiğitleri güreşe davet etiğini öğrenen Hz. Ali, kendisinden daha
güçlü olamayacağını söyleyerek kaplan diye nitelendirdiği Darıyka ile güreşmeye karar
verir.
162
Destanın ilerleyen dizelerinde Darıyka ile güreşen Hz. Ali de güçlü oluşu yönüyle
kaplana benzetilir.
Darıyka ile Hz. Ali’nin oğlu Şaysılda 18 yaşına geldiğinde kaplana benzetilir.
Hz. Ali kendisini bulmaya gelen oğlu Şaysılda’yı görür ancak tanımaz. Kara kulaklı
bir kaplana benzettiği bu yiğidi çok beğendiğini ve kim olduğunu merak ettiğini söyler.
Birbirlerini tanıyamayan baba ve oğul güreşirken Hz. Ali kart kaplana Şaysılda ise
genç aslana benzetilir.
“Kendisi alp görünüşlü, kaplan yürekli, çınar bilekli kişi olur.” (Akmataliyev ve
diğerleri, 2010: 22)
“Cediger Han, son bir gayretle, kara kaplan gibi heybetle, yiğitlerini dört bir yana
gönderdi.” (age. s.88)
Kırgız pehlivanı Nar, Kalmuk pehlivanı ile teke tek dövüşürken ikisi de güçlü ve
cesur oluşları bakımından vahşi kaplana benzetilir.
“Ulaşırsın maksadına,
Başın dertlerden arınıp.
Kendini göstermeye kim çıkar,
Boz kaplan gibi saldırıp.” (age. s. 114)
Boston Destanı’nda Buuba Han’ın eşi hamileyken kayberen (yırtıcı hayvan) yüreğine
aş erer. Kanışa’nın aş ermesini ayı ve kurt yüreği geçirmeyince Buuba Han, avcılardan
kaplan avlamalarını ister, karısının aş ermesi kaplan yüreği yiyince geçer. Bu durum
doğacak çocuk Boston’un kaplan yürekli olacağını gösterir.
“Sabırsızlanan Kanışa
Ağzını zar zor oynatıp,
Güçlükle söz söyledi.
Bana yürek gerek, der,
Kayberenin yüreği
Güçlüsünden olsa, der.
Onunla ağzım dolsa, der.
…
Elindeki yüreği
Çabucak doğratıp, kavurtup,
Kanışa’ya yutturdu,
Sıcak yüreğe doyurdu,
Kanışa’nın ağrısı durdu.
Aş ermesi şimdi geçmiş.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 27, 29)
166
Boston’un ilk karısı Cezbilek de hamileyken yırtıcı hayvan yüreğine aş erer. Avcılar
kurt, ayı, pars, aslan ve kaplan avlayıp yüreğini Cezbilek’e getirirler fakat aş ermesi
geçmez. Avcılar son olarak kara kulaklı kaplanı yakalayıp yüreğini getirirler ve aş ermesi
geçer.
“Avcılar toplanıp,
Sık ormanı dolaşıp,
Tasalanıp gitseler,
Kara kulaklı kaplan
Ansızın önlerine çıktı,
…
Pek çok avcı vurup,
Kaplanı yıkıp,
Karnını yarmak için çekiştirip,
Yüreğine el atıp,
…
Yüreği yiyip Cezbilek,
Düzeldi şimdi.” (age. s. 404)
Manas Destanı’nda Cakıp Bey’in atı kaçar ve Mendibay adlı çocuk atın peşinden
gider. Uzun zaman geçip de çocuk dönmeyince onu aramaya çıkan Cakıp Bey, uzaktan
atını görür. Atını üstünde beyaz kaplan kürkü vardır. Kaplanın çocuğa saldırmış
olabileceğini ya da bir avcının kaplanı avlayıp kürkünü bırakmış olabileceğini düşünür. Bu
dizelerden Kırgızlarda kaplanın değerli kürkü nedeniyle avlanan bir hayvan olduğu da
anlaşılır.
Boston, ilk karısı Cezbilek’in yurduna gitmek için gelip kendisini bulan oğlu
Börübay-Sultan’ı da yanına alıp doğuya doğru yola çıkar. Geçtikleri yolların tehlikeli ve
168
Er Soltonoy Destanı’nda Talas’a giderken yolda mola veren Madılbek’i ve atını takip
eden iki kaplan, tehlike belirtisi olarak ifade edilir. Madılbek uyurken onlara yaklaşan
kaplanı fark eden at, uyandırarak sahibini uyarır.
Madılbek uyanır ve iki kaplanı avlar. Madılbek’in gücünü ifade etmek için kaplanlar
kediye benzetilir.
Boston Destanı’nda Cezbilek, kara kulaklı bir kaplan ve ala kuyruklu beyaz bir
kaplan görür. Rüyasını annesine babasına anlatarak yorumlamalarını ister. Babası
Kadamış, Cezbilek’e eşi Boston ve oğlu Börübay-Sultan’ın geleceğini söyler.
Büyük ve yırtıcı bir hayvan olan pars; aslan, kaplan ve jaguardan sonra en büyük
dördüncü kedidir. Büyük kedilerin içinde ağaca en iyi tırmanabilen türdür. Geniş
pençelerinde sivri ve keskin tırnakları, kısa ve toparlak kulakları, göz alıcı parlaklıkta kısa
tüylü postu vardır. Post rengi sarımsıdır ve üstünde siyah benekler bulunur. Bu benekler,
insanların parmak izi gibi her bireyde farklılık gösterir. Gövdesinin üçte ikisi kadar da
kuyrukları vardır. Gündüz tehlike sezdiğinden gece avlanmayı tercih eder. Cüssesine göre
çok güçlü olduğu için yakaladığı geyik ve domuz gibi ağır avları bile ağaca çıkarabilir.
Afrika'nın sıcak bozkırlarından Hindistan ve Malezya Yarımadasının yağmur ormanları ve
Çin'in karla kaplı soğuk dağlıklarına kadar olan ormanlarda, çalılıklarda, fundalıklarda,
yarı çöl ortamında ya da kayalık dağ yamaçlarında yaşayabilir. Kürkü çok kıymetli
olduğundan önemli bir av hayvanıdır.
Pars, diğer büyük yırtıcılar gibi güçlü ve cesaretli oluşu nedeniyle Türk kültür ve
edebiyatında benzetme unsuru olarak kullanılan bir hayvandır. 12 Hayvanlı Türk
Takvimi’nde üçüncü yıla adını vermiştir.
Er Eşim Destanı’nda Er Eşim’in savaştığı Acaan adlı Kalmuk yiğidinin heybeti tasvir
edilirken boynunun kalınlığı pars boynuna benzetilir.
171
“Tuttuğunu kaçırmaz
Mağarada yatan parsım.” (Akmataliyev ve Caynakova, 2009: 39)
Manas Destanı’nda seksen dört arkadaşı, atını kesmeyi kabul ettiği için Manas’ı
kendilerine han ilan edip ak kilime oturtur. Manas, sergilediği cesur tavır nedeniyle leopara
benzetilir.
“Kaçmasına rağmen,
Leopar Manas çocuğu,
Etrafını sardılar,
Bırakın demesine rağmen,
Getirip genç Manas’ı
Ak kilime oturttular.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 455)
“Leopar Manas,
Hiddetle bağırarak…” (age. s. 483)
Kırgız destanlarında sıkça rastlanan yırtıcı hayvan etine aş erme motifini teşkil eden
hayvanlardan biri de parstır. Şırdakbek Destanı’nda annesi, Şırdakbek’e hamileyken pars
etine ve kalbine aş erer.
“Annesi aş erer,
Kaplan ve pars etine
…
Parsın tek etine değil,
Aş erer kalbine.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 251)
5.13. Köpek
Köpek; evcil ve vahşi olarak dünyanın hemen hemen her yerinde yaşayan, keskin
koku alma ve işitme yeteneğine sahip etçil bir hayvandır. Sahibine bağlılığı ile ünlüdür.
Hızlı koşan ve yüzebilen bir hayvandır. Çok eski çağlardan beri evcilleştirilmiştir. Görünüş
ve büyüklükleri farklı, yüzden fazla evcil ırkı vardır. Zeki olduğundan kolayca terbiye
edilebilir. Koku alma ve iz sürme yetenekleri sayesinde av, bekçilik, polislik, arama-
kurtarma, çobanlık gibi işlerinde insanların işini kolaylaştıran önemli dostlardır. Bazı
insanlar da evlerinde süs köpekleri besler.
Köpek, Türk kültüründe insanların en iyi dostu olan hayvanlardan biridir. Güvenilir
bir bekçi olan köpekler, sadece yaşam alanlarının düşmanlardan korunmasında değil
hayvan sürülerinin vahşi hayvanların saldırılarından korunmasında da önemli bir rol
üstlenmiştir. Avcılık geleneğinin yaygın olduğu Türk kültüründe avcının en önemli
araçlarından biri de av köpekleridir. Köpek, 12 Hayvanlı Türk Takvimi’nde on birinci yıla
adını vermiştir.
Türklerde köpek sembolü kurt veya kartal gibi ulusal bir sembol olmamıştır.
Şaman ayinlerinde güçlü şamanlar kurt, kartal gibi hayvanların biçimine girerken
zayıf şamanlar köpek şekline giriyordu. Köpek yer altına inerken kullanılıyor ve
bu olumsuz anlamı sebebiyle cenaze merasimlerinde kurban edilen bu hayvan
ölümü temsil ediyordu. Çin ve Moğol kültürlerinin etkisiyle köpekten türeme
174
Er Eşim Destanı’nda savaşa gidip üç yıl sonra yurduna dönen Er Eşim, halkının ve
hayvanlarının yerinde olmadığını, köpeklerinin sahipsiz kaldığını görür. Sahibine sadık
hayvanlar olan köpeklerin onlardan ayrı kaldığı için uluduğu ifade edilir.
Uzun süre ayrı kalan Er Eşim ve karısı tekrar bir araya geldiklerine çok sevinirler, bu
mutlu hâlleri sahibini görmüş köpek yavrusuna benzetilir.
“Söz vererek evlendiğin hana iki köpek yavrusu doğurdun.” diyerek hile uydurur.
(age. s.205)
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda kendisini evliya olarak tanıtan ancak çocukları
olmayan Eşimkul ve Zuura’yı kandırıp hizmetinde kullanan hilekâr kişi kudurmuş bir
köpeğe benzetilir.
“Açıkça gösteriyor
Bîçareye zararı.
Kudurmuş it gibi sürükleyip
Ahmak ediyor insanı.
Bırak evliya almıyorum
Senin vereceğin balayı.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 73)
Çocuğu olmayan herkesi kandırıp ellerindeki bütün parayı ve malı alacak kadar
açgözlü olduğu için Zuura, bu sahtekâr evliyayı aç kalmış tazıya benzetir.
Gerek bu ifadeden gerekse Manas’ın av köpeklerini yanına alıp ava çıktığından söz
eden aşağıdaki dizelerden Kırgızların köpekleri avlanmak üzere eğittikleri anlaşılır.
176
Köpek, Manas Destanı’nda Moğollar için bir hakaret ifadesi olarak da kullanılır.
Cakıp’ın oğlunun doğumu için düzenlediği toyda Moğol pehlivan Çokan ile Kırgız
pehlivan Tügölbay güreşir.
Kız Darıyka Destanı’nın kadın kahramanı Darıyka yenilmez bir pehlivandır. Darıyka
ile Hz. Ali, güreşirler ancak birbirlerini yenemezler. Bunun üzerine Ali, Darıyka’yı
azgınlık ve uyanıklık timsali olarak anılan efsanevî köpek olan sırttan olarak niteler.
“Bunlardan başka beyin kurtlara kaptırmayan beş tazısı ve hareket bile ettirmeyen iki
iti varmış. Bu itler yabancı kişilerin eselerini at sürmelik yerden duyarlarmış.”
(Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 76)
Destanda Orolkan, rüyasında çok değer verip baktığı iki atmacanın arkasından
gönderdiği kırk bir tazı görür. Rüyasında gördüğü iki atmaca Temirkan ve Bolotkan adlı
177
iki kardeş, ardından gönderdiği tazılar da onların en sadık yardımcıları olan kırk bir
yiğittir.
“Agışay’ın düzlüğünde
Kalabalık Kalmuk çevirdi.
Silahsız gelen gençleri,
Saldırıp it gibi daladı.” (age. s. 145)
Bir başka bölümde de Soltonoy, Madılbek’i takip edip Kırgızların peşinden giden
Kalmukları köpeğe benzetir.
Kögölkan’ın halktan vergi toplaması için gönderdiği adam, Aşırbek adlı Kırgızı
havlayan köpeğe benzetir.
5.14. Yılan
Yılan uzun vücutlu, bacaksız sürüngenlerin genel adıdır. Dünyada üç bin kadar yılan
türü bilinmektedir. Bunların çok azı zehirlidir. Sıcak bölgelerde yaşayan, soğukkanlı, etçil
hayvanlardır. Vücutları pul görümünde bir deriyle kaplıdır. Büyümeye engel olduğu için
zaman zaman deri değiştirir. Zehirli yılanlarda ön çenede uzun oluklu zehir dişleri de
vardır. Bunlarda tükrük bezleri, zehir bezine dönüşmüştür. Kış uykusuna yatan
hayvanlardan biridir. Böcek, karınca, fare, kuş, kertenkele gibi canlı hayvanları avlayarak
beslenir. Zehirlerinden panzehir yapılarak fayda sağlanır. Sıcakkanlı hayvanların
179
vücutlarından yayılan ısı dalgalarını tespit ederek avlarını karanlıkta bile kolayca bulur ve
takip eder. Yılanların renkleri ve boyları çeşitlidir. Yılanlar yumurtlayarak ürer.
Türk kültüründe yılan çoğu zaman olumsuz nitelikleriyle ön plana çıkan bir
hayvandır. Zehirli oluşu nedeniyle tehlikeli bir hayvan olarak nitelendirilen yılan; hain,
sinsi, soğuk insanları anlatmak için kullanılan bir benzetme unsurudur.
Destanda Zarlık, çıktığı uzun yolculukta çok yorulur ve perçemleri yere değecek
şekilde sürünür, bu bakımdan yılana benzetilir.
Mendirman Destanı’nda Aykanış’ın güzelliğini kıskanan cadı kadın ona bir kötülük
yapmak ister. Kadının kötü ve sinsi oluşu ok yılanına benzetilir.
Destanda Asıl, kendisini Mendirman’dan ayırdığı ve uzak bir yere gönderdiği için en
küçük kardeşi olan Külteber’e sitem eder, onu yılana benzetir. Yılanın burada da kötülükle
özdeşleştirildiği görülür.
Kırgız destanlarında yer alan yırtıcı hayvan etine ya da yüreğine aş erme motifi Er
Soltonoy Destanı’nda diğer destanlardan farklı olarak zehirli yılana aş ermek şeklinde yer
alır. Colborskan’ın karısı Gülaypa yılana aş erdiğini söyler.
Gülaypa çok iri yapılı ve güçlü bir bebek dünyaya getirir, çocuğun kolları öyle
kaslıdır ki şekil bakımından kurbağa yutmuş yılana benzetilir.
Destanda Kögöykan adlı Kırgız hanı, toy düzenlemek için zengin fakir demeden tüm
halktan yüz altın sikke vergi toplar. Bu acımasız tavrı nedeniyle Aşırbek, onu kan içen
yılana benzetir.
5.15. Ejderha
Ejderha, türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarıdır. Farsçada “büyük
yılan” anlamında kullanılan bu sözcük, dilimize “korkunç canavar” manasında geçmiştir.
Milletlerin mitolojisinde yer alan ejderhaların ortak özellikleri aslanpençeli, yılan
kuyruklu, pullu derili, kanatlı olması, ağzından veya burnundan ateş saçmasıdır. Yedi başlı
olanları vardır. Efsanelerde ejderha; hazineleri bekler, insanları esir eder. Bu korkunç
canavarlar her defasında bir masal kahramanı tarafından öldürülür, böylece zulümleri son
bulur. Efsanevi bir yaratık olan ejderha çoğunlukla büyüsel veya ruhanî güçlere sahip,
kuvvetli ve büyük bir kertenkele veya başka bir sürüngen olarak tasvir edilir. Batı tasvirleri
genellikle kanatlıyken, Doğu'daki tasvirlerde genellikle kanat bulunmaz. Ejderhalarınkine
benzer özellikler içeren efsanevi yaratıklar neredeyse her kültürde mevcuttur. Hatta ejderha
Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerinin simgesidir. Avrupada uğursuzluk getirdiğine inanılan
ejderha, Uzak Doğu’da uğur simgesidir. Çin’de on iki burçtan biri ejderhadır.
Türkler için önceden bereket, refah, güç ve kuvvetin sembolü kabul edilen bu
hayvan, Ön Asya kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra bu anlamları zayıflayarak
alt edilen kötülüğün sembolü olarak algılanmıştır. Hunlar ejder festivali
düzenlemiştir. Bunun yanı sıra Çin’de imparatorluk sembolü olan ejderha,
Türkleri bu yönüyle etkilemiş ve Türk hayvan takviminde de yıl sembolü olarak
yer almıştır. Türkler arasında ejderin sembolik anlamları İslamiyet’ten sonra da
devam etmiştir (Çatalbaş, 2011).
183
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül ile Kan İçme güreşirken ejderhaya
benzetilir.
Temirkan’ın halkı ile dövüşü anlatılırken Altın Kökül’ün ejderha gibi ıslık çaldığı
dile getirilir.
Temirkan, kızı Aruuke’ye Altın Kökül’den söz ederken onun gözüne ejderha gibi
göründüğünü söyler.
Manas Destanı’nda Cakıp’ın çocuğu olmuyor diye ağlayan karısı Çıyırdı, rüyasında
aksakallı bir adam görür. Aksakallı adam ona kırmızı elmayı yemesini ve ejderhaya
binmesini söyler.
“Ejderhayı at olarak
Büyük hatunun binmesi
O çocuğun heybeti
Yeryüzünde sürecek.” (age. s. 79)
“Altaylı Kalmuk’u
‘Ejderha çıktı diye,
Adı Manas güçlü!’” (age. s. 257)
“Yakalarına yapışarak,
Ejderha gibi dövüşerek,
İki pehlivan tutuşup
Çekişmeye geçtiler.” (age. s. 351)
Boston Destanı’nda Boston, kırk kızın başında beklediği Cezbilek’in odasına iki gece
gizlice girer ve onun saçından bir tutam keser. Cezbilek, kendisini koruyamadıkları için
seksen cariyeyi öldürtür. Ertesi gece Boston tekrar gelir ve Cezbilek, Boston’u gördüğü
gece ona öfkelenir, seksen cariyesini onun yüzünden öldürttüğünü söyleyerek Boston’a
kızar.
185
Destanda bir ejderhanın varlığından ve her yıl Alp Kara Kuş’un dünyaya getirdiği
yavruları yediğinden söz edilir.
Karaboz, cadalozun yer altındaki çocuklarının en güçlüsü olan Çoyun Alp’in gücünü
ve korkunçluğunu Boston’a anlatırken Çoyun Alp’in ejderhayı bile yakalayabildiğini
söyler.
Kendisiyle güreşmeye gelen Ali ile karşılaşan Darıyka, hiç kimseye yenilmediği için
kendisinden ejderha diye söz eder.
Darıyka ile Ali birbirlerini yenemezler, Darıyka kendine denk erkeği bulduğunu
söyler ve evlenirler. Ali bir süre sonra kendi yurduna döner ve oradakilere Darıyka ile
güreşinden söz ederken onu ejderhaya benzetir.
Ali, oğlu Şaysılda’yı görünce tanıyamaz ve ejderhadan bile korkmayacak kadar cesur
olan bu çocuğun kim olduğunu merak eder.
Er Soltonoy Destanı’nda Talas’a giden Madılbek, yolda günde altı kişiyi yiyen bir
ejderhayla karşılaşır ve onu okuyla öldürür.
“Ardımdan kovalayanlara,
Ejderha gibidir heybetim.” (age. s. 144)
5.16.Kuşlar
Kuşlar, Türk kültüründe üç farklı şekilde yer alır. Bunlardan ilki Türklerin en eski
dönemlerinde mitolojik anlamlar yükledikleri kuşlardır. Bunların yanı sıra Türklerin
yaşantısında gerçek kimlikleriyle kendilerine yer edinen kuşlar diğer iki kuş türüdür.
Kartal, doğan, şahin, atmaca gibi avcı kuşların yanı sıra seslerinin ve görüntülerinin
güzelliği nedeniyle beslenen bülbül, kanarya, papağan gibi kuşlar Türk kültüründe önemli
bir yere sahiptir.
Kırgız destanlarında farklı yönleriyle söz konusu edilen birçok kuş türü yer alır.
Eğitilerek av sırasında sahibine hizmet eden doğan, şahin, atmaca gibi alıcı kuşlar; sesinin
ve görüntüsünün güzelliğiyle yaşanan ortamları keyifli ve huzurlu hâle getirmek amacıyla
beslenen bülbül ve papağanlar, zarafeti simgeleyen kuğular, terk edilmişliğin ve ıssızlığın
190
ifadesi olan kargalar, alp kara kuş ve anka kuşu adıyla anılan efsanevî kuşlar ve daha
birçok kuş türü, Kırgız destanlarında kendine geniş yer bulmuştur. Bu kuşlar destanlarda
bazen benzetme unsuru olmuş, bazen günlük yaşantıda doğrudan rol almış, bazen
kahramana yol gösterip yardımcı olmuştur.
Kuş
Kırgız destanlarında türünün adıyla anılan kuşlar olduğu gibi hangi tür olduğu
söylenmeden genel olarak kuş diye adlandırılanlar da vardır. Destanda bu genel adlandırma
çoğunlukla zayıf, güçsüz ve küçük yapılı insanların anlatımında benzetme unsuru olarak
kullanılır.
Er Eşim Destanı’nda halkını Han Tursun’a emanet eden Er Eşim, ondan halkını
düşmanlardan ve saldırgan hayvanlardan korumasını istiyor. Burada kanatlı, gagalı, tırnaklı
hayvanlar hem gerçek anlamda hem de kötü niyetli insanları anlatmak için mecazî anlamda
kullanılmış olabilir.
Kocacaş Destanı’nda kuş tüyü yastıkta yatmak, zenginlik göstergesi oalarak ifade
edilir.
Sur Eçki’yi (keçi) avlamak için peşinden giden Kocacaş’ın babası, oğlunun kayalıkta
mahsur kaldığını, orada öleceğini anlar ve oğlunu ölüme uçmaya hazırlanan bir kuşa
benzetir.
191
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda doğum sancısı çeken Zuura, kuş yavrusuna
benzetilir.
Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın şehrinin bağlarında yaşayan sayısız çeşit kuşun
varlığıyla daha da güzelleştiği söylenir. Kuşlardan övgüyle bahsedilen bu dizeler,
Kırgızların birçok hayvana olduğu gibi kuşlara da sevgiyle bağlı olduklarının, kuşların
varlığıyla günlük yaşantılarını daha eğlenceli ve huzurlu hâle getirdiklerinin bir
göstergesidir.
192
“Söyleyiversen bu bağda,
Türlü kuşlar çok imiş.
Guguk ile ishak kuşları
Karşılıklı ses verip ahenkle öter,
Seslerini nağmeye döndürür.
Kuşlarının türünü
Çıkardıkları ahenkli sesi
Saymaya sayı yetmez.
Daldan dala atlayıp
Kanatlarını gererler.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 112)
Destanda adı geçen bir başka kuş “zımırık”tır. Karaboz’un Boston’a anlattığına göre
zımırık, ab-ı hayatı koruyan güçlü ve acımasız bir kuştur.
Kız Darıyka Destanı’nda yaşlandığı için yurdunu kızına emanet eden Katıran, kızının
evlenmesini ister. Darıyka, babasına kendine uygun bir pehlivan seçip onunla evleneceğini
söyleyince Katıran kızını destekler ve seçilecek eşi baht kuşuna benzetir.
Destanda kişinin kendine uygun birine âşık olup onunla evlenmesi, talih kuşunu
yakalamak olarak ifade edilir.
Sekiz yaşına gelen Şaysılda kendinden güçsüz olan oyun arkadaşlarını dövünce
annesi Darıyka onu uyarır, diğer çocukları savunmasız oldukları için zararsız ötücü
kuşlara, Şaysılda’yı ise avcı kuşa benzetir.
Toy kuşu
Ürkek tabiatlı toy kuşu, çok iri olmasına rağmen uçabilen bir kuştur. İri oluşu
nedeniyle avcılar tarafından tercih edilen toy kuşunun nesli tehlike altındadır.
Turna
Mendirman, kendisini tehlikeli bir yola göndermek isteyen Adıl Han’a cevap
verirken azimli ve hırslı olduğunu anlatmak için kendini turnaya benzetir.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda turna tüyünün kadınların saçlarına taktıkları bir
süs olduğu ifadesi yer alır.
Doğan / Sungur
Tıknaz vücutlu, güçlü, kıvrık kısa gagalı, yırtıcı pençeli bir yırtıcı kuştur. Uzun, sivri
kanatları sayesinde saatte iki yüz kilometreye yakın bir hızla uçar. Dişileri erkeklerinden
daha iridir. Kuş, fare ve tavşan avlar. Yüksek bir ağaç veya kayanın üzerine konarak avını
bekler ya da yükseklere çıkarak belli bir alan üzerinde büyük daireler çizerek süzülür.
Gözleri çok keskindir. Göçmen ve yerli olanları vardır. Tarlalar çevresinde, suya yakın
yüksek ağaç veya dağ tepelerinde tüner.
“Kartal, doğan, tuğrul ve sungur gibi yırtıcı kuşlar da Türk mitolojisinde önemli yeri
olan hayvanlardır. Kırgız Türklerinin bir doğandan türediklerine dair bir efsane vardır”
(Karadoğan, 2003).
Doğan bu destanda farklı bir özelliğiyle de öne çıkarılır. Er Eşim, yüksek sesle
seslenmesi bakımından doğana benzetilir.
Kalmukların şehrine saldıran Er Eşim, yiğitlerini bir araya toplayıp Acaan adlı
Kalmuk hanını ele geçirene kadar bir doğan gibi saldırarak şehri tahrip etmelerini söyler.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda beyaz sungur bir tür haberci kuş olarak ifade edilir.
Bayan’ı bulmak üzere yola çıkan Kozuke, annesine başına ne geleceğiyle ilgili beyaz
sungurun kendisine işaret vereceğini söyler. Bu dizelerden Kırgızlarda, avcı kuşların
kendisinden uzakta olsa bile sahibinin hayatta olup olmadığını anladığı yönünde bir inanç
olduğu anlaşılır.
“Kozuke büyük bir gayretle, beyaz tulpara binip, beyaz olpoğu giyip, beyaz sunguru
annesine bırakır. Kuş gökyüzüne uçup kayıp olursa, benim bu dünyadan ayrılmışım
demektir. Beyaz sungur kanatlarını büküp, tüylerini tarayıp, tünekte kanatlarını kısıp
oturuyorsa, eşim Bayan’ı alıp geleceğim demektir.” (age. s. 165)
Mendirman Destanı’nda Adıl Han’a güçlü bir savaşçı olduğunu anlatan Mendirman,
kendisini pençesinden hiçbir avın kurtulamadığı bir doğana benzetir.
“Saldırdığım kurtulamaz
Pençesi güçlü doğanım.” (age. s. 39)
“Köyümüzden kaçırdık
Altın bağ ile bağlı sunguru
…
Gök Özön’den kaçırdık
Gümüş bağ ile bağlı sunguru.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 257)
Manas Destanı’nda Cakıp Bey, avcı bir kuş olan doğanı eğitecek bir oğlu
olmamasından yakınır.
Bey Cakıp, rüyasında olağanüstü nitelikleri olan bir akdoğan görür ve karısı
Çıyırdı’ya bunun bir oğulları olacağına işaret olduğunu söyler.
Tünekteki aladoğan
Turna boyun, bakır kanat,
Gagası çelik, bağcığı kadife.” (age. s. 49, 51)
Manas Destanı’nın ilerleyen dizelerinde rüyada akdoğan gören kişinin kız çocuğunun
olacağına işaret ettiği ifade edilir.
Boston Destanı’nda Boston’un atı Karaboz, sınırın kızıl tilkisini yakalaması için
tavsiye verirken Boston’a sungur gibi çevik bir avcı olmasını söyler. Sungurun avını
kaçırmayan iyi bir avcı olduğu vurgulanır.
Kız Darıyka Destanı’ nda en çok adı geçen kuş türü sungurdur. Darıyka ile güreşmek
üzere Semerkant’a gelen Hz. Ali görenler heybetinden dolayı onu çok iyi bir avcı olan
sungura benzetirler.
Uzun bir süre Semerkant’ta kalan Ali, Medine’ye dönmek istediğini söyleyince
Darıyka çok üzülür. Ali, onu ikna etmeye çalışırken kendisini sürüsünü düşünen bir yürük
ata, gökte uçmak isteyen bir sungura benzetir.
Ali gittikten sonra kendini çok yalnız ve mutsuz hisseden Darıyka, tuzağa düşmüş bir
sungur gibi olduğunu söyler. Çünkü Ali’yi tanımadan önce yüreği ve ruhu gökte uçan bir
sungur gibi özgürdür ancak şimdi ona bağlanıp kalmıştır.
Yurduna dönen Ali, Darıyka’yı güreşte yenmesi için kendisini oraya gönderen
halkına yaşadığı olayları anlatırken Darıyka’yı tilkiye, kendisini de onu avlayan avcıya
benzetir.
Darıyka ve Ali’nin oğlu Şaysılda, sekiz yaşına geldiğinde oyun oynadığı çocuklardan
çok daha güçlü olduğu için onları döver. Annesi bu durumun yanlışlığını anlatmak için
avcı kuşların bile savunmasız tarla kuşlarına saldırmadığını söylerken oğlunu sungura
benzetir.
201
Oğlu Şaysılda’nın ölüm haberini alan Darıyka da onu elinden kaçırdığı bir sungura
benzetir.
Şahin
Şahin, geniş kanatlara ve yanlara doğru açılan yuvarlak kuyruğa sahip bir yırtıcı
kuştur. Avrupa, Orta Asya ve Afrika’nın orman ve çayırlarında yaşar. Yüz yıl kadar yaşar.
Yüksek dağ veya ağaçlarda yuva kurar. Çok yükseklerde uçar. Saatlerce havada kanat
202
çırpmadan süzülebilir. İri şahinler çoğunlukla kuş öldürür; daha küçükleri orta boylu
memelileri, sürüngen, kurbağa solucan ve böcekleri yer. Keskin görüşlü olan şahin, avını
çok yükseklerden görür. Avını gözüne kestirince kendini hızla aşağı bırakır.
Evcilleştirilerek avcılıkta da kullanılır.
Kocacaş Destanı’nda Zulayka, Kocacaş’ı överken iyi bir savaşçı olması bakımından
şahine benzetir.
Tek başına yedi bin kişilik Kalmuk ordusuyla savaşan Bolotkan’ın savaşçılığı
anlatılırken düşmanına kara şahin gibi saldırdığı ifade edilir.
Madılbek, kırk Kırgız yiğidinden korkan Kalmuklara kızar; onları kartaldan kaçan
şahine benzetir.
Kartal
Kartal, gündüz yırtıcı kuşlarının en irilerinden biridir. Kıvrık sivri gagalı, güçlü ve
keskin pençeli, büyük kanatlı kuşlardır. Görme duyuları keskindir. Çok yüksek sarp
kayalara veya ağaçlara yuva yapar. Memeli hayvanları, sürüngenleri ve kuşları avlayarak
beslenir. Balık ve leş yiyenleri de vardır. Yeryüzünün hemen her yerinde bulunan, birçok
türü vardır. Uzun ömürlü bir kuş olan kartallar yetmiş ila yüz yıl arasında yaşar. Kartallar
yüksek ve hızlı uçan, cesur, atılgan hayvanlardır. İri olanları antilop, maymun, tilki, tavşan
gibi hayvanları rahatça öldürebilir. Kuzu yavrularını kaldırıp kaçıranları vardır.
Evcilleştirilerek av için de kullanılır. Kartal eski çağlardan beri birçok milletin folkloruna
cesaret ve kuvvet sembolü olarak geçmiştir.
“Hayvan ata, ruh veya şaman atası olduğuna inanılan kuş kartaldır fakat diğer kuşlar
da Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptirler” (Adıgüzel, 2006).
“Kırgızlar doğum yapan hanımın bulunduğu yere kartal getirirlermiş. Çünkü kartalın
çocuğun doğmasını engelleyen albastıyı ve kötü ruhları kovduğuna inanırlarmış. Yine
bebekleri kötü ruhlardan korumak için beşiklere kartal tırnakları asarlarmış” (Karadavut,
2010).
Manas Destanı’nda ava çıkan Manas ve kırk yiğidi, yanlarına av köpeği ve kartal
alırlar. Bu dizelerden Kırgızların kartalları avlanmak üzere eğittikleri anlaşılır.
Destanda Çoyun Alp adlı dev, kartala; Boston ise sungura benzetilir, Boston’un onu
yenemeyeceğini söylenir. İkisi de güçlü ve cesur savaşçılar olduklarından avcı kuşlara
benzetilmişlerdir.
Er Soltonoy Destanı’nda en çok adı geçen kuş kartaldır. Kırgız destanlarında yaygın
olarak işlenen motiflerden yabanî hayvan yüreğine aş erme, bu destanda Colborskan’ın
karısı Gülaypa’nın Bolotkan’a hamile iken kartal etine aş ermesi şeklinde yer alır.
“Gülaypa bir daha hamile kalır ve kartalın etine aş erer.” (Akmataliyev ve diğerleri,
2010: 22)
Tüm Kırgız yiğitlerine mektup yazıp onları Kalmuklara karşı birleşmeye davet eden
Temirkan, onları överken düşmana aç kartal gibi saldırdıklarını söyler.
“Baturlara bakarsan,
Aç kartal gibi dalarak
Bir başından girdiğinde,
Yukarıya doğru sürülüp…” (age. s. 84)
206
Kırgız destanlarında önemli bir yere sahip olan Alp Kara Kuş’un büyük bir kartal
olduğunu ifade eden kaynaklar bulunmaktadır. Alp Kara Kuş; olağanüstü nitelikleri olan,
konuşmak ve dostluk kurmak gibi insanî tarafları bulunan, çok büyük ve güçlü bir
mitolojik kuştur.
207
Alp Karakuş tabiatın da koruyucusudur. Yer aldığı her masal ve destanda uçtuğu
zaman rüzgâr, yağmur ve şimşekle birlikte tasvir edilir. (Karadavut, 2010)
Alp Kara Kuş, Boston Destanı’nda çok önemli bir yere sahiptir. Destanda iki ayrı alp
kara kuştan söz edilir. Bunlardan biri, düşmanlık ettiği için Boston tarafından öldürülür;
diğeri ise Boston’un iyiliğine karşılık ona iyilik yaparak onun dostu olur.
Destanda alp kara kuştan ilk olarak Kadamış Han’ın güvendiği nöbetçisi olarak söz
edilir. Kadamış Han’ın şehrine yabancıların yaklaşmasına izin vermeyen bu büyük kuş,
dövüştüğü herkesi yenen iyi bir savaşçı olarak anlatılır.
Boston’un atı Karaboz, alp kara kuşun yuvası olan çınarı görünce korkar. Niçin
korktuğunu soran Boston’a bu kuşun olağanüstü güçte ve çok tehlikeli bir düşman
olduğunu söyler.
Kanadını rüzgârına
Boran olup yer tozar,
Şiddetli toz olur …
Ev kadar taşı uçurur,
Koyun kadar taşı alt üst eder.” (age. s. 90)
Destanda sözü edilen diğer alp kara kuşa ve yavrularına da insana ait bazı nitelikler
yüklenmiştir ancak bu kuş, Boston’un düşmanı değil dostudur.
Boston, alp kara kuşla dost olabilmek için kuşun yavrularını yiyen ejderhayı öldürüp
onları kurtarır. Alp kara kuşun yavruları, yuvanın olduğu çınara tırmanan Boston’la
konuşurlar.
Alp kara kuşun birini yenilmez yapmak gibi olağanüstü güçleri vardır. Boston,
ejderhayı öldürdüğü için alp kara kuş, ona bir iyilik yapacağına söz verir ancak hemen
ardından Boston’u yutar. Yavruları Boston’u kurtarmaya çalışınca kuş Boston’u kusar. Alp
kara kuş, niyetinin olağanüstü güçlerini kullanıp Boston’u yenilmez bir savaşçı yapmak
olduğunu söyler.
Alp Kara Kuş ile Boston arasında oluşan bu dostluk, Kırgızların hayvanları güvenilir
dostlar olarak gördüklerinin işaretidir.
“Hemen bütün masallarda bir yılan veya ejderha, ağacın üzerindeki yavruları her yıl
gelip yemektedir. Bu defa yavruların sesini duyan kahraman, yılanı öldürüp yavruları
kurtararak kuşun dostluğunu kazanır. Böylece kuş ona yardımcı olmaya karar verir”
(Duymaz, 1998).
Alp Kara Kuş, dostluğunu göstermek için Boston dönene kadar ailesine bakacağına
söz verir.
Destanda alp kara kuşa yüklenen bir başka insanî nitelik ise kuşun mert olması ve
sözünü tutmasıdır. Verdiği sözü tutan kara kuş ve yavruları, Boston’un eşi Kunduzay’ı,
çocuğunu ve annesini yer altından çıkarıp getiriler.
Gerek mitolojide gerekse pek çok varyantta "olağanüstü kuş"un en önemli özelliği
kahramanın binek aracı ya da taşıtı olmasıdır. Kuş, hemen bütün varyantlarda
kahramanı yer altından (ya da yerin yedi kat dibinden, kara dünyadan veya
karanlıklar dünyasından) yeryüzüne (ya da ak dünyaya, ışık dünyasına) çıkarıcı
özelliğiyle ön plana çıkmaktadır (Duymaz, 1998).
Destanda kara kuşlarla ilgili bir başka olağanüstü durumdan söz edilir. Kunduzay’ın
Boston’a anlatığına göre Çoyun Alp adlı devin canı demir evde, yedi kat demir sandık
içinde sakladığı yedi karakuş imiş; Çoyun Alp’i yenmenin tek yolu o kuşları öldürmekmiş.
Kız Darıyka Destanı’nda Semerkant’a gelen Hz. Ali, karşılaştığı yaşlı bir kadına
Darıyka’yı nerede bulabileceğini sorar. Yaşlı kadın, Darıyka’yı çok güçlü olaması
bakımından alp kuşa benzetir ve onun pençesinden kurtulamayacağını söyler.
Anka kuşu
Anka, birçok ulusun mitolojisinde bulunan olağanüstü niteliklere sahip çok büyük bir
kuşun adıdır. Kırgız destanlarında adı sıkça geçen Alp Kara Kuş’la Anka kuşunun aynı
olduğunu söyleyen kaynaklar bulunmaktadır.
Manas Destanı’nda Bey Cakıp, rüyasında gördüğü doğanı heybeti bakımından anka
kuşuna benzetir.
Atmaca / Tuygun
Atmaca, Kartalgiller familyasından bir yırtıcı kuştur. Avlarına yetişebilmek için kısa
sürede büyük hızlara erişebilir. Genel olarak ormanlarda yaşayan ve daha çok küçük
kuşlarla beslenen atmacalar, dünyadaki tüm ormanlık bölgelerde bulunmaktadır.
Yuvalarını büyük ağaçlara yaparlar. Evcil olarak da beslenebilen atmacalar eğitildikten
sonra avlarda rahatlıkla kullanılabilir. Ömürleri 11 yıl olan atmacalar yararlı kuşlar
arasında yer alır. Hızlı hareket etmesiyle ünlü göçmen kuş türlerindendir.
Kırgız detanlarında rüya motifi önemli yer tutar. Rüyada görülen şeylerin
yorumlandığı destanlar, Kırgızların yaşantısında rüyanın ve rüya yorumuna olan inancın
önemini ortaya koyar. Munduk ve Zarlık Destanı’nda Kançayım, rüyasında atmaca görür
ve bu rüyayı çocuğu olacağına yorar.
“Rüyasında uçarak bir atmaca kuşu gelir. Kançayım’ın başındaki baş örtüsünü kapıp
kaçar. Rüyasında bir kılıç ve kulak küpesi bulur. Rüyasının yorumuna dayanarak bir oğul
ve bir kız çocuğu dünyaya getireceğine söz verir.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 197)
213
Uzun bacaklı, uzun kuyruklu, küçük gagalı, ince ve uzun yapılı yırtıcı bir kuş olan
tuygun, bir tür atmacadır. Kozuke ve Bayan Destanı’nda Kozuke’nin babasından kalan Ak
Tuygun adında bir alıcı kuşunun olması, Kırgızlarda avcı olarak eğitilebilen kuşlardan
birinin de tuygun olduğunu ortaya koyar.
“Gökyüzünde hışıltılı ses duyar, gökyüzüne bakar, döne döne uçan Ak Tuygun gelip
koluna konar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 155)
Kocacaş Destanı’nda Zulayka, Sur Eçki adlı keçiyi avlamaya giden eşi Kocacaş’ın
tehlikede olduğunu düşünüp peşinden gider. Kocasını bulduğu an çok mutlu olup ona
sarılır, Zulayka’nın bu hâli avının üstüne atlayan dişi bir atmacaya benzetilir.
Babasının ölümüne neden olan keçiden intikamını almak için keçinin peşine düşen
Moldocaş, çevikliğinden ve cesaretinden dolayı atmacaya benzetilir.
“Yaklaştı Eçki’ye
Yakalamak üzere iken Moldocaş.
Atmaca gibi zıplayıp,
Cesurca atılır Moldocaş.” (age. s. 277)
Mendirman, kendisini tehlikeli bir yola göndermek isteyen Adıl Han’a cevap
verirken eline düşmüş bir atmaca olduğunu söyleyerek onun sözünden çıkmayacağını ifade
eder. Çünkü avcı kuşlar, eğitimlidir ve sahibinin istediği ve öğrettiği şekilde avlanır.
“Aniden eline
Düşüvermiş atmacayım.” (age. s. 38)
Kız Darıyka Destanı’nda Darıyka ile Ali’nin oğlu Şaysılda’nın doğumu şerefine
düzenlenen toyda at yarışı düzenlenir. Yarışı kazananlara ödül olarak altın ve paranın
yanında atmaca da verilmesi, atmacanın Kırgızlar için ne kadar değerli bir hayvan
olduğunu gösterir.
Karga; geniş kanatlı, kalın ve sivri gagalı, yarı yırtıcı, gezici ve ötücü kuşların genel
adıdır. Kuzgun (kara karga) en irilerindendir. Çoğunun tüyleri siyah ve parlaktır. Tohum,
böcek, leş ve avladıkları küçük kuşlarla beslenirler. Kuşların yuvalarından yumurta ve
yavrularını çalar, fare ve yavru tavşanları da avlayıp yerler. Kargalar hırsızlığı ile ünlü,
çirkin sesli hayvanlardır. Toplu hâlde yaşarlar. Yuvalarını eski kuleler, sarp kayalar ve
yüksek ağaçlar üzerine kurarlar. Soğuk ve sıcağa dayanıklı ve uzun ömürlüdürler, yüz yıl
216
kadar yaşarlar. Çoğu göçmendir. Saksağan da yerde sıçrayarak gezen, uzun kuyruklu bir
tür kargadır.
Kırgız destanlarında aynı aileden olan karga ve kuzgun çoğunlukta birlikte anılır.
Genellikle insanların yaşamadığı, terk edilmiş ve ıssız yerleri anlatmak için orada karga ve
kuzgunların çok olduğu ifadesi kullanılır. Kozuke ve Bayan Destanı’nda düğünden yemek
artıkları getiren Godolkul ıssız yollardan geçer, düşürdüğü et parçalarını karga kuzgun yer.
“Godolkul berbat atına binip geliyor, belinden düşen et parçalarını karga kuzgun
gelip topluyor.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 183)
Kocacaş Destanı’nda bir yerin ıssızlığını anlatmak için orada karga ve kuzgunun bile
yaşamadığı söylenir.
Kocacaş, Zulayka’yla tanıştığında onu tanıyana kadar karga gibi yalnız yaşadığını
söyler. Zulayka da onu severse artık ikisinin birlikte kumrular gibi yaşayacaklarını ima
eder.
Sur Eçki (keçi), kendisini avlamak için peşine düşen Kocacaş’a sarp kayalıklarda
mahsur kalsın ve cesedini karga kuzgun yesin diye beddua eder. Karga ve kuzgun, bu
dizelerde leş yiyen ve insana düşman olan kuşlar olarak ifade edilmiştir.
217
Kocacaş, kendini kayalıktan atar ancak kayalıklara takılınca kuzgunlar gelip cesedini
yer.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda da karga ve saksağan leş yiyen kuşlar olarak
anılır. Altın Kökül, oğlu Kan İçme’nin nerede olduğunu soran Temirkan’a kuşların
oğlunun leşini yediklerini söyler.
Zuura ve Eşimkul, çocukları olmadığı için çok üzülürler ve Allah’tan karga gibi
küçük bir çocuk isterler.
Altın Kökül, düşmanlarla savaşacak kadar büyüyüp güçlendiği hâlde destan boyunca
“karga gibi bala” diye anılır. Bu benzetmenin geçtiği yerlerden bazıları şunlardır:
“Bunlar uyuduğunda
Kuzgun geldi gak gak edip,
Yiyecek arayıp takıldayarak.
Tulumu buldu,
Suyu içti.
Dökülen suda,
Kanatlarını çırpıp
Vücuduna suyu saçtı,
İyice yıkandı.
…
Kuzgun ile ardıç ağacı
Bin yıldan fazla yaşamış.” (age. s. 335, 336)
Er Soltonoy Destanı’nda karga, toy kuşu ve kaz gibi göçmen kuşların yazın gelişinin
habercisi olduğu görülür.
Beş Kırgız baturunun Kalmukların kılığına girerek gizlice çadırına ulaşıp öldürdüğü
Tülömöt Han, kuzgun olarak nitelendirilir.
“Temirkan mektubu aldığı gibi karganın kanadına bağladı, onları doyurdu ve uçurup
gönderdi.” (age. s. 184)
Akbaba
Akbaba, leşle beslenen ve oldukça iri olan bir yırtıcı kuş türüdür. Gagaları leşlerin
etlerini ve derilerini koparabilecek kadar güçlüdür. Doğal yaşam alanları genellikle dağlık
bölgeler ve bitki anlamında çıplak arazilerdir. Yüksekten uçan bu kuşlar keskin gözleriyle
çok uzakları rahatlıkla görebilir. Akbabalar sarp kayalıklara ve yüksek ağaçların tepelerine
yuva yaparlar ve genellikle toplu hâlde yaşarlar. Akbabaların çoğu yiyecek seçmez; çöp,
leş, bazen de canlı hayvan yiyebilir. Akbabalar avlanacakları zaman sürülerin üzerinde
dönerek uçar ve saatlerce sürü içerisinde ölmek üzere can çekişen hayvanı bekler.
221
Akbabalardan bir tanesi bir leş bulduğunda grubun diğer üyeleri de kilometrelerce
ötelerden bunu fark ederek gelir.
İncelenen Kırgız destanları içinde akbaba adı sadece Er Soltonoy Destanı’nda geçer.
Kırgızlarla savaşırken ölen Kalmuk hanı Korgoş, akbabaya benzetilir.
Destanda akbaba, leş yiyen bir kuş olarak da yer alır. Kırgızlar öyle çok Kalmuk
öldürürler ki akbabalar ve kuzgunlar doyar.
Papağan
Renkli ve parlak tüyleri, sözcükleri tekrar ederek insanlar gibi konuşmalarıyla ünlü
kuşlardır.
Kız Darıyka Destanı’nda Hz. Ali, kendi yurdu olan Medine’ye dönmeye karar
verince Darıyka çok üzülür. Ali’yi sungura, kendisini de bir papağana benzetir.
222
“Papağanlarına baksan,
İnsan gibi onlar konuşur.
Yüzlerine baksan
Türlü türlü nakış görünür.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 112)
Destanda misafiri iyi ağırlamak için için nefis yemeklerle dolu bir sofra hazırlandığı,
eğlendirmek için ise bülbüller öttürülüp papağan konuşturulduğuna dair ifadelere yer
verilir.
Ağırlamaya başladı.
Sofrayı doldurup,
Türlü yemek getirtti.
Bülbülleri öttürüp
Tuti kuşunu konuşturup,
Hizmetkâr kızlar koşup
Hizmetini gördü.” (age. s. 461)
Bülbül
Bülbül, sesinin güzelliği ve gece ötüşüyle ün kazanmış olan ötücü bir kuştur. Eski
edebiyatımızda andelib ve hezar adlarıyla da anılmıştır. Türk kültür ve edebiyatında güzel
ve akıcı konuşan insanlar, sesinin güzel oluşu nedeniyle bülbüle benzetilir. Ayrıca sevgili
ve âşığı simgeleyen gül ve bülbül mazmunları, divan şiirinin vazgeçilmez sanatsal
unsurlarından biridir.
Uzun yıllar yurdundan ayrı kalan Boston, geri döndüğünde yurdunun yok edildiğini
görür ve eski mutlu günlerini hatırlar. O eski günlerde meyve ağaçlarında neşeyle öten
bülbüller mutluluğun ve huzurun işaretçisi, insanların neşe kaynağıdır.
Boston ve oğlu Börübay-Sultan’ın geçtiği ormanda yaşayan başta bülbül olmak üzere
farklı türdeki birçok kuşun çıkardığı sesler, onları mutlu eder. Bu dizelerde adı geçen
kuşlar, Kırgızların yurt edindiği bölgelerde birçok kuş türünün de yaşadığını gösterir.
Darıyka ile evlenip Semerkant’ta bir süre kalan Ali, kendi yurduna döndüğünde
oradan övgüyle bahsederken papağanları ve bülbülleri de anlatır.
Ördek
Evcil ve yabanî türleri bulunan, perde ayaklı bir su kuşudur. Türk kültüründe
türkülerde kendine yer bulan ördek, paytak yürüyüşü nedeniyle de benzetme unsuru olarak
kullanılır.
Kaz
Suda ve karada yaşayabilen, uçabilen bir kuş türüdür. Yabanî kazların yanı sıra
evcilleştirilmiş olanlar da vardır. Kalın ve çirkin bir sese sahiptir.
226
Kuğu
Çok uzun ve kıvrık boyunlu, geniş gagalı, geniş kanatlı, beyaz tüyleri olan bir su
kuşudur. Kuğu, güzelliğin ve zarafetin simgesidir. Eskiden eti için avlanan bir hayvanken
günümüzde güzelliği nedeniyle akarsu ve göllerde kuğu yetiştirilir.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda kuğu, iyi yüzen bir kuş olması yönüyle benzetme
unsuru olarak kullanılır. Kozuke’nin Bayan’a ulaşmak için çıkmak istediği tehlikeli
yolculuğa izin vermek istemeyen annesi onu yoldaki tehlikelere karşı uyarır. Kozuke,
önüne çıkacak gölü kuğu gibi yüzerek geçebileceğini söyler.
Destanda iyi bir avcı olan Kocacaş’ın geçtiği ıssız yollar anlatılırken oraların
kuğuların uğramadığı yerler olduğu söylenir.
Boston Destanı’nda kuğu, gölde yüzerken seyredilince insana zevk veren, huzuru ve
mutluluğu simgeleyen bir hayvan olarak ifade edilir.
Destanda kuğu; mektup taşıyan, haberci bir kuş olarak da yer alır. Cezbilek,
Boston’a yazdığı mektubu bir kuğunun kanadına bağlayarak gönderir. Güvercinin mektup
taşıdığı için posta güvercini diye adlandırılması yaygın olarak bilinir, Boston Destanı’nda
bu rolü kuğu üstlenmiştir.
Bu yüzden Cezbilek,
Kanadına mektup bağlayıp,
Belgim bu olsun diye,
Ak kuğunun sağ bacağına,
Altın yüzük takmış.
Boston bana gel diye
Ak kuğuyla haber göndermiş.” (age. s. 43)
“Sıcağı kaynayan
Kum çölleri geçmiş,
Taskara’nın damağı yanan,
Kel kişinin alnı yanan,
Tulpar atın toynağı yanan,
Kuğunun kuyruğu yanan,
Kuru çöllere rastladı.” (age. s. 211)
Keklik
“Şeyhler okudu,
Sallayıp kellesini,
Oynatıp sarığını,
Keklik gibi öttü,
Derman olmadı bu da.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 412)
Güvercin
Hızlı ve uzun zaman uçabilen bir kuş türüdür. Günümüzde evcilleştirilmiş birçok
güvercin türü vardır. Evcilleştirilen güvercinler bir dönem heberleşme amacıyla
kullanılmıştır. Mektup taşıyan bu güvercinlere posta güvercini adı verilmiştir. Beyaz
güvercinler tüm dünyada barışın simgesi durumundadır.
Kozuke ve Bayan Destanı’nda Bayan’a ulaşmak için tehlikeli bir yola çıkacak olan
Kozuke, annesini ikna etmek için karşısına çıkacak çölü beyaz güvercin gibi uçarak
geçebileceğini söyler. Günümüzde barışı simgeleyen beyaz güvercin, bu destanda iyi
uçabilmesi yönüyle söz konusu edilir.
Tarla kuşu
Tarla kuşu; bozkırlar ve tarlalarda çoğunlukla yerde yaşayan küçük, ötücü bir kuş
türüdür. Sürekli, yumuşak ve melodik bir ötüşü vardır.
“Kozuke’nin gizlendiği yer neresi diyerek tarla kuşunu tüylerini teker teker yolar,
tarla kuşu hiç ses çıkartmaz. Tarla kuşunun başındaki dik uzun tüylerini çekince tarla kuşu
çuk, çuk deyip ölür. Kozuke, Çuk kavaktaymış, deyip Godolkulonu öldürmek için tüfeğini
barutla doldurur.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 183)
Kocacaş Destanı’nda gökte tarla kuşlarının ötmesi, sabah olduğunun habercisi olarak
ifade edilir.
Zulayka, Sur Eçki adlı keçiyi avlamaya giden kocası Kocacaş’ı geri dönmesi için
ikna etmeye çalışırken çırpınan bir tarla kuşuna benzetilir.
“Koltuğuna girip,
Çırpınan tarla kuşu gibi,
Zulayka söyler kederlenip.” (age. s. 173)
231
Boston Destanı’nda Çoyun Alp adlı dev, kendisini yenemeyen Boston’a odun taşıtır.
Aradan aylar geçer, Boston iyice zayıflar. Onun bu zayıf ve güçsüz hâli çelimsiz bir kuş
olan turgay kuşuna (tarla kuşu) benzetilmesine neden olur.
Baykuş
Geceleri ortaya çıkan ve avlanan yırtıcı bir kuş türüdür. Başları büyük ve tüylüdür.
Bir kısmının kanat açıklığı, bir adam boyuna ulaşır. Serçe kadar küçük olanları da vardır.
Gagaları kıvrık, pençeleri keskin, kanca tırnaklı ve döner parmaklıdır. Kuvvetli pençeleri
adeta avına kenetlenir. Baykuşlar tam bir sessizlik içinde avlanır. İri gözleri, başlarının
yanında değil önündedir. Aşırı büyüklükteki gözleri, göz oyuğunda hareket edemez,
yuvalarında sabittir. Baykuşlar boynunu geniş bir açıyla çevirip panaromik bir görüş
sağlayarak çevresini kontrol edebilir. Türk kültüründe baykuş konan evden cenaze
çıkacağına dair bir batıl inanç bulunmaktadır.
Şırdakbek Destanı’nda baykuşla ilgili batıl bir inanca yer verilir. Şırdakbek, atı Boz
Corgo’ya nazar değmesin diye baykuş tüyü taktırır. Bu dizeler, Kırgızlarda baykuş
tüyünün nazardan koruduğuna dair bir inanç olduğunu ortaya koyması bakımından
önemlidir.
Boston Destanı’nda uzun yıllar yurdundan ayrı kalan Boston, döndüğünde yurdunu
yağmalanmış ve terk edilmiş bulur. Köyünde gördüğü birçok yabanî hayvan gibi baykuşlar
da orada artık insanların yaşamadığının göstergesidir.
“İnsanlarından ayrılmış,
Baykuş yuvası olmuş
…
Han babasının otağı
Yıkılıp kötü dağılmış.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 196)
Sülün
Uzun kuyruklu bir kuş türüdür. Eti lezzetli olduğu için avlanan kuşlardandır. Uzun
boylu, zarif ve güzel yürüyüşlü kadınlarla ilgili benzetme yapmak için “sülün gibi” ifadesi
kullanılır.
Karıpbay, Sur Eçki’yi (keçi) avlamak için peşinden giden oğlu Kocacaş’ı sarp bir
kayanın yamacında, ulaşılması imkânsız bir noktada sıkışmış olarak bulur, çaresiz hâldeki
oğlunu sülüne benzetir.
“Bugün de geceleyin,
Büyük geyikler olmazsa
Sülün falan avlayın.
Hiçbir şey bulamazsanız,
Karaca falan avlarsınız.” (Musayev ve Akmataliyev, 2007: 447)
Pelikan
Pelikan; pembeye çalan beyaz tüylü, kanatları gri renkli, alt gagasında deriden bir
kesesi olan iri kuştur.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atı Sur Koyon öyle hızlı koşar ki
ağzı bir pelikan ağzı gibi açılır.
Kırgız destanlarında yukarıda sözü edilen hayvanların dışında az da olsa yer tutan
bazı hayvanlar vardır. Bu hayvanlar ve destanlarda söz konusu edilen yönleri aşağıda
açıklanmaya çalışılmıştır.
234
15.17.1. Ayı
İri gövdeli, etçil, memeli bir hayvan olan ayı kalın postlu ve kısa kuyrukludur. İri ve
güçlü tırnaklara sahip olan pençeleri en güçlü silahlarıdır. Çoğunlukla etçil beslenmeyi
tercih eden ayılar; kurbağa, balık, yılan, böcek, kuş gibi hayvanların yanı sıra ot, meyve ve
bal yer. Temkinli ve ihtiyatlı bir hayvandır. Oldukça da cesurdur. Ayılar genellikle yağı ve
postu için avlanırlar. Postu kaba olsa da sıcak tutması sebebiyle çok makbuldur.
“Ayı da kaplan ve aslan gibi Türk mitolojisinde yer alan tözler arasındadır. Hatta
Başkurtlar onu ata olarak kabul etmektedirler. “Başkurtlar gibi bazı Türk toplulukları ata
saydıkları ayıdan türediklerine inanıyorlardı” (Adıgüzel, 2006).
“Ayı, Şaman inancına göre orman tanrısının ruhu kabul edilmektedir” (Güven,
2003).
“Eski Türklerin Şamanlık inançlarında da ayı kutsal bir hayvandır. Ayı, orman
ruhlarının temsilcisi ve ormanın tanrısıdır. Ayı-tanrı’ya Kıpçak Türkleri “Baba” derler ve
bir tabu olarak ormana girdiklerinde ayının adını anmazlar. Bazı Türk boyları gibi
Başkurtlar da atalarının ayı olduğuna ve ondan türediklerine inanırlar” (Armutak, 2002).
5.17.2. Fil
Karada yaşayan en iri ve güçlü hayvan fildir. Filler, nehir kıyılarındaki orman ve sık
otlu alanlarda sürüler hâlinde yaşar. Kırış kırış olan sert derileri adeta tüysüzdür. İki üst
kesici dişleri uzayarak tipik fildişlerini meydana getirir. Filler bu dişlerle kendilerini aslan,
kaplan gibi yırtıcı hayvanlara karşı korurlar. Çok kıymetli olan dişleri yüzünden insanlar
tarafından asırlarca avlanmışlardır. Günümüzde fil avcılığı yasaklanmıştır. Çok eski
yıllardan beri evcilleştirilerek insanlığın hizmetinde bulunmuşlardır. Yük hayvanı olarak
veya avda ve savaşlarda kullanılmışlardır. Eski zamanlardaki savaşların canlı tankları
olarak anılırlar.
Destanda fil, iriliği ile de söz konusu edilir. Boston’un savaştığı Çoyun Alp’in gücü
anlatılırken fili bile kaldırabileceği söylenir.
Kız Darıyka Destanı’nda fil, benzetme unsuru olarak kullanılır. Oğlu Şaysılda’nın
öldüğünü öğrenen Darıyka’nın üzüntülü hâli çöküp kalmış bir file benzetilir.
5.17.3. Kunduz
Boston Destanı’nda kunduz, olumlu bir nitelik olan neşeli olmayı temsil eder.
Boston’a âşık olan Kunduzay, kunduza benzetilir. Bu benzetme kızın adıyla da uyumludur.
“Cezbilek’in anası:
Başımdaki biricik yıldızım,
Yakama taktığım kunduz kürküm,
Koru Hüda’m koru, diye
Merhamet diledi.” (age. s. 411)
5.17.4. Maymun
Ağaçlarda yaşayan çok çevik ve zeki hayvanlardır. Hepsi otçuldur; ağaç filizleri,
yaprak, çiçek, tohum ve meyveler başlıca yiyecekleridir. Çoğu, gruplar hâlinde tecrübeli
bir erkeğin başkanlığında yaşar. Maymunlar oldukça meraklı hayvanlardır. Yüksekte
bulunan bir yiyeceğe ulaşmak için birkaç eşyayı üst üste koymayı akıl edebilirler. Bununla
beraber insanlara hizmet edebilecek derecede eğitilememektedirler. Hızlı hareket eden
maymunlar, esnek yapıları sayesinde daldan dala atlayarak ağaçlar arasında gezinebilirler.
“Hint mitolojisinin ve kültürünün malı olan maymun, Türk inançlarında yaygın bir
şekilde yer almamaktadır. Budist olan Türklerde görülmektedir. Türk Hayvan Takvimi’nde
yıl sembolüdür. İslamiyet’ten sonra maymunun sembolik anlamları genel olarak
kaybolmuş ve olumsuz özellikleriyle öne çıkmıştır” (Çatalbaş, 2011).
“Bu yılda doğan erkekler ileri görüşlü, sokulgan, biraz kurnaz, hemen öfkelenen,
güçlü kişilerdir. Amaçlarını akılcı bir şekilde zekâlarıyla birleştirerek uygulamaya
koyarlar. Kadınlar ise çeviklikleriyle dikkat çekerler” (Biray, 2009).
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün atına çevik şekilde binişi
maymuna benzetilir.
5.17.5. Samur
Samur, değerli kürkü nedeniyle avlanan bir hayvan türüdür. Ormanlarda gece yaşamı
sürdüğünden izi zor bulunur. Yer hayvanıdır ve mağaralarda yaşar. Bal, meyve ve bitki
yer. Parmakları perdeli olduğundan iyi yüzer. Tüyleri koyu kahverengi, gerdanı açık
sarıdır. Vizon adı verilen kürkü çok değerlidir. Ayrıca kollarındaki tüylerden iyi cins fırça
yapımında yararlanılır.
“Samurun çok kıymetli ve uzun tüylü derisi olduğu gibi kuyruğu da bir hayli uzun ve
tüylüdür. Kuyruğu o kadar uzun tüylüdür ki samurun bedeninin genişliğine sahiptir. Samur
239
kuyruğuyla birlikte uzunca ama yumuşak ve tüylü bir hayvan görünümündedir” (Güven,
2003).
Kocacaş Destanı’nda Zulayka, eşi Kocacaş’ın peşinden giderken erkek kılığına girer.
Topladığı saçları uzunluk ve renk bakımından samura benzetilir.
5.17.6. Sırtlan
Sırtlan; Avrupa, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yaşayan çok güçlü bir çeneye
sahip, etçil bir hayvandır. Gündüzleri toprak altı inlerinde veya mağaralarda barınır, gece
ortaya çıkar. Çok güçlü, fakat ürkek hayvanlardır. Tehlike anında ölü taklidi yapar, uygun
anda kaçar. Leş yiyicilik ve oburlukları meşhurdur. Aslan, pars gibi yırtıcıların artık
avlarını yer ancak yalnız leşle beslenmez; canlı hayvanlara da saldırır. Sırtlanların en irileri
benekli sırtlandır. Saldırgan ve yağmacıdır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda Altın Kökül’ün savaşıp yendiği Kan İçme; gücü,
cesareti ve saldırganlığı bakımından sırtlana benzetilir.
5.17.7. Tavşan
Tavşan; uzun kulakları, uzun dişleri, kısa kuyrukları ve ürkekliğiyle tanınan, karada
yaşayan, otçul bir hayvandır. Dünyanın hemen hemen her yerinde bulunur. Sabahın erken
saatlerinde ve akşam vakitlerinde beslenmek için aktiflik gösterirler. Tarlalara büyük
ziyanlar verirler. Tilki, gelincik, puma, kartal gibi hayvanlar tavşanın en büyük
düşmanlarıdır. Yabanî tavşanların yanı sıra evcilleştirilmiş olanları da vardır. Tüyleri,
postları ve etleri için evcil olarak birçok tavşan ırkı yetiştirilmektedir.
240
Erken dönem Türk mitolojisinde beyaz tavşan gök unsurlarına, siyah tavşan yer
unsurlarına ait olmuştur. Altaylar ve Yakutlarda duvar ve sarıklara başka
hayvanların yanı sıra tavşan derileri asılmakta ve bir töz kabul edilmektedir.
Şamanın yardımcı ruhlarından birisi de tavşandır. Türk Hayvan Takvimi’nde yıl
sembolüdür. Göktürklerde av hayvanı olması sebebiyle uğurlu sayılmış ve
bolluğun simgesi olmuştur. İslamiyet’ten sonra Türk inanışlarında bolluk,
kurnazlık ve iyi şansın sembolü olmuştur. Alevi Türkler arasında ise uğursuz
kabul edilmektedir (Çatalbaş, 2011).
“Tavşan tabiat olarak korkak bir canlıdır. Korktuğunda hızla kaçar. Bu yılda
doğanlar da bu özelliği kendilerinde taşırlar” (Biray, 2009).
Destanda tavşanın ürkek bir hayvan olmasının dışında güçsüz oluşu da söz konusu
edilir. Kırgız yiğitlerine yenilen Kalmuklar, güçsüz olmaları bakımından tavşana
benzetilirler.
5.17.8. Eşek
Eşek, atgiller familyasının evcilleştirilmiş türlerinden biridir. İri kafalı, uzun kulaklı,
genellikle gri tüylü olan eşekler inatçılıklarıyla meşhurdur. Yabanî veya evcil olarak yaşar.
İnsan, yük ve eşya taşımada eşeklerden faydalanılır. Attan çok önce insanoğlunun
hizmetinde kullanıldıkları sanılmaktadır.
Eşimkul Menen Zuura Destanı’nda eşeğe binmek, kişinin ekonomik durumunun kötü
olduğunun işaretidir. Zuura ve Eşimkul’un yolda rastladıkları ihtiyar hekim,
çocukluğundan beri eşeğe bindiğini ifade eder.
5.17.9. Kedi
Kediler hoş görünüşlü, yuvarlak başlı, sivri kulaklı, uzun bıyıklı küçük bir evcil
hayvandır. Genellikle gece avlanırlar. Avcılıkta en büyük özellikleri sabır, temkin ve
sürattir. Yüksek yerlerden düşerken ters dönerek dört ayağı üzerine gelme refleksi çok
242
güçlüdür. Türk kültüründe kedinin nankör bir hayvan olduğuna, kişinin önünden geçen
kara kedinin uğursuzluk getireceğine dair batıl inançlar bulunmaktadır.
Aynı destanda Madılbek’in gücünü ifade etmek için de iki kaplanı iki kediymiş gibi
kolayca avladığı ifade edilir.
5.17.10. Ceylan
Ceylan; Afrika, Arabistan ve Asya’nın çöl steplerinde yaşayan; ince uzun bacaklı,
parlak iri gözlü, hızlı, zarif ve çevik bir hayvandır. Gazel ya da gazal da denir. İri ve güzel
gözleriyle Türk kültür ve edebiyatında “ceylan gözlü, ceylan bakışlı” gibi benzetmelere
konu olan bu hayvan sevimli oluşu ve hızlı hareket edişiyle de tanınır. Eti ve derisi için
avlanır.
Ceylan; gençliğin, zarafetin ve güzelliğin simgesi olarak anılan bir hayvandır. Manas
Destanı’nda ceylan bu yönleriyle benzetme unsuru olarak kullanılır. Kanımcan, Çıyırdı’ya
yaşlandığını ve önemini yitirdiğini, artık ceylan gibi süzülmesinin bir anlamı olmadığını
söyler.
Destanda bir bölgede ceylan ve dağ keçilerinin çok oluşunun orada insanların
yaşamadığının göstergesi olduğu ifade edilir.
5.17.11. Akrep
Akrep, genellikle sıcak ve nemli bölgelerde yaşayan, vücutları sert bir tabaka ile
örtülü, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehir iğnesi bulunan bir hayvandır. Karlı bölgeler hariç
hemen hemen her yerde, ormanlık bölgelerde, çöllerde, taşlık ve kayalık yerlerde yaşar.
Yırtıcı ve yağmacı tabiatlıdır. Avını, sabırlı bir şekilde pusuda bekleyerek avlar. Avlarını
kıskaçlarıyla yakalayarak sıkar ve zehirli kuyruğunu uzatarak avını sokar. Varlığı ve
zehirlilikleri çok eski çağlardan beri bilinen akrepler, kendilerini korumak amacıyla insan
ve hayvanları sokarak zehirlenme ve ölümlere neden olabilir.
“Yaşlı karının söylediği sözleri kızı akrep gibi ısırdı.” (age. s. 169)
5.17.12. Fare
Sivri burunlu, geniş kulaklı, ince kuyruklu ve kemirgen bir hayvan olan fare ve
sıçanların yüzlerce türü vardır. Halk arasında, fare ve sıçan terimleri birbirine karıştırılır.
Küçük olanlarına fare, büyük olanlarına sıçan denir.
“Eski Türkler ve Çinlilerce kutsal kabul edilir. Türklerin 12 hayvanlı takviminde ilk
yıl şıçan (şıçgan) yılıdır. Buna bağlı olarak da eski Asya toplumlarında kedi pek sevilmez”
(Armutak, 2002).
Destanda kırk Kırgız yiğidine düzenlediği toyda kötülük planlayan Kögöykan fareye,
yiğitler ise onu avlayacak olan kediye benzetilir.
5.17.13. Kurbağa
Suda, karada ve ağaçlarda yaşayan küçük bir hayvandır. Avustralya ve çevre adaları
hariç, bütün dünyaya yayılmışlardır. Vücutları çıplak ve tıknazdır, kuyrukları yoktur. Uzun
arka bacakları sıçramaya elverişlidir.
5.17.14. Örümcek
Örümcek, hemen hemen dünyanın her tarafında yaşayan ve birçok çeşidi olan bir
hayvandır. Örümcekler, yırtıcı hayvanlardır. Birbirlerine saldırmaktan çekinmezler.
Karadul, zeytin tanesi gibi siyah ve parlak bir örümcektir. Genellikle karanlık yerlerde,
tavan aralarında yaşar. Ağ tuzakları kurarak avlanır. Çaprazvari tellerle ördüğü ağın
ortasında kısa bir tünel bulunur. Burada böceklere pusu kurar. Dişi, çiftleşmeden sonra
çoğu zaman erkeğini yediğinden karadul olarak tanınır. Dişisi, kuvvetli bir zehire sahiptir.
Hanlarını toplayarak,
En gaddarının etrafında toplanırlar.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2007: 65)
Er Eşim, yurdunu istila edip halkını yağmalayan Kalmukları kinci oldukları için
karadul örümceğine benzetir.
5.17.15. Sinek
Altın Kökül, dev ile savaşmaya karar verdiğinde canının sinek kadar küçük olduğunu
söyler.
Altın Kökül ile savaşan Kan İçme’nin sinek gibi canından umudu kestiği ifade edilir.
Destanın bir başka bölümünde ise Zuura’nın zayıflığı, güçsüzlüğü canının sinek gibi
olmasına benzetilir.
5.17.16. Kene
Kene; koyun, köpek, at gibi hayvanların veya insanların dersinide asalak olarak
yaşayan; bulaşıcı hastalıklara sebep olan bir böcek türüdür.
5.17.17. Kelebek
“Kardeş olup
Gömlek giyseler beraber giymişler,
Kelebek kovsalar beraber kovmuşlar.” (Naruzbayev ve Çelebi, 2007: 27)
Boston Destanı’nda Kadamış Han’ın iki oğlunun nişancılığı övülürken uçan kelebeği
kanadından vurabilmeleri ölçüt olarak gösterilir.
“Ağabey-kardeş bunların
Nişancılığı keskindir.
249
5.17.18. Karınca
“Bunlar on dört gün yol gittikten sonra, Madılbek’in kırk binlik, toprağı örten
karınca gibi kalabalık ordusunu gördüler.” (Akmataliyev ve diğerleri, 2010: 152)
“Ağabey-kardeş bunların
Nişancılığı keskindir.
…
Yerde yürüyen karıncayı
İnce belinden vurur.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 109)
5.17.19. Yarasa
5.17.20. Balık
Balık; suda yaşayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanların genel
adıdır. Balık eti, yağı ve yumurtasının besin değeri yüksektir. Balığın önemli diğer bir
özelliği de fosfor bakımdan zengin bir besin maddesi olmasıdır. Deniz, akarsu ve göllerde
yaşayan ve önemli av hayvanlarından olan balıklar aynı zamanda su çevresinde yaşayan
insanlar için önemli bir geçim kaynağıdır. Yaşanan ortamı güzleştirmek amacıyla içinde
balık bulunan süs havuzlarının ve akvaryumların oluşturulması Türk kültüründe geçmişten
günümüze aktarılan unsurlardan biridir.
“12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin beşinci yılı balıktır. Kırgızlarda bu yıl, ‘uluu’ olarak
ifade edilir. ‘Bu yıl, bahtlı yıllardandır. Bu yılda doğanların malı mülkü çok olur’” (Biray,
2009).
Balıkları kaynaşıyor,
Kurbağaları ötüyor.” (Akmataliyev ve Kadırmambetova, 2009: 111)
6. SONUÇ
Göçebe yaşamın en vazgeçilmez unsuru olan hayvanlar, Kırgız kültüründe önemli bir
yere sahiptir. Kırgızların yaşantısında evcilleştirilmiş hayvanların yanı sıra vahşi hayvanlar
da rol oynar. Günlük yaşantılarındaki beslenme, giyinme gibi birçok ihtiyacını hayvansal
ürünlerden karşılayan Kırgızlar, ulaşımda da hayvan gücünü kullanırlar. Savaşa giden
kahramanın en vazgeçilmez silahı ve en sadık dostunun atı olması; bülbül, papağan gibi
güzel öten kuşların ve rengârenk pullarıyla insana zevk veren balıkların beslenmesi
Kırgızların hayvanları ihtiyaçlarını gidermenin yanı sıra keyifli vakit geçirmek amacıyla da
hayatlarına dâhil ettiğini ve Kırgızlarda hayvan sevgisinin geliştiğini gösterir.
At, Kırgız destanlarında en çok adı geçen hayvandır. Atın Kırgız kültüründe özel bir
anlamı olduğunun en önemli göstergesi destan kahramanlarının atlarına ad vermesidir.
Kahramanın yoldaşı, dostu, koruyucusu olan atlar zaman zaman sahibinin duygu ve
254
düşüncelerini anlayıp ona yol gösteren, akıl veren bir varlık durumundadır. Destanlarda
atlara yüklenen bazı olağanüstü nitelikler ise Şamanist inancın izlerini taşımaktadır.
Destanlarından yola çıkılarak Kırgızların geyik, tavşan, sülün, dağ koçu, dağ keçisi,
keklik, tilki, leopar, pars, ayı gibi hayvanları etinden, derisinden ya da kürkünden
yararlanmak için avladıkları söylenebilir. Kurt, domuz, aslan, kaplan gibi hayvanlar ise
tehlike oluşturdukları için avlanan hayvanlardandır. İncelenen destanların çoğunda sıkça
rastlanan bir başka durum ise hamile kalan kadınların kurt, leopar, kaplan, aslan gibi yırtıcı
hayvanların etine ve yüreğine aş ermesidir. Bu durum doğacak çocuğun güçlü ve cesur bir
savaşçı olacağının göstergesi olarak ifade edilir.
Avcılığın yaygın olduğu Kırgız yaşantısında doğan, şahin, atmaca, kartal gibi yırtıcı
kuşların av konusunda eğitildiği de destan metinlerinden anlaşılmaktadır. Akbabanın leş
yiyen bir hayvan olduğu herkes tarafından bilinir. İncelenen destanlarda atmacanın adı
sadece bir defa geçmesine rağmen karga, kuzgun ve saksağanın leş yiyen kuşlar oldukları
ifadesine defalarca yer verilmiştir.
Kırgız kültürünün önemli bir parçası olan hayvanlar, destanlarına da farklı şekillerde
yansımıştır. Yapılan tüm çalışmalar sonucunda hayvanların gerçek yaşamdaki
özelliklerinin yanı sıra benzetme yoluyla da Kırgız destanlarında söz konusu edildiği
görülür.
255
KAYNAKLAR
Acaloğlu, A.(2005). Türk destan geleneğinin tarihî kökenlerine dair. Modern Türklük
Araştırmaları Dergisi, 2(4), 144-157.
Akmataliyev, A., Orozova, G. (2010). Kırgız Destanları 8 Kız Darıyka. (çev. F. Türker).
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 15-128.
Artun, E. (2009). Anonim Türk halk edebiyatı nesri. İstanbul: Kitabevi Yayınları, 4.
Aslan, N. (2010). Kurt motifinin Türk menşe efsanelerindeki anlamı üzerine. Millî Folklor
Dergisi, 87.
Atabey, İ. (1998). Manas destanında adı geçen Kırgız çocuk oyunları. Folkloristik Prof.
Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 313-316.
256
Atnur, G. (2005). Kozı körpeş ile bayan sulu destanında geyik motifi. Atatürk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 12(28).
Aytaş, G. (1999). Türk kültür ve edebiyatında geyik motifi ve haza destan-ı geyik. Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 12, 11-16.
Çobanoğlu, Ö.(2003). Türk dünyası epik destan geleneği. Ankara: Akçağ Yayınları, 108-
110.
Dalkıran, A.(2008). İslamiyet öncesi Türk sanatında şamanizmin etkisi. Selçuk Üniversitesi
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, 25, 371-390.
Duymaz, A. (1998). Anadolu ve balkan Türklerinin halk anlatmalarında mitolojik bir kuş:
zümrüdü anka. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1, 91-97.
Günay, U. (1998). Manas destanındaki kadın adları ile ilgili bir deneme. Folkloristik Prof.
Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 51.
Güven, M. (2003). Oğuz kağan destanında hayvanlar. Millî Folklor Dergisi, 57, 82-91.
257
İbrayev, Ş. (1998). Destanın yapısı (kazak destanlarında insan, zaman ve mekân). (çev. A.
A. Çınar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 187 .
Karadavut, Z. (2010). Kırgız masallarında mitolojik unsurlar. Millî Folklor Dergisi, 85, 71-
80.
Karadoğan, A. ( 2003). Türk şahıs adlarında hayvan kültü. Millî Folklor Dergisi, 57, 109-
116.
Nazurbayev, C., Çelebi, F. (2007). Kırgız destanları 5 eşimkul menen zuura. Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları, 13-335.
Orozbakoğlu, S., Musayev, S., Akmataliyev, A. (2007). Kırgız destanları 6 manas destanı.
(çev. F. Türkmen, Ş. Uraimova). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 13-511.
Özkartal, M. (2012). Türk destanlarında hayvan sembolizmine genel bir bakış (dede korkut
kitabından örneklerle). Millî Folklor Dergisi, 94, 58-71.
Öztürk, A. Ö. (2007). Bir kırgız destanı: mendirman. Millî Folklor Dergisi, 74, 34-37.
Seyidoğlu, B. (1996). Mitolojik dönemde at. Folkloristik Prof. Dr. Umay Günay
Armağanı, 51.
Tavkul, U. (2008). Kırgız destanı kocacaş ile karaçay-malkar destanı biynöger arasındaki
ortak motifler üzerine. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 5(2), 89-104.
Tavkul, U. (2007). Kültürel etkileşim açısından on iki hayvanlı Türk takviminin yayılışı.
Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 4(1), 22-45.
258
Türk Dil Kurumu. (1998). Türkçe sözlük (yeni baskı), 1-2. Ankara: TDK.
Yıldız, N. (2009). Türk destancılık geleneği. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, 6(1),
7-15.
Yıldız, N. (1998). Manas destanında yer alan erkek isimleri üzerinde bir değerlendirme.
Folkloristik Prof. Dr. Dursun Yıldırım Armağanı, 308.
İnternet: İlhan, N., Şenel, M. (2008). Dîvânu lugat’it Türk’e göre av ve hayvancıkla ilgili
kelimeler ve kavram alanları. Turkish studies ınternational periodical for the
languages, literature and history of turkish or turkic volume 3/1.
Web:http://www.turkishstudies.net/makaleler/483817782_21 adresinden 10 Ekim
2014 tarihinde alınmıştır.
İnternet: Kaya, M. (2009). Dede korkut kitabında ve manas destanlarında av. Acta Turcica,
Web:http://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/muharrem_kaya_dede_korkut
_manas_destani_av_kultu.pdf adresinden 10 Ekim 2014 tarihinde alınmıştır.
259
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Eğitim
Derece Eğitim Birimi Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans Gazi Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Devam ediyor.
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı / Türk
Halk Edebiyatı Bilim Dalı
İş Deneyimi
Yabancı Dil
İngilizce
Hobiler
Kitap okumak, müzik dinlemek, yürümek, yüzmek, yapboz yapmak, sudoku çözmek
260
GAZİ GELECEKTİR...
ÖZGE KIRCA ERDEM
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2015