You are on page 1of 197

1

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

(Yüksek Lisans Tezi)

Gül BEZCİ

Kütahya- 2018
2

T.C
DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Tarih Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

Danışman:

Yrd. Doç. Dr. Hacı Murat ARABACI

Hazırlayan:

Gül BEZCİ

Kütahya- 2018
3

Kabul ve Onay

Gül BEZCİ’nin hazırladığı “Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü” başlıklı


Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine
göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

...../...../2018

İmza
Tez Jürisi
Kabul Red

Prof. Dr. Kamil ÇOLAK

Dr. Öğr. Üyesi Hacı Murat ARABACI (Danışman)

Dr. Öğr. Üyesi Arif KOLAY

Doç. Dr. Ayhan KAHRAMAN

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü


4

Yemin Metni

Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü”


adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma
başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.

….../……/2018

Gül BEZCİ
5

Özgeçmiş

03/ 06/ 1990 Tarihinde Denizli Tavas ilçesinde doğdu. İlköğretimi Manisa
Alaşehir Osman Akça İlköğretim Okulunda tamamladı. 2007 yılında Manisa Turgutlu
Özel Rabia Hatun Lisesinden mezun oldu. 2008 yılında Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Lisans eğitimine başladı. 2009
yılı çift ana dal programıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okumaya hak kazandı.2012 yılında Tarih Bölümünden
2014 yılında ise Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2013-2015 yılları
arasında Kütahya Halk Eğitim Merkezinde Osmanlıca ve Arapça branşlarında Usta
Öğretici görevi aldı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesinden
Pedagojik Formasyon sertifikası aldı. 2015-2016 eğitim öğretim yılında Milli Eğitim
Bakanlığında Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yapmaya başladı. 2015 yılında
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ
alanında tezli yüksek lisans eğitimine başlamıştır.
v

ÖZET

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

BEZCİ, Gül
Yüksek Lisans Tezi, Tarih Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Hacı Murat ARABACI
Şubat, 2018, 184 sayfa

Bilinen en eski zamanlardan beri toplumların hayatında din önemli bir yere
sahiptir. Toplumların kültürünün oluşmasında din en önemli faktörlerden biridir. Türk
kültürü için de bu durum geçerlidir. Gündelik hayatımızda farkında olarak ya da
olmayarak yaptığımız pek çok uygulama, davranış ve inançlar üzerinde dini unsurların
tesiri mevcuttur. Türklerin kültürel değerlerinde, İslam dininde görülen ibadetlerden
oruç ve orucun yaşandığı ay olan Ramazan ayıönemli bir yere sahiptir. Türk milleti
asırlarca Ramazan ayına büyük bir önem vermiş ve bu ayı en güzel şekilde yaşamıştır.
Bu da toplumda zamanla Ramazana has bir kültür oluşmasına sebep olmuştur.

Türk milleti Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış ve kendine
has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Türkler oruç kavramını Arapçadaki ‘savm’
Farsçadaki ‘rûze’ kelimesinden ‘rûze-orûze-orûz-oruç’ şekline getirerek
Türkçeleştirmişlerdir. Ramazan ayını daha da estetik bir görünüm kazandıran Türkler;
bu aya özgü eğlenceler, temizlik anlayışı, fakiri gözetme ve günahlardan çekinmegibi
olgularıbir araya getirerek bir “ Ramazan Kültürü” oluşturmuşlardır.

Bu özel ay, en zengin ve en güzel biçimde, Osmanlı payitahtı olan İstanbul’da


yaşanmıştır. Gerek yabancı seyyahlar, gerekse yerli yazarlar eserlerinde bu zengin
kültürü işlemişlerdir.

Anahtar Kelimeler: Türkler, Ramazan, Osmanlı Devleti, İslam, Oruç.


vi

ABSTRACT

RAMAZAN CULTURE IN THE OTTOMAN SOCIETY

BEZCİ, Gül
Master Thesis, Department of History
Thesis Advisor: Asst. Professor. Dr. Hacı Murat ARABACI
February, 2018, 184 pages

Religion had important place in the life of the societies since the ancient times.
Religion is one of the most important factors in the formation of the culture of societies.
This is also true for Turkish culture. There are many elements in our daily life that are
influenced by religious elements on many practices, behaviors and beliefs, whether we
are aware or not. In the cultural values of the Turks, the month of Ramadan, which is
the month of fasting and revelry, is worshiped in the Islamic religion. The Turkish
nation has given great importance to the month of Ramadan for centuries and this
month lives in the most beautiful way. This led to the formation of a culture of
Ramadan in society.

Turkish nation Ramadan lived differently from other Muslim countries and
made it a unique way of life. The Turks have made the concept of fasting a Turkic
language in the Arabic 'savm' by introducing the 'rûze-oruzze-oruz-fast' phrase from the
'rûze' word in Persian. The Turks who gave Ramadan a more aesthetic appearance; they
have formed a "Ramadan Culture" by bringing together the facts such as the peculiar
entertainments, the sense of cleanliness, the poor care and the frustration of the sins.

This special month was experienced in the richest and most beautiful way,
Istanbul, which is the Ottoman shareholder. Both foreign travelers and local writers, in
their works, process this rich culture.

Keywords: Turks, Ramadan, Ottoman State, Islam, Oruc


vii

İÇİNDEKİLER

Sayfa

ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................vii
KISALTMALAR ............................................................................................................ x
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NE KADAR TÜRK VE İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL
GÜN, AY, YIL VE BAYRAMLAR

1.1. KUTSAL................................................................................................................ 3

1.1.1. Kutsal Varlık .................................................................................................... 3


1.1.2. Kutsal İnsan ..................................................................................................... 5
1.1.3. Kutsal Mekân ................................................................................................... 6
1.1.4. Kutsal Zaman ................................................................................................... 9
1.1.4.1. Yahudilikte Kutsal Zaman ..................................................................... 9
1.1.4.2. Hıristiyanlıkta Kutsal Zaman ............................................................... 10
1.1.4.3. Hinduizim’de Kutsal Zaman ................................................................ 11
1.1.4.4. Budizm’de Kutsal Zaman .................................................................... 12
1.1.4.5. Eski Türklerde Kutsal Zaman .............................................................. 13
1.1.4.6. İslam Dini’nde Kutsal Zaman .............................................................. 14

1.2. İSLAM ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE ÖZEL GÜN, TÖREN VE


BAYRAMLAR .................................................................................................. 16

1.2.1. Resmi Törenler ve Kutlamalar ....................................................................... 18


1.2.2. Dini Toplantı ve Törenler .............................................................................. 19
1.2.3. Toplumsal Törenler ve Kutlamalar ................................................................ 22

1.3. İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY VE BAYRAMLAR ..................... 24

1.3.1. Cuma Günü .................................................................................................... 25


1.3.2. Aşure Günü .................................................................................................... 26
1.3.3. Kurban ve Kurban Bayramı ........................................................................... 27
1.3.4. Kandil Geceleri .............................................................................................. 29
1.3.5. Aylar .............................................................................................................. 30
1.3.6. Ramazan Ayı.................................................................................................. 31
1.3.6.1. Oruç...................................................................................................... 33
1.3.6.1.1. Yahudilikte Oruç ..................................................................... 36
1.3.6.1.2. Hıristiyanlıkta Oruç ................................................................. 38
1.3.6.1.3. Hinduizm’de Oruç ................................................................... 39
1.3.6.1.4. Budizm’de Oruç ...................................................................... 40
1.3.6.1.5. Eski Türklerde Oruç ................................................................ 40
viii

1.3.7. Asr-ı Saadet’te Ramazan ............................................................................... 41


1.3.8. Emevi Toplumunda Ramazan ........................................................................ 44
1.3.9. Abbasi Toplumunda Ramazan ....................................................................... 45
1.3.10. Memlûk Toplumunda Ramazan................................................................... 46
1.3.11. Selçuklu Toplumunda Ramazan .................................................................. 46

İKİNCİ BÖLÜM
OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ

2.1. OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN ....................................................... 49

2.1.1. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Siyasi Açıdan Önemi .............................. 53


2.1.2. Osmanlı Toplumunda Ramazanın İktisadi Açıdan Önemi ............................ 55
2.1.3. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Sosyal Açıdan Önemi ............................. 57
2.1.4. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Kültürel Açıdan Önemi ........................... 59

2.2. RAMAZAN TENBİHNÂMELERİ................................................................... 63

2.2.1. Sosyal Konulardaki Tenbihler ....................................................................... 64


2.2.2. İktisadi Konulardaki Tenbihler ...................................................................... 65
2.2.3. Dini Konulardaki Tenbihler ........................................................................... 66

2.3. RAMAZAN AYI HAZIRLIKLARI ................................................................. 67

2.4. RAMAZAN ......................................................................................................... 71

2.4.1. Hilalin Görülmesi .......................................................................................... 71


2.4.2. İlk Gün, İlk Sahur .......................................................................................... 74
2.4.3. Ramazan Topu ............................................................................................... 75
2.4.4. İftarlar ............................................................................................................ 77
2.4.4.1. İftariyeler veya İftarlıklar ..................................................................... 79
2.4.4.2. Akşam Namazı ..................................................................................... 79
2.4.4.3. İftarın Asıl Yemek Kısmı..................................................................... 80
2.4.5. İftar Davetleri ................................................................................................. 82
2.4.5.1. Sadrâzam Konağındaki İftâr Dâvetleri ................................................ 83
2.4.5.2. Şeyhülislâm ve Eşrafın Konağındaki İftâr Dâvetleri ........................... 84
2.4.6. Diş Kirası ....................................................................................................... 85
2.4.7. Teravih Namazı.............................................................................................. 86

2.5. RAMAZAN AYINDA YAPILAN DİNİ MERASİMLER .............................. 88

2.5.1. Huzur Dersleri................................................................................................ 89


2.5.2. Cerre Çıkmak ................................................................................................. 91
2.5.3. Hırka-i Şerif Ziyareti ..................................................................................... 92
2.5.4. Sakal-ı Şerif Ziyareti ...................................................................................... 96
2.5.5. Diğer Dini Faaliyetler .................................................................................... 96
2.5.6. Ramazan Ayında Yapılan Yardımlar ............................................................. 97
ix

2.6. RAMAZAN AYINDA YAPILAN SOSYAL MERASİMLER ....................... 99

2.6.1. Davul, Davulcu ve Manileri......................................................................... 100


2.6.2. Kandil Yakmak ............................................................................................ 103
2.6.3. Mahyâ ve Mahyâcılık .................................................................................. 105
2.6.4. Kadir Alayı .................................................................................................. 108
2.6.5 Ramazaniyyeler ............................................................................................ 109
2.6.6. Ramazan Sergileri ........................................................................................ 111

2.7. RAMAZAN AYINDA YAPILAN EĞLENCELER ...................................... 113

2.7.1. Direklerarası Eğlencesi ................................................................................ 114


2.7.2. Çalgılı Kahveler ........................................................................................... 116
2.7.3. Semai Kahvehaneleri ................................................................................... 117
2.7.4. İstanbul Dışında Anadolu’da Ramazan Eğlenceleri .................................... 119

2.8. RAMAZAN AYINDA YAPILAN GÖSTERİLERİ ...................................... 119

2.8.1. Tiyatrolar ..................................................................................................... 120


2.8.2. Karagöz ile Hacivat ..................................................................................... 121
2.8.3. Ortaoyunu .................................................................................................... 123
2.8.4. Meddahlar .................................................................................................... 124

2.9. RAMAZAN BAYRAMI................................................................................... 126

2.9.1. Ramazan Bayramın Tespiti .......................................................................... 127


2.9.2. Sarayda Bayram Hazırlığı ............................................................................ 128
2.9.3. Osmanlı Toplumunda Bayram Hazırlığı...................................................... 129
2.9.4. Sarayda Ramazan Bayramı .......................................................................... 130
2.9.5. Osmanlı Toplumunda Ramazan Bayramı .................................................... 131
2.10. XX. YÜZYIL’DA RAMAZAN ...................................................................... 134

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ............................................................................. 140

EKLER ......................................................................................................................... 143

KAYNAKÇA ............................................................................................................... 158

DİZİN ........................................................................................................................... 183


x

KISALTMALAR

a.g.e. Adı geçen eser

a.g.m. Adı geçen makale

a.g.m.d. Adı geçen madde

a.g.t Adı geçen tez

BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi

Bkz Bakınız

c. Cilt

çev. Çeviren

DİA Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

DİB Diyanet İşleri Başkanlığı

haz. Hazırlayan

Hz Hazreti

nşr. Neşreden

nr. Numara

S. Sayı

TDV Türkiye Diyanet Vakfı

TTK Türk Tarih Kurumu


xi

TEZ METNİ
1

GİRİŞ

Ramazan ayının Müslüman toplumu tarafından önemli kılınmasında; Kur’an-ı


Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanması, İslam’ın beş şartından biri olan orucun bu
ayda tutulması, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin Ramazan ayı içerisinde
olması, yapılan ibadetlerin diğer aylara göre daha fazla sevap yazılması Ramazan ayının
değerini arttırmıştır.

Osmanlı toplumu, bu ay içinde yapılan her şeyi, bir medeniyet olarak


algılanmıştır. Ramazan ayı, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da medeniyet
şuurunda yaşanmıştır. Türk milletinin İslam öncesi geleneksel Türk dininde
bulunmayan oruç tutma ibadetine, İslamiyet’in kabulünden sonra bazı Türk
geleneklerini, Türk estetik zevkini, hatta önceki dininde bulunan bazı törensel gösteriler
ve kutlamaları da içine katarak Ramazan medeniyetini ortaya çıkarmışlardır.

Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk
milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü,
insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi
haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan, Osmanlı
Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya
sahip olmuştur.
2

BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİ’NE KADAR TÜRK VE İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL


GÜN, AY, YIL VE BAYRAMLAR
3

1.1. KUTSAL

Kutsal kelimesinin kökeni, Arapça k-d-s (‫ص‬-‫د‬-‫ )ق‬kelimesinden gelmiş olup


“saadet, kudsiyet, uğur, devlet, bereket, hayır, mübarek, baht, talih, mutluluk”
anlamlarına gelmektedir.1Kutsal; güçlü bir dini saygı uyandıran, tapınılacak veya
yolunda can verilecek derecede sevilen; karşı çıkılmaması, bozulmaması gereken,
Tanrısal olan2 şeklinde tanımlanır.

Kutsal; inanan bir kişi için yaşam kaynağı niteliğinde olup dinin kaynağı yahut
dinleri açıklamada merkez konumuna getirilir. Dinin temel öğesi niteliğinde olan kutsal;
insan yaşamına, insanın davranış biçimine, topluma ayak uydurma girişimine yön verir.3

İlk kez Durkheim tarafından ortaya atılan kutsal4, kaynağı ilahi sayılan varlığa
sevgi ve korkuya dayalı bir duyguyla bağlanma durumudur. Kutsal olan sadece varlık
değil, insan, mekân, zaman veya değerlerdir.

1.1.1. Kutsal Varlık

Kutsal kabul edilen varlık; görünürde diğer türlerden farklı değildir.


Hemcinslerinden farklı kılan nokta, dini bir bakış açısına sahip kimselerin onları kutsal
görmelerinden kaynaklanır.5

Cahiliye Devrinde insanlar kendi elleriyle putlar yapmış, bunlara inanmış ve


bunları kutsamışlardır. Bu putlar vaktiyle toplumda yaşamış, sayılmış ve sevilmiş bir
takım kimselerin heykeli mahiyetindedir.6

İnsan şeklinde olan putların yanı sıra, kaya ve taş şeklinde olan putlar, Kâbe
işlevine sahip kült merkezleri şeklinde putlar,melek şeklinde tasvir edilen putlar,hayvan
şekli verilmiş putlar, yatır şeklinde olan putlarda vardır.7

1
Türkçe Sözlük, C. 2,Türk Dil Kurumu, Ankara, 1988, s. 939.
2
Ali Yıldız Musahan, “İslam İtikatında “Kutsal” ın Sınırı”, E-Makâlât Mezhep Araştırmaları, 8/2, Güz
2015, s.122.
3
Musahan, a.g.m., s.122.
4
Muammer Cengil, Dila Baran Tekin, “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15, S.29, 2016/1, s.34.
5
Musahan, a.g.m., s. 124.
6
Mevlüt Güngör, “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Ahiret İnancı”, Dini
Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 23, s.15.
7
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve
Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C.11, S.1, Ocak-Haziran, 2014, s. 24-26.
4

Cahiliye dönemi Arapları putlar vasıtasıyla Allah’a daha çok yaklaştıklarına


inanır, putlardan güç, destek ve şeref aldıklarını iddia ederlerdi. Putların Dünyada
kendilerine yardım edeceklerini zanneder ve putların Allah katında şefaatçi olacağını
kabul ederlerdi.8

Putlarla birlikte her putun önünde fal oklarının bulunduğu torbalar mevcuttu.
Put aracılığıyla Allah’ın emrini öğrenmek isteyen kişi, “Sadin” olarak isimlendirilen
mabet görevlisine gelip derdini anlatır, görevli de fal oklarının bulunduğu torbayı putun
önüne getirerek ihtiyacı olan kişi için hayır veya şer çıkmasını sağlardı. İçinde “evet”
veya “hayır” yazan okları putun huzurunda çekerdi.9 Böylelikle insanlar putlardan ve
ona eşdeğer fal oklarından medet umar, hayatlarına bunlar vasıtasıyla yön verirlerdi.

Eski Türklerde birçok varlığı kutsal kabul etmiş, kutsadıkları varlıklara “Kült”
adını vermişlerdir. İnanışa göreilah kabul ettikleri “Ülgen Tanrısı” ak ve kara olmak
üzere iki adet taş indirir ve bu taşların sürtülmesiyle ateş ortaya çıkardı. Altay ve Saka
Türkleri taşla çıkan ateşi kutlu saymışlardır. Asya Türkleri ise ateşi ve ocağı kült olarak
kabul etmiştir. Ateşe su döküp söndürmek, ateşe küfür etmek, ateşle oynamak yasak
kabul edilmiştir. Bunlar, ateşle fal bakıp geleceği tayin etmişlerdir. Türklerin inanışına
göre ateş, kötü ruhları kovar ve her şeyi temizlerdi.10

Şamanistlere göre beş kutsal unsur vardır bunlar; ateş, demir, toprak, su ve
ağaçtır. Büyük günlerde ateşler yakılır, ateşe kurban verilir, ateşten çıkan renklere göre
öngörülerde bulunulur, ateş sönerse tekrar yakılmaz ancak aynı soydan olmak üzere en
yakın soydan ateş alınırdı. Büyük savaşların silahı olarak bilinen demir, efsanelere konu
olmuş ve tanrısal bir kaynaktan çıktığına inanılmıştır. Beş kutsal unsurun en verimlisi
kabul edilen toprak, besleyici bir ana, altında başka bir hayat alanını kapsayan ve
cehennemler ülkesini içinde bulunduran bir âlemdir. Su ise; kudret ve bereket kaynağı
olarak kabul edilirdi. Su ayrıca koruyucu ve kahredici tanrı olarak sayılır, sıcak suların
cehennemden geldiği, tatlı ve iyi suların ise cennetten geldiğine inanılırdı. Ağacı
Türkler, Tanrı yahut Tanrıdan ayrılan bir parça olarak tanımlarlardı.11

8
Güngör, a.g.m., s.18.
9
Söylemez, a.g.m., s. 17-18.
10
Sadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini” , Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
S.4, 1998, s.41.
11
Murat Uraz, Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 165-194.
5

Orta Asya Türklerinde Güneş ve Ay kültü de vardır. Altay Türklerine göre


Güneş ana Ay ise atadır. Güneş, yerde ateş temsil eder. Müslüman Türkler ve Altay
Türkleri arasında bir antlaşma yapıldığında Güneşle yemin etme âdeti vardı. İnançlarına
göre Güneş ve Ay kötü ruhlarla mücadele ederdi. Eğer yenik düşerlerse Ay yahut Güneş
tutulması olurdu. Sahalara göre Ay ve Güneş kardeş kabul edilmiştir. Yıldızlardan ise
Çolpan’ı kutsamışlardır.12

Türkler için hayatı, bereketi, canlılığı temsil eden ağaç da önemli bir külttür.
Ağaç; Tanrı ile iletişim aracı olarak, kötü ruhları kovma törenlerinde, tabiat olaylarını
yönlendirmede, yağmur yağdırma törenlerinde, bereketi arttırmaya yönelik mevsimsel
törenlerde kutsal olarak kabul edilmiştir. Dut, söğüt, meşe, elma gibi ağaçlar önemli bir
külttür.13

Hunlar, kendilerinin kayın ağacından ürediğine inanmışlar ve kutsamışlardır.


Altay Türklerinde Tanrı Ülgen’in tepesinde oturduğuna inanıldığı çam ağacı, büyüklüğü
ve heybetinden dolayı kutsanmıştır. Göktürkler Ergenekon Dağı’ndaki meyveli ağaçları
kutsamışlardır. Yakut Türklerinde kayın ağacı ve karaçam kutsal ağaçlardandır. Eski
Türkler; ağacın yaprakları, gövdesi, kökü ve gölgesini de kutsal olarak kabul
etmişlerdir.14

1.1.2. Kutsal İnsan

Kutsal insan; peygamberler, rahipler, mollalar, cemaat önderleri, mezhep


imamları gibi şahsiyetler, kendileri veya diğer kişiler tarafından kutsallaştırılmıştır.
Hıristiyanlar, “Hz. İsa (Mesih) Allah’ın oğludur.”demişler ve “Hz. İsa’nın annesi Hz.
Meryem de kutsaldır.” diyerek kutsallaştırmışlardır. Kur’an da Meryemoğlu İsa’nın
sadece bir peygamber olduğu belirtilmiş, beşer üstü bir varlık olarak kabul edilmemesi
gerektiği vurgulanmıştır. Nitekim Yahudiler de “Üzeyir Allah’ın oğludur.” demişler ve
kutsal kabul etmişlerdir. Kendi kendini kutsallaştıran Firavun ve Nemrud kendilerini
Tanrı ilan etmişler, halkında kendilerine bu şekilde itaat etmesini istemişlerdir.15

12
Gömeç, a.g.m., s.43.
13
Ülkü Gürsoy, “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, S. 61, 2012, s.45.
14
Gürsoy, a.g.m.,s.46-47.
15
Musahan, a.g.m., s. 129.
6

Eski Türklerde ise kadın önemli bir külttür.Yenisey yazıtlarında kadın


kelimesi, Çince’de eş anlamında “Kunçuy”, evci yahut evde oturan manasına gelen
“Ebçi”, kadın anlamına gelen “Kişi”, zevce anlamına gelen “Yotuz”, anne anlamına
gelen “ Ög”, abla anlamına gelen “Eçe” olarak yer almaktadır. Türkler kadını kutsal
kabul etmişlerdir. Milletin çoğalmasında kadın en önemli faktördür.16

Türklerde Atalar Kültü önemli bir yere sahiptir. Türkler, ölmüş atalarını kutsar,
onlar için kurbanlar keserler, geride kalanlara iyilik ve kötülüklerinin hâla devam
ettiğini düşünürler, ruhunun ise canlı olduğuna inanırlardı. Ölen ataların ruhlarının
ölmediğini, onların manevi olarak insan hayatını etkileyebileceğini düşünürlerdi.17
Ataların ruhu için kesilen kurbanlar hayvan cinsinden erkek olarak seçilmiş, en makbul
olarak at kurban edilmiştir. Bozkır Türk kavimlerinde ise at iskeletlerine rastlanmıştır.
Asya Hun İmparatorluğu kurganlarında atalar kültü için kurban olarak at iskeleti
bulunmuştur.18

Hunların ve Göktürklerin egemenliklerinin olduğu dönemde Orta Asya’da ilkel


boylar yaşça büyük ve sözü geçen kişileri öldükten sonra kutsal saymış ve ölülerini de
kültleştirmişlerdir. Ölüleri tabutlara koyup ağaçların üst dallarına yerleştirmişlerdir.
XVIII. yüzyıla kadar Yakutlarda bu gelenek devam etmiştir.19

Eski Türklerde Tanrının insan olarak görüldüğüne dair bir inanış da vardır.
Altayların Ay-Mangus destanındaki çocuğa isminin Tanrı tarafından verildiğine inanılır.
Çocuk ihtiyar bir kişi ile rastlaşır ve ona kim olduğunu sorar. “Ben insan değilim, ben
Tanrıyım ve sana ismini verdim” der.20

1.1.3. Kutsal Mekân

Dinlerde kutsal olarak somutlaşan mekânlar; tapınaklar, sinagoglar, kiliseler,


camiler; yerle semanın buluştuğu alanlar olarak kabul edilirler. Her mabet veya ona
benzer diğer yapılar kutsallığın merkezi olarak kabul edilirler.

16
Nurdin Useev, “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre
Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, S.11, Güz 2012, s.58-59.
17
Harun Güngör, “Eski Türklerde Din ve Düşünce, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,
s.264.
18
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005, s.307.
19
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s.180.
20
Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi,
İstanbul, 1983, s.112.
7

Bilinmeyen toprakların evrenselleştirilmesi, kutsallaştırma ile doğrudan


bağlantılıdır. Toplumlar, bir toprak parçasına yerleşir onu evrenselleştirir akabinde orayı
kutsarlar. Göçebe toplumların aksine yerleşik hayata geçen toplumlar yerleştikleri
bölgeyi benimser, oraya örgütlenir. İnançları, kültürleri bu benimsedikleri topraklarda
şekillenir. Merkezi “Dünya” kabul edilen kutsal mekân, sonu olmayan bir evren olarak
tanımlanmaktadır.21

Yahudilikte Süleyman mabedi, Tur Dağı, Hıristiyanlıkta Kudüs, kiliselerde


çanların ibadet ve dua zamanlarını bildirmesi amacıyla günde yedi defa çalması,
İslamiyette de Mescid-i Aksa, Kâbe, Arafat Dağı gibi mekânlarla ilgili kudsiyet
Allah’ın bildirmesiyle veya peygamberlerin sünnetiyle belirlenmektedir.22

Mekân ve bölgelerin kutsal olması ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de çeşitliayetler


mevcuttur.

“Ey Kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve arkanızı dönmeyin,
yoksa kaybedenlerden olursunuz.”23

“Musa! Ben, Senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar ve bil ki, sen
kutsal vadi Tuvâ’dasın!”24

Özellikle Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kâbe’nin kutsallığından


Kur’an-ı Kerim şöyle bahseder;

“Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri
kıldık. Siz de Makamı İbrahim'den kendinize bir namazgâh edinin. Ayrıca İbrahim ve
İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar
için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"25

Mekke ve Medine’nin kutsal oluşu ya da “Kutsal Topraklar” denmesinin


sebebi, insanların o topraklara bir nevi ayrı bir üstün vasıf yüklediğinin işaretidir.26

21
Mircea Eliade, Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara, 1991, s. 1-17.
22
İbrahim Hakkı Kaynak, “Dinlerde Kutsal Zaman ve Mekânın Tarihsel Yapısının Fenomenolojik
Algısı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Dergisi, Bahar 2016, S. 39, s.446.
23
Elmalılı Hamdi Yazır, Maide 5/21,Kur’an-ı Kerim Meali, Okyanus Yayıncılık, Kayseri, s.59.
24
Yazır, Taha 20/12, Kur’an-ı Kerim, s.153.
25
Yazır, Bakara 2/125,Kur’an-ı Kerim, s.38.
26
Musahan, a.g.m., s. 134.
8

Eski Türklerde ise kutsal yerlerin başında Ötüken gelir. Kül Tigin abidesinde
de zikredilen Ötüken’in kutsallığı, Türk kağanının Ötüken ormanında oturmasından
kaynaklanır. Ötüken’in kutsal olarak kağanı ve milleti koruduğuna inanılır. Kutsal vatan
olarak da anılan Ötüken, bölgenin merkezi kavşağı niteliğindedir. Ötüken, Göktürkler,
Uygurlar, Hun İmparatorluğu ve Moğollar tarafından da kutsal vatan olarak kabul
edilmiştir.27

Türklerin inanışlarına göre dağlar kutsal yerlerdir. İnanışa göre göğün direği
dağ, yeri bastıran dağ, Tanrıya giden en yakın yol dağdır. Başkentlerinde bulunan
Ötüken dağları, Uygurların Kut Dağı, Oğuz Destanında yer alan ve ordugâhları
niteliğinde olan Kür Dağı önemli dağlardır. Türkler, yaşadıkları evreni Dünya Dağı
olarak kabul ederler. Altın Dağ, Ak Dağ, Demir Dağ önemli dağlardır.28

Türkler, ırmakların bulunduğu yerleri de kutsamışlardır. Orhun ve Selenga


nehirlerinin bulunduğu yerler önemli bölgelerdir. Türkler, suların insanları koruduğunu
ve hayat verdiğini düşünmüşler, kutsal ırmaklardan yardım dilemişler hatta bu ırmaklara
tanrılar atamışlardır. Kutsal ırmaklar kaynaklarını cennetten alır fikriyle bu ırmakların
bereketine ve varlığına güvenmişlerdir.29

Uygurlar, kendi içinde kutsal kabul ettikleri kişilerin mezarlarını da kutsal


mekân olarak kabul etmişlerdir. Doğu Türkistan’da yer alan kutsal mekânları belli
dönemlerde çeşitli amaçlarla ziyaret etmişlerdir.30

Kaşgar şehrinde bulunan Kaşgarlı Mahmud’un mezarı da önemli yerlerden


biridir. Çocuğu olmayan kadınlar bu mezardan toprak alıp yerler, böylelikle
çocuklarının olacağına inanırlar. Turfan şehrinde kutsal mekân olarak kabul edilen ve
ziyarete açık Ashab-ı Kehf mağarası bulunmaktadır. Şifa arayanlar bu mağaraya akın
edip bu mekânı kutsamışlardır.31

27
Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana Umay Paradigmasında İlkel
Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016. s. 300.
28
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi II, İstanbul, 1997, s. 125-130.
29
Ögel, a.g.e., s.137-142.
30
Rahile Davut, “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Milli Folklor), (akt. Alimcan
İnayet), S.60, 2003, s.207.
31
Adem Öger, “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslararası Türk Dili, Edebiyatı ve Tarihi
Çizelgesi, C. 7/1, Kış 2012, s.1681.
9

1.1.4. Kutsal Zaman

Kutsal zaman, diğer zamanlardan farklı olarak önemli bir hadisenin meydana
geldiği zamandır.32 Bazı zamanlar kutsallık açısından ön plana çıkar ve diğer normal
zamanlardan ayrılır.

İlkel zamanlarda kutsal zaman tabiat olaylarıyla ilişkilendirilmektedir. Tabiat,


Tanrı’nın bir tezahürü olarak kabul edilir. Çiftçilikle uğraşan kabilelerin ekin ve hasat
bayramları, tabiatın yeniden doğuşunun kutlandığı bahar bayramları, ziraatçı
toplumlarda gündönümü ve ekinoksun kutlandığı güneş bayramları ile yeniay ve
dolunay kutlamaları, tabiat bayramları olarak kutlanan kutsal zamanlardır.33

Zamanla tabiat bayramları değişime uğramış, bu bayramların yerini tarihi


olaylar ve din kurucularına dayalı kutlamalar almıştır. Caynistler Mahavira’nın,
Budistler Buda’nın, Hindular Ganeşa ve Krişna’nın doğum gününü kutsal olarak kabul
edip kutlarlar. Hıristiyanlarca İsa’nın doğumu ve hayatın çeşitli safhaları,
Müslümanlarca Hz. Muhammed’(s.a.v.)in doğumu ve miracı kutsal kabul edilip
kutlanır. Bunlar Tanrı tarafından bildirilen değil, insanlar tarafından zamanla
kutsallaştırılan ayin ve törenlerdir.34

Farklı bölgelerde ve farklı kültürlerde kutsalın tezahür ettiği anlar kutsal


sayılmış, yaşanan bu anın kutsallığı devam ettirilmek istenmiştir. Bu anlar her yıl
tekrarlanmış ve diğer zamanlardan ayrı tutulmuştur. Bütün inanışlarda bu hadise
mevcuttur. Ancak her toplumun kutsal olarak kabul ettiği zamanlar, sahip olunan
inanışa, kültüre ve bölgeye göre farklılık göstermiştir.

1.1.4.1. Yahudilikte Kutsal Zaman

Yahudiler tarafından kutsal zamanların belirlenmesine yönelik mevcut


tarihlendirme, Eski Ahit yani Tevrat temel alınarak oluşturulmuştur. Tevrat’a göre
düzenlenen Yahudi takvimi yaradılıştan itibaren önemli gün, ay, yıl ve önemli olayları
tayin etmiştir. Yahudi takvimine göre yıl, dünyanın yaratılışı ile başlamaktadır.
Takvimde bu yaradılış göz önünde bulundurularak oluşturulur. Bu takvimde yer alan

32
Münir Yıldırım, “Mircea Eliade’de “Kutsal ve Kutsal Zaman” Kavramı”, Dini Araştırmalar Dergisi,
C.10, S. 28, Mayıs- Ağustos 2007, s. 70.
33
Cengil ve Tekin, a.g.m., s. 35-36.
34
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.36.
10

kutsal zamanlar, Yahudiler için anlam ve önemi açısından birbirinden farklılık


gösterir.35

Yahudiler bayramlarını özel ayin düzenleyerek kutlarlar. Bu ayinlerde sabah


duası, şükür duası, kutsal kitabın okunması, “tefillah” bölümü olarak Talmud’un zikri,
“halel” denen ilahi kısmı vardır. Yahudilerin küçük bayram ve büyük bayram olarak
adlandırdığı bayramlar iki kısımdır. Küçük bayramda Yahudiler oruç tutarlar ve
sonunda ziyafetlerle bayram yaparlar. Büyük bayramlar ise özel günleridir. 36

Yahudilerde yılbaşı olarak kutlanan ve on günlük dönemi kapsayan Roş


Haşana, kefaret günü olarak kabul edilen Yom Kippur, Mısır’dan çıkışın ardından kırk
yıl çölde dolaşmaları anısına kutlanan vedokuz gün süren Şukot, kandil bayramı olarak
anılan ve sekiz gün süren Hanuka, Mısır esaretinden kurtuluşun anısına kutlanan ve
sekiz gün süren Fısıh, Tevrat hatim bayramı olan Şimha Tora, Tevrat’ın verilişi anısına
kutlanan ve yedi hafta boyunca süren Şavot Yahudi takviminde yer alan kutsal gün ve
bayramlardır.37

Yahudilerin benimsediği önemli ve kutsal zamanlarının yanı sıra anma


törenleri ve kutlama törenleri de vardır. İlk defa İsrail Devleti tarafından kutlanan
“Matem Günü”, Nazilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi katliamı anısına
takvime eklenen “Soykırım ve Direniş Günü”, soykırım ve direniş gününü ise bundan
bir hafta sonra kutlanan ve İsrail Devletinin kuruluş günü “Bağımsızlık Günü” olarak
belirlerler.38

1.1.4.2. Hıristiyanlıkta Kutsal Zaman

Hz.İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra onun hayatındaki önemli olayları
anmaya yönelik bazı kutlamalar ortaya çıkmıştır. Önceleri sadece İsa’nın hayatındaki
çok önemli birkaç olayı anlamaya yönelik olarak başlatılan kutlamalar sonraki
yüzyıllarda gittikçe artarak İsa’nın hayatındaki hemen hemen her önemli olayı kapsar
hale gelmiştir. Kilise, mensuplarının bu olayları kendi hayatlarında yaşayarak
Hıristiyanlığı daha iyi anlayacaklarına inanmaktadırlar. Yapılan kutlamalar geçmiş

35
Mustafa Ünal, Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram ve Törenleri), IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 117-120.
36
Ünal, a.g.e., s.120-123.
37
Ünal, a.g.e., s.121-157.
38
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.37.
11

olayların tekrarı değil, İsa’nın hayatını bu şekilde yaşamak suretiyle kendi kurtuluşunu
elde edeceğine inanmaktadır. Zamanla Hıristiyanlar sadece İsa’nın yaşamına bağlı
kalarak özel günlerini tayin etmeyip Meryem ve çeşitli Hıristiyan azizleriyle ilgili özel
günlerde de zamanı kutsamışlardır.39

Hıristiyanlarda farklı farklı kiliselerin bulunmasından dolayı, her kilisede farklı


boyutlarda bayramlar kutlanmaktadır. Kilisede bulunan azizin isteği doğrultusunda bu
kutlamalar şekillenmektedir. Önemli olan ve evrensel nitelikte olan üç bayram vardır
bunlar; “ Noel,Paskalya, paskalya yedisi anlamında Pentakost”.40

Kutlama anlamında Noel, Paskalya, Pentakost olmak üzere üç evrensel


bayramı olan Hıristiyanlar, takviminin en önemli kutsal zamanları arasında yer alan
Noeli kabul eder. İsa’nın doğumu anısına kutlanan bir bayramdır. Paskalya ise Yahudi
geleneğinin “Fısıh” bayramına denk düşer ve İsa’nın dirilişi anısına kutlanır. Pentakost
ise Kutsal Ruh’un havariler üzerine inişinin hatırasına, Paskalya’dan elli gün sonra
yedinci Pazar günü kutlanan bir bayramdır.41

1.1.4.3. Hinduizim’de Kutsal Zaman

Hindu dini takvimi yıllık, aylık, haftalık, günlük gibi zaman dilimlerinde
yapılan dinsel töreni kapsayan bir içeriğe sahiptir. Takvime bağlı kutlanılan ritüellerde
ay ve güneş takvimi izlenir. Hindu geleneğinde kutsal zamanlar ile efsaneler arasında
önemli bir ilişki bulunmaktadır. Hint efsaneleri ile zaman arasında bulunan ilişki,
Tanrısal olayların oluşturduğu kutsal zamanın güncellenmesini sağlamaktadır.42

Hindularda Krişna, Vişnu, Şiva, Ganeşa gibi tanrılar vardır. Yılanlar, inekler
gibi kutsal hayvanlar ile birlikte ırmaklar, dağlar, tepeler, bitkiler gibi doğaya ait
varlıklar kutsanmıştır. Hindu mitolojisinde geçen meşhur olaylar, ayın evreleri, güneş
ve ay tutulmaları, gün dönümleri ve yıldızlarla ilgili kutlamaların yapıldığı sayısız
kutsal günleri vardır. Günlerin bir kısmı dinsel kaynaklı olmasa da, zaman içerisinde bir
takım dini motiflerle süslenerek dinileştirilmişdir.43

39
Mehmet Katar, “Hıristiyan Bayramları Üzerine Bir Araştırma”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.3, S.9,
Ocak- Nisan 2001, s. 8-9.
40
Ünal, a.g.e.,s.169-170.
41
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.38.
42
Ünal, a.g.e., s.36.
43
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.39.
12

Hinduzim içerisinde yer alan dini gün ve bayramlar tarih içerisinde bir takım
değişikliklere uğrayarak bugüne gelmiştir. Eski ve yeni dönem olarak ikiye ayrılan
kutsal gün ve bayramların, eski döneme ait olanları daha çok doğa olayları ile ilgilidir.
Ayın hilal ve dolunay olduğu zamanda Tanrılara kurbanın sunulması niteliğinde
kutlanan “Ay Ziyafeti” günleri, mevsimlerin geçiş dönemlerinde kutlanan “Dört Ay”
törenleri, sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde kutlanan “Adak- Kutsama”bayramı eski
dönem Hindu kutsal zamanlarındandır.44

Yeni dönem kutsal zamanları olarak Ram Ravami, Krishna Janamashtami,


Holi, Diwali ve Ganesh Charturthi gibi günümüze kadar ulaşan ve Hindu kutsal
metinlerinde zikredilen kutsal zamanlar olarak zikredilir.45

1.1.4.4. Budizm’de Kutsal Zaman

Budist gelenekte, Hinduizm’in etkisiyle kutsal günler ortaya çıkmış ve zamanla


dini bir takvim oluşturulmuştur. Zamanla meydana gelen Budist takvim Hindu
gelenekte olduğu gibi ay takvimi esas alınarak kullanılır. Her ayın birinci günü (Hilal)
ve on beşinci günü olan (dolunay) günleri Uposatha günü olarak kabul edilir. Uposatha
“Ziyaret etmek” anlamına gelmektedir. Uposatha günlerinin belirlenmesinde her
mezhep kendi inanışına göre hareket etmektedir. Budist geleneğine göre çok anlamlı
olan bu günler tarihteki olaylarla ilişkilendirilip kutsallık kazanmışlardır. Budistler,
Uposatha günlerinde oruç tutar, dua eder ve meditasyon keşişlerine katılırlardı. Bununla
birlikte hilal ve dolunay günlerini takip eden sekizinci günler de kutsal gün olarak
sayılır ve özellikle ruhbanları diğer iki gün gibi bu günlerde oruç tutarlardı.46

Mahayana geleneği diye adlandırılan Budist geleneğinde ayın dolunay şeklini


aldığı gece büyük bir ayinle kutlanır. Kutsanılan bu gece de büyük ayinler düzenlenir.
Sebebi ise Budizm’in kurucusu olan Buda’nın bu gecede doğduğu, bu gecede vahiy
aldığı ve 2500 yıl sonra da yine bu gece de öldüğü inancıdır. Bu gün Buda günü olarak
da kutlanır.47

44
Ünal, a.g.e., s.40-41.
45
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39.
46
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39.
47
Ünal, a.g.e., s.87.
13

Budizm’de dini bayramlar olarak Vesak, Buda, Asalha Puja, Mağa Puja
günleri ve en önemlisi de Ohigan Festivali görülmektedir. Bu dini bayramlar, din
adamları ile sıradan halkın bir araya geldiği özel günlerdir. Halk bayram vesilesi ile
tapınaklara gider ve ruhbanlarla birlikte ibadet eder, tapınaklara giderken yanlarında
hediye olarak çeşitli yiyecekler ve eşyalar götürür, tapınaktaki görevli ruhban sınıfının
maddi ihtiyaçları da bu şekilde karşılanırdı.48 Budist bayramları eğlenceli bir biçimde
kutlanır. Budist halk bu kutlu günlerde yerel mabetlere gider, Budist rahiplere yiyecek
ve içecek sunardı. Öğleden sonra fakir halka yiyecek ve içecek yardımı yapılır, akşam
ise Budist azizlerin mabetlerini ziyaret ve tavaf edilirdi. Gece ise Buda öğretisi ile
vaazlar dinlenir, meditasyon yapılırdı.49

1.1.4.5. Eski Türklerde Kutsal Zaman

Türkler zaman kavramını “Çağ” olarak adlandırmışlardır. Zamanı oniki evreye


ayırıp, her bir evre için hayvan adı kullanmışlardır. Her yıl bir hayvana tekabül etmekte,
söz konusu yılın hayvanı hangisi ise o yıl o hayvanın özelliklerini taşımaktadır. Bu
hayvanlar; sıçan, sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it ve
domuzdur.50

Türkler nesneleri, varlıkları, mekân ve kişileri kült olarak kabul ettikleri gibi
zaman olarak da yılın belirli dönemlerini kutsayıp bayram olarak kabul etmişlerdir.
Kazak, Kırgız, Başkurtlarda “Kımız Murunduk” adıyla anılan bahar bayramı günümüz
Mayıs ayında kutlanan bir tür kutsal zamandır. Başkurt kadınları “Kara Toy” diye
adlandırdıkları bu zaman kültüne erkekleri dâhil etmeden darı ve süt bulundurarak
kutlama yaparlardı.51

Altay Türkleri Tanrıları için tören düzenlerler ve bu törenin gerçekleştiği günü


de kutsal kabul ederlerdi. “Ayzıt Bayramı” olarak adlandırdıkları bu kutsal zaman dilimi
iki mevsimde yapılırdı. Yazın yapılan bu törenlere ak şamanlar kışın yapılana işe kara
şamanlar katılır ve beyaz kıyafetler giyerlerdi. Kadınların katılmadığı bu törenlerde
Tanrıyı anarlardı. Altay Türklerinin “Üzüt Bayramı” olarak adlandırdıkları diğer bir

48
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.40.
49
Ünal, a.g.e.,s. 87-88.
50
Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941, s.24-25.
51
Gömeç, a.g.m.,s.44.
14

kutsal zaman dilimini ise ruhlar bayramı olarak tanımlamışlardır. Ölü çıkan eve eşya
girip çıkmaz ve ölümünden kırk gün sonra akrabaları tarafından Üzüt Bayramı yapılır.52

Eski Türkler ile İranlıların “Yılbaşı” olarak kabul ettikleri gün, Farsça’da
“Nevrûz” kelimesi ile ifade edilmektedir. Kelime anlamı olarak “Yeni Gün” mânâsına
gelmektedir. Milâdî 22 Mart Rûmî ise 9 Mart tarihine rastlar.53Kırgızlar “Nouruz”
olarak adlandırdıkları yılın ilk gününü özel yemeklerle kutlamışlardır. Kazakların
“Navrız”, Azerbaycan Türklerinin “Ergenekon Bayramı”, Kırım Türklerinin “Navrez”,
Çuvaş Türklerinin “Naurus” olarak adlandırdıkları bu ilkbahar bayramı günümüze
kadar süregelmiştir.54 Türkler Nevruz’u “Nevruz-u Sultani, Sultan Nevruz” olarak
kutlar. Türkler bu günü kurtuluş günü olarak kabul eder. Bu sebeple bu güne
“Ergenekon yahut Bozkurt Bayramı” adı verilmiştir.55

Türkler; Hz. Âdem’in toprağının Nevruz’da yoğrulduğunu, Nuh’un gemisinin


Nevruz’da toprağa çıktığını, Adem ve Havva’nın Nevruz’da affedildiğini, Yunus’un
balığın karnından Nevruz’da çıktığını, Hz. Ali’nin Nevruz’da doğduğunu belirtmişler,
bu olayları baz alarak da Nevruz’u kutsamışlardır.56

1.1.4.6. İslam Dini’nde Kutsal Zaman

İslam dininin zaman anlayışı, Yahudilik ve Hıristiyanlığın çizgisiyle


örtüşmektedir. Her üç dinde de egemen olan kıyamet, yeniden doğuş, son yargı, ebedi
mutluluk ve ceza kavramlarına bakıldığında ortak zaman anlayışı kendini
göstermektedir. Müslümanların bu inançlardan zaman konusunda ayrımı, zamana karşı
ilgilerin temelinde namaz vakitleri ve Ramazan ayının başlangıç ve bitiş tarihlerini
belirleme ihtiyacı olmuştur.57

Ay’ın Dünya çevresinde dolaşımını esas alan hicri takvimin başlangıcı Hz.
Muhammed(s.a.v.) in 622 yılı yani Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl olarak kabul
edilir. Hicri takvim içerisinde Müslümanlarca kutsal sayılan pek çok gün, ay ve gece

52
Uraz, a.g.e., s.240-241.
53
Abdulhalûk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara, 1993, s.5.
54
Ahmet Arif Turan, “Nevruz Bayramı ve Kültürümüzdeki Yeri”, Milli Folklor, Yıl 12, S.15. s. 68-69.
55
Çay, a.g.e., s.12.
56
Fuzuli Bayat, “Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Bağlamda Yengi Kün (Nevruz): Mitolojik Olgudan
Mitolojik Kurguya”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 2008, s. 143.
57
Celaleddin Çelik, Sosyal Zaman ve Din, Çizgi Yayıncılık, Konya, 2010, s.42.
15

vardır. “Mübarek” veya “Mukaddes” kavramlarıyla nitelenen zaman dilimlerine kutsiyet


durumu, Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde de ortaya konmuştur.

Kur’an-ı Kerim de kutsal zamana örnek olarak “Kadir Gecesi” ,“Ramazan


Ayı”, “Hac Ayları” gibi zamanlar işaret edilmektedir. İslam dünyasında kutsal
olduğunda ittifak edilen Mirâç, Regaib, Mevlidve Berat gibi geceler mübarek gece
olarak sayılmış, bu gecelerde dua ve ibadetler edilerek birliktelik sağlanmıştır. Bununla
birlikte Şia mezhebinde ise Hz. Ali’nin doğum günü, Hz. Muhammed(s.a.v.)in Ali’yi
halife seçtiğine inanılan gün ve tarihi Kerbela olayının yaşandığı Muharrem ayının
onuncu günü önem arz etmektedir.58

Kutsal olarak kabul edilen aylar “Haram Aylar” ve “Üç Aylar” olarak
ayrılmıştır. Haram aylar, savaşmanın yasaklandığı ve barış ayı olarak kabul edilen
Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Üç aylar ise Recep, Şaban, Ramazan
aylarından oluşan üç aydır. Üç aylar Müslümanların diğer aylara oranla daha fazla
ibadet, zikir, dua, hayır işleriyle meşgul oldukları zaman dilimleridir.59

Ramazan ayı; Kur’an-ı Kerim’in indirildiği günü içinde barındırması, oruç


ibadetiyle kulların Allah’a yakınlıklarının artması, Hz. Muhammed(s.a.v.) in Ramazan
ayı dışında Muharrem ayında oruç tutmanın önemine dikkat çekmesi bakımından önem
arz eder. Cuma günü ise bütün Müslümanların bir araya gelip Allah’ı anmaları, namaz
vakitleri kulun Allah’a en yakın olduğu anları içerisinde barındırması yönüyle
önemlidir. Kadir gecesi ise tan yerinin ağarmasına kadar meleklerin inmesi ve rahmet
kapılarının sonuna kadar açılması gibi kutsalın tezahür ettiği zaman dilimleri olmaları
nedeniyle kutsallığa bürünür ve diğer zaman dilimlerinden ayrılır.60

Müslümanlar için kutsal kabul edilen önemli bir gün de “Aşure Günü” dür.
Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un gemisinin tufan sonrası
Cûdî Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulmalarına karşılık şükür orucu
tuttuğu, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan dolayı
Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gündür.61

58
Musahan, a.g.m., s. 135.
59
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.41.
60
Musahan, a.g.m., s. 136.
61
Metin Bozkuş, “Aşûre Günü, “Muharrem Mâtemi/Orucu Ve Sivas’ta Aşûre Uygulamaları”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s.35.
16

İslamiyet’te Müslümanların dini bayram olarak nitelendirdikleri ve büyük bir


coşkuyla kutladıkları iki bayram vardır. Bunlar “Ramazan Bayramı ve Kurban
Bayramı”dır. Iyd’ul Fıtr olarak adlandırılan Ramazan bayramı, Müslümanlara farz olan
oruç ayı yani Ramazan ayının sonunda üç gün olarak kutlanır. Oruç bayramı yahut şeker
bayramı olarak da adlandırılır. Şevval ayının ilk günü sabah namazından sonra iki
rekatlık imamın önderliğinde cemaatle birlikte bayram namazı kılınır. Ardından
bayrama erişmenin verdiği sevinçle bayram hutbesi okunur. Günler öncesinden yapılan
bayram temizliği sonunda misafirler en güzel tatlılarla ağırlanır. Temiz elbiseler giyilir
ve küçük büyük demeden bayramlaşma faslı olur. Kurban bayramı iseIyd’ul Adha
olarak bilinir. Hicrî takvimin son ayı olan Zi’l Hicce’nin 8. ve 13. günleri kutlanır. Hac
edenler ve diğer Müslümanlar arasında kurban kesme olayı gerçekleşir. Durumu
olmayanlara bu bayramda kesilen kurban eti hayır olarak verilir. Dört gün süren Kurban
bayramında, Ramazan bayramında olduğu gibi sabah namazından sonra bayram namazı
kılınır. Namazdan sonra kurbanlıklar kurban edilir, ihtiyaç sahiplerine, eşe dosta
parçalanıp dağıtılır. Bayramın ilk üç günü kurban kesilmesi uygundur.62

1.2. İSLAM ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜNDE ÖZEL GÜN, TÖREN VE


BAYRAMLAR

Tarih boyunca Türkler birçok devlet kurmuşlardır. Sadece devlet kurmakla


kalmamış kurdukları devletleri yaşatmayı amaç edinmişlerdir. Bundan dolayı birtakım
tören ve toplantılar düzenleyerek devletin devamlılığını sağlamışlardır. Devlet törenleri
resmi olmakla birlikte dini unsurlarında yer aldığı toplumsal etkinlikleri de
kapsamaktadır.

Bu toplantılar, törenler zamanla şenliklere dönüşmüştür. Böylelikle Türkler


şenliklerle birbirine destek olmuş daha yakından kaynaşmışlardır. Aralarında dayanışma
ve yardımlaşma örnekleri bayramların yaşanmasına, toyların düzenlenmesine sebep
olmuştur.

İslamiyet’ten önce yapılan tören ve toplantıların bazıları formlarını değiştirse


de günümüze kadar süregelmiştir

62
Ünal, a.g.e., s.193-206.
17

Türklerin, Hunlardan beri düzenli olarak düzenledikleri festival ve bayramları


vardır. Bayram kelimesinin aslı “Bedhrem” olduğunu ve Oğuzların bu kelimeyi
“Beyrem” şeklinde çevirdiğini Kaşgarlı Mahmûd Divan’ında söz eder. Türk
toplumunda bayramlar “bayram yeri” olarak nitelendirilen ve çiçeklerle süslenen
mekânlarda kutlanırdı.63 “Bedhrem, halk arasında gülme ve sevinme, bir yerin ışıklarla
ve çiçeklerle çevrilmesi ve orada sevinç içinde eğlenilmesidir.”64

Türk şenliklerinin temeli olan bayramlar, her hareketin, her davranışın uygun
ve hoş görüldüğü zamanlardır. Bu hoşgörü ve yardımlaşma olarak nitelendirilen
zamanların başlıca özelliği yemek yedirilmesidir. Şenliğe katılan herkes karnını doyurur
ve bundan hoşnut olurdu. Yemek sonrası insanlar hüner sergiler ve vahşi hayvanlarında
içinde olduğu gösteriler yaparlardı. Musikinin de yer aldığı toplantılarda kişiler arası
yarışmalar yapılır ve herkes büyük bir coşkuyla hem yarışır hem de eğlenirdi.65 Gruplar
halinde söylenen şarkıların yanı sıra bol kımız içilir, at ve ok yarışları yapılır, ayak topu
oynanırdı.66

Bayramlar; milli, dinî, ferdî bayramlar olarak gruplandırılabilir. Milli


bayramlar, belli zaman dilimlerinde ayin ve törenler düzenlenen bayramlardır.
Genellikle ilkbahar, yaz ve güz mevsimlerinde yapılır. Dinî bayramlar ise toplumun
bütün fertlerini etkiler. Hıristiyanlarda Noel bayramı, Müslümanlarda Ramazan, kurban
bayramı gibi bayramlar mevcuttur. Ferdî bayramlar arasında çocuğun doğması, sünnet
töreni yahut evlilik gibi eğlenceler bayramdan sayılmaktadır.67

Uygur Türkçesinde bayram kelimesinin karşılığı “Toy” dur.68 Toy kelimesi


sadece bayram kelimesini karşılamamakla birlikte düğün, eğlence, yemekli tören
anlamlarına da gelmektedir. Kırgızlarda “Tuy” kelimesi karşılamaktadır. Kırım
Türklerinde “Tuy” kelimesi bahar bayramı manasına gelmekte olup “Sabantuyu”

63
Salim Koca, “Eski Türklerde Bayram ve Festivaller”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2002, s.51.
64
Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lûgat’it Türk, (çev. Besim Atalay), C.1, Ankara, 1939, s.263.
65
Tuncer Baykara, “Türklerde Kutlamalar, Toylar ve Eğlenceler”, Erdem, C. 12, S.36, Gün Ofset,
Ankara, 2002, s.868-870.
66
Koca, a.g.m., s.56.
67
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara, 1954, s.97.
68
Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul, 1968, s.248.
18

denilen kelimede bahar bayramı ifade edilmiştir. Kazak Türklerinde “Tuy” düğün
manasına gelmektedir.69

Türk kültüründe gerçekleştirilen bayramlar, törenler yahut toplantılar; resmi


günlerde yapılan törenler, dini tören ve kutlamalar, toplumsal mahiyette olan törenler
olarak sınıflandırılabilir. Resmi törenler genel olarak devlet işleriyle ilgili toplantıları
kapsamaktadır. Bunların içinde askeri törenleri de değerlendirmek mümkündür. Dini
törenlerde ise Gök Tanrı inancı doğrultusundaki törenler vardır. Gök Tanrı Dini
içerisinde bir inanç biçimi olan Şamanizm etkisi görülür.70

1.2.1. Resmi Törenler ve Kutlamalar

Daima bağımsızlıklarına düşkün olan Türkler, teşkilatlı bir yapıya sahiptir. Bu


teşkilat içerisinde yapılan törenler sadece devlet erkânını değil toplumun bütününü
ilgilendirmektedir. Bu törenlerde Milli şuur ve birlikte yaşama heyecanı daha fazla
toplumda hissedilmiştir. Millet kavramını “Budun” olarak adlandıran Türkler,
yaptıkları törenlerde birliktelik kavramına önem vermişlerdir.71

Önemli devlet törenlerinden biri ant içme törenidir. Yemin etme manası taşıyan
ant içme töreni, şaraba kanlarını karıştırmak suretiyle iki tarafın karşılıklı dostluk ve
kardeşlik muahedesi münasebetiyle yapılan anlaşma şeklidir. İskitlerde başlayan bu
anlaşma şekli, diz çökmüş iki Türk’ün içki boynuzundan aynı anda kan karıştırılmış
içkiyi içmesiyle, diğer Türk topluluklarında düzenlenirdi. Saldırmazlık anlaşması
niteliği taşımış aynı zamanda düşman saldırısı karşısında taraflar birbiriyle ittifak içinde
olacaklarını, bozanın ise cezalandırılacağı açıklanmıştır.72

Dede Korkut’ta Büyük Han’ın yaptığı “Ulu Toy” ve beylerin yaptığı “Küçük
Toy” vardır. Ulu Toy da yemek yenir ve oturma töreleri görülmektedir. Küçük Toylar
ise toprakların pay edilmesi ile ilgilidir. Bu toylardan ayrı; başarı ve kutlama toyları, ilk
av toyu, akın dönüşü ve tutsaklıktan kurtulma toyu bulunmaktadır.73

69
Reşit Rahmeti Arat, Vekâyi, Babur’un Hatıratı, C.II, Ankara, 1946, s.656.
70
Mehmet Mandaloğlu, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Toplantı ve Törenler”, Türk Sosyal
Araştırmalar Dergisi, S.2, Ağustos, 2012, s. 213.
71
Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul, 2001, s.335.
72
Mandaloğlu, a.g.m., s. 215-216.
73
Ögel, a.g.e. s.772-773.
19

Türkler, günümüzdeki Cumhuriyet Bayramı niteliğinde devletin kuruluş


şenliklerini oluşturmuşlardır. Bunun için Göktürklerin atalar mağarasını ziyaret
etmişlerdir. Kurucular atalarının demirci ve mağara ile ilgili olduğunu halka
duyurmuşlar bundan sonrada senenin belirli gününde oraya toplu halde ziyaret
düzenlemişlerdir. O civarda törenler ve şenlikler yapmışlardır.74

Savaşlardan sonra yapılan zafer şenlikleri de Türklerde önem arz etmekte olup
zafer şenliğinden sonra başarılarının artacağına inanırlardı. Oğuz Han seferlerinden
muzaffer olarak döndüğünde büyük toy düzenler, doksan bir koç ile dokuz yüz kısrak
kestirirmiş. Ardından kımız hazırlatır halka ve askerine sundururmuş. Oğuz Han’ın
zafer sonrası kutlama töreni diğer Türk yöneticilerine de intikal etmiştir. Türkler bu
kutlamalarının mekânında değişiklik yapmış, zaferin kazanıldığı muharebe alanında üç
gün süren bayram düzenlemişlerdir. Millet olma, birlik halinde yaşama ve birbiriyle
kaynaşma Türk topluluklarının en önemli geleneğinden biridir.75

1.2.2. Dini Toplantı ve Törenler

Türkler İslamiyet’e geçmeden önce Gök Tanrı inancını ve buna bağlı olarak
Şamanizm’i benimsemişlerdir. Yaptıkları törenler ve bayramlar Gök Tanrı ya göre
belirlenir, kestikleri kurbanları da Gök Tanrıya atfedilirdi.

Devlet töreninin başında nasıl devlet reisi bulunuyorsa dini törenlerin başında
da başrahip niteliği taşıyan Türk kağanı bulunuyordu. Dini törenler Şamanizm’in
etkisiyle şamanların göğe yükselmesi amacıyla yapılırdı. Şamanlar göğe çıkarlar ve
göğün dokuz katını dolaşırlar ve tekrar yere inerlerdi. Herkes bir şaman çağırır ve kendi
kaderiyle ilgili dualar okutup büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi dini tören sayılır
ve aile içinde kalırdı.76

Türklerde cenaze törenleri yapılmıştır. Türkler, İslamiyet’ten önce ve sonra


ruhun ölmezliğine ve ahirete inandıkları için öteki dünyaya “ol ajun”, kıyamet gününe
“uluğ gün”, cennete “uçmağ”, cehenneme “tamu” olarak adlandırmışlardır.77 İnsanı
yaşatan gücün ruh olduğuna inanan Türkler, kişinin ruh vasıtasıyla yaşamına devam

74
Baykara, a.g.m., s. 893-894.
75
Ögel, a.g.e., s.776-777.
76
Ögel, a.g.e., s.773.
77
Salim Koca, “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S.22, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, Ocak,
1996, s.277.
20

ettiğini düşünmüşlerdir. Türkler ölmekten korkmaz öldürmekten de gurur duyarlardı.


Bundan dolayı cenazelerini üzüntü töreni gibi değil de bayram havasında
defnediyorlardı.78 Cenaze bir süre mumyalanarak bekletiliyor, bu bekleyişin ardından
tören düzenlenip ölen kişinin statüsüne göre kurbanlar kesiliyordu.79

İslamiyet’ten önce Türklerin bir araya gelip yaptıkları cenaze töreni niteliğinde
olan, yoğ törenidir. Ölülerine saygı gösterdikleri için düzenlenen yoğ töreni yas töreni
olarak bilinmektedir. “Yoğ aşı” merasimi yapılır ölen kişi için yemek verilirdi.
Yemekten sonra ise ölü için gösteriler düzenlenirdi. Ölen kişinin yakınları bir yerlerini
keserek duygusal acılarına fiziksel acı da katardı. Başka bir ölü töreninde ölünün
akrabası ölüm hadisesinin üçüncü günü ölü için ziyafet düzenlerdi. Bu ziyafete Oğuzlar
“Basan” demişlerdir. Cenaze töreni esnasında para ile ağlayıcılar tutulduğu
görülmüştür. Bu kimselere “Sığıncı” denmiştir.80

Türklerde yılın belirli zamanlarında kurban merasimleri düzenlenmiştir.


Şamanistlerde kurban sunulmadan asla ayin, tören, şenlik ve bayram yapılmamıştır. Her
ayin için kanlı veya kansız kurban verilmesi önemlidir. En dikkat çekeni at kurbanıdır.
Bundan sonra koyun kurbanı gelmektedir. Kurbanlar; atalara, göğe, yere, ruhlara ve
Tanrılara verilirdi.81 Türklerde insan kurbanı olmadığı gibi Türklerin en güzel hayvanını
kurbanlık olarak kırlara salıverdiği de görülmektedir.82

Türklerin İslamiyet’e geçmesiyle kurban anlayışı da değişmiştir. Her olay için


kesilen kurbanın yerine özel gün tertip edilip “Kurban Bayramı” denmiştir. Ramazan
bayramına nispeten daha büyük olduğundan dolayı “büyük bayram” olarak da
nitelendirilmiştir. Topluca kılınan bayram namazının ardından, kesilen kurbanın etleri
fakirlere dağıtılarak onlarında sevinmesi sağlanmıştır.83

Türkler İslamiyet’e geçtikten sonra Müslüman Arapların inançlarını almışlar ve


ibadetleri uygulamışlardır. Büyük bayram diye nitelendirilen kurban bayramı gibi
Ramazan bayramını da kutlamışlardır. Hicri aylardan olan Ramazan ayı boyunca oruç

78
İbrahim Onay, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin Yöntemleri”, Gümüşhane
Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, S.7, Ocak 2013, s.242.
79
Mandaloğlu, a.g.m., s. 221.
80
Uraz, a.g.e., s. 228-229.
81
Mandaloğlu, a.g.m., s. 220.
82
Selahaddin Bekki, “Türk Mitolojisi’nde Kurban”, Akademik Araştırmalar, Yıl 1, S. 3, Kış 1996, s.
16-28.
83
Baykara, a.g.m., s. 880.
21

tutan Müslüman Türkler, bu otuz günlük süreden sonra üç gün süren bayram
kutlamaları düzenlemişlerdir.

Ramazan ayının ve bayramının doludizgin yaşandığı Orta Asya’da, Araplarla


özdeş birçok ibadet aynıydı. Araplarda arife günü diye bilinen Ramazan ayından bir gün
öncesi, Kırgızlarda “Arapa (şek günü)” denirdi. Kırgızlar bu günü adeta bayram günü
gibi kutlardı. Erkenden sabah namazına gidilir oradan toplu halde mezarlık ziyareti
yaparlardı. Ramazan adıyla özdeş “camazan” Ey Ramazan şeklinde nidalı söyleme
biçimidir. Camazan geleneğine göre Ramazanın on beşinci gününden sonra köyün
gençleri toplanarak köyü dolaşır camazan şarkısı söylerlerdi. Zengin kişiler bu gençlere
koyun, at yahut yiyecek verirdi. Bu gelenek Kırgızlar ve Kazaklarda görülürdü.
Ramazan içinde yer alan Kadir gecesinde bir melek ve Hızır yeryüzüne indiğine inanılır
ve ağaçlar onlara selam verir. Bir melek indiğinde, bir insan rastladığı bir demire
dokunsa onun altına dönüşeceğine inanılırdı.84

Kırgızlarda Ramazan bayramı “Orozo Ayt” yani büyük bayram olarak bilinirdi.
Ayrıca atalar günü, atalar bayramı, atalardan kalan kutsal gün olarak bilinir. Ramazan
ayında ağzı, gözü, eli, dili ile oruç tutanlara Allah bu bayramı hediye etmiştir,
kullarından razıdır olarak algılanmıştır. Bayram namazlarından sonra imama “namaz
hakkı” adıyla para verilirdi. Bayram namazından sonra komşular birbirini davet eder
yemekler yenir şenlikler oluşturulurdu.85

Genel olarak Türklerde, Araplar gibi Ramazan ibadetleri, bayramları aynıdır.


Türkmeneli’ndeki Türkler kendi aralarında Ramazan ayına özel “Sini Zarf” adıyla
zamanı güzel geçirmek için oyun geliştirmişler. Ramazanın bütün günleri sadece
erkekler tarafından oynanan bu oyun, sini üzerinde bulunan on zarfın içine boncuk
saklanması ile meydana gelir. İki takım diğerinin sakladığı bu boncuğu bulmaya çalışır.
Ramazan günleri Türkmeneli’nde şiirler, hoyratlar ve oyunlarla eğlenceli yer edinir.86

84
Kemal Polat, “Kırgızlarda Ramazan ve Bayram Etkinlikleri”, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, 2015, s. 25-38.
85
Polat, a.g.m., s. 40-45.
86
Murat Ziya, “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk Dünyası Aylık Fikir,
Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, Aralık, 2000, s.21.
22

1.2.3. Toplumsal Törenler ve Kutlamalar

Türkler yaptıkları toplantıların genelini ilkbaharda düzenlemişlerdir. İlkbahar


mevsimi Türklerde önem arz ediyordu. Türkler yaşlarını ilkbahara göre hesaplar, yirmi
yaşında olan bir kişi “yirmi yeşil gördüm” diyerek ilkbaharı tekrar doğuş gibi atfederdi.
Sonbahar ise Türklerde savaş hazırlıkları yaptıkları, akınlar düzenledikleri mevsimdir.
Savaşlardan önce düzenlenen törenler mevsim sonbahar olduğu için küçük çaplı
olmuştur.87

Bütün toplumlarda olduğu gibi Türklerde de aile çok önemli bir birimdir.
“Oğuş” diye nitelendirdikleri aile; Türklerde varlıklarını devam ettirebilmeleri,
soylarının üremeleri açısından değerlidir. Ailenin oluşmasının başında gelen ve bir
törenken eğlenceye dönüşen düğünler gelmektedir. Düğün, Orhun Yazıtlarında “Törün”
olarak geçmekte Türklerin genelinde ise “Toy” olarak söylenmektedir. Türklerde
düğünler, sadece eğlencenin yapıldığı merasim değildir. Dini mahiyette mevlitler
okunur, askeri becerilerin ortaya konulduğu oyunlar oynanır, yarışmalar düzenlenir,
yemekler verilir, şarkılar söylenirdi. Günümüzde de şenlik havasında kutlanan
düğünlerde eski Türklerde olduğu gibi yemekler verilir, bu gelenek devam ettirilir.88

Tüm Türklerde 21 Mart yılbaşı olarak kabul edilmektedir. Türk topluluklarında


farklı isimlere gelen yılbaşı, her toplulukta aynı tarihte kutlanmaktadır. Hakas
Türklerinde “Bayram Çılpazı” olarak adlandırılmakta gece ve gündüzün eşit olduğu
sabah güneşe tapmaktadırlar. Altay Türklerinde ise “Çılgayak” olarak adlandırılır.
Özbek ve Tatarlarda yılbaşı için “Yaş” kelimesi kullanılmış olup yeşil, hayat, genç
manalarına gelmektedir.89 Balkan Türkleri ise “Mart Dokuzu” tabirini kullanırlar.
Miladi takvimde 21 Mart, Rumi takvimde 9 Mart’a tekabül etmektedir. Bu takvimler
arası farklılığından dolayı böyle adlandırmışlardır. Anadolu’da ise “Nevruz”
denilmektedir.90 Kelime anlamı olarak “Yeni Gün” denmektedir.91

Nevruz, Farsçada “Yeni gün” anlamına gelmektedir. Yeni yılın ilk günü
nev(yeni) ve ruz(gün) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Günümüzde Orta Asya
87
Ögel, a.g.e,s.773-774.
88
Oktay Berber, “Türk Kültüründe Eğlence ve Birlik Unsuru Olarak Düğünler”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2009/2, S.10, s.1-10.
89
Ahmet Pirverdioğlu, “Türklerde Yılbaşı ve Bahar Geleneği”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002, s. 47.
90
Çay, a.g.e., s.5.
91
Şemseddin Sami, Kams-ı Türkî, İstanbul, 1917, s.1474.
23

çevresinde hala “yenkigün, yeniyıl, yenikün, çilpazı” olarak kullanılmaya devem


etmektedir.92

Nevruz, Türk tarihinin bilinen en eski bayramı olarak bilinmekte ve yazılı


kaynaklarda günümüze kadar geçmişi bulunan milli bayram niteliğindedir. Kültürlerin
ortak bir bayramıdır. Türk tarihi açısından nevruzun bu denli önemli olması bazı
nedenler taşır. Bunlar; Tanrının Dünyayı bugün yarattığı inancı, Adem peygamberin bu
günde yaratıldığı inancı, Hz. Ali’nin bu günde doğduğu inancı bu günü değerli kılmıştır.
Orta Asya da yaşayan Türkler ise şiddetli geçen kışın yerini yavaş yavaş bahara
bırakmasını bir bahar bayramı olarak kutlamışlardır.93

Nevruz kutlamaları esnasında yapılan adet ve gelenekler; kırlara çıkma,


eğlenceye şenlik düzenleme, oyunlar oynayıp yarışmalar düzenleme, yiyecek hazırlama,
hediyeleşme, akraba ziyareti, ad verme, ateş yakma ve üzerinden atlama, Hızır baba
inancı, kabir ziyaretleri, bolluk bereket gelmesi için yapılan inanışlar, kurban kesme gibi
motiflerdir.94

Büyük Selçuklularda hazırlanan celali takvimi yılbaşı gününü 21 Mart olarak


tayin etmiş, bu tarih mali işlerde belirleyici olmuştur. Akkoyunlular’da 21 Mart takvim
başlangıcı kabul edilmiş ve nevruz vergi toplama dönemi olarak gelenek haline
gelmiştir. Kayı Boyu’na mensup Karakeçili aşireti 21 Mart’ta Ertuğrul Gazi’nin
türbesinde toplanmış, burada şenlikler düzenlemiş, cirit ve güreş sporları yapmışlardır.
Buna “Yörük Bayramı” adını vermişlerdir. 95
Osmanlıda nevruz kutlamaları “Nevruz
Pişkesi” olarak bilinmektedir. Resmiyet kazanan nevruz pişkesi, devlet adamlarına
armağanlar verilmesi ve alınması âdetidir.96

Hıdırellez bolluk ve bereket bayramı olarak bilinir. Türk dünyasında birçok


bölgede kutlanmış, hala daha kutlanmaya devam etmektedir.

92
Ramazan Karaman, “Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C. 7, S.13, 2008/1, s.129.
93
İsmail Onarlı, “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi Yayın Organı, Köln, Nisan
1998, s.13.
94
Çay, a.g.e., s.157.
95
Onarlı, a.g.m., s.14.
96
Karaman, a.g.m.,s.130.
24

Karaların etkili ismi Hızır ile suların etkili ismi İlyas’ın bulunduğu gün kabul
edilen, Miladi takvime göre 6 Mayısa rastlayan gündür.97 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan
gece dilekler dilenir ve şenliklerle kutlanır. Binlerce yıldır Horasan’da, Balkanlar’da ve
Anadolu’da özel şenliklerle günümüze kadar gelmiştir. Simgesel olarak Hızır ve İlyas
Peygamberin bu günde birleştiğine inanılır. Hızır ve İlyas Peygamberin buluşmasıyla
karaların ve suların gücünün bir araya gelerek insanlar için bolluk pınarı oluşturduğuna
inanılır.98 İnanılan bugünde çeşitli yiyeceklerle, özellikle çocuklarıyla kadınlar ve genç
kızlar kırlara, su boylarına giderek eğlenirdi. Gelecek için dileklerini Kâğıda yazarak
sulara bırakırlardı.99

Genel olarak Türkler eğlenceyi seven, aralarında düzenledikleri şenliklerden


keyif alan, her önemli olayı kutlu gün sayan millettir. Çocuğun doğuşunu, doğan çocuğa
ad koymayı, mektebe başlamasını, saban işinin bitmesi şerefine, bağbozumunda, kışa
hazırlanırken, yayla dönüşünde, koyun-keçi kırkımı gibi olaylarda şenlikler düzenlemiş,
önemli gün olarak kutlamışlardır.100

1.3. İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL GÜN, AY VE BAYRAMLAR

İslamî literatürde “mübarek” veya “mukaddes” kavramlarıyla ifade edilen özel


gün ve gecelerin kutsiyet durumu, Kur’an-ı Kerim ve hadislere dayandırılarak ortaya
konmuştur. İslam dünyası hicri takvim esaslı özel gün, gece ve bayramlarını tayin
etmiştir.

İslâm Dünyasında sevinç ve coşkuyla karşılanan, aynı zamanda mübarek kabul


edilen gün ve geceler şunlardır:

1.Mevlid-i Nebi: (Rebiu’l-evvel ayının on ikinci gecesi)

2.Regaib Gecesi: (Receb ayının ilk Cuma gecesi)

3.Mir’aç Gecesi: (Receb ayının yirmi yedinci gecesi)

4.Berat Gecesi: (Şaban ayının on beşinci gecesi)

97
Baykara, a.g.m., s. 877.
98
Gülizar Cengiz, “Geleneksel Hıdırellez Etkinliği", Alevilik Bektaşilik Araştırma Dergisi, 2014/9, s.
269-270.
99
Baykara, a.g.m., s. 877.
100
Ögel, a.g.e.,s. 276-280.
25

5.Kadir Gecesi:(Ramazan ayının son on gecesinden biri, büyük ihtimalle yirmi


yedinci gecesi)

6.Cuma günü

7.Ramazan günleri.

8.Ramazan Bayramı: (Şevval ayının ilk üç günü)

9.Kurban Bayramı: (Zilhicce ayının on, on bir, on iki, on üçüncü günleri)101

Zilhicce’nin on günü; Terviye, Arife ve Bayram günlerini kapsayan günlere


Eyyam-i Malumat denilmektedir.102

1.3.1. Cuma Günü

Cuma kelimesi Arapça bir kelime olup “Cumua”tarzında kullanılmaktadır.


Cuma; toplanma manasına gelir. Cuma gününe bu ismin verilme nedeni bu günde
kalabalıkların toplanmasıdır. Cuma gününe bu ismi veren Mekke lideri Kâ’b b.Luey dir.
Daha öncesinde ise bu güne “Arûbe Günü” denilmiştir. Cuma günü hakkında değişik
görüşler vardır: Adem ve Havva’nın yeryüzünde buluşma günü olduğu, Allah rahmetini
kullarına bugün indirdiği, bugün müminlerin bayram günü olduğu, farklı bir görüşe göre
ise kabirde azabın hafiflediği gün olarak bilinir.103

Hz. Muhammed (s.a.v.) “Güneşi doğan günlerin en hayırlısı Cuma günüdür.


Allah-ü Teala Adem’i o gün yarattı, o gün cennete koydu, o gün cennetten çıkardı.
Kıyamet ancak o gün kopacaktır.” ve “Cuma gününden daha hayırlı bir gün üzerine
gün doğmayacaktır.”104 Buyurmuşlardır.

İslam âleminde özel gün deyince ilk akla gelen Cuma günüdür. Cuma günü
haftanın günleri içerisinde Müslümanlarca en kutsal gündür. Müslümanların bayram
günüdür. İslam dünyasında, Cuma gününün tatil olarak tayin edilmesi Emeviler
döneminde olmuştur. Bu günde hiçbir davaya bakılmaz ve müminler ibadet ederek bu
günü geçirirdi. İbadet, dinlenme ve bayram günü olup, genellikle haftanın tek tatil
günüdür. Kimileri evlerinde kimileri hamamlarda temizliğini yapar, güzel ve temiz

101
Abdülkadir Karahan, Müslümanlığın Temel Bilgileri, İstanbul, 1986, s. 132.
102
El-Hac Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam, C. 2, İstanbul, 1998, s.115.
103
Yunus Vehbi Yavuz, Başlangıcından Günümüze Cuma Namazı, İlim ve Kültür Yayınları, Bursa,
1986, s. 7-9.
104
Yusuf Ziyaeddin Ersal, Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii, Ankara, 1974, s. 9-10.
26

kıyafetlerini giyer, kokular sürünür, misvakla dişlerini temizleyip camiye giderlerdi.


Camii yakınlarında ise şairlerin şiir şölenleri olurdu. Cuma vaktinden sonra kimisi
mesire alanına giderdi. Kimisi de hasta, eş dost ziyareti yapardı. Genellikle misafirlerde
bu gün kabul edilir, eşe dosta yemek verilirdi.105

Cuma namazı; buluğ çağına gelmiş, esaret altında olmayan ve yolculuk


sırasında olmayan Müslüman erkeklere farz kılınmıştır. Cemaate katılamayacak kadar
özrü ve hastalığı olmayan her Müslüman kılmalıdır. Cuma namazının farz olduğu,
Cum’a suresi dokuzuncu ayetinde belirtilmiştir. “Ey inananlar Cuma günü namaz için
çağırıldığınız zaman, Allah’ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin
için daha hayırlıdır.”106Hz. Muhammed(s.a.v.) hayatı boyunca Medine’de bizzat iştirak
ederek kıldırmıştır.107

1.3.2. Aşure Günü

Onuncu gün anlamına gelen “Aşure” sözcüğü Arapçadaki on anlamındaki


“Aşara”dan türetilmiştir. Hicri senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü
Müslüman topluluklarınca “Aşure günü” olarak kabul edilir.108

Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un tufan sonrası
gemisinin Cudi Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulduktan sonra şükür
orucu tuttuğu, Hz. Musa ve kavminin Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan
dolayı Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gün olarak inanılmaktadır.109 Hz.
Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, Hz. İsa ve Hz. Musa’nın doğdukları gün,
Hz. Süleyman’a mülkünün verildiği gün olarak da bilinmektedir.110

Hadislerle teşvik edilen nafile oruçlardan biri de Muharrem ayının onuncu


gününe rastlayan aşure günü tutulan oruçtur. İslam âlimleri, Ramazan orucunun farz

105
Ramazan Altınay, “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay-Mevsim-Yıl) Anlayışı ve
Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.7, S.21, s. 227-228.
106
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2015.
s. 403.
107
Hüseyin Okur, Hikmet ve Faziletleriyle Cuma Günü ve Namazı, Semerkant Yayınları, İstanbul,
2011, s.17-23.
108
Hüseyin Dedekargınoğlu, “Muharrem ve Aşure”, Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik
Araştırmalar Dergisi, s. 41.
109
Metin Bozkuş, “Aşure Günü Muharrem Matemi/Orucu ve Sivas’ta Aşure Uygulamaları”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s. 35.
110
Eyüp Baş, “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler”,
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, 2004, s.169.
27

kılındıktan sonra aşure orucunun da sünnet olduğunu açıklamışlardır. Bununla birlikte


sadece Muharremin onuncu günü değil, dokuz ve on birinci günleri de oruç tutmalarını
istemişlerdir. Sebebi; Yahudiler sadece onuncu günü oruç tutarak geçirirler, İslamiyet’in
bundan farklı olmasını istemişlerdir.111

Ramazan orucu farz kılınmadan önce, Müslümanlara aşure günü oruç tutma
farz kılınmıştır. İslam’dan önceki dinlere göre de faziletli ve önemli bir gün sayılır, o
gün oruç tutulurdu. Cahiliye devrinde Kureyşliler dahi aşure günü tören yapıp Kâbe’nin
örtüsünü örterlerdi. Hz. Muhammed(s.a.v.) de aşure günü oruç tutmuştur. Ramazan ayı
orucu farz kılınmasıyla, aşure orucu farz olmaktan çıktı.112

Aşure günü yani Muharrem’in onuncu günü, Hz. Muhammed’(s.a.v.)in torunu


olan Hz. Hüseyin ve yanında bulunan 72 kişinin Emevi hükümdarı Yezid’in emriyle
Karbela’da aç susuz bırakıldıktan sonra şehit edildikleri güne rastladığından Alevilerce
“Matem” olarak adlandırılmaktadır. Bu olayın tesiriyle aşure gününde yapılan aşure
aşını, aleviler “matem çorbası” derler.113

Aşure ise; tatlı bir çorba olup birlikte toplanarak yenir yahut evlere dağıtılır.
Aşure çorbasına et konmaz. Ana malzemesi buğday olan aşurenin içine kuru bakliyat ve
meyveler konularak yapılır.114

1.3.3. Kurban ve Kurban Bayramı

“Yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan” anlamına gelen kurban


kelimesi, dini bir terim olarak “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları
taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” manasına
gelmektedir. Arapçada ise bu şekilde kesilen hayvana “udhiyye” denmektedir.115

Kurban ibadetinin tarihi Hz. İbrahim’e dayanmaktadır. Rüyasında oğlu İsmail’i


kurban ettiğini görmüştür. Durumu oğluna anlatan Hz. İbrahim oğlundan olumlu yanıt

111
Bozkuş, a.g.m., s. 39-40.
112
Abdurrahman Tac, “Ramazan Orucu”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.5, S.1-2, Ocak Şubat
1966, s. 7-8.
113
Dedekargınoğlu, a.g.m., s.43.
114
Dedekargınoğlu, a.g.m., s.44.
115
İlmihal, İslam ve Toplum, İslam Araştırmaları Merkezi, Medya Ofset, İstanbul, 1999, s.1.
28

alır. Kurban etmek için oğlunu hazırlayan Hz. İbrahim’in samimiyetini anlayan Allah
oğluna bedel olarak koç gönderir. İlk kurban hadisesi böyle gelişmiştir.116

Kurban hicretin ikinci yılında uygulanmaya başlanmıştır. Hz. Muhammed


(s.a.v.) Kâbe’de bayram namazı kıldırdıktan sonra halka konuşma yapar. Bu konuşmada
kurban kesilmesini emreder. Kendisi de daha önce satın almış olduğu koçu orada
kurban etmiştir. İlkini ümmeti adına ikincisini de ev halkı ve kendisi adına kesmiştir.
Kendisi ve ev halkı adına kestiği kurbandan hem kendisi hem ev halkı hem de fakirler
faydalanır. Her sene bu kurban geleneğini Medine’de devam ettirmiştir.117 Bu hadiseden
sonra Kurbanın vacip olmasının yanında sünnet olduğunu da anlamaktayız.

Kurban toplumda yardımlaşma, kardeşlik ve dayanışma ruhunu canlı tutar.


Sosyal adaletin de gerçekleşmesine katkı sağlar. Et satın alamayan yoksul kimseler,
durumu iyi olup Allah için kurban kesenler sayesinde et yeme imkânı bulur. Zengine de
hem paylaşma ruhu verir hem de onu dünya malına tutkunluğundan kurtarır. Fakirin de
varlıklı kullar sayesinde Allah’a şükretmesine, karamsarlık ve düşmanlıktan kendini
kurtarmasına vesile olur.118

Kurbanın manevi katkısının yanı sıra maddi olarak da katkısı vardır. Kesilen
hayvanları besleyen üreticiler kurban bayramı yaklaşınca besledikleri hayvanları satar.
Böylelikle kendi ihtiyaçlarına maddi olanak sağlarlar. Kesilen hayvanların derilerini
işleyen zanaatkârlar ülke ekonomisini de canlandırır.119

Hz. Muhammed (s.a.v.) bayramları Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma


ve sevinç günleri olarak kabul etmesi ile birlikte bu günlerde insanların eğlenmelerine
de izin vermiştir.120 Hz. Muhammed(s.a.v.) döneminde başlayan bu kurban kesme ve
bayram olarak kutlama her yıl yinelenmiş günümüze kadar intikal etmiştir.

116
Hasip Asutay, Kurban Risalesi, Hacegan Yayınları, İstanbul, 2007, s.10.
117
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Erken Dönem İslam Tarihinde Kurban ve Kurban Bayramı”,
Uluslararası Kurban Sempozyumu, İstanbul, 8-9 Aralık 2007, s. 83.
118
İlmihal, s. 2.
119
Hüseyin Okur, Allah’a Yakınlaşmak için Kurban, Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, s.33.
120
Abdülkerim Yatğın, “Hz. Peygamberin Kurbanı ve Kurban Bayramı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı
İstanbul Müftülüğü Dergisi, İstanbul, S.11, 2010, s. 82.
29

1.3.4. Kandil Geceleri

İslamî gelenekte Mevlid, Regaib, Berat, Miraç ve Kadir Gecesi olmak üzere
beş ayrı gece kutsal kabul edilir. Bu geceler kandil gecesi olarak kabul edilir ve kandil
geceleri olarak kutlanır. Bu gecelere kandil geceleri denmesinin sebebi; Osmanlı
padişahı II. Selim döneminde yapılan kutlamalarda, camilerin kandillerle aydınlatılması
geleneğine dayanmaktadır.121

Mevlid kandili; Hicrî takvimde Rebiü’l-evvel ayının on birinci gününü on


ikinci güne bağlayan gecedir. Hz. Muhammed(s.a.v.) in dünyaya geldiği gecedir.
Doğum manasında ‘mevlid’ kelimesi kullanılmıştır. Bu gecede çeşitli mucizelerin
gerçekleştiği ifade edilse de asıl önemli olan, Allahû Teâlâ’nın kendisini âlemlere
rahmet olarak gönderdiğini ifade ettiği Muhammed Mustafa(s.a.v.)in dünyaya gelişinin
canlılığını korumaktır. Bu anma merasimlerinde Hz. Muhammed(s.a.v.)e salât ve
selamlar getirilerek, O’nun örnek şahsiyetinden, davranışlarından bahsedilir.122

Regâib Kandili; kamerî aylardan, üç aylar olarak tabir edilen Recep-Şaban-


Ramazan aylarından olan Recep ayının ilk cuma gecesidir. Tabiatıyla bu birinci günün
gecesine denk gelebileceği gibi yedinci günün gecesine de denk gelebilir, aralarında
herhangi bir fark yoktur. Anlamı ise, Hz. Muhammed(s.a.v.) in anne rahmine düştüğüne
andır.123

Mi’raç Kandili ise Recep ayının yirmi yedinci gecesi kutlanmaktadır. Bu


gecede Hz. Muhammed(s.a.v.)in yaşadığı İsrâ ve Miraç olaylarının gerçekleştiği ve beş
vakit namazın bu gecede Müslümanlara farz kılındığı, Allah’ın rahmetinin bolluğunun
müjdelendiğine inanılmaktadır.124

Berat Kandili; üç aylardan ikincisi olan Şaban ayının on dördüncü gününü on


beşinci güne bağlayan gecede kutlanmaktadır. Bu gecede Müslümanlarca af, mağfiret
ve bağışlanma olduğuna inanılmaktadır. Bu gece her insanoğlunun kaderlerinin
çizildiğine inanılır. Bu gece yapılan ibadetlerden sonra dualarda güzel dileklerde
bulunulur.125

121
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.43.
122
Ahmet Özel, “Mevlit”, DİA, C.29, İstanbul, 2004, s. 275-279.
123
Hamdi Tekeli, “Regaib”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 535-536.
124
Salih Sabri Yavuz, “Mirac”, DİA, C.30, İstanbul, 2005, s. 132-135.
125
Halit Ünal, “Berat”, DİA, C.5, İstanbul, 1992, s. 475-476.
30

Kadir Gecesi; Ramazan ayının son on günü içinde herhangi bir güne gizli
olduğuna inanılan, inanışa göre Ramazan ayının 27. gecesine rastlayan gece olup
Kur’ân-ı Kerîm’in indiği gece olarak da kabul edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Kadir
suresi de vardır. Bu gece için “Bin aydan daha hayırlıdır’ ifadesi kullanılmaktadır.126

1.3.5. Aylar

Hicri takvime göre belirlenen aylar on iki tanedir. Bunlar; Muharrem, savaş
haram olduğu için “haram kılınmış” manasında Muharrem denmiştir. Safer, bu ayda
insanların ellerinde malları, evlerinde yiyecek içeceği kalmadığı, seferlere çıktıkları için
böyle isimlendirilmiştir. Rabîu’l- Evvel, Safer ayında yaptıkları faaliyetlerinin
sonuçlarını bu ayda aldıklarından dolayı böyle isimlendirmişlerdir. Rabi; verimlilik,
bereket demektir. Rabîu’l-Âhir, mahsulü toplamanın son günleri olduğu için böyle
isimlendirilmiştir. Cumâde’l Ûlâ, bu ayda fazla soğuktan sular donduğu için böyle
denmiştir. Cumâde’l- Âhir, suların donmasının son ayıdır. Receb, bu ay büyük saygı
göstermek amacıyla bu isim konmuştur. Şa’ban, bu ayda savaş ve saldırıların çok
olmasından ve gruplara ayrılıp savaşlar düzenlendiğinden böyle isimlendirilmiştir.
Ramazan, bu ayda çok şiddetli sıcaklar yaşandığından bu isim verilmiştir. Şevval,
develer bu ayda hac için yüklenir ve kuyruklarını kaldırarak yürür. Bu sebepten böyle
nitelendirilmiştir. Zi’l-Ka’de, haram aylarındandır. Bu ayda savaşa çıkılmadığından
“hareketsizlik, oturma” anlamında böyle isimlendirilmiştir. Zi’l-Hicce, hac ayı olduğu
için böyle denmiştir. Bunlardan Muharrem, Receb, Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce haram ayları
olarak bilinir.127

İslami geleneğe göre kutsal kabul edilen aylara ait grup; Receb, Şa’ban,
Ramazan’dır. Bu aylara “üç aylar” denilmektedir. Bu üç aylar Müslümanların diğer
aylara oranla daha fazla ibadet, zikir, dua ve hayır işleriyle meşgul olduğu zaman
dilimleridir. Ayrıca Müslümanların kutsal kabul ettiği Regaib, Miraç, Berat, Kadir
geceleri bu üç aylar içerisinde yer alması da bu ayları daha fazla önemli hale getirir. 128

126
Mehmet Sait Özervarlı, “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, 2001, s. 124-125.
127
Altınay, a.g.m., s.230.
128
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.41.
31

1.3.6. Ramazan Ayı

Ramazan ayı birçok Müslüman ülkede oruç ayı, dua ayı, gufran ayı, ibadet ayı,
bazı yerlerde de cömertlik ayı olarak nitelendirilir. Bu ayda yapılan ibadet “savm,
sıyam, ruze” adlarıyla da tanınmasına rağmen bizde: Oruç olarak kabul görmüştür.
Ramazan ismi diğerlerine tercih edilmiştir.129

Ramazan kelime manası olarak ‘Remza’ kökünden türemiş bir isim soylu
kelime olup ‘kızgın taş’ manasına gelir. Çünkü Araplar şiddetli sıcak günlerde oruç
tutmuşlardır. Aylara isim verdikleri zaman, oruç ayı şiddetli sıcaklara denk geldiğinden
adı ‘Ramazan’ konmuştur. Başka bir görüşe göre de, yakıcı manasına gelen Ramazan
bu ayın günahları eritmeye vesile olması sayesinde oruç ayına bu isim konulmuştur.130

Ayrıca Ramazan kelimesi, Allah’ın isimlerinden bir tanesidir. Allah’ın rahmeti


sayesinde yanıp yok olunması dikkate alınarak oruç tutulan aya bu isim verilmiştir. Bu
manada “Şehr-i Ramazan” yani “Allah’ın ayı” denilmiştir.131

Müslümanlarca diğer aylardan daha üstün ve kutsal kabul edilen Ramazan ayı,
Kur’an da ve hadislerde isminden en çok bahsedilen aydır. Hz. Muhammed(s.a.v.)
Hadis-i Şerifte “ Ramazanın birinci gecesi geldiğinde şeytanlar ve cinlerin azgınları
zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır. Hiçbir kapı açılmaz, cennet kapıları açılır
ve hiçbir kapısı kapatılmaz”132 şeklinde Ramazan ayı gelmeden insanları uyarmış,
ibadet ve dua etmeleri için teşvik etmiştir.

Hz. Muhammed(s.a.v.) Şa’ban ayının son günü hutbesinde şöyle buyurmuştur;


“Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge düşürdü ki, bu aydaki Kadir
Gecesi, bin aydan daha faidelidir. Allahü Teâla bu ayda, her gün oruç tutulmasını
emretti. Bu ayda geceleri teravih namazı kılmak da sünnettir. Bu ayda Allah için ufak
da olsa bir iyilik yapmak, başka aylarda farz yapmış gibidir. Bu ay sabır ayıdır. Sabır
edenin gideceği yer cennettir. Bu ay iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda mü’minlerin rızkı
artar. Bir kimse, bu ayda bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak Teâla onu
cehennem ateşinden azat eder. O oruçlunun sevabı kadar ona sevap verir.”133

129
Mehmet Kaplan, Milli Kültür, Ankara, 1977, s. 38.
130
İmam-ı Gazali, Mükasefetü’l Kulüb, Çelik Yayınları, İstanbul, 1982, s. 558.
131
Halil Altuntaş, İsmail Karagöz, Oruç İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2010, s. 12.
132
Kemal Sandıkçı, “Hadislerle Ramazan ve Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, S.3, 1978, s. 215-216.
133
Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi, İstanbul, Mart 2012, s. 313.
32

Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farza bedeldir. Bu ay
ahreti kazanmak için fırsat ayıdır. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında inmiştir. Kadir
Gecesi bu ayın içerisindedir. Ramazan-ı Şerifte hurma ile oruç açmak sünnettir. Teravih
namazı kılmak ve Kur’an-ı Kerim’i hatim etmek mühim sünnetlerdendir.134

Ramazan ayı ile ilgili yine Hadis-i Şerifte “Ramazan ayının evveli rahmet,
ortası mağfiret sonu ise cehennemden kurtuluştur.”135Şeklinde buyrulur. Sabır ve
nefisle mücadele ayı olarak bilinen Ramazan ayı insanları iyiye ve doğruya sevk eder.

“Her kim Ramazan’ın faziletine inanarak ve sevabını hesaba katarak ihya


ederse onun geçmiş günahları bağışlanır.”136 Hadis-i Şerifinden de anlaşılacağı gibi
Ramazan ayında mağfiret isteyenlerin mağfiret edileceği, tövbe edenlerin tövbesinin
kabul olunacağı, dua edenlerin dualarına icabet edileceği, isteyenlerin istediklerini
kendilerine verileceği rahmetli bir aydır.

Müslümanlar, Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerimi okumaya her zamankinden


daha fazla özen gösterir. Ramazan ayında çokça Kur’ân-ı Kerimi okuyup tefekkür
etmek en büyük sevaplar arasındadır. Hz Peygamber (s.a.v.) in Cebrâil ile karşılıklı
Kur’ân okumasına dayanan “Mukâbele” uygulaması bu aya mahsus bir gelenektir.137
Bunun için Müslümanlar, camilerde ve evlerinde bir araya gelerek, her gün bir cüz
okurlar. Ramazan ayının sonuna gelindiğinde ise Kur’ânʹı baştan sona bir kez okumuş
yani hatmetmiş olurlar. Müslümanlar yüz yıllar boyunca bu önemli Ramazan geleneğini
sürdürmektedirler.

Ramazan ayının en büyük özelliklerinden birisi de bu ayda oruç tutulmasıdır.


Ramazan ayına “Şehr-i Sıyam” (oruç ayı) da denilmektedir.138 Hz. Muhammed (s.a.v.)
bu ay oruç tutanlar için cennetteki “Reyyan” kapısından geçeceklerini müjdeler. Oruç
ibadetini gerçekleştirenler birtakım günahlardan arınır, takvası artar ve güzel ahlaklı
olur. Oruç insanı kötü işlerden alıkoyar.139

134
Işık, a.g.e., s. 314.
135
Lütfi Şentürk, “Ramazan Mağfiret Ayıdır”, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79, Kasım Aralık 1968, s.
261.
136
Şentürk, a.g.m., C.7, s. 262.
137
Hacı Mehmet Günay, “Ramazan”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 434.
138
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 271.
139
İbrahim Tozlu, Onbir Ayın Sultanı, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.22-25.
33

Ramazan ayının Müslüman toplumu tarafından önemli kılınmasında; Kur’an-ı


Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanması, İslam’ın beş şartından biri olan orucun bu
ayda tutulması, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinin Ramazan ayı içerisinde
olması, yapılan ibadetlerin diğer aylara göre daha fazla sevap yazılması Ramazan ayının
değerini arttırmıştır.140

Ramazan ayı, oruç, Kur’an-ı Kerim okuma ve ibadet ayı olduğu kadar sabır,
cihat, fetih ve zafer ayıdır. Oruç; yeme, içme, kötü huyu dizginleme cihat ise açgözlülük
ve dünya hırsını dizginleme vesilesidir. Oruçta nefis ile mücadele yapılırken cihatta
İslam düşmanlarıyla mücadele edilir. Cihattaki sabır, tahammül ve ihlâs oruçla aynıdır.
Mücahidin sevabı, oruç tutanın sevabıyla eş değer görülmüştür.141

Ramazan ayı zaferler ayıdır. Hicretin ikinci yılı Ramazan ayının on yedisinde
Bedir Zaferi elde edilmiştir. İman uğruna babanın oğluyla ve kardeşin kardeşle
çarpıştığı bu savaş, yetmiş müşrike karşı on dört Müslüman’ın şehit olduğu büyük bir
zaferdir. Hz. Muhammed(s.av.) in katıldığı ilk savaş zaferle sonuçlanmıştır. Hicretin
sekizinci yılı Ramazan ayının yirmisinde Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Hz.
Muhammed(s.a.v.)in on bin sahabî ile gerçekleştirdiği bu fetih, Mekke’de Hakk’ın
hâkim, batılın yok olduğu bir dönem başlatmıştır. Efendimiz (s.a.v.)in bizzat katıldığı
Tebük Gazvesi’de Ramazan ayına rastlamıştır. Hz. Ömer dönemi, Mecusi İran ordusuna
karşı yapılan Kadisiyye zaferi, Rodos Adasının fethi, Endülüs’ün fethi, Ayn Calut
Zaferi gibi İslam dünyasının önemli cihatları Ramazan ayında yapılmıştır. Ramazan,
oruç ve Kur’an, ihlas ve takva ile değerlendirilirken sabır ve tahammülle, tebliğ ve
cihatla değerlendirilmelidir.142

1.3.6.1. Oruç

Oruç, Farsçadaki “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş halindedir. Arapçası


“savm” yahut “sıyâm”dır. Savm kelimesi ise Arapça da “bir şeyden uzak durmak, bir
şeye karşı kendini tutmak, engellemek” anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh terimi olarak

140
Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 17.
141
Halil İbrahim Kutlay, “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005, s.28.
142
Kutlay, a.g.m., s. 28-30.
34

ise oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar geçen sürede, bir amaç uğruna yeme
içmeden uzak durmaktır.143

Hadis-i Şerifte “Ramazan öyle bir ay ki Allah, bu ayda orucu size farz kılmıştır.
Bende bu ayın ibadetle ihyasını size sünnet kıldım.”144Diye belirtilmiş olup Ramazan
orucu Müslümanlara farz kılınmıştır.

Oruç ibadeti, Hz. Muhammed(s.a.v.)in Medine-i Münevvere’ye hicretlerinden


sonra hicretin ikinci yılında ve Şa’ban ayının onuncu gecesinde farz kılınmıştır.145
Ramazan ayında ve Ramazan boyunca (yirmi dokuz bazen otuz gün) tutulması farzdır.
Hiçbir kişiye imtiyaz tanınmaksızın, aklı yerinde ve sıhhatli olan kişinin oruç tutması
mecburidir. Aksi takdirde bu emre muhalefet eden gerek bu dünyada gerek ahrette
cezalandırılacaktır.146

Bakara suresi 183-185. ayetlerinde “ Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç


nasıl farz edilmiş ise size de öyle farz edildi. Ta ki günahlardan korunasınız. Oruç sayılı
günlerdir. İçinizde her kim o günlerde hasta olur veya seferde bulunursa, tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. İhtiyarlık ya da şifa bulması zor bir
hastalıktan dolayı oruca gücü yetmeyenler üzerine; bir yoksul taamı fidye lazım gelir.147
Kim ki gönül isteğiyle hayır işlerse bu, onun için hayırlı olur. Oruç tutmak, bilseniz
sizin için ne kadar hayırlıdır.”148

Bir kişi oruç tutmakla hastalanacak yahut var olan hastalığı artacaksa veya oruç
hastalığın uzun zaman devam etmesine sebep olacaksa tutmayabilir. İyileştiği zaman
orucu kaza edebilir. Yolculukta da güçlük vardır. Seferdeki bu güçlük herkesin haline
göre değişebilir. Bir insan için güçlükle dolu geçen yolculuk bir başkası için kolay bir
şekilde tamamlanabilir. İslam dini bu ihtilafı ortadan kaldırmak maksatlı genel yolculuk

143
İlmihal, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008, s. 381.
144
Sandıkçı, a.g.m., C.17, s. 217.
145
Lütfi Doğan, “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9, S.5, Eylül-Ekim 1972,
s.260.
146
Hasan Çelikkaya, “Ramazan ve Oruç”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.24, Fatih Matbaası, İstanbul,
1969, s.11.
147
Fidye; kusurlu olarak eda edilen bazı ibadetlerin telâfisi amacıyla ödenen bedeldir.
148
İbrahim Cerrahoğlu, “İslamiyet ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.2, S.1-2, Ocak-Şubat
1963, s.7.
35

haline çevirmiş günde altı saat olmak üzere üç günlük sefere çıkan oruç için mazeretli
sayılmıştır. Takriben doksan kilometrelik yol sefer mesafesi olarak sayılmıştır.149

Oruç Kefareti, kefaret mana olarak gidermek ve örtmek olarak bilinir. Bozulan
bir oruç yerine peş peşe iki kameri ay boyunca oruç tutmaktır. Buna gücü olmayan kişi
ise altmış gün boyunca sabah ve akşam olmak üzere iki öğün bir fakiri doyurmalıdır.
Hastalık durumlarında kefaret düşer. Ancak hastalık kendi isteği dışında olmalıdır.
Kendi hastalığa sebebiyet verdiyse kefaret düşmez, aynı zamanda yolculuk da kefareti
düşürmez.150

Oruç, nefsi terbiye eder ve ruhu yükseltir. Allah’a ibadet etmeyi vesile kılar ve
insanoğlunun meleklerin seviyesine nasıl yükseleceğine talim eder. İnsanlarda sabrı
geliştirir ve nefsi yenme kuvveti verir. Oruç insanın maneviyatını temizleyerek ruhunu
aydınlatır. Oruçlu kişiler Allah’a en yakın kişilerdir. Bütün feyiz ve nur âlemleri oruçlu
kimselere açılır ve Allah ile kul arasındaki perde kalkar.151

Oruç, insana sabrı aşılar. İnsan bu sabrı alışkanlık edinir. Bu alışkanlık acıyı
bırakmak için değil, gidermek içindir. Sabrı alışkanlık edinmekle nefsi düzeltmenin en
iyi yolu oruçtur. Oruç; tiryakileri tedavi eder ve sabra alıştırır.152

Müminin açlığında, Hakk’a yakınlığı oluşur. Kalp incelir, nefis kırılır, masiyet
arzular kırılır. Oruçluyken ibadete devam kolaylaşır. Açlıkta beden sıhhat bulur,
hastalıklar ötelenir.153

“Gündüzün orucuna tahammülünüzü temin için sahur yemeğinden, gece


namaza kalmak için de kuşluk uykusundan istifade ediniz.” Hadis-i Şerifinde de
bahsedildiği gibi Hz. Muhammed(s.a.v.)sahura büyük önem vermektedir. Sahur; oruç
tutmaya hazırlık yapma maksatlı fecrin doğmasından önce yenen yemeği ifade eder.
İftar, orucu açmak, oruçluya orucu açtırmak, başlanmış olunan orucu bozmak veya hiç
oruç tutmamak manasına gelmekte olup akşam ezanı vaktindedir. “Savm-ı Visal” olarak
bilinen ve sadece Ramazan ayına özgü yapılan bir oruç tutma şekli vardır buda; iftar

149
Musa Yılmaz, “Ramazan Orucu ve Hikmetleri”, Diyanet Dergisi, C.26. S.2, 1990, s.20.
150
Hasip Asutay, Oruç Risalesi, Hâcegân Yayınları, İstanbul, 2012, s.57-59.
151
Ali Özek, “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası, İstanbul, 1968, s. 10.
152
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak Yayın, İstanbul, 1993, s.286.
153
Mahmut Sami Ramazanoğlu, “Oruç ve Açlığın Faziletleri”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005,
s.31.
36

açmadan öbür günün orucuyla birleştirilmesidir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de


uygulamıştır.154

Müslümanlara farz olarak kılınan Ramazan orucundan ayrı İslam dinini


benimseyenlerce tutulan bazı oruçlar vardır. Şevval ayında altı gün tutulan “Şevval
Orucu”,Muharrem ayının onuncu günü tutulan “Aşure Orucu”, her hafta pazartesi ve
perşembe günleri tutulan “Pazartesi-Perşembe Orucu”, Zilhicce ayının dokuz gününde
tutulan “Zilhicce Orucu”, haram aylarında perşembe, cuma ve cumartesi günleri tutulan
“Haram Ayları Orucu”, Şa’ban ayında tutulan “Şa’ban Orucu”, gün aşırı yani bir gün
oruç tutup ertesi gün oruç tutmamak mahiyetinde tutulan oruç “Davud orucu”,
Müslümanlar tarafından tutulan oruç çeşitleridir.155

1.3.6.1.1. Yahudilikte Oruç

Yahudilerde oruç “Tanit” olarak isimlendirilir. Teanet kökünden gelmiş olup


nefsine ezâ etmek manasındadır. Yahudilikte orucun birçok örneği vardır. Bu oruçlar
Tevrat’ta kesin hükümlerle farz kılınmıştır.156

Yahudilikte oruç, her türlü yeme içmeden tamamen uzak durmak manasına
gelmektedir. Oruç, bir tövbe yöntemi olarak görülür. Sadece tövbe edip günahlardan
arınmak için değil, toplumsal felaketlerde halkın günahkârlığının bir işareti olarak kabul
edilerek oruç tutulmuştur. Tevrat’ta da oruç Yahudiler için, insanların bilinçli veya
bilinçsizce yaptıkları kötü eylemlere kefaret ve bu kötü eylemlerden duyulan
pişmanlığın dışa vurulmuş şekli olarak belirtilmektedir. Kefareti gerektiren eylem
kişinin bizzat işlediği bir fiil olabildiği gibi ailesinin veya aynı soydan gelen hatta
milletinden gelen birinin gayri ahlaki bir eylemi olabilir. Bununla birlikte Yahudilikte
oruç bir matem alametidir. Yahudi tarihinin en felaketli en kötü günlerinde oruç
tutularak yad edilmiştir. Aynı zamanda Tanrı’ya dua etmeden önce yapılması gereken
bir hazırlık ritüeli olarak da kabul edilmektedir.157

154
Yılmaz, a.g.m., s. 22-24.
155
İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 386-387.
156
Tahsin Feyizli, İslam’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban, Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s.21.
157
Recep Demir, “Diğer İnanç Sistemlerinde ve İslam’da Oruç(Karşılaştırmalı Bir Analiz)”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.9, S.42, Şubat 2016, s. 1787.
37

Yahudi takviminde oruç günleri, yılın farklı günlerinde toplam altı oruçtan
oluşmaktadır. Bunlardan ilki Tevrat kaynaklı olup diğerleri yaşanan acı olayların
anısına tutulmuştur. Yahudi takviminin ilk ayı olan Tişri ayının onuncu günü “yom
kipur” adı ile tövbe etme amaçlı tutulan oruçtur. Bu oruç Tevrat’ta emredilmiştir. Tevet
ayının onuncu günü Kudüs’ün Babilliler tarafından kuşatılması ve Tamuz ayının on
yedinci günü Kudüs surlarının Babilliler tarafından geçilmesi olayı adına önemli oruçlar
tutmuşlardır. Av ayının dokuzuncu günü Kudüs’teki mabedin yıkılışı anısına, Tişri
ayının üçüncü günü önderleri Gedalya’nın öldürülüşü anısına, Adar ayının on üçüncü
günü Ester’in dindaşlarını kurtarmak için hayatını tehlikeye atması adına oruç
tutmuşlardır. Yom Kipur dan ayrı tutulan bu oruçları hahamlar düzenlemiştir.158

Yahudilerden; kâhin olmak isteyenler, kendisini peygamberliğe hazırlayanlar


ve ülkelerinin kıtlık, veba ve musibetlere uğramasını isteyenler, yeni bir teşebbüse
girişecekler bunların vesilesiyle oruç tutmuşlardır. Tek farz kabul edilen oruç ise
“keffaret orucu”dur.159

İki umumi oruç “yom kipur” ve “yişa beav” Yahudilikte büyük oruçlar olarak
kabul edilir. Bu iki oruç daha uzun süre tutulduğu için başlıca büyük oruçlar olarak
kabul edilmektedir. Gün batımı ile başlar ve sonraki günün akşam karanlığına kadar
devam etmektedir. Yaklaşık yirmi beş saat süren bu oruçlar insanların genel olarak
tuttukları oruçlardır.160

Yahudilerde cumartesi çok önemli bir gündür ve bu günde oruç


tutulmamaktadır. Cumartesiye rastlayan oruç olduğunda ertesi güne bırakılır. Oruç
şafağın sökmesinden iki yıldızın doğmasına kadar devam eden sürede tutulur. Keffaret
orucu bunun dışında kalır çünkü bir akşamdan diğer akşama kadar sürmektedir.161

Yahudilerde bu oruçlardan ayrı, “Ester Orucu”diye bilinen Pazartesi ve


Perşembe günleri tutulan oruç bulunur. “Sükût Orucu” diye adlandırdıkları sabahtan

158
Fatma Yüksel, “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi,
S.5, İstanbul, 2008, s.35.
159
Osman Cilacı, “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, Temmuz Ağustos 1978, s.197.
160
Muhammed Akram, “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Orucun Anlamı ve
Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray,
Halis Kaya, Ümraniye Belediyesi, İstanbul, 2015, s. 46.
161
Cilacı, a.g.m., s.198.
38

akşama kadar konuşmaktan sakınma orucudur. İzdivaç gününde damadın tuttuğu oruç
vardır. Baba ve annenin ölümünün senesinde tutulan oruç vardır. 162

1.3.6.1.2. Hıristiyanlıkta Oruç

İncil’de Hz.İsa’nın oruç hakkında havarilerine insanlara karşı gösterişten uzak


ihlaslı olarak oruç tutmalarını nasihat etmiş ve “ Oruç tuttuğunuz zaman, riyâkârlar gibi
mahzun çehreli olmayınız. Onlar oruç tuttuklarını insanlara göstermek için yüzlerini
asarlar. Size derim ki onlar karşılıklarını aldılar. Sen oruç tuttuğun zaman başına yağ
sür ve yüzünü yıka ve oruç tuttuğunu sadece Peder’e göster. Peder’in sana mükâfat
verecektir.”163

Hıristiyanlıkta başta bir aylık olan oruç ibadeti, sıcak mevsim olan yaza denk
geldiği için ilkbahara alınmıştır. Bundan dolayı on gün daha ilave edilip kırk gün olarak
tutulmuştur. Belli bir dönem kırk gün olarak oruç tutan Hıristiyanlar kralın rahatsızlığı
sebebiyle on gün daha ilave etmişler ve orucu elli gün olarak tutmuşlardır. Vasfı,
zamanı ve sayısı değiştirilen Hıristiyan orucu “Büyük Perhiz” adıyla ağır bir şekilde
tutulmuştur.164

Hıristiyanların “Paskalya Perhizi” olarak adlandırdıkları oruç onlar açısından


çok önemlidir. İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı sonrasında vuku bulduğuna inandıkları
dirilişinin anısına gerçekleştirdikleri paskalya kutlamaları öncesindeki gün tutulan
oruçtur. Kırk gün olarak tutulan bu oruç, İsa’nın çöldeki kırk günlük orucundan dolayı
uzun tutulmaktadır. İsa’nın doğumunun kutlanması ve ahir zamanda geleceği inanışı ile
tutulan Noel orucu da Noel öncesi dört hafta olarak tutulmaktadır.165

Hıristiyanlıkta bireysel olarak tutulan orucun günleri; çarşamba, cuma,


cumartesidir. Hıristiyanlara göre, çarşamba günü İsa’nın ele verildiği gün, cuma günü
öldüğü gün, cumartesi de gömüldüğü gün olarak bilinmektedir.166

Hıristiyanlıkta üç tür oruç vardır. Normal, tam ve kısmidir. Normal oruç,


sadece yemeden uzak durmadır. İçmeye normal oruçta müsaade edilmektedir. Tam

162
Feyizli, a.g.e., s. 25-27.
163
Feyizli, a.g.e., s.31.
164
Ahmet Kahraman, “Eski Dinlerde ve İslam’da Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.10, S.
112-113, Eylül Ekim 1971, s.319.
165
Akram, a.g.m., s. 50.
166
Demir, a.g.m., s.1791.
39

oruçta hem yemeden hem içmeden uzak durulur. Hiçbir yiyecek yahut içecek ağza
konmaz. Kısmi oruçta ise tadı güzel bir yiyecek, et yemeği ve şarap içmeme şeklinde
olmuştur. Hıristiyanlıkta en yaygın oruç ise tam oruç ve iki etsiz öğün orucu olup kişi
içmeye müsaade edilir.167

Hıristiyanlıkta yirmi bir yaşını dolduranlar oruç tutmakla mükelleftir. Altmış


yaşından sonra oruç mükellefiyeti düşmektedir. Hastalık, ruhi ve bedeni kuvvetsizlik,
fakirlik, askerlik durumu, ağır ve yorucu işçilik durumunda olanlar oruç ibadetinden
muaf sayılmıştır.168

1.3.6.1.3. Hinduizm’de Oruç

Hindu kutsal metinlerinde oruç “upvaas” adıyla geçmektedir. Manevi


kazanımlar adına bedenin fiziksel ihtiyaçlarının reddi manasına gelmektedir. Hiçbir gıda
alınmayan oruç süresinde manevi esenlik sağlayan saf gıdalar içeren bir akşam yemeği
ile son bulur.169

Hinduizm’de dört çeşit oruç türü vardır: festival oruçları, hafta içi tutulan
oruçlar, kameri gün oruçları ve büyüyen-küçülen ay oruçlarıdır. Bunlarla birlikte
öğleden sonra tek yemek yenilmesi orucu “eka bhukta”, yemeğin gece bir kez yenilmesi
orucu “nakta vrat” olarak adlandırılan oruçlardır.170

Hinduizm’de oruç nefsi terbiye etmek maksatlı senenin muayyen günlerinde ve


bayramlarında tutulmaktadır. Önemli bazı günlerde ise sadece kadınlar oruç
tutmaktadır.171

Güneş tutulması sırasında ve Güneşin doğuşu ve Güneşin gökte tam olarak


görülmesine kadar oruç tuttukları görülmüştür. Fakat Güneş doğduğu zaman, bulutlar
onu örterse Güneş görününceye kadar orucu devam ettirmişlerdir.172

Sadece yemeklerden kendini alıkoymak mahiyetinde oruçlar yoktur. Pirinçten


yapılan herhangi bir yiyecekten uzak durma orucu, kadınlara her türlü kokudan uzak

167
Akram, a.g.m., s. 50-51.
168
Cilacı, a.g.m., s.201.
169
Thowhidul İslam, “Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”, Ramazan ve
Oruç, s. 64.
170
İslam, a.g.m., s. 64-67.
171
Cilacı, a.g.m., s.192.
172
Feyizli, a.g.e., s.17.
40

durma orucu, erkeklere başta Hint yağı olmak üzere bedenine herhangi bir yağ sürmeme
ve yağlanmama orucu, Hinduizm’de orucun farklı çeşitleridir.173

1.3.6.1.4. Budizm’de Oruç

Budizm’de oruç, psikolojik ve manevi sezgiye dayalı nefis terbiyesi


yöntemidir. Bazı Budistler az yemenin de erdeme sebebiyet vereceğine inanmaktadır.
Budist inanca göre; oruç vücudu arındırır düşünceleri berraklaştırmaktadır. Oruç, kaba
düşüncelerin azaltılmasını sağlamaktadır.174

Budizm’de her kameri ayın dört gününde, güneşin doğuşundan batışına kadar
olan süreçte oruç tutmak emredilmiştir. Bu dört gün ayın birinci, dokuzuncu, on beşinci
ve yirmi ikinci günleridir. Bu günlerde tam dinlenmek gerektiğinden, herhangi bir iş
görmek yasaktır. Hatta iftar sofrasını hazırlamak bile yasaklanmıştır. Bundan dolayı
oruç tutanlar yemeklerini bu dört günde güneş doğmadan önce hazırlamışlardır.175

Tibet’te oturan Budistler ise; yirmi dört saat oruç tutmaktadır. Bu süre
içerisinde tükürüklerini dahi yutmazlar. Yirmi dört saatin sonunda ise oruçlarını
yalnızca bir bardak çayla açmışlardır.176

1.3.6.1.5. Eski Türklerde Oruç

Türklerde Göktanrı inancı olarak adlandırılan dini inanç; Tengricilik,


Göktengri dini veya eski Türk inanç sistemi olarak da belirtilmektedir. Bu inanç
biçiminde atalar ruhunun yer aldığı ve kam, şaman gibi yöneticisinin bulunduğu bir
takım kültler yer almaktadır. Tek tanrılı bu inanç sisteminde zamanla isminde
değişiklikler olmuş tek tanrılı dinler kronolojisinde Türklük adıyla zikredilmiştir.177

Eski Türklerde inanç biçimi olan Göktanrı yahut Tengricilikte oruç ibadeti yer
almaktadır. Gönüllülük esası ile yapılan oruç ibadeti Türklerde farz değildir. Orucunda
çeşitleri olmuştur. Bunlar;

173
Demir, a.g.m., s. 1786.
174
İslam, a.g.m., s. 70.
175
Demir, a.g.m., s. 1786.
176
Cilacı, a.g.m., s.193.
177
Yaşar Kalafat “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk Sümer’e Armağanı, T.D.A,
Şubat 1999, S. 100, s. 97-113
41

“Kün Yanırganı” olarak adlandırılan oruç 25 Aralık’ta et, süt ve tuzun


yenmemesidir.

“Tengri Yanırgan” olarak adlandırılan ve “Çağa Bayramı” olarak ta bilinen


Ay ve Ülker yıldızının birleştiği gün tutulan oruç vardır. Bu oruçta da hayvanlardan süt
alınır, bal toplanır ve dört gün boyunca süt, tuz, et yenmez sadece sebze yenir.
21 Martta yani Nevruz zamanında Güneş ile Ay birleşir. Üç gün üç gece ritüel
zamanı toplam altı gün oruç tutulur ve sadece süt ürünleri ve sebze yenir.
6 Mayıs her yerin yeşillendiği zamanda Hıdırellez diye adlandırılan vakitte
ritüel yapılır. Dört gün öncesi ve dört gün sonrası olmak üzere sekiz gün oruç tutulur.
Tuz ve et yenmez sadece sebze ve süt tüketilir.
21 Haziranda yer ve gök birleşir. Türkler bu güne güneş bayramı olarak ilan
eder. Beş gün öncesi ve beş gün sonrası olmak üzere toplam on gün oruçlu geçirir. Et ve
tuz tüketmezler.
21 Eylülü Türkler “Ay Bayramı” olarak adlandırır. Altı gün öncesi ve altı gün
sonrası olmak üzere toplam on iki gün oruçlu olarak geçirilir. Et ve tuz yenmez.178
Tengricilikte oruç ve bayramlar, astronomik gelişmelerle ilgilidir. Oruçta su ve
yemek değil et, tuz ve hayvansal gıdalar yasaklanmıştır ve sadece sebzeye
yönelmişlerdir. Et Türklerde hayat kaynağı olduğu için etin tüketiminden vazgeçmek ise
nefis için büyük bir imtihandır. Özellikle etten vazgeçip sebzeye yönelmek Türkler için
sağlık açısından da olumlu gelişmedir.179
Eski Türklerden Kitayan (Hıtayan) ların X. Asır da hepsinin toplu halde
senede bir defa oruç tuttuğu ve îtikâfa çekildikleri mabetleri olduğu görülmüştür.180

1.3.7. Asr-ı Saadet’te Ramazan

Bütün dinlerde çeşitli şekillerde oluşan ve tutulan, Hz. Muhammed(s.a.v.)


tarafından da tekâmül eden oruç, farz ve İslam’ın en güçlü öğesidir. Ramazan ayının
diğer aylara göre belli özelliklere sahip olması, sadece Ramazan ayının Kur’an-ı

178
Umut R. Sazçalar, Yaşayan Tengricilik, Kutlu Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 43-45.
179
Sazçalar, a.g.e., s. 45-46.
180
İbn-i Fazlan, Seyahatname, (çev. Ramazan Şeşen), İstanbul, 1985, s. 91-92.
42

Kerimde isminin geçmesi gibi özelliklerinden dolayı Hz. Muhammed(s.a.v.)tarafından


hem yaşanmış hem de mü’minlerin yaşaması istenmiştir.181

Hz. Muhammed (s.a.v), orucu mümini cehennem ateşinden koruyan bir kalkan
olarak nitelendirmiştir. Ramazan orucu hicretin ikinci yılının Şa’ban ayında farz
kılınmıştır. Hz. Muhammed(s.a.v.) Medine’ye hicretten sonraki dokuz yılda oruç
tutmuştur. Bunların dördü yirmi dokuz, beşi ise otuz gün olmuştur.182

Hz. Muhammed(s.a.v.) hadislerinde, “Allah-ü Teala buyurur ki: Adem oğlunun


bütün amelleri kendisi içindir, ancak oruç ibadeti benim içindir ve onun mükafatını ben
vereceğim, biriniz oruçlu olduğu zaman kötü söylemesin, cahillik yapmasın, biri ona
kötülük yapacak olursa ben oruçlu kişiyim desin.”183Buyurmuştur.

Hz. Muhammed(s.a.v.)döneminde ayların girişi, yeni hilalin görülmesiyle


tespit edilmiştir. Bundan dolayı Hz. Muhammed(s.a.v.) Ramazan hilalinin görülmesi
üzerinde önemle durmuş, hilal tespiti yaptıktan sonra oruca başlanmasını, hava bulutlu
ise ayın otuza tamamlanmasını istemiştir.184

Hz. Muhammed(s.a.v.)her zaman orucun başlangıç vakti olan sahura


kalkarlarmış. Ağız ve diş sağlığına her daim önem veren Resûlullah sahur sonrası
ellerini ağzını yıkar dişlerini misvaklamışlardır. Ramazan orucu için niyetin şart
olduğunu beyan etmiştir. Oruçlu iken, orucu bozacak ve orucun maneviyatını
zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmuşlardır. Bu konuda ashabına tavsiyelerde
bulunurlar, azami derecede dikkat göstermelerini isterlerdi. Hatta olumsuz durumlarda
nasıl hareket edilmesi gerektiğini öğretirlerdi. Hz. Muhammed(s.a.v.) iftar etmek için
acele edilmesini isterlerdi. İftarda özel bir yiyecek aramaz ne varsa onu yerdi. Akşam
namazını kılmadan önce evinde varsa taze bir hurma ilk onunla iftar ederdi. Yoksa kuru
hurma oda bulunmuyorsa orucunu birkaç yudum su ile açardı. Orucunu açarken
“Allah’ım senin için oruç tuttum, senin rızkınla iftar ettim, bizden bunu kabul et, sen
işiten ve bilensin.” Diye dua ederlermiş.185

181
Fahrettin Aşık, “Hz Peygamberin Ramazan Hayatı”, Diyanet Dergisi, C.26, S.2, Ankara, 1990, s. 51.
182
Kasım Şulul, “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili gelişmeler”, Ramazan ve
Oruç, s.31.
183
Aşık, a.g.m., s.51.
184
Ali Çelik, “Peygamberimiz’in Ramazanı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü
Dergisi, S.5, İstanbul, 2008, s.31.
185
Çelik, a.g.m., s.31-32.
43

Arz, arza yahut mukabele diye adlandırılan “okumak, ezberden okumak,


göstermek” anlamlarına gelen ve her yıl Ramazan ayında o zamana kadar nazil olan
Kur’an-ı Kerim’in surelerinin Hz. Muhammed (s.a.v.) in Cebrail’e, Cebrail’in de Hz.
Muhammed(s.a.v.) e okumasıdır. Ramazan ayında her gece Allah’ın iki elçisi bir araya
gelip mukabele etmişlerdir. Ramazanın sonunda da Kur’an-ı Kerimi hatmetmişlerdir.
Her yıl iki defa yapılan bu karşılıklı okuma Hz. Muhammed(s.a.v.)in vefat edeceği yıl
iki defa yapılmıştır. Cebrail’in o yıl iki defa arzı gerçekleşmesiyle Resul-ü Ekrem
vefatının yaklaştığını sezmiştir.186

Farz olan ve genelde verilmesi Ramazan’a denk gelen zekât ise farz aynı
zamanda sünnettir. Yapılan her farzın Ramazan ayında yetmiş misli yazılacağından,
zekât genelde bu ayda verilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)de elinden geldiği kadar bu
konuda cömert davranmıştır.

Sözlükte “rahatlatmak, dinlendirmek” manasındaki tervîha kelimesinin çoğulu


şeklinde olan terâvîh, sadece Ramazan ayına mahsus olarak yatsı namazından sonra
kılınan namazı ifade etmektedir.187Her dört rekâtının sonunda bir miktar oturulup
dinlenildiği için “teravih namazı” denilmiştir. Nafile bir ibadet olup sekiz, on, on iki, on
sekiz, yirmi rekât olarak kılınabilir. Ramazan ayının bir sünneti olup gündüz oruç
tutmayanlar da yatsıdan sonra teravih namazını kılabilir.188Hz. Muhammed(s.a.v.)
tarafından “Kıyam-ı Ramazan” Ramazan namazı olarak adlandırılan teravih
namazı189Ramazan gecelerinde ise Asr-ı Saadette cemaatsiz olarak kılınmıştır. Hz.
Muhammed(s.a.v.) bu namazı iki yahut üç defa cemaate kıldırmıştır.190Ashabını teravih
namazı kılma hususunda teşvik etmiştir.

Bir aylık orucun son on gününde Hz. Peygamber(s.a.v.) halktan tamamen


uzaklaşır, fazlasıyla hakka bağlanmıştır. Kendisini bütün varlığıyla ibadete vermiştir.
Aile hayatından ayrılarak mescidin uygun olan bir köşesine çadır kurar geceli gündüzlü
ibadete dalarmış. Zaruri hacetlerinin dışında dışarıya çıkmazmış. Bu tarz ibadetini vefatı
yılına kadar her Ramazan aralıksız devam ettirmiş son yılında da yirmi güne çıkarmıştır.

186
Şulul, a.g.m., s. 34-35.
187
Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, 2011, s.482.
188
Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 27- 29.
189
Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, Emel Matbaacılık,
Ankara, 1985, s. 70.
190
Aşık, a.g.m., s.58.
44

Bu olaya “itikâf” denmektedir. Geçmiş peygamberlerden kalma bir sünnet olup Bakara
suresinin yüz yirmi beşinci ayetinde “İbrahim ve İsmail’e beytimi, ziyaret edenlere ve
itikâf edenlere, rükû ve secde edenlere, saygı gösterin ve onları temiz tutun.”191
Şeklinde geçmektedir.

Diğer aylardan daha ziyade ibadete ağırlık veren Hz. Muhammed(s.a.v.)


“Savm-ı Visal” denilen oruç çeşidini de yerine getirmiştir. Savm- visal denilen oruçta
geceyle gündüzü birbirine ilave edilerek oruç vakti uzatılıyor. İftar vakti geldiğinde iftar
edilmeden diğer günün orucuna niyet edilir. Peygamber Efendimiz(s.a.v.) ümmetine
“Siz yapmayın çünkü ben Rabbim tarafından yedirildim.” Diye buyurmuştur. 192

Bayram günü ise Hz. Muhammed(s.a.v.)in sünnetini Enes Bin


Malik;“Resulullah Ramazan bayramının olduğu gün birkaç tane hurma yemeden
bayram namazına çıkmazdı. Bu hurmaları tek adetli (bir üç beş şekline) yerdi.“193diye
bahsetmiştir.

İlk Ramazan bayramında Hz. Peygamber(s.a.v.) musallaya (namazgâh)


çıkarak, ilk kez ezansız ve kamet getirmeden önünde bir mızrak dikili vaziyette namaz
kıldırmış ve ardından hutbe okumuştur. Ayrıca Ramazan bayramında hurma gibi tatlı
bir şey yenilmesini, kurban bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesini,
namaza mümkünse yürüyerek gidilmesini ve dönüşte farklı bir yol seçilmesini, çokça
sadaka dağıtılmasını ve fitrenin namazdan hemen önce verilmesini, namaza giderken ise
tekbir getirilmesini buyurmuştur.194

1.3.8. Emevi Toplumunda Ramazan

Emevî halîfeleri ve yöneticileri Ramazan günlerinde halka açık bir şekilde iftâr
sofraları kurmuşlardır. Her sofrada çeşitli yemekler, kızarmış balık ve sütlaç bununla
birlikte değişik tatlılar bulunurdu. Ramazan günlerinin gündüzleri oruçla geçirilir,
çoğunlukla birlikte iftarlar yapılır, iftardan sonra teravih namazı toplu olarak kılınır,
muhtaç kimselere yardımlarda bulunulurdu. Böyle mübarek ve kutlu günlerde özel
merâsimler düzenlenirdi. Bütün sevap kapılarının açıldığı şer kapılarının kapandığı bu

191
Aşık, a.g.m.,s. 59-60.
192
Emrullah Hatiboğlu, “Hz. Peygamber Zamanında Ramazan”, Ramazan Çadırında İrfan Sofrası,
Bağcılar Belediyesi Yayınları, İstanbul, 1998, s.77.
193
Çelik, a.g.m., s.33.
194
Şulul, a.g.m., s.39.
45

günlerde dellâllar, halkı, iyi şeyler yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya davet
ederdi. İftar zamanına kadar evlerinde yiyeceği bulunmayanlara yemek ya da gıda
maddesi gönderilirdi. Bu ayda yetim ve yoksullar diğer aylardan daha fazla gözetilirdi.
Şehir, Ramazan gecelerinde daha bir hareketli ve ışıklı olurdu. Şevval hilâli görülünce
de Ramazan ayı bitmiş bayram başlamış olurdu. Sabah herkes bayram namazına ve
bayramlaşmaya giderdi.195

Kaynaklarda Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik’in, Ramazanda her gün


hatim indirdiği zikredilmektedir.196

1.3.9. Abbasi Toplumunda Ramazan

Abbâsî halîfeleri, Ramazan ayında halkın ihtiyacını gidermeye, fitre, zekat,


giyecek ve yiyecek eşyası dağıtmaya ve iftar ziyafetleri düzenlemiştir. Ramazan ayının
son gününde Bağdatʹta fener alayı denen şenlik düzenlerlerdi. Bu alaylara şehir halkı
büyük ilgi gösterirdi. Alaydakilerin hep bir ağızdan söyledikleri Tekbîr ve Kelime-i
Şehâdetler söylerlerdi. Fener alaylarında nehirler, süslenmiş kayıklarla dolar ve
nehirlerin etrafına kandiller yakılarak nehirler aydınlatılırdı.197

Abbasilerde bayramlar, dini törenlerle birlikte kutlanmaktadır. Halife ise halka


imamlık yapar, bayram namazlarını kıldırır, hutbeleri okurdu. Bayram geceleri farklı
şehirlerde Ramazanda olduğu gibi fener alayları yapılmıştır. Nehirler renk renk
süslenmiş kayıklarla dolar, kandiller yakılır, halife sarayından yükselen ışıklar etrafı
aydınlatırdı. Halkın büyük kısmı Abbasilerin alameti olduğu için siyah elbiseler giyerdi.
Bazıları kafalarına sarık yerine kamış ve kâğıttan yapılarak siyah renkte uzun külah
giyerdi. Başta Bağdat olmak üzere Beytül makdis, Şam ve Tarsus bayram
kutlamalarında hareketliliğin, neşe ve eğlencenin en fazla görüldüğü yerlerdi. İslam
ülkesinin farklı yerlerinden gelen gaziler ve yakınları Tarsus'ta toplanır, hayırsever
Müslümanların bağışları buraya gönderilirdi. Tarsuslular'ın, gazilerin ve gazi ailelerinin

195
Ramazan Altınay, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006, s. 335-336.
196
Ertuğrul Tarık Kara, Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, 2006, s. 109.
197
H.İbrahim Hasan, Siyâsî Dînî Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, C.4, İstanbul, 1986, s.
229.
46

barınmaları için tahsis ettikleri mekânlar vardı. Onlara çok miktarda yemek, bağış ve
zekât gelirdi.198

1.3.10. Memlûk Toplumunda Ramazan

Ramazan ayının yaklaşması Memlûk toplumunda belli olurdu. Ramazan ayı


yaklaşmaya başlayınca diğer aylardan ayrı bir dünya yaşanırdı. Ramazan ayına özel
hazırlıkları başlardı. Kahireʹde bir ay boyunca verilecek iftarlar ve halka dağıtılacak
yiyecek maddeleri hazırlanırdı. Tedarik edilen büyükbaş ve koyun, kuzu, gibi
hayvanlar; un, şeker ve satın alınan diğer tüketim maddeleri halka gösterilmek üzere
sokaklarda dolaştırılır halka sunulurdu. Bu tüketim maddeleri, kale meydanında
sergilenirdi. Memlûk halkı da kale meydanına gelerek sergilenen tüketim malzemelerini
seyrederdi. Bu esnada Sultan kaleden halka görünür ve onun emriyle görevlilere
Ramazan hediyeleri verilirdi.199

Sultan, emirler ve zenginler, Ramazan ayı boyunca ihtiyaç sahiplerine bol


miktarda yardımda bulunurdu. Yardımdan geri durmazlar daha fazlasını yapmaya
çalışırlardı. Memlûk Sultanları, Ramazan ayında en büyük camide Sahîh-i Buhârî
kitabından hadis dersleri okuturlardı. Sahîh-i Buhârî kitabı bitirirler ardından sarayda
biten dersin duası yapılırdı. Bu duâ merasimine Sultan, emirler, âlimler ve ileri gelen
diğer erkân katılırdı. Duâ merasimi bittikten sonra Sultan, gelenlere çeşitli hediyelerde
verirdi. Memlûklularda Ramazan ayı boyunca müezzinler sahur vaktinde minarelerden
oruçla ilgili âyetler ve kasîdeler okuyarak halka sahur vaktini ve önemini bildirirdi.
Sahur vakti sona erince bütün ışıklar kapatılır, iftarda tekrar yakılırdı.200

1.3.11. Selçuklu Toplumunda Ramazan

Büyük Selçuklu döneminde Ramazan ayına çok önem verilmiş, Ramazan ayı
halk ve padişah tarafından büyük bir titizlikle geçirilmiştir. Ramazan bayramı ve kurban
da düzenli bir şekilde kutlanmıştır. Bu bayramlar resmi bayram niteliğinde olup sabahın
erken saatlerinde sultan, sultanın oğulları, yöneticiler ve sarayın diğer erbabıyla
bayramgâh denilen yerde, bayram namazı kılınarak başlamaktadır. Saraya dönüldükten

198
İhsan Arslan, “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, C.9,
S.17, 2011, s. 151-152.
199
İsmail Yiğit, Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, C.7, İstanbul, 1986, s. 392.
200
Yiğit, a.g.e, C.7, s. 392.
47

sonra kutlamalar yemek ve eğlence ile devam eder. Bu sırada sultan, hanedan
mensuplarının, devlet adamlarının ve halkın tebriklerini kabul eder ve salonda yemeğe
geçilir. Şairler şiirlerini söyler, müzisyenler sanatlarını icra eder.201

Selçuklu döneminin yöneticileri Ramazan ayına diğer aylardan daha fazla


hürmet göstermişlerdir. Oruç ibadetine sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Ramazan ayının
rastladığı mevsime göre yerleşim yerlerini seçmişlerdir. Horasan, Nişabur, Belh, Merv
gibi yerler Ramazanın kışa rastlamasında Haveran, Dandanakan, Herat gibi şehirler ise
Ramazanın yaz dönemine rastlamasında yerleşim yeri olarak tercih edilmiştir.202

XII. ve XIII. Yüzyıllarda Selçuklu Türklerinde her din ve mezhep grubuna


hoşgörü vardır. Oruç tutanlara karşı ayrı bir hoşgörülü olan Selçuklu Türkmenleri oruç
tutmuşlar, tutmayanları toplumdan dışlamamışlardır. Derviş gazilerin inanç ve
davranışlarında dini müsamaha ile birlikte cihat ve İslamlaştırma anlayışı birlikte
olduğundan ibadetlere önem vermişlerdir.203

Anadolu’nun yurt olmasında en büyük adımı atan Selçuklu Sultanı


Alparslan’ın her Ramazan 15.000 dinar sadaka dağıttığı kayıtlıdır ki dinin anlaşılması
ve yaşanmasında Selçuklu toplumu için güzel bir misaldir.204

201
Cihan Piyadeoğlu, “Gazneliler ve Büyük Selçuklular’da Bayramlar ve Bayram Kutlamaları”, Türk
Edebiyatı Uluslararası Periyodik Diller, Edebiyat ve Türkçenin Tarihi, C.5/4 Güz 2010, s. 1413.
202
İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı
Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.106, S.2, 2012, s.695-697.
203
Yusuf Ziya Yörükan, “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, C.5,
S.24, s. 66-57.
204
Kara, a.g.e., s. 109.
48

İKİNCİ BÖLÜM

OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ


49

2.1. OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN

Ramazan ayı toplumda farklı bir hava yaratırdı. Büyük küçük herkes maddi
manevi iyilikler yapmaya özen gösterir, sevaplarını arttırırdı. Yöneticiler ve zengin
tebaa Ramazan ayında ziyafetler verir, sadakalar dağıtırdı. Ziyafetler için küçük ve
büyükbaş kurbanlar kesilirdi. Sahibi oldukları köleleri Ramazan ayında özgürlüğüne
kavuşturanlar vardır. Ramazan ayında hayır sahibi insanlar, ihtiyaç sahiplerine Allah
rızası için et, ekmek, mum ve para dağıtırdı. Ayrım yapılmadan kapılarına gelen gayri
Müslimlere de bu ayda yardım etmişlerdir. Yine bu ayda bazı mahkûmlar affedilirdi.205

1553 ve 1554 yıllarında İstanbul’u ziyaret eden Alman seyyah Dernschwam


anılarında İstanbul Ramazanları hakkında şöyle bahsetmektedir: “30 Temmuz 1554’de
Türkler İstanbul’da oruç tutmaya başladı. 29 Temmuz’da Ay’ı gördüler. Herkesin
bundan haberi olsun diye minarelere kandiller asıldı. Yağmur ve rüzgâr zarar vermesin
diye de üstlerini örttüler. Bu kandilleri akşam yakıyorlar ve tüm gece boyunca yanıyor.
Akşama kadar hiçbir şey yemiyorlar ve akşam yıldızlar görününce de ne bulursa
yiyorlar. Yemek ayrımı yapmıyorlar. Ertesi gün açlığa tahammül edebilmek için biraz
uyuyup kalktıktan sonra tekrar yemek yiyorlar. Türklerin bu tuttukları oruç Yahudilerin
orucuna benziyor. Akşama kadar bir şey yemeyip akşam olunca da gündüz yemedikleri
şeylerin hepsini gece boyunca yerler. Toplumda oruç tutmayan Müslümanlar da vardı.
Sınırda yaşayanlar ve savaş zamanı askerler oruç tutamayan mazeretli kimselerdi.”206

1573 de İstanbul Ramazanına tanık olan seyyah Gerlach ise: “Gökte Yeniay’ın
görülmesi ile başlayan Ramazan bir ay sürüyor. Müslüman Türkler bütün gün boyunca
bir şey yemez ve içmezler. Akşam vakti camilerin minareleri çevresinde bir taç gibi
dolanan kandiller yanıncaya kadar tamamen aç gezerler. Kandiller yandıktan sonrada
bütün gece yiyip içerler. Kandiller yanınca sokaklarda bir bağrışma kopar ve dilenciler
sokaklara dökülerek evden eve dolaşır yiyecek ve para isterler. Bazıları da beş altı
kişilik topluluklar halinde bütün oruç ayı boyunca geceleri sokak sokak gezer. Zengin
kişilerin evi önünde nefesli sazlar ve vurmalı çalgılar eşliğinde şarkılar söyler.
Aralarından biri şarkı söyleyerek veya zurna çalarak girizgâhla başlar, diğerleri de
buna katılır. Ramazan minarelerde yanan kandillerle ilan edilir. Sene boyunca sadece

Kemal Beydilli, Bir Yeniçeri’nin Defteri, İstanbul, 2003, s.4.


205
206
Firdevs Çetin, “XVI. Asır Alman Seyyahlarına Göre Osmanlı Toplumu Müslüman Davranış ve
Törenleri ile Dini Mekânlar”, Vakıflar Dergisi, S.34, Ankara, 2010, s.28.
50

düğünlerde ziyafetler veren Türkler, Ramazan ayının on beşinden sonra Devlet ricalinin
iftar davetlerinin şaşaası büyüktür.” Gerlach’ın “Büyük Bayram” olarak adlandırdığı
Ramazan bayramı, “Küçük Bayram” olarak adlandırdığı ise kurban bayramıdır.”207

1575 yılının Ramazanını gözlemleyen seyyah Schweigger ; “Oruç zamanı yılın


bolluk ve bereket içinde geçen bir dönemidir. Bu yüzden Türk halkı Ramazan’ı büyük
bir hevesle bekler. Bir ay süren oruç ayında Türkler yemek ve sudan kesilir, gökyüzünde
yıldızlar görününceye kadar bu açlık devam eder. Camilerin balkonunda tahta
fenerlerin içinde kandil aydınlatması asarlar. Bir ip yardımıyla iki minare aradı
görkemli yazılar asarlar. Bu ayda çocuklara, yaşlılara, hastalara gereksinimleri olduğu
kadar yiyip içme fırsatı verilir. Bu bereket ve bolluktan sadece insanlar değil,
hayvanlarda nasiplenir. Kedi köpeklere de sadaka verilir. Şehzade Mehmet Camiinin
önünde her gün ikindi vakti otuz kırk aç ve perişan kedi toplanır. Türkler buraya
gelerek onlara et ve ciğer parçaları atar. Bu onlar için büyük bir sadaka niteliğindedir.
Zayıf olan hayvanlar bunları yer. Bazı kişiler kafesteki bir kuşu satın alıp onu serbest
bırakarak sevap kazanmaya çalışır.”208

1610-1620 yılları arasında İstanbulʹda kalan İngiliz Robert Withers Anadolu’da


geçen Ramazanlarını şöyle anlatır: “ Türkler Ramazan ayında oruç tutar. Gündüzleri
bir şey yemez ve içmezler. Akşam namazından sabah namazına kadar geçen sürede
istediklerini yer ve içerler. Akşam olduğu vakit minarelerin etrafını çevreleyen ışıklar
yakarlar. Bu ışıklar sabaha kadar yanar. Ramazan ayında gündüzleri açıktan bir şey
yemek içmek yasaktır. Bu tür davranışlar da bulunanlar cezalandırılır. Mahalle
imamları mahallelerinde bu tür davranışlarda bulunanları tespit eder. Bir gün atla
İstanbul sokaklarında dolaşan Nasuh Paşa, şarap içip sarhoş olan bir genç görmüştür.
Genç yakalanarak huzûra getirilmiş. Nasuh Paşa, gencin kendisine gelmesini
beklemeden gencin boğazından aşağı bir kepçe eritilmiş kurşun döktürerek genci
cezalandırmıştır. Türkler Ramazan ayında önemli kişilerin türbelerini ziyâret ederler.
Kurbanlar keserek kurban etlerini dağıtırlar.”209

XVII. Yüzyıl’da Osmanlı askerlerinin oruca karşı ehemmiyetini anlatan Robert


Mantran “Her şeyin serbestmişçesine benzediği ordunun yürüyüşü esnasında, savaş
207
Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü 1573-1576, (ed. Kemal Beydilli çev. Türkis Noyan), Kitap
Yayınevi, İstanbul, 2007, s.33.
208
Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.192.
209
Robert Withers, Büyük Efendiʹnin Sarayı, çev. Cahit Kayra, İstanbul, 2010, s. 136.
51

durumunun dinsel hükümlerin uygulamasını engellemesine rağmen, Türk askerleri


kumlu Arap çöllerini sarı sıcağın altında geçerlerken, evlerinde tam istirahat halinde
olanlar kadar katı bir şekilde oruç tutmaktadırlar.”210

XVII. Yüzyıl müelliflerinden Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi yazdığı


“Abdülkadir Efendi Tarihi” adlı eserinde, yaşadığı döneme ait İstanbul Ramazanlarını
şu şekilde anlatmaktadır: “Mübârek Ramazan-ı Şerîf olduğunda Kadıaskerle şerʽi şerîf
icrâ ederlerdi ve Âsitâne-i saâdette hubûbât, zâhireler firâvân idi. Ve her gice salât-ı
terâvih edâ olunup Yeni Câmî-i şerîfte saâdetlû Pâdişah hazretleri salât-ı terâvih ve farz-
ı işâda hâzır olurdu. Her gice şehirde dükkânlarda kanâdiller zeyn olup Müslümanlar
camîlerde ihyâ ederlerdi.211 Ramazanda İstanbul’da ucuzluk vardı. Câmîlerde cemaât
çoktu. Dükkânların ekserîsi sabaha kadar açık olurdu. İstanbul halkı ihtiyaçlarını rahatça
temin ederdi.212 Câmîlerin içi ve minareler kandillerle tezyîn edilirdi. Câmîlerde teravih
namazları edâ edilirdi.213

Ramazan ayında padişahın camileri, çarşı pazarı dolaşması geleneği II.


Mahmud döneminden itibaren devam etmiştir. Ramazanda düzenin bozulmaması için
Tanzimat fermanda maddeler yer almış düzeni bozanlara da padişah tarafından cezalar
verilmiştir. Fermanda Ramazanla alakalı uyulması gereken kurallar nizama bağlanmış
bu maksatla kanuni nizamlara bağlanmak için ilan yayınlanmıştır.214

Bunlardan bazıları:

Namaz vakitleri dışında, cami hademelerinin dışında erkek girmesine izin


yoktur.

Geceleri fenersiz kimse gezmeyecek, eğer gezenler olursa cezalandırılacak.

Alenen oruç yiyenler ve öteye beriye süprüntü atanlar cezalandırılacak.


Sokakların temizliğine azami riayet edilecektir.

Evlerde ve kahvelerde halkın huzurunu bozanlar cezalandırılacaktır.

210
Robert Mantran, XVI. XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay),
Eren Yayıncılık, İstanbul, 1991, s.170-171.
211
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi Tarihi, C.1, haz. Ziya Yılmazer, Ankara, 2003, s. 664.
212
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1129.
213
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1106.
214
Recep İncecik, Süleyman Faruk Göncüoğlu, Fatih Sadırlı, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da
Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, 2004, s.385.
52

Arabalar arasında dolaşıp; arabalı ve kadınlara uygunsuz davranışta bulunanlar


cezalandırılacaktır.

Fişenk atmak, maytap yakmak gibi şeyler yapılmayacaktır.

Kumar oynamak yasaktır.

Bu tenbihler kat’i olup görevli memurlara uymayana gerekli cezalar


verilecektir.

Fermanda bu gibi hususlar üzerinde durularak kurallar belirlenmiş, Ramazanın


daha düzenli sükût ve huzur içinde geçirilmesi sağlanmıştır.215

Ramazan ayında en fazla saraydan çıkarak tebdîli kıyafetle halkın içine karışan
Pâdişah Sultân I. Abdülhamid olmuştur. Sultân I. Abdülhamid bu gezilerine genellikle
sabahleyin başlayıp ikindi vakti veya sonrası saraya geri dönüyordu. Sultân bu
tebdîllerde et, yağ, ekmek, mum ve benzeri tüketim maddeleriyle ilgili kontroller bizzat
kendisi yapmakta, görüşlerini ve isteklerini ilgili görevlilere bildirmektedir.216

1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Ruslardan kaçan Çerkezler


Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etmiş, zorluklarla Osmanlı’ya sığınmıştı. Bu göçte
genelde dul kadınlar ve öksüz çocuklardı. Osmanlı Devleti zor durumdaki bu insanlara
karşı son derece misafirperver davrandı. Devlet-i Aliye bu muhtaç insanlar için göçe
rastlayan ramazan yakından ilgilenmiş, üstelik dönemde başta olan Sultan Abdülmecid
Han hepsinin giydirilmesi için Şehremanetine şöyle buyurur: “Şu sırada İstanbul’da
bulunan Çerkez muhacirleri çocuklarının elbiseleri eskimiş olmakla beraber birçoğu
açık ve üryan gezmektedir. Ramazan münasebetiyle yüzlerinin gülmesi ve padişah
hazretlerine hayır dualar etmeleri için bu Çerkez muhacirleriyle erkek ve kız
çocuklarını giydirmek üzere süratli bir şekilde basmadan elbiseler tedarik edilip
dağıtılsın. Bunlar için harcamaların Maliye hazinesinden ödenmesi için defterinin
düzenlenmesi ve takdim edilmesi için tarafımıza izin verilmesi, Tanzimat Meclisi ile

Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.385.


215

Ertuğrul Yıldırım, Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.Yüzyıl İstanbul’unda Ramazan, Basılmamış


216

Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.62.
53

haberleşilerek Meclis-i Vâlâ’da müzakere edilmiştir. Bu sebeple gereğinin bir an önce


yerine getirilmesine önem verilmesi icap etmektedir.”217

1843 yılında Osmanlı topraklarını gezen Fransız yazar Gérard de Nerval,


İstanbul’u objektif olarak değerlendirmiş ve “Muhteşem İstanbul” olarak
isimlendirmiştir.218 Nerval “ İstanbul’da Ramazan için ayrı bir hazırlık başlamaktadır.
Özellikle Pera’da Ramazan hayatının daha canlıdır. Kadınlar bu aya özgü daha derli
toplu giyinir, temizliğe de daha fazla önem verir. Gayrimüslimler oruç tutanlara karşı
çok saygılı. Hatta dışarıda yiyip içmiyorlar. Akşamları eğlenceler fazlasıyla sürüyor.
Tiyatrolar dolup taşıyor. Kahvehanelerde gösteriler doludizgin devam ederken bir ay
boyunca hikâyeciler yer alıyor.”219

XIX. Yüzyıl sonu Anadolu’ya gelen seyyahlar Ramazanı değerlendirirken, en


çok ilginin mahyalar çektiğini, mahya için özel görevlilerin olduğunu belirtmişlerdir.
Akşam namazı çıkışına şahit olan Busbecq “Yaz akşamları oruçlu olan Müslümanlar
büyük hana kalabalıklar halinde uğrar, Uludağ’dan gelen kar suyundan içerlerdi. Kar
suyunu alıp yere bağdaş kurarak oturup içerlerdi. Dinleri gereği ayakta bir şey yiyip
içmezlerdi. Evlerine gidip gün boyu aç kaldıkları için hazırlanan müthiş sofralara
otururlardı.”220

2.1.1. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Siyasi Açıdan Önemi

Ramazan ayı geldiğinde devlet ricali ile ulemanın önemli mevkideki kişileri
halka açık bir şekilde konaklarında iftar yemeği vermiştir. Aylar öncesi hazırlanan
Ramazan ayı programına uygun şekilde davetli listesi belirlenmiştir. Bu iftar yemeğini
fırsat bilip devletin durumunu konuşmuşlar, yapılacak düzenlemeleri belirlemişlerdir.
İftar arkası ilmi ve edebi sohbetler etmişlerdir. Varidatı yerinde olan konak sahipleri
fakirlere de iftarlar vermişlerdir.221

217
BOA, A.MKT. NZD 281-8, Zikreden, Yasin Özkan, “Bayramda Öksüz Çocukların da Yüzleri
Gülsün”, Osman Doğan-Soner Demirsoy (ed.), Nerede O Eski Ramazanlar, Çamlıca, İstanbul, 2015, s.
161.
218
Funda Çapan Özdemir, “Gérard de Nerval’ın Gözüyle İstanbul’da Sosyal Hayat”, Uluslar arası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S. 31, s.120.
219
Gérard de Nerval, Doğu’da Seyahat, (Çev. Selahattin Hilav) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012,s.
554-617.
220
Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699),
İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.389-390.
221
Erdoğan Keskinkılıç, “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan”, Tarihte Ramazan, s.51.
54

Ramazan ayının gelmesiyle padişah diğer aylara nazaran daha fazla halkın
içine karışmıştır. Sarayından tebdil değiştirerek çıkan padişah, kapalı çarşıyı,
tütüncüleri, mürekkepçileri, sergideki esnafı dolaşır. Esnafın narh fiyatlarına uyup
uymadığını, ekmeğin gramajının eksikliğini, halkın tenbihnâmelere uyup uymadığını
denetlerdi. Padişah bu tebdil denetimiyle camilere de gider, hafızları ve vaizlerin verdiği
vaazları dinlerdi.222

II. Mahmud; memurları izne çıkarmak, terfi ettirmek ve madalyalarını


dağıtmak için Ramazan ayını seçmiştir. Ramazanda hafif suçluları salıvermiştir. Devlet
büyüklerine de armağanlarını genellikle Ramazan ayında vermiş, onlara ikramlarda
bulunmuş, saray muhafızları ve orduya da çeşitli armağanlarını iftarlar düzenleyerek
dağıtmıştır.223

Bütün Osmanlı Padişahları Ramazan ayının on beşinci günü Hırka-ı Şerifi


ziyaret ederdi. Bunun için Hırka-ı Şerif alayı düzenlenir, devletin ileri gelenleri de bu
alaya katılırdı. Topkapı Sarayında düzenlenen bu alaya; üniformalı paşalar, zabitler,
sefaret memurları, konsoloslar, yabancı seyyahlar katılırdı. Sultan bizzat hırkanın
bulunduğu sandukayı eliyle açar ve hırkanın köşesine yüzünü sürerdi. Sonrada
sadrazam ve şeyhülislam aynısını tekrarlardı. Bu Hırka-ı Şerif alayından sonra padişah
kendi sarayına döner, siyasi mahiyette üst rütbeli kişilere atiyyeler verirdi. Atiyye;
sarayda padişah tarafından uygun görülen kişilere iftardan sonra verilen bir miktar
paradır. Bu atiyyeler zamanla, memurların aylarca devletten almadıkları aylıklarının
yerini karşılamış, padişah memurlara alacaklarını atiyye olarak Ramazanda tahsil
etmiştir.224

Kökü XVI. Yüzyıla dayanan ve Ramazanlara mahsus yazılarla süslenen mahya


geleneği, zamanla Ramazan ayına has özelliğini kaybetmiş, büyük camii direkleri
arasına asılmaktan daha çokkamu binaları ve gemilerin direkleri arasına asılmıştır.
Dönemin padişahına methiye niteliği taşıyan yazılar, zafer kutlamaları, toplumsal
öğütler niteliğinde yazılar yer almıştır. Jöntürkler döneminde laik karakterli yazılar

222
Tolga Uslubaş, Böyleydi Osmanlı’nın Ramazan’ı, Yağmur Yayınları, İstanbul, 2006, s.31.
223
François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ramazana Dair Siyasi
Alışkanlıklar”, Toplumsal Tarih Dergisi, S.107, Kasım 2002, s. 5.
224
Şakir Batmaz, “Bir Bahriye Zabitinin Hatıralarında II. Abdülhamid’ in Yıldız Sarayı İtirafları”,
Tarihte Ramazan, s. 78-83.
55

görülmüş “Hilal-i Ahmer’i Unutma”, “Muhacirlere Yardım Ediniz” gibi yazılar Balkan
Savaşları sırasında mahyalarda yer almıştır.225

2.1.2. Osmanlı Toplumunda Ramazanın İktisadi Açıdan Önemi

Osmanlı Devleti’nde devlet erkânına, Ramazan-ı Şerifte maddi sıkıntı


çekmemeleri ve daha fazla hayır ve hasenatta bulunmaları için hem maaşlarının bir
bölümü Ramazan’dan önce verilir hem de ‘Bayramiyye’ ya da ‘Ramazaniyye’ adı ile çift
maaş ödenmekteydi. Devlet, “Ramazan’dan evvel çalışanlara maaş verilebilmesi için
hazinede mevcut Osmanlı tahvillerinden kâfi miktarının satılması veyahut rehin
verilmesi” gibi ekonomik kararlar almıştır. Sultan İkinci Abdülhamid’in bazı
vazifelilerin Ramazaniyyesi bizzat padişah tarafından Ramazan atiyyesi olarak
ödenmiştir.226

Ramazan ayının ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilmekte, gazeteler ise o
güne mahsus basılmamaktadır. Ramazanın ilk gününden sonra bütün devlet dairelerine
memurlar çalışmalarına sırayla devam ederdi. Bu çalışma sırası için yeni bir nöbet
cetveli düzenlenir, bu düzenlenen cetvel çalışma yerine asılırdı. Ramazan ayının kışa
denk geldiğinde günler kısa olduğu için, resmi daireler sadece gece açık bulunurdu.227

Ramazan ayında halkın ana gıda maddesi olan ekmeğe diğer zamanlardan daha
fazla önem verilirdi. Ramazan ayı boyunca fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin has
undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması gerekmekteydi. Bu yüzden Ramazanda
pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce Pâdişâh tarafından incelenerek
onaylanır eksik görüldüğü takdirde Ramazan başlamadan düzeltilirdi. Pâdişâh ekmeğin
numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi konusunda
dikkat edilmesi gerektiğini belirtir ve Hatt-ı Hümâyûnlarında bunu önemle
vurgulardı.228

Piyasada satılan malların devletin belirlediği fiyatın üzerinde satılıp satılmadığı


denetlenirdi. Pâdişâhʹın vekîli olan Vezîr-i Âzâmʹın bununla görevliydi. Vezîr-i Âzâm,
çarşamba günleri konağındaki dîvân toplantısından sonra yanına İstanbul kadısı ve

225
Georgeon, a.g.m., s. 6-8.
226
Doğan-Demirsoy, a.g.e., s. 16.
227
Uslubaş, a.g.e., s. 30.
228
BOA, Hatt-ı Hümâyûn, nr. 496.
56

muhtesibi alarak çarşı pazarı dolaşır, Fiyatların denetiminde bulunurdu. Osmanlı


Devletiʹnde esnafın denetimi “Muhtesib” adı verilen bir görevlinin bulunduğu teşkilatla
yapılırdı. Muhtesibler, Osmanlı döneminin birer zabıtaları gibi çalışırdı. Muhtesibler
kadının emri ile hareket ederdi. Narha uymayan esnaf muhtesib tarafından
cezalandırılırdı.229

Sadrazam Cevdet paşa, o dönemde Trabzon’da sanayi sergisinde satış için


açılan, memleket mallarının sergilendiği ürünleri, iç piyasaya satılması gerektiği, bunun
yolunun ise sanayi ve ziraat ürünlerinin tanıtımından geçtiği ve Ramazanda halkın
kolayca bu ürünlere erişebileceği sergilerin açılmasını teklif etmiştir. Bilhassa
Ramazan-ı Şerîf’te her sene ‘umumi sergi’ açılmasını teklif etti. Cevdet Paşa’nın umumi
sergiolarak ifade ettiği, günümüzün profesyonel pazarlama tekniklerinden olan ‘fuar’
kurma projesi niteliğindeydi.230

Ramazanda önemli alışveriş mekânları haline gelen sergiler artık birer halka
açık pazar haline gelmiştir. En ünlü Ramazan sergileri Fatih ve Beyazıt camilerinin
avlularında kurulmuştur. İstanbul’da oturan gayrimüslimler de bu sergileri takip ederler
alışverişlerini buradan yaparlardı. Sergilere halktan herkesim insan padişah ve üst düzey
memurlar dahi gelmekteydi. Sergilerde Hereke ve Feshane ürünleri, Çinli tüccarların
getirdiği Çin yapımı çay, yemek ve sofra takımları, İran ve ülkemizin ürünleri olan
seccade, kilim, halı teşhir olunur ve satılırdı. Kütahya çinileri, Bursa, Karamürsel ve
Hereke kumaşları, Edirne, Kayseri, Selanik, Girit, Trabzon, Halep yiyecekleri de
sergide bulunurdu. İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlara sarılı
pide, simit ve başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergiden çıkarlardı.Kadir
gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, bayram hazırlıkları ve bayram alışverişi yerini
alırdı.231

Ailelerin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri gıda
maddelerini toptan bir şekilde satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat,
çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un,
zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, pestil gibi en çok Ramazan’da
kullanılanlar olduğu gibi her zaman kullanılanlar da bulunurdu. Ramazan ayında

229
Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, Bilge Yayınları, İstanbul, 2003, s.102.
230
Ertuğrul Özbilen, “Ramazan Ayında Yerli Malı Fuarı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 110-111.
231
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224.
57

kullanılacak gıda maddelerini toptan satın almaya “Ramazan masrafı görmek” denirdi.
Maddî durumu yerinde olanlar hiç düşünmeden bu masrafa katlanırlar, zengin aileler
ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya komşularından maddi durumu yerinde
olmayanlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.232 Ramazana özgü gıdalar satılır ve
herkes gücü oranında bu gıdalardan almaya çalışırdı.233

Ramazan ayında hediyeleşmek de Osmanlı toplumunda en güzel gelenek


haline gelmiştir. Ramazan ayındaki bu hediyeleşme geleneği sadece küçüklere
yapılmaz, her yaş grubuna alınırdı. Fakir, zengin, padişah herkes ile hediye alışverişi
bulunmaktaydı. Bu hediyeleşme prensibiyle iktisadi hayatta büyük bir hareketlenme
başlamakta, hediyeyi alan bir kimseyi sevindireceği için, hediyeliği satan esnafta ticaret
yaptığı için sevinmektedir. 234

2.1.3. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Sosyal Açıdan Önemi

Türk milleti, Ramazanı kendine özgü yaşam tarzı haline getirmiş ve bu ayda
tutulan orucu, çeşitli kutlamalar, eğlenceler, törenlerle rahat yaşanır bir duruma
getirmiştir. İlk önce, Arapçadaki ‘savm’ yerine, Farsçadaki ‘rûze’ kelimesini alıp onu
‘oruç’ şeklinde Türkçeleştirmekle başlanmıştır. Türk ulusu, kendi dünya görüşünü de
ekleyerek Ramazanı daha rahat daha estetik bir görünüme kavuşturmuştur. Ramazan
ayında mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme,
cömertlik ve herkesi düşünebilme terbiyesini bir araya getirerek bir ‘Ramazan
Medeniyeti’ meydana getirmiştir. Bu ay içinde yapılan her şey, bir medeniyet olarak
algılanmış, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da medeniyet şuurunda
yaşanmıştır. Türk milletinin İslam öncesi geleneksel Türk dininde bulunmayan oruç
tutma ibadetine, İslamiyet’in kabulünden sonra bazı Türk geleneklerini, Türk estetik
zevkini, hatta önceki dininde bulunan bazı törensel gösteriler ve kutlamaları da içine
katarak Ramazan medeniyetini ortaya çıkarmışlardır.235

Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk
milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü,

232
Mehmet Halit Bayrı, Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul 1972, s.125.
233
Ömer Özden, “Türk Ramazan Kültürü”,A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.30,
Erzurum, 2006, s.90.
234
Servet Armağan, İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul, 2005, s.383-384.
235
Özden, a.g.m., s. 84.
58

insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi
haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan Osmanlı
Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya
sahip olmuştur.

Dinine ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı olan Osmanlı padişahları ve Osmanlı


halkı, Ramazan ayını dini ve sosyal hayat açısından her şeyiyle muntazam bir şekilde
idame ettirmeye çalışırdı. Oruç ibadeti, nefsi terbiye etmesinin yanında, insan hayatını
intizama sokar, toplumdaki herkesi yardımlaşma ve kaynaştırması gibi faziletlerinin
yanında ideal bir toplum için çok önemli bir ibadet sayılmaktadır. Devlet yönetimi ve
din adamları Ramazanın feyizli geçmesi için gerekli tedbirleri alırdı. Bir yandan vaaz ve
nasihatlerle insanların dini bilgi ve maneviyatları güçlendirilir, bir yandan da ziyafetler,
yardımlaşma ve hediyeleşmeler ile sosyal dayanışma güçlendirilmekteydi. Osmanlının
bu sosyal hayatı Müslümanları etkilediği gibi gayrimüslimleri de etkilemekteydi.236

Osmanlı toplumundaki Müslümanlar her sene Ramazan ayında iftar sofralarını


muhacirlere de açmışlardır. Muhacirlere sadece sofralarını açmayıp para, elbise ve eşya
yardımı da yapmışlardır. Yiyecek yardımları Ramazan ayında üst düzeye ulaşmıştır. II.
Abdülhamid de muhacirlere her Ramazan kavurma, bulgur, pirinç, yağ göndermiştir.
Hatta İskenderiye’li tüccarlar aralarında yardım komitesi kurarak muhacirlerin
giderlerini belirleyip temin etmişlerdir.237

Toplumda yaşayan Gayrimüslimlerde Müslümanların orucuna saygı


duymaktadır. İmsak vaktiyle iftar vakti arasında gerek sarayda, gerek toplum içinde ve
meydanlarda ellerinde yiyeceklerle dolaşmamaktadırlar. Bulundukları ortamlarda tek
başlarınaysalar o zaman yiyip içmektedirler.238

Osmanlı’da Ramazan paylaşmak ve kardeşlik olarak ifade edilmektedir.


Konaklarda kurulan eşsiz sofralara zengin fakir her kesimden halkın davetsiz olarak
gelip rahatlıkla oturabildiği ay demektir. Kılınan teravih namazından sonra ev sahibinin
“Mademki damak zevkinizi benim isteklerime kiraladınız bu da benim size
hediyemdir.”deyip misafirliklerini hediyelerle ödüllendirdiği bir aydır. Ramazan ayı

236
Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32.
237
Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s.79.
238
Edmondo De Amıcıs, İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2013,
s.141.
59

zenginlerin fakirleri gözettiği, fakir fukaranın tanımadıkları kimseler tarafından mahalle


bakkalından borcunun silindiği bir aydır.239

Tanzimat’tan sonra Ramazan boyunca İstanbul’da kalan Fransız gezgin Gerard


De Nerval, Ramazan da gece ve gündüzün çok hareketli yaşandığını, Müslümanların
ibadet edip, Kur’an okuduklarını, kıraathanelerde meddahların Süleyman kıssasına
benzer kıssalar anlattıklarını ve karagöz oyunlarının oynandığını anlatır.“Ramazanda
herkes her eve girebiliyor ve orada verilen yemekleri yiyebiliyordu. Fakir ve zengin
bütün Müslümanlar güçleri nispetinde bu dini görevi yerine getirmeye çalışıyordu.
Üstelik evlerine gelen kimselerin Müslüman olup olmadıklarına da
bakmıyorlardı.”der.240

İftar çadırları da sosyal anlamda önem arz etmektedir. İftar çadırları; kervanları
kervansaraylarda konaklatan, köylerine gelenleri odalarında ağırlayan, şehirlerine geleni
imaretlerinde misafir eden, aç insanı sadece Allah rızası için doyurma Osmanlıdan gelen
bir kültürdür.241

2.1.4. Osmanlı Toplumunda Ramazanın Kültürel Açıdan Önemi

Türk halkı Ramazan ayını, bir dostu, bir misafiri, bir sevgiliyi özler gibi bekler
ve Ramazan ayının gelişini de hasretle karşılamıştır. İbadette olduğu gibi, iyilik
yapmada, alışverişte, eğlencede ve yeme içmede Ramazanı hakkıyla geçirmiştir.
Ramazanın izleri sadece sosyal alanda değil, dilde, kültürde, edebiyat ve sanatta da
görülmektedir. Şairler ve yazarlar bu mübarek ay vesilesiyle Ramazanı konu almış,
Allah ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in sevgisini duygulu bir şekilde gönüllerde yaşatmayı
ve maneviyatın insan ruhuna daha fazla yerleşmesine hizmet eden “ramazaniyye” ler ile
insanın doğasında yayılmasını sağlamışlardır.242

239
Doğan-Demirsoy, a.g.e.,s. 7-8.
240
Nerval, a.g.e.,s. 575-583.
241
Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan, s.104.
242
Abdülkadir Karahan, “Ramazan Edebiyatı ve Ramazaniyyeler”, Diyanet Dergisi, C.26, Ankara, 1990,
S.2, s. 96.
60

Ramazan ayı divan edebiyatında bir kaside tipi olarak görülen


“ramazaniyye”nin doğuşunda önemli rol oynamış, kendine has mazmunlarıyla
kasidenin nesip veya teşbib243 denilen başlangıç kısımlarında yer almıştır.244

Şairler Ramazanın güzelliklerinin yanında özelliklerinden de bahseder.


Çoğunlukla Ramazanın fazileti, ibadetlerin sevabı, ahiret için müjdeler veren ve ruhlara
ferahlık katan beyitler işlemişlerdir. Şeyh Üftade, Bursalı İsmail Hakkı, Niyazi Mısri,
Şeyh Ahmed Müslim, Nabi ve daha birçok mutasavvıf şairler şiirlerini hem öğretici
mahiyette hem de duygusal ramazaniyyelerle işlemişlerdir. Amaçları ramazanı
değerlendirmek, önemini insanlara anlatmak, sevdirmek ve insanları ibadete
heveslendirmektir.245

Böyle bir mâh-ı mübârek ola mı mü’mine hiç

Şem‘-i ğufrân-ı Hudâ her şeb olur şu‘le-i feşân.246

Enderunlu Vâsıf bu ayın inananlar için en kutlu ay olduğunu, Allah’ın


bağışlayıcı ışığının adeta her gece etrafa ateşin ışığını saçan bir güzelliğe dönüştüğünü
bu ramazaniyyesinde belirtmektedir.

Ramazan ayında teknik gelişmeler yeterli olmadığından oruç tutacaklar için


sahura davul çalınarak uyandırılırdı. Bu görevi genellikle mahallenin bekçisi veya ücret
karşılığı tutulan davulcular yapardı. Davulcu, aynı zamanda bu aya özgü hazırladığı
manileri söylerdi. Bu manilerin en güzel tarafı, Türk halkının başlıca özelliklerini teşkil
eden sevgi, saygı, latife ve nükte dolu olmasıdır.247 Davulcu evin kapısında durur, bir
mani söyler, evin sahibi biraz harçlık verir, sonra aldığı bahşiş sevinciyle bir mani daha
söyler. Bu maniler, daha sonra derlenip toparlanıp bir araya getirilerek kitap haline
getirilmiştir ve bunlara da “Ramazanname” adı verilmiştir. Birkaç örnek;

243
Teşbib veya Nesip, Din ve devlet büyüklerini övmek maksatlı yazılan kasidelerin yedi bölümünden
ilk bölümdür. Şiir yönünden en ağır olan bu bölümde şair, at, kadın, mevsim ve ramazan tasvirleri yapar.
244
Müjgan Cunbur, “Ramazan Ayı ve Edebiyatımız”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.4, S 1, Ocak-
Şubat 1965, s.29.
245
Karahan, a.g.m.,s. 97.
246
Enderunlu Vâsıf Divanı, (Hazırlayan: Rahşan Gürel), Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 226.
247
Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”,Millî Kültür, C.1, Yıl: 1, S. 7, Ankara, 1977, s. 38.
61

Hakk’tan bize geldi ihsan Hakk’ın bize ihsânısın

Müşkil işler oldu âsan Hem ayların sultânısın

Bu gecemiz ibtidâdır Sen bir saâdet kânısın

Ey mâh-ı sultan merhaba Ey mâh-ı sultan merhaba.248

Bekçinin sahur için okuduğu manilerden ayrı Ramazan gecelerinde


kahvehanelerde sazlarıyla, sesleriyle halk şairleri koşma, semâi, ve mani atışmaları
yapardı. Folklorumuz da yer alan karagöz, meddah hikâyeleri varlıklarını Ramazan
gecelerinden almış, Ramazan gecelerine renk katmıştır.249

Mehmet Akif Ersoy’un Ramazan ayı için duygularını “ Ramazan Duası” adlı
dizelerinden anlıyoruz;

Yâ Rab, şu muazzam Ramazân hürmetine,

Kaldır aradan vahdete hâil ne ise.

Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan

Artık ezilip düşmesin ümmet ye'se

Mâdâm ki verdin bize rûh-ı nevîn

Yâ Rab, daha bir nefha-i te'yîd insin.250

Yahya Kemal Beyatlı dizeleriyle o dönemki Ramazanlar ve oruçlu kişilerin


doldurduğu sokakların tasvirini yapmış olduğu “Atik Valde’den İnen Sokakta” başlıklı
şiirde semtin Ramazan tablosu çizmiş, oruçlu olmayan bir kişinin duyduğu hüznü edebi
bir dille yansıtmıştır.251

248
Amil Çelebioğlu, Ramazannâme, M. E. B. Yayınları, İstanbul, 1995, s. 43.
249
Cunbur, a.g.m., s.28.
250
Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Akçağ Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara, 2012, s.539.
251
Cunbur, a.g.m., s. 32.
62

İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,


Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.


Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür."252

Kültürel mahiyette eserlere de yansıyan Ramazan ayı, kitaplara, gazetelere,


dergilere konu olmuş, yaşayış ve uygulanış biçimi olarak insanlara Ramazanı
yansıtmıştır.

XVIII. Yüzyılda başkent nüfusunun artmasıyla, şehirde yiyecek, içecek,


yakacak temininde sıkıntılar yaşanmıştır. Devlet ihtiyacı karşılamak için elinden geleni
yapsa da yinede nüfusun artmasıyla kıtlığın yaşanmasına engel olamamıştır. Taşradan
gelen temel gıda maddelerini depolayarak halka normal fiyatından daha fazla miktarda

252
Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü
Yayınları, 16. Baskı, İstanbul, 2002, s. 34-35.
63

satan vurguncular ortaya çıkmıştır. Ramazan ayının gelmesiyle de ihtiyaç artmış, devlet
maddi ve manevi tenbihler koymuştur.253

Ramazan ayı Osmanlı toplumu için ayrı bir öneme sahipti. Halk Ramazan
ayına diğer aylardan daha fazla önem verirdi. Bunun için aylar öncesinden temizliklerini
yapıp, kilerlerini bir aylık yiyeceklerle doldururdu. Toplu bir şekilde alışveriş yapar at
arabalarıyla gıda maddelerini getirirdi. Devlette halkın Ramazan ayına özel olarak
yaptığı toptan erzak alışverişi adetine karşı Ramazan ayı gelmeden önlemler almaya
başlardı. İhtiyaç duyulan tüketim maddelerinin temininde kolaylık sağlamak ve halk
arasında hakkaniyetli bir şekilde pay edilmesi için görevlilere hükümler
gönderilmiştir.254

Ramazan ayı gelmeden önce muhtaçları gözetmek, ay boyunca durumu


olmayanlara belli bir meblağ para vermek tenbihname ile sabit olmuştur.255

2.2. RAMAZAN TENBİHNÂMELERİ

Ramazan ayının yaklaşması toplumda sosyal hayatın da değişmesi anlamına


gelmektedir. Bu ayın yaklaşması ve halkın Ramazanı daha rahat ve huzurlu olarak
geçirmesi için hükümet tarafından bir takım tenbihnameler konulmaktaydı. Bu
tenbihler, genelde XIX. Yüzyılın başında ortaya çıkmış olan bu tenbihler bir takım
kuralları barındırmaktaydı. Hükümet tarafından tenbihat yapılacağında, mahallenin
imamına haber verilir ve akşam ezanına yakın bir zamanda bekçiler “Tenbih var akşam
camiye buyurun!”diyerek sopalarını kaldırımlara vurur ve yüksek bir sesletüm
mahalleyi dolaşırdı. Akşam namazından sonra daha önceden duyurduğu tenbihin sırası
gelir ve imam efendi tenbihi halka bildirirdi.256

Ramazan ayı gelmeden önce hükümet tarafından belirlenen bazı tenbihnameler


halkın bu kutsal ve mübarek ayı huzurlu ve refah bir şekilde geçirmesi için
belirlenmektedir. Ramazan günlerinde ve gecelerinde bu aya hürmeten dükkânların,
evlerin, sokakların ve ortak kullanım alanlarının temizliğine normal zamanlardan daha
fazla itina gösterilmesi gerekirdi. Padişahın şehri teftişi sırasında halkın padişaha karşı

253
Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 319
254
BOA, Cevdet, Belediye, nr. 237, 6591, 4778, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s .20-21.
255
BOA, MKT. MHM., 310.82.
256
Uslubaş, a.g.e., s 12.
64

davranış şekli ve hanımların seyir yerlerine hangi günlerde gidebileceği, arabalı arabasız
gezintilerde uyulması gereken kurallar bu tenbihnamelerle halka duyurulurdu.257 Bu
tenbihnameler Osmanlı toplumunun hayatını nasıl nizam altına alındığının
göstergesidir.

2.2.1. Sosyal Konulardaki Tenbihler

Serasker Hüsrev Paşa’nın 1833 yılında İstanbul kadısına yazdığı tenbihnamede


temizlik hususunda nelere dikkat edilmesi gerektiğini belirten tenbihnamede: “Bazı
konak ve evlerin duvarlarında çamur sıçraması ve kuruması sonucu pis görüntüler
oluştuğu görülmüştür. Pencerelerde top top örümceklerin sarktığı müşahede
edilmektedir. Ayrıca kapı ve pencerelerin böyle pis bırakılması çirkin bir görünümden
ziyade pek çok hastalığı davet etmekte, görenlerin içini karartmaktadır. “Temizlik
imandandır” düsturu doğrultusunda böyle hanelerin en kısa zamanda temiz ve pak bir
hale getirilmesi, önlerinin temiz tutulması gerekmektedir.” Denilmektedir.258

Sosyal konularda yayımlanan yayınlanan bazı tenbihnamelerde, halkın hangi


yerlere ve hangi zaman dilimlerinde gitmeleri gerektiği hususunda detaylar mevcuttur.
Pazar günlerinde kadınların seyir yerlerine gitmeleri yasaklanmıştır. Tenbihnameye
göre kadınlar Ramazan-ı Şerifte sokakta ve çarşı pazarda ve topluluk olan yerlerinde
saat 11’den sonraya kalmayıp vakitlice evlerine gitmeleri emredilmiştir. Geceleri ise
kimsenin sokaklara fenersiz gezmemesi gerektiğini, karagöz oyunlarına giden kişilerin
ırz ve edepleriyle o mekânlarda oturmaları gerektiği yazılmaktadır.259

Halktan bir kişinin, imtiyazlı bir kişiye ait olan elbiseyi giymemesi gerektiğini,
askeriyeden olmayan kişilerin askeriyenin giydiği elbiseye benzer elbise giymemesini
ve bellerine asla kılıç takmamasını, yaka ve kolları kırmızılı ve buna yakın bir renkte
elbise giymemesi tenbih olunmuştur. Bazı kişilerin kadınların alışveriş yaptığı
mahallerde oturup kadınlara laf attığı hatta kadınlara sarkıntılık yaptığı görülmüştür,
böyle kişiler tekrar görülürse cezalandırılacakları ve kadınlarında alışveriş yaptıkları

257
Özlem Olgun, Ramazan Kitabı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.15.
258
BOA, İ.DH., 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.13.
259
Uslubaş, a.g.e., s. 13.
65

dükkânların içine girmeden dışarıdan alacaklarını söylemesi ve dükkân sahibinin de


kadının alacağı eşyayı dışarıya uzatması gerektiği belirtilmiştir.260

Boğaziçi ve Üsküdar’ın seyir yerlerinde kadın erkek karışık grup olarak oturup
karşı cinsle muhabbet etmesini engellemek maksatlı herkese belirli seyir günleri tayin
edilmiştir. Şöyle ki Boğaziçi’nde kadınlar Cuma günü sadece Küçüksu ve Göksu’ya
gidip başka hiçbir seyir yerlerine gitmemesi gerektiği ve erkeklerinde Cuma günü bu
yerlere uğramaması gerektiği tenbihnamede belirtilmiştir. Erkeklerin ise Ramazan ayı
boyunca sadece pazartesi ve perşembe günleri Üsküdar’da seyir etmeleri uygun
görülmüştür. Kadınlar ve erkekler seyir yerlerinden kendi günlerinde 11 den sonraya
kalmamaları ve bekçinin onları görmesi halinde cezalandırılacakları belirtilmiştir261

Ramazan ayı boyunca hanımlar gerek gündüz gerek teravihten sonra, kılığına
kıyafetine dikkat etmelidir. Eğer uygunsuz vaziyette dışarıda görülen olursa
cezalandırılacaktır.262

2.2.2. İktisadi Konulardaki Tenbihler

Tüketim maddelerine konulan fiyat sınırı “Narh” uygulamasıdır. Kontrol


altında tutma, sınırlandırma yahut sabit bir fiyatı tespit etme mahiyetindedir. Osmanlı
Devleti haksız rekabeti önlemek, hem satıcıyı hem de tüketicinin ekonomisini
düşünerek eşya ve yiyecek içeceklere narh uygulaması getirmiştir.263

Çarşı pazarda Ramazan münasebetiyle satılan malların devletin belirlediği


fiyatın üzerinde satılıp satılmadığının denetlenirdi. Bu ise Pâdişâhʹın vekîli olan Vezîr-i
Âzâmʹın görevlerinin en önemlisiydi. Vezîr-i Âzâm, çarşamba günleri konağındaki
dîvân toplantısının ardından, yanına İstanbul kadısı ile muhtesibi de alarak çarşı pazarı
dolaşır, denetimlerde bulunurdu..264

Zaman zaman padişah bizzat gerek tebdil kıyafeti gerekse kıyafet değişikliği
yaparak halkın arasına karışır, halkı kendi gözetlerdi. Fırınlarda satılmakta olan
ekmeğin gramajını, esnafın narh fiyatlarına riayetini bu tebdil gezileri sayesinde

260
Takvim-i Vekayi, Nr. 74, sene 1249(1833), zikreden, Olgun, a.g.e., s. 16-19.
261
Takvim-i Vekayi, Nr. 247, sene 1263(1847), zikreden, Olgun, a.g.e., s.20-21.
262
BOA. Y.PRK. BŞK. 49. 79.1.
263
Sabri Fehmi Ülgener, Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, Der
Yayınları, İstanbul, 1981, s.87.
264
Kazıcı, a.g.e. s.102.
66

denetlemiş olurdu. Bu gezisi keyfi olmayıp yayımladığı tenbihnâmelerin eksiksiz yerine


getirilip getirilmediğini de görme imkânı sunuyordu.265

1807 tarihli belgede Ramazan-ı Şerifin yaklaşmasından ötürü, gerek ekmek,


gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması hakkında konulan narha dikkat edilmesini
tenbihleniyor, bu narh defterlerinin ise mahalle imamları ve bakkallara gönderilmesini
emrediyordu. Bununla birlikte ekmeklerin de numuneye göre pişirilmesi ve ekmeklerin
gramajına dikkat edilmesi gerektiği tenbihleniyordu.266

Ramazan ayı için yapılan ekmeklere hususi olarak dikkat edilirdi. Çünkü
ekmek halkın ana gıda maddesiydi. Ramazan ayında fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin
has undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması ana husustu. Bu yüzden Ramazanda
pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce pâdişâh tarafından incelenir
eğer padişah bu ekmeği beğenirse Ramazan için onaylardı. Pâdişâh ekmeğin
numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi hususunda
dikkat edilmesi gerektiğini Hatt-ı Hümâyûnlarında önemle vurgulardı.267

Ramazan ayı için sarayın has unu Bursa’dan getirilmiştir. Zaman zaman
Trakya’dan da getirildiği görülmüştür. İstanbul dışından temin edilen un saraya has olan
değirmenlerde özel olarak üretilmiştir. Bazen Bursa’dan alınan un ham maddesi yine
Bursa’da miri değirmenlerde öğütülmüştür.268

Ramazan ayı boyunca resmi daireler, öğle vaktine kadar çalışmaktadır. İşlerin
aksaması durumunda kalan mesai saatlerini teravihten sonra tamamlamışlardır.269

2.2.3. Dini Konulardaki Tenbihler

Tanzimat’ın İlanından sonra Babıâli tarafından yayınlanan ilânnamede


padişahın camilere gelebileceğinden dolayı herkesin umumi yerlerde edep ve hayâ
kurallarına uygun şekilde hareket etmesi isteniyor, kadınların ise Ramazan-ı Şerif

265
Uslubaş, a.g.e., s.31.
266
BOA, Hat-ı Hümâyûn, No: 53351, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.14.
267
BOA, Cevdet, Belediye, nr.237.6591, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s.21.
268
Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 182-183.
269
BOA. İ.DH.52/2577.
67

boyunca Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri gibi büyük camiler dışında başka bir
camiye gitmemeleri isteniyordu.270

Herkesin her vakit hele Ramazan ayında camilere giderek cemaatle ibadet
etmeleri ve teravih vakti dışında, kimse işi icabı bir yere gidip gelen hademelerden
başka kimseler dükkânlarda oturamazlar, ancak teravih namazına gidebilirler.271

Ramazan ayında içki içenlerin cezası çok büyüktür. Meyhanelere sadece


gayrimüslimler girebilirdi. Müslümanlar meyhanede yakalanır yahut sokakta sarhoş
olarak yakalanırsa çok ağır cezalandırılırdı.272

Ramazan günlerinde devlet daireleri gayri resmi olarak okullar ise resmen
öğleye kadar tatil edilirdi. Öğle vakti başlayan faaliyet ikindi vakti sona ererdi. Sofular
ikindi zamanı büyük camilere Kur’an-ı Kerim dinlemeye giderlerdi. En gözde camiiler
olan Ayasofya, Yerebatan, Bayezit, Fatih gibi camilerdi. Sebebi ise sesi ve okuyuşu en
güzel hafızlar bu camilerde mukabele yaparlardı.273

Gerçekten bir mazereti olmayanlar oruca devam edecekler, özrü olanlarda


çarşıda herkesin görebileceği bir şekilde oruç bozamayacaklar, eğer aksi bir durum
yaşanırsa da bu kişiler cezalandırılacaktır. Bu tenbihleri memurlar büyük bir önemle
takip edeceklerdir. Tenbihe aykırı hareket eden kişiler görülürse cezalandırılmaları
kararlaştırılmıştır.274

2.3. RAMAZAN AYI HAZIRLIKLARI

Osmanlı Devletinde Ramazan ayına büyük bir önem verilir ve hürmet


gösterilirdi. Ramazana iki üç ay kala her evde hazırlık ve eşyaların tedariki başlar, halk
imkânları doğrultusunda Ramazan erzakı hazırlar, evdeki bütün bakır kaplarını
kalaylatırdı. Tebaadan zengin kesim yeni kürkler, elbiseler, seccadeler alır, hanımlar
kendilerine Ramazanda giymek için çeşitli elbiseler diktirirdi. Bütün herkes imkânı
doğrultusunda fincanlar, bardaklar, kıymetli kaşıklar ve tabaklar alır, çocukların hoşuna
gitsin diye sapı düdüklü kaşıklar ve çatallar satın alınırdı. Çarşı pazarlarda güllaçlar,

270
Olgun, a.g.e., s. 16.
271
Olgun, a.g.e., s. 16.
272
Metin And, 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2012, s.171-172.
273
Dursun Gürlek, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2015, s.44.
274
BOA, İ.DH, 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s. 13-14.
68

pastırmalar ve diğer envai çeşit erzak satılmak için vitrinler doldurulur, mahallelerdeki
bütün kahvehaneler silinir baştan aşağıya temizlenirdi.275

Hayalciler, göstericiler ve tulumbacılar sanatlarını halkın beğenisine sunmak


içinve insanları bu ayda ihya etmek için İstanbul’un kalabalık semtlerinde bulunan
büyük kahvehaneleri kiralardı. Kahvehanenin her tarafını elvan kağıtlardan yapılan gül
motifli süslerle süsler, pencere aralarına yaldızlı süsler asarlardı. Tulumbacılar, tulumba
aletlerinden bazılarını duvara asarlar, diğer çalgı aletlerini Ramazana hazırlarlardı.
Yüksek sesle ve kendilerine özgü bir tonla “adam aman” diyerek maniler ve özel
koşmalar söylerler, divanlar okurlardı. Kahvecilerde kapının ağzında durur, “buyurun
ağalar, buyurun” diyerek kahvehaneye müşteri toplarlardı. Girenlere ise nargile ve
fincanlarla kahveler ikram ederlerdi. Söyledikleri maniler kendi tabirlerince kitaptan ve
doğaçlama şeklindeydi. Bu kahvelere bir de muâmma denilen bir mani türü asılırdı. Bu
muammayı kağıda yazar, üzerini kırmızı tülle bağlar, bunu en son mühürler, oturdukları
yerin üst tarafında bir yere asarlardı. Etrafını ise süslerlerdi. Kahveye gelenler bu
muammayı bilmek için uygun bir mani söylerlerdi. Muamma zordu. Maksat maniyi
dinlemek, eğlenmek ve orada hoş vakit geçirmekti. Eğer bilmeceyi yani bu muammayı
bilen olursa ona para, kumaş ve elbise verilirdi.276

Ramazan ayına hazırlık aşamasında, Ramazandan bir hafta önce aile reisi
kağıdı kalemi alır Ramazan için ne gerekliyse listeye yazardı. Evin hanımına da sorar
eksikleri tespit ederlerdi. Beş altı teneke yemeklik sadeyağ, buna “Rugani” denirdi.
“Dakîk” denilen has un ve Odesa’ dan gelen böreklik un listeye eklenirdi. “Elmasiye”
denen meyve peltesi de Ramazan da özellikle iftariyeliklerin arasında yenmekte ve
hazırlık aşamasında kilo ile alınmaktadır. Durumu orta halli olanlar mahalle
bakkalından, variyetli olanlar ise Asmaaltı denen dükkândan en kaliteli yiyecekleri
temin ederlerdi. Yazın ev hanımlarının Ramazan için hazırladığı reçeller ve şuruplar
vardır. Aylar önceden kurulan turşular ise yine Ramazan için özel sebzelerden
hazırlanmaktadır.277

275
Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (nşr. Duygu Ansan Günay; Kazım Arısan),
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s. 257-258.
276
Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 257-258.
277
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2002, s. 156-161.
69

İstanbul ailelerinin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri
gıda maddelerini toptan olarak satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat,
çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un,
zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, pestil gibi en çok Ramazan ayında
kullanılan önemli besin maddelerinin yanı sıra her zaman kullanılan yiyecekler de
bulunurdu. Ramazan ayında kullanılacak bu gıda maddelerini toptan satın almaya ise
“Ramazan masrafı görmek” denirdi. Maddî durumu yerinde olanlar bu masrafa
katlanırlar, zengin aileler ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya
komşularından fakir olan aileler varsa onlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.278

Durumu iyi olan variyetli aileler, sadece kendileri için Ramazan masrafı
görmekle kalmaz; yakınları, mahalle sakinleri ve komşuları içinde; yoksul olanların,
bekârların, dulların da Ramazan masrafını da karşılarlardı. Bu kişilere Ramazandan bir
hafta önce erzakları gönderilirdi.279

Toplumda öyle insanlar vardı ki, yoksulluğundan ve geçim durumundan


kimseye bahsedemezdi. Bunlar “Fukarâ-yı Sâbirîn” olarak nitelendirilirdi. Fukarâ-yı
sâbirînlere Ramazan masrafının yanında zekat ve sadaka da verilir, ayrıca iftara da
evlere davet edilirdi.280

Özellikle Ramazan ayında dükkânlarda ve zengin sofralarında görülmeye


başlayan tatlıların en önemlisi güllaç tatlısı idi. Güllaçlar İstanbul’da Mevlevihâne
kapısı ile Silivri kapısı arasındaki bulunan imalathâneler de yapılır, buradan küfelere
koyulur, Asmaaltına getirilir, renkli sazlarla bağlanmış olan ince elvan kağıtlarla
süslenmiş renkli camlardan yapılan aynalar takılmış, büyüklü küçüklü, inceli kalınlı
güllaç demetleri bu dükkanların saçaklarına asılırdı.281

Kahveler toz halinde değil taneli olarak alınır, selamlığa verilirdi; onu
oradakiler alevli ateşte ve kalın saçtan yapılmış olan döner tavada kavururlar ve sapının
üzerine tespit edilen değirmende okkalarcasını çekerlerdi.282

278
Bayrı, a.g.e., s.125.
279
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32.
280
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32.
281
Cemaleddin Server Revnakoğlu, “Eski Üç Aylarda Ramazan’ı Karşılama Hazırlıkları”, Tarih
Konuşuyor, VI, S.35, İstanbul, 1966, s.2889.
282
Refik Halit Karay, “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan Kitabı, s. 36.
70

Kütahya’da hanımlar Ramazan gelmeden önce uygunsa evinde sacın üzerinde


değilse mahalle fırınında sıraya girerek yufkalar açar ve bu yufkaları büyükçe bir
örtünün içine sarar, Ramazan geldiğinde bu yufkaları sahurda erken kalkarak börek,
kapama, cevizli yufka tatlısı yaparlardı. Sahurda hazırlanan diğer bir yiyecek ise
haşhaşlı gözlemeydi. Haşhaşlı gözleme iftar vaktine kadar insanı tok tuttuğu için daha
çok tercih edilmektedir.283

Ramazanda menülerine yeni yeni yemekler ve tatlılar eklemek için komşudan


tarif alınırdı. Özellikle Güneydoğu ve Doğu hanımlardan bol yağlı ve etli yemeklerin
tarifleri bir tarafa not edilir, pastırmalı kıyma, içli köfte ve envai çeşit dolmalar o
Ramazan sunulurdu. Ramazan ayı gelmeden iftar davetlerine kimlerin çağırılacağı,
kimlere davetine gidileceği, misafirlere nelerin ikram edileceği istişare edilip not
edilirdi. Kur’an-ı Kerimler, İlmihaller, Yasin-i Şerifler ise kaldırılan raflardan alınıp
gözle görülen güzel bir köşeye konulurdu. Yeni seccade, tespih, takke alınır,
misvakların uçları açılır, birkaç gün evvelden ilmihallerden oruç, sadaka, zekat ve
teravih konuları okunur Ramazan ayına manevi olarak da hazırlanırdı. Ramazan ayı
kirli, tozlu, puslu bir evde karşılanmazdı. Evin her köşesi elden geçer, mutfak rafları,
dolaplar silinir, temiz işlemeli örtüler serilir ve yerleştirilir. Bardaklar, tabaklar, tepsiler,
bakır şamdanlar parlatılır. Mutfak, banyo, camlar, halılar elden geçirilir, genelde
hanımlar Ramazanın ilk gününü yorgun bir şekilde karşılar.284

İftar sofrasına oturacak misafirlerin altlarına konacak sofra bezleri tek tek elden
geçer gerekirse yüzleri değiştirilir. Evlerin yatak takımları değiştirilir, her şey baştan
aşağı yıkanır, ütülenir ve dolaplara kaldırılırdı.285

Halktan ileri gelenler birkaç eşya satın almak ve oturup hoş vakit geçirmek
maksatlı bedestene giderlerdi. Bedesten her çeşit eşyayla donatılırdı. Camilere mütevelli
denen kişiler vasıtasıyla mum ve zeytinyağları verilir; camilerin varsa kandil, süpürge
gibi diğer eksikleri de tamamlatılırdı. Ramazan’ın gelişini müjdelemek maksatlı Şaban
ayının son akşamı, bekçi davulunun etrafına toplanan meşaleli kalabalıklar tüm

283
Arif Kolay, Nurgül Bozkurt, Şakir Turan, Hacı Murat Arabacı, Tatlıların Sultanı Baklava, Aktif
Matbaa, İstanbul, 2016, s.198.
284
Uslubaş, a.g.e., s.7-8.
285
Münevver Alp, “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros
Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, 2003, s.15
71

sokakları tek tek dolaşırdı. Daha çok çocukların ve delikanlıların muazzam bir ahenkle
tekrar ettikleri bu iki mısra tekrarlanırdı:

“Ramazan geldi hoş geldi

Baklava tepsisi boş geldi”286

2.4. RAMAZAN

Ramazan kameri aylardan birinin adıdır. Güneş ışığında yalınayak yürüyüp


yanmak anlamında olan Ramazan Arapça bir kelimedir. Adının anlamına binaen, oruç
tutan müminin açlık ve susuzluktan içi yanması, günahlarından arınması sebebiyle bu
aya Ramazan denmiştir. Gündüzleri oruç, geceleri teravih en önemlisi de bu ay
içerisinde verilen zekât ve fitre gibi vecibeleri bulunan bu mübarek ay hilalin
görülmesiyle sabit olunur.287

Ru’yet-i Hilâlle ilgili olarak Peygamberimiz(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevvâl hilâlini görünce de oruca son
veriniz. Ramazanʹın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa Şaʽbanʹı otuza
tamamlayınız.288

Osmanlı’da Ay görüldü demek Ramazan sabitleşti demektir. Ay’ı gökyüzünde


görmek ve bunu bir şahitle ispatlamak çok önem arz ediyordu. Şaban ayının yirmi
dokuzu olduğunda herkes bir telaşlanır acaba Ay göründü mü diye gözetlemeye
başlarlardı.289

2.4.1. Hilalin Görülmesi

Hilal, yeni ayın başlaması demektir. Güneş batarken gurupta Ay’ın yay şeklini
alması durumudur. Hava sisli yahut bulutlu olmadığı zaman hilali görmek her
gözetleyene kolay gelir. Hava bulutlu ya da kapalı olur ve hilali görmek zorlaşırsa
günleri hesaplamak gerekmektedir. Bu yüzden her ayın başı belli olmalı ve kesin
olarakbilinmelidir. Kameri olan her ayın başlangıcını, ya hilalini görmek gerekir ya da

286
Ahmed Esad Ben’im, Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul, 1949, s. 8-9.
287
Kamil Miras, Ramazan Musahabeleri, Ahmet Sait Basımevi, İstanbul, 1949, s. 5-6.
288
Sahîh-i Müslim, II, s. 759.
289
A.Ragıp Akyavaş, Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları,Ankara, 2000, s.331.
72

ondan önceki ayın günlerini otuza tamamlayarak hesaplanır ve Ramazan ayının


başlangıcı böyle belirlenir.290

Havanın bulutlu, sisli veya kapalı olması durumunda, doğru sözlü bir kişinin
veya mestür291ün hilali gördüğüne dair verdiği bu haber kadı tarafından onaylanır.292

Hilâlʹin çıplak gözle görülmeye çalışılması, hava şartlarının Anadoluʹnun


çeşitli yerlerinde farklılık göstermesinden dolayı bazı karışıklıklara sebep olmuştur.
Anadoluʹnun farklı bölgelerinden İstanbul’dan farklı zamanlarda hilâlin görüldüğü
haberleri de zaman zaman söylenmiştir. Örneğin 1790 senesinde Kütahya’dan gelen bir
haberde hilâlin İstanbulʹdan farklı olarak bir gün önce görüldüğü haberi gelmiş ve
Sadrâzamın bir telhisiyle Pâdişâhʹa ne yapılması gerektiği sorulmuştur. Pâdişâh
kendisine sorulan bu konu hakkında şöyle cevap vermiştir: “Benim vezîrim! Bu husus
Şer’-i Şerîfʹin bileceği ve hükmedeceği şeydir. Benim müdâhale edeceğim şey değil. Ne
zaman İstanbul Kadısı hüküm ve iʽlam ider ise o zaman ben dahî şöyledir derim. Lâkin
ispât geldiğin cihan duymuş. Ben telhis olunmadan işittim. Müktezây-ı Şerʽ-i Şerîf ne ise
icrâ oluna.”293

Yıldız Sarayından verilen bir telhise göre Ramazan ayı Cuma gecesi hilalin
görülmediğini ancak hesaplama usulü ile Pazar gününe takâbül ettiğini
belirtmektedir.294

Havanın kapalı olması dolayısıyla, cuma günü net olarak görülemeyen hilal,
cumartesi günü de tekrar izlenmiştir. “Hesaplama usulü pazar günü olarak Ramazanı
kesinleştirse bile hilale de itibar etmek gerekmektedir.”295

Hilali gözetleyip, gördüğü an haberdar eder ve doğruluğunu da ispat ederse


çeşitli hediyelerle ödüllendirilmektedir. Anadolu’da hilal büyük tepelerden
gözetlenmiştir. Gözetlenen her tepeye Ay ile ilgili isim verilmiştir. Örneğin Balıkesir’de
hilalin gözetlendiği tepeye “Aygören” Maraş, Isparta, Malatya gibi vilayetlerde bulunan

290
El-Hac Zihni Efendi, a.g.e. II. s. 20.
291
Mestür, ne yalancı ve ne de doğru sözlü olarak tanınan kimse.
292
Abdullah Aydın, Nurul İzah ve Tercümesi, Aydın Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 127.
293
Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi,
S.1, Ankara, 1999, s. 69-70.
294
BOA, V. PRK, BŞK. 63/74.
295
BOA, Hatt-ı Humayun, 1652, 43.
73

gözetleme tepelerine, Ay anlamına gelen Bedirli, Bedre, Bedir gibi isimler


verilmiştir.296

Ramazan hilâlinin tespiti için özel görevliler bulunmaktadır. Gözetleme yapan


kişilerden ayrı İstanbul baş kadısı, Şeyhülislâm, Sadrâzam ve Pâdişâh hilalin tespitinde
görevlidirler Ramazan hilali gözetlemek için, İstanbul’da seçilen büyük tepeler
seçilmiştir. Anadolu’nun diğer vilayetlerinden de Hilalin o gün görülüp
görülmediğinden haberdar edilmesi istenirdi. Bunun için de o bölgelerde bu iş için
görevlendirilen kişiler bulunmaktaydı. Hilâlʹi gözetlemekle görevli kişiler veya hilâli
görerek şahitlerle ispatlayabilecek kişiler, hilâli görür görmez ivedilikleİstanbul
kadısına haber ederlerdi. Hilâli görüp haber veren gözlemcilere bahşişler verilirdi.
İstanbul kadısı önce durumu onaylatır sonra Şeyhülislâmʹa bilidirdi. Şeyhülislâm ise
hemen Sadrâzamʹa duyurur, Sadrâzam da en son Pâdişâhʹa arz ederdi. Bu silsele
sonunda Ramazan ayının başladığının ilanı için izin isterdi. Pâdişâhʹın izin vermesiyle
hemen Selâtîn Câmîi müezzinlerine bildirirler onlardan da mahyâ ve kandillerin
yakılması ve Ramazan ayının başlangıcının ahaliyeilan edilmesi istenirdi.297

Edirne’den yazılan belgede cumartesi günü hilalin sabit olarak görüldüğü


belirtilmiş, fakat şahitler getirilmediğinden hesap usulüne başvurulduğu görülmüştür.298

Hilali gören kişiler Kadının huzuruna gelir, hilali gördüğü anı anlatır. Kadı da
“Bunun ispatı için şahit gösterin” der. Hepsi birlikte “Bu akşam ezandan üç dakika
sonra minareden mübarek hilali re’ye’l-ayn gördük. Bu gece Ramazan gurresi
olduğuna şehadet ederiz” derdi. Şahitlerin sorgusuna büyük önem verilirdi. Hatta hilalin
durumunu, nasıl gördüklerini, nereden gördüklerini iyice sorardı. Sonra bunu onaylarlar
ve memurlarla tezkiyeleri yapılarak şahadetlerinin kabul olduğu söylenirdi.299

İstanbul kadısı, gözleri sağlam, sözü emin olan ve iyi halli olan kişileri seçerdi.
İstanbul’un önemli yerlerinden olan Süleymaniye, Fatih, Edirnekapı, Cerrahpaşa,
Mihrimah Sultan Câmilerine çıkılıp Ay gözetlenir, gören koşarak Şeyhülislam
Kapısı’na gelir ve yeminle ispat edilir. 300

296
Abdülmecit Mutaf, “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan, s. 65-66
297
Yazıcı, a.g.m., s. 59.
298
BOA, BKT, UM. 548/68.
299
Uslubaş, a.g.e., s.20.
300
Akyavaş, a.g.e., s.331.
74

İstanbul’da Hilalin görüldüğü haberi Süleymaniye Camii kandilcilerine


doğrudan haber verilir ve ilk kandil burada yakılır. Bunun haberini alan diğer minareler
de kandillerini yakarlar, davullarla bekçiler tarafından ertesi günün Ramazan-ı Şerif
olduğu ilan edilirdi.301

Bolu ve Bursa’da görülen Hilal-i Şerif, görenler tarafından İstanbul’a ivedilikle


haber verilmiştir. Haberi getirene on beşer kuruştan bahşiş verilmiştir.302

2.4.2. İlk Gün, İlk Sahur

Ramazan ayının sabit olmasıyla semalarda selâtin camilerinin şerefeleri


kandillerle parlar, “Merhaba, Ya Şehr-i Ramazan” hitapları ile Ramazanın ilk mahyaları
boşlukta minarelerin arasında kurulur ve bu mübarek gece selamlanırdı.303

Anadolu’nun her tarafından Ramazan davulcuları büyük şehirlere akın eder,


önceden hazırladıkları Ramazan ayı manilerini otuz güne üleştirirlerdi.304

Sahur mana olarak “Sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri”
anlamındadır. Seher kelimesiyle aynı kökten sahur, dini tabirde oruç tutmaya hazırlık
için fecrin doğmasından önce yenen yemeğe denilmektedir.305

Osmanlı Toplumunda evdeki en ihtiyar kişi davulu duyar duymaz kalkar ve


herkesi sahura kaldırır. Selamlığın sofrası akşamdan verilir, sahurda sadece haremin
sahur yemeği hazırlanırdı. Söğüş, et, soğuk pilav, pestil ezmesi sahurun ana
yemekleriydi. Her şey sahur için hazırlandıktan sonra ‘gece bizi de kaldırın sahura’
diyen küçükler de kaldırılır ve yemekler yenirdi. En son temiz bir bardak su ile ağızlar
çalkalanır oruç için niyetler edilirdi. İlk gün Ramazanın biri hem de Cuma günü olduğu
için Daireler bugüne özel tatil olurdu. Ramazanın ilk günü tatiliydi. Eğer Ramazan yaz
mevsimine denk gelirse bütün ev halkı sahurdan sonra yatar öğleye kadar uyurdu.306

Ramazanının ilk günü, oruç tutan kişilerde ilk orucun getirdiği bir bünyesel
acemilik oluşmaktadır. Oruç, kimi oruçluda tedirginlik, kimisinde unutkanlık, kimisinde
gerginlik, kimi çay ve sigara tiryakilerinde bir asabilik oluşmakta ve kan şekeri

301
Soner Demirsoy, Arif Tunç, “Osmanlı’da Ramazan”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 11.
302
BOA.,ADL.8.499.
303
Ozansoy, a.g.e., s. 12.
304
Uslubaş, a.g.e., s. 8.
305
İbrahim Kâfi Dönmez, “Sahur”, DİA, C.35, İstanbul, 2008, s.538.
306
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 13-14
75

düşmektedir. İlk günden herkes birbirine “dayanamıyorsan tutma” tarzında şakalar


yaparlar.307

Ramazanda çocukların oruç tutmasının ayrı bir önemi vardır. Osmanlı


döneminde de çocukların orucu adeta bir törene dönüşürdü. Önce tekne orucu diye
başlayan oruç tutmalar, tam gün tutulduğunda bir cümbüş yaratır. Çocuğa günü rahat
geçirsin ve açlığını hatırlamasın diye çeşitli iftarlıklar alınır, camilere götürülür,
caddelerde ve oyun alanlarında gezdirilir, sırtta taşınır, iftar sırasında ilk lokması
elinden çalınır. Tüm bunlar, çocuğun zihninden silinmeyen izler yaratır ve çocuk tekrar
oruç tutacağı gün için heveslenir. Çocukların iftar saatini bekleyip top atıldığını veya
ezan okunduğunu ailelerine haber vermeleri de adeta bir törendir ve çocuklar için ayrı
bir sevinç kaynağıdır.308 Hatta çocukları oruç tutmaları için korkuturlar “Ramazanda
oruç tutmayanları, bayramdan sonra tekne altına atacaklar.”309derlerdi.

İlk gün Cuma günü olduğundan Cuma namazları da büyük camilerde kılınırdı.
Zengin kesim namazlarını Ayasofya Camiinde kılardı. Namaz bittikten sonra köşede bir
hafız Kur’an-ı Kerim okur, kürsüde şeyh Ramazan vaazı verirdi. Fatih Camiinde ise
Cuma namazını Talebe-i Ulum denen medrese öğrencileri namazlarını kılardı. Beyazıd
Camiine genelde Daire-i Askeriyeden olanlar gelirdi. Ramazanın diğer günlerinde ise en
fazla cemaat toplayan selâtin camii Beyazıd Camii olmuştur.310

2.4.3. Ramazan Topu

İlk kez, top atışı 1835 yılında II. Mahmud zamanında gerçekleşmiştir. Bu atış
ise Mevlid kandili dolayısıyla akşam namazı başlayıp diğer günün ikindi vaktine kadar
her namaz vaktinde beşer kez top atılmıştır. IV. Mustafa dönemine gelindiğinde genelde
Rumeli Hisarı ve Yedikule’de iftar ve sahur vakitleri top atılması geleneği
başlamıştır.311

307
Özden, a.g.m., s. 87.
308
Ercüment Ekrem Talu, “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, s. 53-54.
309
Muzaffet Gökman, İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul
Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 1989, s.514.
310
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 15-18.
311
Uslubaş, a.g.e., s.49.
76

İftar ve imsak vakitlerinde düzenli olarak top atma âdeti ise Sultan Üçüncü
Mustafa zamanında başlamıştır.312İftar ve imsak için atılan Ramazan topu ilk olarak
Anadolu Hisarı’nda atılmaya başlandı. Buradan Anadolu ve diğer eyaletlerden sırasıyla
Ankara, Maraş, İşkodya ve Akka da atılmaya başlanmıştır. Buralarda tecrübeli askerler
vazifelendirilmiş ve askeriyeye ait dayanıklı toplar kullanılmıştır. Zamanla Tophane-i
Amire kurulmuş buna bağlı olarak da Topçu Alayı oluşturulmuştur.313

Evlerde saatlerin, şehir merkezlerinde de saat kulelerinin bulunmadığı


dönemlerde top atılması hem ucuz, hem de herkesin aynı anda haberdar olması
açısından benimsenen bir yöntemdi. Müslümanların çok değer verdiği Mübarek
Ramazan günleri, sahurlar ve iftarlar, bayram günleri için mutlaka uygun bir yer
ayarlanarak oradan top atılması bir gelenek haline gelmiştir ve bu geleneğinin
sürdürülmesine itina gösterilmiştir.314

Bayramın ilk günü kaleden atılan toplardan çıkan peşrev tanesi, köprü üzerinde
duran Akkalı bir Hıristiyan’a isabet etmesi sonucunda o kişi orada ölür. Olayın ardından
orada inceleme yapılır, topçuların herhangi bir kastı olmadığı anlaşılır, top atıldığı
sırada dikkatsiz ve kayıtsız kaldıkları sonucuna varılır. Sonucunda topçuların rütbesi
sökülür, topçular bir yıl Akka Kalesi’ne hapsedilir.315 Bu tür menfi olayların
yaşanmasının ardından sonraki yıllarda top kullanmanın mahzurlu ve tehlikeli olduğu
düşüncesi ile top atmak yerine tüfek veya havai fişek atılması kararlaştırılmış.316

Başkentte altı yerden iftar topları atılmıştır. Bunlar: Seraskerkapısı, Selimiye,


Tophane, Baruthane, İcadiye ve Utarit karakol gemisidir.317

Ramazan topu, tüfek veya havai fişek zamanla kaldırılmış, bu gelenek


toplumda unutulmuştur. Halen daha Ürdün, Malezya, Senegal gibi İslam
memleketlerinde devam etmektedir.318

312
Server İskit, “Tanzimat Devrinde İstanbul Ramazanları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.57.
313
Yasin Özkan, “İstanbul’da Ramazan Topları Nerelerden Atılırdı?”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.27-
28.
314
Uslubaş, a.g.e., s.50.
315
BOA, A. MKT. UM.,473, 5, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.50.
316
BOA, DH.MB.HPS.M, 7, 29, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.51.
317
Akyavaş, a.g.e., s.336.
318
Uslubaş, a.g.e., s.51.
77

2.4.4. İftarlar

Gündüzü ibadet ve işle uğraşan oruçlu kişiler iftar vaktine doğru işinden ayrılır
veya camiden çıkarak evlerine yönelirlerdi. Eve gitmeden ellerindeki zenbilleri319
doldururlar, fırından üzeri yumurtalı pideleri alırlar, yollarda ve evlerde iftar vaktinin
gelmesi beklenirdi. İftar vakti yaklaşınca caminin kandilleri kanar ve kalenin topu
hazırlanırdı.320

Mahallelerden sakalar, su tulumu ve ciğerci, turşucu geçer, en kalabalık yer


olarak dikkat çeken fırınların önünde sıcak pide, yumurtalı susamlı pide ve çörek almayı
bekleyenlerin sırası olurdu.321

Toplumun kültürel değerini ve önemini gösteren unsurlardan biride iftar


sofralarıdır. Sofra düzeni, yemekler, yemek adabı, tatlılar ve iftara davet edilen
misafirler Osmanlı toplumundaki Ramazan ayının birer kültürel hazinesidir. 322

İftar vaktine yarım saat kala odanın bir köşesine konmuş buhurdanlarda öd
ağacı veya buhur323varlıklı ailelerde amber yakılır, o odanın kapısı kapatılırdı. İftar
yapılacak odada ezana çeyrek saat kala buhur yakılması adettir. 324
Akşam ezanına tam
bir çeyrek kala hane sahibi yemek odasına girer ayakta kendi sofrasına alınacak
misafirleri karşılar, herkes sofrada yerini alınca imam efendi derhal Kur’an-ı Kerim
okumaya başlar, hazır olanlar sessiz olarak dinlerdi.325

Konaklardaki iftarlarda herkes minderlerde daire biçiminde oturur, sofralar


bakır siniler içine hazırlanır ve alçak bir masanın üzerine konulurdu. Ezana az bir zaman
kala sofranın başına oturmak ve iftar topunu beklemek adetti. İftar topları Tophane ve
Beyazıd Meydanları ve Selimiye Kışlasından atılırdı. İftarın dini yönüne ağırlık
verenler, oruçlarını mukaddes kabul edilen mekânlarda açarlardı.326

İftar sofrasına oturan oruçlu müminler, istiğfar çekerek, salât-ü selam getirerek
iftar topunun atılacağı zamanı beklerlerdi.327Sofrada herkese ayrı peçete yoktu. Peşkir

319
Zenbil, Hasırdan örülmüş kulplu torba.
320
Azmi Nihad, İsmail Sivri, Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası, İstanbul, 1958, s. 5.
321
Ozansoy, a.g.e., s. 19.
322
Özden,a.g.m., s. 87.
323
Buhur; Arapça bir kelime olup Türkçesi tütsüdür. Bitki veya tohumdan yapılmış güzel kokudur.
324
M. Şinasi Acar, Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın, İstanbul, 2011, s.355.
325
Uslubaş, a.g.e., s. 24.
326
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55
327
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e. s.21
78

diye adlandırılan dokuma bez parçasını sofradakiler, dizlerinin üzerine alırdı.


Hizmetçilerin bunu oturanların dizine tesadüf ettirmek suretiyle atmaları hüner
sayılırdı.328

Oruç kısa bir dua ve besmeleden sonra mutlaka zemzem ile açılırdı.
Arkasından bir hurma yenirdi.329 Zemzem suyu o yıl Kâbe’ye giden kişi tarafından
Ramazan için özel getirilmiş olurdu. Kristal bardaklara konmuş olan bu kutsal su içilir
ardından hurmalar alınır sonrada iftariyeliklere geçilirdi.330 Eğer oruçlunun maddi
durumu hurma almaya gücü yetmiyorsa zeytinle oruç açardı.331

Hurma, Türkçeye Farsçadan geçmiş bir kelime olup, hörme yahut kurma
şeklinde değişik telaffuzları vardır.332 Arapçada ağacı için nahl meyvesi için temr
kelimeleri kullanılır. Ağacı palmiye türü olan hurma, genellikle kuzey ve güney Afrika
da daha sonrada Irak bölgesinde yetişir. Hurmanın acve, bereni, sayham olarak üç çeşidi
vardır. Acve, Hz. Muhammed’in(s.a.v.) Medine’ye hicretinden sonra bizzat kendisinin
dikerek yetiştirdiği hurma çeşididir. Hurma ile iftar etmek sünnettir.333 Yasin suresi otuz
dördüncü ayet-i kerimesinde “Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler
yaptık. İçlerinde pınarlardan sular akıttık.” 334
Diye buyrulmuştur. Kur’an-ı Kerimde
yirmi yerde geçmektedir.

İftar yemeği iki bölümden oluşurdu. Birinci bölümde ‘iftariyelik veya iftariye’
denilen bir tür kahvaltı yenirdi. Sonra sofradan kaldırılır, akşam namazına geçilirdi.
Namazdan sonra esas yemekler başlardı.335

328
Uslubaş, a.g.e., s.24.
329
Mithad Sertoğlu, “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, s. 68-69.
330
Mithat Sertoğlu, “XX. Yüzyıl Başında İstanbul’da Ramazan ve İftar”, Dersaadet’te Ramazan
Akşamları, s.47.
331
Nezihe Araz, “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı,
Ankara, 2000, s.18.
332
Nebi Bozkurt, “Hurma”, DİA, C.18, 1998, s.391.
333
Yusuf Danegöz, “İftar Sofralarının Vazgeçilmezi Hurma”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.101-104.
334
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2014,
s.315.
335
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55-56.
79

2.4.4.1. İftariyeler veya İftarlıklar

Ramazan ayının ekmeği pidedir. Aylar öncesinden Ramazan ayına özel olarak
hazırlanan fırıncılar, fırının temizliğini yaparlar, unu Anadolu’dan özel olarak getirtirler,
yakacaklarını hazırlarlar ve Ramazan pidesi yapacak olan tırnakçı ustalarını tutarlardı. 336

Osmanlı döneminde Anadolu’da yaygın olan ve halen uygulanan bir gelenek


olarak nişanlı olan gençlerden erkek tarafının, kız tarafına gönderdiği iftarlık adeti
vardır. Bu iftarlıkta erkek tarafı, çeşitli gıda maddeleri ve giyecek eşyaları olabilir. Kız
tarafı da karşılık olarak kararınca Ramazan bohçası hazırlar. Aile bağlarını güçlendiren
bu gelenekte herkes bütçesine göre iftarlık hazırlar. Bu uygulama bayramlarda da
yapılmıştır.337

İftar yemeğinden önce yenen kahvaltı havasındaki iftarlıklar büyük bir tepsi
üzerine sıralı küçük küçük tabaklarda338çeşitli reçeller, türlü peynirler, zeytinler,
sucuklar, pastırmalar, simitler, mevsimine göre turşuları kapsayan yiyecekler
bulunurdu.339

İftariyelikler zengin bir biçimde hazırlanırdı. Kütahya çinisi tabaklarının içine


her çeşit iftariyelikler konulurdu. Sofranın tam ortasına tabağın içinde de zeytin ve
hurma bulunurdu. Küçük fincanların içine de zemzem sunulurdu İftara özel alınan
pideler küçük küçük dilimlenerek iftariye tepsisinin kenarına dizilirdi. Durumu olmayan
evlerde bile altı yedi çeşit iftarlık bulunurdu.340

2.4.4.2. Akşam Namazı

İftariye faslı sona erince tiryakiler sigaralarını tüttürür, veya enfiyelerini341


çekerlerdi. Osmanlının genel olarak taşra evlerinde akşam namazı bütünüyle (farz ve
sünnet birlikte) kılınırdı. Selamlık ayrı haremlik ayrı kılardı. Büyük konaklarda akşamın

336
Özden, a.g.m., s.90.
337
Özden, a.g.m., s.90.
338
Nihad ve Sivri, a.g.e., s.5.
339
Sertoğlu, a.g.m., s.68
340
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e.,s.21.
341
Enfiye, toz haline getirilmiş tütünün burun deliklerine çekilerek tüketicide nefes yoluyla fizyolojik etki
yapan bir tütün mamulüdür.
80

sadece farzı cemaatle kılınır.342 Ulema konaklarında ise haremlik ve selamlık birlikte
olmak üzere herkesin katılmasıyla kılınırdı.343

Akşam namazları iftariyeliğin yenmesinin hemen ardından ayrı odalara


geçilerek kılınırdı. Odada yere namaza hazır vaziyette serilmiş kişi sayısınca seccadeler
bulunurdu. İftara abdestli gelen misafirler ve abdestli bekleyen ev sahipleri hemen
cemaatle akşam namazının farzını kılardı. Misafirler arasında meşhur bir hoca varsa
akşam namazını o kıldırır yoksa evin en yaşlısı kıldırırdı. Müezzinliği ise cemaatin en
genci üstlenirdi. Erkekler namazda iken evin hanımı sofradan iftar takımlarını kaldırır,
çorba kâselerini koyardı.344

Akşam namazından sonra asıl yemeğe geçilir.

2.4.4.3. İftarın Asıl Yemek Kısmı

İftar faslı başladığında yemeğe mutlaka bir çorbayla başlanırdı. Mevsimine


göre çorba çeşidi olurdu. Osmanlı toplumu Ramazanda balık ve diğer su ürünlerini
pişirmez ve tüketmezdi.345

Ramazanın en önemli çorbası işkembe çorbasıdır. Toplumda hindi derisinden


işkembe çorbası yapanlar bile görülmüştür. Hatta işkembe çorbasına o kadar râbet
vardır ki iftara beş on dakika kala kâselerini alıp işkembeci dükkânına koşanlar hatta
nöbete kalanlar bile görülmüştür.346

Daha çok vükela ve vüzera konaklarına has olan “Yumurta-yı Hümayun” adlı
kıymalı yumurtalı has yemek asıl yemek kısmının ikinci kısmını oluştururdu.347
İftarların vazgeçilmezi olarak bilinen soğanlı yumurta sarayda da önemli yere sahiptir.
Abdülmecid han tarafından Topkapı sarayında Ramazanın on beşinde en iyi soğanlı
yumurta yarışması düzenlenirdi. Padişah tarafından seçilen birinci sarayın kilercibaşı
olurdu.348

342
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 22.
343
Sertoğlu, a.g.m., s. 69.
344
Ertuğrul Tarih Kara, “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, s.71.
345
Sertoğlu, a.g.m., s. 69.
346
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (haz. Ali Şükrü Çoruk), Kitabevi,
İstanbul, 2001, s.226.
347
Sertoğlu, a.g.m., s. 70.
348
Neslihan Yakut, “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.107.
81

Çorbayla başlayıp soğanlı yumurta ile devam eden iftar yemeği et yemeği ile
devam ederdi. Kebap, pirzola, güveç, köfte gibi yemek türleri sofraya konurdu. Et
yemeğinden sonra sıra böreğe gelmiştir. Börek ise muska, su, sigara, fincan, bohça
böreği gibi türlerdendir. Börek kalkınca usulen sebze yemeği gelirdi. Sebze de
mevsimine göre yapılırdı. Sebze yemeğinin ardından pilav görünürdü. Pilavda hakiki
pirinçten yapılırdı.349

İftar için içme suları, kapalı ve tabaklı Saksonya350 bardaklarla konağın


hizmetçisinin elinde tutulurdu. Çatal, bıçak, kaşık gibi yemek eşyalarının Ramazan da
kullanılması uygun değildi. Kullanmaya alışmış kişiler sofrada ayıp karşılanmamak için
bunların yerine mercan saplı, sedef, fildişi yahut siyah beyaz cilalı tahta kaşıklar
kullanmışlardır.351

İftar sofralarının en gözde tatlısı güllaçtır. Halk arasında özellikle kaymaklı


güllaç meşhurdur. Güllaççılar senede sadece iki ay çalışırlardı. Güllaç dökme işine
başlamadan önce ocağın üç köşesine birer parça un, şeker ve tuz dökerlerdi, pirin
hediyesi dedikleri bu olayın bereketine inanılırdı. Sonrada bir Fatiha üç ihlâsı şerif
okuyarak güllaç dökülürdü.352

Güllaç nişastadan yapılır. Ateşi için önce yüz elli kilo odun kömürü kırıntısı
sonrada yirmi kilo odun kömürü gerekir. Bu ateş bir çuval nişasta için yeterlidir. Ateşin
üzerine büyük bir tava konulur. İki kepçe arorat353, iki kaşık un eklenerek mum yağıyla
yağlanan tavaya dökülür. Tavuk tüyü ve zeytinyağı ile karışık yumurta sarısı tavaya
sürülür. Hafif kaynatılan suyun içine arorat karışımından boşaltılır. Dökülen sulu hamur
pişerek güllaç olur. Güllacın tavaya temas eden tarafı parlak diğer tarafı mattır. Güllaç
durmadan yirmi dört saat işlenir. Ara arada ateşi harmanlanır.354 Genellikle Edirnekapı
muhitinde üretilen jelatin inceliğinde olan güllaçlar gülsuyuyla ıslandıktan sonra küçük
parçalara ayrılırdı. Ardından içlerine fındık, fıstık, kaymak yerleştirilir üzerine de süt

349
Refik Halid Karay, “İftar ve Sahur Yemekleri”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 353-356.
350
Saksonya Bardak, Almanya’nın Saksonya bölgesinde bulunan üstün nitelikli porselenden yapılmış
olan fincan.
351
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman,
İstanbul, s. 168-169.
352
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.71.
353
Arorat,sıcak iklimlerde yetişen “Maranta” adlı kamıştan veya ona benzer başka bitkilerin köklerinden
çıkarılan beyaz bir tozdur. Kokusu ve tadı yoktur.
354
M.Halit Bayrı, “Ramazan’ın Gülü Güllaç”, Ramazan Medeniyeti, s. 196-197.
82

gezdirilirdi. Hafif bir tatlı olduğundan Ramazanda bütün yaş grubu bu tatlıyı tercih
ederlerdi.355

Toplumda “Ehl-i Keyf” olarak nitelendirilen lezzet düşkünleri için baklava


önemli bir yer arz ediyordu. Baklavayı her şeyden üstün tutan ehl-i keyfler mutlaka
Ramazanda yemekten sonra baklava tüketmişlerdir. “Derde devâdır baklava, Cana
safâdır baklava” dizelerine de yer aldığı gibi, toplumda baklavanın üstün bir yeri
vardır.356

Ramazanda iftar yemeğinde gaziler helvası denen un helvası, soğuk paça ve


sebzelerden lahana ile zeytinyağlı yemek bulundurulması ayıp karşılanırdı. 357

Yemek bittikten sonra kahve içmek her evde değişmeyen adettir. Hatta
tiryakisi olanlar iki yahut üç fincan kahve içerler. Kahve içmeyenler ise genellikle şurup
içerler. Evlerde hanımların kaynattığı mevsim meyvesinden elde edilen şuruplar
Ramazan için özel hazırlanırdı.358

2.4.5. İftar Davetleri

Osmanlı toplumunda Ramazan ayında özel bir yeri olan iftar sofraları,
Sadrazamdan Şeyhülislama ve zengin konaklarda görülen adetti. Bu davetlerde zengin
fakir herkese kapılar açıktı. İsteyen istediği eve davetsiz olarak girer, karnını doyurur
üzerine de diş kirası adı altında verilen hediyeyi alırdı. Konakların avlusuna kurulan
sofralara davet edilen misafirlerden ayrı herkes oturabilirdi.359

Ramazan ayı gelmeden hazırlanan iftar listelerine düzenli bir şekilde riayet
edilirdi. Bu davetlilerden ayrı davetsiz olarak gelen herkes istediği konağın sofrasına
otururdu. Bu konak sahibine hürmet olarak görülürdü.360

Ramazan’ın birinci günü sarayda vükelâya, dokuzuncu gününe kadar olan


müddet içinde sırasıyla devletin en büyük kademesinde yer alan kişilere iftar verilirdi.

355
Ziya Şakir, “Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları”, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul, s.32.
356
Kolay, vd., a.g.e., s.210.
357
Uslubaş, a.g.e. s. 25.
358
Şakir, a.g.e., s.33.
359
Abdülazîz Bey, Osmanlı Adet, Merâsim Ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Güney),
İstanbul 2002, s. 254
360
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 73.
83

Bu iftarlara İftar-ı Seniyye denmektedir. Padişah bu iftar-ı seniyye bulunmazdı.


Sandalyesi genelde boş olurdu. Saray geleneğince Padişah yemeğini yalnız yerdi.361

II. Meşrutiyete kadar vükelâ ve ricalin konaklarında iftar yapılması, gelen


misafirlere ikramda bulunulması âdetten olduğu gibi, fukara kimselere diş kirası adıyla
para verilmesi ve bütün memurların büyükten küçüğe doğru amirlerinin iftarına gitmesi
de zaruriydi.362

Saraya iftara gelen nâzırlar, kendilerine özel olarak ayrılmış odalarda iftar
ederlerdi. Gelen nazırlar kapıcılar tarafından hünkâra bildirilirdi. Dönemin sultanı olan
II. Abdülhamid iftara kimlerin katıldığını merak eder, gelmeyenlerin gelmeme sebebini
sordurturdu.363

İftarlar, evlerde ve konaklarda yapılanlardan ayrı birde cami ve türbelerde de


yapılmıştır. Akşam ezanına beş dakika kala Ayasofya Camii veya Eyüp deki Hazreti
Hâlid türbesine gidilmiştir. Kayyım ve türbedarların verdikleri su ile iftar edilir, akşam
namazı burada oluşan cemaatle kılındıktan sonra lokantalara gidilmektedir.364

2.4.5.1. Sadrâzam Konağındaki İftâr Dâvetleri

Sadrazam Fuat Paşanın yalısında hazırlanan iftar sofraları bahçede kurulur,


hava durumu müsaitse yahut ilkbahar yaz mevsimiyse yemek bahçede yenir, ardından
yine bahçede namaz kılınırdı. Ağaçlar süslenir, rengarenk fenerler bahçede ve evin
dışında ışıldardı. Bahçedeki ağaçlar arasına küçük mahyacık kurulur, buna güzel dualar
ve güzel beyitler yazılırdı.365

Sadrazamların konaklarının avlusuna kurulan sofraları genelde halkı ihya


ederdi. Beş altı adet büyük sofra her akşam dolardı. Değişik değişik yemeklerle meşhur
olan bu sofralar harem ve selam olarak ayrılırdı. Özel tutulmuş aşçıların yaptığı
yemekler, Fransız ve İtalyan mutfağı kültürünü yansıtırdı. Yemeklerin sunumları
farklıydı. Yemek biter bitmez sofrada nargileler yanardı. Nargile ve sigara faslı bittikten
sonra bu avlulara seccadeler serilirdi. Hanımların olduğu bölüm paravanla kapalıydı.
Teravih namazları için özel getirilen imamlar ve müezzinler Sadrazam konağı için özel
361
Akyavaş, a.g.e., s.337.
362
Ahmet Rasim, Ramazan Sohbetleri, İstanbul, 1967, s. 38.
363
Ahmet Semih Mümtaz, “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.89.
364
Tâhirü’l- Mevlevî, “Eski Ramazanlara Dair”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.135.
365
Semih Mümtaz. S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1948, s. 11
84

ilahilerle teravih namazı kıldırırdı. Gelen misafirler özel gümüş leğenlerde abdest
alırdı.366

Teravih namazları da kılındıktan sonra Sadrazam konağına özel olarak Hayali


Mehmet Efendiyi getirtirdi. Karagöz ve Hacivat gösterisinin ardından ortaoyunu
oynardı. Erkekler avluda kadınlar ise haremin balkonundan bu gösterileri izlerdi367

Sultan Abdülaziz beklenmedik bir zamanda Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın


konağına iftara gider. Bu durum karşısında sadrazam hünkârı en iyi şekilde karşılar.
Sadrazamın iftar sofrasının methini duyan Sultan Abdülaziz, ağalarla birlikte konağın
büyük salonuna geçer. Kristal, gümüş takımlar ve Saksonya tabaklarda yenen yemekler
Hünkârı ziyadesiyle tatmin eder. 368

2.4.5.2. Şeyhülislâm ve Eşrafın Konağındaki İftâr Dâvetleri

Ramazan ayında ilk önce sadrazamın konağına iftâra gidilirdi. İleriki günlerde
ise şeyhülislamın konağına davetler vardı. Özel olarak ilmiye sınıfının gelmesi
şeyhülislamı onurlandırırdı. Ramazanın ortasında ilmiye sınıfının Şeyhülislam konağına
iftara gelmesi adet olmuştur. Bu âdet, XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında şeyhülislâm olan
ve konağında pişen leziz yemeklerden dolayı meşhur olan Salihzâde Mehmed Emîn
Efendi tarafından başlatılmış olup 1834 yılına kadar uygulanmıştır.369

II. Mahmud dönemin şeyhülislamı Düriîzâde Abdullah Molla’nın Ramazanda


iftarına katılır. Akşam ezanına beş dakika kala konağa gelen padişah, önce herkesi
selamlar. Sonra ziyaretten haberi olmayan şeyhülislamı selamlar. Kâhyanın padişahın
teşrifini görünce eli ayağına dolanır. Muhteşem iftar sofrasına hep beraber geçilir.
Hünkâr, kıymetli kaplarda konulan yemeklerin tadını yıllarca unutmaz.370

II. Mahmud’un kızı Âdile sultanın konağı (Fındıklı’da bugünkü Güzel Sanatlar
Akademisi) dönemin en ihtişamlı konağından biridir. Verilen iftar sofraları da çok
meşhurdur. Yemekleri mücevherli tabaklarda sunulur, altın sahanlar kullanılırdı.

366
Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11.
367
Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11.
368
Azmi Nihad Erman, “Sultan Abdülaziz’in Beklenmeyen Ziyâreti”, Dersaâdet’te Ramazan
Akşamları, s. 341-344.
369
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (haz. Ali Şükrü Çoruk) İstanbul
1998, s. 77.
370
Süheyl Ünver, Bir Ramazan Binbir İstanbul, Kitabevi, İstanbul, 1997, s.35-37.
85

Ramazanın ilk iftarına sultanlar ve aile büyükleri davet edilir. Âdile hanımın iftar
iftarları, yemek takımlarının altın ve mücevherli oluşu ve yemek çeşitlerinin farklı oluşu
herkes tarafından bilinen bir husustur. Hiçbir sofrada bulunmayan tavuk dolmaları,
kaymaklı börekler, sütlü tatlılar sultanın iftar sofrasını çeşitlendirmiştir. İftar zemzemle
başlar direkt namaza geçilirdi. Sultanın iki tane imamı sayısız müezzinleri vardı.
Namazlarda altın işlemeli seccadelerde kılınırdı. Namaz biter bitmez billur bardaklarda
ve gümüş tepsilerde şerbet ve şuruplar gelirdi. Diş kirası da paha biçilemez hediyeler
olurdu.371

Sultan Abdülhamid’in büyük kızı Zekiye Sultan sarayda kendine ait olan
bölümde izzetli iftarlar düzenletirdi. Her güne ayrı yemek çeşidi koydurur, hatırı sayılır
kişileri davet ederdi. Teravih namazından sonra davet ettiği misafirler için özel
Başağa’ya üzerinde isimleri mühürlenmiş hediyelerden dağıttırırdı. İftar ve teravihten
sonra haremde iki saat süren eğlenceler yapılırdı. Sazlar çalınır, oyunlar oynanır,
şarkılar söylenirdi. Her şey bittikten sonra sultan odasına geçer enfiyesini çekerdi.372

2.4.6. Diş Kirası

Hali vakti yerinde olan aileler Ramazanda iftara davet ettikleri zengin, fakir
herkese, evden ayrılırlarken diş kirası olarak adlandırdıkları bir miktar para veya
kıymetli eşyayı hediye verirlerdi. Buradaki esas, sanki iftara iştirak etmekle, gelenler
dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış olmasıdır ve bu kira bedeli de orada ödenir.
Tabii işin aslı bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir.373

Misafirlerin iftarı bittikten sonra teravih için camiler giderler. Bu sırada ev


sahibi iftara gelen misafirlere kadife keselere konulmuş gümüş tabaklar, kehribar
tespihler, oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler de diş kirası olarak sunardı Tanımadığı
fakir fukaraya ise, hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak, gümüş akçe
veya altın paralar yine kadife bir kese içerisinde verilirdi. İslamiyet’le ilgisi olmayan bu
gelenek Osmanlı’ya has güzel bir adettir.374

371
Ahmet Semih Mümtaz, “Âdile Sultan, Zekiye Sultan ve Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin İftar
Sofraları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 75-76.
372
Mümtaz, a.g.m., s. 80-82.
373
Ahmet Semih Mümtaz “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.88.
374
Uslubaş, a.g.e. s. 34-36.
86

Fatih Sultan Mehmed döneminde sadrazamlık yapmış olan Mahmut Paşa diş
kirasını farklı bir yöntemle verirdi. İftar için yemekler hazırlanırken aşçıya bir kese
nohut şeklinde altın taneleri verir bunları pilavın içine koymasını söylerdi. Bunu adet
edinen Mahmut Paşanın iftar davetine gelenler bir an evvel pilavın sofraya gelmesin
beklerdi.375

XIX. Yüzyılda, Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz’in saltanat yıllarında,


zenginlerin zenginlere diş kirası vermesi usulünün devam etmiştir. Sultan II.
Abdülhamid zamanında ise, diş kirasının ihtiyaç sahiplerine verildiği görülmüştür.
Tarihimizde en yüksek diş kirası, Sadrazam Yusuf Kamil Paşanın, Sultan Abdülaziz’e
takdim ettiği diş kirası olarak bilinir. Bu diş kirası, 3 Ocak 1868 Cuma akşamı
Vezneciler’deki Zeynep Hanım konağında, verilen iftardan sonra, Kamil Paşanın bir
altın tepside verdiği diş kirasıdır.376

II. Meşrutiyetten sonra diş kirası geleneği tamamen ortadan kalkmıştır.377

2.4.7. Teravih Namazı

Mübarek Ramazanın sahuru, iftarı bir de teravihi vardır ki bu üçlü birbirini


tamamlar ve Ramazan-ı Şerif bir bütün olarak anlam kazanır.

Teravih kelimesi“rahatlatmak, dinlendirmek” anlamında kullanılan “tervîha”


kelimesinin çoğulu olan terâvîh, Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı namazından
sonra kılınan namazdır. “Kıyâmü Şehr-i Ramazân” (Ramazan ayının namazı) veya
“İhyâü Leyâlî Ramazân” (Ramazan gecelerinin ihyası) diye anılan bu namaza dört
rek‘atta bir dinlenme amacıyla biraz oturulduğundan (tervîha) teravih denilmiştir.378

Teravih namazı Hz. Muhammed(s.a.v.) in bizzat fiili olarak kıldığı ve kıldırdığı


sünnet bir namazdır. Cemaatle birlikte kılınan teravih namazını ilk kıldıran Peygamber
efendimizdir.379

Ramazan ayında teravih namazları Müslümanların uhrevi anlamda bu ayı en iyi


idrak ettikleri anlardı. İftardan sonra herkesin elinde yüzlerce fener kalabalık olarak

375
Uslubaş, a.g.e., s.36.
376
Uğur Derman, “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, s. 29.
377
Ahmet Rasim, a.g.e. s.38.
378
Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, İstanbul, 2011, s. 482.
379
Harun Ünal, Teravih Namazı, Ravza Yayıncılık, s. 32-34.
87

hızlı kıldıran camilere giderlerdi. Müslümanlıkta temel olarak ibadetten sıkmamak


prensibi olduğu için, halkta çabuk kıldıran camileri tercih ederdi. 380

Teravih namazını evde kılacaklar için Ramazana girmeden evvel yapılan


hazırlılar biri de teravih için evlere fazladan seccadeler almaktı. Haremlik ve selamlık
denen kısımlarda ayrı ayrı namazlar kılınırdı.381

Konaklarda sıradan günlerde de imam bulunur, sabah, akşam ve yatsı


namazlarını ev halkı cemaatle kılar, ağalardan uygun biri müezzinlik ederdi. Ramazanda
ise çoğunlukla konak imamı teravih kıldırmaz, dışarıdan bir imam ve güzel sesli
müezzinler tutulması adetti.382Teravih namazını kıldıran imam için sesine dokunmaması
için uzağına konan buhurdanda öd ya da amber yakılırdı. Müezzinler bu cemaat
saflarının en sonunda bulunur, her iki rekatte bir hep birlikte ilahiler okurlardı.383

Osmanlı camilerinde teravih namazı aralıklı olarak kılınır günümüzdeki gibi


başlar başlamaz yirmi rekâtın de tamamı hemen bitmezdi. İlk dört rekât sonunda saba,
dügâh veya besteniğar ve ikinci dört rekâtte hüzzam ve üçüncü dört rekâtte ekseriya
ferahnak ve dördüncü eve, beşincide de Acem bestelerinden özel seçilen ilahiler
okunurdu. Cami imamının da namaz esnasında okuduğu Kur’an-ı Kerim’i, okunan
ilahinin makamıyla okumak adetindendi.384

Kadınların teravih namazı kılmaları için de camilerde özel yerler ayarlanmakla


birlikte, küçük çocuğu olan kadınlar, camiye gitmeleri zor olacağı için mahallede bir
evde toplanarak namazlarını kılarlardı. Namazın ardından kendi aralarında otururlar,
ilahiler okurlar küçük çocukları eğlendiren kadınları seyreder, verilen çerezlerin ve
içilen şerbetlerin ardından, eşleri eve gelmeden geri dönerlerdi.385

Bazı büyük konaklarda müezzinler gece de konakta kalırlar ve ev sahipleri


müezzinlere fasıllar okuttururlardı. Sahurdan sonra ve sabah namazından önce imam
tarafından mukabele okunur ve bu imamlar hüsn-i tilavet sahibi oldukları için okunan
Kur’an-ı Kerim büyük bir huşu ve hazla dinlenirdi. Bütün konaklarda teravih

380
Akyavaş, a.g.e., s.332.
381
Uslubaş, a.g.e., s. 42-43.
382
Akyavaş, a.g.e., s.332.
383
Uslubaş, a.g.e., s.26.
384
Ertuğrul Tarık Kara, “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte
Ramazan, s.71.
385
Kara, a.g.m., s.71.
88

namazlarından sonra tepsilerle şerbetler ikram edilmesi âdettendi. Bundan sonra


çubuklar tazelenir, kahveler gelir, bir taraftan da misafirler gelmeye devam eder,
konaklar geceleri dolar dolar boşalırdı.386

Saray yönetimi ve şehzadeler hafızlar ve kurralar387 eşliğinde teravih namazını


kılarlar, her terviha arasında Ramazan ilahileri, salavat okurlardı. Sarayda kılınan
teravih namazına Enderun Teravihi denmiştir. Saray, saray camileri, dergâh yahut
büyük camilerde kılınmıştır. Bu teravihlerde önce ilahi, kaside ve methiyeler okunurdu.
Özellikle Ramazanın ilk yirmi gün Hoş geldin Ramazan ilahileri son on günü ise Elveda
Ramazan ilahileri okunurdu.388

Enderun usulü teravih namazının kaynağı, Buhûrizade Mustafa Itri Efendiye


dayanmaktadır. Bu teravih usulü Osmanlı iç teşkilatında, sarayda, Hırka-ı Saadette,
saray camileri ve mescitlerinde, selâtin camileri başta olmak üzere büyük camilerde ve
dergâhlarda kılınmıştır. Anadolu ya yayılmış olan bu dini gelenek, Ramazan ayında
mûsiki eşliğinde üst düzey kişilerce yapılırdı. II.Mahmud’un sık sık yaptığı ve kendi
besteleriyle katıldığı bu teravih namazı yöntemi her Ramazan gecesi uygulanırdı. Saray
başmüezzini ve saray erkânıyla beraber kılınırdı.389

2.5. RAMAZAN AYINDA YAPILAN DİNİ MERASİMLER

Osmanlı toplumu Ramazan ayını manevi ve sosyal açıdan çok iyi


değerlendiriyordu. Oruç ibadetinin nefsi terbiye etmesi, hayatı bir nizam ve intizama
sokması, toplumun bütün fertlerini yardımlaşma ve sevgi içerisinde kaynaştırması gibi
faziletleri, ideal bir toplum için çok önemli bir ibadetti. Devlet yönetimi ve din adamları
Ramazanın feyizli geçmesine çok önem veriyor gerekli tedbirleri alıyordu. Bir yandan
vaaz ve nasihatlerle insanın dini bilgi ve maneviyatları güçlendirilirken, diğer yandan
ziyafetler, yardımlaşma ve hediyeleşmeler ile sosyal dayanışma güçleniyordu.
Osmanlının bu sosyal hayatı gayrimüslimleri de olumlu yönde etkilemekteydi.390

386
Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali Şükrü Çoruk), İstanbul
2001, s. 208.
387
Kurra,Arapçada “okuyanlar” manasına gelir ve Kuran’ı okumanın kurallarında uzmanlaşmış kıraat
bilginleri demektir.
388
Abdurrahman Altundağ, Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 76.
389
Ahmed Şahin, Mehmet Kemiksiz, İstanbul 2010 Ramazan- Enderun Teravihi ve Cumhur
Müezzinliği, İstanbul Müftülüğü Özel Baskı, İstanbul 2010, s.25.
390
Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32.
89

Osmanlı kürünün ve devlet sisteminin temelinde yer alan İslam inancı ve


gerekleri Osmanlı tarihinin her döneminde hassasiyetle uygulanırdı. Cihana hâkim olan
bir devletin yönetim merkezi olan Topkapı Sarayı, hem İslam halifesinin ikametgâhı
olması hem de Kutsal emanetleri bünyesinde barındırması sebebiyle önemi mühimdi.
Sarayda dini gün ve gecelerde yapılan merasimler, alaylar, dersler, ziyaretler önemli yer
tutmaktaydı.391

2.5.1. Huzur Dersleri

Ramazan ayı, Osmanlıʹda dini ve ilmi faaliyetlerin yaygın olduğu bir aydı. Bu
ilmi faaliyetlerden en önemlisi ise Ramazan ayında Pâdişâh huzûrunda yapılan
tefsîrdersleridir. Ramazan ayında devrin önde gelen ulemâsı tarafından Huzûr-ı
Hümâyûnda münâzaralı olarak ders takrîr olunmakta ve bu derslere Pâdişâh tarafından
büyük ehemmiyet verilmekte idi. Bu derslere “Huzûr Dersleri” adı verilirdi.392

Osmanlı padişahları, kültürel gelişmeyi sağlamak ve ilmi hayatın canlılığı için


huzûrlarında ilmi toplantılar yapar, etraflarına ulemâyı toplar, hatta özel hoca
edinirlerdi.393

Huzûr dersleri ilk olarak III. Ahmet zamanında Sadrâzam Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa tarafından yapılmıştır. İbrahim Paşa, 1724 yılı Ramazan ayında ulemâdan
Seyyid Ahmed Efendiʹye Ramazan ayı boyunca haftada 3 gün huzurunda Kadı Beyzâvî
Tefsîriden ders yaptırmıştır. Bu meclise ulemâdan Nedim Ahmet Efendi, İlmî Mehmet
Efendi, Râzî Abdüllatif Efendi, Rûznamçe-i Evvel Çelebi Mehmed Efendi, Sipâhîler
Ağası Muhammed Bey ve Vezîr-i Mükerrem Kaptan Mustafa Paşa sürekli derslere
katılmışlardır. Bu yıl yapılan derslerde seferler yoğun olmuştur. Bu sebeple hep Fetih
sûresi tekrarlanmıştır.394

Ramazan ayında huzûr dersleri şeklinde düzenli bir şekilde tertip edilmesi
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra gerçekleşmiştir. Damat İbrahim Paşanın
tarafından düzenlenen bu dersler, huzur derslerinin ilk düzenli şeklini oluşturmuştur.

391
Mehmet Bahadır Dördüncü, “Topkapı’da Ramazan”, Tarihte Ramazan, s. 41-47.
392
Mehmet Zeki, “ Huzûr-ı Hümâyûn Dersleri”, Edebiyat Mecmuası, C.3, İstanbul, 1918, s.816.
393
Mehmet İpşirli, “Huzur Dersleri”, Tarihte Ramazan, s. 19.
394
İsmail Asım Efendi, Küçük Çelebizâde Tarihi, İstanbul 1282/1865, s. 132
90

Huzur Derslerinin sonunda İbrahim Paşa katılanlara rütbelerine göre hediyeler


vermiştir. Kürk, ferace yahut seccade gibi değerli hediyeler vermiştir.395

Huzûr derslerinde dersi takip eden âlime “Mukarrir” tartışma durumda olan
kişiye “Tâlib” dersi alan kişiye de “Muhâtap” denilmiştir.396Huzûr derslerinde dersi
tekrar eden bir mukarrir ve bu tekrarı dinledikten sonra, tekrar olunan konu hakkında
mukarrire soru sorarak ilmî bir tartışma meydana getiren muhâtaplar bulunurdu. Huzûr
derslerini her gün farklı bir mukarrir tekrar ederdi. Muhâtaplar da her gün başka
kişilerden oluşurdu.397

Huzûr dersleri Ramazan ayının birinci gününden itibaren Saray-ı Hümâyûn


dairelerinden birinde öğle ile ikindi vakti arasında yapılıyordu. Daire çok sade bir
şekilde döşenmiş olup, mukarrîr ve muhâtaplar için birer rahle ve birer minder
bulunuyordu. Mukarrir efendinin rahlesi sedef işlemeli, muhâtap efendilerin rahlesi ise
ceviz boyalı oluyordu. Yine mukarrir efendinin minderi muhâtap efendilerin
minderlerine göre biraz büyük olmaktaydı. Muhâtap efendilerin rahleleri, mukarrir
efendinin rahlesinin sağ ve soluna bir kavis teşkil edecek şekilde diziliyordu.398

Bu düzen üzere dersin yapılacağı salonda tertip alındıktan sonra ilk önce
mukarrir ve muhâtap efendiler, onları takiben devlet erkânı ve en son olarak da Pâdişâh
salona gelerek yerine oturuyor ve Pâdişâhʹın izin vermesiyle beraber ders başlıyordu.
Mukarrir efendi takrîrini yaptıktan sonra onu dikkatlice dinleyerek notlar alan muhâtap
efendiler, hazırlamış oldukları soruları rütbelerine göre mukarrir efendiye
yöneltiyorlardı. Mukarrir efendi ise kendisine sorulan sorulara cevap veriyordu. Bu
dersler yaklaşık iki saat sürüyordu. Pâdişâhʹın tamam işaretiyle ders, yapılan dua ile
sona eriyordu.399

Yapılan derslerden sonra mukarrir ve muhâtap efendiler, Pâdişâhʹın iltifat ve


hediyelerine ihsan oluyorlardı. Başlangıçta Pâdişâh tarafından çeşitli atiyyeler verilen
mukarrir ve muhâtap efendilere sonraları belirli atiyye ve bohçalar verilmeye
başlanmıştır. Mukarrir efendilere bir miktar atiyye ve bir bohça, muhâtap efendilere ise
sadece bir miktar atiye verilmiştir. Mukarrir efendilere verilen bohçalarda 1 top çuha, 2

395
İsmail Asım Efendi, a.g.e, s. 259.
396
İpşirli, a.g.m., s. 20.
397
Osman Öztürk, “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, S.10, Ankara, 1971, ss. 112-113.
398
Zeki, a.g.m, s. 817.
399
Öztürk, a.g.m, s. 332
91

top kumaş ve 1 adet şal bulunuyordu. Muhâtap efendilere verilen atiyyeler ise
rütbelerine göre olmayıp, eşit miktarda idi.400

Tefsir derslerinin ağırlıklı olarak işlendiği bu huzur derslerine ayrı bir ihtimam
gösterilmekteydi. Dersi takrir eden ve derste bulunan kişiler padişahın tasdikiyle
seçilirdi. Ramazan ayında haftada iki gün ve ikişer saat olarak yapılan bu derslere
seçkin ve ilmine güvenilir âlimler davet edilirdi. Derste haddini aşanlar olduğunda
sürgünle cezalandırılmışlardır.401

Başlarda Ramazanın birinci günü başlayıp sekizinci günü sona eren huzur
dersleri, II. Abdülhamid dönemi padişahın emriyle değiştirilmiş bu sekiz dersin her
birini padişahın istediği gün yapmışlardır. Ders padişahın işaret verdiği zamanda son
bulurdu. Dua ederek sonlanan huzur derslerinin devam etme zorunluluğu vardı.402

Ramazan-ı Şerife mahsus olan bu dersler 1724 den itibaren düzene girmiş,
1786 Ramazanında Fatiha Suresi ile başlanmış, surelerin muayyen sırası takip edilerek
sürdürülmüştür. Sultan Abdülaziz Han döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede
Salonunda yapılan dersler Abdülhamid Han döneminde ise Yıldız Sarayının Çit
Kasrında icra edilmiştir. Yaklaşık iki asır devam eden bu dersler 1923 yılında Nahl
suresiyle son bulmuştur.403

2.5.2. Cerre Çıkmak

Cer, medresede eğitim gören öğrencilerin, üç aylar başladığında dini olarak


insanlara faydalı olmak için köylere gitmeleridir. Halkı aydınlatmak ve onlara dini
bilgilerini paylaşmak için gittikleri köylerde çok iyi bir şekilde karşılanırlardı.
Celbetmek yahut kendine doğru çekmek manasına gelen cer, en fazla Ramazan
aylarında dikkat çekerdi. Osmanlı Devletinin kuruluşundan beri olan medrese
öğrencilerin cerre çıkma hadisesi, köylüleri geliştirmiş, maneviyatlarını yükseltmiştir.
Camilerde Kur’an-ı Kerim okuyup halka vaaz veren bu görevliler dini hizmetleriyle
halkı irşad etmişlerdir.404

400
Zeki, a.g.m., s. 818
401
Sinan Rüstemzade, “Huzur’a Layık Olmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.51.
402
Ünver, a.g.e., s.29-30.
403
Kemal Öncel, “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı Hümayun Dersleri”, Nerede
O Eski Ramazanlar, s.47-49.
404
Mehmet İpşirli, “Cer”, Tarihte Ramazan, s. 17.
92

Cerre çıkan talebelerin yol masrafları, bilet paraları, vapur tren ve yiyecek
ücretleri bizzat Sultan tarafından Hazine-i Hassa’dan karşılanırdı. Bu işe ayrılan para,
Sultan tarafından Meşihat’a yani din hizmetleri görevi gören makama gönderiliyor ve
Meşihat da bu parayı adaletli bir şekilde cerre gidecek talebelere dağıtıyordu.405

Cer halkın aydınlanması açısından olduğu kadar medreseliler için de bir


uygulama niteliği taşıdığından dolayı çok faydalı olmuş, bu vesile ile medreseliler
toplumun bilgi ve kültür düzeyini geliştirme, ihtiyaç ve eğilimlerini yakından tanıma
imkânına kavuşmuşlardır.406

Cerre giden kişi, gittiği yerde her gün aynı zamanda yani ikindiden sonra vaaz
verirdi. Tüm halk tarafından beğenilen bu cer hocaları erkek kadın fark etmeden ders
verir, sadece gittiği köyün halkı değil civar köylerdeki halk ta bu derse katılırdı. Halk
Ramazan boyunca alıştığı hocasına Ramazan bitimi hediyeler verirdi. Cer hocasının da
alıştığı bu kişilerde ayrılığı zor olurdu.407

Olumlu yanlarının yanında olumsuz yanları da zamanla görülmüştür. Cer olayı


zaman içinde istismar edilmiş, birkaç ayet ve dua ezberleyen samimiyetsiz ve
yeteneksiz bazı kişiler halkın dini duygularını kötüye kullanarak kendilerine çıkar
sağlamışlardır.408

Cer, Cumhuriyet döneminde de kısmen devam etmiş, ancak okullarda yetişen


din görevlilerinin şehir, kasaba ve köylere resmen tayini sonucunda bu uygulama tarihe
karışmıştır.409

2.5.3. Hırka-i Şerif Ziyareti

Hırka-ı Saadet Dairesi, Topkapı Sarayı’nın ön değerli mekânıdır. Mukaddes


Emanetler ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Hırka-ı Şerifi burada bulunmaktadır. Bu
daireyi Fatih Sultan Mehmed Han yaptırmıştır. Yavuz Selim Han tarafından ise bu daire
Mukaddes Emanetlere tahsis edilmiştir. 410

405
Ahmet Uçar, “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 57.
406
İpşirli, a.g.m, s. 18.
407
Melik Aksel, “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı,s.108-113.
408
Uçar, a.g.m., s.63.
409
İpşirli, a.g.m.,s. 18-19.
410
Ömer Faruk Yılmaz “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret Merasimi”, Nerede O Eski
Ramazanlar, s.35.
93

Hırka-ı Saadet Dairesi’nin girişinde Şadırvanlı kubbe vardır. Bu şadırvanda


Sultan Üçüncü Ahmed’in imzasıyla Besmele hattı vardır. Kapının iki kenarında ise altın
yaldızlı fenerler bulunur. Şadırvanın dibinde ise Arzhâne denilen ve ziyaret gününde
sadrazam ve devlet erkânı burada konakladığı yer vardır. Arka tarafta buluna bölüm ise
asıl Hırka-ı Saadet odasıdır. Bu mukaddes odada dört pencere bulunur. Duvara gömme
dolapta gümüş şebeke içerisinde Hırka-ı Şerif bulunur. 411

Peygamberimizin(s.a.v.)Arap Şairi Ka’b Bin Züheyr’e, Veysel Karânî


Hazretlerine ve eyle şehri halkına hediye ettiği hırkalarına Hırka-ı Şerif yahut Hırka-ı
Saadet denir. Efendimizin(s.a.v.) Şair Ka’b Bin Züheyr’e hediye ettiği ve Topkapı
Sarayında bulunan hırkasına Şami yani Hırka-ı Saadet, Veysel Karani Hazretlerine
verilen ve İstanbul Fatih Camiinde bulunan hırkaya Yemânî denmiştir. Eyle şehrine
hediye edilen hırka Abbasi halifesindeyken Moğol istilası sırasında kaybolmuştur.412

Hırka-ı Saadet’in sahibi olan Ka’b Bin Züheyr, Cahiliye devrindeki Arapların
yedi büyük şairden birisidir. Yazdığı şiirler Peygamber Efendimize (s.a.v.) düşmanca
olan ve İslâm dinini kötüleyen şiirlerdir. İslâmiyet’in rencide olmasıyla Ka’b Bin
Züheyr ölüm cezasına çarptırılır. Efendimizin huzuruna kabul etmesiyle Müslüman olan
Ka’b Bin Züheyr, irticalen bir kaside okur. Elli dokuz beyitlik olan bu kaside
Peygamber Efendimizi (s.a.v.) heyecanlandırır. “Resulullah Allah’ın kınından sıyrılmış
öyle nurlu bir kılıcıdır ki cihan nurundan feyz alır.” manasına gelen mısrasını okurken
Hz. Muhammed (s.a.v.) çok heyecanlanır ve sırtındaki devetüyü rengindeki hırkasını
Ka’b’a verir. Ka’b ın okuduğu kaside ye Hırka kasidesi yani Kaside-i Bürde
denmiştir.413

Osmanlı döneminde Hırka-i Şerîf etrâfında teşekkül eden önemli geleneklerden


biri de Ramazan ayının on beşinci günü gerçekleştirilen Hırka-i Şerîf ziyâretidir.414

Bu mübarek Hırka-ı Şerif, Yavuz Sultân Selîmʹin 1517 tarihinde yaptığı Mısır
seferi sonunda hilâfet makamını da kendi üzerine almasıyla beraber Peygamberimize ait
olan diğer kutsal emânetlerle birlikte İstanbulʹa getirilmiştir. Hırka-i Şerîf, 124 cm.

411
Yılmaz, a.g.m.,s. 35-36.
412
Yılmaz, a.g.m., s.37-38.
413
Akyavaş, a.g.e., s.345.
414
Nurhan Atasoy, “Hırka-i Saâdet” , DİA, İstanbul, 1998, XVII, s. 374
94

boyunda olup geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı asil
bir hırkadır. Günümüzde yaygın olarak Hırka-i Saâdet adıyla da bilinmektedir.415

Hırka-i Şerîf ziyâreti yapılmadan önce ziyâret için ön hazırlıklar yapılırdı.


Ramazanʹın on ikinci günü Hırka-i Şerîf, Hırka-i Saâdet Dairesinden alınarak Revân
odasına nakledilir ve iki gün orada kalırdı. Hırka-i Şerîf ve diğer kutsal emanetlerin
Revan odasına taşınması sırasında Pâdişâh da orada bulunur. Peygamberimizʹe ve
Sahâbeʹye ait olan kılıçları omuz hizasına kadar kaldırarak öperdi. Aynı şekilde orada
bulunan bütün Enderûn Ağaları da kılıçları saygıyla öperlerdi.416

Ramazan ayının on beşinci gecesinde Pâdişâhʹın da katıldığı, Hırka-i Şerîfʹin


bulunduğu daireyi temizleme merâsimi yapılırdı. Yavuz Sultân Selîm döneminde Hırka-
i Şerîf için yapılan bu daireye Hırka-i Saâdet Dairesi denilirdi. Hırka-i Şerîf bu dairede
gümüşten yapılmış bir sanduka içerisinde muhafaza edilirdi. Gül suyu dolu kâselerle
temiz sünger ve bezlerle Hırka-i Saâdet Dairesi temizlenirdi. Pâdişâh, gül suyuna
batırılmış süngerlerle Hırka-i Şerîf kutusunu temizlerdi. Çuhadâr, Rikaptâr Ağalar, Has
Odalılar ve Gedikliler gibi görevliler ise dairenin kapılarını, pencerelerini ve duvarlarını
temizlerdi. Hırka-i Şerîfʹe duyulan saygının bir göstergesi olarak temizlikte kullanılan
süngerler ve bezler atılmaz saklanırlardı.417

Ramazanın on beşinde Topkapı Sarayı’nda Emanet-i Mübâreke dairesinde


Hırka-i Saadet ziyareti için yapılan alay vardı.418 Buna “Hırka-ı Saadet Alayı” denirdi.

Hırka-i Şerîf ziyâreti, Pâdişâhʹın bizzat katılımıyla yapılırdı. Tören sırasında


Pâdişâh sandukanın yanında, Sadrâzam sağında, Bâbüssaâde Ağası solunda durarak
ziyâret gerçekleşirdi. Ziyâretlerde Hz Peygamber(s.a.v.)’e duyulan saygının bir gereği
olarak ayakta durulur asla oturulmazdı. Törene katılacak herkesin daireye gelmesinin
ardında İmam Efendiler, Kur’ânʹı Kerim okurlardı. Kur’ân tilavetinin ardından Pâdişâh,
kendinde bulunan altın anahtarla Hırka-i Şerîfʹin içinde bulunduğu sandukayı açarak
sanduka içindeki sırmalı, inci işlemeli yedi adet yeşil kadife bohçayı çözerdi. Bu
bohçaların içinden ikinci bir muhafaza çıkardı. Bu ikinci muhafaza, altından yapılmış
iki kanatlı bir çekmece idi. Bu çekmecenin altın anahtarı da Pâdişâhʹta bulunurdu.

415
Atasoy, a.g.md, XVII, s. 374
416
Ali Seydi Bey, Teşrîfât Ve Teşkilatımız, (haz. N. Ahmet Banoğlu), İstanbul, s. 122
417
Tayyar-zâde Ata, Osmanlı Saray Tarihi ( Tarih-i Enderûn ), (haz. Mehmet Arslan), C.1, İstanbul,
2010, s. 316.
418
Ahmet Rasim, a.g.e., s. 153.
95

Sultân bu çekmeceyi de açtıktan sonra Hz Peygamber’e(s.a.v.) duyduğu sevgi ve


saygının bir nişanesi olarak Hırka-i Şerîfʹe yüzünü gözünü sürerdi. Sultân daha sonra
diğer dâvetlilerin ziyâretine izin verirdi.419

Hırka-ı Şerif’in sandukasının üç altın anahtarı bulunurdu ve bu anahtarlardan


biri padişahtaydı. Herkes hazır olduğundan İmam-ı Evvel, İmam-ı Sani önde olur ve
Aşr-ı Şerif okunurdu. Sandukayı Padişah besmeleyle açardı. Hırka-ı Şerif bir bohça
içinde ve birde altın çekmece içinde ve onunda içinde bulunduğu bir altın sanduka
içindedir. Ziyaret Hırka-ı Şerif sağ omuz hizasında yakası öpülerek yapılırdı. Öpülecek
olan yere tülbent konulurdu. Bu tülbentlere Destimal denirdi. Öpen kişi bu tülbenti alır
mukaddes bir hatıra olarak saklardı.420

Hırka-ı Şerif ziyareti sona erdikten sonra, dâvetliler sırasıyla rütbesi en küçük
olandan en büyük olana doğru Hırka-i Şerif Dairesinden teker teker ayrılırlardı. Dairede
en son Pâdişâh, Sadrâzam ve Şeyhülislâm kalır ve daireden en son onlar ayrılırlardı.
Sadrâzam, Hırka-i Şerîf ziyâreti bittikten sonra çeşitli atiyyeler verirdi.421

Hırka-ı Saadet alayından sonra yeniçeri ocağı neferlerine baklava verilirdi. Bu


uygulama ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında yapılmıştır.422

Her Ramazan ayının on beşinde yapılan Hırka-ı Saadet ziyareti sırasında


padişah bu tarihte Edirne yahut Bursa sarayında oturuyorsa yine bu saraylarda bulunan
Hırka-ı Saadet ve Has Oda teşkilatı mevcut olduğundan ziyaretin merasiminin aynısı o
şehrin saraylarında da yapılmıştır. Hırka-ı Saadet ve kutsal emanetlerden birkaçı o
saraya gider İstanbul’da yapılan adetler o şehirde yapılırdı.423

Pâdişâh ve ileri gelen devler erkânının ziyâreti bittikten sonra harem-i


hümâyûn Hırka-i Saâdet dairesine gelerek ziyârette bulunurdu. Harem-iHümâyûnʹun
Hırka-i Şerîf ziyâreti bazı yıllar devlet erkânından bir gün sonra on altıncı gün
gerçekleşmiştir.424

419
Esʽad Efendi, a.g.e, s. 32.
420
Yılmaz, a.g.m., s.44.
421
BOA, KK. d., nr. 696, zikreden, Esʽad Efendi, a.g.e., s. 32
422
Uslubaş, a.g.e. s. 125
423
İsmail H. Baykal, “Hırka-ı Saadet Ziyareti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.101.
424
Yunus Irmak, III. Mustafa Rûznâmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ
Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1991, s. 106.
96

2.5.4. Sakal-ı Şerif Ziyareti

Camilerin çoğunda Kadir gecesi, bazı camilerde de arife günü akşamı “Sakal-ı
Şerif” çıkarılırdı. Hz. Muhammed(s.a.v.) tıraş olurken Ashab-ı Kiram kesilen saçlarını
almış, Çağlar boyunca bu mübarek saçlar elden ele geçerek İslam dünyasının her
tarafına dağılmıştır. Sakal-ı şerif Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde camilerde halkın
ziyaret etmesi âdet halini almıştır. Sakal-ı şerif minberin basamakların sonunda bulunan
kutuda yüksek bir sandalye üzerinde konulan bir şişe içinde ve üstü yeşilörtülerle
sarılarak saklanmaktadır. Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde tekbir sesleri ile saygı ile
minberdeki yerinden kaldırılarak mihrabın önünde yüksek bir iskemle üzerine konur,
örtüleri teker teker açılır ve camide bulunanlar sakalı şerif şişesini ihtiva eden kutuya
yüz sürerler.425

Müslümanlar tarafından alınıp bereketlenmek için saklanan ve günümüze kadar


gelen “Lıhye-i Seâdet” diye de bilinen sakal-ı şerif ziyaretleri Osmanlı’da her Ramazan
düzenli olarak yapılan ziyarettir. Sakal-ı Şerif Salatü Selamla bulunduğu yerden
alınarak, mihrabın önünde yüksek bir sehpa üzerine konur. İmam Efendi ve mahallenin
güzel sesli hafızları beraberinde tehlîl ve Salatü Selam okunarak ziyaret edilirdi.
Ekseriyetle sakal-ı şerif bohçasının kenarının öptürülüp başa konulmasıyla ziyaret
tamamlanır ve yine aynı saygı ile eski yerine konurdu. 426

2.5.5. Diğer Dini Faaliyetler

Ramazan ayında en çok ziyaret edilen yerler genelde muhterem zatların


türbeleridir. Bu türbelerden en meşhuru Peygamber Efendimizin “Konstatiniyye
surunun dibine Salih bir kişi gömülecektir” diye rivayet ettiği Eyyûp el-Ensari
hazretlerinin (Eyüp Sultan Hazretleri)nin türbesidir. Resullullah Medine’ye hicret
edince Efendimizi evinde yedi ay misafir eden, bütün gazalarda bulunan ve yüz elli
hadis-i şerif bildirmiş olan İstanbul’un fethi sırasında şehit düşen bu zatı ziyaret etmek
için İstanbul ve Anadolu’dan akın akın Müslümanlar gelirdi.427

İstanbul’da halkın Ramazan da ziyaret ettiği diğer türbeler: Aziz Mahmud


Hüdayiî, Murad-ı Münzavî, Abdülfettah-ı Bağdadi Akrî, Emir Buharî, Zenbilli Ali

425
Bayrı, a.g.m.,s. 129-130.
426
Uslubaş, a.g.e., s. 29.
427
Abdullah Kara, Hilal Kara, Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza Yayınları, İstanbul, 2006, s. 87.
97

Efendi Türbesi gibi önemli türbelerdir. Bu türbeler Ramazan ayında her zamankinden
daha fazla dolup taşar ve Müslümanlar bu mübarek zatların ruhlarından feyiz alarak
dualar ederler ve maneviyatta olgunlaşırlardı.428

İmsak vaktinden biraz önce cami minarelerinden temcid 429 okunurdu. Hem
övmek hem saygı göstermek manasına gelen temcid, sabaha karşı minarelerden dua
eşliğinde okunurdu. Sahur vaktine denk geldiğinden sahura temcid vakti de
denmiştir.430

Vakıflar adına yapılacak vaazlar günün çeşitli saatlerinde dağılmış, öğle ve


ikindi namazlarından önce ve sonra, teravihin başlamasından önceye konmuştur.
Böylece ibadet etmek için camiye gelen kişiler bu okunan vaazlarından da
yararlanıyordu. Hemen bütün semtlerde halkın yoğunlaştığı camilerde toplanmıştı bu
vaazlar. Vakıflar içinde camilerde mukabele okuyarak hatim indirecek görevlilerin ise,
ayrıca listeleri düzenlenmişti. Başta Fatih olmak üzere Yeni Camii, Süleymaniye,
Valide Camii, Kılıç Ali Paşa, Nusretiye ve Beylerbeyi cemaat ile dolup taşardı.431

Toplumdaki bazı kişiler iftarlarını Yenikapı’daki Mevlevi tekkesinde ve


Halvetiye tarikatının kollarından birinin kurucusu olan Sünbül Efendi’nin
Kocamustafapaşa Camii’nin avlusundaki tekkesinde yaparlardı. Bu iftardan ayrı
mezarlık ziyareti de gerçekleştirmişlerdir. Hatta yoğun şekilde tarikata bağlı olanlar bu
türbelerde ve mezarlıklarda sabaha kadar kurdukları çadırlarda konaklardı.432

2.5.6. Ramazan Ayında Yapılan Yardımlar

Osmanlı toplumundaki Müslüman kişiler maddi olanaklarınca fakirlere yardım


eder, zekat ve fitrelerini ihmal etmezlerdi. Ramazan ayı dolayısıyla hayır ve hasenatta
cömert davranırlardı. Haramdan uzak duran, iyilikte birbiriyle yarışan kişiler Ramazan
ayın bereketini üzerlerinde toplarlardı.433

428
Uslubaş, a.g.e., s. 29.
429
Temcid, Hz.Muhammed’i (s.a.v.) öven kasidelere denir.
430
Tâhirü’l Mevlevî, a.g.m., s.129.
431
Uslubaş, a.g.e., s. 43.
432
Françoıs Georgeon, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2000, s.57.
433
Abdülazîz Bey, a.g.e., s. 252.
98

Zenginler, mahalleleri dolaşarak mahalle bakkallarındaki “Zimem Defteri”


denilen borç defterlerini satın alırlar, borçluların haberi olmadan borçlarını öderlerdi.434

1750 yılında Osmanlı Devletinin topraklarını gezen Avukat Guer,


seyahatnamesinde, “Kimi Müslümanlar hapishaneleri gezer borç için yatan mahpusları
kurtarır, kimisi ihtiyaçlarını ifşa etmekten utanan fakirlere dağıtmak üzere cami
imamlarına para bırakır, kimisi ölmüşlerinin ruhlarına Kur’an-ı Kerim okunmak üzere
vakıf tesis eder., kimisi cenazeyi yıkayıp defnettikten sonra mezarının üzerine fukaraya
yiyecek dağıtır ve bu suretle sağları ölülere Kur’an-ı Kerim okuyarak ahiret
işkenceleriyle kabir azabının dehşetinden kurtarmaya davet eder. Kimisi borcunu
ödeyememiş bir ölünün hesaplarını tasfiye ederek ruhunu rahat ettirmek üzere
senetlerini tabutun içine koyar. Kimisi Allah’a ibadet için camiler yaptırır. Kimisi
gençlerin dini ve dünyevi ilimleri tahsili için medreseler ve yolcularla hastalar ve
deliler için hanlar, hastaneler ve tımarhaneler yaptırıp bunların her türlü ihtiyaç
maddelerinin tenzîini temin eder.435

Devlet, Ramazan ayı için hazineden para yardımında bulunmuştur. Bunun için
görevli tahsis etmiş, her Ramazan düzenli olarak bu ücretin yinelenmesini istemiştir.436

Osmanlı toplumunda zengin kişiler hayır ve hasenatını yaparken kimseyi


rencide etmeden yapar, fakirde ihtiyacını görürken fazlasına heves etmezdi. Ramazan
ayında bu hassasiyet artardı. Her gün muntazam olarak fakir ve fukaraya yemek dağıtan,
her türlü ihtiyaçlarını temin eden vakıfların yanında birde camilerin ve bazı vakıf
binalarının belirli yerlerinde, pencere altlarında, duvar kenarlarında keselikler
bulunurdu. Bizzat hayır sahibi bu keseye para koyar ihtiyaç sahibi de kimin koyduğunu
bilmeden alırdı.437

Para konularak hayır yapılan bu keseliklerden başka bir de “Sadaka Taşları”


vardır. Sadaka taşları genelde cami avlularında, bazı tekkelerin bahçelerinde vakıf
binalarında ve fakir semtlerinde olurdu. Bu taşlar büyük ve baş kısımları oyuk olurdu.
Bu oyuklara zengin ve hayır sahipleri kimsenin göremeyeceği zamanlarda, ya sabah çok
erken saatte, ya da akşam karanlığında bir miktar para bırakırdı. İhtiyaç sahibi kişiler de

434
Cemal Kutay, “Zimem Defteri”, Ramazan Medeniyeti, s. 204.
435
Uslubaş, a.g.e. s. 52.
436
BOA. MKT. MHM.310.82.
437
Feriha Yakut, “Fakirle Zengini Buluşturan Sadaka Taşları”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 98
99

buradan ihtiyacı oranında para alır, gerisine dokunmazdı. Sadakayı veren de alan da
birbirini görmezdi.438

Ramazanda en büyük yardım denilebilecek hatta birlik, beraberlik ve kardeşliği


arttıracak en büyük yerlerden biri olan yer “iftar çadırları” idi.İftar çadırları; kervanları
kervansaraylarda konaklatan, köylerine geleni köy odalarında ağırlayan, şehirlerine
geleni imaretlerinde misafir eden, aç insanı sadece Allah rızası için doyurma
geleneğimizin bir uzantısıdır.İftar çadırları, ramazanda binlerce insanın birlikte oruç
açtıkları, her türlü sosyal sınıf insanın, talebelerin, fakir fukaranın, gelir seviyesi yüksek
olan kişilerinde faydalandığı, karnını doyurduğu mekânlardı.439

2.6. RAMAZAN AYINDA YAPILAN SOSYAL MERASİMLER

Ramazan da gündüzler, tekke ve türbe ziyaretleri, camilerdeki vaazlar ve iftar-


sahur hazırlıklarıyla, geceler ise ibadetle, sazla sözle geçerdi. Osmanlı toplumunun
Ramazan hayatında her sınıfın, her ailenin kendine özgü bir uslûbu vardı. Ramazandaki
hayat tarzı her evde yılın diğer aylarından farklıydı.440

Teravih namazı kılındıktan sonra herkes birbirini tebrik ederdi. Ardından


tepsilerle camiden çıkan cemaate şerbetler dağıtılırdı. Şerbetler bittikten sonra,
kahvelere yahut sergi yerlerine gidilirdi. Hanımlar hükümetin tenbihi dahilinde olan
yerlere gidebilirlerdi. Halk kulübü niteliğinde olan kahvehaneler sahura kadar açık
olurdu. Ramazana mahsusu kahvehaneler resimler, renkli süsler ve fenerlerle süslenirdi.
Çocuklar ise yolları şenlendirir, çeşitli oyunlar oynarlardı.441

Günümüzde her vakit ellerde dolaşan tespihler Osmanlı döneminde sadece


Ramazan ayında rağbet görülmektedir. Ramazanda yapımı ve satışı artan tespih özel
olarak üretilir, hatta Ramazana özel imameler konulurdu. Adeta ellerin ışıksız mahyası
olan tespih, Ramazanda oruçlular için vakit geçirme amaçlı akşam ise ayrı bir eğlence
olarak selamlıkta çekilmektedir.442

438
Yakut, a.g.m.,s. 98
439
Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan,s. 104-105.
440
İlber Ortaylı, İstanbul’dan Sayfalar, Hil Yayınları, İstanbul, 1986, s. 157.
441
Ünver, a.g.e., s. 55-56.
442
Ünver, a.g.e.,s. 60-61.
100

2.6.1. Davul, Davulcu ve Manileri

Eski Türklerde Küvrüg, tug, tümrüg, tavıl gibi kelimelere karşılık gelen
davul443çağlar önceden kullanılan bir enstrümandır. Davul Türklerin en eski
çalgılarındandır. Eski Türk dini olan Şamanlığın ibadet vasıtalarından olan davul, toy
denen törenlerde de kullanılmıştır.444Hunların resmi ve dini çalgısı olan Davul hem
devletin varlık, bağımsızlık ve egemenlik simgelerinden biri,hem de devletin askeri
müzik topluluklarını oluşturan Tuğ Takımları ile Şamandininin ve din uluları Kam’ların
baş çalgısı niteliğindedir.445

Türk hükümdarlarının hâkimiyet alametlerinden bir tanesi olan davul, Türkler


vasıtasıyla İslam âlemine de yayılmıştır. Türkler kurdukları İslam devletlerinde davulu
kullanmışlardır. Temel çalgı aleti olan davul, Osmanlı da mehter takımının en önemli
parçasıdır.446

Osmanlı’da davulun telgraf özelliği de vardır. Anadolu da höyük denen


tepelerde davulcular beklerdi. Kendilerine mahsus ifadeler tertip edip düşman tarafından
ani baskınlarda ve Devletin önemli işlerinde tokmaklarla davula vurarak civardaki hudut
bölgelerine haber verirlerdi. Böylece kısa sürede hükümet bu bölgelerden haberdar
olurdu.447 Bu görevlerden ayrı davul, düğünlerinde başlıca meşhur eğlence aracıdır.

Mahalle ve çarşı bekçileri şehrin dirlik ve düzeninden sorumlu güvenlik


görevlileri arasındaydı. Bununla birlikte şehrin gündelik hayatında çarşıların ve
mahallelerin güvenliğini sağlarken bazı günlerde çarşı esnafının ve mahallelinin işlerine
yardımcı olurlardı. Mahalle halkıyla içli dışlı olur, bunun karşılığında da mahalleli de
senenin her mevsimi onu gözetir, besler ve aileden biri olarak kabul ederdi.Sadece
güvenliği sağlama görevi olmayan bekçi, sakinlere saati bildirmek de görevleri
arasındadır. Ucu demirli sopasını kaldırım taşlarına saat sayısı kadar vurur, böylece

443
Peter Zıeme, “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, S.21, Ankara, 2014, s. 161-170.
444
İnan, a.g.e., s.97.
445
Emin Erdem Kaya, “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil Dergisi, C.1, S.3, 2012, s.95.
446
Süleyman Sırrı Güner, “Osmanlı Musikisi ve Mehter”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.14, 2017,
s.102.
447
Şakir, a.g.e., s.50.
101

evlerde saatlerden haberi olmayanları uyarmış olurdu. Hatta bunu buçukları, çeyrekleri
bildirerek yapanlar bile vardı.448

Ramazan da en karlı meslek olarak bekçilik görülürdü. Ramazan dolayısıyla


memurlar yarım gün çalışmakta, esnaflarda gündüzleri dükkanlarını açmadıkları için
maddi yönden bekçiler en rahat mesleğe sahipti. Ramazan ayında sahurda davul çalıp ek
gelir sağlarlardı.449

Ramazan gecelerinde davul çalıp maniler okuyarak halkı sahura kaldırmak


bekçinin asli göreviydi. Bekçiler edalı bir şekilde okudukları manileri sekiz heceli
dörtlüklerden oluştururlar ve dörtlükler arası konu bütünlüğü mevcuttur.450

Sesi güzel olmayan, davul çalmasını bilmeyen bekçiler genellikle bu işte mahir
olan bir davulcu ile Ramazan ayı gelmeden anlaşırdı. Davulcu ise sesi güzel, hatta biraz
irticalen şiir söyleme yeteneğine de sahip biriydi.451

Ramazanda manilerin okunması hilalin görünmesiyle başlar, her gün iftarda ve


sahurda değişik mevzulara dair maniler okunurdu. Mevsimi sabit bir Ramazan olmadığı
için Ramazan manileri de mevsimin durumuna göre değişiklik arz etmekteydi.452

İftardan sonra teravih namazına kadar geçen sürede ve sahur vakitlerinde kapı
kapı dolaşan bekçi veya davulcu bahşiş ve hediye toplar, kadın, erkek, genç, yaşlı,
çocuk demeden herkesin ilgisini çekerdi.453

Maniler Ramazanın gelişinden, bahşiş istemeyi dile getirmekten, bayramı


müjdelemekten bahsederdi. Günlerin önemini bahseder ve halkın da böylelikle dikkatini
çekerdi.

448
Uslubaş, a.g.e., s. 69.
449
Ortaylı, a.g.e., s. 157.
450
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 269.
451
Kalender Yıldız, “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, s. 159.
452
Yıldız, a.g.m., s.159.
453
Malik Aksel, “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, s.87.
102

Besmeleyle çıktım yola

Selam verdim sağa sola

A benim devletli beyim

Vakt-i şerif hayır ola.454

Ramazanın on beşinden sonra artık ayrılığın yaklaşmakta olduğu hissedilir, on


beşinde askere baklava çıkarılır;

Bu gece on altı sayı

Gidiyoruz Ramazan ayı

Yeniçeri padişahtan

Aldı bugün baklavayı455

Hemen hemen bütün manilerin sonunda açıkça ve kibarca bahşiş istenir,


Ramazanın sonuna doğru bahşiş ve ikram yerine hediye beklenirdi;

Eriştik şükür Ramazana

Ne mutlu erişen cana

Gelince bu mâh-ı şerif

Safa bağışlar insana456

Ramazan bayramlarında davulcular ellerinde uzun bir sarık ve boyunlarında


davulla dolaşarak evlerin önünde çalarlar. Her evden uçlarına bahşiş bağlanmış çevre,
yazma ve bazı evlerden de elbiselik, basma, bohça ile gecelik çamaşır ve bahşişi verilir,
bunların hepsini sırığın üzerine asarlar, bu suretle mahalleden hayli eşya toplarlar,
evlerine dönüşte bunları aralarında pay ederlerdi.457

454
Şakir, a.g.e., s.57.
455
Kolay, v.d., a.g.e., s. 205.
456
Amil Çelebioğlu, Ramazanname, Tercüman 1001 Temel Eser, s.46.
457
Ruşen Eşref Ünaydın, “Davulcunun Manileri”, Ramazan Kitabı,s. 137-140.
103

Lûtfun bize verdi safâ

Bu gecemizdir ibtidâ

Söyler lisânım merhaba

Ey Mâh-ı Sultan merhaba458

2.6.2. Kandil Yakmak

Mevlid, Regâib, Mi’rac, Berat ve Kadir Geceleri olan İslam âleminin beş
mübarek gecesine kandil geceleri denilmiştir. Sebebi ise; Osmanlılardacamiler
aydınlatılıp minarelerde kandiller yakıldığı için mübarek addedilen bu gecelere kandil
geceleri denildiği ifade edilmektedir.459

II. Sultan Selim’in mübârek gecelerde minarelerde kandil yakma geleneğini


başlattıktan sonra oğlu III. Murat, babasının bu faaliyetini kanun haline getirmiştir.
Torunu I. Ahmet de bu kanunu teyit eden fermanlar çıkarmış ve kendi camini
yaptırırken kandiller ve mahyalar vakfetmiştir. III. Ahmet de Ramazan geceleri yakıp
bayram geceleri söndürülen minare kandillerinin bayramlarda da yakılmasını
emretmiştir.460

Kandiller bazen Ramazan’ın ilanında da kullanılmıştır. Ramazan’ın ilanıyla


birlikte mahyacıbaşı Süleymaniye Camii’nde hazır bekleyen kandilcilere haber verirdi.
Buradan da diğer minareler görerek kandillerini yakarlardı. Böylelikle mahalle
aralarında çocukların peşine takıldığı davullarla, bekçiler tarafından yarın Ramazan
olacağı halka haber verilmiş olurdu.461 Ramazan ayının başlangıcını halka duyurmak
maksatlı yakılan kandil, düzenli olarak her yıl yakılması tenbihlenmiştir.462

Ramazan ayı yaklaşmaya başladığı zaman, vakıflar idaresi camilere tulumlara


doldurarak zeytinyağı gönderir, bunlar büyük camilerin yağhanelerinde birikir,
depolanırdı. Cami kayyumları tarafından kandiller temizlenir, şamandıra diye

458
Kilis’li Rıfat Bilge, Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür Bakanlığı Yayınları,
İstanbul, 1996, s.206.
459
Halide Aslan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden Kandiller”, İslâm, Sanat,
Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi (İSTEM), S.13, Y. 7, 2009, s.200.
460
Derviş Ramazanoğlu, “Minare, Mahya ve Kandilin Tarihi”, Tarih Hazinesi, S. 8, İstanbul, 1951, s.
408.
461
Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1995, s.
53.
462
BOA.Hatt-ı Humayun, 1652.43.
104

adlandırılan kandilleri hazırlarlardı. Küçük ibriklere konulan yağlar kandillere dökülür,


yakmak için ise meşale kullanılırdı. Çok zahmetli olan bu iş zamanla elektriğin
gelmesiyle kolaylaşmıştır.463

Ramazanlarda bayram gecesine kadar kandil yakılarak Bayram gecesi kandil


yakılmaması adet olmuştu. Damat İbrahim Paşa bir ferman çıkararak bayram geceleri de
minarelerde kandil yakılmasını istemiştir. Ramazan ve bayramlardan ayrı sadece Mevlit
kandilinde de minarelerde kandil yakma geleneği II. Mahmut’un saltanatı döneminde
başlamıştır. Mevlit kandilinde minare kandilinin yakılmasından ayrı ev ve dükkânların
önüne kandil asılması ve beşer defa top atılması yine bu dönemde gelenek haline
gelmiştir.464

Kadir gecelerinde uygulanan, minarelere kandillerden kaftan geçirmek âdeti


vardı. Bu uygulama tek minareli camilerde yapılırdı. İstanbul’un yedinci tepesi
üzerindeki Bekirpaşa, Davutpaşa ve Kocamustafapaşa Camiileri minarelerini yalnız
kadir gecelerinde kandillerle kaftan giydirerek donatırlardı.465

Ramazan ayında minarelere kaftan giydirme ve minarelerden kandil uçurtmak


gibi uygulamalar çok gösterişli olurdu. Minarelerin şerefeden külahla beraber her bir
tarafının kandillerle donatılmasına kaftan giydirmek denilirdi.466

Minarelerden kandil uçurtmak geleneğinde ise yanmakta olan mahyalar bitince


minarelerden kandiller uçurulmasıyla olurdu. Kandil iplerinden biri minarelerinin
şerefelerine, diğer ucu câmî avlusundan şerefeye paralel olarak 1,5-2metre
yüksekliğinde bağlanıp uçurtmacı olarak görevli kişi teravihten sonra uçurmaya başlar,
seyirciler câmî avlusuna toplanarak bu gösteriyi büyük bir heyecanla izlerlerdi.467

Sultan Reşad döneminde adet haline gelen ve günlerce hazırlığı süren kandil
merasimi düzenlenmiştir. Bu merasim Mecidiye Camiinde düzenlenmiştir. Bunun için
Padişah gelecek olan kişilere özel davetiye yaptırmıştır. Katılanlardan rütbesi olanlar

463
Şakir, a.g.e., s. 74-75.
464
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.122.
465
Ünver, a.g.e., s. 53-54.
466
Ozansoy, a.g.e., s. 35.
467
Ünver, a.g.e, s. 10.
105

büyük üniforma, rütbesi olmayanlar ise İstanbulin468 giyerek katılmıştır. Merasime


davetliler bu davete geldiklerinde davetiyelerini göstermeleri zorunludur.469

2.6.3. Mahyâ ve Mahyâcılık

Ramazan gecelerinde Selâtîn câmîlerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine,
kandillerle yazılan yazı veya yapılan resim anlamına gelen “Mahyâ”, Osmanlı
Ramazanlarının vazgeçilmez geleneklerinden biriydi.470

Osmanlıʹda ilk mahyânın ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemektedir.


Mahyâ hakkında araştırmalar yapan Süheyl Ünver, Osmanlıʹda mahyânın ilk olarak
I.Ahmet döneminde Fatih Câmî müezzini Hattât Hâfız Ahmed Kefevî tarafından 1614
yılında kurulduğunu anlatmaktadır.471

Ancak XVI. yüzyılın sonlarında 1578-1581 yılları arasında İstanbulʹda bulunan


ve Ramazan ayını yaşayan ve eserinde anlatan Solomon Schweigger, anılarında şunları
aktarır: “Bu ayda iki minare arasına bir ip gerilir. Buna bağlanan kısa ve uzun başka
iplere kandiller asılır ve böylece dolunay ya da hilâl doğmuş gibi bir görüntü
oluşturulur. Bu şekilde asılan iki yüz veya daha fazla kandille başka şekiller de yapılır.
Çok görkemli görüntüler meydana getirilir.472

Osmanlıda Ramazan ayında Selâtîn câmîlerinde mahyâ yapılmaya


başlanmasının yaygınlaşması III Ahmed döneminde başlamıştır. 1133 den 1721 yılına
kadar Ramazan ayında sadece Süleymaniye, Sultan Ahmet ve Bahçekapı Vâlide Sultan
câmîlerinde minareler arası boşluğu müsait olduğundan dolayı mahyâ kurulmuştur.
Diğer câmîlerde ise mahyâ o zamana kadar yoktur. Anadolu Kadıaskeri Feyzullâh
Efendiʹnin uğraşlarıyla ve Üsküdar halkının yoğun isteği 1721 senesi Ramazan ayının
on sekizinci gecesi Üsküdar Vâlide Sultan Câmîne “Elhamdülillâh” yazılı özel bir
mahyâ kurulmuştur.473

468
İstanbulin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar olan dönemde Anadolu’da kullanılan yakası kapalı bir
tür erkek ceketidir.
469
Tuna Buğra Hanlı, “Böyleydi Osmanlı’nın Kandili”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.87-88.
470
Şemseddin Sâmî, Kâmûs-i Türkî, İstanbul, 1317, s. 1265.
471
Süheyl Ünver, “Mahya ve Mahyacılık”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, 2010, s. 78.
472
Schweigger, a.g.e, s.192
473
Mehmed Râşid Efendi, Tarih-i Râşid, V. Matbaʽa-i Âmire, İstanbul 1281/1865, s.307-308
106

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa 1722 yılında yayınladığı bir emirle de


İstanbul’da bulunan bütün Selâtîn câmîlerinde mahyâ kurulmasını istemiştir. Bu emirle
Eyüp, Sultân Selîm, Sultân Mehmed, Sultân Bayezid, Ayasofya ve Şehzâde câmîlerinde
de Ramazan ayında mahyâ kurulmaya başlanmıştır.474

Mahyânın sadece Selâtîn câmîlerinde yapılmasına fermân buyrulmasının


sebebi; mahyânın iki minare arasına kuruluyor olması ve sadece Selâtîn câmîlerinde iki
minare bulunmasıdır. Osmanlıda hânedân mensupları dışında kimseye iki minareli câmî
yaptırma izni verilmezdi. Selâtîn câmîlerinde mahyâ kurulmasına fermân çıktığı zaman
Eyüp Câmînin minareleri arası mahyâ kurulamayacak kadar kısa, Üsküdar Mihrimâh
Sultân câmînin de tek minareli olduğundan bu iki câmîye mahyâ kurulmaya uygun
ilavelerin yapılmıştır.475

Farsçada ay manasına gelen “mah” kelimesinden türediğini ve aylık, Ramazan


ayına mahsus şey manasına geldiğini kabul etmek gerekir. Hayy, hayat, ihya
kelimeleriyle aynı kökten olan Arapça ‘mahya’ ise zikir meclisi, zikirle geceyi ihya
etmek manasına gelir.476

Câmîlerde mahyâ hazırlığı, minareler arasına mahyâ halatı çekmek suretiyle


Ramazandan on beş gün evvel başlar ve Ramazanʹın birinden on beşine kadar yazı,
bundan sonra resim olmak üzere kurulurdu. Mahyâları kurmak için evvela büyük bir
kağıt üstüne iki minare arasındaki mesafeye göre bir ufkî bir çizgi çizilip bunun alt
tarafına yazı yazılır. Sonra bu yazının harfleri üzerine münasip ve eşit aralıklarla
noktalar konur. Bu noktalar kandillerin asılı bulunacakları yerlerdir. Bundan sonra bu
noktalardan yukarı taraftaki ufkî çizgiye birer hat çekilir. Önce bu çizgilerin boyları
ölçülür ve her biri için o boyda bir ip hazırlanır. Sonra bu iplerin bir ucuna bir makara
ve diğer ucuna bir kandil kutusu bağlanır. İpler bu suretle hazırlandıktan sonra resimde
her kandil ipinin yazıdaki haline göre birbiri arasındaki mesafeyi tam bir şekilde
ölçülerek o mesafelere düzgün bir uzunlukta iplerle makaralar birbirine bağlanır.
Böylelikle mahyâ kurulmuş olur.477

474
Mehmed Râşid Efendi, a.g.e,V, s.440.
475
Ünver, a.g.m., s.79
476
İsmail Kara, “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif’i İhya”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, s.18-21.
477
Ali Toy, “Mahyâlar”, Altınoluk Dergisi, S.3, İstanbul, 1986, s. 43
107

Bir aylık mahya için dört-beş yüz kandil gerekmektedir. Bu kandillerin


hazırlanması bağlanması fitillerinin yapılması aylarca hünerister. Mahya kandillerinde
kullanılan fitiller dere kenarındaki sazlardan özel olarak yapılmaktadır. Bu sazlar alınır,
kurutulur, sonra kıl gibi ince elyafa ayrılır. Bu elyaf pamuklara sarılır. Bir Ramazanda
on bin fitile ihtiyaç vardır. Günde üç yüz fitilden fazla yapmak mümkün değildir. 478

Hazırlanan mahyâyı iki minare arasına asmak için önce karşılıklı iki minare
şerefesi arasına kalınca bir ip gerilir. Diğer ipin bir ucu da yazının ilk kandili
makarasına bağlandıktan sonra karşı şerefeye bağlı bir makaradan geçirilerek
mahyâcının bulunduğu şerefeye uzatılır ve bu gerilmiş olan diğer ipin alt kenarında
bolca olarak bağlanmış olur. Gündüzleri iki minare arasında biri gergin, diğeri altta
kavisli ve bol olarak görülen ipler olarak dururlar. Her akşam değiştirilen yazılara ait
ipler gündüzden takımıyla alınıp şerefeye çıkarılır ve sırasıyla mahyâ ipinin
makaralarına takılarak oyazıya ait olan ara ipleri de bağlanır. Gece mahyâ kurulacağı
zaman şerefenin kenarında duran bu ipler sırasıyla birer birer alınarak uçlarına birer
kandil takıp yakılır ve aşağıya bırakılır. Kandiller yandıkça karşıya giden ve oradaki
makaradan geçip gelen minareye doğru gönderilir. Bu suretle evvela yazının baş harfleri
sonra ortadaki ve sonrasındakiler yanarak yazı oluşur.479

Minarelerin arasında veya tek minareli camilerde minare şerefesi ile kubbe
âlemi arasında kurulan mahyaya “Dış mahya”, caminin içinde ana kubbenin yarıçapının
iki noktası arasında, umumiyetle kıbleye yönelen cemaatin bakış yönüne göre kurulan
mahyaya ise “İç mahya” denilmiştir.480

Ramazanın on beşine kadar “Bismillah, Merhaba, Safa geldin, Elhamdülillah,


Allah Gani, Muhammed Nebi” on beşinci günde, Dolmabahçe, Nusretiyye ve tophane
gibi, alayın takip ettiği güzergâhta yer alan camilerde gündüzden “Padişahım çok yaşa,
El Muzaffer” mahyaları kurulurdu. Kelime-i tevhid mahyasını kurabilen tek cami
Beyazıd Camisiydi. Çünkü sadece onun minareleri arasındaki mesafe yeterliydi. On
beşinden sonrada resimli mahyalar kurulmaya başlanmıştır. Bu resimler; Karanfil, gül,

478
Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, “Gökte Yazı Nasıl Yazarlar”, s.143.
479
Toy, a.g.m, s. 43-44.
480
Kara, a.g.m., s. 26.
108

lale, hünkâr kayığı gibi figürlerdir. Gülü kırmızı sapını yeşil kandillerden kurmak,
Nusretiyye Camii’nin mahyacısının özel zevkiydi.481

Zaman zaman mahyacılar, yeni mahya motifleri türetmek için gizliden gizliye
diğer mahyacılarla yarışırlardı. Birbirlerine göstermeden günlerce arayışla kağıt üzerine
yeni şekiller çizerler, biranda mahyalarına işlerlerdi. Görenler farklı olan bu motifleri
izlerdi. Cumhuriyetten sonra elektriğin yaygınlaşmasıyla mahya işi de elektrikçilere
kalmış mahyacılık ve getirdiği güzel gelenekler sönmüştür.482

Harb-i Umumi zamanlarında minareler arasına anlam yüklü mahyalar


kurulurdu. “Hilal-i Ahmer’i unutma”,“Muhacirine yardım ediniz”, “Muhacirini
unutma”, “Yaşasın İstiklal”, “Yaşasın Gazilerimiz”, “Hâkimiyet Milletindir”,“Yaşasın
Misak-ı Milli” yazıları bulunan mahyalar kurulurdu.483

Mahyacılık Osmanlı Devletinde maharet isteyen bir iştir. Mahyacı olmak için
ise Şurayı Evkaf”ta imtihan olunurdu. Mahyacılar bir ay çalışırlar, on bir ay maaş
alırlardı. Fakatmaaşları az bir miktardır. Bu müddet zarfında çırak yetiştirme
zorunlulukları vardır. Camilerde de bir mahyacıodasıbulunur. Aynı zamanda bütün
yedek ve müstamel alet ve edevatı bu odada bulunur, kalıplar ve kangallar burada
saklanmaktadır.484

Mahyacıların bir ya da birkaç kişiden oluşan yardımcıları bulunmaktadır. Baş


mahyacı yatsı namazından önce işe başlar ve teravihten çıkacak müminlerin mahyayı
zamanında görebilmelerini sağlamak için o zamana kadar işini bitirmiş olurdu.485

2.6.4. Kadir Alayı

Padişahlar Kadir gecesinde yatsı ve teravih namazlarını ve Kadir namazı olarak


nitelendirilen tespih namazını, selâtin camilerinde halkla beraber kılarlardı. Padişahların
Kadir gecesini halkla beraber ihya etme istekleri, Osmanlı teşrifatında padişah ve saray
halkı ile devlet erkânının iftardan sonra kadir kutlamalarının yapılacağı camiye giderken
geçeceği güzergâhta “Kadir Alayı” adıyla bir merasim düzenlenmesine vesile olmuştur.
Merasim gereğince Kadir alayının gerçekleşeceği yollar önceden tamir edilerek,
481
Beşir Ayvazoğlu, “Kandiller, Mahyalar ve Türk Kimliği”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, s. 53.
482
Galip Çağ, “Gökyüzüne Ateşle Yazı Yazmak”, Tarihte Ramazan, s.59.
483
Ünver, a.g.m., s.91.
484
Süheyl Ünver, Mahya Hakkında, Bürhaneddin Basımevi, İstanbul 1940, s. 17.
485
Azmi Nihad, İsmail Sivri, a.g.e., s.15.
109

fenerler, çarkıfelekler, kandiller ve meşalelerle donatılarak buralar aydınlatılır, binalar


ise temizlenerek boyatılırdı. Güzergâhın uygun yerlerinde halkın bu alayı rahatça
görmesi için de yerler düzenlenir, özellikle harem sakinleri ve diplomatlar için özel
yerler ayrılırdı.486

Kadir gecesini kutlama merasimleri fetihten itibaren önceleri Ayasofya


Camii’nde daha sonraları ise padişahın isteğine göre belirlenen bir selâtin camisinde
yapılmaktaydı. XVI. yüzyıldan itibaren gerçekleştirildiği belirtilen bu kutlamalarda
hünkâr imamı ve müezzinleri de törenlerin yapıldığı camide halkın karşısına
çıkmaktaydılar. Bu merasimler güzel sesli imamlar tarafından her rekâtı farklı bir
makamda kıldırılan teravih ve kadir namazları, müezzinlerin cumhur müezzinliği
edasıyla ve rekat aralarında okudukları elvedanakaratlı Ramazan ve Kadir gecesi
ilâhileriyle ihtişamlı bir mûsiki ziyafetine dönüşmekteydi.487

Abdülmecit ve Abdülaziz döneminde her sene düzenli olarak kadir alayı


Tophane’de Nusretiye Camiinde yapılmıştır. Saat kulesi ve Talimhane Meydanı,
karadan ve denizden padişahın geçeceği yollar fener ve kandillerle donatılır, fişek ve
maytaplarla aydınlatılırdı. Hususi seyretmek için gelenler sabah saatlerinde yerlerini
alırdı.488

2.6.5 Ramazaniyyeler

Ramazaniyyeler yazıldığı dönemin Ramazan aylarını anlatırlar. Şairler, oruçlu


insanların ruh halini, mevsimin oruçlu insanlara nasıl etki ettiğini, oruç tutmayanları,
özrü sebebiyle tutamayanları, meyhaneleri ve meyhanelerin müdavimlerini gözlemler.
Ramazan münasebetiyle meyhane-cami arasında kalanları, bu ayda camilerin gördüğü
rağbeti ve sebeplerini tahlil etmeye çalışırlar. Ramazanın hayata yansımasını konu
olarak alırlar. Manevi hayattaki olguları edebiyatla birleşerek uygun yorumlarla
anlatılmaya çalışılır.489

486
Mustafa Uzun, “Kadir Gecesi”, DİA, XXIV, İstanbul, 2001, s. 126.
487
Uzun, a.g.md., XXIV, s. 126.
488
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.179.
489
Mehmet Emin Ertan, Divan Edebiyatında Ramazaniyeler Üzerine İncelemeler, Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Edirne, 1995, s. 60.
110

Ramazan ayı ile ilgili edebi yazınlarımız, Ramazaniyyeler, Ramazan konulu


ilahiler ve Ramazan manileridir.490

Şairlerin Ramazan dolayısıyla Padişahlara, vezirlere, eşrafa yahut kendi


dostlarına kaside tarzında yazdıkları övgü şiirlerine Ramazaniyye denir. Bu tür sanatlı
yazılar genellikle kasidenin nesib yani giriş kısmında yer almaktadır.491

Ramazaniyyeler XVII. yüzyıldan itibaren yazılmaya başlanmıştır. En çok


Ramazaniyye yazan şair, Enderunlu Fâzıl’dır. Yaklaşık on üç Ramazaniyyesi bulunan
Fâzıl’la birlikte Nedim, Şeyh Galip, Sabit, Koca Ragıp Paşa, Enderunlu Vâsıf gibi
şairlerinde çeşitli vesilelerle Ramazaniyyeleri vardır.

Cihan durdukça sıhhatle ilahi izz ü şevketle

O şehenşâhı câvid eyle milk-i câvidân üzre.492

(Enderunlu Fâzıl)

Enderunlu Fâzıl, bir parçasını ele aldığımızRamazaniyyesini Sultan Selim’e


sunmuştur.

Bi maraz tâ ola cisminde tüvan

Eyleme fevt-i siyam-ı Ramazan

Nâbî’nin bu Ramazaniyyesinde, Şayet güçlü, kuvvetli ve hastalıksız bir vücuda


sahip olmak isterseniz, Ramazanda oruç tutmayı ihmal etmeyin. Diye öğütte
bulunuyor.493

Midhat Bahâri Bey’in Ramazan-ı Şerif hakkında Hz. Mevlana’nın Divan-ı


Kebir adlı eserindeki medhiyelere girizgâh olarak yazdığı Ramazaniyyeye örnek
verelim;

490
Amil Çelebioğlu, “Edebiyatımızda Ramazan”, Türk Yurdu, S.378, Nisan 1990, s. 47.
491
Halit Dursunoğlu, “Klasik Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirler”, A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.22, Erzurum, 2003, s.13.
492
Filiz Kılıç, Muhsin Macit, Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri Güldeste, Ankara, 1995, s.
65-68.
493
Selçuk Eraydın, "Ramazan ve Ramazaniyeler”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.245.
111

Ey mâh-ı siyam, kenz-i irfan

Ey bâis-i feyz-i ehl-i iman

Sen cilvegehi kelâm-ı baksın

Pek muhterem ay desem ehaksın494

2.6.6. Ramazan Sergileri

1864 Ramazanında İstanbul’un Muhtelif esnafları birleşerek Sultanahmet


Meydanına “Sergi-i Osmanî”adıyla umumi bir sergi açmışlar. Bu serginin vuku
bulmasını hükümet de desteklemiştir. Sultan Abdülaziz’in validesi de serginin oluşumu
için bütçesinden önemli miktarda para desteğinde bulunmuştur. Osmanlının ilk sergisi
olan bu sergide önemli sanat eserleri de teşhir edilmiştir. İstenilen neticeyi vermeyen bu
sergi zamanla kapanmıştır.495

Sergi-i Osmanî’nin kapanmasının ardından BeyazıtCamii avlusunda umumi bir


sergi kurulmuştur. Serginin Beyazıt Camii avlusunda kurulmasının sebebi ise bu
caminin İstanbul’un tam merkezinde oluşu ve avlusunun geniş olmasıdır. Vakıflar
Nezaretine bağlı olan cami avlusunu, kurucusu olan kişi sergiye iştirak edecek olan
esnafa Ramazan ayı müddetince kiralamıştır.496

Şehrin merkezi yerine kurulup oturmuş olan Beyazıt Külliyesi sergi alanıdır.
Ramazan ayında burada sergiler ve sergilerde teşhir edilen yerli mâmul ve mahsulleri
bulunurdu. Bu Ramazan sergisi, bir alışveriş mahalli olduğu kadar, günün iftara yakın
saatlerinin de bir zevk ve herkesimin oyalanma merkeziydi. Bu sergi yerlerinde çeşitli
ırktan, çeşitli milletten, çeşitli kıyafette insanlarını görülmekteydi. Özellikle ikindiden
sonra izdiham halini alan kalabalık, bir akıntı halinde daima sağı takip etmek suretiyle
halkayı devretmeye mecbur olur, şayet alışveriş için durmak isteyen olursa, bulunduğu
noktadan hemen yana kayarak alış verişini yapardı.497

Serginin giriş kısmında, tespihçiler bulunurdu. Rengarenk olan tespihler


herkesi cezp ederdi. Otuzüçlük ve doksan dokuzluk olan tespihler kehribar yahut Necef

494
Halil Can, “Ramazâniye”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.234-235.
495
Şakir, a.g.e., s. 41-42.
496
Şakir, a.g.e., s.42.
497
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV. Baskı, İstanbul, 1999, s.
126-127.
112

denen camdan yapılırdı. Sergide en önemli ve gözde olan yer Reji İdaresi kısmıydı. Bu
kısımda Reji İdaresi, Ramazana özel olarak çıkardığı tütün ve sigaraları bu sergide
sergilerdi. Serginin daha çok hanımlar tarafından ilgi çeken kısmı baharatçılardır.
Serginin bu kısmını Mısır Çarşısı baharatçıları kurardı. Hindistan’dan Ramazana özel
olarak getirttikleri baharatları satarlardı. Serginin en cazip köşesini ıtriyatçılar denen
güzel kokular satan kişiler kaplardı. Gül, yasemin, zambak, menekşe, akasya, leylak
gibi daha nice kokular burada bulunurdu.498

Beyazıt camilerinin avlusundan ayrı zamanla Fatih Camii avlusunda da sergi


kurulmuştur. Kurulan en ünlü Ramazan sergileri bunlardı ama en kalabalığı Beyazıt
camisinde kurulan sergiydi. İstanbul’da oturan yabancılar bile bu sergileri takip ederler
ve bu sergilerden alışveriş yaparlardı. Padişah ve üst düzey memurlar bile gelirdi.499

Bu sergiler Ramazandan önce görevliler tarafından teftiş edilir, hatta kiraları da


toplanırdı. Sergide tütün-sigara köşkü vardı. Yiyecek içeceğin satıldığı taraftan ayrı
olur, içmek isteyenler Ramazana mahsus kurulan kutuların içinde içerler hususi olarak
içilmezdi.500

Sergide yurt dışından gelen ürünler, Çin yapımı takımlar, Kütahya çinileri,
Hereke halıları, Karamürsel kumaşları, Halep yiyecekleri sergide bulunurdu. Yemen
kahvesi, Hicaz, Yemen, Trablusgarp baharları, gül yağları çiçek suları hep bu sergilerde
toplanmıştı.501Hünkâr Hereke kumaşından elbiseler giydiği için saray mensupları
sergiye geldikçe Hereke kumaşlarına adeta hücum ederlerdi.502

Serginin bir de zevk ve eğlence tarafı vardı. Kurban Oseb, Cüce Hayati ve Nail
Bey gibi her meclisin tadı tuzu sayılan kimseler repertuvarsız, sahnesiz, dekorsuz,
doğaçlama biçimde oynadıkları tulûat sahneleriyle etraflarını kahkahadan kırıp
geçirmeleri, bu işin tiryakileri için özlenen ve beklenen bir saatti.503

İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlarla sarılı pide, simit ve
başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergi kapılarından çıkarak konaklarına dağılırdı.

498
Şakir, a.g.e., s. 43-46.
499
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223.
500
Semih Mümtaz.S., a.g.e., s. 171.
501
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224.
502
Semih Mümtaz.S. a.g.e., s. 170.
503
Ayverdi, a.g.e., s. 128.
113

Kadir gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, zira artık bayram hazırlıkları ve
alışverişine başlardı.504

2.7. RAMAZAN AYINDA YAPILAN EĞLENCELER

Ramazan orucu, esas olarak Müslümanlarca aynı tarzda tutulur. Ama oruç
dışındaki uygulamalar, Türklere özgü adetler ve törelerden meydana gelmiştir.
Ramazanda kılınan teravihte bile Türklere ait unsurlar bulunur. Bunlar, rekâtlar arasında
okunan Salâtü Selamların bestelenmiş tarzda okunması, ilahilerin okunması, Ramazanın
ilk on beş günü teravihten sonra hoş geldin Ramazan, on beşinden sonra da veda
mesajları içeren ilahilerin okunması bu unsurlardandır.505

İstanbul’un fethinden sonra, Müslüman Türk halkı genellikle Haliç kıyılarında


yalılar ve köşkler almakta çeşitli süslemelerle zenginleştirmekte, baharda da körfezin
kenarlarında oturmaktadır. Kırları ve eğlenceyi seven Türk halkı İstanbul’un dar
sokaklarından havadar mekânlara taşınmaktadır. Kalabalık halde eğlence maksatlı Haliç
kıyıları halkın doğasını değiştirmektedir. İkinci Beyazıd zamanında da İstanbullular
bahar günlerinde şehrin civarındaki kırlara dökülüp toplu halde eğlenmişlerdir.
Türklerde her çağda eğlence önemli yer tutmuş, eğlence yerleri de bir o kadar
önemsenmiştir.506

Ramazanın Türk kültürüne özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı olmasının
yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla
uygulanmasıdır. XIX. yüzyıldan itibaren İstanbul’da Vezneciler’den Şehzadebaşı’na
kadarki alanda Direklerarası denen yerde ve İstanbul’un diğer semtlerinde iftarla sahur
arasında çeşitli Ramazan ayına özel eğlenceler yapılmış ve sohbetler düzenlenmiştir.
Buralarda Türk müziğinden, Doğu ve Batı müziğinden örnekler verilmiş, çayhanelerde
içilen kahve, nargile ve çay esnasında yapılan sohbetler, orta oyunu, tiyatro sahnelerinde
sergilenen oyunlar, meddahların ince esprileri, kukla gösterileri, hokkabazların ve
palyaçoların güldüren oyunlarıyla iftar sonrası Ramazan, adeta bir karnaval havasında
geçmiştir.507

504
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 224.
505
Özden, a.g.m., s. 91.
506
Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s.15-16.
507
Özden,a.g.m., s. 91.
114

Ramazan ayında oruç tutmayan fakat oruç tutanlara karşı saygılı olan
Hıristiyanlar gece eğlencelerini doludizgin yaşamışlardır. İstanbul’un Avrupa yakasına
düşen eğlence mekânlarında eğlenmişlerdir. Sahur geldiği vakit davulcunun geçmesiyle
evlerine dağılmışlardır.508

Anadolu’nun sazı, sözü, sohbeti, zarif ve nükteden halkı, Ramazan ayı yaz
aylarına denk gelmişse, bahçeli ve çardaklı mahalle kahvelerinde toplanıp yarenlik eder;
bir kısmı Tavukpazarı denen mesirelikte, bazı kişiler ise Vezir Hanı’nın içinde bulunan
saz şairlerinin kahvelerine gidip zurna, çifte nâra, darbuka dinleyerek sahuru ederdi.509

Gayrimüslim olanlar sadece Yıldız Han denen yerde kalabiliyordu. Avrupa


semti olarak bilinen ve Avrupalıların yaşadığı semt olarak bilinen semt Pera idi.
Osmanlı tebaasında olan Grek, Katolik, Ermeni yada Yahudi de Müslümanların eğlence
yerlerine rahatça girebiliyor hatta sahne bile alabiliyordu.510

2.7.1. Direklerarası Eğlencesi

Teravihten çıktıktan sonra herkes kendine has eğlenirdi. Kimisi mahya


seyrederdi, mahya seyretmeyenler yahut mahyanın seyrine doyanlar, Direklerarası diye
eğlencesiyle ünlüyere gider orada vakit geçirirdi.511

İstanbul’da günümüzde Vezneciler Caddesi olarak adlandırılan caddede, cadde


boyunca her iki sıradaki dükkânın önleri direkli sütunlar dikilmiştir. Bu direklerden
ötürü cadde boyunca olan kısma Direklerarası denmiştir.512

Şehzadebaşı’nda Direklerarası denen bu eğlence yeri; XIX. Yüzyıl başlarına


kadar yeniçerilerin gezinti bölgesi olmuş, 1826’da yeniçeriliğin kaldırılmasıyla birlikte
pazar yeri, gezinti ve eğlence mahalli olarak sürdürülmüştür. Bubölge zamanla sadece
eğlence yerideğil, aynı zamanda kültür, edebiyat ve sanat muhiti olarak da isim
yapmıştır.513

508
Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, M. E. B., İstanbul, 1992, s.166-167.
509
Ayverdi, a.g.e., s. 109.
510
Gerard De Nerval, “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1974, s.
57-61.
511
Abdülbâki Gölpınarlı, Ramazan Geldi Hoş Geldi, Kevser Yayınları, İstanbul, 1962, s. 8.
512
Sermet Muhtar Alus, 30 Sene Evvel İstanbul, (haz. Faruk Ilıkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2005,
s.35.
513
Uslubaş, a.g.e., s. 39.
115

Direklerarasında sırasıyla, ilk girişte Fevziye Kıraathanesi 514, yanında bulunan


kahvede tüm dikkatleri üzerine toplayan Meddah Aşkî515, Şems kıraathanesinde
Karagözcü Kâtip Salih, en meşhuru Manakyan’ın516 tiyatrosudur. Kanuni Şemsi’nin
berber salonu, fotoğrafçı Necati, eczacı Hamdi, makineci Salim, Avni Bey’in Japon
mağazası bulunmaktadır.517

Girişte bulunan Fevziye Kıraathanesi’nin daimi müdavimleri olan Ahmet


Mithat Efendi, Muallim Naci, Ahmet Rasim gibi yazarlar kültürel yönlü sohbetler eder,
eserlerini okur, iftar kahvelerini burada içerlerdi.518

Genellikle Direklerarası kültürüyle değil de gönül avcılarının teravihten çıkan


hanımlara, mevsimine göre lale, gül, lavanta, mevsimine göre şeker attıkları, olmadık
laflar attıkları ve gönül eğlendirdikleri yer olarak anlatılır.519 Önünden arabayla geçen
yüz vermeyen hanımların arabalarının içine sigara ucu, çürük limon, yanar kibrit, hatta
fare ölüsü atıp rezilce laflar atanlar da olmuştur. Yayalar gibi arabalılarda bu saldırılara
uğrar bir yandan çöpleri geri fırlatır bir yandan da yanan ateşi söndürmeye çalışırlar. Bu
arada, içlerinde zenci bacıdan şemsiye yiyenler de olmuştur.520

Direklerarası’nda halk genelde çaycı dükkânlarının önünde oturur ya da


kurulan tiyatrolarının önüne birikirdi. Bu kalabalıklar arasında Abdülhamid’in hafiyeleri
bulunurdu. Mevsimine göre giyinmiş her kesimden insan bulunurdu. Mektepliler,
Darülfünun müderrisleri, bilinen şairler, tiyatro oyuncuları bu alandaydılar.521

Direklerarası’nda her çeşit müzik vardı. Yerli ve ecnebi, dinleyen ve oynayan


her nevi ahenk bulunurdu. Zurnadan viyolonsele ve uddan tefe kadar her alet teravihten
sahura kadar çalınıyordu. İtalyan mûsikisi, Fransız mûsikisi gibi her milletin mûsiki de
çalınırdı.522

514
Fevziye Kıraathanesi, Direklerarasının ünlü çalgılı kahvesi olup 19. Yy.da Osmanlı halkı tarafından
ziyadesiyle tutulmuş, 1914 de kapanmıştır.
515
Meddah Aşkî, yabancıların tanıdığı ünlü meddahtır. 60 yıl meddahlığı icra etmiştir.
516
Manakyan, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. 1857 de sahneye çıkmış ve 250’yi aşkın
oyun, opera, operet sergilemiştir.
517
Alus, a.g.e., s.36.
518
Muallim Naci, Mektublarım, İstanbul, 1895, s.165.
519
Gölpınarlı, a.g.e., s. 8.
520
Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul, 1975. s. 105-106.
521
Ozansoy, a.g.e., s. 43-44.
522
Cenap Şahabeddin, “Ramazan Geceleri”, Ramazan Kitabı, s.179.
116

Ramazanda incesaz denen çalgılarda meşhurdur. Büyük bir kıraathane kapının


üstüne gelen loca gibi yerde saz heyeti vardır. Başlarında İsmail Hakkı Bey, elinde def,
sazı idare etmektedir. Fasıl; hicaz, peşrev icra edilmiş, besteler okunmuş, şarkılara
geçilmiş hanendeler ellerindeki deflerle o zamanın modası şarkılar ile sahuru bekleyen
renkli bir saz faslı olmaktaydı.523

Direklerarası’nın Ramazan ayında canlı olmasının genel sebebi, burada her


türlü sanatın icra edilmesidir. İsteyen herkes rahatlıkla gösterileri izleyebilir, müzikleri
dinleyebilirdi. Hatta sihirbazlar, en ünlü güreş pehlivanları bu aya özel hazırlıklar yapar
aylar önceden burada yerlerini belirlerdi.524

Direklerarası adlı bu eğlence yerinde ünlü Çürük Temel, Bir Çiçek İki Böcek
adlı meşhur oyunlar, operetler oynanır halk zaman zaman hangisini izleyeceğine karar
veremezdi.525

2.7.2. Çalgılı Kahveler

Eğlenceler sadece Direklerarası’nda olmamıştır. Ramazana özgü kurulan


çalgılı kahveler vardır. Semt semt tesadüf eden çalgılı kahvelerin müdavimleri semtlerin
tulumbacılarıdır. Şöyle ki; her mahallede bir tulumba ve bir de tulumbacı teşkilatı vardı.
Bu teşkilata mensup kişiler mahallenin belirlenen tulumbacı kahvesinde Ramazan
geceleri toplanır, bazen cura, bağlama, zilli maşa, darbuka gibi aletler çalarlar bazen de
milli oyunlar oynarlardı. Bu kahvelerde kimi mani, kimi koşma, kimi destan okurdu.
Okunan parçalar ekseriyetle tulumbacılığa ve mertliğe aitti.526

Bütün bu kahvelerde Ramazana on gün kala umumî bir temizlik yapılması


adeti vardır. Bir yandan temizlik yapılırken bir yandan da çalgılar temin edilmiştir. En
iyi çalgıyı almak için semt kahvecileri birbiriyle yarışırdı. Kahvenin sahibi ekseriyetle o
mahallenin tulumbacısının reisidir. Her kahvede kahve sahibi ile beraber bir ocakçı
ikide meydancı bulunurdu. Ocakçı yalnız ocak başında kalır yalnızca gelenlerin
ikramlarını hazırlardı. Meydancılarda bu ikramları dağıtırdı. Her gün çalgı
yapılmamıştır. Çalgının olduğu günlerde ise kahvede nargile verilmezdi. Çalgı

523
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 34.
524
Georgeon, Dumont, a.g.e., s.107.
525
Burhan Arpad, Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye Turing ve Otomobil
Kurumu Yayını, İstanbul, 1984, s. 52-60.
526
Selim Nüzhet Gerçek, “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, s. 209-214.
117

günlerinde kahvedeki masalar kalkar, sandalyeler aralıksız dizilirdi. Müdavimleri


genelde yaşını başını almış kimseler olurdu.527

O gün orda eğlenenler herhangi bir şey için para vermeden gitmez, herkes
giderken parayı yalnız kahve sahibinin çekmecesinin üzerine koyardı. 528

Çalgılı kahvelerde şiirlerin beste ve nakaratlarına saz değil, klarnet, darbuka,


zurna gibi saz takımı eşlik ederdi. Ramazanda çalgılı kahve kurmak sadece
tulumbacıların gelip gittiği kahvehanelere özgü bir adetti.529

Ramazan gelir gelmez bütün hazırlıkları tamamlanan bu çalgılı kahveler


ikindiye kadar kapalı olur, ikindiden sonra açılırdı. Çarçabuk ortalık temizlenir, toz
alınır, iskemleler dizilirdi. Bu işler iftardan bir saat önceye kadar bitirilmeliydi.
Ramazan haftasından Kadir gecesinin bir gece öncesine kadar bu kahveler çalgılı devam
eder, bayrama kadar ise biraz daha seyrekleşirdi. Bayram sabahı ise herkes bayram
namazından önce kahveye gelir, yaş sırasıyla reisin elini öper, yine yaş sırasıyla
birbiriyle bayramlaşırdı.530

2.7.3. Semai Kahvehaneleri

1826’dan sonra İstanbul’un kültür dokusunda görülmeye başlayan semai


kahvehaneleri, eski zamanın şiir ve mûsiki hayatına kucak açarak halk edebiyatının
örneklerinden olan “semai” okumalarından dolayı bu adı almış olan semai kahvelerinin
önemli özelliklerinden biri de sadece Ramazan ayına has oluşlarıydı.531

Semai Kahveleri genellikle kış mevsimine rastlayan Ramazan aylarında Cuma


akşamları daha canlı olmaktadır. Daima eğlenceli ve hareketli olan tulumbacıların
kahvehaneleri hep rağbetteydi. Herkesimden insana açık olan bu kahvehanelere,
tulumbacılar başta olmak üzere, kayıkçılar, at arabası sürücüleri, zanaatkârlar daimi
müdavimleriydi. Semtte bulunan külhanbeyliler ve kabadayılarda burada buluşurlardı.

527
Gerçek, a.g.m., Ramazan Kitabı, s. 214-215 ve Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık,
İstanbul, 1975. s. 105-106.
528
Gerçek, a.g.m., s.216.
529
Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu–Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru,
İnkılâp Yayınlar, İstanbul, 2005, s. 294.
530
Gerçek, a.g.m.,s. 218-222.
531
İbrahim Refik, “Semai Kahveleri”, Ramazan Medeniyeti, s. 111.
118

Mani yarışmaları en gözde eğlenceydi. Genellikle aşk üzerine olan maniler, “Adam
aman” diye başlardı.532

Bu mekânların iç dekorasyonu herkesin ilgisini çekip takdirini kazanacak


biçimde tasarlanmıştır. Süslemeleri genellikle tulumbacı ve kayıkçılar arasından çıkan
tecrübeli alaylı sanatçılar yapmışlardır. Semai kahvehaneleri her zaman geleneksel bir
merasimle açılır ve açıldıktan sonra meşhur olan bir başka semtin semai kahvehanesinin
takımı olan (manicisi, semaicisi, destancısı) davet edilirdi. İkramlarla içeri alınırlar ve
merasim başlamış olurdu.533

Davet eden ya da davet edilenden bir kişi herkese karşı bir beyit okur, yahut bir
tekerleme, cinas, şaşırtmaca ortaya atar; semailere, manilere birlikte klarnet sesi durdu
mu bu defa karşı taraftan birinin irticalen cevap vermesi, altta kalmaması gerekirdi.
Eğer her şey yolunda gider her iki taraf boy ölçüşmekte berabere kalırsa çoğu zaman
hoş bir şekilde dağılırlar, fakat taraflar bir şeyi bahane ederek tartışma çıkarırsa iş
kahvenin kapanmasına kadar giderdi.534

Semai kahvehanelerinin programında yer alan en orijinal ve heyecanlı bölüm


muamma (bilmece) çözmekti. Çözülmesi istenen bilmeceler manzum olarak yazılıp
süslü bir çerçeve ile kahve duvarına asılır, çözülene kadar orada asılı kalırdı. Eğer
Ramazan ayının sonuna kadar çözülemezse bunu asan âşık tarafından cezalandırılıp,
konulan mükâfat alınırdı. Fakat sadece bu muammayı çözmek yeterli olmaz, aynı
zamanda bunu yazıp kahvehane duvarına asan şairi de bir şiirle mat etmek gerekirdi.535

Semai kahvelerinde zamanla muammanın yanında şarkı söyleme geleneği de


türemiştir. Semai kahvelerinde en güzel maniyi düzen, muammayı kısa vakitte çözen ve
sesi güzel olan kişiler istisnadır. Bunlardan en meşhuru ise, Kel Ali Bey diye namlı
kişidir.536

532
François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Doğu’da
Kahve ve Kahvehaneler, (ed. Hélene Desmet- Grégoire, François Georgeon), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1998, s.64.
533
Refik, a.g.m., s. 112-113.
534
Refik, a.g.m., s. 114.
535
Refik, a.g.m., s. 115.
536
Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1997, s.54.
119

2.7.4. İstanbul Dışında Anadolu’da Ramazan Eğlenceleri

İstanbul’daki kadar şaşaalı olmasa da diğer vilayetlerimizde de Ramazana özgü


eğlenceler düzenlenmektedir. Doğu’da bir kış memleketi olduğu için Erzurumlular da
eskiden iftar sonrasında evlerde yüzük oyunu oynanır, bilmeceler sorup, genç kızlar
tarafından Erzurum kadın barları, çeşitli seyirlik oyunlar oynanarak, maniler söylenerek
eğlenmeye çalışırlar.

Taşradaki kahvehanelerde de semaî kahvelerinde olduğu gibi âşıklar arasında


atışmalar, dinî ve edebî sohbetler, halk hikâyeleri ve günümüzde bulunmayan meddah
söyleşileri dinlenerek vakit geçirilirdi. Halk hikâyecileri ve meddahlar tarafından her
iftar sonrası başka bir kahvede anlatılan bu halk hikâyelerinin meraklıları tarafından can
kulağıyla dinlendiğini görülmektedir.537

Kars vilayetinde Ramazanlarda gösterim yapan Karagözcü Ragıp diye bilinen


bir kişi her Ramazan halka gösteriler sunmuştur. Civar yerlerden en iyi Karagöz
oyunlarını bu kişi oynatmış, türkülü ve nesirli olmak üzere hikayelerini icra etmiştir.
Gerek alışveriş için köyden gelenler, gerekse şehirde kalan halk kahvehanede büyük bir
tutkuyla izlemiştir. Yedi günde üçer saat gösterimde olan oyunlarına meclis adını
vermiştir.538

Ramazan ayına özgü Anadolu’da en güzel geleneklerden birisi halk arasında


düzenlenen helva geceleriydi. Daha çok köy odalarında toplanılıp yenilen helvalar
meşhurdur. Ayrıca saz ve söz meclisleri kurulmakta, çeşitli oyunlar oynanmakta
herkesin kararınca getirdiği yemekler yenmektedir. Sahura kadar eğlence sürer,
sohbetler edilirdi. Kahvehaneler de toplananlar aralarında yüzük oyunu gibi değişik
oyunlar düzenler, birbiriyle yarışırlardı.539

2.8. RAMAZAN AYINDA YAPILAN GÖSTERİLERİ

Direklerarası, batılılaşmayla birlikte Türk toplum hayatında yaptığı olumsuz


etkilerde birlikte ilk tiyatro sahnelerinin kurulup geliştiği yerlerden biri hatta en

537
Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”, Millî Kültür, C.1, S. 7, Yıl 1, Ankara, 1977, s. 39.
538
M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül Sönmez),
Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 143-144.
539
Nebi Özdemir, Türk Eğlence Kültürü, Akçağ Yayıncılık, Ankara, 2005, s.50.
120

önemlisidir.1800’lü yıllarda Direklerarası’ndaki büyük kahvehanelerde orta oyunu,


meddah ve karagöz gibi eski temaşa sanatları icra edilmiştir.540

Direklerarası âleminin tiyatro ve orta oyun sanatçıları Müslümanların tekelinde


değildi. Ağırlıklı olarak Ermeni ve Rumların öne çıktıkları bu gösterilerde Güllü Agop
ve Manakyan Tiyatroları öne çıkmaktadır. Oynanan oyunların kökeni de yabancıdır.
Shakespeare’in Othello’su, Holas Efendinin yönetimindeki Şems Tiyatrosu’nun
Moliere’den uyarladığı Ayyar Hamza komedisi, 1887’de S.Benliyanın Operet
Kumpanyası, Mınak Efendinin Osmanlı Dram Kumpanyası buna örnektir.541

2.8.1. Tiyatrolar

İstanbul’da yapılan ilk tiyatro binası Fransız Tiyatrosu’dur. Bir Cenevizli


tarafından Galata da açılan bu tiyatro 1827 de Beyoğlu’na taşınmıştır.542 Batılılaşmayla
birlikte batılı sanat ve eğlence türleri Anadolu’da artmıştır. İstanbul da yaşayan batılı
kişilerin talebi doğrultusunda XIX. Yüzyıl’dan itibaren tiyatro ya eğilim artmıştır.
Gösterilerin gerçekleşmesi için ise gerekli mekânların inşası başlamıştır.543

Ramazan akşamlarında, iftarı yapar yapmaz insanlar Şehzadebaşı’na akın


ederdi. Tiyatrolar genellikle bu semtte toplanmıştır. Tiyatroya para verilerek girilirdi.
Girenler içerde, giremeyenler de tiyatro salonunun önünde kalabalık halinde eğlenirdi.
Davul, zurna, mızıkalarını dinlemek ücretsizdi. Tiyatroya, Karagöze veya saz
eğlencesine gitmeyenler çayhanelere yahut sergi alanlarına giderdi. Reklamları
gündüzden asılan tiyatrolardan Abdürrezzak, Hasan, Mınakyan, Şevki ve Hamdi’ye ait
olanların rengarenk ilanları vardı. Bu ilanları okumak Ramazanın en güzel
adetlerindendi.544

Meşhur olan tiyatro oyunu arasında Abdi başta gelirdi. Onu bir defa bile
Ramazanda görmeyen adeta ayıplanırdı.Oyun başlamadan önce bilet gişesinden biletler
alınırdı. Elektrik olmadığı için sahneyi hava gazı lambası aydınlatırdı ve sahne bol ışıklı
olurdu. Oyun başlamak üzere iken sahnenin önünde olan havagazı lambalarını bu işe

540
Uslubaş, a.g.e., s. 39.
541
Uslubaş, a.g.e., s. 40.
542
Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1972, s.1999.
543
Yavuz Pekman, Geleceğe Perde Açan Gelenek Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları II,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s.25.
544
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 185.
121

vâkıf olan birisi gelip söndürürdü. Sahneden bir zil sesi yahut bir sopa sesi duyulurdu.
Oyun başlar başlamaz herkes susar, yerine oturur, gazozcu ve fıstıkçılar da ortadan
kaybolurdu. Perde açılır ve oyun oynanırdı.545

Oyun bittikten sonra kantolarsahneye çıkar. Perdenin arasından bir el uzanır ve


Kemani Yorgi’ye kanto notalarını verir, o da hemen bunları müzikacılara dağıtır.
Kantoya ilk çıkanlar ikinci, üçüncü derece kızlardır, birinci derece kızlar en önce
çıkardı.546

Bütün tiyatrolarda oyunlar bitip de insanlar sokağa çıkılınca, Ramazanda kışa


rastlamışsa buz gibi bir hava yahut kar yağışı ile karşılaşılırdı. Her tiyatronun kapısının
önünde sepetli simitçilerden ince uzun, beş paralık gevrek simitler alınırdı. Uzaktan
sahur davulunun çalındığı duyulurdu.547

2.8.2. Karagöz ile Hacivat

Ramazanın eğlencesine çocuklar da kurulan Karagöz ile Hacivat, Meddah,


Kukla gösterilerine katılırlardı. Merakla akşamı beklerler, gösteri başlamadan saatler
öncesinden yapılacak yere gelirlerdi.

Karagöz oyunu, Şeyh Küşteri tarafından Arap ülkelerinden Anadolu’ya gelmiş


olan gölge oyunudur. Arap ülkelerinde bu oyuna “Tayf-ı Hayal” denilmektedir. Orhan
Gazi zamanında Şeyh Küşteri, Bursa’ya gelmiş ve bu oyunu düzenleyip ilk defa
Bursa’da oynatmıştır. Tayf-ı hayali tam olarak aksetmemiş, değiştirip Anadolu’ya
tanıtmıştır. 1366 ya kadar yaşayan Şeyh Küşteri, bu oyunu oynatanlara şehbaz,
hayalbaz, hayali olarak adlandırmıştır.548

XVIII. Yüzyıl’da Karagöz oyunları toplum genelinde her türlü eğlencelerde


sergilenmiştir. Bu dönemde Karagözcü Kasımpaşalı Hafız en ünlü karagözcüdür. III.
Selim Hafız’ın oyunlarını sık sık sarayda izlermiş. XIX. Yüzyıl’da Karagöz gösterileri
artmıştır. II. Mahmut döneminde Abdülmecid ve Abdülaziz Han’ın sünnet
düğünlerindeve Hatice Sultanın doğum kutlamalarında karagöz oynatılmıştır. Ramazan
gecelerinde Karagöz oyunlarının meşhur olması ve yaygınlık göstermesi Abdülhamid

545
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 186.
546
Halit Fahri Ozansoy, “Tiyatrolar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 188.
547
Ozansoy, a.g.m., s. 189.
548
Sevengil, a.g.e., s.54-55.
122

Han döneminde olmuştur. Bu dönemde Karagöz, hem toplum hayatından etkilenmekte


hem de toplumun hayatını etkilemektedir.549

Karagöz sahnesi, aşağısı ve yanları, karagözcünün arkadaki kulisi


diyebileceğimiz oynatma yerine kadar allı güllü basma veya daha kıymetli bir kumaşla
kaplı, beş arşın boyunda bir sahnedir. Bu sahnenin üst tarafında eni iki, boyu bir buçuk
arşın uzunluğunda beyaz renkli dikili gergin Karagöz perdesi bulunur.550

Karagöz oyununun en önemli şahısları Hacivat ve Karagöz’dür. Hacivat, yaşlı,


terbiyeli, nazik ve becerikli bir kişidir. Fakat biraz ukala yapısıyla Karagöz gibi kişileri
küçük görmektedir. Karagöz ise, demircilik yapan, neşeli, iyi düşünen, esprili bir
kişidir. Bu başkahramanlardan ayrı; Tuzsuz Deli Bekir, Matiz, Beberuhi, Tiryaki,
Çelebi, Bekri Mustafa ve bütün kadınların genel sıfatı olan Zenne bulunmaktadır.551

Perdenin arkasından çıngırak çalınır, bir elin gölgesi ile göstermeliği kaldırırdı.
Hacivat “Of Ya Hak!”diye başladığı bir gazeli okuyarak sol taraftan perdede
görülürdü.552

Hacivat gazeli bitirir bitirmez ‘Yar bana bir eğlence’ diye bağırır, Karagöz de
‘Patla Hacivat’ diye karşılık verir. Böyle başlayan atışmaları gece sonuna kadar devam
eder, bu da büyük küçük herkesin hoşuna gider.553Karagöz oyununun kendine has
musikisi vardır. Zamanla kendine has karakter kazanan bu musiki, tipik bir mizah
musikisine dönüşmüştür. Semai tarzı, gazel tarzı ve hayal şarkıları gibi bölümlere
ayrılan türleri, insanların eğlenirken öğrenmesini de sağlamıştır.554

Karagöz oyunlarında İstanbul’un yaşamını görmek mümkündür. Karagöz saray


tarafından da ilgi görmüş ve desteklenmiştir. Ramazan ayında daha da çoğalan karagöz
oyunları birçok yerde, mevsim kış ise kahvehanelerde yaz ise bahçelerde karagöz
perdeleri kurulurdu. Kahvehaneci ile anlaşan karagöz ustaları perdeyi kurabilmek için
Zaptiye Nezaretinden ve belediyeden izin alırdı.555

549
Uğur Göktaş, Dünkü Karagöz, Akademi Kitabevi, 1992, s. 9-10.
550
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164.
551
Dürrüşehvar Duyuran, Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2000, s.33.
552
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164.
553
Halit Fahri Ozansoy, “Karagöz”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.166-167.
554
Ethem Ruhi Üngör, “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, s.91-93.
555
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 163.
123

Gösterilerin en meşhuru Hacivatçı Vakas’ın kahvesinde olurdu. Çocuklar


cepleri leblebi, çekirdekle dolu, suratları boyalı, şekerleri renk renk bezenmiş bir şekilde
Hacivatçı Vakas a gelirlerdi.556 Vakas İstanbul’da en ünlü göstericiydi. Daha Ramazan
gelmeden çocuklar ve gençler gösterime girecek oyunlarının hayallerini kurarlardı. Elli
paraya izlettiği oyunları için iftar biter bitmez bilet sırası oluşmaya başlardı. 557

2.8.3. Ortaoyunu

Ortaoyunu da karagöz gibi Ramazanın neşesiydi. Ramazan akşamlarını süsler,


Karagöze yahut tiyatroya gitmeyen ortaoyununa gelirdi. Şekil ve muhteva olarak hemen
hemen Karagözle aynıdır.

Ortaoyunu ilk defa 1819 yılında, II. Mahmut’un karşısında oynanmıştır.


Karagöz gibi gölge oyunundan ziyade kılık değiştiren kişilerin bizzat oynadığı oyundur.
Abdülaziz ve II. Abdülhamid devirlerindeki Ramazanlarda sarayda ve halk arasında
rağbet görmüştür.558

Ramazanda ortaoyunu, İstanbul’un her semtinde, Karagöz oyunları gibi,


herhangi bir kahvehanede oynanabilirdi. Fakat orta oyuncular, oradaki en büyük
kahvehaneleri tercih ederlerdi.559

Ortaoyunu meydan oyunudur. Seyirciler bu meydanın etrafını çepeçevre


kuşatır, yalnız bir tarafı açık bırakılırdı. Oynayanlar oyundan evvel, çay ve kahve
dağıtan kahveci çırakları gibi, oradan gelirlerdi. Bu oyunun dekoruna gelince yenidünya
denilen, yukarı ve dip kısmı ekseriya süs olsun diye küçük bir pano parçası halinde, üç
dört aralıklı ve aşağı kadar bütün ortası açık bir çeşit paravan idi. Paravanın birbirine
bağlı her bölümü, böylece arka tahtası kırılmış bir ayna iskelesine benzerdi. Bu
yenidünya kurulduğu zaman ev şeklini alırdı. Eşyası da iki iskemleden ibaretti.560

Ortaoyununda Karagöz’ün yerini Kavuklu, Hacivat’ın yerini ise Pişekar


almıştır. Bu kişiler kendi yerli kıyafetlerine göre giyinmişlerdir. Sahneye kadın çıkması

556
Mitat Enç, “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, s. 228.
557
Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları, Ötüken, İstanbul, 1997, s.238-240.
558
Nihal Türkmen, “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz. Abdülkadir Emeksiz),
Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 5-9.
559
Halit Fahri Ozansoy, “Ortaoyunu”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.181.
560
Ozansoy, a.g.m.,s. 181.
124

yasak olduğundan kadın kılığına giren adına zenne denen erkekler kadın rollerini
oynamışlardı.561

Orta oyunu sahne ve dekora ihtiyaç duyulmaksızın, bir meydanda yahut geniş
bir salonda dört taraftan izlenmesi mümkün bir tiyatrodur. Oynayanlar doğaçlama
şekilde yani oynayacakları oyunu ezberlemeden oynarlar. Her geniş ortamda
oynanabilen orta oyununda pahalı kostümler kullanılmaz. “Yeni Dünya” adı verilen
ortamı vardır. Önce meydana Pişekar’ın çıkmasıyla oyun başlar. Akabinde Kavuklu
sahne alır. Oyun muayyen bir şekilde oynandıktan sonra her şeyin bir rüyadan ibaret
olduğu izleyicilere anlatılır.562

Orta oyununda, Karagöz de olduğu gibi oyuncular vardır. Değişik tiplemede


olan bu oyuncular, oyunun arasında sahneye girerlerdi. Bunlar; Pişekar ve Kavuklu
başrolde olmak üzere Zenne, Arnavut, Çelebi, Yahudi, Rumelili, Kayserili, Cüce,
Denyo, Acem, Çelebi, Laz gibi kişilerdir.563

2.8.4. Meddahlar

Arapça övmek anlamındaki “medh” kökünden türeyen meddah, abartılı bir


biçimde öven kimse manasına gelmektedir. Meddah; becerisini, sanatını anlatıya
dayanarak yapan kişi demektir. Aynı zamanda bu sanat türünün adı olmuştur.564

Meddahlığı başlatan kişi Hasan Sabit adında kişidir. Bu kişi sürekli Efendimizi
(s.a.v.) övmüş, Ehl-i Beyt’in erdemlerini dile getirmiştir. Arap meddahlarında gerçekten
ve yürekten olarak övmek temel prensipti. Türk meddahlarında ise bu durum yoktu.
Türk meddahları gösteri şeklinde günlük konuları, gerçekçi bir biçimde anlatırdı.
Tarihimizde meddahlar Oğuz Destanlarından ve Dedem Korkut’tan hikayeler
anlatmışlardır. Selçuklu saraylarında ise meddahlık, sarayda ve ordu örgütünde farsça
kaside ve gazeller söylemekle icra ediliyordu. Osmanlı’da ise saray ve halk arasında tek

561
Selim Nüzhet Gerçek, “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı, s. 15-16.
562
Burhan Felek, “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, s. 39-44.
563
Nihal Türkmen, “Orta Oyununda Ehemmiyet Dercesine Göre Tipler”, Orta Oyunu Kitabı, s. 47-92.
564
Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi (Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe),
Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul, 2005, s. 328.
125

başına insanlara anlatılar anlatan zeki kimselere meddahlar denilmekteydi. Genellikle


Ramazan ayında insanlara güzel zamanlar geçirten maharetli kimselerdi.565

Methedici taklitler yapıp hoş öyküler anlatarak halkı eğlendiren


sanatçıya meddah denmiştir. Türk halk zekâsının ve halkın, olayları karikatürize etme
gücünün büyük sanatlarından biri olan meddahlık, yüzyıllar boyu süregelmiş, Türk
halkı arasında büyük ilgi görmüştür. Meddahlık için tek adamlı tiyatro da diyebiliriz.
Meddah, tiyatronun bütün kişilerini varlığında birleştiren tek aktördür. Yüksekçe bir
yerde oturarak bir öyküyü başından sonuna kadar canlandırdığı kişileri ise
ağız özelliklerine göre konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, elbiseleri, dekoru, kişileri
bulunmayan bu tiyatronun her şeyi meddah denilen tek adamın zekâsına, bilgisine, söz
söylemedeki başarısına bağlıdır. Meddahların çoğu, klasikleşmiş beyitlerle öykülerine
başlarlar. Meddah anlatacağı öyküye başlamadan önce: “Haak dostum Haak!” diyerek
çoğunlukla şu beyitle öyküye girer:566

Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet,

Dinle imdi bende-i âcizden hoş bir hikâyet.”

Diyerek sonunda bir kıssa bildirir. Daha sonra anlatacağı öykünün adını ve
öyküyü nerede anlatacağını söyler. Meddah kişilerin ağız özelliklerini taklit ettiği gibi
hayvanların, doğanın ve cansız nesnelerin seslerini de taklit etmekte mahirdir.
Meddahın iki tane aracı vardır; biri boynuna doladığı mendili, diğeri ise elinde tuttuğu
sopasıdır. Mendille çeşitli başlıklar yapar, terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak,
seyirciyi suskunluğa çağırmak, kapıyı vurmak için ya da saz, süpürge, tüfek, at yerine
kullanır.567

Bitişte özür diler, oyundan çıkar.568

Meddah, Osmanlı toplumunda sanatsal, kültürel ve sosyal yaşama ait birçok


öğeyi içinde barındıran bir kişi olarak görülmüştür. Yaratıcı birikimiyle tek başına
oyunculuk yapması ve kültürel olarak zengin olması halk tarafından saygı gösterilen bir

565
Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 1997, s. 11-27.
566
Halit Fahri Ozansay, “Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 193-195.
567
Ozansay, a.g.m., s. 195.
568
Refi Cevat Ulunay, “Ramazan ve Eski Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da
Ramazan, s. 198.
126

konuma taşımıştır. Duyguları aktarmada, şarkı söylemede, dans biçimlerinin icrasında


oldukça yetenekli kimselerdir.569

2.9. RAMAZAN BAYRAMI

Bayram kelimesi, Kaşgarlı Mahmud’un tespitine göre aslı Farsca bezrem /


bezram olup “sevinç ve eğlence günü” anlamlarında kullanıldığı ve beyrem / bayram
telaffuzun Oğuzlara ait bir tabir olduğu görülmektedir.Farsça’ da her zaman görülebilen
z ve peltek z değişimi göz önünde tutulduğunda kelimenin aslının Farsça olması ve
bez(m) ram seklinde tahlil edilir. Bu takdirde bazram’ın bezm “yiyip içme konuşup
eğlenme meclisi” kelimesinin “m” sesi düşmüş sekli olan bez ile “hoş ve sevinçli”
anlamını taşıyan ram kelimesinin birleştirilmesi sonucu elde edilmiş, “neşeyle konuşup
eğlenme, yiyip içme meclisi” anlamına gelen birleşik bir isim olduğu söylenebilir.570

Bayramlar toplumların hayatında önemli bir yer tutar. Fazla is günü kaybına ve
normal zamandan daha fazla savurganlıklara sebebiyet verdiğinden dolayı sayısı
mümkün olduğunca azaltılan bayramların en fazla Eskiçağda kutlandığı görülmektedir.
Dini bayramların dışında kazanılan yeni zaferler ve eski zaferlerin yıl dönümleri,
hükümdar ailesinde meydana gelen evlenme ve doğum gibi olaylar ve yenitahta
geçmeler de bayramlara konu olmuştur. Mahkûmların affedildiği günlerin de bayram
olarak kutlandığı görülmüştür. Neşe ve eğlencenin yanında bayramlarda dikkati çeken
bir başka özellik de yeme içmeye fazlaca yer verilmesi ve israf derecesinde
tüketilmesidir.571

İslam dininde Ramazan ve Kurban bayramları olmak üzere iki tane bayramı
vardır. Arapçada “idu’l-fıtr”ve “idu’l-adha”seklinde adlandırılan her iki bayram da
hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu ilk defa bu yıl farz
kılınmış ve bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki Şevval ayının ilk üç gününü bayram
olarak kabul etmişler ve kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı veya
bayramdan önce fıtır sadakası verildiği için fıtır bayramı dadenilmiştir. Anadolu’da
bayramda seker lokum ve tatlı ikramı geleneğinden dolayı Ramazan Bayramına şeker
bayramı da denilmektedir. Zilhicce ayının onunda başlayan ve dört gün devam eden

569
Mustafa Sekmen, Meddah ve Gösterisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2008, s.57.
570
Erdem Sargon, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, İstanbul, 1992, c.5, s. 257.
571
Sargon, a.g.md., s. 258.
127

kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için Kurban Bayramı adıyla anılmıştır.
Öte yandan hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve
kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve Ramazan bayramı gibi dini uygulamalar
hicretin ikinci yılında emredilmiştir.572

2.9.1. Ramazan Bayramın Tespiti

Osmanlılar Ramazan ayı ve bayramların tespitine “ru’yet-i hilal” i esas


almışlardır. Havanın açık olduğu günler hilal gözlenir, açık olmadığı hilalin
görülmediği zamanlarda bayram gününün tespitinde ikinci yol olan “tekmil-i selâsin” e
itibar edilmiştir. Bir önceki ayın gurresi belirlenerek ay otuza tamamlanır, bu suretle
bayram günü tespit edilmiştir. Bayram günü tespit edildikten sonra kadı, vekâyi kâtibine
ru’yet ve ya tekmil-i selâsin ile bayramın tespiti hicri takvime göre kaydettirir,
hazırlanan bu yazı Sadarete arz olunurdu.573

Bayram gününün tespiti ve kaydı tamamlandıktan sonra Sadaret’ten çıkan


buyruk, ilgili yerlere ulaştırılarak bayram ilan edilmeye başlardı. Bayramın ilanında en
çok tercih edilen yol, arefe günü ikindi vaktiyle başlayan top atışlarıydı. Ramazan ve
Kurban bayramlarında atılan toplara ‘Bayram Topu’ denirdi. Bayramın ilan edilmesinde
başvurulan diğer bir yöntem ise, kandillerin yakılmasıdır. Her bayramın ilanında kadılar
bayramın ilanı için ikad-ı kanadilyani kandillerin yakılması için idareden izin
istemişlerdir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru top atışları ve kandillerin yanmasıyla
birlikte, gazeteler aracılığı ile bayram ilanının yapıldığı görülmektedir.574

Bayramın tespitiyle beraber bayram gecesi büyük bir sevinç olurdu. Bayram
gecesi her caminin minaresine kaftan giydirilirdi. Ayrıca mahya olarak da bir hat, yol
çekilir, bununla Ramazan’ın yolculuğu ima edilirdi.575

572
İbrahim Bayraktar, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, 1992, s. 259.
573
Ravza Çekici, “Kıymetini Bilenler Bayrama Böyle Hazırlanırdı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.
133-134.
574
Çekici, a.g.m.,s.133-134.
575
Mehmet Selim Sırrı, “Osmanlılarda Bayramların Halk Nezdinde Kutlanması ya da Nerede O Eski
Bayramlar”, Nerede O Eski Bayramlar, s. 146.
128

Bayram ilan edilir edilmez Boğaz’da bayram ziyaretleri ve merasimleri


başlardı. Bir yandan artarda atılan toplar, diğer yandan yelkenlerini ve iplerini
ışıklandıran demirli gemiler, bayramı erken yaşamaya başlardı.576

2.9.2. Sarayda Bayram Hazırlığı

Topkapı Sarayıʹnda bayramdan bir gün önce yapılan törene “Arife Divanı”
denilirdi. Padişah, Enderûn halkının bayram tebriklerini ve hediyelerini bu törenle kabul
ederdi.577 Öğle namazı kılındıktan sonra, dîvân çavuşları tören kıyafetiyle birlikte
Dîvânhâne’nin önünde sıra halinde beklerlerdi. Çavuşların ellerinde uzun parlayan
asalar bulunurdu. Arife günü ikindi namazı da kılındıktan sonra tören, Fatiha sûresinin
okunmasıyla açılırdı. Arz Odası kapısının önüne Taht-ı Hümâyûn kurulurdu. Bu sırada
törene katılacak olan herkes tören protokolüne uygun şekilde kurulmuş olan tahtın
sağında veya solunda yerlerini alırlardı. Padişah arz odasından çıkarak arz odası önüne
kurulmuş olan tahtına otururdu. Bununla birlikte dîvân nevbeti çalınır, alkışlanırdı.
Padişah, ön tarafta hazır bulunan Enderûn halkının bayram tebriklerini kabul ederdi.
Duacı çavuşunun yaptığı duaya orada bulunanlar hep birlikte amin derlerdi. Törenin
bitişiyle Padişah, tahtından kalkarak alkışlarla arz odasına giderdi. Padişahın arz
odasına gidişinden sonra Selâtîn Câmîi İmam ve Hatipleri, Arz Odasıʹna giderler ve
birer aşrı şerîf okuyarak arz odasındanayrılırlardı. Âdet üzere Selâtîn Câmîi İmam ve
Hatiplerine o gün bahşiş verilirdi.578

Vezîrler ve diğer devlet erkânı arife günü düzenlenen Arife Dîvânıʹna


katılmazlar, ertesi gün sarayda yapılacak olan bayramlaşma töreni için sarayda hazırlık
yaparlardı.579

Bayram gecesi, Sadrazam Padişahla sarayda bayramlaşırdı. Bayram gecesi


belirlenen bir saatte bayramlaşacak olanlar saraya gelirdi. Sadrazam teker teker
Şeyhülislamdan başlayarak herkesi selamlar ve bayramlaşırdı.580

576
Sırrı, a.g.m.,s. 146.
577
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1984, s. 201-202
578
BOA, KK. d, nr. 0696M, zikreden, Yıldırım, a.g.t. s. 72.
579
Zeynep Tarım Ertuğ, “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”, Mübahat S. Kütükoğluʹna
Armağan, (ed. Zeynep Tarım Ertuğ), İstanbul, 2006, s. 582.
580
Esad Efendi, Osmanlılarda Töre ve Törenler( Teşrifat-ı Kadîme) (sadeleştiren, Yavuz Ercan),
İstanbul 1979, s.56.
129

Bayram namazı için gidilecek camiyi bayramdan bir gün önce Padişah kendisi
seçer bu genellikle Ayasofya veya Sultan Ahmed Camilerinden biri olurdu.581

2.9.3. Osmanlı Toplumunda Bayram Hazırlığı

Bayrama dokuz gün kala, orta halli aile hanımlarının çoğu, çarşaflarını giyinip
peçelerini takar, Kapalıçarşı ya da sergilerin olduğu Beyazıd çarşısına giderlerdi.
Buralardan bayram için gerekli ihtiyaçlar tedarik edilir, çocuk ve hanımların bayramlık
elbiselerinin dikimleri yapılırdı. Kahya, divan efendisi gibi hizmetçilere hane sahibi
tarafından çamaşır ve elbiselik alınırdı. Damat ve gelinlere en pahalı hediyeler seçilirdi.
Evin beyleri ise küçük çocuklarla birlikte hanımdan ayrı alışveriş yapardı. Galata yahut
Beyoğlu’na alışverişe gider bayram için fes diktirirlerdi. Bayram için alınan tatlılar da
beylerin seçimine kalırdı.582

Evin halkına ayrı ayrı çamaşırlar, elbiseler, ipekli kıyafetler alınır, herkesin
bayramlığı kendisine özel hazırlanan bohçanın içine konur, evin hanımı bayram gecesi
herkesin bohçasını verir, selamlığa da evin çocuğuyla gönderirdi.583

Günler öncesinden evler bahçeler temizlenirdi. Ramazana başlamadan evvel


yapılan temizliğin belki iki katı temizlik bayram için yapılırdı. Bayramda
bayramlaşmaya gelecek olan hısım akrabaya verilecek ikramlar hazırlanır, baklavalar
günler öncesinden tepsi tepsi açılır, evde ve yiyeceklerde eksik varsa tamamlanırdı.
Bayram harçlıkları keselere konur, bekçiye, davulcuya verilecek bohçalarda
hazırlanırdı. Bu bohçalar haremden selamlığa verilirdi. Selamlıktan da hareme
mukabele olarak un kurabiyesi yollamak adetti.584

Ertesi güne kadar sabredemeyip erenden bayramlıklarını giyip sokaklarda


dolaşan çocuklara ‘arife çiçeği’ derlerdi. Bayram arife günü akşam ezanından sonra ilan
edilirdi. Ramazanın ilk gecesi olduğu gibi bayramı müjdeleyen davul sesleri çocuklarla
beraber büyükleri de ruhani bir sevinç içinde heyecana getirirdi.585

581
Özdemir Nutku, “Bayram Alayı”, DİA, C.V, İstanbul 1992, s. 265.
582
Halit Fahri Ozansoy, “Bayramlıklar İçin Çarşıda ve Pazarda”, Ramazan Kitabı, s. 297-299.
583
Uslubaş, a.g.e., s. 114.
584
Erol Özbilgen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.227.
585
Özbilgen, a.g.m.,s.227-228.
130

2.9.4. Sarayda Ramazan Bayramı

Padişah ve erkânın sarayda bayramlaşmasına “Muayede Alayı” denir. Osmanlı


sarayında Ramazan ve Kurban bayramlarında Has odada Enderun ağalarıyla “Muayede-
i Havas”, Devlet erkânı ile Babüssaade önünde “Muayede-i Umumî” adı altında törenler
yapılır.586

Bayram günü tebrik merâsimi sabah namazı ile bayram namazı arasında
yapılırdı. Törene katılacak olan kişiler bayram gecesi gece yarısından sonra saraya
gelerek sabah namazından sonra yapılacak olan tören için hazırlanırlardı.587

Sultan, bayramda İstanbul’da olursa birçok eğlence düzenlenirdi. İp


cambazları, akrobatlar, kılıç dansları, hünerli göstericilerin sergiledikleri gösteriler bu
eğlencelerdendi. Sultan bayram sırasında seferdeyse saray erkânı tarafından önemli
şahıslara değerli hediyeler sunulur, ziyafetler verilirdi.588

Padişahlar, bayramın ilk günü sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesinde


kılmaları adeti de vardı. Darüssaade ağası ile Silahdar ve padişah yakınları
bayramlaşmayıHırka-i Saadet Dairesinde yaparlardı. Bu bayramlaşmadan sonra,
padişah Revan Kasrı denilen daireye gider saltanat elbisesini giyerdi. Bu sırada saray
imamları ile hekimbaşı da hünkârın bayramını orada kutlardı. Padişahın hazırlanması
sırasında hazine kethüdası ile diğer saray ağaları hünkâr tahtını yerinden çıkarıp
süslemelerini yaptıktan sonra Babüssaade’nin önüne koyarlardı. Bu sırada Ayasofya
Camiinde sabah namazını kılmış olan ve teşrifata katılacak kişiler, Kubbealtı denilen ve
vükelanın toplantı yeri olan mahalde toplanmış olurdu. Merasim zamanının geldiği,
silahtar ağa vesilesiyle hünkâra bildirilirdi. Padişah bulunduğu yerden kalkıp önce arz
odasına gelir orada biraz dinlenirdi. Bu sırada mehter takımı çalmaya başlardı. Hünkâr,
tahtına oturur, bu arada Nakib ül Eşraf Efendi bir dua ile bayram merasimini başlatırdı.
Bu sırada Enderun çavuşları tarafından “Aleyke, Avunullah, Maşallah” diye hitamlar
duyurulurdu. Bu tarz bağırışlara tarihimizde “alkış” denilmiştir.589

Bayram alayından bittikten sonra padişah Has Odanın önüne konulan tahtına
oturur Enderun halkının tebriğini kabul ederdi. Saray kethüdası önde olduğu halde kapı

586
Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniyye, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.83-84.
587
BOA, KK. d, nr. 0696, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s. 73.
588
And, a.g.e., s.233.
589
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 203-209.
131

oğlanları sırasıyla gelip etek öperler, onları müteakip hazine ve kiler kethüdalarıyla
seferlilerinçamaşırcı başısı başta olarak bu odadaki iç oğlanları tebrik ederlerdi. Bu
suretle ikinci Enderun tebriği bittikten sonra padişah bu defa da has odadaki tahta oturur
musahib ve nedimler gelip kendisini eğlendirilirlerken kilerci başının yemeği yer ve
helvahanede yapılan helvadan sadrazam, şeyhülislam ve kazaskerlerle bohçalara
bağlanmış tabaklarla helva yollardı.590

Bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenletmiştir. Bu


bayram şenliklerinden biri, Sultan Abdülaziz’in 1866 yılındaki kurban bayramında
düzenlettirdiği meşhur şenliktir. Haliç’te, Galata Köprüsü ve Sarayburnu’nda
düzenlenen gösterilerde İstanbul esnafı çeşitli maharetler göstermiş, orta oyuncuları,
hayalbazlar ve meddahlar halkı eğlendirmişler, hatta güreşçiler de yer almıştır.591

XV. yüzyıldan itibaren şenlikler belli bir protokol ve program düzeni içinde
gerçekleştirilmiştir. Bayram günlerinde öğleden önce bayramlaşma, ikram ve
hediyelerin dağıtılması ve yemek yemekle geçer, öğleden sonra ise gösteriler
yapılmıştır. Bu gösterilerde cambaz, gözbağcı, esnaf oyunları, dramatik oyunlar ve
sportif oyunlar yer almıştır.592

II. Abdülhamid döneminde ve XX. yy başlarında bayramlar daha sade bir


biçimde kutlanmakla birlikte aynı usul devam etmiştir. Bayram arife günü top atışlarıyla
başlar ve bayramın son gününün ikindisinde atılan topla sona ererdi.593

2.9.5. Osmanlı Toplumunda Ramazan Bayramı

Bayram sabahı gün doğumunda minarelerde ilahi nameleriyle temcid


verilirdi.594Ardından sabah ezanı okunur. Büyükler bayramlık elbiselerini giyer,
süslenir, saçlar, bıyıklar, sakallar taranır, güzel kokular sürülürdü. Minarelerden
temcidin sesini duyanlar camilere koşarlar. Halk bayram namazları için, omuz ve
koltuklarında seccadeleri olduğu halde gecenin yarısından itibaren bu meydana akın

590
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210.
591
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210.
592
Nutku, a.g.md., s. 264.
593
Nutku, a.g.md., s. 264.
594
Musahipzade Celal, “Şeker Bayramı”, Ramazan Kitabı”, s. 303.
132

halinde gelirdi. Bazen çok kalabalık da olur o zaman halk meydana sığmaz etraftaki
sokaklara yayılır ve namaza iştirak ederlerdi.595

Bayram namazları büyük bir azamet ve ihtişam içinde kılınır, namazdan sonra
ilk tebrikleşmeler cami avlusunda başlar, tanıdıklar burada, el öperek, tokalaşarak
bayramlaşırlar. Çıkışta da ulema yahut yaşça büyük olanların ellerini öpüp dualarını
alırlardı.596

Bayram namazından sonra eve dönülmeden önce mezarlığa gidilir. Yakınların


kabri ziyaret edilir Fatiha ve Yasin-i Şerif okunurdu. Evlerine dönen cemaat eve girer
girmez kapı önüne bekleyen ailesiyle eller öpülerek, kucaklaşır, küçükler öpülür, sevinç
içinde bayram tebrik edilirdi. Daha sonra komşu ziyaretleri başlardı. Memurlarda
amirlerinin evlerine bayram ziyaretine giderdi. Bu çok masraflı olan bayram ziyaretleri
1845 yılında resmen kaldırılmış, memurların çalıştıkları yerde bayramlaşmaları ve
amirlerinin evlerine gitmemeleri bir kararname ile hükme bağlanmıştır. Bu tür bayram
tebriklerinin haricinde evleri ilk olarak bekçiler ziyaret ederdi. Bekçilerin birinin elinde
bir sırık durur; o sırık evlerden birinin penceresinden uzatılır, içeriden de sırığın ucuna
basma, mendil ya da değişik hediyeler bağlanırdı.597

Osmanlı toplumunda bayramın özel bir yeri vardır. Sosyal dayanışmayı,


toplumda sevgi ve saygıyı arttıran bayram, dargınları da barıştıran bir köprüdür. Allah’ı
hatırlamada ve bu güne eriştirdiği için sonsuz şükür niteliğindedir.598

Tebriğe gelenlere genellikle badem şeker ve lokum ikram edilirdi. Bazen


yanına bardaklar konulmuş bir kâse içinde gülbeşeker, sakız yahut Hindistan cevizi
reçeli gibi macun kıvamında tatlı ikram edilirdi.599 En meşhur ikram da baklava
olmuştur. Arife günü komşularında bir araya gelmesiyle kat kat açılan baklava bayramın
en gözde tatlısıdır.600

Erkek çocuklarına kabartılmış motifli, kız çocuklarına da kenarları fırfırlı


renkli mendiller hediye edilirdi. Bayram harçlıkları bazen çocukların eline bazen de

595
Nutku, a.g.md., s. 264.
596
Uslubaş. a.g.e. s. 115-116.
597
Uslubaş, a.g.e. s. 116.
598
21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, ( Türk Töresi), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul,
1994, s. 201.
599
Erol Özbilen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.229.
600
Kolay, vd., a.g.e., s.198.
133

bumendillere sarılıp verilirdi.Çocuklar bu mendilleri kullanmazlar, bayram mendilleri


koleksiyonu yaparlardı.601

Müzisyenler ev ev dolaşır para toplarlardı. Zurna çalan iki kişi önde, davul
çalan iki kişi ise arkada tarafta dururdu. Birer tane de zil ve boru çalan kişi vardı. Bu
müzik ekipmanı ahenkli müzikleri günler önceden bayram için özel düzenlerdi.602

Bayram yerlerinde dönme dolap, kayık salıncağı,havalı tüfek ile mekanik


düzenli hedeflere nişan almak; ata ve at arabasına binmek, makarayla telden kaymak
çocukların bayramda en büyük eğlencesiydi. Etraf kuruyemişçi, şekerci, börekçi,
turşucu, revani, şam tatlı satıcılarıyla dolu olurdu.603

Fatih, Vefa, Kadırga, Üsküdar, Beşiktaş gibi semtlerin meydanlarına bayram


meydanı kurulurdu. Bu meydanların etrafı çadırlarla çevrilir, kocaman bir çadırın içinde
hokkabazlar ve ip cambazları gösteriler yapardı. Hatta havuz kurulur içine konulan fok
balığı on paraya çocuklara izletilirdi. Meydanın başka taraflarına değişik şekillerde
salıncaklar kurulurdu. Dönme dolaplar, atlıkarıncalar çocukların en büyük
eğlenceleriydi. Meydanın dış tarafında ise her türlü yiyecek satıcıları bulunurdu. Horoz
şekeri, elmaşekeri, şerbet, sütlaç tezgâhlarda çocukları beklerdi.604

Türklerin Ramazan Bayramını anlatan Nerval; “Türklerin Ramazan bayramı


bizim yılbaşı bayramımıza benzer. Fakat bu ülkede Avrupa medeniyeti yavaş yavaş
sızmaya, dinlerine aykırı düşmeyen sahalarda, adetlerine bile tesir etmeye başlamış.
Öyle ki kadın ve çocuklar Fransa’dan veya Almanya’dan gelen süslü şeylere, değersiz
ama gösterişli eşyaya bayılıyorlar. Ayrıca Türk kadınları çok güzel reçel ve tatlı
yapmalarını bildikleri halde, şeker, bonbon ve mukavva işleri tamamen Paris
mamulüdür.” Der. Bayramı da; “ Bayram sabahı, güneş doğarken, gemilerden ve bütün
hisarlardan atılan toplar şehri inletti. Bin minareden yükselen ezan sesleriher tarafta
yankılandı. Büyük şaşalı bir merasim yapıldı. Merasimden sonra herkes birbirinin elini
öptü.”605Diyerek o zamanlardaki İstanbul bayramını özetlemiştir.

601
Özbilen, a.g.m., s.229.
602
And, a.g.e., s.233.
603
Özbilen, a.g.m., s. 230.
604
Akyavaş, a.g.e.,s. 354-355.
605
Gerard De Nerval, Doğu’ya Seyahat, (çev, Selahattin Hilav), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.
725-727.
134

2.10. XX. YÜZYIL’DA RAMAZAN

Modernleşme ve küreselleşme, evrensel değerleri öne çıkarırken, yerel kültür


ve değerlerin önünü açmıştır. XX. Yüzyıldaki değişime ayak uydurmaya çalışan
Osmanlı toplumunda bu modernleşme çabaları, sorunları da beraberinde getirmiştir.
Devletin politikası olan demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşlara hâkim kılma çabası606
gündelik yaşamı da etkilemiştir. Toplum yeniden yapılanma zorunluluğu içinde
kalmıştır. Bu aydınlanma dini ve dini kurumları da etkilemiştir. Dini konularda da akılcı
ve eleştirel düşünce ön plana çıkmıştır.607

Toplum yapısındaki değişiklikler kültürel hayatta da görülmüştür. Batıya


yönelme ve batı tarzı hayat sürme, romanlardaki karakterlere uyarlanmıştır. Örneğin,
Ahmet Mithat Efendi’ nin Felâtun Bey’i, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Şık romanındaki
Şatıroğlu Şöhret karakteri, Nabizâde Nazım’ın Zehra romanındaki Suphi’si batı tarzı
olan özenti karakterlerdir. Anadolu’da okunmasıyla yaygınlaşan bu karakterler,
Ramazan ayında halkın en büyük eğlencelerinden olan Karagöz oyununa da sıçramıştır.
Romanlardaki gibi alafranga karakter olan Hacivat ve onun karşısında ezilen Karagöz,
aslında halkı bölmüş, farklı kategorilere koymuştur.608

II. Meşrutiyet dönemi Anadolu toraklarında Ramazan ayına tanıklık eden


Fransız yazar François Georgeon, Osmanlı toplumunun XX. Yüzyılda yöneticilerinin de
değişmesiyle oruca karşı ehemmiyetin azaldığını belirtmektedir. Alenen oruç
tutmadığını göstermenin modern sayılmak olduğunu vurgulayan yazar, toplum içinde de
rahat şekilde yenilip içildiğini belirtmiştir. Cezaların yaptırımının kalmadığını, artık
Ermeni’yi, Rum’u ya da Yahudi’yi Müslüman Türk’ten ayıran hiçbir unsurun
olmadığını söylemiştir.609

Osmanlı Dönemindeki Ramazanları ve Cumhuriyet yıllarındaki Ramazanları


da yaşayan Ruşen Eşref Ünaydın, bu dönemleri kıyaslarken Beyazıt meydanındaki
değişmeyen sergilere dikkat çekiyor. Osmanlıdaki Beyazıt sergileri aynı canlılık aynı
zenginlik içinde çeşitli bölgelerden getirilmiş en kaliteli mallar, en lezzetli yiyecekler
606
Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1996, s. 347.
607
Hasan Onat, “Türkiye’de Din Anlayışındaki Değişim Süreci”, V.Türk Kültür Kongresi
Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü ve Geleceği, Din, İnanç, Laik
Düşünce, C.4, Ankara Kültür Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005, s.5
608
Şerif Mardin, Türk Modernleştirmesi Makaleler 4, (derleyenler, Mümtaz’er Türköne/ Tuncay
Önder), İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 55-56.
609
Georgeon ve Dumont, a.g.e., s. 64-65.
135

aynı havasında hüküm sürmektedir. Renk renk şekerlemeler, top top elbiselik kumaşlar
Hindistan’dan gelen çeşitli baharatlar ve onları satan acem baharatçılar, cinsi
değişmeyen tespihler, hatta tezgâhlardaki satılan kokular bile aynıdır. Yine en dikkat
çeken yer Reji İdaresinden gelen tütün mâmüllerinin olduğu taraftır. İftara bir saat kala
herkes dağılmaya başlamaktadır. Sergicilerde sergilerini birer örtüyle örtüp avluyu terk
ederler.610

İstanbul’un meşhur eğlence yeri olan Direklerarası itibarını kaybetmiştir. Halk


eğlence yeri olan Direklerarasından, Beyoğlu sokaklarına kaymıştır. Batılılaşmayla
birlikte serbest olan içki ve beraberinde meyhaneler artmıştır. Beyoğlu’nda meşhur
meyhaneler ve içkili mekânlar rağbet görmeye başlamıştır.611

Ramazana özel Beyoğlu’nda gösterilen sinemalar, büyük ilgi toplamıştır.


Direklerasındaki perde oyunlarını geride bırakan sinema, her geçen gün değişik filmler
oynatmakta, reklamını ise gazetelerde vermektedir.612

XIX. Yüzyıla kadar İstanbul’un Kültür dokusuna yer edinen ve en görkemli


dönemini II. Abdülhamid döneminde yaşayıp Ramazanla özdeşleşen semai
kahvehaneleri de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra duraklama ve çok kısa bir süre sonra
da gerileme dönemine girmiş ve I. Dünya Savaşı yıllarındakaldırılmıştır.613

Tanzimat döneminde ortaya çıkmış olan ve Ramazan aylarında halkın eğlence


mekânı olan tiyatro, meşrutiyet döneminde insanları eğlendirme çizgisini bozmuştur. 31
Mart olayı, Trablus ve Balkan savaşları sırasında halkın moralini düzeltme çabasına
gidilmiş ve olumsuzluklar iyi şekilde gösterilerek sahnede canlandırılmıştır. Halkın
tiyatroya duyduğu eski coşku kalmamış, ilgi azalmıştır.614

Cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde


benimsenen altı ilke gerek tiyatro eserlerinde gerek tiyatronun çeşitli yönlerinde
uygulandı. Türk ulusunun değerleri ve erdemleri eski tarihten de kesintiler sunarak
halka gösterildi. Ramazan ayına mahsus olan gösteriler tamamen çizgisinden çıkarak
ulusa seslenen değerler niteliği aldı. “Yurtta barış Cihanda barış” ilkesi konsepti

610
Beşir Ayvazoğlu, Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2009, s.53-56.
611
Ercüment Ekrem Talû, “Yetim Mabet”, Ramazan Kitabı, s.254.
612
Georgeon ve Dumont, a.g.e., s.83.
613
Refik, a.g.m., s.117.
614
Metin And, Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s.116.
136

tiyatroya başarılı bir şekilde uyarlandı. Tiyatronun halka seslenişi ile birlikte kamu
eliyle destekleme kararı alındı.615

Osmanlı döneminde bilhassa Ramazan aylarında oynanan oyunları genellikle


Ermeni kökenli kişiler icra ederdi. Meşrutiyet döneminde ise Müslümanlar tiyatroda
etkili olmuştur. Güllü Agop Gedikpaşa Tiyatrosunu, Ahmet Vefik Paşa’nın önayak
olduğu Bursa Tiyatrosu faaliyete geçmiştir. Saray tiyatroları da önem kazanmış, üstelik
oyuncuları da Türk Müslümanlardan seçilerek canlandırılmıştır.616

1915’te Darülbedayi’nin kurulmasıyla, ortaoyunu ve tuluat tamamen ortadan


kalkmıştır. Sahneye gelen Ermeni oyuncuların aksanı ve konuşma tarzından anlamayan
Türkler, Türk oyuncu yetiştirilmesini istemişlerdir. İlk oyunu “Çürük Temel” olan
Darülbedayi de Türk oyuncular eğitilmiş, ilerleyen zamanlarda burası konservatuar
halini almıştır.617

Osmanlı Ramazan gecelerinde doludizgin izlenen Karagöz gösterileri, XIX.


Yüzyılın başında Meşrutiyetin ilânı rağbeti arttırmıştır. İstibdat Dönemi sansüre maruz
kalmasıyla konular serbestleştirilmiştir. 1910 yılında ise ilk defa canlı olarak icra edilen
Karagöz oyunları oynanmıştır. 1920’li yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte Karagöz
yavaş yavaş etkinliğini kaybetmiştir.618

İkinci Meşrutiyet döneminde, Ramazan ayında verilen vaazlara da karışılmış,


eğlence yerleri yahut meyhaneler hususunda engelleyici vaaz verilmesi istenmiştir.
Vaazı veren vaizler bizzat saraya çağırılmış, on lira bahşiş verilmiştir. Vaizlerin
zamanla saraya yaranmak ve bahşiş alabilmek için halkı Ramazan ayı eğlencelerini
kötüleyen vaazlar verdiği görülmüştür. 619

1908 Ramazanında teravih çıkışı Yeni Camii imam vekili olan Abdülkadir
Efendi, yeni düzene ilginin arttığı ve inançlarda zayıflama olduğu düşüncesiyle Karagöz
oynatan yerlere zarar vermiş, perdelerini yırtmıştır.620

615
And, a.g.e.,s. 156-158.
616
Metin And, Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1971, s. 27.
617
Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2000, s.77-79.
618
Göktaş, a.g.e.,s.10-11.
619
Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 2001, s.137.
620
Akşin, a.g.e., s. 137.
137

Milli Mücadele yıllarında, başkentte Ramazan geceleri eskisi gibi eğlence dolu
değildir. Herkes evlerinde dinlenmeye geçmiş, hareket hazırlıkları ve işgal durumunda
savunma planları, teravih çıkışı yer altı diye hitap edilen gizli yerlerde yapılmıştır. Hatta
o dönemlerde toplanmaya tek müsait yer camilerdir. Vaazların milli iradeyi güçlendiren
nüktede olması ve Mustafa Kemal resimlerinin ve mücadele ruhunu güçlendiren
yazıların elden ele dolaştığı görülmüştür. 621

Seçkinlerin uygarlığı ve halk tabakasının kültürünün farklı olduğunu belirten


Ziya Gökalp’e göre, Ramazan geceleri, Türk seçkinlerinin halk kültürünü yakından
tanıdıkları bir dönem olarak nitelendirir. Ramazan ayında vaazların Türkçe verildiği
gibi, ilahilerinde Türkçe okunduğuna dikkat çeker. Hatta teravih namazlarına can veren
yegane unsurun Türkçe okunan ilahiler olduğunu savunur.622

Ramazaniyyeler, Cumhuriyetin getirdiği edebiyat alanındaki yeniliklere boyun


eğmiş, yazarların bakış açısı ve düşünce sistemiyle birlikte yok olmuştur. Cumhuriyetin
ilk yıllarında hâkim olan Türkçülük fikri doğrultusunda yazarlar, eserlerinde
ideolojilerini savunmuş, kasidenin giriş bölümünde yer alan ramazaniyyeler divan
edebiyatı nazım biçimlerinde terk edilmiştir.623

Değişen ve gelişen kültürlerimizden mahyalarda nasibini almıştır. XIX.


Yüzyılın sonlarına doğru babadan oğla geçen, usta çırak ilişkisiyle sürdürülen
mahyacılık için, Fatih’te sıbyan mektebi odalarında ustalık eğitimi verilmiştir. XX.
Yüzyılda ise İstanbul Vakıflar Bölge Başmüdürlüğü kapsamına alınmıştır. Mahya
yapım atölyesinde elemanlar yetişmekte, İstanbul’dan ayrı büyük şehirlerde de
mahyalar kurulmaktadır. 624

Bazen motif, bazen Osmanlıca yazı, bazen divani olarak yazılan mahyalar stil
ve içerik olarak değişmiştir. 1924’ten sonra mahyalar açıkça siyasal bir içerik
kazanmıştır. “Yaşasın Hürriyet”, “Yerli Malı Satın Alınız”, “Yaşasın Gazi Mustafa
Kemal” gibi ifadeler minareler arasında sallanmıştır. Dini muhtevasını kaybeden
mahyalar, dönemin siyasal konularıyla ilgili mesajlar vermiştir.625

621
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 119.
622
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara, 1923, s.119.
623
Ayvazoğlu, a.g.e.,s. 157-158.
624
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını,
İstanbul, 1994, s.276.
625
İlbeyi Özer, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.431.
138

XIX. Yüzyılın son döneminde İstanbul’da üç yerden top atılır. Biri Beyazıd
Meydanından, diğeri Selimiye Kışlasından, üçüncüsü ise Üsküdar ve Beylerbeyi
arasındaki Nakkaş Karakolu’nun yanından olmak üzere yedi buçukluk toplar atılmıştır.
XX. Yüzyıla gelindiğinde İstanbul’da top Sultanahmet Camisi’nin yanındaki yangın
harabesi olmak üzere tek yerden atılmaktadır.626

Modernleşen çağın gelmesiyle, iftar sofralarının gitmesi bir olmuştur. Batılı ev


düzenine geçilmesiyle, Ramazan ayı gelmeden doldurulan kiler bölümü kalkmış, aylar
önce başlayan hazırlık ve temizlik unutulmuştur. İftariyelikler, iftar davetleri, diş
kiraları, haremlik selamlık sofra düzenleri adeta tarihe gömülmüştür. Akşam ezanının
okunmasıyla oruçlar açılmış, eski iftar sofralarının ihtişamı kaybolmuştur.627

Batı kültürü ve modernleşme sofralara da uğramış, hatta saray sofralarının


havasını değiştirmiştir. Topkapı Sarayında kocaman masayla avluya kurulan iftar
sofrası, artık avludan kalkmış, batı tabiriyle yemek salonuna taşınmıştır. Lezzetler
değişmiş, batı mutfağı etkisi görülmüştür. Geleneksel yemekler eskide kalmış, yeni
yemek tarzları mutfaklara girmiştir. O dönemde dergilerin çoğalmasıyla birlikte yemek
dergileri de piyasaya çıkmıştır. Bu yemek dergilerinin içeriği ise batı yemekleri olarak
sunulmuştur.628

Ramazanda meşhur olan içecekler şurup ve şerbetlerde değişime uğramıştır.


İftardan sonra içilen kahve yerini çaya bırakmıştır. 1930’lu yıllarda Türkiye’de çayın
üretilmeye başlamasıyla birlikte hem Ramazan akşamlarında sıkça tüketilmeye
başlanmış, hem de Türklerin milli içeceği olmuştur.629

İstanbul’da zengin ailelerin konaklarında verilen herkese açık iftar sofraları


Genç Türkler döneminde kalkmıştır. Akabinde verilen diş kirası adı altında verilen
hediyelerde kaybolmuştur. Sebebi ise büyük devlet görevlilerinin diş kirası verme takati
kalmadığı için ve masrafları kısma zorunluluğundandır.630

Ramazan başlangıcını tayin etmek için Ruyet-i Hilal yani aya çıplak gözle
bakma ve şüpheli gün sorunu 1927 yılında alafranga takvime geçişle ortadan kalkar.

626
Şakir, a.g.e., s. 65.
627
Ruşen Eşref Ünaydın, “İftar”, Ramazan Kitabı, s.256-259.
628
Özer, a.g.e., s.261.
629
Suraıya Faroqhı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s. 289.
630
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 128.
139

Ramazan ayının başlangıcı bilimsel bir şekilde İstanbul Rasathanesi’nin saptamasıyla


olur. 631

Padişahın, Müslüman halka orucun zorunlu olduğunu bildiren tenbihler,


Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte son bulur. Ceza Kanunu’nun oruç tutmayanlar ve
bozanlar için öngördüğü müeyyide, 1926’da yeni Ceza Kanunu’nun kabulü ile tamamen
yürürlükten kalkmıştır. Oruç artık zorunlu olmaktan çıkar ve tercih meselesi halini
alır.632

Ramazan ayının Osmanlıda ki tadını, insanların “Nerde o eski Ramazanlar”


sözünü Yahya Kemal’in dizelerinden anlıyoruz “Senede bir defa gelen bu otuz günlük
şehrâyinin, büyük bir mazinin şaşaasına özlem duyuyoruz. Bu levha mazidir. Biz onun
içinde müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz. Kendimiz ondan değil ve ona Frenkler kadar
yabancıyız. Eski Ramazanımızın medeniyet ışığı söndü. İbadetler bile teamül haline
geldi. Keşke ceddimizin Ramazanına dönsek de, Ramazan Türk halkı için Her sene
tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olsa.”633

631
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 129.
632
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 130.
633
Yahya Kemal Beyatlı, Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985, s.116-117.
140

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türk milleti, Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış,


kendine has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu özel ayın ihtişamını en muazzam bir
şekilde, Payitaht yaşamıştır. Gelenek haline getirdiği dini ve sosyal merasimleri
toplumun Ramazan ayına has kültürünü oluşturmuştur.

François Georgeon’un Ramazan ayı için İstanbul’u anlattığı makalede


‘Ramazan konukseverlik ayıdır’ diyerek, Osmanlı toplumunun bu aydaki tutumunu
vurgular. Ramazan ayı boyunca toplumsal hayatın ritmi hızlanır, bayramda da aynı
canlılık devam eder.

Anadolu’daki Ramazan ayını kültürel şölen haline getiren unsur; İslamiyet


öncesi Türk dininde bulunmayan oruç ibadetine, Türklerin İslamiyet’e geçişinden sonra
bazı Türk gelenek ve göreneklerini, Türk estetik zevkini, yaptıkları bazı törensel
gösterileri de katmalarından kaynaklanmaktadır.

Osmanlı Devleti Ramazan ayını gerek resmi olarak gerekse bizzat halk
tarafından düzenlemeler ve hazırlıklar yaparak karşılamıştır. Devlet halkın rahat bir
Ramazan ayı yaşamasını temin etme amaçlı tenbihnameler yayımlamıştır. Bu tenbihler
evlerin, işyerlerinin, kişilerin kıyafetleri, rahatsız edici davranışların önlenmesi,
fiyatların herkesin kesesine uygun olması, yeme içme hususuna dikkat edilmesi
açısından tasarlanmış, aksi hareketlerin görülmesi durumunda resmi makamlar
tarafından cezai işlemler uygulanmıştır.

Ramazan ayının habercisi olan hilal gözlenmiş, hatta bu olay eğlenceye


dönüştürülmüştür. Kadı tarafından hilali görene ve buna tanık olanlara ziyafetler
düzenlemiş, çeşitli hediyeler vermiştir. Ay görünür görünmez camilerde kandiller
yakılır, top atılır, davulcular davullarını çalarak halka Ramazan ayının başladığını
müjdeler ve o gece herkes sahura kaldırılırdı.

Arife günü Osmanlı sultanları kutsal emanetleri ziyaret etmişlerdir. Tören


haline gelen Hırka-ı Şerif ziyareti yine arife günü gerçekleşir ardından halka soğanlı
yumurta ikram edilirdi. Lezzeti en güzel olan soğanlı yumurtanın aşçısı Ramazan ayı
boyunca sultanın yemeklerini pişirmeye hak kazanırdı. Halk arasında ise sahurda ve
iftarda tüketilecek olan yiyecekler Ramazan gelmeden kilerlere konulmaktadır.
141

İftardan birkaç saat önce hazırlanan iftar yemekleri Ramazanın sofralara da


geldiğini göstermektedir. Bu iftar yemekleri her zamankinden farklı olmuş, herhangi bir
davet olmasa bile sanki davet varmış gibi sofralar donatılmıştır. Anadolu’nun en
doğusundan en batısına kadar aynı anda oruç açıp lokmalar alındığında Ramazan sanki
şölen halini almıştır.

Osmanlı devletinde insanların ekonomik düzeyi ne olursa olsun Ramazan


ayında iftar davetleri önemli yer teşkil etmiştir. Ramazan ayı kış mevsimine denk
geldiyse evin en güzel salonlarına, yaz mevsimine denk geldiyse evin avlusuna
kocaman kurulan sofralarda fakir zengin herkes doyurulurdu. Bu iftar davetlerinin en
büyük özelliği ise davetsiz gidilebilmesiydi. Padişah Ramazanın ilk on günü
yöneticilerini iftara davet ederdi. Bu sofralarda leziz ve zengin yiyeceklerden ziyade
‘Diş Kirası’ adı altında hediye verilmesi pek meşhurdu. İftara özgü olan bu gelenek
hediye yahut para olarak misafirlere verilirdi. Ev sahibi misafirlerini uğurlarken takdim
ederdi.

İftar sofralarında her şeyin bir sırası vardı. Oruç iftariyeliklerle açılırdı. Bu
gelenek günümüzde yok olsa da Osmanlının en güzel geleneklerindendi. Top atıldıktan
sonra aperatif olarak iftariyelikler yenir; sonra akşam namazına geçilirdi. Namazlarda
kılındıktan sonra asıl yemek bölümüne geçilmiştir. Yemek mutlaka çorbayla başlardı.
Çorbadan sonra meşhur ‘yumurta-ı hümayun’ yenirdi. Ardından kebap, kıymalı yahut
peynirli börek yenirdi. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ana yemeklerden sonra yenirdi.
Güllaç Türklere özgü bir tatlı olarak bilinmektedir.

Ramazan ayı gelmeden önce Osmanlı topraklarının kendine özgü olan


yiyecekleri saraya taşınırdı. Malatya’nın kayısısı, Ankara’nın balları, Antep’in
baklavaları, cevizli fıstıklı sucuklar, İzmir’in kuru incirleri gibi tatlılar Ramazan
sofraları için akın akın saraya toplanırdı.

Osmanlı’nın Ramazan ayına mahsus en güzel geleneklerden bir tanesi ‘zimem


defterleri’ idi. Bakkal, kasap, manav gibi esnafların tuttuğu borç defterleri, Ramazanda
gönlü zengin kişi tarafından zimem defteri diye adlandırılan bu defterlerdeki kişilerin
borçlarının ödenmesi geleneğiydi. Ödeyen kimin borcunu ödediğini bilmez, borçluda
borcunu kimin ödediğini bilmezdi. Böylelikle ne zenginde gurur ne de fakirde minnet
duygusu olurdu.
142

Osmanlı’da Ramazan ayı gelince sanki geceyle gündüz yer değiştirmiştir. On


bir ay boyunca son derece yavaş bir ritimle yaşanan hayat birden bambaşka canlılık ve
renklilik kazanmıştır. İftardan sonra herkes eline kandilini alır yollara dökülürdü.
Kahveler, dükkânlar hatta devlet daireleri bile sahura kadar açık olurdu.

Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu
şölene şahit olur. Dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşır. Özellikle Ramazan ayı yaz
aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası
yakalanır.

Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra
değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay
sürer. Ramazan Türk halkının düğünüdür. Tüm halkta “Çok şükür on ay kaldı” diye bir
ay daha yaklaşmanın sevinci olur.

Eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, misafirperverlik, dayanışma, yoksulları


doyurma, fakiri incitmeden sevindirme, bütün toplumu aynı ailenin bir ferdiymiş gibi
görebilme şuurudur Ramazan. Geldiğinde İstanbul’un nabzını değiştirir, tam bir
Müslüman şehri yapardı. Şehrin bu yükselen ritmi, diğer din mensuplarına da kutsal
halkaya dahil olma çağrısı yapardı.

Ramazan ayını Müslüman Türkler külfet haline getirmemiş, ılımlı bir şekilde
yaşamışlardır. Mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde
eğlenebilme, cömertlik, ahlak tasfiyesi, herkesi düşünme terbiyesini de bir araya
getirerek “Ramazan Medeniyeti” oluşturulmuştur. Bu mübarek ay her sınıf halkın
benimsediği ve rahatça yaşadığı kutsal bir zaman dilimine dönüşmüştür. Dil, din, ırk,
zengin, fakir gibi ayrımların ortadan kalktığı ve ortak bir ruhun, yoldaşlığın adıdır.
Ramazan, her Müslüman’ın kutsal tebessümüdür.
143

EKLER
144

Ek 1:Osmanlı Arşiv Belgeleri


145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158

KAYNAKÇA

Abdülazîz Bey, (2002), Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, haz. Kazım Arısan,
Duygu Arısan Güney, İstanbul.

ACAR, M. Şinasi, (2011), Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın,


İstanbul.

Ahmed Esad Ben’im, (1949), Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul.

Ahmed İbn-i Hanbel, (1981), Müsned, İstanbul.

AKRAM, Muhammed, (2015), “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve


İslam’da Orucun Anlamı ve Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl,
Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya, Ümraniye
Belediyesi, İstanbul, s. 46

AKSEL, Melik, (2000), “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık İstanbul, ss. 108-113.

AKSEL, Melik, (2003), “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik,


Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 87.

AKŞİN, Sina, (2001), Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı,
İstanbul.

AKYAVAŞ, A. Ragıp, (2000), Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye


Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

Ali Seydi Bey, (T.Y.), Teşrîfât ve Teşkilâtımız, (haz. N.Ahmet Banoğlu), Tercüman
1001 Temel Eser İstanbul.

ALP Münevver, (2003), “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti,
İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 15.

ALTINAY, Ramazan, (2006), Emevilerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları,


Ankara.

ALTINAY, Ramazan, (2013), “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay-


Mevsim-Yıl) Anlayışı ve Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi,
C.7, S.21, ss. 227-228.
159

ALTUNDAĞ, Abdurrahman, (2012), Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık,


İstanbul.

ALTUNTAŞ, Halil ve KARAGÖZ, İsmail, (2010), Oruç İlmihali, Diyanet İşleri


Başkanlığı, Ankara.

ALUS, Sermet Muhtar, (2005), 30 Sene Evvel İstanbul, ( Haz. Faruk Ilıkan), İletişim
Yayınları, İstanbul.

AMICIS, Edmondo De, (2013), İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih
Kurumu, Ankara.

AND, Metin, (1971), Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş


Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1972), Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş


Bankası Kültür Yayınları, Ankara.

AND, Metin, (1992), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları,
İstanbul.

AND, Metin, (2012), 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

ARAT, Reşit Rahmeti, (1946), Vekâyi Babür’ün Hatıratı, C.I. TTK Yayınları,
Ankara.

ARAZ, Nezihe, (2000), “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak
Kültürü, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.18.

ARMAĞAN, Servet, (2005), İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul.

ARPAD, Burhan, (1984), Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye


Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul.

ARSLAN, İhsan, (2011), “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat
ve Mûsikîsi Dergisi, C.9, S.17, ss. 151-152.

ASLAN, Halide, (2009), “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden


Kandiller”, İslâm, Sanat, Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi (İSTEM),
S.13, Y. 7, s. 200.
160

ASSMANN, Jan, (2001), Kültürel Bellek, (Çev) Ayşe T. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

ASUTAY, Hasip, (2007), Kurban Risalesi, Hacegan Yayınları, İstanbul.

ASUTAY, Hasip, (2012), Oruç Risalesi, Hâcegân Yayınları, İstanbul.

AŞIK, Fahrettin, (1990), “Hz. Peygamberin Ramazan Hayatı” Diyanet Dergisi, Cilt 26,
Sayı 2, Ankara, s. 51.

ATAMAN, Sadi Yaver, (1997), Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.

ATASOY, Nurhan, (1998), “Hırka-i Saâdet”, DİA, XVII, İstanbul, s. 374.

ATEŞ, Süleyman, (1988), Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul.

AYDIN, Abdullah, (1976), Nurul İzah ve Tercümesi, Aydın Yayınevi, İstanbul,

AYNUR, Hatice, (2001),“Bayram”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramı Terimleri


Ansiklopedik Sözlüğü, C.1, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,
Ankara, s. 371.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2000), Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2009), Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları,


İstanbul.

AYVAZOĞLU, Beşir, (2010), “Kandiller, Mahyalar ve Türk Kimliği”,Göklere Yazı


Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, s. 53.

AYVERDİ, Samiha, (1999), İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV.
Baskı, İstanbul.

Azmi Nihad, İsmail Sivri, (1958), Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası,
İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (1988), İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (Haz. Ali
Şükrü Çoruk), İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2000), Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet
Banoğlu), Tercüman, İstanbul.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2001), Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali
Şükrü Çoruk), İstanbul.
161

BAŞ, Eyüp, (2004), “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri
Üzerine Düşünceler", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 1,
s. 169.

BATMAZ, Şakir, (2006),“Bir Bahriye Zabitinin Hatıralarında II. Abdülhamid’ in Yıldız


Sarayı İtirafları”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine
Yayınları, İzmir, ss. 78-83.

BAYAT, Fuzuli, (2008), “Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Bağlamda Yengi Kün


(Nevruz): Mitolojik Olgudan Mitolojik Kurguya”, Gaziantep Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), s. 143

BAYAT, Fuzuli, (2016), Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana
Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji,
Ötüken Neşriyat, İstanbul.

BAYKAL, İsmail H. (2015), “Hırka-ı Saadet Ziyareti”, Dersaâdet’te Ramazan


Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 101.

BAYKARA, Tuncer, (2002), “Türklerde Kutlamalar, Toylar ve Eğlenceler”, Erdem,


C. 12, S.36, Gün Ofset, Ankara, ss. 868-870.

BAYRAKTAR, İbrahim, (1992), “Bayram” DİA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, s. 259.

BAYRI, M. Halit, (2003), “Ramazan’ın Gülü Güllaç”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim


Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, ss. 196-197

BAYRI, Mehmet H., (1972), Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul.

BEKKİ, Selahaddin, (1996), “Türk Mitolojisi’nde Kurban”, Akademik Araştırmalar,


Yıl 1, S. 3, ss. 16-28

BERBER, Oktay, (2009), “Türk Kültüründe Eğlence ve Birlik Unsuru Olarak


Düğünler”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.10, ss. 1-10.

BEYATLI, Yahya Kemal, (1985), Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

BEYATLI, Yahya Kemal, (1990), Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya
Kemal Enstitüsü Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.
162

BEYATLI, Yahya Kemal, (1995), Aziz İstanbul, M.E.B. Yayınları, İstanbul.

BEYATLI, Yahya Kemal, (2002), Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti
Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 16. Baskı, İstanbul.

BEYDİLLİ, Kemal, (2003), Bir Yeniçeriʹnin Hatıratı, Tarih Tabiat Vakfı Yayınları,
İstanbul.

BİLGİN, Arif, (2004), Osmanlı Saray Mutfağı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul.

BİLMEN, Ömer Nasuhi, (1997), Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul.

BİRSEL, Salah, (1975), Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul.

BOA. KK. D.NR.696.


BOA. A. MKT. NZD 281-8.
BOA, CEVDET, BELEDİYE, NR.237, 6591.
BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR. 496.
BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR.11023.
BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR. 53351.
BOA, HATT-I HÜMAYUN, NR.55950.
BOA. DVN. MKL.11.19.1
BOA. Y.PRK. BŞK. 29.88.1
BOA. HATT-I HÜMAYUN, 1652. 43
BOA. DVN. MKV. 11.19.2.
BOA. MKT. MHM. 310.82.
BOA. MKT. MHM. 310.82.2.
BOA. İDH.955, 75560, 02/N/1302.
BOA, V.PRK, BŞK, 63,74.
BOA, BKT, UM, 548.68.
BOA, A.MKT.UM. 473, 5.
BOA, DH. MB.HPS.M.7,29.
BOA. ADL. 8.449.
BOA.İ.DH.52/ 2577.
BOA. Y.PRK.BŞK.49.79.1
BOA. MKT. MHL. 98.78.01.
BOA. MKT. NZD. 309. 90. 1.
163

BOA. MKT. UM.548.681.

BOZKURT, Nebi, (1998), “Hurma”, DİA, C. 18, Ankara, s. 391.

BOZKURT, Nebi, (2003), “Kandil”, DİA, C. 27, Ankara, s. 301.

BOZKUŞ, Metin, (2008), “Aşûre Günü, Muharrem Mâtemi/Orucu Ve Sivas’ta Aşûre


Uygulamaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,12/1, s.
35.

BURAN Ahmet, (2006), Prof.Dr. Saim Sakaoğlu’na Armağan, Yayına Hazırlayan


Ali Alptekin (Selçuk Üniversitesi), Kömen-SOTA Yayınları, Konya.

CAFEROĞLU, Ahmet, (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, II. Baskı, Enderun
Kitapevi, İstanbul.

CAN, Halil, (2015), “Ramazâniye”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun


Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 234-235.

CENGİL, Muammer, TEKİN Dila Baran, (2016), “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve
İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15,
S.29, s. 34.

CENGİZ, Gülizar, (2014), “Geleneksel Hıdırellez Etkinliği”, Alevilik Bektaşilik


Araştırma Dergisi, ss. 269-270.

CERRAHOĞLU, İbrahim, (1963), “İslamiyet ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı


Dergisi, C.2, S. 1-2, s. 7.

CİLACI, Osman, (1978), “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, s. 197.

CUNBUR, Müjgan, (1965), “Ramazan Ayı ve Edebiyatımız”, Diyanet İşleri


Başkanlığı Dergisi, C.4, S 1, s. 29.

ÇAĞ, Galip, (2006), “Gökyüzüne Ateşle Yazı Yazmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul
Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 59

ÇAĞRICI, Mustafa, (2008), “Ramazan ve Orucun Ahlaki ve İnsani Boyutu”,


Ramazan, İstanbul Müftülüğü Kültür Yayınları, Ramazan Özel, Sayı.5,
İstanbul, s. 6.
164

ÇAY, Abdulhaluk, (1995), Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Turan Kültür Vakıf
Yayınları, Ankara.

ÇAY, Abdulhaluk,(1997), Hıdırellez: Kültür-Bahar Bayramı, II. Baskı, Kültür


Bakanlığı Yayınları, Ankara.

ÇEKİCİ, Ravza, (2015), “Kıymetini Bilenler Bayrama Böyle Hazırlanırdı,” Nerede O


Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, ss. 133-134.

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1990), Edebiyatımızda Ramazan, Türk Yurdu, C.10, Sayı 32,
Ankara.

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1990),“Edebiyatımızda Ramazan”, Türk Yurdu, S. 378, s. 47

ÇELEBİOĞLU, Amil, (1995), Ramazanname, M.EB. Yayınları, İstanbul.

ÇELİK, Ali, (2008),“Peygamberimiz’in Ramazanı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı


İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, s. 31.

ÇELİK, Celaleddin, (2010), Sosyal Zaman ve Din, Çizgi Yayıncılık, Konya.

ÇELİKKAYA, Hasan, (1969),“Ramazan ve Oruç”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S. 24,


Fatih Matbaası, İstanbul, s. 11.

ÇETİN, Firdevs, (2010), “XVI. Asır Seyyahlarına Göre Osmanlı Toplumu (Müslüman
Davranış Törenleri İle Dini Mekânlar), Vakıflar Dergisi, s. 28.

DANEGÖZ, Yusuf, (2015) “İftar Sofralarının Vazgeçilmezi Hurma”, Nerede O Eski


Ramazanlar, (ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları,
İstanbul, ss. 101-104.

DAVUT, Rahile, (2003), “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Akt.
Alimcan İnayet), Milli Folklor, S.6, s. 207.

DEDEKARGINOĞLU, Hüseyin, (T.Y.), “Muharrem ve Aşure”, Hünkâr Alevilik


Bektaşilik Akademik Araştırmalar Dergisi, s. 41.

DEMİR, Recep, (2016), “Diğer İnanç Sistemlerinde ve İslam’da Oruç(Karşılaştırmalı


Bir Analiz),Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.9, S.42, s. 1787.
165

DEMİRSOY, Soner, TUNÇ, Arif, (2015), “Osmanlı’da Ramazan”, Nerede O Eski


Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, s. 11.

DERMAN, Uğur, (2003), “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros
Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 29.

DERNSCHWAM, Hans, (1992), Seyahat Günlüğü, (çev. Yaşar Önen), Kültür


Bakanlığı Yayınları, Ankara.

DOĞAN, Lütfi, (1972), “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9,
S.5, s. 260.

DÖNMEZ, İbrahim Kâfi, (2008), “Sahur”, DİA, C.35, İstanbul, s. 538.

DÖRDÜNCÜ, Mehmet Bahadır, (2006) “Topkapı’da Ramazan”, Tarihte Ramazan,


Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, ss. 41-47.

DURSUNOĞLU, Halit, (2003), “Klasik Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirler”,


A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.22, s. 13.

DUYURAN, Dürrüşehvar, (2000), Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz,


Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, (1994), C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı
Ortak Yayını, İstanbul.

EBERHARD Weber, Çin’in Şimal Komşuları, (1982), (çev. Nimet Uluğtuğ), Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

Ebû Dâvûd, Süleyman bin el-Eş’as es-Sicistânî, (1998), Sünen, I-V, (haz. Muhammed
Avvame), Beyrut.

El-Hac Mehmed Zihni Efendi, (1998), Nimet-i İslam, II, İstanbul.

ELİADE, Mircea, (1991), Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara.

EMİROĞLU, Kudret, (2015), Kısa Osmanlı- Türkiye Tarihi (Padişahlık Kültürü ve


Demokrasi Ülküsü), İletişim Yayınları, İstanbul.

ENÇ, Mitat, (1997), Uzun Çarşının Uluları, Ötüken, İstanbul.


166

ENÇ, Mitat, (2000), “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, s. 228.

Enderunlu Vâsıf Divanı, Hazırlayan: Rahşan Gürel, Kitabevi Yayınları, İstanbul.

ERAYDIN, Selçuk, (2015), “Ramazan ve Ramazaniyeler”, Dersaâdet’te Ramazan


Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 245.

ERDOĞAN, Mehmet, (2000), İslâm Hukukunda Ahkâmın Değişmesi, Marmara


Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.

ERMAN, Azmi Nihad, (2015), “Sultan Abdülaziz’in Beklenmeyen Ziyâreti”,


Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları,
İstanbul, ss. 341-344.

ERSAL, Yusuf Ziyaeddin, (1974), Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii,
Ankara.

ERSOY, Mehmet Akif, (2012), Safahat, Akçağ Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara.

ERTAN, Mehmet Emin, (1995), “Divan Edebiyatında Ramazaniyyeler Üzerine


İncelemeler”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve
Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Edirne.

Esʽad Efendi, (1979), Osmanlılarda Töre ve Törenler(Teşrîfât-ı Kadime),(Haz.


Yavuz Ercan), İstanbul.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul, (2011), (haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel
Dağlı), YapıKredi Yayınları, İstanbul.

FAROQHI, Suraıya, (2000), Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan


Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

FELEK, Burhan, (2001), “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, (haz.
Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 39-44.

FEYİZLİ, Tahsin, (1988), İslam’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban,


Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, İstanbul.

GEORGEON, Françoıs, DUMONT, Paul, (2000), Osmanlı İmparatorluğu’nda


Yaşamak, İletişim Yayınları, İstanbul.
167

GEORGEON, François, (1998), “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İstanbul


Kahvehaneleri”, Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler, (ed. Hélene Desmet-
Grégoire, François Georgeon), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 64.

GEORGEON, François, (2002), “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne


Ramazana Dair Siyasi Alışkanlıklar”, Toplumsal Tarih Dergisi, S. 107, s. 5.

GERÇEK, Selim Nüzhet, (2000), “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun,
Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 209-214.

GERÇEK, Selim Nüzhet, (2001), “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı,(haz. Abdülkadir
Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 15-16.

GERLACH, Stephan, (2000), Türkiye Günlüğü 1573-1576, (ed. Kemal Beydilli- çev.
Türkis Noyan), Kitap Yayınevi, İstanbul.

GÖKALP, Ziya, (1923), Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara.

GÖKMAN, Muzaffet, (1989), İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik
Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yayınları, İstanbul.

GÖKTAŞ, Uğur, (1992), Dünkü Karagöz, Akademi Kitabevi.

GÖLPINARLI, Abdülbaki, (1962), Ramazan Geldi Hoş Geldi, Kevser Yayınları,


İstanbul.

GÖMEÇ, Sadettin, (1998), “Şamanizm ve Eski Türk Dini”, Pamukkale Üniversitesi


Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 4, s. 41.

GÜLEN, Salih, (2006),“İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul


Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, ss. 104-105.

GÜNAY, Hacı Mehmet, (2007), “Ramazan” DİA, , XXXIV, İstanbul, s. 434.

GÜNER, Süleyman Sırrı, (2017), “Osmanlı Musikisi ve Mehter”, Karadeniz


Araştırmaları Dergisi, S.14, s. 102.

GÜNGÖR, Harun, (2002), “Eski Türklerde Din ve Düşünce”, Türkler, C.3, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, s. 264.

GÜNGÖR, Mevlüt, (T.Y.), “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki


Tanrı ve Ahiret İnancı”, Dini Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 23, s. 15.
168

GÜRLEK, Dursun, (2015), Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Kubbealtı Yayınları,


İstanbul.

GÜRSOY, Ülkü, (2012), “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü
ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, S. 61, s.45.

HANLI, Tuna Buğra, (2015), “Böyleydi Osmanlı’nın Kandili”, Nerede O Eski


Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları,
İstanbul, ss. 87-88.

HASAN, H. İbrahim, (1986), Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, VI, (çev.
İsmail Yiğit), İstanbul.

HATİBOĞLU, Emrullah, (1998), “Hz. Peygamber Zamanında Ramazan”, Ramazan


Çadırında İrfan Sofrası, Bağcılar Belediyesi Yayınları, İstanbul, s.77.

IRMAK, Yunus, (1991), “III. Mustafa Rûznâmesi”,Marmara Üniversitesi Sosyal


Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul.

IŞIK, Hüseyin Hilmi, (1992), Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi,
İstanbul.

İbn-i Battuta Seyahatnamesi, (2000), (çev. A Sait Aykut)Yapı Kredi Yayınları,


İstanbul.

İbn-i Fazlan, Seyahatname, (1985), (çev. Ramazan Şeşen), İstanbul.

İbrahim Refik, (2003), “Semai Kahveleri”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik,


Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 111.

İLERİ, Celal Nuri, (2000), Türk İnkılâbı, (haz. Recep Durmaz), Kaknüs Yayınları,
İstanbul.

İlmihal, (1999), İslam ve Toplum, İslam Araştırmaları Merkezi, Medya Ofset,


İstanbul.

İlmihal, (2008), C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

İmam-ı Gazali, (1982), Mükasefetü’l Kulüb, Çelik Yayınevi, İstanbul.


169

İNAN, Abdulkadir, (1954), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve


Araştırmalar, Ankara.

İNAN, Abdulkadir, (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara.

İNCECİK, Recep, GÖNCÜOĞLU, Süleyman Faruk, SANDIRLI, Fatih, (2004),


Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, Sarıyer Belediyesi,
İstanbul.

İPEK, Nedim, (1999), Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu,
Ankara.

İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Cer” Tarihte Ramazan, ,Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine
Yayınları, İzmir, s. 17.

İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Huzûr Dersleri”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara
(ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 19.

İSKİT, Server, (2015), “Tanzimat Devrinde İstanbul Ramazanları”, Dersaâdet’te


Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 57.

İSLAM, Thowhidul ,“Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”,


Ramazan ve Oruç, s. 64.

İsmail Asım Efendi, (1865), Küçük Çelebizade Tarihi, İstanbul.

KAFESOĞLU, İbrahim, (2004), Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul,

Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, (2005), Sarıyer Belediyesi, İstanbul.

KAHRAMAN, Ahmet, (1971), “Eski Dinlerde ve İslam’da Oruç”, Diyanet İşleri


Başkanlığı Dergisi, C.10, S. 112-113, s. 319.

KALAFAT, Yaşar, (1999), “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk
Sümer’e Armağanı, T.D.A., S. 100, ss. 97-113

KAPLAN, Mehmet, (1977), “Ramazan Edebiyatı”, Millî Kültür, C.1, Yıl: 1, S. 7,


Ankara, s. 38.

KAPLAN, Mehmet, (1977), Milli Kültür, Ankara.

KARA, Abdullah, KARA Hilal, (2006), Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza
Yayınları, İstanbul.
170

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal
Görüldü” Tarihte Ramazan,, Hazine Yayınları, İzmir, s. 71.

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, Hazine
Yayınları, İzmir, s. 71.

KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir.

KARA, İsmail, (2010), “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif-i İhya”, Göklere yazı yazma
sanatı, İstanbul, ss.18-21.

KARAHAN, Abdülkadir, (1990), “Ramazan Edebiyatı ve Ramazaniyeler”, Diyanet


Dergisi, C.26. Sayı; 2, Ankara, s. 95.

KARAHAN, Abdülkadir, (1986), Müslümanlığın Temel Bilgileri, İstanbul.

KARAMAN, Ramazan, (2008), “Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Hitit Üniversitesi


İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 7, S. 13, s. 129.

KARAY, Refik Halid, (2002), Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Yayınları, İstanbul.

KARAY, Refik Halit, (2000), “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan


Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 36.

KARAY, Refik Halit, (2015), “İftar ve Sahur Yemekleri”, Dersaâdet’te Ramazan


Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 353-356

KARPAT, Kemal, (1996), Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul.

Kaşgarlı Mahmud, (1990), Divan-ı Lügati’t Türk, (Çev. Besim Atalay) C.1. Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara.

KATAR, Mehmet, (2001), “Hıristiyan Bayramları Üzerine Bir Araştırma”, Dini


Araştırmalar Dergisi, C. 3, S. 9, ss. 8-9.

KAYA, Emin Erdem, (2012), “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil
Dergisi, C. 1, S. 3, s. 95.

KAYNAK, İbrahim Hakkı, (2016), “Dinlerde Kutsal Zaman ve Mekânın Tarihsel


Yapısının Fenomenolojik Algısı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma
Dergisi, S. 39, s. 446.

KAZICI, Ziya, (2003), Osmanlıʹda Toplum Yapısı, Bilge Yayıncılık, İstanbul.


171

KESKİNKILINÇ, Erdoğan, (2006), “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan”, Tarihte


Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, s. 51

KILIÇ, Filiz, MACİT, Muhsin, (1995), Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri
Güldeste, Ankara.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, (2005), “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”, Karagöz Kitabı,


(haz. Sevengül Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, ss. 143-144.

KIYAK, Abdülkadir, (2008), “Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün,


Bayram ve Törenleri)” Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, s.224.

Kilis’li Rıfat Bilge, (1996), Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür
Bakanlığı Yayınları, İstanbul.

KOCA, Salim, (1996), “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S. 22, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, s.277.

KOCA, Salim, (2002),“Eski Türklerde Bayram ve Festivaller”, Türkler, C.3, Yeni


Türkiye Yayınları, Ankara, s. 51.

KOCA, Salim, (2004), “Eski Türklerde Bayram ve Şenlikler”, Türk Dünyası Nevruz
Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s. 25.

KOÇER, Sayit, (2010), Efendimizin Ramazanʹı, Işık Yayınları, İstanbul.

KOLAY, Arif, BOZKURT, Nurgül, TURAN, Şakir, ARABACI, Hacı Murat, (2016),
Tatlıların Sultanı Baklava, Aktif Matbaa, İstanbul.

KÖSE, Saffet, (2011), “Teravih”, DİA, C. 40, s. 482.

Kur’ân-ı Kerim, (1993), TDV, Komisyon, Ankara.

KUTAY, Cemal, (2003), “Zimem Defteri”, Ramazan Medeniyeti, (haz. İbrahim


Refik), Albatros Kitapları, İstanbul, s. 204.

KUTLAY, Halil İbrahim, (2005), “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Yıl 13, S.
144, ss. 28-30.

MANDALOĞLU, Mehmet, (2012), “İslamiyet’ten Önce Türklerde Toplantı ve


Törenler”, Türk Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 2, s. 213.
172

MANTRAN, Robert, (1991), XVI. XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat,


(çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Eren Yayıncılık, İstanbul.

MARDİN, Şerif, (1999), Türk Modernleştirmesi Makaleler 4, (derleyenler,


Mümtaz’er Türköne/ Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul.

Mehmet Râşid Efendi, (1865), Tarih-i Râşid, Matba’a-i Âmire, İstanbul.

MİRAS, Kamil, (1949), Ramazan Musâhabeleri, Ahmet Sait Basımevi, İstanbul.

MİRAS, Kamil, (1985), Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve


Şerhi, C.4, Emel Matbaacılık, Ankara.

Muallim Naci, (1895), Mektublarım, İstanbul.

MUSAHAN, Ali Yıldız, (2015), “İslam İtikatında “Kutsal”ın Sınırı”, E-Makâlât


Mezhep Araştırmaları, 8/2, s. 122.

Musahipzade Celal, (2000), “Şeker Bayramı”, Ramazan Kitabı”, Özlem Olgun,


Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 303.

MUTAF, Abdülmecit, (2006), “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan,
Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, ss. 65-66.

MÜMTAZ, Ahmet Semih, (2015), “Âdile Sultan, Zekiye Sultan ve Şeyhülislam


Cemalettin Efendi’nin İftar Sofraları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları,
Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, ss. 75-76.

MÜMTAZ, Ahmet Semih, (2015), “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan


Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul,s.88.

Müslim, Ebû Hüseyn el-Haccâc en-Nişabûrî, (1955), Sahîh-i Müslim, I-V, haz.
Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut.

NEDVİ, Seyyid Süleyman, (1985), Asrı Saadet- Peygamberimizin Tebliğat ve


Ta’limatı, Çev. Ali Genceli, (haz. Eşref Edip), Doğan Yayıncılık, İstanbul.

NERVAL, Gerard De, (1974), “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi
Yayınları, İstanbul.

NERVAL, Gerard De, (2012), Doğu’ya Seyahat, Çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
173

NUTKU, Özdemir, (1992), “Bayram Alayı” DİA, C.5, İstanbul, s. 265.

NUTKU, Özdemir, (1997), Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Atatürk Kültür


Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

NUTKU, Özdemir, (1999), Atatürk ve Cumhuriyet Tiyatrosu, Özgür Yayınevi,


İstanbul.

OCAK, Ahmet Yaşar, (1983), Bektaşî Menakıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç


Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul.

OKUR, Hüseyin, (2011), Hikmet ve Faziletleriyle Cuma Günü ve Namazı,


Semerkant Yayınları, İstanbul.

OKUR, Hüseyin, (2013), Allah’a Yakınlaşmak için Kurban, Semerkand Yayınları,


İstanbul.

OLGUN, Özlem, (2000), Ramazan Kitabı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul.

ONARLI, İsmail, (1998), “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi
Yayın Organı, Köln, Nisan, s.13

ONAT, Hasan, (2005), “Türkiye’de Din Anlayışındaki Değişim Süreci”, V. Türk


Kültür Kongresi Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü,
Bugünü ve Geleceği, Din, İnanç, Laik Düşünce, C.4, Ankara Kültür
Başkanlığı Yayınları, Ankara, s. 5.

ONAY, İbrahim, (2013), “İslamiyet’ten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin


Yöntemleri”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi,
S. 7, s. 242.

ORTAYLI, İlber, (1986), İstanbul’dan Sayfalar, Hil Yayınları, İstanbul.

ORTAYLI, İlber, (2008), Gelenekten Geleceğe, Timaş Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.

OZANSOY, Halit Fahri, (2000), “Bayramlıklar İçin Çarşıda ve Pazarda”, Ramazan


Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 297-299.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Karagöz”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da


Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, ss. 166-167.
174

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da


Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, ss. 193-195.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Ortaoyunu”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da


Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 181.

OZANSOY, Halit Fahri, (2004), “Tiyatrolar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da


Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 188.

OZANSOY, Halit Fahri, (2007), Eski İstanbul Ramazanları, Elips Yayınevi, Ankara.

ÖGEL, Bahaddin, (1989), Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

ÖGEL, Bahaddin, (1997), Türk Mitolojisi II, İstanbul.

ÖGEL, Bahaddin, (T.Y.), Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası


Araştırmaları, Türk Tarih Kurumu.

ÖGER, Adem, (2012), “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslar arası Türk Dili,
Edebiyatı ve Tarihi Çizelgesi, C. 7/1, s. 1681.

ÖNCEL, Kemal, (2015), “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı
Hümayun Dersleri”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner
Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 47-49.

ÖZBİLEN, Erol, (2003), “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti,


İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 229.

ÖZBİLEN, Ertuğrul, (2015), “Ramazan Ayında Yerli Fuarı”, Nerede O Eski


Ramazanlar, (ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları,
İstanbul, ss. 110-111.

ÖZBİLGEN, Erol, (2004), Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniyye, İz


Yayıncılık, İstanbul.

ÖZCAN, Nuri, (1982), “XVII. Asırda Osmanlılarda Dini Musiki,” MÜSBE,


Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

ÖZDEMİR, Funda Çapan, (T.Y.), “Gérard de Nerval’ın Gözüyle İstanbul’da Sosyal


Hayat”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S. 31, s. 120.
175

ÖZDEMİR, Hüseyin, (2006), “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan,


Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, s. 32.

ÖZDEMİR, Nebi, (1998), Türk Eğlence Kültürü, Akçağ Yayıncılık, Ankara,


2005Vakfı Yayınları, İstanbul.

ÖZDEN, Ömer, (2006), “Türk Ramazan Kültürü”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat


Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 30, Erzurum, s. 84.

ÖZEK, Ali, (1968), “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası,
İstanbul, 1968, s.10

ÖZEL, Ahmet, (2004), “Mevlit”, DİA, C.29, İstanbul, ss. 275-279.

ÖZER, İlbeyi, (2006), Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva


Yayıncılık, İstanbul.

ÖZERVARLI, Mehmet Sait, (2001), “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, ss. 124-125.

ÖZKAN, Yasin, (2015), “Bayramda Öksüz Çocuklarında Yüzleri Gülsün”, Nerede O


Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, s. 161.

ÖZKAN, Yasin, (2015), “İstanbul’da Ramazan Topları Nerelerden Atılırdı?”, Nerede


O Eski Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy (ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, ss. 27-28.

ÖZKAYA, Yücel, (2008), 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, İstanbul.

ÖZTÜRK, Osman, (1971), “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Sayı
X, Ankara, ss. 112-113.

PAASONEN, H., (2005), Çuvaş Sözlüğü, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul.

PADEN, E. William, (2008), Kutsalın Yorumu, (çev. Abdurrahman Kurt), Sentez


Yayınları, İstanbul.

PEKMAN, Yavuz, (2011), Geleceğe Perde Açan Gelenek Geçmişten Günümüze


İstanbul Tiyatroları II, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
176

PIRLANTA, İsmail, (2012), “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam


Üzerindeki Bazı Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.106, S.2, ss. 695-697

PİRVERDİOĞLU, Ahmet, (2002), “Türklerde Yılbaşı ve Bahar Geleneği, Türkler


Ansiklopedisi, C.III, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 48.

PİYADEOĞLU, Cihan, (2010), “Gazneliler ve Büyük Selçuklular’da Bayramlar ve


Bayram Kutlamaları”, Türk Edebiyatı Uluslararası Periyodik Diller,
Edebiyat ve Türkçenin Tarihi, C.5/4, s. 1413.

POLAT, Kemal, (2015), “Kırgızlarda Ramazan ve Bayram Etkinlikleri”, Ağrı İbrahim


Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, ss. 25-38.

RAMAZANOĞLU, Derviş, (2005), Mahmut Sami, “Oruç ve Açlığın Faziletleri”, Yeni


Dünya, Yıl 13, S.144, Ekim, s. 31.

RAMAZANOĞLU, Derviş, (1951), “Minare, Mahya ve Kandilin Tarihi” , Tarih


Hazinesi, Sayı 8, İstanbul, s. 408.

RASİM, Ahmet, (1967), Ramazan Sohbetleri, İstanbul.

RASONYI, Laszlo, (1988), Tarihte Türklük, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü


Yayınları, Ankara.

REVNAKOĞLU, Cemaleddin Server, (1966), “Eski Üç Aylarda Ramazan’ı Karşılama


Hazırlıkları”, Tarih Konuşuyor, VI. Sayı 35, İstanbul, s. 2889.

RÜSTEMZADE, Sinan, (2015), “Huzur’a Layık Olmak”, Nerede O Eski Ramazanlar,


(ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 51.

S. Semih Mümtaz, (1948), Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler, Hilmi Kitabevi,


İstanbul.

SAKAOĞLU, Necdet, (1994), “II.Mahmud”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi,


C.5. İstanbul, s. 259.

SANDIKÇI, Kemal, (1978), “Hadislerle Ramazan ve Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17,


S.3, ss. 215-216

SARGON, Erdem, (1992), “Bayram” DİA, TDV Yayınları, İstanbul.


177

SAZÇALAR, Umut R., (2016), Yaşayan Tengricilik, Kutlu Yayınevi, İstanbul.

SCHWEİGGER, Salomon, (2004), Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, Kitap


Yayınevi, İstanbul.

SEKMEN, Mustafa, (2008), Meddah ve Gösterisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.

Selânikî Mustafa Efendi, (1999), Tarih-i Selânikî, I-II. (Haz. Mehmet İpşirli), Ankara.

SERTOĞLU, Mithat, (2000), “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, ss. 68-69.

SERTOĞLU, Mithat, (2015), “XX. Yüzyıl Başında İstanbul’da Ramazan ve İftar”,


Dersaadet’te Ramazan Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları,
İstanbul, s. 47.

SEVENGİL, Refik Ahmet, (1998), İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları,


İstanbul.

SEZER, Sennur, ÖZYALÇINER, Adnan, (2005), Bir Zamanların İstanbul’u –Eski


İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, İnkılâp Yayınlar, İstanbul.

SIRRI, Mehmet Selim, (2015), “Osmanlılarda Bayramların Halk Nezdinde Kutlanması


Ya da Nerede O Eski Bayramlar”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman
Doğan- Soner Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 146.

SOYSALDI, Mehmet, (2010), “Peygamber Efendimizin Ramazan Günlüğü”,


Harput’tan Esinti Dergisi, Sayı; 62, Elazığ, ss. 20-23.

SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, (2007),“ Erken Dönem İslam Tarihinde Kurban ve


Kurban Bayramı”, Uluslararası Kurban Sempozyumu, İstanbul, s. 83.

SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, (2014), “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel
ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C. 11, S. 1, Ocak-
Haziran, ss. 24-26.

ŞAHABETTİN, Cenap, (1994), İstanbul’da Bir Ramazan, İletişim Yayınları,


İstanbul.

ŞAHABETTİN, Cenap, (2000), “Ramazan Geceleri”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun,


Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, s. 179.
178

ŞAHİN, Ahmed, KEMİKSİZ, Mehmet, (2010), İstanbul 2010 Ramazan- Enderun


Teravihi ve Cumhur Müezzinliği, İstanbul Müftülüğü Özel Baskı, İstanbul.

ŞAKİR, Ziya, “Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları”, Akıl Fikir Yayınları,


İstanbul.

Şemseddin Sâmi, (1317), Kâmus-i Türkî, Dersaadet, İstanbul.

ŞENTÜRK, Lütfi, (1968), “Ramazan Mağfiret Ayıdır, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79,
s. 261.

ŞUŞUL, Kasım, (2015), “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili
Gelişmeler”, Ramazan ve Oruç, (Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat
Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya), Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 31.

TAC, Abdurrahman, (1966), “Ramazan Orucu”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi,


C.5, S.1, ss. 7-8.

Tâhirü’l- Mevlevî, (2015), “Eski Ramazanlara Dair”, Dersaâdet’te Ramazan


Akşamları, Dursun Gürlek, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, s. 135.

TALU, Ercüment Ekrem, (2000), “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun,
Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 53-54.

TARIM ERTUĞ, Zeynep, (2006), “18.Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”,


“Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul, s. 586.

Tayyar-zâde Ata, (2010), Osmanlı Saray Tarihi (Tarih-i Enderûn), ed. Mehmet
Arslan, İstanbul.

TEKELİ, Hamdi, (2007), “Regaib”,DİA, C.34, İstanbul, ss. 535-536.

TEKELİ, İlhan, (2009), Gündelik Yaşam, Yaşam Kalitesi ve Yerellik Yazıları, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

THOWHİDUL, (2015), “İslam, Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir


Çalışma”, Ramazan ve Oruç, (Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat
Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya), Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 64.

Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, (2003), Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi


Tarihi, (haz. Ziya Yılmazer), I-II, TTK Yayınları, Ankara.
179

TOY, Ali, (1986), ”Mahyâlar”, Altınoluk Dergisi, Sayı3,İstanbul, s. 43.

TOZLU, İbrahim, (2007), Onbir Ayın Sultanı, Semerkand Yayıncılık, İstanbul.

TUNAYA, Tarık Zafer, (1962), İslâmcılık Cereyanı, Siyaset İlmi Serisi, İstanbul.

TURAN, Ahmet Arif, (2012), “Nevruz Bayramı ve Kültürümüzdeki Yeri”, Milli


Folklor, S.15. ss. 68-69.

TURAN, Osman, (1941), On iki Hayvanla Türk Takvimi, İstanbul.

TURAN, Osman, (1965), Selçukluların Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, TTK


Yayınları, Ankara.

TURAN, Şerafettin, (2005), Türk Kültür Tarihi (Türk Kültüründen Türkiye


Kültürüne ve Evrenselliğe), Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul.

Türk Dil Kurumu, (1988), Türkçe Sözlük, C. 2, Ankara.

TÜRKMEN, Nihal, (2001), “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz.
Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 5-9.

UCA, Alaattin, (2007), “Türk Toplumunda Nevruz”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat


Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.32, Erzurum, s. 138.

UÇAR, Ahmet, (2015), “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar,
Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 66.

ULUNAY, Refi Cevat, (2004), “Ramazan ve Eski Meddahlar”, Kandiller Yanarken


Eski İstanbul’da Ramazan Sarıyer Belediyesi, İstanbul, s. 198.

URAZ, Murat, (1994), Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul.

USEEV, Nurdin, (2012), “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren


Kelimelerin Anlamına Göre Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları,
S.11, ss. 58-59.

USLUBAŞ, Tolga, (2006), Böyleydi Osmanlı’nın Ramazan’ı, Yağmur Yayınları,


İstanbul.

UZUN, Mustafa, (2001), “Kadir Gecesi” (Edebiyat ve Sosyal Hayat) DİA, XXIV,
İstanbul, s. 126.
180

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, (1984), Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk


Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

ÜÇEL AYBET, Gülgün, (2003), Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası


ve İnsanları (1530-1699), İletişim Yayınları, İstanbul.

ÜLGENER, Sabri Fehmi, (1981), Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri
İktisat Ahlâkı, Der Yayınları, İstanbul.

ÜNAL, Halit, (2001), “Berat Gecesi”, DİA, V, İstanbul, s. 475.

ÜNAL, Harun, (T.Y.), Teravih Namazı, Ravza Yayıncılık.

ÜNAL, Mustafa, (2008), Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram
ve Törenleri), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, (2000), “Davulcunun Manileri”, Ramazan Kitabı, Özlem


Olgun, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 137-140.

ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, (2000), “İftar”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, ss. 256-259.

ÜNGÖR, Ethem Ruhi, (2005), “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül
Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, ss. 91-93.

ÜNVER, Süheyl, (1940), Mahyâ Hakkında Araştırmalar, Burhaneddin Basımevi,


İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (1995), İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı
Yayınları, İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (1997), Bir Ramazan Binbir İstanbul, Kitabevi, İstanbul.

ÜNVER, Süheyl, (2010), “Mahya ve Mahyacılık”, Göklere Yazı Yazma Sanatı


Mahya, İstanbul, s. 78.

WİTHERS, Robert, (2010), Büyük Efendiʹnin Sarayı,(çev. Cahit Kayra), Yeditepe


Yayınları, İstanbul.

YAKUT, Feriha, (2015), “Fakirle Zengini Ayıran Sadaka Taşları”, Nerede O Eski
Ramazanlar Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul,
s. 98
181

YAKUT, Neslihan, (2015), “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski
Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, s. 107.

YATĞIN, Abdülkerim, (2010), “Hz. Peygamberin Kurbanı ve Kurban Bayramı”, Din


ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi, İstanbul, S. 11, s. 82.

YAVUZ, Salih Sabri, (2005),“Mirac”, DİA, C.30, İstanbul, ss. 132-135.

YAVUZ, Yunus Vehbi, (1986), Başlangıcından Günümüze Cuma Namazı, İlim ve


Kültür Yayınları, Bursa.

YAVUZ, Yusuf Şevki, (2011), DİA, IV. İstanbul, s. 25.

YAZICI, Nesimi, (1999), “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl
Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: XXXV, Özel sayı: 1, Ankara, ss. 69-70.

YAZIR, Elmalılı Hamdi, (1993), Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak
Yayın, İstanbul.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (2014), Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül
Yayıncılık, Ankara.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (T.Y.), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım,
C.1. İstanbul.

YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (T.Y.), Kur’an-ı Kerim Meali, Okyanus


Yayıncılık, Kayseri.

YILDIRIM, Ertuğrul, (2003), “Arşiv Belgelerinden Hareketle 18.Yüzyıl İstanbul’da


Ramazan”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü İstanbul.

YILDIRIM, Münir, (2007), “Mircea Eliade’de “Kutsal ve Kutsal Zaman” Kavramı”,


Dini Araştırmalar Dergisi, C. 10, S. 28, s. 70.

YILDIZ, Kalender, (2006), “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık
Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, s. 159.

YILMAZ, Mehmet Nuri, (1999), “Ramazan Ayının Işığında”, Diyanet, Sayı 97, s. 1.
182

YILMAZ, Musa, (1990), “Ramazan Orucu ve Hikmetleri”, Diyanet Dergisi, C. 26. S.


2, s. 20.

YILMAZ, Ömer Faruk, (2015), “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret
Merasimi”, Nerede O Eski Ramazanlar,(ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy),
Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 35.

YİĞİT, İsmail, (1986), Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi, VII, İstanbul.

YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, (T.Y.), “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat
Fakültesi Mecmuası, C.5, S.24, ss. 66-57.

YÜKSEL, Fatma, (2008), “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı
İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, s. 35.

ZEKİ, Mehmet, (1918), “Huzûr-ı Hümâyun Dersleri”, Edebiyat Mecmuası, III,


İstanbul, s. 816.

ZIEME, Peter, (2014), “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi,
S.21, Ankara, ss. 161-170.

ZİYA, Murat, (2000), “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk
Dünyası Aylık Fikir, Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, s. 21

21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, (Türk Töresi), (1994), Türk Kültürüne
Hizmet Vakfı, İstanbul.
183

DİZİN

-A- Karagöz, ix, 31, 33, 43, 84, 119, 121,


122, 123, 124, 134, 136, 162, 163,
Abbasi, viii, 45, 46, 93, 169
175, 176, 181
Aşure, vii, 15, 26, 27, 36, 170, 172
Kurban, vii, 16, 20, 25, 27, 28, 36, 112,
Atiyye, 54
126, 127, 130, 160, 163, 165, 170,
-B- 179, 181

Bayram, ix, 10, 17, 21, 22, 25, 44, 45, -M-
47, 50, 104, 117, 126, 127, 128, 129,
Mahya, 103, 105, 106, 107, 108, 137,
130, 131, 132, 133, 168, 170, 175,
142, 170, 174, 178, 181
176, 178, 180
Mani, 101, 118, 181
Budizm, vii, 12, 13, 39, 40, 174, 180
Meddah, 115, 121, 124, 125, 126, 165,
-C- 167

Cer, 91, 92, 169, 174 -N-


Cuma, vii, 15, 24, 25, 26, 65, 72, 74, 75,
Namaz, 51, 75, 85
86, 117, 162, 166, 168
-O-
-D-
Ortaoyunu, ix, 123, 176
Davul, ix, 100, 120, 182
Oruç, v, vii, 16, 31, 32, 33, 34, 35, 36,
Direklerarası, ix, 113, 114, 115, 116,
37, 38, 39, 40, 42, 47, 50, 58, 74, 78,
119, 120, 135, 160
88, 139, 141, 159, 160, 163, 169, 171,
-E- 172, 174, 178, 179, 180, 182
Osmanlı, v, viii, ix, x, 1, 26, 29, 49, 50,
Emevi, viii, 27, 44, 45 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64,
65, 66, 67, 68, 71, 72, 74, 75, 77, 79,
-H-
80, 82, 85, 87, 88, 89, 91, 93, 94, 96,
Hıristiyanlık, 37, 169 97, 98, 99, 100, 103, 105, 108, 114,
Hırka-ı Şerif, 54, 92, 93, 95, 140 115, 118, 120, 124, 125, 128, 129,
Hilal, 12, 55, 71, 73, 74, 80, 87, 96, 130, 131, 132, 134, 136, 137, 138,
108, 138, 164, 174, 176 140, 141, 142, 144, 159, 161, 162,
Hinduzim, 12 163, 166, 167, 168, 169, 170, 171,
172, 173, 174, 175, 180, 181
-İ-
İftar, viii, 35, 44, 45, 53, 59, 70, 76, 77, -R-
78, 79, 80, 81, 82, 83, 85, 86, 99, 138, Ramazaniyye, 55, 110
141, 172, 173, 175, 176, 179, 180
-S-
-K-
Sadrazam, 56, 83, 84, 86, 128
Kandil, vii, ix, 29, 103, 104, 170
184

Sahur, viii, 35, 46, 74, 81, 97, 114, 172, -T-
175 Teravih, viii, 32, 43, 83, 84, 85, 86, 87,
Selçuklu, viii, 46, 47, 124 88, 99, 159, 168, 175
Sergi, 111 Tiyatro, 135, 159
Top, 62, 141
-Ş-
Tören, 94, 140
Şeyhülislam, 73, 84, 85, 176
-Y-
Yahudilik, 14, 37, 169
185

You might also like