Professional Documents
Culture Documents
Gül BEZCİ
Kütahya- 2018
2
T.C
DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Tarih Anabilim Dalı
Danışman:
Hazırlayan:
Gül BEZCİ
Kütahya- 2018
3
Kabul ve Onay
...../...../2018
İmza
Tez Jürisi
Kabul Red
Yemin Metni
….../……/2018
Gül BEZCİ
5
Özgeçmiş
03/ 06/ 1990 Tarihinde Denizli Tavas ilçesinde doğdu. İlköğretimi Manisa
Alaşehir Osman Akça İlköğretim Okulunda tamamladı. 2007 yılında Manisa Turgutlu
Özel Rabia Hatun Lisesinden mezun oldu. 2008 yılında Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Lisans eğitimine başladı. 2009
yılı çift ana dal programıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü okumaya hak kazandı.2012 yılında Tarih Bölümünden
2014 yılında ise Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2013-2015 yılları
arasında Kütahya Halk Eğitim Merkezinde Osmanlıca ve Arapça branşlarında Usta
Öğretici görevi aldı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesinden
Pedagojik Formasyon sertifikası aldı. 2015-2016 eğitim öğretim yılında Milli Eğitim
Bakanlığında Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yapmaya başladı. 2015 yılında
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yakınçağ
alanında tezli yüksek lisans eğitimine başlamıştır.
v
ÖZET
BEZCİ, Gül
Yüksek Lisans Tezi, Tarih Ana Bilim Dalı
Tez Danışmanı: Dr. Öğr. Üyesi Hacı Murat ARABACI
Şubat, 2018, 184 sayfa
Bilinen en eski zamanlardan beri toplumların hayatında din önemli bir yere
sahiptir. Toplumların kültürünün oluşmasında din en önemli faktörlerden biridir. Türk
kültürü için de bu durum geçerlidir. Gündelik hayatımızda farkında olarak ya da
olmayarak yaptığımız pek çok uygulama, davranış ve inançlar üzerinde dini unsurların
tesiri mevcuttur. Türklerin kültürel değerlerinde, İslam dininde görülen ibadetlerden
oruç ve orucun yaşandığı ay olan Ramazan ayıönemli bir yere sahiptir. Türk milleti
asırlarca Ramazan ayına büyük bir önem vermiş ve bu ayı en güzel şekilde yaşamıştır.
Bu da toplumda zamanla Ramazana has bir kültür oluşmasına sebep olmuştur.
Türk milleti Ramazan ayını diğer Müslüman ülkelerden farklı yaşamış ve kendine
has bir hayat tarzı haline getirmiştir. Türkler oruç kavramını Arapçadaki ‘savm’
Farsçadaki ‘rûze’ kelimesinden ‘rûze-orûze-orûz-oruç’ şekline getirerek
Türkçeleştirmişlerdir. Ramazan ayını daha da estetik bir görünüm kazandıran Türkler;
bu aya özgü eğlenceler, temizlik anlayışı, fakiri gözetme ve günahlardan çekinmegibi
olgularıbir araya getirerek bir “ Ramazan Kültürü” oluşturmuşlardır.
ABSTRACT
BEZCİ, Gül
Master Thesis, Department of History
Thesis Advisor: Asst. Professor. Dr. Hacı Murat ARABACI
February, 2018, 184 pages
Religion had important place in the life of the societies since the ancient times.
Religion is one of the most important factors in the formation of the culture of societies.
This is also true for Turkish culture. There are many elements in our daily life that are
influenced by religious elements on many practices, behaviors and beliefs, whether we
are aware or not. In the cultural values of the Turks, the month of Ramadan, which is
the month of fasting and revelry, is worshiped in the Islamic religion. The Turkish
nation has given great importance to the month of Ramadan for centuries and this
month lives in the most beautiful way. This led to the formation of a culture of
Ramadan in society.
Turkish nation Ramadan lived differently from other Muslim countries and
made it a unique way of life. The Turks have made the concept of fasting a Turkic
language in the Arabic 'savm' by introducing the 'rûze-oruzze-oruz-fast' phrase from the
'rûze' word in Persian. The Turks who gave Ramadan a more aesthetic appearance; they
have formed a "Ramadan Culture" by bringing together the facts such as the peculiar
entertainments, the sense of cleanliness, the poor care and the frustration of the sins.
This special month was experienced in the richest and most beautiful way,
Istanbul, which is the Ottoman shareholder. Both foreign travelers and local writers, in
their works, process this rich culture.
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................vii
KISALTMALAR ............................................................................................................ x
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NE KADAR TÜRK VE İSLAM DÜNYASINDA ÖZEL
GÜN, AY, YIL VE BAYRAMLAR
1.1. KUTSAL................................................................................................................ 3
İKİNCİ BÖLÜM
OSMANLI TOPLUMUNDA RAMAZAN KÜLTÜRÜ
KISALTMALAR
Bkz Bakınız
c. Cilt
çev. Çeviren
haz. Hazırlayan
Hz Hazreti
nşr. Neşreden
nr. Numara
S. Sayı
TEZ METNİ
1
GİRİŞ
Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk
milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü,
insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi
haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan, Osmanlı
Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya
sahip olmuştur.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1. KUTSAL
Kutsal; inanan bir kişi için yaşam kaynağı niteliğinde olup dinin kaynağı yahut
dinleri açıklamada merkez konumuna getirilir. Dinin temel öğesi niteliğinde olan kutsal;
insan yaşamına, insanın davranış biçimine, topluma ayak uydurma girişimine yön verir.3
İlk kez Durkheim tarafından ortaya atılan kutsal4, kaynağı ilahi sayılan varlığa
sevgi ve korkuya dayalı bir duyguyla bağlanma durumudur. Kutsal olan sadece varlık
değil, insan, mekân, zaman veya değerlerdir.
İnsan şeklinde olan putların yanı sıra, kaya ve taş şeklinde olan putlar, Kâbe
işlevine sahip kült merkezleri şeklinde putlar,melek şeklinde tasvir edilen putlar,hayvan
şekli verilmiş putlar, yatır şeklinde olan putlarda vardır.7
1
Türkçe Sözlük, C. 2,Türk Dil Kurumu, Ankara, 1988, s. 939.
2
Ali Yıldız Musahan, “İslam İtikatında “Kutsal” ın Sınırı”, E-Makâlât Mezhep Araştırmaları, 8/2, Güz
2015, s.122.
3
Musahan, a.g.m., s.122.
4
Muammer Cengil, Dila Baran Tekin, “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15, S.29, 2016/1, s.34.
5
Musahan, a.g.m., s. 124.
6
Mevlüt Güngör, “Kur’an Bağlamında İslam Öncesi Mekke Toplumundaki Tanrı ve Ahiret İnancı”, Dini
Araştırmalar Dergisi, C. 8, S. 23, s.15.
7
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve
Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C.11, S.1, Ocak-Haziran, 2014, s. 24-26.
4
Putlarla birlikte her putun önünde fal oklarının bulunduğu torbalar mevcuttu.
Put aracılığıyla Allah’ın emrini öğrenmek isteyen kişi, “Sadin” olarak isimlendirilen
mabet görevlisine gelip derdini anlatır, görevli de fal oklarının bulunduğu torbayı putun
önüne getirerek ihtiyacı olan kişi için hayır veya şer çıkmasını sağlardı. İçinde “evet”
veya “hayır” yazan okları putun huzurunda çekerdi.9 Böylelikle insanlar putlardan ve
ona eşdeğer fal oklarından medet umar, hayatlarına bunlar vasıtasıyla yön verirlerdi.
Eski Türklerde birçok varlığı kutsal kabul etmiş, kutsadıkları varlıklara “Kült”
adını vermişlerdir. İnanışa göreilah kabul ettikleri “Ülgen Tanrısı” ak ve kara olmak
üzere iki adet taş indirir ve bu taşların sürtülmesiyle ateş ortaya çıkardı. Altay ve Saka
Türkleri taşla çıkan ateşi kutlu saymışlardır. Asya Türkleri ise ateşi ve ocağı kült olarak
kabul etmiştir. Ateşe su döküp söndürmek, ateşe küfür etmek, ateşle oynamak yasak
kabul edilmiştir. Bunlar, ateşle fal bakıp geleceği tayin etmişlerdir. Türklerin inanışına
göre ateş, kötü ruhları kovar ve her şeyi temizlerdi.10
Şamanistlere göre beş kutsal unsur vardır bunlar; ateş, demir, toprak, su ve
ağaçtır. Büyük günlerde ateşler yakılır, ateşe kurban verilir, ateşten çıkan renklere göre
öngörülerde bulunulur, ateş sönerse tekrar yakılmaz ancak aynı soydan olmak üzere en
yakın soydan ateş alınırdı. Büyük savaşların silahı olarak bilinen demir, efsanelere konu
olmuş ve tanrısal bir kaynaktan çıktığına inanılmıştır. Beş kutsal unsurun en verimlisi
kabul edilen toprak, besleyici bir ana, altında başka bir hayat alanını kapsayan ve
cehennemler ülkesini içinde bulunduran bir âlemdir. Su ise; kudret ve bereket kaynağı
olarak kabul edilirdi. Su ayrıca koruyucu ve kahredici tanrı olarak sayılır, sıcak suların
cehennemden geldiği, tatlı ve iyi suların ise cennetten geldiğine inanılırdı. Ağacı
Türkler, Tanrı yahut Tanrıdan ayrılan bir parça olarak tanımlarlardı.11
8
Güngör, a.g.m., s.18.
9
Söylemez, a.g.m., s. 17-18.
10
Sadettin Gömeç, “Şamanizm ve Eski Türk Dini” , Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
S.4, 1998, s.41.
11
Murat Uraz, Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul, 1994, s. 165-194.
5
Türkler için hayatı, bereketi, canlılığı temsil eden ağaç da önemli bir külttür.
Ağaç; Tanrı ile iletişim aracı olarak, kötü ruhları kovma törenlerinde, tabiat olaylarını
yönlendirmede, yağmur yağdırma törenlerinde, bereketi arttırmaya yönelik mevsimsel
törenlerde kutsal olarak kabul edilmiştir. Dut, söğüt, meşe, elma gibi ağaçlar önemli bir
külttür.13
12
Gömeç, a.g.m., s.43.
13
Ülkü Gürsoy, “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, S. 61, 2012, s.45.
14
Gürsoy, a.g.m.,s.46-47.
15
Musahan, a.g.m., s. 129.
6
Türklerde Atalar Kültü önemli bir yere sahiptir. Türkler, ölmüş atalarını kutsar,
onlar için kurbanlar keserler, geride kalanlara iyilik ve kötülüklerinin hâla devam
ettiğini düşünürler, ruhunun ise canlı olduğuna inanırlardı. Ölen ataların ruhlarının
ölmediğini, onların manevi olarak insan hayatını etkileyebileceğini düşünürlerdi.17
Ataların ruhu için kesilen kurbanlar hayvan cinsinden erkek olarak seçilmiş, en makbul
olarak at kurban edilmiştir. Bozkır Türk kavimlerinde ise at iskeletlerine rastlanmıştır.
Asya Hun İmparatorluğu kurganlarında atalar kültü için kurban olarak at iskeleti
bulunmuştur.18
Eski Türklerde Tanrının insan olarak görüldüğüne dair bir inanış da vardır.
Altayların Ay-Mangus destanındaki çocuğa isminin Tanrı tarafından verildiğine inanılır.
Çocuk ihtiyar bir kişi ile rastlaşır ve ona kim olduğunu sorar. “Ben insan değilim, ben
Tanrıyım ve sana ismini verdim” der.20
16
Nurdin Useev, “Köktürk Harfli Yenisey Yazıtlarındaki Kadını Bildiren Kelimelerin Anlamına Göre
Eski Türklerde Kadın İmajı”, Dil Araştırmaları, S.11, Güz 2012, s.58-59.
17
Harun Güngör, “Eski Türklerde Din ve Düşünce, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,
s.264.
18
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2005, s.307.
19
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, TTK Yayınları, Ankara, 1995, s.180.
20
Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi,
İstanbul, 1983, s.112.
7
“Ey Kavmim! Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve arkanızı dönmeyin,
yoksa kaybedenlerden olursunuz.”23
“Musa! Ben, Senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar ve bil ki, sen
kutsal vadi Tuvâ’dasın!”24
“Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri
kıldık. Siz de Makamı İbrahim'den kendinize bir namazgâh edinin. Ayrıca İbrahim ve
İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar
için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"25
21
Mircea Eliade, Kutsal ve Dindışı, Gece Yayınları, Ankara, 1991, s. 1-17.
22
İbrahim Hakkı Kaynak, “Dinlerde Kutsal Zaman ve Mekânın Tarihsel Yapısının Fenomenolojik
Algısı”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Dergisi, Bahar 2016, S. 39, s.446.
23
Elmalılı Hamdi Yazır, Maide 5/21,Kur’an-ı Kerim Meali, Okyanus Yayıncılık, Kayseri, s.59.
24
Yazır, Taha 20/12, Kur’an-ı Kerim, s.153.
25
Yazır, Bakara 2/125,Kur’an-ı Kerim, s.38.
26
Musahan, a.g.m., s. 134.
8
Eski Türklerde ise kutsal yerlerin başında Ötüken gelir. Kül Tigin abidesinde
de zikredilen Ötüken’in kutsallığı, Türk kağanının Ötüken ormanında oturmasından
kaynaklanır. Ötüken’in kutsal olarak kağanı ve milleti koruduğuna inanılır. Kutsal vatan
olarak da anılan Ötüken, bölgenin merkezi kavşağı niteliğindedir. Ötüken, Göktürkler,
Uygurlar, Hun İmparatorluğu ve Moğollar tarafından da kutsal vatan olarak kabul
edilmiştir.27
Türklerin inanışlarına göre dağlar kutsal yerlerdir. İnanışa göre göğün direği
dağ, yeri bastıran dağ, Tanrıya giden en yakın yol dağdır. Başkentlerinde bulunan
Ötüken dağları, Uygurların Kut Dağı, Oğuz Destanında yer alan ve ordugâhları
niteliğinde olan Kür Dağı önemli dağlardır. Türkler, yaşadıkları evreni Dünya Dağı
olarak kabul ederler. Altın Dağ, Ak Dağ, Demir Dağ önemli dağlardır.28
27
Fuzuli Bayat, Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana Umay Paradigmasında İlkel
Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2016. s. 300.
28
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi II, İstanbul, 1997, s. 125-130.
29
Ögel, a.g.e., s.137-142.
30
Rahile Davut, “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Milli Folklor), (akt. Alimcan
İnayet), S.60, 2003, s.207.
31
Adem Öger, “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslararası Türk Dili, Edebiyatı ve Tarihi
Çizelgesi, C. 7/1, Kış 2012, s.1681.
9
Kutsal zaman, diğer zamanlardan farklı olarak önemli bir hadisenin meydana
geldiği zamandır.32 Bazı zamanlar kutsallık açısından ön plana çıkar ve diğer normal
zamanlardan ayrılır.
32
Münir Yıldırım, “Mircea Eliade’de “Kutsal ve Kutsal Zaman” Kavramı”, Dini Araştırmalar Dergisi,
C.10, S. 28, Mayıs- Ağustos 2007, s. 70.
33
Cengil ve Tekin, a.g.m., s. 35-36.
34
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.36.
10
Hz.İsa’nın ölümünden kısa bir süre sonra onun hayatındaki önemli olayları
anmaya yönelik bazı kutlamalar ortaya çıkmıştır. Önceleri sadece İsa’nın hayatındaki
çok önemli birkaç olayı anlamaya yönelik olarak başlatılan kutlamalar sonraki
yüzyıllarda gittikçe artarak İsa’nın hayatındaki hemen hemen her önemli olayı kapsar
hale gelmiştir. Kilise, mensuplarının bu olayları kendi hayatlarında yaşayarak
Hıristiyanlığı daha iyi anlayacaklarına inanmaktadırlar. Yapılan kutlamalar geçmiş
35
Mustafa Ünal, Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram ve Törenleri), IQ Kültür
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 117-120.
36
Ünal, a.g.e., s.120-123.
37
Ünal, a.g.e., s.121-157.
38
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.37.
11
olayların tekrarı değil, İsa’nın hayatını bu şekilde yaşamak suretiyle kendi kurtuluşunu
elde edeceğine inanmaktadır. Zamanla Hıristiyanlar sadece İsa’nın yaşamına bağlı
kalarak özel günlerini tayin etmeyip Meryem ve çeşitli Hıristiyan azizleriyle ilgili özel
günlerde de zamanı kutsamışlardır.39
Hindu dini takvimi yıllık, aylık, haftalık, günlük gibi zaman dilimlerinde
yapılan dinsel töreni kapsayan bir içeriğe sahiptir. Takvime bağlı kutlanılan ritüellerde
ay ve güneş takvimi izlenir. Hindu geleneğinde kutsal zamanlar ile efsaneler arasında
önemli bir ilişki bulunmaktadır. Hint efsaneleri ile zaman arasında bulunan ilişki,
Tanrısal olayların oluşturduğu kutsal zamanın güncellenmesini sağlamaktadır.42
Hindularda Krişna, Vişnu, Şiva, Ganeşa gibi tanrılar vardır. Yılanlar, inekler
gibi kutsal hayvanlar ile birlikte ırmaklar, dağlar, tepeler, bitkiler gibi doğaya ait
varlıklar kutsanmıştır. Hindu mitolojisinde geçen meşhur olaylar, ayın evreleri, güneş
ve ay tutulmaları, gün dönümleri ve yıldızlarla ilgili kutlamaların yapıldığı sayısız
kutsal günleri vardır. Günlerin bir kısmı dinsel kaynaklı olmasa da, zaman içerisinde bir
takım dini motiflerle süslenerek dinileştirilmişdir.43
39
Mehmet Katar, “Hıristiyan Bayramları Üzerine Bir Araştırma”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.3, S.9,
Ocak- Nisan 2001, s. 8-9.
40
Ünal, a.g.e.,s.169-170.
41
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.38.
42
Ünal, a.g.e., s.36.
43
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.39.
12
Hinduzim içerisinde yer alan dini gün ve bayramlar tarih içerisinde bir takım
değişikliklere uğrayarak bugüne gelmiştir. Eski ve yeni dönem olarak ikiye ayrılan
kutsal gün ve bayramların, eski döneme ait olanları daha çok doğa olayları ile ilgilidir.
Ayın hilal ve dolunay olduğu zamanda Tanrılara kurbanın sunulması niteliğinde
kutlanan “Ay Ziyafeti” günleri, mevsimlerin geçiş dönemlerinde kutlanan “Dört Ay”
törenleri, sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde kutlanan “Adak- Kutsama”bayramı eski
dönem Hindu kutsal zamanlarındandır.44
44
Ünal, a.g.e., s.40-41.
45
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39.
46
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.39.
47
Ünal, a.g.e., s.87.
13
Budizm’de dini bayramlar olarak Vesak, Buda, Asalha Puja, Mağa Puja
günleri ve en önemlisi de Ohigan Festivali görülmektedir. Bu dini bayramlar, din
adamları ile sıradan halkın bir araya geldiği özel günlerdir. Halk bayram vesilesi ile
tapınaklara gider ve ruhbanlarla birlikte ibadet eder, tapınaklara giderken yanlarında
hediye olarak çeşitli yiyecekler ve eşyalar götürür, tapınaktaki görevli ruhban sınıfının
maddi ihtiyaçları da bu şekilde karşılanırdı.48 Budist bayramları eğlenceli bir biçimde
kutlanır. Budist halk bu kutlu günlerde yerel mabetlere gider, Budist rahiplere yiyecek
ve içecek sunardı. Öğleden sonra fakir halka yiyecek ve içecek yardımı yapılır, akşam
ise Budist azizlerin mabetlerini ziyaret ve tavaf edilirdi. Gece ise Buda öğretisi ile
vaazlar dinlenir, meditasyon yapılırdı.49
Türkler nesneleri, varlıkları, mekân ve kişileri kült olarak kabul ettikleri gibi
zaman olarak da yılın belirli dönemlerini kutsayıp bayram olarak kabul etmişlerdir.
Kazak, Kırgız, Başkurtlarda “Kımız Murunduk” adıyla anılan bahar bayramı günümüz
Mayıs ayında kutlanan bir tür kutsal zamandır. Başkurt kadınları “Kara Toy” diye
adlandırdıkları bu zaman kültüne erkekleri dâhil etmeden darı ve süt bulundurarak
kutlama yaparlardı.51
48
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.40.
49
Ünal, a.g.e.,s. 87-88.
50
Osman Turan, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi, İstanbul, 1941, s.24-25.
51
Gömeç, a.g.m.,s.44.
14
kutsal zaman dilimini ise ruhlar bayramı olarak tanımlamışlardır. Ölü çıkan eve eşya
girip çıkmaz ve ölümünden kırk gün sonra akrabaları tarafından Üzüt Bayramı yapılır.52
Eski Türkler ile İranlıların “Yılbaşı” olarak kabul ettikleri gün, Farsça’da
“Nevrûz” kelimesi ile ifade edilmektedir. Kelime anlamı olarak “Yeni Gün” mânâsına
gelmektedir. Milâdî 22 Mart Rûmî ise 9 Mart tarihine rastlar.53Kırgızlar “Nouruz”
olarak adlandırdıkları yılın ilk gününü özel yemeklerle kutlamışlardır. Kazakların
“Navrız”, Azerbaycan Türklerinin “Ergenekon Bayramı”, Kırım Türklerinin “Navrez”,
Çuvaş Türklerinin “Naurus” olarak adlandırdıkları bu ilkbahar bayramı günümüze
kadar süregelmiştir.54 Türkler Nevruz’u “Nevruz-u Sultani, Sultan Nevruz” olarak
kutlar. Türkler bu günü kurtuluş günü olarak kabul eder. Bu sebeple bu güne
“Ergenekon yahut Bozkurt Bayramı” adı verilmiştir.55
Ay’ın Dünya çevresinde dolaşımını esas alan hicri takvimin başlangıcı Hz.
Muhammed(s.a.v.) in 622 yılı yani Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl olarak kabul
edilir. Hicri takvim içerisinde Müslümanlarca kutsal sayılan pek çok gün, ay ve gece
52
Uraz, a.g.e., s.240-241.
53
Abdulhalûk Çay, Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara, 1993, s.5.
54
Ahmet Arif Turan, “Nevruz Bayramı ve Kültürümüzdeki Yeri”, Milli Folklor, Yıl 12, S.15. s. 68-69.
55
Çay, a.g.e., s.12.
56
Fuzuli Bayat, “Sosyo-Kültürel ve Sosyo-Ekonomik Bağlamda Yengi Kün (Nevruz): Mitolojik Olgudan
Mitolojik Kurguya”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(1), 2008, s. 143.
57
Celaleddin Çelik, Sosyal Zaman ve Din, Çizgi Yayıncılık, Konya, 2010, s.42.
15
Kutsal olarak kabul edilen aylar “Haram Aylar” ve “Üç Aylar” olarak
ayrılmıştır. Haram aylar, savaşmanın yasaklandığı ve barış ayı olarak kabul edilen
Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Üç aylar ise Recep, Şaban, Ramazan
aylarından oluşan üç aydır. Üç aylar Müslümanların diğer aylara oranla daha fazla
ibadet, zikir, dua, hayır işleriyle meşgul oldukları zaman dilimleridir.59
Müslümanlar için kutsal kabul edilen önemli bir gün de “Aşure Günü” dür.
Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un gemisinin tufan sonrası
Cûdî Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulmalarına karşılık şükür orucu
tuttuğu, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan dolayı
Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gündür.61
58
Musahan, a.g.m., s. 135.
59
Cengil ve Tekin, a.g.m.,s.41.
60
Musahan, a.g.m., s. 136.
61
Metin Bozkuş, “Aşûre Günü, “Muharrem Mâtemi/Orucu Ve Sivas’ta Aşûre Uygulamaları”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s.35.
16
62
Ünal, a.g.e., s.193-206.
17
Türk şenliklerinin temeli olan bayramlar, her hareketin, her davranışın uygun
ve hoş görüldüğü zamanlardır. Bu hoşgörü ve yardımlaşma olarak nitelendirilen
zamanların başlıca özelliği yemek yedirilmesidir. Şenliğe katılan herkes karnını doyurur
ve bundan hoşnut olurdu. Yemek sonrası insanlar hüner sergiler ve vahşi hayvanlarında
içinde olduğu gösteriler yaparlardı. Musikinin de yer aldığı toplantılarda kişiler arası
yarışmalar yapılır ve herkes büyük bir coşkuyla hem yarışır hem de eğlenirdi.65 Gruplar
halinde söylenen şarkıların yanı sıra bol kımız içilir, at ve ok yarışları yapılır, ayak topu
oynanırdı.66
63
Salim Koca, “Eski Türklerde Bayram ve Festivaller”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2002, s.51.
64
Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lûgat’it Türk, (çev. Besim Atalay), C.1, Ankara, 1939, s.263.
65
Tuncer Baykara, “Türklerde Kutlamalar, Toylar ve Eğlenceler”, Erdem, C. 12, S.36, Gün Ofset,
Ankara, 2002, s.868-870.
66
Koca, a.g.m., s.56.
67
Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Ankara, 1954, s.97.
68
Ahmet Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul, 1968, s.248.
18
denilen kelimede bahar bayramı ifade edilmiştir. Kazak Türklerinde “Tuy” düğün
manasına gelmektedir.69
Önemli devlet törenlerinden biri ant içme törenidir. Yemin etme manası taşıyan
ant içme töreni, şaraba kanlarını karıştırmak suretiyle iki tarafın karşılıklı dostluk ve
kardeşlik muahedesi münasebetiyle yapılan anlaşma şeklidir. İskitlerde başlayan bu
anlaşma şekli, diz çökmüş iki Türk’ün içki boynuzundan aynı anda kan karıştırılmış
içkiyi içmesiyle, diğer Türk topluluklarında düzenlenirdi. Saldırmazlık anlaşması
niteliği taşımış aynı zamanda düşman saldırısı karşısında taraflar birbiriyle ittifak içinde
olacaklarını, bozanın ise cezalandırılacağı açıklanmıştır.72
Dede Korkut’ta Büyük Han’ın yaptığı “Ulu Toy” ve beylerin yaptığı “Küçük
Toy” vardır. Ulu Toy da yemek yenir ve oturma töreleri görülmektedir. Küçük Toylar
ise toprakların pay edilmesi ile ilgilidir. Bu toylardan ayrı; başarı ve kutlama toyları, ilk
av toyu, akın dönüşü ve tutsaklıktan kurtulma toyu bulunmaktadır.73
69
Reşit Rahmeti Arat, Vekâyi, Babur’un Hatıratı, C.II, Ankara, 1946, s.656.
70
Mehmet Mandaloğlu, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Toplantı ve Törenler”, Türk Sosyal
Araştırmalar Dergisi, S.2, Ağustos, 2012, s. 213.
71
Bahaeddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul, 2001, s.335.
72
Mandaloğlu, a.g.m., s. 215-216.
73
Ögel, a.g.e. s.772-773.
19
Savaşlardan sonra yapılan zafer şenlikleri de Türklerde önem arz etmekte olup
zafer şenliğinden sonra başarılarının artacağına inanırlardı. Oğuz Han seferlerinden
muzaffer olarak döndüğünde büyük toy düzenler, doksan bir koç ile dokuz yüz kısrak
kestirirmiş. Ardından kımız hazırlatır halka ve askerine sundururmuş. Oğuz Han’ın
zafer sonrası kutlama töreni diğer Türk yöneticilerine de intikal etmiştir. Türkler bu
kutlamalarının mekânında değişiklik yapmış, zaferin kazanıldığı muharebe alanında üç
gün süren bayram düzenlemişlerdir. Millet olma, birlik halinde yaşama ve birbiriyle
kaynaşma Türk topluluklarının en önemli geleneğinden biridir.75
Türkler İslamiyet’e geçmeden önce Gök Tanrı inancını ve buna bağlı olarak
Şamanizm’i benimsemişlerdir. Yaptıkları törenler ve bayramlar Gök Tanrı ya göre
belirlenir, kestikleri kurbanları da Gök Tanrıya atfedilirdi.
Devlet töreninin başında nasıl devlet reisi bulunuyorsa dini törenlerin başında
da başrahip niteliği taşıyan Türk kağanı bulunuyordu. Dini törenler Şamanizm’in
etkisiyle şamanların göğe yükselmesi amacıyla yapılırdı. Şamanlar göğe çıkarlar ve
göğün dokuz katını dolaşırlar ve tekrar yere inerlerdi. Herkes bir şaman çağırır ve kendi
kaderiyle ilgili dualar okutup büyüler yaptırabilirdi. Bunlar da bir nevi dini tören sayılır
ve aile içinde kalırdı.76
74
Baykara, a.g.m., s. 893-894.
75
Ögel, a.g.e., s.776-777.
76
Ögel, a.g.e., s.773.
77
Salim Koca, “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S.22, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, Ocak,
1996, s.277.
20
İslamiyet’ten önce Türklerin bir araya gelip yaptıkları cenaze töreni niteliğinde
olan, yoğ törenidir. Ölülerine saygı gösterdikleri için düzenlenen yoğ töreni yas töreni
olarak bilinmektedir. “Yoğ aşı” merasimi yapılır ölen kişi için yemek verilirdi.
Yemekten sonra ise ölü için gösteriler düzenlenirdi. Ölen kişinin yakınları bir yerlerini
keserek duygusal acılarına fiziksel acı da katardı. Başka bir ölü töreninde ölünün
akrabası ölüm hadisesinin üçüncü günü ölü için ziyafet düzenlerdi. Bu ziyafete Oğuzlar
“Basan” demişlerdir. Cenaze töreni esnasında para ile ağlayıcılar tutulduğu
görülmüştür. Bu kimselere “Sığıncı” denmiştir.80
78
İbrahim Onay, “İslamiyet’ten Önce Türklerde Ölüm Anlayışı ve Defin Yöntemleri”, Gümüşhane
Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, S.7, Ocak 2013, s.242.
79
Mandaloğlu, a.g.m., s. 221.
80
Uraz, a.g.e., s. 228-229.
81
Mandaloğlu, a.g.m., s. 220.
82
Selahaddin Bekki, “Türk Mitolojisi’nde Kurban”, Akademik Araştırmalar, Yıl 1, S. 3, Kış 1996, s.
16-28.
83
Baykara, a.g.m., s. 880.
21
tutan Müslüman Türkler, bu otuz günlük süreden sonra üç gün süren bayram
kutlamaları düzenlemişlerdir.
Kırgızlarda Ramazan bayramı “Orozo Ayt” yani büyük bayram olarak bilinirdi.
Ayrıca atalar günü, atalar bayramı, atalardan kalan kutsal gün olarak bilinir. Ramazan
ayında ağzı, gözü, eli, dili ile oruç tutanlara Allah bu bayramı hediye etmiştir,
kullarından razıdır olarak algılanmıştır. Bayram namazlarından sonra imama “namaz
hakkı” adıyla para verilirdi. Bayram namazından sonra komşular birbirini davet eder
yemekler yenir şenlikler oluşturulurdu.85
84
Kemal Polat, “Kırgızlarda Ramazan ve Bayram Etkinlikleri”, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.1, S.1, 2015, s. 25-38.
85
Polat, a.g.m., s. 40-45.
86
Murat Ziya, “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk Dünyası Aylık Fikir,
Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, Aralık, 2000, s.21.
22
Bütün toplumlarda olduğu gibi Türklerde de aile çok önemli bir birimdir.
“Oğuş” diye nitelendirdikleri aile; Türklerde varlıklarını devam ettirebilmeleri,
soylarının üremeleri açısından değerlidir. Ailenin oluşmasının başında gelen ve bir
törenken eğlenceye dönüşen düğünler gelmektedir. Düğün, Orhun Yazıtlarında “Törün”
olarak geçmekte Türklerin genelinde ise “Toy” olarak söylenmektedir. Türklerde
düğünler, sadece eğlencenin yapıldığı merasim değildir. Dini mahiyette mevlitler
okunur, askeri becerilerin ortaya konulduğu oyunlar oynanır, yarışmalar düzenlenir,
yemekler verilir, şarkılar söylenirdi. Günümüzde de şenlik havasında kutlanan
düğünlerde eski Türklerde olduğu gibi yemekler verilir, bu gelenek devam ettirilir.88
Nevruz, Farsçada “Yeni gün” anlamına gelmektedir. Yeni yılın ilk günü
nev(yeni) ve ruz(gün) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Günümüzde Orta Asya
87
Ögel, a.g.e,s.773-774.
88
Oktay Berber, “Türk Kültüründe Eğlence ve Birlik Unsuru Olarak Düğünler”, Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 2009/2, S.10, s.1-10.
89
Ahmet Pirverdioğlu, “Türklerde Yılbaşı ve Bahar Geleneği”, Türkler, C.3, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002, s. 47.
90
Çay, a.g.e., s.5.
91
Şemseddin Sami, Kams-ı Türkî, İstanbul, 1917, s.1474.
23
92
Ramazan Karaman, “Anadolu’da Nevruz Kutlamaları”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C. 7, S.13, 2008/1, s.129.
93
İsmail Onarlı, “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi Yayın Organı, Köln, Nisan
1998, s.13.
94
Çay, a.g.e., s.157.
95
Onarlı, a.g.m., s.14.
96
Karaman, a.g.m.,s.130.
24
Karaların etkili ismi Hızır ile suların etkili ismi İlyas’ın bulunduğu gün kabul
edilen, Miladi takvime göre 6 Mayısa rastlayan gündür.97 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan
gece dilekler dilenir ve şenliklerle kutlanır. Binlerce yıldır Horasan’da, Balkanlar’da ve
Anadolu’da özel şenliklerle günümüze kadar gelmiştir. Simgesel olarak Hızır ve İlyas
Peygamberin bu günde birleştiğine inanılır. Hızır ve İlyas Peygamberin buluşmasıyla
karaların ve suların gücünün bir araya gelerek insanlar için bolluk pınarı oluşturduğuna
inanılır.98 İnanılan bugünde çeşitli yiyeceklerle, özellikle çocuklarıyla kadınlar ve genç
kızlar kırlara, su boylarına giderek eğlenirdi. Gelecek için dileklerini Kâğıda yazarak
sulara bırakırlardı.99
97
Baykara, a.g.m., s. 877.
98
Gülizar Cengiz, “Geleneksel Hıdırellez Etkinliği", Alevilik Bektaşilik Araştırma Dergisi, 2014/9, s.
269-270.
99
Baykara, a.g.m., s. 877.
100
Ögel, a.g.e.,s. 276-280.
25
6.Cuma günü
7.Ramazan günleri.
İslam âleminde özel gün deyince ilk akla gelen Cuma günüdür. Cuma günü
haftanın günleri içerisinde Müslümanlarca en kutsal gündür. Müslümanların bayram
günüdür. İslam dünyasında, Cuma gününün tatil olarak tayin edilmesi Emeviler
döneminde olmuştur. Bu günde hiçbir davaya bakılmaz ve müminler ibadet ederek bu
günü geçirirdi. İbadet, dinlenme ve bayram günü olup, genellikle haftanın tek tatil
günüdür. Kimileri evlerinde kimileri hamamlarda temizliğini yapar, güzel ve temiz
101
Abdülkadir Karahan, Müslümanlığın Temel Bilgileri, İstanbul, 1986, s. 132.
102
El-Hac Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam, C. 2, İstanbul, 1998, s.115.
103
Yunus Vehbi Yavuz, Başlangıcından Günümüze Cuma Namazı, İlim ve Kültür Yayınları, Bursa,
1986, s. 7-9.
104
Yusuf Ziyaeddin Ersal, Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii, Ankara, 1974, s. 9-10.
26
Aşure günü, Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olduğu, Hz. Nuh’un tufan sonrası
gemisinin Cudi Dağı’nın zirvesine oturduğu ve inananların kurtulduktan sonra şükür
orucu tuttuğu, Hz. Musa ve kavminin Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve bundan
dolayı Yahudilerin oruç tutmakla yükümlü olduğu bir gün olarak inanılmaktadır.109 Hz.
Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün, Hz. İsa ve Hz. Musa’nın doğdukları gün,
Hz. Süleyman’a mülkünün verildiği gün olarak da bilinmektedir.110
105
Ramazan Altınay, “Erken Dönem İslam Toplumunda Zaman (Gün-Ay-Mevsim-Yıl) Anlayışı ve
Günlük Hayata Etkileri”, Dini Araştırmalar Dergisi, C.7, S.21, s. 227-228.
106
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2015.
s. 403.
107
Hüseyin Okur, Hikmet ve Faziletleriyle Cuma Günü ve Namazı, Semerkant Yayınları, İstanbul,
2011, s.17-23.
108
Hüseyin Dedekargınoğlu, “Muharrem ve Aşure”, Hünkâr Alevilik Bektaşilik Akademik
Araştırmalar Dergisi, s. 41.
109
Metin Bozkuş, “Aşure Günü Muharrem Matemi/Orucu ve Sivas’ta Aşure Uygulamaları”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12/1, 2008, s. 35.
110
Eyüp Baş, “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler”,
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, 2004, s.169.
27
Ramazan orucu farz kılınmadan önce, Müslümanlara aşure günü oruç tutma
farz kılınmıştır. İslam’dan önceki dinlere göre de faziletli ve önemli bir gün sayılır, o
gün oruç tutulurdu. Cahiliye devrinde Kureyşliler dahi aşure günü tören yapıp Kâbe’nin
örtüsünü örterlerdi. Hz. Muhammed(s.a.v.) de aşure günü oruç tutmuştur. Ramazan ayı
orucu farz kılınmasıyla, aşure orucu farz olmaktan çıktı.112
Aşure ise; tatlı bir çorba olup birlikte toplanarak yenir yahut evlere dağıtılır.
Aşure çorbasına et konmaz. Ana malzemesi buğday olan aşurenin içine kuru bakliyat ve
meyveler konularak yapılır.114
111
Bozkuş, a.g.m., s. 39-40.
112
Abdurrahman Tac, “Ramazan Orucu”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.5, S.1-2, Ocak Şubat
1966, s. 7-8.
113
Dedekargınoğlu, a.g.m., s.43.
114
Dedekargınoğlu, a.g.m., s.44.
115
İlmihal, İslam ve Toplum, İslam Araştırmaları Merkezi, Medya Ofset, İstanbul, 1999, s.1.
28
alır. Kurban etmek için oğlunu hazırlayan Hz. İbrahim’in samimiyetini anlayan Allah
oğluna bedel olarak koç gönderir. İlk kurban hadisesi böyle gelişmiştir.116
Kurbanın manevi katkısının yanı sıra maddi olarak da katkısı vardır. Kesilen
hayvanları besleyen üreticiler kurban bayramı yaklaşınca besledikleri hayvanları satar.
Böylelikle kendi ihtiyaçlarına maddi olanak sağlarlar. Kesilen hayvanların derilerini
işleyen zanaatkârlar ülke ekonomisini de canlandırır.119
116
Hasip Asutay, Kurban Risalesi, Hacegan Yayınları, İstanbul, 2007, s.10.
117
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Erken Dönem İslam Tarihinde Kurban ve Kurban Bayramı”,
Uluslararası Kurban Sempozyumu, İstanbul, 8-9 Aralık 2007, s. 83.
118
İlmihal, s. 2.
119
Hüseyin Okur, Allah’a Yakınlaşmak için Kurban, Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, s.33.
120
Abdülkerim Yatğın, “Hz. Peygamberin Kurbanı ve Kurban Bayramı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı
İstanbul Müftülüğü Dergisi, İstanbul, S.11, 2010, s. 82.
29
İslamî gelenekte Mevlid, Regaib, Berat, Miraç ve Kadir Gecesi olmak üzere
beş ayrı gece kutsal kabul edilir. Bu geceler kandil gecesi olarak kabul edilir ve kandil
geceleri olarak kutlanır. Bu gecelere kandil geceleri denmesinin sebebi; Osmanlı
padişahı II. Selim döneminde yapılan kutlamalarda, camilerin kandillerle aydınlatılması
geleneğine dayanmaktadır.121
121
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.43.
122
Ahmet Özel, “Mevlit”, DİA, C.29, İstanbul, 2004, s. 275-279.
123
Hamdi Tekeli, “Regaib”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 535-536.
124
Salih Sabri Yavuz, “Mirac”, DİA, C.30, İstanbul, 2005, s. 132-135.
125
Halit Ünal, “Berat”, DİA, C.5, İstanbul, 1992, s. 475-476.
30
Kadir Gecesi; Ramazan ayının son on günü içinde herhangi bir güne gizli
olduğuna inanılan, inanışa göre Ramazan ayının 27. gecesine rastlayan gece olup
Kur’ân-ı Kerîm’in indiği gece olarak da kabul edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de Kadir
suresi de vardır. Bu gece için “Bin aydan daha hayırlıdır’ ifadesi kullanılmaktadır.126
1.3.5. Aylar
Hicri takvime göre belirlenen aylar on iki tanedir. Bunlar; Muharrem, savaş
haram olduğu için “haram kılınmış” manasında Muharrem denmiştir. Safer, bu ayda
insanların ellerinde malları, evlerinde yiyecek içeceği kalmadığı, seferlere çıktıkları için
böyle isimlendirilmiştir. Rabîu’l- Evvel, Safer ayında yaptıkları faaliyetlerinin
sonuçlarını bu ayda aldıklarından dolayı böyle isimlendirmişlerdir. Rabi; verimlilik,
bereket demektir. Rabîu’l-Âhir, mahsulü toplamanın son günleri olduğu için böyle
isimlendirilmiştir. Cumâde’l Ûlâ, bu ayda fazla soğuktan sular donduğu için böyle
denmiştir. Cumâde’l- Âhir, suların donmasının son ayıdır. Receb, bu ay büyük saygı
göstermek amacıyla bu isim konmuştur. Şa’ban, bu ayda savaş ve saldırıların çok
olmasından ve gruplara ayrılıp savaşlar düzenlendiğinden böyle isimlendirilmiştir.
Ramazan, bu ayda çok şiddetli sıcaklar yaşandığından bu isim verilmiştir. Şevval,
develer bu ayda hac için yüklenir ve kuyruklarını kaldırarak yürür. Bu sebepten böyle
nitelendirilmiştir. Zi’l-Ka’de, haram aylarındandır. Bu ayda savaşa çıkılmadığından
“hareketsizlik, oturma” anlamında böyle isimlendirilmiştir. Zi’l-Hicce, hac ayı olduğu
için böyle denmiştir. Bunlardan Muharrem, Receb, Zi’l-Ka’de, Zi’l-Hicce haram ayları
olarak bilinir.127
İslami geleneğe göre kutsal kabul edilen aylara ait grup; Receb, Şa’ban,
Ramazan’dır. Bu aylara “üç aylar” denilmektedir. Bu üç aylar Müslümanların diğer
aylara oranla daha fazla ibadet, zikir, dua ve hayır işleriyle meşgul olduğu zaman
dilimleridir. Ayrıca Müslümanların kutsal kabul ettiği Regaib, Miraç, Berat, Kadir
geceleri bu üç aylar içerisinde yer alması da bu ayları daha fazla önemli hale getirir. 128
126
Mehmet Sait Özervarlı, “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, 2001, s. 124-125.
127
Altınay, a.g.m., s.230.
128
Cengil ve Tekin, a.g.m., s.41.
31
Ramazan ayı birçok Müslüman ülkede oruç ayı, dua ayı, gufran ayı, ibadet ayı,
bazı yerlerde de cömertlik ayı olarak nitelendirilir. Bu ayda yapılan ibadet “savm,
sıyam, ruze” adlarıyla da tanınmasına rağmen bizde: Oruç olarak kabul görmüştür.
Ramazan ismi diğerlerine tercih edilmiştir.129
Ramazan kelime manası olarak ‘Remza’ kökünden türemiş bir isim soylu
kelime olup ‘kızgın taş’ manasına gelir. Çünkü Araplar şiddetli sıcak günlerde oruç
tutmuşlardır. Aylara isim verdikleri zaman, oruç ayı şiddetli sıcaklara denk geldiğinden
adı ‘Ramazan’ konmuştur. Başka bir görüşe göre de, yakıcı manasına gelen Ramazan
bu ayın günahları eritmeye vesile olması sayesinde oruç ayına bu isim konulmuştur.130
Müslümanlarca diğer aylardan daha üstün ve kutsal kabul edilen Ramazan ayı,
Kur’an da ve hadislerde isminden en çok bahsedilen aydır. Hz. Muhammed(s.a.v.)
Hadis-i Şerifte “ Ramazanın birinci gecesi geldiğinde şeytanlar ve cinlerin azgınları
zincire vurulur, cehennem kapıları kapatılır. Hiçbir kapı açılmaz, cennet kapıları açılır
ve hiçbir kapısı kapatılmaz”132 şeklinde Ramazan ayı gelmeden insanları uyarmış,
ibadet ve dua etmeleri için teşvik etmiştir.
129
Mehmet Kaplan, Milli Kültür, Ankara, 1977, s. 38.
130
İmam-ı Gazali, Mükasefetü’l Kulüb, Çelik Yayınları, İstanbul, 1982, s. 558.
131
Halil Altuntaş, İsmail Karagöz, Oruç İlmihali, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2010, s. 12.
132
Kemal Sandıkçı, “Hadislerle Ramazan ve Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, S.3, 1978, s. 215-216.
133
Hüseyin Hilmi Işık, Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi, İstanbul, Mart 2012, s. 313.
32
Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farza bedeldir. Bu ay
ahreti kazanmak için fırsat ayıdır. Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında inmiştir. Kadir
Gecesi bu ayın içerisindedir. Ramazan-ı Şerifte hurma ile oruç açmak sünnettir. Teravih
namazı kılmak ve Kur’an-ı Kerim’i hatim etmek mühim sünnetlerdendir.134
Ramazan ayı ile ilgili yine Hadis-i Şerifte “Ramazan ayının evveli rahmet,
ortası mağfiret sonu ise cehennemden kurtuluştur.”135Şeklinde buyrulur. Sabır ve
nefisle mücadele ayı olarak bilinen Ramazan ayı insanları iyiye ve doğruya sevk eder.
134
Işık, a.g.e., s. 314.
135
Lütfi Şentürk, “Ramazan Mağfiret Ayıdır”, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79, Kasım Aralık 1968, s.
261.
136
Şentürk, a.g.m., C.7, s. 262.
137
Hacı Mehmet Günay, “Ramazan”, DİA, C.34, İstanbul, 2007, s. 434.
138
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 271.
139
İbrahim Tozlu, Onbir Ayın Sultanı, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.22-25.
33
Ramazan ayı, oruç, Kur’an-ı Kerim okuma ve ibadet ayı olduğu kadar sabır,
cihat, fetih ve zafer ayıdır. Oruç; yeme, içme, kötü huyu dizginleme cihat ise açgözlülük
ve dünya hırsını dizginleme vesilesidir. Oruçta nefis ile mücadele yapılırken cihatta
İslam düşmanlarıyla mücadele edilir. Cihattaki sabır, tahammül ve ihlâs oruçla aynıdır.
Mücahidin sevabı, oruç tutanın sevabıyla eş değer görülmüştür.141
Ramazan ayı zaferler ayıdır. Hicretin ikinci yılı Ramazan ayının on yedisinde
Bedir Zaferi elde edilmiştir. İman uğruna babanın oğluyla ve kardeşin kardeşle
çarpıştığı bu savaş, yetmiş müşrike karşı on dört Müslüman’ın şehit olduğu büyük bir
zaferdir. Hz. Muhammed(s.av.) in katıldığı ilk savaş zaferle sonuçlanmıştır. Hicretin
sekizinci yılı Ramazan ayının yirmisinde Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Hz.
Muhammed(s.a.v.)in on bin sahabî ile gerçekleştirdiği bu fetih, Mekke’de Hakk’ın
hâkim, batılın yok olduğu bir dönem başlatmıştır. Efendimiz (s.a.v.)in bizzat katıldığı
Tebük Gazvesi’de Ramazan ayına rastlamıştır. Hz. Ömer dönemi, Mecusi İran ordusuna
karşı yapılan Kadisiyye zaferi, Rodos Adasının fethi, Endülüs’ün fethi, Ayn Calut
Zaferi gibi İslam dünyasının önemli cihatları Ramazan ayında yapılmıştır. Ramazan,
oruç ve Kur’an, ihlas ve takva ile değerlendirilirken sabır ve tahammülle, tebliğ ve
cihatla değerlendirilmelidir.142
1.3.6.1. Oruç
140
Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 17.
141
Halil İbrahim Kutlay, “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005, s.28.
142
Kutlay, a.g.m., s. 28-30.
34
ise oruç, imsak vaktinden iftar vaktine kadar geçen sürede, bir amaç uğruna yeme
içmeden uzak durmaktır.143
Hadis-i Şerifte “Ramazan öyle bir ay ki Allah, bu ayda orucu size farz kılmıştır.
Bende bu ayın ibadetle ihyasını size sünnet kıldım.”144Diye belirtilmiş olup Ramazan
orucu Müslümanlara farz kılınmıştır.
Bir kişi oruç tutmakla hastalanacak yahut var olan hastalığı artacaksa veya oruç
hastalığın uzun zaman devam etmesine sebep olacaksa tutmayabilir. İyileştiği zaman
orucu kaza edebilir. Yolculukta da güçlük vardır. Seferdeki bu güçlük herkesin haline
göre değişebilir. Bir insan için güçlükle dolu geçen yolculuk bir başkası için kolay bir
şekilde tamamlanabilir. İslam dini bu ihtilafı ortadan kaldırmak maksatlı genel yolculuk
143
İlmihal, C.1, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008, s. 381.
144
Sandıkçı, a.g.m., C.17, s. 217.
145
Lütfi Doğan, “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9, S.5, Eylül-Ekim 1972,
s.260.
146
Hasan Çelikkaya, “Ramazan ve Oruç”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.24, Fatih Matbaası, İstanbul,
1969, s.11.
147
Fidye; kusurlu olarak eda edilen bazı ibadetlerin telâfisi amacıyla ödenen bedeldir.
148
İbrahim Cerrahoğlu, “İslamiyet ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.2, S.1-2, Ocak-Şubat
1963, s.7.
35
haline çevirmiş günde altı saat olmak üzere üç günlük sefere çıkan oruç için mazeretli
sayılmıştır. Takriben doksan kilometrelik yol sefer mesafesi olarak sayılmıştır.149
Oruç Kefareti, kefaret mana olarak gidermek ve örtmek olarak bilinir. Bozulan
bir oruç yerine peş peşe iki kameri ay boyunca oruç tutmaktır. Buna gücü olmayan kişi
ise altmış gün boyunca sabah ve akşam olmak üzere iki öğün bir fakiri doyurmalıdır.
Hastalık durumlarında kefaret düşer. Ancak hastalık kendi isteği dışında olmalıdır.
Kendi hastalığa sebebiyet verdiyse kefaret düşmez, aynı zamanda yolculuk da kefareti
düşürmez.150
Oruç, nefsi terbiye eder ve ruhu yükseltir. Allah’a ibadet etmeyi vesile kılar ve
insanoğlunun meleklerin seviyesine nasıl yükseleceğine talim eder. İnsanlarda sabrı
geliştirir ve nefsi yenme kuvveti verir. Oruç insanın maneviyatını temizleyerek ruhunu
aydınlatır. Oruçlu kişiler Allah’a en yakın kişilerdir. Bütün feyiz ve nur âlemleri oruçlu
kimselere açılır ve Allah ile kul arasındaki perde kalkar.151
Oruç, insana sabrı aşılar. İnsan bu sabrı alışkanlık edinir. Bu alışkanlık acıyı
bırakmak için değil, gidermek içindir. Sabrı alışkanlık edinmekle nefsi düzeltmenin en
iyi yolu oruçtur. Oruç; tiryakileri tedavi eder ve sabra alıştırır.152
Müminin açlığında, Hakk’a yakınlığı oluşur. Kalp incelir, nefis kırılır, masiyet
arzular kırılır. Oruçluyken ibadete devam kolaylaşır. Açlıkta beden sıhhat bulur,
hastalıklar ötelenir.153
149
Musa Yılmaz, “Ramazan Orucu ve Hikmetleri”, Diyanet Dergisi, C.26. S.2, 1990, s.20.
150
Hasip Asutay, Oruç Risalesi, Hâcegân Yayınları, İstanbul, 2012, s.57-59.
151
Ali Özek, “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası, İstanbul, 1968, s. 10.
152
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak Yayın, İstanbul, 1993, s.286.
153
Mahmut Sami Ramazanoğlu, “Oruç ve Açlığın Faziletleri”, Yeni Dünya, Y.13, S.144, Ekim 2005,
s.31.
36
Yahudilikte oruç, her türlü yeme içmeden tamamen uzak durmak manasına
gelmektedir. Oruç, bir tövbe yöntemi olarak görülür. Sadece tövbe edip günahlardan
arınmak için değil, toplumsal felaketlerde halkın günahkârlığının bir işareti olarak kabul
edilerek oruç tutulmuştur. Tevrat’ta da oruç Yahudiler için, insanların bilinçli veya
bilinçsizce yaptıkları kötü eylemlere kefaret ve bu kötü eylemlerden duyulan
pişmanlığın dışa vurulmuş şekli olarak belirtilmektedir. Kefareti gerektiren eylem
kişinin bizzat işlediği bir fiil olabildiği gibi ailesinin veya aynı soydan gelen hatta
milletinden gelen birinin gayri ahlaki bir eylemi olabilir. Bununla birlikte Yahudilikte
oruç bir matem alametidir. Yahudi tarihinin en felaketli en kötü günlerinde oruç
tutularak yad edilmiştir. Aynı zamanda Tanrı’ya dua etmeden önce yapılması gereken
bir hazırlık ritüeli olarak da kabul edilmektedir.157
154
Yılmaz, a.g.m., s. 22-24.
155
İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 386-387.
156
Tahsin Feyizli, İslam’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç-Kurban, Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988, s.21.
157
Recep Demir, “Diğer İnanç Sistemlerinde ve İslam’da Oruç(Karşılaştırmalı Bir Analiz)”, Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.9, S.42, Şubat 2016, s. 1787.
37
Yahudi takviminde oruç günleri, yılın farklı günlerinde toplam altı oruçtan
oluşmaktadır. Bunlardan ilki Tevrat kaynaklı olup diğerleri yaşanan acı olayların
anısına tutulmuştur. Yahudi takviminin ilk ayı olan Tişri ayının onuncu günü “yom
kipur” adı ile tövbe etme amaçlı tutulan oruçtur. Bu oruç Tevrat’ta emredilmiştir. Tevet
ayının onuncu günü Kudüs’ün Babilliler tarafından kuşatılması ve Tamuz ayının on
yedinci günü Kudüs surlarının Babilliler tarafından geçilmesi olayı adına önemli oruçlar
tutmuşlardır. Av ayının dokuzuncu günü Kudüs’teki mabedin yıkılışı anısına, Tişri
ayının üçüncü günü önderleri Gedalya’nın öldürülüşü anısına, Adar ayının on üçüncü
günü Ester’in dindaşlarını kurtarmak için hayatını tehlikeye atması adına oruç
tutmuşlardır. Yom Kipur dan ayrı tutulan bu oruçları hahamlar düzenlemiştir.158
İki umumi oruç “yom kipur” ve “yişa beav” Yahudilikte büyük oruçlar olarak
kabul edilir. Bu iki oruç daha uzun süre tutulduğu için başlıca büyük oruçlar olarak
kabul edilmektedir. Gün batımı ile başlar ve sonraki günün akşam karanlığına kadar
devam etmektedir. Yaklaşık yirmi beş saat süren bu oruçlar insanların genel olarak
tuttukları oruçlardır.160
158
Fatma Yüksel, “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü Dergisi,
S.5, İstanbul, 2008, s.35.
159
Osman Cilacı, “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, Temmuz Ağustos 1978, s.197.
160
Muhammed Akram, “Dinler Tarihi Açısından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’da Orucun Anlamı ve
Önemi”, Ramazan ve Oruç, Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat Aslaner, Mustafa Demiray,
Halis Kaya, Ümraniye Belediyesi, İstanbul, 2015, s. 46.
161
Cilacı, a.g.m., s.198.
38
akşama kadar konuşmaktan sakınma orucudur. İzdivaç gününde damadın tuttuğu oruç
vardır. Baba ve annenin ölümünün senesinde tutulan oruç vardır. 162
Hıristiyanlıkta başta bir aylık olan oruç ibadeti, sıcak mevsim olan yaza denk
geldiği için ilkbahara alınmıştır. Bundan dolayı on gün daha ilave edilip kırk gün olarak
tutulmuştur. Belli bir dönem kırk gün olarak oruç tutan Hıristiyanlar kralın rahatsızlığı
sebebiyle on gün daha ilave etmişler ve orucu elli gün olarak tutmuşlardır. Vasfı,
zamanı ve sayısı değiştirilen Hıristiyan orucu “Büyük Perhiz” adıyla ağır bir şekilde
tutulmuştur.164
162
Feyizli, a.g.e., s. 25-27.
163
Feyizli, a.g.e., s.31.
164
Ahmet Kahraman, “Eski Dinlerde ve İslam’da Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.10, S.
112-113, Eylül Ekim 1971, s.319.
165
Akram, a.g.m., s. 50.
166
Demir, a.g.m., s.1791.
39
oruçta hem yemeden hem içmeden uzak durulur. Hiçbir yiyecek yahut içecek ağza
konmaz. Kısmi oruçta ise tadı güzel bir yiyecek, et yemeği ve şarap içmeme şeklinde
olmuştur. Hıristiyanlıkta en yaygın oruç ise tam oruç ve iki etsiz öğün orucu olup kişi
içmeye müsaade edilir.167
Hinduizm’de dört çeşit oruç türü vardır: festival oruçları, hafta içi tutulan
oruçlar, kameri gün oruçları ve büyüyen-küçülen ay oruçlarıdır. Bunlarla birlikte
öğleden sonra tek yemek yenilmesi orucu “eka bhukta”, yemeğin gece bir kez yenilmesi
orucu “nakta vrat” olarak adlandırılan oruçlardır.170
167
Akram, a.g.m., s. 50-51.
168
Cilacı, a.g.m., s.201.
169
Thowhidul İslam, “Hinduizm, Budizm ve İslam’da Oruç: Mukayeseli Bir Çalışma”, Ramazan ve
Oruç, s. 64.
170
İslam, a.g.m., s. 64-67.
171
Cilacı, a.g.m., s.192.
172
Feyizli, a.g.e., s.17.
40
durma orucu, erkeklere başta Hint yağı olmak üzere bedenine herhangi bir yağ sürmeme
ve yağlanmama orucu, Hinduizm’de orucun farklı çeşitleridir.173
Budizm’de her kameri ayın dört gününde, güneşin doğuşundan batışına kadar
olan süreçte oruç tutmak emredilmiştir. Bu dört gün ayın birinci, dokuzuncu, on beşinci
ve yirmi ikinci günleridir. Bu günlerde tam dinlenmek gerektiğinden, herhangi bir iş
görmek yasaktır. Hatta iftar sofrasını hazırlamak bile yasaklanmıştır. Bundan dolayı
oruç tutanlar yemeklerini bu dört günde güneş doğmadan önce hazırlamışlardır.175
Tibet’te oturan Budistler ise; yirmi dört saat oruç tutmaktadır. Bu süre
içerisinde tükürüklerini dahi yutmazlar. Yirmi dört saatin sonunda ise oruçlarını
yalnızca bir bardak çayla açmışlardır.176
Eski Türklerde inanç biçimi olan Göktanrı yahut Tengricilikte oruç ibadeti yer
almaktadır. Gönüllülük esası ile yapılan oruç ibadeti Türklerde farz değildir. Orucunda
çeşitleri olmuştur. Bunlar;
173
Demir, a.g.m., s. 1786.
174
İslam, a.g.m., s. 70.
175
Demir, a.g.m., s. 1786.
176
Cilacı, a.g.m., s.193.
177
Yaşar Kalafat “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk Sümer’e Armağanı, T.D.A,
Şubat 1999, S. 100, s. 97-113
41
178
Umut R. Sazçalar, Yaşayan Tengricilik, Kutlu Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 43-45.
179
Sazçalar, a.g.e., s. 45-46.
180
İbn-i Fazlan, Seyahatname, (çev. Ramazan Şeşen), İstanbul, 1985, s. 91-92.
42
Hz. Muhammed (s.a.v), orucu mümini cehennem ateşinden koruyan bir kalkan
olarak nitelendirmiştir. Ramazan orucu hicretin ikinci yılının Şa’ban ayında farz
kılınmıştır. Hz. Muhammed(s.a.v.) Medine’ye hicretten sonraki dokuz yılda oruç
tutmuştur. Bunların dördü yirmi dokuz, beşi ise otuz gün olmuştur.182
181
Fahrettin Aşık, “Hz Peygamberin Ramazan Hayatı”, Diyanet Dergisi, C.26, S.2, Ankara, 1990, s. 51.
182
Kasım Şulul, “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili gelişmeler”, Ramazan ve
Oruç, s.31.
183
Aşık, a.g.m., s.51.
184
Ali Çelik, “Peygamberimiz’in Ramazanı”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı İstanbul Müftülüğü
Dergisi, S.5, İstanbul, 2008, s.31.
185
Çelik, a.g.m., s.31-32.
43
Farz olan ve genelde verilmesi Ramazan’a denk gelen zekât ise farz aynı
zamanda sünnettir. Yapılan her farzın Ramazan ayında yetmiş misli yazılacağından,
zekât genelde bu ayda verilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)de elinden geldiği kadar bu
konuda cömert davranmıştır.
186
Şulul, a.g.m., s. 34-35.
187
Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, 2011, s.482.
188
Altuntaş ve Karagöz, a.g.e., s. 27- 29.
189
Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, Emel Matbaacılık,
Ankara, 1985, s. 70.
190
Aşık, a.g.m., s.58.
44
Bu olaya “itikâf” denmektedir. Geçmiş peygamberlerden kalma bir sünnet olup Bakara
suresinin yüz yirmi beşinci ayetinde “İbrahim ve İsmail’e beytimi, ziyaret edenlere ve
itikâf edenlere, rükû ve secde edenlere, saygı gösterin ve onları temiz tutun.”191
Şeklinde geçmektedir.
Emevî halîfeleri ve yöneticileri Ramazan günlerinde halka açık bir şekilde iftâr
sofraları kurmuşlardır. Her sofrada çeşitli yemekler, kızarmış balık ve sütlaç bununla
birlikte değişik tatlılar bulunurdu. Ramazan günlerinin gündüzleri oruçla geçirilir,
çoğunlukla birlikte iftarlar yapılır, iftardan sonra teravih namazı toplu olarak kılınır,
muhtaç kimselere yardımlarda bulunulurdu. Böyle mübarek ve kutlu günlerde özel
merâsimler düzenlenirdi. Bütün sevap kapılarının açıldığı şer kapılarının kapandığı bu
191
Aşık, a.g.m.,s. 59-60.
192
Emrullah Hatiboğlu, “Hz. Peygamber Zamanında Ramazan”, Ramazan Çadırında İrfan Sofrası,
Bağcılar Belediyesi Yayınları, İstanbul, 1998, s.77.
193
Çelik, a.g.m., s.33.
194
Şulul, a.g.m., s.39.
45
günlerde dellâllar, halkı, iyi şeyler yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya davet
ederdi. İftar zamanına kadar evlerinde yiyeceği bulunmayanlara yemek ya da gıda
maddesi gönderilirdi. Bu ayda yetim ve yoksullar diğer aylardan daha fazla gözetilirdi.
Şehir, Ramazan gecelerinde daha bir hareketli ve ışıklı olurdu. Şevval hilâli görülünce
de Ramazan ayı bitmiş bayram başlamış olurdu. Sabah herkes bayram namazına ve
bayramlaşmaya giderdi.195
195
Ramazan Altınay, Emevîlerde Günlük Yaşam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006, s. 335-336.
196
Ertuğrul Tarık Kara, Tarihte Ramazan, Hazine Yayınları, İzmir, 2006, s. 109.
197
H.İbrahim Hasan, Siyâsî Dînî Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, çev. İsmail Yiğit, C.4, İstanbul, 1986, s.
229.
46
barınmaları için tahsis ettikleri mekânlar vardı. Onlara çok miktarda yemek, bağış ve
zekât gelirdi.198
Büyük Selçuklu döneminde Ramazan ayına çok önem verilmiş, Ramazan ayı
halk ve padişah tarafından büyük bir titizlikle geçirilmiştir. Ramazan bayramı ve kurban
da düzenli bir şekilde kutlanmıştır. Bu bayramlar resmi bayram niteliğinde olup sabahın
erken saatlerinde sultan, sultanın oğulları, yöneticiler ve sarayın diğer erbabıyla
bayramgâh denilen yerde, bayram namazı kılınarak başlamaktadır. Saraya dönüldükten
198
İhsan Arslan, “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, C.9,
S.17, 2011, s. 151-152.
199
İsmail Yiğit, Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, C.7, İstanbul, 1986, s. 392.
200
Yiğit, a.g.e, C.7, s. 392.
47
sonra kutlamalar yemek ve eğlence ile devam eder. Bu sırada sultan, hanedan
mensuplarının, devlet adamlarının ve halkın tebriklerini kabul eder ve salonda yemeğe
geçilir. Şairler şiirlerini söyler, müzisyenler sanatlarını icra eder.201
201
Cihan Piyadeoğlu, “Gazneliler ve Büyük Selçuklular’da Bayramlar ve Bayram Kutlamaları”, Türk
Edebiyatı Uluslararası Periyodik Diller, Edebiyat ve Türkçenin Tarihi, C.5/4 Güz 2010, s. 1413.
202
İsmail Pırlanta, “Büyük Selçukluların Horasan’da Dini ve Sosyal Yaşam Üzerindeki Bazı
Uygulamaları ve Bunların Halka Yansımaları”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.106, S.2, 2012, s.695-697.
203
Yusuf Ziya Yörükan, “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, C.5,
S.24, s. 66-57.
204
Kara, a.g.e., s. 109.
48
İKİNCİ BÖLÜM
Ramazan ayı toplumda farklı bir hava yaratırdı. Büyük küçük herkes maddi
manevi iyilikler yapmaya özen gösterir, sevaplarını arttırırdı. Yöneticiler ve zengin
tebaa Ramazan ayında ziyafetler verir, sadakalar dağıtırdı. Ziyafetler için küçük ve
büyükbaş kurbanlar kesilirdi. Sahibi oldukları köleleri Ramazan ayında özgürlüğüne
kavuşturanlar vardır. Ramazan ayında hayır sahibi insanlar, ihtiyaç sahiplerine Allah
rızası için et, ekmek, mum ve para dağıtırdı. Ayrım yapılmadan kapılarına gelen gayri
Müslimlere de bu ayda yardım etmişlerdir. Yine bu ayda bazı mahkûmlar affedilirdi.205
1573 de İstanbul Ramazanına tanık olan seyyah Gerlach ise: “Gökte Yeniay’ın
görülmesi ile başlayan Ramazan bir ay sürüyor. Müslüman Türkler bütün gün boyunca
bir şey yemez ve içmezler. Akşam vakti camilerin minareleri çevresinde bir taç gibi
dolanan kandiller yanıncaya kadar tamamen aç gezerler. Kandiller yandıktan sonrada
bütün gece yiyip içerler. Kandiller yanınca sokaklarda bir bağrışma kopar ve dilenciler
sokaklara dökülerek evden eve dolaşır yiyecek ve para isterler. Bazıları da beş altı
kişilik topluluklar halinde bütün oruç ayı boyunca geceleri sokak sokak gezer. Zengin
kişilerin evi önünde nefesli sazlar ve vurmalı çalgılar eşliğinde şarkılar söyler.
Aralarından biri şarkı söyleyerek veya zurna çalarak girizgâhla başlar, diğerleri de
buna katılır. Ramazan minarelerde yanan kandillerle ilan edilir. Sene boyunca sadece
düğünlerde ziyafetler veren Türkler, Ramazan ayının on beşinden sonra Devlet ricalinin
iftar davetlerinin şaşaası büyüktür.” Gerlach’ın “Büyük Bayram” olarak adlandırdığı
Ramazan bayramı, “Küçük Bayram” olarak adlandırdığı ise kurban bayramıdır.”207
Bunlardan bazıları:
210
Robert Mantran, XVI. XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay),
Eren Yayıncılık, İstanbul, 1991, s.170-171.
211
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi Tarihi, C.1, haz. Ziya Yılmazer, Ankara, 2003, s. 664.
212
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1129.
213
Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, a.g.e., C.2, s. 1106.
214
Recep İncecik, Süleyman Faruk Göncüoğlu, Fatih Sadırlı, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da
Ramazan, Sarıyer Belediyesi, İstanbul, 2004, s.385.
52
Ramazan ayında en fazla saraydan çıkarak tebdîli kıyafetle halkın içine karışan
Pâdişah Sultân I. Abdülhamid olmuştur. Sultân I. Abdülhamid bu gezilerine genellikle
sabahleyin başlayıp ikindi vakti veya sonrası saraya geri dönüyordu. Sultân bu
tebdîllerde et, yağ, ekmek, mum ve benzeri tüketim maddeleriyle ilgili kontroller bizzat
kendisi yapmakta, görüşlerini ve isteklerini ilgili görevlilere bildirmektedir.216
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.62.
53
Ramazan ayı geldiğinde devlet ricali ile ulemanın önemli mevkideki kişileri
halka açık bir şekilde konaklarında iftar yemeği vermiştir. Aylar öncesi hazırlanan
Ramazan ayı programına uygun şekilde davetli listesi belirlenmiştir. Bu iftar yemeğini
fırsat bilip devletin durumunu konuşmuşlar, yapılacak düzenlemeleri belirlemişlerdir.
İftar arkası ilmi ve edebi sohbetler etmişlerdir. Varidatı yerinde olan konak sahipleri
fakirlere de iftarlar vermişlerdir.221
217
BOA, A.MKT. NZD 281-8, Zikreden, Yasin Özkan, “Bayramda Öksüz Çocukların da Yüzleri
Gülsün”, Osman Doğan-Soner Demirsoy (ed.), Nerede O Eski Ramazanlar, Çamlıca, İstanbul, 2015, s.
161.
218
Funda Çapan Özdemir, “Gérard de Nerval’ın Gözüyle İstanbul’da Sosyal Hayat”, Uluslar arası
Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S. 31, s.120.
219
Gérard de Nerval, Doğu’da Seyahat, (Çev. Selahattin Hilav) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012,s.
554-617.
220
Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699),
İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s.389-390.
221
Erdoğan Keskinkılıç, “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan”, Tarihte Ramazan, s.51.
54
Ramazan ayının gelmesiyle padişah diğer aylara nazaran daha fazla halkın
içine karışmıştır. Sarayından tebdil değiştirerek çıkan padişah, kapalı çarşıyı,
tütüncüleri, mürekkepçileri, sergideki esnafı dolaşır. Esnafın narh fiyatlarına uyup
uymadığını, ekmeğin gramajının eksikliğini, halkın tenbihnâmelere uyup uymadığını
denetlerdi. Padişah bu tebdil denetimiyle camilere de gider, hafızları ve vaizlerin verdiği
vaazları dinlerdi.222
222
Tolga Uslubaş, Böyleydi Osmanlı’nın Ramazan’ı, Yağmur Yayınları, İstanbul, 2006, s.31.
223
François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Ramazana Dair Siyasi
Alışkanlıklar”, Toplumsal Tarih Dergisi, S.107, Kasım 2002, s. 5.
224
Şakir Batmaz, “Bir Bahriye Zabitinin Hatıralarında II. Abdülhamid’ in Yıldız Sarayı İtirafları”,
Tarihte Ramazan, s. 78-83.
55
görülmüş “Hilal-i Ahmer’i Unutma”, “Muhacirlere Yardım Ediniz” gibi yazılar Balkan
Savaşları sırasında mahyalarda yer almıştır.225
Ramazan ayının ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilmekte, gazeteler ise o
güne mahsus basılmamaktadır. Ramazanın ilk gününden sonra bütün devlet dairelerine
memurlar çalışmalarına sırayla devam ederdi. Bu çalışma sırası için yeni bir nöbet
cetveli düzenlenir, bu düzenlenen cetvel çalışma yerine asılırdı. Ramazan ayının kışa
denk geldiğinde günler kısa olduğu için, resmi daireler sadece gece açık bulunurdu.227
Ramazan ayında halkın ana gıda maddesi olan ekmeğe diğer zamanlardan daha
fazla önem verilirdi. Ramazan ayı boyunca fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin has
undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması gerekmekteydi. Bu yüzden Ramazanda
pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce Pâdişâh tarafından incelenerek
onaylanır eksik görüldüğü takdirde Ramazan başlamadan düzeltilirdi. Pâdişâh ekmeğin
numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi konusunda
dikkat edilmesi gerektiğini belirtir ve Hatt-ı Hümâyûnlarında bunu önemle
vurgulardı.228
225
Georgeon, a.g.m., s. 6-8.
226
Doğan-Demirsoy, a.g.e., s. 16.
227
Uslubaş, a.g.e., s. 30.
228
BOA, Hatt-ı Hümâyûn, nr. 496.
56
Ramazanda önemli alışveriş mekânları haline gelen sergiler artık birer halka
açık pazar haline gelmiştir. En ünlü Ramazan sergileri Fatih ve Beyazıt camilerinin
avlularında kurulmuştur. İstanbul’da oturan gayrimüslimler de bu sergileri takip ederler
alışverişlerini buradan yaparlardı. Sergilere halktan herkesim insan padişah ve üst düzey
memurlar dahi gelmekteydi. Sergilerde Hereke ve Feshane ürünleri, Çinli tüccarların
getirdiği Çin yapımı çay, yemek ve sofra takımları, İran ve ülkemizin ürünleri olan
seccade, kilim, halı teşhir olunur ve satılırdı. Kütahya çinileri, Bursa, Karamürsel ve
Hereke kumaşları, Edirne, Kayseri, Selanik, Girit, Trabzon, Halep yiyecekleri de
sergide bulunurdu. İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlara sarılı
pide, simit ve başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergiden çıkarlardı.Kadir
gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, bayram hazırlıkları ve bayram alışverişi yerini
alırdı.231
Ailelerin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri gıda
maddelerini toptan bir şekilde satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat,
çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un,
zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, pestil gibi en çok Ramazan’da
kullanılanlar olduğu gibi her zaman kullanılanlar da bulunurdu. Ramazan ayında
229
Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, Bilge Yayınları, İstanbul, 2003, s.102.
230
Ertuğrul Özbilen, “Ramazan Ayında Yerli Malı Fuarı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 110-111.
231
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224.
57
kullanılacak gıda maddelerini toptan satın almaya “Ramazan masrafı görmek” denirdi.
Maddî durumu yerinde olanlar hiç düşünmeden bu masrafa katlanırlar, zengin aileler
ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya komşularından maddi durumu yerinde
olmayanlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.232 Ramazana özgü gıdalar satılır ve
herkes gücü oranında bu gıdalardan almaya çalışırdı.233
Türk milleti, Ramazanı kendine özgü yaşam tarzı haline getirmiş ve bu ayda
tutulan orucu, çeşitli kutlamalar, eğlenceler, törenlerle rahat yaşanır bir duruma
getirmiştir. İlk önce, Arapçadaki ‘savm’ yerine, Farsçadaki ‘rûze’ kelimesini alıp onu
‘oruç’ şeklinde Türkçeleştirmekle başlanmıştır. Türk ulusu, kendi dünya görüşünü de
ekleyerek Ramazanı daha rahat daha estetik bir görünüme kavuşturmuştur. Ramazan
ayında mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme,
cömertlik ve herkesi düşünebilme terbiyesini bir araya getirerek bir ‘Ramazan
Medeniyeti’ meydana getirmiştir. Bu ay içinde yapılan her şey, bir medeniyet olarak
algılanmış, İstanbul başta olmak üzere tüm Anadolu’da medeniyet şuurunda
yaşanmıştır. Türk milletinin İslam öncesi geleneksel Türk dininde bulunmayan oruç
tutma ibadetine, İslamiyet’in kabulünden sonra bazı Türk geleneklerini, Türk estetik
zevkini, hatta önceki dininde bulunan bazı törensel gösteriler ve kutlamaları da içine
katarak Ramazan medeniyetini ortaya çıkarmışlardır.235
Ramazan ayı İslam dininde kutsal sayılan aylardan biri olması yanında Türk
milletinin kendine özgü yaşam haline getirerek bir kültür yoğunluğuna dönüştürdüğü,
232
Mehmet Halit Bayrı, Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul 1972, s.125.
233
Ömer Özden, “Türk Ramazan Kültürü”,A.Ü.Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.30,
Erzurum, 2006, s.90.
234
Servet Armağan, İslâm Ekonomisi, Gündönümü Yayınları, İstanbul, 2005, s.383-384.
235
Özden, a.g.m., s. 84.
58
insanların sadece dini bir anlam yüklemediği, çeşitli etkinliklerle süslediği zaman dilimi
haline gelmiştir. Bütün Müslüman toplumlarının kutladığı Ramazan Osmanlı
Anadolu’sunda ayrı bir yaşayış biçimi ve uygulanış tarzıyla farklı bir kültürel yapıya
sahip olmuştur.
236
Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32.
237
Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s.79.
238
Edmondo De Amıcıs, İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2013,
s.141.
59
İftar çadırları da sosyal anlamda önem arz etmektedir. İftar çadırları; kervanları
kervansaraylarda konaklatan, köylerine gelenleri odalarında ağırlayan, şehirlerine geleni
imaretlerinde misafir eden, aç insanı sadece Allah rızası için doyurma Osmanlıdan gelen
bir kültürdür.241
Türk halkı Ramazan ayını, bir dostu, bir misafiri, bir sevgiliyi özler gibi bekler
ve Ramazan ayının gelişini de hasretle karşılamıştır. İbadette olduğu gibi, iyilik
yapmada, alışverişte, eğlencede ve yeme içmede Ramazanı hakkıyla geçirmiştir.
Ramazanın izleri sadece sosyal alanda değil, dilde, kültürde, edebiyat ve sanatta da
görülmektedir. Şairler ve yazarlar bu mübarek ay vesilesiyle Ramazanı konu almış,
Allah ve Hz. Muhammed(s.a.v.)’in sevgisini duygulu bir şekilde gönüllerde yaşatmayı
ve maneviyatın insan ruhuna daha fazla yerleşmesine hizmet eden “ramazaniyye” ler ile
insanın doğasında yayılmasını sağlamışlardır.242
239
Doğan-Demirsoy, a.g.e.,s. 7-8.
240
Nerval, a.g.e.,s. 575-583.
241
Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan, s.104.
242
Abdülkadir Karahan, “Ramazan Edebiyatı ve Ramazaniyyeler”, Diyanet Dergisi, C.26, Ankara, 1990,
S.2, s. 96.
60
243
Teşbib veya Nesip, Din ve devlet büyüklerini övmek maksatlı yazılan kasidelerin yedi bölümünden
ilk bölümdür. Şiir yönünden en ağır olan bu bölümde şair, at, kadın, mevsim ve ramazan tasvirleri yapar.
244
Müjgan Cunbur, “Ramazan Ayı ve Edebiyatımız”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.4, S 1, Ocak-
Şubat 1965, s.29.
245
Karahan, a.g.m.,s. 97.
246
Enderunlu Vâsıf Divanı, (Hazırlayan: Rahşan Gürel), Kitabevi Yayınları, İstanbul, s. 226.
247
Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”,Millî Kültür, C.1, Yıl: 1, S. 7, Ankara, 1977, s. 38.
61
Mehmet Akif Ersoy’un Ramazan ayı için duygularını “ Ramazan Duası” adlı
dizelerinden anlıyoruz;
248
Amil Çelebioğlu, Ramazannâme, M. E. B. Yayınları, İstanbul, 1995, s. 43.
249
Cunbur, a.g.m., s.28.
250
Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Akçağ Yayıncılık, 6. Baskı, Ankara, 2012, s.539.
251
Cunbur, a.g.m., s. 32.
62
252
Yahya Kemal Beyatlı, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya Kemal Enstitüsü
Yayınları, 16. Baskı, İstanbul, 2002, s. 34-35.
63
satan vurguncular ortaya çıkmıştır. Ramazan ayının gelmesiyle de ihtiyaç artmış, devlet
maddi ve manevi tenbihler koymuştur.253
Ramazan ayı Osmanlı toplumu için ayrı bir öneme sahipti. Halk Ramazan
ayına diğer aylardan daha fazla önem verirdi. Bunun için aylar öncesinden temizliklerini
yapıp, kilerlerini bir aylık yiyeceklerle doldururdu. Toplu bir şekilde alışveriş yapar at
arabalarıyla gıda maddelerini getirirdi. Devlette halkın Ramazan ayına özel olarak
yaptığı toptan erzak alışverişi adetine karşı Ramazan ayı gelmeden önlemler almaya
başlardı. İhtiyaç duyulan tüketim maddelerinin temininde kolaylık sağlamak ve halk
arasında hakkaniyetli bir şekilde pay edilmesi için görevlilere hükümler
gönderilmiştir.254
253
Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 319
254
BOA, Cevdet, Belediye, nr. 237, 6591, 4778, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s .20-21.
255
BOA, MKT. MHM., 310.82.
256
Uslubaş, a.g.e., s 12.
64
davranış şekli ve hanımların seyir yerlerine hangi günlerde gidebileceği, arabalı arabasız
gezintilerde uyulması gereken kurallar bu tenbihnamelerle halka duyurulurdu.257 Bu
tenbihnameler Osmanlı toplumunun hayatını nasıl nizam altına alındığının
göstergesidir.
Halktan bir kişinin, imtiyazlı bir kişiye ait olan elbiseyi giymemesi gerektiğini,
askeriyeden olmayan kişilerin askeriyenin giydiği elbiseye benzer elbise giymemesini
ve bellerine asla kılıç takmamasını, yaka ve kolları kırmızılı ve buna yakın bir renkte
elbise giymemesi tenbih olunmuştur. Bazı kişilerin kadınların alışveriş yaptığı
mahallerde oturup kadınlara laf attığı hatta kadınlara sarkıntılık yaptığı görülmüştür,
böyle kişiler tekrar görülürse cezalandırılacakları ve kadınlarında alışveriş yaptıkları
257
Özlem Olgun, Ramazan Kitabı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.15.
258
BOA, İ.DH., 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.13.
259
Uslubaş, a.g.e., s. 13.
65
Boğaziçi ve Üsküdar’ın seyir yerlerinde kadın erkek karışık grup olarak oturup
karşı cinsle muhabbet etmesini engellemek maksatlı herkese belirli seyir günleri tayin
edilmiştir. Şöyle ki Boğaziçi’nde kadınlar Cuma günü sadece Küçüksu ve Göksu’ya
gidip başka hiçbir seyir yerlerine gitmemesi gerektiği ve erkeklerinde Cuma günü bu
yerlere uğramaması gerektiği tenbihnamede belirtilmiştir. Erkeklerin ise Ramazan ayı
boyunca sadece pazartesi ve perşembe günleri Üsküdar’da seyir etmeleri uygun
görülmüştür. Kadınlar ve erkekler seyir yerlerinden kendi günlerinde 11 den sonraya
kalmamaları ve bekçinin onları görmesi halinde cezalandırılacakları belirtilmiştir261
Ramazan ayı boyunca hanımlar gerek gündüz gerek teravihten sonra, kılığına
kıyafetine dikkat etmelidir. Eğer uygunsuz vaziyette dışarıda görülen olursa
cezalandırılacaktır.262
Zaman zaman padişah bizzat gerek tebdil kıyafeti gerekse kıyafet değişikliği
yaparak halkın arasına karışır, halkı kendi gözetlerdi. Fırınlarda satılmakta olan
ekmeğin gramajını, esnafın narh fiyatlarına riayetini bu tebdil gezileri sayesinde
260
Takvim-i Vekayi, Nr. 74, sene 1249(1833), zikreden, Olgun, a.g.e., s. 16-19.
261
Takvim-i Vekayi, Nr. 247, sene 1263(1847), zikreden, Olgun, a.g.e., s.20-21.
262
BOA. Y.PRK. BŞK. 49. 79.1.
263
Sabri Fehmi Ülgener, Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı, Der
Yayınları, İstanbul, 1981, s.87.
264
Kazıcı, a.g.e. s.102.
66
Ramazan ayı için yapılan ekmeklere hususi olarak dikkat edilirdi. Çünkü
ekmek halkın ana gıda maddesiydi. Ramazan ayında fırınlarda pişirilecek olan ekmeğin
has undan îmâl edilip beyaz ve pişkin olması ana husustu. Bu yüzden Ramazanda
pişirilecek olacak ekmeğin numûnesi Ramazandan önce pâdişâh tarafından incelenir
eğer padişah bu ekmeği beğenirse Ramazan için onaylardı. Pâdişâh ekmeğin
numunesini inceledikten sonra numuneye uygun olarak ekmek pişirilmesi hususunda
dikkat edilmesi gerektiğini Hatt-ı Hümâyûnlarında önemle vurgulardı.267
Ramazan ayı için sarayın has unu Bursa’dan getirilmiştir. Zaman zaman
Trakya’dan da getirildiği görülmüştür. İstanbul dışından temin edilen un saraya has olan
değirmenlerde özel olarak üretilmiştir. Bazen Bursa’dan alınan un ham maddesi yine
Bursa’da miri değirmenlerde öğütülmüştür.268
Ramazan ayı boyunca resmi daireler, öğle vaktine kadar çalışmaktadır. İşlerin
aksaması durumunda kalan mesai saatlerini teravihten sonra tamamlamışlardır.269
265
Uslubaş, a.g.e., s.31.
266
BOA, Hat-ı Hümâyûn, No: 53351, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.14.
267
BOA, Cevdet, Belediye, nr.237.6591, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s.21.
268
Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 182-183.
269
BOA. İ.DH.52/2577.
67
boyunca Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri gibi büyük camiler dışında başka bir
camiye gitmemeleri isteniyordu.270
Herkesin her vakit hele Ramazan ayında camilere giderek cemaatle ibadet
etmeleri ve teravih vakti dışında, kimse işi icabı bir yere gidip gelen hademelerden
başka kimseler dükkânlarda oturamazlar, ancak teravih namazına gidebilirler.271
Ramazan günlerinde devlet daireleri gayri resmi olarak okullar ise resmen
öğleye kadar tatil edilirdi. Öğle vakti başlayan faaliyet ikindi vakti sona ererdi. Sofular
ikindi zamanı büyük camilere Kur’an-ı Kerim dinlemeye giderlerdi. En gözde camiiler
olan Ayasofya, Yerebatan, Bayezit, Fatih gibi camilerdi. Sebebi ise sesi ve okuyuşu en
güzel hafızlar bu camilerde mukabele yaparlardı.273
270
Olgun, a.g.e., s. 16.
271
Olgun, a.g.e., s. 16.
272
Metin And, 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2012, s.171-172.
273
Dursun Gürlek, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, Kubbealtı Yayınları, İstanbul, 2015, s.44.
274
BOA, İ.DH, 955,75560, 02/N/1302, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s. 13-14.
68
pastırmalar ve diğer envai çeşit erzak satılmak için vitrinler doldurulur, mahallelerdeki
bütün kahvehaneler silinir baştan aşağıya temizlenirdi.275
Ramazan ayına hazırlık aşamasında, Ramazandan bir hafta önce aile reisi
kağıdı kalemi alır Ramazan için ne gerekliyse listeye yazardı. Evin hanımına da sorar
eksikleri tespit ederlerdi. Beş altı teneke yemeklik sadeyağ, buna “Rugani” denirdi.
“Dakîk” denilen has un ve Odesa’ dan gelen böreklik un listeye eklenirdi. “Elmasiye”
denen meyve peltesi de Ramazan da özellikle iftariyeliklerin arasında yenmekte ve
hazırlık aşamasında kilo ile alınmaktadır. Durumu orta halli olanlar mahalle
bakkalından, variyetli olanlar ise Asmaaltı denen dükkândan en kaliteli yiyecekleri
temin ederlerdi. Yazın ev hanımlarının Ramazan için hazırladığı reçeller ve şuruplar
vardır. Aylar önceden kurulan turşular ise yine Ramazan için özel sebzelerden
hazırlanmaktadır.277
275
Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri, (nşr. Duygu Ansan Günay; Kazım Arısan),
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s. 257-258.
276
Abdülaziz Bey, a.g.e., s. 257-258.
277
Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2002, s. 156-161.
69
İstanbul ailelerinin bir kısmı Ramazan ayı girmeden önce bu ayda tüketecekleri
gıda maddelerini toptan olarak satın alırlardı. Bu gıda maddeleri arasında baharat,
çorbalık şehriye, güllaç, makarna, pastırma, pirinç, peynir, reçel, sucuk, şeker, un,
zeytin, hoşaflık kuru üzüm, erik veya kayısı, pestil gibi en çok Ramazan ayında
kullanılan önemli besin maddelerinin yanı sıra her zaman kullanılan yiyecekler de
bulunurdu. Ramazan ayında kullanılacak bu gıda maddelerini toptan satın almaya ise
“Ramazan masrafı görmek” denirdi. Maddî durumu yerinde olanlar bu masrafa
katlanırlar, zengin aileler ise, yalnız kendileri için değil yakınlarından veya
komşularından fakir olan aileler varsa onlar için de Ramazan masrafı görürlerdi.278
Durumu iyi olan variyetli aileler, sadece kendileri için Ramazan masrafı
görmekle kalmaz; yakınları, mahalle sakinleri ve komşuları içinde; yoksul olanların,
bekârların, dulların da Ramazan masrafını da karşılarlardı. Bu kişilere Ramazandan bir
hafta önce erzakları gönderilirdi.279
Kahveler toz halinde değil taneli olarak alınır, selamlığa verilirdi; onu
oradakiler alevli ateşte ve kalın saçtan yapılmış olan döner tavada kavururlar ve sapının
üzerine tespit edilen değirmende okkalarcasını çekerlerdi.282
278
Bayrı, a.g.e., s.125.
279
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32.
280
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 32.
281
Cemaleddin Server Revnakoğlu, “Eski Üç Aylarda Ramazan’ı Karşılama Hazırlıkları”, Tarih
Konuşuyor, VI, S.35, İstanbul, 1966, s.2889.
282
Refik Halit Karay, “Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı”, Ramazan Kitabı, s. 36.
70
İftar sofrasına oturacak misafirlerin altlarına konacak sofra bezleri tek tek elden
geçer gerekirse yüzleri değiştirilir. Evlerin yatak takımları değiştirilir, her şey baştan
aşağı yıkanır, ütülenir ve dolaplara kaldırılırdı.285
Halktan ileri gelenler birkaç eşya satın almak ve oturup hoş vakit geçirmek
maksatlı bedestene giderlerdi. Bedesten her çeşit eşyayla donatılırdı. Camilere mütevelli
denen kişiler vasıtasıyla mum ve zeytinyağları verilir; camilerin varsa kandil, süpürge
gibi diğer eksikleri de tamamlatılırdı. Ramazan’ın gelişini müjdelemek maksatlı Şaban
ayının son akşamı, bekçi davulunun etrafına toplanan meşaleli kalabalıklar tüm
283
Arif Kolay, Nurgül Bozkurt, Şakir Turan, Hacı Murat Arabacı, Tatlıların Sultanı Baklava, Aktif
Matbaa, İstanbul, 2016, s.198.
284
Uslubaş, a.g.e., s.7-8.
285
Münevver Alp, “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros
Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, 2003, s.15
71
sokakları tek tek dolaşırdı. Daha çok çocukların ve delikanlıların muazzam bir ahenkle
tekrar ettikleri bu iki mısra tekrarlanırdı:
2.4. RAMAZAN
“Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz. Şevvâl hilâlini görünce de oruca son
veriniz. Ramazanʹın başlangıcı bulutlu bir güne rastlarsa Şaʽbanʹı otuza
tamamlayınız.288
Hilal, yeni ayın başlaması demektir. Güneş batarken gurupta Ay’ın yay şeklini
alması durumudur. Hava sisli yahut bulutlu olmadığı zaman hilali görmek her
gözetleyene kolay gelir. Hava bulutlu ya da kapalı olur ve hilali görmek zorlaşırsa
günleri hesaplamak gerekmektedir. Bu yüzden her ayın başı belli olmalı ve kesin
olarakbilinmelidir. Kameri olan her ayın başlangıcını, ya hilalini görmek gerekir ya da
286
Ahmed Esad Ben’im, Ramazan Geldi Hoş Geldi, İstanbul, 1949, s. 8-9.
287
Kamil Miras, Ramazan Musahabeleri, Ahmet Sait Basımevi, İstanbul, 1949, s. 5-6.
288
Sahîh-i Müslim, II, s. 759.
289
A.Ragıp Akyavaş, Âsitâne I. Evvel Zaman İçinde İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları,Ankara, 2000, s.331.
72
Havanın bulutlu, sisli veya kapalı olması durumunda, doğru sözlü bir kişinin
veya mestür291ün hilali gördüğüne dair verdiği bu haber kadı tarafından onaylanır.292
Yıldız Sarayından verilen bir telhise göre Ramazan ayı Cuma gecesi hilalin
görülmediğini ancak hesaplama usulü ile Pazar gününe takâbül ettiğini
belirtmektedir.294
Havanın kapalı olması dolayısıyla, cuma günü net olarak görülemeyen hilal,
cumartesi günü de tekrar izlenmiştir. “Hesaplama usulü pazar günü olarak Ramazanı
kesinleştirse bile hilale de itibar etmek gerekmektedir.”295
290
El-Hac Zihni Efendi, a.g.e. II. s. 20.
291
Mestür, ne yalancı ve ne de doğru sözlü olarak tanınan kimse.
292
Abdullah Aydın, Nurul İzah ve Tercümesi, Aydın Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 127.
293
Nesimi Yazıcı, “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi,
S.1, Ankara, 1999, s. 69-70.
294
BOA, V. PRK, BŞK. 63/74.
295
BOA, Hatt-ı Humayun, 1652, 43.
73
Hilali gören kişiler Kadının huzuruna gelir, hilali gördüğü anı anlatır. Kadı da
“Bunun ispatı için şahit gösterin” der. Hepsi birlikte “Bu akşam ezandan üç dakika
sonra minareden mübarek hilali re’ye’l-ayn gördük. Bu gece Ramazan gurresi
olduğuna şehadet ederiz” derdi. Şahitlerin sorgusuna büyük önem verilirdi. Hatta hilalin
durumunu, nasıl gördüklerini, nereden gördüklerini iyice sorardı. Sonra bunu onaylarlar
ve memurlarla tezkiyeleri yapılarak şahadetlerinin kabul olduğu söylenirdi.299
İstanbul kadısı, gözleri sağlam, sözü emin olan ve iyi halli olan kişileri seçerdi.
İstanbul’un önemli yerlerinden olan Süleymaniye, Fatih, Edirnekapı, Cerrahpaşa,
Mihrimah Sultan Câmilerine çıkılıp Ay gözetlenir, gören koşarak Şeyhülislam
Kapısı’na gelir ve yeminle ispat edilir. 300
296
Abdülmecit Mutaf, “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan, s. 65-66
297
Yazıcı, a.g.m., s. 59.
298
BOA, BKT, UM. 548/68.
299
Uslubaş, a.g.e., s.20.
300
Akyavaş, a.g.e., s.331.
74
Sahur mana olarak “Sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri”
anlamındadır. Seher kelimesiyle aynı kökten sahur, dini tabirde oruç tutmaya hazırlık
için fecrin doğmasından önce yenen yemeğe denilmektedir.305
Ramazanının ilk günü, oruç tutan kişilerde ilk orucun getirdiği bir bünyesel
acemilik oluşmaktadır. Oruç, kimi oruçluda tedirginlik, kimisinde unutkanlık, kimisinde
gerginlik, kimi çay ve sigara tiryakilerinde bir asabilik oluşmakta ve kan şekeri
301
Soner Demirsoy, Arif Tunç, “Osmanlı’da Ramazan”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 11.
302
BOA.,ADL.8.499.
303
Ozansoy, a.g.e., s. 12.
304
Uslubaş, a.g.e., s. 8.
305
İbrahim Kâfi Dönmez, “Sahur”, DİA, C.35, İstanbul, 2008, s.538.
306
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 13-14
75
İlk gün Cuma günü olduğundan Cuma namazları da büyük camilerde kılınırdı.
Zengin kesim namazlarını Ayasofya Camiinde kılardı. Namaz bittikten sonra köşede bir
hafız Kur’an-ı Kerim okur, kürsüde şeyh Ramazan vaazı verirdi. Fatih Camiinde ise
Cuma namazını Talebe-i Ulum denen medrese öğrencileri namazlarını kılardı. Beyazıd
Camiine genelde Daire-i Askeriyeden olanlar gelirdi. Ramazanın diğer günlerinde ise en
fazla cemaat toplayan selâtin camii Beyazıd Camii olmuştur.310
İlk kez, top atışı 1835 yılında II. Mahmud zamanında gerçekleşmiştir. Bu atış
ise Mevlid kandili dolayısıyla akşam namazı başlayıp diğer günün ikindi vaktine kadar
her namaz vaktinde beşer kez top atılmıştır. IV. Mustafa dönemine gelindiğinde genelde
Rumeli Hisarı ve Yedikule’de iftar ve sahur vakitleri top atılması geleneği
başlamıştır.311
307
Özden, a.g.m., s. 87.
308
Ercüment Ekrem Talu, “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, s. 53-54.
309
Muzaffet Gökman, İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul
Kütüphanesi Yayınları, İstanbul, 1989, s.514.
310
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 15-18.
311
Uslubaş, a.g.e., s.49.
76
İftar ve imsak vakitlerinde düzenli olarak top atma âdeti ise Sultan Üçüncü
Mustafa zamanında başlamıştır.312İftar ve imsak için atılan Ramazan topu ilk olarak
Anadolu Hisarı’nda atılmaya başlandı. Buradan Anadolu ve diğer eyaletlerden sırasıyla
Ankara, Maraş, İşkodya ve Akka da atılmaya başlanmıştır. Buralarda tecrübeli askerler
vazifelendirilmiş ve askeriyeye ait dayanıklı toplar kullanılmıştır. Zamanla Tophane-i
Amire kurulmuş buna bağlı olarak da Topçu Alayı oluşturulmuştur.313
Bayramın ilk günü kaleden atılan toplardan çıkan peşrev tanesi, köprü üzerinde
duran Akkalı bir Hıristiyan’a isabet etmesi sonucunda o kişi orada ölür. Olayın ardından
orada inceleme yapılır, topçuların herhangi bir kastı olmadığı anlaşılır, top atıldığı
sırada dikkatsiz ve kayıtsız kaldıkları sonucuna varılır. Sonucunda topçuların rütbesi
sökülür, topçular bir yıl Akka Kalesi’ne hapsedilir.315 Bu tür menfi olayların
yaşanmasının ardından sonraki yıllarda top kullanmanın mahzurlu ve tehlikeli olduğu
düşüncesi ile top atmak yerine tüfek veya havai fişek atılması kararlaştırılmış.316
312
Server İskit, “Tanzimat Devrinde İstanbul Ramazanları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.57.
313
Yasin Özkan, “İstanbul’da Ramazan Topları Nerelerden Atılırdı?”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.27-
28.
314
Uslubaş, a.g.e., s.50.
315
BOA, A. MKT. UM.,473, 5, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.50.
316
BOA, DH.MB.HPS.M, 7, 29, zikreden, Uslubaş, a.g.e., s.51.
317
Akyavaş, a.g.e., s.336.
318
Uslubaş, a.g.e., s.51.
77
2.4.4. İftarlar
Gündüzü ibadet ve işle uğraşan oruçlu kişiler iftar vaktine doğru işinden ayrılır
veya camiden çıkarak evlerine yönelirlerdi. Eve gitmeden ellerindeki zenbilleri319
doldururlar, fırından üzeri yumurtalı pideleri alırlar, yollarda ve evlerde iftar vaktinin
gelmesi beklenirdi. İftar vakti yaklaşınca caminin kandilleri kanar ve kalenin topu
hazırlanırdı.320
İftar vaktine yarım saat kala odanın bir köşesine konmuş buhurdanlarda öd
ağacı veya buhur323varlıklı ailelerde amber yakılır, o odanın kapısı kapatılırdı. İftar
yapılacak odada ezana çeyrek saat kala buhur yakılması adettir. 324
Akşam ezanına tam
bir çeyrek kala hane sahibi yemek odasına girer ayakta kendi sofrasına alınacak
misafirleri karşılar, herkes sofrada yerini alınca imam efendi derhal Kur’an-ı Kerim
okumaya başlar, hazır olanlar sessiz olarak dinlerdi.325
İftar sofrasına oturan oruçlu müminler, istiğfar çekerek, salât-ü selam getirerek
iftar topunun atılacağı zamanı beklerlerdi.327Sofrada herkese ayrı peçete yoktu. Peşkir
319
Zenbil, Hasırdan örülmüş kulplu torba.
320
Azmi Nihad, İsmail Sivri, Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası, İstanbul, 1958, s. 5.
321
Ozansoy, a.g.e., s. 19.
322
Özden,a.g.m., s. 87.
323
Buhur; Arapça bir kelime olup Türkçesi tütsüdür. Bitki veya tohumdan yapılmış güzel kokudur.
324
M. Şinasi Acar, Osmanlı’da Günlük Yaşam Nesneleri, Yem Yayın, İstanbul, 2011, s.355.
325
Uslubaş, a.g.e., s. 24.
326
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55
327
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e. s.21
78
Oruç kısa bir dua ve besmeleden sonra mutlaka zemzem ile açılırdı.
Arkasından bir hurma yenirdi.329 Zemzem suyu o yıl Kâbe’ye giden kişi tarafından
Ramazan için özel getirilmiş olurdu. Kristal bardaklara konmuş olan bu kutsal su içilir
ardından hurmalar alınır sonrada iftariyeliklere geçilirdi.330 Eğer oruçlunun maddi
durumu hurma almaya gücü yetmiyorsa zeytinle oruç açardı.331
Hurma, Türkçeye Farsçadan geçmiş bir kelime olup, hörme yahut kurma
şeklinde değişik telaffuzları vardır.332 Arapçada ağacı için nahl meyvesi için temr
kelimeleri kullanılır. Ağacı palmiye türü olan hurma, genellikle kuzey ve güney Afrika
da daha sonrada Irak bölgesinde yetişir. Hurmanın acve, bereni, sayham olarak üç çeşidi
vardır. Acve, Hz. Muhammed’in(s.a.v.) Medine’ye hicretinden sonra bizzat kendisinin
dikerek yetiştirdiği hurma çeşididir. Hurma ile iftar etmek sünnettir.333 Yasin suresi otuz
dördüncü ayet-i kerimesinde “Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler
yaptık. İçlerinde pınarlardan sular akıttık.” 334
Diye buyrulmuştur. Kur’an-ı Kerimde
yirmi yerde geçmektedir.
İftar yemeği iki bölümden oluşurdu. Birinci bölümde ‘iftariyelik veya iftariye’
denilen bir tür kahvaltı yenirdi. Sonra sofradan kaldırılır, akşam namazına geçilirdi.
Namazdan sonra esas yemekler başlardı.335
328
Uslubaş, a.g.e., s.24.
329
Mithad Sertoğlu, “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, s. 68-69.
330
Mithat Sertoğlu, “XX. Yüzyıl Başında İstanbul’da Ramazan ve İftar”, Dersaadet’te Ramazan
Akşamları, s.47.
331
Nezihe Araz, “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak Kültürü, Kültür Bakanlığı,
Ankara, 2000, s.18.
332
Nebi Bozkurt, “Hurma”, DİA, C.18, 1998, s.391.
333
Yusuf Danegöz, “İftar Sofralarının Vazgeçilmezi Hurma”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.101-104.
334
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül Yayıncılık, Ankara, 2014,
s.315.
335
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 55-56.
79
Ramazan ayının ekmeği pidedir. Aylar öncesinden Ramazan ayına özel olarak
hazırlanan fırıncılar, fırının temizliğini yaparlar, unu Anadolu’dan özel olarak getirtirler,
yakacaklarını hazırlarlar ve Ramazan pidesi yapacak olan tırnakçı ustalarını tutarlardı. 336
İftar yemeğinden önce yenen kahvaltı havasındaki iftarlıklar büyük bir tepsi
üzerine sıralı küçük küçük tabaklarda338çeşitli reçeller, türlü peynirler, zeytinler,
sucuklar, pastırmalar, simitler, mevsimine göre turşuları kapsayan yiyecekler
bulunurdu.339
336
Özden, a.g.m., s.90.
337
Özden, a.g.m., s.90.
338
Nihad ve Sivri, a.g.e., s.5.
339
Sertoğlu, a.g.m., s.68
340
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e.,s.21.
341
Enfiye, toz haline getirilmiş tütünün burun deliklerine çekilerek tüketicide nefes yoluyla fizyolojik etki
yapan bir tütün mamulüdür.
80
sadece farzı cemaatle kılınır.342 Ulema konaklarında ise haremlik ve selamlık birlikte
olmak üzere herkesin katılmasıyla kılınırdı.343
Daha çok vükela ve vüzera konaklarına has olan “Yumurta-yı Hümayun” adlı
kıymalı yumurtalı has yemek asıl yemek kısmının ikinci kısmını oluştururdu.347
İftarların vazgeçilmezi olarak bilinen soğanlı yumurta sarayda da önemli yere sahiptir.
Abdülmecid han tarafından Topkapı sarayında Ramazanın on beşinde en iyi soğanlı
yumurta yarışması düzenlenirdi. Padişah tarafından seçilen birinci sarayın kilercibaşı
olurdu.348
342
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 22.
343
Sertoğlu, a.g.m., s. 69.
344
Ertuğrul Tarih Kara, “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, s.71.
345
Sertoğlu, a.g.m., s. 69.
346
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı (haz. Ali Şükrü Çoruk), Kitabevi,
İstanbul, 2001, s.226.
347
Sertoğlu, a.g.m., s. 70.
348
Neslihan Yakut, “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.107.
81
Çorbayla başlayıp soğanlı yumurta ile devam eden iftar yemeği et yemeği ile
devam ederdi. Kebap, pirzola, güveç, köfte gibi yemek türleri sofraya konurdu. Et
yemeğinden sonra sıra böreğe gelmiştir. Börek ise muska, su, sigara, fincan, bohça
böreği gibi türlerdendir. Börek kalkınca usulen sebze yemeği gelirdi. Sebze de
mevsimine göre yapılırdı. Sebze yemeğinin ardından pilav görünürdü. Pilavda hakiki
pirinçten yapılırdı.349
Güllaç nişastadan yapılır. Ateşi için önce yüz elli kilo odun kömürü kırıntısı
sonrada yirmi kilo odun kömürü gerekir. Bu ateş bir çuval nişasta için yeterlidir. Ateşin
üzerine büyük bir tava konulur. İki kepçe arorat353, iki kaşık un eklenerek mum yağıyla
yağlanan tavaya dökülür. Tavuk tüyü ve zeytinyağı ile karışık yumurta sarısı tavaya
sürülür. Hafif kaynatılan suyun içine arorat karışımından boşaltılır. Dökülen sulu hamur
pişerek güllaç olur. Güllacın tavaya temas eden tarafı parlak diğer tarafı mattır. Güllaç
durmadan yirmi dört saat işlenir. Ara arada ateşi harmanlanır.354 Genellikle Edirnekapı
muhitinde üretilen jelatin inceliğinde olan güllaçlar gülsuyuyla ıslandıktan sonra küçük
parçalara ayrılırdı. Ardından içlerine fındık, fıstık, kaymak yerleştirilir üzerine de süt
349
Refik Halid Karay, “İftar ve Sahur Yemekleri”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 353-356.
350
Saksonya Bardak, Almanya’nın Saksonya bölgesinde bulunan üstün nitelikli porselenden yapılmış
olan fincan.
351
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet Banoğlu), Tercüman,
İstanbul, s. 168-169.
352
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.71.
353
Arorat,sıcak iklimlerde yetişen “Maranta” adlı kamıştan veya ona benzer başka bitkilerin köklerinden
çıkarılan beyaz bir tozdur. Kokusu ve tadı yoktur.
354
M.Halit Bayrı, “Ramazan’ın Gülü Güllaç”, Ramazan Medeniyeti, s. 196-197.
82
gezdirilirdi. Hafif bir tatlı olduğundan Ramazanda bütün yaş grubu bu tatlıyı tercih
ederlerdi.355
Yemek bittikten sonra kahve içmek her evde değişmeyen adettir. Hatta
tiryakisi olanlar iki yahut üç fincan kahve içerler. Kahve içmeyenler ise genellikle şurup
içerler. Evlerde hanımların kaynattığı mevsim meyvesinden elde edilen şuruplar
Ramazan için özel hazırlanırdı.358
Osmanlı toplumunda Ramazan ayında özel bir yeri olan iftar sofraları,
Sadrazamdan Şeyhülislama ve zengin konaklarda görülen adetti. Bu davetlerde zengin
fakir herkese kapılar açıktı. İsteyen istediği eve davetsiz olarak girer, karnını doyurur
üzerine de diş kirası adı altında verilen hediyeyi alırdı. Konakların avlusuna kurulan
sofralara davet edilen misafirlerden ayrı herkes oturabilirdi.359
Ramazan ayı gelmeden hazırlanan iftar listelerine düzenli bir şekilde riayet
edilirdi. Bu davetlilerden ayrı davetsiz olarak gelen herkes istediği konağın sofrasına
otururdu. Bu konak sahibine hürmet olarak görülürdü.360
355
Ziya Şakir, “Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları”, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul, s.32.
356
Kolay, vd., a.g.e., s.210.
357
Uslubaş, a.g.e. s. 25.
358
Şakir, a.g.e., s.33.
359
Abdülazîz Bey, Osmanlı Adet, Merâsim Ve Tabirleri, (haz. Kazım Arısan, Duygu Arısan Güney),
İstanbul 2002, s. 254
360
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 73.
83
Saraya iftara gelen nâzırlar, kendilerine özel olarak ayrılmış odalarda iftar
ederlerdi. Gelen nazırlar kapıcılar tarafından hünkâra bildirilirdi. Dönemin sultanı olan
II. Abdülhamid iftara kimlerin katıldığını merak eder, gelmeyenlerin gelmeme sebebini
sordurturdu.363
ilahilerle teravih namazı kıldırırdı. Gelen misafirler özel gümüş leğenlerde abdest
alırdı.366
Ramazan ayında ilk önce sadrazamın konağına iftâra gidilirdi. İleriki günlerde
ise şeyhülislamın konağına davetler vardı. Özel olarak ilmiye sınıfının gelmesi
şeyhülislamı onurlandırırdı. Ramazanın ortasında ilmiye sınıfının Şeyhülislam konağına
iftara gelmesi adet olmuştur. Bu âdet, XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında şeyhülislâm olan
ve konağında pişen leziz yemeklerden dolayı meşhur olan Salihzâde Mehmed Emîn
Efendi tarafından başlatılmış olup 1834 yılına kadar uygulanmıştır.369
II. Mahmud’un kızı Âdile sultanın konağı (Fındıklı’da bugünkü Güzel Sanatlar
Akademisi) dönemin en ihtişamlı konağından biridir. Verilen iftar sofraları da çok
meşhurdur. Yemekleri mücevherli tabaklarda sunulur, altın sahanlar kullanılırdı.
366
Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11.
367
Semih Mümtaz. S., a.g.e., s.11.
368
Azmi Nihad Erman, “Sultan Abdülaziz’in Beklenmeyen Ziyâreti”, Dersaâdet’te Ramazan
Akşamları, s. 341-344.
369
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (haz. Ali Şükrü Çoruk) İstanbul
1998, s. 77.
370
Süheyl Ünver, Bir Ramazan Binbir İstanbul, Kitabevi, İstanbul, 1997, s.35-37.
85
Ramazanın ilk iftarına sultanlar ve aile büyükleri davet edilir. Âdile hanımın iftar
iftarları, yemek takımlarının altın ve mücevherli oluşu ve yemek çeşitlerinin farklı oluşu
herkes tarafından bilinen bir husustur. Hiçbir sofrada bulunmayan tavuk dolmaları,
kaymaklı börekler, sütlü tatlılar sultanın iftar sofrasını çeşitlendirmiştir. İftar zemzemle
başlar direkt namaza geçilirdi. Sultanın iki tane imamı sayısız müezzinleri vardı.
Namazlarda altın işlemeli seccadelerde kılınırdı. Namaz biter bitmez billur bardaklarda
ve gümüş tepsilerde şerbet ve şuruplar gelirdi. Diş kirası da paha biçilemez hediyeler
olurdu.371
Sultan Abdülhamid’in büyük kızı Zekiye Sultan sarayda kendine ait olan
bölümde izzetli iftarlar düzenletirdi. Her güne ayrı yemek çeşidi koydurur, hatırı sayılır
kişileri davet ederdi. Teravih namazından sonra davet ettiği misafirler için özel
Başağa’ya üzerinde isimleri mühürlenmiş hediyelerden dağıttırırdı. İftar ve teravihten
sonra haremde iki saat süren eğlenceler yapılırdı. Sazlar çalınır, oyunlar oynanır,
şarkılar söylenirdi. Her şey bittikten sonra sultan odasına geçer enfiyesini çekerdi.372
Hali vakti yerinde olan aileler Ramazanda iftara davet ettikleri zengin, fakir
herkese, evden ayrılırlarken diş kirası olarak adlandırdıkları bir miktar para veya
kıymetli eşyayı hediye verirlerdi. Buradaki esas, sanki iftara iştirak etmekle, gelenler
dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış olmasıdır ve bu kira bedeli de orada ödenir.
Tabii işin aslı bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak, onları sevindirmektir.373
371
Ahmet Semih Mümtaz, “Âdile Sultan, Zekiye Sultan ve Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin İftar
Sofraları”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s. 75-76.
372
Mümtaz, a.g.m., s. 80-82.
373
Ahmet Semih Mümtaz “İftarlar ve Diş Kirası”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.88.
374
Uslubaş, a.g.e. s. 34-36.
86
Fatih Sultan Mehmed döneminde sadrazamlık yapmış olan Mahmut Paşa diş
kirasını farklı bir yöntemle verirdi. İftar için yemekler hazırlanırken aşçıya bir kese
nohut şeklinde altın taneleri verir bunları pilavın içine koymasını söylerdi. Bunu adet
edinen Mahmut Paşanın iftar davetine gelenler bir an evvel pilavın sofraya gelmesin
beklerdi.375
375
Uslubaş, a.g.e., s.36.
376
Uğur Derman, “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, s. 29.
377
Ahmet Rasim, a.g.e. s.38.
378
Saffet Köse, “Teravih”, DİA, C.40, İstanbul, 2011, s. 482.
379
Harun Ünal, Teravih Namazı, Ravza Yayıncılık, s. 32-34.
87
380
Akyavaş, a.g.e., s.332.
381
Uslubaş, a.g.e., s. 42-43.
382
Akyavaş, a.g.e., s.332.
383
Uslubaş, a.g.e., s.26.
384
Ertuğrul Tarık Kara, “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte
Ramazan, s.71.
385
Kara, a.g.m., s.71.
88
386
Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali Şükrü Çoruk), İstanbul
2001, s. 208.
387
Kurra,Arapçada “okuyanlar” manasına gelir ve Kuran’ı okumanın kurallarında uzmanlaşmış kıraat
bilginleri demektir.
388
Abdurrahman Altundağ, Ramazan ve Teravih, Semerkand Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 76.
389
Ahmed Şahin, Mehmet Kemiksiz, İstanbul 2010 Ramazan- Enderun Teravihi ve Cumhur
Müezzinliği, İstanbul Müftülüğü Özel Baskı, İstanbul 2010, s.25.
390
Hüseyin Özdemir, “Osmanlının Manevi Surları”, Tarihte Ramazan, s. 32.
89
Ramazan ayı, Osmanlıʹda dini ve ilmi faaliyetlerin yaygın olduğu bir aydı. Bu
ilmi faaliyetlerden en önemlisi ise Ramazan ayında Pâdişâh huzûrunda yapılan
tefsîrdersleridir. Ramazan ayında devrin önde gelen ulemâsı tarafından Huzûr-ı
Hümâyûnda münâzaralı olarak ders takrîr olunmakta ve bu derslere Pâdişâh tarafından
büyük ehemmiyet verilmekte idi. Bu derslere “Huzûr Dersleri” adı verilirdi.392
Huzûr dersleri ilk olarak III. Ahmet zamanında Sadrâzam Nevşehirli Damat
İbrahim Paşa tarafından yapılmıştır. İbrahim Paşa, 1724 yılı Ramazan ayında ulemâdan
Seyyid Ahmed Efendiʹye Ramazan ayı boyunca haftada 3 gün huzurunda Kadı Beyzâvî
Tefsîriden ders yaptırmıştır. Bu meclise ulemâdan Nedim Ahmet Efendi, İlmî Mehmet
Efendi, Râzî Abdüllatif Efendi, Rûznamçe-i Evvel Çelebi Mehmed Efendi, Sipâhîler
Ağası Muhammed Bey ve Vezîr-i Mükerrem Kaptan Mustafa Paşa sürekli derslere
katılmışlardır. Bu yıl yapılan derslerde seferler yoğun olmuştur. Bu sebeple hep Fetih
sûresi tekrarlanmıştır.394
Ramazan ayında huzûr dersleri şeklinde düzenli bir şekilde tertip edilmesi
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra gerçekleşmiştir. Damat İbrahim Paşanın
tarafından düzenlenen bu dersler, huzur derslerinin ilk düzenli şeklini oluşturmuştur.
391
Mehmet Bahadır Dördüncü, “Topkapı’da Ramazan”, Tarihte Ramazan, s. 41-47.
392
Mehmet Zeki, “ Huzûr-ı Hümâyûn Dersleri”, Edebiyat Mecmuası, C.3, İstanbul, 1918, s.816.
393
Mehmet İpşirli, “Huzur Dersleri”, Tarihte Ramazan, s. 19.
394
İsmail Asım Efendi, Küçük Çelebizâde Tarihi, İstanbul 1282/1865, s. 132
90
Huzûr derslerinde dersi takip eden âlime “Mukarrir” tartışma durumda olan
kişiye “Tâlib” dersi alan kişiye de “Muhâtap” denilmiştir.396Huzûr derslerinde dersi
tekrar eden bir mukarrir ve bu tekrarı dinledikten sonra, tekrar olunan konu hakkında
mukarrire soru sorarak ilmî bir tartışma meydana getiren muhâtaplar bulunurdu. Huzûr
derslerini her gün farklı bir mukarrir tekrar ederdi. Muhâtaplar da her gün başka
kişilerden oluşurdu.397
Bu düzen üzere dersin yapılacağı salonda tertip alındıktan sonra ilk önce
mukarrir ve muhâtap efendiler, onları takiben devlet erkânı ve en son olarak da Pâdişâh
salona gelerek yerine oturuyor ve Pâdişâhʹın izin vermesiyle beraber ders başlıyordu.
Mukarrir efendi takrîrini yaptıktan sonra onu dikkatlice dinleyerek notlar alan muhâtap
efendiler, hazırlamış oldukları soruları rütbelerine göre mukarrir efendiye
yöneltiyorlardı. Mukarrir efendi ise kendisine sorulan sorulara cevap veriyordu. Bu
dersler yaklaşık iki saat sürüyordu. Pâdişâhʹın tamam işaretiyle ders, yapılan dua ile
sona eriyordu.399
395
İsmail Asım Efendi, a.g.e, s. 259.
396
İpşirli, a.g.m., s. 20.
397
Osman Öztürk, “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, S.10, Ankara, 1971, ss. 112-113.
398
Zeki, a.g.m, s. 817.
399
Öztürk, a.g.m, s. 332
91
top kumaş ve 1 adet şal bulunuyordu. Muhâtap efendilere verilen atiyyeler ise
rütbelerine göre olmayıp, eşit miktarda idi.400
Tefsir derslerinin ağırlıklı olarak işlendiği bu huzur derslerine ayrı bir ihtimam
gösterilmekteydi. Dersi takrir eden ve derste bulunan kişiler padişahın tasdikiyle
seçilirdi. Ramazan ayında haftada iki gün ve ikişer saat olarak yapılan bu derslere
seçkin ve ilmine güvenilir âlimler davet edilirdi. Derste haddini aşanlar olduğunda
sürgünle cezalandırılmışlardır.401
Başlarda Ramazanın birinci günü başlayıp sekizinci günü sona eren huzur
dersleri, II. Abdülhamid dönemi padişahın emriyle değiştirilmiş bu sekiz dersin her
birini padişahın istediği gün yapmışlardır. Ders padişahın işaret verdiği zamanda son
bulurdu. Dua ederek sonlanan huzur derslerinin devam etme zorunluluğu vardı.402
Ramazan-ı Şerife mahsus olan bu dersler 1724 den itibaren düzene girmiş,
1786 Ramazanında Fatiha Suresi ile başlanmış, surelerin muayyen sırası takip edilerek
sürdürülmüştür. Sultan Abdülaziz Han döneminde Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede
Salonunda yapılan dersler Abdülhamid Han döneminde ise Yıldız Sarayının Çit
Kasrında icra edilmiştir. Yaklaşık iki asır devam eden bu dersler 1923 yılında Nahl
suresiyle son bulmuştur.403
400
Zeki, a.g.m., s. 818
401
Sinan Rüstemzade, “Huzur’a Layık Olmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.51.
402
Ünver, a.g.e., s.29-30.
403
Kemal Öncel, “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı Hümayun Dersleri”, Nerede
O Eski Ramazanlar, s.47-49.
404
Mehmet İpşirli, “Cer”, Tarihte Ramazan, s. 17.
92
Cerre çıkan talebelerin yol masrafları, bilet paraları, vapur tren ve yiyecek
ücretleri bizzat Sultan tarafından Hazine-i Hassa’dan karşılanırdı. Bu işe ayrılan para,
Sultan tarafından Meşihat’a yani din hizmetleri görevi gören makama gönderiliyor ve
Meşihat da bu parayı adaletli bir şekilde cerre gidecek talebelere dağıtıyordu.405
Cerre giden kişi, gittiği yerde her gün aynı zamanda yani ikindiden sonra vaaz
verirdi. Tüm halk tarafından beğenilen bu cer hocaları erkek kadın fark etmeden ders
verir, sadece gittiği köyün halkı değil civar köylerdeki halk ta bu derse katılırdı. Halk
Ramazan boyunca alıştığı hocasına Ramazan bitimi hediyeler verirdi. Cer hocasının da
alıştığı bu kişilerde ayrılığı zor olurdu.407
405
Ahmet Uçar, “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 57.
406
İpşirli, a.g.m, s. 18.
407
Melik Aksel, “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı,s.108-113.
408
Uçar, a.g.m., s.63.
409
İpşirli, a.g.m.,s. 18-19.
410
Ömer Faruk Yılmaz “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret Merasimi”, Nerede O Eski
Ramazanlar, s.35.
93
Hırka-ı Saadet’in sahibi olan Ka’b Bin Züheyr, Cahiliye devrindeki Arapların
yedi büyük şairden birisidir. Yazdığı şiirler Peygamber Efendimize (s.a.v.) düşmanca
olan ve İslâm dinini kötüleyen şiirlerdir. İslâmiyet’in rencide olmasıyla Ka’b Bin
Züheyr ölüm cezasına çarptırılır. Efendimizin huzuruna kabul etmesiyle Müslüman olan
Ka’b Bin Züheyr, irticalen bir kaside okur. Elli dokuz beyitlik olan bu kaside
Peygamber Efendimizi (s.a.v.) heyecanlandırır. “Resulullah Allah’ın kınından sıyrılmış
öyle nurlu bir kılıcıdır ki cihan nurundan feyz alır.” manasına gelen mısrasını okurken
Hz. Muhammed (s.a.v.) çok heyecanlanır ve sırtındaki devetüyü rengindeki hırkasını
Ka’b’a verir. Ka’b ın okuduğu kaside ye Hırka kasidesi yani Kaside-i Bürde
denmiştir.413
Bu mübarek Hırka-ı Şerif, Yavuz Sultân Selîmʹin 1517 tarihinde yaptığı Mısır
seferi sonunda hilâfet makamını da kendi üzerine almasıyla beraber Peygamberimize ait
olan diğer kutsal emânetlerle birlikte İstanbulʹa getirilmiştir. Hırka-i Şerîf, 124 cm.
411
Yılmaz, a.g.m.,s. 35-36.
412
Yılmaz, a.g.m., s.37-38.
413
Akyavaş, a.g.e., s.345.
414
Nurhan Atasoy, “Hırka-i Saâdet” , DİA, İstanbul, 1998, XVII, s. 374
94
boyunda olup geniş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı asil
bir hırkadır. Günümüzde yaygın olarak Hırka-i Saâdet adıyla da bilinmektedir.415
415
Atasoy, a.g.md, XVII, s. 374
416
Ali Seydi Bey, Teşrîfât Ve Teşkilatımız, (haz. N. Ahmet Banoğlu), İstanbul, s. 122
417
Tayyar-zâde Ata, Osmanlı Saray Tarihi ( Tarih-i Enderûn ), (haz. Mehmet Arslan), C.1, İstanbul,
2010, s. 316.
418
Ahmet Rasim, a.g.e., s. 153.
95
Hırka-ı Şerif ziyareti sona erdikten sonra, dâvetliler sırasıyla rütbesi en küçük
olandan en büyük olana doğru Hırka-i Şerif Dairesinden teker teker ayrılırlardı. Dairede
en son Pâdişâh, Sadrâzam ve Şeyhülislâm kalır ve daireden en son onlar ayrılırlardı.
Sadrâzam, Hırka-i Şerîf ziyâreti bittikten sonra çeşitli atiyyeler verirdi.421
419
Esʽad Efendi, a.g.e, s. 32.
420
Yılmaz, a.g.m., s.44.
421
BOA, KK. d., nr. 696, zikreden, Esʽad Efendi, a.g.e., s. 32
422
Uslubaş, a.g.e. s. 125
423
İsmail H. Baykal, “Hırka-ı Saadet Ziyareti”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.101.
424
Yunus Irmak, III. Mustafa Rûznâmesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ
Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1991, s. 106.
96
Camilerin çoğunda Kadir gecesi, bazı camilerde de arife günü akşamı “Sakal-ı
Şerif” çıkarılırdı. Hz. Muhammed(s.a.v.) tıraş olurken Ashab-ı Kiram kesilen saçlarını
almış, Çağlar boyunca bu mübarek saçlar elden ele geçerek İslam dünyasının her
tarafına dağılmıştır. Sakal-ı şerif Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde camilerde halkın
ziyaret etmesi âdet halini almıştır. Sakal-ı şerif minberin basamakların sonunda bulunan
kutuda yüksek bir sandalye üzerinde konulan bir şişe içinde ve üstü yeşilörtülerle
sarılarak saklanmaktadır. Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde tekbir sesleri ile saygı ile
minberdeki yerinden kaldırılarak mihrabın önünde yüksek bir iskemle üzerine konur,
örtüleri teker teker açılır ve camide bulunanlar sakalı şerif şişesini ihtiva eden kutuya
yüz sürerler.425
425
Bayrı, a.g.m.,s. 129-130.
426
Uslubaş, a.g.e., s. 29.
427
Abdullah Kara, Hilal Kara, Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza Yayınları, İstanbul, 2006, s. 87.
97
Efendi Türbesi gibi önemli türbelerdir. Bu türbeler Ramazan ayında her zamankinden
daha fazla dolup taşar ve Müslümanlar bu mübarek zatların ruhlarından feyiz alarak
dualar ederler ve maneviyatta olgunlaşırlardı.428
İmsak vaktinden biraz önce cami minarelerinden temcid 429 okunurdu. Hem
övmek hem saygı göstermek manasına gelen temcid, sabaha karşı minarelerden dua
eşliğinde okunurdu. Sahur vaktine denk geldiğinden sahura temcid vakti de
denmiştir.430
428
Uslubaş, a.g.e., s. 29.
429
Temcid, Hz.Muhammed’i (s.a.v.) öven kasidelere denir.
430
Tâhirü’l Mevlevî, a.g.m., s.129.
431
Uslubaş, a.g.e., s. 43.
432
Françoıs Georgeon, Paul Dumont, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2000, s.57.
433
Abdülazîz Bey, a.g.e., s. 252.
98
Devlet, Ramazan ayı için hazineden para yardımında bulunmuştur. Bunun için
görevli tahsis etmiş, her Ramazan düzenli olarak bu ücretin yinelenmesini istemiştir.436
434
Cemal Kutay, “Zimem Defteri”, Ramazan Medeniyeti, s. 204.
435
Uslubaş, a.g.e. s. 52.
436
BOA. MKT. MHM.310.82.
437
Feriha Yakut, “Fakirle Zengini Buluşturan Sadaka Taşları”, Nerede O Eski Ramazanlar, s. 98
99
buradan ihtiyacı oranında para alır, gerisine dokunmazdı. Sadakayı veren de alan da
birbirini görmezdi.438
438
Yakut, a.g.m.,s. 98
439
Salih Gülen, “İmaretlerden İftar Çadırlarına”, Tarihte Ramazan,s. 104-105.
440
İlber Ortaylı, İstanbul’dan Sayfalar, Hil Yayınları, İstanbul, 1986, s. 157.
441
Ünver, a.g.e., s. 55-56.
442
Ünver, a.g.e.,s. 60-61.
100
Eski Türklerde Küvrüg, tug, tümrüg, tavıl gibi kelimelere karşılık gelen
davul443çağlar önceden kullanılan bir enstrümandır. Davul Türklerin en eski
çalgılarındandır. Eski Türk dini olan Şamanlığın ibadet vasıtalarından olan davul, toy
denen törenlerde de kullanılmıştır.444Hunların resmi ve dini çalgısı olan Davul hem
devletin varlık, bağımsızlık ve egemenlik simgelerinden biri,hem de devletin askeri
müzik topluluklarını oluşturan Tuğ Takımları ile Şamandininin ve din uluları Kam’ların
baş çalgısı niteliğindedir.445
443
Peter Zıeme, “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, S.21, Ankara, 2014, s. 161-170.
444
İnan, a.g.e., s.97.
445
Emin Erdem Kaya, “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil Dergisi, C.1, S.3, 2012, s.95.
446
Süleyman Sırrı Güner, “Osmanlı Musikisi ve Mehter”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.14, 2017,
s.102.
447
Şakir, a.g.e., s.50.
101
evlerde saatlerden haberi olmayanları uyarmış olurdu. Hatta bunu buçukları, çeyrekleri
bildirerek yapanlar bile vardı.448
Sesi güzel olmayan, davul çalmasını bilmeyen bekçiler genellikle bu işte mahir
olan bir davulcu ile Ramazan ayı gelmeden anlaşırdı. Davulcu ise sesi güzel, hatta biraz
irticalen şiir söyleme yeteneğine de sahip biriydi.451
İftardan sonra teravih namazına kadar geçen sürede ve sahur vakitlerinde kapı
kapı dolaşan bekçi veya davulcu bahşiş ve hediye toplar, kadın, erkek, genç, yaşlı,
çocuk demeden herkesin ilgisini çekerdi.453
448
Uslubaş, a.g.e., s. 69.
449
Ortaylı, a.g.e., s. 157.
450
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 269.
451
Kalender Yıldız, “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, s. 159.
452
Yıldız, a.g.m., s.159.
453
Malik Aksel, “Ramazan Davulu”, Ramazan Medeniyeti, s.87.
102
Yeniçeri padişahtan
454
Şakir, a.g.e., s.57.
455
Kolay, v.d., a.g.e., s. 205.
456
Amil Çelebioğlu, Ramazanname, Tercüman 1001 Temel Eser, s.46.
457
Ruşen Eşref Ünaydın, “Davulcunun Manileri”, Ramazan Kitabı,s. 137-140.
103
Bu gecemizdir ibtidâ
Mevlid, Regâib, Mi’rac, Berat ve Kadir Geceleri olan İslam âleminin beş
mübarek gecesine kandil geceleri denilmiştir. Sebebi ise; Osmanlılardacamiler
aydınlatılıp minarelerde kandiller yakıldığı için mübarek addedilen bu gecelere kandil
geceleri denildiği ifade edilmektedir.459
458
Kilis’li Rıfat Bilge, Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür Bakanlığı Yayınları,
İstanbul, 1996, s.206.
459
Halide Aslan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Mübarek Gün ve Gecelerden Kandiller”, İslâm, Sanat,
Tarih, Edebiyat ve Mûsıkîsi Dergisi (İSTEM), S.13, Y. 7, 2009, s.200.
460
Derviş Ramazanoğlu, “Minare, Mahya ve Kandilin Tarihi”, Tarih Hazinesi, S. 8, İstanbul, 1951, s.
408.
461
Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1995, s.
53.
462
BOA.Hatt-ı Humayun, 1652.43.
104
Sultan Reşad döneminde adet haline gelen ve günlerce hazırlığı süren kandil
merasimi düzenlenmiştir. Bu merasim Mecidiye Camiinde düzenlenmiştir. Bunun için
Padişah gelecek olan kişilere özel davetiye yaptırmıştır. Katılanlardan rütbesi olanlar
463
Şakir, a.g.e., s. 74-75.
464
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.122.
465
Ünver, a.g.e., s. 53-54.
466
Ozansoy, a.g.e., s. 35.
467
Ünver, a.g.e, s. 10.
105
Ramazan gecelerinde Selâtîn câmîlerde iki minare arasına gerilen ipler üzerine,
kandillerle yazılan yazı veya yapılan resim anlamına gelen “Mahyâ”, Osmanlı
Ramazanlarının vazgeçilmez geleneklerinden biriydi.470
468
İstanbulin, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar olan dönemde Anadolu’da kullanılan yakası kapalı bir
tür erkek ceketidir.
469
Tuna Buğra Hanlı, “Böyleydi Osmanlı’nın Kandili”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.87-88.
470
Şemseddin Sâmî, Kâmûs-i Türkî, İstanbul, 1317, s. 1265.
471
Süheyl Ünver, “Mahya ve Mahyacılık”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, İstanbul, 2010, s. 78.
472
Schweigger, a.g.e, s.192
473
Mehmed Râşid Efendi, Tarih-i Râşid, V. Matbaʽa-i Âmire, İstanbul 1281/1865, s.307-308
106
474
Mehmed Râşid Efendi, a.g.e,V, s.440.
475
Ünver, a.g.m., s.79
476
İsmail Kara, “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif’i İhya”, Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, s.18-21.
477
Ali Toy, “Mahyâlar”, Altınoluk Dergisi, S.3, İstanbul, 1986, s. 43
107
Hazırlanan mahyâyı iki minare arasına asmak için önce karşılıklı iki minare
şerefesi arasına kalınca bir ip gerilir. Diğer ipin bir ucu da yazının ilk kandili
makarasına bağlandıktan sonra karşı şerefeye bağlı bir makaradan geçirilerek
mahyâcının bulunduğu şerefeye uzatılır ve bu gerilmiş olan diğer ipin alt kenarında
bolca olarak bağlanmış olur. Gündüzleri iki minare arasında biri gergin, diğeri altta
kavisli ve bol olarak görülen ipler olarak dururlar. Her akşam değiştirilen yazılara ait
ipler gündüzden takımıyla alınıp şerefeye çıkarılır ve sırasıyla mahyâ ipinin
makaralarına takılarak oyazıya ait olan ara ipleri de bağlanır. Gece mahyâ kurulacağı
zaman şerefenin kenarında duran bu ipler sırasıyla birer birer alınarak uçlarına birer
kandil takıp yakılır ve aşağıya bırakılır. Kandiller yandıkça karşıya giden ve oradaki
makaradan geçip gelen minareye doğru gönderilir. Bu suretle evvela yazının baş harfleri
sonra ortadaki ve sonrasındakiler yanarak yazı oluşur.479
Minarelerin arasında veya tek minareli camilerde minare şerefesi ile kubbe
âlemi arasında kurulan mahyaya “Dış mahya”, caminin içinde ana kubbenin yarıçapının
iki noktası arasında, umumiyetle kıbleye yönelen cemaatin bakış yönüne göre kurulan
mahyaya ise “İç mahya” denilmiştir.480
478
Göklere Yazı Yazma Sanatı Mahya, “Gökte Yazı Nasıl Yazarlar”, s.143.
479
Toy, a.g.m, s. 43-44.
480
Kara, a.g.m., s. 26.
108
lale, hünkâr kayığı gibi figürlerdir. Gülü kırmızı sapını yeşil kandillerden kurmak,
Nusretiyye Camii’nin mahyacısının özel zevkiydi.481
Zaman zaman mahyacılar, yeni mahya motifleri türetmek için gizliden gizliye
diğer mahyacılarla yarışırlardı. Birbirlerine göstermeden günlerce arayışla kağıt üzerine
yeni şekiller çizerler, biranda mahyalarına işlerlerdi. Görenler farklı olan bu motifleri
izlerdi. Cumhuriyetten sonra elektriğin yaygınlaşmasıyla mahya işi de elektrikçilere
kalmış mahyacılık ve getirdiği güzel gelenekler sönmüştür.482
Mahyacılık Osmanlı Devletinde maharet isteyen bir iştir. Mahyacı olmak için
ise Şurayı Evkaf”ta imtihan olunurdu. Mahyacılar bir ay çalışırlar, on bir ay maaş
alırlardı. Fakatmaaşları az bir miktardır. Bu müddet zarfında çırak yetiştirme
zorunlulukları vardır. Camilerde de bir mahyacıodasıbulunur. Aynı zamanda bütün
yedek ve müstamel alet ve edevatı bu odada bulunur, kalıplar ve kangallar burada
saklanmaktadır.484
2.6.5 Ramazaniyyeler
486
Mustafa Uzun, “Kadir Gecesi”, DİA, XXIV, İstanbul, 2001, s. 126.
487
Uzun, a.g.md., XXIV, s. 126.
488
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, s.179.
489
Mehmet Emin Ertan, Divan Edebiyatında Ramazaniyeler Üzerine İncelemeler, Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Edirne, 1995, s. 60.
110
(Enderunlu Fâzıl)
490
Amil Çelebioğlu, “Edebiyatımızda Ramazan”, Türk Yurdu, S.378, Nisan 1990, s. 47.
491
Halit Dursunoğlu, “Klasik Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirler”, A.Ü. Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.22, Erzurum, 2003, s.13.
492
Filiz Kılıç, Muhsin Macit, Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri Güldeste, Ankara, 1995, s.
65-68.
493
Selçuk Eraydın, "Ramazan ve Ramazaniyeler”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.245.
111
Şehrin merkezi yerine kurulup oturmuş olan Beyazıt Külliyesi sergi alanıdır.
Ramazan ayında burada sergiler ve sergilerde teşhir edilen yerli mâmul ve mahsulleri
bulunurdu. Bu Ramazan sergisi, bir alışveriş mahalli olduğu kadar, günün iftara yakın
saatlerinin de bir zevk ve herkesimin oyalanma merkeziydi. Bu sergi yerlerinde çeşitli
ırktan, çeşitli milletten, çeşitli kıyafette insanlarını görülmekteydi. Özellikle ikindiden
sonra izdiham halini alan kalabalık, bir akıntı halinde daima sağı takip etmek suretiyle
halkayı devretmeye mecbur olur, şayet alışveriş için durmak isteyen olursa, bulunduğu
noktadan hemen yana kayarak alış verişini yapardı.497
494
Halil Can, “Ramazâniye”, Dersaâdet’te Ramazan Akşamları, s.234-235.
495
Şakir, a.g.e., s. 41-42.
496
Şakir, a.g.e., s.42.
497
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV. Baskı, İstanbul, 1999, s.
126-127.
112
denen camdan yapılırdı. Sergide en önemli ve gözde olan yer Reji İdaresi kısmıydı. Bu
kısımda Reji İdaresi, Ramazana özel olarak çıkardığı tütün ve sigaraları bu sergide
sergilerdi. Serginin daha çok hanımlar tarafından ilgi çeken kısmı baharatçılardır.
Serginin bu kısmını Mısır Çarşısı baharatçıları kurardı. Hindistan’dan Ramazana özel
olarak getirttikleri baharatları satarlardı. Serginin en cazip köşesini ıtriyatçılar denen
güzel kokular satan kişiler kaplardı. Gül, yasemin, zambak, menekşe, akasya, leylak
gibi daha nice kokular burada bulunurdu.498
Sergide yurt dışından gelen ürünler, Çin yapımı takımlar, Kütahya çinileri,
Hereke halıları, Karamürsel kumaşları, Halep yiyecekleri sergide bulunurdu. Yemen
kahvesi, Hicaz, Yemen, Trablusgarp baharları, gül yağları çiçek suları hep bu sergilerde
toplanmıştı.501Hünkâr Hereke kumaşından elbiseler giydiği için saray mensupları
sergiye geldikçe Hereke kumaşlarına adeta hücum ederlerdi.502
Serginin bir de zevk ve eğlence tarafı vardı. Kurban Oseb, Cüce Hayati ve Nail
Bey gibi her meclisin tadı tuzu sayılan kimseler repertuvarsız, sahnesiz, dekorsuz,
doğaçlama biçimde oynadıkları tulûat sahneleriyle etraflarını kahkahadan kırıp
geçirmeleri, bu işin tiryakileri için özlenen ve beklenen bir saatti.503
İftara bir saat kala satışlar çoğalır, ellerinde renkli kağıtlarla sarılı pide, simit ve
başka iftariyelik paketlerle aile reisleri sergi kapılarından çıkarak konaklarına dağılırdı.
498
Şakir, a.g.e., s. 43-46.
499
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223.
500
Semih Mümtaz.S., a.g.e., s. 171.
501
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 223-224.
502
Semih Mümtaz.S. a.g.e., s. 170.
503
Ayverdi, a.g.e., s. 128.
113
Kadir gecesinden sonra sergilere rağbet azalır, zira artık bayram hazırlıkları ve
alışverişine başlardı.504
Ramazan orucu, esas olarak Müslümanlarca aynı tarzda tutulur. Ama oruç
dışındaki uygulamalar, Türklere özgü adetler ve törelerden meydana gelmiştir.
Ramazanda kılınan teravihte bile Türklere ait unsurlar bulunur. Bunlar, rekâtlar arasında
okunan Salâtü Selamların bestelenmiş tarzda okunması, ilahilerin okunması, Ramazanın
ilk on beş günü teravihten sonra hoş geldin Ramazan, on beşinden sonra da veda
mesajları içeren ilahilerin okunması bu unsurlardandır.505
Ramazanın Türk kültürüne özgü bir başka yönü de bir ibadet ayı olmasının
yanında aynı zamanda Türk mizah ve eğlence oyunlarının bu ayda yoğunlukla
uygulanmasıdır. XIX. yüzyıldan itibaren İstanbul’da Vezneciler’den Şehzadebaşı’na
kadarki alanda Direklerarası denen yerde ve İstanbul’un diğer semtlerinde iftarla sahur
arasında çeşitli Ramazan ayına özel eğlenceler yapılmış ve sohbetler düzenlenmiştir.
Buralarda Türk müziğinden, Doğu ve Batı müziğinden örnekler verilmiş, çayhanelerde
içilen kahve, nargile ve çay esnasında yapılan sohbetler, orta oyunu, tiyatro sahnelerinde
sergilenen oyunlar, meddahların ince esprileri, kukla gösterileri, hokkabazların ve
palyaçoların güldüren oyunlarıyla iftar sonrası Ramazan, adeta bir karnaval havasında
geçmiştir.507
504
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 224.
505
Özden, a.g.m., s. 91.
506
Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu?, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, s.15-16.
507
Özden,a.g.m., s. 91.
114
Ramazan ayında oruç tutmayan fakat oruç tutanlara karşı saygılı olan
Hıristiyanlar gece eğlencelerini doludizgin yaşamışlardır. İstanbul’un Avrupa yakasına
düşen eğlence mekânlarında eğlenmişlerdir. Sahur geldiği vakit davulcunun geçmesiyle
evlerine dağılmışlardır.508
Anadolu’nun sazı, sözü, sohbeti, zarif ve nükteden halkı, Ramazan ayı yaz
aylarına denk gelmişse, bahçeli ve çardaklı mahalle kahvelerinde toplanıp yarenlik eder;
bir kısmı Tavukpazarı denen mesirelikte, bazı kişiler ise Vezir Hanı’nın içinde bulunan
saz şairlerinin kahvelerine gidip zurna, çifte nâra, darbuka dinleyerek sahuru ederdi.509
508
Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, M. E. B., İstanbul, 1992, s.166-167.
509
Ayverdi, a.g.e., s. 109.
510
Gerard De Nerval, “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1974, s.
57-61.
511
Abdülbâki Gölpınarlı, Ramazan Geldi Hoş Geldi, Kevser Yayınları, İstanbul, 1962, s. 8.
512
Sermet Muhtar Alus, 30 Sene Evvel İstanbul, (haz. Faruk Ilıkan), İletişim Yayınları, İstanbul, 2005,
s.35.
513
Uslubaş, a.g.e., s. 39.
115
514
Fevziye Kıraathanesi, Direklerarasının ünlü çalgılı kahvesi olup 19. Yy.da Osmanlı halkı tarafından
ziyadesiyle tutulmuş, 1914 de kapanmıştır.
515
Meddah Aşkî, yabancıların tanıdığı ünlü meddahtır. 60 yıl meddahlığı icra etmiştir.
516
Manakyan, Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. 1857 de sahneye çıkmış ve 250’yi aşkın
oyun, opera, operet sergilemiştir.
517
Alus, a.g.e., s.36.
518
Muallim Naci, Mektublarım, İstanbul, 1895, s.165.
519
Gölpınarlı, a.g.e., s. 8.
520
Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık, İstanbul, 1975. s. 105-106.
521
Ozansoy, a.g.e., s. 43-44.
522
Cenap Şahabeddin, “Ramazan Geceleri”, Ramazan Kitabı, s.179.
116
Direklerarası adlı bu eğlence yerinde ünlü Çürük Temel, Bir Çiçek İki Böcek
adlı meşhur oyunlar, operetler oynanır halk zaman zaman hangisini izleyeceğine karar
veremezdi.525
523
Ahmed Esad Ben’im, a.g.e., s. 34.
524
Georgeon, Dumont, a.g.e., s.107.
525
Burhan Arpad, Direklerarası Türk Tiyatrosundan Hikâyeler”, Türkiye Turing ve Otomobil
Kurumu Yayını, İstanbul, 1984, s. 52-60.
526
Selim Nüzhet Gerçek, “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, s. 209-214.
117
O gün orda eğlenenler herhangi bir şey için para vermeden gitmez, herkes
giderken parayı yalnız kahve sahibinin çekmecesinin üzerine koyardı. 528
527
Gerçek, a.g.m., Ramazan Kitabı, s. 214-215 ve Salah Birsel, Kahveler Kitabı, Koza Yayıncılık,
İstanbul, 1975. s. 105-106.
528
Gerçek, a.g.m., s.216.
529
Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu–Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru,
İnkılâp Yayınlar, İstanbul, 2005, s. 294.
530
Gerçek, a.g.m.,s. 218-222.
531
İbrahim Refik, “Semai Kahveleri”, Ramazan Medeniyeti, s. 111.
118
Mani yarışmaları en gözde eğlenceydi. Genellikle aşk üzerine olan maniler, “Adam
aman” diye başlardı.532
Davet eden ya da davet edilenden bir kişi herkese karşı bir beyit okur, yahut bir
tekerleme, cinas, şaşırtmaca ortaya atar; semailere, manilere birlikte klarnet sesi durdu
mu bu defa karşı taraftan birinin irticalen cevap vermesi, altta kalmaması gerekirdi.
Eğer her şey yolunda gider her iki taraf boy ölçüşmekte berabere kalırsa çoğu zaman
hoş bir şekilde dağılırlar, fakat taraflar bir şeyi bahane ederek tartışma çıkarırsa iş
kahvenin kapanmasına kadar giderdi.534
532
François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Doğu’da
Kahve ve Kahvehaneler, (ed. Hélene Desmet- Grégoire, François Georgeon), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1998, s.64.
533
Refik, a.g.m., s. 112-113.
534
Refik, a.g.m., s. 114.
535
Refik, a.g.m., s. 115.
536
Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1997, s.54.
119
537
Mehmet Kaplan, “Ramazan Edebiyatı”, Millî Kültür, C.1, S. 7, Yıl 1, Ankara, 1977, s. 39.
538
M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Kars Şehrinde Karagöz Oyunu”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül Sönmez),
Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 143-144.
539
Nebi Özdemir, Türk Eğlence Kültürü, Akçağ Yayıncılık, Ankara, 2005, s.50.
120
2.8.1. Tiyatrolar
Meşhur olan tiyatro oyunu arasında Abdi başta gelirdi. Onu bir defa bile
Ramazanda görmeyen adeta ayıplanırdı.Oyun başlamadan önce bilet gişesinden biletler
alınırdı. Elektrik olmadığı için sahneyi hava gazı lambası aydınlatırdı ve sahne bol ışıklı
olurdu. Oyun başlamak üzere iken sahnenin önünde olan havagazı lambalarını bu işe
540
Uslubaş, a.g.e., s. 39.
541
Uslubaş, a.g.e., s. 40.
542
Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1972, s.1999.
543
Yavuz Pekman, Geleceğe Perde Açan Gelenek Geçmişten Günümüze İstanbul Tiyatroları II,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011, s.25.
544
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 185.
121
vâkıf olan birisi gelip söndürürdü. Sahneden bir zil sesi yahut bir sopa sesi duyulurdu.
Oyun başlar başlamaz herkes susar, yerine oturur, gazozcu ve fıstıkçılar da ortadan
kaybolurdu. Perde açılır ve oyun oynanırdı.545
545
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 186.
546
Halit Fahri Ozansoy, “Tiyatrolar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 188.
547
Ozansoy, a.g.m., s. 189.
548
Sevengil, a.g.e., s.54-55.
122
Perdenin arkasından çıngırak çalınır, bir elin gölgesi ile göstermeliği kaldırırdı.
Hacivat “Of Ya Hak!”diye başladığı bir gazeli okuyarak sol taraftan perdede
görülürdü.552
Hacivat gazeli bitirir bitirmez ‘Yar bana bir eğlence’ diye bağırır, Karagöz de
‘Patla Hacivat’ diye karşılık verir. Böyle başlayan atışmaları gece sonuna kadar devam
eder, bu da büyük küçük herkesin hoşuna gider.553Karagöz oyununun kendine has
musikisi vardır. Zamanla kendine has karakter kazanan bu musiki, tipik bir mizah
musikisine dönüşmüştür. Semai tarzı, gazel tarzı ve hayal şarkıları gibi bölümlere
ayrılan türleri, insanların eğlenirken öğrenmesini de sağlamıştır.554
549
Uğur Göktaş, Dünkü Karagöz, Akademi Kitabevi, 1992, s. 9-10.
550
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164.
551
Dürrüşehvar Duyuran, Topkapı Sarayındaki Tasvirleriyle Karagöz, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul, 2000, s.33.
552
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 164.
553
Halit Fahri Ozansoy, “Karagöz”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.166-167.
554
Ethem Ruhi Üngör, “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, s.91-93.
555
Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 163.
123
2.8.3. Ortaoyunu
556
Mitat Enç, “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, s. 228.
557
Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları, Ötüken, İstanbul, 1997, s.238-240.
558
Nihal Türkmen, “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz. Abdülkadir Emeksiz),
Kitabevi, İstanbul, 2001, s. 5-9.
559
Halit Fahri Ozansoy, “Ortaoyunu”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s.181.
560
Ozansoy, a.g.m.,s. 181.
124
yasak olduğundan kadın kılığına giren adına zenne denen erkekler kadın rollerini
oynamışlardı.561
Orta oyunu sahne ve dekora ihtiyaç duyulmaksızın, bir meydanda yahut geniş
bir salonda dört taraftan izlenmesi mümkün bir tiyatrodur. Oynayanlar doğaçlama
şekilde yani oynayacakları oyunu ezberlemeden oynarlar. Her geniş ortamda
oynanabilen orta oyununda pahalı kostümler kullanılmaz. “Yeni Dünya” adı verilen
ortamı vardır. Önce meydana Pişekar’ın çıkmasıyla oyun başlar. Akabinde Kavuklu
sahne alır. Oyun muayyen bir şekilde oynandıktan sonra her şeyin bir rüyadan ibaret
olduğu izleyicilere anlatılır.562
2.8.4. Meddahlar
Meddahlığı başlatan kişi Hasan Sabit adında kişidir. Bu kişi sürekli Efendimizi
(s.a.v.) övmüş, Ehl-i Beyt’in erdemlerini dile getirmiştir. Arap meddahlarında gerçekten
ve yürekten olarak övmek temel prensipti. Türk meddahlarında ise bu durum yoktu.
Türk meddahları gösteri şeklinde günlük konuları, gerçekçi bir biçimde anlatırdı.
Tarihimizde meddahlar Oğuz Destanlarından ve Dedem Korkut’tan hikayeler
anlatmışlardır. Selçuklu saraylarında ise meddahlık, sarayda ve ordu örgütünde farsça
kaside ve gazeller söylemekle icra ediliyordu. Osmanlı’da ise saray ve halk arasında tek
561
Selim Nüzhet Gerçek, “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı, s. 15-16.
562
Burhan Felek, “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, s. 39-44.
563
Nihal Türkmen, “Orta Oyununda Ehemmiyet Dercesine Göre Tipler”, Orta Oyunu Kitabı, s. 47-92.
564
Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi (Türk Kültüründen Türkiye Kültürüne ve Evrenselliğe),
Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul, 2005, s. 328.
125
Diyerek sonunda bir kıssa bildirir. Daha sonra anlatacağı öykünün adını ve
öyküyü nerede anlatacağını söyler. Meddah kişilerin ağız özelliklerini taklit ettiği gibi
hayvanların, doğanın ve cansız nesnelerin seslerini de taklit etmekte mahirdir.
Meddahın iki tane aracı vardır; biri boynuna doladığı mendili, diğeri ise elinde tuttuğu
sopasıdır. Mendille çeşitli başlıklar yapar, terini siler. Sopayı da oyunu başlatmak,
seyirciyi suskunluğa çağırmak, kapıyı vurmak için ya da saz, süpürge, tüfek, at yerine
kullanır.567
565
Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikâyeleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 1997, s. 11-27.
566
Halit Fahri Ozansay, “Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da Ramazan, s. 193-195.
567
Ozansay, a.g.m., s. 195.
568
Refi Cevat Ulunay, “Ramazan ve Eski Meddahlar”, Kandiller Yanarken Eski İstanbul’da
Ramazan, s. 198.
126
Bayramlar toplumların hayatında önemli bir yer tutar. Fazla is günü kaybına ve
normal zamandan daha fazla savurganlıklara sebebiyet verdiğinden dolayı sayısı
mümkün olduğunca azaltılan bayramların en fazla Eskiçağda kutlandığı görülmektedir.
Dini bayramların dışında kazanılan yeni zaferler ve eski zaferlerin yıl dönümleri,
hükümdar ailesinde meydana gelen evlenme ve doğum gibi olaylar ve yenitahta
geçmeler de bayramlara konu olmuştur. Mahkûmların affedildiği günlerin de bayram
olarak kutlandığı görülmüştür. Neşe ve eğlencenin yanında bayramlarda dikkati çeken
bir başka özellik de yeme içmeye fazlaca yer verilmesi ve israf derecesinde
tüketilmesidir.571
İslam dininde Ramazan ve Kurban bayramları olmak üzere iki tane bayramı
vardır. Arapçada “idu’l-fıtr”ve “idu’l-adha”seklinde adlandırılan her iki bayram da
hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu ilk defa bu yıl farz
kılınmış ve bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki Şevval ayının ilk üç gününü bayram
olarak kabul etmişler ve kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı veya
bayramdan önce fıtır sadakası verildiği için fıtır bayramı dadenilmiştir. Anadolu’da
bayramda seker lokum ve tatlı ikramı geleneğinden dolayı Ramazan Bayramına şeker
bayramı da denilmektedir. Zilhicce ayının onunda başlayan ve dört gün devam eden
569
Mustafa Sekmen, Meddah ve Gösterisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 2008, s.57.
570
Erdem Sargon, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, İstanbul, 1992, c.5, s. 257.
571
Sargon, a.g.md., s. 258.
127
kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için Kurban Bayramı adıyla anılmıştır.
Öte yandan hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve
kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve Ramazan bayramı gibi dini uygulamalar
hicretin ikinci yılında emredilmiştir.572
Bayramın tespitiyle beraber bayram gecesi büyük bir sevinç olurdu. Bayram
gecesi her caminin minaresine kaftan giydirilirdi. Ayrıca mahya olarak da bir hat, yol
çekilir, bununla Ramazan’ın yolculuğu ima edilirdi.575
572
İbrahim Bayraktar, “Bayram”, DiA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, 1992, s. 259.
573
Ravza Çekici, “Kıymetini Bilenler Bayrama Böyle Hazırlanırdı”, Nerede O Eski Ramazanlar, s.
133-134.
574
Çekici, a.g.m.,s.133-134.
575
Mehmet Selim Sırrı, “Osmanlılarda Bayramların Halk Nezdinde Kutlanması ya da Nerede O Eski
Bayramlar”, Nerede O Eski Bayramlar, s. 146.
128
Topkapı Sarayıʹnda bayramdan bir gün önce yapılan törene “Arife Divanı”
denilirdi. Padişah, Enderûn halkının bayram tebriklerini ve hediyelerini bu törenle kabul
ederdi.577 Öğle namazı kılındıktan sonra, dîvân çavuşları tören kıyafetiyle birlikte
Dîvânhâne’nin önünde sıra halinde beklerlerdi. Çavuşların ellerinde uzun parlayan
asalar bulunurdu. Arife günü ikindi namazı da kılındıktan sonra tören, Fatiha sûresinin
okunmasıyla açılırdı. Arz Odası kapısının önüne Taht-ı Hümâyûn kurulurdu. Bu sırada
törene katılacak olan herkes tören protokolüne uygun şekilde kurulmuş olan tahtın
sağında veya solunda yerlerini alırlardı. Padişah arz odasından çıkarak arz odası önüne
kurulmuş olan tahtına otururdu. Bununla birlikte dîvân nevbeti çalınır, alkışlanırdı.
Padişah, ön tarafta hazır bulunan Enderûn halkının bayram tebriklerini kabul ederdi.
Duacı çavuşunun yaptığı duaya orada bulunanlar hep birlikte amin derlerdi. Törenin
bitişiyle Padişah, tahtından kalkarak alkışlarla arz odasına giderdi. Padişahın arz
odasına gidişinden sonra Selâtîn Câmîi İmam ve Hatipleri, Arz Odasıʹna giderler ve
birer aşrı şerîf okuyarak arz odasındanayrılırlardı. Âdet üzere Selâtîn Câmîi İmam ve
Hatiplerine o gün bahşiş verilirdi.578
576
Sırrı, a.g.m.,s. 146.
577
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1984, s. 201-202
578
BOA, KK. d, nr. 0696M, zikreden, Yıldırım, a.g.t. s. 72.
579
Zeynep Tarım Ertuğ, “18. Yüzyıl Osmanlı Sarayında Bayram Törenleri”, Mübahat S. Kütükoğluʹna
Armağan, (ed. Zeynep Tarım Ertuğ), İstanbul, 2006, s. 582.
580
Esad Efendi, Osmanlılarda Töre ve Törenler( Teşrifat-ı Kadîme) (sadeleştiren, Yavuz Ercan),
İstanbul 1979, s.56.
129
Bayram namazı için gidilecek camiyi bayramdan bir gün önce Padişah kendisi
seçer bu genellikle Ayasofya veya Sultan Ahmed Camilerinden biri olurdu.581
Bayrama dokuz gün kala, orta halli aile hanımlarının çoğu, çarşaflarını giyinip
peçelerini takar, Kapalıçarşı ya da sergilerin olduğu Beyazıd çarşısına giderlerdi.
Buralardan bayram için gerekli ihtiyaçlar tedarik edilir, çocuk ve hanımların bayramlık
elbiselerinin dikimleri yapılırdı. Kahya, divan efendisi gibi hizmetçilere hane sahibi
tarafından çamaşır ve elbiselik alınırdı. Damat ve gelinlere en pahalı hediyeler seçilirdi.
Evin beyleri ise küçük çocuklarla birlikte hanımdan ayrı alışveriş yapardı. Galata yahut
Beyoğlu’na alışverişe gider bayram için fes diktirirlerdi. Bayram için alınan tatlılar da
beylerin seçimine kalırdı.582
Evin halkına ayrı ayrı çamaşırlar, elbiseler, ipekli kıyafetler alınır, herkesin
bayramlığı kendisine özel hazırlanan bohçanın içine konur, evin hanımı bayram gecesi
herkesin bohçasını verir, selamlığa da evin çocuğuyla gönderirdi.583
581
Özdemir Nutku, “Bayram Alayı”, DİA, C.V, İstanbul 1992, s. 265.
582
Halit Fahri Ozansoy, “Bayramlıklar İçin Çarşıda ve Pazarda”, Ramazan Kitabı, s. 297-299.
583
Uslubaş, a.g.e., s. 114.
584
Erol Özbilgen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.227.
585
Özbilgen, a.g.m.,s.227-228.
130
Bayram günü tebrik merâsimi sabah namazı ile bayram namazı arasında
yapılırdı. Törene katılacak olan kişiler bayram gecesi gece yarısından sonra saraya
gelerek sabah namazından sonra yapılacak olan tören için hazırlanırlardı.587
Bayram alayından bittikten sonra padişah Has Odanın önüne konulan tahtına
oturur Enderun halkının tebriğini kabul ederdi. Saray kethüdası önde olduğu halde kapı
586
Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı Âdâb-ı Osmâniyye, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.83-84.
587
BOA, KK. d, nr. 0696, zikreden, Yıldırım, a.g.t., s. 73.
588
And, a.g.e., s.233.
589
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 203-209.
131
oğlanları sırasıyla gelip etek öperler, onları müteakip hazine ve kiler kethüdalarıyla
seferlilerinçamaşırcı başısı başta olarak bu odadaki iç oğlanları tebrik ederlerdi. Bu
suretle ikinci Enderun tebriği bittikten sonra padişah bu defa da has odadaki tahta oturur
musahib ve nedimler gelip kendisini eğlendirilirlerken kilerci başının yemeği yer ve
helvahanede yapılan helvadan sadrazam, şeyhülislam ve kazaskerlerle bohçalara
bağlanmış tabaklarla helva yollardı.590
XV. yüzyıldan itibaren şenlikler belli bir protokol ve program düzeni içinde
gerçekleştirilmiştir. Bayram günlerinde öğleden önce bayramlaşma, ikram ve
hediyelerin dağıtılması ve yemek yemekle geçer, öğleden sonra ise gösteriler
yapılmıştır. Bu gösterilerde cambaz, gözbağcı, esnaf oyunları, dramatik oyunlar ve
sportif oyunlar yer almıştır.592
590
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210.
591
Uzunçarşılı, a.g.e., s. 210.
592
Nutku, a.g.md., s. 264.
593
Nutku, a.g.md., s. 264.
594
Musahipzade Celal, “Şeker Bayramı”, Ramazan Kitabı”, s. 303.
132
halinde gelirdi. Bazen çok kalabalık da olur o zaman halk meydana sığmaz etraftaki
sokaklara yayılır ve namaza iştirak ederlerdi.595
Bayram namazları büyük bir azamet ve ihtişam içinde kılınır, namazdan sonra
ilk tebrikleşmeler cami avlusunda başlar, tanıdıklar burada, el öperek, tokalaşarak
bayramlaşırlar. Çıkışta da ulema yahut yaşça büyük olanların ellerini öpüp dualarını
alırlardı.596
595
Nutku, a.g.md., s. 264.
596
Uslubaş. a.g.e. s. 115-116.
597
Uslubaş, a.g.e. s. 116.
598
21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, ( Türk Töresi), Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul,
1994, s. 201.
599
Erol Özbilen, “İstanbul’un Eski Bayramları”, Ramazan Medeniyeti, s.229.
600
Kolay, vd., a.g.e., s.198.
133
Müzisyenler ev ev dolaşır para toplarlardı. Zurna çalan iki kişi önde, davul
çalan iki kişi ise arkada tarafta dururdu. Birer tane de zil ve boru çalan kişi vardı. Bu
müzik ekipmanı ahenkli müzikleri günler önceden bayram için özel düzenlerdi.602
601
Özbilen, a.g.m., s.229.
602
And, a.g.e., s.233.
603
Özbilen, a.g.m., s. 230.
604
Akyavaş, a.g.e.,s. 354-355.
605
Gerard De Nerval, Doğu’ya Seyahat, (çev, Selahattin Hilav), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012, s.
725-727.
134
aynı havasında hüküm sürmektedir. Renk renk şekerlemeler, top top elbiselik kumaşlar
Hindistan’dan gelen çeşitli baharatlar ve onları satan acem baharatçılar, cinsi
değişmeyen tespihler, hatta tezgâhlardaki satılan kokular bile aynıdır. Yine en dikkat
çeken yer Reji İdaresinden gelen tütün mâmüllerinin olduğu taraftır. İftara bir saat kala
herkes dağılmaya başlamaktadır. Sergicilerde sergilerini birer örtüyle örtüp avluyu terk
ederler.610
610
Beşir Ayvazoğlu, Dersaadet’in Kalbi Beyazıt, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2009, s.53-56.
611
Ercüment Ekrem Talû, “Yetim Mabet”, Ramazan Kitabı, s.254.
612
Georgeon ve Dumont, a.g.e., s.83.
613
Refik, a.g.m., s.117.
614
Metin And, Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1992, s.116.
136
tiyatroya başarılı bir şekilde uyarlandı. Tiyatronun halka seslenişi ile birlikte kamu
eliyle destekleme kararı alındı.615
1908 Ramazanında teravih çıkışı Yeni Camii imam vekili olan Abdülkadir
Efendi, yeni düzene ilginin arttığı ve inançlarda zayıflama olduğu düşüncesiyle Karagöz
oynatan yerlere zarar vermiş, perdelerini yırtmıştır.620
615
And, a.g.e.,s. 156-158.
616
Metin And, Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Türk İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara, 1971, s. 27.
617
Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2000, s.77-79.
618
Göktaş, a.g.e.,s.10-11.
619
Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul, 2001, s.137.
620
Akşin, a.g.e., s. 137.
137
Milli Mücadele yıllarında, başkentte Ramazan geceleri eskisi gibi eğlence dolu
değildir. Herkes evlerinde dinlenmeye geçmiş, hareket hazırlıkları ve işgal durumunda
savunma planları, teravih çıkışı yer altı diye hitap edilen gizli yerlerde yapılmıştır. Hatta
o dönemlerde toplanmaya tek müsait yer camilerdir. Vaazların milli iradeyi güçlendiren
nüktede olması ve Mustafa Kemal resimlerinin ve mücadele ruhunu güçlendiren
yazıların elden ele dolaştığı görülmüştür. 621
Bazen motif, bazen Osmanlıca yazı, bazen divani olarak yazılan mahyalar stil
ve içerik olarak değişmiştir. 1924’ten sonra mahyalar açıkça siyasal bir içerik
kazanmıştır. “Yaşasın Hürriyet”, “Yerli Malı Satın Alınız”, “Yaşasın Gazi Mustafa
Kemal” gibi ifadeler minareler arasında sallanmıştır. Dini muhtevasını kaybeden
mahyalar, dönemin siyasal konularıyla ilgili mesajlar vermiştir.625
621
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 119.
622
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ötüken, Ankara, 1923, s.119.
623
Ayvazoğlu, a.g.e.,s. 157-158.
624
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını,
İstanbul, 1994, s.276.
625
İlbeyi Özer, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.431.
138
XIX. Yüzyılın son döneminde İstanbul’da üç yerden top atılır. Biri Beyazıd
Meydanından, diğeri Selimiye Kışlasından, üçüncüsü ise Üsküdar ve Beylerbeyi
arasındaki Nakkaş Karakolu’nun yanından olmak üzere yedi buçukluk toplar atılmıştır.
XX. Yüzyıla gelindiğinde İstanbul’da top Sultanahmet Camisi’nin yanındaki yangın
harabesi olmak üzere tek yerden atılmaktadır.626
Ramazan başlangıcını tayin etmek için Ruyet-i Hilal yani aya çıplak gözle
bakma ve şüpheli gün sorunu 1927 yılında alafranga takvime geçişle ortadan kalkar.
626
Şakir, a.g.e., s. 65.
627
Ruşen Eşref Ünaydın, “İftar”, Ramazan Kitabı, s.256-259.
628
Özer, a.g.e., s.261.
629
Suraıya Faroqhı, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul, 2000, s. 289.
630
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 128.
139
631
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 129.
632
Georgeon, Dumont, a.g.e., s. 130.
633
Yahya Kemal Beyatlı, Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1985, s.116-117.
140
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Osmanlı Devleti Ramazan ayını gerek resmi olarak gerekse bizzat halk
tarafından düzenlemeler ve hazırlıklar yaparak karşılamıştır. Devlet halkın rahat bir
Ramazan ayı yaşamasını temin etme amaçlı tenbihnameler yayımlamıştır. Bu tenbihler
evlerin, işyerlerinin, kişilerin kıyafetleri, rahatsız edici davranışların önlenmesi,
fiyatların herkesin kesesine uygun olması, yeme içme hususuna dikkat edilmesi
açısından tasarlanmış, aksi hareketlerin görülmesi durumunda resmi makamlar
tarafından cezai işlemler uygulanmıştır.
İftar sofralarında her şeyin bir sırası vardı. Oruç iftariyeliklerle açılırdı. Bu
gelenek günümüzde yok olsa da Osmanlının en güzel geleneklerindendi. Top atıldıktan
sonra aperatif olarak iftariyelikler yenir; sonra akşam namazına geçilirdi. Namazlarda
kılındıktan sonra asıl yemek bölümüne geçilmiştir. Yemek mutlaka çorbayla başlardı.
Çorbadan sonra meşhur ‘yumurta-ı hümayun’ yenirdi. Ardından kebap, kıymalı yahut
peynirli börek yenirdi. Ramazanın baş tatlısı olan güllaç ana yemeklerden sonra yenirdi.
Güllaç Türklere özgü bir tatlı olarak bilinmektedir.
Ramazan ayının her yıl on gün önceden gelmesiyle bütün mevsimler bu kutlu
şölene şahit olur. Dinin ritmiyle tabiatın ritmi kucaklaşır. Özellikle Ramazan ayı yaz
aylarından birine denk gelirse, akşamları gündüzden daha hareketli bir şehir manzarası
yakalanır.
Ramazan ayı sadece oruç ayı değildir. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra
değil, bizzat Ramazan boyunca yaşanır. Senede bir defa gelir, onun sevinci ise on bir ay
sürer. Ramazan Türk halkının düğünüdür. Tüm halkta “Çok şükür on ay kaldı” diye bir
ay daha yaklaşmanın sevinci olur.
Ramazan ayını Müslüman Türkler külfet haline getirmemiş, ılımlı bir şekilde
yaşamışlardır. Mahya, temizlik, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde
eğlenebilme, cömertlik, ahlak tasfiyesi, herkesi düşünme terbiyesini de bir araya
getirerek “Ramazan Medeniyeti” oluşturulmuştur. Bu mübarek ay her sınıf halkın
benimsediği ve rahatça yaşadığı kutsal bir zaman dilimine dönüşmüştür. Dil, din, ırk,
zengin, fakir gibi ayrımların ortadan kalktığı ve ortak bir ruhun, yoldaşlığın adıdır.
Ramazan, her Müslüman’ın kutsal tebessümüdür.
143
EKLER
144
KAYNAKÇA
Abdülazîz Bey, (2002), Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri, haz. Kazım Arısan,
Duygu Arısan Güney, İstanbul.
AKSEL, Melik, (2000), “Cer Hocası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık İstanbul, ss. 108-113.
AKŞİN, Sina, (2001), Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Yayınevi, 3. Baskı,
İstanbul.
Ali Seydi Bey, (T.Y.), Teşrîfât ve Teşkilâtımız, (haz. N.Ahmet Banoğlu), Tercüman
1001 Temel Eser İstanbul.
ALP Münevver, (2003), “On Bir Ayın Sultanı Ramazan”, Ramazan Medeniyeti,
İbrahim Refik, Albatros Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 15.
ALUS, Sermet Muhtar, (2005), 30 Sene Evvel İstanbul, ( Haz. Faruk Ilıkan), İletişim
Yayınları, İstanbul.
AMICIS, Edmondo De, (2013), İstanbul (1874), (çev. Beynun Akyavaş), Türk Tarih
Kurumu, Ankara.
AND, Metin, (1992), Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim Yayınları,
İstanbul.
AND, Metin, (2012), 16. Yüzyılda İstanbul Kent-Saray- Günlük Yaşam, 2.Baskı,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
ARAT, Reşit Rahmeti, (1946), Vekâyi Babür’ün Hatıratı, C.I. TTK Yayınları,
Ankara.
ARAZ, Nezihe, (2000), “Saray Mutfağı”, Hünkâr Beğendi 700 Yıllık Mutfak
Kültürü, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.18.
ARSLAN, İhsan, (2011), “Muktedir Dönemi Abbasi”, İslâm San‘at, Tarih, Edebiyat
ve Mûsikîsi Dergisi, C.9, S.17, ss. 151-152.
ASSMANN, Jan, (2001), Kültürel Bellek, (Çev) Ayşe T. Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
AŞIK, Fahrettin, (1990), “Hz. Peygamberin Ramazan Hayatı” Diyanet Dergisi, Cilt 26,
Sayı 2, Ankara, s. 51.
ATAMAN, Sadi Yaver, (1997), Türk İstanbul, (haz. Süleyman Şenel), İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul.
AYVERDİ, Samiha, (1999), İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İndeksli IV.
Baskı, İstanbul.
Azmi Nihad, İsmail Sivri, (1958), Eski ve Yeni Ramazanlar, Eskicigil Matbaası,
İstanbul.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (1988), İstanbulʹda Ramazan Mevsimi, (Haz. Ali
Şükrü Çoruk), İstanbul.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2000), Bir Zamanlar İstanbul, (haz. Niyazi Ahmet
Banoğlu), Tercüman, İstanbul.
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, (2001), Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, (nşr. Ali
Şükrü Çoruk), İstanbul.
161
BAŞ, Eyüp, (2004), “Aşure Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı Dini Hayatındaki Yeri
Üzerine Düşünceler", Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 1,
s. 169.
BAYAT, Fuzuli, (2016), Türk Mitolojik Sistemi 2: Kutsal Dişi- Mitolojik Ana
Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler- İyeler ve Demonoloji,
Ötüken Neşriyat, İstanbul.
BAYRAKTAR, İbrahim, (1992), “Bayram” DİA, TDV Yayınları, C.5, İstanbul, s. 259.
BAYRI, Mehmet H., (1972), Dinî Günler ve Bayramlar, İstanbul Folkloru, İstanbul.
BEYATLI, Yahya Kemal, (1985), Eğil Dağlar, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
BEYATLI, Yahya Kemal, (1990), Edebiyata Dair, İstanbul Fetih Cemiyeti Yahya
Kemal Enstitüsü Yayınları, 3. Baskı, İstanbul.
162
BEYATLI, Yahya Kemal, (2002), Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti
Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, 16. Baskı, İstanbul.
BEYDİLLİ, Kemal, (2003), Bir Yeniçeriʹnin Hatıratı, Tarih Tabiat Vakfı Yayınları,
İstanbul.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, (1997), Büyük İslam İlmihali, İpek Yayınevi, İstanbul.
CAFEROĞLU, Ahmet, (1968), Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, II. Baskı, Enderun
Kitapevi, İstanbul.
CENGİL, Muammer, TEKİN Dila Baran, (2016), “Kutsal Zaman, Algılanış Biçimi ve
İbadet Hayatına Etkisi”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15,
S.29, s. 34.
CİLACI, Osman, (1978), “Semavi Dinlerde Oruç”, Diyanet Dergisi, C.17, s. 197.
ÇAĞ, Galip, (2006), “Gökyüzüne Ateşle Yazı Yazmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul
Tarık Kara (ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 59
ÇAY, Abdulhaluk, (1995), Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Turan Kültür Vakıf
Yayınları, Ankara.
ÇELEBİOĞLU, Amil, (1990), Edebiyatımızda Ramazan, Türk Yurdu, C.10, Sayı 32,
Ankara.
ÇETİN, Firdevs, (2010), “XVI. Asır Seyyahlarına Göre Osmanlı Toplumu (Müslüman
Davranış Törenleri İle Dini Mekânlar), Vakıflar Dergisi, s. 28.
DAVUT, Rahile, (2003), “Uygurların Mezar Kültürü Üzerinde Bir Araştırma”, (Akt.
Alimcan İnayet), Milli Folklor, S.6, s. 207.
DERMAN, Uğur, (2003), “Diş Kirası”, Ramazan Medeniyeti, İbrahim Refik, Albatros
Yayınları, 3.Baskı, İstanbul, s. 29.
DOĞAN, Lütfi, (1972), “Ramazan ve Oruç”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, C.9,
S.5, s. 260.
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, (1994), C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı
Ortak Yayını, İstanbul.
EBERHARD Weber, Çin’in Şimal Komşuları, (1982), (çev. Nimet Uluğtuğ), Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Ebû Dâvûd, Süleyman bin el-Eş’as es-Sicistânî, (1998), Sünen, I-V, (haz. Muhammed
Avvame), Beyrut.
ENÇ, Mitat, (2000), “Hacivatçı Vakas”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, s. 228.
ERSAL, Yusuf Ziyaeddin, (1974), Cuma Günü ve Namazı, Şenyuva Basım Sanayii,
Ankara.
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul, (2011), (haz. Seyit Ali Kahraman, Yücel
Dağlı), YapıKredi Yayınları, İstanbul.
FELEK, Burhan, (2001), “Orta Oyunu Nasıl Oynanır?” Orta Oyunu Kitabı, (haz.
Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 39-44.
GERÇEK, Selim Nüzhet, (2000), “Çalgılı Kahveler”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun,
Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 209-214.
GERÇEK, Selim Nüzhet, (2001), “Orta Oyunu”, Orta Oyunu Kitabı,(haz. Abdülkadir
Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 15-16.
GERLACH, Stephan, (2000), Türkiye Günlüğü 1573-1576, (ed. Kemal Beydilli- çev.
Türkis Noyan), Kitap Yayınevi, İstanbul.
GÖKMAN, Muzaffet, (1989), İstanbul’u Yaşayan Adam Ahmet Rasim, C.2, Çelik
Gülersoy Vakfı İstanbul Kütüphanesi Yayınları, İstanbul.
GÜNGÖR, Harun, (2002), “Eski Türklerde Din ve Düşünce”, Türkler, C.3, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, s. 264.
GÜRSOY, Ülkü, (2012), “Türk Kültüründe Ağaç Kültü ve Dut Ağacı”, Türk Kültürü
ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, S. 61, s.45.
HASAN, H. İbrahim, (1986), Siyasi Dini Kültürel Sosyal İslâm Tarihi, VI, (çev.
İsmail Yiğit), İstanbul.
IŞIK, Hüseyin Hilmi, (1992), Tam İlmihal Seadet-i Edebiyye, Hakikat Kitabevi,
İstanbul.
İLERİ, Celal Nuri, (2000), Türk İnkılâbı, (haz. Recep Durmaz), Kaknüs Yayınları,
İstanbul.
İPEK, Nedim, (1999), Rumeli’den Anadolu’ ya Türk Göçleri, Türk Tarih Kurumu,
Ankara.
İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Cer” Tarihte Ramazan, ,Ertuğrul Tarık Kara (ed.) Hazine
Yayınları, İzmir, s. 17.
İPŞİRLİ, Mehmet, (2006), “Huzûr Dersleri”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık Kara
(ed.) Hazine Yayınları, İzmir, s. 19.
KALAFAT, Yaşar, (1999), “Türk Adının İlahi Muhtevasına Dair” Prof. Dr. Faruk
Sümer’e Armağanı, T.D.A., S. 100, ss. 97-113
KARA, Abdullah, KARA Hilal, (2006), Ümit Elçisi Ebû Eyyûb El- Ensârî, Seza
Yayınları, İstanbul.
170
KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Osmanlı Toplumunun Ramazan Kültürü Bugün Hilal
Görüldü” Tarihte Ramazan,, Hazine Yayınları, İzmir, s. 71.
KARA, Ertuğrul Tarık, (2006), “Bugün Hilal Görüldü”, Tarihte Ramazan, Hazine
Yayınları, İzmir, s. 71.
KARA, İsmail, (2010), “Mahya; Eyle Ramazan-ı Şerif-i İhya”, Göklere yazı yazma
sanatı, İstanbul, ss.18-21.
Kaşgarlı Mahmud, (1990), Divan-ı Lügati’t Türk, (Çev. Besim Atalay) C.1. Türk Dil
Kurumu Yayınları, Ankara.
KAYA, Emin Erdem, (2012), “Türk Ordu Geleneğinde Askeri Müzik Olgusu”, İdil
Dergisi, C. 1, S. 3, s. 95.
KILIÇ, Filiz, MACİT, Muhsin, (1995), Türk Edebiyatında Ramazan Konulu Şiirleri
Güldeste, Ankara.
Kilis’li Rıfat Bilge, (1996), Mânilerimiz, (haz. Atâ Çatıkkaş), Milli Eğitim Kültür
Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
KOCA, Salim, (1996), “Türkler ve İslamiyet”, Erdem, C.8, S. 22, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, s.277.
KOCA, Salim, (2004), “Eski Türklerde Bayram ve Şenlikler”, Türk Dünyası Nevruz
Ansiklopedisi, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s. 25.
KOLAY, Arif, BOZKURT, Nurgül, TURAN, Şakir, ARABACI, Hacı Murat, (2016),
Tatlıların Sultanı Baklava, Aktif Matbaa, İstanbul.
KUTLAY, Halil İbrahim, (2005), “Zaferler Ayı Ramazan”, Yeni Dünya, Yıl 13, S.
144, ss. 28-30.
MUTAF, Abdülmecit, (2006), “On Dört Asırlık Rü’yet-i Hilal”, Tarihte Ramazan,
Ertuğrul Tarık Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, ss. 65-66.
Müslim, Ebû Hüseyn el-Haccâc en-Nişabûrî, (1955), Sahîh-i Müslim, I-V, haz.
Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut.
NERVAL, Gerard De, (1974), “Muhteşem İstanbul”, (çev. Refik Özdek), Boğaziçi
Yayınları, İstanbul.
NERVAL, Gerard De, (2012), Doğu’ya Seyahat, Çev. Selahattin Hilav, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
173
ONARLI, İsmail, (1998), “Nevruz Bayramı”, Alevilerin Sesi Dergisi, S.24, Merkezi
Yayın Organı, Köln, Nisan, s.13
ORTAYLI, İlber, (2008), Gelenekten Geleceğe, Timaş Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.
OZANSOY, Halit Fahri, (2007), Eski İstanbul Ramazanları, Elips Yayınevi, Ankara.
ÖGEL, Bahaddin, (1989), Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
ÖGER, Adem, (2012), “Uygur Türklerinin Doğum Adetleri”, Uluslar arası Türk Dili,
Edebiyatı ve Tarihi Çizelgesi, C. 7/1, s. 1681.
ÖNCEL, Kemal, (2015), “Ramazan-ı Şerif’te Sarayda Kurulan İlim Meclisi Huzur-ı
Hümayun Dersleri”, Nerede O Eski Ramazanlar, (ed. Osman Doğan- Soner
Demirsoy), Çamlıca Yayınları, İstanbul, ss. 47-49.
ÖZEK, Ali, (1968), “Ramazan Orucu”, İslam Medeniyeti, Yıl 2, S.16, Fatih Matbaası,
İstanbul, 1968, s.10
ÖZERVARLI, Mehmet Sait, (2001), “Kadir Gecesi”, DİA, C.24, İstanbul, ss. 124-125.
ÖZTÜRK, Osman, (1971), “Huzûr Dersleri”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, Sayı
X, Ankara, ss. 112-113.
Selânikî Mustafa Efendi, (1999), Tarih-i Selânikî, I-II. (Haz. Mehmet İpşirli), Ankara.
SERTOĞLU, Mithat, (2000), “İftar Sofrası”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, ss. 68-69.
SÖYLEMEZ, Mehmet Mahfuz, (2014), “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Milel
ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, C. 11, S. 1, Ocak-
Haziran, ss. 24-26.
ŞENTÜRK, Lütfi, (1968), “Ramazan Mağfiret Ayıdır, Diyanet Dergisi, C.7, S. 78-79,
s. 261.
ŞUŞUL, Kasım, (2015), “Hz. Peygamber Döneminde Oruç ve Ramazan Orucuyla İlgili
Gelişmeler”, Ramazan ve Oruç, (Editörler; Berat Açıl, Fahrettin Altun, Serhat
Aslaner, Mustafa Demiray, Halis Kaya), Ümraniye Belediyesi, İstanbul, s. 31.
TALU, Ercüment Ekrem, (2000), “Birinci Gün”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun,
Kitabevi Yayıncılık, İstanbul, ss. 53-54.
Tayyar-zâde Ata, (2010), Osmanlı Saray Tarihi (Tarih-i Enderûn), ed. Mehmet
Arslan, İstanbul.
TEKELİ, İlhan, (2009), Gündelik Yaşam, Yaşam Kalitesi ve Yerellik Yazıları, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
TUNAYA, Tarık Zafer, (1962), İslâmcılık Cereyanı, Siyaset İlmi Serisi, İstanbul.
TÜRKMEN, Nihal, (2001), “Orta Oyununun Eskililiği”, Orta Oyunu Kitabı, (haz.
Abdülkadir Emeksiz), Kitabevi, İstanbul, ss. 5-9.
UÇAR, Ahmet, (2015), “Üç Aylarda Cerre Çıkmak”, Nerede O Eski Ramazanlar,
Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 66.
UZUN, Mustafa, (2001), “Kadir Gecesi” (Edebiyat ve Sosyal Hayat) DİA, XXIV,
İstanbul, s. 126.
180
ÜLGENER, Sabri Fehmi, (1981), Zihniyet ve Din İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri
İktisat Ahlâkı, Der Yayınları, İstanbul.
ÜNAL, Mustafa, (2008), Dinlerde Kutsal Zamanlar (Takvimler, Dini Gün, Bayram
ve Törenleri), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.
ÜNAYDIN, Ruşen Eşref, (2000), “İftar”, Ramazan Kitabı, Özlem Olgun, Kitabevi
Yayıncılık, İstanbul, ss. 256-259.
ÜNGÖR, Ethem Ruhi, (2005), “Karagöz Musikisi”, Karagöz Kitabı, (haz. Sevengül
Sönmez), Kitabevi Yayınları, İstanbul, ss. 91-93.
ÜNVER, Süheyl, (1995), İstanbul Risaleleri, İ.B.Ş.B. Kültür İşleri Daire Başkanlığı
Yayınları, İstanbul.
YAKUT, Feriha, (2015), “Fakirle Zengini Ayıran Sadaka Taşları”, Nerede O Eski
Ramazanlar Osman Doğan- Soner Demirsoy(ed.) Çamlıca Yayınları, İstanbul,
s. 98
181
YAKUT, Neslihan, (2015), “Başkanlık Seçimi İçin Soğanlı Yumurta”, Nerede O Eski
Ramazanlar, Osman Doğan- Soner Demirsoy( ed.) Çamlıca Yayınları,
İstanbul, s. 107.
YAZICI, Nesimi, (1999), “Osmanlı Dini Hayatından Bir Kesit: Rü'yet-i Hilâl
Meselesi”, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: XXXV, Özel sayı: 1, Ankara, ss. 69-70.
YAZIR, Elmalılı Hamdi, (1993), Hak Dini Kur’an Dili, C.1, Şura ve Çelik Ortak
Yayın, İstanbul.
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (2014), Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali, Gönül
Yayıncılık, Ankara.
YAZIR, Elmalılı Muhammed Hamdi, (T.Y.), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım,
C.1. İstanbul.
YILDIZ, Kalender, (2006), “Mani İle Uyanmak”, Tarihte Ramazan, Ertuğrul Tarık
Kara (ed.), Hazine Yayınları, İzmir, s. 159.
YILMAZ, Mehmet Nuri, (1999), “Ramazan Ayının Işığında”, Diyanet, Sayı 97, s. 1.
182
YILMAZ, Ömer Faruk, (2015), “Hırka-ı Saadet’in Dört Asır Devam Eden Ziyaret
Merasimi”, Nerede O Eski Ramazanlar,(ed.Osman Doğan- Soner Demirsoy),
Çamlıca Yayınları, İstanbul, s. 35.
YİĞİT, İsmail, (1986), Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslâm Tarihi, VII, İstanbul.
YÖRÜKAN, Yusuf Ziya, (T.Y.), “Orta Asya’da Türk Boyları”, Darülfünun İlahiyat
Fakültesi Mecmuası, C.5, S.24, ss. 66-57.
YÜKSEL, Fatma, (2008), “İlahi Dinlerde Oruç”, Din ve Hayat Türk Din Vakfı
İstanbul Müftülüğü Dergisi, S.5, İstanbul, s. 35.
ZIEME, Peter, (2014), “Eski Uygurcada Davul Manasında Kullanılan Sözlere Dair”,
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi,
S.21, Ankara, ss. 161-170.
ZİYA, Murat, (2000), “Türkmeneli’nde Ramazan ve Sini Zarf”, Yüce Erek: Türk
Dünyası Aylık Fikir, Kültür, Araştırma Dergisi, Yıl 2, S. 20, s. 21
21. Yüzyılın Eşiğinde Örf ve Adetlerimiz, (Türk Töresi), (1994), Türk Kültürüne
Hizmet Vakfı, İstanbul.
183
DİZİN
Bayram, ix, 10, 17, 21, 22, 25, 44, 45, -M-
47, 50, 104, 117, 126, 127, 128, 129,
Mahya, 103, 105, 106, 107, 108, 137,
130, 131, 132, 133, 168, 170, 175,
142, 170, 174, 178, 181
176, 178, 180
Mani, 101, 118, 181
Budizm, vii, 12, 13, 39, 40, 174, 180
Meddah, 115, 121, 124, 125, 126, 165,
-C- 167
Sahur, viii, 35, 46, 74, 81, 97, 114, 172, -T-
175 Teravih, viii, 32, 43, 83, 84, 85, 86, 87,
Selçuklu, viii, 46, 47, 124 88, 99, 159, 168, 175
Sergi, 111 Tiyatro, 135, 159
Top, 62, 141
-Ş-
Tören, 94, 140
Şeyhülislam, 73, 84, 85, 176
-Y-
Yahudilik, 14, 37, 169
185