You are on page 1of 266

v

BAGLANMA
KORKUSU
'Evet' de diyemiyorum, 'Hayır' da!

Stefanie Stahl

Türkçesi: Ceyda Aydın

9Kuraldışı
© KURALDIŞI YAYINCILIK
Yayıncının yazılı izni olmadan herhangi bir alıntı yapılamaz

Stefanie Stahl
Bağlanma Korkusu
Jein! Bindungsiingste erkennen und bewiiltigen
Türkçesi: Ceyda Aydın

Yayın Yönetmeni: Nil Gün

ISBN 978-975-275-277-1
Haziran 2014, İstanbul

Mundt Agency aracılığıyla


© 2008, Ellert & Richter Verlag GmbH, Hamburg

Kapak Tasarımı ve Sayfa Düzeni: Ebru Öner

Kayhan Matbaacılık
Merkez Efendi Malı. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı-İstanbul
Tel: 0212 612 31 85 - 576 00 66
Sertifika No: 12156

Kuraldışı Yayıncılık
Fener Kalamış Cad. No: 93/7 34726 Kadıköy-İstanbul
Tel: 0216 449 98 05 pbx Faks: 0216 348 00 69
yayin@kuraldisi.com www.kuraldisi.com
Sertifika No: 10540

Dağıtım
Alemdar Mah. Çatalçeşme Sok.
No:25 Çatalçeşme Han Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 0212 513 81 57 Faks: 0212 511 62 52
İnternet Satış: www.kuraldisi.net
İÇİNDEKİLER

Bağlanma Korkusunun Dışavurumları ............................. 7


Çoğu Hikayenin Hazin Sonlanmasının Nedenleri .................................. 7
Deli Gibi Aşığım! .
............................................................... ................... 9
Seçme Özgürlüğünü Savunuyorum .
.................. .................................. 13
Bağlanma Korkuları Gizliliği Severler: Avcı, Prenses, Duvarcı Ustası ... 16
Avcı, Prenses v e Duvarcı Ustası -
Bağlanmaktan Korkanl arın Ortak Yönleri .
...................................... .... 23
Kaçmak, Saldırmak, Donakalmak: Savunma Yöntemleri ..................... 27
Bağlanma Korkusu Olan Kişilerle Yaşanan İlişkinin Üç Aşaması ........ 55
Bağlanma Korkusunun Yan Etkileri- Günlük Hayatta
Yaşanan Zorluklar .............................. .
. .......................... ...................... 62

Bağlanma Korkusunun Nedenleri .................................... 67


Annenin Rolü .................. ..................................................................... 68
Babanın Rolü ........................................................................................ 73
Güvenl i veya Güvensiz - Farklı Bağl anma Stilleri ............................... 74
Güvenli Bağlanma - "Ben iyiyim ama sen de iyisin!" ......................... 75
Güvensiz Bağlanma .............................................................................. 77
Saplantılı Bağlanma -"Ben kötüyüm ama sen iyisin!" .
... .................... 78
Tedirgin- Kaçınmacı Bağlanma- "Ben kötüyüm ama sen de kötüsün!" 80 ..

Kayıtsız-Kaçınmacı Bağlanma- "Kendimi de, seni de umursamıyorum!" .86


Kayıtsız - Kaçınmacı Bağlananların Özel Durumları
Gizli Narsistler ve Yalnız Kovboylar ................................................... 89
Bağlanmadan Empati Yapılamaz.......................................................... 98
Bağlanma Korkusu Kötü Karakterler Yaratır mı? .............................. 1 00
Küçük Bir Fark: Kadınlarda ve Erkeklerde Bağlanma Korkusu ......... 1 02

3
Bağlanma Korkusu ve Saldırganlık: Bağlanmadan
Saldırganlık, Öfke ve Çatışmalar Önlenemez ..................................... l 03
Yetiştirme Tarzı, Hayal Kırıklığı ve Toplum -Bağlanma
Korkularının Yaşamımıza Yerleşmesini Kolaylaştıran Nedenler ....... 111
Bağlanma Fobisi Yaşayan İnsanları Toplum mu Yaratıyor? .............. 1 23

Bağlanma Korkusunu Aşmanın Yolları .......... ........ ...... 127


Neden Bunu Yapmaya Değer? ........................................................... 1 28
Sekiz Adımda Bağlanma Korkusundan Kurtulmak -
Kendini Tanımak ve Değiştirmek ...................................................... 1 29
Odaklanmak - Duygularınıza Ulaşmanın Yolu .................................. 1 50
Bağlanma Korkusu Olan Kişiler İçin Konuşma Önerileri .................. 1 68

Bağlanmaktan Korkanların Partnerleri İçin Öneriler... 175


Güçsüz Yardımcı Pilotlar - Bağlanma Korkusu Olanların Eşleri.. ..... 1 75
Duygusal Kontrol Kaybı - Mantığımız, "Bitir!" Derken, Yüreğimiz,
"Kal!" Der . ......................................................................................... 1 81
Herkes Delirebilir ............................................................................... 1 83
Duygusal Kontrol Kaybı ve Eşler Üzerindeki Etkileri ....................... 1 85
Duygusal Kontrol Kaybı Nasıl Anlaşılır? .......................................... 1 86
Eşlerde Görülen Sekiz Belirti ve Etkileri ........................................... 1 87
Bağlanma Korkusu Olanlarla Evlil ik- Kabullenenler ve Hayalperestler. ..... 208
İlişki Yüzünden Yıpranmak- Korkulara ve Depresyona Yenilmek ........ 210
Olumsuz Pekiştirme -İlişki Madde Bağımlılığı Gibidir .................... 213
Kontrol Kaybından Kurtulmanın Yolları -Benliğine Yeniden
Kavuşmak ........................................................................................... 215
Bağımlılıktan Kurtulmanın Yolları: İçinizdeki Yetişkini
Güçlendirmenin Dokuz Yolu .............................................................. 22 1
Neden Hep Yanlış İnsana Rastlıyorum?
Bağlanma Arzusu ve Zorunluluğu ................... .................................. 230

Okurlara Veda. .. ............................................................ 249


Psikoterapist Okurlarım İçin Son Söz ............ ..................................... 250

Teşekkür ....... ..... .......... ..... ...... ................ ........... .... ... ....... .253

4
Daha aşık olmadan önce,
onu terk etmeye hazırlanırım.
Robbie Williams
İnsan kurallara sığmaz!
v

BAGLANMA
KORKUSUNUN
DIŞAVURUMLARI

ÇOGU HİKAYENİN HAZİN


SONLANMASININ NEDENLERİ
"Lütfen bu hikaye de hazin bitmesin! " B u cümle, Martin
Suter'in hüzünlü biten bir aşkı anlatan romanından alıntıdır.
Sona eren aşkın en umut verici yönü, roman kahramanının bu
sayede olgunlaşmasıydı. Roman, kahramanın kendi hüzünlü
aşk hikayesini yazmaya başlamasıyla bitiyordu.
Gerçek hayatta birçok aşk hikayesi hüzünlü bittiği halde ne
yazık ki kahramanları olgunlaşmıyor. Bunun yerine, davranış
biçimlerini biraz değiştirerek hemen yeni bir ilişkiye yöne­
liyorlar. Ama hikayenin kurgusu değişmiyor. Sonunda gene
hüzünlü bitiyor. Bu kitap, davranışlarını değiştirmek ve mutlu
beraberlikler yaşamak isteyenlere destek olmak için yazıldı.
Bilinçaltımız ilişkilerle ilgili korkulara ev sahipliği yapar.
Ama bu korkular bizi çoğu zaman durdurmaya yetmez, bık­
madan, usanmadan yeni ilişkilere yelken açarız. Sonra da yarı
bilinçli, yarı bilinçdışı ilişkinin parçalanmasına neden olacak
olaylar yaratırız. İşte bu kitabın amacı, bu yıkıcı davranışları
gün ışığına çıkartmaktır. Bu tür davranışlar, insanların yakın-

7
laşma isteği duydukları, ama birbirleriyle bir ilişkinin gerek­
tirdiği kadar yakın olamadıkları durumlarda ortaya çıkar. Bu
kişilere ve partnerlerine, yapıcı konuşmaların nasıl yapılaca­
ğı, ev işlerinde veya çocukların eğitiminde yapılması gereken
işbölümü gibi konularla ilgili altın kurallar sunmakla yardım
edilemez. Onların sorunları biyolojik cinsel farklılıklarından
kaynaklanmaz. İlişkilerinin çatırdama sebepleri çok daha de­
rinlerdedir. Bilinçaltında gizlenen korkuları, gerçek yakınlaş­
manın asla mümkün olmadığına ve her ilişkinin bir gün bite­
ceğine inanmalarını sağlar.
Buna kısaca "bağlanma korkusu" diyebiliriz. Bu fenomen
oldukça yaygındır ve üzerinde çok konuşulur. Asıl tuhaf olan
bu fenomenin etkisindeki kişilerin bundan rahatsızlık duyma­
malarıdır. Bu korkuyu taşıyan kişilerin bunu inkar ettiklerine
sıkça şahit oldum. Partnerleri ise sevdiklerinin çelişkiler ve
tutarsızlıklarla dolu davranışları arasında bata çıka ilerlemeye
çalışırlar ve bu korkuyu adlandırmakta zorlanırlar. Bağlan­
ma korkusu olan kişilerle birlikte olanlar da aynı sendroma
ortak olurlar. Eşlerini veya sevgililerini bir türlü kendilerine
bağlayamaz ve bunun nedenini de anlayamazlar. Bu yüzden
bağlanma korkusunun ne olduğunu bildiğimiz halde, sayıları
çok olmasına rağmen bu fobiye sahip insanları tanıyamayız.
Zaten doğru teşhis de nadiren konabilir. Kanımca bunun se­
bebi, bu korkunun farklı dışavurumların arkasına saklanmış
olmasıdır. Bu yüzden size bağlanma korkusunun dışavurum­
larını ve psikolojik sebeplerini anlatacağım. Çünkü kişile­
rin değişebilmek için korkuları bilince çıkarmaya ve onları
anlamaya ihtiyaçları vardır. Bağlanma korkusu olan kişilere
çekilenler veya onlarla birlikte olanlar, ancak bu fenomeni ta­
nırlarsa karşılarındaki insanı neden bu kadar cazip buldukla­
rını da anlayabilirler. Ayrıca bağlanma korkusunu yenmek ve
yönetebilmek için atılması gereken somut adımları da anlata­
cağım. Kitabın son bölümünde bağlanma korkusu olan kişi­
lerle beraber olanlar için ilişkilerine yararlı olacak önerilerde

8
bulunacağım. Bu kitap, bağlanmaktan kaçan insanları, onlara
daha aşık olmadan ve mutsuzluğa düşmeden önce tanıyabil­
mek için bir pusula olacaktır.
Bu kitabı hem amatörler, hem de profesyoneller için yaz­
dım. Psikolojik bilgileri herkesin anlayacağı ve yararlanabile­
ceği şekilde ifade etmek istediğim için amatörlerin anlayacağı
dili kullandım.

DELİ GİBİ AŞIGIM!


İlişkilerin başında, bağlanma korkusu olsun olmasın herkes
yoğun aşk duyguları yaşar. Bu duygu çoğu insanın en az bir
kez yaşadığı bir deneyimdir. Aşk evliliklerinin son yüzyılda
önem kazandığı, eskiden yapılan evliliklerin çoğunun mantık
evliliği olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. "Aşk zamanla
gelişir" sözü birçok ülkede hala geçerlidir. Bu aslında akıllıca
bir sözdür, çünkü aşk ve birliktelik karşılıklı saygı göstermek,
eşlerin iyi ve kötü zamanlarda birbirlerine destek olmalarıdır.
Birlikte bir ömür geçirmek, birbirine güven duymak, birlikte
olunan kişinin sevgisini ve ilgisini hissetmek derin bir sevgi
duygusu yaratır. Bu duyguyu yaşamak için ilişkinin başında
aşık olmak gerekmez. Sevgi, insanın eşi ile birlikte yıllar boyu
yaşadığı deneyimlerin sonucunda oluşan bir duygudur. İlk aşk
dönemlerinde özlemlerimizi ve hayallerimizi partnerimize
yansıtırız. Onu, rüyalarımızı gerçekleştirecek insan olarak
görürüz. Çoğu ilişkinin başlarında duyulan bu aşk sarhoşlu­
ğunun gerçek sevgi ile bir ilgisi yoktur. Batı dünyasında önce
aşık olunur ve bu aşk karşılıklı ise akabinde bir beraberlik ge­
lişir. Eğer şanslıysanız, yıllar içinde bu aşk ömür boyu sürecek
bir sevgiye dönüşür. Ama bunun hiçbir garantisi yoktur.
Eş seçimini ebeveynlerin veya arkadaşların yaptığı birlik­
teliklerin daha iyi yürüdüğü zannedilir ve iddia edilir. Kişinin
yakın arkadaşları veya ebeveynleri (mantıklı insanlarsa) olaya
daha akılcı ve objektif bakabildikleri için en uygun partneri
bulma şansları daha yüksek olabilir. Eş seçerken başvurula-

9
cak en doğru kriter aşk değildir. Aşık olduğumuzda taptığımız
kişiyi toz pembe görmekle kalmayız, onu gözümüzde büyütü­
rüz. Genellikle kime aşık olacağımızı belirleyen ve içselleş­
tirdiğimiz deneyimlerin, davranış kalıplarının bilincinde ola­
mayız. Aşk, gözlerimizi kör ederek her şeyimizi tek bir karta
yatırdığımız bir şans oyunu gibidir.
Aşık olmak zaten başlı başına tuhaf bir olaydır. Örneğin,
yakın bir erkek arkadaşım aşkı alışılmamış bir şekilde ifade
ediyor. Aşk denen duyguyu korkunç bulduğunu ve hayatta
bir daha yaşamak istemediğini söylüyor. Evli ve görebildi­
ğim kadarıyla da mutlu olan arkadaşım, kitapta sıkça sözü­
nü edeceğim bağlanma korkusu olan insanlardan biri de de­
ğildir. (Ama en çok da bağlanma fobisi olanların kendilerini
evlilik müessesesine kaptırdıklarını söylemeden geçemeye­
ceğim.) Arkadaşım aşk konusunda şöyle düşünüyor: "Berbat
bir duygu, insanın sürekli midesi bulanıyor, iştahı kapanıyor,
tüm düşünceleri o erkeğe veya kadına yoğunlaşıyor, kısacası
insan aptallaşıyor. Benliğinden sıyrılıyor ve sarsılıyor. İnsan
neden böyle bir duyguyu yaşamak istesin ki?" Aslında çok
haklı. Aşık olmak, sınav korkusu gibi bir duygu yarattığından
bunu kimse yaşamak istemez. B ir sınav öncesinde içinizde aş­
kın tüm belirtilerini taşıyarak kapıda beklediğinizi - her an
kapı açılacak ve sınav için içeri çağrılacaksınız - hayal etti­
ğinizde, aşık olmak ile sınav korkusunun benzerliklerini fark
edeceksiniz. Elleriniz terler, midenize sancılar girer ve başka
hiç bir şey düşünemezsiniz. Ama sınav kapısında beklerken,
aşık olduğunuzu değil, sınav korkusu yaşadığınızı düşünürsü­
nüz. B irbirinden bu kadar farklı iki olayda insan vücudu ne­
den aynı tepkileri veriyor? Çünkü aşık olmak sınav korkusu
gibidir! B ir tür sınav korkusu olan sahne heyecanı da buna
benzer. Aşık olunduğunda tüm düşünceler sadece sevilen ki­
şiye yöneltilir. Ama gerçekte kişi kendisini de düşünür. Her­
kes kendine, "Yeteri kadar çekici miyim? Beni beğeniyor mu?
Çekici buluyor mu? Onun tipi miyim?" diye sorar. İlişkinin

10
ilk aşamasından sonra buna yeni sorular da eklenir: Hep be­
nimle birlikte olman için yeteri kadar iyi miyim? Yarın sabah
beni makyajsız görünce kaçar mısın? Beni daha yakından ta­
nıdığında ilgini kaybeder misin? Çok sevdiğim ve saygı duy­
duğum yazar ve psikolog arkadaşım Elisabeth Lukas bunu,
"İnsan, benliğinin küçücük bir bölümü için korkudan titrer"
şeklinde formüle ediyor. Aynı şey terk edilince de geçerlidir.
İnsan kendine, "Nerede hata yaptım? Yeteri kadar güzel/akıl­
lı/sevimli/anlayışlı değil miyim?" gibi sorular sorar.
Bu defa benliğinin küçücük bir parçası için korku duymaz,
ama onun için gözyaşı döker. Başka birisi yüzünden terk edi­
lince yaşanan dram doruk noktasına varır: Onun nesi benden
daha iyi? B aşka birinin benden daha iyi olduğunu düşündü­
ğümde kendimi değersiz buluyor ve çok üzülüyorum.
"Sana sahip olacak mıyım?", "Hep benimle birlikte olacak
mısın?" gibi sorular kişinin özdeğer duygusu ile bağlantılıdır.
Bu varoluşsal bir sınav gibi algılanır. Sevilmeye değer bir var­
lık mıyım? Hayatta istediklerimi elde edecek miyim? Önem
verdiğim konular üzerinde bir etkim var mı? Kendime iste­
diğim gibi bir partner bulup, onu elimde tutabilecek miyim?
Bu tür düşünceler de sınavın konusudur. Bu yüzden insanlar
önemsedikleri ilişkilerde terk edildikleri zaman yıkılırlar. Gü­
nümüzün deyişiyle "hem de tam alıştıkları" zaman. İnsanların
yüzde doksanı, aşk acısı çektiğinde aslında kendi için ağlar.
Aşkın ve ilişkinin özdeğer ve benlik duygularını yükselten ve
yaşamayı sürdürmeyi sağlayan bir işlevi vardır. "Sen benim
bir parçamsın" , "Sensiz yaşayamam" , "Sevgiliyi kaybetmek
ölmeye benzer" gibi ifadeler bu yüzden kullanılır. İlişkilerin
bize sağladığı özgüvenin anlamına bir de beraberliklerin varo­
luş sebepleri eklenir. Biz insanlar genetik olarak bir arada ve
toplum içinde yaşarız. B ağlantılarımızı kaybetmek varoluşu­
muz açısından bir tehdit oluşturur.
Normal insanlar bir ilişkiye başlarken terkedilmek, iliş­
kinin yürümemesi gibi riskleri göze alırlar. İşte bu riskler,

1 1
bağlanma korkusu yaşayanları engeller. Kendilerini güvende
hissetmek için mesafeli davranarak partnerlerine yüzde 1 00
güvenmezler veya onlara bağlanmaktan kaçınırlar. İlişkilerin­
de "ne evet, ne hayır" ya da "hayır" tarzını benimserler. Asla
"evet" demezler. Bunun asıl sebebi, bağlanma korkusu yaşa­
yanların terk edildiklerinde yaşamlarını sürdüremeyecekleri
konusunda hissettikleri derin ve bilinç dışı duygulardır. Terk
edilmenin ölmek anlamına geldiğine içten inanırlar. Yakın­
laşma riskini göze alanlar ise, ilişki yürümediğinde aşırı üzü­
leceklerini bilirler ama gene de kendilerine güvenirler. Bunu
atlatabilirim! Nasılsa bir süre sonra başka biriyle karşılaşı­
rım ve ilişkimiz bu defa yürüyebilir. Başkalarına güvenebil­
memiz için gereken şart işte bu özgüven duygusudur. Bunu,
"Özgüven sahibi olmadan başkalarına güvenilemez" şeklinde
kısaca formüle edebiliriz. Bağlanma korkusu yaşayanlar, bu
korkunun temelinin başarısızlığa uğrama korkusu olduğunun
bilincinde değillerdir. Bunun yerine, bağlanma veya evlilik
düşüncesinin onları daralttığına, kendilerini kapana kısılmış
gibi hissettirdiğine inanırlar. Sadece, bir ilişkiye girerlerse
vazgeçmek zorunda kalacakları güçlü özgürlük içgüdülerinin
bilincindedirler. Genellikle bu duygu, ciddi bir ilişkiye girdik­
lerinde veya sürdürdükleri rahat ilişkiler ciddileşmeye başla­
dığında gün ışığına çıkar. Fazla bağlanmadıkları sürece aşka
ve beraberliğe özlem duyarlar. Bu yüzden de bazıları ilişkiden
ilişkiye koşarak hep doğru insanı arar. Bir kısmı ise ya uzun
vadeli beraberlikler yaşarlar veya evlenirler. Ama kaçma dür­
tülerini kontrol altında tutabilmek için çeşitli taktiklerle part­
nerleri ile aralarındaki mesafeyi korumaya çalışırlar. Diğerleri
ise herkesin bildiği gibi, ciddi ilişkilere girmeyen ve yalnız
yaşamayı iyi kötü başarabilen gençlerdir. Bağlanma korku­
larının dışavurumları çok çeşitlidir. Değişik ilişki tarzlarının
ardına saklanarak, bu korkuya sahip kişilerin davranışları ile
ortaya çıkarlar. Bununla birlikte, en derinlerde yatan korkular
ortak bir çizgiye sahiptirler.

12
SEÇMEÖZGÜRLÜGÜNÜ SAVUNUYORUM
Şimdi son derece adil bir soru sormak istiyorum: İnsan
mutlaka sabit bir ilişki yaşamalı mıdır? İnsanların mutluluğu
bir ilişkide, evlilikte ve ailede aramalarına gerek duymadan
kendilerini oyalayabilecekleri çok sayıda ilginç olay, konu ve
insan vardır. Bu fikre tamamen katılıyorum. İnsan, birisiyle
beraber olmadan da dolu dolu bir yaşam - ya da yaşamının
bir bölümünü - sürebilir. Y almz yaşamak mutsuz, hatta insa­
nı hasta eden bir beraberlikte ısrar etmekten çok daha tatmin
edici olabilir. İnsanın seçme özgürlüğünün olması gerektiğini
yürekten savunuyorum.
Seçme özgürlüğü, bağlanma korkusu yüzünden acı çeken
veya eşleri baskı altında ezildiği halde kendileri fazla etkilen­
meyen tüm insanlar için geçerlidir. Bağlanma korkuları olma­
yan, tam aksine onlara acı çektirse bile, partnerleri olmadan
yaşayamayacaklarına inanan ve ilişkilerine sıkı sıkıya yapışan
insanların da seçme özgürlükleri olmalıdır.
Bağlanmaktan korkanların bazıları ise bu zor durumdan
zekice sıyrılabilmek için değişik ilişki tarzlarını deniyor veya
arada bir yaşadıkları maceralarla kesintiye uğrayan bekar ha­
yatlarını sanki bir yaşam sanatıymış gibi göklere çıkarıyorlar.
Bazıları da bu konuya fazla kafa yormaktan sürekli kaçıyor.
Bir kısmı, üzerinde düşündüğü halde bu problemi çözemiyor
ve kendini değiştirmeyi başaramıyor.
Bağlanma korkusu olanlar eşlerine veya birlikte oldukla­
rı kişilere mutlaka acı çektirirler. Böylece bu korku yalnızca
kendilerinin değil, birlikte oldukları kişilerin de sorunu haline
gelir. Çoğu kolay yolu seçerek, diğerinin bu oyunu devam et­
tirmesinin, yani ilişkiyi sürdürmesinin onun sorumluluğunda
olduğunu, isterse her zaman gidebileceği fikrini savunuyor.
Bu bakış açısı yanlış olmamakla beraber, kendi sorumluluk­
larım görmezden gelmelerine ve karşılarındakileri suçlamala­
rına sebep olur. Bağlanma korkusu olan insanların, eşlerinin
onları terk etmekte zorlanmasında önemli katkıları vardır. As-

13
lında partnerlerinin de kendilerine, hangi içsel güdülerle ha­
reket ettiklerini ve yakınlaşmaktan kaçan eşlerini neden terk
edemediklerini sormaları gerekir.
B ağlanma korkusu olsun veya olmasın, tüm insanların
kendilerini geliştirmeye çalışmaları, içgüdülerinin, korkula­
rının, inançlarının farkına varmaları gerektiğine inanıyorum.
Herkes yansıtma yapabilmek için çaba göstermelidir. "Yan­
sıtma" ve "yansıtmak" sözcüklerinin psikologların en sevdik­
leri sözcükler olmasının sebebi vardır. Bunun anlamı, insanın
kendi içsel düşünceleriyle, duyguları ve dürtüleriyle yüzleş­
mesidir. Başka bir deyişle, insanın kendini kandırmaması de­
mektir. Yansıtma yapabilen kişiler temkinli davranırlar, yani
önceden iyice düşünüp taşınarak hareket ederler. Ayrıca sade­
ce düşünerek hareket etmekle kalmazlar, duyguları ile barışık
olduklarından, duygularının, düşüncelerinin ve davranışları­
nın arasında psikolojik bir bağlantı kurabilirler. Oysa insanın
kendi potansiyelini bilmesi hiç de kolay değildir. Çünkü bunu
yapabilmek için bilincinde olmadığı, ruhunun derinliklerinde
yatan duyguları, gizli inançlarını da hissetmesi gerekir. Bunu
bilgisayar diliyle ifade edersek, kullanıcının görebildiği yü­
zeyin altında yatan düzeneği de bilmek gerekir. Psikolojide
bunu mecazi anlamda "buzdağının görünen kısmı" olarak ifa­
de ederiz. Çünkü buzdağının sadece tepesi suyun üstünde ka­
lır. Dev gövdesi ise suyun altındadır. Buzdağının tepesi bilinç
düzeyimiz, gövdesi ise bilinçaltımızdır. Bilincimizin dışında
yönetilen davranışlarımız, duygu ve düşüncelerimiz çok yan­
lış olabilir. Sadece bilinçli olarak kavga eden ve içgüdülerini
kullanarak doğru davranabilen hayvanların aksine insanlar,
genellikle içgüdüsel hatalar yaparlar. Yani biz, hayvanlardan
farklı olarak içgüdülerimize - bilinçaltımıza - güvenemeyiz.
Çünkü hepimiz geçmişte kimi bilerek, kimi bilmeden olum­
suz ve sağlıksız bazı karakter özellikleri ediniriz. Kötü cin­
ler diye adlandırdığım, benliğimizin farkında olmadığımız ve
bastırılmış yanları aslında çok güçlüdür. Ruhumuzun derin-

14
liklerinde saklanarak, kendilerini göstermeden ve biz farkında
bile olmadan bizi yönetirler.
Cinler ve bilinçaltının gücü üzerine bir kitap yazılabilir.
Zaten bu konuyla ilgili çok sayıda kitap da olduğundan ko­
nuya kısaca değineceğim. Önceki bölümde bağlanma korkusu
olanların bunun bilincinde olmadıklarını söylemiştim. Bunun
yerine onları çeşitli kaçış taktiklerine yönlendiren ve belli be­
lirsiz hissettikleri bir özgürlük dürtüleri vardır. Bazıları ise,
sorunla yüz yüze gelmemek için belli ideolojileri benimser.
Bu, "Ben çok özel biriyim, bana gerçekten uygun biriyle kar­
şılaşana kadar taviz vermeyeceğim" gibi baştan savma kişisel
bir bahane olabilir. Veya daha basit ifadeyle, "Ben aşk meşk
konularını çoktan aştım" diyebilirler. Bir kısmı da bağlanma
korkularını gizlemek için herkesin bildiği dünya görüşlerine,
felsefelere, dinlere veya esoterik düşüncelere sığınırlar. Örne­
ğin, Budistlerin tüm bağları koparmayı amaçlayan idealleri,
bağlanma korkusu olanlara tam tamına uyan felsefi bir kaçış
yoludur. B u zor durumdan, yansıtma ve derin incelemeler
yapma zahmetine girmeden bu şekilde kolayca kurtulabilirler.
Ben B udist felsefenin bu fikri onların anladığı şekilde kastetti­
ğine ihtimal vermiyorum. Çünkü son derece olumlu ve yansı­
tıcı bir kişiliği olan Buda'nın insan ilişkilerine değer verdiğine
ve insanlara özenle yaklaştığına inanıyorum.
B ağlanma korkuları her iki tarafa da çok acı çektirir ve bu
ilişkilerin doğurduğu sonuçlara da çok az kişi katlanabilir.
Bu şartları acı çekmeden kabullenen partnerlere nadir de olsa
rastlanır. Bunların dışında bağlanma fobisi olan kişilerle ya­
şanan tüm ilişkiler acılar ve mutsuzluklarla damgalanmıştır.
Bağlanma sorunu olan kişilerle ilişkiye girmek ya da onların
peşinden koşmak mutsuzluğun garantisidir.
Bağlanma korkusu çok fazla acı ve üzüntü çekmeye sebep
olduğu için seçme özgürlüğünü savunuyorum. İnsanın mutlu
olabilmesi için bir aşk ilişkisi yaşayıp yaşamamasının önemi
yoktur. Her iki yaşam tarzı da seçilebilir. Ayrıca her iki ta-

15
raf da kabul ettiği sürece yaşanacak değişik ilişki şekilleri de
vardır. Özellikle ilişkiler söz konusu olduğunda herkes kendi
davranışlarının sorumluluğunu üstlenmelidir. Eşleri veya sü­
rekli değiştirdikleri sevgilileri tarafından sömürülerek sonsu­
za kadar "ne evet, ne hayır" tarzıyla yaşamaya kendileri karar
vermelidir. Eşlerin de kendi potansiyellerini bilerek, neden bu
kadar acıya tahammül ettiklerini ve neden ilişkilerinden kopa­
madıklarını anlamaları çok önemlidir.
Bazı şeylerin değiştirilebilmesi için hem bu fobiye sahip
olanların hem de partnerlerinin öncelikle bağlanma korku­
sunu tanımaları gerekir. Bunu yapmak hiç de kolay değildir.
Bu yüzden bir sonraki bölümde bağlanma korkusunun farklı
dışavurumlarından bahsedeceğim. İlerleyen bölümlerde ise,
insanların bağlanma korkusu yaşanan ilişkileri bitirememe
sebeplerine değineceğim. Tabii ki sadece problemleri ve ne­
denlerini açıklamakla kalmayacağım, çözüm ve yardım öneri­
lerimi de ekleyeceğim.

BAÖLANMA KORKULARI GİZLİLİÖİ


SEVERLER: AVCI, PRENSES, DUVARCI
USTASI
Şimdi size, partnerlerden en az birinin bağlanma korkusu
yüzünden acı çektiği tipik örneklerle bu korkunun değişik
şekillerini açıklayacağım. Profesyoneller, bağlanma korku­
su olan kişilerle beraber yaşayanların da bu korkuya sahip
olduklarını, aksi halde böyle birini eş olarak seçmeyecek­
lerini savunurlar. Bu görüşü paylaşmıyorum ama dördüncü
bölümde buna daha ayrıntılı olarak değineceğim. B ağlanma
korkusunun arkasına saklandığı çeşitli dışavurumlar vardır.
Temel sorunu anlayabilmeniz için bunlardan sadece üç ör­
nek vereceğim.

16
Avcı: Seni elde edemediğim sürece peşindeyim!

Peter aslında hiç Sonja'nın tipi değildi. Onunla bir partide tanış­
mış, biraz sohbet etmiş ama çok fazla da ilgilenmemişti. İki gün
sonra telefonla Sonja'yı arayarak, davetli olduğu bir bar açılışına
gelmek isteyip istemediğini sordu. Bu davet Sonja'ya cazip geldi.
Bar açılışı olduğu için mutlaka başka tanıdıklarına da rastlardı.
Fazla düşünmeden teklifi kabul etti. Eğlenceli bir akşam geçir­
diler. Fazla üstüne düşmemesine rağmen Peter'in Sonja'dan
hoşlandığı belli oluyordu. Sonja'ya yapışmadan arada etrafta
dolaşıyor, başkalarıyla da sohbet ediyordu. Neşeli ve rahat bir
tipti. Bir kaç gün sonra Sonja'yı şık bir restorana yemeğe davet
etti. Sonja biraz hastaydı, ayrıca teklifi kabul ederek Peter'in bo­
şuna ümitlenmesini istemiyordu. Buna rağmen kabul etti. Peter
kur yapmaya devam ediyordu. Sonja ise ona, ilgisinin ancak ar­
kadaşlık boyutunda kaldığı sürece karşılık bulacağını özenle ima
etmeye çalışıyordu. Peter buna aldırmadan neşeyle flört etmeye
devam ediyordu. Sonraki günlerde Peter, Sonja'yı buluşmak için
sürekli aramaya başlamıştı. Her defasında da cazip programlar
yapıyordu. Ünlü bir restoranın şef aşçısı olduğu için sürekli şarap
tadımlarına ve çeşitli gastronomi etkinliklerine davet ediliyordu.
Yemekler ve şarap konusunda çok bilgiliydi, onunla yemeğe çık­
mak keyifli oluyordu. Bazen Peter'in çalışma saatlerinin uzun ve
yoğun olması yüzünden buluşmaları zor olsa bile onunla birlikte
olmak harikaydı. Sonja, işi olduğu için buluşamadıkları zaman­
larda veya Peter'in yakınlaşma girişimlerini geri çevirdiğinde
kendisine kızıp alınmamasından çok etkileniyordu. Onun üstün
meziyetli ve harika biri olduğunu düşünüyordu. Sonunda bir
akşam Sonja Peter'i reddetmedi. Evde bir kadeh şarap içtikten
sonra geceyi birlikte geçirdiler. Güzel bir geceydi. Sonja ertesi
gün kendini sıcak duygular içinde ve sevinçten kanatlanmış gibi
hissetti, galiba aşık oluyordu. Sonraki haftalarda her gün olmasa
bile daha sık görüşmeye başladılar. Sonja, hala Peter'in doğru
kişi olup olmadığından emin değildi. Peter bazı konularda ha­
yallerine uymadığından bu beraberliğin uzun sürüp sürmeyeceği
konusunda şüpheleri vardı. Peter ise bundan rahatsızlık duymu­
yor, ısrarcı davranmıyordu. Bir hafta sonunu birlikte geçirmek

17
için romantik bir kasabaya gittiler. Harika vakit geçiren Sonja'nın
artık hiç şüphesi kalmamıştı. Peter'e gerçekten aşık olduğuna ve
onunla uzun sürecek bir ilişkiye girebileceğine karar verdi. Artık
Sonja onu arıyor, özlediğini ve daha sık görmek istediğini söylü­
yordu. Peter'in ise işleri giderek yoğunlaşıyor ve pek boş zamanı
olmuyordu. Restoranda sürekli düğün, şirket yemekleri gibi akti­
viteler oluyor, bazı akşamlar da sadece erkeklerin katıldığı şarap
tadımlarına gitmek zorunda kalıyordu. Üzgün olduğunu söylüyor,
"Yarın seni ararım" diyordu. Kısacası Sonja onu daha sık arar ol­
muştu ve ona eskisi kadar güvenemiyordu. Sonja acı çekiyordu.
Peter'e aşıktı ve onu özlüyordu. Birdenbire ne olmuştu ki? Üzün­
tüsünü kız arkadaşlarıyla paylaşıyordu, şunu dedi, bunu dedi. ..
ben de bunu dedim, şöyle yaptım... Bana hala aşık mı dersin? Bu
olanlara ne diyorsun? diye onlara olup bitenleri anlatıyordu. Şüp­
he içini kemirmeye başlamıştı. Peter'in boş olduğu bir akşam bu­
luştuklarında ona ne istediğini ve ilişkilerinin geleceği konusunda
ne düşündüğünü sordu. Peter mazeretler bulmaya başladı. "Bu
aralar restoran tüm zamanımı alıyor.. .", "Henüz buna hazır deği­
lim... ", "Seninle çok hoş vakit geçiriyorum, seni aramasam bile
hep seni düşünüyorum... ", "Bana biraz daha zaman ver... ", "Bir
süre daha düşünmeliyiz... " Bu konuşmadan sonra Sonja kafası
karışmış halde evine döndü, Peter ne demek istemişti? Bahane­
lerini ve neler hissettiğini anlayabilmek için saatlerce kafa yordu.

Neler olmuştu? Peter, bağlanma fobisi olan ve "avcı" dedi­


ğim insanlardan biriydi. Avcılığın sadece erkeklere mahsus
olmadığını belirtmeliyim. Bu kişilerin yaşamları çeşitli ilişki­
ler ve/veya maceralarla geçer. Çoğunun başından birden fazla
evlilik geçmiştir. Avcıyı sadece avlanmak ilgilendirir. Biri­
nin sevgisini kazanmaya çalışırken veya bir ilişkinin başında
onu yenmek mümkün değildir. Tipik özellikleri, cazibeli, iyi
huylu olmaları ve kolayca gücenmemeleridir. Zaten Sonja da
Peter'in bu huylarına bayılmıştı. Peter reddedildiğinde gücen­
memişti. Avcılar, başarılı olma şansları devam ettiği sürece
reddedilmeye aldırmazlar. Tam tersine dışlanmak avlanma
güdülerini daha da güçlendirir. Sonunda başarısızlığa uğrasa-

18
lar bile fazla etkilenmezler. "Başka güzel kızlar/oğlanlar var,
yeni oyun, yeni şans" diye düşünürler. Avcılar, av sürerken
inanılmaz uzun solukludurlar, asla yorulmazlar. Peşinden koş­
tukları kişilerde, ciddi olduklarına dair yanlış bir kanı oluşur.
Kendisine kur yapılan kişi, avcının sadece avına odaklanma­
dığını, aynı zamanda zekice davranan mükemmel bir oyuncu
olduğunu anlayamaz. Peter ve Sonja'nın ilişkilerinin gelişim
süreci de böylesine tipikti. Avcı avını yakaladıktan sonra il­
gisini yitirir. Peşinde koştuğu kişinin kendisine ilgi duymaya
başladığını hissettiği anda, "İşte yakaladım" diye düşünerek
tüm heyecanını kaybeder. Eğer elde edilmeye çalışılan kişinin
bağlanma korkusu varsa bu kovalamaca yıllarca sürebilir.

Prenses: Kimse bana layık değildir!

Rita ve Thomas ilk bakışta birbirlerine aşık oldular. Bir süper­


markette karşılaşarak göz göze geldikleri anda ikisi de adeta
çarpıldı. Rita, Thomas'ın kasa kuyruğunda beklediğini görünce
kalbi çarparak hemen yanına gitti ve ona telefon numarası verdi.
Ertesi akşam ilk kez buluştular ve hemen bir çift oluverdiler. Rita
deli gibi aşıktı. Thomas'la karşılaşmasının yazgısal olduğunu ve
nihayet doğru kişiyi bulduğunu düşünüyordu. Thomas da aynı
duygular içindeydi. Tutkulu bir kaç ay geçirdiler. Aşık olmanın
verdiği çılgın heyecan yavaş yavaş geçmeye başlayınca Tho­
mas'ın bazı huyları Rita'yı rahatsız etmeye başladı. Örneğin, çok
zevksiz giyindiğini düşünüyordu. Konuları toparlayacak zekaya
sahip değilmiş gibi bazı şeyleri fazla uzatarak anlatıyordu. Ayrıca
müdürünün övgülerine fazlasıyla bağımlı olması Rita'yı kızdırı­
yordu. Thomas'ın fazla gergin olduğunu, bir türlü rahatlayama­
dığına inanıyordu. Rita sessiz biri olmadığı için onu eleştirmek­
ten kaçınmadı. Thomas'ın ancak bu yolla biraz değişebileceğini
düşünüyordu. Thomas fazla karşı koymadan ona birçok konuda
hak verdi. Bu bile Rita'nın sinirine dokundu. İçinden onun daha
erkekçe davranıp kendisine bazı sınırlar koymasını umuyordu.
Bunu yapacağına kendisine sevgi dilenen bir köpeğin aşk dolu
bakışlarıyla bakmasını dayanılmaz buluyordu. Thomas ona kötü

19
davranmamıştı, bu yüzden Rita suçluluk hissediyordu. Ama gene
de onun biraz kendini geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu. So­
nunda Thomas'ın aradığı doğru kişi olmadığına karar verdi. Onun
daha egemen, ayakları yere basabilen bir erkeğe ihtiyacı vardı.
Rita ilişkiyi bitirdikten sonra kendini çok özgür hissetti. Ayrıldık­
larında dünya Thomas'ın başına yıkıldı, nerede hata yapmıştı?

Rita'nın bağlanma sorunu var. Bunun herkesin başına gelebi­


leceğini, herkesin hatalı seçim yapabileceğini söyleyerek iti­
raz edebilirsiniz. Rita'nın bağlanmaktan kaçma sebebi de bu
olmadığı için aslında itirazınızda haklısınız. Bu konuda asıl
belirleyici etken, bağlanma korkusuna sahip kişilerin (tüm in­
sanların da) geçmişleridir. Rita bunu sürekli yaşıyordu. Coş­
kulu bir aşk ve karşısındakini idealleştirme süreci yaşadıktan
sonra onu değersiz bularak fırlatıp atıyordu. Bu tarz bağlan­
ma korkusu olan insanlar narsist eğilimler gösterirler (Bkz.
Narsistik Bir Dünyada Hayatta Kalma Rehberi, Kuraldışı
Yayınları). Rita'yı "prenses" daha doğrusu "prens" olarak ad­
landırmak istiyorum. Rita hem kolay, hem de ilk bakışta aşık
olabiliyordu. Aşık olduğunda bulutların üzerinde geziniyordu.
Sevdiği kişiyle günlük hayatı paylaşamıyor ve onun zaafları­
na tahammül edemiyordu. Bir süre sonra onu sıkıcı bulmaya
başladığında işler çıkmaza giriyordu. O, hayatı doludizgin ya­
şamak, keyfini çıkarmak istiyordu. Heyecan hep devam etme­
li, durgun süreçler yaşanmamalıydı. Rita tipindeki insanlara
tekdüze ve uzun vadeli ilişkiler ölüm gibi gelir. Rita ise bunun
bilincinde olmadan sürekli ona ilginç, heyecan verici bir hayat
sunacak olan doğru kişiyi arıyordu. Ayrıca yanı başında "gör­
kemli biri" olmasını da arzuluyordu. Partneri hem onun hoşu­
na gitmeli, hem de kendini özel biriymiş gibi hissederek üstün
görmesine katkısı olmalıydı. Bu yüzden normal insanlar ona
hiç cazip gelmiyordu. Herkes aşkta mutluluğu bulduğu halde,
neden hep yanlış adama rastladığını kendi kendine sorup du­
ruyordu. İlk örnekteki ortadan kaybolarak tartışmalardan ka­
çan Peter'den farklı davranan Rita, sevgilisini değersizleştire-

20
rek ondan uzaklaşıyordu. Onu sürekli eleştirerek hayalindeki
"mükemmel erkeğe" dönüştürmeye çalışıyordu. Thomas fazla
karşı koymadığı için de ona olan saygısını giderek kaybedi­
yordu. Rüyalarının prensine sırtını dönerek başka bir yazgısal
karşılaşma arayışına giriyordu.

Duvarcı Ustası: Aramızdaki yakmlığı ve mesafeyi


ben saptanm!

lra ve Lukas altı yıldır birlikte yaşıyorlardı. Lukas kendi şirketi


olan bir grafikerdi, lra ise bir bankada çalışıyordu. ıra çocuk sahi­
bi olmayı çok istiyordu ama Lukas henüz buna hazır olmadığını,
önce şirketinin mali durumunu güçlendirmesi gerektiğini, çocuk
için daha zamanları olduğunu söylüyordu. Lukas genellikle hafta
sonları da çalışıyordu. İşini ve boş zamanlarını birbirinden ayır­
mıyordu. lra zaten hafta içinde her gün saat altıda eve geldiği için
hafta sonları yapacak işi kalmıyordu. Lukas ise akşam dokuzdan
önce eve gelemiyordu. lra, Lukas'la daha fazla zaman geçirmek
istiyordu. Asıl içini kemiren Lukas'ın çalışmadığı zamanlarda
tüm vaktini spor yaparak geçirmesi, ardından da arkadaşları ile
içmeye gitmesiydi. Bir diğer hobisi de gazete ve dergileri oku­
maktı. Şirkete gitmediği hafta sonlarını saatlerce günlük gaze­
teleri, politika ve bilgisayar dergilerini okuyarak geçiriyordu. lra,
birlikte vakit geçirmelerinin sadece kendisi için önemli olduğuna
dair sürekli bir endişe içindeydi. Kendini çok yalnız hissediyor­
du. Lukas bedenen yanında olduğunda bile sanki ruhu başka
yerdeydi. Bu yüzden onunla beraberken de yalnızlık çekiyordu.
Ama onun kendisiyle birlikte olmak istediğini ve hayatında başka
birisi olmadığına emindi. Konu açıldığında bunu zaten kendisi de
söylüyordu. Beraberlikleri onu mutlu ediyordu, ama kendine ait
zamana gereksinimi vardı. lra, akşamları birlikte dışarı çıkmaları
için onu zorlamayı da denemişti. Ama Lukas'ın canının isteme­
diği günlerde bunun da bir faydası olmamıştı. Bir köşede dünya­
dan uzakmış gibi oturuyor, arada bir ıra ile konuşsa da sanki o
sırada başka bir yerde olmak istiyormuş gibi bir hali vardı. Bunun
arkasından lra'yla çok yakınlaştığı bir dönem geliyordu.

21
İşte böyle günlerde lra onun yakınlığını ve sevgisini hissedi­
yordu. Diğer zamanlarda ise gerçekten sevildiğinden şüphe du­
yuyordu. Lukas ondan tekrar uzaklaştığında rahat davranmaya
ve ilişkilerine güvenmeye karar veriyordu. Ne yazık ki bunu başa­
ramıyordu. Lukas o kadar içine kapanıyordu ki, lra yine yalnızlığa
mahkum oluyordu.

Lukas da bağlanmaktan kaçınanların iyi bir örneğidir. Bu kişi­


lerin ilişkilerine kattıkları herkesçe bilinen "ne evet, ne hayır"
tarzı davranışlarından açıkça belli oluyor. Ira ile birlikte olmak
istediği anlaşılıyor, ama aralarında çeşitli yollarla mesafe koy­
mayı da ihmal etmiyor. Lukas aralarına bir duvar ördüğü için bu
tiplere "duvarcı ustası" diyebiliriz. Bunu, işine ve tutkuyla bağ­
lı olduğu hobilerine sığınarak, yani bağlanmaktan kaçınanların
en sevdikleri stratejileri kullanarak yapıyor. Diğer bir belirti de
Lukas 'ın zamanlamalarının belirsizliğidir. Bağlanmaktan kaçı­
nanlar genellikle karar vermeyi sevmezler. Bu sadece ilişkiler
konusunda değil tüm yaşam alanlarında geçerlidir. Özgürce
yeni kararlar verebilmek isterler. Başkalarının yönetimi altın­
daki yapılanmalara uyum sağlamak zorunda kalmamak için de
çoğunlukla bağımsız çalışmayı tercih ederler. Aynca bağımsız
çalışmaları işlerinin arkasına sığınabilme avantajı da sağlar. Ira
ve Lukas'ın ilişkilerinde belirgin olan diğer bir fenomen de,
bağlanmaktan kaçanların her zaman daha baskın olduklarıdır.
Bu ilişkide yakınlaşma ve uzaklaşma sürelerini Lukas saptıyor.
Ira'nın ne zaman kendisine yakınlaşacağına ve uzaklaşacağı­
na o karar veriyor. Ira rica ettiğinde bile onu mutlu etmek için
aralarındaki mesafeyi kaldırmıyor. Sadece kendi istediği za­
manlar yakınlaşıyor. Beraberlikleri her yönden ihmal edildiği
için Ira'nın hissettiği yalnızlık aslında bir güçsüzlük duygusu.
Lukas 'la yakınlaşma arzusuna söz geçiremiyor. Sağlıklı bir iliş­
kide karşılıklı almak, vermek ve uzlaşmak gerektiği halde, bağ­
lanma fobisi yaşanan ilişkilerde egemenlik daima tek taraflıdır.
Bağlanmaktan kaçınan taraf sınırlarını çizerken eşleri de buna
seyirci kalır.

22
AVCI, PRENSES VE DUYARCI USTASI -
BAGLANMAKTAN KORKANLARIN
ORTAK YÖNLERİ
"Duvarcı Ustası" Lukas 'ın etkili tutumu tüm bağlanma fo­
bisi olan kişilerin tipik davranış şeklidir. B u fobiye sahip tüm
insanlar ilişkilerinin sınırlarını kendileri çizerler. Sınırlar, Lu­
kas' ın yaptığı gibi işinin veya gazetelerin arkasına saklanmak,
canı istediği zaman sohbet etmek şeklinde çizilebilir. Veya
bu, "avcı" Peter gibi ne zaman buluşulacağına karar vererek
yapılabilir. Prensesin egemenliği de tek taraflıydı, karşısında­
kinin doğru veya yanlış kişi olup olmadığını o belirliyordu.
Sevgilisi beklentilerine uymadığı için ilişkiyi bitirene kadar
onu eleştirmekten vazgeçmiyordu.
Bağlanma korkuları olan insanlarda avcı, prenses ve du­
varcı ustasının tipik davranışları birbirine karışabilir. Eğer
prenses Rita'nın sevgilisi Thomas olsaydı, bağımsız davrana­
rak bildiğini okumaya devam ederdi. Büyük ihtimalle arala­
rına koyacağı mesafe yüzünden Rita'nın avlanma güdüsünü
harekete geçirecekti. Rita ise artık şikayet edecek bir şey bu­
lamayacak, hayalindeki prens olan Thomas' ı elde etmeye çalı­
şacaktı. "Hem çok yakışıklı değil, hem de fazla ortak yanımız
yok, ayrıca bazı kötü huyları da var. Gene de onun için deli
oluyorum! " diyecekti. Kaç kere benzer sözler duyduk? Ya da,
"Bu erkek veya bu kadın için kendini neden bu kadar yıpratı­
yor ki?" diye kaç kere düşündük? Bağlanma korkusu taşıyan
çoğu kişi bu soruyu bilinçsizce, "Elde edemediğim kişiye aşık
olurum" diye yanıtlayacaktır. Buna karşılık "el altında" olan
partnerler cazibelerini hemen kaybederler.
Avcı Peter ile avı Sonja arasında geçen ilişkilerinin gele­
ceği hakkındaki konuşma, bağlanmaktan kaçınanların tipik ve
baskın bir özelliğini gösteriyor. Bence, "Henüz buna hazır de­
ğilim" cümlesi bağlanma korkusu yaşayanlar tarafından dünya
üzerinde konuşulan tüm dillerde söylenmiştir. Bağlanma kor­
kusu olanlar taahhüt altına girmeyi sevmezler. Kapılarını tüm

23
fırsatlara açarak eşlerini de oyalarlar. İçinde iki ayrı anlam ba­
rındıran, "Henüz buna hazır değilim" cümlesi olağanüstü bir
cümledir. Henüz hazır değilim, ama (belki) ilerde olabilirim? !
Muhatap olan kişi duymak istediği mesajı kendi seçer. "Sabit
bir ilişki istemiyorum" mesajını mı (bu çok akıllıca olurdu)
duymak ister, yoksa çoğunluğun yaptığı gibi, "İleride belki
bir şeyler olabilir" mesajını mı tercih eder? Bağlanma korku­
su olanların, yakınlaşma ve ilişki kurma istekleri ile korkuları
arasında yaşadıkları ruhsal çelişki konuşma tarzlarına da yan­
sır. "Ne evet, ne hayır" diyerek eşlerini deli ederler.
Avcıların gözden kaçırdıkları en önemli tehlike, birisini
elde etmek için verdikleri savaşın bağlanma sorunu olma­
yanlar tarafından anlaşılamamasıdır. Israrcı olmaları, ciddi
oldukları şeklinde yanlış yorumlanabilir. Bunun sebebi, işin
başında kendilerinin de bunu gerçekten ciddiye almalarıdır.
Giriş bölümünde de bahsettiğim gibi bağlanma fobisi olanlar
bu korkularını zihinlerinden uzaklaştırma eğilimi gösterirler.
Bu yüzden her seferinde doğru kişiyi bulduklarına inanarak
hareket ederler.
Avcı, avının onu gerçekten arzuladığını hissettiği anda
ondan iğrenmeye başlar. Çünkü o anda yalnızca kendisinin
bir şey istediğini değil, başkasının da ondan bir şey istediğini
hisseder. Birden bire kendisini beklentilerin karşısında bulur.
Beklentiler bağlanma fobisi olanlar için öldürücü bir zehir gi­
bidir. Beklentiler köşeye kıstırılma, özgürlüğün kaybedilmesi
ve tahakküm altına girmek demektir. Çoğu insan bilincinde
olmasa da, aslında karşılarındakileri hayal kırıklığına uğrat­
mak demektir. "Bağlanma korkusunu aşmanın yolları" bölü­
münde "Beklenti Endişesi" başlığı altında bu konudan daha
detaylı bahsedeceğim.

Evlilik ve Uzun Vadeli İlişkiler


Verdiğim örneklerdeki çiftlerin hiç biri evli değildi, ço­
cukları da yoktu. Ama bağlanma korkuları söz konusu oldu-

24
ğunda evlilik ve çocuklar istisna teşkil etmezler. Bu korkuya
sahip kişilerin kendileri gibi bağlanma sorunu yaşayanlarla
birlikte olmaları halinde bunu anlamak daha da zorlaşır. Ör­
neğin, bir avcının kendinden sürekli kaçan bir kadının peşine
düşmesi gibi. Psikolojik danışma için gelen 15 yıllık evli bir
danışanım, evliliğini kısaca anlatırken, "Eşimle asla yakınlık
kuramadım" dedi. Onun sevgisini kazanmak için 15 yıl bo­
yunca savaş vermişti. Eşinin ilk çocuğuna hamile kaldıktan
sonra, kendisini ve çocuğunu garantiye almak için onunla
evlendiğini düşünüyordu. Boşandıktan sonra (karısı onu terk
etmişti) şimdi birlikte olduğu kız arkadaşıyla tanışmıştı ve
olaylar tersine dönmüştü. Kız arkadaşı ondan verebilece­
ğinden fazlasını istiyordu. Eski ilişkilerinin, evliliğinin ve
şimdi yaşadığı beraberliğinin derin bir analizini yapınca,
onun ancak sevgisi karşılıksız kaldığı zaman aşk ve tutku
hissedebildiği anlaşıldı. Karşısındakinin sevgisinden emin
olduğu anda ilgisini kaybediyordu. Aynı Peter (avcı) ve Rita
(prenses) örneğinde olduğu gibi. Ama 15 yıl evli kalarak bir
aile kurabildiği için sahip olduğu derin bağlanma korkusunu
anlayabilmek hiç kolay değildi.
Ira ve " duvarcı ustası" Lukas da uzun yıllardır beraber ya­
şıyorlardı. Eğer Ira hamile kalsaydı Lukas ' ın istemediği halde
onunla evleneceğini varsayabiliriz. İşte dışarıdan bakılınca
yolundaymış gibi görünen bir ilişkinin gerçekte bağlanma
fobisi üzerine kurulmuş olması aynen böyle gerçekleşiyor.
Ira'nın bağlanma korkuları olması, Lukas fazla yakınlaşma­
sına izin vermediği için de ona bu kadar ilgi duyuyor olması
mümkündür. Bunlar gerçekleşseydi Ira da 15 yıl evli kalan
danışanımın yaşadıklarını yaşayacaktı.

• Bağlanma korkusu olanlar için öneriler: İlk ve en


önemli adım kişinin kendini tanımasıdır. Anlamaları
gereken ilk şey ilişkiye girmekten korkmalarının on­
ları engellediğidir. İkinci olarak da yakınlık kurmaktan

25
ve ilişkilerden kaçınma sebeplerinin, tohumlan çocuk­
luklarında atılmış olan bağlanma korkusu olduğunu
bilmeleri gerekir. Ancak bu bağlantıları anlayabilen­
ler bilinçli olarak davranışlarını gözden geçirebilir ve
değişimin temellerini atabilirler. Bir insanın bağlanma
korkusundan kurtularak, bağlanabilen biri haline dö­
nüşmek için atması gereken somut adımları, "Bağlan­
ma Korkusundan Kurtulmanın Yolları" adlı üçüncü
bölümde bulabilirsiniz. Sekiz adımda bağlanma kor­
kunuzun nedenlerini keşfederek çelişen duygularınıza
ulaşabilirsiniz. Pratik öneriler sayesinde yakınlaşma,
ilişkiler ve beraberlik konularında yeni davranış biçim­
lerine kavuşabilirsiniz.
• Eşler için öneriler: B iraz anlamsız da gelse, bağ­
lanma fobisi olanların eşleri onlardan koparak ba­
ğımsız olabilmeyi öğrenmelidirler. Bu kişiler ge­
nellikle dışarıdan da gözüken bir hata yaparlar.
Hissettikleri güçlü kaybetme korkusunu aşklarının
büyüklüğünün ispatı olarak kabul ederler. Drama­
tik, sürekli iniş çıkışlar yaşanan ve hiç bir zaman
huzur bulamadıkları ilişkiler yaşarlar. B u yüzden
çoğunlukla hata yaparak, eşlerinin olağanüstü in­
sanlar olduğuna ve ilişkilerinin de benzersiz oldu­
ğuna inanırlar. Olaylara biraz uzaktan bakarak bu
dramatik ilişki yerine kendilerine ve duygularına
odaklanmalıdırlar. Ancak o zaman bağlanma fobisi
olan biriyle yaşanan ilişkinin nasıl yürüdüğünü ve
sanrılarını anlayabilir, davranışlarını bu yeni bakış
açısıyla değiştirebilirler. Dördüncü bölümdeki do­
kuz öneri, bağlanma sorunu olan birinin partneri
olarak benliğinizi, ilişkinizde şeffaflığı ve pratik
çözümleri bulmanıza yardımcı olacaktır.

26
KAÇMAK, SALDIRMAK, DONAKALMAK:
SAYUNMA YÖNTEMLERİ
Lütfen bağlanma korkusunun gerçek bir korku olduğunun bi­
lincine varın. Bu korkuya sahip kişiler, korkan ve kendini tehdit
altında hisseden her insan gibi davranırlar. Korku duyulduğunda
gösterilen tipik reaksiyonlar saldırmak, kaçmak ya da hareketsiz
kalmaktır. Beynimiz bir tehdit karşısında sadece bu üç yolla tep­
ki göstermeyi bilir. Korku belirtileri kendini çarpıntı, mide ba­
ğırsak sorunları, nefes alamama, terleme gibi değişik şekillerde
gösterir. Bağlanma korkusu yaşayanlar bu korkuyu net şekilde
algılamazlar, sadece ilişkilerinde onları mutsuz eden tuhaf bir
rahatsızlık, özgürlük arzusu ve huzursuzluk hissederler.
Bağlanma korkulan genellikle çocukluğun ilk gelişim yıl­
larında, bebeklikle iki yaş arasında oluşur. Bu dönemde çocuk
yakın çevresindeki kişilerin bakımına ve ilgisine muhtaçtır.
Çocuk ile ebeveynleri arasında bu süre içinde iyi bir ilişki ku­
rulamazsa ya da gereken bakım veya ilgi yeterli değilse, ço­
cukta ilişkiler konusunda güven yerine korku gelişir. Bağlanma
korkusu, bilinçaltımızda yatan ve temelleri çocukluk çağında
atılan derin ve varoluşsal bir korkudur. Bu korku, etkilenenler
için kişisel bir ölüm-kalım meselesidir. Kitabın ikinci bölümün­
de "Bağlanma Korkusunun Nedenleri" başlığı altında konuya
daha yakından bakacağız. Önce size bağlanma korkusu olanla­
rın bu korkularını yenmek için başvurdukları stratejilerden bah­
setmek istiyorum. Eğer eşinizde veya ilişkinizde bu stratejileri
fark ederseniz bağlanma fobisi olan biriyle birlikte olduğunuzu
hemen anlayabilirsiniz. Siz de bu yöntemleri kullanıyorsanız,
sabit ilişkilere girmekten kaçanlardan birisiniz demektir. Bu
yüzden okumaya devam etmenize gerçekten değecektir.

Savunma Yöntemi Olarak Kaçmak


B ağlanma fobisi olanların tümünün en sık kullandıkları
yöntem kaçmaktır. Sonsuz kaçış yolları vardır. Kaçış yolları-

27
nın en kötüsü, asla ciddi ilişkilere girmemek, sadece flört et­
mek, maceralar yaşamak hatta daha da aşırıya kaçarak uzaktan
platonik aşk yaşamaktır. Diğer bir kaçış yolu da beklenmedik
bir anda aniden ilişkiyi bitirmektir. Bu aşırı yöntemlerin dışın­
da başvurulan daha basit başka yollar da vardır.

1. İlişkiye Başlamadan Kaçmak


"Joe her karşılaştığımızda benimle açıkça flört ediyor. Ama
asla buluşma teklifinde bulunmuyor. Bir gün ona daha önce
bahsettiğimiz bir filmi seyretmeye gitmeyi teklif ettiğimde
ise, şu ara o kadar çok işim var ki, önceden plan yapamıyo­
rum diyerek kaçamak bir yanıt verdi. (Sabrina, 27)

"İki yıldır müdürüme sırılsıklam aşığım, artık ne yapacağı­


mı bilemiyorum. O evli bir adam. Özel hayatından bahset­
mediği için mutlu olup olmadığını bilmiyorum. B azen bana
öyle farklı bakıyor ki, bana karşı bir şeyler hissettiğini dü­
şünüyorum. Ama emin olamıyorum. Benden hoşlanıp hoş­
lanmadığından başka hiç bir şey düşünemez oldum. Bunun
çok aptalca olduğunu, onu aklımdan çıkarmam gerektiğini
biliyorum. Ama onu her gördüğümde kalbim ağzıma geli­
yor. Bana gerçekten ilgi duyan erkeklerle karşılaştığımda
onlardan hiç hoşlanmıyorum." (Michaela,35)

"Sarah'la her karşılaştığımda her şey yeni baştan başlıyor.


B irbirimizden bir türlü kopamıyoruz. Yine haftalarca orta­
dan kaybolacağını ve çok acı çekeceğimi bildiğim halde,
şöyle ya da böyle gene onunla yatıyorum. Ama bunun bir
gün mutlu sonla biteceğine inanıyorum. Bir gün benden
kaçmaktan vazgeçecek." (Rolf, 4 1 )

Bu üç örnek de, taraflardan birinin bağlanma sorunu yaşa­


dığını gösteriyor. Her türlü tutkuya, aşka ve özleme rağmen
ciddi bir ilişkinin başlaması kaçarak engelleniyor. Birinci ör-

28
nekte Joe tipik bir yakınlaşmaktan kaçınma davranışı gösteri­
yor. Ümit vererek onunla flört ediyor, Sabrina yakınlaşmaya
çalışınca da, "Önce cezbet, sonra etkisizleştir" ilkesini uygu­
layarak onu engelliyor. Basit bir flört dahi bağlanma fobisi
olanların iki anlama da gelebilen "Bana yaklaş ama gene de
uzak dur ! " mesajını içeriyor.
İkinci örnekte muhtemelen Michaela'nın bağlanma sorunu
var. Umutsuz bir aşka düşmüş. Müdürü ona somut tekliflerde
bulunmadığı gibi, hem evli hem de onun yöneticisi. Bu neden­
lerden ötürü aralarında ciddi bir ilişki zaten söz konusu ola­
maz. Asıl ilginç olan Michaela'nın sürekli elde edemeyeceği
erkekleri seçmesi. Hem kendisi, hem de arkadaşları onun aşk
konusunda çok talihsiz olduğunu düşünüyorlar. Ama aslında
ciddi bir ilişkiden korunmak için bu ümitsiz aşkları kendisinin
yarattığını hiç kimse algılamıyor. B irisine uzaktan tapınmanın
da aynı platonik aşklar gibi avantajları vardır. Bu yolla gerçek
yakınlaşma riskini göze almadan duygularınızı rahatça yaşa­
yabilir, çılgınca aşık olabilir, özlem duyabilirsiniz. Bu durum
kişilerin bilinç düzeylerine çok farklı yansır. Onlar için hayal­
lerin en güzeli mutlu son olduğundan aynı Michaela gibi acı
çekerler.
Üçüncü örnekte Rolf ve Sarah, bağlanma fobisi yaşanan
tipik bir maceranın içindeler. Her iki taraf da yakın ama uzak
olmaya istekliler. Bu tür ilişkilerin değişik şekilleri yaşanır
ama hepsinde hissedilen güçlü tutkuyu görebiliriz. Ateşli bu­
luşmalar, bir daha yaşanıp yaşanmayacakları garanti olmadı­
ğı için tutkuludurlar. Günlük yaşamdan ve sorumluluklardan
uzak yaşanırlar, sonları belli olduğu için de değerlidirler. İn­
sanın emin olmadığı şeyler arzu edilmeye değmez. Rolf çoğu
insanın yaşadığı ve bu tür ilişkilerin bir parçası olan, "birbiri­
mizden bir türlü kopamıyoruz" duygusunu ifade ediyor. Her
sevişme Rolf için onu yeniden elde etmek anlamına geliyordu.
Ama bir daha birlikte olup olamayacakları belli olmadığı için
de endişe ve korku duyuyordu.

29
İlişkilerden uzak duran tüm insanlar, ümitsiz aşkları, ya­
kınlaşma ve uzaklaşma oyununu, ulaşılamayan veya evli olan
kişileri ya da güvensiz bir macerayı dramatik ve heyecan ve­
rici bulurlar. Her gece aynı insanla uyuyup aynı insanla uyan­
mak ne kadar sıkıcı olurdu değil mi?

2. İlişkiyi Bitirerek Kaçmak


Bağlanma fobisi yaşayanlar sıkıldıklarında ve korkularını
başka stratejilerle bastıramadıklarında ilişkilerini bitirirler.
"Bitti. Son. Yeter! " Bunu yaparken korkularının bilincinde
olmaları gerekmez. Çoğunun kişisel mazereti, "bireysel öz­
gürlüklerinin" (bağlanma fobisi olanların en sevdikleri söz­
dür) fazlasıyla sınırlandırıldığı veya eşlerinin doğru insan ol­
madığıdır.
İlişkinin iyi yürüdüğü dönemlerde bitirilmesi bağlanma
korkusunun bir göstergesidir. Bu, karşı taraf için ani ve şa­
şırtıcı bir sondur. Bunun çok acımasız olduğunu düşünürler.
Daha ilişkinin başında, her şey çok iyi giderken, taraflar yeni
yeni yakınlaşmaya başlarken bağlanma fobisi olan taraf iliş­
kiyi bitirir. Bunun nedenleri açıktır. İlişki iyi yürüyorsa veya
daha sıkı bağlanmaya yol açacak bir süreç yaşanıyorsa bağ­
lanma korkusu olanlarda, salt korku olmasa bile bir iç sıkıntısı
başlar. Kötü cinler alarma geçerek kulağına hayır, sakın so­
rumluluk alma, söz verme, özgürlüğüne ihtiyacın var, bu ilişki
zaten yürümez, er veya geç bitecek diye fısıldamaya başlarlar.
İlişkiler ne kadar mutlu ve yoğun yaşanırsa bağlanma korkusu
o kadar su yüzüne çıkar. Kişiler bu ilişkiyle başa çıkamaya­
caklarını, hayal kırıklıklarının, çöküşlerinin bağlandıkları ve
ilişkiye güvendikleri oranda acı vereceğini düşünerek endişe
duyarlar. "Öyleyse hemen kaçmak gerek! " içgüdüsüyle ha­
reket ederler. En azından bu sayede kontrolü ele geçirirler.
Bağlanma fobisi olanlar kontrol sözcüğünü de çok severler.
Kontrol, hava kadar gereklidir. Fazla duygusallık kontrolü
kaybetmeye sebep olur ve bundan mutlaka kaçınılmalıdır. Bu

30
kontrol duygusunun altında yatan yarı bilinçli, yarı bilinçsiz
korku, eşleri tarafından tamamen teslim alınma, daha da kö­
tüsü hükmedilme korkusudur. Bu varoluşsal olduğu kadar da
mantıksız bir korkudur. İlişkilerde fazla yakınlık yaşandığın­
da bağlanma fobisi olan insanların hissettikleri benliklerini
kaybetme duygusu adeta ölüm gibidir. Bu tuhaf korkunun,
bağlanma korkusunun ana sebepleri ile bilinçaltı bir program­
lanma yoluyla bağlantısı vardır. Eğer sevilmek istiyorsam kar­
şımdakinin tüm isteklerini yerine getirmeliyim. Daha kaba bir
ifadeyle: Aşk = Boyun eğme. Başkalarının her isteğini yerine
getirdiğinizde benliğinizi kaybetmiş olursunuz. Bağlanma fo­
bisi olanlar bu anlamda gerçekten yaşamlarını kurtarmak için
kaçarlar. Yeteri kadar uzaklaştıktan sonra durup soluklandık­
larında, özgür ama yalnız olduklarını fark ederler. Korkuları
kaçıp kurtulmakla yatışır ama bu defa içlerine korkunun rakibi
olan yakınlaşma arzusu yerleşmeye başlar. Böylece aynı hika­
ye bir daha yaşanır. Terk ettikleri sevgililerine veya eşlerine
yeniden yanaşarak tekrar denemek isterler. Yeni denemeler
sürekli tekrarlanınca sonu gelmeyen birleşmeler ve ayrılmalar
yaşanır. Çoğu kaçarak yeni ilişkilere veya maceralara sığınır­
lar. Bağlanma korkusu olanlarda en sık görülen gariplik, ne
bir ilişkileri olduğunda ne de olmadığında yaşayamamalarıdır.
Bunun altında yatan, ruhlarındaki derin çelişkilerdir. Yakın­
laşmayı, ondan korktukları kadar çok arzularlar. Bu çatışma,
"Ne evet, ne hayır" tarzını üretmeleri ile sonlanır. "Bağlanma
Korkusunun Nedenleri" başlıklı ikinci bölümde bu içsel ça­
tışmayı ve psikolojik nedenlerini ayrıntılı olarak anlatacağım.

"Ömür boyu" duygusuna kapılmca panik başlar: İlişkiyi


bitirerek kaçmak beraberliklerin çeşitli evrelerinde ortaya çıka­
bilir. Ama bağlanma fobisi olanları her evrede rahatsız eden,
"ilişkinin ömür boyu" sürecek gibi gözükmesidir. Sonsuza ka­
dar zincire vurulmak ve hapsolmak korkusu, baskınlık derecesi­
ne göre ilişkinin erken veya geç bir evresinde oluşmaya başlar:

31
• Flört ederken. Henüz flört etmeye başlanmıştır ama ya­
kalanmadan önce kaçmak gerekir.
• B irlikte geçirilen ilk (ikinci veya üçüncü) geceden son­
ra. Bağlanma fobisi olanlar ertesi sabah "Hemen toz ol­
malı" diye düşünerek belirli bir süre için veya ebediyen
ortadan yok olurlar.
• Aşk yeni başladığında, eğer ilişki giderek yoğunlaşı­
yorsa ve bağlılık artıyorsa.
• İlişkinin ilk yıllarında, eğer taraflardan biri evlilik, ço­
cuk veya birlikte oturmak gibi planlar yapmaya başla­
dıysa.
• Düğünden sonra ürkütücü gerçeğin bilincine varılır:
İşte şimdi kapana kısıldım !
• Evliliğin ilerleyen yıllarında. Bunu tetikleyen, çocuk
sahibi olmak, evin satılması, ömür boyu sürecek ga­
rantinin ortadan kalkması ya da ellinci yaş günü olabi­
lir. Hemen yok olmazsam, ömür boyu burada çakılıp
kalacağım, düşüncesi uyanır.

Kısaca "ömür boyu" kavramı korkutucudur.

3 . Yakınlaşmaya Meydan Vermeden Kaçmak


Bağlanma korkusu çok baskın değilse ve kişiler ilişkilerin­
de mesafeyi koruyabilmek için bazı stratejiler geliştirebiliyor­
larsa ilişkilerini uzun yıllar sürdürebilirler. Bazı evlilikler bu
stratejilerin yardımıyla yıllarca devam eder.

İşi bahane etmek: Aradaki mesafeyi korumak için en sık baş­


vurulan yöntem işini bahane etmektir. Bu bahanenin en iyi
yanı eşler tarafından anlaşılamamasıdır. Eşinin ne kadar stres
altında olduğunu, bitirmesi gereken projelerinin veya müşte­
rilerinin önem derecesini kim bilebilir ki? Ayrıca bu taktiği

32
kullanan kişiler bile bunu tam olarak anlayamazlar. Jürgen
ikinci kez evlenmiş, serbest çalışan bir mimardı. Karısı onun
hiç evde olmadığından yakınıyordu, zaten ilk eşinden de bu
yüzden boşanmıştı. Yakından bakıldığında çalışma günlerini
iyi yapılandıramadığı anlaşılıyordu. İşyerindeki problemleri
ve karışıklıkları sanki kendisi yaratıyordu. Daha dikkatlice
yapacağı bir organizasyonla hem işlerini daha kolay yürütebi­
lir hem de kendine daha fazla vakit ayırabilirdi. Ama bilinçsiz
davranarak işlerin düzenini bir türlü sağlayamıyordu. Biraz
daha boş vakti olsaydı gerçek problemi, yani eşiyle daha fazla
beraber olmak ve onunla yakınlaşmak istemediği ortaya çıka­
caktı. Evliliğine katlanabilmek için işini bahane ederek arala­
rına istediği mesafeyi koyabiliyordu. Aslında karısını seviyor
ve onunla daha fazla beraber olmak istiyordu. Ama, "ne evet,
ne hayır" tarzını benimsemişti.
B ağlanma korkusu olanların boş zamanları ile işlerini bir­
birinden ayıramamaları sık rastlanan bir fenomendir. Planla­
ma konusunda çok başarısız olmaları aslında bağlanma sorun­
larının bir yan etkisidir. Taahhüt altına girme korkuları ya­
şamlarının tüm alanlarında kendini gösterir. Gereğinden çok
iş yüklenmelerinin, boş zamanlarını veya tatillerini planlamak
için bağlayıcı sözler vermemelerinin sebebi budur.
Tatile gitmek bağlanma fobisi olanlar için zaten başlı ba­
şına endişe verici bir olaydır. Tatillerde eşlerinden o kadar
kolay kaçamazlar. Uzun tartışmalardan sonra sevgilisine
birlikte on gün Fransa'ya gitme sözü veren birisi hissettikle­
rini, "Seyahatin başında sanki uzun süre suyun altında kala­
cakmışım gibi derin derin nefes alma ihtiyacı duydum" diye
açıklamıştı.

Hobilere sarılmak: Kahvaltıda gazete okuyan adam, ilişkile­


rin bozulması açısından artık klasikleşmiştir. Hobiler ve ilgi
alanları ilişkiden kaçmak ve araya mesafe koymak için uygun
bahanelerdir.

33
Tabii ki her amatör müzisyenin ya da sporcunun yaptığı
işe tutkuyla bağlı olması bağlanma korkusu olması demek
değildir. Ama hobilerin ilişkilerde yakınlaşmayı engellemesi
ve daima ön planda tutulması, onların hobiden fazlası olduğu
şüphesini uyandırır.
Hobiler insanların başkalarıyla temas kurma gereksinimle­
rini de karşılarlar. B ir danışanım, "Eşim sürekli insanlarla bir­
likte olmak istiyordu. Zaten çok geniş bir çevresi var. Birlikte
bir akşam geçireceğiz diye tam sevinirken, son anda arkadaş­
larımızı yemeğe davet ettiğini söyler. Karımın benimle yalnız
kalmak istemediği duygusuna kapılıyorum" demişti ve bunda
çok haklıydı. Fahri görevler de ilişkiden kaçmak için ideal ba­
hanelerdir. Genellikle kadınların birileri yardım isteyince ha­
yır diyemeyen kocaları için, "Herkesin yardımına koşar, ben
ve ailemiz söz konusu olduğunda ise ortada yoktur" dediğine
şahit olmuşuzdur. Onları nadiren evde bulursunuz.
Kaçmak için diğer bir bahane de çocuklardır. Ebeveynlerin
sürekli anlaşmazlık yaşadıkları ilişkilerinde çocuklar tampon
görevi görürler. Bir ilişkiye, ilk eşlerinden olan çocuklarını
da beraber getiren ebeveynler de bu çocukları uzaklaşma ba­
hanesi olarak kullanırlar. Ya beraber yaşamaktan kaçabilmek
için çocukları sebep olarak gösterirler ya da çocuklar yüzün­
den birlikte geçirilecek zamanın kısıtlanacağını öne sürerler.
Yeni sevgililerin aile yaşantısından tamamen soyutlandığı du­
rumlar gördüm. Onlar, ortada belirli bir sebep olmadığı halde
çocuklarla uzun süre tanıştırılmaz. Bağlanma sorunu olanlar,
çocukların henüz buna hazır olmadıklarını ileri sürerler ama
aslında yakınlaşmaya hazır olmayan kendileridir.

Hastalığı bahane etmek: Gazete okuyan adam gibi migreni


tutan kadın da gerçekleri ifade eden favori bir klişedir. "Evlili­
ğin sorumluluklarından", yani cinsel görevlerden ve bedensel
yakınlıktan kaçmak için hastalıklara sığınmak genellikle bi­
linç dışı seçilen iyi bir yoldur. Bir kız arkadaşımın, bana kalır-

34
sa bağlanma korkusu olan ve uzakta yaşayan biriyle bir ilişkisi
vardı. Bana adamın her buluştuklarında hastalandığını söyle­
mişti. Ama nadiren birlikte olduklarından günlerce, gecelerce
tutkulu ve ateşli bir aşk yaşadıklarını keyifle anlatmıştı. Adam
Almanya'ya ayak basar basmaz hastalanıyordu. Bazen grip
oluyordu, midesi veya bağırsağı bozuluyordu, bazen de diş
ağrısı tutuyordu. Bir Alman firmasının Hindistan'daki şube­
sinde çalışıyordu ve her gelişinde hastalanmasına başka bir
sebep buluyordu. Ha,ıa değişikliği, yemekler, stresten uzakla­
şınca insanın hastalanması gibi mazeretler. Hasta olunduğun­
da (sırtına fazla iş yüklenince olduğu gibi) bunu eşinin suçuy­
muş gibi görmek en büyük riyakarlıktır. Bu durumda onun
ne suçu olabilir ki? Buna rağmen her buluşmada hastalanması
arkadaşımı hayal kırıklığına uğratıyor ve sinirlendiriyordu.
Kızmakta çok haklıydı. Çünkü bağlanma sorunu olanlarda
hastalık da aynı iş gibi uzaklaşmak ve bunun sorumluluğunu
taşımamak için faydalanılan bir yöntemdir. Bu durum eşlerde
öfke ve hayal kırıklığı yaratsa da, yakınmak için haklarının
olmadığını, yardımcı olmaları için kendilerine ihtiyaç duyul­
duğuna inanırlar.

Aldatmak: Sık rastlanan ve en yaralayıcı kaçış yolu başka­


larıyla cinsel ilişkiler veya çift ilişki yaşamaktır. Bağlanma
korkusu olan kişiler genellikle bunu gizlemeye çalışırlar. Bazı
kötü niyetliler ise mazeret olarak, "Ben sadık kalamıyorum ! "
derler. Aldatmak, taahhüt altına girmemek için kullanılan bir
stratejidir. Yaşanan macera, asıl ilişkiden biraz uzaklaşmaya
yarar. Sorun yaşayan kişiler eşlerine duygusal olarak bağlı
olmadıklarını ve kiminle yatacaklarına kendilerinin karar ve­
rebileceğini onu aldatarak ispat etmeye çalışırlar. Sorundan
etkilenen biri, "Benim için sadakat verilmesi gereken bir ka­
rardır" demişti. Gerçekten bağlılık duymadığı ve bu duyguyu
sürekli bastırdığı için eşine sadık kalıp kalmamayı düşünmesi
gerekiyordu.

35
Bağlanabilen kişiler ise eşlerine karşı derin duygular bes­
ledikleri için sadakat duygusunu iyi bilirler. Çok sayıda ka­
dın ve erkek, "Aşık olduğumda başkaları ile yatmak istemi­
yorum" der. Bu duygusal bağlılık, bağlanma fobisi olanların
yaptığı gibi sadakat konusunda düşünerek karar vermekten
çok farklıdır.
Aldatmanın altında yatan ve gözüken sebep bağlanma kor­
kusu olanların dürüst olmamalarıdır. "Aldat, kandır ve defet! "
düşüncesi açıkça söylemedikleri ve genellikle kendi kendile­
rine de itiraf etmedikleri bir slogan gibidir. Başkalarının so­
rumluluklarını üstlenmedikleri gibi kendi davranışlarının da
sorumluluğunu taşımazlar. Her türlü tartışmadan kaçarlar, bu
yüzden hedeflerine ulaşmak için hileye ve riyakarlığa başvur­
maktan başka çareleri kalmaz.

İki kişi arasmda kararsız kalmak: İki kişi arasında karar


verememek bilinen bir çelişkidir. B ir kadın veya bir erkek,
kendi ifadelerine göre iki kişi arasında tercih yapamaz. Her
iki aday da aynı ölçüde çekici olmalı ki, taraflara acı veren
uzun bir karar verme süreci başlar. Bu süreci genellikle bağ­
lanma korkusu olan kişi değil, diğerlerinden biri dayanama­
yarak sona erdirir. Bağlanma korkusu olanların sorunu zaten
karar vermek ve taahhüt altına girmek istememeleridir. İki
kişi arasında karar vermek istemeyen ve bu sayede sevgilisiy­
le arasına mesafe koymaya çalışan bir erkeğin en tipik örneği
Hendrik'in hikayesidir:

Nadja bana Hendrik'le olan ilişkisinden bahsetti. Yelken yaparken


tanışmışlardı. İki haftalığına çıktığı bir yelkenli turunda teknenin
kaptanıydı. Onu görür görmez çok beğenmişti. Çok rahat ve özgür
bir tip olduğunu düşünmüştü. Nadja'ya kız arkadaşından ayrılmak
üzere olduğunu söylemişti. İki haftanın sonunda Nadja bu ilişkiye
bitmiş olarak bakıyordu. Hendrik bir ayrılığın arifesinde olduğu için
bir sürü sorun çıkacağına inanıyor ve bu ilişkiyi bir yaz macerası
olarak kabul ediyordu. Tatilden dönünce Hendrik onu sık sık ara-

36
yarak ziyaretine gelip gelemeyeceğini sormaya başladı (300 km
uzakta yaşıyordu). Nadja endişeliydi ama Hendrik'in kendisine
ciddi olarak ilgi duymasına da seviniyordu. İlk ziyareti diğerleri de
izledi ve Nadja sonunda aşık oldu. Hendrik ona kız arkadaşından
ayrıldığını ve ev aradığını söylemişti. Bir akşam Hendrik'in "eski
sevgilisi" Nadja'yı telefonla arayarak, Hendrik'le aralarında nasıl bir
ilişki olduğunu ve neden kusursuz yürüyen bir ilişkiyi bozmaya kal­
kıştığını sordu. Konuşma devam ettikçe hem Nadja hem de diğer
kadın bulutların üstünden indiler ve gerçekleri görmeye başladılar.
Her ikisi de - ayrı ayrı - Hendrik'ten bahsetti. Nadja, Hendrik'in ağ­
layarak çok üzgün olduğunu ve kendini çok kötü hissettiğini söy­
lediğini anlattı. Nadja'yı seviyordu ama eski sevgilisini de üzmek
istemiyordu. Başkalarına acı çektirmek onun için hiç kolay değildi.
Bu, boşanmış olan anne ve babasının ondan her zaman sadakat
beklemesi yüzündendi v.s. Nadja'nın öfkesi, Hendrik'e karşı duy­
duğu üzüntüye ve anlayışa dönüşmüştü. Bu konuşmadan sonra
Hendrik bir süre düşünerek karar vermeye çalıştı. Sonunda Nadja
artık dayanamadı ve ondan ayrıldı. Hendrik kararsızlığı yüzünden
ona zarar verdiği halde, gene de ondan ayrıldığı için üzüldü, birlikte
geçirdikleri tutkulu ve romantik dakikaları unutamıyordu. Ona kar­
şı kızgınlık da duymuyordu, çünkü Hendrik kötü bir adam değildi
sadece zayıftı. Son aylarda çok acı çektiği için ilişkiyi bitirmekten
başka çaresi kalmamıştı. Anlattığına göre, bir süre sonra Hendrik'in
aslında iğrenç bir oyun sergilediğinin bilincine varmış ve çılgınca bir
öfkeye kapılmıştı. Büyük bir ihtimalle diğer kadını da elinde tutabil­
mek için ona da aynı şeyleri söylemiş ve her ikisini de oyalayarak
kullanmıştı. Hendrik'in hala sevgilisi olan kadının telefonuyla Nad­
ja'nın şüpheleri doğrulandı. Karar verme sorumluluğundan kaça­
bilmek için her iki ilişkiyi de yalanlar ve numaralarla sürdürmeye
devam etmişti. En kötüsü de, kendini iki kadın arasında kalan ve
her ikisini de üzmek istemeyen bir kurban gibi görmesiydi. Nadja
ona yaptığı tüm numaraları ayrıntılarıyla anlatan dört sayfalık öfke
dolu bir mektup yazdı. Bir daha Hendrik'ten hiç haber almadı.

Seksten kaçmak: Karşı taraf ile araya mesafe koymanın en


etkili yolu seksten kaçınmaktır. Bağlanma korkusu olanlar
özellikle bu konuda üstünlük kurmak isterler. "Duvarcı usta-

37
sını" hatırlayalım. Bağlanma korkusu yaşayanların tipik bir
davranışını sergiliyordu. Onlar, ilişkilerinde yakınlaşmaya ve
uzaklaşmaya karar veren mutlak otorite olmak isterler. Cinsel
yakınlık iki insan arasında kurulan en yakın ilişkidir. Bağlan­
ma fobisi olanların en büyük sorunları da bu konudadır. İn­
san kendini eşine gereğinden fazla yakın hissettiğinde, bunu
ayarlayabilmek için cinsellikten kaçınır. Bağlanma korkuları
güçlü olanlar uzak ilişkiler kurdukları kişilerle seks yapabilir­
ler. Örneğin, çabuk koparabilecekleri geçici tanıdıklarla ya da
biteceği baştan belli olan ilişkiler yaşadıkları kişilerle. Bazı
erkekler bu sorunu fahişelerle birlikte olarak çözerler. Kendi­
leri için tehdit oluşturmayan şartları onlarda bulurlar. Kadın­
ların duygusallık göstermemeleri, işleri bittiği anda ilişkinin
de sona ermesi ve ödeme yapıldığında borç veya alacak kal­
maması ("Sana hiç bir borcum yok") açıkça belirlenmiş olan
kurallardır. Oysa erkeklerin bu kadınlarla birlikte olmalarının
asıl sebebinin seks değil bir kadınla yakınlaşma gereksinim­
leri olmasıdır. B ir danışanım şöyle anlatmıştı: "Bir kadına
dokunma ihtiyacı hissediyorum. Bu yüzden sürekli bu tür
kadınlarla birlikte oluyorum." Bu yüzden çok utandığından
kimseye bir şey söyleyemiyordu. Bu arada bir de kız arkadaşı
vardı. Sadece başlangıçta kısa bir süre cinsel ilişki yaşamışlar­
dı. Meslektaş oldukları için beraberliklerini belli etmiyor, aynı
mesleki hedeflere sahip iki arkadaşmış gibi davranıyorlardı.
Bu kadına karşı hissettiği yakınlığı onunla seks yapmaktan
kaçınarak dengelemek zorunda kalıyordu. Cinsel ihtiyaçlarını
ise fahişelerle gideriyordu. İçsel yakınlığı, bedensel yakınlaş­
mayla birleştirmeyi başaramıyordu.
"İlişki" kelimesi, bağlanma fobisine sahip kişilerin çoğunun
alnının boncuk boncuk terlemesine sebep olur. Bazıları sürekli
cinsel ilişkide bulundukları kadınlar veya erkeklerle ilişki kur­
mamaya çok önem verir. Arada sırada buluşarak sadece sevişir­
ler. İki taraf da bunun, "ciddi olmayan", "bağımsız" ve "kural­
sız" bir ilişki olduğunun altını çizmek zahmetine girmez.

38
Verdiğim örnekteki Sarah ve Rolf'un ateşli aşk maceraları
bağlanma fobisi belirtileri gösteren tipik cinsel davranış şekil­
leridir. Sık sık ateşli şekilde birlikte oldukları halde aralarında
bir bağ yoktur. Bu, birbirleriyle bağlantısı olmayan "ihtiras
adaları" gibidir. Birlikte olduklarında hissettikleri tutku ve
yakınlık birbirlerinden kopmalarını zorlaştırır. Rolf, Sarah
ile daha yakın ve ciddi bir beraberlikleri olmasını aslında is­
tiyordu. Ama Sarah sürekli onun kendisine yaklaşmasına izin
veriyor, sonra da uzaklaştırıyordu. Bağlanma fobisi olanların
bu tipik davranışı partnerleri için dayanılmazdır. İzin veri­
len yakınlık yaşandığı anlarda samimi ve gerçektir. Rolf da
bunu hissediyordu. İşte bu yüzden sonrasında Sarah'ın araya
koyduğu katı mesafeyi anlamakta zorluk çekiyor ve kırıcı bu­
luyordu. Sarah istediği zaman yakınlaşmaya ve ateşli birleş­
melere izin verdiği için Rolf umudunu yitirmiyordu. Galiba
Sarah onu seviyordu ama şu anda bunu kabul etmek istemi­
yordu. Eğer ona yeteri kadar zaman tanırsa, anlayış gösterirse
ve onu zorlamazsa -bu durumda çoğu kişinin yaptığı gibi - Sa­
ralı ' ın kendiliğinden ona geleceğini umuyordu.
Orta derecede bağlanma korkusu olan insanların yakınlık
ve mesafe koyma alanları daha dardır. Onlar ilişkilerini veya
evliliklerini sürdürürler. Ama ilişkilerde yakınlaşma ve uzak­
laşma konusunda karar veren ve korku derecelerine göre seks
musluğunu açıp kapatan otorite kendileridir. Korkuların bilinç
düzeyine çıkmalarının gerekmediğini, bilinçaltından da hare­
kete geçebileceklerini tekrar vurgulamak istiyorum. Korkular
bilinç düzeyinde seks yapmak istememek şeklinde belirirler.
Bağlanma korkusu olanlarda seks arzusu, ilk aşık olma döne­
minden sonra çok azalır. Nadiren yeniden canlansa da nere­
deyse sıfırdır. Bu korkuya sahip erkeklerin çoğu bunun, artık
gençlerle seks yapmaktan hoşlandıkları veya işlerinde çok
stres yaşadıkları için olduğunu zannederler. Kadınlar ise, sek­
sin onlara artık bir anlam ifade etmediğini söylerler. Gerçekte
söz konusu olan ise bağlanma korkularıdır. B urada asıl zor

39
olan, cinsel arzunun belli bir süre sonra normal olarak her iliş­
kide azalması ile korkulardan dolayı azalmasını birbirinden
ayırabilmektir. Kanımca bağlanma sorununun asıl belirtisi,
cinsel arzunun bir kaç hafta veya ay sonra hissedilir şekilde
azalması ve/veya seks konusunun ilişkinin başından itibaren
sorun olmasıdır. Bazen daha ilişkinin başında var olan arzu­
lama ve reddetme arasındaki dengesizlik giderek artarak kısır
döngüye dönüşür.
Bağlanma fobisine sahip kişilerde sık rastlanan diğer bir
problem de, eşleriyle tutkuyla öpüşmekten iğrenmeleridir. Bir
danışanım, iki kez evlendiği ve uzun yıllar süren ilişkiler ya­
şadığı halde hayatında hiç bir kadınla öpüşürken dil temasın­
da bulunmadığını itiraf etmişti. Bazıları ise öpüşmelerinin de
dozunu başka konularda yakınlıktan kaçmaları gibi ayarlarlar.
Hissettikleri korkunun derecesine ve ilişkilerinin ölçüsüne
göre çok az ya da hiç öpüşmezler. Sabine, "Marco'yla uzun
süre görüşmediğimizde veya kavga ettikten sonra barıştığı­
mızda beni tutkuyla öpüyordu. Birbirimizi daha sık görmeye
başladığımızda ve ilişkimiz rayına oturduğunda ise artık sade­
ce ben istediğimde öpüşüyorduk. Öpüşmekten hoşlanmadığı­
nın, sadece gerekli gördüğü kadar ve kabalık yapmamak için
benimle öpüştüğünün farkına vardım" diyordu.
Seviştikten sonra hemen kaçmak da tipik bir uzaklaşma yön­
temidir. Bu ya terbiye kuralları gereğince bir kaç dakika, bir
kaç saat bekledikten sonra ya da ertesi sabah - en geç kahval­
tıdan sonra - gerçekleşir. Michael bunu, "Alina'yla huzurlu bir
hafta sonu geçirmek asla mümkün değildi. Harika bir akşam­
dan veya ateşli bir geceden sonra mutlaka gitmesi gerekiyordu.
Genellikle uyanır uyanmaz, en geç de kahvaltıdan sonra. Her
zaman yapacak bir işi olurdu, ya şirkete gitmesi gerekirdi, ya
kız arkadaşına sabah koşusu için söz vermişti ya da sadece hafta
sonu vakit bulabildiği için halletmesi gereken acil işleri olurdu.
Onunla bir akşam veya bir gece geçirmekten daha uzun süre
birlikte olmak mümkün değildi" diye anlatmıştı.

40
Uzakta yaşayanlarla ilişki kurmak: Birbirinizden uzakta
yaşayınca sevgilinizle aranızda "kaçınılmaz" olarak bir mesa­
fe vardır. Sevgili aynı yerde yaşamıyorsa deliler gibi özlenir
ve tehlike olmadığı için de duygular serbestçe yaşanır. Bu­
luşma süreleri zaten kısıtlı olduğu için, araya mesafe koymak
gibi stratejilere başvurmadan bu sürenin keyfini çıkarmak ge­
rekir. Bu nadiren gerçekleşen buluşmalarda bile araya mesafe
koymak yaşanan fobinin derecesine bağlıdır.

Claudia da böyle bir ilişki yaşamıştı. "Achim'le olan ilişkimde ona


yetemiyormuşum gibi kronik bir duyguya kapılıyordum. Yurtdışın­
da yaşadığı ve maddi olarak da zorlandığımız için ayda sade­
ce iki hafta sonu beraber olabiliyorduk. Her seferinde bir dahaki
gelişine kadar günleri sayıyordum ve onu göreceğim için çok
seviniyordum. Ama her gelişinde zaman süre birlikte olmamıza
yetmiyordu. Hep yapacak başka planları oluyordu. Ailesini ve ar­
kadaşlarını görmek istiyordu. Çoğu akşamı başkalarıyla birlikte
geçirmek zorunda kaldık. İkimiz biraz yalnız kalalım dediğimde
ise hep kavga çıkıyordu. Beni aşırı sahiplenmek ve ona yapış­
makla suçluyordu. Ailesi ve arkadaşlarının onun için önemli ol­
duklarını, birlikteyiz diye onları ihmal edemeyeceğini söylüyordu.
Her seferinde bir yolunu bularak anlayış göstermemi sağlıyor­
du. Sonuçta ben, o burada olmadığında ailemi ve arkadaşları­
mı görmek için yeteri kadar vakit bulabiliyordum. Ayrıca birlikte
olabildiğimiz kısa süreleri kavga ederek geçirmek istemediğim­
den sonunda pes ediyordum." Achim'in ailesine ve arkadaşlarına
olan düşkünlüğünün altında bağlanma korkusunun yattığı, tekrar
Almanya'ya tayin edildiğinde ortaya çıktı." Claudia, "Achim'in so­
nunda geri dönmesine çok sevindim. İki yıl ayrılıktan sonra artık
nihayet birlikte olacağız diye düşündüm. Ama iş, birlikte oturaca­
ğımız bir ev aramaya gelince birden tuhaf davranmaya başladı.
Baktığımız her eve bir kusur buluyordu. Aralarında gerçekten
çok güzel evler de vardı, ama o kılı kırk yarıyordu. Ona, birlikte
oturmak için bir ev bulmak istemediğini hissettiğimi söylediğim­
de, "Galiba henüz buna hazır değilim, biraz kendime ait zamana
ihtiyacım var" dedi. Daha önce hiç bir kadınla birlikte aynı evde

41
yaşamamıştı, sürekli dip dibe olunacağı düşüncesi bile onu bu­
naltmaya yetiyordu. Claudia mecburen ayrı oturmayı kabullendi.
Kendini, nasıl olsa onu eskisinden daha sık görme imkanı bula­
cağım diye teselli ediyordu. Ama ilişkileri hiç bir şekilde daha iyi
olmadı. Giderek daha sık kavga etmeye başladılar, Claudia'nın
uzak bir ilişki yaşadığı için hissettiğine inandığı "kendini yeter­
siz bulma" duygusu yoğunlaşarak daha da kronik bir hale geldi.
Achim'in onunla birlikte olmayı çok da fazla arzulamadığını yakı­
nında yaşadığı zaman fark etti. Sürekli arkadaşlarıyla beraberdi.
Arada bir onlara katılmasını teklif ediyordu o kadar. Claudia'nın
uzlaşma önerilerine kulak asmıyordu. Geri dönmesinden bir kaç
ay sonra Achim aniden ilişkilerini bitirdi. Neden olarak da Clau­
dia'ya, nefes almasını engellediğini ve sürekli söylenmesinin onu
delirttiğini söyledi.

Claudia bu aşk acısının üstesinden uzun zaman sonra gelebil­


di. Uzun yıllar hep hasret çekerek ve Achim 'den uzakta ya­
şadığı için, kendi ifadesiyle ona "doyamamış", bu yüzden de
ona olan aşkı ve tutkusu hiç azalmamıştı. Aralarındaki uzak
mesafe yüzünden aşk duygusu hiçbir zaman güvenli bir be­
raberliğin verdiği dingin duyguya dönüşememişti. Bağlanma
fobisi yaşanan ilişkilere eşlik eden en kötü belirtilerden biri de
budur. Gerçekten bu işe bir türlü yanaşmadıkları için eşleri­
nin beklentileri de inanılmaz ölçüde artar. Bunu, sürekli meze
tabağı servis edilerek ana yemeğe bir türlü sıra gelmemesine
benzetebiliriz. B ir diğer deyişle insan azar azar beslenir ama
tam olarak doymaz. Bu yüzden eşler sevgi açlığı çekerek sü­
rekli daha fazla sevilmek isterler. Bu tür ilişkilerden kopama­
manın belli başlı sebeplerinden biri de budur. Kişilerin sürekli
hissettikleri aşk duygusu sonunda bir gün doyuma ulaşılacağı
umuduyla birleşerek bağımlılık yaratır.

Konuşmadan kaçınmak: Bağlılık korkusu olanlara duygu­


larını ifade etmek çok zor gelir. Kadınlar yaradılış itibariyle
duygularını daha kolay paylaştıkları için bu durum erkeklerde

42
daha baskındır. Ama bağlanma sorunu olan kadınlar da bazen
duyguları hakkında konuşmakta zorlanırlar.
Bağlanma sorunu olanların ilişkilerini şekillendiren "ne
evet, ne hayır" sendromu eşleriyle yaptıkları konuşmalarda
çok belirgindir. Genellikle konuşmak isteyen taraf bağlan­
ma sorunu olan kişi değil, eşleridir. Onlar, uyuşmazlıklardan
endişe duydukları ve eşleri söylemekten kaçındıkları net ifa­
deler beklediği için bu gibi konuşmalardan ürkerler. Eşlerine
güven duymadıkları için açık konuşmakta zorlanırlar. Zaten
genellikle kendileri de ne istediklerini bilmezler. Doğru ka­
rarlar alamazlar ve söz vermek istemezler, yani duyguları sa­
dece dışsal değil içsel olarak da net değildir. Zaten kendilerini
de iyi tanımazlar, korkularını ve duygularını sürekli bastır­
dıkları için onları tanımlayamazlar. Sadece duygularının bi­
linçaltında kalmalarının daha iyi olacağını hissederler. Çoğu
için kendini tanımak dehşet vericidir. Bu yüzden bağlanma
fobisi olan biriyle yapılan tartışmalar diğer taraf için moral
bozucudur. Konuşmaktan kaçınanların değişik tipleri vardır.
Bunların arasında en göze batanı ve önde geleni "Duvarcı us­
tası" olarak adlandırdığımız tiptir. Bu tiple duygular ve ilişki
hakkında konuşmak istediğinizde duvara çarpmış gibi olursu­
nuz. Kendini dışarıya tamamen kapatır, sanki donmuş kalmış
gibidir. Bir arkadaşım, özel bir konu hakkında konuşmak is­
tediğinde erkek arkadaşının adeta "taştan bir adama" dönüş­
tüğünü anlatmıştı. Hiç yanıt vermiyor, soğuk bir yüz ifadesi
takınarak hemen içine kapanıyordu. Kocasının bu davranışını
bir danışanım, "adeta bir sümüklü böceğe dönüşüyor" diye
ifade etmişti. Bu, daha çok erkeklerde rastlanan, ilişki hak­
kında konuşmayı imkansızlaştıran aşırı bir kaçınma tarzıdır.
Ayrıca pasif saldırının, yani dışarı vurulmayan ama sabote
etmek amacıyla kullanılan gizli öfkenin aşırı halidir. Sonuç
olarak bir adım ilerleyemez, hiç bir şeyi düzeltemez ve onlarla
yakınlık kuramazsınız. Eşlere, bu tür davranışları ve tatmin­
siz olan ilişkiyi kabullenmek ya da bitirmekten başka seçenek

43
kalmaz. Bağlanma fobisi olan insanlar asla taviz vermezler.
Eşleri uyum sağlayabilir veya mücadeleden vazgeçebilir.
Başka bir tip ise, cümleleri ve düşüncelerini arka arkaya
sıralayarak sizinle konuşur ama kendinize şimdi bu ne demek
istedi diye sorduğunuzda yanıt bulmakta zorlanırsınız. "Ne
evet, ne hayır" aslında "Evet, ama... " anlamına gelir. "Evet,
seninle birlikte olmak istiyorum, ama daha fazla özgür olma­
ya ihtiyacım var." "Tabii ki benim için önemlisin, ama işime
ne kadar önem verdiğimi de biliyorsun." "Söylediklerinde
haklısın, ama değişebileceğimden emin değilim." " Yanında
olmak istiyorum, ama ne kadar az vaktim olduğunu biliyor­
sun." "Ben de çocuk istiyorum, ama şu anda daha önemli şey­
ler var." Veya ültimatom veren klasik tip: "Seni seviyorum,
ama sürekli bir ilişkiye girmek istemiyorum! " İtirazlarına bir
gerekçe göstermesi istendiğinde ise bu konuşma genellikle
tıkanıp kalır. Bunu şöyleydi, böyleydi diyerek yapılan laf do­
landırmalar izler ve ilişkiyi netleştirme amacıyla yapılan bu
konuşmanın sonunda kafanız daha da karışır. B ağlanma fobi­
si olanlar şüpheleri dağıtma konusunda çok başarılıdırlar. Ne
hissettiklerini, ne istediklerini bilmezler ama her zaman açık
bir kapı bırakırlar. Hem peki demek hem de terk edilme riski­
ne girmek istemezler. Bazen kendileri ilişkiyi bitirmek istese
de bunun sorumluluğunu almaya cesaret edemediklerinden
eşlerini kendilerinden ayrılması için yönlendirirler. Bazen bu
amaçlarını dolambaçlı konuşmalarının altında gizliyor olabi­
lirler. Sonuç olarak karşılaşılan problem hep aynıdır: İNSAN
NEYLE KARŞI KARŞIYA OLDUGUNU BİLEMEZ ! Ve
bağlanma fobisine sahip insanları elinizde tutmaya çalıştığınız
ölçüde sizden uzaklaşırlar. Onlardan net bir bilgi almak nere­
deyse imkansızdır. Konuştuklarında ise, kendilerini köşeye sı­
kıştırılmış gibi hissettikleri için genellikle negatif söylemlerde
bulunurlar. Endişe duyduklarında net olarak ifade ettikleri bir
"hayır" onlara "evet" demekten daha kolay gelir. B irçoğunun
eşi bunu bildiği için dikkatli davranır. Bazıları ne zaman, neyi,

44
nasıl söylemeleri gerektiğini günler öncesinden planlamaya
başlar. Veya kendiliklerinden imalı konuşmaya başlarlar. Onu
kızdırmaktan korkarak eşlerinin ruhsal bozukluğuna uyum
göstermeye çalışırlar.

Ortadan kaybolmak: Bir diğer alışılmış kaçış yöntemi de,


özellikle de onlara ihtiyaç duyulduğu anda ortalıktan yok ol­
malarıdır. Bağlanma fobisi olanların bu problemi genellikle
ulaşılamaz olmakla, örneğin cep telefonlarının şarjının bitme­
si ya da telefonu bir yerlerde unutmakla kendini gösterir. Ba­
zen telefonu açıp, "Seni hemen arayacağım" diyerek kapatır­
lar. Ya saatler sonra veya ertesi gün ararlar ya da hiç aramaz­
lar. Çok rahat mazeret uydurabildikleri için ortadan kaybolma
yetenekleri çok gelişmiştir. Bu davranışı kısaca, eğer sırtınızı
onlara yaslamak istiyorsanız, önce arkanıza dönüp bakarak
orada olup olmadıklarını kontrol edin, yoksa yaslanınca dü­
şersiniz şeklinde anlatabiliriz. Bağlanma fobisi olanların ya­
kınlaşma korkusu kendini sadece konuşmalarla değil ortadan
kaybolmakla da gösterir. Özellikle partilerde, davetlerde ve
diğer toplantılarda eşlerinin yanında olmazlar. Yukarıda be­
lirtilen stratejilerle ilişkilerinde zamanlama problemi yarata­
rak ortadan kaybolurlar veya geç gelirler. Bu hileye ilişkile­
rini açık etmek istemedikleri için başvururlar. Bir kadın veya
erkek ilişkilerini gerçekten benimsemiyorlarsa yan yana ve
birlikte değillerdir. Her fırsatta kaçamak yaparlar. Bağlanma
fobisi olan çoğu insan özellikle aile toplantılarına katılmamak
için direnir. Bunun sebeplerinden biri kendi ailelerinde yaşa­
dıkları kötü deneyimler, diğeri ise sevgililerinin ailesine da­
hil olmak istememeleridir. Bunu yaparlarsa sanki evlilik sözü
vermiş gibi olurlar. Hayır, asla diye düşünerek orada olmamak
için inanılmaz ince hesaplar yaparlar. Örneğin, eğer sevgili­
lerini çok kızdıracak kadar direnirlerse sevimsiz tartışmalara
yol açılır. Aile toplantılarına fazla sık katılırlarsa sevgilileri ve
yakın çevreleri yanlış beklentilere kapılabilir diye düşünürler.

45
Bağlanma fobisi olan birinin yardımına ihtiyaç olursa du­
rum daha da can sıkıcı hale gelir. Aslında onlar her türlü yar­
dıma hazırdırlar. Ama gerçekten yardım gerektiğinde ise her
zaman ya paraları yoktur, ya uzaktadırlar ya da geç kalırlar.
Verdikleri sözü veya vaadi tutma konusunda "unutkan" insan­
lardır. "Çoook üzgünüm, tamamen unutmuşum! " en sevdikle­
ri özür dileme şeklidir.
Bazıları, başkalarına yardım etmemek için direnmelerinin
pişkince arkasında dururlar. Bir arkadaşım, o sıralarda aşık ol­
duğu kız arkadaşının yardım isteğini reddettiğinde kendini şöyle
savunduğuna şahit olmuştu: "Eğer kendini kötü hissettiğin için
dün gelmiş olsaydım, belki de kendini daha kötü hissedecek­
tin. Kendini her kötü hissettiğinde yanında olmayacağımı sana
söylemek benim sorumluluğumdur." Bağlanma fobisi olanların
sorumluluk almayarak eşlerinin yanında olmamak için diren­
meleri, yokluklarından daha fazla acı vericidir.

Romantik jestlerden kaçınmak: Bağlanma fobisinin bir di­


ğer göstergesi de romantik jest ve davranışlardan kaçınmaktır.
İlgi göstermezler, çiçek almazlar, aşk notları yazmazlar, küçük
hediyeler almazlar, el ele tutuşmazlar, mum ışığını sevmezler.
Hoşlandıklarını, yakınlaşmak istediklerini veya sevdiklerini
ispat eden davranışları zorla ve nadiren yaparlar. Düşkünlük­
lerini belli etme sorunları vardır. Küçük hediyelerle eşlerine
ilgi gösterirlerse benlik kaybı yaşayacaklarını zannederler.
Beklentilerle başa çıkamama sorunları bu konuda da önemli
bir rol oynar. Eşlerinin beklentilerini karşılamak, örneğin eşleri
beklediği için ona çiçek alıp getirmek onları öfkelendirir. Ayn­
ca eşleri bu tür küçük jestlere alışırsa daha büyük ve daha çok
taleple karşılarına çıkabilir. Bağlanma fobisi olan insanlar bu
tür isteklerin en başından engellenmesi gerektiğine inanırlar.
Toplum içindeki davranışları da çok karakteristiktir. Baş­
kalarının bir sevgilileri olduğunu görmesinden pek hoşlan­
mazlar. Partilerde sevgilileriyle vücut temasında bulunmaktan

46
kaçınanlara sıkça rastlarız. El ele tutuşmaz, onlara sarılmazlar.
Sevgilileri bunu yaparsa, başkalarının önünde mahcup olma­
mak için kısa bir süre buna dayanırlar. B uldukları ilk fırsatta
da sevgililerinden uzaklaşırlar. Özel hayatın etrafta sergilen­
mesinin her türlüsüne karşıdırlar. İlişkilerin başında farklı
davranabilirler. Aşkları henüz tazeyken toplum içinde sevgi­
lerini gösteren davranışlarda bulunurlar. Belki de bu herkese
bu defa gerçekten doğru kişiyi bulduklarım göstermek içindir.
Ama eski problemleri tekrar ortaya çıktığı anda planladıkları
şekilde geri çekilmeye başlarlar.

Savunma Stratejisi Olarak Saldırmak


Yakınlaşmaktan korkarak araya mesafe koymak için kul­
lanılan bir diğer savunma yöntemi saldırıya geçmektir. Sal­
dırganlık, bedensel saldırıları da içerdiği halde ben burada
sadece sözel saldırılardan bahsedeceğim. B urada sözü geçen
saldırılar, zehir saçan sivri bir dille, edepsizce yapılan yo­
rumları ve kavgaları kapsıyor. Bazen yapılması gereken ve
sonu kavgayla biten tartışmalardan farklı olarak bu saldırılar,
yakınlaşmaya karşı savunma amaçlı olan yıkıcı bir dürtüyle
yapılır. Bağlanma korkusu içermeyen ilişkilerde yaşanan an­
laşmazlıklar ve tartışmalar ilişkiyi düzeltmeye, iyileştirmeye
yöneliktir. Burada sözünü ettiğim saldırı ise karşıdakini uzak­
tan vurarak öldürmek için yapılır. Bu davranışın altında yatan
dürtü, karşıdakini ilişkiyi bitirmesi için bilerek veya bilmeye­
rek kendinden olabildiğince uzaklaştırmak olabilir. Ama bu
saldırganlığın, bağlanma fobisi olan biriyle isteyerek beraber
olmayı seçen kişileri de tetikleyeceğini unutmamak gerekir.
Bağlanma fobisi olanlar eşlerinin talepleri karşısında kendi­
lerini tehdit altında hissederler. Tehdit daima saldırganlığı
doğurur. Bağlanma fobisi olanlar içlerinde çocukluklarından
kalan bir saldırganlık eğilimi taşırlar. Yani istisnasız hepsinin
içinde büyük miktarda öfke ve meydan okuma birikmiştir. B u
öfke yaşanan ilişkiyle harekete geçer, ama öfkeyi asıl etkin-

47
leştiren ilişkinin kendisi değil onu tetikleyen şeydir. Bağlan­
ma korkusu olanların saldırganlıklarının nedenleri çok daha
derinlerde, çocukluklarında yakın çevrelerindeki kişilerle
yaşadıkları güvensiz deneyimlerinde yatar. Ama onlar bunun
bilincinde değillerdir. Çocukluk deneyimlerini yaşadıkları
ilişkiye taşır ve yansıtırlar. Bağlanma korkusunun nedenlerini
ilerdeki bölümlerde anlatacağımı söylemiştim. Şimdi etkile­
rinden bahsedeceğim.

Aktif ve Pasif Saldırganhk: Aktif ve pasif saldırganlığın ara­


sında psikolojik farklar vardır. Aktif saldırganlık, dışarıdan
bariz şekilde görülebilen bir davranıştır. Yani öfkenin, sözel
saldırılarla, hakaretlerle, kavga veya fiziksel güç kullanarak
dışarı vurulmasıdır. Burada "kaynayan bir öfkeden" söz edile­
bilir. Pasif saldırganlıkta ise öfke dışa vurulmadığından açıkça
fark edilmez. Yukarıda anlattığım farklı kaçış yollarını pasif
saldırganlığa dahil edebiliriz. "Duvar örmek" aslında pasif sal­
dırganlığın özünü çok iyi anlatıyor. Bağlanma korkusu olan­
lar korkudan "ısırırlar". Gizli-pasif veya açık-aktif saldırılarla
kendini gösteren olağanüstü saldırganlıkları içeren bu kavram
aslında olayı biraz önemsizmiş gibi gösteriyor. Pasif saldır­
ganlık karşıdaki kişiye biraz dolaylı yöneltildiği için bağlan­
ma korkusu olanlar bunu saldırganlık olarak tanımlamazlar.
Bu tür saldırganlığın onlara sağladığı avantaj ise - kaçmayı
tercih edenler gibi - bu davranışlarının sorumluluğunu taşı­
mamalarıdır.

Bilerek Kavga Çıkarmak: Aktif saldırganlık da bağlanma


fobisi olanların kullandığı bir uzaklaşma tekniğidir. Eşleri on­
lara yakınlaşmaya başladığında saldırganlaşırlar. Bağlanma
fobisi olmayanlar, onların ne kadar basit hareketleri yakın­
laşma olarak kabul ettiklerini asla anlayamazlar. Bazen sırf
oradaki varlığınız veya telefonla aramanız bile onlara göre
yakınlaşmaktır. Asıl problem onlara asla yaklaşamamanızdır.

48
Onlarla ilişki kurduğunuzda ne kadar mesafeli davranırsanız
davranın bir şekilde yakınlaşmak zorunda kalırsınız. Bağlan­
ma fobisi olan kişilerin eşleriyle aralarına mesafe koymak için
aktif ve pasif saldırganlığı birleştirmeleri ve eşlerin gösterdiği
tepki Michael örneğinde açıkça görülüyor:

46 yaşındaki yalnız yaşayan Michael mobilyacılık yapıyordu.


Kadınlarla maceralar ve ilişkiler yaşıyordu. Daha önce de söyle­
diğim gibi bağlanma fobisi olanlar ne ilişkiyle ne de ilişkisiz yaşa­
yabilirler. Micheal, bağlanma fobisi sonucu oluşan saldırganlığını
dışarı yansıtan bir tipti. Ayrıca pasif saldırganlığın yükümlülük
üstlenmemek ve güven vermemek gibi stratejilerini de kullanı­
yordu. Söz verdiği halde aramamasının ve randevulaşmak için
bir türlü karar verememesinin (son dakika karar verip buluşalım!)
yanı sıra bir de şiddetli öfke krizlerine tutuluyordu. O sırada birlik­
te olduğu kız arkadaşı, daha önce de belirttiğim gibi özel bir çaba
harcamadan ona yaklaşmaya çalıştığında öfkeye kapılıyordu.
Örneğin, yanlış bir zamanda dükkanına uğraması bile yetiyor­
du. Zamanlamanın yanlışlığı şuradaydı; Micheal uzun zamandır
ondan haber almadığından onu yeteri kadar uzaklaştırdığını ve
bir daha gelmeyeceğini düşünüyordu. Micheal kendi sorununun
sadece belli bölümünün bilincindeydi ama bunu kontrol altına
alamıyordu. Öfkesini yenemiyordu. Kendisi uzaklaşma dönemin­
deyken dükkana gelen kız arkadaşının her hareketi onu rahatsız
ediyordu. Burada Micheal'ın konu ne olursa olsun karşısındaki­
nin zaaflarını sezebilme yeteneği olduğunu söylemeden geçe­
meyiz. Örneğin, bir kaç aydır belirli aralıklarla yattığı Judith'in
tüm zaaflarını fazlasıyla abarttığından varlığı bile onu rahatsız
ediyordu. Judith dükkana geliyor: O sırada Michael bir müşteriyle
konuşuyor ve sözü bilerek uzatıyor (pasif saldırı: karşıdakini dış­
lamak). Müşteri dükkandan çıktıktan sonra Micheal bedensel te­
mastan kaçınarak Judith'i uzaktan selamlıyor: "Merhaba Judith,
nasılsın? Kötü görünüyorsun, dün akşam gene çok mu içtin?"
Judith hayır dediğinde konuşmaya devam ederek dün rastladığı
arkadaşıyla Judith'den bahsettiklerini söylüyor. "Son zamanlar­
da berbat göründüğünden söz ettik". Judith, "Belki de sen bana
bu kadar iğrenç davrandığın için kötü görünüyorumdur" diyerek

49
karşı çıkmaya çalışıyor. Micheal buna hiç aldırmadan sözüne
devam ediyor: "Biliyor musun Judith senin için gerçekten çok
endişeleniyorum. Doğru beslenmeyi umursamadığın için sadece
hazır yemekler yiyorsun ve artık şu sigarayı da bırakmalısın. Cil­
din bozuluyor. Hakikaten senin için üzülüyorum. Bak, gene bitkin
görünüyorsun. Kendini boşuna kandırma, durumundan sen de
hiç memnun değilsin. Hep yanlış erkeklere bağlandı ğını (kendini
onlardan saymıyordu), aşırı sigara ve litrelerce kahve tükettiğini,
üstüne üstlük doğru dürüst beslenmediğini idrak etmelisin. Artık
bu durumu değiştirmeye çalışmalısın. Bir gün durum daha da
kötüleşecek ve birdenbire çökeceksin." Michael'in bu sözlerine
gerçekten öfkelenen Judith karşı saldırıya geçerek, önce kendisi
için endişelenmesini, sürekli mali sıkıntı çektiğini söyleyerek onu
azarlamaya başlıyor. Kendi hayatı, onunkiyle karşılaştırıldığında
çok daha kontrol altındaydı. Micheal, "Saçma sapan konuşma!
Daha dün 2000 avroluk satış yaptım. Ben senin gibi basit me­
murların ödediği vergiyi ödemiyorum. Zaten bu da hayatını yola
sokmanı engelleyen korkularının bir belirtisi" diyerek konuşması­
na devam ediyor.

Micheal'in tatsız monoloğunun devamını biraz kısaltarak ak­


taracağım: Bir kaç dakika sonra Judith' in sabrı tükenerek sinir
ve hayal kırıklığı içinde dükkanı terk ediyor. Ama Michael' in
hayatından çıkmak için bir kaç raunda daha ihtiyacı var. Mi­
chael 'in davranışındaki asıl ikiyüzlülük, rakibinin zaaflarının
kokusunu bir köpek kadar iyi alabilmesiydi. Gerçekten de o
aralar Judith'in cildi bozulmuştu, çok sigara içiyordu ve düz­
gün beslenmiyordu. Geçmişte yanlış erkeklerle takıldığı ve
daha güvenli bir işe ihtiyacı olduğu da doğruydu. Ama bun­
lar her insanda olabilecek zaaflardı. Micheal her zamanki gibi
olayları büyütüyor, abartıyordu. Onun var olduğunu iddia etti­
ği sorunları (saldırganlığını gizlemek için sıkça kullandığı bir
ifade) tamamen uydurma olmadığı için, Judith' i güvensizliğe
iten zayıf taraflarıyla yakalıyordu. Judith'in bilmediğ şey, Mi­
chael'in her kadına bu şekilde davrandığıydı. Herkesin zaaf­
ları vardır, ama Michcal 'ın yaptığı kendi bağlanma sorununu

50
"çözmek" için bu zaaftan karşısındakinin yüzüne vurmaktı.
Aradaki mesafeyi ve yakınlaşmayı saldırganlığı ile sağlıyor­
du. Judith ise onun eleştirilerini fazlasıyla kişisel alıyor ve
aklı karışıyordu. Kendini zayıf hissettikçe Michael 'ın gözüne
girmeye ve onayını almaya çalışıyordu. Michael ise her za­
man öfkeli olmuyordu, bazen de ilgili ve sevecen olabiliyor­
du. Böylece Judith için son derece sağlıksız bir yakınlaşma
(Michael istediği zamanlarda) ve kaba şekilde dışlanma (Mi­
chael uzaklaşmak istediğinde) modeli ortaya çıkıyordu. Asıl
problemin Michael'da olduğunu göremeyen Judith, daha iyi
olabilirse onun da farklı davranacağına inanıyordu. Dördün­
cü bölümde "Bağlanmaktan Korkanların Eşleri, Bağımlılıktan
Kurtulmanın Yolları" başlığı altında ayrıntılı olarak anlataca­
ğım kişisel ego sorununun pençesine düşmüştü.
Bağlanma korkusu olanlar, uyumlu ilişkileri kavga ya da
kırıcı söylemlerle yıpratma konusunda çok beceriklidirler.
Uzaklaşmanın aniden gerçekleşmesi karşı taraf için şaşırtıcı­
dır. Marion, "Harald ile daha yeni birlikte olmaya başlamıştık.
Bir akşam onu yemeğe davet ettim. Her şeye özen gösterdim,
mumlar yaktım, romantik müzikler çaldım v.s. Birdenbire buz
gibi bir sesle, 'Bu kadar romantizmi kaldıramıyorum. En iyisi
radyoyu açayım ' dedi. Sonra da gazeteyi alarak okumaya baş­
ladı. Yemek için son hazırlıkları yapıyordum. Davranışından
son derece rahatsız oldum - daha yeni birlikte olmaya başla­
mıştık - ve ona ' Şimdi gazete mi okuyacaksın?' diye sordum.
' Marion, bugüne kadar kimse bana ne zaman gazete okuyup
okumayacağımı söylemedi ! ' diye aynı soğuk ifadeyle yanıt
verdi. Sulu göz biri olmamama rağmen birden gözlerimden
yaşlar akmaya başladı. Bu uzaklaşma fazla ani ve acımasızdı.
Kısa süre sonra kendini tekrar kontrol edebildiği için o akşam
güzel vakit geçirdik. Burada probleminin sadece buzdağının
tepesi kadar kısmı görünmüştü. Uzun bir süre - fazlasıyla
uzun - bağlanma sorunu olduğu konusunda çıkardığım kavga­
lardan sonra ilişkimiz bitti" diye anlattı.

51
Fazla uyumlu yaşamak bağlanma sorunu olan kişiler için
ciddi bir problemdir. Bu, onlarda, "fazla güzel, gerçek olama­
yacak kadar güzel" duygusunu uyandırır. Bağlanma korkula­
rının altında, ilişkilerin yürümeyeceğine dair derin bir şüphe
yattığını hatırlatmak istiyorum. Daha doğrusu, bağlanma kor­
kusu olan kişilerin, kendileriyle yaşanan ilişkilerin yürütüle­
meyeceği konusunda şüpheleri vardır. Bilinçli veya bilinçsiz­
ce ilişkinin bozulacağını düşünürler. Bu felakete hazırlıksız
yakalanmamak için (Anahtar sözcük: Kontrol) kendileri aktif
olarak ilişkinin bozulmasına sebep olurlar. Burada "felaket
kehanetinin gerçekleşmesi" fenomeninin incelenmesi gere­
kir. Kendilerini tehdit eden yakınlaşmanın dozunu iğneleyici
sözlerle, kinci yorumlarla ve açıkça kavga ederek ayarlama­
ya çalışırlar. Böylece, duruma göre üzgün, hayal kırıklığına
uğramış veya öfkeli eşlerini kendilerinden uzaklaştırmayı ba­
şarırlar. Bu taktiği sürekli denediklerinden ilişkileri giderek
gerginleşir. Bu durum, karşı tarafın dayanma gücüne bağlı
olarak güç savaşları ve anlamsız tartışmalar ile sürüp gider
veya ilişki sona erer. Bağlanma korkusu olan taraf daha ön­
ceden bildiği, hiçbir ilişkinin düzgün yürümeyeceği gerçeğini
şöyle ya da böyle ispat etmiş olur. Bu davranışların altında bir
de, "Görelim bakalım, hiila beni sevebilecek misin?" ilkesini
kullanarak eşinin sabrını ölçme dürtüsü yatar. Kendi sevgi de­
ğerlerine inanmadıkları için bunu tekrar tekrar denerler. Bunu
yapan içlerindeki, ebeveynleri tarafından kabullenilmediği­
ni varsayarak, bunu sağlamak için tahrik edici davranışlarda
bulunan "kötü küçük kız ya da oğlandır." Bu yol, iyi çocuk
olmak için çok çaba göstermek ve buna rağmen reddedilmek
kadar acı vermez. Kim önceden kaybedeceğini bildiği halde
savaşmaya cesaret eder ki?

Savunma Yöntemi Olarak Donakalmak


"Donakalmak" sadece çok baskın hissedilen bağlanma
korkularında ortaya çıkan bir savunma yöntemidir. Bu tepki,

52
bağlanma korkusu olan kişinin engelleyemediği, kendiliğin­
den oluşan gerçek bir tepkidir. Tipik bir duvarcı ustası olan
Lukas 'ı hatırlayalım. Hayat arkadaşı onun bazen tamamen
içine kapandığını, yanında olmasına rağmen, sanki "orada de­
ğilmiş gibi" öylece oturduğunu anlatmıştı. Bu refleksi, "çev­
rimdışı olmak" diye adlandırmayı seviyorum: "Bu numara
kullanılmamaktadır; şu anda kullanıcıya ulaşılamıyor." Bede­
nen orada olan kişi içsel olarak iletişime kapalıdır. Oluşan hat
kesintisi eşlerin yalnızlığın acısını hissetmelerine yol açar. Bu
konuda bağlanabilen ve bağlanamayan insanların aralarında
hissedilir bir fark vardır. Örneğin, bağlanabilen bir kişi kitap
okurken tamamen kitaba konsantre olsa bile eşi onun "orada"
olduğunu hisseder. Bağlanamayan insanlar konuşmalarına
rağmen karşılarındaki kişilerde yalnızlık duygusu uyandırır­
lar. Bunun nedeni kendi duygularıyla bağ kuramamalarıdır.
Yani, eşlerine karşı sevgi hissetmezler. Eşlerine olan sevgi ve
ilgileri iletişim hatlarının kopması gibi ara sıra kesintiye uğrar.
Eşleri, onların çevrim dışı olduklarını kabullenmeseler bile
bunu enerji boyutunda algılar ve güvensizlik duyarlar. Bağla­
nabilenler ise, dalmış kitap okurken bile eşleri için hissettikle­
ri sıcak duyguları (yani içsel bağlarını) istedikleri zaman belli
edebilirler. İşte bağlanabilen ve bağlanma sorunu olan kişile­
rin aralarındaki fark, birinin eşine karşı doğal olarak bağlılık
duyması, diğerinin ise kontrolü dışında ve bilinçsizce hisset­
tiği tüm bağlarını koparma arzusudur. Sorundan etkilenen biri
bir seferinde, yurtdışında olduğu zaman sevgilisinin bir hafta
süreyle aklına bile gelmediğini anlatmıştı. Gözden ırak olan
gönülden de ırak olurmuş. Bağlanma fobisi olanların sevgi
bağları çoğu yerinden kopuktur. Bir danışanım bunu, "Kız ar­
kadaşıma duyduğum sevgi araları çizgiyle birleştirilememiş
noktalara benziyor" diye formüle etmişti. Tabii ki bağlanmayı
bilenlerin de aşk duyguları her zaman çok güçlü değildir. Ama
eşlerine bazen artıp bazen azalabilen ama sürekli bir bağlılık
duyarlar. Ama duydukları içsel bağlılık aniden bitmez.

53
Bağlanma korkusu olanların psikolojide "çözülme" olarak
adlandırılan bu kopuşlarının altında yatan nedenler nelerdir?
İlişkiler hızla bir tehdide dönüşmeye başladığında sistem
aynı aşırı ısınan elektrikli aletler gibi kendi kendini kapatır.
Bağlanma sorunu olan kişiler aniden hareketsiz kalırlar. Al­
gıladıkları tehdit çeşitli şekillerde tetiklenir. Nedenlerden biri
eşlerinin aşırı yakınlaşma arzusu göstermeleridir. Diğerleri
de, birlikte fazla uzun zaman geçirmek ya da karşılıklı olarak
hissedilen duyguların fazla yoğunlaşmasıdır. Ayrıca bu teh­
dit duygusu, örneğin sabah işe gitmek zorunda olmak veya
hafta sonu bir seminer için evden uzaklaşmak gibi geçici bir
ayrılık söz konusu olduğunda da tetiklenir. Bu tür ayrılıklar
bilinçaltında hemen bastırılarak bloke edilen büyük bir kor­
ku yaratır. Sistem kapandığında, kişinin eşi algı dünyasından
uzaklaşarak bilinçaltında kaybolur. Böylece korkunun güçle­
nerek kişiyi ele geçirme ihtimali bilinçsizce engellenmiş olur.
Aynca eşlerin önemlerinin artarak insanın kişiliğini ve özgür­
lüğünü tehdit etmelerinin de önüne geçilmiş olur. Donup kal­
ma stratejisini bir kaçış yolu olarak kullanan kişilerin özlem
duyguları da yoktur. Bir aşk ilişkisinin en önemli bağları olan
özlem ve hasret onlar için boş sözlerdir. Bir danışanım bunu,
"anlambilimsel boşluklar" olarak tanımlamıştı. Bu duygular
yerleşmeden önce sistem kendini kapatır. Bağlanma korkusu
yaşamayan insanlar ise eşlerini ve tüm sevdiklerini özlerler.
Yokluklarının yarattığı uzaklık duygularını açığa vurmaları
için yeterlidir.
Bağlanma fobisi olanlar eşlerinin yanındayken "devre dışı"
kaldıklarında sanki acil bir durumda harekete geçecekmiş gibi
davranırlar. Eşleri ise onların o anda uzakta olmak istedikleri­
ni ve ruhsal olarak zaten uzakta olduklarını net bir şekilde his­
seder. B ağlanma korkusu olan kişi "donduğu" zaman sizinle
konuşur, sofrada oturmaya devam eder veya yanınızda yürür
ama sizinle ilişkisini ve ilgisini gösteren tüm hareketleri ve
mimikleri sanki tepkisel olarak silinmiştir. Göz temasından ve

54
bedensel temaslardan şiddetle kaçınır. Eşi tam bu sırada ona
dokunursa, hareketsiz durarak buna katlanır ama hemen döne­
rek veya eşinin elini bırakarak uzaklaşır. Bedensel temaslar­
da doğrudan doğruya kaçar. Bağlanma korkusu olanlar, eğer
şartlar müsaitse tercih ettikleri kaçış stratej ilerini kullanarak
(gazete okumak, hobiler, iş vs.) fiziksel olarak hemen orta­
dan kaybolurlar. Böyle anlarda sizi ikaz ederek uzaklaşmanızı
ima eden sinyalleri gözden kaçırır, konuşarak ya da davranış­
larınızla yakınlaşmaya çalışırsanız şiddetli bir saldırganlığın
tetiklenmesine sebep olursunuz. Kapana kısılan bir aslan gibi
ya gerçekten ya da sözleriyle size saldırır. Her iki durumda da
olabildiğince çabuk ortadan yok olacaktır.

BAGLANMA KORKUSU OLAN KİŞİLERLE


YAŞANAN İLİŞKİNİN ÜÇ AŞAMASI
Bu tür ilişkilerin tipik bir işleyiş süreci vardır. Her bir aşa­
manın süresi farklı olabilir ve ilişki süresince tekrarlanabilir.
Aşağıda anlatılanlar sadece örnektir.

Başlangıç: Berlin'de yaşayan 38 yaşındaki mimar Jan, 33 ya­


şındaki Sylvia ile bir kitapçıda tanıştı. Arkadaşına hediye almak
için kitap ararken orada çalışan Sylvia ona bazı tavsiyelerde
bulundu. Sylvia hoş bir kadındı ve kitaplarla ilgili konuşmaları
Jan'ın hoşuna gitmişti. Ertesi gün tekrar dükkana giderek ona
öğle tatilini birlikte geçirmeyi teklif etti. Sylvia teklifi reddetti ama
Jan pes etmedi. Her gün dükkana çiçekler ve kartlar gönderiyor­
du, bir hafta sonra da onu yeniden ziyaret etti. Bu arada Jan'ın
inatçılığı Sylvia'nın dikkatini çekmiş ve direnci azalmıştı. Bu defa
yemek teklifini kabul etti. Jan yemekte kendinden ve hayatından
bahsetti. Sylvia onu ilginç ve çekici buldu. Sonraları daha sık
çıkmaya başladılar. Jan kendini ona beğendirmek için elinden
geleni yapıyordu. Sylvia onun çok duyarlı olduğuna ve kendisine
güvendiğine inanıyordu. Bu da çok hoşuna gidiyordu. Bu arada
Jan'ın biraz fazla içtiğini fark etmişti. Buna aldırmadı, bir yıldır

55
yalnız yaşadığı ve biriyle beraber olmak istediği için yanında bir
erkeğin olmasından hoşlanıyordu. Jan'a aşık oldu ve mutlu bir
kaç ay geçirdiler. İlişkilerinin ilk yılında mümkün olduğu kadar
sık birlikte oluyorlardı. Jan yurtdışı projelerinden de sorumlu ol­
duğu için genellikle hafta sonları görüşebiliyorlardı. Ama günde
bir kaç defa telefonlaşıyorlardı. Birbirleri için deli oluyorlardı. Jan
Sylvia'yı yanına taşınması için zorluyordu. O zaman hem daha
yakın olabilirler hem de Sylvia'nın ödediği kira parasını biriktire­
bilirlerdi. Sylvia teklifi kabul etti.

Ara süreç: Sylvia yanına taşındıktan sonra Jan'ın davranışla­


rı değişti. Değişim önce küçük şeylerle başladı. Eskiden yaptığı
gibi evi aramayı sık sık unutmaya başladı. Ayrıca işinden çıkıp
eve gelmek için artık acele de etmiyordu. Sekse olan ilgisi de
azalmaya başlamıştı. İnşaat projelerinin zihnini meşgul ettiğini
ve çok stres altında olduğunu söylüyordu. Sylvia bir süre ona
anlayış gösterdi. Sonraları Jan eve geç gelmeye başladı. Bazı
akşamlar işten sonra arkadaşlarıyla bara takıldıkları için içkili ge­
liyordu. Hafta sonları biraz rahatlamasına rağmen ruhen uzakla­
şıyordu. Tüm bunlara sebep olarak işini gösteriyordu. Ama Sylvia
Jan'ın bu kadar değişmesinin altında daha önemli başka sebep­
ler olduğunu hissediyordu. Jan'ın işini bahane ettiğini düşünüyor­
du. Ona duygularını söylediğinde Jan lafı ağzında gevelemeye
başladı. Bunun Sylvia'yla bir ilgisi olmadığını söyledi. Onu hala
eskisi kadar seviyordu ama kendine ait zamana ihtiyacı vardı.
Haftada dört akşam birlikte olmayı ve iki akşam da Jan'ın özgür
olmasını kararlaştırdılar. Haftada en fazla bir kere sevişiyorlardı.
Jan çoğunlukla kendini yorgun hissediyordu. Daha çok içmeye
başladı. Bir ay sonra kararlaştırdıkları akşam programını bıra­
karak artık daha serbest davranmalarını istedi. Böyle kurallarla
kendini köşeye kısılmış gibi hissediyordu. Sylvia onu yanlış an­
lamamalıydı, onunla birlikte olmaktan mutluluk duyuyordu ama
bu kadar katı kurallar koyduklarında mutluluğu gölgeleniyordu.
Tekrar özgür programlarına döndüler. Jan akşamları gene sık
sık geç gelmeye başladı. Evde olduğunda da çalışma masasının
başına oturuyordu. Eğer iş seyahatinde değilse haftada ancak
iki akşam beraber oluyorlardı. Jan yabancı projeler yüzünden

56
seyahate çıkmadığı zamanlar Sylvia akşamları onunla birlikte
olabilmek için başka program yapmıyordu. Onun hangi akşam
eve erken geleceğini asla kestiremiyor ve kendini çok yalnız his­
sediyordu. Kavgaları sıklaşmıştı. Sylvia'nın aklı çok karışıktı ve
iyice güvensizleşmişti. Jan'la beraber yaşamayı tamamen farklı
hayal etmişti. Jan'ı onu önce evine taşınmaya ikna ettiği ve sonra
da bir kenara ittiği için suçluyordu. Çok fazla içtiği ve onu ihmal
ettiği için sürekli şikayet ediyordu. Böyle davrandığında genel­
likle işler bir süre için düzeliyordu. Bazı günler Jan tekrar eski
Jan oluyor, eve gelirken çiçekler alıyor, yemekler pişiriyor ve eski
tutkuları alevleniyordu. Sylvia bu güzel anlara sımsıkı sarılıyor,
beraber yaşamaya alışmaları gerektiğinden ilişkilerinde yaşanan
krizin geçici olduğunu umuyordu. Ama hiç bir şey düzelmedi. Syl­
via, Jan'ın ellerinin arasından kayıp gittiğini hissediyordu. Onunla
tekrar yakınlaşmaya uğraşıyordu. Giyimine özen gösteriyor, onu
küçük hediyelerle şımartıyor, anlayışlı ve duyarlı olmaya çalışı­
yordu. Ama tüm çabaları boşa gidiyordu. İlişkileri hakkında ko­
nuşmak istediğinde Jan giderek daha öfkeli tepkiler veriyordu,
ona göre her şey yolundaydı. Sylvia'yı ortada bir şey yokken olay
yaratmakla suçluyordu.

Son : Sylvia'nın ailesiyle Hamburg'da birlikte bir hafta sonu ge­


çirdiler. Sonunda ilişkileri eskisi gibi uyumlu ve tutkuluydu. Pazar
akşamı Berlin'deki evlerine döndüklerinde Jan ona konuşmak is­
tediğini söyledi. Artık ilişkilerini bu şekilde devam ettiremeyecek­
ti. Onu seviyordu ama fazlasıyla daralmıştı. Beraber yaşadıkları
için sanki nefes bile alamıyordu. Gözyaşları içinde o güne kadar
beraber olduğu bütün kadınları mutsuz ettiğini itiraf etti. Bu defa
farklı olmasını istemişti. Sylvia'nın doğru insan olduğundan ve
bu sefer dayanacağından emindi. Ama yapamıyordu, ondan ya­
nından taşınmasını rica etti. Ona acı çektirdiği için çok üzgündü.
Sylvia olup biteni anlayamıyordu. İlişkileri daha yeni başlamış
sayılırdı. Gayet de iyi anlaşıyorlardı. Birçok konuda aynı düşün­
celeri paylaşıyorlardı, zevkleri de birbirine uyuyordu. Bu gerçek
olamazdı! Sylvia endişeliydi. Uzlaşmak ve yeniden denemek için
yalvarmaya başladı. Ama Jan çok katıydı.. Hayır, diyordu, gerçek
olduğuna inanmak istemediği bazı şeylerden artık çok emindi.

57
İtiraf etmeliydi ki o, sürekli ilişkileri sürdüremiyordu. Bu tür ilişkiler
onu boğuyordu. Sylvia ertesi gün perişan bir halde kız arkadaşı­
nın yanına taşındı.

Ve sonrası: Jan, iki hafta sonra Sylvia'yı aradı. Kendini çok kötü
hissediyordu. Sylvia'yı hala seviyordu ve hep onu düşünüyordu.
Nasıl olduğunu sordu. Tekrar görüşmek istedi. Buluşmaları yeni
bir başlangıç oldu. Sonunda Sylvia'nın dayanma gücü kalmayıp
ilişkiyi tamamen bitirene kadar üç kez ayrılıp barıştılar. Bu iliş­
kinin Sylvia'da açtığı yaraların iyileşmesi çok uzun zaman aldı.

Aslında Neler Oldu ?


Başlangıç: Bağlanma korkusu içeren ilişkiler genellikle çok
tutkulu ve romantik başlar. Bağlanma korkusu olanlar iliş­
kilerinin başında ve ilk aşık olduklarında kendi korkularını
hissetmezler. Kendilerini köşeye kıstırılmış hissetmedikleri
sürece ilişkiye hızla devam edebilirler. İlişkilerin başında her
iki taraf da güvensizlik duyar. Bağlanma korkusu olan kişiler
daha işin başında, bu ilişkinin güvenli ve uzun süreli olacağını
hissetmezlerse duygularını dışa vururlar. O noktaya kadar tek
hedefleri taptıkları kişiye sahip olmaktır. Jan, "Sylvia'yı elde
etme arzusu beni adeta teslim almıştı. Hayat normale döndü­
ğü zaman kurduğum ilişkilere olan ilgimi kaybettiğimi daha
önce yaşadıklarımdan dolayı gayet iyi biliyordum. Ama bu
defa Sylvia ile daha farklı olabileceğini düşündüm. Onu elde
etmek için diğer kadınlardan daha uzun zaman harcadım. B u
d a ona daha çok aşık olmama yol açtı. Bu defa doğru insanı
bulduğuma kesinlikle inanıyordum" demişti.

Ara Süreç: Taraflardan biri açıkça kabullendiğinde ilişki bir


etap daha ilerler. Bu süreçte kaygı duyulmaya başlanır. Syl­
via, Jan 'ın yanına taşındığında işte bu olmuştu. Jan bunu des­
teklediği halde birdenbire kendi bölgesinde kapana kısıldığı
duygusuna kapılmıştı. Fetih dönemi kapanmıştı ve ilişkide

58
güçler el değiştirmişti. Jan'daki ilk endişe belirtileri böylece
baş gösterdi. Sürekli Sylvia'nın onu sinirlendiren yanlarını
düşünmeye başlamıştı. Özgürlüğünü kaybettiğini hissediyor­
du. Sylvia'yı elde etmeye çalışırken dikkatini bile çekmeyen
hoş kadınları artık fark ediyordu. Acaba sadece bir kişiyle mi
beraber olmalıydı? Sonsuza kadar mı? Ama Sylvia'yı kaybet­
mek istemediği için ona bu düşüncelerinden bahsetmiyordu.
Onun yerine kendini korumaya almayı tercih etti. Bölgesinin
sınırlarını belirlemek istiyordu. Sylvia'ya karşı duyduğu his­
ler de değişmeye başlamıştı. Onu gerçekten sevip sevmedi­
ğinden artık emin değildi. Ona artık eskisi gibi tapmıyordu.
Duygularındaki değişiklikler onu endişelendiriyor ve kendini
suçlu hissediyordu. Sylvia konusunda duyduğu endişeleri giz­
lemeye çalışıyordu. İşini bahane ediyor, yaptığı numaraların
farkına varmaması ve biraz özgür olabilmek için de ondan
uzak durmaya çalışıyordu. Öte yandan, onu sevdiğini ve bir­
likte olmak istediğini hissediyordu. O dönem davranışları ve
Sylvia'ya verdiği mesajlar arasında inanılmaz çelişkiler vardı.
"O dönem çok mutsuzdum. Bir yandan Sylvia ile beraber
olmak istiyordum. Onun beni rahatsız eden yanlarını hatırla­
mıyorum bile. Aslında birbirimize çok uygunduk. Ama gene
de daha önce fark etmediğim, örneğin düzenlilik gibi bazı
huyları galiba beni rahatsız ediyordu. Ortada hiç bir şey kal­
mamalıydı, her şeyi alıp yerine koyuyordu. Beni kendi böl­
gemden uzaklaştırmaya çalıştığı hissine kapıldım. Bir de ak­
şamları gelmemi beklemesine hiç alışamadım. Beni görünce
seviniyordu. Ben ise sevinmek bir yana özgürce karar bile
veremediğimi hissediyordum. Bu yüzden akşamları eve gel­
mek zorunda kalıyordum. Bu beni o kadar sinirlendiriyordu
ki akşamları eve özellikle geç gelmeye başladım. Kendime
ve ona, özgür bir insan olduğumu ispat etmeye çalışıyordum.
Birdenbire kendimi baskı altında hissetmeye başlamıştım. Bu
duygudan kurtulabilmek için daha çok içiyordum. Diğer yan­
dan Sylvia'ya sanki yeni aşık olmuşum gibi hissettiğim anlar

59
da oluyordu. Ona çiçekler alıyor ve onunla sevişmek istiyor­
dum. Daha sonra şüphelerimden ve davranışlarımdan utanç
duyarak işleri yoluna koymaya çalışıyordum. Her şey benim
için olduğu kadar onun için de şaşırtıcı olmalıydı" diye anla­
tıyordu Jan.

Son: B ağlanma korkusu olanlar birine bağlandıkları dönem­


lerde karşılaştıkları tüm taleplerin, beklentilerin ve endişelerin
kendilerine yönelik olduğuna inanırlar. Bu da onların kendile­
rini kapana kısılmış gibi hissetmelerine ve bölgelerini savun­
maları gerektiğini düşünmelerine yol açar. Hem duygusal hem
de mekansal olarak işgale uğramış olma hisleri giderek güçle­
nir. Tüm düşünceleri ilişkiden kaçmanın ve bölgelerini savun­
manın etrafında dönmeye başlar. Daha düşmanca, saldırgan
ve bencilce davranmaya başlarlar. Bazı davranışlarla eşlerini
ilişkiyi bitirmesi için tahrik ederler. Ancak ilişki bittiğinde
hayatlarının kurtulabileceği inancı hızla içlerine yerleşir. Ara
süreçteki düşünce karmaşasında, kaçıp kurtulma düşüncesi
ağır basar. Bunu sağlayabilmek için başka ilişkilere girenlerin
sayıları hiç de az değildir.
Jan yaşanan son süreci, "Hamburg' a gitmeden önce Sylvia
ile ilişkimi bitirmem gerektiğini biliyordum. Bu karar beni o
kadar rahatlattı ki, hafta sonunu çok keyifli geçirdim. Ama bu
arada niyetim konusunda biraz bocaladım. Birkaç gün önce
ilgimi çeken hoş bir kadınla tanışmış ve bir sonraki hafta sonu
için randevulaşmıştık. Sylvia'ya haksızlık etmek istemedi­
ğim için pazar akşamı ona kararımı bildirdim. Bu beni de çok
üzdü, ama başka çarem yoktu" diye anlatmıştı.

Ve sonrası: Bağlanma korkusu olanların endişeleri ve korku­


ları ayrılık gerçekleştikten sonra aniden yatışır. Üstlerindeki
baskı kalkmıştır ve artık bir düşmanları kalmamıştır. B irden­
bire eski sevgililerini hala sevdiklerini ve özlediklerini fark
ederler. Özgürlük, sahip olduğunuz anda cazibesini kaybeder.

60
Verdikleri kararın hatalı olduğunu düşünerek geri dönmek is­
terler. Aslında ilişkinin sonu gerçek bir son değildir, ilişki bir
şekilde devam eder. Bağlanma fobisi yaşanan ilişkilerde kısa
da olsa ayrılıklar ve yeni başlangıçlar görülür.
Jan, "Sylvia taşındıktan sonra kendimi birden çok yalnız
hissettim. Diğer kadın artık ilgimi çekmiyordu. Son aylarda
nereye sürüklendiğimi kavrayamıyordum bile. Sylvia'ya olan
aşkım yeniden alevlenmişti. Onu tekrar elde etmekten başka
bir şey düşünemiyordum" diyordu.
Bunlar, bağlanma fobisi içeren ilişkilerin tipik akış sü­
reçleridir. Bunların süreleri zaman açısından farklı olabilir.
İlk süreç çok uzun yaşanabilir. Orta süreç bir kaç hafta hatta
yıllarca devam edebilir. Fazla duygusal kişiler, kapana kısıl­
dıkları hissine çabuk kapıldıkları için ara süreç bir kaç gün
veya sadece bir gece yaşanabilir. Daha önce de söylediğim
gibi bağlanma fobisi olanlar evlenmeye karşı değillerdir. Ama
korkuları evlendikten hemen sonra yoğunlaşır. Korku duyan
kişi ilişkisinde mesafeyi korumak için tüm kaçış ve saldırı
stratejilerini kullanmaya başlar. Tabii ki evlilikte "Önce seni
bir elime geçireyim ... " gibi bir ümit yoktur.
Bağlanma fobisi olanlar kaçmak, savaşmak veya donup
kalmak gibi, yani ilişkiden kurtulmak için akla gelmeyecek de­
ğişik yöntemler geliştirirler. Ama tüm yöntemler eşleri için acı
vericidir. Genellikle de iki sevgili arasında kaçma kovalama
oyunu kızışır. Biri kaçar, diğeri kovalar. Biri kavga çıkarır, di­
ğeri tartışma çıkmasın diye (pek başarılı olamaz) alttan almaya
çalışır. Kendinizin de önceki sayfalarda okuduğunuz yöntem­
lerden bazılarını kullandığınızı fark ettiyseniz sizden ricam,
yöntemlerinizin farkında olmanız ve ilişkilerinizi düşünmeden
yaşamamanızdır. Bu kitap size aslında çok basit olan bu yolda
yürümeniz için yardım edecek, rehberlik yapacaktır.
Eşinizin bu taktikleri kullandığını düşünüyorsanız size,
ilişkinize odaklanmaktan vazgeçmenizi öneririm. Arkadaşla­
rınızla buluşun, hobilerinizle ilgilenin. Hem kendinizin hem

61
de eşinizin yaşadığınız ilişki baskısını ortadan kaldırın. Bağ­
lanma korkusu olan kişilerle sürdürülen ilişkiler inanılmaz
girdaplar yaratır. Eşler tüm enerjilerini birbirlerini anlamaya
ve ilişkilerine adarlar. Bu girdaptan kurtulmaya çalışın ve
kendinizle daha çok ilgilenin. Eşinizin sorunları yerine kendi
sorunlarınıza, birbirinize yakın olduğunuz anlarda kapıldığı­
nız hayaller yerine ilişkinin gerçeklerine odaklanın.
Bu yolda atmanız gereken adımları 175. sayfadan itibaren
bulabilirsiniz.

BAGLANMA KORKUSUNUN YAN


ETKİLERİ - GÜNLÜK HAYATTA
YAŞANAN ZORLUKLAR
Çocukluktan kalan, yani daha sonra yaşanan hayal kırıklık­
ları sebebiyle oluşmayan bağlanma korkuları kişilerin içlerine
iyice yerleşmiş oldukları için hayatın başka alanlarında da et­
kili olurlar.
Bağlanma korkusu olanlar mesleki gelişimlerinde de özgür
olmaya gereksinim duyarlar, bağlanmaktan ve köşeye sıkıştı­
rılmaktan korkarlar. Vesayet altına girmemek için genellikle
serbest çalışmayı veya özgürlüklerinin sınırlandırılmayaca­
ğı işyerlerini tercih ederler. Hareketli ve esneklik gerektiren
işleri seçerler. Örneğin, iş seyahatine çıkmalarını gerektiren
işler onlara, kaçma ve zihinlerinin meşguliyetini izah etme
kolaylığı sağlar. Kalıcı işlerde çalıştıklarında ise başlarında
doğrudan bir yönetici olmayan görevler bulmaya uğraşırlar.
İş hayatlarında da kontrol edilmeden hareket edebilmek için
ortadan kaybolmayı tercih ederler. Buna uygun, yani yetkili
pozisyonda olacakları veya gözlem altında olmayacakları her
türlü işi cazip bulurlar. Sonsuzluk korkuları, eğitimlerini veya
yüksek lisanslarını yarım bırakmalarına, sık sık iş değiştirme­
lerine sebep olur.

62
Bazıları kişilikleri yüzünden mesleklerinde çok başarılı,
bazıları da yine aynı sebepten başarısız olurlar. Başarılarının
sebebi kaçmak için işlerine sığınmaları ve özel bağlantılarını
işlerine ve kariyerlerine karıştırmamalarıdır. Başarısız olmala­
rının sebebi ise bağlanmaya ve başkalarının emrine girmeye
direnme huylarıdır. Özgürlük dürtüleri ve uzlaşmaz tutumları
onları aynı aşk ilişkilerinde olduğu gibi meslek hayatlarında
da sürekli yeni başlangıçlara ve kopmalara sürükler. Böylece
başarısızlığa uğrayan mesleki projelerin sayısı da giderek artar.
Bağlanma korkusu olanların bir göstergesi de yaşama alan­
larıdır. Göçebe zihniyetleri yaşadıkları ortamlarda kendini
gösterir. Evlerinde veya dairelerinde sanki inşaat bitmemiş ve
hiç bitmeyecekmiş gibi üstünkörü yapılmış bölümler vardır.
Çünkü yerleşik olmaktan korkarlar. Ya da çok mütevazı bir
yaşam sürerler. Özellikle de dekorasyona ve rahatlığa kadınlar
kadar önem vermeyen erkekler hayat standartlarının çok altın­
da yaşarlar. Üstünkörü seçilmiş, gösterişsiz mobilyaları gelir­
leriyle büyük tezat yaratır. Veya başarısız iş hayatlarının sonu­
cu gelirlerinin çok az olması yaşam şartlarına yansır. Evlerinin
"taşınma isteği uyandırmayan" tarzda döşenmiş olmasının tek
sebebi sadece her an kaçmaya hazır olarak yaşamaları değil,
aynı zamanda herhangi bir yere kök salmak istememeleridir.
Yalnızca insanlarla değil eşyalarla kurdukları ilişkiler de ol­
dukça gevşektir. Bağlanma korkusu olduğu herkesçe bilinen
meşhur Alman Rock şarkıcısı Udo Lindenberg'in, çok zengin
olmasına rağmen uzun yıllardır Hamburg 'un lüks otellerinden
birinde yaşaması bunun en çarpıcı örneğidir.
Bağlanma fobisi olanlar sevimsiz mobilyalar seçerler. Kul­
lanışlı, ki bunların da zevkli olanları var, ama rahat olmayan
mobilyaları severler. Yaşam anlayışlarında yer alan mantık
yoluyla duyguları engelleme dürtüleri zevkleri konusunda da
geçerlidir.
Aşk ilişkilerinde uyguladıkları kurallar arkadaşlık ilişkile­
rinde de geçerlidir. "Lütfen benden fazla şey bekleme ! " Arka-

63
daşlarına da bağlanmaktan hoşlanmazlar. Buluşma olanakları
"seçmeli" olursa kendilerini daha iyi hissederler. Son anda
bir randevuyu iptal ettiklerinde veya uzun süre bir buluşma
tarihi belirlemediklerinde arkadaşları onlara darılmamalıdır.
Bağlanma sorunu olan birisi, arkadaşına tam randevu vere­
ceği anda bütün keyfinin kaçtığını, çünkü onunla buluşmak
isteğinin birdenbire göreve dönüştüğünü söylemişti.
Bu fobiyi yaşayanların çoğu buluşma sorunlarını çözmek
için başka ailelerle olan bağlarını güçlendirirler. Böylece ya­
kın dostları olarak canları istediği zaman onlara gidip gelebi­
lirler. Aile fertleriyle genellikle evde buluşulması ve onların
günlük yaşamlarını belirli ölçüde takip edebilmeleri bağlanma
fobisi olanlar için büyük bir avantajdır. Bağlanmaktan korkan
bir arkadaş bu sayede ilişki gereksinimini tam istediği gibi
anlık kararlarla karşılayabilir. Ayrıca aileler onlara en büyük
eksiklikleri olan bir yuvanın sıcaklığını ve huzurunu sağlarlar.
Arkadaş oldukları ailelerle olan ilişkilerinde hiç bir sorumlu­
luk taşımak zorunda kalmazlar.
Bağlanma fobisi olanların arkadaşlık konusundaki güveni­
lirlikleri korkularının ölçüsüne ve karakterlerine bağlı olarak
değişir. Bazıları, arkadaş olarak da sorumluluklardan kaçtık­
ları ve kendilerine ihtiyacı olanları yüz üstü bıraktıkları için
aşk ilişkilerinde olduğu gibi çekilmez insanlardır. Bazıları ise
arkadaş olarak güvenilir insanlardır. Yakınlaşma korkuları sa­
dece aşk ilişkilerinde ortaya çıkar. Bir kısmı ise karma bir ar­
kadaşlık modeli benimserler. Arkadaş olarak aşk ilişkilerinde
olduğu kadar karmaşık davranmazlar, ama yine de onlardan
fazla talepte bulunulmamalıdır. Bir de her türlü arkadaşlıktan
kaçınarak sadece geçici ilişkiler kuran, olağanüstü içine kapa­
nık, bağlanma korkuları olan yalnızlar vardır. İnsanlarla arala­
rına sınır koyma eğilimleri o denli fazladır ki, kimsenin kendi­
lerine ve evlerine - bölgelerine - yaklaşmasına izin vermezler.
Bağlanma korkusuna sahip insanlar arkadaşlık ilişkilerin­
de de duygularından bahsetmeyi sevmezler. Konuyu akıllı-

64
ca kendilerinden başka yöne çevirmeyi becerirler. Özellikle
erkekler nesnel konulara büyük hayranlık duyarlar. Kadınlar
ise genellikle hemcinsleriyle duyguları ve korkuları hakkında
konuşmayı severler. Ama bağlanma korkusu olanlar insan­
ların onlara yaklaşmasını engelleyen bir enerji yayarlar. Bu
yüzden hiç kimse onlara özel sorular sorarak yakınlaşmaya
cesaret edemez.
Bağlanma korkusunun diğer bir yan etkisi de görünmez,
yani bilinmez olma dürtüsüdür. Bağlanmaktan korkan biri
bana, yurtdışına gittiğinde onu tanıyan kimsenin bunu bilme­
mesinden büyük mutluluk duyduğunu anlatmıştı. Bu insana
adeta sarhoş eden bir özgürlük hissi veriyordu. Başka birisi,
ikinci planda kalmayı tercih ettiğini söylemişti. Şahsına yöne­
len her türlü dikkat ve ilgiden nefret ediyordu. Bu gibi durum­
larda çoğu kişi görünmez olmak ister, hiç bir yere ait olmak
istemez. Bu yüzden de hiç biri kayıt gerektiren derneklere
veya benzer kuruluşlara üye olmazlar. Bazılarında bu eğilim
o kadar aşırıya kaçar ki, kapı ziline dahi isimlerini yazmaktan
hoşlanmazlar. Bir anlamda elle tutulabilir olmak istemezler.
Çoğunlukla aşk ilişkilerinde, bazıları da yaşamlarının her ala­
nında yok olma arzusu duyarlar. Kimse beni görmezse benden
bir şey isteyemez ! Sadece narsist eğilimi (Sayfa 82) olanlar bu
konuda istisna teşkil ederler, onlar tek başına olmak şartıyla
hep göz önünde olmak isterler.

65
İnsan kurallara sığmaz!
v

BAGLANMA
KORKUSUNUN •

NEDENLERi

B A G L A N M A K O R K U S U N U N N E D E N L E R İ çoğunlukla çocuk­
luk dönemlerinden kaynaklanmaktadır. Doğduğumuz andan
itibaren var olmamızda ve hayatta kalabilmemizde bağlanma­
nın çok büyük rolü vardır. Göbek bağımız doğduktan sonra
kesilir. Bağlanmak ve ayrılmak tüm yaşamımız boyunca, öle­
ne kadar karşılaştığımız olgulardır.
Yeni doğan bir bebek yakın çevresinin bakımına ve ilgi­
sine gereksinim duyar. Ona iyi bakılmazsa ölür. İlk bir kaç
yıl tüm sorumluluğu taşıyan annedir. Bebeğe bakan kişi
baba, büyükanne veya başka birisi de olabilir. Önemli olan
gerekli bakımın birisi tarafından üstlenilmesidir. Çoğu ço­
cuğun çevresinde onunla ilgilenen birden fazla kişi bulu­
nur, en azından anne ve babaları vardır. B aba veya yakın
çevresindeki diğer kişilerde bebeğe bakabildikleri için di­
ğer kişileri teker teker saymak yerine konuları sorumlulu­
ğu üstlenen anneye atıf yaparak anlatacağım . Bunu doğal
karşılayacağınızı umuyorum.

67
ANNENİN ROLÜ
Yetişkinliğimizde bağlanabilen kişiler olup olmamamız bü­
yük ölçüde annemizle yaşadığımız çocukluk deneyimlerimize
bağlıdır. Yani beynimizin bağlanma olgusunu "güven, sıcaklık
ve koruma" ile mi yoksa "terk edilmek, yalnızlık ve korku"
ile mi bağdaştırdığı ile ilgilidir. İki veya üç yaşına kadar yaşa­
dıklarımızı ve ilk deneyimlerimizi hatırlayamayız. Bu yüzden
bağlanma korkularını yöneten en büyük güç bilinçaltımızdır.
Bebek doğduğunda tamamen anneye bağımlıdır. Yaşa­
mının ilk aylarında kendinin ve annesinin birbirlerinden ayrı
insanlar olduğunu dahi bilmez. Bebek dünyaya sadece gerek­
sinimleri ve duyguları ile gelir. Duygu dünyası mutluluk ve
mutsuzluktan ibarettir. Mutsuzluk duygusu açlık, susuzluk,
soğuk, sıcak veya bedensel şikayetler sebebiyle ortaya çıkabi­
lir. Bebek mutsuzlukla başa çıkamaz, hissettiği güçlü stres so­
nucunda bağırmaya ve ağlamaya başlar. Annenin görevi bebe­
ğin stresini hafifletmek, onu teskin etmek, doyurmak, ısıtmak
ve teselli etmektir. Bebek, mutsuzluğunun giderilmesinin yanı
sıra doğuştan sosyal ilişkilere ve insani ilgiye de gereksinim
duyar. Yani annenin görevi sadece bebeği teselli ve teskin et­
mek değil, insanlar arasındaki ilginin ve konuşmanın verdiği
mutluluğun bir parçası olmasını sağlamaktır.
Bebek ilk yaşlarından itibaren hareketlerini kontrol etmeyi
öğrenir. Elleriyle daha güçlü kavrar, sırtüstü yatarken yüzü­
koyun dönmeyi öğrenir, emeklemeye ve bir yaşına geldiğinde
de adım atmaya başlar. İlgi ve gıda gereksinimini de kendi
yönetmeye başlar, biberonunu veya annesini yakalar, emek­
leyerek annesine doğru gider veya başka yöne döner. Doğru
olan anne ve bebeğin birbirleriyle uyum içinde olmalarıdır.
Anne giderek bebeğinin verdiği sinyalleri daha iyi anlamaya
başlar ve ona göre tepki gösterir. Çocuk ise annesinin onu an­
ladığını bilir, gereksinmelerinin karşılanmasında kendi etkisi­
nin de olduğunu öğrenir. Annesinin, onun istediği gibi tepki
göstermesini sağlayabildiğini deneyimler. Sadece ilgi görme

68
arzusu değil, özgürlük arzusu da duyar. Ne kadar serbest hare­
ket edebilirse çevresini o kadar iyi tanıyabilir. Çocuğun ilgiye
olan açlığını giderebilmek için, dünyayı öğrenebilmesi için
onu ne ölçüde serbest bırakmak gerektiğini bilmek önemlidir.
Çocuğun annesi ile bağ kurabilmesinin temel şartlarından biri,
annenin onun gereksinimlerini hissedebilmesidir.
İhtiyaç duyduğu anlarda annesinin yanında olması, yalnız
kalmak istediğinde ise onu rahat bırakması sonucunda çocuk
annesine güvenebileceği deneyimler. Anne tesellinin ve güve­
nin kaynağı haline gelir. Çocuğun çevresindeki ilginç insan­
lara ve olaylara yönelerek özgürlük arzularını gerçekleştire­
bildiği güvenli bir temel teşkil eder. Annenin duygusal davra­
nışları sayesinde çocuk ilişkilere güven duymayı, yani temel
güveni öğrenir. Bu güven, dünyada hoş karşılanma ve kabul
görme duygusudur. Bu duygu bütünsel olarak algılanan bir
deneyimdir. Çocuk, kabul görme ve güven duygusunu bede­
ninde mutluluk olarak hisseder. Yetişkin olma yolunda da bu
duyguyu hep yüreğinde taşır. O dönemin izleri hafızamızda ve
bilincimizde yer almasalar bile ruhumuza kazınmıştır.
Temel güvenin içinde yatan bir başka gerçek de ilişkilere
teslim olmayarak onları etkileyebilmektir. Yani prensipte çocuk
ilişkilere güvenmeyi, yönetebilmeyi ve oluşturmayı öğrenir.
Anne ve çocuk arasındaki ilişki ve etkileşim başarılıysa ço­
cuk iki yaşından itibaren annesine karşı güvenli bir içsel bir
bağlılık hisseder. Annesini başka insanlardan ve olaylardan
ayırmayı öğrenir ve onu hiç bir şeyle değişmez. Bu gelişim
aşamasından sonra çocukta "sekizinci ay korkusu" denen ya­
bancılara karşı korku duyma dönemi başlar. Artık güven du­
yulan tek kişi annedir, bebek onu başkalarından ayırt etmeyi
öğrendiğinden yabancılardan korkmaya başlar.
İçsel bağlanma, psikologların "nesne sürekliliği" olarak
ifade ettikleri bir süreçtir. Nesne sürekliliği, çocuğun başka
bir odada olan annesini göremese bile onun varlığını hisset­
mesidir. Diğer bir deyişle annesinin görüntüsünü içselleştir-

69
diğinden onun var olduğundan emin olması için onu sadece
bedensel ve görsel olarak algılaması gerekmez. Annesini bir
şekilde ruhuna ve kalbine yerleştirmiştir. İşte içsel bağlılık bu­
dur. İnsan yetişkin olunca da aynı sıcak duyguyu sevdikleri
için hisseder. İçsel bağlılıkla birlikte derin bir güven ve emni­
yet duygusu da oluşur.
İnsan motivasyonunun temelinin sevmek, değer bilmek ve
karşılığını almak olduğu yeni yapılan nörobiyoloj ik araştırma­
larla ispat edilmiştir. Yani bağlanma gereksinimi hepimizin
doğasında vardır. Bağlılık hormonları da denilen Dopamin ve
Oksitosin maddelerinin salgılanmasıyla tetiklenen motivas­
yon sistemimiz işin içine sevgi, ilgi ve takdir girdiğinde en
üst seviyeye ulaşır. Buna karşılık izole yaşamak ve yalnızlık
motivasyonu düşürür. Şiddetli depresyon vakalarında görül­
düğü gibi, kişi her şeyi anlamsız bularak aşın isteksizleşir ve
hiç bir dürtü hissetmez. Beyinde motivasyon ve bağlanma ile
ilgili nöronal ara bağlantılar, temel güven duygusunun kaza­
nıldığı ve anneye bağlanmanın gerçekleştiği yaşamın ilk üç
yılında oluşur. Bu süre içinde çocuklar gereken ilgiyi görmez­
se beyinlerinde ilgi gören çocuklardan çok daha az miktarda
nöronal ara bağlantı oluşur. Nörobiyolojik bakış açısına göre
bunun anlamı, ilk yaşlarında yeteri kadar ilgi ve sevgi gör­
meyen çocuğun psikolojik özelliklerinde sadece yazılım değil
donanım hataları da görülür. Çünkü beynindeki motivasyon
ve bağlanma sistemlerini oluşturan sinir hücrelerinin arasında
çok az sayıda bağlantı noktası (sinaps) vardır. Büyüdüğünde
bir yetişkin olacak olan bu çocuğun beyni, bebekliğinde sevgi
ve ilgi deneyimleri olan bir çocuk kadar dopamin ve oksitosin
üretmez.
Dışarıdan bakıldığından içsel ödül ve motivasyon sistemi
ile ilgi, sevgi, takdir arasında bağlantının sadece bir bölümü
görünür. Aşın durumlarda ve sonraki yaşlarda bu donanım ha­
tası bağlanma korkularına ve sorunlarına sebep olur.

70
İnsanın yaşamının ilk iki yılının bağlanma yeteneği ka­
zanmasında önemli bir rolü vardır. Ama insanın daha son­
raki gelişiminde bu tek başına etkili değildir. B ağlanma ye­
teneği, kişinin sonraki yıllarda gösterdiği gelişimden güçlü
şekilde etkilenir. Ama genellikle annenin ve ebeveynlerin
yetiştirme tarzları etkisini devam ettirir. Bebeğine duyarlı
şekilde yaklaşmayan bir anne, çocuğu büyüdüğünde onun
gereksinimlerini algılayamaz. Tabii ki farklı yaşam şartla­
rına göre bunun istisnaları vardır. Örneğin, anne ve bebek
bu duyarlı bağlanma sürecinde annenin uzun süre hastanede
yatması nedeniyle birbirlerinden ayrılmış olabilirler. Bu ko­
nuda annenin suçu olmadığı halde bebeğin bağlanma yapısı
bozulabilir. Tekrar birlikte olduktan sonraki yıllarda anne
duyarlı ve sevecen davranışlarıyla bunu telafi edebilir. Mali
zorluklar yüzünden çalışan anneler/ebeveynler çocuklarını
sabahları erkenden yabancı bir bakıcıya bırakmak zorunda
kaldıklarında, birlikte oldukları süreleri çocuklarına sevgi ve
ilgi göstererek geçirebilirler. Annelerin çocukları küçükken
çok işleri olduğu için onlarla gerektiği gibi ilgilenememele­
rinin çeşitli sebepleri vardır. Daha iyi yaşam şartlarına sahip
olsalardı bunu daha rahat yapabilirlerdi. Bu anne ve babalar
yaşam şartları düzeldiğinde veya yaşadıkları zor dönemler
geçtiğinde davranışlarıyla bu ihmallerini dengeleyebilirler.
Aynı şekilde, yaşamının ilk yıllarında kötü şartlarda büyü­
yerek gelişemeyen bir çocuk da sonraki yıllarda şefkatli bir
bakıcı aileye verildiğinde önceden oluşamayan bağlanma
yapısını yeniden kazanabilir. Ama nörobiyolojik çalışmalar
böyle durumlarda az da olsa bir donanım hatası kaldığını
göstermiştir. Ben, insanın psikolojik programının ilerleyen
yaşlarda yeniden şekillendirilebildiğine inandığım için nöro­
biyolojik bakış açısına karşı çıkıyorum. Donanım hataları
olan ve değişerek az da olsa bağlanma yeteneği kazanan da­
nışanlarımı gözlemledim. Endişe duyulan durumlarda akıl
yoluyla her işin üstesinden gelinir.

71
İçsel bağlanmanın oluşabilmesi çocuğun bazı özellikleri
ile de ilgilidir. Çocuklar değişik huylar ve karakter özellikleri
ile dünyaya gelerek annelerinin kendileriyle bir bağ kurmasını
ya kolaylaştırır ya da zorlaştırırlar. Örneğin, sürekli ağlayan
çocukların anneleri çaresiz kalır. Normal bir çocuğa davra­
nacakları gibi sevecen ve şefkatli olamaz ve güvenli bir bağ­
lanma duygusu oluşturmayı başaramazlar. Ayrıca çocukların
farklı yakınlaşma ve uzaklaşma eğilimleri ile dünyaya geldik­
leri kanıtlanmıştır. Bazıları fazlasıyla "sokulgandır", bazıları
ise annelerinin ilgisine daha az ihtiyaç duyarlar. İlgiye ihtiyaç
duymayanlar doğuştan özgürlüğe eğilimi olan çocuklardır ve
ileride bağlanma sorunları yaşama olasılıkları da diğer çocuk­
lara göre daha fazladır. Çocuğun mesafeli durması anneyi çok
üzer, kendini çocuk tarafından dışlanmış gibi hisseder. Bu da
annenin kendini geri çekmesine ya da daha fazla desteğe ih­
tiyaç duyan diğer çocuklarından biri ile daha çok yakınlaş­
masına yol açar. Böylece problem karşılıklı olarak büyür. Bu
gibi durumlarda suçun sadece annelerde olduğu düşünülme­
melidir. Gelişime etki eden farklı durumlar vardır ve anne
ile çocuk arasındaki iletişim çocuk tarafından da etkilenir.
Bu noktada, annenin veya babanın duygusallığının çocuğun
bağlanma yeteneğiyle bire bir ilişkili olmadığını belirtmek ge­
rekir. Anneleri çok duyarlı olduğu halde ona bağlanamayan
bir sürü çocuk vardır. Bunun sebebi, çocuğun hassas ve kor­
kak duygusal eğilimleri olduğu için insan ilişkilerinden şüphe
duyması olabilir.
Ayrıca yakın çevredeki büyük baba, büyük anne, kardeşler
ve yaşıtlar gibi diğer kişilerin çocuğun gelişimindeki etkilerini
unutmamak gerekir. Birçok çocuğun fazlasıyla meşgul olan
annesinden göremediği sıcaklık ve yakınlığı büyük annesin­
de bulması sık görülen bir olaydır. Buna benzer etkiler sayıca
çok fazla olduğundan burada hepsini anlatmayacağım. Önceki
paragraflarda en önemli ve belirgin olanları açıkladım. Önem­
li olan bağlanma teorilerinin temelini anlamaktır. Çocuk iki
72
yaşına kadar annesi veya başka bir yakınıyla kötü ilişkiler ya­
şadıysa ve özellikle büyüdüğünde bu sorunlar hala devam edi­
yorsa bunun etkileri ömür boyu devam eder. Ama iki yaşın­
dan sonra ailesi ve çevresi ile olumlu deneyimler yaşarsa bu
eksiklik giderilebilir. Genellikle bu nadir rastlanan bir olaydır,
çünkü iki yaşına kadar duyarlı olmayan anne ve babalar daha
sonra farklı ve doğru davranamazlar.

BABANIN ROLÜ
Çoğu çocuk anne ve babası ile büyüdüğü için, babanın
çocuk ve aile arasında sabit bağların kurulmasındaki önem­
li rolünden bahsedeceğim. Bielefeld Üniversitesi 'nden Karin
ve Klaus Grossmann çiftinin 22 yıl boyunca yüz çocuğun ge­
lişme sürecini takip etmeleri sayesinde babanın bu konudaki
rolü yakından incelenmiş oldu.
Sadece yaptıkları incelemelerde değil, bilimsel araştırma­
larda da çocukların eğitiminde babaların annelerden farklı rol­
ler ve görevler üstlendikleri anlaşılmıştır. Genellikle babalar
çocukların bakımına fazla katkıda bulunmazlar. Babalar ve
çocuklar arasındaki bağ daha çok oyun oynayarak kurulur.
Anneler güvenli ve kucak açan bir bakıcı olurken babalar il­
ginç birer oyun arkadaşıdır. Çocuklarını yardımsız yapmaya
cesaret edemeyecekleri heyecanlı ve yeni deneyimler için
teşvik ederler. Anneler ise kaygıyla korumaya eğilimlidirler.
Bazı durumlarda anneler, bu korumacı düşkünlük yüzünden
endişeli bakışlarını babaları ile oynayan çocuklarından ayıra­
mazlar. Bazıları bunu abartarak tehlikeli olduğunu düşündük­
leri için çocuklarını babaları ile yalnız bırakmaktan kaçınırlar.
Bazı toplumlarda ve geleneksel olarak babalar çocuklarını
bilmedikleri şeyleri denemeleri için cesaretlendirir ve bu ara­
da bildiklerini öğreterek onları hayata hazırlarlar. Çocuklara
bisiklete binmeyi ve yüzmeyi öğreten, onlarla birlikte ağaçla­
ra tırmanan, ilk defa ata bindiren, ormana keşfe götüren, alet
edevat kullanmasını öğreten ve çoğu annenin hoşuna gitme-

73
mesine rağmen onlarla çatapat patlatan hep babalardır. Tek
başına çocuk büyüten anneler de bunları yaparlar ama eğer
çocukların babaları varsa bu görevler onlara düşer. Böylece
annenin yükü azalır, çocukların da bilgisi artar.
Baba çocuk ilişkisi babanın duyarlı oyun tutumundan et­
kilenir. Burada duyarlı sözcüğü, babanın çocuğun isteklerini
ve yeteneklerini bilerek, çocuğu zorlamadan teşvik etmesi
anlamına gelir. Grosmann çiftinin yaptığı bilimsel araştırma­
lar, bir çocuğun ilerideki bağlanma yeteneğine ve özdeğer
duygusunun gelişmesinde babanın önemli etkileri olduğu­
nu göstermiştir. Babaların çocuklarının sonraki yıllarda bağ
kurabilme yeteneklerinin ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin
gelişmesinde önemli rolü olduğunu gösteriyor. Geçmişte
babalarıyla iyi ilişkileri olan yetişkinlerde özdeğer duygusu
bu deneyimi olmayanlara göre daha yüksektir. Dostluklar ve
aşk ilişkilerinde daha güvenlidirler. Babaların çocuklarıyla
oynarken gösterdikleri duyarlılık, çocukların yetişkinlikle­
rinde eşlerinin istekleri karşısında kendilerine güvenmeleri­
ni ve kendi zaaflarıyla başa çıkabilmelerini sağlar. Yaşam
amaçları ortak hedeflere yönelik sürekli bir beraberliktir.
Babaları fazla otoriter, baskıcı veya ilgisiz olan çocuklar ise
beraberliklere ve dostluklara daha mesafeli ve küçümseye­
rek bakarlar.

GÜVENLİ VEYA GÜVENSİZ -


FARKLI BAGLANMA STİLLERİ
Buraya kadar size, her şey yolunda gittiğinde çocukların
bağlanma yapılarının nasıl geliştiğini anlattım. Şanslı olan ço­
cuklar anneleri ve ebeveynleri ile güvenli bağlar kurarlar ve
araştırmaların gösterdiği gibi yaşamları boyunca da bu bağ­
lanma tarzını benimserler. Çocukluklarında ebeveynleri ile
güvenli bağlar kuramayanlar ise üç farklı güvensiz bağlanma
şekli geliştirirler:
74

Saplantılı bağlanma
• Tedirgin- kaçınmacı bağlanma
• Kayıtsız - kaçınmacı bağlanma
Her bağlanma stiline ve bunların yetişkinlikte yaşanan aşk
ilişkilerine olan etkilerine değineceğim. Bağlanma stili aslın­
da insanların çocuklukta edindikleri psişik bir programdır.
Tedirgin - kaçınmacı ve kayıtsız - kaçınmacı bağlanma stil­
lerinin aşın bağlanma korkuları ile ilgisi olduğunu öncelikle
belirtmek isterim.

GÜVENLİ BAGLANMA -
"BEN İYİYİM AMA SEN DE İYİSİN! "
Annesine güvenli bağlanan bir çocuk, ona inanmayı ve gü­
venmeyi öğrenir. Yorgun, stresli, üzgün olduğu veya korktuğu
zaman teselliyi annesinde arar. Annelerinin desteği ve ilgisi
ile özgüvenleri yükselir.
Güvenli bağlanabilen yetişkinler kendilerini iki temel
özellikle belli ederler: Özgüvenleri yüksektir ve başkalarına
güvenmeye hazırlardır. "Ben iyiyim ama sen de iyisin! " en
temel prensipleridir. Bu prensip yaşamlarının tüm alanlarında
ve özellikle aşk ilişkilerinde olumlu etkiler yaratır. Eşleriy­
le olan yakınlık ve mesafelerini iyi ayarlarlar. Fazla yakın­
laşmak onları kaygılandırmaz, tam tersine karşılarındakilere
güvenle bağlanarak bundan keyif alırlar. Temel güvene sa­
hiptirler. Güvenli bağlanmalarının bir diğer nedeni de, sınır­
larını iyi çizebilmeleri, suçluluk veya kaygı duymadan itiraz
edebilmeleridir. Çocukluklarında gerçekten oldukları gibi
sevilerek kabul gördükleri mesaj ını almışlardır. Annelerine
ve ebeveynlerine yaranmak için fazla uyum sağlamalarına,
cezalandırılmaktan kurtulmak için fedakarlık yapmalarına
gerek kalmamıştır. Ebeveynleri her istediklerini yapmalarına
mutlaka izin vermemiştir, bazı kurallara uymak ve ebevey­
nlerinin itirazlarına itaat etmek zorunda kalmışlardır. Ama

75
çocukluklarında kişisel isteklerini söylemelerine izin verilmiş
hatta bu desteklenmiştir. Ebeveynlerinin kızmasından ve on­
ları sevgilerinden mahrum etmelerinden korku duymalarına
gerek kalmadan uzlaşma ortamı sağlanmıştır. Bu yüzden eşle­
rinin fazla yaklaşmasını kişilikleri açısından bir tehlike olarak
görmezler, biriyle yakınlaştıkları zaman da kişisel özgürlükle­
rini ve özgüvenlerini koruyabilirler. Kendilerini başkalarının
beklentilerini yerine getirmek zorunda hissetmedikleri için de
eşlerinin taleplerini severek karşılarlar. Beklentiler onlarda
direnme tepkisi yaratmaz. Tersine bir talebi isteyerek yerine
getirmek onları rahatlatır. B ir beklentiyi her hangi bir sebep­
ten gerçekleştiremediklerinde ise korku, suçluluk, reddetme
gibi duygulara kapılmadan itiraz edebilirler. Hayır, dedikleri
zamanlarda kendilerini çok iyi hissetmeseler de, kendi sınırla­
rını çizebilmek için buna katlanabilirler.
Güvenli bağlanan insanlar eşlerinin beklentilerini karşıla­
yabildikleri için sorumluluk almaktan da kaçınmazlar. Sorum­
luluk taşımak ile beklentiler arasında bir bağlantı olduğundan
bu iki davranış biçimi birlikte incelenmelidir. B ir dizi bek­
lentiden oluşan sorumluluk bir göreve dönüşür. Psikolojik bir
görüşe göre, güvenli bağlanabilen insanlar çocukluklarında
kendilerini belirli sınırlar içinde özgürce geliştirebildikleri
için içsel özgürlüğe sahip olduklarına inanılır. Sorumlulukları
da özgürce üstlenebilirler.
Güvenli bağlanan kişilerin yakın ve bağlayıcı aşk ilişki­
lerine girebilmelerinin son nedeni de, başarısızlığı göze ala­
rak başarısızlık karşısında yıkılmayacaklarına inanmalarıdır.
İlişkileri her hangi bir sebepten sona erdiğinde gerçekten çok
üzülürler ama bir süre sonra toparlanarak normal yaşamlarına
dönerler. Özgüvenleri ve yaşama duydukları güvenle olumlu
düşünerek, bir gün birlikte olmak isteyecekleri başka birine
rastlayacaklarına inanırlar. Güvensiz bağlanan insanlarda ise
ayrılıklar, çocukluklarında deneyimledikleri terk edilme ve
yalnızlık travmasını tetikler. Kayıplarının acısını dindirmeye

76
yardımcı olacak başka kaynaklara sahip değillerdir. Ayrılık
acısı yaşama riskini göze alamadıkları için de ilişki kurmak­
tan kaçınırlar.

GÜVENSİZ BAGLANMA
Güvensiz bağlanmanın farklı çeşitleri olmasına rağmen,
bağlanma fobisi olan kişiler diye tanımladığım güvensiz bağ­
lananların belirli ortak özellikleri vardır. Bağlanma korkusu,
aşk ve arkadaşlık ilişkilerinde yakınlaşma sorunları yaşama­
ları karakteristik ortak belirtilerdir. Örneğin, tüm güvensiz
bağlanan insanlar beklentiler karşısında sorunlu davranışlar
gösterirler. İlişkilerini tehlikeye sokmamak için kendilerini
bu beklentileri yerine getirmek zorunda hissederler. Bu da,
hayır demek istedikleri halde kabul etmelerine, karşılarında­
kilere boyun eğmek zorunda oldukları duygusuna kapılma­
larına yol açar. Ya da tüm beklentilere karşı çıkan bir dav­
ranış şekli benimserler. B ir beklenti olduğu düşüncesi bile
aktif veya pasif direnişe geçmeleri için yeterli olur. Bazıları
isteksizce uyum sağlamak ve her şeye direnmek duyguları
arasında bocalar. Çoğu olayda, özellikle de hayati önem taşı­
yan kararlarda gönülden ne "evet" ne de "hayır" diyebilirler.
Bunun nedenlerini daha sonra anlatacağım. B urada sadece,
bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin en temel sorunların­
dan birinin beklentilerle başa çıkmak olduğunu söylemekle
yetineceğim.
Güvensiz bağlanan tüm kişilerde görülen başka bir özel­
lik de sorumluluklardan korkmalarıdır. Güvenli bağlanan in­
sanlar kendiliklerinden ve isteyerek sorumluluk üstlenirler.
Bağlanamayanlar ise, bazı olaylarda kendilerini sorumluluk
almaya veya bundan kaçınmaya yönlendiren çocuklukların­
da yaşadıkları baskıyı hissederler. Çoğu bilinci dışında kar­
şı hamle yapma, yani sorumluluk taşımayı şiddetle reddetme
eğilimi taşır. B u davranış, yaşamlarının çoğu alanında olduğu
gibi en çok da aşk ilişkilerinde geçerlidir.

77
Güvensiz bağlanan kişilerin bariz ve tipik olan diğer bir
özelliği de özgüvenlerinin düşük olması ve ilişkilerinde eş­
leriyle olan yakınlaşmanın ve mesafenin dengelenmesi için
çaba göstermekte zorlanmalarıdır. Değişik karakterlerdeki
güvensiz bağlanan kişilerde bu zorluklar da farklı şekillerde
ortaya çıkar.

SAPLANTILI BAGLANMA -
"BEN KÖTÜYÜM AMA SEN İYİSİN! "
Anneleriyle değişken deneyimler yaşayan çocuklarda ge­
nellikle saplantılı bağlanma stili gelişir. Annenin davranışları
o anki ruh haline bağlı olduğundan çocuk tarafından öngörü­
lemez. Annesine güvenemez. Anne bazen sevecen ve duyarlı,
bazen itici, mesafeli ya da öfkeli davranır. Çocuk annesinin
olaylar karşısında vereceği tepkiyi kestiremez. Bir danışanım,
kötü not aldığında eve hep korku içinde geldiğini, çünkü anne­
sinin o günkü ruh haline göre bazen onu teselli ettiğini bazen
de tokatlayarak bütün gün onunla konuşmadığını anlatmıştı.
Çocuklar sürekli annelerinin ruh halini tahmin etmekle,
onu cezalandırmaması ve iyi davranması için kendisinden ne
beklediğini anlamaya çalışmakla meşguldürler. Annelerinin
beklentilerine hazır olmak için duyarlı antenler geliştirirler.
Çevreleriyle pek ilgilenmezler. Güvenli bağlanma yaşayan
çocukların tam tersine, anneleri onlar için rahatlatıcı ve gü­
venli bir bölge değildir. Çoğunlukla ruh halini kontrol edebil­
mek için annelerini gözlerler. Bu yüzden bu tür çocuklarda
özerklik ve bireysellik yerine belirgin bir bağımlılık duygusu
gelişmiştir.
Annelerinin sürekli değişen ruh halinden kendilerini so­
rumlu tuttukları için özdeğerleri çok düşüktür. Tüm çocukla­
rın gözünde ebeveynleri daha büyük oldukları ve hiç yanılma­
dıkları için onlar kızdığında çocuklar suçu hep kendilerinde
ararlar. Saplantılı bağlanan çocuklar, anneleri hırsını onlardan

78
çıkardığında yeteri kadar iyi olamadıkları konusunda bir inanç
geliştirirler. Annelerinin değişken davranışları kendilerini red­
detmelerine yol açar. Buna karşılık annelerini yüceltirler. Bu
tapınma duygusu çoğunlukla anne ya da ebeveynler tarafından
daha da güçlendirilir. Çünkü çocuğa asla yanılmadıklarını ve
onun daha çok şey öğrenmesi gerektiğini söylerler. Böylece
çocukta, "Ben kötüyüm ama sen iyisin ! " şeklinde özetlenebi­
lecek bir içsel program gelişir. Bu programlanma çocuğun ye­
tişkinliğinde de devam eder. Yetişkin olduklarında da sürekli
eşlerinin onayını ve takdirini elde etmeye çalışırlar. Sürekli
tetikte olan algıları, eşlerinin dile getirmediği beklentilerine
karşı çok duyarlıdır. Beklentileri hissettiklerinde derhal itaat­
kar bir şekilde bunları yerine getirirler. Terk edilmek, içlerine
işlemiş olan yetersizlik inancının bir çeşit onaylanması olduğu
için tam bir felakettir. Güvenli bağlanabilen insanlar da zaman
zaman kaygılanırlar. Onlar da ilişkileri başarısızlığa uğradı­
ğında, eşlerinin isteklerini yerine getirmekte yetersiz kaldıkla­
rını düşünürler. Özdeğer konusunda kırılgandırlar. Bağlanma
stillerinin arasındaki farkı yaratan, duyulan endişenin ve öz­
değer konusundaki kırılganlıklarının ölçüsü ve yoğunluğudur.
B irisine yapışarak bağlanan kişilerin kendilerine zarar
veren ilişkilere saplanıp kalmaya eğilimleri olduğunu tah­
min etmek için fazla hayal gücüne gerek yoktur. Sevgi duy­
mayan eşlerinin davranışları bu kişileri alışık oldukları gibi
kendilerini reddetmeye sürükler. Aslında bu duyguya ba­
ğımlı oldukları için de ilişkiden vazgeçmekte zorluk çeker­
ler. Özerklik ve bireysellik duyguları fazla gelişmediğinden
çözüm bulmaları zorlaşır. Eşleri ve ilişkileri olmadan yaşa­
yamayacaklarına diğer tüm bağlanma stiline sahip insanlar­
dan daha fazla inanırlar.
Kendilerine zarar veren ilişkilere saplanıp kalan kişilerin
sorunlarına "Neden hep yanlış insana rastlıyorum? Bağlan­
ma Arzusu ve Zorunluluğu" (Sayfa 230) adlı bölümde deği­
neceğim.

79
TEDİRGİN - KAÇINMACI BAGLANMA -
"BEN KÖTÜYÜM AMA SEN DE
KÖTÜSÜN! "
Tedirgin-kaçınmacı bağlanma stilini benimseyen yetiş­
kinler çocukluklarında güven ve yakınlaşma konusunda aşırı
hayal kırıklığına uğramış kişilerdir. Yaşanan hayal kırıklığı­
nın etkilerinin bu kadar derin olmasının sebebi çocuğun bazı
karakter özellikleridir. Bu kişilerin reddedilmeye ve eleştiril­
meye karşı bu derece hassas olma sebepleri muhtemelen duy­
gusal bir karaktere sahip olmalarıdır.
Çoğunlukla mesafeli, soğuk, bazen alaycı, aşağılayıcı ve
kötü davranan anneleri vardır. Bebeklik çağlarına boşluk duy­
gusu, reddedilme, yakınlaşamama ve anlayışsızlık deneyim­
leri damgasını vurmuştur. Anneleri onların gereksinimlerine
duyarlı değildir. Genellikle çocukluklarında kendi bağlanma
gereksinimleri karşılanmayan anneler bu şekilde davranırlar.
Anneleri onlara iyi örnek teşkil etmediğinden kendilerinin de
bağlanma sorunları vardır. Çocuklarına karşı fiziksel ve duy­
gusal yakınlık hissetmek ve bağ kurmak onlar için çok zordur.
Bazen annelerin, çocuklarının kişisel gereksinimlerine
göre değil, programlanmış gibi zorunlu olarak yaptıkları dav­
ranışlarına şahit oluruz. Örneğin 60'lı yıllarda bebekleri ağ­
latmanın, sadece belirli saatlerde beslemenin ve yataktan kal­
dırmanın doğru olduğuna inanılırdı. Bu talimatları sıkı sıkıya
uygulayan anneler vardı. Böylece çocuklar ağladıkları, aç ol­
dukları ve korktukları zaman yanlarına kimsenin gelmediğini
deneyimlediler.
Tedirgin-kaçınmacı bağlanan çocukların çoğunun anne­
leri çocuklarına karşı duygusal bir kararsızlık hatta açık bir
kabullenememe sergilerler. Çocuklar bunu çok küçük yaşlar­
da hissetmeye başlar. B azen de hastalık veya çok çocukları
olması gibi dış etkenler annelerin bebekle gerektiği gibi ilgi­
lenebilmesini engeller. İlgi ve şefkat eksikliğinin nedeni ne
olursa olsun etkileri hep aynıdır. Çocuklar kendilerinin kabul-

80
lenilmediklerini ve sevilmediklerini hissederler. Annelerinin
davranışlarını etkileyemediklerini de çok erken yaşlarda öğre­
nirler. Ne yaparlarsa yapsınlar annelerini memnun edemezler.
Anneleri mesafeli davranarak onları dışladığı için de onunla
yakınlaşamazlar. Büyüdükçe sürekli eleştirildiklerini ve ken­
dileriyle ilgilenilmediğini fark ederler. Bu yüzden reddedil­
mekten aşırı şekilde korkarlar. Ayrıca düşük özdeğer duygu­
ları ve insan ilişkileri konusunda kuşku duymaları yüzünden
hep acı çekerler. İçsel programları, "Ben kötüyüm ama sen
de kötüsün ! " der. Aslında içlerindeki bağlanma ve yakınlaşma
isteği de giderek büyür. Karşılanmamış bir sevgi ihtiyacını -
yetişkin olduklarında da - ve bir ilişki isteğini hep içlerinde
taşırlar. Ama eninde sonunda kesin olarak terk edileceklerin­
den emin oldukları için karşılıklı güvene dayanan ilişkilerden
kaçarlar. Bu kuşku özellikle aşk ilişkilerinde "yakınlaşmaktan
kaçınma" çelişkisine sebep olur. B ir yandan mutlu olma umu­
du taşırken, bir yandan da mutlu olmalarının mümkün olma­
dığına inanırlar. Bu tipler, kayıtsız bağlanan kişilerin aksine
insanlarla yakınlaşmaktan ölesiye korkarlar. Derin bir bağlı­
lığa duydukları özlem yüzünden yalnız da yaşayamazlar. Ha­
yat arkadaşları olsun veya olmasın, bu çelişkinin üstesinden
gelmeyi başaramazlar. İçlerindeki birlikte oldukları kişilerle
yakınlaşma korkusunun büyüklüğü yüzünden çok acı çeker­
ler. Kayıtsız bağlananlarda ise asıl acı çeken kendileri değil
eşleridir. Bundan sonraki bölümlerde bahsedeceğim.
Dengesiz özgüvenlerini koruma arzuları tedirgin bağlanan­
ları kaçış bahanelerine sığınmaya iter. İlişkileri bozulduğunda
bunu kolay kaldıramazlar. Bu sorunu yaşayanlardan biri duy­
gularını, "Esen rüzgar bile beni incitiyor" diye alaycı bir şekil­
de ifade etmişti. Reddedilme korkuları sadece aşk ilişkilerinde
değil her türlü insan ilişkisinde geçerlidir. Sürekli eleştirilmek
ve reddedilmek beklentisiyle korku ve gerilim içinde yaşarlar.
Baskın korkuları sosyal bir fobiye dönüşebilir. Bu durum­
da her türlü toplumsal ilişkiden mümkün olduğunca kaçarlar.

81
Çoğu korkularını gizlemeyi başararak özel ve meslek yaşam­
larında başarılı olabilirler. Sadece reddedilmeleri onları fazla­
sıyla yaralayacağı için aşk ilişkilerinde bu korkularını kontrol
altına alamazlar.

Kötü bir Sentez: Bağlanma Korkusu ve Narsisizm

Aşk konularında reddedilmek hiç kimsenin hoşuna giden bir du­


rum değildir ama tedirgin kaçınmacılar için bu gerçekten yıkıcı
olabilir. Düşük özgüven duyguları yüzünden çok kırılgandırlar.
Bazıları (tümü değil!) çocukluklarında olumsuz özgüven duy­
gularını susturabilmek için bir strateji geliştirmişlerdir. Aşağılık
duygularını mükemmel olma çabalarıyla dengelemeye çalışırlar.
Düşük özgüven duygusuyla mücadele ederek onu boyunduruk
altına alır, onun yerine neredeyse mükemmele varan bir "büyük
benlik" yaratırlar. Ama bu ruhsal çaba çok fazla enerji sarf et­
melerini gerektirir. Çünkü bu büyük benliğin altında "küçük ben­
likleri" yatmaktadır. Büyük benlik, küçük benliği kontrolü altında
tutabilmek için sürekli yüksek başarılar elde etmek zorundadır.
Bunu, yeteneklerini ve genellikle dış görünüşlerini daha parlak
ve mükemmel göstermek için yorulmadan çabalayarak ve baş­
kalarının yeteneklerini aşağılayarak yaparlar. Bilimsel teknolojide
"narsistik" olarak ifade edilen bu kişilik kendini ikiye katlanan bir
özdeğer duygusu ile gösterir. Bu kişiler kendilerini çok değersiz
hissederler. Ama bunu başkalarına belli etmezler, kişisel başarı­
larını ve çekici dış görünüşlerini kullanarak aslında çok değerli
olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Mükemmel imajlarını sürdüre­
bilmek için sadece yüksek başarılar elde etmeleri değil, kendi
kendilerini de alkışlamaları gerekir. Bu yüzden kendi değerlerini
abartırlar, gerçekçi ve doğru olarak saptayamazlar. Stratejileri
işe yarayıp da etraflarından yeteri kadar saygı gördüklerinde ve
başarı elde ettiklerinde çok mutlu olurlar. Başarısızlığa uğradık­
larında, örneğin ilişkilerinde reddedildikleri ya da mesleklerinde
başarısız olduklarında küçük benlikleri parçalanır ve özgüvenle­
rini tamamen yitirirler. Küçük benlikleri, "Yeteri kadar iyi değilsin,
kimse seni sevmiyor, başarısız biri olduğunu zaten biliyordum,

82
asla beceremezsin" diye alay etmeye başlar. Bu saldırıyı derin
bir çöküntü hatta depresyon hali takip eder. Bu durum, kişiler
eski stratejilerini kullanarak tekrar güçlenene kadar devam eder.
Bu yolda ilerlerken ortalama bir yaşam fırsatını da kaçırırlar. Öz­
değer duyguları gerçekçi ve ölçülü değildir. Her türlü ortalama
değerden nefret ederler. Kendileri asla ortalama insan olmak is­
temedikleri gibi, bu tür insanları da itici bulurlar.
İşte bu yüzden narsistler aşk ilişkilerinde çekilmez insanlardır.
Kimse onların mükemmeliyetçilik anlayışlarına uygun olma­
dığından aşk ilişkilerine girmekten kaçınırlar. Ya da eşlerini ide­
alleştirdikleri fırtınalı geçen kısa bir süreç sonunda önce onları
aşağılar, hırpalar sonra da ilişkilerini bitirirler. Eşlerini algılama
şekilleri de aynı öz farkındalıklarında olduğu gibi idealleştirmek
ve aşağılamak arasında gidip gelir. Kitabın başında verdiğim ör­
neklerdeki Rita (prenses) ve kız arkadaşı kapıdan girer girmez
ona çok kötü göründüğünü söyleyen mobilyacı Michael narsist
kişiliklerin tipik örnekleridir. Narsist özellikleri baskın olan kişiler
düşüncelerini açıkça söylerler, susmazlar. O andaki ruh hallerine
göre eşlerine ya aşk sözcükleri ya da şiddetli bir yaylım ateşi gibi
eleştiriler yöneltirler. Narsistler tüm güçleriyle eşlerini hayallerin­
deki ideale göre şekillendirmeye çalışırlar. Çünkü algılarına göre
eşlerinin zaafları kendilerine de yansıyarak dış görünüşlerini teh­
likeye sokar. Narsistler mükemmelliğe ulaşmak için kendi zaafla­
rıyla savaştıkları gibi eşlerinin zaaflarıyla da savaşırlar.
Eşlerin görevi, narsistlerin özbenliklerini geliştirmelerine yar­
dım etmektir. Yani onları tehlikeye atmadan parlak görüntülerini
arttırırlar. Burada iki tip eş potansiyeli vardır: Birincisi, narsistlerin
kendileri kadar çekici ve sadece dış görünüş olarak değil, göste­
rişli değerlere sahip, mesleki statüsü olan ve belli yetenekleri ge­
lişmiş bir eştir. Bu kombinasyon sayesinde magazin dergilerinde
gördüğümüz starlar gibi "ideal bir çift" ortaya çıkacaktır. İkincisi
ise, bazı narsistlerin tercih ettiği çirkin, gösterişsiz bir eştir. Bu tip
eşler, renksizlikleri sayesinde narsistlerin ışıltısını daha da belir­
gin hale getirirler. Ayrıca bu silik tipler beklentisiz ve kanaatkar
olduklarından tüm enerjilerini narsist eşlerine duydukları hayran­
lığa harcarlar. Bunu en iyi, "Karım ve ben, beni tutkuyla seviyo­
ruz" ifadesi açıklar.

83
Narsistik karakterin anlattığım kadar baskın olması gerekmez.
Daha hafif narsist belirtiler de bağlanma sorunlarına yol açar. Hepi­
miz az ya da çok narsist eğilimler gösteririz. Bunda, içinde yaşadığı­
mız toplumun mükemmellik beklentilerinin de rolü vardır. Erkekler,
ama özellikle de kadınlar her gün dergilerde ve televizyonda gördük­
leri güzellik idollerinin etkisinden kurtulamazlar. Mükemmele ulaş­
maya yönlendiriliriz. Bu arada narsist eğilimlerimiz kişisel gururdan
çok, toplumun beklentileri karşısında yeterli olup olmama endişesidir.
Bu endişeyi hem kendimiz hem de potansiyel eşlerimiz için duyarız.
Kim yanında gösterişli bir partner olduğunda kendini daha önemli
hissetmez ki? Gösterişli olmak dış görünüş veya toplumdaki statü ile
bağlantılıdır. Kim kötü giyinen ve yakışıksız davranan eşi yüzünden
utanç duymaz ki? Kim kendi yeterliliğini sorgulamaz ki? Kim olağa­
nüstü güzel ve yetenekli olduğunu hayal etmez ki? Sonuç olarak her­
kesin aklı kendinin veya partnerinin imajı ile meşguldür.
Narsistler için ise gerçekten kim oldukları ve ne istediklerinden
çok dış görüntüleri ile oluşturdukları imaj önemlidir. Başkalarının gö­
rüşleri kişisel değerlerini etkilediği için yaşamlarında en önem verdik­
leri şey dış görünüşleridir. Her zaman mükemmel görünebilmek için
aşırı çaba harcadıklarından yaşamları çok yorucudur.
Narsistik güdülere sahip insanların imajlarına odaklanabilme­
leri için en uygun seçenek "serbest ve bireysel" yaşamalarıdır.
Partnerleri "özel" biri olmalıdır, aksi halde yalnız yaşamayı yeğ­
lerler. Narsistler, objektif bakıldığında çok uygun olan bazı aday­
ları, sadece kendilerinin gördükleri ve tahammül edemedikleri
bazı zaafları yüzünden elerler. Eleme nedenleri, adayın düşük
eğitim seviyesi, yüksek öğrenim görmemiş ya da mesleğinde
yeteri kadar ilerleyememiş olması olabilir. Diğer bir sebep de
narsistin istediği dış görünümü sağlayamayacak kadar parası ve
zevki olmamasıdır. Bir narsist, çevresindekilerin olumsuz yorum­
ları nedeniyle sevgilisini terk edebilir. Narsistler, çevrelerindeki
insanların partnerlerini eleştirmelerine tahammül edemezler. Bu
onları en can alıcı noktadan vurur, çünkü partnerleri prezantabl
olmalı ve herkesçe beğenilmelidir. Aksi halde duydukları aşk bir
anda yerle bir olur. Aslında bu tür eleştirilerin yabancı biri ya da
narsistin kendisi tarafından yapılmasının hiç önemi yoktur, eşleri­
nin zayıf tarafları onları öfkeden çıldırtmaya yeter.

84
Bu yüzden narsistler eş seçerken daima açık bir kapı bırakırlar.
Sonuçta kimse mükemmel değildir. Ve daima daha iyisini bulma
şansı vardır. Özellikle de seçilen eş ilişkiyi benimseyerek ona bağ­
landığında narsist, eşinin beğenmediği yanlarını inceleyerek onun
gerçekten doğru kişi olup olmadığını sorgular. Eğer eşleri ilişki
konusunda kararsızsa narsistlerin önceliği onları elde etmektir.
Avlarını yakalayabileceklerini kendilerine ispat etmek için tutkulu
birer avcıya dönüşürler. Narsist kişiler bu fetihle kendilerine değerli
olduklarını ispat etmek zorundadırlar. Kendilerine onu gerçekten
isteyip istemediklerini ancak avlarını yakaladıktan sonra sorarlar.
İlişkinin ele geçirme sürecinde narsist kişi bunun bilincinde olmasa
da ön plana çıkan korkularını inkar etmesi ve bastırması gerekir.
Bilinç düzeyinde ise sadece avlanma heyecanı ve güçlü aşk
duyguları hisseder. Sevgili ele geçirildikten sonra ise bu av partisi
hızla cazibesini kaybeder.
Narsistler çocukluklarında takdir edilme konusunda fazlasıy­
la hayal kırıklığı yaşamışlardır. Bu yüzden de her çeşit eleştiri
ve reddedilmekten kaçarlar. Bazıları ise ebeveynleri tarafından
fazlasıyla takdir edilmiştir. Ebeveynleri normal sayılacak başarı­
ları ve gösterdikleri küçücük bir çaba için bile onlara sürekli övgü
yağdırmıştır. Bu davranış, çocukların zayıf bir özgüven duygusu
geliştirmelerine yol açar. Ebeveynlerinin olayı abarttıklarını his­
sederler ama iyi, kötü, başarı ve başarısızlık konularında gerçek
değer ölçülerini de öğrenemezler. Kendi performanslarını ve ye­
teneklerini doğru yargılayabilme becerileri gelişemez. Ebeveyn­
lerinin fazlasıyla abartılı ve hak edilmeyen övgüleri bir yandan
kendilerini çok beğenmelerine, diğer yandan ise gerçekçi değer­
lendirmenin ne olduğunu da bilmemelerine rağmen bu değerlen­
dirmenin doğru olmadığını hissetmelerine yol açar. Ebeveynleri­
nin bu davranışları sonucunda çocuğun özdeğer duygusu, ken­
dini fazla değerli görmek ile değersiz olmak arasında gidip gelir.
Narsist eğilimi olan insanlar özel yaşamlarında olduğu gibi
iş hayatlarında genellikle başarılı olurlar. Yanlış bir kanı uyan­
dırmamak için, onların sadece övgü ve eleştiriye karşı hassas
olmak dışında başka hataları olmadığını söylemeliyim. Genelde
ağırbaşlı, sevecen, kibar davranırlar ve hoş sohbet insanlardır.
Bu özellikleri arkadaş çevrelerinde çok sevilmelerini sağlar. Ba-

85
şansızlıkla biten ilişkilerinin sürekli çoğalması yüzünden en derin
acıyı kendileri çekerler. Narsistik eğilimler oldukça yaygın oldu­
ğundan onların ilişkiler ve eşler konusundaki abartılı beklentileri
normal karşılanır. Bu yüzden de narsist kişilerin kendi sorunlarını
anlamaları hiç kolay değildir.

KAYITSIZ - KAÇINMACI
BAGLANMA - "KENDİMİ DE,
SENİ DE UMURSAMIYORUM! "
Kayıtsız bağlananlar da tedirgin bağlananlar gibi çocukluk­
larında anneleriyle kötü deneyimler yaşamışlardır. Onlar da
itici ve mesafeli davranışlarla karşılaşmışlardır. Bu yüzden iki
tipin de ilk yaşam deneyimleri birbirine çok benzer. Yaşadık­
ları ortak deneyimler bir süre geçtikten sonra farklılaşacaktır.
Kayıtsız bağlananların yaşadığı ailelerde performansa, duy­
gusal olmayan ortamlardan daha fazla önem verildiği ortaya
çıkmıştır. Çocuk yüksek beklentileri yerine getirdiği zaman,
yetenekleri konusunda duygusal olarak fazla desteklenmese
de olumlu bir özdeğer duygusu geliştirecektir. Bu bağlanma
tarzını geliştiren çocukların çoğunun, üstün zekalı olmak gibi
doğuştan gelen bazı yetenekleri vardır. Bu sayede sadece ebe­
veynlerinin değil, öğretmenlerinin ve arkadaşlarının da takdi­
rini kazanırlar. Gördükleri bu ilgi, anne sevgisinden yoksun
kaldıklarında sahip olacakları düşük özdeğer duygusunu den­
gelemelerine yardımcı olur. Annelerine güvenemeyeceklerini
ve başarıyı ancak kendi yeteneklerinin yardımıyla elde ede­
ceklerini deneyimlemeleri kayıtsızları aşırı şekilde öz refe­
ransa yöneltir. "Ben iyiyim, ama sen iyi değilsin! " sloganını
benimseyerek baskın bir bireysellik sergilerler. Görünüşte en
yakınları dahil, başkalarına gereksinim duymazlar.
Kayıtsız bağlananlar, çocukluktan kalan tecrit ve terk edil­
me korkularını tetikleyen tüm içsel duygularını bilinçlerinden
uzaklaştırmayı öğreniyorlar. Bilinçaltlarına atılmış olan yal­
nızlık ve korku, psikolojik savunma mekanizmaları sayesin-

86
de artık bilinç düzeylerine çıkmaz. Nörolojik araştırmalar bu
tarzda bağlanan çocukların ve yetişkinlerin duygusal uyarım­
larının güçlü olduğunu gösteriyor. Duygusal stres altına gir­
diklerinde, örneğin önem verdikleri birisinden ayrıldıklarında
duygularını aşırı yoğun yaşarlar. Bu uyarımlar daha bilinç dü­
zeyine gelmeden hemen bastırılır. Korkularını, artık hiç bir şey
hissetmeyene kadar bastırmayı öğrenmişlerdir. Korku yerine
kendilerini az ya da çok yara almayacak kadar güçlü hisseder­
ler. Bu, bebeklik dönemlerinde hayatta kalabilmelerini sağla­
yan bir stratejidir, aksi halde her şey onlar için ölümcüldür.
Küçük yaşlarda edinilen tüm çocukluk özellikleri gibi bunu da
yetişkinliklerine taşırlar. Kayıtsız-kaçınmacı bağlanma tarzını
benimseyenlerin hepsi aşk konularını aştıklarını düşünürler.
Ama aşık olmaya karşı güvende sayılmazlar. Yakınlaşmaya
daha az gereksinim duyarlar ama bu arzuları tamamen kaybol­
maz. B ir aşk ilişkisine girdiklerinde ruhsal yapıları gereği kö­
şeye sıkışırlar. Çünkü bir ilişkide yakınlaşmanın yoğunlaştığı
ölçüde bastırdıkları bağlanma arzuları güçlenerek çocukluk­
tan kalan dehşet verici korkularını uyandırır. Korkular savun­
ma mekanizmalarını delerek su yüzüne çıkmaya ve eskiden
yaşadıkları ümitsiz bağlanma deneyimlerini hatırlatmaya baş­
lar. İşte bu yüzden bu tehlikeli bağlanma arzusunun yenilerek
yok edilmesi gerekir. Bunu yapabilmeleri için kitabın ilk bö­
lümünde bahsettiğim kaçış, saldırı ve dona kalma gibi savun­
ma stratejileri onlara yardımcı olacaktır. Tedirgin bağlananlar
gibi onlar da eşleri için katlanılması çok zor olan yakınlaşma
ve uzaklaşma arasında gidip gelirler. Hem tedirgin hem de ka­
yıtsız bağlananların ilişkilerine katkıda bulunmak için moti­
vasyonlarının olmaması dikkat çekicidir. Kişisel özgürlükleri
her şeyden önce geldiği ve ilişkilere değer vermedikleri için
kendilerini ya da olayları değiştirmek istemezler. Böyle bir
kişinin eşi yaşadıklarını, "Beni en çok üzen, Achi m ' in her şeyi
yoluna koyabiliriz, ben bunun için çaba göstereceğim deme­
mesiydi. Ben zaten onun huylarını kabullendiğim için ondan

87
fazla bir şey istemedim. Ama ondan rica ettiğim en basit şey­
leri bile ilişkimiz adına fedakarlık yapmaya değer bulmuyor­
du. Uzlaşmak için en ufak bir çaba bile göstermemiş olması
beni çok incitti" diye anlatmıştı.
Tedirgin ve kayıtsız bağlananların aralarındaki en büyük
fark motivasyon boyutunda görülür. "Ürkek tavşanlar" korku­
dan hemen kaçarlar. Kayıtsızlar ise korkularını kontrol altına
alabilirler. Sadece bilinçli olarak bağlanma ve ilişkileri için
her hangi bir fedakarlık yapma gereksinimi duymazlar. Olağa­
nüstü savunma stratejileri sayesinde fazla üzüntü duymadık­
ları için psikoterapilerde kayıtsız bağlananlara sık rastlanmaz.
Seanslara daha çok, duygusal açlık çeken ve o güne kadar eş­
lerinin davranışlarını ancak eğitsel önlemlerle değiştirebilen
depresif eşleri gelir.
Bağlanmaktan kaçınan kayıtsızların durumlarında ısrar et­
melerinin diğer bir sebebi de, yaşamlarını düzene koymak için
hissettikleri dürtülerin çok hafif olmasıdır. Başkaları ile olduğu
gibi kendileri ile de içsel bir bağ kuramazlar. Bağlanma yete­
neklerini düzeltebilmek için göstermeleri gereken çabaya değ­
meyeceğini düşünürler. Duygularını, kendileri için bile bir şey
hissetmeyecek şekilde bastırırlar. Akıl ve mantıklarını kullana­
rak yaşarlar. Davranışları değiştirmek için gerekli olan duygu­
sal coşkuya sahip değillerdir. Ne derin bir yas ne de coşkulu bir
sevinç duyarlar. Bu yüzden, "Kendimi de, seni de umursamı­
yorum ! " kayıtsız-kaçınmacı bağlananların sloganıdır.
"Savunma stratejisi olarak donakalmak" adlı bölümde an­
lattığım gibi baskın bağlanma sorunu yaşayan kişiler uzak
olduklarında sevdiklerini unuturlar ("Gözden ırak gönülden
ırak"). Bu davranış özellikleri kayıtsız-kaçınmacı bağlananlar
için geçerlidir. Aşırı bireysellik eğilimlerine ters düşerek teh­
like yaratan bağlanma arzusunu adeta "karartarak" psikolojik
bir savunma mekanizması geliştirirler. Bu süreçlerin bilinç
dışında oluştuğunu, yani önceden üzerinde çalışılarak değil,
hayatta kalma dürtüsüyle çocuk yaşlarda geliştiğini tekrar

88
vurgulamak istiyorum. Bir de erken yaşlardan itibaren derin
bağlanma sorunu olan kişiler daha önce bahsettiğim "nesne
sürekliliği" ilkesini öğrenmemişlerdir. Sevecen bir anne gö­
rüntüsünü içselleştiremediklerinden temel güven ve bağlanma
yetenekleri de gelişmez. Bu, yetişkinliklerindeki aşk ilişkileri­
ne de yansıyan trajik bir eksikliktir. Sevdiklerini kalplerinden
ve içlerinden söküp atarlar.
Aşırı özerklik eğilimleri ve onları tehdit eden huzursuzluk
verici duyguları içlerinden atmaları, kayıtsız kaçınmacılarda
ruhsal bir dayanıklılık yaratır. Bu yüzden dışarıdan bakınca
hep aynı ruh halindeymiş gibi görünürler. Ruhsal iniş çıkışlar
yaşamazlar, duygusal salınımları düzdür. Savunma mekaniz­
maları çökerse bunalıma girerler. Ama bunalıma girmelerine
sebep olacak başka psikomatik acılar ve bağımlılıklar geliştir­
mediklerinde şiddetli psikolojik krizler yaşamazlar.

KAYITSIZ - KAÇINMACI
BAGLANANLARIN ÖZEL DURUMLARI
GİZLİ NARSİSTLER VE YALNIZ
KOVBOYLAR
Kayıtsız-kaçınmacıların bazıları bilinçsizce "gizli narsist­
lik" olarak adlandırdığım bir strateji geliştiriyorlar. Onlar
daha önce bahsettiğim kişiliklerini ve varlıklarını sorun ola­
rak görmeyen "sıradan narsistlerden" farklıdırlar. Kişiliklerini
mükemmel bir şekilde kontrol altında tutarak dışarıdan bakın­
ca fark edilmezler. Oysa içsel olarak bağımsız aşklarla bes­
lenen büyüklenmeci fanteziler kurarlar. Gelişmiş yetenekleri
ve olayların üstesinden gelebilen yapılarıyla ipleri oynatmaya
başlarlar. Sıradan narsistler düşüncelerini ve eleştirilerini ken­
dilerine saklayamazken, gizli narsistler imalı konuşurlar. Ken­
dilerini ele vermeden olayları arka plandan manipüle ederler.
Davranışların başarıyla kontrol altına alınması gizli narsist
kişiliğin başlıca belirtisidir. Karşılarındakilere düşmanca dav-

89
ranmazlar ve nadiren öfke patlamaları yaşarlar. Etraflarında
son derece nazik, kibar hatta sempatik izlenimler bırakırlar.
İnsan ilişkileri konusunda gösterdikleri içsel kayıtsızlıkları ve
bağlanma yoksunlukları dışarıdan fark edilmez. Çünkü insan­
larla doğrudan temas kurdukları anda hissettikleri sempati ve
sıcaklık duygusunu karşılarındakilere de yansıtırlar. En tehli­
kelisi ise, kimseye karşı içsel bir bağlılık hissetmedikleri ger­
çeğini kimsenin anlayamaması, sadece kendilerinin bilmesi­
dir. Kapıdan çıktıkları anda içlerindeki tüm bağlar kopar. Baş­
kalarına karşı sadece boşluk ve kayıtsızlık hissederler. Zekala­
rı ve yetenekleri sayesinde uyumlu insanlardır. Bir danışanım
çocukluğunda dikkati çekmemek için sürekli diğer çocukların
davranışlarını gözlemlediğini şöyle anlatmıştı: "Diğer çocuk­
lar güldüğünde ben de gülerdim. Arkadaşlarımın doğum gü­
nünde bir hediye seç dediklerinde sanki onu istermiş gibi bir
paketi gösterirdim, halbuki hiç bir şey istemezdim. İstediğim
tek şey dikkatleri üzerime çekmemekti." Bu kişi yetişkinliğin­
de de dışarıdan görünen yüzünü, altında yatan duygusuzluğu
çok az insanın görebileceği şekilde korumuştu. Ama hata "ba­
şarısız olma" endişesi taşıyordu.
Çocukluklarında yaşadıkları dehşet verici güçsüzlük ve
reddedilme deneyimlerine tepki olarak aşırı güce gereksinim
duyarlar. Etrafa sevimsiz görünmemek ve yollarında ilerleye­
bilmek için belli etmeden akıllı taktikler ve ölçülü pasif sal­
dırılarla bunun tadını çıkarırlar. Ailelerine ve özel hayatlarına
değer vermemelerine rağmen, davranışlarını kontrol edebil­
meleri ve üstün yetenekleri sayesinde mesleklerinde çok ba­
şarılı olurlar. Onları, politika ve ekonomi alanlarında görebi­
lirsiniz. İpleri maharetle oynatarak diğerlerinin yollarından
çekilmelerini sağlarlar. Bunu öylesine beceriyle yaparlar ki,
insanlar üzerinde genellikle iyi izlenim bırakırlar.
Aşk konularında da aynı davranışları sergilerler. B ir sev­
gilileri olduğunda onu kendilerine yaklaştırmazlar, büyük ih­
timalle de başka bir veya iki yaşamları daha vardır. Sık sık

90
çıktığı iş seyahatlerinde seçkin fahişelerle eğlenen, eve dö­
nünce de sevecen aile babası rolü yapan bir yönetici bunun
en güzel örneğidir. Bu kişinin eşi bir gün her şeyin farkına
vardığında, söylediği yalanlar ve ihanetleri ortaya çıktığında
herkesin dünyası yıkılır. B ir danışanım sekiz yıl boyunca mü­
kemmel bir eşe sahip olduğunu zannettiğini, ama mükemmel
eşinin onu dört yıldır yakın bir kadın arkadaşıyla aldattığını
tesadüfen öğrendiğini anlatmıştı. Sonrasında geçirdiği derin
depresyon yüzünden kendi isteğiyle sekiz ay bir psikiyatri kli­
niğinde yatmıştı.
Gizli narsistlerin bir diğer türü ise bazen "yalnız kurt" ola­
rak da ifade edilen "suskun kahraman" veya "yalnız kovboy"-
dur. Bunun dişi karşılığı ise "gizemli yabancı"dır. B u kişilerde
belirgin bir içe kapanıklık, yani açık olmama hali gözlemlenir.
İç dünyaları bir bilmece gibi olan bu kişiler de imalı konuşur­
lar. Meslek hayatlarını da yukarıda bahsettiğim gizli narsistler
gibi dolu dolu yaşayamazlar (veya fazla intibak edemezler)
ve fazla geleneksel olmayan bir yaşam tarzı kurarlar. Oryan­
tal kıyafetler giyen, gizemli ve mesafeli davranan bencil bir
kadın ressam ya da bara oturup sessizce birasını yudumlayan
vücudu dövmeli bir adam herkese çekici gelir. Kendilerini ele
vermez, esrarengiz görünürler. Onları çevreleyen gizemli au­
raları, bu tür davranışları çekici bulan insanların fantezilerini
yansıtan bir ekran gibidir. Bu mesafeli duruşun ardında özel
bir etki, aydınlanmış bir bilgelik ya da alışılmamış bir şeyler
olduğunu sanırlar. Ama uzun süre uğraşıp onlarla başa çıka­
madıklarında, bu suskunluğun ve derinliğin sandıkları gibi bir
anlamı olmadığını anlarlar. Aşağıdaki, yaşamının büyük bir
bölümünü yalnız kovboy olarak geçiren adamın örneği bunu
çok güzel anlatıyor.
Bu noktada sözü altmış yaşında hayatını değiştirmeye ka­
rar veren bir kişiye bırakmak istiyorum. İlerlemiş yaşı dola­
yısıyla gelişimini sizlere geniş bir bakış açısı ile aktarabilir.
Onun hikayesi, sorundan etkilenen bir kişinin yaşadığı ço-

91
cukluk dönemini, bağlanma korkusunun o dönemde gelişerek
tüm hayatını etkilemesini anlatan çarpıcı bir örnektir. Aynı
zamanda da insanın kendi bağlanma korkuları ve davranışları
ile yoğun ve dürüstçe çatışarak, hangi yaşta oluşmuş olursa ol­
sun çoğu sorununu olumlu hale çevirebileceğini de anlatıyor.
Hayat hikayesini anlatan yalnız kovboy değişerek, altmış ya­
şında insanlara yakınlık ve güven duyabilen, onlarla ilişkiler
kurabilen bir adam haline gelmiş.

Yalnız bir kovboyun yaşamından -


Kayıtsız-kaçınmacı bağlanan bir kişinin hayat hikayesi

Çocukluğumda hatta ergenliğimde annemin özel durumunun pek


bilincinde değildim. Bu daha farklı olamazdı zaten. Belki büyür­
ken yakın çevremde bulunan kişiler daha fazla konuşsalardı fark­
lı olabilirdi, ama doğu Westfalenliler soğuk insanlardır.
İkinci Dünya Savaşı bittiğinde annem 25, ben de bir yaşın­
daymışım. Babam savaşta ölmüş. Annem hayatını haftada 48
saat çalışarak kazanmak zorunda olduğu için büyükannemin
yanında yaşıyorduk. Çoğu kez annemin beni savaştan kalan,
beslemek yerine çöpe atabileceği bir safra olarak gördüğünü dü­
şünmüşümdür. Çocukluğumda bakım, sevgi ve ilgi ile bağdaştı­
rabildiğim tek insan büyükannemdi.
Çocukluğumda yaşadığım ve hayatım boyunca peşimi bırak­
mayan çok olay var. Doğal olarak bebekliğimi hatırlamıyorum.
Başka hangi olayları anlatmam gerektiğini hayal etme cesareti­
ni bile kendimde bulamıyorum. Dört yaşlarındayken yaşadığım
bir olayı çok net hatırlıyorum. Dışarıdan bakıldığında bu olay,
"O zaman pılını pırtını toplayıp defol!" sözünün pratikteki uygu­
laması gibi görünüyor. Bu, annemin hayatı boyunca geveleme­
ye bayıldığı bir sözdü. Ama bunu bana karşı - belli bir ölçüde
- gerçekten uyguladı. Çocukken gri bir karton bavulum olduğunu
hatırlıyorum. Ve annemin önünde - kapıları açık dolap hala göz­
lerimin önünde -çoraplarımı, çamaşırlarımı ve diğer giysilerimi
bavuluma doldurmak zorunda kaldım. Sonran da kendimi tıka
basa dolu bavulumla arkamdan çarpılan kapının önünde, so-

92
kakta buldum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Sanırım iki saat
boyunca sokakta kaldım. Hala, o anı düşündüğümde koparılıp
atılma hissini duyabiliyorum. Tekrar eve alındığımda neler oldu­
ğunu hatırlamaya çalıştım. Yanlış hatırlamıyorsam yarım günü
yatağımda yatarak geçirdim. Çocukluğumda yarım günü, bazen
daha da uzun süreyi yatağımda geçirdiğimi ve gıkımı çıkarmama
izin verilmediğini hatırlıyorum.
Bugüne kadar peşimi bırakmayan bir diğer olay da çorap ola­
yıdır. Savaş sonrası kaba yünden örülmüş uzun çoraplar giymek
zorundaydım. Cildim çok hassastı, kızaran bacaklarımın acısını
hatırlayınca bugün bile hala tüylerim diken diken oluyor. Annemin
bir işi olduğunda, örneğin perde asacaksa, benim sessiz ve uslu
durmamı istediğinde, beni sıcak suyla yıkadıktan sonra yün ço­
rapları giydirirdi. Ben de mutfakta saatlerce bacaklarım iki yana
açık kıpırdamadan ayakta dururdum. Annem daha sonraları bu
"uygulamasını" arkadaş çevrelerinde defalarca anlatmıştı. Ama
bunu, pişmanlığını belirterek veya özür dileyerek değil, son de­
rece kibirli bir tavırla "savaş sonrasının zor günlerine" atıfta bu­
lunarak yapardı.
Çocukluğumda içimde anneme karşı sadece direnme ve mey­
dan okuma duyguları değil, güçlü bir düşmanlık duygusu da geliş­
ti. Bana el sürmesini, dokunmasını istemiyordum. Onu etkisizleş­
tirmek istiyordum, bu sözcüğü bugün uyguladığım uzaklaştırma
tarzını ifade etmek için kullanıyorum. Ona bağımlıydım, yaşamımı
onun sayesinde sürdürebiliyordum. Günlük yaşamımda ihtiyaç
duyduğumda büyükannemden yardım istiyordum. Annem arka­
daşları ve komşularıyla birlikteyken çok hoşsohbet, neşeli ve ra­
hat olduğu için sevilen biri olmayı başarıyordu. Ondan bu yüzden
nefret ediyordum. Kendini etrafa bu şekilde göstermesi iğrenç ve
dayanılmazdı. Ve ben bunu yaptığı için utanç duyuyordum.
Her türlü iyi niyetime ve bunu gerçekten istememe rağmen,
annemin beni öptüğünü veya sevgiyle okşadığını hatırlayamıyo­
rum. Ama attığı tokatları ve popoma, vücuduma yediğim darbe­
leri çok net hatırlıyorum. Sonunda her türlü bedensel temastan
kaçınmaya başladım. Ömrümde sadece bir kere bilinçli olarak
annemin elini tuttuğumdan, sevgiyle ve güvenle sıktığımdan emi­
nim. Bu da, 2006 yılında ölümünden bir hafta önceydi.

93
Bugüne kadar kadınlarla olan ilişkilerimi annemle yaşadığım
olaylar ve deneyimler belirledi. Yazık. Bugün bile aklımdan çık­
mayan eski bir olayı hatırlıyorum. Köyümüzün lokalinde yapılan
bir düğün töreninde yaşanmış bir olaydı. O zamanlar on iki yaşın­
daydım. Yaşıtım olan bir kız beni dudaklarımdan öpmek istemişti.
İsmi Juliane'ydi. Bu adı hatırlamam boşuna değil. Beni sevdiğini
bile söylemişti. Ben direndikçe o ısrar etmeye devam ediyordu.
Sonunda tartışmamız herkesin dikkatini çekti ve benim onu sertçe
reddetmem büyük bir tartışmaya sebep oldu. Olanlar çok sevim­
sizdi. Çok üzülmüş ve utanmıştım, yerin dibine girmek istiyordum.
Kadınların bana dokunması bugüne kadar hep bir sorun ola­
rak kaldı. Kadınların dokunuşları karşısında irkilerek itici ve doğal
olmayan davranışlar gösterdiğimi, kadınların bedenlerinin tema­
sını hissettiğimde içimin katıldı ğını terapiler sayesinde anladım.
İçim çekiliyor, karnım geriliyor ve tüm kaslarım kasılıyor. Cinsel
ilişki sırasında sanki benliğimin emilerek yutulduğu hissine ka­
pılıyordum. Bu da varlığımı tehdit ediyordu. Bir keresinde ikinci
eşim Claudia bu tuhaf davranışım hakkında konuşmak istedi. O
zamanlar bu konuşmayı dinleyecek ve takip edecek durumda
değildim. Şimdi, ilişkilerimi bitiren en önemli nedenin bedensel
yakınlık kurma yeteneğimin olmaması olduğundan eminim. Her­
kesin ergenlik çağında öğrenmesi gerekenleri ben ne yazık ki
öğrenemedim.
Alkol ve bağlanma korkusu yüzünden yıllarca sevgililerim­
den ve arkadaşlarımdan kaçmak zorunda kaldım. İlgi ve aşk
konusunda sözler verdim, ama daha verdiğim anda sözümü
tutmayacağımı hissediyordum. Güven kelimesini kullanıyordum
ama "yalnız bir savaşçı" olarak sadece kendime güvendiğimi de
biliyordum. İlişkilerimde önemli kararlar vermem gerektiğinde
tereddüt ederek her zaman kaçış yollarını açık bıraktım. Eşim
kararsızlı ğımı eleştirdiğinde de onu susturuyordum. Korkularım
hakkında hiç konuşmadım, onları herkesin yaşadığı normal duy­
gular olarak kabul ettim. Ama onlar beni rüyalarımda bile rahat
bırakmadılar. Çocukluğumdan beri rüyalarımda sürekli zulüm
görürüm. Hep aynı sahneler yaşanır, bir çölde yalnız yürürken
bir aslan beni kovalar, bazen bir gökdelenin tepesinden aşağı
düşerim, bazen de bir trafik kazasında cayır cayır yanarım. Tüm

94
eşlerim uykumda inlediğimi hatta bazen bağırdığımı söylediler.
Terapiye başladığımdan beri artık kabus görmüyorum.
Lisede ve üniversitedeki (ve öğrenci yurtlarındaki) "zihinsel
sosyalleşmem" sırasında kendime hiç kimseyle ilişki kurmaya
ihtiyaç duymayan "yalnız savaşçı" imajı yaratmam kolay oldu.
Fazla tanınmadan hayatımı sürdürebiliyordum.
En çok kahramanlarının kendilerinden başka kimseye ihtiyaç­
ları olmadığı ve herkesin onlardan uzak durduğu kovboy filmlerini
severdim. Kısa bir süre önce "Warlock" adlı Amerikan filmini tekrar
seyrettim. Henry Ford filmde kovboy kasabalarını katillerden te­
mizleyen bir şerifi canlandırıyordu. Warlock adlı kasabada bir ka­
dına aşık oluyordu. Kadın ona orada kalması ve onu bırakmaması
için yalvarıyordu. Bir süre kararsız kalıyor, ama sonunda içindeki
''yalnız kovboy" kazanınca bu ilişkiden vazgeçiyordu. Eskiden bu
tür kararlar benim hoşuma giderdi. Ama filmi tekrar seyrettiğimde
eski duygularımdan utandım. Kadınların neden kovboy filmlerini
ve filmlerdeki kahramanları sevmediklerini biraz olsun anladım.
Bende bir terslik olduğu ve karılarımın kararsızlığımı ve ya­
kınlaşmaktan kaçmamı eleştirmekte haklı olduklarını tahmin edi­
yordum. Ama bu tahminlerimi içgüdülerimle hep bastırıyordum.
O zamanlar, benim için değil yetersizliklerim hakkında konuş­
mak, onlarla yüzleşmem bile imkansızdı. Büyüdüğüm köyde bir
söz vardır: Kadınlar biz erkeklerden ne isterler? Bizi rahat bırak­
sınlar. İşte bu sözlere dayanarak davranışlarımı içten içe haklı
buluyordum.
İlk eşim olan Brigitte ile son kez cinsel yakınlık kurduğumda
yaşanan bir olayı çok iyi hatırlıyorum. Brigitte bana buyurgan hat­
ta kızgın şekilde "Bana adam gibi dokun!" demişti. O zamanlar
alışık olduğum gibi ürküp geri kaçarak tepki gösterdim. Böyle anı­
larla bağlantılı olan iki sorunun cevabını çok düşündüm: 1 . Neden
hayatım boyunca hep bu tür anılarımı hatırlıyorum? 2. Neden yıl­
lardır uyguladığım davranış modelimin dışına çıkamıyorum?
Tüm netliği ile sürekli gözümün önüne gelen bu tür anıların
(sayıları arttırılabilir) ortak noktası, en samimi ilişkilerin en yakı­
nımda olan insanlarla ilgisi olmasıdır. Bunlar, bedensel dokunuş­
lar, ten teması, sarılma ve cinsel ilişkiyle ilgilidir. Hayatımda hiç
bir kadını doğru dürüst öpmedim.

95
Dokunuşlara gösterdiğim tepkiyi kendimce her zaman haklı
buldum. Kendime hep bundan vazgeçmemem gerektiğini söy­
ledim. Kendimi korumalıydım. Beni baştan çıkarmalarına izin
vermemeliydim. Onlara karşı açık davranırsam kaybederdim.
Kendimi başkalarının eline bırakmamalıydım. Sonuçta zaten her
zaman yalnızdım. Bununla başa çıkabilmeliydim. Ve bunu bece­
riyorsun. Yalnızlık duygusuyla başa çıkmama içki yardımcı oldu.
Şüphe içimi sinsice kemirmeye başladığında kendi kendime ha­
yatta kalmak için çeşitli alternatifler vardır diyordum. Ama her şeyi
de denemek zorunda değiliz. Önemli olan kendini korumaktır.
Zaman zaman eşlerimin yara aldıklarını ve alındıklarını fark
ediyordum. Bunu bazen açıkça söylüyorlardı. O zaman aklıma,
onlar neden benden daha iyi durumda olsunlar ki gibi sorular ge­
liyordu. Savaşmalıyım. Neden o bu savaşı anlamıyor ve kendisi
de savaşmıyor? Hayat bu kadar basit işte.
Yalnız savaşçının yaşam şartlarının aslında içinde bulundu­
ğumuz durum olduğunu söyleyebiliriz. Bunu anlayıp kabullen­
mek insanın normal bir yaşam süremeyeceği anlamına gelmez.
Ama bugün farklı düşünüyorum. Yakınlaşamama sorunum tüm
sosyal ilişkilerimi etkiledi. İnsanları çekinceli, şüpheli ve güvensiz
karşıladım. İkiyüzlü ve yalancı davrandım. Eşlerime hiç hisset­
mediğim halde yakınlık duyuyormuşum gibi numara yaptım. Ya­
kınlaşmak gibi ikiyüzlülük de beni saldırganlaştırıyordu.
Peki, o zaman neden yalnız yaşamadığımı sorabilirsiniz.
Sonuç olarak kimse beni bir beraberliğe zorlamamıştı. Birisinin
benimle ilgilenmesi beni mutlu ve tatmin ediyordu. Ama bu duy­
gumu asla kendime itiraf etmedim ve doğruluğunu kabul etmek
istemedim. Zaten ilişkilerin başında da o kadınlara aşıktım. Ama
bunu hiç bir zaman söylemedim. Onlardan hoşlandığımdan, yan­
larında kendimi iyi hissettiğimden söz ediyordum. Arkadaşlarım
benimle hep alay ederek, "Aşıksın işte, itiraf et!" diyorlardı. Bi­
riyle yakınlaşmayı gerçekten arzuladığımı asla itiraf etmedim.
Yakınlaşmayı ve seksi arzuladığım için kadınların yaklaşmasına
izin verdim. Hiç bir zaman bir kadını elde etmek için çaba harca­
madım. Onların beni keşfetmelerine izin verdim. İlişkiler günlük
yaşama hükmetmeye başladı ğında, yani bir kadın benimle yaşa­
dığında, birlikte karar vermemizi ve planlar yapmamızı bekledi-

96
ğinde zorlaşıyordu. O zaman daralıyor, benden fazla şey bekle­
diğini hissediyor ve tehlikede olduğum duygusuna kapılıyordum.
İçimde tüm ilişkilerimle ilgili bir dipnot saklıyordum. "Dikkatli ol!
Kendine dikkat et!" Gündelik yaşam süreci ilişkinin içine yerleşin­
ce içimdeki tüm endişeler uyanıyordu. Ben de kaçmaya, ikiyüzlü­
lüğe ve yalancılığa başJıyordum. İçime kapanıyor ama dışa karşı
sanki yakınmışım gibi numara yapıyordum. Aslında hiç bir yakın­
lık hissetmiyordum. Kadınlar içsel direnişlerimle boşuna uğraşı­
yorlar, başarılı olamıyorlardı. O zamanlar zayıf davranmadığım
için kendimle gurur duyuyordum. İki kez evlenmiş olmam gerçeği
de bir şey değiştirmedi. Kadınlar er ya da geç havlu attılar. Ama
bu ilişkileri ben bitirmedim. Korkularıma ve endişelerime rağmen
ilişkiye gereksinim duyduğum duygusunu son ana kadar içimde
taşıdım. İçimdeki dengesizlik hiç bir zaman net bir evet bir yana,
net bir hayıra bile dönüşemedi. Kadınlar beni terk ettiklerinde
hem üzüldüm hem de kendimi hafiflemiş hissettim.
Kafamı en çok meşgul eden düşünce, neden bu kadar uzun
süre değişemediğimdi. Ve bunu neden kendi kendime değil de
bir terapistin yardımıyla yapabildiğimdi. Gerçek üzüntüyü alkol
alışkanlığım yüzünden yaşadım. Altmış yaşıma geldiğimde ya­
şamaya devam etmek isteyip istemediğime karar vermem ge­
rektiğini fark ettim. İçki bedenime çok zarar vermişti. İşimde de
sorunlar çıkmaya başlamıştı.
Kendi kendime defalarca terapi yardımıyla ilerlediğim bu yo­
lun doğru olup olmadığını, bu yaştan sonra bir faydası olup olma­
yacağını sordum. İki nedenden bu yolun doğru olduğuna inan­
dım. Birincisi, terapi hayatımı kurtardı. Bu çalışmalar olmasaydı
ruhsal ve bedensel olarak yaşamaya devam edemezdim. Birlikte
alkol tedavisi gördüğümüz bir arkadaşım, "Bir düşün, ölene kadar
içmek de bir yoldur" demişti. Evet, bu da bir seçenek olabilirdi. Bu
seçeneği kabul etmemem, sosyal ve mesleki ilişkilerimde bağ­
lanma korkuma ve bunun sonuçlarına teslim olmam yüzündendi.
Bu sayede hayatım temelinden değişti. İlk defa insanlara güven­
meye başladım. Hem eşlerimle hem de arkadaşlarımla güvenli
yakın ilişkiler kurma olasılığına inanmaya başladım. Artık her gün
korkular ve kasılmalar yaşamıyordum. Genellikle kendimi iyi ve
güçlü hissediyordum. Arkadaşlarımın ve eşlerimin geri bildirim-

97
leri de bunu tasdik ediyordu. Bu yolun geçmişime kadar uzanan
zor bir yol olduğunu bilmeme rağmen geleceğim hakkında güzel
duygular besliyordum.

BAÖLANMADAN EMPATİ YAnLAMAZ


Ebeveynlerinin duyarlı davranışları sayesinde çocuk kendi
duygularını anlamayı ve nitelemeyi öğrenir. Ona ne kadar an­
layış gösterilirse o da ileride başkalarını o ölçüde anlayabilir.
Bu, yaşamın ilk üç yılında beyinde oluşan "ayna sinir hüc­
releri - ayna nöronlar" ile bağlantılıdır. Beyin ne kadar çok
ayna nöron üretirse kişinin empati yapma aktivitesi o kadar
yükselir. Ayna nöron kavramı karşıdaki kişinin davranışları­
nı ayna gibi yansıtan sinir hücrelerinin yeteneğini belirtir. Bu
nöronlar küçük çocuğun yakın çevresindeki kişilerle yaşadığı
sevgi dolu birliktelikler sonucunda oluşurlar. Duyarlı ve duy­
gusal annelerin çocuklarının mimiklerini nasıl taklit ettiklerini
çekilen video filmlerinde görebiliriz. Çocuk güldüğünde anne
de güler. Çocuk mutsuzsa anne de üzgün bir yüz ifadesi takı­
nır. Çocuk annesinin yüz ifadesi ile kendi duyguları arasında
bir bağlantı kurarak anlaşıldığını ve kabullenildiğini hisse­
der. Anne çocuğun duygularını ne derece duyarlı yansıtırsa
ve onun gereksinimlerini ne kadar anlayışla karşılarsa, çocu­
ğun beyninde o kadar çok sayıda ayna nöron oluşur. Çocuk
büyüdüğünde beynindeki ayna nöronların sayısının çokluğu
oranında başka insanları anlayabilir, empati yapabilir. Yapılan
araştırmalar, anneleri ile güvenli bağlar kuran ve annelerinin
onları anladığına inanan çocukların yakın çevrelerindeki kişi­
lerin duygularına güvensiz bağlanan çocuklardan daha fazla
empati yaparak tepki verdiklerini gösteriyor. B ir yaşındaki
çocukların başkasının ağlaması karşısında üzgün bir yüz ifa­
desi takındıkları görülüyor. Kendilerine gösterilen duygusal
anlayışı onlar da başkalarına gösterebiliyorlar.
Daha ileri yaşlarda ebeveynler ve çocuk konuşarak anlaş­
maya başladıklarında çocuk kendisinin ve çevresindekilerin

98
duygularını anlama yeteneğini pekiştirir. Etrafındakilerden
duygularını adlandırmayı ve onlarla dost olmayı öğrenir. Ör­
neğin, yuvadaki en yakın arkadaşı o gün onunla oynamak
istemediği için eve üzgün gelen bir çocuğun duyarlı davra­
nan annesi bunu sözcüklerle, "Çok üzüldüğünü anlıyorum ... "
şeklinde ifade eder. Annelerin empatiyle yaptıkları yorumlar
sayesinde çocuk hissettiği duygunun "üzüntü" olduğunu öğ­
renir. Ayrıca bu olaydan üzüntü duymasının normal olduğunu
anlar. Annesinin, arkadaşının belki de o gün keyfi olmadığı­
nı, yarın tekrar onunla oynayacağını söylemesi sonucunda da
olayın bir açıklaması olduğunu görerek anlayışla karşılar. Ço­
cuğun bu yolla öğrendiği üç önemli noktanın ilki, duygularını
düzenleyebilmesi ve adlandırabilmesi, ikincisi de bu şekilde
hissetmenin normal olduğudur. Üçüncü nokta ise olayı yo­
rumlama imkanı elde ederek çözüm üretebilmesidir.
Başkalarının duygularını anlayabilmenin yolu insanın ken­
di duyguları ile barışık olmasından geçer. Üzüntü duygusunu
bildiğim zaman başkaları üzüldüğünde aynı şeyi hissedebili­
rim. Bu tüm duygular için geçerlidir. B ir olay karşısında neden
üzüldüğümü bildiğim zaman, benzer olaylarda başkalarının
neden üzüntü duyduğunu da anlayabilirim. Empati yapabilme
yeteneği sosyal yeterliliğin anahtarıdır. Ancak çevremdekile­
rin ruh hallerini ve duygularını zihnimde düzenli olarak sırala­
yabildiğim zaman onlara karşı ölçülü tepkiler gösterebilirim.
Güvensiz bağlanan çocuklar empati deneyimleri konusun­
da sorunlar yaşarlar. Anne ve babalarının onların duygularını
paylaşmamaları kendi duyguları ile olan bağlarına da zarar ve­
rir. Böylece başkalarının duyguları ile de bir bağ kuramazlar.
Hasarlı empati duyguları onları genellikle tüm bağlanma so­
runu olan insanlarda görülen tipik bir özellik olan ve eşlerinin
sinirlerini yıpratan ben merkezciliğe yönlendirir. Bağlanma
sorunu yaşayanlar eşlerinin duygularını hissedemezler, hatta
anlayamazlar bile. Eşleri de onların ne istediklerini kavrama­
larını sağlayamadığı için bu iş sonunda kısır döngüye dönüşen

99
yıpratıcı tartışmalara yol açar. Artık bağlanmaktan kaçanların
kendi yakınlık, güven ve korunma gereksinimlerine erişeme­
diklerini biliyorsunuz. Bunlar, çocukluklarında onlara dehşet
verdiği için sürekli bastırdıkları ve engelledikleri gereksinim­
lerdir. Aşk ilişkilerinde gereken karşılıklı güven, bağlanma
korkusu olan birinin en beceremediği şeydir. Bağlanma fobisi
olanların bu duyguyla kurabildikleri bağlar zaten çok zayıf ol­
duğundan, eşlerinin neden bahsettiğini ve ne istediğini doğru
dürüst anlayamazlar. Aynı şekilde reddedici davranışlarının
eşlerini ne kadar yaraladığını da hissedemezler. Sözlerinin ve
davranışlarının erişim mesafesini ölçemezler. Eşlerinin onla­
rı şaşırtan duygusal tepkilerine bir anlam veremezler. Empati
yapma yeteneğinden yoksun olduklarından kendilerini koru­
mak amacıyla koydukları sınırların karşılarındakini ne kadar
yaraladığını fark etmezler.

BAGLANMA KORKUSU KÖTÜ


KARAKTERLER YARATIR MI?
Uzun zamandır zihnimi meşgul eden ve cevabını hala bu­
lamadığım soru şu; "Neden çocuklukları berbat geçen kişiler
kötü karakterli oluyor da diğerleri olmuyor?" Kesinlikle zor­
lu geçen bir çocukluk dönemi, insanın karakterini çarpıtmak
için uygun bir zemin hazırlar. Bu, tamamen bu insanların yü­
reklerine çok erken yaşta ekilen yetersizlik ve güvensizlik to­
humları nedeniyle meydana gelir. Tabii ki bu, bağlanma fobisi
olan herkesin "korkak ve iki yüzlü", her bağlanma yeteneği
olanın da "iyi insan" olduğu anlamına gelmez. Güçlü korku­
ların bağlanma fobisi olanları çeşitli numaralara ve savunma
stratejilerine yönelttiği bir gerçektir. Ama aralarında adil ve
dürüst olmayı başarabilenler de vardır. Kayıtsız veya tedirgin
bağlanma davranışını benimseyen herkesin, adı çıkmış bir giz
küpüne ya da parlak bir narsiste dönüşmediğinin altını çiz­
mek istiyorum. Bu şartlar altında yetişen kişilerin karmaşık

1 00
ve sahtekar bir karaktere sahip olma olasılıkları yüksektir ama
yüzde l 00 böyledir denemez. Bağlanma korkuları olup da, bu
korkularının başkalarına zarar vermemesi için çaba gösteren
insanlar da vardır. Bir de, kötü geçen çocukluk dönemlerine
rağmen yetişkinliklerinde sağlıklı bağlanabilen ve son derece
iyi insanlar olan harika çocuklar vardır. Çok iyi şartlarda bü­
yümelerine rağmen kötü karakterli insanlar olduğu gibi. Ebe­
veynlerle kurulan ilişkinin yanı sıra yaşamımıza değip geçen
ve karakterimizi oluşturan farklı etkiler vardır. Şahsen ben, iyi
veya kötü karakterlerin oluşmasında doğuştan gelen genetik
bazı faktörlerin ve karakter özelliklerinin de etkili olduğuna
inanıyorum. Arkadaşım Melanie Alt ile birlikte yazdığımız
Ben böyleyim işte! (Kuraldışı Yayınları) adlı kitapta, bazı ki­
şisel huylarımızla doğduğumuzu anlatmıştık.
Bağlanma korkusu yaşayanlar korkularının bilincinde olur­
larsa korkularını da ona göre yaşarlar. Problemleriyle uzlaşa­
bilen insanlar, bilinçli olarak başkalarına, özellikle de eşlerine
karşı daha adil davranabilirler. Uzlaşamayanlar ise kendile­
rinden bile kaçarlar. Kendi sorunlarını bilen insanlar ortadan
kaybolmalarının, yalan söylemelerinin veya konuşmaktan
kaçınmalarının eşlerinin hoşuna gitmediğini anlayabilirler.
Daha temkinli davranarak karşılarındaki insanlara haksızlık
yapmaktan kaçınabilirler.
Bağlanmaktan kaçınan bir kaç arkadaşım var. Bağlanma
korkusu olan insanların vicdansız ve korkak olduklarını ya­
zarak onlara fazlasıyla yüklenmek ve onları üzmek istemem.
Bu yüzden olayın farklı bir kısmına değinmek istiyorum. Bağ­
lanma korkuları kişilerin karakterlerine ve korkunun baskınlık
derecelerine göre çok farklı şekillerde yaşanabilir. Bundan et­
kilenen insanlar genellikle belirttiğim stratejilere ve davranış­
lara eğilim gösterirler. Ama aralarında son derece sempatik ve
dost olarak güvenilir insanlar da vardır. Örneğin, aşırı derece­
de bağlanma korkusu olan bir arkadaşım, bugüne kadar tanı­
dığım en kibar ve tatlı insanlardan biridir. Eşi, benimle aynı

101
fikirde olmasına rağmen onunla mutlu değil. Kocası da onun
ne istediğini hiç anlayamıyor. Kendince o, sorumluluk sahibi,
sevecen bir baba ve koca, ki bu çok doğru. Ama bir gün karısı
ona başkasını sevdiğini ve onu terk edeceğini söylese, karısı­
na tüm kalbiyle mutluluklar diler, onun ve yeni sevgilisinin
arkadaşı olarak hep yanlarında olacağını söyler. Arkadaşlık
duygusundan daha derin bir duygu hissedememesi karısını
deli ediyor. O, aşkı ve onun doğurduğu diğer duyguları (has­
ret, kıskançlık, sahiplenme ve özleme) hissetmeyen kayıtsız
bir kaçınmacı. Bu duygulara tamamen yabancı olduğu için de
başka kadınlarla yattığında hiç bir problem yaşamıyor. Karı­
sının küçük kaçamaklar yapmasına bile göz yumabilir. Kıs­
kançlık nedir bilmiyor. Karısı ise kendine bir arkadaş istemi­
yor, onu sevecek, ona özel biri olduğunu hissettirecek bir eş
istiyor. Karısı olmadan da yaşayabileceği duygusu karısı için
çok kırıcıdır. Arkadaşım bunu anlayabiliyor ama hissedemi­
yor. Ve bu da durumu değiştiremiyor.

KÜÇÜK BİR FARK: KADINLARDA VE


ERKEKLERDE BAGLANMA KORKUSU
Bağlanma korkusu olan kadınların erkeklerden daha mer­
hametli ve tedbirli davrandıkları dikkatimi çekiyor. Bunun
nedeni, kadınların genellikle duyguları ile uzlaşmaya ve kor­
kuları hakkında konuşmaya erkeklerden daha eğilimli olma­
larıdır. Kadınlar çoğunlukla bağlanma korkuları olduğunu bi­
lirler ve korkularıyla erkeklerden daha fazla mücadele etmeye
çalışırlar. Tabii ki bu konuda da istisnalar vardır. Bağlanma
korkularına hangi sıklıkta rastladığımıza gelince, erkeklerin
kadınlardan daha fazla sayıda olduğunu görürüz. Muhtemelen
kadınlar genetik donanımları sayesinde bağlanma yetenekleri­
ni geliştirmekte daha avantajlıdır. Kadınların genleri bebek ve
çocuk bakımına yöneliktir. Bu ilgi ve bakım da doğal olarak
güçlü bir bağlılık duygusu gerektirir ve yaratır. Ayrıca kadın-

1 02
!ar doğuştan insan ilişkilerine ilgi duyarlar. Bununla ilgili çok
enteresan bir psikolojik deney yapılmıştır. Bir günlük bebek­
lere insan resimleri gösterilmiş. Kız bebekler resimlere erkek
bebeklerden daha uzun süre ve ilgiyle bakmışlar.
Anneleriyle zorlu ilişkiler yaşayan kadınlar eş seçimlerin­
de daha rahat davranırlar. Yaşamının ilk yıllarında annesinden
gereken ilgiyi göremeyen bir kadın bu deneyimlerini erkekle­
re ve erkeklerle olan ilişkilerine yansıtmaz. Bağlanma yetene­
ği sınırlıdır, ama içselleştirdiği anne görüntüsünü bilinçsizce
eşine aktararak (eğer homoseksüel değilse) bu sorununu daha
da arttırmaz. Kadınlar eş seçimlerinde daha çok babalarından
etkilenirler. Çocuklar bebekliklerinde babalarının bakımı al­
tında olmadıkları için baba-çocuk ilişkilerinin bozulmasının
temelleri ilk yıllara dayanmaz. İlişkilerinde yaşanan sorunlar
daha sonraki yıllarda ortaya çıkar. Bir kadının iki yaşına ka­
dar bakımını annesi üstlendiyse, kadında insan ilişkileri konu­
sunda temel bir güven oluşmuştur. Annesiyle yaşadığı olumlu
deneyimlerin yanında babasıyla yaşadığı kötü ilişki ilerideki
bağlanma sorunlarını çok az etkiler. Bağlanma becerisi anne­
siyle sorunlu ilişkiler yaşayan bir erkek kadar çok zarar gör­
mez. Ama sakın kadınların bağlanma sorunları olmadığını
düşünmeyin.

BAGLANMA KORKUSU VE
SALDIRGANLIK: BAGLANMADAN
SALDIRGANLIK, ÖFKE VE
ÇATIŞMALAR ÖNLENEMEZ
Ebeveynlerin davranışları çocuklarda her zaman öfke
uyandırır. Emziğini vermemeleri, annesinin bir türlü yanına
gelmemesi, ona hayır denmesi çocuklarda öfke patlamasına
yol açar. Ebeveynler çocukların saldırganlıklarına farklı tep­
kiler verirler. Bağlanabilen çocukların ebeveynleri olaya göre
çocukla anlaşmaya çalışır, belirli sınırlar koyar ve pes ederler.

1 03
Ama genellikle çocuklarının neden kızgın olduğunu anlayarak
bunu kişisel olarak almazlar. Böylece çocuklar öfkenin kötü
bir şey olmadığını, sadece ölçülü davranmak gerektiğini öğ­
renirler. Yaşları büyüdükçe, öfkelerinin sebebini annelerinin,
arkadaşlarının veya öğretmenlerinin anlayacakları şekilde ifa­
de etmeyi başarırlar. Örneğin, bir çocuk ebeveynlerinin tepki­
sinden korkmadan, "Odamı toplamamı istemenizi çok aptalca
buluyorum, babam eşyalarını her yere dağıtıyor" diyebilir.
Çocuklar, etkili olabileceklerini ebeveynlerinin davranış tarz­
larından anlarlar. Bazı şeyleri etkileyebildiklerini çok erken
yaşlarda öğrenirler. Gelişimlerinin devamında bu bilinç daha
da yerleşir. Etkili olabilmeleri, itiraz edebilmeleri, uzlaşma
teklifiyle ya da anlayışla karşılanmaları ileriki yaşlarda bağ­
lanabilmelerinde çok önemli rol oynar. Çocuklar bu yollarla
şunları öğrenirler:
• Sana çaresizce teslim olmuyorum.
• Seninle aynı fikirde olmadığımda da beni seviyorsun.
• Münakaşa etmek felaket demek değildir, tekrar barışılır.
• Senin istediğin gibi olduğum için değil, gerçekte oldu­
ğum gibi seviliyorum.

Çocuklar bağımsız olabileceklerini ve buna rağmen sevi­


leceklerini öğrenirler. Bu da özgüven duygularını arttırır. Bu
deneyimler ileride yaşadıkları aşk ilişkilerine de damgasını
basar. Hem kendim gibi olup hem de seninle birlikte olabili­
rim. İnsanlarla yakınlaşmak ve cinselliği yaşayabilmek için bu
inancın hayati önemi vardır.
Ayrıca çocuklar anlaşmazlıklarla başa çıkabilmeyi de öğ­
renirler. Öfkenin ve saldırganlığın bastırılmadan veya bilin­
çaltına itilmeden hissedilmesi gereken duygular olduğunu,
sadece ölçülü ifade edilmeleri gerektiğini öğrenirler. Ortada
bir anlaşmazlık varsa bu onlarla konuşulabilir ve yapıcı tartış­
malar yapılabilir. Onların gizli saldırganlığın çeşitli numarala­
rına gereksinimleri yoktur. Ayrıca aktif saldırganlığın belirtisi

1 04
olan ani öfke patlamaları da yaşamazlar. Öfkelendiklerinde
ise öfkeleri ölçülü ve sadece yaşanan olayla ilgilidir. Bazen
heyecana kapılıp düşüncesizce hareket etseler de kısa süre
sonra tekrar sakinleşirler.
Aşk ilişkilerinin düzgün yürümesi için anlaşmazlıkları çö­
zebilme yeteneğine sahip olmak kaçınılmaz bir şarttır. Çün­
kü insanlar yakın ilişkilerde kendi arzuları ile partnerlerinin
arzuları arasında ancak bu yolla sağlıklı bağlar kurabilirler.
Israrcı olmak ve eşe adapte olmak arasındaki denge ancak bu
şekilde sağlanır. Diğer bir şart ise insanın arzularını ve gerek­
sinimlerini açıkça söylemeye cesaret etmesidir. Tartışmadan
kaçınanlar bunu yapamazlar. Sadece konuşabilenler arzularını
ifade edebilirler.
Kusursuz beraberliklerde fikrinde diretmek ile uzlaşmacı
olmak arasındaki iyi bir denge vardır. Taraflar ilişkilerine ve
beraberliklerine değer vermelerinin yanı sıra birbirlerine ki­
şisel gelişme ve özgürlük hakkını tanırlar. Ama bu karşılıklı
saygı her zaman kendiliğinden oluşmaz, bazen uzlaşabilmek
için sert tartışmalara girmek gerekebilir. Aksi halde denge
bozulur, eşlerden biri veya her ikisi yeterli olmadığı duygu­
suna kapılır.
Güvensiz bağlanan çocuklar anlaşmazlıklar ve beklentiler
karşısında nasıl davranırlar? Güvensiz bağlanan tiplerin hepsi,
yani saplantılı, tedirgin - kaçınmacı ve kayıtsız - kaçınmacı­
ların hepsi anneleri (yani ilişkileri) üzerinde hiç bir etkilerinin
olmadığını erken yaşlarda deneyimlerler. Dünya üzerindeki
ilk deneyimleri ümitsizdir. Özellikle kaçınmacı bağlananlar
henüz bebekken hoş karşılanmadıklarını sezinleyerek, var
olma haklarının olmadığını hissederler. Böyle hisseden biri,
"Annemin hayatını engellediğimi çok küçük yaşta hissetmiş­
tim. Onunla yakınlaşmanın tek yolu isteklerine tamamen bo­
yun eğmekti. Benim kişisel isteklerimin olması düşünülemez­
di bile" demişti.

1 05
Bu atmosferde büyüyen çocuklar güvenli bağlanan ço­
cukların öğrendiklerinin tam tersini öğrenirler. Yetişkinlerin
karşısında güçsüz olduklarını, uyumlu olmadıkları zaman se­
vilmediklerini, her kavga ve tartışmanın onlar için bir tehdit
oluşturduğunu sezerler. Saldırganlıklarını ve karakter özellik­
lerini bastırarak annelerinin sevgisini kaybetmemeye çalışır­
lar. Bu yüzden de son derece doğal dürtüler olan saldırganlık,
öfke ve kişisel merak gibi duygularla sağlıklı şekilde baş ede­
mezler. Sonraki yaşamlarında da bu tür duygular ile büyük
sorunlar yaşarlar.

Çocukluktaki Boyun Eğişten Yetişkinlikteki


Pasif Saldırganlığa
İstenmeyen bu çocuklar hayatta kalabilmek için anneleri­
ne uyum sağlamayı daha bebekliklerinde öğrenirler. Hayatta
kalmanın anlamı, küçük yaşlarda bedensel olarak yaşamaya
devam etmektir. Bazı bebeklerin ihmal sonucu veya gerçek­
ten öldürülerek hayatlarını kaybetmesi gibi üzücü konulara
girmeyeceğim. Ama aslında bunun bir ölüm kalım meselesi
olduğunun altını çizmek istiyorum.
Anne, çocuğun bedenen yaşaması için gereken bakımı
sağlarken bir yandan da içinden zamanı geri almak ve onun
doğmasını engellemek istiyorsa bu, çocuğun bilinçaltından
hissettiği bir öldürme dürtüsüdür. Çocuk, yaşamasından kim­
senin memnun olmadığının farkına varır. Annesinin onu yok
etme arzularını bilinçli olarak algılasaydı sürekli ölüm kor­
kusu içinde yaşardı. Bu tür çocukların çok ağladıklarında ve
stres yarattıklarında ölüm tehlikesi ile karşılaşma olasılıkları
iyice artar. Bu çocuklar, annelerini gerginleştiren diğer davra­
nışları gibi, hayatta kalma dürtüsünün yaşamsal belirtisi olan
ağlamayı da çok çabuk bırakırlar. Bu, aslında yaşama arzu­
larını kaybettikleri anlamına gelir. Hayatta kalma konusunda
anlaşılamayan bir isteksizlik geliştirirler. Genetik bir dürtü

1 06
olan "yaşamak istiyorum" eğilimi bedensel deneyimleriyle ör­
tüşmez. Aynca tehlikeli ağlama ve bağırma krizleri yaratacak
olan sevilme ve anne sıcaklığı gereksinimi de bertaraf edilir.
Çocuğun vücut hafızasında artık yaşam sevinci depolanmaz.
İlgilenilme ve sevilme arzularını sesli ifade eden talepkar ve
saldırgan dürtüler tamamen susturulur. Bu, bu tür insanların
büyüdüklerinde öfke ve saldırganlık duyguları olmadığı anla­
mına gelmez. Bu duygulan onlar da hissederler ama nasıl baş
edeceklerini öğrenememişlerdir.
Yetişkinliklerinde de yaşama arzuları tükenmiştir. Bu in­
sanlar yaşamlarına sarılmazlar. Dışarıdan bakınca bu fark
edilmez, yaşıyormuş gibi davranırlar. İş hayatlarında çok
başarılı olabilirler, topluma karışırlar hatta hobiler edinir­
ler. Aslında derinlerinde yaşama isteklerinin olmadığını
anlayamazsınız. Sorunlarını kimseye belli etmemeyi çok
küçük yaşta öğrenmişlerdir. Hastanede ziyaret ettiğim bir
tanıdığımın bu yüzünü tesadüfen fark ettim. Doktorlar has­
talık belirtileri karşısında çaresizdi ve ölümcül bir hastalık
teşhisi söz konusuydu. Tahlillerin sonucunu kitap okuyarak
ve televizyon seyrederek bekliyordu. Sağlık durumu karşı­
sındaki rahatlığı beni dehşete düşürdü. Nasıl bu kadar rahat
olabildiğini sorduğumda, "Ne çıkarsa çıksın, her türlü so­
nuç şu ana kadar yaşadığım hayattan daha iyidir" diye yanıt
verdi. Genç, çekici, son derece başarılı, sayısız merakları
olan ve konuşurken etrafına yaşam sevinci yayan bir adam­
dı. Aslında ruhunun derinliklerindeki huzursuzluğu bu olay
sırasında anladım.
Çekilen video filmlerinin değerlendirmelerinin yardımıyla,
bebeklerin annelerinin hoşuna gidebilmek için bazı duyulara
sahip oldukları kanıtlanıyor. B ağlanma sorunu yaşanan an­
ne-çocuk ilişkileri incelendiğinde, annesi ona baktığında be­
beğin gülümsediği görülüyor. Anne başka yöne baktığı anda
ise bebekler adeta donuk ve şaşkın bir yüz ifadesi takınıyorlar.
Bu bebekler anneleri onlara bakmadığında olumsuz duygula-

107
rını belli ediyorlar. Bu araştırma bebeklerin annelerini kızdır­
mamak için mimiklerini ayarladıklarını gösteriyor.
Çocuklarının varlığından mutluluk duyan ailelerde de anne
ve babanın fazla yük altında olması ve baskı hissetmeleri yü­
zünden uyum sorunları yaşanabilir. Nispeten normal sayılan
ailelerde bile çocuğun, beklentiler karşısında davranışlarının
bozulması ve saldırganlaşması için, "Ancak benim istediğim
gibi olursan seni severim ! " mesajını alması yeterlidir. Bu me­
saj zor ifade edilir. Petra, "Hata yaptığımda annem asla kız­
mazdı, sadece hayal kırıklığına uğrardı. O kadar üzgün, o ka­
dar depresif olurdu ki hemen içine kapanırdı. Ben de kendimi
çok suçlu hissederdim" diye anlatmıştı. Petra kendi isteklerini
bastırmayı ve uyumlu olmayı öğrenmişti. Öfkesini hiç bir za­
man açıkça gösteremiyordu. Sadece yalnız kaldığında kendini
özgür hissedebiliyordu.
Annelerine veya ebeveynlerine duydukları öfkeyi bastır­
mayı erken yaşta öğrenen çocuklar büyüdüklerinde pasif sal­
dırı stratejilerini tercih ederler. Yani uzaktan bakıldığında sal­
dırganlık gibi görünmeyen ve kitabın ilk bölümünde "kaçış"
başlığı altında anlattığım savunma taktiklerini seçerler.

Yakınlaşmak Yerine Kavga


Tedirgin ya da kayıtsız kaçınmacı bağlanma tarzına sahip
çocukların tümünün saldırganlıklarını bastırdıklarını söyleye­
meyiz. İnsanlar saldırganlık ile nasıl başa çıkarlar sorusunun
cevabını, gelişimi etkileyen birçok faktör birleşerek oluştu­
rur. Çocuğun karakteri, ailedeki kavga potansiyeli, sonraki
yaşlarda da arkadaşların ve diğer insanların etkileri birleşir.
Tedirgin kaçınmacı bağlanma stilini benimsemiş olan bir er­
kek danışanım, annesiyle sürekli kavga ettiklerini, babasının
bu kavgalara hiç karışmadığını anlatmıştı. Annesi son dere­
ce buyurgan ve çabuk parlayan biriymiş. Yaşadıklarını, "Her
zaman çok öfkeliydim. Çocukluğumda bana hükmeden tek
duygu öfkeydi. Annem bana bağırdığında ben de ona bağın-

1 08
yordum. Aramızda korkunç olaylar yaşandı. Ama ben tartış­
manın sadece bu şeklini biliyordum. Şimdi yetişkin olarak kız
arkadaşımla uyumlu olduğumuzda kendimi güvensiz ve hu­
zursuz hissediyorum. Hemen kavga çıkaracak bir şey aranma­
ya başlıyorum. Çocukluğumda kavganın yakınlaşmak olduğu­
nu öğrendim. Hiç gerçek ve sevgi dolu yakınlık yaşamadığım
için bu beni korkutuyor. Onu tekrar kaybetmekten, ilişkimizin
gerçek olamayacak kadar güzel olmasından korkuyorum. Bu
yüzden sevgilimi suçlamaya başlayarak bu güzel duyguyu
kendim yok ediyorum. Beni terk ederse, hiç olmazsa bu sonu
ben hazırlamış olurum" diye anlattı. Bu anlatımda aktif saldır­
ganlığın temel motiflerinden biri olan kontrolü elinde tutma
eğilimini görüyoruz: "Beni terk edersen, en azından nedenini
biliyor olacağım. Sana kötü davranarak başka seçenek bırak­
madım. Ama buna, sana sevecen davranmaya çaba gösterip
yine de terkedilmekten daha kolay katlanabilirim."
Burada saldırganlığın nedeni olan diğer bir itici güç de, bu
kişinin çocukluğunda saldırgan kavgaları yakınlığın bir türü
olarak öğrenmiş olmasıdır. Bazı çocuklar, anneleriyle kavga
etmeyi dikkate alınmamaya yeğledikleri için saldırgan davra­
nışlar geliştirirler.
Öfkelerini annelerine veya ebeveynlerine yönlendiren ço­
cukları harekete geçiren başka bir itici güç de henüz ümitsiz­
liğe kapılmamış olmalarıdır. Hala ilgi görmek için savaşmaya
devam ederler. Karakter yapılarına göre, bazen geri püskürtül­
seler de buna dayanarak annelerine saldırma eylemlerine uzun
süre devam edebilirler. Burada çocuğun algıladığı annenin
tehdit gücü de önemli bir ölçüdür. Kendi isteklerini bastırmak
zorunda kaldığını anlatan danışanım, annesini inanılmaz so­
ğuk ve tehditkar olarak algılamıştı. Babası da araya girerek bu
kavgaları yumuşatmıyordu. Her iki ebeveynle veya geniş ai­
lelerde büyüyen çocuklara oranla daha fazla annesinin hükmü
altındaydı. Kardeş ilişkilerinin de önemli etkileri vardır. Tek
çocuklar, kardeşleri olanlardan daha fazla annelerinin merha-

1 09
metine bağımlıdırlar. Kardeşi olanlar aynı kaderi paylaştıkları
için birbirlerine sığınarak teselli bulabilirler. Bunun yanı sıra
kardeşler aile içinde farklı roller üstlenirler. Bir tanesi uy­
sal, öfkeden uzak ve ebeveynlerinin arzularını yerine getiren
"uyumlu çocuk" olurken, diğeri ebeveynlerinin beklentilerine
karşı çıkan "asi çocuk" rolünü üstlenir.
Saldırganlığın aktif, pasif veya karışık olması bir şey de­
ğiştirmez. Bağlantı korkusu yaşayan kişiler her durumda sal­
dırganlıklarıyla başa çıkmakta zorlanırlar. Anlaşmazlıkları bir
tehdit unsuru olarak kabul ettiklerinden ilişkilerinde tartışma­
lardan kaçınırlar. Bazıları dileklerini ve beklentilerini açıkça
ifade edemezler. Bazıları ise hemen çeşitli numaralara baş­
vurur ya da pasif saldırgan tepkiler verirler. Bir kısmı sık sık
en beklenmedik anlarda patlayarak kendilerini belli ederler.
Bağlanma korkusu olanların aktif veya pasif saldırganlıkları
eşlerinde de saldırganlık, öfke, depresyon ve çaresizlik duy­
guları yaratır.

Sonuç: Bağlanma korkularının çeşitli nedenleri ve dışavu­


rumları vardır. İnsanın güvenli bağlanma duygusu geliştire­
rek ilişkilerinde güven duymasında ya da güvensiz bağlan­
ma tarzını benimseyerek her ilişkiye şüpheyle ve korkuyla
yaklaşmasında bebekliğinin ilk yıllarında bakımını üstlenen
kişilerin rolü büyüktür. İlgi eksikliği, anne ile bebeğin bir­
birlerinden veya bakımından sorumlu başka bir yakınından
ayrılması veya mesafeli ve soğuk davranan bir anne güven­
siz bağlanmanın ve güçlü bağlanma korkularının nedeni ola­
bilir. Çocuğun gelişme döneminde oluşan bu özelliklerin asıl
sorumluları yetişkinlerdir. Ama çocukların ileride bağlanma
sorunları yaşamalarına sebep olan doğuştan gelen bazı huy­
ları da vardır. Bebekliğin ilk iki yılı da bağlanma korkuları
oluşması açısından en önemli süreçtir. Ama hem çocukla­
rın hem de yetişkinlerin bağlanma yetenekleri daha sonra­
ki yıllarda olumlu yönde değiştirilebilir. Çocukların yaşam

1 10
şartları değişirse veya başka birinin bakımı altına girerlerse,
yetişkinler ise terapi yoluyla korkuları ve geçmişleriyle yüz­
leşirlerse bu değişim gerçekleşebilir.
Bağlanma korkusu yaşayan insanların çoğu, korkularının
tüm yaşamlarında ne derece etkili olduğunun bilincine ancak
terapi sırasında varıyorlar. Çünkü bağlanma korkuları insanla­
rın sadece aşk hayatlarını etkilemez. Bu etkiler, sınırlı yaşam
sevinci, zorluklar, istekler ve arzular, fikirleri ve istekleri ifade
etmekten her türlü anlaşmazlıkla başa çıkabilmeye, özgüvenin
azalmasına kadar uzanır. Bu bölümün başında da söylediğim
gibi bağlanmak yaşamımızda varoluşsal ve hayati bir rol oy­
nar. En son olarak da, bağlanma korkularının insanın hayatını
zorlaştırdığını söyleyebiliriz.

YETİŞTİRME TARZI, HAY AL


KIRIKLIGI VE TOPLUM - BAGLANMA
KORKULARININ YAŞAMIMIZA
YERLEŞMESİNİ KOLAYLAŞTIRAN
NEDENLER
Birçok olayda bağlanma korkuları yaşamın ilk iki yılında
ilgisizlik ve derin ruhsal yaralanmalar sonucu oluşsa da bu
korkuyu sonradan geliştiren insanlar da vardır. Alınan derin
ruhsal yaralar gençlerde ve yetişkinlerde bağlanma korkuları
oluşmasına neden olur. Doğuştan gelen yalnız yaşama eğilimi
özgürlük tutkusuyla birleştiğinde de insanlar başkalarına ya­
kın bağlarla bağlanmaktan kaçınırlar.

Çocuklar Uyum Sağlamalıdır


İki yaşına kadar çocuğun hayatında her şey normal ve iyi
gitmiş olsa bile sonraki çağlarında bazı problemlerle karşıla­
şırsa yetişkinliğinde bağlanma korkuları yaşayabilir. Örneğin,
çocuğun yavaş yavaş bağımsız bir bireye dönüştüğü gelişme

111
süreci duygusal açıdan oldukça hassas bir dönemdir. Bunu iki
yaşından sonraki dönem olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde
çocuk kendi yolunda yürürken ebeveynlerinin ona güven duy­
duğunu hissetmek ister. Kendi arzulan konusunda güzel duy­
gular geliştirerek kendi yaşamı üzerinde etkili olabileceğini
ancak bu yolla öğrenir. Bunlar sonraki yaşamında kullanacağı
bağlanma yetenekleri açısından önemli iki dayanaktır. Bağlan­
maktan kaçınan kişilerin çoğu, çocukluklarında ebeveynleri
ya da en azından bir tanesi tarafından sahiplenilerek sayısız
kurala uymak zorunda kaldıklarından yakınmışlardı. Ebevey­
nlerin istedikleri olmadığında da sorun yaşanıyordu. Çocukla­
rını cezalandırmak için de sevgiden mahrum bırakmak, hayal
kırıklığını belli etmek, adam yerine koymamak, azarlamak,
yasaklamak, dövmek ya da ebeveynlerin tercih ettikleri diğer
yöntemleri kullanıyorlardı. İstisnasız herkes kendi istek ve ar­
zularının ebeveynleri tarafından dikkate alınmadığını ve anla­
şılmadıklarını söylüyordu. Çok küçük yaşlarda ebeveynlerinin
idealindeki şablona uymaları için zorlanmışlardı. İçsel olarak,
"Beni sevmeni istiyorsam, senin istediğin gibi davranmalıyım"
şeklinde programlanmışlardı. Problemleri güvensiz bağlanan
çocukların sorunlarına çok benziyordu. Ama bu insanların dra­
mı daha sonraki yıllarda, yani kendi isteklerini savunma ola­
naklarını elde ettikleri yaşa geldiklerinde ortaya çıkıyordu.
Ebeveynler çocuklarının bağlanma arzularını karşılayabi­
lirler ama bağımsız olma ve kendi kararlarını verme gerek­
sinimleri ile baş edemezler. Bebekliklerinde onlarla sevgi,
anlayış ve sabırla ilgilenebilirler. Ama çocuklar konuşmayı
öğrenip ebeveynlerinin uyarılarını ve talimatlarını anlama­
ya başladığında ebeveynler çocukların kendi istedikleri gibi
davranmalarını beklerler. Başlarda ebeveynleri ile iyi ilişkiler
yaşayan çocuklar bu eğitim tarzı ile kendilerini kafese kapatıl­
mış gibi hissederler.
Önceki bölümde yakın çevreleriyle güvenli bağlar kurama­
yan bebeklerin çocukluklarında da ebeveynleriyle olan ilişki-

1 12
lerinin düzelmeyeceğini yazmıştım. Bebeklik çağlarında ilk
ve derin güvensizlik deneyimlerini yaşayan bu çocuklar daha
sonraki yıllarda da yara almaya ve zarar görmeye devam eder­
ler. Sonunda da yaşamlarının çoğu alanında bağlanma sorunu
yaşayan yetişkinler haline gelirler.
Kendi kararlarını verebilme olanakları kısıtlanan çocuk­
lar, küçük yaşlarda yaşadıkları baskıyı çağrıştırdığı için yakın
ilişkilere antipati duyarlar. Ayrıca son derece doğal bir duygu
olan tüm varlıklarıyla sevilme gereksinimleri, ebeveynlerinin
"İstediğim ve beklediğim gibi davranırsan seni severim" me­
sajları ile ciddi ölçüde yara alır. Yetişkin olduklarında gerçek­
ten oldukları gibi sevilebileceklerini hesaba katamazlar.
Nadine' in anlattıkları yetişkinlikte bağlanma korkuları
yaratabilecek bir yetiştirme tarzının tipik örneğidir. "Annem
fazlasıyla tahakküm eden biriydi. Onun sadece ben bebekken
mutlu olduğunu zannediyorum. Büyüdükçe onun yönetimi ve
baskısı altına girdim. Doğrular ve yanlışlar konusunda kesin
hükümleri vardı. Kıyafetlerimden arkadaş seçimime kadar bu
kurallar geçerliydi. Saçlarımı nasıl tarayacağıma, hangi kı­
yafetleri giyeceğime, arkadaşlarımın uygun olup olmadığına
hep o karar veriyordu. Karşı fikirde olduğumda ise hep sorun
çıkıyordu. Bundan kaçınmak için de ne isterse yapıyordum.
Çocukluğumda annemin yanında kendimi boğuluyormuş
gibi hissederdim. Okul çağlarımda ise ona meydan okuyor ve
direniyordum." Nadine, çocukluğundan beri kendisine karı­
şılmasına ve beklentilere karşı derin bir nefret duyuyor. Her
türlü yakın aşk ilişkisini yıkıcı bir tehdit olarak algılıyor. Bir
erkeğin ondan beklentisi olacağı fikri bile kendini tahakküm
altında hissetmesine ve hırçınlaşmasına yetiyor. Yakın ilişki­
ler adeta soluğunu kesiyor.
Ebeveynlerinin zorlaması ve vesayeti altında büyüyen tüm
çocuklar gibi Nadine de, çocukluğunda geçerli olan ama bü­
yüdüğünde hükümlerini kaybeden ve kendini boykot etmeye
kadar varan inançlar geliştirmişti. Çocukken kendine ait ya-

l 13
şamının olabileceğini içselleştirememişti. Bu nedenle ben ve
sen kavramını duygularında birleştiremiyordu. Benliğini an­
cak yalnızken, yanında beklenti yaratacak birileri olmadığında
hissedebiliyordu. Birileri ile beraberken ise eğitilmiş olduğu
program, yani en nefret ettiği şey olan başkalarının istediği gibi
olmak içgüdüsü harekete geçiyordu. Böyle bir durumda Nadi­
ne'in iki seçeneği var: Kendini onların beklentileri için feda
etmek ya da onlara karşı çıkmak. Onların arzularını yerine ge­
tirdiğinde çocukluğundan iyi bildiği boyun eğme ve tahakküm
edilme duygusu yükseliyordu. Beklentilere karşı çıktığında
ise karşısındakilerin itiraz etmesini kötü karşılayarak onu ta­
mamen reddedeceklerini tahmin ediyordu. Bu nedenle daha en
başından, "Zaten seninle birlikte olmak istemiyorum ! " baha­
nesiyle kaçmayı tercih ediyordu. Bu, bir ikilem. Nadine ye­
tişme tarzı yüzünden anlaşmazlıklarla nasıl baş edebileceğini
öğrenememişti. Basit bir itirazı bile bir anlaşmazlıkla aynı tu­
tuyordu (Bkz. Sayfa 1 03 "Bağlanma korkusu ve saldırganlık").
İlişkilerdeki güven sorunlarının çocuklukta olduğu gibi
sonraki yıllarda da benzer sonuçlar yaratacağını Nadine ör­
neğinde açıkça görebiliriz. Aradaki tek fark yetişkinlerin, ço­
cuklukta bilinçaltlarının derinliklerinde yatan bu korkuların
bilincinde olmalardır. Aileleri ile yaşadıkları birçok deneyimi
hatırlarlar ve ruhsal açıdan bebekliklerinde sevgiden mahrum
kalanlar kadar hırpalanmamış olurlar. Bu kişiler genellikle te­
rapi sayesinde olumlu değişimler gösterirler. Erken yaşlarda
ilişkilere olan güvenlerini kaybeden insanlar ise günlük ya­
şamlarında bir ilişki kurabilmek için olağanüstü korkuları ve
engelleri aşmak zorunda kalırlar. Benliklerini yitirme ve sa­
hiplenilme korkuları yaşamlarını tehdit eder hale gelir. Buna
rağmen değişebilmeleri mümkündür!

Anne Fazla Yakın/aşmak İstiyor


Az ilgi kadar ilginin aşırısı da çocuğa zarar verir. Burada
söz konusu olan çocuklarını sevgileriyle bunaltan annelerdir.

1 14
Bu anneler bazen bilinçli bazen de bilinçsizce çocuklarının
kendilerinden uzaklaşacağından korkarlar. Çocukları aracılı­
ğıyla "tedavi etmek" istedikleri güçlü kaybetme korkuları ya­
şarlar. Kendi yakınlaşma, ilgi ve bağlanma gereksinimleri için
çocuklarına ihtiyaç duyarlar. Bu anneler, çocuklarının özgür
olma ve kendi yaşamını tayin etme çabalarını kişisel olarak
reddedilmeleri olarak kabul ederler. Çoğu bu durum karşısın­
da güçlü tepkiler verirler. Çocuklarının uzaklaşması yüzün­
den üzülür ve hayal kırıklığı yaşarlar. Bu da çocuğun suçluluk
duymasına ve kendi isteğiyle geri dönmesine sebep olur. Bazı
annelerin ise taleplerini açıkça belirtmeleri ve sürekli yasaklar
koymaları çocukları ikileme sürükler. Her iki yöntemi birlikte
kullanan anneler de vardır. Öyle ya da böyle çocuk, annesini
kızdırmadan ve hayal kırıklığına uğratmadan ondan uzakla­
şamayacağını öğrenir. Bu çocukların annelerinden tamamen
bağımsız olması gereken kişisel benlikleri zarara uğrar. Bi­
reyselliklerinin gelişmesi engellenir. Bunun sonucunda ken­
di gereksinimlerini algılamayı ve ifade etmeyi öğrenemezler.
Annelerinin beklentilerinin tam tersi olan bağımsız bireyler
olabilme arzuları onaylanmadığı için ebeveynlerinin biriyle
ilişkileri bozulur. Bu çocuklar çok erken yaşlarda ancak an­
nelerinden uzaklaşarak başarabilecekleri benlik arayışlarını
bastırmayı öğrenirler. İnsan kendi gereksinimlerini ne kadar
az hissederse, karşısındakine o kadar kolay ve fazla acı çek­
meden uyum sağlar. Çocuklar karakterlerine ve annelerinin
yaptırım gücünün etkisine göre uyum sağlamak yerine karşı
gelerek de tepki gösterebilirler. Annelerin beklentilerine isyan
ederek ondan mümkün olduğunca çabuk koparlar.
Yakın çevresindeki diğer kişiler de çocuğun gelişme süreci­
ni önemli şekilde etkilerler. Eğer çocuğun kişilik arayışını des­
tekleyen bir babası varsa annenin vesayetinin sınırları daralır.
Kızlarına çok bağlı ve yapışan babalar ve anneler olsa da
anne ve oğul arasındaki, her zaman dalga geçilen "ana - oğul"
ilişkisi en sık karşılaşılan klasik bağlanma türüdür. Bunun aşı-

1 15
rıya kaçtığı durumlarda oğul annesi ölene kadar onunla bir­
likte yaşar, öldükten sonra bile annesine sadakatle bağlıdır.
Bazen oğlu başka bir kadınla ilişkiye girse de çiftin arasında
kayınvalidenin varlığı daima kendini gösterir. Annenin varlığı
ilişkide tartışmaların başlamasına hatta ilişkinin bitmesine yol
açar. Hem psikoterapist hem de aile mahkemelerinde bilirkişi
olarak çalıştığım için her gün evliliklerin veya ilişkilerin sona
erme sebepleriyle karşılaşıyorum. Yüzde 20 - 30 civarında
evlilik ve ilişki, kişilerin kendi ailelerine ve özellikle de anne­
lerine aşırı bağlı olmaları yüzünden sona eriyor. "Ya annen,
ya ben! " ültimatomunu hepimiz çok sık duyarız.
Annelerin bunaltıcı sevgisi, ciddi "boğulma nöbetlerine"
ve baskın bağlanma fobilerine neden olur. Bağlanmaktan ka­
çınmanın alt yapısı böyleyse sevgi, zincire vurulmakla eş an­
lamdadır. Kişiler bir ilişki yaşarken aynı zamanda bağımsız
da olabileceklerini hayal bile edemezler. Birileri onlarla fazla
yakınlaşırsa içlerini çocukluklarında deneyimledikleri ve an­
cak kaçarak kurtulabilecekleri bir boğulma duygusu kaplar.

Ebeveynlerin Mutsuz Evlilikleri


Anne ve babaların kötü giden evlilikleri de bağlanma kor­
kularına sebep olur. Boşanmalar konusundaki araştırmalar,
ilişkileri soğuk ve mesafeli olan veya sürekli kavga eden ebe­
veynlerle büyüyen çocukların, yetişkinliklerinde ilişkiler ve
bağlanma korkuları konularında sorunlar yaşadıklarını ortaya
koyuyor. Ebeveynleri ile aralarındaki ilişki iyi ve sevgi dolu
olsa bile, sürekli kavga edilen bir ortamda büyüyen çocuklar
aşk ilişkilerinin mutsuzluk getirdiğini içselleştiriyorlar. Anne
ve babalarının sürekli kavga etmeleri çocuklar için onların bo­
şanmasından daha dayanılmazdır. Çok üzücü olmasına rağ­
men anne ve babalarının boşanmaları bazen çocukların mutlu
sona ulaşmalarına yardımcı olur. Bu da özellikle çocukların,
boşanmaya sebep olan anlaşmazlıkların dışında tutuldukları
ve boşanmadan sonra her iki ebeveynle olan ilişkilerini ko-

l 16
ruyabildikleri durumlarda gerçekleşiyor. Örneğin, çocuklar,
anne ve babalarının birbirlerine boşandıktan sonra daha dost­
ça davrandıklarını ve çocuklarını ihmal etmediklerini görerek
en kötü krizlerin bile üstesinden gelinebileceğini öğreniyorlar.
Buna karşılık ebeveynler kötü evliliklerini devam ettirmek­
te ısrar ettiklerinde, çocuklar anlaşmazlıkların hiç bir zaman
halledilemeyeceğine inanıyorlar. Artık hiç umut kalmadığına,
anlaşmazlıkların çözümlenemediğine hatta herkese daha fazla
zarar vermeye doğru gittiğine şahit olurlar. Çiftlerin yaşam
tarzları ve anlaşmazlıkların çözümü konularında ebeveynler
kötü örnek teşkil ederler. Bunun sonucunda ya tartışmalardan
kaçarlar ya da saldırganlaşırlar. Yani ilişkilerinde ya ebeveyn­
lerinin tersine davranarak ne pahasına olursa olsun uyumlu ol­
mayı tercih ederler veya onları örnek alırlar. Her iki durumda
da onlar, aşk ilişkilerine karşı derin güvensizlik besleyen ve
bağlanma fobisine uygun, içleri yanmış çocuklardır.

Ebeveynler Boşanıyor
Çocuklar için sıkıntılı sonuçlar doğuran ayrılıklar veya bo­
şanmalar da bağlanma korkularına sebep olur. Çocuklar ebe­
veynlerinden birini aniden kaybedince ilişkilere güven duyu­
lamayacağına inanırlar. Özellikle anne veya baba, diğerinin
izni olmadığı için veya boşandıktan sonra aileden uzaklaştı­
ğı için çocuğun hayatından tamamen çıkarsa bu tehlike daha
da artar. Bu travmatik deneyim, çocukların insan ilişkilerine
duydukları güvensizliği sürekli kılar. Bu deneyimler Elfie'nin
yaşadığı gibi bir de bir kaç kez tekrarlanırsa durum daha da
kötüye gider. "Annemle babam boşandığında beş yaşınday­
dım. Babam başka bir kadın yüzünden annemi terk etmişti ve
annem onu affedemiyordu. Babamla görüşmemi istemiyordu.
Bunun sebebi hem babamı cezalandırmak hem de diğer ka­
dınla tanışma olasılığımdı. Bunun düşüncesine bile dayana­
mıyordu. Boşandıktan bir yıl sonra annemin Kaile adında bir
erkek arkadaşı oldu. Kaile bana çok iyi davranıyordu ve ben

1 17
yeniden yanımda babam gibi biri olduğu için çok mutluydum.
Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Kalle ve annem sürekli kav­
ga ediyorlardı ve bir gün Kalle evi terk etti. Ne kadar üzüldü­
ğümü ve annesi babası olan çocukları ne kadar kıskandığımı
hala hatırlıyorum. Sonra Wolfgang geldi. Nihayet diye düşün­
düm, artık her şey yoluna girecek. Annem çok mutluydu ve
Wolfgang bana karşı çok iyi davranıyordu. Annem ve Wolf­
gang evlendiklerinde mutluluğum tamamlanmıştı. O zamanlar
dokuz yaşındaydım. Wolfgang'a 'Baba' diyordum, o da bana
gerçek bir baba gibi davranıyordu. Wolfgang işe giderken bir
trafik kazasında hayatını kaybettiğinde on üç yaşındaydım.
Annemin de benim de dünyamız yıkılmıştı. O an bir daha asla
kimseye yürekten bağlanmamaya karar verdim."
Elfie psikoterapiye geldiğinde otuz beş yaşındaydı. O yaşa
kadar bir kaç kısa macera dışında hiç bir erkeği kendine yak­
laştırmamıştı. Aşık olmaya başladığını hissettiği anda ilişki­
sini bitiriyordu. Annesiyle birlikte yaşıyordu ve her ikisi de
tüm ilişkilerin sonunun mutlaka trajik bittiğine ve aşktan uzak
durmak gerektiğine inanıyorlardı.

Kötü Örnekler
Erken yaşta yaşanan sorunlu anne- çocuk ilişkilerinin so­
nucunda meydana gelen bağlanma korkularını etkileyen bir
diğer sebep de ebeveynlerden çocukla aynı cinsten olanın
çocuğa kötü örnek teşkil etmesidir. Julius 'un örneğinde bu
bağlantıyı açıkça görebiliyoruz. Julius'un çok tatlı bir anne­
si vardı. Çocukluğundaki tek problem babasıydı. Babası tüm
ailenin karşısında titrediği bir despottu. Canı istediği zaman
gidip geliyor, başka kadınlarla maceralar yaşıyor ve Julius' un
annesini kölesi gibi görüyordu. Annesi maddi ve duygusal
açıdan kocasına bağımlı olduğu için direnmiyordu. Onun bir
gün değişeceği ümidiyle yaşıyor ve sadece kendisini sevdiği­
ne inanıyordu. Julius annesini çok seviyordu, ama kendisine
kötü davranılmasına izin vererek zaaf gösterdiği için de onu

1 18
küçümsüyordu. Babasından nefret etmesine rağmen onu güç­
lü ve heybetli olarak algılıyordu. Julius, aşk ve aşağılanma
arasında bocalayan kadın tipini içselleştirdi. Farkında olma­
dan da, bir yandan reddettiği, bir yandan da bağımsızlığına ve
gücüne hayran olduğu babasının modelini benimsedi. Baba­
sı da ona sürekli, kadınlarla ancak onun davrandığı gibi başa
çıkılabileceğini söylemekten kaçınmıyordu. Gerekçesi de,
kadınların hepsinin birer pislik olduğuydu. Yetişkinliğinde
Julius kadınlara aynı babasının annesine davrandığı gibi dav­
ranmaya başladı. Aslında bu onu mutlu etmiyordu. Bu hika­
yenin devamı başka türlü olabilirdi. Julius'un durumundaki
bir çocuk, büyüyünce babası gibi bir pislik olmamaya yemin
edebilir ve olmayabilirdi de. Psikolojide, insan karakterinin
gelişimini önceden belirleyerek garanti edebilen matematiksel
bir denklem olmadığına inanılır.
İkinci örnek, kendilerine bir sevgili bulamayan herkesin
iyi bildiği bir fenomeni anlatıyor. Bu insanlar, kendilerini bi­
rilerinin onlara bağlanmak istemeyeceği kadar çirkin ve cazi­
beden yoksun bulurlar. Bu duygular içlerine çocukluklarında
yerleşmiştir. Nicola, Eifel bölgesindeki küçük bir köyde an­
nesiyle büyümüştü. Annesini hamileyken terk edip giden ba­
basını hiç tanımamıştı. Annesi içine kapanık, ürkek bir kadın­
dı. Nicola doğuştan utangaç bir yapıya sahipti. Ayrıca insan­
larla ilişki kurmaktan çekinen annesi de onu bu konuda hiç
cesaretlendirmemişti. Nicola okulda da hep yalnızdı. Aslında
hiç sevilmeyen tiplerden değildi, ama içe dönük davranışları
diğerlerinin onunla arkadaşlık etme isteklerini engelliyordu.
Evde ise sayısız kedisi ile ilgilenen ve gününü piyano çalarak
geçiren annesinin tuhaf dünyası içinde büyüyordu. Nicola an­
nesinin tatlı ama dünyadan uzak yaşayan bir kadın olduğunu
anlatmıştı. Annesi babası hakkında hiç konuşmazdı. Annesi­
ne bu konuda soru sormaması gerektiğini daha çok küçükken
sezinlemişti. Nicola, annesinin melankolik halinin babasıyla
bir bağlantısı olduğu duygusuna kapılmıştı. Erkek akrabaları

1 19
da olmadığı için Nicola tamamen erkeksiz bir dünyada büyü­
dü. Ergenlik çağına geldiğinde yaşıtlarından iyice uzaklaştı.
Partilere davet edilmiyor ve hiç bir genç ona ilgi göstermi­
yordu. Çok güzel ve hoş bir kız değildi ·ve bunun için bir çaba
da göstermiyordu. Annesi de dış görünüşüne hiç önem ver­
mezdi. Nicola annesinden sevgi ve ilgi görmüştü ama ondan
kendine güvenmeyi öğrenememişti. Çekici bir tip değildi ve
kendini fazla tutuk buluyordu. Hiç şansı olmadığını düşüne­
rek erkeklerden uzak duruyordu. B una karşılık iş hayatında
çok başarılıydı. Doğuştan matematiğe üstün bir yeteneği var­
dı ve işletme matematiği okudu. Çok iyi bir maaşla bir ban­
kada çalışıyordu. Ama özel hayatında çok yalnızdı. Annesi
genç yaşta öldüğünde Nicola yirmili yaşlarının sonundaydı.
Söylediğine göre, artık yalnızlıktan boğulduğu hissedince
bana gelmeye başladı. Nicola'nın hikayesi, anne-çocuk iliş­
kisinin mükemmel olduğu durumlarda bile bağlanma korku­
larının oluşabileceğini gösteren iyi bir örnektir.

Daha Önce Yaşanan Hayal Kırıklıkları


İlerleyen yaşlarda alınan ciddi duygusal yaralar da bağlan­
ma korkularına sebep olabilir.

lnga psikoterapiye geldiğinde 47 yaşındaydı. Meslek sahibi,


varlıklı, bağımsız, farklı ilgi alanları olan hoş bir kadındı. Ayrı­
ca coşkulu konuşma tarzı dolayısıyla esprili ve hoş sohbet bir
insandı. Kısacası, onu başının üstünde taşıyacak ve uzun yıllar
mutlu yaşatacak bir koca bulmak için tüm vasıflara sahipti. Sahip
olmadığı tek şey şanstı. lnga ardında uzun yıllar süren üç ilişki
ve bir evlilik bırakmıştı. Her seferinde de başka bir kadın yüzün­
den terk edilmişti. Yaşadığı her hayal kırıklığı sonrası güvenini
tekrar kazanmış ve kısa süre sonra da yeni bir ilişkiye girmişti.
Bana geldiğinde yeni bir başlangıç için gereken tüm cesaretini
yitirmişti. Kendini yalnız yaşamaya ve yanında kimse olmadan
ilginç ve dolu dolu yaşayacağı bir geleceğe hazırlamıştı. Sonra

1 20
Jürgen'e rastlamış, tüm direnmelerine ve kendini korumak için
aldığı önlemlere rağmen ona aşık olmuştu. Jürgen, lnga ile ciddi
bir beraberlik yaşamak istiyordu ve birbirlerine çok uygun bir çift
oluşturmuşlardı. lnga ile yaşadığı sorunları konuşmak için beni
ziyaret eden Jürgen, hoş ve duyarlı bir adamdı. 20 yıllık evlilikten
sonra dul kalmış, bağlanabilen bir tipti. Ama lnga yeniden hayal
kırıklığına uğramaktan korkuyordu. "Eğer Jürgen de beni terk
ederse bir daha toparlanamam!" diyordu. Onu yeniden denemesi
için cesaretlendirmek hiç kolay değildi. Bu güne kadar yaşadık­
larında yaptığı hataları bularak bunları tekrarlamazsa hayal kırık­
lıklarından korunabileceğini ileri sürebileceğim hiç bir ipucu yok­
tu. Aslında o hiç hatalı davranmamıştı. Körlerin bile işlerin kötüye
gideceğini hissedebilecekleri tipler olan işe yaramaz erkeklerin
peşine de düşmemişti. Yani erkekler açısından kendini koruması
gereken belirli bir tip yoktu. Gerçekten şansı yaver gitmemişti.
Neyse ki olumlu geçen çocukluk dönemi sayesinde ruhsal temel­
leri sağlamdı. Jürgen'le ve benimle yaptığı konuşmalardan sonra
kendinde yeniden deneme cesaretini bulabildi. Bir kaç yıl sonra
tatilini geçirdiği bir ülkeden bana gönderdiği kartpostalda doğru
seçim yaptığını yazmıştı.

İnsanlar, bilinçli ve özgüven sahibi olsalar bile daha önce


yaşadıkları hayal kırıklıkları onları yaralayarak derin izler
bırakır. Bu yüzden güvensizlik duyarlar. Hayal kırıklıkla­
rındaki asıl sorun, içindeki yanılma payıdır. Peşinden kendi
kararlarınızdan şüphe etme duygusu gelir. Eşlerinin kendile­
rini uzun süredir aldattığını anlayan insanlar sonradan daha
çok sarsılırlar. Eşlerine duydukları ve gelecekteki eşlerine
duyacakları güven ve inançta derin çatlaklar oluşur. Peter de
bunun aynısını yaşamıştı. Karısı Sabine'yle yirmili yaşların­
da tanışmıştı. Sabine onun büyük aşkıydı ve bir yıl sonra da
evlenmişlerdi. İsteyerek sahip oldukları sevgili ikizleri Lara
ve Hanna doğduğunda Peter otuz yaşına basmıştı. Peter'den
iki yaş küçük olan Sabine, bebeklere bakabilmek için mesle­
ği olan diş teknisyenliğini bırakmıştı. Ailenin geçimini Peter
sağlıyordu. Yıllar böylece geçerken Peter kendini çok mutlu

121
hissediyordu. Bahçeli güzel bir evleri, sevdikleri arkadaş ve
dost çevreleri, ortak merakları ve sevinç kaynakları olan ço­
cukları vardı. İyi anlaşıyorlardı ve nadiren kavga ediyorlardı.
Aralarındaki tutku azalsa da tamamen sönmemişti. Arkadaşı
Herrnann ' ın onunla yalnız konuşmak istediğini söylediği güne
kadar Peter' in mükemmel bir yaşantısı vardı. Herrnann ezilip
büzülerek ona, Sabine 'yi bir kaç gün önce yakınlardaki bir ka­
sabada bir adamla arabada sarmaş dolaş giderken gördüğünü
söyledi. Adamı tam olarak görememişti ama onun, Peter ve
Sabine ile aynı mahallede oturan Brigitte'nin kocası Johannes
olduğunu sanıyordu. Herrnann gördüğü kadının Sabine oldu­
ğundan emindi. Peter de Herrnann' ın doğruyu söylediğinden
emindi. Peter sonradan, "Bir anda binlerce yerimden bıçak­
lanmış gibi oldum" demişti. Peter Sabine'yle yüzleşti. Sabine
ağlayarak Herrnann'ın anlattıklarını doğruladı ve adamın Jo­
hannes olduğunu, bu ilişkinin bir yıldır sürdüğünü, kendinden
nefret ettiğini ağlayarak itiraf etti. Bu adama karşı güçlü bir
tutku hissettiğini ve kendini ondan kurtaramadığını söyledi.
Peter eskiden Sabine için her türlü fedakarlığı yapardı. Onu en
çok üzen, bunca zamandır hiç bir şey fark etmemiş olmasıydı.
Böylece, gerçekleri göremeden yalan dolu bir dünyada yaşa­
dığını anlayarak geriye dönük güçlü bir duygu hissetti. Duy­
duğu hissi, "Bu yanılgım yüzünden sanki dünya ayaklarımın
altından kayıp gitti" diye tarif etmişti.
Ama arkadan daha da kötüsü geldi. Bu ilişki ortaya çık­
tıktan sonra Brigitte kocasından boşandı. Çocuklarını yanı­
na alarak onunla ilişkisini kesti. Terk edilen, endişe duyan
ve Sabine 'ye aşık olan Johannes, sevgilisi için mücadele
etmeye başladı. Peter çökmüştü, kendine olan güveni yerle
bir olmuştu. O sıralar artık, Sabine 'nin tanıdığı ve sevdiği
güçlü, kendine güvenen erkek değildi. Yorucu ve çok zor
geçen bir karar verme sürecinden sonra Sabine Johannes
ile yaşamayı seçti. Peter ve Sabine, çocukların babalarını
görmeye devam edecekleri, maddi kaynakların adil şekilde

1 22
paylaşılacağı adil boşanma şartları hazırladılar. Ama Peter
perişan olmuştu. O derece güveni kalmamıştı ki, yıllarca
yeni bir ilişkiye girmeyi reddetti.
Güven eksikliğinin en kötü yanı gelecekten korku ve en­
dişe duyulmasıdır. Artık duyularımıza ve içgüdülerimize gü­
venemeyeceğimizi deneyimleyince kontrolümüzü de kaybe­
deriz. Eşimizi doğru algılama ve değerlendirme konusunda
kontrolümüzü ve güvenimizi kaybetmemiz içimizde güçlü bir
çaresizlik duygusu uyandırır. Buna bir de aldatılmanın neden
olduğu özgüven kaybı eklenir. Genelde bu tür yaraların iyileş­
mesi oldukça uzun sürer.

BAGLANMA FOBİSİ YAŞAYAN


İNSANLARI TOPLUM MU YARATIYOR?
Arkadaş çevremde bağlanma korkuları üzerine bir kitap
yazdığımı söylediğimde en çok, "Ay evet, bu günlerde top­
lumun en büyük sorunu bu. Toplum ilişkiler konusunda prob­
lemli insanlar yaratıyor" yorumuyla karşılaştım. Bu yorumlar
beni, toplumun bağlanma yeteneklerini ne ölçüde etkilediği
konusuyla daha yakından ilgilenmeye itti. Günümüzde bu so­
ruyu yanıtlamayı güçleştiren inanılmaz fazla toplumsal etki
mevcut. Örneğin, medyanın ve bilgisayar dünyasının hızla
ilerlemesi gibi gelecekte doğuracakları sonuçlar henüz bilin­
meyen gelişmeler yaşıyoruz.
Önce durumu eğitimsel bakış açısı ile inceleyelim. Bugün
ebeveynler çocuk yetiştirme konusunda eskisinden çok daha
fazla bilgiye sahipler. Artık çocuklara elli yıl öncesinden çok
daha fazla önem verilerek gereksinimlerine saygı duyuluyor.
Bugün 30 - 40 yaşları arasındaki kuşak kendi ebeveynlerinden
ve onların ebeveynlerinden çok daha iyi şartlarda büyüdüler.
Artık çeşitli özel ve kamu kurumlarının danışma merkezleri
var. Herkes her türlü yardıma ve bilgiye ulaşabiliyor. Bu bilgi­
ler sadece kişilik sorunları olan ebeveynler için gerekli değil-

1 23
dir. Onlann çocuklarını eğitirken yaptıkları hataların nedenleri
kendi kişisel problemlerinden kaynaklanır. Böylece çocukla­
rıyla olan ilişkileri zedelenir ve sorunlar sadece okuyarak öğ­
renmekle, hatta psikolojik ve pedagojik danışma yoluyla bile
ortadan kaldırılamaz. Toplumda eskiye göre her türlü beklen­
tinin artması ve annelerin artık meslek sahibi olması nedeniyle
de günümüzde daha çok sayıda ebeveynin stres yaşadığını göz
önüne almamız gerekir. Artık kadınların çoğu sadece anne ve
ev kadını olarak yaşamak istemiyorlar. Kadın erkek eşitliğinde
ilerlemeler kaydedilmesine rağmen çoğu erkek evde oturmaya
ve mesleki çalışmaları kadınlara bırakmaya yanaşmaz. Ebe­
veynler bu sebeplerden dolayı çocuklarını yabancı bakıcılara
teslim etmek durumunda kalıyorlar. İş ve aile hayatının yükle­
diği sorumluluklardan dolayı anne ve babalar da dengeyi sağ­
layamıyorlar. Bazıları çalıştıkları için daha dengeli olduklarını
iddia etseler de gerçek durum pek öyle olmuyor.
Ekonomik şartlar çoğunlukla ebeveynlerin doğumdan he­
men sonra işlerine dönmelerini gerektiriyor. Maddi yaşam
standartlarının yükselmesi ile birlikte beklentilerin de arttığın­
dan yakınılıyor. Tüm bu nedenler çocukların çok küçük yaş­
tan itibaren yabancı bakıcılara bırakılması için bir ortam ha­
zırlıyor. Altmışlı ve yetmişli yıllarda çocukların yuvaya gitme
yaşı dört civan iken bugün bu yaş üçe hatta ikiye kadar düştü.
Bağlanma ile ilgili araştırmalar, küçük yaşlarda bakıcıların
sürekli değişmesi sonucunda çocuğun bağlanma yapısının za­
rar görmesinin önemini belirtiyorlar. Bu teze karşı çıkanlar
da, Alman kadınlarının anaçlığa eğilimleri olduğunu, Fransız
komşularının ise çocuklarını çok küçük yaşlarda başkalarına
teslim edip işlerine devam ettiklerini ileri sürüyorlar. Belli sı­
nırların altına düşmediği sürece, çocuk - anne ilişkisinin kali­
tesinin, birlikte geçirdikleri sürenin uzunluğundan çok daha
önemli ve etkili olduğu kesindir. En azından çocuk, bağlanma
yapısının geliştiği bir buçuk yaşına kadar hep aynı bakıcı tara­
fından büyütülmelidir.

1 24
Toplumda bağlanma yetersizliğinin çoğalması konusunda
gösterilen nedenlerden bir diğeri de boşanma oranlarının gi­
derek artmasıdır. Ebeveynlerinin boşanmaları çocuğun sürekli
ve tutarlı ilişkilere olan güvenini temelinden sarsar. Çiftlerin
durup dururken boşanmadıklarını, sürekli kavga edilen ortam­
ların çocuklar üzerinde boşanmadan daha kötü etkiler bıraka­
cağını da unutmamak gerekir. Eskiden boşanma oranının daha
düşük olması, insanların bağlanma yeteneklerine daha olumlu
etkiler yaptığı anlamına da gelmez.
Kanımca, çocukların durumu günümüzde eskiye göre çok
daha iyileşti. Artık çocuk eğitiminde acımasız şiddet, katı
düzen ve disiplin gibi Ortaçağ metotları popüler değil. En
eğitimsiz kişilerin bulunduğu ortamlarda bile artık çocukları
dövmenin iyi bir şey olmadığı, yasakları sebeplerini anlatarak
açıklamak gerektiği konuşuluyor. Elli yıl öncesinin tersine,
artık günümüzde çocuklara daha fazla anlayış ve sevgi göster­
mek moda oldu. Eskiden çocuklara fazla ilgi göstermek ve şı­
martmak eleştiri konusuydu. Gelecek kuşakların "egomanyak
narsistler" olacağından şüphe edilirdi. Bu noktada bağlanma
korkularıyla toplum arasında gerçekten bir ilişki kurulabilir.
Aşırı şımartılmak normalde uyum sağlama yeteneğinin azal­
masına ve gerçekçi olmayan bir üstünlük inancına sebep olur.
Bu kişilerin ilişki kurmaları zorlaşır. Ayrıca hayal kırıklıkla­
rına karşı dayanıksız olmaları sürekli sevgili değiştirmelerine
sebep olur.
Son yüzyıllarda çocukların eski kuşaklardan daha fazla
hasar görerek büyüdüklerine inanmıyorum. Ayrıca bağlanma
korkusu olan kişi sayısının arttığından da pek emin değilim.
Çünkü artık toplumda bağlanma sorunları hakkında konuşa­
bilmek son derece meşru sayılıyor. Bir eşin ve ailenin sorum­
luluğunu üzerine almayı ve taşımayı gerektiren toplumsal bas­
kı, daha doğrusu toplumsal değerler giderek anlamını yitiri­
yor. Bağlanma korkusuna sahip olmalarına rağmen evlilikleri­
ni yıllarca sürdüren insanların oranı giderek düşüyor. Eskiden

1 25
bu insanlar zorla evlendirilirler ve bir daha boşanamazlardı.
Boşanmak o zamanlar hiç hoş karşılanmazdı. Evlenmeyen,
aile kurmayan insanlar toplum içinde daha az saygı görürlerdi.
Bugün ise bunun tam tersine, bir ilişkinin sorumluluğunu ta­
şımak istemediğini açıkça söyleyenlere toplumda hiç bir tepki
gösterilmiyor. Ayrıca günümüzde insanları kimseye bağlı kal­
madan, rahatça seks yapabildikleri cazip bir hayat yaşamaya
teşvik eden çok sayıda olanak da var. İnternet sayesinde bi­
risiyle tanışabilmek için evden çıkmaya bile gerek kalmadı.
Toplum, bağlanmaktan kaçınanlara sorunlarının keyfini çı­
karmaları için uygun ortamlar sağlıyor. Artık boşanmalar da,
aynı sürekli değiştirilen sevgililer gibi gündelik olaylar haline
geldi. Dergiler ve televizyondaki magazin programları artist­
lerin, sporcuların, müzisyenlerin ve politikacıların ayrılma,
boşanma ve yaşadıkları macera haberleri ile dolup taşıyor.
Elizabeth Taylor ve Richard Burton gibi bağlanma fobileri
yüzünden sayısız kez ayrılıp tekrar barışan insanların skan­
dal olan ilişkileri eskiden de vardı. Ama bugün artık özellikle
sosyetede boşanmak istisna sayılmadığı gibi adeta bir kural
haline geldi. Beşinci evliliklerinin eş adaylarını topluma tanı­
tan politikacılara insanlar sadece kafa sallamakla yetiniyorlar.
Artık herkes kendi arzusuyla özellikle bekar kalmak istedi­
ğini açıkça söyleyebiliyor. Yani, "Müzmin bekar" lafı artık
eskidi. Yanlış anlamamanız için, burada eski güzel günleri sa­
vunmadığımı söylemek istiyorum. Bağlanma korkusu olanları
evliliğe zorlamakla ne onlara ne de potansiyel eşlerine yardım
edileceğine inanmıyorum. Bu örneklerle açıklamak istediğim
şey çok basit, toplumun değerlerinin giderek düşmesi yüzün­
den bağlanma fobisi olan insanların yakın ve tek eşli ilişkiler
kurma konusundaki isteksizliklerini açıkça söyleyebildikleri­
ni anlatmak istiyorum. Kanımca günümüzde toplum, sadece
bağlanma fobisi olan kişiler yaratmakla kalmıyor, onlara daha
fazla yer vererek daha görünür olmalarına da yardımcı oluyor.

1 26
v

BAGLANMA
KORKUSUNU
AŞMANIN YOLLARI

T ü M S O R U N L A R D A O L D U G U G İ B İ bağlanma korkularında da
çözüm bulmak ancak sorunun nedenlerini anlamakla mümkün
olur. Tüm okurları kapsayan konuları tek tek ele alamayaca­
ğım için bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerde önemli rol oy­
nayan genel konulara değinmekle yetineceğim. Bunlar, bağ­
lanma korkusu yaşayan insanların ortak özellikleridir. Başka­
larına bağımlı olmaktan, beklentilerden, reddedilmekten ve
bağlanmaktan korkarlar. Ayrıca çoğunun kurban rolü oyna­
ması ve utanç duyması söz konusudur. Ayrı ayrı bölümlerde
değineceğim sekiz ana konu seçtim. Her bölümde bağlanma
korkusunu nasıl aşabileceğinizi, bu korkudan adım adım nasıl
kurtulacağınızı açıklayan veya en azından bu korkuyla bilinçli
olarak başa çıkmanızı sağlayacak somut öneriler bulacaksınız.
Bağlanma korkusundan kurtulmanın yolu önce kendini
tanımaktır. Nasıl ve neden şu veya bu şekilde davrandığımın
bilincinde değilsem, yani kendi davranış modelimi tanımıyor­
sam, bilinçaltımda çalışan mekanizmalara erişmem mümkün
olamaz. Bilinç dışı hareket eden mekanizmaları açığa çıkar­
mak, görünür ve elle tutulur hale getirmek kitabın ve bir son­
raki bölümün hedefidir. Sonraki sayfalarda bulacağınız pratik

1 27
önerileri iki bölüme ayıracağım. İlk adım kişilik modelinizi ta­
nımaktır. Çünkü kendini tanımak yolu yarılamak, hatta bazen
de iyileşmeyi başarmak dernektir. İkinci adımda ise bağlanma
korkusunu azaltmak için çok faydalı olacak bazı psikolojik
önlemler önereceğim. Ayrıca, "Odaklanmak - Duygularınıza
Ulaşmanın Yolu" (Sayfa 1 50) başlıklı bölüm, duygularınıza en
kolay ve verimli şekilde ulaşmanız için size yol gösterecektir.
Alıştırmalar ise, muhtemelen yaşamınızı belirleyen karmaşık
ve dağınık duygu kaosundan çıkabilrnenize yardımcı olacaktır.
Kendi kendinize yardım etmenizin dışında size bu yolda
psikoterapistlerin de çok faydası olacaktır.

NEDEN BUNU YAPMAYA DEGER?


Muhtemelen gerçekten değişmek istediğinizden emin de­
ğilsiniz. Bugüne kadar olduğunuz gibi idare edebildiğiniz için
bu yol size çok uzun ve zor gelebilir. Size sadece, bu davranış
modelinden kurtulmayı başaranların söylediklerini anlatabili­
rim. İstisnasız tümü şu anda ayaklarını eskisinden çok daha
sağlam bastıklarını söylüyorlar. Benliklerini çok daha net ve
dengeli olarak hissedebiliyorlar. Artık saklanmak zorunda
kalmadıkları için yaşam enerjilerini tüketmiyor hatta depolu­
yorlar. Kendilerini daha dingin, sağlam ve mutlu hissediyor­
lar. Aşk ilişkileri artık daha istikrarlı, hatta arkadaşlarıyla ve
iş çevrelerindeki insanlarla olan ilişkileri de daha yaşanabilir
olmuş. Kendilerini eskisi kadar baskı altında hissetmiyorlar.
Artık daha kolay karar veriyor ve kararlarının arkasında du­
rabiliyorlar. Bağlanmayı başarmalarına çevrelerindeki kişiler
de memnun olduğundan etraftan çok olumlu geribildirirnler
alıyorlar. Dünyayı artık eskisi kadar düşmanca ve tehdit edi­
ci değil daha güvenli bir yer olarak algılıyorlar. Hayatların­
da ilk defa aşk ilişkilerinde kendilerine güveniyor, rahatlatıcı
bir duygu hissediyorlar. Sorunlarına ve korkularına artık tek
başlarına dayanmak zorunda değiller, yanlarında güvenebile­
cekleri birisi var. Bu insanı inanılmaz rahatlatıyor. Kendileri-

1 28
ni daha canlı, daha bütünsel ve insanlara yakın hissediyorlar.
Başkalarının yaşamlarını uzaktan izlemek yerine kendileri de
artık hayata katılıyorlar. Kendilerini yeni doğmuş gibi hisset­
meleri onlara mutluluk veriyor.

SEKİZ ADIMDA BAGLANMA


KORKUSUNDAN KURTULMAK -
KENDİNİ TANIMAK VE DEGİŞTİRMEK
1. Bağımlılık Korkunuzla Yüzleşin
Bağımlılık ya da bağımsızlık duygusunun herkesin yaşa­
mının çeşitli alanlarında önemli bir rolü vardır. Aşk ilişkile­
rinde ise yakın ve mutlu bir beraberlik yaşanmak isteniyorsa
bağımlı olmak kaçınılmazdır. Bağımlılık isteği bağlanma, gü­
vende olma ve sevilme arzusu gibi başka gereksinimleri de
içerir. Buna karşılık bireysellik arzusu özgürlük, özerklik ve
tek başına hareket edebilmeyi kapsar.
Çiftlerin yaşantısında bağımlılık ve bağımsızlık arasında
sağlıklı bir denge kurulabilmesi önemli ve süreklilik gerekti­
ren bir konudur. Bağımlılığa ve bağımsızlığa olan eğilimimi­
zi tüm ilişkilerimizde dengede tutmalıyız. Aynı şekilde içsel
duruşumuzu ve davranışlarımızı da dış dünyanın şartlarına
uydurmalıyız. Gerek özel gerekse iş yaşamımızda veya ba­
ğımlılık yaratan maddeler ve yiyecekler konusunda bedeni­
mizin zarar görüp görmemesi kendi elimizdedir. Hastalıklar,
bedensel engeller ve ölüm irademiz dışında geliştiği için zaten
varoluşsal olarak bağımlıyız.
Bağlanma sorunu olan kişilerin bireysellik duyguları daha
bebekken sarsılır. Kendilerine bakan kişilerin davranışları sa­
yesinde sevgiyle bakılan bağımlı bir bebek değil, sevilmeyen
ve istenmeyen bebekler olduklarını hissederler. Bu acı verici
deneyim o derece içlerine işler ki, bir daha başkasına bağımlı
olacakları bir durumda kalmak istemezler. Aşk ilişkilerinde

1 29
hayal kırıklığına uğrayan yetişkinler de bağımlılığın acısını
çektikleri için bağımsız ve yalnız olmaya çaba gösterirler.
Bağlanma korkusu yaşayanların etkili olduğuna inandıkları
tek yol tamamen bağımsız olmaktır. Yakınlığa, bakılmaya ve
sevilmeye duyulan insani arzuyu ya hiç hissetmezler ya da sa­
dece kısa bir an için hissederler. Bu insanlar tüm ilişkilerine
ebeveynleriyle yaşadıkları bebeklik dönemlerindeki duyguları
yansıtırlar. Kendilerini güçsüz, karşı koymaktan aciz, isten­
meyen, ümitsiz, endişeli ve tüm ilişkilerde başkasının boyun­
duruğu altına girmek zorunda kalan kişiler olarak görürler.
Kimsenin onları oldukları gibi sevmediğine ve yıllar boyu se­
vemeyeceğine inanırlar. Hem kendilerinin hem de karşıların­
dakinin ilişki ile ilgili duyguları, bilinçaltlarındaki reddedil­
mek, yalnızlık ve uyumlu olma baskıları gibi anılarını tetikler.
Gerçek sorunu anlayabilmeyi engelleyen asıl zorluk, bağ­
lanma korkusu olan kişilerin çoğunun bu duyguların ve bağ­
lantıların bilincinde olmamalarıdır. Bilinçli olarak ise, onlarda
kaçma dürtüsü yaratan moralsizlik, korku ve öfke gibi yaygın
duygular hissederler. Bir danışanım bu kişilerin davranışla­
rının tipik bir örneğini, "Kız arkadaşımla birlikte güzel bir
pazar günü geçirirsem akşama doğru gerilerek huzursuzluğa
kapılıyorum ve kendimi hemen evime dönmek zorunda his­
sediyorum. Onunla güzel bir akşam hatta gece bile geçirebi­
leceğim halde içimi sahte bir görev duygusu sarıyor. Yoğun
iş haftasına hazır olmak için dinlenmem gerektiğini, çamaşır
yıkayacağımı ya da bunun gibi başka saçma işlerim olduğu­
nu söylüyorum" diye anlatmıştı. Terapi seanslarından sonra,
hissettiği gergin huzursuzluğunun altında onu kaçmaya iten
hangi dev korkuların yattığını anlamıştı.
Bağlanma korkusu yaşayan insanlar kendilerini eşleri ya­
kınlarında olmadığı zaman güvende hissederler. Yakınlığın
keyfini ancak kısa bir süre çıkarabilirler. Bir süre sonra bu
yakınlığın onları sıktığı, sahiplenildikleri ve yok olacakları
duygusuna kapılarak kendilerini kurtarmak için ya yalnız-

1 30
lığa, ya işlerine ya da benzer bir bahaneye sığınırlar. Ha­
rekete geçen korkularına karşı savunmalarını sürdürebilmek
için bilinçsizce her şeyi yapabilirler. Olağanüstü durumlarda
duygularını hapsetmeyi, yani duyguları henüz bilinç düzey­
lerine ulaşmadan onları engellemeyi öğrenirler. Nörolojik
araştırmalar da bu işleyiş tarzını kanıtlar. Bazılarında ise bu
savunma mekanizması çok kötü işler. Kendilerine bile abar­
tılı ve anlaşılmaz gelen ve kontrol altına alamadıkları korku­
larının içinde sürüklenirler.
Bağlanma korkusu olan kişilerin, eşlerini sevip sevmedik­
leri ve birlikte olmak isteyip istemedikleri konusunda istikrarlı
duyguları olmaması işi daha da zorlaştırır. Eşlerine karşı çok
az şey hissettiklerinin ve duygularının sürekli olmadığını sıkça
algılarlar. Kısa süren aşk duygularının hemen arkasından boş­
luk veya korku hissederler. Eşlerini nadiren özler, eşleri onları
özlediğinde ise bu duygulara karşılık veremedikleri için strese
girerler. Eşlerine karşı hiç bir duygu hissetmemeleri çoğunu
korkutur. Bazıları da eşlerini ancak uzakta olduğunda özler.
Bağlanma korkusu olan insanların çoğunun ilişkiler ve bağlılık
konusundaki duyguları karışık ve kavranması zordur. Bu yüz­
den bu duygulan ne kendileri ne de eşleri anlayamazlar.
Bağlanma korkusundan kurtulabilmek için atılması gere­
ken ilk adım dışarıdan görünen kayıtsızlığın, huzursuzluğun,
insanı bunaltan keyifsizliğin ve yaygın korkunun altında ba­
ğımlılık ve reddedilmek gibi acı verici çocukluk deneyimle­
rinin yattığını anlayabilmektir. Kendini tanımak, bağlanma
korkularını biraz açığa çıkaracağı için iyileştirici bir unsurdur.
Ayrıca insan, ilişkiler konusunda asıl kendisinin sorunları ol­
duğunu algıladığı anda, suçu eşinde aramaktan vazgeçer. Eğer
aşk ilişkilerinizde sürekli öfkeleniyor, ara sıra tutkularınızı
kaybediyor, özel zamanlara gereksinim duyuyor, eşinizle ne­
den beraber olmak istemediğiniz konusunda bir sürü bahane
buluyorsanız bu, doğru kişiyi bulamadığınızdan değildir. Sü­
rekli doğru kişiyi aramakla bir yere varamazsınız.

131
Asıl probleminiz, çocukluğunuzdan beri yakın bağlanma­
larla ilişkilendirdiğiniz ve tüm bağlanma korkusu yaşayan in­
sanları etkileyen çaresizlik ve reddedilme duygularıdır. Ken­
dinizi korumak ve tepki olarak bilinciniz dışında bağımsız
olmaya çalışıyorsunuz. Eşinize yönelttiğiniz eleştirilerin ve
aşkınız konusunda duyduğunuz şüphelerin çoğu bireysel ve
özgür olma arzunuza, yakınlaşmaktan ve bağımlı olmaktan
duyduğunuz korkulara dayanmaktadır. Bağımlı olmaya karşı
duyduğunuz nefreti muhtemelen yaşamınızın tüm alanların­
dan tanıyorsunuzdur.
Değişmeyi başarabilmeniz için önce, bağımlı olmaya kar­
şı içinizde varoluşsal bir korkunun yerleşmiş olduğunu an­
lamanız gerekiyor. Bunu itiraf edebilmek büyük cesaret ve
dikkat gerektirir. Sonraki değişimler için bu anlayışa sahip
olmanız şarttır.
İkinci adımda, artık bir yetişkin olarak bağımlı ve çaresiz
olmadığınızı göz önüne almanız gerekir. Bunlar o zamanlar
için doğru olan ama bugün artık geçerliliği kalmamış olan eski
bebeklik duygularıdır. Bunu yapabilmek için aşağıdaki gibi bir
bilinç ayrıştırması yapmanızın inanılmaz faydaları olacaktır:
1 . İçimde, bağımlılıkla ilgili kötü deneyimler yaşamış
olan, hala bu korkuyu taşıyan, varlığını tehdit eden aşk iliş­
kilerinden kendini korumaya çalışan küçük bir çocuk veya
bebek var.
2. İçimde bir de karşı koymaya ve yaşamını sürdürmeye
muktedir bir yetişkin var. Bu erişkin ve mantıklı kısım, ilişki­
lerin bir varoluş tehdidi oluşturmadığını, tam tersine insanın
yaşamak isteyeceği güzel bir deneyim olduğunu biliyor.
Bu korkuları tekrar tekrar yaşayan içinizdeki bebeğin ve
yetişkin olarak yaşadığınız bugünün gerçeklerinin birbirlerin­
den ayrılması gerekir. Bilinciniz dışında birbirlerine karıştık­
larında daha güçlü olan bebek yetişkine hükmeder. İçinizdeki
çocuk veya bebek aşk ilişkilerinin tehdit edici olduğuna inanır
ve güçlü bir özgürlük arzusu ile buna tepki verir. Bu çocuğun,

1 32
onu sakinleştirecek, teselli edecek ve cesaretlendirecek seve­
cen bir yetişkine ihtiyacı vardır. İçinizdeki çocuğa dışarıdan
biri değil, ancak siz bu şekilde davranabilirsiniz. Yetişkin,
yani içinizdeki mantıklı parçanız, elinde durumu düzeltecek
olanaklar olduğunu, etkili olabileceğini ve direnebileceğini
bilmelidir. Bu yetişkin, ilişki başarısız olursa üzüleceğini ama
üzüntüsünün zamanla geçeceğini, yeniden eski hayatına dö­
nebileceğini ve yeniden bir ilişki şansı yakalayabileceğini de
bilir. İçinizdeki yetişkinin bu konuda şüpheleri varsa, bilin ki
asıl endişe duyan yetişkin parçanız değil, olayları net olarak
görebilmenizi engelleyen içinizdeki çocuktur.
İçinizdeki çocukla yapacağınız sohbeti, çocuk parkında
diğer çocuklarla oynamaktan çekinen küçük bir çocuğu ikna
etmek için yapacağınız bir konuşma gibi düşünebilirsiniz. Ör­
neğin ona, "Hadi diğer çocuklarla oynamaya git, sana hiç bir
kötülük yapmazlar. Tam tersine bir arkadaş daha buldukları
için sevineceklerdir. Ben buradan size bakıyorum. Seni kor­
kutan veya üzen bir şey olursa ben buradayım, merak etme"
diyerek sevecenlikle onu cesaretlendirmelisiniz. Onunla bir
çocuğu teselli eder gibi konuşmalısınız. İçinizdeki çocuk, yani
karakterinizin bağlanma korkusu taşıyan bölümü aynı korkak
bir çocuk gibi düşünür. Reddedilme tehlikesiyle karşı karşıya
kalmak yerine, kimseyle oynamamayı ve diğer çocuklardan
uzak durmayı tercih eder.
İçinizdeki çocuğu sevgiyle kucaklamanız, ona yaşamı an­
latmanız çok önemlidir. "Korktuğunu biliyorum, anneyle ya­
şananlar çok kötüydü. Ama ben bir yetişkin olarak bundan
sonra yanında olacağıma ve seni koruyacağıma söz veriyo­
rum. Direnebilirsin ama reddedilmeyeceksin. Hem artık onun
(kişinin ismini söyleyerek) seninle olmak istediğine ve seni
sevdiğine güvenmelisin. Gerçek deneyimleri söz konusu ol­
duğundan, içinizdeki çocuğun hala şüphelenmesi için geçerli
nedenleri olduğunu unutmayın. Genellikle içimizdeki çocuğa
acımasız davranırız. "Bu ne biçim davranış böyle salak şey.

133
Yaptıkların çok komik ... " gibi yorumlar yaparız. İnsan için­
deki çocuğu azarlayarak onu aşağılarsa, travma yaşamasına
neden olan ebeveynlerin davranışlarını tekrarlamış ve eski
korkuları beslemiş olur.
İçinizdeki çocuk üzerinde çalışmak, günümüzde yaşadık­
larınızın gerçekçi ve ölçülü bir değerlendirmesi ve onun yaşa­
dığı travmatik olaylardan tamamen farklı olacağı için size çok
yardımcı olacaktır. Çocuklukta yaşanan bu tür deneyimlerin
en kötü tarafı, yetişkinlikte artık geçerli olmamalarına rağmen
hala etkili olmalarıdır. İnsanın yetişkinliğinde ilişkiler konu­
sunda yeni deneyimler kazanmasını engelledikleri için ken­
dini küçümsemeye kadar varabilir. İçimizdeki çocuk, olayın
artık eskide kaldığını ve şartların değiştiğini anlayamaz. Sa­
bırla buna ikna edilmelidir. Sonraki bölümlerde de sıkça bah­
sedeceğim içindeki çocukla konuşmak sorunların çözümünde
en etkili yollardan birisidir. İçsel konuşmaların türlerini size
sadece ana hatlarıyla anlatabiliyorum.

2. Beklenti Kaygınız la Uğraşın


Bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin ve bu korkuya sahip
kişilerin en hassas noktası beklentilerle başa çıkabilmektir.
Onlara beklenti fobisi olan kişiler de denebilir. Muhatapları­
nın gerçek veya olası tüm beklentilerine karşı kendilerini sa-
vunma dürtüsü taşırlar. _

Beklentilerle başa çıkmak, başkalarını hayal kırıklığına


uğratmaktan, yetersiz olmaktan ve reddedilmekten korkmak
herkesi ilgilendiren bir konudur. Bu tür sorunları olduğu halde
tatmin edici ilişkiler yaşamayı başarabilen insanlar da vardır.
Bağlanma korkusu olmayan insanlar olanlara kıyasla karar
verirken evet ve hayır arasında uzanan daha geniş bir alana
sahiptirler. Daha esnek davranarak olaylara uyum sağlayabi­
lir veya istediklerini yaptırabilirler. Eşlerinin beklentileri ve
istekleri onlarda direnme tepkisi yaratmaz. Bağlanma fobisi
olanlarda ise muhataplarının varsayılan beklentileri bile güçlü

1 34
bir karşı koyma dürtüsü uyandırır. Boyun eğmekten hoşlan­
mazlar. Eşlerinin en küçük beklentileri ve istekleri bile diren­
me ve meydan okuma duygularını harekete geçirir. Yakın­
laşmaya meydan vermeden kaçmak gibi yöntemlerin dikkat
çektiği pasif saldırganlığın sayısız savunma stratejilerini hatır­
layalım. Bağlanmaktan korkanlar direndiklerini ifade edeme­
dikleri, hatta bilincinde bile olmadıkları için ortadan kaybo­
larak pasif savunma yaparlar. Bu yöntemin (işini, hobilerini,
hastalıkları bahane ederek kaçmak) muhatapları tarafından
anlaşılması oldukça zordur.
Bağlanma korkusu olanların neden beklentilerle araları kö­
tüdür? Bunun iki ana nedeni vardır:
1 . Beklentileri, sahiplenilmek ve boyunduruk altına alın­
makla bir tutarlar. Erken yaşlarda, hayatta kalabilmek veya
ebeveynlerinin sevgisini kazanabilmek için yakın çevrele­
rinin beklentilerine uyum sağlamak zorunda kalmışlardır.
Ebeveynlerin baskısının ve anlayışsızlıklarının devam etme­
si sonraki gelişme çağlarında da bağlanma sorunlarına yol
açabilir. Bu yüzden bedensel ve/veya ruhsal olarak hayatta
kalabilmeleri annelerinin veya ebeveynlerinin beklentilerini
yerine getirme başarılarına bağlı kalır. Hiç bir çocuk anne
ve babasının sevgisi olmadan kendine yetemez. Eğer ebe­
veynlerinin şartları bunu gerektiriyorsa çocuk küçük yaşlar­
da kendi arzularını gizlemeyi öğrenir. Bu da güçlü ve fobik
bir direnişe yol açar. İçlerinde giderek büyüyen müthiş bir
meydan okuma duygusu ile beklentilerden kaçma stratejile­
ri geliştirirler. B ir daha asla kimsenin karşısında (anne/ebe­
veynlerle olduğu gibi) zayıflık göstererek ona teslim olmak
istemezler. Bilinçleri dışında sağlam bir güç ve kontrol mo­
deli geliştirirler. Onlara kurallar koymak, fazlasıyla yakın­
laşmak, özgürlüklerini kısıtlamak isteyen herkese, yani her
davetsiz misafire karşı öfkeden köpürerek saldırganlaşırlar.
Bu dik başlılıkları karşılarındakilerin en ufak bir beklenti­
sinde dahi harekete geçer. Özgürlükleri, hayatları ve kişisel

1 35
dokunulmazlıkları için savaşırlar. Bilinç dışı, "Sakın bana
yaklaşma! " tehdidi savururlar. Benlik sınırlarını tüm güç­
leriyle korumaya çalışırlar. Kendi yansımaları nedeniyle de
aslında hayaletlere karşı savaş açtıklarını göremezler.
2. Anlaşmazlıklar konusunda yetersizdirler. Bağlanma
korkusu olanlar başkalarının beklentilerinin kendilerini esir
almasını engellemek isterler. Çocukluklarında kendi istekle­
rinde ısrar ettiklerinde hep kaybettikleri için başarı şanslarının
olmadığını düşünürler. Fikirlerini savunmaya değdiğini çok
az deneyimledikleri için de hemen pes ederler. Özellikle de
bunu insan ilişkilerinde bazı istekler ve gereksinimler söz ko­
nusu olduğunda yaparlar. İlişkilerle ilgisi olmayan daha nesnel
konularda, örneğin politik fikirlerini tartışarak savunabilirler.
Ama tartışma konusu özelleştikçe, isteklerinin dinlenmesine
ve anlayışla karşılanmasına alışık olmadıkları için kendileri­
ne güvenemezler. Ortak bir çözüm yolu bulmak için karşılıklı
konuşma alışkanlıkları da yoktur. Bazıları - özellikle erkek­
ler - bu süreç sonunda sessiz kalmayı tercih ederler. Eşleri
onlarla özel konular konuşmaya çalıştığında ağızlarından bir
kelime bile çıkmaz. Ya kendilerine radikal sınırlar çizerler
ya da direnmekten vazgeçerler. Bunların dışında bir davranış
şekli bilmezler. İlişkilerini riske atmak istemediklerinde itiraz
etme imkanlarının olmadığına inanırlar. Bu inançları hangi
sinemaya gidileceği gibi sıradan konularda dahi kendini gös­
terir. Tartışmalarda karşılarındakinden daha zayıf oldukları ve
her an terk edilecekleri duygusu adeta içlerine işlemiştir. Bu
duygu, sürekli hissettikleri anlamsız bir içsel direnişe sebep
olur. Tartışmaların en başından itibaren yara almamak için
sınırlama stratejilerini belirlerken arada güvenliklerini sağla­
yacak kadar uzak bir mesafe bırakırlar. Eğer eşleri onları terk
ederse onu kendilerine fazla yakınlaştırmadıkları için çok acı
çekmeyeceklerini düşünürler. İçlerindeki itiraz etme hakla­
rının olmadığına dair inanç, onları kendilerini koruyabilmek
için kronik bir savunma tarzına yöneltir.

136
Bu açıklamalarla, beklentilerle başa çıkabilmenin anahta­
rının kişilerin tartışma yeteneklerinin iyileştirilmesi olduğunu
anlatmaya çalıştım. Tartışma becerisi kazanabilmek için önce
isteklerimizi ifade etme ve konuşma hakkımız olduğuna emin
olmamız gerekir. Önceki bölümde tavsiye ettiğim, birine ba­
ğımlı olmaktan duyduğunuz korkuya karşı içinizdeki çocukla
yapacağınız konuşma, bu konuda da faydalı olacaktır. Çünkü
asıl sorun, konuşma yeteneğinizde değil, özgüven eksikliği­
nizde ve tartışarak bir yere varılamayacağına inanmanızdadır.
İlk adım olarak size, beklentilere karşı duyduğunuz tepki­
lerin bilincine varmanızı tavsiye ediyorum. Bu soruna sahip
kişiler, önlerine duvar çekmelerinin ve ortadan yok olmala­
rının nedenlerini kendileri de bilmezler, istemleri dışında sa­
vunmaya geçerler. İçlerinde hissettikleri belirsiz bir daralma
duygusu onları kaçmaya yöneltir. Bu yüzden, içsel bir yol­
culuk yaparak beklenti korkusunu bularak diğer iç sıkıcı ve
karmaşık duygulardan ayırmak gerekir. Bu da en iyi içsel
dikkat ve yansımalar yoluyla yapılır. İnsanın kendisini kö­
şeye sıkıştıran duygulan anlaması gerekir. Aklınıza gelen bu
tür duyguları bir kağıda yazmanız yararlı olacaktır. Eşinizin
size doğrudan yönelttiği beklentiler nelerdir? Ya da siz hangi
beklentilerini sezinliyorsunuz? Kendinize, gerçek olan veya
sadece sezdiğiniz beklentilerin içinizde hangi düşünce ve duy­
guları uyandırdıklarını sorun. Bu arada tüm dikkatinizi bilinçli
olarak bedeninize çevirin. Beklenti baskısını bedeninizin ne­
resinde ve nasıl hissediyorsunuz? Baskı mı, gerilme mi, mide
ya da göğüs kasılması mı? Muhtemelen bu, yaşamınız süre­
since iyi tanıdığınız bir duygu. Onu dostça selamlayın, size
anlatacak çok şeyi var. Çünkü bu duygu, itiraz etme hakkı ol­
madığına inanan içinizdeki çocuğun duygularını ifade ediyor.
O, her zaman peki demese de sevileceğine inanamayan ve bu
yüzden tartışmaya girmeye inatla direnen çocuğun sesi.
İkinci adımda, her tür anlaşmazlıktan kaçacak ve meydan
okuyarak 'hayır' diye haykıracak olan içinizdeki çocuğu ya-

1 37
tıştırın. Olayı içinizdeki iyi kalpli yetişkinin bakış açısından
görmeye çalışın. Bu noktada vazgeçmek hakikaten o kadar
zor mu? Gerçekten ondan çok şey mi isteniyor? Öyleyse bunu
sakin sakin konuşarak halletmek mümkün mü? Dostça 'hayır'
dersem kötü şeyler mi olur? İçinizdeki yetişkin, çocuğun tar­
tışabileceğini ve etkili olabileceğini anlamasını sağlamalıdır.
Onu, uzlaşma olanakları olduğuna, inat ederek bir köşede so­
murtarak oturmasına gerek olmadığına ikna etmelidir. İçiniz­
deki çocuk, boyun eğmek ve fedakarlıkla, kesin uzlaşmazlık
arasında başka davranış şekilleri de olduğunu öğrenmelidir.
B ir yetişkin olarak, anlaşmazlıklar konusunda belirli soru­
lara verilecek bir cevabınız olmayabilir. Anlaşmazlıklarla baş
edebilen arkadaşlarınızla konuşmanın size faydası olacaktır.
Bu konuyla ilgili kitaplarda da yararlı öneriler bulabilirsiniz.
Bazılarınız bu kitabı okurken, tartışma korkularının sade­
ce aşk ilişkileri ile sınırlı kalmadığını fark etmişlerdir. Buna
olumlu yönden bakmaya çalışın. Bir yetişkin olarak, tartışma
korkunuzu yenmek için günlük hayatınızda yeteri kadar alış­
tırma yapacak alanlara sahipsiniz. Fikrinizi söyleyerek hare­
kete geçin ve tartışın. Tahmin ettiğinizden çok daha olumlu
deneyimler yaşayacağınızı size garanti edebilirim. İnsanlar
sizi daha net ve gerçek algılayacaklardır. Böylece hem kendi­
nize hem de ilişkilerinize olan güveniniz artacaktır.

3 . Reddedilme Korkunuzu İnceleyin


Reddedilme korkusu, beklenti kaygısı ile iç içe geçmiş bir
duygudur. B ağlanma korkusu olanlar kendi kendilerini kan­
dırmayı tercih ederler. Aynı masaldaki tilki gibi, yüksekteki
üzümlere erişemediklerinde, üzümler çok ekşi onları zaten ye­
mek istemiyorum bahanesine sığınırlar. İçlerinde, çok derin­
lerde olduğu için bilincine bile varamadıkları bir reddedilme
korkusu taşırlar. Özellikle kayıtsız kaçınmacı tipler bu kor­
kuyu o kadar iyi yok ederler ki, yakınlaşma ve bağlanma is­
teklerini bilinçli olarak kopuk kopuk hissederler. Ama bunun

1 38
altında aslında derin bir boyun eğiş yatar. Çünkü istediklerini
elde edemeyeceklerinden emindirler. Psikolojileri bu dayanıl­
maz duyguyu, "Zaten istemiyorum" şeklinde formüle eder.
Egolan, bu düşünce oyunu sayesinde kontrolü tekrar ele ge­
çirir, çünkü reddetmek reddedilmekten daha katlanılabilir bir
duygudur. B urada psikolojik bireysellik modeli yönlendirici
bir işlevsellik kazanır. B ireysel davrandığım ve kimseyi ken­
dime yaklaştırmadığını zaman reddedilmekten korkmama da
gerek kalmaz. Çünkü hem önceden tahmin edilen bir kaybın
acısı daha kolay küllenir hem de şüphe duyduğumda önce terk
eden ben olurum.
B ağlanma korkusu olan kişilerin bazıları ilişkilerin gerek­
tirdiği yakınlaşmadan vazgeçemezler veya vazgeçmek iste­
mezler. Bu yüzden bireyselleşme isteğinin en tehlikeli rakibi
yakınlaşma arzusudur. Bağımsızlık ve yakınlaşmak arzusu
aynı kefeye konacak duygular değildir. İşte bu iç dengesizlik
sonucunda bağlanma korkusu olanların ve eşlerinin çok ya­
kından tanıdıkları, yakınlaşma ve uzaklaşma arzuları arasında
kararsız kalarak gidiş gelişler yaşama durumu ortaya çıkar.
Psikolojide bu, yakınlaşma-uzaklaşma ikilemi olarak ifade
edilir. Kişilerin çoğu yakınlaşma arzularını ve belki bu defa
işler daha iyi yürür ümitlerini tamamen yitirmediklerinden ya­
kınlaşabilirler. Ama reddedilme korkuları tekrar alarma geçti­
ğinde de ürkerek geri çekilirler.
Bağlanma korkusu olan insanların reddedilmekten kork­
malarının asıl sebebi özgüven eksiklikleridir. Bu, kayıtsız ka­
çınmacılar için de geçerlidir. Özgüvenleri yerinde gibi görün­
se de içlerindeki yeterli olamamak ve reddedilmek korkuları
çok güçlüdür. Özdeğer duygusu düşük olan insanalar redde­
dildiklerinde özgüven sahibi insanlardan çok daha derinden
etkilenirler. Daha önce de belirttiğim gibi, özdeğeri düşük
kişilerin önlerinde iki seçenek vardır. Ya reddedilmeye im­
kan vermemek için her şeyi düzgün ve en iyi şekilde yapmaya
çabalarlar (Saplantılı bağlananlar) ya da özgüvenlerine zarar

1 39
verebilecek insanları kendilerine yaklaştırmamak için inatla
direnirler (Kaçınmacı bağlananlar).
Sonuç olarak, bağlanma korkusunun dış merkezinin düşük
özdeğer duygusu olduğunu söyleyebiliriz. Özdeğer duygusu
insan psikolojisinin kumanda merkezidir. Bağlanma korkusu
olan kişiler eşleri ile olan ilişkilerini dayanılır hale getirebil­
mek için yaptıkları her şeyi kendi saldırıya açık, savunmasız
özdeğerlerini korumak için yaparlar. Yüksek özdeğer duygusu
güçlü olduğu ve kolay yara almayacağı için korunmaya fazla
ihtiyacı yoktur. Buna karşılık düşük özdeğer duygusu yaralan­
mamak için sağlam sığınaklara ve koruyucu askerlere gerek­
sinim duyar. Bağlanma korkusu olan tipler, çocukluklarından
kalan çarpık algılamalar yüzünden sığınaklarına girmek iste­
yen herkesi düşmanları gibi görürler. Çünkü buraya giren bir
düşman artık kontrolden çıkar. Askerleri esir alabilir. Burada
"düşman tarafından fethedilmek", yani tamamen teslim alın­
mak, benliğin yok olması ve bozguna uğramak söz konusudur.
Bu, anılarının bir kısmı hafızalarından silinmiş olsa da çocuk­
luklarında yaşadıkları bir deneyimdir. Benliklerini ve özdeğer­
lerini düşman akınından korumak için ellerinde sadece kaçış,
saldırı ve dona kalma gibi savunma stratejileri kalmıştır. Bu­
nun bedeli her iki taraf için de yalnızlık ve yaralı insanlardır.
Peki, özdeğerinizi saklanmak yerine başka nasıl koruyabi­
lirsiniz? Reddedilmeyi ve başarısızlığı göze alarak onu nasıl
güçlendirebilirsiniz? İyileşmek için atılan tüm adımların te­
melinde, yolun yarısı demek olan kendinizi tanımak yatar.
Özgüveninizin yara almasından korktuğunuzu ve insanları
kendinizden uzaklaştırarak onu sürekli korumaya çalıştığınızı
itiraf etmeniz atacağınız ilk adım olmalıdır.
İkinci adım ise bu korkuyu kabullenmeniz ve onu anlama­
nızdır. O, sığınağına saklanarak kimseyi kabul etmek isteme­
yen içinizdeki çocuktur. Her zamanki gibi hakaret edilmeye
ve azarlanmaya değil, teselliye, sevgiye ve ilgiye gereksinim
duyar. Tüm okurlarımın bana katılacaklarını umuyorum.

1 40
Dünyaya gelen bir bebeği isteyerek ve severek karşılıyorsanız
lütfen kendinizi istisna olarak görmeyin. İçinizdeki çocuğun
kendini kötü hissetmesi için geçerli sebepleri vardır. Ebeveyn­
lerinin iyi niyetlerine rağmen haksızlığa uğramıştır. İğneleyici
sözler söyleyerek ve onu yalnız bırakarak siz de bu haksızlığı
sürdürmeyin. İyi kalpli yetişkin olarak çocuğa, değerli oldu­
ğunu ve değerinin ölçüsünün başkalarının sevgisi olmadığını
açıklayın.
Korkularının üstesinden gelebilenler yalnızca kendileri ile
değil diğer insanlarla da yakınlaşmayı başarırlar. Çünkü ben­
liklerini koruma uğruna benmerkezci olurlar. Sürekli kendi
savunmaları ile meşgul olmaları karşılarındakilerin istekleri­
ni ve gereksinimlerini görememelerine sebep olur. Bir danı­
şanım, kız arkadaşı ile arada bir görüştüğünden onun üzgün
olabileceğinin aklına bile gelmediğinden bahsetmişti. Onu
üzmüş olabileceğini hayal bile edemediği için benmerkezci
bakış açısı ile kız arkadaşının üzüntüsünü algılamamış ve ona
inanmamıştı.
Eşler güçlü ve üstün kişiler olarak algılandığında içsel ola­
rak direnmek meşru bir davranıştır. Çoğu bağlanma korkusu
olan kişi böyle hisseder. Ama bu arada algılayamadıkları şey
kendi düşmanlıklarını karşılarındakilere de yansıttıklarıdır.
Muhataplarının gerçek amaçları onların duydukları endişeyle
hiç bir şekilde örtüşmediği halde bu korkuyu içlerinde taşırlar.
Yani hayaletlerle savaşırlar. Bağlanmaktan korkanlar bencil­
likleri yüzünden savaştıkları hayaletlerin arkasında duyguları
incinebilen insanlar olduğunu algılayamazlar. Bilinçli olarak
karşılarındaki insanların duygularına yönelerek kendi korku­
larını engellemeye çalışmaları yararlı olacaktır.
Karşınızdakilerin size hükmetmediklerinin ve onların kö­
lesi olmadığınızın bilincine varın. Onlardan daha değersiz de­
ğilsiniz. Bunların tümü çocukluğunuzun yansımalarıdır. Ken­
dinizi kurban gibi hissettiğiniz halde bu yansımalar ve kul­
landığınız savunma yöntemleri sizi suçlu durumuna sokuyor.

141
Kaçış, saldırı ve dona kalma tepkisi sizinle birlikte olan ve
olmak isteyen insanlar için çok yaralayıcıdır. Sizin yara alma­
nızı aranıza koyduğunuz uzak mesafe önlüyor. Onlar için siz
herhangi biri değil, belli birisiniz. Eğer önemli olmasaydınız
sizce bu oyunu sürdürürler miydi? Egonuzun yara almadığını,
bu işten tam zamanında sıyrıldığınızı sadece kendiniz bilseniz
bile uzak mesafeden birisini yaraladığınız bir gerçektir. Sığı­
nağınızdan dışarı çıkıp bir bakın, orada bir yaralı var.
Bağlanma korkuları yüzünden alkolün pençesine düşen bir
danışanım, yıllarca alkol problemine ve bağlanma sorunlarına
dayanmış olmasına rağmen hayat arkadaşının onu destekle­
diğinden şüphe duyuyordu. Alkol sorunundan kurtulduktan
sonra geçmişini gerçekçi gözlerle inceleyince, yıllarca davra­
nışlarının sebep olduğu algılama hatalarını görebilmişti. Yine
de içinde, kız arkadaşının biraz daha üstüne giderse ya da onu
korkutursa onun buna dayanıp dayanamayacağı şüphesini
inatla taşıyordu. Kız arkadaşının ise en son istediği şey buy­
du. Danışanım sadece olası bir reddedilme karşısında duydu­
ğu korkuyu hissediyordu. Kız arkadaşını birçok kez terslediği
halde ondan neden ayrılmadığını ve sarhoşluğu yüzünden yıl­
larca neler çektiğini yeni yeni anlıyordu.
İyi anlamanız gereken, çocukluğunuzda bir kurban şimdi
ise bir suçlu olduğunuzdur. İçinizdeki derin reddedilme kor­
kusu yüzünden çekmek istemediğiniz tüm acıları eşinize çek­
tirdiğinizi bilin.

4 . Kurban Rolünden Kurtulun!


İsmini şu an hatırlamadığım bir filmin konusu şöyleydi:
Bir adam ve bir kadın birbirlerine tutkuyla aşıktılar. Bir gün
kadın ortadan yok olunca adam da onu aramaya başlıyordu.
Sevgilisini görkemli bir villada zenginlikten ne yapacakları­
nı bilmeyen dejenere insanların arasında buldu. Bunlar tuhaf,
boş ve can sıkıntısı içinde içkilerini yudumlayan insanlardı.
Adam endişe içinde içeri girdiğinde sevgilisinin başka bir

1 42
adamın kollarında yattığını gördü. Ona dehşet içinde aşklarını
hatırlattı. Kadın ve arkadaşları alay ederek, "Ona gerçekten
inanmış mıydın?" diye sordular. Adam cesareti kırılmış bir
halde soruyu 'Evet' diye yanıtladı. Diğerleri, "Eskiden bunları
biz de yaşadık! " dediler.
Eskiden bir kurban olan ve hala da kendini böyle hisseden
içinizdeki çocuğun elinde bugün yetişkinlerin silahları var.
Değişen bu gerçeği dikkate almayan çocuk, yetişkin bedeni
içinde kendini hala elindeki imkanlarıyla savunuyor. Kendini
haklı buluyor. Aşağılanmış yaralı çocuk suçlulardan intikam
alıyor. Ama bu arada asıl suçluların bugün karşısında duran
insanlar olmadığını fark edemiyor. Duygularını ve deneyim­
lerini bilinçlerinden uzak tutan yansımalar ve ruhsal savunma
mekanizmaları yoluyla vicdan azabı duymadan hareket eder­
ler. Bağlanma sorunu olan insanların çocukluklarında aldıkla­
rı derin yaraları anlayış ve üzüntü ile karşılamakla birlikte, ye­
tişkin olarak işledikleri suçları da görmek gerekir. Bu özellikle
kayıtsız kaçınmacılar için geçerlidir. "Narsistler" bölümünde
de bahsettiğim gibi, bugün artık kendilerine acımadan karar
verebilme avantajına sahipler. Çünkü davranışları sadece aşk
ilişkileri ile sınırlı olmayıp yaşamlarının tüm alanlarında ge­
çerlidir. Ama bugün güçlü pozisyonlarda bulunmaları tüm
dünyaya zarar vermelerine de yol açar. Politik platformlar ve
kredi mekanizmaları gibi geniş alanlarda yetki sahibi olarak
görev yaparlar. Tabii ki yetki sahibi olanların tümü kayıtsız
kaçınmacı kişiler değildir.
Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu, kişisel yansıtma yap­
mak, yani kendi duygularıyla, gizli davranış modeliyle ve
yaşam hikayesiyle çatışmaya girmektir. Bu yüzden yansıtma,
sadece psikolojideki zihinsel araştırmalar alanında değil, daha
kapsamlı olan politik ve toplumsal alanlarda da ortaya çıkar.
Bu kişiler çoğunlukla duygularından arınmış, kişisel olarak
acı çekmeyen, psikolojileri sağlam ve yaşamda başarıyla iler­
leyen kişilerdir. Yetkilerini genişletmek için psikolojik bilgi-

1 43
leri kullanmadıkları sürece psikoloji bilimini ve psikologları
küçümserler ve içlerindeki saldırganlık tetiklenir.
Psikolojik olarak yansıtılan kişi çok akıllıdır. Etik ve ahlaki
sağlam temellere dayanarak hareket eder. Zaaflarının, kibri­
nin, kıskançlık eğiliminin ve değersizlik duygularının bilin­
cindedir. Benliğinin farkındadır. Böylece bu duygularını bas­
tırarak kontrol edebilir. Korkusuyla yüzleşebildiği için başka­
larının bundan zarar görmesini önleyebilir. Çünkü saldırgan­
lığın, fiziksel ve ruhsal şiddetin asıl sebebi benlik korkusudur.
Korkularımızla yüzleştiğimiz zaman onları çarpıtmak yerine
onlarla ilişki kurarız. Derin güçsüzlük duygusunu ve vicdanı
farkında olmadan güçlü bir yetki modeline dönüştürmek, kor­
kuyu kişisel bir tehdit sayarak yansıtmaktan daha az tehlike
yaratır. Hırsızlardan korkan biri kendine bir silah satın alır.
Bu korkusu, ürkerek yanlışlıkla arazisine giren birisine ateş
etmesine sebep olur. Bu davranış her ülkenin şartlarına pek
uymaz ama ABD'de olabilir. Michael Moore' un "Bowlingfor
Columhine" adlı dikkat çekici belgeselinde ortaya koyduğu
gibi Amerikalıların çoğunu silah satın almaya ve ateş etmeye
yönelten asıl sebep korkularıdır. Ben şahsen bu yaygın korku­
yu kötü, sağlıksız, işlevsellikten uzak ve başarısız buluyorum.
İnsanları esir eden, nesnel, yaralayıcı ve ölümcül bir korku
olduğunu düşünüyorum. İnsanlar korkularını saldıran kişiye
yansıtır ve silahlı olmanın verdiği güven duygusuyla kendi­
lerini yok edilmekten korumaya çalışırlar. ABD ' de ateşli si­
lahlar kanununa göre karşılaştığınız herkesin teorik olarak si­
lah taşıma olasılığı olduğu için bu korkular beslenerek büyür.
ABD örneğinde tasvir edilen bu psikolojik düzenek dünya
çapında da geçerlidir. Korku ve onun yarattığı savunma duy­
gusu psikolojik bir seri bağlantı gibi giderek daha çok korkuya
yol açar. Eski kurbanların suçluya dönüştüklerini artık biliyo­
ruz. Buna rağmen bu düzeneğin dışarı yansıtılmayan korkular
konusunda da geçerli olduğunu belirtmek istiyorum. Bu kısır
döngüden kurtulmanın tek yolu yansıtma yapmaktır.

1 44
Bağlanma korkusu olan insanlar kurban oldukları ve kendi­
lerini saldıran kişiye karşı savunmak zorunda olduklarını his­
sederler. Rakiplerini potansiyel bir davetsiz misafir, saldırgan,
etkili, yönlendirici, güvenilmez, tacizci, güçlü, egoist ve kötü
niyetli kişiler olarak algılarlar. Bağlanma korkusu olan kişiler
eşlerini de kendilerini eğitmeye çalışan, kandıran, esir eden,
boyunduruk altına alan, hapseden, zincire vuran ve yok eden
kişiler olarak görürler. Aynı zamanda eşleri, insanı bağımlı kı­
lan, isteklerinin yok olmasına sebep olan, gücünü ve özerkliği­
ni elinden alan bir tehlike, bir uyuşturucu maddedir. Daha hafif
vakalarda eşleri, er veya geç onlara ihanet ederek terk edecek
olan bir tehdit olarak kabul ederler. Onlara göre bu yansıtmalar
gerçektir. Saldırganlara ve uyuşturuculara karşı kendini savun­
mak doğal olarak meşru bir davranıştır. Eğer sürekli saldırıya
uğrama beklentisi içinde yaşıyorsak yastığımızın altında bir si­
lahla uyumamız son derece normaldir. Bağımlı olmak, kontro­
lümüzü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kaldıysak, uyuş­
turucu haplardan uzaklaşmamız ve sadece kontrolü sağlaya­
bildiğimiz durumlarda kullanmamız gerekir. Yansıtma yapan
kişiler haksızlık yaptıkları duygusuna kapılmazlar. Aslında
aldıkları savunma önlemleri sadece ölçüsüz değil, son derece
vahşi ve acımasızdır. Yalan söylerler, aldatırlar, kırıcı davra­
nırlar, aşağılarlar, duvarlar örerler, ortada bırakırlar ve bazen
de vururlar. Sadece kendilerini savunmakla meşgul oldukları
için sözlerinin ve davranışlarının karşılarındaki insanlar üze­
rindeki etkileri konusunda empati yapamazlar.
Bağlanma fobisi olanların benmerkezcilikle ve acımasız­
lıkla birleşen radikal savunma tarzları sadece aşk ilişkilerinde
ortaya çıkmaz.
Eğer yazdıklarımda az bile olsa kendinizde bulunan kimi
özellikler varsa lütfen benliğinizin bilincine varmaya çalışın.
Lütfen bunları bastırmayın ve bugüne kadar davrandığınız
gibi davranmaya devam etmeyin. İçinize dönerek düşünün ve
duyumsamaya çalışın! İçsel duygularınızla, içinizdeki çocuk-

1 45
la ilişki kurmaya çalışın. Gerçeklerle yüzleşin, onları zararsız­
mış gibi göstermeye yeltenmeyin. Kurban rolünden ve bunun
sonucunda dönüştüğünüz suçlu konumundan kurtulmak için
tek çıkış yolunuz yansıtmalarınızı ve bunların sonuçlarını an­
layabilmenizdir.

5. Düşkünlük ve Yakınlaşma Kaygınızı Önemseyin


Bu bölümde, kendilerini başkalarına fazlasıyla kaptırarak
bağımlı ve dengesiz hale gelmeye sebep olan korkudan bah­
sedeceğim. Bu korku, daha önce anlattığım bağımlılık ve red­
dedilme korkusuyla kesişen bir duygudur. Şimdi, insanı mutlu
eden ve bu yüzden de bağlanma fobisine sahip olan insanlarda
korku uyandıran duyguları anlatmaya çalışacağım.
Bağlanma korkusu olanların çoğu mutluluk duydukları an­
lar yaşamıştır. Kendilerini sevdiklerine adadıkları bu anlarda
korkuları kaybolur, kendilerini güvende hisseder ve endişe
duymazlar. Normalde bu kadar yoğun duyguların yaşanmasına
izin vermeyen bilinçaltı muhafızları bir süre için uyuklamış ya
da görevlerini yerine getirmemişlerdir. Bu insanlar da bu saye­
de tekrar kaçmaya başlamadan ve uzaklaşmadan önce kısa bir
süre için de olsa yakınlaşmanın huzurunu duyumsarlar.
Bağlanma korkusu olmayanlar ise sürekli sevdiklerine ya­
kın yaşarlar. Bağlanma korkusu olanlar fazla yakınlaşırlarsa bir
daha kopamamaktan endişe duyarlar. Yakınlaştıklarında sev­
diklerinden asla ayrı kalmayacakları ve onu bırakamayacakları
duygusu onları korkutur. Çocukluk dönemlerinde yakınlaşma
ve güvende olma duyguları yeterince doyurulamadığı için müt­
hiş bir açlıkla "daha fazla, daima ve sonsuza kadar" arzusunu
duyarlar. Genelde bastırabildikleri yakınlaşma gereksinimini
böylesine güçlü hissettiklerinde, bu duygunun içinde boğulma
tehlikesi hisseder ve onu kontrol edemezler. Ömürleri boyunca
bu açlıklarını bastırmak ve hissetmemek için uğraşmışlardır.
Açlığa, "Ben hiç bir şey yemek istemiyorum" diyerek karşı
çıkmış, gönüllü olarak bir çilekeş gibi davranarak onu sus-

1 46
turmaya çalışmışlardır. Açlığa teslim olmayarak onu kontrol
altına almışlardır. Kendilerini yeme gereksinimlerinden soyut­
lamışlardır. Ama aniden duyumsadıkları yakınlaşmanın tadı
onları lezzetli çerezler gibi etkileyerek açlıklarını çoğaltmış­
tır. Yıllarca kendilerini bilinçsizce zorlayarak hayal kırıklığı
yaşamamak için sevgi ve güvenden vazgeçmişlerdir. Ama bu
vazgeçiş, cennetin kapısını araladıkları anda güçlü şekilde ter­
sine dönmüştür. Kapıdan geçmek yerine kapıyı kapatarak ken­
dilerini engellerler. Neden? Çünkü içlerindeki çocuk bunun bir
hayal olduğunu bilir. Asla doymayacağından ve sonunda hayal
kırıklığına uğrayarak yalnız kalacağından emindir. Bu yüzden
bağlanma korkusu olan insanlar için beraberliklerde yaşanan
mutluluk anları kaçınılmaz birer yıkımdır.
Bu korkuyu yaşayan birisi arkadaşına yazdığı bir mektup­
ta, "Beni mutlu eden bir şeyle karşılaştığımda olabildiğince
uzağa kaçmaya çalışıyorum ... ", "Çöküşüm ve hayal kırıklığım
devam etmeye cesaret ettiğim ölçüde büyüyor. Teorik olarak
bunun ne kadar saçma olduğunu bilmeme rağmen duyguları­
mı değiştiremiyorum" diye yazmıştı. İşte bu yüzden bağlanma
korkusu olan kişilerle yaşanan birliktelikler, en iyi yürüdükle­
ri dönemlerde ve yoğun mutluluk anları arttığında bitiriliyor.
Buna neden olan da, birisine güvenmenin ve kendini ona ada­
manın sonunun ölümcül bir çöküşle biteceğine olan sarsılmaz
inançtan kaynaklanan korkudur. İnsan asla kendini başkasına
emanet etmemelidir, ettiğinizde er veya geç, şöyle ya da böyle
sonunda mutlaka çökmenize sebep olacaktır. Bağlanma kor­
kusu olan kişiler bu düşünceyi içselleştirmişlerdir. Bağımlılık
öldürücü, bağımsızlık ise daha güvenlidir. Çocukluk çağla­
rında deneyimledikleri ilişki tarzı budur. Anneleri güçlüydü.
Eğer isteseydi çocuğu sokağa atabilirdi. Sezgilerine göre ço­
cuk şanslı olduğu için ve uyum yeteneği sayesinde hayatta ka­
labilmişti. Gerçek buydu! Bu dramın bir daha tekrarlanmasına
izin veremezlerdi. Bundan böyle bağlılığın ve bağımlılığın her
türlüsünden kaçınacaklardı.

1 47
Bir yetişkin için düşkünlük böylesi bir tehdit yaratmaz.
Ama bağlanma korkusu olan kişiler içlerindeki çocuğun
inançlarıyla gerçek arasındaki farkı birbirinden ayırt edemez­
ler. Artık büyüdüklerini, yaşamlarını ve aşklarını kendileri
yapılandırabileceklerini göremeden eski korkularını yeni iliş­
kilere yansıtırlar.
Mutluluk veren yoğun duygular konusunda deneyimleri
yoktur. Sevecenliğe alışık değillerdir. Bu konuda da beklenti­
lerle başa çıkma konusunda olduğu gibi orta yolu bulamazlar.
Yakınlaşma açlıkları giderildiğinde aynı uyuşturucu bağımlı­
sı gibi davranırlar. Uzun bir süre uyuşturucudan uzak duran
bağımlıların yeniden uyuşturucu krizine girmeleri fazla doz
almakla sonuçlanır. Bağlanma korkuları olanlar da "ya hep ya
hiç" duygusunu yaşarlar. Bağımsızlık gereksinimleri bağımlı­
lığa dönüşebilir.
Adeta bir devrim niteliğindeki aşırı bağımsızlıktan aşırı
bağımlılığa geçiş psikolojik olarak şöyle açıklanabilir: İçle­
rindeki çocuk, annesiyle güvenli bir bağ kuramadan büyüme
çağına gelmiş olan bir bebektir. Bebekler anneleri yanlarında
olmadığında onu ağlayarak çağırırlar. Onu göremeseler de
annelerinin yanlarında olduğunu öğrenememişlerdir. Nesne­
nin sürekliliğini ve buna bağlı olarak anneleri, babaları veya
yakın çevrelerinden insanlarla bağ kurmayı gelişimlerinin
daha sonraki yıllarında öğrenirler. Nesne sürekliliği yardı­
mıyla da bu ilişkilere ve yaşamlarındaki diğer tüm ilişkilere
güvenme duygusunu kazanırlar. Bağlanma korkusu olanlarda
bu işlem bozularak tamamlanamamıştır. Güven eksiklikleri,
ortak yaşama duydukları gereksinim ve anneyle kaynaşma
arzuları (yetişkinlikte eşlerle) yakınlaşma yaşadıkları anlarda
ortaya çıkar. Bu yarım kalmış bir gelişim sürecidir, telafi ve
tatmin edilmek ister. Bu dürtüye göz yumdukları anda aynı
bebek gibi davranmaya başlarlar. Sevdikleri kişiden ayrıl­
mak istemez, ona tamamen sahip olmak isterler. İçlerindeki
çocuk, günlük hayatta kaçınılamayan kısa ve geçici ayrılık-

148
lara bile tahammül edemez. Sevginin en kötü kösteği olan
kıskançlık onları boğacak ölçüde tehdit eder. İlişkisinde bir
süre yakınlaşma arzusuna boyun eğen bir kişi, "Bir keresin­
de kız arkadaşım ve başka arkadaşlarımızla şehir dışında bir
hafta sonu geçirmiştik. Akşam üstü kız arkadaşım diğerleri
ile kağıt oynamak istedi. Ben kağıt oynamadığım için kendi­
mi başka şeylerle oyalamak zorundaydım ama beceremedim.
Kitap okumak ya da yürüyüşe çıkmak yerine kendimi dışlan­
mış gibi hissederek öfke ve üzüntü duydum. İki saat boyunca
onun dikkatini benim dışımda bir uğraşa yöneltmesine bile
dayanamıyordum" demişti.
Yakınlaşma arzuma içinde boğulmadan nasıl göz yu­
mabilirim?
Birinci adım: Bu duygunun bilinç düzeyine çıkmasına
izin verin. Aşağıdaki araştırmada anlatıldığı gibi ona odak­
lanın. Ona zihninizde yer açın ve tüm içsel dikkatinizi verin.
Bu biraz rahatlamanıza yol açacaktır. Çünkü bastırılan duy­
gular hissedilmek istedikleri için aynı küçük çocuklar gibi
sizi sürekli dürterler. Onları dikkatle dinlerseniz mutlu olur
ve bir süre için tekrar sizi rahat bırakırlar. Onları dinlemez ve
bir kenara iterseniz dikkatinizi çekene kadar sizi taciz etmeyi
sürdürürler.
İşte yakınlaşma arzunuzu ve onun hissettirdiği duyumları
bir an için gerçekten algılar ve anlarsanız güçlerini kaybeder­
ler. Onlar da, başkaları tarafından dinlenen ve dikkate alınan
çocuklar gibi geri çekilirler. Bu duygunun sizi tamamen ele
geçireceği konusunda endişe duyuyorsanız onu biraz uzaktan
inceleyin. Bu "odaklanma" eğitiminde, duyguların fazla ağır
bastığı durumlarda kullanılan bir yöntemdir. Önce duyguyu
içsel gözünüzde canlandırın. Onu rahatça inceleyebileceğiniz,
duyumlarını hissedebileceğiniz uzaklıkta durduğunu hayal
edin. Yani ona içsel bir mesafeden bakarak odaklanın.
Yeteri kadar odaklandıktan sonra duygunuzu bir kenara
koyarak ona, geri döneceğinize ve tekrar onunla ilgileneceği-

1 49
nize söz verin. Bu, içinizdeki çocuğu, yani duygunuzu yatıştı­
racaktır. Burada da içinizdeki çocuğu gözeten, hissettiklerinin
nedenlerini anlayışla karşılayan ve bunun sorun olmadığını
anlatan iyi yetişkin rolünüzü üstleneceksiniz.
Alabileceğiniz bir diğer akıllı önlem de eşinizle veya sev­
gilinizle sorunlarınızı açıkça konuşmanızdır. Bunu uygulamak
oldukça zordur, çünkü eşine güvenmeyen biri ona sorunlarını
anlatmaya da cesaret etmez. Bu noktada size önerim, mantı­
ğınızı bir içsel kaynak gibi kullanmaya çalışmanız olacaktır.
Size artık hiç bir şey olmayacağına kendinizi inandırın. Ola­
bilecek en kötü ihtimal sevgilinizin ya da eşinizin sizi terk et­
mesidir. Bugüne kadar davrandığınız gibi davranmaya devam
ederseniz bunun zaten bir gün gerçekleşeceğini artık anlayın.

ODAKLANMAK - DUYGULARINIZA
ULAŞMANIN YOLU
Bağlanma korkularının psikolojik tedavisinde karşılaşılan bir
problem de kişilerin kendi duygularına erişimlerinin engellenme­
sidir. Ebeveynlerin davranışları ile tetiklenen üzüntü, korku ve
öfke bastırılan duyguların altında yatmaktadır. Psikolojik hasar­
lar derin ve çok erken yaşta gerçekleşmişse bunu yaşayanlar
isteseler bile bastırdıkları duyguları tekrar harekete geçiremez­
ler. Çünkü onları ruhlarının bodrumundaki zindanlara hapsetmiş­
lerdir. "Bağlanma ve Empati" bölümünde de anlattığım gibi bu
engel, sorunlu kişilerin çevrelerine yöneltecekleri empati duygu­
larının da oluşmasını önler.
Acı veren duyguların üstünü örten bilinçaltı muhafızları ge­
lişmemiş, kaba adamlardır. İyi ve kötü duyguları birbirinden ayı­
ramazlar. Yoğunlaşmaya başlayan tüm duyguların önüne set
çekerek engellerler. Aydınlık yerlerde çok gölge vardır. Sevinci
ve mutluluğu yoğun olarak hissedenler üzüntüleri de yoğun ya­
şarlar. Hissetme yeteneği engellemeler de dahil tüm duygula­
rı kapsar. Bu yüzden bağlanma korkusu olanlar genel olarak
duygu yoksunluğundan yakınırlar. Duygularını sanki üstlerinde
bir ses perdesi varmış gibi zayıf, sessiz, kırılgan ve boğuk ola-

1 50
rak hissederler. Kontrastların, yani ışığın ve gölgenin eksikliği
sonucunda ortaya gri bir ton çıkar. Erken yaşlarda zarar gö­
renlerin çoğu boğuk ve hüzünlü bir vınlama sesi hissederler.
Aslında bu onların yaşam duygularını ifade eden ve sadece
sessizlikte duyulabilen ses geçirmeyen odalarından gelen iç
sesleridir. Bağlanma korkusu yaşayanların çoğunun sürekli
gergin oldukları, yerlerinde duramadıkları, hep bir işle meşgul
oldukları ve çevrelerindekileri faaliyetleriyle rahatsız ettikleri
gözlemlenir. Bu faaliyetler sayesinde yaşamlarındaki gürültü
seviyesini yükselterek içlerindeki depresif vınlamayı duymak
zorunda kalmazlar. Herkesin bildiği gibi, kendilerinden bile uzak
yaşarlar, sadece çevrelerindeki insanlardan değil kendilerinden
de kaçarlar. İçlerindeki hüzün, korku ve öfke hep onlara eşlik
eder. Sürekli kaçarak yaşamak fazlasıyla enerji gerektirir, her
an cinlerinin tehlike yaratmalarını engellemek, kendilerini kont­
rol altında tutmak ve çevrelerindeki insanlarla aralarındaki me­
safeyi korumak zorundadırlar. Ayrıca bunları yönetebilmek de
çok zahmetli ve güç gerektiren bir iştir. İnsan gençliğinde ve
orta yaşlarda bunu daha kolay başarabilir, ama yaş ilerledikçe
enerji tükendiğinden yenilgiler de giderek artar. Bu konu yaşlı­
lıkta da netleşmeyerek bulanık, çarpık ve belirsiz sınırlar içinde
kalmaya devam eder. Bu maratonun, yani sürekli kendinden ve
başkalarından kaçmanın en sık rastlanan sonuçları bağımlılık,
psikomatik rahatsızlıklar ve depresyondur.
Hastalarıma her zaman şunu söylüyorum; duyguları sürekli
bastırmak ve kaçmak, uyum sağlamak ve teslim olmaktan daha
yorucudur. Bu kısa bir süre için daha fazla acı verebilir ama uzun
vadede çok daha rahatlatıcıdır. Boğayı boynuzlarından yakala­
mak, ömür boyu ondan kaçmaktan daha az enerji harcamayı ge­
rektirir. Bu benzetmenin en iyi yanı farklı sonuçlar doğurmasıdır.
Boğa ile yapılan mücadele gerçekten ölümle sonuçlanabilir ama
duygularıyla yüzleşmek insanı öldürmez.
Odaklanmak - Benliğinize Giden Yol : Burada önemli olan
hüzün ve öfkenin hapsedildiği ruhunuzdaki zindanın anahtarını
bulmaktır. Bunun da bir tek yolu vardır. Bu da, "Focusing" yani
odaklanmaktır. Amerikalı filozof ve psikoterapist Eugene Gendlin
tarafından bulunmuştur. Konuyla biraz daha yakından ilgilenmek

151
isteyenlere Eugene Oendlin'in kitabını ve/veya odaklanma konu­
sunda destekleyici psikoterapi kitaplarını öneriyorum.
Gendlin, konuşma terapisinin babası sayılan Cari Rogers ile
yakın işbirliği içindeydi. Gendlin kendine, bazı psikoterapilerin
neden diğerlerinden daha başarılı olduğunu sorup duruyordu.
Grup terapilerinde kaydedilmiş yüzlerce ses kaydını inceleye­
rek sorusunun cevabını aradı ve sonunda buldu. Konuşmalar
sırasında duygularıyla barışık olabilen hastalar psikoterapi se­
ansında ilerleme kaydedebiliyorlardı. Terapide sadece insanların
aklından geçenler konuşulmuyordu. Gendlin, duygularla aktif ve
hedefe yönelik bir ilişkinin nasıl kurulabileceği konusunu düşü­
nürken "Odaklanma" metodunu geliştirdi.
Bu metotta söz konusu olan, bedeninize dönerek bedensel
duyumlarınıza konsantre olmak, bedeninizin orta bölgesinde,
yani göğüs ve karın boşluğunuzda duyduğunuz hislerle içsel ile­
tişime geçmektir. Burada anlatılmak istenen, kendini tedirginlik,
göğüs sıkışması, mide kasılması ya da belirgin baskı şeklinde
gösteren bir farkındalık boyutudur. Bunlar genelde algılamadı­
ğımız ya da hissettiğimizde adlandıramadığımız küçük duyum­
lardır. İşte bu hissedilen belirsiz duygular odaklanmanın temelini
oluşturur. Onlara dikkat etmesek de her zaman içimizdedirler.
Onların bazen farkına varırız. Örneğin, evden çıkarken bir şey
unuttuğumuza dair tuhaf bir his duyarız. Biraz düşününce neyi
unuttuğumuzu buluruz: Alışveriş listesi! İşte o anda içimizdeki his
değişime uğrayarak gevşer ve bedenimiz bunun doğru yanıt ol­
duğunu anlar. "Rahatlama" hissederiz. Bazen sezgi olarak adlan­
dırılan bu ufak bedensel duyumlar bilinçaltımızdan bazı mesajlar
alırlar. Onlara kulak verirsek bu mesajları çözebiliriz.
Gendlin'in o yıllarda salt yansıtma ve denemelerle bulduğu
bu yöntem bugün artık nörobiyolojik araştırmalarla onaylanmıştır.
İnsanın bilinçaltında yatan bilgilerin bir yol bularak bilinç düzeyine
çıkarak insanı dürtmesinin gerçek olduğu düşünülüyor. Bizim ön­
sezi ya da içimizdeki his dediğimiz duyum aslında zihnimizin bir
yerinde kaydedilmiş olan bir bilgidir. Bilincimiz ancak belirli sayıda
bilgiyi yönetebildiği için bu kayıtlı bilgilere doğrudan ulaşamayız.
Bu kayıtlar deneyimlerimizden ve sonradan öğrendiğimiz bilgiler­
den oluşur. Zihnimiz daha verimli çalışabilmek için bu bilgilerin sa-

1 52
dece belirli zaman sürelerine ait bölümlerini işler. Örneğin araba
kullanırken tüm bildiklerimizi ve deneyimlerimizi düşünürsek dik­
katimizi trafiğin akışına veremeyiz. Bildiklerimizin sadece küçük
bir bölümü bilinç düzeyimizde yer alır. Bu dil bilinci içinde de ge­
çerlidir. Henüz konuşamadığımız yaşlarımızdaki deneyimlerimize
doğrudan ulaşmamız mümkün değildir. İki yaşına kadar yaptığı­
mız deneyimler kendilerini bedensel duyumlar olarak gösterirler.
Bilincimiz dışındaki bu bilgiler bazen duygusal bir bütün ha­
linde bilincimizde belirir. İşte odaklanma bunları çözerek anla­
mamızdır.
Uygulamada bu içsel süreç kolay öğrenilmesi için farklı adım­
lardan oluşmuştur. Ustalaştıkça sistemi bir bütün olarak algıla­
yacak ve adımların işlevselliğinin birbirlerinden ayrı olmadığını
göreceksiniz.

· Yer Açmak
İyice gevşeyin ve sakin olmaya çalışın. Tüm dikkatinizi içinize
yönlendirin. Nefesinizi, nefesinizin ne kadar derine indiğini, bir
yerde tıkanıp tıkanmadığını inceleyin. Bunu hiç bir amaç gütme­
den yapın, değerlendirmeyin, sadece nefesinizi algılayın.
Bu arada büyük olasılıkla aklınızdan türlü düşünceler ve so­
runlar geçiyordur, onları algılayın ama ciddiye almayın. Kendiniz­
le düşünceleriniz ve sorunlarınızın arasına bir mesafe koymaya
çalışın. Onları önem sırasına göre dizerek içsel olarak biraz ge­
riden bakın. Kaygı duymadan aradaki mesafeyi koruyarak kendi­
nize, "Bunların dışında çok iyiyim !" deyin.
İçsel gözünüzde canlandırdığınız problemleri dışarı çıkarma­
yı da deneyebilirsiniz. Örneğin, içinde bulunduğunuz mekanın bir
köşesinde üst üste yığılmış durduklarını hayal edin ve uzaktan
seyredin. Kendi kendinize, "İşte şefimle yaşadığım sorun da bu­
rada, o bildik gergin duyguyu yine hissediyorum, bir de bu sabah
oğlumla yaptığım tartışma var... ama bunların dışında çok iyiyim"
diyebilirsiniz.
Dikkatinizi dağıtan saçma sapan şeyler de olabilir. Sonraki
adımlara yer açabilmek için kendinizle sorunlarınız arasında bir
mesafe bırakmaya çalışın.

153
• Duyulan His - "Felt Sense"
Şimdi gideceğimiz boyutu hissedebilmeniz için içinde bulunmak­
tan hoşlandığınız bir mekan düşleyin. Bu hayalin içinizde nasıl bir
his uyandırdığına dikkat edin. Duyduğunuz hissi algıladığınızda
içinde bulunmak istemediğiniz bir ortam düşleyin ve aynı anda
ne hissettiğinizi duyumsayın. Çoğunuz, içsel değişimin farkına
varacaktır. Hiç bir şey hissetmediyseniz ya yeterince gevşeye­
memiş, konsantre olmamışsınızdır ya da bu duygu boyutuna eri­
şiminiz yoktur. O zaman, sonraki adımlar üzerinde ve günlük ya­
şamınızda biraz daha alıştırma yapmanız faydalı olacaktır. Gün
içinde kendinize, "Şu anda neler hissediyorum?" diye sormanızı
ve dikkatinizi duyduğunuz içsel hislere çevirmenizi öneriyorum.
Hissedeceğiniz her türlü duyumu, küçük bile olsa ciddiye almanı­
zı tavsiye ediyorum. Gendlin'in "Duyulan Hisler" dediği duyumlar
daima bir anlam ifade ederler. Onları buzdağının tepesi gibi dü­
şünebilirsiniz. Duygularınızın sadece uçları bilinç düzeyinize ula­
şır, suyun altında ise hakkınızda birçok şeyi aydınlatabilecek çok
sayıda kayıtlı bilgi saklıdır. Sadece bir boşluk hissediyorsanız,
dikkatinizi bu hisse verin: İçinde boşluk hissetmek nasıl bir şey?
Boşluğu kabullenin, algılayın ve içinizde bir boşluk olmasının ya­
rattığı hissi duyumsayın.
Bu küçük alıştırmadan sonra uğraşmak istediğiniz sorunu se­
çin. Sorunla ilgili bütünsel bir his duyabilmeniz için şu soruları
sorun: ... (problemi belirterek) sorunum yüzünden kendimi nasıl
hissediyorum? Örneğin, "Yakın ilişkiler konusunda neler hissedi­
yorum?" veya "Kız arkadaşıma güvenmek konusunda neler his­
sediyorum?", "Annemle ilgili neler hissediyorum?", "Bazen itiraz
edebilme konusunda ne hissediyorum?'', "Sevgilimle yolda el ele
dolaşırken neler hissediyorum?" Aklınızı kurcalayan ve yakından
ilgilenmek istediğiniz her türlü sorunu buna ekleyebilirsiniz.
Sorularınızı bedeninizin orta bölgesine yöneltin, yanıt olarak
duyacağınız hissi bekleyin. Bu hissi algılayın. Ama her zaman
yaptığınız gibi probleminizi analiz etmeyin. Bu yöntemle beyni­
nize psikolojik teoriler, kendinizi suçlamak, eskiden sizi öfkelen­
dirmiş olan yorumlar gibi sayısız düşünceler hücum edecektir.
Bunları bir kenara bırakın. Sadece duyduğunuz hisse konsantre
olun. Sürekli konuşarak araya girmeye çalışan içsel sesinize,

1 54
"Tamam, anladım ama sana sonra döneceğim. Şu anda sadece
içimdeki hisleri duyumsuyorum" deyin.
İnsanın kafasının içindeki sesleri dizginlemesi biraz alıştır­
ma ve sabır ister. Sonuç olarak problemlerimizi analiz etmeye
alışığızdır. Probleme duyduğunuz hissin aracılığıyla yaklaşmak
alışılmışın dışındadır ama bu denemeye değer. Aramak zorunda
olduğunuz şey probleminizin hissettiğiniz ışınımı yani aurasıdır.
Karmaşık ve çetrefilli bakış açılarıyla ilgilenmeyin. Sorununuzun
her notasını teker teker değil, tüm melodiyi dinlemeye, daha doğ­
rusu hissetmeye çalışın.
Örneğin, bir danışanıma sevgilisi ona sarıldığında bütünsel
olarak ne hissettiğini sordum. Soruyu, "Midemde bir yanma his­
settim" diye yanıtladı. İşte ulaşmanız gereken bu boyuttur. Gend­
lin'den bir alıntı: "Felt Sense - Duyulan His, içinizde hissettiğiniz
sorunun nedeni olan bütünsel ve bulanık bir duygudur. Çoğu kişi
karanlık, belirsiz ve bulanık olduğu için onu fazla önemsemez.
Onu ilk algıladığınızda belki de, "Ay, bu muymuş? Bununla mı
uğraşacağım? Bu rahatsız eden ama önemsiz bir şey!" diye dü­
şüneceksiniz. İşte bedeniniz de sorunu aynen böyle algılıyor ve
bu his ilk bakışta anlaşılamıyor."
Bu süreçte eski bir anınızı da hatırlayabilirsiniz. Örneğin, "Kız
arkadaşım benden bir gün daha kalmamı rica ettiğinde bütünsel
olarak ne hissediyorum?" diye sorduğunuz anda eski bir çocuk­
luk anınız aklınıza gelir. Evde oturmak yerine bir erkek arkada­
şınızı ziyaret etmek istediğinizde annenizin üzgün bakışlarını
anımsarsınız. Sonra kız arkadaşınızın ve annenizin sizde benzer
hisler uyandırdığını algılarsınız. O zaman işe doğrudan anneniz­
le devam ederseniz, sorununuzla ilgili yaptığınız bu çalışmada
bir adım ileri gitmiş olursunuz. Bu anınızı duyumsamaya devam
edin. Hayır, diyorsanız, annenizle mi arkadaşınızla mı yaşadığı­
nız sorunun daha acil olduğunu hissetmeye çalışın ve hangisiyle
devam edeceğinize karar verin.

• Duyulan Hissi Tammlamak, "Ele Alma"


Duyduğunuz hissin özelliklerini tanımlayacak en uygun ifadeyi
bulmaya çalışın. Bu bir kelime veya cümle olabilir. Gendlin buna

155
"ele alma" diyor. Bu kelimeyi, ifadeyi ya da cümleyi düşünerek
bulmaya çalışmayın, o anda içinizden geleni tercih edin. Bunlar
tehlikeli, gergin, keskin, üzücü, zor gibi özellik belirten kelime­
ler veya üzücü-korkutucu, karanlık-ıssız, nefes kesici-keskin gibi
kelime kombinasyonları olabilir. Duyduğunuz hissi cümlelerle de
ifade edebilirsiniz; küçük bir hücreye kapatılmak gibi, nefesi ke­
silmek gibi, derinizin soyulması gibi bir duygu. Cümleler ve keli­
meler yerine gözünüzde buz yığınları, ateş, karanlık bir oda gibi
bir görüntü de canlanabilir. Bunları içsel olarak kanıtlamaya ve
analiz etmeye çalışın ve içinizden gelen duyguyu en iyi tanımla­
yan ifadeyi seçin.
Uygun kelimeyi, cümleyi veya görüntüyü bulduktan sonra içi­
nizde ufak bir değişiklik hissedebilirsiniz. Aynı alışveriş listesini
hatırladığınız zaman olduğu gibi vücudunuzun gevşediğini ve bir
rahatlama duygusuna kavuştuğunu fark edersiniz. Bu duyguyu
konuşmalardan da bilirsiniz. Benzer bir kelime ararken birden ak­
lınıza tam uygun kelime gelir. Birdenbire rahatlarsınız, "Evet, işte
aradığım tam da buydu!" Gendlin, bu rahatlama yönündeki deği­
şikliği "değişim" olarak ifade ediyor. Yön değişiklikleri duyumsal
algılamanın da değiştiğini gösterir. Örneğin, birine bir sorununuzu
anlatırken (bu teknik bir sorun da olabilir) kendiniz de tam olarak
anlayamadığınız için bir türlü tanımlayamazsınız. Muhatabınız bir
anda doğru kelimeyi ya da cümleyi bularak sorunu ifade eder. O
anda anlaşıldığınızı ve bir adım daha ilerlediğinizi hissederek duy­
gularınız rahatlamaya doğru yön değiştirir. Karşınızdakinin doğru
tanımlaması sayesinde sorununuzun aslında ne kadar kötü oldu­
ğunun belki de ilk kez bilincine varırsınız. Buna rağmen sadece
anlaşıldığını hissetmenin bile insanı rahatlatmaya yetmesi ilginçtir.

• Tanımlama ile Duyulan Hissin Karşılaştmlması


Bulduğunuz kelime, cümle veya görüntüyü duyduğunuz hisle
karşılaştırın. Burada duyduğunuz hissi yeniden duyumsama­
nız çok önemlidir. Çünkü bazen doğru tanımlama bulununca bu
duygu kaybolur. Duyguyu yeniden hissedin ve kendinize doğru
olup olmadığını sorun. Bulduğunuz kelime "korku" ise kendini­
ze, "Hissettiğim duygu gerçekten korku mu?" diye sorun. Yanıt

1 56
evetse, yani uyum tamsa bir rahatlama hissedeceksiniz. Eğer bu
olumlu yanıt duyduğunuz histe bir değişiklik yaratmadıysa tek­
rar sormayı deneyin. Duygunuzu yanıt vermesi için zorlamayın,
ne olacağını bekleyin. Böyle yapmazsanız içsel gerçekleri bloke
edersiniz. Zihninizde birikmiş eskiden kalma bir sürü yanıt olma­
sı ama hiçbirinin doğru olmaması mümkündür. Eğer aklınızdaki
yanıtlara başvurursanız bilinçaltında kayıtlı bilgilere ulaşma ola­
nağını engellemiş olursunuz. Sabırlı olun ve kendinizi dinleyin.
Bu işlemde kelimeler ve duygular değişebilir. Duyduğunuz his
belki de değişti bile. Bu, sorununuza bir adım daha yaklaştığı­
nızın işaretidir. Kelimeleri kendi kendinize sürekli tekrarlayarak
duyduğunuz hissi duyumsamaya çalışın. Hem hislerinizin hem
de tanımların istedikleri yöne gitmelerine izin verin. Olayı aklınız­
la yönetmeye çalışmayın.
Örnek: Danışanlarımdan biri bir terapi seansında karısı ile
yaşadığı problemleri anlatıyordu. Kendini onun vesayeti altında
hissediyor ve buna karşı koymayı başaramıyordu. Ona, içsel ola­
rak karısı ile ilgili neler hissettiğini sordum.
Hasta: Göğsümün üstünde kocaman bir taş varmış gibi his­
sediyorum.
Terapist: Anladım, göğsünde bir taş... (Tanımlama ile duyulan
hissin karşılaştırılması).
Hasta: Hayır, daha doğrusu birisi beni aşağıya doğru çeki­
yormuş gibi bir his (Hasta duyduğu hissi tekrar duyumsadı ve
düzeltti).
Kolayca kaybolabileceği için, duyduğunuz hisle tekrar tekrar
bağlantı kurmanız çok önemlidir. Eğer bu hissin kaybolduğunu
fark ederseniz biraz bekleyin, probleminizi veya tanımlamanızı
tekrarlayın ve aynı hissin tekrar oluşmasını bekleyin. Bu yolla da
başarılı olamazsanız başka yol deneyin: Sorununuzu düşünerek,
"Peki, demek artık her şey düzeldi !" deyin. Bu söyleminize karşı
çıkmak için duyduğunuz his geri gelecektir.

• Duyulan Hisse Soru Sormak


Sorununuzla ilgili duyduğunuz hissi tanımladıktan sonra soru
sorarak bir adım daha ilerleyebilirsiniz. Yukarıdaki örnekte da-

1 57
nışanıma, "Peki, karınızla yaşadığınız problemde sizi bu kadar
güçlü şekilde aşağılara çeken nedir?" diye sordum. Tanımlayıcı
kelime, cümle veya görüntüyü tümüyle kullanarak duyduğunuz
hisse neler olduğunu doğrudan sormalısınız. Örneğin, tanım­
lamanız ''tedirgin edici" ise duyduğunuz hisse, "Bu sorunda bu
kadar tedirgin edici olan nedir?" diye sormalısınız. Yaptığınız ta­
nıma göre sorular, yukarıdaki örnekteki, "Sizi bu kadar aşağılara
çeken nedir?" sorusu gibi alışılmışın dışında ifade edilecektir.
Kimse bu şekilde bir soru sormaz. Bu sizi rahatsız etmesin, ta­
nımlamanızı duyduğunuz hisse ne kadar doğru ve net sorarsanız
sizi o kadar kolay yanıtlayacaktır. Yanıtı zihninizden vermemeniz
çok önemlidir. Zihniniz size dayatmak için önceden mutlaka bir
yanıt hazırlamıştır. Burada genellikle eski sorunların analizleri ve
önceden bildiğiniz yanıtlar söz konusudur. Bunları bir kenara bı­
rakarak duyduğunuz hissin söylediklerini dinleyin. Sorularınızı bir
arkadaşınıza sorar gibi sorun ve yanıt vermesini bekleyin.
Bu süreçte yanıt olarak eski görüntüler ve anılar ortaya çıka­
bilir. Bazı insanlar bunu "saçma" ya da "çok eskilerden kalma"
diyerek dikkate almazlar. Duyduğunuz histen gelen yanıtları lüt­
fen ciddiye alın. İşte odaklanmanın büyüsü, bugüne kadar aklı­
nızı kullanarak bulup çıkaramadığınız, belki de aklınızın almak
istemediği bazı gerçeklerle bu yolla karşılaşmanızdır. Düşünerek
verilen yanıtlarla duyulan hissin yanıtları arasında fark vardır. Zi­
hinsel yanıtlar aslında ruhsal olarak yaptığımız analizlerdir. Duy­
duğunuz hislerle ilişki kurmanız için size boş alan bırakmazlar.
Bir yanıt aldığınızda içinizdeki hissi tekrar duyumsayın. Kura­
la göre sorununuza bir adım daha yaklaştığınız ve his anlaşıldığı
için değişime uğrayacaktır.
Yukarıda bahsettiğim danışanım yanıt olarak, "Çünkü karşı
gelmeme izin yoktu!" demişti. Bir dizi çocukluk anısı da böylece
canlanmış oldu. Duyduğu his değişime uğrayarak "aşağı çekil­
mekten" "yalnızlığa" dönüştü. Birden karşı geldiği zamanlarda
babasının onu odasına gönderdiğini ve yemeğe oturmasını ya­
sakladığını anımsadı. Danışanıma, bu yalnızlık duygusunda bi­
raz duraklamasını önerdim. Bir süre sonra içindeki karşı gelme
duygusu ile yalnızlık duygusunun eşit hale geldiğini hissetti.

158
Eğer bir yanıt alamazsanız veya yanıt belirsiz ise kendinizi
baskı altında hissetmeyin. "Bunun en kötü yanı ne olabilir?" ya
da tanımınız üzücü ise, "Bunun en üzücü yanı ne?" şeklinde sor­
mayı deneyin. Gendlin, "Kendimi iyi hissetmem için neye ihtiya­
cım var?" diye sormanızı öneriyor. Bu sorulara yanıt alamazsanız
bu kadarla yetinerek denemenizi bir başka sefere bırakın. Odak­
lanmak, kendinizle hoş vakit geçireceğiniz bir süre olmalı, stres
yaratmamalıdır.

• Yanıtları Kabullenmek ve Korumak


İçinizdeki his size ne söylerse söylesin kabullenin. Söyledikleri­
ne inanmanız ya da uygulamanız gerekmez, onları birer mesaj/
yanıt olarak kabul edin. Ayrıca son söz de söylenmiş değildir.
Başka odaklanma çalışmalarında başka yanıtlar da alacaksınız.
Değişim sonucunda o an kabul edemediğiniz, örneğin işinizi bir
süreliğine bırakmak gibi bir çözüme yaklaşmış olabilirsiniz. Böyle
mesajları, bir iş değişikliğinin mümkün olabileceği şeklinde yön
belirleyici olarak kabul edin. Olayların nasıl sonuçlanacağı daha
sonra zaten belli olacaktır. Yaşadığınız duygu değişimini, bunu
engellemek isteyen eleştiren, olumsuz seslerden koruyun. "Yani
bu gerçekçi mi?" veya "Kendimi değiştirmemin ne faydası ola­
cak?" gibi. Muhtemelen haklılar ama şu an onlarla tartışmanın
sırası değil. Gendlin, "Yeni tomurcuklanan körpe bitkinin üzerine
çimento dökülmesine izin vermeyin" diyor.
Duyduğunuz hisse yer açın. Bu duygunun içine tamamen
girmeden aranızda biraz mesafe bırakın. Ona, bu odaklanma
seansı bittikten sonra başka bir zaman tekrar döneceğinize söz
verin.
Odaklanma, insanın kendisiyle ilişki kurmasına çok yar­
dımcı olan bir metottur. Odaklanma seansını bir rehber eş­
liğinde yapmak daha kolay olmasına rağmen kişisel yardım
olarak yalnız da uygulanabilir. Bu sadece bağlanma korkusu
olanlar için değil, genel olarak kişiliğini geliştirmek isteyen
herkes için geçerlidir.

1 59
6. Suçluluk Duygularınızı Ciddiye A lın
Suçluluk duygusu, bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerde
bilinç dışı ama çok önemli bir rol oynar. Suçluluk duygusu,
bağlanma korkusu olanları iki konuda zorlar:

1 . Eşlerinin sevgisine ve beklentilerine onlardan beklendiği


gibi karşılık veremedikleri için.
2. Düşük özdeğer duyguları ile bağlantılı, varoluşsal bir suç­
luluk duygusuna sahip oldukları için.

1. Şık: Bağlanmaktan korkanların çoğu eşlerini kendilerin­


den uzak tutabilmek için acımasız yöntemler kullansalar da
savunma mekanizmalarını harekete geçirmeden önce belirli
bir huzursuzluk duyarlar. Tuhaf olan bu huzursuzluğun kaba
davranmalarına yol açan suçluluk duygusu olmasıdır. İlişki
kurma problemi olan insanlar kendilerini eşlerine karşı borçlu
hissederler. Çünkü aslında eşlerinin beklentilerini ve istekle­
rini yerine getirmek isterler. Onlara ihanet ettiklerine dair ki­
şisel bir inanca kapılmadan bu beklentileri karşılayamadıkları
için de ikileme düşerler. Eşlerinin isteklerinde haklı olduk­
larını bilmelerine ya da tahmin etmelerine rağmen bağımsız
olma arzuları ağır basar. Suçluluk duyguları giderek artar. Bu
duygu, beklentileri giderek daha rahatsız edici ve dayanılmaz
bulmalarına yol açar. Giderek büyüyen bu kısır döngü içinde,
eşten kurtulabilmek için ilişkinin bitirilmesine sebep olan da
bu suçluluk duygusudur. Ama iş buralara gelmeden önce, ya­
kınlaşma ve uzaklaşma arasında bildik gidip gelmeler başlar.
Bir adım ileri, iki adım geri gidilir, bu dans dönerek tekrar
baştan başlar.

2. Şık: Diğer bir problem de, bağlanma korkusu yaşayanların


çoğunun varoluşsal bir suçluluk duygusuna sahip olmalarıdır.
Sevilmediklerini hisseden, baskı altında tutulan, ebeveynleri
sürekli kavga eden veya birbirlerini görmezden gelen çocuk-

1 60
!arın olayları kendi suçlarıymış gibi görme eğilimleri vardır.
"Annemle babam beni sevmiyorlarsa bende bir terslik var de­
mektir. Yeteri kadar iyi olamadığım için sürekli şikayet edi­
yorlar. Odamı toplamadığını için hep kavga ediyorlar" gibi
düşüncelere kapılırlar. Erken yaşlardaki deneyimlerin neden
olduğu özdeğer düşüklüğünün suçluluk hissi ile yakın bağ­
lantısı vardır. Daha ciddi durumlarda insan doğumundan bile
kendini suçlu bulur. Tedirgin ve kayıtsız kaçınmacıların küçük
yaşlarda deneyimledikleri bir duyguyu, yani doğduklarında
sevecen ve hoş karşılanmamalarını hatırlatmak istiyorum. Bu
kadar fazla suçluluk duygusu ve yetersiz olduğu inancı ile kim
bir aşk ilişkisine girse sevildiğine inanamaz ve ona gösterilen
düşkünlüğe dayanamaz. Bunu hak etmediğine inanır. Eşlerinin
onlara düşkün olması son derece cömert, tüm maddi olanakla­
rın üstünde bir hediye gibidir. Böylece içlerinde karşılarında­
kine borçlu kalmak ve aynı ölçüde karşılık verememek gibi bir
duygu uyanır. Bu hediyenin hak edilmemiş (!) bir sevgi olması
çok daha rahatsız edicidir. Sevgilerini yanlış kişiye verdikleri­
ni anlamaları her halükarda daha isabetli olacaktır.
Suçluluk duygusundan kurtulabilmek için önce bunun
bilincinde olmak ve kabullenmek gerekir. Suçluluk duygu­
ları daima, bu duygunun hissedilmesine sebep olan kişiye
yöneltilir. Asıl ikiyüzlülük işte buradadır. İnsanlar, kendile­
rinde bu duyguyu uyandıranlara karşı kırgınlık ve öfke duy­
ma eğilimindedirler. Suçluluk duygunuzdan kurtulmak için
daha sonra açıklayacağım diğer önerilerin yanı sıra, sevgili­
nize borçlu kalmamaya çalışmanızı öneriyorum. Asıl, suç­
luluk duygunuz yüzünden onunla giderek daha az görüşerek
sonunda da ilişkinizi bitirmeniz ona borçlu kalmanıza yol
açardı. Korkularınızla yüzleştiğinizde suçluluk duygunuzla
da yüzleşmiş olursunuz. Davranış biçiminiz üzerinde ne ka­
dar çok çalışırsanız, o kadar iyi bağlanabilir, eşinizi mağdur
ettiğiniz, ona haksızlık yaptığınız için duyduğunuz vicdan
azabı içinizi daha az kemirir.

161
Sevgilinizin veya eşinizin size olan düşkünlüğü içinizde
varoluşsal bir suçluluk duygusu yaratıyorsa, bunu hak etmedi­
ğine inanan içinizdeki çocuğu teskin etmelisiniz. Yukarıdaki
paragraflarda da söylediğim gibi kendinizle dost olmayı öğ­
renmeniz çok önemlidir. "Ben iyiyim" inancına ne kadar ça­
buk kavuşursanız, eşinizin davranışlarını da o kadar iyi anla­
yabilirsiniz. Kendini sevebilen insanlar başkalarının sevgisine
daha kolay dayanabilir, "Tabii ki, neden olmasın?" diyebilir­
ler. Kendileri ile barışık olmayan insanlar ise, başkalarının on­
ları kendilerinden daha iyi değerlendirmelerine dayanamazlar.
Bunu yanlış bularak hak etmediklerini hissederler. Bağlanma
korkusunun temel kaynağının düşük özdeğer duygusu olduğu­
nu daha önce söylemiştim. Bu yüzden suçluluk duygularıyla
mücadelede aynı öneriler geçerlidir. İçinizdeki yetişkin bu ko­
nuda da harekete geçmelidir.
Bağlanma korkusu yaşayanların suçluluk duygusuna da
verdikleri tipik tepki inatçılıklarıdır. İçinizdeki çocuk inatla
küser ve saklandığı kovuğa çekilir. "Aptalca duygularını ben­
den uzak tut, onları istemiyorum ! " der. Suçluluk duygularında
da, "İstemiyorum, yapamıyorum, zaten bir işe yaramaz, defol
başımdan, beni rahat bırak ! " diyerek koruk politikasını yürü­
tür. Aslında direnmesine rağmen söylediklerinin tam tersini
arzular. Birisinin gelip, duvarların ve dikenli tellerin üstün­
den atlayarak onu özgür kılmak için mücadele vermesini ister.
Ama bu gizli umut ile hiç kimsenin onun uğruna savaşmaya­
cağı kuşkusu birleşerek bir sonraki bölümde ele alacağım en
şiddetli savunma taktiklerinden birine yol açar.

7. Eşinizi Sınamaktan Kaçının


Bağlanma korkusu olanların bazen bilinçli bazen bilinç
dışı olarak savunma yöntemlerinin arkasına sakladıkları psi­
kolojik sebeplere şu ana kadar bahsetmediğim bir yenisini
eklemek istiyorum. Bağlanma fobisi olanlar, "Bakalım beni
hala isteyecek misin?" diye düşünerek ilişkilerini ve eşlerini

1 62
devamlı denemeye tabi tutarlar. Onların bu sınavı asla başa­
ramayacaklarını tahmin ederler. Bunun sebebi eşlerinin değil
kendilerinin bağlanma korkularıdır. Eşleri bir sınavı başarıyla
atlattığında kısa bir süre için rahatlarlar ama yarın hiila sevi­
leceklerini onlara kim garanti edebilir? Her zaman bir yarın
olduğu için şiddetini giderek arttırarak denemelerine devam
ederler. Bu oyun eşlerinin sonunda havlu atmasına kadar de­
vam eder. Böylece bağlanma korkusu olanların, "Herkes beni
terk ediyor" varsayırıları da geçekleşmiş olur. Veya bu nef­
ret-aşk zinciri, eşlerinin onları zaten hiç bir zaman sevmediği­
ne karar vererek huzura kavuşmalarına kadar sürer.
Sonja bana Andy'den aldığı bir elektronik postayı göster­
mişti. Andy'nin onunla uzun süreli bir beraberlik kurması için
üç yıl mücadele etmişti. Bu üç yıl onun için cehennem gibiydi.
Yoğun tutkularla aşk yaşadıkları dönemler, Andy'nin sadık ka­
lamayacağı ve uzun süren ilişkiler kurmak istemediği şeklin­
deki söylemleriyle devamlı kesintiye uğruyordu. Sonja'ya onu
her gördüğünde ona tekrar aşık olduğunu, ama görmezse unu­
tacağını söylüyordu. Buluşmadıkları zamanlarda duygusal bir
bağ hissetmiyordu. Buna karşılık yakınlaştıkları anlarda, hiç bir
kadını bu kadar sevmediğini ve Sonja'nın hayatındaki en önem­
li kişi olduğunu söylüyordu. Sonja bu ilişkiyi, yoğun yakınlaş­
maların ardından gelen "doğal bir hak olan şiddetle reddetme"
süreçlerinin yaşandığı üç yıl süren bir dramdı şeklinde ifade et­
mişti. Üzüntü ve tutku yüklü bu üç yılın sonunda Sonja'nın ar­
tık tahammülü kalmadı. Andy'nin değişebileceği umudunu yi­
tirerek ondan ayrıldı. Bir kaç hafta sonra Andy'den bir e-posta
aldı. Andy, "Bir keresinde bana, hayatında önemli bir anlamım
ve rolüm olduğunu söylemiştin. Bu da beni çok duygulandır­
mıştı. Bunun normal olduğunu biliyorum ama bunu ancak şim­
di hazmedebiliyorum. Bunun yalnızca keyfini çıkarmam değil
kabullenmem de gerekiyor. Aslında ayrıldığımıza seviniyorum
ama bunu kabul edemiyorum. Kendimi deniyorum, mümkün
değil, olamaz diyorum, durmadan çabalıyorum ... ve sonra hala

1 63
orada mı değil mi diye bakıyorum." Sonja bu e- postadan son­
ra üç hafta boyunca Andy'ye dönüp dönmemek için kendinle
mücadele etti. Sonunda umutlan galip gelerek onunla bir lokan­
tada buluştu. "Kalbim çarparak karşısında oturuyordum. Önce
bir süre önemsiz şeylerden bahsettik, e-postadan hiç söz etmedi.
Sonunda konuyu ben açtım. Yazdıklarını tam olarak hatırlaya­
madığını söyledi. Sonra da bana eski sevgilisiyle tekrar görüş­
meye başladığını anlattı. Bir anda sanki yüzlerce kez bıçaklan­
mış gibi oldum, buna hiç hazır değildim. Ağlamaya başlamadan
önce lokantadan çıkmayı başardım."
Bu kitabın adı "Cezbetmek ve durdurmak" olabilirdi. Bağ­
lanma korkusu olanların eşlerini sürekli sınamalarına ve geri
çevirmelerine neden olan dürtüler aslında birbirine bağlıdır.
Hangi kısmın sınama, hangisinin reddetme olduğunun analizi­
ni yapmak çok zordur. Andy, Sonja'yı sınamak için mi yoksa
ona e-posta gönderdiğine pişman olduğu için mi yeniden eski
sevgilisiyle birlikte olduğunu söyledi? Çoğunlukla her iki se­
bep bir aradadır. Ama bunu yapanlar neden bu şekilde davran­
dıklarını tam olarak açıklayamazlar.
Andy ve Sonja örneği bize, davranışların ve sınamaların ne
kadar acımasızca olabileceğini, bağlanma korkusu yaşayan­
larla birlikte olanların veya olmak isteyenlerin onların progra­
mını yapılandıramayacaklarını gösteriyor.
Birlikteliğin sınanmasının arkasında şiddetli ve tehditkar
saldırganlıklar vardır. İçlerindeki çocuk istediklerini elde ede­
meyeceği için öfkelidir ve kötü davranır. "Sana ne kadar kız­
gın olduğumu göstereceğim, o zaman kim olduğumu anlaya­
caksın! " diye düşünür. Kavga etmek, tahrik etmek ve zorluk
çıkarmak ister.
Kendisinin çektiği ve çekeceği acılar gibi o da karşısın­
dakine eziyet edecek güce sahip olmak ister. Karşısındakinin
gözlerinde göreceği acı onu tatmin eder. Bağlanma korkusu
olanların davranışlarında önemli rol oynayan gizli güç dürtüsü
artık kontrolü ele almıştır.

1 64
Başkalarının acı çekmesi kendileri ile empati yapmalarına
neden olur. Onların acısı kendilerine karşı duydukları acıma
hissini harekete geçirerek kendi yaralarını daha iyi anlama­
larına yardım eder. Normalde kendi duygularıyla pek ilişki­
leri olmayan bağlanma korkusu yaşayan insanlar bu sayede
kendileri ile biraz yakınlaşmış olurlar. Bir danışanım, "Joc­
hen 'e çok adice davranıyorum. İçimde kontrol edemediğim
bir dürtü taşıyorum. Onu yaralayacağını bildiğim halde ona
çok kötü sözler söylüyorum. Üzüntülü bakışlarını görünce
pişman oluyorum ama kendimi tutamayarak hakaret etmeye
devam ediyorum. Sürekli onu iğneliyorum. En kötüsü de acı
çektiğini görmek beni tatmin ediyor. O zaman kendi duygu­
larımı ve acılarımı, bir de ona olan aşkımı çok yoğun hisse­
diyorum" demişti.
İlk adım: Eşinizi sürekli sınadığınızı fark ederseniz önce
kendi dürtülerinizin bilincine varmaya çalışın. Ruhunuzun de­
rinlerinde hissettiğiniz duygularınızla ve içinizdeki çocukla
ilişki kurun. Sizi ne kadar tahrik etmeye ve denemeye çalışır­
sa çalışsın onu dinlemeyi ve anlamayı deneyin. Öfkesini bo­
şaltmak mı istiyor? Diğerinin acı çektiğini görmek mi istiyor?
Nasıl davranırsa davransın diğerinin onu terk etmeyeceğinin
garantisini ve onayını mı almak istiyor? Onun sınırlar ve ku­
rallar koymasını mı bekliyor? Terk edilmek mi istiyor? Kor­
kusunu kontrol altına almak mı istiyor? Bu davranışlarıyla ne
elde etmek istediği sorusuna eğer bir cevap alabilirseniz ona,
farklı davranmak için neye ihtiyacı olduğunu sorabilirsiniz.
Bir yetişkin olarak, kendini daha güvende, daha az yaralı his­
setmesi ve daha az korku duyması için neler yapabilirsiniz?
İçinizdeki çocuğun elinden tutarak ona, ihtiyacı olan güven
ve emniyeti bu şekilde davranarak elde edemeyeceğini anla­
tın. Çocuk, öfkelendiğinde kendine hakim olmayı bir yetişki­
nin yardımıyla öğrenmelidir. İyi bir yetişkin içindeki çocuk­
la konuşurken daha olgun, daha mantıklı ifadeler kullanarak
onun korkusunu ve endişelerini yenmesini sağlamalıdır. Ço-

1 65
cuğa anlayış göstermeli ama davranışlarının kontrolünü ona
bırakmamalıdır. Öfkesinin kabarmaya başladığı anlarda ona
hakim olmak zor olduğu için içinde öfke uyandıran nedenlerin
bilincine varması ve rahat bir ortamda bu öfkeyle başa çıka­
bileceği başka yöntemler üzerinde düşünüp taşınması gerek­
lidir. Öfkenize sebep olan nedenleri tanımlamanız ve tekrar
yaşadığınızda içinizdeki çocukla bu konuda bir içsel konuşma
yapmanızın çok yardımı olacaktır. Çoğu insan öfkeyi beynin­
den önce midesinde hisseder.
İkinci adım: İlk adımda duygularınızla temas kurabildi­
nizse günlük hayatınızda da bazı şeyleri değiştirebilirsiniz.
Eşinizle konuşurken içinizdeki çocuğun yine öfkelenmeye
başladığını hissederseniz, öfkenizi eşinize yansıtmak yerine
biraz duraklayarak dikkatinizi kendinize çevirin. Öne doğru
bir hamle yapmak yerine bir adım gerileyerek yaralı ve öfkeli
duygunuzla aranıza bir mesafe koymayı deneyin. İçinizdeki
çocuğun elini tutarak ona bir yetişkin olarak durumu yoluna
koyacağınızı söyleyin. Vaktiniz varsa ve yalnız kalabiliyorsa­
nız, öfkelenmenize sebep olan nedenleri bir yere yazmanızın
ve baş edebilmek için başka yollar aramanızın size çok yar­
dımı olacaktır. Eğer korku duygunuz, sizi sürekli eşinizi en
güç sınavlardan geçirmeye yönlendirecek kadar baskınsa aynı
adımları atmanızı öneriyorum.
Daha önceki paragraflarda açıkladığım öneriler de faydalı
olacaktır. Lütfen sadece kurban değil, aynı zamanda bir suçlu
olduğunuzu da unutmayın. Bu yüzden sadece kendinizin değil,
karşınızdakinin de duygularını ve gereksinimlerini dikkate alın.

8. Konuşmalarınıza D ikkat Edin - Yalan


Söylemeyi Bırakın
Bağlanma korkusundan kurtulmanın yolları konusu ile il­
gili bu son paragrafta bağlanma korkusu olanların konuşma
tarzlarına değinmek istiyorum. Duygularının ve düşünceleri-

1 66
nin karmaşıklığı gibi konuşmaları da açık ve net değildir. Ko­
nuşmaları kaçamak ve riyakardır, gerekirse yalan söylerler ve
bir danışanımın da belirttiği gibi lafı dolandırırlar. Bağlanma
fobisinden kurtulmak için gelen bir danışanım, kişisel geli­
şiminin sonucu olarak konuşma tarzını tamamen değiştirmek
zorunda kaldığından bahsetmişti.
Bağlanma korkusu olan kişilerle yaşanan ilişkilerdeki so­
run, ilişkinin başlarında söylemek istediklerini duygu ve dü­
şüncelerinin altına saklamalarıdır. Çünkü herkes işin başında
ilişkiyi ciddiye alır. Ama bazılarının en başından itibaren his­
settikleri gerçek duygular ile söylemleri arasında fark vardır.
Bağlanma fobisi olanların konuşmaları, sıkıntı ve kaçma duy­
gusunu hissetmeye başladıkları andan itibaren yalan söyleme­
seler bile anlaşılmaz bir hal alır. İçlerinde "Hem evet, hem
hayır" duygusunu taşıdıkları ve hem eşlerini başlarından at­
mak hem de ilişkilerini sıcak tutmak istedikleri için bu den­
geyi sağlayacak şekilde konuşmak zorundadırlar. Bu ifade
karmaşası karşısında kalan eşlerinin paniği giderek artar. Bu
ilişkideki konumlarının güvenli olmadığını hisseden eşler, her
şeyin başlarda yaşadıkları gibi olması için uğraşırlar. Eğer he­
nüz ilişki başlamamışsa bağlanma korkusu duyan tarafı cez­
bedebilmek için gösterdikleri çabaları arttırırlar. Bağlanma
korkusu olan kişilerin ilk aşk duyguları geçtikten sonra geri
çekilme harekatına başlamaları ve özgür hareket alanı arayış­
ları ters etki yapar. Eşleri ürkek ve güvensiz tepkiler vererek
ve taleplerini arttırarak geri çekilmelerine izin vermezler.
Eşlerinin istekleri çoğaldıkça bağlanma korkusu olan kişiler
daha fazla baskı hissederek savunma önlemlerini keskinleşti­
rir ve sertleştirirler. Böylece eşlerinin daha fazla paniğe kapı­
larak endişelendiği, kendilerinin ise giderek daha fazla kapana
kısıldıkları bir kısır döngü oluşur.
Bu durum özellikle eşler için çok adaletsiz ve yaralayıcıdır.
Bağlanma fobisi olan kişi daha açık ve eşine karşı daha saygı­
lı davranmaya çalışsa bile durum buna izin vermez. Bu yüz-

1 67
den size birkaç iletişim örneği vermek istiyorum. Bir daha bu
duruma düşerseniz, gelecekte daha net bir duruş belirlemek,
duygu ve düşüncelerinizin sorumluluğunu üstlenmek için lüt­
fen sıkı durun.

BAGLANMA KORKUSU OLAN KİŞİLER


İÇİN KONUŞMA ÖNERİLERİ
Tüm incelikler ilişkilerin başında yaşanır. Başlangıçta her­
kes sevgililerini etkilemeye ve ele geçirmeye çalışır. Veya
daha başından sorumluluk almak istemedikleri için sevdik­
lerinin onları elde etmesi için uygun ortamı hazırlarlar. İliş­
kilerinin başında sevgililerine onlarla bir ömür geçirmeye ve
bağlanmaya istekli olduklarına dair ümit verecek sözler söyler
veya davranışlarda bulunurlar. Ya da uzun sürecek bir iliş­
kiye girmek istemediklerini, henüz buna hazır olmadıklarını
açıkça söylerler ama o kadar sevecen ve tutkulu davranırlar ki
sevdikleri bu söylenenlere inanamaz. Sevgililerinin kollarına
atılmasını sağlayan ve orada uzun yıllar kalacağına inandıran
mesajlar iletirler.
Bu yüzden ilişkinizin başında tutamayacağınız sözler ver­
mekten kaçının. Bu defa her şeyin yolunda gideceğini hissetse­
niz bile temkinli davranarak biraz zaman geçmesini bekleyin.
Bugüne kadar her zaman ilişkiler ciddileştiğinde kaçtığınızı
biliyorsanız birlikte bir gelecek kurmayı beklemeyin. Sevgili­
nizi çok özel, olağanüstü ve arzulanmaya değer biri olduğuna
ikna ederek onu kandırmayın. Bu türde komplimanlar yaptı­
ğınızda onunla ciddi olarak ilgilendiğinizi düşünür. Büyük bir
aşk yaşanacağı için ümitlenir. Onu fazla kompliman yaparak
kandırmamanızın yanı sıra bilmece gibi yorumlar da yapma­
malısınız. Bağlanma fobisi olanların bazıları konuşarak ifade
etmeseler bile karşılarındakileri baştan çıkartmakta ustadırlar.
Siz de bunlardan biriyseniz sevgilinize sadece derin bir şekilde
bakarak, onunla konuşmanın sizi etkilediğini söyleyin. Eline

1 68
sizi köşeye sıkıştırabileceği hiç bir koz vermediğiniz halde, ro­
mantik davranışlar, küçük hediyeler ve kibar jestlerle karşınız­
dakine ilgi duyduğunuzu belirten sinyaller veriyorsunuz. Ya da
psikolojik konuşmalarla özel bir yakınlık ve mahremiyet yara­
tarak karşınızdakinin ona gerçekten ilgi duyduğunuz şeklinde
bir değerlendirme yapmasını sağlıyorsunuz. Konuşmaları özel
ve kişisel konulara kaydırarak ikinizin etrafına adeta romantik
bir koza örüyorsunuz. "Kadınlan tanıyan erkekler" denen tipler
bu duygusal taktiklerde çok başarılıdırlar. Kadınlara, çok ilginç
ve önemli olduklarını hissettiren mahrem ve özel ortamlar ya­
ratmayı iyi bilirler. Buna karşılık kadınlar, beğendikleri erkeği
duygusal sözler ile sarmalama yeteneğine zaten sahiptirler. Ha­
yat hikayelerini bile biraz allayıp pullayarak anlatırlar. Bağlan­
maktan korkanlar, başarısız ilişkilerinin kurbanı olduklarını işte
bu şekilde ortaya koyarlar. Dayanılmaz hatalar yaparak ve hiç
bir suçları olmadığı halde sevgililerini terk etmeselerdi, onlar da
biriyle birlikte yaşlanmayı çok isterlerdi.
Daha baştan dürüst ve net olmaya çalışın, onu sonunda ha­
yal kırıklığına uğratacağınızı önceden sezdiğiniz veya geçmi­
şinizden dolayı bundan emin olduğunuz için sevgilinizi fazla
sarıp sarmalayarak size bağlanmasına izin vermeyin. Yerine
getiremeyeceğiniz beklentilerini alevlendirmeyin. Kendinizi
net ve kesin ifade edin. Devamlı bir cinsel ilişkiniz varsa sev­
giliniz bunun göreviniz olduğunu düşünebilir. Bu durumda,
"Sana hissettiğim müthiş duygularla nasıl başa çıkacağımı bi­
lemiyorum doğrusu" demek yerine, ona bunu açıkça söyleyin.
Çünkü konuşmalannızı böyle saptırırsanız yanlış izlenimler
bırakırsınız. Sevgiliniz sözlerinizden yanlış sonuçlar çıkarır.
Ona, "Sen herkesten farklısın. Seninle gerçekten mutlu ola­
bilirim" derseniz bu bir aldatmacadır. Hislerinizi dürüstçe,
"Seni gerçekten muhteşem buluyorum, ama bunun korkula­
rımı engellemeye yeterli olup olmayacağını bilemiyorum"
şeklinde ifade etmelisiniz. Sevgilinizin sadece ümitlenmek ve
olumlu şeyler duymak istediğini unutmayın.

1 69
Daha işin başından kartlarınızı açık oynamak ve sevgilini­
ze ciddi ilişkiler konusundaki duygularınızı itiraf etmek ister­
seniz, önce kendinizi değiştirmeyi ciddi olarak isteyip isteme­
diğinizi düşünün. Çünkü sadece benim bağlanma korkularım
var demek tüm sorunluluğu karşınızdakine yüklemektir. Yani,
"Seni bu konuda uyardım. Hala benimle olmak istiyorsan bu
senin sorumluluğun" demektir. Onunla sorununuz hakkında
sık sık konuşmanız bir şeyleri değiştirmek istediğinizi işaret
eder. Sevgiliniz kendini bağlanılan, yardım eden, anlayan ve
mümkün olduğunda da iyileştirebilen birisi olarak hisseder.
Eğer bu kişiyi ve ilişkiyi istediğinizden ve kendinizi gerçekten
değiştirmeye hazır olduğunuzdan emin değilseniz, o zaman
sevgilinizi sorunlarınızdan bahsederek kandırmaya devam
edin. Bu durum ilişkinin, içsel bocalama yaşadığınız ve iliş­
kinizle çatıştığınız ileri safhaları için de geçerlidir. Sevgilini­
ze ya da eşinize bağlanma sorunlarınızı ağlayarak anlatmanız
onun ümitlenmesini sağlayacaktır. "Bunu birlikte halledebi­
liriz" diye düşünecektir. Bu tür itiraflar, siz kaçacak açık bir
kapı bulmaya çalışırken eşinizin vazgeçmeyerek ilişkide ısrar
etmesini sağlayacaktır.
Endişe ve duygu karmaşası yaşadığınız süreçlerde ilişki­
nizi bitirmek için dayanılmaz bir arzu duyacaksınız. İlişkinin
başında verdiğiniz tüm sözleri şimdi tutmalısınız. Eşinizin siz­
den beklentileri var. Siz de onu elde ettiniz ve o artık size ait.
Ama o ana kadar susturduğunuz ve engellediğiniz korkuları­
nız ilişkinizin gerçekleşme sürecinde sizi aşmaya başladığında
moraliniz bozulur. Şimdi sorumluluk alarak eşinizin tarafında
olmalı, belirli kuralları ve beklentileri yerine getirmelisiniz.
Ama zorluklardan kaçma arzusu sizi şiddetle ele geçirir. İliş­
kinizin başında yaşadığınız ilk aşk tutkuları ile eşinizi tah­
rik ettiğiniz ve söyledikleriniz için pişmanlık duyuyorsunuz.
Şimdi manevra yapma zamanınız geldi. İster kitabın başında
söz ettiğim çeşitli kaçış yolları olsun, ister lafı gevelemek ol­
sun başvuracağınız her türlü kaçış taktiği verimsiz olacaktır.

1 70
Davranışlarınızın değişmesi eşinizin kalbini daha çok kıracak,
o da aranızdaki mesafeyi kaldırmaya çalışacaktır. Uzaklaşma
arzunuz onda daha fazla yakınlaşma dürtüsü yaratacak ve tüm
taktikleriniz geri tepecektir.
Bu safhada konuşmalarınız çokanlamlılığın ve sahtekar­
lığın doruğuna ulaşacaktır. "Evet, ama . . . " cümleleri artacak,
bahaneler uydurulacak, gerçekler saptırılacak, hiç yoktan olay
yaratılacaktır. Belki de oku eşinize doğrultacak, onun hata­
larının ve zaaflarının ilişkinizi bozduğuna inandığınız için
onu mercek altına alacaksınız. Sizi bu çıkmaza soktuğu için
ona öfke duyacaksınız. İlişkinizde, içinizde ilişkiyi sürdürme­
ye değmediği şüphesini uyandıran sayısız sorunlar olduğunu
keşfedeceksiniz. Giderek artan saldırganlığınızı eşinize yönel­
teceksiniz. Ya da pasif savunmayı tercih eden biriyseniz etra­
fınıza duvarlar örerek eşinizin bu duvarlara çarparak size ulaş­
masını engellemeye çalışacaksınız. Bir daha kapınızdan içeri
giremeyeceği gibi her fırsatta da suratına bir yumruk yiyecek.
Bütün bunların hiç biri adil değil. Emin olun, eşiniz sizin dav­
ranışlarınızdan dolayı inanılmaz acı çekiyor. Eğer kaçmak is­
tiyorsanız lütfen dürüstçe ön kapıdan çıkın. Hissettiklerinizi
eşinize açık seçik anlatın. Onu suçlamayın, çeşitli bahanelerle
kendi ayıbınızı örtmeye çalışmayın. Çokanlamlı ifadelerden
kaçının. "Seni kendime çok yakın hissediyorum ama biraz
daha zamana ihtiyacım var" gibi cümleler çiklet gibi uzaya­
bilen cümlelerdir. Biraz daha zaman ne demektir? Doğru za­
manın asla gelmeyeceğini bildiğiniz halde belli ki sevgilinizi
motive etmek istiyorsunuz. "Seni seviyorum ama sana aşık
değilim" cümlesi de çok sevimlidir. Sizce sevgiliniz bundan
ne anlamalı? Tabii ki aşk duygusu zamanla sevgiye dönüşür
diye düşünecektir. Peki, sorun nerede? Sorun, söyleminizin
"Sana karşı hissettiğim duygular değişti, artık seni yeterince
sevip sevmediğimden emin değilim" şeklinde olmamasında.
Sevgilinizin eksik yönleri olduğunu düşünüyorsanız, "Bunun
seninle bir ilgisi yok" demeyin.

171
Sevgilinize duygularınız konusunda doğru ve dürüst bilgi­
ler vermeye çalışın. Bu da onu kaybetmeyi göze almanız de­
mektir. Tüm taktikleriniz aslında kararsızlığınızın sonucudur.
Açık seçik ve net konuşmalısınız. Sorun, konuşma yeteneğini­
zin olmamasından değil, içinizdeki tutarsızlıktan kaynaklanı­
yor. Bunu kolayca düzeltmeniz mümkün olmayacaktır. Ama
adil davranarak eşinize bir şans daha tanımalı ve onun ilişkiyi
bu şekilde sürdürmeyi isteyip istemediğine birlikte karar ver­
melisiniz. Eşinizin bir gün her şeyin düzeleceği ümidini bes­
lediğinden emin olun. Anlaşılmaz sözlerinizle bu ümidi bes­
leyerek çoğaltıyorsunuz. Ama ancak sizden doğru ve dürüst
bilgiler alırsa ilişkinin potansiyelini gerçekçi olarak değerlen­
dirme imkanı bulur. Kesin olan, gerçekleri tam olarak ifade
etmemeniz ve dürüst olmamanızdır. Eşinizin ise kafası karışır
ama ümit etmeye devam eder. Sizi kaybetme korkusuyla söy­
lemlerinizden en olumlu sonucu çıkarmaya meyillidir. Sizi ele
geçirmeye çalıştığında belki de onu, "Sadece duymak istedi­
ğini duyuyorsun ! Ben öyle bir şey söylemedim, ben ... " diye
suçluyorsunuz. Kandırılan gene eşiniz oluyor. Bu yüzden lüt­
fen duygularınız ve düşüncelerinizin sorumluluğunu üstlenin.
Ve lütfen güvenilir biri olun. Randevularınıza sadık kalın, bir­
den ortadan kaybolmayın ya da randevu saatinden beş dakika
önce mazeret bildirmeyin. Güvenilmez biri olmanız sevgiliniz
için son derece hayal kırıcı ve öfkelendiricidir. Kaçmak için
yapılan bu ani atlatmalar sizi rahatlatmaz, tam tersine ilişki­
nizde stresin artmasına sebep olur.
Açıkça konuşmak size zor gelse bile, bir süre sonra bu­
nun sizin ve eşinizin hayatını kolaylaştıracağını fark edecek­
siniz. Başka fırsatlara açık kapı bırakma stratejiniz, eşinizin
size daha fazla baskı yapmasına sebep olacaktır. Yani tak­
tiklerinizle amaçladıklarınızın tam tersi olacaktır. Bağlanma
korkusu yaşayanlar açıkça "Peki, olur" demekten sadece aşk
hayatlarında değil meslek ve özel yaşamlarının birçok alanın­
da da çekinirler. Daha güvenilir davrandığınızda ve daha net

1 72
konuştuğunuzda ilişkinizin stresten uzak ve daha kolay yürü­
düğünü göreceksiniz. Dürüst davrandığınızda karşınızdakinin
duyduğu anlık hayal kırıklığının, söylediklerinizin hiç birini
yapmadığınızı sonradan fark ettiğinde duyacağı üzüntüden
çok daha hafif olacağını unutmayın. Dürüst davrandığınızda
karşınızdaki belki - mutlaka değil - hayal kırıklığı yaşayacak
ve kızacaktır. Ama daha sonra onu kandırdığınızın, söz verip
yerine getirmediğinizin farkına vardığında aptal yerine kon­
duğunu hissederek daha da çok öfkelenir.
Çocukluktan beri alışılmış olan davranış modelleri ve bi­
çimlerini değiştirmek doğal olarak çok da kolay değildir. İlk
adımı atma cesaretini göstererek, ilişkiler konusundaki davra­
nışlarını, bağlanmaktan kaçtığını, beklentileri kaçarak başın­
dan savdığını, kurban rolü oynadığını ve hatta her türlü bağ­
dan yılan balığı gibi sıyrılarak kaçtığını görebilenler büyük bir
ilerleme kaydetmiş olurlar. Pratikte uygulanacak diğer adım­
lar, kişilerin kendileriyle biraz daha uzun zaman çalışmala­
rını ve alıştırma yapmalarını gerektirebilir. Ama buna değer.
Bunu, bağlanma korkuları ile yüzleşen ve korkularını aşabilen
insanlar da onaylıyorlar. İnsan ancak korkularını anlayarak
bunların bir kısmından kurtulduğunda, duyguları bastırmanın
ve kaçmanın ne kadar fazla enerji gerektirdiğini fark eder. Bu,
yaşamlarında hep eksikliğini duydukları enerjidir. Birdenbire
başkalarına da başka gözle bakmaya başlarlar. Ancak bu yol­
la bağlanma korkusu olan birisinin asla yaşayamadığı, diğer
insanlarla gerçek anlamda bağlılıklar yaşayabilirler. Özellikle
ilişki korkuları gibi derin psikolojik sorunlarda kendi kendine
yardım edebilmenin de sınırları vardır. Korkularınızdan kur­
tulma yolunda ilerlerken tek başınıza bunu başaramayacağını­
zı hissederseniz, konusunda başarılı psikoterapistlerin deste­
ğini almanızı öneriyorum.

1 73
İnsan kurallara sığmaz!
v

BAGLANMAKTAN
KORKANLARIN •

PARTNERLERi
• • • • •

iÇiN ONERILER

GÜÇSÜZ YARDIMCI PİLOTLAR -


BAGLANMA KORKUSU OLANLARIN
EŞLERİ
Şimdi bağlanma korkusu olanların karşılarındaki insanlara,
yani onlarla uzun vadeli ilişki yaşayanlara veya ilişkiye gir­
mek için çeşitli numaralara başvuranlara dönmek istiyorum.
Bağlanma fobisi olanların partnerlerinin ortak yanı, duygula­
rın arasında sıkışarak gidip gelmeleri ve ne yaparlarsa yapsın­
lar ilişkilerinin duygusal çarkını kontrol altına alamamalarıdır.
Ne kendi aşk, endişe ve öfke arasında gidip gelen duygularını,
ne de bağlanma fobisi olan aşıklarının kendilerinden kaçma
duygularını kontrol edebilirler. Kendilerini bir kenara atılmış,
çaresiz, bağımlı ve bilinçsiz hissederler.
Bu bölüm, bağlanma korkusu olan bir insanla yaşanan
ilişkinin partneri açısından ne ifade ettiğini gösterecektir.
Eşlerin kendi duyguları üzerindeki kontrollerini kaybetme-

1 75
lerinin ilişki dinamiğinde oynadığı ana rolü ve bu kontrol
kaybının sonucunda oluşan tipik davranış ve duyguları anla­
tacağım . Çoğu okurun, bazı davranış şekillerini tanıyarak şu
ana kadar bilincinde olmadıkları kendi tepkilerinin aslında
ne kadar tipik olduğunu anlayacaklarından eminim. İlişki­
lerden korkan ve kaçan bir insanla onunla birlikte olmak is­
teyen birisi arasında yaşanan bu oyunun sebep olduğu tipik
davranışları göreceklerdir. Bu bölümde eşlerin sürekli, sonu
gelmeyen ve çoğunlukla dramatik iniş çıkışlar yaşanan bir
ilişkiye olan katkılarını ve bu ilişki dinamiğinden kurtulma­
nın yollarını bulacaksınız.
Eşler için de, kendilerini hüzünle biten mutsuz ilişkilere
bulaştıran davranış modellerini ve tarzlarını anlamaları ve
değiştirmeleri için gerekli olan dokuz adımlık bir kılavuz
hazırladım.
Bu bölüme, bağlanma fobisi olan biriyle tipik bir ilişki ya­
şayan, kendi duygu ve tepkilerini bir eşin bakış açısından an­
latan Petra'nın hikayesiyle başlamak istiyorum.

Bugüne kadar hiç bir erkeğe Markus'a olduğum gibi aşık olma­
mıştım. Bir seminerde tanıştık. Onu ilk gördüğüm anda çok çe­
kici bulmuştum. Çok yakışıklıydı ve konuşmaları, ifade tarzı çok
hoşuma gitmişti. Onun da bana ilgi duyduğu belliydi ve mıknatıs
gibi birbirimize doğru çekildik. Birbirimize aşık olduk.
Ben Köln'de, Markus ise Münih'te yaşıyordu. Bu yüzden sa­
dece hafta sonları buluşabiliyorduk. Hafta içinde her gün telefon­
da konuşuyor ve e-postalarla haberleşiyorduk. Hayatımın erke­
ğini bulduğumdan emindim. O da hep, benim gibi bir kadın aradı­
ğını söylüyordu. Sonunda doğru insanı bulduğuma inanıyordum.
İkimiz de bilgisayar yazılımcısı olarak çalışıyorduk. Altı ay
sonra benim Münih'te bir iş aramama ve birlikte yaşamaya ka­
rar verdik. Münih'te bir firmadan çekici bir iş teklifi almam fazla
uzun sürmedi. Markus'a bu müjdeli haberi verdiğimde, tahmin
ettiğim kadar sevinmemesi beni çok şaşırttı. Taşınma planlarımı
anlattığımda biraz çekingen davrandı. Fikirlerimi ve planlarımı
onaylamakla birlikte, sanki tüm bu girişimler sadece benimle

1 76
ilgiliymiş gibi coşkumu paylaşmıyordu. Kalbim kırılmış ve kafam
karışmıştı. Bunu ona söylediğimde gösterdiği tepkinin stres­
ten ve yorgunluktan kaynaklandığını ileri sürdü. Bu açıklama
beni biraz yatıştırsa da midemdeki kötü hissi duymaya devam
ediyordum. Taşınma günü yaklaştıkça - önce onun yanına ta­
şınmamı kararlaştırmıştık - davranışları iyice tuhaflaşmaya
başladı. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söyleyerek bir
hafta sonu buluşmamızı iptal etti. Artık sadece benim onu ara­
mam ve ona yazmamla da bir dengesizlik oluşmaya başladı.
Kontrolü kaybettiğim duygusuna kapılmaya başladım. Durum
belirsizleşmişti, bir yandan benden kaçıyordu, bir yandan da te­
lefonda ve yazışırken tutkulu bir yakınlaşma yaşıyorduk. Kendi
kendime, "Hayal görüyorsun, ona güven!" diyordum. Ama beni
aramasını rica ettiğim halde aramayı unutuyor ve gün boyunca
sesi çıkmıyordu. Daha önce hiç yaşamadığım davranışlar gi­
derek sıklaşıyordu. Onun aramasını beklemeye, beni kaç kez
kendiliğinden aradığını kuşkuyla kontrol etmeye başladım. Ona
hala aşıktım ve duyduğum tutku giderek takıntıya dönüşme­
ye başlamıştı. Sürekli değişen tavırlarını düşünüyordum. Ona
bunu söylediğimde ise her şeyin yolunda olduğuna dair garanti
veriyordu. Taşınmamdan üç hafta önce ondan bazı açıklama­
lar içeren bir e-posta aldım. "Petra seni seviyorum, ama birlikte
yaşamak fikri içimde bir isteksizlik duygusu yaratıyor. Henüz
buna hazır olmadığımı hissediyorum. Taşınmana çok az zaman
kaldı, bunu şimdi söylemek beni çok üzüyor ama bu olumsuz
duyguyu görmezden gelmem de bir hata olacak. Lütfen beni
anla, birlikte olmaya devam edelim. Seni kaybetmek istemiyo­
rum... " Şok geçirmiştim. Uzun zamandır hissettiğim tuhaf duygu
böylece onaylanıyordu. Taşınmakla ilgili yaşayacağım sorunları
fazla dert etmeyerek, asıl benden uzaklaştığını hissettiğim için
paniğe kapıldım. Öğleden sonra işimden izin alarak Münih'e
onunla konuşmaya gittim. Karşılıklı ağlayarak konuştuk, beni
sevdiğini ama aynı evde birlikte yaşama düşüncesinin onda
boğulma hissi uyandırdığını söyledi. Onu kaybetmekten o ka­
dar çok korkuyordum ki, beni hala sevdiğini ve sorunun sadece
aynı evde birlikte yaşamak olduğunu öğrenince çok sevindim.
Ona, bu konuda onu zorlamayacağıma, hemen kendime bir ev

1 77
arayacağıma söz verdim. Bu davranışıma kendim de şaşırdım.
Büyük ihtimalle eskiden bu kadar kısa süre önce beni ortada
bırakan bir adama "Cehenneme kadar yolun var" derdim.
Sonra Münih'in merkezinde küçük ama kirası aşırı pahalı
olan bir eve taşındım. Bu kadar kısa süre içinde daha ucuz bir
yer bulamamıştım. İlk taşındığımda bir otelde kalarak Markus'u
da zorda bırakmak istememiştim. Sevgilim aynı şehirde yaşa­
dığı için ben de kendimi kötü hissedecektim. Münih'te olduğum
sürece haftada ortalama dört-beş kez buluşuyor ve birbirimizin
evinde kalıyorduk. Markus bazen ayrı yataklarda uyumak istiyor­
du, ben ise asla. Onun uzaklaşma isteğiyle başa çıkamıyordum,
sürekli ağlıyor ve ona ne olduğunu soruyordum. Daha sık kav­
ga etmeye başlamıştık. Beni ona aşırı yapışmakla suçluyordu.
Ben de onu, Münih'e onun yüzünden taşındığım ve aşırı kira
ödediğim bir evde tek başıma oturmak zorunda kaldığım için
suçluyordum. Bu arada çok yakınlaştığımız sevgi dolu anlar da
yaşıyorduk. Neden onunla birlikte olduğumu anlayamıyordum.
Duygusal olarak ondan kopamıyordum ama aynı anda mantı­
ğım bana bu ilişkinin uzun vadede yürümeyeceğini söylüyordu.
Bir aile, çocuklar ve benimle yaşamaktan hoşlanan bir kocam
olmasını istiyordum. Sürekli onu ve ona nasıl aşık olduğumu dü­
şünüyordum. Birlikte olduğumuzda güzel ve bakımlı görünmek
için giysilere ve kozmetik malzemelerine çok para harcıyordum.
Sevecen ve anlayışlı olmaya, özgür olması için ona biraz zaman
tanıyarak fazla üstüne düşmemeye çalışıyordum. Ama bir şekil­
de kalbimi kırmayı başarıyordu. O anlarda çok öfkeleniyordum.
Sözleri ve davranışları kendini benden daha özgür hissettiğinin
kanıtıydı. Örneğin, ben onunla birlikte bir akşam geçireceğimiz
için sevinirken, telefon edip arkadaşlarıyla iş çıkışı gittikleri bir
bara gelmemi istiyordu. Ya da birlikte romantik bir yemek yerken
birdenbire daha fazla yükselme şansı elde etmek için acaba yurt
dışında bir göreve tayinimi istesem mi, diyordu. Veya pazar sa­
bahları onunla güzel bir gün geçireceğim için mutlu uyandığımda
bir arkadaşına bir program yazılımında yardım etmeye söz verdi­
ğini söylüyordu. Buna benzer o kadar çok örnek var ki. Tam tersi
olması gerekirken, kronik bir şekilde onunla daha fazla beraber
olmak ve yakınlaşmak istiyordum. Cinsel yaşamımızda da aynı

178
dengesizliği yaşıyord u k . O n u baştan çı karma k i çin giderek daha
çok çaba harcıyordum. O ise bu konuda nad ire n g iri şimde bulu ­
n u yordu . Artık avuçlarımdan kayıp gittiğini hissediyordum ama
bunu engelleme k için bir şeyler yapma konu sun da çok çaresiz­
d i m . Ne yaparsam yapayım onun kendiliğinden bana yaklaşma­

s ı n ı sağlayamıyordu m . O n u d ah a az aramayı veya te k başıma


prog ram yapmayı den ediğimde de faz l a bir şey de ğ i şmedi . Zaten
ona i htiyaç duyduğum için onu daha s ı k aradığı mda d a du rum
farkl ı değildi . Görüştüğ ü m üz zamanlarda da aram ı zdaki yak ın­
laşma artık eskisi gibi değildi . Giderek içine kapan ıyordu ben de
,
ona eskisi kadar s ı k yaklaş m ı yordum. Görünüşe göre art ı k ben

onu daha çok, o ise beni daha az seviyo rdu. Kıskanç , e vham lı ve
kavgac ı olmaya başlad ı m . Art ı k z ı vanadan çı km ı ş t ı m . Aram ızda
bazı şeyler düz g ü n yü rü m ü yordu ve ben ne yapacağ ı m ı bilmiyor­
du m . Hep aynı noktada d ön ü p du ran boş konu şm alar yapıyo r­
duk. Ben i sevdiği halde özg ü r olmak istediğini değişik şekillerde

ifade ediyordu . Aramızdaki yakın lığın ve g ü ve n duyg u su n u n da


hızla değişti ğini kabul et mek istemiyordu . Kend imi dertlerime faz ­
la kaptırd ığımı iddia ediyordu.
Bir gece sabaha karş ı cep telefo nuna gelen bi r mesaj ı n uya­

rı sesiyle uyand ı m . Hava henüz aydınlanmam ıştı ve heyecandan


kalbim hızla çarpmaya başlad ı . Markus derin uykudaydı . İçimde

kötü bi r his vard ı , bu saatte k i m ona mesaj atardı ki ? Kendimi tu­


tamadım, cep telefonunu kaparak banyoya gittim. Gelen mesaj

şöyleydi : "Partiden şimdi d ö ndüm . Sen i özled i m . S andra" . Kalbim


duracak gibiydi , transa girmiş gibi eski mesajlarına bakarak g ön ­
derdiği mesajları okudum. Kaydedilmiş mesajlar üç hafta öncesi­

ne kadar uzanıyordu . Bu sü re içinde S an dra ile Ma rkus arasında


yoğun bi r mesaj trafiği vard ı . Araları nda bi r şeyler old uğ u an l aşı ­
lıyord u . Bi rço k kez buluşmuşl ard ı ve bu tarihle rde bana söylediği
yalanları h atırlad ı m . İnanı lmaz acı çekiyordum . Ağlam ak m ı yoksa
,
avaz avaz bağırmak mı istediğimi bilmiyordum . O n u uyandı rarak
konuşmaya zorladı m , cep telefonunu kar ışt ırmış olm am u m u ru m ­
da bile değildi. Şiddetli bir kavg a ç ı kt ı , be ni tü m uyarı larına rağ men
ona baskı yapmakla ve ona yapışma kla suçlad ı . Cep telefonunu
karıştırmam bunun e n g ü zel kan ıtıydı. Bu kada r depresif olma­
sayd ı m bana S andra'dan bahsedeceğ i ni söyled i . Bir de kendini

1 79
haklı buluyordu. Çok kırıldım ve endişelendim. Ağlayarak evime
döndüm. Ertesi gün cumaydı, hasta olduğumu söyleyerek işe de
gitmedim. Kötü bir hafta sonu geçirdim, ama artık onu kapıdan
içeri sokmamaya ve her şeyin bittiğine karar verdim. Eğer beni
ararsa onunla yapacağım soğuk ve tarafsız konuşmayı defalar­
ca zihnimde canlandırdım. Ama aramadı. Süre uzadıkça verdiğim
karar giderek gücünü kaybediyordu. Zihnim sürekli neler hissettiği,
beni hala sevip sevmediği, Sandra'nın onun için ne ifade ettiği gibi
konularla meşguldü. Markus beni bir daha aramadı. Cumartesi
akşamı artık daha fazla dayanamayarak arabayla evinin önünden
geçtim. Onunla açıkça konuşmak, bunu neden yaptığını ve neler
olduğunu anlamak istiyordum. Markus evde yoktu. Ona cep telefo­
nundan ulaşmaya çalıştım ama telefonu kapalıydı. O an çıldırmış
gibi oldum, Sandra ile birlikte yatakta olduğunu hayal ettim. Araba­
mı kapısının önüne park ederek beklemeye başladım. Bu arada
onu cep telefonundan sürekli arıyordum. Onun peşinden koşma­
mın büyük bir hata olduğunu biliyordum ama kendime engel ola­
mıyordum. Ne olup bittiğini öğrenmeliydim! Gece saat bire doğru
eve geldi. Onun geldiğini, en önemlisi de yalnız geldiğini görmek,
Sandra'nın evinde kalmadığını bilmek beni birden rahatlattı. Onu
sokak kapısında yakaladım, beni görünce çok şaşırmış ve görü­
nüşe göre pek sevinmemişti. Buna rağmen konuşmayı kabul etti.
Evine girince kendimi daha da kötü hissettim. Bir kaç ay önce bu
eve taşınacağım için ne kadar da çok sevinmiştim. Birlikte kuraca­
ğımız yaşam bu evde başlayacaktı, birdenbire ne olmuştu bize?
Tüm öfkem yok olmuştu, artık sadece üzüntü duyuyordum. Açıkla­
ma yapmasını beklemeden ona ayrılmamamız ve tekrar deneme­
miz için yalvarmaya başladım. Soğuk ve mesafeli davranıyordu.
Bu sahnelerin onu üzdüğünü ama biraz benden ayrı kalmaya ih­
tiyaç duyduğunu söyledi. İlişki güzel bir şeydi, ama onun hayatta
daha önemli öncelikleri vardı, önce işi ve kariyeri ile ilgilenmeliydi.
Şefiyle konuşmuştu ve büyük ihtimalle iki hafta içinde uzun sü­
reliğine ABD'ye gidecekti. Şaşkına dönmüştüm, aşkımızı kulla­
nılmış bir mendil gibi fırlatıp atıyordu. Buna inanamıyordum, ona
beni hala sevip sevmediğini sordum. Bana karşı duyduğu hislerin
değiştiğini, artık beni eskisi gibi tutkuyla sevmediğini ve yaşamını
buna göre yönlendirmek istemediğini söyledi. Son aylarda yaşadı-

1 80
ğımız stres yüzünden bu ilişkiye değmediğine karar vermişti. Peki,
bu Sandra kimdi? Açıkça arada bir buluştuklarını ve seviştiklerini
söyledi. Ona aşık mıydı? Aşk mı dedi, bu çok iddialı bir sözcük,
aşk nedir ki? Hiç stres yaratmadığı için Sandra'dan hoşlanıyordu
sadece. Ayrıca bu beni ilgilendirmezdi, onun problemiydi. Yanlış
insanla konuşuyorum herhalde, benim sevecen, nazik aşkım Mar­
kus'a ne oldu diye uzun zaman düşündüm. Bir kaç ay içinde nasıl
böylesine buz gibi bir canavara dönüşmüştü? Uzun süre ağladım,
o hiç bir şey söylemedi. Sonra saatine baktı, yarın yorucu bir gün
olacağını söyleyerek artık gitmemi rica etti. Ona burada, yanında,
yatağında, kollarında uyumak istediğimi söyledim, durumu kabul­
lenemiyordum. Suratıma bağırmaya başladı, "Neden hala anla­
mak istemiyorsun? İlişkimiz bitti, tamam mı?" Artık kaybettiğimi
biliyordum. Gururumun kalan son kırıntılarını da toplayarak hiç bir
şey söylemeden evini terk ettim.

DUYGUSAL KONTROL KAYBI ­


MANTIGIMIZ, "BİTİR! " DERKEN,
YÜREGİMİZ, "KAL! " DER.
Petra'nın hikayesi, böylesine bir ilişkinin taraflar için
sonu acı biten üzücü ve uzun bir yol olduğunu açıkça göste­
riyor. Bağlanma fobisi olan kişilerle yaşanan tüm ilişkilerde
ilk bölümde anlattığım gibi mutlaka aynı üç evre tekrarlanır.
İki tarafın da eşit olduğu başlangıç döneminden sonra güçler
dengesi değişmeye başlar. Bağlanma korkusu olanlar giderek
bağımsız olmaya, eşleri de bağımlı hale gelmeye başlarlar.
Bağlanma korkusu olan kişiler, duygusal olarak tamamen
güvensiz hale gelen eşlerini artık sevmedikleri veya küçük
gördükleri için sonunda terk ederler. Bu dinamiğin arkasın­
da son derece basit bir mekanizma işler: Eşler artık duyguları
üzerindeki kontrollerini kaybetmişlerdir, bazıları zaten baş­
tan beri kontrol edemezler. Kalp çarpması, içinde kelebekler
uçuşması gibi belirtiler gösteren aşık olma duygusunun, olaya
fazla müdahale edememekle yakın ilgisi vardır. Kitabın ba-

181
şında da anlattığım gibi aşık olma duygusu, sınav korkusuna
veya lunaparkta hız trenine binmeye benzer. Eşitliğe dayanan
bir ilişkide eşler zamanla birbirlerine güvenmeyi öğrenir ve
böylece aralarında bir emniyet duygusu oluşur. Her iki taraf
da eşlerinin kendilerini sevdiğini ve ona güvenebileceğini bi­
lir. İlk aşkın belirtileri kaybolsa da yerine sıcak, güvenli bir
duygu yerleşir. Bağlanma korkusu olanların "hem evet, hem
hayır" şeklindeki düşünce ve davranış tarzları yüzünden eş­
lerinde bu güven duygusu asla oluşamaz. Onlar her zaman
kontrolsüzlük sürecinde kalır ya da başlarda kendine güvenen
Petra gibi sonradan hızla bu sürece doğru sürüklenirler. Ken­
di yaşamını kontrol edebilmek ve güven duymak varoluşsal
ve psikolojik bir gereksinimdir. Bu gereksinim, aynı şekilde
varoluşsal olan bağlanma gereksinimi ile birleşir. Bir aşk iliş­
kisine girerek bağlanma gereksinimini karşılayan herkes belli
bir ölçüde kendini emniyette hissetmek ve eşine güven duy­
mak ister. Bunun aksi ise korkutucu bir durumdur. Kontrol
kaybı, yani diğerini kaybetme korkusu, tutku duygusunu ola­
ğanüstü boyutta tetikler. "Canı isterse! " diyerek rahatlamak
varken, güvensizlik eşlerin çoğunda tam tersine dürtüler yara­
tarak duyulan arzuyu arttırır. Bunun altında son derece insani
bir duygu olan kontrolü tekrar ele geçirme gereksinimi yatar.
Eşini kendine bağlamayı amaçlamak aslında kontrolü tekrar
ele geçirmeyi hedeflemek demektir. Kontrol gereksiniminin
itici gücü çeşitli sebeplerle güçlenir. Kim sevdiği insanı kay­
betmek ve terk edilmek ister? İşte bu düşünce insanda kor­
ku ve acı uyandırır. Korku ve acı tutkuyu en fazla ateşleyen
duygulardır, özlem duymaya, daha doğrusu sapkın bir özlem
duygusuna sebep olurlar. Bağlanma korkusu olanların eşleri­
nin yaşadığı kontrolü kaybetme korkusu aşk duygularını aşırı
oranda çoğaltır. Bu çok basit ama çok etkili olan mekanizma­
yı çoğu kişi kendi yaşamında da hissetmiştir. İnsanın sürekli
ayaklarına kapanan bir sevgili hiç heyecan verici değildir. Di­
ğerini kaybetme korkusu monotonlaşmış bir ilişkiyi yeniden

1 82
canlandırabilir. B iraz kıskançlığın zararı yoktur sözü boşuna
söylenmemiştir. Hissedilen kontrol kaybı arzuları arttırır.
Yakınlık ve mesafe, bağımlılık ve bağımsızlık, güven ve
kontrol kaybı ilişkilerde önemli rol oynarlar. En kusursuz iliş­
kilerde bile bazen biri daha fazla yakınlaşmak veya uzaklaş­
mak, bazen bağımsız olmak bazen de daha fazla bağlanmak
ister. B u duygular kişisel karakterlere ve yaşam şartlarına göre
değişir. Aradaki fark, kusursuz ilişkilerde hareket alanının faz­
la geniş olmaması ve bu derece tek taraflı olmamasıdır. (Bu
konuyla ilgilenen okurlara Dean C. Delis ve Cassandra Phil­
lips'in, "Eğer beni seversen, ben seni sevmem" adlı kitabını
öneririm). Bağlanma korkusu yaşanan birlikteliklerde bunun
tam tersine ilişkinin sınırları belirlenmiştir. Kontrol, bağlan­
ma korkusu yaşayan tarafın elindedir. Böylece güçlü olan da
(kendi içinde böyle hissetmese bile) odur. Eşi ise kontrolünü
kaybetmenin ve çaresizliğin acısını çeker.

HERKES DELİREBİLİR
Profesyonel ve amatör çevrelerce sürekli tekrarlanan konu,
eşlerin bu tür bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerden kolayca
kopamadıklarıdır. Kendilerini uzun süre eşlerinin kötü mua­
melesine ve morallerini bozmasına maruz bırakarak çocuk­
luklarında öğrendikleri ilişki modelini sürdürürler. İlişkilerin­
de çocukluk travmalarını tekrarlayarak yeniden yaşarlar. Bu
fenomen psikolojide "tekrarlama zorlantısı" olarak adlandı­
rılır ve bağlanma korkusu olanların eşlerinin davranışlarının
yegane tipik açıklamasıdır. Örneğin, babası tarafından hiç bir
zaman kabul görmeyen ve onaylanmayan bir kız çocuğu ye­
tişkin olduğunda kendisine aynı babası gibi davranan bir er­
keği eş olarak seçer. Çoğu uzmanın psikolojik bakış açısına
göre kadının bilinçsizce yaptığı bu davranışın altında, babası
ile yaşadığı mutsuz ilişkiyi tekrarlama ama bu defa babasını
(yani eşini) kontrol altına alarak ilişkisini mutlu sona ulaştır­
ma arzusu yatar. Mutlu son, eşinin kimliğindeki "babanın"

1 83
küçük kızı, yani kadını yüreğinde taşıyarak ona sevgi, şefkat
ve saygı göstermesidir. Aynı durum anneleriyle kötü ilişkiler
yaşayan erkekler için de söz konusudur.
Çocukluk deneyimlerini yetişkinlikte yaşanan aşk ilişkile­
rine taşımak sık rastlanan ve tartışmaya yer bırakmayan psi­
kolojik bir olgudur. Daha sonraki bölümlerde buna tekrar de­
ğineceğim. Ama bunun mutlaka yaşanması gerekmez. Çocuk­
luklarındaki davranışlarına bir anlam vermek için kıvranan
sayısız kadın ve erkekle karşılaştım. Bağlanmak istemeyen
eşlerini bırakamayan insanlar kendi davranışlarının sağlıklı
olmadığını hissederler. Kendilerinin en büyük eleştirmenleri
gene onlardır. Mantıkları onlara, ilişkilerinin son derece sağ­
lıksız olduğunu, onlara zarar verdiğini ve daha da kötüsü ken­
dilerini aptal yerine koydurduklarını söyler. Karşılarındakileri
ellerinde tutmak için başvurdukları numaralar genellikle yapı­
cı değil yıkıcıdır. Bunun güzel örneği, Petra'nın, onu son anda
evsiz ve ortada bırakan Markus gibi bir adama "Cehenneme
kadar yolun var!" demeyi düşünememesidir. Petra, Markus 'un
peşinden koşmasının aptalca bir hareket olduğunun farkınday­
dı. Böylesine bir ilişkinin içinde sıkışıp kalan insanlar, kendi
davranışlarını incelemeye ve zayıf davrandıkları için kendi­
lerini yargılamaya çok zaman harcarlar. Onlardan, "Kendimi
tanıyamıyorum ! ", "Kendimden bunu asla beklemezdim ! " gibi
sözleri sık sık duyarız. Bağlanma korkusu olanların değişken
davranışlarına karşı kendileri de dengesiz davranmaya başlar­
lar. Mantıkları, "Bu işi bitir ! " derken, yürekleri, "Kal ! " der.
Mantıkları onları, ilişkilerini sürdürmekte ısrar etmekle olaya
sağlıksız katkılarda bulunduklarını düşünmeye yöneltir. İliş­
kilerinden kurtulabilmek için kendilerini daha iyi tanıyarak
iyileşmeyi ümit ederler. Bağımlılıklarını tanımlayan psikolo­
jik açıklamalar bulmaya çalışırlar. Ebeveynleriyle olan iliş­
kilerini inceleyerek kendi davranışlarını anlamaya çalışırlar.
Hayat hikayelerindeki karanlık noktaları bularak ve özümse­
yerek kendilerini baskı sonucu oluşan davranışlarından kur-

1 84
tarmayı ümit ederler. Çocukluklarına yaptıkları bu yolculuk
bazılarının hiç işine yaramaz. Anne ve babaları şefkatli, ilgili
ve sevecen insanlardır. l 8 yaşındayken hamsterlerinin ölme­
si dışında hiç bir kötü çocukluk anıları yoktur. Ama bugün
böyle davrandıklarına göre mutlaka yolunda gitmeyen bazı
şeyler olmuştur. Çoğu bu konuda bazı açıklamalar bulur. Hiç
kimsenin çocukluk dönemi mükemmel değildir, ebeveynlerin
de zaafları vardır. Bu kişiler anlamaya çalıştıkları çocukluk
deneyimleri ile boşuna vakit kaybederler, çünkü kendilerine
acı çektiren ilişkilerini koparamazlar, ayrıca kendilerini daha
da hasta ve kötü hissederler. Bu yüzden, ebeveynlerle yaşanan
ilişkilerin bağlanma korkusuyla yakın ilgisi olduğunu ama bu­
nun mutlaka böyle olması gerekmediğini de altını çizerek tek­
rarlamak istiyorum. Kendilerine güvenen, mutlu bir çocukluk
geçirmiş kişiler de aynı travmatik çocukluk anıları yaşayan­
lar gibi ilişki kapanına kısılabilirler. İşte yukarıda anlattığım
kontrol kaybının işleyişi en mantıklı ve aklı başında insanla­
rı bile delirmenin eşiğine kadar getirebilir. Bağlanma fobisi
olanların eşlerinden bazılarının bu şekilde davranma neden­
lerinin geçmişte yaşadıkları ile bağlantılı olduğunu tespit et­
mek olayın boyutlarını küçültemez. Her iki şekilde de, bundan
etkilenen kişilerin kötü çocukluk deneyimleri olsa da olmasa
da, kontrolün kaybedilmesi önemli bir rol oynar. Takip eden
sayfalarda duygusal kontrolü kaybetmenin işleyişini ve bunun
eşler üzerindeki semptomatik belirtilerini anlatacağım.

DUYGUSAL KONTROL KAYBI VE


EŞLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Duygusal kontrol kaybının, bağlanma fobisi yaşanan bir
ilişkinin en temel belirtisi olduğu söylenir. Bu kontrol kay­
bı, gücün ve güçsüzlüğün eşit olmayan, dengesiz dağılımına
sürekli eşlik eder. İlişki korkusu olmayan taraf kural olarak
daima diğerinden daha bağımlıdır. Bağlanma sorunu yaşan-

1 85
mayan ilişkilerde de az sayıda da olsa eşit olmayan güç dağı­
lımına rastlanır. Özellikle de bu, bir tarafın diğerini daha az
sevdiği durumlarda görülür. Aşağıdaki açıklamalar dengelerin
bozuk olduğu tüm ilişkiler için belli bir ölçüde geçerlidir.
Güç ve kontrol dengesizliği en çok bağlanma sorunu yaşa­
nan ilişkilerde göze çarpar. Her iki tarafın da bağlanma kor­
kusu varsa, biri daha baskın olduğu için bağımlı, güçsüz eş
rolünü o üstlenir. Diğeri ise kontrolü elinde tutan taraftır. Bu
tip iki insanın eşit şartlarda olması, her ikisinin de aynı ölçüde
yakınlık ve mesafe gereksinimini duyması düşünülebilir ama
bence bu pratikte pek mümkün değildir. Bunun biraz da, aynı
soruna sahip olan eşlerin hepsine bu işin aynı oranda cazip
gelmemesi ile ilgisi vardır.

DUYGUSAL KONTROL KAYBI


NASIL ANLAŞILIR?
Duygusal kontrolünü kaybederek ilişkinin yenilen tarafı
olan eşler ilişkilerini kurtarmak için daha fazla mücadele et­
meye başlarlar. Bu gidişat sonucunda, bağlanma sorunu olan
kişilerle beraber olanların ya da bir zamanlar onlara aşık olan­
ların çok iyi bildiği bazı tipik sendromlar oluşur.
• Zihinlerinin zorunlu olarak ilişkileri ve eşleri ile meş­
gul olması - "Sadece seni düşünüyorum."
• Duygusal dengesizlik - "İlişkimiz hız trenine binmek
gibi ! "
• Büyük bir aşk ve tutku hissetmek - "Hayatımda hiç
böylesine aşık olmadım ! "
• Daha çekici olmaya çalışmak - "Senin için her şeyi ya­
pabilirim."
• Sorular sormak, yapışmak, şikayet etmek - "Allah kah­
retsin, benimle konuş ve karar ver ! "

1 86
• Kendini değersizleştirmek - "Nerede hata yapıyo­
rum?"
• İlgi alanlarını kaybetmek ve kendine zarar veren davra­
nışlarda bulunmak - "Bu beni mahvediyor".

EŞLERDE GÖRÜLEN SEKİZ BELİRTİ VE


ETKİLERİ
Bu bölümde bağlanma korkusu yaşayanların eşlerinin gös­
terdiği belirtileri ve etki mekanizmalarını anlatacağım.

1 . "Sadece seni düşünüyorum. " -


Zihinlerinin zorunlu olarak ilişkileri ve
eşleri ile meşgul olması
Bağlanma korkusu olanların eşlerinin ilişkileri konusunda
ayakları yere basmaz. Duygusal olarak havalarda gezerler.
Bağlanma korkusu olan insanlar çelişkili ve öngörülemeyen
davranışlar sergilerler. Eşleri de sürekli birbiriyle çatışan iki
mesaj alırlar: "Benimle yakınlaş ! " ve "Benden uzak dur! " Bu
yüzden asla rahat edemezler. Ya sürekli terk edilme veya al­
datılma korkusu içinde yaşarlar ya da görüntüde güvenli gibi
gözüken ama aslında kendilerini yalnız hissetmelerine neden
olan ilişkilerini sürdürürler. Eşlerinin davranışları konusunda
doğru tahminlerde bulunamazlar. Bu güvensizlik ve belirsiz­
lik onları, devamlı eşlerinin davranışları konusunda düşün­
mek zorunda bırakır. Bu çelişki karmaşasını teşhis edebilmek
için bir sistem, bir düzen, net bir mesaj ararlar. Zihinlerinde
hep aynı düşünce döner durur: Beni nasıl buluyor? Beni se­
viyor mu? Beni ne kadar seviyor? Neden hep böyle davranı­
yor? Buna benim bir payım var mı? Başkasıyla birlikte olsay­
dı daha mı farklı davranırdı? Ne demek istedi? Dürüst mü?
Bu sorulara cevap bulabilmek için geçmişte yaşanan olayları
mercek altına alarak, ayrıntılarıyla incelerler. Özellikle kadın-

1 87
lar bu konuları kadın arkadaşlarıyla saatlerce tartışırlar. Eş­
lerin konuşacak başka konularının olmaması ve çevrelerinin
bundan sıkılarak onlara sinirlenmesi bağlanma fobisi yaşanan
ilişkilerin sık rastlanan bir yan etkisidir.
Bütün bu derin düşüncelerin hedefi kendilerine güven ve
öngörü sağlayabilmektir. Bunu yapabilmek için bağlanmak­
tan kaçan eşlerini anlamaya çalışmaları gerekir. Halbuki onlar
sadece eşlerinin davranış modellerini ve gizli kodlamalarını
anlamak için kafa yorarlar. Bağlanma fobisi olan insanların
karmaşık davranışlarını ve söylemlerini ortak paydada birleş­
tirmek mümkün olmadığı için bu ümitsiz bir girişimdir.
Bağlanma korkusu olan kişilerin eşlerinde uyandırdıkları
güçlü duygular bu zoraki zihin meşguliyetini hızlandırır. Çün­
kü eşler, beslendikleri azıcık sevgiyle asla doyamadıkları için
sürekli sevgi açlığı çekerler. Hasretleri asla giderilemez, sade­
ce ara sıra yapılan sevgi gösterileriyle hayatta tutulabilir. Bu
sorunu yaşayan birisi bu durumu, "Ölmek için çok, yaşamak
için az" sözü ile tanımlamıştı. Duygusal kontrolün kaybedil­
mesi sürekli yaşanan bir aşk ve acı yaratır. Eşler, güçlü bir
düşünce girdabının içine düşerler. Düşüncelerine engel ola­
madıkları için de çok öfkelenirler. İlişkinin onları esir aldığını
hissederler, bir düğmeye basarak düşüncelerini durdurmayı
arzularlar.
Sevilen kişi üzerinde dönen bu derin düşünceler labiren­
tinin yanı sıra birçok eşin tökezleyerek takıldığı başka bir
düşünce tarzı daha vardır. Eşler, bağlanma korkusu olanların
davranışlarının özgüvenlerini zedelemesine bir açıklama bu­
lamazlar ve kendilerine, "Ben nerede hata yaptım?" sorusu­
nu sorarak kendilerini suçlarlar. Büyük bir enerji harcayarak
kendi hatalarını bulmaya çalışırlar. Bir kaç hata buldukların­
da da kendilerini daha kötü hissederler. Güvensizlik duygusu
ve yaşadıkları gerginlik, bir kısır döngüye girmiş gibi ilişkiye
daha da zarar veren duygusal patlamalara yol açar. Bağlan­
ma korkusu olanların kararsız davranışları eşlerinin zaaflarını

1 88
daha da besler. Kıskançlığa eğilimi olanlar böyle bir ilişkide
fazlasıyla şüpheci davranırlar. Fazla tez canlı tipler sürekli si­
nirlenerek adeta çıldırırlar. Melankolik tipler ise hep depresif
yaşarlar. Bağlanma korkusu olan kişilerle ilişkiye giren özgü­
vensiz insanlar, kendileri için duydukları endişe ve suçluluk
duyguları içinde kaybolup gitme tehlikesiyle karşılaşırlar.

2 . "İlişkimiz hız trenine binmek gibi!" -


Duygusal dengesizlik
Bağlanma korkusu yaşayanların eşleri aynı güçsüz yardım­
cı pilotlar gibi onların yakınlaşma ve uzaklaşma manevraları­
na bağımlı olarak yaşarlar. İdareyi bir türlü ellerine alamazlar.
Duyguları hız trenine binenlerin duyguları gibidir. Bağlanma
korkusu yaşayan eşleri yakınlaşma dönemindeyse onlar da
mutludur, o uzaklaştığında onlar da üzülürler. Yakınlaşma ar­
zularının sık sık engellenmesi onları çok kızdırır. Mutluluk
veren aşk duyguları bir anda endişe ve öfkeye dönüşür. Ça­
resizlikleri dengelerinin bozulmasına sebep olur. Güven duy­
gularını tamamen kaybederler. Sevdikleri insana karşı duy­
dukları içlerini kemiren şüphe yüzünden kuruntulu, kıskanç,
öfkeli ve depresif insanlar haline gelirler. Kendileri olmaktan
çıkarlar. Böylece çoğu bu kısır döngüyü bilinçli olarak kö­
rükler. 37 yaşındaki mimar Frank şöyle anlatmıştı: "lana ile
her buluşmamda gevşemeye ve soğukkanlı davranmaya karar
veriyordum. Onu ancak böyle elde edebileceğimden emindim.
Onu kendi silahıyla vurarak kendiliğinden bana yaklaşması­
nı istiyordum. Ama daha bir saat bile geçmeden kayıtsızlığı
karşısında kalbim kırılarak öfkelenmeye başlıyordum. Artık
ben, o aşık olduğu Frank olmaktan çıkıyordum. Ama mesafeli
davranışlarıyla da başka türlü başa çıkamıyordum."
34 yaşında bir memur olan Brigitte ise, "Martin'le birlikte
olana kadar hayatımda hiç böylesine bir duygu cehenneminin
içine düşmemiştim. İki gün ondan ses çıkmadığında hemen

1 89
endişeleniyor ve depresif oluyordum. Başka hiç bir şey düşü­
nemiyor, başka bir işle uğraşamıyordum. Sonunda aradığında
ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu. Sanki ruh halim onun
davranışlarına bağlıydı. Ben aslında bu değilim - bu işten kur­
tulmak istiyorum" diye anlatmıştı.

3 . "Hayatımda hiç böylesine aşık olmadım!" -


Büyük bir aşk ve tutku hissetmek
Duygusal kontrol kaybı cinsel afrodizyak gibidir. Bağlan­
ma korkusu olanların dayanılmaz bir cazibeleri vardır. Bumu­
na havuç uzatılan bir eşek gibi, eşler de hep yeni bir "atıştır­
malığın" peşinden koşarlar. Duydukları aşkı onları kaybetme
korkusuyla gözlerinde büyütürler. Büyük aşklar hissedenler
genellikle mutsuz olanlardır. Carmen operasında Don Jose,
elde edemediğimi seviyorum diye yakınır. Sanat ve edebiyatta
bu dramatik olayın sayısız örneğini görebiliriz. İşte bağlanma
korkusu olanların eşleri de aşk, acı ve tutku dolu böylesine
bir dramın içine hapsolmuşlardır. Bu arada yükselen adrena­
lin biyokimyasal yanıltmacalara sebep olur. "Büyük aşk" kav­
ramıyla karıştırılan aslında güvensizlik ve öngörü eksikliği,
yani korkudur. Bu yüzden insanlar, eşlerinin ve ilişkilerinin
değerini inanılmaz şekilde gözlerinde büyütürler. Aşık olma
duygusu yüksek adrenalin yüzünden uzun zaman devam eder.
Eşler çok özel, eşi benzeri olmayan aynı zamanda trajik bir
büyük aşk yaşadıklarına inanırlar. İşte bu yanlış yargı, sonun­
da her şeyin iyi olacağına dair duydukları sarsılmaz inançla
sıkı sıkıya bağlantılıdır. Büyük aşkın büyüsünün ve yabani bir
ot gibi içlerinde büyüyen umudun birleşmesi sonucunda eşler
savaşmaktan vazgeçmezler. Yine bir kısır döngü oluşur. Bir
hisse senedini zarar ettiğinizi kabullenip doğru zamanda elden
çıkarmazsanız yatırım yapmaya devam etmek zorunda kalır­
sınız. İşte aynı bunun gibi mutsuz bir aşka ne kadar çok yatı­
rım yaparsanız, hatanızı anlamanız o kadar zorlaşır. Bu dram

1 90
içinde dramdır. Yaşam kıymetlidir. Üzerinden on yıl geçtikten
sonra, tüm bu yıllar boyunca boşuna acı çekmiş olduğunuzu
anlamak, bu kaybı bir yıl sonra yaşamaktan daha üzücüdür.
Bağlanma korkusu olanların eşleri duydukları aşkın eşsiz
ve benzersiz olduğuna inanırlar. Bu aşk, günlük hayatta karşı­
laşılan hiç dramatik olmayan, sıradan ve can sıkıcı ilişkilerden
çok farklı, dramatik, karmaşık ve romantik bir aşktır. Sarhoş
eden tutkularını ve endişeli çöküşlerini, "aşklarının gizemi"
olarak tanımlarlar. Bu idealleştirme, bağlantı korkusu yaşa­
yanların eşlerinin aslında zayıf olan hafızaları tarafından da
desteklenir. Acı çektikleri dönemler, uğradıkları sayısız hayal
kırıklıkları ayrıca sevdiklerinin küstah ve saygısız davranışları
hafızalarından silinir, ama çok daha nadir yaşadıkları tutkula­
rın doruk noktalarını hatırlarlar.

4 . "Senin için her şeyi yapabilirim. " -


Daha çekici olmaya çalişmak
Bir eş, sevdiğini elinden kaçıracağını sürekli hissetmeye
başladığında en sık görülen tepki görüntüyü güçlendirmektir.
Eşlerin, duygusal kontrolü tekrar ele geçirebilmek için çekici­
liklerini arttırmaları gerekir. Hem dış görünüş olarak hem de
içsel nitelikleri açısından hep iyi yanlarını göstererek eşlerini
ellerinde tutmak kendilerine bağlamak isterler.

Ayna, ayna : Bağlanma fobisi içeren ilişkilerde kadınlar da


...

erkekler gibi dış görünüşleri için olağanüstü çaba harcarlar.


Bir danışanım yaşadıklarını , "Hayatımın hiç bir döneminde,
çok mutsuz olmama rağmen Julian'ı elimden kaçırmamak için
savaştığım dönemdeki kadar güzel görünmemiştim. Her za­
man süsüme düşkündüm ama o dönemde buna aşırı önem ve­
riyordum. Julian 'ın zayıf kadınları beğendiğini bildiğim için
haftada iki gün spor salonuna koşuyor, vücudumda bir dirhem
bile yağ olmaması için kuş kadar yemek yiyordum. Ayrıca

191
kendime benimle birlikte alışverişe gelen bir moda danışmanı
buldum. Devamlı saçlarımı, manikürümü, pedikürümü yaptı­
rıyordum, tümüyle bakımlıydım. Julian ' la buluştuğumuz za­
manlarda mükemmel görünüyordum, en azından kendimin iyi
yanını ortaya çıkarmıştım. Herkesin gözü üstümdeydi, sokak­
ta erkekler kadar kadınlar da dönüp dönüp bana bakıyorlardı.
Ama hep daha çekici, daha cazibeli olmak istiyordum. Her­
kesten daha güzel olursam bana sonsuza kadar aşık olacaktı"
diye anlatmıştı.

Seni anhyorum: Diğer kişiyi kendine bağlamanın bir başka


yolu ona karşı fazlasıyla anlayışlı olmaktır. Eşleri, bağlanma
korkusu olanların sorunlarını paylaşmakta çok sabırlıdırlar.
İşlerinde, aileleriyle ya da arkadaşlarıyla yaşadıkları sorun­
ları anlattıklarında eşleri onları saatlerce dinler ve yardımcı
olmaya çalışırlar. Anlayışlı olmak insanları birbirine bağlar.
Bu yolla onlara kendileri için ne kadar önemli olduklarını gös­
termeye çalışılır. Ancak sorunlar konuşulduğunda eşleriyle
yakınlaşabildikleri için bu konuşmalardan keyif alırlar.
Eşleri geç kaldığında, haber vermediğinde, acımasız dav­
randığında veya onları aldattığında hep anlayışlı olan, özür
dileyen hep onlardır. Beraberlikleri kolayca bitebileceği için
eşlerin çoğu böyle olaylar karşısında kıyameti koparmaz. Ya
da olay çıkarırlar ama sonunda gene affederler ve bu durum
sürekli tekrarlanarak sürüp gider.
İlişkide oldukları kişilerle problemlerini konuşabilen bağ­
lanma korkusuna sahip insanların sayısı az değildir. Bağım­
sızlık dürtülerini, yaşadıkları duygu karmaşasını, yıkıcı eği­
limlerini eşleri ile tartışırlar. Ve eşleri onları anlayışla dinleye­
rek iyileşmelerine yardımcı olmaya çalışırlar. Hatta bazı eşler
bağlanma korkusu olanların yaşadıkları sorunlar konusunda
adeta uzmanlaşmıştır. Bu daha çok, bu korkunun etkilenen ki­
şinin kendisi veya eşi tarafından fark edildiği durumlarda ger­
çekleşir. Eşlerin konuyla ilgili kılavuz kitapları okumalarına

1 92
ve intemette araştırma yapmalanna sık rastlanır. Öğrendikle­
rini coşkuyla paylaşır ve bu sorundan etkilenenlere okumalan
gereken bazı kitaplar tavsiye ederler. Bu arada bağlanma kor­
kusu olan eşlerinin sorunlan üzerinde çalıştığını ve her şeyin
düzeleceğini ümit ederler. Bağlanma korkusu olanlan çoğu
dik kafalıdırlar. İlişkilerde "hasta" taraf olmak istemezler. Ay­
nca onların görüşüne göre özgürlük arzulan son derece haklı,
ilişkiler konusundaki düşünceleri de doğrudur. Sonuç olarak
dönüp dolaşıp aynı yere gelinir, eşlerinin arzusu üzerine daha
sağlıklı bağlanabilmek için davranışlannı düzeltmek zorunda
kalınca fobilerini giderek artar. Onlar aslında bunun tam ter­
sini, yani daha fazla özgür olmayı ve artık bağlanmamayı ar­
zularlar. Eşlerinin isteklerini yardım olarak değil, tam aksine
bağlı olduklan zinciri biraz daha kısaltmaya yarayan ısrarcı
bir talep olarak algılarlar.

İlgi alanlarım paylaşmak: B ağlanma fobisi olanların eşle­


rinin çoğu yeni hobiler ve ilgi alanlan edinirler. Eskiden son
derece sıkıcı bulduktan konulara birden bire coşkulu bir ilgi
duymaya başlarlar. 32 yaşındaki Sybille, 48 yaşındaki edebi­
yat eleştirmeni Manfred' in sık sık uğradığı kafede garsonluk
yapıyordu. Sybille, çekiciliği ve güzelliğiyle Manfred' i büyü­
lemişti. Manfred gibi kültürlü ve yakışıklı bir adamın kendi­
sine ilgi duyması da Sybille'in gururunu okşamıştı. Başlarda
Manfred aralarındaki kültür farkının sonradan sorun yarataca­
ğını düşündüğü halde kendini Sybille' in çekiciliğinden kurta­
ramamıştı. Aralannda macera olarak başlayan ilişki süreklilik
kazandı. Dünyayı pespembe gördükleri çılgın bir ilk aşk döne­
minden sonra, Manfred'in daha ilişkileri başlamadan duyduğu
endişeler tekrar canlanmaya başladı. Onun dünyasını bilmeyen
Sybille ile konuşurken artık canı sıkılmaya başlamıştı. Sybille
de Manfred' i kaybedeceğini hissediyordu. Bu yüzden de gide­
rek daha çok baştan çıkancı davranmaya başlamıştı. İç çama­
şırlarına çok para harcıyor, kendini geliştirmek için tüm boş

1 93
vaktini intemette dolaşarak geçiriyordu. O güne kadar bilme­
diği dünya edebiyatını kısa sürede okumak ona imkansız gel­
diği için sadece kitapların içeriğini kısaca özetleyen eleştirileri
okuyordu. Manfred bunu dokunaklı bulduğu halde Sybille'in
kendisine giderek daha bağımlı hale geldiğinin farkındaydı. Bu
yüzden de ona olan ilgisini yavaş yavaş kaybediyordu. İlişki­
leri biraz zoraki sürüyordu. Sybille aşk acısı çekiyor, duygusal
kontrolünü kaybetmenin bütün belirtilerini gösteriyordu. Man­
fred ise, Sybille'e uzun vadeli bir gelecek sunmak istemediği
ve onu oyaladığı için kendini suçlu hissediyordu.
Bağlanma korkusu olanlar ilgi alanlarına inatla bağlı ol­
dukları için eşleri de onların yakınında olabilmek için aynı
konularla ilgilenmeye başlarlar. Aynı hobilere sahip olmak
insanları yakınlaştırır. Özellikle kadınlar eşleri uğruna kendi
hobilerini arka plana atmaya çok meyillidirler. Elele tutuşarak
birlikte seyredebilecekleri bir futbol maçı ya da araba yarışı
birden cazip bir hal alabilir. Eşlerinin arkadaş çevrelerini ken­
di arkadaşlarına tercih ederler, önemli olan eşleriyle birlikte
olmalarıdır.
Dışardan bakılınca insana son derece anlamsız gelen bu
davranış biçiminin itici gücü, duyguların kontrolünün kay­
bedilmesidir. Duygularını kontrol edemeyenler aşırı şekilde
çaba göstermeye hazırdırlar. Bağlanmaktan kaçınan eşlerini
yola getirebilmek için kendilerinden en iyisini yaratmaya çalı­
şırlar. Kendilerini biraz daha parlak gösterebilmek için gayret
gösterirler. En şık elbiselerini giyerler, en zor yemekleri ya­
parlar, yapacakları akıllı ve esprili yorumları önceden plan­
larlar. Zihinlerinde buluşmanın nasıl gideceği üzerine çeşitli
senaryolar yazarlar.

Fedakarlık: Diğerini kaybetme korkusu eşleri sürekli fe­


dakarlık yapmak zorunda bırakır. Eşlerine tamamen uyum
sağlayarak, kendi arzularını, gereksinimlerini, düşüncelerini
ve ilgi alanlarını giderek daha fazla inkar ederler. Eşlerinin

1 94
isteklerine göre davranabilmek ve aralarındaki hassas uyumu
korumak için ciddi uğraşlar verirler. Bağlanmaktan korkanlar
genellikle uzlaşmak için taviz vermezler ve eşlerini anlayabil­
mek için fazla çaba harcamazlar. Bağlanma korkusu olanların
katılığı, eğilip bükülmemeleri eşlerini uyum sağlayacak kadar
esnek davranmaya yöneltir. Tartışma çıkmasını istemedikleri
için öfkelerini yutmak zorunda kalırlar. Haklı taleplerini net
ve açık olarak söylerlerse bağlanma korkusu olan eşlerinin
korkup kaçacağından endişe duyarlar. Kendilerini onlardan
daha değersiz ve yaralanmaya müsait görürler. Tek arzuları
eşlerinin sevgisini kazanarak garantiye almaktır. Bastırdıkları
öfkelerini içlerinde biriktirerek basit şekillerde dışa vururlar.
Aslında çok net duygular olan öfke ve saldırganlık, tehdit edi­
ci oldukları ve ilişkileri zorlaştırdıkları için genellikle bastı­
rılır ve bilinç dışında değişime uğrarlar. Bastırılan öfke ge­
nellikle üzüntüye, depresyona ve yakınmaya dönüşür. Kavga
etmezler, kendilerini acındırarak şikayet ederler. Kendini de­
ğersiz hisseden eşlerin sürekli yakınmaları bağlanma korku­
su olanların tam da en hassas noktalarına dokunur. Eşlerinin
mutluluğundan sorumlu olmaktan nefret ederler. Bu onlara
çok sıkıntı verir ve kendilerini iyice geri çekerler. İşte o zaman
eşleri onlara daha çok yapışmaya başlar. Kaçan eşini kaybet­
memek için her şeyini feda etmeye hazırdır. Paniğe dönüşen
terk edilme korkusu uyumlu olma baskısını arttırır. 42 yaşın­
daki bankacı Angela bu durumu somut olarak ortaya koydu:
"Üç yıldır Sebastian ile birlikteyim. Kulağa aptalca geliyor
ama korku dolu bir üç yıl geçirdim. Sebastian' ın bana ihtiyacı
yoktu. Mutlu olmak için sadece işine ihtiyacı vardı. Beni sev­
mesi için buluştuğumuz günlerde mükemmel görünmeye özen
gösteriyordum. Aklı çok kolay karışırdı. Bana çok az zaman
ayırdığından yakındığımda gerginleşir ve hemen içine kapa­
nırdı. B ir daha da bu konuya değinemezdim. B ir keresinde son
anda bir randevuyu işini bahane ederek iptal ettiğinde şikayet
etmek yerine yutkunmayı ve susmayı tercih ettim. Sebastian

1 95
zorlanmaktan nefret ettiği için ben de ona ihtiyacı olan öz­
gürlüğü veriyordum. Benimle mutlu ve memnun olması için
istediği her şeyi yapıyordum. Adeta kendimi kaybedercesine
ona uyum sağlamıştım." Neden böyle yaptığını sorduğumda,
"Onu kaybetme korkusu içimi yakıyordu. Onsuz yaşayamaya­
cağımı hissediyordum. Bir adam için böyle duygular hissede­
ceğimi asla tahayyül edemezdim. Onun gideceğini düşünmek
ölüm gibiydi" diye cevapladı.

5 . "Bana sadık mısı n ? " - Kıskançlık


Bağlanma korkusu yaşayanların eşleri duygusal kontrol­
lerini kaybedince insana ıstırap çektiren bir yan etkinin, kıs­
kançlığın etkisi altına girerler. Bunun tek istisnası, ilişkileri­
ne duygularını katmayan ama başka erkekler veya kadınlar
tarafından da baştan çıkarılamayan kişilerin eşleridir. Fazla
ateşli olmamaları eşlerini rahatlatır. Yalnızlık hissederler ama
kıskanç değillerdir. Bağlanma korkusu yaşayanların da zaten
hepsinin gözü dışarıda değildir. Aralarında sadakati ciddiye
alanlar da vardır ve eşleri onlara güvenir. Bu durumun dışın­
da, kıskançlık potansiyellerini keşfetmek isteyenler için en
doğru adres bağlanma korkusu olan bir eştir. Bağlanma fobisi
yaşanan bir ilişkinin üstüne kurulduğu balçık zeminde kıs­
kançlığın her türü ve rengi dal budak sarar. Katrin bu durumu
kendinle dalga geçerek şöyle anlatmıştı: " Fabian'la birlikte
olduğum dönemde gizli ajan gibiydim. Gizli harekatlarımı ya­
parken kendime "Mossad" kod adını koymuştum (İsrail gizli
istihbarat teşkilatı). Bu harekatta neler yoktu ki, cep karıştır­
malar, cep telefonu casusluğu, araba ve telefon kontrolleri v.b.
Bir gün kendimi onun iç çamaşırlarını incelerken yakaladı­
ğımda gerçekten deli olduğumu düşündüm ama gene de ona
haksızlık yaptığımı düşünmüyordum. Davranışımı, onun orta­
da olmayışı ve içimde hissettiğim garip duyguya dayandırarak
son derece haklı buluyordum."

1 96
Pet ise şöyle anlatıyordu, "Sürekli sinirliydim. Amelie çok
güzel bir kız ama flört etmeyi çok sever. B ir partiye gittiği­
mizde belli etmeden sürekli kiminle konuştuğunu, nasıl dav­
randığını kontrol etmekle meşgul olduğum için partinin key­
fini çıkaramıyorum. Başka birinden hoşlanıp hoşlanmadığı
konusunda ipuçları aramakla meşgulüm. Telefonu çaldığında
kimin aradığını anlamak için hemen kulak kesiliyorum. Konu­
şurken başka bir odaya giderse gizlice peşinden giderek neler
konuştuğunu dinliyorum. Tek başına bir yere gittiğinde başka
biriyle tanıştığını hayal ediyorum. İçimde sürekli beni aldattı­
ğına ve onu kaybedeceğime dair kronik bir duygu taşıyorum."
Bağlanma korkusu olanlar kendilerini eşlerine hiç bir za­
man tam olarak açmadıkları ve hep bir açık kapı bıraktıkları
için ilişkilerinde kıskançlık yaşanması kaçınılmazdır. Bu açık
kapı yüzünden dışarıdan birilerinin ilişkiye sızması her zaman
ihtimal dahilindedir. Eşlerin çoğu da bunu acı içinde tahmin
eder ve hisseder. Daha önce "savunma stratejisi olarak kaçış"
bölümünde de bahsettiğim gibi bağlanmaktan korkanlar eşle­
rini aldatmaya veya ikili ilişkiler yaşamaya çok uygundurlar.
Çoğu olayda eşlerin kıskançlığı boşuna değil, son derece haklı
ve yerindedir.
Ama kıskançlık duygusunu tamamen reddederek ve bas­
tırarak bu sorunu çözen eşler de vardır. Sürekli aldatıldıkla­
rı kulaklarına fısıldanan ama gerçeklerin üstünü kapatarak
bağlanma korkusu olan eşlerine körü körüne güvenen eşler
de vardır. Yapılmaması gereken şeyler zaten olmamıştır diye
düşünürler. Ama ihanet ortaya çıktığı zaman dünyaları yıkılır.

6. "Allah kahretsin, benimle konuş ve


karar ver!" - Sorular sormak, yapışmak,
şikayet etmek
Bağlanma korkusu yaşayanların kendilerini dolambaçlı
yollardan ve çelişkili şekilde ifade ettiklerinden bahsetmiştim.

1 97
Ama eşlerinin iletişimleri de bozuktur. Eşler ilişkiyi ellerine
geçirmek isterler, duygusal kontrollerini kaybettikleri için tüm
çabaları daha fazla güvende olmaktır. Eşleri ile ilişkileri hak­
kında konuşmaları gerektiği açıktır. Eşlerin, kendini güvende
hissetmeyen tarafın sorduğu tüm soruları yanıtlamaları gere­
kir. Güvensizlik duyan eş mutsuz ilişkisi yüzünden düşünme
yeteneğini tamamen kaybettiği için ilişkiyle ilgili nesnel konu­
ları konuşmak zorlaşır. Önce ilişkinin açıklığa kavuşturulması
gereklidir. Ama doğal olarak bağlanma korkusu olanların iç­
lerinde açıklık kavramı pek yoktur. Bu tarz konuşmaları daha
ziyade zorlayıcı ve tedirgin edici bulurlar. Ama eşleri netlik
istemekte ısrar eder. İlişki konusunda hem genel olarak hem
de bazı özel olaylar hakkında soracak çok fazla sorusu vardır.
Genel sorular, "Senin için ne kadar önemliyim, gelecek konu­
sunda ne gibi hayallerin var?", "Bana sadık mısın?", "Bir aile
kurmak istiyor musun?" ve tabii ki, "Beni seviyor musun?"
Özel sorular ise genel soruların cevaplarına göre şekillenerek
yaşanan özel olaylar doğrultusunda, "Neden arkadaşlarınla
buluşmak senin için benimle birlikte olmaktan daha önemli?",
"Haftaya Pazar gününü baş başa geçirebilir miyiz?", "Müdü­
rünle şu fazla mesai konusunu konuşamaz mısın?", "Dün gece
eve neden o kadar geç geldin?", "Şu kadını/adamı beğeniyor
musun?" şeklinde devam eder. Bağlanma korkusu olan kişi bu
sorular karşısında kendini çapraz sorguda gibi hissederek, hiç
hoşlanmadığı ve direncini alevlendirdiği halde sürekli kendini
savunmak ve haklı çıkarmak zorunda hisseder.
Tabii iş sadece soru sormakla da bitmez. Bağlanma fobisi
yaşanan ilişkilerde suçlamalar ve sitemler günlük olaylardan
sayılır. Bağlanma fobisi olanların eşlerinin içindeki hayal kı­
rıklığını ve öfkeyi provoke etmeleri sözsel (bazen de fiziksel)
şiddet doğurur. Karşılarındakileri suçlarken hangi yolu kulla­
nılacağı ise eşlerin karakterine bağlıdır. Bazıları kinayeli ko­
nuşmakla yetinirken, bazıları avaz avaz bağırarak konuşurlar.
Korkaklar ve tartışmalardan kaçınan tipler ise susarak üzün-

1 98
tülerini ve öfkelerini içlerine atarlar. Karşılarındakileri daha
fazla reddetme riskine girmez istemezler, zaten problemler
hakkında konuşmayı da sevmezler. Bu daha çok erkekler için
geçerlidir. Suçlamalarını dile getirmezler. Ama öfkelerini bo­
şaltmaları gerektiğinden ilgisiz durumlarda öfke patlamaları
yaşarlar. Sessizce acı çekenler basit olaylar karşısında olağa­
nüstü asabi tepkiler gösterirler. Örneğin biraz süt dökülse kı­
yametler kopar. "Fedakarlık" başlıklı paragrafta da yazdığım
gibi bastırılan öfke depresyonlara ve her şeyden yakınmaya
yol açar. Bazı eşler ise o derece uyum sağlarlar ki ağızların­
dan bir kelime dahi duymazsınız. Kronik olarak tartışmadan
kaçınanların sıkıntıları çoğunlukla hastalık gibi psikosomatik
yollarla dışa vurur. (Bu geniş kapsamlı konuya fazla girmek
istemediğimden sadece bastırılan saldırganlığın ve psikoso­
matik rahatsızlıkların birbirleriyle yakın ilişkisi olduğunu söy­
lemekle yetiniyorum.)
"İlişkimizin yürümemesinin ve kendimi kötü hissetmemin
tek sebebi sensin! " cümlesi tüm eşlerin ortak ifadesidir. Ken­
dilerini kurban gibi hissederler. Verdikleri sözlü ya da sözsüz,
"Kendimi iyi hissedebilmem için değişmelisin ! " mesajı daima
"Sen-merkezcidir". Yakınmak, şikayet etmek, söylenmek, ba­
ğırmak, ağlamak, susmak, geçimsizlik ve sürekli sorular sor­
mak en büyük özellikleridir. Ama bunların sonuçlarının eşlerin
çıkarına olmadığı açıkça bellidir. Bağlanma sorunu olanların
ilişkilerin genellikle yorucu, bunaltıcı ve zorlayıcı olduğu ko­
nusundaki inançları da böylece doğrulanmış olur. Alışık ol­
dukları gibi kaçarak, saldırarak ve donup kalma refleksleriyle
savunmaya geçerler. Konuşmanın bir faydası olmadığını anla­
yan eşler ise bazen bambaşka bir araç olan mektubu kullanırlar.
Tüm üzüntülerini, hayal kırıklıklarını ve duygularını yazıya
dökerek bu yolla daha iyi sonuçlar elde edeceklerini umarlar.
Eşlerin yüce duyguları etrafında dönüp dolaşan söylemler
her zaman ben merkezcidir. En üst sırada "Seni seviyorum ! "
yer alır. Ama genellikle eşlerini ne kadar çok sevdiklerini, ne

1 99
kadar çok özlediklerini, her şeyin düzelmesi için gerçekten
derin bir arzu duyduklarını yeteri kadar ispatlamayı başara­
mazlar. Bu davranışları da en az suçlamaları kadar bağlanma
korkusu olan eşlerinin sinirini bozar. Özellikle de bu itirafların
sonunda, "Sen de beni seviyor musun?" sorusu sorulduğunda.
Kendilerini yine köşeye kıstırılmış, suçlu ve çaresiz hissetme­
ye başlarlar. Derin bir nefes alarak kısa süreliğine bile olsa
uzaklaşmak isterler.

Bağımsız Olmak bir Çözüm mü? Kendi bildiğini okuyan eş­


lerini zapt etmek için aldıkları önlemler bir işe yaramadığında
çoğu karşı saldırıya geçer. Bağımsız davranarak üstünlük sağ­
lamaya çalışırlar.
Bağlanmaktan kaçan eşin zaman konusunda karar vermek
istememesi bağlanma fobisi yaşanan ilişkilerde çok sık görü­
len bir problemdir. Karar vermek onları gerginleştirdiği için
önceden plan yapmayı sevmezler. Bu da eşlerinin taleplerinin
artmasını sağlar. Örneğin Cuma akşamı boş olup olmadıkla­
rına Çarşamba gününden karar vermek istemezler. Sevgilileri
ise Cuma akşamı birlikte olmalarını çok arzu etmelerine rağ­
men ısrar ederlerse onların hırçınlaşacaklarını bilirler. Onlar
da, bağlanma korkusu olan sevgililerinin olumlu bir cevap ver­
mesini ümit ederek Cuma akşamlarını boş bırakırlar. Bu insa­
nı yorar ve kızdırır. Sevgililerinin başka bir program yapması
umurlarında olmadığından ve birlikte geçirebilecekleri bir ge­
ceden kolayca vazgeçebildiklerinden bağlanmaktan korkanlar
daha üstün durumdadır. Bu yüzden karar vermeyi rahatlıkla
ertelerler. Sevgilileri ise, o akşam bir arkadaşıyla buluşmak
veya evde yalnız kalmak istemediklerinden bağımlı bir pozis­
yondadırlar. Bağlanma korkusu olanların plansız davranmaları
eşlerine kendi planlarını yapabilmeleri konusunda dezavantaj
sağlar. Eğer bağlanma korkusu olan eşlerinin Cuma akşamı
için karar vermesini beklemez ve Çarşamba gününden başka
bir arkadaşlarıyla randevulaşırlarsa o akşam sevgilileriyle bu-

200
luşmaktan da yoksun kalmış olurlar. Buna karşılık son ana ka­
dar Cuma akşamı için haber beklerlerse evde tek başına oturma
ihtimalleri oldukça yüksektir. Diğer zamanlarda evde oturmayı
sorun etmeseler bile, içine kapanık olan eşler bir türlü bağla­
namayan sevgilileri onlarla birlikte olmayı tercih etmediği için
büyük bir yalnızlık duygusuna kapılırlar.
Beraber yaşayan kişiler ayn yaşayanlar gibi birbirlerini
görmek için randevulaşmak zorunda olmadıkları halde, za­
man kararlaştırmak isteksizliği onların arasında da problem
yaratır. Yukarıdaki örneği ele alırsak, bağlanma korkusu olan
birinin tek başına hafta sonu için plan yapmasında ayrı evlerde
veya birlikte yaşamak önemli değildir.
Bağlanma korkusu olanlar bir hükümdar gibi davranarak
yakınlaşma ve uzaklaşma konusunda plan yapma üstünlüğünü
kendilerinde görürler. Bu davranışları sonucunda eşleri de ar­
tık kendilerini onlar için feda etmemeye ve kendi işlerine bak­
maya niyetlenirler. Birçoğu bundan sonra eşleri kendilerinden
uzaklaştığında sakin ve rahat olacaklarına karar verirler. 37
yaşındaki avukat Frank gibi egemenliklerini ilan ederler. Bir­
çoğu da Frank gibi bu iyi niyetlerinde başarılı olamazlar. Ken­
dilerini istedikleri kadar bağımsız davranarak dışarı atsınlar
bu konuda asla bağlanma korkusu olanları geçemezler. Özgür
olma senaryoları bumerang gibi geri teper. Bağlanma korkusu
olanlar kendilerini hep bağımsız hissettikleri için eşlerinden
daha avantajlıdırlar. Çaresiz eşler ise sadece tepki göstermek
için böyle davranırlar. "Yeni bağımsızlık" daha az yara almak
ve bağlanma korkusu olan eşlerini manipüle etmek için kendi­
lerinin yarattığı bir stratejidir. Asıl istedikleri bu değildir. Asıl
istedikleri bağımsız olmak değil eşlerine daha yakın olmaktır.
Kendileri ile verdikleri mücadeleyi başarıyla uzun süre de­
vam ettiremezler. Daha sık itiraz edip, daha seyrek görüşür
ve umursamaz davranırlarsa bağlanmaktan korkan eşlerinin
bundan rahatsız olarak onlara daha fazla ilgi göstereceğini
ümit ederler. Onları kendi silahlarıyla vurmak isterler. Ama

20 1
bağlanma korkusu olanlar yönlendirildiklerini hissetmekte
ustadırlar. Eşlerinin onları kandırmaya çalıştığını hemen se­
zerler. Aslında ruhen çok zayıf ve kolay idare edilebilen kişi­
lerdir. Etraflarına çizdikleri sınırlar, ilişkilerde üstünlüğü kay­
betmemek için aldıkları bir savunma önlemidir. Yapı olarak
olağanüstü şüpheci insanlardır. bu yüzden de eşlerinin birden
değişen davranışlarını yutmazlar ve onları sınamaya başlar­
lar. Özellikle kayıtsız kaçınmacılar aradaki mesafeyi koruma
konusunda fazlasıyla katı olduklarından eşlerine bir santim
bile yaklaşmazlar. Eşlerinin onlara zaten ters gelen bu değişik
davranışlarına asla inanmazlar. Yani eşleri boşuna çaba harca­
yarak sinirlenir. Yeni takındıkları "rahat" tavırlar kısa bir süre
sonra acıklı sahneler, gözyaşları ve suçlamalarla sona erer.
Suni olarak yaratılan bu uzaklaşma, bu derece katı bağlan­
ma korkuları olmayanlar da ise istenilen sonucu verebilir. Te­
daviye cevap vererek daha güvenilir olabilirler. Eşleri daha gi­
rişimci davrandıkları ve yakınlaştıkları için çok sevinirler. Bu
sevinçle de esas niyetlerini unutarak dikkatsizce davranmaya
başlarlar. Kendilerini ne kadar bırakırlarsa bağlanma korkusu
olanların uzaklaşma arzuları da o kadar su yüzüne çıkmaya
başlar. Ve oyun yeniden baştan başlar.

7. "Nerede hata yapıyorum? " -


Kendini değersizleştirmek
Bağlanma korkusu olanların ilişki kurma şekilleri eşlerinin
özdeğer duygularını rahatsız eder. Sürekli reddedilmeye da­
yanmak zorundadırlar. Mantıkları onlara sorunun kendilerin­
de değil eşlerinde olduğunu söylese de duydukları acı onlara
kişisel olarak reddedildikleri sinyalini verir. Ne yazık ki ruhu­
muz, "bu senin suçun değil" uyarısına değil, hissettiği "isten­
miyorsun" sinyaline cevap verir. Ruhumuz belirsiz mesajları
yanlış değerlendirir. Endişe duyduğumuzda daima duygular
kazanır. Mantığımız daha detaylı ve dikkatli çalışarak, "bu-

202
nun seninle bir ilgisi yok" dese de duygularımız bunu, "Beni
istemiyor" şeklinde duyar. Bu yüzden duygularımız sürekli
mantığımıza, "Neyi daha iyi yapabilirim?" sorusunu yöneltir.
Bu soru, bir şeyleri yanlış yaptığımızı içerir ve kendimizden
şüphe duymamıza yol açar. Bu arada hata arama sistemimiz
iki yönlü çalışır. B irincisi, "Nerede hata yapıyorum? Ya da
senin tümüyle yanımda olmanı sağlamak için neyi daha iyi
yapmam gerekiyor?" İkincisi ise, "Beni sürekli hayal kırık­
lığına uğrattığın ve aklımı karıştırdığın halde seni neden bı­
rakamıyorum?" Her iki soru da aslında eşlerin kendi gerçek
ve varsayılan zaaflarıyla yoğun şekilde uğraşmalarını sağlar.
Bu hata arayışının ve kendine güvensizliğin büyüklüğü, eşle­
rin ilişkiye kattıkları temel özdeğer duygularının boyutlarına
bağlıdır. İnsanın kendinden şüphe duymaya yatkın olması bu
değişken sinyalleri daha da güçlendirir. Kusursuz ve sağlam
özdeğer duygusuna sahip insanlar da zaaflarını özenle gözden
geçirme dürtülerine karşı duramazlar.
Probleme başka bir cepheden de yaklaşılabilir. Eşinin is­
teklerini yerine getirmeye ve ona iyi yanlarını göstermeye ça­
balamak da aynı düşünce tarzının beslediği bir duygudur. Sü­
rekli beğenilmek için kendimi düzeltmeliyim. B ağlanmaktan
kaçan biriyle uzun yıllar süren mutsuz bir ilişki yaşayan bir
danışanım, ona kendinden şüphe duymaktan bahsettiğimde
böyle bir duyguyu hiç hissetmediğini söylemişti. Hep kendi­
ne, "Neden böyle davranıyor?" diye sormuştu. Eşinin bağlan­
maktan neden bu kadar çok korktuğunu ve kaçmaya çalıştığını
analiz etmeye çalışmıştı. Eşinin onu daha çok beğenmesi için
uğraşıp uğraşmadığını sorduğumda ise, "Hem de nasıl ! Beni
arzulaması için yapmadığım kalmadı" diye cevap vermişti.
Aslında kendinden duyduğu şüphe mükemmellik çabasının
altında yatıyordu. Eğer kendini yeteri kadar değerli bulsaydı
bu kadar çaba harcar mıydı?
Kendinden şüphe etmek bağlanma sorunu yaşanan bir iliş­
kinin sadece sonucu değil aynı zamanda çözüm arayışıdır.

203
İnsan önce, sonradan onları ortadan kaldırabilmek için kendi
hatalarını ve zaaflarını tanımlar ve eşinin "ne evet, ne hayır"
söylemini net bir evet'e dönüştürmesini ümit eder.
İlk soruda kendini yeteri kadar harap ettikten sonra iliş­
kinin daha ileri bir safhasında ikinci bir soru belirir. "Neden
ondan kopamıyorum?" Bu ıstırap verici soru da aynı birinci­
si gibi insanı boşluğa sürükler. Çoğu insan bu bağımlılığının
ruhsal bir bozukluktan mı ileri geldiği yoksa gerçekten bu bü­
yük aşkın etkisi altında mı kaldığı konusunda kararsız kalır.
Bazı eşler ise daha birinci soruda takılıp kalırlar ve karşı­
larındakinin bir sorunu olduğu akıllarına dahi gelmez. Bunlar
çoğunlukla çocukluklarından beri varsaydıkları zaafları yü­
zünden kimsenin onlara uzun süreli ilgi göstermesine alışık
olmayan insanlardır. Bağlanmaya en çok eğilimi olan eşler,
tedirgin ve saplantılı bir bağlanma tarzını içselleştirmiş olan­
lardır. Bazı eşler ise her iki soruyla kendilerine eziyet ederler.
Mantıkları onlara sorunun kendilerinde değil karşılarındakin­
de olduğunu söyler. Ama diğer yandan kendilerinden şüphe­
leri olduğu için, belki de başkalarının bağlanma korkusu olan
eşleriyle daha düzgün bir ilişki kurabileceğini hatta onu iyileş­
tirebileceğini düşünürler. Bu kitabı okuyan birçok kişi, eşinin
bağlanma korkusu olup olmadığı veya onu yeteri kadar sevip
sevmediği soruları yüzünden acı çekecektir.
Kişinin kendinden şüphe duyarak ve mükemmel olma­
ya çalışarak incinen ve kırılan egoları iyileşmek ister. Ama
nasıl? Ancak eşinin onu çok sevdiği ispat edildiğinde. Ama
bağlanma korkusu olanların ortadan kaybolma taktikleri
yüzünden bunu ispat edebilmek için her defasında yeniden
savaş vermeleri gerekir. İncinen egoları ne pahasına olursa
olsun kazanmak ister ve sürekli "yüzük" takmak için müca­
dele verir. Egonun incinmesinin bu soru ile sıkı bir ilişkisi
vardır. Görüntüde bir çok eş büyük aşklarını ve sevdikleri
tarafından terk edilme korkularını hissederler. Ama bunun
altında yatan asıl duygu hasarlı özdeğerlerinin iyileşmek

204
istemesidir. Narsistik belirtiler gösteren insanların sevildik­
lerini ispat edebilmek için daha fazla savaşmaya eğilimleri
olduğu çok açıktır. Sevdikleri onlardan kaçtıkça içlerindeki
av ateşi alevlenir. Ama bu çözüm yolunu deneyen eş maa­
lesef oltaya takılır. Yaralı egolarının iyileşmesini bağlanma
korkusu olan eşlerine yansıtırlar. Yaralarını onlar sarmalıdır.
Yani ilişkileri için ön saflarda savaşmaktan ve sürekli darbe
almaktan bıkıp usanmazlar.

Mutsuz bağlılık. Özdeğer ve aşk: Bu davranışın asıl sebebi,


insanın sevilip sevilmemesinin kendi elinde olduğunu kabul
etmesidir. Bu kabullenme tüm aşk konularında tescil edilmiş
bir yanlış ve köklü bir düşünce hatasıdır. Birisi size aşık oldu­
ğunda bunu kendi hanenize bir başarı olarak kaydeder ve ken­
dinizi olduğundan daha değerli görürsünüz. Kendine güvenen
insanlar bunu bir onay olarak kabul eder. Özgüven sahibi in­
sanların çok azı, "Bu insan bana aşık olduğuna göre herhalde
bende bir şey var" diye düşünür. B u düşüncenin psikolojik
sonucu, birinin size aşık olmasının özgüveninizi arttırmasıdır.
Aşkın başarısızlığa uğraması kişisel başarısızlık olarak değer­
lendirildiğinden bu aşkı kaybetmek kişinin özgüven duygusu­
nu derinden sarsar. Birçok kişinin özgüveni eşlerinin gösterdi­
ği yakınlık yüzünden bir azalıp bir çoğalır.
Gerçek olan ise şudur: Birisine aşık olan ve yıllarca onu
sevebilen kişi temelinde sevme yeteneğine sahip bir insandır.
Mantıkla izah edilemeyen sebeplerden dolayı (tesadüfen) bana
aşık oldu. Bana rastlamasaydı başkasına aşık olacaktı. Bu in­
sanın bana aşık olmaması, benim sevgiye layık olmadığımdan
veya onun sevme yeteneğinin olmamasından değildir. Sadece
bana aşık olmamıştır o kadar, bana da bir gün bir başkası aşık
olur. Buna karşılık kendilerini yeteri kadar tanımayan ciddi
bağlanma sorunları olan kişiler kendilerini yiyip bitirseler bile
bu sorunlarını çözemezler. Birisinin size aşık olup olmama­
sının genellikle zannedildiği gibi sizin kişiliğinizle bir ilgisi

205
yoktur. Bu, diğerinin eğilimleri, zaafları, güçlü yanları ve psi­
kolojik hasarları ile ilgilidir.
Birisinin sizinle ilgilenip ilgilenmemesinde sizin de etki­
niz olduğu tartışılmaz. Cazibe, sevimli özellikler ve belirli
yetenekler insanı çekici kılar. Hayalinizde şöyle bir adam
canlandırın: 37 yaşında bir müzisyen. Ortalama bir çekiciliği
var ama hoş görünmek için çaba harcıyor. Düzenli spor ya­
pıyor, her gün duş yapıyor ve tıraş oluyor ve giyimine özen
gösteriyor. İyi bir müzisyen olarak kalabilmek için günde
dört saat çello çalarak alıştırma yapıyor. Politikayla ilgilen­
diğinden her gün gazeteleri okuyor. Ayrıca bazen bu konuda
kendinle mücadele etse de ahlaki sorumluluk içinde davran­
maya özen gösteriyor. Bütün bunları varlığına bir anlam ve
şeref kazandırmak ve belirli bir yaşam standardına ulaşmak
uğruna yapıyor. Kendinden memnuniyet duyması onu mü­
zik, politika ve ahlak konularında kendini geliştirmeye yön­
lendiriyor. B unu önemli olduğuna inandığı için yapıyor. Ve
bu adam daha önceden tanıdığı, kendisini bir arzulayan, bir
arzulamayan bir kadına aşık oluyor. Bu onu gerginleştiriyor.
Kadının onu her zaman istemesi için ne yapması gerektiğini
düşünüyor. Daha esprili, sevecen, cömert ve atletik olmaya
çalışıyor. Daha büyük bir araba satın alıyor. Yemek pişirme
yeteneklerini geliştirmeye uğraşıyor. Ona hediyeler alıyor.
Bütün bunları kadının kendisine daha fazla aşık olması için
yapıyor. (Daha doğrusu bütün bunları kendini daha iyi his­
setmek için, yani kendisi için yapıyor). Ama tüm çabalarına
rağmen ulaşmak istediği hedefe varamıyor. Kadın değişken
davranışlarını sürdürüyor. Bu adamın suçu mu? Nerede hata
yaptı? Kendini parçalamasının hiç bir faydası olmadı. Tüm
bu düşüncelerden çıkarılacak sonuç nedir? İnsanın bakımlı
olması, yeteneklerini geliştirmesi, huylarının bilincine var­
ması ve kişisel olarak gelişmeye çalışması güzeldir. Ama
bunlar başkalarının sizi beğenmesi için yapılmamalıdır. İnsa­
nın değeri, başkalarının beğenileri ile ölçülemez.

206
8 . "Bu beni mahvediyor" - İlgi alanlarını
kaybetmek ve kendine zarar veren
davranışlarda bulunmak
Sağlık ve işin yanı sıra hayat kalitesini yükselten temel
öğelerden biri de mutlu aşk ilişkilerdir. Beraberliklerde kriz
yaşandığında tüm yaşam alanları da gölgelenir. Kişiler sade­
ce belirli zamanlarda değil sürekli mutsuz ve memnuniyetsiz
yaşarlar. Özellikle bağlanma fobisi yaşanan ilişkiler kaygan
zeminlere inşa edildikleri için eşler hızla mutsuzluk girdabına
kapılırlar. Kronik bir güvensizlik duygusu hissederler. Bağ­
lanma sorunu yaşanmayan ilişkilerde ise kriz süreçlerinde eş­
lerin geçmişte yaşadıkları güzel anılar o anda yaşanan krizde
onlara güç verir. Onlara güven, mutluluk ve bağlılık sağlayan
bir ilişkileri vardır. Birlikte mutlu yaşamaya muktedir olduk­
larını deneyimledikleri için geçmişlerinden güç alırlar. Bağ­
lanma korkusu yaşayan çiftler de ise bu temel güven eksiktir.
İlişkilerinin başından beri içlerini kemiren şüpheleri vardır.
Hiç bir zaman tam bir güven duygusu hissetmemişlerdir. İliş­
kilerinin temelleri çürüktür ve eşleriyle ortak bir bazları yok­
tur. Sürekli kriz sürecinde yaşarlar. Her ikisi de sürekli tökez­
leyip sendelerler ama ne gidebilirler ne de tam anlamıyla bir­
birlerine bağlanabilirler. B ağlanma korkusu olanların ikilemi
her ikisini de çıkmaza sokar. Çıkarlarına uygun kararlar ala­
bilmeleri fazlasıyla yaşam enerjisi harcayarak savaşmalarına
bağlıdır. İlişkilerinde yaşadıkları gerginlik, korku ve üzüntü­
nün yatıştırılması gerekir. Güven ve korunma duygularının bir
şekilde kompanse edilmesi ve toparlanmak için duyguların da
dinlendirilmesi önemlidir. Bağlanma fobisi yaşanan ilişkile­
rin yarattığı bir yan etki de teselliyi başka yerlerde aramaktır.
Bu fobiden etkilenenlerin sevgiye olan açlıkları zaten tiryaki­
si oldukları maddelere olan bağımlılıklarını daha da arttırır.
Bu bağımlılıkların en başında gelenler sigara, alkol, yemek,
alış veriş, kumar ve bilgisayar oyunları ve iştir. Daha önce­
leri onlara mutluluk veren, kitap okumak veya bir film sey-

207
retmek gibi uğraşlara odaklanamazlar. Kontrolü kaybetmeleri
yüzünden sürekli gergindirler. Bir danışanım, "Eskiden hafta
sonları saatlerce kitap okumayı, vitrinlere bakmayı, mağaza­
ları gezmeyi ve sinemaya gitmeyi çok severdim. Bu mutsuz
ilişkiye takılıp kaldığımdan beri, hiç bir şeye odaklanamıyo­
rum ve sevdiğim şeyleri yapma isteğim kalmadı. Evin içinde
kaplan gibi dolaşarak litrelerce kahve ve çok sigara içiyorum.
Bir kitap okumak yerine öfkemi yatıştırmak için ya kız arka­
daşlarımla saatlerce telefonda konuşuyorum ya da anlamsız
bir şekilde temizlik yapıyorum. Akşamları mutlaka bir kaç ka­
deh şarap içiyorum, yeni alışkanlığım bu. Ama dürüst olmam
gerekirse gerginliğimi en azından bir kaç saat yatıştıran tek
çıkar yol şarap içmek" diye anlatmıştı.
Başka birisi ise sevgilisi tarafından her reddedilişinde bir
alış veriş krizine giriyordu. Erkek bir danışanım da sık sık
içkiye sığınmaya başlamıştı. Bu yüzden terapiye geliyordu.
Konuşmalarımızdan ortaya çıkan, bir aile kurabilmek için
evlenmek istediği bir kadın tarafından yıllarca oyalanmış ol­
duğuydu. Bağımlılıkların en iyi tarafı kısa süreliğine yardım­
cı olmalarıdır. Eşler sürekli çaresizlik duygusu ile yaşamaya
dayanamazlar ve içlerinde bir süreliğine de olsa bu duyguya
karşı yardımcı olacak bir şey bulma dürtüsü uyanır. Sigara­
ya, alkole sarılmak, alış verişe çıkmak, yemek, çalışmak veya
oyun oynamak insanı kısa süreliğine teselli edebilir.

BAGLANMA KORKUSU OLANLARLA


EVLİLİK - KABULLENENLER VE
HAYALPERESTLER
Tüm eşler, bağlanma korkusu yaşanan bir ilişkiye kontrol
kaybının belirtileri yüzünden girmezler. Bu tür ilişkilerin içine
yerleşerek yaşayan eşler de vardır. Ya ilişkiyi boyun eğerek
kabullenmişlerdir ya da hayalperesttirler. Evlilik veya uzun sü­
reli ciddi bir ilişki, kabullenmek veya hayal kurmak için uygun

208
bir zemin hazırlar. 5 1 yaşındaki Wolfgang'la yirmi yıldır evli
olan 44 yaşındaki Anna'nın hikayesi klasik bir örnektir. İlişki­
lerinin başında Wolfgang, sevecen ve Anna'ya kendini sevdir­
mek için her türlü yola başvuran bir adamdı. Evlendikten sonra
ise tüm tutkusu hızla azaldı, soğuk ve mesafeli tabiatı ortaya
çıktı. Wolfgang sokulgan biri değildi, fazla yakınlaşmaya ihti­
yaç duymuyordu. Kızları Britta ve Melanie bir buçuk yıl arayla
dünyaya geldiler. Anna'ya evliliğinde bulamadığı sıcaklığı ve
sevgiyi verdiler. Evliliğinde kendini yalnız hissetmesine rağ­
men çocuklarıyla oyalanıyordu. Tüm enerjisini annelik rolüne
harcıyordu. Wolfgang hafta içinde genellikle iş gezilerinde ol­
duğu için Anna, onun kendisini aldattığından şüpheleniyordu.
Bu konuda fazla şey bilmek de istemiyordu. Wolfgang maddi
açıdan ailesine iyi baktığından Anna bazı lükslerini karşılaya­
biliyordu. Hata sonları evde olduğu zamanlarda da sevgi dolu
iyi bir babaydı. Anna bunların değerini biliyor ve çocuklarının
bir ailesi olsun istiyordu. Bu yüzden Wolfgang'dan ayrılmıyor
elindekilerle yetinerek memnun olmaya çalışıyordu. Durumu
tevekkülle kabullenmişti.
Hayalperest eşler ise ilişkilerindeki üzücü gerçekleri ya
çok az ya da tamamen görmezden gelenlerdir. Eğer Anna bir
hayalperest olsaydı, Wolfgang'ın istikrarlı davranışlarına, ai­
lesine sağladığı güvene, işindeki başarısına ve çocuklarıyla
arasındaki sevgi dolu ilişkiye hayran olacaktı. Wolfgang'ın
iş gezilerinde onu aldattığı fikri ise aklına bile gelmeyecekti.
"Wolfgang mı? İmkansız, ona çok güvenirim ! " diyecekti. Ha­
yalperestler dürtülerinin verdiği güçle kendi dünyalarında çok
mutludurlar. Çevrelerindeki arkadaşları ve dostları, hayalpe­
restlerin anlattıklarıyla kendi gözlemlerinin arasında bu kadar
büyük farklar olmasına çok şaşırırlar. Ama bir hayalperesti
rüyasından uyandırmak gibi kötü bir rolü kim üstlenir?
Aslında kabullenenlerle hayalperestlerin durumları birbi­
rine çok benzer. Bağlanmaktan kaçanlar için söz konusu bile
olmayan (ya da yüksek sesle söylenmeyen) bir evlilik ya da

209
ciddi bir ilişki yaşarlar ve kendilerini belirli ölçüde güvende
hissederler. Ama bağlanmaktan kaçanlar işlerini, hobilerini,
demek görevlerini bahane edip sık sık ortadan kaybolmakla
araya hep bir mesafe koyarlar. Fırsatını bulduklarında sadakat
konusuna da fazla önem vermezler ama eşleriyle birlikteyken
görevlerini yerine getirirler. Örneğin Wolfgang Anna'yle ya­
kınlaşmak istemiyordu ama ruh hali fazla değişken olmadığı
için ona dostça ve iyi davranıyordu. Bu noktada Anna'ya karşı
olan davranışları istikrarlıydı.
Bağlanma korkusu olanlar eğer iş o noktaya kadar gelirse
genellikle iyi ebeveynler olurlar. Yakınlaşma arzularını eşle­
rinden ziyade çocukları ile daha kolay giderirler. Çocukları
onlara bağımlı oldukları ve içlerinde kaybetme ve değersizleş­
tirme korkuları uyandırmadıkları için eşlerinden daha az teh­
dit edicidirler. Çocuklar bu duygu yoksunu ilişkiyi yapıştıran
macun görevi görürler. Ama bazı ebeveynlerin kendi bağlan­
ma korkuları yüzünden çocukları ile de yakınlaşamadıklarını
ve bu sorunlarını onlara da geçirdiklerini belirtmek gerekir.
Aslında bu problem çok karmaşık olduğundan ve konunun
hakkıyla incelenmesi çok yer tutacağından burada detaylara
girmeyeceğim.

İLİŞKİ YÜZÜNDEN YIPRANMAK -


KORKULARA VE DEPRESYONA
YENİLMEK
Kaderlerine razı gelmeyen ve eşlerinin davranışları yü­
zünden güvensiz ve kırgın olduklarını göz ardı etmeyen bazı
eşler, kendilerini kontrol kaybının pençelerine kaptırırlar.
Karşılarındakinin tüm zaaflarını görme becerilerini kaybede­
rek, kaçan tarafı acilen durdurma arzusuna kapılırlar. Artık
bağımlı bir hale gelmişlerdir. Tüm düşünce ve duyguları ba­
ğımlı oldukları "maddenin" etrafında dönerek onu elde etme­
nin yollarını ararlar. Diğer tür madde bağımlılarında olduğu

210
gibi giderek daha fazla doza ihtiyaç duymazlar. Tam tersine,
hayatta kalma sanatı icra eder gibi daima daha azı ile yetinme­
yi başarırlar. Az da olsa biraz yakınlaşma sağlayabilmek için
taviz üzerine taviz verirler. İlişki dinamiğinin zarar görmüş
olması eşlerin daha bağımlı hale gelmesine, bağlanmaktan ka­
çan eşlerinin ise daha bağımsız olmalarına sebep olur. Bir eş
yakınlaşmak ve bağlanmak için ne kadar çok çaba harcarsa,
diğeri de o ölçüde özgürlüğü uğruna savaşır. Deli gibi aşık
olduğu ve korkularının henüz su yüzüne çıkmadığı ilişkinin
ilk dönemlerinde verebileceklerinin en iyisini zaten vermiş­
tir. O zamandan beri de ilişkileri arada bir yaşanan yükseliş
noktalan dışında hep aşağı doğru gitmiştir. Bağlanma korku­
su olan eş ilişkiden tüm katkılarını birbiri ardına çekmiştir.
Eşleri ise paniğe kapılır, diğerini kaybetme korkuları giderek
artar. Gözleri ilişkiyi kurtarmaktan başka bir şey görmez olur.
Yaşamlarındaki diğer olaylar özlerinde silikleşmeye başlar.
Korkularına hüzünlü bir endişe duygusu karışır ve yaşama
duyguları giderek depresif olmaya başlar. Depresyon onları
ele geçirdiği zaman, ilişkileri biterse hayatta kalamayacakla­
rına inanırlar.
Eşlerin hüzün ve korku dolu bu ruh halinin etkisine gir­
meleri, duyguları üzerindeki kontrollerini kaybetmelerinin
daha doğrusu mutsuz ilişkilerinin doğal bir sonucudur. Kor­
ku ve depresyon içeren duyguları olayları gerçekçi olarak
değerlendirmelerine engel olur. Bu durumdayken çoğu, eş­
leri olmadan da mutlu olabileceklerini düşünemez bile. Ken­
dilerini anlatılmaz derecede üzgün ve tedirgin hissederler.
B ağlanma korkusu olan sevdiklerini kaybetmek onlara ölüm
gibi gelir. B ir çoğu intihar etmeyi bile hayal eder. Allahtan
çoğu bu amaçlarını ciddi olarak uygulamayı düşünmezler.
Düşüncelerinde intihar ettiklerini canlandırmaları, endişeli
olmalarından kaynaklanan ve onları rahatlatan bir fantezidir.
O kadar çaresiz bir durumdadırlar ki intihar etmenin onları
acılarından kurtaracak son çare olduğunu düşünürler. Kur-

21 1
dukları intihar fantezisinde, bağlanma korkusu olan eşleri­
nin onlara çektirdikleri acıları sonunda anlayacaklarını hayal
ederler. Markus yüzünden Münih 'e taşınan ve ortada kalan
Petra, ayrıldıktan sonraki ilk haftalarda sürekli kafasında
veda mektupları yazdığını anlatmıştı. "Seni yerde boşuna
beklemektense gökte beklerim daha iyi ! " gibi saçmalıklar
(bugün bunları bu şekilde görüyor) o zaman toparlanmasına
yardım etmişti . Bugün geçmişe, ilişkilerinin bittiği döneme
baktığında, duyguları üzerindeki kontrolünü kaybederek na­
sıl endişelendiğine, o girdabın içine nasıl çekildiğine ken­
disi de inanamıyor. Geriye baktığında kendini kaybettiğini
ve Marku s ' un hayatındaki anlamını ve değerini aşırı şekilde
abarttığını anlıyor. Ama olaylar sonradan bakıldığında her
zaman farklı görünür. Petra'nın deneyimi bu gibi ilişkilerde
kısılıp kalan insanların kapıldıkları dürtülerden tek başlarına
kurtulmalarının ne kadar zor olduğunu gösteriyor. İlişkisinin
ardından yaptığı değerlendirmeler ise, duyguları üzerindeki
kontrolünü kaybeden bir insanın olaydan duygusal olarak da
uzaklaştıktan sonraki bakış açısının karakteristik bir örneği­
dir. B ugüne kadar, zamanında onları hangi yabancı güçlerin
ele geçirdiğini ve bu derece çökmelerine sebep olduğunu
kendi kendine sormayan hiç kimseye rastlamadım.
Çocukluk çağları olumlu geçtiği halde ilişkilerinde bağımlı
olmaya eğilim gösteren insanların kontrol kaybının girdabında
daha güçlü ve daha uzun süre sürüklendikleri çok açıktır. Ama
daha önce de söylediğim gibi bu herkesin başına gelebilir. Bu
dinamiğin inanılmaz bir gücü vardır. Son derece iradeli ve sa­
vaşçı ruhu taşıyan insanlar dahi bu dinamiğin etkisinde kala­
bilirler. Kendilerine güveni olan ve hedeflerine odaklı insan­
lardır. Hayatta istediklerini elde etmeye alışıktırlar. Kayıplar
ve yenilgiler konusunda fazla deneyimleri yoktur. İstedikleri­
ni elde etmeye alışık oldukları için, kaybetmeyi ve yenilgiyi
kabullenmek yerine kafalarını duvara vurmak isterler. Bu ko­
nuyla ilgili, "Allahım, bana değiştirebileceklerimle savaşmak

212
için kuvvet, değiştiremeyeceklerimi için sabır ve ikisini ayırt
etmek için de akıl ver" vecizesi aklıma geldi.

OLUMSUZ PEKİŞTİRME - İLİŞKİ MADDE


BAGIMLILIGI GİBİDİR
Çoğu olayda kişiler bağlanma korkusu olan ve onları mut­
suz eden eşlerinden kurtulmaya uğraşmalarına rağmen bunu
başaramazlar. Böyle eşlerden kurtulmak madde kullanımın­
dan kurtulmaya benzediği için bu denli zordur. Temel belirti
yokluk çekmektir.
Petrowitch Pawlow ve Frederic Skinner adlı meşhur psiko­
loglar koşullama kuramını ve insanların bağımlılıklarını köpek­
ler ve farelerle yaptıkları deneylerle keşfetmişlerdi. Her varlık
olumlu yönde koşullandırılabilir. Pavlov 'un köpeği, belli bir
düğmeye bastığında sinyal sesinden sonra yemeğine ulaşabile­
ceğini yapılan deneylerle öğrenmişti. Bir süre sonra sinyal se­
sini yiyecekle o derece ilişkilendirmişti ki bu sesi duyduğunda
salyaları akmaya başlıyordu. Skinner varlıkların olumsuz pe­
kiştirmelerle de koşullandırılabileceğini bulmuştu. Deneylerin­
de kullandığı fareler canlarını yakan elektroşoktan kurtulmak
için belli bir düğmeye basmaları gerektiğini öğrenmişlerdi.
Koşullanma kurallarını bir ayrılık olayına adapte edersek,
eski eşle tekrar görüşüldüğünde acının (ayrılık acısı veya arın­
ma acısı) sona erdiğini görebiliriz. Bir eşin öfke ve net bir
bakış açısıyla bu işin artık böyle yürümeyeceğine karar verdi­
ğini düşünelim. Bağlanma korkusu olan eşinin davranışlarını
değiştirmesi için onu motive etmek uğruna denediği yolların
hiç biri işe yaramadığında kendi ruhsal dengesini yeniden ku­
rabilmek için ondan ayrılmaktan başka çaresi kalmamıştır.
Öfke insana güç veren, ayrılma konusunu bile konuşabil­
mesini sağlayacak kadar güçlü bir duygudur. Biz psikologlar
buna "Ayrılık öfkesi" diyoruz. Öfkelenen eş, eğer bu ayrılığı
hafta içi bir günde yaşarsa, günlük yaşamın getirdiği sorum-

213
luluklar yüzünden daha istikrarlı davranma ve kara bir deliğe
düşmekten kurtulma şansına sahip olur. Günlük rutin işler ay­
rılık acısını hafifletir. Sonra hafta sonu gelir. En kötüsü Pazar
günleridir. Kendini inanılmaz yalnız hisseder ve öfkesi derin
bir hüzne dönüşür. Üzüntüsü ona kendini güçsüz hissettirir.
Kötü anılan zihninden yavaş yavaş silinirken, birlikte geçi­
rilen güzel ve mutlu anlar daha çok hatırlanır. Acınacak hal­
dedir. Arkadaşları pazar günlerini eşleri ve aileleri ile beraber
geçirdikleri için onları da arayamaz. Bütün günü kendine ezi­
yet ederek depresif bir halde geçirir. Dayanma gücü giderek
azalınca telefona yönelir. Sevdiğim sesi tekrar duyabilmem
için bir telefon etmem yeterli, belki bugün veya akşam tek­
rar buluşuruz ve her şey düzelir diye düşünür. Sonunda ay­
rılık acısı dayanılmaz bir hal alır. Bir kaç gün önce, geçici
bir acı sürekli acı çekmekten daha iyidir diye düşünerek net
olarak ayrılma karan verebilen mantığı artık bu karardan pek
de emin değildir. Depresyonun etkisi altındayken düşünceleri
ona, o kadar da kötü değildi, mutlu ve güzel anıların da var
diye fısıldamaya başlarlar. Ve en önemlisi, "Problemleri var
ve bunları benim istediğim gibi çözemediği halde o da beni se­
viyor. Ondan her zaman ayrılabilirim, ama şimdi onu görmek,
onunla konuşmak ve ona dokunmak istiyorum. İyi olup olma­
dığını bilmek istiyorum. Belki de kötüdür. Her şey karışık ve
zor olmasına rağmen biz birbirimizi seviyoruz" diye düşünür.
Duyduğu üzüntüden kurtulurken içinde bir ümit ışığı yana­
rak düşünceleri şekil değiştirir: "Onu görmeliyim. En azından
onun da acı çekip çekmediğini öğrenmeliyim." Arkasından
hemen, aslında ayrılmak için fazla acele ettiği ve ayrılığın şu
an için doğru çözüm olmadığı düşüncesi gelir. Sevdiğini bir
kez daha görebilmek düşüncesi bile moralini yükseltmeye ye­
ter. Ve sonunda onunla tekrar temasa geçmesi için düğmeye
basar. Hissettiği acı kaybolur veya dayanılır hale gelir. Olum­
suz pekiştirme gerçekleşmiştir. Bağlanma korkusu olan eşler
de diğerinin geri gelmesinden genellikle mutlu olurlar. Ya da

214
kendileri eşlerinin geri gelmesi için savaşırlar. Bu arada, "Ne
evet, ne hayır" şeklindeki düşünceleri "evet" e dönüşmüştür.
Bağlanma korkusu olanlar uzaklaştıklarında eşlerini özlerler,
korkuları ve endişeleri yakınlaşıldığında artar. Kendilerini
terk eden eşleri ile tekrar temasa geçmek istediklerinde, eşle­
rin de çoğu er veya geç zaaf gösterirler. Ayrılık da istemeden
gerçekleştiğinde aynı uyuşturucu bağımlılığından arınmak gi­
bidir. Arınma belirtilerine dayanmak, hemen bir uyuşturucu
alarak acıları dindirme isteğine karşı koymak çok zordur.
Bağlanma fobisi olanlarla kurulan ilişkiler eşler için bir
dizi tehlike yaratırlar. Bunlar, duygusal kontrolün kaybedil­
mesinden depresyona ve bağımlılığa benzeyen psikolojik kar­
maşalara kadar varan, madde bağımlılığına benzeyen çeşitli
rahatsızlıklardır. Kişi, eşinin bağlanmaktan kaçındığını, ilişki­
lerinin asla mutlu ve dengeli olamayacağını çoktan fark etmiş
olsa bile bundan kurtulması çok zordur.
Bir sonraki bölümde, eşlerin bağlanma fobisi yaşanan iliş­
kilerin karmaşıklığından kurtulabilmeleri için pratik öneriler
ve alıştırmalar sunacağım. Çünkü ancak siz ve eşiniz, daha
dingin düşünerek ve olaya daha net bakarak bu ilişkiyi gerçek­
ten isteyip istemediğinize karar verebilirsiniz.

KONTROL KAYBINDAN KURTULMANIN


YOLLARI - BENLİGİNE YENİDEN
KAVUŞMAK
Eşlerin çoğu, ilişkilerine bir şans daha tanımak veya artık
ayrılmak için harekete geçme düşünceleri ile karşı karşıya ka­
lır. Bu kararı verme haklarını ellerinden alamam. Çünkü bu
karar, eşlerinin bağlanma yeteneksizliğinin boyutları, çektik­
leri acının derecesi, kişisel acı eşikleri ile bağlantılıdır. Ayrıca
çocuk sahibi olup olmamaları ve ailelerini koruma istekleri de
bu kararda rol oynar. Eşlerinin kendi problemleri ile uzlaşma
ve kendini değiştirme isteği de önemlidir. Ama genel olarak

215
bağlanma korkusu olanlar sadece eşleri istiyor diye kendileri­
ni değiştirmezler. Bu işin doğasında vardır. Eşlerinin yanında
kalmak istiyorlarsa öncelikle onun değişmeden olduğu gibi
kalacağını ve kendilerinin de ellerinde olanla yetinmek zorun­
da olduklarını kabul etmeleri gerekir.
İlişkinizi devam ettirseniz de bitirseniz de, yeniden benli­
ğinize kavuşmak ve eskisinden daha bağımsız olmak zorun­
dasınız. Bunu zaten çoktan anlamışsınızdır. Sorun bunun nasıl
olacağıdır. Önceden söylemeliyim ki, bu hiç kolay olmaması­
na rağmen mümkündür. Temel sorun şu anda bir üzüntü va­
disinde olmanız ve buradan nasıl çıkacağınızı bilmemenizdir.
Etrafınızı saran dağların dorukları tırmanılamayacak kadar
yüksektir. Kontrol kaybının pençesine düştüğünüzde, arada
yaşanan bir kaç istisna hariç duygularınıza ve düşüncelerinize
korkular ve depresyonlar hakim olmaya başlar. Bunlar eşini­
zi, ilişkinizi ve geleceğinizi çarpık algılamanıza sebep olurlar.
Her şey fazlasıyla trajik ve zor görünür.

Kaybetme Korkusu Aynı Aşk Gibi Hissedilir


Bağlanma sorunları yaşanan ilişkinizde duygularınızın
kontrolünü kaybetmenizin en kötü yan etkisi kaybetme kor­
kunuzun değişime uğrayarak büyük bir aşk duygusuna dönüş­
mesidir. Bu tür ilişkiler hız trenine binmek gibi heyecanlandı­
rıcı, tutku uyandıran ve dramatik olduklarından, yaşayanların
çoğu bu ilişkinin benzersiz ve çok özel olduğuna inanmak gibi
bir hata yaparlar. Çok yoğun duygular içinde olduklarından ve
eşlerinden kopamadıklarından bunun büyük bir aşk olması ge­
rektiğini düşünürler. Eşler adeta hipnotize edilmişlerdir. İlişki­
lerini ve bağlanma korkusu olan eşlerini olağanüstü gizemli ve
romantik olarak görürler. Bu yüzden, arkadaşları ayrılmalarını
ve bu oyunu daha fazla sürdürmemelerini tavsiye ettiklerin­
de çoğu söz dinlemezler. Aşk sarhoşluğu içinde ilişkilerinin
derinliğini ve karmaşıklığını kendilerinden başka kimsenin
anlayamadığına inanırlar. Diğerlerinin bu ilişkiyi zor ve fazla-

216
sıyla karmaşık bulmakla basitleştirdiklerini düşünürler. Tabii
ki onların ilişkisi eşsizdir. Ama maalesef yakalandıkları ilişki
modeli zannettikleri gibi değildir. Bu ilişki modelinin çeşitleri
vardır. Kendinizi suçlamaya ve ilişkinizi gizemli görmeye son
verin. Bir kağıda, "Duygularının yoğunluğu sana aşkının gü­
cünü değil, bağımlılığının derecesini gösteriyor" diye yazın.
Eşiniz, bağlanma korkuları olmasına rağmen son derece
çekici özelliklere sahip olabilir. Bu kusur olmasaydı belki iliş­
kiniz de gerçekten yüksek potansiyelli bir ilişki olabilirdi. Bu
gerçekten üzücü ve trajik bir durumdur. Size çok zor gelse
de, inanmak istemeseniz de bu çoğu olayda ağır bir kusurdur.
Bağlanma korkusu olanlar değişmeye hazır olmadıkları için
de ilişkilerin potansiyelleri gelişmeye elverişli değildir. Eğer
eşinizin kolları olmasaydı size sarılamayacağım görebilirdi­
niz. Ama bağlanma korkusu gözle görülmediği için eşlerin
çoğu ortada ciddi ve derin bir duygusal rahatsızlık olduğunu
kabul etmezler.
Üzülmekten ve aşağılanmaktan bıktınız sa ve bu dramdan
kurtulmak istiyorsanız atmanız gereken ilk adım, duygularını­
zın sizi yanılttığının, bu konuda onlara güvenmemeniz gerek­
tiğinin bilincine varmanızdır. Onları gerçek gibi hissettiğiniz
için bu zor olacaktır. Aslında duygularınız gerçektir ama onla­
rı siz yanlış yorumluyorsunuz. Yoğun olarak hissettiğiniz aşk
değil korkudur. Daha doğrusu, aşkınızı bu derece devleştiren
sebep korkunuzdur. Ayırım yapabilmek için şimdi mantığını­
za ihtiyacınız var:

1 . Duygularımın bir bölümü (Ne kadarı?) muhtemelen gerçek.


2. Duygularımın büyük bir bölümü kaybetme korkusundan,
endişelerimden, hastalıklı gururumdan, sevgiye olan açlı­
ğımdan ve kontrol etme gereksinimimden kaynaklanıyor.

Bu hayali yakından inceleyerek büyüyü yok etmek çok


önemlidir. Duygusal kontrol kaybının aşk gibi duyumsanan
etkilerini anlamak gerekir. Korkunuzun derecesini yüzde ola-

217
rak saptamaya çalışın. Kurtulmak için - hedefiniz eşinizden
ayrılmak ya da ilişkinizi artık farklı şekilde yaşamak olabilir
- kaybetme korkunuzun artık size hükmetmemesi gereklidir.
Üzüntülerinizin ana kaynağı odur. Tüm enerjinizi eşinizi ele
geçirmek ya da elinizde tutmak için değil, bu korkuyla savaşa­
bilmek için harcamalısınız. İlişkinizi devam ettirmeniz ya da
bitirmeniz önemli değildir. Her iki durumda da bitebileceğini
göze almalısınız. Çoğunuzun asıl bunu duymak istemediği­
nizden eminim. İlişkinizi hangi yollarla kurtarabileceğinizi ve
eşinizi nasıl ikna edeceğinizi söylememi umuyordunuz. İşte
bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerdeki paradoks budur: Ne
kadar çok çaba harcarsanız, başarısız olma oranınız o kadar
yükselir. Bağlanma korkusu olanların, kapana kıstırıldıklarını,
zorlandıklarını hissettiklerinde paniğe kapıldıklarını hatırlat­
mak istiyorum. Eşinizin bağlanmaya ve yakın ilişki kurmaya
karşı gösterdiği direnci gözünüzde büyütmeyin. Tek yapabi­
leceğiniz, size ne kadar acımasız gelse de, bu işin peşini bı­
rakmaktır. Bunu yapmakla iki işlevi yerine getirmiş olursu­
nuz. Hayatınızı tekrar kontrolünüz altına almak, böylece de
bağımlılığınızdan ve üzüntülerinizden kurtulmak veya onları
en aza indirmek istiyorsanız bırakmalısınız. İlişkinize bir şans
daha vermek gerekirse, ona yapışıp kalmaktan vazgeçtiğiniz­
de bunu yapabilirsiniz.
Çoğunuzun en büyük problemi, kendinizi ilişkinize eşiniz­
den vazgeçmeyi hayal bile edemeyecek kadar kaptırmış olma­
nızdır. En kötüsü eşinizin sizi terk etmesi olacaktır. Daha da
kötüsü, sizi başka biri için terk etmesidir. Tüm iç organlarınız
bunun düşüncesiyle bile büzülür. Şimdi bir adım daha ileri
gitmek istiyorum. (Lütfen kitabı bir kenara atmayın. Her şey
yeniden düzelecek ! ) Korkmakta haklısınız. Bağlanma korku­
su olan eşiniz korkudan ölüyor ve bir ayağı her an kaçmak
üzere hep kapıda. Onlar hem beraberlikten hem de yalnızlık­
tan korktukları için her an ilişkilerini bırakıp bir sonraki mace­
raya koşmaya hazır beklerler. Kıskançlığın pençesine düşme-

218
yin! En kötü kabusunuzun gerçekleşmeyeceğini size garanti
edebilirim (Yine her şey güzel olacak!). O veya siz bir sonraki
ilişkinizde daha mutlu olmayacaksınız. Bunun sizinle hiç bir
ilgisi yok! Bağlanma korkusu yaşayan kişi karşınızdaki ve
bu düğümü ancak o çözebilir. Yeryüzünde hiç bir eş onların
sorunlarını çözemez. Şu karşılaştırmayı bilinçli olarak yapın:
Eşiniz sizin için ne kadar çok şey hissediyorsa, kaçma dürtüsü
de o kadar güçlüdür! Eğer başka biriyle yaşadığı ilişkiye daha
uzun süre dayanırsa, bu o kişiye karşı duygularının daha zayıf
olduğunu ve bu yüzden korkusunu yönetebildiğini gösterir.

Eşler için İlkyardım - İçinizdeki Çocukla


Konuşmak
Korkuyla savaşmaktan söz ederken, aynı zamandan bu
korkuya yani kendinize karşı anlayış ve merhamet gösterme­
lisiniz demek istiyorum. Bağlanma korkusu olanlara içlerin­
deki çocukla konuşmalarını önerdiğim gibi eşlere de aynı şeyi
öneriyorum. Son derece bilincine vararak bir "bilinç bölünme­
si" yapmayı deneyin: Bir tarafta, terk edilmekten ölesiye kor­
kan ve bu kaybı atlatamayacağına inanan içimdeki çocuk var.
Eşini kaybetme korkusu ile kendini çok üzgün, çok tedirgin
hissediyor. Muhtemelen "Neden içimde bir çocuk olmak zo­
runda?" diye soracaksınız. O benim işte! Kişiliğimizin çeşitli
bölümlerini canlandırdığı için "İçimizdeki çocuk" mecazının
çok yardımcı olduğuna inanıyorum. İşte eşi olmadan yaşaya­
mayacağına inanan içinizdeki o bölüm, insanlara olan derin
hasreti ile beslenen çocuksu yanınızdır. Annenizin bir zaman­
lar yaptığı gibi ilgili ve güvenli davranın. Her birimizin içine
farklı boyutlarda işlemiş olan ve aşk ilişkileriyle alevlenen
bağımlılık arzusu anneyle birlikte yaşanan süreçten kalmıştır.
Bağımsızlık her zaman yıpratıcıdır. Herkes eşinde ebeveyn­
lerinden bir parça arar, kendisine ilgi ve sorumluluk gösteril­
mesini bekler. Bu ihtiyaç biyolojik olarak doğamızda vardır.

219
Terk edilme ve yalnız kalma korkuları da işte bu derin düzey­
de beslenirler. (İlişkilerinde ölçülü bağımlılık sergileyen kişi­
lerin problemlerine daha sonra detaylı şekilde değineceğim.)
Annemizden ayrılmak bizi korkunç bir yalnızlığa ittiği, hatta
ölümle sonuçlanması bile mümkün olduğu için içimizdeki ço­
cuk ayrılığı atlatamayacağına inanır. Kaybetme korkunuzun
tüm kişiliğinizin değil sadece içinizdeki bir parçanın hissettiği
bir duygu olduğunun bilincine varın. Bunu özellikle vurgula­
mak istememin sebebi, bağlanma korkusu yaşanan bir ilişkiye
kısılıp kalan eşlerin çoğunun duygularının tüm kişiliklerini
ele geçirdiğine inanmalarıdır. Bu yüzden de insanın duygula­
rıyla arasına bir mesafe koyması çok önemlidir. Bu mesafeyi
de ancak içinizdeki yetişkin koyabilir. Bu yetişkin içinizdeki
çocuğun rakibidir. Başka bir bölümde, içimizde hem bağım­
lılık gereksinimi hem de bağımsızlık ve özerklik eğilimi taşı­
dığımızı yazmıştım. Yetişkin parçamız bağımsızlık arzumuzu
temsil eder. Onun hayatta kalma ve yaşam mutluluğu eşinin
ilgi ve sevgisine bağlı değildir. Kişiliğinizin bu iki yönünü
birbirlerinden ayırın. İçinizdeki çocuğun sürekli yetişkin ya­
nınıza hükmetmesine izin vermeyin.
İçinizdeki yetişkin, çocuğu teskin ve teselli etme görevini
üstlenmelidir. İçinizdeki çocuğu, kötü bir kayıp yaşama tehdi­
di altında olan bir çocuğu avutur gibi teselli edin. Bu çocuğa
iyi annelik babalık yapın, ona bu ilişki bittiğinde çok üzülece­
ğini ama bunun ilelebet sürmeyeceğini söyleyin. Ona, bırakıp
gitmenin insanın kendini üzen ve korkutan birisine yapışıp
kalmasından çok daha iyi olduğunu anlatın. Bu kişiye bağımlı
kalmaya devam etmesinin onu çok daha fazla üzeceğini açık­
layın. Bu insanın ona istediklerini ve ihtiyaç duyduklarını ve­
remeyeceğini anlayarak durumu kabullenmesinin kendisi için
çok daha iyi olacağını söyleyin. İçinizdeki çocuğa, bir yetiş­
kin olarak sizin daima onu koruyacağınıza ve asla yalnız bı­
rakmayacağınıza dair söz verin.

220
Bugüne kadar içinizdeki çocukla gerektiği kadar yakından
ilgilenmediniz. Kalbinin kırılmasına ve canının yanmasına
izin verdiniz. Onun istediği gibi sevgisini gösteremeyen in­
sanlar olduğunu anlatın. Tüm mutluluğunu bu insana bağımlı
hale getirmemesi gerektiğini söyleyin.
Bir yetişkin olarak bağlanma fobisi olmasına rağmen eşi­
nizle kalmak isteyebilirsiniz. Bu durumda içinizdeki çocuğun,
alabildiği kadarıyla yetinmesi gerektiğini, çünkü bu kişinin
daha fazlasını vermeyeceğini ya da vermek istemediğini an­
lamasını sağlayın. Eğer eşinizden tamamen ayrılmaya karar
verdiyseniz çocuğa, sürekli mutsuz olmaktansa kısa bir süre
üzülmenin daha iyi olduğunu söyleyin. Ona, kendisini daha
çok sevecek ve daha fazla bağlanma yeteneğine sahip başka
insanlarla mutlaka karşılaşacağını garanti edin.
İçinizdeki çocuğu inandırmanız gereken en önemli nokta,
ilişkinin başarısızlığa uğramasında onun bir suçu olmadığı ve
kişisel değerinin bu aşkla ölçülemeyeceğidir.

BAGIMLILIKTAN KURTULMANIN
YOLLARI: İÇİNİZDEKİ YETİŞKİNİ
GÜÇLENDİRMENİN DOKUZ YOLU
Bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerde hissedilen güçlü duy-
guları gerçekçi şekilde kontrol altına almak çok zordur. Ama
eşinizle birlikte olmaya devam etseniz veya ondan ayrılsanız
bile bunu yapmak zorundasınız. Size, pratikte uygulayabilece­
ğiniz dokuz öneri hazırladım.

1. İlişkinizde Karşıt Dengeler Oluşturun


Bağlanma sorunu olan bir kişinin eşi olarak yaşadığınız
sıkıntılar yüzünden ilişkiniz hayatınızın odak noktası ve ya­
şam amacınız haline gelir. Yeterli enerjiniz kalmadığı, başka
konulara odaklanacak vaktiniz olmadığı ve başka hiç bir şey

22 1
size heyecan vermediği için diğer tüm ilgi alanlarınızı ihmal
edersiniz. Buna bir de, eşinize adapte olma arzunuz eklenir.
Çoğu kişi, ona daha yakın olabilmek, birlikte ne kadar uyum­
lu olduklarını herkese göstermek ve tartışmaları önlemek için
eşinin hobilerine ve arkadaş çevresine ilgi gösterir.
Kendinizi bağımsız hissedilmek için yeniden ilgi duyduğu­
nuz değişik konular bulmanız ve başarılı deneyimler yaşama­
nız çok önemlidir. Ayaklarınızı yere sağlam basmaya ihtiya­
cınız var. İlişkinizin dışında hangi uğraşların size zevk verece­
ğini oturup bir düşünün. Bir nevi envanter yapın. Mesleki du­
rumunuzu, hobilerinizi, çocuklarınızla olan ilişkilerinizi veya
bir arkadaşınızla yaşadığınız bir problemi düşünebilirsiniz. Bu
arada belki de çok az hobiniz ve arkadaşınız olduğunun, yani
ilişkinizin yerine koyacağınız denge unsurlarının ne kadar az
olduğunun farkına varırsınız. Kendinize, "Bir ilişkim olma­
saydı zamanımı nasıl değerlendirirdim?" sorusunu sorun. Bu
soru bu noktada size çok yardımcı olacaktır. Yaşam standar­
dınızı, ilişkinizden bağımsız olarak nasıl yükseltebileceğinizi
düşünün. B ir iş değişikliği veya ilginç bir konuda eğitimini­
ze devam etmek için en uygun zamandır. Böylece dikkatiniz,
mesleğiniz veya değişik konular gibi ilişkinizin dışında bir
yere kayabilir. Belki de bu güne kadar fark etmediğiniz başka
eğilimleriniz de vardır. Muhtemelen bir müzik aleti çalmayı
arzulamış ama bugüne kadar bu isteğiniz gerçekleştirmemiş­
tir. Bu bir spor dalı, fahri bir görev veya daha sık tiyatro ve
sinemaya gitme arzusu da olabilir. Dünyada o kadar çeşitli
ilginç konu ve uğraş var ki, mutlaka kendinize yeni veya daha
yakından ilgileneceğiniz bir uğraş bulursunuz. B ugüne kadar
dondurduğunuz arzu ve değişiklikleri uygulamaya koymanı­
zın şimdi tam zamanı. Burada söz konusu olan, hayatınızı ve
mutluluğunuzu sadece ilişkinizle sınırlandırmamanızdır.
Bir danışanım bu düşüncelerin sonucunda klarnet çalma­
ya başladı. Bu ona çok keyif verdiği gibi, başarının tadını al­
masını da sağladı. Artık boş zamanlarını doldurabildiği için

222
ilişkisi ona eskisi kadar önemli gelmiyordu. Şöyle anlatmıştı,
"Eskiden özellikle hafta sonlarım çok sıkıcı geçerdi. Birlik­
te bir program yapmak için endişe içinde Uwe 'nin aramasını
beklerdim. Bugün artık ondan haber beklemek yerine klar­
net çalışıyorum. Uwe 'nin saatlerce aklıma bile gelmediğini
fark ettim. Eskiden bunu asla yapamazdım." Müzik, kendini
bulmasına ve sevgilisinden tamamen bağımsız olarak mutlu
olmasına yardımcı olmuştu. Bu arada da sevgilisinin davra­
nışlarından bağımsız olarak kendi mutluluğunu ne kadar et­
kileyebileceğinin de farkına varmıştı. Bunun sağladığı güçle
işini değiştirmeyi başarınca memnuniyeti daha da arttı. Bu
önlemlerle yaşamının kontrolünü tekrar kendi eline almış
oldu. İşte önemli olan da budur. Çaresizce tüm duygularınızı
partnerinizin davranışlarına teslim etmek yerine, kendi yaşam
kalitenizin kontrolünü yeniden ele geçirin.
Anlamlı ve insanı mutlu eden uğraşların, bağlanma fobisi
olan ilişkiler yaşayan eşleri kurtaracak sayısız etkileri vardır:
• Kişinin dikkatini ilişkide yaşanan sorunlardan uzaklaş­
tırarak sağlıklı bir duygusal mesafe yaratır. Başka iş­
lerle meşgul olurken ilişkinizi hiç düşünmediğiniz an­
ları siz de yaşamışsınızdır. Bunun ne kadar dinlendirici
ve rahatlatıcı olduğunu fark etmişsinizdir.
• İlişkiniz size başarı yerine hayal kırıklığı yaşatır. Bu
yüzden diğer alanlarda başarılar elde etmeniz duygusal
dengeniz için çok önemlidir. Böylece kendinizi ilişki­
nizin başarılı olması konusundaki tutkunuzdan kurtar­
mış olursunuz. Başka alanlarda elde edeceğiniz başa­
rılar kendinize olan güveninizi de arttıracaktır. Bu sa­
yede partnerinizle eşit duruma gelmiş olursunuz. Onun
hayatınızdaki önemi sağlıklı şekilde biraz daha azalır.
• Başarınızın ve memnuniyetinizin kendi elinizde ol­
duğunu deneyimlemeniz bağımlılığınızın azalmasına
yardımcı olur. Kendinizi daha bağımsız ve bireysel
hissedersiniz.

223
B azıları kendilerine fazla zaman harcadıklarında eşlerini
kaybedeceklerinden korkarlar. Bu yersiz bir endişedir. Eğer
eşiniz kendinize zaman ayırdığınız, istediklerinizi yaptığınız
için sizi terk ederse, bu birbiriniz için doğru insan olmadığını­
zın bir ispatıdır. Normalde bağımsız davranmak ilişki kıska­
cından kurtulmanın en iyi yoludur. Kendinizi ilişkinizde daha
eşit hissedersiniz. Yaşadığınız yorucu tartışmalar giderek aza­
lır, kendini sizden sorumlu hissetmekle zaten sorun yaşayan
eşiniz de biraz rahat nefes alarak sizinle tekrar yakınlaşır.
Aynca eşinizle açıkça konuşarak, ona neden kendinize ve
hobilerinize zaman ayırdığınızı ve bunun ilişkiniz açısından
ne kadar önemli olduğunu söyleyebilirsiniz. Konuşurken ke­
sinlikle, "Ben sana gösteririm! " havasına girmemenizi öğütle­
mek istiyorum. Bu hiç de ihtiyacınız olmayan çok hükmedici
bir davranış olur. Dürüst ve rahat olursanız ona karşı olmadı­
ğınızı, sadece kendinizi bulmak için böyle davrandığınızı gös­
termiş olursunuz. Aynca şeffaf olmakta ve açık konuşmakta
zorluk çeken eşinize de iyi bir örnek olursunuz.

2 . Haklarınıza Sahip Çıkın


Çoğu partner her an kopmaya hazır olan ilişkilerine bir de
anlaşmazlıklar yaratarak yüklenmek istemediği için itiraz et­
mek istemesine rağmen "evet" der. Eşlerini ürkütüp kaçırma­
mak için onun çelişki dolu iletişim tarzına kendini adapte eder.
Ama bardak taşınca olaylar yaratılır, gözyaşları sel gibi akar.
Bu yüzden eşinize adapte olmaktan kurtulmalısınız. Arzula­
dıklarınızı ve kabul edebileceklerinizi eşinize açıkça söyleyin.
Onu mutlu etmek uğruna ona katıldığınız tüm faaliyetleri iptal
edin. Eşinizin gitmek istemediği bir davete, eğer siz gitmek
istiyorsanız yalnız gidin. Ya da o bir yerlere gitmek istiyorsa
bırakın gitsin. Hiç hoşlanmadığınız halde sırf eşinizle birlik­
te olmak için gittiğiniz bazı toplantılara katılmayın. Bunun
yerine bir arkadaşınızla buluşmak, ailenizi ziyaret etmek ya
da hobilerinizle ilgilenmek çok daha keyifli olacaktır. Baş-

224
kasına adapte olmak sıkıcıdır ve insanı mutsuz eder. Önemli
olan özerkliğinize yeniden kavuşabilmenizdir. B irlikteliğini­
zi sürdürseniz de, ondan ayrılsanız da duygusal olarak kendi
kendinize yetmeniz, mutluluğunuzu sadece eşinizin varlığı
ile bağdaştırmamanız çok önemlidir. Daha da önemlisi, dav­
ranışlarınızdaki değişikliğin sebeplerini ona dostça ve açıkça
söylemenizdir.
İlişkinizin, adapte olmaya gönüllü olmanız yüzünden ba­
şarılı olduğu konusundaki yanlış inancınızdan kurtulun. Onun
ilişki problemlerinin sizin ona adapte olmanızla, tartışma ya­
ratmaktan kaçınmanızla ve gösterdiğiniz ilgiyle bir bağlantısı
yoktur. Nedenlerini açıkça söylediğiniz halde eşiniz, bağım­
sız davranmanıza ve böylece üzerinizdeki hakimiyetini kay­
betmesine tepki gösterebilir. Bu, aldığınız önlemlerin yanlış
olmadığını, onun üzerinizdeki kontrolünü ve etkisini kaybet­
mekten korktuğu için sorun yaşadığını gösterir. Kendinizi aşa­
ğılamanız ilişkinizi kurtarmaya yetmeyecek sadece gereksiz
yere uzamasına neden olacaktır.

3 . Kendinizi Onun Problemlerine Kaptırmayın


Bağlanmaktan kaçınan partnerlerin sorunlarına aşırı kafa
yormak bu tür ilişkilerin en temel belirtilerinden biridir. Sürek­
li yaşanan karasızlık ve inatla sürdürülen ne evet ne de hayır
şeklindeki davranış tarzı eşleri beyinlerini patlatana kadar bağ­
lanmaktan kaçan partnerlerini anlamaya çalışırlar. Bunu, bir
şeyleri değiştirebilecekleri ümidiyle yaparlar. Sorunun ne oldu­
ğunu ve nedenlerini anlarsam bunu çözebilirim diye düşünür­
ler. Daha önce de söylediğim gibi bazı eşler bağlanma korkuları
konusunda adeta birer uzman olmuşlardır. Anlayış ve merha­
met birbirine bağlı duygulardır. Zaten bu zavallı, o annesiyle
nasıl bağlanma yeteneği geliştirebilirdi ki? Anlayış göstermeniz
iyi bir şeydir ama böylesine bir durumda partnerinize daha fazla
bağlanmanıza ve ilişkinizin sorumluluğunu daha fazla üstlen­
menize yol açar. Ve bağlanma korkusu olan insanların çoğu,

225
eşlerinin bu zaafını bilerek ya da bilmeyerek kullanır. Problem­
lerini merkeze oturtarak kendilerini acındırırlar. Çoğu eşlerini
kaybetmek istemez, istedikleri sadece daha özgür ve bağlanma­
dan yaşamaktır. Bu yüzden eşleriyle sürekli problemleri hak­
kında konuşurlar. Bu yolla, kendilerini hiç değiştirmeden eşle­
rinin anlayış göstermeye devam etmesini sağlarlar.
Eşlere, bağlanma korkusunun derinliklerine fazla dalma­
malarını tavsiye ediyorum. Çelişkileri çözmeyi başaramaya­
cakları gibi bir de sıkıntı yaşarlar. Bu karmaşaya fazlasıyla
kapılırlarsa böyle bir ilişkide ihtiyaçları olan kendi net çizgi­
lerinden sapma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Sorunlardan
biraz uzaklaşmalılar. Hem sizin hem de partnerinizin bilinci­
ne varması gereken, onun artık bir yetişkin olarak kendinden
sorumlu olduğudur. Yardım alabilir ve bazı şeyleri değiştire­
bilir. Bir kağıda "İnsanın kendi yaptıkları dışında iyi bir şey
yoktur! " diye yazın. Bağlanma korkusu olanlar problemlerini
kabullenirler ama değiştirmeye yeltenmezler. Çünkü kendile­
rini onları zaten çözemeyeceklerine inandırırlar. Zaten bağım­
lılıktan kurtulmak ve yaşamlarını kontrol altına almaya çalış­
makla meşguldürler.
Bu durumda yapmanız gereken en önemli şey bu ilişkinin
gidişinden sorumlu olmadığınızı iyice anlamanızdır. Bağlan­
ma korkusu yaşayanlar ilişkilerinin ilk etabında yenilmez ol­
dukları için eşleri ilişkinin daha sonraki süreçlerinden kendi­
lerini sorumlu tutarlar. "Ben böyle davranmasaydım her şey
farklı olurdu" diye düşünürler. Bağlanma korkusu olanların
çelişkili ve belirsiz davranışları yüzünden eşleri onları yola
getirmek için sanki bir düğmeye basmaları yetecekmiş gibi bir
inanca kapılırlar. Bu tamamen yanlış bir düşüncedir! İlişkiler­
de daima iki insan faktörü vardır.

4 . Yenilgiyi Kabul Edin


Önce yenildiğinizi kabullenmeniz gerekir. Eşinizin davra­
nışlarını değiştirme konusunda çaresiz kaldığınızı kabul edin.

226
Özellikle de savaşçı ruha sahip olan eşler başarısızlığı kolay
kabul edemezler. Başkalarını etkileme yeteneklerini gözle­
rinde fazla büyütürler. Savaşçı ruhu olan insanlar sorunların
peşini bırakmayı başarabilmek için çaba göstermeli, bunu bir
zorluk ve kişiliklerini geliştirme görevi olarak görmeliler. Is­
rarcı olmaları onların kişisel zaafıdır. Savaşacakları, yönlen­
direcekleri ve değiştirecekleri olaylar onları mutlu eder. Artık
yapabilecekleri bir şey kalmadığı zaman hayatları bir drama
dönüşür. İşte o zama.1 endişelerinin esiri olur ve hızla depres­
yona doğru yuvarlan.rlar. Kişisel duruşunuzu bu çaresizliğe
ve yetersizliğe yansıtmaya çalışın. Doğru zamanda işlerin pe­
şini bırakmak bazen size güç kazandırır. Savaşmanın bir an­
lamı olmadığı zaman bunu anlamak akıllılıktır. Belki bu o an
için acı verir ama bu acı uzun vadede kaybedilen bir savaştan
daha çabuk unutulur. Umutsuzluğa düşmemek için savaşmak
için harcayacağınız enerj iyi kendinize yönlendirin. Kendinizi
iyi hissetmek uğruna ne gerekiyorsa yapın. Enerjinizin ve sa­
vaşınızın karşılığını mutlaka alacaksınız. B ir kağıda, "Sadece
kendimi etkileyebilirim! " diye yazın.

5 . Gururunuz Kırılmasın
Gururun kırılmasının çaresizlikle yakın bir bağlantısı var­
dır. Bağlanma korkusu olan insanların davranışları eşlerinin
egolarını çok yaralar. Sayısız kez terslenip ihmal edilmişler­
dir. Bu da insanın gururunu kırar ve incitir. Bu incinmeler so­
nucunda eşler pes ederler. Başkaları tarafından aşağılanmaya
çok az sayıda insan dayanabilir. Bu yüzden çoğu, bağlanma
korkusu olan eşleriyle amansız bir mücadeleye girer. 33 ya­
şında ve ticaret yapan Robert bu dinamiği şöyle anlatıyor:
"Gabi 'yle ilişkimizin başlamasından bir kaç ay sonra davra­
nışları tamamen değişti, artık sağı solu hiç belli olmuyordu.
Çok sevecen ve sokulgan davranırken birdenbire huysuz ve
soğuk olabiliyordu. Beni en çok rahatsız eden de randevularını
son anda iptal etmesiydi. Bense o andaki ruh haline göre onun

227
ya prensi ya da dilencisi oluyordum. Daha önceki kız arka­
daşlarımla böyle şeyler yaşamamıştım. Tam aksine mesafeli
davranan hep ben olmuştum. Gabi'nin davranışlarına bir açık­
lama bulamıyordum, ne zaman nasıl hareket edeceğini kesti­
remiyordum. Beni reddetmesinden korktuğum için de suyuna
gitmeye çalışıyordum. Onu etkileyebilmek için ona sık sık çi­
çekler ve küçük hediyeler alıyor, mümkün olduğunca soğuk­
kanlı ve rahat gözükmeye çalışıyordum. Hiçbir ilişkimde bu
kadar zorlanmamıştım. Onu yeteri kadar kendime bağlayama­
dığını ve elimde tutamayacağım endişesi içimi kemiriyordu.
Belli etmesem bile kalbim hep kırıktı. Kötü günündeyse her
şeye bir kusur buluyordu. B u da beni çok tedirgin ediyordu.
Şikayetlerinde ne kadar haklılık ve doğruluk payı olduğunu
düşünüyordum. Ama kendini iyi hissettiği günlerde de inanıl­
maz derecede fedakar, sevgi dolu davranıyordu ve o günlerde
tutkuyla sevişiyorduk. Tüm enerjimi onu zapt edebilmek için
harcıyordum. Sonsuza kadar benim olması için elimden geleni
yapıyordum. Güçlü olanın ben olduğumu, onu ele geçirdiğimi
kendime kanıtlamam gerekiyordu. Beni reddetmesi ve sürekli
kalbimi kırması onun yanına kalmamalıydı."
Robert' ın ifade tarzı size çok "erkeksi" gelebilir. Aynı du­
rumu bir kadın daha yumuşak, başka bir ifadeyle daha genel­
leyerek anlatırdı. Ama Robert net ifadesiyle önemli noktaya
parmak bastı: Kendini ondan daha değersiz görmeyi ve kal­
binin kırılmasını kabul edemediği için oltaya takılmış oldu.
Artık yaşadığı her hayal kırıklığından, her reddedilişten sonra
kendini, partnerinin aslında onu sevdiğine ve tutkuyla arzula­
dığına inandırmak zorunda kalıyordu. Partnerinin onun yeter­
sizliğinden dolayı değil, sadece korktuğu ve hissettiği diğer
"sıradan dürtüler" yüzünden kaçtığını kendine ispat etmesi
gerekiyordu. Çoğu insan itiraf etmek istemese de gurur, part­
nerinin peşinden koşmaya sebep olan güçlü bir iç güdüdür.
Özgüven eksikliğinizin boyutlarının bilincine varmaya ça­
lışın. Eşinizin tekrar iyileşmenize katkı sağlamayacağı konu-

228
sunda ki sözlerime güvenin. Etkisi altında olduğu bağlanma
korkusu, sizi sürekli kendinden uzaklaştırmasına ve hırpala­
masına sebep olacaktır. Ne kadar mükemmel olursanız olun,
ne yaparsanız yapın onu etkilemeniz mümkün değildir.

6. İlişkinizdeki Gerçekleri Görün


Bağlantı korkusu olanlann partnerlerinin hafızaları zayıf­
tır. İlişkilerindeki kötü günleri ve saatleri hep hafızalarından
silmelerine karşılık yaşadıklan güzel günleri gözlerinde büyü­
terek her fırsatta hatırlarlar. Aslında onlar hep gerçek ilişkinin
başlamasını beklerler. Onların kafasında ilişkilerinin yakın
gelecekte başlayacağı düşüncesi olduğundan tüm hayalleri ve
arzulan ileriye dönüktür. Öbür gün, gelecek hafta, gelecek yıl­
sonunda mutlaka beni kabul edecek ve bana bağlanacak!
Bağlanma korkusu olanların yakınlaşma - uzaklaşma tak­
tikleri yüzünden ilişkinin yaşanacağı günlük süreç yaşanamaz
hale gelir. Güvenli ve normal bir beraberlik sürdürülemez
olur. Daha doğrusu ilişki en başta yaşanan yakınlaşma süre­
cinde takılıp kalır. İlişkinin bir türlü karşılıklı güven ve bağlı­
lık duyulan aşamaya gelememesi partnerlerin başta hissettik­
leri ilk aşık duygularının yatışmamasına sebep olur. Bağlanma
korkusu olan eş sürekli ulaşılmaz olarak kaldığından diğer eş
tarafından idealleştirilir. Eşler, karşılarındakinin bağlanma
korkusunun dışında kalan zaaflarını algılayacak kadar rahat­
layamazlar. Çünkü sürekli eşlerini ele geçirmeye çalışmakla
uğraşırlar.
İşte bütün bunlar yüzünden size gerçekleri gözden geçir­
menizi öneriyorum. İlişkinizin iyi ve kötü taraflarını yazın.
Aralarındaki oranı karşılaştırın. Zamanınızın ne kadarını iyi
duygu ve düşüncelere karşılık kötü anlarla geçirdiğinizi sap­
tayın. Onunla güvenli bir ilişkiniz olsaydı, sizin hangi dav­
ranışlarınızın eşinizi rahatsız edebileceğini düşünün. Eşinizin
bilincinde olmadan verdiği sözlerin hangisini yerine getirdiği­
ni gözden geçirin. Asıl gerçeklerin, hayal ettiklerinizin değil

229
bugüne kadar yaşadıklarınız olduğunun bilincine varın. Zayıf
hafızanızı tazelemek için eşinizin kusurlarını ve yaptığı hata­
ları not edin. Ona anlayış göstermeye, onu haklı çıkarmaya ve
yaptıklarına bir mazeret bulmaya son verin. Anlayışlı olmak
genellikle takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Ama sizin
durumunuzda eşinizin zaaflarını ve ilişkinizde yaşanan ger­
çekleri görmenizi engelleyen bir unsur haline gelir.

NEDEN HEP Y ANLIŞ İNSANA


RASTLIYORUM? BAÖLANMA ARZUSU
VE ZORUNLULUÖU
Bağlanma korkumuz varlığımızın köklü bir parçası olduğundan
duygusal kontrolü kaybetmenin dinamiği ve olumsuz pekiştirme
bizi derinden etkiler. Çocukluğunda güvenli bağlanma tarzını de­
neyimleyen insanların sağlıklı gelişen bağlanma arzuları bir itici
güç gibi onları birliktelikler aramaya ve sürdürmeye yöneltir. Moti­
vasyonlarının güçlü olması onların da duygusal kontrollerini kay­
betmelerine sebep olabilir. Ama onlar hiç bir zaman kontrollerini
çocukluklarında bağlanma arzuları zorunluluğa dönüşen insanlar
kadar kaybetmezler. Yaşadıkları kötü çocukluk anıları bağlanma
korkusu olanlar gibi sadece yakın ilişkiler kurmaktan kaçınma
şeklinde etki göstermez. Tam tersine ilişkilerine ve partnerlerine
olağanüstü bağımlı olmalarına sebep olur.

Aşk ve Bağımlılık
Belli karakterdeki bazı insanların kendilerine zarar veren ilişkilere
girme ve uzun süre ilişkiden kopamama eğilimleri vardır. Davra­
nışları, bağlanmaktan kaçınanların tam tersidir. Bağlanma korkusu
olanlar partnerlerinden uzaklaşarak kendilerini acı çekmekten ve
sahiplenilmekten korumaya çalışırlar. Bağımlılar ise, ayrılıktan ve
uzaklaşmaktan korktukları için sevdiklerine mümkün olduğunca
yakın olmak isterler. Bağlanma korkusu olanlar kendilerini birileri­
ne adamaktan ne kadar korkarlarsa, bağımlılar da özgür olmaktan
o kadar korkarlar. Kaybetme korkusunu bilinçli olarak hissederler.

230
Ama bunun altında yatan asıl korku, kendi ayaklarının üzerinde
durmak ve bağımsız bir hayat yaşamaktır. Kendilerini değerli ve
güçlü hissedebilmek için partnerlerine gereksinim duyarlar. Kişi­
likleri gelişirken onlara dik bir duruş sağlayacak olan güçlü bir ego
oluşturamamışlardır. Başkalarına bağımlı oldukları oranda kendi­
lerini zayıf hissederler. Özgür olabilmek için başkalarına sımsıkı
yapışmaktan vazgeçip biraz uzaklaşmaları gereklidir. Ama araya
koyacakları küçücük bir mesafe bile kaybetme korkularını tetikle­
diği için bu çözüm yolunu asla gerçekleştiremezler.
Bağımsızlık ve bireysellik yakınlaşmayı büyük ölçüde engel­
lediği için partnerlerine adapte olmak isterler. Bir insan kişiliğini
ne kadar geliştirir ve bireyselleşirse kendini diğer insanlardan o
kadar ayrıştırır. Bireysel kişiliğin sınırları belirlendikçe insanlar
arasındaki ayırım da netleşir. Bağımlı insanlar karşılarındakilerle
yakınlaşabilmek için onların isteklerine uyum sağlamaya çalışır­
lar. Bunu yaparken kendi arzu ve gereksinimlerini artık hissetme­
yerek göz ardı etmeleri gerekir. Çünkü bir şeyi ne kadar çok ister­
sek, tüm enerjimizi bu isteğimizi gerçekleştirmek için kullanırız.
Eğer isteklerimiz karşımızdaki insanların istekleriyle çatışıyorsa,
onlara karşı çıkmamız gerekir ki bu, anlaşmazlıklara sebep olur.
Tartışmak ise bir süre için de olsa onlardan uzaklaşmak demektir.
Uzaklaşmak düşüncesi korkuyu tetikler. Eşlerle uyumun ve ya­
kınlığın korunabilmesi için de kişisel arzular bastırılır. Bağımlılar
da bağlanma korkusu olanlar gibi tartışmalardan kaçarlar. Ancak
onların bu korkusu kronik bir korunma güdüsüne değil, tam tersi­
ne kronik bir adaptasyona yol açar. Bağlanma korkusu olanların
kontrol sağlamaya çalışmalarına karşın bağımlılar karşılarındaki­
lere boyun eğmeye meyillidirler. Bu yüzden de partnerlerinin hiç
bir arzusuna karşı çıkmayarak tümünü yerine getirirler. Bağlan­
ma korkusu olanlar partnerleri daha beklentilerini dile getirmeden
direnmeye hazırdırlar. Bağımlılar ise tüm beklentileri olabildiğin­
ce karşılamaya çabalarlar.
Adapte olabilmek için gerekli olan diğer bir şart da partnerin
idealleştirilmesidir. Bağlanma korkusu olanlar kuşkucu oldukla­
rından mesafeli davranmayı tercih ederler. Bağımlılar ise olayla­
rı net algılamazlar. Çünkü netlik ve eleştirisel bakış açısı insanı
sevdiğinden uzaklaştırır. Bakış açıları fazla yakınlıktan dolayı da

23 1
bulanıklaşır. Bir resme çok yakından bakarsanız, bir adım uzak­
tan baktığınız kadar net göremezsiniz.

Bağımlıların Çocukluk Çağlan


Bağımlı kişiliklerin oluşmasında yaşanmışlıkların ön plana çık­
masının yanı sıra insanların karakterleri de önemli bir rol oynar.
Bağımlılar, sıcak ve duygusal bir mizaca ve empati yeteneğine
doğuştan sahiptirler. Saldırganlık potansiyelleri oldukça düşük­
tür, kavgacı da değillerdir. Barışçı, uysal ve uyumlu bir karaktere
sahip, doğuştan pasif insanlardır.
Çocukluk çağları hemen hemen bağlanma korkusu olanlar
gibi geçmiştir. Ama bağımlılar sorunlarla başa çıkabilmek için
bilinçsizce farklı kararlar almışlardır. Bağlanma korkusu olanla­
rın ve bağımlıların bebeklik dönemlerinde çok sayıda kesişme
noktası vardır. Aradaki fark, bir süre sonra biri sağa dönerken,
diğerinin sola dönmüş olmasıdır. Ebeveynlerin bağıml ı bir kişi­
lik yaratmaktaki rollerinden, daha önce "Tedirgin kaçınmacı" ve
"Kayıtsız kaçınmacı" başlıkları altında bahsetmiştim. Bir çocuğun
bağımlılık veya bağımsızlık arasında bir tercih yapması doğuş­
tan gelen huylarına bağlıdır. Bu konudaki bağlantılar bilimsel ola­
rak da henüz tam olarak anlaşılamamıştır.
Daha önce anlattığım saplantılı bağlanma tarzı, bağımlılığın
eş anlamlısı sayılabilir. O bölümde, ebeveynlerin sevgi gösterme
ve reddetme arasında gidip gelen yetiştirme tarzlarının, çocuğun
saplantılı bağlanma stilini benimsemesine uygun ortamı hazır­
ladığından bahsetmiştim. Ayrıca ebeveynlerin çocuğu fazlasıyla
kendilerine adapte olmaya zorlamaları ya da aşırı düşkünlükleri
de çocukta bağımlılık eğiliminin güçlenmesine yol açar. Çocuklar
bu tür eğitim tarzları sonucunda, ya bağlanma korkusu olanlar
gibi aşırı özgür olmaya çalışırlar ya da tamamen başkalarına ba­
ğımlı birer insan olurlar.
Bağımlılığa eğilimli çocuklar küçük yaşlarından itibaren ebe­
veynlerine karşı uyumlu bir davranış biçimi geliştirirler. İyi, uslu,
terbiyeli ve çalışkan çocuklardır. Ebeveynlerinin sevgisini kazan­
mak, en azından kendilerine kötü davranmalarını ve cezalandır­
malarını önlemek için azimle onların beklentilerini yerine getirme-

232
ye çalışırlar. Bağlanma korkusu olanların tam tersine henüz pes
etmemişler ve ebeveynlerinin davranışlarını etkileyebileceklerine
dair inançlarını kaybetmemişlerdir. Çocuk, bilinçsizce ebeveyn­
lerinin onu sevdiğini kendine ispat etmeyi amaçlayarak onların
beklentilerine uyum sağlar ve kendi isteklerini geri plana atar.
Korku duyarak tüm dikkatini ebeveynlerine ve onların beklenti­
lerine çevirdiği için kendi gereksinimlerini ve arzularını göremez.
Bunun yerine kendini çevresindekilerin beklentilerini hissetmeye
alıştırır. Kendi arzularını hissetmemesi güçlü bir benlik duygusu­
nun oluşmasını engeller. Gereksinimlerimi hissetmezsem kendi
benliğimi de hissetmiyorum demektir. Her zaman başkalarının
isteklerini yerine getiriyorsam ve ne istediğimi bilmiyorsam baş­
kalarına bağımlı olmak temel yaşam duygum haline gelir. Kişisel
istekleri olan bir benliğim olduğunu nadiren hissedebilirim. İnsa­
nın kendi arzularıyla olan ilişkisinin kopması, karar verebilme ye­
teneğini de köreltir. Bunun acısı da en çok yetişkinlikte hissedilir.
Sevgi ve övgü elde etmek için verdiği uğraş çocuğu ebeveyn­
lerine bağımlı kılar. Başkalarının onu takdir etmesine odaklandığı
için çocuğun gözünde "Sen" kavramı üstün bir nitelik taşır. Onlar­
dan uzaklaşırsa sevgilerinden de mahrum kalacağı korkusuyla
ebeveynlerine iyice bağlanır. Kendisine olan sevgilerinden şüphe
duyduğu için gözünü onlardan ayırmaz. Ebeveynleriyle yakınlaş­
ması ve onlara adapte olması aralarındaki ilişkinin kontrolünü
belirli bir ölçüde elinde tutmasını sağlar. Ebeveynlerine bu dere­
ce bağlanması, dışarıda başka bir dünya olduğunu öğrenmesine
ve kendi deneyimlerini yaşamasına engel olur.
Bu çocukların çoğu yetişkin olduklarında da ebeveynlerinin
takdirlerine ve sevgisine özlem duyarlar. Kendi istek ve arzuları
doğrultusunda kararlar vererek bunları uygulamayı ve bağımsız
davranabilmeyi öğrenmemişlerdir. Kendilerini seven ve yöneten
güçlü insanlara bağımlıdırlar. Bağımsızlık onları korkutur, ancak
birilerine bağımlı olduklarında kendilerini güvende hissederler.
Aşırı bağımsızlık korkusu sonucunda panik ataklar yaşayabilirler.
Yukarıda ki açıklamalarımdan bu çocukların ebeveynlerinin
onları sevmediği sonucunu çıkarmamak gerektiğini vurgulamak
istiyorum. Sağlıklı ailelerden gelen birçok danışanımı da tedavi
ettim. Ebeveynlerinin veya annenin iyi niyetle çocuklarının ya-

233
şamlarını kendi istekleri göre yönetme çabaları çoğu kez çocu­
ğun fazla duygusal olması için yeterlidir. Karakter özelliklerinin
ve yetiştirilme tarzının arasındaki uyumsuzluk da çoğu insanın
bağımlı bir karakter geliştirmesine sebep olur.
Bu çocuklar, "Sevilmek istiyorsam, senin istediğin gibi dav­
ranmalıyım!" ilkesiyle programlanırlar. Yetişkinliklerinde de bu il­
kelerini aşk ilişkilerine taşırlar. Bağımlı yetişkin, kendisini bağım­
sızlıktan koruyacak, sevmeye değer biri olduğunu hatırlatacak
bir partnere ihtiyaç duyar. Buna kavuşmak için de, kendini bile
reddedecek kadar adapte olmak, tartışmalardan kaçınmak ve
çaresizce partnerine yapışmak gibi deneyimlediği her türlü stra­
tejiye başvurur.
21 yaşındaki Rebecca bağımlılık yaşanan ilişkilere güzel bir
örnek veriyor:
"David'i tanıdığımda her zaman olmak istediğim gibiydim,
inceciktim ve kendime güveniyordum. Mezuniyet sınavımı başa­
rıyla vermiştim ve sınav stresiyle de beş kilo zayıflamıştım. Okul
yıllarında hep desteğe ihtiyacı olan bir tiptim. Ama sınavdaki ba­
şarım ve ince vücudum sayesinde artık inanılmaz bir özgüvene
kavuşmuştum. Hayatımda ilk defa cesur kıyafetler giymeye ve
makyaj yapmaya başladım. Artık hayatımın değiştiğine ve kendi­
mi yeniden bulduğuma inanıyordum. Üniversiteye başlayana ka­
dar boş kalmamak için bir reklam ajansında çalışmaya başladım.
Şirkettekiler eski halimi bilmiyorlardı. Erkekler tarafından be­
ğeniliyordum, şirkettekiler bana kur yapmaya başlamışlardı. Ha­
yatımın hiç bir döneminde bu kadar dikkat ve ilgi görmemiştim.
David şirkette grafiker olarak çalışıyordu. Benden on yaş büyük­
tü ve çok yakışıklıydı. Önceleri, diğerleri gibi sadece bana kur
yaptığını düşündüm. Ama beni yemeğe davet edip, bana aşık
olduğunu söylediğinde kulaklarıma inanamadım. David gibi ku­
sursuz bir adamın benimle neden ilgilendiğini anlayamıyordum.
O güne kadar erkeklerle ilgili deneyimim yoktu ve onun cehaleti­
mi sezeceğinden korkuyordum. Ama tam tersi oldu. Saflığımı ve
tecrübesizliğimi çekici ve sevimli bulduğunu söyledi. Baba rolünü
üstlendi. Anlattığı politik, meslektaşları hakkındaki veya psikolojik
konulardaki fikirlerini büyük bir ilgi ve hevesle dinliyordum. Giyim
konusunda da bana yol gösteriyordu, kuaförüme saçımı nasıl ke-

234
seceğini bile o söylemişti. Çok zevkli olmadığımı düşündüğüm
için bunlar hoşuma gidiyordu. Tek arzum onun hoşuna gitmekti.
Sürekli akıl vermesi bazen beni kızdırsa da, bunu söyleyecek
cesaretim yoktu. Tüm isteklerini yerine getiriyordum. David gibi
bir adamı uzun süre elimde tutabileceğimden emin olmadığım
için sürekli onu kaybetme korkusuyla yaşıyordum. Kendimi ise
hiç ilginç bulmuyordum.
İlişkimizin başlamasından beş ay sonra, fazla bireysel dav­
randığımı ve ondan bağımsız olmaya çalıştığımı söyleyerek beni
suçlamaya başladı. Ebeveynlerimle olan ilişkimi de analiz ederek
onlardan biraz daha uzak durmam gerektiğini söylüyordu. Beni
daha bağımsız olabilmem için eğittiğini ifade ediyordu. Ona, bir
yetişkin olarak eğitime ihtiyacım olmadığı konusunda karşı çık­
mak yerine söylediklerine hak verdim. Eleştirileri, kendime olan
güvenimi sarsarak onu kaybetme korkumu daha da güçlendirdi.
Doğru davranabilmek için elimden geleni yapıyordum. Ona kar­
şı çıkarak fikirlerimi savunmam için beni teşvik ediyordu. Birisini
devamlı onaylamak bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Ama
ona nasıl karşı çıkabileceğimi de bilmiyordum. Ayrıca dürüst
olmam gerekirse, bahsettiği konular hakkında da hiç bir bilgim
yoktu. Onunla tartışmak da hiç istemiyordum. Bir kız arkadaşım,
David'in o başöğretmen tavrına pabuç bırakmamam konusunda
beni uyardı. Ama bunu söylemeye cesaretim yoktu ki. David'in
giderek benden uzaklaştığını hissediyordum. Daha az görüşür­
sek bana daha fazla ilgi gösterebileceğini kendisi söyledi. Bana
açıkça, birisini avucundan yedirerek beslemenin tutkuya hiç bir
katkısı olmadığını söyledi. Bana duyduğu ilgiyi giderek kaybet­
tiğini belli ediyordu ve ben her seferinde ona daha fazla bağla­
nıyordum. Bunun yanlış olduğunu akıl etmeme rağmen kendimi
engelleyemiyordum. Kendimi çok zayıf, ezik ve üzgün hissedi­
yordum. Onu kaybetme düşüncesine dahi dayanamıyordum.
Bana zaman ayırmadığı için duyduğum kızgınlık, kendimi güç­
süz ve bağımlı hissettiğim ölçüde artıyordu. Benimle buluşması
için ona ağlayarak yalvarıyordum. Bir gün bana, birbirimizden
biraz uzaklaşmamız gerektiğini, ona fazlasıyla bağlandığımı ve
artık beni sevip sevmediğinden emin olmadığını söyledi. Bir haf­
ta benimle görüşmek istemediğini, bir hafta sonra ilişkiye devam

235
edip etmeme konusunda verdiği kararı bana bildireceğini söyle­
di. O hafta izinli olduğu için zaten şirkette de görüşemeyecek­
tik. Hayatımın en kötü günlerini geçirdim. Kendimi idam kararı
bekleyen bir mahkum gibi hissediyordum. Kız arkadaşım bana
çok kızıyordu. Kendime bu şekilde davranılmasına nasıl izin ver­
diğime inanamıyordu. Bana, David'i arayarak bu ayrılığın bana
da iyi geleceğini, ilişkimizin gerçekten bir anlamı olup olmadığı­
nı düşüneceğimi söylememi tavsiye etti. Bunun David'i üstünlük
duygusundan kurtaracak ve kendine olan güvenini sarsacak tek
yol olduğunu söyledi. Beni terk edeceğinden çok korkuyordum.
Bir hafta boyunca onu görmemeye ve bu işin nasıl sonuçlanaca­
ğını bilmemeye dayanamıyordum. Üç gün sonra bir akşam evine
uğradım. Beni görünce asabileşti, ama ben ağlayarak beni bırak­
maması için yalvardım. Galiba bu onun sabrını taşıran son dam­
la oldu, o akşam ilişkiyi bitirdi. Haftalarca dibe vurdum. Ancak altı
ay sonra Peter'le tanıştığımda bu travmayı atlatabildim."

Ebeveynler Çocuklarını Rahat Bırakmazlarsa


Annelerinin veya ebeveynlerinin peşlerini bir türlü bırakamadık­
ları çocukların sorunlarına tekrar değinmek istiyorum. Bu konuyu
"Anne fazla yakınlaşmak istiyor" bölümünde açıklamıştım. Şim­
di bu yetiştirme tarzını çocukların bağımlılık eğilimleri açısından
aydınlatmak istiyorum. Çocuklarının gereksinimlerine önem ver­
meyen anneler gibi çocuklarına fazla düşkün, isteklerini gözle­
rinden okuyarak hemen yerine getiren annelerin de bağımlılığın
gelişmesinde katkıları vardır. Bunlar çoğunlukla kendileri de ba­
ğımlı olan annelerdir. Çocuklarını her türlü kötülükten korumaya
çalışırken, aşırı korumacılıklarıyla onların kendi deneyimlerini
yaşamalarını engellerler. Gösterdikleri aşırı şefkat, çocuğun bi­
reysellik dürtüleri gibi doğal olan mutsuzluk ve isteksizlik dürtüle­
rini de yok eder. Çocuğun yaşam içinde kendi çözümlerini bulma
fırsatı elinden alınır. Anneler sürekli endişe duyarak çocuklarının
üzülmesini engellemeye çalışırlar ve onlar adına çözümler bu­
lurlar. Bilincinde olmadan çocuğu kendilerine bağlayarak vazge­
çilmez hale gelirler. Açıkça söylenmese de, "Ben olmadan bir işi
becereceğine güvenmiyorum!" mesajını alan çocuğun kendine

236
güveni kalmaz. Bu kadar sıkı sarmalanmak çocuğu öfkelendir­
se de annesi çok sevecen olduğu, sadece onun iyiliğini istedi­
ği ve kendini ona adadığı için öfkesini dışa vuramaz. Annenin
hayal kırıklığını yansıtan bakışı veya gözündeki yaşlar çocuğun
her türlü sağlıklı öfke ve saldırganlık duygularını bastırmasına
ve kendini suçlu hissetmesine yol açar. Yani çocuğun bir birey
olarak gelişme ve annesinin sözünden dışarı çıkma şansı yok­
tur. Aynı sevgiden yoksun ebeveynlerin davranışları gibi bu da,
çocuğun kendi arzuları ve gereksinimleriyle iletişim kuramama­
sını ve kendini çaresiz hissetmesini sağlar. Bu yakın bağ, anne
ve çocuğun etraflarını bir koza gibi sararak onları dış dünyanın
gerçeklerinden uzaklaştırır. Çocuk kendi kararlarını vermeyi ve
uygulamayı öğrenemez. Kendi ayaklarının üzerinde durması ge­
rektiğinde güvensizlik duygusuna kapılır. Hayatta ilerleyebilmek
ve destek almak için annesinin, büyüdüğünde de başka birisinin
elini tutmaya ihtiyaç duyar.

Aşk İlişkilerinde Bağımlılık


Bağımlı karaktere sahip insanlar, çocukluklarında ve yetişkinlik­
lerinde annelerine bağımlı oldukları kadar ilişkilerinde de partner­
lerine bağlanırlar. Yetişkin olarak bir aşk ilişkisi yaşadıklarında
bile ruhsal olarak ebeveynlerinden kopamazlar. Doğup büyü­
dükleri aileleri ve kendi kurdukları aile arasında içsel bir denge
kurmaya çalışırlar. Bir yandan akılları ebeveynlerinde ve onların
onayındayken diğer yandan da eşlerinden onay beklerler. Aslın­
da baktıkları ne ebeveynleri ne de eşleridir, asıl görmek istedikle­
ri kendileri ve hayattan bekledikleridir.
Sorunların çözümünü eşlerine devrederek, kendi mutluluk­
larının sorumluluğunu da onlara yüklerler. Eşlerini, sevgileri ve
ihtiyaçlarıyla bunaltarak kendilerine bağlamaya çalışırlar. Bek­
lentileri karşılanmadığında öfkelerini dışa vurmazlar, üzgün ba­
kışlarla, kendilerini acındırarak veya yakınarak hayal kırıklıklarını
belli ederler. Eşlerinin üzüntülerine bir çare bulmasını beklerler.
Tüm gereksinimleri ile eşlerinin sırtına yük olurlar. Eğer bağlan­
ma korkusu olan bir eşleri varsa bu onlar için daha da feci bir
durumdur. Çünkü onların eşlerinin beklentilerini karşılama konu-

237
sunda zaten sorunları vardır. Bağımlıların bu şekilde kendilerine
muhtaç olmalarından bağlanma korkusu olmayan eşler de kaçıp
kurtulmak isterler. Bağımlılar üstlerine fazlasıyla düştüğünden
eşler yakınlaşma dürtüsü hissedemez ve arzu duymazlar. Bu
sıkılma eşlerde savunma tepkisi yaratır. Ayrıca bağımlılar eşle­
rinde suçluluk duygusu uyandırırlar. Bağımlıların isteklerini en iyi
niyetli eş bile yerine getiremez. Ama eşler yetersiz kaldıklarını
düşünerek kendilerini suçlarlar. Bağımlıların bu bazen açık ve
net, bazen de sessiz suçlamaları yönlendirildiklerini hisseden eş­
lerini öfkelendirir. Eşle(i onların taleplerini karşılama konusunda
sınırlar koydukça, kaybetme korkuları ve eşlerine olan bağımlı­
lıkları giderek artar.

Bağımlılara Öneriler
Eğer ilişkilerinizde partnerinize aşırı bağlanmaya eğilimli olduğu­
nuzu fark ettinizse çok şey başarmış sayılırsınız. Bu sorundan
kurtulmanın en iyi yolu içsel hesaplaşmadır.
Bağımlı bir yapıya sahip olan insanların özgüvenleri üzerinde
çalışmaları gerektiği açıktır. Bunu da ancak yeteneklerine güve­
nirler ve çocukluk deneyimleriyle bağ kurabilirlerse başarabilirler.
İçlerindeki çocuğun, içlerindeki yetişkinin sevgisine ve desteğine
çok ihtiyacı vardır. Bağımlı insanların içlerindeki yetişkinin yeteri
kadar özgür davranamamaktan dolayı fazla gelişememesi bu so­
runun doğasında vardır.
Bağımlılar temel özgüvenden yoksun oldukları için sorunlarını
sadece aşk ilişkilerinde değil, hayatlarının her alanında yaşarlar.
Konu aşk ilişkileri olduğunda "Kontrol Kaybından Kurtulma­
nın Yolları" bölümündeki önerilerim bağımlılara da yardımcı ola­
caktır. Özellikle dikkat etmeleri gereken nokta, aşk duygularının
örneğin yaşamla yalnız başa çıkamamak gibi başka duygulardan
beslendiğini dikkate almalarıdır. Sevgi açlığı çekerler ve özgü­
venleri çok yetersizdir.
Bu konuda size gerçekten de yardımcı olabilecek ayrıntılara
girersem ne yazık ki kitabın kapsamı fazlasıyla genişleyecektir.
Bu yüzden sadece birkaç öneriyle yetineceğim. Birinci önerimi
uygularsanız gerçekten probleminizin üstesinden gelebilirsiniz.

238
Bu davranış modelinden çok iyi öngörüler çıkarabilirsiniz. İpin
ucunu bırakmamanızı önemle tavsiye ediyorum. Size en hızlı ve
verimli şekilde yardımı olacak tedavi psikoterapidir. Probleminiz
oldukça yaygın olduğundan tüm psikoterapistler sorununuz ko­
nusunda yeterince bilgi sahibidir. Bu konuyla ilgili rehber kitap­
lar okuyarak da kendi kendinize de yardım edebilirsiniz. Mesleki
dilde karakter yapınız "depresif" olarak adlandırılır. Bu sözcüğü
ipucu olarak kullanarak internette veya kitapçılarda daha verim­
li bir arama yapabilirsiniz. Bu tanımlama sizi ürkütmesin, bunun
anlamı sadece yukarıda anlattığım gibi bir çocukluk modelini be­
nimsemiş olmanızdır. Konuya ilk giriş olarak size özellikle Fritz
Riemann'ın Grundformen der Angst (Korkunun Temel Formları)
adlı kitabını tavsiye ediyorum. Kolay anlaşılır bir dille yazılmış
olan bu kitap bu tür kişilik yapısına genel bir bakış sunuyor.
Bu karakter yapısına sahip insanları korku krizleri, yani panik
ataklar tehdit eder. Panik atak genellikle araba kullanırken tek
başına olduğunuzda, otobüste, bir katede veya toplumsal alan­
larda ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Evde yalnızken ya da etrafta
kimse yokken de yaşanabilir. Panik atakların temel sebebi, "dün­
yada yapayalnız ve korumasız kalma" korkusudur. İnsan yolunu
bulamayacağından ve kendine yardım edemeyeceğinden kor­
kar. Bu tür korkuları deneyimlediyseniz, korku veya panik atak
kelimeleriyle de arama yapabilirsiniz.

7. Ümidinizi Kesin
Bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin en sinsi yanı her
şeyin düzeleceği konusunda duyulan inanç ve umuttur. Bu
umudu yaratan, verilen sözlerin gelecekte yerine getirileceği
inancıdır. Eşler, "Seni seviyorum, ama henüz hazır değilim" ,
"Değişeceğim, ama önce . . . ", "Sana fazla hissettiremesem de
hayatımdaki en önemli insan sensin" gibi cümleler yüzünden
böyle bir inanca kapılırlar. İlişkinin güzel başlaması ve sonra­
ki dönemlerde yaşanan sevgi dolu anlar daha güzel günlerin
geleceği hayalini hep canlı tutar. İşte eşlerin bir türlü vazgeçe­
meme sebebi bu ümittir.

239
Umudu yaşatan sadece bu tür cümleler değil, aynı zaman­
da "Ne evet, ne hayır" şeklindeki davranışlardır. Arada sırada
yaşanan aşkın doruk noktaları ve yakınlaşma anları da umudu
besler. Eşler, bu ifade ve davranışların içindeki "evet" kısmına
tutunurlar. Ayrıca bağlanma korkusu yaşamayan bir insan bu
konuda empati yapamaz, sadece karşısındakinin duygularını
az da olsa hissedebilir. Özlemini ve olumlu duygularını ancak
bu yolla eşine yansıtabilir. B irine güvenmenin ve bağlanma­
nın bu kadar zor olacağını düşünemediğinden, sorunun boyut­
larını da küçümser. Böylece, "Ne evet, ne hayır" söyleminin
içindeki Hayır'ın gücünü de küçümsemiş olur. Eşler ümitli
oldukları sürece ilişkiden kopamazlar. Ancak ümitlerini yi­
tirdiklerinde kurtulabildiklerine çoğu kez şahit oldum. Umut
sürekli acı çekmenin kaynağıdır. Ümidini kaybeden insanlar
ilişkilerinden çok daha kolay kurtularak ayrılık acısını kısa
sürede atlatırlar. Eşlerin sabrının taşması, "Yeter artık! " diye­
rek ayrılmaya karar vermeleri için çok ciddi olaylar yaşanması
gerekir. Bir anda ümitlerini yitirirler ve bunun sonucunda da
bağımlılıklarından da kurtulurlar. Bunu, madde bağımlılığıyla
mukayese edebiliriz. Eski sigara tiryakilerinin çoğu bir anda,
"Yeter artık! " diyerek sigarayı bırakma kararı aldıklarını ve
bu yüzden fazla zorluk çekmediklerini söylüyorlar. Daha önce
denedikleri yarı gönüllü sigara bırakma yöntemleri hiç bir işe
yaramamış. Öfkelenerek verilen bir anlık karar işleri kolay­
laştırmış. B unun gibi, "Ayrılık öfkesi" de ayrılık acısının üs­
tesinden gelmeye yardımcı olur.

8. Son Bir Ümit Işığı


Kitapta bağlanma korkusu olan insanlara sorunlarından
kurtulmaları için önerilerde bulundum. Bir psikoterapist ola­
rak bunun mümkün olduğunu da çoğu kez danışanlarım saye­
sinde deneyimledim. Şimdi ise eşlere ümitlerini kesmelerini
söylemem çelişki yaratabilir. Size, ümitlerinizin gerçekleşme­
si konusunda bir karşılaştırma yapmanızı tavsiye ediyorum.

240
Bu karşılaştırmayla eşinizin davranışlarını değiştirip değiştir­
meyeceğini anlayabilirsiniz. Aşağıdaki soruları cevaplayın:

• Eşimin bağlanma fobisi yüzünden ne zamandır acı çeki­


yorum? (Süre ne kadar uzunsa, durum o kadar kötüdür.)
• Kaç kere değişeceğim dediği halde hiç bir şey de­
ğişmedi?
• Problemlerinin bilincinde mi yoksa bağlanma korku­
sunu görmezden mi geliyor? Ya da, sorununu itiraf
ediyor ama bu şekilde yaşamaya devam edebileceğini
mi söylüyor? Değişeceğine dair sözler verip sonra hiç
birini tutmuyor mu?
• Eşimin problemlerinin boyutlarını nasıl değerlendiri­
yorum? O bir "kayıtsız kaçınmacı" mı yoksa ebeveyn­
leri ona çok mu fazla tahakküm etmişler?

Problemin boyutlarının eşler ve amatörler tarafından sap­


tanmasının çok zor olduğunu biliyorum. Ama bu kriterlerin,
bağlanma korkusu yaşayan eşinizin değişme olasılığı konu­
sunda ölçü teşkil edeceğine inanıyorum. Sorun ne kadar de­
rinse, değişim de o kadar zor olur. Ayrıca insanlar bağlanma
korkusunu, kayıtsız kaçınmacılarda olduğu gibi çok derinden
hissederlerse değişmek için gereken motivasyonları azalır. Bir
yandan, kullandıkları savunma stratejileri ruhlarına işlemiş ol­
duğu için acı çekmezler. Diğer yandan da, değişimlerin geniş
kapsamlı olduğuna ve bastırdıkları tüm korkuların bu sayede
su yüzüne çıkacağına inandıkları için değişmek istemezler.
Eşinizin değişme çabalarını görmek için kendinize bir süre
belirleyin ve bekleyin. Ona değişmek için hazır olup olmadı­
ğını açıkça sorun. Düşüncelerinizi onunla paylaşın. Hayatın­
dan memnun olduğunu, kendisi ve ilişki konusunda bir deği­
şikliğe gerek duymadığını söylüyorsa ona inanın. Bağlanma
korkusu olanlar uyarma konusunda açık davranırlar. Onları
ciddiye almak veya söylediklerine önem vermeyerek sanki bir
tehlike yokmuş gibi davranmanız sizin sorumluluğunuzdur.

24 1
Örneğin bu konuyla ilgili bir kitabı okumasını önerdiyseniz,
değişmek isteyip istemediğini kitabı okumasından ya da hiç
ilgilenmeyip bir kenara atmasından anlayabilirsiniz.
Eşinizin değişmeye pek hevesli olmadığını tekrar vurgu­
lamak istiyorum. Psikoterapiye gelen bağlanma korkusu olan
insanlar eşleri istediği için değil, kendileri istiyorsa gelirler.
Eğer partnerinizle yaşamaya devam etmek istiyorsanız onu
olduğu gibi kabullenin. Tavsiyelerime uyarak aranıza belir­
li bir mesafe koyun ve elinizdekilerle mutlu olmaya çalışın.
Söylediğim gibi daha bağımsız davranmalı ve başka uğraşlar
edinerek kendinize enerji yüklenmelisiniz. Tek şansınız işi
oluruna bırakmaktır.

9 . İlişkinizi Bitirin
Eşinizin verdikleriyle yetinemeyeceğinize ve ilişkinizi bitir­
meye karar verdinizse lütfen aşağıdaki önerilerimi benimseyin.
Bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin özel dinamiği ay­
rılığın gerçekleşmesini zorlaştıran tuzaklarla doludur. İl işki­
yi sonlandırma düşüncesinin beraberinde gelen en tehlikeli
tuzak yoğun duygular ve endişe hissetmektir. Bazı anlarda
özlem ve ayrılık acısını daha güçlü olarak hissedeceksiniz.
Böyle anlarda duygularınıza yenilip geri dönmemek için
bazı önlemler almalısınız. Probleminizi bir madde bağımlı­
lığı olarak değerlendirin. Bu size acımasızca gelebilir, ama
bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerin madde bağımlılığıyla
yakın ilgisi vardır.


Kişisel mutluluk o insanla (maddeyle) bağlantılıdır.
• Sadece o maddeyi elde etmek ve garantilemek düşü­
nülür.
• Maddenin fiziksel ve ruhsal sağlığa zarar verdiği bilin­
diği halde kullanmaya devam edilir.

242

Maddeyi kullanabilmek pahasına yaşamın diğer alan­
larında ağır zararlara uğranır. (Hobiler, meslek ve iş,
arkadaş çevresi, konsantrasyon kaybedilir, depresyon
ve korku krizleri, ruhsal dalgalanmalar, psikomatik ra­
hatsızlıklar yaşanır.)
• Madde bağımlılığından kurtulmaya çalışırken depres­
yon gibi ağır arınma zorluklarıyla karşılaşılır.
• Maddeden kurtulmak ve bağımlılığı kontrol altına ala­
bilmek için sayısız denemeler yapılır.

Kendinizi bağımlı olduğunuz fikrine alıştırarak, bundan


kurtulmak için eroinden arınmaya çalışan bir uyuşturucu
müptelası gibi önlemler almanız gerektiğini kabul edin.
Uyuşturucu bağımlıları gibi sizin de arınmak için madde­
den uzak durmanız gereklidir. Yani tamamen kurtulana kadar
asla partnerinizle görüşmemeniz gerekir. Artık onu sevme­
diğinizi hissettiğiniz zaman tamamen kurtuldunuz demektir.
Dost kalalım diyerek sakın ona açık kapı bırakmayın. Bu asla
yürümez. Ateşle oynamak gibidir. Bağımlılığınızdan ve part­
nerinizin davranışları yüzünden çektiğiniz acılardan tamamen
arındığınızda, hala onunla dost olarak kalmak istiyorsanız ko­
nuyu o zaman tekrar gündeme getirebilirsiniz. Ama bunu asla
daha önce yapmayın!
Eski partnerinizle karşılaşabileceğiniz yerlere gitmekten
kaçının. Resimler, hediyeler, birlikte dinlediğiniz müzikler
gibi tahrik edici anılardan kurtulun. Onu hatırlatan her şeyi
etrafınızdan toplayıp kaldırın. Onun ailesi ve arkadaşları ile
görüşmeyi kesin. Bu tür ilişkiler daha çok ondan haber almak,
neler yaptığını ve nasıl olduğunu öğrenmek için sürdürülür.
Bu bilgiler, tekrar geri dönme tehlikesi yaratırlar. Eğer çevre­
nizdeki kişilerle görüşmeyi kesmeniz size kabalık gibi gelirse,
onlara durumu açıkça anlatarak, bu zor günler geçtikten sonra
onları arayacağınızı söyleyin.

243
Eski partnerinizin tüm telefon numaralarını, e-posta ad­
reslerini kayıtlardan silin. Böylece ani bir kararla onu tekrar
aramaktan kendinizi korumuş olursunuz. Bu aynı zamanda, "o
kişinin" artık hayatınızdan silindiğinin bir işaretidir.
İlişkinizde sizi mutsuz eden ve eski partnerinizin sizi üzen
davranışlarını yazdığınız bir liste yapın. Zihnininiz sizi yanılt­
maya çalıştığında ya da her şeyin güzel olduğu anların ha­
yalini kurduğunuzu fark ettiğinizde yanınızda taşıdığınız bu
listeye bakın. Özellikle de cinsel fantezileri aklınızdan çıka­
rın. Sürekli yaşanan yakınlaşma ve uzaklaşmalar yüzünden
bağlanma korkusu yaşanan ilişkiler fazlasıyla duygusaldır ve
kurtulmak zordur. Küçük ve etkili bir hile kullanabilirsiniz:
Bileğinize bir lastik bant bağlayın. Kendinizi eski partnerinizi
düşünürken yakaladığınızda bu lastiği çekip bırakın. Bu yolla
düşüncelerinizi durdurmuş olursunuz.
Günlerinizi ve özellikle hafta sonlarınızı önceden planla­
yın. Kendinizi hüzne kaptırmayın. Üzüntünün sonuna kadar
yaşanması gereğini savunan bazı meslektaşlarım bana katıl­
mayacaklardır. Doğrusu ben bu "köktenci arınma işlemini"
anlamsız buluyorum, en azından aşk ayrılıklarında. Ölüm se­
bebiyle oluşan kayıplarında durum çok farklıdır. Ruhunuzda
yasınıza ve bunun sebep olduğu kendine acıma duygusuna
fazla yer verirseniz, geri dönme tehlikesi giderek artar. Duy­
gularınıza kapılabileceğinizi unutmamanız gereklidir. İlişki­
niz süresince bunu zaten yeteri kadar deneyimlemişsinizdir.
Şimdi yapmanız gereken tüm duygularınızdan sıyrılmaktır.
Şimdi geleceğe bakma zamanıdır! Bu yüzden çok fazla plan
yapmalısınız. Arkadaşlarınızla buluşun, hobilerinizle ilgile­
nin, spor yapın. Ayrıca spor yapmak, mutluluk hormonlarının
salgılanmasını tetiklediği için çok etkili bir antidepresandır.
Sevdiğinizi kaybetmenin acısıyla kıpırdamak dahi istemese­
niz bile kendinizi zorlayın. Fiziksel hareketlerin sizi canlan­
dırdığını göreceksiniz. Hele bunu neşeli bir müzik eşliğinde
yaparsanız çok daha etkili olacaktır. Aşk acısı çeken bir ar-

244
kadaşım, her gün ormana giderek askerde talim yapar gibi
koşuyor ve şınav çekiyordu. Bu antrenmandan sonra kendini
hafiflemiş hissettiğini ve sporun ayrılık sürecini atlatmasına
çok yardımcı olduğunu söylemişti.
Arkadaşlarınız ve ailenizle daha sık görüşün. Bu süreçte
sevdiğiniz, hoşlandığınız ve her zaman yanınızda olan insan­
lara ihtiyacınız olacaktır. Arkadaşlarınızdan yardım istemek­
ten çekinmeyin. Zor zamanlarda en iyi destek insanın arka­
daşlarıdır. Arkadaşlarınız size yeterli gelmiyorsa profesyonel
yardım alın. Biz psikologlar böyle zor durumlarda size yar­
dım etmek için yanınızdayız, hizmetlerimizden faydalanabi­
lirsiniz. Aşk acısı ve bağımlılıktan kurtulurken karşılaşılan
zorluklar bir psikoloğa gitmek için yeterli bir sebeptir. Soru­
nunuzun önemsiz olduğunu veya psikologlara sadece ruhsal
hastalıkları olanların gittiğini düşünmeyin. Dişçiye sadece
protez yaptırmak zorunda olduğunuzda değil, küçük bir dolgu
için de gittiğinizi unutmayın. Sosyal sağlık kurumlarına bağlı
çalışan psikologlar fazla talepten dolayı uzak tarihlere rande­
vu verirler. Bu yüzden serbest çalışan psikologlara gitmenizi
tavsiye ederim. Psikologla yapacağınız bir kaç seans bile öde­
diğiniz paraya değecektir. Kamusal danışma merkezlerine de
başvurabilirsiniz. Onlar da ücretsizdir veya çok düşük ücret
ödersiniz, fazla sıra da beklemezsiniz.
Yeni bir partner bulmak için gözünüzü dört açın ve hatta
bol bol flört edin. Şimdi köktenciler, yeni bir ilişkiye başla­
madan önce eskisinden tamamen kurtulmak gerektiğini ileri
süreceklerdir. Bu bana biraz yaşama yabancılaşmak gibi geli­
yor. Mutsuz aşkların en iyi ilacı yeni bir aşktır. Yalnız yeniden
aynı tarz bir ilişkiye girmemeye özen gösterin. Kulaklarınızı
ve gözlerinizi açın, duyduklarınızı ve gördüklerinizi ciddiye
alın. Yeni tanıştığınız kişilerin daha önceki ilişkilerinin neden
başarısız olduğunu öğrenmeye çalışın. İnsanların geçmişleri
bir çok ipucu verir. Nasılsa hemen üstüne atlamak zorunda de­
ğilsiniz. İliklerinize kadar aşık olmadan önce yeni adayı dik-

245
katlice inceleyin. Yeni bir potansiyel adayın karşınıza çıkmış
olması bile moralinizin yükselmesi için yeterlidir.
Eski partnerinize duyduğunuz öfkeyi yeniden alevlendi­
rin. Eski eşlerden kurtulma safhasında duyulan öfkeyi canlı
tutmak önemlidir. Eğer yeterince öfke hissetmezseniz onunla
kendi içinizde barışırsınız. Ne kadar güvenilmez, bencil, utan­
maz, hain, sinsi, ahlaksız, belirsiz ve sorumsuz davrandığını
hatırlayın. Bu davranışlarına bahaneler bulmayın! O zamanlar
kendinizi ne kadar berbat hissettiğinizi de unutmayın. Onun­
la hesaplaşmak için bir mektup yazın. Ama mektubu gönder­
meyin, yoksa sizinle tekrar temas kurmaya çalışır. Ayrıca siz
de, ilişkinin tekrar başlamasını sağlayacak bir cevap bekleme
riskine girmiş olursunuz. Mektuptan vazgeçerek, eski partne­
rinizin sizi öfkelendiren davranışlarını bir kağıda yazarak da
içinizi dökebilirsiniz.
Ruhunuza iyi gelen, moralinizi ve güveninizi yükselten her
şeyi yapabilirsiniz. Bakımlı olun. Bütçenizin ve zamanınızın
yettiği her türlü güzelleşme fırsatını değerlendirin. Kendinizi
değiştirmek istiyorsanız bunu yas tuttuğunuz süreçte yapma­
yın. O sırada önemli olan bu ayrılık hüznünden kurtulmanız
ve kendinizi iyi hissetmenizdir. Öz eleştiriler ve değişim plan­
ları yaparak kendinizi zorlamayın. Önceliğiniz iyileşmek ol­
malıdır. Bu yolda yapacağınız her şey mubahtır.
Eski partnerinizin tekrar yakınlaşmak için kurduğu tuzak­
lara düşmeyin. B ağlanmaktan kaçınanlar karar vermekten kor­
karlar. Ondan ayrılmanızı büyük ihtimalle hazmedemeyecek­
tir. Daha önce de belirttiğim gibi bağlanma korkusu olanların
çoğu sevgililerinde uzak kalınca özlem duyarlar. Bu yüzden
muhtemelen sizi tekrar kazanabilmek için uğraşacaktır. Sizi
tekrar geri döndürmek için uygun fırsatlar kolladığını aklınız­
dan çıkarmayın. Şu ana kadar üstünlük partnerinizdeydi, ne
yaparsa yapsın onu terk etmeyeceğinize inanıyordu. Bu defa
hemen ona geri dönmemeniz onu mücadeleye yöneltecektir.
Tekrar birlikte olursanız mutluluğunuzun çok kısa süreceğini

246
unutmayın. Sizi elde ettiğini hissettiği an tekrar uzaklaşmaya
başlayacaktır. Geçici bir ayrılıkla çözülmeyecek kadar derin
bir sorunu olduğunu bilin. "Nihayet onun için ne kadar önemli
olduğumu anladı ! " diye düşünecektir. Bağlanma korkularını
yenebilmesi için isteğe, güce ve sabırlı olmaya ihtiyacı var­
dır. Ayrılık onu tedavi etmez. İyileşmek için kişisel olarak çok
çaba göstermesi gerekir.
Eski partnerinizi sizi geri döndürmek için uğraş vermedi­
ğinde sakın incinmeyin. Bağlanma korkusu olanların hepsi
uzaklaşınca özlem duymazlar. Özellikle de kayıtsız kaçınma­
cılar, ayrılığa çok dayanıklıdırlar. Savaşçı bir ruha sahip olan­
ların tam tersine olayları unutma yetenekleri çok gelişmiştir.
Tuzağına düşmeyin, sizi aramadığında incinerek önemli olup
olmadığınızı ve sizi hala sevip sevmediğini anlamak için
onunla yeniden temas kurmaya çalışmayın. Günlük yaşamı­
nızda, "Oluruna bırakmak" mantrasını benimseyin. Eğer ona
geri dönerseniz her şey yeni baştan başlar. Kişisel yenilginize
ve o boşluğa tekrar geri dönmek istiyorsanız, lütfen yukarı­
daki satırları tekrar okuyun, kayıtsız kaçınmacılar hakkındaki
bilgilerinizi tazeleyin.
Aşk acısının insanı öldürmediği genel olarak geçerli bir ku­
raldır. Bu acı geçicidir. Ümidinizi keser ve ilişkinin bittiğine
kendinizi inandırırsanız acınız daha çabuk geçer. Kendinizle
gurur duyun, daha iyisini hak ediyorsunuz. Şu anda buna ihti­
mal vermeseniz bile daha iyisini bulacağınızdan eminim. Bu
fikre açık olduğunuz sürece tahmininizden daha kısa sürede
daha iyisiyle karşılaşırsınız. Ayrıca mutsuz bir ilişki yaşamak­
tansa kimseyle birlikte olmadan da kendinizi iyi hissedebildi­
ğinizi deneyimleyeceksiniz. Dünyada insanı mutlu edecek o
kadar çok güzel şey var ki, aşk ilişkisi bunlardan sadece bir
tanesi ve asla tüm hayatınız demek değil. Mutsuzluktan kur­
tulduğunuz anda kendinizi daha özgür, özgüvenli, onurlu ve
mutlu hissedeceksiniz.

247
Bir süre sonra da, bir zamanlar o insanda ne bulmuş oldu­
ğunuza kendiniz bile şaşıracaksınız. Hayatınızın bir bölümün­
de o insanın yüzünden ne kadar endişe ve üzüntü yaşadığı­
nızı kafanızdan çıkarıp atacaksınız. Bu oyunu bu kadar uzun
süre sürdürdüğünüz için kendinize kızacaksınız. Çektiğiniz
acıları ve ilişkinizi tamamen unuttuğunuz ve hayatınızın bu
bölümünü kapattığınız bir an gelecektir. İşte o zaman bu iliş­
kiyi hoşgörü ile karşılamak zorundasınız. Çünkü hiç bir şey,
yaptığımız hatalara ve kendimize kızdığımız kadar zihnimizi
meşgul etmez. Özellikle de bu kadar uzun süre bu ilişkiye ka­
pıldığınız için kendinizi suçlamaktan kurtulmanız çok zordur.
Bu işten çok daha erken kurtulamadığınız, gururunuzun kırıl­
masına izin verdiğiniz için kendinizi suçlayacaksınız. Saf ve
zayıf karakterli olduğunuzu düşüneceksiniz. B unların üstesin­
den gelebilmeniz için bu deneyime iyi tarafından bakmanızı
öneririm. Bu sayede akıllandınız, artık bağlanma korkusu ya­
şanan ilişkiler konusunda tecrübe kazandınız. Böylece bundan
sonra bu tür ilişkilerden uzak durabilirsiniz. Eskiden böyle bir
şeyin asla başınıza gelemeyeceğini düşünürken hayat size bu
konuda alçakgönüllü olmayı öğretti. Tavsiyelerimi ciddiye al­
dınızsa, eminim bu mutsuz ilişki size yepyeni uğraşlar kazan­
dırdı veya kariyerinizde ilerlemenizi sağladı. Kendinizi tebrik
etmelisiniz. Her halükarda biraz daha olgunlaştınız. B u herke­
sin başına gelebilir, yaşadıklarınızın üstüne bir sünger çekin.
Kurtulduktan ve hatalarınızı hoş görmeyi başardıktan son­
ra hala kendinize, "Hakikaten beni sevdi mi, yoksa bana mı
öyle geliyor?" diye sorarsınız. Tüm ilişkiniz boyunca size ezi­
yet eden bu soru sonrasında da peşinizi bırakmaz. Soruyu şu
şekilde cevaplamak istiyorum: Evet, partneriniz sizi becere­
bildiğince sevdi. Size söylediği ve belli ettiği her şey doğruy­
du. Ama korkusu aşkına hasar verip onu alaşağı etti. Bu çok
acımasız olsa da, eski partneriniz korkuları yüzünden kimseyi
gerçekten sevmeye muktedir değildi.

248
OKURLARA VEDA . . .

S iZE y A R D I M C I O L A C A K yeni bakış açıları kazandığınızı


umuyorum. En önemlisi bu sayfalara kadar okumaya devam
ettiğinizi umuyorum. İnsan, kendi sorunları ve zaaflarıyla
yüzleşmekten hiç hoşlanmaz. Bazı okurların yarı yolda pes
ettiklerini ve kitabı bir kenara attıklarını düşünüyorum. Bazı
konuları açıklarken, insanların kendi gerçekleriyle fazlasıyla
yüzleşmelerine sebep olacak bir ifade tarzı kullandığımı bi­
liyorum. Yüzleşmenin insanı empati yapmaktan daha büyük
bir güçle sarsarak kendine getirdiğine inandığım için bunu bi­
linçli olarak yaptım. Ayrıca, bağlanma korkusu olan insanlar
hem kurban hem de fail oldukları için olaya her iki açıdan
bakmanın daha adil olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de
hem empati yaparak hem de yüzleşerek yazmaya çalıştım. Sü­
rekli anlayış duygusuyla yazılanlar son derece tekdüze olurdu.
Yazdıklarımın bazı okurların hoşuna gitmemesi, hop oturup
hop kalkmaları riskini de göze aldım. Ama kitabın bağlanma
korkusu olanlara ve partnerlerine çok yararlı olacağına ina­
nıyorum. Aynı şekilde insanların kendilerini değiştirebilecek­
lerine ve geliştirebileceklerine de inanıyorum. Okurlarımın
çoğunun bu sayfalara kadar geldiğini, yazdıklarımın onları
kendilerini değiştirmeye yönlendirmesini umuyorum.
Sizlere hayatta başarılar diliyor, selam ve saygılarımı su­
nuyorum.
Stefanie Stahl
249
PSİKOTERAPİST OKURLARIM İÇİN
SON SÖZ
Son bölümde bahsettiğim depresif karakterlerin dışında
kitabın ana teması olan bağlanma korkusu mesleki açıdan
yeteri kadar incelenmeyen bir konudur. Bağlanma konusun­
da yapılan psikolojik araştırmalar günümüze kadar ne ço­
cuklara ne de yetişkinlere bir katkıda bulunmuştur. Bu tür ki­
şilik bozukluklarının özelliklerine "kayıtsız kaçınmacıları"
anlatırken "Şizoid" sözcüğünü hiç kullanmadan değinmem
dikkatinizi çekmiştir. Şizoid sözcüğünü kullanmaktan özel­
likle kaçındım. Amatör okurlarımın bu ifadeyi şizofrenlikle
bağdaştırarak endişeleneceklerini düşündüm. Yıllardır bu
konuyla uğraşan birisi olarak, tüm mesleki yayınlarda şizoid
yapıya sahip insanların içe dönük, yalnız yaşayan ve sosyal­
leşmeye fazla ilgi duymayan insanlar olduklarını okudum.
Bunun yanlış bir yargı olduğuna inanıyorum. Ben, şizoid ya­
pıya sahip ama bu özelliklere hiç uymayan sayısız insanla
karşılaştım. Kanımca, şizoidlikle içe dönüklük birbirlerin­
den tamamen ayrı iki karakter özelliğidir. Şizoid özelliklere
sahip insanlar son derece sosyal olabilirler. Bence, psikote­
rapi hastalarının şizoid özellikleri bu yanlış inanç yüzünden
gözden kaçırılıyor. İçe ya da dışa dönüklük doğuştan gelen
ve genetik olan karakter özellikleridir. İçe dönüklükle şizo­
id kişilik bozukluğu arasında hiç bir nedensel bağlantı yok­
tur. B ir insan hem şizoid hem de içe dönük veya dışa dönük
aynı zamanda da şizoid olabilir. Sosyal yeterlilik ise farklı
bir durumdur. Şizoidlerin çocukluklarında fazla destek gör­
mediklerini veya korkuları yüzünden sosyal ilişkilerde ba­
şarılı olmadıklarını varsayabiliriz. Bazı şizoid insanların bu
problemlerini zekalarını kullanarak dengeleyebildiklerine
şahit oldum. B ilindiği gibi şizoidler çok akıllıdırlar. Üstün
zekalıların genellikle şizoid belirtiler gösterdiklerini söyle­
yebiliriz. Ayrıca bazı şizoidler zekalarını kullanarak sosyal
yönden fazla göze batan davranışlardan kaçınırlar. Gerçek

250
problemleri ve iletişim bozuklukları ancak onları yakından
tanıyınca fark edilir.
Şizoidlerin insan ilişkileri konusundaki derin korkularını
dışa dönük ve sosyal yeterliği olan insanlarda daha kolay göz­
lemleyebiliriz. Dışa dönük karaktere sahip şizoidler yalnız kal­
mayı sevmezler. Büyüme çağlarında bağlanma sorunları olan
ve mesafesiz dediğimiz çocuklara benzerler. Büyüdüklerinde
bu alışkanlıklarından kurtulurlar ama içlerinde hata sevilecek­
leri, okşanacakları yere gitme eğilimini taşırlar. İçsel olarak
bağlanamadıkları için çevrelerindeki insanlar sürekli değişe­
bilir. Okşamalar sadece cinsellikle sınırlı değildir, sosyal iliş­
kilerde yaşanan şefkat ve sevgi ile sınırlanabilir. Yalnızken
terk edilme korkularını daha güçlü hissettikleri için şizoidlerin
çoğu tek başlarına kalmaktan hoşlanmazlar. Şizoid karaktere
sahip kişilerin kendilerine de yabancılaştıkları herkesçe bili­
nen bir özelliktir. Yalnız kaldıklarında iyice yükselen iç ses­
lerini bastırmak için kendilerine sürekli bir uğraş yaratırlar ve
hiç boş kalmak istemezler. İşleri ve sosyal aktiviteler onlara
son derece uygun kaçış metotlarıdır.
Şizoidlerin sorunları doğru değerlendirildiğinde psiko­
terapilerin daha başarılı olacağına inanıyorum. Sorunlu in­
sanların kendi kendilerine yardım edebilmeleri için konuyla
ilgili bölümlerde anlattığım bazı müdahaleler uyguladığım
psikoterapi seanslarında bana çok yardımcı oldular. Bunla­
rı herkese tavsiye ediyorum. Sizin de terapilerde başarıyla
kullandığınız bazı uygulamalar varsa, bunları e-maille veya
telefonla bildirmeniz beni çok sevindirecektir. Ayrıca konu
hakkındaki olumlu veya olumsuz fikirlerinizi bildirirseniz
çok mutlu olacağım.
Selamlar
Stefanie Stahl

25 1
İnsan kurallara sığmaz!
TEŞEKKUR
• •

Okutmanını Carola Kleinschmidt' e samimi desteği ve uyumlu


işbirliği için ...
Psikolog ve bağlanma uzmanı Dr. Anika Knauer' e bilimsel
okuması ve cesaret verici önerileri için ...
Arkadaşım ve meslektaşım Helena Muser'e bağlanma kor­
kusu ile çok küçük yaşlarda tanışan çocuklarla ilgili duyarlı
anlatımları ve heyecan verici sohbetleri için . . .
Tüm danışanlarıma bana güvendikleri v e açıldıkları için ...
Ayrıca bu kitapta benliğini bulan herkese teşekkür ederim.

253
·-
Vl
·-

N
-�

Ç E V R EMİZİN ÖYKÜSÜ DİZİSİ

VAGF.tlS ll.IOPUI OS

Akdaniz Slularını Alır


Qidaraa

f.tkirıli�: \
Rn;im)eynı.:

Karatavuk Ormanın
Kurtarılmaaını Bakliyor

Kuraldışı çocuklarınızı da düşünüyor!


Kitapçılarda her ay çocuğunuzun sağlıklı gelişimini besleyen yeni bir
Kuraldışı Çocuk kitabı bul abilirsiniz.
9K uraldış ı t----

w o r k s h o p
deneyimsel fark ı n dalık çalışması

y a ş a m o k u l u
kendinizle ve
özsayg ı başkalar1yla
( self-esteem) iletişim
kadın-erkek N LP neuro

ilişk ileri li_


._ ng is
_u__ i c_
t_ rog ram
p_
___
_m_ing

amaç z i h i nsel
bel i rlemek ve
i n isiyat if
denge
alabilmek
gölgelerden
kendinizle
yüzleşin aydınhğa

b ü t ü n s e l k i n e s i y o l oj i ( P i K i )
Pi Ki Pi Ki
TEMEL İ LERİ
Pi Ki Pi Ki
MASTER TRAI N ER

KURALDIŞI EGİTİM & DANIŞMANLIK


Ayrıntılı bilgi için: 21 6 449 98 05 pbx www.kuraldisi .com
••

Ozsayg ı
Y ü ksek özsaygı, kişinin hem değerli hem yeterli olduğunu hissetme­
sidir. Sevmeye ve sevilmeye layık olduğunu derinden bilmektir. Ha­
yatın her alanında kendi sorumluluğunu yüzde yüz alabilme gücüdür.
Kendinin ve başkalarının içindeki iyiyi ortaya çıkarabilme yetisidir.
Özdeğer, özgüven, özfarkındalık, özsaygı, özsevgi ve özsorumlu­
luğun bir arada olmasıdır. Sevebilme ve empatik olabilme yetisidir.
Hem alçakgönüllü hem cesur olabilmektir. Hayat boyu gelişime ve
yeniliklere açık olmaktır.

Y üksek özsaygı, kendini beğenmişlik değildir. "Başkaları ne dü­


şünür"e göre davranmak değildir. Kendini başkalarından üstün ya da
aşağıda görmek değildir. İş hayatındaki başarılarla, ünle, parayla,
konumla, unvanla geliştirilemez çünkü dışsal kaynaklı değildir.

0-6 yaş arasında temeli oluşan özsaygımızı bilinçlenerek geliştirebiliriz.

• ÖZSAY GI, "evet" demek istediğinde "evet'', "hayır" demek iste­


diğinde "hayır" diyebilmektir.

• ÖZSAYGI, evde tek başına iken aynada gördüğün kişiyi güvenilir


bulmak, ona saygı ve sevgi duyarak gülümseyebilmek, bu insan
benim dostum diyebilmek, karşı cins olsaydı onu eş olarak seçmeyi
arzu edebilmektir.

• ÖZSAY G I , kendini beğenmişlikten kendini beğenmeye doğru


yapılan bir yolculuktur.

Grup dinamiği oyunları ile değerlilik ve yeterlilik duygularınızı geliştire­


ceğiniz bu bireysel gelişim workshopu, derin bir kendi gücünü keşif
çalışmasıdır.
Amaç Bel i rlemek ve

i n i s iyatif Alab i l mek


Amaç Belirlemek ve İnisiyatif Alabilmek workshopu, negatif bakış açısın­
dan yararlanmanızı ve pozitif bakış açı s ı n ı n bir ad ı m ilerisine geçmenizi
sağlayan devrim niteliğinde zihinsel bir tekniktir.

İş Yaşamında Başarı İçin:

• Gerektiği anlarda inisiyatif alabiliyor musunuz?


• Yaptığınız işten zevk alıyor musunuz?
• İşinizi nasıl zevkli hale getireceğinizi biliyor musunuz?
• Doğru zamanda, doğru kişilere, doğru soruları sorabiliyor musunuz?
• İş arkadaşlarınızın ilham kaynağı m ı s ı n ız?
• Liderlik ve yöneticilik potansiyelinizi maksi mum düzeyde kullanıyor
musunuz?
• Takım arkadaşlarınızı nas ı l motive edeceğinizi biliyor musunuz?
• Verileri, eğilimleri ve riskleri değerlendirerek optimal kararlar alabiliyor
musunuz?
• İşyerindeki iletişiminizi, veri m liliğinizi ve üreti minizi optimal kılacak
eylem planları geliştiriyor musunuz?

Özel Yaşamda Başarı İçi n :

• Öncelikli yaşam amac ı n ız ı tanımlayabildiniz m i ?


• İnisiyatif alabiliyor v e cesaretle a d ı m atabiliyor musunuz?
• Sıklıkla endişe, öfke, kızg ı n l ı k ve hayal kırıklığı gibi duyguların esiri
oluyor musunuz?
• Kontrol edemeyeceğiniz şeyleri nasıl kabulleneceğinizi biliyor musunuz?
• Kontrol edebileceklerinizi zirveye taşımanın yolları n ı biliyor musunuz?
• Duygularınızı bastırmayıp sadece ve her koşulda kontrol etmeyi biliyor
musunuz?
• Başkaları n ı n içindeki en iyiyi ortaya çıkarabiliyor musunuz?

En iyi şeyleri hak ettiğinizin farkına varmanız; yaşam ı n her alanında en


iyiyi elde etmeniz ve kendinizin en iyi versiyonunu yaşamanız için geliş­
tirilen bu eğitimde yeteneklerinizi, kaynaklar ı n ı z ı , zaman ı n ı z ı , inisiyatif
kullanma yeteneğinizi, cesaretinizi ve enerjinizi maksimum düzeye çıkar­
mayı öğreneceksiniz.

i l işki ler
Sürekli aynı ölümcül tuzağa düşüp ışığına çekildiği ateşte kavrulu­
veren pervanelere dudak bükeriz. Peki ya biz? Bizi düş kırıklığından
başka bir yere götürmeyen aynı kalıpları tekrarlayıp durmaktan ne
kadar özgürüz?

Ya şu sorulara yanıtlarınız?

BEKARSAN iZ;

• Bu kez farklı olacak diye başladığınız ilişkilerinizin sonu hep hüsran


mı oluyor?

• Karşı cinsle iletişim kurmakta güçlük çekiyor musunuz?

• Kadınları/erkekleri anlamak mümkün değil diye mi düşünüyorsunuz?

• Aşk, tutku, alışkanlık ve sevgi arasındaki farkı biliyor musunuz?

• Kadınlar/erkekler konusunda şanssız olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

• Geçmiş ilişkilerinizdeki partnerlerinizin ortak özellikleri var mı?

EVLİ YA DA Bİ RLİKTEYSENİZ;

• Eşinizle/sevgilinizle birlikteliğiniz tekdüze bir hale mi geldi?

• Eşiniz/sevgiliniz tarafından anlaşılmadığınızı mı düşünüyorsunuz?

• Eşiniz/sevgiliniz yaşamınızda bir boşluk mu dolduruyor?

• "Mutlu aşk yoktur" sözüne inanıyor musunuz?

• Birlikteliğin temeli olarak gördüklerinizin her insan için farklı


olabileceğini hiç düşündünüz mü?

• Evlilik/birliktelik içinde yalnızlık duyuyor musunuz?

İlişkinizi farklı bir açıdan değerlendirip sorunlarınızın gerçek neden­


lerinin farkına varabilir, kendinizi ve ihtiyaçlarınızı daha iyi tanıyarak
daha sağlıklı ilişki kurabilirsiniz.

i leti ş i m
İlk öğrendiğimiz şeylerden birisi konuşmak olduğu için iletişimi
"bildiğimizi" varsayarız. Konuşmaktan çok daha öte olan iletişimi
gerçekte ne kadar biliyoruz?

• NEDEN bazı insanlara anında kanımız kaynıyor ama en sevdiğimiz


arkadaşımızın arkadaşı tanıştığımız an bizi rahatsız ediyor?

• NEDEN çocuklarımızdan birine kendimizi yakın hissederken


diğerine aynı duyguyu hissedemiyoruz?

• NEDEN ilk bakışta sevimli bulduğumuz insan bir süre sonra bizi ilk
anda çeken özellikleri yüzünden itici hale geliyor; gözümüze, bon­
körlüğü müsrifliğe, rahatlığı sorumsuzluğa, kendine güveni ukala­
lığa dönüşüyor?

• NEDEN başka şirkette çalışırken bin bir zahmetle kadromuza


aldığımız eleman, şimdi bize hiçbir işe yaramadığı duygusu veriyor?

• NEDEN yıllardır en derin sırlarımızı paylaştığımız dostumuzla artık


iletişimin koptuğunu hissediyoruz?

• NEDEN iyi niyetli davranışlarımıza bile olumsuz tepkiler alıyoruz?

• NEDEN zor insanlar karşısında zorlanıyoruz?

• NEDEN insanlar bizi yanlış anlıyor?

• NEDEN zaman zaman da olsa kırıcı olabiliyoruz?

• NEDEN sonradan pişmanlık duyacağımız tepkileri veriyoruz?

• NEDEN sık sık istemediğimiz sonuçlarla karşılaşıyoruz?

• NEDEN her zaman yeterince inisiyatif alamıyoruz?

• NEDEN insanlarla eşit ilişki kurmakta zorlanıyoruz?

Sözlü iletişim, iletişim buzdağının tepesidir. İletişimin yazılı olmayan


"yasalarının" bilincine varmak, kişiyi şişe içindeki mesajını denize
emanet etmekten kurtarır. Birey, iletmek istediği mesajın etkin taşı­
yıcısı haline gelir.
Bütü nsel Ki nesiyo loj i
Bütünsel Kinesiyoloji ya da kısaca PiKi dediğimiz, uygulayan insan­
ların hayatında derin dönüşümler yaratan bu harika yöntem nedir?

PiKi, Batı'nın keşfi olan Kas Testi ile Doğu'nun binlerce yıllık bilgeli­
ğinin harika bir sentezidir.

Değişik kültürlerde Prana, Chi, Ki gibi değişik isimlerle bilinen yaşam


enerjisi, bedenin meridyen denilen akupunktur çizgileri boyunca akar.
Pi sonsuzluğu, Ki enerjiyi temsil eder. PiKi, dengesi bozulmuş yaşam
enerjisini dengelemeyi amaçlar.

Bütünsel Kinesiyoloji bir enerji çalışmasıdır. Enerji fizyolojiyi yansıtır


ve etkiler.

1 . Beden/zihin/ruh daima dengeyi arar. PiKi bedene bu desteği


vererek sağlığı koruma sürecini hızlandırır.

2. Bedenin dilini öğrendiğimizde, beden bize dengemizi sağlamak için


yol gösterir. PiKi teknikleri size bedenin dilini öğretir.

3.Kas Testi ile beden/zihin/ruh boyutunda olanı biteni takip edebilir,


bedeninizle doğrudan iletişime geçebilirsiniz.

PiKi eğitimi, Temel, İleri, Master ve Trainer aşamalarından oluşan bir


paket programdır.

Pi Ki eğitimleri hem kendilerini geliştirmek ve sağlıklı bir yaşam sürme


becerilerini kazanmak isteyenler için hem de bu alanda uzmanlaş­
mak isteyenler için hazırlanmış eğitimlerdir.

Herkes içi n : Temel ve İleri seviyede yer alan modüller, özellikle her­
kesin yararlanmasına yönelik uygulamaları içerir.

Uzmanlaşmak isteyenler içi n : Master ve Trainer eğitimleri ise bu


alanda uzmanlaşarak eğitmen veya danışman olmak isteyenlere yö­
nelik eğitimlerdir.
N LP
NLP her şeyin kendiliğinden, beklenenin de ötesinde bir kolaylıkla yoluna girdiği
tesadüfi anların ardında yatan dinamiği inceleme ve uygulama bilmidir. NLP bu an­
ların sizin seçiminiz doğrultusunda bilinçli olarak yaratılmasının bilmidir.
N LP ÖG RENMEK SİZE NE KAZAN D I R I R ?
• Bütün i lişkilerinizde istediğiniz sonucu yaratacaksınız.
• Zihinsel stratejileri kolaylıkla çözümleyebileceksiniz.

• Fikirlerinizi net bir şekilde aktarabileceksiniz.


• Başkalarının sizi nasıl algıladığını fark edeceksiniz.
• NLP tekniklerini kullanarak yaşamınızı daha kaliteli hale getireceksiniz.
NLP tekniklerinin öğrenilmesi ve uygulanması kolay, yarattığı sonuçlar güçlü
olduğu için sonuçları anında göreceksiniz.
NLP, iletişim kurmayı arzuladığınız her insanın kendine özgü dilini anlama ve
o kişiyle kendi anladığı bireysel dilde iletişim kurabilme sanatıdır.
Edilgen insanın yaşamı tesadüflere bağlıdır.
Etkin insan yaşamını kendisi belirler.
Edilgen insan için anlaşılmak önemlidir.
Etkin insan için anlamak önemlidir.
Edilgen insan "Kimse beni anlamıyor" der.
Etkin insan "Seni anlıyorum" der.
NLP, "etkin insan olmak" sanatıdır.

Bütünsel Kinesiyoloji (PiKi)


Zi h i nsel Denge
(Bilinçaltı Kayıtlarınızı Değiştirin)
Zihinsel Denge, dört aşamalı PiKi Temel eğitiminin birinci seviye eğitimidir.
Zihinsel Denge eğitiminde, Beden/Zi hi n/Duygu/Ruh bütünlüğünün ağırlıklı
olarak zihinsel boyutu üzerinde çalışma yapılır.
Bu eğitimde:
• Sizi sabote eden inançları nızı sizi destekleyen inançlara dönüştürme
becerisi kazanacaksınız.
• Beynin hem sağ hem sol yarıküresini birl ikte kullanarak, "Zihin Balansı"
yapabileceksiniz.
• Zihin gücünüzü ve belleğinizi geliştirmeyi öğreneceksiniz.
• Günlük yaşamda sıkça kullanacağınız uygulamaları hayatınızın doğal bir
parçası haline getireceksiniz.
Sizi sabote eden inanç kal ıplarına ulaşabilme ve dilediğiniz doğrultuda
değiştirebilme yetisi, PiKi'nin en güçlü boyutlarından biridir.
Yaşadığınız ve anlam veremediğiniz düşünce ve duyguları nızın kökeni inanç­
larımızda yatıyor olabilir. Bu duyguların kökeninin yan ıtını kaslarınızdan ala­
bilirsiniz.
PiKi inançlarınızla teması sağlayan, harika bir ''varlığımızın bütünüyle" iletişime
geçme aracıdır; bedenimizle, bilincimizle, ruhumuzla!
Ken d i n izle Yüzleş i n
Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutlarıyla insan bir bütündür. Bu boyut­
lardan sadece birinde bile dengeyi sağlayamazsa mutsuz olur. Mutsuzluğunun
nedeninin de kendisini tanımamaktan kaynaklandığının farkına varmaz.
İnsan, yaşamı boyunca karşısına çıkan olaylar, insanlar, koşullar sayesinde
deneyimler kazanarak kendini tanıma (olgunlaşma) yolunda ilerler. Yaşlıların,
"şimdi bildiklerimi keşke gençlik yıllarında bilseydim" diye yakındıklarını duyarız.
Bu, onların eğer yaşamlarını yeni baştan yaşama imkanı olsaydı tercihlerini farklı
şekillerde yapacaklarının göstergesidir.
Yani kendini tanımanın (olgunlaşmanın) bedeli uzun yıllar, hatta tüm bir
ömürdür. Uzun ömrün bile olgunlaşmayı garantilemediği sıkça görülen bir
gerçek. İnsanlar bedensel yetişkinliğe zamanla ulaşıyorlar ama ya ruhsal
yetişkinliğe?
Kendinizle Yüzleşin workshopu "Hayatın Özet Panoraması"dır.
İnsanın yaşam alanını dört maddeye ayırabiliriz.

1 . Bireyin hem kendisinin hem başkalarının bildiği şeyler.


2. Kendisinin bildiği ama başkalarının bilmediği şeyler.
3. Kendisinin farkında olmadığı ama başkalarının farkında olduğu şeyler.
4.Ne kendisinin ne de başkaları n ı n farkında olduğu şeyler (olumlu ya da
olumsuz)

İşte, uygulamalı egzersizler dizisinden oluşan workshop, özellikle üçüncü


maddenin çoğu ile dördüncü maddenin bir kısmını bireyin bilincine çıkarmayı
amaçlıyor.

İnsanlara "Kendinizi tanıyor musunuz?" diye sorduğumuzda çoğunun vere­


ceği yanıt genellikle, "Tabii ki tanıyorum" olur. Oysa "tan ımak" kavramı ile
kastedilen, sadece birinci ve ikinci maddelerdir.

Yıllar sonra birikmiş "Keşke"leriniz olmaması için,

• Amaçlı bir yaşam için,

• Daha objektif, tutarlı ve isabetli yaşam seçenekleri için,

• Tepkisel değil etkisel, duygusal değil duyarlı bir insan olmak için,

• Kendinizle barışık olmak, kendinizi olduğunuz gibi sevmeyi öğrenmek için


bu çalışmaya katılın.

Çünkü değerlisiniz.
Gölgelerden
Ayd ı n l ığa
• Kendinizden sevgiyi nasıl esirgiyorsunuz?

• İlişkilerinizi nasıl sabote ediyorsunuz?

• Hayallerinizi neden gerçekleştiremiyorsunuz?

• Kendinizi, kendinizden (ve başkalarından) gizlemenin bedelini


zihinsel, duygusal, fiziksel sağlığınızla ödediğinizin farkında
mısınız?

• Enerjinizi tüketen ve sizi güçsüz kılan davranışlarınızı nasıl


değiştirebilirsiniz?

• Geçmişinizle nasıl barışabilirsiniz?

• Kendinizi (ve başkalarını) nasıl affedebilirsiniz?

Geçmişin esaretinden özgürleşerek şimdiyle sağlıklı kucaklaşmak


için iç dünyamızı iyileştirmek, kendimizi sevmenin, kendimizle barışık
olmanın önkoşuludur.

İç dünyamızın dengeye gelmesi, dış dünyamızı da dengeye oturtur.

Olabileceğinizin en iyi versiyonu olmak en doğal hakkınız. ışığınız,


gölgelerinizin ardında sevgiyle sizinle yeniden kucaklaşmayı bekliyor.
Kendi ışığınızın yaşam yolunuzu aydınlatmasına izin verin. Gölge­
lerden aydınlığa çıkın. Y aşamınızı dönüştürün.

Kendi gücünüze, yaratıcı lığınıza, "biricik"liğinize ve hayallerinize


sahip çıkmak için yaşamınızı olumlu şekilde değiştirecek "Gölge­
lerden Aydınlığa Workshopu"na katılın ve en harika versiyonunuzla
kucaklaşın.
İSTEYİN GÖNDERELİM !

Kuraldışı Yayıncılık'tan çıkan kitaplarla


CD/DVD
fonnatında hazırlanmış
motivasyon, hipnomeditasyon,
zihin programlama, çocuk eğitimi, PiKi
konulu ürünleri
www .kuraldisi.net

sitesinden indirimli olarak alabilirsiniz.

Tel: 02 12 5 1 3 8 1 57

Kitapla ilgili düşünce ve yorumlarınızı, başka insanların da


yararlanması için www.kuraldisi.net'e girerek paylaşın lütfen.

Teşekkürler.

You might also like