Professional Documents
Culture Documents
BAGLANMA
KORKUSU
'Evet' de diyemiyorum, 'Hayır' da!
Stefanie Stahl
9Kuraldışı
© KURALDIŞI YAYINCILIK
Yayıncının yazılı izni olmadan herhangi bir alıntı yapılamaz
Stefanie Stahl
Bağlanma Korkusu
Jein! Bindungsiingste erkennen und bewiiltigen
Türkçesi: Ceyda Aydın
ISBN 978-975-275-277-1
Haziran 2014, İstanbul
Kayhan Matbaacılık
Merkez Efendi Malı. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı-İstanbul
Tel: 0212 612 31 85 - 576 00 66
Sertifika No: 12156
Kuraldışı Yayıncılık
Fener Kalamış Cad. No: 93/7 34726 Kadıköy-İstanbul
Tel: 0216 449 98 05 pbx Faks: 0216 348 00 69
yayin@kuraldisi.com www.kuraldisi.com
Sertifika No: 10540
Dağıtım
Alemdar Mah. Çatalçeşme Sok.
No:25 Çatalçeşme Han Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 0212 513 81 57 Faks: 0212 511 62 52
İnternet Satış: www.kuraldisi.net
İÇİNDEKİLER
3
Bağlanma Korkusu ve Saldırganlık: Bağlanmadan
Saldırganlık, Öfke ve Çatışmalar Önlenemez ..................................... l 03
Yetiştirme Tarzı, Hayal Kırıklığı ve Toplum -Bağlanma
Korkularının Yaşamımıza Yerleşmesini Kolaylaştıran Nedenler ....... 111
Bağlanma Fobisi Yaşayan İnsanları Toplum mu Yaratıyor? .............. 1 23
Teşekkür ....... ..... .......... ..... ...... ................ ........... .... ... ....... .253
4
Daha aşık olmadan önce,
onu terk etmeye hazırlanırım.
Robbie Williams
İnsan kurallara sığmaz!
v
BAGLANMA
KORKUSUNUN
DIŞAVURUMLARI
7
laşma isteği duydukları, ama birbirleriyle bir ilişkinin gerek
tirdiği kadar yakın olamadıkları durumlarda ortaya çıkar. Bu
kişilere ve partnerlerine, yapıcı konuşmaların nasıl yapılaca
ğı, ev işlerinde veya çocukların eğitiminde yapılması gereken
işbölümü gibi konularla ilgili altın kurallar sunmakla yardım
edilemez. Onların sorunları biyolojik cinsel farklılıklarından
kaynaklanmaz. İlişkilerinin çatırdama sebepleri çok daha de
rinlerdedir. Bilinçaltında gizlenen korkuları, gerçek yakınlaş
manın asla mümkün olmadığına ve her ilişkinin bir gün bite
ceğine inanmalarını sağlar.
Buna kısaca "bağlanma korkusu" diyebiliriz. Bu fenomen
oldukça yaygındır ve üzerinde çok konuşulur. Asıl tuhaf olan
bu fenomenin etkisindeki kişilerin bundan rahatsızlık duyma
malarıdır. Bu korkuyu taşıyan kişilerin bunu inkar ettiklerine
sıkça şahit oldum. Partnerleri ise sevdiklerinin çelişkiler ve
tutarsızlıklarla dolu davranışları arasında bata çıka ilerlemeye
çalışırlar ve bu korkuyu adlandırmakta zorlanırlar. Bağlan
ma korkusu olan kişilerle birlikte olanlar da aynı sendroma
ortak olurlar. Eşlerini veya sevgililerini bir türlü kendilerine
bağlayamaz ve bunun nedenini de anlayamazlar. Bu yüzden
bağlanma korkusunun ne olduğunu bildiğimiz halde, sayıları
çok olmasına rağmen bu fobiye sahip insanları tanıyamayız.
Zaten doğru teşhis de nadiren konabilir. Kanımca bunun se
bebi, bu korkunun farklı dışavurumların arkasına saklanmış
olmasıdır. Bu yüzden size bağlanma korkusunun dışavurum
larını ve psikolojik sebeplerini anlatacağım. Çünkü kişile
rin değişebilmek için korkuları bilince çıkarmaya ve onları
anlamaya ihtiyaçları vardır. Bağlanma korkusu olan kişilere
çekilenler veya onlarla birlikte olanlar, ancak bu fenomeni ta
nırlarsa karşılarındaki insanı neden bu kadar cazip buldukla
rını da anlayabilirler. Ayrıca bağlanma korkusunu yenmek ve
yönetebilmek için atılması gereken somut adımları da anlata
cağım. Kitabın son bölümünde bağlanma korkusu olan kişi
lerle beraber olanlar için ilişkilerine yararlı olacak önerilerde
8
bulunacağım. Bu kitap, bağlanmaktan kaçan insanları, onlara
daha aşık olmadan ve mutsuzluğa düşmeden önce tanıyabil
mek için bir pusula olacaktır.
Bu kitabı hem amatörler, hem de profesyoneller için yaz
dım. Psikolojik bilgileri herkesin anlayacağı ve yararlanabile
ceği şekilde ifade etmek istediğim için amatörlerin anlayacağı
dili kullandım.
9
cak en doğru kriter aşk değildir. Aşık olduğumuzda taptığımız
kişiyi toz pembe görmekle kalmayız, onu gözümüzde büyütü
rüz. Genellikle kime aşık olacağımızı belirleyen ve içselleş
tirdiğimiz deneyimlerin, davranış kalıplarının bilincinde ola
mayız. Aşk, gözlerimizi kör ederek her şeyimizi tek bir karta
yatırdığımız bir şans oyunu gibidir.
Aşık olmak zaten başlı başına tuhaf bir olaydır. Örneğin,
yakın bir erkek arkadaşım aşkı alışılmamış bir şekilde ifade
ediyor. Aşk denen duyguyu korkunç bulduğunu ve hayatta
bir daha yaşamak istemediğini söylüyor. Evli ve görebildi
ğim kadarıyla da mutlu olan arkadaşım, kitapta sıkça sözü
nü edeceğim bağlanma korkusu olan insanlardan biri de de
ğildir. (Ama en çok da bağlanma fobisi olanların kendilerini
evlilik müessesesine kaptırdıklarını söylemeden geçemeye
ceğim.) Arkadaşım aşk konusunda şöyle düşünüyor: "Berbat
bir duygu, insanın sürekli midesi bulanıyor, iştahı kapanıyor,
tüm düşünceleri o erkeğe veya kadına yoğunlaşıyor, kısacası
insan aptallaşıyor. Benliğinden sıyrılıyor ve sarsılıyor. İnsan
neden böyle bir duyguyu yaşamak istesin ki?" Aslında çok
haklı. Aşık olmak, sınav korkusu gibi bir duygu yarattığından
bunu kimse yaşamak istemez. B ir sınav öncesinde içinizde aş
kın tüm belirtilerini taşıyarak kapıda beklediğinizi - her an
kapı açılacak ve sınav için içeri çağrılacaksınız - hayal etti
ğinizde, aşık olmak ile sınav korkusunun benzerliklerini fark
edeceksiniz. Elleriniz terler, midenize sancılar girer ve başka
hiç bir şey düşünemezsiniz. Ama sınav kapısında beklerken,
aşık olduğunuzu değil, sınav korkusu yaşadığınızı düşünürsü
nüz. B irbirinden bu kadar farklı iki olayda insan vücudu ne
den aynı tepkileri veriyor? Çünkü aşık olmak sınav korkusu
gibidir! B ir tür sınav korkusu olan sahne heyecanı da buna
benzer. Aşık olunduğunda tüm düşünceler sadece sevilen ki
şiye yöneltilir. Ama gerçekte kişi kendisini de düşünür. Her
kes kendine, "Yeteri kadar çekici miyim? Beni beğeniyor mu?
Çekici buluyor mu? Onun tipi miyim?" diye sorar. İlişkinin
10
ilk aşamasından sonra buna yeni sorular da eklenir: Hep be
nimle birlikte olman için yeteri kadar iyi miyim? Yarın sabah
beni makyajsız görünce kaçar mısın? Beni daha yakından ta
nıdığında ilgini kaybeder misin? Çok sevdiğim ve saygı duy
duğum yazar ve psikolog arkadaşım Elisabeth Lukas bunu,
"İnsan, benliğinin küçücük bir bölümü için korkudan titrer"
şeklinde formüle ediyor. Aynı şey terk edilince de geçerlidir.
İnsan kendine, "Nerede hata yaptım? Yeteri kadar güzel/akıl
lı/sevimli/anlayışlı değil miyim?" gibi sorular sorar.
Bu defa benliğinin küçücük bir parçası için korku duymaz,
ama onun için gözyaşı döker. Başka birisi yüzünden terk edi
lince yaşanan dram doruk noktasına varır: Onun nesi benden
daha iyi? B aşka birinin benden daha iyi olduğunu düşündü
ğümde kendimi değersiz buluyor ve çok üzülüyorum.
"Sana sahip olacak mıyım?", "Hep benimle birlikte olacak
mısın?" gibi sorular kişinin özdeğer duygusu ile bağlantılıdır.
Bu varoluşsal bir sınav gibi algılanır. Sevilmeye değer bir var
lık mıyım? Hayatta istediklerimi elde edecek miyim? Önem
verdiğim konular üzerinde bir etkim var mı? Kendime iste
diğim gibi bir partner bulup, onu elimde tutabilecek miyim?
Bu tür düşünceler de sınavın konusudur. Bu yüzden insanlar
önemsedikleri ilişkilerde terk edildikleri zaman yıkılırlar. Gü
nümüzün deyişiyle "hem de tam alıştıkları" zaman. İnsanların
yüzde doksanı, aşk acısı çektiğinde aslında kendi için ağlar.
Aşkın ve ilişkinin özdeğer ve benlik duygularını yükselten ve
yaşamayı sürdürmeyi sağlayan bir işlevi vardır. "Sen benim
bir parçamsın" , "Sensiz yaşayamam" , "Sevgiliyi kaybetmek
ölmeye benzer" gibi ifadeler bu yüzden kullanılır. İlişkilerin
bize sağladığı özgüvenin anlamına bir de beraberliklerin varo
luş sebepleri eklenir. Biz insanlar genetik olarak bir arada ve
toplum içinde yaşarız. B ağlantılarımızı kaybetmek varoluşu
muz açısından bir tehdit oluşturur.
Normal insanlar bir ilişkiye başlarken terkedilmek, iliş
kinin yürümemesi gibi riskleri göze alırlar. İşte bu riskler,
1 1
bağlanma korkusu yaşayanları engeller. Kendilerini güvende
hissetmek için mesafeli davranarak partnerlerine yüzde 1 00
güvenmezler veya onlara bağlanmaktan kaçınırlar. İlişkilerin
de "ne evet, ne hayır" ya da "hayır" tarzını benimserler. Asla
"evet" demezler. Bunun asıl sebebi, bağlanma korkusu yaşa
yanların terk edildiklerinde yaşamlarını sürdüremeyecekleri
konusunda hissettikleri derin ve bilinç dışı duygulardır. Terk
edilmenin ölmek anlamına geldiğine içten inanırlar. Yakın
laşma riskini göze alanlar ise, ilişki yürümediğinde aşırı üzü
leceklerini bilirler ama gene de kendilerine güvenirler. Bunu
atlatabilirim! Nasılsa bir süre sonra başka biriyle karşılaşı
rım ve ilişkimiz bu defa yürüyebilir. Başkalarına güvenebil
memiz için gereken şart işte bu özgüven duygusudur. Bunu,
"Özgüven sahibi olmadan başkalarına güvenilemez" şeklinde
kısaca formüle edebiliriz. Bağlanma korkusu yaşayanlar, bu
korkunun temelinin başarısızlığa uğrama korkusu olduğunun
bilincinde değillerdir. Bunun yerine, bağlanma veya evlilik
düşüncesinin onları daralttığına, kendilerini kapana kısılmış
gibi hissettirdiğine inanırlar. Sadece, bir ilişkiye girerlerse
vazgeçmek zorunda kalacakları güçlü özgürlük içgüdülerinin
bilincindedirler. Genellikle bu duygu, ciddi bir ilişkiye girdik
lerinde veya sürdürdükleri rahat ilişkiler ciddileşmeye başla
dığında gün ışığına çıkar. Fazla bağlanmadıkları sürece aşka
ve beraberliğe özlem duyarlar. Bu yüzden de bazıları ilişkiden
ilişkiye koşarak hep doğru insanı arar. Bir kısmı ise ya uzun
vadeli beraberlikler yaşarlar veya evlenirler. Ama kaçma dür
tülerini kontrol altında tutabilmek için çeşitli taktiklerle part
nerleri ile aralarındaki mesafeyi korumaya çalışırlar. Diğerleri
ise herkesin bildiği gibi, ciddi ilişkilere girmeyen ve yalnız
yaşamayı iyi kötü başarabilen gençlerdir. Bağlanma korku
larının dışavurumları çok çeşitlidir. Değişik ilişki tarzlarının
ardına saklanarak, bu korkuya sahip kişilerin davranışları ile
ortaya çıkarlar. Bununla birlikte, en derinlerde yatan korkular
ortak bir çizgiye sahiptirler.
12
SEÇMEÖZGÜRLÜGÜNÜ SAVUNUYORUM
Şimdi son derece adil bir soru sormak istiyorum: İnsan
mutlaka sabit bir ilişki yaşamalı mıdır? İnsanların mutluluğu
bir ilişkide, evlilikte ve ailede aramalarına gerek duymadan
kendilerini oyalayabilecekleri çok sayıda ilginç olay, konu ve
insan vardır. Bu fikre tamamen katılıyorum. İnsan, birisiyle
beraber olmadan da dolu dolu bir yaşam - ya da yaşamının
bir bölümünü - sürebilir. Y almz yaşamak mutsuz, hatta insa
nı hasta eden bir beraberlikte ısrar etmekten çok daha tatmin
edici olabilir. İnsanın seçme özgürlüğünün olması gerektiğini
yürekten savunuyorum.
Seçme özgürlüğü, bağlanma korkusu yüzünden acı çeken
veya eşleri baskı altında ezildiği halde kendileri fazla etkilen
meyen tüm insanlar için geçerlidir. Bağlanma korkuları olma
yan, tam aksine onlara acı çektirse bile, partnerleri olmadan
yaşayamayacaklarına inanan ve ilişkilerine sıkı sıkıya yapışan
insanların da seçme özgürlükleri olmalıdır.
Bağlanmaktan korkanların bazıları ise bu zor durumdan
zekice sıyrılabilmek için değişik ilişki tarzlarını deniyor veya
arada bir yaşadıkları maceralarla kesintiye uğrayan bekar ha
yatlarını sanki bir yaşam sanatıymış gibi göklere çıkarıyorlar.
Bazıları da bu konuya fazla kafa yormaktan sürekli kaçıyor.
Bir kısmı, üzerinde düşündüğü halde bu problemi çözemiyor
ve kendini değiştirmeyi başaramıyor.
Bağlanma korkusu olanlar eşlerine veya birlikte oldukla
rı kişilere mutlaka acı çektirirler. Böylece bu korku yalnızca
kendilerinin değil, birlikte oldukları kişilerin de sorunu haline
gelir. Çoğu kolay yolu seçerek, diğerinin bu oyunu devam et
tirmesinin, yani ilişkiyi sürdürmesinin onun sorumluluğunda
olduğunu, isterse her zaman gidebileceği fikrini savunuyor.
Bu bakış açısı yanlış olmamakla beraber, kendi sorumluluk
larım görmezden gelmelerine ve karşılarındakileri suçlamala
rına sebep olur. Bağlanma korkusu olan insanların, eşlerinin
onları terk etmekte zorlanmasında önemli katkıları vardır. As-
13
lında partnerlerinin de kendilerine, hangi içsel güdülerle ha
reket ettiklerini ve yakınlaşmaktan kaçan eşlerini neden terk
edemediklerini sormaları gerekir.
B ağlanma korkusu olsun veya olmasın, tüm insanların
kendilerini geliştirmeye çalışmaları, içgüdülerinin, korkula
rının, inançlarının farkına varmaları gerektiğine inanıyorum.
Herkes yansıtma yapabilmek için çaba göstermelidir. "Yan
sıtma" ve "yansıtmak" sözcüklerinin psikologların en sevdik
leri sözcükler olmasının sebebi vardır. Bunun anlamı, insanın
kendi içsel düşünceleriyle, duyguları ve dürtüleriyle yüzleş
mesidir. Başka bir deyişle, insanın kendini kandırmaması de
mektir. Yansıtma yapabilen kişiler temkinli davranırlar, yani
önceden iyice düşünüp taşınarak hareket ederler. Ayrıca sade
ce düşünerek hareket etmekle kalmazlar, duyguları ile barışık
olduklarından, duygularının, düşüncelerinin ve davranışları
nın arasında psikolojik bir bağlantı kurabilirler. Oysa insanın
kendi potansiyelini bilmesi hiç de kolay değildir. Çünkü bunu
yapabilmek için bilincinde olmadığı, ruhunun derinliklerinde
yatan duyguları, gizli inançlarını da hissetmesi gerekir. Bunu
bilgisayar diliyle ifade edersek, kullanıcının görebildiği yü
zeyin altında yatan düzeneği de bilmek gerekir. Psikolojide
bunu mecazi anlamda "buzdağının görünen kısmı" olarak ifa
de ederiz. Çünkü buzdağının sadece tepesi suyun üstünde ka
lır. Dev gövdesi ise suyun altındadır. Buzdağının tepesi bilinç
düzeyimiz, gövdesi ise bilinçaltımızdır. Bilincimizin dışında
yönetilen davranışlarımız, duygu ve düşüncelerimiz çok yan
lış olabilir. Sadece bilinçli olarak kavga eden ve içgüdülerini
kullanarak doğru davranabilen hayvanların aksine insanlar,
genellikle içgüdüsel hatalar yaparlar. Yani biz, hayvanlardan
farklı olarak içgüdülerimize - bilinçaltımıza - güvenemeyiz.
Çünkü hepimiz geçmişte kimi bilerek, kimi bilmeden olum
suz ve sağlıksız bazı karakter özellikleri ediniriz. Kötü cin
ler diye adlandırdığım, benliğimizin farkında olmadığımız ve
bastırılmış yanları aslında çok güçlüdür. Ruhumuzun derin-
14
liklerinde saklanarak, kendilerini göstermeden ve biz farkında
bile olmadan bizi yönetirler.
Cinler ve bilinçaltının gücü üzerine bir kitap yazılabilir.
Zaten bu konuyla ilgili çok sayıda kitap da olduğundan ko
nuya kısaca değineceğim. Önceki bölümde bağlanma korkusu
olanların bunun bilincinde olmadıklarını söylemiştim. Bunun
yerine onları çeşitli kaçış taktiklerine yönlendiren ve belli be
lirsiz hissettikleri bir özgürlük dürtüleri vardır. Bazıları ise,
sorunla yüz yüze gelmemek için belli ideolojileri benimser.
Bu, "Ben çok özel biriyim, bana gerçekten uygun biriyle kar
şılaşana kadar taviz vermeyeceğim" gibi baştan savma kişisel
bir bahane olabilir. Veya daha basit ifadeyle, "Ben aşk meşk
konularını çoktan aştım" diyebilirler. Bir kısmı da bağlanma
korkularını gizlemek için herkesin bildiği dünya görüşlerine,
felsefelere, dinlere veya esoterik düşüncelere sığınırlar. Örne
ğin, Budistlerin tüm bağları koparmayı amaçlayan idealleri,
bağlanma korkusu olanlara tam tamına uyan felsefi bir kaçış
yoludur. B u zor durumdan, yansıtma ve derin incelemeler
yapma zahmetine girmeden bu şekilde kolayca kurtulabilirler.
Ben B udist felsefenin bu fikri onların anladığı şekilde kastetti
ğine ihtimal vermiyorum. Çünkü son derece olumlu ve yansı
tıcı bir kişiliği olan Buda'nın insan ilişkilerine değer verdiğine
ve insanlara özenle yaklaştığına inanıyorum.
B ağlanma korkuları her iki tarafa da çok acı çektirir ve bu
ilişkilerin doğurduğu sonuçlara da çok az kişi katlanabilir.
Bu şartları acı çekmeden kabullenen partnerlere nadir de olsa
rastlanır. Bunların dışında bağlanma fobisi olan kişilerle ya
şanan tüm ilişkiler acılar ve mutsuzluklarla damgalanmıştır.
Bağlanma sorunu olan kişilerle ilişkiye girmek ya da onların
peşinden koşmak mutsuzluğun garantisidir.
Bağlanma korkusu çok fazla acı ve üzüntü çekmeye sebep
olduğu için seçme özgürlüğünü savunuyorum. İnsanın mutlu
olabilmesi için bir aşk ilişkisi yaşayıp yaşamamasının önemi
yoktur. Her iki yaşam tarzı da seçilebilir. Ayrıca her iki ta-
15
raf da kabul ettiği sürece yaşanacak değişik ilişki şekilleri de
vardır. Özellikle ilişkiler söz konusu olduğunda herkes kendi
davranışlarının sorumluluğunu üstlenmelidir. Eşleri veya sü
rekli değiştirdikleri sevgilileri tarafından sömürülerek sonsu
za kadar "ne evet, ne hayır" tarzıyla yaşamaya kendileri karar
vermelidir. Eşlerin de kendi potansiyellerini bilerek, neden bu
kadar acıya tahammül ettiklerini ve neden ilişkilerinden kopa
madıklarını anlamaları çok önemlidir.
Bazı şeylerin değiştirilebilmesi için hem bu fobiye sahip
olanların hem de partnerlerinin öncelikle bağlanma korku
sunu tanımaları gerekir. Bunu yapmak hiç de kolay değildir.
Bu yüzden bir sonraki bölümde bağlanma korkusunun farklı
dışavurumlarından bahsedeceğim. İlerleyen bölümlerde ise,
insanların bağlanma korkusu yaşanan ilişkileri bitirememe
sebeplerine değineceğim. Tabii ki sadece problemleri ve ne
denlerini açıklamakla kalmayacağım, çözüm ve yardım öneri
lerimi de ekleyeceğim.
16
Avcı: Seni elde edemediğim sürece peşindeyim!
Peter aslında hiç Sonja'nın tipi değildi. Onunla bir partide tanış
mış, biraz sohbet etmiş ama çok fazla da ilgilenmemişti. İki gün
sonra telefonla Sonja'yı arayarak, davetli olduğu bir bar açılışına
gelmek isteyip istemediğini sordu. Bu davet Sonja'ya cazip geldi.
Bar açılışı olduğu için mutlaka başka tanıdıklarına da rastlardı.
Fazla düşünmeden teklifi kabul etti. Eğlenceli bir akşam geçir
diler. Fazla üstüne düşmemesine rağmen Peter'in Sonja'dan
hoşlandığı belli oluyordu. Sonja'ya yapışmadan arada etrafta
dolaşıyor, başkalarıyla da sohbet ediyordu. Neşeli ve rahat bir
tipti. Bir kaç gün sonra Sonja'yı şık bir restorana yemeğe davet
etti. Sonja biraz hastaydı, ayrıca teklifi kabul ederek Peter'in bo
şuna ümitlenmesini istemiyordu. Buna rağmen kabul etti. Peter
kur yapmaya devam ediyordu. Sonja ise ona, ilgisinin ancak ar
kadaşlık boyutunda kaldığı sürece karşılık bulacağını özenle ima
etmeye çalışıyordu. Peter buna aldırmadan neşeyle flört etmeye
devam ediyordu. Sonraki günlerde Peter, Sonja'yı buluşmak için
sürekli aramaya başlamıştı. Her defasında da cazip programlar
yapıyordu. Ünlü bir restoranın şef aşçısı olduğu için sürekli şarap
tadımlarına ve çeşitli gastronomi etkinliklerine davet ediliyordu.
Yemekler ve şarap konusunda çok bilgiliydi, onunla yemeğe çık
mak keyifli oluyordu. Bazen Peter'in çalışma saatlerinin uzun ve
yoğun olması yüzünden buluşmaları zor olsa bile onunla birlikte
olmak harikaydı. Sonja, işi olduğu için buluşamadıkları zaman
larda veya Peter'in yakınlaşma girişimlerini geri çevirdiğinde
kendisine kızıp alınmamasından çok etkileniyordu. Onun üstün
meziyetli ve harika biri olduğunu düşünüyordu. Sonunda bir
akşam Sonja Peter'i reddetmedi. Evde bir kadeh şarap içtikten
sonra geceyi birlikte geçirdiler. Güzel bir geceydi. Sonja ertesi
gün kendini sıcak duygular içinde ve sevinçten kanatlanmış gibi
hissetti, galiba aşık oluyordu. Sonraki haftalarda her gün olmasa
bile daha sık görüşmeye başladılar. Sonja, hala Peter'in doğru
kişi olup olmadığından emin değildi. Peter bazı konularda ha
yallerine uymadığından bu beraberliğin uzun sürüp sürmeyeceği
konusunda şüpheleri vardı. Peter ise bundan rahatsızlık duymu
yor, ısrarcı davranmıyordu. Bir hafta sonunu birlikte geçirmek
17
için romantik bir kasabaya gittiler. Harika vakit geçiren Sonja'nın
artık hiç şüphesi kalmamıştı. Peter'e gerçekten aşık olduğuna ve
onunla uzun sürecek bir ilişkiye girebileceğine karar verdi. Artık
Sonja onu arıyor, özlediğini ve daha sık görmek istediğini söylü
yordu. Peter'in ise işleri giderek yoğunlaşıyor ve pek boş zamanı
olmuyordu. Restoranda sürekli düğün, şirket yemekleri gibi akti
viteler oluyor, bazı akşamlar da sadece erkeklerin katıldığı şarap
tadımlarına gitmek zorunda kalıyordu. Üzgün olduğunu söylüyor,
"Yarın seni ararım" diyordu. Kısacası Sonja onu daha sık arar ol
muştu ve ona eskisi kadar güvenemiyordu. Sonja acı çekiyordu.
Peter'e aşıktı ve onu özlüyordu. Birdenbire ne olmuştu ki? Üzün
tüsünü kız arkadaşlarıyla paylaşıyordu, şunu dedi, bunu dedi. ..
ben de bunu dedim, şöyle yaptım... Bana hala aşık mı dersin? Bu
olanlara ne diyorsun? diye onlara olup bitenleri anlatıyordu. Şüp
he içini kemirmeye başlamıştı. Peter'in boş olduğu bir akşam bu
luştuklarında ona ne istediğini ve ilişkilerinin geleceği konusunda
ne düşündüğünü sordu. Peter mazeretler bulmaya başladı. "Bu
aralar restoran tüm zamanımı alıyor.. .", "Henüz buna hazır deği
lim... ", "Seninle çok hoş vakit geçiriyorum, seni aramasam bile
hep seni düşünüyorum... ", "Bana biraz daha zaman ver... ", "Bir
süre daha düşünmeliyiz... " Bu konuşmadan sonra Sonja kafası
karışmış halde evine döndü, Peter ne demek istemişti? Bahane
lerini ve neler hissettiğini anlayabilmek için saatlerce kafa yordu.
18
lar bile fazla etkilenmezler. "Başka güzel kızlar/oğlanlar var,
yeni oyun, yeni şans" diye düşünürler. Avcılar, av sürerken
inanılmaz uzun solukludurlar, asla yorulmazlar. Peşinden koş
tukları kişilerde, ciddi olduklarına dair yanlış bir kanı oluşur.
Kendisine kur yapılan kişi, avcının sadece avına odaklanma
dığını, aynı zamanda zekice davranan mükemmel bir oyuncu
olduğunu anlayamaz. Peter ve Sonja'nın ilişkilerinin gelişim
süreci de böylesine tipikti. Avcı avını yakaladıktan sonra il
gisini yitirir. Peşinde koştuğu kişinin kendisine ilgi duymaya
başladığını hissettiği anda, "İşte yakaladım" diye düşünerek
tüm heyecanını kaybeder. Eğer elde edilmeye çalışılan kişinin
bağlanma korkusu varsa bu kovalamaca yıllarca sürebilir.
19
davranmamıştı, bu yüzden Rita suçluluk hissediyordu. Ama gene
de onun biraz kendini geliştirmesi gerektiğini düşünüyordu. So
nunda Thomas'ın aradığı doğru kişi olmadığına karar verdi. Onun
daha egemen, ayakları yere basabilen bir erkeğe ihtiyacı vardı.
Rita ilişkiyi bitirdikten sonra kendini çok özgür hissetti. Ayrıldık
larında dünya Thomas'ın başına yıkıldı, nerede hata yapmıştı?
20
rek ondan uzaklaşıyordu. Onu sürekli eleştirerek hayalindeki
"mükemmel erkeğe" dönüştürmeye çalışıyordu. Thomas fazla
karşı koymadığı için de ona olan saygısını giderek kaybedi
yordu. Rüyalarının prensine sırtını dönerek başka bir yazgısal
karşılaşma arayışına giriyordu.
21
İşte böyle günlerde lra onun yakınlığını ve sevgisini hissedi
yordu. Diğer zamanlarda ise gerçekten sevildiğinden şüphe du
yuyordu. Lukas ondan tekrar uzaklaştığında rahat davranmaya
ve ilişkilerine güvenmeye karar veriyordu. Ne yazık ki bunu başa
ramıyordu. Lukas o kadar içine kapanıyordu ki, lra yine yalnızlığa
mahkum oluyordu.
22
AVCI, PRENSES VE DUYARCI USTASI -
BAGLANMAKTAN KORKANLARIN
ORTAK YÖNLERİ
"Duvarcı Ustası" Lukas 'ın etkili tutumu tüm bağlanma fo
bisi olan kişilerin tipik davranış şeklidir. B u fobiye sahip tüm
insanlar ilişkilerinin sınırlarını kendileri çizerler. Sınırlar, Lu
kas' ın yaptığı gibi işinin veya gazetelerin arkasına saklanmak,
canı istediği zaman sohbet etmek şeklinde çizilebilir. Veya
bu, "avcı" Peter gibi ne zaman buluşulacağına karar vererek
yapılabilir. Prensesin egemenliği de tek taraflıydı, karşısında
kinin doğru veya yanlış kişi olup olmadığını o belirliyordu.
Sevgilisi beklentilerine uymadığı için ilişkiyi bitirene kadar
onu eleştirmekten vazgeçmiyordu.
Bağlanma korkuları olan insanlarda avcı, prenses ve du
varcı ustasının tipik davranışları birbirine karışabilir. Eğer
prenses Rita'nın sevgilisi Thomas olsaydı, bağımsız davrana
rak bildiğini okumaya devam ederdi. Büyük ihtimalle arala
rına koyacağı mesafe yüzünden Rita'nın avlanma güdüsünü
harekete geçirecekti. Rita ise artık şikayet edecek bir şey bu
lamayacak, hayalindeki prens olan Thomas' ı elde etmeye çalı
şacaktı. "Hem çok yakışıklı değil, hem de fazla ortak yanımız
yok, ayrıca bazı kötü huyları da var. Gene de onun için deli
oluyorum! " diyecekti. Kaç kere benzer sözler duyduk? Ya da,
"Bu erkek veya bu kadın için kendini neden bu kadar yıpratı
yor ki?" diye kaç kere düşündük? Bağlanma korkusu taşıyan
çoğu kişi bu soruyu bilinçsizce, "Elde edemediğim kişiye aşık
olurum" diye yanıtlayacaktır. Buna karşılık "el altında" olan
partnerler cazibelerini hemen kaybederler.
Avcı Peter ile avı Sonja arasında geçen ilişkilerinin gele
ceği hakkındaki konuşma, bağlanmaktan kaçınanların tipik ve
baskın bir özelliğini gösteriyor. Bence, "Henüz buna hazır de
ğilim" cümlesi bağlanma korkusu yaşayanlar tarafından dünya
üzerinde konuşulan tüm dillerde söylenmiştir. Bağlanma kor
kusu olanlar taahhüt altına girmeyi sevmezler. Kapılarını tüm
23
fırsatlara açarak eşlerini de oyalarlar. İçinde iki ayrı anlam ba
rındıran, "Henüz buna hazır değilim" cümlesi olağanüstü bir
cümledir. Henüz hazır değilim, ama (belki) ilerde olabilirim? !
Muhatap olan kişi duymak istediği mesajı kendi seçer. "Sabit
bir ilişki istemiyorum" mesajını mı (bu çok akıllıca olurdu)
duymak ister, yoksa çoğunluğun yaptığı gibi, "İleride belki
bir şeyler olabilir" mesajını mı tercih eder? Bağlanma korku
su olanların, yakınlaşma ve ilişki kurma istekleri ile korkuları
arasında yaşadıkları ruhsal çelişki konuşma tarzlarına da yan
sır. "Ne evet, ne hayır" diyerek eşlerini deli ederler.
Avcıların gözden kaçırdıkları en önemli tehlike, birisini
elde etmek için verdikleri savaşın bağlanma sorunu olma
yanlar tarafından anlaşılamamasıdır. Israrcı olmaları, ciddi
oldukları şeklinde yanlış yorumlanabilir. Bunun sebebi, işin
başında kendilerinin de bunu gerçekten ciddiye almalarıdır.
Giriş bölümünde de bahsettiğim gibi bağlanma fobisi olanlar
bu korkularını zihinlerinden uzaklaştırma eğilimi gösterirler.
Bu yüzden her seferinde doğru kişiyi bulduklarına inanarak
hareket ederler.
Avcı, avının onu gerçekten arzuladığını hissettiği anda
ondan iğrenmeye başlar. Çünkü o anda yalnızca kendisinin
bir şey istediğini değil, başkasının da ondan bir şey istediğini
hisseder. Birden bire kendisini beklentilerin karşısında bulur.
Beklentiler bağlanma fobisi olanlar için öldürücü bir zehir gi
bidir. Beklentiler köşeye kıstırılma, özgürlüğün kaybedilmesi
ve tahakküm altına girmek demektir. Çoğu insan bilincinde
olmasa da, aslında karşılarındakileri hayal kırıklığına uğrat
mak demektir. "Bağlanma korkusunu aşmanın yolları" bölü
münde "Beklenti Endişesi" başlığı altında bu konudan daha
detaylı bahsedeceğim.
24
ğunda evlilik ve çocuklar istisna teşkil etmezler. Bu korkuya
sahip kişilerin kendileri gibi bağlanma sorunu yaşayanlarla
birlikte olmaları halinde bunu anlamak daha da zorlaşır. Ör
neğin, bir avcının kendinden sürekli kaçan bir kadının peşine
düşmesi gibi. Psikolojik danışma için gelen 15 yıllık evli bir
danışanım, evliliğini kısaca anlatırken, "Eşimle asla yakınlık
kuramadım" dedi. Onun sevgisini kazanmak için 15 yıl bo
yunca savaş vermişti. Eşinin ilk çocuğuna hamile kaldıktan
sonra, kendisini ve çocuğunu garantiye almak için onunla
evlendiğini düşünüyordu. Boşandıktan sonra (karısı onu terk
etmişti) şimdi birlikte olduğu kız arkadaşıyla tanışmıştı ve
olaylar tersine dönmüştü. Kız arkadaşı ondan verebilece
ğinden fazlasını istiyordu. Eski ilişkilerinin, evliliğinin ve
şimdi yaşadığı beraberliğinin derin bir analizini yapınca,
onun ancak sevgisi karşılıksız kaldığı zaman aşk ve tutku
hissedebildiği anlaşıldı. Karşısındakinin sevgisinden emin
olduğu anda ilgisini kaybediyordu. Aynı Peter (avcı) ve Rita
(prenses) örneğinde olduğu gibi. Ama 15 yıl evli kalarak bir
aile kurabildiği için sahip olduğu derin bağlanma korkusunu
anlayabilmek hiç kolay değildi.
Ira ve " duvarcı ustası" Lukas da uzun yıllardır beraber ya
şıyorlardı. Eğer Ira hamile kalsaydı Lukas ' ın istemediği halde
onunla evleneceğini varsayabiliriz. İşte dışarıdan bakılınca
yolundaymış gibi görünen bir ilişkinin gerçekte bağlanma
fobisi üzerine kurulmuş olması aynen böyle gerçekleşiyor.
Ira'nın bağlanma korkuları olması, Lukas fazla yakınlaşma
sına izin vermediği için de ona bu kadar ilgi duyuyor olması
mümkündür. Bunlar gerçekleşseydi Ira da 15 yıl evli kalan
danışanımın yaşadıklarını yaşayacaktı.
25
ve ilişkilerden kaçınma sebeplerinin, tohumlan çocuk
luklarında atılmış olan bağlanma korkusu olduğunu
bilmeleri gerekir. Ancak bu bağlantıları anlayabilen
ler bilinçli olarak davranışlarını gözden geçirebilir ve
değişimin temellerini atabilirler. Bir insanın bağlanma
korkusundan kurtularak, bağlanabilen biri haline dö
nüşmek için atması gereken somut adımları, "Bağlan
ma Korkusundan Kurtulmanın Yolları" adlı üçüncü
bölümde bulabilirsiniz. Sekiz adımda bağlanma kor
kunuzun nedenlerini keşfederek çelişen duygularınıza
ulaşabilirsiniz. Pratik öneriler sayesinde yakınlaşma,
ilişkiler ve beraberlik konularında yeni davranış biçim
lerine kavuşabilirsiniz.
• Eşler için öneriler: B iraz anlamsız da gelse, bağ
lanma fobisi olanların eşleri onlardan koparak ba
ğımsız olabilmeyi öğrenmelidirler. Bu kişiler ge
nellikle dışarıdan da gözüken bir hata yaparlar.
Hissettikleri güçlü kaybetme korkusunu aşklarının
büyüklüğünün ispatı olarak kabul ederler. Drama
tik, sürekli iniş çıkışlar yaşanan ve hiç bir zaman
huzur bulamadıkları ilişkiler yaşarlar. B u yüzden
çoğunlukla hata yaparak, eşlerinin olağanüstü in
sanlar olduğuna ve ilişkilerinin de benzersiz oldu
ğuna inanırlar. Olaylara biraz uzaktan bakarak bu
dramatik ilişki yerine kendilerine ve duygularına
odaklanmalıdırlar. Ancak o zaman bağlanma fobisi
olan biriyle yaşanan ilişkinin nasıl yürüdüğünü ve
sanrılarını anlayabilir, davranışlarını bu yeni bakış
açısıyla değiştirebilirler. Dördüncü bölümdeki do
kuz öneri, bağlanma sorunu olan birinin partneri
olarak benliğinizi, ilişkinizde şeffaflığı ve pratik
çözümleri bulmanıza yardımcı olacaktır.
26
KAÇMAK, SALDIRMAK, DONAKALMAK:
SAYUNMA YÖNTEMLERİ
Lütfen bağlanma korkusunun gerçek bir korku olduğunun bi
lincine varın. Bu korkuya sahip kişiler, korkan ve kendini tehdit
altında hisseden her insan gibi davranırlar. Korku duyulduğunda
gösterilen tipik reaksiyonlar saldırmak, kaçmak ya da hareketsiz
kalmaktır. Beynimiz bir tehdit karşısında sadece bu üç yolla tep
ki göstermeyi bilir. Korku belirtileri kendini çarpıntı, mide ba
ğırsak sorunları, nefes alamama, terleme gibi değişik şekillerde
gösterir. Bağlanma korkusu yaşayanlar bu korkuyu net şekilde
algılamazlar, sadece ilişkilerinde onları mutsuz eden tuhaf bir
rahatsızlık, özgürlük arzusu ve huzursuzluk hissederler.
Bağlanma korkulan genellikle çocukluğun ilk gelişim yıl
larında, bebeklikle iki yaş arasında oluşur. Bu dönemde çocuk
yakın çevresindeki kişilerin bakımına ve ilgisine muhtaçtır.
Çocuk ile ebeveynleri arasında bu süre içinde iyi bir ilişki ku
rulamazsa ya da gereken bakım veya ilgi yeterli değilse, ço
cukta ilişkiler konusunda güven yerine korku gelişir. Bağlanma
korkusu, bilinçaltımızda yatan ve temelleri çocukluk çağında
atılan derin ve varoluşsal bir korkudur. Bu korku, etkilenenler
için kişisel bir ölüm-kalım meselesidir. Kitabın ikinci bölümün
de "Bağlanma Korkusunun Nedenleri" başlığı altında konuya
daha yakından bakacağız. Önce size bağlanma korkusu olanla
rın bu korkularını yenmek için başvurdukları stratejilerden bah
setmek istiyorum. Eğer eşinizde veya ilişkinizde bu stratejileri
fark ederseniz bağlanma fobisi olan biriyle birlikte olduğunuzu
hemen anlayabilirsiniz. Siz de bu yöntemleri kullanıyorsanız,
sabit ilişkilere girmekten kaçanlardan birisiniz demektir. Bu
yüzden okumaya devam etmenize gerçekten değecektir.
27
nın en kötüsü, asla ciddi ilişkilere girmemek, sadece flört et
mek, maceralar yaşamak hatta daha da aşırıya kaçarak uzaktan
platonik aşk yaşamaktır. Diğer bir kaçış yolu da beklenmedik
bir anda aniden ilişkiyi bitirmektir. Bu aşırı yöntemlerin dışın
da başvurulan daha basit başka yollar da vardır.
28
nekte Joe tipik bir yakınlaşmaktan kaçınma davranışı gösteri
yor. Ümit vererek onunla flört ediyor, Sabrina yakınlaşmaya
çalışınca da, "Önce cezbet, sonra etkisizleştir" ilkesini uygu
layarak onu engelliyor. Basit bir flört dahi bağlanma fobisi
olanların iki anlama da gelebilen "Bana yaklaş ama gene de
uzak dur ! " mesajını içeriyor.
İkinci örnekte muhtemelen Michaela'nın bağlanma sorunu
var. Umutsuz bir aşka düşmüş. Müdürü ona somut tekliflerde
bulunmadığı gibi, hem evli hem de onun yöneticisi. Bu neden
lerden ötürü aralarında ciddi bir ilişki zaten söz konusu ola
maz. Asıl ilginç olan Michaela'nın sürekli elde edemeyeceği
erkekleri seçmesi. Hem kendisi, hem de arkadaşları onun aşk
konusunda çok talihsiz olduğunu düşünüyorlar. Ama aslında
ciddi bir ilişkiden korunmak için bu ümitsiz aşkları kendisinin
yarattığını hiç kimse algılamıyor. B irisine uzaktan tapınmanın
da aynı platonik aşklar gibi avantajları vardır. Bu yolla gerçek
yakınlaşma riskini göze almadan duygularınızı rahatça yaşa
yabilir, çılgınca aşık olabilir, özlem duyabilirsiniz. Bu durum
kişilerin bilinç düzeylerine çok farklı yansır. Onlar için hayal
lerin en güzeli mutlu son olduğundan aynı Michaela gibi acı
çekerler.
Üçüncü örnekte Rolf ve Sarah, bağlanma fobisi yaşanan
tipik bir maceranın içindeler. Her iki taraf da yakın ama uzak
olmaya istekliler. Bu tür ilişkilerin değişik şekilleri yaşanır
ama hepsinde hissedilen güçlü tutkuyu görebiliriz. Ateşli bu
luşmalar, bir daha yaşanıp yaşanmayacakları garanti olmadı
ğı için tutkuludurlar. Günlük yaşamdan ve sorumluluklardan
uzak yaşanırlar, sonları belli olduğu için de değerlidirler. İn
sanın emin olmadığı şeyler arzu edilmeye değmez. Rolf çoğu
insanın yaşadığı ve bu tür ilişkilerin bir parçası olan, "birbiri
mizden bir türlü kopamıyoruz" duygusunu ifade ediyor. Her
sevişme Rolf için onu yeniden elde etmek anlamına geliyordu.
Ama bir daha birlikte olup olamayacakları belli olmadığı için
de endişe ve korku duyuyordu.
29
İlişkilerden uzak duran tüm insanlar, ümitsiz aşkları, ya
kınlaşma ve uzaklaşma oyununu, ulaşılamayan veya evli olan
kişileri ya da güvensiz bir macerayı dramatik ve heyecan ve
rici bulurlar. Her gece aynı insanla uyuyup aynı insanla uyan
mak ne kadar sıkıcı olurdu değil mi?
30
kontrol duygusunun altında yatan yarı bilinçli, yarı bilinçsiz
korku, eşleri tarafından tamamen teslim alınma, daha da kö
tüsü hükmedilme korkusudur. Bu varoluşsal olduğu kadar da
mantıksız bir korkudur. İlişkilerde fazla yakınlık yaşandığın
da bağlanma fobisi olan insanların hissettikleri benliklerini
kaybetme duygusu adeta ölüm gibidir. Bu tuhaf korkunun,
bağlanma korkusunun ana sebepleri ile bilinçaltı bir program
lanma yoluyla bağlantısı vardır. Eğer sevilmek istiyorsam kar
şımdakinin tüm isteklerini yerine getirmeliyim. Daha kaba bir
ifadeyle: Aşk = Boyun eğme. Başkalarının her isteğini yerine
getirdiğinizde benliğinizi kaybetmiş olursunuz. Bağlanma fo
bisi olanlar bu anlamda gerçekten yaşamlarını kurtarmak için
kaçarlar. Yeteri kadar uzaklaştıktan sonra durup soluklandık
larında, özgür ama yalnız olduklarını fark ederler. Korkuları
kaçıp kurtulmakla yatışır ama bu defa içlerine korkunun rakibi
olan yakınlaşma arzusu yerleşmeye başlar. Böylece aynı hika
ye bir daha yaşanır. Terk ettikleri sevgililerine veya eşlerine
yeniden yanaşarak tekrar denemek isterler. Yeni denemeler
sürekli tekrarlanınca sonu gelmeyen birleşmeler ve ayrılmalar
yaşanır. Çoğu kaçarak yeni ilişkilere veya maceralara sığınır
lar. Bağlanma korkusu olanlarda en sık görülen gariplik, ne
bir ilişkileri olduğunda ne de olmadığında yaşayamamalarıdır.
Bunun altında yatan, ruhlarındaki derin çelişkilerdir. Yakın
laşmayı, ondan korktukları kadar çok arzularlar. Bu çatışma,
"Ne evet, ne hayır" tarzını üretmeleri ile sonlanır. "Bağlanma
Korkusunun Nedenleri" başlıklı ikinci bölümde bu içsel ça
tışmayı ve psikolojik nedenlerini ayrıntılı olarak anlatacağım.
31
• Flört ederken. Henüz flört etmeye başlanmıştır ama ya
kalanmadan önce kaçmak gerekir.
• B irlikte geçirilen ilk (ikinci veya üçüncü) geceden son
ra. Bağlanma fobisi olanlar ertesi sabah "Hemen toz ol
malı" diye düşünerek belirli bir süre için veya ebediyen
ortadan yok olurlar.
• Aşk yeni başladığında, eğer ilişki giderek yoğunlaşı
yorsa ve bağlılık artıyorsa.
• İlişkinin ilk yıllarında, eğer taraflardan biri evlilik, ço
cuk veya birlikte oturmak gibi planlar yapmaya başla
dıysa.
• Düğünden sonra ürkütücü gerçeğin bilincine varılır:
İşte şimdi kapana kısıldım !
• Evliliğin ilerleyen yıllarında. Bunu tetikleyen, çocuk
sahibi olmak, evin satılması, ömür boyu sürecek ga
rantinin ortadan kalkması ya da ellinci yaş günü olabi
lir. Hemen yok olmazsam, ömür boyu burada çakılıp
kalacağım, düşüncesi uyanır.
32
kullanan kişiler bile bunu tam olarak anlayamazlar. Jürgen
ikinci kez evlenmiş, serbest çalışan bir mimardı. Karısı onun
hiç evde olmadığından yakınıyordu, zaten ilk eşinden de bu
yüzden boşanmıştı. Yakından bakıldığında çalışma günlerini
iyi yapılandıramadığı anlaşılıyordu. İşyerindeki problemleri
ve karışıklıkları sanki kendisi yaratıyordu. Daha dikkatlice
yapacağı bir organizasyonla hem işlerini daha kolay yürütebi
lir hem de kendine daha fazla vakit ayırabilirdi. Ama bilinçsiz
davranarak işlerin düzenini bir türlü sağlayamıyordu. Biraz
daha boş vakti olsaydı gerçek problemi, yani eşiyle daha fazla
beraber olmak ve onunla yakınlaşmak istemediği ortaya çıka
caktı. Evliliğine katlanabilmek için işini bahane ederek arala
rına istediği mesafeyi koyabiliyordu. Aslında karısını seviyor
ve onunla daha fazla beraber olmak istiyordu. Ama, "ne evet,
ne hayır" tarzını benimsemişti.
B ağlanma korkusu olanların boş zamanları ile işlerini bir
birinden ayıramamaları sık rastlanan bir fenomendir. Planla
ma konusunda çok başarısız olmaları aslında bağlanma sorun
larının bir yan etkisidir. Taahhüt altına girme korkuları ya
şamlarının tüm alanlarında kendini gösterir. Gereğinden çok
iş yüklenmelerinin, boş zamanlarını veya tatillerini planlamak
için bağlayıcı sözler vermemelerinin sebebi budur.
Tatile gitmek bağlanma fobisi olanlar için zaten başlı ba
şına endişe verici bir olaydır. Tatillerde eşlerinden o kadar
kolay kaçamazlar. Uzun tartışmalardan sonra sevgilisine
birlikte on gün Fransa'ya gitme sözü veren birisi hissettikle
rini, "Seyahatin başında sanki uzun süre suyun altında kala
cakmışım gibi derin derin nefes alma ihtiyacı duydum" diye
açıklamıştı.
33
Tabii ki her amatör müzisyenin ya da sporcunun yaptığı
işe tutkuyla bağlı olması bağlanma korkusu olması demek
değildir. Ama hobilerin ilişkilerde yakınlaşmayı engellemesi
ve daima ön planda tutulması, onların hobiden fazlası olduğu
şüphesini uyandırır.
Hobiler insanların başkalarıyla temas kurma gereksinimle
rini de karşılarlar. B ir danışanım, "Eşim sürekli insanlarla bir
likte olmak istiyordu. Zaten çok geniş bir çevresi var. Birlikte
bir akşam geçireceğiz diye tam sevinirken, son anda arkadaş
larımızı yemeğe davet ettiğini söyler. Karımın benimle yalnız
kalmak istemediği duygusuna kapılıyorum" demişti ve bunda
çok haklıydı. Fahri görevler de ilişkiden kaçmak için ideal ba
hanelerdir. Genellikle kadınların birileri yardım isteyince ha
yır diyemeyen kocaları için, "Herkesin yardımına koşar, ben
ve ailemiz söz konusu olduğunda ise ortada yoktur" dediğine
şahit olmuşuzdur. Onları nadiren evde bulursunuz.
Kaçmak için diğer bir bahane de çocuklardır. Ebeveynlerin
sürekli anlaşmazlık yaşadıkları ilişkilerinde çocuklar tampon
görevi görürler. Bir ilişkiye, ilk eşlerinden olan çocuklarını
da beraber getiren ebeveynler de bu çocukları uzaklaşma ba
hanesi olarak kullanırlar. Ya beraber yaşamaktan kaçabilmek
için çocukları sebep olarak gösterirler ya da çocuklar yüzün
den birlikte geçirilecek zamanın kısıtlanacağını öne sürerler.
Yeni sevgililerin aile yaşantısından tamamen soyutlandığı du
rumlar gördüm. Onlar, ortada belirli bir sebep olmadığı halde
çocuklarla uzun süre tanıştırılmaz. Bağlanma sorunu olanlar,
çocukların henüz buna hazır olmadıklarını ileri sürerler ama
aslında yakınlaşmaya hazır olmayan kendileridir.
34
sa bağlanma korkusu olan ve uzakta yaşayan biriyle bir ilişkisi
vardı. Bana adamın her buluştuklarında hastalandığını söyle
mişti. Ama nadiren birlikte olduklarından günlerce, gecelerce
tutkulu ve ateşli bir aşk yaşadıklarını keyifle anlatmıştı. Adam
Almanya'ya ayak basar basmaz hastalanıyordu. Bazen grip
oluyordu, midesi veya bağırsağı bozuluyordu, bazen de diş
ağrısı tutuyordu. Bir Alman firmasının Hindistan'daki şube
sinde çalışıyordu ve her gelişinde hastalanmasına başka bir
sebep buluyordu. Ha,ıa değişikliği, yemekler, stresten uzakla
şınca insanın hastalanması gibi mazeretler. Hasta olunduğun
da (sırtına fazla iş yüklenince olduğu gibi) bunu eşinin suçuy
muş gibi görmek en büyük riyakarlıktır. Bu durumda onun
ne suçu olabilir ki? Buna rağmen her buluşmada hastalanması
arkadaşımı hayal kırıklığına uğratıyor ve sinirlendiriyordu.
Kızmakta çok haklıydı. Çünkü bağlanma sorunu olanlarda
hastalık da aynı iş gibi uzaklaşmak ve bunun sorumluluğunu
taşımamak için faydalanılan bir yöntemdir. Bu durum eşlerde
öfke ve hayal kırıklığı yaratsa da, yakınmak için haklarının
olmadığını, yardımcı olmaları için kendilerine ihtiyaç duyul
duğuna inanırlar.
35
Bağlanabilen kişiler ise eşlerine karşı derin duygular bes
ledikleri için sadakat duygusunu iyi bilirler. Çok sayıda ka
dın ve erkek, "Aşık olduğumda başkaları ile yatmak istemi
yorum" der. Bu duygusal bağlılık, bağlanma fobisi olanların
yaptığı gibi sadakat konusunda düşünerek karar vermekten
çok farklıdır.
Aldatmanın altında yatan ve gözüken sebep bağlanma kor
kusu olanların dürüst olmamalarıdır. "Aldat, kandır ve defet! "
düşüncesi açıkça söylemedikleri ve genellikle kendi kendile
rine de itiraf etmedikleri bir slogan gibidir. Başkalarının so
rumluluklarını üstlenmedikleri gibi kendi davranışlarının da
sorumluluğunu taşımazlar. Her türlü tartışmadan kaçarlar, bu
yüzden hedeflerine ulaşmak için hileye ve riyakarlığa başvur
maktan başka çareleri kalmaz.
36
yarak ziyaretine gelip gelemeyeceğini sormaya başladı (300 km
uzakta yaşıyordu). Nadja endişeliydi ama Hendrik'in kendisine
ciddi olarak ilgi duymasına da seviniyordu. İlk ziyareti diğerleri de
izledi ve Nadja sonunda aşık oldu. Hendrik ona kız arkadaşından
ayrıldığını ve ev aradığını söylemişti. Bir akşam Hendrik'in "eski
sevgilisi" Nadja'yı telefonla arayarak, Hendrik'le aralarında nasıl bir
ilişki olduğunu ve neden kusursuz yürüyen bir ilişkiyi bozmaya kal
kıştığını sordu. Konuşma devam ettikçe hem Nadja hem de diğer
kadın bulutların üstünden indiler ve gerçekleri görmeye başladılar.
Her ikisi de - ayrı ayrı - Hendrik'ten bahsetti. Nadja, Hendrik'in ağ
layarak çok üzgün olduğunu ve kendini çok kötü hissettiğini söy
lediğini anlattı. Nadja'yı seviyordu ama eski sevgilisini de üzmek
istemiyordu. Başkalarına acı çektirmek onun için hiç kolay değildi.
Bu, boşanmış olan anne ve babasının ondan her zaman sadakat
beklemesi yüzündendi v.s. Nadja'nın öfkesi, Hendrik'e karşı duy
duğu üzüntüye ve anlayışa dönüşmüştü. Bu konuşmadan sonra
Hendrik bir süre düşünerek karar vermeye çalıştı. Sonunda Nadja
artık dayanamadı ve ondan ayrıldı. Hendrik kararsızlığı yüzünden
ona zarar verdiği halde, gene de ondan ayrıldığı için üzüldü, birlikte
geçirdikleri tutkulu ve romantik dakikaları unutamıyordu. Ona kar
şı kızgınlık da duymuyordu, çünkü Hendrik kötü bir adam değildi
sadece zayıftı. Son aylarda çok acı çektiği için ilişkiyi bitirmekten
başka çaresi kalmamıştı. Anlattığına göre, bir süre sonra Hendrik'in
aslında iğrenç bir oyun sergilediğinin bilincine varmış ve çılgınca bir
öfkeye kapılmıştı. Büyük bir ihtimalle diğer kadını da elinde tutabil
mek için ona da aynı şeyleri söylemiş ve her ikisini de oyalayarak
kullanmıştı. Hendrik'in hala sevgilisi olan kadının telefonuyla Nad
ja'nın şüpheleri doğrulandı. Karar verme sorumluluğundan kaça
bilmek için her iki ilişkiyi de yalanlar ve numaralarla sürdürmeye
devam etmişti. En kötüsü de, kendini iki kadın arasında kalan ve
her ikisini de üzmek istemeyen bir kurban gibi görmesiydi. Nadja
ona yaptığı tüm numaraları ayrıntılarıyla anlatan dört sayfalık öfke
dolu bir mektup yazdı. Bir daha Hendrik'ten hiç haber almadı.
37
sını" hatırlayalım. Bağlanma korkusu yaşayanların tipik bir
davranışını sergiliyordu. Onlar, ilişkilerinde yakınlaşmaya ve
uzaklaşmaya karar veren mutlak otorite olmak isterler. Cinsel
yakınlık iki insan arasında kurulan en yakın ilişkidir. Bağlan
ma fobisi olanların en büyük sorunları da bu konudadır. İn
san kendini eşine gereğinden fazla yakın hissettiğinde, bunu
ayarlayabilmek için cinsellikten kaçınır. Bağlanma korkuları
güçlü olanlar uzak ilişkiler kurdukları kişilerle seks yapabilir
ler. Örneğin, çabuk koparabilecekleri geçici tanıdıklarla ya da
biteceği baştan belli olan ilişkiler yaşadıkları kişilerle. Bazı
erkekler bu sorunu fahişelerle birlikte olarak çözerler. Kendi
leri için tehdit oluşturmayan şartları onlarda bulurlar. Kadın
ların duygusallık göstermemeleri, işleri bittiği anda ilişkinin
de sona ermesi ve ödeme yapıldığında borç veya alacak kal
maması ("Sana hiç bir borcum yok") açıkça belirlenmiş olan
kurallardır. Oysa erkeklerin bu kadınlarla birlikte olmalarının
asıl sebebinin seks değil bir kadınla yakınlaşma gereksinim
leri olmasıdır. B ir danışanım şöyle anlatmıştı: "Bir kadına
dokunma ihtiyacı hissediyorum. Bu yüzden sürekli bu tür
kadınlarla birlikte oluyorum." Bu yüzden çok utandığından
kimseye bir şey söyleyemiyordu. Bu arada bir de kız arkadaşı
vardı. Sadece başlangıçta kısa bir süre cinsel ilişki yaşamışlar
dı. Meslektaş oldukları için beraberliklerini belli etmiyor, aynı
mesleki hedeflere sahip iki arkadaşmış gibi davranıyorlardı.
Bu kadına karşı hissettiği yakınlığı onunla seks yapmaktan
kaçınarak dengelemek zorunda kalıyordu. Cinsel ihtiyaçlarını
ise fahişelerle gideriyordu. İçsel yakınlığı, bedensel yakınlaş
mayla birleştirmeyi başaramıyordu.
"İlişki" kelimesi, bağlanma fobisine sahip kişilerin çoğunun
alnının boncuk boncuk terlemesine sebep olur. Bazıları sürekli
cinsel ilişkide bulundukları kadınlar veya erkeklerle ilişki kur
mamaya çok önem verir. Arada sırada buluşarak sadece sevişir
ler. İki taraf da bunun, "ciddi olmayan", "bağımsız" ve "kural
sız" bir ilişki olduğunun altını çizmek zahmetine girmez.
38
Verdiğim örnekteki Sarah ve Rolf'un ateşli aşk maceraları
bağlanma fobisi belirtileri gösteren tipik cinsel davranış şekil
leridir. Sık sık ateşli şekilde birlikte oldukları halde aralarında
bir bağ yoktur. Bu, birbirleriyle bağlantısı olmayan "ihtiras
adaları" gibidir. Birlikte olduklarında hissettikleri tutku ve
yakınlık birbirlerinden kopmalarını zorlaştırır. Rolf, Sarah
ile daha yakın ve ciddi bir beraberlikleri olmasını aslında is
tiyordu. Ama Sarah sürekli onun kendisine yaklaşmasına izin
veriyor, sonra da uzaklaştırıyordu. Bağlanma fobisi olanların
bu tipik davranışı partnerleri için dayanılmazdır. İzin veri
len yakınlık yaşandığı anlarda samimi ve gerçektir. Rolf da
bunu hissediyordu. İşte bu yüzden sonrasında Sarah'ın araya
koyduğu katı mesafeyi anlamakta zorluk çekiyor ve kırıcı bu
luyordu. Sarah istediği zaman yakınlaşmaya ve ateşli birleş
melere izin verdiği için Rolf umudunu yitirmiyordu. Galiba
Sarah onu seviyordu ama şu anda bunu kabul etmek istemi
yordu. Eğer ona yeteri kadar zaman tanırsa, anlayış gösterirse
ve onu zorlamazsa -bu durumda çoğu kişinin yaptığı gibi - Sa
ralı ' ın kendiliğinden ona geleceğini umuyordu.
Orta derecede bağlanma korkusu olan insanların yakınlık
ve mesafe koyma alanları daha dardır. Onlar ilişkilerini veya
evliliklerini sürdürürler. Ama ilişkilerde yakınlaşma ve uzak
laşma konusunda karar veren ve korku derecelerine göre seks
musluğunu açıp kapatan otorite kendileridir. Korkuların bilinç
düzeyine çıkmalarının gerekmediğini, bilinçaltından da hare
kete geçebileceklerini tekrar vurgulamak istiyorum. Korkular
bilinç düzeyinde seks yapmak istememek şeklinde belirirler.
Bağlanma korkusu olanlarda seks arzusu, ilk aşık olma döne
minden sonra çok azalır. Nadiren yeniden canlansa da nere
deyse sıfırdır. Bu korkuya sahip erkeklerin çoğu bunun, artık
gençlerle seks yapmaktan hoşlandıkları veya işlerinde çok
stres yaşadıkları için olduğunu zannederler. Kadınlar ise, sek
sin onlara artık bir anlam ifade etmediğini söylerler. Gerçekte
söz konusu olan ise bağlanma korkularıdır. B urada asıl zor
39
olan, cinsel arzunun belli bir süre sonra normal olarak her iliş
kide azalması ile korkulardan dolayı azalmasını birbirinden
ayırabilmektir. Kanımca bağlanma sorununun asıl belirtisi,
cinsel arzunun bir kaç hafta veya ay sonra hissedilir şekilde
azalması ve/veya seks konusunun ilişkinin başından itibaren
sorun olmasıdır. Bazen daha ilişkinin başında var olan arzu
lama ve reddetme arasındaki dengesizlik giderek artarak kısır
döngüye dönüşür.
Bağlanma fobisine sahip kişilerde sık rastlanan diğer bir
problem de, eşleriyle tutkuyla öpüşmekten iğrenmeleridir. Bir
danışanım, iki kez evlendiği ve uzun yıllar süren ilişkiler ya
şadığı halde hayatında hiç bir kadınla öpüşürken dil temasın
da bulunmadığını itiraf etmişti. Bazıları ise öpüşmelerinin de
dozunu başka konularda yakınlıktan kaçmaları gibi ayarlarlar.
Hissettikleri korkunun derecesine ve ilişkilerinin ölçüsüne
göre çok az ya da hiç öpüşmezler. Sabine, "Marco'yla uzun
süre görüşmediğimizde veya kavga ettikten sonra barıştığı
mızda beni tutkuyla öpüyordu. Birbirimizi daha sık görmeye
başladığımızda ve ilişkimiz rayına oturduğunda ise artık sade
ce ben istediğimde öpüşüyorduk. Öpüşmekten hoşlanmadığı
nın, sadece gerekli gördüğü kadar ve kabalık yapmamak için
benimle öpüştüğünün farkına vardım" diyordu.
Seviştikten sonra hemen kaçmak da tipik bir uzaklaşma yön
temidir. Bu ya terbiye kuralları gereğince bir kaç dakika, bir
kaç saat bekledikten sonra ya da ertesi sabah - en geç kahval
tıdan sonra - gerçekleşir. Michael bunu, "Alina'yla huzurlu bir
hafta sonu geçirmek asla mümkün değildi. Harika bir akşam
dan veya ateşli bir geceden sonra mutlaka gitmesi gerekiyordu.
Genellikle uyanır uyanmaz, en geç de kahvaltıdan sonra. Her
zaman yapacak bir işi olurdu, ya şirkete gitmesi gerekirdi, ya
kız arkadaşına sabah koşusu için söz vermişti ya da sadece hafta
sonu vakit bulabildiği için halletmesi gereken acil işleri olurdu.
Onunla bir akşam veya bir gece geçirmekten daha uzun süre
birlikte olmak mümkün değildi" diye anlatmıştı.
40
Uzakta yaşayanlarla ilişki kurmak: Birbirinizden uzakta
yaşayınca sevgilinizle aranızda "kaçınılmaz" olarak bir mesa
fe vardır. Sevgili aynı yerde yaşamıyorsa deliler gibi özlenir
ve tehlike olmadığı için de duygular serbestçe yaşanır. Bu
luşma süreleri zaten kısıtlı olduğu için, araya mesafe koymak
gibi stratejilere başvurmadan bu sürenin keyfini çıkarmak ge
rekir. Bu nadiren gerçekleşen buluşmalarda bile araya mesafe
koymak yaşanan fobinin derecesine bağlıdır.
41
yaşamamıştı, sürekli dip dibe olunacağı düşüncesi bile onu bu
naltmaya yetiyordu. Claudia mecburen ayrı oturmayı kabullendi.
Kendini, nasıl olsa onu eskisinden daha sık görme imkanı bula
cağım diye teselli ediyordu. Ama ilişkileri hiç bir şekilde daha iyi
olmadı. Giderek daha sık kavga etmeye başladılar, Claudia'nın
uzak bir ilişki yaşadığı için hissettiğine inandığı "kendini yeter
siz bulma" duygusu yoğunlaşarak daha da kronik bir hale geldi.
Achim'in onunla birlikte olmayı çok da fazla arzulamadığını yakı
nında yaşadığı zaman fark etti. Sürekli arkadaşlarıyla beraberdi.
Arada bir onlara katılmasını teklif ediyordu o kadar. Claudia'nın
uzlaşma önerilerine kulak asmıyordu. Geri dönmesinden bir kaç
ay sonra Achim aniden ilişkilerini bitirdi. Neden olarak da Clau
dia'ya, nefes almasını engellediğini ve sürekli söylenmesinin onu
delirttiğini söyledi.
42
daha baskındır. Ama bağlanma sorunu olan kadınlar da bazen
duyguları hakkında konuşmakta zorlanırlar.
Bağlanma sorunu olanların ilişkilerini şekillendiren "ne
evet, ne hayır" sendromu eşleriyle yaptıkları konuşmalarda
çok belirgindir. Genellikle konuşmak isteyen taraf bağlan
ma sorunu olan kişi değil, eşleridir. Onlar, uyuşmazlıklardan
endişe duydukları ve eşleri söylemekten kaçındıkları net ifa
deler beklediği için bu gibi konuşmalardan ürkerler. Eşlerine
güven duymadıkları için açık konuşmakta zorlanırlar. Zaten
genellikle kendileri de ne istediklerini bilmezler. Doğru ka
rarlar alamazlar ve söz vermek istemezler, yani duyguları sa
dece dışsal değil içsel olarak da net değildir. Zaten kendilerini
de iyi tanımazlar, korkularını ve duygularını sürekli bastır
dıkları için onları tanımlayamazlar. Sadece duygularının bi
linçaltında kalmalarının daha iyi olacağını hissederler. Çoğu
için kendini tanımak dehşet vericidir. Bu yüzden bağlanma
fobisi olan biriyle yapılan tartışmalar diğer taraf için moral
bozucudur. Konuşmaktan kaçınanların değişik tipleri vardır.
Bunların arasında en göze batanı ve önde geleni "Duvarcı us
tası" olarak adlandırdığımız tiptir. Bu tiple duygular ve ilişki
hakkında konuşmak istediğinizde duvara çarpmış gibi olursu
nuz. Kendini dışarıya tamamen kapatır, sanki donmuş kalmış
gibidir. Bir arkadaşım, özel bir konu hakkında konuşmak is
tediğinde erkek arkadaşının adeta "taştan bir adama" dönüş
tüğünü anlatmıştı. Hiç yanıt vermiyor, soğuk bir yüz ifadesi
takınarak hemen içine kapanıyordu. Kocasının bu davranışını
bir danışanım, "adeta bir sümüklü böceğe dönüşüyor" diye
ifade etmişti. Bu, daha çok erkeklerde rastlanan, ilişki hak
kında konuşmayı imkansızlaştıran aşırı bir kaçınma tarzıdır.
Ayrıca pasif saldırının, yani dışarı vurulmayan ama sabote
etmek amacıyla kullanılan gizli öfkenin aşırı halidir. Sonuç
olarak bir adım ilerleyemez, hiç bir şeyi düzeltemez ve onlarla
yakınlık kuramazsınız. Eşlere, bu tür davranışları ve tatmin
siz olan ilişkiyi kabullenmek ya da bitirmekten başka seçenek
43
kalmaz. Bağlanma fobisi olan insanlar asla taviz vermezler.
Eşleri uyum sağlayabilir veya mücadeleden vazgeçebilir.
Başka bir tip ise, cümleleri ve düşüncelerini arka arkaya
sıralayarak sizinle konuşur ama kendinize şimdi bu ne demek
istedi diye sorduğunuzda yanıt bulmakta zorlanırsınız. "Ne
evet, ne hayır" aslında "Evet, ama... " anlamına gelir. "Evet,
seninle birlikte olmak istiyorum, ama daha fazla özgür olma
ya ihtiyacım var." "Tabii ki benim için önemlisin, ama işime
ne kadar önem verdiğimi de biliyorsun." "Söylediklerinde
haklısın, ama değişebileceğimden emin değilim." " Yanında
olmak istiyorum, ama ne kadar az vaktim olduğunu biliyor
sun." "Ben de çocuk istiyorum, ama şu anda daha önemli şey
ler var." Veya ültimatom veren klasik tip: "Seni seviyorum,
ama sürekli bir ilişkiye girmek istemiyorum! " İtirazlarına bir
gerekçe göstermesi istendiğinde ise bu konuşma genellikle
tıkanıp kalır. Bunu şöyleydi, böyleydi diyerek yapılan laf do
landırmalar izler ve ilişkiyi netleştirme amacıyla yapılan bu
konuşmanın sonunda kafanız daha da karışır. B ağlanma fobi
si olanlar şüpheleri dağıtma konusunda çok başarılıdırlar. Ne
hissettiklerini, ne istediklerini bilmezler ama her zaman açık
bir kapı bırakırlar. Hem peki demek hem de terk edilme riski
ne girmek istemezler. Bazen kendileri ilişkiyi bitirmek istese
de bunun sorumluluğunu almaya cesaret edemediklerinden
eşlerini kendilerinden ayrılması için yönlendirirler. Bazen bu
amaçlarını dolambaçlı konuşmalarının altında gizliyor olabi
lirler. Sonuç olarak karşılaşılan problem hep aynıdır: İNSAN
NEYLE KARŞI KARŞIYA OLDUGUNU BİLEMEZ ! Ve
bağlanma fobisine sahip insanları elinizde tutmaya çalıştığınız
ölçüde sizden uzaklaşırlar. Onlardan net bir bilgi almak nere
deyse imkansızdır. Konuştuklarında ise, kendilerini köşeye sı
kıştırılmış gibi hissettikleri için genellikle negatif söylemlerde
bulunurlar. Endişe duyduklarında net olarak ifade ettikleri bir
"hayır" onlara "evet" demekten daha kolay gelir. B irçoğunun
eşi bunu bildiği için dikkatli davranır. Bazıları ne zaman, neyi,
44
nasıl söylemeleri gerektiğini günler öncesinden planlamaya
başlar. Veya kendiliklerinden imalı konuşmaya başlarlar. Onu
kızdırmaktan korkarak eşlerinin ruhsal bozukluğuna uyum
göstermeye çalışırlar.
45
Bağlanma fobisi olan birinin yardımına ihtiyaç olursa du
rum daha da can sıkıcı hale gelir. Aslında onlar her türlü yar
dıma hazırdırlar. Ama gerçekten yardım gerektiğinde ise her
zaman ya paraları yoktur, ya uzaktadırlar ya da geç kalırlar.
Verdikleri sözü veya vaadi tutma konusunda "unutkan" insan
lardır. "Çoook üzgünüm, tamamen unutmuşum! " en sevdikle
ri özür dileme şeklidir.
Bazıları, başkalarına yardım etmemek için direnmelerinin
pişkince arkasında dururlar. Bir arkadaşım, o sıralarda aşık ol
duğu kız arkadaşının yardım isteğini reddettiğinde kendini şöyle
savunduğuna şahit olmuştu: "Eğer kendini kötü hissettiğin için
dün gelmiş olsaydım, belki de kendini daha kötü hissedecek
tin. Kendini her kötü hissettiğinde yanında olmayacağımı sana
söylemek benim sorumluluğumdur." Bağlanma fobisi olanların
sorumluluk almayarak eşlerinin yanında olmamak için diren
meleri, yokluklarından daha fazla acı vericidir.
46
kaçınanlara sıkça rastlarız. El ele tutuşmaz, onlara sarılmazlar.
Sevgilileri bunu yaparsa, başkalarının önünde mahcup olma
mak için kısa bir süre buna dayanırlar. B uldukları ilk fırsatta
da sevgililerinden uzaklaşırlar. Özel hayatın etrafta sergilen
mesinin her türlüsüne karşıdırlar. İlişkilerin başında farklı
davranabilirler. Aşkları henüz tazeyken toplum içinde sevgi
lerini gösteren davranışlarda bulunurlar. Belki de bu herkese
bu defa gerçekten doğru kişiyi bulduklarım göstermek içindir.
Ama eski problemleri tekrar ortaya çıktığı anda planladıkları
şekilde geri çekilmeye başlarlar.
47
leştiren ilişkinin kendisi değil onu tetikleyen şeydir. Bağlan
ma korkusu olanların saldırganlıklarının nedenleri çok daha
derinlerde, çocukluklarında yakın çevrelerindeki kişilerle
yaşadıkları güvensiz deneyimlerinde yatar. Ama onlar bunun
bilincinde değillerdir. Çocukluk deneyimlerini yaşadıkları
ilişkiye taşır ve yansıtırlar. Bağlanma korkusunun nedenlerini
ilerdeki bölümlerde anlatacağımı söylemiştim. Şimdi etkile
rinden bahsedeceğim.
48
Onlarla ilişki kurduğunuzda ne kadar mesafeli davranırsanız
davranın bir şekilde yakınlaşmak zorunda kalırsınız. Bağlan
ma fobisi olan kişilerin eşleriyle aralarına mesafe koymak için
aktif ve pasif saldırganlığı birleştirmeleri ve eşlerin gösterdiği
tepki Michael örneğinde açıkça görülüyor:
49
karşı çıkmaya çalışıyor. Micheal buna hiç aldırmadan sözüne
devam ediyor: "Biliyor musun Judith senin için gerçekten çok
endişeleniyorum. Doğru beslenmeyi umursamadığın için sadece
hazır yemekler yiyorsun ve artık şu sigarayı da bırakmalısın. Cil
din bozuluyor. Hakikaten senin için üzülüyorum. Bak, gene bitkin
görünüyorsun. Kendini boşuna kandırma, durumundan sen de
hiç memnun değilsin. Hep yanlış erkeklere bağlandı ğını (kendini
onlardan saymıyordu), aşırı sigara ve litrelerce kahve tükettiğini,
üstüne üstlük doğru dürüst beslenmediğini idrak etmelisin. Artık
bu durumu değiştirmeye çalışmalısın. Bir gün durum daha da
kötüleşecek ve birdenbire çökeceksin." Michael'in bu sözlerine
gerçekten öfkelenen Judith karşı saldırıya geçerek, önce kendisi
için endişelenmesini, sürekli mali sıkıntı çektiğini söyleyerek onu
azarlamaya başlıyor. Kendi hayatı, onunkiyle karşılaştırıldığında
çok daha kontrol altındaydı. Micheal, "Saçma sapan konuşma!
Daha dün 2000 avroluk satış yaptım. Ben senin gibi basit me
murların ödediği vergiyi ödemiyorum. Zaten bu da hayatını yola
sokmanı engelleyen korkularının bir belirtisi" diyerek konuşması
na devam ediyor.
50
"çözmek" için bu zaaftan karşısındakinin yüzüne vurmaktı.
Aradaki mesafeyi ve yakınlaşmayı saldırganlığı ile sağlıyor
du. Judith ise onun eleştirilerini fazlasıyla kişisel alıyor ve
aklı karışıyordu. Kendini zayıf hissettikçe Michael 'ın gözüne
girmeye ve onayını almaya çalışıyordu. Michael ise her za
man öfkeli olmuyordu, bazen de ilgili ve sevecen olabiliyor
du. Böylece Judith için son derece sağlıksız bir yakınlaşma
(Michael istediği zamanlarda) ve kaba şekilde dışlanma (Mi
chael uzaklaşmak istediğinde) modeli ortaya çıkıyordu. Asıl
problemin Michael'da olduğunu göremeyen Judith, daha iyi
olabilirse onun da farklı davranacağına inanıyordu. Dördün
cü bölümde "Bağlanmaktan Korkanların Eşleri, Bağımlılıktan
Kurtulmanın Yolları" başlığı altında ayrıntılı olarak anlataca
ğım kişisel ego sorununun pençesine düşmüştü.
Bağlanma korkusu olanlar, uyumlu ilişkileri kavga ya da
kırıcı söylemlerle yıpratma konusunda çok beceriklidirler.
Uzaklaşmanın aniden gerçekleşmesi karşı taraf için şaşırtıcı
dır. Marion, "Harald ile daha yeni birlikte olmaya başlamıştık.
Bir akşam onu yemeğe davet ettim. Her şeye özen gösterdim,
mumlar yaktım, romantik müzikler çaldım v.s. Birdenbire buz
gibi bir sesle, 'Bu kadar romantizmi kaldıramıyorum. En iyisi
radyoyu açayım ' dedi. Sonra da gazeteyi alarak okumaya baş
ladı. Yemek için son hazırlıkları yapıyordum. Davranışından
son derece rahatsız oldum - daha yeni birlikte olmaya başla
mıştık - ve ona ' Şimdi gazete mi okuyacaksın?' diye sordum.
' Marion, bugüne kadar kimse bana ne zaman gazete okuyup
okumayacağımı söylemedi ! ' diye aynı soğuk ifadeyle yanıt
verdi. Sulu göz biri olmamama rağmen birden gözlerimden
yaşlar akmaya başladı. Bu uzaklaşma fazla ani ve acımasızdı.
Kısa süre sonra kendini tekrar kontrol edebildiği için o akşam
güzel vakit geçirdik. Burada probleminin sadece buzdağının
tepesi kadar kısmı görünmüştü. Uzun bir süre - fazlasıyla
uzun - bağlanma sorunu olduğu konusunda çıkardığım kavga
lardan sonra ilişkimiz bitti" diye anlattı.
51
Fazla uyumlu yaşamak bağlanma sorunu olan kişiler için
ciddi bir problemdir. Bu, onlarda, "fazla güzel, gerçek olama
yacak kadar güzel" duygusunu uyandırır. Bağlanma korkula
rının altında, ilişkilerin yürümeyeceğine dair derin bir şüphe
yattığını hatırlatmak istiyorum. Daha doğrusu, bağlanma kor
kusu olan kişilerin, kendileriyle yaşanan ilişkilerin yürütüle
meyeceği konusunda şüpheleri vardır. Bilinçli veya bilinçsiz
ce ilişkinin bozulacağını düşünürler. Bu felakete hazırlıksız
yakalanmamak için (Anahtar sözcük: Kontrol) kendileri aktif
olarak ilişkinin bozulmasına sebep olurlar. Burada "felaket
kehanetinin gerçekleşmesi" fenomeninin incelenmesi gere
kir. Kendilerini tehdit eden yakınlaşmanın dozunu iğneleyici
sözlerle, kinci yorumlarla ve açıkça kavga ederek ayarlama
ya çalışırlar. Böylece, duruma göre üzgün, hayal kırıklığına
uğramış veya öfkeli eşlerini kendilerinden uzaklaştırmayı ba
şarırlar. Bu taktiği sürekli denediklerinden ilişkileri giderek
gerginleşir. Bu durum, karşı tarafın dayanma gücüne bağlı
olarak güç savaşları ve anlamsız tartışmalar ile sürüp gider
veya ilişki sona erer. Bağlanma korkusu olan taraf daha ön
ceden bildiği, hiçbir ilişkinin düzgün yürümeyeceği gerçeğini
şöyle ya da böyle ispat etmiş olur. Bu davranışların altında bir
de, "Görelim bakalım, hiila beni sevebilecek misin?" ilkesini
kullanarak eşinin sabrını ölçme dürtüsü yatar. Kendi sevgi de
ğerlerine inanmadıkları için bunu tekrar tekrar denerler. Bunu
yapan içlerindeki, ebeveynleri tarafından kabullenilmediği
ni varsayarak, bunu sağlamak için tahrik edici davranışlarda
bulunan "kötü küçük kız ya da oğlandır." Bu yol, iyi çocuk
olmak için çok çaba göstermek ve buna rağmen reddedilmek
kadar acı vermez. Kim önceden kaybedeceğini bildiği halde
savaşmaya cesaret eder ki?
52
bağlanma korkusu olan kişinin engelleyemediği, kendiliğin
den oluşan gerçek bir tepkidir. Tipik bir duvarcı ustası olan
Lukas 'ı hatırlayalım. Hayat arkadaşı onun bazen tamamen
içine kapandığını, yanında olmasına rağmen, sanki "orada de
ğilmiş gibi" öylece oturduğunu anlatmıştı. Bu refleksi, "çev
rimdışı olmak" diye adlandırmayı seviyorum: "Bu numara
kullanılmamaktadır; şu anda kullanıcıya ulaşılamıyor." Bede
nen orada olan kişi içsel olarak iletişime kapalıdır. Oluşan hat
kesintisi eşlerin yalnızlığın acısını hissetmelerine yol açar. Bu
konuda bağlanabilen ve bağlanamayan insanların aralarında
hissedilir bir fark vardır. Örneğin, bağlanabilen bir kişi kitap
okurken tamamen kitaba konsantre olsa bile eşi onun "orada"
olduğunu hisseder. Bağlanamayan insanlar konuşmalarına
rağmen karşılarındaki kişilerde yalnızlık duygusu uyandırır
lar. Bunun nedeni kendi duygularıyla bağ kuramamalarıdır.
Yani, eşlerine karşı sevgi hissetmezler. Eşlerine olan sevgi ve
ilgileri iletişim hatlarının kopması gibi ara sıra kesintiye uğrar.
Eşleri, onların çevrim dışı olduklarını kabullenmeseler bile
bunu enerji boyutunda algılar ve güvensizlik duyarlar. Bağla
nabilenler ise, dalmış kitap okurken bile eşleri için hissettikle
ri sıcak duyguları (yani içsel bağlarını) istedikleri zaman belli
edebilirler. İşte bağlanabilen ve bağlanma sorunu olan kişile
rin aralarındaki fark, birinin eşine karşı doğal olarak bağlılık
duyması, diğerinin ise kontrolü dışında ve bilinçsizce hisset
tiği tüm bağlarını koparma arzusudur. Sorundan etkilenen biri
bir seferinde, yurtdışında olduğu zaman sevgilisinin bir hafta
süreyle aklına bile gelmediğini anlatmıştı. Gözden ırak olan
gönülden de ırak olurmuş. Bağlanma fobisi olanların sevgi
bağları çoğu yerinden kopuktur. Bir danışanım bunu, "Kız ar
kadaşıma duyduğum sevgi araları çizgiyle birleştirilememiş
noktalara benziyor" diye formüle etmişti. Tabii ki bağlanmayı
bilenlerin de aşk duyguları her zaman çok güçlü değildir. Ama
eşlerine bazen artıp bazen azalabilen ama sürekli bir bağlılık
duyarlar. Ama duydukları içsel bağlılık aniden bitmez.
53
Bağlanma korkusu olanların psikolojide "çözülme" olarak
adlandırılan bu kopuşlarının altında yatan nedenler nelerdir?
İlişkiler hızla bir tehdide dönüşmeye başladığında sistem
aynı aşırı ısınan elektrikli aletler gibi kendi kendini kapatır.
Bağlanma sorunu olan kişiler aniden hareketsiz kalırlar. Al
gıladıkları tehdit çeşitli şekillerde tetiklenir. Nedenlerden biri
eşlerinin aşırı yakınlaşma arzusu göstermeleridir. Diğerleri
de, birlikte fazla uzun zaman geçirmek ya da karşılıklı olarak
hissedilen duyguların fazla yoğunlaşmasıdır. Ayrıca bu teh
dit duygusu, örneğin sabah işe gitmek zorunda olmak veya
hafta sonu bir seminer için evden uzaklaşmak gibi geçici bir
ayrılık söz konusu olduğunda da tetiklenir. Bu tür ayrılıklar
bilinçaltında hemen bastırılarak bloke edilen büyük bir kor
ku yaratır. Sistem kapandığında, kişinin eşi algı dünyasından
uzaklaşarak bilinçaltında kaybolur. Böylece korkunun güçle
nerek kişiyi ele geçirme ihtimali bilinçsizce engellenmiş olur.
Aynca eşlerin önemlerinin artarak insanın kişiliğini ve özgür
lüğünü tehdit etmelerinin de önüne geçilmiş olur. Donup kal
ma stratejisini bir kaçış yolu olarak kullanan kişilerin özlem
duyguları da yoktur. Bir aşk ilişkisinin en önemli bağları olan
özlem ve hasret onlar için boş sözlerdir. Bir danışanım bunu,
"anlambilimsel boşluklar" olarak tanımlamıştı. Bu duygular
yerleşmeden önce sistem kendini kapatır. Bağlanma korkusu
yaşamayan insanlar ise eşlerini ve tüm sevdiklerini özlerler.
Yokluklarının yarattığı uzaklık duygularını açığa vurmaları
için yeterlidir.
Bağlanma fobisi olanlar eşlerinin yanındayken "devre dışı"
kaldıklarında sanki acil bir durumda harekete geçecekmiş gibi
davranırlar. Eşleri ise onların o anda uzakta olmak istedikleri
ni ve ruhsal olarak zaten uzakta olduklarını net bir şekilde his
seder. B ağlanma korkusu olan kişi "donduğu" zaman sizinle
konuşur, sofrada oturmaya devam eder veya yanınızda yürür
ama sizinle ilişkisini ve ilgisini gösteren tüm hareketleri ve
mimikleri sanki tepkisel olarak silinmiştir. Göz temasından ve
54
bedensel temaslardan şiddetle kaçınır. Eşi tam bu sırada ona
dokunursa, hareketsiz durarak buna katlanır ama hemen döne
rek veya eşinin elini bırakarak uzaklaşır. Bedensel temaslar
da doğrudan doğruya kaçar. Bağlanma korkusu olanlar, eğer
şartlar müsaitse tercih ettikleri kaçış stratej ilerini kullanarak
(gazete okumak, hobiler, iş vs.) fiziksel olarak hemen orta
dan kaybolurlar. Böyle anlarda sizi ikaz ederek uzaklaşmanızı
ima eden sinyalleri gözden kaçırır, konuşarak ya da davranış
larınızla yakınlaşmaya çalışırsanız şiddetli bir saldırganlığın
tetiklenmesine sebep olursunuz. Kapana kısılan bir aslan gibi
ya gerçekten ya da sözleriyle size saldırır. Her iki durumda da
olabildiğince çabuk ortadan yok olacaktır.
55
yalnız yaşadığı ve biriyle beraber olmak istediği için yanında bir
erkeğin olmasından hoşlanıyordu. Jan'a aşık oldu ve mutlu bir
kaç ay geçirdiler. İlişkilerinin ilk yılında mümkün olduğu kadar
sık birlikte oluyorlardı. Jan yurtdışı projelerinden de sorumlu ol
duğu için genellikle hafta sonları görüşebiliyorlardı. Ama günde
bir kaç defa telefonlaşıyorlardı. Birbirleri için deli oluyorlardı. Jan
Sylvia'yı yanına taşınması için zorluyordu. O zaman hem daha
yakın olabilirler hem de Sylvia'nın ödediği kira parasını biriktire
bilirlerdi. Sylvia teklifi kabul etti.
56
seyahate çıkmadığı zamanlar Sylvia akşamları onunla birlikte
olabilmek için başka program yapmıyordu. Onun hangi akşam
eve erken geleceğini asla kestiremiyor ve kendini çok yalnız his
sediyordu. Kavgaları sıklaşmıştı. Sylvia'nın aklı çok karışıktı ve
iyice güvensizleşmişti. Jan'la beraber yaşamayı tamamen farklı
hayal etmişti. Jan'ı onu önce evine taşınmaya ikna ettiği ve sonra
da bir kenara ittiği için suçluyordu. Çok fazla içtiği ve onu ihmal
ettiği için sürekli şikayet ediyordu. Böyle davrandığında genel
likle işler bir süre için düzeliyordu. Bazı günler Jan tekrar eski
Jan oluyor, eve gelirken çiçekler alıyor, yemekler pişiriyor ve eski
tutkuları alevleniyordu. Sylvia bu güzel anlara sımsıkı sarılıyor,
beraber yaşamaya alışmaları gerektiğinden ilişkilerinde yaşanan
krizin geçici olduğunu umuyordu. Ama hiç bir şey düzelmedi. Syl
via, Jan'ın ellerinin arasından kayıp gittiğini hissediyordu. Onunla
tekrar yakınlaşmaya uğraşıyordu. Giyimine özen gösteriyor, onu
küçük hediyelerle şımartıyor, anlayışlı ve duyarlı olmaya çalışı
yordu. Ama tüm çabaları boşa gidiyordu. İlişkileri hakkında ko
nuşmak istediğinde Jan giderek daha öfkeli tepkiler veriyordu,
ona göre her şey yolundaydı. Sylvia'yı ortada bir şey yokken olay
yaratmakla suçluyordu.
57
İtiraf etmeliydi ki o, sürekli ilişkileri sürdüremiyordu. Bu tür ilişkiler
onu boğuyordu. Sylvia ertesi gün perişan bir halde kız arkadaşı
nın yanına taşındı.
Ve sonrası: Jan, iki hafta sonra Sylvia'yı aradı. Kendini çok kötü
hissediyordu. Sylvia'yı hala seviyordu ve hep onu düşünüyordu.
Nasıl olduğunu sordu. Tekrar görüşmek istedi. Buluşmaları yeni
bir başlangıç oldu. Sonunda Sylvia'nın dayanma gücü kalmayıp
ilişkiyi tamamen bitirene kadar üç kez ayrılıp barıştılar. Bu iliş
kinin Sylvia'da açtığı yaraların iyileşmesi çok uzun zaman aldı.
58
güçler el değiştirmişti. Jan'daki ilk endişe belirtileri böylece
baş gösterdi. Sürekli Sylvia'nın onu sinirlendiren yanlarını
düşünmeye başlamıştı. Özgürlüğünü kaybettiğini hissediyor
du. Sylvia'yı elde etmeye çalışırken dikkatini bile çekmeyen
hoş kadınları artık fark ediyordu. Acaba sadece bir kişiyle mi
beraber olmalıydı? Sonsuza kadar mı? Ama Sylvia'yı kaybet
mek istemediği için ona bu düşüncelerinden bahsetmiyordu.
Onun yerine kendini korumaya almayı tercih etti. Bölgesinin
sınırlarını belirlemek istiyordu. Sylvia'ya karşı duyduğu his
ler de değişmeye başlamıştı. Onu gerçekten sevip sevmedi
ğinden artık emin değildi. Ona artık eskisi gibi tapmıyordu.
Duygularındaki değişiklikler onu endişelendiriyor ve kendini
suçlu hissediyordu. Sylvia konusunda duyduğu endişeleri giz
lemeye çalışıyordu. İşini bahane ediyor, yaptığı numaraların
farkına varmaması ve biraz özgür olabilmek için de ondan
uzak durmaya çalışıyordu. Öte yandan, onu sevdiğini ve bir
likte olmak istediğini hissediyordu. O dönem davranışları ve
Sylvia'ya verdiği mesajlar arasında inanılmaz çelişkiler vardı.
"O dönem çok mutsuzdum. Bir yandan Sylvia ile beraber
olmak istiyordum. Onun beni rahatsız eden yanlarını hatırla
mıyorum bile. Aslında birbirimize çok uygunduk. Ama gene
de daha önce fark etmediğim, örneğin düzenlilik gibi bazı
huyları galiba beni rahatsız ediyordu. Ortada hiç bir şey kal
mamalıydı, her şeyi alıp yerine koyuyordu. Beni kendi böl
gemden uzaklaştırmaya çalıştığı hissine kapıldım. Bir de ak
şamları gelmemi beklemesine hiç alışamadım. Beni görünce
seviniyordu. Ben ise sevinmek bir yana özgürce karar bile
veremediğimi hissediyordum. Bu yüzden akşamları eve gel
mek zorunda kalıyordum. Bu beni o kadar sinirlendiriyordu
ki akşamları eve özellikle geç gelmeye başladım. Kendime
ve ona, özgür bir insan olduğumu ispat etmeye çalışıyordum.
Birdenbire kendimi baskı altında hissetmeye başlamıştım. Bu
duygudan kurtulabilmek için daha çok içiyordum. Diğer yan
dan Sylvia'ya sanki yeni aşık olmuşum gibi hissettiğim anlar
59
da oluyordu. Ona çiçekler alıyor ve onunla sevişmek istiyor
dum. Daha sonra şüphelerimden ve davranışlarımdan utanç
duyarak işleri yoluna koymaya çalışıyordum. Her şey benim
için olduğu kadar onun için de şaşırtıcı olmalıydı" diye anla
tıyordu Jan.
60
Verdikleri kararın hatalı olduğunu düşünerek geri dönmek is
terler. Aslında ilişkinin sonu gerçek bir son değildir, ilişki bir
şekilde devam eder. Bağlanma fobisi yaşanan ilişkilerde kısa
da olsa ayrılıklar ve yeni başlangıçlar görülür.
Jan, "Sylvia taşındıktan sonra kendimi birden çok yalnız
hissettim. Diğer kadın artık ilgimi çekmiyordu. Son aylarda
nereye sürüklendiğimi kavrayamıyordum bile. Sylvia'ya olan
aşkım yeniden alevlenmişti. Onu tekrar elde etmekten başka
bir şey düşünemiyordum" diyordu.
Bunlar, bağlanma fobisi içeren ilişkilerin tipik akış sü
reçleridir. Bunların süreleri zaman açısından farklı olabilir.
İlk süreç çok uzun yaşanabilir. Orta süreç bir kaç hafta hatta
yıllarca devam edebilir. Fazla duygusal kişiler, kapana kısıl
dıkları hissine çabuk kapıldıkları için ara süreç bir kaç gün
veya sadece bir gece yaşanabilir. Daha önce de söylediğim
gibi bağlanma fobisi olanlar evlenmeye karşı değillerdir. Ama
korkuları evlendikten hemen sonra yoğunlaşır. Korku duyan
kişi ilişkisinde mesafeyi korumak için tüm kaçış ve saldırı
stratejilerini kullanmaya başlar. Tabii ki evlilikte "Önce seni
bir elime geçireyim ... " gibi bir ümit yoktur.
Bağlanma fobisi olanlar kaçmak, savaşmak veya donup
kalmak gibi, yani ilişkiden kurtulmak için akla gelmeyecek de
ğişik yöntemler geliştirirler. Ama tüm yöntemler eşleri için acı
vericidir. Genellikle de iki sevgili arasında kaçma kovalama
oyunu kızışır. Biri kaçar, diğeri kovalar. Biri kavga çıkarır, di
ğeri tartışma çıkmasın diye (pek başarılı olamaz) alttan almaya
çalışır. Kendinizin de önceki sayfalarda okuduğunuz yöntem
lerden bazılarını kullandığınızı fark ettiyseniz sizden ricam,
yöntemlerinizin farkında olmanız ve ilişkilerinizi düşünmeden
yaşamamanızdır. Bu kitap size aslında çok basit olan bu yolda
yürümeniz için yardım edecek, rehberlik yapacaktır.
Eşinizin bu taktikleri kullandığını düşünüyorsanız size,
ilişkinize odaklanmaktan vazgeçmenizi öneririm. Arkadaşla
rınızla buluşun, hobilerinizle ilgilenin. Hem kendinizin hem
61
de eşinizin yaşadığınız ilişki baskısını ortadan kaldırın. Bağ
lanma korkusu olan kişilerle sürdürülen ilişkiler inanılmaz
girdaplar yaratır. Eşler tüm enerjilerini birbirlerini anlamaya
ve ilişkilerine adarlar. Bu girdaptan kurtulmaya çalışın ve
kendinizle daha çok ilgilenin. Eşinizin sorunları yerine kendi
sorunlarınıza, birbirinize yakın olduğunuz anlarda kapıldığı
nız hayaller yerine ilişkinin gerçeklerine odaklanın.
Bu yolda atmanız gereken adımları 175. sayfadan itibaren
bulabilirsiniz.
62
Bazıları kişilikleri yüzünden mesleklerinde çok başarılı,
bazıları da yine aynı sebepten başarısız olurlar. Başarılarının
sebebi kaçmak için işlerine sığınmaları ve özel bağlantılarını
işlerine ve kariyerlerine karıştırmamalarıdır. Başarısız olmala
rının sebebi ise bağlanmaya ve başkalarının emrine girmeye
direnme huylarıdır. Özgürlük dürtüleri ve uzlaşmaz tutumları
onları aynı aşk ilişkilerinde olduğu gibi meslek hayatlarında
da sürekli yeni başlangıçlara ve kopmalara sürükler. Böylece
başarısızlığa uğrayan mesleki projelerin sayısı da giderek artar.
Bağlanma korkusu olanların bir göstergesi de yaşama alan
larıdır. Göçebe zihniyetleri yaşadıkları ortamlarda kendini
gösterir. Evlerinde veya dairelerinde sanki inşaat bitmemiş ve
hiç bitmeyecekmiş gibi üstünkörü yapılmış bölümler vardır.
Çünkü yerleşik olmaktan korkarlar. Ya da çok mütevazı bir
yaşam sürerler. Özellikle de dekorasyona ve rahatlığa kadınlar
kadar önem vermeyen erkekler hayat standartlarının çok altın
da yaşarlar. Üstünkörü seçilmiş, gösterişsiz mobilyaları gelir
leriyle büyük tezat yaratır. Veya başarısız iş hayatlarının sonu
cu gelirlerinin çok az olması yaşam şartlarına yansır. Evlerinin
"taşınma isteği uyandırmayan" tarzda döşenmiş olmasının tek
sebebi sadece her an kaçmaya hazır olarak yaşamaları değil,
aynı zamanda herhangi bir yere kök salmak istememeleridir.
Yalnızca insanlarla değil eşyalarla kurdukları ilişkiler de ol
dukça gevşektir. Bağlanma korkusu olduğu herkesçe bilinen
meşhur Alman Rock şarkıcısı Udo Lindenberg'in, çok zengin
olmasına rağmen uzun yıllardır Hamburg 'un lüks otellerinden
birinde yaşaması bunun en çarpıcı örneğidir.
Bağlanma fobisi olanlar sevimsiz mobilyalar seçerler. Kul
lanışlı, ki bunların da zevkli olanları var, ama rahat olmayan
mobilyaları severler. Yaşam anlayışlarında yer alan mantık
yoluyla duyguları engelleme dürtüleri zevkleri konusunda da
geçerlidir.
Aşk ilişkilerinde uyguladıkları kurallar arkadaşlık ilişkile
rinde de geçerlidir. "Lütfen benden fazla şey bekleme ! " Arka-
63
daşlarına da bağlanmaktan hoşlanmazlar. Buluşma olanakları
"seçmeli" olursa kendilerini daha iyi hissederler. Son anda
bir randevuyu iptal ettiklerinde veya uzun süre bir buluşma
tarihi belirlemediklerinde arkadaşları onlara darılmamalıdır.
Bağlanma sorunu olan birisi, arkadaşına tam randevu vere
ceği anda bütün keyfinin kaçtığını, çünkü onunla buluşmak
isteğinin birdenbire göreve dönüştüğünü söylemişti.
Bu fobiyi yaşayanların çoğu buluşma sorunlarını çözmek
için başka ailelerle olan bağlarını güçlendirirler. Böylece ya
kın dostları olarak canları istediği zaman onlara gidip gelebi
lirler. Aile fertleriyle genellikle evde buluşulması ve onların
günlük yaşamlarını belirli ölçüde takip edebilmeleri bağlanma
fobisi olanlar için büyük bir avantajdır. Bağlanmaktan korkan
bir arkadaş bu sayede ilişki gereksinimini tam istediği gibi
anlık kararlarla karşılayabilir. Ayrıca aileler onlara en büyük
eksiklikleri olan bir yuvanın sıcaklığını ve huzurunu sağlarlar.
Arkadaş oldukları ailelerle olan ilişkilerinde hiç bir sorumlu
luk taşımak zorunda kalmazlar.
Bağlanma fobisi olanların arkadaşlık konusundaki güveni
lirlikleri korkularının ölçüsüne ve karakterlerine bağlı olarak
değişir. Bazıları, arkadaş olarak da sorumluluklardan kaçtık
ları ve kendilerine ihtiyacı olanları yüz üstü bıraktıkları için
aşk ilişkilerinde olduğu gibi çekilmez insanlardır. Bazıları ise
arkadaş olarak güvenilir insanlardır. Yakınlaşma korkuları sa
dece aşk ilişkilerinde ortaya çıkar. Bir kısmı ise karma bir ar
kadaşlık modeli benimserler. Arkadaş olarak aşk ilişkilerinde
olduğu kadar karmaşık davranmazlar, ama yine de onlardan
fazla talepte bulunulmamalıdır. Bir de her türlü arkadaşlıktan
kaçınarak sadece geçici ilişkiler kuran, olağanüstü içine kapa
nık, bağlanma korkuları olan yalnızlar vardır. İnsanlarla arala
rına sınır koyma eğilimleri o denli fazladır ki, kimsenin kendi
lerine ve evlerine - bölgelerine - yaklaşmasına izin vermezler.
Bağlanma korkusuna sahip insanlar arkadaşlık ilişkilerin
de de duygularından bahsetmeyi sevmezler. Konuyu akıllı-
64
ca kendilerinden başka yöne çevirmeyi becerirler. Özellikle
erkekler nesnel konulara büyük hayranlık duyarlar. Kadınlar
ise genellikle hemcinsleriyle duyguları ve korkuları hakkında
konuşmayı severler. Ama bağlanma korkusu olanlar insan
ların onlara yaklaşmasını engelleyen bir enerji yayarlar. Bu
yüzden hiç kimse onlara özel sorular sorarak yakınlaşmaya
cesaret edemez.
Bağlanma korkusunun diğer bir yan etkisi de görünmez,
yani bilinmez olma dürtüsüdür. Bağlanmaktan korkan biri
bana, yurtdışına gittiğinde onu tanıyan kimsenin bunu bilme
mesinden büyük mutluluk duyduğunu anlatmıştı. Bu insana
adeta sarhoş eden bir özgürlük hissi veriyordu. Başka birisi,
ikinci planda kalmayı tercih ettiğini söylemişti. Şahsına yöne
len her türlü dikkat ve ilgiden nefret ediyordu. Bu gibi durum
larda çoğu kişi görünmez olmak ister, hiç bir yere ait olmak
istemez. Bu yüzden de hiç biri kayıt gerektiren derneklere
veya benzer kuruluşlara üye olmazlar. Bazılarında bu eğilim
o kadar aşırıya kaçar ki, kapı ziline dahi isimlerini yazmaktan
hoşlanmazlar. Bir anlamda elle tutulabilir olmak istemezler.
Çoğunlukla aşk ilişkilerinde, bazıları da yaşamlarının her ala
nında yok olma arzusu duyarlar. Kimse beni görmezse benden
bir şey isteyemez ! Sadece narsist eğilimi (Sayfa 82) olanlar bu
konuda istisna teşkil ederler, onlar tek başına olmak şartıyla
hep göz önünde olmak isterler.
65
İnsan kurallara sığmaz!
v
BAGLANMA
KORKUSUNUN •
NEDENLERi
B A G L A N M A K O R K U S U N U N N E D E N L E R İ çoğunlukla çocuk
luk dönemlerinden kaynaklanmaktadır. Doğduğumuz andan
itibaren var olmamızda ve hayatta kalabilmemizde bağlanma
nın çok büyük rolü vardır. Göbek bağımız doğduktan sonra
kesilir. Bağlanmak ve ayrılmak tüm yaşamımız boyunca, öle
ne kadar karşılaştığımız olgulardır.
Yeni doğan bir bebek yakın çevresinin bakımına ve ilgi
sine gereksinim duyar. Ona iyi bakılmazsa ölür. İlk bir kaç
yıl tüm sorumluluğu taşıyan annedir. Bebeğe bakan kişi
baba, büyükanne veya başka birisi de olabilir. Önemli olan
gerekli bakımın birisi tarafından üstlenilmesidir. Çoğu ço
cuğun çevresinde onunla ilgilenen birden fazla kişi bulu
nur, en azından anne ve babaları vardır. B aba veya yakın
çevresindeki diğer kişilerde bebeğe bakabildikleri için di
ğer kişileri teker teker saymak yerine konuları sorumlulu
ğu üstlenen anneye atıf yaparak anlatacağım . Bunu doğal
karşılayacağınızı umuyorum.
67
ANNENİN ROLÜ
Yetişkinliğimizde bağlanabilen kişiler olup olmamamız bü
yük ölçüde annemizle yaşadığımız çocukluk deneyimlerimize
bağlıdır. Yani beynimizin bağlanma olgusunu "güven, sıcaklık
ve koruma" ile mi yoksa "terk edilmek, yalnızlık ve korku"
ile mi bağdaştırdığı ile ilgilidir. İki veya üç yaşına kadar yaşa
dıklarımızı ve ilk deneyimlerimizi hatırlayamayız. Bu yüzden
bağlanma korkularını yöneten en büyük güç bilinçaltımızdır.
Bebek doğduğunda tamamen anneye bağımlıdır. Yaşa
mının ilk aylarında kendinin ve annesinin birbirlerinden ayrı
insanlar olduğunu dahi bilmez. Bebek dünyaya sadece gerek
sinimleri ve duyguları ile gelir. Duygu dünyası mutluluk ve
mutsuzluktan ibarettir. Mutsuzluk duygusu açlık, susuzluk,
soğuk, sıcak veya bedensel şikayetler sebebiyle ortaya çıkabi
lir. Bebek mutsuzlukla başa çıkamaz, hissettiği güçlü stres so
nucunda bağırmaya ve ağlamaya başlar. Annenin görevi bebe
ğin stresini hafifletmek, onu teskin etmek, doyurmak, ısıtmak
ve teselli etmektir. Bebek, mutsuzluğunun giderilmesinin yanı
sıra doğuştan sosyal ilişkilere ve insani ilgiye de gereksinim
duyar. Yani annenin görevi sadece bebeği teselli ve teskin et
mek değil, insanlar arasındaki ilginin ve konuşmanın verdiği
mutluluğun bir parçası olmasını sağlamaktır.
Bebek ilk yaşlarından itibaren hareketlerini kontrol etmeyi
öğrenir. Elleriyle daha güçlü kavrar, sırtüstü yatarken yüzü
koyun dönmeyi öğrenir, emeklemeye ve bir yaşına geldiğinde
de adım atmaya başlar. İlgi ve gıda gereksinimini de kendi
yönetmeye başlar, biberonunu veya annesini yakalar, emek
leyerek annesine doğru gider veya başka yöne döner. Doğru
olan anne ve bebeğin birbirleriyle uyum içinde olmalarıdır.
Anne giderek bebeğinin verdiği sinyalleri daha iyi anlamaya
başlar ve ona göre tepki gösterir. Çocuk ise annesinin onu an
ladığını bilir, gereksinmelerinin karşılanmasında kendi etkisi
nin de olduğunu öğrenir. Annesinin, onun istediği gibi tepki
göstermesini sağlayabildiğini deneyimler. Sadece ilgi görme
68
arzusu değil, özgürlük arzusu da duyar. Ne kadar serbest hare
ket edebilirse çevresini o kadar iyi tanıyabilir. Çocuğun ilgiye
olan açlığını giderebilmek için, dünyayı öğrenebilmesi için
onu ne ölçüde serbest bırakmak gerektiğini bilmek önemlidir.
Çocuğun annesi ile bağ kurabilmesinin temel şartlarından biri,
annenin onun gereksinimlerini hissedebilmesidir.
İhtiyaç duyduğu anlarda annesinin yanında olması, yalnız
kalmak istediğinde ise onu rahat bırakması sonucunda çocuk
annesine güvenebileceği deneyimler. Anne tesellinin ve güve
nin kaynağı haline gelir. Çocuğun çevresindeki ilginç insan
lara ve olaylara yönelerek özgürlük arzularını gerçekleştire
bildiği güvenli bir temel teşkil eder. Annenin duygusal davra
nışları sayesinde çocuk ilişkilere güven duymayı, yani temel
güveni öğrenir. Bu güven, dünyada hoş karşılanma ve kabul
görme duygusudur. Bu duygu bütünsel olarak algılanan bir
deneyimdir. Çocuk, kabul görme ve güven duygusunu bede
ninde mutluluk olarak hisseder. Yetişkin olma yolunda da bu
duyguyu hep yüreğinde taşır. O dönemin izleri hafızamızda ve
bilincimizde yer almasalar bile ruhumuza kazınmıştır.
Temel güvenin içinde yatan bir başka gerçek de ilişkilere
teslim olmayarak onları etkileyebilmektir. Yani prensipte çocuk
ilişkilere güvenmeyi, yönetebilmeyi ve oluşturmayı öğrenir.
Anne ve çocuk arasındaki ilişki ve etkileşim başarılıysa ço
cuk iki yaşından itibaren annesine karşı güvenli bir içsel bir
bağlılık hisseder. Annesini başka insanlardan ve olaylardan
ayırmayı öğrenir ve onu hiç bir şeyle değişmez. Bu gelişim
aşamasından sonra çocukta "sekizinci ay korkusu" denen ya
bancılara karşı korku duyma dönemi başlar. Artık güven du
yulan tek kişi annedir, bebek onu başkalarından ayırt etmeyi
öğrendiğinden yabancılardan korkmaya başlar.
İçsel bağlanma, psikologların "nesne sürekliliği" olarak
ifade ettikleri bir süreçtir. Nesne sürekliliği, çocuğun başka
bir odada olan annesini göremese bile onun varlığını hisset
mesidir. Diğer bir deyişle annesinin görüntüsünü içselleştir-
69
diğinden onun var olduğundan emin olması için onu sadece
bedensel ve görsel olarak algılaması gerekmez. Annesini bir
şekilde ruhuna ve kalbine yerleştirmiştir. İşte içsel bağlılık bu
dur. İnsan yetişkin olunca da aynı sıcak duyguyu sevdikleri
için hisseder. İçsel bağlılıkla birlikte derin bir güven ve emni
yet duygusu da oluşur.
İnsan motivasyonunun temelinin sevmek, değer bilmek ve
karşılığını almak olduğu yeni yapılan nörobiyoloj ik araştırma
larla ispat edilmiştir. Yani bağlanma gereksinimi hepimizin
doğasında vardır. Bağlılık hormonları da denilen Dopamin ve
Oksitosin maddelerinin salgılanmasıyla tetiklenen motivas
yon sistemimiz işin içine sevgi, ilgi ve takdir girdiğinde en
üst seviyeye ulaşır. Buna karşılık izole yaşamak ve yalnızlık
motivasyonu düşürür. Şiddetli depresyon vakalarında görül
düğü gibi, kişi her şeyi anlamsız bularak aşın isteksizleşir ve
hiç bir dürtü hissetmez. Beyinde motivasyon ve bağlanma ile
ilgili nöronal ara bağlantılar, temel güven duygusunun kaza
nıldığı ve anneye bağlanmanın gerçekleştiği yaşamın ilk üç
yılında oluşur. Bu süre içinde çocuklar gereken ilgiyi görmez
se beyinlerinde ilgi gören çocuklardan çok daha az miktarda
nöronal ara bağlantı oluşur. Nörobiyolojik bakış açısına göre
bunun anlamı, ilk yaşlarında yeteri kadar ilgi ve sevgi gör
meyen çocuğun psikolojik özelliklerinde sadece yazılım değil
donanım hataları da görülür. Çünkü beynindeki motivasyon
ve bağlanma sistemlerini oluşturan sinir hücrelerinin arasında
çok az sayıda bağlantı noktası (sinaps) vardır. Büyüdüğünde
bir yetişkin olacak olan bu çocuğun beyni, bebekliğinde sevgi
ve ilgi deneyimleri olan bir çocuk kadar dopamin ve oksitosin
üretmez.
Dışarıdan bakıldığından içsel ödül ve motivasyon sistemi
ile ilgi, sevgi, takdir arasında bağlantının sadece bir bölümü
görünür. Aşın durumlarda ve sonraki yaşlarda bu donanım ha
tası bağlanma korkularına ve sorunlarına sebep olur.
70
İnsanın yaşamının ilk iki yılının bağlanma yeteneği ka
zanmasında önemli bir rolü vardır. Ama insanın daha son
raki gelişiminde bu tek başına etkili değildir. B ağlanma ye
teneği, kişinin sonraki yıllarda gösterdiği gelişimden güçlü
şekilde etkilenir. Ama genellikle annenin ve ebeveynlerin
yetiştirme tarzları etkisini devam ettirir. Bebeğine duyarlı
şekilde yaklaşmayan bir anne, çocuğu büyüdüğünde onun
gereksinimlerini algılayamaz. Tabii ki farklı yaşam şartla
rına göre bunun istisnaları vardır. Örneğin, anne ve bebek
bu duyarlı bağlanma sürecinde annenin uzun süre hastanede
yatması nedeniyle birbirlerinden ayrılmış olabilirler. Bu ko
nuda annenin suçu olmadığı halde bebeğin bağlanma yapısı
bozulabilir. Tekrar birlikte olduktan sonraki yıllarda anne
duyarlı ve sevecen davranışlarıyla bunu telafi edebilir. Mali
zorluklar yüzünden çalışan anneler/ebeveynler çocuklarını
sabahları erkenden yabancı bir bakıcıya bırakmak zorunda
kaldıklarında, birlikte oldukları süreleri çocuklarına sevgi ve
ilgi göstererek geçirebilirler. Annelerin çocukları küçükken
çok işleri olduğu için onlarla gerektiği gibi ilgilenememele
rinin çeşitli sebepleri vardır. Daha iyi yaşam şartlarına sahip
olsalardı bunu daha rahat yapabilirlerdi. Bu anne ve babalar
yaşam şartları düzeldiğinde veya yaşadıkları zor dönemler
geçtiğinde davranışlarıyla bu ihmallerini dengeleyebilirler.
Aynı şekilde, yaşamının ilk yıllarında kötü şartlarda büyü
yerek gelişemeyen bir çocuk da sonraki yıllarda şefkatli bir
bakıcı aileye verildiğinde önceden oluşamayan bağlanma
yapısını yeniden kazanabilir. Ama nörobiyolojik çalışmalar
böyle durumlarda az da olsa bir donanım hatası kaldığını
göstermiştir. Ben, insanın psikolojik programının ilerleyen
yaşlarda yeniden şekillendirilebildiğine inandığım için nöro
biyolojik bakış açısına karşı çıkıyorum. Donanım hataları
olan ve değişerek az da olsa bağlanma yeteneği kazanan da
nışanlarımı gözlemledim. Endişe duyulan durumlarda akıl
yoluyla her işin üstesinden gelinir.
71
İçsel bağlanmanın oluşabilmesi çocuğun bazı özellikleri
ile de ilgilidir. Çocuklar değişik huylar ve karakter özellikleri
ile dünyaya gelerek annelerinin kendileriyle bir bağ kurmasını
ya kolaylaştırır ya da zorlaştırırlar. Örneğin, sürekli ağlayan
çocukların anneleri çaresiz kalır. Normal bir çocuğa davra
nacakları gibi sevecen ve şefkatli olamaz ve güvenli bir bağ
lanma duygusu oluşturmayı başaramazlar. Ayrıca çocukların
farklı yakınlaşma ve uzaklaşma eğilimleri ile dünyaya geldik
leri kanıtlanmıştır. Bazıları fazlasıyla "sokulgandır", bazıları
ise annelerinin ilgisine daha az ihtiyaç duyarlar. İlgiye ihtiyaç
duymayanlar doğuştan özgürlüğe eğilimi olan çocuklardır ve
ileride bağlanma sorunları yaşama olasılıkları da diğer çocuk
lara göre daha fazladır. Çocuğun mesafeli durması anneyi çok
üzer, kendini çocuk tarafından dışlanmış gibi hisseder. Bu da
annenin kendini geri çekmesine ya da daha fazla desteğe ih
tiyaç duyan diğer çocuklarından biri ile daha çok yakınlaş
masına yol açar. Böylece problem karşılıklı olarak büyür. Bu
gibi durumlarda suçun sadece annelerde olduğu düşünülme
melidir. Gelişime etki eden farklı durumlar vardır ve anne
ile çocuk arasındaki iletişim çocuk tarafından da etkilenir.
Bu noktada, annenin veya babanın duygusallığının çocuğun
bağlanma yeteneğiyle bire bir ilişkili olmadığını belirtmek ge
rekir. Anneleri çok duyarlı olduğu halde ona bağlanamayan
bir sürü çocuk vardır. Bunun sebebi, çocuğun hassas ve kor
kak duygusal eğilimleri olduğu için insan ilişkilerinden şüphe
duyması olabilir.
Ayrıca yakın çevredeki büyük baba, büyük anne, kardeşler
ve yaşıtlar gibi diğer kişilerin çocuğun gelişimindeki etkilerini
unutmamak gerekir. Birçok çocuğun fazlasıyla meşgul olan
annesinden göremediği sıcaklık ve yakınlığı büyük annesin
de bulması sık görülen bir olaydır. Buna benzer etkiler sayıca
çok fazla olduğundan burada hepsini anlatmayacağım. Önceki
paragraflarda en önemli ve belirgin olanları açıkladım. Önem
li olan bağlanma teorilerinin temelini anlamaktır. Çocuk iki
72
yaşına kadar annesi veya başka bir yakınıyla kötü ilişkiler ya
şadıysa ve özellikle büyüdüğünde bu sorunlar hala devam edi
yorsa bunun etkileri ömür boyu devam eder. Ama iki yaşın
dan sonra ailesi ve çevresi ile olumlu deneyimler yaşarsa bu
eksiklik giderilebilir. Genellikle bu nadir rastlanan bir olaydır,
çünkü iki yaşına kadar duyarlı olmayan anne ve babalar daha
sonra farklı ve doğru davranamazlar.
BABANIN ROLÜ
Çoğu çocuk anne ve babası ile büyüdüğü için, babanın
çocuk ve aile arasında sabit bağların kurulmasındaki önem
li rolünden bahsedeceğim. Bielefeld Üniversitesi 'nden Karin
ve Klaus Grossmann çiftinin 22 yıl boyunca yüz çocuğun ge
lişme sürecini takip etmeleri sayesinde babanın bu konudaki
rolü yakından incelenmiş oldu.
Sadece yaptıkları incelemelerde değil, bilimsel araştırma
larda da çocukların eğitiminde babaların annelerden farklı rol
ler ve görevler üstlendikleri anlaşılmıştır. Genellikle babalar
çocukların bakımına fazla katkıda bulunmazlar. Babalar ve
çocuklar arasındaki bağ daha çok oyun oynayarak kurulur.
Anneler güvenli ve kucak açan bir bakıcı olurken babalar il
ginç birer oyun arkadaşıdır. Çocuklarını yardımsız yapmaya
cesaret edemeyecekleri heyecanlı ve yeni deneyimler için
teşvik ederler. Anneler ise kaygıyla korumaya eğilimlidirler.
Bazı durumlarda anneler, bu korumacı düşkünlük yüzünden
endişeli bakışlarını babaları ile oynayan çocuklarından ayıra
mazlar. Bazıları bunu abartarak tehlikeli olduğunu düşündük
leri için çocuklarını babaları ile yalnız bırakmaktan kaçınırlar.
Bazı toplumlarda ve geleneksel olarak babalar çocuklarını
bilmedikleri şeyleri denemeleri için cesaretlendirir ve bu ara
da bildiklerini öğreterek onları hayata hazırlarlar. Çocuklara
bisiklete binmeyi ve yüzmeyi öğreten, onlarla birlikte ağaçla
ra tırmanan, ilk defa ata bindiren, ormana keşfe götüren, alet
edevat kullanmasını öğreten ve çoğu annenin hoşuna gitme-
73
mesine rağmen onlarla çatapat patlatan hep babalardır. Tek
başına çocuk büyüten anneler de bunları yaparlar ama eğer
çocukların babaları varsa bu görevler onlara düşer. Böylece
annenin yükü azalır, çocukların da bilgisi artar.
Baba çocuk ilişkisi babanın duyarlı oyun tutumundan et
kilenir. Burada duyarlı sözcüğü, babanın çocuğun isteklerini
ve yeteneklerini bilerek, çocuğu zorlamadan teşvik etmesi
anlamına gelir. Grosmann çiftinin yaptığı bilimsel araştırma
lar, bir çocuğun ilerideki bağlanma yeteneğine ve özdeğer
duygusunun gelişmesinde babanın önemli etkileri olduğu
nu göstermiştir. Babaların çocuklarının sonraki yıllarda bağ
kurabilme yeteneklerinin ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinin
gelişmesinde önemli rolü olduğunu gösteriyor. Geçmişte
babalarıyla iyi ilişkileri olan yetişkinlerde özdeğer duygusu
bu deneyimi olmayanlara göre daha yüksektir. Dostluklar ve
aşk ilişkilerinde daha güvenlidirler. Babaların çocuklarıyla
oynarken gösterdikleri duyarlılık, çocukların yetişkinlikle
rinde eşlerinin istekleri karşısında kendilerine güvenmeleri
ni ve kendi zaaflarıyla başa çıkabilmelerini sağlar. Yaşam
amaçları ortak hedeflere yönelik sürekli bir beraberliktir.
Babaları fazla otoriter, baskıcı veya ilgisiz olan çocuklar ise
beraberliklere ve dostluklara daha mesafeli ve küçümseye
rek bakarlar.
GÜVENLİ BAGLANMA -
"BEN İYİYİM AMA SEN DE İYİSİN! "
Annesine güvenli bağlanan bir çocuk, ona inanmayı ve gü
venmeyi öğrenir. Yorgun, stresli, üzgün olduğu veya korktuğu
zaman teselliyi annesinde arar. Annelerinin desteği ve ilgisi
ile özgüvenleri yükselir.
Güvenli bağlanabilen yetişkinler kendilerini iki temel
özellikle belli ederler: Özgüvenleri yüksektir ve başkalarına
güvenmeye hazırlardır. "Ben iyiyim ama sen de iyisin! " en
temel prensipleridir. Bu prensip yaşamlarının tüm alanlarında
ve özellikle aşk ilişkilerinde olumlu etkiler yaratır. Eşleriy
le olan yakınlık ve mesafelerini iyi ayarlarlar. Fazla yakın
laşmak onları kaygılandırmaz, tam tersine karşılarındakilere
güvenle bağlanarak bundan keyif alırlar. Temel güvene sa
hiptirler. Güvenli bağlanmalarının bir diğer nedeni de, sınır
larını iyi çizebilmeleri, suçluluk veya kaygı duymadan itiraz
edebilmeleridir. Çocukluklarında gerçekten oldukları gibi
sevilerek kabul gördükleri mesaj ını almışlardır. Annelerine
ve ebeveynlerine yaranmak için fazla uyum sağlamalarına,
cezalandırılmaktan kurtulmak için fedakarlık yapmalarına
gerek kalmamıştır. Ebeveynleri her istediklerini yapmalarına
mutlaka izin vermemiştir, bazı kurallara uymak ve ebevey
nlerinin itirazlarına itaat etmek zorunda kalmışlardır. Ama
75
çocukluklarında kişisel isteklerini söylemelerine izin verilmiş
hatta bu desteklenmiştir. Ebeveynlerinin kızmasından ve on
ları sevgilerinden mahrum etmelerinden korku duymalarına
gerek kalmadan uzlaşma ortamı sağlanmıştır. Bu yüzden eşle
rinin fazla yaklaşmasını kişilikleri açısından bir tehlike olarak
görmezler, biriyle yakınlaştıkları zaman da kişisel özgürlükle
rini ve özgüvenlerini koruyabilirler. Kendilerini başkalarının
beklentilerini yerine getirmek zorunda hissetmedikleri için de
eşlerinin taleplerini severek karşılarlar. Beklentiler onlarda
direnme tepkisi yaratmaz. Tersine bir talebi isteyerek yerine
getirmek onları rahatlatır. B ir beklentiyi her hangi bir sebep
ten gerçekleştiremediklerinde ise korku, suçluluk, reddetme
gibi duygulara kapılmadan itiraz edebilirler. Hayır, dedikleri
zamanlarda kendilerini çok iyi hissetmeseler de, kendi sınırla
rını çizebilmek için buna katlanabilirler.
Güvenli bağlanan insanlar eşlerinin beklentilerini karşıla
yabildikleri için sorumluluk almaktan da kaçınmazlar. Sorum
luluk taşımak ile beklentiler arasında bir bağlantı olduğundan
bu iki davranış biçimi birlikte incelenmelidir. B ir dizi bek
lentiden oluşan sorumluluk bir göreve dönüşür. Psikolojik bir
görüşe göre, güvenli bağlanabilen insanlar çocukluklarında
kendilerini belirli sınırlar içinde özgürce geliştirebildikleri
için içsel özgürlüğe sahip olduklarına inanılır. Sorumlulukları
da özgürce üstlenebilirler.
Güvenli bağlanan kişilerin yakın ve bağlayıcı aşk ilişki
lerine girebilmelerinin son nedeni de, başarısızlığı göze ala
rak başarısızlık karşısında yıkılmayacaklarına inanmalarıdır.
İlişkileri her hangi bir sebepten sona erdiğinde gerçekten çok
üzülürler ama bir süre sonra toparlanarak normal yaşamlarına
dönerler. Özgüvenleri ve yaşama duydukları güvenle olumlu
düşünerek, bir gün birlikte olmak isteyecekleri başka birine
rastlayacaklarına inanırlar. Güvensiz bağlanan insanlarda ise
ayrılıklar, çocukluklarında deneyimledikleri terk edilme ve
yalnızlık travmasını tetikler. Kayıplarının acısını dindirmeye
76
yardımcı olacak başka kaynaklara sahip değillerdir. Ayrılık
acısı yaşama riskini göze alamadıkları için de ilişki kurmak
tan kaçınırlar.
GÜVENSİZ BAGLANMA
Güvensiz bağlanmanın farklı çeşitleri olmasına rağmen,
bağlanma fobisi olan kişiler diye tanımladığım güvensiz bağ
lananların belirli ortak özellikleri vardır. Bağlanma korkusu,
aşk ve arkadaşlık ilişkilerinde yakınlaşma sorunları yaşama
ları karakteristik ortak belirtilerdir. Örneğin, tüm güvensiz
bağlanan insanlar beklentiler karşısında sorunlu davranışlar
gösterirler. İlişkilerini tehlikeye sokmamak için kendilerini
bu beklentileri yerine getirmek zorunda hissederler. Bu da,
hayır demek istedikleri halde kabul etmelerine, karşılarında
kilere boyun eğmek zorunda oldukları duygusuna kapılma
larına yol açar. Ya da tüm beklentilere karşı çıkan bir dav
ranış şekli benimserler. B ir beklenti olduğu düşüncesi bile
aktif veya pasif direnişe geçmeleri için yeterli olur. Bazıları
isteksizce uyum sağlamak ve her şeye direnmek duyguları
arasında bocalar. Çoğu olayda, özellikle de hayati önem taşı
yan kararlarda gönülden ne "evet" ne de "hayır" diyebilirler.
Bunun nedenlerini daha sonra anlatacağım. B urada sadece,
bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin en temel sorunların
dan birinin beklentilerle başa çıkmak olduğunu söylemekle
yetineceğim.
Güvensiz bağlanan tüm kişilerde görülen başka bir özel
lik de sorumluluklardan korkmalarıdır. Güvenli bağlanan in
sanlar kendiliklerinden ve isteyerek sorumluluk üstlenirler.
Bağlanamayanlar ise, bazı olaylarda kendilerini sorumluluk
almaya veya bundan kaçınmaya yönlendiren çocuklukların
da yaşadıkları baskıyı hissederler. Çoğu bilinci dışında kar
şı hamle yapma, yani sorumluluk taşımayı şiddetle reddetme
eğilimi taşır. B u davranış, yaşamlarının çoğu alanında olduğu
gibi en çok da aşk ilişkilerinde geçerlidir.
77
Güvensiz bağlanan kişilerin bariz ve tipik olan diğer bir
özelliği de özgüvenlerinin düşük olması ve ilişkilerinde eş
leriyle olan yakınlaşmanın ve mesafenin dengelenmesi için
çaba göstermekte zorlanmalarıdır. Değişik karakterlerdeki
güvensiz bağlanan kişilerde bu zorluklar da farklı şekillerde
ortaya çıkar.
SAPLANTILI BAGLANMA -
"BEN KÖTÜYÜM AMA SEN İYİSİN! "
Anneleriyle değişken deneyimler yaşayan çocuklarda ge
nellikle saplantılı bağlanma stili gelişir. Annenin davranışları
o anki ruh haline bağlı olduğundan çocuk tarafından öngörü
lemez. Annesine güvenemez. Anne bazen sevecen ve duyarlı,
bazen itici, mesafeli ya da öfkeli davranır. Çocuk annesinin
olaylar karşısında vereceği tepkiyi kestiremez. Bir danışanım,
kötü not aldığında eve hep korku içinde geldiğini, çünkü anne
sinin o günkü ruh haline göre bazen onu teselli ettiğini bazen
de tokatlayarak bütün gün onunla konuşmadığını anlatmıştı.
Çocuklar sürekli annelerinin ruh halini tahmin etmekle,
onu cezalandırmaması ve iyi davranması için kendisinden ne
beklediğini anlamaya çalışmakla meşguldürler. Annelerinin
beklentilerine hazır olmak için duyarlı antenler geliştirirler.
Çevreleriyle pek ilgilenmezler. Güvenli bağlanma yaşayan
çocukların tam tersine, anneleri onlar için rahatlatıcı ve gü
venli bir bölge değildir. Çoğunlukla ruh halini kontrol edebil
mek için annelerini gözlerler. Bu yüzden bu tür çocuklarda
özerklik ve bireysellik yerine belirgin bir bağımlılık duygusu
gelişmiştir.
Annelerinin sürekli değişen ruh halinden kendilerini so
rumlu tuttukları için özdeğerleri çok düşüktür. Tüm çocukla
rın gözünde ebeveynleri daha büyük oldukları ve hiç yanılma
dıkları için onlar kızdığında çocuklar suçu hep kendilerinde
ararlar. Saplantılı bağlanan çocuklar, anneleri hırsını onlardan
78
çıkardığında yeteri kadar iyi olamadıkları konusunda bir inanç
geliştirirler. Annelerinin değişken davranışları kendilerini red
detmelerine yol açar. Buna karşılık annelerini yüceltirler. Bu
tapınma duygusu çoğunlukla anne ya da ebeveynler tarafından
daha da güçlendirilir. Çünkü çocuğa asla yanılmadıklarını ve
onun daha çok şey öğrenmesi gerektiğini söylerler. Böylece
çocukta, "Ben kötüyüm ama sen iyisin ! " şeklinde özetlenebi
lecek bir içsel program gelişir. Bu programlanma çocuğun ye
tişkinliğinde de devam eder. Yetişkin olduklarında da sürekli
eşlerinin onayını ve takdirini elde etmeye çalışırlar. Sürekli
tetikte olan algıları, eşlerinin dile getirmediği beklentilerine
karşı çok duyarlıdır. Beklentileri hissettiklerinde derhal itaat
kar bir şekilde bunları yerine getirirler. Terk edilmek, içlerine
işlemiş olan yetersizlik inancının bir çeşit onaylanması olduğu
için tam bir felakettir. Güvenli bağlanabilen insanlar da zaman
zaman kaygılanırlar. Onlar da ilişkileri başarısızlığa uğradı
ğında, eşlerinin isteklerini yerine getirmekte yetersiz kaldıkla
rını düşünürler. Özdeğer konusunda kırılgandırlar. Bağlanma
stillerinin arasındaki farkı yaratan, duyulan endişenin ve öz
değer konusundaki kırılganlıklarının ölçüsü ve yoğunluğudur.
B irisine yapışarak bağlanan kişilerin kendilerine zarar
veren ilişkilere saplanıp kalmaya eğilimleri olduğunu tah
min etmek için fazla hayal gücüne gerek yoktur. Sevgi duy
mayan eşlerinin davranışları bu kişileri alışık oldukları gibi
kendilerini reddetmeye sürükler. Aslında bu duyguya ba
ğımlı oldukları için de ilişkiden vazgeçmekte zorluk çeker
ler. Özerklik ve bireysellik duyguları fazla gelişmediğinden
çözüm bulmaları zorlaşır. Eşleri ve ilişkileri olmadan yaşa
yamayacaklarına diğer tüm bağlanma stiline sahip insanlar
dan daha fazla inanırlar.
Kendilerine zarar veren ilişkilere saplanıp kalan kişilerin
sorunlarına "Neden hep yanlış insana rastlıyorum? Bağlan
ma Arzusu ve Zorunluluğu" (Sayfa 230) adlı bölümde deği
neceğim.
79
TEDİRGİN - KAÇINMACI BAGLANMA -
"BEN KÖTÜYÜM AMA SEN DE
KÖTÜSÜN! "
Tedirgin-kaçınmacı bağlanma stilini benimseyen yetiş
kinler çocukluklarında güven ve yakınlaşma konusunda aşırı
hayal kırıklığına uğramış kişilerdir. Yaşanan hayal kırıklığı
nın etkilerinin bu kadar derin olmasının sebebi çocuğun bazı
karakter özellikleridir. Bu kişilerin reddedilmeye ve eleştiril
meye karşı bu derece hassas olma sebepleri muhtemelen duy
gusal bir karaktere sahip olmalarıdır.
Çoğunlukla mesafeli, soğuk, bazen alaycı, aşağılayıcı ve
kötü davranan anneleri vardır. Bebeklik çağlarına boşluk duy
gusu, reddedilme, yakınlaşamama ve anlayışsızlık deneyim
leri damgasını vurmuştur. Anneleri onların gereksinimlerine
duyarlı değildir. Genellikle çocukluklarında kendi bağlanma
gereksinimleri karşılanmayan anneler bu şekilde davranırlar.
Anneleri onlara iyi örnek teşkil etmediğinden kendilerinin de
bağlanma sorunları vardır. Çocuklarına karşı fiziksel ve duy
gusal yakınlık hissetmek ve bağ kurmak onlar için çok zordur.
Bazen annelerin, çocuklarının kişisel gereksinimlerine
göre değil, programlanmış gibi zorunlu olarak yaptıkları dav
ranışlarına şahit oluruz. Örneğin 60'lı yıllarda bebekleri ağ
latmanın, sadece belirli saatlerde beslemenin ve yataktan kal
dırmanın doğru olduğuna inanılırdı. Bu talimatları sıkı sıkıya
uygulayan anneler vardı. Böylece çocuklar ağladıkları, aç ol
dukları ve korktukları zaman yanlarına kimsenin gelmediğini
deneyimlediler.
Tedirgin-kaçınmacı bağlanan çocukların çoğunun anne
leri çocuklarına karşı duygusal bir kararsızlık hatta açık bir
kabullenememe sergilerler. Çocuklar bunu çok küçük yaşlar
da hissetmeye başlar. B azen de hastalık veya çok çocukları
olması gibi dış etkenler annelerin bebekle gerektiği gibi ilgi
lenebilmesini engeller. İlgi ve şefkat eksikliğinin nedeni ne
olursa olsun etkileri hep aynıdır. Çocuklar kendilerinin kabul-
80
lenilmediklerini ve sevilmediklerini hissederler. Annelerinin
davranışlarını etkileyemediklerini de çok erken yaşlarda öğre
nirler. Ne yaparlarsa yapsınlar annelerini memnun edemezler.
Anneleri mesafeli davranarak onları dışladığı için de onunla
yakınlaşamazlar. Büyüdükçe sürekli eleştirildiklerini ve ken
dileriyle ilgilenilmediğini fark ederler. Bu yüzden reddedil
mekten aşırı şekilde korkarlar. Ayrıca düşük özdeğer duygu
ları ve insan ilişkileri konusunda kuşku duymaları yüzünden
hep acı çekerler. İçsel programları, "Ben kötüyüm ama sen
de kötüsün ! " der. Aslında içlerindeki bağlanma ve yakınlaşma
isteği de giderek büyür. Karşılanmamış bir sevgi ihtiyacını -
yetişkin olduklarında da - ve bir ilişki isteğini hep içlerinde
taşırlar. Ama eninde sonunda kesin olarak terk edileceklerin
den emin oldukları için karşılıklı güvene dayanan ilişkilerden
kaçarlar. Bu kuşku özellikle aşk ilişkilerinde "yakınlaşmaktan
kaçınma" çelişkisine sebep olur. B ir yandan mutlu olma umu
du taşırken, bir yandan da mutlu olmalarının mümkün olma
dığına inanırlar. Bu tipler, kayıtsız bağlanan kişilerin aksine
insanlarla yakınlaşmaktan ölesiye korkarlar. Derin bir bağlı
lığa duydukları özlem yüzünden yalnız da yaşayamazlar. Ha
yat arkadaşları olsun veya olmasın, bu çelişkinin üstesinden
gelmeyi başaramazlar. İçlerindeki birlikte oldukları kişilerle
yakınlaşma korkusunun büyüklüğü yüzünden çok acı çeker
ler. Kayıtsız bağlananlarda ise asıl acı çeken kendileri değil
eşleridir. Bundan sonraki bölümlerde bahsedeceğim.
Dengesiz özgüvenlerini koruma arzuları tedirgin bağlanan
ları kaçış bahanelerine sığınmaya iter. İlişkileri bozulduğunda
bunu kolay kaldıramazlar. Bu sorunu yaşayanlardan biri duy
gularını, "Esen rüzgar bile beni incitiyor" diye alaycı bir şekil
de ifade etmişti. Reddedilme korkuları sadece aşk ilişkilerinde
değil her türlü insan ilişkisinde geçerlidir. Sürekli eleştirilmek
ve reddedilmek beklentisiyle korku ve gerilim içinde yaşarlar.
Baskın korkuları sosyal bir fobiye dönüşebilir. Bu durum
da her türlü toplumsal ilişkiden mümkün olduğunca kaçarlar.
81
Çoğu korkularını gizlemeyi başararak özel ve meslek yaşam
larında başarılı olabilirler. Sadece reddedilmeleri onları fazla
sıyla yaralayacağı için aşk ilişkilerinde bu korkularını kontrol
altına alamazlar.
82
asla beceremezsin" diye alay etmeye başlar. Bu saldırıyı derin
bir çöküntü hatta depresyon hali takip eder. Bu durum, kişiler
eski stratejilerini kullanarak tekrar güçlenene kadar devam eder.
Bu yolda ilerlerken ortalama bir yaşam fırsatını da kaçırırlar. Öz
değer duyguları gerçekçi ve ölçülü değildir. Her türlü ortalama
değerden nefret ederler. Kendileri asla ortalama insan olmak is
temedikleri gibi, bu tür insanları da itici bulurlar.
İşte bu yüzden narsistler aşk ilişkilerinde çekilmez insanlardır.
Kimse onların mükemmeliyetçilik anlayışlarına uygun olma
dığından aşk ilişkilerine girmekten kaçınırlar. Ya da eşlerini ide
alleştirdikleri fırtınalı geçen kısa bir süreç sonunda önce onları
aşağılar, hırpalar sonra da ilişkilerini bitirirler. Eşlerini algılama
şekilleri de aynı öz farkındalıklarında olduğu gibi idealleştirmek
ve aşağılamak arasında gidip gelir. Kitabın başında verdiğim ör
neklerdeki Rita (prenses) ve kız arkadaşı kapıdan girer girmez
ona çok kötü göründüğünü söyleyen mobilyacı Michael narsist
kişiliklerin tipik örnekleridir. Narsist özellikleri baskın olan kişiler
düşüncelerini açıkça söylerler, susmazlar. O andaki ruh hallerine
göre eşlerine ya aşk sözcükleri ya da şiddetli bir yaylım ateşi gibi
eleştiriler yöneltirler. Narsistler tüm güçleriyle eşlerini hayallerin
deki ideale göre şekillendirmeye çalışırlar. Çünkü algılarına göre
eşlerinin zaafları kendilerine de yansıyarak dış görünüşlerini teh
likeye sokar. Narsistler mükemmelliğe ulaşmak için kendi zaafla
rıyla savaştıkları gibi eşlerinin zaaflarıyla da savaşırlar.
Eşlerin görevi, narsistlerin özbenliklerini geliştirmelerine yar
dım etmektir. Yani onları tehlikeye atmadan parlak görüntülerini
arttırırlar. Burada iki tip eş potansiyeli vardır: Birincisi, narsistlerin
kendileri kadar çekici ve sadece dış görünüş olarak değil, göste
rişli değerlere sahip, mesleki statüsü olan ve belli yetenekleri ge
lişmiş bir eştir. Bu kombinasyon sayesinde magazin dergilerinde
gördüğümüz starlar gibi "ideal bir çift" ortaya çıkacaktır. İkincisi
ise, bazı narsistlerin tercih ettiği çirkin, gösterişsiz bir eştir. Bu tip
eşler, renksizlikleri sayesinde narsistlerin ışıltısını daha da belir
gin hale getirirler. Ayrıca bu silik tipler beklentisiz ve kanaatkar
olduklarından tüm enerjilerini narsist eşlerine duydukları hayran
lığa harcarlar. Bunu en iyi, "Karım ve ben, beni tutkuyla seviyo
ruz" ifadesi açıklar.
83
Narsistik karakterin anlattığım kadar baskın olması gerekmez.
Daha hafif narsist belirtiler de bağlanma sorunlarına yol açar. Hepi
miz az ya da çok narsist eğilimler gösteririz. Bunda, içinde yaşadığı
mız toplumun mükemmellik beklentilerinin de rolü vardır. Erkekler,
ama özellikle de kadınlar her gün dergilerde ve televizyonda gördük
leri güzellik idollerinin etkisinden kurtulamazlar. Mükemmele ulaş
maya yönlendiriliriz. Bu arada narsist eğilimlerimiz kişisel gururdan
çok, toplumun beklentileri karşısında yeterli olup olmama endişesidir.
Bu endişeyi hem kendimiz hem de potansiyel eşlerimiz için duyarız.
Kim yanında gösterişli bir partner olduğunda kendini daha önemli
hissetmez ki? Gösterişli olmak dış görünüş veya toplumdaki statü ile
bağlantılıdır. Kim kötü giyinen ve yakışıksız davranan eşi yüzünden
utanç duymaz ki? Kim kendi yeterliliğini sorgulamaz ki? Kim olağa
nüstü güzel ve yetenekli olduğunu hayal etmez ki? Sonuç olarak her
kesin aklı kendinin veya partnerinin imajı ile meşguldür.
Narsistler için ise gerçekten kim oldukları ve ne istediklerinden
çok dış görüntüleri ile oluşturdukları imaj önemlidir. Başkalarının gö
rüşleri kişisel değerlerini etkilediği için yaşamlarında en önem verdik
leri şey dış görünüşleridir. Her zaman mükemmel görünebilmek için
aşırı çaba harcadıklarından yaşamları çok yorucudur.
Narsistik güdülere sahip insanların imajlarına odaklanabilme
leri için en uygun seçenek "serbest ve bireysel" yaşamalarıdır.
Partnerleri "özel" biri olmalıdır, aksi halde yalnız yaşamayı yeğ
lerler. Narsistler, objektif bakıldığında çok uygun olan bazı aday
ları, sadece kendilerinin gördükleri ve tahammül edemedikleri
bazı zaafları yüzünden elerler. Eleme nedenleri, adayın düşük
eğitim seviyesi, yüksek öğrenim görmemiş ya da mesleğinde
yeteri kadar ilerleyememiş olması olabilir. Diğer bir sebep de
narsistin istediği dış görünümü sağlayamayacak kadar parası ve
zevki olmamasıdır. Bir narsist, çevresindekilerin olumsuz yorum
ları nedeniyle sevgilisini terk edebilir. Narsistler, çevrelerindeki
insanların partnerlerini eleştirmelerine tahammül edemezler. Bu
onları en can alıcı noktadan vurur, çünkü partnerleri prezantabl
olmalı ve herkesçe beğenilmelidir. Aksi halde duydukları aşk bir
anda yerle bir olur. Aslında bu tür eleştirilerin yabancı biri ya da
narsistin kendisi tarafından yapılmasının hiç önemi yoktur, eşleri
nin zayıf tarafları onları öfkeden çıldırtmaya yeter.
84
Bu yüzden narsistler eş seçerken daima açık bir kapı bırakırlar.
Sonuçta kimse mükemmel değildir. Ve daima daha iyisini bulma
şansı vardır. Özellikle de seçilen eş ilişkiyi benimseyerek ona bağ
landığında narsist, eşinin beğenmediği yanlarını inceleyerek onun
gerçekten doğru kişi olup olmadığını sorgular. Eğer eşleri ilişki
konusunda kararsızsa narsistlerin önceliği onları elde etmektir.
Avlarını yakalayabileceklerini kendilerine ispat etmek için tutkulu
birer avcıya dönüşürler. Narsist kişiler bu fetihle kendilerine değerli
olduklarını ispat etmek zorundadırlar. Kendilerine onu gerçekten
isteyip istemediklerini ancak avlarını yakaladıktan sonra sorarlar.
İlişkinin ele geçirme sürecinde narsist kişi bunun bilincinde olmasa
da ön plana çıkan korkularını inkar etmesi ve bastırması gerekir.
Bilinç düzeyinde ise sadece avlanma heyecanı ve güçlü aşk
duyguları hisseder. Sevgili ele geçirildikten sonra ise bu av partisi
hızla cazibesini kaybeder.
Narsistler çocukluklarında takdir edilme konusunda fazlasıy
la hayal kırıklığı yaşamışlardır. Bu yüzden de her çeşit eleştiri
ve reddedilmekten kaçarlar. Bazıları ise ebeveynleri tarafından
fazlasıyla takdir edilmiştir. Ebeveynleri normal sayılacak başarı
ları ve gösterdikleri küçücük bir çaba için bile onlara sürekli övgü
yağdırmıştır. Bu davranış, çocukların zayıf bir özgüven duygusu
geliştirmelerine yol açar. Ebeveynlerinin olayı abarttıklarını his
sederler ama iyi, kötü, başarı ve başarısızlık konularında gerçek
değer ölçülerini de öğrenemezler. Kendi performanslarını ve ye
teneklerini doğru yargılayabilme becerileri gelişemez. Ebeveyn
lerinin fazlasıyla abartılı ve hak edilmeyen övgüleri bir yandan
kendilerini çok beğenmelerine, diğer yandan ise gerçekçi değer
lendirmenin ne olduğunu da bilmemelerine rağmen bu değerlen
dirmenin doğru olmadığını hissetmelerine yol açar. Ebeveynleri
nin bu davranışları sonucunda çocuğun özdeğer duygusu, ken
dini fazla değerli görmek ile değersiz olmak arasında gidip gelir.
Narsist eğilimi olan insanlar özel yaşamlarında olduğu gibi
iş hayatlarında genellikle başarılı olurlar. Yanlış bir kanı uyan
dırmamak için, onların sadece övgü ve eleştiriye karşı hassas
olmak dışında başka hataları olmadığını söylemeliyim. Genelde
ağırbaşlı, sevecen, kibar davranırlar ve hoş sohbet insanlardır.
Bu özellikleri arkadaş çevrelerinde çok sevilmelerini sağlar. Ba-
85
şansızlıkla biten ilişkilerinin sürekli çoğalması yüzünden en derin
acıyı kendileri çekerler. Narsistik eğilimler oldukça yaygın oldu
ğundan onların ilişkiler ve eşler konusundaki abartılı beklentileri
normal karşılanır. Bu yüzden de narsist kişilerin kendi sorunlarını
anlamaları hiç kolay değildir.
KAYITSIZ - KAÇINMACI
BAGLANMA - "KENDİMİ DE,
SENİ DE UMURSAMIYORUM! "
Kayıtsız bağlananlar da tedirgin bağlananlar gibi çocukluk
larında anneleriyle kötü deneyimler yaşamışlardır. Onlar da
itici ve mesafeli davranışlarla karşılaşmışlardır. Bu yüzden iki
tipin de ilk yaşam deneyimleri birbirine çok benzer. Yaşadık
ları ortak deneyimler bir süre geçtikten sonra farklılaşacaktır.
Kayıtsız bağlananların yaşadığı ailelerde performansa, duy
gusal olmayan ortamlardan daha fazla önem verildiği ortaya
çıkmıştır. Çocuk yüksek beklentileri yerine getirdiği zaman,
yetenekleri konusunda duygusal olarak fazla desteklenmese
de olumlu bir özdeğer duygusu geliştirecektir. Bu bağlanma
tarzını geliştiren çocukların çoğunun, üstün zekalı olmak gibi
doğuştan gelen bazı yetenekleri vardır. Bu sayede sadece ebe
veynlerinin değil, öğretmenlerinin ve arkadaşlarının da takdi
rini kazanırlar. Gördükleri bu ilgi, anne sevgisinden yoksun
kaldıklarında sahip olacakları düşük özdeğer duygusunu den
gelemelerine yardımcı olur. Annelerine güvenemeyeceklerini
ve başarıyı ancak kendi yeteneklerinin yardımıyla elde ede
ceklerini deneyimlemeleri kayıtsızları aşırı şekilde öz refe
ransa yöneltir. "Ben iyiyim, ama sen iyi değilsin! " sloganını
benimseyerek baskın bir bireysellik sergilerler. Görünüşte en
yakınları dahil, başkalarına gereksinim duymazlar.
Kayıtsız bağlananlar, çocukluktan kalan tecrit ve terk edil
me korkularını tetikleyen tüm içsel duygularını bilinçlerinden
uzaklaştırmayı öğreniyorlar. Bilinçaltlarına atılmış olan yal
nızlık ve korku, psikolojik savunma mekanizmaları sayesin-
86
de artık bilinç düzeylerine çıkmaz. Nörolojik araştırmalar bu
tarzda bağlanan çocukların ve yetişkinlerin duygusal uyarım
larının güçlü olduğunu gösteriyor. Duygusal stres altına gir
diklerinde, örneğin önem verdikleri birisinden ayrıldıklarında
duygularını aşırı yoğun yaşarlar. Bu uyarımlar daha bilinç dü
zeyine gelmeden hemen bastırılır. Korkularını, artık hiç bir şey
hissetmeyene kadar bastırmayı öğrenmişlerdir. Korku yerine
kendilerini az ya da çok yara almayacak kadar güçlü hisseder
ler. Bu, bebeklik dönemlerinde hayatta kalabilmelerini sağla
yan bir stratejidir, aksi halde her şey onlar için ölümcüldür.
Küçük yaşlarda edinilen tüm çocukluk özellikleri gibi bunu da
yetişkinliklerine taşırlar. Kayıtsız-kaçınmacı bağlanma tarzını
benimseyenlerin hepsi aşk konularını aştıklarını düşünürler.
Ama aşık olmaya karşı güvende sayılmazlar. Yakınlaşmaya
daha az gereksinim duyarlar ama bu arzuları tamamen kaybol
maz. B ir aşk ilişkisine girdiklerinde ruhsal yapıları gereği kö
şeye sıkışırlar. Çünkü bir ilişkide yakınlaşmanın yoğunlaştığı
ölçüde bastırdıkları bağlanma arzuları güçlenerek çocukluk
tan kalan dehşet verici korkularını uyandırır. Korkular savun
ma mekanizmalarını delerek su yüzüne çıkmaya ve eskiden
yaşadıkları ümitsiz bağlanma deneyimlerini hatırlatmaya baş
lar. İşte bu yüzden bu tehlikeli bağlanma arzusunun yenilerek
yok edilmesi gerekir. Bunu yapabilmeleri için kitabın ilk bö
lümünde bahsettiğim kaçış, saldırı ve dona kalma gibi savun
ma stratejileri onlara yardımcı olacaktır. Tedirgin bağlananlar
gibi onlar da eşleri için katlanılması çok zor olan yakınlaşma
ve uzaklaşma arasında gidip gelirler. Hem tedirgin hem de ka
yıtsız bağlananların ilişkilerine katkıda bulunmak için moti
vasyonlarının olmaması dikkat çekicidir. Kişisel özgürlükleri
her şeyden önce geldiği ve ilişkilere değer vermedikleri için
kendilerini ya da olayları değiştirmek istemezler. Böyle bir
kişinin eşi yaşadıklarını, "Beni en çok üzen, Achi m ' in her şeyi
yoluna koyabiliriz, ben bunun için çaba göstereceğim deme
mesiydi. Ben zaten onun huylarını kabullendiğim için ondan
87
fazla bir şey istemedim. Ama ondan rica ettiğim en basit şey
leri bile ilişkimiz adına fedakarlık yapmaya değer bulmuyor
du. Uzlaşmak için en ufak bir çaba bile göstermemiş olması
beni çok incitti" diye anlatmıştı.
Tedirgin ve kayıtsız bağlananların aralarındaki en büyük
fark motivasyon boyutunda görülür. "Ürkek tavşanlar" korku
dan hemen kaçarlar. Kayıtsızlar ise korkularını kontrol altına
alabilirler. Sadece bilinçli olarak bağlanma ve ilişkileri için
her hangi bir fedakarlık yapma gereksinimi duymazlar. Olağa
nüstü savunma stratejileri sayesinde fazla üzüntü duymadık
ları için psikoterapilerde kayıtsız bağlananlara sık rastlanmaz.
Seanslara daha çok, duygusal açlık çeken ve o güne kadar eş
lerinin davranışlarını ancak eğitsel önlemlerle değiştirebilen
depresif eşleri gelir.
Bağlanmaktan kaçınan kayıtsızların durumlarında ısrar et
melerinin diğer bir sebebi de, yaşamlarını düzene koymak için
hissettikleri dürtülerin çok hafif olmasıdır. Başkaları ile olduğu
gibi kendileri ile de içsel bir bağ kuramazlar. Bağlanma yete
neklerini düzeltebilmek için göstermeleri gereken çabaya değ
meyeceğini düşünürler. Duygularını, kendileri için bile bir şey
hissetmeyecek şekilde bastırırlar. Akıl ve mantıklarını kullana
rak yaşarlar. Davranışları değiştirmek için gerekli olan duygu
sal coşkuya sahip değillerdir. Ne derin bir yas ne de coşkulu bir
sevinç duyarlar. Bu yüzden, "Kendimi de, seni de umursamı
yorum ! " kayıtsız-kaçınmacı bağlananların sloganıdır.
"Savunma stratejisi olarak donakalmak" adlı bölümde an
lattığım gibi baskın bağlanma sorunu yaşayan kişiler uzak
olduklarında sevdiklerini unuturlar ("Gözden ırak gönülden
ırak"). Bu davranış özellikleri kayıtsız-kaçınmacı bağlananlar
için geçerlidir. Aşırı bireysellik eğilimlerine ters düşerek teh
like yaratan bağlanma arzusunu adeta "karartarak" psikolojik
bir savunma mekanizması geliştirirler. Bu süreçlerin bilinç
dışında oluştuğunu, yani önceden üzerinde çalışılarak değil,
hayatta kalma dürtüsüyle çocuk yaşlarda geliştiğini tekrar
88
vurgulamak istiyorum. Bir de erken yaşlardan itibaren derin
bağlanma sorunu olan kişiler daha önce bahsettiğim "nesne
sürekliliği" ilkesini öğrenmemişlerdir. Sevecen bir anne gö
rüntüsünü içselleştiremediklerinden temel güven ve bağlanma
yetenekleri de gelişmez. Bu, yetişkinliklerindeki aşk ilişkileri
ne de yansıyan trajik bir eksikliktir. Sevdiklerini kalplerinden
ve içlerinden söküp atarlar.
Aşırı özerklik eğilimleri ve onları tehdit eden huzursuzluk
verici duyguları içlerinden atmaları, kayıtsız kaçınmacılarda
ruhsal bir dayanıklılık yaratır. Bu yüzden dışarıdan bakınca
hep aynı ruh halindeymiş gibi görünürler. Ruhsal iniş çıkışlar
yaşamazlar, duygusal salınımları düzdür. Savunma mekaniz
maları çökerse bunalıma girerler. Ama bunalıma girmelerine
sebep olacak başka psikomatik acılar ve bağımlılıklar geliştir
mediklerinde şiddetli psikolojik krizler yaşamazlar.
KAYITSIZ - KAÇINMACI
BAGLANANLARIN ÖZEL DURUMLARI
GİZLİ NARSİSTLER VE YALNIZ
KOVBOYLAR
Kayıtsız-kaçınmacıların bazıları bilinçsizce "gizli narsist
lik" olarak adlandırdığım bir strateji geliştiriyorlar. Onlar
daha önce bahsettiğim kişiliklerini ve varlıklarını sorun ola
rak görmeyen "sıradan narsistlerden" farklıdırlar. Kişiliklerini
mükemmel bir şekilde kontrol altında tutarak dışarıdan bakın
ca fark edilmezler. Oysa içsel olarak bağımsız aşklarla bes
lenen büyüklenmeci fanteziler kurarlar. Gelişmiş yetenekleri
ve olayların üstesinden gelebilen yapılarıyla ipleri oynatmaya
başlarlar. Sıradan narsistler düşüncelerini ve eleştirilerini ken
dilerine saklayamazken, gizli narsistler imalı konuşurlar. Ken
dilerini ele vermeden olayları arka plandan manipüle ederler.
Davranışların başarıyla kontrol altına alınması gizli narsist
kişiliğin başlıca belirtisidir. Karşılarındakilere düşmanca dav-
89
ranmazlar ve nadiren öfke patlamaları yaşarlar. Etraflarında
son derece nazik, kibar hatta sempatik izlenimler bırakırlar.
İnsan ilişkileri konusunda gösterdikleri içsel kayıtsızlıkları ve
bağlanma yoksunlukları dışarıdan fark edilmez. Çünkü insan
larla doğrudan temas kurdukları anda hissettikleri sempati ve
sıcaklık duygusunu karşılarındakilere de yansıtırlar. En tehli
kelisi ise, kimseye karşı içsel bir bağlılık hissetmedikleri ger
çeğini kimsenin anlayamaması, sadece kendilerinin bilmesi
dir. Kapıdan çıktıkları anda içlerindeki tüm bağlar kopar. Baş
kalarına karşı sadece boşluk ve kayıtsızlık hissederler. Zekala
rı ve yetenekleri sayesinde uyumlu insanlardır. Bir danışanım
çocukluğunda dikkati çekmemek için sürekli diğer çocukların
davranışlarını gözlemlediğini şöyle anlatmıştı: "Diğer çocuk
lar güldüğünde ben de gülerdim. Arkadaşlarımın doğum gü
nünde bir hediye seç dediklerinde sanki onu istermiş gibi bir
paketi gösterirdim, halbuki hiç bir şey istemezdim. İstediğim
tek şey dikkatleri üzerime çekmemekti." Bu kişi yetişkinliğin
de de dışarıdan görünen yüzünü, altında yatan duygusuzluğu
çok az insanın görebileceği şekilde korumuştu. Ama hata "ba
şarısız olma" endişesi taşıyordu.
Çocukluklarında yaşadıkları dehşet verici güçsüzlük ve
reddedilme deneyimlerine tepki olarak aşırı güce gereksinim
duyarlar. Etrafa sevimsiz görünmemek ve yollarında ilerleye
bilmek için belli etmeden akıllı taktikler ve ölçülü pasif sal
dırılarla bunun tadını çıkarırlar. Ailelerine ve özel hayatlarına
değer vermemelerine rağmen, davranışlarını kontrol edebil
meleri ve üstün yetenekleri sayesinde mesleklerinde çok ba
şarılı olurlar. Onları, politika ve ekonomi alanlarında görebi
lirsiniz. İpleri maharetle oynatarak diğerlerinin yollarından
çekilmelerini sağlarlar. Bunu öylesine beceriyle yaparlar ki,
insanlar üzerinde genellikle iyi izlenim bırakırlar.
Aşk konularında da aynı davranışları sergilerler. B ir sev
gilileri olduğunda onu kendilerine yaklaştırmazlar, büyük ih
timalle de başka bir veya iki yaşamları daha vardır. Sık sık
90
çıktığı iş seyahatlerinde seçkin fahişelerle eğlenen, eve dö
nünce de sevecen aile babası rolü yapan bir yönetici bunun
en güzel örneğidir. Bu kişinin eşi bir gün her şeyin farkına
vardığında, söylediği yalanlar ve ihanetleri ortaya çıktığında
herkesin dünyası yıkılır. B ir danışanım sekiz yıl boyunca mü
kemmel bir eşe sahip olduğunu zannettiğini, ama mükemmel
eşinin onu dört yıldır yakın bir kadın arkadaşıyla aldattığını
tesadüfen öğrendiğini anlatmıştı. Sonrasında geçirdiği derin
depresyon yüzünden kendi isteğiyle sekiz ay bir psikiyatri kli
niğinde yatmıştı.
Gizli narsistlerin bir diğer türü ise bazen "yalnız kurt" ola
rak da ifade edilen "suskun kahraman" veya "yalnız kovboy"-
dur. Bunun dişi karşılığı ise "gizemli yabancı"dır. B u kişilerde
belirgin bir içe kapanıklık, yani açık olmama hali gözlemlenir.
İç dünyaları bir bilmece gibi olan bu kişiler de imalı konuşur
lar. Meslek hayatlarını da yukarıda bahsettiğim gizli narsistler
gibi dolu dolu yaşayamazlar (veya fazla intibak edemezler)
ve fazla geleneksel olmayan bir yaşam tarzı kurarlar. Oryan
tal kıyafetler giyen, gizemli ve mesafeli davranan bencil bir
kadın ressam ya da bara oturup sessizce birasını yudumlayan
vücudu dövmeli bir adam herkese çekici gelir. Kendilerini ele
vermez, esrarengiz görünürler. Onları çevreleyen gizemli au
raları, bu tür davranışları çekici bulan insanların fantezilerini
yansıtan bir ekran gibidir. Bu mesafeli duruşun ardında özel
bir etki, aydınlanmış bir bilgelik ya da alışılmamış bir şeyler
olduğunu sanırlar. Ama uzun süre uğraşıp onlarla başa çıka
madıklarında, bu suskunluğun ve derinliğin sandıkları gibi bir
anlamı olmadığını anlarlar. Aşağıdaki, yaşamının büyük bir
bölümünü yalnız kovboy olarak geçiren adamın örneği bunu
çok güzel anlatıyor.
Bu noktada sözü altmış yaşında hayatını değiştirmeye ka
rar veren bir kişiye bırakmak istiyorum. İlerlemiş yaşı dola
yısıyla gelişimini sizlere geniş bir bakış açısı ile aktarabilir.
Onun hikayesi, sorundan etkilenen bir kişinin yaşadığı ço-
91
cukluk dönemini, bağlanma korkusunun o dönemde gelişerek
tüm hayatını etkilemesini anlatan çarpıcı bir örnektir. Aynı
zamanda da insanın kendi bağlanma korkuları ve davranışları
ile yoğun ve dürüstçe çatışarak, hangi yaşta oluşmuş olursa ol
sun çoğu sorununu olumlu hale çevirebileceğini de anlatıyor.
Hayat hikayesini anlatan yalnız kovboy değişerek, altmış ya
şında insanlara yakınlık ve güven duyabilen, onlarla ilişkiler
kurabilen bir adam haline gelmiş.
92
kakta buldum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Sanırım iki saat
boyunca sokakta kaldım. Hala, o anı düşündüğümde koparılıp
atılma hissini duyabiliyorum. Tekrar eve alındığımda neler oldu
ğunu hatırlamaya çalıştım. Yanlış hatırlamıyorsam yarım günü
yatağımda yatarak geçirdim. Çocukluğumda yarım günü, bazen
daha da uzun süreyi yatağımda geçirdiğimi ve gıkımı çıkarmama
izin verilmediğini hatırlıyorum.
Bugüne kadar peşimi bırakmayan bir diğer olay da çorap ola
yıdır. Savaş sonrası kaba yünden örülmüş uzun çoraplar giymek
zorundaydım. Cildim çok hassastı, kızaran bacaklarımın acısını
hatırlayınca bugün bile hala tüylerim diken diken oluyor. Annemin
bir işi olduğunda, örneğin perde asacaksa, benim sessiz ve uslu
durmamı istediğinde, beni sıcak suyla yıkadıktan sonra yün ço
rapları giydirirdi. Ben de mutfakta saatlerce bacaklarım iki yana
açık kıpırdamadan ayakta dururdum. Annem daha sonraları bu
"uygulamasını" arkadaş çevrelerinde defalarca anlatmıştı. Ama
bunu, pişmanlığını belirterek veya özür dileyerek değil, son de
rece kibirli bir tavırla "savaş sonrasının zor günlerine" atıfta bu
lunarak yapardı.
Çocukluğumda içimde anneme karşı sadece direnme ve mey
dan okuma duyguları değil, güçlü bir düşmanlık duygusu da geliş
ti. Bana el sürmesini, dokunmasını istemiyordum. Onu etkisizleş
tirmek istiyordum, bu sözcüğü bugün uyguladığım uzaklaştırma
tarzını ifade etmek için kullanıyorum. Ona bağımlıydım, yaşamımı
onun sayesinde sürdürebiliyordum. Günlük yaşamımda ihtiyaç
duyduğumda büyükannemden yardım istiyordum. Annem arka
daşları ve komşularıyla birlikteyken çok hoşsohbet, neşeli ve ra
hat olduğu için sevilen biri olmayı başarıyordu. Ondan bu yüzden
nefret ediyordum. Kendini etrafa bu şekilde göstermesi iğrenç ve
dayanılmazdı. Ve ben bunu yaptığı için utanç duyuyordum.
Her türlü iyi niyetime ve bunu gerçekten istememe rağmen,
annemin beni öptüğünü veya sevgiyle okşadığını hatırlayamıyo
rum. Ama attığı tokatları ve popoma, vücuduma yediğim darbe
leri çok net hatırlıyorum. Sonunda her türlü bedensel temastan
kaçınmaya başladım. Ömrümde sadece bir kere bilinçli olarak
annemin elini tuttuğumdan, sevgiyle ve güvenle sıktığımdan emi
nim. Bu da, 2006 yılında ölümünden bir hafta önceydi.
93
Bugüne kadar kadınlarla olan ilişkilerimi annemle yaşadığım
olaylar ve deneyimler belirledi. Yazık. Bugün bile aklımdan çık
mayan eski bir olayı hatırlıyorum. Köyümüzün lokalinde yapılan
bir düğün töreninde yaşanmış bir olaydı. O zamanlar on iki yaşın
daydım. Yaşıtım olan bir kız beni dudaklarımdan öpmek istemişti.
İsmi Juliane'ydi. Bu adı hatırlamam boşuna değil. Beni sevdiğini
bile söylemişti. Ben direndikçe o ısrar etmeye devam ediyordu.
Sonunda tartışmamız herkesin dikkatini çekti ve benim onu sertçe
reddetmem büyük bir tartışmaya sebep oldu. Olanlar çok sevim
sizdi. Çok üzülmüş ve utanmıştım, yerin dibine girmek istiyordum.
Kadınların bana dokunması bugüne kadar hep bir sorun ola
rak kaldı. Kadınların dokunuşları karşısında irkilerek itici ve doğal
olmayan davranışlar gösterdiğimi, kadınların bedenlerinin tema
sını hissettiğimde içimin katıldı ğını terapiler sayesinde anladım.
İçim çekiliyor, karnım geriliyor ve tüm kaslarım kasılıyor. Cinsel
ilişki sırasında sanki benliğimin emilerek yutulduğu hissine ka
pılıyordum. Bu da varlığımı tehdit ediyordu. Bir keresinde ikinci
eşim Claudia bu tuhaf davranışım hakkında konuşmak istedi. O
zamanlar bu konuşmayı dinleyecek ve takip edecek durumda
değildim. Şimdi, ilişkilerimi bitiren en önemli nedenin bedensel
yakınlık kurma yeteneğimin olmaması olduğundan eminim. Her
kesin ergenlik çağında öğrenmesi gerekenleri ben ne yazık ki
öğrenemedim.
Alkol ve bağlanma korkusu yüzünden yıllarca sevgililerim
den ve arkadaşlarımdan kaçmak zorunda kaldım. İlgi ve aşk
konusunda sözler verdim, ama daha verdiğim anda sözümü
tutmayacağımı hissediyordum. Güven kelimesini kullanıyordum
ama "yalnız bir savaşçı" olarak sadece kendime güvendiğimi de
biliyordum. İlişkilerimde önemli kararlar vermem gerektiğinde
tereddüt ederek her zaman kaçış yollarını açık bıraktım. Eşim
kararsızlı ğımı eleştirdiğinde de onu susturuyordum. Korkularım
hakkında hiç konuşmadım, onları herkesin yaşadığı normal duy
gular olarak kabul ettim. Ama onlar beni rüyalarımda bile rahat
bırakmadılar. Çocukluğumdan beri rüyalarımda sürekli zulüm
görürüm. Hep aynı sahneler yaşanır, bir çölde yalnız yürürken
bir aslan beni kovalar, bazen bir gökdelenin tepesinden aşağı
düşerim, bazen de bir trafik kazasında cayır cayır yanarım. Tüm
94
eşlerim uykumda inlediğimi hatta bazen bağırdığımı söylediler.
Terapiye başladığımdan beri artık kabus görmüyorum.
Lisede ve üniversitedeki (ve öğrenci yurtlarındaki) "zihinsel
sosyalleşmem" sırasında kendime hiç kimseyle ilişki kurmaya
ihtiyaç duymayan "yalnız savaşçı" imajı yaratmam kolay oldu.
Fazla tanınmadan hayatımı sürdürebiliyordum.
En çok kahramanlarının kendilerinden başka kimseye ihtiyaç
ları olmadığı ve herkesin onlardan uzak durduğu kovboy filmlerini
severdim. Kısa bir süre önce "Warlock" adlı Amerikan filmini tekrar
seyrettim. Henry Ford filmde kovboy kasabalarını katillerden te
mizleyen bir şerifi canlandırıyordu. Warlock adlı kasabada bir ka
dına aşık oluyordu. Kadın ona orada kalması ve onu bırakmaması
için yalvarıyordu. Bir süre kararsız kalıyor, ama sonunda içindeki
''yalnız kovboy" kazanınca bu ilişkiden vazgeçiyordu. Eskiden bu
tür kararlar benim hoşuma giderdi. Ama filmi tekrar seyrettiğimde
eski duygularımdan utandım. Kadınların neden kovboy filmlerini
ve filmlerdeki kahramanları sevmediklerini biraz olsun anladım.
Bende bir terslik olduğu ve karılarımın kararsızlığımı ve ya
kınlaşmaktan kaçmamı eleştirmekte haklı olduklarını tahmin edi
yordum. Ama bu tahminlerimi içgüdülerimle hep bastırıyordum.
O zamanlar, benim için değil yetersizliklerim hakkında konuş
mak, onlarla yüzleşmem bile imkansızdı. Büyüdüğüm köyde bir
söz vardır: Kadınlar biz erkeklerden ne isterler? Bizi rahat bırak
sınlar. İşte bu sözlere dayanarak davranışlarımı içten içe haklı
buluyordum.
İlk eşim olan Brigitte ile son kez cinsel yakınlık kurduğumda
yaşanan bir olayı çok iyi hatırlıyorum. Brigitte bana buyurgan hat
ta kızgın şekilde "Bana adam gibi dokun!" demişti. O zamanlar
alışık olduğum gibi ürküp geri kaçarak tepki gösterdim. Böyle anı
larla bağlantılı olan iki sorunun cevabını çok düşündüm: 1 . Neden
hayatım boyunca hep bu tür anılarımı hatırlıyorum? 2. Neden yıl
lardır uyguladığım davranış modelimin dışına çıkamıyorum?
Tüm netliği ile sürekli gözümün önüne gelen bu tür anıların
(sayıları arttırılabilir) ortak noktası, en samimi ilişkilerin en yakı
nımda olan insanlarla ilgisi olmasıdır. Bunlar, bedensel dokunuş
lar, ten teması, sarılma ve cinsel ilişkiyle ilgilidir. Hayatımda hiç
bir kadını doğru dürüst öpmedim.
95
Dokunuşlara gösterdiğim tepkiyi kendimce her zaman haklı
buldum. Kendime hep bundan vazgeçmemem gerektiğini söy
ledim. Kendimi korumalıydım. Beni baştan çıkarmalarına izin
vermemeliydim. Onlara karşı açık davranırsam kaybederdim.
Kendimi başkalarının eline bırakmamalıydım. Sonuçta zaten her
zaman yalnızdım. Bununla başa çıkabilmeliydim. Ve bunu bece
riyorsun. Yalnızlık duygusuyla başa çıkmama içki yardımcı oldu.
Şüphe içimi sinsice kemirmeye başladığında kendi kendime ha
yatta kalmak için çeşitli alternatifler vardır diyordum. Ama her şeyi
de denemek zorunda değiliz. Önemli olan kendini korumaktır.
Zaman zaman eşlerimin yara aldıklarını ve alındıklarını fark
ediyordum. Bunu bazen açıkça söylüyorlardı. O zaman aklıma,
onlar neden benden daha iyi durumda olsunlar ki gibi sorular ge
liyordu. Savaşmalıyım. Neden o bu savaşı anlamıyor ve kendisi
de savaşmıyor? Hayat bu kadar basit işte.
Yalnız savaşçının yaşam şartlarının aslında içinde bulundu
ğumuz durum olduğunu söyleyebiliriz. Bunu anlayıp kabullen
mek insanın normal bir yaşam süremeyeceği anlamına gelmez.
Ama bugün farklı düşünüyorum. Yakınlaşamama sorunum tüm
sosyal ilişkilerimi etkiledi. İnsanları çekinceli, şüpheli ve güvensiz
karşıladım. İkiyüzlü ve yalancı davrandım. Eşlerime hiç hisset
mediğim halde yakınlık duyuyormuşum gibi numara yaptım. Ya
kınlaşmak gibi ikiyüzlülük de beni saldırganlaştırıyordu.
Peki, o zaman neden yalnız yaşamadığımı sorabilirsiniz.
Sonuç olarak kimse beni bir beraberliğe zorlamamıştı. Birisinin
benimle ilgilenmesi beni mutlu ve tatmin ediyordu. Ama bu duy
gumu asla kendime itiraf etmedim ve doğruluğunu kabul etmek
istemedim. Zaten ilişkilerin başında da o kadınlara aşıktım. Ama
bunu hiç bir zaman söylemedim. Onlardan hoşlandığımdan, yan
larında kendimi iyi hissettiğimden söz ediyordum. Arkadaşlarım
benimle hep alay ederek, "Aşıksın işte, itiraf et!" diyorlardı. Bi
riyle yakınlaşmayı gerçekten arzuladığımı asla itiraf etmedim.
Yakınlaşmayı ve seksi arzuladığım için kadınların yaklaşmasına
izin verdim. Hiç bir zaman bir kadını elde etmek için çaba harca
madım. Onların beni keşfetmelerine izin verdim. İlişkiler günlük
yaşama hükmetmeye başladı ğında, yani bir kadın benimle yaşa
dığında, birlikte karar vermemizi ve planlar yapmamızı bekledi-
96
ğinde zorlaşıyordu. O zaman daralıyor, benden fazla şey bekle
diğini hissediyor ve tehlikede olduğum duygusuna kapılıyordum.
İçimde tüm ilişkilerimle ilgili bir dipnot saklıyordum. "Dikkatli ol!
Kendine dikkat et!" Gündelik yaşam süreci ilişkinin içine yerleşin
ce içimdeki tüm endişeler uyanıyordu. Ben de kaçmaya, ikiyüzlü
lüğe ve yalancılığa başJıyordum. İçime kapanıyor ama dışa karşı
sanki yakınmışım gibi numara yapıyordum. Aslında hiç bir yakın
lık hissetmiyordum. Kadınlar içsel direnişlerimle boşuna uğraşı
yorlar, başarılı olamıyorlardı. O zamanlar zayıf davranmadığım
için kendimle gurur duyuyordum. İki kez evlenmiş olmam gerçeği
de bir şey değiştirmedi. Kadınlar er ya da geç havlu attılar. Ama
bu ilişkileri ben bitirmedim. Korkularıma ve endişelerime rağmen
ilişkiye gereksinim duyduğum duygusunu son ana kadar içimde
taşıdım. İçimdeki dengesizlik hiç bir zaman net bir evet bir yana,
net bir hayıra bile dönüşemedi. Kadınlar beni terk ettiklerinde
hem üzüldüm hem de kendimi hafiflemiş hissettim.
Kafamı en çok meşgul eden düşünce, neden bu kadar uzun
süre değişemediğimdi. Ve bunu neden kendi kendime değil de
bir terapistin yardımıyla yapabildiğimdi. Gerçek üzüntüyü alkol
alışkanlığım yüzünden yaşadım. Altmış yaşıma geldiğimde ya
şamaya devam etmek isteyip istemediğime karar vermem ge
rektiğini fark ettim. İçki bedenime çok zarar vermişti. İşimde de
sorunlar çıkmaya başlamıştı.
Kendi kendime defalarca terapi yardımıyla ilerlediğim bu yo
lun doğru olup olmadığını, bu yaştan sonra bir faydası olup olma
yacağını sordum. İki nedenden bu yolun doğru olduğuna inan
dım. Birincisi, terapi hayatımı kurtardı. Bu çalışmalar olmasaydı
ruhsal ve bedensel olarak yaşamaya devam edemezdim. Birlikte
alkol tedavisi gördüğümüz bir arkadaşım, "Bir düşün, ölene kadar
içmek de bir yoldur" demişti. Evet, bu da bir seçenek olabilirdi. Bu
seçeneği kabul etmemem, sosyal ve mesleki ilişkilerimde bağ
lanma korkuma ve bunun sonuçlarına teslim olmam yüzündendi.
Bu sayede hayatım temelinden değişti. İlk defa insanlara güven
meye başladım. Hem eşlerimle hem de arkadaşlarımla güvenli
yakın ilişkiler kurma olasılığına inanmaya başladım. Artık her gün
korkular ve kasılmalar yaşamıyordum. Genellikle kendimi iyi ve
güçlü hissediyordum. Arkadaşlarımın ve eşlerimin geri bildirim-
97
leri de bunu tasdik ediyordu. Bu yolun geçmişime kadar uzanan
zor bir yol olduğunu bilmeme rağmen geleceğim hakkında güzel
duygular besliyordum.
98
duygularını anlama yeteneğini pekiştirir. Etrafındakilerden
duygularını adlandırmayı ve onlarla dost olmayı öğrenir. Ör
neğin, yuvadaki en yakın arkadaşı o gün onunla oynamak
istemediği için eve üzgün gelen bir çocuğun duyarlı davra
nan annesi bunu sözcüklerle, "Çok üzüldüğünü anlıyorum ... "
şeklinde ifade eder. Annelerin empatiyle yaptıkları yorumlar
sayesinde çocuk hissettiği duygunun "üzüntü" olduğunu öğ
renir. Ayrıca bu olaydan üzüntü duymasının normal olduğunu
anlar. Annesinin, arkadaşının belki de o gün keyfi olmadığı
nı, yarın tekrar onunla oynayacağını söylemesi sonucunda da
olayın bir açıklaması olduğunu görerek anlayışla karşılar. Ço
cuğun bu yolla öğrendiği üç önemli noktanın ilki, duygularını
düzenleyebilmesi ve adlandırabilmesi, ikincisi de bu şekilde
hissetmenin normal olduğudur. Üçüncü nokta ise olayı yo
rumlama imkanı elde ederek çözüm üretebilmesidir.
Başkalarının duygularını anlayabilmenin yolu insanın ken
di duyguları ile barışık olmasından geçer. Üzüntü duygusunu
bildiğim zaman başkaları üzüldüğünde aynı şeyi hissedebili
rim. Bu tüm duygular için geçerlidir. B ir olay karşısında neden
üzüldüğümü bildiğim zaman, benzer olaylarda başkalarının
neden üzüntü duyduğunu da anlayabilirim. Empati yapabilme
yeteneği sosyal yeterliliğin anahtarıdır. Ancak çevremdekile
rin ruh hallerini ve duygularını zihnimde düzenli olarak sırala
yabildiğim zaman onlara karşı ölçülü tepkiler gösterebilirim.
Güvensiz bağlanan çocuklar empati deneyimleri konusun
da sorunlar yaşarlar. Anne ve babalarının onların duygularını
paylaşmamaları kendi duyguları ile olan bağlarına da zarar ve
rir. Böylece başkalarının duyguları ile de bir bağ kuramazlar.
Hasarlı empati duyguları onları genellikle tüm bağlanma so
runu olan insanlarda görülen tipik bir özellik olan ve eşlerinin
sinirlerini yıpratan ben merkezciliğe yönlendirir. Bağlanma
sorunu yaşayanlar eşlerinin duygularını hissedemezler, hatta
anlayamazlar bile. Eşleri de onların ne istediklerini kavrama
larını sağlayamadığı için bu iş sonunda kısır döngüye dönüşen
99
yıpratıcı tartışmalara yol açar. Artık bağlanmaktan kaçanların
kendi yakınlık, güven ve korunma gereksinimlerine erişeme
diklerini biliyorsunuz. Bunlar, çocukluklarında onlara dehşet
verdiği için sürekli bastırdıkları ve engelledikleri gereksinim
lerdir. Aşk ilişkilerinde gereken karşılıklı güven, bağlanma
korkusu olan birinin en beceremediği şeydir. Bağlanma fobisi
olanların bu duyguyla kurabildikleri bağlar zaten çok zayıf ol
duğundan, eşlerinin neden bahsettiğini ve ne istediğini doğru
dürüst anlayamazlar. Aynı şekilde reddedici davranışlarının
eşlerini ne kadar yaraladığını da hissedemezler. Sözlerinin ve
davranışlarının erişim mesafesini ölçemezler. Eşlerinin onla
rı şaşırtan duygusal tepkilerine bir anlam veremezler. Empati
yapma yeteneğinden yoksun olduklarından kendilerini koru
mak amacıyla koydukları sınırların karşılarındakini ne kadar
yaraladığını fark etmezler.
1 00
ve sahtekar bir karaktere sahip olma olasılıkları yüksektir ama
yüzde l 00 böyledir denemez. Bağlanma korkuları olup da, bu
korkularının başkalarına zarar vermemesi için çaba gösteren
insanlar da vardır. Bir de, kötü geçen çocukluk dönemlerine
rağmen yetişkinliklerinde sağlıklı bağlanabilen ve son derece
iyi insanlar olan harika çocuklar vardır. Çok iyi şartlarda bü
yümelerine rağmen kötü karakterli insanlar olduğu gibi. Ebe
veynlerle kurulan ilişkinin yanı sıra yaşamımıza değip geçen
ve karakterimizi oluşturan farklı etkiler vardır. Şahsen ben, iyi
veya kötü karakterlerin oluşmasında doğuştan gelen genetik
bazı faktörlerin ve karakter özelliklerinin de etkili olduğuna
inanıyorum. Arkadaşım Melanie Alt ile birlikte yazdığımız
Ben böyleyim işte! (Kuraldışı Yayınları) adlı kitapta, bazı ki
şisel huylarımızla doğduğumuzu anlatmıştık.
Bağlanma korkusu yaşayanlar korkularının bilincinde olur
larsa korkularını da ona göre yaşarlar. Problemleriyle uzlaşa
bilen insanlar, bilinçli olarak başkalarına, özellikle de eşlerine
karşı daha adil davranabilirler. Uzlaşamayanlar ise kendile
rinden bile kaçarlar. Kendi sorunlarını bilen insanlar ortadan
kaybolmalarının, yalan söylemelerinin veya konuşmaktan
kaçınmalarının eşlerinin hoşuna gitmediğini anlayabilirler.
Daha temkinli davranarak karşılarındaki insanlara haksızlık
yapmaktan kaçınabilirler.
Bağlanmaktan kaçınan bir kaç arkadaşım var. Bağlanma
korkusu olan insanların vicdansız ve korkak olduklarını ya
zarak onlara fazlasıyla yüklenmek ve onları üzmek istemem.
Bu yüzden olayın farklı bir kısmına değinmek istiyorum. Bağ
lanma korkuları kişilerin karakterlerine ve korkunun baskınlık
derecelerine göre çok farklı şekillerde yaşanabilir. Bundan et
kilenen insanlar genellikle belirttiğim stratejilere ve davranış
lara eğilim gösterirler. Ama aralarında son derece sempatik ve
dost olarak güvenilir insanlar da vardır. Örneğin, aşırı derece
de bağlanma korkusu olan bir arkadaşım, bugüne kadar tanı
dığım en kibar ve tatlı insanlardan biridir. Eşi, benimle aynı
101
fikirde olmasına rağmen onunla mutlu değil. Kocası da onun
ne istediğini hiç anlayamıyor. Kendince o, sorumluluk sahibi,
sevecen bir baba ve koca, ki bu çok doğru. Ama bir gün karısı
ona başkasını sevdiğini ve onu terk edeceğini söylese, karısı
na tüm kalbiyle mutluluklar diler, onun ve yeni sevgilisinin
arkadaşı olarak hep yanlarında olacağını söyler. Arkadaşlık
duygusundan daha derin bir duygu hissedememesi karısını
deli ediyor. O, aşkı ve onun doğurduğu diğer duyguları (has
ret, kıskançlık, sahiplenme ve özleme) hissetmeyen kayıtsız
bir kaçınmacı. Bu duygulara tamamen yabancı olduğu için de
başka kadınlarla yattığında hiç bir problem yaşamıyor. Karı
sının küçük kaçamaklar yapmasına bile göz yumabilir. Kıs
kançlık nedir bilmiyor. Karısı ise kendine bir arkadaş istemi
yor, onu sevecek, ona özel biri olduğunu hissettirecek bir eş
istiyor. Karısı olmadan da yaşayabileceği duygusu karısı için
çok kırıcıdır. Arkadaşım bunu anlayabiliyor ama hissedemi
yor. Ve bu da durumu değiştiremiyor.
1 02
!ar doğuştan insan ilişkilerine ilgi duyarlar. Bununla ilgili çok
enteresan bir psikolojik deney yapılmıştır. Bir günlük bebek
lere insan resimleri gösterilmiş. Kız bebekler resimlere erkek
bebeklerden daha uzun süre ve ilgiyle bakmışlar.
Anneleriyle zorlu ilişkiler yaşayan kadınlar eş seçimlerin
de daha rahat davranırlar. Yaşamının ilk yıllarında annesinden
gereken ilgiyi göremeyen bir kadın bu deneyimlerini erkekle
re ve erkeklerle olan ilişkilerine yansıtmaz. Bağlanma yetene
ği sınırlıdır, ama içselleştirdiği anne görüntüsünü bilinçsizce
eşine aktararak (eğer homoseksüel değilse) bu sorununu daha
da arttırmaz. Kadınlar eş seçimlerinde daha çok babalarından
etkilenirler. Çocuklar bebekliklerinde babalarının bakımı al
tında olmadıkları için baba-çocuk ilişkilerinin bozulmasının
temelleri ilk yıllara dayanmaz. İlişkilerinde yaşanan sorunlar
daha sonraki yıllarda ortaya çıkar. Bir kadının iki yaşına ka
dar bakımını annesi üstlendiyse, kadında insan ilişkileri konu
sunda temel bir güven oluşmuştur. Annesiyle yaşadığı olumlu
deneyimlerin yanında babasıyla yaşadığı kötü ilişki ilerideki
bağlanma sorunlarını çok az etkiler. Bağlanma becerisi anne
siyle sorunlu ilişkiler yaşayan bir erkek kadar çok zarar gör
mez. Ama sakın kadınların bağlanma sorunları olmadığını
düşünmeyin.
BAGLANMA KORKUSU VE
SALDIRGANLIK: BAGLANMADAN
SALDIRGANLIK, ÖFKE VE
ÇATIŞMALAR ÖNLENEMEZ
Ebeveynlerin davranışları çocuklarda her zaman öfke
uyandırır. Emziğini vermemeleri, annesinin bir türlü yanına
gelmemesi, ona hayır denmesi çocuklarda öfke patlamasına
yol açar. Ebeveynler çocukların saldırganlıklarına farklı tep
kiler verirler. Bağlanabilen çocukların ebeveynleri olaya göre
çocukla anlaşmaya çalışır, belirli sınırlar koyar ve pes ederler.
1 03
Ama genellikle çocuklarının neden kızgın olduğunu anlayarak
bunu kişisel olarak almazlar. Böylece çocuklar öfkenin kötü
bir şey olmadığını, sadece ölçülü davranmak gerektiğini öğ
renirler. Yaşları büyüdükçe, öfkelerinin sebebini annelerinin,
arkadaşlarının veya öğretmenlerinin anlayacakları şekilde ifa
de etmeyi başarırlar. Örneğin, bir çocuk ebeveynlerinin tepki
sinden korkmadan, "Odamı toplamamı istemenizi çok aptalca
buluyorum, babam eşyalarını her yere dağıtıyor" diyebilir.
Çocuklar, etkili olabileceklerini ebeveynlerinin davranış tarz
larından anlarlar. Bazı şeyleri etkileyebildiklerini çok erken
yaşlarda öğrenirler. Gelişimlerinin devamında bu bilinç daha
da yerleşir. Etkili olabilmeleri, itiraz edebilmeleri, uzlaşma
teklifiyle ya da anlayışla karşılanmaları ileriki yaşlarda bağ
lanabilmelerinde çok önemli rol oynar. Çocuklar bu yollarla
şunları öğrenirler:
• Sana çaresizce teslim olmuyorum.
• Seninle aynı fikirde olmadığımda da beni seviyorsun.
• Münakaşa etmek felaket demek değildir, tekrar barışılır.
• Senin istediğin gibi olduğum için değil, gerçekte oldu
ğum gibi seviliyorum.
1 04
olan ani öfke patlamaları da yaşamazlar. Öfkelendiklerinde
ise öfkeleri ölçülü ve sadece yaşanan olayla ilgilidir. Bazen
heyecana kapılıp düşüncesizce hareket etseler de kısa süre
sonra tekrar sakinleşirler.
Aşk ilişkilerinin düzgün yürümesi için anlaşmazlıkları çö
zebilme yeteneğine sahip olmak kaçınılmaz bir şarttır. Çün
kü insanlar yakın ilişkilerde kendi arzuları ile partnerlerinin
arzuları arasında ancak bu yolla sağlıklı bağlar kurabilirler.
Israrcı olmak ve eşe adapte olmak arasındaki denge ancak bu
şekilde sağlanır. Diğer bir şart ise insanın arzularını ve gerek
sinimlerini açıkça söylemeye cesaret etmesidir. Tartışmadan
kaçınanlar bunu yapamazlar. Sadece konuşabilenler arzularını
ifade edebilirler.
Kusursuz beraberliklerde fikrinde diretmek ile uzlaşmacı
olmak arasındaki iyi bir denge vardır. Taraflar ilişkilerine ve
beraberliklerine değer vermelerinin yanı sıra birbirlerine ki
şisel gelişme ve özgürlük hakkını tanırlar. Ama bu karşılıklı
saygı her zaman kendiliğinden oluşmaz, bazen uzlaşabilmek
için sert tartışmalara girmek gerekebilir. Aksi halde denge
bozulur, eşlerden biri veya her ikisi yeterli olmadığı duygu
suna kapılır.
Güvensiz bağlanan çocuklar anlaşmazlıklar ve beklentiler
karşısında nasıl davranırlar? Güvensiz bağlanan tiplerin hepsi,
yani saplantılı, tedirgin - kaçınmacı ve kayıtsız - kaçınmacı
ların hepsi anneleri (yani ilişkileri) üzerinde hiç bir etkilerinin
olmadığını erken yaşlarda deneyimlerler. Dünya üzerindeki
ilk deneyimleri ümitsizdir. Özellikle kaçınmacı bağlananlar
henüz bebekken hoş karşılanmadıklarını sezinleyerek, var
olma haklarının olmadığını hissederler. Böyle hisseden biri,
"Annemin hayatını engellediğimi çok küçük yaşta hissetmiş
tim. Onunla yakınlaşmanın tek yolu isteklerine tamamen bo
yun eğmekti. Benim kişisel isteklerimin olması düşünülemez
di bile" demişti.
1 05
Bu atmosferde büyüyen çocuklar güvenli bağlanan ço
cukların öğrendiklerinin tam tersini öğrenirler. Yetişkinlerin
karşısında güçsüz olduklarını, uyumlu olmadıkları zaman se
vilmediklerini, her kavga ve tartışmanın onlar için bir tehdit
oluşturduğunu sezerler. Saldırganlıklarını ve karakter özellik
lerini bastırarak annelerinin sevgisini kaybetmemeye çalışır
lar. Bu yüzden de son derece doğal dürtüler olan saldırganlık,
öfke ve kişisel merak gibi duygularla sağlıklı şekilde baş ede
mezler. Sonraki yaşamlarında da bu tür duygular ile büyük
sorunlar yaşarlar.
1 06
olan "yaşamak istiyorum" eğilimi bedensel deneyimleriyle ör
tüşmez. Aynca tehlikeli ağlama ve bağırma krizleri yaratacak
olan sevilme ve anne sıcaklığı gereksinimi de bertaraf edilir.
Çocuğun vücut hafızasında artık yaşam sevinci depolanmaz.
İlgilenilme ve sevilme arzularını sesli ifade eden talepkar ve
saldırgan dürtüler tamamen susturulur. Bu, bu tür insanların
büyüdüklerinde öfke ve saldırganlık duyguları olmadığı anla
mına gelmez. Bu duygulan onlar da hissederler ama nasıl baş
edeceklerini öğrenememişlerdir.
Yetişkinliklerinde de yaşama arzuları tükenmiştir. Bu in
sanlar yaşamlarına sarılmazlar. Dışarıdan bakınca bu fark
edilmez, yaşıyormuş gibi davranırlar. İş hayatlarında çok
başarılı olabilirler, topluma karışırlar hatta hobiler edinir
ler. Aslında derinlerinde yaşama isteklerinin olmadığını
anlayamazsınız. Sorunlarını kimseye belli etmemeyi çok
küçük yaşta öğrenmişlerdir. Hastanede ziyaret ettiğim bir
tanıdığımın bu yüzünü tesadüfen fark ettim. Doktorlar has
talık belirtileri karşısında çaresizdi ve ölümcül bir hastalık
teşhisi söz konusuydu. Tahlillerin sonucunu kitap okuyarak
ve televizyon seyrederek bekliyordu. Sağlık durumu karşı
sındaki rahatlığı beni dehşete düşürdü. Nasıl bu kadar rahat
olabildiğini sorduğumda, "Ne çıkarsa çıksın, her türlü so
nuç şu ana kadar yaşadığım hayattan daha iyidir" diye yanıt
verdi. Genç, çekici, son derece başarılı, sayısız merakları
olan ve konuşurken etrafına yaşam sevinci yayan bir adam
dı. Aslında ruhunun derinliklerindeki huzursuzluğu bu olay
sırasında anladım.
Çekilen video filmlerinin değerlendirmelerinin yardımıyla,
bebeklerin annelerinin hoşuna gidebilmek için bazı duyulara
sahip oldukları kanıtlanıyor. B ağlanma sorunu yaşanan an
ne-çocuk ilişkileri incelendiğinde, annesi ona baktığında be
beğin gülümsediği görülüyor. Anne başka yöne baktığı anda
ise bebekler adeta donuk ve şaşkın bir yüz ifadesi takınıyorlar.
Bu bebekler anneleri onlara bakmadığında olumsuz duygula-
107
rını belli ediyorlar. Bu araştırma bebeklerin annelerini kızdır
mamak için mimiklerini ayarladıklarını gösteriyor.
Çocuklarının varlığından mutluluk duyan ailelerde de anne
ve babanın fazla yük altında olması ve baskı hissetmeleri yü
zünden uyum sorunları yaşanabilir. Nispeten normal sayılan
ailelerde bile çocuğun, beklentiler karşısında davranışlarının
bozulması ve saldırganlaşması için, "Ancak benim istediğim
gibi olursan seni severim ! " mesajını alması yeterlidir. Bu me
saj zor ifade edilir. Petra, "Hata yaptığımda annem asla kız
mazdı, sadece hayal kırıklığına uğrardı. O kadar üzgün, o ka
dar depresif olurdu ki hemen içine kapanırdı. Ben de kendimi
çok suçlu hissederdim" diye anlatmıştı. Petra kendi isteklerini
bastırmayı ve uyumlu olmayı öğrenmişti. Öfkesini hiç bir za
man açıkça gösteremiyordu. Sadece yalnız kaldığında kendini
özgür hissedebiliyordu.
Annelerine veya ebeveynlerine duydukları öfkeyi bastır
mayı erken yaşta öğrenen çocuklar büyüdüklerinde pasif sal
dırı stratejilerini tercih ederler. Yani uzaktan bakıldığında sal
dırganlık gibi görünmeyen ve kitabın ilk bölümünde "kaçış"
başlığı altında anlattığım savunma taktiklerini seçerler.
1 08
yordum. Aramızda korkunç olaylar yaşandı. Ama ben tartış
manın sadece bu şeklini biliyordum. Şimdi yetişkin olarak kız
arkadaşımla uyumlu olduğumuzda kendimi güvensiz ve hu
zursuz hissediyorum. Hemen kavga çıkaracak bir şey aranma
ya başlıyorum. Çocukluğumda kavganın yakınlaşmak olduğu
nu öğrendim. Hiç gerçek ve sevgi dolu yakınlık yaşamadığım
için bu beni korkutuyor. Onu tekrar kaybetmekten, ilişkimizin
gerçek olamayacak kadar güzel olmasından korkuyorum. Bu
yüzden sevgilimi suçlamaya başlayarak bu güzel duyguyu
kendim yok ediyorum. Beni terk ederse, hiç olmazsa bu sonu
ben hazırlamış olurum" diye anlattı. Bu anlatımda aktif saldır
ganlığın temel motiflerinden biri olan kontrolü elinde tutma
eğilimini görüyoruz: "Beni terk edersen, en azından nedenini
biliyor olacağım. Sana kötü davranarak başka seçenek bırak
madım. Ama buna, sana sevecen davranmaya çaba gösterip
yine de terkedilmekten daha kolay katlanabilirim."
Burada saldırganlığın nedeni olan diğer bir itici güç de, bu
kişinin çocukluğunda saldırgan kavgaları yakınlığın bir türü
olarak öğrenmiş olmasıdır. Bazı çocuklar, anneleriyle kavga
etmeyi dikkate alınmamaya yeğledikleri için saldırgan davra
nışlar geliştirirler.
Öfkelerini annelerine veya ebeveynlerine yönlendiren ço
cukları harekete geçiren başka bir itici güç de henüz ümitsiz
liğe kapılmamış olmalarıdır. Hala ilgi görmek için savaşmaya
devam ederler. Karakter yapılarına göre, bazen geri püskürtül
seler de buna dayanarak annelerine saldırma eylemlerine uzun
süre devam edebilirler. Burada çocuğun algıladığı annenin
tehdit gücü de önemli bir ölçüdür. Kendi isteklerini bastırmak
zorunda kaldığını anlatan danışanım, annesini inanılmaz so
ğuk ve tehditkar olarak algılamıştı. Babası da araya girerek bu
kavgaları yumuşatmıyordu. Her iki ebeveynle veya geniş ai
lelerde büyüyen çocuklara oranla daha fazla annesinin hükmü
altındaydı. Kardeş ilişkilerinin de önemli etkileri vardır. Tek
çocuklar, kardeşleri olanlardan daha fazla annelerinin merha-
1 09
metine bağımlıdırlar. Kardeşi olanlar aynı kaderi paylaştıkları
için birbirlerine sığınarak teselli bulabilirler. Bunun yanı sıra
kardeşler aile içinde farklı roller üstlenirler. Bir tanesi uy
sal, öfkeden uzak ve ebeveynlerinin arzularını yerine getiren
"uyumlu çocuk" olurken, diğeri ebeveynlerinin beklentilerine
karşı çıkan "asi çocuk" rolünü üstlenir.
Saldırganlığın aktif, pasif veya karışık olması bir şey de
ğiştirmez. Bağlantı korkusu yaşayan kişiler her durumda sal
dırganlıklarıyla başa çıkmakta zorlanırlar. Anlaşmazlıkları bir
tehdit unsuru olarak kabul ettiklerinden ilişkilerinde tartışma
lardan kaçınırlar. Bazıları dileklerini ve beklentilerini açıkça
ifade edemezler. Bazıları ise hemen çeşitli numaralara baş
vurur ya da pasif saldırgan tepkiler verirler. Bir kısmı sık sık
en beklenmedik anlarda patlayarak kendilerini belli ederler.
Bağlanma korkusu olanların aktif veya pasif saldırganlıkları
eşlerinde de saldırganlık, öfke, depresyon ve çaresizlik duy
guları yaratır.
1 10
şartları değişirse veya başka birinin bakımı altına girerlerse,
yetişkinler ise terapi yoluyla korkuları ve geçmişleriyle yüz
leşirlerse bu değişim gerçekleşebilir.
Bağlanma korkusu yaşayan insanların çoğu, korkularının
tüm yaşamlarında ne derece etkili olduğunun bilincine ancak
terapi sırasında varıyorlar. Çünkü bağlanma korkuları insanla
rın sadece aşk hayatlarını etkilemez. Bu etkiler, sınırlı yaşam
sevinci, zorluklar, istekler ve arzular, fikirleri ve istekleri ifade
etmekten her türlü anlaşmazlıkla başa çıkabilmeye, özgüvenin
azalmasına kadar uzanır. Bu bölümün başında da söylediğim
gibi bağlanmak yaşamımızda varoluşsal ve hayati bir rol oy
nar. En son olarak da, bağlanma korkularının insanın hayatını
zorlaştırdığını söyleyebiliriz.
111
süreci duygusal açıdan oldukça hassas bir dönemdir. Bunu iki
yaşından sonraki dönem olarak kabul edebiliriz. Bu dönemde
çocuk kendi yolunda yürürken ebeveynlerinin ona güven duy
duğunu hissetmek ister. Kendi arzulan konusunda güzel duy
gular geliştirerek kendi yaşamı üzerinde etkili olabileceğini
ancak bu yolla öğrenir. Bunlar sonraki yaşamında kullanacağı
bağlanma yetenekleri açısından önemli iki dayanaktır. Bağlan
maktan kaçınan kişilerin çoğu, çocukluklarında ebeveynleri
ya da en azından bir tanesi tarafından sahiplenilerek sayısız
kurala uymak zorunda kaldıklarından yakınmışlardı. Ebevey
nlerin istedikleri olmadığında da sorun yaşanıyordu. Çocukla
rını cezalandırmak için de sevgiden mahrum bırakmak, hayal
kırıklığını belli etmek, adam yerine koymamak, azarlamak,
yasaklamak, dövmek ya da ebeveynlerin tercih ettikleri diğer
yöntemleri kullanıyorlardı. İstisnasız herkes kendi istek ve ar
zularının ebeveynleri tarafından dikkate alınmadığını ve anla
şılmadıklarını söylüyordu. Çok küçük yaşlarda ebeveynlerinin
idealindeki şablona uymaları için zorlanmışlardı. İçsel olarak,
"Beni sevmeni istiyorsam, senin istediğin gibi davranmalıyım"
şeklinde programlanmışlardı. Problemleri güvensiz bağlanan
çocukların sorunlarına çok benziyordu. Ama bu insanların dra
mı daha sonraki yıllarda, yani kendi isteklerini savunma ola
naklarını elde ettikleri yaşa geldiklerinde ortaya çıkıyordu.
Ebeveynler çocuklarının bağlanma arzularını karşılayabi
lirler ama bağımsız olma ve kendi kararlarını verme gerek
sinimleri ile baş edemezler. Bebekliklerinde onlarla sevgi,
anlayış ve sabırla ilgilenebilirler. Ama çocuklar konuşmayı
öğrenip ebeveynlerinin uyarılarını ve talimatlarını anlama
ya başladığında ebeveynler çocukların kendi istedikleri gibi
davranmalarını beklerler. Başlarda ebeveynleri ile iyi ilişkiler
yaşayan çocuklar bu eğitim tarzı ile kendilerini kafese kapatıl
mış gibi hissederler.
Önceki bölümde yakın çevreleriyle güvenli bağlar kurama
yan bebeklerin çocukluklarında da ebeveynleriyle olan ilişki-
1 12
lerinin düzelmeyeceğini yazmıştım. Bebeklik çağlarında ilk
ve derin güvensizlik deneyimlerini yaşayan bu çocuklar daha
sonraki yıllarda da yara almaya ve zarar görmeye devam eder
ler. Sonunda da yaşamlarının çoğu alanında bağlanma sorunu
yaşayan yetişkinler haline gelirler.
Kendi kararlarını verebilme olanakları kısıtlanan çocuk
lar, küçük yaşlarda yaşadıkları baskıyı çağrıştırdığı için yakın
ilişkilere antipati duyarlar. Ayrıca son derece doğal bir duygu
olan tüm varlıklarıyla sevilme gereksinimleri, ebeveynlerinin
"İstediğim ve beklediğim gibi davranırsan seni severim" me
sajları ile ciddi ölçüde yara alır. Yetişkin olduklarında gerçek
ten oldukları gibi sevilebileceklerini hesaba katamazlar.
Nadine' in anlattıkları yetişkinlikte bağlanma korkuları
yaratabilecek bir yetiştirme tarzının tipik örneğidir. "Annem
fazlasıyla tahakküm eden biriydi. Onun sadece ben bebekken
mutlu olduğunu zannediyorum. Büyüdükçe onun yönetimi ve
baskısı altına girdim. Doğrular ve yanlışlar konusunda kesin
hükümleri vardı. Kıyafetlerimden arkadaş seçimime kadar bu
kurallar geçerliydi. Saçlarımı nasıl tarayacağıma, hangi kı
yafetleri giyeceğime, arkadaşlarımın uygun olup olmadığına
hep o karar veriyordu. Karşı fikirde olduğumda ise hep sorun
çıkıyordu. Bundan kaçınmak için de ne isterse yapıyordum.
Çocukluğumda annemin yanında kendimi boğuluyormuş
gibi hissederdim. Okul çağlarımda ise ona meydan okuyor ve
direniyordum." Nadine, çocukluğundan beri kendisine karı
şılmasına ve beklentilere karşı derin bir nefret duyuyor. Her
türlü yakın aşk ilişkisini yıkıcı bir tehdit olarak algılıyor. Bir
erkeğin ondan beklentisi olacağı fikri bile kendini tahakküm
altında hissetmesine ve hırçınlaşmasına yetiyor. Yakın ilişki
ler adeta soluğunu kesiyor.
Ebeveynlerinin zorlaması ve vesayeti altında büyüyen tüm
çocuklar gibi Nadine de, çocukluğunda geçerli olan ama bü
yüdüğünde hükümlerini kaybeden ve kendini boykot etmeye
kadar varan inançlar geliştirmişti. Çocukken kendine ait ya-
l 13
şamının olabileceğini içselleştirememişti. Bu nedenle ben ve
sen kavramını duygularında birleştiremiyordu. Benliğini an
cak yalnızken, yanında beklenti yaratacak birileri olmadığında
hissedebiliyordu. Birileri ile beraberken ise eğitilmiş olduğu
program, yani en nefret ettiği şey olan başkalarının istediği gibi
olmak içgüdüsü harekete geçiyordu. Böyle bir durumda Nadi
ne'in iki seçeneği var: Kendini onların beklentileri için feda
etmek ya da onlara karşı çıkmak. Onların arzularını yerine ge
tirdiğinde çocukluğundan iyi bildiği boyun eğme ve tahakküm
edilme duygusu yükseliyordu. Beklentilere karşı çıktığında
ise karşısındakilerin itiraz etmesini kötü karşılayarak onu ta
mamen reddedeceklerini tahmin ediyordu. Bu nedenle daha en
başından, "Zaten seninle birlikte olmak istemiyorum ! " baha
nesiyle kaçmayı tercih ediyordu. Bu, bir ikilem. Nadine ye
tişme tarzı yüzünden anlaşmazlıklarla nasıl baş edebileceğini
öğrenememişti. Basit bir itirazı bile bir anlaşmazlıkla aynı tu
tuyordu (Bkz. Sayfa 1 03 "Bağlanma korkusu ve saldırganlık").
İlişkilerdeki güven sorunlarının çocuklukta olduğu gibi
sonraki yıllarda da benzer sonuçlar yaratacağını Nadine ör
neğinde açıkça görebiliriz. Aradaki tek fark yetişkinlerin, ço
cuklukta bilinçaltlarının derinliklerinde yatan bu korkuların
bilincinde olmalardır. Aileleri ile yaşadıkları birçok deneyimi
hatırlarlar ve ruhsal açıdan bebekliklerinde sevgiden mahrum
kalanlar kadar hırpalanmamış olurlar. Bu kişiler genellikle te
rapi sayesinde olumlu değişimler gösterirler. Erken yaşlarda
ilişkilere olan güvenlerini kaybeden insanlar ise günlük ya
şamlarında bir ilişki kurabilmek için olağanüstü korkuları ve
engelleri aşmak zorunda kalırlar. Benliklerini yitirme ve sa
hiplenilme korkuları yaşamlarını tehdit eder hale gelir. Buna
rağmen değişebilmeleri mümkündür!
1 14
Bu anneler bazen bilinçli bazen de bilinçsizce çocuklarının
kendilerinden uzaklaşacağından korkarlar. Çocukları aracılı
ğıyla "tedavi etmek" istedikleri güçlü kaybetme korkuları ya
şarlar. Kendi yakınlaşma, ilgi ve bağlanma gereksinimleri için
çocuklarına ihtiyaç duyarlar. Bu anneler, çocuklarının özgür
olma ve kendi yaşamını tayin etme çabalarını kişisel olarak
reddedilmeleri olarak kabul ederler. Çoğu bu durum karşısın
da güçlü tepkiler verirler. Çocuklarının uzaklaşması yüzün
den üzülür ve hayal kırıklığı yaşarlar. Bu da çocuğun suçluluk
duymasına ve kendi isteğiyle geri dönmesine sebep olur. Bazı
annelerin ise taleplerini açıkça belirtmeleri ve sürekli yasaklar
koymaları çocukları ikileme sürükler. Her iki yöntemi birlikte
kullanan anneler de vardır. Öyle ya da böyle çocuk, annesini
kızdırmadan ve hayal kırıklığına uğratmadan ondan uzakla
şamayacağını öğrenir. Bu çocukların annelerinden tamamen
bağımsız olması gereken kişisel benlikleri zarara uğrar. Bi
reyselliklerinin gelişmesi engellenir. Bunun sonucunda ken
di gereksinimlerini algılamayı ve ifade etmeyi öğrenemezler.
Annelerinin beklentilerinin tam tersi olan bağımsız bireyler
olabilme arzuları onaylanmadığı için ebeveynlerinin biriyle
ilişkileri bozulur. Bu çocuklar çok erken yaşlarda ancak an
nelerinden uzaklaşarak başarabilecekleri benlik arayışlarını
bastırmayı öğrenirler. İnsan kendi gereksinimlerini ne kadar
az hissederse, karşısındakine o kadar kolay ve fazla acı çek
meden uyum sağlar. Çocuklar karakterlerine ve annelerinin
yaptırım gücünün etkisine göre uyum sağlamak yerine karşı
gelerek de tepki gösterebilirler. Annelerin beklentilerine isyan
ederek ondan mümkün olduğunca çabuk koparlar.
Yakın çevresindeki diğer kişiler de çocuğun gelişme süreci
ni önemli şekilde etkilerler. Eğer çocuğun kişilik arayışını des
tekleyen bir babası varsa annenin vesayetinin sınırları daralır.
Kızlarına çok bağlı ve yapışan babalar ve anneler olsa da
anne ve oğul arasındaki, her zaman dalga geçilen "ana - oğul"
ilişkisi en sık karşılaşılan klasik bağlanma türüdür. Bunun aşı-
1 15
rıya kaçtığı durumlarda oğul annesi ölene kadar onunla bir
likte yaşar, öldükten sonra bile annesine sadakatle bağlıdır.
Bazen oğlu başka bir kadınla ilişkiye girse de çiftin arasında
kayınvalidenin varlığı daima kendini gösterir. Annenin varlığı
ilişkide tartışmaların başlamasına hatta ilişkinin bitmesine yol
açar. Hem psikoterapist hem de aile mahkemelerinde bilirkişi
olarak çalıştığım için her gün evliliklerin veya ilişkilerin sona
erme sebepleriyle karşılaşıyorum. Yüzde 20 - 30 civarında
evlilik ve ilişki, kişilerin kendi ailelerine ve özellikle de anne
lerine aşırı bağlı olmaları yüzünden sona eriyor. "Ya annen,
ya ben! " ültimatomunu hepimiz çok sık duyarız.
Annelerin bunaltıcı sevgisi, ciddi "boğulma nöbetlerine"
ve baskın bağlanma fobilerine neden olur. Bağlanmaktan ka
çınmanın alt yapısı böyleyse sevgi, zincire vurulmakla eş an
lamdadır. Kişiler bir ilişki yaşarken aynı zamanda bağımsız
da olabileceklerini hayal bile edemezler. Birileri onlarla fazla
yakınlaşırsa içlerini çocukluklarında deneyimledikleri ve an
cak kaçarak kurtulabilecekleri bir boğulma duygusu kaplar.
l 16
ruyabildikleri durumlarda gerçekleşiyor. Örneğin, çocuklar,
anne ve babalarının birbirlerine boşandıktan sonra daha dost
ça davrandıklarını ve çocuklarını ihmal etmediklerini görerek
en kötü krizlerin bile üstesinden gelinebileceğini öğreniyorlar.
Buna karşılık ebeveynler kötü evliliklerini devam ettirmek
te ısrar ettiklerinde, çocuklar anlaşmazlıkların hiç bir zaman
halledilemeyeceğine inanıyorlar. Artık hiç umut kalmadığına,
anlaşmazlıkların çözümlenemediğine hatta herkese daha fazla
zarar vermeye doğru gittiğine şahit olurlar. Çiftlerin yaşam
tarzları ve anlaşmazlıkların çözümü konularında ebeveynler
kötü örnek teşkil ederler. Bunun sonucunda ya tartışmalardan
kaçarlar ya da saldırganlaşırlar. Yani ilişkilerinde ya ebeveyn
lerinin tersine davranarak ne pahasına olursa olsun uyumlu ol
mayı tercih ederler veya onları örnek alırlar. Her iki durumda
da onlar, aşk ilişkilerine karşı derin güvensizlik besleyen ve
bağlanma fobisine uygun, içleri yanmış çocuklardır.
Ebeveynler Boşanıyor
Çocuklar için sıkıntılı sonuçlar doğuran ayrılıklar veya bo
şanmalar da bağlanma korkularına sebep olur. Çocuklar ebe
veynlerinden birini aniden kaybedince ilişkilere güven duyu
lamayacağına inanırlar. Özellikle anne veya baba, diğerinin
izni olmadığı için veya boşandıktan sonra aileden uzaklaştı
ğı için çocuğun hayatından tamamen çıkarsa bu tehlike daha
da artar. Bu travmatik deneyim, çocukların insan ilişkilerine
duydukları güvensizliği sürekli kılar. Bu deneyimler Elfie'nin
yaşadığı gibi bir de bir kaç kez tekrarlanırsa durum daha da
kötüye gider. "Annemle babam boşandığında beş yaşınday
dım. Babam başka bir kadın yüzünden annemi terk etmişti ve
annem onu affedemiyordu. Babamla görüşmemi istemiyordu.
Bunun sebebi hem babamı cezalandırmak hem de diğer ka
dınla tanışma olasılığımdı. Bunun düşüncesine bile dayana
mıyordu. Boşandıktan bir yıl sonra annemin Kaile adında bir
erkek arkadaşı oldu. Kaile bana çok iyi davranıyordu ve ben
1 17
yeniden yanımda babam gibi biri olduğu için çok mutluydum.
Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Kalle ve annem sürekli kav
ga ediyorlardı ve bir gün Kalle evi terk etti. Ne kadar üzüldü
ğümü ve annesi babası olan çocukları ne kadar kıskandığımı
hala hatırlıyorum. Sonra Wolfgang geldi. Nihayet diye düşün
düm, artık her şey yoluna girecek. Annem çok mutluydu ve
Wolfgang bana karşı çok iyi davranıyordu. Annem ve Wolf
gang evlendiklerinde mutluluğum tamamlanmıştı. O zamanlar
dokuz yaşındaydım. Wolfgang'a 'Baba' diyordum, o da bana
gerçek bir baba gibi davranıyordu. Wolfgang işe giderken bir
trafik kazasında hayatını kaybettiğinde on üç yaşındaydım.
Annemin de benim de dünyamız yıkılmıştı. O an bir daha asla
kimseye yürekten bağlanmamaya karar verdim."
Elfie psikoterapiye geldiğinde otuz beş yaşındaydı. O yaşa
kadar bir kaç kısa macera dışında hiç bir erkeği kendine yak
laştırmamıştı. Aşık olmaya başladığını hissettiği anda ilişki
sini bitiriyordu. Annesiyle birlikte yaşıyordu ve her ikisi de
tüm ilişkilerin sonunun mutlaka trajik bittiğine ve aşktan uzak
durmak gerektiğine inanıyorlardı.
Kötü Örnekler
Erken yaşta yaşanan sorunlu anne- çocuk ilişkilerinin so
nucunda meydana gelen bağlanma korkularını etkileyen bir
diğer sebep de ebeveynlerden çocukla aynı cinsten olanın
çocuğa kötü örnek teşkil etmesidir. Julius 'un örneğinde bu
bağlantıyı açıkça görebiliyoruz. Julius'un çok tatlı bir anne
si vardı. Çocukluğundaki tek problem babasıydı. Babası tüm
ailenin karşısında titrediği bir despottu. Canı istediği zaman
gidip geliyor, başka kadınlarla maceralar yaşıyor ve Julius' un
annesini kölesi gibi görüyordu. Annesi maddi ve duygusal
açıdan kocasına bağımlı olduğu için direnmiyordu. Onun bir
gün değişeceği ümidiyle yaşıyor ve sadece kendisini sevdiği
ne inanıyordu. Julius annesini çok seviyordu, ama kendisine
kötü davranılmasına izin vererek zaaf gösterdiği için de onu
1 18
küçümsüyordu. Babasından nefret etmesine rağmen onu güç
lü ve heybetli olarak algılıyordu. Julius, aşk ve aşağılanma
arasında bocalayan kadın tipini içselleştirdi. Farkında olma
dan da, bir yandan reddettiği, bir yandan da bağımsızlığına ve
gücüne hayran olduğu babasının modelini benimsedi. Baba
sı da ona sürekli, kadınlarla ancak onun davrandığı gibi başa
çıkılabileceğini söylemekten kaçınmıyordu. Gerekçesi de,
kadınların hepsinin birer pislik olduğuydu. Yetişkinliğinde
Julius kadınlara aynı babasının annesine davrandığı gibi dav
ranmaya başladı. Aslında bu onu mutlu etmiyordu. Bu hika
yenin devamı başka türlü olabilirdi. Julius'un durumundaki
bir çocuk, büyüyünce babası gibi bir pislik olmamaya yemin
edebilir ve olmayabilirdi de. Psikolojide, insan karakterinin
gelişimini önceden belirleyerek garanti edebilen matematiksel
bir denklem olmadığına inanılır.
İkinci örnek, kendilerine bir sevgili bulamayan herkesin
iyi bildiği bir fenomeni anlatıyor. Bu insanlar, kendilerini bi
rilerinin onlara bağlanmak istemeyeceği kadar çirkin ve cazi
beden yoksun bulurlar. Bu duygular içlerine çocukluklarında
yerleşmiştir. Nicola, Eifel bölgesindeki küçük bir köyde an
nesiyle büyümüştü. Annesini hamileyken terk edip giden ba
basını hiç tanımamıştı. Annesi içine kapanık, ürkek bir kadın
dı. Nicola doğuştan utangaç bir yapıya sahipti. Ayrıca insan
larla ilişki kurmaktan çekinen annesi de onu bu konuda hiç
cesaretlendirmemişti. Nicola okulda da hep yalnızdı. Aslında
hiç sevilmeyen tiplerden değildi, ama içe dönük davranışları
diğerlerinin onunla arkadaşlık etme isteklerini engelliyordu.
Evde ise sayısız kedisi ile ilgilenen ve gününü piyano çalarak
geçiren annesinin tuhaf dünyası içinde büyüyordu. Nicola an
nesinin tatlı ama dünyadan uzak yaşayan bir kadın olduğunu
anlatmıştı. Annesi babası hakkında hiç konuşmazdı. Annesi
ne bu konuda soru sormaması gerektiğini daha çok küçükken
sezinlemişti. Nicola, annesinin melankolik halinin babasıyla
bir bağlantısı olduğu duygusuna kapılmıştı. Erkek akrabaları
1 19
da olmadığı için Nicola tamamen erkeksiz bir dünyada büyü
dü. Ergenlik çağına geldiğinde yaşıtlarından iyice uzaklaştı.
Partilere davet edilmiyor ve hiç bir genç ona ilgi göstermi
yordu. Çok güzel ve hoş bir kız değildi ·ve bunun için bir çaba
da göstermiyordu. Annesi de dış görünüşüne hiç önem ver
mezdi. Nicola annesinden sevgi ve ilgi görmüştü ama ondan
kendine güvenmeyi öğrenememişti. Çekici bir tip değildi ve
kendini fazla tutuk buluyordu. Hiç şansı olmadığını düşüne
rek erkeklerden uzak duruyordu. B una karşılık iş hayatında
çok başarılıydı. Doğuştan matematiğe üstün bir yeteneği var
dı ve işletme matematiği okudu. Çok iyi bir maaşla bir ban
kada çalışıyordu. Ama özel hayatında çok yalnızdı. Annesi
genç yaşta öldüğünde Nicola yirmili yaşlarının sonundaydı.
Söylediğine göre, artık yalnızlıktan boğulduğu hissedince
bana gelmeye başladı. Nicola'nın hikayesi, anne-çocuk iliş
kisinin mükemmel olduğu durumlarda bile bağlanma korku
larının oluşabileceğini gösteren iyi bir örnektir.
1 20
Jürgen'e rastlamış, tüm direnmelerine ve kendini korumak için
aldığı önlemlere rağmen ona aşık olmuştu. Jürgen, lnga ile ciddi
bir beraberlik yaşamak istiyordu ve birbirlerine çok uygun bir çift
oluşturmuşlardı. lnga ile yaşadığı sorunları konuşmak için beni
ziyaret eden Jürgen, hoş ve duyarlı bir adamdı. 20 yıllık evlilikten
sonra dul kalmış, bağlanabilen bir tipti. Ama lnga yeniden hayal
kırıklığına uğramaktan korkuyordu. "Eğer Jürgen de beni terk
ederse bir daha toparlanamam!" diyordu. Onu yeniden denemesi
için cesaretlendirmek hiç kolay değildi. Bu güne kadar yaşadık
larında yaptığı hataları bularak bunları tekrarlamazsa hayal kırık
lıklarından korunabileceğini ileri sürebileceğim hiç bir ipucu yok
tu. Aslında o hiç hatalı davranmamıştı. Körlerin bile işlerin kötüye
gideceğini hissedebilecekleri tipler olan işe yaramaz erkeklerin
peşine de düşmemişti. Yani erkekler açısından kendini koruması
gereken belirli bir tip yoktu. Gerçekten şansı yaver gitmemişti.
Neyse ki olumlu geçen çocukluk dönemi sayesinde ruhsal temel
leri sağlamdı. Jürgen'le ve benimle yaptığı konuşmalardan sonra
kendinde yeniden deneme cesaretini bulabildi. Bir kaç yıl sonra
tatilini geçirdiği bir ülkeden bana gönderdiği kartpostalda doğru
seçim yaptığını yazmıştı.
121
hissediyordu. Bahçeli güzel bir evleri, sevdikleri arkadaş ve
dost çevreleri, ortak merakları ve sevinç kaynakları olan ço
cukları vardı. İyi anlaşıyorlardı ve nadiren kavga ediyorlardı.
Aralarındaki tutku azalsa da tamamen sönmemişti. Arkadaşı
Herrnann ' ın onunla yalnız konuşmak istediğini söylediği güne
kadar Peter' in mükemmel bir yaşantısı vardı. Herrnann ezilip
büzülerek ona, Sabine 'yi bir kaç gün önce yakınlardaki bir ka
sabada bir adamla arabada sarmaş dolaş giderken gördüğünü
söyledi. Adamı tam olarak görememişti ama onun, Peter ve
Sabine ile aynı mahallede oturan Brigitte'nin kocası Johannes
olduğunu sanıyordu. Herrnann gördüğü kadının Sabine oldu
ğundan emindi. Peter de Herrnann' ın doğruyu söylediğinden
emindi. Peter sonradan, "Bir anda binlerce yerimden bıçak
lanmış gibi oldum" demişti. Peter Sabine'yle yüzleşti. Sabine
ağlayarak Herrnann'ın anlattıklarını doğruladı ve adamın Jo
hannes olduğunu, bu ilişkinin bir yıldır sürdüğünü, kendinden
nefret ettiğini ağlayarak itiraf etti. Bu adama karşı güçlü bir
tutku hissettiğini ve kendini ondan kurtaramadığını söyledi.
Peter eskiden Sabine için her türlü fedakarlığı yapardı. Onu en
çok üzen, bunca zamandır hiç bir şey fark etmemiş olmasıydı.
Böylece, gerçekleri göremeden yalan dolu bir dünyada yaşa
dığını anlayarak geriye dönük güçlü bir duygu hissetti. Duy
duğu hissi, "Bu yanılgım yüzünden sanki dünya ayaklarımın
altından kayıp gitti" diye tarif etmişti.
Ama arkadan daha da kötüsü geldi. Bu ilişki ortaya çık
tıktan sonra Brigitte kocasından boşandı. Çocuklarını yanı
na alarak onunla ilişkisini kesti. Terk edilen, endişe duyan
ve Sabine 'ye aşık olan Johannes, sevgilisi için mücadele
etmeye başladı. Peter çökmüştü, kendine olan güveni yerle
bir olmuştu. O sıralar artık, Sabine 'nin tanıdığı ve sevdiği
güçlü, kendine güvenen erkek değildi. Yorucu ve çok zor
geçen bir karar verme sürecinden sonra Sabine Johannes
ile yaşamayı seçti. Peter ve Sabine, çocukların babalarını
görmeye devam edecekleri, maddi kaynakların adil şekilde
1 22
paylaşılacağı adil boşanma şartları hazırladılar. Ama Peter
perişan olmuştu. O derece güveni kalmamıştı ki, yıllarca
yeni bir ilişkiye girmeyi reddetti.
Güven eksikliğinin en kötü yanı gelecekten korku ve en
dişe duyulmasıdır. Artık duyularımıza ve içgüdülerimize gü
venemeyeceğimizi deneyimleyince kontrolümüzü de kaybe
deriz. Eşimizi doğru algılama ve değerlendirme konusunda
kontrolümüzü ve güvenimizi kaybetmemiz içimizde güçlü bir
çaresizlik duygusu uyandırır. Buna bir de aldatılmanın neden
olduğu özgüven kaybı eklenir. Genelde bu tür yaraların iyileş
mesi oldukça uzun sürer.
1 23
dir. Onlann çocuklarını eğitirken yaptıkları hataların nedenleri
kendi kişisel problemlerinden kaynaklanır. Böylece çocukla
rıyla olan ilişkileri zedelenir ve sorunlar sadece okuyarak öğ
renmekle, hatta psikolojik ve pedagojik danışma yoluyla bile
ortadan kaldırılamaz. Toplumda eskiye göre her türlü beklen
tinin artması ve annelerin artık meslek sahibi olması nedeniyle
de günümüzde daha çok sayıda ebeveynin stres yaşadığını göz
önüne almamız gerekir. Artık kadınların çoğu sadece anne ve
ev kadını olarak yaşamak istemiyorlar. Kadın erkek eşitliğinde
ilerlemeler kaydedilmesine rağmen çoğu erkek evde oturmaya
ve mesleki çalışmaları kadınlara bırakmaya yanaşmaz. Ebe
veynler bu sebeplerden dolayı çocuklarını yabancı bakıcılara
teslim etmek durumunda kalıyorlar. İş ve aile hayatının yükle
diği sorumluluklardan dolayı anne ve babalar da dengeyi sağ
layamıyorlar. Bazıları çalıştıkları için daha dengeli olduklarını
iddia etseler de gerçek durum pek öyle olmuyor.
Ekonomik şartlar çoğunlukla ebeveynlerin doğumdan he
men sonra işlerine dönmelerini gerektiriyor. Maddi yaşam
standartlarının yükselmesi ile birlikte beklentilerin de arttığın
dan yakınılıyor. Tüm bu nedenler çocukların çok küçük yaş
tan itibaren yabancı bakıcılara bırakılması için bir ortam ha
zırlıyor. Altmışlı ve yetmişli yıllarda çocukların yuvaya gitme
yaşı dört civan iken bugün bu yaş üçe hatta ikiye kadar düştü.
Bağlanma ile ilgili araştırmalar, küçük yaşlarda bakıcıların
sürekli değişmesi sonucunda çocuğun bağlanma yapısının za
rar görmesinin önemini belirtiyorlar. Bu teze karşı çıkanlar
da, Alman kadınlarının anaçlığa eğilimleri olduğunu, Fransız
komşularının ise çocuklarını çok küçük yaşlarda başkalarına
teslim edip işlerine devam ettiklerini ileri sürüyorlar. Belli sı
nırların altına düşmediği sürece, çocuk - anne ilişkisinin kali
tesinin, birlikte geçirdikleri sürenin uzunluğundan çok daha
önemli ve etkili olduğu kesindir. En azından çocuk, bağlanma
yapısının geliştiği bir buçuk yaşına kadar hep aynı bakıcı tara
fından büyütülmelidir.
1 24
Toplumda bağlanma yetersizliğinin çoğalması konusunda
gösterilen nedenlerden bir diğeri de boşanma oranlarının gi
derek artmasıdır. Ebeveynlerinin boşanmaları çocuğun sürekli
ve tutarlı ilişkilere olan güvenini temelinden sarsar. Çiftlerin
durup dururken boşanmadıklarını, sürekli kavga edilen ortam
ların çocuklar üzerinde boşanmadan daha kötü etkiler bıraka
cağını da unutmamak gerekir. Eskiden boşanma oranının daha
düşük olması, insanların bağlanma yeteneklerine daha olumlu
etkiler yaptığı anlamına da gelmez.
Kanımca, çocukların durumu günümüzde eskiye göre çok
daha iyileşti. Artık çocuk eğitiminde acımasız şiddet, katı
düzen ve disiplin gibi Ortaçağ metotları popüler değil. En
eğitimsiz kişilerin bulunduğu ortamlarda bile artık çocukları
dövmenin iyi bir şey olmadığı, yasakları sebeplerini anlatarak
açıklamak gerektiği konuşuluyor. Elli yıl öncesinin tersine,
artık günümüzde çocuklara daha fazla anlayış ve sevgi göster
mek moda oldu. Eskiden çocuklara fazla ilgi göstermek ve şı
martmak eleştiri konusuydu. Gelecek kuşakların "egomanyak
narsistler" olacağından şüphe edilirdi. Bu noktada bağlanma
korkularıyla toplum arasında gerçekten bir ilişki kurulabilir.
Aşırı şımartılmak normalde uyum sağlama yeteneğinin azal
masına ve gerçekçi olmayan bir üstünlük inancına sebep olur.
Bu kişilerin ilişki kurmaları zorlaşır. Ayrıca hayal kırıklıkla
rına karşı dayanıksız olmaları sürekli sevgili değiştirmelerine
sebep olur.
Son yüzyıllarda çocukların eski kuşaklardan daha fazla
hasar görerek büyüdüklerine inanmıyorum. Ayrıca bağlanma
korkusu olan kişi sayısının arttığından da pek emin değilim.
Çünkü artık toplumda bağlanma sorunları hakkında konuşa
bilmek son derece meşru sayılıyor. Bir eşin ve ailenin sorum
luluğunu üzerine almayı ve taşımayı gerektiren toplumsal bas
kı, daha doğrusu toplumsal değerler giderek anlamını yitiri
yor. Bağlanma korkusuna sahip olmalarına rağmen evlilikleri
ni yıllarca sürdüren insanların oranı giderek düşüyor. Eskiden
1 25
bu insanlar zorla evlendirilirler ve bir daha boşanamazlardı.
Boşanmak o zamanlar hiç hoş karşılanmazdı. Evlenmeyen,
aile kurmayan insanlar toplum içinde daha az saygı görürlerdi.
Bugün ise bunun tam tersine, bir ilişkinin sorumluluğunu ta
şımak istemediğini açıkça söyleyenlere toplumda hiç bir tepki
gösterilmiyor. Ayrıca günümüzde insanları kimseye bağlı kal
madan, rahatça seks yapabildikleri cazip bir hayat yaşamaya
teşvik eden çok sayıda olanak da var. İnternet sayesinde bi
risiyle tanışabilmek için evden çıkmaya bile gerek kalmadı.
Toplum, bağlanmaktan kaçınanlara sorunlarının keyfini çı
karmaları için uygun ortamlar sağlıyor. Artık boşanmalar da,
aynı sürekli değiştirilen sevgililer gibi gündelik olaylar haline
geldi. Dergiler ve televizyondaki magazin programları artist
lerin, sporcuların, müzisyenlerin ve politikacıların ayrılma,
boşanma ve yaşadıkları macera haberleri ile dolup taşıyor.
Elizabeth Taylor ve Richard Burton gibi bağlanma fobileri
yüzünden sayısız kez ayrılıp tekrar barışan insanların skan
dal olan ilişkileri eskiden de vardı. Ama bugün artık özellikle
sosyetede boşanmak istisna sayılmadığı gibi adeta bir kural
haline geldi. Beşinci evliliklerinin eş adaylarını topluma tanı
tan politikacılara insanlar sadece kafa sallamakla yetiniyorlar.
Artık herkes kendi arzusuyla özellikle bekar kalmak istedi
ğini açıkça söyleyebiliyor. Yani, "Müzmin bekar" lafı artık
eskidi. Yanlış anlamamanız için, burada eski güzel günleri sa
vunmadığımı söylemek istiyorum. Bağlanma korkusu olanları
evliliğe zorlamakla ne onlara ne de potansiyel eşlerine yardım
edileceğine inanmıyorum. Bu örneklerle açıklamak istediğim
şey çok basit, toplumun değerlerinin giderek düşmesi yüzün
den bağlanma fobisi olan insanların yakın ve tek eşli ilişkiler
kurma konusundaki isteksizliklerini açıkça söyleyebildikleri
ni anlatmak istiyorum. Kanımca günümüzde toplum, sadece
bağlanma fobisi olan kişiler yaratmakla kalmıyor, onlara daha
fazla yer vererek daha görünür olmalarına da yardımcı oluyor.
1 26
v
BAGLANMA
KORKUSUNU
AŞMANIN YOLLARI
T ü M S O R U N L A R D A O L D U G U G İ B İ bağlanma korkularında da
çözüm bulmak ancak sorunun nedenlerini anlamakla mümkün
olur. Tüm okurları kapsayan konuları tek tek ele alamayaca
ğım için bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerde önemli rol oy
nayan genel konulara değinmekle yetineceğim. Bunlar, bağ
lanma korkusu yaşayan insanların ortak özellikleridir. Başka
larına bağımlı olmaktan, beklentilerden, reddedilmekten ve
bağlanmaktan korkarlar. Ayrıca çoğunun kurban rolü oyna
ması ve utanç duyması söz konusudur. Ayrı ayrı bölümlerde
değineceğim sekiz ana konu seçtim. Her bölümde bağlanma
korkusunu nasıl aşabileceğinizi, bu korkudan adım adım nasıl
kurtulacağınızı açıklayan veya en azından bu korkuyla bilinçli
olarak başa çıkmanızı sağlayacak somut öneriler bulacaksınız.
Bağlanma korkusundan kurtulmanın yolu önce kendini
tanımaktır. Nasıl ve neden şu veya bu şekilde davrandığımın
bilincinde değilsem, yani kendi davranış modelimi tanımıyor
sam, bilinçaltımda çalışan mekanizmalara erişmem mümkün
olamaz. Bilinç dışı hareket eden mekanizmaları açığa çıkar
mak, görünür ve elle tutulur hale getirmek kitabın ve bir son
raki bölümün hedefidir. Sonraki sayfalarda bulacağınız pratik
1 27
önerileri iki bölüme ayıracağım. İlk adım kişilik modelinizi ta
nımaktır. Çünkü kendini tanımak yolu yarılamak, hatta bazen
de iyileşmeyi başarmak dernektir. İkinci adımda ise bağlanma
korkusunu azaltmak için çok faydalı olacak bazı psikolojik
önlemler önereceğim. Ayrıca, "Odaklanmak - Duygularınıza
Ulaşmanın Yolu" (Sayfa 1 50) başlıklı bölüm, duygularınıza en
kolay ve verimli şekilde ulaşmanız için size yol gösterecektir.
Alıştırmalar ise, muhtemelen yaşamınızı belirleyen karmaşık
ve dağınık duygu kaosundan çıkabilrnenize yardımcı olacaktır.
Kendi kendinize yardım etmenizin dışında size bu yolda
psikoterapistlerin de çok faydası olacaktır.
1 28
ni daha canlı, daha bütünsel ve insanlara yakın hissediyorlar.
Başkalarının yaşamlarını uzaktan izlemek yerine kendileri de
artık hayata katılıyorlar. Kendilerini yeni doğmuş gibi hisset
meleri onlara mutluluk veriyor.
1 29
hayal kırıklığına uğrayan yetişkinler de bağımlılığın acısını
çektikleri için bağımsız ve yalnız olmaya çaba gösterirler.
Bağlanma korkusu yaşayanların etkili olduğuna inandıkları
tek yol tamamen bağımsız olmaktır. Yakınlığa, bakılmaya ve
sevilmeye duyulan insani arzuyu ya hiç hissetmezler ya da sa
dece kısa bir an için hissederler. Bu insanlar tüm ilişkilerine
ebeveynleriyle yaşadıkları bebeklik dönemlerindeki duyguları
yansıtırlar. Kendilerini güçsüz, karşı koymaktan aciz, isten
meyen, ümitsiz, endişeli ve tüm ilişkilerde başkasının boyun
duruğu altına girmek zorunda kalan kişiler olarak görürler.
Kimsenin onları oldukları gibi sevmediğine ve yıllar boyu se
vemeyeceğine inanırlar. Hem kendilerinin hem de karşıların
dakinin ilişki ile ilgili duyguları, bilinçaltlarındaki reddedil
mek, yalnızlık ve uyumlu olma baskıları gibi anılarını tetikler.
Gerçek sorunu anlayabilmeyi engelleyen asıl zorluk, bağ
lanma korkusu olan kişilerin çoğunun bu duyguların ve bağ
lantıların bilincinde olmamalarıdır. Bilinçli olarak ise, onlarda
kaçma dürtüsü yaratan moralsizlik, korku ve öfke gibi yaygın
duygular hissederler. Bir danışanım bu kişilerin davranışla
rının tipik bir örneğini, "Kız arkadaşımla birlikte güzel bir
pazar günü geçirirsem akşama doğru gerilerek huzursuzluğa
kapılıyorum ve kendimi hemen evime dönmek zorunda his
sediyorum. Onunla güzel bir akşam hatta gece bile geçirebi
leceğim halde içimi sahte bir görev duygusu sarıyor. Yoğun
iş haftasına hazır olmak için dinlenmem gerektiğini, çamaşır
yıkayacağımı ya da bunun gibi başka saçma işlerim olduğu
nu söylüyorum" diye anlatmıştı. Terapi seanslarından sonra,
hissettiği gergin huzursuzluğunun altında onu kaçmaya iten
hangi dev korkuların yattığını anlamıştı.
Bağlanma korkusu yaşayan insanlar kendilerini eşleri ya
kınlarında olmadığı zaman güvende hissederler. Yakınlığın
keyfini ancak kısa bir süre çıkarabilirler. Bir süre sonra bu
yakınlığın onları sıktığı, sahiplenildikleri ve yok olacakları
duygusuna kapılarak kendilerini kurtarmak için ya yalnız-
1 30
lığa, ya işlerine ya da benzer bir bahaneye sığınırlar. Ha
rekete geçen korkularına karşı savunmalarını sürdürebilmek
için bilinçsizce her şeyi yapabilirler. Olağanüstü durumlarda
duygularını hapsetmeyi, yani duyguları henüz bilinç düzey
lerine ulaşmadan onları engellemeyi öğrenirler. Nörolojik
araştırmalar da bu işleyiş tarzını kanıtlar. Bazılarında ise bu
savunma mekanizması çok kötü işler. Kendilerine bile abar
tılı ve anlaşılmaz gelen ve kontrol altına alamadıkları korku
larının içinde sürüklenirler.
Bağlanma korkusu olan kişilerin, eşlerini sevip sevmedik
leri ve birlikte olmak isteyip istemedikleri konusunda istikrarlı
duyguları olmaması işi daha da zorlaştırır. Eşlerine karşı çok
az şey hissettiklerinin ve duygularının sürekli olmadığını sıkça
algılarlar. Kısa süren aşk duygularının hemen arkasından boş
luk veya korku hissederler. Eşlerini nadiren özler, eşleri onları
özlediğinde ise bu duygulara karşılık veremedikleri için strese
girerler. Eşlerine karşı hiç bir duygu hissetmemeleri çoğunu
korkutur. Bazıları da eşlerini ancak uzakta olduğunda özler.
Bağlanma korkusu olan insanların çoğunun ilişkiler ve bağlılık
konusundaki duyguları karışık ve kavranması zordur. Bu yüz
den bu duygulan ne kendileri ne de eşleri anlayamazlar.
Bağlanma korkusundan kurtulabilmek için atılması gere
ken ilk adım dışarıdan görünen kayıtsızlığın, huzursuzluğun,
insanı bunaltan keyifsizliğin ve yaygın korkunun altında ba
ğımlılık ve reddedilmek gibi acı verici çocukluk deneyimle
rinin yattığını anlayabilmektir. Kendini tanımak, bağlanma
korkularını biraz açığa çıkaracağı için iyileştirici bir unsurdur.
Ayrıca insan, ilişkiler konusunda asıl kendisinin sorunları ol
duğunu algıladığı anda, suçu eşinde aramaktan vazgeçer. Eğer
aşk ilişkilerinizde sürekli öfkeleniyor, ara sıra tutkularınızı
kaybediyor, özel zamanlara gereksinim duyuyor, eşinizle ne
den beraber olmak istemediğiniz konusunda bir sürü bahane
buluyorsanız bu, doğru kişiyi bulamadığınızdan değildir. Sü
rekli doğru kişiyi aramakla bir yere varamazsınız.
131
Asıl probleminiz, çocukluğunuzdan beri yakın bağlanma
larla ilişkilendirdiğiniz ve tüm bağlanma korkusu yaşayan in
sanları etkileyen çaresizlik ve reddedilme duygularıdır. Ken
dinizi korumak ve tepki olarak bilinciniz dışında bağımsız
olmaya çalışıyorsunuz. Eşinize yönelttiğiniz eleştirilerin ve
aşkınız konusunda duyduğunuz şüphelerin çoğu bireysel ve
özgür olma arzunuza, yakınlaşmaktan ve bağımlı olmaktan
duyduğunuz korkulara dayanmaktadır. Bağımlı olmaya karşı
duyduğunuz nefreti muhtemelen yaşamınızın tüm alanların
dan tanıyorsunuzdur.
Değişmeyi başarabilmeniz için önce, bağımlı olmaya kar
şı içinizde varoluşsal bir korkunun yerleşmiş olduğunu an
lamanız gerekiyor. Bunu itiraf edebilmek büyük cesaret ve
dikkat gerektirir. Sonraki değişimler için bu anlayışa sahip
olmanız şarttır.
İkinci adımda, artık bir yetişkin olarak bağımlı ve çaresiz
olmadığınızı göz önüne almanız gerekir. Bunlar o zamanlar
için doğru olan ama bugün artık geçerliliği kalmamış olan eski
bebeklik duygularıdır. Bunu yapabilmek için aşağıdaki gibi bir
bilinç ayrıştırması yapmanızın inanılmaz faydaları olacaktır:
1 . İçimde, bağımlılıkla ilgili kötü deneyimler yaşamış
olan, hala bu korkuyu taşıyan, varlığını tehdit eden aşk iliş
kilerinden kendini korumaya çalışan küçük bir çocuk veya
bebek var.
2. İçimde bir de karşı koymaya ve yaşamını sürdürmeye
muktedir bir yetişkin var. Bu erişkin ve mantıklı kısım, ilişki
lerin bir varoluş tehdidi oluşturmadığını, tam tersine insanın
yaşamak isteyeceği güzel bir deneyim olduğunu biliyor.
Bu korkuları tekrar tekrar yaşayan içinizdeki bebeğin ve
yetişkin olarak yaşadığınız bugünün gerçeklerinin birbirlerin
den ayrılması gerekir. Bilinciniz dışında birbirlerine karıştık
larında daha güçlü olan bebek yetişkine hükmeder. İçinizdeki
çocuk veya bebek aşk ilişkilerinin tehdit edici olduğuna inanır
ve güçlü bir özgürlük arzusu ile buna tepki verir. Bu çocuğun,
1 32
onu sakinleştirecek, teselli edecek ve cesaretlendirecek seve
cen bir yetişkine ihtiyacı vardır. İçinizdeki çocuğa dışarıdan
biri değil, ancak siz bu şekilde davranabilirsiniz. Yetişkin,
yani içinizdeki mantıklı parçanız, elinde durumu düzeltecek
olanaklar olduğunu, etkili olabileceğini ve direnebileceğini
bilmelidir. Bu yetişkin, ilişki başarısız olursa üzüleceğini ama
üzüntüsünün zamanla geçeceğini, yeniden eski hayatına dö
nebileceğini ve yeniden bir ilişki şansı yakalayabileceğini de
bilir. İçinizdeki yetişkinin bu konuda şüpheleri varsa, bilin ki
asıl endişe duyan yetişkin parçanız değil, olayları net olarak
görebilmenizi engelleyen içinizdeki çocuktur.
İçinizdeki çocukla yapacağınız sohbeti, çocuk parkında
diğer çocuklarla oynamaktan çekinen küçük bir çocuğu ikna
etmek için yapacağınız bir konuşma gibi düşünebilirsiniz. Ör
neğin ona, "Hadi diğer çocuklarla oynamaya git, sana hiç bir
kötülük yapmazlar. Tam tersine bir arkadaş daha buldukları
için sevineceklerdir. Ben buradan size bakıyorum. Seni kor
kutan veya üzen bir şey olursa ben buradayım, merak etme"
diyerek sevecenlikle onu cesaretlendirmelisiniz. Onunla bir
çocuğu teselli eder gibi konuşmalısınız. İçinizdeki çocuk, yani
karakterinizin bağlanma korkusu taşıyan bölümü aynı korkak
bir çocuk gibi düşünür. Reddedilme tehlikesiyle karşı karşıya
kalmak yerine, kimseyle oynamamayı ve diğer çocuklardan
uzak durmayı tercih eder.
İçinizdeki çocuğu sevgiyle kucaklamanız, ona yaşamı an
latmanız çok önemlidir. "Korktuğunu biliyorum, anneyle ya
şananlar çok kötüydü. Ama ben bir yetişkin olarak bundan
sonra yanında olacağıma ve seni koruyacağıma söz veriyo
rum. Direnebilirsin ama reddedilmeyeceksin. Hem artık onun
(kişinin ismini söyleyerek) seninle olmak istediğine ve seni
sevdiğine güvenmelisin. Gerçek deneyimleri söz konusu ol
duğundan, içinizdeki çocuğun hala şüphelenmesi için geçerli
nedenleri olduğunu unutmayın. Genellikle içimizdeki çocuğa
acımasız davranırız. "Bu ne biçim davranış böyle salak şey.
133
Yaptıkların çok komik ... " gibi yorumlar yaparız. İnsan için
deki çocuğu azarlayarak onu aşağılarsa, travma yaşamasına
neden olan ebeveynlerin davranışlarını tekrarlamış ve eski
korkuları beslemiş olur.
İçinizdeki çocuk üzerinde çalışmak, günümüzde yaşadık
larınızın gerçekçi ve ölçülü bir değerlendirmesi ve onun yaşa
dığı travmatik olaylardan tamamen farklı olacağı için size çok
yardımcı olacaktır. Çocuklukta yaşanan bu tür deneyimlerin
en kötü tarafı, yetişkinlikte artık geçerli olmamalarına rağmen
hala etkili olmalarıdır. İnsanın yetişkinliğinde ilişkiler konu
sunda yeni deneyimler kazanmasını engelledikleri için ken
dini küçümsemeye kadar varabilir. İçimizdeki çocuk, olayın
artık eskide kaldığını ve şartların değiştiğini anlayamaz. Sa
bırla buna ikna edilmelidir. Sonraki bölümlerde de sıkça bah
sedeceğim içindeki çocukla konuşmak sorunların çözümünde
en etkili yollardan birisidir. İçsel konuşmaların türlerini size
sadece ana hatlarıyla anlatabiliyorum.
1 34
bir karşı koyma dürtüsü uyandırır. Boyun eğmekten hoşlan
mazlar. Eşlerinin en küçük beklentileri ve istekleri bile diren
me ve meydan okuma duygularını harekete geçirir. Yakın
laşmaya meydan vermeden kaçmak gibi yöntemlerin dikkat
çektiği pasif saldırganlığın sayısız savunma stratejilerini hatır
layalım. Bağlanmaktan korkanlar direndiklerini ifade edeme
dikleri, hatta bilincinde bile olmadıkları için ortadan kaybo
larak pasif savunma yaparlar. Bu yöntemin (işini, hobilerini,
hastalıkları bahane ederek kaçmak) muhatapları tarafından
anlaşılması oldukça zordur.
Bağlanma korkusu olanların neden beklentilerle araları kö
tüdür? Bunun iki ana nedeni vardır:
1 . Beklentileri, sahiplenilmek ve boyunduruk altına alın
makla bir tutarlar. Erken yaşlarda, hayatta kalabilmek veya
ebeveynlerinin sevgisini kazanabilmek için yakın çevrele
rinin beklentilerine uyum sağlamak zorunda kalmışlardır.
Ebeveynlerin baskısının ve anlayışsızlıklarının devam etme
si sonraki gelişme çağlarında da bağlanma sorunlarına yol
açabilir. Bu yüzden bedensel ve/veya ruhsal olarak hayatta
kalabilmeleri annelerinin veya ebeveynlerinin beklentilerini
yerine getirme başarılarına bağlı kalır. Hiç bir çocuk anne
ve babasının sevgisi olmadan kendine yetemez. Eğer ebe
veynlerinin şartları bunu gerektiriyorsa çocuk küçük yaşlar
da kendi arzularını gizlemeyi öğrenir. Bu da güçlü ve fobik
bir direnişe yol açar. İçlerinde giderek büyüyen müthiş bir
meydan okuma duygusu ile beklentilerden kaçma stratejile
ri geliştirirler. B ir daha asla kimsenin karşısında (anne/ebe
veynlerle olduğu gibi) zayıflık göstererek ona teslim olmak
istemezler. Bilinçleri dışında sağlam bir güç ve kontrol mo
deli geliştirirler. Onlara kurallar koymak, fazlasıyla yakın
laşmak, özgürlüklerini kısıtlamak isteyen herkese, yani her
davetsiz misafire karşı öfkeden köpürerek saldırganlaşırlar.
Bu dik başlılıkları karşılarındakilerin en ufak bir beklenti
sinde dahi harekete geçer. Özgürlükleri, hayatları ve kişisel
1 35
dokunulmazlıkları için savaşırlar. Bilinç dışı, "Sakın bana
yaklaşma! " tehdidi savururlar. Benlik sınırlarını tüm güç
leriyle korumaya çalışırlar. Kendi yansımaları nedeniyle de
aslında hayaletlere karşı savaş açtıklarını göremezler.
2. Anlaşmazlıklar konusunda yetersizdirler. Bağlanma
korkusu olanlar başkalarının beklentilerinin kendilerini esir
almasını engellemek isterler. Çocukluklarında kendi istekle
rinde ısrar ettiklerinde hep kaybettikleri için başarı şanslarının
olmadığını düşünürler. Fikirlerini savunmaya değdiğini çok
az deneyimledikleri için de hemen pes ederler. Özellikle de
bunu insan ilişkilerinde bazı istekler ve gereksinimler söz ko
nusu olduğunda yaparlar. İlişkilerle ilgisi olmayan daha nesnel
konularda, örneğin politik fikirlerini tartışarak savunabilirler.
Ama tartışma konusu özelleştikçe, isteklerinin dinlenmesine
ve anlayışla karşılanmasına alışık olmadıkları için kendileri
ne güvenemezler. Ortak bir çözüm yolu bulmak için karşılıklı
konuşma alışkanlıkları da yoktur. Bazıları - özellikle erkek
ler - bu süreç sonunda sessiz kalmayı tercih ederler. Eşleri
onlarla özel konular konuşmaya çalıştığında ağızlarından bir
kelime bile çıkmaz. Ya kendilerine radikal sınırlar çizerler
ya da direnmekten vazgeçerler. Bunların dışında bir davranış
şekli bilmezler. İlişkilerini riske atmak istemediklerinde itiraz
etme imkanlarının olmadığına inanırlar. Bu inançları hangi
sinemaya gidileceği gibi sıradan konularda dahi kendini gös
terir. Tartışmalarda karşılarındakinden daha zayıf oldukları ve
her an terk edilecekleri duygusu adeta içlerine işlemiştir. Bu
duygu, sürekli hissettikleri anlamsız bir içsel direnişe sebep
olur. Tartışmaların en başından itibaren yara almamak için
sınırlama stratejilerini belirlerken arada güvenliklerini sağla
yacak kadar uzak bir mesafe bırakırlar. Eğer eşleri onları terk
ederse onu kendilerine fazla yakınlaştırmadıkları için çok acı
çekmeyeceklerini düşünürler. İçlerindeki itiraz etme hakla
rının olmadığına dair inanç, onları kendilerini koruyabilmek
için kronik bir savunma tarzına yöneltir.
136
Bu açıklamalarla, beklentilerle başa çıkabilmenin anahta
rının kişilerin tartışma yeteneklerinin iyileştirilmesi olduğunu
anlatmaya çalıştım. Tartışma becerisi kazanabilmek için önce
isteklerimizi ifade etme ve konuşma hakkımız olduğuna emin
olmamız gerekir. Önceki bölümde tavsiye ettiğim, birine ba
ğımlı olmaktan duyduğunuz korkuya karşı içinizdeki çocukla
yapacağınız konuşma, bu konuda da faydalı olacaktır. Çünkü
asıl sorun, konuşma yeteneğinizde değil, özgüven eksikliği
nizde ve tartışarak bir yere varılamayacağına inanmanızdadır.
İlk adım olarak size, beklentilere karşı duyduğunuz tepki
lerin bilincine varmanızı tavsiye ediyorum. Bu soruna sahip
kişiler, önlerine duvar çekmelerinin ve ortadan yok olmala
rının nedenlerini kendileri de bilmezler, istemleri dışında sa
vunmaya geçerler. İçlerinde hissettikleri belirsiz bir daralma
duygusu onları kaçmaya yöneltir. Bu yüzden, içsel bir yol
culuk yaparak beklenti korkusunu bularak diğer iç sıkıcı ve
karmaşık duygulardan ayırmak gerekir. Bu da en iyi içsel
dikkat ve yansımalar yoluyla yapılır. İnsanın kendisini kö
şeye sıkıştıran duygulan anlaması gerekir. Aklınıza gelen bu
tür duyguları bir kağıda yazmanız yararlı olacaktır. Eşinizin
size doğrudan yönelttiği beklentiler nelerdir? Ya da siz hangi
beklentilerini sezinliyorsunuz? Kendinize, gerçek olan veya
sadece sezdiğiniz beklentilerin içinizde hangi düşünce ve duy
guları uyandırdıklarını sorun. Bu arada tüm dikkatinizi bilinçli
olarak bedeninize çevirin. Beklenti baskısını bedeninizin ne
resinde ve nasıl hissediyorsunuz? Baskı mı, gerilme mi, mide
ya da göğüs kasılması mı? Muhtemelen bu, yaşamınız süre
since iyi tanıdığınız bir duygu. Onu dostça selamlayın, size
anlatacak çok şeyi var. Çünkü bu duygu, itiraz etme hakkı ol
madığına inanan içinizdeki çocuğun duygularını ifade ediyor.
O, her zaman peki demese de sevileceğine inanamayan ve bu
yüzden tartışmaya girmeye inatla direnen çocuğun sesi.
İkinci adımda, her tür anlaşmazlıktan kaçacak ve meydan
okuyarak 'hayır' diye haykıracak olan içinizdeki çocuğu ya-
1 37
tıştırın. Olayı içinizdeki iyi kalpli yetişkinin bakış açısından
görmeye çalışın. Bu noktada vazgeçmek hakikaten o kadar
zor mu? Gerçekten ondan çok şey mi isteniyor? Öyleyse bunu
sakin sakin konuşarak halletmek mümkün mü? Dostça 'hayır'
dersem kötü şeyler mi olur? İçinizdeki yetişkin, çocuğun tar
tışabileceğini ve etkili olabileceğini anlamasını sağlamalıdır.
Onu, uzlaşma olanakları olduğuna, inat ederek bir köşede so
murtarak oturmasına gerek olmadığına ikna etmelidir. İçiniz
deki çocuk, boyun eğmek ve fedakarlıkla, kesin uzlaşmazlık
arasında başka davranış şekilleri de olduğunu öğrenmelidir.
B ir yetişkin olarak, anlaşmazlıklar konusunda belirli soru
lara verilecek bir cevabınız olmayabilir. Anlaşmazlıklarla baş
edebilen arkadaşlarınızla konuşmanın size faydası olacaktır.
Bu konuyla ilgili kitaplarda da yararlı öneriler bulabilirsiniz.
Bazılarınız bu kitabı okurken, tartışma korkularının sade
ce aşk ilişkileri ile sınırlı kalmadığını fark etmişlerdir. Buna
olumlu yönden bakmaya çalışın. Bir yetişkin olarak, tartışma
korkunuzu yenmek için günlük hayatınızda yeteri kadar alış
tırma yapacak alanlara sahipsiniz. Fikrinizi söyleyerek hare
kete geçin ve tartışın. Tahmin ettiğinizden çok daha olumlu
deneyimler yaşayacağınızı size garanti edebilirim. İnsanlar
sizi daha net ve gerçek algılayacaklardır. Böylece hem kendi
nize hem de ilişkilerinize olan güveniniz artacaktır.
1 38
altında aslında derin bir boyun eğiş yatar. Çünkü istediklerini
elde edemeyeceklerinden emindirler. Psikolojileri bu dayanıl
maz duyguyu, "Zaten istemiyorum" şeklinde formüle eder.
Egolan, bu düşünce oyunu sayesinde kontrolü tekrar ele ge
çirir, çünkü reddetmek reddedilmekten daha katlanılabilir bir
duygudur. B urada psikolojik bireysellik modeli yönlendirici
bir işlevsellik kazanır. B ireysel davrandığım ve kimseyi ken
dime yaklaştırmadığını zaman reddedilmekten korkmama da
gerek kalmaz. Çünkü hem önceden tahmin edilen bir kaybın
acısı daha kolay küllenir hem de şüphe duyduğumda önce terk
eden ben olurum.
B ağlanma korkusu olan kişilerin bazıları ilişkilerin gerek
tirdiği yakınlaşmadan vazgeçemezler veya vazgeçmek iste
mezler. Bu yüzden bireyselleşme isteğinin en tehlikeli rakibi
yakınlaşma arzusudur. Bağımsızlık ve yakınlaşmak arzusu
aynı kefeye konacak duygular değildir. İşte bu iç dengesizlik
sonucunda bağlanma korkusu olanların ve eşlerinin çok ya
kından tanıdıkları, yakınlaşma ve uzaklaşma arzuları arasında
kararsız kalarak gidiş gelişler yaşama durumu ortaya çıkar.
Psikolojide bu, yakınlaşma-uzaklaşma ikilemi olarak ifade
edilir. Kişilerin çoğu yakınlaşma arzularını ve belki bu defa
işler daha iyi yürür ümitlerini tamamen yitirmediklerinden ya
kınlaşabilirler. Ama reddedilme korkuları tekrar alarma geçti
ğinde de ürkerek geri çekilirler.
Bağlanma korkusu olan insanların reddedilmekten kork
malarının asıl sebebi özgüven eksiklikleridir. Bu, kayıtsız ka
çınmacılar için de geçerlidir. Özgüvenleri yerinde gibi görün
se de içlerindeki yeterli olamamak ve reddedilmek korkuları
çok güçlüdür. Özdeğer duygusu düşük olan insanalar redde
dildiklerinde özgüven sahibi insanlardan çok daha derinden
etkilenirler. Daha önce de belirttiğim gibi, özdeğeri düşük
kişilerin önlerinde iki seçenek vardır. Ya reddedilmeye im
kan vermemek için her şeyi düzgün ve en iyi şekilde yapmaya
çabalarlar (Saplantılı bağlananlar) ya da özgüvenlerine zarar
1 39
verebilecek insanları kendilerine yaklaştırmamak için inatla
direnirler (Kaçınmacı bağlananlar).
Sonuç olarak, bağlanma korkusunun dış merkezinin düşük
özdeğer duygusu olduğunu söyleyebiliriz. Özdeğer duygusu
insan psikolojisinin kumanda merkezidir. Bağlanma korkusu
olan kişiler eşleri ile olan ilişkilerini dayanılır hale getirebil
mek için yaptıkları her şeyi kendi saldırıya açık, savunmasız
özdeğerlerini korumak için yaparlar. Yüksek özdeğer duygusu
güçlü olduğu ve kolay yara almayacağı için korunmaya fazla
ihtiyacı yoktur. Buna karşılık düşük özdeğer duygusu yaralan
mamak için sağlam sığınaklara ve koruyucu askerlere gerek
sinim duyar. Bağlanma korkusu olan tipler, çocukluklarından
kalan çarpık algılamalar yüzünden sığınaklarına girmek iste
yen herkesi düşmanları gibi görürler. Çünkü buraya giren bir
düşman artık kontrolden çıkar. Askerleri esir alabilir. Burada
"düşman tarafından fethedilmek", yani tamamen teslim alın
mak, benliğin yok olması ve bozguna uğramak söz konusudur.
Bu, anılarının bir kısmı hafızalarından silinmiş olsa da çocuk
luklarında yaşadıkları bir deneyimdir. Benliklerini ve özdeğer
lerini düşman akınından korumak için ellerinde sadece kaçış,
saldırı ve dona kalma gibi savunma stratejileri kalmıştır. Bu
nun bedeli her iki taraf için de yalnızlık ve yaralı insanlardır.
Peki, özdeğerinizi saklanmak yerine başka nasıl koruyabi
lirsiniz? Reddedilmeyi ve başarısızlığı göze alarak onu nasıl
güçlendirebilirsiniz? İyileşmek için atılan tüm adımların te
melinde, yolun yarısı demek olan kendinizi tanımak yatar.
Özgüveninizin yara almasından korktuğunuzu ve insanları
kendinizden uzaklaştırarak onu sürekli korumaya çalıştığınızı
itiraf etmeniz atacağınız ilk adım olmalıdır.
İkinci adım ise bu korkuyu kabullenmeniz ve onu anlama
nızdır. O, sığınağına saklanarak kimseyi kabul etmek isteme
yen içinizdeki çocuktur. Her zamanki gibi hakaret edilmeye
ve azarlanmaya değil, teselliye, sevgiye ve ilgiye gereksinim
duyar. Tüm okurlarımın bana katılacaklarını umuyorum.
1 40
Dünyaya gelen bir bebeği isteyerek ve severek karşılıyorsanız
lütfen kendinizi istisna olarak görmeyin. İçinizdeki çocuğun
kendini kötü hissetmesi için geçerli sebepleri vardır. Ebeveyn
lerinin iyi niyetlerine rağmen haksızlığa uğramıştır. İğneleyici
sözler söyleyerek ve onu yalnız bırakarak siz de bu haksızlığı
sürdürmeyin. İyi kalpli yetişkin olarak çocuğa, değerli oldu
ğunu ve değerinin ölçüsünün başkalarının sevgisi olmadığını
açıklayın.
Korkularının üstesinden gelebilenler yalnızca kendileri ile
değil diğer insanlarla da yakınlaşmayı başarırlar. Çünkü ben
liklerini koruma uğruna benmerkezci olurlar. Sürekli kendi
savunmaları ile meşgul olmaları karşılarındakilerin istekleri
ni ve gereksinimlerini görememelerine sebep olur. Bir danı
şanım, kız arkadaşı ile arada bir görüştüğünden onun üzgün
olabileceğinin aklına bile gelmediğinden bahsetmişti. Onu
üzmüş olabileceğini hayal bile edemediği için benmerkezci
bakış açısı ile kız arkadaşının üzüntüsünü algılamamış ve ona
inanmamıştı.
Eşler güçlü ve üstün kişiler olarak algılandığında içsel ola
rak direnmek meşru bir davranıştır. Çoğu bağlanma korkusu
olan kişi böyle hisseder. Ama bu arada algılayamadıkları şey
kendi düşmanlıklarını karşılarındakilere de yansıttıklarıdır.
Muhataplarının gerçek amaçları onların duydukları endişeyle
hiç bir şekilde örtüşmediği halde bu korkuyu içlerinde taşırlar.
Yani hayaletlerle savaşırlar. Bağlanmaktan korkanlar bencil
likleri yüzünden savaştıkları hayaletlerin arkasında duyguları
incinebilen insanlar olduğunu algılayamazlar. Bilinçli olarak
karşılarındaki insanların duygularına yönelerek kendi korku
larını engellemeye çalışmaları yararlı olacaktır.
Karşınızdakilerin size hükmetmediklerinin ve onların kö
lesi olmadığınızın bilincine varın. Onlardan daha değersiz de
ğilsiniz. Bunların tümü çocukluğunuzun yansımalarıdır. Ken
dinizi kurban gibi hissettiğiniz halde bu yansımalar ve kul
landığınız savunma yöntemleri sizi suçlu durumuna sokuyor.
141
Kaçış, saldırı ve dona kalma tepkisi sizinle birlikte olan ve
olmak isteyen insanlar için çok yaralayıcıdır. Sizin yara alma
nızı aranıza koyduğunuz uzak mesafe önlüyor. Onlar için siz
herhangi biri değil, belli birisiniz. Eğer önemli olmasaydınız
sizce bu oyunu sürdürürler miydi? Egonuzun yara almadığını,
bu işten tam zamanında sıyrıldığınızı sadece kendiniz bilseniz
bile uzak mesafeden birisini yaraladığınız bir gerçektir. Sığı
nağınızdan dışarı çıkıp bir bakın, orada bir yaralı var.
Bağlanma korkuları yüzünden alkolün pençesine düşen bir
danışanım, yıllarca alkol problemine ve bağlanma sorunlarına
dayanmış olmasına rağmen hayat arkadaşının onu destekle
diğinden şüphe duyuyordu. Alkol sorunundan kurtulduktan
sonra geçmişini gerçekçi gözlerle inceleyince, yıllarca davra
nışlarının sebep olduğu algılama hatalarını görebilmişti. Yine
de içinde, kız arkadaşının biraz daha üstüne giderse ya da onu
korkutursa onun buna dayanıp dayanamayacağı şüphesini
inatla taşıyordu. Kız arkadaşının ise en son istediği şey buy
du. Danışanım sadece olası bir reddedilme karşısında duydu
ğu korkuyu hissediyordu. Kız arkadaşını birçok kez terslediği
halde ondan neden ayrılmadığını ve sarhoşluğu yüzünden yıl
larca neler çektiğini yeni yeni anlıyordu.
İyi anlamanız gereken, çocukluğunuzda bir kurban şimdi
ise bir suçlu olduğunuzdur. İçinizdeki derin reddedilme kor
kusu yüzünden çekmek istemediğiniz tüm acıları eşinize çek
tirdiğinizi bilin.
1 42
adamın kollarında yattığını gördü. Ona dehşet içinde aşklarını
hatırlattı. Kadın ve arkadaşları alay ederek, "Ona gerçekten
inanmış mıydın?" diye sordular. Adam cesareti kırılmış bir
halde soruyu 'Evet' diye yanıtladı. Diğerleri, "Eskiden bunları
biz de yaşadık! " dediler.
Eskiden bir kurban olan ve hala da kendini böyle hisseden
içinizdeki çocuğun elinde bugün yetişkinlerin silahları var.
Değişen bu gerçeği dikkate almayan çocuk, yetişkin bedeni
içinde kendini hala elindeki imkanlarıyla savunuyor. Kendini
haklı buluyor. Aşağılanmış yaralı çocuk suçlulardan intikam
alıyor. Ama bu arada asıl suçluların bugün karşısında duran
insanlar olmadığını fark edemiyor. Duygularını ve deneyim
lerini bilinçlerinden uzak tutan yansımalar ve ruhsal savunma
mekanizmaları yoluyla vicdan azabı duymadan hareket eder
ler. Bağlanma sorunu olan insanların çocukluklarında aldıkla
rı derin yaraları anlayış ve üzüntü ile karşılamakla birlikte, ye
tişkin olarak işledikleri suçları da görmek gerekir. Bu özellikle
kayıtsız kaçınmacılar için geçerlidir. "Narsistler" bölümünde
de bahsettiğim gibi, bugün artık kendilerine acımadan karar
verebilme avantajına sahipler. Çünkü davranışları sadece aşk
ilişkileri ile sınırlı olmayıp yaşamlarının tüm alanlarında ge
çerlidir. Ama bugün güçlü pozisyonlarda bulunmaları tüm
dünyaya zarar vermelerine de yol açar. Politik platformlar ve
kredi mekanizmaları gibi geniş alanlarda yetki sahibi olarak
görev yaparlar. Tabii ki yetki sahibi olanların tümü kayıtsız
kaçınmacı kişiler değildir.
Bu kısır döngüden kurtulmanın yolu, kişisel yansıtma yap
mak, yani kendi duygularıyla, gizli davranış modeliyle ve
yaşam hikayesiyle çatışmaya girmektir. Bu yüzden yansıtma,
sadece psikolojideki zihinsel araştırmalar alanında değil, daha
kapsamlı olan politik ve toplumsal alanlarda da ortaya çıkar.
Bu kişiler çoğunlukla duygularından arınmış, kişisel olarak
acı çekmeyen, psikolojileri sağlam ve yaşamda başarıyla iler
leyen kişilerdir. Yetkilerini genişletmek için psikolojik bilgi-
1 43
leri kullanmadıkları sürece psikoloji bilimini ve psikologları
küçümserler ve içlerindeki saldırganlık tetiklenir.
Psikolojik olarak yansıtılan kişi çok akıllıdır. Etik ve ahlaki
sağlam temellere dayanarak hareket eder. Zaaflarının, kibri
nin, kıskançlık eğiliminin ve değersizlik duygularının bilin
cindedir. Benliğinin farkındadır. Böylece bu duygularını bas
tırarak kontrol edebilir. Korkusuyla yüzleşebildiği için başka
larının bundan zarar görmesini önleyebilir. Çünkü saldırgan
lığın, fiziksel ve ruhsal şiddetin asıl sebebi benlik korkusudur.
Korkularımızla yüzleştiğimiz zaman onları çarpıtmak yerine
onlarla ilişki kurarız. Derin güçsüzlük duygusunu ve vicdanı
farkında olmadan güçlü bir yetki modeline dönüştürmek, kor
kuyu kişisel bir tehdit sayarak yansıtmaktan daha az tehlike
yaratır. Hırsızlardan korkan biri kendine bir silah satın alır.
Bu korkusu, ürkerek yanlışlıkla arazisine giren birisine ateş
etmesine sebep olur. Bu davranış her ülkenin şartlarına pek
uymaz ama ABD'de olabilir. Michael Moore' un "Bowlingfor
Columhine" adlı dikkat çekici belgeselinde ortaya koyduğu
gibi Amerikalıların çoğunu silah satın almaya ve ateş etmeye
yönelten asıl sebep korkularıdır. Ben şahsen bu yaygın korku
yu kötü, sağlıksız, işlevsellikten uzak ve başarısız buluyorum.
İnsanları esir eden, nesnel, yaralayıcı ve ölümcül bir korku
olduğunu düşünüyorum. İnsanlar korkularını saldıran kişiye
yansıtır ve silahlı olmanın verdiği güven duygusuyla kendi
lerini yok edilmekten korumaya çalışırlar. ABD ' de ateşli si
lahlar kanununa göre karşılaştığınız herkesin teorik olarak si
lah taşıma olasılığı olduğu için bu korkular beslenerek büyür.
ABD örneğinde tasvir edilen bu psikolojik düzenek dünya
çapında da geçerlidir. Korku ve onun yarattığı savunma duy
gusu psikolojik bir seri bağlantı gibi giderek daha çok korkuya
yol açar. Eski kurbanların suçluya dönüştüklerini artık biliyo
ruz. Buna rağmen bu düzeneğin dışarı yansıtılmayan korkular
konusunda da geçerli olduğunu belirtmek istiyorum. Bu kısır
döngüden kurtulmanın tek yolu yansıtma yapmaktır.
1 44
Bağlanma korkusu olan insanlar kurban oldukları ve kendi
lerini saldıran kişiye karşı savunmak zorunda olduklarını his
sederler. Rakiplerini potansiyel bir davetsiz misafir, saldırgan,
etkili, yönlendirici, güvenilmez, tacizci, güçlü, egoist ve kötü
niyetli kişiler olarak algılarlar. Bağlanma korkusu olan kişiler
eşlerini de kendilerini eğitmeye çalışan, kandıran, esir eden,
boyunduruk altına alan, hapseden, zincire vuran ve yok eden
kişiler olarak görürler. Aynı zamanda eşleri, insanı bağımlı kı
lan, isteklerinin yok olmasına sebep olan, gücünü ve özerkliği
ni elinden alan bir tehlike, bir uyuşturucu maddedir. Daha hafif
vakalarda eşleri, er veya geç onlara ihanet ederek terk edecek
olan bir tehdit olarak kabul ederler. Onlara göre bu yansıtmalar
gerçektir. Saldırganlara ve uyuşturuculara karşı kendini savun
mak doğal olarak meşru bir davranıştır. Eğer sürekli saldırıya
uğrama beklentisi içinde yaşıyorsak yastığımızın altında bir si
lahla uyumamız son derece normaldir. Bağımlı olmak, kontro
lümüzü kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya kaldıysak, uyuş
turucu haplardan uzaklaşmamız ve sadece kontrolü sağlaya
bildiğimiz durumlarda kullanmamız gerekir. Yansıtma yapan
kişiler haksızlık yaptıkları duygusuna kapılmazlar. Aslında
aldıkları savunma önlemleri sadece ölçüsüz değil, son derece
vahşi ve acımasızdır. Yalan söylerler, aldatırlar, kırıcı davra
nırlar, aşağılarlar, duvarlar örerler, ortada bırakırlar ve bazen
de vururlar. Sadece kendilerini savunmakla meşgul oldukları
için sözlerinin ve davranışlarının karşılarındaki insanlar üze
rindeki etkileri konusunda empati yapamazlar.
Bağlanma fobisi olanların benmerkezcilikle ve acımasız
lıkla birleşen radikal savunma tarzları sadece aşk ilişkilerinde
ortaya çıkmaz.
Eğer yazdıklarımda az bile olsa kendinizde bulunan kimi
özellikler varsa lütfen benliğinizin bilincine varmaya çalışın.
Lütfen bunları bastırmayın ve bugüne kadar davrandığınız
gibi davranmaya devam etmeyin. İçinize dönerek düşünün ve
duyumsamaya çalışın! İçsel duygularınızla, içinizdeki çocuk-
1 45
la ilişki kurmaya çalışın. Gerçeklerle yüzleşin, onları zararsız
mış gibi göstermeye yeltenmeyin. Kurban rolünden ve bunun
sonucunda dönüştüğünüz suçlu konumundan kurtulmak için
tek çıkış yolunuz yansıtmalarınızı ve bunların sonuçlarını an
layabilmenizdir.
1 46
turmaya çalışmışlardır. Açlığa teslim olmayarak onu kontrol
altına almışlardır. Kendilerini yeme gereksinimlerinden soyut
lamışlardır. Ama aniden duyumsadıkları yakınlaşmanın tadı
onları lezzetli çerezler gibi etkileyerek açlıklarını çoğaltmış
tır. Yıllarca kendilerini bilinçsizce zorlayarak hayal kırıklığı
yaşamamak için sevgi ve güvenden vazgeçmişlerdir. Ama bu
vazgeçiş, cennetin kapısını araladıkları anda güçlü şekilde ter
sine dönmüştür. Kapıdan geçmek yerine kapıyı kapatarak ken
dilerini engellerler. Neden? Çünkü içlerindeki çocuk bunun bir
hayal olduğunu bilir. Asla doymayacağından ve sonunda hayal
kırıklığına uğrayarak yalnız kalacağından emindir. Bu yüzden
bağlanma korkusu olan insanlar için beraberliklerde yaşanan
mutluluk anları kaçınılmaz birer yıkımdır.
Bu korkuyu yaşayan birisi arkadaşına yazdığı bir mektup
ta, "Beni mutlu eden bir şeyle karşılaştığımda olabildiğince
uzağa kaçmaya çalışıyorum ... ", "Çöküşüm ve hayal kırıklığım
devam etmeye cesaret ettiğim ölçüde büyüyor. Teorik olarak
bunun ne kadar saçma olduğunu bilmeme rağmen duyguları
mı değiştiremiyorum" diye yazmıştı. İşte bu yüzden bağlanma
korkusu olan kişilerle yaşanan birliktelikler, en iyi yürüdükle
ri dönemlerde ve yoğun mutluluk anları arttığında bitiriliyor.
Buna neden olan da, birisine güvenmenin ve kendini ona ada
manın sonunun ölümcül bir çöküşle biteceğine olan sarsılmaz
inançtan kaynaklanan korkudur. İnsan asla kendini başkasına
emanet etmemelidir, ettiğinizde er veya geç, şöyle ya da böyle
sonunda mutlaka çökmenize sebep olacaktır. Bağlanma kor
kusu olan kişiler bu düşünceyi içselleştirmişlerdir. Bağımlılık
öldürücü, bağımsızlık ise daha güvenlidir. Çocukluk çağla
rında deneyimledikleri ilişki tarzı budur. Anneleri güçlüydü.
Eğer isteseydi çocuğu sokağa atabilirdi. Sezgilerine göre ço
cuk şanslı olduğu için ve uyum yeteneği sayesinde hayatta ka
labilmişti. Gerçek buydu! Bu dramın bir daha tekrarlanmasına
izin veremezlerdi. Bundan böyle bağlılığın ve bağımlılığın her
türlüsünden kaçınacaklardı.
1 47
Bir yetişkin için düşkünlük böylesi bir tehdit yaratmaz.
Ama bağlanma korkusu olan kişiler içlerindeki çocuğun
inançlarıyla gerçek arasındaki farkı birbirinden ayırt edemez
ler. Artık büyüdüklerini, yaşamlarını ve aşklarını kendileri
yapılandırabileceklerini göremeden eski korkularını yeni iliş
kilere yansıtırlar.
Mutluluk veren yoğun duygular konusunda deneyimleri
yoktur. Sevecenliğe alışık değillerdir. Bu konuda da beklenti
lerle başa çıkma konusunda olduğu gibi orta yolu bulamazlar.
Yakınlaşma açlıkları giderildiğinde aynı uyuşturucu bağımlı
sı gibi davranırlar. Uzun bir süre uyuşturucudan uzak duran
bağımlıların yeniden uyuşturucu krizine girmeleri fazla doz
almakla sonuçlanır. Bağlanma korkuları olanlar da "ya hep ya
hiç" duygusunu yaşarlar. Bağımsızlık gereksinimleri bağımlı
lığa dönüşebilir.
Adeta bir devrim niteliğindeki aşırı bağımsızlıktan aşırı
bağımlılığa geçiş psikolojik olarak şöyle açıklanabilir: İçle
rindeki çocuk, annesiyle güvenli bir bağ kuramadan büyüme
çağına gelmiş olan bir bebektir. Bebekler anneleri yanlarında
olmadığında onu ağlayarak çağırırlar. Onu göremeseler de
annelerinin yanlarında olduğunu öğrenememişlerdir. Nesne
nin sürekliliğini ve buna bağlı olarak anneleri, babaları veya
yakın çevrelerinden insanlarla bağ kurmayı gelişimlerinin
daha sonraki yıllarında öğrenirler. Nesne sürekliliği yardı
mıyla da bu ilişkilere ve yaşamlarındaki diğer tüm ilişkilere
güvenme duygusunu kazanırlar. Bağlanma korkusu olanlarda
bu işlem bozularak tamamlanamamıştır. Güven eksiklikleri,
ortak yaşama duydukları gereksinim ve anneyle kaynaşma
arzuları (yetişkinlikte eşlerle) yakınlaşma yaşadıkları anlarda
ortaya çıkar. Bu yarım kalmış bir gelişim sürecidir, telafi ve
tatmin edilmek ister. Bu dürtüye göz yumdukları anda aynı
bebek gibi davranmaya başlarlar. Sevdikleri kişiden ayrıl
mak istemez, ona tamamen sahip olmak isterler. İçlerindeki
çocuk, günlük hayatta kaçınılamayan kısa ve geçici ayrılık-
148
lara bile tahammül edemez. Sevginin en kötü kösteği olan
kıskançlık onları boğacak ölçüde tehdit eder. İlişkisinde bir
süre yakınlaşma arzusuna boyun eğen bir kişi, "Bir keresin
de kız arkadaşım ve başka arkadaşlarımızla şehir dışında bir
hafta sonu geçirmiştik. Akşam üstü kız arkadaşım diğerleri
ile kağıt oynamak istedi. Ben kağıt oynamadığım için kendi
mi başka şeylerle oyalamak zorundaydım ama beceremedim.
Kitap okumak ya da yürüyüşe çıkmak yerine kendimi dışlan
mış gibi hissederek öfke ve üzüntü duydum. İki saat boyunca
onun dikkatini benim dışımda bir uğraşa yöneltmesine bile
dayanamıyordum" demişti.
Yakınlaşma arzuma içinde boğulmadan nasıl göz yu
mabilirim?
Birinci adım: Bu duygunun bilinç düzeyine çıkmasına
izin verin. Aşağıdaki araştırmada anlatıldığı gibi ona odak
lanın. Ona zihninizde yer açın ve tüm içsel dikkatinizi verin.
Bu biraz rahatlamanıza yol açacaktır. Çünkü bastırılan duy
gular hissedilmek istedikleri için aynı küçük çocuklar gibi
sizi sürekli dürterler. Onları dikkatle dinlerseniz mutlu olur
ve bir süre için tekrar sizi rahat bırakırlar. Onları dinlemez ve
bir kenara iterseniz dikkatinizi çekene kadar sizi taciz etmeyi
sürdürürler.
İşte yakınlaşma arzunuzu ve onun hissettirdiği duyumları
bir an için gerçekten algılar ve anlarsanız güçlerini kaybeder
ler. Onlar da, başkaları tarafından dinlenen ve dikkate alınan
çocuklar gibi geri çekilirler. Bu duygunun sizi tamamen ele
geçireceği konusunda endişe duyuyorsanız onu biraz uzaktan
inceleyin. Bu "odaklanma" eğitiminde, duyguların fazla ağır
bastığı durumlarda kullanılan bir yöntemdir. Önce duyguyu
içsel gözünüzde canlandırın. Onu rahatça inceleyebileceğiniz,
duyumlarını hissedebileceğiniz uzaklıkta durduğunu hayal
edin. Yani ona içsel bir mesafeden bakarak odaklanın.
Yeteri kadar odaklandıktan sonra duygunuzu bir kenara
koyarak ona, geri döneceğinize ve tekrar onunla ilgileneceği-
1 49
nize söz verin. Bu, içinizdeki çocuğu, yani duygunuzu yatıştı
racaktır. Burada da içinizdeki çocuğu gözeten, hissettiklerinin
nedenlerini anlayışla karşılayan ve bunun sorun olmadığını
anlatan iyi yetişkin rolünüzü üstleneceksiniz.
Alabileceğiniz bir diğer akıllı önlem de eşinizle veya sev
gilinizle sorunlarınızı açıkça konuşmanızdır. Bunu uygulamak
oldukça zordur, çünkü eşine güvenmeyen biri ona sorunlarını
anlatmaya da cesaret etmez. Bu noktada size önerim, mantı
ğınızı bir içsel kaynak gibi kullanmaya çalışmanız olacaktır.
Size artık hiç bir şey olmayacağına kendinizi inandırın. Ola
bilecek en kötü ihtimal sevgilinizin ya da eşinizin sizi terk et
mesidir. Bugüne kadar davrandığınız gibi davranmaya devam
ederseniz bunun zaten bir gün gerçekleşeceğini artık anlayın.
ODAKLANMAK - DUYGULARINIZA
ULAŞMANIN YOLU
Bağlanma korkularının psikolojik tedavisinde karşılaşılan bir
problem de kişilerin kendi duygularına erişimlerinin engellenme
sidir. Ebeveynlerin davranışları ile tetiklenen üzüntü, korku ve
öfke bastırılan duyguların altında yatmaktadır. Psikolojik hasar
lar derin ve çok erken yaşta gerçekleşmişse bunu yaşayanlar
isteseler bile bastırdıkları duyguları tekrar harekete geçiremez
ler. Çünkü onları ruhlarının bodrumundaki zindanlara hapsetmiş
lerdir. "Bağlanma ve Empati" bölümünde de anlattığım gibi bu
engel, sorunlu kişilerin çevrelerine yöneltecekleri empati duygu
larının da oluşmasını önler.
Acı veren duyguların üstünü örten bilinçaltı muhafızları ge
lişmemiş, kaba adamlardır. İyi ve kötü duyguları birbirinden ayı
ramazlar. Yoğunlaşmaya başlayan tüm duyguların önüne set
çekerek engellerler. Aydınlık yerlerde çok gölge vardır. Sevinci
ve mutluluğu yoğun olarak hissedenler üzüntüleri de yoğun ya
şarlar. Hissetme yeteneği engellemeler de dahil tüm duygula
rı kapsar. Bu yüzden bağlanma korkusu olanlar genel olarak
duygu yoksunluğundan yakınırlar. Duygularını sanki üstlerinde
bir ses perdesi varmış gibi zayıf, sessiz, kırılgan ve boğuk ola-
1 50
rak hissederler. Kontrastların, yani ışığın ve gölgenin eksikliği
sonucunda ortaya gri bir ton çıkar. Erken yaşlarda zarar gö
renlerin çoğu boğuk ve hüzünlü bir vınlama sesi hissederler.
Aslında bu onların yaşam duygularını ifade eden ve sadece
sessizlikte duyulabilen ses geçirmeyen odalarından gelen iç
sesleridir. Bağlanma korkusu yaşayanların çoğunun sürekli
gergin oldukları, yerlerinde duramadıkları, hep bir işle meşgul
oldukları ve çevrelerindekileri faaliyetleriyle rahatsız ettikleri
gözlemlenir. Bu faaliyetler sayesinde yaşamlarındaki gürültü
seviyesini yükselterek içlerindeki depresif vınlamayı duymak
zorunda kalmazlar. Herkesin bildiği gibi, kendilerinden bile uzak
yaşarlar, sadece çevrelerindeki insanlardan değil kendilerinden
de kaçarlar. İçlerindeki hüzün, korku ve öfke hep onlara eşlik
eder. Sürekli kaçarak yaşamak fazlasıyla enerji gerektirir, her
an cinlerinin tehlike yaratmalarını engellemek, kendilerini kont
rol altında tutmak ve çevrelerindeki insanlarla aralarındaki me
safeyi korumak zorundadırlar. Ayrıca bunları yönetebilmek de
çok zahmetli ve güç gerektiren bir iştir. İnsan gençliğinde ve
orta yaşlarda bunu daha kolay başarabilir, ama yaş ilerledikçe
enerji tükendiğinden yenilgiler de giderek artar. Bu konu yaşlı
lıkta da netleşmeyerek bulanık, çarpık ve belirsiz sınırlar içinde
kalmaya devam eder. Bu maratonun, yani sürekli kendinden ve
başkalarından kaçmanın en sık rastlanan sonuçları bağımlılık,
psikomatik rahatsızlıklar ve depresyondur.
Hastalarıma her zaman şunu söylüyorum; duyguları sürekli
bastırmak ve kaçmak, uyum sağlamak ve teslim olmaktan daha
yorucudur. Bu kısa bir süre için daha fazla acı verebilir ama uzun
vadede çok daha rahatlatıcıdır. Boğayı boynuzlarından yakala
mak, ömür boyu ondan kaçmaktan daha az enerji harcamayı ge
rektirir. Bu benzetmenin en iyi yanı farklı sonuçlar doğurmasıdır.
Boğa ile yapılan mücadele gerçekten ölümle sonuçlanabilir ama
duygularıyla yüzleşmek insanı öldürmez.
Odaklanmak - Benliğinize Giden Yol : Burada önemli olan
hüzün ve öfkenin hapsedildiği ruhunuzdaki zindanın anahtarını
bulmaktır. Bunun da bir tek yolu vardır. Bu da, "Focusing" yani
odaklanmaktır. Amerikalı filozof ve psikoterapist Eugene Gendlin
tarafından bulunmuştur. Konuyla biraz daha yakından ilgilenmek
151
isteyenlere Eugene Oendlin'in kitabını ve/veya odaklanma konu
sunda destekleyici psikoterapi kitaplarını öneriyorum.
Gendlin, konuşma terapisinin babası sayılan Cari Rogers ile
yakın işbirliği içindeydi. Gendlin kendine, bazı psikoterapilerin
neden diğerlerinden daha başarılı olduğunu sorup duruyordu.
Grup terapilerinde kaydedilmiş yüzlerce ses kaydını inceleye
rek sorusunun cevabını aradı ve sonunda buldu. Konuşmalar
sırasında duygularıyla barışık olabilen hastalar psikoterapi se
ansında ilerleme kaydedebiliyorlardı. Terapide sadece insanların
aklından geçenler konuşulmuyordu. Gendlin, duygularla aktif ve
hedefe yönelik bir ilişkinin nasıl kurulabileceği konusunu düşü
nürken "Odaklanma" metodunu geliştirdi.
Bu metotta söz konusu olan, bedeninize dönerek bedensel
duyumlarınıza konsantre olmak, bedeninizin orta bölgesinde,
yani göğüs ve karın boşluğunuzda duyduğunuz hislerle içsel ile
tişime geçmektir. Burada anlatılmak istenen, kendini tedirginlik,
göğüs sıkışması, mide kasılması ya da belirgin baskı şeklinde
gösteren bir farkındalık boyutudur. Bunlar genelde algılamadı
ğımız ya da hissettiğimizde adlandıramadığımız küçük duyum
lardır. İşte bu hissedilen belirsiz duygular odaklanmanın temelini
oluşturur. Onlara dikkat etmesek de her zaman içimizdedirler.
Onların bazen farkına varırız. Örneğin, evden çıkarken bir şey
unuttuğumuza dair tuhaf bir his duyarız. Biraz düşününce neyi
unuttuğumuzu buluruz: Alışveriş listesi! İşte o anda içimizdeki his
değişime uğrayarak gevşer ve bedenimiz bunun doğru yanıt ol
duğunu anlar. "Rahatlama" hissederiz. Bazen sezgi olarak adlan
dırılan bu ufak bedensel duyumlar bilinçaltımızdan bazı mesajlar
alırlar. Onlara kulak verirsek bu mesajları çözebiliriz.
Gendlin'in o yıllarda salt yansıtma ve denemelerle bulduğu
bu yöntem bugün artık nörobiyolojik araştırmalarla onaylanmıştır.
İnsanın bilinçaltında yatan bilgilerin bir yol bularak bilinç düzeyine
çıkarak insanı dürtmesinin gerçek olduğu düşünülüyor. Bizim ön
sezi ya da içimizdeki his dediğimiz duyum aslında zihnimizin bir
yerinde kaydedilmiş olan bir bilgidir. Bilincimiz ancak belirli sayıda
bilgiyi yönetebildiği için bu kayıtlı bilgilere doğrudan ulaşamayız.
Bu kayıtlar deneyimlerimizden ve sonradan öğrendiğimiz bilgiler
den oluşur. Zihnimiz daha verimli çalışabilmek için bu bilgilerin sa-
1 52
dece belirli zaman sürelerine ait bölümlerini işler. Örneğin araba
kullanırken tüm bildiklerimizi ve deneyimlerimizi düşünürsek dik
katimizi trafiğin akışına veremeyiz. Bildiklerimizin sadece küçük
bir bölümü bilinç düzeyimizde yer alır. Bu dil bilinci içinde de ge
çerlidir. Henüz konuşamadığımız yaşlarımızdaki deneyimlerimize
doğrudan ulaşmamız mümkün değildir. İki yaşına kadar yaptığı
mız deneyimler kendilerini bedensel duyumlar olarak gösterirler.
Bilincimiz dışındaki bu bilgiler bazen duygusal bir bütün ha
linde bilincimizde belirir. İşte odaklanma bunları çözerek anla
mamızdır.
Uygulamada bu içsel süreç kolay öğrenilmesi için farklı adım
lardan oluşmuştur. Ustalaştıkça sistemi bir bütün olarak algıla
yacak ve adımların işlevselliğinin birbirlerinden ayrı olmadığını
göreceksiniz.
· Yer Açmak
İyice gevşeyin ve sakin olmaya çalışın. Tüm dikkatinizi içinize
yönlendirin. Nefesinizi, nefesinizin ne kadar derine indiğini, bir
yerde tıkanıp tıkanmadığını inceleyin. Bunu hiç bir amaç gütme
den yapın, değerlendirmeyin, sadece nefesinizi algılayın.
Bu arada büyük olasılıkla aklınızdan türlü düşünceler ve so
runlar geçiyordur, onları algılayın ama ciddiye almayın. Kendiniz
le düşünceleriniz ve sorunlarınızın arasına bir mesafe koymaya
çalışın. Onları önem sırasına göre dizerek içsel olarak biraz ge
riden bakın. Kaygı duymadan aradaki mesafeyi koruyarak kendi
nize, "Bunların dışında çok iyiyim !" deyin.
İçsel gözünüzde canlandırdığınız problemleri dışarı çıkarma
yı da deneyebilirsiniz. Örneğin, içinde bulunduğunuz mekanın bir
köşesinde üst üste yığılmış durduklarını hayal edin ve uzaktan
seyredin. Kendi kendinize, "İşte şefimle yaşadığım sorun da bu
rada, o bildik gergin duyguyu yine hissediyorum, bir de bu sabah
oğlumla yaptığım tartışma var... ama bunların dışında çok iyiyim"
diyebilirsiniz.
Dikkatinizi dağıtan saçma sapan şeyler de olabilir. Sonraki
adımlara yer açabilmek için kendinizle sorunlarınız arasında bir
mesafe bırakmaya çalışın.
153
• Duyulan His - "Felt Sense"
Şimdi gideceğimiz boyutu hissedebilmeniz için içinde bulunmak
tan hoşlandığınız bir mekan düşleyin. Bu hayalin içinizde nasıl bir
his uyandırdığına dikkat edin. Duyduğunuz hissi algıladığınızda
içinde bulunmak istemediğiniz bir ortam düşleyin ve aynı anda
ne hissettiğinizi duyumsayın. Çoğunuz, içsel değişimin farkına
varacaktır. Hiç bir şey hissetmediyseniz ya yeterince gevşeye
memiş, konsantre olmamışsınızdır ya da bu duygu boyutuna eri
şiminiz yoktur. O zaman, sonraki adımlar üzerinde ve günlük ya
şamınızda biraz daha alıştırma yapmanız faydalı olacaktır. Gün
içinde kendinize, "Şu anda neler hissediyorum?" diye sormanızı
ve dikkatinizi duyduğunuz içsel hislere çevirmenizi öneriyorum.
Hissedeceğiniz her türlü duyumu, küçük bile olsa ciddiye almanı
zı tavsiye ediyorum. Gendlin'in "Duyulan Hisler" dediği duyumlar
daima bir anlam ifade ederler. Onları buzdağının tepesi gibi dü
şünebilirsiniz. Duygularınızın sadece uçları bilinç düzeyinize ula
şır, suyun altında ise hakkınızda birçok şeyi aydınlatabilecek çok
sayıda kayıtlı bilgi saklıdır. Sadece bir boşluk hissediyorsanız,
dikkatinizi bu hisse verin: İçinde boşluk hissetmek nasıl bir şey?
Boşluğu kabullenin, algılayın ve içinizde bir boşluk olmasının ya
rattığı hissi duyumsayın.
Bu küçük alıştırmadan sonra uğraşmak istediğiniz sorunu se
çin. Sorunla ilgili bütünsel bir his duyabilmeniz için şu soruları
sorun: ... (problemi belirterek) sorunum yüzünden kendimi nasıl
hissediyorum? Örneğin, "Yakın ilişkiler konusunda neler hissedi
yorum?" veya "Kız arkadaşıma güvenmek konusunda neler his
sediyorum?", "Annemle ilgili neler hissediyorum?", "Bazen itiraz
edebilme konusunda ne hissediyorum?'', "Sevgilimle yolda el ele
dolaşırken neler hissediyorum?" Aklınızı kurcalayan ve yakından
ilgilenmek istediğiniz her türlü sorunu buna ekleyebilirsiniz.
Sorularınızı bedeninizin orta bölgesine yöneltin, yanıt olarak
duyacağınız hissi bekleyin. Bu hissi algılayın. Ama her zaman
yaptığınız gibi probleminizi analiz etmeyin. Bu yöntemle beyni
nize psikolojik teoriler, kendinizi suçlamak, eskiden sizi öfkelen
dirmiş olan yorumlar gibi sayısız düşünceler hücum edecektir.
Bunları bir kenara bırakın. Sadece duyduğunuz hisse konsantre
olun. Sürekli konuşarak araya girmeye çalışan içsel sesinize,
1 54
"Tamam, anladım ama sana sonra döneceğim. Şu anda sadece
içimdeki hisleri duyumsuyorum" deyin.
İnsanın kafasının içindeki sesleri dizginlemesi biraz alıştır
ma ve sabır ister. Sonuç olarak problemlerimizi analiz etmeye
alışığızdır. Probleme duyduğunuz hissin aracılığıyla yaklaşmak
alışılmışın dışındadır ama bu denemeye değer. Aramak zorunda
olduğunuz şey probleminizin hissettiğiniz ışınımı yani aurasıdır.
Karmaşık ve çetrefilli bakış açılarıyla ilgilenmeyin. Sorununuzun
her notasını teker teker değil, tüm melodiyi dinlemeye, daha doğ
rusu hissetmeye çalışın.
Örneğin, bir danışanıma sevgilisi ona sarıldığında bütünsel
olarak ne hissettiğini sordum. Soruyu, "Midemde bir yanma his
settim" diye yanıtladı. İşte ulaşmanız gereken bu boyuttur. Gend
lin'den bir alıntı: "Felt Sense - Duyulan His, içinizde hissettiğiniz
sorunun nedeni olan bütünsel ve bulanık bir duygudur. Çoğu kişi
karanlık, belirsiz ve bulanık olduğu için onu fazla önemsemez.
Onu ilk algıladığınızda belki de, "Ay, bu muymuş? Bununla mı
uğraşacağım? Bu rahatsız eden ama önemsiz bir şey!" diye dü
şüneceksiniz. İşte bedeniniz de sorunu aynen böyle algılıyor ve
bu his ilk bakışta anlaşılamıyor."
Bu süreçte eski bir anınızı da hatırlayabilirsiniz. Örneğin, "Kız
arkadaşım benden bir gün daha kalmamı rica ettiğinde bütünsel
olarak ne hissediyorum?" diye sorduğunuz anda eski bir çocuk
luk anınız aklınıza gelir. Evde oturmak yerine bir erkek arkada
şınızı ziyaret etmek istediğinizde annenizin üzgün bakışlarını
anımsarsınız. Sonra kız arkadaşınızın ve annenizin sizde benzer
hisler uyandırdığını algılarsınız. O zaman işe doğrudan anneniz
le devam ederseniz, sorununuzla ilgili yaptığınız bu çalışmada
bir adım ileri gitmiş olursunuz. Bu anınızı duyumsamaya devam
edin. Hayır, diyorsanız, annenizle mi arkadaşınızla mı yaşadığı
nız sorunun daha acil olduğunu hissetmeye çalışın ve hangisiyle
devam edeceğinize karar verin.
155
"ele alma" diyor. Bu kelimeyi, ifadeyi ya da cümleyi düşünerek
bulmaya çalışmayın, o anda içinizden geleni tercih edin. Bunlar
tehlikeli, gergin, keskin, üzücü, zor gibi özellik belirten kelime
ler veya üzücü-korkutucu, karanlık-ıssız, nefes kesici-keskin gibi
kelime kombinasyonları olabilir. Duyduğunuz hissi cümlelerle de
ifade edebilirsiniz; küçük bir hücreye kapatılmak gibi, nefesi ke
silmek gibi, derinizin soyulması gibi bir duygu. Cümleler ve keli
meler yerine gözünüzde buz yığınları, ateş, karanlık bir oda gibi
bir görüntü de canlanabilir. Bunları içsel olarak kanıtlamaya ve
analiz etmeye çalışın ve içinizden gelen duyguyu en iyi tanımla
yan ifadeyi seçin.
Uygun kelimeyi, cümleyi veya görüntüyü bulduktan sonra içi
nizde ufak bir değişiklik hissedebilirsiniz. Aynı alışveriş listesini
hatırladığınız zaman olduğu gibi vücudunuzun gevşediğini ve bir
rahatlama duygusuna kavuştuğunu fark edersiniz. Bu duyguyu
konuşmalardan da bilirsiniz. Benzer bir kelime ararken birden ak
lınıza tam uygun kelime gelir. Birdenbire rahatlarsınız, "Evet, işte
aradığım tam da buydu!" Gendlin, bu rahatlama yönündeki deği
şikliği "değişim" olarak ifade ediyor. Yön değişiklikleri duyumsal
algılamanın da değiştiğini gösterir. Örneğin, birine bir sorununuzu
anlatırken (bu teknik bir sorun da olabilir) kendiniz de tam olarak
anlayamadığınız için bir türlü tanımlayamazsınız. Muhatabınız bir
anda doğru kelimeyi ya da cümleyi bularak sorunu ifade eder. O
anda anlaşıldığınızı ve bir adım daha ilerlediğinizi hissederek duy
gularınız rahatlamaya doğru yön değiştirir. Karşınızdakinin doğru
tanımlaması sayesinde sorununuzun aslında ne kadar kötü oldu
ğunun belki de ilk kez bilincine varırsınız. Buna rağmen sadece
anlaşıldığını hissetmenin bile insanı rahatlatmaya yetmesi ilginçtir.
1 56
evetse, yani uyum tamsa bir rahatlama hissedeceksiniz. Eğer bu
olumlu yanıt duyduğunuz histe bir değişiklik yaratmadıysa tek
rar sormayı deneyin. Duygunuzu yanıt vermesi için zorlamayın,
ne olacağını bekleyin. Böyle yapmazsanız içsel gerçekleri bloke
edersiniz. Zihninizde birikmiş eskiden kalma bir sürü yanıt olma
sı ama hiçbirinin doğru olmaması mümkündür. Eğer aklınızdaki
yanıtlara başvurursanız bilinçaltında kayıtlı bilgilere ulaşma ola
nağını engellemiş olursunuz. Sabırlı olun ve kendinizi dinleyin.
Bu işlemde kelimeler ve duygular değişebilir. Duyduğunuz his
belki de değişti bile. Bu, sorununuza bir adım daha yaklaştığı
nızın işaretidir. Kelimeleri kendi kendinize sürekli tekrarlayarak
duyduğunuz hissi duyumsamaya çalışın. Hem hislerinizin hem
de tanımların istedikleri yöne gitmelerine izin verin. Olayı aklınız
la yönetmeye çalışmayın.
Örnek: Danışanlarımdan biri bir terapi seansında karısı ile
yaşadığı problemleri anlatıyordu. Kendini onun vesayeti altında
hissediyor ve buna karşı koymayı başaramıyordu. Ona, içsel ola
rak karısı ile ilgili neler hissettiğini sordum.
Hasta: Göğsümün üstünde kocaman bir taş varmış gibi his
sediyorum.
Terapist: Anladım, göğsünde bir taş... (Tanımlama ile duyulan
hissin karşılaştırılması).
Hasta: Hayır, daha doğrusu birisi beni aşağıya doğru çeki
yormuş gibi bir his (Hasta duyduğu hissi tekrar duyumsadı ve
düzeltti).
Kolayca kaybolabileceği için, duyduğunuz hisle tekrar tekrar
bağlantı kurmanız çok önemlidir. Eğer bu hissin kaybolduğunu
fark ederseniz biraz bekleyin, probleminizi veya tanımlamanızı
tekrarlayın ve aynı hissin tekrar oluşmasını bekleyin. Bu yolla da
başarılı olamazsanız başka yol deneyin: Sorununuzu düşünerek,
"Peki, demek artık her şey düzeldi !" deyin. Bu söyleminize karşı
çıkmak için duyduğunuz his geri gelecektir.
1 57
nışanıma, "Peki, karınızla yaşadığınız problemde sizi bu kadar
güçlü şekilde aşağılara çeken nedir?" diye sordum. Tanımlayıcı
kelime, cümle veya görüntüyü tümüyle kullanarak duyduğunuz
hisse neler olduğunu doğrudan sormalısınız. Örneğin, tanım
lamanız ''tedirgin edici" ise duyduğunuz hisse, "Bu sorunda bu
kadar tedirgin edici olan nedir?" diye sormalısınız. Yaptığınız ta
nıma göre sorular, yukarıdaki örnekteki, "Sizi bu kadar aşağılara
çeken nedir?" sorusu gibi alışılmışın dışında ifade edilecektir.
Kimse bu şekilde bir soru sormaz. Bu sizi rahatsız etmesin, ta
nımlamanızı duyduğunuz hisse ne kadar doğru ve net sorarsanız
sizi o kadar kolay yanıtlayacaktır. Yanıtı zihninizden vermemeniz
çok önemlidir. Zihniniz size dayatmak için önceden mutlaka bir
yanıt hazırlamıştır. Burada genellikle eski sorunların analizleri ve
önceden bildiğiniz yanıtlar söz konusudur. Bunları bir kenara bı
rakarak duyduğunuz hissin söylediklerini dinleyin. Sorularınızı bir
arkadaşınıza sorar gibi sorun ve yanıt vermesini bekleyin.
Bu süreçte yanıt olarak eski görüntüler ve anılar ortaya çıka
bilir. Bazı insanlar bunu "saçma" ya da "çok eskilerden kalma"
diyerek dikkate almazlar. Duyduğunuz histen gelen yanıtları lüt
fen ciddiye alın. İşte odaklanmanın büyüsü, bugüne kadar aklı
nızı kullanarak bulup çıkaramadığınız, belki de aklınızın almak
istemediği bazı gerçeklerle bu yolla karşılaşmanızdır. Düşünerek
verilen yanıtlarla duyulan hissin yanıtları arasında fark vardır. Zi
hinsel yanıtlar aslında ruhsal olarak yaptığımız analizlerdir. Duy
duğunuz hislerle ilişki kurmanız için size boş alan bırakmazlar.
Bir yanıt aldığınızda içinizdeki hissi tekrar duyumsayın. Kura
la göre sorununuza bir adım daha yaklaştığınız ve his anlaşıldığı
için değişime uğrayacaktır.
Yukarıda bahsettiğim danışanım yanıt olarak, "Çünkü karşı
gelmeme izin yoktu!" demişti. Bir dizi çocukluk anısı da böylece
canlanmış oldu. Duyduğu his değişime uğrayarak "aşağı çekil
mekten" "yalnızlığa" dönüştü. Birden karşı geldiği zamanlarda
babasının onu odasına gönderdiğini ve yemeğe oturmasını ya
sakladığını anımsadı. Danışanıma, bu yalnızlık duygusunda bi
raz duraklamasını önerdim. Bir süre sonra içindeki karşı gelme
duygusu ile yalnızlık duygusunun eşit hale geldiğini hissetti.
158
Eğer bir yanıt alamazsanız veya yanıt belirsiz ise kendinizi
baskı altında hissetmeyin. "Bunun en kötü yanı ne olabilir?" ya
da tanımınız üzücü ise, "Bunun en üzücü yanı ne?" şeklinde sor
mayı deneyin. Gendlin, "Kendimi iyi hissetmem için neye ihtiya
cım var?" diye sormanızı öneriyor. Bu sorulara yanıt alamazsanız
bu kadarla yetinerek denemenizi bir başka sefere bırakın. Odak
lanmak, kendinizle hoş vakit geçireceğiniz bir süre olmalı, stres
yaratmamalıdır.
1 59
6. Suçluluk Duygularınızı Ciddiye A lın
Suçluluk duygusu, bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerde
bilinç dışı ama çok önemli bir rol oynar. Suçluluk duygusu,
bağlanma korkusu olanları iki konuda zorlar:
1 60
!arın olayları kendi suçlarıymış gibi görme eğilimleri vardır.
"Annemle babam beni sevmiyorlarsa bende bir terslik var de
mektir. Yeteri kadar iyi olamadığım için sürekli şikayet edi
yorlar. Odamı toplamadığını için hep kavga ediyorlar" gibi
düşüncelere kapılırlar. Erken yaşlardaki deneyimlerin neden
olduğu özdeğer düşüklüğünün suçluluk hissi ile yakın bağ
lantısı vardır. Daha ciddi durumlarda insan doğumundan bile
kendini suçlu bulur. Tedirgin ve kayıtsız kaçınmacıların küçük
yaşlarda deneyimledikleri bir duyguyu, yani doğduklarında
sevecen ve hoş karşılanmamalarını hatırlatmak istiyorum. Bu
kadar fazla suçluluk duygusu ve yetersiz olduğu inancı ile kim
bir aşk ilişkisine girse sevildiğine inanamaz ve ona gösterilen
düşkünlüğe dayanamaz. Bunu hak etmediğine inanır. Eşlerinin
onlara düşkün olması son derece cömert, tüm maddi olanakla
rın üstünde bir hediye gibidir. Böylece içlerinde karşılarında
kine borçlu kalmak ve aynı ölçüde karşılık verememek gibi bir
duygu uyanır. Bu hediyenin hak edilmemiş (!) bir sevgi olması
çok daha rahatsız edicidir. Sevgilerini yanlış kişiye verdikleri
ni anlamaları her halükarda daha isabetli olacaktır.
Suçluluk duygusundan kurtulabilmek için önce bunun
bilincinde olmak ve kabullenmek gerekir. Suçluluk duygu
ları daima, bu duygunun hissedilmesine sebep olan kişiye
yöneltilir. Asıl ikiyüzlülük işte buradadır. İnsanlar, kendile
rinde bu duyguyu uyandıranlara karşı kırgınlık ve öfke duy
ma eğilimindedirler. Suçluluk duygunuzdan kurtulmak için
daha sonra açıklayacağım diğer önerilerin yanı sıra, sevgili
nize borçlu kalmamaya çalışmanızı öneriyorum. Asıl, suç
luluk duygunuz yüzünden onunla giderek daha az görüşerek
sonunda da ilişkinizi bitirmeniz ona borçlu kalmanıza yol
açardı. Korkularınızla yüzleştiğinizde suçluluk duygunuzla
da yüzleşmiş olursunuz. Davranış biçiminiz üzerinde ne ka
dar çok çalışırsanız, o kadar iyi bağlanabilir, eşinizi mağdur
ettiğiniz, ona haksızlık yaptığınız için duyduğunuz vicdan
azabı içinizi daha az kemirir.
161
Sevgilinizin veya eşinizin size olan düşkünlüğü içinizde
varoluşsal bir suçluluk duygusu yaratıyorsa, bunu hak etmedi
ğine inanan içinizdeki çocuğu teskin etmelisiniz. Yukarıdaki
paragraflarda da söylediğim gibi kendinizle dost olmayı öğ
renmeniz çok önemlidir. "Ben iyiyim" inancına ne kadar ça
buk kavuşursanız, eşinizin davranışlarını da o kadar iyi anla
yabilirsiniz. Kendini sevebilen insanlar başkalarının sevgisine
daha kolay dayanabilir, "Tabii ki, neden olmasın?" diyebilir
ler. Kendileri ile barışık olmayan insanlar ise, başkalarının on
ları kendilerinden daha iyi değerlendirmelerine dayanamazlar.
Bunu yanlış bularak hak etmediklerini hissederler. Bağlanma
korkusunun temel kaynağının düşük özdeğer duygusu olduğu
nu daha önce söylemiştim. Bu yüzden suçluluk duygularıyla
mücadelede aynı öneriler geçerlidir. İçinizdeki yetişkin bu ko
nuda da harekete geçmelidir.
Bağlanma korkusu yaşayanların suçluluk duygusuna da
verdikleri tipik tepki inatçılıklarıdır. İçinizdeki çocuk inatla
küser ve saklandığı kovuğa çekilir. "Aptalca duygularını ben
den uzak tut, onları istemiyorum ! " der. Suçluluk duygularında
da, "İstemiyorum, yapamıyorum, zaten bir işe yaramaz, defol
başımdan, beni rahat bırak ! " diyerek koruk politikasını yürü
tür. Aslında direnmesine rağmen söylediklerinin tam tersini
arzular. Birisinin gelip, duvarların ve dikenli tellerin üstün
den atlayarak onu özgür kılmak için mücadele vermesini ister.
Ama bu gizli umut ile hiç kimsenin onun uğruna savaşmaya
cağı kuşkusu birleşerek bir sonraki bölümde ele alacağım en
şiddetli savunma taktiklerinden birine yol açar.
1 62
devamlı denemeye tabi tutarlar. Onların bu sınavı asla başa
ramayacaklarını tahmin ederler. Bunun sebebi eşlerinin değil
kendilerinin bağlanma korkularıdır. Eşleri bir sınavı başarıyla
atlattığında kısa bir süre için rahatlarlar ama yarın hiila sevi
leceklerini onlara kim garanti edebilir? Her zaman bir yarın
olduğu için şiddetini giderek arttırarak denemelerine devam
ederler. Bu oyun eşlerinin sonunda havlu atmasına kadar de
vam eder. Böylece bağlanma korkusu olanların, "Herkes beni
terk ediyor" varsayırıları da geçekleşmiş olur. Veya bu nef
ret-aşk zinciri, eşlerinin onları zaten hiç bir zaman sevmediği
ne karar vererek huzura kavuşmalarına kadar sürer.
Sonja bana Andy'den aldığı bir elektronik postayı göster
mişti. Andy'nin onunla uzun süreli bir beraberlik kurması için
üç yıl mücadele etmişti. Bu üç yıl onun için cehennem gibiydi.
Yoğun tutkularla aşk yaşadıkları dönemler, Andy'nin sadık ka
lamayacağı ve uzun süren ilişkiler kurmak istemediği şeklin
deki söylemleriyle devamlı kesintiye uğruyordu. Sonja'ya onu
her gördüğünde ona tekrar aşık olduğunu, ama görmezse unu
tacağını söylüyordu. Buluşmadıkları zamanlarda duygusal bir
bağ hissetmiyordu. Buna karşılık yakınlaştıkları anlarda, hiç bir
kadını bu kadar sevmediğini ve Sonja'nın hayatındaki en önem
li kişi olduğunu söylüyordu. Sonja bu ilişkiyi, yoğun yakınlaş
maların ardından gelen "doğal bir hak olan şiddetle reddetme"
süreçlerinin yaşandığı üç yıl süren bir dramdı şeklinde ifade et
mişti. Üzüntü ve tutku yüklü bu üç yılın sonunda Sonja'nın ar
tık tahammülü kalmadı. Andy'nin değişebileceği umudunu yi
tirerek ondan ayrıldı. Bir kaç hafta sonra Andy'den bir e-posta
aldı. Andy, "Bir keresinde bana, hayatında önemli bir anlamım
ve rolüm olduğunu söylemiştin. Bu da beni çok duygulandır
mıştı. Bunun normal olduğunu biliyorum ama bunu ancak şim
di hazmedebiliyorum. Bunun yalnızca keyfini çıkarmam değil
kabullenmem de gerekiyor. Aslında ayrıldığımıza seviniyorum
ama bunu kabul edemiyorum. Kendimi deniyorum, mümkün
değil, olamaz diyorum, durmadan çabalıyorum ... ve sonra hala
1 63
orada mı değil mi diye bakıyorum." Sonja bu e- postadan son
ra üç hafta boyunca Andy'ye dönüp dönmemek için kendinle
mücadele etti. Sonunda umutlan galip gelerek onunla bir lokan
tada buluştu. "Kalbim çarparak karşısında oturuyordum. Önce
bir süre önemsiz şeylerden bahsettik, e-postadan hiç söz etmedi.
Sonunda konuyu ben açtım. Yazdıklarını tam olarak hatırlaya
madığını söyledi. Sonra da bana eski sevgilisiyle tekrar görüş
meye başladığını anlattı. Bir anda sanki yüzlerce kez bıçaklan
mış gibi oldum, buna hiç hazır değildim. Ağlamaya başlamadan
önce lokantadan çıkmayı başardım."
Bu kitabın adı "Cezbetmek ve durdurmak" olabilirdi. Bağ
lanma korkusu olanların eşlerini sürekli sınamalarına ve geri
çevirmelerine neden olan dürtüler aslında birbirine bağlıdır.
Hangi kısmın sınama, hangisinin reddetme olduğunun analizi
ni yapmak çok zordur. Andy, Sonja'yı sınamak için mi yoksa
ona e-posta gönderdiğine pişman olduğu için mi yeniden eski
sevgilisiyle birlikte olduğunu söyledi? Çoğunlukla her iki se
bep bir aradadır. Ama bunu yapanlar neden bu şekilde davran
dıklarını tam olarak açıklayamazlar.
Andy ve Sonja örneği bize, davranışların ve sınamaların ne
kadar acımasızca olabileceğini, bağlanma korkusu yaşayan
larla birlikte olanların veya olmak isteyenlerin onların progra
mını yapılandıramayacaklarını gösteriyor.
Birlikteliğin sınanmasının arkasında şiddetli ve tehditkar
saldırganlıklar vardır. İçlerindeki çocuk istediklerini elde ede
meyeceği için öfkelidir ve kötü davranır. "Sana ne kadar kız
gın olduğumu göstereceğim, o zaman kim olduğumu anlaya
caksın! " diye düşünür. Kavga etmek, tahrik etmek ve zorluk
çıkarmak ister.
Kendisinin çektiği ve çekeceği acılar gibi o da karşısın
dakine eziyet edecek güce sahip olmak ister. Karşısındakinin
gözlerinde göreceği acı onu tatmin eder. Bağlanma korkusu
olanların davranışlarında önemli rol oynayan gizli güç dürtüsü
artık kontrolü ele almıştır.
1 64
Başkalarının acı çekmesi kendileri ile empati yapmalarına
neden olur. Onların acısı kendilerine karşı duydukları acıma
hissini harekete geçirerek kendi yaralarını daha iyi anlama
larına yardım eder. Normalde kendi duygularıyla pek ilişki
leri olmayan bağlanma korkusu yaşayan insanlar bu sayede
kendileri ile biraz yakınlaşmış olurlar. Bir danışanım, "Joc
hen 'e çok adice davranıyorum. İçimde kontrol edemediğim
bir dürtü taşıyorum. Onu yaralayacağını bildiğim halde ona
çok kötü sözler söylüyorum. Üzüntülü bakışlarını görünce
pişman oluyorum ama kendimi tutamayarak hakaret etmeye
devam ediyorum. Sürekli onu iğneliyorum. En kötüsü de acı
çektiğini görmek beni tatmin ediyor. O zaman kendi duygu
larımı ve acılarımı, bir de ona olan aşkımı çok yoğun hisse
diyorum" demişti.
İlk adım: Eşinizi sürekli sınadığınızı fark ederseniz önce
kendi dürtülerinizin bilincine varmaya çalışın. Ruhunuzun de
rinlerinde hissettiğiniz duygularınızla ve içinizdeki çocukla
ilişki kurun. Sizi ne kadar tahrik etmeye ve denemeye çalışır
sa çalışsın onu dinlemeyi ve anlamayı deneyin. Öfkesini bo
şaltmak mı istiyor? Diğerinin acı çektiğini görmek mi istiyor?
Nasıl davranırsa davransın diğerinin onu terk etmeyeceğinin
garantisini ve onayını mı almak istiyor? Onun sınırlar ve ku
rallar koymasını mı bekliyor? Terk edilmek mi istiyor? Kor
kusunu kontrol altına almak mı istiyor? Bu davranışlarıyla ne
elde etmek istediği sorusuna eğer bir cevap alabilirseniz ona,
farklı davranmak için neye ihtiyacı olduğunu sorabilirsiniz.
Bir yetişkin olarak, kendini daha güvende, daha az yaralı his
setmesi ve daha az korku duyması için neler yapabilirsiniz?
İçinizdeki çocuğun elinden tutarak ona, ihtiyacı olan güven
ve emniyeti bu şekilde davranarak elde edemeyeceğini anla
tın. Çocuk, öfkelendiğinde kendine hakim olmayı bir yetişki
nin yardımıyla öğrenmelidir. İyi bir yetişkin içindeki çocuk
la konuşurken daha olgun, daha mantıklı ifadeler kullanarak
onun korkusunu ve endişelerini yenmesini sağlamalıdır. Ço-
1 65
cuğa anlayış göstermeli ama davranışlarının kontrolünü ona
bırakmamalıdır. Öfkesinin kabarmaya başladığı anlarda ona
hakim olmak zor olduğu için içinde öfke uyandıran nedenlerin
bilincine varması ve rahat bir ortamda bu öfkeyle başa çıka
bileceği başka yöntemler üzerinde düşünüp taşınması gerek
lidir. Öfkenize sebep olan nedenleri tanımlamanız ve tekrar
yaşadığınızda içinizdeki çocukla bu konuda bir içsel konuşma
yapmanızın çok yardımı olacaktır. Çoğu insan öfkeyi beynin
den önce midesinde hisseder.
İkinci adım: İlk adımda duygularınızla temas kurabildi
nizse günlük hayatınızda da bazı şeyleri değiştirebilirsiniz.
Eşinizle konuşurken içinizdeki çocuğun yine öfkelenmeye
başladığını hissederseniz, öfkenizi eşinize yansıtmak yerine
biraz duraklayarak dikkatinizi kendinize çevirin. Öne doğru
bir hamle yapmak yerine bir adım gerileyerek yaralı ve öfkeli
duygunuzla aranıza bir mesafe koymayı deneyin. İçinizdeki
çocuğun elini tutarak ona bir yetişkin olarak durumu yoluna
koyacağınızı söyleyin. Vaktiniz varsa ve yalnız kalabiliyorsa
nız, öfkelenmenize sebep olan nedenleri bir yere yazmanızın
ve baş edebilmek için başka yollar aramanızın size çok yar
dımı olacaktır. Eğer korku duygunuz, sizi sürekli eşinizi en
güç sınavlardan geçirmeye yönlendirecek kadar baskınsa aynı
adımları atmanızı öneriyorum.
Daha önceki paragraflarda açıkladığım öneriler de faydalı
olacaktır. Lütfen sadece kurban değil, aynı zamanda bir suçlu
olduğunuzu da unutmayın. Bu yüzden sadece kendinizin değil,
karşınızdakinin de duygularını ve gereksinimlerini dikkate alın.
1 66
nin karmaşıklığı gibi konuşmaları da açık ve net değildir. Ko
nuşmaları kaçamak ve riyakardır, gerekirse yalan söylerler ve
bir danışanımın da belirttiği gibi lafı dolandırırlar. Bağlanma
fobisinden kurtulmak için gelen bir danışanım, kişisel geli
şiminin sonucu olarak konuşma tarzını tamamen değiştirmek
zorunda kaldığından bahsetmişti.
Bağlanma korkusu olan kişilerle yaşanan ilişkilerdeki so
run, ilişkinin başlarında söylemek istediklerini duygu ve dü
şüncelerinin altına saklamalarıdır. Çünkü herkes işin başında
ilişkiyi ciddiye alır. Ama bazılarının en başından itibaren his
settikleri gerçek duygular ile söylemleri arasında fark vardır.
Bağlanma fobisi olanların konuşmaları, sıkıntı ve kaçma duy
gusunu hissetmeye başladıkları andan itibaren yalan söyleme
seler bile anlaşılmaz bir hal alır. İçlerinde "Hem evet, hem
hayır" duygusunu taşıdıkları ve hem eşlerini başlarından at
mak hem de ilişkilerini sıcak tutmak istedikleri için bu den
geyi sağlayacak şekilde konuşmak zorundadırlar. Bu ifade
karmaşası karşısında kalan eşlerinin paniği giderek artar. Bu
ilişkideki konumlarının güvenli olmadığını hisseden eşler, her
şeyin başlarda yaşadıkları gibi olması için uğraşırlar. Eğer he
nüz ilişki başlamamışsa bağlanma korkusu duyan tarafı cez
bedebilmek için gösterdikleri çabaları arttırırlar. Bağlanma
korkusu olan kişilerin ilk aşk duyguları geçtikten sonra geri
çekilme harekatına başlamaları ve özgür hareket alanı arayış
ları ters etki yapar. Eşleri ürkek ve güvensiz tepkiler vererek
ve taleplerini arttırarak geri çekilmelerine izin vermezler.
Eşlerinin istekleri çoğaldıkça bağlanma korkusu olan kişiler
daha fazla baskı hissederek savunma önlemlerini keskinleşti
rir ve sertleştirirler. Böylece eşlerinin daha fazla paniğe kapı
larak endişelendiği, kendilerinin ise giderek daha fazla kapana
kısıldıkları bir kısır döngü oluşur.
Bu durum özellikle eşler için çok adaletsiz ve yaralayıcıdır.
Bağlanma fobisi olan kişi daha açık ve eşine karşı daha saygı
lı davranmaya çalışsa bile durum buna izin vermez. Bu yüz-
1 67
den size birkaç iletişim örneği vermek istiyorum. Bir daha bu
duruma düşerseniz, gelecekte daha net bir duruş belirlemek,
duygu ve düşüncelerinizin sorumluluğunu üstlenmek için lüt
fen sıkı durun.
1 68
sizi köşeye sıkıştırabileceği hiç bir koz vermediğiniz halde, ro
mantik davranışlar, küçük hediyeler ve kibar jestlerle karşınız
dakine ilgi duyduğunuzu belirten sinyaller veriyorsunuz. Ya da
psikolojik konuşmalarla özel bir yakınlık ve mahremiyet yara
tarak karşınızdakinin ona gerçekten ilgi duyduğunuz şeklinde
bir değerlendirme yapmasını sağlıyorsunuz. Konuşmaları özel
ve kişisel konulara kaydırarak ikinizin etrafına adeta romantik
bir koza örüyorsunuz. "Kadınlan tanıyan erkekler" denen tipler
bu duygusal taktiklerde çok başarılıdırlar. Kadınlara, çok ilginç
ve önemli olduklarını hissettiren mahrem ve özel ortamlar ya
ratmayı iyi bilirler. Buna karşılık kadınlar, beğendikleri erkeği
duygusal sözler ile sarmalama yeteneğine zaten sahiptirler. Ha
yat hikayelerini bile biraz allayıp pullayarak anlatırlar. Bağlan
maktan korkanlar, başarısız ilişkilerinin kurbanı olduklarını işte
bu şekilde ortaya koyarlar. Dayanılmaz hatalar yaparak ve hiç
bir suçları olmadığı halde sevgililerini terk etmeselerdi, onlar da
biriyle birlikte yaşlanmayı çok isterlerdi.
Daha baştan dürüst ve net olmaya çalışın, onu sonunda ha
yal kırıklığına uğratacağınızı önceden sezdiğiniz veya geçmi
şinizden dolayı bundan emin olduğunuz için sevgilinizi fazla
sarıp sarmalayarak size bağlanmasına izin vermeyin. Yerine
getiremeyeceğiniz beklentilerini alevlendirmeyin. Kendinizi
net ve kesin ifade edin. Devamlı bir cinsel ilişkiniz varsa sev
giliniz bunun göreviniz olduğunu düşünebilir. Bu durumda,
"Sana hissettiğim müthiş duygularla nasıl başa çıkacağımı bi
lemiyorum doğrusu" demek yerine, ona bunu açıkça söyleyin.
Çünkü konuşmalannızı böyle saptırırsanız yanlış izlenimler
bırakırsınız. Sevgiliniz sözlerinizden yanlış sonuçlar çıkarır.
Ona, "Sen herkesten farklısın. Seninle gerçekten mutlu ola
bilirim" derseniz bu bir aldatmacadır. Hislerinizi dürüstçe,
"Seni gerçekten muhteşem buluyorum, ama bunun korkula
rımı engellemeye yeterli olup olmayacağını bilemiyorum"
şeklinde ifade etmelisiniz. Sevgilinizin sadece ümitlenmek ve
olumlu şeyler duymak istediğini unutmayın.
1 69
Daha işin başından kartlarınızı açık oynamak ve sevgilini
ze ciddi ilişkiler konusundaki duygularınızı itiraf etmek ister
seniz, önce kendinizi değiştirmeyi ciddi olarak isteyip isteme
diğinizi düşünün. Çünkü sadece benim bağlanma korkularım
var demek tüm sorunluluğu karşınızdakine yüklemektir. Yani,
"Seni bu konuda uyardım. Hala benimle olmak istiyorsan bu
senin sorumluluğun" demektir. Onunla sorununuz hakkında
sık sık konuşmanız bir şeyleri değiştirmek istediğinizi işaret
eder. Sevgiliniz kendini bağlanılan, yardım eden, anlayan ve
mümkün olduğunda da iyileştirebilen birisi olarak hisseder.
Eğer bu kişiyi ve ilişkiyi istediğinizden ve kendinizi gerçekten
değiştirmeye hazır olduğunuzdan emin değilseniz, o zaman
sevgilinizi sorunlarınızdan bahsederek kandırmaya devam
edin. Bu durum ilişkinin, içsel bocalama yaşadığınız ve iliş
kinizle çatıştığınız ileri safhaları için de geçerlidir. Sevgilini
ze ya da eşinize bağlanma sorunlarınızı ağlayarak anlatmanız
onun ümitlenmesini sağlayacaktır. "Bunu birlikte halledebi
liriz" diye düşünecektir. Bu tür itiraflar, siz kaçacak açık bir
kapı bulmaya çalışırken eşinizin vazgeçmeyerek ilişkide ısrar
etmesini sağlayacaktır.
Endişe ve duygu karmaşası yaşadığınız süreçlerde ilişki
nizi bitirmek için dayanılmaz bir arzu duyacaksınız. İlişkinin
başında verdiğiniz tüm sözleri şimdi tutmalısınız. Eşinizin siz
den beklentileri var. Siz de onu elde ettiniz ve o artık size ait.
Ama o ana kadar susturduğunuz ve engellediğiniz korkuları
nız ilişkinizin gerçekleşme sürecinde sizi aşmaya başladığında
moraliniz bozulur. Şimdi sorumluluk alarak eşinizin tarafında
olmalı, belirli kuralları ve beklentileri yerine getirmelisiniz.
Ama zorluklardan kaçma arzusu sizi şiddetle ele geçirir. İliş
kinizin başında yaşadığınız ilk aşk tutkuları ile eşinizi tah
rik ettiğiniz ve söyledikleriniz için pişmanlık duyuyorsunuz.
Şimdi manevra yapma zamanınız geldi. İster kitabın başında
söz ettiğim çeşitli kaçış yolları olsun, ister lafı gevelemek ol
sun başvuracağınız her türlü kaçış taktiği verimsiz olacaktır.
1 70
Davranışlarınızın değişmesi eşinizin kalbini daha çok kıracak,
o da aranızdaki mesafeyi kaldırmaya çalışacaktır. Uzaklaşma
arzunuz onda daha fazla yakınlaşma dürtüsü yaratacak ve tüm
taktikleriniz geri tepecektir.
Bu safhada konuşmalarınız çokanlamlılığın ve sahtekar
lığın doruğuna ulaşacaktır. "Evet, ama . . . " cümleleri artacak,
bahaneler uydurulacak, gerçekler saptırılacak, hiç yoktan olay
yaratılacaktır. Belki de oku eşinize doğrultacak, onun hata
larının ve zaaflarının ilişkinizi bozduğuna inandığınız için
onu mercek altına alacaksınız. Sizi bu çıkmaza soktuğu için
ona öfke duyacaksınız. İlişkinizde, içinizde ilişkiyi sürdürme
ye değmediği şüphesini uyandıran sayısız sorunlar olduğunu
keşfedeceksiniz. Giderek artan saldırganlığınızı eşinize yönel
teceksiniz. Ya da pasif savunmayı tercih eden biriyseniz etra
fınıza duvarlar örerek eşinizin bu duvarlara çarparak size ulaş
masını engellemeye çalışacaksınız. Bir daha kapınızdan içeri
giremeyeceği gibi her fırsatta da suratına bir yumruk yiyecek.
Bütün bunların hiç biri adil değil. Emin olun, eşiniz sizin dav
ranışlarınızdan dolayı inanılmaz acı çekiyor. Eğer kaçmak is
tiyorsanız lütfen dürüstçe ön kapıdan çıkın. Hissettiklerinizi
eşinize açık seçik anlatın. Onu suçlamayın, çeşitli bahanelerle
kendi ayıbınızı örtmeye çalışmayın. Çokanlamlı ifadelerden
kaçının. "Seni kendime çok yakın hissediyorum ama biraz
daha zamana ihtiyacım var" gibi cümleler çiklet gibi uzaya
bilen cümlelerdir. Biraz daha zaman ne demektir? Doğru za
manın asla gelmeyeceğini bildiğiniz halde belli ki sevgilinizi
motive etmek istiyorsunuz. "Seni seviyorum ama sana aşık
değilim" cümlesi de çok sevimlidir. Sizce sevgiliniz bundan
ne anlamalı? Tabii ki aşk duygusu zamanla sevgiye dönüşür
diye düşünecektir. Peki, sorun nerede? Sorun, söyleminizin
"Sana karşı hissettiğim duygular değişti, artık seni yeterince
sevip sevmediğimden emin değilim" şeklinde olmamasında.
Sevgilinizin eksik yönleri olduğunu düşünüyorsanız, "Bunun
seninle bir ilgisi yok" demeyin.
171
Sevgilinize duygularınız konusunda doğru ve dürüst bilgi
ler vermeye çalışın. Bu da onu kaybetmeyi göze almanız de
mektir. Tüm taktikleriniz aslında kararsızlığınızın sonucudur.
Açık seçik ve net konuşmalısınız. Sorun, konuşma yeteneğini
zin olmamasından değil, içinizdeki tutarsızlıktan kaynaklanı
yor. Bunu kolayca düzeltmeniz mümkün olmayacaktır. Ama
adil davranarak eşinize bir şans daha tanımalı ve onun ilişkiyi
bu şekilde sürdürmeyi isteyip istemediğine birlikte karar ver
melisiniz. Eşinizin bir gün her şeyin düzeleceği ümidini bes
lediğinden emin olun. Anlaşılmaz sözlerinizle bu ümidi bes
leyerek çoğaltıyorsunuz. Ama ancak sizden doğru ve dürüst
bilgiler alırsa ilişkinin potansiyelini gerçekçi olarak değerlen
dirme imkanı bulur. Kesin olan, gerçekleri tam olarak ifade
etmemeniz ve dürüst olmamanızdır. Eşinizin ise kafası karışır
ama ümit etmeye devam eder. Sizi kaybetme korkusuyla söy
lemlerinizden en olumlu sonucu çıkarmaya meyillidir. Sizi ele
geçirmeye çalıştığında belki de onu, "Sadece duymak istedi
ğini duyuyorsun ! Ben öyle bir şey söylemedim, ben ... " diye
suçluyorsunuz. Kandırılan gene eşiniz oluyor. Bu yüzden lüt
fen duygularınız ve düşüncelerinizin sorumluluğunu üstlenin.
Ve lütfen güvenilir biri olun. Randevularınıza sadık kalın, bir
den ortadan kaybolmayın ya da randevu saatinden beş dakika
önce mazeret bildirmeyin. Güvenilmez biri olmanız sevgiliniz
için son derece hayal kırıcı ve öfkelendiricidir. Kaçmak için
yapılan bu ani atlatmalar sizi rahatlatmaz, tam tersine ilişki
nizde stresin artmasına sebep olur.
Açıkça konuşmak size zor gelse bile, bir süre sonra bu
nun sizin ve eşinizin hayatını kolaylaştıracağını fark edecek
siniz. Başka fırsatlara açık kapı bırakma stratejiniz, eşinizin
size daha fazla baskı yapmasına sebep olacaktır. Yani tak
tiklerinizle amaçladıklarınızın tam tersi olacaktır. Bağlanma
korkusu yaşayanlar açıkça "Peki, olur" demekten sadece aşk
hayatlarında değil meslek ve özel yaşamlarının birçok alanın
da da çekinirler. Daha güvenilir davrandığınızda ve daha net
1 72
konuştuğunuzda ilişkinizin stresten uzak ve daha kolay yürü
düğünü göreceksiniz. Dürüst davrandığınızda karşınızdakinin
duyduğu anlık hayal kırıklığının, söylediklerinizin hiç birini
yapmadığınızı sonradan fark ettiğinde duyacağı üzüntüden
çok daha hafif olacağını unutmayın. Dürüst davrandığınızda
karşınızdaki belki - mutlaka değil - hayal kırıklığı yaşayacak
ve kızacaktır. Ama daha sonra onu kandırdığınızın, söz verip
yerine getirmediğinizin farkına vardığında aptal yerine kon
duğunu hissederek daha da çok öfkelenir.
Çocukluktan beri alışılmış olan davranış modelleri ve bi
çimlerini değiştirmek doğal olarak çok da kolay değildir. İlk
adımı atma cesaretini göstererek, ilişkiler konusundaki davra
nışlarını, bağlanmaktan kaçtığını, beklentileri kaçarak başın
dan savdığını, kurban rolü oynadığını ve hatta her türlü bağ
dan yılan balığı gibi sıyrılarak kaçtığını görebilenler büyük bir
ilerleme kaydetmiş olurlar. Pratikte uygulanacak diğer adım
lar, kişilerin kendileriyle biraz daha uzun zaman çalışmala
rını ve alıştırma yapmalarını gerektirebilir. Ama buna değer.
Bunu, bağlanma korkuları ile yüzleşen ve korkularını aşabilen
insanlar da onaylıyorlar. İnsan ancak korkularını anlayarak
bunların bir kısmından kurtulduğunda, duyguları bastırmanın
ve kaçmanın ne kadar fazla enerji gerektirdiğini fark eder. Bu,
yaşamlarında hep eksikliğini duydukları enerjidir. Birdenbire
başkalarına da başka gözle bakmaya başlarlar. Ancak bu yol
la bağlanma korkusu olan birisinin asla yaşayamadığı, diğer
insanlarla gerçek anlamda bağlılıklar yaşayabilirler. Özellikle
ilişki korkuları gibi derin psikolojik sorunlarda kendi kendine
yardım edebilmenin de sınırları vardır. Korkularınızdan kur
tulma yolunda ilerlerken tek başınıza bunu başaramayacağını
zı hissederseniz, konusunda başarılı psikoterapistlerin deste
ğini almanızı öneriyorum.
1 73
İnsan kurallara sığmaz!
v
BAGLANMAKTAN
KORKANLARIN •
PARTNERLERi
• • • • •
iÇiN ONERILER
1 75
lerinin ilişki dinamiğinde oynadığı ana rolü ve bu kontrol
kaybının sonucunda oluşan tipik davranış ve duyguları anla
tacağım . Çoğu okurun, bazı davranış şekillerini tanıyarak şu
ana kadar bilincinde olmadıkları kendi tepkilerinin aslında
ne kadar tipik olduğunu anlayacaklarından eminim. İlişki
lerden korkan ve kaçan bir insanla onunla birlikte olmak is
teyen birisi arasında yaşanan bu oyunun sebep olduğu tipik
davranışları göreceklerdir. Bu bölümde eşlerin sürekli, sonu
gelmeyen ve çoğunlukla dramatik iniş çıkışlar yaşanan bir
ilişkiye olan katkılarını ve bu ilişki dinamiğinden kurtulma
nın yollarını bulacaksınız.
Eşler için de, kendilerini hüzünle biten mutsuz ilişkilere
bulaştıran davranış modellerini ve tarzlarını anlamaları ve
değiştirmeleri için gerekli olan dokuz adımlık bir kılavuz
hazırladım.
Bu bölüme, bağlanma fobisi olan biriyle tipik bir ilişki ya
şayan, kendi duygu ve tepkilerini bir eşin bakış açısından an
latan Petra'nın hikayesiyle başlamak istiyorum.
Bugüne kadar hiç bir erkeğe Markus'a olduğum gibi aşık olma
mıştım. Bir seminerde tanıştık. Onu ilk gördüğüm anda çok çe
kici bulmuştum. Çok yakışıklıydı ve konuşmaları, ifade tarzı çok
hoşuma gitmişti. Onun da bana ilgi duyduğu belliydi ve mıknatıs
gibi birbirimize doğru çekildik. Birbirimize aşık olduk.
Ben Köln'de, Markus ise Münih'te yaşıyordu. Bu yüzden sa
dece hafta sonları buluşabiliyorduk. Hafta içinde her gün telefon
da konuşuyor ve e-postalarla haberleşiyorduk. Hayatımın erke
ğini bulduğumdan emindim. O da hep, benim gibi bir kadın aradı
ğını söylüyordu. Sonunda doğru insanı bulduğuma inanıyordum.
İkimiz de bilgisayar yazılımcısı olarak çalışıyorduk. Altı ay
sonra benim Münih'te bir iş aramama ve birlikte yaşamaya ka
rar verdik. Münih'te bir firmadan çekici bir iş teklifi almam fazla
uzun sürmedi. Markus'a bu müjdeli haberi verdiğimde, tahmin
ettiğim kadar sevinmemesi beni çok şaşırttı. Taşınma planlarımı
anlattığımda biraz çekingen davrandı. Fikirlerimi ve planlarımı
onaylamakla birlikte, sanki tüm bu girişimler sadece benimle
1 76
ilgiliymiş gibi coşkumu paylaşmıyordu. Kalbim kırılmış ve kafam
karışmıştı. Bunu ona söylediğimde gösterdiği tepkinin stres
ten ve yorgunluktan kaynaklandığını ileri sürdü. Bu açıklama
beni biraz yatıştırsa da midemdeki kötü hissi duymaya devam
ediyordum. Taşınma günü yaklaştıkça - önce onun yanına ta
şınmamı kararlaştırmıştık - davranışları iyice tuhaflaşmaya
başladı. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu söyleyerek bir
hafta sonu buluşmamızı iptal etti. Artık sadece benim onu ara
mam ve ona yazmamla da bir dengesizlik oluşmaya başladı.
Kontrolü kaybettiğim duygusuna kapılmaya başladım. Durum
belirsizleşmişti, bir yandan benden kaçıyordu, bir yandan da te
lefonda ve yazışırken tutkulu bir yakınlaşma yaşıyorduk. Kendi
kendime, "Hayal görüyorsun, ona güven!" diyordum. Ama beni
aramasını rica ettiğim halde aramayı unutuyor ve gün boyunca
sesi çıkmıyordu. Daha önce hiç yaşamadığım davranışlar gi
derek sıklaşıyordu. Onun aramasını beklemeye, beni kaç kez
kendiliğinden aradığını kuşkuyla kontrol etmeye başladım. Ona
hala aşıktım ve duyduğum tutku giderek takıntıya dönüşme
ye başlamıştı. Sürekli değişen tavırlarını düşünüyordum. Ona
bunu söylediğimde ise her şeyin yolunda olduğuna dair garanti
veriyordu. Taşınmamdan üç hafta önce ondan bazı açıklama
lar içeren bir e-posta aldım. "Petra seni seviyorum, ama birlikte
yaşamak fikri içimde bir isteksizlik duygusu yaratıyor. Henüz
buna hazır olmadığımı hissediyorum. Taşınmana çok az zaman
kaldı, bunu şimdi söylemek beni çok üzüyor ama bu olumsuz
duyguyu görmezden gelmem de bir hata olacak. Lütfen beni
anla, birlikte olmaya devam edelim. Seni kaybetmek istemiyo
rum... " Şok geçirmiştim. Uzun zamandır hissettiğim tuhaf duygu
böylece onaylanıyordu. Taşınmakla ilgili yaşayacağım sorunları
fazla dert etmeyerek, asıl benden uzaklaştığını hissettiğim için
paniğe kapıldım. Öğleden sonra işimden izin alarak Münih'e
onunla konuşmaya gittim. Karşılıklı ağlayarak konuştuk, beni
sevdiğini ama aynı evde birlikte yaşama düşüncesinin onda
boğulma hissi uyandırdığını söyledi. Onu kaybetmekten o ka
dar çok korkuyordum ki, beni hala sevdiğini ve sorunun sadece
aynı evde birlikte yaşamak olduğunu öğrenince çok sevindim.
Ona, bu konuda onu zorlamayacağıma, hemen kendime bir ev
1 77
arayacağıma söz verdim. Bu davranışıma kendim de şaşırdım.
Büyük ihtimalle eskiden bu kadar kısa süre önce beni ortada
bırakan bir adama "Cehenneme kadar yolun var" derdim.
Sonra Münih'in merkezinde küçük ama kirası aşırı pahalı
olan bir eve taşındım. Bu kadar kısa süre içinde daha ucuz bir
yer bulamamıştım. İlk taşındığımda bir otelde kalarak Markus'u
da zorda bırakmak istememiştim. Sevgilim aynı şehirde yaşa
dığı için ben de kendimi kötü hissedecektim. Münih'te olduğum
sürece haftada ortalama dört-beş kez buluşuyor ve birbirimizin
evinde kalıyorduk. Markus bazen ayrı yataklarda uyumak istiyor
du, ben ise asla. Onun uzaklaşma isteğiyle başa çıkamıyordum,
sürekli ağlıyor ve ona ne olduğunu soruyordum. Daha sık kav
ga etmeye başlamıştık. Beni ona aşırı yapışmakla suçluyordu.
Ben de onu, Münih'e onun yüzünden taşındığım ve aşırı kira
ödediğim bir evde tek başıma oturmak zorunda kaldığım için
suçluyordum. Bu arada çok yakınlaştığımız sevgi dolu anlar da
yaşıyorduk. Neden onunla birlikte olduğumu anlayamıyordum.
Duygusal olarak ondan kopamıyordum ama aynı anda mantı
ğım bana bu ilişkinin uzun vadede yürümeyeceğini söylüyordu.
Bir aile, çocuklar ve benimle yaşamaktan hoşlanan bir kocam
olmasını istiyordum. Sürekli onu ve ona nasıl aşık olduğumu dü
şünüyordum. Birlikte olduğumuzda güzel ve bakımlı görünmek
için giysilere ve kozmetik malzemelerine çok para harcıyordum.
Sevecen ve anlayışlı olmaya, özgür olması için ona biraz zaman
tanıyarak fazla üstüne düşmemeye çalışıyordum. Ama bir şekil
de kalbimi kırmayı başarıyordu. O anlarda çok öfkeleniyordum.
Sözleri ve davranışları kendini benden daha özgür hissettiğinin
kanıtıydı. Örneğin, ben onunla birlikte bir akşam geçireceğimiz
için sevinirken, telefon edip arkadaşlarıyla iş çıkışı gittikleri bir
bara gelmemi istiyordu. Ya da birlikte romantik bir yemek yerken
birdenbire daha fazla yükselme şansı elde etmek için acaba yurt
dışında bir göreve tayinimi istesem mi, diyordu. Veya pazar sa
bahları onunla güzel bir gün geçireceğim için mutlu uyandığımda
bir arkadaşına bir program yazılımında yardım etmeye söz verdi
ğini söylüyordu. Buna benzer o kadar çok örnek var ki. Tam tersi
olması gerekirken, kronik bir şekilde onunla daha fazla beraber
olmak ve yakınlaşmak istiyordum. Cinsel yaşamımızda da aynı
178
dengesizliği yaşıyord u k . O n u baştan çı karma k i çin giderek daha
çok çaba harcıyordum. O ise bu konuda nad ire n g iri şimde bulu
n u yordu . Artık avuçlarımdan kayıp gittiğini hissediyordum ama
bunu engelleme k için bir şeyler yapma konu sun da çok çaresiz
d i m . Ne yaparsam yapayım onun kendiliğinden bana yaklaşma
onu daha çok, o ise beni daha az seviyo rdu. Kıskanç , e vham lı ve
kavgac ı olmaya başlad ı m . Art ı k z ı vanadan çı km ı ş t ı m . Aram ızda
bazı şeyler düz g ü n yü rü m ü yordu ve ben ne yapacağ ı m ı bilmiyor
du m . Hep aynı noktada d ön ü p du ran boş konu şm alar yapıyo r
duk. Ben i sevdiği halde özg ü r olmak istediğini değişik şekillerde
1 79
haklı buluyordu. Çok kırıldım ve endişelendim. Ağlayarak evime
döndüm. Ertesi gün cumaydı, hasta olduğumu söyleyerek işe de
gitmedim. Kötü bir hafta sonu geçirdim, ama artık onu kapıdan
içeri sokmamaya ve her şeyin bittiğine karar verdim. Eğer beni
ararsa onunla yapacağım soğuk ve tarafsız konuşmayı defalar
ca zihnimde canlandırdım. Ama aramadı. Süre uzadıkça verdiğim
karar giderek gücünü kaybediyordu. Zihnim sürekli neler hissettiği,
beni hala sevip sevmediği, Sandra'nın onun için ne ifade ettiği gibi
konularla meşguldü. Markus beni bir daha aramadı. Cumartesi
akşamı artık daha fazla dayanamayarak arabayla evinin önünden
geçtim. Onunla açıkça konuşmak, bunu neden yaptığını ve neler
olduğunu anlamak istiyordum. Markus evde yoktu. Ona cep telefo
nundan ulaşmaya çalıştım ama telefonu kapalıydı. O an çıldırmış
gibi oldum, Sandra ile birlikte yatakta olduğunu hayal ettim. Araba
mı kapısının önüne park ederek beklemeye başladım. Bu arada
onu cep telefonundan sürekli arıyordum. Onun peşinden koşma
mın büyük bir hata olduğunu biliyordum ama kendime engel ola
mıyordum. Ne olup bittiğini öğrenmeliydim! Gece saat bire doğru
eve geldi. Onun geldiğini, en önemlisi de yalnız geldiğini görmek,
Sandra'nın evinde kalmadığını bilmek beni birden rahatlattı. Onu
sokak kapısında yakaladım, beni görünce çok şaşırmış ve görü
nüşe göre pek sevinmemişti. Buna rağmen konuşmayı kabul etti.
Evine girince kendimi daha da kötü hissettim. Bir kaç ay önce bu
eve taşınacağım için ne kadar da çok sevinmiştim. Birlikte kuraca
ğımız yaşam bu evde başlayacaktı, birdenbire ne olmuştu bize?
Tüm öfkem yok olmuştu, artık sadece üzüntü duyuyordum. Açıkla
ma yapmasını beklemeden ona ayrılmamamız ve tekrar deneme
miz için yalvarmaya başladım. Soğuk ve mesafeli davranıyordu.
Bu sahnelerin onu üzdüğünü ama biraz benden ayrı kalmaya ih
tiyaç duyduğunu söyledi. İlişki güzel bir şeydi, ama onun hayatta
daha önemli öncelikleri vardı, önce işi ve kariyeri ile ilgilenmeliydi.
Şefiyle konuşmuştu ve büyük ihtimalle iki hafta içinde uzun sü
reliğine ABD'ye gidecekti. Şaşkına dönmüştüm, aşkımızı kulla
nılmış bir mendil gibi fırlatıp atıyordu. Buna inanamıyordum, ona
beni hala sevip sevmediğini sordum. Bana karşı duyduğu hislerin
değiştiğini, artık beni eskisi gibi tutkuyla sevmediğini ve yaşamını
buna göre yönlendirmek istemediğini söyledi. Son aylarda yaşadı-
1 80
ğımız stres yüzünden bu ilişkiye değmediğine karar vermişti. Peki,
bu Sandra kimdi? Açıkça arada bir buluştuklarını ve seviştiklerini
söyledi. Ona aşık mıydı? Aşk mı dedi, bu çok iddialı bir sözcük,
aşk nedir ki? Hiç stres yaratmadığı için Sandra'dan hoşlanıyordu
sadece. Ayrıca bu beni ilgilendirmezdi, onun problemiydi. Yanlış
insanla konuşuyorum herhalde, benim sevecen, nazik aşkım Mar
kus'a ne oldu diye uzun zaman düşündüm. Bir kaç ay içinde nasıl
böylesine buz gibi bir canavara dönüşmüştü? Uzun süre ağladım,
o hiç bir şey söylemedi. Sonra saatine baktı, yarın yorucu bir gün
olacağını söyleyerek artık gitmemi rica etti. Ona burada, yanında,
yatağında, kollarında uyumak istediğimi söyledim, durumu kabul
lenemiyordum. Suratıma bağırmaya başladı, "Neden hala anla
mak istemiyorsun? İlişkimiz bitti, tamam mı?" Artık kaybettiğimi
biliyordum. Gururumun kalan son kırıntılarını da toplayarak hiç bir
şey söylemeden evini terk ettim.
181
şında da anlattığım gibi aşık olma duygusu, sınav korkusuna
veya lunaparkta hız trenine binmeye benzer. Eşitliğe dayanan
bir ilişkide eşler zamanla birbirlerine güvenmeyi öğrenir ve
böylece aralarında bir emniyet duygusu oluşur. Her iki taraf
da eşlerinin kendilerini sevdiğini ve ona güvenebileceğini bi
lir. İlk aşkın belirtileri kaybolsa da yerine sıcak, güvenli bir
duygu yerleşir. Bağlanma korkusu olanların "hem evet, hem
hayır" şeklindeki düşünce ve davranış tarzları yüzünden eş
lerinde bu güven duygusu asla oluşamaz. Onlar her zaman
kontrolsüzlük sürecinde kalır ya da başlarda kendine güvenen
Petra gibi sonradan hızla bu sürece doğru sürüklenirler. Ken
di yaşamını kontrol edebilmek ve güven duymak varoluşsal
ve psikolojik bir gereksinimdir. Bu gereksinim, aynı şekilde
varoluşsal olan bağlanma gereksinimi ile birleşir. Bir aşk iliş
kisine girerek bağlanma gereksinimini karşılayan herkes belli
bir ölçüde kendini emniyette hissetmek ve eşine güven duy
mak ister. Bunun aksi ise korkutucu bir durumdur. Kontrol
kaybı, yani diğerini kaybetme korkusu, tutku duygusunu ola
ğanüstü boyutta tetikler. "Canı isterse! " diyerek rahatlamak
varken, güvensizlik eşlerin çoğunda tam tersine dürtüler yara
tarak duyulan arzuyu arttırır. Bunun altında son derece insani
bir duygu olan kontrolü tekrar ele geçirme gereksinimi yatar.
Eşini kendine bağlamayı amaçlamak aslında kontrolü tekrar
ele geçirmeyi hedeflemek demektir. Kontrol gereksiniminin
itici gücü çeşitli sebeplerle güçlenir. Kim sevdiği insanı kay
betmek ve terk edilmek ister? İşte bu düşünce insanda kor
ku ve acı uyandırır. Korku ve acı tutkuyu en fazla ateşleyen
duygulardır, özlem duymaya, daha doğrusu sapkın bir özlem
duygusuna sebep olurlar. Bağlanma korkusu olanların eşleri
nin yaşadığı kontrolü kaybetme korkusu aşk duygularını aşırı
oranda çoğaltır. Bu çok basit ama çok etkili olan mekanizma
yı çoğu kişi kendi yaşamında da hissetmiştir. İnsanın sürekli
ayaklarına kapanan bir sevgili hiç heyecan verici değildir. Di
ğerini kaybetme korkusu monotonlaşmış bir ilişkiyi yeniden
1 82
canlandırabilir. B iraz kıskançlığın zararı yoktur sözü boşuna
söylenmemiştir. Hissedilen kontrol kaybı arzuları arttırır.
Yakınlık ve mesafe, bağımlılık ve bağımsızlık, güven ve
kontrol kaybı ilişkilerde önemli rol oynarlar. En kusursuz iliş
kilerde bile bazen biri daha fazla yakınlaşmak veya uzaklaş
mak, bazen bağımsız olmak bazen de daha fazla bağlanmak
ister. B u duygular kişisel karakterlere ve yaşam şartlarına göre
değişir. Aradaki fark, kusursuz ilişkilerde hareket alanının faz
la geniş olmaması ve bu derece tek taraflı olmamasıdır. (Bu
konuyla ilgilenen okurlara Dean C. Delis ve Cassandra Phil
lips'in, "Eğer beni seversen, ben seni sevmem" adlı kitabını
öneririm). Bağlanma korkusu yaşanan birlikteliklerde bunun
tam tersine ilişkinin sınırları belirlenmiştir. Kontrol, bağlan
ma korkusu yaşayan tarafın elindedir. Böylece güçlü olan da
(kendi içinde böyle hissetmese bile) odur. Eşi ise kontrolünü
kaybetmenin ve çaresizliğin acısını çeker.
HERKES DELİREBİLİR
Profesyonel ve amatör çevrelerce sürekli tekrarlanan konu,
eşlerin bu tür bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerden kolayca
kopamadıklarıdır. Kendilerini uzun süre eşlerinin kötü mua
melesine ve morallerini bozmasına maruz bırakarak çocuk
luklarında öğrendikleri ilişki modelini sürdürürler. İlişkilerin
de çocukluk travmalarını tekrarlayarak yeniden yaşarlar. Bu
fenomen psikolojide "tekrarlama zorlantısı" olarak adlandı
rılır ve bağlanma korkusu olanların eşlerinin davranışlarının
yegane tipik açıklamasıdır. Örneğin, babası tarafından hiç bir
zaman kabul görmeyen ve onaylanmayan bir kız çocuğu ye
tişkin olduğunda kendisine aynı babası gibi davranan bir er
keği eş olarak seçer. Çoğu uzmanın psikolojik bakış açısına
göre kadının bilinçsizce yaptığı bu davranışın altında, babası
ile yaşadığı mutsuz ilişkiyi tekrarlama ama bu defa babasını
(yani eşini) kontrol altına alarak ilişkisini mutlu sona ulaştır
ma arzusu yatar. Mutlu son, eşinin kimliğindeki "babanın"
1 83
küçük kızı, yani kadını yüreğinde taşıyarak ona sevgi, şefkat
ve saygı göstermesidir. Aynı durum anneleriyle kötü ilişkiler
yaşayan erkekler için de söz konusudur.
Çocukluk deneyimlerini yetişkinlikte yaşanan aşk ilişkile
rine taşımak sık rastlanan ve tartışmaya yer bırakmayan psi
kolojik bir olgudur. Daha sonraki bölümlerde buna tekrar de
ğineceğim. Ama bunun mutlaka yaşanması gerekmez. Çocuk
luklarındaki davranışlarına bir anlam vermek için kıvranan
sayısız kadın ve erkekle karşılaştım. Bağlanmak istemeyen
eşlerini bırakamayan insanlar kendi davranışlarının sağlıklı
olmadığını hissederler. Kendilerinin en büyük eleştirmenleri
gene onlardır. Mantıkları onlara, ilişkilerinin son derece sağ
lıksız olduğunu, onlara zarar verdiğini ve daha da kötüsü ken
dilerini aptal yerine koydurduklarını söyler. Karşılarındakileri
ellerinde tutmak için başvurdukları numaralar genellikle yapı
cı değil yıkıcıdır. Bunun güzel örneği, Petra'nın, onu son anda
evsiz ve ortada bırakan Markus gibi bir adama "Cehenneme
kadar yolun var!" demeyi düşünememesidir. Petra, Markus 'un
peşinden koşmasının aptalca bir hareket olduğunun farkınday
dı. Böylesine bir ilişkinin içinde sıkışıp kalan insanlar, kendi
davranışlarını incelemeye ve zayıf davrandıkları için kendi
lerini yargılamaya çok zaman harcarlar. Onlardan, "Kendimi
tanıyamıyorum ! ", "Kendimden bunu asla beklemezdim ! " gibi
sözleri sık sık duyarız. Bağlanma korkusu olanların değişken
davranışlarına karşı kendileri de dengesiz davranmaya başlar
lar. Mantıkları, "Bu işi bitir ! " derken, yürekleri, "Kal ! " der.
Mantıkları onları, ilişkilerini sürdürmekte ısrar etmekle olaya
sağlıksız katkılarda bulunduklarını düşünmeye yöneltir. İliş
kilerinden kurtulabilmek için kendilerini daha iyi tanıyarak
iyileşmeyi ümit ederler. Bağımlılıklarını tanımlayan psikolo
jik açıklamalar bulmaya çalışırlar. Ebeveynleriyle olan iliş
kilerini inceleyerek kendi davranışlarını anlamaya çalışırlar.
Hayat hikayelerindeki karanlık noktaları bularak ve özümse
yerek kendilerini baskı sonucu oluşan davranışlarından kur-
1 84
tarmayı ümit ederler. Çocukluklarına yaptıkları bu yolculuk
bazılarının hiç işine yaramaz. Anne ve babaları şefkatli, ilgili
ve sevecen insanlardır. l 8 yaşındayken hamsterlerinin ölme
si dışında hiç bir kötü çocukluk anıları yoktur. Ama bugün
böyle davrandıklarına göre mutlaka yolunda gitmeyen bazı
şeyler olmuştur. Çoğu bu konuda bazı açıklamalar bulur. Hiç
kimsenin çocukluk dönemi mükemmel değildir, ebeveynlerin
de zaafları vardır. Bu kişiler anlamaya çalıştıkları çocukluk
deneyimleri ile boşuna vakit kaybederler, çünkü kendilerine
acı çektiren ilişkilerini koparamazlar, ayrıca kendilerini daha
da hasta ve kötü hissederler. Bu yüzden, ebeveynlerle yaşanan
ilişkilerin bağlanma korkusuyla yakın ilgisi olduğunu ama bu
nun mutlaka böyle olması gerekmediğini de altını çizerek tek
rarlamak istiyorum. Kendilerine güvenen, mutlu bir çocukluk
geçirmiş kişiler de aynı travmatik çocukluk anıları yaşayan
lar gibi ilişki kapanına kısılabilirler. İşte yukarıda anlattığım
kontrol kaybının işleyişi en mantıklı ve aklı başında insanla
rı bile delirmenin eşiğine kadar getirebilir. Bağlanma fobisi
olanların eşlerinden bazılarının bu şekilde davranma neden
lerinin geçmişte yaşadıkları ile bağlantılı olduğunu tespit et
mek olayın boyutlarını küçültemez. Her iki şekilde de, bundan
etkilenen kişilerin kötü çocukluk deneyimleri olsa da olmasa
da, kontrolün kaybedilmesi önemli bir rol oynar. Takip eden
sayfalarda duygusal kontrolü kaybetmenin işleyişini ve bunun
eşler üzerindeki semptomatik belirtilerini anlatacağım.
1 85
mayan ilişkilerde de az sayıda da olsa eşit olmayan güç dağı
lımına rastlanır. Özellikle de bu, bir tarafın diğerini daha az
sevdiği durumlarda görülür. Aşağıdaki açıklamalar dengelerin
bozuk olduğu tüm ilişkiler için belli bir ölçüde geçerlidir.
Güç ve kontrol dengesizliği en çok bağlanma sorunu yaşa
nan ilişkilerde göze çarpar. Her iki tarafın da bağlanma kor
kusu varsa, biri daha baskın olduğu için bağımlı, güçsüz eş
rolünü o üstlenir. Diğeri ise kontrolü elinde tutan taraftır. Bu
tip iki insanın eşit şartlarda olması, her ikisinin de aynı ölçüde
yakınlık ve mesafe gereksinimini duyması düşünülebilir ama
bence bu pratikte pek mümkün değildir. Bunun biraz da, aynı
soruna sahip olan eşlerin hepsine bu işin aynı oranda cazip
gelmemesi ile ilgisi vardır.
1 86
• Kendini değersizleştirmek - "Nerede hata yapıyo
rum?"
• İlgi alanlarını kaybetmek ve kendine zarar veren davra
nışlarda bulunmak - "Bu beni mahvediyor".
1 87
lar bu konuları kadın arkadaşlarıyla saatlerce tartışırlar. Eş
lerin konuşacak başka konularının olmaması ve çevrelerinin
bundan sıkılarak onlara sinirlenmesi bağlanma fobisi yaşanan
ilişkilerin sık rastlanan bir yan etkisidir.
Bütün bu derin düşüncelerin hedefi kendilerine güven ve
öngörü sağlayabilmektir. Bunu yapabilmek için bağlanmak
tan kaçan eşlerini anlamaya çalışmaları gerekir. Halbuki onlar
sadece eşlerinin davranış modellerini ve gizli kodlamalarını
anlamak için kafa yorarlar. Bağlanma fobisi olan insanların
karmaşık davranışlarını ve söylemlerini ortak paydada birleş
tirmek mümkün olmadığı için bu ümitsiz bir girişimdir.
Bağlanma korkusu olan kişilerin eşlerinde uyandırdıkları
güçlü duygular bu zoraki zihin meşguliyetini hızlandırır. Çün
kü eşler, beslendikleri azıcık sevgiyle asla doyamadıkları için
sürekli sevgi açlığı çekerler. Hasretleri asla giderilemez, sade
ce ara sıra yapılan sevgi gösterileriyle hayatta tutulabilir. Bu
sorunu yaşayan birisi bu durumu, "Ölmek için çok, yaşamak
için az" sözü ile tanımlamıştı. Duygusal kontrolün kaybedil
mesi sürekli yaşanan bir aşk ve acı yaratır. Eşler, güçlü bir
düşünce girdabının içine düşerler. Düşüncelerine engel ola
madıkları için de çok öfkelenirler. İlişkinin onları esir aldığını
hissederler, bir düğmeye basarak düşüncelerini durdurmayı
arzularlar.
Sevilen kişi üzerinde dönen bu derin düşünceler labiren
tinin yanı sıra birçok eşin tökezleyerek takıldığı başka bir
düşünce tarzı daha vardır. Eşler, bağlanma korkusu olanların
davranışlarının özgüvenlerini zedelemesine bir açıklama bu
lamazlar ve kendilerine, "Ben nerede hata yaptım?" sorusu
nu sorarak kendilerini suçlarlar. Büyük bir enerji harcayarak
kendi hatalarını bulmaya çalışırlar. Bir kaç hata buldukların
da da kendilerini daha kötü hissederler. Güvensizlik duygusu
ve yaşadıkları gerginlik, bir kısır döngüye girmiş gibi ilişkiye
daha da zarar veren duygusal patlamalara yol açar. Bağlan
ma korkusu olanların kararsız davranışları eşlerinin zaaflarını
1 88
daha da besler. Kıskançlığa eğilimi olanlar böyle bir ilişkide
fazlasıyla şüpheci davranırlar. Fazla tez canlı tipler sürekli si
nirlenerek adeta çıldırırlar. Melankolik tipler ise hep depresif
yaşarlar. Bağlanma korkusu olan kişilerle ilişkiye giren özgü
vensiz insanlar, kendileri için duydukları endişe ve suçluluk
duyguları içinde kaybolup gitme tehlikesiyle karşılaşırlar.
1 89
endişeleniyor ve depresif oluyordum. Başka hiç bir şey düşü
nemiyor, başka bir işle uğraşamıyordum. Sonunda aradığında
ağzımdan çıkanı kulağım duymuyordu. Sanki ruh halim onun
davranışlarına bağlıydı. Ben aslında bu değilim - bu işten kur
tulmak istiyorum" diye anlatmıştı.
1 90
içinde dramdır. Yaşam kıymetlidir. Üzerinden on yıl geçtikten
sonra, tüm bu yıllar boyunca boşuna acı çekmiş olduğunuzu
anlamak, bu kaybı bir yıl sonra yaşamaktan daha üzücüdür.
Bağlanma korkusu olanların eşleri duydukları aşkın eşsiz
ve benzersiz olduğuna inanırlar. Bu aşk, günlük hayatta karşı
laşılan hiç dramatik olmayan, sıradan ve can sıkıcı ilişkilerden
çok farklı, dramatik, karmaşık ve romantik bir aşktır. Sarhoş
eden tutkularını ve endişeli çöküşlerini, "aşklarının gizemi"
olarak tanımlarlar. Bu idealleştirme, bağlantı korkusu yaşa
yanların eşlerinin aslında zayıf olan hafızaları tarafından da
desteklenir. Acı çektikleri dönemler, uğradıkları sayısız hayal
kırıklıkları ayrıca sevdiklerinin küstah ve saygısız davranışları
hafızalarından silinir, ama çok daha nadir yaşadıkları tutkula
rın doruk noktalarını hatırlarlar.
191
kendime benimle birlikte alışverişe gelen bir moda danışmanı
buldum. Devamlı saçlarımı, manikürümü, pedikürümü yaptı
rıyordum, tümüyle bakımlıydım. Julian ' la buluştuğumuz za
manlarda mükemmel görünüyordum, en azından kendimin iyi
yanını ortaya çıkarmıştım. Herkesin gözü üstümdeydi, sokak
ta erkekler kadar kadınlar da dönüp dönüp bana bakıyorlardı.
Ama hep daha çekici, daha cazibeli olmak istiyordum. Her
kesten daha güzel olursam bana sonsuza kadar aşık olacaktı"
diye anlatmıştı.
1 92
ve intemette araştırma yapmalanna sık rastlanır. Öğrendikle
rini coşkuyla paylaşır ve bu sorundan etkilenenlere okumalan
gereken bazı kitaplar tavsiye ederler. Bu arada bağlanma kor
kusu olan eşlerinin sorunlan üzerinde çalıştığını ve her şeyin
düzeleceğini ümit ederler. Bağlanma korkusu olanlan çoğu
dik kafalıdırlar. İlişkilerde "hasta" taraf olmak istemezler. Ay
nca onların görüşüne göre özgürlük arzulan son derece haklı,
ilişkiler konusundaki düşünceleri de doğrudur. Sonuç olarak
dönüp dolaşıp aynı yere gelinir, eşlerinin arzusu üzerine daha
sağlıklı bağlanabilmek için davranışlannı düzeltmek zorunda
kalınca fobilerini giderek artar. Onlar aslında bunun tam ter
sini, yani daha fazla özgür olmayı ve artık bağlanmamayı ar
zularlar. Eşlerinin isteklerini yardım olarak değil, tam aksine
bağlı olduklan zinciri biraz daha kısaltmaya yarayan ısrarcı
bir talep olarak algılarlar.
1 93
vaktini intemette dolaşarak geçiriyordu. O güne kadar bilme
diği dünya edebiyatını kısa sürede okumak ona imkansız gel
diği için sadece kitapların içeriğini kısaca özetleyen eleştirileri
okuyordu. Manfred bunu dokunaklı bulduğu halde Sybille'in
kendisine giderek daha bağımlı hale geldiğinin farkındaydı. Bu
yüzden de ona olan ilgisini yavaş yavaş kaybediyordu. İlişki
leri biraz zoraki sürüyordu. Sybille aşk acısı çekiyor, duygusal
kontrolünü kaybetmenin bütün belirtilerini gösteriyordu. Man
fred ise, Sybille'e uzun vadeli bir gelecek sunmak istemediği
ve onu oyaladığı için kendini suçlu hissediyordu.
Bağlanma korkusu olanlar ilgi alanlarına inatla bağlı ol
dukları için eşleri de onların yakınında olabilmek için aynı
konularla ilgilenmeye başlarlar. Aynı hobilere sahip olmak
insanları yakınlaştırır. Özellikle kadınlar eşleri uğruna kendi
hobilerini arka plana atmaya çok meyillidirler. Elele tutuşarak
birlikte seyredebilecekleri bir futbol maçı ya da araba yarışı
birden cazip bir hal alabilir. Eşlerinin arkadaş çevrelerini ken
di arkadaşlarına tercih ederler, önemli olan eşleriyle birlikte
olmalarıdır.
Dışardan bakılınca insana son derece anlamsız gelen bu
davranış biçiminin itici gücü, duyguların kontrolünün kay
bedilmesidir. Duygularını kontrol edemeyenler aşırı şekilde
çaba göstermeye hazırdırlar. Bağlanmaktan kaçınan eşlerini
yola getirebilmek için kendilerinden en iyisini yaratmaya çalı
şırlar. Kendilerini biraz daha parlak gösterebilmek için gayret
gösterirler. En şık elbiselerini giyerler, en zor yemekleri ya
parlar, yapacakları akıllı ve esprili yorumları önceden plan
larlar. Zihinlerinde buluşmanın nasıl gideceği üzerine çeşitli
senaryolar yazarlar.
1 94
isteklerine göre davranabilmek ve aralarındaki hassas uyumu
korumak için ciddi uğraşlar verirler. Bağlanmaktan korkanlar
genellikle uzlaşmak için taviz vermezler ve eşlerini anlayabil
mek için fazla çaba harcamazlar. Bağlanma korkusu olanların
katılığı, eğilip bükülmemeleri eşlerini uyum sağlayacak kadar
esnek davranmaya yöneltir. Tartışma çıkmasını istemedikleri
için öfkelerini yutmak zorunda kalırlar. Haklı taleplerini net
ve açık olarak söylerlerse bağlanma korkusu olan eşlerinin
korkup kaçacağından endişe duyarlar. Kendilerini onlardan
daha değersiz ve yaralanmaya müsait görürler. Tek arzuları
eşlerinin sevgisini kazanarak garantiye almaktır. Bastırdıkları
öfkelerini içlerinde biriktirerek basit şekillerde dışa vururlar.
Aslında çok net duygular olan öfke ve saldırganlık, tehdit edi
ci oldukları ve ilişkileri zorlaştırdıkları için genellikle bastı
rılır ve bilinç dışında değişime uğrarlar. Bastırılan öfke ge
nellikle üzüntüye, depresyona ve yakınmaya dönüşür. Kavga
etmezler, kendilerini acındırarak şikayet ederler. Kendini de
ğersiz hisseden eşlerin sürekli yakınmaları bağlanma korku
su olanların tam da en hassas noktalarına dokunur. Eşlerinin
mutluluğundan sorumlu olmaktan nefret ederler. Bu onlara
çok sıkıntı verir ve kendilerini iyice geri çekerler. İşte o zaman
eşleri onlara daha çok yapışmaya başlar. Kaçan eşini kaybet
memek için her şeyini feda etmeye hazırdır. Paniğe dönüşen
terk edilme korkusu uyumlu olma baskısını arttırır. 42 yaşın
daki bankacı Angela bu durumu somut olarak ortaya koydu:
"Üç yıldır Sebastian ile birlikteyim. Kulağa aptalca geliyor
ama korku dolu bir üç yıl geçirdim. Sebastian' ın bana ihtiyacı
yoktu. Mutlu olmak için sadece işine ihtiyacı vardı. Beni sev
mesi için buluştuğumuz günlerde mükemmel görünmeye özen
gösteriyordum. Aklı çok kolay karışırdı. Bana çok az zaman
ayırdığından yakındığımda gerginleşir ve hemen içine kapa
nırdı. B ir daha da bu konuya değinemezdim. B ir keresinde son
anda bir randevuyu işini bahane ederek iptal ettiğinde şikayet
etmek yerine yutkunmayı ve susmayı tercih ettim. Sebastian
1 95
zorlanmaktan nefret ettiği için ben de ona ihtiyacı olan öz
gürlüğü veriyordum. Benimle mutlu ve memnun olması için
istediği her şeyi yapıyordum. Adeta kendimi kaybedercesine
ona uyum sağlamıştım." Neden böyle yaptığını sorduğumda,
"Onu kaybetme korkusu içimi yakıyordu. Onsuz yaşayamaya
cağımı hissediyordum. Bir adam için böyle duygular hissede
ceğimi asla tahayyül edemezdim. Onun gideceğini düşünmek
ölüm gibiydi" diye cevapladı.
1 96
Pet ise şöyle anlatıyordu, "Sürekli sinirliydim. Amelie çok
güzel bir kız ama flört etmeyi çok sever. B ir partiye gittiği
mizde belli etmeden sürekli kiminle konuştuğunu, nasıl dav
randığını kontrol etmekle meşgul olduğum için partinin key
fini çıkaramıyorum. Başka birinden hoşlanıp hoşlanmadığı
konusunda ipuçları aramakla meşgulüm. Telefonu çaldığında
kimin aradığını anlamak için hemen kulak kesiliyorum. Konu
şurken başka bir odaya giderse gizlice peşinden giderek neler
konuştuğunu dinliyorum. Tek başına bir yere gittiğinde başka
biriyle tanıştığını hayal ediyorum. İçimde sürekli beni aldattı
ğına ve onu kaybedeceğime dair kronik bir duygu taşıyorum."
Bağlanma korkusu olanlar kendilerini eşlerine hiç bir za
man tam olarak açmadıkları ve hep bir açık kapı bıraktıkları
için ilişkilerinde kıskançlık yaşanması kaçınılmazdır. Bu açık
kapı yüzünden dışarıdan birilerinin ilişkiye sızması her zaman
ihtimal dahilindedir. Eşlerin çoğu da bunu acı içinde tahmin
eder ve hisseder. Daha önce "savunma stratejisi olarak kaçış"
bölümünde de bahsettiğim gibi bağlanmaktan korkanlar eşle
rini aldatmaya veya ikili ilişkiler yaşamaya çok uygundurlar.
Çoğu olayda eşlerin kıskançlığı boşuna değil, son derece haklı
ve yerindedir.
Ama kıskançlık duygusunu tamamen reddederek ve bas
tırarak bu sorunu çözen eşler de vardır. Sürekli aldatıldıkla
rı kulaklarına fısıldanan ama gerçeklerin üstünü kapatarak
bağlanma korkusu olan eşlerine körü körüne güvenen eşler
de vardır. Yapılmaması gereken şeyler zaten olmamıştır diye
düşünürler. Ama ihanet ortaya çıktığı zaman dünyaları yıkılır.
1 97
Ama eşlerinin iletişimleri de bozuktur. Eşler ilişkiyi ellerine
geçirmek isterler, duygusal kontrollerini kaybettikleri için tüm
çabaları daha fazla güvende olmaktır. Eşleri ile ilişkileri hak
kında konuşmaları gerektiği açıktır. Eşlerin, kendini güvende
hissetmeyen tarafın sorduğu tüm soruları yanıtlamaları gere
kir. Güvensizlik duyan eş mutsuz ilişkisi yüzünden düşünme
yeteneğini tamamen kaybettiği için ilişkiyle ilgili nesnel konu
ları konuşmak zorlaşır. Önce ilişkinin açıklığa kavuşturulması
gereklidir. Ama doğal olarak bağlanma korkusu olanların iç
lerinde açıklık kavramı pek yoktur. Bu tarz konuşmaları daha
ziyade zorlayıcı ve tedirgin edici bulurlar. Ama eşleri netlik
istemekte ısrar eder. İlişki konusunda hem genel olarak hem
de bazı özel olaylar hakkında soracak çok fazla sorusu vardır.
Genel sorular, "Senin için ne kadar önemliyim, gelecek konu
sunda ne gibi hayallerin var?", "Bana sadık mısın?", "Bir aile
kurmak istiyor musun?" ve tabii ki, "Beni seviyor musun?"
Özel sorular ise genel soruların cevaplarına göre şekillenerek
yaşanan özel olaylar doğrultusunda, "Neden arkadaşlarınla
buluşmak senin için benimle birlikte olmaktan daha önemli?",
"Haftaya Pazar gününü baş başa geçirebilir miyiz?", "Müdü
rünle şu fazla mesai konusunu konuşamaz mısın?", "Dün gece
eve neden o kadar geç geldin?", "Şu kadını/adamı beğeniyor
musun?" şeklinde devam eder. Bağlanma korkusu olan kişi bu
sorular karşısında kendini çapraz sorguda gibi hissederek, hiç
hoşlanmadığı ve direncini alevlendirdiği halde sürekli kendini
savunmak ve haklı çıkarmak zorunda hisseder.
Tabii iş sadece soru sormakla da bitmez. Bağlanma fobisi
yaşanan ilişkilerde suçlamalar ve sitemler günlük olaylardan
sayılır. Bağlanma fobisi olanların eşlerinin içindeki hayal kı
rıklığını ve öfkeyi provoke etmeleri sözsel (bazen de fiziksel)
şiddet doğurur. Karşılarındakileri suçlarken hangi yolu kulla
nılacağı ise eşlerin karakterine bağlıdır. Bazıları kinayeli ko
nuşmakla yetinirken, bazıları avaz avaz bağırarak konuşurlar.
Korkaklar ve tartışmalardan kaçınan tipler ise susarak üzün-
1 98
tülerini ve öfkelerini içlerine atarlar. Karşılarındakileri daha
fazla reddetme riskine girmez istemezler, zaten problemler
hakkında konuşmayı da sevmezler. Bu daha çok erkekler için
geçerlidir. Suçlamalarını dile getirmezler. Ama öfkelerini bo
şaltmaları gerektiğinden ilgisiz durumlarda öfke patlamaları
yaşarlar. Sessizce acı çekenler basit olaylar karşısında olağa
nüstü asabi tepkiler gösterirler. Örneğin biraz süt dökülse kı
yametler kopar. "Fedakarlık" başlıklı paragrafta da yazdığım
gibi bastırılan öfke depresyonlara ve her şeyden yakınmaya
yol açar. Bazı eşler ise o derece uyum sağlarlar ki ağızların
dan bir kelime dahi duymazsınız. Kronik olarak tartışmadan
kaçınanların sıkıntıları çoğunlukla hastalık gibi psikosomatik
yollarla dışa vurur. (Bu geniş kapsamlı konuya fazla girmek
istemediğimden sadece bastırılan saldırganlığın ve psikoso
matik rahatsızlıkların birbirleriyle yakın ilişkisi olduğunu söy
lemekle yetiniyorum.)
"İlişkimizin yürümemesinin ve kendimi kötü hissetmemin
tek sebebi sensin! " cümlesi tüm eşlerin ortak ifadesidir. Ken
dilerini kurban gibi hissederler. Verdikleri sözlü ya da sözsüz,
"Kendimi iyi hissedebilmem için değişmelisin ! " mesajı daima
"Sen-merkezcidir". Yakınmak, şikayet etmek, söylenmek, ba
ğırmak, ağlamak, susmak, geçimsizlik ve sürekli sorular sor
mak en büyük özellikleridir. Ama bunların sonuçlarının eşlerin
çıkarına olmadığı açıkça bellidir. Bağlanma sorunu olanların
ilişkilerin genellikle yorucu, bunaltıcı ve zorlayıcı olduğu ko
nusundaki inançları da böylece doğrulanmış olur. Alışık ol
dukları gibi kaçarak, saldırarak ve donup kalma refleksleriyle
savunmaya geçerler. Konuşmanın bir faydası olmadığını anla
yan eşler ise bazen bambaşka bir araç olan mektubu kullanırlar.
Tüm üzüntülerini, hayal kırıklıklarını ve duygularını yazıya
dökerek bu yolla daha iyi sonuçlar elde edeceklerini umarlar.
Eşlerin yüce duyguları etrafında dönüp dolaşan söylemler
her zaman ben merkezcidir. En üst sırada "Seni seviyorum ! "
yer alır. Ama genellikle eşlerini ne kadar çok sevdiklerini, ne
1 99
kadar çok özlediklerini, her şeyin düzelmesi için gerçekten
derin bir arzu duyduklarını yeteri kadar ispatlamayı başara
mazlar. Bu davranışları da en az suçlamaları kadar bağlanma
korkusu olan eşlerinin sinirini bozar. Özellikle de bu itirafların
sonunda, "Sen de beni seviyor musun?" sorusu sorulduğunda.
Kendilerini yine köşeye kıstırılmış, suçlu ve çaresiz hissetme
ye başlarlar. Derin bir nefes alarak kısa süreliğine bile olsa
uzaklaşmak isterler.
200
luşmaktan da yoksun kalmış olurlar. Buna karşılık son ana ka
dar Cuma akşamı için haber beklerlerse evde tek başına oturma
ihtimalleri oldukça yüksektir. Diğer zamanlarda evde oturmayı
sorun etmeseler bile, içine kapanık olan eşler bir türlü bağla
namayan sevgilileri onlarla birlikte olmayı tercih etmediği için
büyük bir yalnızlık duygusuna kapılırlar.
Beraber yaşayan kişiler ayn yaşayanlar gibi birbirlerini
görmek için randevulaşmak zorunda olmadıkları halde, za
man kararlaştırmak isteksizliği onların arasında da problem
yaratır. Yukarıdaki örneği ele alırsak, bağlanma korkusu olan
birinin tek başına hafta sonu için plan yapmasında ayrı evlerde
veya birlikte yaşamak önemli değildir.
Bağlanma korkusu olanlar bir hükümdar gibi davranarak
yakınlaşma ve uzaklaşma konusunda plan yapma üstünlüğünü
kendilerinde görürler. Bu davranışları sonucunda eşleri de ar
tık kendilerini onlar için feda etmemeye ve kendi işlerine bak
maya niyetlenirler. Birçoğu bundan sonra eşleri kendilerinden
uzaklaştığında sakin ve rahat olacaklarına karar verirler. 37
yaşındaki avukat Frank gibi egemenliklerini ilan ederler. Bir
çoğu da Frank gibi bu iyi niyetlerinde başarılı olamazlar. Ken
dilerini istedikleri kadar bağımsız davranarak dışarı atsınlar
bu konuda asla bağlanma korkusu olanları geçemezler. Özgür
olma senaryoları bumerang gibi geri teper. Bağlanma korkusu
olanlar kendilerini hep bağımsız hissettikleri için eşlerinden
daha avantajlıdırlar. Çaresiz eşler ise sadece tepki göstermek
için böyle davranırlar. "Yeni bağımsızlık" daha az yara almak
ve bağlanma korkusu olan eşlerini manipüle etmek için kendi
lerinin yarattığı bir stratejidir. Asıl istedikleri bu değildir. Asıl
istedikleri bağımsız olmak değil eşlerine daha yakın olmaktır.
Kendileri ile verdikleri mücadeleyi başarıyla uzun süre de
vam ettiremezler. Daha sık itiraz edip, daha seyrek görüşür
ve umursamaz davranırlarsa bağlanmaktan korkan eşlerinin
bundan rahatsız olarak onlara daha fazla ilgi göstereceğini
ümit ederler. Onları kendi silahlarıyla vurmak isterler. Ama
20 1
bağlanma korkusu olanlar yönlendirildiklerini hissetmekte
ustadırlar. Eşlerinin onları kandırmaya çalıştığını hemen se
zerler. Aslında ruhen çok zayıf ve kolay idare edilebilen kişi
lerdir. Etraflarına çizdikleri sınırlar, ilişkilerde üstünlüğü kay
betmemek için aldıkları bir savunma önlemidir. Yapı olarak
olağanüstü şüpheci insanlardır. bu yüzden de eşlerinin birden
değişen davranışlarını yutmazlar ve onları sınamaya başlar
lar. Özellikle kayıtsız kaçınmacılar aradaki mesafeyi koruma
konusunda fazlasıyla katı olduklarından eşlerine bir santim
bile yaklaşmazlar. Eşlerinin onlara zaten ters gelen bu değişik
davranışlarına asla inanmazlar. Yani eşleri boşuna çaba harca
yarak sinirlenir. Yeni takındıkları "rahat" tavırlar kısa bir süre
sonra acıklı sahneler, gözyaşları ve suçlamalarla sona erer.
Suni olarak yaratılan bu uzaklaşma, bu derece katı bağlan
ma korkuları olmayanlar da ise istenilen sonucu verebilir. Te
daviye cevap vererek daha güvenilir olabilirler. Eşleri daha gi
rişimci davrandıkları ve yakınlaştıkları için çok sevinirler. Bu
sevinçle de esas niyetlerini unutarak dikkatsizce davranmaya
başlarlar. Kendilerini ne kadar bırakırlarsa bağlanma korkusu
olanların uzaklaşma arzuları da o kadar su yüzüne çıkmaya
başlar. Ve oyun yeniden baştan başlar.
202
nun seninle bir ilgisi yok" dese de duygularımız bunu, "Beni
istemiyor" şeklinde duyar. Bu yüzden duygularımız sürekli
mantığımıza, "Neyi daha iyi yapabilirim?" sorusunu yöneltir.
Bu soru, bir şeyleri yanlış yaptığımızı içerir ve kendimizden
şüphe duymamıza yol açar. Bu arada hata arama sistemimiz
iki yönlü çalışır. B irincisi, "Nerede hata yapıyorum? Ya da
senin tümüyle yanımda olmanı sağlamak için neyi daha iyi
yapmam gerekiyor?" İkincisi ise, "Beni sürekli hayal kırık
lığına uğrattığın ve aklımı karıştırdığın halde seni neden bı
rakamıyorum?" Her iki soru da aslında eşlerin kendi gerçek
ve varsayılan zaaflarıyla yoğun şekilde uğraşmalarını sağlar.
Bu hata arayışının ve kendine güvensizliğin büyüklüğü, eşle
rin ilişkiye kattıkları temel özdeğer duygularının boyutlarına
bağlıdır. İnsanın kendinden şüphe duymaya yatkın olması bu
değişken sinyalleri daha da güçlendirir. Kusursuz ve sağlam
özdeğer duygusuna sahip insanlar da zaaflarını özenle gözden
geçirme dürtülerine karşı duramazlar.
Probleme başka bir cepheden de yaklaşılabilir. Eşinin is
teklerini yerine getirmeye ve ona iyi yanlarını göstermeye ça
balamak da aynı düşünce tarzının beslediği bir duygudur. Sü
rekli beğenilmek için kendimi düzeltmeliyim. B ağlanmaktan
kaçan biriyle uzun yıllar süren mutsuz bir ilişki yaşayan bir
danışanım, ona kendinden şüphe duymaktan bahsettiğimde
böyle bir duyguyu hiç hissetmediğini söylemişti. Hep kendi
ne, "Neden böyle davranıyor?" diye sormuştu. Eşinin bağlan
maktan neden bu kadar çok korktuğunu ve kaçmaya çalıştığını
analiz etmeye çalışmıştı. Eşinin onu daha çok beğenmesi için
uğraşıp uğraşmadığını sorduğumda ise, "Hem de nasıl ! Beni
arzulaması için yapmadığım kalmadı" diye cevap vermişti.
Aslında kendinden duyduğu şüphe mükemmellik çabasının
altında yatıyordu. Eğer kendini yeteri kadar değerli bulsaydı
bu kadar çaba harcar mıydı?
Kendinden şüphe etmek bağlanma sorunu yaşanan bir iliş
kinin sadece sonucu değil aynı zamanda çözüm arayışıdır.
203
İnsan önce, sonradan onları ortadan kaldırabilmek için kendi
hatalarını ve zaaflarını tanımlar ve eşinin "ne evet, ne hayır"
söylemini net bir evet'e dönüştürmesini ümit eder.
İlk soruda kendini yeteri kadar harap ettikten sonra iliş
kinin daha ileri bir safhasında ikinci bir soru belirir. "Neden
ondan kopamıyorum?" Bu ıstırap verici soru da aynı birinci
si gibi insanı boşluğa sürükler. Çoğu insan bu bağımlılığının
ruhsal bir bozukluktan mı ileri geldiği yoksa gerçekten bu bü
yük aşkın etkisi altında mı kaldığı konusunda kararsız kalır.
Bazı eşler ise daha birinci soruda takılıp kalırlar ve karşı
larındakinin bir sorunu olduğu akıllarına dahi gelmez. Bunlar
çoğunlukla çocukluklarından beri varsaydıkları zaafları yü
zünden kimsenin onlara uzun süreli ilgi göstermesine alışık
olmayan insanlardır. Bağlanmaya en çok eğilimi olan eşler,
tedirgin ve saplantılı bir bağlanma tarzını içselleştirmiş olan
lardır. Bazı eşler ise her iki soruyla kendilerine eziyet ederler.
Mantıkları onlara sorunun kendilerinde değil karşılarındakin
de olduğunu söyler. Ama diğer yandan kendilerinden şüphe
leri olduğu için, belki de başkalarının bağlanma korkusu olan
eşleriyle daha düzgün bir ilişki kurabileceğini hatta onu iyileş
tirebileceğini düşünürler. Bu kitabı okuyan birçok kişi, eşinin
bağlanma korkusu olup olmadığı veya onu yeteri kadar sevip
sevmediği soruları yüzünden acı çekecektir.
Kişinin kendinden şüphe duyarak ve mükemmel olma
ya çalışarak incinen ve kırılan egoları iyileşmek ister. Ama
nasıl? Ancak eşinin onu çok sevdiği ispat edildiğinde. Ama
bağlanma korkusu olanların ortadan kaybolma taktikleri
yüzünden bunu ispat edebilmek için her defasında yeniden
savaş vermeleri gerekir. İncinen egoları ne pahasına olursa
olsun kazanmak ister ve sürekli "yüzük" takmak için müca
dele verir. Egonun incinmesinin bu soru ile sıkı bir ilişkisi
vardır. Görüntüde bir çok eş büyük aşklarını ve sevdikleri
tarafından terk edilme korkularını hissederler. Ama bunun
altında yatan asıl duygu hasarlı özdeğerlerinin iyileşmek
204
istemesidir. Narsistik belirtiler gösteren insanların sevildik
lerini ispat edebilmek için daha fazla savaşmaya eğilimleri
olduğu çok açıktır. Sevdikleri onlardan kaçtıkça içlerindeki
av ateşi alevlenir. Ama bu çözüm yolunu deneyen eş maa
lesef oltaya takılır. Yaralı egolarının iyileşmesini bağlanma
korkusu olan eşlerine yansıtırlar. Yaralarını onlar sarmalıdır.
Yani ilişkileri için ön saflarda savaşmaktan ve sürekli darbe
almaktan bıkıp usanmazlar.
205
yoktur. Bu, diğerinin eğilimleri, zaafları, güçlü yanları ve psi
kolojik hasarları ile ilgilidir.
Birisinin sizinle ilgilenip ilgilenmemesinde sizin de etki
niz olduğu tartışılmaz. Cazibe, sevimli özellikler ve belirli
yetenekler insanı çekici kılar. Hayalinizde şöyle bir adam
canlandırın: 37 yaşında bir müzisyen. Ortalama bir çekiciliği
var ama hoş görünmek için çaba harcıyor. Düzenli spor ya
pıyor, her gün duş yapıyor ve tıraş oluyor ve giyimine özen
gösteriyor. İyi bir müzisyen olarak kalabilmek için günde
dört saat çello çalarak alıştırma yapıyor. Politikayla ilgilen
diğinden her gün gazeteleri okuyor. Ayrıca bazen bu konuda
kendinle mücadele etse de ahlaki sorumluluk içinde davran
maya özen gösteriyor. Bütün bunları varlığına bir anlam ve
şeref kazandırmak ve belirli bir yaşam standardına ulaşmak
uğruna yapıyor. Kendinden memnuniyet duyması onu mü
zik, politika ve ahlak konularında kendini geliştirmeye yön
lendiriyor. B unu önemli olduğuna inandığı için yapıyor. Ve
bu adam daha önceden tanıdığı, kendisini bir arzulayan, bir
arzulamayan bir kadına aşık oluyor. Bu onu gerginleştiriyor.
Kadının onu her zaman istemesi için ne yapması gerektiğini
düşünüyor. Daha esprili, sevecen, cömert ve atletik olmaya
çalışıyor. Daha büyük bir araba satın alıyor. Yemek pişirme
yeteneklerini geliştirmeye uğraşıyor. Ona hediyeler alıyor.
Bütün bunları kadının kendisine daha fazla aşık olması için
yapıyor. (Daha doğrusu bütün bunları kendini daha iyi his
setmek için, yani kendisi için yapıyor). Ama tüm çabalarına
rağmen ulaşmak istediği hedefe varamıyor. Kadın değişken
davranışlarını sürdürüyor. Bu adamın suçu mu? Nerede hata
yaptı? Kendini parçalamasının hiç bir faydası olmadı. Tüm
bu düşüncelerden çıkarılacak sonuç nedir? İnsanın bakımlı
olması, yeteneklerini geliştirmesi, huylarının bilincine var
ması ve kişisel olarak gelişmeye çalışması güzeldir. Ama
bunlar başkalarının sizi beğenmesi için yapılmamalıdır. İnsa
nın değeri, başkalarının beğenileri ile ölçülemez.
206
8 . "Bu beni mahvediyor" - İlgi alanlarını
kaybetmek ve kendine zarar veren
davranışlarda bulunmak
Sağlık ve işin yanı sıra hayat kalitesini yükselten temel
öğelerden biri de mutlu aşk ilişkilerdir. Beraberliklerde kriz
yaşandığında tüm yaşam alanları da gölgelenir. Kişiler sade
ce belirli zamanlarda değil sürekli mutsuz ve memnuniyetsiz
yaşarlar. Özellikle bağlanma fobisi yaşanan ilişkiler kaygan
zeminlere inşa edildikleri için eşler hızla mutsuzluk girdabına
kapılırlar. Kronik bir güvensizlik duygusu hissederler. Bağ
lanma sorunu yaşanmayan ilişkilerde ise kriz süreçlerinde eş
lerin geçmişte yaşadıkları güzel anılar o anda yaşanan krizde
onlara güç verir. Onlara güven, mutluluk ve bağlılık sağlayan
bir ilişkileri vardır. Birlikte mutlu yaşamaya muktedir olduk
larını deneyimledikleri için geçmişlerinden güç alırlar. Bağ
lanma korkusu yaşayan çiftler de ise bu temel güven eksiktir.
İlişkilerinin başından beri içlerini kemiren şüpheleri vardır.
Hiç bir zaman tam bir güven duygusu hissetmemişlerdir. İliş
kilerinin temelleri çürüktür ve eşleriyle ortak bir bazları yok
tur. Sürekli kriz sürecinde yaşarlar. Her ikisi de sürekli tökez
leyip sendelerler ama ne gidebilirler ne de tam anlamıyla bir
birlerine bağlanabilirler. B ağlanma korkusu olanların ikilemi
her ikisini de çıkmaza sokar. Çıkarlarına uygun kararlar ala
bilmeleri fazlasıyla yaşam enerjisi harcayarak savaşmalarına
bağlıdır. İlişkilerinde yaşadıkları gerginlik, korku ve üzüntü
nün yatıştırılması gerekir. Güven ve korunma duygularının bir
şekilde kompanse edilmesi ve toparlanmak için duyguların da
dinlendirilmesi önemlidir. Bağlanma fobisi yaşanan ilişkile
rin yarattığı bir yan etki de teselliyi başka yerlerde aramaktır.
Bu fobiden etkilenenlerin sevgiye olan açlıkları zaten tiryaki
si oldukları maddelere olan bağımlılıklarını daha da arttırır.
Bu bağımlılıkların en başında gelenler sigara, alkol, yemek,
alış veriş, kumar ve bilgisayar oyunları ve iştir. Daha önce
leri onlara mutluluk veren, kitap okumak veya bir film sey-
207
retmek gibi uğraşlara odaklanamazlar. Kontrolü kaybetmeleri
yüzünden sürekli gergindirler. Bir danışanım, "Eskiden hafta
sonları saatlerce kitap okumayı, vitrinlere bakmayı, mağaza
ları gezmeyi ve sinemaya gitmeyi çok severdim. Bu mutsuz
ilişkiye takılıp kaldığımdan beri, hiç bir şeye odaklanamıyo
rum ve sevdiğim şeyleri yapma isteğim kalmadı. Evin içinde
kaplan gibi dolaşarak litrelerce kahve ve çok sigara içiyorum.
Bir kitap okumak yerine öfkemi yatıştırmak için ya kız arka
daşlarımla saatlerce telefonda konuşuyorum ya da anlamsız
bir şekilde temizlik yapıyorum. Akşamları mutlaka bir kaç ka
deh şarap içiyorum, yeni alışkanlığım bu. Ama dürüst olmam
gerekirse gerginliğimi en azından bir kaç saat yatıştıran tek
çıkar yol şarap içmek" diye anlatmıştı.
Başka birisi ise sevgilisi tarafından her reddedilişinde bir
alış veriş krizine giriyordu. Erkek bir danışanım da sık sık
içkiye sığınmaya başlamıştı. Bu yüzden terapiye geliyordu.
Konuşmalarımızdan ortaya çıkan, bir aile kurabilmek için
evlenmek istediği bir kadın tarafından yıllarca oyalanmış ol
duğuydu. Bağımlılıkların en iyi tarafı kısa süreliğine yardım
cı olmalarıdır. Eşler sürekli çaresizlik duygusu ile yaşamaya
dayanamazlar ve içlerinde bir süreliğine de olsa bu duyguya
karşı yardımcı olacak bir şey bulma dürtüsü uyanır. Sigara
ya, alkole sarılmak, alış verişe çıkmak, yemek, çalışmak veya
oyun oynamak insanı kısa süreliğine teselli edebilir.
208
bir zemin hazırlar. 5 1 yaşındaki Wolfgang'la yirmi yıldır evli
olan 44 yaşındaki Anna'nın hikayesi klasik bir örnektir. İlişki
lerinin başında Wolfgang, sevecen ve Anna'ya kendini sevdir
mek için her türlü yola başvuran bir adamdı. Evlendikten sonra
ise tüm tutkusu hızla azaldı, soğuk ve mesafeli tabiatı ortaya
çıktı. Wolfgang sokulgan biri değildi, fazla yakınlaşmaya ihti
yaç duymuyordu. Kızları Britta ve Melanie bir buçuk yıl arayla
dünyaya geldiler. Anna'ya evliliğinde bulamadığı sıcaklığı ve
sevgiyi verdiler. Evliliğinde kendini yalnız hissetmesine rağ
men çocuklarıyla oyalanıyordu. Tüm enerjisini annelik rolüne
harcıyordu. Wolfgang hafta içinde genellikle iş gezilerinde ol
duğu için Anna, onun kendisini aldattığından şüpheleniyordu.
Bu konuda fazla şey bilmek de istemiyordu. Wolfgang maddi
açıdan ailesine iyi baktığından Anna bazı lükslerini karşılaya
biliyordu. Hata sonları evde olduğu zamanlarda da sevgi dolu
iyi bir babaydı. Anna bunların değerini biliyor ve çocuklarının
bir ailesi olsun istiyordu. Bu yüzden Wolfgang'dan ayrılmıyor
elindekilerle yetinerek memnun olmaya çalışıyordu. Durumu
tevekkülle kabullenmişti.
Hayalperest eşler ise ilişkilerindeki üzücü gerçekleri ya
çok az ya da tamamen görmezden gelenlerdir. Eğer Anna bir
hayalperest olsaydı, Wolfgang'ın istikrarlı davranışlarına, ai
lesine sağladığı güvene, işindeki başarısına ve çocuklarıyla
arasındaki sevgi dolu ilişkiye hayran olacaktı. Wolfgang'ın
iş gezilerinde onu aldattığı fikri ise aklına bile gelmeyecekti.
"Wolfgang mı? İmkansız, ona çok güvenirim ! " diyecekti. Ha
yalperestler dürtülerinin verdiği güçle kendi dünyalarında çok
mutludurlar. Çevrelerindeki arkadaşları ve dostları, hayalpe
restlerin anlattıklarıyla kendi gözlemlerinin arasında bu kadar
büyük farklar olmasına çok şaşırırlar. Ama bir hayalperesti
rüyasından uyandırmak gibi kötü bir rolü kim üstlenir?
Aslında kabullenenlerle hayalperestlerin durumları birbi
rine çok benzer. Bağlanmaktan kaçanlar için söz konusu bile
olmayan (ya da yüksek sesle söylenmeyen) bir evlilik ya da
209
ciddi bir ilişki yaşarlar ve kendilerini belirli ölçüde güvende
hissederler. Ama bağlanmaktan kaçanlar işlerini, hobilerini,
demek görevlerini bahane edip sık sık ortadan kaybolmakla
araya hep bir mesafe koyarlar. Fırsatını bulduklarında sadakat
konusuna da fazla önem vermezler ama eşleriyle birlikteyken
görevlerini yerine getirirler. Örneğin Wolfgang Anna'yle ya
kınlaşmak istemiyordu ama ruh hali fazla değişken olmadığı
için ona dostça ve iyi davranıyordu. Bu noktada Anna'ya karşı
olan davranışları istikrarlıydı.
Bağlanma korkusu olanlar eğer iş o noktaya kadar gelirse
genellikle iyi ebeveynler olurlar. Yakınlaşma arzularını eşle
rinden ziyade çocukları ile daha kolay giderirler. Çocukları
onlara bağımlı oldukları ve içlerinde kaybetme ve değersizleş
tirme korkuları uyandırmadıkları için eşlerinden daha az teh
dit edicidirler. Çocuklar bu duygu yoksunu ilişkiyi yapıştıran
macun görevi görürler. Ama bazı ebeveynlerin kendi bağlan
ma korkuları yüzünden çocukları ile de yakınlaşamadıklarını
ve bu sorunlarını onlara da geçirdiklerini belirtmek gerekir.
Aslında bu problem çok karmaşık olduğundan ve konunun
hakkıyla incelenmesi çok yer tutacağından burada detaylara
girmeyeceğim.
210
gibi giderek daha fazla doza ihtiyaç duymazlar. Tam tersine,
hayatta kalma sanatı icra eder gibi daima daha azı ile yetinme
yi başarırlar. Az da olsa biraz yakınlaşma sağlayabilmek için
taviz üzerine taviz verirler. İlişki dinamiğinin zarar görmüş
olması eşlerin daha bağımlı hale gelmesine, bağlanmaktan ka
çan eşlerinin ise daha bağımsız olmalarına sebep olur. Bir eş
yakınlaşmak ve bağlanmak için ne kadar çok çaba harcarsa,
diğeri de o ölçüde özgürlüğü uğruna savaşır. Deli gibi aşık
olduğu ve korkularının henüz su yüzüne çıkmadığı ilişkinin
ilk dönemlerinde verebileceklerinin en iyisini zaten vermiş
tir. O zamandan beri de ilişkileri arada bir yaşanan yükseliş
noktalan dışında hep aşağı doğru gitmiştir. Bağlanma korku
su olan eş ilişkiden tüm katkılarını birbiri ardına çekmiştir.
Eşleri ise paniğe kapılır, diğerini kaybetme korkuları giderek
artar. Gözleri ilişkiyi kurtarmaktan başka bir şey görmez olur.
Yaşamlarındaki diğer olaylar özlerinde silikleşmeye başlar.
Korkularına hüzünlü bir endişe duygusu karışır ve yaşama
duyguları giderek depresif olmaya başlar. Depresyon onları
ele geçirdiği zaman, ilişkileri biterse hayatta kalamayacakla
rına inanırlar.
Eşlerin hüzün ve korku dolu bu ruh halinin etkisine gir
meleri, duyguları üzerindeki kontrollerini kaybetmelerinin
daha doğrusu mutsuz ilişkilerinin doğal bir sonucudur. Kor
ku ve depresyon içeren duyguları olayları gerçekçi olarak
değerlendirmelerine engel olur. Bu durumdayken çoğu, eş
leri olmadan da mutlu olabileceklerini düşünemez bile. Ken
dilerini anlatılmaz derecede üzgün ve tedirgin hissederler.
B ağlanma korkusu olan sevdiklerini kaybetmek onlara ölüm
gibi gelir. B ir çoğu intihar etmeyi bile hayal eder. Allahtan
çoğu bu amaçlarını ciddi olarak uygulamayı düşünmezler.
Düşüncelerinde intihar ettiklerini canlandırmaları, endişeli
olmalarından kaynaklanan ve onları rahatlatan bir fantezidir.
O kadar çaresiz bir durumdadırlar ki intihar etmenin onları
acılarından kurtaracak son çare olduğunu düşünürler. Kur-
21 1
dukları intihar fantezisinde, bağlanma korkusu olan eşleri
nin onlara çektirdikleri acıları sonunda anlayacaklarını hayal
ederler. Markus yüzünden Münih 'e taşınan ve ortada kalan
Petra, ayrıldıktan sonraki ilk haftalarda sürekli kafasında
veda mektupları yazdığını anlatmıştı. "Seni yerde boşuna
beklemektense gökte beklerim daha iyi ! " gibi saçmalıklar
(bugün bunları bu şekilde görüyor) o zaman toparlanmasına
yardım etmişti . Bugün geçmişe, ilişkilerinin bittiği döneme
baktığında, duyguları üzerindeki kontrolünü kaybederek na
sıl endişelendiğine, o girdabın içine nasıl çekildiğine ken
disi de inanamıyor. Geriye baktığında kendini kaybettiğini
ve Marku s ' un hayatındaki anlamını ve değerini aşırı şekilde
abarttığını anlıyor. Ama olaylar sonradan bakıldığında her
zaman farklı görünür. Petra'nın deneyimi bu gibi ilişkilerde
kısılıp kalan insanların kapıldıkları dürtülerden tek başlarına
kurtulmalarının ne kadar zor olduğunu gösteriyor. İlişkisinin
ardından yaptığı değerlendirmeler ise, duyguları üzerindeki
kontrolünü kaybeden bir insanın olaydan duygusal olarak da
uzaklaştıktan sonraki bakış açısının karakteristik bir örneği
dir. B ugüne kadar, zamanında onları hangi yabancı güçlerin
ele geçirdiğini ve bu derece çökmelerine sebep olduğunu
kendi kendine sormayan hiç kimseye rastlamadım.
Çocukluk çağları olumlu geçtiği halde ilişkilerinde bağımlı
olmaya eğilim gösteren insanların kontrol kaybının girdabında
daha güçlü ve daha uzun süre sürüklendikleri çok açıktır. Ama
daha önce de söylediğim gibi bu herkesin başına gelebilir. Bu
dinamiğin inanılmaz bir gücü vardır. Son derece iradeli ve sa
vaşçı ruhu taşıyan insanlar dahi bu dinamiğin etkisinde kala
bilirler. Kendilerine güveni olan ve hedeflerine odaklı insan
lardır. Hayatta istediklerini elde etmeye alışıktırlar. Kayıplar
ve yenilgiler konusunda fazla deneyimleri yoktur. İstedikleri
ni elde etmeye alışık oldukları için, kaybetmeyi ve yenilgiyi
kabullenmek yerine kafalarını duvara vurmak isterler. Bu ko
nuyla ilgili, "Allahım, bana değiştirebileceklerimle savaşmak
212
için kuvvet, değiştiremeyeceklerimi için sabır ve ikisini ayırt
etmek için de akıl ver" vecizesi aklıma geldi.
213
luluklar yüzünden daha istikrarlı davranma ve kara bir deliğe
düşmekten kurtulma şansına sahip olur. Günlük rutin işler ay
rılık acısını hafifletir. Sonra hafta sonu gelir. En kötüsü Pazar
günleridir. Kendini inanılmaz yalnız hisseder ve öfkesi derin
bir hüzne dönüşür. Üzüntüsü ona kendini güçsüz hissettirir.
Kötü anılan zihninden yavaş yavaş silinirken, birlikte geçi
rilen güzel ve mutlu anlar daha çok hatırlanır. Acınacak hal
dedir. Arkadaşları pazar günlerini eşleri ve aileleri ile beraber
geçirdikleri için onları da arayamaz. Bütün günü kendine ezi
yet ederek depresif bir halde geçirir. Dayanma gücü giderek
azalınca telefona yönelir. Sevdiğim sesi tekrar duyabilmem
için bir telefon etmem yeterli, belki bugün veya akşam tek
rar buluşuruz ve her şey düzelir diye düşünür. Sonunda ay
rılık acısı dayanılmaz bir hal alır. Bir kaç gün önce, geçici
bir acı sürekli acı çekmekten daha iyidir diye düşünerek net
olarak ayrılma karan verebilen mantığı artık bu karardan pek
de emin değildir. Depresyonun etkisi altındayken düşünceleri
ona, o kadar da kötü değildi, mutlu ve güzel anıların da var
diye fısıldamaya başlarlar. Ve en önemlisi, "Problemleri var
ve bunları benim istediğim gibi çözemediği halde o da beni se
viyor. Ondan her zaman ayrılabilirim, ama şimdi onu görmek,
onunla konuşmak ve ona dokunmak istiyorum. İyi olup olma
dığını bilmek istiyorum. Belki de kötüdür. Her şey karışık ve
zor olmasına rağmen biz birbirimizi seviyoruz" diye düşünür.
Duyduğu üzüntüden kurtulurken içinde bir ümit ışığı yana
rak düşünceleri şekil değiştirir: "Onu görmeliyim. En azından
onun da acı çekip çekmediğini öğrenmeliyim." Arkasından
hemen, aslında ayrılmak için fazla acele ettiği ve ayrılığın şu
an için doğru çözüm olmadığı düşüncesi gelir. Sevdiğini bir
kez daha görebilmek düşüncesi bile moralini yükseltmeye ye
ter. Ve sonunda onunla tekrar temasa geçmesi için düğmeye
basar. Hissettiği acı kaybolur veya dayanılır hale gelir. Olum
suz pekiştirme gerçekleşmiştir. Bağlanma korkusu olan eşler
de diğerinin geri gelmesinden genellikle mutlu olurlar. Ya da
214
kendileri eşlerinin geri gelmesi için savaşırlar. Bu arada, "Ne
evet, ne hayır" şeklindeki düşünceleri "evet" e dönüşmüştür.
Bağlanma korkusu olanlar uzaklaştıklarında eşlerini özlerler,
korkuları ve endişeleri yakınlaşıldığında artar. Kendilerini
terk eden eşleri ile tekrar temasa geçmek istediklerinde, eşle
rin de çoğu er veya geç zaaf gösterirler. Ayrılık da istemeden
gerçekleştiğinde aynı uyuşturucu bağımlılığından arınmak gi
bidir. Arınma belirtilerine dayanmak, hemen bir uyuşturucu
alarak acıları dindirme isteğine karşı koymak çok zordur.
Bağlanma fobisi olanlarla kurulan ilişkiler eşler için bir
dizi tehlike yaratırlar. Bunlar, duygusal kontrolün kaybedil
mesinden depresyona ve bağımlılığa benzeyen psikolojik kar
maşalara kadar varan, madde bağımlılığına benzeyen çeşitli
rahatsızlıklardır. Kişi, eşinin bağlanmaktan kaçındığını, ilişki
lerinin asla mutlu ve dengeli olamayacağını çoktan fark etmiş
olsa bile bundan kurtulması çok zordur.
Bir sonraki bölümde, eşlerin bağlanma fobisi yaşanan iliş
kilerin karmaşıklığından kurtulabilmeleri için pratik öneriler
ve alıştırmalar sunacağım. Çünkü ancak siz ve eşiniz, daha
dingin düşünerek ve olaya daha net bakarak bu ilişkiyi gerçek
ten isteyip istemediğinize karar verebilirsiniz.
215
bağlanma korkusu olanlar sadece eşleri istiyor diye kendileri
ni değiştirmezler. Bu işin doğasında vardır. Eşlerinin yanında
kalmak istiyorlarsa öncelikle onun değişmeden olduğu gibi
kalacağını ve kendilerinin de ellerinde olanla yetinmek zorun
da olduklarını kabul etmeleri gerekir.
İlişkinizi devam ettirseniz de bitirseniz de, yeniden benli
ğinize kavuşmak ve eskisinden daha bağımsız olmak zorun
dasınız. Bunu zaten çoktan anlamışsınızdır. Sorun bunun nasıl
olacağıdır. Önceden söylemeliyim ki, bu hiç kolay olmaması
na rağmen mümkündür. Temel sorun şu anda bir üzüntü va
disinde olmanız ve buradan nasıl çıkacağınızı bilmemenizdir.
Etrafınızı saran dağların dorukları tırmanılamayacak kadar
yüksektir. Kontrol kaybının pençesine düştüğünüzde, arada
yaşanan bir kaç istisna hariç duygularınıza ve düşüncelerinize
korkular ve depresyonlar hakim olmaya başlar. Bunlar eşini
zi, ilişkinizi ve geleceğinizi çarpık algılamanıza sebep olurlar.
Her şey fazlasıyla trajik ve zor görünür.
216
sıyla karmaşık bulmakla basitleştirdiklerini düşünürler. Tabii
ki onların ilişkisi eşsizdir. Ama maalesef yakalandıkları ilişki
modeli zannettikleri gibi değildir. Bu ilişki modelinin çeşitleri
vardır. Kendinizi suçlamaya ve ilişkinizi gizemli görmeye son
verin. Bir kağıda, "Duygularının yoğunluğu sana aşkının gü
cünü değil, bağımlılığının derecesini gösteriyor" diye yazın.
Eşiniz, bağlanma korkuları olmasına rağmen son derece
çekici özelliklere sahip olabilir. Bu kusur olmasaydı belki iliş
kiniz de gerçekten yüksek potansiyelli bir ilişki olabilirdi. Bu
gerçekten üzücü ve trajik bir durumdur. Size çok zor gelse
de, inanmak istemeseniz de bu çoğu olayda ağır bir kusurdur.
Bağlanma korkusu olanlar değişmeye hazır olmadıkları için
de ilişkilerin potansiyelleri gelişmeye elverişli değildir. Eğer
eşinizin kolları olmasaydı size sarılamayacağım görebilirdi
niz. Ama bağlanma korkusu gözle görülmediği için eşlerin
çoğu ortada ciddi ve derin bir duygusal rahatsızlık olduğunu
kabul etmezler.
Üzülmekten ve aşağılanmaktan bıktınız sa ve bu dramdan
kurtulmak istiyorsanız atmanız gereken ilk adım, duygularını
zın sizi yanılttığının, bu konuda onlara güvenmemeniz gerek
tiğinin bilincine varmanızdır. Onları gerçek gibi hissettiğiniz
için bu zor olacaktır. Aslında duygularınız gerçektir ama onla
rı siz yanlış yorumluyorsunuz. Yoğun olarak hissettiğiniz aşk
değil korkudur. Daha doğrusu, aşkınızı bu derece devleştiren
sebep korkunuzdur. Ayırım yapabilmek için şimdi mantığını
za ihtiyacınız var:
217
rak saptamaya çalışın. Kurtulmak için - hedefiniz eşinizden
ayrılmak ya da ilişkinizi artık farklı şekilde yaşamak olabilir
- kaybetme korkunuzun artık size hükmetmemesi gereklidir.
Üzüntülerinizin ana kaynağı odur. Tüm enerjinizi eşinizi ele
geçirmek ya da elinizde tutmak için değil, bu korkuyla savaşa
bilmek için harcamalısınız. İlişkinizi devam ettirmeniz ya da
bitirmeniz önemli değildir. Her iki durumda da bitebileceğini
göze almalısınız. Çoğunuzun asıl bunu duymak istemediği
nizden eminim. İlişkinizi hangi yollarla kurtarabileceğinizi ve
eşinizi nasıl ikna edeceğinizi söylememi umuyordunuz. İşte
bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerdeki paradoks budur: Ne
kadar çok çaba harcarsanız, başarısız olma oranınız o kadar
yükselir. Bağlanma korkusu olanların, kapana kıstırıldıklarını,
zorlandıklarını hissettiklerinde paniğe kapıldıklarını hatırlat
mak istiyorum. Eşinizin bağlanmaya ve yakın ilişki kurmaya
karşı gösterdiği direnci gözünüzde büyütmeyin. Tek yapabi
leceğiniz, size ne kadar acımasız gelse de, bu işin peşini bı
rakmaktır. Bunu yapmakla iki işlevi yerine getirmiş olursu
nuz. Hayatınızı tekrar kontrolünüz altına almak, böylece de
bağımlılığınızdan ve üzüntülerinizden kurtulmak veya onları
en aza indirmek istiyorsanız bırakmalısınız. İlişkinize bir şans
daha vermek gerekirse, ona yapışıp kalmaktan vazgeçtiğiniz
de bunu yapabilirsiniz.
Çoğunuzun en büyük problemi, kendinizi ilişkinize eşiniz
den vazgeçmeyi hayal bile edemeyecek kadar kaptırmış olma
nızdır. En kötüsü eşinizin sizi terk etmesi olacaktır. Daha da
kötüsü, sizi başka biri için terk etmesidir. Tüm iç organlarınız
bunun düşüncesiyle bile büzülür. Şimdi bir adım daha ileri
gitmek istiyorum. (Lütfen kitabı bir kenara atmayın. Her şey
yeniden düzelecek ! ) Korkmakta haklısınız. Bağlanma korku
su olan eşiniz korkudan ölüyor ve bir ayağı her an kaçmak
üzere hep kapıda. Onlar hem beraberlikten hem de yalnızlık
tan korktukları için her an ilişkilerini bırakıp bir sonraki mace
raya koşmaya hazır beklerler. Kıskançlığın pençesine düşme-
218
yin! En kötü kabusunuzun gerçekleşmeyeceğini size garanti
edebilirim (Yine her şey güzel olacak!). O veya siz bir sonraki
ilişkinizde daha mutlu olmayacaksınız. Bunun sizinle hiç bir
ilgisi yok! Bağlanma korkusu yaşayan kişi karşınızdaki ve
bu düğümü ancak o çözebilir. Yeryüzünde hiç bir eş onların
sorunlarını çözemez. Şu karşılaştırmayı bilinçli olarak yapın:
Eşiniz sizin için ne kadar çok şey hissediyorsa, kaçma dürtüsü
de o kadar güçlüdür! Eğer başka biriyle yaşadığı ilişkiye daha
uzun süre dayanırsa, bu o kişiye karşı duygularının daha zayıf
olduğunu ve bu yüzden korkusunu yönetebildiğini gösterir.
219
Terk edilme ve yalnız kalma korkuları da işte bu derin düzey
de beslenirler. (İlişkilerinde ölçülü bağımlılık sergileyen kişi
lerin problemlerine daha sonra detaylı şekilde değineceğim.)
Annemizden ayrılmak bizi korkunç bir yalnızlığa ittiği, hatta
ölümle sonuçlanması bile mümkün olduğu için içimizdeki ço
cuk ayrılığı atlatamayacağına inanır. Kaybetme korkunuzun
tüm kişiliğinizin değil sadece içinizdeki bir parçanın hissettiği
bir duygu olduğunun bilincine varın. Bunu özellikle vurgula
mak istememin sebebi, bağlanma korkusu yaşanan bir ilişkiye
kısılıp kalan eşlerin çoğunun duygularının tüm kişiliklerini
ele geçirdiğine inanmalarıdır. Bu yüzden de insanın duygula
rıyla arasına bir mesafe koyması çok önemlidir. Bu mesafeyi
de ancak içinizdeki yetişkin koyabilir. Bu yetişkin içinizdeki
çocuğun rakibidir. Başka bir bölümde, içimizde hem bağım
lılık gereksinimi hem de bağımsızlık ve özerklik eğilimi taşı
dığımızı yazmıştım. Yetişkin parçamız bağımsızlık arzumuzu
temsil eder. Onun hayatta kalma ve yaşam mutluluğu eşinin
ilgi ve sevgisine bağlı değildir. Kişiliğinizin bu iki yönünü
birbirlerinden ayırın. İçinizdeki çocuğun sürekli yetişkin ya
nınıza hükmetmesine izin vermeyin.
İçinizdeki yetişkin, çocuğu teskin ve teselli etme görevini
üstlenmelidir. İçinizdeki çocuğu, kötü bir kayıp yaşama tehdi
di altında olan bir çocuğu avutur gibi teselli edin. Bu çocuğa
iyi annelik babalık yapın, ona bu ilişki bittiğinde çok üzülece
ğini ama bunun ilelebet sürmeyeceğini söyleyin. Ona, bırakıp
gitmenin insanın kendini üzen ve korkutan birisine yapışıp
kalmasından çok daha iyi olduğunu anlatın. Bu kişiye bağımlı
kalmaya devam etmesinin onu çok daha fazla üzeceğini açık
layın. Bu insanın ona istediklerini ve ihtiyaç duyduklarını ve
remeyeceğini anlayarak durumu kabullenmesinin kendisi için
çok daha iyi olacağını söyleyin. İçinizdeki çocuğa, bir yetiş
kin olarak sizin daima onu koruyacağınıza ve asla yalnız bı
rakmayacağınıza dair söz verin.
220
Bugüne kadar içinizdeki çocukla gerektiği kadar yakından
ilgilenmediniz. Kalbinin kırılmasına ve canının yanmasına
izin verdiniz. Onun istediği gibi sevgisini gösteremeyen in
sanlar olduğunu anlatın. Tüm mutluluğunu bu insana bağımlı
hale getirmemesi gerektiğini söyleyin.
Bir yetişkin olarak bağlanma fobisi olmasına rağmen eşi
nizle kalmak isteyebilirsiniz. Bu durumda içinizdeki çocuğun,
alabildiği kadarıyla yetinmesi gerektiğini, çünkü bu kişinin
daha fazlasını vermeyeceğini ya da vermek istemediğini an
lamasını sağlayın. Eğer eşinizden tamamen ayrılmaya karar
verdiyseniz çocuğa, sürekli mutsuz olmaktansa kısa bir süre
üzülmenin daha iyi olduğunu söyleyin. Ona, kendisini daha
çok sevecek ve daha fazla bağlanma yeteneğine sahip başka
insanlarla mutlaka karşılaşacağını garanti edin.
İçinizdeki çocuğu inandırmanız gereken en önemli nokta,
ilişkinin başarısızlığa uğramasında onun bir suçu olmadığı ve
kişisel değerinin bu aşkla ölçülemeyeceğidir.
BAGIMLILIKTAN KURTULMANIN
YOLLARI: İÇİNİZDEKİ YETİŞKİNİ
GÜÇLENDİRMENİN DOKUZ YOLU
Bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerde hissedilen güçlü duy-
guları gerçekçi şekilde kontrol altına almak çok zordur. Ama
eşinizle birlikte olmaya devam etseniz veya ondan ayrılsanız
bile bunu yapmak zorundasınız. Size, pratikte uygulayabilece
ğiniz dokuz öneri hazırladım.
22 1
size heyecan vermediği için diğer tüm ilgi alanlarınızı ihmal
edersiniz. Buna bir de, eşinize adapte olma arzunuz eklenir.
Çoğu kişi, ona daha yakın olabilmek, birlikte ne kadar uyum
lu olduklarını herkese göstermek ve tartışmaları önlemek için
eşinin hobilerine ve arkadaş çevresine ilgi gösterir.
Kendinizi bağımsız hissedilmek için yeniden ilgi duyduğu
nuz değişik konular bulmanız ve başarılı deneyimler yaşama
nız çok önemlidir. Ayaklarınızı yere sağlam basmaya ihtiya
cınız var. İlişkinizin dışında hangi uğraşların size zevk verece
ğini oturup bir düşünün. Bir nevi envanter yapın. Mesleki du
rumunuzu, hobilerinizi, çocuklarınızla olan ilişkilerinizi veya
bir arkadaşınızla yaşadığınız bir problemi düşünebilirsiniz. Bu
arada belki de çok az hobiniz ve arkadaşınız olduğunun, yani
ilişkinizin yerine koyacağınız denge unsurlarının ne kadar az
olduğunun farkına varırsınız. Kendinize, "Bir ilişkim olma
saydı zamanımı nasıl değerlendirirdim?" sorusunu sorun. Bu
soru bu noktada size çok yardımcı olacaktır. Yaşam standar
dınızı, ilişkinizden bağımsız olarak nasıl yükseltebileceğinizi
düşünün. B ir iş değişikliği veya ilginç bir konuda eğitimini
ze devam etmek için en uygun zamandır. Böylece dikkatiniz,
mesleğiniz veya değişik konular gibi ilişkinizin dışında bir
yere kayabilir. Belki de bu güne kadar fark etmediğiniz başka
eğilimleriniz de vardır. Muhtemelen bir müzik aleti çalmayı
arzulamış ama bugüne kadar bu isteğiniz gerçekleştirmemiş
tir. Bu bir spor dalı, fahri bir görev veya daha sık tiyatro ve
sinemaya gitme arzusu da olabilir. Dünyada o kadar çeşitli
ilginç konu ve uğraş var ki, mutlaka kendinize yeni veya daha
yakından ilgileneceğiniz bir uğraş bulursunuz. B ugüne kadar
dondurduğunuz arzu ve değişiklikleri uygulamaya koymanı
zın şimdi tam zamanı. Burada söz konusu olan, hayatınızı ve
mutluluğunuzu sadece ilişkinizle sınırlandırmamanızdır.
Bir danışanım bu düşüncelerin sonucunda klarnet çalma
ya başladı. Bu ona çok keyif verdiği gibi, başarının tadını al
masını da sağladı. Artık boş zamanlarını doldurabildiği için
222
ilişkisi ona eskisi kadar önemli gelmiyordu. Şöyle anlatmıştı,
"Eskiden özellikle hafta sonlarım çok sıkıcı geçerdi. Birlik
te bir program yapmak için endişe içinde Uwe 'nin aramasını
beklerdim. Bugün artık ondan haber beklemek yerine klar
net çalışıyorum. Uwe 'nin saatlerce aklıma bile gelmediğini
fark ettim. Eskiden bunu asla yapamazdım." Müzik, kendini
bulmasına ve sevgilisinden tamamen bağımsız olarak mutlu
olmasına yardımcı olmuştu. Bu arada da sevgilisinin davra
nışlarından bağımsız olarak kendi mutluluğunu ne kadar et
kileyebileceğinin de farkına varmıştı. Bunun sağladığı güçle
işini değiştirmeyi başarınca memnuniyeti daha da arttı. Bu
önlemlerle yaşamının kontrolünü tekrar kendi eline almış
oldu. İşte önemli olan da budur. Çaresizce tüm duygularınızı
partnerinizin davranışlarına teslim etmek yerine, kendi yaşam
kalitenizin kontrolünü yeniden ele geçirin.
Anlamlı ve insanı mutlu eden uğraşların, bağlanma fobisi
olan ilişkiler yaşayan eşleri kurtaracak sayısız etkileri vardır:
• Kişinin dikkatini ilişkide yaşanan sorunlardan uzaklaş
tırarak sağlıklı bir duygusal mesafe yaratır. Başka iş
lerle meşgul olurken ilişkinizi hiç düşünmediğiniz an
ları siz de yaşamışsınızdır. Bunun ne kadar dinlendirici
ve rahatlatıcı olduğunu fark etmişsinizdir.
• İlişkiniz size başarı yerine hayal kırıklığı yaşatır. Bu
yüzden diğer alanlarda başarılar elde etmeniz duygusal
dengeniz için çok önemlidir. Böylece kendinizi ilişki
nizin başarılı olması konusundaki tutkunuzdan kurtar
mış olursunuz. Başka alanlarda elde edeceğiniz başa
rılar kendinize olan güveninizi de arttıracaktır. Bu sa
yede partnerinizle eşit duruma gelmiş olursunuz. Onun
hayatınızdaki önemi sağlıklı şekilde biraz daha azalır.
• Başarınızın ve memnuniyetinizin kendi elinizde ol
duğunu deneyimlemeniz bağımlılığınızın azalmasına
yardımcı olur. Kendinizi daha bağımsız ve bireysel
hissedersiniz.
223
B azıları kendilerine fazla zaman harcadıklarında eşlerini
kaybedeceklerinden korkarlar. Bu yersiz bir endişedir. Eğer
eşiniz kendinize zaman ayırdığınız, istediklerinizi yaptığınız
için sizi terk ederse, bu birbiriniz için doğru insan olmadığını
zın bir ispatıdır. Normalde bağımsız davranmak ilişki kıska
cından kurtulmanın en iyi yoludur. Kendinizi ilişkinizde daha
eşit hissedersiniz. Yaşadığınız yorucu tartışmalar giderek aza
lır, kendini sizden sorumlu hissetmekle zaten sorun yaşayan
eşiniz de biraz rahat nefes alarak sizinle tekrar yakınlaşır.
Aynca eşinizle açıkça konuşarak, ona neden kendinize ve
hobilerinize zaman ayırdığınızı ve bunun ilişkiniz açısından
ne kadar önemli olduğunu söyleyebilirsiniz. Konuşurken ke
sinlikle, "Ben sana gösteririm! " havasına girmemenizi öğütle
mek istiyorum. Bu hiç de ihtiyacınız olmayan çok hükmedici
bir davranış olur. Dürüst ve rahat olursanız ona karşı olmadı
ğınızı, sadece kendinizi bulmak için böyle davrandığınızı gös
termiş olursunuz. Aynca şeffaf olmakta ve açık konuşmakta
zorluk çeken eşinize de iyi bir örnek olursunuz.
224
kasına adapte olmak sıkıcıdır ve insanı mutsuz eder. Önemli
olan özerkliğinize yeniden kavuşabilmenizdir. B irlikteliğini
zi sürdürseniz de, ondan ayrılsanız da duygusal olarak kendi
kendinize yetmeniz, mutluluğunuzu sadece eşinizin varlığı
ile bağdaştırmamanız çok önemlidir. Daha da önemlisi, dav
ranışlarınızdaki değişikliğin sebeplerini ona dostça ve açıkça
söylemenizdir.
İlişkinizin, adapte olmaya gönüllü olmanız yüzünden ba
şarılı olduğu konusundaki yanlış inancınızdan kurtulun. Onun
ilişki problemlerinin sizin ona adapte olmanızla, tartışma ya
ratmaktan kaçınmanızla ve gösterdiğiniz ilgiyle bir bağlantısı
yoktur. Nedenlerini açıkça söylediğiniz halde eşiniz, bağım
sız davranmanıza ve böylece üzerinizdeki hakimiyetini kay
betmesine tepki gösterebilir. Bu, aldığınız önlemlerin yanlış
olmadığını, onun üzerinizdeki kontrolünü ve etkisini kaybet
mekten korktuğu için sorun yaşadığını gösterir. Kendinizi aşa
ğılamanız ilişkinizi kurtarmaya yetmeyecek sadece gereksiz
yere uzamasına neden olacaktır.
225
eşlerinin bu zaafını bilerek ya da bilmeyerek kullanır. Problem
lerini merkeze oturtarak kendilerini acındırırlar. Çoğu eşlerini
kaybetmek istemez, istedikleri sadece daha özgür ve bağlanma
dan yaşamaktır. Bu yüzden eşleriyle sürekli problemleri hak
kında konuşurlar. Bu yolla, kendilerini hiç değiştirmeden eşle
rinin anlayış göstermeye devam etmesini sağlarlar.
Eşlere, bağlanma korkusunun derinliklerine fazla dalma
malarını tavsiye ediyorum. Çelişkileri çözmeyi başaramaya
cakları gibi bir de sıkıntı yaşarlar. Bu karmaşaya fazlasıyla
kapılırlarsa böyle bir ilişkide ihtiyaçları olan kendi net çizgi
lerinden sapma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Sorunlardan
biraz uzaklaşmalılar. Hem sizin hem de partnerinizin bilinci
ne varması gereken, onun artık bir yetişkin olarak kendinden
sorumlu olduğudur. Yardım alabilir ve bazı şeyleri değiştire
bilir. Bir kağıda "İnsanın kendi yaptıkları dışında iyi bir şey
yoktur! " diye yazın. Bağlanma korkusu olanlar problemlerini
kabullenirler ama değiştirmeye yeltenmezler. Çünkü kendile
rini onları zaten çözemeyeceklerine inandırırlar. Zaten bağım
lılıktan kurtulmak ve yaşamlarını kontrol altına almaya çalış
makla meşguldürler.
Bu durumda yapmanız gereken en önemli şey bu ilişkinin
gidişinden sorumlu olmadığınızı iyice anlamanızdır. Bağlan
ma korkusu yaşayanlar ilişkilerinin ilk etabında yenilmez ol
dukları için eşleri ilişkinin daha sonraki süreçlerinden kendi
lerini sorumlu tutarlar. "Ben böyle davranmasaydım her şey
farklı olurdu" diye düşünürler. Bağlanma korkusu olanların
çelişkili ve belirsiz davranışları yüzünden eşleri onları yola
getirmek için sanki bir düğmeye basmaları yetecekmiş gibi bir
inanca kapılırlar. Bu tamamen yanlış bir düşüncedir! İlişkiler
de daima iki insan faktörü vardır.
226
Özellikle de savaşçı ruha sahip olan eşler başarısızlığı kolay
kabul edemezler. Başkalarını etkileme yeteneklerini gözle
rinde fazla büyütürler. Savaşçı ruhu olan insanlar sorunların
peşini bırakmayı başarabilmek için çaba göstermeli, bunu bir
zorluk ve kişiliklerini geliştirme görevi olarak görmeliler. Is
rarcı olmaları onların kişisel zaafıdır. Savaşacakları, yönlen
direcekleri ve değiştirecekleri olaylar onları mutlu eder. Artık
yapabilecekleri bir şey kalmadığı zaman hayatları bir drama
dönüşür. İşte o zama.1 endişelerinin esiri olur ve hızla depres
yona doğru yuvarlan.rlar. Kişisel duruşunuzu bu çaresizliğe
ve yetersizliğe yansıtmaya çalışın. Doğru zamanda işlerin pe
şini bırakmak bazen size güç kazandırır. Savaşmanın bir an
lamı olmadığı zaman bunu anlamak akıllılıktır. Belki bu o an
için acı verir ama bu acı uzun vadede kaybedilen bir savaştan
daha çabuk unutulur. Umutsuzluğa düşmemek için savaşmak
için harcayacağınız enerj iyi kendinize yönlendirin. Kendinizi
iyi hissetmek uğruna ne gerekiyorsa yapın. Enerjinizin ve sa
vaşınızın karşılığını mutlaka alacaksınız. B ir kağıda, "Sadece
kendimi etkileyebilirim! " diye yazın.
5 . Gururunuz Kırılmasın
Gururun kırılmasının çaresizlikle yakın bir bağlantısı var
dır. Bağlanma korkusu olan insanların davranışları eşlerinin
egolarını çok yaralar. Sayısız kez terslenip ihmal edilmişler
dir. Bu da insanın gururunu kırar ve incitir. Bu incinmeler so
nucunda eşler pes ederler. Başkaları tarafından aşağılanmaya
çok az sayıda insan dayanabilir. Bu yüzden çoğu, bağlanma
korkusu olan eşleriyle amansız bir mücadeleye girer. 33 ya
şında ve ticaret yapan Robert bu dinamiği şöyle anlatıyor:
"Gabi 'yle ilişkimizin başlamasından bir kaç ay sonra davra
nışları tamamen değişti, artık sağı solu hiç belli olmuyordu.
Çok sevecen ve sokulgan davranırken birdenbire huysuz ve
soğuk olabiliyordu. Beni en çok rahatsız eden de randevularını
son anda iptal etmesiydi. Bense o andaki ruh haline göre onun
227
ya prensi ya da dilencisi oluyordum. Daha önceki kız arka
daşlarımla böyle şeyler yaşamamıştım. Tam aksine mesafeli
davranan hep ben olmuştum. Gabi'nin davranışlarına bir açık
lama bulamıyordum, ne zaman nasıl hareket edeceğini kesti
remiyordum. Beni reddetmesinden korktuğum için de suyuna
gitmeye çalışıyordum. Onu etkileyebilmek için ona sık sık çi
çekler ve küçük hediyeler alıyor, mümkün olduğunca soğuk
kanlı ve rahat gözükmeye çalışıyordum. Hiçbir ilişkimde bu
kadar zorlanmamıştım. Onu yeteri kadar kendime bağlayama
dığını ve elimde tutamayacağım endişesi içimi kemiriyordu.
Belli etmesem bile kalbim hep kırıktı. Kötü günündeyse her
şeye bir kusur buluyordu. B u da beni çok tedirgin ediyordu.
Şikayetlerinde ne kadar haklılık ve doğruluk payı olduğunu
düşünüyordum. Ama kendini iyi hissettiği günlerde de inanıl
maz derecede fedakar, sevgi dolu davranıyordu ve o günlerde
tutkuyla sevişiyorduk. Tüm enerjimi onu zapt edebilmek için
harcıyordum. Sonsuza kadar benim olması için elimden geleni
yapıyordum. Güçlü olanın ben olduğumu, onu ele geçirdiğimi
kendime kanıtlamam gerekiyordu. Beni reddetmesi ve sürekli
kalbimi kırması onun yanına kalmamalıydı."
Robert' ın ifade tarzı size çok "erkeksi" gelebilir. Aynı du
rumu bir kadın daha yumuşak, başka bir ifadeyle daha genel
leyerek anlatırdı. Ama Robert net ifadesiyle önemli noktaya
parmak bastı: Kendini ondan daha değersiz görmeyi ve kal
binin kırılmasını kabul edemediği için oltaya takılmış oldu.
Artık yaşadığı her hayal kırıklığından, her reddedilişten sonra
kendini, partnerinin aslında onu sevdiğine ve tutkuyla arzula
dığına inandırmak zorunda kalıyordu. Partnerinin onun yeter
sizliğinden dolayı değil, sadece korktuğu ve hissettiği diğer
"sıradan dürtüler" yüzünden kaçtığını kendine ispat etmesi
gerekiyordu. Çoğu insan itiraf etmek istemese de gurur, part
nerinin peşinden koşmaya sebep olan güçlü bir iç güdüdür.
Özgüven eksikliğinizin boyutlarının bilincine varmaya ça
lışın. Eşinizin tekrar iyileşmenize katkı sağlamayacağı konu-
228
sunda ki sözlerime güvenin. Etkisi altında olduğu bağlanma
korkusu, sizi sürekli kendinden uzaklaştırmasına ve hırpala
masına sebep olacaktır. Ne kadar mükemmel olursanız olun,
ne yaparsanız yapın onu etkilemeniz mümkün değildir.
229
bugüne kadar yaşadıklarınız olduğunun bilincine varın. Zayıf
hafızanızı tazelemek için eşinizin kusurlarını ve yaptığı hata
ları not edin. Ona anlayış göstermeye, onu haklı çıkarmaya ve
yaptıklarına bir mazeret bulmaya son verin. Anlayışlı olmak
genellikle takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Ama sizin
durumunuzda eşinizin zaaflarını ve ilişkinizde yaşanan ger
çekleri görmenizi engelleyen bir unsur haline gelir.
Aşk ve Bağımlılık
Belli karakterdeki bazı insanların kendilerine zarar veren ilişkilere
girme ve uzun süre ilişkiden kopamama eğilimleri vardır. Davra
nışları, bağlanmaktan kaçınanların tam tersidir. Bağlanma korkusu
olanlar partnerlerinden uzaklaşarak kendilerini acı çekmekten ve
sahiplenilmekten korumaya çalışırlar. Bağımlılar ise, ayrılıktan ve
uzaklaşmaktan korktukları için sevdiklerine mümkün olduğunca
yakın olmak isterler. Bağlanma korkusu olanlar kendilerini birileri
ne adamaktan ne kadar korkarlarsa, bağımlılar da özgür olmaktan
o kadar korkarlar. Kaybetme korkusunu bilinçli olarak hissederler.
230
Ama bunun altında yatan asıl korku, kendi ayaklarının üzerinde
durmak ve bağımsız bir hayat yaşamaktır. Kendilerini değerli ve
güçlü hissedebilmek için partnerlerine gereksinim duyarlar. Kişi
likleri gelişirken onlara dik bir duruş sağlayacak olan güçlü bir ego
oluşturamamışlardır. Başkalarına bağımlı oldukları oranda kendi
lerini zayıf hissederler. Özgür olabilmek için başkalarına sımsıkı
yapışmaktan vazgeçip biraz uzaklaşmaları gereklidir. Ama araya
koyacakları küçücük bir mesafe bile kaybetme korkularını tetikle
diği için bu çözüm yolunu asla gerçekleştiremezler.
Bağımsızlık ve bireysellik yakınlaşmayı büyük ölçüde engel
lediği için partnerlerine adapte olmak isterler. Bir insan kişiliğini
ne kadar geliştirir ve bireyselleşirse kendini diğer insanlardan o
kadar ayrıştırır. Bireysel kişiliğin sınırları belirlendikçe insanlar
arasındaki ayırım da netleşir. Bağımlı insanlar karşılarındakilerle
yakınlaşabilmek için onların isteklerine uyum sağlamaya çalışır
lar. Bunu yaparken kendi arzu ve gereksinimlerini artık hissetme
yerek göz ardı etmeleri gerekir. Çünkü bir şeyi ne kadar çok ister
sek, tüm enerjimizi bu isteğimizi gerçekleştirmek için kullanırız.
Eğer isteklerimiz karşımızdaki insanların istekleriyle çatışıyorsa,
onlara karşı çıkmamız gerekir ki bu, anlaşmazlıklara sebep olur.
Tartışmak ise bir süre için de olsa onlardan uzaklaşmak demektir.
Uzaklaşmak düşüncesi korkuyu tetikler. Eşlerle uyumun ve ya
kınlığın korunabilmesi için de kişisel arzular bastırılır. Bağımlılar
da bağlanma korkusu olanlar gibi tartışmalardan kaçarlar. Ancak
onların bu korkusu kronik bir korunma güdüsüne değil, tam tersi
ne kronik bir adaptasyona yol açar. Bağlanma korkusu olanların
kontrol sağlamaya çalışmalarına karşın bağımlılar karşılarındaki
lere boyun eğmeye meyillidirler. Bu yüzden de partnerlerinin hiç
bir arzusuna karşı çıkmayarak tümünü yerine getirirler. Bağlan
ma korkusu olanlar partnerleri daha beklentilerini dile getirmeden
direnmeye hazırdırlar. Bağımlılar ise tüm beklentileri olabildiğin
ce karşılamaya çabalarlar.
Adapte olabilmek için gerekli olan diğer bir şart da partnerin
idealleştirilmesidir. Bağlanma korkusu olanlar kuşkucu oldukla
rından mesafeli davranmayı tercih ederler. Bağımlılar ise olayla
rı net algılamazlar. Çünkü netlik ve eleştirisel bakış açısı insanı
sevdiğinden uzaklaştırır. Bakış açıları fazla yakınlıktan dolayı da
23 1
bulanıklaşır. Bir resme çok yakından bakarsanız, bir adım uzak
tan baktığınız kadar net göremezsiniz.
232
ye çalışırlar. Bağlanma korkusu olanların tam tersine henüz pes
etmemişler ve ebeveynlerinin davranışlarını etkileyebileceklerine
dair inançlarını kaybetmemişlerdir. Çocuk, bilinçsizce ebeveyn
lerinin onu sevdiğini kendine ispat etmeyi amaçlayarak onların
beklentilerine uyum sağlar ve kendi isteklerini geri plana atar.
Korku duyarak tüm dikkatini ebeveynlerine ve onların beklenti
lerine çevirdiği için kendi gereksinimlerini ve arzularını göremez.
Bunun yerine kendini çevresindekilerin beklentilerini hissetmeye
alıştırır. Kendi arzularını hissetmemesi güçlü bir benlik duygusu
nun oluşmasını engeller. Gereksinimlerimi hissetmezsem kendi
benliğimi de hissetmiyorum demektir. Her zaman başkalarının
isteklerini yerine getiriyorsam ve ne istediğimi bilmiyorsam baş
kalarına bağımlı olmak temel yaşam duygum haline gelir. Kişisel
istekleri olan bir benliğim olduğunu nadiren hissedebilirim. İnsa
nın kendi arzularıyla olan ilişkisinin kopması, karar verebilme ye
teneğini de köreltir. Bunun acısı da en çok yetişkinlikte hissedilir.
Sevgi ve övgü elde etmek için verdiği uğraş çocuğu ebeveyn
lerine bağımlı kılar. Başkalarının onu takdir etmesine odaklandığı
için çocuğun gözünde "Sen" kavramı üstün bir nitelik taşır. Onlar
dan uzaklaşırsa sevgilerinden de mahrum kalacağı korkusuyla
ebeveynlerine iyice bağlanır. Kendisine olan sevgilerinden şüphe
duyduğu için gözünü onlardan ayırmaz. Ebeveynleriyle yakınlaş
ması ve onlara adapte olması aralarındaki ilişkinin kontrolünü
belirli bir ölçüde elinde tutmasını sağlar. Ebeveynlerine bu dere
ce bağlanması, dışarıda başka bir dünya olduğunu öğrenmesine
ve kendi deneyimlerini yaşamasına engel olur.
Bu çocukların çoğu yetişkin olduklarında da ebeveynlerinin
takdirlerine ve sevgisine özlem duyarlar. Kendi istek ve arzuları
doğrultusunda kararlar vererek bunları uygulamayı ve bağımsız
davranabilmeyi öğrenmemişlerdir. Kendilerini seven ve yöneten
güçlü insanlara bağımlıdırlar. Bağımsızlık onları korkutur, ancak
birilerine bağımlı olduklarında kendilerini güvende hissederler.
Aşırı bağımsızlık korkusu sonucunda panik ataklar yaşayabilirler.
Yukarıda ki açıklamalarımdan bu çocukların ebeveynlerinin
onları sevmediği sonucunu çıkarmamak gerektiğini vurgulamak
istiyorum. Sağlıklı ailelerden gelen birçok danışanımı da tedavi
ettim. Ebeveynlerinin veya annenin iyi niyetle çocuklarının ya-
233
şamlarını kendi istekleri göre yönetme çabaları çoğu kez çocu
ğun fazla duygusal olması için yeterlidir. Karakter özelliklerinin
ve yetiştirilme tarzının arasındaki uyumsuzluk da çoğu insanın
bağımlı bir karakter geliştirmesine sebep olur.
Bu çocuklar, "Sevilmek istiyorsam, senin istediğin gibi dav
ranmalıyım!" ilkesiyle programlanırlar. Yetişkinliklerinde de bu il
kelerini aşk ilişkilerine taşırlar. Bağımlı yetişkin, kendisini bağım
sızlıktan koruyacak, sevmeye değer biri olduğunu hatırlatacak
bir partnere ihtiyaç duyar. Buna kavuşmak için de, kendini bile
reddedecek kadar adapte olmak, tartışmalardan kaçınmak ve
çaresizce partnerine yapışmak gibi deneyimlediği her türlü stra
tejiye başvurur.
21 yaşındaki Rebecca bağımlılık yaşanan ilişkilere güzel bir
örnek veriyor:
"David'i tanıdığımda her zaman olmak istediğim gibiydim,
inceciktim ve kendime güveniyordum. Mezuniyet sınavımı başa
rıyla vermiştim ve sınav stresiyle de beş kilo zayıflamıştım. Okul
yıllarında hep desteğe ihtiyacı olan bir tiptim. Ama sınavdaki ba
şarım ve ince vücudum sayesinde artık inanılmaz bir özgüvene
kavuşmuştum. Hayatımda ilk defa cesur kıyafetler giymeye ve
makyaj yapmaya başladım. Artık hayatımın değiştiğine ve kendi
mi yeniden bulduğuma inanıyordum. Üniversiteye başlayana ka
dar boş kalmamak için bir reklam ajansında çalışmaya başladım.
Şirkettekiler eski halimi bilmiyorlardı. Erkekler tarafından be
ğeniliyordum, şirkettekiler bana kur yapmaya başlamışlardı. Ha
yatımın hiç bir döneminde bu kadar dikkat ve ilgi görmemiştim.
David şirkette grafiker olarak çalışıyordu. Benden on yaş büyük
tü ve çok yakışıklıydı. Önceleri, diğerleri gibi sadece bana kur
yaptığını düşündüm. Ama beni yemeğe davet edip, bana aşık
olduğunu söylediğinde kulaklarıma inanamadım. David gibi ku
sursuz bir adamın benimle neden ilgilendiğini anlayamıyordum.
O güne kadar erkeklerle ilgili deneyimim yoktu ve onun cehaleti
mi sezeceğinden korkuyordum. Ama tam tersi oldu. Saflığımı ve
tecrübesizliğimi çekici ve sevimli bulduğunu söyledi. Baba rolünü
üstlendi. Anlattığı politik, meslektaşları hakkındaki veya psikolojik
konulardaki fikirlerini büyük bir ilgi ve hevesle dinliyordum. Giyim
konusunda da bana yol gösteriyordu, kuaförüme saçımı nasıl ke-
234
seceğini bile o söylemişti. Çok zevkli olmadığımı düşündüğüm
için bunlar hoşuma gidiyordu. Tek arzum onun hoşuna gitmekti.
Sürekli akıl vermesi bazen beni kızdırsa da, bunu söyleyecek
cesaretim yoktu. Tüm isteklerini yerine getiriyordum. David gibi
bir adamı uzun süre elimde tutabileceğimden emin olmadığım
için sürekli onu kaybetme korkusuyla yaşıyordum. Kendimi ise
hiç ilginç bulmuyordum.
İlişkimizin başlamasından beş ay sonra, fazla bireysel dav
randığımı ve ondan bağımsız olmaya çalıştığımı söyleyerek beni
suçlamaya başladı. Ebeveynlerimle olan ilişkimi de analiz ederek
onlardan biraz daha uzak durmam gerektiğini söylüyordu. Beni
daha bağımsız olabilmem için eğittiğini ifade ediyordu. Ona, bir
yetişkin olarak eğitime ihtiyacım olmadığı konusunda karşı çık
mak yerine söylediklerine hak verdim. Eleştirileri, kendime olan
güvenimi sarsarak onu kaybetme korkumu daha da güçlendirdi.
Doğru davranabilmek için elimden geleni yapıyordum. Ona kar
şı çıkarak fikirlerimi savunmam için beni teşvik ediyordu. Birisini
devamlı onaylamak bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Ama
ona nasıl karşı çıkabileceğimi de bilmiyordum. Ayrıca dürüst
olmam gerekirse, bahsettiği konular hakkında da hiç bir bilgim
yoktu. Onunla tartışmak da hiç istemiyordum. Bir kız arkadaşım,
David'in o başöğretmen tavrına pabuç bırakmamam konusunda
beni uyardı. Ama bunu söylemeye cesaretim yoktu ki. David'in
giderek benden uzaklaştığını hissediyordum. Daha az görüşür
sek bana daha fazla ilgi gösterebileceğini kendisi söyledi. Bana
açıkça, birisini avucundan yedirerek beslemenin tutkuya hiç bir
katkısı olmadığını söyledi. Bana duyduğu ilgiyi giderek kaybet
tiğini belli ediyordu ve ben her seferinde ona daha fazla bağla
nıyordum. Bunun yanlış olduğunu akıl etmeme rağmen kendimi
engelleyemiyordum. Kendimi çok zayıf, ezik ve üzgün hissedi
yordum. Onu kaybetme düşüncesine dahi dayanamıyordum.
Bana zaman ayırmadığı için duyduğum kızgınlık, kendimi güç
süz ve bağımlı hissettiğim ölçüde artıyordu. Benimle buluşması
için ona ağlayarak yalvarıyordum. Bir gün bana, birbirimizden
biraz uzaklaşmamız gerektiğini, ona fazlasıyla bağlandığımı ve
artık beni sevip sevmediğinden emin olmadığını söyledi. Bir haf
ta benimle görüşmek istemediğini, bir hafta sonra ilişkiye devam
235
edip etmeme konusunda verdiği kararı bana bildireceğini söyle
di. O hafta izinli olduğu için zaten şirkette de görüşemeyecek
tik. Hayatımın en kötü günlerini geçirdim. Kendimi idam kararı
bekleyen bir mahkum gibi hissediyordum. Kız arkadaşım bana
çok kızıyordu. Kendime bu şekilde davranılmasına nasıl izin ver
diğime inanamıyordu. Bana, David'i arayarak bu ayrılığın bana
da iyi geleceğini, ilişkimizin gerçekten bir anlamı olup olmadığı
nı düşüneceğimi söylememi tavsiye etti. Bunun David'i üstünlük
duygusundan kurtaracak ve kendine olan güvenini sarsacak tek
yol olduğunu söyledi. Beni terk edeceğinden çok korkuyordum.
Bir hafta boyunca onu görmemeye ve bu işin nasıl sonuçlanaca
ğını bilmemeye dayanamıyordum. Üç gün sonra bir akşam evine
uğradım. Beni görünce asabileşti, ama ben ağlayarak beni bırak
maması için yalvardım. Galiba bu onun sabrını taşıran son dam
la oldu, o akşam ilişkiyi bitirdi. Haftalarca dibe vurdum. Ancak altı
ay sonra Peter'le tanıştığımda bu travmayı atlatabildim."
236
güveni kalmaz. Bu kadar sıkı sarmalanmak çocuğu öfkelendir
se de annesi çok sevecen olduğu, sadece onun iyiliğini istedi
ği ve kendini ona adadığı için öfkesini dışa vuramaz. Annenin
hayal kırıklığını yansıtan bakışı veya gözündeki yaşlar çocuğun
her türlü sağlıklı öfke ve saldırganlık duygularını bastırmasına
ve kendini suçlu hissetmesine yol açar. Yani çocuğun bir birey
olarak gelişme ve annesinin sözünden dışarı çıkma şansı yok
tur. Aynı sevgiden yoksun ebeveynlerin davranışları gibi bu da,
çocuğun kendi arzuları ve gereksinimleriyle iletişim kuramama
sını ve kendini çaresiz hissetmesini sağlar. Bu yakın bağ, anne
ve çocuğun etraflarını bir koza gibi sararak onları dış dünyanın
gerçeklerinden uzaklaştırır. Çocuk kendi kararlarını vermeyi ve
uygulamayı öğrenemez. Kendi ayaklarının üzerinde durması ge
rektiğinde güvensizlik duygusuna kapılır. Hayatta ilerleyebilmek
ve destek almak için annesinin, büyüdüğünde de başka birisinin
elini tutmaya ihtiyaç duyar.
237
sunda zaten sorunları vardır. Bağımlıların bu şekilde kendilerine
muhtaç olmalarından bağlanma korkusu olmayan eşler de kaçıp
kurtulmak isterler. Bağımlılar üstlerine fazlasıyla düştüğünden
eşler yakınlaşma dürtüsü hissedemez ve arzu duymazlar. Bu
sıkılma eşlerde savunma tepkisi yaratır. Ayrıca bağımlılar eşle
rinde suçluluk duygusu uyandırırlar. Bağımlıların isteklerini en iyi
niyetli eş bile yerine getiremez. Ama eşler yetersiz kaldıklarını
düşünerek kendilerini suçlarlar. Bağımlıların bu bazen açık ve
net, bazen de sessiz suçlamaları yönlendirildiklerini hisseden eş
lerini öfkelendirir. Eşle(i onların taleplerini karşılama konusunda
sınırlar koydukça, kaybetme korkuları ve eşlerine olan bağımlı
lıkları giderek artar.
Bağımlılara Öneriler
Eğer ilişkilerinizde partnerinize aşırı bağlanmaya eğilimli olduğu
nuzu fark ettinizse çok şey başarmış sayılırsınız. Bu sorundan
kurtulmanın en iyi yolu içsel hesaplaşmadır.
Bağımlı bir yapıya sahip olan insanların özgüvenleri üzerinde
çalışmaları gerektiği açıktır. Bunu da ancak yeteneklerine güve
nirler ve çocukluk deneyimleriyle bağ kurabilirlerse başarabilirler.
İçlerindeki çocuğun, içlerindeki yetişkinin sevgisine ve desteğine
çok ihtiyacı vardır. Bağımlı insanların içlerindeki yetişkinin yeteri
kadar özgür davranamamaktan dolayı fazla gelişememesi bu so
runun doğasında vardır.
Bağımlılar temel özgüvenden yoksun oldukları için sorunlarını
sadece aşk ilişkilerinde değil, hayatlarının her alanında yaşarlar.
Konu aşk ilişkileri olduğunda "Kontrol Kaybından Kurtulma
nın Yolları" bölümündeki önerilerim bağımlılara da yardımcı ola
caktır. Özellikle dikkat etmeleri gereken nokta, aşk duygularının
örneğin yaşamla yalnız başa çıkamamak gibi başka duygulardan
beslendiğini dikkate almalarıdır. Sevgi açlığı çekerler ve özgü
venleri çok yetersizdir.
Bu konuda size gerçekten de yardımcı olabilecek ayrıntılara
girersem ne yazık ki kitabın kapsamı fazlasıyla genişleyecektir.
Bu yüzden sadece birkaç öneriyle yetineceğim. Birinci önerimi
uygularsanız gerçekten probleminizin üstesinden gelebilirsiniz.
238
Bu davranış modelinden çok iyi öngörüler çıkarabilirsiniz. İpin
ucunu bırakmamanızı önemle tavsiye ediyorum. Size en hızlı ve
verimli şekilde yardımı olacak tedavi psikoterapidir. Probleminiz
oldukça yaygın olduğundan tüm psikoterapistler sorununuz ko
nusunda yeterince bilgi sahibidir. Bu konuyla ilgili rehber kitap
lar okuyarak da kendi kendinize de yardım edebilirsiniz. Mesleki
dilde karakter yapınız "depresif" olarak adlandırılır. Bu sözcüğü
ipucu olarak kullanarak internette veya kitapçılarda daha verim
li bir arama yapabilirsiniz. Bu tanımlama sizi ürkütmesin, bunun
anlamı sadece yukarıda anlattığım gibi bir çocukluk modelini be
nimsemiş olmanızdır. Konuya ilk giriş olarak size özellikle Fritz
Riemann'ın Grundformen der Angst (Korkunun Temel Formları)
adlı kitabını tavsiye ediyorum. Kolay anlaşılır bir dille yazılmış
olan bu kitap bu tür kişilik yapısına genel bir bakış sunuyor.
Bu karakter yapısına sahip insanları korku krizleri, yani panik
ataklar tehdit eder. Panik atak genellikle araba kullanırken tek
başına olduğunuzda, otobüste, bir katede veya toplumsal alan
larda ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Evde yalnızken ya da etrafta
kimse yokken de yaşanabilir. Panik atakların temel sebebi, "dün
yada yapayalnız ve korumasız kalma" korkusudur. İnsan yolunu
bulamayacağından ve kendine yardım edemeyeceğinden kor
kar. Bu tür korkuları deneyimlediyseniz, korku veya panik atak
kelimeleriyle de arama yapabilirsiniz.
7. Ümidinizi Kesin
Bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin en sinsi yanı her
şeyin düzeleceği konusunda duyulan inanç ve umuttur. Bu
umudu yaratan, verilen sözlerin gelecekte yerine getirileceği
inancıdır. Eşler, "Seni seviyorum, ama henüz hazır değilim" ,
"Değişeceğim, ama önce . . . ", "Sana fazla hissettiremesem de
hayatımdaki en önemli insan sensin" gibi cümleler yüzünden
böyle bir inanca kapılırlar. İlişkinin güzel başlaması ve sonra
ki dönemlerde yaşanan sevgi dolu anlar daha güzel günlerin
geleceği hayalini hep canlı tutar. İşte eşlerin bir türlü vazgeçe
meme sebebi bu ümittir.
239
Umudu yaşatan sadece bu tür cümleler değil, aynı zaman
da "Ne evet, ne hayır" şeklindeki davranışlardır. Arada sırada
yaşanan aşkın doruk noktaları ve yakınlaşma anları da umudu
besler. Eşler, bu ifade ve davranışların içindeki "evet" kısmına
tutunurlar. Ayrıca bağlanma korkusu yaşamayan bir insan bu
konuda empati yapamaz, sadece karşısındakinin duygularını
az da olsa hissedebilir. Özlemini ve olumlu duygularını ancak
bu yolla eşine yansıtabilir. B irine güvenmenin ve bağlanma
nın bu kadar zor olacağını düşünemediğinden, sorunun boyut
larını da küçümser. Böylece, "Ne evet, ne hayır" söyleminin
içindeki Hayır'ın gücünü de küçümsemiş olur. Eşler ümitli
oldukları sürece ilişkiden kopamazlar. Ancak ümitlerini yi
tirdiklerinde kurtulabildiklerine çoğu kez şahit oldum. Umut
sürekli acı çekmenin kaynağıdır. Ümidini kaybeden insanlar
ilişkilerinden çok daha kolay kurtularak ayrılık acısını kısa
sürede atlatırlar. Eşlerin sabrının taşması, "Yeter artık! " diye
rek ayrılmaya karar vermeleri için çok ciddi olaylar yaşanması
gerekir. Bir anda ümitlerini yitirirler ve bunun sonucunda da
bağımlılıklarından da kurtulurlar. Bunu, madde bağımlılığıyla
mukayese edebiliriz. Eski sigara tiryakilerinin çoğu bir anda,
"Yeter artık! " diyerek sigarayı bırakma kararı aldıklarını ve
bu yüzden fazla zorluk çekmediklerini söylüyorlar. Daha önce
denedikleri yarı gönüllü sigara bırakma yöntemleri hiç bir işe
yaramamış. Öfkelenerek verilen bir anlık karar işleri kolay
laştırmış. B unun gibi, "Ayrılık öfkesi" de ayrılık acısının üs
tesinden gelmeye yardımcı olur.
240
Bu karşılaştırmayla eşinizin davranışlarını değiştirip değiştir
meyeceğini anlayabilirsiniz. Aşağıdaki soruları cevaplayın:
24 1
Örneğin bu konuyla ilgili bir kitabı okumasını önerdiyseniz,
değişmek isteyip istemediğini kitabı okumasından ya da hiç
ilgilenmeyip bir kenara atmasından anlayabilirsiniz.
Eşinizin değişmeye pek hevesli olmadığını tekrar vurgu
lamak istiyorum. Psikoterapiye gelen bağlanma korkusu olan
insanlar eşleri istediği için değil, kendileri istiyorsa gelirler.
Eğer partnerinizle yaşamaya devam etmek istiyorsanız onu
olduğu gibi kabullenin. Tavsiyelerime uyarak aranıza belir
li bir mesafe koyun ve elinizdekilerle mutlu olmaya çalışın.
Söylediğim gibi daha bağımsız davranmalı ve başka uğraşlar
edinerek kendinize enerji yüklenmelisiniz. Tek şansınız işi
oluruna bırakmaktır.
9 . İlişkinizi Bitirin
Eşinizin verdikleriyle yetinemeyeceğinize ve ilişkinizi bitir
meye karar verdinizse lütfen aşağıdaki önerilerimi benimseyin.
Bağlanma korkusu yaşanan ilişkilerin özel dinamiği ay
rılığın gerçekleşmesini zorlaştıran tuzaklarla doludur. İl işki
yi sonlandırma düşüncesinin beraberinde gelen en tehlikeli
tuzak yoğun duygular ve endişe hissetmektir. Bazı anlarda
özlem ve ayrılık acısını daha güçlü olarak hissedeceksiniz.
Böyle anlarda duygularınıza yenilip geri dönmemek için
bazı önlemler almalısınız. Probleminizi bir madde bağımlı
lığı olarak değerlendirin. Bu size acımasızca gelebilir, ama
bağlanma sorunu yaşanan ilişkilerin madde bağımlılığıyla
yakın ilgisi vardır.
•
Kişisel mutluluk o insanla (maddeyle) bağlantılıdır.
• Sadece o maddeyi elde etmek ve garantilemek düşü
nülür.
• Maddenin fiziksel ve ruhsal sağlığa zarar verdiği bilin
diği halde kullanmaya devam edilir.
242
•
Maddeyi kullanabilmek pahasına yaşamın diğer alan
larında ağır zararlara uğranır. (Hobiler, meslek ve iş,
arkadaş çevresi, konsantrasyon kaybedilir, depresyon
ve korku krizleri, ruhsal dalgalanmalar, psikomatik ra
hatsızlıklar yaşanır.)
• Madde bağımlılığından kurtulmaya çalışırken depres
yon gibi ağır arınma zorluklarıyla karşılaşılır.
• Maddeden kurtulmak ve bağımlılığı kontrol altına ala
bilmek için sayısız denemeler yapılır.
243
Eski partnerinizin tüm telefon numaralarını, e-posta ad
reslerini kayıtlardan silin. Böylece ani bir kararla onu tekrar
aramaktan kendinizi korumuş olursunuz. Bu aynı zamanda, "o
kişinin" artık hayatınızdan silindiğinin bir işaretidir.
İlişkinizde sizi mutsuz eden ve eski partnerinizin sizi üzen
davranışlarını yazdığınız bir liste yapın. Zihnininiz sizi yanılt
maya çalıştığında ya da her şeyin güzel olduğu anların ha
yalini kurduğunuzu fark ettiğinizde yanınızda taşıdığınız bu
listeye bakın. Özellikle de cinsel fantezileri aklınızdan çıka
rın. Sürekli yaşanan yakınlaşma ve uzaklaşmalar yüzünden
bağlanma korkusu yaşanan ilişkiler fazlasıyla duygusaldır ve
kurtulmak zordur. Küçük ve etkili bir hile kullanabilirsiniz:
Bileğinize bir lastik bant bağlayın. Kendinizi eski partnerinizi
düşünürken yakaladığınızda bu lastiği çekip bırakın. Bu yolla
düşüncelerinizi durdurmuş olursunuz.
Günlerinizi ve özellikle hafta sonlarınızı önceden planla
yın. Kendinizi hüzne kaptırmayın. Üzüntünün sonuna kadar
yaşanması gereğini savunan bazı meslektaşlarım bana katıl
mayacaklardır. Doğrusu ben bu "köktenci arınma işlemini"
anlamsız buluyorum, en azından aşk ayrılıklarında. Ölüm se
bebiyle oluşan kayıplarında durum çok farklıdır. Ruhunuzda
yasınıza ve bunun sebep olduğu kendine acıma duygusuna
fazla yer verirseniz, geri dönme tehlikesi giderek artar. Duy
gularınıza kapılabileceğinizi unutmamanız gereklidir. İlişki
niz süresince bunu zaten yeteri kadar deneyimlemişsinizdir.
Şimdi yapmanız gereken tüm duygularınızdan sıyrılmaktır.
Şimdi geleceğe bakma zamanıdır! Bu yüzden çok fazla plan
yapmalısınız. Arkadaşlarınızla buluşun, hobilerinizle ilgile
nin, spor yapın. Ayrıca spor yapmak, mutluluk hormonlarının
salgılanmasını tetiklediği için çok etkili bir antidepresandır.
Sevdiğinizi kaybetmenin acısıyla kıpırdamak dahi istemese
niz bile kendinizi zorlayın. Fiziksel hareketlerin sizi canlan
dırdığını göreceksiniz. Hele bunu neşeli bir müzik eşliğinde
yaparsanız çok daha etkili olacaktır. Aşk acısı çeken bir ar-
244
kadaşım, her gün ormana giderek askerde talim yapar gibi
koşuyor ve şınav çekiyordu. Bu antrenmandan sonra kendini
hafiflemiş hissettiğini ve sporun ayrılık sürecini atlatmasına
çok yardımcı olduğunu söylemişti.
Arkadaşlarınız ve ailenizle daha sık görüşün. Bu süreçte
sevdiğiniz, hoşlandığınız ve her zaman yanınızda olan insan
lara ihtiyacınız olacaktır. Arkadaşlarınızdan yardım istemek
ten çekinmeyin. Zor zamanlarda en iyi destek insanın arka
daşlarıdır. Arkadaşlarınız size yeterli gelmiyorsa profesyonel
yardım alın. Biz psikologlar böyle zor durumlarda size yar
dım etmek için yanınızdayız, hizmetlerimizden faydalanabi
lirsiniz. Aşk acısı ve bağımlılıktan kurtulurken karşılaşılan
zorluklar bir psikoloğa gitmek için yeterli bir sebeptir. Soru
nunuzun önemsiz olduğunu veya psikologlara sadece ruhsal
hastalıkları olanların gittiğini düşünmeyin. Dişçiye sadece
protez yaptırmak zorunda olduğunuzda değil, küçük bir dolgu
için de gittiğinizi unutmayın. Sosyal sağlık kurumlarına bağlı
çalışan psikologlar fazla talepten dolayı uzak tarihlere rande
vu verirler. Bu yüzden serbest çalışan psikologlara gitmenizi
tavsiye ederim. Psikologla yapacağınız bir kaç seans bile öde
diğiniz paraya değecektir. Kamusal danışma merkezlerine de
başvurabilirsiniz. Onlar da ücretsizdir veya çok düşük ücret
ödersiniz, fazla sıra da beklemezsiniz.
Yeni bir partner bulmak için gözünüzü dört açın ve hatta
bol bol flört edin. Şimdi köktenciler, yeni bir ilişkiye başla
madan önce eskisinden tamamen kurtulmak gerektiğini ileri
süreceklerdir. Bu bana biraz yaşama yabancılaşmak gibi geli
yor. Mutsuz aşkların en iyi ilacı yeni bir aşktır. Yalnız yeniden
aynı tarz bir ilişkiye girmemeye özen gösterin. Kulaklarınızı
ve gözlerinizi açın, duyduklarınızı ve gördüklerinizi ciddiye
alın. Yeni tanıştığınız kişilerin daha önceki ilişkilerinin neden
başarısız olduğunu öğrenmeye çalışın. İnsanların geçmişleri
bir çok ipucu verir. Nasılsa hemen üstüne atlamak zorunda de
ğilsiniz. İliklerinize kadar aşık olmadan önce yeni adayı dik-
245
katlice inceleyin. Yeni bir potansiyel adayın karşınıza çıkmış
olması bile moralinizin yükselmesi için yeterlidir.
Eski partnerinize duyduğunuz öfkeyi yeniden alevlendi
rin. Eski eşlerden kurtulma safhasında duyulan öfkeyi canlı
tutmak önemlidir. Eğer yeterince öfke hissetmezseniz onunla
kendi içinizde barışırsınız. Ne kadar güvenilmez, bencil, utan
maz, hain, sinsi, ahlaksız, belirsiz ve sorumsuz davrandığını
hatırlayın. Bu davranışlarına bahaneler bulmayın! O zamanlar
kendinizi ne kadar berbat hissettiğinizi de unutmayın. Onun
la hesaplaşmak için bir mektup yazın. Ama mektubu gönder
meyin, yoksa sizinle tekrar temas kurmaya çalışır. Ayrıca siz
de, ilişkinin tekrar başlamasını sağlayacak bir cevap bekleme
riskine girmiş olursunuz. Mektuptan vazgeçerek, eski partne
rinizin sizi öfkelendiren davranışlarını bir kağıda yazarak da
içinizi dökebilirsiniz.
Ruhunuza iyi gelen, moralinizi ve güveninizi yükselten her
şeyi yapabilirsiniz. Bakımlı olun. Bütçenizin ve zamanınızın
yettiği her türlü güzelleşme fırsatını değerlendirin. Kendinizi
değiştirmek istiyorsanız bunu yas tuttuğunuz süreçte yapma
yın. O sırada önemli olan bu ayrılık hüznünden kurtulmanız
ve kendinizi iyi hissetmenizdir. Öz eleştiriler ve değişim plan
ları yaparak kendinizi zorlamayın. Önceliğiniz iyileşmek ol
malıdır. Bu yolda yapacağınız her şey mubahtır.
Eski partnerinizin tekrar yakınlaşmak için kurduğu tuzak
lara düşmeyin. B ağlanmaktan kaçınanlar karar vermekten kor
karlar. Ondan ayrılmanızı büyük ihtimalle hazmedemeyecek
tir. Daha önce de belirttiğim gibi bağlanma korkusu olanların
çoğu sevgililerinde uzak kalınca özlem duyarlar. Bu yüzden
muhtemelen sizi tekrar kazanabilmek için uğraşacaktır. Sizi
tekrar geri döndürmek için uygun fırsatlar kolladığını aklınız
dan çıkarmayın. Şu ana kadar üstünlük partnerinizdeydi, ne
yaparsa yapsın onu terk etmeyeceğinize inanıyordu. Bu defa
hemen ona geri dönmemeniz onu mücadeleye yöneltecektir.
Tekrar birlikte olursanız mutluluğunuzun çok kısa süreceğini
246
unutmayın. Sizi elde ettiğini hissettiği an tekrar uzaklaşmaya
başlayacaktır. Geçici bir ayrılıkla çözülmeyecek kadar derin
bir sorunu olduğunu bilin. "Nihayet onun için ne kadar önemli
olduğumu anladı ! " diye düşünecektir. Bağlanma korkularını
yenebilmesi için isteğe, güce ve sabırlı olmaya ihtiyacı var
dır. Ayrılık onu tedavi etmez. İyileşmek için kişisel olarak çok
çaba göstermesi gerekir.
Eski partnerinizi sizi geri döndürmek için uğraş vermedi
ğinde sakın incinmeyin. Bağlanma korkusu olanların hepsi
uzaklaşınca özlem duymazlar. Özellikle de kayıtsız kaçınma
cılar, ayrılığa çok dayanıklıdırlar. Savaşçı bir ruha sahip olan
ların tam tersine olayları unutma yetenekleri çok gelişmiştir.
Tuzağına düşmeyin, sizi aramadığında incinerek önemli olup
olmadığınızı ve sizi hala sevip sevmediğini anlamak için
onunla yeniden temas kurmaya çalışmayın. Günlük yaşamı
nızda, "Oluruna bırakmak" mantrasını benimseyin. Eğer ona
geri dönerseniz her şey yeni baştan başlar. Kişisel yenilginize
ve o boşluğa tekrar geri dönmek istiyorsanız, lütfen yukarı
daki satırları tekrar okuyun, kayıtsız kaçınmacılar hakkındaki
bilgilerinizi tazeleyin.
Aşk acısının insanı öldürmediği genel olarak geçerli bir ku
raldır. Bu acı geçicidir. Ümidinizi keser ve ilişkinin bittiğine
kendinizi inandırırsanız acınız daha çabuk geçer. Kendinizle
gurur duyun, daha iyisini hak ediyorsunuz. Şu anda buna ihti
mal vermeseniz bile daha iyisini bulacağınızdan eminim. Bu
fikre açık olduğunuz sürece tahmininizden daha kısa sürede
daha iyisiyle karşılaşırsınız. Ayrıca mutsuz bir ilişki yaşamak
tansa kimseyle birlikte olmadan da kendinizi iyi hissedebildi
ğinizi deneyimleyeceksiniz. Dünyada insanı mutlu edecek o
kadar çok güzel şey var ki, aşk ilişkisi bunlardan sadece bir
tanesi ve asla tüm hayatınız demek değil. Mutsuzluktan kur
tulduğunuz anda kendinizi daha özgür, özgüvenli, onurlu ve
mutlu hissedeceksiniz.
247
Bir süre sonra da, bir zamanlar o insanda ne bulmuş oldu
ğunuza kendiniz bile şaşıracaksınız. Hayatınızın bir bölümün
de o insanın yüzünden ne kadar endişe ve üzüntü yaşadığı
nızı kafanızdan çıkarıp atacaksınız. Bu oyunu bu kadar uzun
süre sürdürdüğünüz için kendinize kızacaksınız. Çektiğiniz
acıları ve ilişkinizi tamamen unuttuğunuz ve hayatınızın bu
bölümünü kapattığınız bir an gelecektir. İşte o zaman bu iliş
kiyi hoşgörü ile karşılamak zorundasınız. Çünkü hiç bir şey,
yaptığımız hatalara ve kendimize kızdığımız kadar zihnimizi
meşgul etmez. Özellikle de bu kadar uzun süre bu ilişkiye ka
pıldığınız için kendinizi suçlamaktan kurtulmanız çok zordur.
Bu işten çok daha erken kurtulamadığınız, gururunuzun kırıl
masına izin verdiğiniz için kendinizi suçlayacaksınız. Saf ve
zayıf karakterli olduğunuzu düşüneceksiniz. B unların üstesin
den gelebilmeniz için bu deneyime iyi tarafından bakmanızı
öneririm. Bu sayede akıllandınız, artık bağlanma korkusu ya
şanan ilişkiler konusunda tecrübe kazandınız. Böylece bundan
sonra bu tür ilişkilerden uzak durabilirsiniz. Eskiden böyle bir
şeyin asla başınıza gelemeyeceğini düşünürken hayat size bu
konuda alçakgönüllü olmayı öğretti. Tavsiyelerimi ciddiye al
dınızsa, eminim bu mutsuz ilişki size yepyeni uğraşlar kazan
dırdı veya kariyerinizde ilerlemenizi sağladı. Kendinizi tebrik
etmelisiniz. Her halükarda biraz daha olgunlaştınız. B u herke
sin başına gelebilir, yaşadıklarınızın üstüne bir sünger çekin.
Kurtulduktan ve hatalarınızı hoş görmeyi başardıktan son
ra hala kendinize, "Hakikaten beni sevdi mi, yoksa bana mı
öyle geliyor?" diye sorarsınız. Tüm ilişkiniz boyunca size ezi
yet eden bu soru sonrasında da peşinizi bırakmaz. Soruyu şu
şekilde cevaplamak istiyorum: Evet, partneriniz sizi becere
bildiğince sevdi. Size söylediği ve belli ettiği her şey doğruy
du. Ama korkusu aşkına hasar verip onu alaşağı etti. Bu çok
acımasız olsa da, eski partneriniz korkuları yüzünden kimseyi
gerçekten sevmeye muktedir değildi.
248
OKURLARA VEDA . . .
250
problemleri ve iletişim bozuklukları ancak onları yakından
tanıyınca fark edilir.
Şizoidlerin insan ilişkileri konusundaki derin korkularını
dışa dönük ve sosyal yeterliği olan insanlarda daha kolay göz
lemleyebiliriz. Dışa dönük karaktere sahip şizoidler yalnız kal
mayı sevmezler. Büyüme çağlarında bağlanma sorunları olan
ve mesafesiz dediğimiz çocuklara benzerler. Büyüdüklerinde
bu alışkanlıklarından kurtulurlar ama içlerinde hata sevilecek
leri, okşanacakları yere gitme eğilimini taşırlar. İçsel olarak
bağlanamadıkları için çevrelerindeki insanlar sürekli değişe
bilir. Okşamalar sadece cinsellikle sınırlı değildir, sosyal iliş
kilerde yaşanan şefkat ve sevgi ile sınırlanabilir. Yalnızken
terk edilme korkularını daha güçlü hissettikleri için şizoidlerin
çoğu tek başlarına kalmaktan hoşlanmazlar. Şizoid karaktere
sahip kişilerin kendilerine de yabancılaştıkları herkesçe bili
nen bir özelliktir. Yalnız kaldıklarında iyice yükselen iç ses
lerini bastırmak için kendilerine sürekli bir uğraş yaratırlar ve
hiç boş kalmak istemezler. İşleri ve sosyal aktiviteler onlara
son derece uygun kaçış metotlarıdır.
Şizoidlerin sorunları doğru değerlendirildiğinde psiko
terapilerin daha başarılı olacağına inanıyorum. Sorunlu in
sanların kendi kendilerine yardım edebilmeleri için konuyla
ilgili bölümlerde anlattığım bazı müdahaleler uyguladığım
psikoterapi seanslarında bana çok yardımcı oldular. Bunla
rı herkese tavsiye ediyorum. Sizin de terapilerde başarıyla
kullandığınız bazı uygulamalar varsa, bunları e-maille veya
telefonla bildirmeniz beni çok sevindirecektir. Ayrıca konu
hakkındaki olumlu veya olumsuz fikirlerinizi bildirirseniz
çok mutlu olacağım.
Selamlar
Stefanie Stahl
25 1
İnsan kurallara sığmaz!
TEŞEKKUR
• •
253
·-
Vl
·-
N
-�
VAGF.tlS ll.IOPUI OS
f.tkirıli�: \
Rn;im)eynı.:
Karatavuk Ormanın
Kurtarılmaaını Bakliyor
w o r k s h o p
deneyimsel fark ı n dalık çalışması
y a ş a m o k u l u
kendinizle ve
özsayg ı başkalar1yla
( self-esteem) iletişim
kadın-erkek N LP neuro
amaç z i h i nsel
bel i rlemek ve
i n isiyat if
denge
alabilmek
gölgelerden
kendinizle
yüzleşin aydınhğa
b ü t ü n s e l k i n e s i y o l oj i ( P i K i )
Pi Ki Pi Ki
TEMEL İ LERİ
Pi Ki Pi Ki
MASTER TRAI N ER
Ozsayg ı
Y ü ksek özsaygı, kişinin hem değerli hem yeterli olduğunu hissetme
sidir. Sevmeye ve sevilmeye layık olduğunu derinden bilmektir. Ha
yatın her alanında kendi sorumluluğunu yüzde yüz alabilme gücüdür.
Kendinin ve başkalarının içindeki iyiyi ortaya çıkarabilme yetisidir.
Özdeğer, özgüven, özfarkındalık, özsaygı, özsevgi ve özsorumlu
luğun bir arada olmasıdır. Sevebilme ve empatik olabilme yetisidir.
Hem alçakgönüllü hem cesur olabilmektir. Hayat boyu gelişime ve
yeniliklere açık olmaktır.
i l işki ler
Sürekli aynı ölümcül tuzağa düşüp ışığına çekildiği ateşte kavrulu
veren pervanelere dudak bükeriz. Peki ya biz? Bizi düş kırıklığından
başka bir yere götürmeyen aynı kalıpları tekrarlayıp durmaktan ne
kadar özgürüz?
Ya şu sorulara yanıtlarınız?
BEKARSAN iZ;
EVLİ YA DA Bİ RLİKTEYSENİZ;
i leti ş i m
İlk öğrendiğimiz şeylerden birisi konuşmak olduğu için iletişimi
"bildiğimizi" varsayarız. Konuşmaktan çok daha öte olan iletişimi
gerçekte ne kadar biliyoruz?
• NEDEN ilk bakışta sevimli bulduğumuz insan bir süre sonra bizi ilk
anda çeken özellikleri yüzünden itici hale geliyor; gözümüze, bon
körlüğü müsrifliğe, rahatlığı sorumsuzluğa, kendine güveni ukala
lığa dönüşüyor?
PiKi, Batı'nın keşfi olan Kas Testi ile Doğu'nun binlerce yıllık bilgeli
ğinin harika bir sentezidir.
Herkes içi n : Temel ve İleri seviyede yer alan modüller, özellikle her
kesin yararlanmasına yönelik uygulamaları içerir.
• Tepkisel değil etkisel, duygusal değil duyarlı bir insan olmak için,
Çünkü değerlisiniz.
Gölgelerden
Ayd ı n l ığa
• Kendinizden sevgiyi nasıl esirgiyorsunuz?
Tel: 02 12 5 1 3 8 1 57
Teşekkürler.