Professional Documents
Culture Documents
hazırlanmıştır.
Dizgi - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: ÇaOdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.
Temmuz2000
EDWARD WEISBAND
5
XII. Türkiye, Yeni Ortaya Çıkan Kutuplar
Arasında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 73
1944 Y ılı Yaz ve Sonbahar Aylarındaki
Müttefik Zaferleri . . .. . . 73
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 76
Sovyetlerin Bulgaristan'ı İşgali ve Türk Tepkisi .
6
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türkiye'nin Müttefik Zaferine
Katılma Çabaları
7
IX
UZAKLAŞMA ÇAGI
(1) Savaşın son döneminde Ankara' daki İngiliz diplomatik misyonunda gö
revli olan ve halen görevde olduğu için adı Gizli Hizmet Kanunu nedeniyle açık
lanamayan bir diplomatla, yazar arasındaki özel görüşmeden.
(2) Hariciye Vekili Numan Menemencioğlu, Kahire mülakatı münasebe
tiyle, Müttefik ve Türk gazetecilerine beyanatta bulundu, Aynı Tarihi, Ocak
1943, cilt: 121, s. 42-43.
9
pek etkili olmadığını, Müttefiklerle olan ilişkilerinin anlamı
nı açıkladı ve "K.ahire'de bu ilişkilerin ne kadar değerli oldu
ğunu anladık" dedi (3).
Gazetecilerden biri, savaşa katılmadığı halde, Türkiye'nin
Müttefiklerin yanında mı yer aldığını sorunca Dışişleri Baka
nı onaylar gibi başını salladı (4). Bir başka gazeteci de, Dışiş
leri Bakanı'na, Türkiye'de Rusya ile olan ilişkilerini sordu.
Menemencioğlu bu soruyu, Kahire görüşmelerinin merkezi
ni Türk - Sovyet ilişkilerinin oluşturduğunu ve görüşmelerden,
bu ilişkiler güçlenmiş olarak çıktıkları karşılığını verdi. Tür
kiye'nin Sovyetler Birliği'yle olan ilişkileri en az İngiltere'yle
olan ilişkileri kadar iyiydi (5). lnönü'yle Menemencioğlu'nun
Kahire'den Ruslarla diplomatik yönden anlaşma isteğiyle dön
meleri bakımından, bu ifade gerçeğe yakın sayılabilirdi. Ama,
Türkler hiilii çok kuşkucuydu. Yine de Menemencioğlu'nun
karşılığı bir bakıma gerçeğe yakındı. O günlerde Türkiye'nin
Rusya ile olan bağlarının, İngiltere ile olan bağlan kadar iyi
olduğunu söylerken, 1944'ün ilk aylarında İngiliz - Türk iliş
kilerinin gittikçe gerginleştiğini unutmamak gerekir.
Kahire görüşmelerinin sonucu olarak İngilizler ocak ayı
başında Hava Mareşali Linnell'in başkanlığında bir askeri ku
rulu Ankara'ya göndermişlerdi. İngilizler, Müttefik hava üs
lerinin hazırlanması sorunuyla uğraşırken, Türk kurulu da da
ha çok askeri yardım koparma peşindeydi. Linnell 'in başkan
lığındaki kurul, çok geçmeden Adana'dan beri her İngiliz ku
rulunun karşılaştığı aynı güçlüklerle yüzyüze geldi.
(3) Aynı yerde. Aynca bak: News Chronicle gazetesi, 10 Aralık 1943.
(4) Aynı yerde.
(5) Aynı yerde, aynca bak. ManchesterGuardian, 14 Aralık 1943.
10
İngilizlerin kullanılmaya uygun hava üsleri elde etmek
için gösterdikleri çabalar, artık sıkıcı olmaya başlayan aynı tür
den direnişlerle karşılandı. Türkler, İngiliz ve Amerikalıların
Doğu Akdeniz stratejileri üzerine bilgi sahibi olmamaktan ya
kındılar (6). Bu bölgedeki Alman gücünün, İngiliz haber al
ma servislerinin tahminlerinden on kat daha büyük olduğuna
inandıklarını, kendilerine hemen 500 Sherman tankı, 300 sa
vaş uçağı ve en az 180.000 ton araç ve gereç verilmesini iste
diler (7). Türkler aynca, hava üslerinin yapımı için gereken
personel sayısını abartırken, İngilizlerin Türk personelini bu
iş için eğitmeyi kabul etmediklerini ileri sürdüler (8). Erkin'in
bu konudaki görüşü şöyleydi:
Adana görüşmeleri sırasında doğan belirsiz anlaşmaz
lıklar bu kez kesinlikle ve ciddi olarak ortaya çıkmıştı. Ta
raflar aynı dilden bile konuşmuyorlardı. İki görüş arasında
derin bir uçurum vardı (9).
Türklerin uzun zamandır süregelen kuruntuları görüşme
ler sırasında doğan hava ve görüşmelerin yönetilişiyşle, daha
da artıyordu. Her zamanki gibi bu kuruntuların başında da İn
gilizler "9'e Ruslar arasında gizli bir anlaşma yapılmış olması
ve Sovyetler'in Batı Avrupa'daki İngiliz çıkarlarına ses çıkar
maması karşılığında, Doğu Avrupa'nın Rusya'ya bırakılacağı
korkusu geliyordu. Menemencioğlu, Linnell'in kuruluyla gö-
11
rüşmeler sürdürülürken, Büyükelçi Steinhardt'a yönelttiği yak
yınmalannda, üstü kapalı olarak, "İngiltere'nin savaşa katıl
dıktan sonra Türkiye'nin savunmada kalmasını istemesinin ...
kesinlikle siyasal bir nedeni olmalıdır," demişti ( 1 O). Türk Dı
şişleri Bakanı özel anılarında daha açık konuşmaktadır. İngi
lizlerin üs olarak yalnızca güneydeki havaalanlannı seçtikle
rini, yalnız lzmit'te bir üs üzerinde durduklarını belirtmekte,
Kuzeydoğu bölgesiyle Karadeniz kıyılarını bu durumda kimin
koruyabileceğini kendi kendine sormaktadır. Menemencioğ
lu'na göre bunun karşılığı şuydu: Ruslar! Orta Avrupa'ya ağır
darbeler indirecek olan İngiliz üsleri açıldıktan sonra, Rusla
rın da Balkanlarda geri çekilen Alman kuvvetlerine saldırmak
için aynı haklan istemeyeceğini kim söyleyebilirdi? Mene
mencioğlu, İngilizlerin sırf Rusların kuzeyden yararlanabil
meleri için, bilerek yalnız güney bölgesinde üs kurmak isteyip
istemediklerini kendi kendine sormuştur. İlerde, Ruslar adına
baskı yapıp yapmayacaklarını düşünmüştür. Bir gün Sovyet ha
va gücünü Türk topraklarından, gerekirse zor kullanarak çıkart
ma durumuna düşeceklerini hissettiğini de belirtmiştir:
İngilizlerin güneyde sağlam bir biçimde yerleşmek iste
dikleri gerçekti. Fakat, kuzey bölgesi ne diye boş bırakılacak
tı? Neye hazırlık olarak boş bırakılıyordu? Bu düşünceler be
ni çok tedirgin etmekteydi... (l 1).
Ne var ki, bu düşünceler açık seçik ortaya konacak nite
likte değildi. Bu yüzden de görüşmeler bir kere daha lojistik
ayrıntılar, personel sorunları ve öbür bilinen sorunlar ileri sü
rülerek yokuşa koşuluyordu.
12
İngilizler de Türklerin direnişinin, bir bakıma Kahire'de
onaylanan ve Amerikalıların bu görüşmelerde İngiliz tutumu
nu desteklemediklerini gösteren inançlarından doğduğunu sa
nıyordu. İngiliz askeri kuruluşunun Ankara'ya varışı üzerin
den daha bir hafta geçmeden, Dışişleri Bakanlığı, Washing�
ton'daki İngiltere Büyükelçiliğinden, birleşik Amerika'nın
"Ankara'daki İngiliz elçisinin yapabileceği her türlü uyarıyı
destekleyeceğini..." belirten bir yazı almıştı (12). 8 Ocak
1944'te Dışişleri Bakanı Hull, Başkan'a İngilizlerin Türki
ye'nin savaşa katılması için son bir şans tanımayı hedef güden
bir politika çizgisi izleyeceklerini ve yine kabul etmeyecek
olurlarsa, İngiliz hükı1metinin "Türkiye politikasını bütünüy
le yeniden gözden geçirmeyi" kararlaştırdığını bildirdi (13).
Hull ise başka bir salık verdi: Türklere "açıkça", savaşa
etken bir biçimde katılmalarını Birleşik Amerika'nın hoşnut
lukla karşılayacağını, anlatması için Steinhardt'a talimat ve
rilmesini öne sürdü. Ancak, Steinhardt'ın İngilizlerin baskı
larını destekledikleri konusunda bir şey söylememesini iste
di. Roosevelt bunu kabul etti ve 11 Ocakta Steinhardt' a bu yol
da bir talimat gönderildi. Steinhardt da buna uygun hareket
ederek 14 Ocakta Menemencioğlu'na "şüpheye yer bırakma
yacak açıklıkla" Birleşik Amerika'nın, Türklerin savaşa gir
melerini istediğini bildirdi (14). Bu çaba öylesine genel an
lamda ve gönülsüzce gösterilmişti ki, sürüncemede olan Lin-
13
neli görüşmelerinde hiç bir değişiklik yaratmadı. Bunun üze
rine Linnell ve yardımcıları, 3 Şubatta birdenbire Ankara'dan
ayrıldı. Bu apar topar gidişin nedenleri üzerine de Türk hükft
metine, "gereken sonuçlan kendisinin çıkarması için" hiçbir
açıklamada bulunulmadı (15).
Tartışmalar sırasında Türkler, İngilizlerin Türk kuvvet
lerine Balkanlar'da, nerede, nasıl, hangi Müttefik birlikleriy
le yan yana savaşacakları ve neler planladıkları konusunda bir
şey sızdırmamalarından ötürü çok tedirgin olmuştu (16). Ger
çekten de Türkler, Müttefiklerin Balkan harekatı üzerine bir
şeyler öğrenmeyi hiçbir zaman becerememiştir. Kahire'dey
ken Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz - Amerikan ortak kuvvet
lerinin Balkanları istilası durumunda Türkiye'nin savaşa gi
rebileceğini bildirmişti (17). Linnell kurulunun başarısızlığı,
öneriyi yeniden ön plana çıkarmıştı. Menemencioğlu, yayın
lanmamış anılarında, 1944 yılı Ocak ayının ilk günlerinde An
kara'da verilen bir yemekte, Balkanlar'da, "Hatta Batıda giri
şilecek bir istila hareketinden otuz gün sonra, Türklerin de sa
vaŞa katılacağı üzerine yazılı taahhütname verebileceğini söy
lediğini hatırlatmaktadır (18). Menemencioğlu, kararlaştır-
14
dıklan üzere ertesi gün Hugessen'in yazılı öneriyi bile alma
ya gelmediğini belirtmektedir (19).
Bir süre sonra da Linnell heyeti Ankara'dan ayrıldı ve
İngilizler yavaş yavaş her türlü samimiyetten uzaklaşmaya,
hatta bizimle görüşme zorunda kalmamak için karşılaşma
maya bile dikkat eder oldular" (20).
Göründüğü kadarıyla İngilizler Türklerden, özellikle
Numan Menemencioğlu' ndan umudu kesmişlerdi.
İngiliz askerikurulunun Ankara'dan ayrılması, savaş dö
neminde İngiliz - Türk ilişkilerinin en kötü noktaya vardığı an-
15
dır. Az konuşan, fakat hep Türkleri öven Hugessen bile, Li
nelli kurulunun ayrılmasından sonra, uğradığımız hayal kırık
lığını saklamak için hiç bir teşebbüste bulunmadığımız çetin
bir dönembaşladı" diye yazmaktadır (21). Türkleri azarlama
konusunda İngilizler, özellikle Menemencioğlu'na karşı, ge
rek sosyal,gerekse diplomatik yönden Amerikan desteğini de
istemekten geri kalmadılar. 4 Şubatta, İngiliz askeri kurulu
nun Ankara 'dan ayrılmasından bir gün sonra, Hull, İngiltere
hükümetinden Büyükelçi Steinhardt' ın Türklerle sosyal iliş
kilerini en aza indirmesini öneren bir mektup aldı. Roosevelt
de bunu kabul etti. Hull, telgrafla Steinherdt' a: "Türklerle
ilişkilerinizi 'dondurun.'" talimatını gönderdi (22) .
İngilizlerle Amerikalıların Türkiye'ye yaptıkları silah
yardımı da birden kesilivermişti. İngilizler,Türklerle olan iliş
kilerini sertleştirmeye o kadar kararlıydı ki, Port Sait'ten ay
rılan silah yüklü bir Türk gemisini çevirip, "yükünü boşalt
madan gidemeyeceğini" bildirdiler (23). Kiralama - Ödünç
Verme Anlaşması yoluyla yapılan yardımlar da durmuştu. Fa
kat, İngilizler bütün ticari ilişkilerini kesmekten dikkatle ka
çınıyordu. Çünkü,Türkler de kromit ihracatını durdurarak bu
na karşılık verebilirdi.
(21) Hugessen, aynı kitap, s. 200; Irena Sokolnickia, lngiliz Elçisi'nin, ln
giliz Elçiliği üyelerinin çağrıldıkları toplantılara Menemencioğlu'nun çağrılma
ması için kampanya açtığını anlatmaktadır. Bayan Sokolnickia, Hugessen'in bir
çok kez kendisine başvurarak katılmayı tasarladığı yemek çağnlanna ya da par
tilere Türk Dışişleri Bakanı'nı çağırmamasını istediğini belirtmekte, genellikle
bu istekleri geri çevirdiğini yazmaktadır. Hugessen ise, bu tür hiç bir istekte bu
lunmadığını, hatta lngilizlerin Menemencioğlu'na karşı kişisel hiç bir kin güt
mediğini ileri sürüyor. (Yazarla aralarındaki özel görüşmelerden.)
(22) Dışişleri Bakanından, Türkiye'deki Elçiye, Washington; 7 Şubat 1944,
Dış tlişkiler, 1944, cilt: V, s. 818.
(23) A.C. Edwards, önceki kitabı.
16
Yıllarca sonra Cevat Açıkalın, bu dönem üzerine görüş
lerini yazmıştır: "O günlerin heyecanlı ve gergin havası için
de Türkiye'nin tutumuna karşı eleştirici sesler yükseltenle
rin sayısı çoktu." (24). Fakat bunlar içinde Londra'da yayın
lanan "Times" gazetesi kadar sesini çok yükselten ol mamış
tır. 1944 yılı şubat ayında yayınlanan iki makalesinde "Ti
mes", İngiliz-Türk ilişkilerinin "ölü nokta"ya vardığını ve
"donduğunu" bildirdi (25).
"Türkiye ve Büyük Devletler: Kahire Konferansından
Beri Süregelen Kuşkular" başlıklı makalesinde "Times", İn
giliz askeri misyonunun Türk isteklerini, "Türklerin sindir
me gücüne oranla abartmalı ve uygunsuz bulduğunu" ileri
sürdü. "Times",bu davranışta "bir güven bunalımı" yaratan
etkenler bulunmasaydı, durumun o kadar kötü sayılmayaca
bileceğini de ekliyordu (26).
Bu bakımdan "Times",yaratılan güven bunalımının, Me
nemenci oğlu ile Eden arasındaki kişisel düşmanlıktan doğdu
ğunu belirten yayın organları arasında gerçeğe en yaklaşanıy
dı. Bu düşmanlıkla ilgili olarak "Times"in Ankara'daki özl
muhabiı:i şöyle diyordu: " Bugünkü dert... yanlış anlamalar
dan ve belki de öfke nöbetlerinden ileri geliyor..."
Türklerin savaşa girmeyi erteleme çabalarına gelince,
"Times", Türkiye' nin Müttefiklere hiç de içten olmayan hiz
metlerinin yanı sıra, önderlerinin de yükümlülüklerini yerine
17
getirmeye niyetli olmadıklarını söylüyordu. Türklerin görüş
leri ve istekleri "sonuçtan kaçma amacını güden boş kaça
maklardı." "Times", 26 Şubatta, "Ankara'da Kararsızlık"
başlıklı ikinci bir makalesinde, Türkiye' nin Müttefiklerin
yardımına koşmaktaki çekingenliğini, Sovyetler Birliği' nden
korkmasına bağlamaktaydı (27). "Türklerin Sovye Rusya'dan
kuşkulanıp çekinmeleri, mantıkla bağdaşmayan eski bir alış
kanlıktan doğmaktadır..."
"Times", eğer önderleri savaştan sonra Balkanlar'da an
lamlı bir rol oynamak istiyorsa Türkleri, Rusların gönlünü al
maları ve Müttefiklerle işbirliği yapmaları gerektiği konusun
da uyarıyordu.
Tahmin edileceği gibi, bu görüş Türkleri çok endişelen
dirdi. Sadak, "Akşam" gazetesinde yayınlanan bir dizi maka
lede, "Times"in takındığı tutuma karşı çıktı, gazeteyi, dış po
litikanın "duygusal çözüm yolları"nı, "sokak politikası" bi
çimine çevirmekle suçladı (28).
"Times "te yayınlanan raporların sağlam kaynaklara dayan-
18
<lığı görüntüsünü kabul eden Sadak, bunların "bütünüyle aleyh
te" olduğunu söylemekte ve İngilizlerin "kendi mantıklarına bi
le inanmadıklarını" yazmaktaydı. lleri sürülenleri yalanlamak
için de her zamanki Türk görüşlerini sıralıyor, Batı'nın yaptığı
silah yardımının azlığından, savaş stratejisinde koordinasyon ge
reğinden söz ediyor ve doğan güven bunalımının suçunu İngi
lizlerin omuzlarına yıkıyordu. Türkler Müttefiklere karşı görev
lerini sebatla yerine getirmişlerdi. İngilzler ise vaatlerini yeri
ne getirmekten kaçınmışlardı. Halkın yalnızca ucuz bir ün sağ
lamak için savaşa girmek istememesi çok doğaldı.
Falih Rıfkı Atay da buna benzer bir görüşü savunmuştur
(29). Türkler, İngilizlerle anlaşıp savaşa katılacak olurlarsa,
barışı imzalayan yandan olacaklarını biliyor, fakat körü körü
ne savaşa girmek de istemiyorlardı. Atay, Müttefikler arasın
da gerginlikler olduğunu ileri sürüyordu. "Etken bir ittifak,
belgelerin korunduğu yapıların tozlu rafları arasında uyutul
maz," diye yazıyordu.
Times 'te yayınlanan makalelere karşı Türk kamuoyu
nun tepkisi, sorunu bir güven sorunu olmaktan çıkarıp ortak
lar arasında bir ağız kavgasına dönüştürmüş, Türkiye'nin sa
vaşta oynadığı rolü içtenlikle onaylamış, ortada işlenmiş bir
suç varsa, bunun sorumluluğunu İngilizlerin omzuna yüklen
mişti. Ancak Türk hükumeti üzerindeki baskılar gittikçe ar
tıyordu (30). Times gazetesi Türkelere, Ruslara yanaşmala-
19
rını salık vermişti. İşte, Menemencioğlu da, bunu denemeyi
kararlaştırdı.
Menemencioğlu Ruslara Yanaşıyor Türkiye ile İngil -
20
koyuldu. Vinogradov'a, "Türkiye'nin Britanya'yı Rusya'dan
ayıran bir duvar olmak istemediğini, tersine, aslında Müttefik
olan iki ülke arasında birleştirci bir rol oynamayı özlediğini
belirtti (33). Menemencioğlu'na göre, Rusların buna verdik
leri karşılık, Sovyetler Birliği'nin temelde bu görüşte olduğu,
ancak Türkiye'nin hala katılmadığı bir savaşa Sovyetlerin kat
kısının bu yüzden "Büyük bir engel"le karşılaştığını belirt
mek oldu. Türkiye hiç gecikmeden savaşa katılacak ve bu
"anlaşmazlığı ortadan kaldıracak" olursa, Sovyetler Birliği
yalnız sınırlı bir danışma anlaşması değil, genel bir karşılıklı
yardımlaşma paktı bile imzalamaya hazırdı (34).
Karşılıklı görüş alışverişi bunda ileri gidemedi. Meııe
mencioğlu, Türk sınırlarında, hiila kuvvetli bir Almanya ile,
kuşkusuz savunma gücü postuna bürünüp, bir daha Türk top
raklarından çıkmayacak olan Sovyet yardımı heyulası var ol
dukça, Rusların Kahire görüşmelerinde uzakta kalışının ne
denlerini anladığını yazmaktadır. Sovyetlerin, Türkiye'nin ge
rektiği biçimde silahlandırılıp askeri yönden İngilizler ve
Amerikalılarca desteklenerek savaşa katılmasıyla hiç ilgilen
medikleıj. açıkça belliydi. Ruslar, Türklerin savaşa girmesini
istiyordu ama, Rusya ile "karşılıklı yardımlaşma"ya dayana
rak girmesinden yanaydı. Böylece Menemencioğlu, kuşkula- .
nnın hiç de yersiz olmadığını kavramış oldu.
Anlaşıldığı kadarıyla Rusya'ya yanaşma teşebbüsü ka
bul edilmemişti. Teşebbüs, Dışişleri Bakanı'nın başlıca yar
dımcılarından birince, "teknik yönden verimsiz ve mantıksız"
21
bir davranış olarak eleştirilmiştir (35). Türk-İngiliz ilişkileri
nin "gerçekte sıfıra indiği" (36) bir dönemde, Türk-Sovyet
ilişkileri tehlike çanları çalarken ve Almanya'nın çöküşünün
arifesinde, Türkiye 1944 yılının ortasına, kendisini tedirgin
hissedecek kadar yalnız giriyordu (37). Diplomatik ustalık,
Türkiye'yi savaşın yıkımından kurtarmıştı; ama, aynı diplo
masi, gittikçe yaklaşan savaş sonrası döneminde Türkiye'nin
güvenliğini etkili bir biçimde sağlayamayacaktı.
22
x
İÇ POLİTİKADA DEGİŞİKLİK
23
ziyordu. İşte bu dönemde Türkler, Müttefikleri yatıştırmak
amacıyla, gerek iç, gerekse dış politikalarını değiştirmeye baş
ladılar. İngilizleri ve Amerikalıları tatmin için, batılı demokra
silerin duygularını çok inciten Varlık Vergisi'ni yürürlükten
kaldırdı; Rusların hoşuna gitmek için, öbür uğraşılarından baş
ka, Sovyetler Birliği sınırlan içinde yaşayan Türk ırklarının ba
ğımsızlığı uğrunda çaba gösteren Turancılık hareketini sildiler.
Varlık Vergisi Türkiye Büyük Millet Meclisi, 11 Kasım
-
(3) Varlık Vergisi Hakkında Kanun, no. 4305, yürürlüğe giriş tarihi: 11 Ka
sım 1942, bak: Düstur, 3. Tertip, cilt: XXIV, s. 9. Aynca bak: Türkiye Cumhu
riyeti Başbakanlık Neşriyat ve Müdevvenat Genel Müdürlüğü, Resmi Gazete, sa
yı 5255, 11 Kasım 1942; Sicilli Kavanin cilt: XXIII, s. 901.
(4) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Altıncı Meclis, Üçüncü Dönem, 11 Kasım
1942, cilt: 28, s. 21; Varlık Vergisi üzerine yapılan görüşmeler için bak: Aynı
kaynak, s. 14-29; kanun metni için bak. aynı kaynak, s. 29-32.
(5) Aynı yerde, s. 22. Maliye Bakanı Fuat Ağralı, hükürnetin tutumunu des
tekleyen bir konuşma yapmıştı; aynı yerde, s. 24-25.
24
şılandı. Tasarının Meclis'te görüşülmesi sırasında, Varlık Ver
gisi'nin kanun ilkelerine aykırı olduğu bile ileri sürüldü (6).
Tasarının gerekçesinde, zengini vergilendirerek sosyal
adaleti sağlama amacının güdüldüğü açıklanıyordu. Ancak,
Nadir Nadi'nin de yazdığı gibi:
Kulaktan kulağa fısıldandığı, hatta zaman zaman yük
sek sesle de dile getirildiği gibi, daha da açıkçası, kanunun
ikinci hedefi, piyasayı azınlıkların denetiminden kurtarmak
ve T ürklere açmaktı (7).
Yine, yazarın belirttiğine göre, "Türk vatandaşı olmak
la övünen bizim Yahudi, Rum ve Katolik vatandaşlarımız, em
lak ve servetlerini yok pahasına elden .çıkarmak zorunda ka
lacaklardı ..." (8).
Bu görüş, Varlık Vergisi üzerine daha doğru bir yargıyı
getirmektedir.
Kanunun uygulaması hem farklı, hem de zorlayıcıydı. Ya
hudi asıllı Amerikan Büyükelçisi Steinhard, 18 Ocak 1943'te,
verginin azınlıklar arasında farklı uygulandığına kuşkusu ol
madığını, bunun kanıtlarının "inkar edilemeyeceğini" rapor
ediyordu (9). Mahalli Vergilendirme Komisyonları, kanunu
25
fark gözeten bir biçimde uyguluyor ve direktiflerini merkezi
hükfunetten aldıkları açıkça belli oluyordu.
Vergilerini ödemeyenlere karşı çok sert tedbirler alınmış
tı. Böyleleri doksan gün hapsediliyor ve mallarına - mülkle
rine el konuyordu. 1943 yılı şubat ve mart aylarında İstanbul
ve Ankara'da yayınlanan gündelik gazetelerde, haczedilen em
lak ve vergilendirmede eşitsizlik olduğu üzerine "yalan pro
paganda" ya kalkmış ve suçlu görülmüş olanların sürgüne
gönderilecekleri, ağır işlerde çalıştırılacakları bildiriliyordu.
Ağır işe mahkfun edilen vatandaşlar önce, Kadıköy, Haydar
paşa, Kartal, Pendik ya da Maltepe semtlerinde enterne edili
yor, sonra Erzurum yakınlarındaki Aşkale' ye, çalışma kamp
larına gönderiliyordu (1 O).
Mükellef, çalışması karşılığında günde iki buçuk lira alı
yor, bunun yarısı hemen hükumete olan borcuna kesiliyor, ge
ri kalan yansı da kişisel giderleri, yiyecek ve giyimi için ay
rılıyordu. Çalışmaya gönderilenlerin ailelerine iş bulmak için
tedbirler de alınmıştı. Yaklaşık olarak 4000 kişi bu biçimde
tutuklanmıştır (11 ).
Doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi'ne başvur
maktan başka vergiye itiraz yolu da tanınmamıştı. 15 O..,ak
1943 tarihine kadar itiraz edenlerin sayısı ise 3000'i bulmuş
tu (12). Bunun üzerine Meclis ve Maliye Bakanlığı Dilekçe
Komisyonları, itirazların ancak konulan verginin tamamının
26
ödenmesinden sonra dikkate alınacağını ve giderlerin de ay
nca alınacağını açıkladı.
15 Mart 1943'e kadar Aşkale'ye gönderilenlerin sayısı
300'ü bulmuştu. Bunlar arasında yalnızca üçü Türk asıllı bir
ad taşıyordu. Ötekilere ise Yahudi, Rum ya da Ermeni' ydi. Bu
usul, vergi yürürlükte kaldığı sürece uygulandı. Steinhardt
Dışişleri Bakanlığı'na, Başbakan da içinde, Türk yetkilileri
nin eşitsizlikler yapıldığını kabul ettiklerini haber verdi ( 13).
Nadir Nadi ve Varlık Vergisi'nin lstanbul'daki uygulamasını
yapan Faik Ökte de bunu doğrulamaktadır ( 14). Her ikisi de
verginin azınlıkların belini büktüğünü belirtirken, hükumeti
nin, "tekstil fabrikası sahibi toprak ağalarına, hükfımetle iş ya
pan komisyonculara ve müteahhitlere dokunmadığını" ileri
sürmektedirler ( 15). Türk vatandaşı olmayan azınlıklar da çok
yüksek ve aşın oranlarda vergilendirilmekteydi. Bu da gerek
Müttefik, gerekse Mihver'e ait yabancı hükfımetlerle sürekli
sürtüşmelere yol açıyordu.
Bu dönemde Almanya, Bulgaristan ve Yunanistan da için
de, pek çok elçilik, Türk hükfımetine protesto notaları vermiş
tir. Amerikan Büyükelçiliği de "Türklerle sertçe ve doğrudan
·
doğruya konuşmanın haklılığını" kabul etmiştir ( 16). Böyle-
27
ce, Ankara'daki yabancı diplomatlar vergilere karşı hep bir
ağızdan yaygara koparmışlardır.
Türk basınına gelince, Varlık Vergisi konusunda tüm ha
berleri vermiş, tüzükleri ve Aşkale'ye gönderilenlerin adları
na kadar verilen cezalan yayınlamış, ancak yorum yapmak
tan kaçınmıştır. Sonunda Ahmet Emin Yalman bu sessizliği
bozarak 1 Ekim 1943'te "Vatan" gazetesinde "Varlık Vergi
si Kaldırılmalıdır: Çünkü Müzmin Bir Hastalık Oldu" başlı
ğı altında bir yazı yayınlamıştır. Yalman, verginin bulaşıcı bir
hastalık olan ve Avrupa'yı da kasıp kavuran "Yahudi düşman
lığı"nın sonucu olduğunu, "sarılması gereken bir yara açtığı
nı" yazmıştır ( 17). 1 Ekim 1944'te, vergiyi eleştirmesinden
bir yıl sonra, "Vatan" gazetesi kapatılmış, Yalman'ın kendi
si de Aşkale'ye gönderilmiştir. Tersi düşünülebileceği halde,
Yalman çalışma kampını yazara, "Şifalı bir yerdi. Burada zor
la bulundurulanlar birlikte hoşça vakit geçirebiliyorlardı, ama
28
pek çoğu sürgünde olmanın acısını çekiyordu", diye anlat
mıştır (18). "Vatan" gazetesi, 23 Mart 1945'te yeniden ya
yınlanmaya başlamıştır.
Aydemir ise vergiyi, "bir kapris değil, kaçınılmaz bir ih
tiyaçtı" diyerek savunmaktadır. Aydemir, 1942 yılı ağustos
ayında Başbakan Refik Saydam'ın ölümü üzerine, "fiyat de
netimi ve ayarlama tedbirlerinin çığırından çıktığını" belirt
mekte, enflasyona yatkın olan piyasadaki parayı azaltmak için
hükfunetin acele olarak daha çok fona ihtiyaç duyduğunu ile
ri sürmektedir (19). Aydemir, "bugün bile verginin İnönü'nün
politika hayatına karşı bir suçlama olarak kullanıldığını" ka
bul etmekte ve zamanında İnönü'nün, verginin getirilişi sıra
sında ayn bir özen gösterdiğini; çünkü, sonunda bunun hesa
bını kendisinden soracaklarını bildiğini hatırlatmaktadır (20).
Vergi kanunu kabul edilirken, bunun 465 milyon liralık
bir gelir sağlayacağı tahmin edilmişti (21). 17 Mart 1943'te
ise Saraçoğlu Meclis'e V�lık Vergisi'nin 225 milyon lira ge
lir sağladığını, bu toplamm'1a ülkenin mali ufkundaki "bu
lutlan dağıttığını" söyledi. "Düşüncesizce ve zararlı bir bi
çimde harcanacak paranın şimdi tedavülden çekilmiş olduğu
nu" ileri'sürdü (22). 1944 Şubatında tahsil edilen miktar 315
(18) 1944 'te Ahmet Emin Yalman 'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(19) Bak. Aydemir, önceki kitap, s.228-230.
(20) Aynı yerde, s.233. Yazar, eski Cumhurbaşkanı lnönü'ye Varlık Ver
gisi üzerine nasıl bir yorum yapacağını sorunca, İnönü "Bu bütün Türkleri kap
samına alan bir vergiydi" demiştir.
(21) TBMM Zabıt Ceridesi, 11Kasım 1943, Cilt 28, s.14-29.
(22) Bak. Ayın Tarihi, Cilt: 111, Mart 1943, s. l 7. Servet üzerinden alınan
verginin kaldıniması, çeşitli aşamalardan gerçekleşmiştir: 13 Mart'ta Meclis Ma
liyeKomisyonu'na getirilmiş, 15 Mart'ta Meclis GenelKurulu'nda tartışılmış,
17 Mart 1944'te de teknik bakımdan yürürlükten kaldırılmıştır. Vergiyi yürür
lükten kaldıran kanun metni için bak. Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Da-
29
milyon lirayı bulmuştu (23). Bu toplamdan 28 0 milyon lirayı
"zengin azınlıklar"dan alınmıştı (24). Varlık Vergisi, 15 Mart
1944'teyürürlükten kaldırıldı ve kanunu kaldırankarar, ikigün
sonra yürürlüğe girdi. Kanunla ilgili olarak verilen bütün ce
zalar ve sünnekte olan kovuşturmalarla, daha tahsil edilme
miş 10 8 milyon liraya yakın vergi alacağı da kaldırıldı.
Maliye Bakanı Fuat Ağralı, kanunun yürürlükten kaldı
rılmasının nedenlerini açıklarken, "tahsil edilemeyen alacak
ların bir bölümünün tahsiline aslında imkan bulunamaması
nı, başka bir bölümünün ise, mükellefleri çetin çalışma şart
larına ya da tam bir yoksulluğa düşmeden tahsil edilememe
sine" bağladı (25). Kanunun yürürlükten kaldırılmasına ne
den olarak günün şartları gösterilmişti ama aslında, özellikle
Birleşik Devletlerin baskısına olumlu bir karşılık vermek ve
Türkiye ile Batılı Müttefikler arasında daha iyi ilişkiler kur
mak için bu yol seçilmişti. Franz von Papen bu tutumu keş
fetmişti. Verginin kaldırılmasını, Türk devlet adamlarının Bir
leşik Devletlere yanaşma niyetlerine bağlamıştı. Bu konuda
da haklıydı (26). Varlık Vergisi, Türkleri Batılıların yanından
daha da uzaklaştırmıştı. 1944 Martında toplanan vergi gelir
leri, artık daha çok baş edemeyecekleri bir lüks durumuna al
mıştı. Varlık Vergisi'nin kaldırılması, Türk hükı1metinin sa-
ir Kanun, Düstur, 3. forma, cilt:XXV, s.173; Sicilli Kavanin, cilt:XXV, s.97; Res
mi Gazete, sayı:5657, Mart 1944.
(23) Konuyla ilgili Meclis görüşmeleri için bak. TBMM Zabıt Ceridesi,
15 Mart 1944, cilt l, s.34, 44-46, yürürlükten kaldımıa kanununun metni için bak.
s.46-47; Aydemir, önceki kitap, s.233. Aydemir de aynı sayılan vermektedir.
(24) Aydemir, önceki kitap, s.233.
(25) TBMM Zabıt Ceridesi, 7. dönem, 29. içtima, 15 Mart 1944, s.1-45.
(26) Ankara'daki Büyükelçi'den (von Papen), Berlin'de, Dışişleri Bakan-
lığı'na, Ankara, 16 Haziran 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T-120,
2618/E364618.
30
vaş sonrası dünyasının gerçeklerine karşı erkenden ayak uy
durmaya hazırlanışının başlangıcıdır.
Turancılık Sorunu Türk hiikfunetinin dünya olayları
-
(27) Charles Warren Hostler, Turkism and tlıe Soviets: The Turks oftlıe
World and their Political Objectives (Türkçülük ve Sovyetler: Düilya Türkleri ve
Siyasal Amaçları), (Londra, George Ailen and Unwin Ltd. 1957), s.199-206'da,
Pan-Türkçüliik ve Pan-Turancılık arasındaki farkı belirtmektedir: Pan-Türkçü
lük, "Ruslaştırılmak"la tehdit edilen Doğu Türkleri ile Rus yayılma siyasetiyle
karşı karşıya kalan Batı Türklerinin birbirlerini etkilemesinden doğmuştur. Pan
Turancılık (Türk, Moğol ve Fin-Uygur kavimleri arasında birlik ister), Türkler
arasında birlik isteyen Türkçülüğün tersine, Balkanlar'daki Rus yayılması önce
sinde durumu dikkatle izlemekte, Türk ve Macar denemelerini bağdaştırıp, Slav
aleyhtarı bir işbirliği peşinde koşmaktadır. Türkiye'deki harekette hem Pan-Tu
rancılar, hem de Pan-Tiirkçüler vardı; ama burada bundan böyle yalnızca Turan
cılık hareketi diye anılacaktır.
(28) Bak. Charles Warren Hostler, "Trends in Pan-Turanism'', (Pan-Tu
rancılıkta Eğilimler), Middle EasternAffairs (Orta Doğu Sorunları), cilt:III, No. l ,
Ocak 1952, s.3-13; Hostler şöyle yazmaktadır: ''Basında tutuklamaların geniş bir
biçimde gösterilmesinin nedeni, kuşkusuz Sovyetler Birliği'ne hareketin kime
karşı yöneldiğini anlatarak, onları yatıştırınak ve böylece Rus-Türk ilişkilerini dü
zeltmekti.'' Review dergisinin çözümlemeleri de bu görüştedir: Türk önderleri
"harekete karşı durmak için paçaları sıvamakta, Moskova' dan iyi not alacakları
�beklemişlerdir." Bak. Review, 15 Kasım 1944, dizi N, no.37, s.181.
31
recesine varan öfkeydi. Dolayısıyla Rus tarafından daima bir
tehdit olarak kabul ediliyorlardı. Bu nedenle, Türk hükumeti
en sonunda bu gruplara karşı harekete geçmiştir.
Fakat bu, Türk hükfımetinin hareketin o zamana kadar ki
eylemlerini desteklediği, beslediği anlamına gelmemektedir.
Tersine, böyle bir davranış, Türk dış politikasının temellerin
den birini, yani Türk sınırlarının olduğu gibi korunması ilke
sini yıkmak olurdu (29). Bazı yazılar Türk politikasını çizen
lerin de, Sovyetler Birliği'ne karşı aynı duygulan besledikle
ri için, Turancılara karşı sempati duyduklarını ileri sürmüşler
dir (30). Hareketin daha önce bastırılabileceği görüşü belki ka
bul edilebilir (31 ).
32
Fakat, Türk hükfunetiyle Turancılar arasında bir anlaşma
olduğu üzerine belgeler yoktur. Ancak bu hareket Türkiye'nin
Sovyetler Birliği'yle olan ilişkilerinde bir rol oynadığı ve bala
da oynamakta olduğu için, kısaca da olsa, Turancılığın önder
lerini, ideolojilerini, hükfunet içindeki taraftarlarını tanımak ve
bu unsurların Ankara'nın uluslararası konulardaki kararları üze
rindeki etkisini, elbette böyle bir etki varsa, incelemek gerekir.
Pan-Turancı Unsurlar Savaş yıllarında Turancı hare
-
(32) Togan'ın daha geniş bir hayat hikayesi için bak. Hestler, önceki ki
tap, s.218-219.
(33) Bak Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tari
hi, cilt:I, Batı ve Kuzey Türkistan (!stanbul, Arkadaş, !brahim Horoz ve Güven
Basımevleri, 1 942), s.590.
33
1 . Komünizm ve Rus emperyalizmini birbirlerini tamam
layan iki kavram olarak birleştirmek ve uşak ruhlu uydu ülke
lere ve dünyaya karşı, iki yüzlü bir politika çizgisi izlemek,
2. Rus ulusunun dünyaya egemen olma amacını "kutsal
bir ideal" olarak ifade etmek ve ulusal hedeflere bu yoldan
varmak için, gerektiğinde ölmeye bile hazır, uyanık bir ulus
durumuna gelmek,
3. Rus halkının nüfusunu artırmak,
4. Rusları, Asya'nın istila edilecek bölgelerine rahatlık
la yerleşecek kadar hareketli ve çevik insanlar haline getirmek,
5. Etkili bir genişleme ve fetih uygulaması için diktatör
lük sistemini yetkinleştirmek ve aşın derecede merkeziyetçi
bir rejim kurmak (34).
Togan, yeni Ruslaştırma hareketine karşı etken olabilmek
için, Türk hükumetinin, Türk kültürünü Ukrayna, Kafkasya,
Moğolistan ve Türkistan'da yaşayan halklar arasında yayma
sı gerektiğini ileri sürüyor (35). Bu halkların tam olarak Rus
laşmalarına karşı en iyi engelin dil olacağını söylüyordu (36).
Zeki Velidi Togan'ın, İstanbul Üniversitesi'nde Türk Ta
rihi kürsüsünde profesör olduğu dönemde öğrencileri arasın
da bulunan Reha Oğuz Türkkan, 1 938 yılında gizli bir ırkçı
34
demek kurmuş ve 1 944 yılı Mayıs ayında hükfımetçe tutuk
lanıncaya kadar, eylemci çabalar göstermiştir (37).
Hocasından, hiç olmazsa görünüşte daha da fanatik olan
Türkkan ye yayınladığı "Bozkurt" adlı dergi, ırk üstünlüğü
propagandası yapıyordu ki, bu da Nazizm 'den pek az farklıy
dı (38). Turancı önderlerin tutuklanması nedeniyle yayımla
nan resmi bildiride, hükfımet, Türkkan' ı merkezi hükfımeti de
virmek için çalışan bir ırkçı olaraktanıtmıştı (39).
Bir başka ünlü ırkçı da hatta belki de içlerinde en aşırısı,
ırkçılıkla Komünizm ve Sovyet düşmanlığını tutku edinerek
birleştirmiş olan Nihal Atsız'dı (40).
(37) Bak! Hostler, önceki aynı kitap, s. 181-182; Hostler, aynı yerde, s. 7;
Karpat, önceki kitap, s. 265-266; aynca bak. Reha Oğuz Türkkan, "Türk Bası
nı" Orta Doğu Sorunları, cilt: 1, No: 2, Mayıs 1950, s. 142-1 49.
(38) Türkkan, "Türk Basını " nda, s. 43, belirli dönemlerde yayımlanan der
gilerin savaş sırasında, gazetelere oranla hükfunetin denetiminden daha kolay sıy
nlabildiklerini ileri sürmektedir. Aynca, " ... her grup haftalık bir dergi çıkarta
bilir ve bu dergi herhangi bir nedenle kapatılacak olursa, yeni bir haftalık ya da
aylık dergi çıkannak hiç de zor olmazdı" diye de eklemektedir. Bu, savaş yılla
rında neden çok sayıda Turancı dergi çıktığını açıklamaya yardımcı olabilir.
1943 yılı Temmuz ayında Menemencioğlu, En Büyük Tehlike adlı bir ki
tapta Turancılık hareketinin Türkiye'de gittikçe yayıldığını ileri sürenlere karşı
lık vermeye çağnlınıştı. Menemencioğlu bir demeç vererek, En Büyük Tehlike'de
ileri sürülenlerden haberi olduğunu, ancak bunun doğruluğuna i nanmadığını be
lirtti ve şöyle dedi: " ... Bu kitapta ileri sürüldüğü anlamda Türkiye'de bir milli
yetçilik ve ırkçılık yoktur ve biz bu konudaki belirtilerin hepsinden haberliyiz;''
bak. TBMM Zabıt Ceridesi, 5 Temmuz 1943, cilt: 1, s. 1 4. Menemencioğlu ay
nca basın ve yayın özgürlüğünden, bunun yarar ve zararlarından da söz etmişti.
(39) Bak. "Irkçılık ve Turancılık Tahrikatı Yapanlar Hakkında Hükümet
Tebliği", Ayın Tarihi, Mayıs 1 944, No: 1 26, s. 21 -23; aynca bak. Erer, Yasak
çılar, s. 115-116.
· (40) Nihal Atsız'la ilgili olarak bak: Hostler, önceki kitap, s. 183; Hostler,
aynı yerde, s. 9; Karpat, önceki kitap, s. 266; Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sos
yalist ve Komünist Faaliyetler, l 910- l 969, (Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1967),
Kemal Karpat, önceki kitap, s. 265, Atsız ve Türkkan'ı şöyle tanıtmaktadır:
"1941-1942 yıllan arasında iki ırkçı önder, Reha Oğuz Türkkan ve Nihal Atsız
arasındaki tartışma, karşılıklı olarak birbirlerini daha az " saikan" olmakla suç
lamaya dayanıyordu ve ikisi de, birbirinin soy ağacını eşeleyerek, kanının yüz
de birinin bile Türk olmadığını ispatlama çabası, içindeydi.''
35
Atsız, yayınladığı " Tanndağ", "Atsız", "Orhun" gibi
çeşitli dergilerde önemli görevlere yalnız öz T ürklerin geti
rilmesini savunuyor, azınlıklara aşın hoşgörü gösterilmesi
nin Türkiye için tehlikeli bir şey olduğunu ileri sürüyor, sa
vaşın yapıcılığını, milliyetçiliğin ancak ırkçılık temeline da
yanabileceğini belirtiyordu (4 l ). 20 Şubat l 934 'te, "Or
hun "da yayımlanan bir makalesinde Atsız şöyle yazıyordu:
" T ürk ulusunun ezeli düşmanı, bütün dünyadır. Tarih bize
ezeli öğütte bulunmaktadır; iç düşmanlar üçtür; Komünist
ler, Yahudiler ve dalkavuklar." (42).
l 944 yılı mayısında hükümetin Turancılara karşı hare
kete geçmesini çabuklaştıran da, Atsız olmuştur.
1 944 yılı şubat ayının 20'sinde ve martın 2 l 'inde Atsız,
Başbakan Saraçoğlu'na seslenen iki açık mektup yayınladı.
Bunlarda, Başbakan'a, Parti'ye ve öğrenciler arasındaki yı
kıcı sol unsurlar diye adlandırdıklarına saldırıyordu. Atsız,
Saraçoğlu'na seslenen ilk mektubunda; "Bu satırların ama
cı, size Türkçülüğün neden yalnızca sözde kaldığını ve niçin
hiç eyleme geçmediğini sormaktır" diyordu (43). Bu Başba
kana yöneltilmiş katmerli bir hareketti; çünkü, Saraçoğlu 'nun
36
eyleme geçmelerine izin vermeden Turancı fikirlere göz
yumduğunu ileri sürüyordu (44). Atsız, mektubunda, solcu
öğrencilerin İstanbul'daki demek binasında Turancıların yap
tıkları toplantıları bastıklarından da yakınmaktaydı. "Bu gös
tericilerin en kötüleri, üniversite öğrencileridir" diye yazı
yor ve şöyle ekliyordu:
Çoğu devlet parası ile okumaktadır. Bu demektir ki dev
let, farkında bile olmadan, yılanları, kızıl gözlü ve zehirli yı
lanları beslemektedir. Bu yılanlar yarın doktor olup ülkenin
dört bir yanına dağılınca, yapacakları ilk iş, her türlü faaliye
ti sabote etmek olacaktır. Ülkeyi sırtından hançerleyecekler ve
Türkiye'ye gelmesini bekledikleri kızıl rejimi getirecek olan
yabancı ordulara aj an olarak hizmet edeceklerdir (45).
Atsız'ın ikinci açık mektubu doğrudan doğruya CHP'ye
saldırıyor, partiyi ırk ve aile düşmanlığı, dine ve savaşa karşı
çıkmakla suçluyor, faşizme karşı savaş maskesi altında milli
yetçiliği ezdiğini öne sürüyordu (46).
Bu mektupların sonucu olarak, Atsız'ın vatan haini diye
suçladığı Sabahattin Ali, Nihal Atsız'a karşı bir hakaret dava
sı açtı (47). Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile "Ulus"
gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, Atsız'a karşı açtığı da
vada Sabahattin Ali'yi desteklediler. Ancak dava 26 Nisan
1 944'te görülecekken, Turancı öğrencilerin şiddet gösterileri
nedeniyle yarıda kaldı. Göstericiler, Sabahattin Ali'ye saldır
dı (48). Bundan cesaretlendiği anlaşılan Atsız, hemen bütün
37
"solcu" aydınları lfınetleyen bir bildiri yayınladı. Bu kez hü
kumet harekete geçmeyi kararlaştırdı. 9 Mayıs 1 944'te Turan
cı önderler tutuklandı (49).
1 8 Mayıs 1 944 'te Bakanlar Kurulu, İçişleri Bakanlığının
" Irkçı ve Turancı kışkırtmalara girişenlere karşı aldığı gerek
li tedbirleri" onayladı (50). Bir resmi bildiri yayınlayarak, so
ruşturma sonucunda tutuklananların "gerçek milliyetçilikten
başka ilkeleri vatandaşlara aşıladıklarının anlaşıldığı" açıklan
dı. Bunun için de yine yayınlanan bildiride, "suçluların gizli
örgütler kurdukları, eylem programları hazırladıkları ve pro
paganda organları yayınladıkları" duyuruldu ( 5 1 ) .
38
l 9 Mayıs 1 944 'te Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel'in kısa bir ön konuşmasından sonra,
Ankara 1 9 Mayıs Stadyumu' nda bütün yurtta yayımlanan
uzun bir konuşma yaptı ( 52). Politika hayatının en önemli ko
nuşmalarından biri olan bu söylevinde İnönü, özellikle üç nok
ta üzerinde durdu: Turancılar, Türkiye Cumhuriyeti için bir
tehlike doğuruyordu; Türkler hiçbir zaman serüvenci bir po
litika istemiyorlardı ve başkalarının topraklarında gözleri yok
tu; Sovyetler Birliği, Türkiye'nin tarihi dostuydu. Turancılar
üzerine İnönü, "Öyle şeyler vardır ki, ancak Anayasa ve hü
kumetin kanunları çiğnendikten sonra bunlara kalkışılabilir"
demişti. "Dolayısıyla biz de birtakım parlak f ikirler maskesi
altında, Cumhuriyet'in ve Büyük Millet Meclisi'nin varlığı
na kasteden bir teşebbüsle karşı karşıyayız." İnönü, sözlerine
şunları da eklemiştir: "Komplocular hepimizi aldatmayı de
niyordu, gittikçe ve derece derece, on yaşındaki çocuklarımı
zı ve bizi." İnönü, Türkiye'nin geleneksel serüvenden kaçın
ma politikasını da onaylıyordu.
Herkesin zihninde, elimize bir kuvvet geçecek olursa,
bizim serüvenci ve saldırgan bir politika izleyeceğimiz dü-
39
şüncesi vardı. Oysa cumhuriyet, uygar yaşantınn temel de
ğerlerinin uluslar topluluğundaki güvenlik havası olduğunu
anlamıştı (53).
İnönü, bunun bir tercih ve seçme meselesi olduğunu açık
seçik belirtmek istemişti: " . . . Ulusal politikamız, toprakları
mızın dışında serüven peşinde koşmaktan uzak kalmaktır... Bu
bir zorunluluk ya da gereklilik politikası değil, bir inanç ve
anlayış politikasıdır." Söylev, en sonunda sıkı Türk-Sovyet
ilişkilerinden söz ediyordu. Türkiye 'deki Turancılık hareketin
den, "son zamanların zararlı ve hastalıklı belirtilerinden" di
ye söz ettikten sonra, İnönü şöyle ekliyordu:
Bu açıdan Cumhuriyet' i anlamak gereklidir. Ulusal Kur
tuluş Savaşımız sona erdiği zaman, öbür komşularımız, eski
savaşların anılarını bir türlü zihinlerinden çıkartıp atamazken,
bizimle dost ola yalnızca Sovyetler Birliği vardı (54).
Kuşkusuz, lnönü'nün 1 9 Mayıs 1 944 söylevi, hem Sov
yetlere, hem de Türk gençliğine seslenmekteydi.
Hükumet içindeki Turancılar ve bunların kararlarda
ki etkileri Bundan sonra ortaya çıkan sorun, bu unsurların
-
40
nıt elde edememiştir." (55) Bu satırların yazan da, bu konu
da bir şey bulamamıştır (56). Tanınmış bir gözlemci olan Host
ler ise şöyle demektedir: "Türk devleti içinde yüksek mevki
lerde bulunan bazı kişilerin Alman-Sovyet savaşından yarar
lanma imkanlarını aradıkları ve SSCB'nin çöküşünün, Turan
cı fikirlerin gerçekleştirilmesine ortam hazırlayacağını düşü
nenlerin olduğu sonucuna varılabilir (57).
Lothar Krecker de hükfımetin, Nuri Paşa'nın (Killigil) ki
şiliğinde iki yüzlü bir oyun oynadığını, Turancılığı resmen mah
k:Um ederken, el altından Alman Dışişleri Bakanlığına, Türki
ye ile Sovyetler Birliği arasında bağımsız bir devlet kurmak im
kanından söz ettiğini ileri sürmektedir (58). Ancak bu yazar
lardan hiçbiri, 1 947'de Sovyetler Birliği'nce yayımlanan Gizli
Belgeler'den daha başka yazılı kanıt ortaya koyamamaktadır.
41
Gizli Belgeler, General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Ge
neral Ali Fuat Erden, l 943 ' e kadar Türkiye'nin Berlin Büyü
kelçisi olan Hüsrev Gerede ve ünlü Enver Paşa'nın kardeşi olan
Nuri Paşa'nın faaliyetlerini açıklamaktadır.
Türk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'la, "Türkisc
he Post" gazetesi yazı işleri müdürü General Ali İhsan Sabis
de, bu faaliyetlere karıştırılmaktadır. 5 Ağustos 1 94 1 'de von
Papen, Alman Dışişleri Bakanlığına, "Türk hükı1meti çevre
lerinin Azerbaycan'daki Türkmenlere karşı ilgi duyduğunu"
bildirmiştir. Von Papen, ikisi de hükumette bulunmayan Nu
ri Paşa ve Zeki Velidi'den ayn olarak, bu konuda İstanbul mil
letvekili Şükrü Enis Bahça'nın, Afganistan'daki Türkiye Bü
yükelçisi Memduh Şevket' in ve yine kendisinin "güvenilme
mesi gerektiğini" bildirdiği, çünkü hükı1metin casusu oldu
ğunu belirttiği Ahmet Sait Cafer' in adlarını vermektedir. Giz
li Belgeler koleksiyonuna göre, Turancı fikirlerden yana ola
rak bunlar görülmektedir (59). Bu kişiler üzerine söylenebi
lecek en önemli şey, savaş sırasında Ankara'da iktidara ve
karar verme yetkisinde olanlara yakın bir çerçevede bulunduk
larıdır (60). Çakmak da bunlar arasındadır.
Fevzi Çakmak, kuşkusuz, savaş yıllarında Ankara'daki
önemli kişilerden biriydi. Atatürk'ün arkadaşı ve parlak bir
komutan olan çÇakmak' ın adı, 1 939'dan başlayarak hep gö
reviyle, yani Türk Genelkurmay Başkanı sözleriyle birlikte
anılmıştır. 68 yaşında emekliye ayrılıncaya kadar da, silahlı
kuvvetleri çelik pençesi altında yönetmiştir. 24 Kasım
42
1 94 1 'de, Garoun adında bir aracı, Alman Dışişleri Bakanlı
ğı ' na Çakmak' ın, " kendisi fikrini resmen ifade edecek du
rumda olmadığı halde, Turancılıkla yakından ilgilendiğini
haber verdi ( 61 ). 1 3 Mayıs 1 942 'de de von Papen, Alman Dı
şişleri Bakanlığına General Mürsel Baku'nun, Çakmak'ın
kendisine bu davayı benimsemiş olan sivillerin, eğer isterler
se Almanya'ya gitmeleri jçin ülkeden ayrılmalarına izin ve
rerek Turancılık hareketine yardım etmeye çalıştığını söyle
diğini bildirdi (62). Çakmak, aynı izni " şimdilik" subaylar
için de vermeyi kabul etmemişti, (63) 1 Haziran 1 942 'de Ga
roun, Berlin'de, Dışişleri Bakanlığında bir başka görüşme sı
rasında, Çakmak'ın, Türkiye'nin Baku bölgesinde çarpışmak
zorunda kalacağına inandığını söylüyordu. Çakmak' ın Turan
cılık hareketine yakınlık duyduğunu yansıtmak için Gizli
Belgeler'de öne sürülen kanıtların özü budur.
Hostler, ayrıca şunları yazmaktadır: "Gizli Belgeler, İnö
nü ' nün kilit noktalardaki danışmanlarının da sempatilerini
yansıtmaktadır." (64). Hostler, hemen ardından George Lenc
zowski 'nin, Mareşal Çakmak'ı " kilit noktalarındaki danış-
43
manlardan biri" olarak gösterdiğini (65) hatırlatmaktadır. İs
met İnönü ile Fevzi Çakmak arasındaki ilişkilere daha yakın
dan bakılınca, bu koriudaki kanıtlar inandırıcı olmamakla bir
likte, kendisinin Turancı fikirlere kapılmış olduğu kabul edil
se bile, İnönü üzerindeki etkisinin pek az olduğu görülebilir.
Tersine, iki insan arasında büyük gerginlikler vardı. 1 944 yı
lı Ocak ayında Çakmak'ı görevinden ayrılmaya zorlayan İnö
nü olmuştur. Sözgelişi, Çakmak'ın biyografisini yazan Süley
man Külçe, "Cumhurbaşkanı İnönü bütün dünyada aşın de
recede ölçülü bir kişi olarak tanınıyordu. Elbette Fevzi Paşa
da bu niteliklerini biliyordu. Ancak fırsat buldukça Mareşal
ondan, çok ölçülü bir adam yerine, korkak biri diye söz eder
di" diye yazmaktadır (66). Savaş yıllarında İnönü hükfımetin
politikasıyla ilgili önemli sorunlarda Genelkurmay Başkanı
Yardımcısı Asım Gündüz'le kişisel ilişki kurarak, Çakmak'ın
rolünü azaltmıştı (67).
İnönü, emekliye ayrılma yaşını uzatarak, Çakmak' ın gö
rev süresini de uzatabilirdi. Külçe'nin öne sürdüğüne göre,
"ne var ki,bu İnönü için kaçırılmayacak bir fırsattı." (68). As-
44
lında Çakmak' ın dış politika üzerindeki etkisini, o zamanlar
İnönü iyice sınırlandırmıştı.
Kuşkusuz, Turancılık sorunu ile ilgili politikada da du
rum böyleydi.
Çakmak' ı, İnönü'nün kilit mevkilerdeki danışmanları
arasında saymadıktan sonra, Ali Fuat Erden, Hüseyin Hüsnü
Emir Erkilet ve Ali İhsan Sabis 'le Hüsrev Gerede, hatta Nuri
Paşa'yı önemli danışman diye hiç kabul etmemek gerekir.
Sözgelişi, Erden ve Erkilet, Birinci Dünya Savaşı'nda Alman
askeri eğitmenlerince yetiştirilmiş generallerdi ve bütün ömür
leri boyunca Almanya'ya hayranlık duymuşlardı (69) Türk As
keri Akademi Komutanı Erden'le, iki yıldızlı emekli general
45
Erkilet, bu arada 28 Ekim 1 94 1 'de, Führer'in Doğu Prusya'da
ki genel karargahında Hitler'i ziyaret etmişlerdi. İkisi de, Al
man ordularının hala Rusları yenilgiden yenilgiye uğrattıkla
rı cephelere kadar uzanmışlar ve bu geziden büyük esenlikle
dönmüşlerdi (70). İnönü, Çakmak ve Saraçoğlu'nun katıldık
ları bir toplantıda da, Türkiye Cumhurbaşkanı 'na, "Rusya'nın
kala kala bir karlan kaldı" demişlerdi (7 1 ). Buna rağmen iki
sinin de İnönü ile olan ilişkileri pek seyrekti. Savaş yıllarında
Erkilet, "Cumhuriyet" gazetesinde yazıyor ve Turancılık ha
reketinin en aşırıları arasında açıkça tanınıyordu (72). Bilinen
bir kişi olduğu halde, askeri sorunlar üzerindeki görüşleri bi
le İnönü'ce değerli sayılmazdı. Dolayısıyla politika tespitin
de bir etkisi ya da ağırlığı olmamıştır (73).
Alman yanlısı olduğu herkesçe bilindiği halde, daha ılım
lı bir Turancı olarak kabul edilen Erden, İnönü'ye daha yakın
olmakla birlikte, hiçbir zaman hele bu konuda asla önmeli bir
danışman olmamıştır (74). 1 945 yılı ekim ayında Yargıtay
1 944 yılı mayısında tutuklanan Turancılar için verilen cezala-
46
rı bozduğu zaman, Erden de bozulma kararını veren yargıçlar
arasındaydı. " 1945 'te İnönü bana pek kızmıştı" diye yazmak
tadır. " Sanının, bana kızgınlığı, ırkçıların Askeri Mahkeme
de yargılandıkları döneme rastlamaktadır." (75).
Ali İhsan Sabis' in önemli bir danışman olmadığı daha da
belirlidir. Savaş yıllarında Alman harekatını adım adım izle
yen ve Ebüzziya ailesine yakınlığıyla tanınan Sabis, 1 943 'te
yayınladığı anılarında, Kazım Özalp ve Halil Paşa'yı (Kut),
daha başkalarıyla birlikte, Birinci Dünya Savaşı'ndaki çıkar
cılık ve sorumsuzluklarından dolayı suçlamaktaydı (76). 1 6
Ekim 1 943 'te, önceden de belirtildiği gibi, İnönü'ye yakın
olan Özalp ve Halil Paşa, Osman Okyar'la birlikte Sabis aley
hinde bir iftira davası açtı. Sabis'le, Türkiye'nin siyasetini çi
zen hükfunet de, 1 944 yılı mart ayında ortaya çıktı. Saraçoğ
lu, Sabis'in, aleyhinde dava açmasını engellemek içni, Hüse
yin Cahit Yalçın'ın dokunulmazlığını kazandırmamalarını
Meclis üyelerinden istedi (77).
Yalçın bir yazı dizisinde Sabis'in kitabına, özellikle Al
man yanlısı eğilimlerine şiddetle karşı çıkmış, (78) Sabis de
kendisini ·mahkemeye vermek istemişti. Saraçoğlu ise Mec
lis 'ten tersini isteyerek, bunu engellemiştir.
Nuri Paşa'ya gelince, Lothar Krecker, araştırmasında
bu kişinin 1 94 1 'de Berlin'de Türk hükfuneti adına Turancı-
47
lık sorununu tartışmaya gittiğin öne sürmektedir (79). An
cak Krecker, Nuri Paşa'nın ziyaretinin hükumet adına yapıl
dığını ispatlayacak hiçbir kanıt gösterememektedir. Yazar, bu
konda Zeki Kuneralp'la aynı görüşü paylaşmaktadır: "Nuri
Paşa Berlin'de hükumeti temsil etmemişti. O, bazı hayalleri
olan bir işadamıydı, ama Ankara'daki siyasal çevreler üze
rindeki etkisi sıfırdı." (80).
Krecker, Nuri Paşa'nın Berlin'deki Türkiye Büyükelçili
ğiyle resmen ilişkide olduğunu da ileri sürmektedir. Bu, Ber
lin'deki Büyükelçi Hüsrev Gerede için çok şey ifade eder; a
ma Gerede'nin Ankara'daki"üslerini hiçbir biçimde ilgilendir
mez. Gerede gerçekten Hazer denizinin doğu kıyılarında ba
ğımsız bir Türk devleti hayali besleyenlerdendi. Sözgelişi, 5
(78) Yalçın'ın, Sabis'in kitabı ile ilgili makaleleri için bak: "Bir Fena Ki
tap", Tanin gazetesi, 20 Eylül 1 943 ve "Fena Kitabın Lekeli Muharriri", Tanin
gazetesi, 26 Eylül 1943.
Sabis anılarında, s. 50-51 'de, İkinci Dünya Savaşı'nın, birincisinin uzan
tısı olduğunu öne sünnekteydi. Birinci Dünya Savaşı 'nda "Fransız ve lngiliz el
çileri, 'Rusya Müttefikimizdir; onların istemediği şeyi biz de istemeyiz; onların
çıkarlarına karşı olan her şey, bizim de çıkarlarımıza karşıdır" demişlerdi. Yine
onların 'Almanlar düşmanımızdır. Almanların her teşebbüsü bizi tehdit eder;
Türkiye 'nin, Rusya'ya karşı tutumunakarşı çıkmak bizim görevimizdir' diye yaz
dıklarını söyleyen Sabis, şu sonuca varıyor: " 1 9 14'te bu sözlerle açıklanan si
yasal durum, İkinci Dünya Savşı 'nın siyasal durumundan farklı değildir." Sabis
sonradan 1944 Mayısında gördüğü davranış yüzünden İnönü'ye olan hıncını
açıklamıştır.
(79) Krecker, önceki kitap, s. 2 1 1-2 1 5; Krecker bu konuda s. 2 1 3 'te, von
papen'in 6 Nisan 1 942'de Dışişleri Bakanlığına gönderdiği ve Başbakan Sara
çoğlu'nun von Papen'e Türk hükfunetinin Turancılık sorununa bir çözüm yolu
bulması için Almanya'yı resmen desteklememesine rağmen, Türk başbakanının
' 'bu konuda Almanlarla ilişki kurmak üzere gaynresmi olarak bazı kimselerin
görevlendirileceği"ni söylediği bir mesajdan söz etmektedir. Artık bu konuda
okuyucunu kendisi bir sonuca varmalıdır.
(80) Zeki Kuneralp ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
48
Ağustos 1 94 1 'de, Alman Dışişleri Bakanlığında Weiz Sac
ker' e yanaşarak, Kafkasya'daki Türk halklarını tek bir kukla
hükumetin yönetimi altında toplamanın imkanlarını tartışmak
istemişti (8 1 ). Gerede'nin bu ve öteki teşebbüsleri, yazarın gö
rüşüne göre, Ankara'dan aldığı resmi talimattan çok, kişisel
duygularını yansıtmaktadır. Krecker de, "ne kadar inanılmaz
bir şey gibi görünürse görünsün" Gerede'nin tek başına hare
ket ettiğini açıkça söylemektedir (82). İşin ilginç yönü, Gere
de'nin 25 Ağustos 1 94 1 'de Ribbentrop'la yaptığı bir görüşme
sırasında, Alman Dışişleri Bakanı 'na, "ülkesinin bugünkü sı
nırlan dışında hiçbir toprak isteği olmadığını kesinlikle" ifa
de etmiş olmasıdır (83). Bundan Gerede'nin kişisel nedenler
den ayn olarak Kafkasya'da bağımsız bir Türk devleti kurul
ması için Berlin'de genel bir heyecan havası yaratmak istedi
ği düşünülebilir. Krecker, Türk hükftmetinin gaynresmi ola
rak bu tutumu desteklediğini ileri sürmektedir. Ancak bu id
diasını doğrulamak için gösterdiği kanıt rasgele olup, yalnız
ca İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun, Gerede ve öbür
Turancılarca girişilen teşebbüslerden haberli olduklarını, bir
süre bunu sürdürmelerine göz yumduklarını göstermektedir.
Gerçekten de, eğer Almanya, Rusya'yı yenmiş olsaydı, her hal
de durum değişecekti. Hochstetter'in dediği gibi, Turancılık
fikirleri, "patlamaya hazır tomurcuklar gibiydi." (84). Türk
dış politikası, kuşkusuz, Alman egemenliğinin yaratacağı ye-
49
ni şartlara ayak uyduracaktı. Ancak böyle bir durumu nasıl ida
re edebilirlerdi konusu, tartışılabilecek bir sorundur ve arşiv
lerde İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun Turancılık
emellerini gerçekleştirmek için Alman yardımından bir şey
ler umduklarını gösteren hiçbir belgeye rastlanmamıştır.
Belgelere dayanan kanıtlar, elbette ortaya çıkartılama
yanlar dışında, Turancılık hareketiyle Ankara'da iktidar ara
sında herhangi bir ilişki olduğu kanısını vermektedir. Von Pa
pen'in 1 94 1 Mayısında Ribbentrop 'a gönderdiği uyarı gibi,
"Türk hükllmetinin temiz saygınlığını çıkarları için sürdürme
ye kararlı olduğu yolu . . . toprak vaatleri ile ... etkilemeyi dü
şünmek yanlış olur"du (85). Anlaşıldığı kadarıyla Ribbentrop
da, Ankara'daki elçisinin uyarısını dinlemiş ve von Papen'e,
Türk yetkilileriyle Turancılık sorununu tartışmaktan kaçınma
sını bildirmiştir. İşte bu konuda yazdığı şunlardır:
Türkiye'nin genel politikasını, bizden yana olan savaşçı
ülkelerin yararına değiştirmek için bu konuların yeterince çe
kici olmadığını hesaba katınca, bizim için Türkiye'nin istek
lerine ve özlemlerine katılmamıza ya da garanti vermemize
bir neden kalmamaktadır (86).
50
Hostler'in haklı olarak belirttiği gibi Turancılık hareke
tindeki başarı ihtimalinin zayıflığı daha Ruslar Almanları ye
nilgiye uğratmadan önce ortaya çıkmıştı (87).
Her şeye rağmen Nihal Atsız'ın yayınladığı açık mektup
ların hazırladığı fırsatı kaçırmak istemeyen İnönü'nün, Sov
yetler'i ya �ıştırma çabası, yine de başarısızlığa uğradı . İnönü,
Turancıları ezerken, önceden de belirtildiği gibi, Sovyetler'in
Türkiye'ye karşı takındığı tutumu etkilelemek istemiş, ancak
bunda da hayal kırıklığına uğramıştı . Ruslar, Almanlar'ın işi
ne yarıyor diye Türk tarafsızlığına saldırmayı sürdürüyor. Tu
rancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak niteli
yorlardı. 1 944 yılı ortalarında yalnızca iç politikada yapılan
değişiklik, işlerin üstesinden gelmek yeterli değildir. Türkiye,
dış politikasını da yeniden çizmek zorundaydı.
adil davranır ve aslında ayaklanma durumundaki bir grubun enerjisine yön ver
meye çalışırlardı. Türkistan ve Kafkasya'daki Alman tutsak kamplarının hangi
şartlar içinde bulunduğunu anlamak için bak: Talıir Çağatay, Türkistan: Kurtu
luş Hareketiyle İlgili Olaylardan Sahneler (İstanbul, "Yas Türkistan" Yayım,
1 959), s. 24.
(87) Hostler, önceki kitap, s. 1 84; Hostler, aynca bu konunun ve genellik-
le Türkiye'nin tarafsızlığının SSCB 'ndeki ganimetleri kimseyle paylaşmamak: he
defini güden Nazi küstahlığı ve niyetleriyle kışkırtıldığını öne sürmektedir. Bu
tez, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği'ni istila etmeyi
tasarladığım ileri süren Rus görüşüyle aynı doğrultudadır.
Türkiye 'nin, Turancılık fikirleri ardında Sovyetler Birliği 'ne saldırmayı as
la planlamadığını görmek için bak: Ömer Rıza Doğrul, ' 'Turkish Foreign Polic�
Since tlıe Revolution" (Devrimden Bu Yana Türk Dış Politikası), Pakistan Ho-\
·
51
XI
53
Mart ayında İngilizler ve Amerikalılar, daha başka eko
nomik kısıtlamaların yararlı olacağını düşündüler. Batılı Müt
tefikler tercihli satın almayı kesebilir ya da Türk limanları
nı abluka edebilirlerdi. Steinhardt ve Hugessen, ilk fikre kar
şı çıktı. Bunun Türk ekonomisi üzerinde birdenbire etkisi ol
mayacağı gibi, Almanların Türk piyasasında denetimi elle
rine almalarına yarayabilirdi. Türk ekonomisi ablukadan da
etkilenmeyecek gibi görünüyordu (2). Bunun üzerine Dışiş
leri Bakanlığı şu sonuca vardı: "Türkiye'deki hayat şartları
nın bir abluka hareketi karşısında ekonomik yönden etkilen
mesi şüphelidir" (3 ). Aynca abluka, Türkleri Mihver' e daha
bağımlı bir duruma getirebilirdi.
Dışişleri Bakanlığı böylece Türklere karşı kullanılabi
lecek silah deposunun "acınacak derecede boş" olduğuna ka
rar verdi (4). Bu aslında, yüzde yüz doğru bir kanı değildi;
çünkü, Türkler de Sovyetler'in ilerlemesi karşısında gittikçe
daha çok İngilizlerin ve Amerikalıların iyi niyetlerine sanl-
1 944 Nisanında Türk Dışişleri Bakanı, artan ihracata bir kulp takmayı de
nemişti. Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada, ilk olarak l 940'ta İngi
lizlere bütün Türk kromit cevheri üretiminin yirmi yıllık bir süre için verilı...ısi
önerildiğini, ancak bunun kabul edilmediğini söyledi. Sonra 1 943'te, İngilizle
rin de onayı alınarak, Alman silfilı yardımına karşı Almanya'ya kromit gönderil
meye başlandığını açıkladı. Menemencioğlu, "Avrupa ile ticaret ilkemiz, mala
karşılık maldı. Biz bu ilkeyi uyguladık ... Hatta o kadar sıkı uygulamadık ki, sat
tığımız malın karşılığı gelmeden kendi mallarımızı göndermedik bile ... " dedi.
Türk Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin Alınanya'ya kromit ihracatının artmasına, Al
manların da Türkiye'ye gönderdikleri mallann çoğalmasına bağladı. Bak: TB
MM Zabıt Ceridesi, 20 Nisan 1 944, ciltt IX, s. 96.
((2) Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, An
kara, 5 Nisan 1 944, aynı yerde, s. 820-825.
(3) Dışişleri Bakanlığından, Türkiye'deki Büyükelçi 'ye (Steinhardt), Was
hington, 30 Mart 1 944, aynı yerde, s. 820-822.
(4) Aynı yerde, s. 82 1 .
54
dıklarını seziyorlardı. Batılıların hedefi, Türkleri kendi po
litika çizgilerine çekmek, bunu mümkün olduğu kadar çabuk
gerçekleştirmek için gereken baskıyı yapmak, fakat, bu bas
kının, Türkleri Almanlara yaklaştıracak kadar kuvvetli olma
masına dikkat etmekti .
1 9 Nisan 1 944'de İngiliz ve Amerikan Büyükelçileri, Al
manya'ya gönderilen kromit cevheriyle ilgili protesto nota
larını Menemencioğlu'na sundular (5). Hugessen, haftalar
dan beri ilk defa Türk Dışişleri Bakanı ile karşı karşıya ge
liyordu; birlikte, "buz gibi bir on dakika" geçirdiler (6).
Amerikan notasının içeriği İngiliz notasınınkiyle hemen he
men aynı olduğu halde, Menemencioğlu'nun Steinhardt'la
buluşması daha dostça bir hava içinde geçti. Steinhardt, Dı
şişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta, "Numan (Mene
mencioğlu), notayı dostça bir hava içinde, işbirliğine yatkın
bir anlayışla kabul etti" diyor ve "Almanya ile pazarlık için
özel bir isteği yoktu", diye ekliyordu.
Menemencioğlu ayrıca, Müttefiklerin, " kendisini çık
mazdan" kurtarmak için Türkiye ile Almanya arasındaki ula
şım imkanını yok etmeye neden kalkışmadıklarını bir türlü
anlayamadığını" da söylemişti (7).
Ayrılırlarken, Menemencioğlu Steinhardt'a notayı "dik
katle inceleyeceğini" söyledi. Ertesi gün Ameri.kan Elçisi'ne
şubat ayında ihraç edilen 6.752 tona karşılık ayda 4.000 ton
55
Türk kromit cevheri ihraç edilmeye b�şlandığını bildirdi (8).
Beş gün sonra, 20 Nisan'da da, Almanya'ya kromit cevheri ih
racının bütünüyle durduğunu açıkladı. Menemencioğlu Büyük
Millet Meclisi'nde yaptığı açıklamada tarafsız bir devletin, sa
vaşan iki tarafa da fark gözetmeden mallarını satmak zorun
da olduğunu bildirdi. Ancak, "dış politikamızın çekirdeği ve
temeli olan" Britanya ile arasındaki ittifak gereğince, Türki
ye'nin tarafsız sayılamayacağını ekledi. Bu nedenle de, Mih
ver' e yapılan kromit cevheri ihracatının duracağını bildirdi (9).
Bir başka sorun da, Türkiye ile Mihver'den yana olan
Balkan ülkeleri, yani, Macaristan ve Romanya arasında ya
pılan stratejik mal alışverişiydi. 3 Mayıs 1 944'e kadar Müt
tefikler, Türkiye'nin Macaristan'la yeni bir ticaret anlaşma
sı imzalamasına engel olmuşlardı. 1 O Mayısta Steinhardt ve
Hugessen, yeniden Menemencioğlu'na protesto notalarını
dayadılar. Türk Dışişleri Bakanı, ülkesinin "Mihver'le tica
ri ilişkilerini kesmek gibi bir lüksü göze alamayacağı" kar
şılığını verdi ( 1 0). Bunun yerine Birleşik Amerika ve lngil
tere' nin, Türkiye'nin Mihver ülkelerinden aldığı mallan sağ
layarak "stratejik malzemelerin ihracatını her zaman için
önleyebileceklerini" bildirdi. Sözgelişi, İngiltere ya da Bir
leşik Amerika, Mihver' ce sağlanan oranda akaryakıt vere
bilselerdi, Türkiye, Romanya'ya bir ton bile stratejik mad
de göndermeyecekti ( 1 1).
56
Müttefikler, Dışişleri Bakanı'nın, Türkiye'nin egemen
liğini ihlal iddialarına rağmen diplomatik baskılarını sürdür
dü (12). 26 Mayısta Türk hükfunetine, İngiliz ve Amerikalı
lara, Mihver' e kromit cevheri ihraç etmeme niyetiyle ilgili bir
anlaşma taslağı sundu ve gelecek yıllarda öteki sratejik mal
larının miktarını da yan yarıya düşüreceği vaadinde bulundu
(13) Steinhardt ve Hugessen, bazı ufak tefek değişikliklerle,
bu taslağın kabul edilmesini salık verdiler. Yalnız Steinhardt' a,
anlaşma imzalanıncaya kadar Türklere "sürekli baskı" yapıl
masını isteyen İngilizlere durumu açık.laması bildirildi. Bunun
kabul edilmemesi halinde, aslında gergin olan İngiliz-Türk
ilişkilerinin bütün bütün gürültü kopartacağı hatırlatıldı. Ste
inhardt, öneri kabul edilmediğinde Türk Dışişleri Bakanından
"kısa zamanda daha başka isteklerde bulunulacağını hatırlat
tı (14). Steinhardt'ın bu görüşü haklı bulundu. Anlaşma im
zalandı ve Müttefikler gerçekten de Türk hükfunetinden yeni
57
isteklerde bulunmaya başladılar. Bunlar arasında Mihver ge
milerine Boğazlardan geçiş izni verilmemesi de vardı.
Menemencioğlu'nun İstifası ve Mihver Savaş Gemi
lerinin Boğazlardan Geçişlerinin Durdurulması Montre -
58
tirmek için söz vermesinden sonra onaylandığını belirtmiş
tir ( 1 7) . Yoksa, Türk resmi makamlarının serbest geçişe mü
dahale imkanı sıfıra indirilmiş olacaktı. Erkin, Türklerin sağ
lık denetlemesi konusundaki diretmelerinin, aslında "sağlık
denetimi adı altında" , durumları şüpheli görülebilecek ülke
lerin gemilerini aramak ve gemilerin gerçekten savaş tekne
si olup olmadıklarını tespit etmek amacı güttüğünü söyle
mektedir ( 1 8).
Türkiye'.nin tarafsız kalacağı savaşlarda, Montreux Anlaş
ması, savaşan devletlerden birine ait savaş gemilerinin özel
şartlar dışında Boğazlar'dan geçmesini yasaklanmaktaydı ( 1 9).
Anlaşmanın 8. maddesinde ve Ek I I 'de, savaşan tarafla
rın Boğazlardan geçmesi yasaklanan savaş gemilerinin tonaj
ları, mürettebatı, hızları v e görevleri d e belirtilmiştir (20). Ta
nımlamaya l 00 tondan aşağı gemiler alınmamış ve küçük ge
miler için belirsiz ifadeler kullanılmıştır. Bunlar, asıl savaş
gemilerine eşlik eden ve yapıları gereği ticaret ya da savaş
gemisi olup olmadıkları belirsiz teknelerdir (2 1 ) Tanımlama .
59
sorunu savaşta çok daha karışık bir duruma giriyordu; çün
kü, savaşan tarafların ticaret gemileri de genellikle saldırıla
ra karşı silahlandınlmaktaydı.
1 944 yılı ocak ve şubat aylarında İngiliz Büyükelçisi,
"refakat gemisi" olduklarını ileri sürdüğü Alman savaş ge
milerine Boğazlardan geçiş izni verilmesini protesto etti. Her
seferinde de Türkler, bu gemilerin 20 ile 40 ton arasında kü
çük tekneler olduklarını ticaret eşyası taşıdıklarını söyleye
rek tatmin olduklarını ileri sürdüler (22). İngilizler ise bu ge
milerin Ege denizindeki savaşta kullanıldığını, çeşitli silah
lar taşıdıkları ve top yuvalan olduklarında direttiler. Türkler
savaşan tarafların ticaret gemilerinde top yuvaları bulunma
sının normal olduğu, bunun, gemilerin ticaret teknesi niteli
ğini değiştirmediği karşılığını verdi (23).
Mayıs ayı sonunda İngiltere Büyükelçiliği, E.M.S. sını
fından 5 Alman gemisinin Boğazlardan geçeceğini Türklere
haber verdi; bunların top ve derinlik ölçme araçlarıyla dona
tıldıklarını bildirdi. 26 Mayısta, gemiler Türklerce durdurul
du. 29 Mayıs'ta Alman Elçiliği, 1 1 geminin daha Boğazların
bir ucunda, altısının da öbür ucunda durdurulmasından yakın
dı. Almanlar bu gemilerin ticaret gemileri olduğu, kereste, ku
ru ot ve kömür taşıdığını söyleyerek geçiş için izin verilme
sinde diretti. Türklere bakılırsa, yapılan araştırmada gemiler
de olağanüstü bir şey bulunamamıştı. Bunun üzerine gemile
rin geçmesine izin verildi (24).
60
Haziran ayının başında İngiltere Elçiliği yeniden Alman
"taşıt" gemilerinin ve E.M.S. sınıfından üç geminin daha
Boğazlara doğru yöneldiğini bildirdi ve durdurulmalarını is
tedi. Bunlardan biri, Kassel, arama için yapılan isteği kabul
etmedi. Bunun üzerine geminin Karadeniz'den çıkmasına izin
verilmedi (25). Türkler bu kez çıkmaza girmişlerdi. Erkin,
Menemencioğlu'na, Montreux Anlaşması'nın uygulanma
sında Türklere ağzı sıkılık hakkı tanıdığı biçiminde yorum
lanmasını mümkün kılan 24. maddesini hatırlatarak, bundan
yararlanmasını salık verdiğini yazmaktadır. Ancak Dışişleri
Bakanı, "Anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalmayı tercih ederek"
buna karşı durdu (26). Ardından, von Papen'i kabul ederek,
Alman Büyükelçisinden, gemilerin savaş teknesi olmadıkla
rı üzerine kişisel güvence aldı. Bundan sonra da Boğazlardan
geçmelerine izin verdi (27). İngilizlerin buna karşı tepkisi pek
insafsız ve çok haksız oldu (28). Parlamentoda bir konuşma
yapan Dışişleri Bakanı Eden, "bu doyurucu olmayan davra
nış "tan söz ederek, "Majestelerinin hükumeti, Türk hükume
tinin bildik manevralara kalkışmasından ötürü derin bir te
dirginli!c duymuştur..." dedi (29).
61
Türk yetkililerinin Alman gemilerinin " yetersiz biçim
de ve acele aramalarını" özellikle eleştirdi.
Bu protestolar, Menemencioğlu'nun, İngiliz hükumeti
nin Boğazların yalnız Montreux anlaşması uyarınca yasak
lananlara değil, bütün Alman gemilerine kapatılmasını iste
diğini anlamasına yetmişti. Oysa, Türklerin uygulaması,
Montreux'de benimsenmiş bir tanımlama sorunuydu ve an
laşmayı imzalayanlardan artık hiçbirinin işine gelmiyordu
(30). Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz hükumetine, küçük tonaj
lı refakat gemileriyle ilgili Ek II'nin tarafsız bir yabancı hu
kukçuya, sözgelişi, bir İsviçreliye incelettirilmesini, hukuk
çu konu üzerine görüşlerini hazırlayıncaya kadar da, şüphe
li gemilerin Boğazlardan geçişinin durdurulmasını önerdi.
Gerek Almanlar, gerekse İngilizler, bu yolun çok ağır işleye
ceğini ileri sürerek, karşı çıktılar. En sonunda Türkler, Kas
sel ' in baştan aşağı aranmasında diretti, Almanlar dabunu ka
bul etmedi. Sonunda geminin 9 mm 'lik zırhı, tank taşımak
için otuz bir ton kapasitede maçunaları, beş makinalı tüfeği,
iki topu, denizaltı tespit aracı ile, 65 sandık cehanesi olduğu
ortaya çıktı (3 1 ). Erkin, " Kısacası, yapılan denetleme İngi
liz Elçisi 'nin istihbaratının doğruluğunu onaylamış oluyor
du" diye durumu özetlemektedir (32). Türkler, Montreux An
laşması 'nı çiğnemek isteyen Almanya'yı protesto etti. Ardın
dan bütün E.M.S. ve " Mannheim" sınıfı gemilerin Boğaz-
62
lardan geçişini yasakladı. Aynca bundan böyle Boğazlardan
geçecek Alman gemilerinin sıkı bir biçimde aranması emri
ni verdiler. Bu kararlar, Başbakan Saraçoğlu'nun Dışişleri Ba
kanlığı görevini de üzerine aldığı gün, kendisince açıklandı.
Menemencioğlu ise "Türk - İngiliz ilişkilerinin daha çok bo
zulmaması için" istifa etmişti (33).
Müttefikler, genellikle Mihver yanlısı olarak bilinen Me
nemencioğlu 'nun istifasıyla, rahatlamıştı (34). Dışişleri Ba
kanının görevinden ayrılması, Türk dış politikasının yeniden
düzenlenmesinin bir unsuru olmı;ıktan çok, simgesiydi. Me
nemencioğlu'nun dış politikası, İnönü'nün dış politikasıyla
bağdaşıyordu. Aslında savaş yıllarında, Almanların ağır bas
tıkları dönemde, Türkiye'nin tarafsız kalmasını isteyenler,
hep bu politikadan yana olmuşlardı (35).
Müttefiklerin durumu düzeldikten sonra, daha az katı bir
63
tarafsızlık anlayışı içinde İngilizlerle işbirliği yapmış, Sovyet
lerin Balkanları istila etmesini önlemek için, Batılıları Türki
ye ile işbirliği yapmaları konusunda uyarmak istemiştir. An
cak, artık bu politikanın yararlılığının sonu gelmişti. Alman
lar yenilmiş, Sovyetlerin Doğu Avrupa'yı "kurtaracakları"
açıkça belli olmuş, İngiliz ve Amerikalıların da Doğu Akde
niz'de önemli bir saldırıya başlayacak durumda olmadıkları an
laşılmışı.. Sürekli ve hemen hiç değişmeyen Türk politika çiz
gisine yeni bir yön vermek için, İngilizlere ve biraz da Ame
rikalılara yanaşmak gerekiyordu . Yoksa,Türklerin artık önle
mekten umutlarını kestikleri Doğu Avrupa'daki olaylar karşı
sında, Türkiye tek başına kalabilirdi.
Demek ki, bir politika değişikliği gerekli olmuştu. Üste
lik bu dramatik ve görünür bir değişiklik olmalıydı. İnönü bu
nun üzerine, Dışişleri Bakanından istifa etmesini istedi (36).
Menemencioğlu'nun, Boğazlardan geçen Mihver gemi
leri konusunda İngilizlerle anlaşmaya yanaşmaktan kaçınma
sı ve isteksiziği, bu değişikliğin simgesi durumuna gelmesi
ne yetmişti. Y ine de Dışişleri Bakanı'nın bu konudaki istek
sizliği, kendisinin aslında Mihver yanlısı olduğu anlamına
eneilikle Türk politikası son derece uyumlu bir biçimde yönetiliyordu.'' (Yaza
ra gönderdiği özel bir mektuptan.)
Zeki Kuneralp da bu çözümlemeyi onaylamaktadır: "Numan Menemen
cioğlu, Müttefikler savaşta ağır basmaya başladıktan sonra, İnönü tarafından
Türkiye'nin yüzünü ak çıkarmak için bütün suçun omuzlarına yüklendiği adam
olarak kullanılmıştır. Menemenci oğlu hiç bir zaman İnönü 'ye danışmadan önem
li bir karar almamıştı ve dolayısıyla izlediği politika ile İnönü 'nün politikası ay
nı şeydi." (kuneralp ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden.)
(36) Feridun Cemal Erkin, yazarla yaptığı özel bir görüşme sırasında, Me
nemencioğlu 'nun istifa ettiği gün geçen olaylan anlatmıştır. O gün, gerek İnö
nü, gerekse Menemencioğlu için öfkeli bir gün olmuştıır.
64
gelmez. İstifasına kadar dayanan olaylar karşımda beslediği
fikirleri, gerek bu konuda, gerekse başka belli başlı bunalım
larda, Menemencioğlu'nun asıl düşüncesinin Sovyetler Bir
liği olduğunu göstermektedir. İşte yazdıkları: " Müttefikleri
miz diye kolladığımız devletler, Montreux Anlaşması 'nın
kendi ulusal politikamızın aracı olmasına göz yumuşumuz.
karşısında, bir gün aynı şeyi Türkiye'ye karşı kullanabilir."
Ardından, "tek bir yanlışımızı kollayan düşmanlanmız"ın,
bundan yararlanarak, Türkiye'nin anlaşmayı uygulamaya
cak, sorumluluk almayacak kadar güçlü olmadığını, öne sür
mezler mi?" diye soruyordu. "Anlaşmayı bir kere için bile
olsa İngilizler adına bozarsak, bir daha Ruslara karşı kendi
mizi nasıl savunabiliriz? Elbette Ruslar da, politikaları gerek
tiği zaman, anlaşmanın feda edilmesini isteyebileceklerdir
(37). Menemencioğlu'nun Alman gemilerinin Boğazlardan
geçmesiyle ilgili anlaşmazlıktaki tutumunun, tek bir ihlal ola
yında bile bunun Sovyetler B irliği üzerinde uyandıracağı et
ki korkusundan esinlendiği anlaşılmaktadır. Menemencioğ
lu, anlaşmanın Türkiyece en küçük bir ihtilalin bile, ilerde
Rusların Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesini is
temelerine neden olacağı biçiminde bir mantık kuruyordu. Ya
da hiç olmazsa Boğazlarda devriye bulundurmayı istemele
rinden çekiniyordu. Menemencioğlu, Sovyet tehlikesinden
başka hesaplan ölçmeye hazırlıklı değildi.
65
Bunalımın doruğuna erdiği bir sırada, İngiliz Büyükel
çisi, Churchill'den İnönü'ye gönderilen kişisel bir çağrı için
Menemencioğlu 'nu ziyarete geldi. Hugessen, Müttefiklerin
davasının asıl ateşli bir öfkeyle savunduğunu hatırlamakta
dır. Hugessen, yazara, "Bir saate yakın, hemen hiç durma
dan konuştum" demiştir. "Ve en sonunda İnönü başını salla
dı. Kazandığımı anlamıştım." (38)
Gerçekten de Hugessen kazanmıştı. P rofesör A. Suat
Bilge, "İnönü, İngilizleri yatıştırmak için Menemencioğlu'nu
harcadı" demektedir (39). Dışişleri Bakanı artık hükumetin
öteki üyelerine açıktan açığa ters düşmüştü. Açıkalın'ın hak
lı olarak belirttiği gibi, "Numan, günün siyasal şartlarına
ayak uydurmayı becerememişti." (40)
Almanya ile İlişkilerin Kesilmesi Menemencioğlu ar
-
(38) Sir Hughe Knatchbull-Hugessen ile yazar arasındaki özel bir görüş-
meden.
(39) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
(40) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
( 41) Türkiye'nin seçtiği yeni politika yoluyla ilgili bu ve başka konularda
Dışişleri Bakanı Eden'in sert bir tutumdan yana olduğu görülmektedir. Amerika
Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen bir muhtırada, Eden'in, Menemencioğlu'nun is
tifasından sonra Batılı Müttefiklerin "birtakım somut öneriler ... getirmelerini is
• '
66
Aynı gün Büyükelçi Harriman bu konuda Molotov'un
görüşünü öğrenmek için kendisine başvuruyordu. Molotov bir
"yarım tedbir" olarak gördüğü bu teşebbüs karşısında pek et
kilenmedi. Harriman'a şöyle dedi: " Türkiye'nin savaşa
1 943 'te katılmasını beklemiş olsaydık, nasıl olsa Türkleri ik
na edecek olan askeri başarılarımızdan sonra çabalarımızı
azaltmak herhalde mantıklı bir davranış olmazdı" (42). Rus
ların karşı duruşlarına rağmen, 1 3 Haziran'da Müttefiklerin
Normandiya'ya çıkmalarından bir hafta sonra, Hugessen,
Başbakan ve Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'na, Türki
ye'nin Almanya ile diplomatik ilişkileri konusundaki İngiliz
isteğini sundu. Saraçoğlu, İngiltere hükfimetinin Türkiye'den
"onursuzca" bir eyleme girişmesini isteğini öne sürerek bu
na karşı çıktı ve Büyük Millet Meclisi'nin bunu kabul etme
yeceğini söyledi. Hugessen'in, Saraçoğlu'na Türk hükfime
tinin "Londra'da talihsiz bir etki uyandıracak" tutumunda
üstelemeyeceğini umduğu yolla bir karşılık verdiği söylenir
(43). Görüşme sırasında Saraçoğlu, İngiliz-Türk ortak kuv
vetlerinin Bulgaristan'a girmeleri önerisini öbürlerine tercih
ettikleri bir alternatif olarak yeniden ortaya attı. İngiliz Elçi
si buna, Müttefiklerin, Balkanlar'ın istilası konusundaki plan
lan üzerine bilgisi olmadığı, olsa bile bunu tartışacak durum
da bulunmadığı karşılığını verdi (44).
Bu dönemde İngilizlerin Türkiye'yle olan ilişkilerindeki
67
durumu, Almanya'yla diplomatik ilişkilerin kesilmesinin çok
yararlı olacağı, Almanya üzerinde derin psikolojik etkiler ya
ratacağı ve hemen uygulanabileceği görüşüne dayanıyordu. Si
yasal ve iktisadi ilişkilerin kesilmesi isteği "hiç geciktirilme
den uygulanabilirdi; çünkü ... askeri hiçbir yükümlülüğü ge
rektirmiyordu ve gerek Almanya, gerekse Balkan ülkeleri üze
rinde, bir savaş ilanı kadar moral çöküntü yaratabilirdi." ( 45).
İngilizler, Türklerin "son olaylar sırasında karanlık ve
karışık olan" politikalarını "açıklığa" kavuşturmaları için,
bunun bulunmaz bir fırsat olduğunda diretme yolunu seçti
ler. İngiltere aynca bir Alman saldırısı olursa Türkiye'nin
yardımına koşmak için söz de veriyordu (46). 1lişkilerin ke
silmesinin Türk ekonomisine vereceği zararları karşılamayı
da İngiltere vaat ediyordu.
Birleşik Amerika da, İngilizlerin bu tutumunu genellik
le destekledi ve Türklere, özellikle Ruslara, diplomatik ilişki
lerin kesilmesinin "etken bir biçimde savaşa katılmaya doğ
ru atılmış ilk adım" olarak görüldüğünün belirtilmesini iste
(45) Hull'in bir sözü, bak. Hull, önceki aynı kitap, s. 1 374.
(46) Memorandum, İngiltere Büyükelçiliği'nden Dışişleri Bakanlığı'na,
Washington, 12 Temmuz 1 944, Dış llişkiler, 1 944, cilt:V, s.879-88 1 .
(47) Hull, önceki kitap, s. 1 374.
(48) Stratejik Planlama, s.505. Ortak Komuta Heyeti Strateji Şubesi, Tür
kiye'nin savaşa sokulmaması konusunda Marshall'a salıklarda bulunmasını sür
dürüyordu. Bir Türk saldırısının başarılı sonuçlar verebilmesi için Birleşik Ame
rika 'nın geniş malzeme ve teknisyen yardımında bulunması gerekliydi. Penta
gon' daki planlamacılar da, Bulgaristan' a yöneltilecek bir Türk saldırısının siya
sal tehlikelerinden çekinmekteydiler. Strateji şubesinin mantığına göre "Türk-
68
Marshall yeniden Türkiye'ye ve müttefiklerine, Birleşik Ame
rika'nın, "Balkanlar'daki bir harekata askeri, deniz ya da ha
va desteği yardımında bulunamayacağının hatırlatılmasını" is
tedi (49). Marshall bu karşı duruşunu, halen Akdeniz'de sür
mekte olan harekatı aksatmada amacına bağlıyordu.
Sovyet hükumeti bütün bu manevralar karşısında ilgi
siz kalmaktaydı. Tutumları, Türkiye'nin ya savaşa girmesi
ya da tek başına bırakılması yönündeydi (50). Churchill, Sta
lin'i bundan döndürmek için diplomatik ilişkilerin kesilme
si konusunda üçlü bir teşebbüs yapılmasını ileri sürdü. Sov
yet önderine, " Türklerle arasındaki ittifakın Almanya için
çok önemli olduğunu" hatırlattı. Türkiye ile ilişkilerin ke
silmesi, "Almanların ruhunda yas çanlarının çalması" anla
mına gelecekti (5 1 ). Stalin'in buna karşılığı 15 Temmuz'da
Londra'ya ulaştı:
Bildiğiniz gibi Türk hükftmetinin teşebbüsü üzerine ken
dileriyle geçen mayıs ve haziran aylarında görüşmelerde bu
lunduk ve üç Müttefik hükftmetin geçen yılın sonunda ileri sür
dükleri öneriyi tekrarladık. Bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Şu
sırada l'ürkiye'nin gönülsüzce atacağı bir adımın Müttefikle
re ne yarar sağlayacağını anlamıyorum. Türk hükumetinin Al-
69
manya ile olan ilişkilerinde benimsediği kaypak ve kaçamak
tutum karşısında en iyisi, Türkiye'yi tek başına bırakmak ve
üzerinde daha başka baskılardan kaçınmaktır. Elbette, Alman
ya ile savaşmaktan kaçınan Türkiye'nin savaş sonrası sorun
larında söz sahibi olması da, bunun içindedir (52).
Büyükelçi Harriman, Sovyetlerin, Türkiye'nin Alman
ya ile ilişkilerini kesmesinin Sovyetler Birliği'nden imtiyaz
koparma amacını gütmesine dikkat ettiklerini bildirdi. 1 3
Haziranda Harriman, Vişinski ile d e görüşüktükten sonra,
gönderdiği yeni bir raporunda, Sovyetlerin Türkiye'nin Al
manya ile ilişkilerini kesmesine, etken muharipliğe doğru
atılmış ilk adım gözüyle bakmadıklarını da duyurdu. Vişins- ·
70
kınlaşma belirtisi haberi geldi . 4 Ağustosta Ortak Genelkur
may Heyeti, Balkanlarda bir harekatı geliştirilecek olursa,
"Birleşik Amerika'nın . .. yardımcı bir Türk birliğinin hazır
edilip edilemeyeceğini bilmek istediğini" açıkladı (55).
2 Ağustosta Büyük Millet Meclisi'nde bir konuşma ya
pan Başbakan ve Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Almanya ile dip
lomatik ilişkilerin kesilmesinin aslında Türk politikasının be
lirli çizgilerini yansıttığını söyledi (56). Türkiye hiç de taraf
sız olmamıştı ve bütün savaş boyunca Büyük Britanya'nın ya
nında yer almıştı. Şimdi de İngiltere ve Birleşik Amerika hü
kfunetleri, Türkiye 'den böyle bir adım atmasını istedikleri için,
kabul etmişlerdi. Saraçoğlu, bunun yalnızca bir " istek" oldu
ğunu özellikle belirtti ve karşılığında da, diplomatik ilişkile
rin kesilmesi yüzünden uğranılacak ekonomik zararların İn
giltere' ce karşılanması konusunda anlaşmaya varıldığını ek
ledi. Başbakan, Türkiye'nin kararından ötürü İngiltere'nin
"çok hoşnut kaldığını da açıkladı. Aynca milletvekillerine,
"Bu karar ... bir savaş ilanı değildir" güvencesini de verdi.
Meclis 'Jeki 492 üyeden 4 1 1 ' inin oylarıyla, C.H.P.'nin başlıca
üyelerinin verdiği karar örneği kabul edildi (57). Tasan,
C.H.P.'nin Ali Rana Tarhan başkanlığındaki Bağımsız Gru-
(SS) Stratejik Planlama, s. SOS. Aynca bak: Ortak Kurmay Heyeti Başka
nı'ndan (Marshall), Dışişleri Bakanı Yardımcısı 'na (Stettinius), 4 Ağustos 1 944,
Dış llişkiler, 1 944, cilt: V, s. 897.
(S6) T.B.M.M. Zabit Ceridesi, 7. dönem, 2 Ağustos 1 944, cilt: 1, s. 6.
(S7) Bunlar: Hasan Saka (Trabzon), Kazım Özalp (Balıkesir), M. Ş. Esen
dal'dı (Bilecik). tlişkileri kesme karan (teknik yönden) alınmıştı; çünkü olum
suz oy veren yoktu. Öbürleri ya oy vermemiş ya da toplantıya katılmamıştı.
71
bunca da desteklendi ve Tarhan yaptığı konuşmada, grubunun,
"bu davranışın ittifakımızın bir gereği olduğu görüşünü pay
laştığını ..." belirtti (58).
Böylece Türkler, dış politikalarını Müttefiklerin istedik
leri çizgiye getirmiş oluyordu. Şimdi, Müttefiklerin söz ver
dikleri biçimde davranıp davranmayacaklarını görme.k için
bekleyeceklerdi.
72
XII
73
Türkler her zamanki gibi bu gelişmeleri karışık duygu
larla izliyordu: Mihver işgali altındaki ulusların özgürlükleri
ne kavuşmalarından ötürü sevinç duyuyor, fakat, bir işgal kuv
vetinin almasından korkuyorlardı. İnönü, Türkiye'nin, Müt
tefiklerin yanında yer almasını sağlamak için giriştiği davra
nışları arasında, önceden de gördüğümüz gibi, Batı ile özel
likle İngilizlerle, iyi ilişkiler kurmayı umut etmiş, Ruslarla da
bir modos vivendi'nin (geçici uzlaşma) temellerini atmak is
temişti. Dışişleri Bakam Menemencioğlu'nun Sovyetlerle kar
şılıklı anlaşmayı gözeten görüşme teşebbüsünün başarısızlığı
üzerine, Tür�lerin İngilizlere ve Amerikalılara yanaşmaları da
ha da kaçınılmaz olmuştu. İnönü bu konuda gerekli adımları
attı. Öte yandan, hem Ruslarla aralarındaki ilişkilerin gerek
tirdiği sakınganlık nedeniyle, hem de Amerikalıları ve İngi
lizleri güç duruma düşürmek istemediği için, gelişmeler kar
şısındaki Türk tepkisini ve Türklerin korkularım belli etme
meyi uygun buldu ( 1).
74
Gerçekten de bir süre, umutlanmak için ortaya epeyce
neden çıktı. Sovyetler Birliği ılımlı bir politika izleyecekle
rini gösteren çeşitli davranışlara girişmişti. Sözgelişi, 1 943
yılı aralık ayı ortasında imzalanan İran'la ilgili Üçlü Mütte
fik Deklarasyonu, savaştan sonra İran'ın bağımsızlığını ga
ranti altına alıyor ve Rusların bu ülkede savaştan sonra da ka
labileceklerini düşünerek Türklerin duyduğu endişeyi orta
dan bütünüyle kaldırıyordu.
1 2 Aralık 1 943 'te imzalanan Çekoslovakya-Sovyet Rus
ya anlaşması da, aynı biçimde güven vericiydi. Anlaşma ko
nusunda görüşmek için Moskova'ya giden Eduard Benes,
Stalin ve Molotov'u sözden anlar kişiler olarak görmüştü: Rus
işgal kuvvetleri Çekoslovakya'nın iç sorunlarına karışmaya
cak ve mümkün olduğu kadar çabuk sivil yönetimi Çek yet
kililerine teslim edecekti. Türk basını bu belirtileri yürekten
alkışladı ve Moskova'nın iyi niyetini gösterdiğini, Sovyetle
rin İngiliz ve Amerikalılarla sıkı bir işbirliği içinde çalıştık
larını ispatladığını ileri sürdü (2).
Bu görüş, Sovyetlerin Romanya'ya karşı davranışları ko
nusundı! doğruydu. Rus orduları 2 Nisanda Prut nehrini aşar
ken, Molotov uzlaştırıcı bir demeç vererek Sovyetler Birli
ği 'nin Romanya'nın sosyal yapısını ve toprak bütünlüğünü ko-
raçoğlu sertçe, Türlerin son birkaç aydan beri İngiliz ya da Amerikalılardan özel
bir istek bekledikleri, fakat bu isteğin daha gelmediği karşılığını verdi. Türk hü
kumetinin kendi teşebüssüyle buna kalkışmasının ''salık verilemeyeceğini ' ' söy
ledi. Saraçoğlu, İngilizlerin ve Amerikalıların isteklerini yerine getirmeye hazır
olduklarını açıkça anlattı. Bak: Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışiş
leri Bakaıu'na, Ankara, 1 2 Eylül 1 944, Dış tlişkiler, 1 944, cilt: V, s. 899-900.
(2) Bak: Ulus, 1 5 Aralık 1 944; Tanin, 1 6 Aralık 1 944; Cumhuriyet, 18 Ara
lık 1 944.
75
rumak için söz verdiğini bildirdi. Rus orduları en sonunda Ro
manya 'daki Antonescu hükumetini devirdiklerinde, Sovyetler
Molotov'un demecine uygun hareket edeceklermiş gibi gö
ründüler 23 Ağustosta Kral Mişel, Sovyetlerin barış şartlarına
boyun eğdi: 25 Ağustosta da Mihver'e savaş açtı. Ayrıca Ge
neral Constantin Sanatescu'yu, ılımlı unsurlardan oluşan bir ko
alisyon hükfımetinin başkanlığına atadı. Aynı gün Molotov, ni
sanda açıkladığı cömert şartları onaylayan bir demeçle, geliş
melere rıza gösterdiğini resmen belli etti. Sovyetlerin yumu
şak davranışları ve tutumları, Türk basınında Moskova'nın si
yasetinde umut verici bir değişiklik olarak yorumlandı (3 ) .
Türkler bir yandan Rusları kızdırmamak için ellerinden
geleni yapıyor ve Ruslara alkış tutuyordu ama, bir gözlemci
nin ifade ettiği gibi, hala, "Almanya 'dan korkmadıkarı kadar
Ruslardan korkmaktaydılar." (4).
1 944 yılı eylül ayında Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin
amaçları ile ilgili endişlerini artıran olay, onların Iran, Çekos
lovakya, Finlandiya ve Romanya'ya karşı ılımlı tutumu ile hiç
bağdaşmayan Bulgaristan'ın işgali oldu.
Sovyetlerin Bulgaristan 'ı İşgali ve Türk Tepkisi Türk- -
76
ler, Rusların Romanya 'daki ilerleyişlerini izlerken, ardından
Bulgaristan'ın da düşmesinden korkuyorlardı. Dolayısıyla, bir
Sovyet istilasını önlemeleri için Bulgarları harekete geçmeye
çağırdılar. Temmuz ve ağustos aylarında, sözgelişi, Hüseyin
Cahit Yalçın, Asım Us ve Ahmet Emin Yalman gibi Türk ya
zarları, Bulgarlara politiklannı acele değiştirmelerini, Mihver
yanlısı rejimi devirerek Almanya'ya savaş amaçlarını salık
verdiler (5). Bulgaristan'a, Sovyetler Birliği'yle savaşmamış
olmasından yararlanılabileceğini hatırlattı.
Bulgarlar 29 Ağustosta Rusların savaş açmalarına kadar
bekledikleri halde, bir aralık Türklerin söylediğini yerine ge
tirmeyi planlar gibi oldular. Eylül ayı başlarında Mihver yan
lısı hükfunet düşürüldü, sağcı Ziraatçiler Partisi üyesi Kons
tantin Muraviev başkanlığında yeni bir hükfı.met kuruldu. O
da Müttefiklerle, özellikle Ruslarla ilişkilerini düzeltmek üze
re çaba göstermeye başladı. 4 ve 5 Eylül akşamlan Muraviev,
yayınladığı bir bildiriyle, Nazilerle her türlü işbirliğine son ve
receğini, barış şartlan için İngiliz ve Amerikalılarla görüşme
ye hazır olduğunu açıkladı; hükfı.metinin Rusya ile de dostça
ilişkiler kuracağını belirtti. Ancak, Tass Ajansı hemen buna
karşı çıkıp, teşebbüsü yetersiz ve hileli bir davranış olarak ni
teledi. 8 Eylülde Muraviev hükfımeti Rusları yatıştırma tela
şı içinde, Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti ve Sovyet
ler Birliği'ne banş çağrısında bulundu. Ancak, Sovyet birlik
leri Mareşal Tolburkin'in komutası altında Bulgaristan'ı çok
tan istilaya başlamıştı. 9 Eylülde Sovyet yanlısı ve Anavatan
77
Cep hesi önder i Geo rgiev, Kral II. Si mon 'u yeni bir rejim i ka
bule zorlayan hükfune tin başı olarak ortaya çık tı . Böylece
Türkler , bir anda kendilerini , uzun süre Tr akya ve Makedon
ya 'ya yayılma emeli beslemiş , Ege d' e bir limana sa hip olma
peşinde koşmuş , yalnız Bulgar milliye tçiliğinin değil , Sovye t
yayılma siyase tinin de aracısı durumuna gelen bir komşuyla
yan yana buluvermiş ti .
Tü rkler i özellikle tedirgin eden şey , Bulgar yayılma si
yase ti ile, S ovye tle rin des tekleyeceği bir Komünis tsaldısı ara
sında k urulacak uyum ih timaliydi . Bulgaris tan d' a çok eskiden
beri Ruslara bir y akınlık duyulmak taydı ; Bulgarlar , Sovye tler
Birliği 'ne savaş bile açmamış tı. Almanlar da , bozguna yol
açacakla rı korkusuyla , Bulgar birlikler in i Rusl ara karşı sür
mek ten çekinmiş ti (6). Şimdi ise So fya d' a Sovye t yanlısı bir
hük fıme tkurulmuş , Rusla rın bü tün Balkanları is til aya hazır
land ıkları bir sırada ik tidara geçmiş ti . Tü rkler , Rusların Sel a
nik 'i ele geçirmele ri için Bulgarlara yardım edip etmeyecek
lerini de merak e tmek teydi .
Bulgaris tan'daki olaylar karşısında halkın tepkisi hemen
gö rüldü : K arartma tedbirle ri,al tına saldı n,geniş çap ta bir göç
hareke ti (7) . Türkiye 'nin de Sovye tler Birliği' nce is til a edi -
(6) Türkiye 'nin Bulgaristan üzerine beslediği şüphelerin kısa bir açıkla
ması ve nedenlerinin çözümlenmesi için bak: A. Akşin, Atatürk'ün Dış Politika
l lkeleri ve Diplomasisi, (İstanbul, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1966), s. 126,
Türklerin görüşüne göre, Bulgaristan'daki nifakın nedeni, bir bakıma Bulgarla
rın tarihleri boynuca Ruslara karşı duyduğu dostluk ve doymak bilmeyen yayıl
ma istekleridir. C.L. Sulzberg de son olarak şu gözleme vamııştır: "Bir Bulgan
kesin, kanında kesinlikle genişleme eğilimi olduğunu görebilirsiniz; "The New
York Times gazetesi, 1 Kasım 1968.
Türkler de bu fikirde görünmektedirler.
(7) Daha ayrıntılı açıklama için bak: Geoffrey Lewis, önceki kitap, s. 120-
121.
78
leceği haberleri hızla yayılıyordu (8). Her şeye rağmen An
kara, soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Türk basınının hü
kumete yakın bazı organlan, Rusların Bulgaristan' ı istiliisı
na iyimser bir anlam vermeyi denediler. Sözgelişi, Necmet
tin Sadak, Sovyetler Birliği'nin, İngiliz ve Amerikalılarla an
laşarak hareket ettiğini, istila hareketinin yalnızca Rusya'nın
yenik Mihver ülkelerine karşı aynı davranışlarda bulunma
kaygısından doğduğunu ileri sürdü (9). Daha sonra, Bulgar
ların birçok yanlış yaptığını ve "büyük ağabey" Sovyetler
Birliği 'nce köteklenmeyi hak ettiğini yazdı (1 O). Bulgaristan
dünyayı aldatmak istemiş, fakat, Sovyetler dünyanın bunu
yutmadığını göstermişti.
Sadak böylece, Sovyetlerin Bulgaristan' ı istilasına iyim
ser bir açıdan bakmış oluyordu.
Ancak Türkiye'den yükselen her ses, Rusları yatıştırma
amacını gütmekten uzaktı. Hüseyin Cahit Yalçın, Sovyetlerin
Bulgaristan'a savaş açmalarını anlamanın çok güç olduğu ile
ri sürülen nedenlerin " inandırıcı ve yatıştırıcı" sayılmayacağı
görüşündeydi (1 1 ). Bulgar hükümetinin ve politikasının dos
tu olmadığını kabul eden Yalçın, yine de Bulgarları, Sovyetle
rin savaş açmasını gerektirecek kadar büyük bir suç işlemedik
leri kanısındaydı. Yalçın, Sovyetlerin Bulgaristan'a savaş aç-
79
makla, İngiliz ve Amerikalılar gibi davrandıklarını da kabul et
miyordu. Tersine, bu savaşın açılması, Rusların, İngilizlere ve
Amerikalılara "Balkanlar'da birtek etki olacaktır, o da Rus et
kisidir" kavramını göstermek olduğunu belirtiyordu. Yalçın,
ayrıca şunu ekliyordu : "Sovyetlerin, Anglo-Saksonlara anlat
mak istediği şudur : Balkanlar, yalnız Sovyetler Birliği' nin at
oynatabileceği bir alandır." (12) . Yalçın bu fırsattan yararlana
rak, Rusların Boğazların denetimini ele geçirmek, Ege' ye in
mek, mümkün olursa Yunanistan' a sıçramak isteyeceklerini be
lirtip, tehlikenin önemini İngilizlere anlatmayı denedi. Sovyet
ler Boğazlara doğru sarkacak olurlarsa, savaşın getirdiği yeni
stratejik imkanlar gereğince çevrede sağlam bir dayanak ara
malarının şart olduğunu öne sürüyordu. En sonunda da,
"Churchill bunu kolay kolay yutmayacaktır ama, ağzını da
açamayacaktır," sonucuna varıyordu. Böylece, Yalçın, 1943 yı
lı ortalarında Türkiye' nin Balkanları ya da başka bir yeri işga
le g örevlendirilmesine aldırmadan, İngilizlerin yanı sıra sava
şa girmelerini savunan ilk Türk y azarıdır. Bu kezde Boğazlar
da v e Ege'de denetimi ele almadan önce durdurulmaları gerek
tiğini Churchill' e ilk hatırlatan yazar oluyordu.
Yalçın, Rusların kışkırtmamak gerektiğini de anlamıyor
değildi. 15 Eylülde, Rusların, Bulgaristan' ın istilasını tamam
lamalarından sonra, Yalçın, Rus gazetelerinin ve radyolarının
Türklere karşı yayın yapmalarına rağmen, Türk ve Sovyet hü
kUmetleri arasındaki ilişkilerin "son derece normal, hatta dost
ça olduğunu" belirtti (13). Yalçın, iki ülke arasındaki resmi
( 1 2) Aynı yerde.
( 1 3) Bak: "Türldye'de Endişe ve Türkiye'de Sükfuı ve itimat", Tanin, 1 5
Eylül 1 944; aynı yerde, s. 78-79.
80
ilişkiler iyi kaldığı sürece bu yayınların anlamını umursamı
yordu. Yalçın, Bulgar temsilcileri K.ahire'de Müttefiklerin is
teklerini yerine getirmek için bulunurken Sovyetler İngiltere
ile Amerika'yı dirsekleyip geçtikten sonra Balkanları ve Bul
garistan'ı istilaya kalkışmamış olsalardı, bu hareketin hiç bir
zaman endişe uyandırmayacağını öne sürüyordu. Böylece
Sovyet emelleri üzerine durmadan endişeler besleyen Yalçın
bile, Bulgaristan'ın işgaline mutlu bir olay gözüyle bakmasa
da, yine de hafifletici bir kulp takmış oluyordu. Bulgar hükU
metinin kuvvetlerini Yunan ve Yugoslav topraklarından çek
meyi reddetmiş olması ise, bu çabanın şükranla karşılanma
dığını göstermektedir.
Artık Sovyetler Birliği'nin Bulgar sorunlarına egemen
olacağı anlaşılmıştı. İngiltere'den gelen raporlar ayrıca,·gerek
Churchill, gerekse Eden'in demeçleri, Batılı Müttefiklerin de
Bulgar tümenlerinin işgal ettikleri yabancı topraklardan ha
men çekilmeleri konusunda aynı görüşte olduklarım göster
mekteydi. Bun rağmen Bulgar birlikleri eylül ve ekim ayla
rında da, bulundukları yerlerde kaldılar. Türkler, Bulgarlarla
imzalanaçak mütarekenin şartlan konusunda İngilizlerle Rus
lar arasında anlaşmazlık çıktığını tahmin ettikleri zaman ya
nılmamışlardı (14). Bu nedenle de Bulgar kuvvetlerinin geri
çekilmeleri için gereken emir verilemiyordu (15). Asım Us,
81
bir makalesinde açıkça, Bulgaristan, İngiltere ve Amerika ara
sında mütareke imzalanamamasının nedenini, İngilizlerin,
Bulgar kuvvetlerinin Trakya ve Makedonya 'dan hemen çekil
melerini isterken, "Bulgarların, Rus ordularının Bulgaristan 'da
bulunmasından yararlanarak birtakım karışık komplolara gi•
rişmelerine" bağlıyordu ( 1 6). Gerçekten de bu sorunu ilerde
ancak Cuhurchill 'le Stalin arasında varılacak özel bir anlaş
ma ile çözümlemek mümkün olabilecekti.
Ekim ayı sonunda Bulgar kuvvetleri en sonunda işgalle
ri altında bulundurdukları Selanik ve Doğu Yugoslavya'dan çe
kildi. Çekilme emri, 9 Ekim - 1 8 Ekim tarihleri arasında,
Churchill ' in Moskova 'ya ziyaretinden sonra, Sovyetlerle var
dığı anlaşma uyarınca, Sovyetlerce verildi. Churchill ve Sta
lin, Bulgar hükumetinin askerlerini geri çekmesi ve Rusların
Bulgar sorunlarında tek söz sahibi olmaları konusunda anlaş
maya varmışlardı. Anlaşmanın bu ikinci bölümü kamuoyuna
açıklanmamıştı ve bu nedenle de Türkler, Bulgarların artık
"Büyük Bulgaristan" hayallerinden vazgeçeceklerini uma
rak, mütareke şartlarından ötürü çok hoşnut olmuşlardı. Yal
çın, Bulgaristan'a koşulan şartların çok "yumuşak" olduğu
nu belirterek, "kendisini talihli sayması gerektiğini" yazmış-
mıyoruz," diye de ekliyordu. Sadak bundan sonra asıl önemli soruyu soruyor
du: ''Bulgaristan, Müttefiklerin kararını çok iyi bildiğine göre, işgal altında tut
tuğu topraklarda hala kalabilmek için bin bir türlü balıane icat ederken, acaba ne
ye güvenmektedir?" Sadak buna, "yüzyıllık emellerini gerçekleştirmek için",
Bulgarların Sovyetlerle aralarındaki iyi ilişkilere güvendiklerini söyleyerek kar
şılık veriyordu. Bak: Ayın Tarihi, Ekim 1944, cilt: 1 32, s. 348-350.
( 16) Bak: AsımUs, "Bulgaristan Mütarekesi", Vakit, 6 Ekim 1 944 ve Ayın
Tarilıi, Ekim 1 944, cilt: 1 3 1 , s. 350-3 5 1 .
82
tı ( 1 7). Yalçın, Bulgarların anlaşmayı imzalamakla, Ege deni
zine çıkmak ya da Makedonya'ya yerleşmek gibi hayellerin
saçmalığını değerlendireceklerini umut ediyordu. Sadak, Sof
ya'daki Sovyet yanlısı gösterileri yorumlarken, Bulgaristan 'da
ki devrimin Balkanlar'da "genişleme ve emperyalist fırsatçı
lık zihniyeti"ne karşı bir "büyük kazanç" olacağını umuyor
du ( 1 8). Ne var ki, bu konudaki Türk umutlan pek kısa bir sü
re sonra Georgiev'in ve onun Dışişleri Bakanı Stainov'un ge
nişleme siyasetinden yana demeçleri, Tito'nun Pan-Slav so
runu üzerine konuşmalarıyla dağılıp gitti.
Georgiev'in iktidara gelişinden sonra Türkiye'de beliren
endişe, Bulgarların uzlaşmaz tutumunun, Rusların Slav dev
letleri arasında bir fedarasyon kurma planlarından doğduğu
şüphesi çevresinde toplanmaktaydı. Bu plan gereğince, Ka
radeniz 'den Adriyatik' e kadar, Selanik' i de içine alan ve Sov
yet işgali altında bulunan topraklar, federasyona katılabilir
di ( 1 9). Mütarekenin imzalanması ve Bulgarların Selanik'le
Yugoslavya'dan çekilmeleri, bu kötü tahminlerin bir bölü
münü ortadan kaldırmıştı. Ama, 1 945 yılı Ocak ayında mu
zaffer Tite, Georgiev'le birlikte Pan-Slavizm sorununu bir ke-
83
re daha ortaya attı. Bunun, Türkiye'deki tepkisi birdenbire ve
sert oldu. Sözgelişi, Yalçın, Tito'yu Slav uluslarının kardeş
liğinden söz ettiği için "ahmaklık" yapmakla suçladı (20).
Yugoslav önderine, ülkesinin Almanlardan olduğu kadar, Bul
gar işgalinden de kurtarıldığını.hatırlattı. Yalçın, Tito'nun, Yu
goslavya'nın Bulgaristan'la yalnız coğrafi komşu olma yö
nünden değil, ikisinin de Slav uluslarından olmaları bakı
mından sayılacaklarını söylediğini yazdı. "Bundan güdülen
amaç açıktır: Balkanlar'da Bulgaristan'ın da üyesi olacağı bir
Slav bloku oluşturmak." Yalçın, Yugoslavya ve Bulgaris
tan'daki Pan-Slav fikirler esmesini, oportünist bir görüşe bağ
layarak yorumluyordu. " Kendilerini cezadan kurtarmak ve
savaştan kazançlı çıkabilmek için Bulgarlar, Slav kardeşliği
kavramına yatırım yapmaktadır... " (2 1). Yalçın daha da iler
de, Bulgarlarla Yugoslavların neyin peşinde koştuklarını be
lirli bir biçimde ortaya koydu:
Tito'nun Yugoslavya'sında en önde gelen akımın genel
bir Slav duygusu olduğu artık inkar edilemez. Bu konuda atı
lacak ilk adım, Bulgar-Yugoslav kardeşliğidir. Bağımsız Ma
kedonya sorunu, Slav unsurlarca bir blok halinde Ege denizi
ne inmek, Türk-Yunan birliğini parçalamak ve Balkanlar'da
egemenliği sağlamak için kullanılacaktır (22).
Türkler 1 945 yılı ocak ayında, hala birtakım umutlar
beslemekle birlikte, Sovyet emperyalist emelleri ile Bulgar
84
ve Yugoslavların Pan-Slav akımlarınca kuşatılmış oldukları
nı hissettiler. Böylece, İngilizlerin Yunanistan' ı kurtarıp ül
kede dengeli bir hükumet kurma çabaları, gözlerinde daha
da büyük bir önem kazandı.
İngilizlerin Yunanistan'ı işgali: Bunalım Dönemi -
85
poleon Zervas'ın yönettiği EDES adlı örgütle, Komünist eği
limli ELAM-ELAS örgütü, başı çekmişlerdi. İngilizler, Al
manların yenilmesini çabuklaştırmak için bütün Yunan dire
niş örgütlerine yardım etmekten çekinmemiş, fakat, bu örgüt
lerin aldıkları silahlan düşmana karşı olduğu kadar, birbirle
rini kırmak için de kullandıklarını üzüntüyle görmüşlerdi.
Churchill, Atina'nın kurtarılmasından aylarca önce, Yunanis
tan'da bir iç savaşın patlak vermesinden korkmuştu. Bunun so
nucu olarak da General Scobie'nin komutası altındaki İngiliz
İşgal Kuvvetleri, son derece güçlü silahlarla İngilizlerin ken
di donattığı Komünist çetelere karşı geniş çapta bir askeri ha
rekata girişmek zorunda kalmıştı. Churchill, Komünistlerin ye
raltı etkinliklerini küçümsediğini üzülerek kabul etmiştir.
"Bunların Almanlara karşı savaşmak üzere kurulduklarını
sandığımı kabul etmeliyim," demiştir. "Oysa, silahlan alıyor,
sonra yan gelip yatıyor ve iktidarı ele geçirmek üzere uygun
zamanı bekliyorlardı." (24).
Türk basını, Komünist asilere karşı güçlü İngiliz hareka
tını hoşnutlukla karşılamıştı. Özellikle Yalçın, İngilizlerin fa
şistlikle nitelendirilmekten çekinmeden harekete geçmeleri
ne pek sevinmişti. "Faşist sözcüğü özellikle komünistler için
86
bir lanetleme durumuna geldi. Kendilerinden olmayan herkes,
onlarca faşisttir." (25). Yalçın, bu fırsattan yararlanıp komü
nistlerin "demokrasilere karşı kurdukları bir tuzak" olarak ni
telendirdiği "müdahale etmeme " ilkesine de karşı çıkmıştır
(26). Falih Rıfkı Atay da kendi yönünden Türkiye'nin taraf
sız kalmak istemesine rağmen, Türkiye'nin ve Balkanların
Yunanistan'daki savaş konusunda çıkarları bir olduğundan,
duruma ilgisiz kalamayacağını belirtmiştir (27).
Türkler, Yunanistan'daki olaylardan dolayı tedirgin ol
dukları halde, komünistlerin asilerin, Stalin 'den bağımsız
olarak davrandığı belirtileri karşısında biraz olsun rahatla
mışlardı. Türk gözlemcileri, Sovyetlerin, İngilizlerin duru
munu bütün bütüne güçleştirmemek için açıkça yan tutmak
tan ya da asilere silah yardımında bulunmaktan kaçındıkla
rını haklı olarak sürmüşlerdir. Yalçın, Sovyetler B irliği'nin
Komintern'i (*) kaldırmasından ötürü duyduğu sevinci dile
getiriyor ve bunu dünyanın hiçbir köşesinde kışkırtmalara
girmeyeceği biçiminde verilmiş bir söz olarak kabul ediyor
du. Yalçın, " Demek ki Moskova'nın dışardaki komünist
ayaklanmalarını desteklediği konusunda kaygılanmaya yer
yok," diye yazıyordu. " Moskova, kendisini Troçkizm'den
Komünist rejimi Sovyetler Birliği sınırları içinde güçlendir-
(25) Bak: "Komünistler ve Mülteciler' ', Tanin, 5 Aralık 1944 ve Ayın Ta
rihi, Aralık 1 944, cilt: 133, s. 284-285.
(26) Bak: "Demokrasi Harbinin ilk Kazanılan Muharebesi", Tanin, 1 0
Aralık 1944; aynı yerde, s . 288-289.
(27) Bak: "Bir Komşumuzun Acıklı Durumu", Ulus, 8 Aralık 1 944; ay
nı yerde, s. 286-287; aynca bak: Asım Us, "Yunanistan'daki Dahili Harp Ha
li", Vakit, 8 Aralık 1 944, aynı yerde, s. 285-286.
87
me yolunu seçmiş ve yabancı ülkelere zorla kabul ettirmek
ten caymıştır," diye de ekliyordu (28).
Yıl sonuna doğru Yunanistan 'daki durum düzelmeye yüz
tutmuştu. Churchill ve Eden, ELAM-ELAS önderleriyle 25
Aralıkta yüz yüze geldi ve 14 Ocakta bu örgütlerle İngilizle
rin desteklediği naip Piskopos Damaskinos arasında bir ateş
kes anlaşması imzalandı. Öte yandan Türk hükfuneti de On
İki Adalar üzerinde hiçbir isteği olmadığını kamuoyuna açık
layarak, anlaşmanın yapılmasında küçük, fakat önemli bir rol
oynamış oldu. Yalçın'ın bu dönemdeki tutumunu anlamak
için, aslında daha ileriye bakmak gerekir. Yalçın, Stalin' in Yu
nan iç savaşında etkin bir rol oynamakta kararsız kalmasın
dan umutlanmıştı. Yalçın daha da önce, Sovyetler'in istila ede
cekleri ülkelere komünist ideolojisini zorla kabul ettirmeye
ceklerinden söz etmişti. Sözgelişi, 6 Ekimde şöyle yazıyordu:
" ... Sovyetler Birliği'nde Stalin dönemini, komünizmin
dünyada bir proletarya diktatörlüğü kurma hedefinden sapıp
sosyalizmin kurulmasını Rus sınırları içinde kuvvetlendirme
hedefine döndüğü çağ diye düşünmek gerekir." (29).
Yalçın bu yorumu, Molotov'un, Sovyetlerin istila edecek
leri ülkelerin sosyal kurumlarına dokunmayacakları garantisi
üzerine yapmıştır.
"Bu garantiden anlaşılıyor ki, Sovyet orduları birçok ül
keye bir Komünist ordusu olarak girmeyeceklerdir," diye ya
zıyordu Yalçın. Ardından da, bunun besledikleri endişelerden
ancak bir bölümünü ortadan kaldırmaya yeteceğini ekliyordu.
88
Fakat, 1 944 yılı sonunda Yalçın, artık soyut vaatlerini ka
bul edilmemesini öneriyordu. Bu Sovyet ordularının Doğu
Avrupa ve Balkan ülkelerini, buralarda komünist rejimi kabul
ettirmek için istila ettiklerini ileri sürme anlamına gelmiyor
du daha, Sovyet ordularının, Rus emperyalizminin aracı ol
mamaları da aynı derecede önemliydi.
...Bu istila hareketlerinin bir de yarını olduğunu unuta
mayız. Moskov radyosunun öteki uluslara komünizmin zor
la kabul ettirilmeyeceği üzerine verdiği açık garantiler, soru
nun bu noktasına hiç değinmemektedir. Oysa bu, özellikle Or
ta Doğu'daki halkların (Türkiye) zihinlerini kurcalayan bir
noktadır. Her ne kadar bir kere daha Sovyet programının öte
ki ülkelerin bağımsızlığını tanıdığını öğreniyorsak da, bu il
kelerin 'gerçekçi' bir politika alanında uyguladıklarını da gö
rüyor ve biliyoruz (30).
Bir ülkenin bağımsızlığını tanımanın, büyük bir ulusun
ondan büyük bir bölümü koparıp almaya kalkışmasına engel
olmadığı da açıktır, diye ekliyordu Yalçın. Sovyetlere gelin
ce, "Onlar da stratejik sınırlar ileri sürerek çıkagelmişler ve
sağ elleriyle geri çevirdiklerini, sol elleriyle almaya kalkışmış
lardır." Yalçın bunları yazarken, zilıninde özellikle bir korku
yatıyordu: Avrupa'nın birtakım etki alanlarıyl� bölünmesi.
Sovyet orduları Doğu Avrupa'yı Müttefiklerin Nazi Alman
yası 'na karşı verdikleri savaş adına istila edeceklerdi. İngiliz
ler de bunu onaylayabilirlerdi. Stalin'in amacının sosyalizmi
bir tek ülkede güçlendirme yönünde olduğu ileri sürülerek
belki avunulabilirdi ama, komünizmin bütün bir bölgeye, özel-
89
likle Türkiye 'yi kuşatan bir bölgeye zorla kabul ettirilmesi kor
kusu zihinlerden çıkartılıp atılamazdı. Bu, gerek kendisinin,
gerekse başka gözlemcilerin, Churchill' e Stalin arasındaki
Moskova görüşmesinin Türkiye'deki kavramına bir renk ge
tiriyor ve Türklerin, Stalin'in Yunanistan'daki komünist un
surlara yardım etmeyi reddedişini nasıl çözümlediklerini gös
teriyordu. İngilizlerle Ruslar arasındaki bir anlaşma vardı ve
taraflar, bölgeleri aralarında paylaşmış, Rusların Doğu'da, İn
gilizlerin de Batı'da egemen olmaları konusunda görüş birli
ğine varmışlardı.
1944 Yılı Ekiminde Churchill - Stalin Görüşmesi ve
Etki Alanları Kurulması Kararı Yunanistan, Doğu Avru
-
90
Rusya'dan korkuyor. Çünkü . . . Rusya ile komşu durumunda
lar ve Moskova'nın sınırları boyundaki ulusları, çevresinde
bir 'güvenlik çemberi' yaratmak için yörüngesine katmak is
temesinden çekiniyorlar. Bu nedenle de hep diken üstünde du
ruyorlar" (3 1 ). Türkler, dünyanın çeşitli etki alanlarına bö
lünmesinin küçük ulusların bağımsızlığını tehlikeye düşüre
ceğinden korkuyorlardı. Ayrıca, Türkiye'nin böyle uluslara
rası bir sistemde nereye düşeceğinden de emin değillerdi. İn
gilizlerin, Rus peyki olmalarını önlemek için çaba göstere
ceklerine güvenemiyorlardı. Güçlü bir Sovyetler Birliği kar
şısında tek başlarına kalmaktan çekinmekteydiler. Üstelik,
1 944 yılı sonunda Pan-Slav akımı da kendileri için iyice si
nirlendirici olmaya başlamıştı (32). Bütün bu korkular, Türk
lerin İngiliz politikasına hiç güvenmemelerine rağmen, Türk
yetkililerinin neden lngiltere 'nin hoşuna gitmeye çabaladık
larını ve niçin Sovyet emellerini tartışmaktan çekindiklerini
açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Rusların ve İngilizlerin Avrupa'yı birtakım etki alanla
rına böldükleri inancını, Birleşik Amerika maslahatgüzarı
Lincoln MacVeagh Kahire'de sürgündeki Yunan ve Yugoslav
hükumetlerine duyurmuştu. 1 9 Haziran 1 944 'te MacVeagh,
"The New York Times" gazetesinin muhabiri C.L. Sulzberg'e
bir haber sızdırarak, "Balkan yarımadasında 'teşebbüs' alan
larının kabataslak sınırlarını belirten bir anlaşmanın ilk adım-
91
lannın İngiliz ve Sovyet hükumetlerince atıldığını ..." duyur
muştu (33). MacVeagh' in raporunda, Yunanistan'ın İngiliz
koruyuculuğu altına verileceği, Romanya'nın ise Sovyetler
Birliği'ne emanet edileceği ileri sürülüyordu. Sulzberger,
MacVeagh 'in "Londra ve Moskova arasındaki bu özel pazar
lığa çok kızdığı" için haberi kendisine sızdırdığnı ve "Bütün
dünyanın gerçeği öğrenmesini istediğini" öne sürmektedir
(34). Cevat Açıkalın, Türk hükiimetinin de bu tür haberleri
aldığını, İnönü'nün bunların doğruluğundan kuşkulandığını
belirtmektedir (35). Gerçekten de haberler doğruydu. Daha
1 944 yılı mayıs ayında Churchill, Üç Büyüklerin birtakım
" sorumluluk" alanları tespit etmeleri gereğini Roosevelt ve
Stalin'e açmıştı.
Churchill bunu geçici bir program olarak sunmuştu.
Müttefik orduları çeşitli cephelerde ilerliyordu ve hemen yö
netime değin bazı tedbirlerin alınması gerekiyordu. Churc
hill, Başkan'a, " Elbette Balkanları da etki alanlan içine kat
mak istemiyoruz; bu çözüm yolunu kabul etmekle, sistemin
yalnız savaş şartları içinde uygulanacağını açıkça belirtmiş
oluyoruz... " demişti (36).
Roosevelt ve özellikle Hull, Churchill'in planından çok
kuşkulanmıştı. Başkan, İngiliz ve Sovyet hükumetlerine, Bir-
(33) C.L. Sulzberger, A Long Row ofCandles (Bir Uzun Dizi Murn)'dan
bir bölüm, (New York, The Macmilan Co.), 3 Eylül 1 969'da lnternational He
rald Tribune'de yayınlanmıştır.
(34) Aynı yerde.
(35) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
(36) Winston S. Churchill, İkinci Dünya Savaşı, cilt:VI, Zafer ve Trajedi,
(Boston, Hoghton Miffiin ve Co. 1953,s .73-74).
92
leşik Aınerika'nın "alanlar" anlaşmasını yalnız üç aylık bir
deneme dönemi için kabul ettiğini bildirdi (37).
Churchill, anlaşmayı cebine indirdikten sonra, Stalin'i
görmeye gitti. Churchill 'le Stalin arasındaki Moskova görüş
mesi, Churchill'in kaleminden ölümsüzleştirilmiştir:
İş için zaman uygundu; bunun üzerine, "Balkanlar'daki
sorunlarımızı çözelim" dedim. "Sizin ordularınız Bulgaristan
ve Romanya'da. Bizim de bu ülkelerde çıkarlarımız, misyon
larımız ve ajanlarımız var. Küçük yollara sapıp, yan önerler
le işi uzatmayalım. Yalnız Britanya ile Rusya söz konusu ol
duğuna göre siz Romanya'da yüzde doksan, biz de Yunanis
tan'da yüzde doksan oranında kuvvet bulundursak, Yugoslav
ya içinde yüzde elli-yüzde elli desek, ne düşünürsünüz aca
ba?" Bu sözlerim kendisine çevrilirken, ben de bir kağıt par
çasına şunları yazdım:
93
Romanya
Rusya: %90
Öbürleri : %10
Yunanistan
Büyük Britanya: %90
(ABD'nin onayı ile)
Rusya: %10
Yugoslavya: %50-%50
Macaristan: %50-%50
Bulıaristan
Rusya: %75
Öbürleri: %25
94
ChurchiWie Stalin arasında varılan anlaşma, Macaristan
ve Yugoslavya'yı İngiliz ve Amerikan denetimine açık bıra
kıyordu. Bulgaristan, Romanya, Macaristan vb. ülkelerde bu
lunan işgal kuvvetlerinin yönetimi Birleşik Amerika, Britan
ya ve Rusya'nın katılacağı üçlü bir Müttefik Denetleme Ko
misyonu'nun eli altında olacaktı. Her şeye rağmen bu anlaş
ma, savaştan sonra dünyanın birbirleriyle anlaşmazlık halin
de bloklata bölünmesine doğru atılan ilk adım olmuştur. Mos
kova'da Stalin, Churchill'e, Montreux Anlaşması 'nın yeniden
gözden geçirilmesini istediğini de söylemişti. Churchill bu
öneriyi genellikle olumlu karşılamış, aynntılann gelecek ilk
Üç Büyükler toplantısında ele alınmasını önermişti.
Churchi ll'le Stalin arasında yapılan görüşmede varılan
an laşma, elbette açıklanmad ı; ama Türkler, bu görüşmenin
Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki olaylarla ilgili olduğunu se
zerek, karışık duygu lar içinde tepki gösterdi . Necmettin Sa
dak, Sovyetler Birliği'ni "dürüst politikası" için övme yolu
nu seçti (39); Asım Us, İrigiltere'yle Rusya'nın birlikte ve dost
bir hava içinde çalıştıklarını, ikisinin de Türk tarafsızlığın
dan hoşnut olduklarını öne sürdü (40).
"Ulus" ise, yayınladığı bir yazı dizisiyle, Türkiye'nin
durumunu daha kesinlikle tanımlamış oldu : Küçük uluslar, Üç
Büyüklerin kaderlerine hükmetmelerine imkan hazırlayacak
95
olan etki alanlan sisteminden asla hoşnut olmayacaklardı (4 1 ).
Küçük devletler kendilerini yabancı müdahalelerden ya da
büyük devletlerin egemenliğinden korumayı garanti altına ala
cak uluslararası bir sistemin yerleşmesinde diretiyordu. "U
lus"un tanınmış siyasal yorumcusu Burhan Belge, "Aylık Si
yahi llimler Mecmuası"nda yazdığı makalede, "Üç Büyük
ler dünyanın siyasal ve idari otoritesi olmak durumunu birlik
te ve muzafferane bir biçimde yüklenmektedirler . .'1' diye ek .
96
sit" bir tehdide karşı uyarıyordu: "Bir büyük devletin Avru
pa'nın herhangi bir köşesinde yönetime karışması, öbür kö
şelerinde hemen karşı tepkilere yol açacaktır." Yalçın şunu ek
liyordu: "Bu bizi dosdoğru, etki alanlarına, himaye yönetim
lerine ve ilhaklara götürecek yoldur" (44). Ancak ne var ki,
büyük devletler bu yolu çoktan seçmişti. Olacakları çok iyi tah
min eden bir çözümlemesinde de Necmettin Sadak, 5 Şubat
1 944 tarihli "Akşam"da, Avrupa'yı bölen sınırlan çoktan çi
zildiğini, geriye bir tek, Almanya'nın nasıl yönetileceği soru
nunun kaldığını yazıyordu (45).
"Yarının olaylarını bugünün örneklerine bakarak kestir
mek mümkündür" diyerek başlıyordu Sadak. "Her şey bu
günden kararlaştırıldığı ve çözümlendiğinden, halk ve kurtu
luş hükllmetleri çoktan kurulduğundan, herkes bütün bu ül
kelerin savaş sonrası hükfunetlerinin ve yönetim biçimleri
nin ne olacağını pekala anlayabilir." Sadak, Akdeniz bölge
sinin, Adriyatik Denizi'nin, Yunanistan ve İtalya'nın, İngil
tere'nin güvenlik alanı içine girdiğini, Romanya, Macaristan
ve Çekoslovakya ile Polonya'nın da Rusya'ya düştüklerini be
lirtiyordu. Yalta Konferansı'nın başlamasından bir gün son
ra yazdığı yazısında da, çözülmemiş tek sorun olarak, Alman
ya'da iktidara, Moskova'daki Hür Alman Komitesi'nin mi,
yoksa Müttefiklerin seçeceği bir başka hükllrnetin mi geçe
ceği sorununun kaldığını yazıyordu. Sadak, kehanette bulu
nurcasına, " Karar ne olursa olsun" diyordu; " . . .Almanya 'nın
97
bütün doğu bölgesi Sovyetlerin güvenliği açısından ... uzun
bir süre Sovyet işgali altında kalacak, Sovyetler Birliği ile Al
manya arasındaki bütün uluslar da aynı biçimde Rus işgali
ne uğrayacaklardır."
Bu düşünceler, Türkiye'nin savaş sonrası güvenliğini sağ
lama ihtiyacını daha kaçınılmaz bir duruma getirmeye yetti.
98
XIII
99
ha belirli deyimlerle söylenirse, anlaşmazlık Güvenlik Kon
seyi 'ndeki veto sorunu üzerindeydi. Sovyetler Birliği, Güven
lik Konseyi'nde alınacak kararlarda her daimi üyenin veto
hakkı olması ve kararların oybirliğiyle alınması konularında
diretiyordu. Birleşik Devletler, Rus kurulunu, bir anlaşmaz
lık durumunda, Güvenlik Konseyi olan ülkelerin, o anlaşmaz
lıkla ilgili konularda oy sahibi olmamaları gereğine inandır
maya çalışıyordu. Uzun görüşmelerden sonra uzlaşmaya va
rılabildi: Güvenlik Konseyi üyelerinin oybirliği karan olma
dan da bir anlaşmazlığa barışçı bir çözüm yolu getirilebilecek
ti. Konseyin daimi üyeleri, anlaşmazlıkları çözümlemek için
kuvvet kullanılmasını gerektiren durumlarda da veto hakları
nı kullanabileceklerdi.
Tahmin edileceği gibi, buna karşı Türkiye'de çeşitli tep
kiler görüldü. Hüseyin Cahit Yalçın, Dumbarton Oaks 'ta ku
rulması tasarlanan örgüt gerçekleşecek olursa, bunun küçük
ülkelerin güvenliğine pek az katkıda bulunabileceğini ileri
sürdü (2). "Yeni örgüt, yalnız küçük ülkelere karşı harekete
geçme fırsatı sağlamaktadır" diye yazdı. Büyük devletlerin da
ha küçüklerine karşı girişecekleri eylemleri önlemek için ise
yapılacak hiçbir şey yoktu. Yalçın, büyük devletlerden biri
"hayır" dedi mi, Güvenlik Konseyi'nce alınması tasarlanan
tedbirler alınamayacaktır diyerek görüşünü açıkladı.
Fakat, Türkiye'deki bütün yorumlar bu derece kuşkulu
tepki göstermemişti. Sözgelişi, Nuri Eren, Dumbarton Oaks
önerilerini savundu ve Güvenlik Konseyi 'nin güçlü bir rol oy-
1 00
nayabileceğini, "uluslararası bir askeri kurmayın emrinde, he
men eyleme geçmeye hazır bir kuvvet bulmanın" mümkün
olacağını ileri sürdü (3). Dumbarton Oaks Tasarısının hazır
lanışı sırasında Türkiye'deki diyalog bu havadaydı.
Gelecekte dünya barışını koruyacak olan örgütün, büyük
devletlerin egemenliğinin bir aracı durumuna gelmemesi so
runuyla ilgilenirken, Türk siyaseti bir yandan da Birleşik Ame
rika ve İngiltere ile iyi ilişkilerini sağlamlaştıracak teşebbüs
lerini sürdürüyor, bu ülkelerin dostluk ve koruyuculuğunu arı
yordu. 3 Ocak 1 945 'te T ürk hükfuneti, Japonya ile olan dip
lomatik ilişkilerini kesmeye karar verdiğini açıkladı. Amiral
Leahy'ın bunu, "kesin bir Müttefik zaferinin en güçlü kanı
tı" olarak yorumlamasına rağmen, (4) Türkler davranışlarına
gerektiği gözle baktılar; yani, bir bakıma yersiz, fakat sembo
lik bir davranış olarak 28 Aralık 1 944 'te Steinhardt, yeni Türk
Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya, Müttefiklerin Türkiye'nin Ja
ponya ile olan ilişkilerini kesmesini istediklerini söylemişti.
Saka, Türklerin böyle davranmakta bir avantaj sağlamayı um
madıklaonı, "ama, 'Türklerin müttefikleri' böyle bir davra
nıştan yarar umuyorsa..." T ürkiye 'nin kesinlikle "peki" diye
ceğini belirtti (5). İki gün sonra T ürk hükfuneti aldığı kararı
Steinhardt' a resmen bildirdi. Bir başka jest de, T ürk hükfune-
(3) Nuri Eren, "Dumbarton Oaks Konferansı", Aylık Siyasi İlimler Mec
muası, Kasım 1 944, c; cilt: XIX no. 1 64 s. 423-444. Nuri Eren, bu araştırmanın
yazıldığı dönemde BM' de Türk baş temsilcisi yardımcısıydı.
(4) Leahy, önceki kitap, s. 286.
(5) Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt) Dışişleri Bakanı'na, 28 Ara
lık 1 944, Dış İlişkiler, 1 944, cilt: V, s. 900; Birleşik Amerika ve lngiltere'nin is
tekleri üzerine Türkiye'nin Japonya ile ilişkilerini kesişinin geniş ayrıntıları için
bak: s. 900-904.
101
tinin yine ocak ayında Sovyetler Birliği'ne savaş gereçleri ta
şıyan Müttefik gemilerinin Boğazlardan geçmelerine izin ver
mesi oldu (6). Boğazların açılması, Türkiye'de mutlu bir olay
olarak karşılanmıştı, ama İngiltere ve Birleşik Amerika'da ya
pılan bazı yorumlar, Türklerin canını sıkıyordu. Sözgelişi,
Yalçın, İngiltere ve Birleşik Amerika'da bazı yayın organları
nın, Boğazların Türk hükümetinin kararı ile kapatılmış oldu
ğu izlenimini verecek yayınlar yapmalarını hiç de hoş karşı
lamıyordu. Yalçın, Boğazların bütün savaş boynca açık kaldı
ğını, eğer Müttefikler Rusya'ya Boğazlar yolu ile savaş mal
zemesi gönderemedilerse, bunun Almanların Ege denizini de
netimleri altında bulundurmalarından ileri geldiğini açıkça
ortaya koydu (7). Ancak, Üç Büyüklerin Yalta'daki toplantı
ları biraz sonra bu konuları arka sayfalara doğru iteledi.
Kının Konferansı: Savaş Sona Eriyor 4 şubatta baş -
1 02
yanında yer alacakları konusuyla pek ilgileniyordu (8). Söz
gelişi, Profesör Esmer, "Churchill' in Ruslara taviz verme ih
timalinin. . . Türk hükfımetini endişelendirdiğini, çünkü Churc
hill' in Türkiye'ye kızdığını, her fırsatta artık Boğazlarla bir
ilgisi olmadığından söz ettiğini" (9) belirtmektedir. Bu, her
ne kadar Churchill'in Türk çıkarlarının öncülüğünü yaptığı
Yalta'daki görüşünü yansıtmıyorsa da, Türklerin hala duy
makta oldukları yalnızlığı çok iyi gösteriyordu.
Türk sorunu Yalta'da öncelikle ele alınan bir sorun değil
di, ama varılan öteki kararların pek çoğu, dolaylı ya da dolay
sız olarak Türk çıkarlarını ilgilendiriyordu. Pek küçük değişik
liklerle veto yetkisi Üç Büyüklerce kabul edilmişti ve barışı ko
ruyacak olan yeni örgüte böylece gerçek bir güç kazandırıla
cağı görüşü benimsenmişti. Rusya, daimi üyelerden biri bir an
laşmazlıkta taraf olursa Amerika'nın oylamaya katılmaması
önerisini kabul etmişti; ama, ancak "barışçı çözüm yolu" ko
nularında peki demişti. "Yürütme" kararlarında ise Üç Büyük
ler yine veto haklarını kullanmakta serbest olacaktı.
Polonya konusunda Stalin, gerek toprak sorunları, ge
rekse siyasal sorunlarda temel tutumunu Churchill ve Roose
velt' e kabul ettirebilmişti. Buna karşılık da Polonya' nın düş
man işgalinden kesin olarak kurtuluşundan bir ay sonra, ser
best genel seçimler yapılacağına söz vermişti. Gerek Roose
velt, gerekse Churchill'in gönülsüzce imzaladıkları son an
laşma metninde, " Halen Polonya'da iktidarda olan geçici Hü
kfunet, böylece daha demokratik bir ölçü içinde örgütlene-
1 03
cektir... " ( 1 O) deniyordu. Bu anlaşma, Varşova 'daki komünist
rejimin varlığını Müttefiklerin onaylaması anlamına geliyor
du. Bundan böyle Stalin, haklı olarak Üç Büyüklerin geçici
hükumeti yeni ve geçerli Polonya hükumeti olarak tanıdık
larını ileri sürebilecekti ( 1 1 ).
Yalta Konferansı, Balkan uluslarının da geleceğini çizmiş
oluyordu. Dışişleri Bakanlığının Orta Avrupa ve Balkanlarda
ki Müttefik Denetleme Komisyonlarının, Sovyetler Birliği'nin
bu yerlerde tek başına egemenlik kurmaya kararlı oluşu nede
niyle gerektiği gibi çalışamadıkları uyarısı üzerine Roosevelt,
Konfransa "Kurtarılan Avrupa Üzerine Deklarasyon" başlığı
ile bir belge sunmuştu. Churchill, Roosevelt ve Stalin' ce im
zalanan bu belgeye göre, Üç Büyükler, kurtarılan ülkelerin ge
ciktirilmeye gelmez siyasal ve ekonomik sorunlarının demok
ratik yollardan çözümlenmesi için yardımcı olacaktı.
Biçim bakımından etkileyici, fakat siyasal yönden an
lamsız olan bu anlaşmanı üzerine tüy dikercesine, Roose
velt' in şaşkınlık uyandıran ve Amerikan kuvvetlerinin Av
rupa'da savaşın sona ermesinden sonra iki yıldan daha çok
kalmayacaklarını bildiren açıklaması çıkageldi. Elbette Sta
lin hoşnut olmakta haklıydı ( 1 2).
Yalta Konferansı'na katılan üç devlet başkanının zihinle
rinde önemli bir yer tutmadığı halde, Türkiye sekiz toplantı
dan ikisinde, her kez de başkan edenlerle dikkatleri üzerine çek
ti. Beşinci toplantıda Stalin, Birleşmiş Milletler'e hangi ülke-
1 04
lerin alınacağı, hangilerinin alınmayacağı tartışılırken, Türki
ye 'yi sembol aldı. Başkan verdiği karşılıkta, ancak Alman
ya'ya savaş açmış ulusların bir Birleşmiş Milletler statüsü içi
ne alınmasını ve hala Mihver'e savaş açmamış ülkeler için de
son süre olarak Mart 1945 tarihinin kabul edilmesini ileri sür
dü. Stalin yine Türkiye'yi kastederek, "bazı ülkelerin kazanan
dan yana olma üzerine yatının yaptıklarını" söyledi (13).
Churchill, Türkleri savundu. Şu sırada ilgisiz birçok ülke Al
manya'ya savaş ilan edecek olursa, bunun Almanya'nın mo
rali üzerinde yıkıcı bir etki yaratacağını ileri sürdü. Türkiye'nin
adaylığının "genel bir tasviple karşılanmayacağını" söyleyen
Churchill, ardından, Türklerin "çok çetin bir dönemde" ken
dileriyle ittifak imzaladıklarını ekledi, "dost ve yardımcı" ol
duklarını ispatladıklarını hatırlattı (14). Stalin, şubat sonuna ka
dar Almanya'ya savaş çarsa, Türkiye'nin de Birleşmiş Millet
ler'e alınmasını kabul edeceğini söyledi. Churchill bunu, "hoş
nutluğunu" belirten bir ifadeyle karşıladı.
Stalin, hoşgörülü tutumuna rağmen, 1O Şubat 1945'te, sa
vaş sonunda Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesi
ni bekledjğini ortaya koydu. Stalin, "... Türkiye'nin bir elini
Rusya'nın gırtlağına dayamış duran durumunu kabul etmenin
mümkün olmayacağını" söyledikten sonra, "Türkiye'nin çı
karlarına zarar vermek" niyetinde olmadığını da ekledi (15).
Tartışmalara girmeye pek istekli olmadığı açıkça anlaşılan
105
Başkan ise, Birleşik Amerika ile Kanada arasında 3.000 mil
uzunluğunda bir sınır olduğunu, bu sınırda hiçbir silahlı kuv
vet ve kale bulunmadığını söyleyerek, isteksiz bir karşılık ver
di. Ardından, öteki ulusal sınırların da "kalesiz ve askersiz"
olacağı günlerin geleceğini umduğunu ekledi. Başbakan,
Montreaux Anlaşması 'nın yeniden gözden geçirilmesini nor
mal karşıladığını belirttikten sonra, " ... Rusya'nın bugün Ka
radeniz'deki büyük çıkarları ile daracık bir geçide bağlı olma
sı düşünülemez" dedi ( 1 6). Churchill bu konunun, Dışişleri
Bakanlarının gelecek toplantısında ele alınmasını önerdi. Ay
nca durumun Türklere de bildirilmesini ve bağımsızlıklarıy
la toprak bütünlüklerinin bozulmayacağı konusunda kendile
rine güvence verilmesini öne sürdü. Stalin, bu önerileri kabul
etti. Tasarlanan şeyin hemen Türklere de duyurulması öneri
si üzerine de Stalin şöyle dedi: " ... Türklerden bir şey sakla
mak aslında imkansız . . " ( 1 7).
.
( 1 6) Aynı yerde.
( 1 7) Aynı yerde.
1 06
şel, Pietro Groza' yı 6 Martta komünist denetimi altında yeni
bir rejim hükfunetini kurmakla görevlendirdi ( 1 8). İngiliz
Amerikan hükfunetleri, Romanya, Bulgaristan ve Macaris
tan 'daki Müttefik Denetim Komisyonlarında bulunan temsil
cilerin Sovyet yetkililerince dikkate alınmamaları yüzünden
Sovyet hükfunetini boş yere protesto ettiler. ABD ve Britan
ya, Groza rejimini tanımadı. Ayrıca Yugoslav Komünist kuv
vetlerinin İtalyan topraklarından çekilmeleri isteğinde bulun
dular; ama Tito'nun kuvvetlerinin, "kurtardıkları" bütün top
raklarda kalmakta diretişiyle karşılaştılar. 6 Nisanda Ameri
kalıların ve İngilizlerin destekledikleri sürgündeki Polonya
hükfuneti temsilcilerinin Sovyet yetkilileriyle Moskova'da gö
rüşmeler yaparken kayboldukları, Londra'daki Polonyalı yet
kililerce açıklandı. Komünistlerin egemen olduğu Lublin re
jimini artık Varşova'da Ruslar açıkça desteklemekteydi. Yal
ta Konferansı'nın sonu ile 25 Nisanda San Francisco Konfe
ransı 'nın açılışına kadar geçen süre içinde Sovyetlerin Doğu
Avrupa üzerine beslediği emeller, umutları iyice azaltmıştı.
Buna karşılık Avrupa'daki savaşın son aylarında geçen olay
lar, 1 943 yılı başından, yani Müttefiklerin zaferi kazanmala
rı ihtimalinin artmasından beri, İnönü ve Menemencioğlu gi
bi Türk önderleriyle Yalçın gibi yazarların gelecek üzerine
yaptıkları kehanetlere uygun biçimde gelişti. Elbette bu geliş
meler karşısında "son derece tedirgin olan" Türkler için hu
zur verici bir durum değildi ( 1 �).
Türkiye Savaş Açıyor Türkiye en sonunda 23 Şubat
-
107
1 945 'te Almanya ve Japoya'ya karşı savaşa girdi (20). Büyük
Millet Meclisi'nde konuşan Başbakan Saraçoğlu şöyle dedi:
"Tehlikenin ilk anından başlayarak Türkiye Cumhuriyeti, sö
zü silahlan ve gönlüyle demokratik ulusların yanında yer al
mış ve bugüne kadar parlamentosunun ve hükumetinin karar
larına uygun bir yol izlemiştir." (2 1 ). Meclisteki görüşmeler
sırasında, savaşa girilmesi kararının, "İngiltere ile olan ittifa
kın doğal sonucu ve Sovyetlerle aralarındaki dostluğun çer
çevesi içinde" alındığı belirtildi (22).
Türkiye şimdi, biçim olarak savaşa katılıyordu; ama Müt
tefiklerle imzaladığı ittifaktan beri orduları aslında seferber
durumdaydı (23). CHP Grup Başkanı Faik Öztrak'ın ifadesi
ne göre savaşa girişleri, İngilterc'yle aralarındaki sarsılmaz it
tifakın yalnızca son aşamasıydı (24 ). Türk politikasının temel
ilkelerinden birinin de Sovyetler Birliği'yle iyi ilişkiler kur
mak olduğu ayrıca belirtiliyordu:
Arkada kalan beş yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti, büyük
komşumuz Sovyetler Birliği en karanlık günlerini yaşarken de
bu ilkeye bağlı kalmıştır. . . Milli Şef İnönü, bu değerli dosta her
olayda ve her zaman bağlı kalmamızı bize salık vermiştir (25).
1 08
Almanya'ya savaş açılması hiçbir biçimde Türkiye üze
rine yapılan baskıların bir sonucu da değildi (26).
Türklerin, Müttefikleri, Türk kamuoyunu ve tarihi etki
lemek için belgelere geçirmek istedikleri şeyler bunlardı. Ka
rarın gerçek nedeni ise uluslararası bir örgütün temelini atmak
için San Francisco'da yapılacak Birleşmiş Milletler toplantı
sına Türkiye'nin de katılmasını sağlamak ve Müttefikleri ya
tıştırmaktı. Türkiye artık bir şey reddedecek durumda bulun
muyordu. Aynca saldırıya uğrama, hatta savaşmak zorunlu
luğu bile kalmamıştı. Dışişleri Bakanı Hasan Saka, (27), Mec
lis'te yeni İngiltere Büyükelçisi Sir Maurice Peterson'un Yal
ta'dan gelen bir mesajı kendisine ilettiğini söylemişti: Konfe-
1 09
ransa, yalnız 1 Mart 1 945 'ten önce Almanya'ya savaş açmış
ülkeler çağrılacaktı. Saka, " İngiliz hükfımetinin bu son öne
risi . . . ulusumuzun Müttefik davasına daha güçlü bir katkıda
bulunma imkan ve fırsatını vremektedir" dedi.
19 Mart 1945 Tarihli Sovyet Notası - Türkiye'nin sa
vaşa katılmasıyla Sovyet gücünün Balkanlar'a egemen olma
çabasının sonuçlanması, aynı döneme rastlamaktadır: Tito ile
işbirliği, Georgiev ve Groza'nın iktidarlarıyla komünist rejim
lerin sağlama alınması, Macaristan'la imzalanan mütareke.
İngilizler, Arnavutluk'u avuçları içine almayı başaramamış,
Yunanistan'da komünist olmayan bir rejim kurmak için de an
cak zora baş vurmuşlardı.
Mihver'den yana olmayan önderler arasında İnönü ve o
nun dış politikasını hazırlayanlar, danışmanları, zamanında İn
giliz ve Amerikan yetkililerince hiç de hoş karşılanmayan ve
gelecekteki Rus niyetleriyle ilgili görüşlerini en güçlü biçim
de dile getiren kimseler olmuşlardı. Oysa şimdi aynı görüşle
ri Churchill ve 1 2 Nisandan sonra da Başkan Truman payla
şacaktı. Şunu da belirtmek yerinde olur ki, Sovyet tehdidin
den söz etmek, savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği'ne kar
şı, Türkiye'nin iyi ilişkilerini güven altına almak gibi bir he
saba dayanmıyordu. Bütün sevimsizliğine rağmen, son daki
kada Mihver' e savaş açmak bile, Türkiye'nin "yalnızlık duy
gusu "nu giderecek çare değildi (28). Sovyetler Birliği savaş
sonrası niyetleri üzerine Müttefiklerin şüphesini uyandırdığı
ve savaşa girmekte geciktikleri için, Türkiye'ye diş biliyordu.
Başlangıçta Hitler' e savaşmama yolunu seçen Sovyetler Bir-
(28) Bu cümleyi Zeki Kuneralp, yazarla arasındaki özel bir görüşme sıra
sında kullanmıştır.
1 10
liği, bunu aynı yolu seçen Türkiye'ye karşı güçlü bir koz ola
rak kullanılabileceğine inanıyordu. Rusya, zaferden sonra bu
temayı işlemeyi kararlaştırdı.
1 9 Mart 1 945 'te Sovyetler Birliği, Türkiye 'ye karşı uzun
süreden beri beklenmekte olan aleyhte kampanyasını, 1 7 Ara
lık 1 925'te Paris'te imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsız
lık ve Saldırmazlık Paktı'nı bozarak başlattı. Önce üç yıllık
bir süre için imzalanmış olan anlaşma, daha sonra üç proto
kolla sürekli uzatılmıştı. Sonuncusu da, 'anlaşmayı 7 Kasım
1 945 tarihine kadar uzatmaktaydı. Son protokol sırasında ge
tirilen bir değişiklikle, taraflardan biri anlaşmanın yeniden
gözden geçirilmesini isterse, bu durumda, sona ermesinden al
tı ay önce bunu ötekine bildirmesi kabul edilmişti. Bunun so
nucu olarak 1 9 Martta Molotov, Moskova 'daki Türkiye Büyü
kelçisi Selim Sarper'e bir nota vererek, "Anlaşmanın bugün
kü şartlara artık uymadığını, savaşın getirdiği değişikliklere
karşılık vremediğini ve bu nedenle, temelden gözden geçirli
mesi gerektiğini" bildirdi (29). 2 1 Martta "İzvestia" gazete
si aşağıdaki yorumu yayınladı:
Savaş sırasında Sovyet - Türk ilişkilerinin belirli zaman
larda olduğundan daha iyi olabileceği bir sır değildir. Bütü
nüyle başka şartlar altında imzalanmış olan bir anlaşmayı oto
matik olarak uzatmak, iki ülkenin de çıkarlarına uymaz (30).
Dört gün sonra da "Pravda" gazetesi şunları yazıyordu:
Savaş sırasında Sovyetler Birliği'nin dostluk anlaşmala
rı ile bağlı olduğu öbür devletlerle ilişkileri gittikçe başarılı
111
bir biçimde gelişmiş , Türkiye ile olan ilişk ileri ise , çok tan
modas ı geçmiş bir anlaşma uyar ınca düzenlenmiş tir (31).
Selim Sar per , bunun üzerine dan ışma için hemen ülke
sine çağr ıld ı ( 32).
4 Nisan 1945'te Türk hük fune ti , " Sovye thük fune tinin i
ki ülkenin bug ünkü ç ıkarlar ına daha uygun bir anlaşma için
ya pacağ ı önerileri dikka t ve iyi niye tle incelemeye haz ır ol _..
duğunu" bildiren uzlaş tır ıc ı ve is teklerine uygun karş ıl ığ ın ı
Moskova 'ya ile tti ( 33). Türkler , Ruslar ın anlaşmay ı bo zmak
için seç tikleri zamana bak ıp buradan , Türkiye 'yi , Birleşmiş
Mille tler 'e ka tılmakla elde edeceği yararlardan yoksun k ılma
ve ulusl ararası bir denge düzeninin kazand ıracağ ı güvenlik
ten Uzaklaş tırma amac ı gü ttükleri görüşüne vard ılar (34). Bu
na rağmen Tür khük fune ti yeni bir anlaşman ın şar tlar ın ı araş
tırma ve genellikle Sovye tler, yeni bir anlaşma için görüşme
lere başlamak ta acele e tmiyordu. Bunun ye rine , Türklerin öne
rilerini beklediklerini bildirdiler. Türk hük fune ti bundan hiç
hoşnutkalmam ış tı. Çünküdaha önce Sovye tler 'in ne gi bi öne
rilerde bulunacaklar ın ı öğrenmek istiyorlard ı. Demek ki ,şim
di to p Rus yar ı alan ındayd ı. İki ulus aras ındaki ilişkilerin ha
vas ın ı ıs ıtmak için en somu t öneriyi Büyükelçi Vinogradov
yaptı: " Sovye tler Birliği 'ne karş ı Türk bas ın ında aç ılan ye rgi
kam panyas ına son verin ve özellikle Yalç ın 'ı sus turun." ( 35).
Türkler bu uyar ıy ı yerine ge tirmeye bile kalk ış tı.
(3 1 ) Aynı yerde.
(32) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(33) Türkiye'deki maslahatgüzardan (Packer) Amerika Dışişleri Baka
nı'na; Ankara 7 Nisan 1945, Foreign Relation VIII 1 . 23 1 .
(34) Erkin, önceki kitap, s . 287.
(35) Aynı yerde, s. 231 .
112
İnönü ve yardımcılarının ilgisine rağmen, Türk basını, 19
M art 1 945 tarihli Sovyet notasını açıkça tartışma yolunu seç
mişti. 8 Nisan l 945'te Mümtaz Faik Fenik'in "Ulus"ta yayın
lanan bir yazısında, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki
yakın ve sıkı işbirliğinden söz ediliyor, bunun bir örnek oldu
ğu ileri sürülüyordu (36). Fenik, notanın Rus - Türk dostlu
ğundan "kuşkusuz esinlendiğini" savunuyordu. 1 925 anlaş
masının imzalanmasından bu yana şartlar değişmişti ve Fe
nik' in deyimiyle, "aynı nitelikte, Türkiye ve Sovyetler Birli
ği'nin çıkarlarına daha uygun, eskisi yerine yeni bir anlaşma
istemekten daha doğal ne olabilirdi?"
Yeni Sabah, "Rusya ile Türkiye ne zaman kafa kafaya ver
seler, hep anlaşmışlardır" diyordu (37).
Nadir Nadi gibi, Vakit gazetesinde de Asım Us, yine
iyimser bir makale yayınlamıştı (38). "Kuzey tomşwnuzun po
litikasının ana çizgilerinin kötü niyet taşıdığını düşünmek, hü
kUmetimiz için gereksizdir" diyordu Nadir Nadi.
Hüseyin Cahit Yalçın da, Sovyetler Birliği'nin Türki
ye'yle dostça ilişkiler sürdürme niyetinde olduğu yorumları
na katılırken, birtakım üstü kapalı uyanlarda bulunmayı da el
den bırakmıyordu (39). Yalçın, özellikle Sovyetler'in önceden
1 13
bu konuda İngiliz ve Amerikan hükftmetlerine haber verme
dikleri sorununa değiniyor, Türkiye'nin Mihver devletlerine
yeni savaş açmış olduğu bir sırada bu notanın verilişinin pek
şanslı bir zamana rastlamadığını hatırlatıyordu.
Fakat, bugün bildiğimiz kadarıyla Türk hükı1meti, özel
likle İnönü, 1 9 Mart tarihli Sovyet notasıyla yakından ilgile
niyordu. Selim Sarper bu dönemde gazetelerde yansıtılan
iyimserliğin, hükı1metin uyarısının sonucu olduğunu belirt
miştir. Sovyetler'in Türkiye'ye karşı tutumuna mutlu bir fe
rahlık havası vermek, Türk hükı1metinin siyaseti gereğiydi
(40). Ancak, 1 945 yılı nisan ayının başında bu iş gittikçe zor
laşmaya başlamıştı; çünkü Sovyetler, Türkiye'ye karşı bir yay
lım ateşi açmışlardı. Sözgelişi, 3 Nisanda Moskova radyosu
Türk basınına karşı saldırıya geçip, gazeteleri Nazi yanlısı ol
makla suçlamıştı (4 1 ). 1 8 Nisanda da " İzvestia" gazetesi, Tu
rancıların yargılanması olayını düzmece bir oyun olarak nite
lendirmişti (42). Bu sırada Türkiye'de bütün dikkatler, büyük
bir içtenlikle, 25 Nisanda San Francisco'da toplanacak.olan
Birleşmiş Milletler Konferansı üzerinde toplanmıştı.
1 14
San Francisco Konferansı - Türkiye'nin Gelecek Üze
rindeki Umutlan San Francisco konferansında Türk Kuru
-
1 15
tek veto, bir ya da daha çok sayıda büyük devletin saldırısı
na uğramış bir ülkenin, öbür üyelerce kurtarılmasını engel
leyebilecekti (46).
Türkler, San Francisco'da küçük devletlerin başlıca uğ
raşısı olan ve tümünce paylaşılan bu görüşleri yansıtan sesin
tek sahibi değildi. Ancak kendileri, özellikle büyük bir dev
letin saldırısından çekindikleri için, seslerini daha çok yük
seltiyorlardı (47).
San Francisco Konferansı, Birleşmiş Milletler yasası ta
sarısını görüşürken, bu ihtimalleri temelinden değiştiremedi
ve Türkler dışında itiraz sesi yükselten olmadı. Türk siyaset
uzmanı Mehmet Gönlübol ' un deyimiyle:
San Francisco 'da büyük uluslarla küçük uluslar arasında
ki anlaşmazlıklar, hep büyük ulusların zaferiyle sonuçlandı.
Çünkü, görüşmeler, savaşta başı çeken ülkelerin çizdikleri si
yasal çerçeve içinde geçmişti . . . (48).
Veto hakkının altında yatan savaş dönemi gerçeği buy
du. Buna paralel olarak, küçük ülkeler de Büyük Devletlerin
Dumbarton Oaks önerilerini "yumuşatacak" durumda değil
lerdi (49). Bir de, özellikle Türkiye, San Francisco Konferan-
(46) Aynı yerde, buna benzer görüşler için bak: Necmettin Sadak, "Bü
yük, Küçük, Ortanca", Akşam, 1 1 Nisan 1 945 ve aynı yerde, Nisan 1 945, Cilt:
137, s. 292 - 294; Sadak şunları yazıyor: "Ülkeler arasında ayrıcalığa yol açtığı
kadar, üzerierinde de eşitsizlik yaratan sınıf farkını kaldırmak için, büyük ve kü
çük uluslar arasındaki fark gözetilmemelidir. .."
Aynca bak: Ulus, 12 Nisan 1 945'te ulusları çeşitli haklan olana kategori
lere bölmeye karşı çıkıyordu. Gazete şöyle diyordu: "Yalnızca tek bir sınıf dev
let vardır; en küçüğü bile devlet olma haklarına sahiptir."
(47) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(48) Gönlübol, önceki kitap, s. 160.
(49) Aynı yerde.
1 16
sının çalışmalarını etkileyçcek durumda bulunmuyordu. Kon
feransa bile ancak " son anda" katılmaya hak kazanmıştı ( 50).
O da muzaffer büyük devletlerin lütfuyla. Esmer, Türk Kuru
lunun konferans sırasında kendisini büyüklerden çok ayn gör
düğünü anlatmaktadır (5 1 ). Bu konuda şöyle yazıyor: "Ku
rulması tasarlanan örgüt temelde muzaffer ülkelerden oluşa
cağı için ve savaştan sonra dünya bu ülkelerin isteklerine ve
çıkarlarına göre yönetileceğinden, savaşa girmekten titizlikle
kaçınan Türkiye, savaşa katılmayışının olumsuz etkilerinden
ciddi bir biçimde çekinmekteydi." (52) İşte bu nedenle Türk
ler, yasayı onaylamayı kararlaştırdılar.
Türk kurulu ülkesine döndükten sonra, San Francisco 'da
yapılan eksik pazarlığın, Türkiye' nin kopartabileceklerinin en
iyisi olduğunu belirtti. Mümtaz Soysal, "büyük uluslara ay
rıcalıklar tanıyan Birleşmiş Milletler anlaşmasının maddele
ri, bazı Meclis üyelerini düşündürmekteydi ve bunlar endi
şelerini dile getirmekten de geri kalmadılar. . . " (53) demek
tedir. B.M. Yasası'nı Meclis'te savunan Dışişleri Bakanı Ha
san Saka, şöyle demişti:
Yal�ız biz değil, yalnız öbür küçük uluslar değil, fakat,
Dumbarton Oaks tasarısını hazırlayanlar bile, bu çalışmanın
kusursuz olmadığını kabul etmektedir. . . Fakat, günümüzün
siyasal gerçeklerini düşünürsek, gösterilen çabaların boşuna
olmadığını anlarız . . . Uluslararası ilişkilerde olumlu sonuç
lar, ancak karşılıklı fedakarlıklarla elde edilebilir. Herkes
1 17
kendi görüşünde diretecek olursa, bir anlaşmaya varmak
umudu da olmazdı (54).
Saka, yasa ne kadar eksikleri olursa olsun, tek gerçekçi
alternatifinden, yani anarşiden daha iyidir, diye durumu açık
lıyordu (55).
Bu kadarı bile mide bulandıracak bir övgüydü ve konuş
mayı izleyen görüşmeler, her ne kadar alışıldığı gibi onayla
sonuçlandıysa da, umulan heyecandan yoksun kaldı. Anka
ra milletvekili M. Okmen, veto yetkisinin anlaşmayı "aksat
tığını", ama, büyük devletlerin bunu dürüst kullanacakları
konusundaki sözlerinin kendisini umutlandırdığını söyledi.
Aslında bu tür vaatlara inanılmazsa, hiçbir an htşmaya güve
nilemeyeceğini ileri sürdü (56).
Her şeye rağmen pek çok Türk, daha başından beri Bir
leşmiş Milletler Yasası'nı eksik ve kusurlu bir araç olarak gör
dü, büyük devletlerin birlik ve iyiniyetine dayandığına inan
dı. Bu iyiniyet ve birliğin gösterilmemesi durumunda, örgü
tün barışı ve küçük devletlerin egemenliğini korumakta çok
sınırlı kalacağını sezinledi. Türkiye'nin de, öteki küçük ve or
ta devletler gibi, çok geçmeden savaşa olmasa bile, büyük
devletlerden birinin politikasının dümen suyuna sürüklenecek
lerini ve Birleşmiş Milletler'in bu durumlarda pek büyük ya
rar sağlayamayacağını fark etti. Hüseyin Cahit Yalçın, o gün
lerin havasını "Niçin. . . zafere rağmen dünya böylesine me
yus?" diye sorarak özetliyor ve şu karşılığı veriyordu:
1 18
Bunun nedeni anlaşılmayacak kadar uzakta değildir: Uğ
runda savaşılan amaçlardan hiçbirine erişilememiştir. Na
zizm ve faşizmin yenilgiye uğratıldıkları doğrudur; ama, aca
ba saldırıya uğrama korkusu ortadan kaldırılabilmiş midir?
küçük ülkelerin özgürlük ve bağımsızlıkları acaba garantiye
alınabilmiş midir? Bunlar nerede seslerini biraz yükseltecek
olsalar, cezalandırılmış ve susturulmuşlardır. Kendilerine,
" siz kendinizi savunamayacak kadar zayıfsınız. Ulusların ba
rış içnide yaşamalarının sorumluluğu büyük devletlere düşer"
denmiştir. Savaş, boşuna verilmiştir. Demokles'in kılıcı hala
küçük ulusların tepesinde sallanmaktadır. Kudret, yine dün
yaya egemen ·�imaya devam ediyor ( 57).
Savaş sona erdiği zaman, Ankara'da esen hava buydu işte.
1 19