You are on page 1of 120

Nurer U(;JURLU başkanlıOında bir kurul tarafından

hazırlanmıştır.

Dizgi - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: ÇaOdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.
Temmuz2000
EDWARD WEISBAND

iKiNCi DÜNYA SAVAŞl'NDA


INÖNÜ'NÜN DIŞ POLITIKASI
111

Çeviren M. Ali Kayahal


İÇİNDEKİLER

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM . . . . ..... . . . . ..... . . . ...7


.

IX. Uzaklaşma Çağı .. . . . . . . . . . . . . .... . . . . .9


. .

Türk-İngiliz İlişkilerinin Bozulması .. . . . . ... . . . . 9


Menemencioğlu Ruslara Yanaşıyor . . . . . . .... . .20

X. İç Politikada Değişiklik. . . . . . .... . . . . . . 23 . . .

Varlık Vergisi . ... . . . . .


..... t . . • 24
• • • • • • • • • • • •

Turancılık Sorunu ..........................31


Pan-Turancı Unsurlar . . . . . ..... . . . . . .. . . . . 33
. .

Hi.ikftmet İçindeki Turancılar ve


Kararlardaki Etkileri . ... . . . . . .... . . . . ..... . .40

XI. Türk Dış Politikasının Yeniden


Düzenlenmesi . .. . . . . . . . . . . . . .
. .. . . ....53
. . . .

Almanya'ya Krom İhracının Sona Ermesi . . . . . ..53


Menemencioğlu'nun İstifası ve Mihver
Savaş Gemilerinin Boğazlardan Geçişinin
Durdurulması . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . .58
.

Almanya ile İlişkilerin Kesilmesi . . . . . . . . . . . 66


. . .

5
XII. Türkiye, Yeni Ortaya Çıkan Kutuplar
Arasında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 73
1944 Y ılı Yaz ve Sonbahar Aylarındaki
Müttefik Zaferleri . . .. . . 73
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. 76
Sovyetlerin Bulgaristan'ı İşgali ve Türk Tepkisi .

İngilizlerin Yunanistan'ı İşgali: Bunalım Dönemi .85


1944 Ekim'inde Churchill-Stalin Görüşmesi . . 90 . . .

XIII. Savaş Sonrası Güvenli Ardında ........ ...99


D umbarton Oaks Konferansı ................. 99
Kırım Konferansı: Savaş Sona Eriyor .102 . . . . . . . . .

Türkiye Savaş Açıyor . . . .107 . . . . . . . . . . . . . . . . . .

19 M art 1945 Tarihli Sovyet Notası . . .110 . . . . . . . .

San Francisco Konferansı: Türkiye'nin Umutlan 115

6
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türkiye'nin Müttefik Zaferine
Katılma Çabaları

7
IX

UZAKLAŞMA ÇAGI

Türk - İngiliz İlişkilerinin Bozulması -

İsmet 1nönü'yü, Ankara'ya dönüşünde aralarında Başba­


kan Şükrü Saracoğlu, Bakanlar Kurulu üyeleri, Büyük Millet
Meclisi üyelerinin büyük çoğunluğu ve belirli sayıda Türk
bürokrasisi üyeleri de bulunan binlerce kişilik kalabalık, bir
bayram havası içinde karşıladı. Yabancı diplomatlardan biri:
"Türkler, barış konferansından dönen savaş kazanmış bir dev­
letin üy�leri gibiydi." (!)
Dönüşünden hemen sonra düzenlediği ve Mihver'le Mih­
ver'e yakın gazetecilerin özel bir dikkatle çağrılmadıkları ba­
sın toplantısında Menemencioğlu, Ankara'ya son derec� hoş­
nut olarak döndüklerini söyledi (2). Türklerin şimdiye dek

(1) Savaşın son döneminde Ankara' daki İngiliz diplomatik misyonunda gö­
revli olan ve halen görevde olduğu için adı Gizli Hizmet Kanunu nedeniyle açık­
lanamayan bir diplomatla, yazar arasındaki özel görüşmeden.
(2) Hariciye Vekili Numan Menemencioğlu, Kahire mülakatı münasebe­
tiyle, Müttefik ve Türk gazetecilerine beyanatta bulundu, Aynı Tarihi, Ocak
1943, cilt: 121, s. 42-43.

9
pek etkili olmadığını, Müttefiklerle olan ilişkilerinin anlamı­
nı açıkladı ve "K.ahire'de bu ilişkilerin ne kadar değerli oldu­
ğunu anladık" dedi (3).
Gazetecilerden biri, savaşa katılmadığı halde, Türkiye'nin
Müttefiklerin yanında mı yer aldığını sorunca Dışişleri Baka­
nı onaylar gibi başını salladı (4). Bir başka gazeteci de, Dışiş­
leri Bakanı'na, Türkiye'de Rusya ile olan ilişkilerini sordu.
Menemencioğlu bu soruyu, Kahire görüşmelerinin merkezi­
ni Türk - Sovyet ilişkilerinin oluşturduğunu ve görüşmelerden,
bu ilişkiler güçlenmiş olarak çıktıkları karşılığını verdi. Tür­
kiye'nin Sovyetler Birliği'yle olan ilişkileri en az İngiltere'yle
olan ilişkileri kadar iyiydi (5). lnönü'yle Menemencioğlu'nun
Kahire'den Ruslarla diplomatik yönden anlaşma isteğiyle dön­
meleri bakımından, bu ifade gerçeğe yakın sayılabilirdi. Ama,
Türkler hiilii çok kuşkucuydu. Yine de Menemencioğlu'nun
karşılığı bir bakıma gerçeğe yakındı. O günlerde Türkiye'nin
Rusya ile olan bağlarının, İngiltere ile olan bağlan kadar iyi
olduğunu söylerken, 1944'ün ilk aylarında İngiliz - Türk iliş­
kilerinin gittikçe gerginleştiğini unutmamak gerekir.
Kahire görüşmelerinin sonucu olarak İngilizler ocak ayı
başında Hava Mareşali Linnell'in başkanlığında bir askeri ku­
rulu Ankara'ya göndermişlerdi. İngilizler, Müttefik hava üs­
lerinin hazırlanması sorunuyla uğraşırken, Türk kurulu da da­
ha çok askeri yardım koparma peşindeydi. Linnell 'in başkan­
lığındaki kurul, çok geçmeden Adana'dan beri her İngiliz ku­
rulunun karşılaştığı aynı güçlüklerle yüzyüze geldi.

(3) Aynı yerde. Aynca bak: News Chronicle gazetesi, 10 Aralık 1943.
(4) Aynı yerde.
(5) Aynı yerde, aynca bak. ManchesterGuardian, 14 Aralık 1943.

10
İngilizlerin kullanılmaya uygun hava üsleri elde etmek
için gösterdikleri çabalar, artık sıkıcı olmaya başlayan aynı tür­
den direnişlerle karşılandı. Türkler, İngiliz ve Amerikalıların
Doğu Akdeniz stratejileri üzerine bilgi sahibi olmamaktan ya­
kındılar (6). Bu bölgedeki Alman gücünün, İngiliz haber al­
ma servislerinin tahminlerinden on kat daha büyük olduğuna
inandıklarını, kendilerine hemen 500 Sherman tankı, 300 sa­
vaş uçağı ve en az 180.000 ton araç ve gereç verilmesini iste­
diler (7). Türkler aynca, hava üslerinin yapımı için gereken
personel sayısını abartırken, İngilizlerin Türk personelini bu
iş için eğitmeyi kabul etmediklerini ileri sürdüler (8). Erkin'in
bu konudaki görüşü şöyleydi:
Adana görüşmeleri sırasında doğan belirsiz anlaşmaz­
lıklar bu kez kesinlikle ve ciddi olarak ortaya çıkmıştı. Ta­
raflar aynı dilden bile konuşmuyorlardı. İki görüş arasında
derin bir uçurum vardı (9).
Türklerin uzun zamandır süregelen kuruntuları görüşme­
ler sırasında doğan hava ve görüşmelerin yönetilişiyşle, daha
da artıyordu. Her zamanki gibi bu kuruntuların başında da İn­
gilizler "9'e Ruslar arasında gizli bir anlaşma yapılmış olması
ve Sovyetler'in Batı Avrupa'daki İngiliz çıkarlarına ses çıkar­
maması karşılığında, Doğu Avrupa'nın Rusya'ya bırakılacağı
korkusu geliyordu. Menemencioğlu, Linnell'in kuruluyla gö-

(6) Feridun Cemal Erkin'le yazar arasındaki özel görüşmeden.


(7) Bak: Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanı'na,
Ankara, 18 Ocak 1944, cilt: V, s. 8 16-817. Ayrıca bak: The New Y ork Times ga­
zetesi, 5 Mart 1944.
(8) Yayınlanmamış Anılar, s. 255.
(9) Erkin, önceki aynı kitap, s. 255.

11
rüşmeler sürdürülürken, Büyükelçi Steinhardt'a yönelttiği yak­
yınmalannda, üstü kapalı olarak, "İngiltere'nin savaşa katıl­
dıktan sonra Türkiye'nin savunmada kalmasını istemesinin ...
kesinlikle siyasal bir nedeni olmalıdır," demişti ( 1 O). Türk Dı­
şişleri Bakanı özel anılarında daha açık konuşmaktadır. İngi­
lizlerin üs olarak yalnızca güneydeki havaalanlannı seçtikle­
rini, yalnız lzmit'te bir üs üzerinde durduklarını belirtmekte,
Kuzeydoğu bölgesiyle Karadeniz kıyılarını bu durumda kimin
koruyabileceğini kendi kendine sormaktadır. Menemencioğ­
lu'na göre bunun karşılığı şuydu: Ruslar! Orta Avrupa'ya ağır
darbeler indirecek olan İngiliz üsleri açıldıktan sonra, Rusla­
rın da Balkanlarda geri çekilen Alman kuvvetlerine saldırmak
için aynı haklan istemeyeceğini kim söyleyebilirdi? Mene­
mencioğlu, İngilizlerin sırf Rusların kuzeyden yararlanabil­
meleri için, bilerek yalnız güney bölgesinde üs kurmak isteyip
istemediklerini kendi kendine sormuştur. İlerde, Ruslar adına
baskı yapıp yapmayacaklarını düşünmüştür. Bir gün Sovyet ha­
va gücünü Türk topraklarından, gerekirse zor kullanarak çıkart­
ma durumuna düşeceklerini hissettiğini de belirtmiştir:
İngilizlerin güneyde sağlam bir biçimde yerleşmek iste­
dikleri gerçekti. Fakat, kuzey bölgesi ne diye boş bırakılacak­
tı? Neye hazırlık olarak boş bırakılıyordu? Bu düşünceler be­
ni çok tedirgin etmekteydi... (l 1).
Ne var ki, bu düşünceler açık seçik ortaya konacak nite­
likte değildi. Bu yüzden de görüşmeler bir kere daha lojistik
ayrıntılar, personel sorunları ve öbür bilinen sorunlar ileri sü­
rülerek yokuşa koşuluyordu.

(10) Dış İlişkiler, 1944, cilt: V, s. 8 16-817.


( 1 1) Yayınlanmamış Anılar, s. 287.

12
İngilizler de Türklerin direnişinin, bir bakıma Kahire'de
onaylanan ve Amerikalıların bu görüşmelerde İngiliz tutumu­
nu desteklemediklerini gösteren inançlarından doğduğunu sa­
nıyordu. İngiliz askeri kuruluşunun Ankara'ya varışı üzerin­
den daha bir hafta geçmeden, Dışişleri Bakanlığı, Washing�
ton'daki İngiltere Büyükelçiliğinden, birleşik Amerika'nın
"Ankara'daki İngiliz elçisinin yapabileceği her türlü uyarıyı
destekleyeceğini..." belirten bir yazı almıştı (12). 8 Ocak
1944'te Dışişleri Bakanı Hull, Başkan'a İngilizlerin Türki­
ye'nin savaşa katılması için son bir şans tanımayı hedef güden
bir politika çizgisi izleyeceklerini ve yine kabul etmeyecek
olurlarsa, İngiliz hükı1metinin "Türkiye politikasını bütünüy­
le yeniden gözden geçirmeyi" kararlaştırdığını bildirdi (13).
Hull ise başka bir salık verdi: Türklere "açıkça", savaşa
etken bir biçimde katılmalarını Birleşik Amerika'nın hoşnut­
lukla karşılayacağını, anlatması için Steinhardt'a talimat ve­
rilmesini öne sürdü. Ancak, Steinhardt'ın İngilizlerin baskı­
larını destekledikleri konusunda bir şey söylememesini iste­
di. Roosevelt bunu kabul etti ve 11 Ocakta Steinhardt' a bu yol­
da bir talimat gönderildi. Steinhardt da buna uygun hareket
ederek 14 Ocakta Menemencioğlu'na "şüpheye yer bırakma­
yacak açıklıkla" Birleşik Amerika'nın, Türklerin savaşa gir­
melerini istediğini bildirdi (14). Bu çaba öylesine genel an­
lamda ve gönülsüzce gösterilmişti ki, sürüncemede olan Lin-

(12) Dışişleri Bakanından Başkan Roosevelt'e memorandum, Washington,


8 Ocak 1944, Dış 1lişkiler, 1944, cilt: V, s. 814.
(13) Aynı yerde.
(14) Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanı'na, Anlca­
ra, l 4 Ocak l 944, aynı yerde, s. 815-8 l 6. Aynca bak: Dışişleri Bakanı 'ndan, Tür­

kiye'deki Büyükelçiye, Washington, l l Ocak 1944, aynı yerde, s. 814-815.

13
neli görüşmelerinde hiç bir değişiklik yaratmadı. Bunun üze­
rine Linnell ve yardımcıları, 3 Şubatta birdenbire Ankara'dan
ayrıldı. Bu apar topar gidişin nedenleri üzerine de Türk hükft­
metine, "gereken sonuçlan kendisinin çıkarması için" hiçbir
açıklamada bulunulmadı (15).
Tartışmalar sırasında Türkler, İngilizlerin Türk kuvvet­
lerine Balkanlar'da, nerede, nasıl, hangi Müttefik birlikleriy­
le yan yana savaşacakları ve neler planladıkları konusunda bir
şey sızdırmamalarından ötürü çok tedirgin olmuştu (16). Ger­
çekten de Türkler, Müttefiklerin Balkan harekatı üzerine bir
şeyler öğrenmeyi hiçbir zaman becerememiştir. Kahire'dey­
ken Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz - Amerikan ortak kuvvet­
lerinin Balkanları istilası durumunda Türkiye'nin savaşa gi­
rebileceğini bildirmişti (17). Linnell kurulunun başarısızlığı,
öneriyi yeniden ön plana çıkarmıştı. Menemencioğlu, yayın­
lanmamış anılarında, 1944 yılı Ocak ayının ilk günlerinde An­
kara'da verilen bir yemekte, Balkanlar'da, "Hatta Batıda giri­
şilecek bir istila hareketinden otuz gün sonra, Türklerin de sa­
vaŞa katılacağı üzerine yazılı taahhütname verebileceğini söy­
lediğini hatırlatmaktadır (18). Menemencioğlu, kararlaştır-

(15) Bak: Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanı'na,


Ankara, 4 Şubat 1944, aynı yerde, s. 817-818.
(16) Esmer, Türk Dış Politikası, s. 167'de şöyle yazıyor: "Güven bunalı­
mının sonucu olarak ortak askeri plan ve işbirliği üzerinde kalın bir esrar perde­
si vardı. Bu perde, savaş sona erinceye kadar kalkmadı. Gerçekten de lngiltere
ve Birleşik Amerika, planlarını Türkiye'ye açıklamakta çekingen davranıyorlar­
dı. Türkiye, Türk kuvvetlerinin etken olabileceği Balkanlar'da bile, üç büyük dev­
letin aralarında kesin bir anlaşmaya varamadıklarını ispatlamıştı."
(17) Erkin, önceki aynı kitap, s. 261-262.
(18) Erkin, aynı yerde, bunu kendisine Menemencioğlu'nun anlattığını
söylemekte, ama, kitabında "Batı cephesinde bile" cümlesini kullanmamakta-

14
dıklan üzere ertesi gün Hugessen'in yazılı öneriyi bile alma­
ya gelmediğini belirtmektedir (19).
Bir süre sonra da Linnell heyeti Ankara'dan ayrıldı ve
İngilizler yavaş yavaş her türlü samimiyetten uzaklaşmaya,
hatta bizimle görüşme zorunda kalmamak için karşılaşma­
maya bile dikkat eder oldular" (20).
Göründüğü kadarıyla İngilizler Türklerden, özellikle
Numan Menemencioğlu' ndan umudu kesmişlerdi.
İngiliz askerikurulunun Ankara'dan ayrılması, savaş dö­
neminde İngiliz - Türk ilişkilerinin en kötü noktaya vardığı an-

dır. Oysa cümle, Yayınlanmamış Anılar, s. 292'de vardır. Bunlardan hangisinin


doğru olduğu konusu, tarih yönünden çok önemlidir; çünkü, Menemencioğlu'nun
nerede olursa olsun, ister Balkanlar'da, ister Batı'da, ikinci Cephe'yi açmaları
şartıyla Türkiye'nin savaşa katılmasını Müttefiklere önerip önermediği sorusu
ortaya çıkmaktadır.
Her iki Kahire konferansında da Türk kurulu ile Müttefik yetkilileri ara­
sında tercümanlık yapan Turgut Menemencioğlu ise, önce l 943 yılı sonunda Türk
politikasının, İngiliz ya da İngiliz-Amerikan kuvvetlerinin yalnızca Balkanlara
yapacağı bir çıkartmanın Türkiye'nin savaşa girmesine yeteceği görüşünü savun­
duğıınu söylemiştir. Ancak bunun bir manevra olabileceğini, amcasının, "hatta
batıda" cümlesinin, İngiliz-Amerikan niyetlerini öğrenmek amacını güden bir
kurnazlık diye kullanılmış olabileceğini belirtmiştir. Bu konuda da şunları yaz­
maktadır: "İngiliz Büyükelçisiyle görüşme, Kahire konferansından bir ay sonra
yapıldığı ve bu süre içinde ikinci Cephe'nin ilkbaharda açılması ihtimali daha
elle tutulur duruma geldiğinden, başlangıçtaki askeri işbirliği fıkri (Türk ve İn­
giliz - Amerikan birlikleri arasında) aynı stratejik alanda geçerli olabilirdi. Bun­
dan kuşkuluydum. Ama, bir ihtimal olarak belirtiyorum. Cümle bir çeşit karşı­
lıklı yakınma olarak da kullanılmış olabilir: Bize baskı yapıyorsunuz ama, daha
siz bize yardım etmek, bizimle işbirliği yapmak için hazırlıklı değilsiniz. Hatta,
ikinci Cephe'yi z.amıııd ıın a açacağınızdan bile emin değiliz. Hiç olmazsa böyle
bir durumda niyetlerinizi ve imkanlarınızı daha iyi tanımamız gerekir..." Turgut
Menemencioğlu şu sonuca varmaktadır: •'bunlar, o sıralar amcamın zihninde var
olduğıınu bildiğim bazı kuşkuları ifade eden, varsayıma dayanan sözcüklerdir."
(Yazara gönderdiği mektuptan, Ankara, 30 Eylül 1969).
(19) Yayınlanmamış Anılar, s. 289.
(20) Aynı yerde, s. 290.

15
dır. Az konuşan, fakat hep Türkleri öven Hugessen bile, Li­
nelli kurulunun ayrılmasından sonra, uğradığımız hayal kırık­
lığını saklamak için hiç bir teşebbüste bulunmadığımız çetin
bir dönembaşladı" diye yazmaktadır (21). Türkleri azarlama
konusunda İngilizler, özellikle Menemencioğlu'na karşı, ge­
rek sosyal,gerekse diplomatik yönden Amerikan desteğini de
istemekten geri kalmadılar. 4 Şubatta, İngiliz askeri kurulu­
nun Ankara 'dan ayrılmasından bir gün sonra, Hull, İngiltere
hükümetinden Büyükelçi Steinhardt' ın Türklerle sosyal iliş­
kilerini en aza indirmesini öneren bir mektup aldı. Roosevelt
de bunu kabul etti. Hull, telgrafla Steinherdt' a: "Türklerle
ilişkilerinizi 'dondurun.'" talimatını gönderdi (22) .
İngilizlerle Amerikalıların Türkiye'ye yaptıkları silah
yardımı da birden kesilivermişti. İngilizler,Türklerle olan iliş­
kilerini sertleştirmeye o kadar kararlıydı ki, Port Sait'ten ay­
rılan silah yüklü bir Türk gemisini çevirip, "yükünü boşalt­
madan gidemeyeceğini" bildirdiler (23). Kiralama - Ödünç
Verme Anlaşması yoluyla yapılan yardımlar da durmuştu. Fa­
kat, İngilizler bütün ticari ilişkilerini kesmekten dikkatle ka­
çınıyordu. Çünkü,Türkler de kromit ihracatını durdurarak bu­
na karşılık verebilirdi.

(21) Hugessen, aynı kitap, s. 200; Irena Sokolnickia, lngiliz Elçisi'nin, ln­
giliz Elçiliği üyelerinin çağrıldıkları toplantılara Menemencioğlu'nun çağrılma­
ması için kampanya açtığını anlatmaktadır. Bayan Sokolnickia, Hugessen'in bir
çok kez kendisine başvurarak katılmayı tasarladığı yemek çağnlanna ya da par­
tilere Türk Dışişleri Bakanı'nı çağırmamasını istediğini belirtmekte, genellikle
bu istekleri geri çevirdiğini yazmaktadır. Hugessen ise, bu tür hiç bir istekte bu­
lunmadığını, hatta lngilizlerin Menemencioğlu'na karşı kişisel hiç bir kin güt­
mediğini ileri sürüyor. (Yazarla aralarındaki özel görüşmelerden.)
(22) Dışişleri Bakanından, Türkiye'deki Elçiye, Washington; 7 Şubat 1944,
Dış tlişkiler, 1944, cilt: V, s. 818.
(23) A.C. Edwards, önceki kitabı.

16
Yıllarca sonra Cevat Açıkalın, bu dönem üzerine görüş­
lerini yazmıştır: "O günlerin heyecanlı ve gergin havası için­
de Türkiye'nin tutumuna karşı eleştirici sesler yükseltenle­
rin sayısı çoktu." (24). Fakat bunlar içinde Londra'da yayın­
lanan "Times" gazetesi kadar sesini çok yükselten ol mamış­
tır. 1944 yılı şubat ayında yayınlanan iki makalesinde "Ti­
mes", İngiliz-Türk ilişkilerinin "ölü nokta"ya vardığını ve
"donduğunu" bildirdi (25).
"Türkiye ve Büyük Devletler: Kahire Konferansından
Beri Süregelen Kuşkular" başlıklı makalesinde "Times", İn­
giliz askeri misyonunun Türk isteklerini, "Türklerin sindir­
me gücüne oranla abartmalı ve uygunsuz bulduğunu" ileri
sürdü. "Times",bu davranışta "bir güven bunalımı" yaratan
etkenler bulunmasaydı, durumun o kadar kötü sayılmayaca­
bileceğini de ekliyordu (26).
Bu bakımdan "Times",yaratılan güven bunalımının, Me­
nemenci oğlu ile Eden arasındaki kişisel düşmanlıktan doğdu­
ğunu belirten yayın organları arasında gerçeğe en yaklaşanıy­
dı. Bu düşmanlıkla ilgili olarak "Times"in Ankara'daki özl
muhabiı:i şöyle diyordu: " Bugünkü dert... yanlış anlamalar­
dan ve belki de öfke nöbetlerinden ileri geliyor..."
Türklerin savaşa girmeyi erteleme çabalarına gelince,
"Times", Türkiye' nin Müttefiklere hiç de içten olmayan hiz­
metlerinin yanı sıra, önderlerinin de yükümlülüklerini yerine

(24) Cevat Açıkalın, önceki kitap.


(25) Times gazetesi, Londra, 9 Şubat 1944.
(26) Aynı yerde; Esmer, Türk Dış Politikası, s 165-167'de, 1944 yılı Mart­
Haziran aylan arasındaki dönemden, Türkiye ve lngiltere arasındaki bir güven
bunalımı olarak söz etmekte ve suçu, haklı olarak lngilizlere yüklemektedir.

17
getirmeye niyetli olmadıklarını söylüyordu. Türklerin görüş­
leri ve istekleri "sonuçtan kaçma amacını güden boş kaça­
maklardı." "Times", 26 Şubatta, "Ankara'da Kararsızlık"
başlıklı ikinci bir makalesinde, Türkiye' nin Müttefiklerin
yardımına koşmaktaki çekingenliğini, Sovyetler Birliği' nden
korkmasına bağlamaktaydı (27). "Türklerin Sovye Rusya'dan
kuşkulanıp çekinmeleri, mantıkla bağdaşmayan eski bir alış­
kanlıktan doğmaktadır..."
"Times", eğer önderleri savaştan sonra Balkanlar'da an­
lamlı bir rol oynamak istiyorsa Türkleri, Rusların gönlünü al­
maları ve Müttefiklerle işbirliği yapmaları gerektiği konusun­
da uyarıyordu.
Tahmin edileceği gibi, bu görüş Türkleri çok endişelen­
dirdi. Sadak, "Akşam" gazetesinde yayınlanan bir dizi maka­
lede, "Times"in takındığı tutuma karşı çıktı, gazeteyi, dış po­
litikanın "duygusal çözüm yolları"nı, "sokak politikası" bi­
çimine çevirmekle suçladı (28).
"Times "te yayınlanan raporların sağlam kaynaklara dayan-

(27) Times gazetesi, Londra, 26 Şubat 1944.


(28) Times'te yayınlanan ilk makaleden sonra Sadak'ın yonunlanmu bir
örneği, Ayın Tarihi, Şubat 1944, cilt: 123, s. 27-29'da bulunabilir: "lngiltere'yle
Türkiye arasında görüş aynlığı var mıdır?'', Necmettin Sadak, Akşam, 1 l Şubat
1944; Times'te yayınlanan ikinci makaleden sonraki görüşü için bak: "Şimdiye
Kadar Kaç Defa Harbe Girecektik?" Akşam, 19 Şubat 1944 ve Ayın Tarihi, Şu­
bat 1944, cilt: 123, s. 41-43. Sadak'ın iki makalesi arasında pek değişiklik yok­
tur; yalnız ikincisinde, İngilizlerin Tiirkiye'yi zorla savaşa sürüklemek isteme­
lerine karşı çok daha sert çıkmıştır.
Esmer, Türle Dış Politikası, s. 166'da, Sadak'ın 29 Şubat tarihli makalesi­
ne değinerek şöyle diyor: " ...Times'ın, katıldığımızda savaşın sonunda elde ede­
ceğimiz belirsiz kazançlardan; eğer katılmazsak, yoksun kalacağımız ucuz şan
ve şereften söz eden beyanlan, Türle kamuoyunda ne heyecan, ne de korku uyan­
dırmıştı."

18
<lığı görüntüsünü kabul eden Sadak, bunların "bütünüyle aleyh­
te" olduğunu söylemekte ve İngilizlerin "kendi mantıklarına bi­
le inanmadıklarını" yazmaktaydı. lleri sürülenleri yalanlamak
için de her zamanki Türk görüşlerini sıralıyor, Batı'nın yaptığı
silah yardımının azlığından, savaş stratejisinde koordinasyon ge­
reğinden söz ediyor ve doğan güven bunalımının suçunu İngi­
lizlerin omuzlarına yıkıyordu. Türkler Müttefiklere karşı görev­
lerini sebatla yerine getirmişlerdi. İngilzler ise vaatlerini yeri­
ne getirmekten kaçınmışlardı. Halkın yalnızca ucuz bir ün sağ­
lamak için savaşa girmek istememesi çok doğaldı.
Falih Rıfkı Atay da buna benzer bir görüşü savunmuştur
(29). Türkler, İngilizlerle anlaşıp savaşa katılacak olurlarsa,
barışı imzalayan yandan olacaklarını biliyor, fakat körü körü­
ne savaşa girmek de istemiyorlardı. Atay, Müttefikler arasın­
da gerginlikler olduğunu ileri sürüyordu. "Etken bir ittifak,
belgelerin korunduğu yapıların tozlu rafları arasında uyutul­
maz," diye yazıyordu.
Times 'te yayınlanan makalelere karşı Türk kamuoyu­
nun tepkisi, sorunu bir güven sorunu olmaktan çıkarıp ortak­
lar arasında bir ağız kavgasına dönüştürmüş, Türkiye'nin sa­
vaşta oynadığı rolü içtenlikle onaylamış, ortada işlenmiş bir
suç varsa, bunun sorumluluğunu İngilizlerin omzuna yüklen­
mişti. Ancak Türk hükumeti üzerindeki baskılar gittikçe ar­
tıyordu (30). Times gazetesi Türkelere, Ruslara yanaşmala-

(29) Falih Rıkı Atay, "Müttefikimiz İngiltere'de'', Ulus, 18 Şubat 1944;


ayrıca bak, Ayın Tarihi, Şubat 1944, cilt: 123, s. 37-38.
(30) 8 Şubat 1944 'tc, Times'teki ilk makalenin yayınlanmasından bir gün
önce Menemencioğlu, von Papcn'e, "Türkiye, İngiltere ve Amerika ile olan iliş­
kilerinin bundan daha çok bozulmasına izin veremez," demişti. Papen. önceki
kitap, s. 521.

19
rını salık vermişti. İşte, Menemencioğlu da, bunu denemeyi
kararlaştırdı.
Menemencioğlu Ruslara Yanaşıyor Türkiye ile İngil­ -

tere arasındaki ilişkiler bu biçimde bozulurken, Türkler, Sov­


yet niyetlerini bir kere daha yoklama ve Kahire Konferan­
sı'nda Roosevelt'le Churchill'in salık verdikleri gibi, Rusya
ile daha iyi ilişkiler kurabilmek amacıyla bir çaba gösterdi.
Türk Dışişleri Bakanı bunu, ciddi kuşkular duyarak yaptı.
Rusların yalnızca yalan söylediklerini hissediyordu. Bu konu­
da şunları yazmaktadır:
Ruslar, tam bir umursamazlık gösterdi. Hatta İngiliz öne­
rilerinin kışkırtıcısı oldukların bile yalanladı. Türkiye' nin hu­
zurunu kaçırmak istemiyor, Müttefikleri olan İngilizlerin üs­
teleyişini, hedeflerine ulaşmak için yeterli görüyorlardı. Rus­
lar, Türkleri tedirgin etmek istemiyorlarsa, kesinlikle, çok hu­
zur kaçırtıcı bir şeyler tasarlıyorlar demektir (31).
Buna rağmen Menemencioğlu, Kahire Konferansı'ndan
sonra ve İngilizerin "savaş döneminde ve savaştan sonra Sov­
yet saldırılarına hedef olmamak için bir anlaşma düzeyi ya­
ratma" çağrıları uyarınca, Sovyet Büyükelçisi Vinogradov'un
kişiliğinde Rus hükfunetine yanaşmayı kararlaştırdı. Savaştan
sonra iki hükfunet arasında, Balkan ülkelerinin bağımsızlık ve
tarafsızlığını garantiye alacak bir anlaşma önermeyi düşündü.
Menemencioğlu, "böyle bir anlaşmanın iki ülke arasında da­
ha geniş bir işbirliğine yol açacağını" söylüyordu (32). Türk
Dışişleri Bakanı böylece, Rusya'nın niyetlerini keşfetmeye

(31) Yayınlanmamış Anılar, s. 230, 3g-4g. Anıların 290- 29 1. sayfaları ara­


sına Menemencioğlu, lg-5g olarak numaraladığı bir ek katmıştır.
(32) Aynı yerde, s. 290, 2g.

20
koyuldu. Vinogradov'a, "Türkiye'nin Britanya'yı Rusya'dan
ayıran bir duvar olmak istemediğini, tersine, aslında Müttefik
olan iki ülke arasında birleştirci bir rol oynamayı özlediğini
belirtti (33). Menemencioğlu'na göre, Rusların buna verdik­
leri karşılık, Sovyetler Birliği'nin temelde bu görüşte olduğu,
ancak Türkiye'nin hala katılmadığı bir savaşa Sovyetlerin kat­
kısının bu yüzden "Büyük bir engel"le karşılaştığını belirt­
mek oldu. Türkiye hiç gecikmeden savaşa katılacak ve bu
"anlaşmazlığı ortadan kaldıracak" olursa, Sovyetler Birliği
yalnız sınırlı bir danışma anlaşması değil, genel bir karşılıklı
yardımlaşma paktı bile imzalamaya hazırdı (34).
Karşılıklı görüş alışverişi bunda ileri gidemedi. Meııe­
mencioğlu, Türk sınırlarında, hiila kuvvetli bir Almanya ile,
kuşkusuz savunma gücü postuna bürünüp, bir daha Türk top­
raklarından çıkmayacak olan Sovyet yardımı heyulası var ol­
dukça, Rusların Kahire görüşmelerinde uzakta kalışının ne­
denlerini anladığını yazmaktadır. Sovyetlerin, Türkiye'nin ge­
rektiği biçimde silahlandırılıp askeri yönden İngilizler ve
Amerikalılarca desteklenerek savaşa katılmasıyla hiç ilgilen­
medikleıj. açıkça belliydi. Ruslar, Türklerin savaşa girmesini
istiyordu ama, Rusya ile "karşılıklı yardımlaşma"ya dayana­
rak girmesinden yanaydı. Böylece Menemencioğlu, kuşkula- .
nnın hiç de yersiz olmadığını kavramış oldu.
Anlaşıldığı kadarıyla Rusya'ya yanaşma teşebbüsü ka­
bul edilmemişti. Teşebbüs, Dışişleri Bakanı'nın başlıca yar­
dımcılarından birince, "teknik yönden verimsiz ve mantıksız"

(33) Aynı yerde.


(34) Aynı yerde, s.290, 3g.

21
bir davranış olarak eleştirilmiştir (35). Türk-İngiliz ilişkileri­
nin "gerçekte sıfıra indiği" (36) bir dönemde, Türk-Sovyet
ilişkileri tehlike çanları çalarken ve Almanya'nın çöküşünün
arifesinde, Türkiye 1944 yılının ortasına, kendisini tedirgin
hissedecek kadar yalnız giriyordu (37). Diplomatik ustalık,
Türkiye'yi savaşın yıkımından kurtarmıştı; ama, aynı diplo­
masi, gittikçe yaklaşan savaş sonrası döneminde Türkiye'nin
güvenliğini etkili bir biçimde sağlayamayacaktı.

(35) Erkin, önceki aynı kitap, s. 281.


(36) Aynı yerde s. 263.
(37) Aynı yerde, s. 264.

22
x

İÇ POLİTİKADA DEGİŞİKLİK

Müttefik zaferlerinin birbirini kovalaması, Birleşik Ame­


rika'nın ve İngiltere'nin Türkiye ile olan ilişkilerini "dondur­
maları", batıdan alınan askeri yardımın kısıtlanması, Rusya
ile olan görüşmelerin kesilmesi, 1944 yılı ilkbahar ve yaz ay­
larında Türk politikasının gidişi üzerinde dayanılmaz baskı­
lar yaratan etkenler olarak dikkati çeker. Erkin'in deyimiyle:
Eğer Türkiye savaşa katılmamaya karar verirse, İngilte­
re-Türkiye arasındaki uyum bozulacaktı; belki de Büyük Bri­
tanya artık Türk sorunlarıyla ilgilenmeyecek, Rusya, Türkiye
ile arasındaki sorunları kendi bildiği yoldan çözümlemekte
serbest bırakılacaktı ( 1)
Büyükelçi Hugessen, Saraçoğlu'na, yakın bir gelecekte
Türkiye'nin "savaşa girme ya da savaştan sonra tek başına kal­
ma alternatifleri arasında bir seçme yapma zorunda kalacağı­
nı" belirtmişti (2). Birleşik Amerika bile, Türkiye'nin başına
gelenlerin tümüne sırt çevirmekte İngiltere'ye katılmışa ben-

(1) Erkin, önceki aynı kitap, s. 263.


(2) Esmer, Türk Dış Politikası, s. 157.

23
ziyordu. İşte bu dönemde Türkler, Müttefikleri yatıştırmak
amacıyla, gerek iç, gerekse dış politikalarını değiştirmeye baş­
ladılar. İngilizleri ve Amerikalıları tatmin için, batılı demokra­
silerin duygularını çok inciten Varlık Vergisi'ni yürürlükten
kaldırdı; Rusların hoşuna gitmek için, öbür uğraşılarından baş­
ka, Sovyetler Birliği sınırlan içinde yaşayan Türk ırklarının ba­
ğımsızlığı uğrunda çaba gösteren Turancılık hareketini sildiler.
Varlık Vergisi Türkiye Büyük Millet Meclisi, 11 Kasım
-

1942'de Varlık Vergisi kanununu çıkardı. Bu verginin amacı,


savaş zenginlerini, fırsatçıları, kazandıkları büyük ser vetler
üzerinden uygun oranda vergi vermeye zorlamaktı (3). Aynca
deflasyon yaratmak için tedavüldeki parayı çekme ve azaltma
hedefi de güdülüyordu. Başbakan Saraçoğlu tasarıyı Büyük
Millet Meclisi üyelerine sunarken, yeni verginin zengin tüccar
ve emlak sahipleri gibi, "savaşta büyük paralar kazanan kim­
selerden" alınacağını söylemişti (4). Vergiler, bölgesel komi­
telerce değerlendirilecek ve bunlara itiraz etmek için Mec­
lis 'ten başka hiçbir yere baş vurulmayacaktı. Böyle artan hü­
kümet harcamalarının karşılanmasına yardımcı olunacaktı (5).
Fakat bu kanun, daha başında şiddetli protestolarla kar-

(3) Varlık Vergisi Hakkında Kanun, no. 4305, yürürlüğe giriş tarihi: 11 Ka­
sım 1942, bak: Düstur, 3. Tertip, cilt: XXIV, s. 9. Aynca bak: Türkiye Cumhu­
riyeti Başbakanlık Neşriyat ve Müdevvenat Genel Müdürlüğü, Resmi Gazete, sa­
yı 5255, 11 Kasım 1942; Sicilli Kavanin cilt: XXIII, s. 901.
(4) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Altıncı Meclis, Üçüncü Dönem, 11 Kasım
1942, cilt: 28, s. 21; Varlık Vergisi üzerine yapılan görüşmeler için bak: Aynı
kaynak, s. 14-29; kanun metni için bak. aynı kaynak, s. 29-32.
(5) Aynı yerde, s. 22. Maliye Bakanı Fuat Ağralı, hükürnetin tutumunu des­
tekleyen bir konuşma yapmıştı; aynı yerde, s. 24-25.

24
şılandı. Tasarının Meclis'te görüşülmesi sırasında, Varlık Ver­
gisi'nin kanun ilkelerine aykırı olduğu bile ileri sürüldü (6).
Tasarının gerekçesinde, zengini vergilendirerek sosyal
adaleti sağlama amacının güdüldüğü açıklanıyordu. Ancak,
Nadir Nadi'nin de yazdığı gibi:
Kulaktan kulağa fısıldandığı, hatta zaman zaman yük­
sek sesle de dile getirildiği gibi, daha da açıkçası, kanunun
ikinci hedefi, piyasayı azınlıkların denetiminden kurtarmak
ve T ürklere açmaktı (7).
Yine, yazarın belirttiğine göre, "Türk vatandaşı olmak­
la övünen bizim Yahudi, Rum ve Katolik vatandaşlarımız, em­
lak ve servetlerini yok pahasına elden .çıkarmak zorunda ka­
lacaklardı ..." (8).
Bu görüş, Varlık Vergisi üzerine daha doğru bir yargıyı
getirmektedir.
Kanunun uygulaması hem farklı, hem de zorlayıcıydı. Ya­
hudi asıllı Amerikan Büyükelçisi Steinhard, 18 Ocak 1943'te,
verginin azınlıklar arasında farklı uygulandığına kuşkusu ol­
madığını, bunun kanıtlarının "inkar edilemeyeceğini" rapor
ediyordu (9). Mahalli Vergilendirme Komisyonları, kanunu

(6) Bak. Aynı yerde, s. 23.


Ali Rana Tarhan, hiikı1meti desteklemekle birlikte, kanunun meşruluğu üze­
rine bazı kuşkulan olduğunu belirtmiştir.
(7) Nadir Nadi, önceki kitap, s. 178. Nadir Nadi'nin, Vergi'de aşınhklara
kaçılmasını doğru olarak anlatmasına rağmen, asıl amacının ismet lnönü 'yü güç
duruma düşürmek olduğu anlaşılmaktadır.
(8) Aynı yerde.
(9) Türkiye' deki Büyükelçi'den (Stcinhardt), Dışişleri Bakanı'na, Anka­
ra, 18 Ocak 1943, Dış ilişkiler, 1943, cilt: iV, s. 1079-1081.
Türkiye' deki mahalli vergilendirme komiteleri, kazanç sağlayan kuruluş­
ları ikiye ayırmıştı: "M" kategorisinde Müslümanlar, "G" kategorisinde de
gayrimüslimler bulunuyordu. Azınlıklar bu ikinci kategoriye alınıyor ve insaf­
sız, çok defa imkansız oranlarda vergilendiriliyorlardı. Bak: Geoffrey Lewis,
Turkey (Türkiye), (New York, 1960). a. 117.

25
fark gözeten bir biçimde uyguluyor ve direktiflerini merkezi
hükfunetten aldıkları açıkça belli oluyordu.
Vergilerini ödemeyenlere karşı çok sert tedbirler alınmış­
tı. Böyleleri doksan gün hapsediliyor ve mallarına - mülkle­
rine el konuyordu. 1943 yılı şubat ve mart aylarında İstanbul
ve Ankara'da yayınlanan gündelik gazetelerde, haczedilen em­
lak ve vergilendirmede eşitsizlik olduğu üzerine "yalan pro­
paganda" ya kalkmış ve suçlu görülmüş olanların sürgüne
gönderilecekleri, ağır işlerde çalıştırılacakları bildiriliyordu.
Ağır işe mahkfun edilen vatandaşlar önce, Kadıköy, Haydar­
paşa, Kartal, Pendik ya da Maltepe semtlerinde enterne edili­
yor, sonra Erzurum yakınlarındaki Aşkale' ye, çalışma kamp­
larına gönderiliyordu (1 O).
Mükellef, çalışması karşılığında günde iki buçuk lira alı­
yor, bunun yarısı hemen hükumete olan borcuna kesiliyor, ge­
ri kalan yansı da kişisel giderleri, yiyecek ve giyimi için ay­
rılıyordu. Çalışmaya gönderilenlerin ailelerine iş bulmak için
tedbirler de alınmıştı. Yaklaşık olarak 4000 kişi bu biçimde
tutuklanmıştır (11 ).
Doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi'ne başvur­
maktan başka vergiye itiraz yolu da tanınmamıştı. 15 O..,ak
1943 tarihine kadar itiraz edenlerin sayısı ise 3000'i bulmuş­
tu (12). Bunun üzerine Meclis ve Maliye Bakanlığı Dilekçe
Komisyonları, itirazların ancak konulan verginin tamamının

(10) Bu olaylar, lngiltere'de büyük bir dikkatle karşılanmıştı. 28 Ocak


1944'te Times gazetesi şöyle yazıyordu: "Yetkililer vergi ödemekten kaçanla­
nn cezalandırılmaları ile uğraşmaktadır... Çoğunluğu Yahudi ve gayrimüslim olan
birtakım insanlar.. tutuklanmış olup, Erzurum yakınlarındaki Aşkale'ye gönde­
rilmeden ve burada kamu hizmetinde çalışmaya zorlanmadan önce, Moda'daki
otellerde barındırılmaktadır.''
(11) Ahmet Emin Yalman'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(12) Bak. Dış llişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1079-1081.

26
ödenmesinden sonra dikkate alınacağını ve giderlerin de ay­
nca alınacağını açıkladı.
15 Mart 1943'e kadar Aşkale'ye gönderilenlerin sayısı
300'ü bulmuştu. Bunlar arasında yalnızca üçü Türk asıllı bir
ad taşıyordu. Ötekilere ise Yahudi, Rum ya da Ermeni' ydi. Bu
usul, vergi yürürlükte kaldığı sürece uygulandı. Steinhardt
Dışişleri Bakanlığı'na, Başbakan da içinde, Türk yetkilileri­
nin eşitsizlikler yapıldığını kabul ettiklerini haber verdi ( 13).
Nadir Nadi ve Varlık Vergisi'nin lstanbul'daki uygulamasını
yapan Faik Ökte de bunu doğrulamaktadır ( 14). Her ikisi de
verginin azınlıkların belini büktüğünü belirtirken, hükumeti­
nin, "tekstil fabrikası sahibi toprak ağalarına, hükfımetle iş ya­
pan komisyonculara ve müteahhitlere dokunmadığını" ileri
sürmektedirler ( 15). Türk vatandaşı olmayan azınlıklar da çok
yüksek ve aşın oranlarda vergilendirilmekteydi. Bu da gerek
Müttefik, gerekse Mihver'e ait yabancı hükfımetlerle sürekli
sürtüşmelere yol açıyordu.
Bu dönemde Almanya, Bulgaristan ve Yunanistan da için­
de, pek çok elçilik, Türk hükfımetine protesto notaları vermiş­
tir. Amerikan Büyükelçiliği de "Türklerle sertçe ve doğrudan
·
doğruya konuşmanın haklılığını" kabul etmiştir ( 16). Böyle-

(13) Aynı yerde.


(14) Bak. Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, (lstanbul, Nebioğlu Yayıne­
vi, 1951).
(Nadir Nadi, önceki kitap, 1 78-179.
(16) Siyasal ilişkiler Danışmanı'nın (Murray) Memorandumu, Washing­
ton, 19 Şubat 1943, Dış ilişkiler, 1943, Cilt:IV, s.1084-1085. Yabancı uyruklu­
ların vergilendirilmesini Geoffrey Lewis şu biçimde yorumlamaktadır: "Ulus­
lararası hukukun ilkelerinden biri olarak, bir devletin yabancı uyrukluları kendi

27
ce, Ankara'daki yabancı diplomatlar vergilere karşı hep bir
ağızdan yaygara koparmışlardır.
Türk basınına gelince, Varlık Vergisi konusunda tüm ha­
berleri vermiş, tüzükleri ve Aşkale'ye gönderilenlerin adları­
na kadar verilen cezalan yayınlamış, ancak yorum yapmak­
tan kaçınmıştır. Sonunda Ahmet Emin Yalman bu sessizliği
bozarak 1 Ekim 1943'te "Vatan" gazetesinde "Varlık Vergi­
si Kaldırılmalıdır: Çünkü Müzmin Bir Hastalık Oldu" başlı­
ğı altında bir yazı yayınlamıştır. Yalman, verginin bulaşıcı bir
hastalık olan ve Avrupa'yı da kasıp kavuran "Yahudi düşman­
lığı"nın sonucu olduğunu, "sarılması gereken bir yara açtığı­
nı" yazmıştır ( 17). 1 Ekim 1944'te, vergiyi eleştirmesinden
bir yıl sonra, "Vatan" gazetesi kapatılmış, Yalman'ın kendi­
si de Aşkale'ye gönderilmiştir. Tersi düşünülebileceği halde,
Yalman çalışma kampını yazara, "Şifalı bir yerdi. Burada zor­
la bulundurulanlar birlikte hoşça vakit geçirebiliyorlardı, ama

uyruğundaki vatandaşlardan daha yüksek oranda vergilendirmesi mümkün olma­


dığı için, Mihver vatandaşı olan Yahudi asıllılar dışında, Türkiye'de oturan ya­
bancı uyruklulann da Türkler gibi vergilendirilmesi için emir verilmiştir. Uygu­
lamada ise, yalnız bunlar değil, daha birçok yabancı uyruklu vatandaş da, : ..ırk
uyruklu olmayanlar gibi işlem görmüştür. Özellikle Yunan uyruklu Rumlar bu iş­
lemle karşılaşmışlardır. .. " Bak. Lewis, önceki kitap, s. 11 9. Amerikan Elçiliği. üç
olayda duruma kanşmıştır: Bunlardan birincisi, Nicholas Balladur adında, Türki­
ye' de çalışan ve kendisiyle aynı ücreti alan Türk uyruklulardan daha çok vergi ve­
ren bir Amerikan vatandaşı içindi; ikinci örnek, Socony-Vacuum şirketinin "bii
kat çok vergilendirilmek istenmesinde" ortaya çıkmıştır; üçüncüsü, Sadullah­
Mandel ve Levi adlı bir şirketti. Bu şirkete de, ana sermayesinin üzerinde bir bö­
lümünü Amerikan vatandaşlan ellerinde tutuyordu. Steinhardt'ın, Türkiye Baş­
bakanı'na kişisel itirazı üzerine, Sadullah-Mandel ve Levi şirketi, başlangıçta ko­
nulan verginin ancak bir bölümünü ödedi. Balladur'la Socony-Vacuum'a konu­
lan vergiler ise bütünüyle kaldırıldı. Bak: Dış ilişkiler, 1943, Cilt:IV, s. 1079- 108 1 .
(17) Bak. Vatan,1 Ekim1943.

28
pek çoğu sürgünde olmanın acısını çekiyordu", diye anlat­
mıştır (18). "Vatan" gazetesi, 23 Mart 1945'te yeniden ya­
yınlanmaya başlamıştır.
Aydemir ise vergiyi, "bir kapris değil, kaçınılmaz bir ih­
tiyaçtı" diyerek savunmaktadır. Aydemir, 1942 yılı ağustos
ayında Başbakan Refik Saydam'ın ölümü üzerine, "fiyat de­
netimi ve ayarlama tedbirlerinin çığırından çıktığını" belirt­
mekte, enflasyona yatkın olan piyasadaki parayı azaltmak için
hükfunetin acele olarak daha çok fona ihtiyaç duyduğunu ile­
ri sürmektedir (19). Aydemir, "bugün bile verginin İnönü'nün
politika hayatına karşı bir suçlama olarak kullanıldığını" ka­
bul etmekte ve zamanında İnönü'nün, verginin getirilişi sıra­
sında ayn bir özen gösterdiğini; çünkü, sonunda bunun hesa­
bını kendisinden soracaklarını bildiğini hatırlatmaktadır (20).
Vergi kanunu kabul edilirken, bunun 465 milyon liralık
bir gelir sağlayacağı tahmin edilmişti (21). 17 Mart 1943'te
ise Saraçoğlu Meclis'e V�lık Vergisi'nin 225 milyon lira ge­
lir sağladığını, bu toplamm'1a ülkenin mali ufkundaki "bu­
lutlan dağıttığını" söyledi. "Düşüncesizce ve zararlı bir bi­
çimde harcanacak paranın şimdi tedavülden çekilmiş olduğu­
nu" ileri'sürdü (22). 1944 Şubatında tahsil edilen miktar 315

(18) 1944 'te Ahmet Emin Yalman 'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(19) Bak. Aydemir, önceki kitap, s.228-230.
(20) Aynı yerde, s.233. Yazar, eski Cumhurbaşkanı lnönü'ye Varlık Ver­
gisi üzerine nasıl bir yorum yapacağını sorunca, İnönü "Bu bütün Türkleri kap­
samına alan bir vergiydi" demiştir.
(21) TBMM Zabıt Ceridesi, 11Kasım 1943, Cilt 28, s.14-29.
(22) Bak. Ayın Tarihi, Cilt: 111, Mart 1943, s. l 7. Servet üzerinden alınan
verginin kaldıniması, çeşitli aşamalardan gerçekleşmiştir: 13 Mart'ta Meclis Ma­
liyeKomisyonu'na getirilmiş, 15 Mart'ta Meclis GenelKurulu'nda tartışılmış,
17 Mart 1944'te de teknik bakımdan yürürlükten kaldırılmıştır. Vergiyi yürür­
lükten kaldıran kanun metni için bak. Varlık Vergisi Bakayasının Terkinine Da-

29
milyon lirayı bulmuştu (23). Bu toplamdan 28 0 milyon lirayı
"zengin azınlıklar"dan alınmıştı (24). Varlık Vergisi, 15 Mart
1944'teyürürlükten kaldırıldı ve kanunu kaldırankarar, ikigün
sonra yürürlüğe girdi. Kanunla ilgili olarak verilen bütün ce­
zalar ve sünnekte olan kovuşturmalarla, daha tahsil edilme­
miş 10 8 milyon liraya yakın vergi alacağı da kaldırıldı.
Maliye Bakanı Fuat Ağralı, kanunun yürürlükten kaldı­
rılmasının nedenlerini açıklarken, "tahsil edilemeyen alacak­
ların bir bölümünün tahsiline aslında imkan bulunamaması­
nı, başka bir bölümünün ise, mükellefleri çetin çalışma şart­
larına ya da tam bir yoksulluğa düşmeden tahsil edilememe­
sine" bağladı (25). Kanunun yürürlükten kaldırılmasına ne­
den olarak günün şartları gösterilmişti ama aslında, özellikle
Birleşik Devletlerin baskısına olumlu bir karşılık vermek ve
Türkiye ile Batılı Müttefikler arasında daha iyi ilişkiler kur­
mak için bu yol seçilmişti. Franz von Papen bu tutumu keş­
fetmişti. Verginin kaldırılmasını, Türk devlet adamlarının Bir­
leşik Devletlere yanaşma niyetlerine bağlamıştı. Bu konuda
da haklıydı (26). Varlık Vergisi, Türkleri Batılıların yanından
daha da uzaklaştırmıştı. 1944 Martında toplanan vergi gelir­
leri, artık daha çok baş edemeyecekleri bir lüks durumuna al­
mıştı. Varlık Vergisi'nin kaldırılması, Türk hükı1metinin sa-

ir Kanun, Düstur, 3. forma, cilt:XXV, s.173; Sicilli Kavanin, cilt:XXV, s.97; Res­
mi Gazete, sayı:5657, Mart 1944.
(23) Konuyla ilgili Meclis görüşmeleri için bak. TBMM Zabıt Ceridesi,
15 Mart 1944, cilt l, s.34, 44-46, yürürlükten kaldımıa kanununun metni için bak.
s.46-47; Aydemir, önceki kitap, s.233. Aydemir de aynı sayılan vermektedir.
(24) Aydemir, önceki kitap, s.233.
(25) TBMM Zabıt Ceridesi, 7. dönem, 29. içtima, 15 Mart 1944, s.1-45.
(26) Ankara'daki Büyükelçi'den (von Papen), Berlin'de, Dışişleri Bakan-
lığı'na, Ankara, 16 Haziran 1943, Ele Geçirilen Arşivler, NA, T-120,
2618/E364618.

30
vaş sonrası dünyasının gerçeklerine karşı erkenden ayak uy­
durmaya hazırlanışının başlangıcıdır.
Turancılık Sorunu Türk hiikfunetinin dünya olayları­
-

na ayak uydurmaya çabaladığının bir başka belirtisi, 1944 yı­


lı mayıs ayında, T ürkçülük ve Pan-Turancılık fikirlerinin pro­
pagandasını yapanların toparlanması ile ortaya çıktı (27). Hü­
kiimet, bir tek temizlik hareketiyle, savaşın başından beri bü­
tün Türklerin birleşmesi için çağrıda bulunan küçük, fakat an­
lamlı bir grup aşın uç üyesini tutuklattı. Hiikfunetin bu tutuk­
lamaları kamuoyuna büyük gürültülerle duyurması ve zama­
nın seçilişi, amacının yalnız bir grup azınlığı cezalandırmak
değil, Sovyetler Birliği'nin gözüne hoş görünmek, belki de ön­
derlerini daha ölçülü davranmaya yöneltmekti (28).
Savaş yıllarında Türkiye'deki Turancılık hareketi birtakım
küçük gruplara bölünmüştü. Birleştikleri tek nokta, Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'ne karşı besledikleri, kin de-

(27) Charles Warren Hostler, Turkism and tlıe Soviets: The Turks oftlıe
World and their Political Objectives (Türkçülük ve Sovyetler: Düilya Türkleri ve
Siyasal Amaçları), (Londra, George Ailen and Unwin Ltd. 1957), s.199-206'da,
Pan-Türkçüliik ve Pan-Turancılık arasındaki farkı belirtmektedir: Pan-Türkçü­
lük, "Ruslaştırılmak"la tehdit edilen Doğu Türkleri ile Rus yayılma siyasetiyle
karşı karşıya kalan Batı Türklerinin birbirlerini etkilemesinden doğmuştur. Pan­
Turancılık (Türk, Moğol ve Fin-Uygur kavimleri arasında birlik ister), Türkler
arasında birlik isteyen Türkçülüğün tersine, Balkanlar'daki Rus yayılması önce­
sinde durumu dikkatle izlemekte, Türk ve Macar denemelerini bağdaştırıp, Slav
aleyhtarı bir işbirliği peşinde koşmaktadır. Türkiye'deki harekette hem Pan-Tu­
rancılar, hem de Pan-Tiirkçüler vardı; ama burada bundan böyle yalnızca Turan­
cılık hareketi diye anılacaktır.
(28) Bak. Charles Warren Hostler, "Trends in Pan-Turanism'', (Pan-Tu­
rancılıkta Eğilimler), Middle EasternAffairs (Orta Doğu Sorunları), cilt:III, No. l ,
Ocak 1952, s.3-13; Hostler şöyle yazmaktadır: ''Basında tutuklamaların geniş bir
biçimde gösterilmesinin nedeni, kuşkusuz Sovyetler Birliği'ne hareketin kime
karşı yöneldiğini anlatarak, onları yatıştırınak ve böylece Rus-Türk ilişkilerini dü­
zeltmekti.'' Review dergisinin çözümlemeleri de bu görüştedir: Türk önderleri
"harekete karşı durmak için paçaları sıvamakta, Moskova' dan iyi not alacakları
�beklemişlerdir." Bak. Review, 15 Kasım 1944, dizi N, no.37, s.181.

31
recesine varan öfkeydi. Dolayısıyla Rus tarafından daima bir
tehdit olarak kabul ediliyorlardı. Bu nedenle, Türk hükumeti
en sonunda bu gruplara karşı harekete geçmiştir.
Fakat bu, Türk hükfımetinin hareketin o zamana kadar ki
eylemlerini desteklediği, beslediği anlamına gelmemektedir.
Tersine, böyle bir davranış, Türk dış politikasının temellerin­
den birini, yani Türk sınırlarının olduğu gibi korunması ilke­
sini yıkmak olurdu (29). Bazı yazılar Türk politikasını çizen­
lerin de, Sovyetler Birliği'ne karşı aynı duygulan besledikle­
ri için, Turancılara karşı sempati duyduklarını ileri sürmüşler­
dir (30). Hareketin daha önce bastırılabileceği görüşü belki ka­
bul edilebilir (31 ).

(29) 10 Ekim 1 94 1 'de Kari Clodius Ankara' da bulunduğu sırada, Numan


MenemenCioğlu ile birlikte bu sorunu incelemiştir. Menemencioğlu, "Rusya'da­
ki 40 milyon Türk'ün kaderine Türkiye'nin aldırmazlık edemeyeceğini" belirt­
miş olmasına rağmen, Clodius'un deyimiyle, Dışişleri Bakanlığı'nın o zamanki
Genel Sekreteri, "Türkiye'nin sınırlan dışında bir toprak isteği olmadığını" söy­
lemiştir. Bak. Ekonomik Politika Dairesi Müdür Yardımcısı'ndan Dışişleri Ba­
kanlığı 'na, Ankara, 1 O Ekim 1 94 1 , Alman Dış Politikası Belgeleri, cilt: III, s.632-
633. Clodius, Saraçoğlu'ndan çok Menemencioğlu'nun "Türk dış politikasının
manevi önderi olduğuna" inandığını eklemiştir. 5 Temmuz 1 943'te Menemen­
cioğlu, Turancılık sorunu ile ilgili olarak Meclis'te konuşmuş ve şunu söylemiş­
tir: "Biz, Türkiye sınırlan dışındaki Türklere yalnızca refah ve mutluluk diliyo­
ruz. Bunun dışında politikamız, Türkçülüğümüz, bu ulusun sınırlan içindeki
Türkler içindir'', bak. TBMM Zabıt Ceridesi, 5 Temmuz 1 943, cilt:!, s.13-14.
(30) Bak. George Lcnczowski, The Middle East in the World Affairs (Dün­
ya Sorunları içinde Orta Doğu), (New York, Cornell Üniversitesi Yayınlan,
1952), s.142. Hostler, önceki kitap, s.180'de, "Bu sorumsuz aşırı uç üyelerine
Türk hükumetinin, Sovyetler Birliği ile doğabilecek bir savaşta Türk gençliğini
hazırlamak için göz yummuş olabileceğini" ileri sürmektedir.
(3 1 ) Nadir Nadi, önceki kitap, s. 1 84 'te bu konuda ilginç açıklamalar yap­
maktadır: "Müttefiklerin savaşı kazanacaklannın açıkça belli olduğu bir dönem­
de, 1944 yılı Mayısında, ırkçılara karşı son derece sert tedbirler alındı. Önderle­
ri yakalanarak tutuklandı. Oysa, aynı kişiler önceden ciddi bir biçimde izlensey­
di, ölümünden sonra Atatürk'ü küçük düşürürlerken, okullarda ve dergilerde pro­
pagandalarını yürütürlerken yakalansalardı, ırkçılık hareketi önlenebilir ya da hiç
olmazsa daha sınırlı kalabilirdi.

32
Fakat, Türk hükfunetiyle Turancılar arasında bir anlaşma
olduğu üzerine belgeler yoktur. Ancak bu hareket Türkiye'nin
Sovyetler Birliği'yle olan ilişkilerinde bir rol oynadığı ve bala
da oynamakta olduğu için, kısaca da olsa, Turancılığın önder­
lerini, ideolojilerini, hükfunet içindeki taraftarlarını tanımak ve
bu unsurların Ankara'nın uluslararası konulardaki kararları üze­
rindeki etkisini, elbette böyle bir etki varsa, incelemek gerekir.
Pan-Turancı Unsurlar Savaş yıllarında Turancı hare­
-

ketin başlıca önderi Zeki Velidi Togan'dı (32). Güney Urallar­


da, Rus Türkistan'ı eyaletlerinden biri olan Başkır'da dünya­
ya gelen Togan, Rus ihtilali sırasında Başkır'da bağımsız bir
devlet kurmayı hedef tutan Müslüman örgütünün başına geç­
mekle, genç yaşında siyasal bir militan olduğunu göstermiş­
ti. Togan, bütün ömrü boyunca olanca çabasını Tükiye'nin il­
gisini Sovyetler Birliği sınırları içindeki Türk soyundan olan­
ların üzerine çekmek için göstermişti. Türk hükfunetlerini,
bağımsız bir Türkistan'ın elle tutulur ve gerçekleştirilmesi
mümkün bir amaç olduğuna inandırmaya çalışmıştı. Bu ne­
denle, sayılan oldukça kabarık olan eserlerinde, belirli bir
Sovyet düşmanlığı havası vardır. Sözgelişi, savaş yıllarında
yazdığı önemli incelemelerinden birinde, "Yeni Ruslaştırma"
diye tanımladığı harekete karşı uzun bir eleştiri kaleme alan
Togan, bunun Türkistan 'daki Türk kültürünü yok etmeye yö­
nelen Sovyetlerin, örgütlenmiş bir teşebbüsü olduğunu ileri
sürmüştür (33). 1 942'de "Bugünkü yeni Ruslaştırma hareke­
ti, aşağıdaki biçimde gelişmektedir" diyordu:

(32) Togan'ın daha geniş bir hayat hikayesi için bak. Hestler, önceki ki­
tap, s.218-219.
(33) Bak Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tari­
hi, cilt:I, Batı ve Kuzey Türkistan (!stanbul, Arkadaş, !brahim Horoz ve Güven
Basımevleri, 1 942), s.590.

33
1 . Komünizm ve Rus emperyalizmini birbirlerini tamam­
layan iki kavram olarak birleştirmek ve uşak ruhlu uydu ülke­
lere ve dünyaya karşı, iki yüzlü bir politika çizgisi izlemek,
2. Rus ulusunun dünyaya egemen olma amacını "kutsal
bir ideal" olarak ifade etmek ve ulusal hedeflere bu yoldan
varmak için, gerektiğinde ölmeye bile hazır, uyanık bir ulus
durumuna gelmek,
3. Rus halkının nüfusunu artırmak,
4. Rusları, Asya'nın istila edilecek bölgelerine rahatlık­
la yerleşecek kadar hareketli ve çevik insanlar haline getirmek,
5. Etkili bir genişleme ve fetih uygulaması için diktatör­
lük sistemini yetkinleştirmek ve aşın derecede merkeziyetçi
bir rejim kurmak (34).
Togan, yeni Ruslaştırma hareketine karşı etken olabilmek
için, Türk hükumetinin, Türk kültürünü Ukrayna, Kafkasya,
Moğolistan ve Türkistan'da yaşayan halklar arasında yayma­
sı gerektiğini ileri sürüyor (35). Bu halkların tam olarak Rus­
laşmalarına karşı en iyi engelin dil olacağını söylüyordu (36).
Zeki Velidi Togan'ın, İstanbul Üniversitesi'nde Türk Ta­
rihi kürsüsünde profesör olduğu dönemde öğrencileri arasın­
da bulunan Reha Oğuz Türkkan, 1 938 yılında gizli bir ırkçı

(34) Aynı yerde.


(35) Aynı yerde, s. 592; Togan şöyle eklemektedir: " Ruslar arasında kö­
tü insanlar değildir. Onları kötüleştiren, dört yüzyıllık emperyalizm siyaseti ol­
muştur...''

(36) Togan. Aynı yerde, s. 598-599'da, Türkistan'daki Rus yönetimini, Hin­


distan'daki lngiliz sömürgeciliğiyle karşılaştırmakta ve boyunduruk altına alın­
mak istenen iki halkın da, kişiliklerini korumak için dayandıkları tek kurtuluş yo­
lunun, dilleri olduğunu ileri sürmektedir. Togan, aynı yerde, s. 598, "lngilizler
bağımsız bir Türk-lsllim devleti istemiyorlar; ama bir oldu bittiye razı olabilirler
ve ticari çıkarlarını gözetebilirler" diye de ekliyordu.

34
demek kurmuş ve 1 944 yılı Mayıs ayında hükfımetçe tutuk­
lanıncaya kadar, eylemci çabalar göstermiştir (37).
Hocasından, hiç olmazsa görünüşte daha da fanatik olan
Türkkan ye yayınladığı "Bozkurt" adlı dergi, ırk üstünlüğü
propagandası yapıyordu ki, bu da Nazizm 'den pek az farklıy­
dı (38). Turancı önderlerin tutuklanması nedeniyle yayımla­
nan resmi bildiride, hükfımet, Türkkan' ı merkezi hükfımeti de­
virmek için çalışan bir ırkçı olaraktanıtmıştı (39).
Bir başka ünlü ırkçı da hatta belki de içlerinde en aşırısı,
ırkçılıkla Komünizm ve Sovyet düşmanlığını tutku edinerek
birleştirmiş olan Nihal Atsız'dı (40).

(37) Bak! Hostler, önceki aynı kitap, s. 181-182; Hostler, aynı yerde, s. 7;
Karpat, önceki kitap, s. 265-266; aynca bak. Reha Oğuz Türkkan, "Türk Bası­
nı" Orta Doğu Sorunları, cilt: 1, No: 2, Mayıs 1950, s. 142-1 49.
(38) Türkkan, "Türk Basını " nda, s. 43, belirli dönemlerde yayımlanan der­
gilerin savaş sırasında, gazetelere oranla hükfunetin denetiminden daha kolay sıy­
nlabildiklerini ileri sürmektedir. Aynca, " ... her grup haftalık bir dergi çıkarta­
bilir ve bu dergi herhangi bir nedenle kapatılacak olursa, yeni bir haftalık ya da
aylık dergi çıkannak hiç de zor olmazdı" diye de eklemektedir. Bu, savaş yılla­
rında neden çok sayıda Turancı dergi çıktığını açıklamaya yardımcı olabilir.
1943 yılı Temmuz ayında Menemencioğlu, En Büyük Tehlike adlı bir ki­
tapta Turancılık hareketinin Türkiye'de gittikçe yayıldığını ileri sürenlere karşı­
lık vermeye çağnlınıştı. Menemencioğlu bir demeç vererek, En Büyük Tehlike'de
ileri sürülenlerden haberi olduğunu, ancak bunun doğruluğuna i nanmadığını be­
lirtti ve şöyle dedi: " ... Bu kitapta ileri sürüldüğü anlamda Türkiye'de bir milli­
yetçilik ve ırkçılık yoktur ve biz bu konudaki belirtilerin hepsinden haberliyiz;''
bak. TBMM Zabıt Ceridesi, 5 Temmuz 1943, cilt: 1, s. 1 4. Menemencioğlu ay­
nca basın ve yayın özgürlüğünden, bunun yarar ve zararlarından da söz etmişti.
(39) Bak. "Irkçılık ve Turancılık Tahrikatı Yapanlar Hakkında Hükümet
Tebliği", Ayın Tarihi, Mayıs 1 944, No: 1 26, s. 21 -23; aynca bak. Erer, Yasak­
çılar, s. 115-116.
· (40) Nihal Atsız'la ilgili olarak bak: Hostler, önceki kitap, s. 183; Hostler,
aynı yerde, s. 9; Karpat, önceki kitap, s. 266; Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sos­
yalist ve Komünist Faaliyetler, l 910- l 969, (Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1967),
Kemal Karpat, önceki kitap, s. 265, Atsız ve Türkkan'ı şöyle tanıtmaktadır:
"1941-1942 yıllan arasında iki ırkçı önder, Reha Oğuz Türkkan ve Nihal Atsız
arasındaki tartışma, karşılıklı olarak birbirlerini daha az " saikan" olmakla suç­
lamaya dayanıyordu ve ikisi de, birbirinin soy ağacını eşeleyerek, kanının yüz­
de birinin bile Türk olmadığını ispatlama çabası, içindeydi.''

35
Atsız, yayınladığı " Tanndağ", "Atsız", "Orhun" gibi
çeşitli dergilerde önemli görevlere yalnız öz T ürklerin geti­
rilmesini savunuyor, azınlıklara aşın hoşgörü gösterilmesi­
nin Türkiye için tehlikeli bir şey olduğunu ileri sürüyor, sa­
vaşın yapıcılığını, milliyetçiliğin ancak ırkçılık temeline da­
yanabileceğini belirtiyordu (4 l ). 20 Şubat l 934 'te, "Or­
hun "da yayımlanan bir makalesinde Atsız şöyle yazıyordu:
" T ürk ulusunun ezeli düşmanı, bütün dünyadır. Tarih bize
ezeli öğütte bulunmaktadır; iç düşmanlar üçtür; Komünist­
ler, Yahudiler ve dalkavuklar." (42).
l 944 yılı mayısında hükümetin Turancılara karşı hare­
kete geçmesini çabuklaştıran da, Atsız olmuştur.
1 944 yılı şubat ayının 20'sinde ve martın 2 l 'inde Atsız,
Başbakan Saraçoğlu'na seslenen iki açık mektup yayınladı.
Bunlarda, Başbakan'a, Parti'ye ve öğrenciler arasındaki yı­
kıcı sol unsurlar diye adlandırdıklarına saldırıyordu. Atsız,
Saraçoğlu'na seslenen ilk mektubunda; "Bu satırların ama­
cı, size Türkçülüğün neden yalnızca sözde kaldığını ve niçin
hiç eyleme geçmediğini sormaktır" diyordu (43). Bu Başba­
kana yöneltilmiş katmerli bir hareketti; çünkü, Saraçoğlu 'nun

(41) Bak. Holster, önceki kitap; Alexander Henderson, "The Pan-Turani­


an Myth in Turkey Today" (Bugünkü Türkiye' de Turancılık Efsanesi), Asiatic
Review, no. 145, Ocak 1 945, s. 79 90- .

(42) Bak. Tevetoğlu, önceki kitap, s. 483, n. 303.


(43) Atsız'ın Saraçoğlu'na yazdığı iki açık mektup için bak: Aynı yerde,
s. 607-609; Atsız'ın sözü için bak: Aynı yerde, s. 608.
(44) Tevetoğlu, önceki kitap, s. 607'de aynı şeyi ileri sürmektedir; Sara­
çoğlu'nun "gayri samimi" olarak, "Biz Türküz, Türkçüyüz ve hep Türkçü ola­
rak kalacağız. Bizce Türkçülük, kan birliği kadar, bir bilinç ve kültür işidir de... ''
dediğini ileri sürüyordu. Tevetoğlu, daha sonra Atsız aleyhinde dava açtığı için
Saraçoğlu'na da saldırmaktadır.

36
eyleme geçmelerine izin vermeden Turancı fikirlere göz
yumduğunu ileri sürüyordu (44). Atsız, mektubunda, solcu
öğrencilerin İstanbul'daki demek binasında Turancıların yap­
tıkları toplantıları bastıklarından da yakınmaktaydı. "Bu gös­
tericilerin en kötüleri, üniversite öğrencileridir" diye yazı­
yor ve şöyle ekliyordu:
Çoğu devlet parası ile okumaktadır. Bu demektir ki dev­
let, farkında bile olmadan, yılanları, kızıl gözlü ve zehirli yı­
lanları beslemektedir. Bu yılanlar yarın doktor olup ülkenin
dört bir yanına dağılınca, yapacakları ilk iş, her türlü faaliye­
ti sabote etmek olacaktır. Ülkeyi sırtından hançerleyecekler ve
Türkiye'ye gelmesini bekledikleri kızıl rejimi getirecek olan
yabancı ordulara aj an olarak hizmet edeceklerdir (45).
Atsız'ın ikinci açık mektubu doğrudan doğruya CHP'ye
saldırıyor, partiyi ırk ve aile düşmanlığı, dine ve savaşa karşı
çıkmakla suçluyor, faşizme karşı savaş maskesi altında milli­
yetçiliği ezdiğini öne sürüyordu (46).
Bu mektupların sonucu olarak, Atsız'ın vatan haini diye
suçladığı Sabahattin Ali, Nihal Atsız'a karşı bir hakaret dava­
sı açtı (47). Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile "Ulus"
gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, Atsız'a karşı açtığı da­
vada Sabahattin Ali'yi desteklediler. Ancak dava 26 Nisan
1 944'te görülecekken, Turancı öğrencilerin şiddet gösterileri
nedeniyle yarıda kaldı. Göstericiler, Sabahattin Ali'ye saldır­
dı (48). Bundan cesaretlendiği anlaşılan Atsız, hemen bütün

(45) Aynı yerde, s. 6 IO.


(46) Aynı yerde, s. 6 1 2-6 1 7.
(47) Aynı yerde, s. 606.
(48) Erer, Yasakçılar, s. 1 2 1 - 1 22.
Aynca bak: Karpaı, önceki kitap, s. 267, no. 44.

37
"solcu" aydınları lfınetleyen bir bildiri yayınladı. Bu kez hü­
kumet harekete geçmeyi kararlaştırdı. 9 Mayıs 1 944'te Turan­
cı önderler tutuklandı (49).
1 8 Mayıs 1 944 'te Bakanlar Kurulu, İçişleri Bakanlığının
" Irkçı ve Turancı kışkırtmalara girişenlere karşı aldığı gerek­
li tedbirleri" onayladı (50). Bir resmi bildiri yayınlayarak, so­
ruşturma sonucunda tutuklananların "gerçek milliyetçilikten
başka ilkeleri vatandaşlara aşıladıklarının anlaşıldığı" açıklan­
dı. Bunun için de yine yayınlanan bildiride, "suçluların gizli
örgütler kurdukları, eylem programları hazırladıkları ve pro­
paganda organları yayınladıkları" duyuruldu ( 5 1 ) .

( 49) Lanczowski, önceki kitap, s. 1 46.


Hostler. önceki kitap, s. l 85; Hostler, aynı yerde, s. 1 0.
Gotthard Jaschke, Die Turkei in den Jahrcn 1 942- 1 95 l . ( 1 942- 1 9 5 1 yılla­
n arasında Türkiye), (Wiesbaden. Otto Harrassowitz. 1 955), s. 25-26.

Hükumet, 1 944 'te ideolojilerini mahkum etmek amacıyla Irkçı ve Turan­


cı makaleleri bir arada yayımlatmıştır: bak: Irkçılık-Turancılık, (Ankara, Türk
inkılap Enstitüsü Yayını, No. 4, 1 944).
(50) ' 'Irkçılık ve Turancılık Tahrikatı Yapanlar Hakkında Hükumetin Teb­
liği", Ayın Tarihi, Mayıs 1 944, cilt: 1 26, s. 2 1 -23. Hükumetçe tutuklananların
listesinde şu adlar bulunmaktadır: izzettin Şadan, Nihal Atsız, Tahir Akın Kara­
oğuz, Mustafa Hakkı Akansel, Hakkı Yılanlıoğlu, Tesbihçioğlu. Kadircan Kaf­
. lı. Azeri M. Altınbay, Abdülkadir inan. San'an Azer. Samet Caferoğlu. Ahmet
Caferoğlu. Ali Dursun Tevetoğlu. M. Şakir Ülkütaşır, YusufKadıgil. Mükremin
Halil Yinanç. Sepicioğlu, Nurullah Banman, Hamza Sadi Özbek. Orhan Şaik
Gökyay, Hüscyin Avni Göktür, Cafer Seyit Ahmet Kınmer, :vtuharrem Fevzi To­
gay, Ali Genceli, A. Zeki Velidi Togan. Akdeş Nimet Kurat. Nebil Buharalı. Re­
ha Oğuz Türkkan, Hüseyin Namık Orkun. Remzi Oğuz Ank. Mehmet Halit Bay­
ri. Bedriye Atsız, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu. Hüsnü Emir Erkilet. Müftüoğlu Mus­
tafa Tatlısu. Zeki Sofuoğlu. Gülcan Tevetoğlu. lJlıiğ Tannlıoğlu. Ali Haydar Ye­
şilyurt, Necdet Sancar, Cemal Oğuz Öcal, Nihat Sami Banarlı. Peyami Safa. Fet­
hi Tevetoğlu, Elmas Yıldırım, Osman Turan. ismet Tümtürk.
(5 1 ) Aydemir, önceki kitap, s. 250' de Turancılık hareketini · ·amatör komp­
losu" diye nitelendirmekte ve bu tutuklamaların sonradan lnönü'yü eleştirmek
için kullanıldığını ileri sürmektedir.

38
l 9 Mayıs 1 944 'te Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel'in kısa bir ön konuşmasından sonra,
Ankara 1 9 Mayıs Stadyumu' nda bütün yurtta yayımlanan
uzun bir konuşma yaptı ( 52). Politika hayatının en önemli ko­
nuşmalarından biri olan bu söylevinde İnönü, özellikle üç nok­
ta üzerinde durdu: Turancılar, Türkiye Cumhuriyeti için bir
tehlike doğuruyordu; Türkler hiçbir zaman serüvenci bir po­
litika istemiyorlardı ve başkalarının topraklarında gözleri yok­
tu; Sovyetler Birliği, Türkiye'nin tarihi dostuydu. Turancılar
üzerine İnönü, "Öyle şeyler vardır ki, ancak Anayasa ve hü­
kumetin kanunları çiğnendikten sonra bunlara kalkışılabilir"
demişti. "Dolayısıyla biz de birtakım parlak f ikirler maskesi
altında, Cumhuriyet'in ve Büyük Millet Meclisi'nin varlığı­
na kasteden bir teşebbüsle karşı karşıyayız." İnönü, sözlerine
şunları da eklemiştir: "Komplocular hepimizi aldatmayı de­
niyordu, gittikçe ve derece derece, on yaşındaki çocuklarımı­
zı ve bizi." İnönü, Türkiye'nin geleneksel serüvenden kaçın­
ma politikasını da onaylıyordu.
Herkesin zihninde, elimize bir kuvvet geçecek olursa,
bizim serüvenci ve saldırgan bir politika izleyeceğimiz dü-

(52) "Milli Şef lnönü'nün 19 Mayıs Gençlik Bayramı Münasebetiyle


Gençliğe Hitaben Söylediği Nutuk" Ayın Tarihi Mayıs 1 944, cilt 126, s. 23-29.
l nönü'nün sözleri için bak: Aynı yerde, s. 27-28; Hasan Ali Yücel, lnönü'yü ta­
nıurken şöyle demiş: "Ulusal sorunlarda başarının birinci şartı önce Atatürk'e,
sonra lnönü'ye inanmak ve söylediklerine göre davranmaktır.'' Ayın Tarihi, Ma­
yıs 1944, cilt: 126, s. 22-23.
Falih Rıfkı Atay ve Necmettin Sadak elbette hemen konuşmayı savunan
makaleler yazdılar. Bak: ''Milli Şefin Milletine Büyük Dersi'', Akşam, 2 1 Ma­
yıs 1 944; Falih Rıfkı Atay, "Cumhurreisimizin Nutku", Ulus, 21 Mayıs 1944.

39
şüncesi vardı. Oysa cumhuriyet, uygar yaşantınn temel de­
ğerlerinin uluslar topluluğundaki güvenlik havası olduğunu
anlamıştı (53).
İnönü, bunun bir tercih ve seçme meselesi olduğunu açık
seçik belirtmek istemişti: " . . . Ulusal politikamız, toprakları­
mızın dışında serüven peşinde koşmaktan uzak kalmaktır... Bu
bir zorunluluk ya da gereklilik politikası değil, bir inanç ve
anlayış politikasıdır." Söylev, en sonunda sıkı Türk-Sovyet
ilişkilerinden söz ediyordu. Türkiye 'deki Turancılık hareketin­
den, "son zamanların zararlı ve hastalıklı belirtilerinden" di­
ye söz ettikten sonra, İnönü şöyle ekliyordu:
Bu açıdan Cumhuriyet' i anlamak gereklidir. Ulusal Kur­
tuluş Savaşımız sona erdiği zaman, öbür komşularımız, eski
savaşların anılarını bir türlü zihinlerinden çıkartıp atamazken,
bizimle dost ola yalnızca Sovyetler Birliği vardı (54).
Kuşkusuz, lnönü'nün 1 9 Mayıs 1 944 söylevi, hem Sov­
yetlere, hem de Türk gençliğine seslenmekteydi.
Hükumet içindeki Turancılar ve bunların kararlarda­
ki etkileri Bundan sonra ortaya çıkan sorun, bu unsurların
-

işe karışan kişilerin ya da fikirlerinin, Türk dış politikasını tes­


pitinde rol oynayıp oynamadıkları. Türk politikasını çizenle­
ri, hedeflerinde ya da değer ölçülerinde etkileyip etkilemedik­
leridir. Yazarın görüşüne göre bu soruya verilecek karşılık bü­
tünüyle olumsuzdur. Leo D. Hochstetter'i de dikkatini çekti­
ği gibi, "Amerikan istihbaratı savaş yıllarında İnönü, ya da Me­
nemencioğlu 'nun, Turancılarla ilişkisi olduğu üzerine bir ka-

(53) Aynı yerde, s. 27-28.


(54) Aynı yerde.

40
nıt elde edememiştir." (55) Bu satırların yazan da, bu konu­
da bir şey bulamamıştır (56). Tanınmış bir gözlemci olan Host­
ler ise şöyle demektedir: "Türk devleti içinde yüksek mevki­
lerde bulunan bazı kişilerin Alman-Sovyet savaşından yarar­
lanma imkanlarını aradıkları ve SSCB'nin çöküşünün, Turan­
cı fikirlerin gerçekleştirilmesine ortam hazırlayacağını düşü­
nenlerin olduğu sonucuna varılabilir (57).
Lothar Krecker de hükfımetin, Nuri Paşa'nın (Killigil) ki­
şiliğinde iki yüzlü bir oyun oynadığını, Turancılığı resmen mah­
k:Um ederken, el altından Alman Dışişleri Bakanlığına, Türki­
ye ile Sovyetler Birliği arasında bağımsız bir devlet kurmak im­
kanından söz ettiğini ileri sürmektedir (58). Ancak bu yazar­
lardan hiçbiri, 1 947'de Sovyetler Birliği'nce yayımlanan Gizli
Belgeler'den daha başka yazılı kanıt ortaya koyamamaktadır.

(55) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden, 8 Eylül 1 969.


(56) Bu incelemenin hazırlanışı sırasında kendileriyle görüşülen pek çok
kimse, lnönü ya da Menemencioğlu'nun, Turancılarla ilişkileri olduğu iddiala­
rını yalanlamışlardır. Bunlar arasında Profesör Ahmet Şükrü Esmer, Profesör A.
Suat Bilge, Profesör Enver Ziya Kara!, Profesör Fahir Armaoğlu ile Cevat Açı­
kalın ve Zeki Kuneralp da bulunmaktadır. Eski Cumhurbaşkanı lnönü ve Turan­
cıların hiçbir zaman ''dostu'' olmadığını belirtmiş ve karşı görüşleri yalanlamış­
tır. Bayan Nermin Streater ve Turgut Menemencioğlu ise Numan Menemenci­
oğlu'nun Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bir Türkmen devletinin kurulma­
sını hiçbir zaman tasarlamadığını, böyle bir şeyi olabilir görmediğini ve böyle
bir amacı hiçbir zaman desteklemediğini kesinlikle ortaya koymuşlardır. Belki
de bu incelemenin başlıca tezlerinden birini, burada yeniden açıklamakta yarar
vardır: Türk dış politikası 1 944 yılı Haziran ayına kadar lnönü ve Menemenci­
oğlu'nun aldıkları kararların sonucudur ve ötekiler bu hattın çizilmesine ancak
yardımcı olmuştur. Menemencioğlu ise Dışişleri Bakanlığı'nın merkezindeki
egemen kişidir. lnönü ve Menemencioğlu'nun bu görüşteki kişilerce yönetildik­
leri ispatlanmadan, Turancı fikirlerin Türk dış politikasını etkilemiş olduğundan
kimse söz edemez. Her ne kadar tersini gösteren kanıt var gibi görünüyorsa da,
şimdiye kadar hiçbir yazar bunu başaramamıştır.
(57) Hostler, önceki kitap, s. 1 77.
(58) Bak: Kıecker, önceki kitap, s. 2 1 1 -2 1 5 .

41
Gizli Belgeler, General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Ge­
neral Ali Fuat Erden, l 943 ' e kadar Türkiye'nin Berlin Büyü­
kelçisi olan Hüsrev Gerede ve ünlü Enver Paşa'nın kardeşi olan
Nuri Paşa'nın faaliyetlerini açıklamaktadır.
Türk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'la, "Türkisc­
he Post" gazetesi yazı işleri müdürü General Ali İhsan Sabis
de, bu faaliyetlere karıştırılmaktadır. 5 Ağustos 1 94 1 'de von
Papen, Alman Dışişleri Bakanlığına, "Türk hükı1meti çevre­
lerinin Azerbaycan'daki Türkmenlere karşı ilgi duyduğunu"
bildirmiştir. Von Papen, ikisi de hükumette bulunmayan Nu­
ri Paşa ve Zeki Velidi'den ayn olarak, bu konuda İstanbul mil­
letvekili Şükrü Enis Bahça'nın, Afganistan'daki Türkiye Bü­
yükelçisi Memduh Şevket' in ve yine kendisinin "güvenilme­
mesi gerektiğini" bildirdiği, çünkü hükı1metin casusu oldu­
ğunu belirttiği Ahmet Sait Cafer' in adlarını vermektedir. Giz­
li Belgeler koleksiyonuna göre, Turancı fikirlerden yana ola­
rak bunlar görülmektedir (59). Bu kişiler üzerine söylenebi­
lecek en önemli şey, savaş sırasında Ankara'da iktidara ve
karar verme yetkisinde olanlara yakın bir çerçevede bulunduk­
larıdır (60). Çakmak da bunlar arasındadır.
Fevzi Çakmak, kuşkusuz, savaş yıllarında Ankara'daki
önemli kişilerden biriydi. Atatürk'ün arkadaşı ve parlak bir
komutan olan çÇakmak' ın adı, 1 939'dan başlayarak hep gö­
reviyle, yani Türk Genelkurmay Başkanı sözleriyle birlikte
anılmıştır. 68 yaşında emekliye ayrılıncaya kadar da, silahlı
kuvvetleri çelik pençesi altında yönetmiştir. 24 Kasım

(59) Yon Papen'den, Alman Dışişleri Bakanlığına, Tarabya, 5 Ağustos


1 94 1 , Gizli Belgeler, s. 56-37; ayrıca, Hostler, önceki kitap, s. 1 72-1 75.

42
1 94 1 'de, Garoun adında bir aracı, Alman Dışişleri Bakanlı­
ğı ' na Çakmak' ın, " kendisi fikrini resmen ifade edecek du­
rumda olmadığı halde, Turancılıkla yakından ilgilendiğini
haber verdi ( 61 ). 1 3 Mayıs 1 942 'de de von Papen, Alman Dı­
şişleri Bakanlığına General Mürsel Baku'nun, Çakmak'ın
kendisine bu davayı benimsemiş olan sivillerin, eğer isterler­
se Almanya'ya gitmeleri jçin ülkeden ayrılmalarına izin ve­
rerek Turancılık hareketine yardım etmeye çalıştığını söyle­
diğini bildirdi (62). Çakmak, aynı izni " şimdilik" subaylar
için de vermeyi kabul etmemişti, (63) 1 Haziran 1 942 'de Ga­
roun, Berlin'de, Dışişleri Bakanlığında bir başka görüşme sı­
rasında, Çakmak'ın, Türkiye'nin Baku bölgesinde çarpışmak
zorunda kalacağına inandığını söylüyordu. Çakmak' ın Turan­
cılık hareketine yakınlık duyduğunu yansıtmak için Gizli
Belgeler'de öne sürülen kanıtların özü budur.
Hostler, ayrıca şunları yazmaktadır: "Gizli Belgeler, İnö­
nü ' nün kilit noktalardaki danışmanlarının da sempatilerini
yansıtmaktadır." (64). Hostler, hemen ardından George Lenc­
zowski 'nin, Mareşal Çakmak'ı " kilit noktalarındaki danış-

(60) Pan-Turancılık hareketine kanşan Fevzi Çakmak ve öbür generaller­


le ilgili bu inceleme, araştırmamızın birinic bölümüne de alınabilirdi. Ancak bu
kişilerin Turancılıkla olan ilişkilerinin öyle bir anlamı vardı ki, kendilerinin bir
de İnönü ve Menemencioğlu ile olan ilişkileri nedeniyle bu bölüme alınması da­
ha uygun görülmüştür.
(6 1 ) Hentig'den, Erdmansdorfve Wehrmann'a, Berl(n, Kasım 1 94 1 , Giz­
li Belgeler, s. 48.
(62) Yon Papen 'den, Alman Dışişleri Bakanlığına, Ankara, 13 Mayıs 1 942,
s. 74-75; Hostler, önceki kitap, s. 175.
(63) Aynı yerde.
(64) Aynı yerde, s. 1 76; ayrıca bak: Lenczowski, önceki kitap, s. 142.

43
manlardan biri" olarak gösterdiğini (65) hatırlatmaktadır. İs­
met İnönü ile Fevzi Çakmak arasındaki ilişkilere daha yakın­
dan bakılınca, bu koriudaki kanıtlar inandırıcı olmamakla bir­
likte, kendisinin Turancı fikirlere kapılmış olduğu kabul edil­
se bile, İnönü üzerindeki etkisinin pek az olduğu görülebilir.
Tersine, iki insan arasında büyük gerginlikler vardı. 1 944 yı­
lı Ocak ayında Çakmak'ı görevinden ayrılmaya zorlayan İnö­
nü olmuştur. Sözgelişi, Çakmak'ın biyografisini yazan Süley­
man Külçe, "Cumhurbaşkanı İnönü bütün dünyada aşın de­
recede ölçülü bir kişi olarak tanınıyordu. Elbette Fevzi Paşa
da bu niteliklerini biliyordu. Ancak fırsat buldukça Mareşal
ondan, çok ölçülü bir adam yerine, korkak biri diye söz eder­
di" diye yazmaktadır (66). Savaş yıllarında İnönü hükfımetin
politikasıyla ilgili önemli sorunlarda Genelkurmay Başkanı
Yardımcısı Asım Gündüz'le kişisel ilişki kurarak, Çakmak'ın
rolünü azaltmıştı (67).
İnönü, emekliye ayrılma yaşını uzatarak, Çakmak' ın gö­
rev süresini de uzatabilirdi. Külçe'nin öne sürdüğüne göre,
"ne var ki,bu İnönü için kaçırılmayacak bir fırsattı." (68). As-

(65) Aynı yerde.


(66) Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak: Askeri, Hususi Hayatı, (2.
baskı), cilt: I, (İstanbul, Cumhuriyet Matbaası, 1953), s. 65.
Çakmak'ın Turancılığı üzerine Zeki Kuneralp şöyle demiştir: "Fevzi Çak­
mak, Almanlara yakınlık duymuş olabilirdi, ama hiçbir zaman bir Turancı olma­
mıştır." Yazar da bu görüşü kabul etme eğilimindedir. Kuneralp, Çakmak'ın İnö­
nü ile olan ilişkisi üzerine de kısaca şöyle demektedir: "Çakmak'la İnönü ara­
sında sevgi hiçbir zaman eksik olmamıştır." (Yazarla aralarındaki özel bir gö­
rüşmeden.)
(67) Aynı yerde.
( 68) Aynı yerde, Mareşal'in emekliye ayrılışı nedeniyle İnönü'nün ona gön­
derdiği telgrafın kopyası için bak: s. 294-295; aynca bak: Ayın tarihi, Ocak 1 944,
cilt: 122, s. 3 1 .

44
lında Çakmak' ın dış politika üzerindeki etkisini, o zamanlar
İnönü iyice sınırlandırmıştı.
Kuşkusuz, Turancılık sorunu ile ilgili politikada da du­
rum böyleydi.
Çakmak' ı, İnönü'nün kilit mevkilerdeki danışmanları
arasında saymadıktan sonra, Ali Fuat Erden, Hüseyin Hüsnü
Emir Erkilet ve Ali İhsan Sabis 'le Hüsrev Gerede, hatta Nuri
Paşa'yı önemli danışman diye hiç kabul etmemek gerekir.
Sözgelişi, Erden ve Erkilet, Birinci Dünya Savaşı'nda Alman
askeri eğitmenlerince yetiştirilmiş generallerdi ve bütün ömür­
leri boyunca Almanya'ya hayranlık duymuşlardı (69) Türk As­
keri Akademi Komutanı Erden'le, iki yıldızlı emekli general

İnönü-Çakmak ilişkileri ve özellikle Çakmak'ın emekliye hangi şartlar al­


tında ayrıldığı üzerine Külçe'nin anlattıkları, Nizamettin NazifTepedenli ve Tev­
etoğlu'nca da onaylanmaktadır. Bak: Nizamettin NazifTepedenli, Ordu ve Po­
litika, (İstanbul, Bedir Yayınevi, 1967), s. 36 l -362'de şöyle diyor: " ... Mareşal
Fevzi Çakmak'ın ölümüne kadar ordunun başında kalacağı düşünülüyordu... Pek
iyimser olan bazıları bu arada 'Kim cesaret edebilir canım?' (Mareşali ordudan
uzaklaştırmaya) diyorlardı. Ancak, İnönü bunun tersini ispatlamıştır." Tepeden­
li, Çakmak'ın emekliye ayrıldığı haberinin açıklanacağı gün, İnönü'nün aldırttı­
ğı güvenlik tedbirlerinden de söz etmektedir. Gösterilere engel olmak için An­
kara sokaklılnna çok sayıda atlı birliği yerleştirilmişti; aynca bak. Tevetoğlu, ay­
nı kitap, s. 3 14. Tepedenli ve Tevetoğlu, İnönü'nün siyasal rakiplerinin yanında
olan kişilerdir.
Amiral Andrew Brown Cunningham of Hyndhope, Çakmak'la Türk yet­
kilileri arasındaki derin uçurumu anlamıştır; bak: A Sailor's Odyssey (Bir De­
nizcinin Efsanesi), (New York, E. P. Dutton and Co. 195 1 ), s. 2 14'te Cunning­
ham şunları yazmaktadır: "Benim gördüğüm kadarıyla, aralarında bölünmüşler­
di (Türk yetkilileri) ve Kemal' in ölümünden beri Çakmak'ı denetim altına almak
oldukça zorlaşmıştı." Cunningham, Britanya donanmasında filo komutanıydı ve
1939 Ekiminde İngiliz-Fransız-Türk Üçlü ittifakının imzalanmasından hemen
sonra Türkiye'yi ziyaret etmişti.
(69) Kazım Özalp, "Subayların çoğu, onlarca yetiştirildikleri, Birinci Dün­
ya Savaşı'nda omuz omuza çarpıştıkları, hala da disiplinlerine hayran olduktan
içinAlmanlan seviyordu" demiştir. "Almanlara derin bir hayranlık besleyen Fev­
zi Çkmak da bunlar arasındadır." (Yazarın Özalp 'la yaptığı özel bir görüşmeden.)

45
Erkilet, bu arada 28 Ekim 1 94 1 'de, Führer'in Doğu Prusya'da­
ki genel karargahında Hitler'i ziyaret etmişlerdi. İkisi de, Al­
man ordularının hala Rusları yenilgiden yenilgiye uğrattıkla­
rı cephelere kadar uzanmışlar ve bu geziden büyük esenlikle
dönmüşlerdi (70). İnönü, Çakmak ve Saraçoğlu'nun katıldık­
ları bir toplantıda da, Türkiye Cumhurbaşkanı 'na, "Rusya'nın
kala kala bir karlan kaldı" demişlerdi (7 1 ). Buna rağmen iki­
sinin de İnönü ile olan ilişkileri pek seyrekti. Savaş yıllarında
Erkilet, "Cumhuriyet" gazetesinde yazıyor ve Turancılık ha­
reketinin en aşırıları arasında açıkça tanınıyordu (72). Bilinen
bir kişi olduğu halde, askeri sorunlar üzerindeki görüşleri bi­
le İnönü'ce değerli sayılmazdı. Dolayısıyla politika tespitin­
de bir etkisi ya da ağırlığı olmamıştır (73).
Alman yanlısı olduğu herkesçe bilindiği halde, daha ılım­
lı bir Turancı olarak kabul edilen Erden, İnönü'ye daha yakın
olmakla birlikte, hiçbir zaman hele bu konuda asla önmeli bir
danışman olmamıştır (74). 1 945 yılı ekim ayında Yargıtay
1 944 yılı mayısında tutuklanan Turancılar için verilen cezala-

(70) Profesör Ahmet Şükrü Esmer'le yazar arasındaki özel görüşmeden.


(7 1 ) Özel bir görüşmede Esmer' in ifadesi. Erkilet'le birlikte yaptıkları zi­
yaretin Erden'ce anlatılmasıyla ilgili olarak bak: Erden, önceki kitap, s. 2 1 0-21 3 .
(72) Gizli Belgeler' de Erkilet'in kitabıyla ilgili bütün bir bölüm vardır, s.
1 69- 1 86.
(73) Cevat Açıkalın'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(74) Bu, Erden'in Turancı fikirleri benimsemediği anlamına gelmemeli­
dir; bak: Türkiye'deki büyükelçiden (von Papen), Berlin'de, Dışişleri Bakanlı­
ğına, Ankara, 14 Temmuz 1 94 1 , Alman Dış Politikası Belgeleri, s. 176'da von
Papen, Erden'in kendisine şöyle dediğini anlamıştı: "Kafkasya'da az çok Türk­
lerle akraba olan yerli kabeliler, bir federasyon oluşturursa Türkiye memnun
olur; doğuda, Hazer kıyılarında da bağımsız bir Turan devletinin kurulması, en
iyi çözüm yoludur."

46
rı bozduğu zaman, Erden de bozulma kararını veren yargıçlar
arasındaydı. " 1945 'te İnönü bana pek kızmıştı" diye yazmak­
tadır. " Sanının, bana kızgınlığı, ırkçıların Askeri Mahkeme­
de yargılandıkları döneme rastlamaktadır." (75).
Ali İhsan Sabis' in önemli bir danışman olmadığı daha da
belirlidir. Savaş yıllarında Alman harekatını adım adım izle­
yen ve Ebüzziya ailesine yakınlığıyla tanınan Sabis, 1 943 'te
yayınladığı anılarında, Kazım Özalp ve Halil Paşa'yı (Kut),
daha başkalarıyla birlikte, Birinci Dünya Savaşı'ndaki çıkar­
cılık ve sorumsuzluklarından dolayı suçlamaktaydı (76). 1 6
Ekim 1 943 'te, önceden de belirtildiği gibi, İnönü'ye yakın
olan Özalp ve Halil Paşa, Osman Okyar'la birlikte Sabis aley­
hinde bir iftira davası açtı. Sabis'le, Türkiye'nin siyasetini çi­
zen hükfunet de, 1 944 yılı mart ayında ortaya çıktı. Saraçoğ­
lu, Sabis'in, aleyhinde dava açmasını engellemek içni, Hüse­
yin Cahit Yalçın'ın dokunulmazlığını kazandırmamalarını
Meclis üyelerinden istedi (77).
Yalçın bir yazı dizisinde Sabis'in kitabına, özellikle Al­
man yanlısı eğilimlerine şiddetle karşı çıkmış, (78) Sabis de
kendisini ·mahkemeye vermek istemişti. Saraçoğlu ise Mec­
lis 'ten tersini isteyerek, bunu engellemiştir.
Nuri Paşa'ya gelince, Lothar Krecker, araştırmasında
bu kişinin 1 94 1 'de Berlin'de Türk hükfuneti adına Turancı-

(75) Erden, önceki kitap, s. 230.


(76) Bak: Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralanm, cilt: I, (lstanbul lnkıliip Kita­
bevi, 1943). 195 1 'de Ankara' da Güneş Matbaası'nca anıların ikinci cildi yayın­
lanmıştır.
(77) Yalçın'ın dokunulmazlığının kaldırılması konusunda bak: TBMM
Zabıt Ceridesi, 8 Mart 1944, cilt I, s. 27 ve ek no: 3 7.

47
lık sorununu tartışmaya gittiğin öne sürmektedir (79). An­
cak Krecker, Nuri Paşa'nın ziyaretinin hükumet adına yapıl­
dığını ispatlayacak hiçbir kanıt gösterememektedir. Yazar, bu
konda Zeki Kuneralp'la aynı görüşü paylaşmaktadır: "Nuri
Paşa Berlin'de hükumeti temsil etmemişti. O, bazı hayalleri
olan bir işadamıydı, ama Ankara'daki siyasal çevreler üze­
rindeki etkisi sıfırdı." (80).
Krecker, Nuri Paşa'nın Berlin'deki Türkiye Büyükelçili­
ğiyle resmen ilişkide olduğunu da ileri sürmektedir. Bu, Ber­
lin'deki Büyükelçi Hüsrev Gerede için çok şey ifade eder; a­
ma Gerede'nin Ankara'daki"üslerini hiçbir biçimde ilgilendir­
mez. Gerede gerçekten Hazer denizinin doğu kıyılarında ba­
ğımsız bir Türk devleti hayali besleyenlerdendi. Sözgelişi, 5

(78) Yalçın'ın, Sabis'in kitabı ile ilgili makaleleri için bak: "Bir Fena Ki­
tap", Tanin gazetesi, 20 Eylül 1 943 ve "Fena Kitabın Lekeli Muharriri", Tanin
gazetesi, 26 Eylül 1943.
Sabis anılarında, s. 50-51 'de, İkinci Dünya Savaşı'nın, birincisinin uzan­
tısı olduğunu öne sünnekteydi. Birinci Dünya Savaşı 'nda "Fransız ve lngiliz el­
çileri, 'Rusya Müttefikimizdir; onların istemediği şeyi biz de istemeyiz; onların
çıkarlarına karşı olan her şey, bizim de çıkarlarımıza karşıdır" demişlerdi. Yine
onların 'Almanlar düşmanımızdır. Almanların her teşebbüsü bizi tehdit eder;
Türkiye 'nin, Rusya'ya karşı tutumunakarşı çıkmak bizim görevimizdir' diye yaz­
dıklarını söyleyen Sabis, şu sonuca varıyor: " 1 9 14'te bu sözlerle açıklanan si­
yasal durum, İkinci Dünya Savşı 'nın siyasal durumundan farklı değildir." Sabis
sonradan 1944 Mayısında gördüğü davranış yüzünden İnönü'ye olan hıncını
açıklamıştır.
(79) Krecker, önceki kitap, s. 2 1 1-2 1 5; Krecker bu konuda s. 2 1 3 'te, von
papen'in 6 Nisan 1 942'de Dışişleri Bakanlığına gönderdiği ve Başbakan Sara­
çoğlu'nun von Papen'e Türk hükfunetinin Turancılık sorununa bir çözüm yolu
bulması için Almanya'yı resmen desteklememesine rağmen, Türk başbakanının
' 'bu konuda Almanlarla ilişki kurmak üzere gaynresmi olarak bazı kimselerin
görevlendirileceği"ni söylediği bir mesajdan söz etmektedir. Artık bu konuda
okuyucunu kendisi bir sonuca varmalıdır.
(80) Zeki Kuneralp ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden.

48
Ağustos 1 94 1 'de, Alman Dışişleri Bakanlığında Weiz Sac­
ker' e yanaşarak, Kafkasya'daki Türk halklarını tek bir kukla
hükumetin yönetimi altında toplamanın imkanlarını tartışmak
istemişti (8 1 ). Gerede'nin bu ve öteki teşebbüsleri, yazarın gö­
rüşüne göre, Ankara'dan aldığı resmi talimattan çok, kişisel
duygularını yansıtmaktadır. Krecker de, "ne kadar inanılmaz
bir şey gibi görünürse görünsün" Gerede'nin tek başına hare­
ket ettiğini açıkça söylemektedir (82). İşin ilginç yönü, Gere­
de'nin 25 Ağustos 1 94 1 'de Ribbentrop'la yaptığı bir görüşme
sırasında, Alman Dışişleri Bakanı 'na, "ülkesinin bugünkü sı­
nırlan dışında hiçbir toprak isteği olmadığını kesinlikle" ifa­
de etmiş olmasıdır (83). Bundan Gerede'nin kişisel nedenler­
den ayn olarak Kafkasya'da bağımsız bir Türk devleti kurul­
ması için Berlin'de genel bir heyecan havası yaratmak istedi­
ği düşünülebilir. Krecker, Türk hükftmetinin gaynresmi ola­
rak bu tutumu desteklediğini ileri sürmektedir. Ancak bu id­
diasını doğrulamak için gösterdiği kanıt rasgele olup, yalnız­
ca İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun, Gerede ve öbür
Turancılarca girişilen teşebbüslerden haberli olduklarını, bir
süre bunu sürdürmelerine göz yumduklarını göstermektedir.
Gerçekten de, eğer Almanya, Rusya'yı yenmiş olsaydı, her hal­
de durum değişecekti. Hochstetter'in dediği gibi, Turancılık
fikirleri, "patlamaya hazır tomurcuklar gibiydi." (84). Türk
dış politikası, kuşkusuz, Alman egemenliğinin yaratacağı ye-

(8 1 ) Bak: Devlet Bakanı 'nın (Weizsacker) memorandumu; Berlin, 5 Ağus­


tos 1 94 1 , Alman Dış P. B., cilt: XIII, s. 284.
(82) Krecker, önceki kitap, s. 2 1 O.
(83) Bak: Dışişleri Bakanı'ndan (Ribbentrop), Türkiye'deki Büyükelçi'yc
(von Papen), Berlin, 25 Ağustos 1 94 1 , Alman Dış P. B., cilt: XIll, s. 373-375.
(84) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.

49
ni şartlara ayak uyduracaktı. Ancak böyle bir durumu nasıl ida­
re edebilirlerdi konusu, tartışılabilecek bir sorundur ve arşiv­
lerde İnönü, Menemencioğlu ve Saraçoğlu'nun Turancılık
emellerini gerçekleştirmek için Alman yardımından bir şey­
ler umduklarını gösteren hiçbir belgeye rastlanmamıştır.
Belgelere dayanan kanıtlar, elbette ortaya çıkartılama­
yanlar dışında, Turancılık hareketiyle Ankara'da iktidar ara­
sında herhangi bir ilişki olduğu kanısını vermektedir. Von Pa­
pen'in 1 94 1 Mayısında Ribbentrop 'a gönderdiği uyarı gibi,
"Türk hükllmetinin temiz saygınlığını çıkarları için sürdürme­
ye kararlı olduğu yolu . . . toprak vaatleri ile ... etkilemeyi dü­
şünmek yanlış olur"du (85). Anlaşıldığı kadarıyla Ribbentrop
da, Ankara'daki elçisinin uyarısını dinlemiş ve von Papen'e,
Türk yetkilileriyle Turancılık sorununu tartışmaktan kaçınma­
sını bildirmiştir. İşte bu konuda yazdığı şunlardır:
Türkiye'nin genel politikasını, bizden yana olan savaşçı
ülkelerin yararına değiştirmek için bu konuların yeterince çe­
kici olmadığını hesaba katınca, bizim için Türkiye'nin istek­
lerine ve özlemlerine katılmamıza ya da garanti vermemize
bir neden kalmamaktadır (86).

(85) Türkiye'deki Büyükelçi'den (von Papen), Dışişleri Bakanı'na (Rib­


bentrop), Ankara, 29 Mayıs 1 94 1 . Alman Dış P. B., cilt: XII, s. 9 1 3-91 5 .
(86) Dışişleri Bakanı'ndan (Ribbentrop) Türkiye'deki Büyükelçi'ye (von
,

Papeıi) , Bedin, 12 Eylül 1 942, Gizli Belgeler, s. 105-106.


/ Almanların, Sovyetler Birliği içindeki Türk unsurları bağımsız bir devlet
ufım
d unda birleştirmeye niyetli olmadıklarının en erken belirtilerinden \liri de,
ı;erek Rus ordusunda çarpışırken tutsak aldıklarına, gerekse Sovyetlere karşı fa­
)ıliyetlerinden ötürü Rus çalışma kamplarına sürülmüş olanlara karşı aynı dere­
,
cede sert davranmalarıdır. Eğer Almanlar ayn bir devlet kurmaya yönelecek et­
kili bir direniş hareketi yaratmaya niyetlenselerdi, önce hoşa gitmekle işe başlar,

50
Hostler'in haklı olarak belirttiği gibi Turancılık hareke­
tindeki başarı ihtimalinin zayıflığı daha Ruslar Almanları ye­
nilgiye uğratmadan önce ortaya çıkmıştı (87).
Her şeye rağmen Nihal Atsız'ın yayınladığı açık mektup­
ların hazırladığı fırsatı kaçırmak istemeyen İnönü'nün, Sov­
yetler'i ya �ıştırma çabası, yine de başarısızlığa uğradı . İnönü,
Turancıları ezerken, önceden de belirtildiği gibi, Sovyetler'in
Türkiye'ye karşı takındığı tutumu etkilelemek istemiş, ancak
bunda da hayal kırıklığına uğramıştı . Ruslar, Almanlar'ın işi­
ne yarıyor diye Türk tarafsızlığına saldırmayı sürdürüyor. Tu­
rancıların yargılanmalarını maskaraca bir oyun olarak niteli­
yorlardı. 1 944 yılı ortalarında yalnızca iç politikada yapılan
değişiklik, işlerin üstesinden gelmek yeterli değildir. Türkiye,
dış politikasını da yeniden çizmek zorundaydı.

adil davranır ve aslında ayaklanma durumundaki bir grubun enerjisine yön ver­
meye çalışırlardı. Türkistan ve Kafkasya'daki Alman tutsak kamplarının hangi
şartlar içinde bulunduğunu anlamak için bak: Talıir Çağatay, Türkistan: Kurtu­
luş Hareketiyle İlgili Olaylardan Sahneler (İstanbul, "Yas Türkistan" Yayım,
1 959), s. 24.
(87) Hostler, önceki kitap, s. 1 84; Hostler, aynca bu konunun ve genellik-
le Türkiye'nin tarafsızlığının SSCB 'ndeki ganimetleri kimseyle paylaşmamak: he­
defini güden Nazi küstahlığı ve niyetleriyle kışkırtıldığını öne sürmektedir. Bu
tez, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği'ni istila etmeyi
tasarladığım ileri süren Rus görüşüyle aynı doğrultudadır.
Türkiye 'nin, Turancılık fikirleri ardında Sovyetler Birliği 'ne saldırmayı as­
la planlamadığını görmek için bak: Ömer Rıza Doğrul, ' 'Turkish Foreign Polic�
Since tlıe Revolution" (Devrimden Bu Yana Türk Dış Politikası), Pakistan Ho-\
·

rizon, Haziran 1 95 1 , s. 6 1 - 67.

51
XI

TÜRK DIŞ POLİTİKASININ YENİDEN


DÜZENLENMESİ

Türk yetkilileri, özellikle İnönü, bir yandan iç politika­


daki değişiklikleri gerçekleştirirken, öte yandan da ortaya çı­
kan yeni gerçeklere ayak uydurabilmek ve 1 944 yılı başların­
da Türk dış politikasını da buna uydurmak için dört önemli
adım attılar. Türkiye, İngiliz ve Amerikalıların çağrılarına
uyarak, Almanya'ya kromit cevheri ihracını durdurdu, Mih­
ver gemilerine Boğazları kapattı, Dışişleri Bakanı Menemen­
cioğlu'nu görevinden aldı, Almanya ile diplomatik ve ekono­
mik ilişkilerini kesti.
Almanya'ya Krom İhracının Sona Ermesi - Ocak ve şu­
bat aylarında Türkler, Almanya 'ya yaptıkları krom ihracını ar­
tırmışlardı. Amerikan Elçisi, Dışişleri Bakanı 'nın Sovyet aleyh­
tarı uğraşılarına bağladığı bu tedbirsizce hareketi, İngiliz mes­
lektaşıyla birlikte protesto etmekle yetinmeyip, kromit cevhe­
rinin taşınmasında kullanılan demiryolunun geçtiği ve Bulga­
ristan'la Türkiye'yi birbirine bağlayan Meriç köprüsünün de
uçurularak "gerekli işlem"in yerine getirilmesini istedi ( 1 ).

( 1 ) Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanına, Ankara,


1 8 Şubat 1 944, Dış ilişkiler, 1 944, cilt: V, s. 8 1 9.

53
Mart ayında İngilizler ve Amerikalılar, daha başka eko­
nomik kısıtlamaların yararlı olacağını düşündüler. Batılı Müt­
tefikler tercihli satın almayı kesebilir ya da Türk limanları­
nı abluka edebilirlerdi. Steinhardt ve Hugessen, ilk fikre kar­
şı çıktı. Bunun Türk ekonomisi üzerinde birdenbire etkisi ol­
mayacağı gibi, Almanların Türk piyasasında denetimi elle­
rine almalarına yarayabilirdi. Türk ekonomisi ablukadan da
etkilenmeyecek gibi görünüyordu (2). Bunun üzerine Dışiş­
leri Bakanlığı şu sonuca vardı: "Türkiye'deki hayat şartları­
nın bir abluka hareketi karşısında ekonomik yönden etkilen­
mesi şüphelidir" (3 ). Aynca abluka, Türkleri Mihver' e daha
bağımlı bir duruma getirebilirdi.
Dışişleri Bakanlığı böylece Türklere karşı kullanılabi­
lecek silah deposunun "acınacak derecede boş" olduğuna ka­
rar verdi (4). Bu aslında, yüzde yüz doğru bir kanı değildi;
çünkü, Türkler de Sovyetler'in ilerlemesi karşısında gittikçe
daha çok İngilizlerin ve Amerikalıların iyi niyetlerine sanl-

1 944 Nisanında Türk Dışişleri Bakanı, artan ihracata bir kulp takmayı de­
nemişti. Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada, ilk olarak l 940'ta İngi­
lizlere bütün Türk kromit cevheri üretiminin yirmi yıllık bir süre için verilı...ısi
önerildiğini, ancak bunun kabul edilmediğini söyledi. Sonra 1 943'te, İngilizle­
rin de onayı alınarak, Alman silfilı yardımına karşı Almanya'ya kromit gönderil­
meye başlandığını açıkladı. Menemencioğlu, "Avrupa ile ticaret ilkemiz, mala
karşılık maldı. Biz bu ilkeyi uyguladık ... Hatta o kadar sıkı uygulamadık ki, sat­
tığımız malın karşılığı gelmeden kendi mallarımızı göndermedik bile ... " dedi.
Türk Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin Alınanya'ya kromit ihracatının artmasına, Al­
manların da Türkiye'ye gönderdikleri mallann çoğalmasına bağladı. Bak: TB­
MM Zabıt Ceridesi, 20 Nisan 1 944, ciltt IX, s. 96.
((2) Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, An­
kara, 5 Nisan 1 944, aynı yerde, s. 820-825.
(3) Dışişleri Bakanlığından, Türkiye'deki Büyükelçi 'ye (Steinhardt), Was­
hington, 30 Mart 1 944, aynı yerde, s. 820-822.
(4) Aynı yerde, s. 82 1 .

54
dıklarını seziyorlardı. Batılıların hedefi, Türkleri kendi po­
litika çizgilerine çekmek, bunu mümkün olduğu kadar çabuk
gerçekleştirmek için gereken baskıyı yapmak, fakat, bu bas­
kının, Türkleri Almanlara yaklaştıracak kadar kuvvetli olma­
masına dikkat etmekti .
1 9 Nisan 1 944'de İngiliz ve Amerikan Büyükelçileri, Al­
manya'ya gönderilen kromit cevheriyle ilgili protesto nota­
larını Menemencioğlu'na sundular (5). Hugessen, haftalar­
dan beri ilk defa Türk Dışişleri Bakanı ile karşı karşıya ge­
liyordu; birlikte, "buz gibi bir on dakika" geçirdiler (6).
Amerikan notasının içeriği İngiliz notasınınkiyle hemen he­
men aynı olduğu halde, Menemencioğlu'nun Steinhardt'la
buluşması daha dostça bir hava içinde geçti. Steinhardt, Dı­
şişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta, "Numan (Mene­
mencioğlu), notayı dostça bir hava içinde, işbirliğine yatkın
bir anlayışla kabul etti" diyor ve "Almanya ile pazarlık için
özel bir isteği yoktu", diye ekliyordu.
Menemencioğlu ayrıca, Müttefiklerin, " kendisini çık­
mazdan" kurtarmak için Türkiye ile Almanya arasındaki ula­
şım imkanını yok etmeye neden kalkışmadıklarını bir türlü
anlayamadığını" da söylemişti (7).
Ayrılırlarken, Menemencioğlu Steinhardt'a notayı "dik­
katle inceleyeceğini" söyledi. Ertesi gün Ameri.kan Elçisi'ne
şubat ayında ihraç edilen 6.752 tona karşılık ayda 4.000 ton

(5) Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, An­


kara, 1 5 Nisan 1 944, aynı yerde, s. 825-826.
(6) Cümle, Hugessen'indir; aynca bak: Türkiye'deki Elçi'den (Steinhardt),
Dışişleri Bakanlığı'na, Ankara, 1 5 Nisan 1 944, aynı yerde, s. 827.
(7) Bak: Aynı yerde, s. 825-826.

55
Türk kromit cevheri ihraç edilmeye b�şlandığını bildirdi (8).
Beş gün sonra, 20 Nisan'da da, Almanya'ya kromit cevheri ih­
racının bütünüyle durduğunu açıkladı. Menemencioğlu Büyük
Millet Meclisi'nde yaptığı açıklamada tarafsız bir devletin, sa­
vaşan iki tarafa da fark gözetmeden mallarını satmak zorun­
da olduğunu bildirdi. Ancak, "dış politikamızın çekirdeği ve
temeli olan" Britanya ile arasındaki ittifak gereğince, Türki­
ye'nin tarafsız sayılamayacağını ekledi. Bu nedenle de, Mih­
ver' e yapılan kromit cevheri ihracatının duracağını bildirdi (9).
Bir başka sorun da, Türkiye ile Mihver'den yana olan
Balkan ülkeleri, yani, Macaristan ve Romanya arasında ya­
pılan stratejik mal alışverişiydi. 3 Mayıs 1 944'e kadar Müt­
tefikler, Türkiye'nin Macaristan'la yeni bir ticaret anlaşma­
sı imzalamasına engel olmuşlardı. 1 O Mayısta Steinhardt ve
Hugessen, yeniden Menemencioğlu'na protesto notalarını
dayadılar. Türk Dışişleri Bakanı, ülkesinin "Mihver'le tica­
ri ilişkilerini kesmek gibi bir lüksü göze alamayacağı" kar­
şılığını verdi ( 1 0). Bunun yerine Birleşik Amerika ve lngil­
tere' nin, Türkiye'nin Mihver ülkelerinden aldığı mallan sağ­
layarak "stratejik malzemelerin ihracatını her zaman için
önleyebileceklerini" bildirdi. Sözgelişi, İngiltere ya da Bir­
leşik Amerika, Mihver' ce sağlanan oranda akaryakıt vere­
bilselerdi, Türkiye, Romanya'ya bir ton bile stratejik mad­
de göndermeyecekti ( 1 1).

(8) Türkiye'deki Büyük.elçiden (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, Anka­


ra, 1 5 Nisan 1 944, aynı yerde, s. 826-827.
(9) TBMM Zabıt Ceridesi, 20 Nisan 1 944, cilt: IX. s. 98.
( 1 0) Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, An-
·

kara, 1 2 Mayıs 1 944 Dış 1lişkiler, s. 841-842.


(i l ) Aynı yerde.

56
Müttefikler, Dışişleri Bakanı'nın, Türkiye'nin egemen­
liğini ihlal iddialarına rağmen diplomatik baskılarını sürdür­
dü (12). 26 Mayısta Türk hükfunetine, İngiliz ve Amerikalı­
lara, Mihver' e kromit cevheri ihraç etmeme niyetiyle ilgili bir
anlaşma taslağı sundu ve gelecek yıllarda öteki sratejik mal­
larının miktarını da yan yarıya düşüreceği vaadinde bulundu
(13) Steinhardt ve Hugessen, bazı ufak tefek değişikliklerle,
bu taslağın kabul edilmesini salık verdiler. Yalnız Steinhardt' a,
anlaşma imzalanıncaya kadar Türklere "sürekli baskı" yapıl­
masını isteyen İngilizlere durumu açık.laması bildirildi. Bunun
kabul edilmemesi halinde, aslında gergin olan İngiliz-Türk
ilişkilerinin bütün bütün gürültü kopartacağı hatırlatıldı. Ste­
inhardt, öneri kabul edilmediğinde Türk Dışişleri Bakanından
"kısa zamanda daha başka isteklerde bulunulacağını hatırlat­
tı (14). Steinhardt'ın bu görüşü haklı bulundu. Anlaşma im­
zalandı ve Müttefikler gerçekten de Türk hükfunetinden yeni

( 1 2) Türkiye' deki Elçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, Ankara, 23


Mayıs 1 944, aynı yerde, s. 848.
( 1 3) :fürkiye'deki Elçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, 26 Mayıs
1944, aynı yerde, s. 851-852.
(14) Türkiye'deki Elçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanlığına, Ankara, 2
Haziran 1944; aynı yerde, s. 857-859. Steinhardt, Dışişleri Bakanlığı 'nın 3 1 Ma­
yıs 1944 tarihli bir mesajına karşı tepki göstermişti, aynı yerde, s. 856. Bu me­
sajda, "Almanları tehdit altında tutabilmek için şu andan İkinci Cephe açılınca­
ya kadar Türklere sürekli baskı yapılması üzerine İngiliz görüşü için ne yorum­
da bulunacağını" soruluyordu. Steinhardt şu karşılığı verdi: ' 'Numan'ın (Mene­
mencioğlu), kendisinden istenen şeyin Almanya ile ilişkilerin kesilmesi olduğu­
nu önceden söylemesi, İngilizler saldın başlayıncaya kadar bunda diretecekleri­
ne göre, sonra da bu sürekli isteklerden ve baskıdan karşısında pek hayrete düş­
tüm. Saldın başladıktan sonra Numan'a (Menemencioğlu), Almanya ile ilişkile­
rini kesmesini söylemekle İngilizlerin ne kazanacaklarını anlayamıyorum. Bunu
ansı! olsa aralık ayından beri tekrarlıyorlar."

57
isteklerde bulunmaya başladılar. Bunlar arasında Mihver ge­
milerine Boğazlardan geçiş izni verilmemesi de vardı.
Menemencioğlu'nun İstifası ve Mihver Savaş Gemi­
lerinin Boğazlardan Geçişlerinin Durdurulması Montre­ -

ux Anlaşması'nın 4. maddesi uyarınca, savaşta eğer Türkiye


savaşan taraflardan biri değilse; bütün ticaret gemileri, hangi
bayrağı taşırlarsa taşısınlar, Boğazlardan serbestçe geçebile­
cekti ( 1 5). Bu hüküm, anlaşmanın 3. maddesinde belirtildiği
gibi kullanılabilecekti ve Türkler, Boğazların giriş ya da çı­
kışlarında kuracakları sağlık denetleme istasyonları ile, gemi­
leri durdurup denetleyebileceklerdi ( 1 6).
Bu denetleme mümkün olduğu kadar çabuk yapılacak­
tı. Başka hiçbir nedenle, gemiler transit geçişten alıkonula­
mayacaktı.
Feridun Cemal Erkin, 3. maddedeki sağlık denetimi hak­
kının Montreux'de Türklerce, birçok delegasyonun karşı çık­
masına rağmen elde edildiğini ve ancak Türkiye'nin bu de­
netlemeyi, formaliteleri en aza indirip en kısa zamanda bi-

( 1 5) Montreux Anlaşması'nın 3. maddesinin ilk cümlesi şöyledir: "Ege


Denizi'nden ya da Karadeniz'den Boğazlara giren bütün gemiler, Boğazların gi­
riş yerindeki sağlık istasyonunda, Türk yasalarınca gösterilen sağlık denetimi ve
uluslararası sağlık tüzükleri uyarınca durdurulabilir." Bak: Uluslar Cemiyeti, Tre­
aty Series, (Anlaşmalar Dizisi), cilt: CLXXIII, No. 4015, "Montreux'da lınza­
lanan Boğazlar Rejimiyle llgili Konvansiyon, Ekleri ve Protokol," 20 Temmuz
1 936, s.213 - 24 1 .
Türkiye v e Boğazlar konusunda kusursuz bir araştırma olarak bak: James
T. Shotwell ve Francis Deak, Turkey at the Straits: A Short History (Türkiye Bo­
ğazlarda: Kısa bir Tarihçe), (New York, Macmillan Company, l 94 l ).
Harry H. Howard'ın bu konudaki araştırmaları da başarılıdır.
( 1 6) 4. Maddenin bir bölümü şöyledir: "Savaş zamanında Türkiye, sava­
şan yanlardan biri değilse, hangi bayrağı taşırlarsa taşısınlar ve yükleri ne olur­
sa olsun, ticaret gemileri Boğazlar' dan serbestçe ve transit olarak geçebilir... "

58
tirmek için söz vermesinden sonra onaylandığını belirtmiş­
tir ( 1 7) . Yoksa, Türk resmi makamlarının serbest geçişe mü­
dahale imkanı sıfıra indirilmiş olacaktı. Erkin, Türklerin sağ­
lık denetlemesi konusundaki diretmelerinin, aslında "sağlık
denetimi adı altında" , durumları şüpheli görülebilecek ülke­
lerin gemilerini aramak ve gemilerin gerçekten savaş tekne­
si olup olmadıklarını tespit etmek amacı güttüğünü söyle­
mektedir ( 1 8).
Türkiye'.nin tarafsız kalacağı savaşlarda, Montreux Anlaş­
ması, savaşan devletlerden birine ait savaş gemilerinin özel
şartlar dışında Boğazlar'dan geçmesini yasaklanmaktaydı ( 1 9).
Anlaşmanın 8. maddesinde ve Ek I I 'de, savaşan tarafla­
rın Boğazlardan geçmesi yasaklanan savaş gemilerinin tonaj­
ları, mürettebatı, hızları v e görevleri d e belirtilmiştir (20). Ta­
nımlamaya l 00 tondan aşağı gemiler alınmamış ve küçük ge­
miler için belirsiz ifadeler kullanılmıştır. Bunlar, asıl savaş
gemilerine eşlik eden ve yapıları gereği ticaret ya da savaş
gemisi olup olmadıkları belirsiz teknelerdir (2 1 ) Tanımlama .

( !.'.?)_Erkin. önceki kitap, s. 272.


( 1 8 ) Aynı yerde. s. 272 - 273.
( 1 9) Montreux Anlaşması 'nın 19. maddesi. savaşta taraf olmayan devlet­
lerin savaş gemilerinin de Boğazlardan geçmelerine izin vermekte, fakat. Ulus­
lar Cemiyeti Sözleşmesi uyarınca girişilecek ortak bir askeri harekat ya da Ulus­
lar Cemiyeti Sözleşmesi çerçevesi içinde imzalanmış, Türkiye'yi de bağlayan bir
karşılıklı yardım anlaşması gereğince, "saldırıya uğrayacak devlete yardım"
şartını koymuştur.
(20) 8. Madde, Ek II'de, gemilerin kategorilerinin belirtildiğini göster­
mektedir.
(2 l ) Montreux Anlaşmasının Ek Il,,C bölümünde, yardımcı gemiler, 1 00
tonu aşan, normal olarak filo görevlerinde ve asker taşımakta kullanılan. bazen
savaş gemisi görevi de gören ve özel olarak savaş gemisi diye yapılmamış tek­
neler biçiminde tanımlanmaktadır.

59
sorunu savaşta çok daha karışık bir duruma giriyordu; çün­
kü, savaşan tarafların ticaret gemileri de genellikle saldırıla­
ra karşı silahlandınlmaktaydı.
1 944 yılı ocak ve şubat aylarında İngiliz Büyükelçisi,
"refakat gemisi" olduklarını ileri sürdüğü Alman savaş ge­
milerine Boğazlardan geçiş izni verilmesini protesto etti. Her
seferinde de Türkler, bu gemilerin 20 ile 40 ton arasında kü­
çük tekneler olduklarını ticaret eşyası taşıdıklarını söyleye­
rek tatmin olduklarını ileri sürdüler (22). İngilizler ise bu ge­
milerin Ege denizindeki savaşta kullanıldığını, çeşitli silah­
lar taşıdıkları ve top yuvalan olduklarında direttiler. Türkler
savaşan tarafların ticaret gemilerinde top yuvaları bulunma­
sının normal olduğu, bunun, gemilerin ticaret teknesi niteli­
ğini değiştirmediği karşılığını verdi (23).
Mayıs ayı sonunda İngiltere Büyükelçiliği, E.M.S. sını­
fından 5 Alman gemisinin Boğazlardan geçeceğini Türklere
haber verdi; bunların top ve derinlik ölçme araçlarıyla dona­
tıldıklarını bildirdi. 26 Mayısta, gemiler Türklerce durdurul­
du. 29 Mayıs'ta Alman Elçiliği, 1 1 geminin daha Boğazların
bir ucunda, altısının da öbür ucunda durdurulmasından yakın­
dı. Almanlar bu gemilerin ticaret gemileri olduğu, kereste, ku­
ru ot ve kömür taşıdığını söyleyerek geçiş için izin verilme­
sinde diretti. Türklere bakılırsa, yapılan araştırmada gemiler­
de olağanüstü bir şey bulunamamıştı. Bunun üzerine gemile­
rin geçmesine izin verildi (24).

(22) Erkin, önceki kitap, s. 274-275.


(23) Aynı yerde, s. 275.
(24) Aynı yerde, s. 276.

60
Haziran ayının başında İngiltere Elçiliği yeniden Alman
"taşıt" gemilerinin ve E.M.S. sınıfından üç geminin daha
Boğazlara doğru yöneldiğini bildirdi ve durdurulmalarını is­
tedi. Bunlardan biri, Kassel, arama için yapılan isteği kabul
etmedi. Bunun üzerine geminin Karadeniz'den çıkmasına izin
verilmedi (25). Türkler bu kez çıkmaza girmişlerdi. Erkin,
Menemencioğlu'na, Montreux Anlaşması'nın uygulanma­
sında Türklere ağzı sıkılık hakkı tanıdığı biçiminde yorum­
lanmasını mümkün kılan 24. maddesini hatırlatarak, bundan
yararlanmasını salık verdiğini yazmaktadır. Ancak Dışişleri
Bakanı, "Anlaşmaya sıkı sıkıya bağlı kalmayı tercih ederek"
buna karşı durdu (26). Ardından, von Papen'i kabul ederek,
Alman Büyükelçisinden, gemilerin savaş teknesi olmadıkla­
rı üzerine kişisel güvence aldı. Bundan sonra da Boğazlardan
geçmelerine izin verdi (27). İngilizlerin buna karşı tepkisi pek
insafsız ve çok haksız oldu (28). Parlamentoda bir konuşma
yapan Dışişleri Bakanı Eden, "bu doyurucu olmayan davra­
nış "tan söz ederek, "Majestelerinin hükumeti, Türk hükume­
tinin bildik manevralara kalkışmasından ötürü derin bir te­
dirginli!c duymuştur..." dedi (29).

(25) Aynı yerde.


(26) Aynı yerde, s. 279.
(27) Esmer, Türk Dış politikası, s. 1 67.
(28) İngilizlerin savundukları dava, kendilerinin uzun bir süreden beri Türk
hükfunetinin zoraki onayı ile Türk tarafsızlığını çiğnemiş olmaları bakımından,
kuramsal olarak güçsüz kalıyordu. Kraliyet donanmasından Albmay Stephen W.
Reskili resmi tarih belgesinde şöyle demektedir: " 'Mihver savaş gemileri ile il­
gili' protestolarımız... Kendi hatif tonajlı gemilerimiz de, düşmanın Ege'deki gar­
nizon ve gemilerine karşı savaşırken Türk tarafsızlığını pek dikkate almadıkları
için, hafif kalıyordu." Stephen W. Roskili, The War at Sea 1 939 - 1 945, (Deniz­
de Savaş 1939-1 945), cilt: IIJ, The Offensive (Saldın), (Londra, 1960), s. 3 17.
(29) Büyük Britanya, Avam Kamarası. Parlamento Görüşmeleri (Resmi
Raporlar), Beşinci dizi (londra, 1 944), cilt: 400, sütun: 1987.

61
Türk yetkililerinin Alman gemilerinin " yetersiz biçim­
de ve acele aramalarını" özellikle eleştirdi.
Bu protestolar, Menemencioğlu'nun, İngiliz hükumeti­
nin Boğazların yalnız Montreux anlaşması uyarınca yasak­
lananlara değil, bütün Alman gemilerine kapatılmasını iste­
diğini anlamasına yetmişti. Oysa, Türklerin uygulaması,
Montreux'de benimsenmiş bir tanımlama sorunuydu ve an­
laşmayı imzalayanlardan artık hiçbirinin işine gelmiyordu
(30). Türk Dışişleri Bakanı, İngiliz hükumetine, küçük tonaj­
lı refakat gemileriyle ilgili Ek II'nin tarafsız bir yabancı hu­
kukçuya, sözgelişi, bir İsviçreliye incelettirilmesini, hukuk­
çu konu üzerine görüşlerini hazırlayıncaya kadar da, şüphe­
li gemilerin Boğazlardan geçişinin durdurulmasını önerdi.
Gerek Almanlar, gerekse İngilizler, bu yolun çok ağır işleye­
ceğini ileri sürerek, karşı çıktılar. En sonunda Türkler, Kas­
sel ' in baştan aşağı aranmasında diretti, Almanlar dabunu ka­
bul etmedi. Sonunda geminin 9 mm 'lik zırhı, tank taşımak
için otuz bir ton kapasitede maçunaları, beş makinalı tüfeği,
iki topu, denizaltı tespit aracı ile, 65 sandık cehanesi olduğu
ortaya çıktı (3 1 ). Erkin, " Kısacası, yapılan denetleme İngi­
liz Elçisi 'nin istihbaratının doğruluğunu onaylamış oluyor­
du" diye durumu özetlemektedir (32). Türkler, Montreux An­
laşması 'nı çiğnemek isteyen Almanya'yı protesto etti. Ardın­
dan bütün E.M.S. ve " Mannheim" sınıfı gemilerin Boğaz-

(30) Erkin, önceki kitap, s. 276. Menemencioğlu'nun bu düşünce tarzı Ya­


yınlanmamış Anılar'ında onaylanmaktadır s. 293.
(3 1 ) Bak. ayın Tarihi, cilt: 127, Haziran 1944, Hadiselerin Takvimi'nde,
s. 6-7.
(32) Erkin, önceki kitap, s. 277.

62
lardan geçişini yasakladı. Aynca bundan böyle Boğazlardan
geçecek Alman gemilerinin sıkı bir biçimde aranması emri­
ni verdiler. Bu kararlar, Başbakan Saraçoğlu'nun Dışişleri Ba­
kanlığı görevini de üzerine aldığı gün, kendisince açıklandı.
Menemencioğlu ise "Türk - İngiliz ilişkilerinin daha çok bo­
zulmaması için" istifa etmişti (33).
Müttefikler, genellikle Mihver yanlısı olarak bilinen Me­
nemencioğlu 'nun istifasıyla, rahatlamıştı (34). Dışişleri Ba­
kanının görevinden ayrılması, Türk dış politikasının yeniden
düzenlenmesinin bir unsuru olmı;ıktan çok, simgesiydi. Me­
nemencioğlu'nun dış politikası, İnönü'nün dış politikasıyla
bağdaşıyordu. Aslında savaş yıllarında, Almanların ağır bas­
tıkları dönemde, Türkiye'nin tarafsız kalmasını isteyenler,
hep bu politikadan yana olmuşlardı (35).
Müttefiklerin durumu düzeldikten sonra, daha az katı bir

(33) Baltalı, önceki kitap, s. 1 2 1 .


(34) Keesing's Contemporary Archives, (Keesingin'in Çağdaş Arşivleri),
1943-1946, cilt: V. (Londra, Keesing Yayınlan Ltd.), 24 Haziran 1 Temmuz
-

1944, s. 6526'da şu durum belirtilmektedir: "Londra'da ileri sürüldüğüne göre,


Türkiye'nin Müttefiklerinin yanında savaşa katılmamasının başlıca sorumlusu,
Bakan olarak Menemencioğlu'dur... "

(35) Turgut Menemencioğlu dış politika �orunlannda amcasının görüşü­


nün genellikle ağır basmakla birlikte, Türk dış politikasını çizenler arasında sık
sık görüş aynlıklanna rastlandığını belirtmektedir. Aynca Menemencioğlu'nun
politikasından ayırmak da imkansızdır. Turgut Menemencioğlu bu konuda şöy­
le yazıyor: '.'Numan'ın bağımsız olaraka politika belirleyemeyeceğini söylemek
istemiyorum; ama, Bakanlık mutlak denetimi altındaydı ve açık seçik tutumu,
Türk hükumeti, Cumhurbaşkanı ve Parlamento üyeleriyle ilişkilerinde, kaypak­
lıktan uzak davranışlarıyla politika üzerinde doğrudan doğruya etkili olabiliyor­
du. Kabine toplantılarına katılıyor ve çözümlemeleri ya da açıklamalarıyla ağır
basıyordu. iyi bir talih eseri olarak, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ordu, görüşle­
rini paylaşıyorlardı. Bazen özellikle yeni olaylar ortaya çıkınca, anlaşmazlıklar
da görülüyordu. Sonuna doğru da, pek seyrek birkaç çatışma olmuştu. Ama, g-

63
tarafsızlık anlayışı içinde İngilizlerle işbirliği yapmış, Sovyet­
lerin Balkanları istila etmesini önlemek için, Batılıları Türki­
ye ile işbirliği yapmaları konusunda uyarmak istemiştir. An­
cak, artık bu politikanın yararlılığının sonu gelmişti. Alman­
lar yenilmiş, Sovyetlerin Doğu Avrupa'yı "kurtaracakları"
açıkça belli olmuş, İngiliz ve Amerikalıların da Doğu Akde­
niz'de önemli bir saldırıya başlayacak durumda olmadıkları an­
laşılmışı.. Sürekli ve hemen hiç değişmeyen Türk politika çiz­
gisine yeni bir yön vermek için, İngilizlere ve biraz da Ame­
rikalılara yanaşmak gerekiyordu . Yoksa,Türklerin artık önle­
mekten umutlarını kestikleri Doğu Avrupa'daki olaylar karşı­
sında, Türkiye tek başına kalabilirdi.
Demek ki, bir politika değişikliği gerekli olmuştu. Üste­
lik bu dramatik ve görünür bir değişiklik olmalıydı. İnönü bu­
nun üzerine, Dışişleri Bakanından istifa etmesini istedi (36).
Menemencioğlu'nun, Boğazlardan geçen Mihver gemi­
leri konusunda İngilizlerle anlaşmaya yanaşmaktan kaçınma­
sı ve isteksiziği, bu değişikliğin simgesi durumuna gelmesi­
ne yetmişti. Y ine de Dışişleri Bakanı'nın bu konudaki istek­
sizliği, kendisinin aslında Mihver yanlısı olduğu anlamına

eneilikle Türk politikası son derece uyumlu bir biçimde yönetiliyordu.'' (Yaza­
ra gönderdiği özel bir mektuptan.)
Zeki Kuneralp da bu çözümlemeyi onaylamaktadır: "Numan Menemen­
cioğlu, Müttefikler savaşta ağır basmaya başladıktan sonra, İnönü tarafından
Türkiye'nin yüzünü ak çıkarmak için bütün suçun omuzlarına yüklendiği adam
olarak kullanılmıştır. Menemenci oğlu hiç bir zaman İnönü 'ye danışmadan önem­
li bir karar almamıştı ve dolayısıyla izlediği politika ile İnönü 'nün politikası ay­
nı şeydi." (kuneralp ile yazar arasındaki özel bir görüşmeden.)
(36) Feridun Cemal Erkin, yazarla yaptığı özel bir görüşme sırasında, Me­
nemencioğlu 'nun istifa ettiği gün geçen olaylan anlatmıştır. O gün, gerek İnö­
nü, gerekse Menemencioğlu için öfkeli bir gün olmuştıır.

64
gelmez. İstifasına kadar dayanan olaylar karşımda beslediği
fikirleri, gerek bu konuda, gerekse başka belli başlı bunalım­
larda, Menemencioğlu'nun asıl düşüncesinin Sovyetler Bir­
liği olduğunu göstermektedir. İşte yazdıkları: " Müttefikleri­
miz diye kolladığımız devletler, Montreux Anlaşması 'nın
kendi ulusal politikamızın aracı olmasına göz yumuşumuz.
karşısında, bir gün aynı şeyi Türkiye'ye karşı kullanabilir."
Ardından, "tek bir yanlışımızı kollayan düşmanlanmız"ın,
bundan yararlanarak, Türkiye'nin anlaşmayı uygulamaya­
cak, sorumluluk almayacak kadar güçlü olmadığını, öne sür­
mezler mi?" diye soruyordu. "Anlaşmayı bir kere için bile
olsa İngilizler adına bozarsak, bir daha Ruslara karşı kendi­
mizi nasıl savunabiliriz? Elbette Ruslar da, politikaları gerek­
tiği zaman, anlaşmanın feda edilmesini isteyebileceklerdir
(37). Menemencioğlu'nun Alman gemilerinin Boğazlardan
geçmesiyle ilgili anlaşmazlıktaki tutumunun, tek bir ihlal ola­
yında bile bunun Sovyetler B irliği üzerinde uyandıracağı et­
ki korkusundan esinlendiği anlaşılmaktadır. Menemencioğ­
lu, anlaşmanın Türkiyece en küçük bir ihtilalin bile, ilerde
Rusların Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesini is­
temelerine neden olacağı biçiminde bir mantık kuruyordu. Ya
da hiç olmazsa Boğazlarda devriye bulundurmayı istemele­
rinden çekiniyordu. Menemencioğlu, Sovyet tehlikesinden
başka hesaplan ölçmeye hazırlıklı değildi.

(37) Yayınlanmamış Anılar, s.294; Cevat Açıkalın ve Nihat Erim, hukuki


deyimlerle, Menemencioğlu 'nun 19. maddenin hükümlerini yorumlarken, küçük,
silahlan kısmen sökülmüş refakat gemilerinin Boğazlardan geçebileceklerini sa­
vunmakta haklı olduğunu öne sürmektedirler. Sonradan CHP Genel Sekreteri olan
Erim, o zamanlar Dışişleri Bakanlığı 'nda genç bir hukuk danışmanıydı ve duru­
mu incelemek için kurulan bir komisyona başkanlık etmişti. (Yazarla arasında­
ki özel bir görüşmeden.)

65
Bunalımın doruğuna erdiği bir sırada, İngiliz Büyükel­
çisi, Churchill'den İnönü'ye gönderilen kişisel bir çağrı için
Menemencioğlu 'nu ziyarete geldi. Hugessen, Müttefiklerin
davasının asıl ateşli bir öfkeyle savunduğunu hatırlamakta­
dır. Hugessen, yazara, "Bir saate yakın, hemen hiç durma­
dan konuştum" demiştir. "Ve en sonunda İnönü başını salla­
dı. Kazandığımı anlamıştım." (38)
Gerçekten de Hugessen kazanmıştı. P rofesör A. Suat
Bilge, "İnönü, İngilizleri yatıştırmak için Menemencioğlu'nu
harcadı" demektedir (39). Dışişleri Bakanı artık hükumetin
öteki üyelerine açıktan açığa ters düşmüştü. Açıkalın'ın hak­
lı olarak belirttiği gibi, "Numan, günün siyasal şartlarına
ayak uydurmayı becerememişti." (40)
Almanya ile İlişkilerin Kesilmesi Menemencioğlu ar­
-

tık ayrılmış, Türkiye'den Mihver ülkelerine kromik cevheri ih­


racatı durmuş, Türkiye'nin Mihver ülkelerine ihraç ettiği öbür
maddeler, bir yıl öncesine oranla yarı yarıya azalmıştı. 23 Ha­
ziran'da Eden, Türkleri Almanya ile ilişkilerini kesmeleri için
zorlamak üzere Hull'i ortak eylertıe geçmeye çağırdı. Hull, Türk
hükfunetine yapılacak öneride İngilizleri desteklemeyi kabul et­
ti ve 28 Haziran'da Steinhardt'ı bununla görevlendirdi (4 1 ).

(38) Sir Hughe Knatchbull-Hugessen ile yazar arasındaki özel bir görüş-
meden.
(39) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
(40) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
( 41) Türkiye'nin seçtiği yeni politika yoluyla ilgili bu ve başka konularda
Dışişleri Bakanı Eden'in sert bir tutumdan yana olduğu görülmektedir. Amerika
Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen bir muhtırada, Eden'in, Menemencioğlu'nun is­
tifasından sonra Batılı Müttefiklerin "birtakım somut öneriler ... getirmelerini is­
• '

tediği anlaşılmaktadır. Eden, Türklerden, Almanya ile ilişkilerini kesmeleri ya da


savaşa girmelerini istemek için Sovyetler Birliği'nden "geride kalmamalarını"
salık veriyordu. Bak. Memorandum, lngiltere Büyükelçiliği 'nden Dışişleri Bakan­
lığı 'na, Washington, 23 Haziran 1944, Dış İlişkiler, 1944, cilt:V, s.860-863.

66
Aynı gün Büyükelçi Harriman bu konuda Molotov'un
görüşünü öğrenmek için kendisine başvuruyordu. Molotov bir
"yarım tedbir" olarak gördüğü bu teşebbüs karşısında pek et­
kilenmedi. Harriman'a şöyle dedi: " Türkiye'nin savaşa
1 943 'te katılmasını beklemiş olsaydık, nasıl olsa Türkleri ik­
na edecek olan askeri başarılarımızdan sonra çabalarımızı
azaltmak herhalde mantıklı bir davranış olmazdı" (42). Rus­
ların karşı duruşlarına rağmen, 1 3 Haziran'da Müttefiklerin
Normandiya'ya çıkmalarından bir hafta sonra, Hugessen,
Başbakan ve Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'na, Türki­
ye'nin Almanya ile diplomatik ilişkileri konusundaki İngiliz
isteğini sundu. Saraçoğlu, İngiltere hükfimetinin Türkiye'den
"onursuzca" bir eyleme girişmesini isteğini öne sürerek bu­
na karşı çıktı ve Büyük Millet Meclisi'nin bunu kabul etme­
yeceğini söyledi. Hugessen'in, Saraçoğlu'na Türk hükfime­
tinin "Londra'da talihsiz bir etki uyandıracak" tutumunda
üstelemeyeceğini umduğu yolla bir karşılık verdiği söylenir
(43). Görüşme sırasında Saraçoğlu, İngiliz-Türk ortak kuv­
vetlerinin Bulgaristan'a girmeleri önerisini öbürlerine tercih
ettikleri bir alternatif olarak yeniden ortaya attı. İngiliz Elçi­
si buna, Müttefiklerin, Balkanlar'ın istilası konusundaki plan­
lan üzerine bilgisi olmadığı, olsa bile bunu tartışacak durum­
da bulunmadığı karşılığını verdi (44).
Bu dönemde İngilizlerin Türkiye'yle olan ilişkilerindeki

(42) Sovyetler Birliği'ndeki Büyükelçi'den (Harriman), Dışişleri Bakan­


lığı'na, Moskova, 28 Haziran 1 944, Dış ilişkiler, 1 944, cilt:V, s.863-865.
(43) Türkiye'deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışişleri Bakanı'na, Anka­
ra, 30 Haziran 1 944, aynı yerde, s.866-867.
(44) Aynı yerde.

67
durumu, Almanya'yla diplomatik ilişkilerin kesilmesinin çok
yararlı olacağı, Almanya üzerinde derin psikolojik etkiler ya­
ratacağı ve hemen uygulanabileceği görüşüne dayanıyordu. Si­
yasal ve iktisadi ilişkilerin kesilmesi isteği "hiç geciktirilme­
den uygulanabilirdi; çünkü ... askeri hiçbir yükümlülüğü ge­
rektirmiyordu ve gerek Almanya, gerekse Balkan ülkeleri üze­
rinde, bir savaş ilanı kadar moral çöküntü yaratabilirdi." ( 45).
İngilizler, Türklerin "son olaylar sırasında karanlık ve
karışık olan" politikalarını "açıklığa" kavuşturmaları için,
bunun bulunmaz bir fırsat olduğunda diretme yolunu seçti­
ler. İngiltere aynca bir Alman saldırısı olursa Türkiye'nin
yardımına koşmak için söz de veriyordu (46). 1lişkilerin ke­
silmesinin Türk ekonomisine vereceği zararları karşılamayı
da İngiltere vaat ediyordu.
Birleşik Amerika da, İngilizlerin bu tutumunu genellik­
le destekledi ve Türklere, özellikle Ruslara, diplomatik ilişki­
lerin kesilmesinin "etken bir biçimde savaşa katılmaya doğ­
ru atılmış ilk adım" olarak görüldüğünün belirtilmesini iste­

di (4 7). Onlar da böyle bir ilk adımın yarar sağlayacağına ina­


nıyorlardı: Alman personelinin ve Mihver ajanlarının Türki­
ye'den çıkartılması, Türk topraklan üzerinde uçuş hakkı, Türk
havaalanlannın kullanılması ihtimali (48) . Fakat, General

(45) Hull'in bir sözü, bak. Hull, önceki aynı kitap, s. 1 374.
(46) Memorandum, İngiltere Büyükelçiliği'nden Dışişleri Bakanlığı'na,
Washington, 12 Temmuz 1 944, Dış llişkiler, 1 944, cilt:V, s.879-88 1 .
(47) Hull, önceki kitap, s. 1 374.
(48) Stratejik Planlama, s.505. Ortak Komuta Heyeti Strateji Şubesi, Tür­
kiye'nin savaşa sokulmaması konusunda Marshall'a salıklarda bulunmasını sür­
dürüyordu. Bir Türk saldırısının başarılı sonuçlar verebilmesi için Birleşik Ame­
rika 'nın geniş malzeme ve teknisyen yardımında bulunması gerekliydi. Penta­
gon' daki planlamacılar da, Bulgaristan' a yöneltilecek bir Türk saldırısının siya­
sal tehlikelerinden çekinmekteydiler. Strateji şubesinin mantığına göre "Türk-

68
Marshall yeniden Türkiye'ye ve müttefiklerine, Birleşik Ame­
rika'nın, "Balkanlar'daki bir harekata askeri, deniz ya da ha­
va desteği yardımında bulunamayacağının hatırlatılmasını" is­
tedi (49). Marshall bu karşı duruşunu, halen Akdeniz'de sür­
mekte olan harekatı aksatmada amacına bağlıyordu.
Sovyet hükumeti bütün bu manevralar karşısında ilgi­
siz kalmaktaydı. Tutumları, Türkiye'nin ya savaşa girmesi
ya da tek başına bırakılması yönündeydi (50). Churchill, Sta­
lin'i bundan döndürmek için diplomatik ilişkilerin kesilme­
si konusunda üçlü bir teşebbüs yapılmasını ileri sürdü. Sov­
yet önderine, " Türklerle arasındaki ittifakın Almanya için
çok önemli olduğunu" hatırlattı. Türkiye ile ilişkilerin ke­
silmesi, "Almanların ruhunda yas çanlarının çalması" anla­
mına gelecekti (5 1 ). Stalin'in buna karşılığı 15 Temmuz'da
Londra'ya ulaştı:
Bildiğiniz gibi Türk hükftmetinin teşebbüsü üzerine ken­
dileriyle geçen mayıs ve haziran aylarında görüşmelerde bu­
lunduk ve üç Müttefik hükftmetin geçen yılın sonunda ileri sür­
dükleri öneriyi tekrarladık. Bundan hiçbir sonuç çıkmadı. Şu
sırada l'ürkiye'nin gönülsüzce atacağı bir adımın Müttefikle­
re ne yarar sağlayacağını anlamıyorum. Türk hükumetinin Al-

ler Bulgaristan' a saldıracak olurlarsa, Sovyet kuvvetleri de güney Balkanlara sar­


kabilirdi. Oysa ne Türkler, ne de lngilizler, böyle bir şeyin gerçekleşmesini iste­
miyordu. "
(49) Hull, önceki kitap, s. 1 375.
(50) Aynı yerde, s. 1373.
( 5 1 ) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, Dışişleri Bakanlığı, 1941 -
1 945 Büyük Vatan Savaşında SSCB Bakanlar Kurulu Başkanı ve ABD Başka­
nı ve Büyük Britanya Başbakanı Arasındaki Mektuplaşmalar. (Moskova, Yaban­
cı Diller Yayınevi, 1957), Başkan' dan Başbakan'a, Moskova, 1 5 Temmuz 1944,
s.236.

69
manya ile olan ilişkilerinde benimsediği kaypak ve kaçamak
tutum karşısında en iyisi, Türkiye'yi tek başına bırakmak ve
üzerinde daha başka baskılardan kaçınmaktır. Elbette, Alman­
ya ile savaşmaktan kaçınan Türkiye'nin savaş sonrası sorun­
larında söz sahibi olması da, bunun içindedir (52).
Büyükelçi Harriman, Sovyetlerin, Türkiye'nin Alman­
ya ile ilişkilerini kesmesinin Sovyetler Birliği'nden imtiyaz
koparma amacını gütmesine dikkat ettiklerini bildirdi. 1 3
Haziranda Harriman, Vişinski ile d e görüşüktükten sonra,
gönderdiği yeni bir raporunda, Sovyetlerin Türkiye'nin Al­
manya ile ilişkilerini kesmesine, etken muharipliğe doğru
atılmış ilk adım gözüyle bakmadıklarını da duyurdu. Vişins- ·

ki, Türklerin hareketinin pek önemsiz olduğunu ve çok geç


kaldığını ileri sürmüştü. " İkinci bir adım atmaya aslında za­
man yoktu." Harriman doğru olarak, Sovyetlerin bu neden­
le "çekingen" kaldıklarını, Türkiye'ye karşı hiçbir yüküm­
lülük altına girmeden, bir yarar sağlamayı ummadıklarını
tahmin etmektedir (53).
Askerleri artık Romanya sınırına gelip dayanmış olan
Sovyetler, Türklere bir tercih hakkı tanınmasının kendilerine
bir kazanç sağlayamayacağını kavramışlardı. Bu nedenle de
Türkler, 2 Ağustos 1944 'te Almanya ile siyasal ve iktisadi iliş­
kilerini kestiklerini açıkladığı zaman, "Pravda" gazetesi bu­
.
nu "hesaplı bir oportünizm" diyerek, çok soğuk bir biçimde
karşıladı ( 54). Buna karşılık B irleşik Amerika 'dan yeni bir ya-

(52) Aynı yerde.


(53) Sovyetler Birliği'ndeki Elçi'den (Harriman), Dışişleri Bakanı'na,
Moskova, 30 Temmuz 1 944, Dış 1lişkiler, 1 944, cilt: V, s. 894-895.
(54) Bak, Times gazetesi, Londra, 1 2 Eylül 1 943, lngilizce çevirisi.

70
kınlaşma belirtisi haberi geldi . 4 Ağustosta Ortak Genelkur­
may Heyeti, Balkanlarda bir harekatı geliştirilecek olursa,
"Birleşik Amerika'nın . .. yardımcı bir Türk birliğinin hazır
edilip edilemeyeceğini bilmek istediğini" açıkladı (55).
2 Ağustosta Büyük Millet Meclisi'nde bir konuşma ya­
pan Başbakan ve Dışişleri Bakanı Saraçoğlu, Almanya ile dip­
lomatik ilişkilerin kesilmesinin aslında Türk politikasının be­
lirli çizgilerini yansıttığını söyledi (56). Türkiye hiç de taraf­
sız olmamıştı ve bütün savaş boyunca Büyük Britanya'nın ya­
nında yer almıştı. Şimdi de İngiltere ve Birleşik Amerika hü­
kfunetleri, Türkiye 'den böyle bir adım atmasını istedikleri için,
kabul etmişlerdi. Saraçoğlu, bunun yalnızca bir " istek" oldu­
ğunu özellikle belirtti ve karşılığında da, diplomatik ilişkile­
rin kesilmesi yüzünden uğranılacak ekonomik zararların İn­
giltere' ce karşılanması konusunda anlaşmaya varıldığını ek­
ledi. Başbakan, Türkiye'nin kararından ötürü İngiltere'nin
"çok hoşnut kaldığını da açıkladı. Aynca milletvekillerine,
"Bu karar ... bir savaş ilanı değildir" güvencesini de verdi.
Meclis 'Jeki 492 üyeden 4 1 1 ' inin oylarıyla, C.H.P.'nin başlıca
üyelerinin verdiği karar örneği kabul edildi (57). Tasan,
C.H.P.'nin Ali Rana Tarhan başkanlığındaki Bağımsız Gru-

(SS) Stratejik Planlama, s. SOS. Aynca bak: Ortak Kurmay Heyeti Başka­
nı'ndan (Marshall), Dışişleri Bakanı Yardımcısı 'na (Stettinius), 4 Ağustos 1 944,
Dış llişkiler, 1 944, cilt: V, s. 897.
(S6) T.B.M.M. Zabit Ceridesi, 7. dönem, 2 Ağustos 1 944, cilt: 1, s. 6.
(S7) Bunlar: Hasan Saka (Trabzon), Kazım Özalp (Balıkesir), M. Ş. Esen­
dal'dı (Bilecik). tlişkileri kesme karan (teknik yönden) alınmıştı; çünkü olum­
suz oy veren yoktu. Öbürleri ya oy vermemiş ya da toplantıya katılmamıştı.

71
bunca da desteklendi ve Tarhan yaptığı konuşmada, grubunun,
"bu davranışın ittifakımızın bir gereği olduğu görüşünü pay­
laştığını ..." belirtti (58).
Böylece Türkler, dış politikalarını Müttefiklerin istedik­
leri çizgiye getirmiş oluyordu. Şimdi, Müttefiklerin söz ver­
dikleri biçimde davranıp davranmayacaklarını görme.k için
bekleyeceklerdi.

(58) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 7. dönem, 2 Ağustos 1944, cilt: l. s. 6.

72
XII

TÜRKİYE, Y ENİ ORTAYA ÇIKAN


KUTUPLAR ARASINDA

1944 Yılı Yaz ve Sonbahar Aylarındaki Müttefik Za­


ferleri Menemencioğlu'nun istifasını izleyen aylarda, sava­
-

şın başından beri Mihver denetimi altında bulunan bölgelerin


silinip süpürüldüğü görüldü. Manş'ı aşarak gerçekleştirilen
İkinci Cephe saldırısından sonra, İngiliz ve Amerikan birlik­
leri Eeylülde Kuzeybatı Avrupa'ya iyice sokulmuşlardı ve ar­
tık durumları güvenlik içinde görünüyordu. 1 Kasımda İngi­
lizler aynca Yunanistan' a da yerleşmişti. Tito'nun, Alman bir­
liklerini· geri çekilmeye zorlayan partizanlarına yardıma baş­
lamışlardı. Sovyetlerin ilerliyişi de, aynı biçimde göz alıcıy­
dı. Eylül sonunda gerek Finlandiya, gerekse Romanya teslim
olmuştu. Ekim başında Sovyet ordusu Macaristan'a saldırmış
ve Macar hükfuneti çok gecikmeden barış istemişti. Polonya
savaşı ise daha uzun sürmüştü. Üç ay boyunca, eylül, ekim ve
kasımda, Sovyet kuvvetleri Vistül nehri boyunda takılıp ka­
lırken, Polonyalılar Almanlarla kanlı savaşlara girişmişlerdi.
Sovyet işgal kuvvetleri aralık ayında Varşova'ya girdiklerin­
de, Polonya'da aslında pek az bir direniş kalmıştı.

73
Türkler her zamanki gibi bu gelişmeleri karışık duygu­
larla izliyordu: Mihver işgali altındaki ulusların özgürlükleri­
ne kavuşmalarından ötürü sevinç duyuyor, fakat, bir işgal kuv­
vetinin almasından korkuyorlardı. İnönü, Türkiye'nin, Müt­
tefiklerin yanında yer almasını sağlamak için giriştiği davra­
nışları arasında, önceden de gördüğümüz gibi, Batı ile özel­
likle İngilizlerle, iyi ilişkiler kurmayı umut etmiş, Ruslarla da
bir modos vivendi'nin (geçici uzlaşma) temellerini atmak is­
temişti. Dışişleri Bakam Menemencioğlu'nun Sovyetlerle kar­
şılıklı anlaşmayı gözeten görüşme teşebbüsünün başarısızlığı
üzerine, Tür�lerin İngilizlere ve Amerikalılara yanaşmaları da­
ha da kaçınılmaz olmuştu. İnönü bu konuda gerekli adımları
attı. Öte yandan, hem Ruslarla aralarındaki ilişkilerin gerek­
tirdiği sakınganlık nedeniyle, hem de Amerikalıları ve İngi­
lizleri güç duruma düşürmek istemediği için, gelişmeler kar­
şısındaki Türk tepkisini ve Türklerin korkularım belli etme­
meyi uygun buldu ( 1).

( 1 ) Selim Sarper'le yazar arasında, 2 1 Temmuz 1 968'de Ankara'da yapı­


lan özel görüşmede Sarper, bu çözümlemeye katkıda bulunan bazı şeyleri açık­
lamıştır. Sarper, 1 943 yılı Mart ayından savaşın sonuna kadar, Sovyetler Birli­
ği'nde Türkiye Büyükelçisi olarak bulunmuştu.
Fahir Armaoğlu da, önceki kitap, s. 36-37'de, "Almanya'nın yıkılışının
yakın olduğunu ve Avrupa' daki dengenin bundan dolayı bozulacağını sezen Türk
hükumeti, Sovyetler Birliği kozunu oynamanın gereğini hissetmişti," diye yaz­
maktadır. Birleşik Amerika ve İngiltere için de bu söz konusuydu. Sözgelişi, 1 2
Eylül 1 944'te Saraçoğlu, Büyükelçi Steinhardt'ı makamına çağırmıştı. Stein­
hardt, Başbakan'ı biraz "kafası dağınık halde" bulmuştu. Türkiye başbakanı, ln­
giltere' de ve Birleşik Amerika'da Türkiye'ye karşı gösterilen aleyhte tutumu an­
lamayı başaramadığını, lngiltere'nin Almanya ile ilişkilerini kesmek için yaptı­
ğı isteği yerine getirdikleri halde, "Londra'nın Türk hükumetinden hiilii hoşnut
olmadığını gösteren bir öfke içinde bulunduğunu' ' söyledi. Steinhardt, bunun bel­
ki de Türkiye'nin hiilii savaşa girmemiş olmasından doğduğunu ileri sürdü. Sa-

74
Gerçekten de bir süre, umutlanmak için ortaya epeyce
neden çıktı. Sovyetler Birliği ılımlı bir politika izleyecekle­
rini gösteren çeşitli davranışlara girişmişti. Sözgelişi, 1 943
yılı aralık ayı ortasında imzalanan İran'la ilgili Üçlü Mütte­
fik Deklarasyonu, savaştan sonra İran'ın bağımsızlığını ga­
ranti altına alıyor ve Rusların bu ülkede savaştan sonra da ka­
labileceklerini düşünerek Türklerin duyduğu endişeyi orta­
dan bütünüyle kaldırıyordu.
1 2 Aralık 1 943 'te imzalanan Çekoslovakya-Sovyet Rus­
ya anlaşması da, aynı biçimde güven vericiydi. Anlaşma ko­
nusunda görüşmek için Moskova'ya giden Eduard Benes,
Stalin ve Molotov'u sözden anlar kişiler olarak görmüştü: Rus
işgal kuvvetleri Çekoslovakya'nın iç sorunlarına karışmaya­
cak ve mümkün olduğu kadar çabuk sivil yönetimi Çek yet­
kililerine teslim edecekti. Türk basını bu belirtileri yürekten
alkışladı ve Moskova'nın iyi niyetini gösterdiğini, Sovyetle­
rin İngiliz ve Amerikalılarla sıkı bir işbirliği içinde çalıştık­
larını ispatladığını ileri sürdü (2).
Bu görüş, Sovyetlerin Romanya'ya karşı davranışları ko­
nusundı! doğruydu. Rus orduları 2 Nisanda Prut nehrini aşar­
ken, Molotov uzlaştırıcı bir demeç vererek Sovyetler Birli­
ği 'nin Romanya'nın sosyal yapısını ve toprak bütünlüğünü ko-

raçoğlu sertçe, Türlerin son birkaç aydan beri İngiliz ya da Amerikalılardan özel
bir istek bekledikleri, fakat bu isteğin daha gelmediği karşılığını verdi. Türk hü­
kumetinin kendi teşebüssüyle buna kalkışmasının ''salık verilemeyeceğini ' ' söy­
ledi. Saraçoğlu, İngilizlerin ve Amerikalıların isteklerini yerine getirmeye hazır
olduklarını açıkça anlattı. Bak: Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt), Dışiş­
leri Bakaıu'na, Ankara, 1 2 Eylül 1 944, Dış tlişkiler, 1 944, cilt: V, s. 899-900.
(2) Bak: Ulus, 1 5 Aralık 1 944; Tanin, 1 6 Aralık 1 944; Cumhuriyet, 18 Ara­
lık 1 944.

75
rumak için söz verdiğini bildirdi. Rus orduları en sonunda Ro­
manya 'daki Antonescu hükumetini devirdiklerinde, Sovyetler
Molotov'un demecine uygun hareket edeceklermiş gibi gö­
ründüler 23 Ağustosta Kral Mişel, Sovyetlerin barış şartlarına
boyun eğdi: 25 Ağustosta da Mihver'e savaş açtı. Ayrıca Ge­
neral Constantin Sanatescu'yu, ılımlı unsurlardan oluşan bir ko­
alisyon hükfımetinin başkanlığına atadı. Aynı gün Molotov, ni­
sanda açıkladığı cömert şartları onaylayan bir demeçle, geliş­
melere rıza gösterdiğini resmen belli etti. Sovyetlerin yumu­
şak davranışları ve tutumları, Türk basınında Moskova'nın si­
yasetinde umut verici bir değişiklik olarak yorumlandı (3 ) .
Türkler bir yandan Rusları kızdırmamak için ellerinden
geleni yapıyor ve Ruslara alkış tutuyordu ama, bir gözlemci­
nin ifade ettiği gibi, hala, "Almanya 'dan korkmadıkarı kadar
Ruslardan korkmaktaydılar." (4).
1 944 yılı eylül ayında Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin
amaçları ile ilgili endişlerini artıran olay, onların Iran, Çekos­
lovakya, Finlandiya ve Romanya'ya karşı ılımlı tutumu ile hiç
bağdaşmayan Bulgaristan'ın işgali oldu.
Sovyetlerin Bulgaristan 'ı İşgali ve Türk Tepkisi Türk- -

(3) Bak: tanin, 5, 6 Nisan ve 30 Haziran 1 944; Akşam, 4 Nisan ve 27 Ağus­


tos 1 944; 1 5 Eylül ! 944'te Saddak, Akşam gazetesinde, " Romanya Mütarekesi
ve Sovyetler Birliği'nin Harp Sonu Sulh ve Emniyet Tertipleri" başlığı altında
bir makale yayınladı. Sadak makalesinde, yalnız Sovyetler Birliği'nce imzala­
nan bu anlaşmanın, üç Müttefikin de niyetlerini yansıttığını ileri sürüyordu. Her
şey hesaba katıldıktan sonra, Romanya 'ya koşulan şartlar ''yenik bir düşman için
hiç de sert ve ağır sayılmaz," diyordu; bak. Ayın Tarihi, Eylül 1 944, cilt: 1 30, s.
254-255. Bu dönemde Türk basınının, Sovyetler Birliği 'nin Finlandiya 'ya karşı
da yumuşak davranışı ile ilgili haberler yayınladıını belirtmek gerekir.
(4) Richard M owrer, Chicago Daily Mail gazetesi, 14 eyyül 1 944; Mow­
rer bu sırada Ankara 'yı yeni ziyaret etınişti.

76
ler, Rusların Romanya 'daki ilerleyişlerini izlerken, ardından
Bulgaristan'ın da düşmesinden korkuyorlardı. Dolayısıyla, bir
Sovyet istilasını önlemeleri için Bulgarları harekete geçmeye
çağırdılar. Temmuz ve ağustos aylarında, sözgelişi, Hüseyin
Cahit Yalçın, Asım Us ve Ahmet Emin Yalman gibi Türk ya­
zarları, Bulgarlara politiklannı acele değiştirmelerini, Mihver
yanlısı rejimi devirerek Almanya'ya savaş amaçlarını salık
verdiler (5). Bulgaristan'a, Sovyetler Birliği'yle savaşmamış
olmasından yararlanılabileceğini hatırlattı.
Bulgarlar 29 Ağustosta Rusların savaş açmalarına kadar
bekledikleri halde, bir aralık Türklerin söylediğini yerine ge­
tirmeyi planlar gibi oldular. Eylül ayı başlarında Mihver yan­
lısı hükfunet düşürüldü, sağcı Ziraatçiler Partisi üyesi Kons­
tantin Muraviev başkanlığında yeni bir hükfı.met kuruldu. O
da Müttefiklerle, özellikle Ruslarla ilişkilerini düzeltmek üze­
re çaba göstermeye başladı. 4 ve 5 Eylül akşamlan Muraviev,
yayınladığı bir bildiriyle, Nazilerle her türlü işbirliğine son ve­
receğini, barış şartlan için İngiliz ve Amerikalılarla görüşme­
ye hazır olduğunu açıkladı; hükfı.metinin Rusya ile de dostça
ilişkiler kuracağını belirtti. Ancak, Tass Ajansı hemen buna
karşı çıkıp, teşebbüsü yetersiz ve hileli bir davranış olarak ni­
teledi. 8 Eylülde Muraviev hükfımeti Rusları yatıştırma tela­
şı içinde, Almanya ile diplomatik ilişkilerini kesti ve Sovyet­
ler Birliği'ne banş çağrısında bulundu. Ancak, Sovyet birlik­
leri Mareşal Tolburkin'in komutası altında Bulgaristan'ı çok­
tan istilaya başlamıştı. 9 Eylülde Sovyet yanlısı ve Anavatan

(5) Bak Tanin, 7 Temmuz ve 5 Agustos 1944; Vakit, 5 Temmuz, 5 ve 1 1


Ağustos 1944; Vatan, 1 8 Ağustos 1944.

77
Cep hesi önder i Geo rgiev, Kral II. Si mon 'u yeni bir rejim i ka­
bule zorlayan hükfune tin başı olarak ortaya çık tı . Böylece
Türkler , bir anda kendilerini , uzun süre Tr akya ve Makedon ­
ya 'ya yayılma emeli beslemiş , Ege d' e bir limana sa hip olma
peşinde koşmuş , yalnız Bulgar milliye tçiliğinin değil , Sovye t
yayılma siyase tinin de aracısı durumuna gelen bir komşuyla
yan yana buluvermiş ti .
Tü rkler i özellikle tedirgin eden şey , Bulgar yayılma si ­
yase ti ile, S ovye tle rin des tekleyeceği bir Komünis tsaldısı ara ­
sında k urulacak uyum ih timaliydi . Bulgaris tan d' a çok eskiden
beri Ruslara bir y akınlık duyulmak taydı ; Bulgarlar , Sovye tler
Birliği 'ne savaş bile açmamış tı. Almanlar da , bozguna yol
açacakla rı korkusuyla , Bulgar birlikler in i Rusl ara karşı sür­
mek ten çekinmiş ti (6). Şimdi ise So fya d' a Sovye t yanlısı bir
hük fıme tkurulmuş , Rusla rın bü tün Balkanları is til aya hazır ­
land ıkları bir sırada ik tidara geçmiş ti . Tü rkler , Rusların Sel a­
nik 'i ele geçirmele ri için Bulgarlara yardım edip etmeyecek­
lerini de merak e tmek teydi .
Bulgaris tan'daki olaylar karşısında halkın tepkisi hemen
gö rüldü : K arartma tedbirle ri,al tına saldı n,geniş çap ta bir göç
hareke ti (7) . Türkiye 'nin de Sovye tler Birliği' nce is til a edi -

(6) Türkiye 'nin Bulgaristan üzerine beslediği şüphelerin kısa bir açıkla­
ması ve nedenlerinin çözümlenmesi için bak: A. Akşin, Atatürk'ün Dış Politika
l lkeleri ve Diplomasisi, (İstanbul, İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1966), s. 126,
Türklerin görüşüne göre, Bulgaristan'daki nifakın nedeni, bir bakıma Bulgarla­
rın tarihleri boynuca Ruslara karşı duyduğu dostluk ve doymak bilmeyen yayıl­
ma istekleridir. C.L. Sulzberg de son olarak şu gözleme vamııştır: "Bir Bulgan
kesin, kanında kesinlikle genişleme eğilimi olduğunu görebilirsiniz; "The New
York Times gazetesi, 1 Kasım 1968.
Türkler de bu fikirde görünmektedirler.
(7) Daha ayrıntılı açıklama için bak: Geoffrey Lewis, önceki kitap, s. 120-
121.

78
leceği haberleri hızla yayılıyordu (8). Her şeye rağmen An­
kara, soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Türk basınının hü­
kumete yakın bazı organlan, Rusların Bulgaristan' ı istiliisı­
na iyimser bir anlam vermeyi denediler. Sözgelişi, Necmet­
tin Sadak, Sovyetler Birliği'nin, İngiliz ve Amerikalılarla an­
laşarak hareket ettiğini, istila hareketinin yalnızca Rusya'nın
yenik Mihver ülkelerine karşı aynı davranışlarda bulunma
kaygısından doğduğunu ileri sürdü (9). Daha sonra, Bulgar­
ların birçok yanlış yaptığını ve "büyük ağabey" Sovyetler
Birliği 'nce köteklenmeyi hak ettiğini yazdı (1 O). Bulgaristan
dünyayı aldatmak istemiş, fakat, Sovyetler dünyanın bunu
yutmadığını göstermişti.
Sadak böylece, Sovyetlerin Bulgaristan' ı istilasına iyim­
ser bir açıdan bakmış oluyordu.
Ancak Türkiye'den yükselen her ses, Rusları yatıştırma
amacını gütmekten uzaktı. Hüseyin Cahit Yalçın, Sovyetlerin
Bulgaristan'a savaş açmalarını anlamanın çok güç olduğu ile­
ri sürülen nedenlerin " inandırıcı ve yatıştırıcı" sayılmayacağı
görüşündeydi (1 1 ). Bulgar hükümetinin ve politikasının dos­
tu olmadığını kabul eden Yalçın, yine de Bulgarları, Sovyetle­
rin savaş açmasını gerektirecek kadar büyük bir suç işlemedik­
leri kanısındaydı. Yalçın, Sovyetlerin Bulgaristan'a savaş aç-

(8) Aynı yerde.


(9) Necmettin Sadak, " Sovyet Rusya'nın Bulgaristan'a Harp Notası",
Akşam, 7 Eylül 1 944; ayın Tarihi, Eylül 1944; Ayın Tarihi, Eylül 1 944, cilt 130,
s. 269-270.
( l O) Necmettin Sadak, " Sovyet Rusya Ordularının Bulgaristan'ı lstilii Et­
meleri Hadisesi", Akşam, 10 Eylül 1944 ve aynı yerde, s. 27 1-273.
( 1 1 ) Bak: "Rus-Bulgar Harbi Oldu-Bitti", Tanin, 7 Eylül 1944 ve aynı
yerde, s. 270-271 .

79
makla, İngiliz ve Amerikalılar gibi davrandıklarını da kabul et­
miyordu. Tersine, bu savaşın açılması, Rusların, İngilizlere ve
Amerikalılara "Balkanlar'da birtek etki olacaktır, o da Rus et­
kisidir" kavramını göstermek olduğunu belirtiyordu. Yalçın,
ayrıca şunu ekliyordu : "Sovyetlerin, Anglo-Saksonlara anlat­
mak istediği şudur : Balkanlar, yalnız Sovyetler Birliği' nin at
oynatabileceği bir alandır." (12) . Yalçın bu fırsattan yararlana­
rak, Rusların Boğazların denetimini ele geçirmek, Ege' ye in­
mek, mümkün olursa Yunanistan' a sıçramak isteyeceklerini be­
lirtip, tehlikenin önemini İngilizlere anlatmayı denedi. Sovyet­
ler Boğazlara doğru sarkacak olurlarsa, savaşın getirdiği yeni
stratejik imkanlar gereğince çevrede sağlam bir dayanak ara­
malarının şart olduğunu öne sürüyordu. En sonunda da,
"Churchill bunu kolay kolay yutmayacaktır ama, ağzını da
açamayacaktır," sonucuna varıyordu. Böylece, Yalçın, 1943 yı­
lı ortalarında Türkiye' nin Balkanları ya da başka bir yeri işga­
le g örevlendirilmesine aldırmadan, İngilizlerin yanı sıra sava­
şa girmelerini savunan ilk Türk y azarıdır. Bu kezde Boğazlar­
da v e Ege'de denetimi ele almadan önce durdurulmaları gerek­
tiğini Churchill' e ilk hatırlatan yazar oluyordu.
Yalçın, Rusların kışkırtmamak gerektiğini de anlamıyor
değildi. 15 Eylülde, Rusların, Bulgaristan' ın istilasını tamam­
lamalarından sonra, Yalçın, Rus gazetelerinin ve radyolarının
Türklere karşı yayın yapmalarına rağmen, Türk ve Sovyet hü­
kUmetleri arasındaki ilişkilerin "son derece normal, hatta dost­
ça olduğunu" belirtti (13). Yalçın, iki ülke arasındaki resmi

( 1 2) Aynı yerde.
( 1 3) Bak: "Türldye'de Endişe ve Türkiye'de Sükfuı ve itimat", Tanin, 1 5
Eylül 1 944; aynı yerde, s. 78-79.

80
ilişkiler iyi kaldığı sürece bu yayınların anlamını umursamı­
yordu. Yalçın, Bulgar temsilcileri K.ahire'de Müttefiklerin is­
teklerini yerine getirmek için bulunurken Sovyetler İngiltere
ile Amerika'yı dirsekleyip geçtikten sonra Balkanları ve Bul­
garistan'ı istilaya kalkışmamış olsalardı, bu hareketin hiç bir
zaman endişe uyandırmayacağını öne sürüyordu. Böylece
Sovyet emelleri üzerine durmadan endişeler besleyen Yalçın
bile, Bulgaristan'ın işgaline mutlu bir olay gözüyle bakmasa
da, yine de hafifletici bir kulp takmış oluyordu. Bulgar hükU­
metinin kuvvetlerini Yunan ve Yugoslav topraklarından çek­
meyi reddetmiş olması ise, bu çabanın şükranla karşılanma­
dığını göstermektedir.
Artık Sovyetler Birliği'nin Bulgar sorunlarına egemen
olacağı anlaşılmıştı. İngiltere'den gelen raporlar ayrıca,·gerek
Churchill, gerekse Eden'in demeçleri, Batılı Müttefiklerin de
Bulgar tümenlerinin işgal ettikleri yabancı topraklardan ha­
men çekilmeleri konusunda aynı görüşte olduklarım göster­
mekteydi. Bun rağmen Bulgar birlikleri eylül ve ekim ayla­
rında da, bulundukları yerlerde kaldılar. Türkler, Bulgarlarla
imzalanaçak mütarekenin şartlan konusunda İngilizlerle Rus­
lar arasında anlaşmazlık çıktığını tahmin ettikleri zaman ya­
nılmamışlardı (14). Bu nedenle de Bulgar kuvvetlerinin geri
çekilmeleri için gereken emir verilemiyordu (15). Asım Us,

(14) Selip Sarper'le Yazar arasındaki özel bir görüşmeden.


( 1 5) Cevat Açıkalm'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden. 1 5 Ekim
1 944 'te Necmettin Sadak, Akşam gazetesinde yayınlanan "Bulgaristan' dan Ge­
len Acayip Haberler Karşısında" başlıklı makalesinde, Başbakan Churchill ve
Dışişleri Bakanı Eden tersini söyledikleri halde, Bulgar kuvvetlerinin neden bu­
lundukları yerlerden geri çekilmediğini anlamanın mümkün olmadığını ifade
ediyordu. "Biz anlamadığımız gibi, lngiltere'de de anlayan bulunduğunu san-

81
bir makalesinde açıkça, Bulgaristan, İngiltere ve Amerika ara­
sında mütareke imzalanamamasının nedenini, İngilizlerin,
Bulgar kuvvetlerinin Trakya ve Makedonya 'dan hemen çekil­
melerini isterken, "Bulgarların, Rus ordularının Bulgaristan 'da
bulunmasından yararlanarak birtakım karışık komplolara gi•
rişmelerine" bağlıyordu ( 1 6). Gerçekten de bu sorunu ilerde
ancak Cuhurchill 'le Stalin arasında varılacak özel bir anlaş­
ma ile çözümlemek mümkün olabilecekti.
Ekim ayı sonunda Bulgar kuvvetleri en sonunda işgalle­
ri altında bulundurdukları Selanik ve Doğu Yugoslavya'dan çe­
kildi. Çekilme emri, 9 Ekim - 1 8 Ekim tarihleri arasında,
Churchill ' in Moskova 'ya ziyaretinden sonra, Sovyetlerle var­
dığı anlaşma uyarınca, Sovyetlerce verildi. Churchill ve Sta­
lin, Bulgar hükumetinin askerlerini geri çekmesi ve Rusların
Bulgar sorunlarında tek söz sahibi olmaları konusunda anlaş­
maya varmışlardı. Anlaşmanın bu ikinci bölümü kamuoyuna
açıklanmamıştı ve bu nedenle de Türkler, Bulgarların artık
"Büyük Bulgaristan" hayallerinden vazgeçeceklerini uma­
rak, mütareke şartlarından ötürü çok hoşnut olmuşlardı. Yal­
çın, Bulgaristan'a koşulan şartların çok "yumuşak" olduğu­
nu belirterek, "kendisini talihli sayması gerektiğini" yazmış-

mıyoruz," diye de ekliyordu. Sadak bundan sonra asıl önemli soruyu soruyor­
du: ''Bulgaristan, Müttefiklerin kararını çok iyi bildiğine göre, işgal altında tut­
tuğu topraklarda hala kalabilmek için bin bir türlü balıane icat ederken, acaba ne­
ye güvenmektedir?" Sadak buna, "yüzyıllık emellerini gerçekleştirmek için",
Bulgarların Sovyetlerle aralarındaki iyi ilişkilere güvendiklerini söyleyerek kar­
şılık veriyordu. Bak: Ayın Tarihi, Ekim 1944, cilt: 1 32, s. 348-350.
( 16) Bak: AsımUs, "Bulgaristan Mütarekesi", Vakit, 6 Ekim 1 944 ve Ayın
Tarilıi, Ekim 1 944, cilt: 1 3 1 , s. 350-3 5 1 .

82
tı ( 1 7). Yalçın, Bulgarların anlaşmayı imzalamakla, Ege deni­
zine çıkmak ya da Makedonya'ya yerleşmek gibi hayellerin
saçmalığını değerlendireceklerini umut ediyordu. Sadak, Sof­
ya'daki Sovyet yanlısı gösterileri yorumlarken, Bulgaristan 'da­
ki devrimin Balkanlar'da "genişleme ve emperyalist fırsatçı­
lık zihniyeti"ne karşı bir "büyük kazanç" olacağını umuyor­
du ( 1 8). Ne var ki, bu konudaki Türk umutlan pek kısa bir sü­
re sonra Georgiev'in ve onun Dışişleri Bakanı Stainov'un ge­
nişleme siyasetinden yana demeçleri, Tito'nun Pan-Slav so­
runu üzerine konuşmalarıyla dağılıp gitti.
Georgiev'in iktidara gelişinden sonra Türkiye'de beliren
endişe, Bulgarların uzlaşmaz tutumunun, Rusların Slav dev­
letleri arasında bir fedarasyon kurma planlarından doğduğu
şüphesi çevresinde toplanmaktaydı. Bu plan gereğince, Ka­
radeniz 'den Adriyatik' e kadar, Selanik' i de içine alan ve Sov­
yet işgali altında bulunan topraklar, federasyona katılabilir­
di ( 1 9). Mütarekenin imzalanması ve Bulgarların Selanik'le
Yugoslavya'dan çekilmeleri, bu kötü tahminlerin bir bölü­
münü ortadan kaldırmıştı. Ama, 1 945 yılı Ocak ayında mu­
zaffer Tite, Georgiev'le birlikte Pan-Slavizm sorununu bir ke-

( 1 7) Bak: Hüseyin Cahit Yalçın, ''Bulgaristan Mütarekesi", Tanin, 4 Ka­


sım 1 944 ve aynı yerde, Kasım 1 944, cilt: 1 32,.6. 267-268.
( 1 8) Bak: Necmettin Sadak, ''Bulgar Mütarekesi ve Balkan Milletlerinin
Emniyeti", Akşam, 8 Kasım 1 944 ve aynı yerde, s. 269-27 1 .
( 1 9) Cavit Oral'la yazar arasındaki özel bir görüşmeden, 1 9 Ocak 1 945'te
Haber gazetesi, Hüseyin Cahit Yalçın 'ın "Kahire Yolu Moskova' dan Geçermiş"
başlıklı bir makalesini yayınlamıştı. Yazar makalesinde Bulgar Dışişleri Bakanı
Stainov'un Kahire'de lngiliz ve Amerikan temsilcileriyle Bulgar mütarekesi için
çalışıp ortaya koydukları şartların, Rusların onayına sunulacağını anladığını ile­
ri sürmekteydi. Yani, Kahire'de olup bitenler, Moskova'da kararlaştınlanlardan
çok daha önemsizdi. Bak: Aynı yerde, Ocak 1 944, cilt: 1 34, s. 434.

83
re daha ortaya attı. Bunun, Türkiye'deki tepkisi birdenbire ve
sert oldu. Sözgelişi, Yalçın, Tito'yu Slav uluslarının kardeş­
liğinden söz ettiği için "ahmaklık" yapmakla suçladı (20).
Yugoslav önderine, ülkesinin Almanlardan olduğu kadar, Bul­
gar işgalinden de kurtarıldığını.hatırlattı. Yalçın, Tito'nun, Yu­
goslavya'nın Bulgaristan'la yalnız coğrafi komşu olma yö­
nünden değil, ikisinin de Slav uluslarından olmaları bakı­
mından sayılacaklarını söylediğini yazdı. "Bundan güdülen
amaç açıktır: Balkanlar'da Bulgaristan'ın da üyesi olacağı bir
Slav bloku oluşturmak." Yalçın, Yugoslavya ve Bulgaris­
tan'daki Pan-Slav fikirler esmesini, oportünist bir görüşe bağ­
layarak yorumluyordu. " Kendilerini cezadan kurtarmak ve
savaştan kazançlı çıkabilmek için Bulgarlar, Slav kardeşliği
kavramına yatırım yapmaktadır... " (2 1). Yalçın daha da iler­
de, Bulgarlarla Yugoslavların neyin peşinde koştuklarını be­
lirli bir biçimde ortaya koydu:
Tito'nun Yugoslavya'sında en önde gelen akımın genel
bir Slav duygusu olduğu artık inkar edilemez. Bu konuda atı­
lacak ilk adım, Bulgar-Yugoslav kardeşliğidir. Bağımsız Ma­
kedonya sorunu, Slav unsurlarca bir blok halinde Ege denizi­
ne inmek, Türk-Yunan birliğini parçalamak ve Balkanlar'da
egemenliği sağlamak için kullanılacaktır (22).
Türkler 1 945 yılı ocak ayında, hala birtakım umutlar
beslemekle birlikte, Sovyet emperyalist emelleri ile Bulgar

(20) Bak: "Balkanlarda Kendisini Gösteren Tehlike'', Tanin, 13 Ocak


1945.
(2 1 ) Aynı yerde.
(22) Bak: "Davayı Kaybeden Bir Kral", Tanin, 25 Ocak 1945 ve aynı yer­
de, s. 1 84-1 85.

84
ve Yugoslavların Pan-Slav akımlarınca kuşatılmış oldukları­
nı hissettiler. Böylece, İngilizlerin Yunanistan' ı kurtarıp ül­
kede dengeli bir hükumet kurma çabaları, gözlerinde daha
da büyük bir önem kazandı.
İngilizlerin Yunanistan'ı işgali: Bunalım Dönemi -

Sovyetlerin Avrupa 'daki hızlı ilerlemesi karşısında İngilizler,


Balkanlar'da bir köşe tutmayı denediler ama, Arnavutluk' u ele
geçirme istekleri hiç olmazsa biraz Kim Philby'nin çabaları
yüzünden boşa çıktı. Fakat, İngilizler 1 5 Eylülde Yunanistan'ı
kurtarmak için, uzun bir süreden beri kurdukları hayali ger­
çekleştirmek üzere ilk adımı attı. İngiliz çıkarma kuvvetleri
Peloponez yarımadası karşısındaki Kitera adasını işgal etti. 5
Ekimde, Tito ile varılan anlaşma uyarınca Kızılordu'nun Yu­
goslavya'ya girmeye başladığı gün, İngilizler de Patras'a gir­
diler. 1 4 Ekimde Atina ve Pire kurtarıldı. Türkler, İngilizlerin
Yunanistan'ı işgalden kurtardıkları haberlerini büyük bir fe­
rahlıkla karşılıyordu. Atay, İngiliz çıkarma hareketinin Bal­
kanlarda bir ikinci cephe açılmasına doğru başlangıç sayıla­
cağını ileri sürdü. Yalçın da, Balkan ve Akdeniz ülkelerinin
özgürlük.ve bağımsızlıklarını korumanın, lngiltere'nin temel
çıkarlarından olduğunu anladığını öne sürdü (23). Bulgar - Yu­
goslav mihverine karşılık, Türk basını da o günlerde Yunan­
Türk çıkarlarının aynı olduğundan söz etmeye başladı. Fakat,
Kasım l 944'te Atina 'da Komünist gösterilerin başlamasıyle
birlikte, ufuklar birden kararı verdi.
Savaş boyunca Yunan direniş hareketi, birbirleriyle yarı­
şan gruplara bölünmüş, bunlar arasında özellikle Albay Na-

(23) Bak: Ulus, 28 Eylül 1 944; Tanin, 28 Eylül 1 944.

85
poleon Zervas'ın yönettiği EDES adlı örgütle, Komünist eği­
limli ELAM-ELAS örgütü, başı çekmişlerdi. İngilizler, Al­
manların yenilmesini çabuklaştırmak için bütün Yunan dire­
niş örgütlerine yardım etmekten çekinmemiş, fakat, bu örgüt­
lerin aldıkları silahlan düşmana karşı olduğu kadar, birbirle­
rini kırmak için de kullandıklarını üzüntüyle görmüşlerdi.
Churchill, Atina'nın kurtarılmasından aylarca önce, Yunanis­
tan'da bir iç savaşın patlak vermesinden korkmuştu. Bunun so­
nucu olarak da General Scobie'nin komutası altındaki İngiliz
İşgal Kuvvetleri, son derece güçlü silahlarla İngilizlerin ken­
di donattığı Komünist çetelere karşı geniş çapta bir askeri ha­
rekata girişmek zorunda kalmıştı. Churchill, Komünistlerin ye­
raltı etkinliklerini küçümsediğini üzülerek kabul etmiştir.
"Bunların Almanlara karşı savaşmak üzere kurulduklarını
sandığımı kabul etmeliyim," demiştir. "Oysa, silahlan alıyor,
sonra yan gelip yatıyor ve iktidarı ele geçirmek üzere uygun
zamanı bekliyorlardı." (24).
Türk basını, Komünist asilere karşı güçlü İngiliz hareka­
tını hoşnutlukla karşılamıştı. Özellikle Yalçın, İngilizlerin fa­
şistlikle nitelendirilmekten çekinmeden harekete geçmeleri­
ne pek sevinmişti. "Faşist sözcüğü özellikle komünistler için

(24) Büyük Britanya. Parlamento. Avam Kamarası, Parlamento Görüşme­


leri (Resmi Raporlar), beşinci dizi, cilt: 407, 1 8 Ocak 1 945, sütun: 402. Ayrıca
bak: Hüseyin Cahit Yalçın 'ın, Churchill'in demeci üzerine yorumu, "Mr. Churc­
hill'in Yunanistan hakkındaki beyanatı", Tanin, 25 Ocak 1 945 ve Ayın Tarihi,
Ocak 1 945, cilt: 1 34, s. 1 80- 1 82; bu makalesinde Yalçın, Yunan Komünist kuv"
vetlerini Moskova'dan daha aşın Troçkist olmakla suçlamıştı. Savaştan önceki
Türk-Yunan ortak savunma hazırlıktan için bak: Aleksandr Papagos, The Batt­
lc ofGreece: 1 940- 1 94 1 , (Yunanistan Savaşı: 1 940- 1 94 1 ), (Atina; Scazikis "Al­
fa" yayınlan, 1 949), s. 43-70, 127-1 34.

86
bir lanetleme durumuna geldi. Kendilerinden olmayan herkes,
onlarca faşisttir." (25). Yalçın, bu fırsattan yararlanıp komü­
nistlerin "demokrasilere karşı kurdukları bir tuzak" olarak ni­
telendirdiği "müdahale etmeme " ilkesine de karşı çıkmıştır
(26). Falih Rıfkı Atay da kendi yönünden Türkiye'nin taraf­
sız kalmak istemesine rağmen, Türkiye'nin ve Balkanların
Yunanistan'daki savaş konusunda çıkarları bir olduğundan,
duruma ilgisiz kalamayacağını belirtmiştir (27).
Türkler, Yunanistan'daki olaylardan dolayı tedirgin ol­
dukları halde, komünistlerin asilerin, Stalin 'den bağımsız
olarak davrandığı belirtileri karşısında biraz olsun rahatla­
mışlardı. Türk gözlemcileri, Sovyetlerin, İngilizlerin duru­
munu bütün bütüne güçleştirmemek için açıkça yan tutmak­
tan ya da asilere silah yardımında bulunmaktan kaçındıkla­
rını haklı olarak sürmüşlerdir. Yalçın, Sovyetler B irliği'nin
Komintern'i (*) kaldırmasından ötürü duyduğu sevinci dile
getiriyor ve bunu dünyanın hiçbir köşesinde kışkırtmalara
girmeyeceği biçiminde verilmiş bir söz olarak kabul ediyor­
du. Yalçın, " Demek ki Moskova'nın dışardaki komünist
ayaklanmalarını desteklediği konusunda kaygılanmaya yer
yok," diye yazıyordu. " Moskova, kendisini Troçkizm'den
Komünist rejimi Sovyetler Birliği sınırları içinde güçlendir-

(25) Bak: "Komünistler ve Mülteciler' ', Tanin, 5 Aralık 1944 ve Ayın Ta­
rihi, Aralık 1 944, cilt: 133, s. 284-285.
(26) Bak: "Demokrasi Harbinin ilk Kazanılan Muharebesi", Tanin, 1 0
Aralık 1944; aynı yerde, s . 288-289.
(27) Bak: "Bir Komşumuzun Acıklı Durumu", Ulus, 8 Aralık 1 944; ay­
nı yerde, s. 286-287; aynca bak: Asım Us, "Yunanistan'daki Dahili Harp Ha­
li", Vakit, 8 Aralık 1 944, aynı yerde, s. 285-286.

87
me yolunu seçmiş ve yabancı ülkelere zorla kabul ettirmek­
ten caymıştır," diye de ekliyordu (28).
Yıl sonuna doğru Yunanistan 'daki durum düzelmeye yüz
tutmuştu. Churchill ve Eden, ELAM-ELAS önderleriyle 25
Aralıkta yüz yüze geldi ve 14 Ocakta bu örgütlerle İngilizle­
rin desteklediği naip Piskopos Damaskinos arasında bir ateş­
kes anlaşması imzalandı. Öte yandan Türk hükfuneti de On
İki Adalar üzerinde hiçbir isteği olmadığını kamuoyuna açık­
layarak, anlaşmanın yapılmasında küçük, fakat önemli bir rol
oynamış oldu. Yalçın'ın bu dönemdeki tutumunu anlamak
için, aslında daha ileriye bakmak gerekir. Yalçın, Stalin' in Yu­
nan iç savaşında etkin bir rol oynamakta kararsız kalmasın­
dan umutlanmıştı. Yalçın daha da önce, Sovyetler'in istila ede­
cekleri ülkelere komünist ideolojisini zorla kabul ettirmeye­
ceklerinden söz etmişti. Sözgelişi, 6 Ekimde şöyle yazıyordu:
" ... Sovyetler Birliği'nde Stalin dönemini, komünizmin
dünyada bir proletarya diktatörlüğü kurma hedefinden sapıp
sosyalizmin kurulmasını Rus sınırları içinde kuvvetlendirme
hedefine döndüğü çağ diye düşünmek gerekir." (29).
Yalçın bu yorumu, Molotov'un, Sovyetlerin istila edecek­
leri ülkelerin sosyal kurumlarına dokunmayacakları garantisi
üzerine yapmıştır.
"Bu garantiden anlaşılıyor ki, Sovyet orduları birçok ül­
keye bir Komünist ordusu olarak girmeyeceklerdir," diye ya­
zıyordu Yalçın. Ardından da, bunun besledikleri endişelerden
ancak bir bölümünü ortadan kaldırmaya yeteceğini ekliyordu.

(28) Bak: "Komünistler ve Mülteciler", aynı yerde, s. 284-285.


(29) Bak: "Sovyetlerin Prensipleri '', Tanin, 6 Ekim 1944; aynı yerde,
Ekim 1 944, cilt: 1 3 1 , s. 330-33 1 .

88
Fakat, 1 944 yılı sonunda Yalçın, artık soyut vaatlerini ka­
bul edilmemesini öneriyordu. Bu Sovyet ordularının Doğu
Avrupa ve Balkan ülkelerini, buralarda komünist rejimi kabul
ettirmek için istila ettiklerini ileri sürme anlamına gelmiyor­
du daha, Sovyet ordularının, Rus emperyalizminin aracı ol­
mamaları da aynı derecede önemliydi.
...Bu istila hareketlerinin bir de yarını olduğunu unuta­
mayız. Moskov radyosunun öteki uluslara komünizmin zor­
la kabul ettirilmeyeceği üzerine verdiği açık garantiler, soru­
nun bu noktasına hiç değinmemektedir. Oysa bu, özellikle Or­
ta Doğu'daki halkların (Türkiye) zihinlerini kurcalayan bir
noktadır. Her ne kadar bir kere daha Sovyet programının öte­
ki ülkelerin bağımsızlığını tanıdığını öğreniyorsak da, bu il­
kelerin 'gerçekçi' bir politika alanında uyguladıklarını da gö­
rüyor ve biliyoruz (30).
Bir ülkenin bağımsızlığını tanımanın, büyük bir ulusun
ondan büyük bir bölümü koparıp almaya kalkışmasına engel
olmadığı da açıktır, diye ekliyordu Yalçın. Sovyetlere gelin­
ce, "Onlar da stratejik sınırlar ileri sürerek çıkagelmişler ve
sağ elleriyle geri çevirdiklerini, sol elleriyle almaya kalkışmış­
lardır." Yalçın bunları yazarken, zilıninde özellikle bir korku
yatıyordu: Avrupa'nın birtakım etki alanlarıyl� bölünmesi.
Sovyet orduları Doğu Avrupa'yı Müttefiklerin Nazi Alman­
yası 'na karşı verdikleri savaş adına istila edeceklerdi. İngiliz­
ler de bunu onaylayabilirlerdi. Stalin'in amacının sosyalizmi
bir tek ülkede güçlendirme yönünde olduğu ileri sürülerek
belki avunulabilirdi ama, komünizmin bütün bir bölgeye, özel-

(30) Aynı yerde.

89
likle Türkiye 'yi kuşatan bir bölgeye zorla kabul ettirilmesi kor­
kusu zihinlerden çıkartılıp atılamazdı. Bu, gerek kendisinin,
gerekse başka gözlemcilerin, Churchill' e Stalin arasındaki
Moskova görüşmesinin Türkiye'deki kavramına bir renk ge­
tiriyor ve Türklerin, Stalin'in Yunanistan'daki komünist un­
surlara yardım etmeyi reddedişini nasıl çözümlediklerini gös­
teriyordu. İngilizlerle Ruslar arasındaki bir anlaşma vardı ve
taraflar, bölgeleri aralarında paylaşmış, Rusların Doğu'da, İn­
gilizlerin de Batı'da egemen olmaları konusunda görüş birli­
ğine varmışlardı.
1944 Yılı Ekiminde Churchill - Stalin Görüşmesi ve
Etki Alanları Kurulması Kararı Yunanistan, Doğu Avru­
-

pa ve Balkanlar arasında sıkışıp kalan Türkler, olayları, daha


çok birtakım gelişmelerin Üç Büyüklerin siyasal niyetleri ba­
kımından ne ifade ettiği açısından yargılıyordu. Önceden de
gördüğümüz gibi, İngiltere ile Rusya'nın Avrupa'yı etki alan­
larına bölmek üzere anlaştıkları korkusu, Müttefiklerin Alman
ordularını yenilgiye uğratmaya başladıkları ilk günlerden be­
ri Türkiye'ye egemen olmuştu. 1 944 yılı sonbahar ve kış ay­
larında bu korku daha da belirginleşti. Rusların doğuda, İngi­
lizlerin de batıda asıl ağırlıklarını koydukları, gittikçe daha be­
lirli bir biçimde görülmeye başlamıştı. Bunun böyle olması
için coğrafi ve tarihsel nedenler vardı, ama daha 1 944 yılı baş­
larında Stalin'in, Romanya, Doğu Yugoslavya ve Bulgaristan
da içinde, Ruslara Balkanlar'da üstünlük tanıyan, Avrupa'nın
etki alanlarına bölünmesiyle ilgili İngiliz önerisini kabul etti­
ği üzerine söylentiler, Türkiye'de endişe yaratmaya başlamış­
tı. Anne O'Hare Mc Cormick'in 4 Mart 1 944'te bildirdiği gi­
bi, " İster mantıklı olarak, ister mantıksızca olsun, Türkler

90
Rusya'dan korkuyor. Çünkü . . . Rusya ile komşu durumunda­
lar ve Moskova'nın sınırları boyundaki ulusları, çevresinde
bir 'güvenlik çemberi' yaratmak için yörüngesine katmak is­
temesinden çekiniyorlar. Bu nedenle de hep diken üstünde du­
ruyorlar" (3 1 ). Türkler, dünyanın çeşitli etki alanlarına bö­
lünmesinin küçük ulusların bağımsızlığını tehlikeye düşüre­
ceğinden korkuyorlardı. Ayrıca, Türkiye'nin böyle uluslara­
rası bir sistemde nereye düşeceğinden de emin değillerdi. İn­
gilizlerin, Rus peyki olmalarını önlemek için çaba göstere­
ceklerine güvenemiyorlardı. Güçlü bir Sovyetler Birliği kar­
şısında tek başlarına kalmaktan çekinmekteydiler. Üstelik,
1 944 yılı sonunda Pan-Slav akımı da kendileri için iyice si­
nirlendirici olmaya başlamıştı (32). Bütün bu korkular, Türk­
lerin İngiliz politikasına hiç güvenmemelerine rağmen, Türk
yetkililerinin neden lngiltere 'nin hoşuna gitmeye çabaladık­
larını ve niçin Sovyet emellerini tartışmaktan çekindiklerini
açıklamaya yardımcı olmaktadır.
Rusların ve İngilizlerin Avrupa'yı birtakım etki alanla­
rına böldükleri inancını, Birleşik Amerika maslahatgüzarı
Lincoln MacVeagh Kahire'de sürgündeki Yunan ve Yugoslav
hükumetlerine duyurmuştu. 1 9 Haziran 1 944 'te MacVeagh,
"The New York Times" gazetesinin muhabiri C.L. Sulzberg'e
bir haber sızdırarak, "Balkan yarımadasında 'teşebbüs' alan­
larının kabataslak sınırlarını belirten bir anlaşmanın ilk adım-

(3 1 ) Anne O'Hare McConnick, Chicago Tribune gazetesi varislerinden­


di; Sovyetlerin Akdeniz'e ve Balkanlar'a sızmasına yol açan Churchill politika­
sını şiddetle eleştirmiştir. Yukardaki sözleri 4 Mart 1 944'te The New York Ti­
mes'te yayınlanmıştır.
(32) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel görüşmeden. Aynca bak. Er­
kin, önceki kitap, s.259-260.

91
lannın İngiliz ve Sovyet hükumetlerince atıldığını ..." duyur­
muştu (33). MacVeagh' in raporunda, Yunanistan'ın İngiliz
koruyuculuğu altına verileceği, Romanya'nın ise Sovyetler
Birliği'ne emanet edileceği ileri sürülüyordu. Sulzberger,
MacVeagh 'in "Londra ve Moskova arasındaki bu özel pazar­
lığa çok kızdığı" için haberi kendisine sızdırdığnı ve "Bütün
dünyanın gerçeği öğrenmesini istediğini" öne sürmektedir
(34). Cevat Açıkalın, Türk hükiimetinin de bu tür haberleri
aldığını, İnönü'nün bunların doğruluğundan kuşkulandığını
belirtmektedir (35). Gerçekten de haberler doğruydu. Daha
1 944 yılı mayıs ayında Churchill, Üç Büyüklerin birtakım
" sorumluluk" alanları tespit etmeleri gereğini Roosevelt ve
Stalin'e açmıştı.
Churchill bunu geçici bir program olarak sunmuştu.
Müttefik orduları çeşitli cephelerde ilerliyordu ve hemen yö­
netime değin bazı tedbirlerin alınması gerekiyordu. Churc­
hill, Başkan'a, " Elbette Balkanları da etki alanlan içine kat­
mak istemiyoruz; bu çözüm yolunu kabul etmekle, sistemin
yalnız savaş şartları içinde uygulanacağını açıkça belirtmiş
oluyoruz... " demişti (36).
Roosevelt ve özellikle Hull, Churchill'in planından çok
kuşkulanmıştı. Başkan, İngiliz ve Sovyet hükumetlerine, Bir-

(33) C.L. Sulzberger, A Long Row ofCandles (Bir Uzun Dizi Murn)'dan
bir bölüm, (New York, The Macmilan Co.), 3 Eylül 1 969'da lnternational He­
rald Tribune'de yayınlanmıştır.
(34) Aynı yerde.
(35) Yazarla arasındaki özel bir görüşmeden.
(36) Winston S. Churchill, İkinci Dünya Savaşı, cilt:VI, Zafer ve Trajedi,
(Boston, Hoghton Miffiin ve Co. 1953,s .73-74).

92
leşik Aınerika'nın "alanlar" anlaşmasını yalnız üç aylık bir
deneme dönemi için kabul ettiğini bildirdi (37).
Churchill, anlaşmayı cebine indirdikten sonra, Stalin'i
görmeye gitti. Churchill 'le Stalin arasındaki Moskova görüş­
mesi, Churchill'in kaleminden ölümsüzleştirilmiştir:
İş için zaman uygundu; bunun üzerine, "Balkanlar'daki
sorunlarımızı çözelim" dedim. "Sizin ordularınız Bulgaristan
ve Romanya'da. Bizim de bu ülkelerde çıkarlarımız, misyon­
larımız ve ajanlarımız var. Küçük yollara sapıp, yan önerler­
le işi uzatmayalım. Yalnız Britanya ile Rusya söz konusu ol­
duğuna göre siz Romanya'da yüzde doksan, biz de Yunanis­
tan'da yüzde doksan oranında kuvvet bulundursak, Yugoslav­
ya içinde yüzde elli-yüzde elli desek, ne düşünürsünüz aca­
ba?" Bu sözlerim kendisine çevrilirken, ben de bir kağıt par­
çasına şunları yazdım:

(37) Başkan Churchill'in niyetlerinin tersine bu anlaşmanın Avrupa'nın si­


yasal bakımdan bölünmesine yol açacağını düşünen Dışişleri Bakanı Hull'e da­
nışmıştı. Roosevelt önce bu fikre bağlanmış ve durumu Churchill'e bildirmişti.
Fakat, 1944 yılı Haziran ayı ortasında, Hull'in Washington'da bulunmadığı bir
sırada, Roosevelt, Churchill'e İngiliz teşebbüsünü kabule karar verdiğini bildir­
di. Başkan'ın görüşünden döndüğünü bilmeyen Dışişleri Bakanlığı ise, Roose­
velt'in Avrupa'nın ne biçimde olursa olsun siyasal bakımdan bölünmesine göz
yumamayacağını düşünerek, bu konuda Britanya Büyükelçiliği'ne bir memoran­
dum vermişti. Roosevelt, işleri bütün bütün karıştırmak istercesine, Dışişleri Ba­
kanının Washington'a dönüşünde, Churchill'e bir telgraf göndererek planım ka­
bul edemeyeceğini bildirmişti. Ancak, bu arada İngiltere hükfuneti, Sovyetlere,
Başkan'ın onayını iletmiş ve Avrupa'nın geçici olarak bölünmesini kabul ettiği­
ni duyurmuş bulunuyordu. Sonunda, 14 Temmuz'da ABD Dışişleri Bakanlığı ke­
sin onayını verdi, bak. Feis, önceki kitap, s.341-342.

93
Romanya
Rusya: %90
Öbürleri : %10
Yunanistan
Büyük Britanya: %90
(ABD'nin onayı ile)
Rusya: %10
Yugoslavya: %50-%50
Macaristan: %50-%50
Bulıaristan
Rusya: %75
Öbürleri: %25

Kağıdı Stalin' e doğru sürdüm. O da bu sırada sözlerimin


çevirisini dinlemişti. Çok kısa bir bekleme oldu. Sonra mavi
kalemini alıp kağıdın üzerine büyükçe bir işaret çiziştirdi ve
kağıdı bize geri gönderdi. Her şey, oturmak için geçecek ka­
dar kısa bir süre içinde olup bitmişti.
Elbette, görüşümüzü uzun uzun ve kuşkuyla hazırlamıştı
ve hemen savaş dönemi anlaşmalarının pazarlığını yapıyorduk.
Her iki yan da daha büyük sorunları savaş kazandıktan sonraki
toplantıda, bir barış masası başında görüşmeyi umuyordu.
Bundan sonra uzun süren bir sessizlik oldu. Kalemle işa­
retlenen kağıt masanın orta yerinde duruyordu. Ardından ben,
"Bu anlaşmalarla milyonlarca insanın kaderini çizmiş oluyo­
ruz; bu, biraz onlarla alay etmek olmaz mı acaba? İsterseniz
atıp yakalım kağıdı" dedim. "Hayır, saklayın" dedi Stalin (38).

(38) Churcbill, Zafer ve Trajedi, s.227-228.

94
ChurchiWie Stalin arasında varılan anlaşma, Macaristan
ve Yugoslavya'yı İngiliz ve Amerikan denetimine açık bıra­
kıyordu. Bulgaristan, Romanya, Macaristan vb. ülkelerde bu­
lunan işgal kuvvetlerinin yönetimi Birleşik Amerika, Britan­
ya ve Rusya'nın katılacağı üçlü bir Müttefik Denetleme Ko­
misyonu'nun eli altında olacaktı. Her şeye rağmen bu anlaş­
ma, savaştan sonra dünyanın birbirleriyle anlaşmazlık halin­
de bloklata bölünmesine doğru atılan ilk adım olmuştur. Mos­
kova'da Stalin, Churchill'e, Montreux Anlaşması 'nın yeniden
gözden geçirilmesini istediğini de söylemişti. Churchill bu
öneriyi genellikle olumlu karşılamış, aynntılann gelecek ilk
Üç Büyükler toplantısında ele alınmasını önermişti.
Churchi ll'le Stalin arasında yapılan görüşmede varılan
an laşma, elbette açıklanmad ı; ama Türkler, bu görüşmenin
Doğu Avrupa ve Balkanlar'daki olaylarla ilgili olduğunu se­
zerek, karışık duygu lar içinde tepki gösterdi . Necmettin Sa­
dak, Sovyetler Birliği'ni "dürüst politikası" için övme yolu­
nu seçti (39); Asım Us, İrigiltere'yle Rusya'nın birlikte ve dost
bir hava içinde çalıştıklarını, ikisinin de Türk tarafsızlığın­
dan hoşnut olduklarını öne sürdü (40).
"Ulus" ise, yayınladığı bir yazı dizisiyle, Türkiye'nin
durumunu daha kesinlikle tanımlamış oldu : Küçük uluslar, Üç
Büyüklerin kaderlerine hükmetmelerine imkan hazırlayacak

(39) Bak. "Moskova Konuşmalan, Balkan Meselesi ve Türkiye", Akşam,


1 6 Ekim 1 944 ve Ayın Tarihi, Ekim 1 944, cilt: l 3 1 , s.40-42.
(40) Bak. "Moskova Müzakereleri ve Türkiye'', Vakit, 1 8 Ekim 1 944 ve
aynı yerde, s.42-44.

95
olan etki alanlan sisteminden asla hoşnut olmayacaklardı (4 1 ).
Küçük devletler kendilerini yabancı müdahalelerden ya da
büyük devletlerin egemenliğinden korumayı garanti altına ala­
cak uluslararası bir sistemin yerleşmesinde diretiyordu. "U­
lus"un tanınmış siyasal yorumcusu Burhan Belge, "Aylık Si­
yahi llimler Mecmuası"nda yazdığı makalede, "Üç Büyük­
ler dünyanın siyasal ve idari otoritesi olmak durumunu birlik­
te ve muzafferane bir biçimde yüklenmektedirler . .'1' diye ek­ .

liyordu (42). Belge, büyük devletlerin bu yükümlülüğü çeşit­


li alanlardaki uyrukluk iddialarına karşı belirecek "muhale­
feti ortadan kaldrıma" da kullanmalarından korkuyordu. Yal­
nız Almanya ve Japonya'nın değil, Fransa ve İtalya'nın da dün­
ya sorunlarında ciddi söz sahibi devletler olarak aradan çıka­
rıldıklarını belirtiyordu.
3 1 Aralık 1 944 'te de, Yalçın buna benzer bir çözümleme
yaparak Churchill'in bir uyarısını yorumladı. İngiltere Baş­
bakanı bu uyarısında, komünist gerillalar mücadeleden vaz­
geçmedikçe, Üç Büyükler'den oluşacak üçlü bir "tröst"ün
Yunanistan'ı yöneteceğini belirtmişti (43). Yalçın gerek Yu­
nan partizanlarını gerekse kendi vatandaşlarını "kesin ve ha-

(4 1 ) Bak. Ulus, 14, 1 7, 1 8 Eylül ve 14,24 Ekim 1 944, 3 1 Ekim 1944'te de


Falih Rıfkı Atay yine Ulus'ta, ' 'Bulgarlarla Mütareke" başlıklı yazısında, Churc­
hill 'le Stalin arasında varılan anlaşmayı övmekteydi. Türklerin kuşkularının Mos­
kova, Londra ve Washington' da yaratabileceği kötü etkileri silme amacı güttü­
ğü açıkça belli olan yazı, "Moskova görüşmesinde her şey çözümlenmiştir" di­
yordu. Bak. ayıu yerde, s.21 9-220.
(42) Burhan Belge, "Moskova Buluşması", Siyasi 1limler Mecmuası,
cilt:XIX, No. 163, Ekim 1 944, s.408-41 3 .
(43) Bak. "3 'ler Tröstü", Tanin, 3 1 Aralık 1 944, Ayın Tarihi, Aralık 1 944,
cilt: 1 33, s.295-297.

96
sit" bir tehdide karşı uyarıyordu: "Bir büyük devletin Avru­
pa'nın herhangi bir köşesinde yönetime karışması, öbür kö­
şelerinde hemen karşı tepkilere yol açacaktır." Yalçın şunu ek­
liyordu: "Bu bizi dosdoğru, etki alanlarına, himaye yönetim­
lerine ve ilhaklara götürecek yoldur" (44). Ancak ne var ki,
büyük devletler bu yolu çoktan seçmişti. Olacakları çok iyi tah­
min eden bir çözümlemesinde de Necmettin Sadak, 5 Şubat
1 944 tarihli "Akşam"da, Avrupa'yı bölen sınırlan çoktan çi­
zildiğini, geriye bir tek, Almanya'nın nasıl yönetileceği soru­
nunun kaldığını yazıyordu (45).
"Yarının olaylarını bugünün örneklerine bakarak kestir­
mek mümkündür" diyerek başlıyordu Sadak. "Her şey bu­
günden kararlaştırıldığı ve çözümlendiğinden, halk ve kurtu­
luş hükllmetleri çoktan kurulduğundan, herkes bütün bu ül­
kelerin savaş sonrası hükfunetlerinin ve yönetim biçimleri­
nin ne olacağını pekala anlayabilir." Sadak, Akdeniz bölge­
sinin, Adriyatik Denizi'nin, Yunanistan ve İtalya'nın, İngil­
tere'nin güvenlik alanı içine girdiğini, Romanya, Macaristan
ve Çekoslovakya ile Polonya'nın da Rusya'ya düştüklerini be­
lirtiyordu. Yalta Konferansı'nın başlamasından bir gün son­
ra yazdığı yazısında da, çözülmemiş tek sorun olarak, Alman­
ya'da iktidara, Moskova'daki Hür Alman Komitesi'nin mi,
yoksa Müttefiklerin seçeceği bir başka hükllrnetin mi geçe­
ceği sorununun kaldığını yazıyordu. Sadak, kehanette bulu­
nurcasına, " Karar ne olursa olsun" diyordu; " . . .Almanya 'nın

(44) Aynı yerde.


(45) Bak. "Harbin Bitişi, Sulhun Gelişi", Akşam, 5 Şubat 1945 ve aynı
yerde, s. 1 38-139.

97
bütün doğu bölgesi Sovyetlerin güvenliği açısından ... uzun
bir süre Sovyet işgali altında kalacak, Sovyetler Birliği ile Al­
manya arasındaki bütün uluslar da aynı biçimde Rus işgali­
ne uğrayacaklardır."
Bu düşünceler, Türkiye'nin savaş sonrası güvenliğini sağ­
lama ihtiyacını daha kaçınılmaz bir duruma getirmeye yetti.

98
XIII

SAVAŞ SONRASI GÜVENLİÖİ ARDINDA

Dumbarton Oaks Konferansı Müttefik önderleri Ka­


-

hire ve Tahran'da, temsilcilerinin gelecek aylarda uluslarara­


sı bir güvenlik örgütünün kurulması sorununu incelemelerini
kabul etmişlerdi. Özellikle Birleşik Devletler, anlaşmazlıkla­
rın çözümlenmesini düzenleyecek ortak bir güvenlik sistemi
kurulması yolunu açmaya kararlıydı. Çin'den ve Sovyetler
Birliği'nden gelen delegelerin de katıldığı Dwnbarton Oaks
Konferansı, 2 1 Ağustos 1 944 ve 9 Ekim 1944 günleri arasın­
da toplandı ve böyle bir örgütün yasasının kesin ayrıntılarım
tespit için çalışmalar yaptı. Sonradan Birleşmiş Milletler ör­
gütü adını alacak örgüt, işte bu konferans sırasında kabatas­
lak ortaya çıkmış oldu.
Konferans sırasında ortaya çıkan başlıca anlaşmazlıklar­
dan biri, oylama usulleri üzerine belirdi. "Büyük devletler, iz­
. lenecek politika ve girişilecek eylemler konusunda haklarım
öteki devletlerle ne dereceye kadar paylaşacaklardı?" (1). Da-

( 1 ) Feis, önceki aynı kitap, s.43 1 .

99
ha belirli deyimlerle söylenirse, anlaşmazlık Güvenlik Kon­
seyi 'ndeki veto sorunu üzerindeydi. Sovyetler Birliği, Güven­
lik Konseyi'nde alınacak kararlarda her daimi üyenin veto
hakkı olması ve kararların oybirliğiyle alınması konularında
diretiyordu. Birleşik Devletler, Rus kurulunu, bir anlaşmaz­
lık durumunda, Güvenlik Konseyi olan ülkelerin, o anlaşmaz­
lıkla ilgili konularda oy sahibi olmamaları gereğine inandır­
maya çalışıyordu. Uzun görüşmelerden sonra uzlaşmaya va­
rılabildi: Güvenlik Konseyi üyelerinin oybirliği karan olma­
dan da bir anlaşmazlığa barışçı bir çözüm yolu getirilebilecek­
ti. Konseyin daimi üyeleri, anlaşmazlıkları çözümlemek için
kuvvet kullanılmasını gerektiren durumlarda da veto hakları­
nı kullanabileceklerdi.
Tahmin edileceği gibi, buna karşı Türkiye'de çeşitli tep­
kiler görüldü. Hüseyin Cahit Yalçın, Dumbarton Oaks 'ta ku­
rulması tasarlanan örgüt gerçekleşecek olursa, bunun küçük
ülkelerin güvenliğine pek az katkıda bulunabileceğini ileri
sürdü (2). "Yeni örgüt, yalnız küçük ülkelere karşı harekete
geçme fırsatı sağlamaktadır" diye yazdı. Büyük devletlerin da­
ha küçüklerine karşı girişecekleri eylemleri önlemek için ise
yapılacak hiçbir şey yoktu. Yalçın, büyük devletlerden biri
"hayır" dedi mi, Güvenlik Konseyi'nce alınması tasarlanan
tedbirler alınamayacaktır diyerek görüşünü açıkladı.
Fakat, Türkiye'deki bütün yorumlar bu derece kuşkulu
tepki göstermemişti. Sözgelişi, Nuri Eren, Dumbarton Oaks
önerilerini savundu ve Güvenlik Konseyi 'nin güçlü bir rol oy-

(2) Hüseyin Cahit Yalçın, "Dünyanın Sulhunu Koruyacak Yeni Teşkilat",


Tanin, 10 Ekim 1944 ve Ayın Tarihi, Ekim 1944, cilt: l 3 l , s.299-230.

1 00
nayabileceğini, "uluslararası bir askeri kurmayın emrinde, he­
men eyleme geçmeye hazır bir kuvvet bulmanın" mümkün
olacağını ileri sürdü (3). Dumbarton Oaks Tasarısının hazır­
lanışı sırasında Türkiye'deki diyalog bu havadaydı.
Gelecekte dünya barışını koruyacak olan örgütün, büyük
devletlerin egemenliğinin bir aracı durumuna gelmemesi so­
runuyla ilgilenirken, Türk siyaseti bir yandan da Birleşik Ame­
rika ve İngiltere ile iyi ilişkilerini sağlamlaştıracak teşebbüs­
lerini sürdürüyor, bu ülkelerin dostluk ve koruyuculuğunu arı­
yordu. 3 Ocak 1 945 'te T ürk hükfuneti, Japonya ile olan dip­
lomatik ilişkilerini kesmeye karar verdiğini açıkladı. Amiral
Leahy'ın bunu, "kesin bir Müttefik zaferinin en güçlü kanı­
tı" olarak yorumlamasına rağmen, (4) Türkler davranışlarına
gerektiği gözle baktılar; yani, bir bakıma yersiz, fakat sembo­
lik bir davranış olarak 28 Aralık 1 944 'te Steinhardt, yeni Türk
Dışişleri Bakanı Hasan Saka'ya, Müttefiklerin Türkiye'nin Ja­
ponya ile olan ilişkilerini kesmesini istediklerini söylemişti.
Saka, Türklerin böyle davranmakta bir avantaj sağlamayı um­
madıklaonı, "ama, 'Türklerin müttefikleri' böyle bir davra­
nıştan yarar umuyorsa..." T ürkiye 'nin kesinlikle "peki" diye­
ceğini belirtti (5). İki gün sonra T ürk hükfuneti aldığı kararı
Steinhardt' a resmen bildirdi. Bir başka jest de, T ürk hükfune-

(3) Nuri Eren, "Dumbarton Oaks Konferansı", Aylık Siyasi İlimler Mec­
muası, Kasım 1 944, c; cilt: XIX no. 1 64 s. 423-444. Nuri Eren, bu araştırmanın
yazıldığı dönemde BM' de Türk baş temsilcisi yardımcısıydı.
(4) Leahy, önceki kitap, s. 286.
(5) Türkiye' deki Büyükelçi'den (Steinhardt) Dışişleri Bakanı'na, 28 Ara­
lık 1 944, Dış İlişkiler, 1 944, cilt: V, s. 900; Birleşik Amerika ve lngiltere'nin is­
tekleri üzerine Türkiye'nin Japonya ile ilişkilerini kesişinin geniş ayrıntıları için
bak: s. 900-904.

101
tinin yine ocak ayında Sovyetler Birliği'ne savaş gereçleri ta­
şıyan Müttefik gemilerinin Boğazlardan geçmelerine izin ver­
mesi oldu (6). Boğazların açılması, Türkiye'de mutlu bir olay
olarak karşılanmıştı, ama İngiltere ve Birleşik Amerika'da ya­
pılan bazı yorumlar, Türklerin canını sıkıyordu. Sözgelişi,
Yalçın, İngiltere ve Birleşik Amerika'da bazı yayın organları­
nın, Boğazların Türk hükümetinin kararı ile kapatılmış oldu­
ğu izlenimini verecek yayınlar yapmalarını hiç de hoş karşı­
lamıyordu. Yalçın, Boğazların bütün savaş boynca açık kaldı­
ğını, eğer Müttefikler Rusya'ya Boğazlar yolu ile savaş mal­
zemesi gönderemedilerse, bunun Almanların Ege denizini de­
netimleri altında bulundurmalarından ileri geldiğini açıkça
ortaya koydu (7). Ancak, Üç Büyüklerin Yalta'daki toplantı­
ları biraz sonra bu konuları arka sayfalara doğru iteledi.
Kının Konferansı: Savaş Sona Eriyor 4 şubatta baş­ -

layan ve 1 1 Şubata kadar süre Yalta Konferansı, Ankara'da bü­


yük bir felaketin habercisi olarak karşılandı. Türk hükümeti
bu sırada Batılı önderlerin, özellikle de Churchill'in, Montre­
ux Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi için Stalin'in

(6) Erkin, önceki kitap, s. 284.


(7) Bak: Hüseyin Cahit Yalçın, "Boğazların Açılması", Tanin, 1 7 Ocak
1 945; Ayın Tarihi, Ocak 1 945, cilt: 134, s. 58-59.
Yalçın, şöyle yazmaktadır: " ... Batı'da, özellikle bazı yayınlan çok iyi ha­
tırlıyoruz. Bu makaleler, tıpkı Birinci Dünya Savaşı'ndan öncekiler gibi, Boğaz­
ların gerçek şartlarının ne olduğunu hiç bilmeden konuyu kaleme almanın cahil­
liğini yansıtınaktadır. Bu arada bu yazılarda Rusların açık deniz ihtiyacıa deği­
nilmekte ve Boğazlar canımızın istediği zaman açtığımız ya da kapadığımız su­
pap kapaklan gibi gösterilmektedir." Yalçın bu iddiaların doğru olmadığını söy­
lüyor ve Boğazların savaşta açık olduğunu, ancak Almanların Çanakkale boğa­
zı çevresini denetim altına almalarının, Müttefik gemilerinin Boğazlardan geç­
melerini önlediğini öne sürüyordu

1 02
yanında yer alacakları konusuyla pek ilgileniyordu (8). Söz­
gelişi, Profesör Esmer, "Churchill' in Ruslara taviz verme ih­
timalinin. . . Türk hükfımetini endişelendirdiğini, çünkü Churc­
hill' in Türkiye'ye kızdığını, her fırsatta artık Boğazlarla bir
ilgisi olmadığından söz ettiğini" (9) belirtmektedir. Bu, her
ne kadar Churchill'in Türk çıkarlarının öncülüğünü yaptığı
Yalta'daki görüşünü yansıtmıyorsa da, Türklerin hala duy­
makta oldukları yalnızlığı çok iyi gösteriyordu.
Türk sorunu Yalta'da öncelikle ele alınan bir sorun değil­
di, ama varılan öteki kararların pek çoğu, dolaylı ya da dolay­
sız olarak Türk çıkarlarını ilgilendiriyordu. Pek küçük değişik­
liklerle veto yetkisi Üç Büyüklerce kabul edilmişti ve barışı ko­
ruyacak olan yeni örgüte böylece gerçek bir güç kazandırıla­
cağı görüşü benimsenmişti. Rusya, daimi üyelerden biri bir an­
laşmazlıkta taraf olursa Amerika'nın oylamaya katılmaması
önerisini kabul etmişti; ama, ancak "barışçı çözüm yolu" ko­
nularında peki demişti. "Yürütme" kararlarında ise Üç Büyük­
ler yine veto haklarını kullanmakta serbest olacaktı.
Polonya konusunda Stalin, gerek toprak sorunları, ge­
rekse siyasal sorunlarda temel tutumunu Churchill ve Roose­
velt' e kabul ettirebilmişti. Buna karşılık da Polonya' nın düş­
man işgalinden kesin olarak kurtuluşundan bir ay sonra, ser­
best genel seçimler yapılacağına söz vermişti. Gerek Roose­
velt, gerekse Churchill'in gönülsüzce imzaladıkları son an­
laşma metninde, " Halen Polonya'da iktidarda olan geçici Hü­
kfunet, böylece daha demokratik bir ölçü içinde örgütlene-

(8) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel bir görüşmeden.


(9) Esmer, Türle Dış Politikası, s. l 69.

1 03
cektir... " ( 1 O) deniyordu. Bu anlaşma, Varşova 'daki komünist
rejimin varlığını Müttefiklerin onaylaması anlamına geliyor­
du. Bundan böyle Stalin, haklı olarak Üç Büyüklerin geçici
hükumeti yeni ve geçerli Polonya hükumeti olarak tanıdık­
larını ileri sürebilecekti ( 1 1 ).
Yalta Konferansı, Balkan uluslarının da geleceğini çizmiş
oluyordu. Dışişleri Bakanlığının Orta Avrupa ve Balkanlarda­
ki Müttefik Denetleme Komisyonlarının, Sovyetler Birliği'nin
bu yerlerde tek başına egemenlik kurmaya kararlı oluşu nede­
niyle gerektiği gibi çalışamadıkları uyarısı üzerine Roosevelt,
Konfransa "Kurtarılan Avrupa Üzerine Deklarasyon" başlığı
ile bir belge sunmuştu. Churchill, Roosevelt ve Stalin' ce im­
zalanan bu belgeye göre, Üç Büyükler, kurtarılan ülkelerin ge­
ciktirilmeye gelmez siyasal ve ekonomik sorunlarının demok­
ratik yollardan çözümlenmesi için yardımcı olacaktı.
Biçim bakımından etkileyici, fakat siyasal yönden an­
lamsız olan bu anlaşmanı üzerine tüy dikercesine, Roose­
velt' in şaşkınlık uyandıran ve Amerikan kuvvetlerinin Av­
rupa'da savaşın sona ermesinden sonra iki yıldan daha çok
kalmayacaklarını bildiren açıklaması çıkageldi. Elbette Sta­
lin hoşnut olmakta haklıydı ( 1 2).
Yalta Konferansı'na katılan üç devlet başkanının zihinle­
rinde önemli bir yer tutmadığı halde, Türkiye sekiz toplantı­
dan ikisinde, her kez de başkan edenlerle dikkatleri üzerine çek­
ti. Beşinci toplantıda Stalin, Birleşmiş Milletler'e hangi ülke-

(10) Feis, önceki kitap, s. 528.


( 1 1) Aynı yerde.
( 1 2) Bak: Yalta Belgeleri, Birinci Toplantı, 4 Şubat 1 945, Bohlen Tutanak­
ları, Kırım Konferansı, Dış ilişkiler: Malta ve Yalta Konferansları, s. 573-580.

1 04
lerin alınacağı, hangilerinin alınmayacağı tartışılırken, Türki­
ye 'yi sembol aldı. Başkan verdiği karşılıkta, ancak Alman­
ya'ya savaş açmış ulusların bir Birleşmiş Milletler statüsü içi­
ne alınmasını ve hala Mihver'e savaş açmamış ülkeler için de
son süre olarak Mart 1945 tarihinin kabul edilmesini ileri sür­
dü. Stalin yine Türkiye'yi kastederek, "bazı ülkelerin kazanan­
dan yana olma üzerine yatının yaptıklarını" söyledi (13).
Churchill, Türkleri savundu. Şu sırada ilgisiz birçok ülke Al­
manya'ya savaş ilan edecek olursa, bunun Almanya'nın mo­
rali üzerinde yıkıcı bir etki yaratacağını ileri sürdü. Türkiye'nin
adaylığının "genel bir tasviple karşılanmayacağını" söyleyen
Churchill, ardından, Türklerin "çok çetin bir dönemde" ken­
dileriyle ittifak imzaladıklarını ekledi, "dost ve yardımcı" ol­
duklarını ispatladıklarını hatırlattı (14). Stalin, şubat sonuna ka­
dar Almanya'ya savaş çarsa, Türkiye'nin de Birleşmiş Millet­
ler'e alınmasını kabul edeceğini söyledi. Churchill bunu, "hoş­
nutluğunu" belirten bir ifadeyle karşıladı.
Stalin, hoşgörülü tutumuna rağmen, 1O Şubat 1945'te, sa­
vaş sonunda Boğazlar rejiminin yeniden gözden geçirilmesi­
ni bekledjğini ortaya koydu. Stalin, "... Türkiye'nin bir elini
Rusya'nın gırtlağına dayamış duran durumunu kabul etmenin
mümkün olmayacağını" söyledikten sonra, "Türkiye'nin çı­
karlarına zarar vermek" niyetinde olmadığını da ekledi (15).
Tartışmalara girmeye pek istekli olmadığı açıkça anlaşılan

( 1 3) Yatta Belgeleri, Beşinci Toplantı, 8 Şubat 1945, Bohlen Tutanakları,


Dış 1lişkiler: Malta ve Yalta Konferansları, s. 77 1 -782.
(14) Aynı yerde.
( 1 5) Yalta Belgeleri, Yedinci Toplantı, 10 Şubat 1945, Bohen Tutanak.la­
n, aynı yerde. s. 897-906.

105
Başkan ise, Birleşik Amerika ile Kanada arasında 3.000 mil
uzunluğunda bir sınır olduğunu, bu sınırda hiçbir silahlı kuv­
vet ve kale bulunmadığını söyleyerek, isteksiz bir karşılık ver­
di. Ardından, öteki ulusal sınırların da "kalesiz ve askersiz"
olacağı günlerin geleceğini umduğunu ekledi. Başbakan,
Montreaux Anlaşması 'nın yeniden gözden geçirilmesini nor­
mal karşıladığını belirttikten sonra, " ... Rusya'nın bugün Ka­
radeniz'deki büyük çıkarları ile daracık bir geçide bağlı olma­
sı düşünülemez" dedi ( 1 6). Churchill bu konunun, Dışişleri
Bakanlarının gelecek toplantısında ele alınmasını önerdi. Ay­
nca durumun Türklere de bildirilmesini ve bağımsızlıklarıy­
la toprak bütünlüklerinin bozulmayacağı konusunda kendile­
rine güvence verilmesini öne sürdü. Stalin, bu önerileri kabul
etti. Tasarlanan şeyin hemen Türklere de duyurulması öneri­
si üzerine de Stalin şöyle dedi: " ... Türklerden bir şey sakla­
mak aslında imkansız . . " ( 1 7).
.

Yalta Konferansı, savaştan sonraki B irleşmiş Milletler


Örgütü'nün tüzüğünü hazırlamak üzere 25 Nisanda San Fran­
cisco'da bir konferans toplanması kararıyla sona erdi. 14 Şu­
batta Churchill 'le Eden, yeniden Batılıların Balkanlar'daki zor
güvenilir ileri karakolları Atina'ya uğradı.
Bu ileri karakolun gerçekten de ne kadar az güvenilir ol­
duğu, Yalta'daki "Kurtulan Avrupa Üzerine Deklarasyon"u ile
küçük devletlere yaptığı vaatlerin anlamsızlığı, Yalta'dan bir­
kaç hafta sonra çok iyi anlaşıldı. 28 Şubatta Romen hükume­
ti, içindeki komünistlerin ve Sovyet askeri kuvvetlerinin bas­
kısı altında istifa etti. Vişinski'nin kişisel diretişiyle Kral Mi-

( 1 6) Aynı yerde.
( 1 7) Aynı yerde.

1 06
şel, Pietro Groza' yı 6 Martta komünist denetimi altında yeni
bir rejim hükfunetini kurmakla görevlendirdi ( 1 8). İngiliz
Amerikan hükfunetleri, Romanya, Bulgaristan ve Macaris­
tan 'daki Müttefik Denetim Komisyonlarında bulunan temsil­
cilerin Sovyet yetkililerince dikkate alınmamaları yüzünden
Sovyet hükfunetini boş yere protesto ettiler. ABD ve Britan­
ya, Groza rejimini tanımadı. Ayrıca Yugoslav Komünist kuv­
vetlerinin İtalyan topraklarından çekilmeleri isteğinde bulun­
dular; ama Tito'nun kuvvetlerinin, "kurtardıkları" bütün top­
raklarda kalmakta diretişiyle karşılaştılar. 6 Nisanda Ameri­
kalıların ve İngilizlerin destekledikleri sürgündeki Polonya
hükfuneti temsilcilerinin Sovyet yetkilileriyle Moskova'da gö­
rüşmeler yaparken kayboldukları, Londra'daki Polonyalı yet­
kililerce açıklandı. Komünistlerin egemen olduğu Lublin re­
jimini artık Varşova'da Ruslar açıkça desteklemekteydi. Yal­
ta Konferansı'nın sonu ile 25 Nisanda San Francisco Konfe­
ransı 'nın açılışına kadar geçen süre içinde Sovyetlerin Doğu
Avrupa üzerine beslediği emeller, umutları iyice azaltmıştı.
Buna karşılık Avrupa'daki savaşın son aylarında geçen olay­
lar, 1 943 yılı başından, yani Müttefiklerin zaferi kazanmala­
rı ihtimalinin artmasından beri, İnönü ve Menemencioğlu gi­
bi Türk önderleriyle Yalçın gibi yazarların gelecek üzerine
yaptıkları kehanetlere uygun biçimde gelişti. Elbette bu geliş­
meler karşısında "son derece tedirgin olan" Türkler için hu­
zur verici bir durum değildi ( 1 �).
Türkiye Savaş Açıyor Türkiye en sonunda 23 Şubat
-

( 1 8) Feis, önceki kitap, s. 566.


( 1 9) Yazarla Zeki Kuneralp arasındaki özel görüşmeden.

107
1 945 'te Almanya ve Japoya'ya karşı savaşa girdi (20). Büyük
Millet Meclisi'nde konuşan Başbakan Saraçoğlu şöyle dedi:
"Tehlikenin ilk anından başlayarak Türkiye Cumhuriyeti, sö­
zü silahlan ve gönlüyle demokratik ulusların yanında yer al­
mış ve bugüne kadar parlamentosunun ve hükumetinin karar­
larına uygun bir yol izlemiştir." (2 1 ). Meclisteki görüşmeler
sırasında, savaşa girilmesi kararının, "İngiltere ile olan ittifa­
kın doğal sonucu ve Sovyetlerle aralarındaki dostluğun çer­
çevesi içinde" alındığı belirtildi (22).
Türkiye şimdi, biçim olarak savaşa katılıyordu; ama Müt­
tefiklerle imzaladığı ittifaktan beri orduları aslında seferber
durumdaydı (23). CHP Grup Başkanı Faik Öztrak'ın ifadesi­
ne göre savaşa girişleri, İngilterc'yle aralarındaki sarsılmaz it­
tifakın yalnızca son aşamasıydı (24 ). Türk politikasının temel
ilkelerinden birinin de Sovyetler Birliği'yle iyi ilişkiler kur­
mak olduğu ayrıca belirtiliyordu:
Arkada kalan beş yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti, büyük
komşumuz Sovyetler Birliği en karanlık günlerini yaşarken de
bu ilkeye bağlı kalmıştır. . . Milli Şef İnönü, bu değerli dosta her
olayda ve her zaman bağlı kalmamızı bize salık vermiştir (25).

(20) Almanya'ya ve Japonya'ya savaş açılmasıyla ilgili önergeyi Meclis'e,


Ali Rana Tarhan, Faik Öztrak, Kazım Özalp ve Memduh Şevket Esendal vermiş­
ti; karar 401 üyenin oybirliğiyle alınmıştır.
(2 1 ) TBMM Zabıt Ceridesi, 7. dönem, 23 Şubat 1 945, cilt: 1, s. 1 3 1 . Ayn-
ca bak: Esmer, Türk Dış Politikası, s. 169-1 70.
(22) Şemsettin Ganültay (Sivas), aynı yerde, s. 127.
(23) Rasih Kaplan (Antalya), aynı yerde, s. 129.
(24) Faik Öztrak (Tekirdağ), aynı yerde, s. 1 30- 1 3 1 .
(25) M . Ökmen, (Aydın), aynı yerde, s . 123.

1 08
Almanya'ya savaş açılması hiçbir biçimde Türkiye üze­
rine yapılan baskıların bir sonucu da değildi (26).
Türklerin, Müttefikleri, Türk kamuoyunu ve tarihi etki­
lemek için belgelere geçirmek istedikleri şeyler bunlardı. Ka­
rarın gerçek nedeni ise uluslararası bir örgütün temelini atmak
için San Francisco'da yapılacak Birleşmiş Milletler toplantı­
sına Türkiye'nin de katılmasını sağlamak ve Müttefikleri ya­
tıştırmaktı. Türkiye artık bir şey reddedecek durumda bulun­
muyordu. Aynca saldırıya uğrama, hatta savaşmak zorunlu­
luğu bile kalmamıştı. Dışişleri Bakanı Hasan Saka, (27), Mec­
lis'te yeni İngiltere Büyükelçisi Sir Maurice Peterson'un Yal­
ta'dan gelen bir mesajı kendisine ilettiğini söylemişti: Konfe-

(26) E. Erişirgil, (Zonguldak), aynı yerde, s. 1 30.


(27) Hasan Saka (Trabzon), aynı yerde, s. 126-127.
Türk basınında yayınlanan makaleler de, Meclis'te ifade edilen noktalara
yakındı: Müttefik baskısı yüzünden savaş açılması kararı alııunıştı; karar, Tür­
kiye'yi savaşma zorunda bırakmaycaktı; Türkiye'nin San Francisco toplantıla­
rına katılmasına ortam hazırlayacaktı.
Bak: Falih Rıfkı Atay, "Dünkü Tarihi Karar", Ulus, 25 Şubat 1 945 ve Ayın
Tarihi, Şubat 1945, cilt: 1 35, s. 50-5 1 .
Asım Us, "Harp İlfuıı Kararımızın Manası", Vakit; 2 4 Şubat 1 945 ve ay­
nı yerde. ·
Necmettin Sadak, ''Türkiye Birleşmiş Milletler Arasında' ' , Akşam, 24 Şu­
bat 1 945 ve aynı yerde, s. 5 1 -52.
Hüseyin Cahit Yalçın, "Türkiye'nin Son Kararı", Tanin, 24 Şubat 1 945
ve aynı yerde, s. 52-54.
Nadir Nadi, "Tarihi Karar'', Cumhuriyet, 24 Şubat 1 945 ve aynı yerde, s.
58-59.
Cavit Oral, ' ' realist Siyaset", Bugün, 25 Şubat 1945 ve aynı yerde, s. 59-
60. Cavit Oral şöyle yazıyordu: "Siyaset, duyguya dayanmayan biruğraşıdır. Si­
yasette tembel olan, gerçekçilik ve kendi çıkarlarını kollamaktır. ' '
Etem lzzet Benice; "Hayırlı Oldu ve Hayırlı Olacak", Son Telgraf, 24 Şu­
bat 1 945 ve aynı yerde, s. 54-55; Benice de savaş kararına, Kırım Konferansı'nda
alınan kararlar uyarınca, Son Francisco konferansına katılmak için varıldığını ka­
bul ediyordu.

1 09
ransa, yalnız 1 Mart 1 945 'ten önce Almanya'ya savaş açmış
ülkeler çağrılacaktı. Saka, " İngiliz hükfımetinin bu son öne­
risi . . . ulusumuzun Müttefik davasına daha güçlü bir katkıda
bulunma imkan ve fırsatını vremektedir" dedi.
19 Mart 1945 Tarihli Sovyet Notası - Türkiye'nin sa­
vaşa katılmasıyla Sovyet gücünün Balkanlar'a egemen olma
çabasının sonuçlanması, aynı döneme rastlamaktadır: Tito ile
işbirliği, Georgiev ve Groza'nın iktidarlarıyla komünist rejim­
lerin sağlama alınması, Macaristan'la imzalanan mütareke.
İngilizler, Arnavutluk'u avuçları içine almayı başaramamış,
Yunanistan'da komünist olmayan bir rejim kurmak için de an­
cak zora baş vurmuşlardı.
Mihver'den yana olmayan önderler arasında İnönü ve o­
nun dış politikasını hazırlayanlar, danışmanları, zamanında İn­
giliz ve Amerikan yetkililerince hiç de hoş karşılanmayan ve
gelecekteki Rus niyetleriyle ilgili görüşlerini en güçlü biçim­
de dile getiren kimseler olmuşlardı. Oysa şimdi aynı görüşle­
ri Churchill ve 1 2 Nisandan sonra da Başkan Truman payla­
şacaktı. Şunu da belirtmek yerinde olur ki, Sovyet tehdidin­
den söz etmek, savaştan galip çıkan Sovyetler Birliği'ne kar­
şı, Türkiye'nin iyi ilişkilerini güven altına almak gibi bir he­
saba dayanmıyordu. Bütün sevimsizliğine rağmen, son daki­
kada Mihver' e savaş açmak bile, Türkiye'nin "yalnızlık duy­
gusu "nu giderecek çare değildi (28). Sovyetler Birliği savaş
sonrası niyetleri üzerine Müttefiklerin şüphesini uyandırdığı
ve savaşa girmekte geciktikleri için, Türkiye'ye diş biliyordu.
Başlangıçta Hitler' e savaşmama yolunu seçen Sovyetler Bir-

(28) Bu cümleyi Zeki Kuneralp, yazarla arasındaki özel bir görüşme sıra­
sında kullanmıştır.

1 10
liği, bunu aynı yolu seçen Türkiye'ye karşı güçlü bir koz ola­
rak kullanılabileceğine inanıyordu. Rusya, zaferden sonra bu
temayı işlemeyi kararlaştırdı.
1 9 Mart 1 945 'te Sovyetler Birliği, Türkiye 'ye karşı uzun
süreden beri beklenmekte olan aleyhte kampanyasını, 1 7 Ara­
lık 1 925'te Paris'te imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsız­
lık ve Saldırmazlık Paktı'nı bozarak başlattı. Önce üç yıllık
bir süre için imzalanmış olan anlaşma, daha sonra üç proto­
kolla sürekli uzatılmıştı. Sonuncusu da, 'anlaşmayı 7 Kasım
1 945 tarihine kadar uzatmaktaydı. Son protokol sırasında ge­
tirilen bir değişiklikle, taraflardan biri anlaşmanın yeniden
gözden geçirilmesini isterse, bu durumda, sona ermesinden al­
tı ay önce bunu ötekine bildirmesi kabul edilmişti. Bunun so­
nucu olarak 1 9 Martta Molotov, Moskova 'daki Türkiye Büyü­
kelçisi Selim Sarper'e bir nota vererek, "Anlaşmanın bugün­
kü şartlara artık uymadığını, savaşın getirdiği değişikliklere
karşılık vremediğini ve bu nedenle, temelden gözden geçirli­
mesi gerektiğini" bildirdi (29). 2 1 Martta "İzvestia" gazete­
si aşağıdaki yorumu yayınladı:
Savaş sırasında Sovyet - Türk ilişkilerinin belirli zaman­
larda olduğundan daha iyi olabileceği bir sır değildir. Bütü­
nüyle başka şartlar altında imzalanmış olan bir anlaşmayı oto­
matik olarak uzatmak, iki ülkenin de çıkarlarına uymaz (30).
Dört gün sonra da "Pravda" gazetesi şunları yazıyordu:
Savaş sırasında Sovyetler Birliği'nin dostluk anlaşmala­
rı ile bağlı olduğu öbür devletlerle ilişkileri gittikçe başarılı

(29) Erkin, önceki kitap, s. 287.


(30) Review, dizi N. No. 47, s. 5 1 .

111
bir biçimde gelişmiş , Türkiye ile olan ilişk ileri ise , çok tan
modas ı geçmiş bir anlaşma uyar ınca düzenlenmiş tir (31).
Selim Sar per , bunun üzerine dan ışma için hemen ülke ­
sine çağr ıld ı ( 32).
4 Nisan 1945'te Türk hük fune ti , " Sovye thük fune tinin i ­
ki ülkenin bug ünkü ç ıkarlar ına daha uygun bir anlaşma için
ya pacağ ı önerileri dikka t ve iyi niye tle incelemeye haz ır ol _..
duğunu" bildiren uzlaş tır ıc ı ve is teklerine uygun karş ıl ığ ın ı
Moskova 'ya ile tti ( 33). Türkler , Ruslar ın anlaşmay ı bo zmak
için seç tikleri zamana bak ıp buradan , Türkiye 'yi , Birleşmiş
Mille tler 'e ka tılmakla elde edeceği yararlardan yoksun k ılma
ve ulusl ararası bir denge düzeninin kazand ıracağ ı güvenlik ­
ten Uzaklaş tırma amac ı gü ttükleri görüşüne vard ılar (34). Bu ­
na rağmen Tür khük fune ti yeni bir anlaşman ın şar tlar ın ı araş ­
tırma ve genellikle Sovye tler, yeni bir anlaşma için görüşme ­
lere başlamak ta acele e tmiyordu. Bunun ye rine , Türklerin öne­
rilerini beklediklerini bildirdiler. Türk hük fune ti bundan hiç
hoşnutkalmam ış tı. Çünküdaha önce Sovye tler 'in ne gi bi öne ­
rilerde bulunacaklar ın ı öğrenmek istiyorlard ı. Demek ki ,şim ­
di to p Rus yar ı alan ındayd ı. İki ulus aras ındaki ilişkilerin ha ­
vas ın ı ıs ıtmak için en somu t öneriyi Büyükelçi Vinogradov
yaptı: " Sovye tler Birliği 'ne karş ı Türk bas ın ında aç ılan ye rgi
kam panyas ına son verin ve özellikle Yalç ın 'ı sus turun." ( 35).
Türkler bu uyar ıy ı yerine ge tirmeye bile kalk ış tı.

(3 1 ) Aynı yerde.
(32) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(33) Türkiye'deki maslahatgüzardan (Packer) Amerika Dışişleri Baka­
nı'na; Ankara 7 Nisan 1945, Foreign Relation VIII 1 . 23 1 .
(34) Erkin, önceki kitap, s . 287.
(35) Aynı yerde, s. 231 .

112
İnönü ve yardımcılarının ilgisine rağmen, Türk basını, 19
M art 1 945 tarihli Sovyet notasını açıkça tartışma yolunu seç­
mişti. 8 Nisan l 945'te Mümtaz Faik Fenik'in "Ulus"ta yayın­
lanan bir yazısında, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki
yakın ve sıkı işbirliğinden söz ediliyor, bunun bir örnek oldu­
ğu ileri sürülüyordu (36). Fenik, notanın Rus - Türk dostlu­
ğundan "kuşkusuz esinlendiğini" savunuyordu. 1 925 anlaş­
masının imzalanmasından bu yana şartlar değişmişti ve Fe­
nik' in deyimiyle, "aynı nitelikte, Türkiye ve Sovyetler Birli­
ği'nin çıkarlarına daha uygun, eskisi yerine yeni bir anlaşma
istemekten daha doğal ne olabilirdi?"
Yeni Sabah, "Rusya ile Türkiye ne zaman kafa kafaya ver­
seler, hep anlaşmışlardır" diyordu (37).
Nadir Nadi gibi, Vakit gazetesinde de Asım Us, yine
iyimser bir makale yayınlamıştı (38). "Kuzey tomşwnuzun po­
litikasının ana çizgilerinin kötü niyet taşıdığını düşünmek, hü­
kUmetimiz için gereksizdir" diyordu Nadir Nadi.
Hüseyin Cahit Yalçın da, Sovyetler Birliği'nin Türki­
ye'yle dostça ilişkiler sürdürme niyetinde olduğu yorumları­
na katılırken, birtakım üstü kapalı uyanlarda bulunmayı da el­
den bırakmıyordu (39). Yalçın, özellikle Sovyetler'in önceden

(36) Mümtaz Faik Fenik, "Türkiye ve Sovyetler'', Ulus, 8 Nisan 1 945 ve


Ayın Tarihi, Nisan 1 945, cilt: 1 37, s. 68-69.
(3 7) Yeni Sabah, " Rusya ile Türkiye Baş Başa Konuştuktan Vakit Daima
Anlaşabilmişlerdir", 8 Nisan 1 945 ve aynı yerde, s. 64-65.
(38) Bak: Asım Us, "Türkiye'nin, Sovyetler Birliği'ne Cevabı", Vakit, 8
Nisan 1 945 ve aynı yerde, s. 65-67; Nadir Nadi, "Türk - Sovyet Dostluğunun
Y annı' ', Cumhuriyet, 9 Nisan 1 945 ve aynı yerde, s. 69-70.
(39) Bak: Hüseyin Cahit Yalçın, "Türk - Rus Münasebetleri", Tanin, 1 4
Nisan 1 945 v e aynı yerde, s . 70-72.

1 13
bu konuda İngiliz ve Amerikan hükftmetlerine haber verme­
dikleri sorununa değiniyor, Türkiye'nin Mihver devletlerine
yeni savaş açmış olduğu bir sırada bu notanın verilişinin pek
şanslı bir zamana rastlamadığını hatırlatıyordu.
Fakat, bugün bildiğimiz kadarıyla Türk hükı1meti, özel­
likle İnönü, 1 9 Mart tarihli Sovyet notasıyla yakından ilgile­
niyordu. Selim Sarper bu dönemde gazetelerde yansıtılan
iyimserliğin, hükı1metin uyarısının sonucu olduğunu belirt­
miştir. Sovyetler'in Türkiye'ye karşı tutumuna mutlu bir fe­
rahlık havası vermek, Türk hükı1metinin siyaseti gereğiydi
(40). Ancak, 1 945 yılı nisan ayının başında bu iş gittikçe zor­
laşmaya başlamıştı; çünkü Sovyetler, Türkiye'ye karşı bir yay­
lım ateşi açmışlardı. Sözgelişi, 3 Nisanda Moskova radyosu
Türk basınına karşı saldırıya geçip, gazeteleri Nazi yanlısı ol­
makla suçlamıştı (4 1 ). 1 8 Nisanda da " İzvestia" gazetesi, Tu­
rancıların yargılanması olayını düzmece bir oyun olarak nite­
lendirmişti (42). Bu sırada Türkiye'de bütün dikkatler, büyük
bir içtenlikle, 25 Nisanda San Francisco'da toplanacak.olan
Birleşmiş Milletler Konferansı üzerinde toplanmıştı.

(40) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel görüşmeden.


(4 1 ) Bak: Reviex, dizi N, No. 49, s. 75.
(42) Aynı yerde, Baltalı, önceki kitap, s. 1 1 O 1 1 1 , bu dönemde Sovyet­
-

ler'in Türkiye'ye karşı yönelttikleri suçlamaları şöyle sıralamaktadır: 1 ) Alman­


ların Rusya'yı istilaya girişmeden önce, Türkiye'nin Almanya ile imzaladığı it­
tifak, 2) Alman orduları Volga'ya doğru ilerlerken, Türkordularının da Doğu Ana­
dolu 'ya kaydırılması; 3) Türklerin, ancak Müttefiklerin Almanlara karşı zaferi
kesinleştikten sonra Mihver'e savaş açmaları; 4) Rusya'ya yardım gereçleri gö­
tiiren gemilerin Boğazlardan geçmesine izin verilmemesi; 5) Türkiye'nin savaş­
ta Almanya ile ticaretini sürdürmesi ve büyük çapta stratejik hammadde satmış
olması.
Sovyet yazarlarının bugüne kadar Türkleri suçlamak için ileri sürdükleri
nedenler bunlardır.

1 14
San Francisco Konferansı - Türkiye'nin Gelecek Üze­
rindeki Umutlan San Francisco konferansında Türk Kuru­
-

luna, Dışişleri Bakanı Hasan Saka başkanlık ediyordu. Kurul­


da, Birleşik Amerika 'daki Büyükelçisi Hüseyin Ragıp Baydur
ile Feridun Cemal Erkin de b ulunmaktaydı. San Francisco 'ya
vardıktan sonra Saka, Molotov'la görüştüyse de, Rusların ye­
ni bir anlaşma için ileri sürecekleri şartlar üzerine aydınlatıcı
bir şey elde edemedi (43). Bu yüzden Türk delegasyonu da
olanca dikkatini konferansa çevirdi.
Yalta Konferansı'ndan beri Türk gözlemcileri, savaştan
galip çıkan büyük devletlerin savaş sonrası uluslararası sis­
tem kurma çabalarına karşı eleştirici bir tutum izlemişlerdi.
Sadak, "Akşam"da yazdığı makalede, "Beş Büyüklerin ken­
dilerinden güçsüzlere asla saldırmayacak melekler olduğuna
inanmadıkça, bu sistemin yürüyeceğine bel bağlamak pek
zordur" diye yazdı (44).
Sadak, yeryüzünde devletler var olduğundan beri, hep
büyüklerin saldırdığını ve savaşa yol açtıklarını hatırlatarak
yazısını sürdürüyordu. Asım Us ise, " Vakit"te diyordu ki:
"Dolaymyla bu formüle dayanılarak kurulacak yeni Birleş­
miş Milletler örgütü, temelsiz bir yapıdan başka bir şey ol­
mayacaktır" (45). Beş Büyükler Güvenlik Konseyi 'nde öbür
iki üyeyle anlaştılar mı, "herhangi bir küçük devleti harita­
dan silebilecek oya sahip olabileceklerdi." Buna karşılık bir

(43) Erkin, önceki kitap, s. 293.


(44) Necmettin Sadak, "Anlaşılmayan, Fakat ehemmiyetli Birno'kta", Ak­
şam, 20 Şubat 1 945 ve Ayın Tarihi, Şubat 1 945, Cilt 1 35, s. 280-282.
(45) Asım Us, "Kırım Formülünün Sakatlığı", Vakit, 28 Mart 1 945 ve ay­
nı yerde, Mart 1 945, cilt: 236, s. 228-230.

1 15
tek veto, bir ya da daha çok sayıda büyük devletin saldırısı­
na uğramış bir ülkenin, öbür üyelerce kurtarılmasını engel­
leyebilecekti (46).
Türkler, San Francisco'da küçük devletlerin başlıca uğ­
raşısı olan ve tümünce paylaşılan bu görüşleri yansıtan sesin
tek sahibi değildi. Ancak kendileri, özellikle büyük bir dev­
letin saldırısından çekindikleri için, seslerini daha çok yük­
seltiyorlardı (47).
San Francisco Konferansı, Birleşmiş Milletler yasası ta­
sarısını görüşürken, bu ihtimalleri temelinden değiştiremedi
ve Türkler dışında itiraz sesi yükselten olmadı. Türk siyaset
uzmanı Mehmet Gönlübol ' un deyimiyle:
San Francisco 'da büyük uluslarla küçük uluslar arasında­
ki anlaşmazlıklar, hep büyük ulusların zaferiyle sonuçlandı.
Çünkü, görüşmeler, savaşta başı çeken ülkelerin çizdikleri si­
yasal çerçeve içinde geçmişti . . . (48).
Veto hakkının altında yatan savaş dönemi gerçeği buy­
du. Buna paralel olarak, küçük ülkeler de Büyük Devletlerin
Dumbarton Oaks önerilerini "yumuşatacak" durumda değil­
lerdi (49). Bir de, özellikle Türkiye, San Francisco Konferan-

(46) Aynı yerde, buna benzer görüşler için bak: Necmettin Sadak, "Bü­
yük, Küçük, Ortanca", Akşam, 1 1 Nisan 1 945 ve aynı yerde, Nisan 1 945, Cilt:
137, s. 292 - 294; Sadak şunları yazıyor: "Ülkeler arasında ayrıcalığa yol açtığı
kadar, üzerierinde de eşitsizlik yaratan sınıf farkını kaldırmak için, büyük ve kü­
çük uluslar arasındaki fark gözetilmemelidir. .."

Aynca bak: Ulus, 12 Nisan 1 945'te ulusları çeşitli haklan olana kategori­
lere bölmeye karşı çıkıyordu. Gazete şöyle diyordu: "Yalnızca tek bir sınıf dev­
let vardır; en küçüğü bile devlet olma haklarına sahiptir."
(47) Selim Sarper'le yazar arasındaki özel bir görüşmeden.
(48) Gönlübol, önceki kitap, s. 160.
(49) Aynı yerde.

1 16
sının çalışmalarını etkileyçcek durumda bulunmuyordu. Kon­
feransa bile ancak " son anda" katılmaya hak kazanmıştı ( 50).
O da muzaffer büyük devletlerin lütfuyla. Esmer, Türk Kuru­
lunun konferans sırasında kendisini büyüklerden çok ayn gör­
düğünü anlatmaktadır (5 1 ). Bu konuda şöyle yazıyor: "Ku­
rulması tasarlanan örgüt temelde muzaffer ülkelerden oluşa­
cağı için ve savaştan sonra dünya bu ülkelerin isteklerine ve
çıkarlarına göre yönetileceğinden, savaşa girmekten titizlikle
kaçınan Türkiye, savaşa katılmayışının olumsuz etkilerinden
ciddi bir biçimde çekinmekteydi." (52) İşte bu nedenle Türk­
ler, yasayı onaylamayı kararlaştırdılar.
Türk kurulu ülkesine döndükten sonra, San Francisco 'da
yapılan eksik pazarlığın, Türkiye' nin kopartabileceklerinin en
iyisi olduğunu belirtti. Mümtaz Soysal, "büyük uluslara ay­
rıcalıklar tanıyan Birleşmiş Milletler anlaşmasının maddele­
ri, bazı Meclis üyelerini düşündürmekteydi ve bunlar endi­
şelerini dile getirmekten de geri kalmadılar. . . " (53) demek­
tedir. B.M. Yasası'nı Meclis'te savunan Dışişleri Bakanı Ha­
san Saka, şöyle demişti:
Yal�ız biz değil, yalnız öbür küçük uluslar değil, fakat,
Dumbarton Oaks tasarısını hazırlayanlar bile, bu çalışmanın
kusursuz olmadığını kabul etmektedir. . . Fakat, günümüzün
siyasal gerçeklerini düşünürsek, gösterilen çabaların boşuna
olmadığını anlarız . . . Uluslararası ilişkilerde olumlu sonuç­
lar, ancak karşılıklı fedakarlıklarla elde edilebilir. Herkes

(50) Esmer, Türk Dış Politikası, s. 1 72.


(5 1 ) Aynı yerde.
(52) Aynı yerde.
(53) Soysal, aynı kitap, s. i l 7.

1 17
kendi görüşünde diretecek olursa, bir anlaşmaya varmak
umudu da olmazdı (54).
Saka, yasa ne kadar eksikleri olursa olsun, tek gerçekçi
alternatifinden, yani anarşiden daha iyidir, diye durumu açık­
lıyordu (55).
Bu kadarı bile mide bulandıracak bir övgüydü ve konuş­
mayı izleyen görüşmeler, her ne kadar alışıldığı gibi onayla
sonuçlandıysa da, umulan heyecandan yoksun kaldı. Anka­
ra milletvekili M. Okmen, veto yetkisinin anlaşmayı "aksat­
tığını", ama, büyük devletlerin bunu dürüst kullanacakları
konusundaki sözlerinin kendisini umutlandırdığını söyledi.
Aslında bu tür vaatlara inanılmazsa, hiçbir an htşmaya güve­
nilemeyeceğini ileri sürdü (56).
Her şeye rağmen pek çok Türk, daha başından beri Bir­
leşmiş Milletler Yasası'nı eksik ve kusurlu bir araç olarak gör­
dü, büyük devletlerin birlik ve iyiniyetine dayandığına inan­
dı. Bu iyiniyet ve birliğin gösterilmemesi durumunda, örgü­
tün barışı ve küçük devletlerin egemenliğini korumakta çok
sınırlı kalacağını sezinledi. Türkiye'nin de, öteki küçük ve or­
ta devletler gibi, çok geçmeden savaşa olmasa bile, büyük
devletlerden birinin politikasının dümen suyuna sürüklenecek­
lerini ve Birleşmiş Milletler'in bu durumlarda pek büyük ya­
rar sağlayamayacağını fark etti. Hüseyin Cahit Yalçın, o gün­
lerin havasını "Niçin. . . zafere rağmen dünya böylesine me­
yus?" diye sorarak özetliyor ve şu karşılığı veriyordu:

(54) T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, 7. dönem, 1 5 Ağustos 1 945, s. 1 56.


(55) Aynı yerde, s. 157.
(56) Aynı yerde, s. 1 59- 1 60.

1 18
Bunun nedeni anlaşılmayacak kadar uzakta değildir: Uğ­
runda savaşılan amaçlardan hiçbirine erişilememiştir. Na­
zizm ve faşizmin yenilgiye uğratıldıkları doğrudur; ama, aca­
ba saldırıya uğrama korkusu ortadan kaldırılabilmiş midir?
küçük ülkelerin özgürlük ve bağımsızlıkları acaba garantiye
alınabilmiş midir? Bunlar nerede seslerini biraz yükseltecek
olsalar, cezalandırılmış ve susturulmuşlardır. Kendilerine,
" siz kendinizi savunamayacak kadar zayıfsınız. Ulusların ba­
rış içnide yaşamalarının sorumluluğu büyük devletlere düşer"
denmiştir. Savaş, boşuna verilmiştir. Demokles'in kılıcı hala
küçük ulusların tepesinde sallanmaktadır. Kudret, yine dün­
yaya egemen ·�imaya devam ediyor ( 57).
Savaş sona erdiği zaman, Ankara'da esen hava buydu işte.

(57) Bak Tanin, 6 Haziran 1945.

1 19

You might also like